Çaylık Ağustos 2014

Transkript

Çaylık Ağustos 2014
ÇAYKUR’UN AYLIK YAYINIDIR. Ağustos 2014 • Sayı 15
ÇAYKUR EN MASUM
TATLIYI MÜJDELEDI!
ŞEKERDEN
DAHA TATLI,
KALORISI 0: STEVYA
[sunuş]
Değerli çalışma
arkadaşlarım,
Bilirsiniz, Doğu Karadeniz insanı olarak hepimiz zoru bilen, hatta zoru
seven insanlarız. Bölgemizin koşulları adeta genlerimize işlemiştir. Bu
sert coğrafyada kendi tarım alanımızı, ekinimizi kendimiz eker biçeriz.
Teknoloji her ne kadar süratle gelişse de, zorlu coğrafyamız nedeniyle
bize pek dost değildir, işimizi kolaylaştırmaz. Kendi işimizi kendimiz yaparız, seçeneklerimizi de kendimiz oluştururuz.
Çok şanslıyız ki, Doğu Karadeniz’in toprağıyla, iklimiyle tamamen örtüşen, bir ürüne sahibiz. Doğu Karadeniz’le özdeşleşmiş bir bitki olan çayın bölgemize katma değeri çok yüksektir. Özetle, bizim için çayın alternatifi bir bitki olamayacağını söyleyebiliriz. Çay, bölgenin zenginliği, kültürü, hayat kaynağıdır.
Ancak bu gerçek, çay tarımı sürerken ek bir katma değer oluşturamayacağımız anlamına gelmez. Nitekim Çaykur olarak biz de, hızla bölgemize katma değer oluşturmaya çabalıyoruz. Organik çay, yeşil çay, beyaz çaydan sonra, şimdi de dertlere deva bir ürün geliştirmek üzere kollarımızı sıvadık.
“Stevia” adlı bitkiden sıfır kalorili şeker üretmek için çalışma başlattık. Stevia, Arjantin’deki çay
bölgesinde yetişiyor. Benzer iklim şartlarında yetiştiği için bizim bölgemizde de üretebileceğimizi düşündük. Ürettik de… Çaykur Çay ve Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsü’ndeki denememiz çok başarılı bir sonuç verdi.
Yaptığımız araştırmalara göre, bir dönüm stevia bahçesinden 700 ila 750 kg civarında ürün
elde edilebiliyor. Stevia, çaya benzer bir bitki. Ayrıca 5 kg yaş yaprağından 1 kg şeker elde edebiliyorsunuz. Yaprak kurutulup, öğütülerek kullanıldığı gibi sıvı olarak da kullanılabiliyor.
En önemli özelliği şeker pancarı ve şeker kamışı şekerlerinden çok daha tatlı olmasına rağmen
sıfır kalorili olmasıdır. Bazı kişiler sakıncaları nedeniyle şeker tüketmiyor ya da tüketemiyor. Stevia ile ilgili ayrıntılı bilgileri ilerleyen sayfalarda okuyacaksınız.
Bu, sektörde devrim oluşturabilecek çok önemli bir ürün. Doğu Karadeniz’e yararlarını değerlendireceğiz ve ardından bölgede yaygınlaştırmak için çalışma yürüteceğiz.
Sizlere, “güzel haberler vererek yeniden buluşma” sözü vermiştik. Sözümüzü de tuttuk. Bölgemize katkı sağlamak hedefiyle attığımız adımlar devam edecek.
Esenlikler dileriz,
İmdat Sütlüoğlu
Çaykur Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü
AĞUSTOS 2014
[3]
6
12
ÇAYKUR EN MASUM
TATLIYI MÜJDELEDI!
KAPAK KONUSU
S.
6
S.
16
“HER PROBLEMIN
BIR ÇÖZÜMÜ VARDIR”
BÖLGELERİMİZ
20
S.
6
Güneysu Ulucami Çay Fabrikası
Şevki Güner:
“Her problemin bir çözümü vardır”
EMEK VERENLER
“Markamızla ve ailemizle gurur duyuyorum”
22
HOBİLERİMİZ VE BİZ
Hüsamettin Kıranoğlu:
Herşeyi başaran adam
24
ÇAYKURDAN HABERLER
26
BÜYÜTEÇ
Doğu Karadeniz ve Güneydoğu turistin tercihi
Muharrem Genç: “Hiçbir engel sizi durduramaz”
30
ÇAY DURAKLARI
32
GEZİ GÜNLÜĞÜ
duyuyorum”
Kargaşanın yanı başındaki cennet: Adalar
[4]
AĞUSTOS 2014
S.
6
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Necla Yeşildağ
(Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürü)
YAYIN KURULU
Süleyman Pınarbaş, Yavuz Sütlüoğlu, Aycan Totkanlı,
Necla Yeşildağ, Lale Filoğlu, Ülkü Karaosmanoğlu,
Belgin Demirer, Mine Türkün,
Cansu Cangöz, İkbal Erdoğan Karçe
YAYINLAYAN
Lale Filoğlu, Ülkü Karaosmanoğlu
(Yayın Danışmanları)
LEZZET
36
SAĞLIK
Ellerinize iyi bakın
38
KIŞISEL GELIŞIM
40
AİLE VE ÇOCUK
Seyit Göktepe
(Redaksiyon)
46
BİLİM TEKNOLOJİ
Dilan Karadağ
(Muhabir)
50
“Çay”lı tatlar
Belgin Demirer
(Editör)
Doğa Özkan
(Sanat Yönetmeni)
İlk intibaya özen gösterin çünkü
ikinci bir ilk intiba yoktur
Çocuğum doğru gelişiyor mu
Biyomimikriden bir adım daha... Minicik bir
böcek susuzluğa çare olabilir mi?
SERBEST KÜRSÜ
S.
EMEK VERENLER
Yayın Yönetmeni
Süleyman Pınarbaş
(Genel Müdür Yardımcısı)
Ziraat Çay Bahçesi
KAPAK KONUSU
“Markamızla ve
ailemizle gurur
Sahibi
ÇAYKUR Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü adına
İmdat Sütlüoğlu
(Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdür)
34
ÇAYIN KAYNAĞI
İstanbul Üçüncü Bölge Bayii Birleşim Çay:
“Bölgemizde Çaykur marka ve prestij demek”
GÜÇ BIRLIĞINDEN
DOĞAN DEV:
Güneysu Ulucami Çay Fabrikası
Rakamlarla Ulucami
Çay Fabrikası…
l
18
içindekiler
ŞEVKI GÜNER:
ÇAYIN KAYNAĞI
l
BAYİLERİMİZ
POZİTİF
Şekerden daha tatlı, kalorisi 0: Stevya
16
ŞEKERDEN
DAHA TATLI,
KALORISI 0: STEVYA
KAPAK KONUSU
34
KARGAŞANIN
YANI
BAŞINDAKI
CENNET:
ADALAR
Metin Özkan, Ahmet Akgül
(Grafik Tasarım)
Mehmet Erbaş
(Fotoğraflar)
Cemal Sahir Sokak No: 26 - 28 Profilo Plaza A Blok
Kat: 2 Mecidiyeköy / İstanbul T: 0 212 337 51 00 pbx
BASKI VE RENK AYRIM
Elma Bilgisayar ve Basım
0 212 697 30 30
AĞUSTOS 2014
[5]
[Kapakkonusu]
ÇAYKUR EN MASUM
TATLIYI MÜJDELEDI!
ŞEKERDEN DAHA
TATLI, KALORISI 0:
STEVYA
[6]
AĞUSTOS 2014
Doğu Karadeniz, beyaz çayın hemen ardından stevia ile tanıştı. Geçen yıl
Çaykur Araştırma Enstitüsü bahçelerinde deneme ekimi yapılan stevianın verimi,
beklentileri aştı. Yaprak analizleri gösterdi ki, stevia artık Karadenizli olacak!
ŞEKERIN tadından mahrum kalmadan, sebep olduğu onlarca hastalıktan
uzak durmak, biz insanlar için bir hayaldi. Ama Çaykur’un peş peşe
yaptığı atılımlarla, bu hayalin aslında yanı başımızda olduğunu öğrendik!
Formül, stevia idi. Stevianın Doğu Karadeniz macerası geçen yıl başladı. Anavatanı
olan Güney Amerika, ılıman bir iklime sahipti. Tıpkı Doğu Karadeniz gibi… Sorun
yaşanmayacağı düşüncesiyle Rize’ye getirilen bitki geçen yıl Çaykur Araştırma
Enstitüsü bahçelerine deneme amaçlı dikildi. Ama yine de akıllarda sorular vardı;
bitkinin adaptasyon yeteneği var mıydı, nasıl büyüyecekti, verim alınabilecek
miydi? En önemlisi, stevia acaba kışı geçirebilecek miydi? Stevia kışa hassas bir
bitkiydi. 7 dereceye tahammül edebilmekteydi. Bununla birlikte, Doğu Karadeniz
kışına karşı koyup koyamayacağını anlamak mümkün değildi. Çünkü kış
aylarında toprak üstü aksamı ölüyor, bitkiden eser kalmıyordu. Nitekim Rize’de
de bu yaşandı. Sonbaharda toprak yüzeyinden 8-10 cm’e kadar budanan bitki,
kışa doğru tamamen yok oldu, hiçbir hayat belirtisi kalmadı! Bu önemli sorunun
cevabını almak için ilkbaharı, havaların ısınmasını beklemek gerekiyordu.
AĞUSTOS 2014
[7]
[Kapakkonusu]
BEREKETLİ KARADENİZ TOPRAKLARI
YENİ BİR BİTKİYE DAHA HAYAT VERDİ
Ve beklenen zaman geldi! Stevia, ilkbaharda yeniden toprak üstündeydi. Dikildiği o ilk andaki halinden
daha güçlü bir görüntüye sahipti. Çünkü sadece tek bir gövde olarak değil, budandığı için ocağı daha
da genişleyerek, daha gür çıkmıştı. Karadeniz iklimini seven bitkinin verimi, beklentileri aştı. Yaprak
analizleri gösterdi ki, stevia artık Karadenizli olacak! Türkiye, Çaykur sayesinde, beyaz çayın hemen
ardından stevia ile tanıştı. İlk stevia hasadını, bu önemli adımın mimarı, Çaykur Yönetim Kurulu Başkanı
ve Genel Müdürü İmdat Sütlüoğlu yaptı. Dünya üzerinde üretimi çok kısıtlı olan bitkinin bölge için çok
önemli bir gelir kaynağı oluştaracağını müjdeleyen Sütlüoğlu, stevia üretiminin öyküsünü özetledi:
“DENEMEYI BÖLGE
İNSANIMIZ İÇİN YAPTIK”
“Deneme üretimi sonuçları sevindirici, umut verici… Bitkinin yaprak değerleri çok
yüksek çıktı. Diğer bölgelere göre verim yüksek. Çünkü aşırı güneşten etkileniyor. Bizim bölgemizde hava çoğunlukla kapalıdır. İstediği bol su ise, çok yağış
alan bir ilde bulunduğumuz için doğal olarak sağlanıyor. Bitki eksi 7 dereceye kadar yaşayabiliyor. Deneme üretiminde bir kışı geride bıraktık ve bitkinin zarar görmediğini tespit ettik. Bunlar, bölge insanı için yaptığımız denemelerdi. Bu konuda
öncülük yapmak istiyoruz. Çalışmalarımıza devam edeceğiz.
[8]
AĞUSTOS 2014
DÜNYADA GENİŞ
BİR PAZARA SAHİP
Stevianın tatlandırıcı özelliği normal şekere göre 10
kat, sıvılaştırılmış şekere göre ise 10 kat daha fazla. Ama şekerin olumsuz özelliklerini taşımayan, şeker içermeyen, hiç kalori barındırmayan, çok sağlıklı
bir tatlandırıcı. Sağlıklı olduğu için dünya piyasalarında aranan ve değeri yüksek bir ürün. Dolayısıyla geniş bir pazara sahipken üretiminin kısıtlı olması, bölgemiz için çok önemli bir gelir kaynağı oluşturacağı
anlamına gelebilir.
ÇAYLIKLAR
YENİLENİRKEN…
Çaylıklarımız 60-70 senelik. Verimli ömürlerini doldurdukları için yenilememiz gerekiyor. Çaylıklar
dört-beş senede yenilendiği için, bu ara zamanda
tarlalarımızı stevia ile değerlendirebiliriz. Vatandaşımız bu zamanda gelir kaybına uğramaz. Deneyerek
düşüneceğiz. Çay denemeleri 30 sene sürdü. Steviada da aşama aşama gerekenleri gerçekleştireceğiz. Geçmişte çayda ve kivide yaptığımız gibi steviada da öncülük yapmak istiyoruz.”
Çaykur, adı ve ruhu çayla anılan Doğu Karadeniz’i ek
gelirle donatmaya devam ediyor.
AĞUSTOS 2014
[9]
[Kapakkonusu]
YABAN
OTUYLA
ZORLU
MÜCADELE…
STEVIA NEDEN TATLI?
Stevia tadını, yapraklarındaki doğal özlerden alıyor.
“Reb A” (Rebaduosid A) denilen bu öz sayesinde
stevianın yaprakları şekerden 10 kat daha tatlı. Reb
A kalori içermediği için insan vücudu tarafından
emilmiyor. Bu nedenle de besin değeri yok.
NE ZAMANDAN BERI
KULLANILIYOR?
“REB A” NASIL EDILIYOR?
Stevianın hasadı, yaprakların saptan sıyrılarak
alınmasıyla yapılıyor. Sapıyla da kesebilir ve
kestikten sonra yaprakları sıyırabilirsiniz. Sonraki
aşama, yaprakların kurutulması... Bunun için doğal
yolları kullanabilir veya kuruma sürecini sıcak hava
kurutucularıyla hızlandırabilirsiniz. Her koşulda
rutubeti yüzde 10’a kadar düşürmeniz gerekir. Daha
sonra da sıra, yaprakların işletmelerde saflaştırılması
işlemine geliyor. Yaprağın içinde değişik kimyasallar
var. Saflaştırmayla birlikte istediğimiz madde olan
“Reb A” ayrılıyor, kullanıma sunuluyor. Önce toz
haline, sonra da sıvı ekstrat haline getiriliyor. Kullanım
amacınıza göre her iki halde de kullanılabiliyor. Çay
işleme teknolojisiyle stevianınki birbirinden çok farklı.
Çayı doğrudan kullanıyorsunuz; steviayı ise
saflaştırıp, istediğiniz maddeye dönüştürüyorsunuz.
Yani laboratuvar işi yapıyorsunuz.
NEREDE ÜRETILIYOR?
Stevia Güney Amerika’ya özgü bir
bitki. Anavatanı Brezilya, Arjantin
ve Paraguay. Bitkinin yetişebilmesi
için 500-1500 metre arası yükseklik,
ortalama 25 derecelik sıcaklık
gerekiyor. Ancak bu iklim şartlarını
sağlayabilen Çin, Japonya, Güney
Kore gibi birçok ülkede üretiliyor.
[10]
AĞUSTOS 2014
Stevia, son beş-altı yıldır gündeme
geldi ama çok daha önceden de
biliniyordu. Güney Amerika’nın yerli
halkı, çok eski zamanlardan beri şeker
ihtiyacını stevia ile karşılıyordu. Stevia
Avrupa’da da kullanılıyordu ancak
yasal kullanımı 2011 yılında kabul
edildi. Avrupa’nın gıda konusundaki
hassasiyeti, uzun yıllar süren bir
araştırma sürecini gerektirdi. Uzak
Doğu’da, mesela Japonya’da 1970’li
yıllarda kullanılmaya başlandı. Çin’de
ise daha eski… Hatta bu iki ülkede
steviayla ilgili üretim yapan çok
sayıda işletme mevcut. O işletmelerde
yüzde 99, hatta yüzde 100’e yakın
saflaştırma yöntemiyle “Revizoid A/
Reb A” elde ediliyor.
NASIL YETIŞIYOR?
Stevia bitkisinin ekimi ciddi bir el
emeği ve özen gerektiriyor. Ayrıca
bitkinin yetişebilmesi için güneş ve
yağmur en önemli unsurlar. Yılda iki
ya da üç kez hasat alınabiliyor. Hasat
zamanı, tohumları gördüğünüz zaman
başlıyor. Steviayı çiçeklenmeden
hemen önce hasat etmeniz gerekiyor.
Çünkü bu an, şekere etki eden
maddenin en yüksek seviyeye ulaştığı
an. O dönemde hasat ederseniz, en
üst seviyede şeker oranını yakalarsınız.
Doğu Karadeniz’de
stevia üretimini bekleyen
zorluk, bölgenin
bitkisel zenginliğinden
kaynaklanacak. Bölgede
çok yoğun bir yabancı
ot problemi var. Kışın
toprak üstü aksamı
tamamen ölen bitki
ilkbaharda toprak üstünde
filizlenirken, yabancı otlara
karşı ciddi bir rekabet
gerçekleştiriyor. Daha
agresif olan yabancı
otların rekabet güçleri çok
yüksek. Dolayısıyla gerekli
özen gösterilmezse,
yabancı otlar steviayı
tamamen sarabilir.
Yabancı ot ayıklaması
yoğun emek gerektiriyor.
STEVIANIN
FAYDALARI
t Tüm içeceklerinizi
ve pasta, kek gibi
yiyeceklerinizi, sağlıklı bir
şekilde tatlandırabilirsiniz.
t Hiç kalori içermediğinden
kilo kontrolü sağlar.
t Kan şekerinizi artırmaz,
aksine, kan şekeri seviyenizi
düzenler.
t Dişler üzerinde plak
gelişimini durdurur.
t Vitamin ve mineral almayı
sağlar.
t Vücudun daha fazla
kalsiyum emmesini sağlar.
t Hipertansiyonu önler.
DIKTIĞIM YIL VERIM ALIR MIYIM?
İklim şartları uygunsa, diktiğiniz yıl da verim alıyorsunuz. Ancak verdiği ürün miktarı
her yıl aynı olmuyor. Mesela beşinci yıla gelirken verimi ve ürün kalitesi biraz düşüyor,
şeker oranı azalıyor. Dolayısıyla beş yıl sonra toprağı tümüyle söküyor ve yeni fidanları
dikiyorsunuz. Süreç böyle devam ediyor. Bu süreç üretici için zarar anlamına gelmiyor.
Hem bahçe dinleniyor, hem bahçenin ıslahı gerçekleştirilmiş oluyor, hem de verim
artışı sağlanıyor. Bu, çay üretiminde bulunmayan bir avantaj! Çayın ekonomik ömrü
75 yıl gibi bir süre olduğu ve bu sürede toprak boş kalmadığı için, toprağa gerekli
ekinsel önlemleri uygulamak zorlaşıyor. Oysa toprağın iyi bir şekilde havalandırılması,
gerekli olan bitki besin elementleri kayıtlarının tekrar toprağa uygulanması en ideal
yöntem. Steviayla bu ideal yöntem uygulanabiliyor. Beş yılda bir toprak yorgunluğunu
giderebiliyor, toprağı tekrar sürüyor ve kaybolan besin elementlerini yeniden toprağa
kazandırıyorsunuz. Toprak da gençleşip bitkiyi besliyor.
AĞUSTOS 2014
[11]
[çayınkaynağı]
GÜÇ BIRLIĞINDEN
DOĞAN DEV:
ÇAYKUR’UN en büyük fabrikalarından olan Güneysu Ulucami Çay Fabrikası, hem eski, hem de
yeni bir fabrika! Daha önce bağımsız çalışan Güneysu ve Ulucami fabrikaları, 2011 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla birleştirildi. Daha önce 120
tonluk iki ayrı fabrika olan bölgede, toplam makine parkıyla 270-280 ton işleyebilecek yeni bir fabrikayı, Ulucami Çay Fabrikası’nın üzerine monte
etme kararı alındı. Ocak 2012 tarihinde çalışmalara başlandı. Zor iklim koşullarında sarf edilen dört
buçuk aylık yoğun bir çabanın sonunda, 2012 yılı
yaş çay kampanyasında açılış yapıldı.
Üretici için alım yeri sayısı, iki fabrikanın birleşmesiyle ikiye katlandı. Güneysu Ulucami, ilçenin tek
fabrikası olarak, yedi farklı bölgede, 28 mahalle ve
köye hizmet vermeye başladı.
2012 kampanyasının ardından, fabrikanın tam kapasitesine ulaşması hedefiyle çalışmalar yapıldı.
Ve 2013 yılında tam kapasiteye yaklaşıldı. Ardından çevre düzenlemesi tamamlandı. Fabrika, çöp
sahasından filtre sistemine kadar çok ciddi bir revizyondan geçti. Çevre dostu bir fabrika oluşturulması hedeflendi.
Bütün bu çalışmalardaki destekleri için Çaykur
Genel Müdürlüğü’ne ve emeği geçen herkese teşekkür eden Fabrika Müdürü Adem Uzun, iki fabrikanın birleşmesi aşamasında itirazlarını dile getiren bölge üreticilerinin artık durumdan hoşnut olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Bölge kaynaşmasını sağlamak zorundaydık. Bu fabrikayı
bütün Güneysu’nun
‘Benim fabrikam’ diyebileceği bir noktaya getirmeye çalıştık.
Hedeflerimizi anlattık.
Bölge insanına kendileri lehine yapılan bu
değişikliği büyük ölçüde kabul ettirdik. Şimdi
herkes ‘Benim fabrikam’
diyebiliyor”.
Güneysu Ulucami Çay Fabrikası
[12]
Güneysu Ulucami Çay Fabrikası, Işıklı ve Ardeşen ile birlikte
Çaykur’un en büyük üç fabrikasından biri… Yedi farklı bölgede
28 mahalleye ve köye hizmet veriyor, yaklaşık 300 ton çay alıyor
AĞUSTOS 2014
AĞUSTOS 2014
[13]
[çayınkaynağı]
RAKAMLARLA
ULUCAMI
ÇAY FABRIKASI…
5 bin ton
kuru çay
üretiyor
Yedi farklı
bölgede,
28 mahalleye
ve köye
hizmet
veriyor
Bölgeye
yaklaşık
70 milyon TL
girdi
sağlıyor
[14]
AĞUSTOS 2014
Bölgesinde
üretilen
50 bin ton
çayın 30-32 bin
tonunu
alıyor
97 alım
yerine
sahip
AĞUSTOS 2014
[15]
[bayilerimiz]
İstanbul Üçüncü Bölge Bayii Birleşim Çay:
“Bölgemizde
Çaykur marka ve
prestij demek”
Çaykur’u temsil etmenin büyük bir ayrıcalık olduğunu belirten İstanbul
bayilerimizden Birleşim Çay, “Türkiye’nin markası Çaykur’u temsil etmek
bana mutluluk ve huzur veriyor. Çaykur’u çok daha ilerilere taşıyabilmek için
çok çalışıyor ve hedeflerimizi sürekli yükseltiyoruz” diye konuştu.
İSTANBUL Üçüncü Bölge bayimiz olarak ürünlerimizin pazarlama ve satışını
gerçekleştiren Birleşim Gıda, üç ailenin kurduğu 30 yıllık bir firma. 32 kişilik bir
ekiple hizmet veren Birleşim Gıda, İstanbul Avrupa yakasındaki geniş bir bölgede Çaykur ürünlerinin bulunurluğunu temin ediyor. Firmanın faaliyetlerini Genel
Müdür Aydın Bahadır ile konuştuk.
Sizi tanıyabilir miyiz?
1965 yılında Trabzon’un Akçaabat ilçesinde dünyaya geldim. Akçaabat Endüstri
Meslek Lisesi’nden mezun olduktan sonra çalışma hayatına atıldım. Çaykur ailesine
katılmamız, 1984 yılında İstanbul’un Fatih ilçesi Kocamustafapaşa semtinde küçük
bir esnafken başladı. Çaykur ürünlerini alıp dükkânımızda satıyorduk. Çayın hem
Trabzon’da hem de komşu ilimiz Rize’de yetiştirilmesinin yanı sıra yerli bir markayı temsil etmenin heyecanı da bizi teşvik etti. Nasip kısmet oldu da Çaykur ailesine
katılarak İstanbul bayiliği aldık. Yaklaşık olarak 30 yıldır bu camia içinde görev yapıyoruz. Üçüncü Bölge bayi alanında olan müşterilerimize hizmet vermekten de mutluluk duyuyoruz. İnşallah bu önemli sorumluluğu uzun yıllar boyunca da sürdürürüz.
Hizmette olduğunuz alan hakkında bilgi verir misiniz?
İstanbul Üçüncü Bölge bayisi olarak Avrupa yakasında geniş bir hizmet alanımız
var. Çaykur markası adına tüm çay ürünleri ve elbette “didi” soğuk çay dağıtım ve
pazarlamasını pazarlamasını yapıyoruz. Çayın yanında olmazsa olmaz şeker ürünlerine yönelik bir bayiliğimiz de var. Bölgemizde hem sıcak hem de soğuk satış
gerçekleştiriyoruz. Tarihi yarımada olarak adlandırılan Suriçi, yani Fatih bölgesinin
yanı sıra sahil şeridi de bizim sorumluluğumuzda yer alıyor. Beşiktaş, Sarıyer, Be-
[16]
AĞUSTOS 2014
İSTANBUL ÜÇÜNCÜ BÖLGEDE EN ÇOK TERCIH EDILEN ÇAYKUR ÜRÜNLERI
Rize Turist, Tiryaki, Filiz, Kamelya, Altınbaş
yoğlu, Şişli ve Kâğıthane ilçelerine biz hizmet veriyoruz.
Bölgenizde Çaykur nasıl bir konumda?
Bölgemizde Çaykur marka ve prestij anlamında çok büyük bir paya sahip. Elbette bu
marka gücünün ve Çaykur’un sahip olduğu
prestijin bilinciyle hareket ediyor; bayi olarak elimizden gelen hizmetin en iyisini vermek için çalışıyoruz. Kendimizi geliştirerek daha çok müşteriye hizmet vermek temel amacımız. Hizmet kapasitemizi daha da büyütmek istiyoruz. Çaykur markasının daha ileri taşınması için üzerimize düşen
görevleri yerine getirmeye devam edeceğiz. Eksiklerimizi giderebilmek ve hizmet kalitemizi daha ileri noktalara taşıyabilmek
için yenilikçi tarafımızı nasıl geliştirebileceğimiz üzerine sürekli kafa yoruyoruz. Çaykur’un kaliteli bir üretim yaptığını ve bizim de buna yaraşır bir hizmet sunmamızgerektiğini çok iyi biliyoruz. Bunun için de çok daha fazla yenilikçi adım atabilmeyi ve
piyasa hâkimiyetimizi zirveye taşımayı hedefliyoruz. Reklam ve
promosyon aktivitelerine en çok ihtiyaç duyulan, rekabetin yoğun olduğu bölgelerden birinde görev yapıyoruz. Ürünün raftan
akışını hızlandırabilmek ve satışlarımızı artırabilmek için bu faaliyetleri devamlı şekilde gerçekleştirmemiz gerektiğini biliyoruz.
2014 hedefleri
“2014 sonu itibarıyla
4 bin ton çay satışını
hedefliyoruz. Bu
hedeflere ulaşmak
için bundan önceki
yıllarda yoğun çaba
harcadık. Önümüzdeki
yıllarda bu oranı
çok daha yukarılara
taşıyacağımıza
inanıyorum.”
Aile fertleriyle çalışmanın getirdiği avantajlar nelerdir?
Şirketimiz üç farklı ailenin ortaklığıyla kuruldu. Aile şirketi olmanın en büyük avantajı, ticaretin
vazgeçilmez kuralı olan güven ve
inanma duygusunun sağlam bir şekilde yerleşmesini sağlıyor olmasıdır. Bu güven ve inanma duygusu, aynı zamanda kişinin işine karşı sorumluluklarını ve müşteri memnuniyeti için daha da
fazla çaba sarf etme gereksinimini de ortaya koyuyor. Aile şirketi olmamızın getirdiği avantajlardan da yararlanıp Çaykur markasını bölgemizde en iyi şekilde temsil etmeye çalışıyoruz..
AĞUSTOS 2014
[17]
[pozitif]
Güzel çay demlemenin sırları nelerdir?
Açıkçası ben ekstra bir özen göstermiyorum; işin formülünü yılların verdiği deneyim ve sevgi olarak özetleyebilirim. Hani “el
ayarı” derler ya... Öyle bir şey benimkisi. Yemeği severek yaparsanız lezzetli olur. Çayı da aynı şekilde severek yapmak gerekir. Ölçü veya kullandığınız çay da çok önemlidir kuşkusuz.
En iyi çay kullanılmalı ve su çok iyi kaynamalıdır. Demlendikten
sonra da yarım saatten fazla durmaz.
Çaykur’un en çok hangi ürününü tercih ediyorsunuz?
Ürünlerimiz arasında benim tercihim Altınbaş’dır. Elbette seçim
damak tadına da bağlı. Şeker çayın düşmanıdır. Çayın gerçek
tadını ancak şekersiz içtiğinizde alırsınız. Çayı şekersiz içerseniz damak tadınız da gelişir.
ŞEVKI GÜNER:
“HER PROBLEMIN
BIR ÇÖZÜMÜ VARDIR”
Hayatını “öncesi ve sonrası” olarak iki
bölüme ayıran Şevki Güner, kendisinden
daha zor durumdaki hastaları gördükten
sonra rahatsızlığını bir engel olarak
görmekten vazgeçmiş. Hayata olumlu
bakmaya başladığınızda eksi ve artılarıyla
onun tüm yönlerini görebildiğinize dikkat
çeken Güner, “Yaşadığım değişimden
sonra hangi sıkıntı olursa olsun pozitif bir
yol bulunabileceğine inanmaya başladım.
Hangi zorlukla karşılaşırsanız karşılaşın
mutlaka bir çözüm yolu bulabilirsiniz”
diye konuştu.
[18]
AĞUSTOS 2014
Çaykur çalışanlarından Şevki Güner, hayatını çaydan kazanan binlerce insanımızdan biri. Çaykur’daki görevinin yanı sıra işlettiği ocaklarda da yine çay demleyerek hayatını kazanıyor. Kendisini sosyal yönü güçlü ve alçakgönüllü bir insan
olarak tanımlayan Güner, çay demleme konusunda ise oldukça iddialı. Çay tutkunu Şevki Güner ile kendisinin Çaykur macerasını konuştuk.
Sizi tanıyabilir miyiz?
1963 yılında Kalkandere’de dünyaya geldim. İlk ve ortaokulun ardından iş hayatına atılmam gerekti. Dönemin karışık toplumsal yaşamı nedeniyle eğitimime
devam edemedim. 1997’nin sonlarında bu mesleğe başladım. Babamızla birlikte bir kahve işletiyorduk. Yani hazır bir mesleğimiz vardı. Farklı esnaflıklar da yürüttüm. 1992’de Çaykur’a katılıp kurumda farklı kademelerde çalıştım. Örneğin,
Paketleme’de görev yaptım. İmalatın hemen hemen her noktasında bulunduğumu söyleyebilirim. Sonrasında sendika lokalini çalıştırdım. Hâlen fabrikamızdaki çay ocağını işletiyorum. İnsanlarla birlikte olmayı seviyorum. Konuşmaya ve
sohbet etmeye bayılırım. Alçakgönüllü bir insanım. Yaptığım işin takdir edilmesi,
demlediğim çayın sevilerek içilmesi beni mutlu eder. O konuda mütevazı olamayacağım açıkçası. Çünkü demlediğim çayı herkes çok beğenir.
Mesleğiniz size neler katıyor?
Bu meslek insanları daha yakından tanımamı sağladı. Dışarıda,
kendi işimde çalıştığımda işin içine ekonomi de giriyor. Orada
insanların karakterini anlayabiliyorsunuz. Bir çayın fiyatı düşük
olabilir ama her zaman insanın karakterini ortaya koyar. İnsanlar gözünüzün içine bakarak size yalan söyleyemez, sizi kandıramaz. Konuşmakta olduğunuz insan sizden gözünü kaçırıyorsa orada mutlaka bir sıkıntı var demektir. Hayata pozitif bakmayı başardım. 1983 yılında öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırdığım bir hayatım var. Engelim omuriliğimle ilgili. 1983 öncesinde
engelimi kendime dert ederdim, insanlardan kaçardım.
Fiziksel olarak ve görüntüsü dolayısıyla sıkıntıya yol açtığı için
kendime dert edinmiştim. Isparta’ya hastaneye gittim ameliyat
olmak için. Başhekim baktı ve “Bir şeyin yok,” dedi. Oradaki
hastaları gördükten sonra olumsuz ruh halini üzerimden attım.
Halime şükrettim. O tarihlerde çok kitap okuyordum. Kendime
güvenim de arttı, hayata bakışım değişti.
Sonrasında neler değişti hayatınızda?
Hayata olumlu bakmaya başladığınızda eksi ve artılarıyla onun
tüm yönlerini görebiliyorsunuz. Artık hangi sıkıntı olursa olsun
pozitif bir yol bulunabileceğine inanıyorum. Hayatta mutlaka
olumlu bir bakış açısı geliştirebilirsiniz. Zorluk ne kadar büyük
olursa olsun kendimizi güçlü tutmalıyız. Arkadaşlarla oyun oynadığımızda bile neşeli olduğum için yenilmezdim. Boşu boşuna hırs yapmıyor ve stresten uzak yaşıyorum.
Stresten uzak durmayı nasıl başarıyorsunuz?
Siyaseti ve futbolu takip etmiyorum! Ben buyum:
Gülmeyi, sohbet etmeyi seviyorum.
ÇAYKUR ILE
ILGILI OLARAK NE
DÜŞÜNÜYORSUNUZ?
BÖLGEYE VE SIZLERE
NELER KATTI?
Çaykur hepimiz için geçim kaynağıdır. Çaydan
sonra Çaykur ekmek kapımız oldu. Zamanında bizim insanımız tarlalarını söküp çaylığa dönüştürmüş. Dolayısıyla varları yokları çay olmuş. O nedenle hepimiz
Çaykur’a gönülden sahip çıkmak zorundayız.
Dünümüz, bugünümüz
ve geleceğimiz kesinlikle
Çaykur...
MAYIS 2014
AĞUSTOS
[19]
[emekverenler]
“Markamızla ve
ailemizle gurur
duyuyorum”
Çaykur’un, çalışanları açısından bir okul gibi olduğunu söyleyen
Mustafa Bilgin, “Emekli olduktan sonra bu okulun kıymetini çok daha
iyi anladık” diye konuştu. Giderek daha çok sayıda insana hitap eden,
bir dünya devi olma yolunda emin adımlarla ilerleyen bir ailenin parçası
olmaktan dolayı gurur duyduğunu vurgulayan Bilgin, “Yönetimimizin
son yıllarda çok doğru hamleler yaptığına inanıyorum. Markamızın
her anlamda güçlenmesi hepimiz için çok önemli. Çaykur markası ne
kadar güçlenirse Karadeniz halkı da o kadar kalkınır,” dedi.
Çekirdekten yetişme bir terzi olan Mustafa Bilgin,
Çaykur’da uzun süre görev yaptıktan sonra 2012’de
emekli oldu. O tarihten bu yana kendi dükkânında
terziliğe devam eden Bilgin, aradan geçen zamana
rağmen Çaykur ile bağını koruyabilmiş. Doğu Karadeniz halkının Çaykur’a gönülden bağlı olduğunu vurgulayan Bilgin, duygularını şu şekilde anlatıyor: “Kurumumuz sayesinde geçimimi sağladım, evime ekmek götürdüm. En güzel günlerimi 20 yılımı verdiğim
Çaykur’da geçirdim. Çalışma arkadaşlarımız en yakın dostumuz oldu. Bu bağı hâlen devam ettirebildiğim için çok mutluyum.” Geçirdiği bir rahatsızlık neticesinde sol tarafına felç inen Mustafa Bilgin, yaşadığı zorluğa rağmen işinden veya sosyal hayatından asla taviz vermemiş. Engelli statüsünde girdiği
Çaykur’da 20 yıl boyunca görev yapan Bilgin, genç
yaşında emekli olup dükkânına geri dönmüş. Terzilik
yaptığı küçük dükkanda ziyaret ettiğimiz Bilgin ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Sizi tanıyabilir miyiz?
1972 yılında, Kalkandere’de dünyaya geldim. İlkokulun ardından terziliğe adım attım. Yedi sene boyunca mesleğin tüm detaylarını usta-çırak ilişkisi içinde
öğrendim. Özellikle mesleğe adım attığım ilk yıllarda
terziliğin toplumda farklı bir ağırlığı vardı. Hazır giyim
çok yaygın olmadığı için insanlar terzilerin diktiği kıyafetleri tercih ederdi. Dolayısıyla bugün algılandığı
gibi, kıyafetlerle ilgili ufak tefek sıkıntıları düzeltmenin
ötesinde bir hizmet bekleniyordu terzilerden. Yedi yıl
boyunca terzilik yaptıktan sonra, 1992’de Çaykur’a
katıldım. 20 sene boyunca bu kurum için ter döktüm.
Ne mutlu ki emeklilik de nasip oldu.
Fabrikadaki göreviniz neydi?
İmalat bölümünde işçi statüsünde çalıştım. Terzihanede kuru çayların torbalandığı torbaları dikiyorduk.
Yani, kendi mesleğimle ilgili bir iş yapıyordum. Ayrıca, soldurma bezlerinin tamirini de gerçekleştiriyordum. İmalatla ilgili birçok iş yaptım. Farklı sorumluluklarım oldu.
[20]
AĞUSTOS 2014
Çaykur sizin için ne anlama geliyor?
Çaykur hayatımızı değiştirdi... Kardeşim benim görev yaptığım fabrikada çalışmaya devam ediyor. O
nedenle ailece Çaykurlu olduğumuzu söyleyebilirim.
Uzun yıllar bu kurumda çalışan herkes için Çaykur bir
okul gibidir. Emekli olmama rağmen Çaykur’daki aile
ve arkadaşlık ortamımızı özlememin nedeni de bu sanırım. Çalışma arkadaşlarımla ve yöneticilerimizle iletişimimi korumaya özen gösteriyorum. Yöremiz için
Çaykur’un ne kadar önemli olduğunu vurgulamaya
bile gerek yok. Çaykur olmasa Doğu Karadeniz bugünkü gibi olamazdı. Kurumumuzun son zamanlardaki atılımları geleceğimiz için de umut veriyor. Farklı
ve çok daha fazla sayıda insana hitap eden, bir dünya devi olma yolunda emin adımlarla ilerleyen bir ailenin parçası olduğum için kendimle gurur duyuyorum.
Terzilikle ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Eski günlerdeki işleri yapamasak da mesleğimizi seviyoruz. Geçmişte, özellikle bayram gibi özel günlerin arifesinde terziler hummalı bir çalışma içine girerlerdi. Günümüzde ise terzilikle ilgili beklenti, yeni alınan kıyafetlerin düzenlenmesi ve tamiriyle sınırlı kaldı. Terzilik, eskisi gibi ilgi görmüyor ama çekirdekten
zanaatkâr olarak mesleğimizi sürdürmeye çalışıyoruz.
Kendi döneminizle yeni nesli karşılaştırdığınızda
arada ne gibi farklılıklar görüyorsunuz?
Çaykur’a aynı dönemde katıldığımız arkadaşlar bizim
için candan birer dost oldular. Emeklilikten sonra da
bağımızı koruyoruz. O tarihteki iş arkadaşlıklarıyla bugünküler arasında büyük farklılıklar var. Bence bunun
temel nedeni yeni neslin çaya uzak olmasıdır. Mecbur
kalınca çaylığa giriyorlar elbette. Öte yandan, bizim
gibi gönülden bir bağ kuramıyorlar. Ne anlama geldiğini belki de anlayamıyorlar.
Kurumumuzun son dönemde elde ettiği başarılar
ve gerçekleşktirdiği atılımlar hakkında neler söylemek istersiniz?
Yönetimimizin çok doğru hamleler yaptığına inanıyorum. Markamızın kuvvetlenmesi bizim için de çok
önemli. Çaykur markası ne kadar güçlenirse Karadenizli üretici de o kadar kalkınır.
Sadece satış ve pazarlama tarafında da değil... Üretici için geliştirilen sistemler de çok önemli. Vatandaşın randevulu sistem sayesinde ürününü rahatlıkla verebilir hale gelmesi memnuniyeti inanılmaz derecede artırdı. Pazara dair önemli bir planlama olduğunu bilmek hepimizin içini rahatlatıyor. Üretiyoruz,
içimiz rahat; ne de olsa hepimiz Çaykur’a sonsuz bir
güven duyuyoruz.
Geçmiş
zaman olur ki...
“Terzilikte çıraklıktan
yetişmeyim. Eskiden işimizin
büyük bir bölümünü takım
elbise ve pantolon dikmek
oluştururdu. Gençlerin
tercih ettiği pantolonları
bile dikerdik. O nedenle
talep oldukça fazlaydı.
Bayramlarda bir haftada
40-50 takım diktiğimiz bile
olurdu. 60 metrekarede
11 kişi çalıştığımızı bilirim.
Zaman geçti, devir değişti...
Bugün terzilik tamirlerle
sınırlı kaldı.”
AĞUSTOS 2014
[21]
[hobilerimizvebiz]
Necmi Metin Mutlu
HOBILERLE
HAYAT ÇOK
DAHA ANLAMLI
“İyi birer alışkanlık” olarak
tanımladığı hobilerin insan
hayatında çok önemli
yeri bulunduğunu belirten
Çaykur çalışanı Necmi
Metin Mutlu, “Hobinizi
tutkuya dönüştürdüğünüzde
hayatınızın tamamı olumlu
anlamda etkileniyor. Örneğin,
sorunlarla çok daha rahat baş
edebiliyorsunuz. Bu nedenle
tüm Çaykur ailesine birer hobi
edinmelerini tavsiye ediyorum”
diye konuştu.
1968, Kalkandere doğumlu olan Necmi Metin Mutlu,
Çaykur’a 1982 yılında katıldı. Personel biriminin ardından ilk
yardım sorumlusu olarak görevine devam eden Mutlu, hali
hazırda laboratuvarda çalışıyor. 2007’den bu yana laboratuvarda görev yapan Mutlu, birimin görevlerini şu şekilde anlatıyor: “Fırınlanan kuru çayların analizleri, çayların rutubet
seviyelerinin kontrolü gibi sorumluluklar laboratuar tarafından yürütülüyor. Birimimizin yaptığı analizlerin sonuçlarına
göre çayda herhangi bir sıkıntı bulunduğunda yöneticilerimize bildiriyoruz. Bu nedenle kalite standartlarımızın çok iyi takip edildiğini söyleyebilirim.”
Sıradışı bir hobi
Necmi Mutlu’nun sıradışı bir hobisi var: Makrome yapmak.
Bir el sanatı olarak makrome ile tekstil dünyasından dekorasyona uzanan geniş yelpazede eserler üretmek mümkün.
Makromenin özelliği, hiçbir alet kullanmadan, sadece iplerin birbirine geçirilmesiyle birbirinden güzel ürünler ortaya çıkartılabilmesi. Mutlu ile hobilerin hayata kattığı değerleri konuştuk.
Makromeye nasıl başladınız?
Kızkardeşim bir kursa gidiyordu. Diğer kardeşlerimle birilkte
ona yardım ederken benim de kafama yattı. Bir yıl boyunca
makrome yapmaya devam ettik. Kardeşlerimle birlikte yap-
[22]
AĞUSTOS 2014
tığımız için daha da keyif alıyorduk. Bir yandan el işiyle uğraşmak bir yandan da sohbet etmek sizi birbirinize daha da
yakınlaştırıyor.
Kendimizi o kadar çok kaptırdık ki, bir sene içinde evin her
tarafı makrome doldu. Son zamanlarda biraz ara verdik. Bu
aralar ufak ufak yeniden ilgilenmeye başladım. Yaptığımız
makromelerin görsel güzelliği bir yana hediye ettiğimiz insanların verdiği güzel tepkiler, onların sevinci beni bu hobiye
daha çok yakınlaştırdı.
Başka hobileriniz var mı?
Arıcılara malzeme yapmak da beni mutlu ediyor. Bu işte de
kendimi ilerlettim, hatta arıcılara yönelik malzemelerin satıldığı bir dükkan da açtım. Arıcılığın yanı sıra tarihe de derin
bir merakım var. Antika eserleri araştırırım, bulduğum tarihi
yapıların geçmişini araştırırım. Özellikle yaşadığımız bölgedeki tarih benim çok ilgimi çekiyor.
Size göre hobiler insanları nasıl etkiler?
Hobiler iyi birer alışkanlıktır. Makrome yaparken o kadar çok
kendimizi kaptırırdık ki akşam olsa da işin başına otursam
diye sabırsızlanırdım. Hobi bir tutkuya dönüştüğünde psikolojinize çok olumlu yansıyor. Sorunlarla çok daha rahat baş
edebiliyorsunuz.
AĞUSTOS 2014
[23]
[çaykur’danhaberler]
DOĞU
KARADENIZ
YDOĞULU
GÜNE
TURISTIN TERCIHI
Yapılan yeni yollarla ulaşım imkânlarının kolaylaşması
ve güvenlik risklerinin asgariye inmesi Güneydoğulu
turistlerin Rize’ye akın etmesini sağladı. Tabii en
etkili neden de sıcaklığın daha düşük olması…
TÜRKIYE Turizm Derneği Başkan
Yardımcısı Kasim Ekşi, Güneydoğu Bölgesi’nden son iki yıldır özellikle İkizdere’ye gelen yerli turist sayısında patlama yaşandığını söyledi; turizm
sezonunun da ekim ayı ortasına kadar
uzadığını müjdeledi.
Karadeniz ile Doğu’yu birbirine bağlayacak olan Ovit Tüneli projesi yapımının sürdüğünü hatırlatan
Ekşi’nin verdiği bilgilere göre, yaklaşık 800 milyon TL’lik bu projenin başlaması bile Güneydoğu’dan birçok yerli turistin bölgeye akın etmesini sağladı. Diyarbakır’dan, Van’dan, Urfa’dan,
Ağrı’dan gelen turistler katlanarak arttı. Bölgenin yeşiline hayran kalan turistler, dereleri, ırmakları ve şelaleleri çok
beğendi.
Rize’de yaz turizm sezonu daha önce
Ağustos ayı sonunda biterken, son yıllarda uzamaya başladı. Halen Rize’de
ve İkizdere de boş yatak bulmak çok
güç. Yoğunluk Eylül ayında da devam
ediyor. Yaz turizm sezonu Ekim ayı ortalarına kadar sarktı. Bu şekilde ilerleyen yıllarda Rize’de yaz ve kış turizm sezonlarının birleşerek Rize yılın
[24]
AĞUSTOS 2014
En iyisini üretmek yetmez!
Dünyanın en sağlıklı çayını, aynı zamanda en iyi demlemek de gerekir. Rize Ticaret Borsası öncülüğü ve Rize
Belediyesi ortaklığıyla düzenlenen ‘’Çay Demleme Ve Sunum Yarışması’’nın amacı da bu! Bu yıl üçüncüsü yapılan
yarışma, Karadeniz çayının marka değerini artırmayı ve doğru yöntemlerle demlenip sunulabilmesini hedefliyor. Rize
Belediyesi’nin organize ettiği 6. Çay ve Yaz Spor Şenlikleri kapsamında Rize Ticaret Borsası’yla ortaklaşa düzenlenen
“Çay Demleme ve Sunum” yarışması yapıldı. Rize Sahil Parkı’nda düzenlenen yarışmanın ön elemesine, 11 ilçeden
yaklaşık 120 kişi katıldı, dokuz kişi finale kaldı. 500’er gram çay ve su verilen yarışmacılar, kendi yöntemleriyle çaylarını
hazırlayarak jüri üyelerine sundu. Çayın dem rengini, tadını, servis öncesi hazırlığını ve sunumunu değerlendiren
jüri üyeleri, en iyi çay demleyen yarışmacıyı belirledi. Yarışmada Necmi Kavalcı birinciliği, Nureyla Gezmiş ikinciliği,
Mustafa Furtuna ise üçüncülüğü elde etti. Birinci olan yarışmacıya Rize Belediye Başkanı Prof. Dr. Reşat Kasap ödülü
olan 300 kilogram kuru çay hediyesini temsili çek olarak kendisine takdim etti. İkinci olan yarışmacıya Rize Ticaret
Borsası Başkanı Mehmet Erdoğan 150 kilogram kuru çay hediyesini, üçüncü olan yarışmacıya ise ÇAYKUR Genel
Müdür Yardımcısı Süleyman Pınarbaş ödülü olan 50 kilogram kuru çay çekini temsili olarak takdim etti.
En hızlı kim içecek?
12 ayı turist çeken bir yer haline gelmesi bekleniyor. Bölge bu yıl en çok
Güneydoğu’dan gelen turistleri ağırladı. Yabancı turist olarak ise yine Araplar ilk sırada…
DOĞANIN İÇİNDE KAPLICA KEYFİ
İkizdere’de doğanın içinde acık havada kaplıcaya girmenin keyfini çıkartan
Güneydoğu Bölgesi’nden İkizdere’ye
gelen turistler yaptıkları açıklamalarda,
Rize’yi “saklı cennet ve cennetten bir
parça” olarak nitelendirerek “Açık havada eşsiz doğanın içinde havuz keyfini yaşıyoruz. Bu su dünyanın en kaliteli
5 su kaynağından biriymiş. Hem dinlenip hem şifa buluyoruz” dediler.
RIZE’DE bu yıl 5’incisi düzenlenen Uluslararası Tulum ve Müzik Festivali etkinliği kapsamında, Ardeşen ilçesinde, “En Hızlı Çay İçme Yarışması” yapıldı.
Ardeşen Fatih İlköğretim Okulu bahçesinde düzenlenen etkinlik, Türkiye’nin
yanı sıra Kuzey Osetya Cumhuriyeti, Gürcistan, Yunanistan, Makedonya, Sırbistan, Çeçenistan, Bulgaristan ve Romanya’dan gelen halk dansları topluluklarının gösterileriyle başladı. Tulum, gayda ve keman eşliğindeki yöresel kıyafetli ekiplerin dans gösterileri büyük ilgi topladı, alkış aldı.
BIRINCI, KUZEY OSETYA
Festival kapsamında, En Hızlı Çay İçme Yarışması yapıldı. Üç dakikada en
fazla çay içenin kazanacağı yarışmada adaylar ülkelerinin bayrakları önünde
yarıştı. Start verilmesi ile önlerine konan beş bardak sıcak çayı içmeye başlayan bazı adayların ağzı yandı, bazıları da çaylarını değişik şekillerde soğutmaya çalıştı. üç dakikada iki buçuk bardak sıcak çay içen Kuzey Osetya Cumhuriyeti temsilcisi Kuytmaedel ile Türkiye temsilcisi Emre Çörük’ün bardakları
yan yana konularak ölçüldü. Yapılan değerlendirme sonucunda Kuzey Osetya Cumhuriyeti temsilcisi Chermen Kuytmaedel birinciliği kazandı. Yarışmada
birinci gelen ekibin temsilcisine kupa ve Çaykur çayı hediye edildi.
AĞUSTOS 2014
[25]
[çaykur’danhaberler]
Üçüncü sürgünde de
kaliteden ödün yok!
Çaykur’un üçüncü sürgün çay alımları 11 Ağustos’ta başladı. Çaykur Genel Müdürü
İmdat Sütlüoğlu, yaş çay kalitesinde bir iyileşme olduğunu fakat bunun yeterli olmadığını,
alımlara kaliteden ödün vermeden devam edeceklerini belirtti. İmdat Sütlüoğlu üçüncü
sürgün çay alımlarıyla ilgili yazılı açıklamasında şu bilgileri verdi:“İkinci sürgünde 228
bin ton çay aldık, birinci sürgünde de 210 bin ton çay almıştık. İkinci sürgünde birinci
sürgünün biraz üzerindeyiz. Toplamda 439 bin 600 ton çay almış bulunuyoruz. Üçüncü
sürgünün ilk gününde de bin 600 ton çay aldık. Oldukça hızlı bir başlangıç ve hızlı bir
giriş oldu. Yaş çayın gelişmesi nedeniyle hızlı bir şekilde devam edeceğini gösteriyor.
Hızlı alım sürecinde çayın kalitesinin devamı için herkesin üzerine düşeni yapması
gerekmekte. Çayın en iyisini üretmek için çabalamalıyız. Sağlıklı bir çayımız var, pestisit
kullanmıyoruz, doğal üretimimiz var ama her şeyden evvel çayın kaliteli olması gerekiyor,
bunu sağlamamız gerekiyor. Çayın kalitesinin artması toplumsal mutabakatla mümkün.
Gelecek nesillerin Çaykur’dan, çaydan istifade etmesini istiyorsak mutlaka kaliteyi
sağlamak gerekiyor. Üzerinde durduğumuz en önemli konu ham maddenin, yaş çayın
kalitesidir. Yaş çay kalitesinde bir iyileşme var ama yeterli değil, üçüncü sürgünde
de denetimler devam edecek. İyi takip edilirse mutlaka iyi sonuç alınacaktır. Üçüncü
sürgünün huzurlu ve mutlu bir şekilde geçmesini temenni ediyorum. İnşallah kalite
noktasında üçüncü sürgünde çok önemli gelişmeleri hep beraber yaşarız.”
“DAHA ÇOK SPORCU YETIŞTIRECEĞIZ”
ÇAYKUR Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü İmdat Sütlüoğlu, güreş, rafting, kano, judo ve amatör futbol dalında lisanslı sporcularıyla sohbetinde, spor çalışmalarında yeni bir yapılanmanın haberini verdi. Çaykur
Spor Anatamir Sentetik futbol sahasında gerçekleşen
bayramlaşma törenine, beş spor kategorisinde yüzlerce
sporcu katıldı. Rize ve Çaykur adına yurt içi ve yurt dışında katıldıkları Uluslararası birçok müsabakada son yıllarda elde etmiş birincilik, ikincilik ve üçüncülük derecelerinden dolayı sporcuları tek tek tebrik eden İmdat Sütlüoğlu, başarılarının devamını diledi. Aynı zamanda Çaykur Spor Kulübü Başkanı olan Sütlüoğlu, “Güreş tesislerimiz, rafting ve kano tesislerimiz ve amatör futbol tesislerimizde 2000’li yıllardan bu yana Rize’miz adına yüzlerce
profesyonel sporcumuzu yetiştirerek hem şehrimize, hem
de ülke sporumuza kazandırmaya daha yoğun bir şekilde devam ediyoruz. Şehrimizin ve ülkemizin ismini uluslararası müsabakalarda duyuracak ve bayrağımızı göndere çekerek istiklal marşımızı söyletecek çok sayıda sporcu
yetiştirmek için yeniden bir yapılanmaya gidiyoruz” dedi.
[26]
AĞUSTOS 2014
Otistik çocuklar artık daha mutlu
Çaykur’un Sahil Parkı’nda bulunan çay satış reyonu, Rize Belediyesi girişimciliği, Çaykur Genel Müdürlüğü’nün izniyle
Rize’de bulunan Otistik çocukların eğitimi için “Hobi Atölyesi” olarak yeniden tasarlandı. Rize Otizimle Mücadele ve Eğitim Derneği’nin bünyesinde Güneysu’da bulunan Özel Eğitim Okulunda Eğitim gören öğrencilerin el becerilerini geliştirmeyi hedefleyen Hobi Atölyesi’nde, hafta içi her gün eğlenceli dersler var. “ROMED” Hobi Atölyesi açılışına Rize Valisi
Ersin Yazıcı, Rize Belediye Başkanı Prof. Dr. Reşat Kasap,
Rize İl Emniyet Müdürü Adem Çakıcı, Aile ve Sosyal Politikalar Rize İl Müdürü İdris Altuntaş, Rize İl Müftüsü Yusuf
Doğan, Rize Otizmle Mücadele ve Eğitim Derneği Başkanı Resul Usta, Dernek yöneticileri, öğrenciler ve aileleri katıldı. Açılışın ardından atölyeyi gezen protokol ve beraberindekiler çocukların el emekleriyle hazırladığı ürünleri inceledi, otistik çocuklarla bir süre sohbet ettiler. Açılışta basın açıklaması yapan Otizmle Mücadele ve Eğitim Derneği Başkanı Resul Usta, “Bu alanı bize kazandıran Rize Belediye Başkanımız sayın Prof. Dr. Reşat Kasap ve Çaykur
Genel Müdürümüz İmdat Sütlüoğlu’na desteklerinden ötürü teşekkür ediyorum” dedi.
Çaykur Spor’un ‘altın’ ve ‘gümüşler’i
Macaristan Güreş Federasyonu’nun, Dünya
Grekoromen Kupası sahibi Davit Bedinadze
adına Gürcistan’ın Batum şehrinde düzenlediği
Grekoromen Güreş Yıldız ve Gençler Kategorisi
Cumhuriyet Turnuvası’ndan madalyayla
döndük. Turnuvaya beş ülkeden 250 güreşçi
katıldı. Türkiye’yi ise Çaykur Spor’lu dört
sporcu temsil etti. İki gün boyunca Gürcistan’ın
Batum şehri Ostrovski Kapalı Güreş Salonu’nda
gerçekleşen müsabakalara, Azerbaycan,
Gürcistan ve Ermenistan ile Türkiye’yi temsilen
Çaykur Spor Güreş takımlarının çok sayıda
yıldız ve genç güreşçileri katıldı. Yarışmalar
sonucunda 63 kiloda, Çaykur Spor kulübünün
güreşçisi Muhammed Mustafa Araboğlu,
kilosunda altın madalya alarak turnuvanın
şampiyonu oldu. Çaykur Spor’lu 58 kiloda
Yavuz Albaş ve 85 kiloda Serkan Yanık
da kilolarında en iyi dereceleri elde ederek
gümüş madalya kazandı. Bir altın ve iki gümüş
madalyayla Rize’ye dönen Çaykur Sporlu Yıldız
güreşçilerin aileleri, yöneticileri, antrenörleri ve
sporcuları telefonla arayarak tebrik ettiler ve
başarılarının artarak devam etmesini dilediler.
AĞUSTOS 2014
[27]
[büyüteç]
Ömrünün 50 yılını çaya adayan Adil
Ataoğlu, “Çaykur dışında bir marka buraya
giremez” dediği ocağında muhabbetle çay
demlemeye devam ediyor. Trabzon’da
yıllardır çaycılık yapan 77 yaşındaki Adil
Ataoğlu’nun çalışma hayatı yönetmen
Varol Uzlu kamerasından, Çaykur’un da
desteğiyle beyaz perdeye taşınıyor.
50
yıl
ÇAYA
ADANAN
[28]
AĞUSTOS 2014
ELLI YILDIR aynı ocakta çayını demleyip, müşterilerine sunan Adil Ataoğlu, 77 yaşında olmasına rağmen işini bir gün
bile bırakmamış. Herkesin “Adil Baba” diye seslendiği Ataoğlu, Ramazan ayı haricinde ocağını hiç kapatmıyor. Ocağında çaydan başka bir içecek satmayan ve yarım asırlık kazanı kullanmaya devam eden Adil Baba’nın ocağına
Çaykur dışında hiçbir marka giremiyor. Eski gazeteci Varol Uzlu, aynı zamanda son yıllarda çektiği belgesellerle de
adından söz ettiren bir yönetmen aynı zamanda. Ömrünü
Karadeniz’e dair insan hikâyelerinin peşinde geçiren Uzlu,
altı aylık ön hazırlığın ardından Adil Baba hakkındaki filminin çekimlerine başladı. Yönetmen Uzlu, çay ocağının müdavimlerinin “Yap bi’ çay Adil Baba” sözlerinden esinlenerek filme “Bir Demlikle 50 Yıl” adını vermiş. Çaykur’un desteklediği yönetmenle yarım asırlık bir çay üstadını konuştuk.
Sizi tanıyabilir miyiz?
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde gazetecilik eğitimi aldım. TRT’deki stajın ardından özel televizyon kanallarında çalışarak mesleğe adım attım. Televizyonların haber ekiplerinde farklı görevler üstlendim. Ardından, annemin rahatsızlığı nedeniyle Trabzon’a dönmeye karar verdim.
Burada da mesleğime devam ettim. Ali Kırca’nın liderliğindeki ATV’nin haber bültenlerinde yayınlanmak üzere Karadeniz insanını anlatacağım hikâyeler derlemeye başladım.
Trabzon’dan Artvin’e kadar bütün Karadeniz boyunca insana dair hikâyeler aktarıyorduk. Hayatımın odağında televizyonculuk yer alsa da fotoğrafçılıkla da uğraşıyordum. Karadeniz insanını doğayla, yaşamlarıyla ve kendi kültürleriyle
fotoğraf aracılığıyla anlatmak beni her zaman mutlu etmiştir. Çektiğim insan fotoğraflarını zaman içinde Türkiye’nin
dört bir yanında açtığım sergilerle paylaştım.Bu ay içinde Adana’da, ardından da İstanbul’da birer fotoğraf sergisi açacağım.
AĞUSTOS 2014
[29]
[büyüteç]
Yönetmenlik nasıl başladı?
Hayatın beni getirdiği noktada haberin ötesine geçmeye karar verdim. Zaman içinde derlediğim hikâyeleri birer filme
dönüştürme fikri kendiliğinden ortaya çıktı. Karadeniz insanını iyi bilen bir gazeteci olarak belgesel filmler aracılığıyla onların hikâyelerini daha iyi anlatabilirdim.
Karadeniz’e dışarıdan gelen fotoğrafçıların ve belgeselcilerin
kafalarında belli veriler ve önkabuller oluyor. Dolayısıyla imza
attıkları işler de bu önyargılar doğrultusunda şekilleniyor. Ben
işleyeceğim konunun çok daha derinine inmek, insana dokunan işler ortaya koyabilmek istiyordum.
VAROL UZLU KİMDİR?
Yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde tamamladı. Mezuniyetin
ardından, özel televizyonların haber merkezlerinde çalışan Uzlu, askerlik sonrası dergi fotoğrafçılığı
yapmaya başladı. 1999 yılında tekrar Trabzon’a dönerek çalışmalarına devam etti. Fotograf sanatına
ağırlık verdiği bu yeni süreçte ATV Yurt Haberleri Doğu Karadeniz servisinde çalışmaya başladı.
Aynı zamanda haber odağının arkasındaki Karadeniz insanının doğasını, kadınını, çocuğunu, yaşlısını
fotoğrafladı. 2008 yılında “Mahalle Maçı”, 5’te Haftayım 10’da Biter adlı ilk belgesel filmini çekti.
İlk filminizde futbolu işlemeye nasıl karar verdiniz?
Karadeniz’de, özellikle Trabzon’da birçok gencin gerçekleştirdiği en önemli sosyal faaliyet futbol oynamaktır. Öyle ki, Karadeniz halkı için futbol bir spor dalının ötesinde anlam taşır. Trabzon’da birçok efsane futbolcunun, yetişmesine vesile
olan mahalle maçları bizim için birer efsaneye dönüştü. “5’te
Haftayım 10’da Biter” adlı belgesel işte böyle ortaya çıktı.
Mahalle maçları döneminde, bütün imkânsızlıklara rağmen
yıldız futbolcular yetişirdi. Ne yazık ki altyapılar artık futbolcu yetiştiremiyor. Demek ki olay tesisleşmede değil, o günlerin ruhunda gizliymiş. Bireysel yeteneklerin ön plana çıkarılacağı en iyi nokta kişinin serbest ve özgürce davranabildiği noktadır. Bu sokak aralarında, mahalle maçlarında yapılır. İlk filmim işte bu tezden yola çıkarak çekildi. Çektiğim
ikinci film de futbolla ilgiliydi. Türkiye’nin dört bir yanında
olduğu gibi, Trabzon’da da gerçekleştirilen amatör futbol
turnuvalarını işledim. Ardından bir anne ve kızlarının gözünden yayla göçlerini beyazperdeye taşıdım.
Trabzonspor’un üst üste şampiyonluklar kazandığı ve “dördüncü büyük”
unvanını kazandığı yıllarda takımda yer alan futbolcuların büyük bir
bölümü filmde anlattığımız mahalle maçlarından çıkmıştır. Film
aracılığıyla biraz da geçmişte kalan temizliği, saflığı aktarabilmeyi
hedefledim. Bugünün çocukları,
mahalle maçlarının yerini bir şey
alamadığı için evlerine kapanıyor.
[30]
AĞUSTOS 2014
Adil Baba ile nasıl tanıştınız?
Dostlarımdan biri tanıştırdı sanıyorum. Uzunsokak’ta
50 yıldır çaycılık yapan Adil Baba, 77 yaşında olmasına rağmen işini tutkuyla yapmaya devam ediyor. Onun tutkusundan, işine verdiği önemden ve çay içenlerle
kurduğu muhabbetten etkilenmemek
mümkün mü? Çay ocağını Ramazan
ayları dışında hiç kapatmayan Adil
Baba’nın hayatı da ocağı ve çay olmuş. Bütün bunların yanı sıra farklı bir kişiliği olması da beni etkiledi.
İlginç kuralları var Adil Baba’nın ve
bunları hiçbir zaman değiştirmiyor.
Örneğin, çay ocağında çay haricinde hiçbir meşrubat satmıyor.
Daimi müşterileri vardır, ocağa gelip
“Yap bi’ çay Adil Baba”
diye otururlar taburelere. Onların sözünden
esinlenerek filmimize de
“Bir Demlikle 50 Yıl” adını vermeyi uygun bulduk.
Çaykur’un da desteğini
almak çok güzel.
Çay ocağı onun her şeyi.
“Ben bu işi bırakırsam
ölürüm, yaşayamam. Hayat ile bütün bağlarım kopar” diyecek kadar bağlı oraya. Hayatı boyunca içki ve sigara içmeyen, çocukluğundan beri
namazını hiç aksatmayan Adil Baba’yı beş aydır sürekli gözlemliyorum.
Bu arada filmi projelendirdim. Nasıl işleyeceğimize
Adil Baba’nın hangi özelliklerini ele alacağımıza karar verdim.
Film, Adil Baba’nın hangi özellikleriyle ilgili olacak?
Filmde farklı bakış açıları da olacak. Örneğin, onun teyze oğlu
ve çocukluk arkadaşı olan, Türk sinemasının ünlü karakter
oyuncularından Hayati Hamzaoğlu, filmin bir bakış açısını yansıtacak. Küçük yaşında Trabzon’dan ayrılıp Yeşilçam’ın tozlu yollarında bir şekilde kendini gösteren ve 2000 yılında vefat
eden Hamzaoğlu ile Adil Baba’nın iletişimi de filmde yer alacak.
Adil Baba’nın Çaykur’a dair hisleri, düşünceleri nedir?
Filmimizin odak noktalarından birini Çaykur ve Adil Baba arasındaki bağ oluşturacak. Çünkü Adil Baba çay ocağını açtığından beri Çaykur’dan başka çay kullanmamış. Bunu laf olsun diye söylemiyorum; “Çaykur dışında bir çay kullanmamak”
onun için katı bir kuraldır. Adil Baba bir şeye inandığında onun
peşini asla bırakmaz. Yarım asırdır onun için çay demek Çaykur demektir. Bu yüzden çay ocağına Çaykur’un dışında hiç-
bir markayı sokmaz.
Hangi ürünümüzü kullanıyor?
Çaykur Altınbaş serisini tercih ediyor. Geleneksel usulle, yarım asırlık bir kazanda demliyor çayları. Eski bir radyosu var,
ocağın içinde sesi sürekli yankılanır. 50 yıldır aynı şekilde her
sabah dükkânını açıp çayını demleyerek müşterilerini bekliyor.
Kimler gelir çay ocağına?
Adil Baba’nın çayı, kendi çapında ün kazanmıştır. Her kesimden geleni olur. Çevre esnafın tamamı müdavimidir. Özetle,
Adil Baba farklı biridir.
“Farklı” derken neyi kastediyorsunuz?
Büyük bir tutkuyla çalışır. İşini ve hayatının önemli bir parçası olan malzemelerini çok sever. Örneğin, bardaklarına iyi davranmıyorlar, kaybediyorlar diye esnafa çay vermediği bile olur.
Ocağa gelenlerin kaç çay içtiğini asla saymaz. Müşterilerine
çok güvenir. Zaten hiçbir zaman paranın peşinde olmamış.
Gün ağarırken evinden yola çıkıp dükkânına gelir. Tam 50 yıldır... Temizliğini yapar, radyosunu açar ve çayını demler. Adil
Baba’nın bir günü böyle geçer işte. Çayla ve sohbetle...
Filmin nasıl bir yapısı olacak?
Kurgu ve belgesel yöntemlerini iç içe kullanacağız. Filmimiz
duygusal bir yaklaşımla ve esprilerle renklenecek. Oraya çay
içmeye gelenlerin diyalogları, sohbeti ve elbette çay keyifli bir
şekilde yer alacak filmimizde. İzleyenleri sıkmayacak bir film
çekmek benim için çok önemli. Edebiyat ve müzik dünyasından siyaset çevrelerine... Adil Baba’nın geniş bir müdavim kitlesi var. Trabzon’a geldiklerinde mutlaka Adil Baba’nın yanına
uğrarlar. Onlar da olacak filmimizde.
Sizin çayla aranız nasıl?
Çay içmeyi çok seviyorum. Özellikle Adil Baba’nın çayını çok
seviyorum. Damak tadımız zaten Çaykur istiyor. Başka bir
markanın çayını ben de içemiyorum. Öyle ki bilmediğim bir
yerde önüme farklı bir markanın çayı konulduğunda kokusundan anlıyorum.
AĞUSTOS 2014
[31]
[gönülverenler]
YEŞILIN BINBIR HALI
Rize’yi tepeden seyrederek çayınızı yudumlayabileceğiniz bu bahçede çok sayıda ağaç ve çiçek bulunuyor. Bölgede yetişmeyen bitkilerin de bulunduğu bahçedeki hizmet kalitesi, Çaykur’un denetimi
ve garantisi altında tutuluyor.
ÇAYIN FARKLI LEZZETI
Yıllardır Çaykur’un en önemli teşhir yeri
olarak da gösterilen Ziraat Çay Bahçesi’ni
ziyaret eden yerli veya yabancı tüm misafirler, burada içilen çayın farklı bir lezzeti olduğunu söylerler. Bu yüzden her ziyaretçi bahçedeki görevlilere bu çayı nereden bulabileceğini sorar.
ÇAYIN KALITESI
Doğal güzellikleriyle
yabancı turistlerin de
büyük ilgi gösterdiği
Ziraat Çay Bahçesi’nde
çayın kalitesi, Çaykur için
çok önemli. Bu nedenle
bahçede ikram edilen
çayın demlenmesinde
bütün detaylar Çaykur
uzmanları tarafından takip
ediliyor. Suyun seçiminden
kullanılan ekipmanlara,
çayın seçilmesinden
ikramına varana dek
bütün süreçler titizlikle
belirleniyor. Örneğin, çayın
demlenmesinde oksijeni
bol bir su kullanılıyor.
Çaykur personelinin hizmet verdiği
Ziraat Çay Bahçesi, eşsiz manzarası
ve yeşilin her tonuyla çayın tadını tam
anlamıyla çıkarabileceğiniz bir yer.
Rize’nin en gözde mekânlarından
olan ve şehir merkezine sadece iki
kilometre uzaklıktaki bu bahçeye
giderek bir bardak çayla hayata keyifli
bir mola verebilirsiniz.
[32]
AĞUSTOS 2014
HERKES yaz mevsiminin en sıcak günlerinin yaşandığı bu günlerde dinlenecek bir gölge, çayını yudumlayabileceği keyifli bir bahçe arıyor. Rize’nin
gözde mekânı Ziraat Çay Bahçesi, tam da böyle bir
mekân... Rize’yi tepeden görebileceğiniz çay bahçesine adım attığınızda yazın bunaltıcı sıcağından
eser kalmadığını fark ediyorsunuz. Etrafınız yeşilin
farklı tonları, tertemiz bir hava ve çok sayıda ağaçla çevreleniyor. Çaykur kalitesiyle ve titizlikle hazırlanan çayların ikram edildiği bu bahçe, bu özellikleriyle Karadeniz turlarının mutlaka görülmesi gereken
noktalarından birine dönüşmüş durumda.
ÇAYKUR AÇISINDAN ÇOK ÖNEMLI
Bahçeyi ziyaret eden misafirlerimizin memnun
edilmesi ve daha iyi hizmet verilebilmesi için kurum olarak elimizden geleni yapıyoruz. Bu sayede uzun yıllardır her ziyaretçi çok memnun ayrılıyor bahçemizden.
BU BAHÇEDE SADECE ÇAY VAR
Ziraat Çay Bahçesi’nde elbette çaydan başka
bir şey bulunmuyor. Yeşil ve siyah çayın demlendiği bahçede, önümüzdeki günlerde farklı
çay lezzetleri de sunulmaya başlanacak.
TURISTLERIN UĞRAK YERI
Çayı ve manzarasıyla Ziraat Çay Bahçesi,
Türkiye’nin farklı bölgelerinden ve yurtdışından
Rize’yi ziyaret etmek için gelen tüm turistlerin
uğrak yerlerinden biri haline geldi. Öyle ki, yaz
aylarında bahçeyi ziyaret eden tur grupları yer
bulmakta bile zorlanıyor.
RIZE’NIN GÖZDESI
Çayın tanıtımı amacıyla
kurulan bu bahçe,
Rize’de sohbet etmek
isteyenlerin de bir numaralı
tercihlerinden biri olmuş.
Çayla renklenen sohbetlere
ev sahipliği yapan çay
bahçesi, turistlerin yanı sıra
Rize halkı tarafından da
büyük ilgi görüyor.
AĞUSTOS 2014
[33]
BURGAZADA
[gezigünlüğü]
HEYBELİADA
KARGAŞANIN YANI BAŞINDAKI CENNET
ADALAR
İstanbul insanı yormak konusunda ne kadar kararlıysa, nefes aldırmakta da o
kadar bonkördür. Hem İstanbul’un burnunun dibinde hem de bambaşka diyarlara
gitmiş hissi yaşatan Prens Adaları, bir vapur biletine ayaklarınızın altında...
İSTANBUL’UN keşmekeşinden ayrıldıktan bir saat
sonra sıra sıra adalara ulaşır, bozulmamış mimarisiyle sokakları ve yemyeşil doğasında gezerken, at
kişnemesinden başka taşıt gürültüsü işitmezsiniz.
Bağıran kornalar yerlerini, nal tıkırtılarının tatlı ritmine bırakır. Zaman öyle ağır akar ki, günübirlik bir
gezintiden, bir haftalık tatil zindeliğiyle dönersiniz.
Büyükada, Heybeli, Kınalı, Burgaz… Tarih boyunca pek çok isimleri olmuş. Ama dünyada tanındığı adı, Prens Adaları. Bu ismi, Roma ve Bizans
hâkimiyetindeyken asillerin bu adalara sürgün edilerek öldürülmeleri nedeniyle almış.
Adaların en büyüğü, aynı zamanda Adalar ilçesinin
merkezi, Büyükada. O da birçok Bizans imparator ve imparatoriçesinin sürgün yeri oluşuyla ünlü.
Seyahatnameler ve tarihi olaylar Büyükada’nın,
Bizans döneminde de, Osmanlı döneminde de
yerleşim yeri olarak kullanıldığını gösteriyor.
Yazları piknik sepetimizi alıp Büyükada’ya doğru
yola çıkabiliriz. Büyükada’nın batısındaki Dil Burnu
500 metre uzunluğunda. Kuzeyinde Nizam (Değirmen) Koyu, güneyinde ise plaj ve tesislerin bulunduğu Yörük Ali Koyu var. Çam ağaçlarının altında
piknik masaları sıralanıyor. Ama Büyükada’nın en
sevilen eğlencelsi, fayton turu. Biri iskeleden başlayıp Ada’nın tüm çevresini dolaşan büyük tur,
diğeri daha kısa mesafeli küçük turla birlikte süslü eşeklerle yapılan geziler için yaz aylarında
bir hayli kuyruk beklemek
gerekiyor. Tura katılın
ve Büyükada’nın en
yüksek tepesi olan
Aya Yorgi’ye çıkmayı ihmal etmeyin.
[34]
AĞUSTOS 2014
İstanbul’un Büyükada’dan sonraki en büyük adası. İstanbul’un en gözde yazlık
mekânlarından Heybeliada, doğası ve temiz havasının yanı sıra Bahriyesi, Sanatoryumu, Ruhban Okulu ile de ünlü. Güzelliğiyle şairlere ilham
kaynağı olan doğal marina görünümündeki Çam
Limanı, Heybeliada’nın en güzel piknik yerlerinden. Değirmenburnu, adanın en güzel koylarından biri olan plaj ve piknik yeri. 1981’de Değirmen Burnu Orman içi Mesire yeri, dinlenme yeri,
piknik ihtiyacını karşılayan saha yapıldı. Burada
danışma kulübeleri, kır gazinosu, büfe, su deposu, manzara seyir tesisleri, piknik üniteleri, kanepeler ve yağmur barınağı var. Adadaki, büyük
ve küçük olmak üzere, iki tur yolunda, yaz mevsimlerinde eşek ve at arabalarıyla turlar yapılıyor. Küçük Tur’a, Aşıklar Tur’u da deniliyor.
Ününü Türk hikâyeciliğinin büyük ismi Sait
Faik Abasıyanık’a borçlu olan Burgazada, büyüklük
olarak üçüncü sırada. Yuvarlak biçimli, eni boyu yaklaşık
2 kilometre olan Burgaz, iklimi, sahili, çamları, zarif köşkleriyle
ünlü. Güzel ahşap köşkler sahilde Gezinti Caddesi’nde, Kaşıkadası
ve Heybeliada’ya bakan tepenin eteklerindeki Gönüllü ve Mehtap
sokaklarında karşımıza çıkar. Vapur iskelesinden doğuya doğru gidildiğinde
adanın eski plajına ulaşılıyor. Buradan Heybeliada’ya doğru uzanan bir
burun ve burnun ucunda bir fener var. Adanın tek tepesi olan Bayrak
Tepesi’nin üzerinde Hristos Manastırı bulunuyor. Aynı yönde devam
edilince Kalpazankaya’ya geliniyor. Kalpazankaya’nın hemen yanındaki
küçük koy, Burgaz’ın gezinti yerlerinden. Kalpazankaya’nın
güneyinde Marta Koyu, Kuzeybatısında Aya Yorgi Manastırı
var. Türkiye’nin ilk sanatoryumlarından biri, 1928’de
Burgazada’da kurulmuş.
SEDEFADASI
Adaların yerleşime açık olan en küçük adası.
Üzerindeki bitki örtüsü uzaktan bakıldığında sedefe benzetildiği için Sedefadası adı verilmiş.
Eskiden tavşanı bol olduğu için “Tavşanadası”
adı da kullanılmış. Adada iki plaj var.
Sedefadası da, diğer İstanbul adaları gibi Bizans döneminde sürgün yeri olarak kullanılmış. Ada, 1850’de Damad Ferit Paşa’nın
mülkiyetine geçmiş. Paşa adaya zeytin ağaçları dikmiş ve sebze yeKınalıada da imparatorların,
tiştirmiş. Ancak ölümü üzeriimparatoriçelerin
sürgün yeriymiş. İsmini, üzeri
ne ada bakımsız kalmış. Bimakilerle kaplı olduğu dönemlerde uzaktan kızıla
rinci Dünya Savaşı sırasında
çalan görünümden almış. Çınar Tepesi, Teşvikiye Tepesi
da adanın tüm ağaçları keve Manastır Tepesi olmak üzere üç tepesi var. Bizans
silmiş. İstanbul’un işgali sıdöneminde, surların yapımı için buradaki kayalıklardan
rasında müttefiklerin eline
taş getirildiği için arazisinin bozulduğu, bu nedenle ağaç
geçen Yavuz Zırhlısı uzun
bulunmadığı belirtiliyor. Ada, geçmişte suyu ve elektriği
de olmadığı için diğer adalardan çok daha sakin. Elektrik
süre buraya demirlenmiş.
KINALIADA
1946, su 1981’de gelmiş. Nüfusu da uzun yıllar
bir kaç yüzü geçmemiş. Yeni yerleşimlerle
çoğalan nüfusu, yaz aylarında çok
kalabalık.
AĞUSTOS 2014
[35]
[sağlık]
TIRNAKLAR İÇİN PRATİK
ÇÖZÜMLER...
ELLERİNİZE
İYİ BAKIN!
• Tırnaklar özellikle yaz ayları boyunca kalınlaşır,
şekil anlamında bozulur, kolayca kırılabilir
veya dökülür. Bu esnada deri de değişir. Fakat
tırnaklarınızın üzerine süreceğiniz lavanta yağı
etkin bir koruma sağlayarak, bu olumsuzlukları
yaşamanızı engeller.
• Oje sürüyorsanız aseton kullandıktan sonra
tırnaklarınızı mutlaka iyice yıkayın çünkü
aseton tırnaklarda kalırsa zarar verir.
• Günlük öğünlerde cilt ve tırnakları güçlendiren
besinlere yer vermelisiniz. Yoğurt,
tırnaklarınızın oluşumu için gerekli protein
ihtiyacını karşılar. Çok sık kırılan tırnaklarınız
varsa biotin içeren ceviz ve yer fıstığı da
yiyebilirsiniz.
• Gece yatmadan önce
ellerinizi, yaklaşık 10
dakika kadar, bir kabın içine
koyduğunuz zeytinyağında
tutun. Daha sonra çıkarın,
kurulayın ve pamuklu
bir eldiven giyerek yatın.
Zeytinyağı kuruluğu
giderecektir, sabah
uyandığınızda ellerinizin
yumuşacık olduğunu
göreceksiniz.
• Ellerinizin sürekli yumuşak
olmasını istiyorsanız, haftada
bir-iki kez, 5-10 dakika
boyunca, ılık süte batırın.
Sütün içinde bulunan laktik
asit cildinizi nemlendirir ve
[36]
AĞUSTOS 2014
ellerinize yumuşaklık verir.
• Limon suyundaki C vitamini
ellerdeki lekeler üzerinde
etkilidir ve ölü hücreler
konusunda peeling işlevi
görür. Üç damla zeytinyağıyla
bir limonun suyunu karıştırın.
Bu karışımı hemen ellerinize
sürün. Yarım saat bekledikten
sonra bir parça pamukla
ellerinizi silin, ardından da
yıkayın.
• Soğuk havalarda ve temizlik
yaparken mutlaka eldiven
giyin çünkü soğuk ya da
deterjan gibi yabancı maddeler
sonucu çatlayan ellerinizde
egzama oluşabilir.
• Bir kabın içine bir miktar
susam yağı koyun ve bir
limonun yarısının üzerine
sıkın. İyice karıştırdıktan
sonra tırnaklarınıza sürün,
beslendiklerini, güçlendiklerini
göreceksiniz.
• Ellerinizin yaşlanmasını
geciktirmek istiyorsanız,
özellikle yaz aylarında
mutlaka güneş kremiyle
koruyun. Böylece ileriki
yaşlarda oluşabilecek lekeleri
azaltacak ve genç görünmenizi
sağlayabileceksiniz.
• Kalem, bıçak, örgü şişi gibi
şeyleri çok kullanmaktan dolayı
parmaklarda oluşan nasırları
ponza taşı kullanarak yok
edebilirsiniz. Ponza taşını çok az
ıslatın ve nasırlı yerlere sürüp
bir el kremiyle nemlendirin.
Kişisel bakım uzmanları, evlerimizdeki
malzemelerle doğal kremler hazırlayabileceğimizi
söylüyor. İşte, yıpranmış ellere yumuşatıcı ve
besleyici krem tarifleri...
YULAF VE BALLI
KREM
SALATALIK
KREMI
Mevsimlerle birlikte değişen sıcaklık, çalışma koşullarımız,
temizlik, ev işleri derken ellerimiz yıpranıyor, beslenemiyor.
Her zaman göz önünde olan ellerinizin bakımı için evde
yapabileceğiniz, pratik ve etkili önerileri sizler için araştırdık...
PAMUK GİBİ
ELLER İÇİN...
EVDE
HAZIRLAYABİLECEĞİNİZ
BAKIM ÜRÜNLERİ
HINT YAĞLI KREM
İki yumurta sarısı, üç çorba
kaşığı hint yağı, bir çorba
kaşığı bal ve bir çorba kaşığı
tuz karıştırıldıktan sonra
tırnaklara oje gibi sürülerek
10 dakika bekletiliyor. Daha
sonra eller ılık suyla yıkanıp,
kurulanıyor.
Beş çorba kaşığı
salatalık suyu, üç
çorba kaşığı tatlı
badem yağı ve dört
çorba kaşığı kakao
yağını krem kıvamına
gelinceye kadar
karıştırın ve buzlukta
10 dakika bekletin.
Buzluktan çıkarıldıktan
sonra ellere sürülüp 5
dakika beklemeli. Son
aşamada eller yıkanıp
kurulanmalı.
PATATESLI EL MASKESI
Patates mükemmel bir yaşlanma karşıtı, beyazlatıcı
ve sıkılaştırıcıdır. Patateslerinizi haşlayın ve ezin. Daha
sonra sütü ekleyin ve sürülebilir kıvama getirin. Ilık
karışımı ellerinize sürün ve soğuyana kadar bekletin.
Daha sonra yıkayın ve sevdiğiniz bir el kreminizi sürün.
Beş çorba kaşığı yulaf
unu, bir yumurta sarısı
ve iki çorba kaşığı balı
krem kıvamına gelinceye
kadar karıştırın. Sabah
ve akşam olmak üzere
günde iki defa ellerinize
uygulayın.
BADEM YAĞI EL KREMI
Badem yağı el ve tırnaklarınızın soğuktan etkilenmesini önler. Bir çay
kaşığı yağı ellerinize ovuşturarak sürün. İki elinizi de küçük havlulara
sarın ve beş dakika bekletin. Daha sonra elinizdeki fazla yağı silin
ama durulamayın. Elinizde kalan fazla yağ bir-iki dakika içinde eliniz
tarafından emilecektir. Daha sonra kuvvetli bir el kremi sürün.
AĞUSTOS 2014
[37]
[kişiselgelişim]
NE YAPALIM
NE YAPMAYALIM?
İlk intibaya
çok özen gösterin
çünkü ikinci bir
t 30-40 santimlik yakınlık, arkadaşlık
yakınlığıdır. Dedikodu yaptığınız zaman,
yakın ve öne eğik olursunuz. Uzak
durduğunuzda, araya mesafe koyarsınız.
Yöneticilerin oda ve masalarının bir
nedeni de budur.
t Bir
toplantıda sunum yapacaksanız,
sunum süresince katılımcılara hizmet
sunulmasını engelleyin. Çünkü dikkat
eşiği düşer.
ilk intiba
t Kürsüde
sunum yapacaksanız, salonu
da ışıklandırın. Böylece izleyiciyle göz
teması kurabilir, söylediklerinizin etkisini
ölçebilirsiniz.
yoktur
“Müşteriye
uygun mesafede
durmalısınız;
30-40 santim,
arkadaş
yakınlığıdır.
Bir kısmına
hanımefendi,
beyefendi; bir
kısmına dayı, amca
diye seslenmek
gerekiyor... Kim,
neyi duymak
istiyorsa…
Kanıtlanan bir
durum; güzel
kokan, güzel
ışıklı, temiz bir
mağazada,
karşımızda temiz
bir insan varsa,
daha çok şey
aldığımızdır”
[38]
AĞUSTOS 2014
BILGI Üniversitesi Öğretim Üyesi
Fatoş Karahan, “Beden dili her şeydir” diyor, “İletişimde kelimelerin etkisi yüzde 8-9’dur. Geri kalan her
şey, ses tonu ve beden diliniz. İlk intiba çok önemlidir. Şöyle denilir, ilk
intibaya çok özen gösterin, çünkü
ikinci bir ilk intiba yoktur”
Peki biz, beden dilini satış sürecimizde nasıl kullanabiliriz? Fatoş Karahasan ipuçlarını veriyor.
İlk intibada karşımızdaki insanın
öncelikle hangi özelliği dikkatimizi çekiyor?
Muhtemelen neye dikkat ettiğinizin hiç farkında olmazsınız. İnsanın
100 bin yıllık genleri, anlayamadığımız, bilemediğimiz, henüz çözemediğimiz süreçler. Deneyim, yaşadıkça öğrendiklerimizden
çıkardığımız sonuçlardır.
Çoğu gerçekçi olmayabiliyor, hatta hatalı olabiliyor ama bir şeye karar
verdikten sonra onu değiştirmeniz de çok zor.
t Beden
dilini iyi kullanabilmek
için kendinizi rahat hissetmelisiniz.
Mesela dar bir giysi, ayağınızı sıkan bir
ayakkabıyla, “Bana uymadı” dediğiniz bir
kıyafetle kendinizi kötü hissedersiniz.
Güvensizlik dışarıya yansır.
t Önemli
bir sunum öncesi çok yemeyin,
aç kalmayın, daha çok sesinizi açacak,
rahatlatacak bitki çayı, su için.
t Kolları
kavuşturmak negatif bir
pozisyondur. Kendinizi iletişime
kapattığınızı gösterir.
t Sırtınızı
dönmeyin, çünkü göz göze
iletişim kurmalısınız.
Yani ilk algıyı değiştirme şansımız yok mu?
Karşı taraf algıyı değiştirmek istiyorsa, değiştirebilir. ‘Ainesi iştir kişinin’. Yani tavrımızla değiştirebiliriz. Ama hafıza ilk algıyı
unutmaz, benzeri bir hatada ‘Bu zaten böyleydi’ der.
İş hayatında durum nasıldır? Mesela bir satışçı icin...
Anahtar, müşteri ilişkisidir. Bir şirket için en önemli an, mağazadaki deneyim anıdır. İçeriye giren müşterinin, bir şey almadan dışarıya çıkmaması gerekir aslında. Çünkü içeriye giren
müşteri, bir şirket için, en kıymetli varlıktır. Oraya kadar zahmet edip gelmiş. Hiçbir şey satmıyorsa bile, bir sonrakinde bir
şey satacak kadar onu bilgilendirmeli veya bilgisini almalı, ‘Biz
sizi arayalım’ demeli. Ya da öyle bir öneriyle
gitmeli ki, o kişi, verilerini oraya bırakmalı. Mağazacılık iletişiminde en önemli şey, karşı tarafı çok iyi anlamak, çok iyi tanımaktır; müşteriye değer vermektir. İçeriye gelen kişi, oradaki elemanın maaşını ödeyen kişidir. Yani, bütün şirketin tek hedefi, tek patronu vardır, içe-
riye giren müşteri. Çünkü, bir kişi memnun
olmazsa, arkadaşlarına söylüyor; memnun
olursa, yine arkadaşlarına söylüyor. Aldığı üründen memnun olursa, tekrar geliyor.
Onun için beden dili denen şey, karşı taraftaki müşteriyi görmek, onu dinlemek, ona
değer vermek ve de ‘bir kerelik’ diye bakmamak. İçeriye kadar gelmiş, belli ki bir
şey alacak.
fendi” dersiniz, ama sonuçta onunla beraber tabii ki amca, tabii ki dayı konuşmasına
geçebileceğiniz bir an da olacaktır bir süre
sonra. Özetlersek, vücut dili saygı duymak,
değer vermektir. Karşı tarafı dinlemek, karşı tarafı anlamayı gerçekten istemek, soru
sormak, sorulara anlamlı cevap vermek
demek. Lüzumsuz baskı kurmamak ama
ilgisiz de kalmamak demek.
İnsanlarla nasıl konuşmak, onu nasıl
dinlemek gerekir?
Beden dilinin en önemli özelliklerinden biri
de, gelen kişiye uygun mesafede durmak.
Mesela bir kısmına hanımefendi, beyefendi, bir kısmına dayı, amca, emmi diye konuşmanız gerekiyor.. Kim, neyi duymak istiyorsa… İçeriye gelen kişi, “Kardaş bana
şuradan şunu ver” diyorsa, “Buyrun beye-
Bir mekanda bizi en çok ne etkiler?
Koku, çok önemlidir. Bu, çok ağır bir parfüm de olabilir, içerideki yemek kokusu da,
dişlerini fırçalamamış bir satıcının kokusu
da, ter kokusu da olabilir. Güzel kokan, güzel ışıklı, temiz bir yerde, karşınızda temiz
bir insan varsa, orada oturmayı, orada alışveriş yapmayı seversiniz. Bu ispatlanmış
bir durumdur.
t Bacak
bacak üstüne attığınızda,
bacağınız kime dönüyorsa, o insana
yöneldiğiniz söylenir.
t Konuşan
insana doğru eğilmek,
dikkatle dinlediğinizi gösterir.
t Konuşurken
gözlerinizi kaçırmanız çok
önemli bir problemdir.
t Ne
parmak uçlarıyla tokalaşın ne de
çok sıkı.
t Ne
yüksek sesle ne silik bir sesle
konuşun.
t İş
hayatında çok renkli, dekolte
giyinmeyin, uyumu bozmayın.
t Herkesin
günlük kıyafetle olduğu bir
ortama takım elbiseyle gitmeyin, aksini
de yapmayın.
t Herkes
çok günlük giyindiyse, siz de
günlük giyinin ama biraz daha şık olun.
t İş hayatında, uca gitmeden, her zaman
size söylenenin bir üstünde bir şey yapın.
AĞUSTOS 2014
[39]
[aileveçocuk]
ÇOCUĞUM DOĞRU
GELİŞİYOR MU?
Hayatımızın mucizesi çocuklarımızı yetiştirirken her şeyi yeniden ve onlarla birlikte
öğreniyoruz. Her anne-baba mutlu bir çocuk yetiştirebilmek için çocuk gelişimiyle
ilgili doğru bilgileri edinmelidir. Özellikle gelişimin temeli olan 0-7 yaş aralığında
çocuğun doğru bir büyüme çizgisinde ilerlemesi sonraki yaşantısı için önem
taşımaktadır. Peki, çocukların yaşlarına göre sahip olması gereken becerileri nelerdir?
0-1 YAŞ
2-3 YAŞ
3-4 YAŞ
0-1 Yaş Arası Çocuk Gelişimi
0-1 ay arasında
• Yüzükoyun yatarken başını kontrol etmek ister. Dördüncü hafta başını kaldırabilir. Eli kapalıdır ama avucuna küçük
bir nesne dokunursa sıkıca yakalar.
• Yüksek sese tepki gösterir.
• Gözü, yakın bir nesneye; parlak renklere ve şematik şekillere takılır.
• Tatlıyı, tuzluyu, ekşiyi, acıyı ayırt edebilir.
1. ve 4. aylar arasında Omzunu ve
başını kontrol etmeye başlar. Başını dik
tutabilir. Kollarına dayanarak doğrulabilir. Görme ve işitme yeteneği içindedir.
Sese doğru bakar. Çevreye ilgisi artar;
ayak seslerine, beslenme, banyo gibi
hazırlıklara tepki verir.
4-5 YAŞ
4. ve 10. aylar arasında
• Göz ve el koordinasyonu başlar.
• Sırtüstü yatarken yanına dönebilir. Beşinci aydan itibaren emekler. Yedinci
ayda sürünme ve emekleme gelişir. Sekizinci ayda tam olarak dönebilmektedir.
• Dördüncü ay sonu katı mama başlar.
• Altıncı ay içinde tanıdık ve yabancı
yüzleri ayırt etme başlar.
• Destekle oturabilir. Omuz ve baş kontrolü gelişir. Yedinci ay desteksiz oturur.
• Yardımla ayakta durabilir. Tutunarak
durma 9. ve 10. ayda görülür.
10. ve 12. aylar arasında
• Ayağa yardımsız kalkabilir. Tutunarak
yürür. Ortalama yürüme zamanı 13-15
ay arasıdır. Erken yürüyen bebekler yürümeye başlayabilirler.
• Yatarken, oturmaya geçebilir. Düşmeden, eğilebilir.
• Davranışları taklit edebilir. Kahkahayla
gülebilir. Sevgi gösterir.
• Kendi kendine yemek ister.
[40]
AĞUSTOS 2014
2-3 Yaş Arası Çocuk Gelişimi
4 – 5 Yaş Arası Çocuk Gelişimi
İki yaş çocuğu en iyi şekilde koklama, tatma, dokunma, duyma ve görme duyuları
yoluyla öğrenebilir. Çok meraklıdır ve her
şeyi araştırıp keşfetmek ister. Çok cesaretlidir; çocuğun bu denli araştırıcı bir doğaya sahip olması yetişkinleri korkutabilir.
Çocuğun kısıtlanmadan denetlenmesi gerekebilir. Dikkat süresi iki-beş dakika gibi
çok kısadır. Ancak kendisine çok ilginç
gelen şeylere daha uzun bir süre dikkat
gösterebilir. Bu dönemde çocuk sık sık
“hayır” kelimesini kullanır. Hatta çok hoşlandığı bir şey teklif edildiğinde bile “hayır” diyebilir. Bu nedenle ona “Yemek yiyelim mi?” diye sormak yerine, “Öğle yemeği zamanı geldi” şeklinde mesajlar verilmelidir. İki yaşındaki çocuk ancak iki-üç
kelimelik cümleler kurabilir. Merak duygusunun bir sonucu olarak, sık sık “ne, niçin,
nerede…” gibi sorular sorar. Ancak çocuklar kullanabildikleri kelimelerden çok
daha fazlasını anlayabilirler.
El becerileri daha gelişmiştir. Daire ve
kare şekillerini kopya edebilir. Vücudun
baş bölümlerinin bulunduğu resimler çizer. Büyük parça “yap-boz”ları yerleştirir. Hikâyelere başlıklar uydurur ve konuları birbirine bağlar. Çok fazla konuşur!
Boyu 5-6 cm, ağırlığı 1,5-2 kg artar.
5-6 YAŞ
5 – 6 Yaş Arası Çocuk Gelişimi
Motor becerileri biraz daha gelişir ama
harfleri ve sayıları ters yazabilir. Durmaksızın konuşur ve sorar. Saatin akrep ve yelkovanın hareketlerini; ilk, orta,
son gibi pozisyon kavramlarını bilir. Adını yazabilir veya gördüğünde tanıyabilir.
Dikkat süresi artsa da, yetişkinlere oranla hâlâ çok kısadır. Gerçekle hayali çok
zor ayırt edebilir. 20’ye kadar ezbere sayabilir. Koşma, sekme ve atlama esnasında vücut hareketleri denge içindedir.
Kalemi rahatlıkla kullanabilir. Karşılaştırmalar yapabilir. Kendini eleştirebilir.
6-7 YAŞ
6 – 7 Yaş Arası Çocuk Gelişimi
3-4 Yaş Arası Çocuk Gelişimi
Yeteneklerini yeni şeylerle denemeye heveslidir. Okuma-yazma ve sayıları
kullanma yeteneğinin ilk adımını atabilir.
Fakat öğrendikleri hâlâ sadece gözleme dayalı olduğu için soyut düşünemez.
Beş yaşa oranla daha güzel üçgen çizer,
kareyi daha doğru kopya eder. Nesnelerdeki benzerlik ve farkları söyleyebilir.
Ortalama 3 bin kelime haznesine sahiptir. Zamanı kavramaya başlar.
Büyük ve küçük kas aktivitelerinde daha
başarılıdır, kontrol gücü artmıştır. Daha
istekli, ilgili, arkadaş canlısı ve daha bağımsızdır. Hikâye dinlemekten ve tekrarlamaktan hoşlanır. Dikkat süresi hâlâ
çok kısadır. Üç ve daha fazla kelime içeren cümleler kurabilirler. Hatalı konuşmaya devam etmekle birlikte daha anlaşılır sözler söylemeye başlarlar. Kelime
haznesi 1000 kelimeye ulaşmıştır. Arka
arkaya, iki-üç isteği yerine getirebilir,
suyla yapılan aktivitelerden hoşlanırlar.
AĞUSTOS 2014
[41]
[güncel]
30 AĞUSTOS
ZAFER BAYRAMI
HEPIMIZE KUTLU OLSUN
Bundan tam 79 yıl
önce, Atatürk’ün
başkumandanlığında yürütülen
meydan muharebesini
kazanarak ülkemizi düşman
işgalinden kurtardık. Binlerce
Mehmetçiğimizin hayatları
pahasına kazandıkları bu
zaferi, 30 Ağustos’ta bir kez
daha, coşkuyla kutlayacağız.
[42]
AĞUSTOS 2014
30 AĞUSTOS Zafer Bayramı, modern Türkiye’nin
kurulmasına olanak veren Kurtuluş Savaşı’nda
elde edilen büyük zaferin simgesidir. Topraklarımızın düşman işgalinden kurtulduğunun ilanı olarak da kabul edilen 30 Ağustos Zafer Bayramı, hepimize kutlu olsun.
19 Mayıs 1919’da Atatürk’ün Samsun’a çıkmasıyla başlayan direniş günleri, Amasya Genelgesi’nin
yayınlanmasının ardından Erzurum ve Sivas kongrelerinin yapılmasıyla devam etti. Misak-ı Millî sınırları içinde vatanın bir bütün olduğu ve parçalanamayacağı düşüncesinden hareketle düşmanla mücadele kararı alındı. Oluşturulan düzenli ordularla savaşa girildi.
İnönü ve ardından gelen Sakarya Meydan muharebelerinde elde edilen başarılar, gelecek olan zaferin habercisiydi. Sakarya Savaşı, Türk milletinin
savunma durumundan taarruz durumuna geçtiği önemli bir savaş olarak da tarihe geçti. Bu zafer sonunda, TBMM tarafından, Mustafa Kemal’e
“Gazi” unvanı ve “Mareşal” rütbesi verildi.
Türk tarihinin dönüm noktalarından biri olan Sakarya Savaşı’ndan sonra, büyük bir taarruzla düşmanı tamamen yok etme kararı alındı. Bir yılı aşkın
süre boyunca inanılmaz bir çalışma yürütüldü. Zafere yürekten inanan Anadolu halkının büyük öz-
verisiyle 1922 Ağustosu’na kadar hazırlıklar tamamlandı.
Gazi Mustafa Kemal’in başkomutanlığını yaptığı ordumuz, 26 Ağustos 1922’de düşmana saldırdı. Mevzileri ele geçiren ordularımız, 30
Ağustos’ta düşmanı çember içine aldı. Büyük zafer dört gün içinde
elde edilmişti…
Savaştan hemen sonra, Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa, ordumuza şu ünlü emrini verdi: “Ordular! İlk hedefiniz
Akdeniz’dir. İleri!” Bu emir doğrultusunda üç koldan İzmir’e ilerleyen
ordu, 1 Eylül’de Uşak’ı, 2 Eylül’de Eskişehir’i, 6 Eylül’de Balıkesir ve Bilecik’i, 7 Eylül’de Aydın’ı, 8 Eylül’de Manisa’yı
geri aldı ve 9 Eylül’de İzmir’e girdi. İlk defa 30 Ağustos 1923’te Afyonkarahisar, Denizli, Maraş, Ankara
ve İzmir’de kutlanan Zafer Bayramı’nın resmi olarak ilan edilmesi ise Mayıs 1935’te gerçekleşti. O
günden bu yana halkımız bu büyük zaferi kutlamaya ve onu kazanmak için canlarını verenleri
saygıyla anmaya devam ediyor.
AĞUSTOS 2014
[43]
[güncel]
AKINTIYA KARŞI
YÜZMEYIN
Kıyılardaki boğulmaların önemli bir kısmına
da bu akıntılar neden olur. Akıntıya kapılan
insanlar, hızla denize doğru sürüklenmeye
başladıklarından, bu anafordan kurtulmak
için panik halinde karaya doğru yüzmeye
çalışırlar. “Rip” akıntılarına karşı nasıl
davranılması gerektiği bilinirse, boğulma
olayları da azalır.
ÇEKEN AKINTIYA
!
T
A
K
DIK
Tatil sezonunun açılmasıyla
birlikte binlerce insanın
sahillerine akın ettiği
Karadeniz’den boğulma
haberleri de birbiri ardına
gelmeye başladı. Halk arasında
“kum kayması” veya “çeken
akıntı” olarak da bilinen “rip”
akıntılarının neden olduğu
bu vakalarda her yıl 200’e
yakın insanımız maalesef
hayatını kaybediyor. Genel
kanının aksine, basit bir doğa
olayı olan “rip” akıntılarıyla
başa çıkabilmek için neler
yapılması gerektiğini hepimiz
öğrenmeliyiz.
[44]
AĞUSTOS 2014
YAZ AYLARINDA Karadeniz Bölgesi’ndeki tatil beldelerinden boğulma vakaları duyurulmaya başlar. Boğulma vakalarının burada diğer bölgelerden çok daha
fazla görülmesinin temel nedeni “rip” olarak adlandırılan çok güçlü bir akıntıdır.
Kıyıdan denize doğru yönelen ve halk arasında “çeken
akıntı” olarak da adlandırılan söz konusu su hareketleri, bu yaz da yüzlerce insanımızın boğulma tehlikesiyle
burun buruna gelmesine neden oldu. Hırçınlığı ve büyüklüğüyle hepimizi etkileyen Karadeniz’e yeniden girmeden önce “çeken akıntı” hakkındaki gerçekleri öğrenmeli ve tedbirlerimizi almalıyız.
KUM KAYMASI
“Rip” akıntıları, halk arasında “kum göçmesi” veya
“kum kayması” olarak da bilinir. Bu akıntıya yakalanan
insanlar ayaklarının altındaki kumun birden kaybolduğunu düşünür ve kendilerini kıyıdan çok açıkta buluverirler. Dalgalar ve paniğin de etkisiyle yüzmek güçleşir.
Saniyede 2 metreye ulaşan bir hızla ilerleyen rip akıntıları, 20-30 metre genişliğinde bir hat boyunca denize
doğru hareket eder. Bu akıntıya kapılan insanlar, çok
iyi yüzme bilseler bile boğulma riskiyle karşılaşabilirler.
ÇEKEN AKINTI NASIL
OLUŞUYOR?
ÇEKEN
AKINTININ
BELİRTİLERİ
Denizin belli bir bölgesinde su
renginin farklı olması
Bir kanal boyunca devam
eden, birbirine karışmış
ve düzensiz ilerleyen su
görüntüsü
Düzenli bir biçimde denize
doğru ilerleyen köpükler
Kıyıya doğru gelen dalgalarda
bozulma ve düzensizlik
Bu akıntılar, kıyıya sert bir biçimde çarpan
suların aynı hızla denize dönmeleri sonucunda meydana gelir. Rüzgârlı,
fırtınalı havalarda ve denizin dalgalı
olduğu zamanlarda daha fazla görülen
“rip” akıntılarının gücü, dalga yüksekliği
arttıkça fazlalaşır. Halk arasındaki yaygın
söylentilerin aksine, bu akıntılar insanları
dibe doğru değil, açığa doğru çeker.
Rüzgârlı havalarda kum tepelerinde
kırılan dalgalar çukurluk bölgelerden
geriye doğru döner ve kıyıdan denize doğru
hareket etmeye başlar. Bu sayede oluşan
“rip” akıntıları dünyanın birçok bölgesinde
görülmektedir.
AKINTIYA KAPILANLAR
NE YAPMALI?
Panik yapmayın ve sakin olun.
Sahile doğru yüzmeye çalışmayın; akıntıyı
geçemezsiniz.
Enerjinizi boşa harcamayın ve sakince
suyun üstünde kalmaya çalışın.
Basit bir doğa olayı olan çeken akıntıların
kısa süre içinde geçip gideceğini aklınızdan
çıkarmayın.
Sahile paralel yüzüp akıntıdan
kurtulabilirsiniz.
Sahile yüzemeyecek kadar yorgunsanız, su
üstünde kalıp yardım isteyin.
AĞUSTOS 2014
[45]
[bilimteknoloji]
Biyomimikriden bir adım daha…
susuzluğa
Minicik bir böcek,
çare olabilir mi?
ABD’DE YAŞAYAN TÜRK BİLİM ADAMI
ŞEHMUS ÖZDEN, AFRİKA’DA NAMİB
ÇÖLÜ’NDE YAŞAYAN STENOCARA TÜRÜ
BÖCEĞİ TAKLİT EDEN BULUŞUYLA
DÜNYANIN SUSUZLUK SORUNUNA ÇARE
BULUNABİLECEĞİNİ AÇIKLADI
[46]
AĞUSTOS 2014
“Tüm canlılar için temel besin
maddesi sudur. Canlılar yüzde 50-95
oranında sudan oluşmaktadırlar.
İnsanın ilk hali olan ceninde su
oranı yüzde 85 iken, yeni doğan bir
bebekte bu oran yüzde 75 ve yetişkin
bir insanda ise yüzde 60 olmaktadır.
Besinlerin hücreye taşınması
için su mükemmel bir ortamdır.
Vücudumuzdaki suyun çıkarıldığını
bir an düşünelim, mumyalanmış bir
iskelete döneriz.
Suyun olmaması durumunda
karşılaşacağımız sorunları görmek
için Güneş sisteminde dünya dışında
herhangi bir gezegene bakmamız
yeterlidir. Göreceğimiz, yokluktur.
Türkiye’nin de bir gün susuz
kalabileceğini hiç düşündük mü?
Belki de içtiğimiz bu servetin
farkında bile değiliz. Türkiye’nin
çöle dönüşmesini engellemenin en
önemli yolu, kaynaklarımıza sahip
çıkmakla mümkündür. Daha önce de
belirtildiği gibi 3 bin 334 bardak sudan
sadece ‘bir’ bardak içiliyor. Bu
miktardaki su oranını korumak
için neler yapmalıyız? Hep
birlikte bunu tartışalım.”
Bu sorunumuza çare
olabilmek için 1995 yılında
kurulan Su Vakfı’nın resmi
internet sitesinde sorduğu
bu soruyu, aslında hepimizin
sorması ve herkesin elindeki
olanaklarla çözüme katkı
sağlaması gerekiyor. Tıpkı
Şeyhmus Özden gibi!
Teknoloji Günlüğü
sayfalarımızda yer verdiğimiz
biyomikri alanında her yeni
gün yeni bir gelişmeye sahne
olabiliyor. Tam da bu yargımızı
doğrular nitelikte yeni bir
tasarım oluştu bu alanda.
Haberimizin üzerinden henüz
üç ay geçmeden, biyomimikri
alanında bir tasarım daha
yapıldı.
Üstelik bu önemli adımda
bir Türk bilim adamı olan
Şeyhmus Özden’in imzası var.
ABD’nin Texas eyaletindeki
Rice Üniversitesi’nde
Malzeme ve Nano
Mühendisliği Bölümü’nde
doktora yapan Şehmus
Özden ve ekibi, su sorununun
çözümü için nano teknolojiyi
kullanarak önemli bir buluş
gerçekleştirdi. Onun
Afrika’daki Namib Çölü’nde
yaşayan Stenocara adlı böceği
örnek alarak geliştirdiği
teknolojik buluş, çöllerde ve
kurak alanlarda içme suyu
sorununa potansiyel çözüm
olarak görülüyor.
“ÇÖL BÖCEĞİ HAVADAKİ
NEMDEN SU TOPLUYOR”
Günümüzde içme suyu üretimi için
çeşitli teknolojilerin kullanıldığını
ancak bunların da enerjiye gereksinim
duyduğunu anlatan Özden, şu
bilgileri verdi: “Doğayı incelediğimiz
zaman içme suyu ihtiyacını hiçbir
enerjiye ihtiyaç duymadan karşılayan
varlıklarla karşılaşabiliyoruz. Örneğin
Afrika’da Namib Çölü’nde yaşayan
Stenocara isimli böcek, havadaki
su taneciklerini sırt kısmındaki ve
kanatlarındaki mükemmel dizayn
sayesinde toplayarak su ihtiyacını
karşılayabiliyor. Böceğin sırt ve kanat
yüzeyleri, suyu seven (hydrofilik) mikro
tepeciklerden oluşuyor. Bu, suyu seven
mikro tepeciklerin etrafı ise suyu iten
(hydrofobik) yapılardan oluşuyor.
Böceğin başı aşağıya doğru, sırt ve
kanat kısmı yukarıya gelecek bir şekilde
45 derecelik bir açıyla rüzgâra karşı
duruyor. Havadaki nemde bulunan
küçük su moleküllerini suyu seven
tepeciklerde topluyor. Su damlası
yeterli bir büyüklüğe ulaştığında, suyu
seven tepeciklerden, suyu sevmeyen
bölgeye ve buradan böceğin ağız
kısmına yuvarlanıyor ve böylece böcek
su ihtiyacını karşılamış oluyor.
NANOTÜPLERLE DENEY
Çalışmalarımızda bu böceği örnek
aldık. Saç telinin milyonda biri
küçüklüğündeki karbon nanotüp
denilen yapıları kullanarak
Stenocara böceğinin su toplama
mekanizmasına benzer bir
mekanizma geliştirdik. Binlerce
nanotüpten oluşan nanotüp
demetinin bir ucuna suyu
seven madde (hydrofilik) diğer
ucuna ise suyu iten (hydrofobik)
madde bağladık. Nanotüp
demetinin suyu seven kısmı üst,
suyu sevmeyen kısmı alt tarafa
gelecek şekilde dış ortama
bıraktık ve toplanan su miktarını
ölçtük. Maddenin en önemli
özelliklerinden iki tanesi, dışarıdan
herhangi bir enerjiye ihtiyaç
duyulmaması ve toplanan suyu
kendi içerisinde depolamasıdır.
İhtiyaç duyulduğunda nanotüp
demeti bir sünger gibi sıkılarak
içindeki su kullanılabilir. Nanotüp
demeti, içerisindeki su alındıktan
sonra tekrar tekrar defalarca
kullanılabilir. Bu buluş, şu an
çöllerde ve kurak alanlarda içme
suyu sorununa potansiyel çözüm
olarak görülüyor.”
AĞUSTOS 2014
[47]
[bilimteknoloji]
BIYOMIMIKRI;
DOĞAYI
TAKLIT…
İnsanoğlu, kendi refahı için, sayıları her
geçen gün artan yeni buluşlara imza atıyor.
Tartışılmaz bir şekilde yeni buluşlar insanı,
karada, denizde ve havada daha da etkin
hale getiriyor. Gelin görün ki insanın etki
alanının giderek genişlemesi öteki canlıların
yaşam alanını da ister istemez daraltıyor,
ekosistemi bozuyor ve doğanın hızla tahrip
edilmesine neden oluyor. Dünyanın karbonoksijen dengesini ayarlayan ormanlar yok
oluyor, akarsular ve denizler kirleniyor,
buzullar eriyor, atmosfer deliniyor. İklim
değişiyor, ısı yükseliyor, çöller büyüyor. Ne
yazık ki, doğa artık kendisine yapılan tahribatı
onaramıyor. Üretimi artırsın diye kullandığımız
tarım ilaçları, kent ve sanayi atıkları temiz su
kaynaklarımızı kirletiyor, öteki canlıları yok
ediyor. Bugün bütün şirketler, sürdürülebilir,
yeni ve asil teknolojiler peşinde. Doğaya zarar
vermeyen ürünlerle toplum karşısına çıkmaya
hazırlanıyorlar. Doğa şirketlere, asil, temiz ve
yeni teknolojileri oluşturma fırsatı verecek
kapasitede ve şirketler, doğadan esinlendikleri
düşüncelerle muhteşem buluşlara imza
atabiliyor. Biyomimikri (biyobenzetim ya
da biyomimetik de deniliyor) doğadaki
modelleri inceleyip, doğanın tasarımlarını
taklit ederek problemlere çözüm getiren
bilim dalı. Biyomimikri, bize başka şekilde elde
edemeyeceğimiz fikirler ve araçlar sağlıyor
ve sorunlara doğadan devşirdiği yöntemlerle
çözüm yolları arıyor. Doğadan taklit edilerek
esinlenen fikirlerle girişimciler, önemli
yenilikleri hayata geçirebiliyor.
[48]
AĞUSTOS 2014
Sürdürülebilir bir teknoloji geliştiremeyen, dünyayı
tükettiğini fark eden insanoğlu, nilüfer yapraklarından kir
tutmayan boyalara, yalıçapkını kuşundan hızlı trene, karınca
yuvalarından binaların havalandırma sistemlerine kadar pek
çok unsurla doğayı taklit ediyor. İşte bu düşünceden hayata
geçmiş çarpıcı örneklerden birkaçı...
SPEEDO’DA KÖPEKBALIĞI TAKLİDİ
Ünlü yüzücü Gary Hall, olimpiyatlarda 10 kez madalya kazanmış bir isim. Tabii ki, bu genç yaşta
başarılı olmasını çok antrenman yapmaya borçlu. Ona başarıyı getiren faktörlerin arasında
Speedo mayosu da var. Peki, speedo mayosunun sırrı ne? Köpekbalığı derisindeki dişçikler, ünlü
mayo firması Speedo’nun sürtünmeyi azaltıp hızı artıran ‘fastskin/hızlı deri’ mayosunun esin
kaynağı oldu. İşin sırrı, köpekbalığı derisindeki, dermal diççikler denilen diş benzeri pullarda. Su
‘mikro-oluklar arasından türbülans oluşturmadan’ geçerek sürtünmeyi azaltıyor. Bu arada, deri
üzerindeki pullar yosunların yapışmasını engelliyor.
EASTGATE, TERMİT YUVASI GİBİ
HAVALANDIRILIYOR
YALI ÇAPKINI GAGASI HIZLI TRENDE
Japon JRWest, hızlı trenler üreten bir şirket. Hızlı trenlerin çalıştığı hat üzerinde birçok tünel
bulunur. Hızlı trenler, hava basıncı nedeniyle, tünellerden çıkarken çok fazla gürültüye yol açar.
Bu durum, mühendisler için çözülmesi gereken önemli bir problemdi. Shinkansen serisi trenleri
tasarlayan Eiji Nakatsa, aynı zamanda bir kuş gözlemcisiydi. Bu sorun için kuşların nasıl bir
çözüm ürettiğini inceledi ve yalıçapkını isimli küçük ama gayet hızlı ve etkili bir avcı olan kuş
türünün suya girişte basınca gayet dayanıklı olduğunu, suya girerken hiç su sıçratmadığını
fark etti. Yalıçapkını da suya dalarken, tıpkı trenin tünele girdiği zaman hava direnci nedeniyle
ani değişiklikler yaşamasına benzer değişiklikler yaşıyordu. Çünkü yalıçapkını avlanmak için,
direnci az olan havadan direnci çok olan suya dalıyordu. Trenin burnu, ön kısımdaki farlar da
dâhil olmak üzere tıpatıp yalıçapkını kuşunun gagasını taklit edecek şekilde tasarlandıktan
sonra tünellerden çıkarken neden olduğu ses patlamasının önüne geçilebildi. Yeni 500 serisi
Shinkansen trenleri yüzde 10 daha hızlı gitmeye başladı. Hava basıncını yüzde 30 oranında
indirmeyi ve elektrik kullanımını yüzde 15 azaltmayı da başardı.
AYAĞIYLA
SU İÇEN
KERTENKELE
İNCELEMEDE
Bugün günlük hayatta kullandığımız birleştirme tekniklerinden biri olan ‘cırt’ teknolojisi
de aslında doğadaki bir bitki tohumundan ilham alınarak ticari yaşama dâhil edildi.
Biyobenzetimin belki de en iyi örneği ‘cırtbant’tır. İsviçreli bilim insanı George de Mestral
1948’de köpeğinin tüylerine yapışmış bir pıtrağı çıkarıp mikroskop altında inceledi. Bozulan
bir fermuarın ona yaşattığı hayal kırıklığını anımsayarak, kanca ve delikler kullanarak yeni bir
fermuar yapıp yapamayacağını merak etti. Pıtraktaki kancaların yapışkanlığından etkilenerek,
bu tasarımdan hareketle iki parçalı bir kopça ortaya çıkardı. Parçalardan birinin dikenli tohum
kılıfındakine benzer sert kancaları var; diğerinde bulunan yumuşak ilmekler kancaların
tutunmasını sağlıyor. 1951’de fikirleri için patent başvurusunda bulundu ve buluşun adını
Fransızca’da ‘kancalı kadife’ anlamına gelen ‘velours croché’ sözcüklerinden türetti.
Avustralya’da yaşayan dikenli
kertenkelenin başı, gövdesi,
kuyruğu ve bacakları dikene
benzeyen sivri uzantılarla kaplı.
Bu haliyle düşmanlarına bir
diken yığını gibi görünüyor.
Peki konumuz açısından önemi
nedir? Avustralya’nın kurak çöl
ortamında yaşayan kertenkelenin
çok ilginç bir özelliği var. Dikenli
kertenkele, arka bacağını suyun
içine batırıyor, beklemeye başlıyor.
Kaptaki su yaklaşık 30 saniye
sonra kertenkelelerin bacakları
boyunca ilerliyor, sırtı su içinde
kalıyor ve birkaç saniye sonrada
su kertenkelenin ağzına ulaşıyor.
Kertenkele ağzını şapırdatıyor.
Bilim çevrelerinde, dikenli
kertenkeleden esinlenilerek,
insanlara çölde hayat kurtarıcı
olan suyu sağlayacak bir cihaz
yapılabileceği konuşuluyor. Dikenli
kertenkelenin hem ayağıyla su
içme yeteneği hem de soğuk çöl
gecelerinde derisinde oluşan çiğ
tanelerini toplayabilme özelliği,
kuraklığa çare olabilir.
AĞUSTOS 2014
[49]
[serbestkürsü]
Çalışmalarını bizimle paylaşmak isteyen arkadaşlarımız için
iletişim adresimiz: [email protected]
GÜLMEK NEYIME?
Acılar yoldaşım, dertler hazımdır!
Neşeyi arayıp bulmak neyime?
Ağıtlar sevgilim, dostum sazımdır!
Ağlarken doğmuşum, gülmek neyime?
Sıranı bekle der amca ve dayım,
İkramın içinde yok imiş payım(!)
Mirastan istedim, bitmemiş sayım,
Vermeye gelmişim, almak neyime?
Namus ne derseniz, sözüm bilirim,
Tükenmez hazine özüm bilirim,
Yaştan söz edince gözüm bilirim,
Akmaya alışmış silmek neyime?
SOLDAN SAĞA:
1) Asya Kıtasının en yüksek sıradağlarının adı 2) İyiden iyiye-Bir
işaret sıfatı 3) Mitolojik bir çalgı-Kenevir 4) Uyarı-Din ile devlet işlerini birbirine karıştırmayan 5) Söz,laf-Tekil ikinci şahısAlüminyumun simgesi 6) Japonya’da bir şehir-Hz. Muhammed
(s.a.v) inen ilk vahiy, oku 7) Uçan memeli bir hayvan 8) Mühendis
cetveli-Hastaların yatırılarak sağaltıldıkları sağlık kurumu, sayrılarevi 9) Kütahya’nın bir ilçesi-Bir mikroskop camı 10) Kutsal
Hint destanı
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1) Dik iniş ve çıkış yapabildiği için dar yerlerde de kullanılabilen tepeden pervaneli uçan taşıt 2) Piyasada etki yada tepkiBağırsaklar 3) Eskiden albaya verilen ad-İlaç,çare 4) BeyazAdıyaman’ın bir ilçesi 5) Denizcilikte farklı iki su düzeyinin birinden öbürüne aşırmak için yapılmış ara havuz -Bir sinir hastalığı 6)
Gemilerde kullanılan bir çeşit demir halka-Katiyyen 7) Başkenti
Atina olan Avrupa ülkesi 8) Bir geçmiş zaman eki-Afrika’ da yaşayan büyük bir antilop türü 9) Av-Bir soru sözü 10) Yabancı paraların ulusal para cinsinden değeri-İstanbul’da bir semt
Hazırlayan: MİTHAT BAYRAKOĞLU - Veri Hazırlama Kontrol Memuru /
Ardeşen Çay Fabrikası
Etrafım geniştir, hepsi can cana,
Hiç mahrum kalmadım akıldan yana,
Çalışmak ibadet dediler bana,
Felekten bir gece çalmak neyime?
Silahın var ise adın mert olur(!)
Adalet ararsan cevap sert olur,
Ne düşün ne de sor, başa dert olur(!)
Hikmeti var elbet, bilmek neyime?
Peteğim olmadı, baldan anlamam,
Nasihat boş ise durup dinlemem,
İçimde bin sızı, nasıl inlemem?
Sancılar bitmedi, ölmek neyime?
Mustafa Hoşoğlu
DEREPAZARI ÇAY FABRIKASI

Benzer belgeler

Çaylık Temmuz 2015

Çaylık Temmuz 2015 Cansu Cangöz, İkbal Erdoğan Karçe YAYINLAYAN

Detaylı