Mümtaz Soysal`a Armağan

Transkript

Mümtaz Soysal`a Armağan
MÜMTAZ
SOYSAL'A
ARMAĞAN
M ÜLKİYELİLER BİRLİĞİ VAKFI YAYINLARI: 32
M ÜLKİYELİLER BİRLİĞİ VAKFI ARM AĞANLAR D İZİSİ: 8
Prof. Dr. Mümtaz Soysal’a
Armağan
M ülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları: 32
M ülkiyeliler Birliği Vakfı A rm ağanlar Dizisi: 8
İletişim
K onur Sokak N o:l
06650 K ızılay - ANK ARA
Tel/Faks: 0 3 1 2 .4 1 7 80 98
Ankara, A ralık 2009
ISBN 978-975-7400-26-4
Basım Tarihi: 28/12/2009 Basım Adedi: 500
Baskı
Herm es O fset Ltd. Şti.
Kazım K arabekir Cad. 39/16 İskitler-A N K A RA
Tel: 0.312 384 34 32 w w w .herm esofset.com .tr
HAZIRLAYANLAR
Cem EROĞUL
İlter ERTUĞRUL
Selin ESEN
Fazıl SAĞLAM
Murat SEVİNÇ
V
VI
İÇİNDEKİLER
Kürsüden
M üm taz H ocam İçin
Celal GÖLE
M üm taz S oysal’a
A li ÇOLAK
I. BÖLÜM
Prof. Dr. M üm taz Soysal’ın Yaşam öyküsü
Prof. Dr. M üm taz Soysal’ın Yayınları
Prof. Dr. M üm taz Soysal’la Söyleşi
Sunuş
N. İller ERTUĞRUL
Kırk Yıl Ö ncesinden İzlenim ler
B i Isay KURUÇ
Söyleşi
N. İlter ERTUĞRUL
Ek-1: Anayasa ya G iriş' in Önsözü
Ek-2: Bir Diplom asi Dersi
H Avni AK SO Y
Ek-3: Prof. Dr. M üm taz Soysal
Ahmet Zeki BULUNÇ
Ek-4: “ Halkım a İhanet Etm em ”
Ek-5: “ M üm taz” H ocam
Niyazi ALTUNYA
Ek-6: M üm taz Soysal ve Yön Dergisi
N a zif EKZEN
115
Ek-7: M üm taz Soysal
R a u f DENKTAŞ
Ek-8: “ Suçsuz A nayasa”
117
Ek-9: “ Güzel H uzursuzluk”
122
II. BÖLÜM
127
Çerkeş Ethem N asıl Hain Oldu?
Sina AKŞIN
141
T ürkiye ve Ç ifte Vatandaşlık
R onaA YBAY
149
Yüz Kızartıcı Suç
Devrim A YDIN
D em okratik Toplum da Hoşgörüsüzlük:
N efret Söylem i ve N efret Söylem inin İfade
Ö zgürlüğünden Ayrıştırılm ası Sorunu
163
Ömür A YDIN-Naz ÇA VUŞOĞL U
179
K uşaklararası Adalet
A. Ülkü AZRAK
Yeni A nayasa Yapımı ve Yöntem leri Ü zerine
201
Süheyl BATUM- Ş eref İBA
Bir Anayasa M ahkemesi K ararının Yarattığı İlginç
Tartışm a: M eclis Kom isyonları Yasa Önerilerini
Ne Ö lçüde D eğiştirebilir?
219
Cem EROĞUL
T ürkiye’de C um hurbaşkanının Halk Tarafından
Seçilm esinin Siyasal Sisteme Olası Yansım aları
Selin ESEN
VIII
249
Yüksek Seçim K urulu’nun “M ahkem e'’ Niteliği
Ü zerine Bir D eğerlendirm e
281
Levent GÖNENÇ
A nayasalarda Sonsuzluk G üvenceleri
293
Zafer GÖREN
Hukuk Devleti İlkesinin Ulusal ve
U lusüstü Boyutta K orunm ası ile
İlgili Sorunlar-”Yasin El K adı” Örneği
309
Ece GÖZTEPE
Anayasa ve İdare H ukuku’ndan K esitler V I I
341
Sait GÜRAN
A nayasal Bir İlke O larak M asum iyet Karinesi
369
Osman Korkut KANADOGLU
Laiklik İlkesine Bağlı Güncel A nayasal Sorunlar
387
Fazıl SAĞ LAM
Prof. M üm taz Soysal’ın Dinamik Anayasa
A nlayışı ve Kuruluş Anayasalarını Y eniden Okum ak
411
Murat SEVİNÇ
439
D üşüncenin K eftareti
Erdoğan TEZİÇ
Türk Anayasa Hukuku G eleneğinde ve Özbudun
A nayasa Taslağında Hukuk Devleti Anlayışı
447
Oktay UYGUN
Venedik K om isyonu’nun Referandumlarda İyi Uygulama Kodu
(Çev.) Sultan TA HMAZOĞL U UZEL TÜRK
IX
469
X
KÜRSÜDEN
Prof. Dr. M üm taz Soysal, A nkara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Anayasa Hukuku kürsüsünün yetiştirdiği en önem li isim lerden biridir. M üm taz
Hoca, yalnızca hukuk ve siyaset bilim inde değil, sosyal bilim lerin diğer
dallarındaki derin bilgi birikim iyle uzm anlık alanını çok boyutlu kılabilm iş nadir
akadem isyenlerdendir. Soysal’m önemi, yalnızca akadem ik alanda yaptığı
katkılarla sınırlı değildir. Soysal, hem siyasetçi, hem de gazeteci kim liğiyle
T ürkiye’de önem li izler bırakm ış ve bitm eyen enerjisiyle bu çabasını sürdüren
bir isimdir.
M üm taz Hoca, yetiştirdiği yüzlerce öğrencisine dem okratik değerleri
aşılamış; benim sediği fikir ve değerleri, gördüğü onca baskıya boyun eğmeden,
hem akadem ik hem de siyasal yaşam ında aynı tutarlıkla savunm a cesaretini
gösterm iştir.
M üm taz S oysal’ın 80. yaşı nedeniyle yayım lanan bu A rm ağan’da on sekiz
yazı yer alm aktadır. Bu yazılar, hem M üm taz H oca’nın kürsüdaşları, hem de
geçm işte ve günüm üzde onunla özel ya da akadem ik yakınlığı bulunan
m eslektaşları tarafından kalem e alınm ıştır. M eslektaşlarınca M üm taz H o ca’ya
arm ağan edilen bu m akaleler, ona verilen değerin ve önemin m ütevazı bir
yansım asıdır. Bu A rm ağan’m ortaya çıkm asını sağlayan Siyasal Bilgiler
Fakültesi D ekanlığı’na ve M ülkiyeliler Birliği Vakfı B aşkanlığı’na candan
teşekkür sevimli bir borçtur.
XI
XII
PROF. DR. MÜMTAZ SOYSAL HOCAM İÇİN..
Prof. Dr. Celal GÖLE
A .Ü .Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı
Fakültem izin çok değerli hocalarından, aynı zam anda dekanım ız Prof. Dr.
M üm taz Soysal için hazırlanan bu arm ağanda kendisi için bir yazı yazm aktan
dolayı m utluluk ve onur duyuyorum . İnanıyorum ki; bu arm ağanın Fakültem izin
kuruluşunun 150. Yılında, Prof. M üm taz Soysal hocam ın da 80. yaşında
çıkarılm ası, bu arm ağana ayrı bir güzellik katm ıştır.
K anım ca, hocalarım ız için arm ağanlar onlar hayattayken çıkarılm alı ve
kendilerine sunulm alıdır. Bu açılardan, bu arm ağanın hocam ız Prof. Soysal için
yayınlanm asını gerçekleştiren kürsüsündeki m eslektaşlarını ve M ülkiyeliler
Birliği yöneticilerini kutluyorum.
Soysal
hocam ız,
orta
öğretim
tahsilini
G alatasaray
L isesi’nde
tam am ladıktan 1953 yılında Fakültem izden, 1954 yılında da fark derslerini
vererek H ukuk F ak ü ltesin d en m ezun olm uştur. Akadem ik çalışm alarına 1955
yılında Türkiye ve Ortadoğu
Am m e İdaresi’nde asistan olarak başlayan
Hocam ız, 1956 yılında Fakültem izin akadem ik kadrosuna katılmış; 1958 yılında
Ü lkem izde ilk olarak "Siyaset D oktoru” unvanını almış; 1963 yılında Anayasa
Hukuku Doçenti; 1969 yılında da Anayasa Hukuku Profesörü olm uş, 1992
yılında da Fakültem izden em ekliye ayrılm ıştır.
H ocam ız S oysal’ın 1955 yılında başlayan akadem ik yaşam ı görkemli
gelişm eler yanında üzücü, üzücü olduğu kadar düşündürücü olaylarla doludur.
Bu dönem de, kendisi 1955-56 yıllarında, Birleşm iş M illetler B ursu’yla
“London School o f Econom ic”e gitm iş; 1959-60 yıllarında da Rockefcllcr
bursuyla Princeton ve Berkcley Üniversitelerinde araştırm alar yapmış; 1960
XIII
Devriminden sonra, 1961 yılında Kurucu M eclis üyeliğine seçilm iş; 1961
A nayasası’nın
AV CIO ĞLU
hazırlanm asında
ilgili
kom isyonda
ve Cem al Reşit EY Ü PO G LU
görev
yapm ış;
Doğan
ile birlikte ülkem izin
siyasi
yaşantısında ürettiği fikirlerle önem li bir yer edinen “ Yön” dergisini çıkarm ış;
Sosyalist K ültür D em eği’nin kurucuları arasında yer alm ış; 1971 yılında da
Fakültem izin dekanı olm uştur.
Hocam ız Soysal, Fakültem izin dekanı olarak görev yaparken “ 12 Mart
M u h tıra sın d a n sonra 18 M ayıs 1971 tarihinde Fakültem ize gelen askerler
tarafından tutuklanm ıştır. H ocam ızın dersten çıkarılıp askeri bir cipe bindirilerek
M am ak C ezaevi’ne götürülüşünü, bir asistan olarak diğer asistan arkadaşlarım la
birlikte, Fakültem izin giriş kapısındaki m erdivenlerde üzüntü ve acı ile
izlemiştim.
M am ak C ezaevi’nde birbuçuk yıl hapis yatan Hocam ız 10 M art 1972
tarihinde Fakültem izdeki görevine iade edilmiş; 1974 - 78 yılları arasnıda
U luslararası A f Ö rgütü’nde Başkan Yardım cısı ve Y önetim K urulu üyesi olarak
çalışm ış; 1978 -
80 yılları arasında Kıbrıs Toplum lararası Görüşm elerinde
Kıbrıs T ürk T arafı’nın Danışm anlığını yapm ış; 1991 yılında da S H P ’den Ankara
M illetvekili olarak Parlam entoya girm iştir. 1994 yılında kısa bir süre için
Dışişleri Bakanlığı görevini de yürüten Soysal Hocam, 1995 yılında D S P ’den
Z onguldak M illetvekili seçilm iş; 1999 yılında M illetvekilliğinden istifa ederek
halen
genel
başkanlığını
yürüttüğü
B ağım sız
C um huriyet
P artisi’ni
arkadaşlarıyla beraber kurm uştur.
Hocam ız Soysal, tüm yaşam ında, çok okunan, yol gösterici, sorunlara
çözüm üretici ve m antık dolu görüşlerini Forum , Akis, Em ek ve O rtam dergileri
ile Yeni İstanbul, Ulus, Barış, M illiyet ve H ürriyet gazetelerinde yazdığı köşe
yazıları ile kam u oyuna çok başarılı bir şekilde sunm uştur. Halen de C um huriyet
G azctesi’nde yazdığı köşe yazıları ile bu m isyonunu en iyi şekilde yerine
getirm ektedir.
Soysal Flocam, bir M ülkiye aşığıdır. Kendisi, M ülkiye ve M ülkiyelilere
her zam an ve her ortam da sahip çıkmış; M ülkiyelilerin gönlünde tabir caizse taht
kurm uştur.
H ocam ın
M ülkiye
sevgisinin
tem el
nedeni,
kanım ca
Cum huriyetim izin, kam u yararını esas alan “ M ülkiye” felsefesini benim sem iş ve
özüm sem iş M ülkiyeliler ile yüceleceğine olan inancıdır.
XIV
Soysal Hocam , çalışm aları, eserleri, renkli kişiliği, mantık dolu söylem leri
ve toplum sal sorunlara çözüm üreten yazıları ile ülkem izin akadem ik ve siyasi
yaşam ında hep ön planda olm uştur. Kendisi aynı zam anda çok seçkin bir
A nayasa Hukukçusu olarak da, M uam m er Aksoy, Bahri Savcı hocalarım ızın
Fakültem izde çok başarılı bir şekilde yarattıkları “A nayasa Plukuku G eleneği”ni
en iyi şekilde sürdürm üştür.
Binlerce öğrenci ve çok sayıda akadem isyen yetiştiren Prof. Soysal
Hocam , yukarıda belirtm eye çalıştığım fevkalade parlak akadem ik çalışm aları,
eserleri, köşe yazıları ve renkli kişiliği ile M ülkiye T arih i’nin efsane
akadem isyenleri arasındaki yerini alm ıştır.
Kendisine, bundan sonraki yaşam ında da, çok sevdiği eşi ve çocukları ile
birlikte sağlık ve mutlu günler diliyorum.
XV
XVI
MÜMTAZ SOYSAL’A ARMAĞAN
Ali Çolak
M ülkiyeliler Birliği Vakfı Başkanı
M ülkiyeliler B irliği’nin 1986 yılında yapılan Genel K urulu’nda, Siyasal
B ilgiler Fakiiltesi’nin görevi olan ancak yerine getirilm eyen Fakültem izden
ayrılan öğretim üyelerine “ A rm ağan” hazırlanm ası görevinin M ülkiyeliler
Birliği V akfı’nca üstlenileceği ifade edilmişti. Vakfım ız bugüne kadar bu
görevini başarıyla yerine getirm iş ve o günden bu yana sırasıyla değerli
hocalarım ız Bahri S avcı’ya, Sadun A ren’e, C ahit T alas’a, Cevat G eray’a ve
N ejat B engül’e A rm ağan kitaplar çıkarm ıştır. M ülkiyeliler B irliği Vakfı,
M ülkiye’nin 150. Yılının kutlandığı bu yıl Alpaslan Işıklı’ya A rm ağan’dan
sonra sevgili hocam ız M üm taz S oysal’a A rm ağan’ı da tam am layarak bu önemli
geleneği sürdürüyor.
1984 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesini yazm aya karar verdiğim ve bunu
çevrem le paylaştığım günlerde bir televizyon haberi dikkatim i çekti. Bir
uluslararası m ahkem ede T ürkiye’nin tezlerini M üm taz Soysal ve Türkkaya
Ataöv savunacaklardı. Benim tercih ettiğim okulun hocalarının böylesine önem li
bir görevi üstlenm esi haberini büyük bir coşkuyla arkadaşlarım la paylaşm ış ve
sıralam ada birinci sıraya Siyasal’ı daha bir gururla yazmıştım . S iyasal’ı tercih
etm em de değilse de, ailem in Tıp Fakültesini yazm am yönündeki ısrarlarına
rağm en tercihim den vazgeçm em em de belki de bu olayın bir etkisi vardır. 1402
sayılı yasa ile pek çok hocam ız okuldan uzaklaştırıldıkları için olsa gerek
Fakültede derslerini düzenli izlediğim birkaç hocadan biriydi M üm taz Soysal.
A nayasaya Giriş isimli ders notlarından oluşan kitabında “ Kom ünizm
propagandası” yaptığı için yargılandığını öğrendiğim de ilk yaptığım iş bu kitabı
üst sınıflardan bulup okumaktı. Ben kendi adım a herhangi bir propaganda
unsuru bulam am ıştım am a olağanüstü dönem lerin olağandışı bir hukuk anlayışı
ürettiklerini kavram ıştım . M üm taz H o ca’dan iki ders aldım F akülte’de ama
ondan aldığım ız ders ve feyz sadece Fakülte yaşam ından ibaret değil. M üm taz
Hoca, daha sonra siyasete girdiğinde de, ilkelerin m akam lardan daha önemli
olduğunu ve çekilirken bile vuruşulabileccğini öğretm eye devam etti hepimize.
M üm taz Soysal, bugün onurla savunduğum uz M ülkiye değerlerinin oluşum u ve
gelişim ine yaşam ı ve yapıtları ile büyük katkı yapanlar arasındadır hiç kuşkusuz.
XVII
Ders anlatırken, konuşurken ne kadar sevecen, yum uşak, n aif tavırlı ise, politik
m ücadelesinde o kadar kararlı ve direngendir M üm taz Soysal. Siyasete girdikten
sonra da em ekten ve kamu yararından yana tavrını gösteren m ücadelesi,
özelleştirm e karar ve uygulam alarını A nayasa M ahkem esi önünde yargılatm ası,
zor koşullarda dahi yılgınlığa düşm eyen 'vuruşarak çekilme" yaklaşım ı O ’nun
sakin, derinlem esine bilgili ve bir o kadar kararlı duruşunun bir sonucudur. Bu
duruş tüm M ülkiyelilere M ülkiyelilik ruhunu bir kez daha hatırlatırken,
hasım ları için bizim bildiğim iz onların bilm ediği iyi birer ders niteliğindedir. Evi
bom balanm asına ve SBF Dekanı olarak 12 M art darbecileri tarafından
tutuklanm asına rağm en düşündüklerini kararlılıkla savunm aya devam eden,
ülkesini bilgisiyle, aklıyla, yüreğiyle her platform da savunan, özelleştirm elere
karşı hukuk m ücadelesini büyük bir kararlılıkla sürdüren M üm taz SoysaPın
politik görüşlerine ister katılın ister katılm ayın bu kararlılığa ve m ücadele
azm ine saygı duym aktan başka bir şey gelm ez elinizden.
Değerli H ocam Prof. Dr. Cem Eroğul, Prof. Dr Fazıl Sağlam , Doç. Dr.
Selin Esen, Dr. M urat Sevinç ve sevgili arkadaşını İlter Ertuğrul bu kitabı
Hocanın 80. yaşına yetiştirm ek için insanüstü bir çaba gösterdiler. Bu kitabı
yayına hazırlayanlar başta olm ak üzere bu A rm ağan’a yazılarıyla katkıda
bulunan değerli öğretim üyelerine ve araştırm acı yazarlara yaptıkları katkı,
gösterdikleri özen ve em ekleri için V akfım ız adına teşekkür ediyorum . Bu
Arm ağan kitabın M ülkiye’nin 150. yılına denk gelm esi de güzel bir zam anlam a
oldu. Aynı yıl içinde ikinci arm ağan kitabı sizlerlc buluşturduğum uz için
sevinçliyiz.
Değerli Hocam ıza 80. yaşında bu kitabı arm ağan etm enin gururuyla,
bundan sonraki yaşam ında sağlık ve m utluluklar diliyoruz.
XVIII
I. BÖLÜM
-2-
MÜMTAZ SOYSAL’IN YAŞAMÖYKÜSÜ
Z onguldak’ta doğdu (15 Eylül 1929). Bahriye Kolağası Beşiktaşlı Osm an
M uhtar Bey ile Sam iye H anım ’ın oğlu.
İlkokulu Z onguldak’ta okudu (1936-1941).
G alatasaray L isesi’ni bitirdi (1941-1949).
Lisans eğitim ine Siyasal Bilgiler O kulu’nda başladı, Siyasal Bilgiler
Fakültesi’nden m ezun oldu (1949-1953).
Fark derslerini vererek Hukuk F akültesi’ni bitirdi (1954).
A skerliğini A nkara’da yaptı (1954-1955).
Türkiye ve O rtadoğu Amm e İdaresi Enstitüsü’ne asistan olarak girdi
(1955).
Birleşm iş M iletler bursuyla LSE (London School o f E conom ics)’ye gitti
(1955-1956).
Siyasal B ilgiler F akültesi’nde İdare H ukuku asistanı oldu (1956).
Demokratik iktisadi Planlama İçin Siyasi Mekanizma isimli çalışm asıyla
T ürkiye’de ilk “Siyaset D oktoru” unvanını aldı (24 H aziran 1958).
Rockefeller bursuyla A B D ’ye gitti. Princeton ve C alifom ia (Berkeley)
Üniversitelerinde çalışm alar yaptı (1959-1960).
Kurucu M eclis’e ve A nayasa Kom isyonu üyeliğine seçildi (6 O cak 196129 Ekim 1961).
Dış Politikada Yasama-Yürütme Münasebetleri, Siyasi İktidarın Dış
Politika Alanında ve Yasama-Yürütme Münasebetleri Çerçevesinde Kullanılışı
Üzerine Mukayeseli Bir İnceleme isimli çalışm asıyla A nayasa Hukuku doçenti
oldu (15 Kasım 1963).
-3-
Dinamik Anayasa Anlayışı: Anayasa Diyalektiği Üzerine Bir Deneme
çalışm asıyla Anayasa Hukuku profesörü oldu (24 H aziran 1969).
Doğan A veıoğlu ve Cemal R eşit Eyüboğlu ile Yön dergisini çıkardı (20
Aralık 1961-30 Haziran 1967).
Sosyalist K ültür D erneği’nin kurucuları arasında yer aldı (1962).
Siyasal B ilgiler Fakültesi dekanı oldu (1971).
12
M art M uhtırasından sonra tutuklandı (18 M ayıs 1971). İki dönem de
toplam bir buçuk yıl M am ak C czaevi’nde yattı.
Siyasal Bilgiler F ak ü ltesin d ek i görevine iade edildi (10 M art 1972).
U luslararası A f Örgütü (A m nesty International) Yönetim Kurulu üyeliğine
seçildi. Başkan yardım cılığı yaptı (1974-1978).
UNESCO, birinci “ İnsan Hakları Öğretim i Uluslararası Ö dülü”nü aldı
(1979).
Kıbrıs Toplum lararası G örüşm elerinde Kıbrıs T ürk T arafı’nın Anayasa
Danışm anlığını yaptı (1978-1980). Bu nedenle, U luslararası A f Örgütü Yönetim
Kurulu üyeliğinden istifa etti.
19.
Dönem M illetvekili Genel Seçim lerinde S H P ’den A nkara milletvekili
seçildi (20 Ekim 1991).
Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığına başladı (1991).
Siyasal Bilgiler F ak ü ltesin d en emekli oldu (14 Nisan 1992).
Ö zelleştirm eye
karşı
m ücadele
etm ek
üzere
KİGEM
(Kamu
İşletm eciliğini G eliştirm e M erkezi)’ni kurdu (Nisan 1994). KİGEM 1996’da
vakfa dönüştü.
Dışişleri Bakanı oldu (27 Tem m uz 1994).
Başbakan Çiller ile anlaşm azlığa düşm esi üzerine istifa etti (28 Kasım
1994).
-4-
20.
Dönemde D S P ’den Z onguldak milletvekili seçildi (24 Aralık 1995).
Grup Başkanvekili oldu.
D S P ’den istifa etti (29 Tem m uz 1998).
M illetvekilliğinden istifa etti (22 M art 1999).
Halen genel başkanlığını yürüttüğü B ağım sız C um huriyet P artisi’ni kurdu
(24 Tem m uz 2002).
Forum, Akis, Emek ve Ortam dergilerinde, Yeni İstanbul, Ulus,
Cumhuriyet ve Barış gazetelerinde yazılar yazdı. 1974’te M illiyet'te açtığı
“Açı”yı, 1991 ’de Hürriyet'o. taşıdı, halen Cumhuriyet'te sürdürüyor.
İngilizce, Fransızca ve İtalyanca bilen S oysal’ın, ilk eşi yazar Sevgi
Soysal’dan, Defne ve Funda adlı iki kızı var.
Sevinç K arasapan’la evli.
-5-
-6-
MÜMTAZ SOYSAL’IN YAYINLARI*
I - KİTAPLARI
1. TÜRKÇE KİTAPLARI
Türkiye’deki İktisadi Devlet Teşekküllerinin Bünyesi ve Murakabesi (A.H.
HANSON ile birlikte), A nkara, TO D A İE Yayını, 1954. 75 s. (+20 s. Ek)
Avrupa Birliği ve Türkiye,
Gençliğin A vrupa Kampanyası Türkiye
Sekreterliği Y ayınları, İstanbul, Anıl M atbaası, 1954. 64 s.
Demokratik İktisadi Planlama İçin Siyasi Mekanizma A nkara, (M üşterek
Yayın) A.Ü. SBF Yayınları No: 85-67, TO D A İE Yayını, No: A.26, A jans-Türk
M atbaası, 1958. X+171 s.
Dış Politikada Yasama-Yürütme Münasebetleri Siyasi İktidarın Dış
Politika Alanında ve Yasama-Yürütme Münasebetleri Çerçevesinde Kullanılışı
Üzerine Mukayeseli Bir İnceleme (Teksir). Ankara, 1 9 6 3 .1V+243 s.
Dış Politika ve Parlamento, Ankara, A.Ü. SBF Yayınları, No: 183-165,
Sevinç M atbaası, 1964. X II+294 s.
Halkın Yönetime Etkisi, Ankara, TO D A İE Yayını, 1968. XV+146 s.
Anayasaya Giriş, Ankara, A.Ü. SBF Y ayınları, No: 240, Sevinç M atbaası,
1968. X V + 289s.
Prof. Dr. Mümtaz Soysal’ın yayınları Kitapları, Çevirileri, Makale ve Yazıları
olarak üç ana bölümde toplanmıştır. Kitapları Türkçe ve yabancı dilde olanlar olarak iki
alt bölümde sunulmuştur.
Dergilerde yayımlanan ilk makalesinin tarihi 1 Mayıs 1955, yayımlandığı dergi
Forum’dur. Ayrıca Akis’te isimsiz dış politika yazıları yazmış, Yön dergisini çıkarmıştır.
Bilimsel dergilerde yayımlanan makaleleri dışında, çeşitli dergilerde yayımlanmış
makaleleri de vardır.
1 Mart 1974’te Milliyet’e getirdiği “Açı”, sonra Hürriyet’te ve Cumhuriyet’te
sürmüştür. “P” ile başlayan günler dışında, 35 yıldır haftada dört yazı yazmaktadır ki, 2009 sonu itibariyle- bu 7.000'in üzerinde köşe yazısı demektir. Buna diğer gazetelerde
yazdıkları dahil değildir. Bu nedenle, bu bölümde gazete yazılarına yer verilememiştir.
Anayasaya Giriş, (Genişletilm iş 2. Baskı) Ankara, A.Ü. SBF Yayınları,
No: 271, 1969. 334 s.
Dinamik Anayasa Anlayışı: Anayasanın Diyalektiği Üzerine Bir Deneme,
Ankara, A.Ü. SBF Yayınları, No: 272, Sevinç M atbaası, 1969. V III+ 1 14 s.
100 Soruda Anayasanın Anlamı, İstanbul, G erçek Yayınevi, 1969. 151 s.
(Son baskısı, 11. Baskı, 1997’de, 281 s. olarak yayınlandı.)
Siyasal Düşünceler ve Rejimler (Teksir), A nkara, 1972-1973, A.Ü. SBF
ve Basın ve Yayın Yüksek Okulu Ders Notları, 179 s.
Güzel Huzursuzluk, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1975. 226 s.
Anayasa Hukuku Ders Notları, Birinci Sınıf. Ankara, 1980.
Demokrasiye Giderken, İstanbul, Hil Yayın, 1982. 144 s.
Aklını K ıbrıs’la Bozmak, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1995. 170 s.
A nayasa’nın P iif Noktası. Ankara, Bilgi Yayınevi, 1995. 172 s.
Balinanın Böcekleri, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1995. 179 s.
İçgüveysinin Encamı, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1995, 163 s.
İdeoloji Öldü mii?, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1995. 173 s.
Öpülesi Gemiler, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1995. 164 s.
Çürüyüşten Dirilişe, İstanbul, Cumhuriyet (gazete eki olarak çıkm ıştır),
1999. 95 s.
2. YABANCI DİLDE YAZDIĞI KİTAPLARI
Les Relations Publiques en Matière Administrative, II. L'Action des
Administrés sur le Fonctionnement de 1’A dministration Publique, à / ’E xclusion
du Droit Electoral. Version Définitive du Rapport Général. XlIIe Congrès
International des Sciences Administratives (Paris, 20-23 Juillet 1965). Bruxelles,
Institut International des Sciences A dm inistratives. 140 s.
Public Relations in Administration, IL The Influence o fT h e Public on The
Opération o f Public Administration , Brussels, International Institute o f
A dm inistrative Sciences, 1966. 132 s.
Local Government in Turkey, Ankara, a Publication o f the Institute o f
Public Adm inistration for Turkey and the M iddle East, A.Ü. Basımevi, 1967.
VIII+65 s.
II. ÇEVİRİLERİ
Amme İdaresi ve Demokrasi (Yazan, G unnar H ECKSCHER), A.Ü. SBF
Dergisi, C: IX, No: 2, 1954, s: 127-166.
İdaredeki Atasözleri (Yazan, H.A. SIM ON), A.Ü. SBF Dergisi, C: XI, S.4,
Aralık 1956, s: 85-109.
Amme İdaresi Notları (Yazan, Albert GORV IN E), Ankara,
1957.
IV+108 s.
Devlet Planlarının Hazırlanması (Yazan, John D. M İLLET), Ankara.
A.Ü. SB F-TO D A İE-N ew York Ü niversitesi Amme İdaresi ve Sosyal Hizmet
Fakültesi M üşterek Tercüm eler Serisi, No: l,Y eni M atbaa, 1957. 77 s.
Milletlerin Yakınlaşmasında Mukayeseli Hukukun Tesiri (Yazan, R.H.
GRA V ESO N ), A nkara, T ürk Hukuk Kurum u Yayını, 1959. 19 s.
Mukayeseli Devlet İdaresi Alanında Öğretim ve Araştırına (Yazan,
M anfred C. VERNON ), A .Ü SBF Dergisi, C: XV, No: 4, 1960, s: 151-162.
Devlet Sistemleri-Mukayeseli Devlet İdaresine Giriş (Yazan, M anfred C.
VERNON ), A nkara, A.Ü. SBF Yayınları, No: 121-103, Sevinç Basımevi, 1961.
X II+ 2 1 2 s.
Anayasa Üzerine Düşünceler-Federalistlerin Makalelerinden Seçmeler
(Yazan, H A M ILTO N , M A D ISO N ve JAY), İstanbul, T ürk Siyasi İlimler
Derneği Y ayınları, Siyasi İlim ler Serisi, No: 3, Yenilik Basım evi, 1962.
XII+95 s.
A Survey on the Financial Administration o f Turkish Municipalities
(Yazan, Fehmi YAVUZ), A nkara, Sevinç M atbaası, 1962. VIII+27 s.
Biiyük Britanya 'da Millileştirilmiş Sanayiler Üzerindeki Parlamento
Denetimi (Yazan, Daniel N orm an C H ESTER ), Ankara, TO D A İE Yayını, 1963.
13 s.
III - MAKALE VE YAZILARI
1.A .Ü . S B F D E R G İSİ’NDE YAYINLANAN MAKALELERİ
Devlet Memurlarının Sınıflandırılması, C: XI, S.3, Eylül 1956, s: 423437.
İngiliz İşçi Partisi, C: XII, No: 1, M art 1957, s: 74-91.
-9-
Türk Parlamentolarında Meclis Balkanlarının Durumları, C: XII, No: 2,
Haziran 1957, s: 76-83.
Türk İktisadında Devletin Payı ve Rolü, C: XII, No: 3, Eylül 1957, s: 2635.
Yeni Bir Bakanlığın Kuruluşu - TBM M Olağanüstü Toplantısı, C : XIII,
No: 3, Eylül 1958, s: 276-285.
Parkinson's Law, (C.N. Parkiııson’un kitabının tahlili) C: XIII, No: 3,
Eylül 1958, s: 297-299.
Anayasa Hukuku Açısından
“K apalılık” ve
“A çıklık” Kavramları,
C: XXIII, No: 1, 1968, s: 261-274.
Political Prerequisites For An Efficient Administration, C: XXIII, No: 2,
1968, s: 163-168.
Özel Yüksek Öğretim ve Anayasa, C: XXIII, No: 2, 1968, s: 169-188.
Derneklerin 'Siyasetle İştigali’, C: XXIII, No: 3, 1968, s: 229-240.
Adverse Effect o f Local Government on Political Modernization, C:
XXIII, No: 4, 1968. s: 175-182.
Ortadoğu Teknik Üniversitesinin Yönetim Yapısı ve Anayasa, C: XXIV,
No: 1, 1969, s: 83-90.
Haklar ve Özgürlükler Bakımından 1961 Anayasasının Evrensel Anlamı,
C: XXIV, No: 1, 1969, s: 91-94.
Anayasa Diyalektiği Açısından Özerk Kuruluşların Görevi, C: XXIV,
No: 4, 1969, s: 111-124.
2. FO R U M DERGİSİ’NDE YAYINLANAN M AKALELERİ
İktisadi Devlet Teşekküllerinin Bünyesi, sayı 27 (1 M ayıs 1955), s: 12-13.
İktisadi Devlet Teşekküllerinin Murakabesi, sayı 28 (15 M ayıs 1955),
s: 11-13.
Bütünlük, sayı 63 (1 Kasım 1956), s: 11-12.
Memurların Çoğalışı, sayı 65 (1 Aralık 1956), s: 9-10.
Komitoloji Kanunları, sayı 66 (15 Aralık 1956), s: 15-16.
Okuyucu Mektupları, sayı 69 (1 Şubat 1957), s: 20-21.
- 10-
Bir Düşünürün Ölümü, sayı 77 (1 Haziran 1957), s: 19.
Eksik Kalmış Kitaplar, sayı 95 (1 M art 1958), s: 12-14.
Meclis Başkanlığı ve Demokratik Gelişmede Yeni İmkânlar, sayı 97
(1 Nisan 1958), s: 9-13.
Koordinasyon Bakanlığı, sayı 104 (15 Tem m uz 1958), s. 9-11.
Türkiye’nin Son Ortadoğu Siyaseti
Yavaşlama, sayı 107 (1 Eylül 1958), s: 10-12.
ve
Batılılaşma
Temposunda
Bir Eğitim Teşebbüsü: O.T.Ü. sayı 130 (15 A ğustos 1959), s: 9-10.
A B D ’nin Dış Siyasetindeki
Yeni Gelişmeler ve Türkiye,
sayı
(15 A ralık 1959), s: 6-9.
Batıya Varışın Eğitimsel Yolları, sayı 145 (1 N isan 1960), s: 8-12.
Siyasette Burjuvalaşma, sayı 150 (1 Tem m uz 1960), s: 8-9.
Suçsuz Anayasa, sayı 152 (1 Ağustos 1960), s: 11-12.*
Kurucular, sayı 156 (1 Ekim 1960), s: 8-9.
3. YÖN DERG İSİ’NDE YAYINLANAN MAKALELERİ
Sosyal Devlet, sayı 1, 20 Aralık 1961.
Kurucu M eclis’te, sayı 2, 27 A ralık 1961.
Mebus Maaşları, sayı 3, 3 O cak 1962.
Milliyetçilik, sayı 4, 10 Ocak 1962.
Kalkınma ve Hukuk, sayı 5, 17 Ocak 1962.
Toprak Kavgası, sayı 6, 24 Ocak 1962.
Sosyalizmin Sınırları, sayı 7, 31 O cak 1962.
Özel Teşebbüs, sayı 8, 7 Şubat 1962.
Bilimde Özel Teşebbüs, sayı 9, 14 Şubat 1962.
Teşhiste Yanılma, sayı 10, 21 Şubat 1962.
Yanlış Reçete, sayı 11, 28 Şubat 1962.
' Tam metni, Söylcşi’nin sonuna konan eklerde (Ek-8'de) verilmiştir.
-
II
-
138
Bu Rejim Nasıl Yaşar, sayı 12, 7 M art 1962.
Sümerbank'ın Başarısı, sayı 14, 21 M art 1962.
Petroldeki Fitiller, sayı 16, 4 N isan 1962.
Uyanış Saati, sayı 17, 11 N isan 1962.
Göl Kıyısında, sayı 26, 13 H aziran 1962.
Transformismo, sayı 28, 27 H aziran 1962.
Demokrasi Anlayışımız, sayı 30, 11 Tem m uz 1962.
Boşluk, sayı 3 1 ,1 8 Tem m uz 1962.
Göz Oyan Kargalar, sayı 32, 25 Tem m uz 1962.
Plan ve İnsan, sayı 33, 1 Ağustos 1962.
Köyde Sosyalizm, sayı 38, 5 Eylül 1962.
Yargıçlar ve Toplum, sayı 39, 12 Eylül 1962.
Biiyiik Yalan, sayı 40, 19 Eylül 1962.
İktisadi Kamu Teşebbüsleri ve Plan, sayı 40, 19 Eylül 1962.
Karşı İhtilal, sayı 41, 26 Eylül 1962.
Plan ve Statüko, sayı 42, 3 Ekim 1962.
İlerici Cephenin Bütünlüğü, sayı 43, 10 Ekim 1962.
Zeytin Dalı, sayı 46, 31 Ekim 1962.
Devrimcinin Halkçılığı, sayı 47, 7 K asım 1962.
A tatürk’ten Sonraki İnönü, sayı 48, 14 Kasım 1962.
Birlikte Yaşama, sayı 50, 28 Kasım 1962.
A P ’nin Öğrettikleri, sayı 5 1 , 5 A ralık 1962.
İkinci Yılın Eşiğinde, sayı 53, 19 Aralık 1962.
Merhaba Huzur, sayı 67, 27 M art 1963.
Ağaç, Hukuk ve İnsan, sayı 69, 10 N isan 1963.
Eğitimde Bölgeler Arası Dengesizlik, sayı 70, 17 Nisan 1963.
Nakarat, sayı 72, 1 M ayıs 1963.
27 Mayıs, sayı 76, 29 M ayıs 1963.
- 12-
Kiracılar ve Anayasa, sayı 77, 5 H aziran 1963.
Kapılar Açılırken, sayı 79, 2 Ekim 1964.
Yasakların Ciicii, sayı 80, 9 Ekim 1964.
Uçmayan Pilotlar, sayı 82, 23 Ekim 1964.
Çıktık Açık Alınla, sayı 83, 30 Ekim 1964.
Aldatış, sayı 87, 27 Kasım 1964.
Hayal Perdesi, sayı 89, 11 Aralık 1964.
Milli Kalıntı Sistemi, sayı 92, 1 O cak 1965.
B izans’ın Son Günleri, sayı 93, 8 Ocak 1965.
Dış Hegemonya Tartışması, sayı 94, 15 O cak 1965.
Beklerin Hatası, sayı 95, 22 O cak 1965.
Küçüklükler Komedisi, sayı 100, 26 Şubat 1965.
Kovansız Arılar, sayı 102, 12 M art 1965.
Sistem Yapar, sayı 112, 21 M ayıs 1965.
Afyon, sayı 115, 11 H aziran 1965.
Türkiye Gerçek Demokrasiye Doğru Yavaş Yavaş İlerlerken Çok Komik
Bir Şey Oldu, sayı 116, 18 Haziran 1965.
C ezayir’deki Yalnız Adam, sayı 117, 25 Haziran 1965.
Memurun Uyanışı, sayı 118, 2 Tem m uz 1965.
Başkalık, sayı 123, 6 Ağustos 1965.
Testi Kırılmadan, sayı 132, 8 Ekim 1965.
Ortanın Solu mu Sorumlu, sayı 133, 15 Ekim 1965.
Okutmadıklarıımz, sayı 138, 19 Kasım 1965.
Yalnızlık, sayı 143, 24 Aralık 1965.
Komprador Dinciliği, sayı 149, 4 Şubat 1966.
Gençlik ve Dış Politika, sayı 179, 2 Eylül 1966.
-13-
IV.
DİĞER
DERGİ
VE
GAZETELERDE
YAYINLANAN YAZI, KONUŞMA VE SÖYLEŞİLERİ
“Planlam a ve D em okrasi,” Planlama, sayı 1(1), 1961, s: 63-66.
“The Role o f Local G overnm ent in Political D evelopm ent,” Local
Government and National Development içinde, Ankara, TO D A İE yayını, 1968,
s: 91-96
“ Anayasayı Sosyalistçe K orum ak,” Emek, 19 M ayıs 1969.
“ İkili A nlaşm alar Konusunda A nayasa M ahkem esine de D üşen G örevler
V ardır,” Ulus, 1969.
“ Kavgayı A nlam ak,” Dost, 1 Nisan 1971.
“ Dürüst, Çalışkan ve Bilgili, ” Ortam, 19 Nisan 1971.
“ Güzel H uzursuzluk ” Ortam, 26 N isan 1971.*
“ Başkalaşan Anayasa, ” Ortam, 28 Haziran 1971.
“ Elele V erm ek,” Barış, 2 Aralık 1973.
“ Ü slup,” Barış, 27 Aralık 1973.
“ Sınırlı D üşünm ek,” Barış, 7 Şubat 1974.
“ Erim ’in K itapları ve Soljenitsin”, Barış, 18 Şubat 1974.
“ İnsan H aklarının Ulusal Düzeyde Korunması, ” (Özet), İnsan Haklarının
Felsefi Temelleri Uluslararası Semineri. Ankara: 09-13 H aziran 1980, (1982),
s: 113-115.
“ Bunalım Tohumları, ” (Yeni A nayasa Tasarısı Üzerine) İktisat Dergisi,
sayı 215, 1982.
“T ürk A nayasacılığında K em alist Yaklaşım ın A nlam ı,” Türkiye İş
Bankası Uluslararası Atatürk Sempozyumu, (İstanbul, 17-22 M ayıs 1981) 1983,
s: 211-218.
“ Y akınlık” (Osm anlı D evrinde Türk-Erm eni İlişkileri) Milliyet Sanat,
sayı 107, 11.1984, s. 3.
* Tam metni, Söyleşi'nin sonuna konan eklerde (Ek-9’da) verilmiştir.
- 14-
“ İnsan H aklan ve Başörtüsü Ü zerine,” (K onuşm a) İslâm, sayı 3(28),
1985, s: 12-13.
“ Milli
Egem enlik İlkesi Ü zerine
Sempozyumu, 1986, s: 22-27, 37-44.
T artışm alar,”
Milli
Egemenlik
“İnsan Hakları A çısından Tem el H aklar ve Ö zgürlüklerin N iteliği (ve
Tartışm alar),” Anayasa Yargısı, (Ankara, 25-26. 4.1986), 1987, s: 39-59.
“İki Kavram , Ö zerklik ve Tarafsızlık,” Bahri S a vcıya Armağan,
Ankara, 1988.
“ M eclis, Toplum dan Daha M uhafazakârdır,” (Söyleşi) İktisat Dergisi,
Tem m uz 1993.
“ D önekliğin Felsefesi. ” İktisat Dergisi, Tem m uz-A ğustos 1993.
“ Halka İhanetin Adı Solculuk O lam az - M erkez Sağ, Ulusal Sol, ”
Cumhuriyet, 22 Aralık 1994.
“ İdeolojik Bocalam a - İkinci Cum huriyet, Yeni Züppelik, K âr Tutkusu,”
Cumhuriyet, 23 Aralık 1994.
“ Sol Üretmezse, H alk K öktendincilere K ayar,” Cumhuriyet, 24 Aralık
1994.
“ Halkıma İhanet Etm em ,” (Söyleşi) Cumhuriyet, 25 O cak 1995.*
" Tam metni Söyleşi’nin sonuna konan eklerde (Ek-4’tc) verilmiştir.
- 15-
- 16-
MÜMTAZ SOYSAL’LA SÖYLEŞİ
SUNUŞ
N. İlter ERTUĞRUL
M üm taz Soysal ya da herkesin hitap ettiği şekilde ‘M üm taz H oca’, yalnız
M iilkiye’de okuyanların değil, scveni-sevm eyeni, kızanı-küseni, hepsi için,
bütün bir 68 kuşağının ve ondan sonraki diğer kuşakların 'H o c a ’sı sayılır.
60 ve 7 0 ’li yıllardaki anayasa dersleri birer efsaneye dönüşm üştür ve o
dönem in M ülkiyeli olm ayan birçok üniversite öğrencisi bile, onun S B F ’deki
derslerini izlediğini -doğru ya da yanlış- övünerek anlatır. Üstelik dersi, büyük
büyük lafların abartılı jestlerle anlatıldığı bir ‘gösteri’ değildir. Hatta, dersi,
büyük beklentilerle gelenleri hayal kırıklığına uğratacak kadar yalındır. Yıllar
sonra nedenini sorduğum da şu yanıtı vermişti: "Ders, vasat öğrenciye göre
anlatılır
Dersi, yan çevrilm iş koltuğun kolluğuna ya da kolçaklı sandalyenin
kolçağına adeta her an kalkıverecek gibi eğreti bir şekilde kalçasını iliştirmiş bir
‘H o ca’nın son derece yum uşak el hareketleri (iki elin parm aklarını iç içe
geçirm e, sağa veya sola, hatta geriye doğru bükm e) ve heyecansız bir ses
tonuyla anlattığı, ‘teknik’ bilgilerdir. Kuşkusuz, zekâsının bir örneği olarak, her
an hocasının açığını yakalam a derdiyle “başladığı yeri acaba ne zaman
unutacak” m erakıyla izlediğiniz uzun tüm celerde hiç hata yapm az; hatta, sanki
m uzipliğinizi fark etm iş de, asıl o sizinle dalga geçiyorm uş gibi, yan
cüm leciklerle uzattıkça uzatır, am a yine hatasız bağlar.
Yalnız okulda ‘ho ca’ değildir. Diplom asi dersleri de hocalığı kadar
ünlüdür. D ışişle rin d e D aire Başkanı öğrencilerinden birinin m esleğin ilk
yıllarına ait bir anısı, H oca’nın uluslararası toplantılarda, hiç terk etm ediği o
‘İngiliz ü slubu’yla, her taşı yerini getirip gediğine koyduğu -klasik- derslerinin
bir örneğidir (Ek-2). O dersler, kim isi için dudakta zarif bir tebessüm dür, kimisi
için kılçığı boğazdan atılam ayan bir öksürük nöbeti.
Bu satırların yazarının, M üm taz H oca’ya -her iki anlam da da- ‘nesnel’
yaklaşm ası zordur. Onu, ‘u zak’taıı da tanır, ‘yakın’dan da. Çünkü adının
efsaneye çıktığı yıllarda Milliyet gazetesindeki ilk köşe yazısından itibaren
(1 M art 1974) sürekli okuyucusudur. Yazar, okur’u tanım az ama, okur için
‘y azar’ her gün her yazısına tepki verdiği, desteklediği, kızdığı, öfkelendiği,
acıdığı, sevdiği vb. kısaca İnsanî bütün tepkileri gösterdiği, ‘aileden birisi’dir.
- 17-
Ve en önem lisi Ö Ğ R EN D İĞ İ kişidir. O radan öğrendikleriyle bazen bir dünya
kurar, belki bir dünyayı yıkar, günlük tartışm alarında ondan çaldığı fikirleri
kendisininm iş gibi satar, hatta bazen daha da abartıp, destekleyicisi olarak, onu
gösterir: “Bak, Mümtaz Hoca da benden yana ” der.*
‘M üm taz Hoca okuru’nun, ‘Hoca M üm taz’la karşılaşm ası ise, m eşhur
“100 Soruda A nayasa” kitabıyladır. 1978’de Bolu şehir stadının yanında üç
katlı bir binada açılan A İT İA ’ya bağlı Sevk ve İdarecilik Y üksek O kulu’nda,
ders kitabımızdı. Dersi Fatih Güm üş verirdi, asistanı da İbrahim K aboğlu’ydu.
‘O kuru’ ve ‘kitap öğrcncisi’nin yanm a ‘hoca-öğrenci’ m ertebesi, 1981 ’dc
M ülkiye’ye girince eklendi. Anayasa ve (Tekin A kıllıoğlu ile birlikte) İnsan
H aklan dersim ize geldi. Böylece, biz de o ‘ayrıcalıklı’ öğrenciler sınıfına dahil
olmuştuk.
Tabii, bu dönem de 12 Eylül, Y Ö K ’ü kurm uş ve 1982 sonbaharında ‘sa n
zarflar' yola çıkm ıştı. M üm taz H oca’ya ‘sarı z a r f gelm edi. Bu nedenle
eleştirildi de; kim ilerine göre; “o artık askerle uzlaşm ış”tı. Oysa 12 Eylül,
Y Ö K ’ten çok önce ve iktidara gelir gelm ez hemen, onunla -kendi yetki sınırları
içinde- hesabını görm üş, verebileceği en ağır cezayı verip iktidarının ikinci
gününde D enktaş’ın danışm anlığından almıştı. Daha fazlasına da gücü yetm ezdi,
çünkü karşısındaki sadece bir ‘hoca’ değildi. M üm taz Hoca, -bir vehim bile olsadışarıdakilenn T ürkiye’yi, içeridekilerin dünyayı, ‘başlarına yıkacağını'
sandıkları bir insandı.
12 M art’ta, okuldan askeri bir jeeple götürülm eden önce kom utanın cl
işaretini yanlış anlayan jandarm aların silahla dekanının üzerine koşuştuğu güne
de; aradan uzun yıllar geçtikten sonra 12 M art ve 12 E ylül’ün ihtiram duruşuna
da tanık olan bir M ülkiyeli, o iki anısını ve Anayasa hocası M üm taz S oysal’dan
aldığı ‘ilk ders’i anlattı (Ek-3).
*
5jC
*
*
*
“Mümtaz Soysal okuru” olma, 20 yıl sonra onun köşe yazılarından derlenmiş
‘konulu kitaplar’ çıkartılırken katmerlendi. Yaşar BAKAN ile Mümtaz Soysal’ın köşe
yazılarını tek tek okuyarak konularına ayırmış, 30’u aşkın konu belirlemiştik.
Düşünceler Günlüğü dizisinin Bilgi Yayınevi tarafından sadece 6 tanesi yayımlanabildi.
O ayrı bir okuldu.
Bu kitap çalışmasından söz etmişken, çok erken kaybettiğimiz Yaşar BAKAN’ı
bir kez daha sevgiyle anıyorum. KİGEM ’i de birlikte kurduğumuz Yaşar BAKAN’ı, bir
kalp krizi sonucu 16 Ağustos 1999’da kaybettik ve o büyük deprem felaketinin olduğu
gün Ankara’da toprağa verdik.
- 18-
Y azar-okur, hoca-kitap öğrencisi ve hoca-öğrenci aşam alarından sonra
M üm taz Hoca O kulu’nun dördüncü aşam ası, T B M M ’de M üm taz S oysal’ın
danışm anlığıdır. 1993 Tem m uzunda başlayan bu ‘m ektep’, 1994’te KİGEM de
kurulunca, bu satırların yazarına, paha biçilm esi ve belki dünyada bir daha eşibenzerinin bir araya getirilm esi olanaksız bir kadronun bizatihi ralıle-i
tedrisinden geçm e olanağı sağlam ıştır. Orası, içinde T ürkiye’nin en büyük
anayasacıları, en büyük idare hukukçuları, en büyük iktisatçıları, en, en, en ....
olan bir gönüllü üniversite dir. O üniversiteye, tarihi bir m ücadeleyi birlikte
yürüttüğüm üz konfederasyonlar, sendikalar ve m eslek odaları dahildir. Bu
satırların yazarı, o üniversitenin hem öğrencisi, hem m em uru, hem hadem esidir.
Birlikte özelleştirm eye karşı verdiğim iz m ücadele, o üniversitenin bitirm e
sınavıdır. Notu belki pek yüksek değildir am a, en azından sınavdan çakılm am ış;
özelleştirm e kimi alanda on, kimi alanda onbeş ya da daha fazla yıl engellenm iş,
dünyaya örnek olacak bir hukuksal m ücadele verilm iştir. Notu, tarih takdir
edecektir.
G rup odalarından genel kurul kulislerine, personelinden m illetvekillerine
koca bir meclis; onun içinde T ürkiye’ye şöyle ya da böyle yön vermiş
politikacılar, bakanlar, başbakanlar ve iltifatta da hakarette de bonkör ‘bir kısım
m edya’ bu m ücadelenin dekorudur.
O üniversitede öğrenim in bir gereği olarak, bu m ücadelenin -ne kadar
budansa, örselense, tırpanlansa da- “antiemperyalist cumhuriyet hukuku” ve o
geleneğin sayesinde verildiğinin kayda geçirilm esi keyifli bir görevdir. Çünkü,
özellikle im tiyaz ve im tiyaz sözleşm elerini yönetsel yargı denetim i dışına
çıkarm aya çalışan yasal düzenlem elere karşı, yönetsel yargının görev alanını
korum aya çalışan, düzenlem enin geç bir saatte getirildiği M eclis’te, anında
kürsüye çıkıp tepki gösteren M üm taz Soysal, A nayasa hukuku profesöründen
çok, “idare hukuku asistanı Mümtaz ’’dır. Anayasa M ahkem esi’ne açılan dava
dilekçelerine bakıldığında kolayca görülür ki, dilekçedeki görüşler Tahsin Bekir
B ah a’nın, Sıddık Sami O n ar’ındır. Orada, öğrenilm iş ve devam ettirilm iş bir
gelenek vardır.
*
*
*
*
1993’ten sonra danışm anı, 1994’ten sonra K İG E M ’de genel sekreteri,
2 002’de Bağım sız Cum huriyet P a rtisin d e yine genel sekreteriydim . Bunların
dışında da birçok unvanım oldu, am a “en çok hangisini tercih edersin’’ derseniz,
bir num ara “Mümtaz Soysal 'ın danışmanlığı "dır. Yalnız, bu aynı zam anda şu
dem ek değildir: “ Mümtaz Soysal'm müridi". Ne ben olabilirdim , ne de o isterdi.
Hiç de olm adı, tam tersine, birçok kez, “s iz ”li soru cüm lelerine, “ben " li yanıtlar
verm ek ve bu farkı hep belirtm ek zorunda kaldım. O başkaydı, ben başkaydım ;
- 19-
hâlâ o başka, ben başkayım . Ben onun katılm adığı şeyleri ona rağm en yaptım , o
benim yapm ası gerektiğini düşündüğüm şeylerin tam tersini, bana rağmen.
Bu yüzden, bu söyleşide ‘taraflı ya da tarafsız’ olm aya değil, sadece
bilmediğim şeyleri öğrenm eye ve bilm ediğim yönleriyle de M üm taz H oca’yı
gelecek kuşaklara aktarm aya çalıştım.
*
*
*
*
M üm taz Soysal, ‘ak si’, ‘inatçı’ bilinir. Bana göre ise ‘utangaç’tır ve
gereğinden fazla alçakgönüllüdür. En önemli işleri bile, “eee, ne var, öyle oldıı
işte ” diye geçiştirm eye çalışır.
İçine kapanık olduğu doğrudur. Bu, söyleşinin bazı yerlerinde kendisinin
de söyleyeceği 'ihtiyatlıhğm m ' sonucudur belki. Çünkü, o çocukluğunda,
kendisini bir halıya hapsedip, saatlerce oradan çıkm am a eğitimi yapm ıştır.
O lduğu yeri kolay terk etmez, kolay kolay ileri adım atm az. İnsan ilişkilerinde
de böyledir; kolay açılm az. Ancak, bildiğim , onun kadar çevresindekilere
inisiyatif veren çok az insan vardır. Hatta, bunu abarttığı bile söylenebilir.
Peki neden aksi ve inatçı sayılm ıştır? Çünkü, onun için hayatta ‘evet’ler
ve İıa y ır’lar vardır. Evetler evettir, hayırlar lıayır. Pazarlık etmez. Bir insanın
inandığı şeylerden dönm em esi, doğru olduğuna inandığı şeyler için sonuna
kadar m ücadele etm esi, “başkaldırf’ya “ elveda” dem em esi inatçılık ise, evet
inatçıdır ve onun için M üm taz SO Y SA L ’dır...
İltifat da alm ıştır, hakaret de görm üştür. Ancak, itifat, M üm taz S oysal’la
aynı görüşte olanlara; hakaret, M üm taz Soysal’la zıt görüşte olanlara ait değildir.
Tam tersine, M üm taz H oca’ya hakaret edenler de, iltifat edenler de M üm taz
Hoca karşıtlarıdır. Bunun nedeni son derece basittir: M üm taz Hoca, inandığı
şeyi yapar, inanm adığı şeyi yapm az. Onu seven ya da sevm eyen herkes de bunu
bilir. Bu yüzden hiçbir fikrine katılm ayanlar bile, ona saygı duyar.
Üstelik, akla ziyan ölçüde naziktir. M eclis’te m illetvekilleri odaya
geldiğinde sekreterler, ellerinde notlar, ajandalar ‘m akam ’a koştururken; o, tam
tersine ‘m akam ’dan kalkıp gelir, “şurayı bağlayabilir misiniz lütfen’’ der.
Gerçekten ‘ak si’ olduğu durum lar yok m udur, ona biraz sonra değineceğim .
Onun, ‘hayır’ dediği şeylerden, siyasi bir çıkar uğruna bile dönm ediğinin
en veciz örneklerinden biri olarak 1995’te Cumhuriyet’’ten T ürcy Köse ile
yaptığı söyleşiyi E k-4’e koydum. Orada ‘hayır’ dediği şeye hâlâ hayır diyor,
orada ‘evet’ dediği şey ise, bugün bile -bilinip bilinm eden- onun en çok
eleştirildiği konulardan biri. Üstelik onun ’evet’ dediği şey, o dönem için (iktidar
ortağı DYP dahil) T ürkiye’de birçok kişi açısından “teröre destek” anlam ı
taşıyordu am a o, o zam an da aynı şeyleri söylüyordu, bugün de.
1990’ların ortalarında U luslararası A f Ö rgiitü’nün eski ikinci başkanı gibi
T ürkiye’de bir insan hakları m ücadelesi verip düşünce suçunu terör suçu sayan
-20-
Terörle M ücadele K anunu’nun ikinci m addesinin değiştirilm esi için çabalayan
Dışişleri Bakanı da odur; insan hakları kılıfı ardında G üneydoğu’yu komşu
kapısı yapıp ‘b aşk a’ faaliyetler gösterenlerin U luslararası A f Örgütü kalkanı
ardına gizlenm elerine izin verm eyen Dışişleri Bakam da.
Ters düştüğüm üz de olm uştur. Ama, söyleşi sırasında, ben bile yıllar
sonra öğrendim ki, yapılam ayan Birleşm e(m e) K urultayı’nda salona gitm em e
nedeni sadece bir ilke m eselesidir; Parti M eclisi’nde, “ ben K urultay’a
gidilmesinden yanayım ama, parti disiplinine uyarım ” dem iştir, genel başkanı
K arayalçın’a ve ertesi gün herkes onu Kurultay salonunda beklerken, Parti
M eclisi kararına uymuş, gitm em iştir.
Hatta kırıldığım da olm uş, Türkiye’nin dönüm noktalarından biri
olacak bir aşam ada, yeni birleşm iş C H P ’nin 9 Eylül 1995 kurultayında genel
başkan adayı olm ayarak, yalnız kendisi açısından değil Türkiye açısından tarihi
bir fırsatın kaçırılm asına neden olduğunu düşünm üşüm dür. Çünkü, -bana göre(ki seçim sistem i kazanm a şansını artırıyordu) o kurultay kaybedilse bile, artık
C H P ’nin m uhalefet lideri M üm taz Soysal ve m uhalefet çizgisi ‘pilav üstü az
k uru’ misali sosyal dem okrasi değil, ‘so l’du.* Böylece, sonraki kurultaylarda
artık ne R icky M artinvari gösteriler yapılabilirdi, ne de T ürkiye’de artık meclis
içi ‘sol’, günlük gazete haberlerinden oluşturulan bir politika çizgisine m ahkûm
kalırdı. Olmadı.
*
*
*
*
M üm taz S oysal’ın 80 yaşm a ve M ülkiye’nin 150. yılına rastlayan
A rm ağan’daki bu söyleşiyi “bant çözüm ü” olarak aynen vermek mümkündü.
Ancak, bunu eksik buldum. M üm taz Hoca için 4 0 ’lar-50’ler-60’lar, benim
kuşağım için 7 0 ’ler-80’ler-90’lar daha dün gibi; ama, üniversitedeki
öğrencilerim iz için 9 0 ’lar bile, M İLATTAN Ö N C E ...
M üm taz H oca’nın çok iyi bildiğinden herkesi de bilir sanarak bir-iki
cüm le ile geçiştirdiği bazı yerlerden önce kısa açıklam alar yazdım; okuyucunun
gözünde dönem i canlandırabilm esi için H oca’nın andığı yazılardan bazılarını
ekledim, bazen de dip notlar koydum.
Bir de pek alışılm ış bir şey olm asa da, M üm taz Hoca ile söyleşiden önce
Bilsay K U R U Ç ’un "Kırk Yıl Öncesinden İzlenim ler”'\n\ verdim. M üm taz
H oca’nın esas ‘aksi’liği, övüldüğü zam an ortaya çıkar. Övülünce utanır, ne
yapacağını bilem ez ve o zam an aksileşir. Bunu en iyi bilenlerden biri olan Bilsay
Bu satırların yazarının “sosyal demokrasi” karşısındaki tutumunu en iyi
açıklayan, Kurthan Fişek’in sürekli kendi siyasi yerini tarif için kullandığı cümledir:
"Hayatımda hiç sosyal demokrat olacak kadar sağda olmadım. ”
-21 -
KURUÇ, Soysal’ın utangaçlık sınırları içinde bir dönem ve Soysal analizi yaptı.
O kuduğunuzda kendiniz karar vereceksiniz ama, bence 6 0 ’lı ve 70’li yıllar için
m ükem m el bir tasvir, 150. yılına yakışır bir M ülkiye ve m uhteşem bir Türkiye
tahlili de oldu. M üm taz H oca’nın anlatm aktan utanacağı şeyleri dönem in içine
yerleştirdi. O bilgiler olm azsa, söyleşide bazı yerler havada kalırdı.
M üm taz S oysal’ın Anayasa ya Giriş kitabına da Bilsay Hoca değindi.
Aslında, Anayasa ’y a Giriş kitabını, tam m etin burada verm ek isterdim. Kırkıncı
yılını dolduran bu kitabın bir “tıpkı basım ı” yapılm alıdır. O kitabı okum adan, o
yıllarda M üm taz S oysal’ın niçin M üm taz Soysal olduğunu kavram ak zordur ve
M üm taz SoysaPın üniversite eğitim ine getirdiği devrim ci değişikliği d e ... O
kitap için Hoca itinayla Sıkıyönetim M ahkem esi tarafından hapis cezasına
çarptırılm ış, ama Askeri Yargıtay tarafından her seferinde bozulm uştur. M üm taz
Soysal’da, a f nedeniyle yargılam anın düşm üş olm ası biraz buruk bir etki
yaratm ıştır, çünkü o beraat etmeyi tercih ederdi.
Anayasa ya Giriş kitabının tam m etnini burada verm ek olanaksız olduğu
için, H oca’nın üniversite eğitim ine bakışının bir işareti olarak, yalnızca
“ Önsöz”ü eklerin en başına aldım. İlk kez okuyanlar tabii ki fark edecck ama,
ben vurgulam adan geçem eyeceğim , bir üniversite ders kitabının, hele bir hukuk
ders kitabının nasıl olm ası gerektiğine ilişkin sözleri ve sonundaki içtenliği
bence onu anlatm ak için yeterli.
M üm taz H oca’nın eğitim ciliğini, bir eğitim cinin anlatm ası daha doğru
olurdu. Niyazi ALTU NYA, T O D A İE ’de hocası, 20 yıl sonra S B F ’de doktora tez
danışm anı olan ’M üm taz’ H oca’yı E k-5’te anlattı. Hem de M üm taz Soysal’m
dünya görüşünü en iyi anlatan iki temel kavram “özgürleştirm e” ve “özerklik”
çerçevesinde. 150. yıl kutlam alarına uygun biçim de M ülkiye’nin eğitim
tarihim ize katkılarını da aktararak.
Yön dönem ini, hem Y Ö N ’ün, hem D E V R İM ’iıı em ekçilerinden, bir
Doğan Avcıoğlu öğrencisi N azif EKZEN, çok alçakgönüllü bir biçim de ve
“kimse kızm asın” ya da "kusura bakm ayın” dem e gereksinim i duym adan Ek6 ’da yazdı.
M üm taz H oca’nın, Kıbrıs çalışm alarını, Başbakan Recep Tayyip
ER D O Ğ A N ’ın açıkça ‘‘danışmanını değiştir” dediği kişinin, yani Sayın
D enktaş’ın değerlendirm esi herhalde en uygunu olurdu. Sayın D enktaş’ın Ek7 ’deki bu değerli katkısı, tarihe düşülm üş bir nottur. Sayın C um hurbaşkanına
şükranlarım ı sunuyorum .
Sayın
D enktaş’a
ulaşm am ızı
sağlayan
K uzey
Kıbrıs
Türk
C um huriyeti’nin eski Türkiye büyükelçisi Ahm et Zeki Bulunç, aynı zam anda
daha önce isim siz belirtilen katkılardan E k-3’ün de sahibi. “Bir Diplomasi
D ersi ”ni ise, diplom asi kulislerinden huzurunuza, Dışişleri B akanlığı’nda daire
başkanı, sevgili dostum , H. Avni AKSOY getirdi (Ek-2).
-22-
M üm taz
Soysal’ın
yapıtlarının
listesinin
oluşturulm asında
Ali
Ç ankaya’nın değerli çalışm asına bilgisayar ortam ında, -kendisi zaten başlıbaşına
bir “kaynakça” olan- sevgili dostum Serdar Şahinkaya sayesinde ulaştım.
İlhan K A R A K O Y U N ’un, M üm taz SO YSAL hakkında yaptığı yüksek
lisans tezinin tam m etnini bir CD içinde kapım ın önüne kadar Sosyal Bilim ler
Enstitüsünde doktora tezini verm ek üzere olan Tekin A vaner getirdi. Hem
T ekin’e, hem de sayın İlhan K A R A K O Y U N ’a teşekkür ediyorum . Yapıtlarının
listesini tam am lam am için M üm taz Hoca evini ve kendi kütüphanesini açtı.
Um arım eksik bir şey bırakm am ışım dır.
K apakta kullandığım ız fotoğraf, siyah-beyaz fotoğrafın p ir’i ve
T ürkiye’nin m edar-ı iftiharı Ara G Ü L E R ’in. Fotoğraflarının kullanılm asına izin
verdiği için şükranlarım ı sunuyorum . Fotoğrafı Ara G üler’den isteyen ve bize
ulaştıran ise M üm taz H oca’nın küçük kızı Funda.
Ayrıca, akadem ik cam ianın gelecekte sesini ve im zasını daha çok
duyacağı Esra D ik’e, Kamu Yönetim Bölüm sekreterim iz Serap Ç am alan’a ve
bazı m etinlerin bilgisayar ortam ına aktarılm ası için sabahlara kadar çalışan Anıl
E rtuğrul’a teşekkür ederim.
*
*
*
*
Bu Arm ağan için “ İlk Y ürürlüğü D urdurm a” kararını anlatan ve
yorum layan bir yazı yazm am gerekiyordu, yetiştirem edim . Affınıza sığınıyorum.
Ancak, hukuksal öyküsünü ve dava dilekçesi ile A nayasa M ahkem esi kararını
'Biz Vatan Hainliğine Devam Ediyoruz Hâlâ '*da verm iştim . M eraklıları oradan
ulaşabilir.
Ö zelleştirm eye karşı m ücadelenin A nayasa yargısına arm ağanı olan ilk
yürürlüğü durdurm a kararı, M üm taz Soysal’ın Anayasa hukuku açısından
ilklerine eklenm elidir.
A slında bir “ ilk” girişim im iz daha olacaktı, dilekçeyi hazırlam ış,
gerekçeyi yazm ış, ancak yeterli im zayı toplayam am ıştık. O da, A nayasa
M ahkem esi’nin yasalar için “yok hükmünde sayılma ” kararı verebileceği tezidir.
Ö zellikle A nayasa M ahkem esi’nin daha önce iptal ettiği yasaların ya da
hüküm lerin, yasam a organı tarafından tekrar tekrar yürürlüğe sokulm ası ya da
yurt dışına usulüne uygun olm ayan TB M M kararıyla asker gönderilm esi vb.
gibi, A nayasa’ya açık aykırılık ve yasam a yetkisinin anayasaya açıkça aykırı
olarak kötüye kullandığı durum larda yasanın “ yok hükm ünde olduğuna” karar
verilebilir. Çünkü yasam a organı, A nayasa M ahkem esi’nin daha önceki
kararlarına karşın ve iptal edileceğini bile bile sırf A nayasa’nın 153.
* Ümit Yayıncılık, 2004, Ankara.
-23-
m addesindeki “İptal kararlan geriye yürümez. ” hükm ünden yararlanm ak için
yasa çıkarm akta; yasa, iptal edilse bile, yasanın yürürlüğe girdiği tarih ile iptal
kararının yürürlüğe girdiği tarih arasındaki dönem de yürürlükte kalm asından
-kendisine ya da başkalarına- çıkar sağlam aktadır. Bu tür yasaların, hiçbir
hukuksal sonuç doğurm ayacak biçim de, "yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yok
sayılm asına” karar verilm esi, en başta yasam a organına saygınlık
kazandıracaktır.
A radan 15 yıl geçm esine karşın, A nayasa M ahkcm esi’nin yürürlüğü
durdurm a (YD) kararı verip verem eyeceğine ilişkin tartışm a hâlâ sürmektedir*
ve karara karşı olanların önemli bölüm ünü liberal kanat oluşturm aktadır. YD
kararını daha çok “yasam a yetkisinin sınırlanm ası” olarak görenler, A nayasa
M ahkem esi’nin yetkisini aştığını ileri sürm ektedirler.
Anayasa M ahkem esinin 3 6 ’mcı Kuruluş Y ıldönüm ü nedeniyle 27-28
Nisan 1998’de düzenlenen Sem pozyum ’da Kemal G özler ile (şu anki İçişleri
bakanı, o dönem de Kırklareli Ü niversitesi rektörü) Beşir Atalay bu görüşleri,
-üstelik, biraz hadlerini aşan ve bilim sel eleştiri sınırlarını zorlayan biçim dem ahkem e üyelerini eleştirerek dile getirm işlerdi. O ve sonraki kararı veren
m ahkem e üyelerini savunm ak o sem pozyum un dinleyicileri arasında bulunan bu
satırların yazarına düşm üş ve daha sonra m ahkem e üyelerinden “biz
söyleyemiyoruz, sağolıın” türü teşekkürler almıştı.
Y ıllar geçtikçe, hukuksal m ücadeledeki birikim arttıkça -doğru ya da
yanlış- şöyle bir sonuca ulaştığım ı ifade etm eliyim. Kişisel dünya görüşlerini
tüm üyle göz ardı etm em ekle birlikte, yaklaşım daki tem el fark, alınan eğitimden
kaynaklanıyor; yani M ülkiye’de okum ak ile H ukuk F akültesi’nde okumak.
M ülkiye, ‘kam usal’ bir hukuk anlayışı ile öğrenci yetiştirirken, hukuk
fakülteleri ‘özel’ hukuk anlayışı ile öğrenci yetiştiriyorlar. Bu nedenle hukuk
fakültelerinden m ezun olan yönetim hukukçuları bile özde ‘özelci’ oluyorlar.
Soruna liberal hukuk anlayışının, ‘tarafların eşitliği’ penceresinden bakıyorlar.
İdare hukukunun yetki alanını dar ve daraltıcı biçim de yorum luyorlar. Anayasa
yargısına da aynı gözle bakıyorlar.
Oysa M ülkiye, dinam ik ve diyalektik bir anayasa anlayışına sahip, idari
yargıya da, anayasa yargısına da öyle bakıyor.
Bizim aldığım ız eğitim açısından, yürürlüğü durdurm a, ‘doğal’ bir karar,
tıpkı yarın öbür gün verilecek ‘yok hükm ünde sayılm a’ kararı gibi. İptal kararını
verm eye yetkili olan bir yargı yerinin, yürürlüğü durdurm a ya da yok hükm ünde
*
Örneğin bkz. “Prof Dr. Ergim Özbudım’a Armağan” (Yetkin Yayınları, 2008,
Ankara) içinde başta Sami Selçuk olmak üzere çeşitli yazarların makaleleri. Sami
Selçuk’un anılan makalesi, G özler’in o sempozyumda sunduğu “Realist Yorum Teorisi
ve Mekanist Anayasa Anlayışı ” başlıklı bildirinin geliştirilmiş ve süslenmiş biçimidir.
-24-
sayılm a kararı verm em esi, buna yetkisinin olm am ası, eşyanın tabiatına aykırı.
Kamu hukuku açısından bakıldığında bu son derece açık, üzerinde tartışm aya
gerek bile yok. Daha büyük bir kararı alm aya yetkili organın, alacağı daha küçük
kararlar, o karara ‘m ündem iç’, o kararın içinde.
A nayasa M ahkem esi, yasaların anayasaya uygunluğunu denetlem ekle
yetkili ve görevli yargı yeri. Onun iptal ettiği bir yasa, yasam a erkinin yetki
alanına m üdahale değil, sıradan bir hukuka/anayasaya aykırılık kararı. Ayrıca,
iptal kararının sorum lusu da A nayasa M ahkemesi değil, anayasaya aykırı yasayı
çıkaran yasama organı. Yaptığı da basit bir hukuksal denetim. Bu hukuksal
denetimi, siyasi tartışm a konusu haline getirenler ise, politikacılar ve başkalarını
siyasi davranm akla suçlarken, asıl kendileri konuya siyasi olarak bakan
hukukçular. İlk alındığı zam an bu kararı edep sınırlarını zorlayan biçim de
eleştiren politikacılar, kendileri m uhalefete düşünce, o karara sarılır hale
geldiler. Başta bu karara karşı oy kullanan M ustafa Bumin ve H aşim Kılıç gibi
hukukçular bile zam anla kararı savunur hale geldiler, hazırladıkları yasa
taslağında YD kararına yer verdiler.
Yasam a organının niye anayasaya aykırı yasa çıkardığının hesabını, ona
ve çoğunlukta bulunan siyasi partiye sorm ak yerine, anayasaya aykırılığı
belirleyen yargı organına sorm ak, ne derece doğrudur, üzerinde düşünm ek
gerekir.
Aslında ileri sürülen tezler, son derece tahrik edici ve bizim gibi "yoğurt
siyah mı, beyaz mı ” m ünazaralarıyla, doğruyu savunm ak yerine, yanlış da olsa
bir fikri iyi savunmak üzerine ihtisastan geçm iş bir kuşak için, tam “ gökte
ararken, yerde bulunm uş” tartışm a m alzem eleri. Üstelik, bu satırların yazarının
üslubuna ve m eşrebine de uygun. Ancak. M üm taz Soysal ocağında öğrendik ki,
m arifet pişkinlik değil, pişm ektir. O yolda pişm eye devam edeceğiz.
Bu yüzden, ileri sürülen tezlere ve o tezlere güvenip olm adık işlere
kalkışan siyasi iktidar sahiplerine şöyle bir uyarıda bulunm ak belki herkes için
daha yararlı:
Beğensek de beğenm esek de, katılsak da katılm asak da, rejim ler, aslında
kurucu iktidarın yaptığı kum havuzları. Tali iktidarlar, kendi güvenceleri için, bu
kum havuzu içinde oynam ayı öğrenm ek zorundalar. Dışına çıkıp başlarına bir
şey geleceği zaman, kendilerini uyaran da Anayasa M ahkem esi...
Çünkü, yine beğensek beğenm esek, katılsak katılm asak da, rejim ler savaş,
ihtilal, darbe vb. gibi olağanüstü koşullarda “k a n ”\a. kuruluyorlar. Bu yüzden,
sayısal çoğunlukla rejimi değiştirebileceğini sanm ak galiba yaşamsal bir hata.
D üşünüyorum
da,
rejim lerin,
olağanüstü
durum larda,
ancak
kanla
değiştirilebileceğini en iyi bilenler olm ası gereken anayasa hukukçuları, bu
beyhude çabaları alkışlarken, acaba, kendileri hiçbir sorum luluk taşım adan o
siyasilerin hayatları üzerinde kum ar oynam am akta m ıdırlar? Ve yine
-25-
düşünüyorum , acaba, buna hakları var mıdır? Yarın o siyasiler yargılanırken,
bugün onu destekleyen ağzından alev saçan hukukçuların kaçı ortada olacaktır?
Siyasi sorum luluk sahiplerinin bunu dikkate alm aları ve kendilerini o
tahrikçilerden korum aları, kendi hayatları üzerine bahis oynanm asına engel
olm aları gerekm ez mi?
M üm taz Hoca ile gerçekleştirem ediğim iz bir “ilk ”i, bundan sonra
başkalarının gerçekleştirm esi dileğiyle buraya aktarıyorum . Ayrıca, bunda
çekingen davranm ayı da doğru bulm uyorum , çünkü hukuk dinam ik bir süreçtir,
nasıl yürürlüğü durdurm a kararı, süreç içinde, “iptal edilen hiikmiin, iptal karan
yayınlanıncaya kadar yürürlüğünün durdurulması ” biçim ine dönüşm üşse, yok
hükm ünde olma kararı da, kendi süreci içinde evrilir ve hangi durum larda
verileceği yerini bulur.
*
*
*
*
Söyleşide m anşetlik yerler de var; ama bu “bilim sel” bir yayın olduğu için
özel bir vurgu kullanm adım , altını çizm edim , spot çıkarm adım. Sadece, okuma
ve bilgiye ulaşm a kolaylığı açısından ara başlıklar ekledim. A nayasalarım ızda
kullanılan ifadeyle “başlıklar metne dahil değildir.” Tüm sorum luluk bana aittir.
Bu söyleşide bazı şeyler birden çok kez geçti. B unların biri de “sigara”ydı
tabii. M üm taz Hoca, babasını, ağabeyini, karısını sigaradan kaybetm işti, hayatta
yalnız bir iki kere tadına bakm ak için sigara içmişti; hatta öğrenciler sigarayı
daha çok tuvaletlerde içtiğinden sigarayı, ken ef kokusuyla özdeşleştirm işti.
D anışm anlığına başlam adan önce tiryakiliğim in sorun olabileceği uyarısı
yapıldı. Oysa, hiç öyle olmadı. M cclis’te onun odasında ve onun bulunduğu
kapalı yerlerde hiç sigara içmedim; am a o, şehirlerarası yolculuklarım ızda benim
için hep sigara molası verdi. Bu söyleşi sırasında da yeri geldikçe “ bırak şunu ”
dem ekten geri durm adı. Ben de onun bu tavrını, kendi tiryakiliğim le birleştirdim
ve A K P ’nin dinsel nedenlerle yapıp, sıhhi ve A B ’sel bir havaya büründürdüğü
Türkiye’yi “ dum ansız hava sahası” ilân etm esine protestom u, bu satırların
arasına gizledim.
M üm taz H oca’nın “ kedi sevgisi” bilinir ve tabii, söyleşide bir “kara kedi”
de vardı. Hangisi mi, m ühendis olacak olanı!!!
-26-
KIRK YIL ÖNCESİNDEN İZLENİMLER
Bilsay KURUÇ
1960’ın ilk günlerinden 1970’lerin son günlerine kadar geçen yirm i yıl,
onu yaşayanlar için, öm ürlerinin öteki zam an dilim lerine göre apayrı bir
dönem dir. Zam anın o yirm i yıllık yolculuğunda kişilikler yeniden şekillenm iştir.
Toplum , kurum lar ve kişiler buna birlikte katılm ışlardır. Bu, hızın hüküm
sürdüğü bir yolculuktur. Toplum un da, insanların da acelesi vardır. Birçok şey
bir an önce olsun istenm iştir. Tem po, oluşan kişiliklere dam ga vurm uştur.
1960’la açılan dönem bir radikalleşme çağıdır. Haklı bir radikalleşm e
zam anıdır. A şırılıkları ve birçok eksiği, yanlışı vardır. Şimdi de, geriye
bakarken, insanın izlenim lerini kalıcı biçim de etkilem iş yönleri bulunabilir.
Ö zellikle o zam anın kişilerini kahram anlaştırm a, bazı olguları büyütm e,
bazılarını küçültm e eğilim leri söz konusu olacaktır. Ama, bunlar tüm geçm işe
bakışlarda görülen şeylerdir. Bir radikalleşm e zam anının izlenim lerinde haydi
haydi bulunm ası olağandır.
1960’ın ilk günlerinden (belki biraz daha öncesinden) başlayarak
sorunlara farklı bakılm ıştır. Yeni sorunlar farkedilm iştir. Gitgide daha çok
farkedihniştir. 1960 yılı, yepyeni bir şeyle, ’27 M ayıs’la başlam ıştır. ’27 M ayıs’
yepyeni bir olaydır. İnsanları, kurum lan etkilem iştir. Am a, olaylar büyük de
olsa, hızlı da gelişse, gelen yeni sorunlar karşısında tezler ortaya çıkm aksızın
insan kişiliğinin oluşm ası eksik kalıyor. Bu bakım dan, 1960’lar nadir rastlanan
özelliklere sahiptir. Bereketlidir. Yeni sorunlar karşısında tezler doğm uştur.
Tezler insanları düşündürm üş, tartıştırm ış ve hareketlendirm iştir. 1960’larda ve
sonra 1970’lerde olaylar tezleri, tezler olayları kovalam ıştır, diyebiliriz.
Toplum a yeni bir öğrenm e zam anı açılm ıştır.
Kendi m eslek dünyam ızla söze başlam ak gerekirse, 1960’lar ve 1970’ler
iktisatçıların ençok ‘ekonom ik büyüm e’ye m eraklandığı yıllardır. ‘B üyüm e’
alanı 1950’lerden beri dünyada, iktisat yazınında da popülerdir. İktisatçılar
m eslek yaşam larında, o yıllarda çoğunlukla ‘büyüm e’yi m erak ederek
büyüm üşlerdir; çocukluktan ergenliğe geçm işlerdir.
1960’ın vurgulam ak gereken özelliği, kendi kendimize yapabildiğimiz
bir ‘kalkınm a’yı ülkenin gündem i yapm aktır. İktisatçı bununla özdeşleşm eye
başladıkça, ‘ekonom ik büyüm e’ye ilgisi bu gündem e oturdukça kendini bulm aya
yöneldiğini hissedecektir. İktisatçının m eşgul olduğu ‘değişkenler’ o zaman
anlamlı olacaktır. Kendi ülkesine ayak basacaktır. M eslekte, kişiliği
şekillenecektir.
-
27
-
İktisatçının dünyasında yaşadığım ız değişme, kom şu m esleklerle de yan
yana yaşandı. Siyaset ve idare, toplum bilim leri de 1960’larda yeni duyarlılıklar
kazanm ıştı. Toplum dönm üş üniversiteye bakıyor gibiydi.
‘K alkınm a’nın çok yönlü olduğu, çok şey dem ek olduğu ve herkesi bir
eşitlik içinde kucaklayarak bir yeni yaşam ve çalışm a biçim ine erişilebileceği
ortakça algılanm aya başlıyordu. G örüş farklarını ve tezleri yaratan şey
‘kalkınm a’nın şöyle mi olacağı, böyle mi olacağı idi. Farklılıklar daha sonra
artacaktı. Am a, bir o rta k n o k ta vardı: K alkınm a kendi kendim ize
yapabileceğim iz bir büyük çabaydı.
İşin özü, bu çaba ile kendimizi aşabilmekti. Bu toplum un gizli
arzusuydu. Toplum un bu gizli arzuyu ve oradan oluşacak gücü keşfedebilm esi,
bilim katında ve siyaset katında bir kilit değer halinde ortaya çıkm asına bağlıydı.
İşte, işin özü üzerinde durursak, yolum uz 1960’ların Siyasal Bilgiler
Fakültesi’ne ve M üm taz SO Y SA L’a çıkacaktır.
1960’ların T ürkiye’si fabrika çağma yeni geçiyordu. B urası henüz bir
tüketiciler ülkesi değildi. Y oksulluktan ‘orta halli’liğe geçiyordu. Siyasal
değişiklikler dünyasının kabına sığm az aktörü ‘orta s ın ıf biraz tüketici, esasta
reform cu (ve devrim ci) özelliklere sahipti. Dayanışm acıydı. ‘Orta s ın ıfın o
değerlerinin örnek olduğu insanlar gelirleriyle yaşarlardı. Henüz servet edinme,
m addî ve m alî varlık sahibi olma hırsları yoktu. M addî hedef, bir konut sahibi
olmaktı. O rtak arzu, eşit haklar sahibi olm ak isteyen, hukuk zem inini kurm aya
çalışan insanlar m anzarasına kavuşm aktı. Bu, toplum sal bilincin hızlı
gelişm esine ve siyasallaşm asına çok elverişli bir zemindi.
*
*
*
*
1960’ların üniversitesi ve özellikle Siyasal B ilgiler Fakültesi toplum un
arzularına, taleplerine duyarlılığı yüksek bir yerdi. Bu bakım dan, ‘hâkim bir
nokta’ idi. M ülkiye, eskiden beri farklı ve kendine özgü bir kurum du. Şem atik
bakışla, A nkara Ü niversitesi’nin fakültelerinden biriydi. Ama, bu resm i yerinin
ötesinde bir kim liği vardı. Bazı farklılıkları görebilm ek için farklı gözlem ler
gerekir. Çok dikkatli bir devlet adam ı olan İsmet Paşa, M ülkiye’niıı A nkara'ya
taşınm asından sonra hem en tüm ‘4 A ralık’lara gelm iştir. Bu ilginçtir. Başbakan,
cum hurbaşkanı, m uhalefet lideri olarak gelm iş, bunları aksatm am aya özen
gösterm iştir. Sanki, herkesin dikkatini yılda bir kez, ama m utlaka M ülkiye’nin
üzerine çekm ek istem iştir. Belki M ülkiye’yi devletin ağırlık m erkezlerinden biri
sayarak, buna işaret etmiş; belki birçok yeni devlet görevinin yeni kuşaklarca
üstlenilm esine ayrı önem vererek bunu gösterm ek istemiştir.
1960’tan sonra ülkenin yeni başlangıçlar yapm ası bekleniyordu. Özelikle
üniversite düzeyinde bir yeni başlangıç havası hüküm sürüyordu. M ülkiye,
kendini devletin ağırlık m erkezlerinden biri saym a alışkanlığını yitirm eksizin,
-28-
toplum un kabarm aya başlayan taleplerine bilim sel yanıt aram akla yüküm lü
sayarak yeni bir boyut arıyordu. Bunu şöyle de söyleyebiliriz: Toplum sal
taleplerle oluşm aya başlayan ülke gündem i bilim sel ve akadem ik yaşama
dam gasını vuruyordu. B unlar toplum un kendini aşm a talepleri sayılabilir: Hem
kendi has ürünüm üz olan bir ‘kalkınm a’yı, hem de eşitlikçi bir zem ini ve bunun
hukuk düzenini arayan taleplerdi. Bunlar, M ülkiye’ye sanki devlete ve toplum a
karşı görevler veren gelişm elerdi.
Daha önce yaşanm am ış gelişm elerdi. B irden hızlanan zam anın
özellikleriydi. Ü zerinde daha önce enine boyuna düşünme, bilim in dağarcığı ile
ölçüp biçm e, tasarım yapm a fırsatı olm am ıştı. Siyasal B ilgiler’in o güne kadar
ölçülü, ayarlı, herkesin birbirinden bilgili olduğu aile yaşamı, hızlanan zam anın
getiriverdiği yeni sorunlarla bozulm adı. 1960’lar, SBF içinde ‘ kanatlar’ın
oluşm aya başladığı, am a ‘M ülkiyelilik’le bir arada tutulduğu yıllardı. Orası,
dünya görüşlerinde farklar olan, am a birbirinden uzak durm ayan kişiliklerin
fakültesiydi. Ö ğretim kadrosuna yeni katılanlar için de, gözetilecek önem li şey
bu bir arada yaşamdı. Sorunların ve tezlerin yeniliği düzeni değiştirm iyordu.
O günlerin akadem ik kadrosundan bazı adları hem en hatırlayabiliriz:
Tahsin B ekir BALTA, Selıa M ERAY, Yavuz ABA D A N , İlhan UNAT, Sadun
AREN, Bahri SAVCI, Fehm i YAV UZ, T uran GÜN EŞ, M uam m er AKSOY,
Cahit TA LA Ş, Besim ÜSTÜNEL, M ehm et SELİK, Ö zhan ULU ATAM , Üren
ARSAN, Cem SAR, T uncer BULUT AY, K orkut B O R A T AV, Taner TİM UR,
Deniz BAYKAL, N erm in ABADA N (UN A T), Uğur KORUM , H alûk ÜLM AN,
İbrahim YASA, Türkkaya ATAÖV, Ö zer OZAN KAYA , Oral SANDER, Cevat
G ERAY, Ruşen K ELEŞ, Erden ÖNEY, H aşan ERSEN, Alpaslan IŞIKLI,
Vahdet AYD IN , Ahm et Y ÜCEKÖ K, G ündüz Ö K Ç Ü N , Ahm et Şükrü ESM ER,
M etin K IR A TLI, Cem al M IH Ç IO Ğ LU , O ğuz O N A RA N , Duygu SEZER, M ete
T U N Ç A Y ’ı hatırlayabiliriz. A ziz KÖK LÜ, Bedri G ÜRSOY, Reşat AKTAN,
Aydın Y A LÇ IN , K em al M İM A R O Ğ LU , Fahir ARM A O Ğ LU , C um hur
FERM A N , İlhan ÖZTRA K , Safa R EİSO Ğ LU , O rhan TÜRK A Y , Necdet
SERİN, M ehm et G Ö N LÜ B O L, Ahm et DEM İR, Feyyaz G Ö LC Ü K LÜ , Bülent
DA VER, Y ılm az GÜN AL, Güney D EV R ES, L atif Ç A K IC I’yı yine 6 0 ’lı
yıllardan hatırlayabiliriz. K uşak farkları ve görüş farkları yine o yılların
özelliğidir. Toplum sal talepler ivme kazandıkça üniversite düzeyinde artan
duyarlılık, genç kuşakların ağırlığının da artışıyla S B F ’deki görüş farklarını
büyütm eye başlar. 1960’ların ikinci yarısı, bu gelişm enin hızlanm a ve
keskinleşm e dönem idir.
SBF öğrencileri 1960 yılına âdeta ‘devlet baskısıyla’ radikalleşerek
girm işlerdi! ’27 M ayıs’tan önceki 29 N isan olayları, devletten gelen bir haksız
zorbalığa direnm e çizgisinin başlangıcı olm uştu. D aha sonra 1963 kış aylarında
bir senatörün (o zam an TB M M iki m eclisliydi) Prof. Sadun AREN hakkında
itham cdici sözler söylem esi üzerine, öğrenciler F akülte’den M eclis’e kadar kar
-29-
altında yürüyüp bunu protesto etmişlerdi. Bu eylemi, kendilerini ‘fişleyen’
istihbarat örgütünün farkında olarak, yani, Okulu bitirdikten sonra teker teker
aleyhlerine kullanılacağını bilerek, böyle bir bedeli göze alarak yaptıklarını
hatırlıyorum .
Daha sonra, dünya platform undaki iki olağanüstü gelişm e, öğrencilerin
toplum sal duyarlılığını ‘öğrenci hareketleri’ne dönüştüren zem inler yarattı.
B unlardan biri, A m erika’nın başlattığı ve yaygınlaştırdığı V ietnam Savaşı idi.
Öteki de, 1968’de, F ran sa’dan sonra dünya gençliğini alev gibi saran öğrenci
hareketleri oldu. Zem inler üst üste geldi. Ö ğrencilerin eğitim e dönük taleplerini
kısa sürede aşan etkiler yaptı. H er ülkenin özel koşularındaki sorunların dile
getirildiği büyük platform lar yarattı. SBF de, bu platform lardan biri oldu.
1960’ların ilk yarısında başlayıp ikinci yarısında hızlanan hareketlerde,
Fakülte yönetim i öğrencileri üniversite yörüngesinde ve içinde tutm ak için
basiretli davrandı. Bunda başarılı oldu. Ö ğrencilerle tem as içinde kaldı.
Karşılıklı anlayış yarattı. Bu tutum la öğrencileri olabildiğince koruyabildi.
1970’ten sonraki gelişm eler, üniversitenin ve S B F ’nin koruyucu takatinin
ötesine geçecek, kurum u ve öğrencileri hed ef haline getirecektir. 1960’ların,
S B F ’deki ‘a k tif öğrencilerinden ilk akla gelenler arasına Hüseyin ERG U N ,
A lper AKTAN, Sadi N EB R EK Lİ, Ö m ür SEZG İN , Cevdet ER D O ST, Ercan
EYÜ BO G LU sayılabilir.
*
*
*
*
1960’lı yılların, toplum daki arzuyu ve gücü seferber etm eye başlayan
yeniliklerinin m erkezinde 1961 Anayasası vardı. Bu yepyeni bir siyaset
belgesiydi. Cum huriyet rejim inin ruhunu koruyarak tazelenm e belgesi,
diyebiliriz. Toplum gelişm esinin etrafına duvarlar çekm eyen, çok boyutlu
olabilm esini isteyen özelliğe sahipti. O günün bilim çevresinin katkılarına
sınırsız kolaylıklar açılarak hazırlanm ıştı. Son şekline SBF büyük katkı yapm ış,
âdeta Anayasayı sahiplenm işti. SBF, daha önce hiçbr akadem ik kurum da
görülm eyen biçim de yeni anayasa ile özdeşleşm işti. Bu sahiplenm e ve
özdeşleşm e, 1960’lardan başlayarak, Fakülte’nin üzerinde toplanan dikkatleri
olduğu kadar, birtakım niyetleri de büyütm üştü.
C um huriyetin tazelenebilm esi, toplum un kendini aşm a potansiyelini
yakalam ak vc kavram akla olacaktı. Buna, A nayasanın kendini aşacak bir
niteliğe sahip olm ası ile varılacaktı. Bir tür ‘anayasa diyalektiği’ ile. Düşünce,
tez ve m im arî katkı M üm taz SO Y SA L ’indi. Cum huriyet rejim ine özgü gelişm e
çizgisini yeni A nayasanın dokusuna yerleştirebilm eyi SOYSAL, âdeta kendine
bir görev olarak biçm işti. A kadem ik yaşam ında doruğa giden yol, toplum un
arzuları ve gücünün seferber edilebilm esinden geçiyordu. Toplum un kendini
aşabilm esi, kendi yapısını aşabilen bir anayasa üzerinden olacaktı. Bu özgün,
-30-
yerli ve m oral bakım ından haklı bir çizgiydi. SO Y SA L ’m tezi, böylece yeni
Anayasanın hangi yönde gelişebileceğini de ortaya koyuyordu. Anayasaya Giriş
kitabı, bunu biitünleyen yazıları ve o yıllarda yaptığı konuşm alar, bir yazılı ve
sözlü külliyat şeklinde tezini orta koydu. M eramı, gittikçe genişleyen çevrelerde
anlaşılm aya başladı. Uyandırdığı yankı, siyaset dünyasında da önem iyle orantılı
biçim de iz bırakıyordu. B unlar beş, altı yıla sığan gelişm elerdi. Zam anı
hızlandıran nitelikteydi Karşı görüşler ortaya çıkm ıyor, ama toplum un
gelişm esini durdurm a niyetleri su yüzüne çıkm aya başlıyordu. Niyet sahiplerinin
azım sanm ayacak bir fiziksel güçte olduğu 1970’ten başlayan dram larla
görülecektir.
Toplum un. SO Y SA L ’m öngördüğü anayasa dinam izm i ile gelişm esini
durdurm a ve vites değiştirtm e hareketleri de 1960’ların ikinci yarısında başlar.
En ‘yum uşak’ görünen çizgi, günün Başbakanı Süleym an D E M İR E L ’inkidir:
“ Bu Anayasa ile devlet yönetilem ez!” demiş ve bir m ücadele bayrağı açmıştır.
Bu, Anayasayı kalın bir m uhafazakâr kabuğun içine almak, kabilse anayasa
hareketini ‘oyunun kuralları’ içinde durdurm a niyetidir.
‘S ert’ çizgi, herkesin anlayacağı ve ‘gereğinin’ hem en yapılacağı biçim de
ortaya çıkm ıştır. ‘S ert’ çizginin sahibi, D E M İR E L ’i 12 M art 1971 ’de
B aşbakanlıktan uzaklaştıran darbenin başındaki günün G enelkurm ay Başkanı
M em duh TA Ğ M A Ç oldu: “T ürkiye’de siyasal gelişm e ekonom ik gelişm eyi
aşm ıştır. Bu tehlikelidir. D urdurulm alıdır!” demişti. Sanki SO Y SA L ’ın ‘anayasa
diyalektiği’ni durdurm akta D E M İR E L ’in yetersizliğini vurgulam ıştı!
’27 M ayıs’ ve 1961 A nayasası S B F ’ye bir profil vermişti. Anayasayı
sahiplenm e, bu profile akadem ik düzeyde olgunlaşm a yılları kazandırdı. ’27
M ayıs’ın oluşum unda S B F ’nin bir rolü yoktu. Ama, Fakülte 1971 ’e Anayasanın
savunma kalesi olarak girdi. Hem devlete, hem de toplum a karşı
yüküm lülükleri bağdaştırarak ilerlemek, bundan rahatsızlık duyanlar açısından,
S B F ’yi günahkâr kılmıştı. 1971’de ve sonra 1980’dc askerî darbelerin hedefi
oldu. Bu gelişm eleri, dinam ik anayasa tezinin sahibi M üm taz SOYSAL, kendi
kişiliğini dram lar, sorunlar ve yeni tezler içinde şekillendirerek ve kendini
aşarak yaşadı.
Daha sonra yaygınlaşan suikastlerden ilkinin ona tertiplendiğini, bir gece
(kendisi tesadüfen yokken) evinin bom ba ile kundaklandığını hatırlayabiliriz.
Tarih, galiba 1970 olacak (Ertesi gün, hafifçe gülerek “ Dün akşam
deplasm andaydım . R astlam adı!” dem işti.). 1971 ’in ilk aylarında S B F ’ye dekan
seçildi. Ülkenin, üniversitenin ve fakültenin üzerine gitgide koyulaşan tu h af bir
karanlığın indiği günlerdi.
*
*
*
*
12 M art darbesi, S B F ’nin yaşam ında artan bir keskinlikle hissedildi.
Anayasayı ‘lüks ve zararlı' bulanlar, artık SBF’yi hedef kabul etmişlerdi.
-31 -
Öğretim kadrosunu, ‘zararlı’ elem anlardan başlayarak bir tasfiye ile
‘düzeltm ek’, öğrencilere de haşin bir gözdağı verm ek, 12 M art rejim inin
üniversite ve özellikle SBF politikası olarak şekilleniyordu.
1971’in N isan-M ayıs aylarıyla birlikte rejim in üniversite operasyonları
tırmandı. Ö nce Bahri SAVCI, M uam m er A K SO Y ve Cahit TALA Ş gözaltına
alındılar. Tırm anış asıl hedefine M ayıs ortalarında erişti: Dekan SOYSAL,
Anayasa dersinde iken F akülte’ye gelen bir binbaşı ve em rindeki askerî
personel, “bilgisine başvurm ak üzere” kendisini m akam ından alıp götürdüler.
Gözaltına alm an öğretim üyelerinin, SOYSAL dahil, ‘suçları’ belli değildi!
“Önce alalım, suçları daha sonra belli olur!” ilkesine göre götürülm üşlerdi.
M üm taz SO Y S A L ’ın ‘suçu’ birkaç ay içinde belli oldu: ‘A nayasa’ kitabı
(ve kitaptan ötürü kendisi) yargılanacaktı! Kitap, SO Y SA L ’ın Anayasayı
değiştirm e, yani ‘rejim i devirm e’ girişimiydi! Davası, D ışkapı’daki O rdonat
O kulu’nun duruşm a salonuna çevrilm iş bir m ekânında yapıldı. Sıkıyönetim
davaları orada görülüyor, sanıklar M am ak’taki askerî cezaevinden oraya
getiriliyordu.
Fakülte öğretim üyelerinden gözaltında olm ayanların bir bölüm ü
SO Y SA L ’ın duruşm alarında bulunm aya özen gösterdiler. Eski dekan İlhan
UNAT, o sıralarda H ukuk Fakültesinde asistan olan U ğur M U M CU hem en tüm
duruşm alara gelm işlerdi. A skerî iddia m akam ında, daha sonraki yıllarda
m uhafazakâr partilerden birinden politikaya girecek olan Baki TUĞ vardı.
SOYSAL, kitabından ve düşüncelerinden ötürü yargılanm asının, başkaları
tarafından ‘SO K R A T E S ’in y arg ılan m asın a benzetilebileceğini söylem işti. Baki
TUĞ, buna karşılık “ SO K R A T E S’in bir Yunan m ahkem esinde yargılandığını,
oysa bunun bir Türk m ahkem esi olduğunu” söyledi! 2500 yıl öncesinin ‘antik’
dünyasını sıkıyönetim m ahkem esine getiren kara mizah, o tu h af karanlığın bir
tuzu biberi idi ve her yerde vc her an bunun örneklerine rastlanıyordu.
M ahkeme, sonbaharda SO Y SA L’ı m ahkûm etti. Bu sürpriz olmadı.
M ahkûm iyet kararı dış dünyada yankı buldu. Kısa süre sonra, SOYSAL
Amncsiy International’ın en değerli m ahkûm u oldu. O sıralarda, galiba
1971 ’in yaz aylarında M am ak A skerî C ezaevi’nde iken, SEVGİ ile evlendiler.
SEVGİ, her gün ziyarete giderdi. D önüşünde çoğunlukla F akülte’ye uğrardı. O
günlerden birinde, “Yarın, cezaevinde evleneceğiz. Am a, kim se duymasın.
İstem iyor.” demişti. M ÜM TAZ, bu ciddi ve özel ‘eylem ’in özel kalm asını, am a
böylece güzel bir sürpriz etkisi yapm asını istemiş olm alıydı. Birkaç yıl sonra
(ülke norm al yaşam koşullarına yönelirken) arka arkaya iki güzel kızları oldu.
Bebekler, aralarındaki sevginin olduğu kadar, haksızlıklara karşı gösterdikleri
dayanışm anın ve direncin de ödülleriydi.
Ülke 12 M art’a gelirken, düşünce farklılıkları keskinleşti, sol ve sağ
kanatlar oluştu. Sol siyaset 1960’ların ilk yarısında kendini yaratm aya girişti.
Yeniydi, ama gürbüzdü. Kısa sürede ülkenin düşünce ve tartışm a alanını kapladı.
O güne kadar yasak olan bilgileri ve düşünceleri keşfetmek, bunları sindirm eye
vc yeni tezlere dönüştürm eye çalışm ak gittikçe genişleyen çevreler oluşturdu.
SBF bu çevrelerin en önem lilerinden biri olm aya başladı. Fakülte saatlerce süren
forum ların bir merkeziydi.
12 M art’ın şiddetli kesintisine vc yarattığı yıkım a rağmen, 1960’tan
sonraki yirm i yıllık dönem e dam gayı vuran ‘so l’ oldu. Bu daha önce
yaşanm am ış bir şeydi. O dönem de ‘so l’, C um huriyetçilikle sosyalist eğilimlerin
bir (ilk) karışım ıydı. K endine göre bir yelpazesi vardı. Bu yelpaze S B F ’nin
öğretim kadrosuna ve öğrencilerine de yansıyordu. M eziyetlerini ve zaaflarını
içinde taşıyordu.
1960’tan sonraki yıllarda ‘sağ’, düşünce planında bir çıkış yapamadı.
Kısır kaldı. C um huriyet öncesinde ve C um huriyete m uhalif çizgilerde zem in
aradı. O dönem in genç kuşakları için o dönem e özgü yeni bilgi üretemedi. Dış
dünyanın T ürkiye’ye em poze etm ekten geri durm adığı düşünce vc siyaset
çizgilerine yakınlaştı. Toplum un taleplerini keşfederek, toplum un bünyesinde
yeni güçler bularak ve bu potansiyeli zenginleştirerek özgün bir gelişm e yolu
açılabileceği düşüncesini şüpheyle karşıladı. İnsan ve çalışm a haklarının
gelişm esine karşı, sağın düşünce kısırlığından kaynaklanan aşırı ihtiyatlı tutumu
siyasette de bir kaym a yarattı. ‘S ağ’ siyaseti ülkede restorasyon arayan
çevrelere yakınlaştırdı. Sürekli restorasyonun ilk pilot projesi olan 12 M art
rejimi böyle doğdu. O doğum yolunda iken, ‘sağ ’ siyaset ‘kalkınm a'nın
m ühendisliğini öne çıkarm a çabasındaydı. D E M İR E L ’in “ fıkaralıktan kurtulm a”
sloganı, insan vc çalışm a haklarının gelişm esini kapsam ıyordu. Altyapıdan
başlayarak yatırım lar artarsa insanların gelir artışlarına ve bunun getireceği
olanaklara kavuşacağını, bundan ötesinin ayrıntı olacağını öne sürüyordu.
Uygulam a bu idi. A nayasayı, içerdiği dinam izm den çekinerek, Türkiye için
büyük dikilm iş bir elbise sayıyordu.
'12 M art’la restorasyon rejim i getirenler de A nayasaya ve onun getireceği
genişlem eye böyle bakıyorlardı.
1960’larda A nayasanın ete kem iğe
büründürülm esi başlam ıştı. Restorasyon bunu durdurdu vc ‘sağ ’ partilerin
çoğunlukta olduğu parlam entoya ‘elbise’yi daraltan ilk değişiklikleri yaptırdı.
İşin ilginç ve yine kara m izahın fırça izlerini taşıyan bir yönü şu oldu:
1960’larda, yeni Anayasayı ete kem iğe büründürm e çalışm alarına ‘Anayasanın
öngördüğü reform lar’ adı verilm işti. ’ 12 M art’tan sonra, M üm taz SO Y SA L’ın
‘A nayasa’ kitabıyla yargılandığı günlerde, restorasyon sözcüleri (12 M art
m uhtırasındaki bir sözcüğü alarak) hüküm etin önemli görevinin ‘anayasanın
öngördüğü reform ları’ yapm ak olduğunu vurgulam aya başladılar! Bu resm i ve
vazgeçilm ez dil iki yıl (yani, SOYSAL askerî cezaevinde kaldığı sürece)
-
33
-
yürürlükteydi. O süre içinde, rejim in yönetim i, toprak reform u ile ilgi bölüm ler
başta olmak üzere 1961 A nayasasının ‘bol elbisesi’ni daraltan değişiklikleri
parlam entonun ‘sa ğ ’ çoğunluğuna kabul ettirdi. Daha doğrusu, değişiklikler
‘sağ’ ile tam m utabakat içinde yapıldı.
Restorasyon rejim ini filizlendirecek oluşum lar 1960’ların başlarında
henüz zayıftı. Siyaset dünyasının ‘sağ ’ kanadı henüz toparlanm am ıştı. Çalışan
sınıfların talepleri ve orta sınıfın reform istekleri engellenem iyor, gelişiyordu.
Fabrika çağm a girm iş olan ülkede ilk direnişler, grevler birbirini izliyordu.
A nkara’da işsizler U lus’tan Başbakanlığa kadar durdurulam ayan bir yalın ayak
yürüyüş yapm ışlardı. İstanbul’da, Saraçhane’de iş yasalarının bir an önce
çıkarılm asını isteyen, gövde gösterisi ölçeğinde büyük işçi m itingi yapılmıştı.
Bunlar orta sınıfın ön safında yer tutan öğrenci gruplan için yeni toplum
bilgileri olm uştu. Siyaset dünyasının içinde ve dışındaki ‘sa ğ ’ bunlardan
irkilmiş, ama bundan öteye bir eylem tasarlayanıam ıştı.
1970’e gelindiği zam an durum farklılaşm ıştı. A rtık ‘sağ ’ın tasarım ları
vardı. R estorasyonun, ülkenin ana politika zemini olm ası yolundaki girişim in
15-16 Haziran 1970’teki işçi sınıfı eylem inden sonra karara bağlandığını
düşünm ek m üm kündür. Bu bir ciddi dönüm noktasıydı. İşçiler, ilk kez sınıf
halinde haklarım haykırıyorlardı. Ve yine ilk kez orta sınıfın desteğini
görüyorlardı. İşçi sınıfı ile orta sınıf Anayasanın verdiği hakların zem ininde
tarihi bir ittifak yapıyorlardı. ‘Oyunun kuralları’ içinde kalan ‘sağ ’ yetersizdi.
Gittikçe güçlenen bu önem li ittifaka bir şey yapam ıyordu. D EM İREL, ‘sol’
gösteriler karşısında “yollar yürüm ekle aşınm az!” dem enin ötesine geçem iyordu.
Ülkenin düşünce yapısı ve siyaset zem ini sola kayıyordu.
Restorasyon üç yönlü müdahaleyi önem sedi, am açladı ve öyle yaptı. ’ 12
M art’tan sonra sendikalar ve işçiler ilk sindirilenlerdi. Hemen sonra, orta sınıfın
‘öncü kitlesi’ kabul edilen öğrenciler, onların “akıl hocaları” sayılan öğretim
kadroları ve aydınlara sıra geldi. Bunu gecikm eden izleyen adım, toplum a
‘büyük dikilm iş’ A nayasaya ve sim gesi olan S O Y S A L ’a el koyarak atıldı.
R estorasyon ilk hedef yaptığı ‘tehlikeli ittifak’ı dağıtm a noktasına 1971 sonu ve
1972’in ilk yarısm da erişti. Bu ilk hedefti. Restorasyon zam an içinde daha geniş
bir çevreye de ulaştı.
1971 ’de S B F ’de ve Basın Yayın Yüksek O kulu’nda (şim diki İletişim
Fakültesi) bulunanlar, Dekan SO YSAL ayrıldıktan sonra zam an zam an yapılan
askeri baskınlarla, öğretim üyesi odalarının arandığını, yasak sayılan ya da
‘şüpheli’ görülen kitap ve benzeri kaynaklara el konulduğunu hatırlayacaklardır.
Ü niversite bütünüyle sessizleştirilm işti. Toplum la bağ kesilm işti. Zaten toplum
da sesini kaybetm işti. Artık toplum un talepleri yoktu.
O tarihler, A vrupa’nın T ürkiye’yi tanım aya başladığı zamandı.
A vrupa’nın bu öğrenm e isteğini ’ 12 M art’ rejim inin uygulam aları sağladı!
Avrupa, daha önce Y unanistan’da 1967’dcki ‘A lbaylar darbesi’nde öğrendiği
bilgilerle ’ 12 M art’ T ürkiye’sinde yeni bir staj yapm aya girişti. Bir darbe rejimi
sayesinde bir ülke bilgisi edindi. S O Y S A L ’dan başlayarak yeni insanlar tanıdı
ve 1961 A nayasası ile çizilm iş bir uygar düzene sem pati gösterdi. Bu,
A vrupa’nın T ürkiye’deki Cum huriyet değerlerine yakınlık gösterdiği yegâne
dönem oldu.
Restorasyonun sesi 1973 sonbaharındaki seçim lerden sonra kısıldı.
Toplum un taleplerini durdurm akta ‘ 12 M art’ rejim ini açıkça ya da zım nen
desteklem iş olan sağ partiler seçim de kaybettiler. CH P um ulm adık şekilde
birinci parti olm uştu. Tek başına iktidar değildi, ama kazanan o idi.
Restorasyonun resm î söylem i kısa sürede son buldu. Yeni hüküm etin uzun süren
kuruluş aşam ası tam am lanm adan, 1974’ün ilk aylarında üniversite ve toplum
norm al soluk alıp verm eye başlıyordu.
1974’ün ilkbaharında zaman yine hızlanm aya başladı. Üç yıl, durdurm a
derecesinde yavaşlatılm ış olan siyaset yaşam ı canlandı. Yeni adlar öne çıktı.
A ğırlık m erkezi yine ‘so l’da oluşm aya başladı. Toplum da tazelenen arayış
‘A kgünler’ başlığı altında C H P ’ye yönelm işti. Bu rüzgâr K ıbrıs çıkartm asıyla
güçlendi. 1974’ün sonuna yaklaşırken, CHP daha güçlü biçim de iktidara
gelebileceğini hesaplayarak hüküm etten çekildiği sıralarda, 1960’tan beri
ülkenin orta sın ıf özlem lerine hitap eden bir ‘bağım sızlık’ ve ‘insanca, hakça
d ü zen’ arayışı ivme kazanm ıştı. Siyasette Bülent ECEVİT en önemli ve karizm a
sahibi ad olarak sivrilmişti. 1960’lar, 12 M art restorasyonunun dişlilerinden
geçerek 1970’lere dönüşüverm işti. Toplum sal talepler atık siyasallaşm a
aşam asına geçmişti. N abız yükselm işti ve bunu kontrol altına alm ak m aharet
isterdi.
Toplum un özlem leri büyürken ve siyasallaşırken, ekonom ide kaynaklar
daralıyordu. 1960’lar büyük bir kaynak sıkıntısı yaşam adan, yüksek büyüm e
hızları ile geçilmişti. Y üksek hızların sürekliliği, 1970’e gelindiği zaman bir
istikrar program ı ihtiyacı doğurm uş ve Adalet Partisi hüküm eti IM F ile anlaşm a
yapm ıştı. Fakat, aynı sıralarda ekonomi bir ‘p o zitif şok’un etkisine girmiş,
A vrupa’da çalışan işçilerin gönderdiği dövizler bir sağanak şeklinde gelm eye
başlam ıştı. H er yıl daha fazlası geliyordu. 1973 bitip de restorasyon tükenirken,
yeni kurulacak hüküm eti um utlandıran önem li bir kaynak buradaydı.
Ancak, 1974’ten sonra ‘negatif şo k lar’ başladı. Önce, Kıbrıs harekâtının
maliyeti, sonra A m erika’nın koyduğu am bargo ve durgunluğa giren
A lm anya’nın yeni yabancı (Türk) işçi alm am a kararı, hem güvenilen kaynakları
kuruttu, hem de m aliyetleri yükselterek ekonom inin açıklarını büyüttü. 1975
ilkbaharında, D E M İR E L ’in başkanlığında hüküm et olan ‘M illiyetçi C ephe’
(M C) ekonom inin büyüm e hızını düşürm ek istem eyince açıklar gitgide büyüdü.
-35-
MC, açıklan dış finansm anla kapatm aktan başka çare göremedi. Dış borç, o
günlerin dünya konjonktüründe, Türkiye için ancak kısa vadeli ve yüksek
faizliydi. İç kaynak yaratam ayan hüküm et, açığı borçla, borcu yeni borçla
kapatm aya yöneldi. Bu çıkm az bir yoldu. 1977 başında, D EM İR EL’in deyişiyle
“ekonom i yetm iş ‘cen t’e m uhtaç” bir noktaya geldi. Kaynak kıtlığının bu
tablosu, bikaç yıl içinde ülkeyi yeni ve ’ 12 M art’tan daha ağır bir restorasyona
ve toplum u ağır bir drama götüren zem inin parçalarından biri oldu.
*
*
*
*
19 7 0 ’li yılların S B F ’si akadem ik yönden canlı ve m akbul bir merkezdi.
Öğretim kadrosu gençlerle besleniyordu. Asistanlık sınavları en iyi m ezunların
öncelikle başvurduğu yarışm alar gibiydi. Açılan bir asistan kadrosu için yapılan
sınava bazıları yurt dışında derece almış, yedi, sekiz doktora sahibi adayın
girdiğini hatırlarım. 1960’lara göre gençleşm iş kadroya yeni adlar katılmıştı:
Yılm az AKYÜZ, Nuri Yıldırım, Şevket PAM UK, Halil BERKTAY, Kurthan
FİŞEK, Cem EROĞUL, Şükrü GÜREL, Güneri AKA LIN, Ç elik KURDOĞLU,
Ercan UYGUR, Y avuz SABUNCU, Ö m ür SEZGİN, Rona AYBAY, Sina
AKŞİN, Ümit H A SSA N , Ö m er M ADRA, Ç elik A R U O B A , Celal GÖLE, Tekin
AKILLIOĞ LU, Ö zdem ir A KM U T, Lâle DAV UT, Yüksel ERSOY, Şafak
EREL, Pars ESİN, Tam er M Ü FTÜOĞ LU, Yüksel KOÇ, Ersin ONU LD U RA N ,
İlber ORTAYLI, Baskın ORAN, Gazi ÖZHA N, H üseyin PA ZA R C I, Erdal
Ü N SA L’ı hatırlayabiliriz. O tarihlerde, SBF bünyesinde yer alan Basın Yayın
Yüksek O kulu’nun öğretim kadrosunu da yukarıdaki adlardan ayırm am ak doğru
olur. M urat KATO GLU, Ünsal OSKAY , Turan EROL, Nilgün ABİSEL
başlangıçta küçük olan kadronun ilk hatırlanabilecek adlanndandır.
19 7 0 ’li yılların üniversitesinde ve S B F ’sinde Fakülte kurulu akadem ik
yaşam ın en önemli organı idi. H aftalık ve bazen de daha sık yapılan toplantılar
ciddi idi. Ders program larında akadem ik düzeyi yükseltm e ihtiyacından doğan
değişiklikler önce ‘kürsü’lerde ve bölüm lerde görüşülür, sonra Fakülte
K urulu’nda bir bütünlüğe erişm ek üzere yeniden İncelenirdi. O rada, bunun için
kom isyonlar kurulur, asistanların ve öğrencilerin görüşleri alınır, tartışılırdı.
Fakültenin bilim düzeyi, öğretim kadrosunda gençleştirm enin de verdiği itici
güçle, üzerinde titizlenilen şeylerin başında gelirdi. Fakültenin, ülke tablosuna
göre oluşan ‘kanatlar’ı arasında, bilim düzeyinin gerekleri bakım ından
uzlaşm azlık olduğunu hatırlam ıyorum . Bunu hem kadronun kişisel plandaki
olgunluğuna, hem M ülkiye’nin zamanla yıpranm ayan ya da az yıpranan
birleştiriciliğine, hem de toplum u 1974’ten sonra saran umut ve iyim serliğe
bağlayabiliriz.
Umut vc iyimserlik, siyaset alanından ülkeye yayılm aya başlayan
zıtlaşm alara, yavaş yavaş tırm anan ve 1977’de yüksek noktaya çıkan sokak
-
36
-
çatışm aları vc siyasal cinayetlcrc rağm en, toplum un iyi şeylere erişebilm e
inancına dayanıyordu. Toplum bu inanca muhtaçtı ve iyi şeyleri, erişilebilir
şeyleri gündem de tutabiliyordu.
*
*
*
*
Ç atışm alar ve keskinleşen zıtlaşm alar 1970’lerin ilk ve özellikle ikinci
yarısında üniversite platform una yerleşti. Fakülte yönetim inin öğrencileri
koruyabilm esi gittikçe zorlaştı. K üçük bir grup halinde oluşan ‘sağcı’
öğrencilerin Fakülteye gidip gelm esi, sınavlara özel b ir düzenlem eyle girm eleri
gibi çaresizlik önlemleri alma zorunluluğu baş gösterdi. (1980’den sonraki
yılların siyaset yapısı içinde, o ‘sağcı’ öğrenciler biraz yaşlanarak m illetvekili,
bakan ve başbakan oldular!) Bunlar, ülkede yönetim in norm al kanallarının yavaş
yavaş tıkandığını, hoşgörünün siyasetten başlayan bir zayıflık hastalığına
uğradığını gösteren işaretlerdi. Siyaset alanının çıkardığı iyi örnekler azalıyordu.
M ülkiye, geçm işinde de öğretim kadrosundan T B M M ’ye milletvekili ve
bakan vermişti. ’27 M ayıs’tan sonra, Fehmi Y AV UZ ve C ahit TALA Ş ilk
bakanlardandı. 1965’te Turan GÜNEŞ (CHP), Sadun AREN (TİP) vc Aydın
YALÇIN (A P) m illetvekili oldular. 19 7 3 ’tc Besim ÜSTÜNEL ve Deniz
BAYKAL C H P ’den M eclis’e girdiler. Bu çizgi 1977’de G ündüz ÖKÇÜN,
M uam m er AKSOY ve A hm et T aner KIŞLALI ile devam etti. 1977 yılı, işçilerin
bir sınıf çizgisi oluşturarak, orta sınıfla, onun ‘reform cu’ talepleriyle daha önceki
yıllara göre daha iddialı bir ham le içinde buluştuklarını gösterdi. Bunun siyasal
ağırlığı C H P ’ııin arkasıııdaydı.
1977 seçimi coşkulu oldu. Sadece halk değil, seçimi izlem eye gelen
A vrupa m edyası bile bunun havasını yaşadı. O tarihte gazcteci olan, bugünkü
A vrupa Konseyi R aportörü İsveçli Tlıomas IIA M M A R B E R G ’in E C E V İT ’in bir
m itinginde ağladığını hatırlarım .
SBF toplum un bu coşkulu ve yeni taleplerle kabaran arzularını yönetm eye
girişen bir ‘beyin takım ı’m n m erkeziydi, dersek abartm ış oluruz. Ancak, dıştan
biraz böyle görünüyordu. 1970’te, SO Y SA L ’ın M ülkiyesi’ne böyle bakan ve
onu sessizleştirm eyi önem seyen siyaset içi ve dışı güçler, 1970’lerin ikinci
yarısında M ülkiye’ye yine bir ‘sessizleştirm e’ niyetiyle bakm aya başladılar.
SB F ’yi yine hedef seçtiler. 1978 ve 1979 yıllarında, kitlelerin bir duraklam a ve
bocalam a dönem ine girm eleri, bu niyetleri yeni ve daha ağır bir restorasyon
projesinin vazgeçilm ez parçası haline getirdi. K itleler o günlerin zor ekonom ik
koşullarında bir geçiş dönem inin sabrına kavuşam adan, birkaç yıl önceki siyasal
pozisyonlarını tutm akta tereddüt geçirdikleri sırada, 1980 restorasyonu geldi. Bu
S B F ’de, 1971-72 yıkım ından daha ağır sonuçlar yarattı: 1983’ün 1402
uygulam ası, Fakülte öğretim kadrosunu yok etm e ham lesiydi. 1402’dcn geriye
bina ve bazı öğretim üyeleriyle sindirilm iş öğrenciler kaldı.
-
37
-
M ülkiye, 1960’tan sonraki yirm i yılda tezler, kitaplar, yayınlarla dolu bir
dönem yaşadı. O dönem de ön plana çıkan sorunları irdeleyen incelem e ve
araştırm alarda ilk akla gelen kurum SBF olm uştur. O yıllarda, fen bilim lerinde
olduğu kadar, ekonomide, sosyal ve siyasal bilim lerde de araştırm aların m erkezi
üniversite idi. Toplum un bilgide ve yaratıcılıkta ilk kaynağı orasıydı.
Ü niversiteyi desteklem ek ya da engellemek, bu nedenle araştırm a kapasitesini ve
çalışm alarını da etkileyen girişim ler olm uştur. Özellikle SBF bünyesinde,
akadem ik çalışm aların 1960’larda ve 1970’lcrdeki bolluğu, çeşitliliği ve
yaratıcılığı ile 1980’lerdeki kısırlaşm ası karşılaştırılınca bu görülebilir.
S B F ’de yayınlanan birçok kitabın arasında üçü ayrı birer değere sahip
görünüyor. Sadun A R E N ’in, 1950'Ierin sonunda ve 1960’ların başında yazm ış
olduğu Para, İstihdam ve İktisadi Politika öğretici kitaplar için bir simgedir.
İktisadı rnakro düzeyde ve K eynesçi yaklaşım la öğrencilere sevdirm e am acıyla
yazılm ış gibidir. Ö ğrenciler bunu böyle kabul etm işlerdir.
Seha M E R A Y ’ın, büyük em ekle ve bir bölüm ünü O sm an O L C A Y ’la
birlikte hazırladığı Lozan Tutanakları ciltleri öğrencilerden çok, ciddi
araştırm acılar ve devlet yönetim inin ciddiye alınacak düşünce ve karar sahipleri
için 'olm azsa olm az’ niteliğinde bir bilgi hâzinesidir.
M üm taz S O Y S A L ’ın Anayasaya Giriş kitabı ise, başlığı alçakgönüllülük
taşıyan, ama içeriği ‘G iriş’in çok ötesinde sağlam bilgi, m antık ve yorum la
örülm üş bir eserdir. Öğrenci ve öğretim üyesinden başlayıp toplum da herkesi
vatandaşlığın aslî ve asgarî görevine çağırır. C um huriyet rejim inin kendine
özgü diyalektiği içinde, onlara toplum bilincine erişm e yollarını gösterir. Bunu
algılayan ve benim seyen, kitabı el üstünde tutm uştur; kavram ayan ve karşı çıkan
yargılam a yoluna gitmiştir.
1980’in 12 Eylül rejim i için, SO Y SA L ’ı yeniden yargılam aya gerek
kalm am ıştı. Artık anayasının ve toplum un kaderi restorasyonun elindeydi. 1982
Anayasası bu fiilî güçle ısm arlandı ve biraz daha daraltılm ış bir ‘giysi’ olarak
yürürlüğe konuldu. O hercüm erç içinde, SBF kendi ‘anayasa taslağı’nı
hazırlayarak bir vicdan görevi de yaptı. Bu, sonuçsuz kalacağı bilinerek yapılan
bir görevdi.
Toplum un ve S B F ’nin ileride daha iyi değerlendirilecek bir dönemi
1980’de kapanırken, SO Y SA L ’ın 1978’den başlayarak Kıbrıs T ürk yönetim inin
ve daha sonra Cum huriyetinin danışm anı olduğunu hatırlam ak gerekir.
SO Y SA L’ın ve K ıbrıs’ın yaşam ında yeni bir dönem in neler getirdiğini, buna
yakından v ak ıf olanlar m utlaka bütün yönlerini dikkate alarak anlatm alıdırlar.
*
*
*
*
“Akan bir suda iki kez yıkanılm az!” sözü eskidir. Eskiyi birebir
yaşayabilm enin ya da başarıyla taklit edebilm enin olanaksızlığını insan unutursa,
-38-
bu sözü anım sam alıdır. Ama, eskinin ciddi birikim i, onu silm e çabalarıyla
yüzleşip yeni birikim leri filizlendirir. İnsan bunu da unutm am alıdır.
Kırk yıl öncesine bakıp bugüne ve bugünden yarına dönerken, toplumun,
devletin, üniversitenin ve özel bir kurum olan S B F ’nin yeni birikim alanları
olacağını düşünm ek, özellikle sosyal bilim cilerin beklentisi olm alıdır.
M ülkiye’nin İsmet P aşa’nın ‘yıllık ziyaretleri’ ile vurgulanan ‘grande école’
kimliği, I9 6 0 ’larda ve 1970’lerdc yeni anayasanın toplum sal hakları ve talepleri
ön plana çıkardığı toplum da yeni bir boyut ile, toplum un kendini aşma
potansiyelini kavrayan, buna yanıt verm ek isteyen üniversite kurum u boyutu ile
zenginleşm iştir. M üm taz SO Y SA L ’ın insan ve bilim adamı olarak cevherini
ışıldatan boyut bu olm uştur. S B F ’nin toplum un gelişm e ritm ini kavraması,
cevherin ışıldam asıyla içiçedir. Bu, özel bir okulun tarihinde ileride iftiharla
hatırlanacak bir zam an dilim idir. Am a, istisnaî bir dilim gibi düşünülm em elidir.
‘Suyun akışı’ içinde, çeşitli zam an dilim lerinin birbiriyle hesaplaşm ası, yeni
bilim adam larını, onların toplum un gelişm e zenginliği içinde olgunlaşan
duyarlılıklarını besler. S B F ’yi, ‘grande école’lügünü sürdürürken, toplumla
daha üst bilim düzeylerinde yeni buluşm alara götürür. Bunu beklem ek
hakkım ızdır.
-39-
-
40
-
SÖYLEŞİ
M üm taz Hoca, 1995’te Bilgi Y ayınevi’nden çıkan kitaplarının
arkasında kendisini şöyle tanıtır:
" Trablus, Balkan ve Çanakkale’den sonra Osmanlı Donanmasını
bırakıp Karadeniz’deki Kuva-yı M illiye'ye katılan Bahriye Kolağası
Beşiktaşlı Osman Muhtar ’m oğlu ”
‘O sm an’ aynı zam anda M üm taz H oca’nın ilk adıdır. Onun için
söyleşiye buradan başladım :
O. Mümtaz SoysaPın Osman’ı
Ben doğar doğm az, babam ın annesi “aaa, bu aynen bizim O sm an’a
benziyor dem iş’’. O sm an’a benziyor deyincc, o zaman tabii, bir kere soyadı yok,
addan sonra babanın adıyla anıldığından ‘O sm an O sm an’ olacak.
Babam ın bir üvey kardeşi varmış, anne bir baba mı ayrı ya da tersi mi
bilmiyorum . Babam a da sorm am ışım , "niye M üm taz” diye? Babam a çok
benziyorum diye, ‘O sm an O sm an’ olm ayacağına göre, am canın adını vermişler,
‘Osm an M üm taz’ olmuş.
N itekim bu Osm an, soyadı çıktıktan sonra kullanılm az oldu ‘M üm taz
Soysal’ kaldı. Ama nüfus kağıdına göre yazılm ası gerektiğinden, öyle yazılıyor.
H âlâ da var. Havaalanında falan tanım ıyorlarsa, "Osman bey, uçuşunuz h a zır”
diye anons ediyorlar. Böyle bir m üm tazlık (!) var.
Osman Muhtar Bey
ER TU G R U L - Osm an B ey’e gelirsek, babanıza...
SOYSAL - Hemen mi geçeceğiz babam a... Ben kendim yazacak olsam
hemen geçmem. Çünkü, babam ın beni, babam olarak etkileyişinden öteye, tarih
içinde onun yaşadıklarını okudukça, kendimi babam dan çok etkilenm iş saym ayı,
kendim yarattım.
ER TUĞRUL - Babanızı ne kadar biliyorsunuz siz?
SOYSAL - Babam 1961’dc öldü.
ER TUĞRUL - Çok sonra.
SOYSAL - Kurucu m eclis bitm işti, seçim olacaktı, M enderes asıldıktan
sonra öld ü ... Babam , aslında üzülm üştü. Birçok insan ve çok cum huriyetçi
olm asına karşın babam da, M enderes’in asılm asına üzülm üştü. Kanserden öldü,
sigaradan... Sen bıraktın değil mi?
ERTUĞRUL - (G ülerek) Hayır.
SOYSAL - (Gülerek) İyi yaptın (!) Çok sigara içiyordu, o zamanki
insanlar gibi, ciğer kanserinden, zam anla kalp falan da zayıflıyor. 75 yaşında
falan öldü.
-41 -
Bir manga Bahriyeli
Yalnız ölm eden birkaç gün önce dedi ki; “kime nereye söylenecekse,
söyleyin, benim tabutumu bahriye erleri taşısın. Bir manga, taşıyacak kadar
kişiyi çağırın” dedi. Ama öyle bir tören bölüğü değil, cenazeyi taşıyacak kadar,
bir m anga...
Allah Allah, ne yapacağız şim di? Sıkıyönetim de var. Dönemin
sıkıyönetim kom utanına gidildi, ağabeyim rica etti, gerçekten yolladılar. Öyle
bando m ızıka değil, kıta falan gelm edi, onun istediği gibi, tabutu taşıyacak
kadardı. G eldiler B eşiktaş’taki evden aldılar, Sinan Paşa-yı A tik Caırıii’ne
götürdüler.
Rahm etli babam öyleydi. Onun hikâyesi kitaplarda var.
“Babanıza çok soru sorun”
ER TU Ğ R U L - Önemli olan M üm taz H oca’nın gözündeki hikâyesi...
SOYSAL - Peki sırasıyla gidelim. Bir kere çarkçı, şimdi çarkçı denm iyor,
ayıp oluyorm uş. Gemi m akinaları işletme m ühendisi deniyor şimdi. U zun...
Oysa bunun bir tek adı var. Denizci bir m illette bu eski tabirler unutulm az,
bilakis kalır. Çarkçı dersin, kim se de bileyci-çarkçı zannetm eyecek herhalde,
bunu m uhafaza et değil mi? O nlar ‘engineering’ diyorlar. Çünkü, buhar
m akinesi çıktığı zam an m ühendislik gerekiyorm uş, nitekim babam da,
zannediyorum annesi ya o sırada (üvey kardeş falan olduğuna göre) tekrar
ayrılm ış ya da adam ölm üş de sonradan evlenm iş... Ben onu sorm adım .
Ç ocukken sorulm uyor böyle şeyler, sonra büyüyünce de ayıp oluyor. Benden,
bundan sonraki çocuklara tavsiye. Babanıza m utlaka çok soru sorun, bizim
babam ıza soru sorulm azdı, az konuşurdu. D uyduğum bazı şeyleri sonradan
anlatınca çok da m akbule geçti; bir gem isinin batırılışı nasıl olm uş mesela.
O zam an rakı kadehleri vardı şu kadar (eliyle çaybardağı boyunda, ince,
uzun eski zam an kadehlerini gösteriyor, zam anın İstanbul’unda rakı, bu
kadehlerde sek içilirdi) ondan bir tane içeceği zam an -bazı akşam lar keyfe
gelm işse iki- o zam an konuşurdu.
Konuştuklarından anlıyorum ki, annesinin oğlu olarak kalmış. Yani,
babadan hiç söz etmedi. Demek ki küçükten itibaren öyle. Baba tarafı galiba
Balkan. Bir sürü, kaç dalga gelm iş değil mi? İstanbul’da mı doğm uş, oraya mı
gelm iş? Bir yoksulluk olmuş, fakat ev kalmış.
B eşiktaş’ta bir evim iz vardı, şimdi Tekke sokak. C am inin tekkesi de
varm ış da, onun yanından bir sokak içeriye doğru gidiyordu. Suat Park sinem ası
vardı, onun bahçesine bakıyordu. Kapısı K öyiçi’ndeydi. Yandan çıkıldığı zam an
yan sokaklara oraya çıkılırdı, parktan hemen sonra. B arbaros bulvarı açılırken
oraları yıkıldı. B eşiktaş tram vay deposu onun yakınındaydı. Cam inin
bahçesinden geçince, ana yola çıkıyorduk.
-
42
-
Babam, sıkıntıdan dolayı bedava okum ak için, K asım paşa’daki Tersane-i
A m ire’ye gitmiş, subay olarak m ezun olmuş. Bizim bahriyenin tarihinde var,
ben baktım sonra. Babam ın kayıtlarını da çıkardım.
Sonuç olarak babam, çarkçı, gemi m akinaları işletme m ühendisi şimdiki
adıyla. Çok iyi bilirdi herşeyi, pratik olarak yetişm iş dem ek ki, evde tam irleri,
lehim mehim, hep o yapardı: "Söyle bakalım demirden bu boruyu nasıl
döndürürsün?” Kuvvetle çevirsen çat diye kırılacak,
ben tabii bir şey
diyem iyorum ... İçine kum dolduracaksın -senin de aklında olsun- iki tarafından
ağaç tıpayla tıkayacaksın, O ndan sonra ateşe tutacaksın, kırılm adan eğilecck.
Başka türlü kırılır, içine bir şey koym azsan da kırılır. Bunları anlatırdı, ben de
seyrederdim .
Mühendis olacak kara kedi
ERTUĞRUL - Siz de, kendi tam iratınızı hep kendiniz yaparsınız...
SOYSAL - Ben babam ı seyrederdim ; kara kedi var şimdi evde, ben bir
şey yaparken gelip o beni seyrediyor. Çok m eraklı, ben ona m ühendis olacak
diyorum . Ama o kadar m eraklı ki, aklın alm az, mesela m usluktan su akıyor,
gidiyor, bakıyor. M esela kordon görüyor o kordondan yürüyor, o kordondan ne
geliyor acaba falan diye.
Neyse, ben babam ı o bakım dan severdim , belli ki hayatını kendisi
kazanm ış ve belli ki devlet sayesinde okum uş subay olmuş.
İzzettin
Subay olduktan sonra nerelerde görev yaptığına gelince, galiba birincilikle
bitirm iş. M ezun olduktan sonra padişahın İzzettin yatında başlamış. Ben bunları
hep anlattığından ekleyerek çıkarıyorum , K orfıı’da -sonra baktım doğru olacakya V enizelos’un ya da kralın kızının elini tutm uş, iskele tav asın d a...
İskele tavası dedikleri, lum bar ağzına çıkan m erdiven vardır ya onun
aşağısında; önce küçük tekneden ayak basarsın ona tava derler, tava gibi olduğu
için orada elini tutm uş da, m eşhurm uş “ Bahriyeli O sm an” diye B eşiktaş’ta. Bir
kere bizim ailenin en uzunu, biraz Funda ona çekm iş... Bayağı uzun boylu,
yakışıklıym ış.
Avııillah
O ndan sonra galiba Avııillah korvetine (küçük zırhlı) vermişler. Beyrut
lim anında 1912 Trablus harbi sırasında Şubat ayında A nkara torpidosu ile
birlikte karakol nöbeti sırasında batırılm ışlar. Liman ağzına gelm işler. İtalya ile
savaş halindeyiz, İtalya bizim donanm ayı nerede bulursa batırıyor y a ...
İtalyanlar m eşhurdu, şimdi o biraz kayboldu, benim çocukluğum da öyleydi, en
hızlı destroyerleri İtalyanlar yapardı.
-43-
Hani bizim tepe sınıfı gem iler var ya, C um huriyetin ilk muhripleri
Adatepe, K ocatepe, Tınaztepe, onlar İtalyan yapısıdır. Çünkü en hızlı onlardır,
35 mil falan gidiyorlar.
İtalyanlar o zam an en hızlı üç gem isiyle B eyrut’a liman ağzına gelm işler,
aralarından biri de Garibaldi diye yeni, bizim Yavuz ne ise, onların öyle
saydıkları bir şeymiş. " Teslim olun" dem işler bunlara, teslim olm ayınca
bayrakları çekip güm m diye vurm uşlar. Batm ak üzereyken güç bela kendisini
tekrar limana atmış, lim anın içinde oturm uş. Bende resm i var, pruvası yüzüyor
suyun üstünde.
O rada yaralanm ış ayağından, "yüze yüze çıktık” diye anlattı bana. Demek
ki, limanın içinde açıkta, rıhtıma yanaşam am ışlar, parçalanm adan oraya gelmiş:
"Bizim canımız çıkıyor, Araplar rıhtıma yığılm ışlar seyrediyorlar” diye
anlatırdı.
Yavuz
Ondan sonra Y avuz gelince, A lm anların yanm a Türk subaylar verilir ya,
A lm anlar da fes filan takarlar, Y avuz’a verilm iş. Y avuz’un ilk Türk
çarkçılarından biri.
Bak mesela, ben ona sorm am ışım ; o zam an, ne bileyim “Sivastopol’a
gittin de ne zaman bombaladın" diye sor değil mi; “var miydin orada” d e...
Çünkü, sonradan okuyorum , G oeben’in hatıraları var Fransızca, kum andan
yazmış, şuraya gitm işler, şunu yapm ışlar, bunu yapm ışlar diye. O nları sonradan
öğreniyorum . Babam a sormadım.
Yavuz, aslında işlevleri sınırlı kalm ış bir gemi. Büyük H arp’te R uslar
Z onguldak’ı bom bardım ana geldikleri zam an, Yavuz lim andan çıkınca, hepsi
kaçarm ış, böyle bir dehşet yaratıyor, daha önce de gidip oraları bom baladı ya,
korkup kaçarlarm ış. Böyle bir korku aleti olarak kullanılm ış daha çok, ama
savaşta yaradığı pek bir iş var denemez.
M esela Ç anakkale’de gidip savaşmam ış, bilakis onu bir yere koym uşlar,
hatta bir yerde bir torpil yemiş galiba durduğu yerde, daha sonra İstinye koyuna
saklam ışlar.
ER TUĞRUL - G elibolu (D enizden Saldırı) diye çok hoş bir kitap var,
M arm ara’daki deniz savaşlarını da anlatıyor.”
SO Y SA L- Denizaltıları falan... Sonra biliyorsun, Y avuz’u gemi olarak
kullanm ıyorlar da, bataryalara büyük top lazım oluyor Ç anakkale’de. Y avuz’un
bazı toplarını söküyorlar, oraya götürüyorlar. Demek ki sökülüşünde de
bulunuyor ki. onları söküp Nara diye bir gem iye yüklem işler. Ç anakkale’den
GELİBOLU, Denizden Saldırı, Victor Rudenno, Çev: Dilek Cenkçiler, Ed:
Yard. Doç. Dr. Mithat Atabay. ODTÜ Yayıncılık, 2009, Ankara.
-44 -
sızan İngiliz denizaltısı, yakalıyor bunları, su üstüne çıkıyor, “sizi batıracağız”
diyor. “Biz yolcu gem isiyiz” diyor bunlar aldatm ak için. “Hayır periskopla
gördüm, geminin kıç üstünde Alman subaylarla rakı içiyordunuz” diyor.
O zam an İngiliz centilm enliği var, “gemiyi tahliye edin, batıracağız”
diyorlar. O kitaptan sonra okuyorum . N ara gem isine, denizaltı subaylarından biri
çıkıyor: “İçerisi cephane dolu, batıracağız” deyince, bunlar filikaya binip
çıkm ışlar, yani ölm em işler orada.
O hikâyeyi babam dan da duym uştum , babamı en çok bu etkilemiş,
anlatıyordu, “ bizi kötü topla batırdılar, bizi top atışıyla batırdılar” diyordu.
T orpido harcam am ışlar. M üthiş bir patlam a, batarken kıç üstünden battı diyor.
“Su sıkıştı da patladı ” falan diyorlar, aslında içindeki cephaneler patlamış.*
Alemdar
H arp bittikten sonra İstanbul’a dönüyor. Ondan sonra Alem dar var.
Babam, Alem dar olayında gem iyi İstanbul’dan kaçıranlardan değil, o ayrı bir
ekip. O nlar kaçırıp sonra dağılm ışlar.
Fransızları esir aldıkları o olayda da yok. Aslında bizim kitaplar onu eksik
yazıyor. Biliyorsun biz, ilk barışı Fransızlarla im zaladık. 1921’dir hatta.
İngilizlere kazık atm ışız. İngilizler F ransızlar’a çok kızar. Onlar da onlara kazık
attılar; ona karşılık petrol olan kısmı onlar aldılar. Sykes-Pickot’daki çizgiye
göre H akkari’nin ucundan F ilistin’e çizgi çizilecekti, onun kuzeyi F ransa’nın
o lacaktı... Ö bür taraf İngilizlerin olacaktı. Sonra İngilizler bunu değiştirdi.
Buna yol açan A lem dar gem isinde babam yokmuş. Önce, padişaha teslim
etm ek üzere, Fransızlar A lem dar’ı esir alıyorlar, subayları kam aralara
kilitliyorlar, yanlarında da bir hücum bot geliyor. A lem dar’a da beş tane silahlı
Osman M uhtar’ın gemisi, Nara, 450 tonluk, buharlı bir nakliye gemisiydi,
Gelibolu’ya silah ve mühimmat götürüyordu. M armara’ya sızan İngiliz denizaltılardan
biri olan E 11 tarafından, 24 Mayıs 1915’te (o zamanki teknolojinin izin verdiği ölçülere
göre) 40° 51’ Kuzey, 25° Doğu’da, Tekirdağ açıklarında batırıldı. Denizaltının kaptanı
Kıdemli Yüzbaşı Martin Eric Nasmith, 19 Mayıs-7 Haziran 1915 arasındaki Marmara
seferinden dönüşünde Victoria savaş madalyası’yla, N ara’ya tahrip maddelerini döşeyen
ikinci komutan teğmen D’Oyly-Huglıes, Üstün Hizmet Madalyası’yla ödüllendirildi.
N asm ith’in N ara’nın batırılmasını aktaran denizaltı devriye raporu şöyle bitiyor
(Rudenno, 176):
“Ambarın arka kısım 15 santimlik mermilere doluydu ve bunların üstünde,
üzerinde Knıpp markası yazılı elli kadar büyük metal fişek kasası duruyordu. Tahrip
kalıbı, ambarın arka kısmında geminin yanma yerleştirildi ve 15 santimlik mermiler ve
fişeklerle dolduruldu. Herkes gemiye döndü ve tahrip kalıbı ateşe verildi. Gemi büyiik
bir gürültüyle patladı ve büyük bir alev ve duman bulutu göğe yükseldi. Pruvası havaya
kalktı ve birkaç dakika sonra battı. ”
-
45
-
adam koyuyorlar. Bunlar piş piş piş içeriden kapıları kırıp Fransızları esir
alıyorlar. Aslında tam film lik...
Halbuki gem inin kendisi de yapıldı, E reğli'de, gittin mi sen, gördün mü?
Tıpkısının aynısını yaptılar, Bandırm a g ib i... H atta ondan daha başarılı ama,
gidip adını Latin harfleriyle yazm ışlar A LEM D A R diye, halbuki, eski harfle
yazılm ış olması lazım. A lem dar’ın arkasında bir m üze yapılm ış, bir resim
verdim, asacaklardı...
Fransızlar esir alınanları kurtarm ak için, B ouillon'u gönderirler A nkara’ya
ilk temas. O sebeple geliyor ve A nkara’da buna iyi davranıyorlar. Kuva-yı
M illiye hüküm etinin Batı ile ilk teması. Esirlerin geri verilm esi kararlaştırılıyor
ve onlar da gelm işken, bir dostluk andlaşm ası yapalım diyorlar.*
Babam , o sırada İstanbul’dan kaçıyor, A nkara’daki Kuva-yı M illiye
hüküm eti tarafından A lem der’a tayin ediliyor, ikinci çarkçı olarak, Birinci çarkçı
Adil bey, ikinci çarkçı babam. O da geldi sonradan Z onguldak’a yerleşti.
A lem dar’la asıl yaptıkları, tarihlere baktım , birkaç bahis var. 30
A ğustos’tan sonra Pontus çeteleri azıtıyor, deniz eşkıyalığı yapıyorlar. Korsanlık
gibi, ne kadar M üslüm an T ürk gem isi teknesi bulurlarsa soyuyorlar. A lem dar
onların üstüne yollanıyor, onun da hikâyeleri var, birisi yazmış. Hatta uskurunun
bilmem neresi bozuluyor da, “Osman Efendi tamir e tti” diye yazıyorlar, babam
tam ir etmiş falan.
O sırada A m asra kom utanlığına bağlı Z onguldak lim anına gönderiliyor.
Babam ın annesi de Z onguldak’a gelmiş. İstiklal harbi sırasında getirm iş dem ek
ki...
Anne
Babam ın annesi, annem i görm üş, N üfus M üdürü Ahm et E fendi’nin kızı.
Ahm et Efendi o zam ana göre iyi okum uşlardan biri. Kastamonu lisesi mezunu.
O zam anlar birkaç lise var A nadolu’da y a ... Z onguldak’ta lise yok, ortaokul bile
sonradan olmuş. Zaten Z onguldak diye bir yer yok. Z onguldak biraz büyüyüp
m utasarrıflık olunca, annem in baba tarafı Bartınlı, Bartın nüfus m üdürünü
Z onguldak’a atıyorlar.
ER TUĞRUL - O zam an Bartın daha mı büyük?
*
16 Mayıs 1916’da imzalanan ve her iki tarafın imzacılarının adıyla (İngiltere
adına Sir Mark Sykes, Fransa adına Charles François Georges-Picot) anılan andlaşma.
Sykes-Picot’da Musul, Fransızlara bırakılmıştı.
Mümtaz Soysal, Ankara ile Fransa arasında imzalanan ve İttifak cephesinde ilk
yarılma olan Ankara andlaşmasına varan sürecin, Alem dar’ı esir alan Fransız subayların,
gemiyi tekrar ele geçirerek bu kez Türk subaylar tarafından esir alınmasıyla başlayan
olaylar sonucunda geliştiğini ve Fransızlar, Ankara ile anlaştığı için İngiltere’nin SykesPicot’yu değiştirerek, M usul’u kendisine aldığını söylüyor.
-
46
-
SOYSAL - Tabii, Ereğli’den de büyük idari birim olarak. Am a, köm ür
olunca Zonguldak daha çabuk büyüyor. Harpte, daha önem li oluyor,
bom balanıyor vs.
Annem de 7-8 yaşlarındaym ış harp başladığında. Bitince, 1920’lerdc genç
kız olmuş. Annem i beğeniyor annesi. 1914 ’te bom bardım an olsa, babamla
evlenişi 1921-1922 olabilir, 16-17 yaşında falan evlendiriliyor.
Bababey
Annem in babası, “Bababey" çok esaslı bir adam dı. Arada Farsça, Arapça
patlatır, hatta Fransızca da patlatırdı. Bababey, am a biz çocuk diliyle “B ababii”
derdik, anneannem in kocasına. Asıl baba var, bir de bababii... Babam , ‘bastonlu
b a b a ’ olarak bilinirdi m ahallede. Ç ok şık giyinirm iş babam , bir de bastonu var,
A tatürk’ün dc öyle fotoğrafları var ya; sigara içilecek, bir de baston alınacak,
herkes ö y le...
Z onguldak’ta iki katlı bir ev yaptırm ış. Ahşaptı o zam an Z onguldak’ın
bütün evleri. Büyük bir ev onunki, iki katlı, hatta birkaç yerini kiraya vermiş, bir
de kızına yaptırm ış bir ev, babam la annem orada oturuyorlar.
Bahçeyi hiç unutm am , erik ağaçları filan, orada çok eğlenirdim , kanallar
yapardım , tulum ba vardı.
Annem in babası böyle bir insandı. H arbe gitm em iş, nüfus m üdürü ya,
askere gidecekleri belirliyor. Fakat, şunu anlatırdı mesela B artın’da. Bartın
taburu 300 kişi mi ne gitm iş Ç anakkale’ye, -kaç kişiyse- onlardan kimse
dönm em iş m esela, hepsi şehit olmuş; onları anlatırlardı.
Öyle bir hava içinde büyüm üş, harp filan da görm üşler, babam da gelince
bizim evde tam cum huriyet...
İstiklal madalyası
İstiklal m adalyası vardı bizim evde. Babam ölünce büyük oğula geçti.
A ğabeyim göçünce, aslında benim olm ası gerekiyorm uş, ondan sonra yaşayan
büyük oğula geçm esi gerekirken, ben de bunun kavgasını mı yapacağım ,
ağabeyim in büyük o ğ lu n d a...
Ağabey
ER TUĞRUL - Ağabeyiniz?
SOYSAL - M uzaffer Soysal. O gazeteciydi. Önce Z onguldak’ta yerel
gazeteci olarak başladı, sonra spor basınına geçti. Kırınızı Beyaz , Stat falan
ondan sonra da Son Saat (Cihat B aban’ın gazetesinde) sonra vakt-i zam anında
Milliyet'1te galiba, sonra da Türkiye gazetesinde çalıştı. Siyasi olarak fazla aktif
olm am aya çalıştı. Ü niversiteyi yarıda bırakm ıştı. Ama Z onguldak’ta çok iyi
Fransızca öğrendi, çünkü eskiden Zonguldak yarı yarıya Fransızdı. Fransızca
dersine Fransızlar gelirdi. Edebiyat fakültesini yarıda bıraktı, sonra Fransızcası
-
47
-
olduğu için kültür ataşesi oldu dışarılarda, Brüksel, Paris, sonra öldü, sigaradan
g itti... 70 yaşında gitti. Yahu, bırak şu sigarayı (!)
ER TUGRUL - Olur. 70 fena yaş değil...
Aile
SOYSAL - Babam ın ilk eşinden iki kızı var: A liye Abla, Semira Abla.
Onların annesi, 1. Dünya S avaşı’nda salgınlar olm uş ya İstanbul’da, öyle bir
hastalıktan gitmiş. Birinci kızını okutam am ış, tam büyük harp zamanı annesi
ölmüş. A liye abla, şen şakrak iyi bir kızdı, beraber büyüdük...
Aliye A bla’yı okutam am ış ama Sem ire A bla’yı okutm uş. Önce Kandilli
lisesi, sonra ısrar etmiş, “hukuka gitsin” diye, onu hukukçu yapm ış. Semire
Ablam , Türkiye’nin ilk kadın yargıçlarından. 1939’da savaş başladığında,
B ursa’da hâkimdi. Eşi, N azım U zunhekim ’le H ukuk fakültesinde tanışm ışlar,
ondan sonra evlenm işler, sonra kaym akam lık yapm ış. Cum huriyetin memuru
işte... A ilede biraz deniz m erakı olduğu için, D eniz Nakliyat Genel M üdürü
oldu. Sonra, Hava Y ollan G enel M üdür Yardım cılığı yaptı. O radan emekli oldu.
Satışlar falan ondan sonra, o başında olsa im kânı yok satm azdı. A ilede en
cum huriyetçim iz denem ez ama, hepim iz aşağı yukarı öyleydik.
Sonra kızlardan Selma Abla geliyor. T ürkiye’nin ilk kadın m atem atik
profesörü... Kadın m atem atikçiler var da, ilk kadın m atem atik profesörü o.
İT Ü ’de Cahit A R F ’ın asistanı olarak başlamış. H âlâ yaşıyor 84 yaşında. Yakın
zam ana kadar yazıyordu. C um huriyet kadınları takvim inde resmi çıktı,
m atem atikçi falan diye
4 6 ’da Ü niversiteler Kanunu çıkıyor ya, Cahit Arf, İstanbul
Ü niversitesi’nde kalmış, Selma A bla’yı da İT Ü ’ye yollam ış. O ranın ilk kadın
asistanı “K ara Selm a” olarak biliniyor, esm er olduğu için; bir de Sarı Selma
varmış, karıştırm am ak için öyle derlerm iş. Selma A bla iyi bir m atem atikçiym iş.
Onun kitabını ben yazm ak istiyorum.
Ondan sonra Süheyla Abla (Özcan) var. O da hukuk mezunu. K ıbrısçık’a
tayini çıkm ış, katır sırtında gitmiş, 1950’lerin başı, dayanam adı oraya, 3-6 ay
falan kaldı, sonra İstanbul’a döndü, evlendi, çocukları oldu.
Ben babam ın 6. çocuğuyum. D üşünüyorum da, ne büyük bir şey ... Ön
yüzbaşılıktan emekli bir adam, emekli maaşı ve şirketten aldığı parayla çocuk
okutuyor beş çocuk, hatta altı çocuk, abla da var. Sevindiler tabii parasız yatılı
olunca. M atem atikçi abla da yatılıyı kazanm ıştı. Ortaokul üçüncü sınıfta girmiş,
o da parasız yatılı okudu. İyi öğrenci diye Çapa Kız Ö ğretm en’den K andilli’ye
alm ışlar, İkinci Kandilli m ezunu da o.
Sonra Y ılm az var küçüğüm. O da hukuk mezunu. Deniz N akliyat’ta
m üfettişlik, m üdürlük yaptı.
ER TU G R U L - Vc aynı zam anda B eşiktaş eski divan başkanı.
-
48
-
SOYSAL - Tabii, ben de kongre üyesiyim . Biz Süleym ancıyız (!)
(Gülüyor)
İlk anı: Atatürk ve halılar
ER TU Ğ R U L
H ocam
Z onguldak’tan
İstanbul’a
ne
zam an
nakloluyorsunuz?
SOYSAL - Baba emekli o lunca... Ama her yaz İstanbul’a gelinirdi baba
evine. Tatil olunca, vapurla bazen ikimiz, bazen üçüm üz, bazen dördüm üz. Ama
bütün yaz kalm ak üzere değil.
M esela şeyi hatırlıyorum . A tatürk’ü gördüğüm ü düşünüyorum ben. Biz
bir gün iki abla, daha Yılm az doğm am ıştı, dem ek ki ilkokulun başlarındaydım ,
B eşiktaş’tayız: '‘A tatürkgeçti" falan dediler. Bir araba geçti...
Ama asıl A tatürk’ü iki yaşında görm üşüm . 3 1 ’de Z onguldak’a gelmiş.
Anneannem , bayram lara çok düşkündü, ağlardı hep bayram larda, harp içinde
yaşadığı için herhalde. A tatürk’ün gelişinden, aklım da bir tek şey var. Atatürk
falan yok, caddelere halılar serilmiş. Beni biraz yüksek bir yere oturtuyorlar,
koca caddeye bakıyorum , önüm de rengârenk h alılar... Ö yle kırm ızı tören halısı
falan değil, halk evinden getirm iş halıları. Eskiden öyle karşılanırm ış Atatürk.
Evden halıları getiriyor ve İskele’dcn bilm em ne binasına kadar yol, halkın
getirdiği halılarla kaplı. N e güzeldi. Hani zorla yapılıyor falan diyorlar ama,
aslında insanlar benim sem iş. Hele savaşı bilenler...
M esela harpte Rus bom bardım anı v a r... Sonra Fransız işgali var.
Scnegalli, zebella gibi askerler. Bunları güya M üslüm an asker diye getirmişler.
A nnem in anlattığına göre; kızları kadınları taciz ederlerm iş: ‘‘Sokağa
çıkılm azdı” derdi. Zebella sözü oradan kalmış. Bunları yaşam ışlar. Ondan sonra
da kurtuluş’u gerçekten yaşamışlar.
Bunun için öyle bir cum huriyetçilik vardı. Ondan hatırlıyorum ki, beni
çok etkilem iş, gözüm de A tatürk falan yok, zaten çok küçüğüm ne
hatırlayacağım ki, ama gözüm de hep o halılar var. Hayatım ın o aşam asından
gözlerim in önünde bu var. Beni çok etkilem iştir, A tatürk’ün gelişi. Caddeden
îskele’ye kadar halılar, üstelik Z onguldak’ın her tarafı köm ürdür, buna rağmen,
millet hiç ona bakm am ış halıları döşem iş, ilk hatıram b u ...
ERTU Ğ R U L - Ben de ilk anınız ne diye soracaktım , kendiniz anlattınız.
SOYSAL - G aliba limanda babam karşılam ış A tatürk’ü ... Babam
savaştan sonra emekli olm uş, köm ür işletm esinde, limanda çalışm ış... O zam an
madeni, Fransızlar (B elçikalılar) işletiyor...
Babaevi
SOYSAL - Babam, 1948’de em ekli oldu ve İstanbul’a geldiler. Zaten
baba tarafı İstanbul, kütük İstanbul, yazları çok gidip gelirdik. Söylem iştim ,
gidip gelinen ev, babam ın oturduğu ev, istim lâk oldu. Lütfı K ırdar zam anında mı
-
49
-
ne, İtalyan Prost diye bir m im ar gelm işti harpten sonra, bulvarı o açtırdı.
Barbaros genişleyince, birtakım dükkânlar, evler yıkıldı.
B abam lar İstanbul’a geldiğinde B eşiktaş’taki ev yoktu, kirada geldiler
herhalde. Ben yatılı devam ettim, bir buçuk yıl çünkü. Hafta sonları çıkıyordum.
Babam Beşiktaşlı olduğu için bu defa da oradan bir arsa almıştı. Em ekli
parasıyla iki katlı küçük bir ev yaptırdı, hesaplı hesaplı. Sonra bizlere kaldı. Biz
ne yapacağız? M ahalleli rahat bırakm adı, etrafım ıza apartm anlar çıktı, biz arada
kaldık. Sonuçta herkesin yaptığı gibi bir m üteahhit bulundu. Funda şimdi orada
oturuyor.
Ayşe Öğretmen
ER TUGRUL - İlkokul?
SOYSAL - Birinci yıl öğretm enim iz güzel bir kadındı: C ahide Hanım,
alım lı bir hanım. İkinci yıl A yşe Ö ğretm en geldi. Aslında güzel bir kadın değil,
fakat çok iyi bir öğretm endi. A tatürkçü olduğu belli oluyor. Cum huriyetçi bir
kadın, çok iyi bir hocaydı, çok etkiledi beni, çok m untazam dı. T ebliğler dergisi
okurdu mesela, ona göre eğitim verirdi.
Z onguldak’ın zenginlerinden Taşçılar vardı. O nların kızı Füsun bizim
sınıftaydı. Birinci sınıftaki öğretm enim iz. T aşçılar’ın kızı Füsun var diye sınıfta,
sınıfın iyilerini bir m asaya ayırm ıştı. Beni çok rahatsız etmişti, öbürleri adi
sıralarda oturuyorlar, bir de sınıfın önünde Taşçıların yaptırdığı bir masa var...
ERTUGRUL - Haksızlığa başkaldırı oradan mı başlıyor?
SOYSAL - Beni de oraya oturttular aslında da, çok utanırdım ben.
Sonradan gelen A yşe Ö ğretm en çok eşitlikçi bir öğretm endi, kim seye ayrım
yapm adı. Severdi, beğenirdi beni de, o ayrı hikâye... O rada çok iyi bir eğitim
olm uştu benim için. Belki başka yerlerde o kadar iyi değildi. M esela Avustralya
konusunu okuduk ilkokulda. Sen ilkokuldayken A vustralya konusu okutulur
m uydu? K um havuzunda A vustralya haritası yaptık, gem iler koyduk, onlara yün
yükledik, ihracatı falan, böyle pratik şeyler...
Seçim yaptırdı. G eçenlerde E reğli'ye gittim. Bizden B urhan diye bir
çocuk vardı. Sonra verem den ölmüş. Z onguldak’ta çok verem olurdu. Verem
olunca T K İ’den çıkarm ışlar, onun annesi de beni çok severdi, o anlatm ış.
Tatbikat olm uş sınıfta, öğretm en dem okrasi tatbikatı yapm ış, ben cum hurbaşkanı
seçilmişim, onları anlatm ış. B urhan’ın oğlu karikatürist olmuş, babasına bir
kitap yapm ış, o kitapta var.
Öyle bir ilkokul oldu. Binası da çok iyiydi. N itekim lise yapılınca o bina
ortaokul oldu. Lise oraya gitti. Birinci sınıfta N am ık Kemal, ikinci sınıfta Gazi
İlkokulu, bina değişti yani. Z onguldak iyiydi. O yıllar işte. O fabrika resmi var
ya o y ıl...
ER TU G R U L - Evet sizin yaşasın 2. sanayi program ım ız afişi önündeki
fotoğrafınız.
-
50
-
SOYSAL - Birinci sınıftayken resim, ben 3 6 ’da ilkokula başladım, demek
ki 37 oluyor. 36-37 ders yılı. Z onguldak’ta Atatürk anıtı filan yoktu. Sonradan
bir İnönü anıtı yapıldı. Sen görm üşsündür Parkta duruyordu.
ER TUĞRUL - N iye İnönü anıtı yapıldı?
SOYSAL - İnönü zam anında yapıldı, A tatürk heykeli yapılm adan,
İnönü’nünkü yapıldı. Heykel diye A tatürk anıtı yoktu Z onguldak’ta, biz anıt
diye Uzun M ehm et parkında kocam an bir madenci lam bası dururdu, oraya
çelenk koyardık.
Sultani’ye giriş
ER TUĞRUL - Siz ilkokulu Z onguldak’ta bitirdiniz. Ortaokula da orada
mı başladınız, yoksa doğrudan G alatasaray’da mı?
SOYSAL - O rta l ’e Z onguldak’ta başladım . O zam an sonuçlar çok geç
gelirdi. A ralık’ta mı ne geldi; biz vapurla üç günde gittik İstanbul’a.
ER TUĞRUL - Çok deniz vardı herhalde?
SOYSAL - D eniz vardı, Anafarta vapuruyla gittik, küçük, Cide postası
gider ya. G alatasaray’ı kazanınca üç günde gittik. Ona ayrı bir kitap yazarız,
K aradeniz fırtınalarıyla.
Demek ki Aralık başında falan belli oldu G alatasaray. Okulda Pazartesi
töreni olur, m üdür konuşur ya; m üdürün yanında çıktım, işte “arkadaşınız
Sultani’y i kazandı” bilmem ne. O sm an Faruk D erim er diye, sonradan m üsteşar
oldu.
Bir arm atör yaptırm ıştı okulu. Arm atörse gem ileri değil, m otorları var.
Z onguldak’ta millet okum aya hevesli. Fransızlar gitmişti. Yoksa, hocalık
yaparlardı ve ben de Fransızca alırdım am a yoktu. Alm anca başladık.
ERTUĞRUL - Ben de biraz A lm ancanız var, nereden geliyor diyordum ?
SOYSAL - Üç ay falan okunan A lm ancadan k alm a... Sözlük olduktan
sonra rahat okuyorum , dinlerken kelim eleri seçebiliyorum , am a bilmediğim
kelim e çok. O radan kalma.
G alatasaray’a gittik. Y etiştirici okuduk. 1 yıl aşağıda, şimdi üniversite
olan binada. 7 yıl yukarıda, o zaman da 4 yıldı lise. 8 yıl okudum. Fransızca
oradan, bir dc ikinci dil olarak İngilizce vardı.
ERTU Ğ R U L - Siz İtalyancayı da G alatasaray’dayken mi öğrendiniz?
SOYSAL - N e zam an öğrendim ? M ülkiye’ye gelm iştim de, bir ara yazın
İtalyan K ültür’e gittim. “Parler en chantant” derler ya, şarkı söyleyecek kadar.
Bir kere, İtalyanca çok kolay, dinlerken anlıyorum , yazı hiç problem değil,
yazm asına yazarım da. Hatta bir ara İtalyanca basın toplantısı da yaptım.
ERTUĞRUL - Ne zam an?
SOYSAL - A po kaçtı İtalya’ya gitti. Karayalçın, Dışişleri kom isyon
başkanı, ben de kom isyon üyesiyim. Bir vesileyle İtalya’da bir toplantıya gittim.
Karayalçın da o toplantıya geldi. İkimiz de o sırada orada olduk. Ben
-51 -
büyükelçilikte kalıyordum , İnal B atu’nun evinde. K arayalçın nerede kalıyordu
bilm iyorum ama, Apo gelince, V iyana’ya, bir yere gitti, R om a’dan uzaklaştı.
Kala kala ben kaldım. İnal Batu var. Yaz zamanıydı galiba. İtalyanca bilenler de
izindeym iş, elçilikte İtalyanca bilen yok. Gazeteciler sardı. Bir şeyler söylem ek
gerekir. Büyükelçi de bilmiyor. “Eee, ben yapayım bildiğim kadarıyla bari"
dedim.
Ben basın toplantısı yaptım , anlattım , ne nedir. O sırada İtalyanlar
çekiyor, m eğer bizim kam eralar da çekmiş. Tabii, Türkiye de olayları çok
yakından izliyor. Defne çok gülm üş o gün: “Baba utanmıyor m usun” dedi.
“Kızım ne yapayım dilimin döndüğü kadar. " Böyle İtalyanca bir basın toplantısı
dahi yaptık.
Bir tane de beyanat verdim. O zam an M illiyet' in İzm ir caddesindeki
bürosundaydık. Corriera de/la Sera, İtalyanların en ciddi gazetesinden biri
gelmiş, herhalde o İngilizce Fransızca bilm iyordu, İtalyanca beyanat verdim.
M ülkiye’de İtalyanca bir kitap geçti elime. Benim “ A nayasaya G iriş”
kitabının adı da oradan gelme. “ Introduzione alla C ostituzione” biraz vulgarize
bir anayasa giriş kitabı. M ülkiye’nin kütüphanesinde, onu gayet rahat
okuyordum . Hukukta hele, birçok kelim e Latince kökenli olduğu için.
“Batı’ya açılan pencere”
ER TUĞRUL - G alatasaray?
SOYSAL - G alatasaray’a genellikle “ T ürkiye’nin B atı’ya açılan
penceresi” derler. Batı söz konusu olunca ya pencereden ya köprüden söz edilir
zaten.
(Karşılıklı gülüşm eler.)
Yanlış mı? Aslında konu ya da sorun T ürk toplununum çağdaşlaşm asıdır.
Buna hep yanlış adlar takılır, A vrupalılaşm ak, batılılaşm ak diye, M ustafa
K em al’in sözü “çağdaş uygarlık”tır, hatta seviyesine değil -o da yanlış kullanılıronun üstüne çıkmaktır. Çünkü o zam an Türkiye C um huriyeti’nin iddiası büyük
bir iddiadır, dünya çapında bir iddiadır.
O bakım dan, GalatasaraylIlar çoğunlukla “A vrupa’y a girilsin’’ diye
çırpınm aktan yanadırlar. Ben A vrupa’ya girilsin diye çırpınm aktan yana
değilim. A vrupa’ya küsüp sırtım ızı çevirm ek gerektiğini de iddia etm iyorum . O
bizim ilişkide bulunacağım ız, belki de en rahat ilişkide bulunacağım ız bir
camiayı tem sil eder.
Bizim o konuda genel yaklaşım ım ız da yanlıştır. Bu konuyu işleyenler,
T ürkiye’nin A B ’ye girm esinin onlar için ne kadar yararlı olacağını söyleyerek,
onların yararı açısından işlerler. Oysa, eğer bunda bir yarar m eselesi söz
konusuysa, bizim en çok ticaret yaptığım ız yer olduğu için, o bakım dan bir
yararı olur. Ama, onu zaten başka türlü halletm ek de m üm kündür. Onun dışında
uygarca bir ilişkiye girm ek gerekir.
-52-
Sırası gelm işken o konudaki bakışım ı da söyleyeyim . “Karşıyız, çi'mkii
onurla oynuyor, onurlu olursa gireriz" diye söyleniyor. Tabii yanlış değildir,
tabii ki onurlu olm ası gerekir, onursuzlaştığı zam an tabii ki koparılm ası gerekir.
Ama onun ötesinde bir alışveriş çerçevesidir, birtakım doğru ve iyi kullanılırsa
yararlı olabilecek yönleri özellikle eğitim alanında ERASM US vb. gibi, o çeşit
öğretim e ilişkin yararları vardır. Çünkü bizim toplum um uzun Batı dillerini iyi
öğrenm esi gerekir.
Onun dışında, bu, bizim çağdaşlaşm a hedefim iz açısından ölçülmelidir.
A vrupa’nın bazen çağdaş sayılm ayacak davranışları da oluyor, onlara karşı
çıkm ak gerekir.
ER TUĞRUL - İçine daha fazla girince daha mı çok görüyorsunuz bunları,
fikir daha çok mu netleşiyor? Sizinki daha çok görerek...
SOYSAL - Görerek, yaşayarak
ER TUĞRUL - Bunu biraz açsanız?
SOYSAL - O rada yaklaşım hep şöyle; “Türkiye azgelişmiş bir ülkedir,
onlara hep yol göstermek gerekir. ” Kriterleri de, A vrupa’nın kriterleri, “bunlara
uydukları sürece çağdaştırlar, uymadıkları zaman da çağdaş değildirler"
diyorlarsa da, kendilerinin kriterleri, bu kriterlerden de farklıdır.
G alatasaray’ın bence önem li olan kısmı, açılan pencere falan değil, bir dil
kazandırm ış olm asıdır, Batı dillerinin önem ini gösterm iş olmasıdır.
Artık pek öyle değil am a, T ürkiye’nin Dışişleri uzun bir süre, daha çok
G alatasaray ve daha sonra M ülkiye gibi iki halkası olan bir zincirden oluştu. Bu
bakım dan da Türk D ışişleri’nin de kendisine özgü bir havası vardır -vardı, şimdi
gitti o da aslında- ve C um huriyet’in belli bir dönem inde de bunun etkisi
olm uştur. G alatasaray’dan yetişenler daha bağım sızlıkçı oldular.
Sultani - Mülkiye
ERTUĞRUL - S ultani’nin verdiği bakış açısı, bir tür M ülkiye midir,
yoksa daha Batıcı gibi mi? Bazı yabancı okullar gibi daha yukarıdan mı bakar
T ürkiye’ye?
SOYSAL - O nlar daha dışarıdan bakarlar, G alatasaray içeriden bakar.
G alatasaray aynı zam anda sultani m ektebi olduğu için O sm anlı’dan bir kopuşu
da ifade etmez. Aynı Türklüğün üzerine başka bir şey daha eklemek am acını
gütm üştür. Daha, Tevfik Fikretçi’dir.
Tevfık Fikret de yanış anlaşılır T ürkiye’de, yanlış sunulur. Hep M ehm et
A k if in karşıtı gibi sunulur. Onunla karşılaştırılacak bir durum yoktur. Mehmet
A k if te din unsuru ağır basar; Tevfik F ikret’te ulus ve beşeriyet, yani insanlık
unsuru ağır basar. N itekim M ustafa K em al’in en beğendiği ve esinlendiği Türk
şairi odur.
M ülkiye, -başlangıçta bir ilgisi olm am akla beraber- bir anlam da
G alatasaray düşüncesinin daha da yerlileştirilm esidir, daha ulusallaştırılm asıdır.
-
53
-
O bakım dan ben G alatasaray’dan sonra M ülkiye’ye gelince bir çelişki
hissetm edim.
ER TUĞRUL - G alatasaray zor bir okul muydu?
SOYSAL - Zordu, çünkü yabancı dilde eğitim veriyordu, -bizim
sistem im iz hep öyle olageldi- tarih, coğrafya, ulusa ilişkin kültür dersleri Türkçe,
diğerleri Fransızca. Zorluğu ondan, yalnız cebir, geom etri falan değil, biyoloji,
felsefe de Fransızca okunuyordu.
G alatasaray’ın bir zorluğu da disiplinli bir okul olm asıydı. Yatılı okul
bakım ından, M ülkiye’nin ‘okul’ dönem ine (SBO ) benzer bir tarafı vardı. Ben
onu da okudum. G irdiğim de Siyasal B ilgiler’e, Siyasal Bilgiler Okulu idi. Her
gece serbest değildi. Haftada üç gece galiba, 23.00’e kadar dışarıda kalınıyordu.
D iğer günler 20.30’da gelm ek gerekiyordu. Akşam yem ekleri orada yeniyordu.
G ece bir işiniz varsa, izin alıyordunuz vs. Sıkı disiplini olan bir okuldu.
ERTUĞRUL - Kitaplar?
SOYSAL - Fransızca kitaplar zor bulunurdu zaten, bulunduğu zam an da
çok pahalı olurdu. Y üksek K aldırım ’dan gidip alınırdı. Bak, o çok iyi bir şeydi.
T ürkiye’de şimdi böyle şeyler yapılm ıyor galiba. Her sene parasız yatılılara
bütün Fransızca kitaplar verilirdi. Ders yılı sonunda onu aynen iade ederdik.
Ü zerine yazı falan da yazılm azdı. Y ıllardır okunan kitaplardı. Bazıları beni çok
etkilediği için, birkaç tanesini bende olsun diye yıllar sonra parayla gidip aldım.
Öyle bir okuldu yani G alatasaray ve ben çok m em nun kaldım.
Parasız yatılılık
(Bu satırların yazarı da orta ve liseyi parasız yatılı okuduğu için söyleşinin
bu bölüm ünün ortak bir ruh hali içinde karşılıklı gülüşm elerle yapıldığını yatılı
okuyanlar kolaylıkla anlayabilir.)
ER TUĞRUL - Sabah etütleriniz var mıydı G alatasaray’da, sabah kaçta
kalkardınız?
SOYSAL - 6 .0 0 ’da yandaki Katolik kilisesinin çanları çalardı, (gülüyor)
onunla birlikte kalk zili çalardı, 6.30’a kadar hazırlanıp etüde inerdik. 7.30’a
kadar sabah etüdü vardı. O ndan sonra kahvaltı, ardından 5 saat ders, o zaman
T ürkiye’de bütün liselerde öyleydi. Ö ğle yem eğine kadar -ki 13.00’te yeniyordu
galiba- ondan sonra teneffüs.
Ö ğleden sonra 14.30’dan 16.00’ya kadar, 17.00’den 19.00’a kadar, akşam
19.30’dan 21.00’e kadar etiid vardı. Etüdler derslerin bir buçuk katıydı
neredeyse...
ER TU Ğ R U L - Dışarıya çıkış?
SOYSAL - H afta içi yasaktı
ER TU Ğ R U L - Tüm üyle mi?
SOYSAL - Evet, özel izin alm ak gerekirdi. Diyelim ki dişçiye gideceksen
ya da doktora, izin alınırdı.
-
54
-
Pazar gecesi 19.00’da girilirdi. O zam anlar Cum artesi de ders vardı,
13.00’e kadar ders yapılırdı. Yem ekten sonra evciler evlerine giderlerdi. Ben
daimi bekâr denen kategoride...
ERTUĞUL -D a im i...?
SOYSAL - Daimi bekârlar, hafta sonlan da eve çıkm ayanlar. Ailem
Z onguldak’ta olduğu için son sınıfa kadar öyle. A ilem geldikten sonra da devam
ettirdim. Hafta sonları eve çıkm azdım . Dolayısıyla Cum artesi günü öğlen çıkılır,
akşam 19.00’da gelinirdi. Pazar günü de kahvaltıdan sonra çıkılır, 19.00’da
girilirdi. Öğlen serbest. Bir öğle yemeği için sadece Pazarları imkân vardı. Biz
daimi bekârlara evlerden az para geldiği için, fazla harcayacak param ız da
olmazdı.
ER TUĞRUL - Sınıflar?
SOYSAL - G alatasaray’da genellikle dört, sonuna doğru da 3 şube olurdu.
Sınıflar küçüktü 40-45 kişilik. O zam ana göre küçük sayılır.
ER TUĞRUL - K abataş’la filan kıyaslarsanız hele...
SOYSAL - 70’ler v s.’ydi onlar. Onlarla kıyasladığınızda küçüktü. O
bakım dan iyi dersler oluyordu. Laboratuarlar, donanım iyi. Kütüphane, belki
Türkiye’nin en güzel kütüphanelerinden, özellikle Fransızca açısından, serbestçe
gidilirdi. 17.00-19.00 etüdünde kütüphaneye gidebilirdiniz. Ama 17.00-19.00
etüdünde sınıfta rom an okum ak yoktu. Ders çalışılırdı. 19.30-21.00 etüdünde
rom an okursun, dergi de okunurdu; her şeyin bir disiplini vardı.
ER TUĞRUL - Günceli izleyebiliyor m uydunuz?
SOYSAL - G azete alınabilirdi, öyle fazla bir kontrol olmazdı.
ER TU Ğ R U L - Siz öğrenciyken siyaset var mıydı lisede?
SOYSAL - Lisede pek hissedilm ezdi. O zam an doğru dürüst siyaset
yoktu, tek parti dönem iydi zaten. Ancak, 1946’da çok partililik başladı. 1949'da
da ben mezun oldum oradan.
Ama, genellikle Fransız hocalar dolayısıyla ideolojik bir açıklık vardı,
cum huriyetçilik özellikle. Ama, hiç padişahçılık diye bir akım olm adı. Halbuki
Sultani olduğuna göre öyle bir akını olm ası gerekirdi. O sm anlıcılık diye bir şey
de olm adı. C um huriyetçi bir yer, ama disiplinli bir yer. A tatürk zaten iki kere
gidip gelm iş alafrangalık dolayısıyla...
1941 ’de girdim. Büyük bölüm ü savaş zam anına rastladığı için Fransız
hocaların bir kısmı de G aulle’cü hareketin m ensuplarıydı. Bir kısmı M usevi
olduğu için kaçm ıştı, bir kısmı da A vrupa’daki M usevilerden iyi Fransızca
bilenlerdi. M esela fizik hocası, kim yacı, fen derslerini daha çok A lm anya ya da
Avusturya v b .’den gelm iş insanlar Fransızca olarak verirlerdi. Harp içinde,
G alatasaray’da hocalar iyi hocalardı.
O bakım dan N azizm e karşı da G alatasaray’ın daima bir tepkisi olmuştur.
Bir ara G alatasaray’da Turancılar türedi. Türkçülüğün ağır bastığı bir dönem
oldu. Alm an üstünlüğü varken, İstanbul’da öyle bir hareket vardı. Turancılık
-55-
hareketinin sanki uzantısı olan, muallim muavini dediğim iz, son sınıfta olup da
etütlerde belleticilik yapanlar. Türkçü hocalar, bize rastlam adı, onlar hep A
şubesine giderdi, B ’ye gelenler biraz daha soldan, hep solcu hocalarla okuduk.
Okuya okuya tam solcu olduk, ama başım a bir şey gelm edi lisedeyken,
ER TUĞRUL - Sizin bunca yıllık hayatınızda G alatasaraylılık pek öne
çıkm az da, onun için o dönem e dair daha fazla soruyorum . Hatta, çoğu sizin
G alatasaray’da okuduğunuzu bilmez.
SOYSAL - Bizim kültürüm üz Beşiktaşlı olduğu için, çocukluğum da da
yazları İstanbul’a gidip geldiğim den B eşiktaş’ı tutarım da onun için.
Kara kartal
ER TU Ğ R U L - B eşiktaş’ın ilk maçını ne zam an seyrettiniz ya da ezbere
saydığınız bir B eşiktaş 11 ’i var mı?
SOYSAL - Tabii tabii. 5 m eşhur forvetin bulunduğu kadroyu sayarım. O
zaman öyle sayılırdı. Kaleci, iki bek, üç haf, beş de forvet sayılırdı
ER TU Ğ R U L - 2-3-5
SOYSAL - Beşli forvet: ortada Kemal, sol iç Şeref, Şükrü sol açık, sağ
açık Süleym an...
Hafta Çengel Hüseyin, bekte H risto vardı, kaleci M ehm et Ali miydi
“kova”?
ER TU Ğ R U L - Kaptan Baba Hakkı herhalde
SOYSAL - K aptan Hakkı, sopayla idare ederdi.
ER TU Ğ R U L - Şeref stadı?
SOYSAL - M açlar Ş eref stadında. A m cam -acaba kulüpte de mi
görevliydi- kapıdan beni bedava sokardı. Bizim aileden değil am a yakın
kom şularım ız arasında B eşiktaş’ın m uhasebecisi vardı, Hakkı Bey diye...
Beşiktaş zaten semt kulübü. Fenerbahçe’den de çok daha semt,
G alatasaray’dan da ve hâlâ da öyle. B eşiktaş’ta m ahalle ruhu vardı. Semt kulübü
olduğu için hep takım dan söz edilirdi, herkes B eşiktaşlıydı, konuşm alar falan,
ben de Beşiktaşlı oldum.
ERTUĞRUL - G alatasaray’a gitm eden önce?
SOYSAL - Tabii, okula gidince bir defa hatırlıyorum , herkes
GalatasaraylI neredeyse. Sınıfta bir Fiyaka Y ılm az vardı, o Fenerliydi. Bir tane
daha vardı galiba o da evi K adıköy’de olduğu için. Bir iki Fenerli vardı.
Beşiktaşlı olarak Arabacı İlhan vardı. A rabacı İlhan, İlhan E vliyaoğlu.’
O nunla ikimiz Beşiktaşlıydık. Başka da Beşiktaşlı yoktu.
*
Galatasaray’dan sonra Mülkiye’yi bitiren İlhan Evliyaoğlu, Turizm ve Tanıtma
Bakanlığı Müsteşarlığı, Sadi Irmak (17 Kasım 1974- 31 Mart 1975) ve Bülent Ulusu
-56-
Onun için m açlarda o hafta B eşiktaş yenilm işse, m üm kün olduğu kadar
yedide yem eği yiyip ortadan kaybolm ak gerekirdi
(Karşılıklı kahkahalar.)
Galatasaray’da bir Beşiktaşlı
SOYSAL - Ç ok güzel bir rıhtım ı vardı G alatasaray’ın. Üç gün o rıhtımda
gidip geldim ; “ne yapacağız şim d i” diye, “Beşiktaş’tan vaz mı geçeceğiz”,
şartm ış gibi çünkü. G alatasaray’ın üniform ası da vardı. Üniform ayı yatılı
öğrencilere vermediler. Parasız yatılılara elbise dikilirdi her sene. Bordo rengiydi
galiba.
G alatasaray üniform ası vardır: Açık kurşunî pantolon, mavi kadife ceket.
Burasında da (yaka cebini işaret ediyor) G alatasaray arm ası var... Evcilerin hepsi
öyle gelirdi. Ondan bende yoktu. Aile de Beşiktaşlı zaten.
ER TUĞRUL - V erm ediler de mi yoktu. Siz mi takm adınız?
SOYSAL - V erm ediler, parasız yatılılara. Demek ki devlet öyle istiyordu,
terzi gelirdi, ölçü alırdı dikerdi.
ER TU Ğ R U L - Kasket?
SOYSAL - Kasket, bütün T ürkiye’de vardı da, G alatasaray’da yoktu
galiba, hatırlam ıyorum . Biz zaten yatılı okuduğum uz, sokağa da çıkm adığım ız
için hatırlam ıyorum . Çünkü yaşam adım ben kasket...
Y alnız o rıhtım da öyle gidip geldiğim i gayet iyi hatırlıyorum . Ülgen diye
bir çocuk vardı. O da benim le gidip geliyordu. Uğraştı beni GalatasaraylI
yapm ak için. Y alanlar da attıydı, K adıköy cam iinin alem leri altındandı falan
dedi, olabilir mi? Evci dediklerim de Kadıköylü oldukları için Fenerliydiler...
N itekim St. Joseph’e gidenler olurdu.
ER TUĞRUL - Y ürüdünüz yürüdünüz...
SOYSAL - D üşünüyorum ne yapacağız diye. Sonuçta karar verdim
B eşiktaş’ta kalayım.
Eskiden daha sert davranırlarm ış GalatasaraylI olm ayana, Bizde hiçbir
zam an öyle olm adı. Hatta m eşhur Ulvi Yenal vardır, onunla sonradan
G alatasaray’da bir toplantıda bir araya geldik de bir yerde söz aldı ve “bu
Mümtaz Soysal 7 döven olmadı mı diye" takıldı. Benim zam anım da GalatasaraylI
değildir diye dövülen olm adı, am a eskiden olurm uş galiba, M uhsin Hoca, m üdür
m uavinlerinden biri aynı zam anda, kulübün yönetim kurulundaydı. Kulübün
müzesi de lisedeydi.
hükümetlerinde (20 Eylül 1980- 10 Aralık 1981) Turizm ve Tanıtma (10 Aralık 1981-13
Aralık 1983) ile Kültür ve Turizm Bakanlığı yaptı.
-57-
Her yıl iftihar
ER TU Ğ R U L - Peki okulda spor, m üzik, resim başka şeyler yaptınız mı?
SOYSAL - Yok yapm azdım , bana "gir, ders ça lış ” derlerdi.
ERTUĞRUL - Niye, çok mu inektiniz?
SOYSAL - Eskiden okulda iftihar listeleri vardı ya, G alatasaray’da her
şubeden iftihara geçilm ezdi. Kaç şube varsa -üç, dört - onlar içinde birinci olm ak
gerekirdi. Birinci ve İkinciler iftihar listesine girerdi.
B, daimi bekârlar sınıfı olurdu. A gündüzlüler, C de karışıklar. Bir ara bir
iki tane gündüzlü gelip gitti, onun dışında bizim şubede yoktu. A ’da iki üç tane.
Kural yatılılıktı, gündüzlü azdı... Bizim şubeyi ben temsil ediyor gibiydim,
benim birinci olm am isteniyordu sınıfta, onun için Yahudi yarış atı gibi...
(Gülüyor)
Solfej falan yapardım am a ses mes kötü. Halbuki çok iyi hocalar vardı
m üzikte. M eşhur M uhittin Sadak mesela, viyolonselist, o m üzik hocamızdı.
M üzikten bana pek parlak not vermezdi. 5 ya da 7 filan. H ocaya gidip benim
adıma yalvarıyorlardı; "Hocam, iftihar listesine geçecek" d iy e ...
ER TUĞRUL - (Şaşkınlıkla) Her sene geçtiniz mi yani iftihar listesine?
SOYSAL - (U tanarak) Geçtim.
ER TUĞRUL - (Hâlâ inanam am ış bir biçim de) H er sen e ... Gittiğinizden
itibaren bütün yıllar?
SOYSAL - Evet. İstisnasız her sene geçtim Bir tane de saatim var. O
zaman bir altın saat verilirdi. Ama, 1949’da, M iilkiye’ye başlam ıştım , törene
gidem edim . Babam la kardeşim gitmiş, babam aldı. Onun üzerine, tek
m ektubunu yolladı. "Oğlum" falan diye. Ç ok hoşuna gitmiş. İyi bir mektup
yazmış.
Sultani’ye gidiyor düşün, B eşiktaş’tan K asım paşa’ya yürüyerek giden
adam, Sultani’ye gelip oğlunun altın saatini alıyor.
Galatasaray’da ilk kadın hoca
ERTUĞRUL - Sizin dönem inizde G alatasaray’da kız öğrenci yok
herhalde?
SOYSAL - Yoktu. Tam m anastır. Kız da yoktu, kadın hoca da yoktu. Son
sınıftayken 12. sınıfta kadın hoca gelecek dediler. Tarih hocası. Sağlık bakanının
kardeşiymiş. K adın hoca gelecek diye, daimi bekâr sınıfında tıraşlar olundu.
(K arşılıklı g ü lü şm eler)
Hazırlıklar yapıldı. Çıka çıka em ekliliğini doldurm uş 70 yaşında bir kadın
geldi, 70 olmasa bile en azından 65 yaşlarında bir kadın geldi...
(Karşılıklı kahkahalar)
-58-
İyi bir tarihçiydi belli ki. Ondan önce kadın hoca yoktu. Şimdi, m üdür bile
kadın.*
Denizci mi, hariciyeci mi?
ER TU Ğ R U L - Siz önce denizci olm ak istiyorsunuz ama göz num arası
nedeniyle gidem iyorsunuz sanırım ?
SOYSAL - Doğrudur. Daha çok babam istemedi denizci olmamı, çünkü o
çok çekmişti. Aile daha iyi bir şey olm am ı isterdi, Sultani’ye gitmişken.
Ü çüncü dereceden başlayacaktık, üstelik ben ticaret gem ilerine gitm ek
istiyordum. B ahriye’yi isteseydim belki babam “g i t ” derdi am a, bana. “oğlum
sen gemide geçinemezsin ” dedi. K arakter olarak. Kendisi dc bulunm uş görm üş,
özellikle ticaret gem ilerinde her çeşit adam bulunuyor. Hariciyeci olm am falan
bekleniyordu.
ERTUĞRUL - D enizcilik okulu için göz num arası şartı gerçekten var
m ıydı?
SOYSAL - Evet, o belliydi. Son sınıfta canım kaptan olm ayı tekrar istedi.
Çünkü, bizden birkaç çocuk N orveç’e gitti, bizden bir sın ıf yukarıda. N orveç’in
denizci yetiştirm e şekli öyledir. Önce tayfa olarak giriyorsun, sonra okuyorsun
kaptanlığı falan, yani her şeyinden geçiyorsun. -Geçen gün rastladım birineO nlara heves ettim, ben de kaptan olm aya kalkıştım, ama sonra öğrendim k i...
Lisede gözlük takm ıyordum . Ama, gözlerim bozulm uştu. N eden
bozulmuşftı dersen, bir kere savaş zam anlarında İstanbul’da bütün pencereler
m avi kağıtlarla kaplanm ıştı. Karartm a vardı. O zam an 21.00’de yatakhaneye
çıkılırdı, 21.30’da herkes yatağa girm ek zorunda. Sönük bir ışık. Ben dc o sönük
ışıkta okum aya çalışırdım : M onte Cristo falan. G özüm bozulm uş ama farkına
varm adım , sonra kötü görm eye başlayınca doktora gittik, 1,5 m iyopiden
başladım , halbuki 0 ,7 5 ’in üzerindekini sınava bile alm azlarm ış, m uayenede
0 ,7 5 ’in üzerinde isen geri çevirirlerm iş. B abam da istemediği için, başvurm adan
vazgeçtik. Eniştelerden birinin de Deniz N akliyat’la bağlantısı var. Sanki, ben
gidersem aldırm ayacak gibi havalar esti.
Yatılılık bağımsızlıktır
ER TU Ğ R U L - Siyasal Bilgiler O kulu’na g iriş...
SOYSAL - Bir kere yatılı olması. Hani abla parasız yatılı gitti ya, hani
ben de parasız yatılı gittim ya; aileye yük olm am ak. A blam da da vardı, bende de
Galatasaray Lisesi’ne ilk kez 1965’te kız öğrenci alındı. 24 Ekim 2007’dc
okulun müdireliğine (asaleten) atanan Meral MERCAN, Sultani’ye giren ilk 9 kız
öğrenciden biriydi.
-
59
-
vardı, bu bir. İkincisi daha bağım sız olm ak aslında, ev sistem i yerine, daha
bağımsız.
ER TUĞRUL - Yatılılık bağım sızlıktır, ben de öyleydim , ailem in yanma
gitmedim.
SOYSAL - Sen de mi parasız yatılı okudun? Yatılılık bağım sızlık
dem ektir aslında, ne kadar sıkı disiplin olursa olsun, kendin ve dünya ile karşı
karşıya kalıyorsun.
ER TU Ğ R U L - Evet, kendin ve hayat.
SOYSAL - O nun psikolojisini anlatm am a gerek yok
ER TU Ğ R U L - Gene de anlatın, bizden başkaları da bilse iyi olur hocam.
Adam olmak için
SOYSAL - Bana sorarsan adam olm ak için, ya hapse gireceksin, ya askere
gideceksin ya da parasız yatılı okuyacaksın... Üçü birden olursa...
ER TU Ğ R U L - Sizde üçü birden var.
(Karşılıklı kahkahalar)
SOYSAL - Hay A llah ... Ben, bir de, üç çete m ensubuyum . M ülkiye
çetesi, G alatasaray çetesi, Beşiktaş çetesi.
(Gülm eye devam .)
ER TUĞRUL - Siyasal’a girişte kalm ıştık hocam.
SOYSAL - M ülkiye bir çete... Aslında giderek zayıflatılıyor, M ülkiyeliler
B irliği’nde de hissediyorum onu.
ERTUĞRUL - M ülkiye cuntası devam ediyor am a, kırm ak için çok
çalışılıyor.
SOYSAL - Bütün iktidarlar...
ER TUĞRUL - Bütün iktidarlar ve diğer üniversiteler. Bütün fakülteler
hatta... M ülkiye çetesine sınavla mı girdiniz?
SOYSAL - O zam an zaten yatılı okul, deniz ticaret vardı, o zam anki
adıyla; sonra Y üksek D enizcilik Okulu oldu. M ühendis m ektebine sınavla
giriliyordu am a, yatılısı yoktu bildiğim kadarıyla. İki yatılıdan birini kafam a
koym uştum. D enizciliğe girm ek istem em dc biraz o düşünceden. Bir de yan
yana kurululardı, G alatasaray ile D enizcilik... Yatılı olarak bir de Siyasal
Bilgiler vardı.
Mülkiye binası
ER TUĞRUL - O dönem deki okulu biraz anlatır mısınız?
SOYSAL - Bizim öğrenciliğim izde yapısı değişikti m ülkiyenin. Bir kere
dışarıdaki m erdivenler yoktu. K apıdan girerdin, şimdi dört köşe, o zam an
yuvarlak sütunluydu. Sütunlu salon diye bilinirdi. O giriş kapısından ikinci kata,
iki taraftan, iki m erdivenle çıkılırdı. Giriş güzeldi. Büyük amfi, o kısım lar yoktu.
-
60
-
Yan binada, şimdi bir kütüphaneye, bir de büyük am fiye giden salon var
ya, oranın hocalar ve öğrenciler kısm ıyla tek ilgisi yatakhane ve yem ekhane idi.
Alt kattan caddeye doğru dönersen yüzünü, solda asıl büyük yem ekhane
vardı. Birinci sınıfta oraya girdik. Bir de m erdivenden inince oradan sokağa
çıkılırdı, büyükçe bir çıkış.
Fakülte olunca, bir kere oradan başladı M ülkiye’nin bozulm ası. Çünkü
M ülkiye’de (O kul’ken) yem ekler orada yenirdi öğlen akşam. Yatılı y a ... O
kısm ın alt katı da yatakhaneydi, üst katı da yatakhaneydi..
Sınıfa göre değişirdi yatakhane, alt katta mı başladık ne? Alt katta
yatakhaneden başladık, sonra üste çıktık. Hepsi büyük yatakhanelerdi.
G alatasaray’dakiler de öyleydi, büyük yatakhaneler vardı 100 kişilik falan en üst
katta. Eski yatılı okullarda küçük oda pek itibarlı değildi. Belki de daha
ekonom ik oluyordu. M ülkiye’de de öyleydi. Alt kattan kafeteryaya doğru
giderken, orada büyük bir kapı vardı. O kapı gündüzlülerle derslikler ve hocalar
kısmı ayrılır, yatılıları ayırırdı.
Bazı hocaların odaları vardı. Lojm an gibi. M esela Bahri S avcı’nın orada
odası vardı. Kapının dışındaydı sigortalan, biz hep sigortalarını gevşetirdik,
hocaların. O rada dolaplar falan vardı, yani yatılı okul havası vardı.
Sonra caddeye paralel giden sokakta bir çıkış kapısı vardı. Yatılı kısm ın
giriş-çıkış kapısı orasıydı.
ER TU Ğ R U L - O zam an büyük am fi yok. Bizim zam anım ızda altta bir
kapı vardı ana caddeye çıkan o mu?
SOYSAL - O da sonradan. Şimdi öyle bir kapı yok. O nlar hep oda falan
oldu. Alt kat sonuna kadar yatakhane, karşı tara f da yatakhane. Dört tane
yatakhane vardı. Y anılm ıyorsam . Büyük salondan giriyorsun ya, kafeterya
kısm ına, tam karşısını düşün, orada büyük bir kapı vardı. O kulun yanından
geçen, yukarılara gecekondulara doğru giden bir sokak var, bir de tam onu
kesen, ana caddeye paralel bir sokak vardı. O sokağa çıkılırdı ve yatılı kısım,
belirli bir saatten sonra oradan işlerdi.
Büyük ana kapı öyle her gün herkese açık değildi. Hocalar, erkân falan
geldiğinde açılırdı. Yandan da gündüzcüler için kapı vardı. Yatılıların kapısı
haftada galiba iki ya da üç gün 20.30’dan sonra kapanırdı. İçeriye girm ek
zorunda kalırdık. M ülkiyenin o zam anında gece 23.30’da dönm ek gerekiyordu.
K alm ak istiyorsan nöbetçi m üdür m uavininden izin alınırdı.
Şimdi ikinci kat denilen yer idari birim lerdi. Dekan odası, genel
sekreterlik... Sınıfların hepsi üçüncü kattaydı. Zaten üç dört tane sın ıf vardı,
başka bir şey yoktu. K onferans salonu falan öbür taraftaydı. Şimdiki
kafeteryanın olduğu yerden aşağıya inilen bir m erdivenle sinem a salonuna,
konferans salonuna gidilirdi. Alt kata.
M im arisi farklıydı, havası farklıydı yatılı okul gibi.
-61 -
Fakülte olunca
Birinci sınıfın M ayıs ayında fakülte olduk.' O ndan sonraki ders yılında,
bursa geçtik. Ondan önce yatılı idik, burs diye bir şey yoktu. Yatılısın, sana
bakıyorlar yatıyorsun, yiyorsun, içiyorsun; tıpkı G alatasaray’da olduğu gibi,
yaşıyorduk, ablam da ayda bir şeyler yolluyordu bana.
Sonra, burs açalım dediler. İki kurum un bursu vardı, Dahiliye ve M aliye.
O nların bütçesine sıkıştıralım dendi. D ışişlerinin de bursu yok. O ndan sonra
bursa geçildi 100 lira ile başladı. Galiba 17,5 lirası yurda. Y em ek için fış
alınm aya başlandı. O, 30 lira filandı galiba. Alt kattaki yem ekhane büyütüldü.
M ülkiye’de bayağı lokantalar gibi, beyaz örtülü m asalarda yem ek yenirdi.
G alatasaray’da da öyleydi yem ekler, servis yapılm ış olurdu. Zam anı geldiğinde
oturup yiyordun, para m ara söz konusu değildi.
ERTUĞRUL - G arsonlar rru getiriyordu?
SOYSAL - G arsonlar getiriyordu.
Önce birinci sınıfta fişli yem eğe geçildi, kuyruğa girip yem ek alıyordun,
sonra diğer sınıflara uygulandı. Birkaç kişi o fişlerin taklitlerini de yaptılar.
Sonuçta M ülkiye G alatasaray’ın devam ı gibiydi ve o zam an
G alatasaray’dan gelen dc çok olurdu.
ER TU Ğ R U L - Öğrenci sayısı?
SOYSAL - B izim dönem im izde ellisi burslu, ellisi burssuz 100 kişi alındı.
B urssuzlar arasında GalatasaraylI daha çoktu. Bir de o dönem de kalanlar çok
olurdu. Bizim sın ıf yüz elli kişi filandı.
ER TUĞRUL - M ülkiye’de kız öğrenci var ama değil mi?
SOYSAL - Bizim le birlikte giren burslu iki kız vardı am a herhalde
dışarıda kalıyorlardı ya da evleri A nkara’daydı. Sonra ikisi de m aliyeci oldu. Bir
de kalanlardan vardı. Üç tane kız vardı dem ek ki. Çünkü o zam an çok
kalınıyordu.
Kıl payı geçme sistemi
ER TU Ğ R U L - Not sistemi neydi o zam anlar, üssü m izan mı?
SOYSAL - En serti vardı, ortalam ası 7 olacak. 5 ’le geçiliyordu, ama kırık
olursa kalıyordun; öbür notlar kurtarırsa, ortalam a tutarsa geçiliyordu. Bazen
yarım notla falan kalındığı da olurdu. N otlar belli olduktan sonra fakülte
kurulunda limitte kalm ış yarım not filan lazım, onu doldurursa hocalardan biri,
“yarım not da benden ” falan diye, o zam an ortalam ayı tutturup geçiyordu. Her
yıl böyle iki üç kişi kıl payı geçerdi. Ben bir ders için bekleyenler bilirim. Şimdi
üssü mizan falan yok değil mi?
Nisan 1950’de yürürlüğe giren yasayla SBO, fakülte oldu ve Ankara
Üniversitesi’ne bağlandı.
-62-
ER TUĞRUL - Yok aırıa geçm e notu yetmiş.
SOYSAL - Kalite düşm edi değil mi?
ER TUĞRUL - Kaliteyi düşürm eye çalışan 12 Eylül ve Y Ö K ’tü. Biz,
geçm e notu 70 ile başladık ve üç dersten kalan bir yıl kaybederdi. YÖK geçm e
notunu 5 0 ’ye düşürdü.
SOYSAL - S ın ıf kalm a var değil mi? Bizde bir dersten kalan oluyordu.
Ben gayet iyi biliyorum .
Anayasa dersi nasıl verilmeli
(M üm taz Soysal beş yıldır A kdeniz Üniversitesi Hukuk F akültesi’nde
anayasa dersi veriyor.)
SOYSAL - Şimdi A ntalya’da alttan alm a, üstten alm a var. M esela üç dört
sene önceden kalm ış öğrenciler var. Derse girm iyor, her sene sorduğum soruları
kafadan atıyor, pek ciddiye alm ıyor. Kötü bir sistem belli ki.
ER TU Ğ R U L - Siz A ntalya’da Anayasa mı veriyorsunuz?
SOYSAL - Birinci sın ıfa... Bu sene yarım dönem gideceğim. A nayasa 1,
A nayasa 2 diye bölm üşler, ben onu saçm a buluyorum eskiden beri. Biri güya
genel esaslar oluyordu. Ben birkaç sene öyle okuttum, İkincisi T ürk Anayasa
hukuku.
Halbuki M ülkiye’de birinci sınıfta bir Anayasa var, ikinci sınıfta da Türk
A nayasa Düzeni diye bir ders var. Siyasal partiler vs. her yönüyle M ülkiyede bu
konu bayağı etraflı okutulur. A ntalya’daki hukuk fakültesi olduğu için.
Eskiden varm ış, bir ara kaldırm ışlar, şimdi yeniden 4. sınıfa Anayasa
Yargısı diye bir ders konacak. Benim ilk senem de Anayasa Yargısı kalkmıştı.
İnsan H akları diye yukarı sınıflara bir ders konacak.
ERTUĞRUL - Biz sizin söylediklerinizin üstüne İnsan Hakları alırdık, bir
de K arşılaştırm alı Siyasal Sistem ler vardı.
SOYSAL - Bir söm estr de öyle bir ders okuttum A ntalya’da.
ER TUĞRUL - A ntalya’ya nasıl gitniniz?
SOYSAL - Dekanı M eral (Ö ztoprak Sağır), bizim m ezunlardandı. Benim
asistanım olm ak istedi, sonra gitti sosyolog oldu. S ivas’ta hocalık yaptı.
Fakülteye dekan olm uştu, o benden istedi, "gelir misiniz hocam " diye. Yeni
kurulm uş bir fakülteydi, gittiğim de tek profesör bendim galiba...
YÖM YÖK
ER TU Ğ R U L - A ntalya’da Hukuk Fakültesi nasıl?
SOYSAL - G eçen sene H ukuk kontenjanı olarak 20 kişi vermişlerdi,
gayet güzeldi o sınıf. K alanlarla birlikte 25-30 kişilik bir sınıf ders yapıyorduk.
İyiydi. Bu sene 2 0 ’den, birden bire 150’ye çıkarm ışlar iyi mi?
ERTUĞRUL - Uffff., o nasıl bir artış?
SOYSAL - B öyle bir şey olur mu?
-
63 -
ER TU Ğ R U L - 2 0 ’den, 150’ye nasıl çıkar?
SOYSAL - Ö nce niye 20 değil m i? Ondan önce 4 0 ’mış, rektöre kızdıkları
için YÖK indirm iş ya da benim için yaptılar?
ERTU Ğ R U L - Bu sene bütün T ürkiye’de kontenjan artırdılar ama, 2 0 ’den
150’ye garip?
SOYSAL - O radaki H ukuk Fakiiltesi’ni önce A lanya’da açm ışlar, hani
vardı ya bir ara, her ilçeye bir fakülte kam panyası, tutm am ış, kim se gitmemiş,
Sonra m erkezde olsun denm iş, am a bina yok, bir yere sığıntı başlam ış, sonra bir
bina yapm ışlar. Şimdi H ukuk Fakültesinin binası var. Am a, bu sene öğrenci 150
olunca, öyle bir sın ıf yok. İdari bilim lerde bir amfi var. Eskiden Pazartesi
gidiyordum , şim di o dershanenin boşluğuna göre ders günü belirlenince
C um a’ya kaldı.
ERTUĞRUL - Cum a günü son saat olunca, öğrencilerin çoğu arazi olur
ama, sizi izlem eye özel geliyorlardır H ocam
SOYSAL - Esas önem li olan sesim falan gidiyor. İmza da alm ıyorum ,
derste anlattıklarım dan soruyorum , gelen geliyor.
Hariciye kurdu
ER TUĞRUL - M ülkiye’yc dönelim mi?
SOSYAL - Siyasal B ilgiler’e, “ben hariciyeci olacağım ” diye gelmiştim.
Birinci sınıfta daha, Turhan Feyzioğlu, “n ’apacaksın sen hâriciyeyi, hoca o l ”
demişti. Ben okulu bitirdiğim zam an o yurt dışındaydı. Ben de “kurtuldum bu
işten " diye sevinm iştim . M eğer yazarm ış oralardan, “bunu alın ” diye.
İkinci sınıftan üçüncü sınıfa geçerken bir gezi olm uştu. Benim de yurt dışı
hevesim geçmişti. Türkiye, A vrupa K onseyi’ne girm iş 1952 filan olm alı, biz de
İnsan H akları B eyannam esi’ne imza atmışız. A vrupa Birliği diye bir şey olacak;
Türkiye, A vrupa devleti olm aya doğru gidiyor falan. T ürkiye’de bir de yarışm a
açılıyor. G ençliğin A vrupa Kam panyası diye bir kam panya varm ış, Avrupa
K onseyi’nin finanse ettiği galiba. O zam an talebe birlikleri vardı ya, bir M T T B '
bir de T M T F '... Solda olanlar oradan para alıp G ençliğin A vrupa
K am panyası’nı kurm uşlar. Bir kom pozisyon yarışm ası açm ışlardı. Ben ondan
bir ödül aldım.
ER TU Ğ R U L - Ödül neydi?
SOYSAL - Ödülü, Avrupa seyahati. Edinburgh M üzik Festivali’ne*
’ Milli Türk Talebe Birliği.
* Türkiye Milli Talebe Federasyonu.
’ Ağustos ve Eylül aylarında Edinburgh kentinde düzenlenen uluslararası festival.
Klasik müzik, opera ve tiyatro gösterilerinin yer aldığı Festival’ın ilki 1947’de
düzenlenmişti.
-
64
-
gidiyorsun Am a öğrenci gibi gidiyorsun. Vapurla M arsilya’ya, oradan trenle
P aris’e, P aris’ten vapurla İngiltere’ye, oradan otobüsle E dinburgh’a gidiyorsun.
Üç opera, sekiz konser, bilm em ne izliyorsun, gençlik kam plarında kızlar
oğlanlar, iyiydi yani. Oraya gittim geldim, bir kere hariciyeci olma kurdum u
döktüm geldim: Buymuş Avrupa.
Siyasi şube
ER TU Ğ R U L - O zam an da ilk iki yıl ortak, üçüncü sınıfta mı, bölüm
seçiliyor?
SOYSAL - İlk üç yıl ortak, dördüncü sınıfta seçiliyor. O nedenle bizim
okum adığım ız konu kalm azdı. B ir tek sonradan 1. sınıfa m uhasebe kondu, onu
alm adık. O yüzden H ukuk’un fark sınavı da çok kolay olurdu.
Yabancı dil sınavıyla ayrılıyorduk am a, G alatasaray’dan bile gelse, kimse
dilden m u af tutulm uyordu. Bir kur üste veriyorlardı. M esela biz ikinci kurdan
başlam ıştık. O ndan sonra ben siyasi şubeye gittim. 9 kişiydik biz galiba. Orayı
da bitirdim.
ERTU Ğ R U L - M üikiye’yi de iftiharla bitirm işsinizdir artık?
SOYSAL - Evet. Pekiyi ile.
ER TU Ğ R U L - Siz öğrenciyken çevirm enlik yapm ışsınız...
SOYSAL - Ben son sınıfta öğrenciyken, Am m e İdaresi Enstitüsü kuruldu,
bizim okulun spor salonunda. Sonra AID ile A m erikalılar geldi. N ew York
Ü niversitesi’ylc bizim fakültenin bir anlaşm ası vardı. O radan da hocalar geldi.
Birtakım dersler İngilizce verilm eye başlandı. Bu anlaşm a dolayısıyla genç
doçentlerin büyükçe bir kısmı A m erika’ya gitmişlerdi. O kulda İngilizce bilen
pek adam yok. Ama bunlar gelince, İngilizce bilen adam lazım. Benim de adım
nereden duyulduysa, G alatasaray’da öyle haftada iki üç saat falan İngilizce
almışız, ikinci dil olarak okuyorduk ya. B iraz İngilizcem vardı, kendi kendim e
de ilerlettiydim . "Bu Mümtaz va r” dediler ve hay d a... A m m e İdaresinin ve öbür
hocaların ders notlarını ben çeviriyordum . İngilizlerin gâvur kağıtları vardı.
Uzun, koloniyal dedikleri, söm ürgelerde kullandıkları, tek aralıkla yazılmış
bö y le... Sayfasını üç liradan çeviriyordum , para da alıyordum, bursa ilaveten.
H erhalde bu arada burs da 125 ya da 150 liraya çıkmıştı.
Akademik kariyere giriş
Turhan Feyzioğlu ilk sınıfta bana takm ıştı ya “hoca o l" diye. Bu
vesileyle, bu defa hocalar taktılar; ‘‘böyle bir adam var, bunu okula alalım ”
diye. D ekan Y avuz A badan’dı. Ben de o sıralar "ne yapabilirim ” diye
düşünüyorum . M erakım siyaset miyaset, anayasa m anayasa olduğu için böyle bir
şeyler yapabilirim diye düşünüyordum .
H ariciye’nin sınavı her sene m untazam an açılm ıyor. Açılsa bile A ralık’ta
filan açılıyor. A nkara’dayım, aileye yük olm ak da istem iyorum. N e yapacağım,
-
65
-
ya İstanbul’a gideceğim , oralarda bir fakülteye gireccğim , hatta hazırlık olsun
diye İstanbul İktisat’a da başvurdum , çünkü S iyasal’da lisans üstü program
yoktu.
ER TU Ğ R U L - Yok m uydu o zaman?
SOYSAL - Yoktu, sonradan geldi. İlk doktor benim biliyorsun siyaset
bilim inde. 1 num aralı siyaset bilim i doktorası bende.
ER TUĞRUL - Öyle mi bilm iyorum .
SOYSAL - T ürkiye’de ilk siyaset bilimi doktorasını biz başlattık.
ER TUĞRUL - Aslında siz S iyasal’a asistan olarak girm ek istem işsiniz
ama, Amme İdaresi’ne girm işsiniz.
SOYSAL - K onuşm aya gittim; “ne yapacaksın Siyasal’d a ’’ dedi, Yavuz
Abadan, N erm in’den falan söz etmedi. M eğer o girecekm iş.
"Birleşmiş Milletler, Amme İdaresi Enstitüsü kurdu, asistan arıyorlar, iyi
de para veriyorlar” dedi. 1 T em m uz’da işe başladım , 5 misli para alıyordum.
Ben askerdeyken idare hukuku asistanlığı sınavı açıldı. M etin Kıratlı ile girdik,
ben kazandım , askerliğe döndüm. Askerlik bitince de BM bursu çıktı, onunla da
LSE (London School o f E conom ics)’ye gittim. Bir sene orada kaldım. Eylül
ayında döndüm.
LSE
ER TUĞRUL - Ne çalıştınız L S E ’de.
SOYSAL - L S E ’ye gittiğim de, kafam da eskiden beri planlam a kavramı
vardı. Ama, L S E ’yi kuran -İngiliz İşçi P artisi’nin ideologu oym uş vaktiyleLasky ölmüştü. O nun yerine, sanki tepki olarak, A lm anya’dan ithal bir rektörü
başına getirdiler.
Ama onun zam anından kalma İşçi P artisi’ne yakınlığı olan
akadem isyenler vardı. O nlardan biri R obson diye bir profesördü. Onun
sem inerlerine devam etm eye başladım . Ama doktoraya kayıt olm adan. Zaten
hemen alm az İngilizler de, sem iner öğrencisi olarak devam etm eye çalıştım.
Adam, ‘‘burada yapın doktorayı” falan dedi. Am a, ben kalm ak
istem iyordum. Zaten babam hastaydı. Bir de İngiltere’de bu işler uzar, bizden
farklıdır doktora eğitimi. Bizdcki gibi dersler yoktur ama, bir hocan vardır, o
seni uğraştırır. Ben yanaşm adım . Fakat, epeyce m alzem e topladım, notlar aldım.
Dönünce baktım ki, bizde doktora program ı başlam ış. Ben askerdeyken bizde
yoktu, hukukta doktora yapm aya karar vermiş, doktora öğrencisi olarak
yazılmıştım.
Sonra baktım , S iyasal’da açılm ış, oraya başvurdum . Bazı derslerden de
m u af ettirdim kendimi, “L ondra’da şunları gördüm " diyerek. Geri kalanları da
kolayca verdim. Tezim in planını falan da yapm ıştım İngiltere’de. T ürkiye'de bir
num aralı siyaset bilim i doktoru benim.
-66-
Anayasa hukukuna geçiş
SOYSAL - O zam an doktoradan iki yıl sonra doçentlik sınavına
girebiliyordun. Ben tam ona hazırlanırken, 27 M ayıs oldu. 27 M ayısçılar
üniversite kanununda değişiklik yaptılar, süreyi dört yıla çıkardılar. Üstelik biz
devrim den yanaydık, 27 M ayıs’ı savunuyorduk, iki yıl devrim den kaybettik.
Ondan sonra 1963’te doçentliğe girdim. Sınav İstanbul’da oldu, deneme
dersini dc İstanbul’da verdim. İdare hukuku asistanıyken, anayasa hukukuna
geçm ek istedim. D oçentliği anayasa hukukundan istedim. Ve tabii büyük yararı
oldu idare hukukunun, ondan sonra A nayasa kolay geliyor.
ERTUĞRUL - O zaman idare hukuku kürsüsünün başında kim var?
SOYSAL - Başta T urhan Feyzioğlu vardı. Bana kancayı takm ıştı ya illa
akadem isyen yapacak diye. İngiltere’den döndükten sonra İstanbul’da, dalga
geçiyordum , biraz vakit geçsin diye, telefonla aradı, “neredesin, hemen trene
atlayacaksın, hemen geleceksin, asistan olacaksın ” diye. A par topar gittik. Hiç
unutm uyorum , bir günde bütün işlem leri yaptı. Bir günde ben asistan oldum,
fakülteye.
ER TU Ğ R U L - Bir yandan bu kadar iyilik, sonra acısını çıkartmış
SOYSAL - İki ay sonra mı ne, 4 Aralık konuşm asında, "nabza göre
şerbet vermeyin ” dedi diye, onu bakanlık em rine aldılar. İki ay hocam oldu,
onun derslerine insan hakları notlarını filan hazırlıyordum. O iş bitti, onun
üzerine idare hukukunu Tahsin Bekir Balta aldı. Hukukta da ders veriyordu,
Tahsin Bekir Balta. Feyzioğlu görevden alınınca, dersleri o üzerine aldı. Ben çok
m em nunum onun asistanı olduğum dan, çok iyi bir hukukçu, iyi kalpli bir
insandı. O m esela idare hukukunu bırakıp A nayasa kürsüsüne geçm em e hiç ses
etmedi, bilakis "iyiyaparsın ” dedi.
ER TU Ğ R U L - O zam an A nayasa kürsüsünde kim var?
SOYSAL - Bahri Savcı var. Bahri Savcı öyle "gel" filan demedi. Ama
"ben geleceğim ” deyince m em nun da oldu. Bu arada N erm in girm iş, doçent de
olmuştu. 1963’te de ben doçent oldum.
Üç tez
ER TU Ğ R U L - D oçentlikte o zam an tez vardı, değil mi.
SOYSAL - D oçentlik bayağı zordu ve tez en önem lisiydi. Benim üç tezim
var, üçü de iyidir.
Birincisi, doktora tezim, bu “Planlam a”. İkincisi, “ Parlam ento ve Dış
Politika”. O biraz klasik bir kitap oldu, T ürkiye’de başka öyle kitap yok. Onu
herdem kullananlar var ama, eskidi tabii. Ben interdisipliner konular
seçiyordum. M esela, ekonom ik planlam a, ekonom i, siyaset bilim i, idare hukuku
falan karıştırıyordum . Bunda da dış politika ile parlam entonun rolünü ele adım.
Profesörlükte de takdim tezi yazılıyordu. Ş erif M ardin ile birlikte doçent
olm uştuk. Sonra bize dediler ki, "kanım değişecek, sizin de süreniz m üsait”.
-67-
Belirli bir tarihe kadar tez vereceksin de, onun da bir heyeti kuruluyor tekrar.
Onun üzerine kapandım . O “Dinamik Anayasa A nlayışı” var ya, onu 13 günde
yazdım ben. Kısa, küçük bir kitaptır ama, severim de o kitabı. S ınıf bakışı vardır.
Bürokrasiyi de sın ıf gibi aldık, bir de siyasi elit vs. O sırada Güniz S okak’ta
oturuyordum , evli de değildim. Çekildim , 13 günde oturup bitirdik, yetiştirdik.
Yıl 1969. Dem ek ki 6 yıl doçentlik yaptık.
Bütün tezli dönem lerinden geçtik eski sistemin.
D oçentlik sınavında eski Türkçe okum a da vardı. A nayasa’da ve galiba
idare hukukunda vardı, m atbu yazıyı okum a. Bana 1912 tarihli bir kararnam eyi
okuttular.
ERTU Ğ R U L - Eski yazı okum ayı nerede öğrenm iştiniz?
SOYSAL - Kendim . Alıyorsun bir alfabe teker teker okuyorsun. Kendi
kendine, tahm inle... O kurken yeniden hatırlıyorsun. Şimdi yavaş yavaş
unuturken, onu yeniden canlandırm ak istiyorum mesela. K elim eleri bilm ek
lazım okuyabilm ek için. Ben de çocuklara eski kelim eleri öğretiyorum .
O sm anlıca hukuk ibarelerini. “Hocam n ’apıcaz bunları?” U tanm ıyor m usunuz
İngilizceyi öğrenirken, Shakespeare İngilizcesini öğretiyorlar, ona “eski
İngilizce” deyip sırt çevirm iyorsunuz da, Osm anlıcayı niye öğrenm iyorsunuz?
Kendi dilim iz işte...
Amerika’ya gidiş
ER TU Ğ R U L - A m erika’ya ne zam an gittiniz?
SOYSAL - 1959’da gittim Princeton’a. Rockefeller fonuyla.. Bir adam
gelm işti A m erika’dan. D oktorluktan sonra, bu defa P rinceton’a gittim. Kaliteli
bir grup geldi, siyaset bilim iyle uğraşan. V em on’un, m ukayeseli devlet idaresini
çeviriyordum , falan. D em ek ki o sırada, onlar iletmişler. R ockefeller’in bir
adamı A nkara’ya geldi. A kadem isyenlerden adam yetiştirm ek istiyorlar,
vergiden düşecekler anlaşılan (gülüyor). ‘F ellow ship’ deniyor ona, akadem ik
m isafir gibi, ‘scholarship’ (burs) değil de, akadem ik ziyaretçilik program ım ız
var dediler. A m erika’ya yazıldı mazıldı. Princeton dediler. Eh iyi bir şey,
H arvard’dan sonra ikinci o kul...
O raya gittik am a, şanssızlık tabii. Biz “A m erika’da ne kızlar olacak” diye
gittik, kız öğrenci alm ıyorm uş, Sultani gibi. Zenciler ve kızlar gelm iyordu.
(Karşılıklı gülüşm eler)
Princeton, biraz kuzeyde olm akla birlikte -N ew Y ork’un hem en altında,
N ew Jersey’de, 50 km falan N ew Y ork’a- daha çok güneydeki iyi ailelerin,
paralıların çocuklarını yolladıkları bir okuldu. Bir sürü sarı saçlı oğlan vardı,
kızlar yoktu.
ER TU Ğ R U L - Yani, sizin ‘P rinceton’daki inzivanız’ diye söylenen bu,
okulda kız yok.
-68-
SOYSAL - Dışarıdan öyle gözüküyordu da, ben ayarlam ıştım canım,
R ockfers’ten bir Fransız falan vardı.
ER TU Ğ R U L- Siz sonradan mı m eşhur oldunuz bu kadınlar konusunda,
yoksa hep mi öyleydiniz?
SOYSAL - Şöhretim yok benim ki.
ER TU Ğ R U L - Bahri Savcı öyle söylem iyor am a, üstelik tam tersini
söylüyor.
SOYSAL - Bahri S avcı’ya herhalde öyle gözükm üşüm dür, biraz keşiş
olduğu için. Ayağına bir şey gelince reddeder m isin?
Doğan Avcıoğlu ve Kurucu Meclis
ER TU Ğ R U L - D oğan Avcıoğlu ile nerede tanıştınız?
SOYSAL - Doğan, ben askere gitm eden önce T O D A İE ’ye asistan
gelm işti. F ransa’dan gelm işti, böylelikle tanıştık, Sonra o C H P ’nin araştırm a
bürosuna geçti. O zam an CH P Karanfil Sokağın başında, bir yokuş çıkıyordu.
C H P ’nin araştırm a m erkezine girdi.
ERTU Ğ R U L - M areşal meselesi o zam andan mı kalm a?
SOYSAL - O, A nayasa K om isyonu’ndan kalma. D oğan’la ben ‘‘m areşal’’
diyorduk birbirim ize... N apolyon’un resm i vardır F ransa’da kahvelerde, nasıl
bizim kahvelerde Y avuz’un resmi vardır ya da dünya güzeli bilm em kimin.
Bizim generaller de N apolyon’un o resm ini taklit ederler ya. D oğan’la
birbirim ize derdik.
O CHP araştırm a m erkezindeyken ben uğruyordum . O fikir oradan çıktı.
Kurucu M eclise adam aranıyordu. C H P ’ye 50 kontenjan verilm işti, İsmet
P aşa’ya 6 kişilik kontenjan verdiler, “bunu genel başkan önersin ” diye. Beni,
D oğan’ı, Coşkun K ırca’yı. O zaten PM üyesiydi galiba.
İsm et Paşa “kıymetli bilim adamları" diye bizi tanıttı P M ’de. En çok oyu
biz aldık. Partilerde herkes birbirinden korkar oy verm ez ya, “bunlar zararsız"
diye en çok oyu biz aldık, girdik. Kurucu M eclise kontenjandan girişim iz böyle
oldu.
A nayasa kom isyonuna seçtiler bizi, üçüm üzü de seçtiler: C oşkun Kırca,
D oğan Avcıoğlu, ben. Ü çüm üz biraz gençlik kanadı. Ben daha doçent
olmamıştım.
Anayasaya Giriş' te de vardır o: 27 M ayıs ihtilal mi, devrim mi, inkılap
mı?
O sırada ben ilginç olan iki şeyle m eşguldüm . Biri V ernon’dan
m ukayeseli devlet idaresi. Onun ders notlarını zaten ben çevirm iştim . Sonra o
notları, kitap haline getirdi. O kitabı çevirdim. Ders kitabı gibi oldu. Hem onu
çeviriyordum , hem de F akülte’nin bir yayını çıktı. M avi-beyaz kapaklı:
“Federalist Papers ’’.
-69-
Am erikan anayasası yapılırken federalistler diye bir grup var. Kendi
düşüncelerini savunm ak için bir iki gazetede seri m akaleler yazm ışlar. Onlar
sonra A m erika’da bir kitap haline getirildi “Federalist Papers” diye. Kendi
tezleri. N iye federalizm olm alıdır, başkan nasıl olm alıdır? vb. O nu da
çeviriyordum . Yani yaptığım işle, kom isyondaki şey birbirine uyuyordu.
Yön'ün ilk sayılarında ben o dönem i anlattım . A nayasa kom isyonu ve
anayasanın yapılış şekli. Bir seri yazı çıktı.
ERTU Ğ R U L - 61 Anayasası sizin istediğiniz gibi oldu mu?
SOYSAL - 27 M ayıs aslında ilginç. Bir anlam da devrim anayasası. Cunta
m unta deniyor ya. Bu anayasa öyle bir anayasa olacak ki, -benim kitaplarda
vardır o- T ürkiye’yi daha dem okratikleştirecek, devrim leri ekonom ik açıdan vs
gerçek rayına oturtacak. Hâlâ da baktığın zam an o yönü vardır. Bize iyi geldi.
D oğan’la ben daha kuvvetli bir anayasa olsun istiyorduk, Ekonom ik kalkınm a
bakım ından yürütm e daha kuvvetlensin. Planlam ayı koyduk anayasaya ama,
daha zorlayıcı olsun istiyorduk.
Am a İstanbul’dan gelen anayasacılar olduğu için, ya da Miinci Kapani ya
da daha özgürlükçü, daha liberal olanlar. O nlarla aram ızda çekişm e olurdu. Biz,
biraz daha sol kanat gözüküyorduk.
Yapabildiğim iz kadar bir anayasa yaptık am a, Turan G üneş’in tabiriyle
biraz " Çalıkuşu anayasası ” oldu. Y oksullara da acıyan falan.
Doğan ve Turan Güneş F ransa’da okudukları için, ben de GalatasaraylI,
C oşkun Kırca da öyle, biraz Fransız devrim ciliği ağır bastı. Sonra onun
parlam entodan geçişinde epey güçlükler oldu. K am ulaştırm ada taksitle ödeme.
Gerçek bedeli üzerinden a m a ... Toprak reform u yapılacak filan yapılacak diye
bakıyorduk. Sonra ‘‘kanunla belirlenir ”q bağlandı.
ERTU Ğ R U L - Sizin kitabınızda “Sosyal devlet, sosyalist devlet değildir”
diye bir bölüm olm asını, ben daha çok o dönem tartışm alarına cevap diye
düşünm üşüm dür.
SOYSAL - Sosyal devlete karşı çıktılar. Bir paşa vardı. Onu M B K ’e
alm am ışlardı am a, dışarıdan geliyordu. Galiba biraz Aydem irciydi. O, “ne
dem ek” dedi, “sosyal devlet, sosyalist mi, komünistlik mi geliyor?”
Sosyal’i zorla kabul ettirdik. Ama, biz biraz sosyalist olsun istiyorduk.
Ama değil. Biraz daha radikal olabilirdi. K alkınm aya daha çok yer verebilirdi.
24 Anayasası’na bakış
ERTU Ğ R U L - Siz, 24 A n ay asasın d ak i yapıdan yana olduğunuzu hep
söylersiniz, nedir o tartışm a?
SOYSAL - 24 A nayasası’nm içine bu yapı oturtulabilirdi. O nun için
uğraştık. A nayasa Kom isyonunun ilk toplantılarında çalışm a belgeleri neler
olacak konusu tartışıldı. O sırada İstanbul’da bir anayasa taslağı hazırlanm ıştı. O
biraz kom ikti bize göre, her şey özerk falan. İstanbul H ukuk yaklaşım ı vardı.
-
70
-
Halbuki biz, Siyasal yaklaşım ı olsun istiyorduk. Fakültede de, İdari Bilim ler
E nstitüsü’niiıı bir anayasa taslağı çıkmıştı.
O sırada "bu komisyon çalışma belgeleri olarak neleri kabul edecek"
tartışm ası vardı. O rada bir m ücadele verdik. Ben, "24 Anayasası da bu belgeler
arasında yer alsın ” dedim. Çünkü asıl devrim anayasası odur. M eclis
üstünlüğünü savunuyor am a, aynı zam anda cum huriyetçi bir anayasa. Üstelik,
işin içine fazla sosyal devlet girsin de istem iyordum . Çünkü bana göre o sosyal
dem okratlığa kaydırabilirdi. Bizim niyetim iz -biraz daha soldan olduğum uz için-
“çalıkuşu işleriyle uğraşmasın, önemli olan ekonomik-soysal kalkınm adır”
diyorduk. Onun için, 24 A nayasası’nm tüm üyle yok sayılm asına karşıydık.
U ğraştık ve 24 A nayasası da çalışm a belgesi oldu. Yani, o ilk Kem alist
dönem den pek fazla kopm ayacağız.
ER TUĞRUL - " 2 4 m esas alacağız başka maddeler ekleyeceğiz”
anlam ına mı geliyor bu, yoksa "yeni bir anayasa yapılacak ama 24 Anayasası
da, o anayasa esas belgeler içinde mi olacak ”?
SOYSAL - Yeni anayasa yapılacak am a 2 4 ’ten de tam kopan bir anayasa
olm ayacak. Bu arada çalışm a belgesi olarak, bir de İstanbul’da hazırlanan bir
m etin vardı. Biz onu biraz alaya alıp, "ona dayanmasın, buna dayansın” diye
ısrar ettik. 24 Anayasası biraz buna da yarıyordu. O nlar bir sürü saçma sapan şey
koym uşlardı.
Bir de aslında, Forum ' da yayım lanm ış bir yazım vardır, onu A m erika’dan
yazmıştım , 27 Mayıs yapıldığında ben A m erika’da Princeton'daydım . Saat farkı
dolayısıyla öğle üzeri öğrendim . Üzüldüm ve Forum ' da da yazdım: Suçsuz
Anayasa. *
Aııayasacı olarak ben, 24 A nayasası’nın esas olarak kalm asını tercih
ederdim. Onun bazı yerlerine yeni düşünceler neler varsa, haklar, özgürlükler vs.
bir şeyler ekleyelim , am a anayasa geleneği devam etsin. 36 yıl uygulanm ış.
A nayasalar, hep söylenir ya, şarap gibi eskidikçe değerlenir. B unlar hemen
İstanbul’dan üstüne atladılar, "yeni anayasa yapalım ” diye.
ER TU Ğ R U L - 24 A nayasası’nın kaldırılm ası açısından söylüyorsunuz
SOYSAL Onu yazdım , suçsuz anayasa, m asum anayasa gibi.
M enderes’in hatalarını bu anayasaya yüklediler, "bu anayasa yüzünden o ldu”
dediler. Halbuki, gerçekten bir devrim cinin eline geçm iş olsaydı o anayasa, o
m eclise hakim olduğu zam an herşeyi yapabilirdi. Engeller falan konuldu ya
anayasa m ahkem esi vs. Bunları aslında devrim ciliğin önünde engeller olarak
görm eye alışm ıştık. Şimdi bunlar geliyor diye, 24 A nayasası’nı suçlam ak
marifet oldu ve bunu önlem ek için yazmıştım .
M ümtaz Soysal’ın Forum dergisinde yayınlanan "Suçsuz Anayasa” yazısı,
şekline dokunulmadan Ek-8’de verilmiştir.
-71 -
ER TU Ğ R U L - Bu önem li bencc. Siz 61 ’i yaptınız, 2 4 ’ü tüm üyle
reddedersiniz diye düşünülm üştür?
SOYSAL - T am tersi, tam tersidir. “Suçsuz Anayasa"y\ bunun için
yazdım. Ben bu görüşteydim . T uran Güneş de benden yana oluyordu, biraz
İstanbul’la alay ediyordu.
Nitekim , ha bire anayasa değiştirip değiştirip gitm ektense, cum huriyetin
kendi anayasasını alıp tekrar daha cum huriyetçi, daha devrim ci yapm ak
m üm kündü. Şimdi bir sürü engeller var.
ER TU Ğ R U L - A nayasanın kapsam ı, büyüklüğü küçüklüğü hakkındaki
düşünceleriniz...
SOYSAL - Ç ok ayrıntılı istem iyordum , kısa olsun, daha çok siyasal güce
serbestlik versin, o sırada tabii siyasi gücü ele geçirdik ya biz devrim ciler (!),
bunun önüne İstanbul’dan B izans’tan falan engeller çıkar, onun için devrim ci bir
anayasa olsun istiyorduk.
ER TU Ğ R U L - O devrim ci anayasa A K P ’nin iktidar olduğu bir dönem de
ne olur?
SOYSAL - Tabii tabii, bu haliyle b ile...
ER TU Ğ R U L - Ö zellikle mali hüküm ler, sosyal devlet, devletçilik vb.
açısından baktığınız zam an 82 A nayasası 61 A nayasasındaki o tem el ruhun
gerisinde değil.
SOYSAL - Değil değil.
ER TU Ğ R U L - Ve liberal bir anayasa sayılam az. Ö zelikle bizim m ücadele
etm em izi sağlayan m addelere baktığınız zaman.
82 A nayasası 61
Anayasasındaki m addelerin bazılarını neredeyse aynen alm ıştır. Şöyle yaygın bir
kanı var: “Dünyada küreselleşme, Türkiye’de de 82 Anayasası, öyleyse 82
Anayasası liberaldir”, bence çok oturm uyor.
SOYSAL - Zaten küreselleşm e dalgası sonradan geldi. 82 “huzur”
anayasasıdır. Devleti korum aya çalışan ama abartan, bir de, anayasanın içine
dini sokan.
ER TU Ğ R U L - Tabii, 8 2 ’de m esele şuydu, hak ve özgürlüklerin var
olduğu belirtildikten sonra uzuuun bir sınırlam a listesi gelirdi
SOYSAL - İşte anayasanın uzun olm asını onun için istem iyorduk, bu
özgürlük var, bu hak var, o kadar.
E R TU Ğ R U L - Tem el hak ve özgürlüklerin özüne dokunulam az ilkesi...
Peki, K urucu M cclis üyeliği devam ederken, S iyasal’da ders verebiliyor
m uydunuz?
SOYSAL - O sıralar asistandım ben derslere giriyordum . V ernon’u
çeviriyordum.
ER TU Ğ R U L - K urucu M eclis üyesi olm ak size kişisel olarak nasıl bir
hava kattı?
-72-
SOYSAL - Yeni (şu anki) meclisi ilk biz açtık. A yrıca m illetvekili olunca
bir sürü avantajlar oluyor falan. M illetvekilliği çok körletici bir şey, zam an
israfı çok, her zam an istediğin gibi bir odan olsa çalışacaksın, öyle olm uyor,
genel kurula girdin mi saatlerce çıkam ıyorsun.
Meclis’e dönüş
ER TU Ğ R U L - 30 yıl sonra m eclise döndüğünüzde ne hissettiniz? Aynı
şeyi hissettiniz mi?
SOYSAL - Yoo. Biraz tiksinti verici falan geldi. Benim le birlikte D E P ’ten
gelen K ürtler de geldi. Onları bizim Hikm et getirdi eksik olm asın. Bana da ilk
kazığı attı biliyorsun.
ER TUĞRUL - Değişen bakanlar kurulu listesi.
SOYSAL - H ikm et’i ben çok eskiden tanırdım. Biz Yön'ü çıkarırken,
gelip giden öğrencilerden biri de oydu. O nur Öym en vb. öğrenciliklerinden beri
ToVün etkisi altında kalan insanlar. Tabii biraz Beşiktaşlılık da var.* Arkadaş
olduk. Bir ara m illetvekili de oldu.* O sıralarda Anadolu K ulübü’nde, öğlen,
haftada bir gün yem ek falan yerdik. O bana bir şeyler sorardı, ben de m ecliste
olanları öğrenm iş oluyordum .
Sonra H ikm et bana, 1991 seçim lerinden önce "ille girmen gerekir
siyasete” dedi. "Dışişleri bakanlığı" falan dedi, sonuçta ikna etti. Ben 67 yaşım
dolm adan S B F ’den istifa ettim vc m eclise girdik.
K oalisyon oldu. Liderim iz Erdal İnönü, hüküm et kuracak. Bizden de
“ministrable" bakan olabilecek dediklerini çağırıyor, görüşüyor. “Sayın Soysal
ne istersiniz?” dedi. Dedim, “ben dışişlerinden başkasının camiasını
tanımıyorum O sırasıyla söyledi, “Adalet ister misiniz, hükümet sözcüsü olmak
ister misiniz ” vs. Ben dedim “o camiaları tanımıyorum, yapamam Olm ayacak
diye çıktım.
Sonra o gün saat beşte bakanlar kurulu açıklanacak. A şağıya indim,
hakikaten bunu kabul etm ediğine göre “olm ayacak” diye. D em irel’in partisinde
bizim M ülkiye m ezunları vardı, “hocam kutlarız” dediler, “dışişleri bakanı
oluyorsun. ” Listede görm üşler. Bizim ki (Erdal İnönü) partinin bakan olacaklar
listesinde beni gönderm iş. Hikm et de bunu haber alınca, kapıyı vurup çıkmış,
partideki odasını toplam ış, çantasını alıp sanki partiyi terk etmiş gibi gitmiş.
*
Bu söyleşinin yapıldığı günlerde Hikmet Çetin’in Beşiktaş Jimnastik Kulübü’ne
başkan adaylığı sözkonusuydu.
Hikmet Çetin, 1977’de CHP’den milletvekili 1978’de Ecevit’in kurduğu
hükümette de Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısıydı. 1987’de SHP’den milletvekili
oldu. SHP Genel Sekreterliği, SHP-CHP birleşmesinde, CHP genel başkanlığı yaptı.
2004-2006 yılları arasında N A TO ’nun Afganistan temsilciydi.
-
73
-
Sonradan anlıyorum ki, ya D em irePe gitti ya da Ç ağlar'a galiba. “Dışişleri
bakanı olmazsam istifa ederim ” demiş.
Millet hep tebrik etm eye başlam ıştı, eve kaçtım saat üçte filan. Bir şey
olacağını da tahm in ediyordum. N ur (B atur) telefon etti, “hocam değiştirildiniz”
dedi. Ö yle bir şey yaşadık baştan.
Sonra grupta sorular soruldu; “ böyle bir değişiklik oldu mu ” diye? Erdal
bey hiç yalan söylem iyor ya (!) “yo k böyle bir ş e y ” dedi.
ER TUĞRUL - Sonra 1994’te Karayalçm Hikm et Ç etin’i aldı, siz dışişleri
bakanı oldunuz. 32. günde eski dışişleri bakanı olarak A hm et D avutoğlu’na not
verdiniz ya, siz kendinizi nasıl bir dışişleri bakanı bulursunuz, kaç not verirsiniz?
SOYSAL - Kendim e de 7,5 veririm. Tam istediklerim i yapamadım.
Mamak’a gidiş
Turhan F eyzioğlu’nun M üm taz Soysal’ın yaşam ında önem li bir yeri
var. Siyasal’a başladığı yıldan itibaren, akadem isyen olm ası için ısrarcıdır.
Kendisi yurtdışındaykcn bile, konunun peşini bırakm am ış, “bunu alın"
diye oradan m ektuplar yazm ıştır. Dönünce, M üm taz Soysal’ı İstanbul’dan
telefonla buldurm uş, “hemen g e l” dem iş bir günde kürsüsüne asistan
yapm ıştır.
Tabii, bu ‘önemli y er’in yalnız iyi yönleri yoktur, bir de kötü yönleri
vardır. 12 M art’ta gözaltına alındığı zam an, tutuklanm asına yol açan
“ Güzel H uzursuzluk”u TB M M kürsüsünden okuyan odur. 12 E ylül’den
sonra Soysal, D enktaş’ın danışm anlığından alındığında yerine getirecek
olan da.
M üm taz S oysal’ın tutuklandığı günün öyküsünü bir öğrenci gözüyle
eski KKTC A nkara Büyükelçisi Ahm et Zeki BU LU N Ç aktardı. Bunun
‘içeriden’ görüntüsünü ise, onlardan önce tutuklanm ış olan Uluç
G ürkan’dan dinledim. Bilindiği gibi M üm taz Soysal bilgisine
başvurulm ak üzere götürülm üştü. M üm taz Soysal, Cahit Talaş,
hazırlıksız, öyle pardösüler, takım elbiseler içinde koğuşa getirilince,
‘içeridekiler’, "kendilerini ziyarete geldiklerini” sanm ışlar ve onları
tutuklandıklarına ikna etmeleri bayağı zam an almış.
ERTU Ğ R U L - Nasıl tutuklandınız?
SOYSAL - İlk toparlam ada bulam am ışlar beni, ertesi günü gittim. Bülent
Nuri Esen dahil. Sonra onlar teker teker salıverildiler. Gözaltı süresi o sırada 30
gündü. Yıldırım B ölge’deyiz. 29. günün gecesi, “Meclis S aati”ni dinliyorum ,
transistorlu bir radyoyla. Feyzioğlu çıktı. Beni Siyasal B ilgiler’e alan,
“dışişlerine gitme akademik kariyere g ir ” diyen kişi. Benim Ortam dergisinde
yayım lanan “ Güzel H uzursuzluk” yazım ı kürsüden okudu: “Bu da mı suç
değil? ” dedi.
-
74
-
Halbuki suç dediği şey, evet, bu hareketler, huzursuzluk yaratıyor ama;
toplumda çalkantı yaratıyor diyorlar ama; bu huzursuzluk bazı şeyleri
hatırlatıyor, yapılm ası gerekenleri hatırlatıyor. T ürkiye’nin yarım kalmış
devrim leri vardır, şunlar bunlar. *
Anladım . "Bundan gideceğim ” diye, çocuklara da söyledim.
Ondan bir gün önce, yani sürenin dolm asına iki gün kala T R T ’yle ilgili bir
dava vardı. 3. Ağır C eza’da. Televizyon daha yeni başlam ış T ürkiye’de, halka
anayasayı sevdireceğiz, T R T ’dc bir anayasayı tanıtm a program ım vardı. M eğer
burada ekonom ik sosyal haklardan söz ederken -bunlardan benim haberim yokbirtakım görüntüler çekm işler, süslem ek için program ı... O nlardan birinde bir
işçi "biz haklarımızı kanımızla savunuruz” falan gibi şiddet içerirm iş gibi olan
bir ifade söylem iş. O ndan dolayı açılan bir dava vardı ve on beş günde bir
gidiyorduk, kam eram anlar vs. Ciddi bir dava değildi, nitekim sonuçta ondan
beraat ettik hep birlikte. Çünkü, o lafı edenin bir provokatör olduğu anlaşıldı.
Beni tutuklayacaklar ya, "ne olabilir” diye, onu da sivil adliyeden askeri
m ahkem eye yollam ışlar.
28. gün onun duruşm asına gittim. Orada askeri savcılar bile güldüler,
"bundan adam tutuklanmaz’’ diye reddedildi. Ben de "bu iş bitti eve gideceğiz
a rtık ” derken, "hayır siz geri döneceksiniz gözaltına ” dediler.
O gece Feyzioğlu’nun M eclis konuşm ası oldu. K onuşm anın ertesi sabahı,
tutuklanm ası gereken kim ler varsa İlhami Soysal, Bahri Savcı vb. gittik. Pazar
günüydü. M ahkem eye çıktık, onun da dereceleri var biliyorsun, Ali Elverdi 1.
nolu Sıkıyönetim M ahkem esi’nin başkanı. Hakim , am a tuğgeneral. Yukarılarda
bir yerde oturuyor, bir kağıt uzattı "bu sizin m i” dedi. Baktım, “ Güzel
H uzursuzluk”un fotokopisi. A celeyle fotokopi çıkardıkları için, sayfa diplerinde
tarih filan olur, o da yok. "Ne zaman yayınlandı” dedi. O zam an bir aymış
periyodiklerde zam an aşım ı süresi. H erhangi bir tarih söyle, bilm iyorum d e ...
Ben de s a f saf, "Nisan 7n bilmem kaçında çıktı ” dedim; "tutuklandınız ” dedi.*
(Karşılıklı gülüşm eler)
142’den hem d e... Bilsem bundan tutuklanacağım ı. M art filan derdim.
Çünkü, bunlar başka şeyin peşindeler: Eylem ci çocukları kışkırtıyor, örgütlüyor
filan. Bir dc B ursa’da ölenlerden birine m ektup gelm iş -onu da sonradan
öğrendik- "filan giin filan saatte Cebeci köprüsünün altında buluşacağız, Hoca
26 Nisan 1971 ’de Ortam dergisinde yayımlanan “Güzel Huzursuzluk” yazısı,
şekline dokunulmadan Ek- 9 ’da verilmiştir.
' Mümtaz Soysal 18 Mayıs 1971’de gözaltına alındı. 13 Haziran 1971’de, 1 Nolu
Askerî Mahkeme tarafından tutuklandı. Güzel Huzursuzluk’un yargılaması 3 Nolu
Askerî M ahkem e’de yapıldı, beraatle sonuçlandı, Askeri Yargıtay 1. Dairesi tarafından 9
Mart 1972’de onaylandı.
-75-
da gelecek, orada buluşalım " diye. Bütün bunlarla uğraşıyorlar, bulam ıyorlar bir
şey. İşkencelerde bir sürü insana sorulm uş bu. Sonunda Hukuk F akültesi’nde
sevgili m eslektaşlarım ızdan birisi; “niye uğraşıyorsunuz’’ demiş, “onun kitabı
başlı başına komünizm propagandası. ”
İddianame beklemek
Ben “G üzel H u z u rsu zlu k san tutuklanınca “nasıl olsa bir yerden
sıyırtırız" diyorum . Çünkü, kitap falan yok, bilm iyorum öyle bir şey. G irdik
hapishaneye bekliyoruz. Silivri’dekiler gibi, iddianam e bekliyorum ben. M ayıs
bitti, H aziran bitti, Tem m uz bitti, A ğustos bitti ve sonuçta E ylül’de geldi. Bir
“ Güzel H u z u rsu zlu k san geldi, yazıdan tutukladıkları için o vardı iddianam ede.
159 m uydu neydi, hüküm etin m anevi şahsiyeti vs., ondan beraat ettik.
Bir de kitap, kom ünizm propagandası... Tutuklanm adan önce de tevekkeli
değil, Baki T u ğ ’a* ifade verdim. Sosyalizm falan bir şeyler soruyor, m eğer
benim kitaptan soruyorm uş, ben de s a f s a f anlatıyorum sosyalizm nedir diye.
“Bundan tutuklama isteyeceğim ” dc demedi. K itaptan olduğunu ima eden bir
şey söylem edi. H erhalde, “solcusun” dem ek istedi. Ama kitaba dair bir şey
anlam adım . Sonradan düşünüyorum , m eğer iddianam eyi böyle hazırlam ak için
bunları sormuş.
İddianam e, E ylül’de geldi; A ralık’ta m ahkûm olduk.
Uluslararası A f Örgütü (UAÖ) ve NobePe giden yol
ER TU Ğ R U L - Dava ile U A Ö ’nün bağlantısı nasıl kuruluyor?
SOYSAL - Y arım da olsa ilk N o b el’i alm ış T ürk olarak diyorsun...
U A Ö ’ne giriş, yine fakülteyle ilgili.
Dekanlığım sırasında içeri alınm am , arkadan bütün bu gençliğin
yaptıklarından Siyasal B ilgiler’i sorum lu tutm aları ve Siyasal B ilgiler’iıı başında
da dekanı bu olduğuna göre ve eskiden beri solcu diye bilindiğine göre, onu
ezelim diye B alyoz harekâtında alınanlarla birlikte ben de girdim ya.
Askeri Y argıtay iki kere bozdu. Önce bir ısrar ettiler, m ahkem e
tutuklamadı. Bunun üzerine bir bilirkişi oluşturdular İstanbul Ü niversitesi’nden;
üçü mü, dördü mü sosyologtu. Biri N evzat Y alçıntaş, biri A m iran Kurtkan.
*
Mümtaz Soysal Baki Tuğ’u şöyle tarif etti: “Neydi o dönemin iinlii savcısı,
Uğur Mumcu’nun kitabında da var." Birlikte ismi tamamladık. Ben Tuğ dedim, “kubbede hoş bir seda”sı bile kalmamış ki- sonra zorla Baki’yi hatırladık. İnsanların hoş
olmayan şeyleri hatırlamama eğilimi onda da, herhalde bende de, etkisini göstermişti.
Soysal, savunmasında ne demişti: “Sokrates’i (suçlayanları ve) yargılayanları kimse
hatırlamıyor ama, Sokrates 'in acı sonunu herkes hatırlıyor. ”
-76-
Fındıkoğlu kabul etm em iş, m eşhur cezacı Sulhi D önm ezer de kabul
etmemiş. Askerliğini yapm akta olan bir ceza asistanı varm ış, A yhan bilm em ne.
Anayasacı olarak yobazlardan biri bilm em ne Selçuk. Adı mı soyadı mı. Öyle
insanlar ki unutuluyor adları.* O nlar oy birliği ile “suç v a r ” dem işler. Onun
üzerine tekrar tutukladılar beni, ikinci taksit yatm a öyle oldu.
Böyle olunca dava m eşhur bir dava haline geldi. Fransızlar “cause
célèbre” derler ya ünlü bir dava haline geldi. O arada A vrupa’da, şurada burada
yazanlar, çizenler oldu. A m nesty International de ilgileniyorm uş bu çeşit
düşüncelerim den dolayı, hele bir de ders kitabından ötürü yattığım için, gelip
gitm işler T ürkiye’ye.
Sonuçta, ikinci çıkıştan sonra bir davet geldi. A m nesty International’ın
D anim arka’da genel kurulu var, gözlem ci gibi. Orada, ben bir iki kere konferans
verdim falan, gözleri tutm uş dem ek ki, “sizi Amnesty International merkez
yönetim kuruluna aday göstereceğiz” dediler. M eğer, millet oraya girm ek için
birbirini yermiş, orada seçiliverdim. Ondan sonra 4 yıl, 1974-78 arasında önce
uluslararası yönetim kurulunda üyeydim , sonra da başkan yardım cısı, yani iki
num arası oldum.
Ham m arberg, şimdi A vrupa Konseyi başkanı, gelmiş gitmiş ben
içerideyken, sonradan iyi arkadaş olmuştuk. A m nesty’de genel sekreterlik de
yaptı.
A m nesty böyle oldu. Ben onların gözünde ilk A vrupa dışından, bilinen
A vrupa dışından üye oluyordum , ilk üçüncü dünyadan üye oluyordum . “ Açılım ”
yani, orada da A m nesty’nin dünyaya açılım ında görevli olduk. Hindistan,
Pakistan ne bulabiliyorsak. O nun için ikinci başkan oldum. A m nesty’yi dünya
örgütü haline getirm ek için.
A m nesty’nin de kuralları çok sıkı, çok güzel bir ilkesi vardı. H er tutuklu
için bir çeşit baba mı, veli mi, yani dışarıdan bir kişi, diyelim İlter hapisteyse ben
senin sorum luluğunu alıyorum . Ama o sorum luluk üç cepheden de; yani, hem
kapitalist dünya için, hem kom ünist dünya için, hem de üçüncü dünya için. Üçü
de “bu adam hapiste olm am alı” dem eli...
M üm kün olduğu kadar kaynakları da, hem oradan, hem buradan. Am erika
da yer alıyor. Sovyetler’i dc zaten böyle şeylerle çökerttiler. İnsan hakları öne
çıktı, benim hapishane m eselesi insan hakkı oldu. İnsan hakları adam ı olduk.
Nobel barış ödülü
ER TU Ğ R U L - Nobel ödülü?
*
Mümtaz Hoca, tam hatırlayamadığı üç bilirkişiyi, söyleşi tamamlandıktan dava
dosyasına bakıp bildirdi: Ayhan Önder, A. Selçuk Özçelik, Sabahattin Zaim.
-
77
-
SOYSAL - Bu ilkeyle dünyaya açıldık diye N obel barış ödülünü bize
verdiler. Onun konferansını ben verdim, ödül töreninde.
Barış ödülünü, Norveç Parlam entosu’nda bir kom isyon var, onlar
kararlaştırıyorlar. Dolayısıyla ödül kararının İsveç’le bir alakası yok. Töreni
Stockholm ’de oluyor. Stockholm ’deki törene, İsveçli olduğu için. Genel
Sekreter M artin Ennals gitti.
Bunun bir dc konferansı oluyor. Hani Pam uk da verdi ya konferans.
Konferansını da N orveç’te ben verdim. Nobel listesine ism im iz girdi.
UNESCO ödülü
ER TU Ğ R U L - Sizin UN ESCO insan hakları eğitimi ödülünüz de var.
SOYSAL - B unlar dolayısıyla adım ız insan haklarına çıktı. U N ESC O da
insan hakları eğitimi ödülü koydu. İlk ödülü T ürkiye’ye getirdik. Böyle şeyler
m em lekette tersine tepiyor. T ürkiye’de bana yapılanlar dolayısıyla Türkiye ödül
almış oldu.
(Acı gülüm sem eler.)
İçeride de bozuldular: "Türkiye’de kaç yıldır insan haklan eğitimiyle
uğraşanlar var, niye Soysal alıyor”. Siz de girseydiniz hapse, siz dc alsaydınız.
(Karşılıklı gülüşm eler)
İçe işleyen devletçilik
SOYSAL - N e var şimdi senin sorun?
ER TUĞRUL - Ö zelleştirm eye karşı m ücadele var tabii ki.
SOYSAL - Benim kanım a işlemiş bir şey var, başından beri ben devletçi
olm uşum, çocukluğum dan beri. O da nereden? M esela ben gem ilere meraklıyım ,
şileplere falan. Hep bakıyorum , falanca arm atörün diyorlar, hep insanların
oluyor. Halbuki ben, gem ileri benim gibi hissediyorum .
Sonra, devlet, cevher taşım acılığı için, A vrupa’dan, ikinci elden üç şilep
aldı. Birini adı Bakır, birinin. Demir, birinin de Krom.
Bacaları kırmızı, üzerinde bir S harfi vardı, beyaz: Sosyete şilep. Daha
doğrusu Sosyete Şilep Kum panyası diye bir de acaip bir adı vardı. Şirket dem ek
istiyorlar. Devlet şirketi dem ek istiyorlar. Devlet şirketi de denm em iş, halbuki
EKİ (Ereğli Köm ür İşletm esi) de şirketti.
O gem ileri benim sem iştim , sanki benim m iş gibi. İnsan çocuklukta
yaşayınca, "bunlar kimsenin değil, bizim. ” Ve de bu çocukça bir düşünceden
anonim sahiplik, milletin ya da devletin falan.
Bir de ailede gelenek var. Baba gitmiş İstiklâl H arbi’nde görev yapmış,
anneanne gider her törene ağlar, Fransız işgali görm üş, Senegalli zebellalar
kızların peçelerini çarşaflarını açarlarm ış filan. O hava içinde büyüdük.
Zonguldak, Ereğli bunların hep milli m ücadelcde yeri var.
Sonra, benim çocukluğum da o resim var ya, ikinci sanayi program ım ız.
-78-
Sonra, 1937’de, ikinci sınıftayken, füzyon oldu. K öm ür ocakları füzyonla
birleştirildiler ve Ereğli K öm ürleri İşletm esi, eskiden Belçika şirketiyken, devlet
şirketi oldu.
Sonra, savaş zam anında babam orada çalışıyordu. Lim anda yüklem e işleri
m üdürü, bilmem nesiydi.
Biz alışverişi E konom a’dan yapardık. Ekonom a diye bir yer vardı. Tam
sovyetle ilgili.
(Karşılıklı gülüşm eler)
Ekonom a’dan alışveriş ediyorduk.
ER TU Ğ R U L - K ooperatif gibi bir şey mi bu?
SOYSAL - K ooperatif değil am a, oradaki şirket m ensupları yarı fiyatına
alırdık, devlet kolluyor m em urlarını. O atm osferde m üthiş devletçi olduk.
Trenler falan bizim olm uş oldu. Z onguldak’ta köm ür trenleri vardı, hepsinin
üstünde F ransa’dan B elçika’dan plakaları vardı. Böyle bir ortam da büyüdüğüm
için bu bana çok doğal geliyor. “Böyle olması gerekir” diye düşünüyorum .
Orada, mesela Süleym an Sırrı ocakları falan bütün bunlar füzyona girdiler. Hem
yabancı şirketler kam ulaştırıldı, hem de ufak tefek özeller -şim di redevansla
verilenler var ya- redevans benzeri yerler varm ış, onların tüm ü kam ulaştırıldı.
D olayısıyla bunların hepsi bana çok doğal geliyordu. Ü stüne üstlük bir de
parasız yatılı okudum , dolayısıyla devlet okutm uş oldu. Ailede devletin okuttuğu
bir de Selırıa A bla vardı, böyle parasız yatılı okuyan.
Böyle, içim e işlem iş bir devlet var, devletçilik, kam usalcılık var.
Bundan dolayı kanıma dokunuyordu, sanki benim malımı satıyorlarm ış
gibi, psikolojik bir şey, sen öyle hissetm iyor m usun?
E R T U Ğ R U L -B e n d e...
Dünyada, böyle bizim gibi bir özelleştirm e m ücadelesi oldu mu?
SOYSAL - Pek olm adı. M esela uğraştık biz, destek bulalım diye.
A vrupa’da daha çok ücret açısından oldu. Ü cretler düşecek filan diye, onu
hallettiler.
ERTUĞRUL - Aslında çok rahat şunu söyleyebiliriz, biz bu davaları ilk
açtığım ız zam an, “aman canım, dava açmak da neym iş” denirdi, şim di hak
aram ak denince herkesin aklına ilk önce dava açm ak geliyor.
SOYSAL - Bir de şenle ben geliyoruz.
(Karşılıklı gülüşm eler)
ERTU Ğ R U L - (G ülerek) B üyük bir itibarım ız var, bize karşı olanlar
arasında d a ...
SOYSAL - Var tabii. Şimdi ne zam an evde bir şey bozulsa da,
T elekom culardan biri gelse; “Hocam, bizi sizi çok severiz. ” “Ben de merak
etmeyin, geri alacağız” filan diyorum. Bazı kesim ler açısından en azından
em eğim iz boşa gitmedi.
-
79
-
ER TU Ğ R U L - B ir de, az süre değil, en az 10-15 yıl geciktirdik ve kriz
geldi. Yakında başlarlar, “devlet ekonomide yer alsın ” dem eye
SOYSAL - Bu krizde değeri anlaşıldı. Devletin elinde hiçbir araç yok bu
krizi yenebilm ek için. Halbuki elinde olsa, hiç peynir ekm ek gibi gelir kriz.
Sovyetler Birliği krizden rahatsız oluyor m uydu hiç? B öyle aciz bir devlet haline
geldik.
Kıbrıs
ER TUĞRUL - K ıbrıs m eselesine nasıl geçtiniz?
SOYSAL - M esela Kıbrıs m itingleri falan yapılırdı, ben hiç
ilgilenm ezdim , çünkü Türkçüler yaparlardı daha çok. Sonra nerden oldu?
A slında ilginç bir soru, ben nasıl başladım bu işe?
ER TU Ğ R U L - Y ıllar önce bir sorduğum da, “biz orada soyut insan
hakları ihlalleriyle uğraşıyoruz, burada somut bir insan hakları ihlali var, onun
için girdim ” demiştiniz.
SOYSAL - İnsan haklan m eselesinden girdim. A m nesty’deyken ben,
K ıbrıs’la da ilgileniliyordu. R um lar hem en geldiler, “ işgal v a r” falan demeye
başladılar. Asıl burada haksız olan onlar. A m nesty’deyken insan hakkı konusu
olarak ilgilendim, o sırada M illiyet' te yazıyordum ben.
M illiyete giriş sınavı
SOYSAL - 1974'te M artında başladım M illiyet' te.
ER TUĞRUL - Ben sizin yazm aya başladığınız günü anım sarım ...
M illiyet'te nasıl başladınız?
SOYSAL - H apisten çıktım, burada B arış' a yazm aya başladım. Yaşar,
Ulus m atbaasını aldı. Benden yazı istedi, haftada iki falan yazıyordum galiba.
Abdi (İpekçi) bana arada bir, M illiyet' te “ Düşünenlerin D üşüncesi”
köşesinde yazı yazdırıyordu. İnsanlar genellikle oraya yazı yollarlar. Abdi bana
sipariş ediyordu; “şu konuda yazıver" diye. Benim o ara yazdığım yazılar vardı,
“ Her Şafakta Ölürüm ” vb. diye. O yazılar dolayısıyla da, Yaşar benden yazı
istedi.
Sonra, 1974’te, Abdi “seni M illiyet’e alalım ” dedi. “Am a önce Ercüment
Karacan 7 ikna etmemiz gerek, adın da solcuya çıktı ” falan dedi. Ben de
Ercüm ent K aracan’ın sınavından geçtim. Beni çağırdı, m akam ına geçtik. O
aklınca yokluyor beni, ben de açık vereceğim de. “O olmayacak, bu
olmayacak". Geçtik o sınavı, “tam am " dediler, başladık.
İyi bir şey tabii, M illiyet'te köşe sahibi olmak. Ecevitler, Cem m em onlar,
Çetin Altan, m uteber bir köşeydi. O raya girdik.
1974’ten bu yana dem ek ki 35 yıl olmuş, vay anasına, o zam andan beri
haftada hep dört kez yazıyorum
K ıbrıs’ı orada da yazdık.
-
80
-
Denktaş’ın danışmanı
ER TU Ğ R U L - D erken...
SOYSAL - E cevit’in (5 Ocak) 1978 hüküm etinde, fevkalade
heyecanlandık, Ecevit hüküm et kuruyor falan diye. E cevit’in evindeydik galiba
o gece. Ne olacak, bu adam larla hüküm et kuruyor, hangi bakanlıkları alacak?
Ben ekonom i bakanlıklarını alsın istedim. Enerji tabii kaynaklar, maliye, nitekim
aldı da.
O vesileyle Ecevit, “yarın Denktaş gelecek, siz uğraşırsınız bu Kıbrıs
işleriyle, yarın kahvaltı edeceğiz, siz de buyurun ” dedi.
K ahvaltı ettik üçüm üz, Denktaş, ben, Ecevit. Ecevit, D enktaş’a “Mümtaz
Bey, size yardımcı o lsu n ” dedi. Kıbrıs işi böyle başladı. Ondan sonra K ıbrıs’a
gittim geldim ben.
O arada, Kıbrıs m eselesini insan hakları açısından ele alan bir broşür
hazırladım, bir m etin yaptım. Bunu niye anlatıyorum , Turhan Feyzioğlu gene
çıktı sahneye, nerede, B odrum ’da bir büfe yem eği, sıraya girildi, yanım a geldi,
adam ın artık bana gözükm em esi lazım değil mi, tutuklatm ış. 12 E ylül’e kadar
ben D enktaş’ın yanındaydım . 12 E ylül’den sonra benim yerim e D cııktaş’ın
danışm anı olmuş: “ Mümtazcığım bilmem ne.” İnsanlar nasıl?
12 Eylül
12 Eylül günü biz bütün T ürk solcuları acayip bir yerdeydik. Paris
havaalanında öğrendik 12 Eyltil’ü. P aris’ten M arsilya’ya gitm ek üzereyiz.
M itterand’ın kam panyası başlıyor, cum hurbaşkanlığına adaylığını koyacak.
“Fransa da A kdeniz’de rol oynamalıdır" diye solcularla bir çıkış yapacak.
Şimdiki Yorgo Papandreu’nun babası A ndreas Papandreu, P ortekiz’den Soares,
Ispanya’dan Gonzales, onları bunları çağırmış. Türkiye’de o sıralar öyle bir
sosyalist parti yok demek ki, T ürkiye’deki bizim solcu tayfayı çağırm ış, Aziz
Nesin, ben, Ç etin Altan, P aris’te oturan h afif sürgün gibi olan üniversitede bir
çocuk vardı. Biz orada öğrendik. Herkes şükretti, orada olduğuna. T ürkiye’de bir
sürü kişi toparlanm ış. N eyse oradan M arsilya’ya gittik. Ben de D cnktaş’ın
yanındayım . 15’inde görüşm e var, görüşm eye gireceğim . D enktaş’a telefon
ettim oradan, M arsilya’da işim iz bitiyor, 13-14’ü, geleceğim , dedim. “Gel
bakalım, bakalım n 'olacak” dedi.
Oradakilerin her biri bir yere gitti. Aziz N esin B ulgaristan’a gitti. Çetin
F ransa’da kaldı filan, kim se em in değil ne olacağından. Ben de kendim i feda
ettim, gittim, İstanbul’dan aktarm a. İstanbul’da bir şey olmadı.
Fakat oraya gittim, D enktaş dedi ki, "A nkara’dan mesaj geldi, Soysal
görüşmelere girm eyecek” diye dedi.
-81 -
12 Eylül parantezi
(12 Eylül 1980’de yönetim e el koyan ve bütün siyasi partilerin,
sendikaların ve K ızılay ile Y eşilay dışındaki tüm derneklerin faaliyetine
son verecek olan Mili Güvenlik K onseyi’nin başkanı (aynı zam anda
devlet başkanı) Kenan Evren, ilk basın toplantısında hüküm etin ne zaman
kurulacağı sorusuna
-engin İngilizcesiyle- şu yanıtı vermişti: “This
weekend".
12 Eylülcülerin başbakanı T urhan Feyzioğlu olacaktı ve hatta
Feyzioğlu, C oşkun K ırca’yı da dışişleri bakanlığına atam ıştı bile. Kırca,
R om a’ya kadar gelm işken, geri döndü.* 12 Eylülcüler “A TA TÜ R K Ç Ü ”(!)
olduklarından emin oldukları Feyzioğlu’nun yerine, 12 Eylül’den 12 gün
önce 30 Ağustos 1980’de em ekliye ayrılm ış D eniz Kuvvetleri kom utanı
emekli O ram iral Bülent U lusu’ya hüküm eti kurdurdular.
Turhan Feyzioğlu ile M üm taz S oysal’ın yaşam çizgisi burada bir kez
daha kesişti ve M üm taz Soysal, D enktaş’ın (anayasa) danışm anlığından
alınıp yerine Turhan Feyzioğlu getirildi." Feyzioğlu göreve getirilm eden
önce de, D enktaş’a “Soysal görüşmelere girm esin” dendi.)
SOYSAL - Beni o görevden aldılar ve Feyzioğlu’nu onun yanm a verdiler.
Ama Denktaş, “olsun, sen bir g ir ” dedi. “Biraz kafa tutmuş gibi oluruz,
memnun olmadığımızı gösteririz” dedi. M em nun olm adığım ızı gösterm ek için
ben görüşm eye girdim, askere rağmen. Ondan sonra bakanlar falanlar belli oldu.
12 Eylül, K ıbrıs’tan uzak tuttu beni. Ama nedense bana dokunm adı.
Feyzioğlu öldükten sonra tekrar ben, K ıbrıs’a atandım.
ER TU Ğ R U L - (Gülerek) Evet, 12 E ylül’de neden içeri alınm adınız?
SOYSAL - G irm eyince zaten suç oluyor.
ER TU Ğ R U L - Girince de suç oluyor ...
“Kırmızı kravat takmadan girilmez”
SOYSAL - Şim di de, biraz şüphe ile bakıyorlar herhalde. Ama ben, şöyle
izah ediyorum 12 Eylüldekini. Şöyle oldu. Ben hapisteyken, bir de 'kravat
meselesi ’ çıktı biliyorsun. B arolar Birliği Başkanı Faruk E rem ’di. O da işin içine
öyle girdi. Ç ünkü 12 M art’tan çok kısa süre önce, D oğram acı’nın evinde
kokteyl gibi bir şey olmuş. Ben de dekanım ya oraya çağırılm ıştım .
*
Kırca, 6 Ekim 1995-31 Ekim 1995 tarihleri arasında Tansu Çiller’in güvenoyu
alamayan hükümetinde Dışişleri bakanı oldu.
’ Türkiye’de ve Kuzey K ıbrıs’ta, KKTC anayasasının Mümtaz Soysal tarafından
hazırlandığı sanılır. Bu anayasanın hazırlayıcısı Soysal değil, Feyzioğlu’dur. Üstelik,
-hele 1982 Anayasası ile karşılaştırıldığında- oldukça iyi bir anayasadır.
-82-
H acettepe’den bilm ediğim insanlar. O sırada konu, çocuklar, eylem ler, SiyasaPa
filan geldi. H erkes bana takılıyor. Ben de dedim; “bizim fakültem iz öyledir. ”
Dedim ki; “ bizde kırmızı kravat takmadan girm ek olm uyor”. O gün de koyu
kırmızı bir kravatım vardı üzerim de... Ben, bazen öyle ayaküstü laflar ederim
de, sonradan pişm an olurum*
Ondan sonra 12 Mart oldu, biz toplandık. O arada H acettepe Senatosu
toplanm ış. Ben onun aleyhine yazdım galiba, “iki ta m tıp fakültesi olur m u"
diye? Biz özel üniversiteleri kapattırm ıştık. Turhan Tam ar, Ayla Tam ar. Turhan
Tam ar iyi bir adamdı. Doğram acı da böyle şeyler yapınca, onun aleyhine bir iki
yazı yazm ıştım ben.
H acettepeliler de S iyasal’a yükleniyorlar ya, biz tutuklanınca, biri söz
almış, "efendim zaten onun dekanı, sizin kokteylinizde böyle böyle dedi. ”
“A a a " demiş, "kim vardı başka?” Birinin karısı bizde profesördü. Duygu.
Adam da H acettepe T ıp ’ta. Bir isim daha var. "O zam an” demiş “bunu tutanak
tutun, yazın, böyle böyle dedi diye. ” Gitmiş, başbakan N ihat E rim ’e vermiş. Bir
de bu çıktı şimdi. N ihat Erim rektörlüğü aram ış, hakkım da soruşturm a başlamış.
Faruk Ercin’i m uhakkik tayin etm işler. O soruşturm ayı kapatmış.
Ben 12 M art’tan çıktım, gel zaman git zaman, bu olaydan 6-7 ay sonra
İngiliz sefaretinde bir yem ek vardı. Y em ekten sonra kahve içiliyor.
D oğram acı’yı görüyorum , kızgınım , bakm ıyorum olduğu tarafa. Kalktı yanıma
geldi. "Soysal, oturabilir miyim ” dedi. "Her ne kadar böyle şeyler olduysa da,
ben sizi çok severim. ” vb. Onu 12 E ylül’de YÖ K başkanı yaptılar ya, daha önce
yaşanan olay nedeniyle ikinci bir kötülük daha yapm ak istem em iş olabilir.
Onun ötesinde, ben dünya çapında ödül aldım ya, tekrar içeri alsalar, biraz
daha aleyhlerine olacak. M uhtem elen biri söylem iştir, "onu almayın aleyhinize
olur, başınıza iş çıkar” diye.
ER TU Ğ R U L - Siz 1402’lik de olmadınız.
SOYSAL - Ama kürsüm ün altını boşalttılar bir ben kaldım bir de Yavuz.
C envi aldılar. Fazıl gitti. Niye görevden alınm adım belki dem inki gibi izah
Mümtaz Soysal’ın ayaküstü ettiği laflardan biri de, onu DSP TBMM Grup
Başkanvekilliği’ndcn götürdü. Çevresinde kimler olduğuna bakmadan ettiği bir söz
ertesi gün Sabah gazetesinde manşet oldu. Eşiyle birlikte Eskişehir’de olan Ecevit,
Soysal’a yine ‘basın’ aracılığıyla yanıt verdi ve ”Sayın Soysal, herhalde bunun üzerine
DSP grup başvekilliğinden ayrılacaktır” dedi. Bülent Ecevit’in SoysaPın istifasını
isteme nedeni, Rahşan Ecevit’ti. Ecevit’in yaptığı açıklama, basın yoluyla değil,
Ecevit’in makamından (kuşkusuz Hüsamettin Ö zkan'ın bilgisi ve aracılığıyla) bir dosya
içinde Soysal’a arz edilmek üzere gelmiş ve bu satırların yazarı tarafından açılmıştı.
Okudum ve "Hocam, Ecevit istifanızı istemiş” diyerek kendisine uzattım. Tavrı doğaldı;
"teyzene takıldık, desene" dedi.
edilebilir. Belki, Sevinç, U N IC E F ’te çalışıyordu, “ ailece bunlara kötülük
etm eyeyim” demiş olabilir.
Ama asıl sebebin dış dünya olduğunu düşünüyorum ben. Bununla,
N obel’i, U N E S C O ’yu da birleştiriyorum , dış dünyadan korkar ya bizim millet,
ERTUĞRUL - Hakikaten millet dış dünyadan, B atı’dan, Batılılardan
korkarken, siz de onlardan hiç korkm ayan, hatta onlara ters ve sert davranan biri
olarak bilinirsiniz, nasıl oluyor bu? Ruh hali nedir?
SOYSAL - (G ülerek) O nlar da bana bir şey yaparlarsa, sanki T ürkiye’yi
başlarına yıkacağım ı düşünüyor, böyle sahte bir imaj oluşmuş, ben de
bozm uyorum .
Herkesi topladılar, beni alm adılar ama kürsüm ün altını boşalttılar. Aydın
Yalçın, M ustafa Erdoğan’ı, bana rağm en aldı kürsüme. Tam onun beklediği
durum. Benim anayasa kürsüsüne asistanlık ilanı verdirm iş, üç kişilik jüri
kuruluyor ya, ben karşı oy verdim, bana rağmen benim kürsüm e girdi.
Ondan önce bir olayım ız olmuştu. Hikm et Ö zdem ir’in Yön tezinde
m ahkem elik olduk. Tezine aleyhte oy verdi ya da verdirtti. Konu Yön'le ilgili
olduğu için ben aynı zamanda tez jürisinde olam azm ışım . Dava açtık, kazandık,
onu engelleyem edilcr. Demek ki oradan da taktı, böyle bir şey yaptı.
YÖN
ER TUĞRUL - H ocam Yön'ü hiç anlatm adınız. O sırada sizin bir de parti
girişim iniz var.
SOYSAL - Ç alışanlar partisi. Sendikacılar, Seyfi Demirsoy, siyasal bir
şey yapm ak istedi. Bize geldi, ben bir parti program ı yazdım . Biz bunlarla
uğraşırken, Türkiye İşçi Partisi kuruldu.
Her ne kadar T İP ’çilerle beraber olm adıksa da D oğan’la ben, "şimdi bizim
tekrar bir parti kurmamız yanlış olıır' diye düşündük. Biz, kom ünist parti gibi
bir şey değil de, h afif N asırım cı, bugünkü görüşlerim de, biraz asker desteği de
olacak, devrim ci olacak, am a kom ünist partisi dam gasını yem em esi lazım diye
düşündük. Ama bunu da hiçbir zam an çıkıp açıkça yazm adık, T İP ’le uğraşm aya
kalkışm adık, sustuk.
Dergi düşüncesi nereden geldi? A nayasa Kom isyonunda aşağı yukarı
düşünceler böyleydi. Doğan belki evet dese, m illetvekili olabilirdi o sırada, ama
Feyzioğlu partiye yeniden egemen oldu. Solcu olduğunu ve böyle kararlı
olduğunu bildikleri için yapm azlar diye düşündü zannediyorum , buna
soyunm adı. Böyle bir teşebbüste bulunsa belki olabilirdi, o da istemedi.
Ben zaten fakülteye dönm ek istiyordum. Daha asistandım , doçent bile
olmamıştım. Aıııa karar verdik ki, biz bir hareket başlatm alıyız.
Onu iyi düşündük. M uazzam bir haber, bir şey yapm anız lazım ilk sayıda.
Düşündük taşındık, tam o sırada 27 M ayıs bitiyor, asker gelm iş artık gidiyor, ne
-
84
-
olacak T ürkiye’de? "Bir görüş bildiren bir bildiri yayınlayalım, buna imza
toplayalım, öyle çıkalım ” dedik.
Onun ilk taslağı vardır bende. Doğan dedi ki, "sen bir y a z ”. Ben yazdım,
çok beğendi o, bir iki yerine bir şey yaptık. "Hah böyle” dedi.
Adını da ben bulm uştum zaten, söylem iştim sana. Ad düşünüyoruz şimdi,
ne olacak? Ben dedim bir yön aram ası var, adı Yön olsun. Onu çok beğendi
Doğan. D oğan’la kolay anlaşırdık bir noktaya kadar, sonra o işi iyice askerciliğe
vurdu da, orada yan çizdim ben, çünkü olacak gibi değildi.
Asıl finansör, Cem al Reşit Eyüboğlu’ydu. O CHP parti meclisi üyesiydi.
Dolayısıyla orada adam ım ız vardı. İçerden iyi haber alıyorduk, çaktırm adan
alıyorduk. B ir de Akis deneyim im iz vardı ikimizin de. Sonuçta böyle bir bildiri
ile çıktık. Birkaç sayı idare etti o bildiri, ha bire yeni im zalar geldi.
Bazen ben yazardım am a, daha çok Doğan yazardı, başyazıları. İçeride bir
süre ben 10-12 sayı A nayasa K om isyonu’nda neler oldu, onu yazdım.
Bir nokta geldi, iş biraz daha ciddileşiyordu. 12 M arta doğru geliniyor, o
zaman inanıyordum , asker desteği falan tam am am a, bu cunta işlerine fazla
itim adım yoktu. D oğan’ın çok iyi tem ası vardı. 9 M art’ta orada nitekim, bakan
listesini bile yapm ışlar, ben dışişleri bakanıym ışım , benim ondan haberim yok,
haberim olsa, "çıkartın başıma iş açacaksınız” filan diyeceğim. (Gülüşm eler)
Birkaç kere dışişleri bakanlığına geldik (!).
ER TU Ğ R U L - Arada Sosyalist K ültür Derneği kuruldu...
SOYSAL - O arada Devlet Planlam a teşkilatı kuruldu. Bizim fikirlerim iz
yavaş yavaş uygulam aya giriyor. Altıncı sayıda sosyalizm olarak çıktık.
Ö ncekilerde cesaret edemedik. K apakları Turhan (Selçuk) yapıyordu. İlhan da
(Selçuk) yazıyordu. Çetin Altan da bize yardım ediyordu. 7. sayı müthiş sattı,
ikinci üçüncü baskıları yaptı. Böyle millet sosyalizm lafı duyunca...
Böyle olunca kendi düşüncelerim izi T İP ’ten biraz daha farklı olarak
yayalım diye düşüdük. M esela (A tilla) Karaosm anoğlu da buna oynuyordu o
zam an biraz. Sonradan A m erika’ya gitti, kafası değişti. Ona benzer, yine
D P T ’den birkaç kişi O sm an Nuri Torun, Necat Erder, Ayhan Ç ilingiroğlu. Ve
diğerleriyle Sosyalist K ültür Derneğini kurduk
Sosyalist K ültür Derneği kuruldu diye, İngiltere’den Sosyalist
Enternasyonal genel sekreteri, “ Türkiye’de önemli şeyler oluyor” diye,
A nkara’ya geldi, benim le görüşm eye. Dedim "daha parti falan kurmadık,
bakalım ” filan dedik. Sonra dağıldı millet, o iş çok yayılmadı.
12 M art tarihine kadar dahi yaşam adı. İşler biraz gerginleşti. Biz onu
bıraktık, dem ek ki o sırada Doğan, artık iyice darbe havası geliyor diye, ona
soyunm uş olabilir. D ernekçiliği filan bırakıp, öyle olabilir.
ER TUĞRUL - Siz Devrim dergisinde yoksunuz...
SOYSAL - Yokum. O ndan önce soğum a gelm işti. Doğan hızla olsun
istiyordu. Ben, her zam anki ihtiyatlılığım la, m aceraya girmedim.
-85-
MEHTAP
ER TU Ğ R U L - M EH TA P hocam?
SOYSAL - M EH TA P da matrak. İnönü, idari reform a karar verdi. Tahsin
Bekir, İnönü’nün çok sevdiği ve saygı duyduğu bir insandı. Onun etkisiyle
zannediyorum , ilk personel dairesi başkanlığına bunu getirdi. Tahsin B ekir’le
aşağı yukarı yaşıt. Fransız usulü yetişm iş, iyi bir idareci diye biliniyor. Valilik
fılaıı yapm ış galiba.
Planlam a dairesi de, “idari reform nasıl olacak’’ diye bir kom isyon kurdu.
D em irel’i o zam an tanıdım, o da askerliğini yapıyordu Planlam a’da. Su işleri
m üdürü ama askerliğini yapm am ış, “Planlam a’d a y a p sın ’’ demişler.
O geliyordu kom isyona, pek de devamlı olm adı, kaytarıyordu da,
K ızılırm ak sokakta yapılırdı toplantılar. Am m e İdaresi Enstitüsünün yeri
oradaydı o zam anlar. Oradan M eşrutiyet’in başına kadar Dem ire!’le bir gece
yürüdük. Oradan bir tanışıklığım var eskiden beri. İngiltere’den bir uzm an da
gelmişti. Bir kom isyon kuruldu.
M EHTAP, M erkezi H üküm et Teşkilatı Araştırm a Projesi, ben de onun
genel raportörü oldum. O benim için iyi bir deneyim oldu. Bütün T ürk idaresini
yakından görm e imkânı oldu. Onu iyi organize ettik, gelenler gidenler, çalışm a
grupları kuruldu, hâlâ da temel eser galiba.
Ben başından beri onu söylüyorum , idareyi başkası, özel kişi ya da
şirketler yapam az, idareyi idareden başkası reform e edemez, kendi kendisini
reform e etmesi lazım. Ö yle olm azsa zaten yürüm ez. Kendi içinden gelecek,
idarenin çeşitli parçaları, neyin reform e edilm esi gerektiğini kendileri
hissedecek, alttan gelecek. Tepeden inme değil, çok uğraşıyordum , geceleri
çalışıyordum .
M EH TA P dolayısıyla A m m e İdaresi’ne gittim geldim. D oçentken, Eğitim
M üdürlüğü’nü yaptım. Hâlâ da orada iyi bir iş yapıldı zannediyorum .
TODAİE’yi BM kurdu
ERTUĞRUL - Şöyle bir şey sorabilir m iyim ? A m erika’ya ideolojik
bakışım ız belli. T O D A İE ’yi de Am erika kurdurm uyor mu sonuçta?
SOYSAL - B M ’den Am erikalı gelmedi. Ben daha son sınıftayken kuruldu
Am m e İdaresi. Başına da İsveç’ten biri geldi. İsveç’te M uhafazakâr Partinin
kurucusunun oğlu, Hetchcr. Babası İsveç’in en ünlü iktisat tarihçisiymiş.
Amerikalı değildi. A m erikanlaşm a, biraz AID ile başladı. AID, öğrencileri alıp
A m erika’ya götürüyor falan ya.
BM, 5 0 ’lerde, T ürkiye’yi O rtadoğu’daki yenilenm enin m erkezi olarak
görüp Am m e İdaresi Enstitüsü’nü kuruyor; onun için Türkiye ve Ortadoğu.
Ortadoğu ülkelerinden de adam lar gclecek diye düşünüyorlar. Nitekim
hatırlıyorum başlangıçta bir Habeş geldi, Ü rdün’den biri geldi.
-
86
-
Tekrar Kıbrıs
ERTU Ğ R U L - K ıbrıs’ın son bölüm ü? Feyzioğlu’ndan sonra tekrar
döndünüz D enktaş’ın yanm a ve özellikle son bölüm de kavga daha büyük oldu.
SOYSAL - Dünya çullanıyordu. Buna karşılık m ücadele verdik.
ER TU Ğ R U L - Bazı zevat, çok tezvirat yapıyor bu konuda...
SOYSAL - O nlara göre Türkiye hayırlı bir iş yapıyordu. Annan planıyla
Türkiye için Kıbrıs m eselesi kapanm ış olacaktı. Biz buna karşı çıkıyorm uş gibi
gösteriliyorduk. A nnan planına evet dediler. O nlar az daha kazanıyordu,
Allahtan Rum hayır dedi. Sonuçta ona rağm en kazanıyorlardı, R uslar kurtardı.
ERTUĞRUL - Nasıl oldu o?
SOYSAL - R um lar son ana kadar ne koparabilirlerse koparm ak için çaba
gösterdiler, H ayır dem em ek için şart koştular ki, Annan planındaki bir nokta da
değişsin son dakikada. N edir o? T oprak konusunda da uzlaşılm ıştı, sınıra yakın
olan kısımdaki verilecek olan topraklar hem en verilecekti. Yalnız bir süre, devir
yapılıncaya kadar oradaki halkın güvenliği bakım ından Türk askeri gene sınırda
kalacaktı. Rum lar, dediler ki, “bu asker hemen çekilmezse biz hayır deriz”,
İngilizler de buna yattı. Bizim kiler de buna yattı, Annan planını kurtaracaklar ya,
evet densin diye.
G üvenlik Konseyi de “evet” diyordu, herkes “e v et” diyordu. Rusya
vetosunu bastı, Güvenlik K onseyi’nde. R uslar’m soğuk savaştan sonra kafa
tuttukları ilk olay oldu: “Amerikalıların her dendiğine de evet denm ez ”
gibilerden, 40 yılda bir bizim lehim ize vetoyu koydular, yattı iş. Sonra Rumlar
sanki öyle yapm am ış gibi yaptılar.
Hesap, başka hesap
ER TUĞRUL- H ocam bir de şu “özgürlük savaşçısı çocuk ” m eselesini
sorabilir m iyim ? H aşan Cem al hep yazar ya, “Mümtaz Soysal, Tiananmen
meydanındaki özgürlük savaşçısı çocuğa karşı çıktı ” diye, şunu bir aidatsanız...
SOYSAL - O çocuğun halini gördüm . B atılılar böyle bir şeye bayılıyorlar,
eline alıp oynuyor yani. Orhan Pam uk falan g ib i... O çocuğun haline üzüldüm
ben.
BM binasının önünde çocuğun etrafını çevirdiler. Belli ki, çocuğun
özgürlük davasıyla, çocuğun haliyle Filan hiçbir şekilde gerçek ilgileri yok. Bir
olay olmuş Ç in’i yıpratacak, ellerine de böyle gariban bir çocuk geçirdiler; o da
ona aldanıp, oralarda gidip özgürlük kahram anlığı yapıyor, halbuki hesap, büyük
hesap.
Asıl beni en çok kızdıran, o sırada tutulmuş hatırat gibi, gazeteleri
açıyorlar, duym adıkları duygulan da kendilerine enjekte edip, hatırat gibi
yazıyorlar. Halbuki en büyük sahtekârlık bu. Ben şimdi hatırlam akta güçlük
çekiyorum , sanki o gün düşünm üş gibi yazıyorlar. Sonradan hatırat yazmak
kadar büyük sahtekârlık yoktur. H atırlayabildiğin kadar yazarsın, insan ister
-87-
istemez kendinden yana yontm aya çalışır, tamam. Ama, öyle bir defter tutsan
bile, o anda söylediklerini de gidip notere bırakıyor musun, bırakm ıyorsun.
Tarih yazan, tarih yapana karşı
ER TUĞRUL - Size şunu sorm ak istiyordum, yeri geldi: Siz bir taraftan
tarih yazansınız; anayasa hocalığınız, kitaplarınız, yazılarınız vs. Diğer taraftan
tarih yapansınız; 61 anayasası, kurucu m eclis üyeliği, dekanlık, m illetvekilliği,
bakanlık, genel başkanlık. Tarih yaparken, tarih yazanı ne kadar
düşünüyorsunuz?
SOYSAL - O iyi bir şey değil. Biraz şizofrenik bir şey. Yani hem
siyasetçi olarak bir şeyler yapm ak istiyorsun ve siyasetçi olarak da biraz siyaset
yapm an lazım; bir yandan da kendini hocaym ış gibi ya da tarih yazıyorm uş gibi;
“bu yapılır mı, yapılmaz m ı”, “nasıl davranılır" o fren oluyor. Çok iyi bir
siyasetçi olmanı engelliyor. Dıştan bakıldığında daha iyi gözüküyorsun, işte
dengeli m engeli vs. ama çılgınlık yapam ıyorsun. Kendi huyum u da biliyorum
ben.
ER TUĞRUL - Ben sizi tarih yazana karşı sorum luluk duyarak kendini
sınırlam ış biri olarak g örürüm ...
SOYSAL - Kendimi gözlüyorum , “sonradan ben bunu nasıl izah
edeceğim, izah edebileceğim bir hale gelsin.” Fazla bir sorum luluk oluyor o.
Halbuki o kadar sorum luluk ağır, biraz daha sorum suzca davranm ak lazım, belki
de tabiatım da yok, fazla ihtiyatlıyım.
Son söz yerine
Bu söyleşide her şey yer almadı, biliyorum . Çünkü bir armağan
çerçevesinde bilim adam ı ve anayasa hukukçusu “ M üm taz H oca”yı gelecek
nesillere aktarıyorduk. Bazı konuları ben sorm adım , bazı konuları da (geçirdiği
trafik kazası gibi) M üm taz Hoca konuşm ak istemedi, bazı konuları bilimsel bir
yayın için gereksiz gördü, saygıyla karşıladım, bazıları da o ff the record’du.
Yakın dönem lere ve güncel tartışm alara az girdik, ben biraz daha
girilm esinden yanaydım , ama Hoca, son derece ikna edici bir şey söyledi,
sustum:
“Kitabı daha kapatmadık"
Nice kitaplar hocam.
- 8 8 -
Ek-1
(ANAYASA’YA GİRİŞ)
Ö n sö z
Bu kitap, alışılm ış anlam da bir «ders kitabı» değil. Gerçi «Anayasaya
Giriş» başlığı altında toplanan konular yine bir öğrenim yılının saatlerine
sığdırılm ış alanları kapsıyor ama, üniversitelerde «ders kitabı» sözünden
anlaşılan şey, bundan çok daha başka: o ada layık yayınların daha «ağır», daha
«kalın» ve daha «renksiz» olm ası bekleniyor.
Buna karşılık,- sürekli gözlem lerden doğan bir başka amacı var kitabın. O
am aç da şu: üniversite kürsüsüyle üniversite sıraları arasındaki boşluğu ortadan
kaldırm ak, şatoları yığınlardan ayıran hendekleri doldurm ak. Orta öğretim
kuram larını bitirip fakültelere gelen genç insanların sorunları kavram aya hangi
noktadan başlayabilecekleri ve neleri sindirip neleri sindirem eyecekleri
konusunda pek gerçekçi olm ayan varsayım lar hayli yaygın. Ö ğreticiler
öğrencilerin düzeyinden uzaklaştıkça, özellikle Türkiye gibi bir ülkenin
koşullarından ötürü henüz tam bir sindirm e yeteneği kazanam am ış körpe kafalar,
birdenbire büyük engellerin önünde buluyorlar kendilerini: karşılaşılan sorunlar
açısından yararlılığını pek kcstirem edikleri kavram ları, benim sem ekte güçlük
çektikleri bir dille kendilerine anlatm ağa kalkan koca kitaplar.
Oysa, bir öğrenim basam ağından başka bir öğrenim basam ağına yeni
geçen insanlar, hiç alışm adan, böylesine büyük adım lar atm ağa zorlanm am alı, o
zam ana kadar edinebildikleri seziş yeteneklerini böylesine aşan sunuşlarla karşı
karşıya bırakılm am alı. Belki de, fakültelerin ilk sınıflarında pek yaygın bir
yakınm a konusu olan «verim düşüklüğü», herşeyden önce, sunucularla alıcılar
arasındaki bu «akortsuzluk»tan ileri geliyor ve bunun da baş sorum lusu herhalde
öğrenciler değil. T ürkiye’nin eğitim düzeni bozuksa, bunun bedelini bilm eceler
karşısında zihin körleterek, ezberciliğe sürüklenerek, hatta yıllarını yitirerek
niçin yalnız onlar ödesin? Gerçi, üniversite öğretim inin belli bir düzeyi
tutturm ak, sorunları belli bir ağırlıkla ortaya koym ak ve geride kalm ışlarla oyalanm ayıp kendisini en iyilere göre ayarlam ak zorunda olduğu kolayca
söylenebilir. Ama, böyle bir tutum gerçekçi olmaz: T ürkiye’nin koşullan içinde,
her yıl, üniversitelerin ilk sınıflarındaki sıralar, seçtikleri ya da seçmek zorunda
kaldıkları bilim dalı için gerekli tem el yetişm eden geçm em iş binlerce,
oııbinlerce genç insanla doluyor. Bunları yok saym ak, alışılm ış üniversite
ölçülerine uym ayı belki sağlar am a, T ürkiye’nin eğitim sorunlarından birini de
çözüm lenm em iş olarak bırakır. Böyle bir tutum «halkçı» da olmaz: fakültelerin
ilk yıllarında kolay aşılam ıyacak ve sözde «yüksek kaliteli» engeller kurmak,
belli olanaklardan yoksun bırakılm ış insanlar Türk toplum unun kaderi üzerinde
söz söylenebilecek yerlere gelm eden kalsınlar demektir. Oysa, eğitim düzeni
-89-
bozuk olan bir ülkede, her öğretim aşam ası, kendi standardlarını değiştirm ek
pahasına da olsa, bir önceki aşam anın aksaklıklarını onarm akla yüküm lü
sayılmalı.
O nun içindir ki, bu yayın, bir «açm a ve alıştırm a kitabı» niteliğini taşıyor.
Elbette istenen şey, öğrencilerin bu bilgi düzeyiyle yetinm eleri ve daha fazlasını
düşünm ekten kaçınm aları değil. Tam tersine, konular öyle bir biçim de ortaya
konm alı ki, hem öğrencide kendi bildiklerini derinleştirip yeniden
değerlendirm ek isteği uyansın, hem de, ilk yıllarda, bıkkınlık ve ürkeklik yerine
yeni bilgilere karşı köklü bir açıklık yerleşsin. Bu nedenle, bölüm lerin sonuna
yazar adlarının alfabe sırasına göre konan «yardım cı okum a» listeleri, herhangi
bir yorum lam ada ve değerlendirm ede bulunm adan, bazı konularda uyanabilecek
merakı giderm ek am acını güdüyor. Bunların her konuyu bütünüyle kapsayan
birer «tam liste» olm adığı besbelli. Y ayınların türkçe olm asına, azçok yakın bir
tarihte çıkm ış bulunm asına, çeşitli görüşleri tem sil etm esine ve genellikle kolay
bulunup okunabilir olm asına dikkat edilm iştir. Bu yüzden de, o listeleri
«bilim sel» yapıtların sonuna eklenm iş bibliyografyalardan saym am ak gerekir.
Örneğin, çeşitli dergilerde yayınlanan «bilim sel m akaleler» bu listelerde yok.
K aynaklar arasında ders kitapları da yeralm aktadır ama, ağırlığın bunlar
üzerinde olm am asına özellikle dikkat edilm iştir. Yine de bazı durum larda
konuların niteliği, gereken dengenin kurulm asını önlem iş olabilir. Bir bakıma,
bu listeleri kısa kitap m etnini dipnotlarıyla ağırlaştırm am ak için ayrıca sunulan
kaynak göstergeleri saym ak da m üm kün. Şurası da belli ki, yararlanm a borcu
yalnız bunlardan ibaret değil: aslında, borçlanm a listesini yabancı yazarlara,
türkçedeki bilim sel m akalelerin ve hatta henüz yayınlanm am ış yapıtların
sahiplerine kadar uzatm ak gerekirdi. Ama, herşeyden önce, bu yardım cı okuma
listeleri, günün yaygın sorunları konusundaki m eraklarını giderm ek ve
yazaı ınkinden başk a g ö rü şleri de öğren m ek isteyenlere kolaylık sağlam aktadır.
Öğrenciler, hem başka tutum ların neler olduğunu görm ek, hem de adlarını sık
sık duydukları kim selerin ne gibi görüşler savunduklarını ortaya çıkarm ak
olanağını bulacaklardır. Yalnız «ne neym iş» sorusuna cevap arayanlar değil,
«kim neym iş»i m erak edenler de bu listelerdeki yayınları karıştırm alı.
Bu yayın, tam anlam ıyla bir «hukuk kitabı» da olm uyor; hatta, bir bakıma,
şim diye kadarki «anayasa» kitaplarında «hukuk» un ağır basm asına karşı bir
tepki bu. Ama, hukuk kavram larının büsbütün ihmal edildiği, bunlara hiç
değinilm ediği de söylenem ez; tam tersine, kitap, asıl konusu olan «anayasa
hukuku»nu daha anlam lı bir çerçeveye oturtm ak am acını güdüyor. Bunun
ötesinde, anayasa hukukunun bütün inceliklerini böyle bir yayında aram am ak
gerekir. Niyet, fazla dozlarla öğrencileri hukuktan soğutm ak değil, onları
anlamlı bir hukuk öğrenim ine ısındırm aktır.
Dünyadaki rejim sorunlarının ışığında bugünkü T ürk anayasa sistem ini
anlam ağa yarayacak «giriş» bilgilerini verm ek am acını güden kitapta, konuların
-90-
ve kavram ların sıralanışı bakım ından özel bir yöntem izlendiği herhalde dikkati
çekecektir. Fakültelerin ilk sınıflarında okutulan «anayasa hukuku» dersleri
genellikle iki temel kitaba dayanır: bunlardan biri «genel esasları»ı verir, öbürü
de «Türk anayasa hukuku»nu. Oysa burada böyle bir ayırım yok. D ünyadaki ve
T ürkiye’deki oluşum la kavram ların tanım lanm ası birbirine karıştırılm ıştır, hem
de bile bile. B ölüm uzunluklarının daraltıcı bir eşitlik anlayışıyla ayarlanm am ası,
biraz da bu oluşum un bütünlüğünü bozm am ak ve gereksiz kesilm eler
yaratm am ak tasasından ileri geliyor. Örneğin, «insan haklan», «demokrasi»,
«parlam enter sistem » gibi kavram lar belirli başlıklar altında ele alınıp bunlarla
ilgili salt genellem elere gidilm em iştir. Tersine, T ürkiye’nin rejim ve anayasa
sorunları dolayısıyla sık sık geçen bu kavram lar, tarihsel oluşum ları içinde, özel
koşullara bağlılıkları ortaya konarak açıklanıyor. İngiltere’de «Sanayi
Devrim i»nin ne gibi koşullar içinde gerçekleştiğini bilmeden, «ekonom ik
düzenle rejim lerin bağlantısı», «parlam enter sistem in başarısı» ya da «oy
hakkının kısıtlanm ası» gibi sorunlarda anlam lı tartışm alara girişm ek m üm kün
mü ?
Bütün çaba, bugünün sorunlarını insanlığın büyük oluşum una
oturtabilm ek, ona göre değerlendirebilm ek. Böylece, 1961 A nayasası, dünyanın
çeşitli köşelerindeki belli koşullara göre oluşm uş kavram ları yine belli koşullar
içindeki bir ülkeye uygulam ak am acını güden belge niteliğini daha açıklıkla
kazanıyor. Başka bir açıdan da, böyle bir tutum, büyük gidişin içinde bu belgeye
nasıl olup da yaratıcı bir rol verilebileceğini ortaya çıkarm aktadır. Yoksa, metin
olarak hayli uzun, ayrıntılı ve açık olan 1961 A nayasası, çoğunlukla yapıldığı
gibi, kolayca okunuveren ve okundukça kendi kendisini açıklayan bir belge de
sayılabilirdi. İşte, «Anayasaya Giriş», bu dış görünüşün verdiği basitlik
izlenim ini silmek, m addelerin ulu, fakat boş ve anlam sız form üller olarak
tekrarlanm asını önlem ek, genç kafaları «anayasa yobazlığı»ndan uzak tutm ak
istiyor. A nayasalar, bir büyük oluşum içine yerleştirilip ona göre de­
ğerlendirilm edikçe, gerçekten birer «kâğıt parçası» olm aktan öteye geçem ezler.
Bütün bunların sonunda, böylesine genelleştirici bir tutumun, tam
kapsam lı ve ayrıntılı tem el kitapları yazm ak ödevini de ortadan kaldırm adığını
açıkça belirtm ek gerekir. Am a, üniversite üyelerinin ilk ödevi, her yıl
önlerindeki sıraları dolduran genç insanları düşünm ek. İşte, bu küçük kitap o
ödevi yerine getirm enin sevinciyle yazıldı.
A nkara, O cak 1968
Mümtaz Soysal
Ankara Üniversitesi
Siyasal B ilgiler Fakültesi
Ek-2
BİR DİPLOMASİ DERSİ
H. Avni A K SO Y
Kuala L um pur’da, ilk yurtdışı görevimdeyiırı. Birleşm iş M illetlerin
UNISPAL (U nited Nations Inform ation System on the Question o f Palestine)
diye bir oluşum u var. 18-22 Aralık 1989 tarihlerinde U N ISPA L’ın M alezya
hüküm etiyle birlikte düzenlediği bir STK sem pozyum u yapılıyordu.
Büyükelçiliğim ize de davetiye geldi.
Bir de baktık ki, katılım cılar arasında M üm taz H ocam ız da var. Pek
sevindim. O kuldan m ezun olduktan altı yıl sonra yeniden görecektim en
sevdiğim hocalarım dan birini. Eşi Sevinç Hanım la birlikte gelecekm iş.
Hocanın uçağı biraz gecikm eli de olsa K uala L um pur’a indiğinde
havaalanında onları karşılam ak üzere hazır bekliyordum . Özel giriş kartlarım ız
sayesinde güm rük hattının ötesine geçtim ve pasaport sırasına girm eden
yakaladım hocamızı. Hiç beklem iyordum am a hatırladı beni.
Neyse,
"Avniciğim, küçük bir sorunumuz var” dedi, "biz pasaportları evde
unutmuşuz. ”
Bir an öylece kalakaldım. Nasıl yani??
“E, peki Türkiye’den nasıl
E senboğa’da şeref salonundan çıkış yapm ışlar ve
pasaportları olm adığını farketm em iş kimse.
Ben ne yapsak, nasıl yapsak diye kara kara düşünürken, hoca farketti ki
yanlarında K KTC diplom atik pasaportları var.
İyi de, M alezya K K T C ’yi
tanım ıyor ki... Gerçi K K T C ’yi tanım am akla birlikte K K TC pasaportlu insanların
bu pasaportlarıyla ülkesine girm elerine izin veren devletler var, üstelik İngiltere
gibi devletler. Biz de mesela T ayvan'ı tanım ıyoruz ama, Tayvanlılar kendi
pasaportlarıyla T ürkiye’ye giriş yapabiliyorlar. Ama M alezya bu, laftan anlarlar
mıydı acaba?
Çaresiz, şansım ızı bir deneyelim dedik. Pasaport m em uru önce anlam adı,
sonra “siz Kıbrıs adasından mı geliyorsunuz?” diye sordu. Olum lu cevap
üzerine, artık K uzey K ıbrıs’tı, G üney K ıbrıs’tı diye incelem eden giriş dam gasını
bastı. M alezya, Kıbrıs adası gibi ‘İngiliz U luslar T opluluğu’ diye anlam sız bir
şekilde Tiirkçeye çevrilen kuruluşun üyesi ve bunun üyeleri birbirlerinden
çoğunlukla vize talep etm iyorlar.
H ocam ızı ve Sevinç Hanım ı kalacakları otele getirdim. N edense o
zamanki Büyükelçi, M ülkiye m ezunu olm asına rağm en H ocam ıza biraz mesafeli
davrandı. Zorla yapıyorm uş gibi bir akşam yem eği verdi.
çıktınız?” diye sordum.
-92-
Sem pozyum başladı. Açılışa Büyükelçi de geldi. Ben her gün gidip
dikkatle izliyorum. O nun dışında, M üm taz Hocamı bulm uşken, yanından
ayrılm ıyorum .
H ocanın sırası geldiğinde, her panele m oderatörlük, her toplantıya
başkanlık
eden
Senegalli
kadın
büyükelçi
nedense
yoktu,
yerini
yardım cılarından “K ıbrıs” (yani bildiğim iz G üney Kıbrıs Rum Yönetim i)
B üyükelçisi A ndreas M avrom m atis alm ıştı. Rum ya adam, ille M üm taz H oca’yı
zor durum da bırakacak aklınca. Her konuşan F ilistin’in ve Filistinlilerin
problem lerinden bahsederken, M avrom m atis sözü hocaya bırakm adan önce,
“benim ülkem gibi y a b a n a bir gücün işgali altında olan Filistin” gibi bir laf
etti. Bu sözü söylerken de M üm taz H oca’ya dik dik bakıyordu.
Ben “du bakali” diyerek, hocanın nasıl bir karşılık vereceğini beklem eye
koyuldum . M üm taz Hoca konuşm asında Filistin halkının sıkıntılarının aslında
bir insan hakları sorunu olduğunu vurguladı, Asyalı halkların doğasında bulunan
kadercilik gibi hasletlerin insan hakları farkındalığı bakım ından önem li bir
dezavantaj olduğunu, A syalIların da artık evrensel insan hakları standartlarını
tanıyıp Filistin halkının davasına “m azlum halkla” veya “ m üslüman
kardeşleriyle” dayanışm a seviyesinden daha üste çıkıp bir insan hakları sorunu
olarak bakm aları gerektiğini söyleyen bir konuşm a yaptı. Sonra ekledi:
“Nitekim , halkıyla dayanışma gösterdikleri halde bu kendi kaderini tayin
etmek gibi en temel milli hakkını savunan Filistinlilerin devlet kurma hakkını
tanımakta ayak siirüyenler var. Oysa Filistinlilerin en inkâr edilmez hakkı kendi
kaderini tayin etmektir, tüm diğer halklar g ib i” dedi ve sonra M avrom m atis’e
dönerek “değil mi sayın başkan? ” dedi.
Sayın başkanın o anda boğazına birşeyler kaçm ış olm alı ki, birden
öksürm eye başladı, uzunca bir süre öksürdü, sonra baktı olacak gibi değil,
kendini dışarı attı ve öksürm esine lobide devam etti. Hoca, bu lafıyla büyük
alkış aldı. Ben de büyük bir hocam dan bir diplom asi dersi daha almış oldum.
Ek-3
Prof. Dr. M ÜM TAZ SOYSAL
Dr. Ahm et Zeki BULUNÇ
Bizim kuşak Kıbrıs Türkleri için T ürkiye’ye gelm ek hem bir özlem , hem
de bir dönüm noktası niteliği taşıyordu. Bu, özellikle benim açım dan bir
olanaksızı gerçekleştirm ekti. Çünkü her şeyden önce lise öğrenim inden sonraki
bir öğrenim düzeyi hakkında bilgim yoktu. Rahm etli babam ilkokul ikinci
sınıftan terk, sadece ism ini ve baba adını eski Türkçe yazabilen bir işçi idi ve
çalışm aktan başka bir dünyası yoktu. Rahm etli annem hiç okula gitm em iş B af
kasabasının ücra küçük bir köyünden L efkoşa’ya zengin bir T ürk ailesinin
yanm a “beslem e” olarak verilerek büyütülm üştü. Lise son sınıfa geçtiğim yıl en
yakın arkadaşım kom şu çocuğu, rahmetli malul gazi Yüksel Enver’in A nkara’ya
üniversite öğrenim ine gitm esiyle Ü niversite’yi öğrenmiştim .
Lise son sınıfım, üniversite hayali ile ve rahm etli babam la “ben de
Ankara'ya üniversiteye okumaya g i d e c e ğ i m babam ın da “benim gücüm yok
okutamam, sen Kömürcü köyüne bile gidemezsin ” m ünakaşalarıyla geçti. Bütün
yıl boyunca boş zam anlarım da ve özellikle yaz aylarında çok çeşitli işlerde
çalışarak para biriktirdim . Bu arada babam ısrarımı, kararlılığım ı ve bir bakım a
yaşam la m ücadelem i görünce bana “seni dilenip dirsenip okutacağım ” diyerek
son ham lelerde güç verdi. Bu koşullarda Eylül 1963 tarihinde A nkara’ya
öğrenim için geldim.
F akülte’de dersler başlayalı henüz iki üç ay olm uştu ki, Rum lar önceden
hazırladıkları Akritas P lam ’nı 21 A ralık 1963 tarihinde, 48 saat içinde Kıbrıs
T ürk halkını “ imha ederek” E N O S İS ’i gerçekleştirm ek hedefiyle uygulam aya
koydular, Türklere karşı saldırılarını ve katliam larını başlattılar. Bu koşullar
karşısında T ürkiye’de üniversite öğrenim ini sürdüren biz K ıbrıslı T ürk
öğrencilerin hem en hem en tam am ı, çeşitli aşam alardan geçerek ve çeşitli
yollarla m ücadele etm ek üzere M ücahit olarak K ıbrıs’a döndük.
İki yılı aşkın bir süre sonra, 1966-1967 öğrenim yılında terhis edilerek
topluca tekrar T ürkiye’deki üniversite öğrenim im ize geri gönderildik. Benim
için her şey olan, bana yeni ufuklar kazandıran ve her zam an kıvançla, onurla ve
gururla mensubu olduğum , iftihar ettiğim A nkara Üniversitesi Siyasal B ilgiler
Fakültesi’ndc (M Ü L K İY E 'D E ) okum a övüncüne ve ayrıcalığına kavuştum.
B enim hayatım da ve bugünüm de apayrı bir yeri olan M ülkiye’nin ve her zam an
saygıyla, sevgiyle andığım çok değerli hocalarım ın yüksek niteliklere sahip
olm am ızdaki payları ve katkıları hiçbir şekilde ifade edilem ez ve her hangi bir
-
94
-
ölçüyle ölçülem ez. M üm taz H ocanı ile hoca-öğrenci ilişkilerinden de öte ayrı bir
hukukum uz ve bir bakım a kesişm e noktalarım ız oldu.
İlk ders
M üm taz Hocam ız birinci sınıfta A nayasa Hukuku dersini veriyordu.
Benim için genel olarak hukuk, özel olarak Anayasa Hukuku yepyeni konulardı.
Başlangıçta kendimi, bilinm ezler denizinin derinliklerinde kaybolm uş gibi
hissetm iştim . A ncak M üm taz H ocam ızın ders anlatım ı, A nayasa’y a Giriş
kitabının zenginliği ve akıcılığı bir yandan diğer arkadaşlarım gibi beni de
kendine bağlıyor, bir yandan genel olarak anayasayı ve M üm taz Hocam ızın
yaratıcılığında “ dinam ik anayasa” anlayışını öğreniyor, bilinm ezlikleri aşıyor,
olayları farklı bir gözle anlayarak, sorgulayarak, yargılayarak ve yorum layarak
anlam aya ve çözm eye başlıyordum . Bu durum, özellikle Anayasa dersine ilgimi
ve öğrenm e arzum u giderek daha çok artırıyordu. Kendimi derslere
hazırlanm akta ve sınıfta izlem ekte çok iyi hissediyordum . Her geçen gün
güvenim artıyordu; arkadaşlarım la tartışm alara etkin bir şekilde katılabiliyor, o
günlerdeki siyasi gelişm eleri daha iyi analiz etm eye başladığım ı fark ediyordum.
Kıbrıs dönüşü F akülte’ye yeniden başladığım da hedefim ve am acım daha
başka yıl kaybetm eden öncelikle ikinci sınıfa geçmekti. Dersler Kıbrıs
dönüşünde daha zor geliyor, yıl kaybetm e tedirginliğini, telaşını ve stresini
yaşıyordum . İşte bu koşullarda Şubat sınavları gelip çatmıştı. Sınav günü kura
ile çekeceğim iz dersten sınava girecektik. Hangi dersin çıkacağını bilm ediğim iz
için dokuz dersim izin tam am ına da aynı ağırlığı vererek hazırlanm ak
gerekiyordu. Tahm inler, olasılıklar ve varsayım lar bana göre değildi. O nedenle
bir M ülkiye öğrencisine yakışır şekilde kelim enin tam anlam ıyla “İN EK ” gibi
çalışıyordum . N ihayet sınav günü gelip çatmıştı. Kurada A nayasa Hukuku dersi
çıkmıştı. Bu benim için bir bakım a sevindirici ve rahatlatıcı bir durum du ama o
oranda da korkutucu ve endişe verici idi. Çünkü bu M üm taz Hocam ızın Anayasa
Hukuku dersi idi. Sorular kolay ve rahatlatıcı gelmişti. Hem en cevapları
yazm aya koyuldum. Yanlış hatırlam ıyorsam toplam üç soruya 5-6 sayfalık yanıt
vermiştim. Sınav bittiğinde sevinçten uçarak amfiden çıkm ıştım . A rkadaşlarım la
da soruları ve yanıtları tartıştıktan sonra kesinlikle 10 üzerinden 10 alacağıma
inancım ve güvenim artm ıştı. Sonuçları heyecanla bekledim. İlan tahtasına asılan
not çizelgesinde 10 beklentisi ve um uduyla ismimi ararken çarpıcı bir notla
karşılaştım ; aldığım not 10 değil, sadece 1.5 idi. Yani bir buçuktu. Ne gözüm e
inanabildim ne de gerçekliğine. Bu olamazdı. Bir yanlışlık olmalıydı. Bu sonuçla
hemen hem en bir yıl daha kaybetm em kesinleşiyor gibi idi. K endim le büyük bir
m ücadele ederek ve hayatım da ilk kez not itirazı için M üm taz H ocam ’a gitmeye
karar verdim.
Sonuçta gittim. Fakültenin ikinci katında M üm taz Hocam ızın odasının
önüne gittim. Bütün kararlılığım a karşın bir türlü cesaret edip kapıyı çalamadım.
U zun bir süre orada kapı önünde tereddüt içinde kalakaldım . Kendi kendim le bu
-95-
m ücadeleyi verirken odanın kapısı içerden açıldı ve yüz yüze gelecek şekilde
kendim i M üm taz H ocam ın karşısında buldum. "Ne var” diye hocam sordu.
Nihayet titrek ve heyecanlı bir sesle, dizlerim in de titrediğini hissederek
"Hocam, sınavda tam not almayı bekliyordum ve kesin doğru cevaplar
verdiğimden eminim. Ama tam not yerine 1.5 aldım. Acaba maddi bir hata oldu
mu diye düşünüyorum ” dedim. M üm taz Hocam , "peki gel odaya kâğıdına
bakalım ” dedi. Odasına girdik, ismimi sordu ve kâğıdım ı buldu. Hocam , "Ne
bu? Kaç sayfa yazmışsın böyle” sorularını sordu, kâğıtlara baktı ve "yanlış y o k ”
dedi. "Notun doğruymuş. ”
“N eden hocam ” dedim. "Çok yazmışsın. Bu soruların her biri en çok iiç
dört satırlık, bir veya ikişer cümlelik cevaplar olmalıydı. ” Birinci soruyu okudu:
"Parlamenter sistemin temel özelliği nedir?” Parlam enter sistem in temel
özelliği, tem sili bir parlam entoya karşı hüküm etin sorum lu olm asıdır. "Eeee,
hocam ben onu yazdım ” dedim. "Evet yazdın, ama daha üç sayfa dolusu bir
şeyler de yazdın.” "Hocam yazdıklarım yanlış mı? "Hayır yazdıkların doğru,
ancak tek başına sadece benim istediğimi yazmadın. Ben yazayım hoca kendi
istediğini bulsun türünden bir cevap verdin.”
M eselenin özünü kavram ıştım . Ben soruya cevap verirken parlam enter
sistem hakkında ne biliyorsam , yazabildiğim kadar hepsini yazmıştım . Çünkü
soru 4 puanlık bir soru idi ve öyle kısa bir cevapla not alam ayacağım ı
düşünm üştüm . Em in olm adığım için de her şeyi yazmıştım . K uşkusuz diğer
sorulara verdiğim yanıtlar da aynı nitelikte idi ve "peki hocam, ne yaptığımı
anladım ” diyerek hem teşekkür ettim, hem de özür dileyerek odadan ayrıldım.
Bu olay benim için hayatım ın önem li bir dersi olm uştu. M eselelerin özüne
inmek esas olm alıydı; özü kaçırılm am alıydı. Hocamı gayet iyi anlam ıştım.
Haziran sınavlarında A nayasa Hukuku dersinden 9 alm ıştım . Bu anım Fakültede
iken M üm taz Hocam la yüz yüze teke teke konuştuğum ilk ve son olay olmuştu.
12 Mart
Yıllar geçiyordu. 1968 öğrenci olayları yaygınlaşıyor, boykot ve eylem ler
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde de etkisini gösteriyordu. Sık sık Fakülte ve
özellikle SBF Yurdu “Toplum Polisi” ve Jandarm a tarafından basılıyordu. Bu
baskınların en önem lileri 1969 Ekim ayında ve 1970 yılında olanlardı. Yıllar,
olaylı geçiyordu. Siyasal Bilgiler Fakültesi m ercek altındaydı ve ilk baskın
yapılan yerlerden biriydi. Derken 12 M art 1971 M uhtırası geldi ve sıkıyönctin
ilan edildi, yurttan atıldık, yurt boşaltıldı.
Bir gün sınıfta derste iken, tarihini şu anda hatırlayam ıyorum , sınıfın
kapısı açıldı ve D ekanım ız M üm taz Hocamızı askerlerin tutuklam ak için okulu
kuşattıkları haberi verildi. Hemen sınıflar boşaltıldı, bütün öğrenciler Fakülte
binasının giriş kapısı önünde toplandı. B ir süre sonra iki subayın refakatinde
beyaz (krem ) pardösüsünü giymiş olarak Dekanım ız M üm taz Hoca göründü.
-96-
m erdivenlerden indi, F akülte’nin karşısındaki caddede bekleyen iki m anga kadar
askerlerin yanındaki jeepe götürülm ek üzere üç beş adım attıktan sonra -yanlış
hatırlam ıyorsam - binbaşı olan subaya “araç buraya gelsin, biz oraya
gitmeyelim’’'’ dedi. B inbaşı 70-80 m etre kadar ileride duran askerlere Jcep’in
gelm esini işaret etti. A ncak askerler bunu anlam adılar, öğrenci ve hocaların bir
engellem esi olduğunu zannederek silahlarını çapraz şekilde tutarak avcı kolu
şeklinde koşarak bulunduğum uz yöne doğru gelm eye başladılar. Komutu veren
subay, askerlerin yanlış anladığını fark etti. O nlara doğru fırlayıp önlerini
keserek durdurdu ve “jee p i gönderin ” emrini verdi. Jeep geldiğinde M üm taz
Hocam ız binm ek üzere iken, sanki biri kom ut verm işçesine bütün öğrenciler ve
hocalarım ız o an yapabilecekler tek şey olan güçlü bir alkış kopardılar ve bu
alkışlar arasında D ekanım ız M üm taz Hoca uğurlandı. Jeepin hemen arkasından
bir Volkswagen arabaya M ehm et Selik hocam ızla birlikte, şu anda kimler
olduğunu hatırlayam adığım , iki üç hocam ız binerek M üm taz Hocam ızı izlediler.
Bu olaydan sonra F akülte'de boykotlar arttı, sonuçta büyük çoğunluğum uz
Haziran sınavlarını boykot ettik.
KTFD’de memur grevi
M üm taz H ocam la, ikinci konuşm am bir telefon konuşm ası oldu. K ıbrıs’ta
1976 yılında kamu görevlilerinin (m em urların) hak arayışları çerçevesinde grevli
eylem ler yapıyorduk. Kıbrıs T ürk Amme M em urları Sendikası (K TA M S) Genel
Sekreteri idim. G rev eylem lerim iz oldukça sert, gergin ve uzun süreli geçiyordu.
O tarihlerde Kıbrıs Türk Federe Devleti Başbakanı N ecat Konuk Beydi. Bizlere
geçici olarak üç ay süre ile işten el çektirtm işlerdi. Grev pazarlıklarında gelinen
en son noktada varılan m utabakatta grevde geçen günlerin ödenm em esi
hususunda Hüküm et diretiyordu. Biz de Sendika olarak bir ayı aşkın bir süre
grevde geçen günlerin diğer taleplerim iz yanında ödenm esi koşuluyla greve son
verebileceğim izi ısrarla belirtiyorduk. G örüşm eler tıkanm ıştı, grevi kırıcı
girişim ler artıyordu, arkadaşlarım ızda yorgunluk ve bıkkınlık belirtileri
görülüyordu. Bu ortam da aklıma, sürekli yazılarını okuduğum , anayasal hakları,
grev hakkını, dem okrasiyi ve em ekçileri savunan M üm taz H ocam ’a K T F D ’deki
durum u anlatm ak ve basın yoluyla desteğini istem ek geldi.
Bir akşam saat 20.00-21.00 gibi telefon ile M üm taz H ocam ’a ulaştım.
Kendimi tanıttım , eski öğrencisi olduğum u söyledim , dem okratik ve sendikal
haklarım ızın çiğnendiğini, antidem okratik baskılar altında sendikal m ücadele
verdiğim izi ve grevi kırm ak için siyasi otoritenin girişim lerini anlattım , basın
desteğini rica ettim. Bir gün sonra M üm taz Hocam müthiş bir yazı yazdı. Birkaç
kez daha konuştuk, gelişm eler hakkında bilgi verdim, o da bir iki yazı daha
yazdı. Sayın Başbakan Necat K onuk bu yazılardan çok etkilendi ve rahatsız
oldu. İnönü’nün dem okrasi okulundan m ezun olduğunu ifade ederek
Başbakanlık Basın ve Halkla İlişkiler M üdürü, M üm taz Hocam ızın SBF Basın
-
97
-
Yayın Yüksek O kulu’ndan öğrencisi ve etkin diyalogları olan rahm etli
İsfendiyar A ltuğ’un girişimi ile K T F D ’ne olayları yerinde görm esi ve ne denli
dem okratik davranıldığını gözlem lem esi için B aşbakan tarafından davet edildi.
Hocam ız bir süre sonra K T F D ’ye geldi, tem aslar yaptı. Bu arada grev sorunu
Sendikanın talepleri doğrultusunda çözüldü. M üm taz H ocam ızın yazıları daha
ilk günlerden etkisini gösterm işti.
Kişisel olarak ben bu olayı, M üm taz H ocam ın ileride çok katkısı olacak
ve bugünkü tezlerim izin de tem ellerini teşkil eden Kıbrıs konusuna girişinin ilk
adım ları olarak, naçizane değerlendiriyorum .
Danışmanlığa giden yol
M üm taz H ocam ile ilgili üçüncü anım 1977 yılı yaz ayında oldu.
A nkara’da evlenm iş ve yerleşm iş olan fakülteden iki arkadaşım ız K ıbrıs’a
gelm işlerdi. A rkadaşlarım ızı bir gıııp halinde A lay köydeki evlerinde ziyarete
gittik. A nkara’dan iki günlük Milliyet gazetesi getirm işlerdi. M üm taz Hocam ızın
bu gazetelerde iki makalesi vardı. Hocam ız yazılarında Kıbrıs uyuşm azlığının
çözüm üne ilişkin düşüncelerini açıklıyor, m evcut durum un değerlendirm esini
yapıyordu. Çözüm önerilerinin esası federal-konfederal bir yapıyı öngörüyordu.
Ö neriler ve değerlendirm eler insan haklarını, dem okrasiyi, barışı, dostluğu
gerçekten savunanların
karşı çıkam ayacakları, aksine sonuna
kadar
destekleyecekleri nitelikler taşıyordu. Bir anayasa hukukçusunun, bir bilim
insanının ortaya koyduğu görüşlerdi. Yıllardır özlem ini duyduğum , bizi,
tezlerim izi ve K ıbrıs’taki gerçekleri dünya kam uoyuna duyuracak özgün ve
nitelikli, içi dolu dolu yazılardı. Evrensel değerler haline gelm iş insan hakları,
dem okrasi, özgürlük, barış gibi kavram ları gerçekten savunan, benim seyen ve
kabul eden devlet, kurum ve kişilerin ortaya konan görüşleri desteklem esi
gerekirdi. M üm taz hoca önerilerini, görüşlerini ve değerlendirm elerini çağdaş
dünya gerçeklerine ve Kıbrıs Türk halkının tem el haklarına uygun bir şeklide
ortaya koyuyordu. Bu yazıları okuduğum zam an neden M üm taz Hocam ızın
KTFD Başkanı Denktaş B ey’in görüşm elerdeki A nayasa Danışm anı olm adığını;
m evcut Anayasa danışm anlarının nasıl ve neden tercih edildiklerini
arkadaşlarım la sorguladık ve tezlerim izin savunulm asındaki yetersizliği tartıştık.
Daha o günlerde M üm taz H ocam ızın Kıbrıs uyuşm azlığı, Kıbrıs Türk halkının
çıkarlarının ve ulusal çıkarlarım ızın korunm ası için kesin bir tutum u vardı. Bu
tutum unu da önce yazılarında daha sonra görüşm e süreçlerinde ve gelişm elerde,
bugün olduğu gibi kararlılıkla, inançla, anayasa hukuku ve bilim sel tutarlılıkla
sürdürdü.
M üm taz Hocam ın, "keşke KTFD Devlet Başkanı Denktaş B e y ’in
görüşmelerdeki Anayasa Danışmanı olsaydı ” düşüncem ve içten gelen isteğim,
Kıbrıs Türk halkı için bam başka başka biri yeri, önemi ve değeri olan rahmetli
Başbakan Bülent Ecevit hüküm etinin göreve geldiği 1978 yılında Başbakan
-98-
Eccvit’in A nkara’daki bir görüşm e sırasında Sayın D eııktaş’a önermesi ve kabul
görm esi üzerine 1978 yılından itibaren resm en A nayasa Danışm anı olarak
göreve başladı. M üm taz Hocam ız, Kıbrıs uyuşm azlığının çözüm çalışm alarına
etkin katkı yapm aya, Türk tarafının tezlerinin güçlü dayanaklarını ortaya
koym aya ve öneri paketlerinin geliştirilm esine unutulam ayacak çok önemli ve
büyük katkılar yapm ış, hukuki ve bilim sel tem ellerinin geliştirilm esinde
belirleyici bir rol oynam ıştır.
12 Mart’ın ve 12 Eylül’ün saygı duruşu
M üm taz H ocam ile bir kesişm e anım da 12 Eylül 1980 darbesinden
sonrasına aittir. Kıbrıs uyuşm azlığına bir çözüm bulm ak am acıyla görüşm elerin
sürdürüldüğü bir süreçte T ürkiye’de 12 Eylül darbesi olm uştu. Yeni oluşan
askeri yönetim de, 12 M art 1971’i yaşam ış olan bir kişi olarak K ıbrıs konusunda
ilk aklım a gelen hususlardan biri, M üm taz H ocam ızın görüşm elerdeki A nayasa
D anışm anlığının ne olacağı idi. A nım sadığım kadarıyla Kıbrıs konusunda
F ransa’da yapılacak bir toplantıya M üm taz Soysal H ocam ızın katılması
istenm em iş, ancak rahm etli T urhan Fevzioğlu’ııun girişimi sonucunda bu
toplantıya M üm taz Hocam ız görevli olarak katılm ıştı. Fransa toplantısından
sonra M üm taz Hoca, A nkara’ya gitm eden İstanbul üzerinde doğrudan bir durum
değerlendirm esi yapm ak am acıyla L efkoşa’ya gelm işti. L efkoşa’da Saray
H otel’de kalıyordu. O gece boş zam anında birlikte olmuş ve Lcfkoşa
sokaklarında bir saati aşkın bir süre yürüyerek gelişen durum ları sohbet şeklinde
değerlendirm iştik. Bu sohbetim izde, aklım da olan ve kuşku duyduğum yeni
dönem de danışm anlık durum unun ne olacağını sordum. "Galiba bu benim bu
konudaki son görevim olacak. Bu toplantıya gitmem zaten istenmiyordu.
Danışmanlığa yeni yönetimin devam etmemi istemeyeceğini düşünüyorum"
demişti. N itekim öyle oldu ve galiba 1984 yılı sonuna ya da 1985 yılının ilk
yarısına kadar görüşm elerdeki Anayasa D anışm anlığı görevine ara vermek
zorunluluğu ile karşılaşm ıştı.
KTFD’den, KKTC’ye
Kıbrıs Türk halkı Rum tarafının, ENOSİS hedefinden vazgeçm em esi ve
A da’nın tam am ını kendi egem enliği altına alm a am acını terk etm em esi
nedeniyle sürdürdüğü katı uzlaşm az politikası ve B ağlantısız Ülkeler gibi çeşitli
uluslararası platform larda ve Birlem iş M illetler Ö rgütü’nde Türkiye aleyhine
kararlar aldırtarak uluslararası alanda Türkiye üzerinde yaratm aya çalıştığı
siyasal baskılarla hedef ve am açlarını gerçekleştirm eye yönelik girişim leri ve
propagandaları sonucunda, K TFD M eclisi oybirliği ile 15 K asım 1983 tarihinde
K uzey Kıbrıs T ürk C um huriyeti’nin kuruluşunu kabul ve ilan etmiş ve
Bağım sızlık Bildirisini onaylam ıştır. Rum -Y unan İkilisinin girişim leriyle bu
süreçte BM G üvenlik Konseyi, 18 Kasım 1983’te 541 ve 11 M ayıs 1984’te
-99-
551 sayılı kararlarıyla K uzey Kıbrıs Türk C um huriyeti’nin tanınm am ası vc
desteklenm em esi hususunu uluslararası toplum a duyurm uştur. Bu süreçte Rum
tarafının uzlaşm alığı daha katılaşm ıştır. T ürk tarafının hiçbir girişim ine karşılık
verm eyen ve uzlaşm azlığı körüklem eyi bir strateji olarak benim seyen Rum tarafı
m üzakerelerden kaçm ayı bir politika olarak benim sem işti. T ürkiye’nin
karşılaştığı uluslararası baskılar, A B D ’nin dayatm acı tutumu, Rum tarafının
m üzakerelerden kaçma politikası ve K uzey Kıbrıs C um hııriyeti’ndeki o
günlerdeki gelişm eler nedeniyle kam uoyu oluşturm ak için çeşitli kitle
toplantıları düzenleniyordu. O dönem de Kıbrıs M ülkiyeliler Birliği Başkanı
idim. M ülkiyeliler Birliği olarak bir konferans düzenlem e kararı aldık.
Konuşm acı olarak en yetkin ve etkin kişi olarak M üm taz Soysal Hocam ızı davet
ettik. Hocam ız çok etkileyici ve gerçekleri dile getiren, pozisyonum uzu ortaya
koyan nefis bir sunum yaptı. M üm taz H ocam ızın konferansta dile getirdiği ve
bugün de hâlâ kanım ca geçerliliğini koruyan en önem li ve çarpıcı, sonuna kadar
savunulm ası gereken şu sözleri olm uştu: "KKTC, Kıbrıs 'takı antlaşmalarla
kabul edilmiş ve kurucu ortak iki halktan biri olan Kıbrıs Tiirk halkı selfdeterminasyon hakkım kullanarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ’ni kurmuştur.
Görüşmeler yoluyla gerçeklere dayalı kalıcı bir anlaşma için kararlılığımızı ve
girişimlerimizi sürdürüyoruz. Rum tarafı buna yanaşmamaktadır. Biz onları
bekleyecek değiliz. Bir yandan bu girişimlerimizi sürdürürken bir yandan da
Kıızey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ’nin gelişmesi güçlenmesi için de çalışmalarımızı
sürdüreceğiz. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nden vazgeçme söz konusu
olamaz. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tarihe şaka olsun diye kurulmadı.
Bugünkü durum da bir çözümdür. ’’’
Değişen koşullar dikkate alınarak sağlıklı kararlar verilm esi için m utlaka
her aşam ada yeni durum a göre değerlendirm eler yapılm ası gereği vardır.
M üm taz H ocanı ile ilgili bir anım bunun doğruluğunu gösterm ektedir. Değişen
koşulların, geçm işin olum suzlukları yerine daha güçlü, sağlıklı ve olumlu
yaklaşım lar, değerlendirm eler yapılm asına olanak verdiğini, değer yargılarının
değişebileceğini, 1980’lerin sonunda M üm taz H ocam la birlikte yaşadığım bir
olay gösterdi. M üm taz H ocam ızın 12 M art 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri
yönetim leri dönem lerinde m aruz kaldığı m uam elelere karşılık 1980’lerin
sonunda ya da 1990’ların başında, hocam ın görevli olarak K K T C ’nde
bulunduğu bir sırada Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri K om utanlığı’na yaptığım ız
bir ziyarette konu askerin moral gücü, sınır bölgelerindeki karakollardaki yaşam
koşullarının, başlangıçtaki koşullarla karşılaştırılam ayacak kadar olağanüstü
iyileştirilm iş olması gibi konularla sohbetin derinleştiği bir noktada Barış
Kuvvetleri K om utanı, M üm taz H ocam ’a sınır bölgelerini gezip gezmediğini
sordu. Hocam sınır bölgelerini gezm em işti. Hemen orada bir program yapıldı,
em irler
verildi
ve
bölge
sorum luluğunu
yüklenm iş
olan
Tüm en
K om utanlarım ızın refakatinde sınır bölgelerini H ocam la birlikte gezdik.
- 1 00 -
Sınırdaki karakollara gittiğim izde yapılan karşılam alar, verilen tekm iller ve
M üm taz H ocam ’a gösterilen olağanüstü ihtim am , saygı beni derinden
duygulandıran, boğazım da m utluluk düğüm leri oluşturan m uhteşem tablolarla
karşılaştım . Sanki H ocam a bir tür “ iade-i itibar” yapılıyordu. Özellikle
F akülte’de 12 M art 1971 dönem inde yaşadığım tutuklam a olayı ile o gün
yaşananları karşılaştırınca, şu anda bile tanım layam ayacağım bir coşku,
m utluluk ve huzur duym uştum . Dün geride kalm ıştı ve gerçek bugün
yaşanıyordu.
Annan Planı’na dair bir anı
M üm taz H ocam ile Annan Belgesi (Planı) sürecini A nkara’da KKTC
Büyükelçisi olarak her kadem esini birlikte yaşadık, çalıştık, gerekli m ücadeleyi
farklı platform larda sürdürdük. O nların anıları bu yazının şim dilik kapsamı
dışındadır. A ncak BM Genel Sekreteri Kofı A nnan’ın 4 Şubat 2004 tarihli “Türk
ve Rum Liderlerini” 13 Şubat tarihinde N ew Y ork’ta görüşm eye davet eden
m ektubu ile ilgili küçük bir anıyı burada anlatm akta bir sakınca olm adığını
değerlendiriyorum .
C um hurbaşkanım ız D enktaş tem aslarda bulunm ak üzere A nkara’da idi. 4
Şubat günü havaalanına hareket etm ek üzere iken, hatta Sheraton otelden çıkış
işlem lerinin tam am landığı bir anda, T.C. Dışişleri B akanlığı’ndan Kofı A nnan’ın
N ew Y ork’a davet m ektubu geldiği bilgisi ulaştı. C um hurbaşkanım ız Denktaş,
“o zaman dönüşümüzü yarm a erteleyin, burada iken bunu bir değerlendirelim,
ondan sonra döneriz” dedi. G ece Cum hurbaşkanım ızın oteldeki odasında çok
üst düzeyde ve geniş kapsam lı bir toplantı yapıldı. M ektup nitelik olarak çok
ağırdı ve hatta “bir teslim ferm am ” olarak da değerlendirilm işti. Bununla birlikte
genel eğilim C um hurbaşkanım ızın N ew Y ork’a gitmesi yönünde idi. A ncak
C um hurbaşkanım ız D enktaş New Y ork’taki görüşm eye gitm ek istemiyordu.
“Ben Annan Planı ’na karşı bir mücadele veriyorum. Annan, P la n ’m özüne
ilişkin değişiklik önerilerini kabul etmeyeceğini ve görüşme masasına
getirmeyeceğini belirtiyor; yani müzakere kabul etmiyor. Müzakere
yapılmayacaksa, Annan ’a Plan 'daki boşlukları doldurma yetkisi verildiğine ve
onun koşullarıyla masaya oturacağımıza göre ben orada neyi görüşeceğim, neyi
tartışacağım? " şeklinde itiraz ediyor ve değerlendirm elerini yapıyordu. Sonuçta
gitm eden önce belirlenecek kırmızı çizgiler çerçevesinde bir m üzakere yapılm ası
ve bunların kabul edilm em esi halinde m asadan kalkılm ası, belirlenecek kırmızı
çizgilerin yazılı ve resm i olarak C um hurbaşkanım ız D enktaş’a verilm esi
koşullarıyla N ew Y ork’a gitm e kararı verildi. Ertesi gün 5 Şubat 2004 tarihinde
sabah saat 8 ’de Sheraton otelin alt katındaki özel bir odada C um hurbaşkanım ız
Başkanlığında M üm taz Hocam, Dışişleri Bakanlığından üst düzeyde bir yetkili
ve ben, belirlenecek kırmızı çizgileri ve yazılacak resmi yazının içeriği ile ilgili
olarak iki saati aşkın bir toplantı yaptık. Sonuçta m utabık kalınan bir metnin ve
-
I
101
-
kırmızı çizgilerin yazılı olarak Cum hurbaşkanım ızın K K T C ’ne dönüşünden
hem en sonra ulaştırılm ası kararı verildi ve C um hurbaşkanım ız K K T C ’ye aynı
gün döndü. Daha sonra C um hurbaşkanım ız D enktaş’ın yaptığı açıklam alarda
belirttiği gibi m utabık kalm an ve kararı alınan yazının kendisine verilm ediğini;
bunun yerine C um hurbaşkanım ıza, ne olursa olsun m asadan kalkm am ası
gerektiğini bildiren bir yazı verildiğini ifade etti. N ew Y ork’taki görüşm eleri
haberlerin dışında izleyemedik. M üm taz H ocam ile son geceye kadar telefon
görüşmesi olanağını bulam adım , gerek saat farklılığı gerekse görüşm e ortamı
nedeniyle telefonlar kapalı idi ya da ulaşılam azdı. Son gece M üm taz Hocam ile
kısa bir telefon görüşm esi yapabildim . G örüşm eler tam am lanm ıştı ve Şubat
sonuna kadar “ liderlerin” K ıbrıs’ta ikili görüşm e yapm aları, bir m utabakata
varılm am ası halinde Türkiye ve Y unanistan’ın da katılacağı BM Genel Sekreteri
A nnan’ın B aşkanlığı’nda dörtlü görüşm e şeklinde İsviçre’de devam edilm esi
kararının alındığını belirtti.
Sonrası malum. İsviçre’deki bir araya gelişte de sonuç alınam adı. Buna
karşın tarafların üzerinde anlaşm aya varm adıkları, anlaşılm ayan bütün hususları
ve boşlukları A nnan’ın doldurduğu, ekleri ve Rum Y önetim i’nin diğer ülkelerle
tek yanlı yaptığı anlaşm aları ve 1964 yılından itibaren uygulam aya koyduğu
yasaları da içeren 9000 sayfalık “A nnan Planı” 24 N isan 2004 tarihinde
K K T C ’de ve G K R Y ’de aynı gün ayrı ayrı referandum a sunuldu. KK TC halkının
büyük bir çoğunlukla EVET dediği “Annan Plam ”nı, Rum halkı H A Y IR diyerek
büyük bir çoğunlukla reddetti. O ndan sonraki gelişm eler, bizi günüm üzdeki
Talat-H ristofyas görüşm e sürecine kadar getirdi.
Bu aşam ada M üm taz Hocam la ilgili olarak son yazabileceğim husus,
KKTC halkının “ A nnan Planı”na evet oyu verm esi, milli davam ıza büyük
emekleri geçm iş ve katkılar yapm ış H ocam ’da ciddi bir burukluk, üzüntü, hatta
kızgınlık ve bir tür küskünlük yaratm ıştır. G özlem leyebildiğim ve hissettiğim
kadarıyla bu durum 19 N isan 2009 tarihinde K K T C ’de yapılan genel seçim lere
kadar devam etti. Bu seçim lerde halkım ızın KK TC devletine, egem enliğine
sahip çıktığını ve ulusal Kıbrıs davasına bağlılığını gösteren iradesini ortaya
koym ası sonucunda sözünü ettiğim burukluğu da ortadan kaldırdığını
görmekteyim .
Son söz: Değerli ve sevgili M üm taz H ocam her şeye karşın Kıbrıs
konusundaki ve K K T C ’nin varlığı, T ürkiye’nin ve KK TC Halkının ulusal
çıkarlarını korum a ve doğru bir uzlaşm ayı sağlam a konusundaki m ücadelesini,
yazılarıyla, her platform daki görüşm e ve konferanslarıyla bütün gücü ve
inancıyla sürdürm ektedir. Saygıdeğer Hocam , Kıbrıs Türk halkı size şükran
duym aktadır. Katkılarınız ve verdiğiniz m ücadele unutulm ayacaktır.
- 102-
Ek -4
25
“HALKIMA İHANET ETMEM!”
"Türey KÖSE - Saddamcı olduğunuz savlan, bizzat genel başkanınız
tarafından dile getirildi. Ne dersiniz?
M üm taz SOYSAL - Ben bu çeşit tartışm alara girm ek istemiyorum. Kim
olduğıım ortada benim. Gizlim, saklım yok. Beni bilen bilir. Saddam konusunda
devletin dosyalarına hâkim olanlar, ne dem ek istediğim i anlar. T ürkiye’nin
B ağdat politikası, ülke çıkarlarına uygun olarak saptanm ış bir devlet
politikasıdır.
Tür ey KÖSE - Cumhuriyetçi sol anlayışınız, sağcılık suçlamalarına hedef
olmanıza da yol açtı. Bunları nasıl karşılıyorsunuz?
M üm taz SOYSAL - Frenkçesiyle bu n a.’B onjour’ (günaydın) demek
lazım. Ben sağcıysam , bütün insanlar da lokomotiftir.
Türey KÖSE - Aydın Güven GÜRKAN, sizi desteklemeyeceğini açıklarken,
sizin düşüncelerinizle çağdaş bir sosyal demokrasinin oluşturulabileceğine
inanmadığını söyledi...
M üm taz SOYSAL - Valla ben çağdaşlık, ilericilik, globalcilik uğruna
T ürkiye’nin gerçeklerine uygun,
ama T ürkiye’yi ileri götürebilecek
politikalardan vazgeçm em . D ünyaya çağdaş gözükeceğim diye kendi halkıma
ihanet edemem . Ben kendi halkımı çağdaşlaştırm ak için, T ürkiye’yi
çağdaşlaştırm ak için bu tutarlı politikaları savunuyorum.
Tür ey KÖSE - Kurultay yarışında en önemli açmazınızın Güneydoğu
delegeleri olduğu görüşüne katılıyor musunuz?
M üm taz SOYSAL - Açm az olarak görm üyorum . Birtakım hesaplarla bu
konunun dem agojisi yapıldığı inancındayım . İster Kürt sorunu deyin, ister
G üneydoğu sorunu deyin, sorunun çözüm ü, etiketinin adını değiştirm ekle
olmuyor.
Ç özüm şiddetle de, insanları ezerek de gerçekleşm iyor. Çözüm insan
haklarındadır. Bütün insanları eşit vatandaş saym aktadır. Eşitsizlikler varsa,
haksızlıklar varsa devlet görevlerini yerine getirm elidir. Devlet. Kürtçe konuşan
insanına T ürkiye’de her yere gelm ek şansını tanım alıdır. Devletin ödevlerinin
başında eğitim gelir. Devlet, bu eğitimi resmi dille vermelidir.
Devletin 6 yaşında bir Kürt çocuğunu alıp, ilkokulda K ürtçe eğitim
verm eye ve sonra da bugünün T ürkiyesi’nde yapayalnız bırakm aya hakkı
yoktur.
Bununla, ancak Ş ırnak’tan D iyarbakır’a gidilebilir. Kürt çocuklarının çok
iyi Türkçe öğrenm eleri gerekir ki, ondan sonra girdikleri sınavlarda başarılı
-
103-
Ocak 1995, Cumh
olsunlar, toplum un cn yüksek yerlerine gelsinler. Özel okullar açılabilir, ama
devlet yine bu özel okullarda da temel öğretim dilinin Türkçe olmasını
isteyecektir. A çar özel Kürt kültürü okulu, onu da okutur, ama zorunlu temel
eğitim Türkçe olur. İsteyen yan okulunu kurar, ‘Ben K ürt kültürü de
okutacağım ’ der, onu yapar. Televizyon da kurulabilir.
Bunlar özgürlük sorunlarıdır. Bunların nasıl çarpıtıldığını ve bana karşı
kullanıldığını anlam ıyorum . Bu tehlikeli bir dem ogojidir ve o insanlara haksızlık
etmek demektir. O nları bu toplum da ayrılığa m ahkûm hep ikinci planda olm aya
m ahkûm etmek dem ektir.
Tür ey KÖSE - Bu konuda 'Cumhuriyet, tarihi boyunca Ankara'da hata
yapılmamıştır ’sözleriniz tartışmalara yol açtı...
M üm taz SOYSAL - K onuşm anın içinden bir cüm le seçilince böyle yanlış
anlam alar oluyor. ‘Ankara hata yapm adı’ dem ekle şunu dem ek istedim: Yani
Güneydoğu dışında, A nkara’da, İstanbul’da insanlar Kürt diye ayrıldı mı?
‘Kürtler bu işe girer, bu işe girem ez’ dendi mi? Bu anlam da, T ürkiye’nin
herhangi bir yerinde, ırka dayalı bir ayrım cılık resmi olarak yapılm adı.
Toplum um uzda Türk-Kiirt ayrımı yeni yeni çıkarılm ak isteniyor. Tabii ki
A nkara’nın politikasında C um huriyetin ilk yıllarında hatalar yapılm ıştır. Ama
C um huriyeti o hatalara iten dış etkenler olmuştur.
İsyanlardan sonra Cum huriyet, belki o isyanlar dolayısıyla ortaya çıkan
durum ları başka türlü çözebilecekken, şiddet yoluyla çözm ek zorunda kalmıştır.
Yoksa, bakarsanız, A nkara’da Milli M ücadele’de bu hata yapılmadı. Milli
M ücadcle’de toplanan M eclis, o zam anki adıyla Lazistan, Klirdistan
m ebuslarının bulunduğu bir M eclisti. Ve A nkara’da kurulan devlet, birlikte
kuruldu.
- 104-
Ek-5
“MÜMTAZ” H O CA M ...
Dr. Niyazi ALTU NYA
Şanslıyım
Şanslıyım, çünkü ilkokuldan yükseköğrenim in sonuna kadar tüm
öğretm enlerim çoğunlukla yetkin ve seçkin kişilerdi. M üm taz Soysal Hocam da
bunların en seçkinlerinden biri. O, bilim ve düşün adam lığının yanında, bir
öğretm en olarak da seçkin bir kişidir. Onu “M üm taz” bir hoca yapan bu çok
yönlü yetkinliği ve inatla sürdürdüğü sağlam dünya görüşüdür. Onu, bazı
çevrelere göre tutucu, inatçı, şahin hatta darbeci (!) yapan güzel yönü de budur.
M üm taz Hocam ı ilk kez 1969 sonbaharında tanıdım. Bu güzel ve bana
şans yaratan karşılaşm a Türkiye ve O rta Doğu A m m e İdaresi (T O D A İE )’nde
verdiği “Türkiye’nin Siyasal Yapısı ve Sorunları” dersinde gerçekleşti. Hiçbir ön
bilgim olm ayan bu ders ve hocası beni büyülem ekle kalm adı, akadem ik ilgimi
de yönlendirdi. Y aklaşık yirmi yıl sonra onu Siyasal Bilgiler F akültesi’nde
doktora tez danışm anı olarak seçmem de bu yönlenm enin sonucudur.
T O D A İE ’de yapılan yöneticilik eğitimi (o zam anki adıyla “Genel K urs”)
benim gibi yüzlerce kamu görevlisini etkilem işse bunda, m eslek yaşamını
profesör olarak tam am layan ya da sürdüren Tahsin Bekir Balta, Fehmi Yavuz,
Kemal Fikret Arık, Ş eref Gözübüyük, İbrahim Yasa, Cemal M ıhçıoğlu, M üm taz
Soysal, Cevat G eray gibi Siyasal Bilgiler Fakültesi hocalarının özel bir yeri
vardır. M üm taz Hoca, asistan olarak girdiği bu kurum da en etkili olanlardan
biridir. Onun, çiçeği burnunda bir profesör olarak bize verdiği doyum suz dersler,
şu anda bile zihnim de canlanıyor. Uyguladığı “ Sokratik Yöntem ” m eslek
yaşam ım da da yararlı oldu. Hiç dikkatim dağılm adan izlediğim o bir saat kırk
beş dakikalık dersin tadı hâlâ dam ağım dadır.
M ülkiyeli E ğitim ciler...
2009’da 150. yıldönüm ünü kutlayan M ülkiye, T ürkiye’de sivil kamu
yönetim i geleneğinin oluşm asına öncülük ettiği gibi, eğitim reform larına da
önemli katkılar yapm ıştır. M ülkiye’deıı on bir yıl önce (1848) kurulan Öğretm en
O kulu’nun (D arülm uallim in) bu konuda M ülkiye’dcn daha etkili olduğu
söylenem ez. H atta kuruluşunun üzerinden altm ış yıl geçtiği halde kendini
yenileyem eyen bu Ö ğretm en O kulu’nda esaslı bir reform yapan da M ülkiyeli
M ustafa Sâtı B ey’dir. II. M eşrutiyet ve C um huriyet dönem lerinde önemli
görevler üstlenm iş olan M ülkiyelilerden ilk akla gelenler; M aarif Nazırı
Em rullah Efendi, Darülm uallim in M üdürü M. Sâtı, C um huriyet dönem i Milli
Eğitim inin ilk Teftiş Kurulu Başkanı A bdülfeyyaz Tevfık Bey, Talim ve Terbiye
- 105-
Kurulu üyesi, başkanı ve Bakanlık M üsteşarı İhsan Sungu, Prof. M ustafa Şekip
Tunç, Talim ve Terbiye K urulu’nun ilk başkanı M ehm et Emin Erişirgil, Avrupa
öğrenci m üfettişi ve Talim ve Terbiye Kurulu üyesi Zeki M esut Alsan, Bakanlık
M üsteşarı Nafı A tuf K ansu’dur. Bunlara Cum huriyet dönem inde iki kıışak daha
eklenm ektedir. Prof. Hilmi Ziya Ülken, Prof. Fehmi Yavuz, Prof. Bahri Savcı,
Prof. Dr. Cahit Talaş ve ardından Prof. Dr. M üm taz Soysal, Prof. Dr. Cevat
Geray, son kuşaktan Prof. Dr. Alpaslan İşıklı. Bu kişiler eğitime hocalık yanında
düşün ve eylem adam ı, yönetici olarak da nitelikli hizm et vermişlerdir. Em rullah
Efendi ve Fehm i Yavuz bakanlık yapm ışlardı. Soysal ve G eray bana dershane
ortam ında hocalık yaptılar. Geray Hocam ız, AÜ Eğitim [Bilimleri]
F akültesi’nde ülkem izin ilk Halk Eğitimi B ölüm ü’nü kurdu, bu konuda ilk
kapsamlı bilim sel kitabı yazdı ve bu alana akadem ik ve yönetici kadro yetiştirdi.
Talaş ve Işıklı H ocalar bana ve benim gibi biçok öğretm ene sendikacılığı
öğreten öncülcrdir (Bu konuda, TO D A İE öğretim üyesi Prof. Dr. Mesut
G ülm ez’i hiç unutur m uyuz?)
İşte M üm taz H oca’nın M ülkiyeli eğitim ciler geleneği içinde özel bir yeri
vardır. O, eğitim alanına siyasal bilim ve hukuk açısından önemli kuramsal
katkılarda bulunm uştur. Bunlardan ikisine değinm ekle yetineceğim . B unlar
eğitim hakkı ve ödevi ile üniversite özerkliği kavram larıdır.
Eğitim Hakkı ve Ödevi
M üm taz H oca’ya göre eğitim tem el bir insan hakkıdır. Onun tem el bir hak
olm asının nedeni, insan aklını özgürleştiren baş etmen olm asıdır. H oca’yı şahin,
hatta darbeci yapanların kavrayam adıkları ya da inkâr ettikleri gerçek, H oca’nın
özgürlük kuram ında yatar. Ona göre soyut özgürlükler birer idealdir, hedeftir.
Onların gerçekleşm esi, özgürleştirm eyle olur. Ö zgürleştirm e ise, kişinin bilim e
dayalı bir eğitim görüp aklını çalıştırabilm esiyle; iş güç sahibi olup ekonom ik
bağım sızlık kazanm asıyla olanak kazanır. Aksi halde hak ve özgürlüklerin
“doğuştan” var olması savı havada kalır.
D olayısıyla insanın aklını özgürleştirm e, maddi ve manevi varlığını
geliştirm e ve onun gelişim inin önündeki tüm engelleri kaldırm a; insan haklarına
dayanan, sosyal hukuk devletinin de başta gelen ödevidir. M üm taz H oca’nın
genç bir akadem isyenken kalem e alanları arasında yer aldığı 1961 A nayasası’nın
50. m addesinin ilk cüm lesi, “ Halkın öğrenim ve eğitim ihtiyaçlarım sağlama
Devletin başta gelen ödevlcrindendir. " diyordu. B öylece eğitim, tem el bir kamu
görevine dönüşüyor, parayla alınıp satılması da engelleniyordu. Bu hüküm, 1982
Anayasasının taslağına girdi, ancak darbeci generallerce m etinden çıkarıldı.
Çünkü, 1961 A nayasası’yla insan haklarına “dayalı devlet” 1982’de insan
haklarına “saygılı devlet "e dönüştü. D olayısıyla “ başta g elen ” eğitim, artık
devletin “sıradan " bir ödevine dönüşecek ve parayla alınıp satılabilecekti.
- 106-
M üm taz H oca’ya göre eğitim, aynı zam anda ulusal bütünlüğü, toplum sal
kaynaşm ayı sağlam ada, bireye ve toplum a yön duygusu kazandırm ada da önemli
bir etmendir. Toplum sal bütünlük sağlanm azsa, kişinin yeterince özgürleşm esi
de düşünülem ez. Bireylerin de içinde özgürce yaşayıp özgürleşecekleri toplum a
karşı ödevleri vardır ve bu ödevler de eğitim le öğrenilir.
Üniversite Özerkliği
Ü niversite sorunu 1980’den beri yanlış kavram larla tartışılm aktadır. 1961
A n ay asasfn d a bu kurum lar “ Üniversiteler” kenar başlığı altında düzenlenen
“özerkliğe sahip kamu tiizel kişileri ” olarak tanım lanarak “kendileri tarafından
seçilen organlar eliyle yönetilirdi” (m.
120).
1982 Anayasasında
“Yükseköğretim ku ru m la n ” kenar başlığı altında sadece “bilimsel özerkliğe
sahip üniversiteler ” (m. 130) olarak tanım lanm ıştır. Bu fark hukuk açısından
çok önem lidir. Çünkü, “evrensel”\ araştıran kurum lar artık “erk"ini “ö z ”ünden
almayan , kendi dışında atanan kişilerden oluşturulan bir m ekanizm a (YÖK)
tarafından yönetilen “Yükseköğretim Kurum lan ”na dönüşüyordu. Üstelik,
1900'den beri tem el görevi “bilim y a p m a ” olan Türk Üniversitesi, 1980’den
sonra artık önceliği “ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirm e ”ye
veriyordu. Oysa nitelikli insan gücü üniversite dışındaki kurum larda da
yetiştirilebilirdi. Örneğin, Prof. H irş’in dediği gibi H arp Okulu kendi alanında
nitelikli insan gücü yetiştiren önem li bir kuruluştur.
M üm taz H oca’ya göre “özerk” demek, erkini, yani yönetm e gücünü kendi
özünden alm ak dem ektir. Bu da tek başına bilim sel özerklikle sağlanam az;
üniversite gerçekten “üniversite" olacaksa, yönetsel özerklik şarttır ve onun
m ekanizm ası öğretim elem anlarının kendi içlerinden serbestçe seçtikleri kişilerle
oluşabilir.
Hoca, 1960’ların sonunda yazdığı birkaç makale, anayasa hukuku
kitapları ve 200 1 'd e kalem e aldığı Çürüyüşten Dirilişe adlı elkitabıyla bu
kavram ları, iyi niyetli her okuryazarın anlayabileceği biçim de açıklam ıştı. Bu
yazılarındaki yalın anlatım, siyasal bilim lerle ve eğitim bilim leri ile uğraşanlar
için çok öğreticidir. Başta gelen ödev ve özerklik kavram larını bir kenara atıp
cicili bicili yapılar içinde parayla satılan eğitim gerçekten hak olabilir mi?
Serm ayenin tem silcisi bir yöneticinin iki dudağı arasından çıkan sözlerle
yönetilen yüksekokullar topluluğu üniversite olabilir mi? B uralarda “serbestçe"
bilim ve bilim sel eğitim yapılabilir mi? H oca'nın söylediklerini anlayanlar, bu
sorulara doğru yanıtlar verebilirler.
Sekseninde İdealist Bir Öğretmen
K ültürüm üzde, “hoca" sözcüğü, “ öğretmen ”den hâlâ daha geniş ve derin,
hatta biraz da kutsal bir anlam içeriyor. M üm taz H oca’nın seksen yaşında da
- 1 07 -
görevini elli yıl önceki coşkuyla sürdürdüğünü görüyoruz. Üstelik oturduğu,
gazetecilik ve parti genel başkanlığı yaptığı A nkara’daki birçok üniversite
birim inde ders verebileceği halde A ntalya’daki A kdeniz Ü niversitesi’nde
hocalık yapm ası birçok insanı şaşırtabilir. Ama bu, Hocayı yakından tanıyanların
şaşacağı bir tavır değildir. O, uçakta, otom obilde, trende bitm eyen enerjisiyle
hem haftada dört gün köşe yazısını yazıyor, hem derslerine hazırlanıyor, hem de
parti çalışm alarını sürdürüyor. Yaptığı tüm işlerde bilim adam lığından,
hocalığından, konferanslarındaki müthiş m antık örgüsü ve etkileyici sunuşundan
hiçbir ödün verm eden...
Sevgili “M üm taz” Hocam; çok yaşa ve tükenm ez enerjinle her gün
yenilenen ustalığınla bize öğretm enlik yapm aya devam et!..
- 10 8 -
Ek-6
MÜMTAZ SOYSAL VE YÖN DERGİSİ
N azif EKZEN
C um huriyet’in 86 yıllık “sol” düşünce hayatında ayırt edici yeri olan Yön
dergisinin çıkış nedeni derginin ilk sayısındaki “ Yön B ildirisi”nde şu sözlerle
yer alıyor.
"Türk halkının, çok çeşit iktisadi, siyasi ve sosyal meseleleri ortasında,
kendisini bütün özlemlerine kavuşturacak bir Yön aramakta olduğu bu günlerde,
toplum hayatının çeşitli kesimlerinde görev almış olan bizler, altına imzalarımızı
attığımız bu bildiri ile ortak amaçlarımızı açıklamayı doğru bulduk. Böyle bir
bildirinin meselelerimizi çözmekte faydalı olabilecek olumlu tartışmalara yol
açacağını düşünüyoruz
A ranm akta olan Y ön’c, Yön dergisi ile tartışm a ortam ı yaratılıyordu. Yön
dergisi ile; “T ürkiye’nin tarihinde en az elli yıllık bir geçm işi olan bir düşünceyi,
yani sol düşünceyi yerleştirm ek, yaym ak için bir dergi çıkıyordu”2
Sol düşünceyi yerleştirm ek hedefi ile yola çıkan Yön
dergisinin
kurucuları, D oğan Avcıoğlu, M üm taz Soysal ve Cem al Reşit Eyüboğlu’dur. 20
A ralık 1961 tarihinde ilk sayısı yayınlanan dergi 30 Haziran 1967 tarihinde 222.
sayısında yayın hayatına son verm iştir. 1963 yılının Haziran ayında, 75.
sayısındaki C .H üsnü T aray’ın bir yazısı nedeniyle kapatılm ıştır. Bir yılı aşan bir
süreden sonra 1964 yılının Eylül ayından itibaren yayınına yeniden devam
etmiştir.
Derginin çıkış sayısında yer alan “Yön B ildirisi”nde imzası olanların
sayısı 164 kişidir. Bu sayı daha sonra 1042 kişiye ulaşacaktır.
K urucular ile birlikte derginin başlangıçtaki yazı kadrosu: Doğan
A vcıoğlu, M üm taz Soysal, İlhan Selçuk, Sadun Aren, İlham i Soysal, Çetin Altan
ve çizer olarak da Turhan S elçuk’tan oluşm aktadır. Y azar kadrosunda daha
sonra Altan Öymen, U ğur M um cu, Erol Toy isimleri yer alacaktır. Niyazi
Berkes orta sayfada Az G elişm işlik üzerine çalışm alarını yayınlam ıştır. Basın ve
Edebiyat her sayıda özenle yer alan sayfalardır.
K uruculardan D. A vcıoğlu ve M. Soysal, Siyasal Bilgiler Fakültesi içinde
kuruluş çalışm aları sürdürülen Türkiye Orta Doğu Am m e İdaresi Enstitüsünde
asistanlık dönem lerinde tanışm ışlar, 27 M ayıs İhtilalinden sonra oluşturulan
1 Yön Dergisi, sayı:l, 20 Aralık 1961, Ankara
Mümtaz Soysal, “40. Yılında Türkiye’nin Düzeni” Mülkiyeliler Birliği-Bilay
Vakfı, Ankara, Aralık 2008
- 1 09 -
Kurucu M ecliste bulunm uşlar ve 1961 A nayasasının hazırlanm ası sırasında
birlikte Anayasa Kom isyonunda çalışm ışlardır. 1955 yılında Siyasal Bilgiler
Fakültesi içinde başlayan çalışm a arkadaşlığı A nayasa Kom isyonu çalışm aları
dahil kesintisiz devam etmiştir.
Yön dergisini çıkarm aya karar verilm esinde, 1955 yılında başlayan ve
kesintisiz bir biçim de 1961 Anayasasının hazırlanm ası sürecinde de devam eden
ortak düşüncelerinin büyük etkisi var. 1961 seçim leri ile alınm ış olan sonuçlar
M. Soysal ve D. A vcıoğlu’nu birlikte Yön dergisini çıkarm a konusunda harekete
geçirm iştir. "1961 Seçimlerinin sonııcıınc/ct Anayasayı yapanlar büyük bir hayal
kırıklığı yaşadı. Türkiye 'nin demokratikleşmesine, toplumsal gelişmesine büyük
katkı sağlayacak bir atılım yarım kalmıştı. Bir kin ya da öç duygusu biçiminde
sonuçlanan seçimler sonucunda yaşanan hayal kırıklığı Yön ’ün çıkışını
sağladı ”.3
Yön dergisinin yayınlanm aya başladığı 1961 yılının A ralık ayını esas
alırsak son altı aylık dönem içinde; 9 Tem m uz 1961 tarihinde yapılan
halkoylam ası ile Kurucu M eclisin hazırlam ış olduğu “ 1961 A nayasası” kabul
edilmiş, 15 Ekim tarihinde yapılan genel seçim ler ile iki m eclisli yeni
parlam ento çalışm alarına başlam ış ve seçim lerin sonucunda CHP ve Dem okrat
P arti’nin devamı olarak kurulan AP birbirlerine çok yakın oy alarak bir
koalisyon hüküm eti kurm uştur.
Seçim ler sonucu M ecliste ortaya çıkan siyasi tablonun 27 M ayıs öncesi
siyasi tablodan çok farkı yoktur. En önem lisi “ sol” düşüncenin tem sil
edilebildiği bir ortam oluşam am ıştır. 1961 yılının Şubat ayında bir grup
sendikacı tarafından Türkiye İşçi Partisi kurulm uştu, ancak “sol” düşünce ile
organik bir bağı yoktu. Türkiye İşçi Partisi “sol” bir parti olarak Türk siyasi
hayatına, Yön dergisinin çıkm aya başlam asından yaklaşık altı ay sonra, 1962 yılı
Şubat ayında bir grup sosyalist aydının katılm ası ile girmiş olacaktır. K uşkusuz
bu yolun açılm asında Yön dergisinin başlattığı, sol ve sosyalizm tartışm asının
büyük rolü vardır.
M üm taz Soysal’ın ifadesi ile, "ilk sayıda doğrusu sosyalizm diye
çıkmaktan çekinilm işti”. İlk sayıda "Yeni Devletçilik" kullanılm ıştı. Bir “ askeri
dönem ” henüz bitmişti, dolayısıyla sosyalizm bayrağı ile çıkılm ası belki yanlış
olabilirdi. Derginin m utlaka yaşatılm ası isteniyordu. Sosyalizm sözcüğünün
kullanılm ası için 1. sayıdan sonra altı sayı beklendi
Yön dergisinin 7.sayısının kaç kez yeniden basıldığı ve toplam olarak kaç
adet sattığı bugün için bile bilinm em ektedir. Sadece 7. sayının çıktığı haftada
değil sonraki hafta içinde de 7. sayının yeni baskıları yapıldı.
3
Erol Toy, “40.Yılında Türkiye’nin Düzeni” Mülkiyeliler Birliği-Bilay Vakfı,
Ankara, Aralık 2008.
-
110
-
Yön dergisinin 7. sayısı 1962 yılının Şubat ayında, “ sosyalizm ” sayısı
olarak çıktı. Sayının tam am ı sosyalizm e ayrılm ıştı. Sosyalizm çeşitleri
tanıtılıyordu. Fabiancılıktan başlayarak, Sosyal Dem okratlığa, azgelişmiş
ülkelerdeki sosyalizm pratiklerinden Arap Sosyalizm ine uzanan çeşitli sosyalizm
renklerine ilişkin yazılar yer almıştı.
M. Soysal sosyalizm sayısı için şunları söylüyor, “ 7. sayının kaç baskı
yaptığını hatırlamıyorum. O hafta basıyorduk tükeniyordu, yeniden basıyorduk.
1. sayıdan çok satmıştı ancak 1. sayı için ek yeni baskı yapmamıştık. ”
Yön dergisi 7. sayı ile birlikte T ürk toplumsal hayatına, dünyada elli yıldır
tartışılm akta olan bir toplum sal örgütlenm e biçim ini sokuyor ve “sosyalizm ”
tartışm alarını “karakolluk bir olay olm aktan çıkartarak” m eşrulaştırıyordu.
Yön, yayın hayatı boyunca, 1961-1967 dönem inde sosyalizm konusunda
yaptığı öncülüğe benzer bir biçim de T ürk toplum unda tartışılm asından korkulan
pek çok konuyu gündem e getirerek tartışılm asını sağlam ıştır.
Yön Bildirisi
D erginin çıkışına karar verildikten sonra yaklaşık bir ay süre ile 1. sayının
çalışm aları yürütüldü. Avcıoğlu, 1955 yılında A m m e İdaresi Enstitüsünde
A sistan olarak çalışm aya başladıktan som aki dönem de A nkara’da Akis
dergisinde çalışıyor ve Ulus gazetesinde de yazarlık yapıyordu. Ayrıca CHP
A raştırm a Bürosunda görev alm ıştı. D ergicilik konusunda deneyim i vardı. Dergi
haftalık olacak, canlı olacak, haber dergisi olacak “haberleri taze olduğu için bir
düşünce dergisi görünüm ü verm eden” haber dergisi olacaktı.
Çıkış bildirisi için “taslağın hazırlanm a” görevi M üm taz S oysal’a
verilm iştir. Daha sonra Avcıoğlu ile birlikte bu taslağın üzerinden geçildi ve son
şekli verildi. B ildiriyi tanıtm a ve im zaları alm a görevini de M üm taz Soysal
yüklendi. İlk sayıda yer alan 164 im zanın tam am ını kişileri dolaşarak Soysal
topladı.
Bildiri dört ana bölüm den oluşm uştur. Birinci bölüm ün dört alt başlığı,
ikinci bölüm ün üç alt başlığı, üçüncü bölüm ün üç alt başlığı ve dördüncü
bölüm ün beş alt başlığı vardı.
On dokuz başlığı kapsayan Yön M anifestosu’nun son paragrafı şu
değerlendirm e ile bitiyor: "Varmak istediğimiz amaçların şu veya bu noktaları
tartışma konusu edilebilir. Bu bildirinin yayınlanmasındaki maksat da bu çeşit
tartışmalara yo l açmaktır. Bugün içinde bulunduğumuz buhranlardan
kurtulmanın birinci şartını, Türk toplumunıın çeşitli kesimlerinde görev almış
olanların ve millet kaderine hakim olabilecek mevkilere gelmiş bulunanların
düşüncelerini açıkça ortaya koyarak, bir teınel kalkınma felsefesi etrafında
birleşmelerinde görüyoruz. ”
M üm taz S oysal’ın, Siyasal Bilgiler Fakültesinde 1958 yılında verdiği
doktorasında üzerinde çalıştığı tez, Demokratik İktisadi Planlama İçin Siyasi
-
111
-
Mekanizma başlığını taşıyordu. Yön Bildirisinin m etni bu tem el tez üzerine
oturmuştu. Türkiye hızlı bir kalkınm a ihtiyacı içinde idi. Bunun sağlanm ası için
planlam aya dayalı bir çaba ve siyasi yapılanm a gerekiyordu. Daha açık anlatımı
ile, Planlı K alkınm a ve bunun Dem okrasi ile bağdaştırılm ası.
Yön Bildirisinin giriş bölüm ünden sonra gelen 1. bölüm ünde, hızlı
kalkınm anın neden gerekli olduğu çok net anlatılm aktadır: '‘Atatürk devrimleri
ile amaç edinilen çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmanın, eğitim davasını
sonuçlandırmanın
Türk
demokrasisini
yaşatmanın,
sosyal
adaleti
gerçekleştirmenin ve demokrasi rejimini sağlam temeller üzerinde oturtmanın,
ancak iktisadi alanda hızla kalkınmakta, yani milli istihsal seviyesini hızla
yükseltmekte göstereceğimiz başarıya bağlı olduğuna inanıyoruz. ”
D erginin çıkışından kapanışına kadar geçen yaklaşık 6 yıllık dönem
içinde, Planlı K alkınm a üzerine yapılan çalışm alar öncelikli olarak yer aldı. I.
Beş Yıllık Plan çalışm alarını yürüten 1.P lancılar olarak bilinen grubun, CHP-AP
Koalisyon hüküm eti ile; T oprak R eform u,V ergi R eform u ve KİT Reformu
konusunda plan hazırlıkları sırasında çıkan anlaşm azlık sonucu Planlam adan
istifa etmeleri sonrasında Yön dergisinde “Planlı K alkınm a” konusundaki
çalışm aları yer aldı.
Yön Bildirisi ağırlıklı olarak M üm taz Soysalın çerçevesini çizdiği bir
m etindir. Son şeklini D .A vcıoğlu ile birlikte düzenlem işlerdir.
Yön Dergisi: Sol Düşüncenin Tartışma Ortamı
Yön dergisinde A vcıoğlu ve Soysal hedefledikleri
gibi derginin
7.sayısından başlayarak “sol” dünya görüşünün tartışılm asını ve geniş kitlelere
benim setilm esini sağlayacak yolu açm ışlardır.
Yön yayın hayatına başlam adan, 1961 yılının Şubat ayında 12 sendikacı
tarafından; Kemal Türkler, Kemal Sülker, Rıza Kuas, İbrahim D enizcier ve
Şaban Y ıldız’ın başım çektiği grubun girişim i ile TİP kurulm uştu. 1962 yılının
M ayıs ayında T İP ’e M ehm et Ali A ybar, Yunus Koçak, Fethi Naci ve Bellice
B oran’ın aralarında bulunduğu, 1960 yılı Ocak ayında yeniden faaliyete geçmiş
olan Türkiye Sosyalist Partisi’nin4 yöneticileri davet edilerek katılm ışlardır. TİP,
sosyalizm i savunan bir parti olarak T ürk siyasi hayatında yer almış, bir sonraki
1965 seçim lerinde de T B M M ’de yer almıştır. Yön ve T İP ’in Türkiye de “sol”
düşünceyi kitlelere ulaştırm ak için hem en hem en aynı dönem de çalışm aya
başladıkları açıktır.
4 Türkiye Sosyalist Partisi, 1946 seçimleri öncesinde Esat Adil Müstecaplıoğlu
tarafından kurulmuştu. Ancak Parti, 1952 yılında kapatılmıştı. 1960 yılının Ocak ayında,
27 Mayıs’tan kısa bir süre önce, Parti’nin yeniden açıldığı ve faaliyete geçtiğini görürüz
(Family Tree of the Turkislı Radical Left, 1918-2001. broadleft.org).
-
112
-
Yön haftalık dergi olarak yayına başladığı 20 A ralık 1961 tarihinden
sıkıyönetim tarafından kapatıldığı 75. sayısına, 1963 yılının H aziran ayına kadar,
haftada ortalam a 30 bin adet satıyordu.
Dergi 1963 yılında 21 M ayıs olaylarından sonra ilan edilen sıkıyönetim
içinde H aziran ayı başında A nkara Sıkıyönetim K om utanlığınca süresiz
kapatıldı. M ayıs ayının son haftalarında bazı gazeteler ve Akis dergisi de
kapatılm ıştı. Yön dergisinin kapatılm asına gerekçe olarak 75. sayıda Cemal
Hüsnü T aray’ııı “Kim Sorum lu” başlıklı yazısı gösterilm işti. Ancak Yön
hakkında dava açılm adı. Süresiz kapatm a 1964 yılının Eylül ayına kadar sürdü.
Kapatm anın gerçek nedeninin derginin “sol” içerikli yayın politikası olduğu
açıkça biliniyordu.
Yön ’ün yeniden yayın hayatına başladığı bu tarihten kapanana kadar
geçen sürede haftalık satışlarının 10 bin düzeyine düştüğü görülm üştür.
1964 yılının Eylül ayından başlayarak 1967 yılının H aziran ayına kadar
geçen dönem i, Yön dergisi açısından ikinci dönem olarak görm ek m üm kündür.
1965 yılında yapılan genel seçim lerde AP tek başına çoğunlukla iktidar olm uştur
ve bu arada TİP 15 m illetvekili ve S enato’da yer alan bir üyesi ile M eclise
girm iştir. Kısacası 1961 yılı Aralık ayında “sol” düşünce için çıkılan yolda
önem li bir m esafe alınm ıştır. Yön yazarlarından Sadun Aren ve Çetin Altan TİP
M illetvekili olarak M eclise girm işlerdir.
Bu ikinci dönem de Yön “sol” bir dergi olarak artık tek başına da değildir.
Sol düşüncenin dünyadaki tem el kaynakları Türkçeye çevrilip okuyucuya
ulaşırken, artan sayıda sol dergi dc yayınlanm aya başlam ıştır.
Ç ıkışından kapanana kadar geçen sürede Yön değerlendirm esi olarak
bilinen 1. sayfada yer alan başyazıyı D.Avcıoğlu ya da M. Soysal yazmıştır. O
haftanın başyazısını hangisi yazarsa yazsın büyük bir coşku ile okunan yazılar
oluyordu. O kunanlar ülke çapında tartışm aya dönüşüyor, paneller yapılıyor,
sem inerler düzenleniyordu. Ülkenin çeşitli yerlerinde çok canlı söylem lere
neden oluyordu. Bunun sonucunda ister istem ez bir sın ıf hareketi yetişm eye
başlamıştı.
Sosyalizm tartışm asını başlatan 7. sayısı gibi, Yön dergisinin Nazım
H ikm et’i yeniden T ürkiye’ye tanıştırdığı 83. ve 86. sayıları vardır. “ Yön Bir
Dem agojiyi Daha Yıkıyor” kapağı ile çıkan 83. sayıdan sonra 20 Kasım 1964
tarihinde, “ Bir Türk Şairinin Ö lüm ü” 86. sayısı hazırlandı. Yön'ün Ankara
Sıkıyönetim K om utanlığınca kapatıldığı günlerde N azım H ikm et öldü. Yön 1964
yılı Eylül sonunda yeniden çıkm aya başladıktan sonra ilk sayılarında Nazım
Hikm et sayılarını hazırladı. Aynı zam anda Yön Yayını olarak Nazım Hikmetin
Milli Kurtuluş Savaşının Destanı kitap olarak basıldı ve ücretsiz olarak dağıtımı
yapıldı. Bu 1938 sonrasm da N azım H ikm et şiirlerinin ilk kez açıktan okuyucu
ile buluştuğu dönem oldu.
- 1 13 -
1967 yılı H aziran ayı sonunda Yön dergisinin kapanm a kararı alındığında
bunun gerekçesini D .A vcıoğlu şöyle duyuracaktı: "Haftalık Yön Dergisinin
amacı, Türkiye 'nin tablosunu ve çıkış yollarını ısrarlı bir yayın ile ve ana
çizgileri ile gözler önüne sermektir. Şimdi boşluk, kitaplar ya da üç aylık
derilerle doldurulabilecek, yarının Türkiye’sinin nasıl inşa edileceği
konusundaki uzun araştırmalarla, iç ve dış olaylarda günlük doğru haber geniş
ve sağlam yorum sağlama noktasında görülmektedir. ”
Yön ’ün kapanm adan önceki dönem inde M üm taz Soysal’ııı daha az
yazmaya başladığını görürüz.
Yön dergisinin kapanm asından iki buçuk yıl sonra 20 Ekim 1969 tarihinde
kuruculuğunu C. Reşit Eyiipoğlu ile D. A vcıoğlu’nun yaptığı haftalık Devrim
gazetesi yayınlanm aya başladı. 12 M art sonrasında. M ayıs 1971 tarihinde
A nkara Sıkıyönetim Kom utanlığı tarafından kapatılan gazetenin G enel Yayın
Yönetm eni de D. Avcıoğlu idi. T ürk tarihinin 1955-1970 dönem i ile ilgili
araştırm a yapanlar, Yön ve Devrim çizgisini Avcıoğlu nedeniyle, birlikte
değerlendirm e eğilim indedirler.
M üm taz Soysal, Devrim gazetesinde, ne kurucular arasında, ne de yazar
olarak yer almıştır.
Ek-7
MÜMTAZ SOYSAL
R au f DENKTAŞ
Basında “M üm taz Soysal” imzalı yazıları ilgi ile okurdum . Bir zam anlar
yazdıkları, düşünceleri nedeniyle, tutuklanıp hapis yatan bir Profesör, bir
düşünür! Buna rağm en insan sevgisi, denize olan tutkusu kadar engin bir insan.
M üm taz Beyle, rahm etli Ecevit sayesinde (1977 veya 7 8 ’de) tanışmıştım.
K ıbrıs'ta görüşm eler devam ediyordu. Bir Anayasa profesörü olarak bana
yardım cı olabilir miydi! Yine rahm etli E cevit’in yardım ı ile Prof. M üm taz
Soysal ile 2 0 0 4 ’e kadar birlikte çalıştık. Zekâsı, bilgisi ve daim a barıştan yana
ağırlığını koyması sayesindedir ki, Rum liderlerinin kelim e oyunlarına yenik
düşm edik. Birçok kez, benim diretm ek istediğim bir konuda, büyük bir
nezaketle, “resm in bütününe baktığım ızda, bu konuda yum uşayabiliriz” mesajını
verir, fakat son kararı daim a bana bırakırdı. K endisine olan engin güvenim
nedeniyle de, “ Son K arar” daim a “uzm an-danışm anım ın”
tavsiyesi
doğrultusunda olurdu.
Barışseverdi, ancak kalıcı bir barış için taviz verem eyeceğim iz, esneklik
gösterem eyeceğim iz prensipler, gerçekler vardı. Bu konularda çok titizdi.
Karşım ızdaki Rum liderlerini benim kadar biliyor, güler yüzler arkasına
saklanan sinsi oyunun hiç değişm ediğini görebiliyordu. Am erikan, İngiliz ve
BM tem silcileri ile yaptığı görüşm elerden sonra “direnebildiğimiz, davaya sahip
çıkabildiğimiz ölçiide kazanacağız; bunlardan fazla bir yardım beklememeliyiz”
görüşünü kendine öz nezaketi içinde bana ve ilgililere duyuruyordu. Kendini
“ Kıbrıs uzm anı” addeden bazı kişiler “Mümtaz Beyle Kıbrıs meselesi
halledilemez. O aşırı bir uzlaşm azdır” diyenler peyda olm uştu. Öyle ki, gün
geldi, “ danışmanını değiştirme zamanı gelmedi m i? ” diye fısıltılar başladı.
“Siyasetiniz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 'nin devamı ve Tiirk-Yunan
dengesinin iki eşit halk arasında yeni bir ortaklık ise, ben bu konularda uzmandanışmanımdan m em nunum ” yanıtını vererek, üzerim ize gelen dalgayı b ertaraf
edebiliyordum . Esas hed ef benden de kurtulmaktı. “Ayrı egemenlikte ısrarlı
olmamak, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 'ne fa zla asılmamak gerekir" diyen ve
Annan Planının Referandum a götürüldüğü günlerde, basında, boy boy resimleri
ile Annan Planının kabulü yönünde beyanatlar verip, m akaleler yazanlar
karşısında da Prof. M üm taz Soysal Bey “Anadolu halkının coşkusu, inancı,
K ıbrıs’ın Türkiye için stratejik önem i” konularında taviz verm eden davayı
desteklem iştir.
- 115-
Onu tanım ak, onunla birlikte hayati önem i olan, m üşterek milli bir davayı
savunm ak ve ayrı yolda gidenlere gün gele genç bir dem okratik devlet teslim
ederek “ buyurun meseleyi hallediniz” diyerek alnım ızın akı ile görev değişikliği
yapm ak m üşterek kaderim iz olm uştur.
Şimdi arada sırada bir araya geldiğim izde de Prof. M üm taz Soysal, bana
“merak etme; hiçbir hükümet K ıbrıs’tan vazgeçemez’’ diyerek m aneviyat
verm ektedir. K endisine ve ailesine sağlık içinde uzun, mutlu yıllar dileğiyle
saygılar sunarım.
- 116-
E k -8
/ Ağustos 1960, Forum
SUÇSUZ ANAYASA
1924 A nayasasının büyük talihsizliği, W estm inster usulü bir dem okrasinin
işleyişiyle ve m odern devlet idaresi anlayışiyle en iyi uzlaşabilecek bir vesika
olm asına rağm en, kendi dışındaki sebeplerle ortaya çıkan durum lardan sorum lu
sayılm asındadır. G erçekten, 27 M ayıs hareketinden önceki durum 1924
Anayasasının
hüküm lerinde
doğm uş
değildir;
o
durum un
gerçek
sorum lularından olan seçim sistem i A nayasayla getirişm iş değildir; o durum un
gerçek sorum lularından olan karakter zayıflıkları, sorum suz önderlikler ve
aslında bütün m illete m aledilcbilecek kusurlar, A nayasadan doğmuş değildir;
karanlık unsurlara yaranıp koca m eydanlarda kurban kesm e yarışına girişenleri,
devletin en sorum lu m akam larında akla, bilgiye, çalışkanlığa yüz çevirenleri ve
nihayet bütün bunlar olurken susanları, küçülenleri 1924 Anayasası
yaratm am ıştır. Bütün bu tem el sebepler ortadan kalm adıkça, 1924 Anayasası
bile 27 M ayıs öncesindeki durum un ortaya çıkm asına engel olam azdı.
Türkiye C um huriyet’ten beri kurulm ak istenilen hüküm et şekli, hiçbir,
zam an açıkça ifade edilm iş olm asa bile, ana hatları bakım ından İngiltere'deki
örneğine yönelm iştir. İngiliz dem okrasisi, T ürk siyasi hayatında siyasi
m ekanizm alar
üzerinde
düşünm üş
olanlara,
F ransa’daki,
İtalya’daki
A lm anya’daki, İsviçre’deki veya A m erika’daki örneklerinden çok daha çekici
gelm iştir. G erçekten, İngiliz hüküm et sistem i, yüz yıllardır süregelen uzun bir
evrim sonunda, bugünün “kuvvetli, fakat sorum lu” hüküm et anlayışına en çok
yaklaşan sistem dir. İşin asıl dikkat edilecek tarafı, bu sistem in görünüşündeki
basitlik ve sadeliktir. Sistem, anahtarları bakım ından, iki büyük partiye, bu
partiler içinde kuvvetli bir disipline, hüküm etin, arkasındaki çoğunluk sayesinde
m em leketi yöneltm ek, m uhalefetin de, arkasındaki azınlık yoluyla hükümeti
eleştirm ek hakkına ve nihayet m ahkem elerin bağım sızlığına dayanm aktadır.
İngiltere’de bir A nayasa yazılacak olsa, kâğıt üzerine dökülecek olan kurallar,
çok m uhtem eldir ki, bu esaslardan ibaret kalacaktır. Belli esasların dışında kalan
noktalar ise -ki İngiliz sistem inin işleyebilm esini asıl bunlar sağlam aktadırdevlet adam larında sorum luluk duygusu, dem okrasi geleneği, hürriyet ve
hüküm et anlayışı, halk efkârının denetlenm esi gibi, Anayasa m etinlerine
sığdırılam ayacak unsurlardan m eydana gelm ektedir.
Elbette, Türkiye gibi gelenekleri bakım ından İngiltere’den hayli farklı bir
m em lekette, Anayasa kurum larının, yazılı kuralların lüzum u inkâr edilemez.
Ancak,
bu
kurum lar
ve
kurallar
üzerinde
düşünürken,
bunların
sağlayabilecekleri ile sağlayam ayacakları arasında bir ayırm a yapm ak, anayasa
- 117-
m etinleriyle sağlanam ayacak şeyler için boş yere kurum lar ve kurallar meydana
getirip de sonradan hayal kırıklığına düşm ekten sakınm ak gerekir.
Bu noktadan hareket edilince görülecektir ki, 1924 A nayasası, kendi
dışındaki m eseleler ve davalar çözüm lendikten sonra, m odern devlet anlayışını,
“kuvvetli, fakat sorum lu” hüküm et prensibini engellem eyen sağlam bir tarihi
m etin olarak hâlâ ayakta kalabilm ektedir. Karşılaşılan m eselelerin bir kısmı,
şim diye kadar Anayasayla ele alınm am ış olan seçim sistem i, partilerin bünyesi
gibi konularla ilgilidir. Bunları belli esaslara bağlayıp A nayasaya koym ak başka
şey, bunlar yüzünden m em leketin içine düştüğü durum u 1924 A nayasasının
kötülüğüne yorm ak başka şeydir. 1924 Anayasası, dayandığı devlet ve hüküm et
anlayışı bakım ından “yanlış” bir Anayasa değildir, olsa olsa “eksik” bir
Anayasadır.
1924 A nayasasında bulunan en büyük kusur, Türkiye Büyük M illet
M eclisine, dolayısiyle M eclise hakim olan parti grubuna, dolayısiyle o partiye
önderlik eden kim selere bırakm ış olm asıdır. Aslına bakılırsa, W estm inster
dem okrasisindeki durum da bundan pek farklı değildir. Asıl sebepler, M eclis
içindeki iktidar-m uhalefet nispetlerini ölçüsüz derecelere vardıran seçim
kanununda aranm alıdır. Seçim çevrelerini, dolayısiyle listeleri küçültm ek
suretiyle basit çoğunluk sistem ini devam ettirm ekle, yahut yine iki partili sistem i
bozm ayacak nisbi tem sil usullerinden en elverişlisini seçm ekle M eclis’teki
nisbetler m eselesi çözüm lendikten sonra, öbür davaları ele alm ak
kolaylaşacaktır. Bu arada, belki m illetvekili sayısını belli bir rakam da
dondurm ak da düşünülebilir; fakat bunu yaparken, modern parlam entolar dahi
ağırlık noktasının encüm en çalışm alarında toplandığını hatırlam ak, bu
çalışm aları aksatacak, m illetvekillerini ağır yük altında bulunduracak çok küçük
sayılara inm em ek gerekir. M illetvekili ödeneklerinde yapılacak birkaç
m ilyonluk tasarruf, encüm enlerinin yetersizliği yüzünden iyi çalışam ayan bir
parlam ento kurm ayı haklı gösteremez.
Türkiye Büyük M illet M eclisi içinde yapılm ası gereken belki de en
önem li düzeltm e, M eclis B aşkanının bağım sızlığını sağlayacak seçim ve statü
yollarının bulunm asıdır.
Parlam enter dem okraside
M eclis
Başkanının
tarafsızlığı, aslında sağlanm ası siyasi sebeplerle pek güç olan bir
cum hurbaşkanlığı tarafsızlığından çok daha tem elli sonuçlar doğurm aktadır.
D üzeltm e gayretlerini, 1924 A nayasasının gerçekçi bir görüşle düzenlediği
cum hurbaşkanlığı statüsü üzerinde değil de, M eclis başkanlığı statüsü üzerinde
toplam ak ve mesela Avam K amarasındaki speaker’inkine benzer bir statü
bulm ak daha doğru olabilir. 1924 Anayasası bu im kânların hiçbirine kapıları
kapanmış değildir.
1924 Anayasası, sorum lu önderler elinde, T .B .M .M ’ııdeki çoğunluğun
m em leketi yöneltm ek, m uhalefet azınlığının da hüküm eti eleştirm ek hakları
üzerine kurulacak normal bir düzene de kapıları kapanm ış değildir. Bu düzeni
-
118
-
tam olarak kurabilm ek, soru, gensoru ve m eclis soruşturm ası gibi kuram ların iyi
işleyebilm esini sağlam ak ise, önce bir içtüzük m eselesi, sonra da -daha önem li
olarak- m em leket siyasetinde rol alanların taşıyacakları zihniyet m eselesidir.
Tıpkı bunun gibi, 1950 ile 1960 arasında Türk dem okrasisinin başına
gelenlerden parti disiplinini sorum lu tutm ak ve -bilim sel kurulunun dağıttığı
anketteki sorulardan sezileceği üzere- bunu önleyici hüküm leri A nayasaya
koym ak da yirm inci yüzyılın siyasi gidişine ayak uydurm am ak olur. Çağım ızın
siyaseti siyasi partiler çevresinde dönm ektedir. Parti disiplini ise, belli bir
çoğunluğa dayanarak çalışan parlam enter hüküm etlerin bulunduğu sistem lerde,
bu dayanışın kaçınılm az bir sonucu olm uştur. Eğer son yıllarda T ürkiye’deki
parti disiplini soysuzlaşm ışsa, bunun kabahati A nayasada değil, M eclis çatısı
altına sokulm a fırsatı bulanların karakter zayıflığındadır. Partiler, partilere
önderlik edenler ve nihayet seçm enler, kökleri çok daha derinlerde olan bu
zayıflığın M eclise bulaşm asına engel olm aya çalışm adıkça, konulan bütün
yasaklar ve kurallar parti disiplininin soysuzlaşm asını durduram ayacaktır. Öte
yandan, sorum lu önderler elinde, parti disiplini, siyasi toplulukların zayıf
karakter yığınları haline gelm esini önleyecek m üsbet bir ayıklam a ve tem izlik
aracı da olabilir.
1924 A nayasası, m eclis sayısı bakım ından da tarihi gidişe uygun bir
gerçekçilikle tek m eclis esasını koym uştur. Tek m eclis-çift m eclis konusu,
burada özetlcneıneyecek kadar uzun, A nayasa hukukunun ve siyasi bilim lerin
klasik konularından biri. Fazla teferruata girm eden şu kadarını belirtm ek
m üm kün ki, federal bünyeli devletler dışında, ikinci meclis denem elerinden pek
başarılı sonuçlar elde edilm iş değildir; ikinci m eclisler, tarihi sebeplerle
yaşayabildikleri yerlerde de, millet iradesini daha kuvvetle aksettiren birinci
meclis yanında gitgide sönm ekte, önem lerinden kaybetm ektedirler. Belki,
bugünkü şartlar altında, T ürkiye’de kurulacak bir ikinci m eclisin gelenekçi
olm ayacağı, aksine devrim lerin korunm ası için bir tem inat sayılabileceği
söylenebilir; fakat bu devrim lerin tem elini teşkil eden ve iktisadi-toplum sal
reform lar yoluyla daha da işlenm esi gereken halkçı felsefe ile, seçilişi, kuruluşu
ve üyelerinin yetişm e tarzı bakım ından nihayet toplum un im tiyazlı bir tabakasını
aksettirecek ikinci m eclis arasında nasıl bir uzlaşm aya varılacağı, böyle bir
meclisteki devrim ciliğin ne kadar süreceği cevaplandırılm ası hayli güç bir
sorudur. Kaldı ki, son olaylar ve aslında pek çoğu türlü diplom alı (pek
m uhtem elen ikinci m eclise seçilebilm e ehliyetini de taşıyan) D.P. Meclis
G rubunun
davranışı,
devrim lerin
gerçek
bekçiliğini
sözde
“aydın
p o litik a c ıla rd a değil, toplum un siyasi kalıplara sığm ayan canlı kuvvetlerinde
aram ak gerektiğini açıkça ortaya koym uştur. İkinci m eclisle her şeyin
diizelivereceğini sanm ak, daha derinlerde yatan toplumsal ve iktisadi sebepleri
görm em ek olur.
1924 A nayasası, “bağım sız m ahkem eler”den bahsetm ek suretiyle,
dem okratik m odern devlet idaresinin tem el şartlarından birini de ortaya
koym uştur. Bu bağım sızlığı sağlam ak için gerekli kurum lan m eydana getirm ek,
gerekli kanunları çıkarm ak, istenilen zihniyet değişikliğine vardıktan sonra, hiç
de güç değildir. Bağım sız m ahkem eler m eselesi köklü bir çözüm e
bağlanabilirse, son yılların cankurtaran sim itlerinden biri olarak ortaya atılan
Anayasa M ahkem esi konusu da önemini kaybedecektir. G erçekten, T ürk yargı
sistemi, A nayasaya aykırı görülecek kanunları uygulayıp uygulam am ak
konusunda, hiç olm azsa nazari bakım dan, yargıçları yetkili kılm aktadır. Bu
noktada, Y argıtay’ıyla, D anıştay’ıyla, işlenm em iş nice im kânların yattığı
şüphesiz. Bağım sız m ahkem e geleneği, İngiltere’de, A vam K am arası
kanunlarının m ahkem eleri m utlak olarak bağlayan şartları altında bile tem ek hak
ve hürriyetlerin korunm asını sağlayabilm ektedir; T ürkiye’de çok daha elverişli
bir hukuki zem in ortada dururken, bağım sızlık geleneğini yerleştirecek çareler
aram ak yerine, devşirm e kurum lardan medet um m ak, m eseleleri olduğundan
daha fazla basitleştirm ek sayılm az mı? Kaldı ki, bütün azam etiyle kurulacak bir
Anayasa M ahkem esinin, ilerde, Türk idaresinin daha uzun m üddet muhtaç
olduğu devrim ciliği frenleyecek ve hukuki bahanelerle toplum sal-iktisadi
reform ları köstekleyecek bir kurul şekline girm esi, başka yollarla da
sağlanabilecek olan hak ve hürriyet bekçiliği ödevinden uzaklaşıp siyasi
durgunluk unsuru haline gelm esi pekâlâ m üm kündür. A m erika’daki Yüce
M ahkem enin N ew Deal sırasında F. D. R oosevelt’e neler ettiği, T rum an’ın çelik
sanayii ile olan m ücadelesini nasıl baltaladığı unutulm am alıdır.
Bu nokta, düşünceleri 1924 A nayasasının görünürdeki eksikliklerinden
birine götürm ektedir. Bu da, İkinci Dünya H arbi sonrası A nayasalarının
belkem iğini teşkil eden iktisat siyasetiyle ilgili hüküm lerin yokluğudur. Ancak,
burada da dikkat edilm esi gereken nokta, 1924 Anayasasının, sü r’atli, kuvvetli
ve sorum lu hüküm ete im kân veren tem el felsefesi bakım ından, m odern iktisat
siyasetlerinin yürütülm esi için gayet elverişli bir çerçeve teşkil ettiğidir.
Y apılacak şey, belki haklar ve hürriyetler kısm ına, m odern anayasalarda ve
evrensel beyannam elerde sık sık rastlanan hak ve hürriyetleri eklem ek olabilir.
Aslında bu hak ve hürriyetler, gerçek anlam larını A nayasa dışında kalan
kanunlarla alm aktadırlar; bu kanunları ise, A nayasaya konulacak birkaç
cüm leyle sınırlandırm ak m üm kün olam ayacağına göre, hak ve hürriyetlerin
metinde yer alm ası -tıpkı öbür m odern anayasalarda olduğu gibi- ancak
sem bolik bir değer taşıyacaktır.
İktisat siyaseti bakım ından bunların dışındaki m eseleler, 1924
A nayasasının bükülgen çerçevesi içinde -kolaylıkla- çözüm lenebilecektir. Milli
zaruret olarak ortaya çıkan iktisadi planlam ayla ilgili kurum ların m eydana
getirilm esi daha çok kabine ve hüküm etin iç teşkilatlarına bağlı ve hiçbir
Anayasa koyucunun tam olarak bilem eyeceği teknik şartlara dayanan bir
-
120
-
konudur. Anayasa ve M eclis İçtüzüğü bakım dan yapılacak şey, olsa olsa, bir
yıldan daha uzun süreli planlarla yıllık bütçelerin incelenm esinden,
oylanm asından ve denetlenm esinden doğacak meseleleri en elverişli kurallara
bağlam ak olabilir. Planlam a çalışm alarının ister istem ez öbür bakanlıkların
üstüne çıkaracağı M aliye B akanlığının durum u bugünkü fiili durum dan pek
farklı olm ayacaktır ve bunun B akanlar K urulundaki toplu sorum luluk esasını
bozacak ciddi bir A nayasa m eselesi sayılm am ası gerekir. Ayrıca, ikinci
m eclisler gibi, iktisat m eclislerinin de, asıl millet iradesini kuvvetle tem sil eden
m eclisler karşısında uğradıkları fiyaskoyu akıldan çıkarm am alı, bir sürü de yeni
yeni kurum lar, meclisler, m ahkem eler m eydana getirm ek hastalığından
uzaklaşıp eldeki im kânların gerçekçi bir görüşle düzeltilm esine önem
verilm elidir.
K urum lar, kurallar elbette önem lidir, elbette bunların en elverişli şartları
yaratacak şekilde olm alarına dikkat etm ek gerekm ektedir. Fakat her işte olduğu
gibi burada da m eseleler gelip insan unsuruna dayanıyor. İnsanın gerisinde ise
eğitim var: sadece kuru öğretim den ibaret olm ayan, insanlara insanca, insanlık
gururuyla yaşam ayı gösteren bir eğitim. Yoksa, N azilerden önceki Alm anya,
kuru öğretim bakım ından dünyada hiçbir m em leketten geri kalm ıyordu; tıpkı
H itler’den önceki W eim ar A nayasasının, kurum lan ve kurallariyle, dünyanın en
m ükem m el anayasalarından biri oluşu gibi.
Niçin, suçluluk aynasında kendi hayalim izi geriye itip, 1924 Anayasasını
öne sürüyoruz?
-
121
-
Ek: 9
26 Nisan 1971, Ortam
GÜZEL HUZURSUZLUK
Aslına bakarsanız, Erim hüküm eti, hem birbirini tam am larm ış gibi
görünen, hem de özde birbiriyle çatışan iki program tem eline dayanıyor: huzur
ve reform. Hüküm etin kuruluş, güvenoyu alış ve ayakta kalış nedenlerini kısaca
bu iki kelim eyle açıklam ak m ümkün.
Tabii, bu tem ellerden hangisinin daha önem li, daha ivedi ve daha
“canalıcı” olduğu, çeşitli çevrelerin çıkarlarına ve tutum larına göre değişiyor:
ordunun bir bölüm üne, ilerici basına, bazı m eslek odalarına ve gençlik
kuruluşlarına bakarsanız, kabine reform yapm ak için işbaşına getirilm iştir,
reform yaptıkça ayakta kalır ve yapam azsa yine bu nedenle gider. Yerlerde
sürüklenen öğretm enleri, yıllar yılı jandarm a ve polis karakolunda dövülen
insancıkları unutup birkaç patlam a, soygun vc kaçırm a olayını “büyük
huzursuzluk” sayan çevrelere sorarsanız, “her şeyden önce huzur” gerekli
olduğuna göre, hüküm et de bunu sağlam ak için kurulm uştur, sağlayam azsa
yıkılır.
Şimdi, bütün avutuculuğu, uzlaştırm acılığı ve geçiştiriciliği bir yana
bırakıp içtenlikle, özdenlikle düşünün: T ürkiye’nin koşulları içinde “birbirini
tamam layıcı nitelikte” saydığınız, “biri gerçekleşirse öbürü de olur” dediğiniz
huzur ile reform , sanıldığı kadar ikiz kardeş m idirler acaba? Daha doğrusu, şöyle
soralım: ciddi reform lara girişseniz yine de “ülkede huzursuzluk havası esiyor”
feryatlarıyla karşılaşm az m ısınız? D iyelim ki gerçek toprak reform u yapm ağa
başladınız; toprakları ellerinden alınan çevreler, “ kutsal m ülkiyet elden gidiyor”
edebiyatına başlam azlar mı? Ciddi bir vergi reformu İstanbul’un, İzm ir’in,
A dana’nın vurgun çevrelerini büyük bir “huzursuzluğa” düşürm ez mi?
Asıl önem lisi, bu çevrelerce kullanılan m egafonların, hoparlörlerin
gücüdür. M ilyonlarca insanın yıllardır süren sıkıntıları şim diye kadar kulaklara
nihayet bir m ırıltı ya da boğuk bir uğultu olarak gelm iştir de, bu çevrelerin en
küçük tedirginlikleri birdenbire büyük sesler yaratır, ortalık birbirine girer. Son
günlerin düşündürücü örneği ortada: B aşbakan Yardım cısı K araosm anoğlu’nun
birkaç cüm lesi T ürkiye’nin bütün siyasal kadrolarını ve iş çevrelerini büyük bir
huzursuzluğun içine atm ağa yetti de arttı bile.
H uzur ile reform arasında gerçek bir bağlantı, sağlam bir bölünm ezlik
kurulm ak isteniyorsa, her şeyden önce “ huzur” kavram ı üzerinde anlaşm ak
gerek.
Sorunu biraz daha belirleyebilm ek, günün olaylarına indirebilm ek için
“eğitim ” konusunu ele alalım . Çok kişiye göre, özellikle yüksek öğretim
-
122
-
alanında “huzursuzluk” dem ek, ayda bir boykot ilân eden, hocalarına kafa tutan,
bina işgaline girişen, sol ya da sağ yum ruğunu havaya kaldıran, silâhlanan,
vuruşan öğrenci dem ektir. Huzursuzluğu böyle anlayanların m iyop ve
dargörüşlü olanları, “çalışm a düzeni ve öğretim özgürlüğü” yasaları çıkararak,
özerkliği kısıtlayarak, sert tedbirler uygulayarak huzur getireceklerini sanırlar.
Aynı “huzursuzluk” görüntüsünden hareket edenler içinde daha ileri görüşlü ve
iyi niyetli olanlar ise, üniversite reform u gerçekleşince, öğrenciler yönetime
katılınca, öğretim üyeleriyle daha iyi bir diyalog kurulunca huzurlu ortamın
yaratılabileceğini ileri sürerler. A slında, huzursuzluk tanım lam ası aynı kaldıkça,
her iki yan da yanılm aktadır.
Önce şunu kafalara sokm ak gerek: boykot, işgal, m iting ve ideolojik
kavga, artık olağan ve evrensel hale gelm iş birer eylem ve ifade biçimi. “Gençlik
olayları” denen olayların büyük kısmı, kuşaklar arasındaki ezelî kavganın biraz
daha yaygınlaşm ış, biraz daha sertleşm iş görüntülerinden ibaret. B ir tek
bom bayla yüzbinlerin öldürülebildiği bir “uygarlık” düzeyinde, “şiddet
eylem leri” denen şeyler olsa olsa birer çatapat eğlencesi sayılabilir. Ne yapsanız
bunlar olacak, oluyor. Yeni bir üslııp, yeni bir tutum bu. Dıştan bakıldığı zam an
bütün eğitim sorunlarını çözm üş görünen toplum larda da bunlar olağanlaşıyor.
T ürkiye’de bunları “huzursuzluk” saym ak ve şiddet tedbirleriyle ya da
üniversite reform uyla hepsinin ortadan kalkacağını sanm ak büyük yanılm a olur.
Eğitim alanındaki asıl huzursuzluk, toplum un çok huzurlu, çok durgun
göründüğü yıllarda vardı. Ama, sessiz, duyulm ayan bir huzursuzluktu bu:
okuyam am ış, kendi kendini oluşturam am ış, bir kapkaç toplum da çiğnenm emek
için gerekli kafa silahlarıyla donatılm am ış m ilyonlarca insanın ezik ve
çığlıklaşm am ış huzursuzluğu. K im se bunu huzursuzluk saym azdı; hatta
T ürkiye’nin “ eğitim sefaleti”ııi ortadan kaldıracak birtakım adım lar atılmağa
örneğin K öy Enstitüleri kurulm ağa başlandığı zam an “ A nadolu’nun huzuru
bozuldu” diyenler bile çıktı.
Şimdi de toplum yapısını tem elinden değiştirici eğitim adım ları atm ağa,
ezilm iş yığınlara bütün öğrenim kapılarını açacak köklü tedbirler alm ağa
başlayın, siz o zam an görürsünüz huzursuzluk çığlıklarını. Ç ok uzaklara gitmeğe
gerek yok: önüm üzdeki sonbaharda, özel okulların kapanm ası dolayısıyla
üniversiteler bakım ından önem li kalıp değişikliklerinin yapılm ası zorunluluğu
ortaya çıkınca, en büyük tedirginlik, kapılara yığılan öğrencilerde değil,
kapıların gerisindeki tutucularda görünecek.
Reform ya da “eğitim devrim i” elbette toplum da çalkantılar yaratacak,
bazı çevreler de bunun adını “huzursuzluk” koyacaklardır. İşte o anlam da
“huzur”la reform bağdaşm az, bağdaşm am alı. Bazılarının huzursuzluğu sessiz
m ilyonların huzura kavuşturulm ası için ödenm esi gereken zorunlu fiyat.
T ürkiye’de de bu fiyat herhalde bir gün ödenmeli.
- 123 -
- 124-
II. BÖLÜM
- 125-
ÇERKEZ ETHEM NASIL HAİN OLABİLDİ ?
Prof. Dr. Sina AKSİN
Etlıem, “ çift kişilikli” (EFE, 2007: 620) bir insandı. Bir kişiliği ile hain
olam ayacak biri, öbür kişiliği ile de hain olm aya elverişli bir yapıdaydı.
Yazımda, bu değerlendirm eyi tem ellendirm ek istiyorum.
Etlıem ’in Yaşamöyküsii: Ethem (1885-1948) Bandırm a ve M ihaliç ilçeleri
arasındaki Em re köyünde oturan, “soylu” Çerkez boyu Şapşılva m ensup Ali
B ey’in beş oğlundan en küçüğüdür. Ali Bey, çiftlik sahibi, değirm encilik de
yapan varlıklı bir insandır. Hürriyetin ilanından önce Ali, Yakup Ağa adıyla
bölgede dolaşan Dr. N azım ’la tanışıp İttihat ve Terakki (İT) örgütüne giriyor.
E them ’in iki ağabeyi zaptiyelerle birlikte R um eşkıyası ile savaşırken ölüyorlar.
Ö bür iki ağabeyi okuyorlar ve birincisi 1901 'de, İkincisi 1902’de H arbiyc’den
m ezun olup subay oluyorlar. R um eli’deki çetelerle m ücadele ederken Resneli
N iyazi’nin aracılığıyla 1906'da onlar da İT ’ye giriyor. Reşit daha som a E şref
Sencer Kuşçubaşı tarafından İT ’nin özel harekât örgütü olan Teşkilat-ı
M ahsusa’ya alm ıyor ve bu örgütle Trablusgarp Savaşında, sonra da Balkan
Savaşı sıralarında Batı T rakya’da görev yapıyor. Ethem ağabeyleri gibi
okutulm uyor, ancak rüştiyeden (ortaokul) m ezun olabiliyor. 19 yaşında evden
kaçıp İstanbul’da asker yazılıyor. Bakırköy Süvari Küçük Zabit M ektebine girip
birincilikle zabit vekili olarak bitiriyor. Balkan Savaşına katılıp yaralanıyor.
Birinci Dünya Savaşında Teşkilat-ı M ahsusa’da R auf B ey’in buyruğu altında
İran ve ira k ’ta hizm et ediyor, yine yaralanıyor.1
Bu bilgilere E them ’in anılarından bazı noktalar eklenebilir. Onun
anlattığına göre babalarının “ m alikânesi” Bursa vilayetindeym iş. “ Ş eref ve
haysiyeti” ile tanınm ış biriym iş. (K utay’ın sözünü ettiği “soylu” aşirete bir
gönderm e olabilir.) Babası onu en küçük oğul olarak çok severm iş, ağabeyi de
(hangisi, belli değil) kendisini evlatlarına tercih ederm iş. Subay olm ayı çok
istemiş, fakat babası onu “bu şereften m ahrum ” etmiş. Hatta askerlik bile
1
Bu bilgiler, genellikle güvenilir bir kaynak sayılmayan
derlenmiştir. (I, 1973: 13-14)
- 1 27 -
KUTAY’dan
yapm am ası için bedel ödem eye hazırlanırken, İstanbul’a kaçıp süvari askeri
yazılmış. Rüştiyeden m ezun olduğundan söz etm iyor, fakat okuryazar olduğunu
ve ağabeylerinin tatilde yanlarında getirdikleri askerlik kitaplarını çiftlikte
okuduğunu belirtiyor. (ÇEH, 1962: 11-12)2
A raştırm am da iki nokta dikkatim i çekti. Biri E them ’in hastalığı konusu.
Ethem M illî M ücadele boyunca ağırca bir hastalıkla boğuşuyordu. Midesi
ağrıyor, ateşi yükseliyordu. Dem irci m uharebeleri sırasında mide sancılarını
“artarak, dayanılm az bir hal alm ıştı” diye tanım lıyor. K om utayı bırakarak,
K ütahya’da bir ay dinleniyor,
biraz iyileşiyor, fakat bu arada zayıflamış
oluyordu. Eylül başlarında A nkara’da iken ona genç bir doktor tahsis ediliyor.
“Zeki, hakikatli, fakat genç ve tecrübesiz” olan bu doktor mide ıstırabından ve
baş ağrılarından şikâyet ettikçe ona bol bol aspirin yuttururm uş. Oysa sonradan
A lm anya’daki tedavisi sırasında bunun zararlı olduğunu öğrenmiş. Dem ek ki
E them ’in yakasını bırakm ayan bir mide hastalığı vardı (ÇEH, 1962: 100, 106107). Fakat E them ’in anılarında adı belirtilm eyen mide hastalığı yanında,
K U T A Y ’a göre, “ asıl illet” olan kem ik verem i de varmış. Yine aynı kaynağa
göre A lm anya’daki doktorlar hastalığına karşın kalbinin sağlam lığına hayret
etm işler ve öldüğünde kalbinin alınıp tıp m üzesine konulm asını önermişler.
Ethem bir yanıt verm em iş ve iş orada kalmış. (II, 1973: 183, 298-299)3
Dikkati çeken başka bir nokta, Ethem ’in hiç aile kurm am ış, çoluk çocuğa
karışm am ış olm asıdır. K U TA Y ’m R eşit’ten naklen söylediğine göre, Ethem on
beş yaşında iken aileden bir kızla nişanlanm ış, fakat sonra kıza giderek asker
olacağını, hayatta en sevdiği şeyin savaşm ak olduğunu, savaştan sağ çıkacağını
sanm adığını söyleyerek nişanı bozm uş. B abası buna çok kızmış. A m m an’dayken
yine evlenm esi söz konusu olmuş, am a Ethem yanaşm am ış. (II, 1973: 357)
B öylece okum ak, subay olm ak istediği halde okum aktan yoksun bırakılan,
öm rünün büyük bir bölüm ünde ağır bir hastalıkla uğraşm ak zorunda kalan, aile
2 EFE bu kaynağı kuşkuyla karşıladığını söylüyor (2007: xxxııı). KUTAY da bu
anıların Atina’da Mevlanzade Rıfat’ın Tevfık’tcn dinleyip yazdıkları olduğunu, oysa bir
de Ethem’in Hafız Reşat Efendi'ye yazdırdığı anıları bulunduğunu, bu defterin elinde
olduğunu ileri sürüyor. Çerkez Ethem Dosyası’nı buna dayanarak yazmış (I, 1973: 9).
Ama neresi Ethem, neresi Kutay, belli değil. Bana göre ÇEH’in sahih olması olasılığı
yüksektir. Örneğin hastalığı ile ilgili ayrıntıları ancak kendisi bilebilirdi. Onıın için
ÇEH’i sahih kabul ederek büyük ölçüde yararlandım.
3 Hastalığına karşın Ürdün Ordusunun başındaki İngiliz Glubb Paşa ona Hassa
Kuvvetleri Kumandanlığını önermiş. (II, 1973: 306-308)
- 128-
sahibi olm anın m utluluğunu yaşam a olanağını bulam ayan, trajik bir kişilik
buluyoruz karşım ızda. O zam an E them ’in bir sözü, daha bir anlam kazanıyor:
“Ben, babam ın çok sevdiği en küçük oğlu, ağabeyim in de (hangisi?) evlatlarına
tercih ettiği bir kardeşi idim .” Ağabeyinin ve babasının bu büyük sevgisi
m uhtem elen kardeşin/oğlun m utsuz yaşam ına bir acım a duygusu içeriyordu.
Yüzyılın Başında İki Tür Türk İnsanı : Başka çalışm alarım da belirtm iş
olduğum gibi, 1908’de II. M eşrutiyet, devrim niteliğinde bir dönüm noktası
olm uştur. Fransız Devrimi gibi burjuva dem okratik nitelikte olan ve iktidara
gelen bu devrim le birlikte o güne değin sürm üş olan eski düzenin yerine yeni
düzeni getirm e yolunda çabalar harcanm aya başlanm ıştır. Yeni düzen için,
düşün düzlem inde ilk kez m ücadele bayrağını açan N am ık K em al olm uştur.
Eski düzen 1908 öncesinde O sm anlıya egem en olan feodalizm -şeyhlik ve
ağalık düzeni-ortaçağ idi. Yeni düzen feodalizm i reddediyor, kapitalizm aydınlanm a-dem okrasi (eşitlik ve özgürlük) için m ücadele ediyordu. Yeni
düzenin düşünsel başlangıcı N am ık K em al’di dedik. Yeni düzenin siyasal örgütü
ise, 1867’de kurulan Yeni O sm anlılar Cem iyetiyle 1889’da kurulan İttihat ve
Terakki Cem iyetiydi (İT). İT m ekteplilerin siyasal örgütüydü. Söz konusu
m ektepler II. M ahm ut’un kurduğu Tıbbiye ve H arbiye ile ardından gelen batı
örneğindeki öbür çağcıl (m odern) yüksek eğitim kum rularıydı. Dem ek ki
O sm anlı’da yeni düzenin bir özelliği de m ekteplilikti. Daha çok askerlikle ilgili
bir terim olm asına karşın eski düzenin bakışım lı (sim etrik) özelliği de alaylılıktı.
Yani, O sm anlı bağlam ında feodalizm -şeyhlik ve ağalık düzeni-ortaçağın yanına
alaylılığı ekleyebiliriz.
Dem ek ki iki tür toplum düzeninin kendine uygun iki tür insan örneği
vardı: yeni insan ve eski insan. Eski insan feodal öndere (şeyh, ağa, aşiret reisi,
bey, paşa, padişah) bağlıdır, ona sadıktır, onun uğrunda ölür. Soyut olan din
uğrunda davrandığını söylese de, bu, dini kullanan feodal öndere bağlılık olarak
som utlaşır. Yeni insan soyut ve dem okratik (eşitlikçi-özgürlükçü) bir kavram
olan vatan sevgisi ile doludur, vatan uğrunda ölm eye hazırdır.
Şimdi E them ’c bakalım . A caba Ethem yeni insan mıydı, eski insan mıydı?
A çıklam aya çalışacağım gibi, o, her iki türe ait özellikler gösteriyordu. Yani bir
- 129-
çeşit ‘şizofrenik’, ya da E F E ’nin deyisiyle “çift kişilikli” insan. (2007: 620)4
Ethem ’in Yeni İnsan Tiirii Özellikleri: Bir kez, E them ’in ailesi İttihatçıydı.
Hem de 1908 öncesinden. Babası ve iki ağabeyi eldeki bilgilere göre H ürriyetin
İlanından önce bu örgüte girm işlerdi. Ayrıca, ağabeyi Reşit, İT ’nin gizli harekât
örgütü Teşkilat- ı M ahsusa 4ya girmiş, Balkan Savaşında ve sonrasında Batı
T rakya’da görev yapm ış. Ethem ‘in İT ’ye girm iş olduğuna dair seçik bir bilgiye
rastlam adım , fakat E them ’in de I. Dünya Savaşında, yarı gizli Teşkilat-ı
M ahsusa’da görev yapm ış, R a u f Beyle birlikte Irak ve İran taraflarındaki
harekâta katılmış olm ası, onun da İT ’li olduğunun işareti sayılabilir.
O kuryazar olması, ağabeylerinin askerlikle ilgili kitaplarını m erak ederek
okum ası, anılarındaki düzgün Türkçesi ve O sm anlıcası, dinsel söylem e
başvurm am ış olması, m ektepli olm asa da onu m ektepliliğe yaklaştırıyor.
K utay’m dediği gibi rüştiyeyi bitirdiyse, bunu daha da rahat söyleyebiliriz.
1. Dünya Savaşı sona erdiğinde Ethem eşkıyalığa başlam ıştır. Eski İzm ir
Valisi Rahmi Beyin oğlu A lpaslan’ı fidye için kaçırm ası bir eşkıyalık eylem idir.
Fakat eski kom utanı R au f Beyin uyarısı üzerine M illî M ücadeleye katılıyor.
Millî M ücadeleye katılması ve burada olağanüstü yararlıklar gösterm iş olması
E them ’i yeni insan yapar, kendisinde vatan sevgisi bulunduğunu gösterir.
Bilindiği gibi, dört cephede gerçekleşen İç Savaşın üç cephesinde
M arm ara Anzavur, Diizce-Bolu, Y ozgat cephelerinde- E them ’in K uva-yı
Seyyaresi sayesinde dem okratik-ulusçu hareket Padişahçıların hakkından
gelebilm iştir. Yine biliyoruz ki D üzce-Bolu ayaklanm ası A nkara’nın ilçesi
Beypazarına kadar dayandı ve H alide E dip’in anlattığına göre. M illî M ücadele
önderleri her an A nkara’dan kaçmak, gerekirse vuruşarak kaçm ak için önlem
alıyorlardı.
E them ’in Eski İnsan Tiirii Özellikleri: Ethem yeni insan özellikleri
yanında eski insan özellikleri de taşım aktadır.
Ethem zorbadır. Yani zor kullanm aktan kaçınm az. K uva-yı M illiyenin
Salihli-A laşehir cephesini tutm akta olan, A laşehir eşrafından M ütevellizade
M ustafa Beyin 500 kişilik A laşehir m üfrezesiyle Poyraz eşrafından Hacı Ali
Beyin 500 kişilik Poyraz m üfrezesinin buradaki egem enliğini kırm ak ve bu
4
Efe, onca olaydan sonra, Atatürk’ün ölümü üzerine Ethem’in , “her şeye rağmen
ölümü büyük bir kayıptır” anlamında çekmiş olduğu başsağlığı teli dolayısıyla böyle bir
yargıya ulaşıyor.
- 130-
cepheyi ele geçirm ek için onlarla silahlı savaşım a girişir. Bunlar güya Hürriyet
ve İtilafla, İngiliz M uhipler C em iyetiyle tem as halindeym işler. Para
verm edikleri için bir karı-kocanın, ırzlarına tecavüz edip öldürdükleri kimi
kızların ve bazı A laşehirlilerin cesetlerini ortaya çıkarm ış Ethem. Onlarla
m ücadeleye girmiş, kendi anlatışına göre on adam asm ış, birçoklarının evlerini
yaktırm ış ve sonuç olarak rakip çeteleri bölgeden kaçırm ış (ÇEH, 1962: 15-22).
A nlaşılan her yerde bu yöntem leri kullanm ış. Kuva-yı Seyyarenin bir
divanıharbi vardı. B aşkanlığını E them ’in ağabeyi Tevfık yapıyordu ve isyan
bastırdıkları yerlerde hızla ve kolayca idam kararları alıp uyguluyorlardı.
Ö rneğin, 26 M ayıs’ta D üzce’ye giren Ethem, 53 kişiyi idam ettirmiştir.
(SAR1HAN, 1995: 56)
İkinci olarak Ethem eşkıyadır.Y ani zorbalığı keyfî olarak, para toplam ak
için kullanır. Ethem anılarında Yunan tehlikesi belirince Rahm i Beyin oğlunu
kaçırıp eşinden 50.000 lira (53 bin olduğu söyleniyor), isyan sırasında Adapazarı
tüccarlarından A rapzade “bilm em kim den” 50.000 lira, K aracabey eşrafından bir
kişiden 5000 lira “aldığını” söylüyor (ÇEH, 1962: 12). Başka bir kaynakta,
E them ’in D üzce’de çınar ağaçlarına ipler astıktan sonra eşraftan kişi başına 3000
ile 10.000 lira arasında paralar topladığı söyleniyor. E skişehir’de zenginleri
toplayıp 6 saat içinde 80.000 altın toplam alarını istem iş (SARIHA N, 1984: 55,
56). Kuva-yı Seyyareden İsmail Hakkı, 20 T em m uz’da K ütahya eşrafından 24
saat içinde 60.000 lira istemiş. Bir hafta sonra onlardan 50.000 lira daha talep
etmiş. (SARIHA N, 1995: 135)
E them ’e sorulsa, belki bu para toplam a işini K uva-yı Seyyarenin
sürdürülm esi için zorunlu bir ‘vergilendirm e’ olarak niteleyecekti. Ama keyfî
olarak, ölüm tehdidi altında bu biçim de para toplam ak ‘eşkıyalıktır’. Bilindiği
üzere birçok ülkenin dem okrasi m ücadelesi keyfî vergilere (hüküm darların
‘eşkıyalığına’) son verm ek için yapılm ıştır. İngiltere’de, F ran sa’da m utlakiyete
karşı m ücadele, vergilerin keyfîliği yüzünden yapılm ıştır. A B D ’nin bağım sızlık
m ücadelesinin konusu da buydu. Sened-i İttifak’in (1808) hüküm lerinden birine
göre, büyük ayanlara danışm adan yeni vergi konm ayacaktı. Dem ek ki keyfî
vergilendirm e ya da ‘eşkıyalık’, eski düzenin ve E them ’in özelliklerinden biridir.
Üçüncü olarak E them ’de efelik (kabadayılık) tavrını görüyoruz. Efelik
tavrı, ileri derecede gurur, onuruna (şerefine) aşırı düşkünlük, gururun, onurun
incindiği duyum sanır duyum sanm az zorbalığa (daha uygar biçimi düello ya da
belki Japon kültüründeki harakiri) başvurm a, ‘tükürdüğünü yalam am a’
durum udur. Bu da eski düzenin bir özelliğidir. Ethem bu bağlam da kovboy
filmlerini anım satırcasm a A tatürk’le ve İnönü ile silahlı bir kapışm aya ne denli
yaklaştığını ayrıntılı biçim de anlatıyor. İddiasına göre, Y ozgat dönüşü
- 131 -
A nkara’ya geldiğinde M. Kemal onunla karşılaşm am ak için E skişehir’e, sonra
da A fyon’a gitmiş. İkinci olay E skişehir’de İnönü ile olmuş. İstiskal edildiğini
düşündüğü için ‘hesaplaşm ak’ niyetiyle İnönü’nün odasına dalmış, fakat İnönü
onun gönlünü alarak yum uşatm ış. İstanbul’dan gelecek İzzet Paşa heyetini
karşılam ak için M. K em al’in A nkara delegasyonuna soktuğu Ethem,
Eskişehir’de mola verildiği sırada kendisine bir tuzak kurulm uş olduğu sonucuna
ulaşınca yine hesaplaşm ak niyetiyle trene gitmiş, fakat durum u sezen M. Kemal
treni hareket ettirm iş (ÇEH, 1962: 80, 129-134, 140-145)5. Bunlar Ethem ’in
anlattıkları.
E them ’i eski düzenin insanı yapan dördüncü etkene geldik. Babasının
kaprisi ya da büyük sevgisi yüzünden, ağabeyleri yüksek örgenim görürken,
Ethem bundan yoksun kaldı. Ağabeyleri m ektepli oldular, kendisi alaylı kaldı.
Bunun E them ’in psikolojisine nasıl etkiler yaratm ış olabileceğini tahm in
edebiliriz. B ir kez, şu ya da bu derecede babasına karşı bir olum suzluk, hatta
belki bir hıncı vardı. İkinci olarak kendisinden çok daha talihli olan ağabeylerine
karşı bir kıskançlık duyduğunu tahm in etm ek yanlış olm az diye düşünüyorum .
A ğabeylerinin onu korum ak gayreti içinde oldukları anlaşılıyor. O nlar mektepli,
kendisi alaylı olduğu halde, Ethem parlak zaferlere imza atm ış bir çete
kom utanıydı. Onların böyle bir başarısı yoktu. Ağabeyleri E them ’i hem koruyor,
hem m uzaffer kardeşlerinin peşinden gidiyorlardı. E them ’i yum uşatm ak, bir şeyi
kabul ettirm ek isteyenler, araya R eşit’i koyuyorlardı.
Şunu da ekleyeyim. D üzenli ordu kurulurken, buna karşı çıkm ak, Kuva-yı
M illiyeyi tek çözüm olarak gösterm ek, m ektepliliğe karşı alaylılığı savunm ak
olarak yorum lanm alıdır.
Ethem'iıı Başka bir Özelliği : E them ’in M illî M ücadele sırasındaki önemli
bir özelliği de ileri derecede şım arm ış olm asıdır. ‘Vatan kurtaran kahram an’
durum undan ileri geliyordu şım arıklığı. G erçekten de, dem okratik-ulusçu
m ücadele onun sayesinde ayakta kalabilm işti. O, ulusal bir kahram andı. Ama
tabii onun da m egalom ani derecesinde şım arm am ası gerekirdi. Y ozgat’a
giderken, A nkara’da M. Kemal, Fevzi ve İsm et’le yapılan toplantıda onları iddiası doğruysa- resm en paylam ış. S ivas’tan beri bir yıl geçtiği halde merkezi
takviye etm em ekle, ccphclerdc başarısızlıkla, kendisini düşm anla savaşm ak
yerine isyanlarla uğraşm ak zorunda bırakm akla, durum u kavram am ak ya da
kişisel, önem siz şeylerle ilgilenm ekle suçlam ış. Ö bür üç kişiden birinin cephenin
5
Kılıç Ali de Ethem’in M. Kemal'le ‘kovboyvari’ karşılaşmalarını anlatıyor.
(TURGUT, 2005: 133-136)
-13 2-
sorum luluğunu alm asını, S alihli’de bulunup A li F uat'ın kom utası altında
olm asını istemiş. Bunun üzerine M. Kem al E them ’e hak verdiğini söyleyerek
F evzi’yi görevlendirm iş. (ÇEH, 1962: 56-58)
Ethem Y ozgat’ta da m uzaffer olunca m egalom anisi daha da arttı.
K ayseri’ye çekilm ek zorunda kalan Kılıç A li’yi paylayarak A nkara’ya
gönderm iş. A deta kovduğunu söylüyor. A nkara Valisi Yahya G alip’i, Yozgat
isyanında sorum luluğu var diye, divanıharbinde yargılanm ak (ve herhalde
asılm ak) üzere istedi. Bu, tam bir m eydan okumaydı. M. Kemal, Yahya G alip’in
azledildiğini, fakat doktor raporuna göre Y ozgat’a gidem eyecek derecede hasta
olduğunu bildirdi. E them ’e bakılırsa M. Kemal divanıharbin kendisini de
sorum lu tutacağından korktuğu için Y. G alip’i gönderm em işti. M. Kemal bir de
B ursa’da bulunan R eşit’i acele çağırarak aracılığını istedi. B öylece Ethem
istem eyerek de olsa, R eşit’in hatırı için Y. G alip’in affına razı oldu (“vicdanım
razı olm ayarak ve son defa olarak” diyor). (ÇEH, 1962: 74-78)6
A tatürk Nutuk 'ta durum u şöyle açıklıyor: “ Doğrudan doğruya valilere ve
herkese em irler veriyorlar ve em irlerinin ademi icrası halinde idam edileceği
tehdidini de ilâve ediyorlardı.” A tatürk’e göre, Y. Galip olayı, Ethem ’in Ankara
ve A nkara’daki hüküm et üzerinde bir “nüfuz tecrübesi” idi. A nkara’ya gelince
BM M Reisini M eclisin önünde asacağını söylediğine Y ozgat M ebusu Süleym an
Sırrı Bey tanıkmış. Fakat A tatürk devlet adamıdır:
“ Biz, bütün m alûm at ve istihbaratım ıza rağmen, bu “ kardeşleri” daima
şayanı istifade bir halde bulundurm ak cihetini tercih ettik. Bu sebeple,
kendilerini idare ettik.” (A TA TÜ RK , 1960: 469-470).
Gediz Taarruzu: Ethem Baltayı Taşa Vuruyor. Gediz taarruzu, gemi azıya
almış olan E them ’in baltayı taşa vurduğu an (ya anlardan biri) olarak görünüyor.
Ali Fuat Paşa Garp Cephesi Kum andanıydı. Fakat E them ’in elinde oyuncak
durum undaydı, onun kuklasıydı. Bunun böyle olduğu, A. F u at’ı M. Kemal
A n kara’ya çağırdığı zaman, ‘resim halinde’ ortaya çıkar. Arkadaşını İstasyonda
(' Y. Galip olayının “Ethem Ankara’dan geçerken adalet sehpasını Meclis önünde
kurmak niyetinde imiş!” gibi dedikodulara yol açtığını Ethem’in kendisi söylüyor. Ve
M. Kemal’in korkmakta haklı olduğunu belirtiyor. O sıralarda hızla gelişen Yunan
taarruzu yüzünden konu üzerinde durmadığına işaret ediyor. Sanki M. Kemal’le yalnızca
hesaplaşmak değil, Ankara’da iktidarı ele geçirmeye niyetliymiş gibi ifadeler bunlar.
Ruhbilimsel çözümleme bakımından, Ethem’in, M. Kemal’i kendisini okutmayan
babasının yerine koymuş olması olasılığı akla geliyor.
-133-
karşılam aya giden M. Kemal hayretler içinde kalır. Çünkü G aip Cephesi
K um andanı olan Paşa, general üniform asıyla değil, K uva-yı M illiye kıyafetiyle
trenden iner. Üstelik om zunda bir filinta (küçük tüfek) vardı. Bırakın generali,
herhangi bir subayın norm al koşullarda asla taşım ayacağı bir silahtı bu.
Fakat Gediz Taarruzundan önce, Tem m uz başlarında Yozgat harekâtı
ertesinde, Dem irci m uharebelerine bakm am ız gerekil-. 22 H aziran’da başlayan
Y unan taarruzu kısa zam anda Batı A nadolu’nun büyük bir bölüm ünün işgaliyle
sonuçlanm ış bulunuyordu. B alıkesir’den sonra B ursa da 8 T em m uz’da düştü.
Y unanlılar artık Doğu T rakya’yı fethe hazırlanıyorlardı. Batı Anadolu yenilgisi
Yunan O rdusunun hem sayıca, hem silahça büyük üstünlüğünden
kaynaklanıyordu. Bölgede T ürk O rdusu neredeyse yoktan var edilm eye
çalışılırken, K uva-yı M illiye İç Savaş ortam ı ve olanaklarının cılızlığı nedeniyle,
G üneydoğu A nadolu’daki başarıları gösterem iyordu. E them ’in verdiği bilgiye
göre, İnönü’de A. F u at’ın başkanlığında toplanan savaş m eclisi, kuzeyde A.
F uat’ın İnönü’de kesin bir savunm a yapm ası, güneyde A fyon istikam etinden
gelecek Y unanlılara karşı M iralay Fahrettin Beyin yerine M. K em al’in
kum andayı alması, ortada D em irci’den ilerleyen Y unanlılara karşı da E them ’in
Kuva-yı Seyyaresinin karşı-taarruzda bulunm ası kararlaştırıldı. (ÇEH, 1962:82)7
Burada hem en dikkati çeken nokta M illî M ücadelenin önderine cephede
olupbitti biçim inde (öyle anlaşılıyor) görev verilm esiydi. A nım sanırsa, Y ozgat’a
giderken de M. K em al-Fevzi-İsm et üçlüsünden birinin Y unan cephesinden
sorum lu olm asını Ethem şart koşm uş, görev F evzi’ye verilm işti. Şimdi cephenin
bir bölüm ünde M. Kemal görevlendiriliyordu. Daha doğrusu, Ethem
görevlendiriyordu. D enebilir ki bu, herhalde E them ’in M illî M ücadelenin
önderlerine (önderine) yenilginin sorum luluğunu bulaştırarak onları yıpratm ak
taktiği idi. Böylece, kendisine tepede, iktidarda yer açabilecekti. E them ’in
m egalom anisi M. K em al’in yerine geçebileceğini düşündürtecek kadar şişmiş
m iydi? B ilm iyoruz. Belki de o noktaya gelince kuklası olacak birini başa
oturtacaktı. Zaten kuklası olan A. Fuat, böyle bir role biçilm iş kaftandı.8
E them ’in dediğine bakılırsa, M. Kemal kendisine verilen kom utanlığı kabul
7 Ethem’in Fevzi ve M. Kemal’e cephede komutanlıklar ‘yüklediğini’ doğrulayan
bilgilere başka bir kaynakta rastlamadım
8 Fevzi, Rıza Nur’a ağzından kaçırmış: Ali Fuat ve Ethem, ordu ile Ankara’yı
basacaklar.” (NUR, 1968: 689-690) Daha ileride değineceğim gibi, Ethem’in aslında A.
Fuat’ı değil, Enver’i Ankara’da egemen kılmak için çabalıyor olması da bir olasılıktı.
Yine Nur’un Fevzi’den öğrendiğine göre, Ankara’da, Ethem’in olası bir saldırısına karşı
koymak için askerî önlemler alınmış.
- 134-
etmiş. Bu doğruysa, Yunan taarruzundan sonra durum unun ne denli zayıfladığını
gösterir. Yine E them ’in söylediğine göre, M. Kemal 14 Tem m uz günlü teliyle
kum andayı devredip şifreyle bile yazılam ayacak bir zorunluluktan, A nkara’ya
dönmüş. Ayrılm a nedenini kendisine sözlü olarak açıklam aları için Tevfik Rüştü
ile H üsrev Sami görevlendirilm iş. (ÇEH, 1962:92)’
Ethem K ütahya hapishanelerinden 400 kadar m ahpusu da silahlandırarak
4500 atlı, 550 piyade, 4 dağ topu, 14 m akineli tüfekle Y unanlılara karşı yürüdü.
Oysa karşısında 10.000 mevcutlu A yvalık tümeni varmış. Buna karşın ve
sonunda D em irci Y unanlılarda kaldıysa da, K uva-yı Seyyare başarılı
m uharebeler yaptı, düşm ana ağır kayıplar verdirdi. (ÇEH, 1962: 84-100)
Bundan sonraki haftalarda E them ’in hastalığının arttığını, bunun için
K ütahya’da bir ay kadar dinlenm ek zorunda kaldığını görüyoruz. Sonra
Eskişehir ve A nkara’ya gidiyor. 4 E ylül'dc Yunan Ordusu ani bir taarruzla
G ediz’i ele geçirdi. Bunu başaran düşm an tüm eni Gediz bölgesine gelm ekle
Yunan O rdusunun ana kuvvetlerinden uzak kalm ış oluyordu. Ethem söz konusu
tüm enin ayrı konum undan yararlanarak ona bir darbe vurm ayı ve G ediz’i
kurtarm ayı düşünüyordu. Bunu A. F u a t’a kabul ettirdi. Alayunt istasyonunda 16
E kim 'de bir harp meclisi toplandı. K atılanlar A. Fuat, grup K um andanı M iralay
Köprülü Kâzım (Ö zalp), 8. Fırka K om utanı İzzettin (Çalışlar), 11. Fırka
Komutanı K aym akam A rif (Ayıcı), Ethem ve onun kurm ay başkanı Halil.
Yalnız İzzettin üniform alıydı, ötekiler Kuva-yı M illiye kıyafetindeydiler.
G ediz’e taarruz planları yapıldı. O ysa G enelkurm ay bu taarruza karşıydı.
O rdu güçlenm eden bir yöredeki başarının yararsız olduğunu düşünüyordu.
Ayrıca, Ordu o sırada Konya isyanını bastırm akla meşguldü.
B öylece em re aykırı olarak G ediz Taarruzu 24 Ekim ’de yapıldı. 25
E kim ’de G ediz kurtarıldı, am a üç gün sonra Yunalılar G ediz’i geri aldılar.
Y unanlılar ağır kayıplar verdiler.10 Sonuç ne olursa olsun, em re itaatsizlik söz
konusuydu ve kabul edilem ezdi. 7 K asım ’da M. Kemal A. F u at’ı A nkara’ya
çağırdı. 8 K asım ’da A. Fuat M oskova B üyükelçiliğine atandı. (B ir rivayete göre
9
M. Kemal komutayı Fahrettin’e devretmiş ve 16 Temmuz’da (1920) Afyon’dan
ayrılmış. Ayrılmasının gerekçesi, Ankara’da BMM’de, Yunan taarruzu durdurulamadı,
Ethem yaralandı diye esen panik havasıymış.
Ethem bu zaferin Venizelos hükümetinin düşmesine yol açtığını ileri sürüyor.
Oysa hükümetin düşmesi 25 Ekim’de Kral Aleksandr’ın ölümü ve sonrasındaki
gelişmeler sonucunda olmuştur.
M. Kemal A. F u at’a Ethem ve kardeşlerini de M oskova’ya götürm esini
-herhalde şaka yollu?- önerm iş.) Aynı gün M. Kemal, İsm et ve R efet’le
görüşerek Kuva-yı M illiyeyi düzenli orduya bağlam a kararı aldılar. 9 K asım ’da
G arp Cephesi ikiye bölünerek, kuzeyinde İsm et, güneyinde Refet
görevlendirildi.
Yanlış bir Durum Muhakemesi'. E them ’in önündeki yol artık çatallanm ış
bulunuyordu. Ya BM M hüküm etinin orduya devlet ciddiyeti getirm ek isteyen
kararlarına uyacaktı, ya da tutturduğu yolda ısrar edecek, İsm et ve R efet’i A.
Fuat gibi kuklalaştırm aya, bunu başaram azsa kukla olabilecek kom utanların
gelm esi için çabalayacak, bu arada yasal cephe kom utanına m eydan okuyacaktı.
Bu, isyan dem ekti. Bu yolda başarılı olm ası onu iktidara getirebilirdi. Bunun
olabilm esi için ulusal kahram an ününden yararlanarak B M M ’deki m ebusların
çoğunluğunun desteğini alm ası gerekirdi. Bu destek belki Kuva-yı Seyyarenin
A nkara’yı işgal etm esiyle, yani silah zoruyla da sağlanabilirdi.
Ya da birinci yolu seçerek askeri disipline girm eyi kabul edecek, Türk
tarihine bir kahram an olarak geçecekti. B ildiğim iz gibi, Ethem ikinci yolu seçti
ve kaybetti. K aybedince teslim olsaydı belki -tartışm alı biçim de de olsa- ulusal
kahram an niteliğini kısm en koruyabilirdi.11 Çünkü ondan yana bir hayli m ebus
vardı.
Ethem eski insan nitelikleri taşım asaydı ve kendini m egalom aniye
kaptırm asaydı sanırım sağlıklı bir durum m uhakem esi yapar ve birinci yolu
seçerdi. N eden? Çünkü M illî M ücadele, 22 H aziran Yunan taarruzu ertesinde
düştüğü m aneviyat bozukluğu ve perişanlıktan kurtulm aya başlam ıştı. Bir kez
Doğuda Erm enilcr yenilgiye uğratılarak Eylül sonunda Sarıkam ış ve Ekim
sonunda Kars kurtarılm ış bulunuyordu. İkinci olarak, E them ’in küçüm sem eye
çalıştığı, fakat çok ciddi bir hareket olan Konya isyanı, E kim ’in ortasında,
Ethem ’in fazla bir katkısı olm adan bastırıldı. Ü çüncü olarak, Sovyet para ve
silah yardım ı başlam ış, ilk ağızda 4 E kim ’de A nkara’ya 200 kilo altın gelmişti.
Bunlar olm asa bile, düzenli ordu kurulm adan Y unanlıların kesin yenilgiye
uğratılam ayacağını, Balkan ve Dünya Savaşlarında hizm et görm üş olan, Millî
M ücadelcdc Yunan ordusu ile savaşm ış olan E them ’in çok iyi anlam ası
11
II. Dünya Savaşında Almanlara teslim olup onların kuklası olan Fransız Vichy
Hükümetinin devlet başkanlığını üstlenen Mareşal Petain, savaşın sonunda yapılan
muhakemesi sonunda idam edilmedi, çünkü o, I. Dünya Savaşı kahramanıydı. Oysa
Vichy Başbakanlığı yapan Laval, düşmanla işbirliği yaptı diye idam edildi.
- 136-
gerekirdi. Ayrıca, Padişahçıların en esaslı propaganda m alzem esi çeteciliğin,
başıbozukluğun kötülükleriydi -keyfî şiddet (idam lar) ve zorla toplanan keyfî
vergiler
vb.
Düzenli
ordunun
kurulm ası
Padişahçıları
en
esaslı
propagandalarından yoksun bırakacaktı.
E them ’in Yunanlılara Sığınması : E them ’i doğru yola getirm ek için
gösterilen çabaları burada anlatm ak yersiz olur. 26 A ralık’ta Ordunun
K ütahya’ya girm esiyle E them ’c karşı harekât başlam ış oldu. Ethem G ediz’e
çekildi. Bu noktada, 29 Aralık günü, kendisinin de itiraf ettiği üzere, büyük bir
hata yaparak B M M ’ye, m ebuslara hakaret eden bir tel çekti. M ebusların en
büyük icraatının m aaşlarını artırm ak olduğunu, BM M hüküm etine dalkavukluk
ederek kutsal görevlerini kişisel çıkara feda ettiklerini, İzzet Paşa heyetinin
A n kara’da alıkonm asının “tarihte görülm em iş” bir olay olduğunu, serbest
bırakılm ası gerektiğini söyledi (ÇEH, 1962: 151-152, 167. EFE, 2007: 196-197,
736).12 Tüm üyle akılsızca bir davranıştı, çünkü onun için A nkara’da tek umut,
kendisini tutan kimi m ebusların desteğiydi. Başka bir yol, Kuva-yı Seyyarenin
Orduyu yenilgiye uğratm asıydı, fakat bu da olmadı, olamazdı. Çünkü düzenli
ordu birlikleri kurm akta hayli m esafe alınm ıştı ve K uva-yı Seyyare kendi
kardeşlerine kurşun atm aya hiç de hevesli değildi.13 Üstelik Y unanlılar
saldırırken ya da saldırm aya hazırlanırken iç savaş yapm ak hainlik -hem de
büyük hainlik- niteliğinde bir davranıştı. A yrıca Padişahçıların üç kez ‘canına
okum uş’ E them ’in, İzzet Paşa heyetinin avukatlığını yapm aya kalkışm ası da akıl
alır şey değildi.
E them ’in İsm et ve R efet’e çektiği teller de çok laubali ve hakaret edici
biçim de kalem e alınm ışlardı.
Acaba bu denli ölçüsüz davranışlarında ağabeylerinin subay oluşu
(kendisinin olm ayışı), R eşit’in mebus oluşu (kendisinin olm ayışı) bir rol
oynuyor m uydu? Olabilir.
Ethem çıkış yollarını kendi elleriyle kapatırken, Y unanlılara sığınmak
alm aşığı ortaya çıkıyordu. Bir M illî M ücadele kahram anı için korkunç bir
seçenekti bu. Fakat Ethem eski insan özelliklerinin -efelik, kabadayılık- ve
m egalom anisinin, inatçılığının kurbanıydı artık. Y unanlılarla işbirliği, yani vatan
12 Ethem mebusları toptan eleştirirken, ağabeyi Reşit’i de eleştirmiş oluyordu.
Muhtemelen bu, bilinçli olarak, yani ağabeyini de eleştirdiğini bile bile yazılmıştı.
13 Zaten karşısındaki kuvvetler, kendi kuvvetlerinin (iç katıydı (4650’ye karşı
15.311). (SARIHAN, 1984: 97)
- 137-
hainliği yollarına giriyordu.
Bu sıralarda Reşit Yunan işgal bölgesine geçmiş ve onlarla bir anlaşm a
yapmış. Ethem anılarında bundan söz etm iyor. Buna göre Y unanlılar Kuva-yı
Seyyarenin bölgesi sayılan G ediz-Sim av-D em irci-G ördes-K ütahya bölgesini
“tarafsız” bölge sayıp burada harekât yapm ayacaklardı (EFE, 2007: 263). Bir de
E them ’in sözünü ettiği Y unanlılarla yapılm ış dört günlük ateşkes anlaşm ası var.
(ÇEH, 1962: 162)
Bu arada, 2 O cak günü İstanbul hüküm etiyle tem as aram ış, İstanbul’a
yakınlığının kanıtı olarak B M M ’ye çektiği 29 Aralık telini bildirm iştir
(SARIHA N, 1984: 102).14 Tevfık Paşadan Ankara ile savaşm ak için izin
istemiştir. İstanbul’dan yanıt geldiyse, bunun ne olduğunu bilmiyoruz. Ama
V ahdettin’in bu işe çok şaştığını tahm in edebiliriz. İç Savaşını başarısızlığa
uğratm ak için kilit bir rol oynam ış bir adam, şimdi ona yeniden iç savaş defterini
açmayı öneriyordu.
A nlaşılıyor ki, Y unanlılar ve İstanbul hüküm etiyle birlikte M illî
M ücadelenin hakkından gelebileceği um udunu besliyordu E them .15 N e var ki
Y unanlıların Eskişehir bölgesinde başlattıkları taarruz 11 Ocak 1921 günü İnönü
zaferim izle sonuçlandı. Bu, E them ’in sonu dem ekti. A nkara artık büyük güçlerle
E them ’e yüklenebilecekti.
Şimdi E them ’in önündeki alm aşık ya teslim olmak, ya Y unanlılara
sığınmaktı. Teslim olması durum unda kendisine ilişilm eyeceği yolunda birtakım
haberler gönderildi. Ama Ethem ve ağabeyleri sığınm a hazırlıklarına giriştiler.
Tevfık A khisar’da sığınm anın koşullarını belirleyen bir protokol im zaladı (21
Ocak 1921). Bundan sonra, arada Kuva-yı Seyyareyi terk edenler dolayısıyla
sayısı azalan adam larını ya teslim olm ak ya da Y unanlılara sığınm ak konusunda
serbest bıraktı. Ağabeyleri 25 subay, 700 kadar er ile Y unanlılara sığındılar.
(EFE, 2007: 295-296. ÇEH, 1962: 176)
Fakat bir yol daha vardı. K üçük çeteler halinde dağlarda barınıp
Y unanlılara karşı savaşımı sürdürm ek. Örneğin, E them ’in önem li adam larından
Parti Pehlivan bu yolu seçti, m ücadelede hayatını yitirdi (EFE, 2007: 296-297).
14 29 Aralık telinde İzzet heyetini kollayan ifadeler belki de böyle bir açılımı
olanaklı kılmak için konmuştu.
15 Ethem, Yunanlıların Manisa silah deposundan Kuva-yı Seyyareye cephane
gönderme sözü verdiklerini söylüyor. (ÇEH, 1962: 170)
- 138-
Ethem dc aynı yolu seçti. Hem de ağabeylerinden niyetini gizleyerek. 50 kadar
adam ıyla Sındırgı dağlarına çıktı. Ne var ki hastalığı, sancısı çok arttığı için
Yunan işgal bölgesinde, Susurluk ‘a üç saat uzaklıkta Eski M anyas köyüne,
sonra da Y unanlılara sığınm ak zorunda kaldı. (ÇEH, 1962: 177-192)
Burada dikkati çeken nokta, Ethem ’in üçüncü alm aşığı seçtiğini
ağabeylerine söylem em esi, ancak onlar sığındıktan sonra arkalarından yazdığı
bir mektupla onları bilgilendirm esidir. E them ’in seçtiği yol vatan haini olm am ak
için bir çaba, bir girişim olarak yorum lanabilir. A ğabeylerine böyle bir olanağı
düşünm e fırsatı tanım am ış olm ası ise aralarındaki mesafeyi (hatta onları
aldattığını) gösterir. N itekim daha sonra 150’likler affedildiğinde ağabeylerinin
yurda dönm esi, kendisinin dönm em esi de yine aralarındaki m esafe olarak
yorum lanabilir.
E them ’in “trajik” kişiliğinden söz ettim. Askerlerini O rduya ya da
Y unanlılara teslim olm ak şıklarıyla karşı karşıya getirdiği sıralarda kurmay
başkam ın görüşm ek için Yunanlılara gönderirken “ ... dilim adeta dönm üyor,
gözlerim den yaşlar boşanıyordu” diyor. Daha sonra hastalığının artması
yüzünden Yunanlılara sığınırken de çektiği m anevî ıstırabı uzun uzadıya
anlatıyor (ÇEH , 1962: 158, 184-190).16 Dem ek ki çift kişilikli olm asının
ıstırabını çekiyordu.
Bir nokta daha Sındırgı dağlarına kaçarken Ethem bir tasarım ından söz
ediyor. Anadolu içlerine, “ şark vilayetlerine geçm ekten” söz ediyor (ÇEH, 1962:
172). Acaba eski bir Teşkilat-ı M alısusacı olarak, Doğuda E nver’le mi buluşm ak
istiyordu? Ve tabii akla gelen büyük soru: son çözüm lem ede E them ’in isyanı
Enverci bir hareket m iydi? Celalettiıı Arif- Hüseyin A vni’nin E rzurum ’da
kotarm aya çalıştıkları, Enverci olması kuvvetle muhtem el olan kom ployla ilişkili
m iydi?
Sonuç : E them ’in “çift kişilikli” olduğu söylendi. O, yeni insan yönüyle
Padişahçıların İç Savaşında yerini alm ış, çok önem li savaşlar kazanm ış ulusal bir
kahram andı. Am a onun eski insan yönü de vardı ve bu onun vatan haini
olm asına kapı açtı. Zorbalık, eşkıyalık (keyfî vergi toplam ak), efelik
(kabadayılık), alaylılık ondaki eski düzen özellikleriydi. Buna şım arma
(m egalom ani) öğesini de eklersek tablo büyük ölçüde bütünlenir. Tabii A.
16
Diyor ki: “Bundan sonra yaşamak istiyorsam, vatanıma ve vatandaşlarıma
sıkıntılı ve felâketli bir gününde hizmet edebilmek ve imdadına yetişebilmek
emeliyledir.” (1962: 175)
- 139-
F uat’ın ve başkalarının E them ’e boyun eğerek karşısında z a a f gösterm iş
olm alarını ve 22 H aziran 1920 Y unan taarruzu sonucunda M illî M ücadele
çevrelerinde esen büylik m aneviyat çöküntüsünü de hesaba katm ak gerekir.
E them ’in vatana ihaneti yalnızca Y unanlılara sığınm ası, onlarla şu ya da
bu derecede işbirliği yapm asında değildir. Salt M illî H üküm ete isyan etmesi de
vahim bir durum dur. Y unanlılar ülkeyi istila ederken isyan etm iş olm ası ise onu
vatan haini yapar. İhanet durum u kapsam ında olan bir başka nokta da E them ’in
ihanet içindeki İstanbul H üküm etine yanaşm ak istemesidir.
Son olarak, Etlıem isyanının Enverci bir kom plo olm ası olasılığı ciddiye
alınırsa, bu yönde ayrı bir araştırm a yapılm ası gerektiğini belirtm em gerekir.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Kemal A TA TÜ RK (1960), Nutuk II (İstanbul: T ürk Devrim Tarihi
Enstitüsü Yayınları)
ÇEH (1962), Çerkez Ethem ’in Hatıraları (İstanbul: Dünya Yayınları)
A hm et EFE (2007), Çerkez Ethem (İstanbul: Bengi Yayınları)
Cemal K UTA Y (1973), Çerkez Ethem Dosyası (iki cilt, İstanbul: Boğaziçi
Yayınları)
Rıza N U R (1968), Hayat ve Hatıratım III (İstanbul: A ltındağ Yayınları)
Zeki SA RIH A N (1984), Çerkez Ethem'in İhaneti (İstanbul: K aynak
Yayınları)
Zeki SARIHAN (1995), Kurtuluş Savaşı Günlüğü III (Ankara: Türk Tarih
K urum u Yayınları)
Hulusi TU R G U T (2005), A tatürk’ün Sırdaşı Kılıç A li'nin Anıları
(İstanbul: Türkiye İş Bankası K ültür Yayınları)
- 140-
TÜRKİYE VE ÇİFTE VATANDAŞLIK
Prof.Dr. Rona AYBAY
Giriş
12
H aziran 2009 günü Resmi G azete’de yayım lanarak aynı gün yürürlüğe
giren Yeni T ürk V atandaşlığı K anunu (TVK), 19 6 4 ’te kabul edilen ve sonraki
yıllarda çok sayıda hükm ü değiştirilerek bütünlüğü bozulan 403 sayılı T V K ’nın
yerine geçm iştir. Yeni kanunun içerik bakım dan önem li yenilikler getirm esinin
yanında, iki önem li kavram a açık-seçik tanım getirm esi dikkat çekici bir
özelliktir. Bu kavram ların birincisi "çok vatandaşlık" tu. Kanuna göre “çok
vatandaşlık deyimi, T ürk vatandaşının aynı anda birden çok vatandaşlığa sahip
olm ası dem ektir. Böylece yabancı dillerdeki "multi nationality" ve benzeri
deyim lerin T ürkçe’deki resmi karşılığı belirtilm iş olm aktadır. Aşağıda
açıklayacağım ız gibi, yeni kanunun düzenlem esi bir Türk vatandaşının aynı
zam anda bir başka devletin de vatandaşı oluşunu “sakıncalı” bir durum olm aktan
çıkarm ıştır.
İkinci önem li tanım “ yabancı” kavram ıyla ilgilidir. K anuna göre
“yabancı” Türkiye Cum huriyeti D evleti ile vatandaşlık bağı bulunm ayan” kişi
dem ektir. Bu yalın ve doğru tanım karşısında 1950’lerden beri T ürkiye’de
yayım lanan hem en her Y abancılar Hukuku kitabında yer alan ve “ Devlet
Hukuku Enstitüsü’nün 1892 Cenevre toplantısında kabul edildiği” söylenen
garip tanım ın artık kullanılm ayacağın um m ak istiyorum .1
“Ç ok (çifte) vatandaşlık” sorunu
V atandaşlık H ukukunun soyut ve kuramsal düzeyde kabul edilen en temel
ilkelerinden biri “herkesin yalnız bir uyrukluğu olm ası gerektiği”dir. Bu ilke,
kişinin aynı anda birden çok devletin uyrukluğuna sahip olm asının, sakıncalı bir
durum olduğu anlam ına gelir. Ancak, özellikle İkinci D ünya S avaşı’m izleyen
yıllardan bu yana çok artan uluslararası seyahatler ve ilişkiler, geçim ini yabancı
1
Küçük değişikliklerle de olsa hemen her kitapta yer alan bu tanıma göre
“yabancı, ülkesinde bulunduğu devletin vatandaşlığını iddiaya hakkı olmayan kimsedir”.
Bu tanımın yanlışlığı ile ilgili eleştirilerimiz için bkz. (AYBAY, 2007: 11 vd).
- 141 -
I
ülkelerde sağlayan insanların sayısındaki artış gibi gelişm elerin sonucu olarak,
bu ilke gücünü yitirm iş görünmektedir.
Konuya tarihsel açıdan bakıldığında, T ürkiye’nin geçm işinde çifte
uyrukluğun, gerek kültürel gerek hukuksal bakım dan “istenilm eyen” bir durum
olduğu görülür. Ö rneğin O sm anlı dönem inin ilk yazılı anayasası olan 1876
“ Kanun-ı Esasi”si mebus (m illetvekili) seçilm eyi Osm anlı uyruğu olma
koşuluna bağlam ış, fakat ayrıca “tâbiiyet-i ecnebiye iddiasında bulunan'' yani
yabancı bir devletin uyrukluğuna sahip olduğunu herhangi bir şekilde ileri
sürm üş olanların mebus seçilem eyeceğini belirtm işti (m adde 68). Osmanlı
A n ay asasfn m bu hükm ü, o dönem de çifte uyrukluğun sakıncalı bir durum
sayıldığını gösteriyor.
C um huriyetin ilanından sonra yapılm ış ilk A nayasa olan 1924 Anayasası
da konuyla ilgili olarak 1876 A nayasası’nın hükm ünü aynen yinelem iştir (m. 12).
Böylece, O sm anlı dönem iyle C um huriyet dönem inin bu konuda aynı değer
yargılarını paylaştıkları ortaya çıkm aktadır.
“ Yabancı devlet uyrukluğu iddiasında bulunm a” konusu, 1946 yılında
yapılan m illetvekili seçim lerinin ardından, bazı m illetvekillerinin - o zam anki
uygulam aya göre - “ m azbatalarının tasdiki (onaylanm ası) “ aşam asında da
tartışm a yaratm ıştır. O zam anlar, T ürkiye’de seçim lerin yargı organının
denetim de yapılm ası ve m illetvekili seçilenlere “ m azbatalarının” yargıçlar eliyle
verilm esi henüz kabul edilmiş değil. Bir kişinin milletvekili seçilm iş olup
olm adığına (m azbatasının tasdikine) TBM M kendisi karar veriyor. İşte 1946
seçim lerinden sonra, aralarında M aliye Bakanlığı yapm ış ve benzeri önemli
görevlerde bulunm uş kişiler de olan bazı m illetvekillerinin, Milli M ücadele
dönem inde yabancı devlet konsolosluklarından pasaport alm ış oldukları ileri
sürülerek, “yabancı devlet uyrukluğu” kazanm ış oldukları dolayısıyla
milletvekili seçilm elerine olanak bulunm adığı ileri sürülm üş ve bu konu
T B M M 'de hararetli tartışm alara yol açm ıştır (bkz. Akşam,1 ve 12 Aralık 1946;
Cumhuriyet, 15 Aralık 1946).
Doğrusu, Türk toplum unun geleneksel yapısı, çeşitli savaşlar, yabancıların
içişlerine karışm aları ve işgaller gibi acılar ve sıkıntılar; yabancılara, genel
olarak, biraz şüpheyle bakılm ası sonucunu doğurm uştur. 1930’larda ve
1940’larda, hemen her yabancının potansiyel bir “casus” sayıldığı dönem ler
olm am ıştır denilem ez. B öyle bir ortam da, bir Türk vatandaşının aynı zamanda
bir başka devletin de vatandaşlığına sahip olm ası, doğal olarak, sakıncalı ve
tehlikeli bir durum sayılm ıştır.
-142-
Günüm üzde ise, çifte uyrukluk konusunda, T ürk toplum unun değer
yargılarında köklü değişiklikler olduğu gözlem lenm ektedir. Bu değer
yargılarının
değişm esinde
ve
çifte
uyrukluğun
artık
eskisi
kadar
yadırganm am asında, T ürkiye’nin dışa açılm ası, uluslararası ulaşım ve iletişim
alanındaki gelişm eler de rol oynam ış olabilir. A m a bu değişim de en büyük
etken, hiç kuşkusuz, yaşam ını Türkiye dışında çeşitli alanlarda çalışarak kazanan
Türklerin sayısındaki artıştır. B ir T ü rk ’ün, aynı zam anda başka bir devletin
uyrukluğuna da sahip olm ası artık sakıncalı görülm eyip, hoşgörüyle karşılanan,
giderek istenilir (arzu edilir) bir durum olarak kabul edilebilm ektedir.
Konu, Federal A lm anya’da yaşayan ve geçim ini sağlayan çok sayıda T ürk
vatandaşı olm ası nedeniyle, özellikle bu iki ülkeyi yakından ilgilendirm ektedir.
Türkiye’de, bir T ü rk ’ün aynı zam anda bir yabancı devletin de uyruğu olmasını,
kınanacak bir durum sayan toplum sal değer yargılarında değişm eler olm uştur.
Çifte uyrukluk, artık yadırganan bir durum olm aktan çıkm ış ve eskiye oranla
daha kolay kabul edilebilir hale gelm iştir. Bunda, Türkiye dışında özellikle de,
Federal A lm anya’da yaşayan Türklerin önem li rolü vardır. A yrıca, son yıllarda
T ürkiye’nin özellikle A kdeniz yöresindeki Alanya, A ntalya ve D idim gibi
kentlerde ve beldelerde birbiriyle tanışan yabancılarla Türkler arasında
evlenm eler de sıklaşm ış görünm ektedir.2 B ununla birlikte, “ çifte” (çok)
uyrukluğun, çeşitli yönlerden zorluklar içeren bir durum olduğu da gözden
kaçırılm am alıdır. Mümtaz Soysal, durum u şöyle açıklam ıştır: “Çifte
vatandaşlık, bir bakım a, bulunulan düzeyden daha yüksek bir düşünce ve duygu
düzeyine yükselm ek demektir.
2
Akşam gazetesinin “ 152 yabancı gelin aldık” başlığıyla verdiği habere göre,
Alanya’da 2007’nin Ağustos ayına kadar Türklerle evlenen yabancı kadınların sayısı
152’ye ulaşmıştır. “Alanya Belediyesi Evlendirme Dairesi”nden alınan bilgiye göre,
2007 yılından bugüne kadar 152 Türk, yabancı bayanlarla evlilik gerçekleştirdi. Bunların
arasında 53 kişiyle Alman gelinler ilk sırada yer aldı. Almanları 20 gelinle Norveç, 15
gelinle Hollanda, 15 gelinle Rusya, 7 gelinle Danimarka, 8 gelinle İsveç, 5’er gelinle
Avusturya, Ukrayna, Finlandiya, 3 ’er gelinle İngiltere, Kırgızistan, Kazakistan, 2 ’şer
gelinle Özbekistan, İrlanda ve 1’er gelinle Polonya, Moldovya, Slovakya, Litvanya ile
Fas takip etti. Yapılan evliliklerde en fazla yaş farkı 1946 doğumlu 61 yaşındaki Alman
vatandaşı Brigitte Helene Wanda Wilschke ile 1977 doğumlu 30 yaşındaki İbrahim
Çapar arasında gerçekleşti. Öte yandan 10 Türk kızı da yabancı uyruklu erkeklerle nikâh
kıydılar.” {Akşam, 28 Ağustos 2007). “Hürriyet gazetesinin Didim’de 91 İngiliz gelin”
başlığıyla verdiği habere göre de, Didim Belediyesi evlendirme memurluğu 1999 yılında
10, 2000 yılında 17, 2001 yılında 23 ve 2002’de 41 olmak üzere 91 İngiliz uyruklu
bayan Türklerle evlenme işlemini yapmıştır. (Hürriyet, 17 Aralık 2002).
Ç ifte bağlılık, çifte vatan sevgisi, kolay gerçekleştirilecek ve yaşanacak
kavram lar değil. İnsanları buna alıştırm ak, onları yabancı topraklara yollayan ve
kendi topraklan üzerinde çalıştıran ülkelerin, yani Türkiye ile A lm anya’nın
ortak ödevidir. (SOYSAL, “Ç ifte V atandaşlık Talim i”, Hürriyet, 17 O cak 1995).
T ürkiye’de çifte uyrukluk konusundaki değer yargılarının, genel olarak,
değiştiğini söylem ek yanlış olm azsa da, konunun çapraşık ve tartışm alı yönleri
olduğu bir gerçektir.
Örneğin, 1993 yılı Eylül ayı içinde, bazı üst düzey devlet görevlerine
atanacak kişilerin, aynı zam anda bir başka devletin (A B D ’nin) uyruğu olduğu
iddiaları, çelişen görüşlerin ileri sürülm esine yol açm ıştır. Tartışm ada;
taraflardan biri, A B D ’de yaşayan Türklerin çifte uyrukluk sahibi olm asım n
“kabul edilebilir” sayılm ası ile çifte uyrukluk sahibi bir kişinin T ürkiye’de en üst
düzey bir göreve atanm asının aynı şey olm adığı görüşünü savunm uştur
(SELÇUK, İçilen Ant, V erilen Söz Y alan m ı?” , Cumhuriyet, 3 Eylül
1993:.2).Buna karşı olan görüş ise, çeşitli yabancı ülkelerde yaşam akta olan
Türklerin, o ülkelerin de uyrukluğunu kazanm alarının T ürk hüküm etlerince
yıllardan beri savunulan bir dava olduğunu hatırlatarak, şim di belli görevler için
bile olsa, buna karşı çıkm anın bir çelişki olacağını ileri sürm üştür ( bkz.
ÖYM EN , “ Sınırım ızdaki konu”, Milliyet, 2 Eylül 1993: s.3). Bu tartışm a ortaya
çıkm adan önce T ürkiye’de değişen değer yargıları, çifte uyrukluğun
kolaylaştırılm asını sağlam aya yönelik bazı yasaların yapılm asına yol açm ıştır,
ancak bu yasaların yeterli olduğu söylenem ez. Bu yetersizliğin başlıca kaynağı
da, sorunun niteliğinin bir tek devletin yasam a organınca yapılacak kanunlarla
çözülm esine olanak olm am asıdır. Çünkü bir devlet, (burada Türkiye) yapacağı
yasalarla başka bir devletin (örneğin Federal A lm anya’nın) uyrukluk hukukunu
düzenleyem ez, kişilere o ülkenin uyrukluğunu kazandıram az.
Am a aynı zam anda başka bir devletin (örneğin Federal A lm anya’nın)
uyruğu olan vatandaşlarım ıza ya da eski vatandaşlarım ıza, hazırlam ış
olduğum uz ön-tasanda öngörülen ve 1995 yılında T V K ’da yapılan değişiklikle
gerçekleştirilen biçim de bazı ayrıcalıkların ve olanakların sağlanm asına engel
yoktur.
1991 yılında A lm anya’da yürürlüğe giren (o zam ana göre yeni)
Y abancılar Y asası’nın, A lm anya’da çalışıp, geçim ini sağlam ış yabancılara,
görece daha kolay yollardan Federal A lm an uyrukluğu kazanm a olanağı
tanım ıştı. A ncak T ürk vatandaşlarının Federal A lm an vatandaşlığı kazanabilm esi
-
144-
için önem li bir koşul vardı: T ürk vatandaşlığı ile ilişkisinin kesilm esi.3 İşte bu
koşul, T ürklerin istekleriyle çelişm ekteydi, çünkü Türkler, Federal A lm an
uyrukluğunu
kazanırken,
T ürk vatandaşlığını
da
elde bulundurm ak
istem ektedirler. Bu durum da, hukuk bakım ından bir açmaz, bir ikilem
oluşturm aktaydı.
Bu açm azı aşm ak ve soruna Türk yasaları açısından bir çözüm bulabilm ek
am acıyla A lm anya’daki T ürk G öçm enler B irliği’nin istem i üzerine, A lm anya’ya
giderek, Türk G öçm enler B irliği’nce düzenlenen toplantılarda yaptığım
tem asların ve görüşm elerin sonucunda, T V K ’da değişiklik öngören bir yasa öntasarısı hazırladım. Bu ön-tasarı, 1991 yılında o zam anki iktidar ve m uhalefet
partilerine m ensup bazı m illetvekillerince4 aynen benim senerek, 1991 yılı
başında T B M M ’ne kanun teklifi olarak sunulm uştur.
Ön-tasarım ız, kom isyon aşam asında kabul gördü ise de kanunlaşam adı
ama daha sonra T ürk V atandaşlığı K anunu’nun 29. m addesinde yapılan
değişiklikle, önerdiğim iz çözüm ilke olarak benim sendi. Bu çözüm e göre, Türk
vatandaşlığından izinle çıkm ış olanlara T ürkiye’de “ ayrıcalıklı” bir yabancı
statüsü tanınıyor; bu eski vatandaşlar T ürkiye’de seçm e-seçilm e ve kam u
hizm etine girm e gibi haklar dışında, ilke olarak, vatandaşlarla eşit haklara sahip
oluyordu.
Çifte vatandaşlık konusu, T ürk siyasal yaşam ında, zam an zam an
m illetvekili seçilm iş kişilerle ilgili olarak oldukça şiddetli tartışm alar
yaratm aktadır. 1999 yılında m illetvekili seçilm iş bir kişinin (M erve Safa
K avakçı’nın), T V K ’da öngörülen izni alm aksızın yabancı bir devletin
‘A B D ’nin) uyrukluğunu kazandığının ortaya çıkm ası üzerine, kendisinin
“kaybettirm e” yoluyla Türk vatandaşlığından yoksun bırakılm ası, bu konuda
ilginç bir örnek oluşturm uştur ((Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. AYBAY,
2008: .226 vd).
2007 yılının ekim ayında da benzer bir tartışm alı durum ortaya çıkmıştır.
G azetelere yansıyan bilgilere göre, m illetvekili seçildikten sonra devlet bakanı
3 Daha sonra 2000 yılında yapılan değişiklikle, Almanya’da doğan çocuklara
koşullu olarak Alman vatandaşlığı verilmesi kabul edilmiştir. Ancak “çifte vatandaşlığı
önlemek” amacıyla, bu çocuklar ergenlik yaşma ulaşınca (18-23 yaş arasında) Alman ya
da yabancı (Türk) vatandaşlığı arasında tercih yapmak zorundadır.
4 Ercan Karakaş, Bülent Akarcalı, Birgen Keleş. Ayrıntılı bilgi için bkz.
(AYBAY, 2008: 206 vd)
-
145-
da olan Mehmet Şimşek, Türk vatandaşlığının yamnda İngiliz (Birleşik Krallık)
uyrukluğuna da sahiptir. Ancak, kendisi yabancı devlet uyrukluğunu, TVK
uyarmca “izinle” kazanmıştır.
Türkiye Barolar Birliği’nce hazırlanan “Gerekçeli Türkiye Cumhuriyeti
Anayasa Önerisi (2007)” başlıklı çalışmada, bu yeni tartışmanın bir sonucu
olarak, milletvekili andına “Türkiye Cumhuriyeti 'nden başka hiçbir devletin
anayasasına sadakat borcu altında olmayacağıma" sözleri eklenmiştir (madde
93).
Önerilen maddenin gerekçesinde “Bir milletvekilinin Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası’na sadakat borcu altında olması, aynı zamanda bir
yabancı devletin anayasasma sadakat borcu altında bulunmamasını zorunlu
kılar” denilmiştir.
Yeni TVK’nm getirdiği çözüm
Yeni TVK’nm getirdiği yenilikler arasmda en önemlisi “çok
vatandaşlıkla ilgilidir demek yanlış olmaz. Önceki kanunun 25/a maddesine
göre "izin almaksızın, kendi istekleriyle yabancı bir devlet vatandaşlığını
kazananlar ”m, Türk vatandaşlığım kaybetmelerine Bakanlar Kurulu’nca karar
verilebiliyordu. Bu yasa hükmü karşısında, geçimini sağladığı devletin
ülkesindeki ekonomik ve sosyal koşulların zorlamasıyla da olsa, yabancı
devletin uyrukluğunu kazanmış olan Türkler için, Türk vatandaşlığını yitirme
olasılığı her zaman sözkonusuydu. Üstelik, eski TVK m.25/a’nın
uygulanmasında, İdarece "seçici ” davranıldığı; aynı durumda olan çok sayıdaki
Türk’ten sadece bazılarına “kaybettirme” işlemi uygulandığı yani bir anlamda
"ayrımcılık" yapıldığı da bir gerçekti.
Eski TVK’nın yürürlükte olduğu dönemde yapılan değişikliklerle “sınırlı”
ve -deyim yerindeyse- “üstü kapalı” biçimde tanınmış olan çok (çifte) uyrukluk
durumları, yeni TVK ile açıkça tanmmış ve yasal hale getirilmiştir. Yeni
TVK’nm “Çok vatandaşlık” başlıklı 44. maddesine göre "Herhangi bir nedenle
yabancı bir devlet vatandaşlığını kazanan kişilerin, bu durumlarına ilişkin
belgeleri ibraz etmeleri ve yapılacak inceleme sonucunda kayden aynı kişiler
olduklarının tespiti halinde, nüfus aile kütüklerindeki kayıtlarına çok
vatandaşlığa sahip olduklarına dair açıklama yapılır”.
Bu yeni yasa hükmündeki "herhangi bir nedenle " sözcükleri, yabancı bir
devlet vatandaşlığının kendi isteği ile kazanılması hallerini de kapsamaktadır.
-
146-
Dolayısıyla, artık kendi isteğiyle yabancı devlet vatandaşlığını kazanmış
olanların Türk vatandaşlığından yoksun bırakılmaları sözkonusu olmayacaktır.
Yeni TVK, “çok (çifte) vatandaşlık” konusunda apaçık bir biçimde
hoşgörülü bir anlayış benimsemişse de, yetkili makam kararı ile Türk
vatandaşlığını kazanmak isteyen yabancılar için “taşıdıkları devlet
vatandaşlığından çıkma” koşulu aranabilecektir. “Bu takdirin kullanılmasına
ilişkin esasların tespiti Bakanlar Kuruhı’nun yetkisindedir” (m. 11/2). Bu
hükmün uygulanmasıyla, bazı yabancı devletlerin vatandaşlarının Türk
vatandaşlığını kazanmaları halinde önceki vatandaşlıklarıyla ilişkinin
kesilmesinin zorunlu kılınabileceği anlaşılmaktadır. Yabancı devletler arasında
böyle bir ayrıma gidilmesinin “siyasal” nitelikli nedenleri olabilir; vatandaşlık
verilecek kişilerin, Türk vatandaşlığını belli yabancı devletlerin vatandaşlığı ile
birlikte kazanmaları “sakıncalı” sayılabilir. Ancak, tersi durumda yani, halen
Türk vatandaşı olanların bu “sakıncalı” devletlerden birinin vatandaşlığım kendi
isteğiyle kazanması halinde, yeni TVK’da engelleyici bir hüküm yoktur.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Gazeteler:
Hürriyet
Milliyet
Akşam
Cumhuriyet
Öteki Kaynaklar:
-Rona AYBAY (2008), Vatandaşlık Hukuku, 3.bası, İstanbul Bilgi Üniv.
yay.
-Rona AYBAY (2007), Yabancılar Hukuku, 2.bası, İstanbul Bilgi Üniv.
Yay.
-
147-
-İlhan SELÇUK (1993),
Cumhuriyet, 3 Eylül 1993
“İçilen Ant, Verilen Söz Yalan mı?”,
-Mümtaz SOYSAL (1995), “Çifte Vatandaşlık Talimi” Hürriyet, 17 Ocak
1995.
-Altan ÖYMEN (1993), “Sınırımızdaki konu”, Milliyet, 2 Eylül 1993
-
148-
YÜZ KIZARTICI SUÇ
Dr. Devrim AYDIN
1 - GİRİŞ
Zimmet, ihtilâs, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik,
inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas “gibi yüz kızartıcı suçlardan" dolayı
mahkûm olmak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 76. maddesinde milletvekili
seçilmeye engel hallerden biri olarak düzenlemesinin yanı sıra diğer başka
kanunlarda da hak mahrumiyeti doğuran nedenlerden biridir. Bu incelemede
“yüz kızartıcı suç” kavramı ve bu nitelemenin ceza hukuku açısından doğru olup
olmadığı ile “gibi” edatının kullanılmış olması nedeniyle yorum ve/veya kıyas
yoluyla diğer başka suçların da yüz kızartıcı suç sayılarak hak yoksunluğu
sonucu doğurmaya neden sayılıp sayılamayacağı konuları ele alınacaktır.
Türkçe Sözlükte yüz kızartıcı terimi; utandırıcı, utanılacak anlamındadır
(TDK Türkçe Sözlük, 1998: 2490) . Sözlükte yüz kızartıcı suç; utanç verici,
insanlık onuruna yakışmayan suç olarak açıklandıktan sonra Anayasa’da ve
kanunlardaki sıralamaya benzer biçimde “Zimmet, irtikâp, ihtilas, rüşvet,
hırsızlık, dolandırıcılık gibi suçlar yüz kızartıcı suçlardır.” açıklamasına yer
verilmiştir (TDK Türkçe Sözlük, 1998: 2490). Görüldüğü gibi Anayasa’da
sayma suretiyle bir kısım suçun “yüz kızartıcı suç” olarak nitelenmesi,
kanunların yanı sıra sözlükleri de etkilemiştir. Oysa etik - ahlaki bir
değerlendirmeyle bazı suçların utandırıcı, yüz kızartıcı suç olduğu kabul edilse
bile bunların sadece kanunlarda sayılan birkaç suçla sınırlı kalamayacağı ve
dahası, bu konuda nesnel bir ölçü olmadığı için belli bir sınırlama da
yapılamayacağı açıktır (ÇAĞLAYAN, 1977: 40). Her ne kadar ceza hukuku ile
ahlak kuralları arasında belli bir ilişki ve bağ varsa ve belli bir suçtan dolayı
mahkûm olmanın sonucunda belli bir hak yoksunluğu kanunlarda öngörülmüş
olsa da bu hak yoksunluğu, etik - ahlakî bir değerlendirmeye dayandırılamaz. Bu
-
149-
nedenle hiçbir ceza kanununda ve ceza hukuku kitabında, yüz kızartıcı olan olmayan biçiminde bir suç tasnifine yer verilmemiştir (DURSUN: 36). Ahlaki
bir ölçütle, bazı suçların yüz kızartıcı suç olarak kanunda sayılmış olması da
tutarlı değildir. Çünkü kabahatler, taksirli suçlar ve siyasi suçlar dışında kalan
diğer bütün suçlar ahlak kurallarıyla da çatışmaktadır. Bu nedenle kanunların
“yüz kızartıcı/haysiyet kırıcı” suçlar arasında saymadığı suçların bu nitelikte
olmadığını kabul etmek isabetli sayılmaz (TOROSLU, 1992: 20). Örneğin cinsel
suçlar, uyuşturucu madde imal ve ticareti, insan öldürme, yağma, insanlığa karşı
suçlar veya bozuk gıda satma gibi suçların zimmet veya rüşvet kadar yüz
kızartıcı olmadığı savunulamaz.
2 - YÜZ KIZARTICI SUÇ KAVRAMININ KAPSAMI
Yüz kızartıcı suç kavramına 1982 ve 1961 Anayasalarında da yer verilmiş
olmasına karşın, kavramın Türk hukuk metinlerine geçişi daha eskiye Osmanlı
dönemi hukuk düzenlemelerine dayanmaktadır. 16 Cemâzeyelâhir 1332 (1914)
tarihli “Çarşı ve Mahallât (Kır) Bekçileri Hakkında Kanunu Muvakkat”ın 2.
maddesinde bekçi olabilmek için “bir gûna cinayet ve muhilli namus ve iffet bir
cünha ile hükümlü bulunmamak” gerekmekteydi (bkz. TOROSLU, 1992: 20;
YÜCE, 1974: 2).1 1926 tarihli ve 788 sayılı Memurin Kanunu”nun 4/c
maddesinde memur olabilmenin şartları arasında “muhilli haysiyet ve namus bir
cürümle” mahkûm bulunmama koşulu mevcuttu.
1982 Anayasası’nda, milletvekili seçilme yeterliğini ve yasaklarını
düzenleyen 76. maddede “zimmet, ihtilâs, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık,
sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas “eibi yüz kızartıcı suçlarla’’
hüküm giymiş olanlar, affa uğramış olsalar bile milletvekili seçilemezler"
ifadesi yer almaktadır. “Yüz kızartıcı” suç ifadesi Anayasa’mn yanı sıra diğer
bazı kanunlarda da yer almakta ve belli bazı hak mahrumiyetlerine neden
olmaktadır. Anayasanın milleti temsil edecek kişilerin belli koşulları taşımalarını
beklemeleri doğal olduğu gibi, bu kişilerin belli suçları işlememiş olmalarını,
1 Osmanlı dönemi ceza kanunu, Fransız Ceza Kanunu’na dayanmaktaydı. Fransız
Ceza Kanunu’nda, o dönemin ceza hukuku anlayışına uygun olarak “yüz kızartıcı cezayı
gerektiren ağır cezalık suçlara” “terzil edici suçlar/muhilli haysiyet ve namus suçu"
(peine afflictive/infamente) denilmekteydi. 2002 yılında Milletvekili Seçilme
Kanunu’ndan “gibi yüz kızartıcı suçlardan” ibaresinin çıkarılmasını teklif eden bazı
milletvekilleri de bu yönü vurgulamış olmalarına rağmen teklifleri kabul edilmemiştir.
(Teklif metni için bkz: http://www2.tbmm.gov.tr/d2l/2/2-1046.pdf. Son erişim 21. 10.
2009)
-
150 -
kam u hizm etlerinden yasaklanm am ış olm alarım aram aları da doğaldır (TA NÖR
& Y Ü ZB A ŞIO Ğ LU , 2004: 215). A nayasa’daki bu düzenlem enin yanı sıra diğer
başka kanunlarda da yüz kızartıcı suçtan m ahkûm olm ak hak m ahrum iyetlerine,
kam usal görevler üstlenm eye, sigorta şirketi ve banka kurucusu olm aya
engeldir.2
C eza hukukunun, toplum un ahlak anlayışına ters düşen davranışları
cezalandırdığını savunan görüşlere göre, ceza hukukunun tem el am acı toplum sal
ahlak anlayışını korum aktır. Oysa m odern ceza hukukunda suçlar toplumsal
değer yargılarına ve ahlaka aykırı oldukları için değil, toplum sal düzene ve
hukuka aykırı oldukları için cezalandırılm aktadırlar (İÇEL & DOĞ A N A Y ,
1999: 16; TO R O SLU , 2009: 25 vd.). Suç, kanun koyucunun değerlendirm esine
göre bireysel ve toplum sal değerlere aykırı olduğu için kanunla yasaklanan ve
cezalandırılan davranışlardır (TO RO SLU , 2009: 87). M odem ceza hukuku,
cezanın infazı aşam asında ve sonrasında hüm anizm ilkesine dayanm aktadır.
Buna göre ceza infaz edilirken insan onuruna aykırı işlem yapılam az. C ezanın
amacı ise suçluyu yeniden sosyalleştirerek toplum sal sorum luluğa sahip bir birey
olm asını sağlam aktır. M odern ceza hukukunda suç politikasının tem el am acı
suçluyu toplum a yeniden kazandırm ak olduğu için suç işlendikten sonra da kişi
vatandaşlık haklarından yoksun bırakılam az ve toplum a dönm esine engel
olunacak yaptırım lar uygulam az (İÇEL & DOĞ A N A Y , 1999: 73). Ceza
hukukunun bu hüm anist am açları, geçm işinde belli suçlardan dolayı m ahkûm
olan kişilere kam u hizm etlerine girm ek veya belli görevleri üstlenm ek biçim deki
2
Milletvekili Seçimi Kanunu m. 11’e göre; affa uğramış olsalar bile zimmet,
ihtilâs, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı
iflâs gibi yüz kızartıcı suçlardan dolayı mahkûmiyet milletvekili olmaya; Hâkimler ve
Savcılar Kanunu m. 8’e göre; zimmet, ihtilas, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık,
sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlardan mahkûm
olmak savcı ve hâkim olmaya; Bankalar Kanunu m. 7’ye göre basit ve nitelikli zimmet,
irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas
gibi yüz kızartıcı suçlardan mahkûm olmak banka kurucusu olmaya; Sigorta Murakabe
Kanunu m. 2 ’ye göre zimmet, ihtilas, rüşvet, irtikâp, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik,
inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlardan mahkûmiyet sigorta
şirketi kurucu olmaya; Şehir ve Kasabalardaki Mahalle Muhtar ve İhtiyar Kurulları
Tüzüğüne göre hırsızlık, kaçakçılık, dolandırıcılık, sahtecilik ve sahte kâğıtları bilerek
kullanmak, inancı kötüye kullanmak gibi yüz kızartıcı suçlardan biri ile veya ağır hapis
cezasıyla hükümlü veya kamu hizmetlerinden yasaklı olmak, muhtar ve ihtiyar kurulu
üyesi olmaya engeldir.
-151
-
hak yoksunlukları getirilm esine engel değildir ( bkz. EREM , 1980: 98 vd.).3
A ncak sorun, hak yoksunluğuna neden
olan bazı suçların “yüz
kızartıcı/utandırıcı” nitelikte görülm esine karşın hem bu ifadenin hukuki
olm am ası hem de kanunlarda sayılanlar dışında diğer başka suçların da
toplum un nezdinde utandırıcı/yüz kızartıcı olabileceği gerçeğinin inkâr edilmiş
olm asıdır. Suçların etik - ahlaki bir ayrım a tabi tutulm ası ise m odern ceza
hukukunun niteliği ile uyuşm adığı gibi (Ç A Ğ LA Y A N , 1977:36), m addi
kanunilik ilkesine4 yönelm e sonucunu da doğurabilecektir.
Yüz kızartıcı suç ifadesinin neyi ifade ettiği, öteden beri ceza hukukunda
tartışm alıdır (EREM , 1976:. 172). Çünkü ceza hukukunda suçların, fail ve
suçluların tasn if edilm esinde “yüz kızartıcı olan ve olm ayan” gibi bir ayrım yer
alm am aktadır. Ceza hukuku açısından konuya bakıldığında, suçların
gruplandırılm asında ahlaki bir ayrım a gidilerek yüz kızartıcı (utandırıcı) olan ve
olm ayan suçlar diye bir ölçüt yoktur. Bütün suçların zararlı ve tehlikeli olduğu,
toplum un en azından geneli tarafından onaylanm ayan davranışlar olduğu kabul
edilir. Bu nedenle her suçun toplum düzenine aykırılık oluşturduğu kabul edilir.
Ceza hukukunda suçların gruplandırılm asında ahlaki bir ölçüte başvurulm az.
Ceza hukuku fiilden çok faille ilgilendiği için, m odern ceza hukuku suçlu
3 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, m.53’te, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı
hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak hükümlünün mahkûm olduğu
cezanın infazı tamamlanıncaya kadar hangi haklardan yoksun kalacağı sayma suretiyle
belirtilmiş ancak maddede yüz kızartıcı suç gibi bir ayrım yapılmamıştır.
4 Kanunilik ilkesine göre; suç, ceza ve güvenlik tedbirleri ancak kanunla
konulabilir. Evrensel Beyanname, Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi, Anayasa ve Türk
Ceza Kanunu hükümleri, biçimsel (şekli) kanunilik ilkesini kabul etmiştir. Buna göre;
suçlar, cezalar ve güvenlik tedbirleri sadece kanunla konulup kaldırılabilir. Kanunilik
ilkesinde davranışa suç olma vasfını kanun verir. Bir davranış antisosyal, ahlaka aykırı
ve hukuka aykırı olsa da kanun açıkça yasaklamadıkça suç sayılmaz. Oysa maddi
kanunilik ilkesine göre, bir davranışın suç olması ve cezalandırılması için kanunla açıkça
yasaklanmış olması gerekmez. Bir davranışın antisosyal ve toplum değerlerine aykırı
olması o davranışın cezalandırılması için yeterlidir. örneğin zina fiili; boşanma nedeni,
tazminat nedeni ve ahlaka aykırı olmasına rağmen, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda
açıkça yasaklanmadığı için cezalandırılamaz. Oysa maddi kanunilik ilkesine göre, zina
davranışı antisosyal ve toplumun değer yargılarına aykırı olduğu için, kanunda suç
olarak düzenlenmemiş olsa da cezalandırılabilir. Maddi kanunilik ilkesinin sakıncası,
mahkeme ve yargıçların bireysel ve toplumsal değer yargılarına aykırı olan davranışları,
kanunlarda açıkça suç olarak yasaklanmamış olsa bile cezalandırmalarıdır, örneğin yüz
kızartıcı suç kavramının yorumlanmasında yargıcın kendi kişisel değerlendirmesine
başvurarak, toplumsal amaç ve değerleri dikkate alarak karar vermesi gerektiğini ileri
süren fikir için bkz.. (KEYMAN, 1981: 80).
-
152
-
insanın da kişiliğe sahip olduğu gerçeğinden hareketle yargılam a aşam asında ve
hüküm den sonra, suçlunun insan onuruna uygun m uam eleye tabi tutulm asını
esas alır. Ceza hukuku açısından doğru olan, eğer belli suçlardan dolayı
m ahkûm iyet hak yoksunluğuna neden olacaksa, bunların açıkça listelenm esidir.
N itekim 2008 yılında A vukatlık K anunu hüküm lerinde değişiklik yapıldığında
avukatlığa engel nedenler arasında bir dizi suçtan m ahkûm olm ak sayılmış
olm asına karşın uzun zam andır eleştirilen “ gibi yüz kızartıcı suçlardan”
ifadesine yer verilm em iştir.5
H ukuk devletinin en önemli unsurlarından biri, insan haklarına saygı
gösterm esi ve insan onurunu tem el değer olarak ele alm asıdır. H ukuk devletinde
insanın onuru, hukuk kuralları karşısında en önde gelen değerdir. İnsanın onuru
sadece yaşam ı boyunca değil, öldükten sonra da devam eder. Bu nedenle ceza
kanunlarında hakaret suçunun yanı sıra ölünün hatırasına hakaret suçu da
düzenlem iştir. Her insanın saygı görm e hakkı olduğu için bir suç işlediği iddia
edilen şüpheli ve sanıkların yanı sıra bir suçtan dolayı m ahkûm olan hüküm lüler
de saygı görm e hakkına sahiptiler. H akkında ceza davası açılm ış ya da en ağır
ceza gerektiren suçlardan m ahkûm edilm iş olsa da hiç kim senin onuru elinden
alınam az (SC H LEH O FFER :, 2006: 577 VD.). Yüz kızartıcı ifadesi, bireyin
utanm asına, toplum içinde küçük düşm esine neden olacak suç anlam ında
kullanıldığına göre bunun içeriği toplum dan toplum a, zam andan zam ana ve
bireyden bireye değişecektir. M odern infaz hukukunun genel esaslarına aykırı
biçim de, kişinin dam galanm asının yolu açılm ış olacaktır.
3
- MAHKEME KARARLARINDA “GİBİ YÜZ KIZARTICI
SUÇ” İFADESİNİN YORUMLANIŞI
M ahkem e kararlarında da yüz kızartıcı suçun ve “gibi” edatının kapsamı
5
Avukatlık Kanunu m. 5’e göre; zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık,
sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına
fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık
suçlarından mahkûm olmak avukat olmaya; Devlet Memurları Kanunu m. 48’e göre;
zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma,
hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan
malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmak memur
olmaya engeldir. Mülga Adli Sicil Kanunu’nda “yüz kızartıcı suçlar”dan dolayı
mahkûmiyet, adli sicil kayıtlarının silinmesi açısından farklı sonuçlar doğurmaktaydı.
25.5.2005 tarih ve 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu, bu ayrıma son vermiştir.
-
153 -
konusunda farklı görüşler vardır.6 ö rn e ğ in Y argıtay b ir kararında “kaçakçılık”
suçunu (1. D aire K. 2851); bir başka kararında ise “ sarkıntılık” suçunu (2. Daire
K. 10552) kanunlarda örneklem e suretiyle sayılan suçlardan farklı görerek yüz
kızartıcı suç saym am ıştır. Buna karşın Y argıtay C eza Genel K urulu 1996’da
verdiği bir kararında “Yüz kızartıcı suç, yasalarda tanımlanmamış olup
uygulamaya bırakılmıştır. Bu suçlar ahlak düzeninin şiddetle reddettiği,
toplumun çok büyük ahlaki tepkiler gösterdiği suçlardır. Bu niteliklere uyan
“ırza tasaddi ” suçu yüz kızartıcıdır. O halde, yasa maddesinde bir takım suçlar
sayıldıktan sonra “gibi suçlar” ya da “benzeri suçlar" denildiği takdirde,
maddede yazılı suçların benzerlerinin neler olduğu yasaları uygulamakla
görevli yargı organlarınca saptanacak ve Yargıtay tarafından uygulamada birlik
sağlanacak biçimde denetlenecektir. Aksi halde; yani hükmün maddede sayılı
suçlarla sınırlı tutulması halinde metne aykırı olarak hem yasanın tek tek sayma
yöntemini yeğlediği gibi yerinde olmayan bir sonucuna ulaşılacak hem de tüm
metinlerde yer alan GİBİ sözcüğünü yasa koyucunun yersiz ve anlamsız
tekrarladığı belirlenmiş olacaktır ki buna yasal ve hukuksal imkân
görülmemiştir.” (K. 171)7 dem iştir. Ceza hukukunun tem elini oluşturan
“kanunilik ilkesi” suç, ceza ve güvenlik tedbirlerinin açık ve kesin olarak
belirlenm iş olm asının yanı sıra ceza infaz kurallarının ve cezanın sonuçlarının da
açık ve kesin olm asım gerektirir. Bu nedenle etik-ahlaki bir değerlendirm eyle bir
kısım suçların, diğer suçlardan farklı olarak yüz kızartıcı/utandırıcı olduğu kabul
edilecek olsa bile bunlar, kanunda açıkça belirtilm elidir (EREM , 1976: 173;
6 Türkiye Büyük Millet Meclisi de 12. 5. 1937 gün ve 991 sayılı meclis yorumu
kararında, yüz kızartıcı suçların hangi suçlar olduğunun tespitinin mahkemelerin
takdirine bırakıldığını belirtmiştir. Bkz. (TOROSLU, 1992: 20; EREM: 1976: 172).
7 Ancak Yargıtay’ın bu kararına muhalif kalarak karşı oy yazan üyenin gerekçesi
daha isabetlidir. Bu üyenin görüşüne göre "Gibi sözcüğünü sayılan suçlarla sınırlı
tutarak hükümlü lehine yorum yapmak modern infaz sistemine göre uygundur. ...
Günümüzün ileri ceza ve infaz hukukunun en önde gelen gayesi, hükümlünün uslanmış
olarak toplum içine bırakılmasıdır. Şu halde gerek ceza davasının takibinde gerek
cezanın infazında göz önünde tutulması gereken husus, modern infaz sistemine göre
cezası infaz edilmiş olan suçlunun, ıslah edilmiş bir kimse olarak işlediği suçun nadimi
(nedamet duyan/pişman) olduğunun kabulüdür. Oysa maddede öngörülen unsur ve
şartların gerçekleşmesi halinde birçok suçlara ilişkin sabıka kaydının silinmesini kabul
ediyoruz. "Yüz kızartıcı suç" diye vasıflandırdığımız bazı tür suçlara ait sabıka kaydının
Adli Sicil’den silinmesine imkân vermiyoruz. Bunun doğal sonucu olarak da o
mahkûmiyetlerin suçlunun alnında ölünceye kadar bir leke olarak kalması, toplum
içinde resmi görevlerde, özel sektörlerde çalışma imkânı bırakmıyoruz topluma kabul
etmiyoruz. Bu modern infaz sistemi ile bağdaşmamaktadır. Bu nedenle yasalarda aynı
şekilde sayılan suçlarla ilgili olarak "gibi" edatını sayılan suçlarla sınırlı olarak dar
yorum yapılması gerekeceği görüşündeyim."
-
154 -
ÇA ĞLAY AN, 1977: 43). A ksi halde Y argıtay’ın görüşü kabul edilecek olursa
“gibi” edatının kullanılm asının da bir sonucu olarak diğer başka suçlar da yüz
kızartıcı suç olarak kabul edilerek hak yoksunluğuna dayanak oluşturacaktır. Bu
durum da m odem ceza hukukuna aykırı biçim de kıyas/benzetm e yoluyla
kanunda açıkça sayılm ayan suçlar da hak yoksunluğuna yol açacaktır. B unun bir
diğer sakıncası da bütün suçların değil, sadece kanunda sayılan birkaç suçun ve
m ahkem elerin kıyasla belirleyeceği diğer suçların ahlaki bir değerlendirm eyle
yüz kızartıcı sayılm ası olacaktır (Ç A Ğ LA Y A N , 1977: 41; TO ROSLU: 1992:
21). Ö rneğin zim m et suçu yüz kızartıcı suç olarak kabul edilirken ihaleye fesat
karıştırm a, cinsel saldırı ya da hakaret suçunun neden utandırıcı suç
sayılm adığını açıklam ak zordur. Öte yandan D anıştay bu konuda 2007 yılında
verdiği bir kararm da Y argıtay’la aynı yönde karar vererek “teknisyen olan
davacının, fuhuş yapan bayanlara m üşteri tem in etm esi fiilini”(12. D aire K.
2007/4812); yüz kızartıcı suç olarak görm üş olm asına rağm en, 1983 yılında
verdiği bir başka kararında “gibi yüz kızartıcı suçlar” ifadesini sadece kanunda
sayılan suçlardan ibaret saym ıştır.8
Y argıtay ve D anıştay “gibi” edatından yola çıkarak, kanunlarda
sayılanların dışında diğer başka suçların da hak m ahrum iyetine dayanak
olabileceği yönünden karar verm esine karşm A skeri Y üksek İdare M ahkem esi
(A Y İM ) ve Y üksek Seçim K um lu (YSK) “gibi” edatının diğer başka suçlan da
içerm ediği görüşündedir. A Y İM ve YSK, “yüz kızartıcı suçlar” ifadesini “ sadece
8
“ Yasada bazı suçlar sayıldıktan sonra "gibi" sözcüğünün kullanılmış olmasının
yasakoyucunun sayılan suçlar dışında kalan bazı suçların da yüz kızartıcı suç olarak
kabul edilmesine mi olanak vermek istediği hususları üzerinde durmak gerekmektedir. ...
Bunun bir rastlantı sonucu olmadığı kuşku götürmez, öyleyse bu yasakoyucunun, yüz
kızartıcı suçları bunlardan ibaret kabul ettiğini, hükümlerde yer alan "gibi" sözcüğünün
"sayılan suçlardan biri" anlamında kullanıldığını ortaya koymaktadır... Bir an için,
sözkonusu 48.maddenin 5fıkrasında bazı suçlar sayıldıktan sonra, "gibi" sözcüğünün
kullanılmış olmasının bu suçlar dışında kalan bazı suçların da yüz kızartıcı suçlardan
sayılmasına olanak verdiği düşünülse bile, bu hükümlerdeki ifade tarzı karşısında,
ancak, sayılan suçların niteliğini taşıyan suçların yüz kızartıcı olarak kabul edilebileceği
kuşkusuzdur. " (Danıştay 1. Daire K 260).
- 155-
bu tür yüz kızartıcı suç” biçim inde anlam aktadırlar.9 Y üksek Seçim K urulu
(YSK) da “ gibi yüz kızartıcı suçlar” ifadesini, AYİM kararlarında olduğu gibi
sadece kanunda sayılanlardan ibaret kabul etm ektedir. Y SK 1999’da verdiği bir
kararında “ u za geçm e ve ırza tasaddi suçlarından m ahkûm iyeti (K. 1816); bir
başka kararında ise hırsızlıktan m ahkûm iyeti yüz kızartıcı suç kapsam ında
görm eyerek, bu suçlardan m ahkûm olan kişilerin seçim lerde aday olabileceği
yönünde karar verm iştir.10
9 “Türk pozitif hukukunda "yüz kızartıcı sııç" kavramı tanımlanmamıştır. Hangi
suçlar yüz kızartıcıdır, hangileri değildir yargısına baz oluşturacak elde somut bir done
bulunmaktadır... Bu anlayış doğrultusunda bazı yasal kurallarda yüz kızartıcı suç olarak
ismen sayılan suçlar yanında, ayrıca "gibi" sözcüğüne yer verilmiş olmasının ne anlama
geldiğinin tartışılması önem kazanmaktadır... Yüz kızartıcı suçlar olarak sadece
kanunlarda ismen belirtilenlerin kabul edilebileceği noktasında Kurulumuzda görüş
birliği sağlanmıştır." (AYİM 1. Daire K. 91/122735). AYİM 1. Dairesi bir başka
kararında da “... Yargıtay Dördüncü Ceza Dairesinin 8 KASIM 1966 gün ve 7051/5781
sayılı ilamı, Danıştay Birinci Dairesinin 8 KASIM 1983 gün ve 220/260 sayılı isticarı
mütalaası, Yüksek Seçim Kurulunun 14 MART 1987 gün ve 109/18 sayılı kararı da bu
kabul tarzını doğrulamaktadır. Açıklanan bu nedenlerle, davacının işlediği sabit olup
hüküm giydiği "Tervici merama kaadir olmadığı halde olduğundan bahisle menfaat
temin etmek" suçunun benzetme yoluyla memur için dolandırıcılık sucuna vücut verdisi
ve viiz kızartıcı suç olarak savılması gerektiği hakkındaki düşünce ve iddialar
Kurulumuzda kabul görmemiştir. ” demiştir. (AYİM.l. Daire K. 89/308372).
10 “Hırsızlık malını bilerek satınalma suçunun, seçilmeye engel teşkil edip
etmiyeceği konusunun incelenmesi gerekmektedir. Bilindiği gibi 2839 sayılı Milletvekili
Seçimi Kanunu 'nun 11 inci maddesine göre yüz kızartıcı suçtan dolayı mahkûmiyet affa
uğramış olsa bile seçilmeye engeldir. Hangi suçların yüz kızartıcı suç olduğu 11 inci
maddede bir bir ve sınırlı biçimde sayılmıştır. Maddede seçen "gibi" sözcüsünün
örnekleme amacını taşımadığı, tersine orada savılan suçları amaçladığı Yüksek Secim
Kurulu'nun yerleşmiş sörüslerindendir. Başka bir anlatımla sadece anılan maddede
belirtilen suçlardan mahkum edilenlerin seçilme yeterliliği bulunmamaktadır. Bu hüküm,
benzetme yoluyla başka suçlardan hüküm giyenlere uvsulanamaz. ...Kurulun böyle bir
görüsü benimsemesinin temelinde vatan asıl amaç, uygulama birlisini sağlamaktır. Aksi
takdirde ham i sucun yüz kızartıcı suç olduğunun belirlenmesinde istikrar
sağlanamaz. ”(YSK K. 2493) YSK’nın kamuoyunda yakından bilinen bir diğer kararı da
Ayşe Tükrükçü hakkındaki kararıdır. 1993 yılında eşi tarafından sokakta erkeklere
pazarlandığı için fiıhuş yapmaktan (765 sayılı mülga TCK m. 419) dolayı kısa süreli bir
ceza alan Tükrükçü’nün “yüz kızartıcı” suçtan mahkûm olduğu nedeniyle il Seçim
Kurulu milletvekili seçimlerinde aday olamayacağı yönünde karar vermiş, ancak YSK
bu suçtan mahkûmiyetin kanunda sayılan “yüz kızartıcı“ suçlardan biri sayılamayacağı
yönünde karar vermiştir {Bkz. Milliyet, 10 Haziran 2007 ve Radikal, 10 Haziran 2007).
-156-
4 - SONUÇ
A nayasa gibi siyasal bir belgede ve diğer kanunlarda içeriği ve sınırları
belirsiz etik bir değerlendirm enin hukuksal sonuçlar doğuracak biçim de
kullanılm ası isabetli değildir. G eçm işinde belli suçları işlemiş kişilerin kimi
haklardan yoksun kalm aları kabul edilebilir. A ncak günüm üz ceza ve infaz
hukuku, çok sınırlı haller hariç, hak yoksunluklarının öm ür boyu devam etm esini
kabul etm em ektedir. K işinin geçm işinde işlediği belli bir suçtan dolayı kimi
haklarından yoksun kalm ası, sonuçta cezanın diğer sonuçlarıdır. A ncak bütün
suçların değil de sadece bir kısım suçun hak yoksunluğu sonucunu doğurm ası
kabul edilebilir olsa da bu suçların ahlaki bir değerlendirm eyle belirlenm esi
doğru değildir. Bir diğer sorun ise A nayasa ve kanunlarda geçen “zim m et,
ihtilâs, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye
kullanm a, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlar” ifadesinin yürürlükteki Ceza
K anunu ile uyum suz olm asıdır. Zim met, irtikâp, ve rüşvet suçları T ürk Ceza
K anunu’nda (TC K ) kam u idaresinin işleyiş ve güvenilirliğine karşı işlenen
suçlar arasında açıkça düzenlenm iş olm asına rağm en “ ihtilas” suçu
düzenlenm em iştir. G eçm işte “ ihtilas suçu” olarak nitelen fiil, işleniş biçim ine
göre zim m et suçunu oluşturabilir. “Hırsızlık, dolandırıcılık, inancı kötüye
kullanm a (güveni kötüye kullanm a), dolanlı iflas (hileli iflas) ise T C K ’da,
m alvarlığına karşı işlenen suçlar arasındadır. Fakat T C K ’da “sahtecilik” suçu
diye özel bir suç yoktur. Kam u güvenine karşı suçlar arasında hem “parada
sahtecilik” hem de “resm î belgede sahtecilik suçları” düzenlenm iştir.
“ Sahtecilik” ifadesinin bunların hangisi kapsadığı açık değildir.
A ncak buradaki ilk sorun, sadece kam u idaresinin güvenilirliğine ve
işleyişine, m alvarlığına ve kam u güvenine karşı işlenen bir kısım suçun “yüz
kızartıcı” olarak kabul edilm iş olm asıdır. Ö rneğin kam u idaresinin
güvenilirliğine ve işleyişine karşı suçlar arasında düzenlenm iş olan “yetkili
olm adığı iş için m enfaat tem ini ve kam u görevlisinin ticareti” ; m alvarlığına karşı
işlenen suçlardan biri olan “yağm a” suçlarının sayılm am ış olm asıdır. Aynı
hukuki konuyu ihlal eden bu suçlar anayasa ve kanun koyucu tarafm dan ahlaka
aykırı görülm em iş m idir? Ö rneğin aynı hukuki konuyu ihlal eden ve basit hali
bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası gerektiren hırsızlık suçunun, basit hali altı
yıldan on yıla kadar hapis cezası gerektiren yağm a suçundan daha yüz kızartıcı,
utandırıcı olduğunu savunm ak m üm kün değildir. Görüldüğü gibi “yüz kızartıcı
suç” ifadesini seçilip kullanılm ış olm ası bir yana, bu nitelikte görülen suçların
seçim i de sorunlu ve hukuk tekniğinden uzaktır.
-157-
“Zim met, ihtilâs, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı
kötüye kullanm a, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlar” ifadesinden çıkan ikinci
sorun ise daha ciddi sorunlar doğurm aktadır. “Gibi” edatından yola çıkılarak
yapılacak bir genişletici yorum un sınırları belirsizdir. Bu ifadede geçen suçların
hukuki konularından yola çıkılarak sadece kam u idaresinin güvenilirliğine ve
işleyişine, m alvarlığına ve kam u güvenine karşı işlenen diğer suçlar mı yüz
kızartıcı sayılacaktır? Sadece bu üç hukuki konuyu ihlal eden suçlar yüz kızartıcı
suç olarak görülecekse, yukarıda yüksek m ahkem e kararlarından verilen
örneklerde olduğu gibi çok ciddi ahlaki kökleri olan “cinsel suçlar” yüz kızartıcı
suç olarak görülecek m idir? Eğer ahlaki kökenleri dikkate alınacaksa insan
öldürm e, işkence, yalan yere yem in etm ek, casusluk, halkı kin ve düşm anlığa
tahrik suçlarının da bu kapsam da görülm em esi için neden yoktur.
Hem anayasa hem kanun koyucunun burada kullandığı terim in anlam ı
belirsiz ve sanıldığından daha geniş bir anlam ifade ettiği için norm un kullandığı
söze önem veren gram atik ve m antıki yorum yaparak bir sonuca varm ak
güçtür.11 B urada kullanılan “yüz kızartıcı suç” ifadesi teknik bir hukuki kavram
olm adığı için içeriğini ne olduğu belirsizdir. Y asa koyucunun iradesini anlam ak
ve yasa koyucunun bu terim i kullanm aya iten nedenleri bulm ak için tarihi ve
sistem atik bir araştırm a yapm ak im kânı da yoktur. Çünkü ne A nayasa’nm ne de
bu ifadelerin kullanıldığı diğer kanunların gerekçelerinde bu ifadeye ilişkin bir
açıklam a yoktur. N orm un am acını araştıran am aççı yorum yöntem ine
başvurulm ası halindeyse kanun hükm ünün am acı, norm un tem elinde yatan
m enfaatler ve bunların derecelendirilm esi dikkate alınarak sonuca varılacaktır
(KEYM AN, 2005: 49-50; K O C A & Ü ZÜ LM EZ, 2008: 45-46). A ncak bu yorum
yöntem ine başvurulm ası halinde kanunda açıkça sayılm ayan diğer başka
suçların da “yüz kızartıcı” suç olarak nitelenerek hak yoksunluğu doğurm ası
m üm kündür. Bu durum da ise ceza hukukunun genel esaslarına aykırı biçim de
“açıklık ve kesinlik” kuralı ihlal edilm iş olacaktır. Ceza hukukundaki
“kıyas/benzetm e yasağı” ilkesi, bir olaya ilişkin hukuk kuralının, kanun
tarafından düzenlenm em iş benzer başka olaylara uygulam am asını ifade eder
(K O CA & Ü ZÜ LM EZ, 2008: 43; TO R O SLU , 2009: 61-62). K ıyas yasağı
sadece suç, -ceza ve güvenlik tedbirleri açısından değil, suçun sonucu olan
cezalar ve hak yoksunlukları bakım ından da geçerlidir (K O CA & Ü ZÜLM EZ,
2008: 44).
11 Hukuk normlarının yorumlanması konusunda bkz. (KEYMAN, 2005: 46 vd).
-158-
K anunun görünüşteki anlam ı ile gerçek anlam ı arasında bir fark olduğu
zam an daraltıcı ve genişletici yorum a başvurulur. K anunun görünüşteki anlamı
gerçek anlam ından daha geniş ise daraltıcı yorum ; görünüşteki anlam ı gerçek
anlam ından daha dar ise genişletici yorum a başvurulur(TO R O SLU , 2009: 55 56). Yukarıda,
“gibi yüz
kızartıcı” ifadesinin
kapsam ının
hukuki
değerlendirm eye dayanm adığı, içeriğinin belirsiz olduğu ve kanunlarda açıkça
sayılanların dışında diğer başka suçlarm da “yüz kızartıcı” olarak
değerlendirilm esi
halinde,
kanunlarda
sayılm ayan
diğer
suçlarından
m ahkûm iyetin de hak yoksunluğuna neden olacağı belirtilm işti.
Y ukarıda sıralan nedenlerle, yüz kızartıcı suç ifadesi hukuk sistem im izden
çıkarılm alıdır. Bu ifade hukuk sistem inden çıkarılıncaya kadar bu suçların
sadcce kanun m addelerinde sayılanlardan ibaret olduğu kabul edilm eli ve
kanunlarda geçen “ gibi yüz kızartıcı suçlar” ifadesi daraltıcı yorum yapılarak,
“sadece bu tür yüz kızartıcı suçlar” ya da “burada ismen sayılan suçlar”
biçim inde anlaşılm alıdır {Bkz. TO R O SLU , 1992: 21 - 2 2 ; DURSUN).
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Mahkeme Kararlan:
Yargıtay 1. C eza Dairesi, E. 1961, K. 2851, G. 15.11.1990 {Kazancı
Bilişini, son erişim: 21. 10. 2009).
Y argıtay 2. C eza Dairesi , E. 9958, K. 10552, G. 5.11.1992
{Kazancı
Bilişini, son erişim: 21. 10. 2009).
Y argıtay Ceza Genel K urulu, E. 3-144, K. 171, G. 2. 7. 1996 {Kazancı
Bilişim, son erişim: 21. 10. 2009).
Danıştay 12. Daire, E. 2005/2197, K. 2007/4812 {Kazancı Bilişim, son
erişim: 06. 11. 2009).
D anıştay 1. Daire, E.220, K. 260, G. 09.11.1983 {Kazancı Bilişim, son
erişim: 06. 11. 2009).
- 159-
AYİM 1. Daire, K.
erişim: 21. 10. 2009).
91/122735,G. 29.01.1991
(.Kazancı Bilişim, son
AYİM 1. Daire K.
erişim: 21. 10. 2009).
89/308372, G. 19.09.1989
(Kazancı Bilişim, son
YSK, K.1816, İ. 1352, G. 1999 (Kazancı Bilişim, son erişim: 21. 10.
2009).
YSK, K.2493, İ. 1652,G. 1999
(Kazancı Bilişim, son erişim: 21. 10.
2009).
Gazeteler:
Cum huriyet
M illiyet
Radikal
Öteki Kaynaklar:
M. M uhtar ÇAĞ LA Y A N (1977), “ Yüz K ızartıcı Suç Üzerine Bir
İncelem e ve Ö nerim iz”, (Adalet Dergisi 1 - 2: 36 - 51).
Selm an DURSUN, “ Yüz K ızartıcı Suç K avram ı” (Polis Dergisi 36, www.
egm. gov.tr/egitim /dergi/eskisayi/36/w cb/ceza_hukuku/liste.htm , son erişim 06.
11.2009)
Faruk EREM (1980), Ceza Hukukunda Ümanist Doktrin (Ankara: Sevinç
M atbaası)
Faruk EREM (1976), “ Yüz K ızartıcı Suç K avram ı” (Ankara Barosu
Dergisi 2: 1 7 2 - 173).
-
160
-
Kayıhan İÇEL & Süheyl D O N A Y (1999), Karşılaştmnalı ve Uygulamalı
Ceza Hııkukul. Kitap (3. Baskı, İstanbul, Beta).
Selahattin
(A nkara :Doruk).
K EY M A N
Hukuka
(1981),
Giriş
ve
Metodoloji
Selahattin KEY M A N (2005), Hukuka Giriş (3. Baskı, Ankara:Yetkin).
M ahm ut KO CA & İlhan Ü ZÜLM EZ (2008), Türk Ceza Hukuku Genel
Hükümler (Ankara: Seçkin).
Horst SC H LEH O FFER (2006), “ A nayasa’nın İnsan Onuru Garantisi Devletin C ezalandırm a Y etkisinin M utlak ve Göreceli Sınırları Ü zerine” (Çev.
İlker Tepe, Karşılaştırmalı Güncel Ceza Hukuku Serisi 5 -S u ç Politikası,
Ankara: Seçkin: 557 - 564).
Bülent TA N Ö R & N em ci Y Ü ZB A ŞIO Ğ LU (2004), 1982 Anayasasına
Göre Türk Anayasa Hukuku (6. Baskı, İstanbul: Beta).
N evzat TO R O SLU (1992), “ Yüz K ızartıcı Suçlar” (Denetim Dergisi 6/73
[O c ak -Ş u b at]: 20 -22).
N evzat TO R O SLU (2009), Ceza Hukuku Genel Kısım (Ankara: Savaş).
Turhan Tufan Y ÜCE (1974), “ Yüz Kızartıcı Suç” ( Cumhuriyet ,11 Mart)
-
161
-
-
162
-
DEM OKRATİK TOPLUM DA HOŞGÖRÜSÜZLÜK:
NEFRET SÖYLEMİ VE NEFRET SÖYLEMİNİN İFADE
ÖZGÜRLÜĞÜNDEN AYRIŞTIRILM ASI SORUNU
Dr. Öm ür AYDIN
Prof. Dr. Naz ÇAVU ŞO Ğ LU
“Soğukkanlılıkla söylenen yalanlara karşı ahlaki önyargılar çok daha
acımasızdır...
A vrupa Güvenlik ve İşbirliği T eşkilatı’nın (A G İT) 2008 yılında nefret
suçlarına ilişkin yayınladığı yıllık rapor, bu suçların A vrupa’da her geçen yıl bir
önceki yıla göre artışta olduğunu gösteriyor. Ö rneğin İngiltere’de resmi
kurum lar tarafından 2005 -2 0 0 6 yılları arasında kayda alınan ırkçı nitelikte
olaylar bir önceki yıla göre %4 artarken, ırksal ve dinsel tem elli şiddet
eylem lerindeki artış % 1 2 ’ye ulaşıyor (Annual R eport For 2007). F ransa’da 2007
yılında M üslüm anlara dönük nefret suçları 2 0 0 6 ’ya göre %25 (Annual Report
For 2007: 87) 2, İsveç’te Y ahudilere dönük nefret suçları 2006’da 2005’c göre
yaklaşık % 20 artm ıştır (A nnual R eport For 2007: 70). A lm anya’da da aşırı sağ
kökenli şiddet eylem lerinin artış oranı bir önceki yıla göre % 9 .5 ’tur (Annual
Report For 2007: 44). N efret suçlarındaki bu trajik artış A vrupa’da toplum sal ve
siyasal alanda hoşgörüsüz bir söylem inin giderek yükseldiğini gösteriyor. Son
yıllarda yapılan seçim lerde aşırı sağ partilerin sandıklardan güçlenerek çıkm ası
da bu eğilimi doğruluyor.
-I -
1 (ARENDT, 1996: 307)
' Rapora göre 2006’da kayda alman ırkçı şiddet olaylarının %66’sı Kuzey Afrika
kökenli kişileri hedef almıştır (Annual Report For 2007: 43).
- 163 -
A G İT ’in 2009 yılında nefret suçlarının önlenm esi am acıyla çıkardığı
kılavuzda nefret suçu, “ önyargılı bir m otivasyonla işlenen cezai bir suç” (Hate
Crim e Law s a Practical Guide: 2009: 16) olarak tanım lanm ıştı. Buna göre nefret
suçu iki unsurun bir araya gelm esiyle oluşur. İlk unsur, sıradan ceza kanunları
kapsam ında değerlendirilebilecek bir eylem in varlığı, ikinci unsur ise bu eylemi
m otive eden önyargılardır (H ate C rim e Laws a Practical Guide: 2009: 16).
Önyargılı m otivasyon, nefret suçunu diğer sıradan suçlardan ayırır (H ate Crim e
Laws a Practical Guide, 2009: 16). Çünkü şahsa veya m ülküne karşı işlenen suç,
o kişinin '’ırkı, etnik kökeni, dini, cinsiyeti, cinsel yönelimi, fiziksel veya zihinsel
engelleri veya bir guruba aidiyeti' nedeniyle işlenm ektedir (Annual Report for
2007: 11). Bugün dem okratik ülkeler ‘şiddet eylem lerini cezalandırm aya’ veya
‘ayrım cılığı önlem eye’ dönük yasal düzenlem elere sahip olm akla beraber, AGİT
nefret suçlarının bireye dönük sıradan şiddet eylem leriyle aynı kategoride
değerlendirilm em esi ve nefret suçunu etkin cezai yaptırım a bağlayan bağım sız
yasaların çıkarılm ası gerektiğini belirtm ektedir. A G İT ’ e göre ülkelerin bu
yönde yasalara sahip olm asının birkaç önemli nedeni vardır (Hate Crim e Laws a
Practical Guide, 2009: 22-23). İlk olarak, toplum bu tür yasaların var olduğu bir
ortam da önyargı tem elli suçları daha kolay reddedebilecek ve kınayabilecektir.
İkinci olarak, nefret suçu sıradan suçlardan farklı olarak yalnızca m ağdur
üzerinde değil aynı zam anda onun m ensubu olduğu grubun diğer üyeleri
üzerinde de etki yarattığından salt bireylere karşı işlenen suçlardan daha ağırdır.
Üçüncü olarak, ceza kanunları bir suçta failin yalnızca eylem inin yarattığı
sonuçla ilgilenm ekle kalm az aynı zam anda failin m aksadını da sorgular. Bu
nedenle nefret suçunu harekete geçiren önyargılı m otivasyon daha ağırlaştırılm ış
bir cezayı hak eder. Özet olarak AGİT raporu toplumsal ve siyasal alana
yerleşm iş önyargıların harekete geçirdiği eylem lerin etkin bir şekilde cezai
yaptırım a bağlanm asını önerm ektedir.
K onuya ‘nefret söylem i’ açısından bakıldığında da benzer okum aları
yapm ak m üm kün. H er ne kadar ‘nefret söylem i’ ile ‘nefret suçu’ aynı anlam a
gelm ese de ikisi arasında yakın bir ilişki ve paralellik var. AGİT kılavuzuna göre
nefret söylemi, nefret suçunu oluşturan ilk unsuru -cezai bir eylemin varlığınıiçinde barındırm asa da her ikisine zem in hazırlayan m otivasyon aynıdır:
önyargılar (H ate C rim e Law s a Practical Guide, 2009: 25). N efret söylem inin
yaratacağı hoşgörüsüz ortam daha sonra şiddet eylem lerine dönüşüp nefret
suçuna zem in sağlayabilecektir (Annaul R eport for 2007: 123). Bu nedenle
bugün devletler, yükselm ekte olan bu eğilim le hukuksal ve kam usal politikalarla
m ücadele etm ek durum unda. Bu, aynı zam anda, devletin hak ve özgürlükleri
korum ada üstlendiği p o zitif yüküm lülüğün de bir gereği. D iğer yandan nefret
söylem iyle m ücadelede izlenecek politikaların beraberinde kimi sorunları
getirm esi de kaçınılm azdır. Bu söylem in engellenm esine dönük çabalar ifade
-
164
-
özgürlüğünün norm alanı üzerinde baskı yaratarak daralm aya yol açabilir. Bu
nedenle nefret söylem inin ifade özgürlüğünden ayrıştırılm ası her zam an sorunlu
bir alan olarak belirir. Çünkü devletler, bir yandan ayrım cılığı önlem ekle diğer
yandan ise ifade özgürlüğünü korum akla yüküm lüler (B Ö Y LE, 2001: 487).
-IIBugün BM, AGİT, Avrupa Birliği ve A vrupa Konseyi gibi
uluslararası/ulusalüstü örgütler yukarıda sözü edilen sorun alanlarına ilgi
duym akta ve devletler için bütünleyici politikalar geliştirm ektedirler. Nefret
söylem inin ‘tanım lanm ası ve ifade özgürlüğünün norm alanından dışlanm ası’ ve
bu söylem e tem el teşkil eden ‘önyargıların ortadan kaldırılm ası’, sorunun iki
önem li ayağıdır. Özellikle AG İT ve A vrupa K onseyi’nin bu konulara ilişkin
çalışm aları yol gösterici olarak ele alınabilir.
Nefret söylem i konusunda gerek ulusal devletlerin gerekse uluslararası
kuruluşların üzerinde uzlaştıkları ortak bir tanım dan söz etm ek zordur. Ancak
yapılan tanım lam alar genel olarak; toplum da hoşgörüsüzlük yaratan düşünce
açıklam alarının nefret söylem i içinde değerlendirilebileceği yönündedir (Fact
Sheet on H ate Speech, 2008: 2).
Avrupa Konseyi B akanlar K om itesi’nin 1997 yılında aldığı bir tavsiye
kararında(https.7/w cd.coe.int/com .instranet.InstraServlet?com m and=com .instran
et.C m dB lobG et& InstranetIm age=568168& SecM ode= 1& D ocId=582600& U sage
=2) nefret söylem i; “ırkçı ııefreî, yabancı düşmanlığı, Yahudi düşmanlığı (anti-
semitizm) ve hoşgörüsüzlüğe dayalı nefret biçimlerini yayan, teşvik eden,
savunan ya da haklı gösteren her tür ifade biçimi” olarak tanım lanm ıştı. Kişiler
çoğu zam an kendilerinin seçm ediği bir aidiyetten, varoluştan veya farklı
olm aktan ötürü bu söylem in hedefi olurlar (W EBER, 2006: 98,113). Söylemin
tem elinde farklılığa karşı taham m ülsüzlüğün yattığı söylenebilir. Bu nedenle
nefret söylem inin hedefinde yer alan ‘grubun karakteristiğini’ belirlem ek önem
kazanır. Avrupa Konseyi bünyesinde üye ülkelerde ırkçılık, ayrım cılık, Yahudi
düşm anlığı ve hoşgörüsüzlükle bütünlük ve süreklilik arz eden bir yaklaşım la
m ücadele etm ek am acıyla 1993 yılında kurulan Irkçılık ve H oşgörüsüzlüğe
K arşı A vrupa Kom isyonu (ECRİ), K onsey üyesi devletlerin ırkçılık ve
ayrım cılık uygulam alarını içeren 4 -5 yıllık dönem raporları yayınlayarak
A vrupa’nın hoşgörüsüzlük haritasını ortaya koym aktadır. E C R I’nin bu raporları
ve genel politika önerileri dikkate alındığında toplum da ‘incinm eye açık3‘
3 (ECRİ General Policy Recommendation No: 1. 4 October 1996).
-
165
-
( vulnerable ) ve ‘potansiyel m ağdur4* (potential victims ) olarak anılan kesim lerin
bu tür söylem lerin hedefinde yer aldığı görülür. Her toplum tarihsel ve
sosyolojik koşullan dolayısıyla farklılaşan grup karakteristiğine sahip olm akla
beraber genel olarak etnik ve dinsel azınlıkların, Y ahudilerin, göçm en ve
m ültecilerin, yabancı işçilerin, eşcinsellerin ve Ç ingenelerin/R om anların bu tür
hoşgörüsüz söylem lerin hedefinde yer aldığını söylem ek m üm kündür. Gerek
E C R I’nin 1999’dan gerekse A G İT D em okratik K urum lar ve İnsan Hakları
B ürosu’nun (O D IH R ) 2 0 0 6 ’dan bu yana yayınladıkları ülke raporları 11 Eylül
sonrası yaşanan gelişm elerin bu tür söylem leri arttırdığını ortaya koyuyor. Bu
nedenle devletlerin kendi toplum larında var olan potansiyel m ağdurları
belirlem eleri ve buna göre politikalar hazırlam aları önem lidir.
E C R I’nin bugüne kadar geliştirdiği 12 adet genel politika önerisi5
devletlere ırkçılık, ayrım cılık ve hoşgörüsüzlükle m ücadele am acıyla alacakları
tedbirler konusunda kılavuz olma özelliğine sahip. ECRİ önerileri tem elde
‘hukuk’ ve ‘kam u politikaları’ yoluyla alınacak önlem leri kapsar. Bu önerilerde
öne çıkan noktalardan bazıları şunlardır(ECRI G eneral Policv Recom m endation
No. 1. 4 October 1996):
- ırkçılık, yabancı düşm anlığı, antisem itizm ve hoşgörüsüzlükle
m ücadelenin iç hukukta norm lar hiyerarşisinde üst sıralarda yer alan bir hukuki
m evzuat ile (örneğin anayasa veya tem el bir hukuk m etniyle) gerçekleştirilm esi,
ilgili uluslararası hukuk belgelerinin imzalanm ası;
- ırkçı veya yabancı düşm anlığı niteliği taşıyan suçların özel
nitelikte/m üstakil suçlar olarak düzenlenm esi ve bu tür suçları işleyen failin
am acının ayrıca dikkate alınması;
- ırkçı nitelikte örgütlenm elerin azınlık toplulukları üzerinde yaratacağı
tehdit göz önünde bulundurularak bu tür örgütlerle ilgili yasaklayıcı tedbirler
alınması;
- kam uoyunu
ırkçılık,
yabancı
düşm anlığı,
antisem itizm
ve
hoşgörüsüzlükle m ücadeleye ilişkin hukuki m evzuat hakkında bilinçlendirm ek;
- kam u hizm etlerinin, toplum da hiçbir ayrım gözetilm eyerek herkese açık
olm asını sağlamak;
- yerel, bölgesel ve ülke düzeydeki ırkçılık, yabancı düşm anlığı,
antisem itizm ve hoşgörüsüzlüğün niteliği, nedenleri ve ortaya çıkışları ile ilgili
araştırm alar yapmak;
4 iECRI General Policv Recommendation No: 4. 6 March 1998).
ECRİ
tavsiye
kararlarının
tümü
için
(http://www.coe.int/t/dghl/monitoring/ecri/activities/GeneralThemes en.asp).
- 166-
bkz.
- okul ders program larının (örneğin tarih dersinin) kültürel çeşitliliğin
olum lu
yönlerini
vurgulayacak
şekilde
düzenlenm esi,
ırkçılık
ve
hoşgörüsüzlükle m ücadele konusunda eğitim personelinin ve öğrencilerin
bilinçlendirilm esi (ECRİ G eneral Policy Recom m endation No. 10, 15 Decem ber
2006);
- ulusal düzeyde ırkçılık, yabancı düşm anlığı, antisem itizm ve
hoşgörüsüzlükle m ücadele am acıyla uzm anlık organlarının oluşturulm ası (ECRİ
G eneral Policv R ecom m endation No. 2 . 13 June 1997);
- II. Dünya Savaşı sırasında ırkçı ve ayrım cı politikalara m aruz kalmış
olan Ç ingeneler/R om anlar’ın, A vrupa'nın kültürel çoğulculuğunun bir parçası
olarak sosyal ve ekonom ik hayata katılm aları konusunda devletlerin etkin
önlem ler alm ası (ECRİ G eneral Policv Recom m endation No. 3 . 6 M arch
1998.)6;
- dinsel kaynaklı her türlü aşırılıkla m ücadeleyi göz önünde tutarak
A vrupa’da M üslüm an azınlığın ayrım cılığa uğram am ası için gerekli tedbirlerin
alınm ası, bu bakım dan eğitim politikalarının toplum un kültürel çoğulculuğu
dikkate alınarak düzenlenm esi, iş hayatında ve sosyal hayatta M üslüman
azınlığa dönük ayrım cılığın önlenm esi (ECRİ General Policy Recom m endation
No. 5, 27 April 2000);
11 Eylül sonrası ortaya çıkan terörle m ücadele politikalarının
göçm enler, yabancılar ve azınlıklar üzerinde yarattığı olum suz etkilerin
giderilm esi (ECRİ General Policy R ecom m endation No. 8, 17 M arch 2004);
- Y ahudilere dönük soykırım inkârı yoluyla gerçekleşen antisem itist
söylem lerin yasaklanm ası, eğitim program larında bu konuda bilinçlendirici
yöntem ler kullanılm ası, m edyanın bu tür söylem lerin engellenm esi konusunda
yönlendirilm esi, konuyla ilgili araştırm a projelerinin desteklenm esi (ECRİ
General Policy Recom m cndation No. 9, 25 June 2004);
6
İHAM da Rom an/Çingeneler'e dönük ırkçı nefretin engellenmesi konusunda
devletlere yükümlülükler getirmektedir. Örneğin Nachova ve Diğerleri v. Bulgaristan (6
Haziran 2005) davasında Roman kökenli iki asker kaçağı, güvenlik güçleri tarafından
yapılan operasyonda öldürülmüşlerdi. Operasyon esnasında güvenlik görevlilerinden
birinin “Kahrolası Çingeneler!”/‘ToM damn GypsiesV diye bağırdığı ileri sürülmüştü.
Mahkeme yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verdiği bu davada bu hakkın
korunmasında ayrımcılık yapılmaması gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca Mahkeme
devletlere bu tür olayların meydana gelmesinde ırkçı motivasyonun etken olup
olmadığını ciddi şekilde soruşturma ödevi yüklemiştir (bkz. par. 35 ve 160).
-
167
-
ırkçı, antisem itist ve yabancı düşm anlığı içeren propagandaların internet
yoluyla yayılm asının engellenm esi için devletlerarası işbirliğinin yapılm ası
(ECRİ General Policy R ecom m endation No. 6, 15 D ecem ber 2000)
Gerek ECRİ gerekse AGİT çalışm alarında vurgulanan önem li sorunlardan
birisi de devletlerin ırkçılık, yabancı düşm anlığı ve hoşgörüsüzlükle ilgili
m eydana gelen olaylar hakkında veri çalışm aları yapm am aları veya bu verileri
eksik tutm alarıdır (Annual Report For 2007: 47). Bu konuyla ilgili kapsamlı
araştırm aların yapılm ası bu tür suçlarla m ücadelede alınacak önlem ler için
anlamlı bir yol haritası ortaya çıkarabilir. E C R I’nin 4 no.lu tavsiye kararı (ECRİ
General Policy R ecom m endation No. 4, 6 M arch 1998) ülkelere, potansiyel
m ağdurların ırkçılık ve ayrım cılık konusunda algı ve deneyim lerine ilişkin
anketler yapılm asını önerir. Bu tür anketler nefret söylemi ve nefret suçu
m ağdurlarının yaşadıkları toplum u nasıl algıladıklarına ilişkin önem li ipuçları
verebilir. Tavsiye kararı potansiyel m ağdurların kim ler olduğuna dair bir
sıralam a yapm azken, belirlem eyi devletlere bırakır. A ncak bu araştırm alarda risk
kapsam ında görülebilecek gruplar genel olarak, azınlıklar ve göçm enler gibi
hassas topluluklardır.
-IIINefret söylem ini engellem eye dönük yukarıda sözü edilen hukuksal ve
kam usal politikalar toplum un çoğulcu yapısının korunm ası ve önyargıların
ortadan kaldırılm ası bakım ından önem li bir işleve sahip olm akla beraber diğer
yandan bu politikalar, ifade özgürlüğünün norm alanını baskı altına alabilir. Bu
nedenle, ‘eleştirel, saldırgan olm ayan’ düşünce açıklam alarının korunm ası ile
‘şiddet çağrısı içeren’, ‘hoşgörüsüzlük yaratan’ düşünce açıklam alarının
yasaklanm ası arasında zor bir sınam a yapm ak gerekir. Ayrım cılığın önlenm esi
ve ifade özgürlüğünün korunm ası noktasında bir denge bulm a çabası bugün
insan hakları hukukunun önemli sorunlarından birisidir.
N efret söylem i, ifade özgürlüğünün norm alanından nasıl ayrıştırılır?
B ireyler bu tür hoşgörüsüz söylem leri dile getirirken çoğu zam an yerleşik
toplumsal önyargılardan, tarihsel olaylardan, siyasal kışkırtm alardan beslenir ve
m otive edilirler. Bu nedenle verili toplum sal koşullar altında ileri sürülen
görüşlerin nefret söylemi özelliği taşıyıp taşım adığını test etm ek zor olabilir.
Hatta bu türden konuşm alar çoğu zam an ilk bakışta önem siz ve hatta rasyonel de
gelebilir (Fact Sheet on H ate Speech: 2). İnsan H aklan A vrupa M ahkemesi
(İHAM ), ifade özgürlüğü ve sınırlarına ilişkin bugüne kadar geliştirdiği içtihatta
bu sorunu farklı örneklerde sınam a olanağı bulm uştu. M ahkem e’nin bu alana
ilişkin değerlendirm eleri sorunun yanıtını bulm ak açısından önem lidir. İHAM
- 168-
kararlarında nefret söylem i, bugüne değin açık bir şekilde tanım lanm ış
olm am akla beraber; “hoşgörüsüzlük kaynaklı (dinsel hoşgörüsüzlük de dâhil)
nefret yayan, bunu teşvik eden, savunan ya da haklı gösteren” (G ündüz v.
Türkiye, 14.06.2004: par. 40; Erbakan v. Türkiye, 06.07 2006, par. 56. İHAM
kararları için bkz. http://echr.coe.int/echr/en/hudoc~) ifade biçim leri için bu
kavram ın kullanıldığını görüyoruz.
M ahkem e’nin içtihadı dikkate alındığında nefret söylem ine ilişkin
yaklaşım ın iki tem el eksene oturtulduğu görülür. Birinci eksende, Sözleşm e’nin
10. m adde (ifade özgürlüğü) korum asından çıkarılıp doğrudan 17. m adde
(hakların kötüye kullanılm ası) çerçevesinde incelenen düşünce açıklam aları yer
alır. Burada m ahkûm edilen ifadenin ‘etkisi’ değil çoğu zam an ‘kendisidir’.
İkinci eksende, Sözleşm e’nin 10. m adde kapsam ında değerlendirildiği halde,
etkisi bakım ından dem okratik bir toplum için ‘açık ve yakın tehlike’7 içeren
düşünce açıklam aları yer alır. D olayısıyla M ahkem e’nin ‘dışlam a’ ve ‘etki testi’
olm ak üzere iki tür teknikten yararlandığını söyleyebiliriz.
Birinci eksende; faşizm ve ırkçılık içeren, nasyonal sosyalizm savunusu
yapan, Yahudi düşm anlığı ve soykırım inkârına dayalı düşünce açıklam aları yer
alır (M CG O N A G LE, 2005). Bu tür düşünce açıklam aları Sözleşm e’nin
dayandığı değerleri yok etm eyi am açladığından (TU LK EN S, 2006: 55)
dem okratik bir toplum da yaratacakları etki test edilm eksizin kategorik olarak
Sözleşm e korum ası dışında bırakılırlar. Michael Kühnen v. Federal Almanya
(12.05.1998) davası M ahkem e’nin konuya ilişkin yaklaşım ını ortaya koyması
bakım ından önemli bir yere sahiptir. Başvurucunun A lm an N asyonal Sosyalist
P artisi’ni (N SD A P) yeniden etkin hale getirm ek am acıyla hazırladığı
broşürlerden birinde şu ifadeler yer almıştı:
“ Bizi neo-nazi olarak adlandırıyorlar! O zam an biz de kodam anlara,
bolşeviklere, siyonistlere, dolandırıcılara, dalavericilere, parazitlere karşıyız!
K apitalizm e, kom ünizm e, siyonizm e, yabancı işçilerle yabancılaşm aya, çevrenin
tahribatına karşıyız! Bizler A lm anya’nın birliğinden, sosyal adaletten, ırksal
övünçten, insanların birliğinden, yoldaşlıktan yanayız!”
1919 yılında Amerika’da ilk defa yargıç Holmes’ün dile getirdiği “açık ve yakın
tehlike ölçütü” bir ifadenin şiddete yönelten açık ve yakın bir risk içermemesi
durumunda sınırlanmaması gerektiğini ileri sürer. Bu ilke halen Amerikan Yüksek
Mahkemesi içtihadında etkinliğini korumaktadır (Ayrıntı için bkz. ROSENFELD, 2003:
1534-1535; BR1NK, 2001: 122).
- 169-
İnsan H aklan A vrupa Kom isyonu (İH A K ) bu ifadeleri, Sözleşm e
korum ası dışında tutm uş ve başvuruyu kabul edilem ez bulm uştur. M ahkeme,
ırkçı mesaj içeren ifadeye karşı geliştirdiği yasaklayıcı içtihadını yakın tarihli
N onvood v. Birleşik Krallık (16.11.2004) davasında da sürdürm üştür. Ayrıca bu
dava, M ahkem e’nin A vrupa’da M üslüm anlara dönük ırkçılık konusunu 17.
m adde kapsam ında değerlendirdiği ilk karar olma özelliğine de sahip
(TU LK EN S; 2006: 55). Başvurucu aşırı sağcı Britanya U lusal P artisi’nin
(British National Party -B N P ) bölgesel düzeyde tem silcisi olup, K asım 2001 ve
O cak 2002 tarihlerinde bir binaya astığı afişte şu sözler yer alıyordu:
“ İslam, B ritanya’dan dışarı - B ritanyalılar’ı K oruyun” (İslam out o f
Britain - Protect the British People).
Bu ifadeler, İHAM tarafından B ritanya’da yaşayan M üslüm anlara dönük
ırkçı ve hoşgörüsüz bir açıklam a olarak nitelenm iş ve başvuru kabul edilem ez
bulunm uştur. M ahkeme, II. Dünya Savaşı sonrasında, Yahudilere dönük
gerçekleşen soykırım ın inkârını da ifade özgürlüğü kapsam ında değerlendirm ez.
Bu yaklaşım ının iki tem el gerekçeye dayandığı söylenebilir. İlk olarak Yahudi
soykırım ının varlığı hukuksal olarak kanıtlanm ıştır. D olayısıyla buna dönük
inkârın, bir olgudan değil, önyargılı bir değerden beslendiği düşünülebilir. İkinci
olarak soykırım , Avrupa tarihinde acı bir hafıza olarak yerini alm ış bu nedenle
de toplum un ve özellikle gençlerin bu tür yıkıcı söylem lerin etkisinden uzak
tutulm ası gerektiği düşünülm üştür (M C G O N A G LE: 20). Garaudy v. Fransa
(07.07.2003) davasına konu olayda, Fransız düşünür Roger G araudy 1995
yılında yayınladığı “İsrail Politikasının K urucu M itleri” (Les Mythes Fondateurs
De La Politique israélienne) adlı kitabında Yahudi soykırım ını, “ İsrail
devletinin saldırgan politikalarının m eşrulaştınlm ası için uydurulm uş bir yalan”
olarak tanım lam ış ve hakkında açılan davalardan çeşitli cezalar almış ve
İH A M ’a başvurm uştu. İHAM bu davada, soykırım inkârının 10. m adde
korum asından yararlanam ayacağını belirterek başvuruyu reddetm iştir. Her ne
kadar M ahkeme, tarihsel olayların aydınlatılm asını kendi yetkisi içinde görm ese
de Yahudi soykırım ı gibi tarihsel gerçekliği şüphe bırakm ayacak şekilde
kanıtlanm ış bir olayda durum un değiştiğini düşünm ekte ve soykırım inkârına
dayalı düşünce açıklam alarının önyargılı bir m otivasyondan beslendiğini göz
önüne alm aktadır (Lehideux ve Isorni v. Fransa, 23.09.1998: par. 47).
İkinci eksende; Sözleşm e’nin 10. m adde kapsam ında değerlendirildiği
halde dem okratik bir toplum da yarattığı etki bakım ından ifade özgürlüğünden
yararlandırılm ayan hoşgörüsüz açıklam alar yer alır. M ahkeme bu türden
düşünce açıklam alarını zam an içinde geliştirdiği ölçütler aracılığıyla sorgular.
Buna göre bir düşünceyi ifade eden kişinin ‘kim liği’, ‘ifadenin içeriği’, ‘am acı’,
- 170-
‘ifadenin kim e dönük olduğu ve hed ef kitlesi’, ‘ifadenin dile getirildiği ortam ve
toplum sal koşullar’, kısacası ifadenin ‘bağlam ı’, yapılacak testte önem kazanır
(TU LK EN S; 2006:55; W EBER, 2006: 100). Kom isyon aşam asını geçerek
M ahkem e önüne gelm iş olan Jersild v. Danimarka (23.09.1994) ile Giindiiz v.
Türkiye (14.06.2004) ve Necmettin Erbakan v. Türkiye (06.07.2006) davaları bu
testlerin ne şekilde yapıldığını gösterm esi bakım ından önem e sahiptirler.
Jersild v. Danimarka davasına konu olayda, gazeteci Jens O laf Jersild
K openhag’da yaşayan ve kendilerine ‘Yeşil C eketliler’ adını veren bir grubu
röportaj için bir televizyon program ına davet etm iş ve grup üyeleri
D anim arka’da yaşayan göçm enler ve etnik gruplar hakkında,
“ ...b ir gorilin fotoğrafını alın ve bir zenciyle karşılaştırın, aynı beden
yap ısı... zenciler insan değiller, hayvanlar... bu durum Türkler, Y ugoslavlar ve
diğer bütün yabancı işçiler için de geçerlidir...” (Jersild v. Danim arka,
23.09.1994: par. 12)
gibi küfürlü ve aşağılayıcı sözler s a rf etm işlerdi. Bunun üzerine ulusal
m ahkem eler, Jersild’i bu kişileri, ırkçı beyanlarda bulunacaklarını önceden
bildiği halde program a çağırarak bu yönde beyanlara teşvik ettiği gerekçesiyle
para cezasına çarptırm ıştı. İHAM başvuruya konu olm am akla beraber, Yeşil
C eketliler’in s a rf ettiği ırkçı görüşlerin Sözleşm e korum asından kesinlikle
yararlanam ayacağının altını çizm iş ve konuyu basın-yaym organlarının
sorum luluğu çerçevesinde tartışm ıştır. M ahkem e Jersild’in kendini bu kişilerden
tam am en soyutlayarak program ı sürdürdüğünü belirterek (par.34) program a bir
bütün olarak bakıldığında, program ın halkı yakından ilgilendiren bir konuda
(ırkçılık ve yabancı düşm anlığı) dikkat çekm ek am acıyla hazırlandığını
belirtm iştir. D olayısıyla M ahkem e, Jersild ’in am acını, program sırasında izlediği
tutum u ve program ın hazırlanm a gerekçesini dikkate alarak verilen cezayı
orantılı bulm am ıştır (par.34).
M ahkem e’nin 2004 yılında sonuçlandırdığı Gündüz v. Türkiye davasına
konu olan olayda, 12 Tem m uz 1995’te bir televizyon program ına katılan
Aczm endi Tarikatı lideri M üslüm G ündüz şu görüşleri dile getirmişti:
“ ... kendisine dem okrat, laik diyen bir kim senin dini yoktur... T ürkiye’de
dem okrasi despot, Allahsız ve dinsizdir... laik sistem iki yüzlü ve m ünafıktır...
bazı kim selere bir şekilde diğerlerine başka şekilde davranm aktadır...
Diktatörlük kanunlarına göre bunların suç olduğunu bilerek söylüyorum ... N eden
konuşm ayacakm ışım ? Ö lüm den öte yol mu var? ... B ir kim se Türkiye
-171
-
C um huriyeti’nin yetkili kıldığı belediye m em urunun kıydığı nikâhla evlendikten
sonra gerdeğe girerse, bu birleşm eden doğan çocuk piçtir.” (Gündüz v. Türkiye:
par. 11)
Program da yer alan bir başka katılım cının bu konuşm a üzerine, bu
kişilerin dem okrasiyi yıkıp yerine şeriata dayalı bir rejim getirm ek am acında
olduğunu söylediğinde ise Gündüz, “tabi o da olacak, o da olacak” (par. 15)
demiş; yargılam ası esnasında ise “ şeriat rejim inin baskıyla, güçle veya silahla
değil fakat insanları ikna ederek gerçekleşeceğini” belirtm iştir. Gündüz, bu
konuşm aları nedeniyle halkı din tem elinde kin, nefret ve düşm anlığa tahrik
etm ekten ötürü ceza alm ıştır. İHAM bu davada, “kişileri ve grupları aşağılayan,
kin ve nefret içeren görüşlerin Sözleşm e korum asından yararlanam ayacağını”
(par.41) vurgulayarak ifadenin kendisini hoşgörüsüz bir söylem olarak
değerlendirm ektedir. G ündüz’ün şeriat rejimi kurm a noktasındaki am acı da
sorgulanm ış ve şeriat projesinin Sözleşm e değerleriyle bağdaşm az bulunduğu
vurgulanm ıştır (par.51) A ncak M ahkem e, G ündüz’ün görüşlerinin toplum ca
zaten bilindiğini ve bunları aktarm ası için program a çağrıldığını, program a
başka katılım cıların da çağrılarak bir denge gözetildiğini (par.53), bazı ifadelerin
hakaret içerm esine rağm en program ın canlı yayınlanm asından dolayı G ündüz’ün
bunları düzeltm e im kânına sahip olm adığım söyleyerek ifade özgürlüğünün ihlal
edildiğini tespit etm iştir, (par.49)
Necmettin Erbakan v. Türkiye davasına konu olay ise, N ecm ettin
E rbakan’ın Refah Partisi Genel Başkanı sıfatıyla 25 Şubat 1994 tarihinde yerel
seçim kam panyası sırasında B ingöl’de halka açık düzenlenen bir toplantı
sırasında yaptığı şu açıklam alara ilişkindir:
A rtık bu ülkede 12 tane parti yok, 2 tane parti var: hak ve batıl, hakkı
temsil eden B ingöllü kardeşim in im anını tem sil eder. Onun kendi partisi, bu
partinin adı Refah Partisidir. Peki, öbür parti hangisi? Diğerleri, diğerleri ne
dem ek diğerleri? R efah P artisi’nin dışındakilerin hepsi batıldır, hepsi bir tek
parti sayılu. Çünkü bunlar gâvur aşığı. B unlar bağım sız değil B atıya bağlı,
geliyorlar iş başına, talimatı oradan alıyor, bizim halkım ızı eziyor. B unların
hepsi faizci, hepsi söm ürücü, hepsi ezici ve de üstelik biz İslam âlem ini
bırakacağız, H ıristiyanlarla beraber olacağız. K anunlarım ızı gâvurlar yapacak,
bizleri onlar idare edecek . .. ” (Erbakan v. Türkiye: par.59)
Bu konuşm aları nedeniyle Erbakan hakkında konuşm anın yapıldığı
tarihten 4 yıl 5 ay sonra (par.69-70) soruşturm a başlatılm ış; Erbakan, T.C.K.
312. m addesi gereğince ‘halkı dine, etnik kökene ve bölge ayrım ına dayalı kin
ve düşm anlığa tahrik etm ekle’ suçlanarak para cezası, kimi siyasi haklardan
-
172-
yoksunluk ve 1 yıl hapis cezası alm ış ancak cezası ertelenm iştir. E rbakan’ın
ifade özgürlüğüne m üdahale edildiği gerekçesiyle İH A M ’a yaptığı başvuruda
T ürk hüküm eti, konuşm anın bağlam ına değinm iş, konuşm anın dinsel terör
uygulayan H izbullah örgütünün etkin olduğu bir yerde-B ingöl’de yapıldığını ve
S ivas’ta bir otelin yakılarak 33 kişinin öldürülm esi olayından 6 ay sonra
gerçekleştiğini belirtm iştir, (par. 10)
M ahkem e yaptığı değerlendirm ede; tanınm ış bir siyasetçi tarafından halka
açık bir toplantıda dile getirilen bu görüşlerin dini değerler çerçevesinde
şekillenm iş bir toplum sal bakış açısını gösterdiğini, farklı grupların karşı karşıya
getirilm esinin çoğulculuğu zedeleyeceğini, toplum un inananlar ve inanm ayanlar
gibi basit bir bölünm eye indirgenm esinin dine dayalı politik bir çizgi
oluşturduğunu (par.62) belirterek söylem i hoşgörüsüz olarak değerlendirm iş;
konuşm anın yapıldığı tarih ve yerdeki -hüküm etin de ileri sürdüğü- toplumsal
koşulları dikkate aldığını ve siyasetçilerin halka yönelik konuşm alarında
hoşgörüsüzlüğü beslem ekten kaçınm aları gerektiğini vurgulam ıştır. Ancak
M ahkem e’nin kararında; soruşturm aya konu olan kanıtların şüphe uyandırm ası,
verilen cezanın orantısızlığı, soruşturm anın 4 yıl 5 ay gibi uzun bir aradan sonra
yapılm ış olm ası göz önüne alındığında bu düşüncelerin açık ve yakın bir tehlike
olarak görülem eyeceği (par.68) ileri sürülerek ifade özgürlüğünün ihlal edildiği
sonucuna ulaşılır.
Y ukarıda özetlenen davalar ifade özgürlüğünün nefret söylem inden
ayrıştırılm asına dönük ölçütlerin ne şekilde kullanıldığını gösterm ekle beraber
m edyanın ve siyasetçilerin ifade özgürlüğünü kullanırken yüklendiği
sorum lulukları belirlem esi açısından da önem lidir. G erek ECRİ raporlarında
gerekse A GİT raporlarında, nefret söylem inin yaratılm ası, yayılm ası ve
toplum sal dilde inşa edilm esi bakım ından siyasetçilerin ve basın-yayın
organlarının önemli sorum luluklara sahip olduğu açıktır. Benzer şekilde İHAM
da m edya ve siyasetçilerin kullandığı dilin yaratacağı etkiyi ayrıca
değerlendirm e
konusu
yapm ıştır.
M ahkem e’nin
yerleşik
içtihadında
siyasetçilerin ve m edyanın ifade özgürlüğü alanı geniş tutulm uş ve politik ifade
ile basın özgürlüğüne nitelikli bir korum a sağlanm ıştır. Bu, her iki grubun
toplumda üstlendikleri işlevin bir gereği olarak tem ellendirilm iştir (bkz. Incal v.
Türkiye, 09.06.1998: par. 46; Castells v. İspanya, 23.04.1992: par. 46; Lingens
v. A vusturya, 08.07.1986: par. 41). Diğer yandan siyasetçilerin ve basın yayın
organlarının kullandıkları hoşgörüsüz dil de toplum üzerinde aynı değerde bir
etki bırakacaktır. Bu nedenle M ahkem e, bu iki grubun kullanacağı dili özenle
seçmesi gerektiğini belirtm ektedir. Gündüz v. Türkiye davasında M ahkem e bu
sorunu değerlendirm e konusu yapm ış ve Refah Partisi ile ilgili aldığı kararla bu
davayı karşılaştırm ıştır. Gerek G ündüz’ün gerekse Refah P artisi’nin politik
- 173-
projesi aynı olm akla beraber; M ahkem e, iktidarda olan bir siyasal partinin şeriat
rejim ini savunm asıyla sıradan bir kişinin savunm asının aynı etkide olm ayacağını
söylem iştir (par.51). Basın yayın organlarının ırkçı ve hoşgörüsüz nefret
söylem lerini toplum a aktarm a konusunda sorum luluğunun ne olduğuna gelince;
M ahkeme nefret propagandası içerm eyen ve toplum sal bir konuda farkındalık ve
duyarlılık yaratm ayı am açlayan bilgilendirm eleri ifade özgürlüğü korum asından
yararlandırm aktadır. Bu çerçevede yapılan haber ve program larda; habercinin
amacı, tutum u, katılım cılarla kurduğu özdeşlik, tartışılan konuların niteliği,
görüşlerin dengelenm esi gibi ölçütler M ahkem e’nin değerlendirm elerinde ön
plana çıkm aktadır.
-IVOtorite, iktidar, özgürlük, totalitarizm ve antisem itizm üzerine
çalışm alarıyla bilinen ünlü siyaset bilim ci H annah Arendt, 1958 yılında
yayınladığı, ‘İnsanlık Durum u ’ (Human Condition ) adlı eserinde ‘çoğulluğu’,
insanın tem el yaşam durum u (A R EN D T, 2003: 36); ‘kam usal alanı’ ise insanın
çoğulluk içinde farklılığını ortaya koyabileceği b ir özgürlük alanı olarak
nitelem işti (A R EN D T, 2003: 2006). A rendt’e göre şiddet eğilimli ideolojiler,
insanlığın tem el durum u olan çoğulluğu ortadan kaldırarak insanı ve kam usal
alanı tek tipleşm eye yöneltir ve bireyin kendi özgün varlığını anlayabilm e
çabasını yok eder. N efret söylem inin hedefine konulan şey de çoğu zam an
bireyin ‘kendisi’ değil sahip olduğu ‘kim lik veya aidiyetidir’. D olayısıyla farklı
olana karşı duyulan ''önyargılı nefret ’ esasen bireyin varoluşunu hed ef alır.
N efret söylem ini bu türde bir okum ayla ele alm ak, bununla m ücadelenin
gerekçeleri bakım ından önem li bir perspektif sunuyor.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlan:
Erbakan v. Türkiye, 6 Tem m uz 2006 (http://eclir.coe.int/echr/en/hudoe)
-
174-
N orw ood
v.
(http://echr.coe.int/echr/en/hudoc)
Birleşik
Krallık, 16.11.2004
G ündüz v. Türkiye, 14.06.2004, http://echr.coe.int/echr/en/hudoc
G araudy v. Fransa, 07.07.2003, http://echr.coe.int/echr/en/hudoc
Lehideux
ve
Isorni
http://echr.coe.int/echr/en/hudoc
M ichael
K ühnen
v.
(http://echr.coe.int/echr/en/hudoc)
v.
Federal
Fransa,
A lm anya,
23.09.1998,
12.05.1998
Jersild v. D anim arka, 23.09.1994, http://echr.coe.int/echr/en/hudoc
Incal v. Türkiye, 09.06.1998 (http://echr.coe.int/echr/en/hudoc)
Lingens v. Avusturya, 08.07.1986 (http://echr.coe.int/echr/en/hudoc)
Castclls v. İspanya, 23 04.1992 (http://eclir.coe.int/echr/en/hudoc)
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Tavsiye Kararları:
A vrupa Konseyi B akanlar Komitesi Tavsiye Kararı, 30 O ctober 1997,
(https://w cd.coe.int/com .instranet.InstraServlet7com m and-com .instranet.C m dB l
obG et& InstranetIm age=568168& SecM ode=l & D ocId=582600& U sage=2).
ECRİ Tavsiye Kararları:
ECRİ tavsiye kararlarının tüm ü için bkz.
(http://w w w .coe.int/t/dghl/m onitoring/ecri/activities/G eneralThem es en.asp).
“ C om bating Racism , X enophobia, A ntisem itism And Intolerance”, ECRJ
General Policy Recommendation No. / , 4 October 1996.
-
175-
“Com bating Racism and Racial D iscrim ination in and T hrough School
Education”, ECRI General Policy Recommendation No. 10, 15 D ecem ber 2006.
“The
Fight
against
A ntisem itism ”,
ECRI
Genera!
Policy
Recommendation No. 9, 25 June 2004.
“ Com bating
Racism
while
Fighting
Terrorism ”,
ECRI
General Policy
Recommendation No. 8 , 17 M arch 2004.
“C om bating the D issem ination o f Racist, X enophobic and A ntisem itic
M aterial Via T he Internet”, ECRI General Policy Recommendation No. 6, 15
D ecem ber 2000.
“C om bating Intolerance and Discrim ination against M uslim s”,
ECRI
General Policy Recommendation No. 5, 27 April 2000.
“ National Surveys on The Experience and Perception o f D iscrim ination
and Racism From T he Point o f View o f Potential V ictim s”, ECRI General
Policy Recommendation No. 4, 6 M arch 1998.
“ C om bating Racism and Intolerance against R om a/G ypsies”, ECRI
General Policy Recommendation No. 3, 6 M arch 1998.
“ Specialised Bodies to C om bat Racism, Xenophobia, Antisem itism And
Intolerance at National Level”, ECRI General Policy Recommendation No. 2,
13 June 1997.
“C om bating Racism, Xenophobia, A ntisem itism And Intolerance”, ECRI
General Policy Recommendation No. / , 4 O ctober 1996.
Diger Kaynaklar:
A GIT Raporu-/l/?»//a/ Report For 2007 (O ctober 2008), “ Hate Crim es in
The
O sce
Region
Incidents
And
Responses”,
('httr>;//w w w .osce.orsi/publications/odihr/2008/10/33850 1196 en.pdf)
-
176
-
Hannah A R EN D T (2003), İnsanlık Durumu (Çev: B. Sina Şener, İstanbul:
İletişim),
David O. BRINK (2001), “ M illian Principles, Freedom o f Expression and
H ate Speech” (Legal Theory 7).
Boyle BOYLE (2001) “ Hate Speech-The United States Versus the Rest
o f the W orld?” ( Maine Law Review, 53/2: 487)
Fact Sheet on Hate Speech-Council o f Europe (2008 Novem ber),
(w w w .coe.int/t/D C /Files/Source/FS_hate_en.doc- s.2).
Tarlach M CG O N A G LEG (?), “W resting (Racial) Equality from Tolerance
of
H ate
Speech”,
(Dublin
University
Law
Journal
21,
http://w w w .ivir.nl/staff/m cgonagle.htm l-)
Tarlach M C G O N A G LEG (2005), “ Council o f Europe Approaches and
Legal D evelopm ents under the European C onvention on Hum an Rights C om bating Racially M otivated Crim e and Hate Crim es Through Legislation”
([Irish] National Consultative Committee on Racism and Interculturalism,
Dublin Castle, 8 June) (http://w w w .ivir.nl/staff/m cgonagle.htm n.
O SC E/O D IH R (2009), Hate Crime Laws a Practical Guide,
(http://w ww .osce.org/item /36671 .htmO.
Michel R O SEN FELD (2003), “ Hate Specch in C onstitutional
Jurisprudence: A C om parative A nalysis” (Cardozo Law Review April)
A nne W EBER (2006), “The C ase-Law o f The European Court o f Human
Rights on A rticle 10 ECHR Relevant for C om bating Racism and Intolerance”
(Expert Seminar: Combating Racism while Respecting Freedom o f Expression,
Organised by ECRI, Strasbourg, 16 17 N ovem ber: 98 ve 113)
(http://w w w .eoe. int/t/dghl/m onitoring/ccri/activities/Thcm es/frccdom expression
E N .asp)
- 177-
- 178-
KUŞAKLARARASI ADALET
Prof. Dr. A.Ülkü AZRAK
I
Bıı yazının başlığı “Geleceğe Dönük Adalet" ya da batı literatüründe
zam an zam an kullanıldığı gibi “Gelecek Kuşaklara Yönelik Adalet” (In
Fairnis to Futur Generations) de olabilirdi. Fakat bu çalışm a için seçtiğim
“Kuşaklararası Adalet” (Intergenerational Equity) biçim indeki başlık, bana
daha kapsamlı bir konuyu ifade eder gibi göründü. Çünkü bu adalet kavramı
sadece gelecek kuşaklarla değil, fakat bugünün farklı kuşaklarıyla da ilgilidir.
Ö nce “adalet” kavram ı üzerinde biraz durm ak istiyorum.
Düşünce
tarihinin ilk dönem lerinde adalet kavram ı bugünkünden daha yalın bir biçim de
ele alınm aktaydı.
Aristoteles “ Politika ” adlı eserinde adaletten söz ederken
şunları söylem ekteydi : “ Adalet devletten kaynaklanmaktadır. Çünkü adaletin
ne olduğunu hükme bağlayan hukuk, devletin düzenidir “ (RU SSEL, 2007: 207).
Aksi görüşü savunan Romalı hukukçu Domitius Ulpianus ise, adaletin
hukuktan önce varolduğunu
ve hukuku yarattığını, ünlü Digesta’sının I.
kitabında şöyle ifade etmişti : “Hukuk adaletten gelir. Adalet hukukun
anasıdır ” (STAM M LER, 1928: 2, Ulpian: libro prim o institutionum , D.1,1;
R AINER & FILIP, 1998: 1 ). K A N T ’ın ahlâk felsefesinde adaletli davranışın
insanın kendine yapılm asını istem ediği şeyi başkasına da yapm am ası gerektiği
söylem ini içerir. Bu söylem den insanın kendisinden sonraki kuşaklara karşı da
sorum luluk taşıdığı düşüncesine varılabilir.
Şu da var ki, “ adalet” in bir hukuk kavram ı olarak içeriğinin
belirlenm esinde ciddi bir güçlük vardır. Bu yüzden kimi hukukçular içeriği
tartışm alı olan adalet kavram ının p o zitif bir tem ele dayanm adığını ve dolayısıyla
“hukuk devleti”nin tanım ında da bu kavram dan yararlanılm asının yanlış olduğu
-
179
-
düşüncesindedirler1. Uygulam aya gelince; hem Türk A nayasa M ahkemesi
(K .2007/97)2, hem Alm an Federal Anayasa M ahkemesi (2 BvR 1724/09), adalet
kavram ını hukuk devletinin tem el unsurları arasında sa y m ıştır3.
Adalet kavram ının çeşitli açılardan ele alınarak incelenm esi, onun
H ukuk Devletinin tem el öğelerinden biri olup olm adığı sorununun çözüm üne
yardım cı olacağından, bu konunun incelenmesi gerekm ektedir. G erçekten her
şeyden önce adaletin A ristoteles’in ortaya koyduğu gibi, “dağıtıcı adalet”
(ıdüzeltici adalet= iustitia distributiva) ve “dengeleyici adalet” (delikleştirici
adalet = iustia commutativa) diye ayrılm ası (A R İSTO TELES, N ikom ak’ın
Etiği , 1130 b 30 -1131 a 9 akt. R Ü TH ER S,1999: 203) bu konudaki klasik bir
yaklaşım olarak benim senm iş olup günüm üzde de varlığını sürdürm ektedir
(GÜRİZ, 1990: 11 vd).
Devlet, yargı alanında “ dengeleyici a dalen
gerçekleştirm esine karşılık, idari faaliyetler ve özellikle sosyal kamu hizmetleri
alanında “ dağıtıcı adaleti” gerçekleştirir. Şunun da işaretlenm esi gerekir ki,
1982 A nayasası’nın 65. maddesi ‘'''dağıtıcı adalet" m
devlet eliyle
gerçekleştirilm esine, bütçenin im kân verdiği ekonom ik ve mali güç ile ilişkili
olarak, sınır getirm iştir 4. Çağdaş dünyada bunlara bir de “ sosyal adalet”
(iustitia socialis) eklenm iştir. 1961 A nayasası’nın “Tem el H akların N iteliği ve
K orunm ası” başlığını taşıyan 10. m addesinin 2. fıkrasında “ Devlet, kişinin
temel hak ve hürriyetlerini, fert huzuru . sosyal adalet ve hukuk devleti
ilkeleriyle bağdaşm ayacak surette sınırlayan siyasi, iktisadi ve sosyal bütün
engelleri kaldırır” denm iştir. Bu çağdaş ve ilerici hüküm ne yazık ki 1982
1 Pozitivist görüşe yakın hukukçuların yaklaşımı budur. Bunun bir örneğine şu
eserde rastlanabilir : GÖZLER, 2000:152). GÖZLER, Anayasa Mahkemesinin bu
konudaki kararlarının da yanlış olduğunu ileri sürmektedir. Batılı pozitivist hukukçular ,
ezcümle AvusturyalI KELSEN ve Alman hukuk felsefecilerinden RADBRUCH da
adalet kavramının içeriğinin belirsizliği nedeniyle pozitif hukuku bu kavrama
dayandırma olanağının bulunmadığını ileri sürmekteydiler.
2 Kararda şöyle deniyor : “...yasaların...âdil kurallar içermesi ve hakkaniyet
ölçütlerini gözetmesi hukuk devleti olmanın gereğidir” . Belli cezalara karşı kanun yolu
yargılamasının kabul edilmemesini öngören bir yasa hükmü karşısında , yüksek
mahkeme iptal kararında aynen yukarıdaki ifadeye yer vermiştir. Bkz. K.2009/114.
3 Alman Federal Anayasa Mahkemesi : Anayasa Şikayeti yoluyla yapılan bir
başvuruyla ilgili olarak verdiği kararda, ağır hastalığa müptela olan bir kişinin
yargılanmasının adaletli olup olmayacağı ve hukuk devleti ilkelerine uyup uymayacağı
sorununu ele alarak incelemesini bu yönde yapm ıştır.
4 Batının bilim dünyasında, dağıtıcı adaletin benzer nedenlerle sınırlanmasını
“toplum y ararı” (bonum comımınae) ile açıklayanlar da vardır. Örnek olarak bkz.
(GEIGER, 1959: 784).
- 1 80-
A nayasası’na alınm am ıştır. Sosyal devlet ilkesine dayanan planlı ekonom ilerde,
liberal ekonom ilerdeki konsensüse (uzlaşm aya) dayalı “dengeleyici adalet '’’in
yerini , “dağıtıcı adalet" alır. Dağıtıcı adalet kavram ıyla ilintili olan en önemli
ilke “eşitlik ilkesi”dir. B irbirinin aynı olan olaylara aynı hukuki hüküm lerin
uygulanm ası ve aynı durum da olanlara da eşit m uam ele yapılm ası adalet
ilkesinin gereğidir. Ancak, m utlak eşitlik ile göreli eşitlik arasında ayrım
yapılm ası gerekir. İnsan onuruna saygı, temel haklara ilişkin güvence, seçim
hakkı, yargıya başvurm a hakkı gibi konularda m utlak eşitlik ilkesi gcçerlidir.
Buna karşılık sosyal yardım , özendirici önlem ler, dolaysız vergiler ve idari
yaptırım lar gibi konularda da göreli eşitlik söz konusudur.
Ç ağdaş toplum larda farklı işlevlerin adaletli dağıtılm ası ihtiyacı, başka bir
eşitlik ilkesinin ortaya atılm asına yol açm ıştır ki, o da “şans ve fırsat
eşitliği”dir. Bunun en tipik örneği, kendini geliştirm e şansının tüm halk
kesim lerine bahşedilm esidir ki, güç olan da buna olanak sağlayacak bir toplum
düzeninin tüm koşullarıyla gerçekleştirilm esidir. Bu konu, çalışm anın başlığını
oluşturan “geleceğe dönük adalet” kavram ıyla ilişkilidir. Çünkü şans ve fırsat
eşitliğinin sağlanm adığı bir toplumda “geleceğe dönük adalet” kavram ve
ilkesinin geçerlik kazanm ası m üm kün değildir.
II
1.
Son yıllarda adalet ilkesi kapsam ında çok ilgi çekici bir perspektif
ortaya çıkm ıştır ki, o da “kuşaklar arası adalet” ya da bu çalışm anın
başlığındaki gibi “geleceğe dönük adalet” olarak ifade edilm ektedir. Bunun
özü şudur:
Bir ülkede kısa vadede olum lu sonuçlar verecek, fakat halihazırda çocuk
yaşta olanlar ve henüz dünyaya gelm em iş, am a gelecek olan kuşaklar için
adaletsiz sonuçlar yaratacak bir politika izlendiği takdirde “kuşaklararası adalet”
çiğnenm iş olacaktır. Toplum da bugün çeşitli alanlarda şöyle veya böyle
yaratılabilm iş bir uzlaşm ayla, ya da böyle bir uzlaşm a söz konusu olm adan tek
yanlı olarak alınm ış kararlar ve yapılan uygulam alar, gelecek kuşakları, onların
hiçbir katkısı olm aksızın olum suz biçim de etki altına alacağından adaletli
görülemez. H er şeyden önce, gelecekte hiçbir biçim de değiştirilem eyecek,
düzeltilem eyecek sonuçlar yaratan kararların alınarak uygulam aya konm ası,
gelecek kuşaklara adaletsiz davranılm asının tipik bir örneğini oluşturur. Şunun
da gözden kaçırılm am ası gerekir ki, özellikle tüm evreni etkisi altına alan çevre
sorunları ulusal sınırları aşarak uluslar arası boyutlara çoktan ulaşm ış
bulunm aktadır. Bunların başında, aşağıda daha ayrıntılı biçim de açıklanacağı
-
181
-
gibi,
teknolojik gelişm eler ve bu gelişm elerin yarattığı,
dünya iklimini
değiştiren olum suz etkiler gelm ektedir.
Öte yandan siyasal iktidarların,
izleyecekleri politikaları belirlerken bir yandan kendi siyasal çıkarlarını, beri
yandan da dayandıkları sosyal katm anların çıkarlarını sürekli bir biçim de ön
planda göz önünde bulundurm aları, ülkenin doğal ve fınaıısal kaynaklarını
geleceğin kuşaklarının gereksinm elerini hesaba katm adan kullanm aları,
kuşaklararası adalet kavram ve ilkesinin küresel planda hızla artan bir önem e
kavuşm asına yol açm ıştır. K uşaklararası adalet, maddi kaynakların (doğal
zenginliklerin), yaşam şans ve kalitesinin kuşaklar arasında adaletli dağıtım ını
ifade eder. Başka bir söyleyişle, kuşaklararası adalet, her kuşağın kamusal
borçlanm a, iş alanlarının daralm ası (işsizlik) ve çevrede giderilm esi güç ya da
olanaksız
zararlar yaratılm ası
gibi olum suzlukları kendisinden sonraki
kuşaklara aktarm am ak doğrultusunda sorum lu davranm ası anlam ına gelir5.
Bu denli inandırıcı bir kavram ve ilkeye real politikada bu kadar az yer
verilm esi
neden
ileri
gelm ektedir?
G eleceğe
dönük
adaletin
gerçekleştirilm esinin yapısal engelleri nelerdir? Bu engeller nasıl ortadan
kaldırılabilir? Bu soruları doğru cevaplandırabilm ek için her şeyden önce
çağdaş dem okrasilerin önceliklerinin göz önünde tutulm ası gerekir.
İçinde bulunulan zam anın sorunlarının çözülm eğe çalışılm ası ve bu arada
geleceğin ihm al edilm esi çağdaş dem okrasilerin yapısal bir problem idir. Oysa
m alî politika, çevre politikası, eğitim politikası ve sosyal güvenlik politikası gibi
alanlarda yapılan yanlışlar gelecek kuşakların yaşam kalitesini ciddi biçim de
olum suz etkiler. A çık ya da üstü kapalı kam usal borçlanm aların yarattığı malî
yüklerin zam an bakım ından ileriye kaydırılm ası siyasi kadrolar için çekici bir
şeydir;
ama bu,
sonraki kuşakların uygulam ak isteyecekleri siyaseti
geçm iştekinden bağım sız bir biçim de şekillendirm e şansım tüm üyle ortadan
kaldıran ya da çok sınırlayan bir etken olarak ortaya çıkabilir.
Her siyasal parti kısa aralıklarla çoğunluğun oylarım elde etme
zorunluluğu karşısında halihazırdaki seçm enlerin çıkarlarının tatm inine yönelir.
Bu olgu, bir siyasal parti içinde geleceğe dönük politikalar oluşturm a hususunda
çaba harcayan politikacılarla
kısa vadeli çıkarlar vaad etm eye yönelen
politikacılar arasında yarışm a daim a birincilerin aleyhine sonuçlanır . Bunun
önüne geçebilecek tek şey, anayasada ve yasalarda, geleceğe dönük politikalar
oluşturulm asını zorlayıcı hüküm lere yer verilm esidir (TREM M EL: 1-2).
5
Bu husus, yukarda sözü edilen, KANT’m ahlâk felsefesinde ortaya çıkan
yaklaşımla uyum göstermektedir.
- 182 -
2.
ilişkisi:
Sürdürülebilirlik kavramının geleceğe dönük adalet kavramıyla
U luslararası belgelerde ve literatürde “sürdürülebilirlik” (sustainibility =
Nachaltigkeit) , “şimdiki ve gelecek kuşaklara sosyal, kültürel, ekonomik ve
doğa! çevre konularında tatmin edici olanaklar sunularak yaşam kalitesinin
sürekli biçimde yükseltilmesi”
biçim inde tanım lanm ıştır (GLADW IN
K EN N ELY & K RA U SE, 1995: 877. K A RA BU LU T, 2004: 7 3 ’ten naklen).
Sürdürülebilirlik kavram ı genel olarak kabul edildiği üzere üç temel öğeyi
içerir: 1 - Ekolojik anlam da sürdürülebilirlik, şim diki ve gelecekteki kuşaklar
için kültürel ve doğal çevrenin ve iklim koşullarının korunm asından oluşur. 2E konom ik anlam da sürdürülebilirlik, ekonom ik kaynakların tüm kuşaklar için
söm ürüden korunm ası ve ekonom ik refahın sağlanm asıdır. 3- Sosyal anlam da
sürdürülebilirlik,
toplum un tüm bireylerinin katılım ının sağlanm ası ve
toplum sal güçler arasında denge sağlanarak geleceği de kapsayan, yaşanm ağa
değer bir sosyal ortam ın yaratılm asıdır. Sürdürülebilirlik kavram ının tanım ı ve
içerdiği öğeler, bu kavram ın kuşaklararası adalet kavram ıyla sıkı bir ilişki
içersinde olduğunu ortaya koym aktadır.
Öte yandan “ sürdürülebilirlik” kavram ı içinde yer alan “sürdürülebilir
1983 yılında, Norveç Başbakanı Dr.
G ro H arlem B R U N D TLA N D ’in
başkanlığında kurulan
Brundtland
Komisvonu’nca 1987 yılında açıklanan bildirgede şöyle tanım lanm ıştı :
kalkınma “ (sustainable development)
“Bugünün ihtiyaçlarını, gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını karşılama
yeteneğini tehlikeye atmadan karşılayan kalkınma ” 6. K om isyon’un görüşüne
göre, ekonom ik kalkınm anın gerçekleştirilm esi uğrunda çevrenin tahrip edilmesi
karşısında böylesi bir kalkınm a gerçek bir kalkınm a sayılam ayacağı gibi, bunun
sürdürülebilirliği de söz konusu değildir. Bu raporun yayım lanm asından 5 yıl
sonra Rio de Janeiro’da çeşitli ülkelerden 30.000 tem silcinin katılım ıyla
toplanan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Dünya Zirvesi nde de
çalışm aların ağırlık m erkezini “sürdürülebilir kalkınma ” konusu oluşturm uştur.
T ürkiye’nin de katıldığı bu zirvede üzerinde anlaşm aya varılan 14 Tem m uz
1992 tarihli Bildirgede kabul edilen ilkeler özet olarak şunlardır:
1.
Sürdürülebilir kalkınm anın m erkezinde insan vardır sağlık ve doğayla uyum lu
bir verim li yaşam). 2. D evletler kaynaklarını B irleşm iş M illetler Sözleşm esi’nin
6
Öbür adı “W orld Commission of Environm ent and Development” olan bu
komisyonun 1987’de yayımladığı raporda
kullanılan orijinal
ifade şöyledir :
“Sustainable development is development that meets the needs o f the present without
compromising the ability o f future generations to meet their own needs ”.
-
183
-
ve uluslar arası hukuk kurallarının çerçevesinde kendi belirleyecekleri çevre ve
kalkınm a politikalarına göre işletme ve kullanm a hakkına sahiptir. Bu hakkın
öteki devletlerde ve kendi ülkesinde çevreye zarar vermesinin kendi yargısı ve
öteki kontrol sistem leriyle önlenm esini garanti edecektir. 3. Kalkınma hakkı,
şim diki ve gelecekteki kuşakların kalkınm a ihtiyaçlarına uygun bir biçim de
kullanılacaktır.
Bunun dışında, yoksulluğun giderilm esi, gelişm ekte olan ülkelerin
gelişm iş ülkelere göre çevre ve özellikle iklim in korunm asının yükleyeceği
külfetler bakım ından ekonom ik öncelik taşım ası, kalkınm a ve çevre korum asının
geleceğe dönük adalet kavram ıyla bir bütün oluşturm ası, devletlerin çevre etki
değerlendirm esinin ciddi bir biçim de yürütülm esi için m evzuatına hüküm ler
koym ası gibi ilkeler 27 m adde içersinde ön görülm üştür. Belirtilmesi gereken
husus şudur ki T ürkiye’nin de imzaladığı bu bildirge hukuki anlam da bağlayıcı
olmayıp, iklimin ve çevrenin korunm asının sürdürülebilir kalkınm a bir bütün
olarak yürütülm esi konusunda bir takım tavsiyeleri içerm ektedir.
Bu zirveden 10 yıl sonra, 26 Ağustos-4 Eylül 2002 tarihleri arasında
Johannesburg’ta toplanan ve T ürkiye’nin de bizzat Cum hurbaşkanı ile tem sil
edildiği “Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi”nde de benzer konular
m üzakere edilm işse de
ağırlığın çevre korunm ası konularında olduğu
görülm ektedir. Bu toplantının sonunda çıkan siyasal bildirge ve uygulam a
planının içeriğine bakılırsa, uzak tarihlere yollam ada bulunan bazı tem ennilerden
öteye geçm ediği anlaşılır. Ö rneğin : “ Kimyasal ve zehirli atıkların olumsuz
etkileri 2020 yılına kadar en aza indirilmelidir”, “zarar gören halik bölgeleri
2015 ’e kadar -m üm kün- olduğu ölçüde iyileştir ilm elidir” , “kullanılabilir temiz
su kaynakları sorunu 20015 yılm a kadar çözülm elidir”, “orman ve benzeri
doğa! zenginliklerin yitirilmesi süreci durdurulmalıdır”.
Şunun belirtilm esi gerekir ki, Rio Zirvesi olsun Johannesburg zirvesi
olsun neoliberal çevre korum acılığı yaklaşım ını belgelendirildiği toplantılar
olduğu anlaşılm aktadır. G erçekten, ekolojik dengeyi korum a politikalarının
uluslar arası ticaret için engel oluşturm am ası çabasına yer veren Rio Zirvesi
sonuç bildirgesi (A janda 21) , Johannesburg Zirvesinde de alınan kararlara da
öncülük etm iştir. Bunun kadar ciddi bir soıun da, K yoto P rotokolü’nde “fo sil
yakıtlar" ın kullanım ının en aza indirilm esinin ve karbondioksit, metan,
hidroflorokarbon ve diğer zehirli gazlara büyük ölçüde sınırlam a getirilm esinin
ön görülm esine karşılık, bu zirvenin sonunda kabul edilen B ildirge’nin 19.
m addesinde “ daha temiz fo sil yakıtların kullanılmasının “ nın önerilm esi, dünya
çapında bir skandali belgelem ektedir. Aynı m addede “ biiyiik hidroelektrik
projelerinin desteklenmesi” gibi bir ifadenin yer alması dünyanın bazı
- 184-
bölgelerinde kendisini gösteren su sorununu görm ezden geldiğinin kanıtıdır.
Oysa T ürkiye’de olduğu gibi kam u malı statüsünde olan su kaynaklarının
özelleştirilm esi de yavaş, fakat em in adım larla gündem e gelm ektedir.
Çevre konusunda kullanm a - korum a dengesi bugüne kadar
kurulam am ıştır. Özellikle T ürkiye’de yanlış yerleşim politikası, kritik
bölgelerdeki nüfus yoğunluklarını artırıcı etkenlerin sınırlandırılm am asının
doğal varlıkların hızla tüketilm esine yol açması gibi olgular güncelliğini
korum aktadır. Eğilim, korum a değil kullanm a doğrultusundadır. Sürdürülebilir
kalkınm a faktörünün öne geçirilm esinin çevre sorunlarım ağırlaştırıldığının da
unutulm am ası gerekir.
B unlar ve diğer bazı olgular, aşağıda daha ayrıntılı
olarak açıklanacağı gibi,
kuşaklararası adaletin gerçekleştirilm esinin ciddi
engelleri olarak görünm ektedir.
III
1. Çevre koruma
değerlendirilmesi:
sorununun
kuşaklararası
adalet
açısından
Çevre korum a konusunun, yukarda da değinildiği gibi, sadece bugünün
kuşakları bakım ından değil, aynı zam anda geleceğin kuşakları bakım ından da
büyük önem taşıdığında kuşku yoktur. Burada söz konusu olan, hüküm etlerin ve
insanların çevreye m üdahalelerinin yarattığı ve gelecek kuşakları da, onların
hiçbir katkısı olm aksızın, etkileyen olum suz sonuçların saptanm ası ve bunların
en aza indirilm esi, hatta m üm künse tüm üyle giderilm esidir.
1.1.
G ünüm üzde tüm insanlığı tehdit ettiği gibi kuşaklararası adaleti de
tehlikeli ve kapsam lı bir biçim de zedeleyen olum suz gelişm e, “küresel
iklim değişikliği”dir. Gerçekten dünyam ız, çok tehlikeli boyutlara ulaşan iklim
değişikliği olgusuyla karşı karşıya bulunm aktadır. Küresel ısının 50 yıldır, önce
yavaş, daha sonra hızlı bir tem poyla yükseldiği bilim sel olarak ortaya
konm uştur. Bunun nedeni, bilim sel olarak açıkça ortaya konduğu gibi, insan
eliyle yaratılan sera gazları salınım ıdır. Yukarda Rio Bildirgesi ile ilgili olarak
yapılan açıklam alarda adı geçen gazlar sanayi, ulaşım, tarım ve savunm a
sektörlerinde ortaya çıkm aktadır. Bu salınım ları yok eden orm anların giderek
azalması tehlikeyi ağırlaştırm aktadır.
Ozon tabakasının incelm esi, hatta
delinm esi sonucunda ortaya çıkan yeryüzü ısınması ve bu yüzden buzulların
erim esi deniz seviyesinin yükselm esiyle gelecekte bazı yaşam bölgelerinin su
en
- 185-
altında kalm asına, böylecc gelccek kuşakların yaşam alanlarının daralm asına yol
açacaktır'.
Öte yandan, yıllar boyıı dünyanın gelişm iş bölgelerindeki ulusötesi
şirketlerin az gelişm iş bölgelerin halklarını söm ürerek büyüm elerinin ve bunu
yaparken de iklim değişikliğine yol açan teknolojiyi kullanm alarının faturasını
ön planda bu sonuncular ödem ektedirler. Ö zellikle güneydoğu Asya ülkelerinde
son yıllarda görülen tayfun, sel basm ası, yer kaym ası gibi afetler, Latin
A m erika’nın yağm ur orm anlarının kâr hırsının kurbanı olarak hızla azalm ası,
buralarda sıcaklığın artm ası, A frika'da kuraklığın giderek yaygınlaşm ası bu
bölgelerde yaşayan halkları yok olm a tehlikesiyle karşı karşıya bırakm aktadır.
K yoto P ro to k o lü , özellikle dünyanın az gelişm iş bölgelerinde küreselleşm e
süreçleriyle ortaya çıkan yıkım ın m aliyetini bu bölgelerdeki halkların sırtına
yükleyen, bozulan iklim koşullarının yol açtığı çevresel zararların giderilm esi
bahanesiyle yeni kâr alanları yaratan ulusötesi şirketlerin bu gelişm edeki
sorum luluklarını
göz
önünde
bulundurm adığı
için
ciddi
biçim de
eleştirilm ektedir. Bu nedenle “Halkların İkliın Değişikliği Protokolü” adı
altında sivil inisiyatifle oluşturulan bir alternatif protokolde, sera etkisi yaratan
gazların salınım ında önem li indirim lere gidilm esi;
yeniden dönüşüm
yöntem leri, fosil yakıtlar yerine yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılm ası;
sürdürülebilir olm ayan üretim araçları için yeni seçenekler konusunda araştırm a
ve geliştirm e ulusal program ların hazırlanm ası; kuzey yarı kürenin kirletici
sanayilerini G üneye aktarm alarına son verilm esi de dahil, sürdürülebilir
kalkınma politikalarının geliştirilm esi gibi am aç ve hedefler öngörülm üştür
(DURU, 2008).
Y erkürenin hızla ısınm asının başlıca nedeni olan fosil yakıtların
kullanım ının sınırlandırılm ası hususundaki âcil önlem lerden biri üzerinde yaptığı
çalışm alarla ünlenm iş olan A B D .’li bilim adamı Dr. Jam es HAN SEN , ilginç bir
öneri sunm uştur. Buna göre fosil yakıtlara kullanım a göre oram artan
(m üterakki) bir vergi uygulanm ası yoluna gidildiği takdirde, bu caydırıcı bir
önlem olabilir (HA N SEN , 2008).
Daha önceki kuşakların izledikleri enerji politikası, nasıl günüm üzün
kuşaklarının om uzlarına tüm olum suzlukları yüklem iş bulunuyorsa, bugün
7
Türkiye, karbondioksit salınımında %1.3 payla dünya listelerinde 13. Sırada yer
alıyor. 1990’da amosfere yıllık olarak 200 milyon ton karbondioksit salınırken, 2009’da
bu miktar 400 milyon tona yükselmiştir. Bu sayılar, Türkiye’nin küresel ısınmaya
katkısının nasıl bir hızla arttığını göstermektedir.
- 186-
izlenen enerji politikasında değişiklik yapılm adığı takdirde, geleceğin kuşakları
da benzer olum suzluklarla çok daha yüksek oranda karşılaşacaktır*. Bunların
başında atm osfer ısısının ciddi ölçüde yükselm esi (40 dereceye yakın sıcaklığın
m evsim norm ali olm ası) ve bunun sonucunda ekim alanlarının kurum ası ve tüm
ırm akların taşıdığı su m iktarının düşm esi, barajlardaki suların azalm ası ve
yüksek basınç kuşağının kuzeye kaym ası sonucunda T ürkiye’ye egemen
olabilecck tropikal iklim koşullarının düzensiz, ani ve şiddetli yağm urlara,
sellere, hortum, kasırga ve yer kaym aları gibi olaylarla karşılaşılabilecektir.
K aradeniz bölgesi dışında ise yağışlar ciddi ölçüde azalacak, ekosistem in
değişm esi, birçok canlı türünün yokolm a tehlikesiyle karşılaşm asına neden
olacaktır ( Bkz. w w w .cevrconline.com /kuresel/kuresel% 20isinm a% 20Turkev.htm
). Y apılacak şey Kyoto Protokolü’nü bir an önce im zalayıp karbon
em isyonlarını en aza indirm ek konusunda bu protokolü kabul etmiş olan öteki
ülkeler üzerinde baskı kurm aktır. Yalnız T ürkiye’nin bunu yapabilm esi için,
önce kendisine çeki düzen verm esi gerekm ektedir. Çünkü T ürkiye’de hava
kirliliği ve atm osferin ısınması, ayrıca kül atıklarıyla ırm akların ve denizlerin
kirletilm esi gibi zarar verici olayların baş sorum lusu devlettir. T ürkiye’de bugün
fosil yakıt kullanan yaklaşık 13 elektrik santralı bulunm aktadır. Bunların hemen
hepsi ithal edilen köm ürü (hem de K olom biya’dan ithal edilen en düşük
kalitelisini) kullanm aktadır. Bu kadar zarar verici tesis yeterli görülm em iş
olacak ki 46 yeni term ik santral kurulm ası planlanm ış bulunm aktadır. Bunlarm
çoğu köm ürle çalışacaktır9.
1.2.
Nükleer enerji üretimi de gelecek kuşakların sağlıklı yaşam ını
tehdit eden bir etken olarak ortaya çıkm aktadır. Tem iz enerji üretim i olarak
propagandası yapılan nükleer enerji üretim inin hem radyoaktif sızıntılarının
s Türkiye karbondioksit salınımmda dünyada %1,3’lük payla 13. Sırada yer
alıyor. 1990 yılında atmosfere 200 milyon ton karbondioksit bırakırken, bu sayı yıllar
boyu artış göstermiştir ve 2010 yılında 400 milyon tonu aşması beklenmektedir. Şu anda
%72.6 oranındaki sakınım artışıyla OECD ülkeleri arasında en yüksek salınım artışına
sahip ülkeyiz.
9
600 nıv gücünde, kömürle çalışan bir termik santralın yıllık kömür tüketimi
ortalama 5 milyon ton, üreteceği kül miktarı 3 milyon tondur. Atmosfere bıraktığı gaz
ve diğer radyoaktif maddelerin miktarı yıllık 15 milyon tondur. Bu rakamlar zaman
zaman arıza yapan ve bacasına ekonomik nedenlerle bir filtre bile yerleştirilmemiş
bulunan Muğla-Yatağan santralı esas alınarak belirlenmiştir.
Arazide depolanan
kömürün yerin altına sızan sular nedeniyle yer altı sularını da kirletmekte olduğunun da
unutulmaması gerekir. Yatağan santralının bulunduğu bölgede alman yer altı suyu
örnekleri, buradaki santralın havayı kirlettiği kadar yer altı sularının da kirlettiğini açıkça
göstermiştir.
-
187
-
hemen hem en hiç önlenem em esi, hem de radyoaktif atıkların güvenli bir
biçim de depolanm asında ortaya çıkan güçlükler l0, teknik sorunlar ve m alî yük
geleceğe dönük adalet ilkesine de ciddi bir biçim de gölge düşürm ektedir. Her
şeyden önce nükleer enerji santrallarında bugüne kadar ortaya çıkan kazalar, bu
tesislerin ne denli tehlikeli olduğunu ortaya koym aktadır. Bu kazalardan en
büyüğü T ürkiye’nin çok yakınındaki U krayna’da Ç ernobil nükleer santralında
30 Nisan 1986 tarihinde m eydana gelen kazanın T ürkiye’de yarattığı ölüm le
sonuçlanan kanser olayları Türk Tabipleri Birliğinin 2006’da yayım ladığı
raporda gösterilm iştir. Fakat yalnız Ç ernobil’de değil dünyanın başka yerlerinde
de birçok atom reaktörü kazası m eydana gelm iştir. B unlardan en önem li birkaç
tanesi şunlardır:
• 1975’te Japonya’da Tsuruga 1 atom santralının boru hattında ortaya
çıkan kırık nedeniyle 37 işçi radyasyona m aruz kaldı.
• 1979’da A B D ’nin Pennsylvania eyaletinin H arrisbur bölgesinde Three
M iles Island kazası olarak bilinen kazada atom çekirdeğinin erim esi sonucunda
büyük bir kaza oldu.
• 1999’da Japonya’da Tokaim ura nükleer santral kazası sonucunda 49 işçi
yüksek radyasyon aldığı için hastaneye kaldırıldı. Santral civarında yaşayan 310
bin kişi uzun süre evlerinden çıkarılm adı ve 10 kilom etre karelik alan yasak
bölge ilân edildi.
• 2 004’te Japonya’nın M iham a kentindeki atom santralında radyoaktif
buhar sızıntısı sonucunda 1 kişi öldü, 10 kişi dc yaralandı.
7
H aziran 1997 tarihinde İstanbul Ü niversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
ile T ürk Fizik D erncği’nin A k k u y u ’da bir nükleer santral yapılm asına ilişkin
proje dolayısıyla,
M ersin’de ortaklaşa düzenlediği sem pozyum da sunulan
bilim sel bir raporda A lm anya’daki atom santralarında m eydana gelen ufak
kazalar ve radyoaktif sızıntılar ve bu sızıntıların bu santraların çevresinde 5
kilom etre karelik alanda çocuk lösem ilerinin % 700 arttığı belirtilm iştir. Bütün
bu olum suz örneklere ve bölge halkının itiraz ve protestolarına karşın Türk
hüküm eti deprem tehlikesine m aruz olduğu bilim adam larınca kanıtlanan
M ersin’in Akkuyu sahil ve balıkçı köyünde nükleer santral yapım ında ısrarlı
davranm akta ve bu hususta artık dünyanın hiçbir yerinde nükleer santral yapm a
şansı kalm am ış olan yabancı firm alara yaptırm ak üzere ihaleye çıkm ağa
10
2007 yılına kadar saptanan rakamlara göre Alman nükleer santrallarında 7196
ton plütonyum atık olarak uzaklaştırılmaktadır. Bilimsel veriler plütonyumun tamamen
yok olması için 24.110 yıl geçmesi gerekiyor. Bu gerçek, gelecek kuşakların sağlığının
ne uzun süreli ve ağır bir tehlikeyle karşı karşıya bırakıldığını göstermektedir.
- 188-
hazırlanm aktadır11. Oysa T ürkiye’nin dc im zaladığı A vrupa Çevre Sağlığı
Bildirisine göre enerji üretim i tesisleri kurulabilm esi için yöre halkının
görüşünün alınm ası zorunludur. Gene T ürkiye’nin tara f olduğu Barselona
Sözleşm esinde A kdeniz kıyısında kurulacak term ik ve benzeri santralların
A kdeniz’i kirletm esi tehlikesi karşısında yapılm adan önce böyle bir projenin
A kdeniz’e kıyısı olan öteki ülkelerin bilgisine sunulm ası gerekir. Akkuyu
nükleer santralı konusunda bunlardan hiç biri yapılm adığı gibi Ç evre Etki
D eğerlendirm e
(Ç ED )
R aporu
alınm ası
yoluna
da
başvurulm adığı
görülm ektedir. Şunun da unutulm am ası gerekir ki, nükleer santralın mutlaka
deniz kıyısında kurulm ası sebepsiz değildir. Gerçekten santralın çalışırken
tesisin içinde ısınan suyu dışarı atıp, tesise soğuk su alm ası zorunludur. Böyle
bir transaksiyon, denize deşarj edilen sıcak suyun oradaki balıkların yaşam ına
son vermesi, ya da onları göçe zorlam ası nedeniyle bölgede balıkçılıkla yaşamını
sürdüren bölge halkının geçim kaynağını ortadan kaldıracağı yadsınam az bir
gerçektir.
T ürkiye’nin tem iz ve ucuz enerji niteliğindeki güneş enerjisi, jeoterm al
enerji vc rüzgâr enerjisi bakım ından ne kadar zengin olanaklara sahip olduğu
ortadayken hava kirliliğine ve yerkürede ısının artm asına yol açan fosil yakıttan
elektrik enerjisi elde etme yöntem lerine başvurm ası, sadece şim diki değil,
gelecek kuşakları da olum suz etkileyecek adaletsiz bir davranıştır.
1.3. Toprağın ve suyun kirlenmesi ve sonuçları:
Toprağın ve suyun kirlenm esinin geleccğe dönük sonuçları da
kuşaklararası adaleti zedeleyen bir olgu olarak ortaya çıkm aktadır. Gerçekten
toprağın alıcı ortam olarak kirlenm esi birçok yoldan gerçekleşir. Kirliliğe neden
olan bazı faaliyetler sonucunda ya da tehlikeli m addelerin ve atıkların toprağa
deşarjı ve sızm ası suretiyle toprak kirliliği ortaya çıkar ı:.
11 A vrupa’da 1986 yılından bu yana hiçbir ülkede artık nükleer santral yapımı
söz konusu olmamıştır. Bu nedenle bu alanda çalışan firmalar ve bunların personeli işsiz
kalmıştır. Bu firmaların şimdi gelişmekte olan ülkelerden sipariş alma hususunda çok
lıeveskâr olmalarının nedeni dc budur.
12 Toprağın kirletilmesinin önlenmesi için T oprak Kirliliğinin Kontrolü
Yönetmeliği çıkarılmış bulunmaktadır (RG. 31 Mayıs 2005). İlginç olan husus, bu
yönetmeliğin 1. maddesinde “ ... gerekli tedbirlerin alınması esaslarını sürdiirülebUer
kalkınma hedefleriyle uyumlu bir şekilde ortaya koymak” tan bahsedilmiş olmasıdır.
-
189
-
1.3.1. T ürkiye’de son ydlarda toprağın tehlikeli biçim de kirletilm esi, altın
üretim iyle ortaya çıkm ıştır. B ergam a’da altın üreten b ir yabancı firm anın
(Eurogold), ucuz ve hızlı bir üretim i sağlam ak için kullanılan “siyanür liçi
yöntemi "ile toprağa zehirli ve bu nedenle çevre sağlığı bakım ından büyük bir
tehlike yaratan bir m addeyi enjekte etmesi, bölgede tarım sal üretim i en az 50 yıl
boyunca olanaksız hale getireceği için bölge halkının protestosuyla karşılaşm ış,
yargıya yapılan başvurular altın işletm e ruhsatının iptaliyle sonuçlanm ışsa da
D anıştay’ın konuya ilişkin olarak verdiği 2005 ve 2006 tarihli kararlarının
idarece uygulanm am ası, sorunun AİHİM önline getirilm esine neden olmuş ve
AİHM de davacıları haklı görerek tazm inata hükm etm iştir (Sözü edilen yargı
kararlarının analizi için bkz. YAĞ LI, 2007). D anıştay 6. Dairesi U şak’ın Eşm e
ilçesinde faaliyet gösteren Kışladağ altın m adeni üretim i için verilm iş olan
olum lu ÇED raporu üzerine Ç evre ve O rm an B akanlığı’nca işletme ruhsatı
verilm esini hukuka aykırı bularak ÇED raporunun yürütülm esinin durdurulm ası
kararı verm iştir (9.7.2007, bkz. YAĞLI, 2007).
1.3.2. Suyun kirletilm esine gelince; bu konudaki kirletm e eylem inin
etkilerinin çok uzun süreceği ve kirliliğin giderilm esinin de bazı durum larda
neredeyse olanaksız olduğu düşünülürse, bunun da kuşaklararası adaleti ne denli
zedelediği açıkça görülebilir. N e yazık ki, üç yanı denizle çevrili T ürkiye’de
deniz kirliliği büyük boyutlardadır.
Ö zellikle İstanbul'da uzun yıllardır
denizden yararlanılm ası olanaksız hale gelm iştir. B unun yanında çok önem li bir
kirlenm e olayı da göller, içme suyu rezervuarları ve akarsularda ortaya çıkmıştır.
En dram atik olanı da İstanbul ve civarındaki barajların çevresinde, yakın
m esafelerde izinsiz olarak yerleşim (gecekondu) bölgeleri yaratılm ış olm ası ve
B üyükşehir B elediyesinin de oy kaygısıyla buna engel olm am ış bulunm asıdır13.
Bu konuda önlem alınm ası hususunda çok geç kalınm ış olm ası, 31.12.2004
tarihinde Resm i G azetede yayım lanm ış olan Su Kirliliğini Kontrol
Yönetmeliği’nden beklenen sonuçların elde edilm esini güçleştirm ektedir. Adı
geçen yönetm eliği göre, içme ve kullanm a suyu rezervuarları ve benzeri su
kaynaklarının korunm ası bağlam ında buralara katı atıkların atılm ası, arıtılm ış
olsa dahi atıksuların deşarjı, buralarda akaryakıtla çalışan kayık, m otor ve
benzeri araçların kullanılm ası yasaklanm ıştır (md. 1 6 ). Bu gibi m ekânlarda 300
m etrelik kısa m esafeli, 1 kilom etrelik orta m esafeli ve 3 kilom etrelik uzun
mesafeli korum a alanları ön görülm üştür. Bu alanların her birinde de
yapılam ayacak şeyler belirlenm iştir. Y önetm eliğin hüküm leri ciddi biçim de
13
Ömerli barajının çok yakınında inşa edilen gecekondulardan oluşan
Sultanbeyli ve Şamandıra yerleşim bölgeleri, atık sularıyla yıllar boyu bu barajı
kirletmişlerdir.
-
190
-
uygulanm ası koşuluyla, suların kirletilm esinin önlenm esi olanağının geleceğe
dönük olarak yaratıldığı söylenebilir.
IV
1.
Hükümetlerin iç ve dış borçlanmalarından doğan kuşaklararası
adalete ilişkin sorunlar:
D em okrasilerde görülen bir yapısal sorun, içinde yaşanan zam anın
sorunlarının çözüm ünün, geleceğin sorunlarının çözüm üne tercih edilm esi
eğilimidir. Bu nedenledir ki gelecek seçim leri kazanm a kaygısını ön planda yer
verm eyen ve uzun vadeli politikalara ağırlık tanıyan siyasi partilerin, halka kısa
vadeli çıkarlar vaad eden rakipleri karşısında pek fazla şansı olduğu söylenem ez.
Bu gerçek kendisini en açık biçim de iktisat ve m aliye alanlarında
gösterm ektedir. Hüküm etlerin kısa vadeli iktisadi çıkarları karşılam ak için
çözüm olarak gördükleri iç ve dış borçlanm aların sadece gelecek kuşakları değil,
hatta yeni doğan ve yetişm ekte olan kuşakları da çok ağır mali sorunlarla karşı
karşıya bırakm ası, dem okratik rejim lerin en önem li konuları arasm da yer
alm aktadır. Yeni doğan kuşaklardan söz edilm esinin nedeni insanın, doğumla
birlikte hak sahibi süje niteliğini kazanm asıdır.
Türkiye dem okrasisi gibi
katılım cı karaktere sahip olm ayan dem okrasilerde ekonom i politikasının çıkar
gruplarının baskısı altında olması, kuşaklararası adaletin belirleyici olması
şansını ortadan kaldırm aktadır. Özellikle aşırı borçlanm anın önüne geçebilecek
anayasal ve yasal düzenlem elerin eksikliği T ürkiye’de ciddi bir olum suzluk
olarak kendini gösterm ektedir. Yalnız bu bağlam da şu hususun da işaretlenmesi
gerekir: kam u borçlanm ası iki farklı am aca yönelik harcam alardan kaynaklanır.
B unlardan biri tüketim harcam aları, öteki ise ulusal serm aye birikim ini artıracak
yatırım harcam alarıdır. Asıl sorun tüketim harcam alarının yarattığı mali yükten
kaynaklanm aktadır. Çünkü tüketim i karşılam ak am acıyla borçlanm ak, bugünkü
kuşaklar için, geleceğin kuşaklarının feda edilm esi dem ektir. Oysa yatırım
amaçlı borçlanm alar,
tam am lanm a sürecinde bugünkü kuşaklara ek gelir
sağlarken, tam am landıktan sonra geleceğin kuşaklarına da hizmet sunma
olanağını yaratır. Yalnız bu konuda da söz konusu yatırım harcam alarına ilişkin
borçlanm anın bugünkü kuşaklara yükleyeceği yükle sağlayacağı yararın
dengelenm esine özen gösterilm esi gerekir (SA V A Ş, 1989: 98) .
Alman
A nayasası (Bonn Tem el Yasası) bu konuyu 115. m addesinde şöyle
düzenlem iştir : “ Kredilerden elde edilen gelirler bütçede ün görülen yatırım
harcamalarının toplamını aşamaz. Bıınun istisnası, genel ekonomik dengenin
bozulmasına karşı alınacak önlemlerdir ” . Bu düzenlem eye rağm en Alman
federal devletinin bütçesinde öngörülen borçlanm aların her yıl artm asının önüne
geçilem em esi karşısında Federal Borçlanm a Kom isyonu ve Federal Borçlar
-
191
-
Şûrası adlarını taşıyan iki organın kurulm ası ve bu suretle kam usal borçlanm a
sürecinin kontrol altında tutulm ası önerilm iştir (FUNK.E, 1995: 55). Alm an
anayasa hukuku öğretisinde, dem okratiklik ilkesiyle korunan gelecek kuşakların
karar verm e özgürlüğü, Bonn Tem el Y asası’nın yukarda sözü edilen 115.
m addesinin 1. fıkrasıyla yeterince güvence altına alındığı ileri sürülm ektedir
(115. m adde ile ilgili açıklam alar için bkz. SIEKM AN N,1999: 2049, paragraf
12. ). Bununla birlikte bunu yeterli görm eyen bazı partilerin (FD P ve SPD)
parlam ento gruplarından 27 m illetvekili, Tem el Y asa’nın 20. m addesine şöyle
bir (b) fıkrasının eklenm esini önerm işlerdir :
“ Devlet, kararlarında
sürdürülebilirlik ilkesini göz önünde bulundurmak ve gelecek kuşakların
çıkarlarını korumak zorundadır." 14 Bu 27 milletvekili bununla da yetinm eyerek
Tem el Y asa’nın 109. m addesinin 2. fıkrasının şu yolda değiştirilm esini
önerm işlerdir : “ Federal Devlet ve Eyaletler bütçelerinde genel bütçelerinin
dengeli olmasına, sürdürülebilirlik ilkesine ve gelecek kuşakların çıkarlarına
uygun davranmalıdır”. Bu öneriler 2008'de Federal M eclise sunulm uş, fakat
2009 Eylül ayında sona
kavuşturulam am ıştır.
eren yasam a
dönem inde yasalaştırılm a şansına
Türk anayasa hukuku bu soruna bugüne kadar ilgi duymuş değildir.
Sadece kimi iktisatçılar bu konuyu ele alarak bazı öneriler oluşturm uşlardır. Bu
önerilerden en ilgi çekici bir kaçı şunlardır : A nayasaya 1. Dış borçların
m utlaka bir yasayla yapılm ası, 2. Dış borç m iktarının; borç servisinin döviz
gelirlerinin belli bir yüzdesini oluşturacak şekilde sınırlanm ası yolunda
hüküm ler konması gerekir
(SA V A Ş, 1989: 98). Bu sonuncusu Alman
A nayasasındaki form üle bir ölçüde yaklaşm aktadır.
14
Federal Alman Parlamentosu’nun bir dönem önceki Türk asıllı Sol Parti
mensubu üyelerinden Sevim DAĞDELEN, 11 Ekim 2007 tarihli basın açıklamasında
partisinin bu konudaki karşı görüşünü kısaca şöyle dile getirmiştir : “Kuşaklararası
adaletin sağlanması adı altında gündeme gelen tartışmalar ve bugün Meclis’e sunulan
anayasa değişikliği taslağı, aslında gençlerle emeklileri karşı karşıya getirmenin aracı
haline getirildi. Böylece kuşaklararası çatışma yaratılmak isteniyor...” .
-
192
-
2. Özelleştirmelerin kuşaklararası adalet üzerindeki etkisi 15 :
K uşaklararası adaleti ilgilendiren başka bir konu da, kamu m allarının ve
kam u hizm etlerinin özelleştirilm esi sorunudur. Bir küresel süreç olarak ağırlık
kazanan özelleştirm e, Türkiye’de “ büyümeyi hızlandırmanın, kamudaki yapısal
dengesizlikleri düzeltmenin, kamu finansman açıklarım azaltmanın ve
enflasyonu düşürmenin aracı" olarak tanım lanm aktadır l6. Ö zelleştirm enin
gerçek am acı olan “ devletin sahip olduğu her türlü mal varlığını özel mülkiyete
devretme” am acı ise öne çıkarılm am aktadır1' . Sözü edilen mal varlıklarından
en önem lileri akarsular, göller, orm anlar gibi doğal zenginliklerdir. A karsular ve
göllerin işletilm esinin 49. yıllığına özel sektöre devredilm esi hazırlığı
15 Türkiye’de 1980’li yıllardan bu yana önceleri yavaş, sonra hızlanan bir
tempoyla, kamu hizmeti olup olmadığına bakılmadan Devletin mülkiyetindeki kamu
işletmeleri özelleştirilmiştir ve bu süreç şimdilerde biraz yavaşlayarak sürmektedir. Çok
sık tekrarlanan bir söz, "devletin kiiçültülmesi”dir. Fakat öyle görünüyor ki devletin
ekonomik faaliyet alanlarından tamamıyla tasfiye edilmesi amaçlanmaktadır. Oysa bizim
gibi önceki dönemlerde devletleştirme, ya da millileştirme yapmış Fransa’da sanayi
sektöründe 6 tane, fınans sektöründe de 7 tane özel teşebbüs 13 Şubat 1982 tarihli
yasayla millileştirilmiş (bkz. Loi de nationalisation du 13 février 1982-Wikipedia), buna
karşılık 1986 ile 1994 yılları arasında özelleştirmeler de yapılmıştır, fakat
Türkiyc’dekilerden farklı olarak, bunların “temel kamu hizm etleri”nden (Les grands
services publics) sadece bir kaçını ( Charbonnges de France %110, Gas de France
%20, Electricité de France 60%, France Télécom %60) kapsadığını görüyoruz bkz.
(ENCAOUA & DANTINI,Jean-Jacques, 1989: 42) . Almanya’ya gelince bu ülkede
yaygın bir özelleştirme söz konusu olmadığı gibi, özelleştirmeler de bazı kamu
teşebbüslerindeki devlet payının düşürülmesi biçiminde olmuştur, bkz. (KÖN1G,1988:
251 vd). Yalnız şunun eklenmesi gerekir ki, iki Almanya 1990 yılında birleştikten sonra,
doğudaki sosyalist rejimin daha önce devletleştirmiş olduğu kamu işletmeleri büyük
ölçüde özelleştirilmiştir.
16 (“Özelleştirme”: 1993) ; (ATASOY, 1990, “Kamu Hizmetinde Özelleştirme”,
1997: l ’dcn naklen).
17 (ATASOY, 1990, “Kamu Hizmetinde Özelleştirme”, 1997: 2 ’den naklen).
-
193
-
yapılm aktadır ıs. Bu projenin gerçekleştirilm esi suyun devredileceği şirketlerin
sadece kendi kâr am açlı işletme politikalarıyla bugünkü ve gelecekteki
kuşakların su ihtiyacını nasıl baskı altına alacağını ve gelecekteki su varlığım ızı
da nasıl tehlikeye atacağım tahm in etm ek güç değildir (GÜ NEŞ, 2007).
Orm anlara gelince; T ürkiye’nin önem li doğal zenginliklerinden olan
orm anların yıllar boyunca sık sık tekrarlayan yangınlar ve zam an zam an ortaya
çıkan kaçak kesim lerle ne denli zayıfladığı ortadayken “2B” uygulam ası denen
ve O rm an Y asası’nın değiştirilen 2. m addesi gereğince, (yangın hariç) çeşitli
nedenlerle orm an alanının dışına çıkan alanların m ülkiyetinin satış yoluyla
özelleştirilm esi olgusuyla karşılaşılm ıştır. Bu konuya ilişkin yasal düzenlem e
A nayasa M ahkem esinin 200 2’de verdiği kararla iptal edilmiş (K. 2002/21) ve
daha sonra A nayasanın konuya ilişkin 168. Ve 170. m addelerinde değişiklik
yapılm ışsa da C um hurbaşkanı A .N .Sezer, bu değişikliğe ilişkin 4.4.2003 tarihli
ve 4841 sayılı yasayı T B M M ’ne iade etmiştir. Fakat süreç burada bitmemiş, bu
kez O rm an K anunu’nda ve K adastro K anunu’nda 5831 sayılı kanunla değişiklik
yapılarak C um hurbaşkanı A .G ül’e sunulm uş, o da bu kanunu onaylam ıştır.
Böylece 2B olarak anılan ve orm an alanı dışına çıkarılan arazilerin satışı tekrar
gündem e gelm iştir. Türkiye’nin çeşitli yerlerine yayılan bu çok büyük
alanlarının özelleştirme sonucu yaratan satışıyla, geleceğe dönük orman
ihtiyacının karşılanm ası olanağı daraltılm ış olm aktadır.
Kuşaklararası Adalet Konusunda Hukuki Düzenlemeler
Batı ve O rta A vrupa’da ve O rtadoğu’da birçok ülke kuşaklararası
adalet’e ilişkin anayasal ve yasal düzenlem eler yapm ıştır. Bunların kısaca
gözden geçirilm esinin,
kanısındayım .
örnek
olabilm eleri
bakım ından
yararlı
olacağı
18
2007’de Ankara ve İstanbul’da su kıtlığı belirdiği günlerde Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, Devletin 12-13 akarsu küçük göl üzerindeki işletme
hakkının 49 yıllığına özel sektöre devrcdilcceğini açıkladı. Bunun üzerine 22-23 Mart
2008’de Yıldız Teknik Üniversitesi’nde "Kapitalizm Kıskacında Su(suzluk)
Alternatiflere' başlığı altında düzenlenen bir sempozyumda Dünya Su Konseyi (WWC)
ve Diinya su Forumu 'nun (WWF) suyu sadece bir ticari meta olarak gördüğü ve suyu
ticarileştirmeye yönelik politikaların insan sağlığını nasıl tehlikeye attığı ayrıntılı bir
biçimde anlatıldı. Özellikle bu alanda uzman olan YTÜ. Öğretim üyesi Prof. Dr. Beyza
Ü stün’ün bu yoldaki girişimlerin gelecek kuşakların su ihtiyacını baskı altına alabilecek
çok tehlikeli girişimler olduğu üzerinde ısrarla durdu.
- 194-
Bu konuda anayasalarda ilk düzenlem eler 1990 yılından sonra ortaya
çıkm ıştır. Gerçekten doğu Alm an eyaletlerinden bazılarında “gelecek kuşaklar
için adalet” kavram ı yer alm aktadır. 1992 Saksonya A nayasasfnm 10.
m addesinin 1. fıkrasında şu ifade kullanılm ıştır : “Yaşamın temeli olan çevrenin
korunması, gelecek kuşaklara karşı da sorumluluğun gereği olarak eyaletin ve
eyalette yaşayan herkesin ödevidir” . 1993 Thiiringen eyaleti anayasasının
“ B aşlangıcf’nda “gelecek kuşaklara karşı sorumluluk” ibaresi yer alm aktadır.
1992 Saksonya-Anhalt A nayasasfnm 35. m addesine göre “ eyalet ve yerel
yönetimler şimdiki ve geleceğin doğal temellerini korur ve geliştirir” . İlginç
olan, husus, iki A lm anya’nın birleşm esinden sonra kurulan yeni eyaletlerin
anayasalarında gelecek kuşaklardan söz edilmesidir.
Federal A lm an Cum huriyeti A nayasası’na
(Bonn Temel Yasası)
Parlam entoda
uzun
süre
tartışıldıktan
sonra
çevrenin
korunm ası,
sürdürülebilirlik v.b. am açlardan hareket edilerek 1994’te eklenen 20a numaralı
m addede “ Devlet gelecek kuşaklara karşı sorumluluğun gereği, doğal yaşamın
temellerini anayasal düzenin çerçevesi içinde yasama, yürütme ve yargı yoluyla
korur” şeklinde bir hüküm kabul edilmiştir. Bu m addede çevre korum a ile
gelecek kuşakların çıkarları kavram ları birbirine bitiştirilm iştir. Şöyle ki
sürdürülebilirlik ilkesi gereği, çevrenin sürekli korunm ası ve geliştirilm esi,
doğan zenginliklerin korunm ası ve özellikle yenilenem eyen doğal kaynakların
(örneğin m adenlerin) tutum lu kullanılm ası gibi hususların bu m addenin özünde
saklı olduğu kabul edilm ektedir (W A EC H TER , 1996: 326).
K uşaklararası adalete yer veren başka bir anayasa 2 Nisan 1997 tarihli
Polonya A nayasası’dır. Bu anayasanın “B aşlangıç” bölüm ünde “ 74. M addesinin
1. fıkrasında şöyle bir hüküm yer alm aktadır : “ Devlet, bugünkü ve gelecekteki
kuşakların ekolojik (çevresel) güvenliğini sağlayıcı bir siyaset izler'” .
Güney Afrika Apartheid politikasına son verdikten sonra 1994’te kabul
ettiği anayasasında “ Çevre” başlığını taşıyan 24. M addenin (b) bendinde şöyle
bir hüküm ön görm üştür : “ herkes gelecek kuşakların yararına çevrenin
korunmasını ...sürdürülebilir bir ekolojik gelişimi isteme hakkına sahiptir...” .
A nayasanın bu
hükm ünün gereklerinin yerine
“ Ombudsman"\n görev yapm ası öngörülm üştür.
getirilm esi
için
bir
En etkili ve kapsam lı sonuçlar yaratan çözüm ü İsrail Parlamentosu
(Knesset) bulm uştur. Gerçekten Knesset Parlam entonun içtüzüğüne 1991’de
eklediği bir m addeyle “Geleceğin Kuşakları için Komisyon” (Com m ission for
Futur G énérations ) adı altında bir kom isyon kurm uştu. İsrail, böylece anayasayı
değiştirm eden daha basit bir yol tercih etmiş bulunuyordu. Bu kom isyonun
-
195
-
görevi, Knesset'te her yasa taslağı ya da teklifini ekolojik açıdan ve
kuşaklararası adalet açısından inceleyerek bir rapor sunmaktır. D em okratik bir
güvence yaratılabilm esi am acıyla da bu raporlar düzenli bir biçim de basına
verilerek kam uoyunun aydınlatılm ası sağlanm aktadır (TREM M EL: 4-5).
Macaristan'da 2003 yılında kabul edilen bir yasayla “Geleceğin Kuşakları için
Ombudsman” adı altında bir kuruluş yaratılm ıştır. Bu kuruluşun görevi
“yaşamın doğal temellerini ve bugünün kuşaklarıyla geleceğin kuşaklarının
sağlığını korumak “ olarak belirlenm iştir 19.
SONUÇ YERİNE
Kuşaklararası adalet kavram ı, göreli olarak yeni bir kavram dır. Bu
kavram ın ortaya çıkm asına çevre korum a fikri ve süreçleri yardım cı olmuştur.
Yalnız şu da var ki, geleceğe dönük adalet düşüncesi geniş kapsam lı yaklaşım ve
düzenlem eler doğrultusunda gelişm iştir. G erçekten özellikle “ sürdürülebilir
kalkınma" ancak çevrenin korunm ası ve geliştirilm esiyle sağlanabilir. Burada şu
ayrıntıyı da gözden kaçırm am ak gerekir: doğal kaynakların genelde yenilenebilir
bir karaktere sahip olm am aları, bunların tutum lu kullanılm asını zorunlu kılar. Bu
nedenledir ki, doğal kaynakların, özellikle yeraltı zenginliklerinin işletilm esinin
hiçbir koşul ve sınır ön görülm eksizin yabancı girişim cilere verilm esi çok
rizikolu bir davranıştır. Çünkü yabancı girişim ciler bu alanlarda yaptıkları
yatırım ların am ortism anım en kısa sürede geri çevirm ek ve ondan sonra da
kârlarını kısa sürede m aksim ize etm ek eğilim indedir. Bunun doğal sonucu
olarak, bu yabancı girişim cilerin yapm ayı am açladığı şey, yenilenem eyen doğal
kaynakların üretim inde tutum lu davranm ak değil, vahşi üretim yöntem leriyle ve
hızlı bir tem poyla bunları tüketerek, elde ettiği yüksek kârı dışarıya transfer edip
ülkeyi terk etm ektir. G eleceğin kuşakları için en adaletsiz olan ve bu yüzden
önlenm esi gereken de böyle bir sonuçtur. T ürkiye’de altın üretim iyle uğraşan
yabancı girişim cilerin faaliyetlerinin bu açıdan değerlendirilm esinde yarar
olduğu kanısındayım .
Ö te yandan hüküm etlerin hem en hepsinde bugünün m alî sorunlarına
çözüm bulabilm ek için genellikle başvurdukları çare iç ve dış borçlanm alardır.
Bunun sadece az gelişm iş, ya da gelişm ekte olan ekonom ilerde rastlanan bir
olgu olduğu zannedilm em elidir. Bugün en A vrupa Birliği içinde en güçlü
ekonom iye sahip olan Alm an Federal Cum huriyeti ciddi bir borçlanm a sürecinin
içine sürüklenm iştir. Dünyanın en güçlü ekonom isine sahip olduğu bilinen ABD
19
“...preservation o f natural foundations o f life and health o f present and
future generations. .
-
196
-
dc aynı durum dadır. Bu durum kuşaklararası adaleti ciddi biçim de
zedelem ektedir. Onun içindir ki, Federal Alm an A nayasasının 115. M addesinin
“ kredilerden elde edilen gelirlerin bütçede ön görülen yatırım giderlerini
aşam ayacağı” şeklindeki hükm ünü yeterli görm eyen m illetvekilleri “gelecek
kuşakların çıkarlarının korunm asını” ön gören bir hükm ün anayasaya alınm asını
önerm işlerdir. T ürkiye’de de öğretide “malî anayasa” kavram ını ortaya atanlar
bununla, hüküm etin sınırsız borçlanm ak suretiyle sadece bugünün kuşaklarını
değil, gelecek kuşakları da ağır bir malî yükün altına sokm asını engelleyecek
hüküm lerin anayasaya konm asını önermişlerdir.
Şunu da işaretleyerek açıklam alarım a
son verm ek
istiyorum:
kuşaklararası adaletin bazı anayasalarda öngörülm esinin bir yararı da, bu konuda
ortaya çıkabilecek ihm allerin ya da aykırılıkların anayasa m ahkem esinin
denetim iyle ortadan kaldırılm ası olanağının yaratılm ış olmasıdır.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Yönetmelikler:
Toprak Kirliliğinin Kontrolü Yönetm eliği, RG. 25831, 31 M ayıs 2005.
Anayasa Mahkemesi Kararlan:
E .2006/65, K .2009/114, G. 23.07.2009, RG .'dc henüz yayım lanm am ıştır.
E.2003/102, K.2007/97,G. 12.12.2007, RG.26772, 30 Ocak 2008.
E .2 0 0 1 /3 8 2 ,K .2 0 0 2 /2 1 ,G . 23.1.2 0 0 2 , RG. 24896, 4 E k im 2 0 0 2 .
Federal Alman Anayasa Mahkemesi Kararlan:
06.10.2009 tarihli ve 2 BvR 1724/09 sayılı karar.
İnternet kaynaklan:
- 197-
w \vw .cevreonline.coın/kuresel/kurescl% 20isinm a% 20Tıırkev.htın
Loi de nationalisation du 13 février 1982-W ikipedia
Öteki Kaynaklar:
Veysel A TA SO Y (1990), Türkiye’de Kamu İktisadi Teşebbüsleri ve
Özelleştirme Sorunu (Ankara)
Çernobil Nükleer Kazası Sonrası Türkiye’de Kanser (2006), (Türk
Tabipler Birliği Yayınları).
Bülent DURU (2008), “ İklimsel Adalet İçin Yeni Bir Girişim : Halkların
İklim Değişikliği Protokolü" (Birikim 1 Tem m uz)
David EN C A O U A & Jean-Jacques SANTINI (1989), "Les Privatisations
d A nalyse et B ilan” ( L'Actualité Economique 65/1
En France : Éléments
mars).
Willi G EIG ER (1959), Gerechtigkeit in “Staatslexikon ” (C. 3, 6. Bası ,
Freiburg: Herder Verlag).
N. Thom as
GLA D W IN , J. Jam es
K EN N ELY & Tarashelom ith
KRAUSE (1995) “Shifting Paradgms For Sustainable D evelopm ent” (Academy
o f Management Review 20/ 4)
Schm itz FEU ER H A K E (1998), Die Kernenergiedebatte in Deutschland.
Stefan FU N K E (1995), Die Verschuldungsordnung, - Ein Beitrag
J'manzwirtschaftlicher Ordnungspolitik, (Berlin).
Kemal G Ö ZLER (2000), Türk Anayasa Hukuku Dersleri (Bursa: Ekin)
Mürşit GÜN EŞ, “Suyun Özelleştirilm esi H ata O lur”, Milliyet, 9 Ağustos
2007.
A dnan G ÜRİZ (1990) “Adalet K avram ı” ( Anayasa Yargısı 1).
- 198-
Jam es HANSEN (2008), Twenty Years Later: Tippiiig Points Near on
Global Warming, 2008.
E lif K A R A B U LU T (2004). “ Sürdürülebilir Kalkınm a Anlayışının
İşletm elerde U ygulanm ası” {TÜHİS İş Hukuku ve İktisat Dergisi AğustosKasım ) .
Klaus KÖN IG (1988), “Entw icklungen der Privatisiering
Bundesrepublik D eutschland” f VerwArch, Bd.79- Heft3)
in
der
M ichael RAINER & Johanna FILIP (1998), Texte zum römischen Recht
(Viyana: Springer Verlag).
Bertrand RÜSSEL (2007), Philosophie des Abendlandes, Europa Verlag
(Zürich).
Bernd RÜTHERS (1999), Rechtstheorie (M ünih)
Vural Fuat SAVAŞ (1989), “ İktisat Politikası A nayasası”
{Anayasa
Yargısı 5 ).
Helm ut SIEKM AN N (1999),
M ichael SACHS :Münich).
Grundgesetz- Kommentar (Hrsg. von
R udolf STA M M LER (1 9 2 8 ), Rechtsphilosophie (Berlin-Leipzig)
Jörg TR EM M EL, “ V erankerung von G encrationengerechtigkeit” {ON line
Akademie, Friedrich-Ebert Stiftung, www.fes-online-akademie.de )
K. W A ECH TER (1996), “ U m w eltschutz als Staatsziel”
{Natur und
Recht).
Ahm et YAĞLI (2007), Bergama Ovacık Altın Madeni- Çevre Hakkı ve
İdarenin Sorumluluğu (İstanbul)
(1993), “Özelleştirm e” {İSO Dergisi Aralık)
(\991), Kamu Hizmetinde Özelleştirme (KİGEM ).
-
199
-
-
200-
YENİ ANAYASA YAPIM FORMÜLLERİ VE
YÖNTEM LERİ ÜZERİNE
Prof. Dr. Süheyl BAT UM
Doç. Dr. Ş eref İBA
GİRİŞ
T ürkiye’de sürekli gündem de olan “yeni anayasa” tartışm aları, Ergun
Özbudıın taslağı ile hız kazanm ıştır. “ Sivil anayasa” diye nitelenen Özbudun
Taslağının hazırlanm a yöntem inin dem okratik team üllere uygun olup olm adığı
güncel tartışm aların ağırlık m erkezlerinden birini oluşturm uştur. Taslağın,
literatürde olm ayan biçim de “ sivil anayasa” olarak kavram laştırılm ası, hazırlık
aşam asının katılımcı anlayıştan uzak dar-çem ber bir öğretim üyeleri heyeti ile
kurulu iktidarın kimi tem silcilerinden oluşan bir “anayasa yapım ekibi”
tarafından yazılm ış olm ası haklı eleştiri oklarına hedef olm uştur. Parlam ento
dışında hazırlanan taslak, tekliflcştirilm ediği için parlam ento içine girem emiştir.
Bir yandan da, normal bir yasam a dönem inde yürürlükteki anayasa çerçevesinde
olağan yasam a ve denetim yetkilerini kullanm ak üzere seçilm iş bir Türkiye
Büyük M illet M eclisi’nin, sil baştan yeni bir anayasa yapam ayacağı dile
getirilm iştir.
Yeni anayasa yapım ı, yürürlükteki anayasada değişiklik yapm aktan
oldukça farklı bir süreçtir. Asli kurucu iktidar yetkisi anlam ına gelen yeni
anayasa yapım ının, çağdaş dem okratik m odellere ve yöntem lere uygunluğu çok
kritik bir önem e sahiptir. Yeni anayasanın yapım ının tüm aşam alarına, m üm kün
olduğunca geniş toplum kesim lerinin katılım ını am açlayan form ül ve yöntem ler,
yeni yapılacak anayasanın m eşruiyetiyle yakından ilgilidir.
Yakın dönem başarılı uygulam a örnekleri “Kurucu M eclis” ve “ Kurucu
referandum ” yöntem lerinin, başta sivil toplum kuruluşları olm ak üzere en
azından isteyen her bireyin görüş, katkı ve düşüncelerinin dikkate alındığı, hiçbir
kesim im dışlanm adığı profesyonel katılım ağları ve iletişim köprüleriyle
desteklem esi gerekm ektedir.
-201
-
1.
Neden Yeni ve Çağdaş Bir Anayasa
T ürkiye’de anayasa, siyasal tartışm aların odağında yer alan ve sıcak
gündem den hiç düşm eyen konuların başında yer alır. Bunun temel nedeni, iyi bir
anayasanın her derde deva olacağı, ülkem izin tüm sorunlarına çözüm getireceği
varsayım ıdır. Aslında ülkem iz, anayasalarını liberal dem okratik sistem in
örgütlenm esine yönelik olarak yeniden yapan bir çok orta ve Doğu Avrupa
ülkesiyle kıyaslandığında, hiç küçüm senm eyecek ölçüde köklü bir “ anayasa
yapm a” birikim ine ve geleneğine sahip olan bir ülkedir (BATUM , 2009: vı).
Öyleyse, T ürkiye’de yapılm ası gereken, sözü edilen birikim i, geniş katılımı esas
alan dem okratik anayasa yapım yöntem leri ve form ülleriyle taçlandıran yeni ve
çağdaş bir anayasa ortaya çıkarmaktır.
T ürkiye’de anayasa yapım ında, genel olarak tepkisel yaklaşım egem en
olm uştur. Her yeni anayasa ya da anayasa değişikliği, önceki dönem lerde
yaşanan sorunlara reaksiyon niteliğinde hüküm ler getirm iştir. Anayasa yapımı,
doğası gereği sadece norm atif düzenlem e cam bazlığı ve hukuk tekniği ustalığı
değildir. D isiplinler arası bilgi ve birikim gerektirir.
A nayasa yoluyla toplum un önünü açacak yol haritaları sunma ideali,
toplum dan destek gördüğü ve özüm sendiği ölçüde anlam lı bir iştir. AB A nayasa
T aslağı’nın Başlangıç Kısm ında Thucydides Il’ye gönderm e yapan “
A nayasam ız dem okrasi olarak adlandırılır, çünkü iktidar azınlığın değil,
çoğunlugunelindedir.’Vwww. http://europeanconvention.cu.int/docs/Treatv/850T
R .pdf , erişim :28.9.2009) şeklindeki alıntı, böyle bir mesaj içerm ektedir.
Öyleyse, anayasa bireyin ve dolayısıyla gönüllerde yer tutacak kadar toplum un
kendi hazırladığını düşündüğü bir m etin olm alıdır. Y ürürlüğe girer girm ez
ezberlere de giren dillerden düşm eyen bir şarkı gibi (İBA, 2009: 46-50) toplumu
hukuk yoluyla yukarıdan dizayn etm e eskim iş ve klasik bir anlayıştır. Yeni
anayasa yapım ında ya da anayasa değişikliği politikalarında yükselen değer,
“ uzlaşm a” ve ikna’dır. Türkiye özelinde, uzlaşm a kültürünün daha da önemli
olduğu kuşkusuzdur.
Anayasa yapım sürecinde iç dinam iklerin etkisi olduğu
kadar dış dinam iklerin de çok önemli bir payı vardır. Bu katkıların boyutunu
ölçm ek için, anayasa değişikliklerinin perde gerisini irdelemek gerekir. Anayasa
değişikliği kanun tekliflerinin, Türkiye Büyük M illet M eclisi Genel K urulundaki
ve kom isyondaki görüşm e tutanakları ve kom isyon raporları gibi yasama
m ateryallerinden, izini sürm ek çoğu zam an yeterli olm aktadır. Gerçekten de
tarihi değere sahip bir arşiv belgesi niteliğindeki Meclis tutanakları, her
değişikliğin arka planına ışık tutan açık yürekli konuşm a ve belgelerle doludur.
-
202-
19. Yüzyıl O sm anlı-Türk anayasacılık hareketlerinin dinam iklerini iç ve
dış baskılar karşısında bunalan küçük bir yönetici azınlığın çabaları olarak
değerlendiren Atatürk, 1.12.1921 tarihinde T B M M ’de yaptığı bir konuşm ada
şunları söylem iştir.
"efendiler, bir paşanın tahtı riyasetinde üçü H ıristiyan olm ak üzere 16
m em ur, 10 ulema ve iki askerden m ürekkep bir heyet B abIali’de toplandı
(elindeki K anun-i E sasi’yi göstererek) ve bu kitabı yazdı. ..efendiler, bu kitap
düşm anlarım ızı m uvakkaten olsun m em nun etm ek gayesini gözetm iş bir
kitaptır...B u kitabın m ahiyetinin millet ile, iradei milliye ile hiç alakası
yo k tur . . ( T BMM Zabıt Ceridesi)
A nayasal gelişm elerim izin başlıca itici gücü, batılılaşm a cereyanı
olm uştur. 1808 tarihli Sened-i İttifak, O sm anlI’nın M agna C arta’sı olarak
anılm akla birlikte etkili şekilde uygulam aya geçem em iştir (ARSLAN,
2005:120). 1876 A nayasası, Tanzim at ve Islahat Ferm anlarıyla kaydedilen
gelişm elerin anayasallaştırılm asıdır. 1921 A nayasası, yeni rejim in bir “geçiş
anayasası”, bir dem okratik ihtilal anayasasıdır. 1924 A nayasası da, istikrara
kavuşturulm uş olan bir devletin, 1789 Fransız devrim inin liberal ideolojisini
yansıtan anayasasıdır (TA NÖR, 2008: 45).
O sm anlı-Türk
anayasal
gelişm elerine
ilişkin
bu
genel
değerlendirm elerden sonra, 1982 Anayasası ve geçirdiği son değişikliklerden
bazılarını dikkatli ve seçici gözlerle okum ak gerekm ektedir. Özellikle,
ülkem izde geçerli olan hüküm et sistem i bağlam ında derin etkileri ortaya çıkacak
anayasa değişikliklerinin örnek incelem e konusu yapılm ası gerekir. Daha sonra,
yeni anayasa söylem lerine değinm ek uygun görünm ektedir.
1982 A nayasası, bir önceki 1961 A nayasasına tepki olarak hüküm et
sistem ini, “rasyonelleştirici” nitelikte yeni kurallar öngörm üştü. Yeni anayasa,
yasam a organının kurum sal ve işlevsel özellikleriyle ilgili kayda değer yenilikler
getirm işti
(İBA & B O ZK U RT,
2006).
Örneğin,
C um huriyet
Senatosu
lağvedilerek iki m eclisli yapıdan yeniden tek-m eclisli parlam ento yapısına
dönülm üştü. O torite yönünde yolunu şaşırtm ış olan 1982 A nayasası da, toplum
kuşaklarının önüne “anayasa yoluyla çözüm ” sunam am ıştı. Yürürlüğe girdikten
sonra yeni yeşeren dem okrasi ortam ında her kesim in yoğun ve haklı eleştiri
oklarına hedef olmuştu.
Ara rejim dönem inde yapılm ış olan 1982 A nayasası, defolu olarak
piyasaya sürülen bir elbise m uam elesi görm eye başlamıştı. Öte yandan,
-203 -
özgürlükler bağlam ında 1961 A nayasasıyla sağlanan kazanım ları geriye götüren
bu anayasa, daha yolun başında değişiklik ihtiyaçlarıyla birlikte anılm aya
başlanm ıştı. A nayasanın kurduğu hüküm et modeli ve rejim tartışm aları, siyasi
ajandaların ön sıralarında yer bulmuştu.
Yaklaşık 26 yaşında olan 1982 Anayasası dönem inde yasam a-yargı ve
yürütm e organlarının ilişkileri ve dolayısıyla, siyasi rejim arayışlarına ilişkin
tartışm alar güncelliğini hiç yitirm em iştir. Bugüne kadar 1982 Anayasasında 15
kez değişiklik gerçekleştirilm iştir. A nayasanın “C um huriyetin Tem el O rganları”
Kısm ının, “Y asam a” başlıklı Birinci B ölüm ünde yer alan doğrudan
parlam entoyla ilgili 26 m addenin 15’inde çeşitli tarihlerde 17 kez değişiklik
yapılm ıştır. Bu değişikliklerin 9 ’u yasam a organının işleyişine, 8 ’i kuruluşuna
ilişkindir. Yasam a ve denetim çalışm alarında verim liliğin ve etkinliğin
arttırılm ası gerekçesiyle yapılan anayasa değişikliklerine uyum sağlam ak
am acıyla Türkiye Büyük M illet M eclisi İçtüzüğü’nde değişiklikler yapm a
ihtiyaçları ortaya çıkmıştır.
1982 Anayasası dönem inde başkanlık ve yarı-başkanlık sistem ine
geçilm esine yönelik öneriler ve siyasi projeler moda olmuştu. Aslında bu konuda
fiilen kayda değer bir girişim de bulunulm am ıştı. Ancak, 2007 yılında 11.
C um hurbaşkanı seçim inde yaşanan siyasi krizin yeni ve radikal kimi gelişm elere
gebe olduğu belliydi. Bunun da m anevra alanı elbette Anayasa metni oldu. Bir
yandan “ sivil anayasa”
hazırlıkları ve söylem leri yoğunluk kazandı. Diğer
yandan da, anayasa düzlem inde bir nokta atışı yapılarak sadece cum hurbaşkanı
seçim iyle ilgili kuralların değiştirilm esi gündem e geldi. A nayasa tekniği
yönünden yaşanan, tam da, siyaset sahnesinde yaşanan krize verilen hazırlıksız
ve tipik bir tepkisel anayasa değişikliği örneği sergilenm işti.
11.
Cum hurbaşkanı seçim takvim inin işlem eye başlam asına yakın,
Yargıtay O nursal Başkanı Sabih K anadoğlu’nun,
o günkü parlam ento
kom pozisyonunda kilitlenm eye yol açacak bir hukuki görüşü basında yer alm aya
başlam ıştı. Kanadoğlu, TBM M Genel Kurulunun toplantı
yetersayısını
düzenleyen A nayasanın 96. m addesinde “başkaca bir hüküm yoksa” ibaresinin,
belli hallerde genel toplantı yeter sayısının (184 m illetvekili) yetm eyeceği
anlam ına geldiğini; cum hurbaşkanı seçim iyle ilgili 102. m adde çerçevesinde
yapılacak M eclis toplantısının (Birleşim ) ancak TB M M üye tam sayısını 2/3
çoğunluğu yani 367 m illetvekilinin hazır bulunm asıyla açılabileceğini ileri
sürdü.
Ses getiren bu ilginç görüş etrafında yoğun tartışm a başladı.
A nayasacılardan başlayarak bu tartışm aya katılm ayan
neredeyse kalmadı.
Kantarın topuzunu kaçıranlar, kam plara bölünenler oldu.
-204-
“ 367 tezi” alarak literatüre giren görüş, oldukça zorlam a ve
savunulabilirliği za y ıf bir hukuki yorum du. İlkin, önceki cum hurbaşkanı
seçim lerinde böyle bir konu gündem e bile gelm em işti.20 A nayasa yorum
teknikleri bağlam ında, Türkiye Büyük M illet M eclisi birleşim leri için gündem
konusu ne olursa olsun tek bir toplantı yetersayısı olduğu uygulam asını
çürütecek yeni bir gerekçe yoktu.
Anayasa M ahkem esi ilk kez önüne gelen davada, usul yönünden
“ eylemli içtüzük kuralı” yolundan giderek “ 367 tezi” ni doğrulayan sürpriz bir
karar vermiştir. Buna göre, Türkiye Büyük M illet Meclisi Genel K urulu’nun
27.4.2007 tarihli 96. B irleşim de yapılan cum hurbaşkanı seçim i birinci turunu
iptal etmiş ve diğer turlara devamı önlem ek için dc seçim işlem inin yürürlüğünü
durdurm uştur. Anayasa M ahkemesi Kararında;
“ A nayasanın 102. m addesinin ilk fıkrasında C um hurbaşkanının seçimi
için öngörülen üçte iki çoğunluk, dava konusu M eclis kararına ilişkin birinci
oylam a yönünden hem toplantı hem de karar yetersayısını kapsam aktadır. Bu
nedenle İçtüzüğün 121. m addesinde yapılan gönderm e doğrultusunda aynı
yetersayının benim senm iş olduğunun kabulü gerekir.” (K. 2007/54)
gibi zorlam a değerlendirm eler vardır. Anayasa M ahkemesi kararında,
belli yorum tekniklerine aşırı ağırlık verilm esine bağlanabilecek bu tip
gerekçeler yer alsa da, yine de hukuken kendi içinde tutarlı bir karar verildiğini
kabul etm ek gerekir. Y üksek M ahkem e’nin bu kararının ardından 22. Dönem
M eclisince cum hurbaşkanının seçilem eyeceği anlaşıldığından erken seçim kararı
alınm ıştır. K anadoğlu’nun hukuki zaferi, başka konularda da ilginç ve yeni
görüşlere ccsaret verdi.
Bunlar arasında, cum hurbaşkanını seçem eyen bir
m cclisin fcsholm uş sayılacağı için “erken seçim kararı” dahi alam ayacağı ve
böylece siyasi bir açm azla karşı karşıya kalınacağı biçim indeki bir fantezi
dikkate değerdi.
İşte böyle bir siyasi atm osferde, pragm atist bir anlayışla, Anayasa
M ahkem esi’nin 367 tezi konusundaki kararından sonra 11. Cum hurbaşkanı
seçim inde M ecliste yaşanan siyasi kriz üzerine cum hurbaşkanının halk
tarafından seçilm esiyle ilgili A nayasa değişikliğine gidildi. Yaşanan bunalım a,
net bir tepki ifadesi olarak A nayasanın 96. maddesindeki “ başkaca hüküm
yoksa” ibaresini metinden çıkaran bir anayasa değişikliği gerçekleştirilm iştir.
211 Örneğin, Turgut Özal’ın seçildiği turlarda kullanılan toplam oylar 2/3
çoğunluğa ulaşmamıştır.
-205-
Dalıa da önemlisi, A nayasanın cum hurbaşkanı seçim ini düzenleyen 101. ve 102.
m addeleri de değiştirilm iştir.
31.5.2007
tarihli ve 5678 sayılı A nayasa değişikliği kanunu, kabaca,
cum hurbaşkanını siyasal bir pozisyon ve kim lik haline getirecek
“ 5+5”
form ülünü ve halk tarafından seçim i benim sedi. Başka bir deyim le, parlam enter
rejim in ana param etreleri aynen korunduğu halde, yalnızca “cum hurbaşkanının
halk tarafından seçilm esi” noktasında değişiklik yapıldı. Finlandiya, İrlanda,
Bulgaristan, Slovakya benzeri bir m odele adım atılm ış oldu.
Parlam enter
cum huriyet
m odelinin
ana
param etrelerine
dokunulm adan
sadece
cum hurbaşkanının halk tarafından seçilm esi, hüküm et sistem leri bağlam ında
klasikleşm iş ayrım lara uym ayan bir siyasal m odele doğru kayış anlam ına
geleccktir. Ancak, halk tarafından seçilen cum hurbaşkanı ile hüküm etin aynı
siyasal çizgiden olup olm am asına göre değişik hipotezler de ortaya atılm aktadır
(İBA, 2008: 33).
Kanun teklifinin TB M M Genel K urulu ve A nayasa K om isyonu’ııdaki
görüşm elerde söz alan m illetvekilleri,
anayasa değişikliğinin kızgınlıkla,
alelacele ve duygusal bir şekilde yapıldığını ve tehlikeli bir sürece girileceğini
sıklıkla dile getirdiler (A nayasa Kom isyonu Raporu: 10). Gerçekten de, acil bir
ham leyle ve hışım la kabul edilen anayasa değişikliği paketi, aynı anayasa
m etninde çelişkili m addeler kalm ası sonucunu doğuran özensizlik veya
unutkanlık ürünü bir girişim niteliği taşım aktadır. 77. m addedeki değişiklikle
T B M M ’nin seçim dönem i 4 yıla indirildiği halde, 94. m addede Başkanlık
Divanının görev süresi, 2+3 =5 yıl olarak öylece kalmıştır.
Ayrıca halk
tarafından seçilecek cum hurbaşkanının, klasik görev ve yetkileri kağıt üzerinde
aynen korunm uştur.
Anayasa değişikliği sonrasında, siyasal rejim bakım ından, artık eskisi gibi
olm ayacağı kesindir. Ancak, parlam enter rejim geleneğim izin nereye ve ne
ölçüde kayacağını şim diden kestirm ek güçtür.
Şu halde, cum hurbaşkanının halk tarafından seçilm esine ilişkin anayasa
değişikliği, tam bir tepkisel anayasa değişikliği öyküsü oluşturm aktadır. Bu
örnek olay incelem esinden de anlaşılacağı üzere, anayasa m etninde değişiklik
yapm ak her durum da fiili çözüm anlam ına gelm em ektedir.
Genel olarak 1982 Anayasasında bugüne kadar 15 kez değişiklik, 4 kez
halk oylam ası yapılm ıştır. Bu değişikliklerin arka planında yer alan bir dış
dinamik; AB m üktesebatına uyum çabasıdır. Bugüne kadar, AB m üktesebatm a
-206-
uyum am acıyla kanun düzeyinde 10 paket çıkarılm ıştır. Ayrıca, üç anayasa
değişikliği paketinin geri planında uyum am acı vardır.
Ö te yandan,
dem okratikleşm e hedefi, klasikleşen iç dinam iklerim izden birisidir.
1982
A n ay asasfn m geçirm ekte olduğu hızlı değişim trafiği, Türkiye’de anayasa
hukukunun dinam ik bir disiplin haline gelm esine zem in oluşturm uştur.
86 m addesi ve başlangıç m etni (dibace) değişm iş olan 1982 A nayasası,
tutarlı bir hukuki m etin olm aktan çıkm ış, içsel bütünlüğünü ve dil uyum unu
kaybetm iştir. Sil baştan yeni bir anayasa yapım ı, oldukça m asum bir ihtiyaç
olarak görünm ektedir. Yeni bir anayasa cazibesi bununla da sınırlı değildir.
D eğişik toplum kesim leri, yeni bir anayasanın kendilerine ilaç gibi gelecek yeni
kazanım lar sağlayacağı beklentisi içine girm işlerdir. Bir yandan da, anayasanın
yürürlükteki anayasaya göre oluşm uş norm al bir dönem parlam entosunca yapılıp
yapılam ayacağı konusunda bile uzlaşm a yoktur. T eknik deyim iyle, asli kurucu
iktidar yetkisinin kullanım ıyla ilgili asgari bir anlayış birliği görünm em ektedir.
Anayasa yapm ak yetkisiyle özel olarak oluşturulacak bir kurucu meclis gerektiği
yönünde görüşler de dile getirilm iştir.
A nayasa uzm anlarınca hazırlandıktan sonra kam uoyuna açıklanan yeni
anayasa taslağı, “ sivil anayasa” olarak anılm ıştır. A nayasa yapm a dinam iklerinin
ve usulünün son iki anayasadan farklı, en azından daha dem okratik olduğunu
belirtm ek üzere yapılm ış görünen bu yakıştırm a, literatürde olm ayan bize özgü
bir nitelem edir (İBA, 2008: 8). Parlam ento dışında tartışılan “sivil anayasa
taslağı”, parlam ento içinde resm en işlem e girem em iştir. 22. ve 23. Yasama
D önem lerinde, anayasa yapım ının Türkiye Büyük M illet M eclisi’ndeki mutfağı
işlevini gören ve daha önce başarıh çalışm alara im za atmış olan “A nayasa
U zlaşm a K om isyonu” toplanam am ıştır.
Bilindiği gibi, her anayasa, o toplum un yaşam senedidir.
Soysal’m vurguladığı gibi,
M üm taz
“Batı A vrupa ülkelerinin çoğunda “anayasa” sözü, neredeyse, keyfilikten
uzaklaştırılm ış bir sınırlı iktidarın ve daha geniş bir özgürlük düzeninin etiketi
haline gelm iş duygusal ve kutsal bir anlam kazanm ış.” (SO Y SA L, 1987: 15)
G erçekten de, yaşlı anayasalar, toplum ların tarihi kazanım larm ın ve
özgürlük m ücadelelerinin hafızası işlevini görm ektedir. Gelişm iş ve istikrarlı
toplum ların, genellikle, kısa (çerçeve) m etinler şeklinde ve çok az sayıda
değişikliğe uğram ış anayasalarına m istik anlam lar yükledikleri ve büyük saygı
gösterdikleri bilinen bir gerçektir. Konuyu tartışan M üm taz Soysal,
-207-
“A nayasaların uzun ve ayrıntılı oluş derecesi, çoğu zam an, anayasa
yapım cılarının, bu “ anayasa-ötesi kurallar” bakım ından, daha sonraki toplum sal
güçler dengesine olan güvenlerine bağlıdır. K endilerinden sonraki dengeye pek
güvenem eyen yapıcılar, anayasaya yalnız tem el ilkeleri koym akla yetinm ez,
bunların ayrıntılı biçim de düzenlenişini de geniş ölçüde anayasayla çözm eye
çalışırlar.” (SOYSAL, 1987: 149)
A nayasa m etninin uzunluğu, birçok bakım dan kaygıyla bakılm ası gereken
bir konudur. Her şeyden önce, kazuistik (ayrıntıcı) düzenleniş, değişen
koşulların gereği olarak daha sık anayasa değişikliği gereksinim i ortaya
çıkarabilir. Çok sayıda m addeden oluşan hacim li bir kitap gibi anayasa metni,
istikrarsız ve kaotik bir siyasal düzenin habercisi olabilir.
Duayen anayasacılarım ızdan Tarık Zafer T U N A Y A ’nm, “insan derisiyle
kaplı anayasa” nitelem esinde ustalıkla anlatm aya çalıştığı gibi, A nayasalar
birçok işlevinin yanı sıra, insan odaklı bir yaklaşım la çağdaş ve dem okratik bir
toplum düzeninin garantisini sağlayan üst-norm lardır.
Liberal anayasacılık,
insan hak ve özgürlükleri, azınlığın çoğunluk karşısında korunm ası, hukukun
üstünlüğünün bağım sız ve tarafsız yargı yoluyla tem inat altına alınm ası, siyasal
tarafsızlık, çoğulculuk gibi esaslara dayanan bir “ sivil din” (ARSLAN, 2005: 36)
niteliğine bürünm üştür.
Sami S elçuk’a göre, Türkiye, m eşruluk debisi neredeyse sıfıra yaklaşm ış
bir Anayasayla yeni bir yüzyıla girm em eliydi (SELÇUK, 1999: 53). Çarpıcı
konuşm aya karşın, Türkiye üçüncü bin yıla yeni bir anayasayla giremedi.
Bununla birlikte, A B ’ye uyum çerçevesinde çok önem li anayasa değişiklikleri
gerçekleştirm iş, dem okrasi standartlarının iyileştirilm esi konusunda kayda değer
adım lar atılmıştır.
2.
Yeni Anayasa Yapım Formülleri ve Yöntemleri
A nayasa öğretisinde, anayasayı, ‘tem el y asa’ niteliği de olsa, ‘yasa’ olarak
değerlendiren görüşler olm uştur. 1651 yılında yayım ladığı L eviathan’da Hobbes,
“yasalar, tem el ve tem el olm ayan biçim inde snıflandırılır; ancak ben
hiçbir yazarda, bir tem el yasanın ne dem ek olduğunu görebilm iş değilim. Yine
de yasalar bu biçim de diğerinden ayırt edilebilir.”
Diyordu (OD ER, 2004: 90). B aşka bir söyleyişle, anayasa, değiştirilm esi
zorlaştırılm ış yasa olarak değerlendiriliyordu. Pozitivizm açısından, anayasanın
-208-
ayırt edici özelliği, yasaların üstünde yer alm asıdır. Jean Jacques R ousseau’nun
“toplum sözleşm esi” kuramı, kabaca, toplum u oluşturan tüm bireylerin bir araya
gelerek bireysel iradelerini birleştirm ek suretiyle oluşturdukları ortak irade ya da
bireysel iradelerinin bir tür toplam ı olan genel iradenin doğuşuna yol açan bir
“akit” olarak algılanıyordu. Siyasal toplum un tem elini oluşturan toplum
sözleşm esi, vatandaşların tüm ünün katılım ını, dolayısıyla im zasını gerektirir.
Çünkü, ortak iradeyi oluşturan bireylerin hiç birinin katılım payından
vazgeçm esi ya da başkasına devretm esi m üm kün değildir.
G erçekten de
R ousseau’nun ideallerinde, doğrudan dem okrasi vardı.
A nayasa yapım ı, yeni baştan bir anayasanın hazırlanm ası ve kabul
edilm esi anlam ına gelm ektedir. Yürürlükteki anayasanın kısm en değiştirilm esi
ise revizyondur.
A nayasa yapım ı değişik nedenlerden kaynaklanabilir. Yeni bir devletin
ortaya çıkm ası, var olan bir devletin radikal bir rejim değişikliğine gitmesi,
anayasayı yenilem e gereği doğm ası gibi.
A nayasa yapım ında otoriter usullerin ortak paydası, halkı bu süreçten
dışlam alarıdır. T am tersine, dem okratik yöntem ler ise, anayasa yapım sürecine
halkın katılım ını öngörür. Devlet ve toplum ilişkilerinin kurucu belgesi olan
anayasalarm , birer toplum sözleşm esi sayılm ası, anayasa yapım ına, bireylerin
tüm ünün katılm asını gerekli kılar. Dünyanın ilk yazılı A nayasası özelliğine
sahip 1787 ABD A nayasası’nın yapılışı toplum sözleşm esi gereklerine uygundu.
Oysa 1789 Fransız Devrimi sonrasında Kıta A vrupa’sında yükselen değer haline
gelen anayasacılık hareketleri, anayasa yapım ında tüm bireylerin katılımı
kaygısını taşım ıyordu. B ununla birlikte, dünyadaki toplum sözleşm esi
algılam asına dayalı liberal anayasacılık hareketlerinin tüm ünü etkisi altına alan
üç geçerli anayasa yapım formülü ortaya çıkmıştı (K A BO G LU , 2005: 24).
i-hazırlanm asına
onaylanm ası,
halkın
katılm adığı
A nayasanın
halk
tarafından
ii-halkın seçtiği bir kurucu m eclis tarafından hazırlanan A nayasanın yine
kurucu meclis tarafından onaylanm ası
iii-halk tarafından seçilen bir kurucu
A nayasanın halk tarafm dan onaylanm ası
-209-
m eclis tarafm dan
hazırlanan
A nayasa yapım ında ideal olan doğrudan dem okrasi form ülüdür ve meclis
halinde toplanan halkın anayasayı bizzat yapm asıdır. G ünüm üz koşullarında bu
m üm kün olm adığından dem okratik ilkelere uygun üç uygulam a biçim inden söz
edilebilir. Bunlardan birincisi, halkın hazırlanm asına katılm adığı anayasayı
onaylam asıdır. İkincisi, A nayasanın halk tarafından seçilm iş bir kurucu meclis
tarafından hazırlanıp kabul edilm esidir. Ü çüncüsü ise, halkın seçtiği kurucu
m eclisçe hazırlanan tasarının sonradan halkın oyuyla kabul edilm esidir
(K A BO Ğ LU , 2005: 23).
H alkın tem silcilerinin katılm adığı M eclislerde yapılan anayasaların, tüm
milleti ya da halkı tem sil ettiği ve toplum sözleşm esi niteliği taşıdığı varsayım ı,
m illi egem enlik kuram ından kaynaklanır. Sınırlı oyla seçilm iş bir M eclis
tarafından yapılan 1830 Fransız A nayasası, bu form üle uygun bir örnek
oluşturm aktadır. Daha dem okratik olan form ül ise, anayasalar kim tarafından
yapılırsa yapılsın en son aşam ada halkın oyuna sunulm ası ve halk tarafından
kabul edilerek yürürlüğe girm esidir. Başka bir anlatım la, “ kurucu referandum ”
formülü, anayasaların katılım cı bir anlayışla halkın tüm ünün görüşlerini dikkate
alınm asını öngören b ir m ekanizm adır (BATLIM, 2009: 23).
A nayasaların
toplum sözleşm esi niteliğini taşım ası ve bu doğrultuda toplum un tüm
kesim lerinin üzerinde uzlaştığı bir m etin olması, dem okratik m eşruluk anlam ına
gelir. Gerçekten de, anayasacılık tarihi, anayasaların, dem okratik m eşruluğa
sahip oldukları ölçüde kabul gördüğü ve bunun sonucunda uzun ömürlü
olduğunun örnekleriyle doludur.
2.1. Kurucu İktidar
A nayasa yapım ı, siyasal sistem in üzerine dayandığı tem elleri ve ilkeleri
oluşturm a yani bir “kurm a işlem i” niteliğinde olduğu için, anayasa yapan veya
değiştiren siyasal iktidara “kurucu iktidar” adı verilir. K urucu iktidar tarafından
yapılan anayasayla kurulan devlet organlarına (yasam a, yürütm e ve yargı) ise
“kurulm uş (kurulu) iktidar” adı verilir.
Asli kurucu iktidar, yeni bir anayasa yapm a iktidarıdır. Kendisinden önce
var olan anayasanın m addi ve şekli sınırlarına uym ak suretiyle anayasada
değişiklik gerçekleştiren iktidara ise “tali (türev) kurucu iktidar” adı verilir
(BATLIM, 2009: 41). Asli kurucu iktidar, kendisinden önce var olan bir anayasa
hükm üne uym ak zorunda olm aksızın anayasayı ilk kez ya da sil baştan yapan
hukuk-dışı ve sınırsız bir iktidardır. Cem E roğul’a göre, “asli kuruculuğun
özelliği, tem el kural koym a yetkisini dayandıracak daha eski bir temel kurala
sahip olm am asıdır.” (ERO Ğ U L, 1974: 23).
Asli kurucu iktidar, kendi
varlığından önce gelen pozitif hukuk norm u ile bağlı değildir.
-210-
A nayasa M ahkem esi, A nayasanın 10 ve 42. M addeleriyle ilgili anayasa
değişikliğini şekil yönünden iptal ettiği kararında, asli kurucu iktidar kavram ı
üzerinde değerlendirm elerde bulunm uştur.
“Asli kum cu iktidar, ülkenin siyasal rejim inde çeşitli etkenlere bağlı
dayalı olarak ortaya çıkan kesintilerin ürettiği ve ortaya çıkış biçim i itibariyle
hukuksal çerçeve dışında yer alan, yeni hukuksal düzenin tem el esaslarının ne
olacağını belirleyen anayasa koyucu iradedir. Katılım cı, m üzakereci ve uzlaşıyı
esas alan dem okratik ülkelerde, asli kurucu iktidarın sahibi halktır.” (K.
2008/116)
Y üksek M ahkem eye göre, asli kurucu iktidarı, ülkedeki olağanüstü
koşulların ürettiği anayasa koyucu irade olarak algılam ak gerekir. Kararda, asli
kurucu iktidar düm eninde halkın yer alm asının dem okratik gereklere en uygun
yol olduğu vurgusu da yapılm aktadır.
M üm taz Soysal, “ Anayasanın Anlam ı” adlı eserinde, konuya ilişkin
çarpıcı değerlendirm elerde bulunm uştur.
“Zaten, çoğu zam an, anayasaların, değiştirilişleri gibi, yapılışları da
toplum sal güçlerin tam bir denge içinde bulundukları sırada olmaz. Anayasaların
birçoğu, içlerinde pek parlak deyim lerle belirtilen toplum sözleşm esi
düşüncelerine, yani toplum un bütününce benim senm iş bir belge olduklarım
anlatan sözlere karşın, aslında bir ihtilalin, ya da yerleşik düzeni altüst edici
büyük bir olayın arkasından yapılır.” (SOYSAL, 1987: 10-11).
Asli kurucu iktidarın yeni bir anayasa yaparken uym ak zorunda olduğu bir
usul yoktur. Ancak, asli kurucu iktidarların şim diye kadar uyguladıkları yaygın
usullerden söz edilebilir.
2.1.1.Monokratik Yöntemler
O tokratik ya da m onokratik yöntem lerle anayasa yapım ında tem el amaç,
halk için yeni bir anayasa yapm aktır. Yeni anayasanın yapılışı, uzm anlık
gerektiren profesyonel bir iştir. Bu yüzden halk tarafm dan yapılm ası ya da
anayasa yapım sürecine halkın dahil edilm esi şart değildir.
Bir siyasal sistem de egem en durum daki m onark tarafından halka
bahşedilen bir anayasa “ ferm an”, hüküm dar ile parlam ento arasında uzlaşm ayla
yapılan bir anayasa “ m isak” tipindedir.
-211
-
N ostaljik bir tarihsel aşam a olarak anayasa yapım ında m onokratik
yöntem ler, günüm üzde uygulam adan kalkm ış durum dadır.
2.1.2.
Demokratik Yöntemler
Asli kurucu iktidar dem okratik yöntem lerle de yeni anayasa yapabilir.
D em okratik anayasa yapm a yöntem lerinden birincisi, farklı toplum sal
katm anların tem silcilerinden oluşan ve siyasal partiler dışında, sivil toplum
örgütleri, toplum sal ve siyasal kesim ve katm anların tem silcilerini de içeren ve
sadece anayasa yapm akla görevli bir kurucu m eclis ( ya da anayasa yapm a
meclisi) toplanm ası ve anayasanın, bu kurucu m eclis ya da anayasa yapm a
m eclisi tarafından yapılm ası yöntem idir. Diğer yöntem ise, iktidarı elinde
bulunduran gücün ya da güçlerin, bir anayasa taslağı hazırlayıp halk oylam asına
sunup, halkın doğrudan oyuyla kabul ettirip tüm toplum un ortak belgesi olm asını
sağlam aları yöntem idir. Bu yöntem , kurucu referandum dur (BA TU M , 2009: 48).
Şu halde, Egem enliğin halka veya m illete ait olm asına bağlı olarak
“kurucu m eclis (konvansiyon)” ya da “kurucu referandum ” yöntem leri devreye
girebilir.
2.I.2.I. Kurucu Meclis
Egem enliğin kaynağını millet olarak gören sistem lerde, halk tarafından
yeni anayasayı yapm ak am acıyla seçilm iş özel m eclise, “ kurucu m eclis” adı
verilir. G örev ve yetkileri yönünden, iki tür kurucu m eclisten söz edilebilir.
A m erikan tipi kurucu m eclis, sadece anayasayı yapar. Oysa, Fransız tipi kurucu
meclisler, anayasa yapm a görev ve yetkisine ek olarak norm al yasam a işlem leri
de yaparlar (G Ö ZLER , 2009: 27).
Kurucu meclisler, diğer yasam a organlarından farklıdır. İlkin, kurucu
m eclisler ilke olarak anayasa yapm ak üzere seçilirler. Bazı istisnai örnekler
dışında sadece bu görev ve yetkiyle donatılırlar. A m erikan tipi kurucu m eclis
örneği böyledir. Halen yürürlükte olan ABD A nayasasını hazırlayan 1787
Philadelphia Konvansiyonu, bu geleneği başlatan uygulam adır. Diğer bazı
uygulam alarda ise kurucu meclisler, anayasa yapım ının yanı sıra olağan yasama
ve parlam enter denetim işlevlerini de üstlenm iştir. F ransa’da 1848, 1875,1945
kurucu m eclisleri ile T ürkiye’de 1961 ve 1982 kurucu m eclisleri buna örnek
oluşturm aktadır.
-212-
K urucu m eclislerin sadece bu adı taşım ası yanıltıcı olabilir. D em okratik
seçim lerle halk tarafm dan seçilm iş olm ası şarttır.
Ülkem izde hem 1961 hem de 1982 A nayasaları, kurucu m eclisler
aracılığıyla hazırlanm ış ve referandum ile kabul edilm iştir. O sm anlı-Türk
anayasal gelişm eleri çerçevesinde 1876, 1921 ve 1924 anayasalarının
yapılışında, kurucu m eclisler ve referandum yöntem leri kullanılm am ıştır.
Bununla birlikte, 1921 Teşkilat-ı Esasiye K anunu’nu hazırlayan TBM M , her ne
kadar anayasayı hazırlam ak için kurulm uş özel bir M eclis olm asa da, o dönem in
koşullarında, “selahiyeti fevkaladeyi haiz” özel bir meclisti. Nitekim , 23 Nisan
1920’de açılan yeni M eclisin isim tartışm aları sırasında A tatürk tarafından
“ M eclis-i M üessesan (K urucu M eclis)” adının önerilm ek istendiği ancak daha
sonra bundan vazgeçildiği bilinm ektedir (İBA, 2006: 51). Dolayısıyla, Birinci
M eclis’,i fiili bir kurucu m eclis olarak nitelendirm ek uygun görünm ektedir
(TEZİÇ, 1998: 154; Ö ZBU D U N , 1998: 122). 1961 A nayasası, K urucu Meclis
tarafından yapılan ilk anayasam ız özelliği taşım aktadır. 13 A ralık 1960 tarihli ve
157 sayılı “ K urucu M eclis H akkındaki K anun” ile kurulan iki kanatlı Kurucu
M eclis, ihtilalci subayların üye olduğu M illi B irlik K om itesi ve sınırlı temsil
esasına göre kurulan Tem silciler M eclisi’nden oluşm uştu.
1982 A nayasası da, en azından teorik bakım dan “K urucu M eclis”
tarafm dan yapılan ikinci anayasam ızdır. 1982 Anayasasını hazırlayacak Kurucu
M eclis’in, 1961 dönem im de olduğu gibi iki kam aralı olm ası ve M illi G üvenlik
Konseyi ile D anışm a M eclisi’nin bir arada toplanm asıyla kurulm ası
öngörülm üştü. Ancak, 1982 A nayasası dönem im deki Kurucu M eclis’in iki
kanadı hiçbir zam an ortak toplantı yapm adığı için kağıt üzerinde kalmış,
kanatlar çalışm alarını ayrı ayrı yapm ışlardır. Danışm a M eclisinde kabul edilen
anayasa taslağı üzerinde nihai değişiklikleri yapm a yetkisi, M .G .K .’ne
tanınm ıştı. H er iki anayasayı da yapan kurucu m eclislerin seçim ve temsil
niteliği asgari dem okratik standartlan karşılam aktan uzaktı. Bu nedenle, 1961 ve
1982 anayasalarının hazırlanış yöntem lerinin dem okratik olduğunu söylem ek
m üm kün görünm em ektedir.
2.1.2.2,Kurucu Referandum
D em okratik ülkelerde, siyasal sistemi kuran ve hukuk düzeninin
om urgasını oluşturan en tem el belge olan anayasaların dem okratik yöntem lerle
hazırlanm ası esas olm alıdır. İktidarı elinde bulunduran güçlerin hazırladıkları bir
anayasa taslağını halkın rızasını alm ak için doğrudan halkın oyuna sunm alarına
kurucu referandum adı verilir. Bu yöntem , anayasaların sil baştan, yeniden
yapılm asında da, değiştirilm esinde de çok yaygın olarak uygulanm aktadır.
-
213-
Günüm üzde, İspanya, D anim arka, İsviçre gibi birçok ülkede, kısmi anayasa
değişikliklerinin bile referandum a götürülm esi zorunludur. H alk egemenliği
ilkesinin gereği olarak yarı-doğrudan dem okrasi araçlarından birisi olan
referandum un anayasaların kabulü sürecinde uygulanm asıdır.
K urucu referandum yoluyla kabul edilen anayasa da, bir meclis veya
kom isyonca hazırlanır. Ancak, kabul için halk oyuna sunulur. Anayasanın halk
oylam ası sonucu kabul edilmesi, m eşruiyet açığım giderici bir yöntem olarak
algılanm aktadır. Oysa, plebisiter halk oylam aları, görüntüde dem okratik olsa da,
amacı, uygulanış biçim i, hazırlanış biçim i dem okratik tuzaklarla dolu
olabilm ektedir.
1961 ve 1982 A nayasaları, kurucu referandum yoluyla doğrudan halk
tarafından kabul edilm iştir. Bununla birlikte, dem okratik olm ayan koşullarda
gerçekleştirilen her iki referandum da daha çok plebisiter nitelik sergilem iştir.
Dünya üzerindeki yaklaşık 200 ülkenin yarısından fazlası, 1970’lerden
itibaren anayasasını yeni baştan yapm ıştır, literatüre “yeni anayasa yazım
dönem i” olarak geçen bu süreçte, anayasa yapım ında katılım ve dem okratik
yöntem ler ön plana çıkm ıştır. 1996 tarihli G üney Afrika A nayasasının, özellikle
1990 ile 1996 yılları arasındaki hazırlanış süreci de, dem okratik çoğulculuğa
uygun ve tüm siyasal kesim lerin katılımı ve katkısıyla hazırlanan anayasa yapılış
süreçlerine başarılı bir model olacak niteliktedir. 1993 yılında anayasanın yapılış
yöntem ine uzlaşılan genel ilkelere ilişkin bir “geçici anayasa” yürürlüğe
sokuldu. 1994 yılında iki kanatlı kurucu meclis seçim leri gerçekleştirildi. Halktan
hem tem silcilerini hem de kurucu m eclisi seçm eleri istendi. Ayrı ayrı
çalıştığında normal m eclisler gibi hareket eden yapı, birleşik toplantı halinde
kurucu mcclis sıfatını alıyordu. Anayasanın her bölüm ü için ayrı kom isyonlar
kuran kurucu meclis halktan gelen talepleri titizlikle inceledi. Ülke çapında
medya ve geniş bir tanıtım kam panyası yürütüldü. 160 bin tirajlı m eclis gazetesi
halka ulaştırıldı. 1996 yılında geçici anayasada saptanan ilkelere uygun anayasa
metni hazırlandı ve bu uygunluğun denetim i için taslak m etin A nayasa
M ahkem esine gönderildi (BATUM , 2009: 228).
SONUÇ
1982 A nayasasının yapılış süreci, cılız dem okratik yöntem lere
dayandığından, m eşruiyet tartışm alarıyla birlikte anılm ıştır. 1982 A nayasasının
geçirdiği perakende değişiklikler, anayasacılık gelişm elerim iz bakım ından
olum ludur. Ancak, değişiklikler sonrası günüm üzdeki haliyle 1982 Anayasası,
-
214-
gerek norm atif bütünlük gerekse anayasa dili bakım ından içsel ahengini de
yitirm iştir.
Öte yandan, A vrupa Birliği ile bütünleşm e sürecindeki Türkiye, A B ’ye
uyum ve dem okratikleşm e yönünde yeni anayasa değişiklikleri gerçekleştirm ek
zorundadır. Bu gibi dışsal dinam ikler bir yana, anayasa şikayeti, om budsm an
gibi yeni kimi siyasal kuram ların anayasal düzenim ize kazandırılm ası ve
özellikle A nayasa M ahkem esi ve diğer yargı kuruluşları gibi var olan
kuram larım ızın revize edilerek geliştirilm eleri gereği ortadadır.
Şu halde, T ürkiye’de yeni bir anayasaya ihtiyaç vardır. Bu yöndeki
girişim lerin zam anlam ası oldukça önem lidir. Yeni anayasa girişim leri üzerinden
vuruşm a alanları oluşturm ak, özden uzaklaşm a anlam ına gelir. Yeniden anayasa
yapım ı, her şeyden önce bir uzlaşm a konusu ve sam im iyet işidir. Yeni anayasa
yapm ak, geçm işle veya bir yerlerle hesaplaşm a alanı değildir.
Yeni anayasa yapım ında ideal olan, doğrudan dem okrasi modelidir. Tüm
halkın bir meclis halinde toplanm ası ve kendi anayasasını yapm ası günüm üz
koşullarında uygulanabilirliği olm ayan bir dem okratik rüyadır. Asli kurucu
iktidar, dem okratik
anayasa yapım m odellerini en üst düzeyde devreye
koyabilir. Halkın seçtiği kurucu m eclisçe hazırlanan yeni anayasa tasarısının
sonradan halkın oyuyla kabul edilm esi, dem okratik anayasa yapm anın en geçerli
yöntem i olarak kabul görm ektedir. Halkın anayasa yapm ak üzere seçtiği kurucu
m eclisin, halka kulaklarını tıkam ası, kendini seçenlerden kopuk hareket etmesi
istenilen bir durum değildir. G üney Afrika gibi sorunlu bir ülkenin yaptığı
anayasa yapım süreci, yakın dönem lerin en başarılı m odellerinden birisidir.
Böyle bir anlayışla hareket edildiği takdirde, toplum um uzun önünü
açacak sivil bir anayasal reform un başarılabilm esi m üm kündür.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Anayasa Mahkemesi Kararlan:
E.2007/45, K.2007/54, 1.5.2007.
-
215-
Internet Kaynaklan:
w w w .http://euroD ean-convention.eu.int/docs/Treatv/850TR .pdf
(erişim :28.9.2009)
Öteki Kaynaklar:
A nayasa K om isyonu R aporu ( S.Sayısı: 1409), Dönem: 22/5
Zühtü A R SLAN (2005), Anayasa Teorisi (Ankara: Seçkin Yayınevi).
Süheyl BATUM (2009), 99 Soruda Neden ve Nasıl Çağdaş Bir Anayasa
(İstanbul: XII Levha Yayınları).
Kemal G Ö ZLER (2009), Kısa Anayasa Hukuku (Bursa: Ekin Yayınevi)
“ Yeni A nayasa Y apm ak” (Çankaya Üniversitesi
Ş eref İBA (2009),
Gündem Dergisi 32: 46-50).
Ş eref İBA (2009), Parlamento İçtüzük Metinleri (İstanbul: İş Bankası
K ültür Yayınları).
Ş eref İBA (2009), “ K ırgızistan’ın A nayasa Serüveni ve Jogorku K eneş”
( TİKA- Avrasya Etüdleri Dergisi).
Ş eref İBA (2008), Anayasa Hukuku ve Siyasal Kurumlar (2. Bası, Ankara:
Turhan).
Ş eref İBA (2007), “ Ezber Bozan K arar” (Meclis Bülteni 140).
Ş eref İB A (2008),
Dergisi 23).
“G üle Güle Parlam enter R ejim ” ( Çelik-İş Sendikası
Ş eref İBA & R au f Bozkurt (2006), 100 Som da Türk Parlamento Hukuku
(3. Baskı, Ankara: Nobel).
İbrahim Ö .K A B O Ğ LU (2005), Anayasa Hukuku Dersleri (2. baskı,
İstanbul: Legal Yayınevi)
-
216-
Bertil Em rah O D ER (2004), Avrupa Birliği 'nde Anayasa ve Anayasacılık
(İstanbul: A nahtar K itaplar Yayınevi).
Ergun
Ö ZB U D U N
&
Ö m er
Faruk
G EN Ç K A Y A
(2009),
Democratization and the Politics o f Constitution-Making in Turkey (Budapest,
New York: CEU Pres)
Sami SELÇ U K (1999), Konuşma (Ankara: Liberte).
Bülent TA N Ö R (2008), Anayasal Gelişme Tezleri (İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları-Cogito)
Serap Y AZICI (2009), Yeni Bir Anayasa Hazırlığı ve Türkiye (İstanbul:
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları)
TB M M Zabıt Ceridesi
-
217-
-
218-
BİR ANAYASA M AHKEM ESİ KARARININ
YARATTIĞI İLGİNÇ TARTIŞMA: MECLİS
KOM İSYONLARI YASA ÖNERİLERİNİ
NE ÖLÇÜDE DEĞİŞTİREBİLİR?
Prof. Dr. C em EROĞUL
GİRİŞ
A nayasa M ahkem esi’nin 2008 yılının sonunda verdiği bir karar
(K .2008/183), ilginç bir tartışm aya yol açtı. C um huriyet H alk Partisi TBM M
G rubu’nun açtığı davanın konusu, 4.6.2008 günlü, 5766 sayılı “A m m e
A lacaklarının Tahsil Usulü Hakkında K anunda ve Bazı K anunlarda D eğişiklik
Yapılm ası H akkında K anun”un 18., 26. ve Geçici 3. m addelerinin iptali
istemiydi. Davacı parti grubunun gerekçesi, söz konusu hüküm lerin tasarı
m etnine Plan ve Bütçe K om isyonu tarafından eklendiği, A nayasa’nın 88.
m addesine göre yasa önerme yetkisinin yalnızca bakanlar kurulu ile
m illetvekillerine tanındığı, bu durum da, ilgili kom isyonun, kaynağını
anayasadan alm ayan bir devlet yetkisi kullanarak A nayasa’nın 6. m addesini,
anayasanın bağlayıcılığını düzenleyen 11. m addeyi, TB M M çalışm alarının
içtüzüğe göre yürütülm esini buyuran 95. m addeyi çiğnediğiydi. Anayasa
M ahkem esi, l ’e karşı 10 oyla aldığı kararda, iptal başvurusunun biçim yönünden
yapıldığı, bu tür başvurular için parti gruplarının yetkisi bulunm adığı, ayrıca on
günlük başvuru süresinin de aşıldığı gerekçesiyle başvuruyu reddetti. K arşıoy
kullanan üye ise, bunun biçim değil öz yönünden bir başvuru olduğunu,
dolayısıyla yetkisizlik ve süre aşım ının bulunm adığını, davacı parti grubunun
istem inde haklı olduğunu, dava konusu hüküm lerin anayasaya aykırılık
nedeniyle iptal edilm esi gerektiğini savundu.
-
219
-
Bu görüşlerin değerlendirilebilm esi için, iki konunun açıklığa
kavuşturulm ası gerekir. Birinci konu, m eclis kom isyonlarının yasa önerilerinde1
değişiklik yapm a yetkisinin anayasal sınırıdır. Buna bağlı ikinci konu ise, sınır
aşıldığında, anayasaya uygunluk denetim inin nasıl yapılacağıdır. Yazı bu
konuları, iki altbaşlık altında ele alıyor. Birinci altbaşlıkta, yeri geldikçe ABD,
İngiltere ve F ransa’yla karşılaştırm alar da yapılıyor.
I.
Yasama Komisyonlarının Yasa Önerilerinde Değişiklik
Yapma Yetkisinin Anayasal Sınırı:
M eclislerin, kendi çalışm alarına hazırlık yapm ak üzere kom isyon
kurm aları, çok eski bir yöntem. D evrim den önceki son toplantısını 1614’te
yapan Fransız Etats Généraux (Etajenero) m eclisinde bile var. F ransa’da 1789
D evrim i’nden sonra kurulan m eclislerde, kom isyonlar gitgide öne çıkıyorlar.
1792-1795 Convention (K onvansiyon) m eclisinde, işi hüküm etin yerine geçecek
ölçüde ileri götürüyorlar (PRELOT, 1961: 740). Bu durum a tepki olarak, 1795
A nayasası’mn 67. m addesi, m eclislerde sürekli kom isyon kurulm asını kesinlikle
yasaklıyor. A ncak ayrıksı olarak, belli bir konuda hazırlık yapm ak üzere geçici
bir kom isyon kurulabileceği kabul ediliyor. Ne var ki, m eclis o konuda kararını
verir verm ez, kom isyonun derhal dağıtılacağı hükm e bağlanıyor (DU VERGER,
1964: 46). Fransa’da kom isyonlar, ancak yirm inci yüzyılın başında, 1902’de,
yeniden sürekli hale geliyor. K ısa bir süre sonra da, 1910’da, meclis
kom isyonlarının parti gruplarına dayanacağı kuralı getiriliyor. Üçüncü (18751940) ve Dördüncü C um huriyet (1946-1958) boyunca, kom isyonlarla gruplar
büyük bir ağırlık kazanıyorlar. 1946’da, her iki kurum ilk kez anayasada yer
alıyor (PR ELO T, 1961: 740). Bugün yürürlükte olan 1958 A nayasası ise,
partilerden söz etm ekle birlikte, parti gruplarına anayasada yer vermiyor. Ayrıca,
iki m eclisteki kom isyon sayısını, bakanlıklara rakip olm alarını engellem e
kaygısıyla, altıyla sınırlandırdığı gibi, her öneri için ayrı bir kom isyon kurularak
yasa yapm a süreci içinde bu sürekli kom isyonlara hiç başvurulm am asınm
yolunu da açıyor (TU RPIN , 1994: 412-416).
İngiltere’de kom isyonların kuruluşunu, neredeyse parlam entonun
bugünkü iki m eclise bölündüğü 1332 yılına dek götürenler var. Ancak,
tasarıların konularına göre kom isyon kurm a geleneğinin 1571’de başladığı
anlaşılıyor (K A RA M U STA FA O G LU , 1965: 17). Bugün İngiltere’de, yasa
önerileri, A ’dan başlayarak bir harfle anılan sürekli kom isyonlarda inceleniyor.
1 Bu yazıda, “yasa önerisi”, hem hükümetten kaynaklanan tasarıları, hem de
milletvekillerinin tekliflerini kapsayacak anlamda kullanılmakta.
-220-
Ü ye sayıları 16-50 arasında değişen bu kom isyonlar, yasa önerisinin konusuna
göre, her seferinde yeniden oluşturuluyor. Üyelikte başlıca iki ölçüt gözetiliyor:
uzm anlık ve parti gruplarının güçleri oranında tem silini sağlam a. 2006-2007
toplantı yılından beri, bu kom isyonlara Public Bili Committee ya da General
Committee adı veriliyor (ERO G U L, 2008b: 12).
İngiliz örneğini izleyen A B D ’de, sürekli kom isyon yöntem i daha koloni
dönem inde ortaya çıkıyor. B irlik kurulduktan sonra (1787), Tem silciler M eclisi
bu yöntem i aralıksız olarak uyguluyor. 1816 ’da, Senato da aynı yola giriyor
(K A RA M U STA FA O Ğ LU , 1965: 21-22). Bugün T em silciler M eclisi’nde 19,
Senato’da ise 17 sürekli kom isyon (Standing Committee) görev yapıyor
(EROGU L, 2008b: 89). K om isyonların yapı ve işlevleri, yavaş da olsa, sürekli
bir evrim içinde. A nayasa’nın 1. m addesinin 5. bendi, yasam a m eclislerinin
kendi çalışm a yöntem lerini belirleyeceklerini öngörüyor. N e var ki kom isyonlar,
yalnızca kendi m eclislerinin içtüzük kurallarıyla değil, yasalardan, iki büyük
partinin m eclis gruplarının aldığı kararlardan, kom isyonların kendilerinden ve
görenekten kaynaklanan bir dizi kuralla da bağlı bulunuyorlar (SM ITH &
DEERIN G , 1984: 39). Sürekli bir evrim geçirm elerinin nedeni bu.
Yasam a m eclislerinde kom isyonların en güçlü olduğu ülke, ABD. Buna
da şaşm am ak gerekir. Çünkü A B D ’de, yürütm enin yasa önerm e yetkisi yok.
Başkan K ongre’nin bir yasa kabul etm esini istiyorsa, bunu kendi yandaşı bir
Tem silci ya da Senatör aracılığıyla önerm ek zorunda. Her iki m ecliste de,
kom isyonlar son derece etkili. Yasa önerilerinin yüzde doksanı daha kom isyon
aşam asında ölüyor. (K om isyonlara “yasa m ezarlığı” denm esinin nedeni bu.)
Yalnızca kom isyonlar değil, altkom isyonlar da çok güçlü. (Tem silciler
M eclisi’nde 90, S enato’da 70 dolayında altkom isyon var.) K om isyona gelen
önerinin hangi altkom isyona gönderileceğine kom isyon başkam karar veriyor.
Bu karar da, çok kez önerinin geleceğini belirliyor. K om isyon çalışm asının en
önem li aşam ası, hearing'ler (görüş alm alar). B unlar kam uya açık. (Ayrıca,
yayınlanıyorlar da.) İlgililer burada görüşlerini duyurm a fırsatını buluyorlar.
K onu enine boyuna tartışıldıktan sonra, öneri m etninin yeniden kalem e alındığı
ve yazanağın (raporun) yazıldığı “ mark-up session” aşam asına geçiliyor.
Y azanakta, önerinin ilk biçim i, kom isyonda yapılan değişiklikler, m evzuatta
ortaya çıkacak sonuçlar, gerekçeleriyle birlikte ayrıntılı bir biçim de açıklanıyor.
B öylece her meclis, önüne gelen öneriyi her yönüyle değerlendirm e olanağına
sahip bulunuyor. B ir m ecliste kabul edilen öneri, öteki m eclise gönderiliyor ve
yine kom isyon sürecinden geçiyor. Önerinin yasalaşabilm esi için, m eclislerin
aynı m etin üzerinde anlaşm ası zorunlu. İki m eclis arasında anlaşm azlık çıkarsa,
iki m eclisin üyelerinden kurulu bir uzlaştırm a kom isyonu ( Conference
Committee) devreye giriyor. M eclislerin değiştirem eyecekleri, yalnızca kabul ya
-221 -
da reddecekleri son m etni bu kom isyon hazırlıyor (ER O G U L, 2008b: 89-91, 9596). Görüldüğü gibi, A B D ’de, yasam a süreci içinde, son söz m eclislerde
olm akla birlikte, m eclislerin oy verecekleri m etni belirlem ede kom isyonların çok
büyük bir ağırlığı var.
İngiltere’de kom isyonların işleyiş biçim i ise, A B D ’den çok değişik. Bir
kere, İngiliz parlam entarizm inde ağırlık hüküm ette. B u nedenle, kom isyonların
bağım sız bir güç kullanm aları söz konusu değil. A B D ’den farklı olarak,
kom isyonların önüne gelen yasa önerilerinin çok büyük çoğunluğu, hüküm et
kaynaklı. Ayrıca, öneriler, kom isyon aşam asından önce, genel kurulda görüşülüp
değerlendiriliyor (YAPICI, 2007: 60-61). Öte yandan, yukarıda belirtildiği gibi,
kom isyonlar oluşturulurken parti gruplarının güçleri oranında tem sili gözetiliyor.
Y ine A B D ’den farklı olarak, İngiltere’de sıkı bir parti düzencesi (disiplini) var.
Bunu sağlayan parti değnekçileri (“whip" ler), üyelerin başlarına buyruk
davranm alarını engellem ekle görevli. Sonuçta, yasa önerilerini inceleyen
kom isyonlar, geniş ölçüde çoğunluğun, başka bir deyişle iktidarın güdüm ünde
çalışıyorlar. N e var ki, İngiliz dem okrasisinin oydaşm acılık geleneği, çoğunluk
güdüm ünün belli bir uzlaşm a sınırını aşm am asını da sağlıyor.
F ransa’da, yukarıda belirtildiği gibi, Ü çüncü ve Dördüncü C um huriyet
dönem inde, parlam ento kom isyonları ölçüsüz bir güç kazandılar. 1958’de
başlayan Beşinci Cum huriyet, bu gücü kırdı. Bir kere, her m ecliste kom isyon
sayısı altı ile sınırlandırılarak bakanlıklara koşut, dolayısıyla da onlara rakip
olabilecek güçte kom isyonlar kurulm ası engellendi. A yrıca, her yasa önerisi için
özel bir kom isyon kurulabileceği öngörülerek, sürekli kom isyonların tekeli
kırılm aya çalışıldı. Gerçi uygulam ada, özel kom isyon yolu yaygınlık
kazanam adı. Bugün de yasa önerilerini, genellikle bu altı kom isyondan biri
inceliyor. Ancak, hüküm etten kaynaklanan bir öneri, diyesim (yani) bir hüküm et
tasarısı söz konusu ise, kom isyon öneri m etninde değişiklik yapam ıyor. Yalnızca
genel kurula değişiklik önerisinde bulunabiliyor. Bu yeni düzenleme,
kom isyonların önlerine gelen m etinler üzerinde serbestçe kalem oynattıkları
geçm işteki uygulam ayla tem elli bir fark yaratıyor. K om isyonlar, meclis
üyelerinden gelen önerileri ise, yeniden kalem e alabiliyorlar. A ncak bunu da,
yalnızca biçim sel bir zorunluk bulunuyorsa yapabiliyorlar (HA URIOU, 1975:
1079). Öte yandan, kom isyonların yasa önerilerini sürüncem ede bırakm a
olanakları da ellerinden alınm ış durum da. Çünkü, bugün yürürlükte olan
anayasaya göre, hüküm et m eclislerin gündem ine egemen. İstediği yasa önerisini
gündem in istediği sırasına koyabiliyor. Üstelik, bunu yapm ak için kom isyon
incelem esinin bitm esini beklem esine gerek yok (BU RD EA U , 1993: 573).
Dolayısıyla, bugün artık F ransa’da, yasa yapm a sürecinde kom isyonların gücü
iyice kırılm ış durum da.
-222 -
Bizde kom isyon (o zam anki adıyla, encüm en) yöntem i, 1876 A nayasası
kabul edildikten sonra kurulan M eclis-i U m um i’yle birlikte ortaya çıkmıştır.
A ncak sürekli kom isyon yöntem ine geçiş, 1908’den, İkinci M eşrutiyet’in
ilanından sonra olm uştur. Encüm enler, ilk çıkışlarında, şubelerin bir çalışm a
aracı olarak görülm üşlerdir. 1877 tarihli ilk Heyet-i M ebusan içtüzüğü, o
günlerde F ransa’da, B elçika’da, H ollanda’da geçerli olan şube (“bureau” ya da
“ section”) yöntem ini (K A RA M U STA FA O G LU , 1965: 24-27) örnek alarak,
Heyet-i M ebusan’m, üyeleri adçekm eyle iki ayda bir yenilenecek beş şubeye
bölünm esini öngörm üştü. İşler önce başkanlıkça bu şubelere gönderiliyor, işin
niteliğine göre her şube kendi içinden genellikle bir, ancak durum gerektiriyorsa
iki ya da üç kişi seçiyor ve böylece, toplam beş, on ya da on beş kişiden oluşan
bir meclis kom isyonu oluşturuluyordu. Bir mebus, en çok iki kom isyona üye
olabiliyordu. Encüm en üyelerinin doğrudan doğruya genel kurulca seçilm esi de
olanaklıydı. Bu geçici kom isyonların yanı sıra, içtüzük, adını belirterek üç
encüm enin daha seçilm esini öngörm üştü. Şubelerin yenilenm esiyle birlikte iki
ayda bir seçilecek, onar kişilik bir layiha (yasa önerileri) ile bir istida (dilekçe)
encümeni. Bir de bütçe ve kesinhesap tasarılarıyla gelir ya da harcam a öngören
öteki yasa önerilerini incelemek üzere on beş kişilik bir M uvazene-i M aliye
Encümeni. Layiha E ncüm eni’nin görevi, m ebuslardan kaynaklanan yasa
önerilerini inceleyip genel kurula görüş sunm aktı2 (İBA, 2007: 381-384). Heyeti A yan’ın yine 1877’de kabul ettiği ilk içtüzüğe göre, kararlaştırılacak işlere
bakılarak, kom isyonlar doğrudan doğruya genel kurul tarafından oluşturuluyor;
bunlara beş, yedi ya da dokuz üye seçiliyordu. Ayrıca, üyeleri iki ayda bir
değişen ve beşer kişiden oluşan bir Layiha Encüm eni3 ile bir İstida Encüm eni
kurulm ası öngörülm üştü. Her A yan üyesi en çok iki kom isyona seçilebilirdi
(İBA, 2007: 362-363). 1920’de kurulan TBM M , 1927’de yeni bir içtüzük kabul
edinceye dek, M eclis-i M ebusan içtüzüğünü kendine uyarlayarak kullandı.
Üyeleri şubelere bölm e ve bir layiha kom isyonu oluşturm a yöntem leri korundu.
Ayrıca, İkinci M eşrutiyet’te kabul edilen, sürekli kom isyonlar seçme yöntem i
sürdürüldü. Birçok değişikliğe uğram akla birlikte, 1927 tarihli içtüzük uzun
2 Hükümetten kaynaklanan tasarılar, konularına göre, şubelerde oluşturulan
komisyonlarda inceleniyordu. Mebuslardan gelen önerileri genel kurul benimserse, bu
doğrultuda bir yasa önerisi hazırlanması için Şura-yi Devlet’e başvuruluyordu. Bu
yöntem İkinci Meşrutiyet’te kaldırıldı. Her iki meclisin üyeleri doğrudan doğruya yasa
önerme hakkını kazandılar. Ancak yine de, üyelerden kaynaklanan yasa önerilerini
incelemek üzere meclislerde birer layiha encümeni görevlendirilmesi yöntemi korundu.
3 Layiha Encümeni’nin görevi, üyelerden kaynaklanan yasa önerilerinin ilk
incelemesini yapmaktı. Tıpkı Mebusan’da olduğu gibi, bu öneriler genel kurulda
benimsenirse, bu doğrultuda bir yasa önerisi hazırlanması için Şura-yi Devlet’e
başvuruluyordu.
-223 -
yıllar yürürlükte kaldı. 1960’tan sonra kurulan m eclisler bile, kendilerine yeni
bir içtüzük yapıncaya dek, Ekim 1957’ye dek geçirdiği değişikliklerle birlikte
1927 içtüzüğünü kullanm ayı sürdürdüler (B A K IRC I, 2000: 53-62). 1927
içtüzüğü, artık eskimiş olan şube yöntem ini bir yana bırakarak sürekli
kom isyonlar yöntem ini kesinlikle benim sedi.4 Ondan sonra kabul edilen bütün
içtüzükler, kom isyonların sayılarında ya da adlarm da değişiklikler yapılsa da,
uzm anlık kom isyonları yöntem ini hep korudular. Bugün de T B M M ’de, kimi
anayasadan, kimi yasadan, kimi de içtüzükten kaynaklanan toplam on yedi
sürekli kom isyon görev yapm aktadır.
A nayasa, 95. m addesinde, T B M M ’nin, çalışm alarını kendi yaptığı
içtüzüğe göre yürüteceğini hükm e bağlam ıştır. Yasa koym a sürecini düzenleyen
88. m adde de, yasaların görüşülm e yöntem lerinin içtüzükçe belirleneceğini
öngörm üş, ancak öneri yetkisini bakanlar kurulu ile TB M M üyelerine
özgülem iştir. A nayasada kom isyonlara böyle bir yetki tanınm am ıştır. Bu
durum da, içtüzüğün konum uzu ilgilendiren hüküm leri, yalnızca, önerilerde
değişiklik yapılm asında kom isyonların yetkisine ilişkin olanlardır.
İçtüzüğe göre, yasa önerilerinin hangi kom isyonlarda inceleceğini m eclis
başkanı belirler ve dağıtım ı ona göre yapar (md. 23, 73, 74). Gündemi kom isyon
başkanı belirlem ekle birlikte, kom isyon kendi gündem ini değiştirebilir (md.26).
K om isyonlar, kendilerine gönderilen yasa önerilerini “ aynen veya değiştirerek”
kabul ya da reddedebilirler; birbirleriyle ilgili önerileri birleştirerek
görüşebilirler. Ancak kom isyonlar, “kanun tek lif edem ezler, kendilerine havale
edilenler dışında kalan işlerle uğraşam azlar, ... kanun tasarı ve tekliflerini
bölerek ayrı ayrı m etinler halinde G enel K urula sunam azlar” (md. 35). Esas
kom isyonlar kendilerine gönderilen önerileri en çok kırk beş gün içinde
sonuçlandırm azlarsa, hüküm etin ya da öneri sahibinin istemi üzerine, genel
kurul yasa önerisini doğrudan doğruya gündem ine alabilir (md. 37).
Kom isyonlar, karara bağladıkları yasa önerilerine ilişkin olarak birer yazanak
(rapor) hazırlarlar ve burada, yaptıkları değişikliklerin gerekçelerini belirtirler
(md. 42). Kom isyon kendi m etninin değişiklik önergelerinden önce oylanm asını
isteyebilir. Bu m etin kabul edilirse, değişiklik önergeleri reddedilm iş sayılır (md.
82). Hüküm et, m illetvekilleri ya da esas kom isyon hem kom isyonda hem de
genel kurulda değişiklik önergeleri verebilir. Kom isyonda verilecek değişiklik
önergelerine ilişkin olarak içtüzükte herhangi bir sınırlam a yer alm am ıştır.
K om isyonlar, genellikle, önergelerle ilgili olarak genel kurulda öngörülm üş
4
Sürekli komisyonlar yöntemi yerleşince, artık yalnızca milletvekillerinden
kaynaklanan önerileri inceleyecek ayrı bir layiha komisyonuna gerek kalmadı.
-224-
sınırlam aları uygularlar. Genel kurulda verilecek önergelere ilişkin çeşitli
sınırlam alar üç küm eye ayrılabilir: 1) G örüşülm ekte olan önerinin konusu
olm ayan başka yasalarda değişiklik getiren ve “yeni bir kanun teklifi” niteliğini
taşıyan değişiklik önergeleri hiçbir biçim de işlem e konm az. 2) G örüşülm ekte
olan önerinin m etninde bulunm ayan ancak konusuyla “çok yakın ilgisi bulunan
bir m addesinin değiştirilm esini isteyen ve kom isyonun salt çoğunlukla katıldığı
önergeler” yeni bir m adde olarak görüşm eye açılır. B urada dikkat edilmesi
gereken nokta, önergede istenen değişikliğin, önerinin konusu olan yasaya
ilişkin olm akla birlikte, yasanın kom isyon m etninde bulunm ayan bir m addesiyle
ilgili olm asıdır. 3) Kom isyon m etninde bulunan bir m addenin çıkarılm ası,
değiştirilm esi, m addeye sözcük eklenm esi ya da çıkarılm ası ile ilgili olarak
önerge verilebilir. M eclis başkanı, önergeye katılıp katılm adığını hüküm ete ve
kom isyona sorar. Kom isyonun katılm adığı bir önergeyi genel kurul kabul
ederse, kom isyon ilgili m addeyi geri isteyebilir. Genel kurul bu istem i kabul
ederse, kom isyon yeni bir m etin hazırlayabilir ya da kendi m etninin kabulünü
isteyebilir. Son kararı genel kurul verir (md. 87).
Yukarıda sıralanan anayasa hüküm leri ile içtüzük düzenlem eleri birlikte
incelendiğinde, yazının konusu olan davayı doğrudan doğruya ilgilendiren
kurallar şöyle özetlenebilir: 1) Yasa önerm e yetkisi, yalnızca hüküm ete ve
m illetvekillerine aittir. K om isyonların böyle bir yetkisi yoktur. 2) Kom isyon
yalnızca değişiklik önerisinde bulunabilir. Kom isyon, incelediği metinde, yeni
bir yasa önerisi niteliğini taşıyan bir değişiklik önerem ez ya da genel kurulda, bu
nitelikte bir değişiklik önergesi verem ez. 3) G enel kurulda görüşm eler,
kom isyonun hazırladığı m etin üzerinde yapılır. Bu metin, öneride kom isyonun
yapm ayı uygun bulduğu değişiklikleri içerir.
Dava konusu olay şöyle gelişiyor: Hüküm et, “A m m e Alacaklarının
Tahsil Usulü H akkında K anunda ve Bazı K anunlarda D eğişiklik Yapılm ası
H akkında” bir yasa tasarısı sunuyor. Meclis başkanlığı, tasarıyı Plan ve Bütçe
K om isyonu’na
gönderiyor.
Kom isyon,
yazanağını
hazırlayıp
meclis
başkanlığına sunuyor. M eclis başkanlığı, kom isyondan gelen metinde, tasarıda
bulunm ayan dokuz m adde ile on geçici m addenin eklendiğini, bunlarla on ayrı
yasada değişiklik önerildiğini saptıyor. Bunun üzerine başkanlık, İçtüzük’ün 14
m addesinde kendisine verilen kom isyonları denetlem e yetkisini kullanarak,
İçtüzük’ün 35. m addesine göre kom isyonların yeni yasa önerisinde
bulunam ayacakları uyarısıyla, yazanağı Plan ve Bütçe K om isyonu’na geri
gönderiyor. Kom isyon başkanı, ertesi gün, konuyu kom isyona getirm eden,
yazanağı yeniden m eclis başkanlığına sunuyor. Y apabileceği başka bir şey
bulunm adığı için, meclis başkanlığı, gündem de sırası gelince tasarıyı genel
kurulda görüşm eye açıyor. Ö nerinin bütünü üzerinde konuşm alar sırasında,
-225-
anam uhalefet partisi CHP adına grubunun görüşlerini dile getiren Trabzon
M illetvekili M ehm et A k if H am zaçebi, “B aşkanlığın görüşüne göre, tasarıyla
ilgisi olm ayan birçok m adde kom isyon görüşm eleri sırasında tasarıya ilave
edilm iştir. Gerçekte, iyi incelendiğinde, kom isyon görüşm eleri sırasında tasarıya
ilave edilen m addelerin tasarının bütünlüğüyle ilgili düzenlem eler olduğu
anlaşılacaktır” diyor.5 Önerinin bütünü üzerine görüşm eler tam am lanm ak üzere
iken, iki m illetvekili yapılan işin usulsüz olduğunu ileri sürüyor. Bunun üzerine
başkanlık, birleşim e kısa bir ara verdikten sonra yöntem konusunda görüşm e
açıyor. Y apılan işin içtüzüğe aykırı olduğunu savunan m illetvekillerinden
M ersin M illetvekili M ehm et Şandır, “Kanun tasarı ve teklifinde değiştirilm esi
istenen kanuna, kom isyon değiştirilm esi istenen m addenin dışında diğer
m addelerde değişiklik yapabilir; buna itiraz yok am a kanun tasarısında olm ayan
bir kanunda, değiştirilm esi istenm eyen bir kanunda kom isyon değişiklik
yapam az, m adde ihdas edem ez” diyor. Tunceli M illetvekili K am er Genç, aynı
doğrultuda şunları söylüyor: “Kom isyona üç m addelik veya beş m addelik bir
kanun teklifi gelm iş. Kom isyon oturur, kendiliğinden yüz m addelik bir kanun
m etni ortaya çıkarırsa bu olm az değerli m illetvekilleri. Bu tam am en devlet
bütçesini çığırından çıkarır, bu tam am en yasam a yetkisini çığırından çıkarır.”
A yrıca, diyor K am er Genç, meclis başkanının geri gönderm e yazısı üzerine
kom isyonun yeniden karar verm esi gerekirken, kom isyon başkanının yazanağı
kendi kendine m eclis başkanlığına bir daha gönderm esi de içtüzük kurallarına
aykırıdır. Yapılan işi savunanlardan K ayseri M illetvekili M ustafa E litaş’ın
gerekçesi şöyle: “ Burada ifade edilen, kom isyonların kendi başlarına, kom isyon
namı, adı altında kanun teklifi yapam ayacaklarını düzenleyen bir durum söz
konusu. ... Burada, kom isyondaki ilave edilen m addeler kom isyon tarafından
verilmiş kanun teklifleri olarak değerlendirm ek yerine, kom isyon üyesi
m illetvekili arkadaşlarım ızın yaptığı değerlendirm e olarak dikkate alınm asının
daha uygun olduğu kanaatindeyim .” K ocaeli M illetvekili N ihat E rgün’ün görüşü
de aynı yönde: “K onu değişm em iş, am m e alacakları ile ilgili düzenlem e, değişik
kanunlarda düzenlem e yapan bir tasarı bu.” dedikten sonra, kom isyonda yapılan
işin, hepsi kam u alacaklarına ilişkin olan, ancak tasanda gözden kaçmış olan
birtakım yasaların ve konuların öneriye eklenm esi olduğunu belirtiyor. Ayrıca şu
önem li bilgiyi de veriyor: “Bu önergelere, bu tekliflere H üküm et katılm ış.” Usul
tartışm ası tam am landıktan sonra, oturum u yöneten başkan, bu uygulam anın
“tekerrür etm em esi” gerektiğini, yapılan işin em sal olm ayacağını, belirtiyor.
İtirazlar sürdürülünce, başkan kom isyona, İçtüzük'ün 88. m addesindeki olanağı
kullanarak yazanaklarını geri çekip çekm eyeceklerini soruyor. Kom isyon
5
Görüşmelerden yapılan bütün alıntıların kaynağı, TBMM internet sayfasında
yayımlanan ilgili tutanaklardır.
-226-
yazanağını geri çekm eyince, yapılabilecek başka bir şey olm adığından, oturum
başkanı önerinin m addelerine geçilm esini oya koyuyor. Geç saatlere dek süren
uzun tartışm alardan sonra, öneri aynı gün yasalaşıyor.
Tartışm adaki görüşleri değerlendirebilm ek için, önce kom isyonların
yasa önerip önerem eyeceğine bakm ak gerekir. İkinci M eşrutiyet’ten sonra
parlam enter yaşam a geçtiğim izde, bizim başlıca örneğim iz Fransa olm uştur.
Yukarıda da belirtildiği gibi, o sırada Üçüncü C um huriyet dönem ini yaşayan
F ransa’da, bir kom isyonlar saltanatı sürm ektedir. Kuram aksi görüşte olsa da,
uygulam ada kom isyonlar yasa önerisinde bulunabilm ektedirler (JO SEPH BA RTHELEM Y, 1934: 201). İki meclisin de kom isyonları öylesine güçlüdürler
ki, zam an zam an hüküm etlerin ya da bakanların iktidardan düşm elerine bile yol
açabilm işlerdir (PR ELO T, 1961: 741). Bizde de başlangıçta, kom isyonlar
kendilerine
gönderilen
önerileri
baştan
sona
değiştirebiliyorlardı
(K A RA M U STA FA O Ğ LU , 1965: 35). Dahası, anayasa gibi en önem li konuda,
öncülük bütünüyle kom isyonlardaydı. G erçekte yeni bir anayasa niteliği taşıyan
büyük 1909 anayasa değişikliği, M eclis-i M ebusan Kanun-u Esasi E ncüm eni’nin
öncülüğünde, Heyet-i Ayan Kanunu-u Esasi Encüm eni ile sıkı bir pazarlık
çerçevesinde gerçekleştirilm iştir (ER O G U L, 2008a: 1-10). 1924 Anayasası da,
önce, TBM M K anun-u Esasi E ncüm eni’nin kendi kendine hazırlam ayı uygun
bulduğu bir yasa önerisi (bir “teklif-i kanuni” ) biçim inde çıkm ıştır ortaya
(G Ö ZÜ B Ü Y Ü K & SEZG İN , 1957: 1-26).6 Bugünkü kurallar zam anla yerleşti.
1924 A nayasası’nın 15. m addesi, yasa önerm e hakkını hüküm ete ve meclis
üyelerine tanımıştı. Aynı yönde bir hüküm , 1876 A nayasası’nın 53. m addesinde
de yer almıştı. Ne var ki, bu düzenlem elere dayanarak kom isyonlara yasa
önerm eyi açıkça yasaklam a yoluna gidilm em işti. Saptayabildiğim kadarıyla,
kom isyonların yasa önerem eyecekleri kuralı, ilk kez 1927 içtüzüğünün (Dahili
Nizam nam e) 29. m addesiyle geldi (İBA, 2007: 256).
Y ukarıda belirtildiği gibi, bugün yürürlükte olan İçtüzük’ün 87. maddesi,
“yeni bir kanun teklifi niteliğindeki değişiklik önergeleri işleme konulm az”
diyor. Kimi zam an durum çok açık. Örneğin, 2003 N isan ayında, genel kurulda
İş K anunu’nun değiştirilm esine ilişkin bir yasa tasarısı görüşülürken, Vergi
Barışı K anunu’nda değişiklik öngören bir önerge veriliyor. O turum u yöneten
başkan, bir yöntem tartışm ası bile açm adan, bunun yeni bir yasa önerisi
6
1961 ile 1982 Anayasaları da anayasa komisyonlarınca önerilmiştir. Ancak, bu
durumu, yukarıda sözü edilen uygulamalarla karşılaştırma olanağı yoktur. 1961 ile 1982
Anayasaları, kurucu meclislerce hazırlanmış ve halkoylamasıyla kabul edilmiştir. Bu
yeni yöntemde, komisyonca önerilmenin anlamı, artık tamamen değişmiştir.
-227-
niteliğinde olduğunu söyleyerek önergeyi işlem e koym uyor (G Ö K Ç İM EN &
HAS, 2006: 68).
1961 Anayasası yürürlükteyken verilm iş bir A nayasa M ahkemesi
kararm da (K. 1975/198) da bu konu tartışılıyor (B A K IRC I, 2000: 361-362).
Olayın kahram anı yine Plan ve Bütçe Kom isyonu. Genel kurul, 11 sayılı
Y G K ’yi (yasa gücünde kararnam e) yürürlükten kaldırm ayı kararlaştırıyor ve
kom isyona bu yönde bir yasa önerisi hazırlam a görevi veriyor. A ncak kom isyon,
yalnızca 11 sayılı Y G K ’nin değil, 12 sayılı Y G K ’nin ek geç. 10 m addesinin (g)
bendinin de yürürlükten kaldırılm asını öneriyor ve bu öneri genel kurulca
yasalaştırılıyor. A nayasa M ahkem esi, söz konusu kararında, burada İçtüzük’ün
36. m addesinde yer alan “ kom isyonlar kanun tek lif edem ezler” kuralı
çiğnenm iştir, bu da önemli bir biçim bozukluğudur diyerek, çoğunlukla iptal
kararı veriyor. Kararı özellikle tartışm alı kılan yön, yürürlükten kaldırılan iki
kararnam edeki düzenlem elerin birbirinin neredeyse sözcüğü sözcüğüne aynısı
olması. İkisinde de, TR T genel m üdürlüğünün istisnai m em uriyet sayılm ası
öngörülm üş. Y alnızca 11 sayılı kararnam e yürürlükten kaldırılsaydı, 12 sayılı
kararnam edeki hükm e göre istisnai m em urluk düzenlem esi sürecekti.
Dolayısıyla, meclis istencini gerçekleştirm enin tek yolu, 12 sayılı kararnam enin
ilgili hükm ünün de kaldırılm asıydı. Gerçi, yapılan işlem biçim açısından
içtüzüğe tüm üyle aykırıydı.7 A ncak aynı kararın bir başka yerinde Anayasa
M ahkem esi şöyle bir değerlendirm ede bulunm uştu: “ ... sonunda konuya
M eclislerin tam am en hakim oldukları ve kendi iradelerine göre tam bir
serbestlik içinde işi karara bağladıkları bilinen bir gerçektir. Bir kanun tasarı
veya teklifinin b ir kom isyonda incelenm esinin veya hiç incelenm em esinin
M eclis iradesinin gereği gibi belirm esine engellik edeceğinin düşünülm esi de
m üm kün değildir.”
Yazının konusu olan dava ile ilgili olarak yukarıda aktarılan meclis
tartışm alarında, M ehm et Şandır, kom isyon, değiştirilm esi önerilm iş bir yasada,
öneri dışında kalan m addelerde de değişiklik yapabilir, ancak bam başka bir
yasada değişiklik önerem ez, diyor. İlk bakışta, bu sav inandırıcı. Ne var ki,
hüküm etten gelen tasarıda, yalnızca Am m e A lacaklarının Tahsil Usulü
Hakkında K anun’da değil, buna ek olarak yaklaşık daha yirmi yasada değişiklik
yapılm ası öneriliyor. K om isyonun yaptığı iş, bu yirm i yasaya on kadar yenisini
eklem ek, başka bir deyişle, tasanda değiştirilm esi öngörülen “bazı kanunlar”ın
7
Bence, biçim açısından bir başka aykırılık da, yasa yoluyla YGK’de değişiklik
yapılmış olmasıydı (EROĞUL, 2005). Ancak Anayasa Mahkemesi konunun bu yönünü
incelemcdi.
-228-
sayısını artırm ak. B unların hepsinde de, tıpkı hüküm et tasarısında olduğu gibi,
kam u alacaklarıyla ilgili düzenlem eler öneriliyor. Dolayısıyla, ortada genel
olarak bir konu birliği olduğu açık. Gerçi, m eclis başkanlığının geri gönderm e
yazısına verdiği yanıtta, kom isyon başkanı, “ K om isyonum uzda ülkem izin son
derece önem li sorunlarının çözülm esi konusunda ihtiyaç duyduğu diğer
düzenlem eler de Tasarıya eklenm iştir” diyerek (K .2008/183), yeni yasa
önerilerinde bulunulduğu izlenim ini veriyor. Ancak, tasarı ile eklem eler dikkatle
incelendiğinde, bunlara yeni öneriler değil de, çok kapsam lı toplu bir değişiklik
dem ek daha doğru görünüyor. Sanırım burada, esas gözetilm esi gereken nokta,
yasa sayısından çok, konu birliğinin bulunup bulunm am ası.
U ygulam aya bakıldığında, Plan ve Bütçe K om isyonu’nun, yasam a
etkinliğinde özel bir ağırlık taşıdığı hem en görülüyor. Ö rneğin 21. yasam a
dönem i için yapılan bir araştırm aya göre, m eclis başkanlığına sunulan önerilerin
yaklaşık yarısı, esas kom isyon olarak Plan ve Bütçe K om isyonu’na gönderilm iş
(ÇELİK ER, 2006: 26). Bu kom isyon, yalnızca bütçe ve kesinhesap tasarılarını
değil, devlet gelir ve giderlerini etkileyen bütün önerileri incelem ekle görevlidir.
Bu da uygulam ada, uluslararası antlaşm aların onaylanm asm ı uygun bulma
yasaları bir yana bırakılırsa, yasaların yarısından çoğu
demektir. Bu
uygulam anın anayasaya uygunluğu tartışılabilir. Anayasa, iktidarın izlencesinin
(program ının) gerçekleştirilm esi için bütçenin ayrı bir önem taşıdığını göz
önünde bulundurarak, yalnızca Bütçe Kom isyonu için, öteki kom isyonlar için
öngördüğü meclis gruplarının güçlerine göre temsil kuralını bozm uş, iktidara
saltık üstünlük sağlayan bir düzenlem e kabul etm iştir. Böyle kurulm uş bir
kom isyonu, akçal yönü olan bütün yasa önerileri için esas kom isyon saymak,
anayasanın yalnızca bütçe (ve kesinhesap yasası) için getirdiği bir ayrıcalığı
genelleştirm ek oluyor. Başka bir deyişle, anayasanın dem okratik düzenin gereği
olarak koyduğu temel kural, kom isyonlarda parti gruplarının güçleri oranında
temsil edilecekleri kuralı, Plan ve Bütçe K om isyonu’na tanınm ış olan yaygın
yetki nedeniyle, işlerliğini geniş ölçüde yitirm iş oluyor.
Bu işleyişin parlam enter dizgenin usdüzeni (m antığı) ile çelişm em esi
için, iktidarın kom isyonlara egem en olması gerekir. Yoksa, Üçüncü ve
Dördüncü Cum huriyet Fransasında görüldüğü gibi, parlam enter dizgeye göre
iktidarın asıl sahibi olm ası gereken hüküm etlerin iktidarsız bırakılm ası tehlikesi
doğar. Bu da dem okrasinin önde gelen kurallarından biri olan, çoğunluğun
yönetim hakkına aykırı düşer. Bu gerek gözetildiği için, hem 1961, hem de 1982
A nayasası’nda, genel olarak kom isyon üyeliklerinin parti gruplarının gücüne
göre paylaştırılm ası öngörülm üşken, Bütçe K om isyonu için ayrıksı bir
düzenlem e getirilm iş, toplam üye sayısının yarısından çoğunun iktidara
verilm esi kuralı kabul edilm iştir. Ancak burada hiç tehlike yok da değildir. Bir
-229-
kere, Plan ve Bütçe K om isyonu’nun bu denli ağırlık taşım ası, bunun “bakan
yetiştiren kom isyon” olarak anılm asına yol açm ıştır. Remzi Ç iftepınar’dan
aktararak Ç E L İK E R ’in verdiği bilgiye göre, 1995-2002 yılları arasında görev
yapan bakanların 4 3 ’ü, daha önce Plan ve Bütçe K om isyonu’nda üyelik
yapm ıştır (2006: 17). Dolayısıyla, üyelerin bakan olm a beklentisinin, görevdeki
hüküm etin işlerini güçleştirm esi tehlikesi doğabilir. Beşinci C um huriyet
Fransasm da, bu nedenle, bakan olacak kişinin parlam ento üyeliğinin düşeceği
kuralı konm uştur.8 İkincisi, genel kurulda gider artırıcı öneride bulunulm ası
anayasa tarafından yasaklanm ışken, kom isyon için böyle bir yasak yoktur. Bu da
kom isyon üyelerini, kendi seçm enleri ya da kendilerine yakın buldukları çıkar
kümeleri lehine düzenlem eler kabul ettirm e çabasına itebilir. Bu durum da, genel
çıkarı gözetm esi gereken hüküm etin işini güçleştirebilir. Genel kurulda yaptığı
ve yukarıda bir bölüm ü aktarılan konuşm asında Kam er G enç’in, “bu tam am en
devlet bütçesini çığırından çıkarır” uyarısının gerekçesi işte budur. Gerçekten de,
Plan ve Bütçe K om isyonu’na tanınan öneri olanağı, zaten hüküm etle işbirliği
yapılıyor gerekçesiyle hiç sınırlanm azsa, devletin gelir-gider dengesini sarsıcı,
ayrıca, birtakım özel çıkarları gözetici sonuçlar yaratabilir.
Bütün bu veriler ışığında, kom isyonların yasa önerilerinde değişiklik
yapm a yetkilerinin anayasal sınırı nasıl çizilebilir? K A R A M U STA FA O Ğ LU ,
ilkeyi şöyle koyuyor: “ K om isyonlar ancak kendilerine yollanan kanun tasarı ve
tekliflerini kabul, değiştirerek kabul ya da reddedebilirler. Doğrusu da budur;
kom isyonların görev ve yetkilerinin sınırı hiçbir şekilde bundan öteye gitm em ek
gerekir” (1965: 191). A ncak hem en arkasından şöyle bir saptam ada bulunuyor:
“Ama, hem en belirtelim ki, parlâm anter uygulam ada ... olgular hiç de yukarıda
belirtilen ilkeler ve kurallar yönünde işlem em ektedir. Tersine kom isyonlar tasarı
ya da teklifler üzerindeki incelem e yetkilerinin sınırlarını aşm akta, kendilerine
yollanm ış m etinleri ilk şeklinden oldukça değişik kılıklara sokm akta ve genel
kurulun önüne de değiştirge adı altında bir K arşı Tasarı (contre-projet; counter
bili) ile çıkm aktadırlar.” Yazar, bu uygulam anın, uzm anlık kom isyonları
dizgesinde (sistem inde), “eşyanın tabiatından doğm a bir durum ” olduğu
sonucuna varıyor (1965: 192).
Sanırım, anayasayı zorlayan, hüküm ete ve m illetvekillerine özgülenm iş
bulunan yasa önerm e yetkisine el atılm asıyla sonuçlanan bu durum u böylece
8
Eylül 2008’de yapılan son anayasa değişikliğinde bu kural biraz
yumuşatılmıştır. Bakanlık ile parlamento üyeliği yine bağdaşmıyor. Ancak artık,
bakanlıktan ayrılan üye, yeni bir seçime katlanma zorunluğu olmadan, isterse parlamento
üyeliği görevine dönebiliyor.
-
230-
kabullenm em ekte yarar var. Ancak bunun için, yararlan açık olan sürekli
kom isyon kurum undan vazgeçm ek düşünülm em eli.
O layım ızda, meclis
başkanlığının tutum u yol göstericidir. İçtüzük sınırları içinde, başkanlıkça
yapılabilecek her şey yapılıyor. Önce yazanak, uyarıyla birlikte kom isyona geri
gönderiliyor. Sonra, genel kurulda yöntem tartışm ası açılıyor. Tartışm a bittikten
sonra da, oturum u yöneten başkan, İçtüzük’ün kom isyonların yetkilerine ilişkin
35. m addesinin, “ kanun tek lif edem ezler, kendilerine havale edilenler dışında
kalan işlerle uğraşam azlar” hükm ünü anım satıyor ve şöyle bir uyarıda
bulunuyor: “ Bu hüküm , kom isyonların kendilerine havale edilm eyen bir
kanunda değişiklik yapam ayacaklarını açıkça gösterm ektedir.” Fırsatı
değerlendiren bir milletvekili, başkana, “ Sayın Başkan, bu açıklam anızla siz bu
yapılanın yanlış olduğunu mu ifade ediyorsunuz?” diye doğrudan doğruya
sorunca, başkan, “ Efendim ben tekerrür etm esin diye söylüyorum ” yanıtını
veriyor. M illetvekili, “ Tekerrür etm em esi ayrı bir hadise” diyerek diretince de,
oturum başkanı, “ Yani bir em sal olm ayacak bu efendim ” diyerek tartışm ayı
kapıyor. Görüldüğü gibi, m eclis başkanlığı hem gereken uyarıları yapıyor, hem
de anayasayı zorlayan bu uygulam anın örnek alınm ayacağını açıkça belirtiyor.
K om isyonların yasa önerilerinde değişiklik yapm a yetkilerinin anayasal
sınırını çizm eye çalışırken, konuyu iki yönden ele alm akta yarar var: biri,
yetkinin varlığı, İkincisi yetkinin niteliği. Y etkinin varlığı konusunda ilke şu
olmalı: “ Değiştirm e hakkı, sonuçta bir öneri hakkıdır. Öyleyse, öneri yetkisi
kim deyse, değişiklik isteme yetkisi de ondadır; mantıken, ilk yetkiye sahip
olm ayan, İkincisine de sahip değildir” (JO SEPH -B A R TH ELEM Y & DUEZ,
1933: 733). A nayasa’nın 88. m addesi çok açık: Yasa önerm e yetkisi hüküm ete
ve m illetvekillerine ait. Yasa önerm e yetkisinin bir “devlet yetkisi” olduğu
kuşkusuz. A nayasa’nın 6. m addesine göre, “ H içbir kim se veya organ kaynağını
A nayasadan alm ayan bir Devlet yetkisi kullanam az.” Böyle bir yetkinin örneğin
m eclis kom isyonlarına tanınabilm esi için, bunun açıkça anayasadan
kaynaklanm ası gerekir. A nayasada bu yolda herhangi bir düzenlem e olm adığına
göre, kom isyonlara yasa önerm e yetkisi tanınam ayacağı çok açık. Öte yandan,
yukarıda anım satılan ilkeye göre, değiştirm e yetkisi önerm e yetkisinden
ayrılam ayacağından, kom isyonlara değiştirm e yetkisi de tanınam az. İçtüzük
hüküm leri buna göre yorum lanm alı ve gereken değişiklikler yapılm alıdır. 35.
m addedeki “kanun tasarı ve tekliflerini değiştirerek kabul” sözü, önerinin özüne
dokunm ayan, yenilik getirm eyen bir işlem olarak yorum lanm alıdır. Nasıl ki,
kom isyonun ret görüşü öneriyi ortadan kaldırm ıyorsa, değişiklikler de asıl
öneriyi ortadan kaldırm am alıdır. Dolayısıyla, genel kurulda tartışılan kom isyon
metni, asıl öneriye bağlı kalan bir m etin olm alıdır. Bu tartışm a sırasında, elbette,
kom isyonun yazanağı m illetvekillerinin önünde olacaktır. K om isyon, önerinin
yaratabileceği çelişkilere ya da ortaya çıkabilecek boşluklara yazanağında dikkat
-231 -
çekecektir. A ncak m etinde öze ilişkin değişiklik yapm a ya da eklem elerde
bulunm a konularında, esas değerlendirm eyi, kom isyon değil
genel kurul
yapm alıdır. 87. m addedeki “ esas kom isyon değişiklik önergeleri verebilir” sözü
de
bu ışıkta yorum lanm alıdır. Kom isyon da sonuçta m illetvekillerinden
oluştuğuna göre, böyle bir yetkinin anayasaya aykırı olm adığı savunulabilir.
A ncak bunun için, kom isyon önergelerinin, öteki önergelere baskın çıkm asına
yol açacak uygulam alara gidilm em elidir. Örneğin, 82. m addeye göre, kom isyon,
genel kurulda kendi m etninin öncelikle oylanm asını isteyebiliyor, kom isyon
metni kabul edilirse m illetvekillerinden kaynaklanan bütün önergeler
oylanm adan reddedilm iş sayılıyor. Kanım ca, ne hüküm etin ne de
m illetvekillerinin sahip olm adığı böyle bir yetki, A nayasa’nın 88. m addesiyle
bağdaşm az. Uygulam ada pek başvurulm asa da, içtüzüğün bu düzenlem esi
kaldırılm alıdır.
D eğiştirm e yetkisinin niteliği üzerinde düşünülürse, konu bu yönden de
aydınlatılabilir. Bunun için, F ran sa’da yaşanan bir olay, bize ışık tutabilir. 1986
yılında, hüküm et, çalışma saatlerine ilişkin düzenlem eyi yasa gücünde
kararnam e ile yapm ak istedi. B unun için, bizde olduğu gibi, bir yetki yasası ile
parlam entodan izin alm ası gerekiyordu. A ncak A ralık 1986’da, cum hurbaşkanı,
bu yolda düzenlenecek bir kararnam eyi im zalam ayacağını açıkladı. Bunun
üzerine hüküm et, parlam entoda görüşülm ekte olan bir yasayla ilgili değiştirge
önergesi vererek, kararnam e ile gerçekleştirem ediği düzenlem eyi görüşülm ekte
olan yasa m etnine ekletti. M uhalefet m illetvekilleri, konuyu A nayasa
K onseyi’nin öndenetim ine taşıdılar. İşte K onsey’in, bu başvuru üzerine 23 Ocak
1987 günü verdiği (86-255 D.C. sayılı) karar, buradaki konum uzla doğrudan
doğruya ilgili. Konsey, hüküm etin elbette değişiklik önerm e yetkisi vardır,
ancak yapılan işlem değişiklik değildir, diyerek anayasaya aykırılık kararı verdi.
K onsey’in iki gerekçesi vardı. Bir kere, değişiklik, kapsam ve önem bakım ından,
ölçüsüz olm am alıdır. Başlı başına düzenlem e gerektiren bir konu, başka bir
m etne eklenem ez. İkincisi, değişikliğin içeriğinin, değiştirilen m etnin konusuyla
doğrudan doğruya ilgili olm ası gerekir. Bu iki niteliği taşım ayan değişiklikler
yasa değiştirge önergeleri sayılm azlar, dolayısıyla da işleme konam azlar
(BURDEAU , 1993: 633-634). Sanırım bu iki ölçüt kullanılırsa, olayım ızda
yaşanan duraksam anın nedeni açıkça görülebilir. Plan ve Bütçe Kom isyonu,
hüküm etin kam u alacaklarına ilişkin olarak değiştirilm esini önerdiği yasalara,
öneride yer alanların yaklaşık yarısı kadar yeni yasa ekledi. D olayısıyla, kapsam
ve önem açısından, ölçüyü aştı. Kapsam bu denli genişleyince de, düzenlem e
konusuyla daha uzaktan ilgili konular da tasarıya katılmış oldu. Ü stelik de,
F ransa’daki durum un aksine, bizde bu işlem i yapan, anayasaca yetkisi açıkça
tanınm ış olan hüküm et değil, anayasa ile içtüzüğe göre bu konudaki yetkisinin
sınırı tartışm alı olan bir meclis kom isyonu. Kimi m illetvekillerinin karşı
-
232-
çıkışının, m eclis başkanlığının uyarılarının ve konunun A nayasa M ahkem esi
önünde dava konusu yapılm asının nedeni bu.
Sonuç olarak, kom isyonların yasa önerilerinde değişiklik yapm a
yetkilerinin anayasal sınırı konusunda şunlar söylenebilir: 1) K om isyon, genel
kurula götüreceği öneri m etninde, önerinin özüne bağlı kalm alı, öze ilişkin
herhangi bir değişiklik ya da eklem e yapm am alıdır. 2) Kom isyon, öneriye ilişkin
olarak gördüğü çelişkileri, eksikleri kendi yazanağında belirtm elidir. 3) Bütün
değiştirge önergeleri genel kurula gelm eden kom isyona gönderilm eli ve
kom isyon bunlara ilişkin olarak kendi görüşünü belirlem elidir. 4) K om isyonun
verebileceği değiştirge önergeleri, hüküm et ya da m illetvekillerinden
kaynaklanan bir önerinin özüne bağlı kalan ve yenilik getirm eyen bir metin
olm alıdır. 5) Genel kuruldaki oylam alarda, kom isyon önergelerine herhangi bir
öncelik ya da üstünlük tanınm am alıdır.9
II.
Anayasal Sınır Aşıldığında, Denetimin Nasıl Yapılacağı.
Y azıya konu olan davanın ilk incelem esinde, A nayasa M ahkemesi,
dosyada eksiklik bulunm adığına, işin esasının incelenm esine oybirliğiyle karar
veriyor. Esasın incelenm esi sırasında ise, “ davacının başvuru dilekçesindeki
iptal istemi, Y asa’nın yapılış şekline yönelik olup iptali istenen kuralların ‘şekil’
yönünden denetim ini gerektirm ektedir” diyerek, yasaların biçim denetim i için
öngörülm üş özgül yetki ve süre koşullarına uyulup uyulm adığını araştırıyor.
Oysa, A nayasa M ahkem esi İçtüzüğü’nün ilk incelem eyi düzenleyen 8.
9
TBMM’de hazırlanmış bulunan yeni içtüzük teklif taslağına bakıldığında, yasa
önerilerine ilişkin komisyon yetkilerinde, çelişkili bir tutum takınıldığı görülüyor. Yeni
32. maddede, bir yandan, bugün yürürlükte bulunan içtüzüğün, genel kurul görüşmeleri
için öngördüğü birtakım kısıtlamalar, komisyon görüşmeleri için de kabul ediliyor:
İçtüzük’ün 87. maddesinde bulunan ve “Görüşülmekte olan tasarı veya teklifin konusu
olmayan kanunlarda ek ve değişiklik getiren yeni bir kanun teklifi niteliğindeki
değişiklik önergeleri işleme konulmaz” hükmü ile “Görüşülmekte olan tasarı veya teklife
konu bir kanunun, tasarı veya teklif ile çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin
değiştirilmesini isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı önergeler üzerinde yeni
bir madde olarak görüşme açılır” hükmü, komisyon yetkilerini düzenleyen maddeye
taşmıyor; üstelik, önergenin yeni madde olarak üzerinde görüşme açılabilmesi için,
komisyonun artık yalnızca salt çoğunlukla değil, üçte iki çoğunlukla karar vermesi
öngörülüyor. Öte yandan ise, bu tutumla tamamen çelişir bir biçimde, şöyle bir yeni
düzenleme getiriliyor: “Komisyonlar kendi görev alanlarıyla ilgili uygun gördükleri
konularda kanun teklif edebilir, araştırma ve görüşme yapabilir, rapor hazırlayabilirler.”
(TBMM internet sayfası.)
-
233-
m addesine göre, raportörlerin bu aşam ayla ilgili hazırlayacakları yazanakta
(raporda), başvuru dilekçeleri incelenirken,
iptal davası açm a yetkisi
bulunanlar tarafından ve yasal süre içinde verilip verilm ediği hususları da
gösterilir.” Bu düzenlem eden de anlaşıldığına göre, yetki ve süre konularının ilk
inceleme aşam asında ele alınm ası gerekiyor. U ygulam ada da, iptal başvurularını
ilk beş gün içinde inceleyen raportörler, ilk incelem eye ilişkin olarak başkanlığa
sundukları yazanaklarında, yöntem e ilişkin başka konuların yanı sıra,
“başvuruyu yapanın yetkili olup olm adığı”, “başvurunun süresinde yapılıp
yapılm adığı” konularında da saptam alarını belirtiyorlar (K A RA G Ü LM EZ, 2006:
193). Ne var ki, olayım ızda, iptal davasının biçim yönünden açıldığı davacının
dilekçesinde açıkça belirtilm ediğinden, ilk inceleme, A nayasa’nm,
iptal
davasında yetki ve süre konularını düzenleyen 150. ve 151. m addelerdeki genel
kurallara göre yapılıyor. Ancak esasa geçilip davanın bütünüyle biçim e aykırılık
yönünden açıldığı anlaşılınca, A nayasa’nın, yasaların biçim yönünden
aykırılığının denetlenm esini düzenleyen 148. m addesinin ikinci fıkrası
uygulanıyor. Söz konusu fıkraya göre, “Kanunların şekil bakım ından
denetlenm esi, son oylam anın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılm adığı; ...
hususları ile sınırlıdır.” Ayrıca, yasaların biçim yönünden aykırılığı nedeniyle
iptal davası açm a yetkisi, T B M M 'de, yalnızca üye tam sayının beşte birine ait.
150. m addedeki genel kurala ayrık olarak, biçim açısından başvurularda, iktidar
ve anam uhalefet partileri meclis gruplarının dava açm a yetkisi yok. Süreler de
değişik. 151. madde, iptal başvuruları için altm ış günlük bir süre tanım ışken,
md. 148/2’ye göre, yasaların biçim yönünden aykırılığı nedeniyle iptal
başvurularında süre on gün. Oysa dava, anam uhalefet partisi m eclis grubu
tarafından açılıyor. Üstelik dilekçe, iptali istenen yasanın Resmi Gazete'de
yayım ından kırk gün sonra, diyesim , on günlük anayasal sınır çoktan aşıldıktan
sonra veriliyor. Bu durum da m ahkem e, l ’e karşı 10 oyla, davacının yetkisizliği
ve süre aşımı gerekçesiyle başvurunun reddine karar veriyor.
Karara m uhalif kalan üyenin karşıoyunda ise şu görüş savunuluyor:
“A nayasa’nın 148. m addesinde öngörülen şekil denetim i, A nayasa’nın 88.
m addesinin birinci fıkrası hükm üne uyularak süregelen yasalaştırm a faaliyetleri
bakım ından anlam lı olup; 88. m addenin birinci fıkrasının ihlâli sonucu bir
yasalaştırm a sözkonusu ise artık 148. m addede belirtilen sözkonusu şekil
sakatlığından sözedebilm eye im kân yoktur. Bu halde, doğrudan 88. m addenin
birinci fıkrasının ihlâli nedeniyle, yapılacak anayasal denetim ‘şekil bakım ından’
değil ‘esas bakım ından’ sözkonusu olacaktır.”
Bir yasanın önerilm e ve kabul edilm e süreci içinde, son oylam ada
öngörülen çoğunluğun bulunup bulunm adığı konusu dışında, anayasaya başka
noktalarda aykırı daha birçok uygulam anın ortaya çıkabileceği kuşkusuzdur.
-234-
A nayasa’nm yasa önerme hakkım hüküm et ve m illetvekillerine özgüleyen 88.
m addesinin birinci fıkrası, işte bu değişik noktalardan biridir. Bu nitelikteki
düzenlem elere aykırı uygulam aların da anayasaya uygunluk denetim ine
bağlanm ası gerektiği elbette savunabilir. A ncak bunun gerekçesi olarak ileri
sürülen, bu tür işlem lerin öze ilişkin olduğu savı inandırıcı değildir. Anayasa
M ahkem esi’nin yazım ıza konu kararında bir kez daha belirttiği gibi, “ Biçim
kuralları, bir tasarı ya da teklifin kanunlaşm asına kadar geçirdiği tüm evrelerde
uyulm ası gereken usul ve şekil kurallarının bütününü ifade eder” (K .2008/183).
Yetki öğesi de, biçim kuralları içinde yer alu. “Yetki unsuru bakım ından
sakatlıklar, işlemi aynı zam anda şekil bakım ından da sakatlar. Çünkü yetkisiz bir
organ tarafından veya A nayasanın çizdiği yetki alanı dışında yapılan bir işlem
şekil bakım ından sağlıklı, geçerli bir işlem olarak doğmaz. Anayasa
M ahkem esinin böyle bir işlemi, daha esasa girm eden, şekil yönünden iptal
etm esi gerekir” (Ö ZBU D U N , 2008: 405).
Ne var ki, 1982 A nayasası, yasaların biçim açısından denetim ini, hem
başvuru yolu, hem başvuru yetkisi, hem başvuru süresi, hem de anayasaya
aykırılık ölçütü bakım ından, aşırı derecede sınırlandırm ış durum dadır. Bir kere,
biçim açısından aykırılık başvurusunda, yalnızca iptal davası yolu kullanılm akta,
görülen bir davada uygulanacak bir yasa hükm ünün biçim yönünden anayasaya
aykırı olduğu ileri sürülem em ektedir. İkincisi, biçim yönünden iptal davası
açm aya, yalnızca cum hurbaşkanı ile TB M M üye tam sayısının beşte biri
oranında m illetvekili yetkili kılınmış, iktidar ve anam uhalefet meclis grupları
yetki dışı bırakılm ışlardır. Görüldüğü gibi, “ 1982 A nayasası, kanunların şekil
denetim i yoluna başvuracakları bu kurum u anlam sızlaştıracak derecede aşırı
sınırlandırm ıştır” (YA NIK, 2007: 36). Üçüncüsü, yasaların biçim yönünden
aykırılık başvurusunda, olağan altm ış günlük süre, on güne indirilmiştir.
D ördüncüsü ve tüze (hukuk) devleti ilkesi bakım ından en sakıncalısı, bu
denetim in ölçütü, son oylam anın öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılm adığı
noktasına indirgenm iştir. Oysa, son oylam ada gerekli çoğunlukla kabul edilmiş
bir m etin bile, m evzuatta “yasa” olarak yer alm asına yer bırakm ayacak ağırlıkta
tüzel sakatlıklar taşıyabilir.
Bir yasanın biçim yönü, T E Z İÇ ’in “dış unsurlar” dediği bütün konuları
kapsar. Bu alana, yalnızca dar anlam da yöntem i ilgilendiren, öneri, gerekçe,
kom isyon ve genel kurul aşam alarında içtüzük kurallarına uygunluk, kabul
yetersayısı gibi konular değil, yetkili kişi ya da organ ile yetki alanı konuları da
girer (TEZİÇ, 1972: 53-99). Bu açıdan bakıldığında, anayasada, yasaların biçim
açısından geçerliğini ilgilendiren, çok önem li düzenlem eler vardır. Örnekse;
değiştirilem eyecek hüküm leri düzenleyen 4. madde, kaynağını anayasadan
alm ayan bir devlet yetkisinin kullanılam ayacağına ilişkin 6. madde, yasama
-
235-
yetkisinin sahibini ve devredilm ezliğini belirten 7. madde, yasa önerm e yetkisini
hüküm etle m illetvekillerine özgüleyen 88. madde, yasaların cum hurbaşkanınca
yayınlanm asını, gerek görüldüğünde kısm en ya da tam am en geri gönderilm esini
düzenleyen 89. madde, yasa gücünde kararnam e çıkarılabilm esi için zorunlu
olan yetki yasalarının görüşülm e yöntem ini düzenleyen 91. madde, meclis
başkanlık divanını düzenleyen 94. madde, meclis çalışm alarının içtüzük
hüküm lerine göre yürütüleceğini öngören 95. m adde, m eclis toplantı ve karar
yetersayılarını belirten 96. madde, yasaların biçim yönünden denetim ini
düzenleyen 148. ile 149. m addeler, bütçe ve kesinhesap yasa tasarılarının
görüşülm esini düzenleyen 162. ve 164. m addeler, anayasanın değiştirilm esine
ilişkin 175. madde; anayasada yer alan, hepsi de yasaların biçim yönünden
anayasaya uygunluğunu ilgilendiren, kim ileri düzenin tem eliyle doğrudan
doğruya ilişkili bulunan düzenlem elerdir. B unların içinden, bir tek son oylam ada
yeterli çoğunluğun bulunm ası gereğini öngören kuralın seçilm esi, bütün biçim
yönünden uygunluk denetim inin buna indirgenm esi, tüze (hukuk) devletiyle
hiçbir biçim de bağdaştırılam ayacak bir anlayıştır.
Bunun böyle olduğunu açıkça görebilm ek için, birkaç çarpıcı örnek
düşünm ek yet erlidir. T ek lif ve kabul yetersayılarına ulaşan, ivedilikle de
görüşülm eyen bir anayasa değişikliği, cum huriyetin tem el nitelikleri arasından
diyelim “ sosyal bir hukuk devleti” olma niteliklerini çıkarırsa, ne yapılacaktır?
B urada tartışılan dava konusunda olduğu gibi, son oylam ası yapılan yasayı bir
kom isyon ya da başkanlık divanı ya da cum hurbaşkanı önermişse, ne olacaktır?
Bütçe K om isyonu’nda incelenm eyen bir bütçe ya da kesinhesap yasa tasarısı,
son oylam ada geçerli oy oranına ulaşm ışsa, ne olacaktır? D iyelim m uhalefet
üyesi bir meclis başkanvekilinin yönettiği bir oturum da, gündem de de
bulunm am asına karşın bir yasa önerisinin son oylam ası yapılıp kabul edilirse ya
da diyelim m addeleri hiç oylanm am ış bir yasa önerisi son oylam ada gerekli
çoğunluğa ulaşm ışsa, ne yapılacaktır?
1982 A nayasası’nın tüze usdüzenini (hukuk m antığını) çiğneyen bu
düzenlem esini aşabilm ek için çeşitli çabalara girişilm iş olm asına şaşm am ak
gerekir. Ö rneğin A nayasa M ahkem esi, son anayasa değişikliğine ilişkin olarak
2 ’ye karşı 9 oyla verdiği iptal kararında (K .2008/116), şöyle bir gerekçe
kullanmıştır: “ ... değiştirilm esi tek lif edilem eyecek bir A nayasa kuralına yönelik
değişiklik teklifi yasam a organının yetkisi kapsam ında bulunm adığından,
yetkisiz olduğu bir alanda yasam a faaliyetine hukuksal geçerlilik tanım ak da
m üm kün değildir.” N e var ki, 1982 A nayasası’nın, 4. m addedeki değiştirilm ezlik
hükm üne karşın, anayasa değişikliklerinin öz yönünden denetlenm esine olanak
verm ediği gerçeği karşısında, tüzel açıdan, A nayasa M ahkem esi’nin bu
yorum una katılm a olanağı yoktur. Yeri gelm işken, bu konudaki eski bir
-
236-
değerlendirm em i anım satm ak isterim: “Am a, kanaatim izce, meclisin bu yetkiyi
gaspetmiş olması, anayasa mahkemesini yetkili kılmaz. A nayasa m ahkem esi
m eclisin böyle bir teşebbüsünü iptale yeltenirse, o da hukukî dayanağı olm ayan
bir yetki kullanm ış olur. Bunu yapm ası, siyasî açıdan tem enni edilebilse dahi,
hukuken savunulm ası bize geçerli görünm em ektedir” (EROĞU L, 1974: 166167). T E Z İÇ ’in düşündüğü bir çıkış yolu, iptal davasının hem biçim hem de öz
yönünden açılm ası durum unda, 148. m addenin ikinci fıkrasındaki aşırı
kısıtlam anın bir yana bırakılm asıdır: “ 150. m addedeki şekil yönünden denetim
ölçüsü, 148. m addenin 2. fıkrasındaki, ‘K anunların şekil bakım ından
denetlenm esi, son oylam anın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılm adığı’ ilkesi
ile bağlı değildir. Çünkü şekil aykırılığını esasla birlikte denetleyen Anayasa
M ahkem esi, esasa etkili olabilecek başkaca şekil aksaklıklarını da dikkate alm ak
zorundadır” (1982: 204). A LİEFEN D İO G LU da, hiç değilse dava açm a süresi
bakım ından aynı görüştedir. A yrıca, davanın bir bütün olduğunu, iki yönden
birden açılm ış bir davada, Anayasa M ahkem esi için, “ şekil dâvasını esastan
ayırıp öncelikle inceleyip karara varm aktaki zorluk gözden uzak tutulam az”
dem ektedir (1984: 113). N e var ki, anayasa hükmü, böyle yorum lara yer
bırakm ayacak bir açıklıktadır. “Bu görüntü karşısında, diyor SOYSAL,
varılabilecek doğru çözüm şu olabilir: yasaların biçim bakım ından anayasaya
uygunluğunun denetlenm esinde, hem iptal nedeni, hem dava açma hakkı ve
süresi bakım ından 148. m addedeki özel hüküm geçerlidir.” Bunu söyledikten
sonra, “ Bütün yanlışlığıyla” diye bir değerlendirm e eklem ekten de kendini
alam ıyor (1990: 374). G önülsüz de olsa, bu görüşe katılanlardan biri de ONAR
(2003: 151). Buna karşılık, K A R A G Ü LM EZ, hem biçim hem öz yönünden
açılm ış davalarda, A nayasa’nın 149. m addesinin ikinci fıkrası gereğince,
incelemenin, dava yetkisi, süre, iptal nedeni açılarından, önce biçim yönünden
yapılm ası gerektiğini; davanın öz yönüne geçilip geçilm eyeceğini, biçim
yönünden verilecek kararın belirleyeceğini söylüyor: İptal kararı verilm işse, öz
yönüne geçilm eyecek, iptal kararı verilm em işse, incelem e bu sefer öz yönünden
yürütülecek (2006: 201).
Şu da var ki, yasaların biçim yönünden denetim inde, iptal nedeni olarak,
yalnızca son oylam anın öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılm adığına bakılacağı
kabul edildiğinde bile, sorunsuz bir çözüm e ulaşılm ış olm am aktadır. Gerçekten
de, hem karar yetersayısı, hem cum hurbaşkanının geri gönderdiği yasaların
oylanm ası,
hem
olası
bir
iptal
kararının
yürürlüğünün
ertelenip
ertelenem eyeceği, hem de A nayasa M ahkem esi’nin davacının gerekçesiyle bağlı
olm am ası açılarından, ortaya birçok sorun çıkm aktadır.
A nayasa’nın 96. m addesine göre, TBM M , üye tam sayısının en az üçte biri
ile toplanır; genel kural olarak, toplantıya katılanların salt çoğunluğuyla karar
-237-
verir, ancak hiçbir durum da, karar yetersayısı, üye tam sayısının dörtte birinin bir
fazlasından az olam az. Bu düzenlem enin, toplantı yetersayısı ile karar için
gerekli en düşük sayı bölüm leri açıktır. M eclis, en az 184 kişi ile toplanır, en az
139 kişi ile karar verir. Buna karşılık, “toplantıya katılanlar” sözü yorum
gerektirir. M eclis toplantısında hazır bulunup oylam aya katılm am ış olanlar,
“toplantıya katılanlar” sayısına eklenecekler mi, eklenm eyecekler mi? K arar
yetersayısı, toplantıya katılanların salt çoğunluğu olduğuna göre, bu salt
çoğunluğun gerçekleşip gerçekleşm ediğini saptayabilm ek için, bu konuda açık
bir bilgiye sahip olm ak zorunludur.
1961 A nayasası’na göre, toplantı yetersayısı üye tam sayısının salt
çoğunluğu, karar yetersayısı da toplantıya katılanların salt çoğunluğuydu. 1982
A nayasası, toplantı yetersayısını üye tam sayısının üçte birine düşürdü. Buna
karşılık, karar yetersayısı toplantıya katılanların salt çoğunluğu olarak kaldı.
K arar için en az üye tam sayısının dörtte birinden bir fazlasının aranm ası,
durum u değiştirm iyor. Her iki anayasada da, karar yetersayısı, toplantıya
katılanların salt çoğunluğu. A ncak her iki anayasa dönem inde de, bu konuda
kimi duraksam aların ortaya çıkması, bu düzenlem enin sorunsuz olm adığını
gösteriyor. En büyük sorun da, toplantıda bulunup oya katılm ayanların
toplantıya katılanlar arasında sayılıp sayılm ayacağı. 1961 A nayasası dönem inde
kalem e alınm ış şu sözler, toplantıya katılm akla oya katılmayı özdeşleştiren
görüşün özlü bir açıklam ası: “A nayasanın 86. m addesindeki ‘toplantıya
katılanlar’ deyim i, bir kararın alınm asında fiilen oy kullananları ifade eder.
M eclislerde bulunup oya katılm ayanları kapsam ı içine alm az. Karar, belli bir
konu üzerinde irade açıklam ası olduğuna göre, bu irade ancak oy kullananlar
sayesinde oluşm aktadır. M eclis genel kurullarında m evcut olup da, bu irade
oluşm asına katılm am akla, genel kurulda m evcut olm am ak arasında bir fark
yoktur” (TEZİÇ, 1972: 75). A nayasa M ahkem esi’nin de, bu görüşü savunan
birçok kararı var. C um huriyet Senatosu’nda yapılan bir oylam aya ilişkin karar
(K. 1965/59), buna örnek. Olayda başkan, oylam aya 86 üyenin katıldığını,
yasanın 57 oyla kabul edildiğini açıklıyor. A nayasa M ahkem esi ise, o sırada üye
tam sayısı 185 olduğuna göre, karar alınabilm esi için en az 93 üyenin oylam aya
katılmış olm asını gerekli görüyor. Oya katılm ayanlardan en az 7 üyenin,
tutanaklara göre toplantı salonunda bulunduklarının anlaşılm ası da bu görüşü
etkilem iyor. M ahkem e, “ O ylar verilirken geçici bir süre için de olsa toplantıyı
terk etm iş olabilirler. Kaldı ki, bu üyelerin oylam a boyunca toplantıda hazır
bulundukları farzedilse dahi, açık oya katılm adıklarından yeter sayıya
girem ezler” diyor. M illet M eclisi, 1973’te kendine yeni bir içtüzük kabul ediyor.
Yeni içtüzüğün 122. m addesine göre, “ G enel K urulda bulunup da oya
katılm ayanlar yeter sayıya dahil edilirler.” A ynı hüküm, bugün yürürlükte olan
içtüzüğün karar yetersayısını düzenleyen 146. m addesinde de yer alıyor. Bu yeni
-238-
içtüzük düzenlem esi üzerine, A nayasa M ahkemesi içtihat değiştiriyor (TEZİÇ,
1980: 169-170; BAKIRCI, 2000: 148-149). 1976’da verdiği bir kararda
(K. 1976/51), m ahkeme, M illet M eclisi’nde bir yasanın tüm ü üzerinde
görüşm eler yapılırken, o sırada başka yasalar için gerçekleştirilen açık
oylam alarda kullanılan ve üye tam sayısının salt çoğunluğuna ulaşm adığı
anlaşılan toplam oy sayısının, “o sırada m ecliste bulunanları yansıttığı kabul
edilemez. Başkan duraksam adığına, kim se de yoklam a istem ediğine göre,
toplantı yetersayısının var olduğu kabul edilm eli” diyor. N e var ki, içtüzük
düzenlem esi değişse bile, ilgili anayasa hükmü değişm ediğine göre, toplantıya
katılanlarla oya katılanlar özdeştir görüşünü bugün de savununlar var
(ÖZBUD UN, 2008: 409). Görüldüğü gibi, içtüzük değişikliğine karşın, durum
tartışm alı olm ayı sürdürüyor.
U ygulam ada, bir yasa önerisinin son oylam asının üç tür oyla
gerçekleştirilebildiği görülüyor. Oylam a türüne göre de, anayasanın ilgili
hükm ünün yorum u değişiyor. İşaretle oylam a yapılıyorsa, yalnızca olum lu ve
olum suz oylar sayılıyor; lehte oylar daha çok ise, oy sayısı belirtilm eden, başkan
tarafından yasanın kabul edilm iş olduğu bildiriliyor. Ne toplantıya katılanların,
ne de oy verenlerin sayısı belirtilm ediği için, kararın toplantıya katılanların salt
çoğunluğuyla alınıp alınm adığı belli olmuyor. Açık oya ya da anayasa
değişikliklerinde söz konusu olduğu gibi gizli oya başvurulduğunda ise, sonuç
açıklanırken, hem oya katılanların sayısı, hem de verilen oyların renkleri
belirtiliyor. Olağan yasalarda, toplam oy kullanan sayısı 184’e ulaşm am ışsa,
toplantı yetersayısının bulunm adığı sonucuna varılıyor. Dolayısıyla bu tür
oylam alarda, içtüzüğün 1973’ten sonra getirdiği toplantı ve karar yetersayısı
ayrım ı uygulanm ıyor, oya katılm ayanın toplantıya da katılm adığı kabul ediliyor.
Son oylam a, cum hurbaşkanının geri gönderdiği yasalar için ayrı bir
tartışm anın kaynağı. 5272 sayılı Belediye K anunu’nun iptaline ilişkin kararında
(K .2005/8), Anayasa M ahkemesi, yasanın son oylam ası yapılırken, daha önce
reddedildiği anlaşılan geç. 4. m addenin m etinden çıkarılm am ış olm asını, geç. 4.
m adde m etinden çıkarıldıktan sonra yasanın tüm ünün yeniden oylanm adan
kabul edilm iş sayılm asını iptal gerekçesi kabul ediyor, l ’e karşı 10 oyla alınan
bu karara karşıoy yazan üyenin görüşüne göre ise, cum hurbaşkanının geri
gönderdiği yasalar yeniden oylanırken yalnızca geri gönderilen m addeler
oylanm alıdır. Geri gönderilen m addeler arasında yer alan geç. 4. madde
reddedilm iştir. Buna karşılık, geri gönderilen öteki iki m adde ayrı ayrı oylanarak
kabul edilm iştir. Bu durum da, biçim yönünden bir aykırılık bulunm adığından,
iptal kararı verilm esi yanlıştır. Bu görüşü savunan üyeye göre, A nayasa’nın
cum hurbaşkanınca geri gönderilen yasaların yeniden görüşülm e yöntem ini
düzenleyen 89. m addesinin ikinci fıkrasında yer alan, “Türkiye Büyük M illet
-239-
Meclisi sadece uygun bulunm ayan m addeleri görüşebilir” sözü, geri
gönderilm eyen m addelerin de yeniden görüşülüp oylanm asını yasaklam aktadır.
Buna karşılık, İçtüzük’ün 81. m addesinin son fıkrasına göre, TBM M , yalnızca
geri gönderilen m addeleri değil, yasanın tüm ünü de yeniden görüşm eye karar
verebilir. Öte yandan, karar ne olursa olsun, her durum da yasanın tüm ünün son
oylam ası yapılır. Karara karşı çıkan üyeye göre, içtüzüğün bu düzenlem esi
anayasaya aykırıdır.
Bu konuda sanırım şöyle bir değerlendirm e yapm ak doğru olur. TBM M
sadece geri gönderilen m addeleri görüşebilir sözü, iki biçim de anlaşılabilir. Ya
m uhalif kalan üyenin yaptığı gibi, bu bir yasak olarak değerlendirilir, ya da
çoğunluğun yaptığı gibi, bu bir olanak olarak yorum lanır. Yalnızca söze
bakılırsa, birinci yorum daha doğru görünüyor. Ne var ki, böyle bir yorum, yasa
yapm a sürecinde istenm eyen sonuçlara yol açabilir. Cum hurbaşkanının geri
gönderdiği maddeler, geri gönderilm eyenlerle ilintili olabilir. Bu durum da, geri
gönderilenler yeniden düzenlenirken, ilintili bulundukları öteki hüküm lerde de
değişiklik yapılm ası zorunlu olabilir. Öte yandan, TBM M , cum hurbaşkanının
geri gönderm e gerekçesini göz önünde bulundurarak, yasanın tüm ünü yeniden
düzenlem ek isteyebilir. Dar bir sözel yorum la bu kapıyı kapam ak, yasama
yetkisinin gerekleriyle bağdaşm az. Sonuçta, bence içtüzüğün ve çoğunluğun
benim sediği görüş doğrudur. A ncak bu örnek bize, anayasa yazım ında ne denli
titiz davranm ak gerektiğini bir kez daha gösteriyor.
Aynı karar (K.2005/8), bir başka ilginç tartışm aya kaynak olm uştur. Sorun
şudur: Son oylam aya bakılarak biçim yönünden iptal edilen bir yasayla ilgili
olarak, kararın yürürlüğe girm e tarihi ertelenebilir mi? Gerçekten dc bu kararda,
iptal kararının, yayım ından altı ay sonra yürürlüğe girm esi öngörülm üş, bu karar
da l ’e karşı 10 oyla alınm ış, ancak kararın bu yönüne bir başka üye m uhalif
kalm ıştır. Ertelem e kararına katılm ayan üyenin görüşüne göre, son oylam a gibi
çok önemli bir konuda biçim sakatlığının saptanm ası, ilgili yasanın gerçekte hiç
varlık kazanm adığını gösterir. Bu durum da, eski yasa yürürlüğünü sürdürecektir.
O rtaya boşluk çıkm ayacağına göre, gerçekte yasa niteliği kazanm adığı anlaşılan
bir metnin, iptal kararından sonra yürürlükte kalabileceğini kabul etm eye olanak
yoktur. Kanım ca, 1982 Anayasası gibi, biçim yönünden iptal olanağını son
oylam anın sağlığı ile sınırlam ış bir anayasal çerçevede, bu görüş doğrudur. Son
oylam ası yapılm am ış ya da oylam ada yeterli çoğunluğu bulam am ış bir metne
yasa deme olanağı yoktur. Bu nitelikteki bir iptal kararı, gerçekte yokluğun
saptanm asından başka bir şey değildir. İptal olanağı varken yokluk kararı
vermenin doğru olup olm adığı tartışılabilir. Anayasa M ahkemesi birkaç kez
yokluğu tartışm ış, ancak bugüne dek hiç yokluk kararı verm em iştir. N e var ki,
yokluk tartışm asında m ahkem enin geliştirdiği ölçütlere bakıldığında, biçim
-240 -
yönünden iptal kararının yoklukla özdeş olduğu hemen görülür. M ahkem eye
göre, “ Yokluk, bir norm un var olm adığının ifadesidir. Y asalar bakımından,
parlam ento iradesinin olm am ası, C um hurbaşkanının yayım lam a iradesinin
bulunm am ası, resmi gazetede yayım lanm am ası gibi bir norm un varlığının
zorunlu koşulları bulunm adığı sürece ‘v ar’lıktan söz etm ek olanaksızdır”
(K .2008/116).
Y asalar
bakım ından,
parlam ento
istencinin
bulunup
bulunm adığının belirlenm esinde, son oylam anın en güçlü gösterge olduğu
kuşkusuzdur. Bu göstergede sakatlık varsa, ilgili yasada, “parlam ento iradesinin
olm am ası” durum u ortaya çıkm ış dem ektir. Öyleyse, Anayasa M ahkem esi’nin
kendi ölçütüne göre, iptal ettiği yasa gerçekte varlık kazanm am ıştır. Varlık
kazanm am ış bir yasanın yürürlüğü u zatılm ay ac ağ ın a göre, gerçekte bir yokluk
saptam ası olan biçim yönünden iptal kararından sonra, iptal kararının yürürlüğe
girm esini ileri bir tarihe bırakm ak yanlıştır.
Biçim yönünden iptal nedenini son oylam anın sağlığıyla sınırlayan
düzenlem e, A nayasa M ahkem esi’nin davacının gerekçesiyle bağlı olmaması
nedeniyle de sorunludur. M ahkem enin kuruluşunu düzenleyen 2949 sayılı
yasanın 29. m addesine göre, Anayasa M ahkemesi, “ ilgililer tarafından ileri
sürülen gerekçelere dayanm aya m ecbur değildir ... başka gerekçe ile de
A nayasaya aykırılık kararı verebilir.” Şimdi şöyle bir dıırum düşünelim :
Anayasa M ahkem csi’ne, bir yasanın öz yönünden anayasaya aykırı olduğu
savıyla bir dava açılm ış olsun. M ahkeme de, bu dava dolayısıyla önüne gelen
yasanın, m ecliste yapılan son oylam asında, kabul için gereken oy sayısına
ulaşm adığını görsün. M ahkeme, iptal istemi ile bağlı olup gerekçeyle bağlı
olm adığına göre, bunu bir aykırılık nedeni sayabilecek midir, sayam ayacak
m ıdır? Sayacaksa, biçim yönünden uygunluk denetim i yaptığına göre, dava
yetkisi ile süresi bakım ından, A ııayasa’nın 148. m addesinin ikinci fıkrasını
uygulam a durum unda kalacaktır. Ancak davacı, öz yönünden başvurduğu için,
bu gereklere uymam ış, örneğin anam uhalefet partisi m eclis grubu, davayı on
günlük süre geçtikten sonra açmış olabilir. A nayasa M ahkem esi bu kurallara
uyarsa, örneğin m eclisteki son oylam ada, (anayasa en az 139 oy gereklidir
derken) yalnızca 135 oy alm ış b ir metni, yasadır diyerek ciddi ciddi inceleyecek,
öz yönünden anayasaya aykırı olup olmadığını karara bağlayacak demektir.
Böyle bir durum u hiçbir tüze usdüzenine (hukuk m antığına) sığdırm a olanağı
yoktur. Y asaların biçim yönünden iptal nedenini son oylam aya indirgeyen, dava
yetkisini ve süresini aşırı kısıtlayan 1982 Anayasası düzenlem esinin ortaya
çıkardığı durum işte budur.
Usa uygun tek çözüm, 1982 A nayasası’nın yasaların biçim yönünden
uygunluk denetim ine getirdiği düzenlem enin kaldırılm ası ve “ hangi şekil
aykırılığının kanun yapm a iradesini sakatlayacağı hususunun, A nayasa
-241 -
M ahkem esi’nin takdirine bırakılm ası”dır (ON AR, 2003: 152). 1961 Anayasası
dönem inde uyguladığı bu ilkeyi, Anayasa M ahkem esi bir kararında
(K. 1975/198) şöyle dile getiriyor: “ içtüzüklerin biçim e ilişkin tüm hükümleri
aynı önem derecesinde değildir. B unlar arasında Yasam a M eclislerince verilen
kararların geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik taşıyanlar bulunduğu gibi,
ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır. İlk küm eye gireceklere aykırı
tutum un iptal nedenini oluşturacağını, buna karşılık öteki biçim kurallarına
uym am anın iptali gerektirm eyeceğini kabul etm ek yerinde olur. A nayasa’da
gösterilm eyen ve yalnız içtüzükte bulunan biçim kuralları arasında böyle bir
ayırım yapılm ası zorunludur. Çünkü İçtüzüklerdeki biçim kurallarına aşırı
bağlılık Yasam a M eclislerinin çalışm alarını gereksizce aksatır. İçtüzük
hüküm lerine aykırı düşen işlem lerden hangilerinin iptal nedeni sayılacağı,
sorunu, uygulanacak içtüzük hüküm lerinin önem ine ve işin niteliğine göre
çözülecek ve incelem eleri sırasında A nayasa M ahkem esince değerlendirilip
saptanacak bir konudur. Şimdiye değin M ahkem enin bu sorun üzerindeki görüşü
hep böyle olagelm iştir.” Gerçi A nayasa M ahkemesi, kendi koyduğu bu ilkeyi,
her zaman aynı tutarlılık ve titizlikle uygulayabilm iş değildir. Yine de, tek
çözüm budur. Um ulur ki, yasaların biçim yönünden denetim ine ilişkin olarak
1982 A n ay asasfn m getirdiği aşırı kısıtlam a kaldırılır ve zaman içinde Anayasa
M ahkemesi, hangi içtüzük kurallarına uyulm am asının m eclisin istencinin
sakatlanm asına yol açacağı konusunda, kendi içinde tutarlı ve istikrarlı bir
içtihata ulaşır. Her türlü olasılık önceden kestirilem eyeceğinden, bu çözüm
dışındaki her çözüm ün, örneğin anayasada ayrıntılı yeni düzenlem elere gitm enin
yeni sorunlara yol açm ası kaçınılm azdır.
SONUÇ
Anayasa M ahkem esi’nin 2008 yılının sonunda verdiği bir karar
(K .2008/183), bu yazıda ele alınan iki ilginç tartışm aya yol açtı: 1) M eclis
kom isyonlarının yasa önerilerinde değişiklik yapm a yetkisinin anayasal sınırı
nedir? 2) Bu sınır aşıldığında, anayasa uygunluk denetim i nasıl
gerçekleştirilebilir?
Birinci konu tartışılırken, kom isyonların rolü ve yetkileri, ABD, İngiltere
ve F ransa’yla da karşılaştırılarak tartışıldı. Yasa önerilerinde değişiklik yapm a
konusunun, bizde ilk kez 1927’de yapılan içtüzükte düzenlendiği ve
kom isyonların yasa önerem eyecekleri kuralının kabul edildiği görüldü. Bu kural
bugün de geçerli olm akla birlikte, olayım ızda da yaşandığı gibi, özellikle Plan ve
Bütçe K om isyonu’nun bu kurala her zam an yeterince uym adığı belirtildi.
-242 -
Bu durum karşısında, çözüm olarak, içtüzük kurallarının sıklaştırılm ası,
kom isyonların, yasa öneri m etinlerinin ve değişiklik önergelerinin özüne bağlı
kalm alarının sağlanm ası gerektiği savunuldu. Bu am aca ulaşm ak için ne gibi
düzenlem eler yapılabileceği de araştırıldı.
İkinci konu tartışılırken, sorunun esas kaynağının, yasaların biçim
yönünden denetim ini son oylam ayla sınırlayan ve hem dava yetkisi, hem de
süresi bakım ından, aşırı kısıtlayıcı düzenlem eler getiren 1982 A nayasası’ndan
kaynaklandığı belirtildi. Ö te yandan, iptal nedenini son oylam aya indirgeyen bu
düzenlem enin bile, birçok soruna kaynaklık edebileceği ortaya kondu. Hepsi de
son oylam a sınırı içinde kalan bu sorunların başlıcaları; toplantıya katılanların
sayısının kesin olarak belirlenm esi, cum hurbaşkanının geri gönderdiği yasaların
son oylam asının nasıl yapılacağı, biçim yönünden iptal kararı verilm iş bir
yasanın yürürlüğünü sürdürüp sürdürem eyeceği, A nayasa M ahkem esi’nin
davacının gerekçesiyle bağlı olm am asının biçim yönünden iptalin kaçınılm az
göründüğü durum larda nasıl içinden çıkılm az durum lara yol açabileceği; olarak
belirlendi.
Sonuç olarak, yasaların biçim yönünden iptalinde 1982 A nayasası’nın,
ister dava yetkisi ve süresi, ister iptal nedeni bakım ından getirdiği aşırı
sınırlam aların kaldırılm ası gerektiği, tek elverişli çözümün, hangi biçim
aksaklıklarının m eclis istencini saptıracağını belirlem e yetkisinin Anayasa
M ahkem esi’ne bırakılm ası olduğu savunuldu.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Yasalar:
10.11.1983 günlü, 2949 sayılı “Anayasa M ahkem esinin K uruluşu ve
Y argılam a Usulleri Hakkında Kanun” . RG. 18220, 13 K asım 1983
4.6.2008 günlü, 5766 sayılı “ Am m e A lacaklarının Tahsil Usulü Hakkında
Kanunda ve Bazı K anunlarda Değişiklik Yapılm ası Hakkında Kanun”. RG.
26898 Mük., 6 Haziran 2008
İçtüzükler:
“ Anayasa M ahkemesi İçtüzüğü”. RG. 19300, 3 Aralık 1986
-
243-
“Türkiye Büyük M illet M eclisi İçtüzüğü” . (TBM M henüz yeni bir içtüzük
kabul etm ediğinden, 1982 A nayasası’nın geçici 6. m addesi gereğince, M illet
M eclisi’nin 1973 içtüzüğünü kullanm akla birlikte, çeşitli tarihlerde bu içtüzükte
çok kapsamlı değişiklikler gerçekleştirm iştir.)
“ Yeni
TBM M
İçtüzük
(http://w w w .tbm m .gov.tr)
Taslağı”.
TBM M
internet
sayfası:
TBMM Tutanakları:
“ Dönem: 23, Cilt: 22, Yasam a Yılı: 2, 4 Haziran 2008 günlü, 113.
Birleşim Tutanağı” . TBM M internet sayfası: (http://w w w .tbm m .gov.tr)
Anayasa Mahkemesi Kararları:
E. 1964/38, K. 1965/59, G. 16.11.1965. RG. 12200, 12 Ocak 1966
E. 1975/45, K. 1975/198, G. 14.10.1975. RG. 15525, 11 M art 1976
E. 1976/27, K. 1976/51, G.18 ve 22.11.1976. RG. 15939, 16 Mayıs 1977
E .2 0 0 4 /118, K.2005/8, G. 18.1.2005. RG. 25785, 13 Nisan 2005
E.2008/16, K .2008/116, G.5.6.2008. RG. 27032, 22 Ekim 2008
E.2008/71, K .2008/183, G.25.12.2008. RG. 27195, 9 Nisan 2009
Öteki Kaynaklar:
Y ılm az A LİEFEN D İO G LU (1984), “ Türk Anayasa Y argısında İptal
Davası ve İtiraz Yolu” (Anayasa Yargısı, I: 101-137)
Fahri BAKİRCİ (2000), TBMM'nin Çalışma Yöntemi (Ankara: İmge
Kitabevi Yayınları)
Georges BURDEAU , Francis HAM O N, M ichel TR O PER (1993), Droit
Constitutionnel (23° édition, Paris: L.G.D.J.)
Ercan Ç ELİK ER (2006), “Plan ve Bütçe Kom isyonu: Gelişimi ve Yasam a
-
244-
Sürecindeki İşlevi” ( Yasama , 2 {Temmuz-Eylül}: 5-31)
M aurice D U V ERG ER (1964), Constitutions et Documents Politiques (3°
édition, Paris: Presses Universitaires de France)
Cem EROGUL (1974), Anayasayı Değiştirme
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları: 371)
Sorunu
(Ankara
C em ER O Ğ U L (2005), “TBM M Y G K ’lerde Değişiklik Yapabilir m i?”
(A nkara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 60/3 {Temmuz- Eylül}:
109-121)
Cem
ER O Ğ U L
(2008a),
“ 1908
D evrim i’ni
İzleyen
Anayasa
Değişiklikleri” {1908-2008: Jön Türk Devrimi'nin Yüzüncü Yılı toplantısında
sunulan bildiri. Yayım aşam asında.)
Cem ER O Ğ U L (2008b), Çağdaş Devlet Düzenleri (6. bası, Ankara:
Kırlangıç Yayınevi)
Semra GÖ K ÇİM EN & Volkan HAS (2006), “ İçtüzüğün 8 7 ’nci M addesi
Ç erçevesinde D eğişiklik Ö nergeleri” ( Yasama , 1 {Nisan- Haziran}: 46-73)
Ş eref G Ö ZÜ BÜ Y Ü K & Zekâi Sezgin (1957), 1924 Anayasası Hakkındaki
Meclis Görüşmeleri (Ankara Ü niversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları:
78 - 60)
A ndré HAU RİO U , Jean GICQ U EL, Patrice G ELA RD (1975), Droit
et Institutions Politiques (6° édition, Paris: Editions
M ontchrestien)
Constitutionnel
Ş eref İBA (2007), Meclis İçtüzük Metinleri (Ankara: TBM M Basımevi)
JO SEPH -B A R TH ELEM Y (1934), Essai sur te Travail Parlementaire
(Paris: Librairie Delagrave)
JO SEPH -B A R TH ELEM Y
&
Paul
DUEZ
(1933),
Constitutionnel (nouvelle édition, Paris: Librairie Dalloz)
-245-
Traité de Droit
Ali K A R A G Ü LM EZ (2006), “ İptal Davaları ve İtiraz Başvurularında İlk
İncelem c Aşam ası” (Anayasa Yargısı İncelem eleri-I , Editörler: M ehm et
TURHAN & Hikm et TÜLEN , Ankara: Anayasa M ahkemesi Yayınları)
Tuncer
K A R A M U STA FA O G LU
(1965),
Yasama
Komisyonlar (Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları: 201)
Meclisinde
Erdal O NA R (2003), Kanunların Anayasaya Uygunluğunun Siyasal ve
Yargısal Denetimi ve Yargısal Denetim Alanında Ülkemizde Öncüler (Ankara)
Erguıı Ö ZBUDU N (2008), Türk Anayasa Hukuku (9. baskı, Ankara:
Y etkin Yayınları)
M arcel PR ELO T (1961), Institutions Politiques et Droit Constitutionnel
(2° édition, Paris: Librairie Dalloz)
Steven S. SM ITH & C hristopher J. DEERIN G (1984), Committees in
Congress (W ashington: Congressional Q uarterly Inc.)
M üm taz SOYSAL (1990), 100 Soruda Anayasanın Anlamı (8. baskı,
İstanbul: G erçek Yayınevi)
Erdoğan TEZİÇ (1972), Türkiye’de 1961 Anayasasına Göre Kanun
Kavramı (İstanbul Ü niversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları: 384)
Erdoğan TEZİÇ ( 1980), Türk Parlamento Hukukunun Kaynakları ve İlgili
Anayasa Mahkemesi K ararlan (İstanbul Ü niversitesi H ukuk Fakültesi Yayınları:
614)
Erdoğan TEZİÇ (1982), “ 1982 A nayasasına G öre A nayasaya Uygunluğun
Denetim i” (İdare Hukuku ve İlimleri Dergisi, 3/1-3: 199-208)
Dom inique TURPIN (1994), Droit Constitutionnel (2° édition, Paris:
Presses Universitaires de France)
M urat YANIK (2007), “ Kanunların Şekil Y önünden
Uygunluğunun Denetim i” ( e-akademi, 70 {Aralık}: parg. 1-73)
-246-
A nayasaya
H avvana YAPICI (2007), “ K om isyonların Yasam a Sürecindeki Rolleri
Bağlam ında K om isyon Aşam asındaki Özel Yöntem ve U ygulam alar” ( Yasama ,
5 {Nisan-Haziran}: 57-81)
-247-
-248-
TÜRKİYE’DE CUM HURBAŞKANININ DOĞRUDAN
HALK TARAFINDAN SEÇİLMESİNİN SİYASAL
SİSTEME OLASI YANSIM ALARI
Doç. Dr. Selin ESEN
GİRİŞ
2007 yılında Anayasanın 101. ve 102. m addelerinde yapılan
değişiklikle cum hurbaşkanının TBM M tarafından seçilm esi yöntem i terk
edilerek, beş yıllığına doğrudan halk tarafından ve en çok iki dönem için
seçilm esi esası getirilm iştir. Söz konusu anayasa değişikliğine ilişkin yasa
önerisi 10.5.2007’de
TBM M Genel K urulunda kabul edilm iştir. Yasa,
25.5.2007’de yeniden görüşülm ek üzere Cum hurbaşkanı A hm et Necdet Sezer
tarafından T B M M ’ye geri yollanm ış; TBM M Genel Kurulu, Anayasa
Değişikliği Hakkındaki 5678 Sayılı Yasayı 31.5.2007’de aynen kabul etmiştir.
Bunun üzerine Cum hurbaşkanı tarafından halkoyuna sunulan yasa, 21.10.2007
tarihinde gerçekleştirilen halkoylam asında geçerli oyların yüzde 6 8 .9 ’u ile kabul
edilmiş; buna ilişkin Y üksek Seçim Kurulu Kararı 31.10.2007 tarihli vc 26686
sayılı Resm i G azete’de yayım lanm ıştır. Söz konusu anayasa değişikliğine ilişkin
genel gerekçede, cum hurbaşkanını halkın seçm esinin, dem okratik katılım ın sağ­
lanması bakım ından daha ileri bir düzenlem e olacağı ve yönetenleri belirlem e
sürecine ulusun etkin katılım ının sağlanacağı belirtilm iştir. T eklif sahipleri, bu
değişiklikliğin, görev süresi beş yıl olan cum hurbaşkanına, dört yıllığına
seçilecek olan T B M M ’de oluşacak farklı siyasal çoğunluklarla birlikte çalışm a
olanağı sağlayacağını ve bunun da halkın seçtiği cum hurbaşkanının tarafsız, par­
tiler üstü bir tutum sergilem esini m üm kün kılacağını da savunm uştur (Anayasa
Kom isyonu Raporu, 7 M ayıs 2007).
Yeni anayasa değişikliği, yürütm e içindeki iki başlı yapıyı daha da
belirginleştirm iş ve yürütm e organı içinde dem okratik m eşruiyeti artan
cum hurbaşkanının konum unu güçlendirm iştir. Bu değişikliğin olum suz etkiler
yaratm a olasılığının yüksek olduğu görülm ektedir. Bunun birinci nedeni, bir
-249-
arada yaşam a (cohabitation) dönem leri gibi, yarı başkanlık sistem inin özünden
kaynaklanan olum suzluklardır. İkincisi ise, hüküm et sistem i değişikliğine giden
anayasa koyucunun, bunu bütüncül bir yaklaşım la ele alm am ış olm asından
doğabilecek sorunlardır. Gerçekten de bir hüküm et sistemi değişikliği yapılırken
yasam a, yürütm e ve yargı organlarına ilişkin anayasal düzenlem eler gözden
geçirilerek, bu üç erk arasında, yeni kabul edilen hüküm et sistem inin iyi
işlem esini sağlayacak fren ve denge m ekanizm alarının oluşturulm ası gerekir.
Cum hurbaşkanı, 1982 Anayasasının ilk biçim inde bile, klasik parlam enter
sistemin cffesinde bir güçle donatılm ıştır.
1982 A nayasa koyucu,
cum hurbaşkanlığı m akam ını ortaya çıkması beklenen siyasal bunalım lara etki
edecek ve hatta bu tür bunalım ların doğm asını engelleyecek bir vesayet makamı
olarak öngörm üş; büyük ölçüde bu m akam ın tarafsız kalacağına yönelik bir
varsayım dan hareketle de cum hurbaşkanına geniş yetkiler tanım ıştır. İşte bu
özelliği nedeniyle 1982 A nayasası, klasik parlam enter sistem in ötesinde,
“zayıflatılm ış parlam eııtarizm ”, “yarı parlam cntarizm ” (ÖZBUD UN, 2009: 350;
K A LA YCIOĞLU , 2007: 180) ya da “başkanlı parlam entarizm ” (ÇAĞLA R,
1990: 104-105) olarak da adlandırılm ıştır1. Dolayısıyla, cum hurbaşkanının halk
tarafından seçilm esi yöntem i, A nayasa bütüncül bir yaklaşım la gözden
geçirilm ediğinden, 1982 A nayasasının diğer düzenlem elerinden kaynaklanacak
sorunlara da gebedir.
Aşağıda, öncelikle yarı başkanlık sistem inin temel özellikleri hakkında
bilgi verilecek; ardından yeni anayasa değişikliğinin yaratacağı olası sakıncalar,
cum hurbaşkanının tarafsızlığına ve yetkilerine ilişkin anayasal düzenlem eler
çerçevesinde ele alınacaktır. Son olarak, yarı başkanlık sistem inin en zor biçim i
olarak tanım lanabilecek bir arada yaşam a ( cohabitation) dönem lerinde
görülebilecek olası siyasal bunalım lara değinilerek yeni düzenlem enin
Türkiye’de hüküm et sistem inde bir değişiklik yaratıp yaratm ayacağı üzerinde
durulacaktır.
Yarı-Başkanlık Sisteminin Özellikleri
Bir hüküm et sistem inin tanımı yapılırken genel olarak yasam a ile yürütm e
organları arasındaki ilişkiye bakılır. Parlam enter, başkanlık ve yarı-başkanlık
sistem lerinin ortak noktası, yasama organının genel seçim le belirlenm esidir.
1 Öğretide bazı yazarlar, 1982 Anayasası döneminde, belli koşullar altında
Türkiye’de siyasal sistemin fiilen yarı başkanlığa yaklaştığını dile getirmiştir. Örn. bkz.
(YAZICI, 2002: 147).
-250-
Y ürütm e organı ise parlam enter sistem de devlet başkanı ve hüküm et olmak
üzere iki kanatlıdır. Simgesel yetkilere sahip olan devlet başkanı genellikle
parlam ento ya da içinde parlam entonun da olduğu daha geniş bir kurul
tarafından seçilir. Yürütm enin asıl başı olan hüküm et de yasam a organından
çıkar ve ona karşı sorum ludur. Yasam a organı hüküm eti düşürm e yetkisine
sahipken, yürütm e organı da yasam a organını feshedebilir. Başkanlık sistem inde
ise, yasam a ve yürütm e organları arasında sert güçler ayrılığı vardır. Yürütm e
organı tek kişiden oluşur. Yürütm e erkini tek başına kullanan devlet başkanı,
m eşruiyetini doğrudan ya da dolaylı olarak belli bir dönem için halk tarafından
seçilm esinden alır. Başkan, impeachment gibi ayrıksı durum lar dışında kural
olarak görevden alınam az.
Yarı başkanlık sistem i ise hem klasik parlam enter, hem de başkanlık
sistem inin bazı özelliklerini taşıyan m elez bir hüküm et sistem idir. Ayrı bir
hüküm et sistem i olarak “yarı başkanlık” terim ini ilk kez ünlü siyaset bilimci M.
Duverger
Fransız V. Cum huriyetinin hüküm et sistem ini açıklam ak için
kullanm ıştır (D U V ER G ER , 1970: 277-282’den akt. V ESER, 1999). Duverger,
yarı başkanlık sistem inin üç unsuru olduğunu belirtir. Bunlar; devlet başkanının
halk tarafından seçilm esi; devlet başkanının önemli yetkilere sahip olması; ve
hüküm etin, parlam enter sistem de oldıığıı gibi parlam entoya karşı sorumlu
olm asıdır (D U V ER G ER , 1980: 166)2. Yazara göre, W eim ar Alm anyası,
Finlandiya, Avusturya, İrlanda, İzlanda, Fransa ve Portekiz bu tanıma
uym aktadır. Duverger, bu ülkelerin arasına daha sonra başta Polonya ve
Rom anya olm ak üzere Doğu Avrupa ülkelerinin bazılarını da eklem iştir
(S1MOVIC, 2007:3).
D uverger’nin tanım ı, özellikle devlet başkanının sahip olması gereken
önem li yetkilerin neler olduğunun açık olm am ası ve yarı başkanlık sistem iyle
yönetilen ülkelerin belirlenm esinde kullanılan ölçütlerin öznelliği3 nedeniyle
öğretide sıkça eleştirilm iş; aynı zam anda da bu tanım ı geliştirm eye yönelik çok
sayıda girişim olm uştur. Bu girişim lerin en önem lilerinden biri, G. Sartori’ye
2
19. yüzyılda 1830-1848 arasında Fransa’da uygulanan ve “O rleans’cı
parlamenlcrizm” olarak adlandırılan sistemin yarı başkanlık sisteminin çekirdeğini
oluşturduğu söylenebilir. İki dünya savaşı arasında Federal Alman (1919 Weimar),
Finlandiya (1919), Avusturya (1920), Estonya (1933), İrlanda (1937) ve İzlanda (1945),
Fransız V. Cumhuriyetinden önce yarı başkanlık olarak adlandırılabilecek hükümet
sistemleriyle yönetilmişlerdir. (CANAS, 2004: 108).
' Örneğin, II. Dünya Savaşı sonrasında Finlandiya’nın hükümet sistemini Povvell
parlamenter (1982: 56-57), Duverger yarı başkanlık (1980:174-176), Lijphart ise
başkanlık (1984: 70-71) olarak tanımlamıştır.
-251 -
aittir. Yazar, D uverger’nin tanım ını bir adım ileri taşıyarak yarı başkanlık
sistem inin beş unsurdan oluştuğunu belirtm ektedir. S artori’ye göre başkan,
(doğrudan ya da dolaylı) halk tarafından belli bir süre için seçilir. Devlet başkanı
yürütm e erkini başbakanla paylaşır. Dolayısıyla, yarı başkanlık sistem inin klasik
parlam enter ve başkanlık sistem lerinden ayrılan yönü, yarı başkanlıkta yürütm e
içinde görülen bu gerçek ikili iktidar ve ikili otoritenin varlığıdır. Yarı başkanlık
sistem inde başkan yasam a organından bağım sızdır. A ncak yalnız başına ya da
doğrudan hüküm et etm eye yetkili değildir. Başbakan ve kabinesi ise
parlam entonun güvenoyuna bağlıdır ve onun desteğine gereksinim duyar. Buna
karşılık başkandan bağım sızdır. Y ürütm e organı içindeki ikili otorite yapısı, her
birinin bağım sızlık potansiyeli devam etm ek kaydıyla, farklı dengelere ve
yürütm e içinde güç ağırlıklarının kaym asına izin verir. (SA RTO RI, 1994: 132).
Yarı başkanlık sistem inde görülen bu esneklik, devlet başkanının kişilik
özellikleriyle de birleşince siyasal sistem de yürütm enin iki unsurundan birini
diğerine göre daha üstün konuma getirebilm ektedir.
Ö ğretide D uverger’nin tanım ından yola çıkarak hüküm et sistem lerini
sınıflayan başka girişim ler de olm uştur. Örneğin, M. Shugart ve J. Carey,
başbakan ve hüküm eti kimin denetlediği sorusundan yola çıkarak hüküm et
sistem lerini tasnif etme yoluna gitmiştir. Buna göre hüküm et sistem leri sa f
başkanlık (pure presidential), başbakancı-başkaıılık (premier-presidential ),
başkancı-parlam enter
( President-parliamentary ),
başkanlı
parlam enter
(parliamentarism with directly elected president) ve sa f parlam enter (pure
parliamentary) olm ak üzere beş kategoriye ayrılm ıştır. Avusturya, İrlanda,
İzlanda gibi ülkelerin örnek olarak verilebileceği başkanlı-parlam enter sistemde,
devlet başkanım halk seçm ekle birlikte sistem parlam entarizm gibi işlemekte;
yürütm enin sorum lu ve yetkili kanadı başbakan ve hüküm et olm aktadır. Bu
nedenle yazarlar, bu hüküm et sistem iyle sa f parlam entarizm arasında önemli bir
fark olm adığına işaret etm ektedir. Rusya, Gürcistan, Tayvan ve 1996-2005
arasında U krayna’nın, geçm işte de W eim ar A lm anyası’nın örnek verilebileceği
başkancı-parlam cnter (President-parliamentary) sistem de devlet başkanı önemli
yetkilere sahiptir. Bakanları atar ve görevden alır; parlam entoyu fesheder
ve/veya yasam a yetkileriyle donatılm ıştır. Yürütm enin iki kanadı arasında devlet
başkanının ağırlığı söz konusudur. Fransa, Polonya gibi ülkelerde görülen
başbakancı-başkanlık (premier-presidential) sistem inde ise başbakan devlet
başkanından bağım sızdır. Yürütm e içinde başbakan ağırlıklıdır. Ancak devlet
başkanının da önemli yetkileri vardır. Sonuçta, başkancı-parlam enter ve
başbakancı-başkanlık sistem leri yarı başkanlık sistem inin iki farklı biçim idir
(SH U G A R T ve CAREY, 1992: 23-27)
-
252 -
G ünüm üzde R. Elgie gibi bazı yazarlar ise, devlet başkanının yetkilerinin
neler olduğunun nesnel olarak belirlenm esinde yaşanan güçlükleri aşm ak için,
belirli bir süre için doğrudan halk tarafından seçilen devlet başkanıyla birlikte
yasam a organına karşı sorum lu olan başbakan ve bakanlar kurulunun bulunduğu
hüküm et sistem ini yarı başkanlık olarak tanım lam aktadır (ELG IE, 1999: 13). Bu
tanımdaki genişlik öğretinin bir bölüm ü tarafından eleştirilm iş; bunun üzerine
yazar, her ülkedeki m evuzatı ve uygulam ayı göz önünde bulundurarak yarı
başkanlık sistem ini, yüksek derecede başkanlık sistem ine yaklaşm ış olan
(Guyana, Nam ibya; Peru ve G. Kore); devlet başkanının sim gesel yetkiler
kullandığı (Avusturya, Bulgaristan, İzlanda Portekiz, Slovenya ve İrlanda); ve
devlet başkanıyla başbakanın yetkilerinin dengede olduğu (Hırvatistan, Fransa,
Finlandiya, Litvanya, Polonya, M oğolistan, Slovakya, Rom anya vb.) üç alt
kategoriye ayırm ıştır (ELG IE, 2005: 102-109).
Sonuç olarak, yarı başkanlık sistem inin tanım lanm asında ve hangi
ülkelerin bu hüküm et sistem ini benim sediği konusunda öğretide tam bir görüş
birliği olm adığı görülm ektedir. Bununla birlikte, devlet başkanının yasama
organıyla aynı m eşruiyete dayanm asının, yani belli bir süre için doğrudan halk
tarafından seçilm esinin, sistem in yarı başkanlık olarak tanım lanm ası için gerekli
koşullarından biri olduğu söylenebilir. Bir sistem in yarı başkanlık olarak
tanım lanabilm esi için devlet başkanı, hüküm et ve parlam entonun birbirine eşit
m eşruiyet kaynağına sahip olm asının yanı sıra, söz konusu üç unsurun birbirini
etkilem eye olanak tanıyacak ölçüde yetkilerle donatılması gerekm ektedir. Bu
yetkiler, tarafların siyasal denetim ya da siyasal karar alma sürecinde işbirliği
yapm asına hizm et edecek nitelikte olmalıdır. Devlet başkanına tanınan ve bu
am acın gerçekleştirilm esine olanak sağlayacak yetkilerin bir bölümü yasam a
organını feshetme, genel seçim leri ilan etme, hüküm eti atam a, istifasını kabul
etm e, kamu görevlilerini atanm a, yasam a organına mesaj yollam a, yasa tasarısı
sunma gibi olum lu; bir bölüm ü ise yasaları veto etme, atam aları ve uluslararası
anlaşm aları onaylam am a, kararnam eleri im zalam am a gibi olum suz nitelik
taşıyabilir (CANA S, 2004: 100). Hüküm et sistem inin yarı başkanlık olarak
tanım lanabilm esi için, devlet başkanının belli bir süre için doğrudan halk
tarafından seçilm esinin yanı sıra, anayasa ve yasaların devlet başkanına tanıdığı
yetkiler ile uygulam ada devlet başkanının bu yetkileri ne ölçüde kullandığı ya da
kullanm adığı da göz önünde bulundurulm alıdır. Klasik parlam entarizm den farklı
olarak, devlet başkanı yarı başkanlık sistem inde sim gesel bir figür değildir.
Başkanlık sistem inde görüldüğü kadar de iııre geniş yetkilere sahip olm asa da,
devlet başkanının yarı başkanlık sistem inde, siyasal ortam elverdiğinde klasik
parlam enter sistem de rastlanm ayacak ölçüde hüküm etin kuruluşunu etkilemeyi
ve/veya ülke siyasetinde belirleyici olmayı sağlayacak biçim de yetkilerini de
facto genişletm esi olanaklıdır. Dolayısıyla, yarı başkanlık sistem i, devlet
-253 -
başkanının yürütm enin diğer kanadıyla aynı dem okratik m eşruiyete sahip
olm asının verdiği güçle, de iııre yetkilerini de facto genişletm eye uygun bir
hüküm et sistem idir.
Devlet başkanının doğrudan halk tarafından seçilm esinin daha
dem okratik olm ası; yürütm e organının sorum luluğunun parlam enter sistem e
göre daha da pekişm esi; sabit bir süre için seçilen başkanının bu süre içinde
görevden alınam am asının yürütm e organına istikrar kazandırm ası; sistemin,
yürütm enin iki kanadı arasında uzlaşm aya dayanm ası; yürütm enin iki başlı
yapısının bir kişinin m utlak iktidarına izin verm em esi; başkanın siyasi partilerin
dışında kalarak hakem gibi hareket etm esinin m üm kün olm ası, yarı başkanlık
sistem inin avantajları arasında sayılm aktadır. B una karşılık, sistem in s a f
başkanlık sistem ine kaym aya uygun yapısı; özellikle devlet başkanıyla hükümet
arasında görev ve yetki dağılım ının açık olmadığı durum larda, bunun
yürütm enin iki kanadı arasında bunalım yaratm a eğilimi taşım ası; parlam entoyla
cum hurbaşkanının aynı m eşruiyet zem inine dayanm asından kaynaklanabilecek
sakıncalar ise yarı başkanlık sistem ine yöneltilen eleştirilerden bazılarıdır.
Hüküm et sistem iyle dem okrasinin iyi işlemesi arasında bir ilişki söz
konusudur. Yasam a, yürütm e ve yargı organları arasında yetki ve görevler
açısından belli bir dengenin olması, dem okrasinin işleyişi açısından da önem
taşır. Üç erkten birinin aşırı zayıflatılm ası ya da aşırı güçlendirilm esi dem okratik
rejimin istikrarını tehlikeye sokabilir. Yarı başkanlık sistem inde de özellikle,
aynı m eşruiyet zem inine dayanan yürütm e organının iki kanadı ile parlam ento
arasında görev ve yetkiler açısından olm ası gereken bu dengenin de facto
ortadan kalktığı ya da kurum sal olarak bulunm adığı durum larda dem okrasinin
işleyişi açısından tehlikeli sonuçlar ortaya çıkabilir'1. Hukuk devleti ve uzlaşm a
gibi temel dem okratik değerlerin tam olarak yerleşm ediği, devlet başkanının
geniş yetkilerle donatıldığı yarı başkanlık sistem lerinde dem okratik
perform ansın düşük olma olasılığının beklenen bir sonuç olduğu söylenebilir.
Buna karşılık, devlet başkanı halk tarafından seçilm ekle birlikte, uygulam ada
sistem in parlam enter sistem gibi işlediği ülkelerde siyasal krizlerin yaşanm a
olasılığı düşüktür. Ayrıca, çok parçalı ekonom ik, toplum sal ya da siyasal yapıya
sahip ülkelerde, yarı başkanlık sistem inin en zor biçim i olan bir arada yaşama
4
Devlet başkanlarının güçlü yetkilerle donatıldığı siyasal rejimlerin daha kötü
demokratik performans sergilediğine ve demokrasinin bu ülkelerde pekişmesi
olasılığının daha düşük olduğuna ilişkin saptama için bkz. (BELIAEV, 2006: 375-395);
Doğu Avrupa'da yarı başkanlık sistemini benimsemiş ülkeler açısından benzer bir
saptama için bkz. (ROPER, 2002:266 ).
-254-
(cohabitation) dönem lerinde dem okratik rejim in krize girm e olasılığının yüksek
olduğu da göz ardı edilm em elidir (ELG IE ve M CM ENAM IN : 2008, 340-341;
C O LTO N ve SKACH: 2004, 19)5.
2007
Tarihli
Anayasa
Değişikliğinden
Cumhurbaşkanının Siyasal Sistem İçindeki Konumu
Sonra
Cumhurbaşkanının Tarafsızlığı
Anayasa değişikliği, 1982 Anayasasının ilk biçim inde olduğu gibi,
cum hurbaşkanının tarafsızlığı ilkesini benim sem iştir (md. 101). Oysa ki,
cum hurbaşkanının halk tarafından seçilm esinin kaçınılm az sonuçlarından biri,
bu m akam a aday olacakların seçim kam panyası yapm ası, bu kam panyada
seçm ene ister istem ez bazı vaadlerde bulunacak olm asıdır. D em okrasilerde
halktan yetki alm anın yolu, halkın karşısına siyasal program la çıkm ayı
gerektirm ektedir. Ayrıca günüm üz dem okrasisi büyük ölçüde siyasal partilere
dayanm aktadır. Bir siyasi parti desteğini arkasına alm adan bir adayın seçilm esi
güçtür. Seçim lerin gün geçtikçe pahalı bir uğraş haline gelm esi, adayların bir
siyasi partiye angaje olm asını gerektirm ektedir. Ayrıca, A nayasanın 101.
m addesinin yeni biçim inde aday olabilm ek için, en az 20 milletvekili ya da son
yapılan m illetvekili genel seçim lerinde geçerli oylar toplamı birlikte
hesaplandığında yüzde onu geçen siyasal partiler tarafından ortak aday olarak
gösterilm ek koşulu aranm aktadır. Yani, cum hurbaşkanlığı seçim lerinin siyasal
partilerle ilişkilendirilm esi,
adayların parti desteğini alm asının sağlanm ası
koşulu, bizzat anayasa tarafından düzenlenm iştir. O ysa ki, 101. m addenin ilk
biçim inde cum hurbaşkanlığı için bir siyasal parti tarafından aday gösterilm eye
ilişkin bir düzenlem e yoktu. TBM M üyesi olm ayan birinin aday gösterilm esi
için üye tam sayısının en az 1/5’inin yazılı önerisi gerekiyordu. TBM M üyesi
olanların ise herhangi kişi ya da parti tarafından aday gösterilm esine ilişkin bir
hüküm yer alm ıyordu. Ancak, Anayasanın yanı sıra, yasalar ve TBM M
İçtüzüğünde
de
siyasal
parti
gruplarının
cum hurbaşkanlığına
aday
gösterem eyeceğine ilişkin bir yasak bulunm am asına karşın, bu yönde bir
anayasal geleneğin yerleşm iş olduğu söylenebilir.
101. m addenin yeni biçim i, bir yandan siyasal partileri aday belirlem e
sürecinin asli unsurlarından biri haline getirm iş; öte yandan da cum hurbaşkanı
5
Dört yazar da, haklı olarak, illa yarı başkanlık sistemini benimsemek isteyen bir
ülkenin, bunun devlet başkanına az yetkiler tanıyan biçimini yeğlemesinin demokrasinin
istikrarını sağlamak açısından daha uygun olacağını ileri sürmektedir.
-255-
seçilenin varsa partisiyle ilişiğinin kesileceğine ve m illetvekilliğinin de sona
ereceğine ilişkin düzenlem eyi korum uştur. Yani anayasa koyucu, aynı m addenin
3. fıkrasındaki düzenlem eyle çelişen biçim de, herhangi bir partiyle ilgisi
olm ayan, tarafsız bir cum hurbaşkanı öngörm ektedir. Ayrıca, cum hurbaşkanı
göreve başlarken “görevlerini tarafsızlıkla yerine getirm ek için” çalışm ak üzere
and içecektir (ırıd. 103). Yukarıda da belirtildiği gibi, doğrudan seçmen oyuyla
işbaşına gelen herkes belli vaadlcrde bulunacak ve bir siyasal program la halkın
oyunu isteyecektir. C um hurbaşkanı, seçim ler sırasında ileri sürdüğü vaadlerini
yerine getirm ek için çaba içine girm ek ve seçim lerde kendisine destek veren
siyasal parti ya da partilerin istem lerini de ister istem ez göz önünde
bulundurm ak zorunda kalacaktır. Yeni düzenlem enin, aynı kişinin en çok iki kez
cum hurbaşkanı seçilebileceğini de öngörm esi, Özellikle ikinci defa seçime
girecek
cum hurbaşkanının
tarafsız
davranm asını
zorlaştıracaktır.
C um hurbaşkanının ikinci kez seçilebilm esi, ister istemez, görevdeki
cum hurbaşkanının ilk dönem de yaptığı işlerle ilgili bir siyasal hesaplaşm aya da
dönüşecektir (ERO G U L, 2009: 344). C um hurbaşkanı, kendi siyasal program ını
uygulayabilm ek için hüküm ete fazla ödün vermek, boyun eğm ek ya da hükümeti
ve parlam ento çoğunluğunu karşısına alıp siyasal gerilim yaratarak am acına
ulaşm ak yolunu deneyebilecektir. Yani, cum hurbaşkanı de iııre yetkilerinin
ötesinde, sahip olduğu siyasal gücü ve popülariteyi kullanarak yetki alanını de
facto genişletcbilecektir. Öte yandan, cum hurbaşkanlığı ile TB M M seçim lerinin
farklı zam anlarda yapılacak olması, cum hurbaşkanının parlam entoda istediği
çoğunlukla çalışm ak için genel seçim lerde şim diye kadar görülm em iş biçim de
ta ra f olması tehlikesini de taşım aktadır. Hem devlet başkanının halk tarafından
seçilm esi yöntem ini kabul etmek, hem de aynı devlet başkanının yansız ve
partiler üstü kalm asını savunm ak ve beklem ek, yarı başkanlık sistem inin
m antığıyla bağdaşm am aktadır (SOYSAL, 2006: 305). Dolayısıyla, Söz konusu
anayasal düzenlem eler korundukça, “partiler üstü” olm aktan çok, olsa olsa resmi
olarak “partisiz” cum hurbaşkanlarından söz etm enin m üm kün olacağı
söylenebilir.
C u m h u rb a ş k a n ın ın Y etk ileri
1982 Anayasası cum hurbaşkanını, klasik parlam enter sistem de görülenin
ötesinde yetkilerle donatm ıştır. Üstelik Anayasa, tanıdığı bu geniş yetkilerin
hangilerinin cum hurbaşkanı tarafından tek başına, hangilerinin karşı imzayla
kullanılacağını da açıklığa kavuşturm am ıştır. Öğretide genel olarak,
cum hurbaşkanının tarafsız devlet başkanı olm asından kaynaklanan yetkilerini
tek başına kullanacağı, diğerlerinin ise çift imza kuralına bağlı olacağı kabul
edilm ektedir. Bu doğrultuda, cum hurbaşkanının yasam a ve yargıya ilişkin
yetkileri ile yürütm e alanına girm ekle birlikte, M G K ’yi toplantıya çağırm ak ve
-256-
bu Kurula başkanlık etm ek, TBM M adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin
Başkom utanlığını temsil etmek gibi törensel ve tem sili nitelikteki yetkilerini
başbakan ve ilgili bakan olm aksızın kullanabileceği kabul edilm ektedir. Bunun
dışında, icrai karar alma yetkisi olan kişi ve kuruluşlara yapılacak atam aların çift
imza kuralına dayanması gerekir (Ö ZBU D U N , 2009: 326). N e var ki
uygulam ada cum hurbaşkanının üniversite rektörlerini, YÖK üyelerini atam a,
diğer bazı kurum ve kurullara üye seçm e yetkisini tek başına kullandığı
görülm ektedir.
C um hurbaşkanının parlam enter sistem de törensel nitelikte görülebilecek
yetkilerinin bir bölüm ü, halk tarafından seçilen bir cum hurbaşkanı tarafından
gerçek bir yetkiye dönüştürülebilecek niteliktedir. C um hurbaşkanının başbakanı
atama yetkisi bu çerçevede değerlendirilebilir. Klasik parlam enter sistem lerde
devlet başkanı, parlam entonun çoğunluğunun desteğini alam ayacak bir kişiyi
başbakan olarak atayam az. Kuşkusuz, aynı durum , hüküm etin varlığı
parlam entonun güvenoyuna bağlı olduğundan, yarı başkanlık sistem iyle
yönetilen ülkelerin çoğunluğu için de gcçerlidir. N e var ki, seçim ler sonucunda
parlam entoda açık bir çoğunluk ortaya çıkm am ışsa ya da parçalanm ış bir
çoğunluk söz konusuysa, devlet başkanının hüküm etin oluşum unda etkisi
artabilir. Bu durum da, devlet başkanı kendi siyasi fikirlerine yakın birini
hüküm eti kurm ak üzere görevlendirebilir. Özellikle böyle bir atama,
parlam entonun çoğunluğunun olumlu oyunu gerektirm iyorsa, devlet başkanının
hüküm etin oluşum undaki dolaylı etkisi daha da artacaktır. Hüküm etin kuruluşta
güvenoyuna gereksinim duym adığı sistem lerde devlet başkanının önayak
olm asıyla kurulan hüküm et, parlam ento çoğunluğu tarafından a k tif biçimde
desteklenm ese de göreve devam edebilecektir.
1982 A nayasası, parlam enter sistem e uygun olarak cum hurbaşkanına
başbakanı atam a ve istifasını kabul etme yetkisi verm iştir (md. 104 ve 109). Söz
konusu düzenlem e aynen korunduğuna göre, parlam entonun çoğunluğunun açık
desteğini kazanan bir adayın dışında cum hurbaşkanının başka birini ataması
2007 A nayasa değişikliğinden sonra da olası görünm em ektedir. Aynı zam anda,
yeni kurulan bakanlar kurulunun T B M M ’den güvenoyu alm a zorunluluğu da
cum hurbaşkanının hüküm eti kurm ak üzere bir kişiyi başbakan olarak atam a
yetkisini
keyfi
olarak
kullanm asını
önleyecektir.
Buna
karşılık,
cum hurbaşkanıyla parlam ento çoğunluğunun aynı siyasal eğilimi taşım adığı ve
aynı zam anda meclis çoğunluğunun yekpare bir görüntü sergilem ediği
durum larda cum hurbaşkanının A nayasanın
104. m addesine dayanarak
hüküm etin kuruluşunu etkilem esi olasıdır. Seçim vaadlerini yerine getirm ek için
cum hurbaşkanının parlam entodaki m uhalefetle işbirliği içine girm eye yönelm esi
ve parlam ento içinden kendi siyasal eğilim ine uygun bir hüküm eti çıkarm aya
-
257-
çabalam ası, klasik parlam enter sistem lerde görülm eyecek türde bir siyasal
istikrarsızlığın kaynağı olabilir. Kaldı ki, C um hurbaşkanının, başbakanın
atanm asında takdir yetkisini kullanm a yoluyla hüküm etin oluşum una m üdahale
etmesi, 1982 A nayasası dönem inde 2007 A nayasa değişikliğinden önce bile
görülm üş bir durum dur. Anım sanacağı üzere, 28 Şubat sürecinin ardından 18
Haziran 1997’de Refah Partisi (R P) Genel Başkanı N ecm eddin Erbakan
başbakanlıktan istifa etmiş; aynı zam anda da C um hurbaşkanı Süleym an
D em irel’e Refah Partisi (RP), Doğru Yol Partisi (DYP) ve Büyük Birlik
Partisinin (BBP) genel başkanlarının im zasının bulunduğu ve hüküm et kurm a
görevinin DYP genel başkanı Tansu Ç iller’e verilm esini isteyen bir deklarasyon
sunm uştur ( Milliyet , 19 Haziran 1997). Ne var ki C um hurbaşkanı, hükümeti
kurm a görevini Tansu Ç iller’e değil, M esut Y ılm az’a vermiştir. Bu kararına
ilişkin olarak yaptığı yazılı açıklam ada da, “ A nayasa’nın 109’uncu m addesinde,
‘Başbakan, C um hurbaşkanı’nca TB M M üyeleri arasından atanır’ şeklindeki
düzenlem enin, başbakanı atama hakkının C um h u rb aşk an ın a ait olduğunu ifade
ettiğini” belirtm iştir (Sabah, 21 Haziran 1997). Bu açıklam a ile D em irel’in,
A nayasanın 109. m addesini cum hurbaşkanına tanınan bir takdir yetkisi olarak
yorum ladığı anlaşılm aktadır. D em irel’in işaretiyle D em irel’e yakın olanların
D Y P’den ayrılıp Dem okrat Türkiye Partisini (DTP) kurm ası ve bu partinin
Mesut Yılm az koalisyon hüküm etinde yer alm ası da, siyasal krizi çözm ek ve
olası bir askeri darbeyi önlem ek gibi iyi niyetli bir am aç da taşısa,
cum hurbaşkanının parlam ento dengeleriyle nasıl oynayabildiğini, hüküm etin
oluşum unu nasıl etkileyebildiğini gösterm ektedir. Bu olay aynı zam anda,
cum hurbaşkanının, hüküm etin kuruluşunu ve kaderini de iure belirlem e yetkisi
olm am asına karşın, siyasal alanda de facto nasıl etkili olabileceğine ilişkin
dikkat çekici bir örnek olarak verilebilir6.
C um hurbaşkanının hükümetin oluşumuna müdahale etmesinin siyasal bir krize
neden olmasına Bulgaristan’ın yakın siyasal tarihinden de örnek verilebilir. 1982
Anayasasının son biçimiyle 1991 Bulgaristan Anayasası cumhurbaşkanının seçim
yöntemi ve yetkileri açısından önemli benzerlikler taşımaktadır. 1991 Bulgaristan
Anayasasına göre, cumhurbaşkanı beş yıllığına, en çok iki dönem için, doğrudan halk
tarafından seçilir (md.93 vc 95). Anayasa, cumhurbaşkanına başbakanın atanması
konusunda geniş bir takdir yetkisi tanımamıştır. Cumhurbaşkanı hükümetin kuruluşunda
doğrudan belirleyici değildir. Bu konuya ilişkin ayrıntılı bir anayasal düzenleme vardır.
Cumhurbaşkanı, Millet Meclisinde en fazla üyesi bulunan adaya siyasal partilerin
parlamento grupları ile yapacağı görüşmelerden sonra hükümeti kurma görevini verir.
Bu kişinin yedi gün içinde hükümeti kuramaması halinde Mecliste en fazla üyesi
bulunan ikinci siyasal partinin göstereceği aday cumhurbaşkanınca görevlendirilir.
Bulgaristan’da cumhurbaşkanına parlamentoyu fesih yetkisi, 1982 Anayasasında olduğu
-258-
C um hurbaşkanının gerekli gördüğü hallerde bakanlar kuruluna başkanlık
etmesi ve bakanlar kurulunu başkanlığı altında toplantıya çağırm ası yetkisi
gibi, hükümetin kurulamaması durumunda yaşanacak siyasal istikrarsızlığı aşmak
amacıyla sınırlı olarak tanınmaktadır. Buna göre, Mecliste en çok üyeye sahip birinci;
daha sonra da ikinci büyük parti hükümeti kurmayı başaramazsa; cumhurbaşkanının
görevlendirdiği küçük siyasal partilerden biri de hükümeti kuramazsa cumhurbaşkanı
Meclisi feshedebilir (md.99). Cumhurbaşkanının başbakanı ve bakanları görevden alma
yetkisi yoktur. Cumhurbaşkanının üst düzey devlet kurum ve organlarına atama yetkisi
ise 1982 Anayasasından daha sınırlıdır (md.147/1 ve 129/29). Cumhurbaşkanının tek
başına yapabileceği işlemler, geçici hükümetin atanması; başbakanın atanması; Ulusal
Meclisin feshi; yasaları Meclise bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderme;
cumhurbaşkanlığı tarafından oluşturulan kurumlara yapılan atamalar; seçim ve
referandum takviminin belirlenmesi; yasaların yayımlanması olarak Anayasanın 102.
maddesinde tek tek sayılmıştır.
1991 genel seçimleri, ülkedeki çeşitli muhalefet güçlerini tek çatı altında
toplayan Demokratik Güçler Birliği’nin (UDF) 240 milletvekilliğinin 110’unu; eski
Komünistlerden oluşan Bulgar Sosyalist Partisi’nin (BSP) 106’sını; Etnik Türklerin
Partisi olan Haklar ve Özgürlükler Hareketi’nin (MRF) ise 24’ünü almasıyla
sonuçlanmıştır. Dolayısıyla, siyasi partilerden hiçbiri parlamentodaki sandalyelerin salt
çoğunluğunu elde edememiştir. Bunun üzerine Demokratik Güçler Birliği (UDF) ile Hak
ve Özgürlükler Hareketi (MRF) bir koalisyon hükümeti kurmuştur. 1992 tarihinde
yapılan ilk cumhurbaşkanlığı seçimlerini de UDF’nin adayı Zhelyu Zhelev kazanmıştır.
Cumhurbaşkanıyla koalisyonun büyük ortağı aynı siyasal partiden geliyor olmasına
karşın, bir süre sonra yürütmenin iki kanadı arasında gerilim ortaya çıkmış;
Cumhurbaşkanı Zhelev, beklenen reformlann yapılmadığı gerekçesiyle hükümeti yoğun
biçimde eleştirmeye başlamıştır. Bunun üzerine, UDF başkanı ve başbakan Philip
Dimitrov, cumhurbaşkanını partisini terk etmek ve seçmenlerine ihanetle suçlamış; bu
gerginlik hükümetin düşmesine kadar varmıştır. Cumhurbaşkanı Zhelev, hükümetin
küçük ortağı olan MRF ile UDF’ye karşı ittifak çabalarına girişmiştir. Yeni hükümetin
UDF tarafından kurulamaması; BSP’nin başbakan adayının anayasaya göre gerekli
koşulları taşımadığının ortaya çıkması üzerine, cumhurbaşkanı MRF’yi hükümeti
kurmakla görevlendirmiştir. MRF’nin genel başkanı Ahmet Doğan, partisinin başbakan
adayının, cumhurbaşkanı Zhelev’in özel danışmanlarından biri olan Ljuben Berov
olduğunu açıklamıştır. Böylcce adayın cumhurbaşkanı tarafından doğrudan belirlenmiş
olduğu ortaya çıkmış;
BSP Berov’u destekleyince hükümet kurulabilmiştir.
(ULUŞAHİN, 2007: 131-132). Sonuçta cumhurbaşkanı Zhelev, kendi kişisel
popülaritesi ve etkisine dayanarak parlamentoda hükümetin sahip olduğu çoğunluk
desteğini bölmüş, ve kendi isteği doğrultusunda bir kişiyi başbakanlık koltuğuna
oturtmuştur. Anayasal yetkilerinin çok ötesinde prestij ve popülarite sahibi olan
cumhurbaşkanı, bu özelliğini siyaset sahnesinde bir süreliğine gerçek bir güce
dönüştürmeyi başarmıştır. Bunu yaparken, hem doğrudan halktan aldığı destekten
kaynaklanan meşruiyetine, hem de Anayasanın kendisine verdiği ulusun birliğini
sağlama görevine dayanmıştır.
-
ı
259-
parlam enter sistem de törensel nitelik taşıyan bir yetkidir. Bu nedenle,
cum hurbaşkanının bakanlar kurulunu toplantıya çağırdığı ve kurula başkanlık
ettiği durum larda, bakanlar kurulunun sorum luluğuna katılm asını gerektirecek
nitelikte işlem yapm am ası esastır (ARSEL, 1965: 374). 1982 Anayasasının yeni
biçim ine göre halk tarafından seçilen bir cum hurbaşkanı, özellikle yürütm e
organının iki kanadının da aynı siyasal partiyi tem sil ettiği durum larda, bütün
bakanlar kurulu toplantılarına katılıp başkanlık edebilecektir. Bu da
cum hurbaşkanını uygulam ada yürütm enin gerçek başı haline getirecektir.
Kararnam eleri im zalam a yetkisi de cum hurbaşkanına 104. m addede
tanınan yetkilerdendir. Cum hurbaşkanının KHK, bakanlar kurulu kararnam eleri
ve ortak kararnam eleri im zalam ayı reddedip reddedem eyeceği hem öğretide
tartışılm ış, hem de Anayasa M ahkemesi kararına konu olm uştur. Ö ğretide genel
kabul gören görüş, cum hurbaşkanının hukuka aykırı olan kararnam eleri
im zalam aktan kaçınabileceği, buna karşılık hukuka aykırı olm ayan kararnam eler
üzerinde yerindelik denetim i yapam ayacağı biçim indedir (Ö ZBU D U N , 2009:
328; SABUNCU, 2006: 238; TURH A N , 1989: 124; SEVİNÇ, 2002: 131;
EROGUL, 1978: 52)'. Anayasa M ahkem esinin görüşü de bu yöndedir
(K. 1993/18). Bazı yazarlarsa cum hurbaşkanının olağan K H K ’ler için geri
çevirm e yetkisi okluğunu; ancak bakanlar kurulunun ısrar ettiği bir K H K ’yi
ikinci kez geri çcvirem cyeceğini savunm aktadır (bkz. SAĞLAM , 2000;
GÖREN , 2006: 228).
2007
A nayasa
değişikliğiyle
dem okratik
m eşruiyeti
güçlenen
cum hurbaşkanının kararnam eler üzerinde daha çok söz sahibi olm ak isteyeceği
öngörülebilir. Üstelik yakın geçm işte bunun örneklerine rastlandığını da
anım sam akta yarar vardır. Örneğin, Cum hurbaşkanı Turgut Özal, 1991 genel
seçim lerinden sonra kurulan Doğru Yol Partisi (DYP)- Sosyal Dem okrat Halkçı
Parti (SHP) koalisyon hüküm etiyle yaşadığı gerilim sırasında, bakanlar
kurulunun çok sayıda atam a kararnam esini im zalam ayı geciktirm iş ya da
rcddetm iştirs. Bunun üzerine hükümet, Ö zal’ın bu yöndeki engellem elerini
aşm ak için kam uoyunda by-pass olarak adlandırılan ve bazı bürokratların
atam asını cum hurbaşkanının im zasına gerek olm adan yapm ayı olanaklı kılan bir
yasa çıkarm ış; ancak yasa A nayasa M ahkemesi tarafından anayasaya aykırı
bulunarak iptal edilm iştir (K. 1993/18). Cum hurbaşkanı A hm et N ecdet Sezer de
7
Cumhurbaşkanının istisnasız biitün bakanlar kurulu kararnamelerini imzalaması
gerektiği yönündeki görüş için bkz. (GÖZLER, 2000: 31-37; GÖZLER, 2008: 435).
s Örneğin, 1993 Martına gelindiğinde 47 kararname Cumhurbaşkanı tarafından
imzalanmayı bekliyordu (GÖNENÇ, 2008: 509)
-260-
Turgut Ö zal’Ia aynı yolu izleyerek bakanlar kurulunun atam a kararnam elerinden
bazılarını im zalam am ış; öyle ki, bu biçim de bakanlar kurulunun oluşum una bile
m üdahale etm iştir9. Yalnızca atam a kararnam elerini değil, cum hurbaşkanının
zam an zam an olağan K H K ’leri10 ve m üşterek kararnam eleri de im zalam adığı
olm uştur.
C um hurbaşkanına tanınan bir başka yetki, Türk Silahlı Kuvvetlerinin
kullanılm asına karar vermedir. A nayasanın 92/2. m addesine göre, TBM M tatilde
ya da ara verm e halindeyken ülke ani bir silahlı saldırıya uğrarsa ve bu nedenle
silahlı kuvvetlerin kullanılm asına derhal karar verilm esi gerekiyorsa
cum hurbaşkanı buna karar verebilir. İcrai nitelik taşıyan bu yetkinin parlam enter
sistem de siyaseten sorum lu olan bakanlar kuruluna ait olması gerekir. Halk
tarafından seçilen cum hurbaşkanı ise, yürütm enin gerçek başı olarak bu yetkiyi
tek başına kullanm aya ya da en azından bakanlar kurulunca verilecek kararın
esas unsuru olm aya gayret edebilecektir.
Olağanüstü dönem lere ilişkin anayasal düzenlem eler de cum hurbaşkanını
siyasal yaşam da güçlü kılmayı sağlayacak niteliktedir. 1982 A nayasasına göre,
olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilan etm e yetkisi cum hurbaşkanı başkanlığındaki
bakanlar kuruluna aittir. Olağanüstü hal ve sıkıyönetim kararnam eleri de
cum hurbaşkanı başkanlığındaki bakanlar kurulu tarafından çıkarılm aktadır (nıd.
122 ve 123). Hem ilan kararı hem de olağanüstü hal ve sıkıyönetim
kararnameleri “çok iradcli-kollcktiP’ karaktere sahip işlemlerdir. M üşterek
kararnam elerden farklı olarak, burada cum hurbaşkanının iradesi sonradan
eklenen, biçim sel ve sim gesel değil; kararın oluşum una katılan kurucu ve yapıcı
nitelik taşır (TA N Ö R ve Y Ü ZB A ŞIO G LU , 2006: 397). Parlam enter sistemde,
yürütm enin siyaseten sorum lu kanadının bakanlar kurulu olduğu göz önünde
bulundurulduğunda, cum hurbaşkanının görüşünü bildirm e ve gerektiğinde
uyarm a dışında, olağanüstü hal vc sıkıyönetim ilanını ya da bu nitelikteki
9 Örneğin, Abdullah Gül’ün başbakanlığında 2002’de kurulan 1. AKP
hükümetinde Cumhurbaşkanı, Beşir Atalay’ın Milli Eğitim bakanı olarak atanmasına
karşı çıkmış; bunun üzerine Atalay, devlet bakanı olarak bakanlar kurulunda yer almıştır
(Hürriyet, 18 Kasım 2002). Recep Tayip Erdoğan’ın başbakanlığında kurulan 2. AKP
Hükümetinde de Atalay milli eğitim bakanı olarak atanmak istenmiş, Ancak
Cumhurbaşkanı Sezer bunu reddetmiştir (Turkish Daily News, 23 Şubat 2005).
10 Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile bakanlar kurulu arasındaki ilk çatışma
2000 yılının Ağustos ayına rastlar. Cumhurbaşkanı, bir KHK’yi 8.8.2000 tarihinde
bakanlar kuruluna geri göndermiş; bakanlar kurulu KHK’yi 14.8.2000’de yeniden
cumhurbaşkanına yollamış; cumhurbaşkanı 21.8.2000’de KHK’yi imzalamayacağını
açıklamıştır (GÖZLER, 2000: 1,1. dipnot).
-261 -
kararnam elerin çıkarılm asını engelleyici bir tutum içinde olm am ası gerekir.
Ancak doğrudan halk tarafından seçilen bir cum hurbaşkanının, ülke ve devlet
için çok önemli bir konuda bütün insiyatifı ve kararı bakanlar kuruluna
bırakm asını beklem ek fazla iyimser bir öngörü olacaktır. Ayrıca şiddet olayları
nedeniyle olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilanından önce cum hurbaşkanı
başkanlığında toplanan bakanlar kurulu, yine cum hurbaşkanının başkanlık ettiği
Milli Güvenlik K urulunun (M GK ) görüşünü alm ak zorundadır. Dolayısıyla,
olağanüstü yönetim usullerinin yürürlükte olduğu dönem lerde hem, aşağıda
açıklanacağı üzere M GK, hem dc kendi başkanlığında toplanan bakanlar
kurulunun çıkaracağı olağanüstü ve sıkıyönetim hal kararnam eleri aracılığıyla
cum hurbaşkanının siyasette m erkezi bir konum a kavuşm ası olanaklıdır. Ülkenin
yakın geçm işinde sıklıkla herhangi bir nedene dayalı olağanüstü durum
yaşandığı göz önünde bulundurulduğunda, bu yolla cum hurbaşkanının siyaseten
güçlenm esinin güçlü bir olasılık olduğu söylenebilir.
Cum hurbaşkanına M GK ile ilgili olarak tanınan yetkiler de, siyasal
koşulların uygun olm ası durum unda cum hurbaşkanlığı m akam ının güçlenm esini
sağlayacak niteliktedir. M GK, cum hurbaşkanının başkanlığında toplanan ve
gündem i başbakan ve genelkurm ay başkanm ın görüşlerini dikkate alm ak
koşuluyla cum hurbaşkanı tarafından belirlenen bir kuruldur. M GK, kararları
bağlayıcı nitelikte olm am akla birlikte, milli güvenlik gibi Cum huriyet
hüküm etlerinin büyük bölüm ünün birincil sorunlarından olan çok önem li bir
alanda bakanlar kuruluna önerilerde bulunm aktadır. TBM M tarafından seçilm iş
olm akla birlikte hem Turgut Özal, hem de Süleym an D em irePin
cum hurbaşkanlığı dönem lerinde M GK, adeta alternatif bir yasam a organı haline
dönüşm üştür. Öyle ki, ülkenin siyasal gündem ini hüküm etten ve T B M M ’den
çok, M GK toplantılarının ardından yapılan açıklam alar belirlemiştir. Sonuçta,
M GK, cum hurbaşkanlarının siyasal yeteneklerini kullanarak kendilerini
gündem de tuttukları, kendi kurdukları partilerin, parlam entonun, hatta m edyanın
eleştirisine m uhatap olm adan siyasete yön verm eyi denedikleri bir kurum sal
çerçeve olm uştur (K A LAYCIOG LU, 2007: 181). 2001’de Anayasada, 2003’te
Milli G üvenlik Kurulu ve M illi G üvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Kanununda
yapılan değişiklikler, M G K ’nin siyasal sistem içindeki yerini ve ağırlığım
sınırlandırm ıştır. Söz konusu değişikliklerle M G K ’de çoğunluğun askerler
yerine sivil üyelerden oluşm ası; Kurul kararlarının tavsiye niteliğinin
vurgulanm ası; toplantıların her ay yerine iki ayda bir yapılm ası; bakanlar
kurulunca kabul edilen tavsiye kararlarının uygulanm asının izlenm esinin sivil
otoriteye bırakılm ası; M GK Genel Sekreterliğinin görev ve yetkilerinin
sekreterya işleriyle sınırlandırılm ası, bu kurulun ve dolayısıyla M GK aracılığıyla
cum hurbaşkanının siyasette etkinliğini azaltacak niteliktedir. Ancak Silahlı
K uvvetlerin hâlâ siyasette etkili bir güç olduğu göz önünde bulundurulduğunda,
-
262
-
önem li ülke m eselelerinde cum hurbaşkanının bu Kurul aracılığıyla sesini
duyurm ası ve farklı ittifak arayışlarına girmesi olasıdır.
A nayasaya göre C um hurbaşkanı, gerekli görürse yasam a yılının ilk günü
T B M M ’de açılış konuşm ası yapabilir (md. 104). Bu yetki 1924 A nayasasında da
cum hurbaşkanına tanınan vc “ d ire k tif’ yönü ağır basan bir yetkiydi. 1961
A nayasası, yasam a organıyla cum hurbaşkanlığını birbirinden ayırm ak am acıyla
bu düzenlem eyi kaldırm ıştır. Y ürürlükteki A nayasa ise, bu yetkinin
kullanılm asını cum hurbaşkanının takdirine bırakm ıştır (SOYSAL, 1993: 207).
Benzer bir yetki hem parlam enter hüküm et sistem ine sahip Birleşik K rallık’ta,
hem de başkanlık sistem iyle yönetilen A m erika Birleşik D evletlerinde (ABD)
devlet başkanına tanınm aktadır. Birleşik K rallık’ta Kraliçenin her yıl Lordlar
K am arasında okuduğu Taç Söylevinin m etni hüküm et tarafından yazılm aktadır.
C um hurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçildiği İrlanda’da da, kamusal
önem taşıyan konularda cum hurbaşkanının parlam entonun iki kanadından birine
ya da ulusa hitaben yapacağı konuşm aların içeriği hüküm et tarafından
onaylanm alıdır (An. md. 13/2). A B D ’de ise başkan, Kongrenin kabul etmesini
istediği yasalara ilişkin bir program ı yasam a organına bu yolla sunabilir.
A nayasanın 104. m addesinde düzenlenen söz konusu yetki, cum hurbaşkanının
tek başına kullanabileceği bir yetki olduğu için, A B D 'deki düzenlem eye daha
yakın durm aktadır. Dolayısıyla, m eşruiyetini halktan alan bir cum hurbaşkanının
bu yetkiyi uygulam ada, 1924 Anayasasına benzer biçim de, T B M M ’nin
çıkarm asını istediği yasalara yönelik bir direktif biçim inde kullanm ası olasılık
dahilindedir.
Y ukarıda sayılanlardan başka, yasaları T B M M ’ye geri gönderm e, anayasa
değişikliğine ilişkin yasaları halkoyuna sunabilm e, bazı yasam a işlem lerinin
anayasaya uygunluğunun denetim i için A nayasa M ahkem esine başvurm a, belli
koşulların oluşm ası durum unda TB M M seçim lerinin yenilenm esine karar verme
yetkileri yoluyla da cum hurbaşkanına siyasal gelişm eler karşısında tavır
sergileyebilm e olanağı tanınm aktadır (YÜCEL, 2009: 256). Bunlar içinden,
1982
Anayasasının
89/2.
m addesinin
2 0 0 1 ’de
değiştirilm esiyle
cum hurbaşkanına, T B M M ’ce kabul edilen bir yasayı kısm en ya da tam am en geri
gönderm e yetkisi verilm esi üzerinde ayrıca durulm ası gerekir. 89/2. m adde
uyarınca tanınan kısm i veto yetkisiyle cum hurbaşkanı, ilgili yasanın T B M M ’ye
geri gönderm ediği m addelerini Resmi G azcte’de yayım layarak yürürlüğe
sokabilir. C um hurbaşkanının bu yetkisini kanun tekniği açısından belli bir
bütünlüğe sahip yasalar için kullanm ası hukuk sistem inde bazı sorunlar
doğurabilir. Örneğin, Cum hurbaşkanı tarafından bir veya birkaç m addesi geri
gönderilen kanunun TB M M tarafından yeniden görüşülm em esi ya da hiç
görüşülm em esi olanaklıdır. Bu durum da, yarım olarak yürürlüğe girmiş kanun,
-
263-
sürekli yarım olarak uygulanm ak zorunda kalacaktır. C um hurbaşkanının bir
daha görüşülm ek üzere M eclise geri göndereceği m addelerin yasanın
bütünlüğünü etkileyebilecek m adde veya m addeler olm ası durum unda kanunun
yürürlüğe girm esiyle ilgili sorunlar yaşanm ası da olası görünm ektedir. Örneğin,
bir yasada, bazı m addelerin yayım ından altı ay sonra yürürlüğe gireceğini kurala
bağlayan bir yürürlük m addesinin gönderm e yaptığı m addenin cum hurbaşkanı
tarafından M eclise geri gönderilm esi durum unda ortaya çıkan hukuki sorun nasıl
çözülecektir? Bu bakım dan, M eclisin “yasa yapm a” yetkisine yönelik yeni ve
ciddi bir engel oluşm am ası için C um hurbaşkanının kısmi geciktirici veto
yetkisini kullanırken yasanın bütünlüğü ve yürürlüğü açısından dikkatli bir
tutum sergilem esi ve kısm en geri gönderm e hallerinde, yayım lanm asını uygun
gördüğü geri kalan m addeleri yayım lam am ası gerekir. Aksi halde, 1982
Anayasası ile C um hurbaşkanına verilen geciktirici veto yetkisi bazı durum larda
“m utlak veto” ya da “önleyici veto” yetkisine dönüşebilecektir (İBA, 2002: 8990). Dolayısıyla, söz konusu anayasa değişikliğinin, yürütm enin sorum suz
kanadı konum undaki cum hurbaşkanın yetkisini yasam a organı aleyhine
genişleten bir sonuç yaratabileceği söylenebilir.
A nayasanın 104/1. m addesi, cum hurbaşkanına aynı zam anda “Anayasanın
uygulanm asını, Devlet organlarının düzenli ve uyum lu çalışm asını gözetm e”
yetkisi ve görevi de verm iştir. Bu düzenlem e, cum hurbaşkanlarına yasama
politikasına karışm a olanağı sağlayacak niteliktedir". Bu m addeye dayanarak
cum hurbaşkanının siyasal ya da hukuki tartışm alara tara f olması olasıdır
(TU RHA N, 1989: 168). Örneğin, cum hurbaşkanı, başkan ve üyelerini kendisinin
atadığı ve ancak kendisinden gclecek istem doğrultusunda inceleme, araştırma
ve denetim yapan Devlet D enetlem e Kurulu (DDK) aracılığıyla bıınu
gerçekleştirebilir. Her ne kadar D D K ’nin kararlarının bağlayıcılığı yoksa da,
cum hurbaşkanının, bu Kurulun raporlarını beğenm ediği bir hüküm ete karşı
kam uoyu oluşturm ak am acıyla kullanm ası olanaklıdır.
11 Benzer düzenlemelere yarı başkanlık sistemiyle yönetilen başka ülkelerde de
rastlanmaktadır. Örneğin 1958 Fransız Anayasasına göre, cumhurbaşkanı Anayasaya
gereken saygının gösterilmesini temin eder. Kamu otoritelerinin düzgün işlemesi ve
devletin devamlılığını yapacağı hakemlikle sağlar. Ulusal bağımsızlığın, toprak
bütünlüğünün ve uluslar arası anlaşmalara saygı gösterilmesinin garantörüdür (md.5).
1997 Polonya Anayasasına göre devlet başkam Polonya Cumhuriyetinin hem en üst
temsilcisi, hem de devlet otoritesinin devamlılığının garantörüdür. Anayasaya
uyulmasını; egemenliğin, devletin güvenliğinin, toprak bütünlüğünün korunmasını temin
eder (md. 126/1 ve 2). 1976 Portekiz Anayasasına göre de, devlet başkanı ulusun
bağımsızlığını, devletin birliğini ve demokratik kurumların düzgün biçimde işleyişini
güvenceye alır (md. 120).
-
264-
Anayasanın 104. m addesinin son fıkrası, cum hurbaşkanına yasalarla
başka “seçm e ve atam a görevleri” verilebileceğini öngörm ektedir. Örneğin,
cum hurbaşkanı bu düzenlem eye dayanarak Radyo ve Televizyon Yüksek
Kuruluna doğrudan üç, başka kuruluşlarca gösterilecek adaylar arasından beş
(2954 sayılı Türkiye R adyo ve Televizyon Kanunu md.6); A tatürk Kültür, Dil ve
Tarih Yüksek K urum unun Yüksek Kuruluna dört (2876 sayılı A tatürk Kültür,
Dil ve T arih Y üksek Kurum u Kanunu md.5); Taşınm azlar K ültür ve Tabiat
Varlıkları Y üksek Kuruluna üç (2863 sayılı K ültür ve Tabiat Varlıklarını
Korum a Kanunu md. 53) üye seçm ektedir. C um hurbaşkanı seçm e ve atam a
işlem lerini uygulam ada tek başına yapm aktadır. A nayasada ve yasalarda
öngörülen bu seçm e ve atam a yetkileri, cum hurbaşkanına “ tarafsız devlet
başkanı” sıfatıyla tanınm ıştır. Oysa ki, yukarıda da belirtildiği gibi, doğrudan
halkoyuna dayanan m eşruiyete sahip ve ikinci kez seçilm e olanağı olan
cum hurbaşkanının tarafsız davranm ası güçtür. Y asa yoluyla bu alanın
genişletilm esi olanağı, bu gerekçelerle cum hurbaşkanının yürütm e organı içinde
daha da güçlenm esini sağlayacak unsurlardan biri olacaktır.
Cum hurbaşkanına parlam enter sistem in ötesinde geniş yetkiler veren
1982 A nayasası, 125/2. m addesiyle, cum hurbaşkanının tek başına yaptığı
işlem leri yargı denetim i dışında tutm uştur. 105. m addede de cum hurbaşkanının
re ’sen
imzaladığı
kararlar
ve
em irler
aleyhine
yargı
m ercilerine
başvurulam ayacağı öngörülm ektedir. C um hurbaşkanının karşı imza kuralına
dayanm ayan ve devlet başkanı sıfatından kaynaklanan işlem leri, icrai nitelik
taşım adığından yargı denetim ine konu olm ayabilir. Buna karşılık, karşı imza
kuralı dışında tutulan ve icrai nitelik taşıyan işlem lerinin yargı organınca
denetlenem em csi, halk tarafından seçilen cum hurbaşkanının siyasal sistem
içinde güçlenm esini sağlayacak unsurlardan biri olabilir.
G örüldüğü üzere, 1982 Anayasasının klasik parlam enter sistem in ötesine
geçen biçim de tanıdığı ve önemli bir bölüm ü, “devleti korum ak ve Anayasayı
kollam ak” am acıyla devletin başı olan “tarafsız” cum hurbaşkanı tarafından
kullanılm ası öngörülen çok sayıda yetki, giderek gerçek anlam da yürütm e
yetkilerine dönüşecek niteliktedir. C um hurbaşkanının yetkilerine ve siyasi
sorum suzluğuna
ilişkin
düzenlem eler
bu
biçim iyle
korundukça,
cum hurbaşkanının sadece devleti tem sile dayanan simgesel sınırlar içinde
kalm ayacağı açıktır. TBM M tarafından seçilen cum hurbaşkanlarının bile yer yer
anayasal sınırları zorlayacak biçim de siyasete yön verm eye çalıştığı ve bunda da
zam an zam an başarılı olduğu am m sanırsa, halk tarafından seçilen bir
cum hurbaşkanının haydi haydi kendini günlük siyasetin belirleyici unsurlarından
biri olarak görm esi kaçınılm az olacaktır.
-
265-
Devlet başkanı doğrudan halk tarafından seçilen bazı ülkelerde sistem in
parlam enter sistem gibi işlem esinin nedenlerinden biri devlet başkanına sim gesel
yetkiler tanınm ası; bir başka nedeni de, bu ülkelerde toplum un siyasal olarak
parçalanm am ış olm asıdır. Gerçekten de, derin toplum sal uzlaşm azlıkların ya da
dış siyasete ilişkin önem li sorunların olm adığı ülkelerde devlet başkanlarının
etkisi siyasal rejim içinde azalm aktadır. Örneğin, Finlandiya’da İkinci Dünya
Savaşından sonra devlet başkanım siyasal sistem içinde güçlü bir aktör haline
getiren en önem li etmen, dış politikada liderliği üstlenm esi olm uştur. Özellikle
soğuk savaş dönem i ve Sovyet tehdidi, dış politikanın önem ini bu ülkede
artırm ıştır. 1990’larda ise uluslar arası gerilim in azalm ası Finlandiya’da devlet
başkanlığı profilini genci olarak zayıflatm ıştır. 1980’lerin başından itibaren
hüküm et istikrarının da pekişm esiyle başbakan siyasal sistem de gerçek ve etkili
bir konum a kavuşm uştur. Doğu blokunun dağılm ası ile Sovyetler Birliğinin
Finlandiya için tehdit olm aktan çıkm ası ve A vrupa B irliğiyle bütünleşm e süreci,
F inlandiya’da dış ve iç politika arasındaki sınırları bulanık hale getirm iştir. Bu
durum da, yürütm enin iki kanadı arasındaki yerleşm iş yetki paylaşım ı etkisini
yitirm iş; başbakan yürütm enin etkili kanadı haline gelm iştir (NOUS1A1NEN,
2001:102). U ygulam ada başbakanın güçlenm esi yönünde oluşan bu evrim
2000’de yürürlüğe giren yeni anayasal düzenlem elere de yansım ıştır. Söz
konusu değişikliklerle devlet başkam nın yetkileri biçim sel olarak da
sınırlanm ıştır12. T ürkiye’ye bakıldığında ise, hem iç hem de dış siyasetin çok
boyutlu ve karm aşık bir görüntü sergilediği görülm ektedir. A vrupa Birliği,
Kıbrıs sorunu, kom şu ülkelerle ilişkiler gibi uluslararası konuların yanı sıra,
Türk-K ürt, dindar-laik gibi toplum sal katm anlara bölünm üş ve bu bölünm elerin
yarattığı sorunlarla uğraşan bir ülke olan T ürkiye’de, m eşruiyetini doğrudan
seçm enden alan bir cum hurbaşkanının bu m eselelere uzak kalm ak
istem eyeceğini öngörm ek yanlış olm ayacaktır.
l2Artık devlet başkanı dış politikayı belirleme yetkisine sahip değildir. Bununla
birlikte Devlet Konseyiyle yakın işbirliği içinde Finlandiya’nın dış politikasını yürütür.
Avrupa Birliği ise bakanlar kurulunun yetki alanı içindedir. Devlet başkanı hükümetin
kuruluşunda ikincil bir aktör haline getirilmiştir. Devlet başkamnın kararname çıkarma
yetkisi Devlet Konseyine aktarılmıştır. Devlet başkamnın atadığı üst düzey kamu
görevlilerinin sayısı azaltılmıştır. Devlet başkanı, birkaç ayrıksı durum dışında, bakanlar
kurulunun önerisiyle Devlet Konseyinde karar alabilmektedir. Görüldüğü gibi, devlet
başkanı artık yetkilerinin büyük bölümünü tek başına kullanamamaktadır
(NOUSIAINEN, 2001: 106). Devlet başkamnın yetkileri onca sınırlanmış olmasına
karşın, 2000 yılında merkez bankası başkanlığına yaptığı atamada hükümetin tavsiyesine
uymamasında da görüldüğü gibi, devlet başkamyla hükümet arasında zaman zaman
gerilimin yaşanmaya devam ettiğini de eklemek gerekir (NOUSIAINEN, 2001: 108)
-
266-
Bir arada Yaşama (Cohabitation) Dönemlerinin Yaratabileceği
Sakıncalar
Yarı başkanlık sistem inde devlet başkam yla hüküm et ve parlam ento
çoğunluğunun aynı ya da farklı siyasal akım dan ya da partiden gelm esi devlet
başkam nın siyasal sistem içindeki konum unu etkilem ektedir. Fransa örneğinde
görüldüğü gibi {bkz. EROGUL, 2008: 184), yürütm enin iki kanadı ile
parlam ento aynı siyasal partiden gelirse devlet başkam nın siyasal yaşam da etkisi
artm akta, sistem başkanlık sistem i gibi işlem ektedir. Buna karşılık yürütm enin
iki kanadı farklı siyasal partilerin tem silcisiyse başbakan öne çıkm akta, sistem
parlam enter sistem e yaklaşm aktadır. Bu olasılıklar içinde devlet başkam yla
parlam ento çoğunluğunun aynı siyasal akım dan ya da partiden gelm esi, yarı
başkanlık sistem inin en az sorunlu biçim i gibi durm aktadır. İkisi de genel oydan
gelm enin verdiği güçle donatılan cum hurbaşkanlığıyla T B M M ’nin aynı siyasal
parti egem enliğine geçm esinin, Türkiye’de de istikrarlı bir yönetim sağlayacağı
iddia edilebilir. Ancak, Tiirk toplıım unda siyasal iktidarın kendini gönüllü olarak
sınırlam ası ve hukuk devleti ilkesine bağlı kalması geleneğinin henüz tam olarak
yerleşmediği göz önünde bulundurulduğunda, bu olasılık yönetilenlerin temel
güvenceleri bakım ından ciddi tehlikeler taşım aktadır (SOYSAL, 2006: 302;
Ö ZBUDU N, 1993: 140-141; ONA R, 2005: 95). Öte yandan, siyasal parti
önderlerinin bu m akam a talip olm aları ve seçilm eleri olasılığı da ayrıca
tartışılm aya değerdir. Siyasal parti önderinin aşırı güçlü olması, T ürkiye’de
siyasal partilerin yapısal özelliklerinden biridir. Zaten çok güçlü olan parti
önderinin cum hurbaşkanlığının yanı sıra, TB M M çoğunluğunu da denetim i
altına alm ası otoriter yönetim lerin ortaya çıkm ası için gerekli zemini
hazırlayabilir (K A M A LA K , 2006: 331-332). Kaldı ki, cum hurbaşkanına klasik
parlam enter sistem lere özgü sim gesel yetkiler veren 1924 Anayasası dönem inde
bile cum hurbaşkanları, egemen oldukları Meclis çoğunluğunun etkisiyle; ayrıca
tarihsel ve güçlü kişiliklere sahip olm aları nedeniyle, uygulam ada siyasal sistem
içinde çok etkili ve önem li olabilm işlerdir (TU RHA N, 1989: 112).
Devlet başkam yla parlam ento çoğunluğunun aynı siyasal partiden ya da
akım dan gelm ediği bir arada yaşama ( cohabitation ) dönem i, yarı başkanlık
sistem lerinin en güç, belki de siyasal istikrarsızlığa en açık biçim idir.
G erçekleşm e olasılığı ‘cohabitation ’ dönem ine göre daha düşük olsa da, aynı
sonuca parlam ento çoğunluğunun desteğine sahip olm ayan azınlık hüküm etleri
için de varılabilir (SKACH, 2005: 116). Son anayasa değişikliği, T ürkiye’de
"cohabitation ’dan kaynaklanan siyasal istikrarsızlıkların doğm asına yol açacak
niteliktedir. Kaldı ki, yarı başkanlık sistem ini benim sem iş, uzlaşm a kültürüne
-
267-
sahip yerleşik dem okrasilerde bile yürütm enin iki kanadı arasındaki görüş
ayrılıkları ciddi siyasi çatışm alara yol açabilm ektedir13.
Türkiye gibi siyasal uzlaşm adan çok uzlaşm azlık geleneğinin güçlü
olduğu ülkelerde ise, bu tür çatışm aların siyasal sistem de istikrarsızlık, hatta
toplum sal kavga yaratm a olasılığı göz ardı edilm em elidir (SOYSAL, 2006: 309).
Kaldı ki, cum hurbaşkanının TBM M tarafından seçildiği dönem de bile benzeri
çatışm alara tanık olunm uştur. Örneğin, Cum hurbaşkanı Turgut Özal ile kendi
partisi A navatan Partisinin (AN AP) genel başkanı M esut Yılm az Hüküm eti
arasındaki ilişkiler, beklendiğinin aksine, her zam an uyum içinde gitm em iştir.
1991 genel seçim lerinden sonra Doğru Yol Partisi (DYP) ve Sosyal Demokrat
Halkçı P arti’den (SH P) oluşan koalisyon hüküm eti ile Cum hurbaşkanı Özal
arasındaki ilişkiler de zorlu bir ‘cohabitation' dönemi olarak nitelenebilir.
Ö zal’ın, bu dönem de hüküm et kararnam elerini im zalam ayı geciktirm esi ya da
reddetm esi, yürütm enin iki kanadı arasındaki ilişkileri daha da gergin bir hale
sokm uştur. Üstelik yürütm enin iki kanadı arasındaki gerilim , yalnızca bunların
farklı siyasal partilerden ya da akım lardan geldiği zam anlarda ortaya
çıkm am ıştır. Cum hurbaşkanı A hm et Necdet Sezer ile başbakan Bülent Ecevit
benzer dünya görüşüne sahip olm asına karşın, cum lıurbaşkanıyla DSP-M HPANAP koalisyon hüküm eti arasındaki gerilim ve uyuşm azlık dikkat çekici
boyutlara ulaşm ıştır. Y ürütm enin iki kanadı arasındaki ilk ciddi çatışm a,
köktcndinci ve ayrılıkçı faaliyetlere katılmış olan devlet m em urlarının işlerine
son verilm esini düzenleyen K H K ’yi cum hurbaşkanının, anayasaya aykırı olduğu
gerekçesiyle im zalam ayı reddetm esiyle 2000 yılında yaşanm ıştır. Hüküm et,
cum hurbaşkanım rejim düşm anı güçlerle m ücadele kapasitesini zayıflatm akla
suçlam ıştır. Cum hurbaşkanı ile hüküm et arasında yaşanan gerginliğin bir başka
nedeni de bankacılık ve enerji sektöründeki yolsuzluklar olm uştur. Hüküm etin
yolsuzlukların üzerine yeterince gitm ediğini iddia eden C um hurbaşkanı Sezer ile
hüküm et arasındaki ipler M GK toplantısında kopm uş; bu da 2001 ekonom ik
krizinin tetikleyicilerinden biri olm uştur ( Cumhuriyet, 20 Şubat 2001). Bu
örnekler, hem bir arada yaşam a dönem lerinin yaratabileceği olası sıkıntılara ışık
tutmakta, hem de cum hurbaşkanının, 1982 A nayasasında kendisine tanınan
yetkileri tam olarak kullanm ası durum unda, siyasi sistem in tem el ve önemli
13 Örneğin, Fransa’da 1997-2002 arasında yaşanan ‘cohabitation ’ dönemininde,
11 Eyliil olaylarından sonra, Cumhurbaşkanı Chirac’ın Fransa’nın Afganistan’a asker
göndereceğini açıklamasının ertesi günü, savunma bakanı Alain Richard ABD ile
görüşmelerin hala sürdüğünü belirtip cumhurbaşkanını yalanlayarak yürütmenin iki
kanadı arasındaki çekişmeyi gözler önüne sermiştir (ELGIE ve MCMENAMIN, 2008:
337).
-
268-
aktörlerinden biri haline gelebileceğini gösterm ektedir. Kuşkusuz, meşruiyeti
halk iradesine dayanan bir cum hurbaşkanı için bu durum un gerçekleşm e olasılığı
daha da yüksektir. C um hurbaşkanının ideolojik ya da partizan güdülerle hareket
etm esi, onun hüküm eti ve parlam ento çoğunluğunu karşısına alırken daha cesur
davranm asına yol açacaktır. Bu da gösterm ektedir ki, halk tarafından seçilen
cum hurbaşkanının T B M M ’dc farklı siyasal çoğunluklarla birlikte çalışm ak
durum unda kalm ası, anayasa koyucunun iddia ettiği gibi (A nayasa Kom isyonu
Raporu, 7 Mayıs 2007), onun tarafsız ve partiler üstü bir tutum sergilem esini her
zaman m üm kün kılmaz; aksine ta ra f haline gelm esine uygun bir ortam yaratır.
Sistem Yeni Biçimiyle de Parlamenter Sistem Gibi İşleyebilir mi?
Yukarıda da belirtildiği gibi, uygulam ada bütün yarı başkanlık sistem leri
aynı biçim de işlem em ektedir. F ransa’nın model olduğu yarı başkanlık
sistem inde devlet başkanına parlam entoyu feshetme, hüküm etin kuruluşunda
belirleyici bir role sahip olma, bazı yasaları halkoyuna sunma, olağanüstü
hallerde gerekli önlem leri alm a gibi önem li yetkiler tanınm ıştır. R usya’nın örnek
verilebileceği bazı yarı başkanlık sistem lerinde ise, devlet başkam nın sayılan bu
yetkilerine ck olarak kararnam e çıkarm a, hüküm eti görevden alm a gibi çok daha
geniş yetkileri vardır. Bu ülkelerle karşılaştırınca 1982 Anayasasının
cum hurbaşkanına tanıdığı yetkilerin daha m ütevazi olduğu açıktır. İşte bu
gerekçeyle, cum hurbaşkanının siyasal sistem de başat güç olm asını sağlayacak
yetkilerden m ahrum olduğu; bu nedenle yürütm enin iki başlı yapısının siyasal
bir istikrarsızlığa neden olm ayacağı ileri sürülebilir. Ö rneğin İrlanda, İzlanda,
Avusturya, Slovenya gibi ülkelerde devlet başkanı doğrudan halkoyuyla
seçilm esine karşın, siyasal sistem parlam enter rejim gibi işlemektedir. Acaba
T ürkiye’de de siyasal sistem in eskisi gibi işlemeye devam etm esi mümkün
müdür? Yukarıda örnek olarak verilen ülkelerde devlet başkam halkoyuyla
seçilm esine karşın,
sistem in klasik parlam entarizm gibi işlem esinin
nedenlerinden biri, bu ülkelerin bazılarında anayasanın, devlet başkanlarına
-
269
-
klasik parlam enter sistem lerde görüldüğü gibi çok sınırlı yetkiler tanım ış
olm asıdır1 .
A ncak bu bile sistem in klasik parlam enter sistem gibi çalışm asının bir
güvencesi olm ayabilir. Örneğin, Slovenya’da 1991 Anayasasının kabulünden
sonra seçilen ilk iki devlet başkanı (M ilan K uchan ve Janez Drnovshek), hem bu
A nayasadan önce devlet başkanlığı, başbakanlık gibi önem li siyasi görevlerde
bulunm uş olm alarının yarattığı alışkanlıkla; hem de doğrudan halkoyuyla
seçilm e yoluyla elde ettikleri dem okratik m eşruiyetin yarattığı güçle.
Anayasanın çizdiğinin çok ötesinde Slovenya siyasetini etkilem iştir (BOBAN,
2007: 172).
14
Örneğin İrlanda Anayasası (md. 13/10), Anayasada aksi açıkça belirtilmedikçe
cumhurbaşkanının bütün yetkilerini hükümetle birlikte kullanacağım belirterek karşıimza kuralına yer vermiştir. Cumhurbaşkanına yasayla verilebilecek başka yetkiler de
karşı-imza kuralına bağlı tutulmuştur (md. 13/11). Cumhurbaşkanının tek başına
kullanabileceği yetkiler ise Temsilciler Meclisinin çoğunluğunun desteğini yitirmiş olan
başbakanın fesih talebini reddetme (md. 13/2); Yüksek Mahkemeye (Supreme Court)
yasanın anayasaya aykırılığı savıyla başvurma (md.26); yargıçları atama; Devlet
Konseyinin üyelerinin bir bölümünü atama gibi yetkilerdir. Bunlar içinde yargıçları
atama ve bağışlama yetkisini hükümetin talimatı doğrultusunda kullanır. Parlamentoyu
toplantıya çağırma gibi bazı yetkilerini ise Devlet Konseyinin görüşünü aldıktan sonra
kullanabilmektedir. Cumhurbaşkanı, parlamentonun kabul ettiği bütün yasaları
imzalayıp yayınlamak zorundadır (md. 25/1). Bunun istisnası, Parlamentonun her iki
kanadından birinin belli sayıdaki üyesinin yasayı imzalamaması yönünde kendisine
yapacakları başvurudur.
Slovenya’da da Anayasa, doğrudan beş yıllığına ve en çok iki dönem için seçilen
devlet başkanına sınırlı ve törensel nitelikte yetkiler vermiştir. Başkanın en kayda değer
yetkilerinden biri savaş ve olağanüstü hallerde kararname çıkarmaktır. Başkan, bu
yetkisini bile hükümetin teklifi üzerine ve Ulusal Meclis toplanık değilse
kullanabilmektedir. Hükümetin kuruluşunda da başkanın etkisi çok sınırlı tutulmuştur.
Devlet başkanı, parlamentodaki siyasal parti gruplarının önderlerine danıştıktan sonra
Ulusal Meclise başbakan adayı önerir. Adayın Meclisin desteğini alamaması durumunda
en az on milletvekili de başbakanlık için aday gösterebilmektedir (md. 111). Bakanlar ise
başbakanın teklifi üzerine doğrudan Ulusal Meclis tarafından atanır ve görevden alınır
(md.112). Ardı ardına yapılan hükümeti kurma girişimlerinden sonuç alınamaması
durumu dışında devlet başkamnın parlamentoyu feshetme yetkisi yoktur. Parlamentoya
yasa tasarısı sunma, parlamentonun kabul ettiği yasaları veto etme ya da KHK çıkarma
gibi yasama niteliğinde hiçbir yetki başkana tanınmamıştır. Dış politikayı yönetme
yetkisi de hükümettedir (BOBAN, 2007: 169-170).
-
270-
Dolayısıyla, hüküm etin yürütm e organının gerçek başı olması, aynı
zamanda ülkenin içinde bulunduğu siyasal, toplum sal ya da ekonom ik koşullar,
siyasal kültür ve devlet başkam nın kişiliği, yasam a organı içindeki çoğunlukla
olan ilişkisi gibi başka etm enlere de bağlıdır. Siyasal parti önderlerinin devlet
başkanlığına aday olduğu ülkelerde başkanların daha etkili bir konum da olacağı
öngörülebilir. Devlet başkanı aynı zam anda sıkı parti disiplinine sahip
parlam ento çoğunluğunun önderi konum undaysa, hem parlam entoyu hem de
hüküm eti denetim i altında tutabileceğinden, F ransa’daki gibi güçlü konumda
olacaktır (D U V ER G ER , 1980: 184). Buna karşılık, devlet başkanı parlam entoda
çoğunluğu oluşturan partinin yalnızca bir üyesi ise parlam enter sistem de görülen
sim gesel nitelikte bir devlet başkanı gibi davranabilir. Bu durumda,
parlam entoda çoğunluğa sahip siyasal partinin önderi başbakanlık koltuğunu
doldurur ve yasam a organını da kontrol eder. Nitekim, 1971’den beri
A vusturya’d a 1" ve çoğunlukla İrlanda’da siyasal partilerin devlet başkanlığı
seçim lerindeki adayları genel başkanları değil, partilerinin ikincil konum da
bulunan üyeleri olm uştur (VESER, 1999: 48). Ülkedeki belli başlı siyasal
partiler devlet başkanlığı için ortak bir adayda anlaşm ışsa, başkan hiçbir parti
tarafından güçlü biçim de him aye edilm ezse ve kendisi de hakem gibi
davranm ayı yeğleyip yetkilerini sonuna kadar kullanm a konusunda hevesli
olm azsa sistem in parlam enter sistem gibi işlemesi m üm kün olabilir (LINZ,
1994: 59). Kuşkusuz, bu koşulların bir arada bulunm asının, en azından siyasal,
toplum sal gelenekler ve geçm iş deneyim ler göz önünde bulundurulduğunda,
Türkiye için düşük bir olasılık olduğu ileri sürülebilir.
SONUÇ
C um hurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilm esi yönünde 1982
A nayasasında 2007 yılında yapılan değişiklik, T ürkiye’de cum hurbaşkanının
konum unu ve yürütm enin iki başlı yapısını güçlendirm iştir. Söz konusu
değişiklikle T ürkiye’de yarı başkanlık sistem inin gerekli unsuru oluşm uştur.
Kuşkusuz anayasasında yarı başkanlık sistem ini benim sem iş bir ülkenin
uygulam ada farklı bir hüküm et sistemi gibi çalışm ası m üm kündür. Tespiti daha
15
Avusturya’da devlet başkamnın yasama, yürütme ve yargı alanlarına ilişkin
anayasal yetkileri İrlanda ve Slovenya gibi ülkelere göre daha geniştir. Devlet başkamnın
yetkileri arasında, federal hükümetin önerisiyle olağanüstü hallerde kararname çıkarmak;
Anayasa Mahkemesi üyeleri de içinde olmak üzere yargıçları ve birçok kamu görevlisini
atamak; başbakanı ve onun önerisi üzerine bakanları atamak; başbakanı veya bakanlar
kurulunu görevden almak; federal meclisi toplantıya çağırmak, tatil ve feshetmek
sayılabilir ( PRAKKE, 2004: 24-25).
-271
-
güç olm akla birlikte, anayasasında yarı başkanlık sistemi öngörülm em iş bir
ülkenin hüküm et sistem inin uygulam ada yarı başkanlık sistem i gibi işlem esi de
söz konusu olabilir. Dolayısıyla, T ürkiye’de de 2007 tarihli anayasa
değişikliğinin hüküm et sistem inin eskisi gibi işlem esine engel olm ayabileceği
düşünülenebilir. Ancak, T ürkiye’nin siyasal kültürü ve dem okrasi geleneği göz
önünde
bulundurulduğunda,
doğrudan
seçim le
işbaşına
gelm iş
bir
cum hurbaşkanının İrlanda, İzlanda ya da A vusturya örneklerindeki gibi siyasal
tartışm alara bulaşm am ası, hatta anayasal yetkilerini kullanm aktan kaçınması
olasılığı zay ıf gözükm ektedir. 1982 Anayasasının cum hurbaşkanına tanıdığı
yetkiler, cum hurbaşkanının siyasal yaşam ın önem li aktörlerinden biri olm asına
olanak verecek türdendir. Üstelik bu yetkilerden hangilerinin karşı imza kuralına
bağlı olduğunun A nayasa’da ya da yasalarda açıkça öngörülm em iş olm ası da
cum hurbaşkanının konum unu güçlendirm ektedir. 1982-2007 arasında göreve
gelen cum hurbaşkanları bile, doğrudan halk tarafından seçilm em iş olm alarına
karşın, çoğu zam an siyasal sorunlara m üdahale etm ekten ve anayasal yetkilerini
sonuna
kadar
kullanm aktan
kaçınm am ışlardır.
1982
Anayasasının
cum hurbaşkanına tanıdığı yetkilerin genel özelliğinin, tarafsız konum daki
cum hurbaşkanının anayasal kurum ların düzenli işleyişini sağlam aya ve
gerektiğinde kriz çözm eye yönelik yetkiler niteliğinde olduğu söylenebilir. Oysa
ki anım sanm ası gereken noktalardan biri, kriz çözm ek için donatılan bir iktidarın
de facto üstün iktidar haline gelebileceğidir. Türkiye’nin yakın tarihine
bakıldığında, kriz rejim inin her zam an ayrıksı bir rejim olm adığı kolayca
görülebilir. C um hurbaşkanının doğrudan halkoyuyla seçilm esi, onun de facto
yetkiler üstlenm esinin ya da buna yönelm esinin m eşru zeminini oluşturacaktır.
Kaldı ki, kağıt üzerinde geniş yetkileri olm ayan, ancak doğrudan halkoyuyla
seçilm iş bir cum hurbaşkanının bile, arkasına parlam ento çoğunluğunu aldığında
güçlü bir siyasal aktör olma olasılığı yüksektir. Parlam ento tarafından seçilen
cum hurbaşkanının ise, ne kadar isterse istesin, böyle bir gücü yakalam ası zayıf
bir olasılıktır. Ayrıca, yarı başkanlık sistem lerinin en temel özelliklerinden biri
olan halk tarafından seçilen devlet başkam nın m eşruiyetinin yürütm enin diğer
kanadı olan hüküm etle aynı kaynaktan gelm esi, cum hurbaşkanının siyasal karar
alm a sürecine daha etkili biçim de katılmasını teşvik edici ya da destekleyici bir
rol oynayacaktır. Aynı zam anda da cum hurbaşkanının kendini normal siyasal
sürecin üzerinde görerek zam an zam an hukuk devleti ilkesine uygun
düşm eyecek davranışlar içine girm esini
cesaretlendirecek
sonuç
da
doğurabilecektir.
C um hurbaşkanlarının, bundan böyle siyasal karar alma sürecinde etkili
olması durum unda, yarı başkanlık sistem inin doğasından kaynaklanacak
olum suzluklarla karşılaşm a olasılığı söz konusu olacaktır. Cum hurbaşkanıyla
parlam ento çoğunluğunun aynı siyasal partiden geldiği zam anlarda yönetim in
-2 7 2
-
daha istikrarlı olacağı varsayılabilir. Buna karşılık, aynı siyasal akım dan
gelm esine karşın yürütm enin iki kanadı arasında gerilim in ortaya çıkması
olasılığı da göz ardı edilm em elidir. Bu tehlike, bir arada yaşam a dönem lerinde
çok daha fazladır. K uşkusuz iyi yönetim , istikrarlı yönetim in yanı sıra etkin
yönetim i, hızlı karar almayı da gerektirir. Y ürütm enin iki kanadının da aynı
m eşruiyet zem inine dayanm ası, ülkeyi etkin biçim de yönetm ek açısından
sakıncalar doğuracak niteliktedir. Nitekim , yakın zam anlara kadar T ürkiye’de
aynı siyasal partiden geldiği ya da aynı dünya görüşünü paylaştığı halde
yürütm enin iki kanadı arasında gerilim in yaşandığı; hatta zam an zam an bunun
siyasal krize kadar vardığı unutulm am alıdır.
Son yirmi beş yılda dem okrasiye geçen ülkelerin önem li bölüm ü yarı
başkanlık sistem ini benim sem iştir. Bu nedenle, yarı başkanlık sistem inin güncel
bir eğilim olduğu yönünde yaygın bir kanı vardır. Ne var ki, son yıllarda bu
eğilimin tersine bir seyir izlediği de göze çarpm aktadır. Gerçekten de, bu rejimi
benim sem iş Finlandiya (2000), Portekiz (1982), Ukrayna (2005), Polonya
(1997), Fransa (2008) gibi ülkeler anayasalarında yaptıkları değişikliklerle
devlet başkam nın yetkilerinin sınırlanm ası ya da parlam ento veya anayasa
m ahkem esi gibi karşı siyasal kurum ların güçlendirilm esi yoluna gitmiştir.
M oldova (2001) ise yarı başkanlık sistem ini terk edip parlam enter sisteme
geçmiştir. Dolayısıyla, yeni anayasal düzenlem eyi günüm üzde dem okratik
ülkelerde görülen genel eğilim e uygun bir değişiklik olarak yorum lam ak da
gerçeği tam olarak yansıtm ayacaktır.
Sonuçta, son anayasa değişikliğiyle ortaya çıkması olası siyasal krizleri
önlem enin iki yolu olduğu söylenebilir. Birinci yol, cum hurbaşkanına koşulsuz
olarak T B M M ’yi dağıtm a, T B M M ’ye yasa tasarısı sunm a gibi yetkiler vererek
onu gerçek bir siyasal güç haline getirecek anayasa değişikliklerini yapm aktır.
Bu yapılırken, 1982 A nayasası, hatta siyasal partiler ve seçim yasaları gibi
siyasal alanı düzenleyen diğer m evzuat da bütünüyle gözden geçirilm eli;
cum hurbaşkanının istenm eyen biçim de siyasal sistemi tıkam asını ya da siyasal
alanda A nayasanın öngördüğünden daha ağırlıklı bir rol üstlenm esini önleyecek
fren ve denge m ekanizm aları yaratılm alıdır. Tem el hak ve özgürlüklerin geniş
boyutlarıyla güvence altına alınm adığı, yargı bağım sızlığının tam olarak
sağlanam adığı yarı başkanlık sistem lerinde, devlet başkanlarının popülist
politikalarını denetleyecek ya da sınırlayacak kurum ve araçlar ya yoktur, ya da
işlevlerini yeterince yerine getirem ez. Kuşkusuz, bu tür kurum ve araçların
eksikliği, hem yönetim in istikrarını tehlikeye düşürür, hem de dem okrasinin
krize girm esine zem in hazırlar. Bu nedenle, dem okratik siyasal kültürün
yeterince yerleşm ediği Türkiye gibi ülkelerde yarı başkanlık sistem inin olum suz
yönlerinin belirm esi olasılığı yüksektir. Bu tür sorunlardan kaçınm anın yolu,
-273
-
aslında devlet başkam nın yetkilerini olabildiği kadar sınırlam ak, yani rejim in sa f
parlam enter sistem gibi işlem esini sağlam aktır. Dolayısıyla ikinci yol,
cum hurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçim i yöntem inden vazgeçm ek
olabilir. Cum hurbaşkanının parlam ento tarafından seçilm esi ve ona çok az yetki
tanınm ası, yarı başkanlık sistem inin yaratacağı çatışm a ve istikrarsızlık
ortam ından kaçınm anın en iyi yoludur. Bu, aynı zam anda Türkiye’nin toplumsal
ve siyasal özelliklerine ve tarihsel deneyim ine de daha uygun düşer. Sonuçta,
kanım ızca Türkiye için en uygun çözüm, parlam entoda bulunan siyasal partilerin
aynı aday üzerinde uzlaşam am asından kaynaklanacak siyasal bunalım ları
önleyecek rasyonelleştirilm iş parlam entarizm in araçlarını
da öngörerek
cum hurbaşkanının TBM M tarafından seçilm esini ve siyasal sistem içindeki
yerinin 1961 A nayasasında öngörülen sınırlara çekilm esini sağlayacak anayasal
düzenlem elerin yapılm asıdır.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Yasalar:
31.5.2007 günlü, 5678 sayılı “ Türkiye C um huriyeti A nayasasının Bazı
M addelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında K anun” , RG. 26554, 16 Haziran
2007.
TBMM Tutanakları:
A nayasa K om isyonu Raporu,
Yasama Yılı:5, 7 M ayıs 2007, B. 102.
TBMM Tutanak Dergisi, Dönem:22,
Anayasa Mahkemesi Kararlan:
E. 1992/37, K. 1993/18, G. 27.04.1993, RG. 22436, 17 Ekim 1996.
Giinliik Gazeteler:
Hürriyet
Turkish Daily N ews
M illiyet
Sabah
-
274
-
C um huriyet
Öteki Kaynaklar:
İlhan A RSEL (1965),
(Ankara: Mars M atbaası)
Türk Anayasa Hukukunun
Umumi Esasları
Mikhail V. BELIA EV (2006), “ Presidential Powers and C onsolidation o f
New Postcom m unist D em ocracies” (Comparative Political Studies 39: 374398).
Davor
BOBAN
(2007),
“M inim alist”
C oncepts
of
SemiPresidentialism :are Ukraine and slovenia sem i-presidential states?” (Politicka
Misao, XLIV/5: 155-177).
Vitalino CAN AS (2004), “The Sem i-Presidential System ” (ZaÖRV , 64
:95-124).
Tim othy J C O LTO N ve Cindy SKACH (2004), “Sem i-Presidcntialism in
Russia and Post-Com m unist Europe: Am eliorating or A ggravating Dem ocratic
Possibilities?”,
W orking
Paper
(http://w w w .clubm adrid.org/cm adrid/fileadm in/4-C olton S kach.ndf)
Bakır ÇA Ğ LA R (1990), “Anayasa M ahkemesi K ararlarında D em okrasi”
(Anayasa Yargısı 7: 51-127).
Bakır Ç A ĞLAR (1988), “ İktidar Yapısında “ 82 Form ülü” ve KarşıTezler” (İHİD Prof. Dr. Lütfı Duran 'a Armağan Özel Sayısı 9/1-3: 57-68).
M aurice DU VERGER (1980), “ A New Political System M odel: SemiPresidential G overnm ent” (European Journal o f Political Research 8/2: 165187).
M aurice D U V ERG ER (\ 910), Institutions et Droit Constitutionnel
(Paris).
Robert ELGIE, ve Iain M CM EN A M IN (2008), “ Sem i-Presidentalism and
D emocratic Perform ance” (Japanise Journal o f Political Science, 9/3: 323-340).
-
275-
Robert ELG IE (2005), “A Fresh Look at sem ipresidentialism Variations
on a Them e” (Journal o f Democracy, 16: 99-112).
Robert ELG IE (1999), “The Politics o f Sem i-Presidentialism ” (SemiPresidentialism in Europe ed.: Robert Elgie, Oxford: Oxford University: 1-21).
C em ER OGUL (2009), Anatiizeye Giriş (10. Bası, Ankara: İmaj).
Cem ER O G U L (2008), Çağdaş Devlet Düzenleri (6. Bası, Ankara: İmaj).
Cem ER O G U L (1978), “C um hurbaşkanının D enetim İşlevi” (AÜ. SBF
Dergisi, X XX IIIIL/2: 35.58).
Levent G ÖN ENÇ (2008), “Presidential Elem ents in Governm ent Turkey”
(European Constitutional Law Review: 488-523).
Zafer G Ö REN (2006), Anayasa Hukuku (Ankara: Seçkin).
Kemal G Ö ZLER (2008), Türk Anayasa Hukuku Dersleri ( 5. Bası, Bursa:
Ekin).
Kemal
G Ö ZL ER
(2000),
Cumhurbaşkanı-Hükumet
Çatışması
(Cumhurbaşkanı Kararnameleri İmzalamayı Reddedebilir mi? (Bursa: Ekin).
Ş eref İBA (2002), “Türk Parlam ento Hukuku A çısından Son Anayasa
D eğişiklikleri”, (AÜHFD 51/1: 79-95).
İhsan K A M A LA K (2006), “Türk Siyasal Sistem ine (Y arı) Başkanlık
Sistem inin İthalinin Sonuçları Üzerine Bir D enem e” (Başkanlık Sistemi ve
Türkiye Ülkeler Deneyimler ve Karşılaştırmalı Analiz, Editör: İhsan Kamalak,
İstanbul; Kalkedon: 311-337).
Ersin K A LA Y C IO Ğ LU (2007), Cumhurbaşkanı Seçimi Öncesi
Cumhurbaşkanlığı. Sempozyum (Ankara: Türkiye B arolar Birliği Yayınları 116:
176-185).
Juan J. LINZ (1994), “ Presidential or Parliam entary Dem ocracy: Does it
Make a D ifference” ( The Failure o f Presidential Democracy, eds.: Juan J. LINZ
& A rturo VALEN ZU ELA , Baltim ore and London: Johns Hopkins University
Press: 3-87).
A rend LIJPH A R T (1984). Democracies: Patterns o f majoritarian and
consensus government in twenty-one countries (New Haven, C T : Yale
University Press).
Jaakko N O U SIA IN EN (2001), “From Semi Presidentialism to
Parliam entary Governm ent: Political Constitutional D evelopm ent in Finland”
(Scandinavian Political Studies, 24/2: 95-170).
Erdal ONA R (2005), “T ürkiye’nin Başkanlık veya Y arı-Başkanlık
Sistem ine Geçm esi D üşünülm eli m idir?”, Başkanlık Sistemi, Türkiye B arolar
Birliği Yayını, Ankara: 71-104.
Ergun Ö ZBUDU N (2009), Türk Anayasa Hukuku ("10. Bası, Ankara:
Yetkin).
Ergun Ö ZBUDU N (1993), Demokrasiye Geçiş Sürecinde Anayasa Yapımı
(Ankara: Bilgi Yayınevi).
Steven D. RO PER (2002), “Are All Sem ipresidential R egim es the Same?
A C om parison o f Prem ier-Presidential R egim es” (Comparative Politics 34/3:
253-272).
G .Bingham PO W ELL (1982), Contemporary democracies:
Participation, Stability, and Violence (Cam bridge, MA: Harvard University
Press).
Lucas PRA KKE (2004), “The R epublic o f A ustria” (Constitutional Law
o f ¡5 EU Member States, eds: Lucas PRA KKER & C onstantijn K ORTM AN N
Deventer: KIuwer:4-71)
Yavuz SA BUNCU (2006), Anayasaya Giriş (Ankara: İmaj).
Fazıl SAĞLAM (2000), “Kanun H ükm ünde K ararnam e
Cum hurbaşkanını Zorlam ak Yanlış” (Milliyet, 19 Ağustos).
Sorunu:
Giovanni SARTORI (1994), Comparative Constitutional Engineering: an
Inquiry into Structures, Incentives and Outcomes (Basingstoke: M cmillan).
M urat SEVİNÇ (2002) “Güncel Gelişm elerin Işığında 1982 Anayasasına
G öre C um hurbaşkanının K onum u” (A.Ü. SBFD ergisi, 57/2: 109-139).
-
277-
M atthew Sobcrg SH U G A RT (2005), “ Sem i-Presidential Systems: Dual
Executive and M ixed A uthority Patterns” ( French Politics 3: 323-351).
M atthew Soberg SH U G A RT ve John CAREY (1992), Presidents and
Assemblies - Constitutional Design and Electoral Dynamics (Cam bridge:
C am bridge University Press).
D arko S1MOVIC (2007), “The Definition o f Sem i-Presidential Regime
R eform ulated”,
(http://w w w .enelsvn.gr/papers/w 7/Paper% 20bv% 20D arko% 20Sim ovic.pdf).
Cindy SKACH (2005), B orrow ing Constitutional Designs: C onstitutional
Law in W eim ar G erm any and the French Fifth R epublic (Princeton: Princeton
University Press).
M üm taz SOYSAL (1993), 100 Soruda Anayasanın Anlamı (10. Baskı,
İstanbul: Gerçek).
M üm taz SOYSAL (2006), “Türk Siyasal Sistemi Ü zerine G örüşler”
(Başkanlık Sistemi ve Türkiye Ülkeler Deneyimler ve Karşılaştırmalı Analiz, Ed.:
İhsan Kamalak, İstanbul: Kalkedon).
A lfred STEPAN ve Cindy SKACH (1993), “ Constitutional Fram ew orks
and Dem ocratic C onsolidation: Parliam entarism versus Presidentialism ” ( World
Politics, 46/1: 1-22).
Bülent TANÖ R ve Necm i Y Ü ZB A ŞİO Ğ LU (2006), 1982 Anayasasına
Göre Türk Anayasa Hukuku (8. Bası, İstanbul: Beta).
M ehm et TU R H A N
(1982), Hükümet Sistemleri ve 1982 Anayasası
(Diyarbakır: Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları).
N ur ULUŞAHİN (2007), S a f Hükümet Sistemleri Karşısında İki Başlı
Yürütme Yapılanması (Ankara: Yetkin).
Ernst V ESER (1999), “ Sem i-Presidentialism -D uverger’s Concept- A New
Political System M odel” {Journal o f Social Sciences and Philosophy, 11/1: 3960).
-
278-
Serap YAZICI (2002), Başkanlık ve Yarı Başkanlık Sistemleri Türkiye
İçin Bir Değerlendirme (İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları).
Bülent YÜCEL (2009), Parlamenter Hükümet Sisteminin
Rasyonelleştirilmesi ve Türkiye Örneği (Ankara: Adalet).
-
279-
-280-
YÜKSEK SEÇİM KURULU’NUN “M AHKEM E”
NİTELİĞİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
Doç. Dr. Levent Gönenç
D em okrasinin küresel yükselişine paralel olarak gittikçe önem kazanan
“ seçim ” kavram ı esas olarak, yönetilenlerin yönetenleri oylarıyla belirlem esini
sağlayacak m ekanizm aların kurulm asını ifade eder, ancak günüm üzde bir
rejim in gerçek anlam da dem okratik bir rejim sayılabilm esi için sadece seçim
sandığı kurulm asının yeterli olm adığı, seçim lerin evrensel olarak kabul gören
belli standartlara uygun yapılm ası gerektiği savunulm aktadır. Bu bağlam da
ortaya konan “ serbest ve adil” (free andfair) seçim kriterlerine göre, seçim lerin
yönetim ve denetim inde bağım sız ve tarafsız organların söz sahibi olm ası büyük
önem taşır (ELK LIT ve SV EN SSO N , 1997). Bu kısa çalışm a notunda,
Türkiye’de seçim lerin yönetim vc denetim inden sorum lu olan Y üksek Seçim
K urulu’nun (YSK) “ m ahklem e” niteliğine ilişkin tartışm alar üzerinde
durulacaktır.
Y K S ’nın anayasal statüsünü değerlendirm eden önce, seçim lerin
yönetim inde vc denetim inde yetkili ve görevli kurum ların ülkem izdeki tarihi
gelişim ini gözden geçirm ek faydalı olabilir. Osm anlı İm paratorluğu zam anında,
1876 A nayasası’na göre (K anun-u Esasi) ilk seçim ler 1877 yılında yapıldı. Bu
seçim lerin yasal çerçevesi, Kanun-u Esasi yanında, 28 Ekim 1876 tarihli
“Talim at-ı M uvakkate” (TM ) ve İstanbul ve civarı için çıkarılan 1 Ocak 1877
tarihli “ B eyannam e” (BEY) isimli H üküm et bildirisi ile çizilm işti (TANÖR,
1996: 152). Bu m evzuat çerçevesinde, seçim lerin yönetim ve denetim inden esas
olarak mülki am irler sorum luydu. Seçim sürecindeki yargısal faaliyete ilişkin
yetkileri açık olm am akla birlikte— bazı yazarlar tarafından yasam a, bazı yazarlar
tarafından
yargı
organı
niteliğinde
olduğu
kabul
edilen
(K A RA H A N O Ğ U LLA R I,
2005)— ”Şura-yı
D evlet”, m evzuatta
mebus
tutanaklarıyla ilgili incelem e mcrci olarak gösterilm işti (TM , m. 4; BEY, m. 6)
(ARASLI, 1989: 154). O sm anlı İm paratorluğu zam anında yapılan ikinci
seçimler, yani 1908 seçim leri için bir m illetvekili seçimi yasası hazırlanm ıştı
(TA NÖR, 1996: 183). 20 Tem m uz 1908 tarihli “ İntihab-ı M cbusan Kanun-ı
M uvakkati” (İM K M ), 1876 tarihli m evzuattan farklı olarak, seçim lerin yönetim
ve denetim inde sadece veya ağırlıklı olarak mülki am irleri değil, “ Dahiliye
-281
-
N ezareti” (yani İçişleri Bakanlığı) ve “ heyet-i teftişiyeleri” de görevlendirm işti.
Bu kurullar, belediye reisi başkanlığında, belediye meclisi üyeleri ve idare
m eclislerinin seçilm iş üyeleri arasından belirlenen 4 ila 10 üyeden oluşm aktaydı
(İM K M , m. 10)'. 1908 İM KM , milletvekili tutanakları açısından da önceki
m evzuattan daha ayrıntılı bir düzenlem e içerm ekteydi. Buna göre, milletvekili
tutanakları Dahiliye N ezareti’nde toplanacak ve buradan Heyet-i M ebusan’a,
yani parlam entonun tem sili kam arasına ulaştırılacaktı (İM K M , m. 55, 56).
Tutanaklar hakkında son sözü söyleyen yine Heyet-i M ebusan’dı (İM K M , m.
76). Osmanlı İm paratorluğu’nda uygulanan seçim yönetim modeli, ufak tefek
farklılıklarla, C um huriyet dönem inde çıkarılan iki seçim yasasında da kabul
edildi. 14 Aralık 1942 tarih ve 4320 sayılı “ M ebus Seçim K anunu” ve 5 Haziran
1946 tarih ve 4918 sayılı “ M illetvekillileri Seçim i K anunu”; İçişleri Bakanlığı,
mülki am irler ve heyet-i teftişiyelerden oluşan seçim organlarının yapısını esas
olarak m uhafaza etti, ancak 1942 tarihli yasayla, heyet-i teftişiyeleıin yerini
“teftiş heyetleri”; 1946 tarihli yasayla ise teftiş heyetlerinin yerini “seçim
kurulları” ve “ seçim kom isyonları” aldı (TU N CER, 2003: 174-192)2. 1942 ve
1946 tarihli yasalarda, mebus m azbatalarının tasdikine ilişkin açık herhangi bir
hüküm bulunm am akla birlikte, M eclis İçtüzüğü’ndeki bu konuya ilişkin
düzenlem elerde M eclis’in yetkili olacağı belirtilm ekteydi. Daha sonra 1954
tarihinde bu düzenlem eler M eclis İçtüzüğü’nden çıkarıldı3.
Y ukarıda ana batlarıyla açıklanan, Osm anlı İm paratorluğu’ndan Türkiye
C um huriyeti’ne uzanan erken dönem seçim m evzuatında, esas olarak klasik
seçim yönetim ve denetim m odelinin benim sendiği söylenebilir. G erçekten bu
dönem de, seçim lerin İçişleri Bakanlığı ve ona bağlı mülki am irler tarafından
1
Bu madde 1927 ve 1931 yıllarında olmak üzere iki kez değişikliğe uğramıştır.
Kanun metni ve değişiklikler için bkz. (ERDEM, 1982: 138-51; 164-65)
: Bu kanunların metinleri için bkz. (ERDEM, 1982: 174-192)
3
İkinci Bap, “İntihap Mazbataları”, 13-21. maddeler (Umumi Heyet’in
11.03.1954 tarihli 64. İnikadında kabul olunan Nizamname teklifiyle meriyetten
kaldırılmıştır). Bkz. “2 Mayıs 1927 tarihli TBMM Dahili Nizamnamesi”, (İBA, 2007:
253) İçtüzük değişikliğini veren Afyon Karahisar Milletvekili Kemal Özçoban,
teklifinde şu ifadelere yer vermiştir: “Şimdiye kadar bizde cari olan sisteme göre nihai
itiraz merci olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi gösterilmişse de halen yürürlükte
bulunan Seçim Kanunu ile kurulmuş bulunan Yüksek Seçim Kurulu’nun kararları ise
katiyetten ziyade istişari bir mahiyetten ileri gidememiş olduğunu bittecrübe müşahade
eylemiş bulunuyoruz. Nihai kararı Büyük Millet M eclisi’ne vermenin fiilen olmasa dahi
manen şüphe ve tereddütleri izale edememiş olduğu bir hakikattir. Zira çoğunluk tarafın
vereceği en salim ve dürüst kararlar bile münakaşa ve tenkid mevzuu olmaktan
kurtulamamıştır.” (TBMM ZC, Devre IX, 1954, C. 29, S. Sayısı 194).
-
282-
organize edilm esi; mebus m azbatalarına ilişkin uyuşm azlıkların M eclis
tarafından çözülm esi örneğin İngiltere ve A m erika’da geleneksel olarak
uygulanan yöntem i hatırlatm aktadır. Zam anla seçim organları arasına eklenen
kurullar ise O sm anlı-Türk seçim tarihinde, erken dönem de uygulanan seçim
yönetim ve denetim m odelini bir ölçüde klasik m odelden ıızaklaştırm ıştır.
Heyet-i teftişiyelerden, teftiş heyetlerine; teftiş heyetlerinden seçim kurullarına
uzanan çizgide, seçim idare organlarının yapısı değişm iş ve yetkileri
genişlem iştir. Özellikle, 4918 sayılı “ M illetvekilleri Seçimi K anunu”nu kapsamlı
biçim de değiştiren 9 Tem m uz 1948 tarih vc 5258 sayılı Kanun, seçim kurulları
ve seçim kom isyonlarının seçim yönetim indeki ağırlığını arttırm ıştır. Bu
bağlam da, söz konusu değişiklikle getirilen en önem li yenilik, il ve ilçe seçim
kurullarında m eslek kuruluşları ve siyasi parti tem silcilerine yer verilm iş
olm asıdır'1. Bu düzenlem e yapılırken güdülen am aç, seçim organlarının
yapısında bir tür iç denge kurarak, seçim lerde tarafsızlığın sağlanm asıdır, ancak
özellikle siyasi parti tem silcileri ve siyasi partilerle bağı olan m ahalli
yöneticilerin kendi partileri lehine hareket etm eleri sonucu, bu düzenlem e
kendisinden beklenen am acı gerçekleştirm ekte yetersiz kalm ıştır (ARASLI,
1989: 157). Öte yandan, m ebus m azbatalarına ilişkin uyuşm azlıklarda M eclis’in
aldığı bazı kararlar, M eclis’in bu konudaki yetkisinin de sorgulanm asına yol
açm ıştır'. Sonuçta, seçim işlerinin yargısal nitelikli organlara bırakılm ası konusu
gündem e gelm iştir.
Seçim yönetim ve denetim inin daha tarafsız bir çerçeveye kavuşturm ak
için ilk olarak 16 Şubat 1950 tarih ve 5545 sayılı “ M illetvekili Seçimi K anunu”
ile, seçim kurullarının yapısı değiştirilm iş ve “ İçişleri Bakanlığı-M ülki am irlerSeçim k u ru llarf’ndan oluşan seçim organları; “ Yüksek Seçim Kurulu (YSK)-İl
4 Kanun metni için bkz. (ERDEM, 1982: 193).
5 Bu konuda tartışma yaratan Meclis kararlarından biri İstanbul (Demokrat Parti)
DP milletvekili Zeki Rıza Sporel ile ilgili karardır. Sporel, Milli Mücadele zamanında,
İstanbul’da m uvazzaf veteriner subayı olarak çalışırken Ordu hizmetine çağrılmış, ancak
sağlık özrü beyan ederek gitmemiştir. Bunun üzerine “Heyet-i Mahsusa” tarafından
Sporel’e O rdu’dan tardedilme cezası verilmiştir. “Meclis Tutanakları İnceleme
Komisyonu” bunu kamu hizmetlerinden yasaklılığı gerektiren bir durum olarak
değerlendirmiş ve DP’lilerin m uhalif oylarına karşılık Cumhuriyet Halk Partililer’in
(CHP) oylarıyla Sporel’in tutanağını iptal etmiştir (Karar için bkz. TBMMTD, D. 8, C.
3, B: 13, 6. 12. 1946, ss. 36-59; Tutanakları İnceleme Komisyonu Raporu (4/48), S.
Sayısı, 19). Sporel daha sonra, 1950 yılında, DP adayı olarak, Rize’den yeniden
milletvekili seçilmiş; bu kez iktidara gelen DP’nin oylarıyla tutanağı kabul edilmiştir
(Karar için bkz. TBMMTD, D. 9, C. I, B: 6, 5. 6. 1950, s. 161). Bu konuda bkz.
(GOLOĞLU, 1982: 85-88)
-
283
-
seçim kurulları-îlçe seçim kurulları-Sandık kurulları” olarak yeniden
düzenlenm iştir6. Daha sonra, 17 Şubat 1954 tarih ve 6272 sayılı “ M illetvekili
Seçimi K anun’un Bazı M addelerinin Değiştirilm esine ve Bazı M addeler
Eklenm esine Dair K anun” ile mebus m azbatalarına ilişkin uyuşm azlıkları kesin
olarak karara bağlam a yetkisi de Y S K ’ya tanınm ıştır7. Böylece, T ürkiye’de
“ Yargısal N itelikli Bağım sız Seçim Kurulu M odeli” uygulanm aya başlam ış;
1961 Anayasası dönem inde çıkarılan, 26 N isan 1961 tarih ve 298 sayılı
“ Seçimlerin Tem el Hüküm leri ve Seçm en H üküm leri Hakkında K anun” ile de
bu yapı m uhafaza edilm iştir. Günüm üzde bu düzenlem e halen yürürlüktedir.
Yukarıda açıklam aya çalıştığım ız çerçevede YSK, seçim lerin yönetim i
ve denetimi olm ak üzere ikili bir fonksiyon yerine getirm ektedir. Bu kendine
özgü yapısı Y S K ’nın anayasal konum u konusunda da tartışm alara neden
olm aktadır. Tartışm alar özellikle Y S K ’nın bir (yüksek) “ m ahkem e” olup
olm adığı noktasında yoğunlaşm aktadır.
YSK, 1982 A nayasası’nın “Cum huriyetin Tem el O rganları” K ısm fn ın
“ Yargı” B ölüm ü’nde değil, “ Y asam a” B ölüm ü’nde, T B M M ’nin seçim
esaslarıyla bağlantılı olarak düzenlenm iştir (M adde 79)8. A nayasa’daki yeri ve
düzenlenişi göz önüne alındığında, Y SK ’nın bir yargı organı olm adığı açıktır.
Bu tespit “ organik” ölçüt çerçevesinde doğru olm akla birlikte, Y SK ’nın temel
işlevlerinden birinin seçim uyuşm azlıklarını kesin olarak çözüm e bağlam ak
olduğu göz önüne alındığında, acaba Kurul “ fonksiyonel” açıdan bir yargı organı
ya da yargı organının parçası sayılam az mı? Yargı işlevi: “ ...o b je k tif hukukun
(soyut hukuk kurallarının) bağım sız ve tarafsız yargı organları (m ahkem eler)
tarafından, yargısal usullere uyularak, som ut bir olaya veya ilişkiye
uygulanm ası...” olarak tanım lanabilir (ARSLAN ve TA N R IV ER, 2001: 35). Bu
tanım çerçevesinde Y S K ’nın seçim uyuşm azlıklarını çözerken yargılam a işlevi
yerine getirdiği savunulabilir.
Buna rağm en
YSK, aşağıda
olarak
açıklayacağım ız gibi, Anayasa M ahkemesi tarafından bir “ m ahkem e”
sayılm am aktadır. Y S K ’nın da aynı yönde kararları m evcuttur. Oysa, hakim ler
6 5545 sayılı Kanun, m. 57-82. Kanun metni için bkz. (ERDEM, 1982: 200-241).
5545 sayılı Kanun açısından, seçim işlerinin tümüyle niye yargı organlarına
bırakılmadığı sorusu akla gelebilir. Burada İlhan A rsel’e göre, kanun koyucu hakimlerin
saygınlık ve tarafsızlıklarının seçim uyuşmazlıklarıyla zarar görmesini engellemek
istemiş ve seçim işlerini yürütme görevinden kaynaklanan sorumluluğu hakimlerle
siyasal aktörler arasında bö 1üşttirmüştür. (ARSEL: 1965: 212-213).
7 5545 sayılı Kanun’un 123. maddesinde yapılan değişiklik için bkz. (ERDEM,
1982:240).
8 YSK, 1961 Anayasası’nın 75. maddesinde de aynı şekilde düzenlenmiştir.
-
284-
tarafından hukuki uyuşm azlıkların kesin olarak karara bağlanm ası m ahkem elerin
tanım layıcı özellikleri arasında sayılm aktadır (SH A PİRO , 1981: 8-17; GROSS,
2000: 465-466; COUNC1L ON TH E ROLE OF CO U RTS, 1989: 18-23; 24-25).
Bu konuda bir sonuca varabilm ek için, öncelikle YSK ve Anayasa
M ahkem esi’nin bu konudaki içtihadını tahlil etm em iz faydalı olur. YSK
kararları incelendiğinde, Y S K ’nın başlangıçta “ idari” ve “ kazai” fonksiyonlarını
göz önüne alarak bir ayrım yaptığı görülm ektedir. K urul’un 1961 Anayasası
dönem inde verdiği bir kararında şu ifadelere yer verilm ektedir: “Y üksek Seçim
K urulu’n u n ... görev ve yetkileri incelendikte, bunların bir bölüm ün yönetm e
görev ve yetkileri, o bir bölüm ün de, yargı görevi ve yetkileri niteliğinde
oldukları açıkça anlaşılır. Kurulumuz, yönetici nitelikteki görev ve yetkilerini
ilgilendiren işlerde, uyguladığı yasa hüküm lerinin birisinin A nayasa’ya aykırılığı
ileri sürüldüğünde veya kendisi gerekli gördüğünde, bu hükm ün A nayasa’ya
aykırılığından dolayı iptalini, A nayasa’nın 149. m addesiyle kendisine de bu
hakkın tanınm ış olm ası sebebiyle, A nayasa M ahkem esi’nden isteyemez. Buna
karşılık yargı görev ve yetkilerini ilgilendiren işlerinde ise, uygulanacak bir
yasanın hüküm lerini veya bir hükm ünü A nayasa’ya aykırı görürse veya
taraflardan birisinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına
varırsa, A nayasa’nın 151. m addesi uyarınca, A nayasa M ahkem esi’nin bu konuda
vereceği karara kadar işin sonuçlandırılm asını, belli edilen süre kadar, geri
bırakır; çünkü K urulum uz yargı görevlerini yaparken veya yargı yetkilerini
kullanırken, diğer yargı yerleri ile eşit durum dadır.”9 Başlangıçta bu şekilde
karar veren YSK, daha sonra içtihadını değiştirm iştir. YSK 1982 Anayasası
dönem inde verdiği bir kararda: “ ...A n ay asa’mn 152. m addesinde m ahkem enin
görülm ekte olan bir davada uygulanacak m addenin A nayasa’ya aykırılığı
sonucuna varması veya tarafların bu yolda öne sürdükleri iddiayı ciddi görmesi
9
YSK, 1963/618; Karar için bkz. (YSKK-Kasım 1962-Şubat, 1964: 161-65);
alıntı için bkz. (YSKK-Kasım 1962-Şubat, 1964: 163-64). YSK 1961 Anayasası
döneminde verdiği bir başka kararda önceki içtihadını sürdürmüş, tarafların ileri sürdüğü
anayasa aykırılık iddialarının ciddi olup olmadığını araştırmış ve iddiaların ciddi
olmadığına kanaat getirmiştir. Bu çerçevede, söz konusu kararda, kanun hükmünün
Anayasa’ya aykırı olması nedeniyle konunun Anayasa M ahkem csi’ne intikal ettirilip
oradan alınacak karara göre işlem yapılması gerektiğine ilişkin talep, Anayasa
M ahkemesi’ne gidilmesini gerektirecek ciddi bir sebep gösterilmemesi ve YSK
tarafından böyle bir ciddi sebebin varlığının tespit edilememesi gerekçe gösterilerek
reddedilmiştir. YSK, 1969/78, Karar için bkz. (YSKK-1969: 55-62).^
-285
-
halinde itirazen A nayasa M ahkem esi’ne başvurabileceği öngörülm üş ise de YSK
sözü edilen m addede geçen “ m ahkem e” kavram ına dahil değildir.” 10 demiştir.
Y S K ’nın bir m ahkem e olup olm adığına ilişkin YSK kararlarında ortaya
çıkan çelişki, A nayasa M ahkemesi kararlarında da gözlenm ektedir. Anayasa
M ahkemesi 1961 Anayasası dönem inde verdiği S ayıştay’ın anayasal sistem
içindeki yeriyle ilgili bir kararda, YSK ile Yüksek H akim ler K urulu’nu
karşılaştırarak şu sonuçlara varmıştır: " ... A nayasam ızın düzenlenm esinde,
benzer kurum ve m üesseselerin aynı bölüm lerde toplanm ası için çaba
harcandığı, ancak çeşitli sebeplerle bunun eksiksiz olarak yerine getirilem ediği
görülm ektedir. Bu bakım dan bir kurum ve kuruluşun A nayasa’daki yerinin,
onun bünyesini gösteren kesin bir ölçü olarak alınm ası doğru değildir.
A nayasa’da bunun en açık örneği Y üksek Seçim K urulu ile Yüksek Hakim ler
Kuruludur. Y üksek Seçim K u ru lu n a , yüksek bir yargı o rg a n ı olduğu ve
kararları d a kesin nitelikte b u lu n d u ğ u (abç ) ve D anıştay’ca da böyle kabul
edildiği halde, A nayasa’nın yargı bölüm ünde değil, görevinin konusu
bakım ından olan ilgisine göre yasam a bölüm ünde (M adde 75), tam am ıyla idari
görev yapan Y üksek H akim ler Kuruluna da, görevinin çeşidine göre
A nayasa’nın yürütm e bölüm ünde değil, hakim lerle ve yargı organlarıyla yakın
ilişkisi nazara alınarak yargı bölüm ünde (m adde 143, 144) yer verilm iştir.” (K.
1969/5) Y S K ’nın “kesin hüküm ” niteliğinde karar verdiğine de dikkat çekilen bu
kararda A nayasa M ahkemesi, Y S K ’yı açıkça bir “ m ahkem e” olarak
nitelendirm em ekle birlikte “yüksek yargı organı” olarak kabul etm iştir. Anayasa
M ahkemesi 1982 Anayasası dönem inde verdiği bir kararda ise, Y S K ’nın bir
“ m ahkem e” sayılam ayacağını açıkça ortaya koym uştur. Kararda şu ifadelere yer
verilm iştir:
Bir kuruluşun mahkeme sayılabilmesi için, karar organlarının
hakimlerden teşekkül etmesi, yargılama tekniklerini uygulayarak ve genelde
dava yolu ile uyuşmazlıktan ve anlaşmazlıkları çözümlemekle görevli olması ve
Anayasa’da sayılan ve başında bir yüksek mahkemenin bulunduğu yargı
düzenlerinden birinde yer alması gereklidir.
Anayasa ’nm 79. maddesinde seçimlerin, yargı organlarının genel yönetim
ve denetimi altında yapılması öngörülmüş ve seçimlerin başlamasından bitimine
kadar seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri
yapm a ve yaptırma, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili
şikayet ve İtirazları inceleme ve kesin karara bağlama ve Türkiye Büyük Millet
10 YSK, 1995/364 (Y SK K -1995-1996-1977: 102-103).
-286-
Meclisi Üyelerinin seçiın tutanaklarım kabul etme görevi Yüksek Seçim
Kuruluna verilmiştir. Ayrıca Anayasa ya göre Yüksek Seçim Kurulu 'nun
kararlarına karşı başka bir mercie başvurulamaz.
Başta Yüksek Seçim Kurulu olmak üzere seçim kurulları A nayasa’nm
yargı bölümünde yer almadıkları gibi yargı organlarının sahip olması gerekli
olan ve yukarıda sayılan anayasal niteliklerin tümüne de sahip değildirler.
Anayasa ve seçimle ilgili yasalara göre, seçim kurulları genelde seçimin
yönetim, denetim ve gözetimi He görevli olan ve istisnai olarak da seçimle ilgili
uyuşmazlıkları çözümleyen kuruluşlardır.
Seçimle ilgili uyuşmazlıkları kesin nitelikte olarak çözümlemiş olmaları,
Yüksek Seçim Kurulu ’nun tümünün yüksek yargıçlardan kurulu bulunması, il ve
ilçe seçim kurulu başkanlann yargıç olmaları bu kurulların mahkeme olarak
nitelendirilmeleri için yeterli değildir. Aynı şekilde itçe seçim kurulu başkamnın
bazı cezai yaptırımlar uygulamaya yetkili olması da, bu kurul başkanlığının
mahkeme sayılmasını gerektirmez (K. 1992/7).
G örüldüğü gibi A nayasa M ahkemesi, Y S K ’nın m ahkem e olm adığı
sonucuna varırken, hem “ organik” hem “fonksiyonel” ölçütü uygulam ıştır. Bir
başka ifadeyle, YSK hem A nayasa’da yargı organı bölüm ünde düzenlenm ediği
için, hem de A nayasa M ahkem esi’nin tanım ladığı biçim iyle yargılam a işlevi
yerine getirm ediği için m ahkem e sayılm am ıştır. Yukarıda değindiğim iz gibi,
A nayasa M ahkem esi’nin bu kararı uygulam ada ciddi sorunların ortaya
çıkm asına neden olabilecek bir karardır. Birincisi, seçim kanunlarını
uygulam akla görevli olan YSK, “davaya bakm akta olan m ahkem e” sayılm adığı
için, bu kanunları uygulanm ası sırasında, res’en bir anayasaya aykırılık tespit
etse veya tarafların anayasaya aykırılık iddialarını ciddi bulsa dahi, anayasaya
aykırılık savıyla A nayasa M ahkem esi’ne başvuram am aktadır (K A N A D O G LU ,
2004: 173). Bu durum da, seçim kanunlarının anayasaya uygunluğunun
denetlenebilm esi için geriye bir tek “ iptal davası” yolu kalm aktadır. Bilindiği
gibi, iptal davasının belli süreler içerisinde açılm ası gerekir. Y ürürlükteki seçim
kanunları açısından bu süreler geçtiğine göre, seçim kanunlarının anayasaya
uygunluğunun denetim i— belki de ju re değil am a de facto — im kansız hale
gelm iştir. İkincisi, YSK bir m ahkem e sayılm adığı için, anayasal sistem im izde
m ahkem eler için geçerli olan (A nayasam ız’ın 138. m addesinde yer alan ilkeler
gibi) genel ilkeler YSK için geçerli olm ayacaktır. Bu ise, seçim lerin “adilliği vc
serbestliği”ni olum suz yönde etkileyebilecek bir eksikliktir.
-
287-
D oktrinde bazı yazarlar, A nayasa’da yargı bölüm ünde düzenlenm em iş
olm asına rağm en Y S K ’nın bir “yargı organı” sayılm ası gerektiğini
belirtm ektedir. Mukbil Ö zyörük bu görüşü şu şekilde ifade etm iştir: “ ... bir
merciin herhangi bir kararı aleyhine, herhangi derecedeki bir m ahkem eye
gidilem iyorsa, o m erciin, başka görevleri de olsa, onun bir “ m ahkem e” (hatta
“yüksek m ahkem e”, yani üst bir yargı m erci) olduğunu kabul etm ek
m ecburiyetindeyiz. Örneğin, Sayıştay ve Y üksek Seçim Kurulu, A nayasam ız
tarafından Y üksek M ahkem eler bölüm ünde zikredilm em iş oldukları lıalde,
“ kesin hüküm ler” verm elerinden dolayı, “ Y argı” kavram ı m uvacehesinde onları
birer yüksek m ahkem e saym aya m ecburuz.” (Ö ZY Ö R Ü K , 1972-1973: 44)
Yıldızhan Y ayla’ya göre, YSK: “ ...seçim yargısının üst derece m ahkem esidir.”
(YA YLA, 1986: 140) Erdoğan T eziç’e göre ise Kurul: “ ...Y argıtay ve
D anıştay’ın kendi içlerinden çıkardıkları, karma, egemen, üst yargı m erciidir.”
(TEZÎÇ, 2007: 275) Aynı şekilde Kemal Başlar da, “uyuşm azlığı çözm e”
ölçütünü esas alarak; “ ...seçim uyuşm azlıklarını çözm ekle görevli olan il, ilçe ve
yüksek seçim kurullarının da A nayasa’nın 152. m addesi anlam ında mahkeme
olduğunun kabul edilm esi gerekir.” (BAŞLAR, 2005: 44) demektedir.
Buna karşılık bazı yazarlar, Y S K ’nın bir yargı organı olduğu görüşüne
katılm am aktadır. Örneğin, Kemal G özlcr’e göre: “ Yüksek Seçim K urulu’nun
yargı organı niteliğinde bir kurul olduğu yolunda görüşler varsa da, Yüksek
Seçim Kurulu, bir yargı organı değil, üyeleri hakim lerden oluşan ve kararları
kesin olan bir idari kuruldur. Çünkü bir kere Y üksek Seçim Kurulu A nayasa’nın
“yargı” değil, “ yasam a” bölüm ünde düzenlenm iştir. Yüksek Seçim Kurulu
A nayasam ız’ın 145-158. maddeleri arasında sayılan yüksek m ahkem elerden biri
değildir. İkinci olarak bu organın tek görevi de, seçim uyuşm azlıklarını karara
bağlam ak değildir; bu organın asıl görevi kadar ve belki ondan daha önemli
ikinci bir görevi daha vardır: O da seçim leri yönetm ektir. Seçim leri yönetm ek
görevinin ise yargısal değil, idari bir görev olduğu tartışm asızdır. Dolayısıyla
ortada üyeleri hakim lerden oluşm uş bir kurul vardır; ama bu kurulun sadece
uyuşm azlık çözm e değil, yönetm e görevi de vardır.” (GÖ ZLER, 2008: 253)
Fikrimizce, bu sorunun çözüm ünde izlenecek en sağlıklı yol, sonuç
bölüm ünde önereceğim iz gibi, yeni yapılacak bir anayasada Y SK ’nın yargı
bölüm ünde bir yüksek m ahkem e olarak düzenlenm esidir11. Örneğin, Y S K ’ya
benzer yargısal nitelikli seçim kurullarının bulunduğu Latin Am erika ülkelerinin
11 Aynı yönde bkz. (ÜNLÜ, 2003: 2)
-288-
bir kısm ında, örneğin P a ra g u a y ’d a 12, bu seçim kurulları A nayasa’nın “yargı”
bölüm ünde düzenlenm iş vc bu kurullar açıkça m ahkem e sayılm ıştır. Türkiye
için de benzer bir çözüm önerilebilir. Ancak bu yapılana kadar veya bu
yapılm adığı takdirde, Y S K ’nın anayasal konum unun, özellikle seçim
kanunlarının anayasaya uygunluğunun itiraz yoluyla denetlenm esine imkan
verecek bir biçim de yorum lanm ası gerekir. Bu konudaki görüşüm üzü dört unsur
çerçevesinde açıklayabiliriz: Birincisi, Anayasa M ahkem esi’nin, yukarıda
aktardığım ız E. 1967/13, K. 1969/5 karar sayılı kararında vurguladığı gibi,
Y S K ’nın bir m ahkem e olup olm adığını değerlendirirken sadece K uruFun
A nayasa’da nerede düzenlendiğine bakarak bir sonuca varmak uygun değildir.
Tersinden bir örnekle açıklam aya çalışırsak; örneğin bir anayasa değişikliğiyle
Anayasa M ahkem esi’nin “Y argı” bölüm ünde değil de, “Y asam a” bölüm ünde
düzenlenm esi onun “yüksek m ahkem e” niteliğini ortadan kaldıracak mıdır? Bu
m antıkla, Y S K ’nın A nayasa’nın “Y argı” bölüm ünde düzenlenm em iş olması
onun yargısal bir kurul olma niteliğini değiştirm ez. İkincisi, YSK idari bir
fonksiyon yanında kazai bir fonksiyon da yerine getirm ektedir. Dolayısıyla,
Y S K ’nın bir m ahkem e olup olm adığı tartışm asında bu ikili yapısının göz önüne
alınm ası yerinde olur. K u ru ru n idari fonksiyonu, kazai fonksiyonunu ortadan
kaldırm ayacağı gibi, tersi de söz konusu olamaz. Öyleyse, bu iki fonksiyonu
birbirinden ayrı düşünm ek ve Y S K ’nın yukarıda andığım ız 1963/618 sayılı
kararında ortaya koyduğu gibi, Y SK ’yı kazai fonksiyonu açısından m ahkem e
saym ak yerinde o lu r” . Üçüncüsü, Kemal G özlcr’in isabetle belirttiği g ib i14, eğer
YSK A nayasa’nın 67. m addesinde söz edilen seçim leri denetleyecek “ yargı
12 Böliim III (Yargı), Kısım 5 (Seçim Yargısı), m. 273-275. International
Constitutional
Law,
Paraguay-Constitution:
<lıtto://www.servat.unibe.ch/icl/naOOOOO ,html>
13 Nccmi Yüzbaşıoğlıı da bu noktanın altını çizmektedir: “A nayasa’nın 79.
maddesi çerçevesinde, hem yüksek hakimlerden oluşması, hem seçimle ilgili
uyuşmazlıkları çözmeye yetkili olması, hem de bu uyuşmazlıkların çözümüne ilişkin
verdiği kararların kesin hüküm niteliğinde olması özellikleriyle, YSK bir mahkeme
niteliğine sahiptir. YSK seçimle ilgili bütün işlemleri yapma yaptırma yetkilerini
kullanırken de (yönetsel) idari bir organdır. Başka bir ifadeyle YSK, seçimle ilgili
konularda hem yönetsel hem yargısal yetkilere sahip, çifte kimlik taşıyan bir devlet
organıdır.” (YÜZBAŞIOGLU, Tarihsiz: 186)
14 Gözler Y SK’nın esas olarak bir “idari kurul olduğunu düşünse de, Kurul’a
ilişkin değerlendirmelerinde şu ifadelere yer vermektedir: “Ancak YSK’nin seçim
uyuşmazlıkları konusunda kesin karar verdiğine bakılarak bu kararlarının yargı kararı
olduğu ve bu kararları itibariyle YSK’nin yargı organı olması gerektiği de ileri
sürülebilir. Ayrıca Anayasanın 67nci maddesine göre seçimlerin “yargı denetimi” altında
yapılması şarttır. Eğer YSK, bir yargı organı değil ise, Türkiye’de seçimlerin hangi yargı
organının denetimi altında yapıldığının gösterilmesi gerekir.” (GÖZLER, 2008: 253).
-
289 -
organı” değilse, bu organın hangisi olduğunun A nayasa’da açıkça belirtilm esi
gerekir. Hatta bir adım daha ileri gidilerek şu söylenebilir: A nayasa’nın 79.
m addesinin 1. fıkrasında yer alan: “ Seçim ler, yargı organlarının genel yönetim
ve denetim i altında yapılır.” (abç ) hükm ünde geçen “yargı organlarının”
ifadesinden yola çıkarak, sadece Y S K ’nın değil, diğer seçim kurullarının da
yargı organı içinde kabul edilmesi gerektiği sonucuna varılabilir. Dördüncüsü,
bu yorum yapılırken anayasa uygunluk denetim inin gereklerinin de göz önüne
alınm ası şarttır. Anayasa koyucunun itiraz yolunu getirirken am acı uygulam ada
ortaya çıkabilecek anayasaya aykırılıkların kanunun yürürlükte olduğu zam an
içinde Anayasa M ahkem esi’nin önüne getirilebilm esini sağlam aktır. Hangi
kanunların anayasa yargısı denetim i dışında olduğu A nayasa’da açıkça
sayılm ıştır. Bu kanunlar arasında seçim kanunları yoktur. Yani, A nayasa
koyucunun, A nayasa’nın genel sistem atiği içinde seçim kanunlarını anayasa
yargısı denetimi dışında tutmak gibi bir amacı veya niyeti olduğu söylenem ez.
Öyleyse, A nayasa’nın ruhuna uygun olarak, Y S K ’nın bir m ahkem e olup
olm adığı konusunu değerlendirirken, seçim kanunlarının anayasaya uygunluk
denetim i dışında kalm asına neden olabilecek bir yorum un tercih edilm em esi
g erekir15.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Anayasa Mahkemesi Kararlan:
E. 1967/13,K. 1969/5,G. 14,15,16.01.1969.http://w w w .anavasa. gov.tr/eskisi
te/KAR ARL A R /IPTA LIT1R A Z/K 19 6 9 /K 1969-05.HTM
E.
1992/12,K. 1992/7,G. 18.02.1992.httn://www .anavasa.gov.tr/eskisite/K A
RARLAR/IPT A LIT1RA Z/K 19 9 2 /K 1992-07.htm
Öteki Kaynaklar:
Ahmet Haindi ÜNLÜ
Ü zerine” (Danıştay Dergisi).
(2003), “ Y üksek
Seçim
Kurulunun
Niteliği
15
Sultan Tahmazoğlu Uzeltürk’ün de işaret ettiği gibi: “YSK’nın yargısal
işlevleri açısından da YSK’nın teknik anlamda mahkeme kavramının gereklerini yerine
getirmiyor olması onun geniş anlamda mahkeme olarak algılanmasına engel değildir ve
bu yorum anayasa yargısının amacına çok daha uygun görünmektedir.” (UZELTÜRK,
2006: 255)
-290-
İlhan ARSEL (1965),
(A nkara.M ars Matbaası).
Türk Anayasa Hukukunun
Umumi Esasları
Bülent TANÖ R (1996), O sm anlı-Türk A nayasal G elişm eleri (3. Baskı,
İstanbul: Yapı Kredi Yayınları).
Council on the Role o f Courts (1989), “ W hat Courts Do and Do not Do
Effectively”, (American Court Systems: Readings in Judicial Process and
Behavior içinde, 2. Baskı, Der: Sheldon G oldm an ve Austin Sarat, London:
Longman).
Edward G RO SS (2000), “Court System s and Law ” ( Encyclopedia o f
Sociology içinde, 2. Baskı, Der: Edgar F. Borgatta ve Rhonda J. V. M ontgom ery,
New Y ork :M acm illan Reference).
Erdoğan TEZİÇ (2000), Anayasa Hukuku (12. Baskı, İstanbukBeta).
Jorgen ELKLIT & Pallc SV EN SSO N (1997), “ W hat M akes Elections
Free and Fair?” (Journal o f Democracy 8/3).
Kemal BA ŞLA R (2005),
(Ankara: Roma Yayınları).
Anayasa
Yargısında Mahkeme Kavramı
Kemal G Ö ZLER (2008), Türk Anayasa Hukuku Dersleri (5. Baskı, Bursa:
Ekin).
M ahm ut G O LO G LU (1982), Demokrasiye Geçiş, 1946-1950 (İstanbul:
Kaynak Yayınları).
M artin M. SH A PIRO (1981), Courts, A Comparative and Political
Analysis , (Chicago:The U niversity o f Chicago Pres).
Mukbil Ö ZY Ö RÜ K (1972-1973), İdare Hukuku Dersleri (Ankara).
N ccm i Y Ü ZB A ŞIO Ğ LU (Tarihsiz), “ 3 Kasım 2002 Seçim leri Üzerindeki
G ölgeler”, (Erdoğan Teziç’e Armağan içinde, İstanbu 1:Galatasaray Üniversitesi
Y ayınları Arm ağan Serisi No. 5).
-291
-
O. Korkut KAN ADOĞLU (2004), Anayasa Mahkemesi (İstanbul: Beta).
O nur K A R A H A N O Ğ U LLA R I, Türkiye’de İdari Yargı Tarihi (Doçentlik
Ç alışm ası, Ankara).
Oya ARASL1 (1989), Seçim Sisieıni Kavramı ve Türkiye’de Uygulanan
Seçim Sistemi Kavramı (1876-1987) (Ankara)
Ram azan ARSLAN & Süha TANRI VER (2001), Yargı Örgütü Hukuku
(Ankara: Yetkin Yayınları).
Sultan TA H M A ZO G LU U ZELTÜ RK (2006), “Türk A nayasa M ahkemesi
Kararlarında Seçim Sistem leri,” (Anayasa Yargısı 23).
Ş eref İBA (2007), Osmanlı 'dan Günümüze Meclis İçtüzük Metinleri
(Ankara: TBM M Yayınları).
T arhan ERDEM (1982), Anayasalar ve Seçim Kanunları, 1876-1982
(İstanbul: M illiyet Yayınları).
Yıldızhan YAYLA (1986), Anayasa Hukuku Ders Notlan (2. Baskı,
İstanbul: Filiz Kitabevi).
-292
-
ANAYASALARDA SONSUZLUK GÜVENCELERİ
Prof. Dr. Zafer GÖREN
I. Anayasanın Fonksiyonları ve Değiştirilemez Kurallar
G ünüm üzde çağdaş Anayasa,
devletin bütünlüğünü sağlam ak,
egem enliğin kullanılm asını m eşru kılmak, devlet erkini hukuksal bakım dan
sınırlam ak, denetlenebilir kılmak, vatandaşların özgürlük vc eşitliğini güvence
altına alm ak, toplum sal barışı korum ak ve öncelikle to p lu m için devam lı b ir
d ü zen o lu ş tu rm a k fonksiyonlarına sahiptir. Bu perspektifle Anayasa, toplumun
temel ve sarsılm az yapısını oluşturan bir istikrar kaynağı olmalı, dem okratik
niteliği gereği
halihazırdaki çoğunluğun geçici hevesiyle değiştirilm emeli,
ulusun yerleşik ve sürekli iradesinin anlatımı olm alıdır. Bu nedenle Anayasaların
sürekli ve değişm ez olması istenir.
Ancak A nayasanın istikrarı durağanlıkla karıştırılm am alıdır. Anayasa
sadecc bugünün değil geleceğin de gereksinm elerini karşılayabilm elidir.
Anayasa ulusun isteklerini büyük ölçüde karşılam aktan uzaklaşır ve salt
bir dizi katı kurallar bütünü olarak algılanm aya başlanırsa, değiştirilm esi
m üm kün olm alıdır. Şüphesiz böyle bir durum anayasal gelişim in en zor
sorunlarından biridir. Ancak bir A nayasa Yargısı sistem ine sahip devletler bu
sorunu daha kolay çözebilirler. A nayasa M ahkemeleri yapacakları yorum larla bu
sorunların
üstesinden
gelebilirler.
Böylece
parlam entonun
tereddütle
karşılanacak karm aşık siyasal reform girişim lerine gerek kalm az (STERN,
2001: 1039 vd.).
Bazı A nayasalar
istikrarı artırm ak için “değiştirilem ez ya da ebedi
kurallar” içerirler. Bu kuralların genelde am acı, özgün Anayasayı, yani
cum huriyetçilik ilkesi, dem okratik hukuk devleti niteliği gibi devletin temel
öğelerini korum aktır.
-
293
-
A nayasanın aynı zam anda toplum dinam iğine, siyasal, ekonomik,
teknolojik gelişm elere
uyum sağlam ası gereği nedeniyle A nayasalardaki
“değişm ez kurallar” da zamanla ortaya çıkacak yeni gelişm elere uyum
sağlayabilm ek için “ ulusun özenle korum ak istediği ebedi değerleri” içermeli,
toplumda bu değerlerin sonsuzluğu konusunda oydaşm a bulunm alıdır.
Örneğin Anayasam ızın “değiştirilem ez hüküm ler” başlığını taşıyan 4.
m addesinde yer alan, Devletin kim liğini, tem el felsefesini oluşturan ilkeler,
değişik koşulların ürünü olan 1924, 1961 ve 1982 A nayasalarında özenle vc
sadakatle korunm uştur. Şu halde bu ilkelerin korunması konusunda Türk
toplum unda bir “ konsensüs” bulunm aktadır. Bu ilkelerin başında Cum huriyet,
laiklik ve üniter devlet ilkeleri yer alm aktadır (KABO GLU, 2009:36).
II. Ulusun Anayasa Koyan Erki Teorisi
A nayasa hukuku öğretisinin, “ulusun A nayasa koyan erki teorisi” ,
Emm anuel Sieyes tarafından “ulus egem enliği” düşüncesinden geliştirilm iştir.
Bu teori, kısa bir süre sonra Fransız devrim inin tem elini oluşturm uş ve hızla
A vrupa ve D ünyaya yayılm ıştır.
Bu A nayasa m odeline göre ulus, “Anayasayı koyan erk”
(pouvoir
constituant) olarak bir A nayasa hazırlam akta vc bu A nayasa ile “ Anayasaya
bağlı crk” i (pouvoir constitué) yaratm aktadır. A nayasaya bağlı erk, A nayasa
dışında var olam az ve A nayasaya kesin olarak bağlıdır. A nayasaya bağlı erk,
A nayasayı değiştirm e yetkisine sadece ulusun koyduğu bu Anayasa ile özel
olarak yetkili kılındığında sahiptir. Ulus, yeni bir A nayasa yapm a konusundaki
sınırsız ve devredilem ez yetkisini m uhafaza eder.
Anayasam ızın 6. m addesinde yer alan “ egem enlik kayıtsız şartsız
M illetindir.” kuralı da
A nayasanın yorum unda, “ Anayasayı koyan erk
teorisi”nin esas alınm ası gerektiğini gösterm ektedir. Bu teori ulustan
kaynaklanm ayan ve başka m eşruluk kaynaklarına dayanan bir devlet erkinin
varlığını reddetm ektedir (krş. M ÖLLER, 2004: 1 vd, 254 vd.)
Buradan ve Başlangıç K uralları’nın 3 paragrafındaki
“ egem enliğin
kayıtsız şartsız Türk m illetine ait olduğu” ve son paragrafındaki “bu Anayasa
Türk M illeti tarafından, dem okrasiye aşık Türk evlatlarının vatan ve millet
sevgisine em anet ve tevdi olunur.” ibarelerinden, Anayasam ızın da, Anayasayla
bağlı erkin dayandığı, “ulusun A nayasa koyan erki m odeli” ndcn kaynaklandığı
-
294
-
sonucu çıkm aktadır. A nayasam ızın 4. m addesini bu arka plan perspektifiyle
incelemek gerekir (Icrş. M ÖLLER, 2004: 1 vd, 245 vd.).
III. Anayasa Değişikliklerinin Sınırları
A nayasaların sürekli vc değişm ez olması istenir. Bununla birlikte belli
toplum sal koşullar altında yaratıldıklarından, yeni toplum sal gelişm eler,
değiştirilm elerini ve gelişm elere uyumlu hale getirilm elerini gerektirir
(M a i e r :55).
Ancak Anayasa tarafından yaratılm ış bir organ olan parlam ento tarafından
yapılacak Anayasa değişikleri ile çekirdek A nayasanın yani A nayasanın
koruduğu “ebedi değerlerin” kaldırılm am ası için, bazı A nayasalar değiştirilem ez
ilkeler içerirler. Bu değiştirilem ez ilkelerin de Anayasa değiştiren yasa koyucu
tarafından A nayasaya uygun yollarla ortadan kaldırılam am asının sağlanm ası
gerekir. Böyle bir sınırlam a gelecek nesilleri belki de benim sem eyecekleri
kurallarla bağlam ak şeklinde yorum lanm am alıdır. Şüphesiz norm atif gücünü
kaybetm iş hiçbir A nayasa belli A nayasa değişikliklerinin yasaklanm ası ile
hayatta tutulam az. Buna karşılık bir A nayasa, Anayasayı değiştirm ek üzere
öngörülen nitelikli meclis çoğunluklarının takdirine terk edildiğinde topum
için devam lı bir düzen olm a fonksiyonunu yerine getiremez.
A n ay asa koyan e rk in A nayasada yapılacak değişikliklerle ilgili olarak
getirdiği değiştirilem ez kurallara çeşitli A nayasalarda rastlanılm aktadır. Örneğin
1787 ABD Anayasası md. 5, federe devletlerin senatoda eşit olarak temsil
edilm eleri konusunda onların rızası olm adan değişiklik yapılm am asına; 1949 F.
Alm anya
Anayasası md. 79, federal yapının ve A nayasanın 1. ve 20.
m addelerindeki ilkelerin dcğiştirilm em esine; 1958 Fransa Anayasası md. 89,
1967 İtalya Anayasası md. 139, hüküm et biçim inin Cum huriyet oluşunun
değiştirilem em esine ilişkin kurallar içerm ektedirler. A vrupa Birliği ülkelerinden
1975 tarihli Yunanistan Anayasasının
110. m addesinde A nayasanın
değiştirilem eyen kurallarına ve 1992 tarihli Portekiz C um huriyeti A nayasasının
288. m addesinde de hayli uzun
bir değiştirilem ez ilkeler listesine yer
verilm iştir.
A nayasaların bu hiç değiştirilem eyen kuralları, özgün A n a y asa ya da
ç e k ird e k A nayasayı, Anayasa tarafından yaratılm ış bir organ olarak
parlam entonun m üdahalelerine karşı korum akta ve çekirdek A nayasaya
“sonsuzluk güvencesi” sağlam aktadır (M a i e R: 56). Sonsuzluk garantisine göre
-
295
-
belli
Anayasa
korunm uşlardır.
ilkeleri,
A nayasa
değişikliklerine
karşı
ebediyyen
A nayasanın değiştirilem eyecek kuralları, Anayasa tarafından yaratılm ış
bir organ olarak Parlam entoyu bağlar (STERN, 1984: Prf. 5, IV 6; STEIN, 1993:
159; MAIER: 57).
Anayasalardaki “ so n su zlu k g a r a n tile ri”nc ilişin açık kurallar, Anayasa
tarafından yaratılm ış bir organ olarak parlam entonun gerçekleştirdiği meşru
Anayasa değişikliklerine sınır getiren Anayasa norm larıdırlar. Bu nedenle bu
norm ları “A n a y asa d eğ işik lik lerin in s ın ır la n ” olarak tanım lam ak daha uygun
düşer.
Sonsuzluk
yaratılm ıştır.
garantisi
ile
Anayasanın
içinde
bir
norm
hiyerarşisi
Anayasam ızda değiştirm e yasağının korunm asına ilişkin açık bir kural yer
alm am aktadır. A nayasada değiştirm e yasağının korunm asına ilişkin açık bir
kurala yer verm eyen F. A lm anya A nayasasının 79. m addesi için de A lm anya’da
öğretide, Anayasanın yaratıcılarının bu m addenin değiştirilm esinin zaten
geçersiz olacağını düşündükleri varsayım ından yola çıkılarak, sonsuzluk
garantisinin ya da A nayasanın değiştirilem ez ilkelerini düzenleyen m addesinin
de değişm ezlik korum asından faydalandığı genel olarak kabul edilm ektedir.
İşlevsel bir yorum un bu sonuca varılm asını gerektirdiği, aksi halde
değiştirilem ezlik garantisinin anlam sız olacağı, norm un am acıyla yani Anayasa
koyucunun bu norm u getirm ekteki am acıyla bağdaşm ayacağı ileri sürülm ektedir
(MÖLLER, 2004: 1 vd, 245 vd.).
Bu görüşe göre değişm ezlik yasağını içeren kuralın kendisinin
değiştirilem ez olduğu, norm un mantığı ve am acından kaynaklanm aktadır.
A nayasaya bağlı erkin ancak özel bir yetkisi varsa yetkilerini Anayasa
değişikliği yoluyla genişletebileceği, A nayasanın tem elinde yatan “ulusun
anayasa koyan erki teorisi”nin sonucudur. Böyle bir yetkilendirm e sadece
Anayasanın ulus tarafından yaratılan ilk m etninde yer alabilir.
A nayasaya bağlı erkin ortaya koyduğu sonraki m etinlerle böyle bir
yetkilendirm e m üm kün değildir. Buradan değişm ezlik yasağını içeren kuralın ne
sınırlanabileceği ne de genişletebileceği sonucu çıkm aktadır.
-
296
-
Değişm ezlik yasağını içeren kural ile sadece orada belirtilen ilkeler değil,
bu ilkelerin içerikleri de değiştirilem ez kılınm ışlardır. Burada sözü geçen
değiştirilm esi m üm kün olm ayan kuralların,
m etin olarak lafızlarının
değiştirilm eden bırakılm ası am a A nayasanın başka yerlerinde anlam larının
değiştirilm esi ve bu kurallarla bağdaştırılm ası m üm kün olm ayan başka özel
kurallar yaratılm ası halinde de bu ilkelere dokunulm uş olacaktır. Diğer yandan
bu kurallarda maddi içerikleri değiştirilm eden salt lafzi değişiklikler yapılabilir.
D eğişm ezlik yasağını içeren kurala aykırı bir A nayasa değişikliği batıldır.
Yani başlangıçtan itibaren hiçbir hukuki sonuç doğurm az.
Anayasa değişikliklerinin yazılı olmayan sınırları da var
mıdır?
Bu sorunun tüm A nayasalar için geçerli olacak şekilde cevaplandırılm ası
olanaksızdır. Bir A nayasada m eşru bir A nayasa değişikliği için yazılı olm ayan
sınırların mevcut olup olm adığı, o Anayasanın sistem atik yorum undan ve
tarihsel yorum undan çıkarılabilir.
A nayasa değişikliğinin yazılı olm ayan sınırları problem atiki üç değişik
Anayasa türü için düşünülm elidir:
- Bazı
A nayasalarda
Anayasa
değişikliklerinin
sınırları
açıkça
norm landırılm ıştır.
- Bazı A nayasalar açık bir norm landırm a içerm eden
Anayasa
değişiklikleri için üstü kapalı sınırlar içerirler.
- Bazı devletlerde A nayasa kuralları yazılı bir A nayasa belgesinde
derlenm em iştir.
Bir Anayasa değişikliğinden ve bunun sınırlarından m antıklı olarak söz
edebilm ek için yasam a yoluyla değiştirilebilir yazılı bir A nayasanın varlığının
gerekli olduğu açıktır.
A nayasam ızda olduğu gibi bir Anayasa, A nayasa değişikliğinin sınırlarını
açıkça norm landırıyorsa, Anayasa değişikliği için bu yazılı sonsuzluk
koşulu’ndan kaynaklanan başka sınırların bulunup bulunm adığı sorusu önem
taşım aktadır.
Bir Anayasa, yazılı bir sonsuzluk koşulu içerm iyorsa, Anayasa
değişikliğinin yazılı olm ayan sınırları sorunu daha büyük bir önem taşıyacaktır.
-297-
Çünkii bu tür A nayasalar için yazılı
değişiklikleri için tek sınır oluşturacaktır.
olm ayan
sınırlar
m eşru
A nayasa
A lm anya’nın A nayasa tarihinde W eim ar A nayasası bu tür bir Anayasa
için örnek oluşturm uştur (MURSWIEK, 2008:4).
IV.
Anayasa Değişiklikleri İçin Yazılı Sınırlar
Anayasalarda Anayasa Değişikliklerinin Yazılı Olmayan Sınırları
1. D eğişm ezlik k u ra lın ın değişm ezliği
Bazı temel A nayasa ilkelerinin yazılı bir değişm ezlik kuralı ile
değişm ezliği, ancak Anayasayı değiştirm e yetkisi konusunda yazılı olm ayan
belli sınırların bulunm ası halinde kabul edilebilir (MURSWIEK, 2 0 08 : 5).
Çünkü A nayasa değişikliğinin yazılı olm ayan sınırları olm asaydı
Anayasayı değiştiren yasa koyucu kolaylıkla yazılı değişm ezlik kuralını dikkate
alm ayabilirdi. Ö nce değişm ezlik kuralını kaldırabilir ve daha sonra değişm ezlik
kuralı ile korunan ilkeleri değiştirebilir ve kaldırabilirdi. Ancak aslında
değişm ezlik kuralının A nayasada norm landırılm asıyla zım nen -yazılı olm adanbu kuralın kendisinin değiştirilem ez olduğu şart koşulm uştur (Krş. MAUNZ,
1952: 141 (145); STERN, 1984: 115 vd).
Öğretide Anayasa koyucu
“değişm ezlik kuralının değiştirilem ez
olm ası”nı isteseydi, “değişm ezlik kuralının da değiştirilem ez” olduğunu
A nayasada açıkça kurala bağlaması gerekirdi görüşü de savunulm uştur {LÜDER
MEYER, 1957: 275 (285) vd.;, LUTZM EYER, 1962: 51)
Ancak bu görüş aşağıdaki hususları gözden kaçırm aktadır: A nayasayı
değiştirm e, hiyerarşik olarak A n ay asa koym adan ayrılm adıkça, değişm ezlik
kuralının değişm ezliğine ilişkin bir kural, sonsuzluk güvencesine ilişkin
kuralları, Anayasayı değiştiren yasa koyucunun m üdahalesinden korum ak için
elverişli olm ayacaktır. Teorik olarak Anayasa koym a ve Anayasa değiştirm e
arasında bir fark olm adığını kabul ettiğim izde, A n a y asa koyucu başlangıçtaki
Anayasa koyucu, Anayasayı değiştiren yasa koyucu ise, A nayasa yürürlüğe
girdikten sonra onun yerine geçen A n a y asa koyucu olur. Bu kabule göre
A nayasa koyucu ve Anayasa değiştirici hiyerarşik olarak farklı basam aklarda
bulunm azlar. Biri A nayasa yürürlüğe girm eden önce, diğeri A nayasa yürürlüğe
girdikten sonra aynı fonksiyonu ifa eder. Bu görüşe göre Anayasayı değiştiren
yasa koyucu, A nayasa koyucu gibi A nayasa üzerinde tasarru f edebilir. Her ikisi
İçeren
de aynı basam akta bulunduğundan ve aynı fonksiyonu ifa ettiklerinden Anayasa
koyucu, değişm ezlik kuralı ile sadece kendi kendini sınırlam aya çalışmıştır.
Bu görüşün savunulm ası m üm kün değildir. Çünkü norm atif olarak kendi
kendini sınırlam ak hukuk mantığı açısından olanaksızdır.
Yasa koyucu, çıkardığı bir yasaya, gelecekte bu konuda başka hiçbir yasa
çıkarm ayacağına ilişkin bir yasak koyduğunda, koyduğu bu yasağı tekrar
kaldırabilir.
Yasa koyucu kendi çıkardığı yasalarına yürürlükte oldukları sürece
bağlıdır. Ancak onların yürürlüğünü bir aetus contrarius (daha önceki bir hukuki
işlemi ortadan kaldıran hukuki işlem) ile her zam an kaldırabilir. Aynı şey
A nayasa koyucu için de geçerlidir. G erçek hukuki ödevler heterenom (ayrı
türden) ödevlerdir. Yani başka hukuk süjeleri karşısında düşünülebilecek
ödevlerdir. Hukuki ödevler sadece bir subordination (bağım lılık) ilişkisi içinde
tek taraflı kurulabilirler. Bir hukuk süjesi bir başka süjeye ancak, ilgili süjenin
üzerinde tasarru f edemeyeceği tek taraflı ödevler yükleyebilir.
N orm koyucu, başka bir norm koyucunun norm koyma yetkisini ancak
hukuk düzeninde daha yüksek bir basam akta bulunuyorsa hukuken etkili olarak
sınırlayabilir. Bu nedenle A nayasa koyucu tarafından konulan sınırlara Anayasa
değişikliği ile yeni sınırların konulm ası hukuken m üm kün değildir.
Örneğin sonsuzluk kaydı ile değiştirilem ez olarak tanım lanm ış bir
Anayasa kuralına, Anayasayı değiştiren yasam a organı tarafından ek bir hukuki
ilke dahil edilirse bu ilke değiştirilem ezlik güvencesine sahip olm ayacaktır
(MURSWIEK, 1978: 175 vd. özellikle 180 vd.).
A n ay asa değişikliğinin yazılı sın ırla rın ın h u k u k i b a k ım d a n geçerli
olabilm esi için iki k o şulun g erçekleşm esi g e re k m e k te d ir:
-Ö ncelikle A nayasa koyma, Anayasayı değiştirm eden, böylecc A nayasa
koyucu, Anayasayı değiştiren yasam a organından ayrılm alıdır. Anayasa koyucu
ve Anayasayı değiştiren yasam a organı sadece organizasyon açısından değil
fonksiyonel açıdan da farklı süjclcrdir.
-İkinci olarak bu iki süje arasında hiyerarşi vardır. A nayasada
düzenlenm iş bir devlet organı olarak Anayasayı değiştiren yasam a organı
Anayasaya bağlıdır. Yetkilerini Anayasadan alır ve onları A nayasa çerçevesinde
-
299
-
kullanm ak zorundadır.
A nayasada düzenlenm iş hiçbir devlet organı sınırsız
yetkiye sahip değildir. Tüm yetkileri Anayasa ile sınırlanm ıştır (MURSWIEK,
1978: 180 vd.).
Anayasayı değiştiren yasam a organının yetkilerinin sınırları, Anayasaya
bağlı olm ayan A nayasa koyucu tarafından belirlenm iştir. Anayasa koyucu
Anayasayı yaratan organdır. Anayasanın yaratıcısı olarak A nayasaya bağlı tüm
organların üzerinde yer alır.
A nayasayı koyan erk ’in, A nayasaya bağlı erk ’ten ayrılm ası ve bu iki
fonksiyon arasındaki hiyeraşinin kabulü, A nayasada yer alan sonsuzluk kuralı
için sadece düşünce bazında bir koşul olm aktan ibaret değildir. Sonsuzluk
koşulunu içermekle böyle bir Anayasa, bu ayırımı ve hiyerarşiyi üstü
kapalı olarak zaten belirgin kılınıştır. Böyle bir ayırım olm asaydı sonsuzluk
güvenccsi
am acından
sapm ış
olacaktı.
Sonsuzluk
güvencesinin
normlandırılnıasıyla, Anayasa koyucu ve Anayasayı değiştiren yasama
organı ayırımı, yazılı olmayan bir şekilde normlandırılnuştır.
Bu Anayasa fonksiyonlarının birbirinden ayrılm ası ve bunlar arasındaki
hiyerarşi Anayasa tarafından hukuken şart koşulm uştur.
Burada hukuki A nayasa koşulları söz konusudur. Bu koşullar A nayasanın
sistem atiğinden çıkarılabilir vc
A nayasa koyucu tarafından Anayasanın
yürürlük iradesine dahil edilm işlerdir. Bu nedenle yürürlükteki Anayasa
hukukunun yazılı olm ayan öğeleridirler (MURSVVIEK, 2 0 0 8 : 16).
Bu durum A nayasa değişikliği için yazılı sınırları olm ayan A nayasalar
için de geçerlidir. Çünkü bu A nayasalara göre de - bir hukuk devleti Anayasası
oldukları sürece- her Anayasa organı sınırlı ve ancak Anayasada
norm landırıldığı kadar yetkilerle donatılm ıştır. Aynı durum örneğin Anayasayı
değiştirm e yetkisine sahip ancak yürütm e vc yargı yetkisi olm ayan yasama
organı için de geçerlidir (MURSVVIEK, 2 0 0 8 : 18).
Bazı A nayasalar A nayasa koyan erk ile Anayasa değiştirm e yetkisi
ayırım ım açıkça zikretm ektedirler. Örneğin F. Alm anya Anayasası Başlangıç
B ölüm ü’nde :” “ Alman M illeti kendi A nayasa koyma iktidarına dayanarak” bu
Anayasayı kabul etm iştir.” ibaresini içerm ektedir. “Anayasa koyma iktidarı”
bir olağanüstü devlet fonksiyonu olarak vurgulanm ıştır (MURSVVIEK: KN. 124
vd, 134 vd; M Ö L L E R , 2004: 247 v d ).
-300-
Benzer bir anlatım halk oylaması ile kabul edilen Anayasam ızın
Başlangıç B ölüm ü’nde de bulunm aktadır “ Türk vatanı ve M illetinin ebedi
varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünm ez bütünlüğünü belirleyen bu
A nayasa....................... TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, dem okrasiye aşık
Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.”
Buna göre değiştirilem ezlik ilkesinin değiştirilem ezliğinin,
pozitif
hukuksal bir norm landırm aya ihtiyacı yoktur. Söz konusu değiştirilem ezlik, aynı
şekilde zorunlu olarak A nayasada açıkça norm landırılm ası gerekm eyen Anayasa
koym anın, A nayasa değiştirm eden farklı olduğu gerçeğinin yazılı olm ayan bir
sonucudur.
2.
Anayasa Koymanın Anayasa Değiştirmeden Ayrılmasından
Doğan Diğer Sonuçlar
Anayasayı değiştiren yasama organı, doğal olarak ve evleviyetle
hiyerarşik olarak kendisinden daha yüksek bir makam olan Anayasa koyan
iktidar ve bu iktidarın süjesi üzerinde tasarru f edemez.
Bir çok çağdaş dem okratik Anayasada, Anayasa koyma iktidarının hangi
süjeye ait olduğu ifade edilm ektedir. Bu iktidarın ulusa yani, ilgili devletin
ulusına ait olduğu belirtilm ektedir.
F.
Alm anya Anayasası Başlangıç B ölüm ü’nde “Alman milleti” Anayasa
koyan iktidarına dayanarak bu Anayasayı kabul etmiştir. “ ibaresi yer
alm aktadır. Anayasam ızın B aşlangıç B ölüm ü’nde ise bu iktidarın sahibi “Türk
M illeti”dir.
A nayasa koym a iktidarının (Anayasayı koyan erk ) belli bir hukuk
süjesinde karar kılması, bir A nayasanın en tem el kararıdır ve geri kalan her şey
ona dayanır (MURSWIEK, Praeam bcl KN. 182).
Bu karar, A nayasa değiştiren yasam a organının inisiyatifinde değildir.
Böylecc yazılı olm ayan bir dizi Anayasayı değiştirm e sınırının, Anayasa
koyma ve A nayasa değiştirm enin sistem atik düzeninden çıktığını görüyoruz. Bu
tür sınırlar 1924 ve 1961 A nayasalarında da m evcuttu.(1924 Anayasası md. 1, 2,
3 ; 1961 Anayasası md. 1, 2, 3, 4 )
-301
-
Anayasa değiştirm enin yazılı olm ayan ek sınırları belli durum larda başka
Anayasa ilkelerinden de çıkarılabilir.
Örnek olarak A nayasam ızın, egem enliğin kayıtsız şartsız T ürk m illetine
ait olduğuna ilişkin ilkesi gösterilebilir (m adde 6 ve Başlangıç 3 paragraf)
(K IRC H O F, 2004: Prf. 21 KN 84; KIRCHOF, 1991: 11(13)).
A nayasam ız kendini bağım sız bir
Devletin
Anayasası olarak
tanım lam aktadır. Bunun aksine
bir A nayasa değişikliği m üm kün değildir
(MURSVVIEK, 1993: 161 (162 VD.)). Çünkü Anayasayı değiştiren yasam a organı
A nayasanın tüm ü üzerine tasarruf edemez, A nayasanın hukuksal statüsüne
dokunm ayan sınırlı değişiklikler yapabilir.
Şu halde T ürk M illetinin egemenliği ve Türkiye Devletinin bağım sızlığı
yazılı sonsuzluk güvenceleri içinde açıkça belirtilm ediği halde Anayasa
değişikliği dışında tutulm uş
A nayasa ilkeleridir. Kaldı ki A nayasam ız
bakım ından Başlangıç 3. paragrafta yer alan “ millet egem enliği İlkesi” 2.
m addede sözü edilen Başlangıçtaki tem el ilkelere dahil olduğundan zaten
değiştirilm esi m üm kün olm ayan kurallar kapsam ındadır.
Aynı şey doğal olarak Devletin varlığı için de geçerlidir. Devletin hareket
serbestisini
kaldırm aya yönelik A nayasa değişiklikleri -örneğin vergi
toplam anın yasaklanm ası- bu nedenle geçerli değildir. Devlet iç barışı, meşru
bir egemenlik kullanımı tekeli ile sağlayan, özel kişiler tarafından egem enlik
kullanım ını yasaklam a yetkisine sahip ve bu yasağı uygulayan bir
organizasyondur.
Anayasa devletin bu temel am acı ifa etmesini şart koşm aktadır. Bu
çekirdek fonksiyonu yerine getirmek, yetkili devlet organlarının anayasal
ödevidir. Anayasayı değiştiren yasam a organı, devlet organlarını bu görevi ifa
etm ekten yoksun tutamaz.
Anayasa değişikliğinin temel hak anlayışına ilişkin olarak da sınırları
vardır. Temci haklar aynı zam anda üçüncü kişilerin m üdahalelerine karşı devlet
ödevleri olarak anlaşılm ak zorundadır. Dolayısıyla tem el hakların yatay etkisini
reddeden bir A nayasa değişikliği geçersizdir.
Anayasa değişikliğinin sınırları, devletler hukukundan, uluslararası teamül
hukukundan da çıkarılabilir. Şu ana kadar belirtilmiş olan iç ya da bağım sız
anayasa - hukuksal sınırlardan farklı olarak bu sınırlar Anayasa değişikliğinin
dış heteronom sınırları olarak adlandırılabilirler (Krş. MURSWIEK, 2008: 14).
D evletler anayasal düzenlerinin kurulm asında, insan haklarının m inim um
standardını korum a am acını taşıyan zorlayıcı norm larla bağlıdırlar (Krş.
MURS\VIEK, 2008: 14).
V .S o n u ç
“ D eğiştirilem eyecek H üküm ler” başlığını taşıyan Anayasam ızın 4.
m addesindeki “sonsuzluk güvencesi” ile bazı önem li temel ilkeler Anayasa
değişikliği dışında tutulm uştur. Böylcce Anayasanın çekirdek varlığı (özgün
Anayasa) Anayasayı değiştiren yasam a organının m üdahalelerine karşı
korunm ak istenmiştir.
Sonsuzluk güvencesinin A nayasada yer alm asıyla, zım nen bu kuralın
kendisinin değiştirilem ez olduğu şart koşulm uş ve A nayasa koyucu ve
Anayasayı değiştiren yasama organı ayırım ı ile bu organlar arasındaki hiyerarşi
yazılı olm ayan bir şekilde
norm landırılm ıştır (M AU NZ, 1952: 141(145);
STERN, 1984: 115 vd).
Anayasam ızın Başlangıç B ölüm ü’nde Anayasanın Türk milleti
tarafından, Türk evlatlarına emanet edildiği vurgulanarak A nayasa koyucu
ve Anayasayı değiştiren yasa koyucu ayırımı belirgin kılınm ıştır.
D eğiştirilem ezlik ilkesinin dcğiştirilcm ezliğinin, pozitif hukuksal bir
norm landırm aya ihtiyacı yoktur. Söz konusu değiştirilem ezlik, aynı şekilde
zorunlu olarak A nayasada açıkça norm landırılm ası gerekm eyen A nayasa
koym anın, Anayasa değiştirm eden farklı olduğu gerçeğinin yazılı olm ayan bir
sonucudur.
Anayasanın 4. m addesine göre A nayasanın 1. m addesindeki devletin
şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile ikinci m addesindeki
Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 maddesi hükümleri değiştirilem ez ve
değiştirilm esi tek lif edilemez.
Bu kural Anayasanın özünü ( özgün=çekirdek Anayasayı) ilgilendiren
Anayasa değişikliklerini A nayasanın kendisinin yasakladığını gösterm ektedir.
Bu kural Devletin şeklinin C um huriyet olduğunu ve Türkiye C um huriyetinin
insan haklarına saygılı, Başlangıçta belirtilen temel ilkelere (A tatürk inkılap ve
- 303 -
ilkelerine bağlılık, A tatürk m edeniyetçiliği, çağdaş m edeniyet düzeyine ulaşma
azmi, milli egem enlik, A nayasanın ve hukukun üstünlüğü, özgürlükçü
dem okrasi, erkler ayrılığı, sosyal adalet ve eşitlik, insan onurunun ve kişinin
m addi ve manevi varlığının korunm asına) dayanan, A tatürk m illiyetçiliğine
bağlı, dem okratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti niteliğinin, Türkiye devletinin
ülkesi ve m illetiyle bölünm ez bir bütün olduğu ilkesinin ve A nayasanın 3.
m addesindeki diğer ilkelerin değiştirilem ez olduğunu vurgulam akta vc bu temel
devlet niteliklerini ortadan kaldıran Anayasa değişikliklerinin yasak olduğunu
ortaya koymaktadır.
A nayasanın 2. m addesindeki dem okratik hukuk devletinin öğelerine,
A nayasaya uygun düzeni oluşturan temel haklar, Anayasanın taşıyıcı
organizasyon ilkesi olan erkler ayırımı ilkesi dc dahildir. Tem el haklar dışında
çoğunluğun iradesi ile iktidarın kullanılm asını m eşru kılan, dem okrasinin açık
vc serbest sürecini garanti eden A nayasanın dem okratik düzeninin tüm maddi ve
usule ilişkin koşulları A nayasanın özünü oluşturur.
Buna seçim ilkeleri de dahildir. Kamu oyunun oluşum una siyasi partilerin
katılımı, siyasi parti özgürlüğü, eşit şansa sahip olm aları, parlam enter sistem,
A nayasanın sosyal hukuk devletinin varlık koşulları ve temel ilkeleri Anayasa
değişikliği dışında tutulm uştur (GÖREN, 2000: 2; GÖREN & İZGİ, 2002: 1516
vd; STERN, 2001:1039 vd).
Anayasam ız, 1, 2 ve 3. m addelerinde ve Başlangıçta belirlenen temel
ilkelerde
A nayasanın
ruhunu,
temel
felsefesini
ortaya
koym uştur
(A LİEFEN D İO G LU , 1990:30; K. 1971/80, AYM KD 10: 63).Anayasanın netliği
vc açıklığı A nayasanın toplum sal değişim lere uyum sağlam asına yetm iyorsa
Anayasayı değiştiren yasam a organının yine A nayasada öngörülen değiştirm e
koşullarına uyarak A nayasanın değiştirilm esi ve boşluklarının doldurulm ası
konusundaki yetkisi Devletin hukuksal temel düzeni olan Anayasanın
sürekliliğinin sağlanm asına hizmet eder. Ama aynı am aca, Anayasanın
kim liğinin ve onun kurduğu hukuksal tem el düzenin sürekliliğinin ortadan
kaldırılm ası yasağı da hizm et etm ektedir.
A nayasa, bu sürekliliğin korunabilm esi için dem okratik hukuk devletinin
m eşru yollardan kendi kendini yok etm esini önlem eye çalışm aktadır.
A nayasam ız cum huriyetçilik ilkesinin ve Türkiye C um huriyetinin insan
haklarına saygılı, başlangıçta belirtilen tem el ilkelere dayanan, Atatürk
m illiyetçiliğine bağlı, dem okratik, laik ve iiniter hukuk devleti niteliklerinin
-304-
m eşru yoldan kaldırılm asını yasaklayarak, kendi sürekliliğini ve geçerliliğini
güvence altına alm aya çalışm aktadır. Böylcce devletin varlığı, devam lılığı ve
bağım sızlığı da garanti edilm iş olm aktadır.
Anayasa, toplum yapısının tem el ve sarsılm az yapısını oluşturan bir
istikrar kaynağı olm alı, dem okratik niteliği gereği halihazırdaki çoğunluğun
geçici hevesiyle değiştirilm em eli, halkın yerleşik ve sürekli iradesinin bir
anlatım ı olm alıdır. Bu nedenle Anayasaların sürekli ve değişm ez olm ası istenir.
Bununla birlikte A nayasanın istikrarı durağanlıkla karıştırılm am alıdır.
Anayasa
sadece
bugünün
değil
geleccğin
de
gereksinm elerini
karşılayabilm elidir. A nayasa ulusun isteklerini büyük ölçüde karşılam aktan
uzaklaşır ve salt bir dizi katı kurallar bütünü olarak algılanm aya başlanırsa,
değiştirilm esi m üm kün olm alıdır. Şüphesiz böyle bir durum anayasal gelişim in
en zor sorunlarından biridir. Ancak bir A nayasa Yargısı sistem ine sahip
devletler bu sorunun kolaylıkla üstesinden gelebilirler. Parlam entoların
tereddütle karşılanacak karm aşık siyasal reform girişim lerine gerek kalmadan
A nayasa M ahkem elerinin yapacakları yorum larla bu sorunlara çözüm
getirilm eleri m üm kündür (KLAUS, 2001: 1039 vd.).
Devlet için bir düzen oluşturm ak ve toplum için sarsılm az bir istikrar
kaynağı olm ak fonksiyonunu pekiştirm ek için A nayasalarda değiştirilem ez ya da
ebedi kurallara yer verilir.
Ancak Anayasanın aynı zam anda toplum dinam iğine, siyasal, ekonomik,
teknolojik gelişm elere uyum sağlam ası gereği nedeniyle, Anayasalardaki
“değişm ez kurallar” da zam anla ortaya çıkacak yeni gelişm elere uyum
sağlayabilm ek için ulusun özenle korum ak istediği ebedi değerlerin anlatımı
olm alı, toplumda bu değerlerin sonsuzluğu konusunda oydaşm a bulunm alıdır.
Örneğin Anayasam ızın “ değiştirilem ez hüküm ler” başlığını taşıyan 4.
m addesinde yer alan, Devletin kim liğini, temel felsefesini oluşturan ilkeler,
değişik koşulların ürünü olan 1924, 1961 ve 1982 A nayasalarında özenle ve
sadakatle korunm uştur.
Şu halde bu ilkelerin korunm ası konusunda Türk toplum unda bir
“konsensüs” bulunm aktadır. Bu ilkelerin başında C um huriyetçilik ilkesi, laik
devlet vc üniter devlet ilkeleri yer alm aktadır (KA BO GLU, 2009: 36).
- 305 -
KISALTMALAR
AMKD
AöR
Art
Abs
B
C
Diss
E
EuR
GG
K
KN
Kt
Md
Nr
S
V
Vd
Anayasa Mahkemesi
Kararl arı Dergisi
A r c h i v des ö f f e n t l i c h e n
Recht s = Dergi
Artikel = madde
Fıkra
Bası
Cilt
Dissertation
Esas
Europarecht=Dergi
Grundgesetz
Karar
K e n a r not
K a r a r tarihi
Madde
Nummer=sayı
Sayfa
vom=tarafından
ve de v a mı
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Anayasa Mahkemesi Kararlan:
E. 1970/53.K. 1971/80, G. 21.10.1971, A M KD 10
Öteki Kaynaklar:
Y ılm az ALİEFENDİOGLU (1990), “ Anayasal N orm lar Hiyerarşisinin
Tem el Hakları Korum a İşlevi”,
(Türk Raporu) (VIII. Avrupa A nayasa
M ahkem eleri Konferansı, 7-10 M ayıs 1990, C.II)
Zafer GÖREN (2000), “ A nayasanın K orunm ası”, Cumhuriyet , 7 Kasım
Zafer GÖREN & Ö m er İZGİ (2002), Türkiye C um huriyeti A nayasasının
Yorum u C. 2 (Ankara).
İbrahim Ö KABOGLU (2009), Anayasa Hukuku Dersleri (4. Baskı,
İstanbul)
Paul K.IRCHOF (2004), H andbuch des Staatsrechts II, 3 B. 2004, Prf. 21
KN 84;
Paul KlRCHOF (1991) Deutsches Verfassungsrecht und Europaeischcs
Gem einschaftsrecht, EuR, Beiheft 1
G rossner Lutz M EYER (1962), Die V erfassungsm aessigkeit des Art 79
Abs. I Satz 2 des G rundgesetzes für die B undesrepublik D eutschland, Diss.
M ünchen
Arndt Lüder M EYER (1957), Rechtsfragen der Grundgesetzaenderung,
AöR 82;
W alter MAIER, Saats und V erfassungsrecht C. I, Achim 193
Theodor MAUNZ (1952),
Verfassung, in: FS Laforet
Starke
und
schw ache
N onnen
in
der
Hauke MÖLLER (2004), Die verfassungsgebende G ew alt des Volkes und
die Schranken der V erfassungsrevision, Eine U ntersuchung zu Art. 79 Abs. 3
GG und zur verfassungsgebenden G ew alt nach dem G rundgesetz, Verlag im
Internet Gm bH, Diss., Hamburg,
Dietrich M u r s w ie k (2008), U ngeschriebene Ew igkeitsgarantien in
Verfassungen,
Institut
für
öffentlichen
Rechts
http//www. iura.uniFreibursi.dc/institiitc/ioeffr3/forschung/papcrs.php. Freiburg, November
Dietrich MURSWIEK (1978), Die verfassungsgebende G ew alt nach dem
G rundgesetz für die B undesrepublik D eutschland, 1978
Dietrich MURSWIEK (1993), M aastricht und pouvoir costituant, Zur
Bedeutung der verfassunggebenden Gewalt im Prozess der europaeischcn
Integration, Der Staat 2
-307-
Dietrich
Praeambel
MURSWlEK,
in:
Bonner
K om m entar
zum
G rundgesetz,
Ekkchart STEIN (1993), Staatsrecht, 14 B., Tübingen
Klaus STERN (2001), “Constitutionalism M ovem ent and N ew
C onstitutions”, U luslararası Anayasa Hukuku Kurultayı, 9-13 Ocak (Ankara )
Klaus STERN (1984), Das Staatsrecht der B undesrepublik Deutschland,
C. 1, 2. B., M ünchen
HUKUK DEVLETİ İLKESİNİN ULUSAL VE
ULUSÜSTÜ BOYUTTA KORUNM ASI İLE İLGİLİ
SORUNLAR - “YASİN EL KADI” ÖRNEĞİ
Doç Dr. Ece G öztepe
Giriş
I. Birleşm iş M illetler’in Terörle M ücadele Araçları
a) BM GK Kararları
b) “Akıllı” Tedbirler (smart sanctions)
II. Avrupa B irliği’nin Terörle M ücadeleyi D esteklem esi ve Sorunlar
a) Tedbirler
b) İlk Derece M ahkcm esi’nin Kararları
c) A T A D ’ın Kararları
III. Türkiye’de BM GK K ararlarının Uygulanm ası
a) Danıştay O nuncu D airesi’nin kararı
b) Danıştay İdari Dava Dairelerinin Kararı
c) Değerlendirm e
Sonuç Yerine: Hukuk Devleti Terörizm le M ücadeleye Engel mi?
-309-
GİRİŞ
Yasin El K ad ı’nın adı ve hakkında D anıştay’ın verdiği iki karar Türk
kam uoyunda daha çok İslami serm ayenin siyasi iktidarla ilişkisi çerçevesinde
anıldı ve haber konusu oldu. Başbakan Recep Tayyip E rdoğan’ın danışm anı
Cüneyd Z ap su ’nun El Kadı ile ticari ortaklığı ve başbakanın kam uoyundaki
tartışm alar üzerine El K adı’ya “kefil olduğunu” belirtm esi, El Kadı hakkında üç
farklı hukuki düzlem de verilen kararların ortaya attığı hukuki sorunların Türk
kam uoyunda tartışılm asını büyük oranda engelledi. Oysa Birleşm iş M illetler
(BM ) G üvenlik Konseyi kararlarının BM üyesi devletler tarafından uygulanm ası
m eselesinin yanısıra, Güvenlik Konseyi kararlarını esas alan tüzük ve kararlarla
El K a d fn ın m alvarlığının dondurulm asına karar veren Avrupa Birliği B akanlar
K onseyi’nin ve T ürkiye’de D anıştay’ın aynı konu hakkm daki B akanlar Kurulu
kararına ilişkin iki kararı pekçok önemli hukuki sorunu içinde barındırm aktadır.
Özellikle BM düzeyindeki uluslararası hukuk ile AB hukuku ve AB organlarının
kararları arasındaki gerilim, giderek karm aşıklaşan ve katm anları çeşitlenen
farklı düzeylerdeki hukuk düzenlerinin ilişkilerinin hangi esaslara tabi olacağı
sorununun etraflı biçim de tartışılm asını gerektirm ektedir. Çünkü mesele farklı
hukuki düzeylerdeki hukuk norm larının basitçe özel-genel norm ya da öncekisonraki norm kuralı çerçevesinde çözüm lenm esine indirgenem eyecek denli
karm aşık bir nitelik arz etmektedir.
Bu çalışm a BM Güvenlik K onseyi’nin terörizm le m ücadele ve barışın
sağlanm ası am acı çerçevesinde 1998’den itibaren aldığı kararların üye devletler
tarafından hangi araçlarla ve nasıl uygulanacağı sorusuna verilen yanıtlarla ilgili
olarak ortaya çıkan hukuki tartışm aları, bu konudaki yargı kararları ışığında ele
alm aktadır. Bu çerçevede T ürkiye’de Danıştay kararları, A B ’de ise İlk Derece
M ahkemesi (İDM ) ile A vrupa Toplulukları Adalet D ivam ’m n (ATAD) El Kadı
ile ilgili verilen, terörizm le m ücadele tedbirlerinin konu edildiği kararlar ele
alınacaktır. BM düzeyindeki uluslararası hukuk norm ları ile uluslararası
kuruluşların ve ulus-devletlerin temel hak ve özgürlüklerin korunm asına ilişkin
yüküm lülüklerinden kaynaklanan olası çatışm a noktaları ise, terörizm le
m ücadelede hukuk devleti ilkesinin korunm ası sorununu çalışm anın m erkezine
oturtm aktadır.
A vrupa düzeyindeki yargı kararlarında (İlk D erece M ahkem esi, ATAD ve
A vrupa İnsan H aklan M ahkem esi/A İH M ) tem el soru, bu m ahkem elerin BM
Güvenlik Konseyi kararlarının insan hakları standartlarına uyup uym adığının
yargısal denetim inin yapılm ası yetkisine sahip olup olm adıkları ve eğer bu
yetkinin varlığı kabul edilirse, bu denetim in sınırlarının ve kapsam ının ne
olacağı sorusunda düğüm lenm ektedir.
Grâinne de Burca A T A D ’ın tem yiz m ercii sıfatıyla verdiği El Kadı ile
ilgili kararının A B ’nin uluslararası hukukla ilişkisi açısından dönüm noktası
niteliğinde olduğunu belirtirken, bu durum un M ahkcm e’nin geçm işte verdiği
kararlarla açık bir çelişki arz ettiğini ileri sürm ektedir (BURCA, 2008: 4 ) 1.
B ıırca’ya göre bu da şim diye kadarki içtihatlarında (Dünya Ticarct Örgütü ile
ilgili antlaşm alar hariç olm ak üzere) uluslararası hukuk-A B hukuku ilişkisinde
anayasalcı (constitutionalist ) yaklaşım ı benim seyen A T A D ’ın, çoğulcu
(pluralist ), yani AB hukukunun özerk, ayrı ve öncelikli bir hukuk düzeni
oluşturduğu görüşüne doğru kaydığını gösterm ektedir ki, bu da pek çok açıdan
sorunlu bir durum teşkil etm ektedir (krş. DE W ET, 2009: 284 vd.; BESSON,
2009: 237 vd.).
I. Birleşmiş Milletler’in Terörle Mücadele Araçları
a) Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) Kararları
Birleşm iş M illetler G üvenlik Konseyi 15 Ekim 1999 tarihinde 1267/1999
sayılı kararıyla terörü destekleyen T aliban’a ve A fganistan topraklarında
T aliban’ın desteği ve yardım ıyla terörist eylemci yetiştiren kam plar kuran
Osam a Bin L adin’e karşı gerekli tedbirleri listelem iş ve alınacak tedbirleri
som utlaştırm ıştır. K ararın 2. paragrafında Osam a Bin L adin'in yargılanabileceği
bir ülkeye teslim edilm esi talep edilm ektedir. AB İlk Dcrece M ahkem esi (İDM),
ATAD ve D anıştay’ın kararlarına konu olan tedbir ise 4. paragrafın b) bendinde
yer alm aktaydı. Buna göre üye devletler, doğrudan ya da dolaylı olarak
T aliban’a ait olan para ve diğer m alvarlıklarını dondurm ak için gerekli tedbirleri
alm akla yüküm lü kılınm ışlardır.
Aynı kararın 6. m addesi uyarınca BM GK geçici içtüzüğünün 28. maddesi
doğrultusunda bir “ Y aptırım lar K om itesi” (Sanctions Committee ) kurulm uştur.
BM GK üyesi devletlerden oluşan bu K om ite’nin görevi, 4. m addenin b)
bendindenki tedbirlerin üye devletler tarafından yerine getirilm esini gözetm ek,
bu bentte sözü edilen maddi kaynakları tesbit etm ek ve yine aynı bentte yer alan
insani am açlı istisnalar hakkında karar vermekti.
1
Burca örnek olarak şu kararları göstermektedir: Haegeman v Belgitim ( 1974),
181/73, ECR 449; Kupferberg (1982), 104/81, ECR 3641 (AB hukuk düzeninde
uluslararası antlaşmaların yeri hakkında); Anklagemyııdigheden v Poulsen and Diva
Navigation (1992), C- 286/90, ECR 1-6019; Racke GmbH&Co. V Hauptzollamt Mainz
(1998), C -162/96, ECR 1-3655 (AB hukukunda uluslararası teamül kurallarının yeri
konusunda).
-311 -
BM GK 19 Aralık 2000 tarihli ve 1333/2000 sayılı kararıyla 1267/1999
sayılı kararındaki tedbirleri som utlaştırm ış ve geliştirm iştir. Buna göre,
Yaptırım lar K om itesi’nin saptayarak bir listede ilan ettiği ve O sam a bin L adin’le
ve El K aide örgütüyle ilişki içinde olan kişi ya da kurum ların m alvarlıklarının
dondurulm ası ve bin Ladin ve El K aide’nin bu m alvarlıklarından
yararlanm asının engellenm esi talep edilm ektedir. Bunu sağlam ak için
K om ite’nin, üye devletlerin ve yerel örgütlerin yardım ıyla sürekli güncellenen
bir listede El K aide ve bin L adin’le ilişki içinde olan kişi ve örgütleri G üvenlik
K onseyi’ne bildirm esi talep ediliyordu2.
B M G K ’nin 1390/2002 kararının 3. m addesiyle tıpkı 1333/2000 kararının
23. m addesinde olduğu gibi, m alvarlıklarının dondurulm ası tedbirinin devam
ettirileceği ve bu kararın on iki ay sonra tekrar gözden geçirileceği
belirtilm ektedir. Bu kararın bir özelliği de listeye alınm aları için B M G K ’ye isim
önerisinde bulunan devletlerin, gizli servislerinden edinilen bilgiler olsa bile
bunu paylaşm a yüküm lülüğü getirilm iş olm asıdır. Böylcce hem isim önerip hem
de bunun gerekçesini oluşturan bilgilerin saklanm ası uygulam asından
vazgeçilm iş olm aktaydı. A ncak bu konudaki asıl düzeltm e 1526/2004 nolu
kararla yapılm ıştır. 17. maddede, listeye isim öneren üye devletlerin bu isimle
ilgili olası en çok bilgiyi K om ite’ye iletmeleri, El Kaide, Taliban ya da Osam a
bin L adin’le ilgili olarak saptanan bağlantının açıklanm ası talep edilm ektedir.
20 Aralık 2002 tarihli ve 1452/2002 sayılı BM GK kararı ise alınacak
tedbirlerin uygulanm asını kolaylaştıran hüküm leriyle bir dönüm noktası olarak
nitelendirilebilir. Bu kararın 1. m addesinde önceki kararların uygulanm asında
bir dizi istisnaya izin verilm ektedir. Üye devletler, Y aptırım lar K om itesi’nin
onayını alm ak koşuluyla insani nedenlerle m alvarlıklarının dondurulm ası
tedbirine istisna getirebilm ektedirler.
1730/2006 ve 1735/2006 sayılı BM GK kararlarıyla ise hem listeye
alınm a, hem de adların listeden silinm esi konusunda iyileştirm eler yapılm ıştır.
İlk anılan kararla listeden silinm e talebinde bulunm a yetkisi, ilgili kişinin
vatandaşı olduğu ya da ikamet ettği ülke dışında doğrudan doğruya kendisine de
tanınm ıştır ki, hem El Kadı hem de Al Barakaat davasında K om ite’ye bireysel
başvuru hakkının tanınm am ış olm asının da iptal gerekçeleri arasında yer aldığı
düşünülürse, bu yenilik çok önem li bir hukuki güvence olarak nitelenebilir.
1735/2006 sayılı kararın 13. paragrafında dile getirilen, Yaptırım lar
2
BMGK 1333/2000, 8. maddenin c) bendi; benzer bir ifade 1267/1999 kararının
9. maddesinde de dile getirilmiştir.
-312-
K om itesi’nin liste prosedürü ile ilgili ilkeler belirlem esi kuralına uygun biçim de
Komite, belli aralıklarla “ Guidelines o f the C om m ittee for the C onduct o f its
W ork” başlıklı bir metin hazırlayıp yayınlam aktadır3.
1735/2006 sayılı kararda bunun yanısıra ayrıntılı biçim de liste
prosedürünün adım ları açıklanm ış, işbirliği, işbölüm ü ve koordinasyon ilkeleri
sayılm ıştır. Sırasıyla yaptırım lar, listeden çıkartm a, istisnalar, tedbirlerin
uygulanm ası usulü, koordinasyon ve İzlem e E k ib i’nin (Monitoring Team )
görevleri başlıkları altında terörle m ücadele araçlarının çerçevesi çizilm iştir. Bu
iki kararın güncellenm iş ve içeriği geliştirilm iş biçim leri belli aralıklarla BM GK
kararı olarak yayınlanm aktadır-4.
b) “Akıllı” Tedbirler (smart sanctions)
“Akıllı” tedbirler kavram ı literatürde seçilm iş, hedefi belli anlam ında
kullanılıp geniş kapsam lı ya da genel ticari yaptırım ların karşıtı olarak
anlaşılm aktadır. Ancak bu tanımda seçilm iş tedbirlerin neden aynı zam anda
“ akıllı” olduklarının yanıtı yer alm am aktadır. Bu sıfatla kastedilen öncelikle,
açık ve kesin olm am akla birlikte, siyaseten daha etkili olm alarıdır. Bunun
yanında genel ekonom ik yaptırım ların önceden öngörülm eyen ve istenm eyen
sosyal sonuçları da seçilm iş tedbirlerin siyaseten daha etkili olm aları yönündeki
beklentileri g ü çlendirm ededir (krş. C A M ER O N , 2003: 160). N itekim 1990’daıı
başlayarak Birleşm iş M illetler, ABD ve AB tarafından uygulanan onlarca
ekonom ik yaptırım ın genel niteliği, Irak’a uygulanan ekonom ik am bargonun
gayrıinsani sonuçları karşısında büyük eleştiri konusu olm uştur. Haiti (19931994) vc Y ugoslavya’ya (1992-1995) uygulanan genel ekonom ik yaptırım lar da
çocuk ölüm lerinin artm ası ya da sağlık sistem inin çökm esi gibi sonuçlar
doğurm uş olsa da, insani yıkım ın boyutu Irak’ta had safhaya ulaşm ış ve BM
başta olm ak üzere genel yaptırım kararı alan ülkeleri bu pratiği gözden geçirm ek
zorunda bırakm ıştır (bkz. CORTR1G HT/LOPEZ, 2002: 1 vd.; BOTHE, 2008:
541 vd.).
Akıllı tedbirlerin hedefi bu anlam da sona erdirilm ek istenen, yaptırım
uygulanan eylem ya da işlem lerin doğrudan gerçek failleri ve bunların ilişkili
oldukları şirket ya da kuruluşlardır. Bu nedenle seçilen araçlar hem daha
3 Son güncellcme 8 Aralık 2008 tarihlidir (Bakılan tarih 9 Haziran 2009).
4 Son olarak bkz. BMGK 1822/2008 (9 Haziran 2009 itibariyle). BMGK’nin
terörizmle mücadele araçlarının genel bir değerlendirmesi için bkz. BIANCHI, 2007:
881 vd.; GU1LD, 2008: 173 vd.
-
313-
etkilidir, hem de istenm eyen sonuçlar m inim ize edilm iştir. Akıllı tedbirler
başlığı altında uygulanan yaptırım lar mali, bazı ticari m allara ve silahlara
yönelik am bargo ile seyahate ilişkin olm ak iizere dört başlıkta toplanabilir. Mali
yaptırım araçlarından en önem lisi m alvarlıklarının dondurulm asıdır. Y aptırım
uygulanan ülkenin üst düzey yöneticilerinin ve bunların ilişkili oldukları şirket
ya da kuruluşların m alvarlıkları dondurulm akta, bu kişiler mali açıdan bir
darboğaza sokulm aktadır. Ticari m allara yönelik am bargolarda ise özellikle
petrol (İrak, Sierra Leone, Angola) ve elm as gibi (A ngola, Sierra Leone) m allar
m erkezi bir rol oynam ıştır. Silah am bargosu ise en kesin, am a bir o kadar da
etkisiz yaptırım araçlarından birisidir. Şim diye dek uygulandığı hiçbir ülkede
hedeflenen am aca ulaşılam am ıştır. Özellikle sınır kontrollerinin çok gevşek
olduğu Afrika ülkelerinde silah am bargosu silah kaçakçılığını artırm aktan başka
bir işe yaram am ıştır (CORTR1GHT/LOPEZ, 2002: 14 vd.; ELLİO TT, 2002: 174
vd.). Seyahat sınırlam alarında ise, özellikle yaptırım uygulanan ülkenin yönetici
sınıfına vize sınırlam ası getirilm esi, o ülkenin havayollarına kısm en ya da
tam am en am bargo uygulanm ası en çok başvurulan araçlardandır. Özellikle
Libya, Angola, A fganistan ve Liberya örneklerinde bu yaptırım türü çok etkili
olmuş ve uzun vadede yönetici sınıfın uluslar arası düzlem de legal ticari
faaliyette bulunm asının büyük ölçüde önüne geçilm iştir (ELLİO TT, 2002: 173
vd.).
II.
Sorunlar
Avrupa Biıiiği’nin Terörle Mücadeleyi Desteklemesi ve
a) Tedbirler
Avrupa Birliği B akanlar Konseyi B M G K ’nin 1267/1999 kararının AB
düzeyinde uygulanm asını sağlam ak am acıyla 15 Ekim 1999’da ortak bir k arar
alm ıştır. Bu karar doğrultusunda T aliban’a ait ya da onların nam ve hesabına
işletilen uçakların AB ülkelerine ya da ülkelerinden yaptığı uçuşlar
yasaklanacak, bunun yaııısıra T aliban’ın yurtdışındaki parası ve diğer maddi
kaynakları dondurulacaktı.
Bunu m üteakip B akanlar Konseyi 14 Şubat 2000’dc çıkardığı 337/2000
nolıı tüzükle AT A ntlaşm ası’nın 60. ve 301. m addesine dayanarak Taliban
uçaklarının uçuşlarını yasaklam ış ve T aliban’m m alvarlığının dondurulm asıyla
ilgili düzenlem eler getirm iştir.
5
1999/727/GASP, ABI. L 294/1 (16.11.1999) (AB metinlerine yapılan atıflar,
belgelerin Almancalarına yapılmıştır).
-314-
1333/2000 sayılı BM GK kararı doğrultusunda B akanlar Konseyi
2001/154/G A SP kararını alm ıştır6. Kararın 4. maddesi Osam a bin Ladin ve
onunla bağlantılı kişi ve örgütlerin m alvarlıklarının dondurulm asını öngörürken,
bu kişi ve örgütlerin Y aptırım lar Kom itesi tarafından güncellenen liste
doğrultusunda saptanacağını öngörüyordu. 6 M art 2001 tarihli ve 467/2001
sayılı tüzükle7 alınm ası gerekli tedbirler AB düzeyinde bağlayıcı biçim de karara
bağlanıyordu. Bu tüzüğün de hukuki dayanağını AT A ntlaşm ası’nın 60. ve 301.
m addesi oluşturuyordu. Kararın giriş bölüm ünün 3. paragrafında BM GK
kararlarının uygulanabilm esi ve AB düzeyinde rekabeti önleyici tedbirlerin
alınm asından kaçınabilm ek için bu kararların uygulanm asının Topluluğun yetki
alanına girdiği ve kararların uygulanm ası için alınacak tedbirlerin Topluluk
tarafından alınm ası gerektiği belirtilmiştir^. Bu tüzüğün ekinde Y aptırım lar
K om itesi’nin yayınladığı listede yer alan kişi ve kurum ların listesi de
yayınlanm ış, AB K om isyonu bu listeyi K om ite’nin güncellenm iş listesi
doğrultusunda değiştirm ekle yetkili kılınm ıştır. K om ite’nin 17 Ekim 2001 ve 9
Kasım 2001 tarihli güncellenm iş listesinde Yasin El Kadı ile Barakaat
International Foundation da El Kaide ile bağlantılı kişi ve kurum lar arasında
sayılm ıştır. Kom isyon da kendisine verilen yetki doğrultusunda 2602/2001 ve
2199/2001 sayılı tüzüklerle sözü edilen kişi ve vakfı 467/2001 sayılı tüzüğün
ekini güncelleyerek listeye almıştır.
BM GK 1390/2002 kararına uyarak Bakanlar Konseyi 27 M ayıs 2002’de
2002/402/G A SP kararını alm ış vc A ntlaşm a’nm 60., 301. ve 308. m addelerine
dayanarak dava konusu 881/2002 sayılı tüzüğü çıkarm ıştır. Bu tüzüğün 2.
m addesine göre, ekli listede adı geçen gerçek ve tüzelkişilere m alvarlıkları ne
doğrudan, ne de dolaylı biçim de kullandırılam az ve bu kişilerin,
m alvarlıklarından yararlanm ası anlam ına gelecek mal ve hizm etlerden
yararlanm ası da engellenir.
20
Aralık 2002 tarihli ve 1452/2002 sayılı BM GK kararının A B ’deki
karşılığı, B akanlar K onseyi’nin 27 Şubat 2003 tarihli ve 2003/140/G A SP sayılı
kararı ve buna ilişkin 27 M art 2003 tarihli 561/2003 sayılı tüzüktür. Tüzüğün 2a
m addesi, hangi hallerde m alvarlığının dondurulm ası tedbirinden imtina
edilebileceğini düzenlem ektedir. Buna göre tüzüğün ikinci ekinde adı belirtilen
üye devlet m akam ları, ilgilinin başvurusu üzerine, tem el gıda m addesi, kira ya
da ipotek, ilaç ya da tıbbi tedavi, vergi, sigorta ödentisi, kam usal sosyal güvenlik
6 ABI. 2001 L 57/1 (27.2.2001).
7 ABI. 2001 L 67/1 (9.3.2001).
s Yetki tartışması için bkz. HÖRMANN, 2007: 120 vd.
-
315-
primleri; hukuki hizm etler ya da dondurulm uş m alvarlıklarının olağan idaresi
için gerekli olan giderlere harcanacaksa, Y aptırım lar K om itesi’nin de onayı
alındıktan sonra, tedbirin kaldırılm asına karar verilebilir.
Yasin El Kadı ve A l Barakaat Foundation dava dilekçelerinde üç tem el
nedenden dolayı haklarında tesis edilen işlem in iptalini talep etm işlerdir: El Kadı
adil yargılanm a hakkının, m ülkiyet hakkının ve nihayet etkili yargısal denetim e
ilişkin tem el hakkının ihlal edildiğini ileri sürm üştür. Al Barakaat Foundation
ise B akanlar K onseyi’nin dava konusu tüzükleri çıkarm a yetkisinin olm adığını,
AT A ntlaşm ası’nm 249. m addesinin ihlal edildiğini ve bu nedenlerle temel
haklarının ihlal edildiğini ileri sürm üştür.
b) İlk Derece Mahkemesi’nin (İDM) Kararları9
İDM dava konusu tüzüğün davacıların temel haklarım ihlal edip
etm ediğini denetlerken, Birleşm iş M illetler’in kurduğu uluslararası hukuk
düzeni ile BM üyesi devletlerin ya da A B ’nin kurduğu hukuk düzenleri
arasındaki ilişkinin değerlendirilm esi gerektiğini belirtm iştir10. BM Ş artı’mn
103. m addesine göre üye devletler, Şartı im zalam adan önce ya da sonra
üstlendikleri uluslararası yüküm lülüklerle BM Ş artı’nın çelişm esi halinde, BM
Şartından kaynaklanan yüküm lülüklerin önceliği söz konusudur. Bu nedenle üye
devletler 25. m addedeki yüküm lülükleri öncelikle yerine getirm ek zorundadırlar.
AT A ntlaşm ası’nın 307. maddesi ve bununla bağlantılı olarak 297. m addesi BM
Ş artı’nın bu maddesini hiçbir biçim de etkilem em ekte ve etkisiz kılm am aktadır.
A B ’nin BM GK kararlarıyla bağlı olup olm adığı sorusunu ise (bkz.
O O STH U IZEN , 1999: 549 vd.) M ahkem e dolaylı biçim de yanıtlam ıştır. Şarta
göre AB bununla bağlı değildir, çünkü AB ne BM üyesidir, nc de üye devletlerin
yerine geçerek onları tem sil etm ektedir. A ncak yine de m ahkem e 1972 tarihli
Fruit Com pany" kararına atıfla, kıyas yoluyla A B ’nin de BM Şartıyla bağlı
olduğunu belirtm iştir. Buna göre, daha önceden üye devletlerin BM Şartı
kapsam ında sahip oldukları yetkileri eğer AB/AT üstlendi ise, bu durum da AB
de Şart ile bağlı kabul edilm elidir. Bu nedenle A B ’nin üye devletlerin BM
çerçevesindeki yüküm lülüklerini yerine getirm elerini engelleyecek hiçbir tedbir
9 Kararların kapsamlı değerlendirmeleri için bkz. ECKES, 2008: 74 vd.;
KOTZUR, 2008: 673 vd.; STEİNBARTH, 2006: 269 vd.; TZANOU, 2009: 123 vd.
10 E! Kadı, T-315/01 (21.09.2005), par. 178 vd.; Al Barakaat, T-306/01
(21.09.2005), par. 228 vd.
" AT AD, Fruit Company (12.12.1972), Slg. 1972, 1219, par. 18.
-316-
alam ayacağını
belirtm iştir12.
ve
bunların
yerine
getirilm esini
engelleyem eyeceğini
İkinci adım da M ahkeme, BM tedbirlerini uygulam aya yönelik Topluluk
işlem lerinin yargısal denetim konusu yapılıp yapılam ayacağı sorusunu ortaya
atmıştır. Çünkü bir hukuk topluluğu olarak ne üye devletler, ne de Topluluk
organları yargısal denetim den m uaf değildirler. Ancak BM GK kararlarının
uygulanm asına yönelik tedbirlerde A B ’niıı içeriğe ya da bunun değiştirilm esine
yönelik m ekanizm aların tesisinde herhangi bir takdir yetkisi olmadığı
belirtilm ektedir. Bu nedenle dava konusu tüzüklerin yargısal denetim i, dolaylı
biçim de BM GK kararlarının hukuka uygunluğunun denetim i anlam ını da
taşım aktadır. M ahkeme, BM Ş artı’nın 103. ve AT A ntlaşm ası’nın 307 maddesi
doğrultusunda, bir BM kararının Topluluk tarafından korunan tem el haklara
aykırılığı iddiasıyla dahi olsa yargısal denetim konusu yapılam ayacağını, aksi
takdirde bu kararların etkisiz hale getirileceğini belirttikten sonra, ilke olarak
(abç) BM kararlarının Topluluk hukukuna uygunluğunun denetlenem eyeceğine,
M ahkcnıe’nin BM kararlarını olabildiği ölçüde Topluluk hukukuna uygun
yorum lam akla ve üye devletlerin uluslararası hukuktan kaynaklanan
yüküm lülükleriyle bağdaşır bir çözüm bulm akla yüküm lü olduğunu
belirtm iştir13.
Ancak bu argüm anı takip eden paragrafta M ahkeme şaşırtıcı bir adım
atarak i us cogens ilkesini ortaya atmış vc BM kararlarının denetlenem ezliğini
göreli hale getirm iştir. Buna göre, devletlerarası team ülleri kodifıye eden
U luslararası A ntlaşm alara İlişkin Viyana Sözleşm esi’nin 53. m addesi devletler
hukukunun bağlayıcı bir norm uyla (ius cogens) çatışan sözleşm elerin hüküm süz
olduğunu belirtm ektedir. Iııs cogens 'le kastedilen ise, uluslararası devletler
topluluğu tarafından bütünüyle kabul edilen, aksine bir uygulam anın kabul
edilm ediği ve ancak aynı nitelikteki bir norm tarafından değiştirilebilen kurallar
bütünüdür. Bunun yanında BM Ş artı’nın B aşlan g ıcın d a ve I. B ölüm ünde temel
insan hakları ile antlaşm alardan doğan yüküm lülüklere saygı önem le
vurgulanm ıştır. Bu ilkeler gerek BM üyeleri, gerekse organları için aynı ölçüde
bağlayıcıdır. 24. m addenin ikinci fıkrasına göre G üvenlik Konseyi, kendisine
Şart ile verilm iş olan görevleri yerine getirirken Birleşm iş M illetler’in Am aç ve
12 E! Kadı, T-315/01 (21.09.2005), par. 203; Al Barakaat, T-306/01 (21.09.2005),
par. 253.
13 El Kadı, T-315/01 (21.09.2005), par. 225; A! Barakaat, T-306/01 (21.09.2005),
par. 276. Bu gerekçenin insan haklarını korumada yetersiz kalacağına ilişkin bir eleştiri
için bkz. SCIIMALENBACH, 2006: 349 vd.
-
317-
İlkeleri’ne uygun hareket eder. Bu nedenle BMGK. kendisine verilen yaptırım
yetkisini kullanırken de bunu, devletler hukukuna ve B M ’niıı ilkelerine uygun
biçim de vc bu sınırlar içinde kullanm alıdır. İDM , BM GK kararlarının
bağlayıcılığının sınırının ius cogens olduğunu belirttikten sonra, bu sınırların
ihlali halinde - her ne kadar bu olasılığın çok düşük olduğunu dile getirse de kararların BM üyesi devletler ve AB için bağlayıcı olam ayacağını söylem iştir.
AB B akanlar K onseyi’nin herhangi bir takdir yetkisi kullanm aksızın BMGK
kararlarını doğrudan doğruya AB düzeyinde uygulam aya yönelik olan dava
konusu tüzüğünün yargısal denetim e tabi olup olm adığı sorusu, böylecc ius
cogens kapsam ındaki ilkeler açısından olum lanm ış olm aktadır. Bunu m üteakip
İDM her iki davada ileri sürülen hak ihlallerini teker teker ele alm ıştır. M ülkiyet
hakkının ihlal edildiği iddiasını, 1452/2002 sayılı BM GK kararında öngörülen
istisna düzenlem eleri nedeniyle ius cogens 'e aykırı bulm am ıştır. Bunun yanında
m alvarlıklarının dondurulm ası tedbiri m alvarlığına el konm ası anlam ına
gelm em ekte, hakkın özüne bir m üdahale niteliği taşım ayıp sadece kullanımını
sınırlam akta, listeler ve alınan tedbirlerin devam ettirilip ettirilm eyeceği düzenli
biçim de gözden geçirilm ekte ve nihayet ilgililere vatandaşı oldukları ya da
yaşadıkları ülke aracılığıyla Y aptırım lar K om itesi’ne başvurarak durum larının
gözden geçirilm esini talep etme hakkı tanınm aktadır1'.
Adil yargılanm a hakkının ve dava konusu tüzük çıkarılm adan önce
kendilerinin dinlenm em iş olm asının temel haklarını ihlal ettiği iddiasını da İDM,
Topluluk organlarının BM GK kararlarını uygulam a konusunda hiçbir takdir ve
denetim yetkilerinin olm am ası nedeniyle reddetm iştir. Y aptırım lar K om itesi’ne
ilgililerin doğrudan doğruya başvurm a haklarının olm am asını da M ahkem e ius
eogens'e aykırı görm em iştir. Bununda ötesinde alınan m alvarlığının
dondurulm ası tedbirine dayanak teşkil eden olgu ve delillerin ilgililere
bildirilm em esini de İDM, Y aptırım lar Kom itesi bunun uluslararası güvenliğe
aykırı olduğu görüşünde ise, tem el hakları ihlal eden bir durum olm adığına karar
verm iştir15.
İDM ius cogens sınırları içinde kalm ak koşuluyla, BM GK kararlarının
Topluluk hukuku tarafından korunan tem el hak ve özgürlüklere aykırılığının
dolaylı
olarak
denetlenem eyeceğini,
B M G K ’nin
olgu
ve
delilleri
değerlendirm esinin, alınan tedbirlerin bunlar ışığında am aca uygun ve ölçülü
14 BM Antlaşması’nın bağlayıcılığı ile ilgili değerlendirmeler için bkz. EI Kadı,
T -315/01 (21.09.2005), par. 227-231; Al Barakaat, T-306/01 (21.09.2005), par. 278-282.
15 El Kadı, T-315/01 (21.09.2005), par. 274; Al Barakaat, T-306/01 (21.09.2005),
par. 320.
-
318
-
olup olm adığına karar verilm esinin, Topluluk m ahkem elerinin yetkisinde
olm adığına karar vermiştir. Çünkü aksi takdirde B M G K ’nin yetkisine m üdahale
edilm iş olunacaktır. Bunun yanında kimin ya da hangi örgütün dünya barışına
bir tehdit oluşturduğuna ilişkin karar siyasal bir karar olduğundan, bu konudaki
tek yetkili BM Şartı ile dünya barışının korunması ve uluslararası güvenliğin
sağlanm ası ile yetkili kılınan organlardır. Bu organlardan birisi olan Y aptırım lar
K om itesi’nin verdiği kararlara karşı başvurulacak bağım sız bir uluslararası
m ahkem e kurulm am ış olması ise ius cogens 'e aykırılık teşkil etm em ektedir.
c) ATAD’ın Kararları
Yasin El Kadı ve Al Barakaat Foundation AT A D ’a yaptıkları temyiz
başvurusunda temel haklarının ihlal edildiği iddiasının yanısıra, iptali istenen
tüzüklerin yasal dayanağının olm adığını ve tüzüklerin AT A ntlaşm ası’mn 249.
m addesine aykırı olduğunu iddia etm işlerdir. ATAD 60. ve 301. maddelerin,
dava konusu tüzükler için yeterli hukuki dayanak oluşturam ayacağını belirttikten
sonra, 308. m addede belirtilen koşulların gerçekleşip gerçekleşm ediğini
tartışm ıştır. Yani A ntlaşm a’da başka herhangi bir hüküm bulunm am ası
nedeniyle. Topluluğun am açlarını gerçekleştirm ek için gerekli önlem leri
alabilm ek için bu m addeye dayanılarak işlem tesis edilip edilem eyeceği
hususunu ele alm ıştır. A TA D ’a göre 308. m adde Avrupa Topluluklarının
am açlarına ulaşm ak için alınabilecek tedbirlere dayanak oluşturabilir; oysa
Ortak G üvenlik vc Dış Politika bir AB politikası olup 308. m addenin açık lafzı
gereği bu kapsam daki tedbirlerin dayanağı olam az16. Ancak ATAD 308.
m addedeki Topluluk am acı ile dava konusu tüzüklerle am açlanan terörizm le
mücadele, Osam a bin Ladin, El Kaide ve T aliban’la işbirliği yapan kişi ya da
kuruluşların m alvarlıklarını dondurarak terörizm e katkıda bulunm alarını
engellem e am açlarının gerçekleştirilm esi arasında ilişki kurulabileceğini
belirtm iştir1 . Çünkü herbir üye devletin kendi önlem lerini alm asının beklenm esi
halinde hem üye devletler arasında rekabeti engelleyici farklı tedbirler söz
konusu olabilecek, hem de ortak pazardaki serm aye ve mal akışı sekteye
uğrayabilecektir. Bu nedenle ATAD tüzükle 308. m adde arasında bir bağlantının
mevcut olup yeterli dayanak oluşturduğuna karar verm iştir18.
Tem yiz başvurusunda El Kadı beş iddiayı dile getirm iştir:
lfl Yasin El Kadı ve Al Barakaat Foundation davaları temyiz aşamasında
birleştirilmiştir: ATAD, C-402/05 P vc C-415/05 P, par. 180-198.
17 C-402/05 P ve C-415/05 P, par. 222.
18 C-402/05 P ve C-415/05 P, par. 230.
-
319-
İlk D crece M ahkem esi (İDM ) BM GK kararlarının 25. madde
uyarınca bağlayıcılığı ile 103. m addede düzenlenen üye devletler açısından
uygulam a önceliğini birbirine karıştırm ıştır,
BM GK kararlarının otomatik olarak üye devletlerin iç hukukuna
aktarılm ası gerektiği anlayışı yanlıştır,
İD M ’nin BM GK kararlarını yargısal denetim e tabi tutma
yetkisinin olm adığı konusundaki görüşü yanlıştır,
ius cogens'e yapılan a tıf da çelişkilidir, çünkü İD M ’nin yargı
yetkisinin olm adığı kabul edildiği takdirde iııs cogens'e dayanılarak yapılan
istisna da temel ilkeyi çürütm ektedir,
B M G K ’nin alınacak tedbirlere karşı bağım sız bir uluslararası
m ahkem eye başvuru hakkı tanım am ış olması, üye devletlerin olgu ve delillerin
saptanm ası ve başvuru yollarının sağlanm ası konusunda iyileştirm eler
yapam ayacağı, bu konuda takdir yetkilerinin olm adığı anlam ına gelemez.
ATAD bu iddialara ilişkin tarafların görüşlerini özetledikten sonra, 278.
paragraftan başlayarak BM hukuku ile Topluluk hukukunun ilişkisine ve lıerbir
düzenin sahip olduğu ya da olması gereken hukuki güvencelerle ilgili görüşünü
açıklam aya başlam ıştır. A T A D ’ın kararının can alıcı noktası da burada
başlam aktadır. M ahkeme ilk olarak, A B ’nin bir hukuk topluluğu olduğunu ve ne
üye devletlerin, ne de Topluluk organlarının işlem lerinin Topluluk
A ntlaşm alarına
uygun
olup
olm adığına
ilişkin
denetim den
m uaf
tutulam ayacaklarını belirtm iştir19. Bunun yanısıra uluslararası antlaşm alar,
Topluluk antlaşm alarında yer alan yetki düzenine ve bu hukuk düzeninin
özerkliğine m üdahale edemez. Ayrıca A TA D bu hukuk düzeninin korunm asıyla
yetkili kılınmış bir organdır ve tem el hak ve özgürlükler de Topluluk hukukunun
genel ilkelerinin ayrılm az bir parçasıdır. Genel ilkelerin belirlenm esinde ATAD
üye devletlerin ortak anayasal geleneklerinden ve üye devletlerin ta ra f olduğu
insan haklarını korum aya yönelik antlaşm alardan yararlanm aktadır. M ahkem e
A vrupa İnsan Hakları Sözleşm esi’nin bu noktada özel bir yeri olduğunu da
vurgulam ıştır20. Geçm iş kararlarında da belirttiği üzere A T A D ’a göre insan
haklarına saygı Topluluk işlem lerinin hukuka uygunluğunun koşuludur ve insan
haklarına saygı ilkesini ihlal eden işlem ler Topluluk tarafından geçerli kabul
edilem ez21. Bu doğrultuda uluslararası bir atlaşm adan doğan yüküm lülüklerin
yerine getirilm esinde de bu ilkeden sapılm ası ve Topluluğun anayasal ilkelerinin
19 C-402/05 P ve C -415/05 P, par. 281.
20 C-402/05 P ve C-415/05 P, par. 283.
21 Gutachten 2/94, par. 34; Rs. Schmidberger, C-l 12/2000, Slg. 2003,1-5659, par.
73 (12.6.2003).
-
320-
ihlal edilmesi söz konusu olam az22. Ancak M ahkem e denetim yetkisinin
Topluluk işlem ine yönelik olduğunu ve uluslararası antlaşm anın bu denetim in
kapsam ına girm ediğini özellikle belirtm iştir. Bu nedenle ius cogens ilkeleriyle
sınırlı olsa dahi BM GK kararlarının ATAD tarafından denetim i söz konusu
olam az23.
Öncelikle AT yetkileri uluslararası hukuk dikkate alınarak kullanılm ak
zorundadır24. Dünya barışının korunm ası ve uluslararası güvenliğin sağlanm ası
konusunda yetkili kılınan Birleşm iş M illetler’in kararlarının uygulanm ası söz
konusu olduğunda da aynı ilkeler geçerlidir. Bu kararların A B ’de
uygulanabilm esi için öncelikle GASP kapsam ında ortak bir karar alınması ve
A T ’nin bir işlem inin gerekli olduğuna karar verilmesi gerekm ektedir. Bu
doğrultuda BM GK kararlarının AT hukukuna uyarlanm ası gerekiyorsa Topluluk
organları kararın am acını, lafzını ve kararda belirtilen temel yüküm lülükleri
gereğince dikkate alm ak zorundadır. ATAD, BM GK kararlarının tiye devletler
tarafından uygulanm asında BM Ş artı’nın belli bir model öngörm ediğini, üye
devletlerin bu kararlan uygularken kendi iç hukuk sistem lerine uygun araçları
kullanm alarına olanak tanındığını belirm iştir25. Bu nedenle BM GK kararlarının
uygulanm asına yönelik olsa da bir Topluluk işlem inin yargı denetimi dışında
tutulm asının Topluluk A ntlaşm ası’nda herhangi bir dayanağı bulunm am aktadır.
Üye
devletlerin
diğer
uluslararası
antlaşm alardan
kaynaklanan
yüküm lülükleriyle AT A n tlaşm asın d an kaynaklanan yüküm lülüklerinin
çatışm ası halini düzenleyen 307. maddenin, Topluluğun tem elini oluşturan
ilkelerin sorgulanm asına, özellikle tem el hakların korunması vc Topluluk
işlem lerinin bu haklarla bağdaşıp bağdaşm adığına ilişkin yargı denetim inin
yapılm asına bir istisna getirem eyeceği belirtilm iştir. M adde 300/V H ’ye göre, bu
m addeye uygun olarak im zalanan uluslararası antlaşm alar üye devletler ve AT
için bağlayıcıdır. Bu bağlayıcılık BM Ş artı’na uygulanacak olursa, BM Şartı
ikincil hukuk norm ları karşısında önceliğe sahiptir26; ancak bu öncelik birincil
22 C-402/05 P ve C-415/05 P, par. 285.
J3 C-402/05 P ve C-415/05 P, par. 286 vd.
24 C-402/05 P vc C-415/05 P, par. 291 vd. Bu doğrultuda Mahkeme’nin geçmiş
içtihatlarından bkz. Rs. Poulsen ve Diva Navigation, C-286/90, Slg. 1992,1-6019, par. 9;
Rs. Racke, C -162/96 (16.06.1998), par. 45; Rs. Kommission/Rat, C-91/05, par. 65
(20.05.2008).
25 C-402/05 P ve C-415/05 P, par. 296 vc 298.
26 Bkz. Rs. Intertanko, C-308/06, par. 42 (3.6.2008).
-321
-
hukuk norm ları ve Topluluk hukukunun tem el ilkeleri27 karşısında söz konusu
değildir28. N itekim m adde 300/V I’da A T A D ’ın görüşüne başvurularak bir
uluslararası antlaşm anın AT A ntlaşm ası'na aykırı olduğuna karar verilirse, bu
antlaşm anın yürürlüğe girm esinin m üm kün olm adığı açıkça düzenlenm iştir.
ATAD
kendi denetim yetkisini, Topluluğun hukuk düzeninin
özerkliğinden çıkartm aktadır. Dava konusu tüzük de bu hukuk düzeninin bir
parçası olduğu için M ahkem e bu işlem in temel hak ve özgürlüklere uygun olup
olm adığını denetlem e yetkisine sahip dem ektir29. M ahkem e’ye göre, BM
nezdinde başvuru ve denetim m ekanizm aları öngörülm üş ve bunlar davacıların
başvuruları incelenirken iyileştirilm iş olsa da, yargısal bir denetim in
güvencelerine sahip olm adığından, AB düzeyindeki yargısal denetim daha da
önem kazanm aktadır. M ahkem e ayrıca K om ite’ye yapılan listeden çıkartılm a
başvurusundan sonra gerçekleşen prosedürün devletlerarası ve diplom atik bir
doğası olduğunu, Kom ite üyesi devletlerin oybirliğine ihtiyaç duyulduğunu,
bireylerin haklarını korum ak ve savunm ak için herhangi bir hukuki araca sahip
olm adıklarını, ancak vatandaşı oldukları ya da ikam et ettikleri devletin görüş
bildirm e yetkisi bulunduğunu vurgulayıp yargısal korum anın eksik unsurlarına
dikkat çekm iştir. Bunun yanında listede adı geçen bireylere listeye alınm alarına
sebep olan olgu ve delillerin gösterilm esi ve bildirilm esi zorunlu olm adığından
ATAD, AB düzlem indeki yargısal denetim in daha da büyük önem taşıdığını
vurgulam aktadır30. Ancak M ahkem e terörizm le m ücadele çerçevesinde alınan
önlem lerin etkili, ilgililer açısından ise “ sürpriz” olabilmesi için, ilk kez listeye
alınm a
öncesinde
bildirim de
bulunm a
yüküm lülüğünün
Y aptırım lar
K om itesi’nden beklenem eyeceğini de ayrıca belirtm iştir31.
BM hukuku ile Topluluk hukuku ve her iki düzlem in işlem leri arasındaki
ilişkiyi “çoğulcu” (pluralist ) (BÜRCA, 2009: 857 vd.; N O LLK A EM PER, 2009:
27 Genel ilkeler normatif olarak Antlaşmalarda çok kısa biçimde düzenlenmiş
olup (örneğin, AB Antlaşması’mn 6/1 maddesinde sayılan ve AB’nin temel unsurlarını
oluşturan özgürlük, demokrasi, insan hakları ile temel hak ve özgürlüklere ve hukuk
devleti ilkesine saygı ya da 6/II maddesinde belirtiidiği gibi, AÎHS’de sayılan temel
haklar ile üye devletlerin anayasalarında ortak olan değerler) bu konudaki geniş içtihat
ATAD
tarafından
geliştirilmiştir.
Kapsamlı
bir
araştırma
için
bkz.
BERNITZ/NERGELIUS/GARDENER, 2008.
28 C-402/05 P ve C -415/05 P, par. 304 vd 308.
29 C-402/05 P ve C-415/05 P, par. 317.
30 C-402/05 P ve C-415/05 P, par. 323 vd.
31 C-402/05 P ve C -415/05 P, par. 338 vd. Aynı doğrultuda başka bir karar içiıı
bkz. Rs. Möllendorf-Niehuss, C-l 17/06, par. 63.
- 322 -
867 vd.) hukuk düzeni anlayışı çerçevesinde değerlendiren ATAD davadaki
talepleri değerlendirm eye geçm iştir. M ahkeme öncelikle Topluluk üyesi
devletlerin anayasal geleneklerine, A İH S ’nin 6. ve 13. m addesi ile 7 Aralık 2000
tarihinde N icc’te deklare edilen A vrupa Tem el H aklar Ş artı’nın 47. m addesine
dayanarak, etkili yargısal korum aya sahip olm anın, Topluluk hukukunun temel
ilkelerinden birisi olduğunun A T A D ’ın yerleşik içtihatlarında kabul edildiğini
dile getirm iştir. Davacıların bu haklarının da dava konusu tüzüklerde yeterince
güvence altına alınm adığına karar verm iştir32.
A ncak terörizm le m ücadele ile tem el hak ve özgürlüklerin korunm ası
dengesinde ATAD Avrupa İnsan H akları M ahkem esi’nin Chahal k ararına’3
atıfla güvenlik ve gizlilik esası ihlal edilm eksizin, m ahkem elerin görevinin
uygun tekniklerle bireylere etkili usuli güvence sağlam ak olduğunu ve bu iki
hukuki değer arasında bir denge kurulm ası gerektiğini v u rg u lam ıştır4.
M ahkem e, AB B akanlar Konseyi dava konusu 467/2001 tüzüğünü değiştiren
K om isyonun 2062/2001 ve 2199/2001 tüzüklerinin yayınlanm asından sonra,
davacılara haklarındaki iddialar ve deliller hakkında bilgi verilm ediğini,
kendilerine savunm a hakkı tanınm adığını belirtm ektedir. Bunun sonucunda
davacılar kendileri hakkındaki iddialara bir m ahkem e önünde cevap verm e ve
kendilerini savunm a hakkından m ahrum bırakılm ışlardır3*.
El K adı’nın, m ülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası ise ATAD tarafından
kabul edilm em iştir. G erek kendi içtihatları, gerekse A İH M ’nin içtihatları
doğrultusunda M ahkeme, m ülkiyet hakkının sınırsız olm adığını, kam u yararı
gerekçesiyle, hedeflenen am açla sınırlam a arasındaki ölçülülük ilkesi ihlal
edilm ediği ve hakkın özüne m üdahale edilm ediği oranda sınırlam anın mümkün
olduğunu belirtm ektedir’6. Bu sebeple El K a d ı’nın m ülkiyet hakkının ölçülülük
ilkesi çerçevesinde sınırlandığı kabul edilm ekle birlikte M ahkeme, listeye
alınm a kararm a karşı etkili başvuru yolları öngörülm ediği için tüzüğün
davacılarla ilgili kısm ının iptaline karar vermiştir. Ancak giderilem ez zararların
doğm asını engellem ek ve tüzüğün am acını tam am en ortadan kaldırm am ak için,
kararın açıklanm asından başlayarak en geç üç ay içinde B akanlar K onscyi’nin
kararda sözü edilen ihlalleri giderecek biçim de tüzüğü yeniden düzenlem esine
32 C-402/05 P ve C-415/05 P, par. 334 vd.; Ayrıca bkz. Rs. Unibet, C-432-05,
Slg. 2007,1-2271 par. 37.
33 ECHR judgement, Chahal v. UK, Nr. 70/1995/576/662 (15.11.1996), par. 131.
34 C-402/05 P vc C-415/05 P, par. 344.
35 C-402/05 P ve C-415/05 P, par. 348 vd.
36 C-402/05 P ve C-415/05 P, par. 355 vd.
-323-
vc o zam ana dek tüzüğün davacılar için dc yürürlükte kalm asına karar
verilm iştir37.
Bunun üzerine Kom isyon, 881/2002 sayılı tüzüğün 7. m addesinin birinci
fıkrasıyla BM G K kararları doğrultusunda tedbir alınacak kişilerin adlarına
ilişkin listeyi değiştirm eye yetkili kılınan organ olarak, 2 Aralık 2008 tarihli AB
Resmi G azetesinde yayınlanan 1190/2008 sayılı tüzüğü çıkarm ıştır38. Tüzüğün
giriş bölüm ünün üçüncü paragrafında davacılara listeye alınm a sebepleri
hakkında bilgi verildiği ve kendilerine bu bilgiler ışığında savunm a hakkı
tanındığı belirtilm ektedir. Aynı tüzüğün altıncı ve yedinci paragrafında
davacılardan El Kadı ve Al B arakaat V akfı’ndan gelen açıklam a ve bilgiler
doğrultusunda K om isyon’un, adı geçen gerçek vc tüzelkişinin tüzüğe ekli listede
adlarının yer alm asının uygun olacağı kanaatine vardığı belirtilerek, aynı
tüzüğün ekinde bu kişilerin adlarına yer verilm iştir.
K om isyon bu tarihten sonra altı tane daha tüzük değişikliği39 yaparak
m alvarlığı dondurulacak kişilerin listesine eklem eler yapm ıştır. Bu tüzüklerden
ilkinde, ATAD kararında belirtilen güvencelere ve buna uygun prosedüre
herhangi bir a tıf olm am akla birlikte, 23 Aralık 2008 tarihli Resmi G azetc’de
yayınlanan tüzükten başlayarak tüzük m etninde, Y aptırım lar K om itesi’nin
listede yaptığı değişiklik doğrultusunda A B ’nin ilan ettiği listenin dc
değiştirildiği, K om ite’nin değişiklik gerekçelerinin AB K om isyonu’na
bildirildiği, ilgililerin K om isyon’a başvurm aları halinde kendilerinin sebepler
hakkında bilgilendirilip bu iddialara cevap hakkı tanınacağı ve yapacakları
savunm alar ışığında tüzüğün tekrar gözden geçirilebileceği belirtilm ektedir.
Böylelikle A T A D ’ın kararında dile getirilen hukuki güvenceleri ilgililere tanıyan
bir prosedür izlenm iş ve Topluluk hukukunun tem el ilkeleri güvence altına
alınm ış olm aktadır.
III. Türkiye’de BMGK Kararlarının Uygulanması
1363/2001 nolu BM GK kararının 8. m addesi, kararların doğrudan
doğruya uygulanabilirliği sözkonusıı olm adığı için üye devletleri, BM GK
37 C-402/05 P ve C-415/05 P, par. 369 vd. ile 376.
38 ABI. L 322/25 (2.12.2008).
39 Sırasıyla bkz. VO 1314/2008 (ABI. L 344/64, 20.12.2008); VO 1330/2008
(ABI. L 345/60, 23.12.2008); VO 184/2009 (ABI. L 63/11, 7.3.2009); VO 265/2009
(ABI. L 89/6, 1.4.2009); VO 344/2009 (ABI. 105/3, 25.4.2009); VO 490/2009 (ABI. L
148/12, 11.6.2009).
kararlarının ve özellikle 2. m addede belirtilen tedbirlerin en kısa zamanda
uygulanm asını sağlayacak yasal ve idari düzenlem eleri yapm aya, mevcut
düzenlem eleri ise gözden geçirm eye davet etm ektedir. Aynı ifadeler 1390/2002
nolu kararın 8. m addesinde de tekrarlanm aktadır.
Danıştay Onuncu Dairesi ile D anıştay İdari Dava Dairelerinin iki kararı,
İDM ile ATAD kararları arasındaki yaklaşım farkından çok daha büyük bir
keskinlik gösterm ektedir. Aşağıda öncelikle dava konusu özetlenip bu iki kararın
temel yaklaşımı ve gerekçeleri açıklandıktan sonra, her iki karardaki hukuki
argüm anların BM GK kararları ışığında bir değerlendirm esi yapılacaktır.
a) Danıştay Onuncu Dairesi’nin Kararı4"
B akanlar K urulu’nun 2001/3483 sayılı ve 22.12.2001 tarihli kararıyla41
davacı Yasin El K adı’nın T ürkiye’de bulunan bankalar ve diğer mali kurum lar
ile gerçek vc tüzelkişiler nezdindeki kiralık kasa m evcutları da dahil olmak
üzere, tüm hak ve alacakları ile m alvarlıklarının dondurulm asına vc bu
m alvarlıkları ile ilgili her türlü işlemin M aliye B akanlığı’nın iznine
bağlanm asına karar verilm iştir. Davacı, herhangi bir yargı kararı olm aksızın ve
suçlu olduğu tesbit edilm eksizin hakkında karar verildiği ve B akanlar Kurulu
kararının süresi belirsiz olduğu için bu idari karar hakkında iptal davası açmıştır.
Davalı
kurum lar Başbakanlık,
Dışişleri
Bakanlığı
ve
M aliye
B akanlığı’dır. Yapılan savunm ada BM Ş artı’nın ve BM GK kararlarının Türkiye
için bağlayıcı olduğu ve T ürkiye’nin 1267/1999, 1333/2000 ve 1373/2001 sayılı
BM GK kararları doğrultusunda karar aldığı belirtilm iştir.
Davanın gelişim sürecinde, BM GK kararı uyarınca oluşturulan
Y aptırım lar K om itesi’nin listesi yayınlandıktan sonra M aliye Bakanlığı, teröre
kaynak sağlayan kişi ve organizasyonlar hakkında araştırm a ve inceleme
yapm ak üzere bir m üfettiş görevlendirm iştir. Görevlendirilen m üfettiş 9.11.2001
tarihli bir yazı ile davacı El K ad ı’nın, kara para aklam a faaliyeti içinde olduğu
konusunda ciddi em arelere rastlanıldığını belirterek her türlü mal, hak vc
alacaklarına 4208 sayılı Kanunun 9 uncu m addesi42 uyarınca tedbir
40 E. 2002/984, K. 2006/4795, karar tarihi: 4 Temmuz 2006.
41 Resmi Gazete 30.12.2001 (mükerrer).
4208 sayılı Karapanaın Aklanmasının Önlenmesine İlişkin Kanunun 9 uncu
maddesi:
Tedbir Konulması
-
325-
konulm asının uygun olacağı sonucuna ulaşıldığını M aliye Bakanlığı Mali
Suçları A raştırm a Kurulu B aşkanlığı’na (M A SA K ) bildirm iştir. M ASAK ise bu
m üfettiş raporu üzerine ekinde herhangi bir belge içermeyen bir yazıyla İstanbul
C um huriyet B aşsavcılığına, 4208 sayılı K anunun 9. m addesi uyarınca tedbir
alınm ası talebiyle başvurm uştur. Talebi inceleyen İstanbul 4. Sulh Ceza
M ahkemesi ise “ tedbir talebine herhangi bir delil ve belge eklenm ediğinden
talebin reddine” usulden karar vermiştir.
Görüldüğü üzere Sulh Ceza M ahkemesi, adı geçen K anunun 9. m addesine
uygun olarak delillere bakarak karar vermesi gerektiğinden, kanuna uygun bir
karar vermiştir. Savcılığın bu durum da yapm ası gereken şey, gerekirse “ gizlidir”
ibaresiyle, davacı hakkında tedbir alınm asını gerektirecek belgeleri talep
yazısına ekleyerek m ahkem eye sunm ak olm alıydı. Oysaki ne savcılık, ne dc
M ASAK m ahkem enin bu red gerekçesinden sonra harekete geçm em iş, talep
edilen delilleri m ahkem eye sunm am ıştır. M ahkem enin red kararından sonra
Dışişleri Bakanlığı 21.11.2001 tarihli bir yazıyla, M ASAK ve M İT ’ten edinilen
bilgiler doğrultusunda Yasin El K adı’nın m alvarlıklarının dondurulm ası için bir
Bakanlar Kurulu kararnam esinin çıkarılm asının uygun olacağını belirten
görüşünü B akanlar K urulu’na iletm iştir43.
Danıştay tetkik hakimi görüşünde, BM Şartı ve BM GK kararları Türkiye
açısından bağlayıcı olm akla birlikte, Şartın 25. m addesinin Konsey kararlarının
uygulanm a biçim ini düzeıılem eyip bu konuyu iç hukuka bıraktığını belirtm iştir.
Kaıaparanın aklanmasına yönelik ciddi emarelerin varlığı halinde, bankalar ve
banka dışı mali kurumlar ile diğer gerçek ve tüzel kişiler nezdindeki kiralık kasa
mevcutlan da dahil olmak üzere hak ve alacakların dondurulmasına, tasarruf yetkisinin
tamamen veya kısmen kaldırılmasına; mal, kıymetli evrak, nakit ve diğer değererin
zaptına, bunların bir tevdi mahalline yatırılmasına ve hak ve alacaklar üzerinde diğer
tedbirlerin konulmasına hazırlık tahkikatı sırasında sulh ceza hakim i; yargılama
sırasında ise mahkeme tarafından karar verilebilir.
Tedbire ilişkin talepler, evrak üzerinden yapılacak inceleme sonucu derhal ve
nihayet 24 saat içerisinde sonuçlandırılır.
Gecikmesinde sakınca görülen hallerde cumhuriyet savcıları da hak ve
alacakların dondurulmasına karar verebilir. Cumhuriyet savcılığı bu kararı en geç 24 saat
içinde sulh ceza hakimine bildirir. Hakim en geç 24 saat içinde onaylanıp
onaylanmamasına karar verir, onaylanmama halinde, cumhuriyet savcılığının kararı
hükümsüz kalır.
43
Yasin El Kadı ile ilgili kapsamlı bir araştırmacı gazetecilik örneği için Bkz.
ŞENER, 2006).
-
326-
Bu nedenle de iç hukukum uzda anayasal ve yasal düzenlem eler yapılması
gerektiğini belirtm iştir. Bu tedbirler arasında BM GK 1373/2001 kararının 3.
m addesinin d) bendinde belirtildiği üzere 9 Aralık 1999 tarihli Terörizm in
Finansm anının Ö nlenm esine Dair U luslararası Sözleşm e44 de dahil olm ak üzere
terörizm e ilişkin sözleşm e ve protokollere ta ra f olunm asının vc ülkelerin
karşılıklı anlaşm alar yoluyla işbirliğini geliştirm elerinin istendiği belirtilm iştir.
Tetkik hakimi yiııe o dönem de yürürlükte olan 4208 sayılı Karapanın
A klanm asının Ö nlenm esine Dair K anun ile 4422 sayılı Ç ıkar Amaçlı Suç
Ö rgütleriyle M ücadele Kanunu kapsam ında sözü edilen Konsey kararlarının iç
hukukta uygulanm asını sağlayacak tedbirlerin alındığını, bu doğrultuda
başvurulan Ceza M ahkem esi’ne gerekli bilgi ve belgelerin sunulm ası gerektiğini
vurgulam ıştır.
D anıştay savcısı ise BM GK kararlarının A nayasanın 90. m addesi uyarınca
kanun hükm ünde olduğunu, bu nedenle Güvenlik K onseyi’nin 1267/1999,
1333/2000 ve 1373/2001 kararlarının uygulanm ası için ayrıca bir işleme gerek
olm ayıp davacının m alvarlıklarının dondurulm ası için T ürkiye’de ayrıca bir
takibat yapılm asına ya da kesinleşm iş yargı kararı bulunm asına gerek olm adığı
yönünde görüş bildirm iştir.
O nuncu D aire kararının en önem li yönü, BM GK kararlarının bağlayıcılığı
ve bıınun gerçekleştirilm e biçimi konusundaki tesbitinde yer alm aktadır.
M alıkem c’ye göre, “ B irleşm iş M illetler A ndlaşm asınm 25 inci m addesinde yer
alan G üvenlik Konseyi K ararlarının üye ülkelerce uygulanacağı şeklindeki
hükm ün, K onsey kararlarının uygulanm a biçim ini düzenlem eyip, bu konuyu iç
hukuka bırakm ış olm ası karşısında, Güvenlik Konseyi K ararlarının iç
hukukum uz çerçevesinde Anayasa ve yasal düzenlem eler doğrultusunda
uygulanacağı açıktır” . M ahkeme, bu doğrultuda 1373/2001 nolıı kararın 3.
m addesinin d) ve e) bentlerinde sözü edilen Terörizm in Finansm anının
Önlenm esi Antlaşm asının hüküm lerinin de iç hukuka atıfta bulunduğunu
belirtm ektedir.
Bunun yanında M ahkem e A nayasa’nm 35. m addesindeki mülkiyet
hakkına, 13. ve 16. m addesindeki tem el hak ve özgürlüklerin sın ırla n d ırm a sıy la
ilgili genel hüküm lere atıfla alınabilecek tedbirlerin anayasal çerçevesini de
çizm iştir. M ahkem c’ye göre bu sınırlar çerçevesinde idarenin yasayla yetki
44
Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme, TBMM
tarafından 10.1.2002 tarihinde 4738 sayılı kanunla onaylanması uygun bulunarak,
17.1.2002 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
-
327-
tanınm am asına rağmen m ülkiyet hakkını sınırlandırm ası kaynağını Anayasadan
alm ayan bir devlet yetkisinin kullanılm ası anlam ına gelip A nayasa’nın 6.
maddesini ihlal etm ek anlam ına gelm ektedir. M alıkem e’yc göre BM GK
kararlarının uygulanm ası için gerekli iç hukuk düzenlem esi T ürkiye’de yapılm ış
olup 4208 ve 4422 sayılı kanunlar m alvarlıklarının dondurulm ası tedbiri için
hakim kararını zorunlu kılmıştır. M ahkem e bu doğrultuda, ilgili m ahkem eye
Yasin El Kadı ile ilgili bilgi ve belgelerin iletilm esi gerektiğini, bunun
yapılm ayıp idarenin bir kararıyla m alvarlıklarının dondurulm ası kararının davacı
ile ilgili kısm ının iptali gerektiğine hükm etm iştir.
Karara yazılan tek karşıoy gerekçesi ise, BM GK Y aptırım lar K om itesi’nin
listesinde yer alan isimlerin bir iç hukuk işlem inde tekrarlanm ası ile BMGK
kararlarında alınm ası talep edilen tedbirlerin uygulanm ası arasındaki ilişkinin
değerlendirilm esinde çoğunluk görüşünden ayrılm aktadır. Buna göre, dava
konusu B akanlar Kurulu kararında Y aptırım lar K om itesi’nin sürekli güncellenen
listesindeki isim lerin tekrarlanm asından başka bir şey yapılm am ıştır. Hakim e
göre bu işlem le B M ’nin talep ettiği yaptırım lar da iç hukukum uza aktarılm ış
olmaktadır.
Oysa bu listedeki isim lerle ilgili olarak alınacak tedbirlerin geııcl
çerçevesi BM GK kararlarında çizilm iş olm akla birlikte, üye devletlerden bu
tedbirlerin uygulanm ası için gerekli iç hukuk düzenlem elerinin yapılm ası talep
edilm ektedir. Dolayısıyla tedbirler, isim listesine m ündem iç değildir. Karara
karşıoy yazan hakim in BM GK kararlarının kanun hükm ünde olduğu ve
kararlardaki tedbirlerin uygulanm ası için ayrıca hakim kararına gerek olmadığı
yönündeki görüşü, kanunlardaki belirlilik ilkesinin gereklerini yerine
getirem em ektedir. Çünkü A n a y asam ın 90. m addesinin 5. fıkrasına göre kanun
hükm ünde olup anayasaya aykırılığı ileri sürülem eyeceği kabul edilse bile, ilgili
BM GK kararları alınacak tedbirlerin üye devletlerin iç hukukunda hangi
m akam lar tarafından ve hangi süreyle alınacağına ilişkin herhangi bir hüküm
içerm em ektedir. D olayısıyla bir kanundan beklenen kesinlik ve açıklık bu
kararlarda m evcut değildir ve olam az da. Bu argüm an bir adım ileriye
götürülecek olursa, üye devletlerde her m akam kendisini yetkili görüp alınm ası
gerekli tedbirlerin alınm asını kararlaştırabilecektir.
45
Ulustistü ve ulusal mahkemelerin BM hukukuna üstünlük tanırken, insan
haklarına ilişkin korunması gereken ilkelerle bir denge kıınnası gerektiğine ilişkin bir
argüman için bkz. DE SENA/VITUCCI, 2009: 193 vd.
-328-
b) Danıştay İdari Dava Dairelerinin Kararı46
Danıştay Onuncu D airesi’nin kararının tem yiz aşam ası, El Kadı ile ilgili
alınan ekonom ik tedbirlerin T ürkiye’deki boyutunu hukuki alandan siyasi alana
taşım asıyla özel bir önem arz etm ektedir. Başbakanın danışm anı Cüneyd
Z apsu’nun eski iş ortağı olan vc başbakanın bizzat “param kadar kefilim ” dediği
El Kadı, El K aide ile bağlantılı olduğu konusunda güçlü em areler bulunduğu
gerekçesiyle M ASAK m üfettişi tarafından M aliye B akanlığı’na m alvarlığının
dondurulm ası önerisiyle bir rapora konu olduğu ve ismi BM GK listesinde yer
aldığı halde, İstanbul 4. Sulh Ceza M ahkem esi’nin verdiği usulden red kararına
karşı hiçbir girişim de bulunulm am ış olm ası nedeniyle siyaseten dc tartışılan bir
vaka haline gelm iştir.
İlk hukuki m esele davalı idarenin tem yiz istem inde bulunup daha sonra bu
istemini geri çekm esinde ortaya çıkm ıştır. Davalı idare olarak Başbakanlık,
Dışişleri ve M aliye B akanlığı’ndan sadece ilk ikisi tem yiz talebinde
bulunm uştur. Gazete haberlerine göre başbakan E rdoğan’ın devreye girm esiyle
ilk olarak Başbakanlık, daha sonra ise Dışişleri Bakanlığı tem yizden feragat
talebinde bulunm uşlardır. Tem yizden feragat dilekçesi B aşbakanlık adına
m üsteşar yardım cısı tarafından, Dışişleri Bakanı adına ise hukuk m üşaviri
tarafından im zalanm ıştır. Danıştay İdari Dava Daireleri (DİDD), 4353 sayılı ve
8.1.1943 tarihli “ M uhakcm at Um um M üdürlüğünün Vazifelerine, Devlet
Davalarının Takibi U sullerine ve M erkez vc V ilayetler K adrolarında Bazı
Değişiklikler Y apılm asına Dair Kanun”un 22. m addesinde idari davalarda
tem sile yetkili olan kişinin ilgili bakanlıkların hukuk m üşaviri olm asından
hareketle, önce yetki unsurunu tartışm ıştır. Bir sonraki aşam ada ise 4353 sayılı
kanunda idari davalardan feragatin düzenlenm em iş olm asını, kanunun diğer
hüküm lerini de dikkate alarak tartışm ıştır. DİDD, tem yizden feragatin kabul
edilm em esini gerekçelendirirken, ikili bir yol izlemiş ve birbirinden bağım sız iki
argümanı birlikte değerlendirm iştir.
DİDD bir yandan tem yizden feragat için tem sile yetkili olan hukuk
m üşavirlerinin en üst idari am irden, yani Başbakan ve Dışişleri bakanından açık
yetki alm aları gerektiğini belirtm iş ve som ut olayda bu yetkinin mevcut
olm adığını belirtm iştir. Bunun yanında bazı üyeler ise iç hukukun bir parçası
olan bir uluslararası antlaşm anın gereklerini yerine getirm eye yönelik olan bir
idari işlem e karşı açılan davada tem yizden feragatin, aynı zam anda uluslararası
yüküm lülüklerin ihlali anlam ına gclebileccğini, bu nedenle idareye karşı açılan
46 E. 2006/2824, K. 2007/115 (22.02.2007).
-329-
davalarda kanun yollarının tüketilm esi gerektiği görüşünü belirtm iştir.
Açıklanan nedenlerle tem yizden feragat talepleri dikkate alınm ayarak tem yiz
incelem esine esastan geçilmiştir.
M ahkeme, dava konusu B akanlar Kurulu kararının BM G K Y aptırım lar
K om itesi'nin hazırladığı listenin tekrarından ibaret olduğunu, bunun dışında bir
tasarrufunun
bulunm adığını,
böylelikle
yaptırım ların
iç
hukukum uza
aktarılm asının sağlandığını belirtm ektedir. M ahkeme B M G K kararlarının hukuki
niteliğini BM Şartı, A nayasa ve konuyla ilgili yasalar ışığında değerlendirm eye
çalışm ıştır. Buna göre BM Ş a rtfn ın 2. m addesinin 7. fıkrası ile VII. Bölüm de
yer alan zorlayıcı önlem lerin üye devletler tarafından uygulanm ası yüküm lülüğü,
BM GK kararlarının bağlayıcılığını ortaya koym aktadır. M ahkem e bu noktada
üye devletlerin iç hukukuyla ilgili olarak Ş art’ta öngörülm eyen bir önerm eyi dile
getirm ekte ve “ üye ülkelerin üstlendikleri bu yüküm lülüğü yerine getirm ek için
iç hukuklarında ayrıca bir yasal düzenlem e yapm alarına gerek yoktur” ifadesini
kullanm aktadır. Oysa bu cüm lenin hem en ardından, B akanlar K urulu’na düşen
görevin, atacağı bir karar ile (yani bir iç hukuk işlemi ile) B M G K 'nin aldığı
zorlayıcı önlem leri Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yürürlüğe koymak ve
uygulanır hale getirmek olduğu belirtilm ektedir. D olayısıyla birbirini takip eden
iki cüm le arasında m utlak bir çelişki sözkonusudur. Bunun da ötesinde
M ahkeme, herhangi bir gerekçe gösterm eksizin bu konuda yetkili organın
Bakanlar Kurulu olduğu düşüncesindedir “ ...Bakanlar Kurulunun yetkili
olduğunun kabulü gerekm ektedir” . Bu çelişkili ifadeleri m üteakip M ahkem e, iç
hukuktaki 4422 ve 4208 sayılı kanunlarda öngörülen hakim güvencesinin
BM GK kararları için gerekli (abç) olm adığım , am a elbette idari bir işlem olan
Bakanlar Kurulu kararına karşı idari yargı yolunun açık olduğunu belirterek,
idarenin tem yiz talebini kabul etmiştir. 10. D aire’nin aldığı m alvarlığının
dondurulm ası tedbirinin kaldırılm ası kararı bozularak dosya adı geçen daireye
gönderilm iştir. Bu karar sonrasında El K adı’nın T ürkiye’deki m alvarlığının
dondurulm ası tedbiri tekrar uygulanm aya başlanmıştır.
c) Değerlendirme
B M G K ’nin 1363/2001 (md. 8), 1390/2002 (md. 8), 1455/2003 (md. 5) ve
1526/2004 (md. 20) kararlarında üye devletlere G üvenlik Konseyi kararlarının
gereklerini yerine getirebilm ek için “gerekli yasal ve idari düzenlem eleri yapm a”
çağrısında
bulunulm aktadır.
Dolayısıyla
BM GK,
kararların
doğrudan
uygulanabilir nitelikte olm adığını, üye devletlerin bu kararların uygulanm asını
sağlam ak am acıyla bir iç hukuk işlemi tesis etm eleri gerektiğini dolaylı biçimde
vurgulam aktadır. Üye devletlerin görevi, BM GK kararlarının uygulanm asını
-330-
sağlayacak m ekanizm aları
geçirm ektir.
iç
hukukun
gerekleri
doğrultusunda
harekete
BM GK
kararlarının
uygulanm ası
için
bir
iç
hukuk
işlemi
gerçekleştirildikten sonra bu işlemin yargısal denetim konusu yapılıp
yapılam ayacağı ya da denetim bloğunun ne olacağı m eselesi, tam am en ilgili
ülkenin iç hukukuna göre karar verilm esini gerektiren bir durum dur. BM
Ş artfn d a ya da genel devletler hukukunda buna ilişkin bir düzenlem e mevcut
değildir. BM Ş a rtfn m 103. m addesi Şart ile üye devletlerin diğer uluslararası
yüküm lülükleri arasındaki önceliği düzenlem ekte, iç hukuktaki hiyerarşi üzerine
bir kural içerm em ektedir. Yine Viyana Sözleşm esi’nin 27. m addesi de BM GK
kararlarının yerine getirilm em esinde iç hukukun gerekçe gösterilem eyeceğini
belirtm ekle yetinm ektedir. Bu da yalnızca BM G K kararlarının uygulanm asının
zorunlu olduğunu gösterm ekte, ancak bunun biçimi konusunda herhangi bir
kural içerm em ektedir. A nayasa’nm 90. maddesi de yalnızca usulüne göre
yürürlüğe konm uş antlaşm aların anayasaya aykırılığının ileri sürülem eyeceğini
belirtirken, bunların kanun hükm ünde olduğunu belirtm iştir.
Türkiye’nin BM Daim i T em silcisi’nin B M G K ’yc 16 N isan 2003 tarihinde
sunduğu rapor47 da, BM GK kararlarının doğrudan uygulanm a niteliğine sahip
olm adığını doğrulam aktadır. Bu rapor, BM tarafından hazırlanm ış standart
soruların yazılı olarak yanıtlanm asından ibarettir. BM GK kararlarının üye
devletlerde doğrudan etkisinin olm adığını ve üye devletlerin bu kararları iç
hukuklarına aktarm aları gerektiğini, soruların formüle ediliş biçim inden
çıkartm ak müm kündür. Konsolide listeyle ilgili ikinci soruda, T ürkiye’nin
1267/1999 nolu BM GK kararını hukuk sistem ine ve idari yapısına nasıl entegre
ettiği, sekizinci soruda iç hukuka göre terörizm le m ücadele kapsam ında başka
hangi tür önlem lerin alındığı, dokuzuncu soruda ise anılan BMGK kararındaki
m alvarlıklarının dondurulm ası tedbirinin uygulanm ası için nasıl bir yasal
düzenlem e yapıldığı, m evcut yasal çerçevede bu kararın uygulanm asını
zorlaştıracak düzenlem elerin m evcut olup olm adığı sorulm aktadır. Görüldüğü
gibi, BM kararlarının üye devletlerde doğrudan doğruya uygulanabilir nitelikte
olm adığı bu sorularda ve verilen yanıtlarda açıkça ifadesini bulm aktadır.
Bunun yanında uluslararası hukuk literatüründe El Kadı ile ilgili olarak
BM, AB vc T ürkiye’deki hukuki tartışm alardan öncc de BM GK kararlarının
47 United Nations Security Council, S/AC.37/2006/(1455)/6: “Note Verbale dated
16 April 2003 from the Permanent Representative of Turkey to the United Nations
addressed to the Chairman of the Committee”.
-331
-
doğrudan etkisi tartışılm ış ve kararlar bağlayıcı olm akla birlikte, muhatapları
üye devletler olduğu için iç hukukta doğrudan uygulanabilir nitelikte olm adıkları
hususunda ağırlıklı bir görüş oluşm uştur48. Uluslararası hukukun en tem el
başvuru eseri olan Encyclopedia o f Public International Law (E P IL )’da
Birleşmiş M illetler m addesini yazan Frowein, m eseleyi çok güzel vc sade bir
biçim de özetlem iştir. Buna göre BM kararları doğrudan üye devletlere
yöneliktir. Eğer bir BM kararıyla yüküm lülük altına sokulan devlet bu kararın
gereklerini yerine getirm ezse, bu uluslararası hukukun ihlali anlam ına gelse de,
o devletin m ahkem eleri iç hukuku uygulam ak zorundadırlar. Dolayısıyla ister
BM Ş artı’mn 25. m addesine, isterse başka bir m addesine dayansın, BM
kararlarının üye devletlerde uygulanabilm esi için bir iç hukuk işlem ine ihtiyaç
duyulm aktadır.
Bunun yanında vurgulanm ası gereken bir diğer husus ise, bütün BMGK
kararlarının otom atik olarak bağlayıcı nitelik taşım adığıdır. Sadecc tavsiye
niteliğinde olan kararlar olabileceği gibi, em redici hüküm ler içeren kararlar da
olabilir. D olayısıyla genel bir formül yerine, kararın lafzının dikkate alınm ası
gerekm ektedir49.
Üye devletlerin BM GK kararlarını uygularken bağlı oldukları hukuk
norm larının ve ilkelerinin ne olduğu yine B M G K ’nin 1456/2003 nolu kararının
6. m addesinde belirtilm iştir. Buna göre, üye devletler terörizm le m ücadele
kapsam ında
aldıkları
tedbirlerin
uluslararası
hukuktan
kaynaklanan
yüküm lülükleriyle - som ut olarak insan hakları, m ülteci hakları ve insancıl
hukukla - uyum içinde olm asını güvence altına alm ak zorundadırlar. BMGK
kararlarının bağlayıcılığıyla çelişm eyen bu hükm ün, bütün BM sistemi dikkate
alınarak değerlendirilm esi gerekm ektedir. Bu durum da Türkiye açısından, taraf
olunan insan haklarına ilişkin bütün antlaşm alar, A vrupa İnsan Hakları
M ahkem esi’nin içtihatları, Avrupa K onseyi’nin ilke kararları vb. norm lar, bu
yüküm lülüklerin yerine getirilm esi am acına yönelik tedbirlerin m inim um
standardını oluşturm ak zorundadır.
48 Bkz. FROWEIN, 2000: 1036; SCHREUER, 1993: 467; KLEIN, 2004: 268;
OOSTHUIZEN, 1999: 549 vd.; RE1NISCH, 2001: 851 vd.
49 Bkz. FROWEIN, 2000: 1035.
-332-
SONUÇ YERİNE: Hukuk Devleti Terörizmle Mücadeleye
Engel mi?
Uluslararası örgütlerin eylem vc işlem lerinden doğan zararlara karşı
başvurulabilecek bir mercii genellikle m evcut değildir. Bu durum un tem elinde
yatan varsayım , uluslararası örgütlerin bireyleri doğrudan doğruya etkileyecek
gücc/kapasiteye sahip olm am alarıdır. Devletler arasında yapılan uluslararası
antlaşm aların ve bu çerçevede alınan kararların ulusal ya da ulusaltı düzeyde
uygulanm asının ta ra f devletlere bırakıldığı, dolayısıyla sorum luluğun tara f
devletlerin sahip oldukları korum a m ekanizm aları kapsam ında üstlenildiği kabul
edilm ektedir (krş. SCH REU ER, 1993: 447 vd.). Ancak son yıllarda B M ’nin
terörizm le m ücadele kapsam ında başvurduğu araçlar (Terörizm le M ücadele
Kom itesi ya da Y aptırım lar K om itesi gibi) vc bu bağlam da G üvenlik
K onseyi’nin aldığı kararlar, bu varsayım ı çürütm ektedir. BM düzeyinde alınan
kararlar üye devletler tarafından uygulanm aktadır, ancak bu uygulam adan doğan
zararlardan tek başına üye devletlerin sorum lu olduğunu söylem ek doğru
değildir. Çünkü teröristlerin listesini ilan eden G üvenlik K onseyi’nin yanlış
isimleri listeye alm ış olm asından devletler sorum lu tutulam am alı, hatta
devletlere bu türden hatalara karşı BM A n tlaşm asfn ın 103. m addesinden
kaynaklanan yüküm lülükleriyle, bireylerin temel hak vc özgürlüklerini
koruyarak devletin sorum luluğunu yerine getirm esine olanak tanıyacak araçların
varlığı tanınm alıdır (aynı doğrultuda bkz. BÜRCA, 2008: 9; RE1NISCH, 2001:
851 vd.).
BM A nlaşm asının VII. Bölümündeki 103. m adde BM kararlarının
önceliğini düzenlem ektedir. El Kadı kararındaki temel mesele, yerel
m ahkem elerin (AB düzeyinde ve ulusal düzeyde) B M G K ’nin bir kararının
incelenmesi talebi karşısında m ahkem enin bu konuda yetkili olup olmadığı
sorusu ve bunu olum lam ası halinde de, bu yetkinin kaynağının ne olduğu,
kararın hangi hukuki değer ya da standartlara dayandırıldığı ile ilgilidir.
AB Birinci Derecc M ahkem esi’nin görüşüne göre uluslararası hukuk
hiyerarşik olarak düzenlenm iş bir hukuk düzeni olup AB de bu düzen içinde
B M ’nin altında yer alır. Buna rağm en M ahkem e ius cogens çerçevesinde BM
işlem lerinin de m inim um standartlara uygun olup olm adığını denetlem e yetkisini
kendisinde görm üştür.
-333-
ATAD ise BM GK işlemini AB hukukuna aktaran normu kontrol ederken,
hiçbir biçim de BM GK işlem inin geçerliliğini denetlem ediğini özellikle
vurgulam ıştır". Buna karşın ATAD, uluslararası hukuku yatay biçim de
algılam akta ve AB hukukunu diğer ulusal ve uluslararası hukuk sistem lerinden
ayrı bir anayasal düzlem olarak ele alm aktadır (BÜRCA, 2008: 34).
Bazı yazarlar, Birinci Derece M ahkem esi’nin yargı yetkisinden bu denli
çekinm esini ve hiyerarşik olarak AB hukukunu BM hukukunun altında
konum landırm asını eleştirm işlerdir51. Bazı yazarlar ise A İH M ’nin Behrami ve
Saramati kararında M ahkem e’nin koşulsuz biçim de BM GK kararlarını
denetlem e yetkisi olm adığı konusundaki görüşünü eleştirerek, M ahkem e’nin
insan haklarının korunması hakkm daki önemli “dinam ik ve evrimsel
karakterini” reddettiğini ve A vrupa düzlem inde insan hakları ihlallerinde
oluşabilecek korum a boşluklarına hoşgörü gösteren bir yaklaşım sergilediğini
belirtm ektedir (M ILANOV1C/PAP1C, 2009: 267 vd.). Sonuçta ATAD BM GK
kararını AB hukukuna uyarlayan tüzüğü adil yargılanm a hakkını (dne process
right) ihlal ettiği gerekçesiyle iptal etm iştir52. Bu karar doğrultusunda BMGK,
1822(2008) (30 H aziran 2008) kararıyla terörist listeleri konusundaki pratiğinde
kiiçiik de olsa bazı iyileştirm eler yapm ıştır.
T ürkiye’de ise Danıştay İdari Dava Daireleri BM GK kararlarının
doğrudan uygulanabilirliğini kabul ederek, herhangi bir iç hukuk işlem ine gerek
olm adığına karar vermiştir. Oysa dava konusu B akanlar K urulu kararının kendisi
ve buna eşlik eden, terörle m ücadelenin önlenm esine ve kara paranın
aklanm asına yönelik yasal düzenlem eler, bunun aksini kanıtlam aktadır. Bunun
yanında BM GK kararlarının doğrudan uygulanabilir nitelikte kabul edilm esi ile
A nayasa’nın 2. m addesindeki hukuk devleti ilkesinin korunm ası arasında hiçbir
bağlantı kurulm am ası ve hukuk devletinin en önemli unsuru olan yargısal
denetim yetkisinin tartışılm am ış olması kararın önem li bir eksikliğidir. Oysa
Türk hukukunda BMGK kararlarının iç hukukta uygulanm asına yönelik çok
sayıda norm atif düzenlem e yapılm ıştır ve bunların ihlali halinde, hukuk devleti
ilkesine uygun biçim de yargısal korum a sağlanm ıştır. Her ne kadar BM GK
Y aptırım lar K om itesi’nin aldığı m alvarlığının dondurulm ası kararlarıyla insan
haklarının korunm ası arasında bir uyuşm azlık görm eyen görüşler mevcut ise de
(LY SEN, 2003: 291 vd.), uluslar arası düzeyde salt diplom atik araçlarla
50 C-402/05 P ve C -415/05 P, par. 286-287.
51 EECKHOUT, 2007: 183 vd.; ALMQVIST, 2008: 303 vd.
52 AB düzeyinde kararın insan hakları perspektifinden değerlendirilmesi için bkz.
ZIEGLER. 2009: 288 vd.
- 334 -
desteklenen bir denetim m ekanizm asının varlığı insan haklarının korunm asında
gerek BM , gerekse A vrupa Konseyi nezdinde bugün gelinen noktadan geri adım
atılması anlam ına gelen her türden tedbirin reddini zorunlu kılm aktadır53.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Siegbert A LBER (2008), “ K urzbesprechung der Schlussanträge des
Generalanw alts Poiares M adııro vom 16.1.2008 in der R echtssache C-402/05 P
(K adi/R at und Kom m ission und vom 23.1.2008 in der R echtssache C -415/05 P
(Al Barakaat International Foundation /Rat und K om m isson)” ( EnZW , 6: 164166)
Jessica A LM Q V IST (2008), “A Hum an Rights C ritique o f European
Judicial Review. C ounter-Terrorism Sanctions” (International and C om parative
Law Quarterly, 57: 303-331)
Kai AM BOS (2006), “Terrorism usbekäm pfung seit dem 11. Septem ber
2001” (Politik und Recht: PVS Sonderheft 36: 416-448)
Roberta A R NOLD (2006), “ Hum an Rights in Tim es o f Terrorism ”
(ZaöRV, 66:297-319)
U lf BERN1TZ, Joakim N ER G ELIU S& Cecelia GA R D EN ER (2008), The
General Principles o f EC Law in a Process o f Development, 2nd Edition
(Alphen aan den Rijn: Kluwer).
Sam antha BESSON (2009), “ European Legal Pluralism after Kadi”
(European Constitutional Law Review, 5: 237-264)
A ndrea BIANCHI (2007), “A ssessing the Effectiveness o f the UN
Security C ouncil’s A nti-terrorism M easures: The Q uest for Legitim acy and
C ohesion” (European Journal o f International Law, 17/5: 881 -919)
53
Bu konuda özellikle BM düzeyindeki insan haklarının korunması
mekanizmalarını ele alan çalışmalar için bkz. KELLER/FISCHER, 2009: 257 vd.;
FEINÂUGLE, 2007: 75 vd.
-
335-
Thom as J. B IER STEK ER & Sue E. EC KERT et al. (2005), “ Consensus
from the Bottom Up? A ssessing the influence o f the sanctions reform processes”
(Peter W allensteen/Carina Staibano (Eds.), International Sanctions içinde,
London: Frank Cass, s. 15-30)
Thom as J. B IER STEK ER & Sue E. EC K ER T et al. (2005), “Targeted
Sanctions ans State Capacity. Tow ards a fram ework for national level
im plem entation” (Peter W allensteen/Carina Staibano (Eds.), International
Sanctions içinde, London: Frank Cass, s. 57-64)
M onica De BOER, Claudia HILLEBRA N D & A ndreas N Ö LK E (2008),
“ Legitim acy Under Pressure: The European W eb o f C ounter-Terrorism
N etw orks” (Journal o f Common Market Studies, 46/1: 101-124)
Raphael B OSSON G (2008), “The Action Plan on C om bating Terrorism :
A Flawed Instrum ent o f EU Security G overnance” (Journal o f Common Market
Studies, 4 6 /1 :2 7 -4 8 )
Michael BOTHE (2008), “ Security C ouncil’s Targeted Sanctions against
Presum ed Terrorist” (Journal o f International Criminal Justice, 6: 541-555)
Ian C A M ERON (2003), “ UN Targeted Sanctions, Legal Safeguards and
the European Convention on Hum an R ights” (Nordic Journal o f International
Law, 72: 159-214)
Ian C A M ERON (2005), “Protecting Legal Rights. On the (in)securityof
targeted sanctions” (Peter W allensteen/Carina Staibano (Eds.), International
Sanctions içinde, London: Frank Cass, s. 181-206)
David C O R TR IG H T & George A. LOPES (2002), “ Introduction:
Assessing Smart Sanctions: Lessons from the 1990s” (D avid C ortright/G eorge
A. Lopez (Eds.), Smart Sanctions. Targeting Economic Statecraft içinde,
Lanham: Row m an& Littlefield Publishers, s. 1-22)
Grâinnc DE BÜRCA (2008), “The EU, the European C ourt o f Justice and
the International Legal O rder after K adi” (Fordham Law Legal Studies Research
Paper No. 1321313 (available at SSRN: http://ssrn.com /abstract= 1321313)
Grâinne DE BÜRCA (2009), “The European Courts and The Security
Council : Between D édoublem ent Fonctionnel and Balancing o f Values: Three
-336-
Replies to Pasquale de Sena and Maria Chiara Vitucci” (European Journal o f
International Law, 20: 853-862)
Pasquale DE SENA & M aria Chiara VITUCCI (2009), “The European
Courts and the Security Council'. Between D édoublem ent Fonctionnel and
Balancing o f Values” (The European Journal o f International Law, 20/1: 193228)
A nthonius W. DE VRIES & H adew ych H A ZELZET (2005), “The EU as
a new A ctor on the Sanctions Scene” (Peter W allensteen/Carina Staibano (Eds.),
International Sanctions içinde, London: Frank Cass, s. 95-107)
Erika DE W ET (2009), “The Role o f European Courts in the
Developm ent o f a Hierarchy o f Norm s within International Law: Evidence o f
C onstitutionalisation?” (European Constitutional Law Review, 5: 284-306)
Christina ECKES (2008), “Judicial Review o f European Anti-Terrorism
M easures - The Yusuf and Kadi Judgem ents o f the C ourt o f First Instance”
(European Law Journal, 14/1: 74-92)
Piet EEC K H O U T (2007), “ Com m unity Terrorism Listings, Fundam ental
Rights, and UN Security Council Resolutions. In Search o f the Rights Fit”
(European Constitutional Law Review, 3: 183-206)
K im berly Ann ELLIO TT (2002), “Analyzing the Effects o f Targeted
Sanctions” (D avid C ortright/G corge A. Lopez (Eds.), Smart Sanctions.
Targeting Economic Statecraft içinde, Lanham : Row m an& Littlefield Publishers,
s. 171-182)
Kim berly Ann ELLIO TT (2005), “Trends in Econom ic Sanctions Policy.
Challenges to conventional w isdom ” (Peter W allensteen/Carina Staibano (Eds.),
International Sanctions içinde, London: Frank Cass, s. 3-14)
Bardo FA SSB EN D ER (2007), “Art. 19 Abs. 4 GG als G arantie
innerstaatlichen
R echtsschutzes
gegen
Individualsanktioncn
des
UNSicherheitsrates” (Archiv des öffentlichen Rechts, 132: 257-286)
Clem ens A.
FEIN Ä U G LE
(2007), “ Die Terroristenlisten des
Sicherheitsrates - Endlich R echtsschutz des Einzelnen gegen die Vereinten
N ationen?” (Zeitschrift fü r Rechtspolitik-. 75-78)
-337-
Jochcn A br.FRO W EIN (2000), “ United Nations (European Public
International Law içinde, Vol. IV, Am sterdam: Elsevier, s. 1029-1043)
Elspeth G U ILD (2008), “The Uses and Abuses o f C ounter-Terrorism
Policies in Europe: The C ase o f the ‘Terrorist L ists’” (Journal o f Common
Market Studies, 46/1: 173-193)
Andreas HARATSCH (2006), “ Die Sb/a/zge-Rechtsprechung des
Europäischen G erichtshofs für M enschenrechte - Das Kooperationsverhältnis
zw ischen EGM R und EuGH
(ZaöRV, 66: 927-947)
Felix HERZOG (2006), “»Terroristische N etzw erke« und para-totalitäres
Strafrechtsdenken (Kritische Vierteljahresschrift: 343-348)
Christian H ILLG RU BER (2007), “ Der Staat des G rundgesetzes - nur
“ bedingt abw ehrbereit”?” (Juristenzeitung-. 209-218)
Saskia HÖRM ANN (2007), “ Die Befugnis der EG zur Um setzung von
Resolutionen des UN-Sicherheitsrates zur B ekäm pfung des internationalen
Terrorism us” (Europarecht l: 120-133)
Angus JO H N STO N (2007), “Thaw ing out? The European Courts and the
Freezing o f Terrorist Assets” (The Cambridge Law Journal: 273-276)
Helen K ELLER & A ndreas FISCH ER (2009), “The UN A nti-terror
Sanctions Regim e Under Pressure” (Human Rights Law Review, 9/2: 257-266)
Eckart KLEIN (2004), “ Die internationalen und die supranationalen
O rganisationen” (W olfgang G ra f Vitzthum (H rsg.), Völkerrecht, 3. Auflage,
Berlin: De Gruyter, s. 245-355)
M arkus KOTZUR (2008), “ Kooperativer G rundrechtsschutz in der
Völkergem einschaft / Z ur Rechtsm ittelentscheidung des EuGH (Große Kamm er)
in den verb. Rsn. Kadi u.a.” (Europäische Grundrechte Zeitschrift, 22-23: 673680)
G öran LYSEN (2003), “Targeted UN Sanctions: Application o f Legal
Sources and Procedural M atters” (Nordic Journal o f International Law, 72: 291 304)
-338-
M ILAN OVIC & PAPIC (2009), “ As Bad as it gets: The European Court
o f H um an R ights’s Behramai and Samarati Decision and G eneral International
Law ” (International and Comparative Law Quarterly, 58: 267-296)
Andre N O LLK A EM PER (2009), “The European Courts and The Security
Council: Three R eplies” (European Journal o f International Law, 20: 862-870)
Gabriel H. O O STH U IZEN (1999), “ Playing the devil’s Advocate: the
United Nations Security Council is Unbound by Law” (Leiden Journal o f
International Law, 12: 549-563)
August REINISCH (2001), “ Developing Human Rights and Hum anitarian
Law A ccountability o f the Security Council for the Im position o f Econom ic
Sanctions” (The American Journal o f International Law, 95/4: 851-872)
Fredrik ROGGAN & Nils BERGEM ANN (2007), “ Die “neue
Sicherheitsarchitektur” der Bundesrepublik D eutschland” (Neue Juristische
Wochenschrift, 13: 876-881)
Hans SCH LARM ANN & Jan-Peter SPIEG EL (2007), “Terror und kein
Ende K onsequenzen der EG -V erordnungen zur Bekäm pfung des
internationalen Terrorism us für in Deutschland tätige U nternehm en” (Neue
Juristische Wochenschrift, 13: 870-875)
Kirsten SCH M A LEN B A C H (2006), “N orm entheorie vs. Terrorism us:
Der Vorrang des U N-Rechts vor EU -Recht” (Juristenzeitung-. 349-353)
C hristoph SCH REU ER (1993), “The W aning o f the Sovereign State:
Towards a New Paradigm for International Law ?” (European Journal o f
International Law, 4: 447-471)
Carina STA IBA N O (2005), “Trends in UN Sanctions. From ad hoc
practice to institutional capacity building” (Peter W allensteen/Carina Staibano
(Eds.), International Sanctions içinde, London: Frank Cass, s. 31-54)
Sebastian
STEIN BARTH
(2006),
“ Individualrechtsschutz
gegen
M aßnahmen der EG zur Bekäm pfung des internationalen Terrorism us. Die
Entscheidungen des EuG in den Rs. “ Y usuf u.a.” sowie “ Kadi” (ZeuS, 2: 269285)
- 339 -
Kendall W. STILES & Adam TH A TN E (2006), “ Com pliance with
International Law. International Law on Terrorism at the U nited N ations”
(iCooperation and Conflict, 41/2: 153-176)
N edim ŞENER (2006), Hayırsever Terrorist, İstanbul: Güncel Yayıncılık.
M aria TZA N O U (2009), “ Case-note on Joined Cases C-402/05 P & C415/05 P Yassin A bdullah Kadi & A1 Barakaat International Foundation v.
Council o f European U nion & C om m ission o f the European C om m unities”
(German Law Journal, 10/2: 123-154)
C hristopher UNSELD (2009), “Der terroristische A usnahm ezustand und
die Brille des Rechts oder: Zw ischenstandsbericht von der Entstaatlichung des
Politischcn” (Humboldt Forum Recht, 5: 74-90)
Curtis A. W ARD (2005), “The C ounter-Terrorism Com m ittee. Its
relevance for im plem enting targeted sanctions” , (Peter W allensteen/Carina
Staibano (Eds.), International Sanctions içinde, London: Frank Cass, s. 167-180)
A ndrew T. W ILLIAM (2009), “Taking Values Seriously: Tow ards a
Philosophy o f EU Law ” (Oxford Journal o f Legal Studies, 29/3: 549-577)
Katja S. ZIEG LER (2009), “ Strengthening the Rule o f Law, but
Fragm enting International Law: The Kadi Decision o f the ECJ from the
Perspective o f Hum an R ights” (Human Rights Law Review, 9/2: 288-305)
-340-
ANAYASA VE İDARE HUKUKU’NDAN
KESİTLER V 11
Prof. Dr. Sait GÜR AN
Anayasa
madde
101;
Cumhurbaşkanının
dokunulmazlığı;
Cumhurbaşkanı ’nın kanunları yayınlaması; vekâleten atama; liyakat sistemi;
TBMM Başkanı ’nın seçimi; Anayasa Mahkemesi’nin “yokluk” anlayışı;
Anayasa madde 13'den doğan bir sorun; Anayasa Mahkemesi'ne göre İdari
Yargı'da ıslah; 1921'den 1924 Anayasasına değişen yerel yönetim amlayışı;
Anayasa Mahkemesi’nin “Hukuk Devleti” kavramının kapsamına katkıları;
Hukuk güvenliği; Blirlilik ve öngörülebilirlik; Kazanılmış haklar; geriye
yürümezlik; ahde vefa; Ceza Yargılama Usulü uygulamasında Hukuk Devleti
sorunları; Yargı Reformu Stratejisi
Anayasa ve İdare H ukuku’ndan K esitler başlığı altında yazdıklarım a1 , bu
defa,
C um hurbaşkanlığı’na ilişkin bir kaç konudan sonra, Anayasa
M alıkem esi’nin 2008 sonları ve 2009’da yayınlanan ve içinde İdare Hukuku
bulunan bazı kararları ve bundan önceki altı çalışm ada olduğu gibi, bazı güncel
olaylar ile devam edeceğim.
CUMHURBAŞKANI GÜL’ÜN GÖREV SÜRESİ
Bu incelem e dizisinin son yazısında (2008:
100), onbirinci
C um hurbaşkanı olarak, G ül’ün,
yedi yıl için göreve geldiğini, beş yıla
inm esinin hangi halde olabileceğini
“ izah etm iş” idim. Demek yeterince
1
Bu başlık altında, daha önce incelediğim konular, sırasıyla, aşağıdaki altı ayrı
yerde yayınlandı: İdare Hukuku ve İlimleri Dergisi Pertev Bilgen’e Armağan (13/1-3);
Yıldızhan Yayla’y a Armağan (İstanbul, 2003a); Ünal Tekinalp ’e Armağan, (İstanbul,
2003b); Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası Özel Hukuk Bülteni, Ergin Nomer’e
Armağan Sayısı (22/2, İstanbul, 2003c); Yavuz Alangoya ’y a Armağan (İstanbul, 2006);
Ali Ülkü Azrak 75. Yaş Armağanı (İstanbul, 2008)
-341
-
anlatam am ışım ki, beş yıl iddiaları süre gelm ekte. Halbuki, G ü l’ün seçim
işlem inin yapıldığı tarihteki m adde 101, diyor ki, “Cumhurbaşkanı, TBMM’nce
... yedi yıllık bir şiire için seçilir.” Bu hükm e göre, seçm e iradesi ve “ birel
işlemi” ile birlikte, TB M M , G ül’ü, hem C um hurbaşkanlığına getirm iştir, hem
de yedi yıl görev yapacaksın demiştir. Böylece, İdare Hukuku deyişi ile, “ Gül,
yedi yıl için C um hurbaşkanlığına getirilm iştir” şeklinde değişm ez, dokunulm az
birel “müesses durum” oluşm uştur. Bu hukuksal durum , ancak, baskın politik,
hukuksal, ekonom ik, siyasal, sosyal ve başka kam u yararı var ise değiştirilebilir.
Bunun için de, TBM M , A nayasa’ya geçici m adde koyar ve Gül, yedi yerine beş
yıl görev yapar. Gerisi, olm ayan bir İdare H ukuku’na göre ahkâm buyurm aktır.
CUMHURBASKANI’NIN DOKUNULMAZLIĞI
C um huriyet A nayasaları, dokunulm azlık konusunu düzenlem ezlik
etmemiş; aksine, ayrıntılı hüküm lere yer verm iştir.
1961 ve 1982
A nayasaları’nda, dokunulm azlığın kaldırılm asına itiraz yolu da açılm ıştır.
Dokunulm azlık, TBM M üyesi olm ayanların bakan atanm ası halinde, bu kişilere
“dahi” tanınm ış (A nayasa 1 12/son) iken; bu durum da, C um hurbaşkanı'nın
dokunulm azlığına ilişkin hüküm bulunm am ası, 24, 61 ve 82 A nayasa
yapıcılarının ve son 25 senedeki T B M M ’nin, yani toplam 65 yıllık yaşamda,
“unutkanlık” ve başkaca benzer bir sebeple açıklanam az. Aksine, hüküm
konulm am ası, “b i l i n e r e k yapılm ış bir düzenlem e” biçim idir. Bu nedenle,
A nayasa’da bir boşluk da yoktur.
Çünkü, mesele, m adde 104'de, B aşlangıç’ta, “Yüce” sıfatı ile nitelenip
tanım lanan TC D evleti’nin başı ve Türk M illeti’nin birliğinin tem silcisi olarak
düşünülen ve de TBM M adına Türk Silâhlı K uvvetleri’nin Başkom utanlığını
temsil eden kim sede, doğal olarak bulunduğu “ v a r s a y ı l a n k i m l ik ”tir.
Aynı kişinin, ayrıca, m illetvekilleri ve H üküm et üyeleri gibi, Parlam ento
çalışm alarına da, açış konuşm ası dışında, herhangi bir katılımı öngörülm em iştir.
Varsayım, bu kim likteki kişinin, kelim e kelim e anlam ıyla da, C um hur’un, yani
U lus’un başının, dokunulm azlığa ihtiyaç gösterecek eylem ler, tutum ve
davranışlar ve de geçm iş içinde olm ayacağı; T B M M 'nin de, aksine bir kişiyi o
yüce makam a getirm eyeceğidir. Bu varsayım a uym ayan bir kişinin TBM M
tarafından C um hurbaşkanı yapılm ası halinde ne olacaktır?
B öyle bir
Cum hurbaşkanı tercihi, A nayasa’nın öngörm ediği ve bu yüzden koruma
-342 -
sağlamadığı bir görevlendirm edir. M evcut yasalar uyarınca işlem yapılacaktır.
Bu yorum un açıklanm aya ihtiyaç gösteren bir yanı olduğu kuşkusuzdur.
Şöyle ki, bu yorum ile A nayasa m adde 105/son ile 148’deki “ vatana ihanet
yargılam ası” nasıl te ’lif edilecektir? Uygun yanıt, şu olacaktır: Bu m addeler, az
önceki genel ceza sorum luluğu içinde “özel ve ayrık bir parantez” olup, eğer
suçlam a bu konuda ise, bunun yetkilisi ve prosedürü m adde 105/sonda yazılı
olandır ve yargılam a da Y üce D ivan’da cereyan edecektir.
C um hurbaşkanı’mn, suç olarak, “ sadece” m adde 105 suçu işleyebileceği
kabul edildiğinde, yanıt bekleyen sorular vardır.
Birincisi, C um hurbaşkam ’nın, gerçekten, başka suçlar işlemesi halinde,
cezai sorum luluk taşım ayacağına ve işlem yapılam ayacağına göre, bu eylem ine
cezai yaptırım uygulanm ayacak; olsa olsa, “ istifa” ile yetini lecektir.
A nayasa’nın öngördüğü bu ise, ancak istifa gerçekleşm ezse, ne olacaktır? Yanıt,
“yapılacak bir şey yok” m udur; yoksa “bu tutumu m adde 105 ihlâlidir” midir,
yoksa başka bir yanıt mı vardır?
Sanırım, en uygun çözüm , m adde 105 suçu dışında kalan suç iddiaları
halinde, soruşturm a, suçlam a işlem leri C .Başsavcılığı tarafından yapılacak,
dava açıldığı takdirde, yargılam a Y argıtay’da cereyan edecek; C:Başsavcılığı
işlemleri ile birlikte,
TBM M B aşkanı’nın geçici vekâleti başlayacaktır. Bu
yorum a “ hayır” diyenlerin, istifayı reddeden C um hurbaşkanı ile yaşamayı kabul
etmeleri veya C um hurbaşkanı’nı da dokunulm azlık zırhı ile kuşandırm ak gibi,
başka bir öneri getirm eleri gerekir.
KANUNLARIN YAYINLANM ASI
TBM M tarafından kabul edilen kanunların yayınlanm ası, 1924 ve 1961 ’de
olduğu gibi, 1982 A nayasast’nda da (Ö ZBU D U N , 2004: 295), D evlet’in başı
olan C um hurbaşkanı’na verilm iştir. Bu işlem ile, kanun, infaz kabiliyetini
Eğer, Cumhurbaşkanı, gerçekten dokunulmazlıktan yararlanmak ihtiyacı
içindeki bir durumda ise, demokratik hukuk devletinde, bunun çözümü “istifa”dır. Eğer,
ortada işlem yapacak bir olay yok iken, Cumhurbaşkanı’nı, sırf dokunulmazlığı yok
diye, kolluk göz altına alabiliyor, savcı dava açabiliyor, yargıç tutuklayabiliyor vs ise,
cümlenin gerisini tamamlamağa gerek yoktur.
-343 -
kazanır, yani, hem Devlet makam ları tarafından icra
edilebilir olurken,
vatandaşlar bakım ından da bağlayıcılık kazanır ve kanunların C um hurbaşkanı
tarafından onaylanm ası, “uygun görülm esi” anlam ım taşır (ARSEL, 1965: 374375). Kuşkusuz, uygunluk, her şeyden önce A nayasa’ya uygunluk ve m adde
104’deki ifade ile, Devlet organlarının düzenli ve uyum lu çalışm ası yönünden
uygunluk anlam ındadır.
C um hurbaşkanının kanunları yayınlam a işleminde ne zam an gerekçeaçıklam a yazacağını Anayasa m adde 89 öngörm üştür. Bu yetki, kendisine,
sadece geri gönderm e işlem inde tanınm ıştır. Yetkinin sebebi, T B M M ’ni, yaptığı
ve geri dönen yasasını, kısm en ya da tam am en ikinci defa görüşm e öncesinde
aydınlatm ak, az önce açıkladığım içerikli uygun bulunm ayan noktalara dikkatini
çekm ek ve giderilerek, “uygun hale” getirilm esini istemektir. Anayasa,
C um hurbaşkanına, m adde 104’deki açış konuşm ası dışında, T B M M ’nin ilerideki
çalışm alarına ilişkin olarak fikir beyan etm esini ve özellikle “ yönlendirm esi” ni,
bir kuvvetler ayrılığı meselesi görm üş ve yasaklam ıştır.
Basından öğreniyoruz ki, Cum hurbaşkanı Gül, askerlerin ve sivillerin
yargılanm ası, adli ve askeri yargı kapsam lı suçlar konularını yeniden düzenleyen
Ceza Kanunu değişikliğine ilişkin 5918 sayılı kanunu onamış; fakat, bir takım
“u y u m su zlu k ların varlığına işaret ederek “tereddütler” in yeni yasalarla
giderilm esini istem iştir. G ül’ün temel tereddütii ve endişesi şudur: Bu yasanın
“uygulanm asında, askerlik hizmeti bakımından d i s i p l i n e ve h ıı k ıı k i
giive n ç e l e r e
ilişkin olarak ortaya çıkm ası muhtem el tereddütleri
giderecek yasal düzenlem elerin de yapılm asında fayda görülm ektedir. ... gerekli
yasal düzenlem elerin i v e d i l i k l e yapılması...''' (Hürriyet , 9 Tem m uz 2009:
27).
“ Belirsizlik” taşıyan bu yazılım ile, Gül, A nayasa’nın hukuk devleti
ilkesine aykırı olan ve bu nedenle onam ayıp T B M M ’ne geri göndermesi gereken
bir yasayı im zalayarak yürürlüğe sokm uş olduğunu açıklam aktadır. G ü l’ün
uyum suzluk ve tereddüt içerikli olduğunu bildiği ve onayında ifade ettiği yasayı
im zalam asına ilişkin bu değerlendirm em iz, A nayasa M ahkem esi’nin, vurguları
tarafım ızdan yapılan, 15 Ocak 2009 tarihli Esas: 2004/70, K: 2009/7 sayılı
kararında şöyle ifade edilm iştir:
“ A nayasa’nın 2. m addesinde düzenlenen hukuk devletinin temel
ilkelerinden biri “belirlilik” tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlem elerin hem kişiler
hem de idare yönünden h e r h a n g i b i r
duraksamaya ve kuşkuya yer
vermeyecek şekilde a ç ı k , n e t , a n l a ş ı l ı r , u y g u l a n a b i l i r ve
nesnel olması, ayrıca kam u otoritelerinin keyfi uygulam alarına karşı koruyucu
-344-
önlem içermesi de gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı
olup birey, yasadan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya
hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığım bilmelidir. Ancak bu
durum da kendisine dlişen yüküm lülükleri öngörebilir ve davranışlarını ayarlar.
Hukuk güvenliği, norm ların öngörülebilir olm asını, bireylerin tüm eylem ve
işlem lerinde devlete güven duyabilm esini, devletin de yasal düzenlemelerde bu
giiven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.” 3
V EKALETEN ATAM ALAR
Sözü C um hurbaşkanlığından açmış iken, bu defa, C um hurbaşkanlığı’nın,
Personel Hukuku en sorunlu olup, en az işlenen konularından biri olan ve kamu
yönetim inin “ liyakat” ilkesine tam uyum isteyen duyarlı noktalarına atam alara
ilişkin bulunan ve İdare Hukuku olarak paylaştığım ız bir yazısına yer verelim.
Bilindiği ve daha önceki m uhtelif yayınlarım da değindiğim gibi, özellikle,
B akanlar Kurulu kararı veya üçlü kararnam e ile yapılan atam alarda, m evzuatta,
“hizm etin daha iyi işlem esi” kam usal amacı ile doğru ve yerinde olarak yer
verilen hüküm lerin, adına “ kadrolaşm a” denilen partizan biçim de kullanılm ası,
3
Yasa metinlerinin “hukuk düzeninden beklenen belirlilik ve öngörülebilirliğe
sahip olması” ve bu noktanın, hukuk güvenliği ve hukuk devletinin olmazsa olmaz
unsurunu teşkil etmesi, Anayasa Mahkemesi’nin, 2008 yılından bu yana tekrarla işlediği
ve üzerinde durduğu ve iptal nedeni yaptığı bir ilke olarak karşımıza çıkmaktadır.
Anayasa Mahkemesi’ne göre, Anayasa’mn 2. maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri
arasında sayılan hukuk devletinin “temel öğelerinden biri de güvenilirliliktir. Hukuk
devleti, tüm eylem ve işlemlerinde yönetilenlere en güçlü en kapsamlı şekilde hukuksal
güvence sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk
güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur. ... Hukuk
güvenliği, “belirlilik ve öngörülebilirlik” gerektirir. ... Diğer bir ifadeyle, bu durumda
yasa koyucu düzenlenecek yaşamsal alanın özelliğine uygun olarak genel-soyut
düzenlemeye elverişli olanı gerçekleştirmeli ve normu kamu yararı amacı çerçevesinde,
herkes için geçerli, genel, nesnel ve sınırlarını belirli bir biçimde koymalıdır. Ancak bu
durumdaki bir kural, hukuk güvenliğine, hukuk düzeninden beklenen belirlilik ve
öngörülebilirliğe ve hukuk devleti anlayışına aykırı düşmeyecek nitelik kazanabilir.” (K.
2008/75) ve Mahkemc’ye göre, mevzuatta belirlilik, aynı zamanda kamu yararı
konusudur; şöyle ki, “Çevre düzeni planı konusunda yetkili olan bakanlığın belirlenerek
yetki karmaşasına son verilmesi “kamu yararı” kavramı ile ilgilidir. Hukuk devleti
ilkesinin öğeleri arasında yasaların kamu yararına dayanması ilkesi vardır. ... (Ç)evrc
düzeni planı hazırlanması konusunda iki bakanlık arasında yıllardır var olan çatışmayı
sona erdirmeye yönelik olan düzenleme kamu yararına uygun olup...” ( K. 2008/97).
-3 45 -
çok partili hayatın “ değişm ezi vazgeçilm ezi” olm uştur ve sürm ektedir, görünüşe
göre de gelecek zamanlı bir uygulam adır. Çünkü, aksine A nayasa ve yasalara
karşın, yapılan, liyakat yerine, iktidar ganim etine ulaşm a ve dağıtma
(yağm a=spoil) (GÜ RA N, 1980) ve bu am açla dağıtım m erkezlerini kontrolde
tutm a (kadrolaşm a) esası uyarınca hareket etm ektir. Y asaların ve içtihadın
engelleyici açık buyrukları, iktidar tarafından ya çiğnenerek veya dolanılarak
hedefe gidilm ektedir. Bu bağlam da, sıkça yararlanılan yöntem lerden biri de
vekâlet'tir. Vekâleten atam a konusunda, önceki C um hurbaşkanı Ahm et Necdet
Sezer’in, B aşbakan E rdoğan’a gönderdiği bir yazıyı (TC Cum hurbaşkanlığı,
07.03.2005 gün B .01.0.K K B .01-83-6-2005-93 sayılı karar) kısaltarak ve italik
koyu vurgular yaparak aktaralım:
1-...G erekçelerden de anlaşılacağı gibi üst düzey yöneticilik görevine
atanm ak istenenlerin kim ileri kam u yararı ve kam u hizm etinin gereği olarak bu
görevlerde bulunm am ası gereken kişilerdir. Oysa, uygulam ada bu kişilerin
atanm ak istenilen görevlerde vekaleten çalıştırıldığı anlaşılm aktadır.
Böylece, vekaleten görevlendirm elere kalıcılık sağlandığı ve hizm etin
aksam am ası için istisnai bir yöntem olan vekalet statüsünün bir istihdam
m odeline dönüştürüldüğü saptanm aktadır.
Devlet M em urları Y asası’nda, bir görevin vekaleten yürütülm esi,
m em urun geçici olarak görevinden ayrılm ası ya da kadronun boş olm ası
durum larına özgü ve kam u görevinin aksatılm adan sürdürülm esinin gereği
olarak, geçici bir önlem , niteliğinde öngörülm üştür.
Danıştay 5. Dairesi, önce de belirtildiği gibi vekalet, hizm etin
gereklerinden kaynaklanan geçici bir uygulam adır. Asıl olan, kadrolara, yasal
koşulları taşıyanlar arasından, kariyer ve liyakat ilkelerine uygun atam a
yapılm asıdır.
Asli ve sürekli görevlere vekaleten atam a, hizm etin aksam adan
yürütülm esi am acıyla getirilen istisnai ve geçici bir görevlendirm e yöntemi
olduğuna göre, bu tür görevlerin, gerekli koşulları taşıyan kamu görevlileri
arasından asaleten atam a yapılarak yürütülm esi olanaklı iken, vekaleten atanmış
kişiler eliyle yürütülmesi, istisnai ve geçici olması gereken uygulamaya
kalıcılık ve süreklilik kazandırmaktadır. Bu durum, A nayasa ve yasa
koyucunun am acına ve hukuka aykırılık oluşturm aktadır.
-346-
Ayrıca, yönetim in genelgelerine de yansıyan D anıştay’ın yerleşik
görüşüne göre, vekaleten atananlar asilin tüm yetkilerine sahip olacağından ve
vekil atanmasıyla görevin niteliği ve gerekleri değişmeyeceğinden, asilde
bulunması gereken koşulların vekilde de aranması zorunludur.
Dolayısıyla, asaleten atanması yetkili üst makamlarca uygun
görülmeyen bir kamu görevlisinin aynı ya da farklı bir görevi yetkili alt
makamın onayıyla vekaleten yürütmesi yargı kararları ile de
bağdaşmamaktadır.
2- Geri gönderilen atam a kararnam elerinin 5 5 ’i de, geçm işte başarılı
hizmet gören ve başarısızlığı saptanam ayan kam u görevlilerinin görevden
alınm asına ilişkindir.
Bulunduğu üst düzey göreve, m esleği ile ilgili alanlarda geniş bilgisi ve
üstün deneyim i ile, tüm kadem elerden geçerek yükselm iş olan ve başarısızlığı
saptanam ayan kam u görevlilerinin salt siyasal nedenlerle görevden alınm ası
kam u hukuku, gelenekler ve kam u yararı ile bağdaşm am aktadır.
N e var ki, bu görevlilerin bir çoğunun yetkileri fiilen sona erdirilerek,
görevin, yerine atanm ak istenilenlere vekaleten yürüttürüldüğü gözlenm ektedir.
Ayrıca, görevden alınm ası uygun görülm eyen ya da görülm eyeceği
düşünülen kam u görevlilerinin işlem lerine ilişkin kim i nedenlerle incelem e ve
soruşturm a yaptırılarak, hem yıllarını devlete hizm etle geçirm iş kamu
görevlilerinin haksız nedenlerle suçlu durum a düşürüldüğü, hem de bu gerekçe
ile görevlerinden alınm ası yolunda kararnam e hazırlandığı saptanm aktadır.
K uşkusuz yapılan işler yargı denetim ine bağlıdır. Ancak, bu tür
uygulam alar, kişilere yaşattığı olum suzluklar yanında yarattığı karm aşa ve
sindirm e yüzünden kamu hizm etinin aksam asına ve kam u kurum larına duyulan
güvenin azalm asına neden olm aktadır.
3- Devlet belli ilkeler doğrultusunda varlığını sürdürm ektedir. D evlet’in
varlığını ilkeli biçim de sürdürm esi ehil devlet m em urlarıyla olanaklıdır. Devlet
m em uru hüküm eti değil, D evlet’i temsil etm ektedir. Çünkü, hüküm etler geçici,
devlet kalıcıdır. Devlet politikası olabilecek konu ve alanlar hüküm etten
hüküm ete değişirse devletin sürekliliği sağlanam az.
- 347 -
Ayrıca, bu durum , anayasal vc yasal kurallara, kamu yararına ve kamu
hizm etinin gereklerine uygun düşm em ektedir.
Yukarıda belirtilen gerekçelerle, kam u görevlerinin sürekli olarak
vekaleten yürütülm esi uygulam asına son verilm esinde, D evlet’e ve hukuka olan
güvenin ve saygının yitirilm em esi yönünden zorunluluk görülm ektedir.
TBMM BAŞKANI SECİMİ İŞLEMİ
M ehm et Ali Ş ahin’in TB M M Başkanlığına seçimi ile sonuçlanan son
TBM M Başkanı seçimi işlem inin nasıl cereyan ettiğini, bir gazeteden
aktardığım ız, bazı açıklayıcı eklem elerle koyu italik vurgularda bulunduğum uz
bilgilerle hatırlatalım :
Başbakan Erdoğan, içinde bulunduğum uz Yasam a D öneıni’nin birinci
periyodunda görev yapan Koksal Toptan gibi “tarafsızlığını ve liyakatini ispat
etmiş bir kişiyi” aday gösterm ez dem iştik. Bu nedenle, M ehmet Ali Şahin’in
adının ön plâna çıktığını söyleyenlere biz de katılmıştık. Sağ olsun bizi mahcup
etmedi. Ve dün yeni TBM M Başkanı seçim süreci başladı. Bu satırlar yazılırken
birinci oylam anın sonucu belli olm uştu. Buna göre A K P’nin a d a y ı, CHP’nin
a d a y ı , M HP’nin a d a y ı diğer iki aday yarıştılar vc “A K P’nin a d a y ı
Şahin” TBM M Başkanı seçildi (EK Şİ, Hürriyet, 05 Ağustos 2009: 27).
Ekşi, seçim deki bu gelişm eyi, siyasal açıdan, geçm iş TBM M
uygulam alarından ve hatta İngiliz A vam K am arası’ndan örnekler getirerek
eleştirirken ve 28. sayfada Cüneyt Ü lsever de siyasal değerlendirm ede bulunarak
bu seçim den duyduğu iki rahatsızlığı, “ AKP paylaşm ayı sevm iyor ve
dem okrasiyi sadece rakam üstünlüğü olarak anlıyor” şeklinde özetlerken, çok
temel bir hukuksal soruyu kim se sorm uyor. Hatta, A K P ’nin kendi adayını
açıklayınca, CHP ile M HP de kendi adaylarını açıkladılar; ve bu kişiler bu
sıfatları, yani “partilerinin adayı sıfatı” ile seçime girdiler.
Anayasa “ Başkanlık Divanı” başlıklı 9 4 ’ncü m addesinin 2 ’nci fıkrasının
2 ’nci paragrafında şu hükm e yer veriyor: Siyasi parti grupları Başkanlık için
aday gösteremezler.” TBM M İçtüzüğü, m adde 10/2 aynı hükmü tekrarladıktan
sonra, paragraf 3 ’de şunu ekliyor: TBM M Başkan adayları, M eclis üyeleri
içinden, ... Başkanlık D ivanı’na bildirilir. Eğer bu iki hüküm yeterince açık
değil ise, m adde 11/fıkra 4 şöyle yazıyor: Başkanlık D iv an fn d a kendilerine
düşen yerler için siyasi parti grupları adaylarını gösterir.
-348-
Önce, iki hüküm arasındaki farkı izah edelim. Üyelikler için grupların
aday gösterm esi norm aldir. Çünkü o yerler, partilere, Anayasa ile, güçleri
oranında özgülenm iştir. İçinde bir tür “partisel” unsur vardır. Fakat, TBM M
Başkanlığı, kim liği itibariyle, “partiler üstü ve tarafsız” bir m akam dır; TBM M
Başkanı, m illetvekillerinin, partilerinin ne düşündüğü fikri dışında, kendi
bağımsız, özgür kişisel iradeleri ile seçecekleri kişidir. Bu nedenle, gruplarda bu
konu görüşülem ez, karar alınam az, aday gösterilem ez ve bu suretle m illetvekili
kendi kişisel tercihleri ile baş başa bırakılır.'1 M illetvekillerinin bu özgürlük,
bağım sızlık vc tarafsızlık ve kişisel vicdan muhasebesi ile karar vermesi
öngörüldüğü için, A nayasa’nın (M d.83 ve 100), parti gruplarında görüşm e ve
karar yasağı getirdiği iki konunun, m illetvekillerinin dokunulm azlıklarının
kaldırılm ası ile meclis soruşturm ası olduğu dikkatten kaçmamalıdır."
Şimdi, yukarıdaki “am açlar” ile getirilen bu hüküm lerin metninin, parti
gruplarında görüşülüp adayların grup tarafından kararlaştırıldığı bir başkanlık
seçim inde, seçim işlem inin hukuken geçersiz kılacağında kuşku yoktur. Aday
gösterm enin, partilerin başkanları tarafından, resmen veya gayrı resm i biçimde,
fakat olgu olarak, doğrudan doğruya şahsen veya parti içi istişare de yapılarak
gerçekleştirildiği bu som ut seçim de, Anayasa, “salt m etinci” okuyuşla
değerlendirilerek, “ madem grup toplantısı ve belirlem esi yoktur, o halde adaylık
ve seçim işlemini hukuken sakat ve geçersiz kılan bir aykırılık yoktur” mu
denilecek? Y oksa “am açsal-işlevsel” yorum cihetine gidilerek, adaylık ve
izleyen seçim işlem i, A nayasa’ya aykırı ve hukuken geçersiz mi sayılacak?
Am açsal y o aım ile okunup uygulanacak bir örnek verilm ek gerekse, bundan
daha uygun örnek bulunam ayacağı açıktır. O halde, M ehm et Ali Ş ahin’in -b ir
başkası da olsaydı fark etm ezdi- TBM M Başkanı seçildiği seçim işlemi,
Anayasa vc İçtüzüğün am ir hüküm lerine aykırı biçim de yapılm ış, geçersiz bir
seçimdir.
Bu durum da, TBM M Başkanı seçim inin, “partilerin aday gösterdiği”
kişiler arasında yapılm ası, m illetvekillerinin seçim iradesini sakatlayan bir
4 TBMM Başkanfnın “yansızlığını sağlamayı amaçlayan” bir ilke de, grupların
Başkanlık için aday gösterememeleridir (TANÖR & YÜZBAŞIOĞLU, 2005: 240);
Madde 94 hükümleri, Meclis Başkanı’nın
“tarafsızlığını sağlama” amacını
gütmektedir.Gerçekten, Meclis çalışmalarının partizanlıktan uzak bir hava içinde ve
tarafsızlıkla yönetilmesi, sağlıklı bir demokrasinin vazgeçilmez şartlarından biridir
(ÖZBUDUN, 2004: 286).
5 Bu hükümlerin (Md.83 ve 100) amacı, milletvekillerinin, bu işlemlerde, kendi
siyasi partilerinin baskısı altında kalmamalarını ve vicdani kanaatleri doğrultusunda oy
kullanabilmelerini sağlamaktır. (ÖZBUDUN, 2004: 288)
-349-
aykırılıktır. Sakatlık, adayların belirlenm esi işlem inde ortaya çıktığından, ortada,
yetki değil, “usul-şekil” sakatlığı bulunm aktadır. Sakatlık, A nayasa düzeyinde
olduğu için ve son tahlilde m illetvekillerinin seçim iradesini belirlediğinden,
“sonucu etkileyen esaslı ” bir usul sakatlığıdır ve Şahin’in TB M M Başkanı
m akam ındaki varlığını ve bu göreve devam ını hukuka aykırı kılm aktadır.6
ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI
A nayasa M ahkem esi’nin (bundan böyle M ahkeme) seçtiğim bazı
kararları, İdare Hukuku yönünden, ya gerekçeleri, ya da sonuçları bakım ından
dikkatimi çekti; bu çalışm ada kısa vurgularla değineyim istedim.
Anayasa Mahkemesi’nin “Yokluk” Anlayışı
Türban odaklı Anayasa değişikliği aleyhine C H P ’nin açtığı davada,
Anayasa M ahkemesi, yokluktan ne anladığını ve hangi kapsam da düşündüğünü
açıklam ıştır (K .2008/116). M ahkem e’ye göre, yokluk, bir normun var
olm adığının ifadesi olup, yasalar bakım ından yokluktan, ancak, “bir normun
varlığının zorunlu koşullarının bulunmadığı ltaller”de söz edilebilir. Bu haller
ise,
“parlam ento
iradesinin
olm am ası,
C um hurbaşkanı’nın
iradesinin
bulunm am ası, resm i gazetede yayım lanm am ası gibi” durum lardır. O halde, soru,
“gibi” lerin ne olduğu/olm adığıdır.
6
İptale mahkum bir seçim ile oluşmuş Başkanlık Divanı’nın, bu Divan’ın
işlemlerine ve yönetimindeki Genel Kurul oturumlarına
ve onun
işlemlerinin
geçerliliğine sirayeti vc yokluk’a kadar varabilecek etkisi konusunda, Anayasa
Mahkemesi’nin içtihadı için bkz. (ÖZBUDUN, 2004: 391 vd., n. 11).
-350-
Davacı C H P ’ııin, dava dilekçesinde, A nayasa ınadde 4 ’e aykırı “ içerikli”
düzenlem elerin yok hükm ünde olduğunu ileri sürm esi7 ve bu yönde karar
verilm esini talep etmesi karşısında, A nayasa M ahkem esi, ilk önce bu noktayı ele
almış ve yukarıdaki yanıtı vermiştir. Bu yanıtı ile, M ahkeme, yokluk halini,
sadece, yasama sürecindeki em redici yetki ve usul koşullarına inhisar ettirmiş,
içerik yönünden fonksyon gasbı, ya da bu davada görüldüğü gibi ağır ve açık
yetki tecavüzü teşkil eden ihlâlleri, yok hükm ünde saym am ıştır.
Ü zülerek belirteyim ki, yokluk konusunda kabul edilen ve davaya
uygulanan bu yokluk yorum u8, İdare H ukuku’nun yokluk kavramı ile
bağdaşm am aktadır. Çünkü, İdare H ukuku’nda -k u şk u su z Anayasa H ukuku’nda
da- yokluk, işlemin, hem yetki, usul-şekil gibi biçimsel, hem de başta konu
unsuru gelm ek üzere içeriğe ilişkin unsurlarında oluşabilen bir sakatlıktır. Bunu,
sadcce usul-şekil ve yetki unsuruna hapsederek daraltm ak, Anayasa
M ahkem esi’nin “var olan” yetkisini budam aktır. Eğer, A nayasa m adde 4
korunacak ve uygulanacak ise, bu konudaki ihlâllere karşı etkili yaptırım iptal
Bu yetkisizlik 4 ncii maddede “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif
edilemez” şeklinde öylesine açıktır, mutlak ve emredici bir dille ifade edilmiştir ve bu
koruma mekanizmasına öylesine bir anlam yüklenmiştir ki, aksi yöndeki bir Anayasa
değişikliği, Anayasa buyruğu ve yasağının çiğnenmesi içerikli “ağır ve açık yetki
tecavüzü” oluşturacaktır. Bu tür bir yetki tecavüzü taşıyan bir işlemin “yok” hükmünde
(keenlcmyekün) olduğu ve bu nedenle hukuken hiç doğmamış sayılacağı; bu yüzden
hiçbir makam ve kişiyi bağlamayacağı ve uyma ve uygulama görev ve yükümü
getirmeyeceği, Türk hukukunda öğreti ve içtihadın birleştiği doğrulardandır. Bu tür
işlemlerin resen veya istem üzerine “yok’Muğunun tespitinin ise, tüm yargı organlarının
doğal yetki alanı içerisinde olduğu tartışmasızdır. - Kuşkusuz burada yetkisizlik
kapsamında olanın sadece Anayasanın ilk üç maddesi olmadığını tekrar belirtmekte
yarar vardır. - Anayasanın ilk üç madde dışındaki hükümlerinde yapılacak ve ilk üç
maddede belirtilen hususları değiştirip başkalaştırma sonucunu doğuracak tüm yasa
düzenlemeleri de 4 ncii maddedeki yasağın kapsamına girmektedir (Bkz. GÜRAN,
“Anayasada Türban Değişikliği” Cumhuriyet, 27 Ocak 2008).
8
“Anayasa’nın 175. maddesine göre Anayasayı değiştirme yetkisi TBMM’ne ait
olup, Meclis bu yetkisini üçte bir çoğunluğunun yazılı teklifi ve beşte üç çoğunluğunun
kabul oyuyla kullanabilmektedir. - TBMM üyelerinin üçte birinden fazla sayıda
Milletvekilinin imzasıyla teklif edilen ve 9.2.2008 tarihinde TBMM Genel Kurulunda
kabul edilmekle yasalaşan 5735 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” TBMM’nin Anayasayı değiştirme
yetkisi kapsamındadır. Dava konusu Yasa Cumhurbaşkanı’nca 23.2.2008 günlü Resmî
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. - Açıklanan nedenlerle dava konusu
Yasa’nın yokluğunun saptanması isteminin reddi gerekir.”
-3 5 1 -
değil, işlem in tüm unsurlarını içine alan yokluktur. Kaldı ki, özellikle TBM M
tarafından gerçekleştirilip D evlet’in başı tarafından da onaylanm ış bir Anayasa
değişikliğinin yok hükm ünde olduğuna hükm edilm esindeki hukuksal ağırlık ve
hukuksal sonuçlar, iptal ile m ukayese edilem eyecek derecede büyüktür.
Anayasa ’yi Avrupa B irlisi’tıe Uyıımlandırırken
Bir “Örnek Olay”
Türkiye, A vrupa B irliği’ne (AB) uyum landırılırken, 2001 yılında,
4709 sayılı kanun ile Anayasasının 13. m addesini değiştirdi ve temel hak ve
hürriyetlerin, m adde 13 ’teki sebeplerden herhangi biri ile sınırlanabilm esi
ilkesini bırakarak, “ yalnızca ilgili m addede belirtilen sebeplerle sınırlam a”
ilkesini benim sedi. Böylece, eğer ilgili m addede yer verilm em iş ise, ulusal
güvenlik, kamu düzeni, genel sağlık gibi kam usal ihtiyaç veya zorunluluklar,
sınırlam a sebebi olm aktan çıktı. Bu yazılım , hiç değilse az sonra örneğini
vereceğim durum larda, İdare H ukuku’nun ve H ürriyetler R ejim i’nin temeli olan
“özgürlükler ile kamu y a ra n arasındaki hassas denge ”yi etkiledi mi?
Bu soru gündeme, 145 m illetvekilinin açtığı
M alıkem esi’nin verdiği K. 2008/ 148 sayılı karar ile geldi.
davada,
A nayasa
19.09.2006 tarih ve 5543 sayılı İskân K anununun 13 üncü
m addesinde; m illî güvenlik nedeniyle iskân edilecek yerleşim ünitelerinde
yaşayan ailelerin iskânının, Milli Güvenlik K urulunun önerileri doğrultusunda
Bakanlar Kurulunca alınacak kararda belirtilecek şekil ve şartlar çerçevesinde
yapılacağı öngörülm üştür. Bu düzenlem enin, Anayasa m adde 13’te yapılan
değişiklikten sonra A nayasa’ya aykırı hale geldiği iddiası ile açılan davada,
M ahkeme, italik vurgusu tarafım dan yapılm ış olan kararında, aşağıdaki gerekçe
ile, yasa m addesini yeni A nayasa 13’e aykırı bularak, iptal etmiş ve konuyu
A B ’ye uyum landırılm ıştır. Şöyle ki, M alıkem e’ye göre:
A nayasa’nın 13. m addesinde, temel hak ve özgürlüklerin, özlerine
dokunulm aksızın yalnızca A nayasa’nın ilgili m addelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak yasayla sınırlanabileceği, bu sınırlam aların A nayasa’nın
sözüne ve ruhuna, dem okratik toplum düzeninin ve lâik Cum huriyetin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olam ayacağı belirtilm iştir.
Yerleşm e özgürlüğü sadece A nayasa’nın 23. m addesinde sayılan özel
23. maddede,
sınırlama nedenlerine bağlı olarak sınırlandırılabilecektir.
-352-
herkesin, yerleşm e ve seyahat özgürlüğüne sahip olduğu belirtildikten sonra,
yerleşm e özgürlüğüyle ilgili sınırlam a nedenleri suç işlenm esini önlem ek, sosyal
ve ekonom ik gelişm eyi sağlam ak, sağlıklı ve düzenli kentleşm eyi
gerçekleştirm ek ve kam u m allarını korum ak olarak gösterilm iştir. M addede
yerleşm e özgürlüğüyle ilgili sınırlam a sadece yasa koyucuya bırakılm akla
kalm am ış, nitelikli yasa kaydıyla sınırlam a benim senerek, aynı zam anda
sınırlam anın hangi neden, am aç ya da koşullarla yapılm ası gerektiği de tek tek
sayılmıştır.
A nayasa’da sınırlam a nedenlerinin sayılarak belirlenm iş olm ası, yasa
koyucunun bunlar dışında kalan bir
sınırlanması
sonucunu
doğuracak
nedenle yerleşme özgürlüğünün
düzenlemeler
yapamayacağını
gösterm ektedir. Dava konusu kurallarda belirtilen “millî güvenlik ”, yerleşm e
özgürlüğüyle ilgili sınırlam a nedenleri arasında sayılm am ıştır.
A nayasa’nm
ilgili
m addesinde gösterilen sınırlam a nedenlerine
dayandırılm ayan kuralla, aile veya fertlerin m illî güvenlik nedeniyle zorunlu
iskâna tabi tutulm ası, A nayasa’nm 23. m addesinin güvence altına aldığı
yerleşm e özgürlüğü alanına yapılan açık müdahale niteliğindedir.
Bu nedenlerle, dava konusu kurallar A nayasa’nın 13. ve 23. m addelerine
aykırıdır ve iptalleri gerekir.
Bu saptam adan sonra, somut ve güncel bir konuya geçelim. A nayasa’nm
23. m addesi, yerleşm e hürriyetine ilâveten seyahat hürriyetini de düzenlem iş ve
“yalnızca” suç soruşturm a ve kovuşturm ası sebebiyle ve suç işlenmesini
önlem ek am acı ile sınırlam aya izin vermiştir.
Dom uz gribinin yaşandığı bir süredir, yurt dışından gelen dev gezi
gem ilerindeki TC uyruklu veya yabancı yolcular, Karaköy Yolcu S alonu’ndan,
uçakla gelenler Yeşilköy A tatürk Hava Lim anı’ndan T ürkiye’ye giriş sırasında,
1593 sayılı Umumi H ıfzısıhha K anunu gereği, şüphe halinde, nezaret altına
alınabilecek, e tra f için tehlikeleri kaybolana kadar
tecrit edilebilecektir.
H avaalanı Sağlık Denetlem e M erkezleri Y önetm eliği’ne göre, enfeksiyonun
olası yayılm asını önlem ek am acıyla, hasta olm ayan şüpheli kişiler hakkında,
faaliyetlerinin kısıtlanm ası
veya
diğerlerinden ayrılm ası ve gerektiğinde
iyileşene kadar tedavisi olan karantina ve tecrit işlemleri yapılabilecektir.
Seyahat hürriyetinin bu durum da sınırlanm asının, g e n e l s a ğ l ı k nedeniyle
yapıldığı kuşkusuzdur. Genel sağlık ise, A nayasa m adde 23 özel m addesinde
yoktur, yorum la m evcut sebepler içine sokulm ası da olanaksızdır.
- 353 -
Ortada, TC D evlcti’nin, vatandaşlarına karşı, A nayasa m adde 56 gereği
taşıdığı, önleyici ve bastırıcı genel sağlık görev ve sorum luluğunu, A nayasa
M ahkem esi’nce, yukarıdaki gerekçe ile derhal yürürlüğü durdurulacak ve iptal
edilecek olan A nayasa’ya aykırı bir kanunla yürütm esi gibi bir İdare Hukuku
“örnek” olayı vardır. Dom uz gribi şüphesi ile karantina, tanı ve tedavi am acıyla
tecrit işlemi ile seyahatten alıkonulacak yabancı veya vatandaş, açacağı dava
sonunda, yasayı iptal ettirdiğinde, A B ’ne uyum lu, hayatla uyum suz
A nayasam ızda m adde 23 değiştirilip, maddeye,
kam u düzeni, bundan
çekiniliyor ise kamu sağlığı özel sebebi eklenene kadar, herhalde, bulaşıcı
hastalıkların, T ürkiye’ye gelm eyecekleri güvencesini verm eleri gerekecektir.'’
İdari Yargılama Usulii 'nde “Islah ”/ Reddederken
Yanlış Dengelenen Yansan Kamu Yararları
İdare H ukuku’nun varlık nedeni, özelliği ve hedefi, “yanşan kamu
yararlarının dengelenm csi” dir. Burada hüner, hangi kamu yararının, diğerine
tercih edileceğinin belirlenm esindeki isabette yatm aktadır. A nayasa-İdare
yargıcı da, ister gözü kapalı evrensel, ister gözü açık yerli hanım eliyle olsun,
uyuşm azlık halinde, terazisi ile doğru tartıp, bu konuda son sözü söyleyecek olan
otoritedir.
Nitekim, A nayasa M ahkemesi (bundan böyle M ahkeme) H U M K ’nda,
m üddeabihin ıslah yolu ile arttırılm ası yasağım , adli yargı davaları için kurduğu
isabetli bir dengelem e ile, A nayasa’ya aykırı bularak iptal etmiş (K. 1999/33);
iptale gerekçe yaptığı olum suzlukların idari yargıda da bulunm asına ve gideren
olum lulukların bulunm am asına rağmen, reddetm iştir; üstelik üç yargıcın
ayrıntılı açıklam alarına rağm en (K. 2008/121).
Türk İdare H ukuku’nda, lıerne kadar, idare yargıcının “re ’sen incelem e”
yetkisi var ise de; ek olarak, davacının, dilekçesinde yazdığı hukuka aykırılık
9
Kuduz gibi vakalarda insanlarla hayvanların, bulaşıcı hayvan hastalıklarında
hayvanların, bulundukları köylerden, çiftliklerden başka yerlere naklinin önlenmesi,
herhalde, bu genel sağlık konusunun, suç işlenmesini önlemek amacına sokularak
çözümlenecektir. Bu, hukuken mümkün ise, domuz gribi karantinası ve tecridine ilişkin
yukarıdaki sorun da halledildi demektir. Yoksa ? Ayrıca, Anayasa’nm, Devlet’e, madde
56 görevini yüklemesi, madde 23 özgürlüğünün kullanılmasındaki güvenceyi ve
sınırlama koşulları ile bağlı olmayı bertaraf etnıcz; aksine, 23, madde 56’ya sınır çizer.
nedenleri ile bağlı olm aksızın davanın hukuksal tem elini değiştirerek hüküm
tesis edebilir ise de; delil serbestliği ve ispat yükünde esneklik gibi genişlem eler
de görülm ekte ise de; iki yasak, bir anda, bu olum lulukların etkisini yok
etm ektedir. Bunlardan biri, tam yargı davalarında, davayı açarken talep olunan
tazm inat miktarım , ileride, “ek dava” yolu arttırabilm e olanaksızlığıdır. Diğeri
de, dava sırasında, ancak “bilirkişi uzm anlığı” ile
hesaplanabilen tazm inat
rakam ının,
sabit
kalm ası
ve
m ahkem enin
de
talepten
fazlaya
hükm edem em esidir. Ancak, davacıya, m üddeabihi, ıslah olanağı ile düzeltm e
şansı verilerek
giderilebilecek olan bu sakıncanın, idari yargıda neden
esirgendiğini M ahkeme:
İdari yargılam anın bir hedefinin de, “ idarenin sürekli dava tehditi altında
kalm am ası, uyuşm azlıkların m üm kün olan süratle sonuçlandırılm ası, idarenin
faaliyetlerindeki etkililiğin ve istikrarın sürm esi, davalar nedeniyle yönetim ce
savunm alar hazırlanm ası ve gerekli idari önlem lerin alınm ası gibi neden ve
olgular olduğu”
şeklinde açıklam ıştır. Dengelem enin bir yanındaki bu kamu yararına
karşı, davacının ıslah yoluna giderek m üddeabihi gerçek rakkam ına getirmesi,
“o kadar m inim al bir işlem ”dir ki, yukarıdaki sakıncaları nasıl doğuracak; bu
sakınca, o kadar büyük mü ki bunun için İdare H ukuku’nun “tam tazm in” ilkesi
feda edilecek? İdari Y a rg fd a ıslah yolunu açm am akla, M ahkem e’nin, 1999
tarihli kararında ıslaha “ evet” derken yaptığı dengelem ede yazdığının aksine,
hak aram a özgürlüğü önem li ölçüde nasıl zorlaşm ayacak ve bu nedenle
dem okratik toplum düzeninin gerekleri ile nasıl bağdaşacak ve 13. m addeye
uygun bir sınırlam a kabul edilecek? Ayrıca., M ahkem e’nin kararında İdari
Y argı’da ıslaha gerek görm ez iken dayandığı “her iki yargı sistem inde davacı ve
davalı durum unda bulunanların aynı durum da bulunm adıkları” olgusu, ıslah’a
izin verm ek ya da verm em ek som ut konusunda farklı sonuçlara vardıracak bir
farklılık değildir. Hatta, ek dava süresi bulunm ayan tam yargı davasında, ıslah,
yargılam a usulünün kaçınılm az bir unsuru, davacı aleyhine
eşitsizlik yaratan
bir eksikliğidir ve sebep olunan hukuksal ve m addi m ağduriyet m utlaka
giderilm elidir.
M ahkem e’nin 1999 kararı, dengelem enin ne kadar isabetli bir örneği ise,
2008 kararı da, yarışan iki kam u yararının o kadar yanlış dengelem e üzerine
kurulm uş olduğu isabetsiz bir karardır. M üddeabih ıslahı, yukarıda yazdığım tam
tazm in engelleri de dikkate alınarak, tam yargıda da, belli koşullara bağlanm ış
ek dava olanağı ile birlikte derhal tanınm alıdır. Islah’ın gerekliliğine, İdare’ye
ve yargılam a usulüne etkisi “önceliği” yerine, bireyin hak aram ası ve hakkını
elde etm esindeki “ önem ” açısından bakıp değerlendirince, yarışan iki kamu
-
35 5 -
yararından davacınınkinin ağır bastığı ve Anayasa m adde 10, 36 ve 125’iıı,
ancak bu suretle hayata geçebileceği, kolayca fark edilecektir.
Daha Az “Merkezi İdare” Daha Çok “Yerel Yönetim”
Bir süredir, çeşitli nedenlerle, M erkezi İdare nitelikli hizm etlerin yerel
yönetim lere verilm esi ve bu aktarım ın doğal parçası olarak m evcut il özel idaresi
ve belediyelerin yönetsel özerkliğe ve m eclislerinin de
“yerel m eclisler”
işlevine kavuşturulm ası eğilim leri görülm ektedir. Konunun, federal bir devlet
yapısının ilk adım larından biri olup olm adığı başta gelm ek üzere, siyasal yanına
hiç girm eden, salt hukuk boyutunda kalındığında, söz konusu “ dönüşüm ” ün
olabilm esi için, bazı hususların hatırlanm ası gerekm ektedir.
Türkiye
C um huriyeti
D evleti’nin
kuruluş
dönem inde,
bu
noktada,
“belirleyici bir değişim” yaşanm ıştır. Bunun da siyasi yanını bırakıp, “olgusal”
açıdan bakınca görüntü şudur:
1921 A nayasasfnda (M d .11-14) iller, yerel yönetim tüzel kişiliğinin
yanında “muhtariyet” sahibidir; kam u hizm etlerinin görülm esinde, m adde 1 l ’de
sayılanlar dışında, asıl görev ve yetki illerdedir. İl M eclisleri (Şura), ilin icra
organını kendi içinden kendisi seçer. Vali ise, ilde, yerel yetki kullanm ayan ve
yerel sıfatı da bulunm ayan, sadece M erkezi Y önetim ’in görevlisi durum undadır.
A nayasa’daki yerel yönetim
sistem i şudur: “ m ahalli idareyi asli yetkili,
m erkezi
yönetim i
ise
sınırlı
ve
istisnai
yetkili
sayacak
kadar
adem im erkeziyeteilik” (YA YLA, 1982: 124); “ siyasi adem im erkeziyete kadar
varabilecek böylesine bir m uhtariyet anlayışı” (Y A Y LA , 1982: 128) l0.
Sadece üç yıl sonra, 1924 A nayasası’ııda (Md. 89-91), TC D evleti’nin
idari yapısı tersine çevrilm iştir. Önce, sistem, Merkezi idare temelli ve denetimli
yapılm ış; il, öne çıkan işlevi ile bu İdare’nin birincil taşra birimi durum una
getirilm iştir. İl’in, İl Özel İdaresi adı altındaki yerel yönetim m odelinde, tüzel
kişilik devanı etm iş ise de m uhtariyet (özerklik) vasfı kaldırılm ıştır. İki şapkalı
Vali, artık, hem M erkezi İdare ajanı, hem de, il yerel yönetim inin icra organı ve
tem silcisidir. Yerel il m eclislerinin özeliği olan görev tablosu ve önceliği
kaldırılm ış ve bu durum 1961 A nayasası’nda (M d.116) “ m üşterek mahalli
10
Anayasa madde 14 gereği illerde
Meclisi tarafından atanırlar, M eclis’in vekili ve
karşıdan bakıcı, onların vaziyetini tetkik edici
bildirici vaziyetinde”dir. Komisyon sözcüsü Vehbi
-356-
görev yapacak olan “v a /f’ler, Büyük Millet
temsilcisidir ve “yalnız nazır, yani
ve gördüklerini merkezi hükümete
Bey (YAYLA, 1982: 125).
ihtiyaçlar” şeklinde ifade edilm iştir. Bu model, bu gün 1982 A nayasası’nda
varlığını sürdürm ektedir.
Böylesi “ tem el” terk ve değişikliğin sebebi ne olm uştur? Önce T anör’üıı
bir saptam asını aktaralım: G örüldüğü gibi, Türkiye, M ütareke dönem ine, bütün
olum suz koşullara karşılık, özellikle, yakın tarihinden süzülen ekonom ik, sosyal,
siyasal, kültürel ve kurum lar avantajlarla da girm iştir. Bu olumlu miras, 19181920 arasındaki sıçram ayı m üm kün kılmış, adeta bunun için tram plen görevini
yerine getirm iştir. Bu açıdan da, 1918-20 büyük dönüşüm ü, geçmişin, bir ölçüde
yine geçm işten alm an m alzem elerle aşılm ası anlam ına gelir. Dolayısıyla, keskin
bir kopuştan (rupture) çok, “ tarihsel süreklilik içinde bir geçiş”ten söz etmek
daha yerinde olacaktır (TA NÖR' 1995: 177-178). Tanör devam la, “Asıl kopuş,
bence 1922 ’den sonra yaşanacaktır.” (TA N Ö R ’ 1995: 178). "
T anör’ün “asıl kopuş” adını verdiği “köktenci” değişikliği, Yayla, şöyle
sebeplendiriyor: Bunda, uygulanm ayan yönetim ilkelerinden12 çok, “ uygulanan”
düzenin rolü vardır. O da, giderek m erkezileşen, öyle olm ak zorunda bulunan;
bir çok bölücü olayla m ücadele etm iş olan TBM M H ükum eti’nin uygulam asıdır
ve tabii, siyasi, askeri ve idari bakım lardan ister istem ez m erkezileşm işti^”
(Y A Y LA , 1982: 135, n.21)13 Üstelik, genç cum huriyetin çağdaşlaşm ası için,
reform lar yapılacak; yeni yönetim in bütün ülkeye yayılacak düşünce yapısı, her
yerde aynı güçte etkisini gösterecek; iktisadi ve sosyal dengesizlikler aşılacak,
m ahalli yönetim ler kendi becerileri ve im kânlarıyla
kaderlerine terk
edilm eyecektir.” (YA YLA, 1982: 135).
Y ayla’nın her iki açıklam asına katılm akla beraber, 21 tarzı yerel
yönetim den 24 tarzı yerel yönetim e geçilm esinin, kanunca, temeI ve öncelikli
sebebi, karşı siyasal gücü aşan Cum huriyetçi kadroların, “halkçılık ilkesinin,
uluslaşm a sürecinin unsurlarını teşkil eden
tek Ulus, tekil Devlet ilkeleri ile
11 Koyu italik vurgu tarafımızdan yapılmıştır.
u Ve, (ARSEL, 1965: 73); “Ne var ki, 1921 Anayasası’nm öngördüğü yerinden
yönetim kurumlan ve mekanizmaları uygulama alanı bulabilmiş değildir.” (TANÖR,
2000: 266); “ 1921 Anayasası’nm “öngördüğü vilâyet ve nahiye şuralar ve diğer
organları ise oluşmamıştır. Yerel yöneticilerin halkça seçilmesi önerileri de iyi
karşılanmamıştır.” (TANÖR, 2000: 267); “Her vilâyetin veya her mıntıkanın ayrı ayrı
birer idare teşkil etmesine karşı duran Mustafa Kemal, ağırlığını merkeziyetçilikten yana
koymuş bulunmaktadır.” (TANÖR, 2000: 267).
131924 Anayasası, “ 192 Linkinden farklı olarak, vilâyet ve nahiye şuralarına da
yer vermemiş, merkeziyetçiliği yeniden öne çıkartmıştır.” (TANÖR, 2000: 295).
-357-
bağdaşm ayan bir anlam ve işlev yüklem eden yorum lanm ası ve uygulanm ası”
düşüncesidir. 14
Bu güne geldiğim izde, Anayasa m adde 2-4, 123, 126 ve 127 önceki
paragraftaki 1924 yerel yönetim sistem ini sürdürm ektedir. Bu maddeleri
A nayasa’nm değişm ez m addeleri ve onun doğal devam ı m addeler (Md.5-11
gibi) ile birlikte okuyunca, 1920 benzeri m uhtar, asli yetkili il özel idareleri
için; böylece, M erkezi İdare’nin görev ve yetkilerini yerele aktarm ak, il genel
m eclislerini yerel şuralara çevirm ek ve de çok dilli yerel yönetim e dönm ek
için;
çok tem el Anayasa değişikliklerinin yapılm ası zorunludur.
Bu
değişiklikler yapılm adan önce, A nayasa’nın değişm ez ve değişikliği tek lif bile
edilm ez hüküm lerinin nasıl aşılacağının; ayrıca, A nayasa M ahkem esi’nin de
daha önce yaktığı kırmızı ışığı (K. 2008/116) nasıl yeşil ışığa çevireceğinin
açıklanm ası gerekir.15
Çünkü, A nayasa M ahkem esi, T B M M ’ne bağlı olarak kurulan ve görev
yapm ası öngörülen Kamu Denetçiliği Kurum u K anunu’nu (N o.5548) iptal
ederken, T ürk İdare Teşkilâtı konusunda bir temel taşını hatırlatıyordu:
A nayasa’da kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak
kamu tüzelkişiliği kurulabilm esi konusunda yasa koyucuya takdir hakkı
tanıması, Türkiye Büyük Millet Meclisi ’nin bu konuda sınırsız bir yetkiye
sahip olması anlamını taşımamaktadır. Türkiye Büyük M illet M eclisince bir
kamu tüzel kişiliğinin kurulm asında, Anayasa’da öngörülen kurallara uygun
hareket edilmesi zorunludur. Bir kamu kurum u ya da kuruluşu kurulurken
Anayasa’da
öngörülen
idari
teşkilat
yapısı
dışına
yıkılmaması
gerekm ektedir.(K .2008/185)"’
14 “Türk Dcvrim i’nin başlıca özellikleri bir kaç noktada toplanabilir.
Uluslaştırma ve ulusal devlet kurma misyonu, herhalde ilk başta gelenidir.” (TANÖR,
2000: 321, n.25).
15 Yerel yönetim yasasını içeriği, ancak, bundan sonra konuşulacak bir konudur.
16 Vurgu tarafımızdan yapılmıştır.
-358-
Anayasa Mahkemesi’nin “Hukuk Devleti” Kavramına
Kazandırdığı içerik
Hukuk fakültelerindeki derslerde, yayınlarda, yargılam alarda tara f
dilekçelerinde, m ahkem e kararlarında, “hukukun tem el ilkeleri” olarak sözü
edilen bazı kavram ları, A nayasa’nın da bir “ kanun” olduğunu söyleyen A nayasa
M ahkem esi, kararlarında, Anayasa m adde 2 ’deki “ Hukuk Devleti İlkesi”
kapsam ında saym akta ve uygulam akta. Bu uygulam ası ile, A nayasa M ahkemesi,
bıı kavram ları, hukukun temel ilkesi olm aktan çıkartarak, bunları, hem “pozitif
hukukun bir parçası” yapm akta, hem “ A nayasal değer” kazandırm akta, hem de,
hukuk devleti özeline dahil etm ekte. Ayrıca, Anayasa M ahkemesi, bu ilkelerin
birbirleri ile olan ilişkisini ve birbirlerini tam am lam asını da ortaya koym akta.
K ararlardan alıntılarla görelim...
Anayasa M ahkem esi, C um huriyet’in tem el niteliği hukuk devleti ilkesi ve
kavram ı hakkında yıllardır ifade edegeldiği “genel tanım”mı, yakın zam anlarda,
bir kez daha tekrarlıyor.
“A ııayasa’nın 2. m addesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlem leri
hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adil bir hııkıık düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren,
A nayasa’ya aykırı durum ve tutum lardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla
kendini bağlı sayan, yargı denetim ine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da
uyması gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan
devlettir.” (K. 2008/53)17
Ardından ekliyor; hukuk devleti ilkesinin “ önkoşullarından biri” olarak
“hukukgüvenliği”ni görüyor ve şöyle tanımlıyor:
“ Hukuk devleti ilkesinin önkoşullarından biri olan hukuk güvenliği ile
kişilerin hukuki güvenliğinin sağlanm ası am açlanm aktadır. Hukuk güvenliği
ilkesi, hukuk norm larının öngörülebilir olm asını, bireylerin tüm eylem ve
işlem lerinde devlete güven duyabilm esini, devletin de yasal düzenlem elerinde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntem lerden kaçınm asını gerekli kılar.”
17
“Esasın İncelenmesi (*) C-§ 6” (RG: 08.04.2008-26841) (*) Bundan böyle Eİ
olarak yazılacaktır. Aynı tanım, 2009 yılı kararlarında da tekrarlanarak tescil edilmiştir.
K: 2009/7 “Eİ.B-§2
-
359-
(K.2008/53, C-§ 9) 18 ; “Hukuk devleti, siyasal iktidarı hukukla sınırlayarak ve
devlet etkinliklerinin düzenli sürdürülebilm esi için gerekli olan hukuksal alt
yapıyı oluşturarak aynı zam anda istikrara da hizm et eder. Bu istikrarın özü
hukuki güvenlik ve öngörülebilirliktir. Hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik
sağlanabilm esi ise, kuralların genel, soyut, açık ve anlaşılabilir olm alarına
bağlıdır.” (K. 2008/75, Eİ.A-§); “ Hukuk devletinin temel öğelerinden biri de
güvenilirliliktir. Hukuk devleti, tüm eylem ve işlem lerinde yönetilenlere en
güçlü en kapsamlı şekilde hukuksal güvence sağlayan devlettir. Hukukun
üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk güvenliğinin sağlanm ası, hukuk
devleti ilkesinin olm azsa olm az koşuludur.” (K. 2008/75, C-§ 5); “ Hukuk
güvenliği, norm ların öngörülebilir olm asını, bireylerin tüm eylem ve
işlem lerinde devlete güven duyabilm esini, devletin de yasal düzenlem elerde bu
güven duygusunu zedeleyici yöntem lerden kaçınm asını gerekli kılar.” (K.
2008/141, Eİ. § 5; K. 2009/7, Eİ.B-3-§7) 19
M ahkeme, hukuk güvenliğinden söz edilebilm esi için, özellikle yasa
m etinlerinin yeterince açık olm asına, ilk düzenlem elerin “ kanun” ile
yapılm asına, çelişki ve kuşkuya m eydan verilm em esine ve iki ilke arasındaki
bağlantıya işaret ediyor ve bunu, bu yazının daha önceki sayfalarında yer verdiğ
“temel imiz, “belirlilik ve öngörülebilirlik” sözcükleri ile ifa ediyor ve şöyle
açıklıyor:
“ Hukuk güvenliği, “belirlilik ve öngörülebilirlik” gerektirir” (K .2008/75,
Eİ.C-§ 6) ve “A nayasa’nın 2. m addesinde düzenlenen hukuk devletinin temel
ilkelerinden biri “belirlilik” tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlem elerin hem kişiler
hem de idare yönünden herhangi bir duraksam aya ve kuşkuya yer verm eyecek
şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olm ası, ayrıca kamu
otoritelerinin keyfi uygulam alarına karşı koruyucu önlem içerm esi de gereklidir.
Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey, yasadan, belirli bir
kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırım ın veya
sonucun bağlandığını bilm elidir.” (K. 2009/7, Eİ.B-3-§7)
18 Hukuk devletinde uyulması zorunlu temel ilkelerden biri de “hukuk güvenliği
ilkesizdir. K. 2009/5 Eİ. C- § 6.
19 “Hukuk güvenliği, temel hak güvenciIerinde korunan ortak değerdir.” AYMK
K. 2006/54, Eİ. B§3
-360-
A nayasa M ahkem esi, hukuk güvenliği kapsam ına, “kazanılmış lıak ve
yasaların geriye yü rüm ezliği” ilkelerini de dahil ederek, bunları hukuk
devletinin yapı taşları sayıyor. M ahkem eye göre:
“ Kazanılm ış haklara saygı ilkesi, hukukun genel ilkelerinden birisini
oluşturm aktadır. Kazanılm ış bir haktan söz edilebilm esi için bir hakkın, yeni
yasadan önce yürürlükte olan kurallara göre bütün sonuçlarıyla fiilen elde
edilm iş olması gerekm ektedir. Kazanılm ış hak, kişinin bulunduğu statüden
doğan, tahakkuk etmiş ve kendisi yönünden kesinleşm iş ve kişisel alacak
niteliğine dönüşm üş haktır. Bir statüye bağlı olarak ileriye dönük, beklenen
haklar ise bu nitelikte değildir” (K. 2005/110, Eİ. B-§ 4) ; “ Hukuksal güvenliğin
bir sonucu da kazanılm ış haklara saygı gösterilm esi ilkesidir. Kazanılm ış hak,
kişinin bulunduğu statüden doğan ve kendisi yönünden kesinleşm iş ve kişisel
alacak niteliğine dönüşm üş haktır. K işilerin hukuk düzenine güvenerek elde
ettikleri hakların sonradan çıkarılacak yasal düzenlem elerle ihlal edilm em esi bu
ilkenin gereğidir.” (K. 2006/54, Eİ. B-§ 4 )20 ; “ Kazanılm ış hak, özel hukuk ve
kam u hukuku alanlarında genel olarak, bir hak sağlam aya elverişli nesnel yasa
kurallarının bireylere uygulanm ası ile onlar için doğan öznel hakkın
korunm asıdır. Kazanılm ış bir haktan söz edilebilm esi için bu hakkın, yürürlükte
olan kurallara göre bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilm iş olması gerekir.
Kazanılm ış hak, kişinin bulunduğu statüden doğan, kendisi yönünden
kesinleşm iş ve kişisel niteliğe dönüşm üş haktır. Bir statüye bağlı olarak ileriye
dönük, beklenen haklar, kazanılm ış hak niteliğinde değildir.” (K. 2009/7, Eİ.B4-§4)
Yasaların geriye yürüm ezliği, güvenlik, öngörülebilirlik, belirlilik ve
kaznılm ış hak ile beraber, aynı çerçeve içinde m ütalâa edilen bir hukuk devleti
öğesidir. Şöyle ki:
“ Hukuk devletinin gereği olan hukuk güvenliğini sağlam a yüküm lülüğü,
kural olarak yasaların geriye yürütülm em esini gerekli kılar. “Y asaların geriye
yürüm ezliği ilkesi” uyarınca yasalar, kamu yararı ve kamu düzeninin
gerektirm esi, kazanılm ış hakların korunm ası, mali hakların iyileştirilm esi gibi
20
“beklenen hak, eski yasa zamanında henüz tüm sonuçlarıyla doğmamış bulunan
fakat doğması olasılık içinde olan haktır. Bir hakkı doğuran olayın eski yasa zamanında
ortaya çıkması, hatta hakkı oluşturan öğelerden bir kısmının da eski yasa zamanında
oluşması mümkündür. Fakat, hak tüm sonuçlarıyla doğmamışsa, bunu doğuran olay eski
yasa zamanında ortaya çıksa dahi bu olaya yeni yasa hükümleri uygulanır.”
(K:2008/142, Eİ: §10).
-361
-
ayrıksı durum lar dışında ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve
eylem lere uygulanm ak üzere çıkarılırlar. Yürürlüğe giren yasaların geçm işe ve
kesin nitelik kazanm ış hukuksal durum lara etkili olm am ası hukukun genel
ilkelerindendir.” (K. 2008/142, Eİ: § 7 ) ; “H ukuk devletinin sağlam akla yüküm lü
olduğu hukuki güvenlik, kural olarak yasaların geriye yürüm em esini gerekli
kılar. Yasalar, ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylem lere
uygulanm ak üzere çıkarılırlar.” (K. 2009/45, Eİ. B- § 18).
Haliyle, A nayasa M ahkemesi, “ahde vefa ”y ı da, sözleşm e hukukunda,
kısa, fakat kesin bir ifadeyle, şöyle değerlendiriyordu:
“ Hukuk devletinde hukuk güvenliği sonucu olan ahde vefa ilkesi de
sözleşm e özgürlüğünün korunm asını zorunlu kılar.” (K. 2009/5, Eİ. § -6)
Konu sözleşm elerden açılm ışken, ekleyelim ki, A nayasa M ahkemesi,
ahde vefa ilkesi ve hukuk devleti bağlantısını, 2002 yılında kurm uş ve ihlâlini de
yasanın iptali nedeni yapm ıştı.“1
A çıklam aları, A nayasa M ahkem esi’nin, yasaların genelliğini ve de kamu
yararı, takdir yetkisi konularını hukuk devleti kapsam ına alan kararları ile
tam am layalım :
“ Y asaların ve yasalarla getirilen kuralların genel olm ası, hukuk devleti ve
yasa önünde eşitlik ilkelerinin bir sonucudur. Y asaların genelliğinden anlaşılan,
belli kişileri hedef alm ayan, özel bir durum u gözetm eyen, önceden saptanıp
21
“Dava konusu kural ile daha önce düzenlenmiş ve tarafların özgür iradeleri
sonucunda belli koşullara bağlanmış olan sözleşmeler yasayla hükümsüz kılınmaktadır.
Oysa, sözleşmelerin sona erdirilmesi veya diğer koşullarla ilgili uyuşmazlıkların çözümü
sözleşmelerde belirtilen usul ve esaslara ya da bu konuda hüküm bulunmayan hallerde
genel hukuk kurallarına bağlıdır. - Öte yandan, bir hukuk devletinde hukuk güvenliğinin
sonucu olan ahde vefa ilkesi de sözleşme özgürlüğünün korunmasını zorunlu kılar. Açıklanan nedenlerle, mevcut sözleşmelerin yasa ile sona erdirilerek sözleşme
özgürlüğüne müdahale edilmesi Anayasa’nııı 2. ve 48. maddelerine aykırıdır. İptali
gerekir.” (AYM K K. 2002/28); “Sonradan yürürlüğe giren yasaların geçmişe ve kesin
nitelik kazanmış hukuksal durumlara etkili olmaması hukuk Devletinin gereğidir.
Devletin tarafı olduğu ve devam etmekte olan bir yargılamada, kendi lehine bazı
sonuçlar sağlayacak ve geriye yürüyecek biçimde yasa çıkarması yoluyla yapılan
müdahale hak arama özgürlüğünü ve adalet duygusunu zedeler.” (AYMK K. 2008/150,
Eİ. C-§4)
soyut biçim de herkese uygulanabilecek kurallar içerm esidir” (K. 2008/141, Eİ. §
10) ; “A nayasa’nın 2. maddesindeki hukuk devleti ilkesi gereğince, yasama
işlem lerinin kişisel yararlan değil kam u yararım gerçekleştirm ek am acıyla
yapılm ası zorunludur. Anayasa M ahkem esi’nin bir kuralın kam u yararı
açısından A nayasa’ya aykırılık sorununu çözüm lerken yapacağı inceleme,
Y asa’nın yalnızca kam u yararı am acıyla yapılıp yapılm adığını araştırm aktır.”(K.
2008/75, Eİ.A-§ 4 ve § B-5)22 ; “ Yasaların kam u yararının sağlanm ası am acına
yönelik olm ası, genel, objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini
gözetm esi A nayasa’mn 2. m addesinde düzenlenen hukuk devleti olm anın
gereğidir. Bu nedenle, yasa koyucunun hukuki düzenlem elerde kendisine
tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kam u
yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanm ası gerekir.” (K. 2009/7, Eİ.B-8-§3)
BİTİRİRKEN
Kam uoyuna Bir Duyuru
Ceza Y argılam a Usulü alanına girm ekle beraber, Hukuk Devleti bağlamı
nedeniyle, yazının genel çerçevesi içinde kalan aşağıdaki konuya yer vermeyi
gerekli gördüm.
N isan ayının sonlarına doğrıı, Türkiye B arolar Birliği Başkanı ve elli yedi
baro başkanı ile hukuk fakültelerinin ceza hukuku profesör ve doçentlerinden
ağırlıklı bir kesimini oluşturan on dördü, “H u k u k Devleti İç in ” kam uoyuna bir
duyuru yayınladılar. Bir gazete tam sayfasını kaplayan duyuru, özellikle öne
çıkmış bulunan özellikli bir davadaki aram a, soruşturm a işlem leri ve yargılama
sırasında yayınlanm ış olmak itibariyle, dikkatle okunm ası gereken bir dizi
saptam ayı ve uyarıyı içerm ektedir.23
Ceza yargılam a usulü bakım ından nelerin hukuka aykırı biçim de
uygulandığına işaret eden ve nelerin yapılm am ası ve yapılm ası gerektiğini, bir
ders notu sadeliği ve netliği ile açıklayan duyurunun elli m addelik bir uzunluğa
22
“Hukuk devleti, yasaların kamu yararına dayanması ilkesini dc içerir” (K.
2008/75, A-§ 4).
2> Cumhuriyet, 25 Nisan 2009. Duyurunun internet ortamında yayınlanan metni
için “istanbulbarosu.org.tr” adresinde “haberler”i, sonra “haberler ve duyuru arşivi”ni ve
son olarak 19 n o ’lı kutuyu tıklayınız, duyuru birinci madde olarak yer almaktadır.
-363-
sahip olması da dikkat çekicidir ve bir hukukçu olarak üzüntü ve endişe
vericidir.
Yargı Reformu Stratejisi
Ç alışm ayı bitirirken, Adalet Bakanlığı, “ Yargı Reformu Stratejisi”
(YRS) başlıklı metni gönderdi. Toplam 83 kalem de değişikliği öngören m etinde,
ilgili çeken bazı noktalara işaret etm ek istedim.
Yapılan önerilerin, verilen yabancı örneklerin hep “ iyi yanı” gösterilm iş.
Bunların, aksayan, eleştirilen yanlarına -ki m uhakkak ki vardır- hiç yer
verilm em iş; T ürk Y argısı’nın bünyesine uym a/uym am a, beklenen katkıyı
sağlam a sağlam am a konusuna hiç değinilm em iş. Gönderim yazısında,
H SY K ’nun bu yapısının ulusal egem enliğe aykırı olduğu eleştirisine yer
verilirken, adeta bir “ m eşruiyet şüphesi” havası ortaya çıkm ış.24 Halbuki, 1924
Anayasası dahil, “Y argı” m ahkem elere aittir ve tekelindedir. Yargı,
m eşruiyetini, D evlet’in diğer iki dalı TB M M vc C um hurbaşkanı dahil Y ürütm eİdare gibi, “ Devlet D üzeni’nin Kurucu Belgesi ve Egem enliğin Kullanım
Şem ası” m evkiindeki A nayasa’dan alır. O A nayasa ki, U lus’un “yetkilendirdiği
tem silciler” tarafından yapılm ıştır ve de 61 ve 8 2 ’de görüldüğü üzere, ayrıca
U lus’un “ doğrudan iradesi” ile onaylanm ıştır. Bu süreç, aynı zam anda, U lus’un,
Y argı’nın oluşum ve işleyişine katılım ının da ifadesidir.25 Bu kurgu karşısında,
T B M M ’nin, Y argı’mn yönetim organlarının oluşum unda rey sahibi olm am ası.
24
Meşruiyet konusunu, TBMM tarafından seçilmiş üyeler bulunmaması
nedeniyle, Anayasa Mahkemesi bakımından da ileri sürenler bulunuyor.
25 Unutmayalım ki, Yargı, siyasal bir organ değildir ki, yönetsel organlarında,
Ulus’un veya temsilcilerinin “seçme ve belirleme” yetkisi olsun. Kaldı ki. Adalet Bakanı
ve müzteşarının, HSYK’ndaki varlığı bile, ne demokratiklik, ne meşruiyet, ne de siyasal
temellidir. Sadece, Hükümet ile Yargı arasında “yönetsel” içerikli bir “katılım”dan
ibarettir vc aslında, bu tür katılımlarda, Bakan’ın bu yerini ve görev vc sorumluluğunu
abartmaması, ender durumlarda Kurul’a gelerek başkanlık etmesi gerekir. Ne demek
istediğimi şöyle anlatabilirim. Fransız Devlet Şurası Conseil d ’Etat’nın Başkanı
(President) Başbakan’d\r. Başbakanı da Adalet Bakanı temsil eder. Adalet Bakam da,
ancak ve sadece, Başkanlık yetkisini kullanmasına ihtiyaç gösteren (invoke) e n d e r
durumlarda (on rare occasions) Devlet Şurası’na başkanlık eder. Onun dışında,
Başkanlık yetkileri, bir Devlet Şurası mensubu olan Vice-President tarafından kullanılır
(BROWN & BELL, 1988: 84).
-364-
dem okrasi ve m eşruluk sorunu yaratm ayacağı gibi, olm ası da, mevcut olm ayan
bir şeyi m evcut şekle çevirm ez veya bir şey katmaz.
Gönderilen YRS Taslağı Eylem P lâm ’nda da, Anayasa M ahkemesi
hakkında önce yazılanları görelim:
“Giderek artan iş yükü ve çeşidi karşısında 11 üyeden oluşan Anayasa
Mahkemesi 'nin tek kuru! ile etkili ve verimli çalışma yürütmesi, temel hak ve
özgürlüklere yeni boyutlar kazandıracak içtihatlar üretmesinin oldukça
zorlaştığı, bu nedenle Avrupa ülkelerindeki anayasa mahkemelerinin görev
tanımları
ve oluşum şekilleri doğrultusunda mahkemenin yeniden
yapılandırılm ası ... sağlanacaktır. ”
Kısa vadede gerçekleştirilm esi plânlanan bu değişim in içeriğinde,
M ahkem e’yi iki daireli yapm ak ve üye sayısını 15’e yükselterek, yeni üyelerin
seçim ini dc şu andaki T B M M ’ne seçtirm ek bulunduğunu gazetelerden biliyoruz.
Bunun, A nayasa M ahkem csi’nin mevcut içtihadının değiştirilm esine yönelik bir
operasyon olduğunu ve siyasetçinin, ileride M ahkem e’yi kontrol amacı taşıdığını
herkes görüyor.
Asıl söylem ek istediğim ise,
ufak bir hatırlatm a. ABD Yüksek
M ahkem esi (US Suprem e C ourt) iki yüz yılı aşan süredir, tek h ey ’et halinde
çalışıyor ve yedeği bile bulunm ayan dokuz yüksek yargıçtan oluşuyor. Kaydı
hayat koşulu ile görev yapan ve çoğunluğunun yaşı yetm işin üzerinde bulunan
bu yüksek yargıçların, sadece, “elerk” adı verilen vc her yıl değişen o yılki
hukuk fakültesi m ezunu “ bir adet” yardım cısı var. Bu dokuz yargıç ve tek
M ahkeme, 250 milyon nufuslu bir ülkede, sadece A nayasaya aykırılık davalarına
bakm ıyor, bizde, Yargıtay, Danıştay ve Askeri Y argıtay’ın alanına giren davalar
da görev alanında, çünkü Ü lke’nin tek yüksek m ahkem esi. Hem ilk derece
m ahkem esi, hem de tem yiz; üstelik hem maddi olgu, hem de hukuk incelemesi
yapıyor. Ayrıca, ABD B aşkanı’nı görev suçundan yargılıyor. Ve de, yılda “yüz
bin başvuru” geliyor. Tem el hak ve özgürlüklere yeni boyutlar kazandıracak
içtihatlar üretm e konusunda, herhalde D ünya’daki lider m ahkem elerden biri.
Yeni bir model ve çözüm aranırken, bilinsin ki, başarılı örnekler, çok daireli
Avrupa m odelinden ibaret değil.
Y R S ’nde İdari Yargı ile ilgili öngörüler de yer alıyor. Bunlardan biri,
yargı öncesi çözüm usullerinin geliştirilm esi ve etkinleştirilm esi (Sf.40).
İY U K ’nun 11 ııci m addesindeki ihtiyari itirazın ve özellikle 13 ncü maddedeki
eylem den tam yargı davasındaki, tam am en yargı yoluna gidilm esini en aza
-365-
indirme am açlı İdare’ye zorunlu başvuru yöntem inin başarısızlığı ve özellikle
sonuç alma sürecini geciktirm ekten öteye gidem ediği, bu öneriyi çözüm gibi
düşünenlerce bilinm iyor m u? Aynı şekilde istinafın da, D anıştay’a ulaşma
yolunun kapanm ası ile açık tutulm ası arasındaki denge doğru kurulam azsa,
birinci ihtim alde, hak aram a hürriyetine ağır bir kısıtlam a teşkil edeceği, ikinci
ihtim alde, zaten uzun zam an tüketilen yargılam a sürecini, lüzum suz ve yararsız
bir tekrarla daha da uzatacağı hiç düşünülm üyor m u? İstinaf yargıçlarının,
şim diki B ölge İdare M ahkem esi yargıçlarından oluşm ası ile Danıştay
m ensuplarından oluşturulm ası da düşünülm eden geçilm eyecek bir nokta. Sayfa
40/ § 8 .6 ’daki “ idarenin takdir hakkı kullanım ını yeknesak hale getirm ek”
tutucu ana fikri ve hedefi, T ürk İdare H ukuku’nun dinam ik ve değişken
felsefesini ve işlevini bilm em ek, İdare H ukuku’nu dondurm ak dem ektir.
Kuşkusuz, en son, fakat en önemli nokta, “Reform ” sözcüğü uygun
görülen bu düzenlem elerin hangi siyasi kadrolar tarafından yapılacağı; sayısal
artış öngörülen
hususlarda nitel yükselm enin
de beraber sağlanıp
sağlanam ayacağı ve bu suretle, bir operasyon vesilesi mi teşkil edeceği ya da
sonuçsuz bir denem ede mi kalacağı ya da gerçek bir iyileştirm e, çıta yükseltm e
etkisi mi yaratacağıdır. Kişisel kanım, yukarıda değindiğim bildirinin
yayınlanm ası ihtiyacının -g erçekten- duyulduğu bir ortam da, m evcut toplam
koşulların, sonuncusu için elverişli vc yeterli olm adığıdır. Nitekim, sözünü
ettiğim iz elverişsiz, yetersiz ve gücün kontrol edilem ediği ortam ların, Y argıtay
Başkanı, 2009-2010 Adli Yıl Açış Töreni konuşm asında atlayıp, konuşm a
m etninde yazdığı ve daha sonra gazetecilerle konuşurken seslendirdiği
nitelemesi ile, “yandaş Yargı”ya (Hürriyet, 8 Eylül 2009: 1 ve 29) yol
açacağını 26 ve bu suretle, hem Y argı’yı, hem de Hukuk D evlcti’ni tahrib
edeceğini durduk yerde boşuna söylem edi; söylem ez de. Dileriz yanılırız; ancak,
biliyoruz ki, hem görünen köy kılavuz istem iyor, hem de vatandaş ve idare
hukukçusu olarak geçirdiğim yarım yüz yıl, ancak yanılm ak arzu ve
düşüncesinde yanılacağım ızı kanıtlıyor.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Anayasa Mahkemesi Kararlar
E. 1999/1, K. 1999/33 G. 20.07.1999, RG. 24220, 04 Kasım 2000.
26
Biz ekleyelim, yandaşlığı benimsemeyenler üzerinde de “baskıcı ve tasfiyeci”
sonuçlar doğuracağı.
-
366
-
E. 2001/293, K.2002/28 G. 13.02.2002, RG. 24730, 18 Nisan 2002.
E. 2003/87, K. 2005/110, G. 28.12.2005, RG. 26348, 16 Kasım 2006
E. 2006/64, K. 2006/54, G. 04.05.2006, RG. 26189, 5 Ekim 2006
E. 2005/38, K. 2008/53, G. 07.02.2008, RG. 26841, 8 Nisan 2008
E. 2007/105, K. 2008/75, G. 06.03.2008, RG. 27173, 18 Mart 2009
E. 2003/60 K. 2008/97 G. 02.05.2008, RG. 27243, 30 M ayıs 2009
E.2008/16, K .2008/116 G. 05.06.2008, RG. 27032, 22 Ekim 2008
E.2004/103, K. 2008/121 G. 12.06.2008, RG. 27089, 23 Aralık 2008
E.2006/37, K.2008/141 G. 18.09.2008, RG. 27089, 23 Aralık 2008
E.2006/76, K.2008/142, G. 18.09.2008, RG. 27089, 23 Aralık2008
E. 2006/158, K .2008/150 G. 24.09.2008, RG. 27125, 29 Ocak 2009
E. 2006/140, K. 2008/185 G. 25.12.2008, RG. 27190, 4 Nisan 2009
E. 2004/87, K. 2009/5 G. 08.01.2009, RG. 27160, 05 M art 2009.
E. 2004/70, K. 2009/7 G. 15.01.2009, RG. 27255, 11 Haziran 2009
E. 2008/92 , K. 2009/45 G.05.03.2009, RG. 27243, 30 M ayıs 2009
Diğer Kararlar
TC C um hurbaşkanlığı, 07.03.2005 gün
sayılı karar.
-
367-
B .01.0.KK B.01-83-6-2005-93
Gazeteler
Hürriyet (çeşitli sayılar)
C um huriyet (çeşitli sayılar)
Öteki Kaynaklar
İlhan A R SEL (1965), Türk
I.Kitap (Ankara, 1965)
Anayasa
Hukukunun
Umumi
Esasları,
L.Neville BROW N & John S. BELL (1988), French Administrative Law,
(5.basi, Oxford)
Sait GÜRAN (1980), Memur Hukukunda Kayırma ve Liyakat Sistemleri
(İstanbul)
Ergun ÖZBUDU N (2004), Tiirk Anayasa Hukuku (8. Bası, Ankara)
Bülent TA N Ö R & Necmi Y Ü ZB A ŞIO G LU (2005), Türk Anayasa
Hukuku (7.Bası, İstanbul)
Bülent TA N Ö R (2000), Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri (8.bası,
İstanbul).
Bülent TA N Ö R (1995), Kurtuluş Üzerine (İstanbul)
Yıldızhan YAYLA (1982) Anayasalarımızda Yönetim İlkeleri Tevsi-İ
Mezuniyet Ve Tefrik-İ Vezaif (İstanbul,)
- 368 -
ANAYASAL BİR İLKE OLARAK MASUMİYET
KARİNESİ
Doç. Dr. Osman Korkut KAN ADOGLU
I.
Giriş
M asum iyet karinesi buglin ceza hukukunun açık ve tartışm asız genel
kurallarından biri olduğu gibi aynı zam anda anayasal boyutunun da önemli bir
unsurudur. Hüküm lülüğü yargı kararıyla kesinleşm eyen bir yurttaşa suçlu olarak
davram lam am ası, Anayasadan kaynaklanan vazgeçilm ez bir zorunluluktur.
Bununla beraber m asum iyet karinesinin teorik ve pratik açıdan açıklığa
kavuşturulm ası da gerekm ektedir. Teorik açıdan bugüne değin m asum iyet
karinesinin anayasal açıdan nasıl gerekçelendirileccği ve hangi kapsam a -sad ece
ccza yargılam ası hukukunda değil- sahip olduğu tam olarak açıklanam am ıştır1.
Bu durum m asum iyet karinesinin, hukuk devleti ilkesinin bir görünüm ü olarak
nitelendirilip nitelendirilem eyeceği ya da bunun ötesinde tem el hak karakteri
taşıyıp taşım adığına bağlıdır. Özellikle A nayasa M ahkem esinin m asum iyet
karinesine ilişkin içtihadı tam bir belirginliğe sahip değildir. Pratik açıdan ise
m asum iyet karinesi, her şeyden önce m edyanın yoğunlaşan haber akışı ve suç
takibiyle görevli m akam ların kam usal faaliyetleriyle tehdit altındadır. M edyanın
suç işleme şüphesi altında bulunan yurttaşlara peşin hüküm le yaklaşım ına yargı
m akam ları eliyle destek olunm ası2, ceza hukuku siyaseti bakım ından olduğu
kadar anayasa hukuku bakım ından da sıkıntı yaratan bir sorun haline gelmiştir.
1 Genel olarak ceza hukuku bakışıyla bkz. (FEYZİOĞLU, 1999); (ÜZÜLMEZ,
2005); (ŞAHİNKAYA, 2008). Türk Anayasa Hukuku yazımında masumiyet karinesi
bugüne değin tam anlamıyla aydınlatılmamıştır.
2 Örneğin Almanya’da D üsseldorf Eyalet Mahkemesi, suçlu sanılan tanınmış ve
ileri gelen bir kişi hakkında, kişinin kendisine henüz bu konuda bilgi verilmeksizin
savcının bir derginin yazı işleri müdürüne soruşturma talimatı verilmiş olduğunu
açıklamasını hukuka aykırı bulmuştur. Aynı şekilde Mahkeme, savcılığın geniş kapsamlı
soruşturma önlemlerinin planlandığını açıklamasını, sonradan bu önlemlere fiilen
başvurulmamış olması karşısında hukuka aykırı bulmuştur. Mahkemenin bu kararı ve
değerlendirmesi için bkz. (B f.ck u r, 2004: 414-418).
-
369
-
Bu sorunun çözüm ünde öncelikle m asum iyet karinesine ilişkin teorik
alandaki boşluklar doldurularak uygulam adaki eksikliklerin giderilm esi için
gerekçeler üretilm elidir. Bu am açla ilk olarak m asum iyet karinesinin geçerli
hukuk bakım ından konum unun belirlenm esi yararlı olacaktır (II). Anayasa
M ahkem esi’nin (AY M ) konuya ilişkin içtihadının özellikle Alm an Federal
Anayasa M ahkemesi (FAYM ) içtihadıyla karşılaştırm alı kısa bir analizi
yapıldıktan sonra (III), m asum iyet karinesinde yalnızca bir hukuk devleti
güvencesi değil, aynı zam anda anayasal korum a altındaki genel kişilik hakkı
bağlam ında bir temel hakkın da söz konusu olduğu ortaya konulm alıdır (VI).
Diğer tem el hak güvencelerinde olduğu gibi m asum iyet karinesinin de çok
boyutlu bir niteliği vardır. Buradaki her bir boyut, bu tem el hakkın farklı
işlevlerini ortaya koyacaktır. Bu boyutları doğrultusunda m asum iyet karinesi
temel hakkı da yasal düzenlem eler ve bunların uygulam asında farklı etkiler
gösterecektir (V).
II.
Hukuksal Bir İlke Olarak Masumiyet Karinesi: Mevcut
Hukuktaki Durum
1.
Anayasal Düzeyde
M asum iyet
karinesi,
suçların
ve
cezaların
kanuniliği,
ceza
sorum luluğunun şahsiliği, genel m üsadere yasağı, kişi özgürlüğünün idari
m üeyyidelerle kısıtlanam ayacağı, Uluslararası Ceza Divanının yetkileri saklı
kalm ak üzere, vatandaşların suç sebebiyle yabancı ülkeye verilem em esi gibi
ilkelerle birlikte hukuk devleti ve güvenliğini gerçekleştirecek düzenlem eler
olarak Anayasam ızda (md. 38/4) açıkça öngörülm üştür: “ Suçluluğu hükmen
sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılam az.”
1982 A nayasası, m asum iyet karinesini yalnızca hukuk devletinin
güvencesi olarak görm ekle yetinm em iş, 15. m addesiyle bu karineyi olağanüstü
yönetim usulleri altında bile dokunulam ayacak “ sert çekirdekli haklar” (diğer
“ sert çekirdekli haklar için bkz. (T a n ÖR & Y ÜZBAŞIO ğ LU, 2006: 142) arasında
saym ıştır : “ ... suçluluğu m ahkem e kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu
sayılam az”
1982 A nayasasının 90. m addesinde 2004 yılında yapılan değişiklik
sonrasında, yasaüstü değeri tartışm asız olan ve A nayasadaki tem el hak
hüküm lerinin yorum unda belirleyici (yön gösterici) olarak göz önünde
bulundurulm ası gereken İnsan H akları A vrupa Sözleşm esine (İHAS) göre de
-
370-
“Hakkında suç isnadı olan bir kimse, hukuka göre suçlu olduğu kanıtlanıncaya
kadar m asum sayılır” (md. 6/2)3.
T araf devletler iç hukuktaki etkisinden bağım sız olarak kendi hukuk
düzenlerinde egem enlik yetkileri altındaki tüm kişilere, İHAS ve ek
protokollerde yer alan hak ve özgürlükleri sağlam akla yüküm lüdür. Bu nedenle
Türkiye de ulusal hukukunda ve yaptığı hukuki işlem lerde m asum iyet karinesine
uym akla yüküm lüdür. Bu yüküm lülüğün yerine getirilip getirilm ediğini
denetlem ekle yetkili İnsan Hakları Avrupa M ahkem esi (İH A M ) içtihadı ile
m asum iyet karinesi ve bu karinenin gereklerini som utlaştırm ıştır (Bu konudaki
İHAM içtihadı için genel olarak bkz. (ÇELİK, 2009). Bazı örnekler vermek
gerekirse;
Herhangi bir devlet tem silcisinin açıklam alarından, bir suç nedeniyle
hakkında dava açılm ış, fakat ilgili yasa hüküm lerine göre m ahkum edilm em iş
kişinin suçlu olduğu izlenimi ediniliyorsa, İHAS md. 6/1 ’de garanti edilen adil
yargılam a hakkının bir alt unsuru olarak İHAS md. 6 /2 ’de garanti altına alınan
m asum iyet karinesi ihlal edilm iş olur. Açıklam anın, masum iyet karinesini ihlal
edip etm ediğine, som ut olayın özel koşullan esas alınarak karar verilir
(A .L./A lm anya, Nr. 72758/01, 28.4.2005, prg. 31).
İHAS md. 6/2, m asum iyet karinesini yalnızca şüpheli ya da sanık yararına
garanti ederken, 1982 Anayasası gerek 38., gerekse 15. m addelerinde herkesin
bu güvenccden suçluluğu m ahkem e kararıyla kesin hükm e bağlam ncaya değin
yararlanm asını öngörm üştür. Bu düzenlem eler, karinenin kişisel korum a alanı
arasında önem li bir farklılığa işaret eder. İHAS düzenlem esinin dar sınırları
içinde kalınırsa, sadece şüpheli m asum iyet karinesinin korum asından
yararlanacak, buna karşın henüz şüpheli olm ayan yararlanam ayacaktır. Buradan
hareketle, henüz ya da artık şüpheli olm ayan kişiler hakkında, örneğin medyanın
(ön)yargılı haber yapm ası halinde, m asum iyet karinesinin ne ölçüde kullanım
alanı bulacağı sorununa ilişkin belirli çıkarım larda bulunulabilir.
İH A M ’a göre bir ceza ertelem esinin iptali, m ahkem ece m ahkum un
denem e
süresinde
yeniden
suç
işleyebileceği
kanaatine
varm asıyla
gerekçelendiriliyorsa (B öhm er/A lm anya, Nr. 37568/97, 3.10.2002, prg. 58) ya
da m uhakem enin meni kararı sonrasında dava m asraflarına ilişkin hükmü.
3
Neredeyse tüm dünyanın tanıdığı bu ilke BM Medeni ve Siyasi Haklar
Sözleşmesi (md. 14/2) ve Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de (md. 8/2) pozitif
düzenleme haline getirilmiştir, bkz. ( G e m a l m a z , 2003).
-371 -
m ahkem e ilgilinin kusurunu gerekçe göstererek veriyorsa (M inelli/İsviçre Nr.
8660/79, 25.03.1983, prg. 36 vd.), m asum iyet karinesi ihlal edilmiştir.
Y ine bir kararında İHAM , şu ifadeleri kullanm ıştır; “Ceza yargılam ası,
davanın gcrckçelendirilm esine dair bir kararla sonuçlandırılm adıkça, sanığın
suçsuzluğuna ilişkin şüphelerin dile getirilm esi düşünülebilir; ancak beraat
kararı kesin hüküm haline geldikten sonra bu şekildeki şüphelere dayanılm ası
artık hukuken geçerli değildir” (Sekanina/A vusturya, Nr. 13126/87, 25.08.1993,
prg. 30)4.
Belirtmek gerekir ki, İHAM , Sözleşm enin 6/2. m addesini yorum ladığı
diğer bazı kararlarında, ceza takibiyle sorum lu m akam ların sadece ceza
yargılam ası sırasında değil, yargılam a öncesi alanda da belirli bir kişinin
suçluluğunun sabit olduğundan hareketle açıklam alar yapm alarını, m asumiyet
karinesinin ihlali olarak değerlendirm iştir. Böylelikle özellikle polis ve savcılık
m akam larının kam uoyuna yaptığı açıklam alara sınır getirilm iştir. Bu durum da
masum iyet karinesinin korunup korunm adığı, özellikle som ut açıklam aya ve
seçilen anlatım biçim ine bağlıdır5.
Önemli bir diğer nokta, İHAS md. 6 /2 ’nin müdahaleleri önleyici boyutu
yanında İHAM , bu m addeden korum a yüküm lülüklerinin çıktığı sonucuna da
varmaktadır. Somut olayda m asum iyet karinesinin ihlali doğrudan devletten
kaynaklanm ıyor ve devlete de isnat edilem iyor, aksine özellikle m edya
tarafından suç takibiyle yüküm lü devlet organlarının açıklam aları üzerine verilen
haberlerde, sanıklar yargılam a sona ermeden m ahkum ilan ediliyorlarsa,
davalının ceza yargılam asının kam uoyunda önyargıdan uzak bir ortam da
gerçekleşm em esi nedeniyle devlet sorum lu olur {Bkz. LlNDNER, 2008: 241).
4 Bu bağlamda öğretiye göre, maddi nedenlerle verilen beraat kararından sonra
dava içeriği ilgili sanki ceza gerektiren bir davranışta bulunmuş gibi tanımlanırsa ya da
davanın devam etmesi halinde ilgilinin her halde mahkum olacağı ifade edilirse, İHAS
md. 6/2 ihlal edilmiş olur, bkz. (F row ein & P eu k er t , 1996: Art. 6, Rdnr. 17).
5 Örneğiıı İHAM, Butkcvicius/Litvanya kararında savcının bir gazete
röportajındaki “suçluluğu için kesin deliller” şeklindeki önyargılı açıklamalarını
masumiyet karinesinin ihlali olarak nitelendirmiştir (Nr. 48297/99, 26.03.2002, prg. 5054). Y.B. ve Diğerleri/Türkiye kararında da İHAM, polis yetkililerinin başvurucuların
savcının karşısına çıkarılmadan önce basına gösterilmelerini ve yine polisin basın
açıklamasında, başvuruculardan suçluluğu “ispatlanmış” “yasa dışı örgüt üyesi” olarak
söz etmesini masumiyet karinesinin ihlali olarak değerlendirmiştir ( Nr. 48173/99,
28.10.2004, prg. 40-52). Karar için bkz. (DİNÇ, 2006: 288-291).
-372-
Devlet bu sorum luluğunu, ancak söz konusu temel
yüküm lülüğünü üstlendiği takdirde yerine getirm iş olur.
2.
hakkın
korunm ası
Yasal Düzeyde
Asli niteliğine rağm en m asum iyet karinesi ne Türk Ceza K anununda
(TCK) ne de Ceza M uhakem esi K anununda (CM K) açık ve temel bir kural
olarak yer alm ıştır6. Doğrudan suçsuzluk karinesinin som utlaştırılm ası ve hüküm
verm ede geçerli bir kural olan şüpheden sanığın yararlanm ası ilkesi (in dubio
pro reo) de yürürlükteki hukukum uzda yazılı bir hale getirilm em iştir. Ancak
dolaylı olarak C M K ’nın 217. m addesinde ifadesini bulan “vicdani kanaat”
ölçütü vc bununla bağlantılı yine aynı Kanunun 223. m addesinin 2 (c) ve 3.
fıkralarında belirtilen kusur ilkesi, şüpheden sanığın yararlanm ası ilkesinin
kaynağını oluşturm aktadır.
Diğer yandan CM K, içerdiği bir dizi hüküm le m asum iyet karinesini
desteklem ek bir yana bu ilkeye karşıt düzenlem eler de getirm ektedir. Bunlar
arasında ilk aşam ada soruşturm a m akam larının, suçlu olduğu henüz sabit
olm am asına rağm en şüpheliye karşı dikkate değer temel hak m üdahalelerinde
bulunm alarına yetki veren kurallar akla gelm ektedir. Ceza soruşturm asının
başlam asıyla, CM K md. 2 ’ye göre yurttaş, şüpheli haline gelm ektedir. CM K
Dördüncü Kısım kapsam ındaki tutukluluk ve çeşitli derecelerde temel hak
daraltm alarına yol açan soruşturm a (korum a) önlem leri, - suçsuz olarak
addedilen - şüpheliyi ayrıca tehdit etm ektedir.
III. AYM İçtihadında Masumiyet Karinesi
AYM , 1961 Anayasası dönem inde m asum iyet karinesini açıkça bir temel
hak olarak nitelendirm iştir. Yasa dışı kuruluşlara üye olunması suç sayılan
durum larda, kimi eylem leri işleyenlerin aksini ispat etm edikçe o kuruluşun üyesi
sayılm alarını öngören, C M U K ’a 5.3.1973 gün ve 1696 sayılı Yasa ile eklenen
Ek 2. m addenin iptaline karar veren A Y M ’ye göre (K. 1980/11)7; “Ceza
Yargılam ası H ukukum uzun ilke olarak benim sediği ‘m asum luk karinesi’ sanık
Alman Ceza ve Ceza Usul Kanunlarında da durum aynıdır. Sadece suçsuzluk
karinesinin kısmen ifadesi olarak bazı hükümler Alman Ceza Usul Kanunu (md. 119/1,
136/2, 160/2, 170/2) ve Ceza Kanununda (md. 164, 344) yer almaktadır.
7 Bu karar, 1961 Anayasası döneminde AYM ’nin, esasın incelenmesi sırasında
masumiyet karinesini gerekçe olarak kullandığı tek karardır, bkz. (Anayasa Yargısı,
1981:85).
-373-
için vazgeçilm ez bir ‘h ak ’tır. Bu hak, sanığın, hüküm lülük kararı verilinceye
suçsuz sayılm asını gerektirm ektedir.”
1982 Anayasası dönem inde m asum iyet karinesine yer verdiği ilk
kararında (K. 1992/20, AYM KD 28/1: 297), her türlü suçun sanıklarının,
suçsuzluk varsayım ından yararlanm ası gerektiğini belirtm ekle yetinen AYM ,
daha sonraki kararlarında da m asum iyet karinesine ilişkin 1961 Anayasası
dönem indeki açıklık ve netliği gösterem em iştir. Bu kararların tüm ünde AYM ,
m asum iyet karinesini ancak savunm a hakkının bir dayanağı olarak
değerlendirebilm iştir (K. 1992/39, AYM KD 28/2: 447; K .2002/36, AYM KD
38/2: 605; K.2004/56, AYM K D 4 1 :1 5 1 ).
FAYM ise m asum iyet karinesinin anayasal çıkış noktasını, yadsınm az bir
biçim de hukuk devleti ilkesinde görm ektedir. Tutuklam anın anayasaya
uygunluğu sorunu hakkındaki belirleyici olan 1965 tarihli ilk kararında şu güçlü
gerekçeyi kullanm ıştır; “Bu m asum iyet karinesi gerçi A nayasa’da açıkça yer
alm am ıştır, fakat genel hukuk devleti inancına uygundur ve İHAS md. 6/2
üzerinden Alm an C um huriyetinin p o zitif hukukuna aktarılm ıştır” (BVerfGE 19,
342, 347). M asum iyet karinesi ile genel hukuk devleti anlayışı arasındaki bu
bağlantı uzun yıllar sürm üş, 1987 yılında verdiği kararla birlikte FAYM,
m asum iyet karinesini açıkça bir tem el hak olarak nitelendirm eksizin, karinenin
kaynağına temel hakka ilişkin görüşlerini de eklem iştir. F A Y M 'e göre BVerfGE
74, 358, 379) m asum iyet karinesi ile sanığın, cezalandırılm a istem ine hukuk
devletine uygun, adil bir yargılam a içinde karşı koyma ve kendini savunm a
hakkı arasında sıkı bir bağlantı bulunm aktadır ve karine, içerik ve sınırları
bakım ından insan onuruna saygı ilkesiyle belirlenen, kusur ilkesi üzerinde inşa
edilen maddi ceza hukukunun doğal bir sonucudur.
FAYM , m asum iyet karinesinin temel hak boyutunu, belirgin bir biçim de
ilk kez 1990 tarihli bir kararında ifade etmiştir. Bu karara göre m asum iyet
karinesi, Anayasa md. 2/1 (genel kişilik hakkı) ve adil yargılanm a hakkındaki
düzenlem elerde bir tem el hak boyutuna da sahiptir. Alm an Ceza Yargılam a
Kanununun 153/2. maddesi uyarınca esas davanın görülm esinden suçlandırm a
kararının ilanına kadar verilen m uhakem enin meni kararının gerekçelerindeki
suç tespitleri, “bağım sız bir temel hak ihlali” tespitine yol açabilir (BVerfGE,
NJW 1992: 2011). Yine 2001 yılında verdiği bir kararında FAYM , m asumiyet
karinesinin hangi temel hak hükm ünde yer aldığını açıklam aksızın şu ifadeyi
kullanmıştır; “ M asum iyet karinesine karşı bu temel hak ihlali ... “ (2BvR
413/00, 12, 14).
-
374-
AYM ile F A Y M ’mn yukarıda belirtilen kararlarını esas aldığım ızda
birbiriyle tam am en zıt iki ayrı gelişm e çizgisini görm ekteyiz. AYM , masum iyet
karinesini bir hak olarak nitelediği ilk kararı sonrasında bu içtihadının gerisine
düşerek, m asum iyet karinesinin sadece savunm a hakkıyla olan bağlantısını
kurmakla yetinm iştir. Oysa FAYM , ilk kararlarındaki çekingenliği atarak,
masum iyet karinesinin temel hak niteliğini ortaya koyabilm iştir. Bir temel hak
olarak kabulü halinde ise m asum iyet karinesinin korum a alanının genişleyip
güçleneceği rahatlıkla ileri sürülebilir.
IV.
Temel Hakkın Koruduğu Hukuksal Bir Değer Olarak
Masumiyet Karinesi8
Yukarıdaki açıklam alar da gösterm ektedir ki, m asum iyet karinesinin
hukuk devleti ilkesinden kaynaklanm ası yanında, bir temel hak boyutu da vardır.
A ncak karine, tem el hak dogm atiğine uygun, açık ve net bir tespite gerek
duym aktadır. Bu aşam ada, m asum iyet karinesinin genel kişilik hakkıyla olan
ilişkisini ele alm adan önce ilk olarak, temel hak kökenli kusur ilkesiyle9
aralarında bir paralellik kurulm ası akla gelebilir. M eşrulaştırm aya yönelik bu
paralellik için şu gerekçeye dayanılabilir: Ceza ve ceza benzeri yaptırım ların,
Fiilin ağırlığı ve failin kusuru ile adil bir ilişki içinde bulunm ası gerekiyorsa,
sonrasında davalının cezalandırılabilm esi de davalının suçluluğu kesin hüküm le
belirlenm edikçe söz konusu olamaz. Ancak kusur ilkesiyle m asum iyet
karinesinin farklı korum a işlevleri gösterdiği de göz ardı edilm em elidir. Kusur
ilkesi, esas olarak cczalandırılabilirliğin maddi koşuludur ve bu özelliğiyle
davalıyı cezadan korur. M asum iyet karinesi ise ilgiliyi ceza hukuku suçluluğu
bakım ından layık olm adığı erken hüküm lerden korur. Dolayısıyla karinenin
ağırlık noktası yargılam a usulüyle ilgili zam ansal boyuttadır10. M ahkem enin
vicdani kanaatine göre suçluluğunun belirlenem ediği noktada, kusur ilkesi ve
m asum iyet karinesi, şüpheden sanığın yararlanm ası ilkesi (in dubio pro reo)
kapsam ında buluşurlar ve beraat kararına yol açarlar.
s B u v e izley en b ö lü m ü n y a z ılm a sın d a şu m a k a led e k i an a g ö rü şte n
y a ra rla n ılm ıştır; LlNDNER, 2008: 244-258).
l) (K u su r ilkesi için g e n e l o la ra k bkz. ( K o c a & ÜZÜLMEZ, 2008: 36);
k u su rlu lu ğ u n ö zg ü rlü k k a v ra m ıy la ilgisi için bkz. ( E r e m , 1968: 452)
10
İH A S md. 6/2’de genel olarak suçluluğun “hukuken” ispatından söz edilse de
karinenin zamansal boyutu, yargıcın mahkumiyet kararıyla sona ermeyip, etkisini bu
kararın kesin hüküm haline gelmesine kadar sürdürmelidir. Alman FAYM ’nin tercihi de
bu yöndedir, bkz. ( N i e m ö l l e r & S c h u p p e r t , 1982: 471).
- 375 -
İkinci olarak m asum iyet ilkesiyle usul hukukuna ilişkin bir genel hüküm
niteliğindeki adil yargılanm a hakkı (Adil yargılanm a hakkı için bkz. (İNCEOGLU,
2008; ÇELİK, 2007; YENER 2004) arasında bir bütünlük oluşturulması
düşünülebilir. Buna göre m asum iyet karinesi, adil yargılam a ilkesinin bir alt
unsuru olarak kurgulanabilir. A ncak bu yapının zayıflığı, m asum iyet karinesinin
korum a alanını m ahkem e önündeki yargılam ayla sınırlam ası ve yargılam a usulü
dışında suçla ilgili bağlantıları kapsam am asıdır. Ö rneğin devletin, başvurucunun
m em uriyete kabulünü, kesin hüküm olm aksızın bir suça işaret ederek reddetm esi
ya da basının, ileri gelen bir kişinin sözde ispatlanm ış suçunu, henüz ceza davası
sonuçlanm aksızın haber yapm ası (Bu değerlendirm e ve örnekler için bkz.
( L in d n e r 2008: 244-245).
Nihayet, m asum iyet karinesinin, bireyin kişiliğinin bütünlüğü bakım ından
sahip olduğu doğrudan ilişki, onun genel kişilik hakkının bir görünüm ü olarak
ifade edilm esini anlaşılır kılmaktadır. Farklı katm anları içeren bağım sız bir
temel hak olarak genel kişilik hakkı çeşitli korum a alanlarına sahiptir. Bu
korum a alanlarının, birbirlerinden kesin çizgilerle ayrılabilir olduğu iddia
cdilem ese de, ilgili oldukları bazı hak kategorilerinden söz edilebilir". Ö zellikle
bilim sel teknik gelişm enin ve değişen yaşam koşullarının ortaya çıkarabileceği
tehlikelere karşı koyabilm ek için çeşitli kişilik unsurlarının boşluk bırakm am ak
üzere güvence altına alınm ası zorunlu bir ihtiyaç haline gelm iştir. Nitekim
kişisel bilgiler ilgilinin göz ardı edem eyeceği ve de önleyem eyeceği biçim de
kullanılıyorsa, bu tür bir tehlike durum u, belirli bir hukuki çıkarın som ut tehdidi
olarak ön plana çıkar ve kişilik hakkının bir görünüm ü olarak bireye kendi
kişisel verilerini açıklam a ve kullanılm asını belirlem e yetkisi verir. Kendi kişisel
verilerini açıklam a ve kullanılm asını belirlem e hakkı, özel yaşam ın korunm asına
ilişkin hak ile yan yana bulunur ve daha geniş bir koruma sağlar (Kişisel
verilerin kullanım ını belirlem e hakkı için bkz. K a n a d o ğ LU, 2009: 62 ve 76).
Bu hak, kişinin ceza yargılam ası hukuku çerçevesinde suçluluğu kesin hüküm le
tespit edilem edikçe, suçsuzluğunu ifade etm e ve suçsuz gösterilm e hakkını da
içerir. Bir suç işlenm esiyle ilgili olarak belirli bir kişinin kam uoyuna
yansıtılm ası sadece hukuksal bir hassasiyet doğurm ayacak, kişinin sosyal ve
11
Örneğin Türk hukukunda kişilik hakkı, kişinin hayatı, vücut tamlığı ve hareket
özgürlüğüne ilişkin alan olarak nitelendirilen “maddi kişisel değerler” ile kişinin ruhi
bünyesi ve toplum içindeki yeri ile ilgili “manevi kişisel değerler” olarak ikiye
ayrılabilmektedir, bkz. ( U z e l t ü r k , 2004: 9). Kişilik hakkının Alman hukukundaki,
kendi kökenleri hakkında bilgi sahibi olma hakkı, şerefin korunması, kendi resmi ve
sözleri üzerindeki hak gibi çeşitli görünümleri için bkz. ( P i e r o t h & S c h l i n k , 1996:
98-99).
-376-
mesleki çevresinde de bir değersizlik hükm üyle karşılaşm asına yol açacaktır.
Suç işlemekle suçlanm a, kişinin kendi bilgilerinin kullanılm asını belirlem e
hakkına bir m üdahale olduğu kadar doğrudan şerefine de dokunm aktadır. Bu
bağlam da genel kişilik hakkı bir temel hak olarak, bireyin anayasal korumasını
sağlar, m asum iyet karinesi de bu korum a kapsam ında yer alır.
M asum iyet karinesinin genel kişilik hakkı kapsam ında görülm esi ve buna
bağlı olarak “kişinin suçluluğu m ahkem e kararıyla sabit olm adıkça suçlu ya da
şüpheli olarak tanım lanm am asındaki hukuksal yarar, genel kişilik hakkının
koruma alanına girer.” şeklindeki bir tanım, bu alandaki güvenceyi artıran
sonuçlar doğuracaktır. Şöyle ki, belirtilen tanım sadece suçluluk değil, şüpheli
olma halini de suçluluk kesin hüküm le belirlenm edikçe fiili ve hukuki nitelikteki
önlem ler için esasta bir dayanak noktası olarak görm em ektedir. Ailevi, mesleki
ve sosyal çevrenin, ccza takibinin soruşturm a ile yargılam a aşam aları arasındaki
farkı kolaylıkla ayırt edem eyeceği göz önüne alındığında, tanımdaki bu
genişletm enin olumlu görülm esinde yarar vardır. Bu durum a bir de beraat
kararıyla sonuçlansa da çoğu halde soruşturm a önlem lerinin kalıcı bir “ lekeye”
dönüştüğü gerçeği eklenirse bu yarar daha iyi anlaşılacaktır. Ayrıca soruşturm a
ve şüphe aşam asında alınacak önlem ler insanın sosyal varlığı ve moral değerleri
açısından bir çöküşe de yol açabilecektir.
M asum iyet karinesinin korum a alanının, şüphe haliyle olan ilişkisi
kopartılırsa, henüz uygun bir mahkum iyet kararı olm aksızın, sanki suçluluğu da
içeriyorm uş gibi şüphe haliyle kurulacak bir bağlantı, m asum iyet karinesine olan
m üdahaleleri daha güçlü bir şekilde haklı kılacaktır. Geniş anlam da, şüphe halini
de kapsayacak şekilde yorum lanm ası halinde m asum iyet karinesi, kişiyi suçlu ve
şüpheli gösterilm esine karşı sadece ceza yargılam asında değil, tüm hukuksal
ilişkilerinde genel olarak koruyacaktır. N itekim Alm an FAYM de m asum iyet
karinesine bu doğrultuda ikili bir işlev tanım ıştır (B V erfG E 74, 358, 371):
Birincisi m asum iyet karinesi, somut bir ceza yargılam asında yasal usule uygun
biçim de suçluluk ispatlanm adan sanığa karşı etkisi bakım ından cezaya denk
gelecek önlem lere hükm edilm esini yasaklar. İkincisi, kişi kesin hüküm olmadığı
sürece, bir suçun suçlusu yapılm asına yönelik açıklam alara katlanm ak zorunda
değildir. Burada m asum iyet karinesinin özel kişiler arasındaki etkisi de ortaya
çıkm aktadır. Ancak bağım sız bir m ahkem e objektif bir yargılam a sonucu
ilgilinin suçluluğuna hükm ederse, olay hakkında hukuki ve etik anlam da bir
-377-
değersizlik hükm ünde bulunulabilir ve ilgili herhangi bir kişilik hakkına
dayanm aksızın bu beyanlarla yüzleşm ek zorundadır1'.
V.
Masumiyet Karinesinin Temel Hak Boyutları
M asum iyet karinesinin genel kişilik hakkının bir görünüm ü olduğu kabul
edildikten sonra açıklığa kavuşturulm ası gereken bir diğer nokta m asum iyet
karinesi kapsam ında korunan temel hakkın hangi boyutlara sahip olduğunun
belirlenm esidir.
1.
Karinesi
Bireyi Devlete Karşı Koruyan Bir Hak Olarak Masumiyet
N egatif statü haklan olarak temel hak norm ları, temel hak sahiplerine
temel hak ihlallerine karşı bu ihlalin sonlandırılm asına ya da giderilm esine
yönelik sübjektif ve yasakoyucunun m üdahale alanı dışında kalan bir talep hakkı
vermektedir. Bu hak, Anayasanın sınırlam a kaydı ve sınırlam anın sınırına ilişkin
kuralları çerçevesinde som utlaşır.
Suçluluğu bu amaçla yapılan yargılam a sonucu kesin hüküm le tespit
edilm ediği sürece, suçlu olarak tanım lanm am a veya şüpheli olarak
davranılm am aya ilişkin hukuki m enfaate devletin haksız biçim de m üdahalesi,
m asum iyet karinesi temel hakkının ihlaline neden olur. Örneğin bir ceza
yargılam ası yapılm aksızın (ya da sadece görünüşte yapılarak) bir m ahkûm iyet
12
Bu aşamada sözü edilen durumun masumiyet karinesiyle bir ilgisi kalmamıştır.
Artık bundan sonra devreye yeniden sosyalleşme hakkı gibi genel kişilik hakkının diğer
görünümleri girecektir.
-
378-
kararı verilm esi, ilgili bir m ahkem e kararı olm aksızın işlenmiş olan bir suçla
bağlantı kurularak idarenin önlem ler alm ası11 gibi.
Devletin tem el hakkın koruduğu bu m enfaate yapacağı herhangi bir
m üdahalenin anayasal açıdan haklı olabilm esi için öncelikle bir sınırlam a
kaydının var olması gerekir. İkinci koşul ise anayasal sınırlam a kaydına dayanan
düzenlem enin, sınırlam anın sınırına ilişkin ilkelere aykırı olm am asıdır. Yukarıda
da belirtildiği üzere m asum iyet karinesinin genel kişilik hakkı kapsamında
değerlendirilm esi halinde, A nayasam ızda kişilik unsurlarını koruyan özel bir
m adde yer alm adığından, m asum iyet karinesinin korunması, ancak onurlu bir
yaşam sürm e hakkı (Başlangıç 6. paragraf) ile m addi ve manevi varlığını
korum a ve geliştirm e hakkına (md. 17) dayaııdırılabilir. A nayasal korum a
altındaki bu hakkın anayasaya uygun sınırlandırılabilm esi için özellikle
sınırlam ada kullanılan aracın anayasanın ilgili m addelerinde belirtilen am açlara
ulaşm ak için elverişli, gerekli (zorunlu) ve orantılı olm ası gerekm ektedir. Ancak
bu aşam aya geçilm eden önce m asum iyet karinesinin dokunulm az çekirdeği olan
özünün de belirlenm esi gerekir.
Genel kişilik hakkının bir görünüm ü olarak m asum iyet karinesinin mutlak
korum a altında olduğu dokunulm az alanlara şu örnekler verilebilir: Öncesinde
yapılm ış bir ceza yargılam ası olm aksızın veya saptırılmış “görünüşte” bir ceza
yargılam asına14 göre bir cezaya ya da ceza benzeri bir yaptırım a hükm edilm esi,
13 AYM, devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlardan haklarında kamu davası
açılan avukatların mesleklerini yapmalarını yasaklayan -1136 sayılı Avukatlık Kanunun
154. maddesini, suçsuzluk karinesini iptal gerekçesi olarak kullanmaya gerek
duymaksızın, yalnızca 1982 Anayasasının 49. maddesindeki çalışma hak ve ödevine
aykırı bulmuştur, bkz. K. 1985/6, AYMKD 21: 119-123). Buna karşılık AYM, aynı
Kanun maddesinde yer alan haklarında tutuklama müzekkeresi çıkarılan avukatların
zorunlu olarak meslekten yasaklanmalarını öngören düzenlemeyi ise suçsuzluk
karinesini bir kez daha göz ardı ederek anayasaya aykırı bulmamıştır. Avukatlık
Kanununda 2001 yılında yapılan değişikliğe kadar yürürlükte kalan bu düzenleme de
göstermektedir ki, ülkemizde suçsuzluk karinesinin anayasal içeriği ve önemi yeterince
anlaşılamamıştır. Yine Türk hukukunda bazı suç tiplerinde (örneğin Mal Bildiriminde
Bulunulması Rüşvet ve Yolsuzlukla Mücadele Kanunu md. 4) idareye verilen yetkiler
bakımından suçsuzluk karinesinin ihlal edilmekte olduğu da haklı olarak ileri
sürülmektedir, bkz. Y a l ç i n k a y a : 128).
14 Hukuk tarihinin lekeli sayfalarında kalması gereken “şeklen, görünüşte ve
gerçeğe uygun olmayan” ceza yargılamaları, günümüz Türkiye’sinde ne yazık ki söz
konusu olmaya devam etmektedir.
- 379 -
bu yolla m asum iyet karinesi tam am en inkar edilmiş olacağından hiçbir şekilde
haklı görülemez.
Aynı durum , henüz m ahkum iyet kararı verm e aşam asına gelmeden,
yargılanan kişinin suçlu olduğu varsayılarak dava m asraflarına hiikm edilm esinde
de söz konusudur. Dava m asraflarının tahsili meşru bir am aca yönelik olsa da
mali boyutuyla çoğunlukla m asum iyet karinesinin ardında kalacaktır. N itekim
CM K md. 327’ye göre beraat veya ceza verilm esine yer olm adığına karar
verilm esi halinde ve yine CM K md. 325/3’e göre sonuç sanık lehine ortaya
çıkm ış ise yargılam anın değişik evrelerinde yapılan yargılam a giderleri devletçe
üstlenilir.
Savcılığın ya da polisin suç isnat edilen kişinin suç işlediğinden hiçbir
şüphesi olm adığını basm a açıklam ası örneğinde olduğu gibi bir kişinin
kam uoyunda bilinçli olarak suçlu gibi gösterilm esi de m asum iyet karinesinin
özüne dokunur ve haklı kılınamaz. D evam eden soruşturm a hakkında basının
bilgilendirilm esi, anayasal meşru bir am aç olarak kabul edilebilir. Ancak açıkça
ve kasten peşin hüküm içeren bir açıklam a, meşru am aca ulaşm ada zorunlu bir
araç olarak nitelendirilem ez.
M asum iyet karinesine m utlak korum alı alan dışında özellikle ölçülülük
ilkesine dikkat edilerek m üdahale edilebilir. Burada ilk olarak ceza yargılaması
kapsam ındaki soruşturm a önlem leri arasında yer alan ve özel şüphe durum unu
gerektiren tutuklam a kurum u akla gelm ektedir. Tutuklam a bağlam ında anayasal
korum a altındaki iki değer çatışm aktadır. Bu değerlerden biri m asum iyet
karinesi, diğeri ise etkin ceza takibindeki kam usal çıkardır. Çatışm anın
uyum laştırılm ası için her iki anayasal değerin ölçülü bir dengeye getirilm eli ve
m üm kün olduğu kadar uyum laştırılm alıdır (Bugün A lm anya’da çatışm anın
çözüm aracı olarak kullanılan pratik uyuşum form ülü için bkz. K A N A D O Ö L U ,
2000: 115 vd).. N itekim A lm an FAYM , tutuklam anın hukuksal geçerliliğini
şöyle form üle etm iştir; “Tutukluluk, ölçülülük ilkesinin belirlem esi ve icrası
içinde gerçekleşm elidir; özgürlüğe m üdahale ancak bir yandan somut em arelere
dayanan olguların gerekçelendirdiği ilgilinin suçsuzluğu üzerindeki ivedi
şüpheye, diğer yandan ise kam usal topluluğun olayın tam am en aydınlatılm ası ve
faillerin hızla cezalandırılm asına yönelik m eşru talebinin, şüphelinin geçici
olarak tutuklanm asından başka bir yolla güvence altına alınam am ası koşuluyla
kabul edilebilir.” (B V erfG E 19, 342, 347. Alman hukukunda tutukluluğun
infazına ilişkin son gelişm eler hakkında bkz. B r u n e & M Ü L L E R , 2009: 143-
-380-
146). Bununla beraber m asum iyet karinesi, tutuklam anın zam an olarak da
sınırlandırılm asını gerektirir15.
2. Koruma Yükümlülüğü Olarak Masumiyet Karinesi (Yansıma
Etkisi)
M asum iyet karinesi devlet tarafından ihlal edilebileceği gibi özel hukuk
ilişkilerinde de ihlal edilebilir. İşverenin, işçinin iş akdini, güya o işçi şirket
m alvarlığını zim m etine geçiriyor diye henüz bu konuda bir yargı kararı
olm aksızın feshetmesi ya da basının bir suç haberi verm esi ve şüphelileri tarafsız
okuyucu gözünde suçlulukları ispatlanm ış şekilde gösterm esi örneklerinde
olduğu gibi (Ö rnekler için bkz. LlNDNER, 2008: 256-257).
Bu örnek olaylarda hak sahibi ve yüküm lüsünün karşı karşıya
gelm esinden çok, özel hukuk kişileri arasındaki her iki tarafın farklı temel haklar
tarafından korunan çıkarlarının içinde yer aldığı yatay ilişkiler söz konusudur.
Bu nedenle tem el hakların yatay etkisinin söz konusu olduğu bu hallerde, işçinin
işveren ya da suç ithamı altında bulunanın basın karşısında bu faaliyetlerin
önüne geçilm esini talep edebileceği doğrudan bir temel hakkı yoktur. Bu
durum da temel haklar, anayasal bir değer hükm ü olarak hukukun tüm
alanlarında, özel hukukta ise özellikle medeni hukukun genel hüküm lerinden
yansıyarak etkisini gösterir (Tem el hakların özel hukukta etkisi için bkz.
KANADOĞLU, 2000:17-18).
Tem el hakkın koruduğu bir çıkar -yukarıdaki örneklerde m asum iyet
karinesi- üçüncü bir kişinin davranışıyla -işverenin iş akdini feshi ya da
m edyanın haber verm esiyle- zarar görmesi halinde çözüm , zarar gören çıkar ile
zarar verenin bir diğer temel hak tarafından korunan çıkarının -çalışm a ve
sözleşm e özgürlüğü ile düşünce ve basın özgürlüğünün- karşılıklı tartım ı ve
zarar görenin, zararının kabul edilm ez olduğu noktada korunm ası gereğidir. Özel
hukuk bağlam ında devletin yüküm lülüğü, zarar görene, m üdahalenin
engellenm esi, maddi ve m anevi tazm inat taleplerini tanım ak ve bu taleplerin
yargı eliyle yerine getirilm esini sağlam aktır.
15
Alman FAYM’e göre tutuklama hukukundaki hızlandırma (çabuklaştırma)
ilkesi masumiyet karinesi bakımından uzayan tutuklama sürelerine karşı bir düzeltici
olarak özel bir anlam taşımaktadır. FAYM’nin bu konudaki içtihadı ve değerlendirilmesi
için bkz. (J a hn , 2006: 653).
-381
-
Bir temel hak olarak m asum iyet karinesi de özel kişiler arasındaki dolaylı
etkisini, zarar gören lehine ve zarar veren aleyhine bir korum a yüküm lülüğü
olarak gösterm ektedir. Bu noktada yapılm ası gerekli olan özenli bir tartım da
somut olayın tüm koşul ve özellikleri dikkate alınm alıdır. Örneğin basının haber
verm esine ilişkin tartım da, suçun ağırlığı ve niteliği, yakın çevredeki anlamı,
haber vermedeki nitelik ve kişiyle bağlantı, haberin ciddiliğine duyulan şüphe
gibi birçok unsurun hesaba katılması gerekir. Önyargılı, yargılama
taınam lanm aksızm şüpheli ya da sanığı suçlu ilan eden habercilik, şüpheli ya da
sanığın m asum iyet karinesinin karşısında korum a görm em elidir. A ksine bu
kişiler, basına karşı koruııabilm elerini sağlayacak uygun hukuki taleplere sahip
olm alıdırlar. Bir temel hak pozisyonu olarak m asum iyet karinesinin ve onun
korum a yüküm lülüğü boyutunun güçlü bir şekilde belirginleştirilm esi, basın
hukukunda şüphelinin haklarının da güçlenm esine yol açabilecektir.
M ahkem elerin genel kişilik haklarına yapacağı özel vurgu, bireyin kişilik
haklarının m asum iyet karinesi bakım ından da basın özgürlüğüyle olan
ilişkisinde uygun bir konuma gelm esini sağlayacaktır.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Anayasa Mahkemesi Kararları:
E. 1979/38, K. 1980/11, G. 29.1.1980, AYM KD. 18.
E. 1984/12, K. 1985/6, G. 1.3.1985, AYM KD 21
E. 1991/18, K. 1992/20, G. 31.3.1992, AYM K D 28/1
E. 1992/8, K. 1992/39, G. 16.6.1992, AYM K D 28/2
E. 2000/48, K. 2002/36, G. 20.3.2002, AYM K D 38/2
E. 2002/70, K. 2004/56, G. 6.5.2004, AYM K D 41
Federal Alman Anayasa Mahkemesi Kararları:
B VerfGE 19, 342, 347.
BVerfGE 74, 358, 379.
-382
-
BVerfGE 74, 3 5 8,371.
B VertG E, NJW 1992
2BvR 413/00, 12, 14.
insan Haklan Avrupa Mahkemesi Kararları:
A.L./A lınanya, 72758/01, G. 28.4.2005
Böhm er/Alm anya, 37568/97, G. 3.10.2002
Bııtkeviciııs/Litvanya, 48297/99, G. 26.03.2002
Y.B. ve Diğerleri/Türkiye, 48173/99, G. 28.10.2004
Sekanina/A vusturya, 13126/87, G. 5.08.1993
M inelli/İsviçre, 8660/79, G. 25.03.1983
Öteki Kaynaklar:
Anayasa Yargısı C. / (1981) ( Ankara: Anayasa M ahkemesi Yayınları).
Toussaint H. BECKER (2004), “ Schm erzengeldansprüche Beschuldigter
bei M edieninform ationen der Staatsanw altschaften” {NJW).
&
S.
M üller
(2009),
“ W ohin
U ntersuchungshaftvollzug?” (ZR P: Zeitschrift fü r Rechtspolitik 5).
V.
Brune
geht
A. Ç ELİK (2009), “ A vrupa İnsan Hakları Sözleşm esi ve T ürk Hukukunda
M asum iyet K arinesi” {Terazi Hukuk Dergisi 4).
A. Ç ELİK (2007), Adil Yargılanma Hakkı (Ankara:Adalet).
-383 -
der
Güney DİNÇ (2006), Sorularla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Ankara:
TBB Yayınları).
Faruk EREM (1 9 6 8 ), Umanist Doktrin Açısından Ti'trk Ceza Hukuku, C: /,
Genel Hükümler (8. Baskı, Ankara: AÜHF Yayınları).
Metin FEYZİOĞLU (1999), “ Suçsuzluk Karinesi: Kavram Hakkında Genel
Bilgiler ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşm esi” (AÜHFD I1L/I-4).
J.
FROWEIN
&
W.
PEUKERT
(1996),
Europeaische
M enschenrechtskonvention, EM R K - Kom m entar, 2. Baskı, Engel Verlag,
M. Semih GEMALMAZ (2003) , İnsan Hakları Belgeleri C. III-IV
(İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi).
M. JAHN (2006) , “ Stürmt K arlsruhe die Bastille? B undesverfassungsgericht und die überlange U ntersuchungshaft”, NJW 10
Das
O. Korkut K a NADOGLU (2009) , “Türkiye C um huriyeti A nayasası’nda
Özel Y aşam ” {Özel Yaşamın Gizliliği, Ankara: TBB Yayınları).
O. Korkut KANADOGLU (2000) , Türk ve Alman Anayasa Yargısında
Anayasal Değerlerin Çatışması ve Uyumlaştırılması (İstanbul.- Beta Basım
Yayım)
M. KOCA & İ. ÜZÜLMEZ İ. (2008), Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler
("Ankara: Seçkin).
M. NlEMÖLLER & G. F. SCHUPPERT (1982) , “Die R echtsprechung des
B undesverfassungsgerichts zum Strafverfahrensrecht”, AÖR 107
J.F. LINDNER J. F. (2008),
U nschuldsvcrm utung”, AÖR 133.
“ Der
V erfassungsrechtssatz
von
der
-Sibel İNCEOĞLU (2008), İnsan H aklan Avrupa Mahkemesi Kararlarında
Adil Yargılanma Hakkı (3. Bası, İstanbul: Beta).
B.
PlEROTH & B. G rundrechte SCHLINK (1996),
(Heidelberg: M üller Verlag).
-384-
Staatsrecht II, C. F.
Y. ŞAHİNKAYA (20 0 8 ), Suçsuzluk Karinesi (A nkara: Seçkin).
B ülent TANÖR & N ecini YÜZBAŞIOGLU (2 0 0 6 ), Türk Anayasa Hukuku
(İstan b u l: Beta).
S u ltan UZELTÜRK (2 0 0 4 ), 1982 Anayasası ve İnsan Hakları Avrupa
Sözleşmesine Göre Özel Hayatın Gizliliği Hakkı (İstanbul: Beta).
İ. ÜZÜLMEZ (2 0 0 5 ) “T ü rk H ukukunda S uçsuzluk K arinesi ve S o n u çları”
( TBB Dergisi, 18/58 [M ayıs-H aziran]).
Ş. YALÇINKAYA, S u çsuzluk K arinesi
Ü. YENER (ed.) (2 0 0 4 ), A dil Yargılanma Hakkı ve Ceza Hukuku (A nkara:
Seçkin).
-
385
-
-386
LAİKLİK İLKESİNE BAĞLI GÜNCEL ANAYASAL
SORUNLAR1
Prof. Dr. Fazıl SAĞLAM
Giriş
1) Konu Seçimi ve Mümtaz SOYSAL’la İlgili Notlar
a)
M üm taz H oca için çıkarılacak A rm ağan’da katkıda bulunm ak büyük
bir onurdur. Bu katkı için “ laiklik ilkesine bağlı güncel anayasal sorunlar”
konusunun uygun bir seçim olacağını düşündüm . Bir yıl kadar önce aynı konuyu
Bilgi Ü nivcrsitesi’nde düzenlenen bir sem inerde2 bildiri olarak sunm uştum .
Bildiri m etni üzerinde daha bir süre çalışarak konuyu m akale form atında
geliştirdim . Bu çalışm alar sırasında Cem E R O Ğ U L ’un da Prof. M uam m er
AKSOY için çıkarılan A rm ağan’da paralel bir konuyu işlediğini gördüm
(EROĞU L, 1991: 183-190). EROĞUL yazısında “laik bir ülkede yaşama
hakkı"nın varlığını ortaya koym aya çalışm ış. Tıpkı Friedrich M Ü L L E R ’in nisan
başında ülkem izde verdiği konferansta’ “ kişinin insan haklarına dayalı bir
demokrasiye olan hakkı'nâzn 4. kuşak bir hak olarak söz etmesi gibi. Gerçi
ER O Ğ U L’un yazısını basılm adan önce de okum uştum . Ama o zam an “4. kuşak
hak” çağrışım ı söz konusu değildi. Ü stelik konum u seçerken, doğrusu bu yazı
1
Bu metinle ilgili eleştiri ve uyarıları için Cem Eroğul ve Selin Esen’e teşekkür
ederim.
: AB Fransa Dönem Başkanlığı Çerçevesinde, Bilgi Üniversitesi AB Enstitüsü,
Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü (IFEA) ve Grenoble İnstitute o f Political
Studies işbirliği ile 23/ 24 Ekim 2008 tarihlerinde Bilgi Üniversitesi’ndc düzenlenen
“Avrupa Perspektifinden
Türkiye ve Fransa Cumhuriyet Sistemlerinin Tarihi ve
Gelişimi” konulu seminer.
Friedrich M ülleı’in 03.04.2009 tarihinde Maltepe Üniversitesinde sunduğu
“Yapılandırılmış Hukuk
Öğretisi Açısından Ulusal ve Uluslararası Alanda İnsan Haklarının Kuramı ve
M etodiği” başlıklı
konferans; bu konferansın ana hatları Almanca ve Türkçe olarak Maltepe
Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Dergisi’nde bu yıl içinde yayımlanacak.
-387-
aklıma gelm em işti. İşte benzer durum larda benzer davranışların ortaya
konulm ası, bizim kürsüyü birleştiren ve bütünleştiren unsurlardan biri olmalı.
b) M üm taz SO Y SA L’a son yıllarda yöneltilen en yaygın eleştiri,
“ ulusalcı” bir yönde değişm iş olm asıdır. M art ayında SO Y SA L onuruna S B F ’dc
düzenlenen toplantıda da kendisine bu yönde sorular yöneltildi. Ben bu görüşe
hiç katılmadım. Bcnce M üm taz Hoca 60 ve 7 0 ’li yıllarda hangi duruşu
sergilediyse, bugün de ayrı duruşu sergiliyor. Kolaya kaçmayan, eyyama ve
m odaya göre eğilip bükülm eyen dosdoğru ve dik bir duruş. O zaman bu duruş,
kendisinin sıkıyönetim m ahkem elerinde yargılanm asına ve hüküm giym esine
yol açtı. Çoğu kim senin sorum luluktan kaçındığı bir dönem de SBF Dekanı
olm aktan kaçınm adı. Tutuklandığı sırada dekanlık görevini yürütüyordu. SBF
Anayasa kürsüsü için açılan sınava başvurduğum sırada SOYSAL hapisteydi.
Kürsü Başkanım ız Bahri SAVCI, onıın yokluğunda asistanlık sınavının
yapılm asını uygun görm em iş ve sınavı ertelemişti. Bir yıl kadar sonra SOYSAL
tahliye edilince, sınav, onun da bulunduğu bir ortam da yapıldı. Ama SOYSAL,
“Anayasa H ukuku’na Giriş” kitabını yazdığı için 6 yıl 8 ay ağır hapis cezasına
m ahkûm edilmişti.
Bence bir değişim den söz edilecekse, önce M üm taz H oca’ya “ulusalcı”
suçlam asını (!) yöneltenlerin durdukları yere bakm ak gerekir. “ Küresel
egem en” in penceresinden bakarsanız, M üm taz H oca’yı ulusalcı olarak
nitelem eniz doğaldır.
“ Küreselleşen dünyada ulus kavramı eskim iştir” diyenlere şaşıyorum .
Ulusal devlet gerçeği nerede ve ne zam an ortadan kalktı? K üreselleşm eye
egem en olan devletler kendi menfaatleri gölgelendiği her konuda en koyu bir
ulusçuluk sergileyebiliyorlar. Fark şurada: O nlar “küresel egem en” oldukları için
ulusçuluklarını dem onstre etmeleri gerekm iyor. Aksine küresel çıkarlarıyla
çatıştığı ölçüde ulusalcılığı ezm eye çalışıyorlar. Ama bence bu ezm e girişim inde
bile dışarıdan pek görülm eyen yeni bir ulusçuluk anlayışı saklı. İşte SOYSAL,
60 ve 7 0 ’li yıllarda henüz etkinlik kazanm am ış olan küresel saldırının, ulusun ve
ülkenin bütünlüğü için taşıdığı büyük tehlikeyi görüyor. Kolaya kaçmıyor,
m odaya kapılm ıyor ve 60 ve 7 0 ’li yılların duruşuyla küresel egem enlere karşı
ulusal çıkarları korum aya çalışıyor.
Gelelim konum uzu oluşturan laiklik ilkesine. Soysal, CHP-M SP
koalisyonunun fikir babası olm akla tanınır. SO Y SA L bu yaklaşım ıyla İslami
kim liğini vurgulayan bir partiye laik düzenle uzlaşm ası için bir şans tanınması
düşüncesine destek vermiştir. Belki kendisini bu noktada yanılm ış olmakla
eleştirm ek m üm kündür. Ama o dönem aydınlarının telaffuz dahi edemediği bir
-388 -
girişim i savunan SO Y SA L ’ı katı bir laikliğin (onların deyişiyle “ laikçiliğin)
yandaşı olarak nitelem ek abestir. Ama bu şansın çok kötü kullanıldığı,
deneyim le sabit olduktan ve hele dışarıdan tezgâhlanan
“ Ilımlı İslam
C um huriyeti” gibi daha büyük bir tehlike ortaya çıktıktan sonra, SO Y SA L’ın
Cum huriyetin temeli olan laikliği savunm ası, onun kişiliğine yaraşır bir
davranıştır. Bu da bir değişim sayılacaksa, o zam an “iyi ki değiştin ve iyi ki
varsın M üm taz Hoca ” dem ekten başka bir söz gereksizdir.
2) Konunun İşleniş Biçimi
T ürkiye’de laiklik kavram ı üzerinde sürekli konuşuluyor ve tartışılıyor.
Bu konuşm a ve tartışm alara bilen ve bilm eyenin de katılması, dem okratik bir
toplumda doğal karşılanm alıdır. A ncak burada bir nokta büyük bir önem taşıyor.
Bu kavram ı yalnızca sosyoloji ya da siyaset bilim ine ilişkin bir kavram olarak
tartışm ak, özellikle T ürkiye’de havanda su dövm eye benzer. Çünkü laiklik,
Türkiye açısından sosyoloji ya da siyaset bilim ine ilişkin bir terim olm anın
ötesinde anayasal-hukuksal bir kavram dır4. Bu özelliği ile de norm atif bir nitelik
taşır. Üstelik bu norm, A nayasa’mn değişm ez kuralları arasında yer alır ve
toplum sal yaşam ı, din ve devlet ilişkilerini dolayısıyla dinsel cem aat üyeleriyle
devlet ilişkilerini etkiler ve onlara yön verir. Bu nedenle laiklik kavram ının
anayasal-hukuksal boyutunu ihmal eden bir tartışm a, özellikle Türkiye açısından
abesle iştigaldir. Tabii bu kavram ın içeriği, A nayasa’nm nesnel yaşam
ilişkilerinden seçerek norm laştırdığı bir kesittir. Bu açıdan laikliğin norm olarak
kavranm ası, anlam landırılm ası ve som utlaştırılm ası da, sosyolojiye ve/veya
siyaset bilim ine ilişkin bilgilerden kopuk olarak yapılam az. Ama bu
anlam landırm a ya da som utlaştırm ada belirleyici, hatta ondan da öte bağlayıcı
olan hukuksal perspektiftir.
Bu yazıda laiklik ilkesinin anayasal-hukuksal boyutu ön plana alınarak
içinde yaşadığım ız zam an dilim inde karşılaştığım ız güncel sorunlar iki ana
bölüm e ayrılarak tartışılacaktır. Birinci bölüm de laiklik ilkesi açısından
yaşadığım ız kavram kargaşası ele alınacak (I); ikinci bir bölüm de ise yargısal
uygulam a alanında laiklik ilkesiyle ilgili son gelişm elerden çıkarılabilecek
sonuçlar ve dersler üzerinde durulacaktır (II).
A Laiklik ilkesinin anayasal - hukuksal boyutunu irdeleyen önemli çalışmalardan
biri olarak bkz. (EROĞUL, 1991: 183-190)
-
389-
I.
Laiklik İlkesi ve Kavram Kargaşası
Laiklik ilkesi bakım ından güncellik taşıyan en önemli sorunlardan biri,
laiklik terimi üzerinde yaratılan kavram kargaşasıdır. Bu nedenle önce bu
kargaşa üzerinde durm ak gerekir. Bu kargaşa bilinçli olarak yaratılm ıştır ve
ideolojik kökenlidir. Kargaşanın temel motifi laiklik ilkesinin A nayasa’nın
değiştirilem eyen ve değiştirilm esi tek lif edilem eyen ilkeleri arasında yer
alm asıdır. Kargaşayı yaratanların amacı ise bellidir: Değiştirilem eyen ve
değiştirilm esi m üm kün olm ayan bir anayasa norm unun sulandırılması, norm atif
gücünün etkisizleştirilmesi ve m üm künse içinin boşaltılması. Laikliğe karşı
yürütülen bu ideolojik saldırı, birbirine bağlı dört temel söylemde dile
getirilm ektedir:
1) “Laikçi” Sözcüğü ve Ilımlı İslam Projesi
a) Laikçi Sözcüğünün Anlamsızlığı
Laiklik ilkesini yozlaştırm ak için başvurulan ideolojik araçlardan biri
“ la ik ç i' sözcüğüdür. Terim ya da kavram dem iyorum . Bu sözcük, Türk
A nayasası’nın değişm ez bir ilkesini başkalaştırm a çabasına hizm et eden ve arada
bir de sözde küçültücü am açla kullanılan uydurma bir sözcüktür.
“R epublikçi”, “teolojikçi”, “ ekonom ikçi” ya da “ dem okratikçi” demek ne kadar
gülünçse, laikçi dem ek de o kadar gülünçtür (karşl. ATEŞ, Cumhuriyet, 18 Ekim
2008).
Bu sözcüğün, çevirilerde bile kullanılm ası ise ideolojik bir tahrifattır.
Türk Anayasalarının Alm anca çevirilerinde laik terim i “ laizistisch” olarak ifade
edilir'. Ama A lm anca’da bu terim le kastedilen “ laikçi” değil, A nayasalarım ızda
kullanıldığı biçim iyle “laik” kavram ıdır.
C İA ’nin Türkiye M asası Eski Şefi G raham Fuller, “Yeni Türkiye
C u m h u riyetr başlıklı bir kitap yazmış. Kitabın Türkçe çevirisinin birçok
yerinde “ laikçi” sözcüğünün kullanılm ış olm ası dikkatim i çekti. Acaba İngilizce
aslı ne olabilir diye m erak ettim. Rastgele bir taram a yaparak laikçi sözcüğünün
geçtiği 8 yer belirledim (2008: 105, 109, 126, 150, 203, 321). Kitabın İngilizce
aslından ilgili yerleri buldum. V e “ laikçi” olarak çevrilen sözcüğün İngilizce
5
Gerek HIRSCH’in 1961 Anayasası çevirisinde ve gerekse RUMPF'un 1982
Anayasası çevirisinde bu terim kullanılmıştır.
-
390-
aslının “secularist ” olduğunu gördüm . İşin ilginç yanı İngilizce aslında bu
terim le birlikte “ radikal” vurgusunun da yer alması. K itapta “ radical secularist”
olarak geçen terim , “ radikal laikçi' diye çevirm iş. Oysa, “radikal se k u la risfin
karşılığı olsa olsa “ laik” olur. Çünkü laisizm, din ve devlet ayrılığı bakım ından
devletin belirleyici rolünün daha ağır bastığı bir ilkedir. Bu nedenle laiklik,
seküler anlayışa kıyasla din ve devlet ayrılığı açısından daha radikal bir çözüm
öngörür. Buna karşılık seküler anlayış, devletin din ve m ezhepler karşısında
yansızlığını vurgulam akla yetinm ez, din ve mezheplerle eşgüdüm ve işbirliği
ilişkisini benim ser (karşl. B IELEFELD T. 2006: 69). Ancak gerek seküler devlet
ve gerekse laik devlet anlayışında, din ve vicdan özgürlüğünün kullanılm ası her
iki anlayışın özünden kaynaklanan belirli sınırlara tâbi olur. Bunun dışında laik
ya da seküler anlayış ve uygulam anın özü, yazılı anayasadan ya da geleneksel
hukuktan kaynaklanan n orm atif etkisiyle, dinin, özellikle belirli bir din ya da
m ezhebin, devlet yönetim inde ve siyasal toplum üzerinde doğrudan belirleyici
bir rol oynam asını önler.
b) Ilımlı İslam Projesi:
Tabii Fuller’in kitabı, Kemal A tatürk’ün kurduğu laik Cum huriyetin değil,
adının da çağrıştırdığı gibi, “ Ilımlı İslam Projesi”ne hizm et edecek yeni bir
C um huriyetin tablosunu çizm ektedir. O zam an laikçi sözcüğü, orijinal m etinde
geçen terim in doğru çevirisi değil, bu tabloyu temel alan ideolojik bir yorum un
ürünüdür. Tabii A nayasa’nın öngördüğü laiklik ilkesi, böyle tabloya izin
vermez.
Ama ne yazık ki dışarıdan ustalıkla kurgulanm ış olan bu tablo, bugünkü
gelişm elerin sanki bir aynası gibi gözüm üze yansıtılıyor.
F uller’in kitabında yeni T ürk dış politikasının fikir babası olarak
kendisinden sitayişle söz edilen (2008: 305 - 308) Ahmet Davutoğlu, bugün
parlam ento dışından Dışişleri Bakanı olarak atanm ış bulunm aktadır.
F ullcr’in kitabında Fethullah G ülen’e 20 sayfalık bir yer ayrılm ıştır (2008:
113-132). Buradaki açıklam alara göre “G iilen’in karizmatik kişiliği kendisini
Türkiye 'nin bir numaralı İslami şahsiyeti yapmaktadır. Gülen hareketi, ülkedeki
en geniş ve en güçlü ali yapı ve /inansal kaynaklara sahip hareket olarak toplum
havalına damgasını vurmaktadır ” (2008: 114 vd.). K itapta G ülen hareketi,
“ calvinist” nitelem esiyle ödüllendirilm ekte (2008: 116) (!) ve bu hareketin
“ ciddi bir medya imparatorluğu ” kurduğu, “polis teşkilatı içinde önemli bir etki
gücüne kavuşmuş” olduğu (2008: 120) belirtilm ektedir. Gülen hareketi bugün
- 391 -
artık kendisini saklam a gereksinim i duym adan C um huriyet değerlerine karşı
girişilen bir soğuk savaşın anahtar ismi durum una gelm iş, m edyası ve polis
gücünün bu hareketin etkisi altındaki kesimi ile işbirliği içinde ve özellikle
siyaset ve yargı düzeni üzerinde anayasal kurum lara karşı saldırgan ve
zedeleyici bir rol oynam aya, adeta sivil bir darbe girişim inin baş aktörü olarak
faaliyet gösterm eye başlam ıştır.
c) Türk Laisizmini Eleştirmek
K uşkusuz laikçi sözcüğünü kullananlar yalnızca Ilımlı İslam P rojesi’ne
hizmet sunanlardan ibaret değildir. Kendilerini bu görüşle özdeş saym ayan ya da
dinsel ideolojiyle doğrudan ilgili olam ayan birçok aydının aynı sözcüğü
kullandığını biliyoruz. Uygulam a yönünden T ürk laisizmi de eleştirilebilir ve bu
eleştirilerin bir parçası olarak laikçi sözcüğünü kullananlar da olabilir. Hatta
anayasal düzeyde de laiklikle ilgili düzenlem elere eleştiri yöneltilebilir. Bunun
bazı örneklerine ileride
“ Laiklik İlkesi ve Resmi G örüş” başlığı altında
değineceğiz. Bu bağlam da şu kadarını belirtm ekle yetinelim. Burada öncelikle
altı çizilm esi gereken nokta, bu eleştirilerde laiklik ilkesinin dokunulam az ve
değiştirilem ez içeriği ile bu nitelikte olm ayan kural ve uygulam aları birbirinden
ayırmasını bilebilecek bir düzeye erişm e zorunluluğudur. Bu da laiklik ilkesinin
anayasal anlam ı konusunda bilgi sahibi olmayı gerektirir. Bu bilgi olm adan
üretilen düşünceler yüzeysellikten kurtulam az.
aa) Bu bağlam da verilebilecek ilk örnek, Diyanet İşleri B aşkanlığı’nın
genel idare içinde yer alm asına ilişkin Anayasa kuralıdır6. Bu kural, laiklik
ilkesinin dokunulam az, değiştirilem ez nitelikteki içeriği ile doğrudan ilgili bir
kural değildir. A nayasa’nın 136. m addesi, bu örgütün “ lâiklik ilkesi
doğrultusunda, biitiin siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe
dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek” görevlerini yerine getirm esini
öngörüyor. Buna uygun görev yapan bir Diyanet İşleri B aşkanlığı’nııı laiklik
ilkesi ile çelişen bir yönü yoktur. Ancak A nayasa’nın bu kuralını laiklik ilkesinin
içeriğine ilişkin kurucu bir unsur olarak görm ek m üm kün değildir. Nitekim
uygulam ada da görüldüğü üzere, Diyanet İşleri Başkanlığı, belli bir mezhebin
belirleyici etkisi altında faaliyet gösteriyorsa ve bütçesi devlet örgütü içindeki
anayasal işlevini kat be kat aşm ışsa bu örgütün kaldırılm asını istemek laiklik
ilkesine aykırı bir istem olarak değerlendirilem ez. N itekim Siyasi Partiler
K anunu’nun 89. m addesinde yer alan “ Siyasi partiler ... Diyanet İşleri
6
Gerek Diyanet İşleri Başkanlığı ve gerekse bir alt paragrafta (cc) değinilecek
olan zorunlu din dersi için karş. (EROĞUL, 1991:189).
-
392-
Başkanlığının, genel idare içinde yer almasına ilişkin anayasanın 136’ncı
maddesi lıiikmüne aykırı amaç güdemezler” şeklindeki yasak, “laik devlet
niteliğinin korunması" başlığı altında bu gün de geçerliliğini koruduğu halde,
Anayasa M ahkem esi 22.05.1997 tarihinde verdiği kararda (siyasi parti kapatma
K. 1997/3) bu maddeyi parti kapatm aya yol açacak anayasal yasaklar
kapsam ında görm em iştir. Bunun anayasal anlamı şudur: Diyanet İşleri
T eşkilatı’nın genel idare içinde yer alm asına karşı çıkm ak, Anayasanın 68.
m addesinin 4. fıkrasında yer alan “ demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine
aykırı “ eylem ya da söylem niteliğinde görülemez.
bb) A nayasa’nm 24. m addesinin 3. fıkrasında “ Din kültürü ve ahlâk
öğretimi ilk ve ortaöğretim kuramlarında okutulan zorunlu dersler arasında
yer a l ı r denilmiş olm asına rağmen, fiilen İslam D in i’nin belli bir mezhebinin
eğitimi niteliğini kazanm ış bulunan bu dersleri, uygulandıkları biçimiyle,
anayasanın laiklik ilkesiyle bağdaştırm ak olanaksızdır. N itekim gerek AİIIM ve
gerekse Danıştay, bu içerikte bir din kültürü ve ahlâk öğretim i dersinin zorunlu
din dersi niteliği kazanacağını belirtm işlerdir. AİHM , din kültürü ve ahlak
dersinin bu içeriği ile zorunlu tutulm asının A İH S’nin 9. m addesine aykırı
olduğunu karar verm iştir (1448/04). Bu karara da gönderm e yapan Danıştay ise
aynı gerekçeyle anılan dersin hem A İH S ’ııe ve hem de A nayasa’nın 24.
m addesine aykırı olduğu sonucuna varm ıştır (8. Daire K. 2008/1461).
cc) Buna karşılık aynı m addenin son fıkrasında laiklik ilkesinin dolaylı bir
tanım ına yer veren yasaklar, ileride açıklayacağım ız gibi laiklik ilkesinin
dokunulm az ve değiştirilem ez nitelikteki içeriğini som utlaştırm akta ve bu
yönüyle de Türk laisizm inin özelliğini belirlem ektedir. Bunları savunanlara
laikçi diyenler, antilaik bir ideolojinin m ensubu olm asalar da objektif olarak o
ideolojiye katkı sağlam ış olm aktadırlar.
2) “Batılı Anlamda Laik Olma” Söylemi
Laikçi kavram ının ortaya çıkışında rol oynayan bir başka çarpıtma, “ Batılı
anlamda laik olma" söylem inde dile getirilm ektedir. Bunlar “ batıda laiklik
nasılsa bizde de öyle olsun" diyorlar ve bu görüşü benim sem eyen ve
A nayasa’nın öngördüğü laiklik ilkesini savunanlara
“ laikçi” nitelem esini
yakıştırıyorlar. Bu bağlam da bir de “p asif laiklik” söylemi ortaya atıldı7.
Aşağıdaki açıklam alarım ız T ürkiye’de bunun neden olanaksız olduğunu
7
röportajı.
Ergun ÖZBUDUN’un 23.09.2009 tarihli Akşam Gazetesin’dc yayımlanan
-393 -
yeterince ortaya koyuyor. Bu konuda sözü SO Y SA L ’a bırakm anın uygun
olacağını düşünüyoruz.8
a) Dinlerin Kavramı Belirleyici Rolü
Türkiye C um lıuriyeti’nin Batılı anlamda laik olm ası, bilimsel açıdan
hiçbir dayanağı ve tutarlılığı olmayan b ir istemdir. Bir kere Batı’da
benimsenmiş yeknesak bir laiklik anlayışı yoktur. K ullanılan terim ler bile
farklıdır: F ransa’da “laiklik”, İngiltere ve A m erika’da “sekülariznı”,
A lm anya’da “Prinzip der religiösen Neutralitaet”0 terim leri kullanılıyor. Bu
terim lerdeki farklılık bile laiklik konusundaki anlayış farklılığının açık bir
göstergesidir. Bu da son derece doğal bir gözlem dir. Çünkü laiklik ilkesinin ya
da sekülariznı ilkesinin içeriğini belirleyen temel faktör, o ülkedeki egemen
dindir; dinin devlete karşı aldığı tavır ya da devlet karşısındaki konum udur.
Bu nedenle “Batıda laiklik nasılsa bizde de öyle olsun ” söyleminin bir
anlam ifade edebilmesi için, Batıda devletin karşı karşıya geldiği egemen
dinin İslamiyet olması gerekir. Ya da İslamiyet’in, Hristiyanlık’tan din
olarak ya da kurum olarak herhangi bir farklılığının bulunmadığının ileri
sürülm esi ve bunun da kanıtlanm ası gerekir. Batıda laik, seküler ya da nötr
devlet, İslam iyetle bir azınlık sorunu olm anın dışında karşı karşıya gelmedi ki
T ürkiye’deki laisizm ona benzesin. İşte F uller’in, Gülen Hareketini “ calvinist ”
olarak nitelem esi de T ürkiye’deki laiklik kavram ında istenen değişim e yapay bir
dayanak aram a çabasının pek de inandırıcı olm ayan bir ürünüdür.
b) Türk Laisizminin Farklılığı:
Anayasa M ahkem em iz 1971 yılında verdiği bir kararda laiklik kavram ının
unsurları şöyle özetlem iştir:
8 SOYSAL (2009).
9 Alman Hukuku açısından bu farklılık, Federal Anayasa Mahkcmesi’nin türbanla
ilgili 24.09.2003 tarihli kararında açıkça dile getirilmiştir. Dava sırasında özellikle
davacı, başörtüsünü yasaklamanın “laik bir anlayış”ın sonucu olduğu, oysa Federal
Alman Cumhuriyeti’nin laik devlet anlayışından farklı ve dinsel çoğulculuğu dikkate
alan bir yansızlık (Neutralitaet) esasını benimsediğini belirtilmiş, bu yaklaşım, çoğunluk
kararında da dolaylı bir biçimde benimsenmiştir. Bu konuda bkz. (SAĞLAM, 2004: 2942).
- 394 -
“Türkiye Cum huriyeti Anayasasında kabul edilen lâiklik ilkesi:
Özellikle;
Dinin Devlet işlerinde egemen
ve etkili olmaması esasını
benimseme,
— Dinin, bireylerin m anevî hayatına ilişkin olan dinî inanç bölüntüde
aralarında ayrım gözetilmeksizin, sınırsız bir hürriyet tanım ak suretiyle dinî
Anayasa inancası altıncı alma,
— Dinin, bireyin m anevî hayatını aşarak toplum sal hayatı etkileyen
eylem ve davranışlara ilişkin bölümlerinde, kam u düzenini, güvenini ve
çıkarlarını korum ak amacıyla, sınırlamalar kabul etme ve dinin kötüye
kullanılm asını ve söm ürülm esini yasaklama,
— Devlete, kam u düzeninin ve haklarının koruyucusu sıfatıyla dinî hak
ve hürriyetler üzerinde denetim yetkisi tanıma niteliklerinden oluşm uş bir
ilkedir. ” (K. 1971/79: 61).70
Şu halde A nayasa M ahkem esi’ne göre: Laiklik ilkesi, bireyin m anevî
yaşam alanı (forum internum ) içinde kalan din özgürlüğüne sınırsız bir güvence
getirm ekle birlikte, kişinin bu alanı aşarak kamu düzenini ve güvenliğini
bozacak bir biçimde toplumsal yaşamı etkileyen eylem ve davranışlara
girişmesini de sınırlamakta, dinin kötüye kullanılmasını ve söm ürülm esini
önleyici yasaklar öngörm ekte ve bunları sağlam ak üzere devlete denetleyici bir
rol yüklem ektedir. A nayasa M alıkem csi’nin bu yaklaşım ı, kendi icat ettiği bir
yorum değildir. Bunun p o zitif dayanağı,
A nayasa’nın 24. m addenin son
fıkrasında yer alan, dinin kötüye kullanılm asına ve din istism arına ilişkin
yasaklardır. Anayasa M ahkem esi son iki kararında bunun altını şöyle çiziyor:
“Anayasakoyucıı ülkenin koşullarını dikkate alarak dini veya din
duygularını ya h u t dince kutsal sayılan şeyleri siyasi çıkar ya h u t niifıız
sağlamak amacıyla kullanılm asını laiklik ilkesinin korunm ası bakımından
zorunlu görerek yasaklam a yo lu n u seçmiş ve bunları siyasal ifade ve eylem
özgürlüğünün
kapsamı
dışında
bırakmıştır.
Laiktik
ilkesinin
değerlendirilmesinde bu kuralın göz ardı edilmesi olanaksızdır ” (K .2008/116:
10
Bu tanım, 1982 Anayasası’nda da geçerli olup,
sonraki kararlarına da düzenli olarak yansıtılmıştır.
-395-
Anayasa Mahkcmesi’nin
Kararın B -Anayasaya aykırılık
bölüm ünün 3. paragrafı).
sorunu,
2,
b)
İçerik
Y önünden
başlıklı
Bu yasaklar, Türk laisizminin farklılığını gösterm ekte; laiklik ilkesinin
asgari içeriğini belirlem ektedir. Bu nedenle “Laikliğin anayasada tanımı
yoktur.n iddiası içi boş ve geçersiz bir iddiadır. A nayasanın öngördüğü bu
yasak alan, din ve vicdan özgürlüğünün de konusu olamaz. Çünkü hukuk düzeni
bir hak ve özgürlüğün kötüye kullanılm asına cevaz vermez.
Bu yasakların bir kısm ının yaptırım ını oluşturan eski TCK’nun 163.
maddesinin kaldırılmış olması, bu gerçeği değiştirmez. 163’ün kaldırılm ış
olması, A nayasa’ın 24. m addesinde öngörülen yasak alanı, başka suç
tanım larının kapsam ına girm ediği oranda bireysel suç olmaktan çıkarır, ancak
anayasal yasak varlığını ve hukuksal etkisini korum aya devam eder ve özellikle
siyasal parti yasağında belirleyici bir rol oynar.
c) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Türk Laisizmi:
Türk laisizm inin bu farklılığını en iyi anlayan kurum lardan biri Avrupa
İnsan Hakları M ahkem esi’dir (AİHM ). M ahkeme, O sm anlı dönem indeki
teokratik rejim in yıkılarak yerine cum huriyet rejim inin kurulduğunu, bu rejim
çerçevesinde T ürkiye’nin, “ İslının ve diğer dinleri, özel dinî uvsulama alanıyla
sınırlandıran laiklik tipini sectiC’in i' belirtm ektedir". Burada bir parantez
açarak Son A nayasa M ahkem esi kararında bu gerçeğin nasıl ifade edildiğin
görelim:
“Lâik düzende ... din, siyasallaşmadan kurtarılır, yönetim aracı
olmaktan çıkarılır, gerçek, saygın yerinde tutularak kişilerin vicdanlarına
bırakılır. ... Laikliğin bu işleviyle toplum sal ve siyasal barışı sağlayan ortak bir
değer olduğu açıktır.” ( parti kapatm a K .2008/2:K apatm a
D eğerlendirilm esi” başlıklı bölüm ün 23. paragrafı).
İsteminin
İşte AİHM , bu anlayışın, yani “dinleri, özel dinî uygulam a alanıyla
sınırlandıran laiklik tipinin, AİHS’nin temelini oluşturan değerlerle de uyum
11
13.02.2003 tarihli Büyük Daire kararı: “ 125. The Court further observes that
there was already an Islamic theocratic regime under Ottoman law. When the former
theocratic regime was dismantled and the republican regime was being set up, Turkey
opted for a form of secularism which confined Islam and other religions to the sphere of
private religious practice...”
-
396
-
içinde olduğunu belirtiyor. Ama daha da önem lisi, A İH M ’nin bu anlam da bir
laiklik anlayışının, “Türkiye’deki demokratik sistemin korunm ası için g e r e k ir
olduğunu vurgulam asıdır.12 A İH M ’nin bu görüşleri, içtihat niteliğindedir.
Bilindiği üzere Büyük D aire’ye yapılan bir tem yiz başvurusunun kabul
edilebilm esi
için,
davada Sözleşmenin ... yorumlanmasını veya
uygulanmasını etkileyen ciddi bir sorunun ... varlığı gereklidir. Bu nedenle
Büyük Dairenin bu kararı din ve vicdan özgürlüğünün ve laiklik ilkesinin
yorum u açısından ayrı bir ağırlığa sahiptir. Burada asıl şaşırtıcı olan, bu
ağırlığın bizim bilim çevrelerim izde yeterince değerlendirilem em iş olmasıdır.
Genç bir doçentim iz Alm anca yazdığı bir m akalede A İH M ’nin türban
konusunda “ Türkiye'nin özel koşullarının etkisi altında kaldığı "nı belirterek
M ahkemeyi eleştiriyor (G Ö ZTEPE, 2007: 49-65). Eleştirel yaklaşım bilimsel
çalışm anın özüdür. A ncak yapılan eleştirinin tutarlı bir dayanağı olmalıdır.
A İH M ’nin “T ürkiye’nin özel koşullarının etkisi altında kaldığı” savının haklı bir
eleştiri olabilmesi için, İslam iyet’le ile Hristiyanlık arasında gerçekten önem li
bir farklılığın bulunm am ası gerekir. Oysa aynı doçentim iz, Alm an A nayasa
M ahkcm esi’nin din ve vicdan özgürlüğü ve başörtüsüyle ilgili bir kararının
analizini yaptığı bir başka m akalesinin sonunda, İslam ’ın H ristiyanlık’tan çok
farklı olduğunu belirtm ekte ve “abartılı bir hoşgörüye dayanarak dinin, seküler
bir devletteki yerini ve işlevini ölçüsüz bir biçim de artırm am ak” gerektiğini
isabetle vurgulam aktadır (G Ö ZTEPE, 2004: 47-66).
Bir başka ortak m akalede ise A İH M ’nin türban konusunda verdiği karar,
Türkiye
açısından
“Pirrhus
za feri'
olarak
nitelendiriliyor
(K A RA H A N O Ğ U LLA R I & ALTIPARM AK , 2004: 249-276)13.
12 29.06.2004 tarihli 4. Daire kararı: “The notion of secularism was consistent
with the values underpinning the Convention and upholding that principle could be
regarded as necessary for the protection of the democratic system in Turkey.” (106);
10. 11. 2005 tarihli Büyük Daire kararı: “ As the Chamber rightly stated (see paragraph
106 o f its judgment), the Court considers this notion of secularism to be consistent with
the values underpinning the Convention. It finds that upholding that principle, which is
undoubtedly one of the fundamental principles of the Turkish State which arc in
harmony with the rule of law and respect for human rights, may be considered necessary
to protect the democratic system in Turkey” (114).
13 Adı geçen makaleye www.politics.edu.tr/karahan/makaleler sitesinden de
ulaşılabilir. Oldukça üst düzeyde bir tartışma boyutu sergileyen bu makalenin
ayrıntılarına girmek konumuzun sınırlarını aşar.
-397-
Her iki m akalenin takıldığı ana nokta, AİH M kararında din ve vicdan
özgürlüğünün laiklik ilkesine feda edilm iş olm asıdır. Oysa dinsel açıdan
örtünm ek, bir özgürlük kullanımı değil, dinsel bir buyruğun yerine
getirilmesidir. Gerçi dinsel buyruklara uyma da ilke olarak din ve vicdan
özgürlüğünün kapsam ı içinde yer alır. A ncak bu özgürlük, dinin değil, laik
düzenin tanıdığı bir özgürlüktür ve bu özelliği ile dinsel gereklerden bağım sız
bir korum a alanına sahiptir. İçeriğini ve sınırlarını din değil, laik düzenin
gerekleri belirler.
Bu nedenle AİHM’nin, İslam dininin egemen olduğu Türkiye’de
laiklik ilkesinin farklılığını ve Türkiye demokrasisi için taşıdığı önemi
benimsemesi ve kendi çizdiği çerçevede T ürk yargı organlarına belli bir takdir
marjı tanım ası kadar doğal bir şey olam az. M ahkem e asıl böyle davranm asaydı
eleştirilm esi gerekirdi.
A İH M 'nin türban konusunda verdiği kararları laik olmayan İslamcı
siyasetçilerin eleştirmesini anlayabilirim. Türkiye Cum huriyetini bir ılımlı
İslam Cumhuriyetine dönüştürme siyaseti güden yabancı devletler de Batı
türü bir sekülarizm i T ürkiye’ye benim setm e gayreti içinde olabilirler. Bunu da
yadırgam am . Ama kendisini laik olarak tanım layanların aynı yaklaşım içinde
olm alarını anlayam ıyorum ve doğrusu yadırgıyorum .
3) Laiklik İlkesi ve Resmi Görüş
A nayasa’da öngörülen ve biraz önce içeriğini ana hatlarıyla açıkladığım ız
laiklik ilkesinin yargı organlarınca düzenli ve istikrarlı bir biçim de
uygulanması, “resmi ideoloji” söylemiyle yıpratılmaya çalışılıyor. Bunlara
göre, yargı, resmi ideolojiyi yansıtm am alı, tarafsız kalmalıdır. İdeolojiden
arınmış bir anayasa söylem i de bu yaklaşım ın bir uzantısıdır. Bu tür talepler
çoğu kez belli bir siyasal ve ideolojik hedefi gizlemek am acıyla kullanılır. Asıl
amaç, bu hedefi engelleyen anayasa kurallarım ortadan kaldırm ak ya da içini
boşaltm aktır. İdeolojiden arınm ış anayasa söylem inin arkasında çoğu kez böyle
bir örtülü amaç yatar.
Anayasam ız, her ilke ve kuralıyla hukuksal
A nayasanın 11. m addesi bunu başka
anayasalarda görülm em iş bir açıklıkta dile getirm iştir. Bizim anayasamızda
Ö zellikle
bizim
bağlayıcılığı olan bir belgedir.
program kural yoktur. Bu nedenle Anayasanın bağlayıcı normlarına “resmi
ideoloji” demek abestir. A nayasa M ahkemesi, Y argıtay ve Danıştay gibi
Y üksek M ahkem eler,
laiklik söz konusu olduğunda “ biz tarafız” diyorlarsa,
- 398 -
bunda şaşılacak bir yön yoktur. Çünkü onlar A nayasa ile bağlıdırlar. Anayasa
organları açısından bağlayıcı Anayasa kurallarına karşı tarafsızlık söz
konusu olamaz.
Hemen belirtelim ki şeriatçı görüşü benim sem iş bir kim senin Anayasanın
öngördüğü laiklik ilkesini resmi görüş ya da resmi ideoloji olarak nitelem esinde
yadırganacak bir yön yoktur. İfade özgürlüğü kapsam ı içinde hoş görülebilir.
Ayrıca bir düşünürün ya da bilim adam ının şeriatçı görüşü benim sem eksizin
A nayasa’nın laiklik anlayışım ya da onun uygulanış biçim ini resm i görüş olarak
eleştirm esi (bu yönde bkz. ERD EM , 2003) de ifade özgürlüğünün kapsamı
içinde sayılabilir. A ncak devletin organları ve özellikle yargı yerleri anayasa
kuralları ve onların düzenli uygulanışı için resmi söylem ifadesini
kullanamazlar1'. İfade özgürlüğü ya da bilim özgürlüğü, kişilere A nayasa’da
yer alan kurallara uymak kaydıyla bu kuralları benim sem em e ve eleştirm e
hakkını verebilir. Ama devlet organlarının böyle bir özgürlüğü yoktur.
4) Kişi Laik Olmaz - Devlet Olur Söylemi:
“Kişi laik olıııaz-Devlet olur ” söylemi, totaliter ve faşizan bir söylemdir.
A çıkça dile getirem ediği bir başka söylemi maskelemek için uydurulm uştur.
Bu anlayışa göre “Ya dindar olacaksınız; o zaman laik olamazsınız. Ya da
dinsiz ya da ateist olacaksınız, işte o zaman laik olma hakkınız var. Burada
“laikler dinsizdir ” söylemi, dolaylı olarak em poze edilm eye çalışılıyor.
Laiklik devlete özgü bir sıfat olsa bile, kişiden bağımsız bir devlet
olabilir mi? Devleti etkin kılan, devlet cihazında görev alan kişilerdir. Bu kişiler
en azından devlet görevi yerine getirirken laik olmak zorundadırlar.
Ama bunun da ötesinde eğer din ve vicdan özgürlüğü bir temel baksa, bir
kişi devlette görev almasa bile, hem laik hem de dindar olabilir. Bunun
çarpıcı bir örneği 2003 yılında F ransa’da yaşanm ıştır. Kendilerini “laik
M iisliim anlar ” olarak tanım layan ve sessiz çoğunluğu temsil ettiklerini belirten
500 kişilik bir grup, 2003 yılında Sarkozi’nin bir İslam Konseyi oluşturma
" Bu açıdan Yargıtay Ceza Genel Kuıulu’ııun 2004 yılında verdiği 23.11.2004
gün ve E.2004/ 8-130, K. 2004/ 206 sayılı kararda resmi ideoloji ya da benzer ifadelerin
kullanılmış olması bu açıdan bir talihsizliktir. Ancak Yargıtay Anayasa Mahkemesi’nin
laiklik anlayışından bir sapma özelliği gösteren bu içtihadını kısa bir süre sonra
düzeltmiştir. AYM ve AİHM kararlarına da gönderme yapan bu karar için bkz. YCGK
15.03.2005, E. 2004/8-201, K.2005/30.
-
399-
am acıyla yaptığı toplantıya davet edilm em iş olm alarını sert bir dille eleştirm iş
ve alternatif bir “ Laik Miisli'ımanlar Konseyi ’ kurarak tem sil istem inde
bulunm uşlardır ( HUTH, Deutsche IVelle, 26 M ayıs 2003).
Görülüyor ki hem laik hem de M üslüm an olm ayı seçmek, özgürlük
kavram ının bir gereğidir. Ama siz dindar olmayı bir anayasal hak değil de
Tanrı buyruğu ya da dinsel bir emir olarak algılarsanız, o zaman laiklikle
dindarlığı bağdaştırmakta güçlük çekersiniz. Ama bunun mantıki sonucu,
devletin laik hukuk düzeni ile değil, -T ürkiye’deki egemen din açısından
söylüyorum - şeriatla yönetilme talebine kadar uzanır15. Böyle bir yönetim
ise A vrupa dem okrasisi ile bağdaşm az. Bunu yalnızca ben söylem iyorum .
AİHM dc söylüyor. A İH M ’nin birçok kararına dayanarak herkese dem okrasi
dersi verm eyi alışkanlık haline getirenlerin bu konuda tam bir sessizliğe
bürünm elerini de anlam ak m üm kün değil.
II.
Laiklik
İlkesiyle
Çıkarılabilecek Sonuçlar ve Dersler
İlgili
Son
Gelişmelerden
1)
Yargısal uygulam a alanında laiklik ilkesiyle ilgili son gelişm elerle
bağlantılı olarak üzerinde durulm ası gereken ilk nokta, AKP ile ilgili davada
kapatm a yerine hazine yardımından yoksun bırakma yaptırımının
uygulanmış olm asıdır. Bu sonuç kimseyi yanıltmamalıdır. Bu karar bir
aklama değil, AKP’nin anti-laik eylemlerin odağı olduğunun tespitidir.
Çünkü A nayasa’ya göre, kapatm a yerine hazine yardım ından yoksun bırakm a
kararının verilebilm esi için davalı partinin anti-laik eylem lerin odağı durum una
gelm esi zorunludur.
N itekim A K P ’nin anti-laik eylem lerin odağı durum una geldiği kararda
açıkça belirtilmiştir:
“Dinin sosyal bir kurum olması nedeniyle toplumda dinsel özgürlük
taleplerinin ya da gereksinimlerin ortaya çıkması, siyasi partilerin bu sorunlara
ilişkin politika belirlemesini gerektirebilir. Ancak Anayasanın 24. maddesindeki
açık hüküm gereği, siyasi partilerin bu taleplere yönelik politika üretirken,
15
Karş. Emre KONGAR, "Devlet laik olabilir, bireyler laik olamaz" demek,
ancak, müslüman olanların, demokrat ve laik olamayacakları inancını yansıtan, şeriat
devletinin müslümanhğm gereği olduğu konusundaki siyasal ve ideolojik yaklaşımı
kamufle eden bir söylemdir”, Cumhuriyet, 20.07.1998.
-400-
dini ve dince kutsal sayılan değerleri ve dinsel duygulan siyasal mücadele
aracı haline getirerek toplumda dinsel talep ekseninde ayrışmalara yol açması
laiklik ilkesiyle bağdaşmaz. Toplumsal sorunların ve ülkenin aşması gereken
birçok engelin yoğunluğu ve karmaşıklığı dikkate alındığında, dinselliğin sırf
siyasal mücadelede üstünlük sağlaması nedeniyle siyasal alanda gerektiğinden
daha fazla yer alması, toplum ile toplumsallık ekseninde yürütülmesi gereken
siyaset arasındaki sağlıklı temsil ilişkisini zedeleyebilir. Bu ilişkinin
zedelenmesi siyaset ile toplum arasında yabancılaşmaya ve siyasal düzenin
meşruiyetinin sorgulanmasına yol açabilir. Bu sakınca, söz konusu eylemlerin
devlet iktidarını kullanan bir parti tarafından işlenmesi durumunda daha da
artar.
.... Üniversitelerde uygulanan (başörtüsü yasağının, Kuran Kurslarına
yönelik yaş kısıtlamasının, İmam Hatip Liselerine uygulanan katsayı
sınırlamasının kaldırılmasına) yönelik toplumsal talepler”...
toplumda
ayrışma ve gerginliklere yol açacak düzeyde siyasetin temel sorunu haline
dönüştürülmüş, toplumun dinsel konulardaki duyarlılıkları yalın siyasal çıkar
amacıyla araçsallaştırılmış, toplumun temel ekonomik, sosyal ve kültürel
sorunlarının siyasetin gündeminde yer alması giiçleşmiştir. ...
Dinin ve dinsel duyguların istismarı nedeniyle laikliğe aykırı görülen
davalı parti eylemlerinin toplumu devlete ve siyasete yabancılaştırması yoluyla
demokratik işleyişi engelleyebileceği ve anayasal düzenin meşruiyetinin
sorgulanmasına yo l açabileceği inkâr edilemez.” (parti kapatm a K. 2008/2:
Kapatma İstem inin
paragrafları).
D eğerlendirilm esi”
başlıklı
bölüm ün
27,
29
ve
30.
M ahkeme, anti-laik eylemlerin parti organları ve üyelerince kararlılıkla
ve yoğun bir biçimde işlendiği sonucuna vararak, “odaklaşm a” koşulunun
gerçekleştiğine, bire karşı on oyla karar vermiştir.
Bu bağlam da bir başka noktaya daha işaret etm ek gerekir: Kapatma
yaptırımı açısından beşe karşı altı oyla çoğunluk sağlanmış olm akla birlikte
A nayasa’nın aradığı 3/5 çoğunluğa ulaşılamamıştır. Bu nedenle hazine
yardımından yoksun bırakma kararma ilişkin gerekçenin dört üye
tarafından benimsenmiş bir görüş olduğu gözden uzak tutulm am alıdır.
Kararda odaklaşmaya ilişkin gerekçeyle buna uygulanacak yaptırıma ilişkin
gerekçe arasında ölçüsüzlüğe varacak derecede göze çarpan çelişkiler
bundan kaynaklanm aktadır. Bu çelişkiler açısından M ahkem e’nin çoğunluk
görüşünü anlayabilm ek için altı üyenin karşı oy yazılarının okunması
zorunludur.
- 401
-
2) Bir başka önemli nokta, Anayasa Mahkemesi’nin AKP kararında,
laiklikle ilgili olarak “resmi görüş” söylem ini havada bırakacak bir yaklaşım
sergilem iş olm asıdır. Bu yaklaşım da dem okrasi ile laiklik arasında zorunlu bir
ilişkinin varlığından söz edilm ekte ve A nayasa’nın 68/4. m addesinde yer alan
yasakların “yalnızca laikliğe veya demokrasi ilkesine değil, ‘demokratik ve laik
cumhuriyet’ ilkesine aykırı olamayacağı, (dolayısıyla) her iki kavramın
birlikte Türkiye Cumhuriyetinin niteliğini somutlaştırdığı” vurgulanm aktadır.
Daha da önem lisi bu yaklaşım ın, anayasa hukukunun önem li bir yorum ilkesine
(pratik uyuşum, “praktische Konkordanz ” ilkesine) bağlanm asıdır. Aynen şöyle
diyor M ahkeme:
“ .. laikliğe aykırı eylemlerde bulunduğu ileri sürülen siyasi partiler
hakkında yapılacak değerlendirmelerde her iki kavramın azami geçerlilik
kazanacağı bir yorumun esas alınması gerekmektedir .”
Bu yaklaşım , “ Türkiye 'de demokrasinin laikliğe ya da cumhuriyete feda
edildiği” yönündeki iddiaların dayanaksızlığını ve kofluğunu açıkça ortaya
koym aktadır. N itekim A nayasa M ahkem esi’nin “ kapatm a yerine hazine
yardım ından yoksun bırakm a” kararını verm esinde bu yaklaşım ın da önemli rol
oynadığı yadsınam az16.
3) AKP kendisini iktidara getiren rejim in değerini bilmeli ve Anayasa
M ahkem esi’nin kararını, bu yöne işaret eden ciddi bir uyarı olarak
değerlendirm elidir. Bunun daha açık anlam ı şudur: İçinde yaşadığım ız rejim,
anti-laik eylemlerin odağı durum una geldiği belirlenen bir siyasal partinin
iktidarda kalmasını, Mahkemenin azınlık oylarıyla sağlayabilecek kadar
esnektir. Rejimin böylesine bir esnekliği tolere edebilm esi, dem okrasiye olan
inancın bir ifadesi olarak değerlendirilm elidir. Bu esnekliği, daha fazla
zorlamak,
özellikle
belli
kışkırtm alara
kapılarak
yeni
Anayasa
değişiklikleriyle laiklik ilkesinin içini boşaltmaya kalkışmak, bir çeşit sivil
16
Aslında temel ilkeler arasındaki bağlantı ve bütünlük, AYM’nin eski
kararlarında da görülür. Örnekler: “Hukuk Devleti, hukukun üstünlüğü ilkesi, gücünü
laiklikten almış, milliyetçilik ilkesi laiklikle tamamlanmış, Türk Devrimi laiklikle anlam
kazanmıştır. ... Demokratik düzen, dinsel gerekleri egemen kılmayı amaçlayan şeriat
düzeninin karşıtıdır. Dinsel gereklere yönetimde ağırlık veren bir düzenleme demokratik
olamaz ... Anayasa’daki laiklik ilkesine ... aykırı eylemlerin demokratik bir hak olduğu
savunulamaz” (K.89/12 : 143 - 158.)”. AYM’nin Refah Partisi ile ilgili kararında da bu
bağlantı dile getirilmiştir. Ancak pratik uyuşum ilkesine uygun bir yorumun bilinçli bir
biçimde ilk kez AKP kararında ele alındığını belirtmek gerekir.
-402
-
darbe girişimi anlamına gelir. Bu tür girişim ler yerine laik ve demokratik
rejime bağlı kalarak ve onun çizdiği sınırlar içinde dinsel kimliği yaşamak
ve hukuk devletinin nimetlerinden yararlanmak daha sağlıklı bir yoldur.
AKP’nin kapatma davasına sunduğu savunma, bunun ne denli önem
taşıdığının paradoksal bir örneğidir.
(A nayasa’nın 10. ve 42. m addelerine ilişkin) “ Anayasa değişiklerinin
iptal edilmiş olması, bu davanın en önemli dayanağını da ortadan kaldırmış
bulunmaktadır. ... Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra partimizin
laikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğu iddiası ç ö k m ü ş tü r (K. 2008/2: Kararın
“ Davalı Partinin Esas H akkm daki Savunm ası başlıklı IV. Bölüm ünde aktarılan
AKP Savunm asının VI. Bölüm ünde yer alan “Yasam a faaliyetinden dolayı
partim iz sorum lu tutulam az” başlıklı savunm anın 3. paragrafı)
aşarak
Anayasanın güçler arasında öngördüğü medeni işbirliğinin sınırlarını
Anayasa M ahkem esi’ne saldıranlar17, Anayasa Mahkemesi’nin
Anayasa değişikliklerini denetlemekle yetkilerini aştığını, ulusal iradeyi hiçe
savdığını ileri sürenler, iş kendilerini savunmaya geldiğinde, Mahkemenin
verdiği iptal kararı ile temize çıkmaya çalışmaktadırlar. Bu hazin
paradokstan tüm siyasal aktörlerin ibret alm ası gerekir. Hukuk devleti ve onun
en güçlü koruyucusu olan A nayasa M ahkem esi herkese lazımdır. Onun
yetkilerini kuşa çevirm ek ve onu siyasallaştırm ak, bindiği dalı kesm ekten başka
bir anlam taşım az. Ayrıca bu yönde yapılacak düzenlem elerin, hukuk devleti
ilkesini etkisiz kılması durum unda, yeni bir A nayasa ihlali olarak
değerlendirilebileceği de göz önünde tutulm alıdır.
4)
Oysa AKP iktidarının ilk dönem lerinde anayasaya bağlılık açısından
genellikle doğru bir çizgi izlenm iştir. Fazilet Partisi’nin kapatılm asından sonra
bugün AKP kadrolarını oluşturanlar, otokritik yaparak değişim sürecine girmiş,
şeriatı amaçlamanın ve anti-laiklik söylemin yanlışlığını vurgulamış, türban
gibi hassas konuların uzlaşma ile çözüleceğini belirtm iştir. Hatta 22 Tem m uz
2007 seçim lerinden sonra AKP yönetim i, Cumhurbaşkanlığı seçimini de
uzlaşm a ile çözeceğini açıklam ıştır. AKP’nin bu çizgiden sapmasında, ondan
ileri gitm e ya da onu peşinden sürüklem e siyaseti güden MHP’nin büyük rol
oynadığım göz önünde tutm ak gerekir. C um hurbaşkanlığı seçim inde M H P ’nin
oylam aya katılacağını belirtm esi A K P ’yi, bu konuda kam uoyuna açıkladığı
17
Bu tür saldırıların Anayasayı zedeleyen yönlerine ilişkin yazılarım için bkz.
“Demokrasi, Kurşun ve Anayasa Mahkemesi”: Cumhuriyet, 4 Mayıs 2007; “Anayasa
Mahkemesine Saldırı I ve 11 ”: Cumhuriyet, 25 ve 26 Temmuz 2008.
-403-
uzlaşm a kararından vazgeçirm iş; aynı şey türban konusunda gereksiz ve
başarısız bir anayasa değişikliğine girişm ekle tekrarlanm ıştır.
5) Oysa türban sorununu çözmenin anahtarı laik düzenin içtenlikle
benimsenmesi ve bu düzen içinde uzlaşmanın sağlanmasıdır. Laiklik
ilkesiyle çatışarak türbana çözüm üretilemez. Türban, özgürlük kavramı
içinde yer alıyorsa, bunu sağlayan hukuksal etken, laiklik ilkesidir. AİHM
kararlarıyla AYM kararları, bu konuda çözüm ü sağlayacak olanaklar
içerm ektedir. Önemli olan bunların doğru okunması ve değerlendirilmesidir.
Bu açıdan AİHM ve / veya AYM kararlarının türban sorununu çözümsüzlüğe
ittiği görüşü doğru değildir.
6) A nayasa’nın 10. ve 42. m addelerinde yapılan değişikliğin iptal edilmiş
olması, uzlaşma çizgisinden sapmanın yanlışlığını bütün açıklığı ile ortaya
koym uştur. Bu karar, yapılan anayasa değişikliklerinin, değişm ez nitelikteki ilke
ve kuralların içini boşalttığı ve bu tür anayasa değişikliklerinin,
yargısal
denetim e açık olduğu anlam ına gelm ektedir.
Bu bağlam da bir noktanın açıklığa kavuşturulm ası gerekir. A nayasa’nın
10. ve 42. m addelerinde yapılan değişikliği, objektif anlam ıyla A nayasa’nın
değişm ez ilke ve kuralları kapsam ında görm ediğim i daha önceki yazılarım da
belirtm iştim (SA Ğ LA M , Cumhuriyet, 7 M art 2008). Anayasa M ahkemesi
Başkanı KILIÇ da karşı oy yazısında “yapılan değişikliklerin uygulamaya
geçirilebilmesi için yasal bir düzenlemeye ihtiyaç gösterdiğini, eski metne göre
yeni bir hukuksal sonuç doğurmaya elverişli olmadığını ve madde gerekçelerinin
bağlayıcılık taşımadığını” belirtm ek suretiyle aynı görüşü paylaşıyor. Anayasa
değişikliğini gerçekleştiren siyasal iktidar, bu görüşü benim sem iş ve uygulam ayı
buna göre yönlendirm iş olsaydı, Anayasa M ahkem esi, büyük bir olasılıkla iptal
kararı vermez, yapılan değişikliğin kendiliğinden yeni bir hukuksal sonuç
yaratm adığını belirterek davayı yorum lu ret kararıyla sonuçlandırırdı. O zam an
A nayasa’nm değişm ez ilke ve kurallarıyla ilgili bir sorun gündem e gelmez; olası
sorunlar, çıkarılacak yasanın laiklik ilkesine ya da hukuk devleti ilkesine
uygunluğunun denetim iyle sınırlı kalırdı. A nayasa M ahkemesini iptal kararı
verm eye yönelten olgular, siyasal iktidarın, gerek yasama süreci içinde ve
gerekse yasa çıktıktan sonra türbanın herhangi bir sınırlayıcı yasal düzenlem eye
tabi olm aksızın serbest kaldığı yönündeki ısrar ve dayatm alarından
kaynaklanm ıştır. Özellikle YÖK Başkanı, türbanın serbest kaldığı yönünde aktif
bir rol üstlenm iş ve R ektörlere bu yönde -so n ra d an D anıştay’ın yetki yönünden
iptal ettiği- bir talim at göndermiştir. Bu gelişm eler, yapılan değişikliğin
gerekçedeki anlam ıyla uygulam aya girdiğini ve yürütm enin bu anlam ı
benim sediğini açıkça gösterm iştir. Bu aşam adan sonra A nayasa M ahkem esi’nin
-404 -
bunu görm ezlikten gelm esi beklenem ez. Çünkü hukuk kuralları m etinlerinden
ibaret değildir. Bu m etinler, düzenledikleri ve biçim lendirdikleri nesnel yaşam
ilişkileri üzerinde som utlaşm akla anlam kazanır. Siyasal iktidarın yasanın
objektif anlam ını aşacak biçim de bu ilişkilerin doğal ve hukuksal akışına
m üdahalelerde bulunm ası, M ahkem eyi genetik yorum yapm aya yönlendirm iştir.
Bu durum u bir başka yazım da şöyle özetlemiştim: “Doğrusu anlamakta güçlük
çekiyorum: Hem anayasa değişikliği ile türbanın kamusal alanda serbest
kaldığını ileri süreceksin ve hem de bunu temel veri olarak kararma dayanak
yapan Anayasa M ahkem esi’ne ateş püsküreceksin. Bu dunun, hukuk mantığının
nasıl işlediğini bilmeyen, pozitivist hukuk anlayışını bile viilgarize edenlerin
içine düştükleri hazin paradoksu yansıtmaktadır." (Cumhuriyet , 25 Tem m uz
2008).
G örülüyor ki bu kararın oluşm asında değişikliğin gerekçesi ve bu
gerekçeye uygun bir hukuksal sonucun yaşama geçirilmesinde ısrar edilmiş
olması önemli bir rol oynam ıştır. Aşağıda karar gerekçesinden seçtiğim iz
pasajlar bunu doğrulam aktadır (AYM K. 2008/16: Kararın
aykırılık sorunu, 2, b) İçerik Y önünden başlıklı bölüm ünden):
B -Anayasaya
“ 5735 sayılı K anun’un genel gerekçesi, 1. ve 2. maddelerin gerekçeleri,
Anayasa Komisyonu ve Genel Kurul görüşmelerinde yapılan açıklamalar
incelendiğinde: temel hedefin, bir kamu hizmeti niteliği bulunan yükseköğrenim
hakkını kullananlar yönünden dinî amaçlı örtünme serbestîsi tanınması olduğu
anlaşılmaktadır.
“... Meclis görüşmelerinde, dava konusu kuralların, ... toplumdaki
kaygıların giderilmediği ve güvence taleplerine sessiz kalındığı, demokratik
uzlaşma yolları dışlanarak meydan okumanın veya dayatmanın yöntem olarak
benimsendiği gerekçeleriyle eleştirildiği tutanaklardan anlaşılmaktadır.
“... yasa ile açıkça yasaklanmadıkça yüksek öğretimde kıyafetin herhangi
bir ölçüye tabi tutulmaksızın serbest bırakıldığı, yükseköğrenim hakkını
kullananlara bu kıyafetleri taşımaktan dolayı herhangi bir yaptırım
uygulanamayacağı ortaya çıkmaktadır.
“...farklı yaşam tercihlerine, siyasal görüşlere veya inançlara sahip
insanlar üzerinde bir baskı aracına dönüşmesi olasılığınım) ortaya çıkması
durumunda taşman dinsel simgenin başkalarının üzerinde yaratacağı baskı ve
olası eğitim aksamaları ile kamu düzeninin bozulması karşısında, üniversite
-405-
yönetimlerinin ve kamu kurumlarının müdahalesine olanak verilmemesi,
herkesin eşit şekilde eğitim hakkından yararlanmasını engelleyebilecektir.
... Anayasal düzenimizde yasa koyucuyu yasal düzenlemeye zorlayıcı bir
hukuksal yaptırım mekanizması bulunmadığından , başkalarının özgürlükleri ve
kamu düzenini koruyucu yasal önlemlerin alınmasının yasa koyucunun takdirine
kalacağı açıktır. ... ülke nüfusunun biiyiik çoğunluğunun belirli bir dine mensup
olduğu dikkate alındığında, bu takdirin dinsel özgürlüklerin sınırlandırılmasında
kullanılmasının güçlüğü açıktır. Temel düzen normu olan Anayasa kuralları
değiştirilirken, çoğunluk inancının dışında kalan insanların temel hak ve
özgürlüklerinin güvence altına alınmasının yasa koyucunun takdirine
bırakılmaması, kayıtlar ve güvence mekanizmalarının doğrudan anayasada yer
atması, demokratik anayasacılık deneyiminin sonucu olan insan haklarına
dayalı devlet olmanın da bir gereğidir.
Toplumsal sorunların Anayasa 'nın açık hükümleri çerçevesinde ve
demokratik barışı ve uzlaşıyı esas alan yöntemlerle çözümü yerine, dinin, din
duygularının veya dince kutsal sayılan şeylerin istismar edilmek suretiyle
kullanılmasına Anayasa izin vermemektedir.'"
7)
A nayasa değişikliklerinin yalnızca biçim yönünden denetleneceğine
ilişkin kuralın geçerliliği, türev kurucu iktidarın yetki alanı içinde kalan
değişikliklerle sınırlıdır. D eğişm ez nitelikteki kuralların özüne dokunan
düzenlem eler, A nayasa M ahkem esi’nin denetim yetkisi ve görev alanı içindedir.
Bu saptam a, Anayasa M ahkem esi kararında şöyle açıklanm aktadır (K .2008/116:
Kararın B-A nayasaya aykırılık sorunu, 2, a) “T ek lif edilebilirlik yönünden”
başlıklı bölüm ünden):
“Anayasa yi değiştirme yetkisinin, hukuksal geçerlilik ve etkinlik
kazanabilmesi için Anayasa ’nın 4. maddesinde teklif edilemez olarak belirlenen
hükümlere ilişkin olmaması, ... gerekir. Teklif edilebilir olmayan bir Anayasa
değişikliğinin ... (Anayasa’da öngörülen) teklif çoğunluğu koşulunu yerine
getirmiş olması, hukuken geçersiz nitelikteki bir yasama tasarrufunun s ır f
sayısal çokluğun gücüyle etkin kılınmasının gerekçesi olamaz. Zira kurulu
iktidar olan yasama organının işlem ve eylemlerinin geçerliliği, asli kurucu
iktidarın öngördüğü anayasal sınırlar içinde kalması koşuluna bağlıdır. ...
... 4. madde ise ilk üç maddenin güvencesi olma niteliği itibariyle doğal
olarak değiştirilmezlik özelliğine sahiptir. ...
-406-
... Anayasanın ilk üç maddesinde değişiklik öngören veya A nayasa’nm
sair maddelerinde yapılan değişikliklerle doğrudan doğruya veya dolaylı olarak
aynı sonucu doğuran herhangi bir yasama tasarrufunun da hukuksal geçerlilik
kazanması mümkün olmadığından, bu doğrultudaki tekliflerin sayısal yönden
Anayasa y a uygun olması tasarrufun geçersizliğine engel oluşturmayacaktır."
SONUÇ YERİNE:
Türkiye’de İslam i kim liği yaşam ak isteyenler için rejim le kavgalı olmak
gerekm iyor. 2001 Anayasa değişikliklerinden sonra Türkiye dem okrasisi, bir
cendere içine sıkışm aktan kurtulm uştur. Onun olanaklarından yararlanarak da
İslami kimlik yaşanabilir. Aynı şey etnik kim likler için de geçerlidir. Ama bunun
için o değişm ez ilkeleri benim sem ek, onlarla kavgaya girm em ek gerekir. Böyle
bir ortam ın varlığı, uzlaşm a kapılarını açar. Kullanm asını bilenlere, AİHM
kararları bu açıdan da etkili bir anahtardır. Böyle bir yolun seçilm esi son
günlerin ana tartışm ası olan “askeri darbe” girişim ine karşı da en güvenceli bir
yöntem dir. Kendilerini “ dem okrat” olarak niteleyen sivil kesim lerin antidem okrat tutum ve davranışlarıyla askeri darbelerin oluşm asında önem li bir rol
oynadıkları ya da en azından yadsınam ayacak bir sorum luluk taşıdıkları da
tarihsel bir gerçektir. Bu bağlam da altı çizilm esi gereken son bir nokta
“darbe”nin yalnızca asker kökenli olduğuna dair yaygın, ama yanıltıcı inançtır.
D em okrasinin nim etlerinden yararlanarak “ insan haklarına dayalı ulusal,
dem okratik ve laik hukuk devletini” ortadan kaldırm ak ya da içini boşaltm aya
yönelik sivil darbe girişim leri, en az askeri darbeler kadar vahim ve tehlikelidir.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Anayasa Mahkemesi Kararları:
E. 2008/26, E. 2008/ 16, K .2008/116, G. 05.06.2008, RG 27032, 22 Ekim
2008
E. 2008/1 (parti kapatm a), K. 2008/2, G. 30.07.2008,
Ekim 2008
RG. 27034,
24
E. 1996/ 3 (Siyasi parti kapatm a), K. 1997/ 3 G. 22.05.1997, RG. 24067,
2 Haziran 2000
-407-
E. 1989/1. K. 1989/12, G. 07.03.1989, AYM K D 25
E. 1970/53, K. 1971/79, G. 21.10.1971, AY M K D 10
Yargıtay Kararları:
YCGK E. 2004/ 8-130, K. 2004/ 206, G. 23.11.2004
Y C G K E. 2004/8- 201, K.2005/30, G. 15.03.2005.
Danıştay Kararları:
8. Daire, E. 2007/ 679, K. 2008/ 1461, G. 29.02.2008,
Bankası ,
Kazancı İçtihat
AİHM Kararları:
13. 02. 2003, CASE OF REFAH PARTİSİ (THE W ELFARE
PARTY) AND O THERS V. TU R K EY (Applications nos. 41340/98, 41342/98,
41343/98 and 41344/98)
29. 06. 2004, Case o f Leyla Şahin v. Turkey (A pplicasion No. 44774/98 - Fourth
Section)
10. 11. 2005, Case o f Leyla Şahin v. Turkey (Applicasion No. 44774/98 Grand Cham ber)
AİHM , 9 Ekim 2007, 1448/04 (Haşan ve Eylem Zengin/Türkiye kararı:
Kazancı İçtihat Bankası).
Öteki Kaynaklar:
Kemal ATEŞ (2008), “Türkçede Bilinm eyen Bir Ek” ( Cumhuriyet 18
Ekim).
Heiner BIELEFELD T (2006), Bedrohtes M enschenrecht - Erfahrungen
mit der Religionsfreiheit: Herder K orrespondenz 60, 2006/2
Fazıl Hüsnü ERDEM (2003), “Türk Devlet Düzeni ve D em okratik Kamu
Düzeni” (A nkara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi , 52/1).
-408-
Cem ER O Ğ U L (1991), “ Öznel Bir Hak O larak Laiklik” (Prof. Dr.
M uam m er A K SO Y ’a A rm ağan Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, X L V I/l-2:
183-190).
Graham E. FULLER (2008), Yeni Türkiye Cumhuriyeti (İstanbul: Tim as
Yayınları)
Ece G Ö ZTEPE (2007), “ Das Kopftuchverbot: Die letzte Bastion des
türkisehen
Laizism us” :
D ie
Stellung
der
Frau
im
islam ischen
Religionsunterricht, Hrsg. Janbernd Oebecke /M uham m ad Sven Kalisch/
Em anuen Tovvfigh, Peter Lang Verlag, Frankfurt a.M .: 49 - 65.
Ece G Ö ZT EPE (2004), “ Başörtüsü Tartışm asında Yeni B ir Sahne:
Federal A lm an A nayasa M ahkem esi’nin Kamu G örevlilerinin Din Ö zgürlüğüne
İlişkin Kararı: Birinci Perde” ( Türkiye Barolar Birliği Dergisi 51: 47 - 66).
Lisa HUTH (2003), Deutsche Welle, 26 Mayıs.
Onur K A R A H A N O Ğ U LLA R I& K ercm A LTIPA R M A K (2004), “Pyrrhus
Zaferi: Leyla Şahin/Türkiye, A İH M / Hukuk, Düzenleyici İşlem / K anun” (Hukuk
ve
Adalet
Dergisi,
1/3
[Tem m uz-Eylül]
2004:249-276
ve
www .Dolitics.cdu.tr/karahan/m akaleler)
Em re KON GAR (1998), Cumhuriyet, 20 Temmuz.
Fazıl SAĞLAM (2008), “ Anayasa Mahkemesine Saldırı I ve II “ :
Cum huriyet, 25 ve 26 Tem m uz
Fazıl SAĞLAM (2008), “Anayasa Mahkemesi ve Türban'’’ Cumhuriyet, 07
M art
Fazıl SAĞLAM (2007), “ Demokrasi, Kurşun ve Anayasa Mahkemesi” :
Cumhuriyet, 04 Mayıs
Fazıl SAĞLAM (2004), “C um huriyetin Temel İlkelerinin G elişim inde
Laiklik İlkesinin Belirleyici R olü” (Sekseninci Yılında Türkiye Cumhuriyeti
Sempozyumu, Ankara 31 Ekim - I Kasım 2003, Ankara: TBB Yayını: 29-42).
M üm taz SOYSAL (2009), “ Pasifliğin Salaklığı" Cumhuriyet, 14. Ekim.
-409-
-410-
PROF. MÜMTAZ SOYSAL’IN DİNAM İK ANAYASA
ANLAYIŞI VE KURULUŞ ANAYASALARINI YENİDEN
OKUMAK*
Dr. M urat SEVİNÇ
Giriş
Prof. M üm taz SoysaPın Dinamik Anayasa Anlayışı adlı 114 sayfalık eseri
1969 yılında yayınlanm ıştır. Bu kısacık kitap herhalde bir anayasanın nasıl ele
alınm ası, yorum lanm ası, anayasaların hangi değerlendirm elere açık ya da kapalı
olduğunun saptanabilm esini anlatan en yetkin eserlerden biridir ve kanım ca
Soysal’ın bu alana en değerli katkı lam d an d ır. Öncelikle ilk paragrafın ilk
cüm lesi, 2000’li yılların T ürkiye’si açısından, gerek anayasa tartışm alarının bir
ülkenin siyasal düzeniyle ne kadar iç içe olduğunu gösterm esi gerekse bu ilişki
nedeniyle aslında siyasal olan tüm alt üst oluşların nasıl anayasal tartışm a
şeklinde ortaya çıktığını sergilem esi açısından son derece manidar:
“ Anayasa sözünün bıkkınlık verecek kadar sık kullanıldığı başka bir
toplum bulm ak herhalde çok güç. Türk toplumu, her tartışm asında, her
yazısında, her söylevinde ‘anayasa’ sözünün edildiği bir toplum oldu.” (s .l)
Bir anayasanın nasıl okunması gerektiği ya da okunabileceğini anlatır
S oysal'ın metni. 1961 A nayasası’nın okunm asına yönelik hazırlanm ış gibi
görünse de genel çıkarım lar yapm ak m üm kün. Bu çalışm ayı asıl olarak
ilgilendiren kısım özellikle ilk sayfalar yani 27 M ayıs öncesindeki anayasaya ve
anayasa sistem ine ilişkin değerlendirm eler. Dolayısıyla 1921 ve 1924
A n a y asaların ın bir kez daha hatırlatılm asına ve bugün için sıkça tartışma
konusu edilen bazı düzenlem elerine değinm eden önce, S oysal’ın kitabının bu
kısm ında (s. 1-28 arası) dile getirdiklerini özetlem ekte yarar var:
A nayasalar sonsuza dek ayakta kalacak m etinler olamaz. Bu nedenle
önem li olan toplum sal gelişm enin belirli bir noktasında bulunan toplumda,
Çalışmanın ortaya çıkmasında yardımlarını esirgemeyen meslektaşlarım Faruk
Alpkaya ve B. Erdem Denk ile Hocam Cem Eroğul’a teşekkür borçluyum.
- 4 11 -
siyasal yaşam ı belirleyen tem el m etnin nasıl olm ası ya da nasıl yorum lanm ası
gerektiğidir. Demek ki Soysal’a göre anayasalar kaçınılm az şekilde toplumsal
yaşam ın bir aşam asını anlatır. Bu satırların hem en ardından 2009 Türkiyesi için
de geçerliliğini koruyan bir saptam a yapıyor Soysal: “ Son yıllarda, T ürkiye’deki
hukuk tartışm alarının en belirli özelliği, nerdeyse geçen yüzyılları hatırlatacak
bir kutuplaşm anın görülm esi: bazıları hüküm lerin hurda ayrıntıları ve
kelim elerin ince anlam ları arasında ‘pozitivist’ bir titizlikle kaybolurken,
bazıları, özellikle haklar ve özgürlükler konusunda, pek yüce ve soyut sözler
ederek ‘doğal hukuk’ alanına doğru kaym aktadırlar.”(s.3) Ardından kendi
çalışm asının iki kutuptan da biraz uzaklaşacağını vurguluyor. Yazar, bir anayasa
(örneğin 1961) toplum un belli bir aşam asında neyi sağlamak için ortaya çıkar?
sorusunu yöneltiyor. Yalnızca bir dönem in endişelerini giderm ek için mi yoksa
A nayasa’nın içine işleyen daha derin bir am aç mı vardır? Ardından gelen
sorular, böyle bir am acın olduğu varsayım ından hareket ediyor. Eğer bir
anayasanın derin anlamı varsa, bu anlam o m etnin kendi içinde bulunan
ilişkilerden çıkarılm aya çalışılabilir:
“ İncelem enin pozitivist tutum a yaklaşan yönü burada: aranan anlam,
yapıcıların sübjektif am açlarında değil, metnin kendi içinde, ortaya konan
yapıtın özünde aranm aktadır. Öte yandan, yine de bir ‘am aca göre’ yorum söz
konusu.” (s.5)
Dem ek ki bir metni anlam landırm ada yapıcıların öznel am acı önem lidir
ama bir de metnin ihmâl edilm em esi gereken kendi iç dinam ikleri vardır. İkisi de
göz önünde bulundurulm alı.
A nayasa hukukunun başlıca kaygısının denge aramak olduğunu
hatırlatan Soysal, ardından, bunun özgürlük ve otorite arasında soyut bir denge
yaratm a çabası olm aktan öte, sosyal güçler arasında olabildiğince uzun sürecek
bir denge arayışı olduğunu vurguluyor. Bu denge bazen egemen olana hizmet
eden bir fren bazen de gelişm e olanakları arayan güçler için ayrılm ış bir alandır.
Ama sonuçta, denge arayışı hep var. Soysal 1961 A nayasasının çok partili
yaşamı bam başka tem ellere oturtan bir m etin olarak değerlendirirken diğer
yandan tarihsel oluşum içinde “keskin bir viraj” olduğu değerlendirm esine de
katılmıyor, (s.7) T anzim at’tan o güne (27 M ayıs) gelen bir oluşum çizgisi var ve
1961 Anayasası bu çizginin bir uzantısı. Ancak çok da doğal kabul
edilem eyecek bir uzantı. Tabii
1961
Anayasasını hazırlayanlar ve
hazırlayıcıların, 27 M ayısı destekleyenlerin anayasaya ilişkin genel görüşü, 1924
A nayasası’nm yanlışlıkları/eksikliklerine bir tepki olduğu yönündeydi. Soysal
bu kanıyı eleştirip 1924 Anayasasına “ insaflı” yaklaşanlardan: iktidarın (DP)
hatalı davranışlarıyla A nayasa’nın eksiklikleri arasında bir ayrım yapılm ası
-
412-
gerektiği kanısında. Tabii bu itiraz bugün için de çok önemli çünkü sorunu
yalnızca anayasanın m etninde ve hukuki çözüm lerde aram anın olum suz yanı,
yakıcı siyasal sorunların çözüm ünün de m adde değişikliklerinde aranm ası
oluyor. Soysal’ın ifadesiyle:
“ ...m uhalefet partilerinin üzerinde durduğu sorunlar, ancak anayasayla
ilişkili olarak çözüm lenebilecek sorunlar niteliğine bürünm üştür... kurum sal ve
kuralsal çözüm lerin kolaylığı, bu durum da rol oynayan en önemli etken:
parlam entodaki çoğunluğun anayasaya aykırı tutum lar içine düştüğü
durum larda, anayasaya uygunluğun yargısal denetim ini savunduğunuz ya da tek
m eclisin aceleciliği karşısında iki m eclisliliğin erdem lerini saydığınız zaman,
hem som ut hem de başka yerde denenm iş çözüm ler ileri sürm enin rahatlığı
içindesiniz... Buna bir de T ürkiye’deki politika kadrosunun büyük ölçüde
hukukçulardan kurulu oluşunu da eklem ek gerek: kurallara ve kurumsal
düzenlem elere dayanan çözümler, hukukçu yaklaşım ına daha uygun
geliyor.”(s,10)
Bu saptam a kuşkusuz günüm üz için de geçerli. Son yıllarda hem en tüm
siyasal m ücadele sorunlarının m ahkem elere havale edilm esi ve çıkan kararları da
sorunun çözümü olarak algılam ak, S oysal’ın 40 yıl önce saptadığı yanlışlığın
günüm üzdeki yansıması.
Buraya kadar olan özeti konuya giriş sayıp S oysal’ın 1924’e ilişkin
saptam alarını aşağıda, sırası geldikçe nakletm ek daha uygun olabilir.
Kuruluş anayasalarını bir kez daha okurken önem li olan herhalde,
anayasaların inişli çıkışlı bir çizgi üzerinde, toplum sal güçler arasındaki
m ücadelede denge kurm aya çalışan ya da çalışm ası gereken m etinler olduğunu
düşünm ek. Yani neden yapıldığını, hangi gereksinim i karşılam aya ya da neyi
önlem eye yönelik olduğunu, sın ıf kavgasının nasıl izler bıraktığını, yapıcılarının
niyeti dışında bir derin anlam çıkarm anın olanaklarını anlam aya çalışmak.
D olayısıyla S oysal’ın dinamizmini bir metnin kendi dinam ikliği olarak
algılam anın yanı sıra, m etinler tarihinde işgal ettiği yer o yerin, diğer m etinler
üzerindeki belirleyiciliğini de kapsadığını düşünm ek herhalde çok da yanlış
olmaz. Çünkü anayasa tarihi inişli çıkışlı da olsa, keskin virajlar dönmek
zorunda da kalsa, darbelerle kesintiye de uğrasa, sonuçta her adım da, bir
öncekinin izini bulm ak m üm kün. Yalnızca T ürkiye’de değil, kurum lar ve
anayasalar tarihinin incelendiği her yerde, en devrim ci görünen değişikliklerin
dahi az ya da çok bir süreklilik arz ettiği görülebilir. Dolayısıyla tarihi ve
geleneği yadsım ak anlam lı ve gerçekçi olm ayacağı gibi m üm kün de değil.
Dolayısıyla kuruluş anayasalarına bir kez daha ve yalnızca göz atm ak dahi,
-413-
bugüne dair söz söyleyebilm ek, önerilerde bulunabilm ek için gerekli, besleyici
olabilir. Bu nedenle, anayasacılığım ıza dair çalışm alar, K urtuluş Savaşı ardından
yaratılan yeni anayasal ya da en geniş anlam ıyla hukuk ve bürokrasi düzenini
anlam a çabaları, 18. yüzyıl sonu O sm anlı İm paratorluğuna, anayasal belgeler
tarihi ise 1808 yılında ilan edilen Sened-i İttifak’a dek geri götürülür. Bu çalışma
o kadar geriye gitmeyecek. K urtuluş Savaşı sırasında, savaş ve o dönem ülke
koşullan göz önünde bulundurularak hazırlanıp yalnızca üç yıl yaşayabilen 1921
tarihli A nayasa’dan (Tcşkilât-ı Esasiye K anunu) söz edip 1924 Anayasası ile
hedeflenen yeni anayasal düzeni anlam landırabilm eye çalışacak. Tabii bunu
yaparken, 2009’un can yakıcı siyasal sorunlarını, akim bir köşesinde tutm ayı da
ihmâl etmeden.
K urtuluş Savaşı, benzer savaşları daha çok çeteler ve halk savaşları
yoluyla yani fiili olarak yürüten diğer pek çok çağdaşı kurtuluş m ücadelesinden
farklı olarak, başından sonuna dek hukuksal zem inin yaratılm asına özen
göstererek verilmiştir. G enelge, yerel ve ulusal kongreler ve en sonunda kabul
edilen 1921 Anayasası bu savın önemli kanıtları.
1921 Anayasası
1921 A nayasası, sonrasında H alkçılık Programı olarak adlandırılan, ilk
sunulduğunda içeriğine tam karar verilem eyen, ardından gönderildiği Encüm en-i
M ahsus (ad hoc- geçici) adlı kom isyonda tartışılan, görüşülm esi ve kabulünde
özel yeter sayılar aranm ayıp iki ay tartışm anın sonunda adi kanunlar gibi kabul
edilen bir belge. Prof. Dr. Bülent T anör’ün Osmanlı- Türk Anayasa! Gelişmeleri
adlı büyük eserinde belirttiği gibi bu belge, hazırlanış ve kabul özellikleri
bakım ından anayasacılığım ızın en dem okratik, belki de tek dem okratik
örneğidir. A tatürk'ün o sırada Sovyetler B irliği’nde de uygulanan Yüce Sovyet
ve Prczidyum sistem ine benzer bir yapıyı içeren teklifi de dahil bazı öneriler
kabul görm em iş ve Anayasa 20.01.1337 (1921) gün ve 85 num aralı Kanun ile
kabul edilm iştir. 23 m adde ve M adde-i M ünferide’den oluşan, daha çok savaş ve
devrim dönem lerine m ahsus konvansiyonel (m eclis hüküm eti) sistem kuran bu
kısa anayasa, bazı hüküm leri hiç uygulanm asa ve çok kısa öm ürlü de olsa,
herhalde N isan 1920’de M eclis’in açılm asıyla vücut bulan millet egem enliği
dönem inin en dikkat çekici belgelerinden.
Ö ncelikle aynı toprakta yeni bir devlet kurulm ası (3. madde), Türk devleti
yerine etnik vurgu taşım ayan Türkiye D evleti’nin tercih edilmesi, egem enliğin
m illete verilerek ilk kez böylesine açık şekilde yeryüzüne indirildiğinin kabulü
önem li yapı taşlan.
-414-
Halk idaresine ilişkin hüküm (md. 1) ve yerel yönetim anlayışı ise, yeni
olması bir yana, gerek 1924 Anayasası ile terk edilm iş olması gerekse
günüm üzdeki sistem tartışm aları açısından son derece önemli. A nayasa’nın ilk
m addesi egem enliği m illete verdikten sonra dayandığı ilkeyi açıklar: İdare usulü
halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir. Halkın
kendi kaderine kendisinin yön verm esi ilkesinin benim senm esi, K urtuluş Savası
sırasında yaşanan, O sm anlı’ya rağmen oluşturulan yerel ve ulusal kongreler
deneyim inin güçlü izini taşır.
Anayasa ile kurulan yeni sistem ulusun tem sili anlayışına dayanan,
yürütm e işlerinin kendi içinden çıkan ve yasam aya büyük ölçüde yön veren İcra
Vekilleri Heyeti tarafından yürütüldüğü, resmi olarak devlet başkanlığı makamı
yaratm am ış (fiilen M eclis Başkanı M. Kemâl idi) bir meclis hükümeti sistemiydi.
Zaten M ustafa Kemâl, savaş boyunca meclis hükümeti sistem ini şiddetle
savunm uş, halkları oyalam ak olarak gördüğü güçler ayrılığını, Soysal’ın
A nayasaya G iriş'te anım sattığı gibi “ parlam entoların yanında hüküm darları da
ayakta tutabilm ek için bulunm uş” kötünün iyisi bir çözüm olarak algılam ıştır,
(s. 160-162) Tabii yeni bir devlet kurarken meclis hüküm eti sistem inin kurucular
için elverişli bir araç olarak algılanm ası doğaldı. S oysal’a göre:
“ Şurası açıkça belli ki, m eclis hüküm eti sistem i, bütün K urtuluş Savaşı
boyunca, bir yandan bağım sızlık için vuruşanlara ulusal destek sağlarken, bir
yandan da İstanbul’daki saltanatın yıkılm asını kolaylaştıracak hukuksal temeli
atmış oluyordu.”(s. 163)
Yerel düzeydeyse, özerkliğe sahip vilayet şuraları, yasalara bağlı kalm ak
kaydıyla sağlık, m aarif, iktisat, tarım, m edreseler ve sosyal yardım laşm a gibi
konularda yetkili kılınm ıştı. Keza, halka en yakın birim olan nahiye şuraları da
özerkti. H alk tarafından seçilen şuranın ve onun tarafından seçilen idare
heyetinin, derecesi özel yasalarca (kavanini m ahsusa) saptanan yargısal, iktisadi
ve mali yetkileri vardı. A nayasa’nın İdare başlıklı 10. ve sonraki m addeleri,
benim senen yönetim in nasıl ve hangi idari yapılanm anın kabulüyle yaşama
geçirileceğini anlatır. Söz konusu düzenlem elerle ülke, coğrafi ve iktisadi
gereklilikler nedeniyle vilayet (md. 11-14), kaza (md. 15) ve nahiyelere (md. 1621) ayrılm ış, vilayet ve nahiye şuraları oluşturulm uş ve bunlara muhtariyet
(özerklik) verilm iş (yalnızca idari alanda), bu şekilde halkın yerel düzeyde
yönetim e katılma hakkı geniş şekilde tanınm ıştır. Yalnızca Nahiyeleri
düzenleyen m addeleri nakletm ek dahi A nayasa’nın nasıl bir yerel yönetim
sistemi öngördüğünü anlatm aya yeter:
-415-
“ N ahiye hususi hayatında m uhtariyeti haiz bir manevi şahsiyettir, (m d lö )
Nahiyenin bir şûrası, bir idare heyeti ve bir de m üdürü vardır, (md. 17) N ahiye
şûrası, nahiye halkınca doğrudan doğruya m üntehap âzadan terekküp eder,
(md. 18) İdare heyeti ve nahiye m üdürü, nahiye şûrası tarafından intihap olunur.
(m d l9 ) N ahiye şûrası ve idare heyeti kazai, iktisadi ve mali salahiyeti haiz olup
bunların derecatı kavanini m ahsusa ile tayin olunur, (m d.20) nahiye bir veya
birkaç köyden m ürekkep olduğu gibi bir kasaba da bir nahiyedir. (m d21)”
22. ve 23. m addeler ise devlet ile yerel yönetim ler arasındaki yetki-görev
ilişkisini denetleyecek olan Umumi M üfettişliklere ilişkindi. Yani m erkezi
yönetim in mahalli idaereler üzerindeki denetim i um um î m üfettişliklere
bırakılm ıştı. Y ıldızhan Yayla, Anayasalarımızda Yönetim İlkeleri Tevsi-i
Mezuniyet ve Tefrik-i Vezaif adlı eserinde, A nayasa’nın böyle bir denetim i
öngörm ekle mutlak m uhtariyete gidilm ek istenm ediğini gösterdiğini belirtiyor
(s. 128). Zaten A nayasayı hazırlayanlar da tam bir özerkliğin söz konusu
olm adığını ve m üfettişliklerin biraz da bu yüzden kabul edildiğini
açıklam ışlardı. Y ayla’nın saptam asıyla:
“ Şimdi, ortaya bir sorun çıkıyor: eğer, umumi m üfettişlikler, mahalli
idarelerin görev ve kararları arasında bir sınırlam a yapılm aksızın hepsini, hem
de sürekli denetleyen bir m erkezi m akam ise, bu denetim nasıl nitelenm elidir?
İdari vesayet adı verilen istisnai ve idari bir denetim m idir bu? Sonra,
‘m urakabenin’ etki ve sonucu ne olacaktır? B unlar, 1921 Teşkilâtı Esasiye
Kanununda açıklığa kavuşm uş değildir.”(s.l2 9 )
A ncak bu geniş yerel yönetim anlayışı uygulam a alanı bulam am ıştır.
Bugünden bakıldığında bu geniş yerel yönetim anlayışı nasıl değerlendirilebilir?
Anlamı gerçekten nedir? Başta Bülent Tanör olm ak üzere konu üzerine yazıp
çizenler hem en hep aynı şeyleri vurgular: 1921’in yerel yönetim anlayışı, o
dönem deki güçlü halkçılık düşüncesinin, yerel kongre iktidarları devrinin ve
adem im erkeziyetçi
düşüncenin
etkisidir.
Yayla,
Prens
Sabahattin’in
adem im erkeziyete ilişkin geliştirilm iş açıklam alarının da bu dönem e rastladığını
vurguluyor, (s. 116) Soysal, 100 Soruda Anayasanın Anlamı adlı eserinde 1921 ’e
fazlaca değinm em iş, Anayasaya Giriş adlı kitabında ise, genel eğilim
doğrultusunda bu yerel yönetim anlayışını “ halkçılığa” bağlam ıştır:
“ Hatta, 1921 Anayasası bir ‘halk hüküm eti’ kurm ak am acında o derece
ileri gitm ektedir ki, illerdeki ve bucaklardaki yönetim in seçim le işbaşına gelen
‘şû ra’lara (yönetici m eclislere) bırakılm asını, eğitim, sağlık, ekonomi,
bayındırlık ve sosyal yardım gibi işlerin onlara devredilm esini öngörm ektedir.
-
41 6
-
Ancak, K urtuluş S avaşı’nın havası içinde bu pek dem okratik hüküm ler gerçek
anlam ıyla uygulanabilm iş değildir.” (s. 159)
K uşkusuz ilgili hem en her kitapta yer alan bu satırlara yöneltilecek bir
itiraz yok. Ancak sorun, bugünden bakıldığında ve aşağıda anlatdacak olan M.
K em âl’in Anayasa Taslağı düşünüldüğünde, son derece özgün bir tartışm anın
m erkezi olm ası beklenebilir bu konunun yeteri kadar incelenm em iş olması.
Burak Ç elik’in G alatasaray Ü niversitesi Yayınlarından çıkan Yüksek Lisans tezi
1921 Anayasası üzerine ve yerel yönetim konusuna kısa da olsa değinilmiş.
Ç elik’c ve gönderm ede bulunduğu M eclis tartışm alarına göre 1921 Anayasası
hakkında yapılan görüşm elerde, yerel yönetim konusunda ilgi daha çok “ m em ur
otokrasisine karşı verilen savaşa” (s.76-77) yöneltilm iş. M ebuslar, söz konusu
m em urların (ceberut) seçim le gelecek olm asının onların çalışm alarına da
yansıyacağını, aşağıdan yukarıya yönetim anlayışının gerçek bir seçim
sağlayacağını savunuyor. Yine, yukarıda belirtildiği gibi Yüce Sovyet sistemi de
esin kaynaklarından. B. Çelik tezinde, bu öykünm eyi “ ittifak siyasetleri”
bağlam ında ele alıyor.(s.85) Tabii bir de, iç siyasete gönderm e var ki, aşağıda
1924 Anayasası anlatılırken ele alınacak. Burada yalnızca şunu söylem ek yeterli
olabilir: K urtuluş Savaşı ve sonrasındaki bazı gelişm elere, M. K em âl’in
açıklam alarına vs. bakıldığında bu yerel yönetim anlayışının, uygulanm asa da
bir süre tüm görüşm elerde gündem e gelen Kürt sorununa yönelik bir m anevra
olarak düşünüldüğünü varsayabiliriz.
Ulusal hareketin, K urtuluş S avaşı’nm koşullarından doğan tem el anayasal
ilkelerinin bir araya geldiği bu öz A nayasa metni, kısa öm ründe çok büyük bir
dönüşüm e tanıklık etm iştir. 30.10.1338 (1922) gün ve 307 num aralı kararla
Osm anlı İıııparatorluğu’nun son bulup TBM M hüküm etinin teşekkülüne dair
Heyet-i U m um iye kararı alınm ış; tartışm aların ve sonunda M. K em âl’in verdiği
gözdağınm ardından 1/2.11.1338 (1922) gün ve 308 num aralı Heyet-i Um um iye
kararıyla saltanat hilafetten ayrılarak kaldırılm ıştır. Tabii en önem lisi,
29.10.1339 (1923) gün ve 364 sayılı Kanun ile Türkiye Devletinin şekli
Hükümeti, Cumhuriyettir hükm ü kabul edilm iş, ayrıca hüküm et sistem iyle ilgili
bazı değişiklikler de yapılm ıştır: C um hurbaşkanlığı m akam ının (11. madde) ve
bakanlar kurulunun oluşturulm ası (12. madde), seçim şeklinin saptanm ası (10.
m adde) hakkındaki düzenlem eler gibi. Aynı gün alınan 30 sayılı karar ise “ ...
Reisicumhurun Derhal İntihabı Hakkında Heyet-i Umumiye K aran ” başlığını
taşım aktadır.
V ekillerin ve başvekilin seçilm esini parlam ento elinden devlet başkanına
veren ve dolayısıyla m eclis hüküm eti sistem ini parlam enter sistem e dönüştürm e
yolunda 1924 A nayasasına hazırlık m ahiyetinde kabul edilebilecek olan bu
-
417-
değişikliklerin ardından son büyük atılım, 3.3.1340 (1924) gün ve 431 sayılı
Kanunla Hilafetin kaldırılm asına ilişkin düzenlem enin kabulüdür. 13 m addelik
bu Kanunla O sm anlı H anedam ’nın Türkiye C um huriyeti dışına çıkarılm asına da
karar verilm iştir. Bu, hem laiklik yolunda atılmış bir adım hem de ulus devlet
yaratm a sürecinde ulus öncesine ait bir kurum dan vazgeçm e olarak
değerlendirilebilir. N itekim aynı gün çıkan biri eğitim kurum larının
birleştirilm esine diğeri E vkaf ve Şeriyc V ekâleti’ni kaldırıp yerine Başbakanlığa
bağlı Diyanet İşleri Bakanlığını kuran yasalar da bu am aca yöneliktir.
Geçiş dönem inin ardından artık yeni bir anayasaya ihtiyaç vardı. Ayrıca
olağanüstü koşulların ürünü olan ve dolayısıyla olağan dönem için yetersiz 1921
Anayasası ile onun düzenlem ediği alanlarda, çelişm eyen hüküm leriyle hâlen
yürürlükte kabul edilen 1876 Kanunu Esasi ikili bir anayasa sistemi yaratıyordu
ki C um huriyet’i ilan etmiş bir parlam entonun buna izin verm esi söz konusu
olamazdı.
1924 Anayasası
Yeni anayasa çalışm aları Kanun-ı Esasi Encüm eni tarafından başlatıldı.
Kurucu meclis kim liğinde olm ayan am a asli kurucu iktidar yetkisi kullanarak
yeni anayasa hazırlığına girişen, yasam a dönem inin ikinci yılındaki bir M eclis
söz konusuydu. Tabii hâlihazırdaki parlam entonun, kendi içinden çıkan
kom isyonla yeni bir anayasa yapabilm esi o dönem zirveye çıkm ış olan,
T B M M ’nin dolayısıyla m illetvekillerinin egem enliğin tek ve gerçek tem silcisi
olduğu algısıyla açıklanabilir. Hâl böyle olunca anayasanın özel olarak
örgütlenm iş bir kurucu m eclisçe hazırlanm asına ve tabii halkoyuna sunularak
kabulüne gerek duyulm am ış. A nayasa tasarısı hazırlanm ası yönünde bir öneri de
yok. K om isyon (Encüm en) bu hazırlığı, anayasa önerisi, tartışm a ve kabulünü
düzenleyen bir hüküm olm am asından da yararlanıp kendiliğinden yapabilm iştir.
Ardından M eclis’tc görüşm e ve kabul yetersayıları üzerine hayli uzun
tartışm alar yapılm ış, sonunda Genel K urul (H eyet-i Um umiye), başlığı ile içeriği
uyuşm ayan bir karar almıştır.
11.3.1340
(1924) gün ve 83 num aralı Genel Kurul kararının başlığı
Teşkilat-ı Esasiye Kamımı 'mm Ekseriyeti Mutlakanın Sülüsan
Ekseriyetiyle Kabul Edilmesine Dair Heyet-i Umumiye Karan. Oysa bu başlığın
şöyle:
altında yer alan karar metninde, “ ... kanunun ekseriyeti m utlakanın sülüsan
ekseriyetiyle m üzakere ve kabulü takarrür etm iştir.” satırları var. Yani başlığa
göre toplam üye sayısının salt çoğunluğunun üçte ikisinin aranm ası yalnızca
kabul için geçerliyken, karar bu sayıyı hem müzakere hem de kabul için
öngörüyor. O ysa tutanaklar okunduğunda bu sayının yalnızca kabulde arandığını
-418-
görüşme yetersayısının ise üye tam sayısının salt çoğunluğu olduğu anlaşılıyor.
Dolayısıyla kararın metni değil başlığı doğru.
Ü zerinde durulm ası gereken ilk konu herhalde A nayasa’mn hangi
m etinler göz önünde bulundurularak hazırlandığı, kısacası kaynaklan. Konuyla
ilgili bilgiye gerek tutanaklarda gerekse tutanakları Türkçeleştirip 1957’de
yayım layan Ş. Gözübiiyük ve Zekai S ezgin’in 1924 Anayasası Hakkındaki
Meclis Görüşmeleri (okuduğunuz yazıda tutanaklardan alıntılar bu eserden
yapılacaktır) adlı eserine Ö nsöz yazan T. Bekir B ah a’nın satırlarında rastlam ak
mümkün. G örüşm elerden anlaşılıyor ki, yabancı m etinlerden yapılan aktarm a
çok sınırlı. Fransa Üçüncü C um huriyet A nayasası ve 1921 tarihli Polonya
(Lehistan) Anayasası yalnızca bazı özellikleri nedeniyle göz önünde
bulundurulm uş. B alta’nın Ö nsöz’deki cüm leleriyle: “ M ahaza metinlerin
m ukayesesi gösteriyor ki, A nayasam ıza yabancı m etinlerden yapılm ış iktibaslar
pek m ahduttur... m ahdut haller hariç anayasam ız um um iyetle rejim im izin o
güne kadarki gelişim ini esas alarak, 93 K anunî Esasisi hüküm leriyle, belli başlı
dem okratik m em leketlerin anayasa m üesseselerini de göz önünde tutarak Meclis,
kendi anlayışına göre tedvin etmiş bulunm aktadır.”
Adı geçen Fransız Üçüncü C um huriyet Anayasası 1875 tarihli. Ülke,
1871 ’de yaşanan ve derin izler bırakan Paris K om ünü’nün ardından 1875’e dek,
Bourbon, Bonaparte ve O rleans hanedanları arasındaki çekişm e nedeniyle
yaşanan belirsizliklerle dolu bir dönem yaşam ış ve W allon adlı m illetvekilinin
verdiği önergenin kabulüyle Üçüncü C um huriyet’e geçmişti. 1875’te başlayan
yeni anayasal düzen parlam enter cum huriyeti kurm aya yönelikti ve 1940’taki
işgalle son buldu (1946 A nayasası ile Dördüncü C um huriyet’e geçildi). 1875
A nayasası’nın özelliği o güne dek m onarşilerde uygulanan parlam enter sistemi
cum huriyete uyarlam asıydı. Dolayısıyla yukarıda anlatılm aya çalışıldığı gibi
Türkiye’nin de 1876 m eşruti m onarşi, 1909 değişikliğiyle gelen parlam enter
özellikler, 1921 ’in zorunlu olarak başvurduğu m eclis hüküm eti, 1921-24
arasında sistemi giderek parlam enterleştiren sürecin ardından, parlam enter
cum huriyeti yaratan 1875 A nayasası’ndan esinlenm esi, üzerinde yaşadığım ız
toprağın anayasal gelişim çizgisine uygun. Genel kanı 1875 A nayasası’mn, 1924
A nayasası’nda devlet şeklinin C um huriyet olduğu yönündeki hükm ün
değiştirilem ezliğiyle ilgili 102. m addesinin üçüncü fıkrasına ilham kaynağı
olduğu
yönünde. A ncak tutanaklar dikkatle incelendiğinde, örneğin
C um hurbaşkanı’nın
yetkilerinin
artırılarak
parlam ento
karşısında
güçlendirilm esine yönelik önerilere şiddetle karşı çıkanların ve çift meclisli
sistem e geçilm esi konusunda kabul görm eyen önerilerde bulunanların,
F ransa’daki iki m eclisli sistem ve İngiltere’de benzer sim gesel yetkilerle
donanm ış devlet başkanı m odellerinden etkilendiğini tahm in edebiliriz. 1921
-
419-
tarihli Polonya A nayasası ise Mart Anayasası olarak biliniyor. Savaş sonrası
dem okratik zihniyetle, azınlık hakları ve inançlar karşısında yansızlık ilkelerini
vurgulayan ve Üçüncü Cum huriyet A nayasası’ndan çokça etkilenerek hazırlanan
bir metin. Balta, Ö nsöz’de 1924 A nayasası’nın Polonya A nayasası’nın bölüm
sistem atiği ve birinci m addesinin yazılış şeklinden etkilenildiğini vurgulam ış.
20.04.1340
tarih ve 491 sayı ile ilan edilen Teşkilatı Esasiye Kanunu
Türkiye C um huriyeti’nin ilk anayasasıdır.
Anayasa altı bölüm ve 105 m addeden oluşuyor: Esas H üküm ler (Ahkâmı
Um um iye), Yasam a Görevi (Vazifei Teşriiye), Y ürütm e Görevi (Vazifei
İcraiye), Yargı Erki (Kuvvei Kazaiye), Türklerin Kamu Hakları (Türklerin
Hukuku Âm m esi), Türlü M addeler (M evaddı M üteferrika).
K uşkusuz A nayasa’nın her maddesi üzerinde durm ak olanaksız ve
gereksiz, ancak Esas H üküm ler bölüm ü bundan istisna edilebilir.
A nayasa’nın birinci m addesi bugüne dek değişm eyen bir temel ilkeyle
başlıyor: Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir. Cum huriyet, ilan edildiğinde
kuşkusuz yalnızca bakanlar kurulunu kast etmeyip aynı zam anda tüm idareyi
kapsar şekilde, bir hükümet şekli olarak tanım lanm ıştı. C um huriyet’in bir devlet
biçimi olduğu düşünülürse 1924’teki ifade daha anlam lıdır. A nayasa’nın 102.
m addesinin dördüncü fıkrası, sonraki anayasa geleneğim iz açısından da değerli
bir değiştirilem ezlik hükm ü getirm iştir. Buna göre, devlet şeklinin Cum huriyet
olduğu yönündeki birinci m addesinde değişiklik (tâdil ve tağyir) hiçbir şekilde
teklif dahi edilemez. C um huriyet’in yalnızca bir sözcük değil, sistem olarak
algılandığı meclis görüşm elerinden de anlaşılıyor. Bu nedenle, görüşm eler
sırasında ilk sekiz m addede yer alan ilkelerin de değiştirilem ezlik kapsam ına
alınm ası ve benzeri yöndeki öneriler kabul görm em iştir (s. 462-465).
İkinci m addenin ilk şekline göre, Türkiye Devletinin dini, din-i İslâmdır:
resmi dili Türkçedir; M akam Ankara şehridir. Devletin teokratik niteliğine
ilişkin bu ifade 1876 m etninde vardı, 1921 m etnine ise 1923’teki değişiklikle
eklenm işti. 1924 A nayasasına da konm uş olması, saltanat ve hilafetin olm adığı
bir sistem de farklı anlam a geliyordu çünkü düzenlem eyi yapan dünyevi iradeydi.
Bu ve benzeri bazı düzenlem eleri o dönem in koşullarında toplumda ve siyasal
yaşam da hâkim olan egemen dünya görüşüne verilm iş geçici bir ödün olarak
değerlendirm ek yaygın ve sonrası düşünüldüğünde herhalde haklı bir kanıdır.
Nitekim hem en üçüncü madde, Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir diyerek
1921’de kabul edilen ilkeyi tekrarlam ış ve egem enliğin artık yeryüzünde
-420 -
olduğunu bir kez daha vurgulayarak laikleşm e yolunda atılan hallice adımı
perçinlem iştir. Dördüncü m adde ise, yukarıda anlatılan ve 1921 Anayasasına
hâkim olan halkçılık ilkesinin en güçlü ifadesi konum undaki ‘egem enliğin
kullanılm ası’ m eselesini kökten değiştirm ektedir. Hatırlanacağı gibi 1921’de,
idare usulünün , halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına
dayandığı hükme bağlanm ıştı. Tutanaklar okunduğunda (s. 101-103) hakim iyete
kayıtsız şartsız sahip olan bir m illetin kendi kaderi üzerinde zaten söz sahibi
olduğunun düşünülüp bu ifadenin terk edildiği anlaşılıyor. S oysal’a göre 1921 ve
1924 A nayasaları M eşrutiyet’lerle başlam ış, Locke’cu ya da M ontesquieu’cü bir
gidişten birdenbire R ousseau’cu bir anlayışa sıçram anın ifadesi ve bu düşünürle
kurulan yakınlık daha çok millet egem enliğinin, genel iradenin bölünm ezliğine
benzer olması. Bu iki A nayasa ile, Türk tarihinde ilk kez, “ millet egem enliği”
kavram ı parlam entonun varlığıyla kaynaştırılm ış şekilde, temel hukuk m etnine
girm iş oluyordu (s. 12)
“ ... bugün, geriye baktığım ız zaman, bize “ sınırsız meclis iktidarı”nm
başlangıç noktası gibi gözüken dönem, Anadolu ihtilâlcilerinin gözüne “ iktidarı
sınırlam a” çizgisinin doğal sonucu ve bitiş noktası olarak gözükm ekteydi.”
(s. 13)
A ncak herhalde 1921 ’deki idare m antığından (1. m addesinin ikinci
satırındaki ifadeyle başlayan) ‘vazgeçilm esi’, üzerinde biraz daha durulm ayı hak
eder. Aslında 1924 tasarısı halkın özellikle yerel düzeyde güçlü ve ak tif siyaset
yürütm esi ülküsünden vazgeçm iştir. A nayasa’da Vilayet ve N ahiye şuralarına da
yer verilm em iş ve yönetim anlayışında tüm ağırlık egem enliğin tem sil edildiği
parlam ento ile hüküm ete aktarılm ıştır. Bu değişiklik günüm üzde dahi
hatırlanm ayı/tartışılm ayı hak eden bir kopuşun göstergesi ve aşağıda idari
birim lerin anlatıldığı kısımda tartışılm aya çalışılacak.
Egem enliğin kullanılışıyla ilgili dördüncü m adde hükm ü, özellikle çok
partili yaşam a geçildikten sonra ciddi sorun ve tartışm aların odağında bulunm ası
açısından dikkate değer: Türk milletini ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi
temsil eder ve Millet adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır. 1921’in kurduğu
m eclis hüküm eti sistem ini anım satan bu
düzenlem e,
hedefi
1961
A nayasası’ndaki gibi siyasal dem okrasiyi kurm aktan çok yeni ilkelere dayanan
bir devlet yaratm ak olan
1924 Anayasası hazırlayıcılarının işlerini
kolaylaştırm aya yönelik düşünülm eli. Söz konusu egem enlik anlayışı, çok partili
yaşam da özellikle DP ile CHP arasındaki ilişkilerin gerginleşm esinin ardından,
D P ’nin elinde (daha sonra patlayan) bir silah olm uştu. Bu nedenle de özellikle
1957 seçim lerinin ardından A nayasa’nııı bazı frenlerden yoksun olduğu savı
sıkça savunulm uş ve m uhalefet, sonrasında 1961 Anayasasını hazırlayanlara
-421 -
rehberlik edecek önerilerde bulunm uştu. S oysal’ın bu konuya ilişkin ve 1924
A nayasası’na gereğinden fazla suç yüklenilm esini önlem eye yönelik, D P ’nin
egem enlik anlayışına zıt saptam ası da dikkate değer:
“ 1924 A nayasasının ‘iktidarı kötüye kullanabilecek olanlara karşı
frenler’den yoksun oluşunu, herhangi bir teorik tem elden çok, türk toplum undaki
‘iktidarı sınırlam a’ çabalarının bu özelliğiyle izah etm ek herhalde daha doğru
olacak. Ayrıca, anayasa yapm anın dış düşm ana karşı yürütülm üş bir
m ücadeleden hem en sonraki bir dönem e rastlam ış olm ası da, kendisine karşı
korunulm ası gereken gücün toplum içinde değil, toplum dışında aranm asına yol
açmış sayılabilir ve kısıntısız ‘milli iradenin’ tek bir organda toplanm ası, millet
varlığını dışa karşı sağlam laştırm anın yollarından biri olarak gözükm üş olabilir.”
(s. 13)
İlk bölüm ün kalan m addeleri, yasam a, yürütm e ve yargı yetkilerini
düzenlem eye yönelik. Beşinci m addeye göre, Yasama yetkisi ve yiiriitme erki
Büyük Millet Meclisinde belirir ve onda toplanır. Böylece yasam a bir yetki,
yürütm e ise güç olarak tanım lanm ıştı. Gerçi sonraki bölüm lerde yasam a ve
yürütm e güçleri ‘görev’ yargı ise ‘kuvvet’ olarak tanım lanm ıştır. Altıncı
m addeye göre, Meclis yasama yetkisini kendi kullanır. Yedinci madde, Meclis,
yürütme yetkisini kendi seçtiği Cumhurbaşkanı ve onun tâyin edeceği Bakanlar
Kurulu eliyle kullanır. Meclis, Hükümeti her vakit denetleyebilir ve düşürebilir
diyerek m eclis hüküm eti sistem i ile parlam enter eğilimi bir araya getirmiş.
D olayısıyla hem güçler birliği hem de yasam a ile yürütm enin işlevsel açıdan
ayrılığı söz konusu. Zaten, ruhunda meclis hüküm eti sistem inin ağırlığı olsa da,
A nayasa’nın bütününde bu iki özellik bir arada bulunuyor. Yargı yetkisini
düzenleyen sekizinci m addeye göreyse Yargı hakkı, millet adına usul ve kanuna
göre bağımsız mahkemeler tarafından kullanılır.
İkinci Bölüm, yasam aya ayrılm ıştır. 18 yaşım bitiren her ‘erkek’ seçmen
(m d.lO) 30 yaşını bitiren ise m illetvekili olabilir. K om isyon tasarısı Türk diyerek
seçm e hakkını kadınlara da tanır görünüyordu. A ncak görüşm eler sırasında
itirazlar yöneltilince, ilgili yasada oy hakkının yalnızca erkeklere tanındığı ve bu
nedenle anayasadaki Türk ifadesinin seçm ek söz konusu olduğunda kadını
kapsam adığı vurgulanm ıştır. “Türkiye bir Halk D evletidir... Efendiler, Türk
kadını bu Türk halkının hiç olm azsa yarısı değil m idir?” diyerek tepki gösteren
Kütahya m ebusu Recep B ey’in itirazları, kadın ve erkek ifadesinin eklenm esi
önerisi itibar görm eyerek m addeye erkek sözcüğü eklenm iştir (s. 109-114).
Seçim dönem i değiştirilip dört yıla çıkarılm ış ve ayrıca m illetvekilleri, yalnız
kendini seçen çevrenin değil, bütün milletin vekilidir denilerek önceki ve sonraki
anayasa geleneğim izden farklı bir ifade kullanılm ıştır (md. 13). Em redici vekâleti
-422
-
reddeden tem sil anlayışı uyarınca m illetvekillerinin tüm milleti temsil ettiği
1876’dan bugüne kabul görm üştür. 1924 A nayasası’nm bu düzenlem esi ise, her
ne kadar tem sil anlayışında ve uygulam ada bir farklılık yaratm am ış olsa da,
yalnız kendini seçen çevrenin değil vurgusuyla, milletvekili ile onu seçen çevre
arasında da bir bağ olduğunun da altını çizm iştir. Ayrıca m illetvekilliği ile
hüküm et m em urluğunun bir kişide birleşem eyeceği de hükm e bağlanm ıştır (md.
23).
A nayasaya göre M eclis her yıl K asım başında toplanır ve altı aydan fazla
ara verem ez (md.
14).
17. m adde m illetvekili sorum suzluğu ve
dokunulm azlığına ilişkin. Bu düzenlem e m illetvekili dokunulm azlığı zırhını
gereğinden fazla kalınlaştırm ış olsa da genel olarak 1982 A nayasası’ndaki
düzenlem eden daha sade ve m akûl olduğu da söylenm elidir. 26. m addeyse
M cclis’in görevlerini sayar. M adde m etnini tüm üyle aktarm akta yarar var:
Kanun koym ak, kanunlarda değişiklik yapm ak, kanunları yorum lam ak,
kanunları kaldırm ak, D evletlerle sözleşm e, andlaşm a ve barış yapm ak, harb ilân
etmek, Devletin bütçe ve kesin hesap kanunlarını incelemek ve onam ak, para
basmak, tekelli ve akçalı yüklenm e sözleşm elerini ve im tiyazlarını onam ak ve
bozmak, genel ve özel a f ilan etm ek, cczaları hafifletm ek ve değiştirm ek, kanun
soruşturm alarını ve kanun cezalarm ı ertelem ek, m ahkem elerden çıkıp kesinleşen
ölüm cezası hüküm lerini yerine getirm ek gibi görevleri Büyük M illet M eclisi
ancak kendisi yapar.
Görüldüğü gibi A nayasa ile parlam entoya kuruculuk, yasam a, icraî ve
idari (sözleşm e, antlaşm a yapılm ası, para basılm ası ve sıkıyönetim ilanı gibi),
ayrıca bazı yargısal nitelikli işlem ler hakkındaki nihai kararı alm a yetkileri
tanınm ıştır (genel ve özel af, ölüm cezalarının yerine getirilm esi gibi). M addenin
sonundaki gibi görevleri şeklindeki ifade, M eclis’in yetkilerinin bu m addede
sayılarak tüketilm ediği, başkaca m addelerle bunlara aykırı olm ayan görevlerin
de verilebileceği anlam ına gelir. Düzenlem enin ilk şeklinde, ahkâmı şer'iyenin
ten/izi yani şeriat kurallarının uygulanm asını sağlam ak da M eclis’in
görevlerinden biri olarak sayılm ıştı. Bu düzenlem e 1921’den devralınm ıştı ve
söz konusu görevi T B M M ’ye verm ek paradoksal şekilde aslında laikleşm e
yönünde atılm ış bir adım. M eclis’in yetkisinde olan bir başka konu, Kom isyon
m etninde olm ayıp görüşm eler sırasında, uzun tartışm aların ardından uygun
bulunan (s.225-236) yasaları yorumlama yetkisidir, (m d.26) Henüz anayasa
yargısının bulunm adığı bir hukuk sistem inde benzer görev, hata yapabilecekleri
ya da yanlı davranabilecekleri pek hesaba katılmam ış olan m illetin tem silcilerine
bırakılm ıştı ki bu aynı zam anda meclis üstünlüğüne halel getirm em ek ve
kuşkusuz yargının yorum yetkisini budam ak anlam ına geliyordu. 1876’da bu
-423 -
yetki, konusuna göre Tem yiz M ahkem esi ve Şûra-yı D evlet’in, anayasal
konulardaysa Heyet-i A yân’ın elindeydi.
A nayasa’nın 24. m addesi, erken seçim kararının üyelerin
tam sayısının salt çoğunluğuyla alınabileceğini hükm e bağlar. Bu düzenlem e çok
önem li, çünkü tasarının tartışılm asında en can alıcı konuların başında,
C um hurbaşkanı’nın M eclis ve m illete bildirm esi koşuluyla seçim leri yenilem e
kararı verebilm esi geliyor. Aslında buna bir tartışm adan çok şiddetle karşı
çıkm ak denilm eli çünkü sıra m addenin görüşülm esine geldiğinde önerinin yeni
baştan düzenlenm esi teklifi dahi kabul görm em iştir. Haklarını korum aya kararlı
Meclis söz konusu düzenlem eyi iki kabul, iki çekim sere karşı 126 oyla
reddetm iştir, (s. 179-215) Tutanaklarda yer alan sayfalar dolusu itirazlar, ulus
tem silcilerinin M. K em âl’in büyük saygı gören kişiliğine rağm en haklarına nasıl
sahip çıktığını ve egem enlik yetkisini kullanm akta sergiledikleri kıskançlığı
gösteriyor. Saruhan vekili Reşat B ey’in, C um hurbaşkam ’mn fesih yetkisine
sahip olm am ası gerektiği yolunda yaptığı uzun ve ağdalı konuşm ada, M.
K em âl’in annesinin mezarı başında sa rf ettiği, “ Hakim iyeti M illiye uğrunda
canımı verm ek benim için vicdan ve nam us borcu olsun.” sözlerinden örnek
vermesi de anlam lı (s. 186-187). Reşat B ey’in konuşm asının sonundaki şu sözleri
M eclis’teki hem en her üyeye hâkim olan son derece katı ve bir o kadar da
duygusal havayı yansıtm ası açısından anılm aya değer: “ Kanaati katiyem şudur
ki farzı mahal olarak Allah R eisicum hur olsa, kati arzediyorum , kestiriyorum ...
H aşa... Melâikei kiram Heyeti V ekile olsa fesih selahiyetini verecek yoktur
(alkışlar).”
Y ürütm e görevini düzenleyen Ü çüncü Bölüm devlet başkanının seçim ine
ilişkin 31. m addeyle başlar. K om isyon’un, C um hurbaşkanının M eclis dışından
da seçilebilm esi ve daha sonra 1961 Anayasası ile kabul edilecek olan, görev
süresinin yedi yıl olm asına ilişkin önerileri tartışm aların ardından kabul
görm em iştir. Kabul edilen hükme göre Türkiye C um hurbaşkanı M eclis’in kendi
üyeleri arasından TBM M tarafından bir seçim dönemi yani dört yıl için seçilir,
görev süresi yenisinin seçim ine dek sürer ve yeniden seçilm ek olanaklıdır.
Kom isyon önerisinde bu süre yedi yıldı. Yedi yılı savunanların,
C um hurbaşkam ’nın aynı zam anda m illetvekili olm asından hareketle, yeniden
mebus seçilem em esi durum unu düşünerek yaptıkları değerlendirm e yabana atılır
türden olm asa da (s. 240), sonuçta benim senm iş. Devletin başı olarak tanım lanan
C um hurbaşkanının bu sıfatı gereği göreli de olsa yansızlığını sağlayacak bazı
düzenlem eler yapılm ıştır. Örneğin, görevi süresince M eclis tartışm a ve
görüşm elerine katılam az, oy verem ez (md. 32). Ancak C um hurbaşkanı’nın
m illetvekilliği ile bağını koparm aya yönelik bir hüküm yok. A ksine
m illetvekilliğinin süreceği Kom isyon tarafından belirtiliyor (s.254). Bu nedenle,
-424-
‘hususatı şahsiye’ sinden dolayı sorum luluğu söz konusu olduğunda milletvekili
dokunulm azlığını düzenleyen 17. m adde hüküm lerine tâbidir. Bunun dışındaki
sorum luluğu ise parlam enter sistem in m antığına uygundur. 41. m addeye göre
C um hurbaşkanı vatan hayınlığı halinde T B M M ’ye sorum ludur. Kom isyon
m etninde ancak hıyaneti vataniye ifadesi vardı, görüşm elerde ancak kısmı
çıkarıldı. Yine 41. m addenin ilk fıkrasına göre, C um hurbaşkanı’nm
kararlarından (siyasal sorum suzluk gereği) doğacak sorum luluk 39. madde
gereğince (tüm kararlarının Başbakan ve ilgili bakan tarafından im zalanacağını
öngören hüküm ) bu kararları im zalayan Başbakan ve ilgili bakanındır. Tabii 41.
m addede vatana ihanetle suçlanm a konusunda çok eksik var. Hüküm,
sorum luluğun içeriğini, itham ın hangi kurulca vc nasıl yöneltileceğini ve
yargılam anın nasıl yürütüleceğini düzenlem iyor. N itekim konu K om isyon’a geri
gönderiliyor (s.355) ancak nihai m etin tüm eksiklikleriyle kabul ediliyor.
Konunun bu şekilde ele alınm asında devlet başkanı olacak kişinin dile getirilen
türde suç ya da hatalar işlem eyeceği yönündeki inancın büyük etkisi var
kuşkusuz.
Tartışm alarda M ustafa K em âl'in kişiliğine yönelik saygı ve iltifat
hissedilm ekle birlikte, C um hurbaşkanı’nın konum unu güçlendirm eye yönelik
bazı K om isyon önerileri de reddedilm iştir. Örneğin, Kom isyon (M ustafa
K em âl’in hazırladığı taslaktaki 36. m addeye de uygun olarak) üçte iki çoğunluk
aram asına rağmen, geri gönderilen yasanın C um hurbaşkanı tarafından ilan
zorunluluğu için M eclis’in adi çoğunlukla yeniden kabulü yeterli sayılm ıştır
(md. 35). Ayrıca tartışm aların ardından benim senen ulus egem enliği ilkesine
uygun olarak, m addeye anayasa ve bütçe yasaları geri gönderilem eyecek
istisnalar olarak eklendi. Ayrıca Kom isyon C um hurbaşkanını tüm askeri
güçlerin başkom utanı yapm ışken, M eclis uzun tartışm aların ardından (s.276348) T B M M ’nin manevi kişiliğine bırakıp C um hurbaşkanı’nın ancak temsil
edeceğini hükm e bağlam ıştır (md. 40). M illetvekilleri söz konusu düzenlem enin
kabulünde, askerliğin hem bir m eslek olm asından kaynaklanan teknik (her
C um hurbaşkanı askerliği bu şekilde iyi bilem eyecek) hem hukuksal
(sorum luluğu olm ayan bir konuda yetkiyle donatm ak) hem de siyasi özellikleri
üzerinde durm uştur. G örüşm eler sırasında söz alan İsm et İnönü’nün, ordunun
görevini yurt savunm asıyla sınırlayan anlatım ı, Cum huriyet tarihinin sonraki
aşam aları göz önünde bulundurulduğunda dikkate değer: “Ordu beslem ekten
gaye nedir? Ordu beslem ekten bir tek gaye vardır ki o da seferde muzaffer
olm ak vc hariçten m em leketin m aruz olacağı hücum a karşı m emleketi m üdaafa
edebilm ektir.” (s.338). Sonuçta kabul edilen düzenlem e yetki ve sorum luluk
ilkesine de uygun düşer: Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisi 'nin yüce
varlığından ayrılmaz ve Cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur. Harb
kuvvetlerinin komutası barışta (hazerde) özel kanuna göre Genelkurmay
-425-
Başkanlığına ve seferde Bakanlar Kurulunun teklifi üzerine Cumhurbaşkanı
tarafından tcıyin edilecek kimseye verilir.
35. m addeye göre Cum hurbaşkanı kanunları on gün içinde ilan eder; bu
bir duyurm adır, onay değil. Çünkü tasarı ya da öneri m ecliste kabul edildiği
anda artık yasa sıfatım alır. Eğer yasayı uygun bulm azsa bir kez daha
görüşülm ek üzere on gün içinde, anayasa ve bütçe yasası hariç, gerekçeli olarak
geri gönderir (yaptığı işlem sıkça yanlış ifade edildiği gibi veto değil geri
gönderm edir). Bunlar dışında C u m h urbaşkanının devlet başkanı olm asından
kaynaklanan daha çok sim gesel yetkileri söz konusu: Yabancı devletlere temsilci
atayıp kabul etm e (m d.37), hüküm etin teklifi üzerine belli kişilerin cezalarını
kaldırm ak ya da hafifletm ek (m eclis soruşturm asına uğrayıp hüküm giyen
bakanlar hariç) gibi. Ezcüm le C um hurbaşkanı her ne kadar parti ve
m illetvekilliğiyle bağları sürse de yetki, görev ve sorum lulukları bakım ından
parlam enter sistem in devlet başkanı m odeline uygundur. 1924 A nayasası’nın
uygulandığı 36 yıl içinde devlet başkanlarının yönetim ve siyasi gelişm elerde
çok etkili olm asının nedeni anayasanın tanıdığı yetkilerle değil, olsa olsa devlet
başkanlarının güçlü tarihsel kişilikleriyle açıklanabilir.
A nayasaya göre yürütm enin asıl sorum lu ve etkili kanadı hüküm et. 44.
m addeye göre B aşbakan, C um hurbaşkanınca m illetvekilleri arasından seçilir,
diğer bakanlar Başbakanca belirlenir ve C um hurbaşkanı tarafından onaylanan
hüküm et tutacağı yolu ve siyasi görüşünü bir hafta içinde M eclis’c bildirip
güvenoyu ister. Bu şekilde hüküm etin kurulm ası M eclis’e ait bir yetki olm aktan
çıkarılm ıştır. M addenin ilk şeklinde hüküm etin program ını en geç bir hafta
içinde sunm ası ve güvenoyuna sunulm ası yer alm azken hüküm, kısa bir
müddette Meclise bildirir ifadesi ile bitiyordu. T B M M ’nin egem enlik yetkisine
nasıl tutkuyla sahip çıktığını da sergileyen uzun tartışm aların (s.356-390)
ardından kabul edilen söz konusu ilke (nihai aşam ada Kütahya m ebusu Recep
B ey’in önerisiyle) sonraki anayasalarda da yer almıştır. Ayrıca 22. m addenin,
düzenlenm esini İçtüzük’e bıraktığı hüküm eti dem etlem e yolları soru, gensoru,
m eclis soruşturm ası ve araştırm asının varlığı, bakanların tek tek ve toplu
sorum luluğunun kabulü, parlam enter ile m eclis hüküm eti arası karm a sistem in,
klasik parlam enter rengini veren özellikler. Rejimin konvansiyonel özellikleri ise
özellikle egem enliğin kullanılış şekli ve yedinci m addenin ikinci fıkrasına göre
M eclis hüküm eti her zaman düşürebiliyorken yürütm enin fesih yetkisinin
olm am asıdır. Dolayısıyla 1924 A nayasası’nm 1921 ’in kurduğu yapıyı büyük
ölçüde terk eden, ancak parlam enter sistem in bazı araçlarından da yoksun ve bu
nedenle iki arada kalm ış bir hüküm et sistemi yarattığı söylenebilir.
-426-
Dördüncü B ölüm ’de yargı erki var. İlk m addeler yargı bağım sızlığını
sağlam aya yönelik. Y argıçlar tüm davaların görülm esinde bağım sızdırlar, tek
sınırları yasalardır ve m ahkem e kararları herkesi bağlar (md. 54). Y argıçlar
yalnızca yasada gösterilen hallerde görevden alınabilir (md. 55) ve özlük hakları
da yasayla saptanır (md. 56). Sonraki birkaç madde, yargılam aya ilişkin temel
kişi haklarına ilişkin. 61.-67. m addeler Yüce D ivan’ın kuruluş ve işleyişiyle
ilgili. Bakanları, D anıştay ve Y argıtay başkan ve üyelerini ve C um huriyet
Başsavcısını görevlerinden doğacak işlerden dolayı yargılayacak Divan için
sekiz m adde ayrılm ış ki gereksiz bir tercih olduğu söylenm eli. A nayasa’nın
günüm üzde bir dem okratik rejim de aksi düşünülem eyecek, olağanüstü yargı
yerleri kurulm asını olanaksızlaştıran doğal yargıç ilkesinden söz etm ediği de
vurgulanm alı. Hatta görüşm elerde, Eskişehir m ebusu A. A zm i’nin olağanüstü
yargı yolu kurulm asını yasaklayan önerisi (s.414) kabul edilm em iş, gerektiğinde
İstiklal M ahkem eleri kurulabileceği de belirtilm iş ve nitekim kurulm uştur.
A nayasa’nın söz etm ediği diğer bir konu, yasaların anayasaya aykırılığının yargı
organlarına bırakılm ası konusuna değinm em esi yani anayasa yargısına yer
verm em esidir. Yukarıda da belirtildiği gibi M eclis’in yorum şeklinde yapacağı
bir siyasal denetim söz konusu. Tabii gerek benim senen milli egem enlik anlayışı
gerekse A B D ’de 19. yüzyıl başında bir yargı kararıyla başlayan anayasaya
aykırılık denetim inin 1924 A vrup a’sında olm am ası bu durum un gerekçeleri olsa
gerek. Ayrıca Anayasa, idari yargıya yargı yerine yürütm e başlığı (Şûra-yı
Devlet) altında yer vermiştir. Tabii yargı kısm ındaki bu düzenlem eler Bülent
T anör’ün adı yukarıda anılan eserinde belirttiği gibi, yeni rejim in ideolojik ve
politik am açlarıyla yakından ilgilidir ve zaten M ustafa Kemâl de M art 1924’tcn
itibaren yeni rejim in ve inkılâpların bekçisi olan yargıyı, tutuculuğa karşı
reform ların destekçisi bir güç olarak görm eyi istediğini açıklam aya başlam ıştı.
T anör’e göre, İnkılâpçı rejim in yasam a ve yürütm e işlem ve eylem leri üzerinde
etkili bir yargı denetim ini istem ediği açıkça görülm ekteydi (s.307-308).
Beşinci Bölüm Türklerin Kamu Hakları başlığını taşıyor. 68. m adde
klasik liberal özgürlükçü, doğal hukukçu anlayışın göstergesi ve 1961 ile 1982
A nayasaları’nın özgürlüklerin sınırlanm ası için bolca yer verdikleri
gerekçelerden yoksun: Her Türk hür doğar, hür yaşar. Hürriyet, başkasına zarar
vermeyecek her şeyi yapabilmektir. Tabii haklardan olan hürriyetin herkes için
sınırı, başkalarının hürriyeti sınırıdır. Bu sınırı ancak kanun çizer. Bu kısma
ilişkin fazlaca bir tartışm a olm am ış, yalnızca örneğin doğal afetler sırasında
konacak bazı yüküm lülüklerin reddedilm esi ve sıkıyönetim halinde M cclis’in
derhal toplanm ası kuralları tartışm alar ardından eklenmiş. Anayasa, klasik kişi
hak ve özgürlüklerinin, yargısal güvence haklarının, siyasal ve kam u yaşam ına
katılma haklarının hem en tüm ünü tanıyor ve kişi haklarını sayarken (md. 70)
m ülk edinm eyi ihmâl etm iyor. Sosyal haklar dem eti, 1923’te toplanan İzmir
-
427-
İktisat K ongresi’nde verilen özel girişim ci kararların etkisinde hazırlanan ve
klasik jandarm a devlet yaratm ayı hedefleyen bir anayasacılığın gölgesinde.
Tabii o dönem de özellikle Büyük B uhran ve II Dünya Savaşı ardından anayasal
ya da yasal düzeyde kabul gören bir refah devleti m odelinin pek yaygın olm adığı
da hatırlanm alı. Yine de bu hakların yoksul olduğu hatta yalnızca 87. m addede
düzenlenen parasız ilköğretim le sınırlı kaldığı bir gerçek. M addeye göre, İptidai
tahsil bütün Türkler için mecburi ve Devlet Mekteplerinde meccanidir. İlk
şeklinde devlet okullarında yoktu, tartışm alarda eklendi. Çok dikkat çekici olan
bir nokta, 1945’teki Türkçeleştirm ede A nayasa’nın bu m addesinin ilk hâlinde
olm ayan Kadın, erkek bütün Türkler ifadesinin eklenm iş olması.
A nayasa’nın ilk şeklinde, kamulaştırılan toprağın bedelinin peşin
ödeneceğini hükm e bağlayarak toprak reform u önüne set çeken (1937'de
değiştirildi) düzenlem eye yer verilirken, özel m ülkiyet ve özel girişim ciliğin
güvence altına alınm ası metne hâkim olan genel felsefeyi ortaya koyması
açısından anlamlı.
Bu kısımda, günüm üzdeki tartışm alar açısından da önem li olan bir konu,
hiç kuşkusuz pek çok m addede geçen Türk ve Türkler sıfatı. 88. m addeye göre:
Türkiye’de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese Türk
denir. Tanım, ülkede din ve ırk farklılıkları olduğunun kabul edildiğinin
göstergesi; bu durum da Türk sıfatına ırksal anlam yüklenm ediği açık. Ülkede
yaşayanları bir araya getiren ortak payda vatandaşlık. Herhalde A tatürk’ün,
Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir şeklindeki
ifadesini de böyle okum ak gerekir. 1924 A nayasası’nda yer alan bu
ifadelendirm e sonraki anayasalarım ızdaki Türk’tür şeklindeki formülden daha
başarılı görünüyor. M eclis tartışm alarında Türk harsını diyerek yurttaşlık ile
m illi kültür arasında bağ kurm aya çalışanlar olm uştur (s.436). Düzenlem enin ilk
şeklinde vatandaşlık bakımından ifadesi yoktu. Bu durum da ırkı farklı da olsa
herkese T ürk denilecek olm ası tabiiyet yerine milliyetin tercih edildiği izlenimi
uyandırm ıştı. Ayrıca milli m ücadelenin sıcaklığı hâlâ hissedilirken herkese Türk
denilecek olm ası rahatsızlık yaratm ıştı. İstanbul m ebusu H. Suphi düşüncesini şu
sözlerle dile getiriyor: “Lâfzen bir tefsir bulabiliriz. M addeye tefsir ile geçebilir,
fakat bir hakikat vardır. Onlar Türk olam azlar. Hatta M eclis de firari rum ve
ermenileri Türk yapam az.” (s.437). Suphi B ey’in asıl tepki duyduğu, ülkede
yaşayan farklı dinlere m ensup insanların yıllarca aynı kültürü paylaşıp ardından
“ lisan ayrılığı, mektep ayrılığı ve devlet ayrılığı” gütm eleri. Osm anlı kapsayıcı
bir sıfatken onun yerini tam am ı Türk ve M üslüm an olm ayan C um huriyet’in
almış olması m eclis üyelerini farklı kökenler konusunda hayli güç durum da
bırakmış. Bu güçlüğü dile getiren Gelibolu m ebusu Celal Nuri Bey, “B unlara
eğer T ürklük sıfatını verm eyecek olursak ne diyeceğiz?” diye sorduğunda
-
428-
salonda Türkiyeli sesleri yükselirken Konya m ebusu N aim Hazım tarafından bu
yönde bir değişiklik de önerilm iş, buna mukabil kabul edilm em iştir (s.4 4 1).
Sonunda kabul gören Suphi B ey’in vatandaşlık bakımından ifadesinin eklenm esi
yönündeki ifadedir.
Altıncı B ölüm ’ün illere ilişkin ilk m addesinde, T ürkiye’nin coğrafi
durum u ve ekonom ik ilişkiler bakım ından idari birim lere bölündüğü hükme
bağlanıyor ve il, ilçe, bucak, kasaba, köy şeklinde ayrılan bölüm lerden il, şehir,
kasaba ve köylere tüzel kişilik tanınıyor. 1876 Kanunu E sasi’ye dönüş
m ahiyetindeki bu düzenlem e, yeni A nayasa’mn, 1921 ’in son derece geniş yerel
yönetim anlayışını bir yana bıraktığının kanıtı. Burada, söz konusu değişimi
anlam landırm a çabası için büyükçe bir parantez açm ak gerekiyor.
A nayasa’nın 91. m addesine göre “ Vilayetler um uru (illerin işleri) tevsii
m ezuniyet (yetki genişliği) ve tefriki vezaif (görev ayrım ı) esası üzerine idare
olunur.” Y ayla’nın yukarıda anılan eserindeki ifadesiyle:
“ Görüldüğü üzere, 1924 Teşkilatı Esasiye Kanunu da, m erkeziyet ya da
ademi m erkeziyet terim lerini kullanm am ış, ‘tevsii m ezuniyet ve tefriki v e z a if
demiş; fakat açık, belirgin bir şekilde, 1921 Anayasasının ademi m erkeziyetçi
düzenini terk etmiştir. Belki, ‘um um i m üfettişliklerin’ anayasa m etninde yer
alm am ış olm asına bakarak, aksine bir sonuç çıkarm anın m üm kün olduğu ileri
sürülebilir. A ncak 1924 Teşkilatı Esasiye Kanunu, Kanunu E sasi’den de farklı
olarak, kanun koyucuyu daha serbest bırakan, oldukça genel düzeyde bir
sınırlam a yapm akla yetinm iştir. M uhtem eldir ki, bunda, T B M M ’nin milli iradeyi
tem sil, hatta bizatihi milli irade olma anlayışı... etkili olm uştur.” (s. 134)
1921
A nayasası’nın
kurduğu
idari
yapının,
idari
ilkelerinin
uygulanm adığını bir kez daha yinelem enin bir anlam ı yok. Önemli olan herhalde
neden uygulanm adığı üzerinde durm ak, en azından bir soru işareti yaratm ak.
M ustafa Kemâl, ulus devlet yaratm ayı am açlayan bir liderdi ve bu yolda ilk akla
gelecek olanın yetkileri yerele yaym aktansa m erkezde toplayan bir yönetim
biçim i tercihi olm ası doğaldı. Ancak yine de 1921 ’in hazırlıkları sırasında sıkça
halk egemenliği vurgusu yapan ve bu nedenle yerel birim leri güçlendiren
anayasa koyucunun, 1924 Anayasası hazırlıkları sırasında bu konuya eğilm em esi
ilginç ve üzerinde pek durulm ayan bir konu. Bir yandan isyanlarla, diğer yandan
devrim lerle ve bir ülke ve ulus yaratm akla m eşgul olan kurucuların m erkezi
yönetim i daha kullanışlı bulm asına şaşm am ak gerektiği doğru. A ncak Y ayla’nın
vurguladığı gibi genç C um huriyet millet egem enliğine dayanıyordu ve
dem okrasi en azından am açtı; dolayısıyla hem adem im erkeziyetçilik hem de
m erkeziyetçilik birlikte gerekm ekteydi, (s. 135) A ncak yönetim ilkeleri ve bu
-429-
ilkelerin algılanışında giderek m erkeziyetçiliğe savrulm a bu yazının konusu
değil. Burada önem li olan iki anayasa arasındaki bıı önemli farkın gözden ırak
tutulması. 1924 A nayasası’nın görüşülm esinde, örneğin C um hurbaşkanının
fesih yetkisi saatlerce konuşulurken, koskoca bir idari yapının terk edilmesi
üzerine çok az tartışılm ıştır. Hatta buna bir tartışm a dem ek dahi doğru olmaz.
Şöyle ki: T B M M ’nin 20.4.1924 (1340) günü (2. İntihap Devresi, 2. İçtima
Senesi,
42.
İçtima)
yaptığı
toplantıda
konu
gündem e
gelince
(Göziibüyük/Sezgin, s.448-450), Eskişehir M ebusu A bdullah Azmi E fendi’nin
1921 ’in şûralarına dikkat çektiğini görürüz. Celal Nuri B ey’in, yeni sistem de de
tüzel kişilik olduğu yönündeki açıklam ası pek tatm in edici bulunm ayınca Nuri
Bey, vilayet, nahiye ve köylerin tüzel kişiliği olduğunu, bu şekilde kendilerini
yöneteceklerini, yetki genişliği ve görev ayrım ı bulunduğunu belirterek ikna
etm eye çalışm ış ve Ahm et Remzi B ey’in “Tevsii m ezuniyetten m aksat nedir?”
(s.450) sorusu üzerine, yeni yapıyı anlatan ve “ ne olm adığını” anlatan şu
açıklam ayı yapm ıştır:
“Tevsii m ezuniyetten m aksat, her emri, her işi m erkezin değil,
m ahallerine de, valilere de vesair teşkilâta da bir nevi hak verip kendi işlerini
kendilerine gördürm ekten ibarettir. Bu da bazı hususatı teshil içindir.
Federasyon; devletim izin, m illetim izin terakkiyatım kâfıl olacak bir usul
değildir. Bu devlet, milleti vahidedir. Onun için federasyon usuliyle idare
edilem ez. Federasyon usulüne gidilem em iştir. Ademi m erkeziyet usulüne
gidilm em iştir. Türk Devletinin bir m erkezi vardır. Bunlar, m erkezden idare
olunur. Yalnız m ahalline ait olan ve diğer tarafa taallûku olm ıyan işlerin,
m ahalline ruhsat ve m ezuniyet vermek suretiyle idaresi dem ektir ve şahsiyeti
m âneviyenin istilzam ettiği gayeyi de tem in etm ektir.”
Bu sözlerin ardından m adde, üzerinde durulm adan oylanıp kabul
edilmiştir.
Yukarıda 1921 A nayasası’nın yerel yönetim e ilişkin düzenlem elerinin,
pek çok açıklam asının yanında bir de, K ürt sorununa yönelik bir m anevra olarak
düşünülebileceği varsayım ından söz edilm işti. Tabii bu yazının konusu kuruluş
yıllarındaki Türk-K ürt ilişkilerini ve sorun teşkil eden konuları ele alm ak değil.
Üstelik yazarın, hem ulusal hem uluslararası ve hayli karm aşık boyutları olan o
dönem in Kürt sorununa ilişkin, hali hazırda yazılm ış olanlar dışında söyleyecek
bir sözü de yok. Soruna ilişkin miladı I. Dünya Savaşı sayarsak: Erm eni Tehciri
sırasında Kürtlerle kurulan ilişki, ardından 8 O cak 1918 tarihli 14 m addelik
W ilson İlkelerinin ünlü 12. m addesi ve Ekim 1918’de im zalanan M ondros
Ateşkes A nlaşm ası’ndaıı M usul sorununun çözüm üne dek Kürt sorunu hep
gündem in yakıcı m addesi (anlaşm a ve uluslararası konferanslar -P a ris ve
-430-
Londra gibi- dahil). Tüm K urtuluş Savaşı serüveni, bir yandan Kürtlerle
bağlaşıklık kurm a, diğer yandan m illiyetçi Kürt hareketi ve özellikle üç önem li
isyanla m ücadelenin de tarihi. D olayısıyla kuruluş anayasaları da kaçınılm az
şekilde söz konusu bu devletleşm e, uluslaşm a çabasının ürünü. A nayasalara
böyle bakınca, 1921 Anayasası sistem inin K ürtlere bir “kapı açm a” olarak
değerlendirilm esi de m üm kün olabilir. Kurtuluş Savaşı ve özellikle Kürt
m eselesinin (M usul dışında) bir ölçüde halledildiği (ayrı bir devlet kurmaları
engellenirken, 39/4. m addeyle, diğer uyruklar gibi, özel ve ticari ilişkilerinde
din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında dillerini
kullanm alarının önüne kısıtlam a getirilem eyeceği de güvence altına alınm ıştı)
Lozan’dan yaklaşık dokuz ay sonra kabul edilen ilk C um huriyet Anayasası,
güçlü yerel yönetim sistem ini terk ediyor. Fakat bu süreçte M. K em âl’in 1923
yılının başı ve sonunda hâlâ 1921 A nayasası’nın yerel yönetim modelini
benim sediğini ya da öyle göründüğünü düşünm em ek de pek mümkün değil.
Bilindiği gibi A tatürk’ün 16-17 O cak 1923 tarihinde İzm it’te
gazetecilerle yaptığı söyleşinin bir kısmı 1987’ye dek gizlendi ve Eylül 1987’de
2 0 0 0 'e Doğru Dergisi tarafından ortaya çıkarıldı. Tutanağın 15. sayfasında
yazanları, M. K em âl’in A. Em in B ey’in Kürtlerle ilgili sorusuna verdiği yanıtı
bir kez daha hatırlatm akta yarar var:
“ Kürt meselesi; bizim yani Türklerin m enfaatine olarak da katiyyen
m evzubahis olamaz. Çünkü m alum ualiniz bizim hudud-u m illiyem iz dahilinde
mevcut Kürt anasır o surette tevattun etm iştir ki pek m ahdut yerlerde hali
kesafettir. Fakat kesafetlerini kaybede ede ve T ürk anasırının içine gire gire öyle
bir hudut hasıl olm uştur ki Kürtlük nam ına bir hudut çizmek istersek Türklüğü
ve T ürkiye’yi m ahvetm ek lazımdır. Faraza, Erzurum ’a kadar giden, E rzincan’a,
Sivas’a kadar giden, H arput'a kadar giden bir hudut aram ak lazım dır. Ve hatta,
K onya çöllerindeki K ürt aşaririni de nazar-ı dikkatten hariç tutm am ak lazım
gelir. Binaenaleyh başlıbaşına bir Kürtlük tasavvur etmekten ise bizim
Teşkilat-ı esasiye Kanunu mucibince zaten bir nevi mahalli muhtariyetler
teşekkül edecektir. O halde hangi livanın ahalisi Kürt ise onlar kendi
kendilerini muhtar olarak idare edeceklerdir (vurgu bana aittir. MS). Bundan
başka T ürkiye’nin halkı m evzubahs olurken, onları da beraber ifade lazımdır.
İfade olunm adıkları zaman, bundan kendilerine ait m esele ihdas etm eleri daim a
variddir. Şimdi Türkiye Büyük M illet M eclisi, hem Kürtlerin ve hem de
Türklerin sahib-i selahiyet vekillerinden m ürekkeptir ve bu iki unsur bütün
m enfaatlerini ve m ukadderatlarını tevhid etmiştir. Yani onlar bilirler ki bu
m üşterek bir şeydir. Ayrı bir hudut çizm eye kalkışm ak doğru olm az.”
-431
-
G örüldüğü gibi 1923 yılının başında M. Kemâl, iç içe geçen Türk-K ürt
nüfuslarının ayrı sınırlar arkasında yaşam asına karşı. Türkiye halkı dendiğinde
de ikisinin de birlikte ifade edilm esi gerektiğini aksi halde sorun çıkm a olasılığı
bulunduğunu vurguluyor. M. Kemâl bu vurguyu yaparken 1921 A nayasası’nın
yerel yönetim m odelini göz önünde bulundurm uş. Yani, iki unsurun yan yana
yaşam asının yolunu, kendileri idare edecekleri düşüncesinde bulmuş.
L ozan’ın ardından, her ne kadar Musul m eselesi henüz çözülm em iş olsa
da bu görüşün değişebileceği beklenir. Ancak 1998’de, Cum hurbaşkanlığı
arşivindeki bir çalışm a sırasında “ şans eseri” ortaya çıkan bir belge, böyle
söylemiyor.
1998 yılında yayınlanan İlk Anayasa Taslağı, M. K em âl’in bu yöndeki
tercihinin 1921 sistem inin sürdürülm esi yönünde olduğunu gösteriyor. Çankaya
K öşkü’nde A tatürk’ün kütüphanesindeki bir belgesel hazırlığı sırasında şans
eseri bulunan taslak, M. Kemâl tarafından m üsvedde olarak yazılm ış, H. Rıza
Soyak tarafından tem ize çekilm iş, önce Adalet Bakanı, ardından Ekim ’de
uzm anlar kuruluna gönderilm iş. M. K em âl’in başkanlığında istasyon binasının
alt katında toplanan K om isyon’da, M cclis’teki anayasa kom isyonu üyeleri,
B akanlar ve G azi’nin bizzat davet ettiği uzm anlar (Ziya Gökalp, Yunus Nadi,
Ahm et Ağaoğlu, Y usuf Akçura gibi) görev yapm ış. Kom isyon çoğu zam an M.
Kemâl başkanlığında toplanm ış ve 21 Ekim ’de, anayasa taslağına son şekli
verilerek M. K em âl’e em anet edilmiş. O da İsmet İnönü ile birlikte 28 Ekim
gecesi mavi ve kırm ızı kalem lerle m etin üzerinde düzeltm eler yapm ış. Ancak
birkaç ay sonra M eclis’e gelen anayasa taslağında en dikkat çekici yönlerden
biri, M. K em âl’in düzeltm eler yaptığı m etinde yer alan (m d.105-114 arası) ve
1921’dekinin hem en hem en aynısı olan yerel yönetim m odelinden eser
olmaması. Üstelik yeni idari modelin, yukarıda anlatılm aya çalışıldığı gibi hiçbir
ciddi tartışm a olm adan kabul edilmesi. D olayısıyla 1924’teki kurucu gücün yerel
özerkliklere hiç de sıcak bakm adığı, benim sem ediği doğru ancak bu yolun M.
Kemâl tarafından da desteklendiği kanım ca kuşkulu. 29.10.1923 gün ve 364
sayılı altı m addelik anayasa değişikliği içeren Y asa’nın varlığı da bu soruya derli
toplu bir yanıt verm ek için yeterli olmuyor. A nayasa değişikliklerinin,
anayasanın ilgili m addelerinin yerini mi aldığı yoksa onlara ek mi olduğu da
ayrıca tartışmalı. M. Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti'nde Tek-Parti Yönetimi’nin
Kurulması (1923-1931) adlı eserinde, 1, 2 ve 4 ’ün eskilerinin yerine geçtiğini,
10, 11 ve 12’nin ise eski 10. m addenin önüne eklenm iş olabileceğini tahmin
ediyor ki doğrusu da bu olsa gerek.
1924 A nayasası’nın sonraki hüküm leri bütçe ve mali konulara ayrılmış.
Anayasanın Dayanakları başlıklı kısım önemli. 102. m adde A nayasa’nın
-
432-
değiştirilm esine ilişkin. Üye tam sayısının en az üçte biri tarafından yapılan
teklifin kabulü ancak tam sayının üçte ikisinin oyuyla mümkün. Yani günüm üzle
karşılaştırıldığında biraz daha ağır koşullara bağlanm ış anayasa değişikliği.
Ayrıca yukarıda belirtildiği gibi hüküm bir de devlet şeklinin Cum huriyet
olduğu yönündeki düzenlem enin değiştirilem ezliği kuralını içeriyor. Bazı temel
ilkelere yer veren anayasa m addelerinin değiştirilem ezliği ve hatta
değiştirilm esinin tek lif dahi edilem em esi kuralı, 1961 ve 1982 A nayasalarfnda
da farklı kapsam larda yer alması ayrıca tartışm alı. A nayasa M ahkemesi
kararlarına konu olm ası açısından 102. m addenin söz konusu son fıkrası daha da
dikkate değer. 103. m adde A nayasa’nın hiçbir m addesinin herhangi bir nedenle
göz ardı edilem eyeceğini ve hiçbir yasanın A nayasa’ya aykırı olam ayacağını
hükm e bağlıyor. Bu konudaki denetim in, ortada henüz bir A nayasa M ahkemesi
olm adığı için siyasal denetim yoluyla yapılm aya çalışıldığına yukarıda
değinilmişti. Y argısal denetim ise, T ürkiye’de yargıçlar, kurallar hiyerarşisi
içinde anayasaya
aykırı
yasaları uygulam aktan
kaçınm a
yöntem ine
yanaşm adıkları için yapılam am ıştır. Dolayısıyla T ürkiye’de 1961 A nayasasına
dek anayasaya aykırılığın yargısal denetim inin yapılam am ış olması, yalnızca
A nayasa’daki hüküm yokluğuyla açıklanam az. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da
Şubat 1931 ’deki kararıyla, bu konudaki olası bir gelişm eyi önlem iştir.
1924 A nayasası, yürürlükte kaldığı süre içinde beş kez değiştirilm iştir.
Değişikliklerin tarih vc künyesini, G özübüyük/K ili’nin Türk Anayasa Metinleri
adlı eserinde (s. 120) bulm ak olanaklı. Burada bazılarına özellikle değinm ekte
yarar var: 1928 yılında yapılan değişiklikler, 1924’ten sonra girişilen ve
devrim ler süreci olarak da adlandırılan dönem deki laikleşm e çabasına uygun. 2.
m addenin devletin dininin İslam olduğunu düzenleyen hükm ü, milletvekili
(md. 16) ve C um hurbaşkanı (m d.38) yem inlerindeki vallahi sözcüğü kaldırılmış,
bunun yerine namusum üzerine söz veririm ifadesi eklenm iştir. Ayrıca 26.
m addeye göre T B M M ’nin görevlerinden biri olarak sayılan Şeriat hükümlerinin
gözetilmesi de m etinden çıkarılm ıştır. 1934 yılında 10. ve 11. m addelerde kadın
erkek eşitliğini yaşam a geçirebilm ek açısından son derece anlam lı iki değişiklik
daha yapılm ış; kadınlara da seçm e vc seçilm e hakkı tanınm ıştır. Özellikle bu
düzenlem e çağdaşı dem okratik ülkelerle karşılaştırıldığında hayli ileridir. Ancak
aynı yasa seçm e yaşını da 18’dcn 2 2 ’ye çıkararak (md. 10) bu kez geri bir adım
atmıştır. 1937’de, o dönem A vrupası’ndaki siyasi eğilim lerin de etkisinde
kalındığından olsa gerek tek parti konum undaki C H P ’nin altı umdesi
A nayasa’nın ikinci m addesine eklenm iştir: Türkiye Devleti Cumhuriyetçi,
Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Lâik ve İnkılâpçıdır. 1931’de Türk O cakları’nın
kapatılıp partiye bağlı Halkevleri açıldığı, 1936’da İçişleri B akanı’nın parti
genel sekreteri, valilerin dc il başkanı haline getirildiği düşünülürse, altı ilkenin
ikinci m addeye eklenm esinin parti devlet kaynaşm asını her düzeyde yaratm aya
-433-
yönelik olduğu görülebilir. 1937 Şubatı’nda 74. m addeye kam ulaştırm alarda
ödem enin peşin olacağı yönünde bir ek yapılm ıştır. Bununla, çiftinin
topraklandırılm ası ve orm anların devletleştirilm esinde ödem e şeklinin yasayla
saptanacağı hükme bağlanarak taksitlendirm e im kânı sağlanm ış ve toprak
reform unun önündeki engel, en azından anayasal düzeyde ortadan kaldırılm ıştır.
Ayrıca 75. m addede yer alan, kim senin tarikatından dolayı kınanam ayacağı
yolundaki düzenlem e çıkarılıp yalnızca ‘din, m ezhep ve felsefi görüş’
bırakılarak tarikatçılık anayasal dayanaktan m ahrum bırakılm ıştır. Yine aynı
günlü yasayla, m illetvekillerinin görev ve yetkilerine ilişkin 47. m addeye siyasi
müsteşarlar eklenm iştir. Hem en hiç uygulam a alanı bulam ayan, C um huriyet
tarihim izin idare alanındaki anılm aya değer bu ilginç ve kısa öm ürlü deneyimi
aynı yılın K asım ayında yapılan değişiklikle m etinden çıkarılm ıştır.
Son olarak, biçim sel görünm ekle birlikte 1950’de iktidara gelen ve gelir
gelm ez A rapça ezan yasağını kaldıran DP (D em okrat Parti)’nin ideolojisini
sergilem esi açısından anlam lı bir değişiklikten söz etm ekte yarar var. 1945’te,
A nayasa’nın içeriğine dokunulm adan dili Türkçeleştirilm iş, ‘Teşkilat-ı Esasiye
K anunu’ndan anayasaya geçilmişti. D em okrat Parti, 24.12.1952 gün ve 5997
sayılı yasayla eski m etni yeniden yürürlüye koym uştur. Oysa kabul etm ek
gerekir ki 1945 m etni herkesçe anlaşılm ası daha kolay, bu nedenle de daha
dem okratik bir dile sahipti.
Sonuç
1924 Anayasası bir ulus devlet yaratm aya niyetli devlet adam ları
tarafından hazırlanm ıştı. O dönem için hiç de geri sayılam ayacak hak ve
özgürlükler demeti sunm ası, ulusal egem enlik ilkesini yasallığa kavuşturm ası,
meclis hüküm etine m eylederken parlam enter sistem in tem el özelliklerini de
içermesi, yıllar içinde gerçekleşen değişikliklerle giderek daha laik bir nitelik
kazanm ası, sağlam yapılı bu anayasanın sacayakları. Tabii anılan özelliklerin
zam an içinde olum lu/olum suz etkileri olm uştur. Bir metni böyle bir ayrım a tabi
tutmak ilk başta yadırgatıcı bir yöntem gibi görünebilir. Ancak her anayasa ya da
yasa metni devlet ya da toplum un belli bir zam an dilim indeki gerçeğini
sergilerken, yaşadığı ya da yaşam ası m uhtem el sorunları da çözm eye yönelir. Bu
durum da, 1924 A nayasası’nı hazırlayanların hem parlam enter hem de meclis
hükümeti sistem inin etkisinde kalm am ası ve rahat hareket etm elerini sağlayacak
esnek bir model benim sem em eleri pek m üm kün olm asa gerek. Çünkü ana sorun
siyasal dem okrasi inşasından çok savaş sonrası koşullarda yeni devlet için
gerekli ham lelerin yapılm asıydı. İşte 1924 A nayasası’nın çoğulculuğu yeterince
içerm eyen çoğunlukçu anlayışın hâkim olduğu meclis hüküm eti özellikleri,
Fransız D evrim i’nden miras ulus egem enliği ve parlam entonun egemenliğin
-
434
-
kullanıcısı olduğu yönündeki ilkeler, öncelikle bu amacı gerçekleştirm eye
yönelikti. A ncak tek parti dönem inde sorun yaratm ayan ve kuruculara esnek bir
çerçeve sağlayan A nayasa ve söz konusu egem enlik anlayışı, çok partili yaşama
geçildikten sonra ciddi çatışm alara neden oldu. Bunda hiç kuşkusuz egemenliğin
kayıtsız şartsız millette oluşunu egemenliğin temsil edildiği tek organ olan
meclis çoğunluğunun kayıt ve şarta bağlanamayacak olması şeklinde
yorum layan D P ’nin büyük katkısı vardır. Tabii A nayasaya yöneltilen tüm bu
eleştiriler kısm en A nayasa’nın yapısından olduğu kadar, belki de daha çok
dönem in koşulları ve uygulayıcıların niyetlerinden de kaynaklanm ıştır. Soysal’ın
dinam ik anayasa okum asının 1924 A nayasası’nın değerlendirilm esine yaptığı
katkı ve diğer okum alardan farklı yanı da bu. Öyle bir farklılık ki, sonrasındaki
anayasa metinleri ve günüm üzdeki anayasa tartışm aları açısından da yaşamsal
önemde. S oysal’a göre, hukukla bağlı iktidar düşüncesi hem en tüm ülkelerde,
önce yasama organının devlet yapısı içindeki üstünlüğünü sağlam ak sonra bu
organın yetkilerini kısıtlam ak şeklinde olmuş. T ürkiye’de 1950’lerde
yaşananların klasik dem okrasideki evrensel gidişe aykırı yönü ise, parlam ento
üstünlüğünün, herhangi bir kısıtlanm a aşam asından geçmeden, doğrudan
doğruya çoğunluk
egem enliğine dönüşm üş olm asıdır,
(s. 14) Sorun,
parlam entoyu, içindeki güçlerin neler olduğunu ya da olabileceğini düşünm eden
soyut bir kavram olarak almak, parlam ento egem enliği gibi bir ilkenin gerçekte
kim in egem enliği anlam ına geleceğinin ihmâl edilm esi sonucunu yaratır ki 1950
sonrası yaşanan bııdur. Klasik dem okraside, çoğunluğun yönetim hakkı kadar
onu sınırlayan “azınlığın korunm ası” ilkesi de son derece önem li ve işte 1924’te
eksik olan bu. Yürütm eyi, hüküm eti, m eclisin yürütm e organı gibi gösteren
Anayasa hüküm leri S oysal’a göre Milli M ücadele’nin teorik kalıntılarından
ibaretti ancak D P ’nin dizginsiz uygulam aları ve m eclis gücüyle kendi ağırlığı
arasında kurduğu özdeşlik nedeniyle m uhalefet ezilm iştir. Ancak Anayasa
değişiklikleri yapılam am asının, anayasaya aykırı yasaların yargı tarafından
uygulanm asından kaçm ılm am asının, asker-sivil aydın ve bürokrasi ile yeni
palazlanan sın ıf arasındaki iktidar m ücadelesinin ve bürokrasinin hayal
kırıklıklarının; ayrıca bu siyasal m ücadelenin işçi-köylü ayağının olm am asının
sorum lusu 1924 Anayasası değildir. Kanım ca günüm üzdeki dahil tüm anayasa
tartışm alarında da önem li olan soru şu: anayasa hangi dinam ikler sonucu ortaya
çıkar ve m etnin sahibi kim dir? Bu soruların yanıtı hiç kuşkusuz hem o m etnin
değerlendirilm esinde hem de uygulanm asında yaşam sal önem dedir. Prof.
M üm taz Soysal’ın başka pek çok değerli yapıtının yanında Dinamik Anayasa
Anlayışı adlı kitabı, anayasaların kuru, durağan m etinler değil, bir ülke siyasal
düzeninin tüm unsurlarıyla iç içe geçm iş belgeler olduğunu söylem esi açısından
yeniden ve tüm anayasalarım ızla birlikte, güncel siyasal sorunları da göz önünde
bulundurarak okunm ası gereken bir temel eser.
-
435
-
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Y avuz
ABADA N
&
Bahri
SAVCI
(1959),
Türkiye’de
Anayasa
Gelişmelerine Bir Bakış (Ankara: Ajans ürk M atbaası)
Faruk A LPK A Y A (1998), Türkiye Cumhuriyeti ’nin Kuruluşu (1923-
1924) (İstanbul: İletişim Yayınları)
İlhan A R SEL(1965), Türk Anayasa Hukuku''nıtn Umumi Esaslar, Birinci
Kitap Cumhuriyetin Temel Kuruluşu (Ankara: M ars M atbaası)
Burak Ç ELİK (2007), Ulusal Kurtuluş Savaşı Döneminde Anayasa!
Gelişmeler ve 1921 Anayasası (İstanbul: G alatasaray Ü niversitesi Yayınları)
C em EROĞUL (1974), Anayasayı Değiştirme Sorıımı (Ankara: Sevinç
M atbaası)
C em ER O Ğ U L (2009), Anatitzeye Giriş (10. Baskı, Ankara: İmaj
Yayınevi)
“Gizlenen Tutanak, Atatürk: K ürtlere Ö zerklik” (1987) (2000 ’e Doğru
Dergisi, 35: 8-15)
Ş eref G Ö ZÜ B Ü Y Ü K & Zekai SEZGİN
(1957), 1924 Anayasası
hakkındaki Meclis Görüşmeleri Ankara: Balkanoğlu M atbaacılık)
C um hur KESKİN (1996), “Türkiye’nin Kürt Politikası ve Resmi İdeoloji”
(Türkiye’nin Kürt Sorımu, İstanbul: TÜ SES Yayınları, 47-86)
Suna KİLİ & Ş eref G Ö ZÜ BÜ Y Ü K (2000), Türk Anayasa Metinleri (2.
Baskı, İstanbul: Türkiye İş Bankası K ültür Yayınları)
Kemâl KİRİŞÇİ & Garcth M. W INROW (2009), Kürt Sorunu Kökeni ve
Gelişimi, 5. Baskı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.
Baskın ORAN, L o za n ’ın ‘Azınlıkların Korunm ası’ Bölümünü Yeniden
Okurken (A.Û . SBFD ergisi, 49/3-4: 283-301)
-
436-
Ergun Ö ZB U D U N (1992), 1921 Anayasası (Ankara: A tatürk Araştırma
M erkezi Yayını)
Taha PARLA (2002), Türkiye’de Anayasalar (3. Baskı, İstanbul: İletişim)
Bahri
SAVCI
&
Y avuz
ABADAN
(1959),
Türkiye'de Anayasa
Gelişmelerine Bir Bakış (Ankara: Ajans T ürk M atbaası)
Ö m ür SEZGİN (1984), Türk Kurtuluş Savaşı ve Siyasal Rejim Sorunu
(Ankara: Birey ve Toplum Yayınları)
M üm taz SOYSAL (1969), Anayasaya Giriş (Ankara: Sevinç M atbaası)
M üm taz SOYSAL
Gerçek Yayınevi)
(1986), 100 Soruda Anayasanın Anlamı (Ankara:
M üm taz SOYSAL
M atbaası)
(1969), Dinamik Anayasa Anlayışı (Ankara: Sevinç
Bülent TA N Ö R
C um huriyet Kitapları)
(2009), Kurtuluş Kuruluş
(9.
Baskı,
İstanbul:
Bülent TA N Ö R (1978), “ L ozan’a Giden Yıllarda Türk A nayasa Tezinin
D oğuşu” (L ozan’ın 50. Yılına Armağan, M illetlerarası Hukuk ve M illetlerarası
M ünasebetler Enstitüsü, İstanbul: Fakülteler M atbaası, s. 199-231).
Bülent TA N Ö R
(1998), Osmanlı- Türk Anayasal Gelişmeleri (İstanbul:
YKY)
M ete TUNÇ AY (1981), Türkiye Cumhuriyeti 'nde Tek Parti Yönetimi ’nin
Kurulması (1923-1931) (Ankara: Yurt Yayınları)
Türkiye Cumhuriyeti İlk Anayasa Taslağı (1998), (Çeviri yazı: Levent
Kavas, İstanbul: Boyut Yayın Grubu)
Taner TİM U R (1997), Türk Devrimi ve Sonrası (4. Baskı, Ankara: İmge
Kitabevi)
-437-
Y ıldızhan YAYLA (1984), Anayasalarımızda Yönetim İlkeleri Tevsi-i
(2. Baskı, İstanbul: İ.Ü. Siyasal Bilim ler
Fakültesi/G üryay M atbaası)
Mezuniyet ve Tefrik-i Vezaif
Ahm et Y Ü C EK Ö K
Gerçek Yayınevi)
(1984), 100 Soruda Tiirk Devrim Tarihi (İstanbul:
-438-
DÜŞÜNCENİN KEFFÂRETİ
Prof. Dr. Erdoğan TEZİÇ
M üm taz Soysal Hoca, 1961 A nayasasfnın ilk biçim iyle yürürlükte olduğu
1960’lı yılların sonuna doğru, anayasa hukukçularının dışında da ilgiyle okunan
iki de kitap yayınlam ıştı:
•
•
A n a y asay a G iriş (2.baskı 1969)
D in am ik A n a y asa A nlayışı 1969
Her iki kitapta da 1961 Anayasası ile ilgili değerlendirm eler yaparken,
aynı
zam anda
A nayasa’nın
“ayakta
kalabilm esinin”
koşullarını
da
incelem ekteydi. G erçi H o ca’nın bir tür öngörü, ya da frenklerin ‘futuriste ”
(gelecekçilik) olarak adlandırılabilecek bir yaklaşım la, 1961 A nayasası’nın
özgürlükçü anlayışının devam edip etm eyeceğinden duyduğu endişeleri
giderecek güçlü dayanaklarını ararken, gene A nayasa’dan yola çıkarak
öngörülerini, özgürlükçü bütün hukuk m etinleri için geçerli olabilecek biçim de
ortaya koymuştu.
“A n ay asay a G iriş” kitabı dolayısıyla düşüncelerinin “keffâreti”, ya da
bedeli altı yıl sekiz aylık ağır hapis hükm ü oldu. Bir yılı aşan süre Askeri
Cezaevinde kaldıktan sonra, verilen hüküm Askeri Yargıtay tarafından bozulup
1974 yılında da A nayasa M ahkem esi’nin iptal kararından sonra a f kapsamına
girdi ve böylece özgürlüğüne kavuşabildi.
Bu yazının sınırlı çerçevesi içinde, günüm üzün ve geleceğin önemli
gördüğüm tem el sorunlarını, M üm taz S oysal’ın adı geçen yayınlarından
esinlenerek iki başlık altında açıklam aya çalışacağım :
Birincisi, 1961 A nayasası’nın egem enliğin kullanılm ası ve oluşturulan
-439-
kıırumsal dengenin ötesinde, hangi koşullarda ayakta kalabileceğidir. İkincisi
ise, 1960’h yılların ortasında, ürkek bir biçim de telâffuz edilen “ Kürt Sorunu ”
ile ilgili olarak, M üm taz S oysal’ın düşünceleri, bugünle bağlantılı olarak
değerlendirilecektir.
I - Anayasal Düzenin Güvenceleri
Türk toplum unda anayasa hukukunun temel kurum ve kavram ları ile
yoğun bir biçim de düşünülüp tartışıldığı dönem leri, başkaca ülkelerin
tarihlerinde olduğu gibi, siyasi hayatın hareketliliğinden soyutlam ak m üm kün
değil.
Osm anlı İm paratorluğu dönem inde ilk ‘A nayasa’nın ya da Kanun-ı
Esasi’nin yapılışı (1876) ve uzun bir aradan sonra değiştirilm esi (1909),
çalkantılı siyasi ortam dan, gerginlikten sıyrılabilm enin bir teminatı olarak
değerlendirilm işti.
Milli m ücadele ve C um huriyetin ilânı, Türk A nayasacılık hareketinde
yeni bir süreci başlatm ıştı. Egem enliğin m illete ait olması ile, hukuki
zeminde, 1921 ve 1924 Anayasalarında egem enlik, m illetin yegane ve hakiki
m ümessili olan Büyük M illet M eclisi’nde tecelli ve tem erküz ediyordu. Bundan
böyle, Osm anlı D evleti’nden farklı olarak, T ürk A nayasa H ukuku’nda, ‘yasam a’
faaliyeti ‘yürütm e’den değil, ‘yürütm e’ ‘yasam a’dan çıkm aktadır. İkinci Dünya
Savaşı bitim inde, çok partili siyasi hayata geçilm esinden sonra, 'eksiksiz’ bir
demokrasinin kurulm ası hususundaki öneriler, 1957 seçim lerini izleyen
günlerde, 1924 A nayasası’nda hangi alanlarda değişiklikler yapılacağı,
m uhalefet partilerinin m utabakatı ile oluşm uştu; bu da yakın bir gelecekte 1961
A nayasası’nın esasını oluşturacaktır. Ana hatları ile, yeni anayasal yapı,
çoğunlukçu bir yönetim anlayışından çoğulcu bir yönetime, kanun devleti
anlayışından hukuk devleti anlayışına geçebilmenin ve bunun teminatı
üzerine oturtulmuştu. Daha başka bir ifade ile, yeni Anayasa, dem okratik laik
düzenin, ancak liberal bir sosyal devlet yapılanm ası ile ayakta kalabilm esi için,
kurum lar ve kurallar dengesi sağlanarak m üm kün olabileceği anlayışına dayanan
bir anayasa m ühendisliği ile kalem e alınmıştı.
Çok partili dönem in ilk dem okratik seçimi, 14 M ayıs 1950 tarihinde
yapıldı. Seçim sonucu, sandıktan çıkan D em okrat Parti çoğunluğu da, tek parti
dönem inden gelen anlayışa bağlı kalarak, bütün bir milleti ve dolayısı ile de
“m illi iradeyi ’ kendisinin tem sil ettiğini sık sık dile getirecektir. Bu anlayış
aslında 1789 Fransız Devrim i ile ortaya konan milli egem enlik teorisinden güç
-
440-
alıyordu. Buna göre milli egem enlik kendi dışında ve üstünde sınırlayıcı bir güç
kabul etmeyen en üstün irade olarak tanımlanmıştı.
T ürkiye’de 1924 Anayasası (ıu.3), egem enliğin kayıtsız şartsız m illete ait
olduğunu, Türk milletini yalnızca T B M M ’nin tem sil edeceğini, millet adına
egem enlik hakkının yalnız M eclis tarafından kullanılacağını öngörm üştü (m.4).
Başka bir anlatım la bütün yetkiler hukuken m ecliste toplanmıştı.
1961 ve 1982 A nayasalarındaki düzenlem elere rağmen, tek parti ve
sonraki anlayışın, yarım yüzyıldır zam an zam an tekrarlandığına şahit
olunm aktadır. En yakın örneklerden biri, 2008 yılında, yükseköğretim
kuram larında türbanı serbest bırakm ak am acıyla, A nayasa’nın 10. ve 42.
m addelerinde yapılan değişikliklerin A nayasa M ahkem esi tarafından iptal
edilm esinden sonra, T B M M ’nde 411 m illetvekilinin türbana serbestlik yönünde
oluşan
iradesinin denetlenm esi,
“m illi
irade”ye karşı geliş olarak
değerlendirilm işti. Oysa, 1961 Anayasası ile ulaşılan ve 1982 Anayasası ile
devam ettirilen düzenlem e çerçevesinde artık, egem enliğin aidiyetinden farklı
olarak kullanılm ası hukukla kayıtlı bir yetki olduğu çoktan anayasa hukukum uza
yerleşm iş bulunuyordu. Başka anlatım la, “egem enlik kayıtsız şartsız m illetindir”
(1982 m.6/1); fakat A nayasa’daki bu hüküm, egem enliğin kullanılm asını değil,
m illete ait olduğunu ifade ediyor. Egem enliğin kullanılm ası ise kayıtlı şartlı bir
yetkidir. Zira 1961 (m .4/2) ve 1982 (m .6/2) Anayasaları benzer ifadelerle, Türk
M illeti’nin egem enliğini, A nayasa’nın öngördüğü esaslara göre yetkili organlar
eliyle kullanacağını ve hiçbir kişi veya organın kaynağını A nayasa’dan alm ayan
bir devlet yetkisini kullanam ayacağım belirtirken, 1921 (m .2) , 1924 (m .4 ve 5)
A nayasalarında egem enliğin kullanılm asındaki hukukla bağlı olmama
anlam ından sıyrılarak, hukukla bağlı bir yetki haline dönüştürm ektedir.
1961 A nayasası’nın “ Kurucu M eclis” aşam asındaki çalışm alarına,
“Tem silciler M eclisi” kanadı Anayasa K om isyonu’nda da yer alan M ümtaz
Soysal’a göre, 1961 A nayasası’nda, kurum lar yolu ile oluşturulm ak istenen
denge aslında, yasam a m eclisine genel oydan gelecek çoğunluğa karşı duyulan
güvensizlikti. Bu bakım dan, 1961 A nayasası’nın getirdiği en büyük
yeniliklerden biri A nayasa M ahkemesi ve kanunların A nayasa’ya uygunluğunun
denetlenm esiydi
(1969b:
64).
Bu
düzenlem e
aslında,
çoğunluk
demokrasisinden çoğulcu liberal demokrasiye geçişin de kuram sal
güvencesiydi.
Hemen şunu hatırlatalım
ki, kanunların Anayasa’y a
uygunluğunun yargısal denetimi, eşitliğe dayalı demokratik düzene ait
olmaktan çok, özgürlükçü siyasi liberal felsefeye aittir. Nitekim, Türk Anayasa
M ahkem esi de, 1961 Anayasası dönem inde verdiği bir kararında, Anayasa
M ahkem esi’nin tem el işlevini açıklarken "... çağdaş Anayasalar, kendilerini...
-441 -
istenmeyen ve uygun olmayan değişikliklere karşı koruyan ve güvence altına
alan hükümleri ve kuruluşları birlikte getirme yolunu seçmişler ve sonunda
sağlamayı başarmışlardır. Bu nitelikte bir yolu seçmenin bir anlamı da, klasik
demokrasiden daha ayırımlı bir sistem olarak, A nayasa’y ı yasama organının
kendisine ve daha açık bir deyimle çoğunluğun baskısına karşı koruyacak
hükümlere ve kurumlara da yer verilmiş bulunmasıdır'’ (K.1975/87: 428 ) diyor.
M üm taz Soysal, 1960’lar Türkiye’sinde, 1961 Anayasası ile öngörülen
düzenlem elerin yanı sıra, “eğitim yolu” ile de sorunların aşılabileceği yönündeki
“ rom antikliğe” kapılm anın tek başına çare olam ayacağını, bunun için en etkili
yolun ekonom ik ve soysal yapıyı değiştirici eylem ler olduğuna işaret ediyordu
(1969a: 288). Bugün için de üzerinde yeterince durulm ayan bu görüşün,
gelecekte yeni bir A nayasa hazırlanm ası veya değiştirilm esi tartışm alarına ışık
tutacağında hiç şüphe yoktur.
M üm taz Soysal, düşünce ağını örerken şu tespiti de yapıyor: 1961
A nayasası, bir yandan kurum lar ve kurallar dengesini düzenlerken, öte yandan
da, Türk toplum unun tarihsel oluşum u açısından “sosyal güçler" arasında yeni
bir denge kuran aşam adır (1969a: 289). Bu tespitten sonra da şu soruyu soruyor:
“ 1961 A nayasası’nın Türk toplum undaki sosyal güçler arasında kurduğu denge,
sürekli ve dayanıklı bir denge midir? Yoksa tarihsel oluşum un belli bir
aşam asında ortaya çıkan bu denkleşm e, çok daha sağlam gelişm elere doğru bir
temel olarak mı kullanılm alıdır? Asıl cevap bekleyen soru burada” diyor. Ama
sorunun cevabını da verm ekten kaçınm ıyor. Bir toplum un politik düzenini çok
daha sağlam güçlere dayandırm ak gerektiğini ortaya koyduktan sonra, Türk
toplum unun geriye dönüşünü önleyebilecek tek kuvvetin, ekonom ik ve sosyal
yapı değişikliğini öngören bir ideoloji etrafında örgütlenm iş yığınların ağırlığı
olduğunu ileri sürüyor. Bunun için de çok geniş bir düşünce ve örgütlenm e
özgürlüğü içinde tartışılacak bir ortam ın varlığını dile getiriyor (1969a: 290).
Kırk yıl önce dile getirilen bu tem enni, ne yazık ki, bu satırların
yazılm asından çok kısa bir süre sonra, 12 M art rejim inin boğucu havasında
ışığını kaybedecektir. M üm taz H oca’nın endişeleri, “ A nayasa’ya Giriş”
kitabındaki sararm ış yapraklarının son satırlarında, günüm üzde halen
düşündürücü diriliğini gelecekte kalem e alınacak yeni bir anayasa için de
koruyor: “ 1961 A nayasası, dünyanın ve T ürkiye’nin büyük tarihsel oluşumu
içinde değerlendirildiği zam an, yaratıcı bir belge niteliğini, ancak bütün
gelişm elere açık bir tutum la uygulandığı ölçüde kazanabilir. Yoksa, bugün
varılan denge, yepyeni oluşum lara kaynaklık etmek yerine, kendi kendini
sınırlayan bir kısırlığın durgunluk düzeni olarak çürüyüp gider” (1969a: 291).
-442-
Tabiî son cüm ledeki hatırlatm a, um utların gerçekleşm ediği ve hayal
kırıklığı yaratan durum lardaki hüzünlü kopm aları da bir ölçüde dile getiriyordu.
12 M art Rejimi ile 1961 A n ay asasfn d a yapılan kısm i budam alar, 12 Eylül’deki
yıkılm anın da sanki bir tür tatsız habercisiydi.
II - Ulus Devlet ve Türk Vatandaşlığı
C um huriyet A nayasaları egem enliğin m illete ait olduğunu belirtirken,
buradaki millet kavramı kendisini oluşturan bireylerin toplam ını değil, fakat
onların iradelerinden ayrı üstün bir varlığı ifade ediyor. Oysa Anayasa
H ukuku’nda halk, belli bir dönem de farklı özellikleriyle yaşam akta olan
bireylerden oluşan sosyolojik bir varlığı ifade etm ektedir. Başka bir anlatım la
millet, belli bir dönem de yaşayanları değil fakat geçmiş ve gelecek nesilleri de
kucaklayan manevi bir varlıktır*.
Osm anlı İm paratorluğu çok m illetli, am a ulusal olm ayan bir devletti.
Uluslaşm a süreci im paratorluğun son yıllarında başlam ış, Ulusal Kurtuluş Savaşı
ile siyasi, mali, iktisadi ve kültürel bağım sızlık kazanılm ıştır. Milli m ücadele ile
çok uluslu im paratorluktan milli devlete aşam a aşam a geçilerek im paratorluktaki
“tebaa” anlayışından milli devletin “ vatandaşlık” anlayışına ulaşılmıştır.
1924 A nayasası (m .88), Türkiye Cum huriyeti vatandaşlığını “Türkiye
ahalisine din ve ırk farkı olm aksızın T ürk ıtlak olunur” (denir) ifadesi ile
tanım lam ıştı. Biraz önce halk kavram ım açıklarken belirtildiği gibi, “ahali” yani
halk, toplum daki farklılıkları ifade etm ekteydi. Bu bakım dan 1924
A nayasası’ndaki “ T ürk” kelim esi dini, ırki bir anlam taşım aksızın yalnızca
vatandaş karşılığı olarak kullanılm ıştı. 1924 A nayasası’nın kabulünden önce
M ustafa Kemal, “Türkiye C um huriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti
denir” ifadesi ile de “M illet” anlayışının ırki ve dini bir esasa dayanm adığını
daha açık bir biçim de dile getirm işti.
M üm taz Soysal, Anayasa’ya Giriş (s.205) kitabında milli devlet
konusunda, 1961 A nayasası’nın “vatandaşlık” la ilgili olan hüküm lerini
hatırlatarak, 54. m addeye göre “T ürk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan
' Millet ve Halk kavramları arasındaki farklılığın hukuki ifadesi daha once 1961
Anayasası’nda yapıldığı gibi (m.76 ve m.l 16), 1982 Anayasası’nda da (m.80 ve m.127)
yer alıyor. Şöyle ki; 1982 Anayasası’na gore milletvekilleri bütün bir Milleti temsil
ederken, mahalli idarelerin temsilcileri Halkın “mahalli müşterek ihtiyaçlarını”
karşılamak üzere seçilirler.
- 443 -
I
herkes Türktür” . Anayasa böylelikle dil, ırk ve din esaslarına dayanan bir
ulusçuluktan uzak kaldığını, vatandaşlık bağını T ürklük için yeterli bulduğunu
söylem ektedir. M üm taz Hoca, kırk yıl önce bugün de hayli tartışılan vc üzerinde
m ürekkep akıtılan bir konuya parmak basm ıştı. Şöyle ki, 1961 A nayasası’nda
(m .3) resmi dilin Türkçe olduğuna ilişkin hükm ü “T ürkiye’de herkesin Türkçe
konuşm ak zorunda oluşu şeklinde anlam am ak gerekir” diyerek daha sonra
yapılacak bir büyük yanlışlığı öngörm ekteydi. Bu yanlışlık, 1982 A nayasası’nın
“düşünceyi açıklam a ve yaym a hürriyeti” ile ilgili 26. m addesinin daha sonra
mülga olan (03.10.2001-4709/m.9) 3. fıkrasında yer alan “yasak lan m ış dil”
ibaresiydi.
A ncak çok daha önce 1969 yılında M üm taz Soysal, “ ... sert uygulam alar
yüzünden, anadilleri Türkçe olm ayan başka T ürkler’in kendi dillerini ve
kültürlerini geliştirm ek hakkından yoksun b ıra k ılm a la rın a işaret ederken; bu
Türkler arasında en kalabalık grubu “K ürtçe” konuşanların m eydana getirdiğini
belirtmişti. Sayılarının o tarihte 2.181.000 civarında olduğu belirtilen bu
vatandaşlarım ız T ürkiye’nin en çok ihmal edilm iş topraklarında yaşıyorlardı.
Yine M üm taz Soysal devam la şu tespiti yapıyor: “ Onun içindir ki dil konusu bu
ihmalle yan yana konulduğu zaman çok daha ciddi bir sorun halini alıyor. İhmal
devam ettikçe, Kürtçe kültürün gelişmesi, bir tepki olarak, Türk toplamımdan
kopuş amaçları güden bir kiirt ulusçuluğu 'na da çevrilebilir. Özellikle petrol
konusunda bu durumdan yararlanmak isteyen büyük şirketler veya uluslar arası
sorunlarda bunu Türkiye 'ye karşı bir şantaj olarak kullanmak eğiliminde otan
devletler de böyle bir gidişi teşvike hazır durumdadırlar. Bu nedenlerle Kürtçe
konusunu asla sert tedbirlerle çözümlenmesine uğraşılacak bir sorun olarak
değil, her şeyden önce ekonomik ve sosyal bir reform konusu olarak görmek
gerekir. Kürtçe konuşulan bölgeler ekonomik bakımdan bütün toplumla
kaynaştıkça temel reformlar yapılıp oralardaki feo d a l yapı ortadan kaldırıldıkça
ve reformcu atılımlar o bölgeleri yeni bir sosyal yapıya kavuşturdukça dil
sorunu da bir kopuş kaynağından çok, bir bölgesel renklilik unsuru olarak
görülecek, hatta önemli bir konu olmaktan çıkacaktır
G ünüm üzde “ ki'ırt kim liğinin” güvenceye kavuşturulm ası için ileri sürülen
v a ta n d a şlık tanım ının yeniden yapılm ası, ve anadilde kürtçe eğitim talepleri
gündem deki sıcaklığını korum aktadır. Hemen belirtm ek gerekir ki, kiirtçenin
okullarda ve yüksek öğretim kurum larında eğitim dili olarak kullanılm ası
talepleri hukuken isabetli değildir. Buna karşılık kiirtçenin öğretim i ayrı bir konu
olup hukuken m üm kündür. N itekim bir süre önce güneydoğu bölgesinde Milli
Eğitim B akanlığı’nca K ürtçe öğretm ek am açlı kurslar açılm ası konusu bir
yönetm elikle düzenlenm işti.
-444-
K ürt kim liğinin anayasal güvenceye alınm ası, anayasada öngörülen
(1982/m 3,5) tekil (üniter) yapı karşısında hukuken m üm kün değildir. Çünkü kürt
kim liğinin A nayasa’da yer alm ası, iki m illetli bir devlet yapılanm asına yol
açacağı için, devletin tekil (üniter) yapısı ile hukuken bağdaşm az. Bununla
bağlantılı olarak vatandaşlık kavram ı konusuna gelincc, 1982 Anayasası da 1961
Anayasası gibi “ Türk D evleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes T ürktür”
(m .66/1) diyor. Bu konuda uzm an bir hukukçuya göre (N O M ER, 2009: 51)
“ 1982 tarihli Türkiye C um huriyeti Anayasası vatandaşlık anlayışını cn modern
manasıyla kabul etm iş gözükm ektedir.” . M üellife göre, bu hükümdeki “Türk
vatandaşlığı kavram ında, kişilerin ırki, dini ve kültürel özellikleri yer
alm am akta, kurucu bir unsur olarak görülm em ektedir.”. Buna göre, Türk
Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan kişi kökeni ne olursa olsun, Türk
Devletinin kendisine verm iş olduğu “Türk Vatandaşı” adım taşım aktadır.
“Türk V atandaşlığı” yerine anayasal
vatandaşlık, Tiirkiyelilik, Türkiyeli gibi kavram ların kullanılm ası da
önerilm ektedir. Bu türden yapay kavram ların kullanılm ası toplum yapım ızda
kaynaşm ış olarak yer alan çeşitli etnik (ırki), dini veya kültürel özelliklere sahip
kim likleri ve özellikle de etnik ayırım cılığı ön plana çıkararak devletim izin tekil
yapısını bozm a tehlikesi vardır. Bu tür kimlikleri alt kim lik olarak vatandaşlık
kavram ının kurucu unsurları haline getirm ek ve vatandaşlık kavram ını da üst
kim lik olarak tanım lam ak, vatandaşlar arasında am acı bölücülük olan “ etnik”
ayrım cılığı harekete geçirerek ulusal kim liği zayıflatm aktan başka bir anlam
taşım az (N O M ER, 2009: 53).
G ünüm üz
tartışm alarında,
Bu bakım dan bir özgürlük sorunu olarak etnik kim liği kabul etm ek
başkadır, onu hukuki bir unsur olarak vatandaşlık kavram ı içerisine alm ak başka
şeydir.
1982 Anayasası zem ininde tartışm aya devam etiğim iz vatandaşlık, milli
devlet, üniter (tekil) yapı konuları, 1961 A nayasasfııda da aynı çerçevede
düzenlenm işti. M üm taz Soysal Hoca, kuşkusuz geleceğe bakarak konuyu
değerlendirm işti: “Türk toplum yapısındaki renklilik veya bölge özellikleri
A nayasa’da “ federal” bir kuruluşu gerektirecek ölçülerde düşünülm em iştir. 3.
m addesinde “Türkiye Devleti, ülkesi ve m illetiyle bölünm ez bir bütündür” diyen
A nayasa herhangi bir federal yapı öngörm üş değil. Bu bakım dan milli devlet
kavram ını, Türk D evleti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı insanların, yani Türk
ulusunun egem enliği ve bütünlüğü üzerine kurulm uş “tek yapılı” devlet
anlam ında düşünm ek gerekir (1969a: 206).
A şılan yılların sayısı ne olursa olsun, cesaretle kalem e aldığı, açıkladığı
-
445-
konularla, başta öğrencilerinin ve okurlarının bakış “ Açı” larım zenginleştirm esi
bir faninin ulaşabileceği en yüce m utluluk olmalı.
Kırk yıl öncesindeki düşüncelerinde, bugünün konularına cevap
arayanların bulunduğunu görebilm ek, ödüllerin en büyüğü olmalı. Hapislik
günlerinin “sebep unsuru”, tefekkür dünyasının yayınları olunca, keffâretinin de
ölçülem ez değer taşıdığında kuşku yok.
Sağlıklı ve huzurlu günler M üm taz Hoca.
YARARLANILAN K AYNAK LAR
Anayasa Mahkemesi Kararlan:
E. 1973/19, K İ 975/87, G. 15.4.1975, AM KD 13.
Öteki Kaynaklar:
Ergin NOM ER (2009), Türk Vatandaşlık Hukuku (17. Bası, İstanbul)
M üm taz SOYSAL (1969a), Anayasaya Giriş (2. baskı, Ankara: Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları).
M üm taz SO Y SA L (1969b), Dinamik Anayasa Anlayışı, Anayasa
Diyalektiği Üzerine Bir Deneme ( Ankara: A nkara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi Yayınları)
-
446-
TÜRK ANAYASA HUKUKU GELENEĞİNDE VE
ÖZBUDUN ANAYASA TASLAĞINDA HUKUK
DEVLETİ ANLAYIŞI
Prof. Dr. Oktay UYGUN
I - Hukuk Devleti Kavramı
T üm devlet faaliyetlerinin hukuka uygun olm asını zorunlu kılarak
yurttaşların luıkıık güvenliğinin sağlandığı adil bir düzeni ifade eden hukuk
devleti (R echsstaat) kavramı A lm anya’da ortaya çıkmıştır. Bu kavram ın içeriğini
oluşturan ilkeler ve kuram ların çoğu ise F ransa’da gelişm iştir. Günüm üzde,
çoğulcu-özgürlükçü dem okrasilerin tüm ü hukuk devleti ilkesini benim sem iştir.
Bu konuda Alm anya ve F ran sa’da “ hukuk devleti” (R echsstaat/Etat de Droit),
Anglo Sakson ülkelerde ve diğer pek çok ülkede “ hukukun üstünlüğü” (Rule o f
Law) gibi farklı terim ler kullanılsa da, aslında kavram lar arasında önemli bir
farklılık yoktur. Bütün bu terim ler yine Alm an kökenli bir kavram ın; polis
devleti anlayışının karşıtı olarak kullanılır. 17. ve 18. yüzyıllarda kara
A vrupa’sında egemen olan polis devleti anlayışı, hukukla bağlı olm ayan devleti
ifade eder. Egemen bir devletin hukukla bağlı olm am ası, modern çağın başında
Avrupa kamu hukukunda yerleşm iş bir anlayıştır. Jean Bodin ve Thom as
Hobbes gibi A vrupa’da modern devlet kuram ının öncülerinden olan
düşünürlerin belirttiği gibi, egem en bir devletin en önemli özelliğinden biri de,
kendi koyduğu kurallarla bağlı olm am asıdır. Egemen güç, istese de, kendi elini
kolunu bağlayam az. Hukuk kuralları devletin değil, yurttaşların uyması gereken
kurallardır (BALTA, 1970: 104-105; G Ö ZÜ BÜ Y Ü K , 2006: 21-22;ÖZBUDU N,
2000: 113-114; TA N Ö R & Y ÜZBAŞİO ĞLU, 2000: 99; RUM PH, 1995: 58).
A vrupa’da Fransız D evrim i’nden sonra, süreç içinde, polis devleti
anlayışından hukuk devleti anlayışına geçilm iştir. Hukuk devleti veya hukukun
üstünlüğü kavram ları, devletin bütün faaliyetleri bakım ından hukuka uygun
davranm asını ifade eder. Diğer bir deyişle, hukuk, devletin egemen yetkilerinin
sınırını çizer. Bu yönüyle ele alındığında, hukuk devleti ilkesinin m utlak
-
447-
egem enlik değil, yalnızca sınırlı egem enlik anlayışıyla bağdaştığı söylenebilir.
Bu noktada dem okratik devlet ilkesi ile hukuk devleti ilkesi arasındaki farka da
değinm ek yararlı olur. D em okrasi ilkesi, devleti egem enliğin kaynağı ve
kullanımı bakım ından tanım lar. Egem enliğin kaynağının halkta olduğunu,
egem enlik yetkisini kullananların halkın tem silcileri olduğunu belirtir.
Egem enliğin sınırları konusunda bir şey söylem ez. Hukuk devleti ilkesi ise,
egem enliğin hukukla sınırlı olduğunu, devletin tüm faaliyetlerinin hukuka uygun
yürütülm esi gerektiğini belirtir(G Ö REN , 2006: 135). G ünüm üzde dem okrasi
kavramı, genel olarak hukuk devleti, laiklik, çoğulculuk gibi uygar uluslar
tarafından benim senen bütün ilke ve değerleri kapsayıcı bir anlam
kazandığından, söz konusu ayrım eski önem ini yitirm iştir. Yine de, ülkem izde
halk egem enliğinin m utlak olduğunu, halkın iradesinin her şeye kadir olduğunu,
böyle sınırsız bir egem enlik anlayışının gerçek dem okrasi olduğunu savunan
görüşlerin varlığı dikkate alındığında, her iki ilkenin de özel olarak
vurgulanm ası yararlı olacaktır. Nitekim 1961 ve 1982 A nayasaları, cum huriyetin
nitelikleri arasında her iki ilkeyi de güçlü bir biçim de belirtm e gereği duym uştur.
Hukuk devleti ilkesini benim sem eyen bir dem okrasi, çoğunluğun despotizm ine
dönüşm e tehlikesini içinde barındırır.
II - Hukuk Devleti - Kanun Devleti Ayrımı
Hukuk devleti kavram ı, sıklıkla kanun devleti kavram ıyla karıştırılır.
Devletin, yurttaşlarıyla olan ilişkisini kişisel ve keyfi kararlarla değil, herkes için
geçerli genel kanunlara dayandırm ası gerektiğini ifade eden kanun devleti
kavramı, polis devleti anlayışından hukuk devleti anlayışına geçişte önem li bir
aşam a olm uştur. Ancak kanunlarla yönetilen her devlet, hukukun üstünlüğünü
kabul eden veya bütün faaliyetleri bakım ından hukuka uygun davranan bir
devlet anlam ına gelmez. Burada “kanun” ile “ hukuk” kavram ları arasındaki fark
öne çıkar. Kanun kavram ı, (kral veya parlam ento gibi) yurttaşların tüm ü için
bağlayıcı kurallar çıkarm aya yetkili bir organ tarafından konulan, genellik,
soyutluk ve süreklilik özelliği gösteren yazılı kuralları ifade eder. Böyle bir
kanun haksız, adaletsiz olabileceği gibi, toplum sal gerçeklikle de örtüşm eyebilir.
Nitekim eskiden, sanıkların ifadesinin alınm asında işkence yapılm asına, borcu
nedeniyle kişinin hürriyeti bağlayıcı cezaya çaptırılm asına veya köleliğe izin
veren kanunlar, günüm üzde hukukun üstünlüğü ilkesi ile bağdaşm az
bulunm aktadır. Bu durum da, hukuk kavram ının kanundan daha geniş bir anlamı
olduğu açıktır.
Hukuk, elbette kanun, anayasa, yönetm elik gibi kurallarla som utlaşır.
Ancak bu, hukukun şekli yönüdür. Şekil ise hukukun üç boyutundan yalnızca
biridir. Hukukun şekil (norm -kural) boyutunun yanı sıra sosyal olgu ve etik
-
448-
değer boyutları da vardır. Bu bağlam da hukuk, yalnızca yetkili organın koyduğu
herhangi bir kural değildir. Bu kuralın toplum sal gerçeklikle örtüşm esi ve
toplum un benim sediği etik değerlere aykırı olm am ası gerekir. Aksi halde genel,
soyut ve sürekli bir norm olarak uygulanm a yeteneği kazanam az ve toplumsal
barışı tesis edecek, ortak aklın ürünü, saygı duyulan “üstün” bir norm niteliğine
dönüşm ez. Bir örnek vermek gerekirse; günüm üzde işkenceye, köleliğe veya ırk
ayrım cılığına izin veren bir kanun, insan saygınlığının ciddi ihlali ve tem el etik
değerlere aykırı görülecektir. Feodal m ülkiyet anlayışına göre biçim lenen
kurallar, toplumsal gerçeklikle örtüşm ediğ

Benzer belgeler

Sinemada Anlam ve Anlatım

Sinemada Anlam ve Anlatım Fakültem izin çok değerli hocalarından, aynı zam anda dekanım ız Prof. Dr. M üm taz Soysal için hazırlanan bu arm ağanda kendisi için bir yazı yazm aktan dolayı m utluluk ve onur duyuyorum . İnanıy...

Detaylı