Sayı: 136-137•Haziran-Temmuz 2011

Transkript

Sayı: 136-137•Haziran-Temmuz 2011
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
1•
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
•2
Bilim ve Aklın Aydınlığında
EĞİTİM
Aylık Eğitim Dergisi•ISSN-1302-5600
Yıl: 12•Sayı: 136-137•Haziran-Temmuz 2011
Sahibi
NİMET ÇUBUKÇU (Mil­lî Eği­tim Ba­ka­nı)
•
Ge­nel Ya­yın Yö­net­me­ni
AZİZ ZE­REN (Ya­yım­lar Da­ire­si Baş­ka­nı)
•
Ya­zı İş­le­ri Mü­dü­rü
ARİF BÜK ([email protected])
•
Ya­yın Ku­ru­lu
DİNÇER EŞİT­GİN
ÇAĞRI GÜ­REL
ŞABAN ÖZÜ­DOĞ­RU AYSUN İL­DE­NİZ
HAKKI US­LU
Dr. MACİT BA­LIK
•
Ta­sa­rım
HAKKI US­LU (hus­[email protected])
•
İle­ti­şim ve Ko­or­di­nas­yon
DİNÇER EŞİT­GİN (de­sit­[email protected])
•
Yö­ne­tim Mer­ke­zi
Ya­yım­lar Da­ire­si Baş­kan­lığı Tek­ni­ko­kul­lar/AN­KA­RA
http://ya­yim.meb.gov.tr e-pos­ta: baa­[email protected]
Tel: (0 312) 212 81 45 / 4188 Fax: (0 312) 212 81 48
•
Bas­kı
Dev­let Ki­tap­la­rı Döner Sermaye İşletmesi Mü­dür­lü­ğü
•
Abo­ne - Da­ğıtım
HALİL İBRAHİM KINACI
Tel: (0312) 866 22 01 / 246 Fax: (0 312) 866 22 72
Gön­de­ri­len eser ve ça­lış­ma­lar ya­yım­lan­sın ve­ya ya­yım­lan­
ma­sın, ia­de edil­mez. Ya­zı­la­rın içe­riğin­den ya­zar­la­rı so­rum­
lu­dur. Ya­yın Ku­ru­lu ya­zı­lar üze­rin­de de­ğişik­lik ya­pa­bi­lir.
“Bi­lim ve Ak­lın Ay­dın­lığın­da Eği­tim” adı anıl­ma­dan alın­tı
ya­pı­la­maz. Mil­lî Eği­tim Ba­kan­lığı Ya­yım­lar Da­ire­si Baş­kan­
lığı­nın 22.12.2005 ta­rih ve 6088 sa­yı­lı olu­ru ile ba­sıl­mıştır.
Der­gi­mi­zin yıl­lık abo­ne be­de­li 20 TL (öğ­ret­men ve öğ­ren­ci­ler
için 15 TL)’dir. Abo­ne be­de­li­nin Zi­ra­at Ban­ka­sı El­ma­dağ-An­
ka­ra Şu­be­sin­de­ki Dev­let Ki­tap­la­rı Dö­ner Ser­ma­ye­ İşletmesi
Mü­dür­lü­ğü­nün 2016676-5016 nu­ma­ra­lı he­sa­bı­na ya­tı­rı­la­rak
mak­bu­zun ve açık ad­re­sin “Devlet Kitapları Döner Sermaye
İşletmesi Müdürlüğü Hasanoğlan-AN­KA­RA” ad­re­si­ne gön­de­
ril­me­si ge­rek­mek­te­dir.
Mil­lî Eği­tim Ba­kan­lığı Ya­yın­la­rı: 5645
Sü­re­li Ya­yın­lar Di­zi­si: 280
İÇİNDEKİLER
ÇİZGİ•HAKKI USLU ............................................................................... 2
ÇIKMAZ SOKAK•DİNÇER EŞİTGİN ........................................................... 3
BENİ YAKIYOR•ERDAL NOYAN . .............................................................. 4
SON MAYIS•YUNUS KARA . .................................................................... 5
SAKLI SÖZLÜK’ten•HÜSEYİN ALEMDAR .................................................. 7
SABAHI BEKLEMEK•NERİMAN TULGAR .................................................. 10
İNSAN AŞKTAN, ACIDAN: ATEŞTEN•VEFA TAŞDELEN . .............................. 15
ATEŞ ÜSTÜNE TEZLER•AHMET DOĞRU ................................................... 19
GÜNEŞ ENERJİSİ•ŞENOL TUNÇ . ........................................................... 22
ELEKTRİK ENERJİSİ İHTİYACIMIZ VE YENİLENEBİLİR
ENERJİ KAYNAKLARIMIZ•DURSUN YILDIZ ............................................ 33
VOLKANLAR•DOĞAN YAŞAR ................................................................ 40
KÜLTÜR TARİHİNDE ATEŞ SEMBOLÜ
S.A. TOKAREV (ÇEV. MUVAFFAK DURANLI) . ............................................ 44
ATEŞLE GELEN DEĞİŞİM•ERK İNGER . ................................................... 50
ATEŞE MECAZ DÜŞTÜM İRADE İPİNDEN ASILDI•RUHİ İNAN ................... 53
ATEŞ-ŞEYTAN METAFORU•MEHMET AKNAR ........................................... 55
ATEŞTEN YAŞAM•YEŞİM KON ............................................................... 58
DEĞİRMEN•METİN TANDOĞAN ............................................................ 60
UMUDUMUN SESİ•HALİME GÜNDÜZ .................................................... 62
SEN DEĞİL MİSİN?•A. MESUT BAYRAM . ............................................... 64
ŞİİRİN AŞKI•ÜNVER PAZARLI ............................................................... 66
ELMA ŞEKERİ•BETÜL DİNÇER ................................................................ 67
ALTERNATİF ULUSLARARASI ÖĞRENCİ DEĞERLENDİRME GÖSTERGESİ
(BİLİM OLİMPİYATLARI)•ABDÜLKADİR YILMAZ ..................................... 69
GÜNDEM ................................................................................................76
ÇİZGİ • Hakkı Uslu
ÇIKMAZ SOKAK
DİNÇER EŞİTGİN
son perdesidir günün
bir çıkar-sokakta duraklarım
bitiririm yollarımı
oturur ağlarım
sevgili tüter gözyaşlarımda
yağmur öykünür de bana
bulutlarını döküverir sokağa
oysa bilmez ki ben şimdi bir âteşim
oturur yanarım
sevgili kül olur yangınlarımda
3•
BENİ YAKIYOR
ERDAL NOYAN
Siyah bulutlar yürüyor üzerime
Dağlar devriliyor
Beni yakıyor alnında ateş
Beni yakıyor
Ağrılarına diyet diye sun beni
Duvar eyle gönlümü sızılarına
Ne olur inleme küçüğüm
İnleme ne olur
Çareyi verir derdi veren
Aydınlığında bu inancın
Çiçeklenir sabır sabahlar gece
Biraz daha sabır
•4
SON MAYIS
YUNUS KARA
Seçiliş hikmetimi düşündüm gündüz gece,
Tek sebep bulamadım seni fetihten yüce.
Yedi devri ram edip yedi tepeli şehre,
Gönlümü sende sundum yedi başlı ejdere.
Bir mübarek el ile saplayıp hançerini,
Bizans’ta inşa ettim Türklüğün başşehrini.
On beş asırlık haçı kırarak gerdanında,
Çelikten yıldız yaptım o hilâlin yanında.
Yine mayıs, yine ben, kapındayım İstanbul.
Asla bir veda değil merhabayım İstanbul.
Akşemsettin, seccade; Eyüp’te her yer dua,
Hangi set engel olur bize verilen ruha.
Kılıcımla nur koydum bahtındaki karaya,
Üzengimi öptürdüm bin defa Avrupa’ya.
Sıyrıldın karanlıktan Mehmet’imin eliyle,
Suruna güller dizdim bir Gül’ün dileğiyle.
Hisarına nakşolan o Resul’ün adını,
Kızılelma denilen neslimin muradını;
Tohum diye bağrına eken ecdat benimdir,
Minareler ruhumsa kubbeler bedenimdir.
5•
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
İstanbul’da kanundur; sevenler kavuşacak,
Ayrı kalan sadece iki hisardır ancak.
Onlarınki nazdandır, yoksa çekilir deniz,
O zaman kalmaz işte ayrılıktan hiçbir iz.
Emirgân sırtlarında erguvan pembelenir,
Adaların toprağı Beyoğlu’nda elenir.
Ondadır asırlara gizlenen tüm sevdalar,
Mecnûnlar bilmez ama gözlerinde Leylâ var.
Çamlıca’dır saklayan yitirilen çareyi,
Üsküdar’dan sormalı o özü, usareyi.
Galata’yı daldırıp tahayyül denizine,
Bin Yusuf’u resmettim İstanbul’un yüzüne.
Altın bir tarak ile tarayıp saçlarını,
Gözyaşımla doldursam hüznün avuçlarını.
Sinan’ın nazarıyla işleyip her taşını,
Sinemde teskin etsem o sevdalı başını.
Kızkulesi’nden alsam müebbet nöbetini,
Kerem’e ben anlatsam Aslı’nın niyetini.
Gök kubbeni meshetsem Fatih’in ruhu ile,
Surlarını eritsem hücum borusu ile.
Nal sesleriyle sarıp bağrındaki yarayı,
Papaya zindan etsem bir daha Avrupa’yı;
Neslime açar mısın kollarını yeniden,
Ulubatlı döner mi çıktığı seferinden.
Yine mayıs, yine ben, kapındayım İstanbul.
Asla bir veda değil merhabayım İstanbul.
•6
SAKLI SÖZLÜK’ten
HÜSEYİN ALEMDAR
b
Beni kimse bilmez aslında diyor
şair yalanı söylediği-Kafası imge parkı anneliğe hazırlık yapıyor!
Çocukluğum çocukluğu
uzakta kalan bahçeler...
c
Kim demiş anne ve çocuk küçük şeydir
bir anne bir baba bir çocuk belki de en büyük şeydir!
Çocuğu şeyler anlatır, anne-babayı cümleşeyler...
d
Dünya kokusu bu...
Gündüz kokusu
geniz kokusu-Senden doğduğum doğruysa anne
ben bir kuyu suyuyum öyleyse!
Kendime hoş geldim!..
7•
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
f
Bazı geceler ninnilerle uyuturken beni annem
karıştırıp Gülten diyor, Sennur diyor, Lâle diyor arada bir
Leylâ diyor, Arife diyor, Gülseli diyor, Nilay diyor-Hay Allah, şair adları mı sayıyor yoksa bu kadın!
Adımın ilk harfini bile unutmuş sanki, bunu babama söylemeli!
Alfabenin saklı harfi olacağım inat değil mi
“Saklı Sözlük”te bile bulamayacaklar adımı!
h
Hayret! Bir çocuk saatiyim artık
hep on ikiyi gösteren-Ne ân, ne an/ne hiçbiri gelmeyecek!
l
Annem hiçbir yere gitmese artık
o gidince lâl her şey-bütün â’lar
bir bir bırakıyor sanki şapkalarını!
Babam karıştırıyor şapkasını...
o
Büyüdü odamıza sızan ışık
büyüdü pervaz büyüdü perdeler
büyüdü annemin sırtıma oyduğu dokunuş
büyüdü babamın alnıma çizdiği gökyüzü
büyüdüm ben de!
Büyümek boşlukları doldurmak demek
içi misketlerle sıkıştırılmış O gibi!
p
Babam öğrettiydi: Merdivenler yürümeyi anlatır!
Ellerimden tutmayın yürürüm ben-annem bana yerçekimi
•8
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
babam bana gökdüşümü
Pes yani!
r
Bu benim ilk anneler günüm
çoğa varmaz gelir doğum günüm-Nasılsa bir gün
gelir benim de aklıma
zamana uzak baba
anne olduğum!
s
Bilirim
her sabah yastığıma bıraktığı kokusundan
perdeler çekilse camlar açılsa
kuş olup göğe yayılır kokusu-Bilinir, dünya çocuklarına annedir annem!
Bilinir, günü güne kavuşturan barıştır babam!
ü
Benim evim bir cennet
ben bu evin en küçük hûrisiyim-Çiçekli bir masa
her köşesi bir dua
bizler bir araya gelince
cennet burda!
v
Sahi, hep bir melek olmak istiyorum ben
sırtım kat kat rengârenk süslü kanat
ya yaramaz çocuklardan biri çıkar da
kırarsa kanatlarımı bir bir
Allah korusun, uçamam!
(Çamlıca, Haziran 2009)
9•
SABAHI BEKLEMEK
NERİMAN TULGAR
- Yedi yaşındaki bir çocuk ne anlar ölümden?
- Büyüklerin anladığını…
Geceden beri gelmeye başlayan eş dost köyde farklı evlerde toplanarak diğer akrabaların, en azından sabaha kadar, geldiklerini duymamalarını sağlamaya çalışıyorlardı. “Sabah ola hayrola! Gün doğmadan neler
doğar?” Neler doğmaz ki ama gidenleri bugüne kadar
hiçbir doğan gün geri getirememiştir. Bunu en iyi ben bilirdim. Ama yine de doğacak olan günü beklemeliydim.
Susmalıydım. Doğduğum köyün başıma yıkılan dağlarının altında ezildiğimi anlatmamalıydım ve anlatacak birini
de aramamalıydım. Çünkü sabahı beklemeliydim. Neden
sabah peki? Neden şimdi değil? Neden doğduğum bu
köye gecenin bu saatinde kan çanağına dönmüş gözlerim ve yıkılmış dünyamla geldiğim hâlde sabaha kadar
Neriman Tulgar, Sabahı Beklemek, Bilim ve Aklın
Aydınlığında Eğitim, S. 136-137, Haziran-Temmuz
2011, ss.10-13.
• 10
beklemeliydim? Sabah mı ağlayacaktım? Hangi duygu
ertelenebilir ki? Ben de ertelemedim zaten; yol boyunca
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
ağladım. Doğan, eşim, bana en büyük destekti.
Babam bir hafta önce gitmişti Ankara’ya. Her
O da sabahı bekle diyebilirdi. Ama öyle demedi.
yıl yaptığı çoluk çocuk ziyaretini bu yıl da yineledi.
Duyar duymaz en yakın arkadaşından arabasını
Ankara’da ağabeylerim, ablam ve uzak yakın pek
istedi. Bu saatte çocukları toplayıp buralara gel-
çok akraba var. Bundan da öte babam çok sever
dik. Geldik gelmesine ama ne oldu sanki? Yol bo-
Ankara’yı. Annem uzun yoldan nefret ederdi. “Bu
yunca ağladım ama tükenmedi acılarım. Tüken-
sene de gitmesek” demişti ama babam “olmaz”
mek bir yana, olduğu yerden çıkamıyordu bile.
dedi “gidelim.” Tam bir hafta önce gittiler. Yarın
Yüreğime sıkışmış hem onu acıtıyor hem de orada
da dönüyorlar. Annem ve babam yan yana oturur
çoğalıyordu. Çocuklarım korkmuştu belki de bu
otobüste. Ancak dönüşlerinde biletleri farklı ol-
halimden. Zira hiç ağladığımı görmemişlerdi. On-
muş. Yan yana değiller. Annem üst katta babam
lar da ağlıyordu. Görmesem de minicik kalplerinin
alt katta hani şu valizlerin, çuvalların ve varsa ce-
hıçkırıkla atışından hissediyordum bunu. Meryem
nazelerin konulduğu bagajda yani. Evet cenazele-
ve Salih çok küçüklerdi; Meryem beş, Salih bir ya-
rin… Babam, alt katta, geliyormuş.
şındaydı henüz. Salih, yol boyunca Leyla’nın kucağında uyudu. Meryem benim ağlamamdan fena
ürkmüş olacak ki sesim çoğaldıkça o da sesini
artırıyordu. Çareyi onu kucağıma alıp uyutmakta
buldum. Meryem de uyumalıydı. Ama ya Leyla? O
küçücük kucağında, o kucaktan daha küçük olan
Salih’i nasıl taşıyor; zaman zaman nasıl da ona
sarılıp kokluyordu gözlerindeki yaş ile. Hissediyordum. Aslında ön koltuğa geçip bana sarılmak
istiyordu ama gelemiyordu. Salih’i bırakamıyordu.
Çocuklar uyudu, Leyla hariç. Bizimle birlikte
oturdu sabaha kadar. Elimi bırakmadı. Bir çocuk
ne anlar ölümden! Belki büyüklerin anladığını belki daha fazlasını…
Gece köye gelmiş olmamıza rağmen gidemedik eve. Evdekiler henüz duymamış koca dağları
başımıza yıkan haberi. Uyuyorlar. “Aman kimse
uyanmasın eve gitmeyin burada sabahlayın gece
gece korkarlar.” “Tamam” dedik.
Onu bırakırsa benim ona kızacağımı düşünüyor-
Sabah ilk işim ablamın kapısını çalmak oldu.
du belki de. Köye vardığımızda aracı hiç de alışık
Elimde Leyla. Ablam şaşırdı. Hoş geldin diyemedi.
olmadığımız bir kapının önünde durdurduk. Meh-
Bizde sabah erkenden köye araç gelmez, biri er-
met dayımların eviydi burası. Önce Doğan indi.
ken geldi ise şer vardır ve yine gece telefon da çal-
Kucağımdan Meryem’i aldı. Mehmet dayım kapı-
maz; biri aradı ise şer vardır. Kapının eşiğine çöktü
da bekliyordu. Meryem’i Doğan’dan alıp eve çı-
ablam. “Bir rüya gördüm” dedi. “Celal ağabeyim
karırken diğer yandan ürkmesinden korktuğumuz
bir ev yapmış, direkler dikmiş eve, babam da ya-
gecenin karanlığında bize kendisini takip etme-
nında. Ona gösteriyor. Ama direklerden en uzun
mizi söylüyordu. Evet, korkuyorduk âdeta. Gece
olanı çöktü. Ev sallanıyordu uyandım.” Hoş gelme-
sesimizi alıp götürebilir ve uyandırmaktan kork-
diğimi gayet iyi anlatan bu rüya, ikimizin de kapının
tuklarımız uyanabilirdi. Uyansınlar, sanki ne ola-
eşiğine çökmemize yetti de arttı bile. Ne o sordu
cak? Hiç mi bulunamazdı bir daha uyku. Her gece
neden geldiğimi ne de ben söyledim. Celal ağabe-
pervasızca kollarına teslim olduğumuz o en mah-
yim Ankara’da yaşıyor. Babam onun evine gitmişti.
remimiz bir daha gelemez miydi? O gelirdi ama
Onun kucağında son nefesini vermiş. Koca direk
gelmeyen başkası idi. Doğan sessizce Leyla’nın
devrildi, ev sallanıyor.
kucağından Salih’i aldı. Ben de ağlamaktan bitap
düşmüş Leyla’nın minicik ellerini kavradım.
Doğan, ben, Leyla ve Fatma ablam baba evine doğru yürüyorduk. Eve vardığımızda zaten gün
11 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
doğmuş, olanlar olmuştu. Herkes ağlıyordu. Biz
miyorum. Ama biz içeriye onu son defa görmek
de oturduk. O sabahları dar eden matemi burada
için girdiğimizde, kapı aralığından aynı küçük bir
da tuttum. Herkes buradaydı.
el tutmuş, kapının aralığını genişletiyordu. Leyla
Sabah şehre, Ankara’dan gelen otobüsü karşılamaya giden akrabalarımız yine babamla annemi
farklı yerlerde getirdiler köye. Bu sefer babam üstte annem alttaydı. Minibüsün üstündeydi bagajı.
içeriye bakıyordu. Yerde yatan babama... Temiz
ve beyaz bir bez örtmüşler üzerine. Uzun boyluydu babam. Sanki o an odanın bir duvarından diğer duvarına uzuyordu boyu baktıkça.
Önce annem girdi eve. Görmeyeli ne kadar da
Kendime geldiğimde boş bir odada yatıyor
yaşlanmış. Sarıldım ona Leyla’nın dün gece yolda
olduğumu fark ettim. Beni buraya kimin getirdi-
bana duyduğu özlemin aynısı ile. Konuşamadık.
ğini bilmiyordum. Gerek de yoktu zaten. Yattığım
Ne konuşulur ki o anda. İkimiz de sustuk. Herkes
yerden doğruldum. Dün geceden beri olanları dü-
ağlıyordu. Haykıranlar vardı, biz sessizce ağlıyor-
şünüyordum. Babamı ve ölümü. Ölüm, bu kadar
duk. Kime daha zordu bu ölüm? Size mi, bize mi?
yakınımızdaymış meğer. Yıllardır onlarca yakınımı
O anda şiddetli bir kızgınlık duydum. “O benim
kaybettim ama bu kayıpların hiçbiri kulağıma “bir
babamdı. Siz susun, benim acımı artırmayın. Giz-
gün en sevdiklerini de kaybedebilirsin” diye fısıl-
li ağlayın ama haykırmayın!” demek istedim ama
damadı ya da o fısıldadı da ben mi kulak tıkadım,
diyemedim.
bilemiyorum. Ama işte o acı gerçekle karşılaş-
Babamı getirdiler. Yan odaya koydular. Bundan
önce ona ne yaptılar ve sonra ne yapacaklar bil-
• 12
mıştım. Canından çok sevdiğin bir insanın o anda
yanında olmaması ve bir daha da olamayacağı
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
gerçeği bütün bedenimi sarmıştı. Artık babasız
Babamı yatırdıkları odaya gittim ama babam
devam edecektim hayatıma. Bu ne kadar zordu.
yoktu. Belli ki cenaze kaldırılmıştı. Odanın tam or-
Bayramlarda geldiğimde onun elini öpemeye-
tasına az evvel babamın yattığı yere çöktüm. Artık
cek, bir telefonda dahi sesini duyamayacaktım.
ne hıçkırıklarıma ne de vücudumun sarsıntılarına
Sofraya artık bir tabak daha az konulacak, do-
söz geçirebiliyordum. O esnada minicik elleri ile
laplardan tüm elbiseleri kaldırılacak, ayakkabıları
sessizce kapıyı açtı. Yanıma geldi korkarak. “Gö-
toplanacaktı. Bazı özel eşyaları da çocukları ola-
türdüler” dedi. Ben bakamadım bile ona. Beni
rak hatıra kalması bakımından bizlere verilecekti.
öyle görünce odadan yine geldiği gibi sessizce
Bunların hepsini başka cenazelerde öğrendim.
çıktı gitti.
Şimdi demek bu işleri yapma sırası bize gelmişti.
O an fısıltılar çoğalıyordu kulaklarımda ve bu kez
kapamaya hiç niyetim yoktu. Ölüm bir gün bana
da gelecek. Belki benim çocuklarım da benim gibi
böyle düşüncelere dalacaklar. Hayat işte bu şekilde sürüp gidecekti. Doğanlar, ölenler, doğanlar,
ölenler…
Yedi yaşındaki bir çocuk ne anlar ölümden?
Leyla’nın koridorun bir köşesine sıkıştırdığı küçücük bedeni, odadan çıkmasam duyamayacağım
kadar sessiz hıçkırıklarla sarsılıyordu. Onu o hâlde
görünce anne olduğumu hatırladım. Nasıl ki ben
kaybettiğim babama ağlıyorsam oracıkta küçük
bir yavru da henüz hayatta olduğu hâlde kaybol-
Hızlıca odadan çıktım. O esnada beni kapı ke-
mak üzere olan annesine ağlıyordu. Bunu yapma-
narında minicik elleriyle sildiği gözyaşları içinde
ya hakkım olmadığını henüz anlayabilmiştim. Kızı-
beni izleyen Leyla’yla göz göze geldik. Nasıl da
mı görünce yaşadığımı ve birilerinin de yaşadığını
mahzunlaşmıştı. Korkuyor muydu acaba bana bir
fark ettim. Sessizce yanına sokulma sırası bende
şey olmasından? Bana yaklaşmak belki de sarıl-
idi. Dizlerimin üzerine çöktüm ve elinden tuttum
mak istiyordu ama yapamadı. Ben de bir şey ya-
yavrumun. Ufacık bedeninin kaldıramayacağı bü-
pamadım. Sessizce yanından ayrıldım.
yüklükte bir acının kol gezdiği evden çıktık.
13 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Gül âteş gülbün âteş gülşen âteş cûybâr ateş
Semender-tıynetân-ı aşka bestir lâlezâr âteş
Hemân ey sâkî, bir sâgar tutuştur dest-i dildâra
Gazabla bezme geldi şem’-i meclis-veş yanar âteş
Nesîm âteş çıkardı gonce-i çeşm-i ümidimden
Bıraktı gülşen-i âmâlime berk-i bahar âteş
Hayâl-i hasreti hâlinle âh ettikçe uşşâkın
Şeb-i firkatte her dem ahterân eyler nisâr âteş
Bana dûzahtan ey meh dem urur gülzârlar sensiz
Diraht âteş nihâl âteş gül âteş berg ü bâr âteş
Mürekkebdir vücûdu tâ ezel yek-pâre sûzişten
Meğer uşşâka olmuştur anâsırdan düçâr âteş
Çerâğ-ı bezm-i hecri olduğum yapmış yakıştırmış
Gönül pervânesine vuslat âteş intizâr âteş
Beyân-ı sûziş eyler herkes istidâd-ı fıtrîden
Eder berceste âşık-ı mısra-ı rengîn çenâr ateş
Meğer kilk-i sebük-cevlânın olmuş germ-rev Gâlib
Zemîn âteş zamân âteş bütün nakş ü nigâr ateş
(Şeyh Gâlib)
• 14
İNSAN AŞKTAN, ACIDAN: ATEŞTEN
VEFA TAŞDELEN
100. Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi
D
ört unsur üzerine konuşma, insanın tarihi kadar eskiye gider. İnsan demek, dört unsurun kıvamı demektir. Âdem’in topraktan yaratıldığı, Tanrı’nın ona
kendi ruhundan üflediği yönündeki inanış, yalnız
İslamiyette değil, Yahudilik ve Hıristiyanlıkta da vardır. Dört
unsur bir yandan evreni oluştururken, bir yandan da insanı,
insanın tinsel dünyasını oluşturur. Thales suyu, Anaksimenes havayı, Herakleitos ateşi, Empedokles ise dört unsurun
dördünü de öne çıkarır. Onun açıklamasındaki asıl öne çıkan husus, dört unsuru arke olarak ortaya koyması kadar,
bu dört unsuru kaos ya da kozmos hâline getiren sevgi ve
nefret öğelerinin öne çıkarmasıdır. Dört unsuru varlık ve
yokluk hâline getiren “sevgi” ve “nefret”tir: Sevgi onları çeker ve varlık oluşur, nefret iter ve yokluk meydana gelir.
Dört unsurun kozmosu oluşturabilmesi için ölçünün olması gerekir. Ölçü ahengi doğurur. Denge yitirildiğinde kozmos yitirilir, kaos ortaya çıkar. Dört unsurdan her biri hayat
kaynağıdır; insan varoluşu açısından olmamaları düşünülemez. Hayat ve ölüm, onlar arasındaki dengeden oluşur.
Denge giderse hayat da gider. Volkan patlamaları, sel ve tusunami baskınları, fırtına ve kasırgalar, yeryüzündeki insan
varoluşunu felakete götüren doğal afetlerdir. Oysa köyleri
ve şehirleri yutan büyük su kitleleri; dağlara, ovalara hayat
bağışlayan ırmaklara, nehirlere, pınar ve kaynak sularına
dönüştüğünde, bir yaşam unsuru olarak ortaya çıkarlar.
15 •
DOSYA: ATEŞ
Vefa Taşdelen, İnsan Aşktan, Acıdan: Ateşten, Bilim
ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 136-137, HaziranTemmuz 2011, ss.15-18.
1. İnsandan Evrene Dört Unsur
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Hava ve ateş de öyle. Peki, bu ölçü, bu dengeleyici unsur nereden gelir. Kuşkusuz insan bilinci, insan
iradesi, kendi varlığındaki bu karşıt öğeleri dengeleyecek iradeyi kendisi üretebilir; ancak dört unsurda
kendi kendini dengeleyecek özellikler de vardır: Su
ateşle, ateş suyla, hava toprakla, toprağın ürünleri
ile, toprak da havanın getirdikleri ile bir dengeye ve
verimliliğe kavuşur. İnsan iradesi, insan aklı ve iradesi kendi varlığındaki bu dengenin oluşumunda belirleyici olur. Dört unsur, yaşamı mümkün kılan dört
koşuldur. Onların yokluğunu düşünmek insan varoluşunun yokluğunu düşünmek olacaktır.
Dört unsur sadece evrenin değil, aynı zamanda
insan varlığının da temel unsurlarıdır. Zira onlar, metaforik olarak insan varlığına, insan varlığının temel
özelliklerine işaret ederler; yüz yıllardan beri böyle
anlaşılmışlardır. İnsan, dört unsuru kendi varlığında
görmekle kalmaz, onlara kendi varoluşunu niteleyecek mecazi anlamlar da yükler. Onlardan söz
ederken kendimizden söz ederiz, kendimizden söz
etmek için yollar ararız. İnsan dört unsurun özellikleri ile kendi doğası arasında bir benzerlik kurar. Metaforlarla kendi doğasını niteler. Toprak, bir metafor
unsuru olarak mütevazılığı, faniliği, bolluk ve bereketi; hava ruhun çeşitli hâllerini, insanın hayatla dünya
ile kendisiyle mücadelesini; ateş aşkı, tutkuyu, kahramanlığı, atılganlığı, cesareti ve enerjiyi simgeler.
Ama yavaş yavaş, yana yana kül olmayı ve sönmeyi,
pişmeyi ve olgunlaşmayı da esinler. Mevlâna, insanın cisimsel varlığını oluşturan dört unsurun birbirine
zıt unsurlar olduğuna dikkat çeker ve sağlık denilen
durumu, zıtların “sulhu” olarak niteler.
Bütün bu söylediklerimiz neye işaret ediyor?
Belki şuna: Varlığın anlamı olduğumuza. Doğada
yaşıyoruz, fakat doğal olmayanı üreterek doğayı anlamlandırıyoruz, doğaya kendimizi katıyoruz, dünyayı bir değerler dünyası hâline getiriyoruz. Havayı,
suyu, ateşi ve toprağı ifade ediyoruz. Doğa, dilimizde ifade buluyor. Onu dilimle kuşatıyorum, yasalarını
keşfediyorum, bilgilerine ulaşıyorum, gündelik hayatımı doğa ile iç içe, doğanın bağrında geçiriyorum.
Toprakla kendi varlığım arasında bir koşutluk oluşturuyorum. Onlar olmasa yaşayamam, onlar olmasa kendimi yeryüzüne bağlayamam. Sözcüklerimle,
adlandırmalarımla, değerlendirmelerimle, bir varoluş
• 16
katıyorum dünyaya. Ölümlü varlığımdan bir kıvılcım
sıçrıyor yeryüzünün karanlığına, anlam yayılıyor gözümün ve elimin değdiği her yere.
2. Varlık Ateşi
Ateş, insanın dünyasına ne zaman girmiş, nasıl
girmiş, insan ateşle nasıl ve ne zaman tanışmıştır?
Bunu bilmek tabii ki mümkün değil. Ancak bir şey
var ki, işte onu bilmek kolay: İnsan ateşle aydınlanmış, ateşle ısınmış, ateşle korunmuş, ateşle güvende olmuştur. Bu şekilde ateş, insan varoluşunda temel bir konum kazanmıştır. Ateşle ilk defa karşılaşan
insanın hâlini hayal etmek mümkün değil. Öncelikle
şaşırmıştır, hayran olmuştur, korkmuştur, onu nereye koyacağını ve nasıl koruyacağını düşünmüştür.
Materyalist yaklaşım biçimleri, yıldırım düşmesi ve
beraberinde oluşan yangınların, insanda inanma
duygusunu oluşturduğunu söylerler. Bu yoruma
göre insan kapıldığı korkudan ötürü ateşe, yıldırıma,
volkana, dağa tapınmaya başlamıştır.
Kutsal kitaplarda “ateş motifi” de önemli bir yer
tutar. Bunlardan bazı örnekler verebiliriz: İblis, kendi
doğasının ateş olduğu gerekçesiyle özü toprak olan
insan karşısında kibirlenmiş, Tanrı’nın insana secde
etmesi yönündeki emrini yerine getirmemiştir. Kuran’daki bu anlatım, insanın yeryüzündeki varoluş
öyküsüne de güçlü bir şekilde atıfta bulunur; zira o
düşüş ve kötülük sorununu açıklayabilecek bir açılıma sahiptir. Bir başka haber, Hz. İbrahim’e ilişkindir. Nemrut, ondan kurtulmak için ateşte yakılarak
öldürülmesini ister. Ateş İbrahim’e “selamet” olur.
Böylece kötülük bir kez daha ateşle birlikte kutsal
bir ifadeye kavuşur. Ateş, bir terbiye ve arınma unsurudur. “Cehennem”, insanın diğer insanlara ve
insanın bizzat kendisine yaptığı kötülüğü açıklayan
bir motiftir. O, bir hatırlatma ve uyarıdır: Kardeşini
sev, yeryüzünde iyiliğin dilini konuş, kendine kötülük etme! İnsanın doğal ve yabanıl dili, cehennemin harı karşısında, madenlerin eriyerek bir biçime
kavuşması gibi dönüşerek iyiliğin dilini konuşmaya
başlar. “Bir arınma kurnası olsa gerek cehennem”
diyen şair, ateşin terbiye edici yönüne işaret eder.
Zerdüştlük inancında da, “ateş”, inancı tanımlayan
öğelerden biridir. O, kötülüğü, karanlığı aydınlatarak
bilincin yolunu aydınlık kılar.
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
nışın, bu canlanışın, tabiattaki bu patlamanın insan
ruhundaki yansıması olarak mitolojik anlatı ve geleneklerde yerini alır.
Yeryüzünde bir hareketin, bir kültürün, bir yaşamın olabilmesi için, havanın, toprağın ve suyun belirli bir dengede olması gerekir. İnsan, hep kendi varlığı
ile uyumlu olan sıcaklığı aramıştır. Toprağın içindeki
tohum, belirli bir sıcaklıkta patlar, topraktan dışarı çıkar, güneşe merhaba der. Çöl ve kutup, sıcaklığın iki
yüzüdür. Çölde kültür oluşmaz. İbn Haldun, şehrin
(medine) insan varoluşuna uygun bölgelerde, su kenarlarında, verimli topraklarda ortaya çıktığına işaret
eder. Çöl hayatı ise “bedevi” hayatıdır. Kültür çöl hayatında değil şehir hayatında ortaya çıkar. Aynı şekilde soğuk ortamlar da kültür ortamı olmak için uygun
mekânlar değildir. Kültür ortamı, hem asli hem de
metaforik anlamda içinde sıcaklık olan bir ortamdır;
insanın insana empati duyduğu, insanın insanı yakmadığı, yok etmediği bir ortamdır. Bu nedenle insanın doğasındaki ateşin dengesi, diğer insanlara karşı
sempati ve empati şeklinde ifade bulurken, denge-
17 •
DOSYA: ATEŞ
Ateş insanın dostudur, yoldaşıdır, ısısıdır, aydınlığıdır, silahıdır, gücüdür. Ateş insanın ve maddenin
içindeki enerjidir; insanı ömür boyu devindiren, ona
haz ve acı veren enerji; insanı kovalayan, hareket
ettiren şeydir. Hareket ve ateş filozofu Herakleitos
her şeyin hareket hâlinde olduğunu, varoluş ırmağının sürekli akış hâlinde bulunduğunu söylerken
başka bir şey daha söyler; o da ateştir. Ona göre
ateş varlığın arkesidir. Hareket de, bir enerji olan
ateşin devindirici gücüyle ortaya çıkar. Her şey akar,
her şey değişir, bu akışı ve devingenliği sürükleyen
temel unsur, ateştir. Ateş temel maddedir, enerjidir.
Varlıktaki bu ağır devinimi temin eden güç, ateştir.
Ama biz onu en iyi şekilde baharın gelişiyle birlikte doğanın uyanışında gözlemleriz. Toprağın uyanışı
toprağa, havaya ve suya düşen cemrelerle, sıcaklıkla mümkündür. Toprağın içine düşen ateş, ağaçların
damarlarına doğru yürür bir müjde gibi, bir düş görür
gibi çiçeklenir dallar. Sıcaklık, yalnız insan kalbine
hayat vermez, toprağa yeşillenme, ağaca çiçeklenme gücünü de verir. Kuşlara baharın dilini hatırlatır,
böceklere uyanışı haber verir. Nevruz ateşi, bu uya-
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
sizlik yok edici bir güç, nefret ve düşmanlık olarak
ifade bulur. Büyük yıkımlara neden olan savaşlar,
çatışmalar, insanın kendine yaptığı bir zulüm olarak,
söz konusu dengesizliğin bir ürünü olarak görülebilir. Zira denge, “sağduyu”, sevgi, şefkat, merhamet
yani insanın gönül iklimidir.
Ateşin başka özelliklerinden de söz edilebilir.
Elementleri saflaştırmada ya da onlar arasında yeni
bileşkeler oluşturmada ateşin eritici, çözücü gücüne
ihtiyaç duyulur. Uygarlığın evrimi biraz da elementler arasındaki farklı karışımlardan yeni bileşimler
oluşturmadan ortaya çıkmıştır. “Demir Çağı”, “Bakır Çağı”, “Tunç Çağı” gibi madeni zaman tasnifleri,
örtük bir şekilde ateşin insan dünyasında geçirdiği
işlevsel evrime de işaret eder. Teknoloji dediğimiz
büyük güç, biraz da metallerin kendi aralarındaki
farklı bileşimlerinden oluşur. İnsan kili, çamuru pişirirken de ateşten yararlanmıştır. Ateş, çanak çömlek
gibi, bardak, testi, küp gibi gereçlerin yanı sıra seramik, mozaik gibi sanat eserlerinin ortaya çıkmasında
da, tuğlanın pişirilip binalara konulmasında da işlev
görmüştür. İnsan, salgın hastalıklarda da, ateşin dezenfekte edici gücünden yararlanmıştır. Dağlayarak
tedavi etmek geleneksel tıbbın şifa verici özelliklerindendir. Çeşitli yaraların dağlanarak tedavisi, bugün bile modern tıbbın uygulamaları arasındadır.
İnsanoğlu hayatını ateşle güzelleştirmiş, ateşle zenginleştirmiş, ateşle geliştirmiştir. Bu nedenle ateş
uygarlığın özündeki temel maddelerden biridir.
Ateş, kültürel bir aygıttır ama ateş, doğada da
bulunan bir maddedir: Ateş küreler, volkanlar, püsküren lavlar; en önemlisi de dünyanın yaşam kaynağı, güneş… Bunlar bizi doğrudan, evrendeki ateş
kaynakları ile karşılaştırır. Ama insan, ateşi kendi yaşamına elverişli olduğu ölçüde üretir; yakmayacak,
kül etmeyecek, kurutmayacak ölçüde. Bununla da
kalmaz, iyi ve kötü günlerini, sevinç ve hüzünlerini,
diğer pek çok şey gibi ateşe de yansıtır, ateşle de
ifade etmenin yollarını arar: Ocağın yanması, bacanın tütmesi yuvadaki canlılığı, hayatiyeti; ocağın
sönmesi, çöküşü, dağılıp gitmeyi ifade eder. Ocakta
ateş varsa hayatı devindirecek güç de vardır, hayata
doğru atılacak cesaret de vardır. Ateşin yanması yaşama güç ve coşkusunun da sürmesidir; heyecanın
ve umudun da sürmesidir. Yüreğine ateş düşmek,
• 18
yine insanın yeryüzündeki acılı varoluş hâllerinden
birine göndermede bulunur.
İnsan kimi zaman ateşten gömlekler giyer üstüne kimi zaman ateş denizinde yüzer. Aşk ateştir, söz
ateştir, acı ateştir, ölüm ateştir, gurbet ateştir, hasret ateştir, yoksulluk ateştir, zenginlik ateştir, çirkinlik ateştir, güzellik ateştir. İlle de güzellik ateştir. Zira
ancak güzel olan yakabilir iyice, acıyı ve sevinci o
çoğaltabilir. Aşk, çok sevgi, çok ateştir. Ateş aşktır,
enerjidir, acıdır, cesarettir, felakettir, yanmak, yanıp
da kül olmaktır. Ama olgunlaşmaktır, pişmektir de,
Yunus’un meşhur deyimi ile hamlıktan kurtulmaktır
da. Acıları, çilelerin süzgecinden geçip arınmaktır,
saflaşmaktır, berraklaşmaktır. İyi insan olmaktır. Sevgiye ve hoşgörüye ermektir. İnsana empati duyma,
onunla hemhâl olma, onu anlayabilme aşamasına
gelmektir. “Yanmayan anlamaz” demek, acı çekmeyen anlamaz demektir. Yanmayan hissetmez demek,
empati gücünün bedelinin zorlu bir tecrübe, yaşanarak elde edilen bir tecrübe olduğuna işaret etmektedir. Buna göre, gerçek ateş insanın yüreğindedir,
gerçek güç insanın içindedir. İnsan, kendi ateşiyle
kendini yakmakta, çevresini yakmaktadır.
“Oda yanmak”ın geleneksel edebiyatımızda,
kibirden, kinden, hasetten temizlenmeye, arınmaya, paklanmaya işaret ettiği durumlar da vardır.
Mevlâna’nın, Yunus’un, Fuzûli’nin de ısrarla üzerinde durdukları gibi, insan yanarak temizlenir, yanarak
olgunlaşır, yanarak iyi insan olur. Kişi kendi içini öyle
temizler ki, tıpkı içi kızgın şişlerle temizlenerek yakıcı sesler çıkaran bir enstrümana dönüşen kamışlar
gibi, hakikatin ifade bulduğu bir araç hâline gelir. Hakikat ancak böyle bir temizlenmenin sonucu olarak
gönül aynasında tecelli eder. Bu bir bakıma Francis
Bacon’ın Novum Organum’da dile getirdiği zihnin
arındırılması, temizlenmesi, bu şekilde hakikate hazır hâle getirilmesi kuramını anımsatır. Bir farkla: Bacon, geleneksel felsefenin, âdetlerin, alışkanlıkların,
inanışların etkisinden uzaklaşarak deneysel bilgiye
yönelirken, gönlün temizlenmesi durumunda kişi
kendi bilgisini yine kendi varlığından elde etmenin
yolunu arar. Yanarak arınmak, kişinin kendi içindeki
“ben” bilgisine ulaşma yolunda kişisel bir yolculuk,
içsel bir deneyim ve hazırlanmadır. Bu süreçle kişi,
gönlünü metafizik esinlere duyarlı hâle getirmiş olur.
ATEŞ ÜSTÜNE TEZLER
AHMET DOĞRU
Osmaniye Anadolu Lisesi Edebiyat Öğretmeni
I.
A
teş korkudur. İnsanın içindeki bütün korkuları geri
planda besleyen bir ateş olgusu vardır. Endişeyle
alevlenir, kuşkularla yayılır ve öfkeyle kudurur bu
korku. O, oddur ve öde yakınlığı iki nokta kadardır.
Ateş korkusuyla ehilleştirilen vahşi hayvanları duyduğumda hiç şaşırmadım. Çünkü insanı ehilleştirenin de aslında aynı korku olduğunu düşünüyordum. Çünkü insanı
terbiye eden, eğiten ve kendisi olmaya zorlayan bir ateş
fenomeninden söz edebiliriz. Dahası insanın ateşle imtihan
edildiğini belirtebiliriz. İnsanın ateşle imtihanı, öyle alelade
bir durum da değil. Bu çok büyük bir imtihan, belki insanın
en önemli imtihanı. Hem cehennemin, hem de cehennemin
teşvikçisi şeytanın ateşten vücuda geldiğini düşünürsek;
ateşle imtihanın ne demek olduğunu biraz daha iyi anlar, cezanın ve cezaya çağıranın ateş olduğunu kavrarız sanırım.
Kötülüğün ateşli yanı, bundan mütevellit olmalı kuşkusuz.
Çocukluğumuzun çizgi filmlerinde ateşlerin içinden yükselen canavarlar, kötülüğün yenik temsilcilerini cezalandırmak
için onları ateşe çeken ateş figürlü yaratıklar; bize kötülükle
ateşin akrabalığını bildiriyordu.
19 •
DOSYA: ATEŞ
Ahmet Doğru, Ateş Üstüne Tezler, Bilim ve Aklın
Aydınlığında Eğitim, S. 136-137, Haziran-Temmuz
2011, ss.19-21.
Ateşi dizginlenmiş vahşi bir yaratık olarak görebiliriz. Yunan mitolojisinin Zeus’u, ateşi insanlardan boşuna esirgemiyordu aslında. Mitolojide kahraman görülen Promete ateşi çalıp getirmekle ne ocaklar yakacağını ne canlara kıya-
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
cağını kestirmemişti kuşkusuz. Mitolojinin gerçekliği
şüpheli, hakikaten şu ki insan ateşi kolayca terbiye
edememiştir. Ateşin kontrolü çok zor olmuştur. Hatta tam olarak kontrol de edilebildiğini söyleyemeyiz
çünkü yangınlar hâlâ büyük bir afet olarak varlıklarını
idame ettiriyorlar. Öyleyse ateş korkusunun içimizde
sürekli kabarması gayet normal olsa gerek. Nihayetinde yaşadığımız yaşlı dünya bir ateş topu, yer yer
çatlayan oyuklarından fışkıran lavlar, cehennem gibi.
Ateşin korkuluğuna sebep, cezanın ateşe yakınlığı olsa gerek. Hatta yakınlığı kaldırıp direk cezanın
ateş olması denmelidir belki de.
II.
Ateş ümittir. Ateşin korku olmasının tam da akabinde böyle bir şey söylemek ne kadar güzel.
Çelişki, hayatın gizli yüzü olmalı. Çünkü “eşya
zıddıyla kaimdir’” kaidesi, varlığın özeti gibidir.
Derslerine önceki yıllarda girdiğim bir öğrencimle
sohbet ediyordum. Bana kendisini etkileyen sözlerimi not ettiğini söyleyip bir nakilde bulundu: “ ‘Eşya
• 20
zıddıyla kaimdir’ düsturuna ilaveten her şeyin zirve
noktası o nesnenin zıddıdır, dediniz, bu söz beni
çok etkiledi. Uzun süre nesnelerin zirvelerine baktım, kaide doğruydu” dedi. Ona, bu kaideye ilave
ettiğim görüşü Ahmet Turan Alkan’dan okuduğumu
belirterek, Ahmet Turan’ın bu görüşü örneklemek
için anlattığı Çin hikâyesini de ilave edip nesnelerin zirvesinde onların zıtlarının bulunduğu fikrini bir
kez daha tekrarlamıştım kendim için. Şimdi bu fikri
tekrar pekiştirmek için söylemiş olalım. Ateş korkunun kaynağı olduğu kadar ümidin de kaynağıdır. Bu
kaynaklık yan yana değil, sözünü ettiğimiz kaidedeki gibi taban tavan şeklindedir. Karanlığı aydınlatan
ateşin ışıklarından mülhem söylüyorum bunu. Gecenin siyah çarşafını çinke çinke ışıklarıyla parçalayan
yıldızların öğütlediği bir şevkle yeniliyorum: Ateş, içimizde çarpan sıcaklığın, nabzımızda yürüyen kanın
ve alnımızda damlacıklarla beliren hararetin adıdır ki
bu, ümitlerin yegâne kaynağı.
Ateş vücudumuzda bulunduğu sürece hayattayız
demektir. Ne zaman ellerimiz ayaklarımız buza keser
ve bakışlarımız donar kalır; hayat sona ermiş demektir. Böylece vücudumuzdaki ateşin niçin ümit olduğu
daha belirgin olur. Tabii bu ateşin oranı önemli; hayat
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
sunduğu gibi, hayatı sonlandırabilir de; “nesnelerin
zirvesi zıddıdır” kaidesince.
Heyecanlarımızın kıvılcımı ümitler, hayat ateşini harlı tutar. O sebepten olsa gerek şair: “İnsan
âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar” demiştir. İçimizin içimize sığmadığı, ümidimizin tavan yaptığı zamanlar gözbebeklerimizin parlaması ümit ateşimizin
en güzel göstergesidir.
III.
Çünkü gözyaşı yanan gözlerin, yanan gönlün temizlendiğinin habercisidir.
IV.
Ateş değişimdir, dönüşümdür. Bu, öne sürdüğümüz tezlerin hepsini içeren bir durum. Ateşin korku olması, ümit olması, temizlik olması; değişim ve
dönüşüm olmasından kaynaklıdır. Filozofun ateşi töz
(temel öz) olarak nitelemesinde de ateşin bu yönü
vardır.
Ateş temizliktir. Ateşin temizliği, diğer temizleyicilerin önündedir. Hatta daha iddialı olması için ‘hiçbir
şey, ateşin temizliğinden üstün değildir’ denilebilir.
Bunu tabiatımızı, dağı ve taşı temizleyen, kurutarak
yakarak tabii dengeyi sağlayan gün ışığından başlayarak söylemiş olalım. Şiirsel bir tonla söylemekten
ziyade bu temizliğin şiirselliğini görmek lazım elbette.
Ateş değiştirir. Gün ışıklarının ateşi, yılı dört mevsime ayırır. Yeşil başlayan mevsimlerin renk saltanatı, sarıya, kahverengiye sonra da aslına yani beyaza
döner. Ateşle pişer, olgunlaşır; dalında meyve. Çiçekten meyveye, meyveden tohuma; sonra tohumdan doğuma, doğumdan çiçeğe doğru olan döngünün ateş çemberinde çevrilir durur.
Ateşin temizleyiciliğini çocuğumuzun o çok kullanımlık cam şırıngalarından öğrenmiştim evvela.
Çünkü o yıllarda enjeksiyonlar ispirto ateşiyle dezenfekte edilen şırıngalarla yapılırdı. Berberlerin de
usturalarını temizlemek için kullandığı bir yöntemdi
bu. Kovboy filmlerinde, Türk filmlerinde de tanık olduğumuz kurşun çıkartma sahnelerinde ateşte ısıtılan bir bıçak, bize ateşin temizliğini haykırırdı.
Ateş dönüştürür. Bu dönüştürme, en nihayetinde yokluktan var edilen mevcudu yeniden yokluğa
kadar götürür. Bu arada dönüşümün mesafe ile ilgili birçok merhalesi vardır. Dönüşümün, en önemli tarafı mesafedir. Mesafeye oranla bir dönüşüm
söz konusudur. Değişim aslında uzak mesafeli dönüşümün bir merhalesidir de diyebiliriz. “Yakin”
mevzuunu açıklarken Fahrettin Razî, ateş örneğini
verir. “İlmelyakîn” şu tepenin ardında ateşin olduğunu bilmektir, “aynelyakîn” o ateşi görmektir ve
“hakkelyakîn” ise ateşin içine girmektir, der. Ateşin
dönüşümü için bu “yakîn” olma durumu çok önemlidir. İlimle ateş sınırlanır ve istenilen dönüşüm elde
edilebilir. Aşkla ateşin sınırları bırakılır ve ateş istediği dönüşümü gerçekleştirir. Farisî; “Ey Huda, kendini
beğenenlere o gün cennetini ver / Ki muhabbet ateşi
ile yananlar için cehennemin bile cennet olacaktır”
mealindeki beyitte dönüşüm merhalelerinin ne olabileceğini söylemişti bize.
Ateş temizliğinin dinî boyutları var. Cehennem
ateşinin arındırıcı yönünü, “inananların günahkâr olmaları durumunda bir müddet cehennemde yanacakları” mevzuunu duyduğumda hissettim. Önceleri
cehennem ateşinin sadece cezalandırıcı bir yönünün
bulunduğunu düşünüyordum. Cehennemin arındırıcı yönünü görmek, ateşin temizleyiciliğinin ne kadar
ehemmiyetli bir durum olduğunu da gösteriyordu.
Diğer inanışların da ateşle ilgili figürlerine ve delillerine baktığımda temizlikle ilgili bir ilinti kurulabileceğini gördüm. Yoksa niçin cesetler yakılmalıydı, ateşler
yakılıp etrafında halay çekilmeliydi, alevlerin üzerinden atlanılmalıydı, ateşlerin içinde yürünmeliydi…
21 •
DOSYA: ATEŞ
Aşk ateşi de temizlik içindir. Çünkü aşk, gönlü
yakarak diğer isteklerinden temizliyor, sadece sevgili arzusunu bırakıyordu. Sufilerin, nasuh tövbelerin gözyaşıyla yapılanlar olduğunu söylemelerinin
de ateşin temizliliğiyle alakalı olduğunu görebiliriz.
Ateş için daha fazla tez üretilebilir, lakin dört ana
yön gibi dört ana unsur üzerinden bunları söylemek
mümkün. Hatta bunları dört unsurla eşlersek; “korku, ateşin hava ile birlikteliğini; ümit, ateşin toprakla
birlikteliğini; temizlik, ateşin su ile birlikteliğini; dönüşüm, ateşin ateşle birlikteliğini” bize fısıldıyor diyebiliriz.
GÜNEŞ ENERJİSİ
ŞENOL TUNÇ
Endüstri Mühendisi
B
u yazıda güneş-dünya etkileşimleri sonucu dünyamızın uzun sürelerde geçirdiği evreler ve bu evrelere
insanoğlunun müthiş bir hızla son 60 yılda sağladığı negatif katkı kısaca anlatılmaktadır. Vardığımız
nokta, dünyanın ikliminin değişmekte olduğudur ve gelecek
nesillere temiz ve yaşanabilir bir dünya bırakmak istiyorsak
enerji ihtiyaçlarımızın karşılanmasında başta güneş olmak
üzere yenilenebilir ve temiz enerji kaynaklarının kullanımını
hızla arttırmamız gerektiğidir.
1. Güneş Sistemi Hakkında
Evrende bilinen en büyük sistem galaksilerdir. Evrende
100 milyardan fazla galaksi olduğu tahmin edilmektedir1.
Galaksiler bir merkez etrafında dönen gaz toz ve plazma
yapılarından oluşmaktadır. Dünyamızın ait olduğu galaksi
Samanyolu galaksisidir. Şekil 1’de temsili resmi gösterilen
galaksimizin 4 veya 5 kollu bir spiral yapıdan oluştuğu ve
100-400 milyar aktif yıldız (güneş) sistemini içerdiği tahmin
edilmektedir. Dünyamızın içinde bulunduğu galaksi sisteminin ise 3. spiral kolun orta kısımlarında olduğu tahmin edilmektedir.
Şenol Tunç, Güneş Enerjisi, Bilim ve Aklın
Aydınlığında Eğitim, S. 136-137, Haziran-Temmuz
2011, ss.22-32.
• 22
Dev bir nükleer santral olan güneşimiz, dünyadan 109
kat büyüktür, çapı 1,39 milyon km olup ağırlığı dünyanın
ağırlığının ~330.000 katı, 1.989 X 1018 milyon tondur. Gü-
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
Şekil 1. Samanyolu Galaksisi Temsili resmi
neşin dünyamıza uzaklığı 150 milyon km’dir. Şekil
2.’de güneş sistemimizde bulunan gezegenler ve
güneşin göreceli olarak büyüklükleri yer almaktadır.
Güneş, güneş sistemi kütlesinin % 99.9’unu oluş-
turmaktadır. Güneşin yaklaşık 4,5 milyar yıldır faal
olduğu ve yaklaşık 4,5 milyar yıl daha faal olacağı
tahmin edilmektedir.
Güneşin çekirdek ısısının ~ 15,7 milyon derece,
dış yüzey ısısının ~ ortalama 5.550 derece olduğu,
dış yüzeyinin % 70 hidrojen, % 28 Helyum ve % 2
oranında karbon, nitrojen, oksijen, neon, magnezyum, silikon ve demir elementlerinden oluştuğu, çekirdeğinin ise % 35 Hidrojen, % 63 Helyum ve % 2
oranında diğer elementlerden oluştuğu tahmin edilmektedir.
Güneş, sürekli nükleer füzyon ve fizyon ile uzaya
sürekli enerji saçmaktadır. Güneş çekirdeğinde meydana gelen nükleer füzyon ile çekirdekte her saniye
700 milyon ton hidrojenin 695 milyon ton helyuma
dönüşerek bu dönüşümde ortaya ortalama olarak
3,8 X 1026 Watt/saniye gama ışını enerjisi çıkardığı tahmin ediliyor. İnsanoğlu varoluşundan bugüne
kadar, güneşin 1 saniyede uzaya bıraktığı enerjiden
çok daha az enerji tüketmiştir.
Şekil 2. Güneş Sisteminde bulunan gezegenler ve
göreceli büyüklükler
Güneşten yayılan enerji güneşte partiküllerin par-
23 •
DOSYA: ATEŞ
2. Güneş Radyasyonu (Enerji Taşıyıcısı Elektromanyetik Dalgalar)
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Şekil 3. Elektromanyetik Dalga, Dünyanın Elektromanyetik Koruma alanı (Ölçeksiz temsili resim)
çalanması (Fission-Fizyon) veya partiküllerin birleşmesi (fusion-Füzyon) ile ortaya çıkmaktadır. Enerji
taşıyıcısı olarak bilinen elektromanyetik dalga birbirlerine dik açı ile salınarak maddede veya boşlukta
birlikte ilerleyen 2 alanın, elektrik alanı ve manyetik
alanın bileşenidir (Şekil 3). Güneş ışınları literatürde
hepsi aynı anlama gelen elektromanyetik dalga, ışın,
foton veya radyasyon ifadeleri ile anılmaktadır. Elektromanyetik dalgalar dalga boyu ve frekans bileşeni
ile tanımlanır. Işınların dalga boyu azaldıkça frekansı
artmaktadır. Işının frekansı ne kadar yüksek ise taşıdığı enerji de o kadar yüksektir. Güneş radyasyonunun yeryüzündeki hayatı yok edecek büyüklüğe ve
yoğunluğa sahip kısmı manyetosfer olarak isimlendirilen dünyanın elektromanyetik kalkanı tarafından
uzaya yansıtılmaktadır.
Yüksek enerjiye sahip elektromanyetik dalga,
atom çekirdeğinin parçalanması ile çekirdekten çıkan en küçük partiküller (dalgalar) olarak, düşük
enerjiye sahip elektromanyetik dalgalar ise atomdan veya moleküllerden salınan partiküller (dalgalar) olarak ifade edilmektedir. Kısaca radyoaktivite
olarak bilinen yüksek enerjili elektromanyetik dalgalar, partiküllerin parçalanması (Fission-Fizyon) veya
partiküllerin birleşmesi (fusion-Füzyon) ile ortaya
çıkmaktadır. Düşük enerji dalgaları ise bir üst yapının yani moleküllerin titreşmesi veya çarpışması ile
ortaya çıkmaktadır. Güneşte hem yüksek hem düşük enerjili aktiviteler gerçekleşmektedir. Güneşin
içerisinde enerjinin sürekli olarak madde tarafından
emilmesi ve geri salınımı sonucu (füzyon ve fizyon
oluşumları ile), enerji güneşin yüzeyine ulaşmakta
ve yüzeyden de uzaya saniyede 299,793 km hızla
(ışık hızı)salınmaktadır.
• 24
Bir elektromanyetik dalga bir maddeye (veya
elektromanyetik dalgaya) çarpana dek boşlukta sonsuza dek ilerleyebilir veya bir maddeye çarparak ısı
enerjisine dönüşür veya bir maddeye rastladığında
bir tepkime vermeden içerisinden geçer. Farklı frekanstaki dalgalar farklı maddelerde farklı davranışta
bulunmaktadır. Örneğin röntgen cihazının ürettiği
belli frekansa sahip radyasyon etimizden geçerken
kemiklerimizden geçememekte böylece iskeletimizin görüntüsü elde edilmektedir.
Dünyanın elektromanyetik kalkandan geçerek atmosfere ulaşabilen yüksek frekanslı ışınların hemen
hemen tümü atmosferde bulunan partiküller tarafından emilerek ısıya dönüşmekte veya uzaya yansıtılmaktadır. Güneşten değişik dalga boyları ile salınan
elektromanyetik dalgalar (radyasyon) dünyaya saniyede 299,793 km hızla ilerleyerek atmosfere yaklaşık
8,34 dakikada ulaşır. Dünyamıza gelen radyasyonun
dalga boylarına (frekansına) göre atmosferde hangi
yüksekliklerde emildikleri Şekil 4.’te gösterilmektedir. Güneşten yeryüzüne ulaşabilen ışınların ise çok
küçük bir frekans aralığında olanları (400 – 700 nanometre dalga boyu aralığı) “Işık” olarak bilinmektedir ve aynı zamanda görmemizi sağlar (Şekil 4). Kısaca yeryüzüne gelen güneş enerjisinin % 45’i ışık
dalga boyunda, % 1’i yüksek frekanslı olan ve mor
ötesi olarak isimlendirilen frekans aralığının en düşük frekans bandında, kalan % 54’ü ise radyo dalga
boyu dediğimiz düşük enerjili ve göremediğimiz dalga boyuna sahip ışınlardan oluşmaktadır.
Dünyamızın atmosfer yoğunluğu (hava kütlesi)
yeryüzünden uzaklaştıkça azalmaktadır. Atmosfer
partiküllerinin güneşten gelen ışınları emerek veya
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
Şekil 4. Yeryüzüne ulaşan ışınlar ve dalga boyları
yansıtarak yeryüzüne gelen miktarı azalttığı düşünülürse, daha yüksek rakımlı (dağlar gibi) alanlara
gelen güneş enerjisinin miktarının da daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Yeryüzünden ~ 160 km me-
safede uydularda hiçbir atmosfer etkileşimine rastlanmamaktadır. Bununla birlikte yeryüzünden 600
km mesafede atmosfer partiküllerinin varlığına da
rastlanmıştır. Atmosfer % 78 nitrojen, % 21 oksijen
DOSYA: ATEŞ
Şekil 5. Dünyanın Enerji Dengesi
25 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
ve % 1 oranında argon ve diğer gazlardan oluşmaktadır. Atmosfer su buharı, CO2, metan, toz, kül
partikülleri başta olmak üzere çok çeşitli doğal veya
insan kaynaklı partikülleri de içermektedir.
Atmosfere ve yeryüzüne gelen bu enerji, dünyamızın şekillenmesine, tüm iklim olaylarına ve hayatın
sürdürülebilmesine esas teşkil eden yegane enerjidir. Dünya – Güneş enerji dengesi Şekil 5’te gösterilmektedir.
3. Güneş Aktivitesi
Güneşin faaliyeti yaklaşık 11 yıllık periyodlarda
azalan ve çoğalan bir döngüye sahiptir. Şekil 6.’da
sunulan grafiklerde uzun yılları kapsayan veriler
1950’lere kadar çıplak gözle ve teleskoplarla gözlem
istasyonlarından gözlenen güneş lekelerinin kayıtlarını içermektedir. Uydu teknolojilerinin gelişmesi ile
uydulardan yapılan gözlemler, bugün dünyanın iklim
ve hava olaylarının tahminlerinde önemli bir veri olarak kullanılmaktadır.
NASA’nın çalışmalarında güneşin aktivite yoğunluğunun yeryüzüne gelen güneş enerjisini sadece %
0,1 düzeyinde etkilediği ve güneş aktivite düzeyi ile
atmosfer sıcaklığı arasında bir ilişki olmadığı belirtilmektedir2.
4. Dünya-güneş etkileşiminin dünyanın iklim
ve yaşam koşullarına etkisi
Şekil 5’te görüldüğü üzere dünyaya gelen güneş
ışınlarının bir kısmı atmosferdeki gaz partiküllerince
(metan, CO2, su buharı gibi) emilerek ısı enerjisine
dönüşmekte ve atmosferin sıcaklığını arttırmaktadır.
Işınların bir kısmı atmosferden ve yeryüzünden uzaya yansımakta, bir kısmı ise yeryüzünde emilerek ısı
enerjisine dönüşmektedir. Dünyanın ısı enerjisi ise
yine elektromanyetik dalga olarak veya partiküller
tarafından buharlaşma ve hava hareketleri ile atmosferin üst kısımlarına taşınarak oradan da dünya
radyasyonu olarak uzaya saçılmaktadır. Dünyadaki
yaşam ve iklim bu enerji dengesi üzerine kuruludur.
Ancak bugün içinde bulunduğumuz koşullar (denge)
sürekli değildir ve güneş-dünya etkileşim döngüle-
Şekil 6. Güneşin 11 yıllık aktivite döngüsü
• 26
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
Şekil 7. Güneş-Dünya yörüngesi, Dünya dönüş ekseni değişiklikleri ve dünyanın yalpa (wobble) hareketi
riyle farklı iklim ve yaşam koşullarının sürekli tekrarlandığı öne sürülmektedir.
Dünyanın iklim ve yaşam değişim döngüsü ise
yine güneş-dünya etkileşimi üzerine kuruludur. Uzun
yıllar boyunca da olsa, dünyanın kendi etrafında ve
güneş etrafında izlediği yörüngelerin değişimi sonucu dünyanın enerji dengesinde ve ikliminde büyük değişikliklerin yaşanmasına sebep olmaktadır.
Milankovitch döngüleri olarak bilinen bu değişimler
aşağıda kısaca özetlenmiştir:
1) Dünyanın güneş etrafında dönüş ekseni (Orbitalshape-eccentricity): Dünyanın güneş etrafında
izlediği yörüngenin bugün eliptik olduğu bilinmektedir. Ancak bilim adamları bu eliptik yörüngenin sabit
olmadığını ve Şekil 7’de ölçeği abartılarak gösterildiği üzere yaklaşık 100 bin yıl bir daralan ve açılan
bir periyodik değişim gösterdiğini öne sürmektedir3.
Daralan yörüngede ise yeryüzüne gelen güneş enerjisinin sadece %0,1 artabileceği hesaplanmaktadır.
Dünyanın güneş etrafında 940 milyon km’lik turunu
365 gün 6 saat 9 dakika ve 9,54 saniyede tamamlanmaktadır (saatte 107.000 km, saniyede 30 km
hızla).
3) Yalpalama (Wobble): Dünyamız kendi ekseni
etrafında yalpalayarak dönmektedir. Her bir yalpa
döngüsü ~23.000 yıl sürmektedir (Şekil 7). Yalpalama sonucu dünyanın belli bir koordinata gelen güneş enerjisi zamanla azalmakta ve çoğalmakta, aynı
bölge zaman içerisinde çok farklı iklim koşullarına
maruz kalmaktadır.
Dünyamızın kendi etrafındaki ve güneş etrafındaki bu döngülerinin sonucunda her birisi yaklaşık
100-150 bin yıl süren büyük buzul çağı-sıcak çağ
tekrarları yaşanmaktadır.
5. İklim Konforumuz
Atmosferin alt tabakalarında güneş ışınlarını
emerek ısıya dönüştüren partikül yoğunluğu arttıkça
bu partiküllere yeryüzünden yansıyarak gelen veya
güneşten gelen ışınlar daha fazla emilerek atmosferde ısı enerjisine dönüşmektedir. Atmosfer sıcaklığının artması küresel ısınma olarak bilinmektedir:
İklim olayları denizlerde, yeryüzünde ve atmosferde
oluşan ısı farklılıkları üzerine kuruludur. Atmosferin
doğal olmayan sebeplerle ısınması sonucu, iklim
olaylarında da alışageldiğimiz düzene göre olumsuz
ve tahmin edilmesi zor değişimler gözlenmeye başlanmıştır.
27 •
DOSYA: ATEŞ
2) Eksen değişikliği (Axialtilt-obliquity): Yaklaşık
olarak bir küre şekline sahip dünyamızın çapı kuzey – güney kutup merkezleri arasında ölçüldüğünde 12.713,54 kilometre, ekvator düzlemi üzerindeki
ölçüldüğünde ise 12.756,32 km’dir. Dünyanın çevresi kutuplar baz alındığında 40.075,16 km, ekvator
çizgisi baz alındığında 40.008 km’dir. Dünya kendi
etrafında 23 saat 56 dakika ve 4,09 saniyede 1 tur
dönmektedir. Dönüş ekseni, dünya-güneş yörünge
düzlemine göre bugün yaklaşık 23,5 derece eğik ol-
duğu bilinmektedir. Ancak bu eksen açısı ~42.000
yılda bir 21°45’ ile 24°15’ arasında değişmektedir.
Dönüş eksen açısı azaldıkça kuzey yarım küre daha
fazla ısınmakta, açı arttıkça yaz mevsiminde her iki
yarımküre daha fazla güneş enerjisi almakta, kış
mevsimlerinde ise daha az güneş enerjisi almaktadır
(Daha sıcak yazlar, daha soğuk kışlar).
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Şekil 8. Dünya Nüfusundaki Çoğalma
Atmosfer ısısının artmasına sebep olan atmosfer
CO2 miktarının, 1950’lerden itibaren yaşanan sanayi
döneminden itibaren fosil yakıtların aşırı tüketimi ile
çok yüksek seviyelere çıktığı bilinmektedir.
Yukarıda belirttiğimiz binlerce yıllık değişimlerle
kıyaslandığında iklim değişikliği kavramında mercek
altına alınan periyod ise yaklaşık 60 yıldır. Bu kadar
kısa bir sürede insan katkısının iklim düzenini ne ölçekte değiştirebileceği de araştırılmaktadır.
Şekil 8.’de ilk grafikte insanoğlunun ilk medeniyet belirtilerinin bulunduğu milattan önce 7.000
yıllarından itibaren milattan
sonra 1.000’li yıllara kadar
tahmin edilen ve takibinde
kayıt altına alınan nüfus adetleri gösterilmektedir4,5. Şekil
8.’de ayrıca 1800’lü yıllardan
itibaren günümüze kadar ve
2050 yılına kadar olan tahmini
nüfus adedi ve nüfus artış hızı
sunulmaktadır.
Şekil 9.a’da ise 1750’li yıllardan itibaren tüketilen kaynaklar ve Şekil 9.b’de 1870
yılından itibaren dünya enerji
tüketimi gösterilmektedir. Nüfusla birlikte kaynak tüketimine son 60 yıllık periyodda
• 28
baktığımızda fosil yakıtların çok hızlı bir şekilde tüketilmesi ile atmosfere bırakılan CO2 miktarının da
çok hızlı arttığını görmekteyiz.
Atmosfer sıcaklığı ile insan kaynaklı CO2 artışının
ne oranda ilişkili olabileceğinin belirlenmesi amacıyla
1998 yılında Rus ve ABD bilim adamları Kuzey kutbu
Vostok istasyonunda ortak bir çalışma başlatmıştır
(Şekil 10). Vostok 78°28’ S, 106°48’E noktasında
3488 metre rakımda bulunan istasyon dünyanın en
sert iklim koşullarına sahip bir noktasındadır.
Vostok’ta 3.623 metrelik sondaj yapılarak buz
Şekil 9.a Kaynakların Tüketimi8
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
Şekil 9.b Dünya Enerji Tüketimi9
kesitlerinin içerdiği maddelerin miktarı kesitin çıkartıldığı derinliğe göre temsil ettiği zamanla eşleştirilmiştir. 3623 metrelik sondajın verileri yaklaşık
450.000 yıllık bir iklim geçmişini temsil etmektedir10.
Elde edilen verilerle 3.623 metrenin karşılık geldiği
son 450 bin yıldaki doğal buzul çağ-sıcak çağ döngüsünde atmosfer CO2 miktarı ve atmosfer sıcaklığı
zamana göre belirlenmiştir. Şekil 11’de ortaya çıkan
tarihsel değerler ve Eylül 2010 itibarıyla CO2 seviyesi (387 ppm)9 gösterilmektedir.
Ortaya konan çalışma, son 450.000 yılda dünyamızın geçirdiği 100-150 bin yıllık iklim döngülerinin
yukarıda belirtilen güneş-dünya etkileşimleri sonucu
yaşanan doğal döngüler olduğunu ancak son 60 yılda atmosfere insan katkısı ile yüklenen CO2 miktarı
ile atmosfer CO2 seviyesinin geçmiş doğal maksimum seviyelerinin çok üzerine çıktığını göstermektedir.
Neticede atmosfere çok kısa sürede aşırı CO2
29 •
DOSYA: ATEŞ
Bu yoğunluğun etkilerinin son dönemde çevreye
verdiğimiz tahribatla birlikte iklim olaylarına yansıması başlamıştır. Çok yüksek CO2 yoğunluğu güneşten gelen ve yerden yansıyan güneş ışınlarının
atmosferde daha fazla ısı enerjisine dönüşmesine
yol açmaktadır. Son yıllarda yaşamaya başladığımız
sert iklim koşulları ve iklime dayalı afetlerdeki artış,
bizlere artık fosil yakıtların yerine başta güneş enerjisi olmak üzere enerji ihtiyacımızın artık temiz enerji
kaynakları ile karşılanması gerektiğini gösteren uyarılardır.
İklim değişikliğinin ise hangi yönde olacağına
dair mevcut teknolojilerle bir tahmin yapılamamaktadır. İklim olayları son derece karmaşık sistemlerdir.
Artan atmosfer sıcaklıkları bir taraftan buzulların da
erimesine yol açmaktadır. Eriyen buzulların okyanus
su akıntılarını etkilemesi, değişmekte olan bölgesel
deniz sıcaklıklarının ve su akıntı sıcaklıklarının hava
olaylarını alışılagelmişin dışında etkilemesi beklenmektedir. Buzul yüzeylerinin azalmasıyla birlikte
dünyanın en büyük güneş enerjisi yansıtıcısı olan bu
yüzeylerden daha az radyasyonun uzaya geri yansıması ise atmosfer sıcaklığını arttıracaktır. Eriyen
suların ise devasa buzul katmanlarının altına girerek
kaydırak görevi yapması ve buzları denize doğru akmasıyla erimenin beklenenden çok daha hızlı gerçekleşmesine sebep olması beklenmektedir. Dünyanın en büyük ve etkili sera gazı su buharıdır. Artan
deniz suyu ve atmosfer sıcaklıklarıyla bir taraftan da
gökyüzüne daha fazla su buharı çıkması, dolayısıyla
bulutlanmanın, gökyüzü kararmasının artması (globaldimming), artan bulutlanmanın ise yeryüzüne gelen güneş enerjisini de daha fazla kesmesi ile yüzey
sıcaklıklarının düşmesi, diğer taraftan daha fazla bulutlanmanın güneş ışınlarının gökyüzünde daha fazla
ısıya dönüşmesine, atmosfer sıcaklığını daha fazla
artmasına yol açması beklenmektedir. Daha fazla
ısınan atmosfer ise daha fazla su buharının oluşmasına yol açacaktır. Kısaca dünyanın hidrolojik dengesi de değişecektir.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Şekil 10. Kuzey kutbu Vostok Gözlem İstasyonu Görüntüsü ve Bulunduğu Nokta
yüklenmesi ile dünyanın iklim sistemi arzu edilmeyen bir yönde tetiklenmiştir ve tetiklenmeye devam
edilmektedir. Anlaşılacağı üzere önümüzdeki uzun
yıllarda bu tetikleme mekanizmalarıyla iklim olaylarında bölgesel sert değişikliklerin yaşanması sürpriz
olmayacaktır. İklimde yaşanacak değişimin ise buzul
çağına doğru mu veya aşırı sıcak bir çağa doğru mu
gelişeceği kestirilememektedir.
6. Güneş Enerjisi ile Elektrik Üretiminde Beklentiler
Geleceğe baktığımızda;
- Büyük nüfus artışının artış hızı azalarak da olsa
devam edeceğini (BM Projeksiyonları ),
Şekil 11. Son 450.000 yıldaki atmosfer CO2 miktarları ve sıcaklık değişiklikleri
• 30
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
Şekil 12. Gelecekte en çok hangi kaynağa yönelmeliyiz ?10
- Dünya enerji ihtiyacının her zamankinden daha
fazla artacağını (özellikle Çin, Hindistan, Brezilya gibi
gelişmekte olan ülkelerin enerji ihtiyaçları projeksiyonlarına bakarak),
- Yaygın olarak kullanılmakta olan fosil yakıtların
daha da fazla kullanılmaya devam edileceğini (ABD
EIA projeksiyonları) ve atmosfere artan bir şekilde
CO2 biriktirmeye devam edileceğini,
- İklim konforumuzun uzun dönemde gittikçe
daha fazla kaybolacağını mevsim geçişlerinin kısalacağını ve iklime tabi afetlerin artacağını (WMO),
Karbon salınım miktarları artık uluslararası anlaşmalarla kısıtlanmakta ve hızla ticarileşmektedir.
Enerji yatırımlarına finansman sağlayan kuruluşlar
artık fosil yakıtlı elektrik santral projelerine çevre
duyarlılığının ötesinde karbon kısıtlarının gelecekte getirebileceği büyük malî riskler sebebiyle sıcak
bakmamaktadır.
Şekil 13’te sunulduğu üzere, önümüzdeki dönemde toplam içerisinde payını artırarak büyüyen
tek kaynak yenilenebilir enerji kaynaklar olacaktır.
Bugün güneş enerjisi ile elektrik üretiminin, güneş
enerjisi ile ısıtma ve soğutma sistemlerinin maliyetleri hızla düşmekte ve yaygınlaşmaktadır. Önümüz-
31 •
DOSYA: ATEŞ
- Fosil yakıtların kullanımının, 1 birim fosil yakıtlı enerji elde etmek için harcanan enerjinin 1 birime
dayanana kadar devam edeceğini ve enerji fiyatlarının sürekli artacağını görmekteyiz.
Tüm bu bilgilerle geleceğe yönelik “En çok hangi enerji kaynağına yönelmeyiz ?” sorusunu sorsak, cevabı Şekil 12’de sunulmaktadır.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Şekil 13 Elektrik üretiminde 2035 Yılına Kadar Planlanan Kaynak Kullanım Dağılımı11
deki yıllarda, ülkemizde de güneş enerjisi ile elektrik
üreten büyük santrallerin kurulmasını ve hızla yaygınlaşmasını beklemekteyiz.
___________________________________________________
1 http://www.nasa.gov/worldbook/earth_worldbook.
html
2 http://earthobservatory.nasa.gov/Features/SORCE/
sorce_03.php
3 Solar Energy Fundamentals andModelingTechniques,
Prof. Dr.Zekai Şen, Springer Publications 2008.
4 Population: A LilevlyIntroduction, Joseph A.McFall,
PopulationBulletin, Vol. 46 #2, October 1991 pp1*43,
Population Reference Bureau, Washington D.C.
5 http://www.susps.org/overview/numbers.html
6 The New Scientist, Special report: How oureconomy is
killingthe Earth, 16 October 2008, Magazine issue 2678
• 32
7 RenewableEnergies, Innovationsfor a SustainableEnegyFuture, Federal Ministryforthe Environment, Nature ConservationandNuclearSafety, Berlin, Germany.
Dr. M. Pehnt, D. Jessing, P. Otter, R. Vogt, G. Reinhardt, Dr. W. Krewitt, M. Nast, Dr. J. Nitsch, Dr. F.Trieb,
June 2009.
8 CarbonDioxide Information Analysis Center, http://
cdiac.ornl.gov/trends/co2/vostok.html
9 Mauna LoaObservatory: NOAA-ESRL, http://co2now.
org/
10 A FundamentalLook At EnergyReservesForThe Planet, LEA/SHC Solar Update, Richard Perez&Marc Perez,2009.
11 International Energy Outlook 2010 withProjectionsto 2035, HowardGruenspecht, Deputy Administrator,
Energy Information Administration, 25 May 2010.
ELEKTRİK ENERJİSİ İHTİYACIMIZ VE
YENİLENEBİLİR ENERJİ KAYNAKLARIMIZ
DURSUN YILDIZ
İnşaat Mühendisi, Su Politikaları Uzmanı
Dünyada Durum
B
ilindiği üzere enerji, hayat kalitesini iyileştiren, ekonomik ve sosyal ilerlemeyi sağlayan en önemli faktördür. Günümüzde dünya nüfusunun %20’sinden
fazlasını teşkil eden 1.5 milyar insan hâlen elektriğe
kavuşmuş değildir. 2030 yılında bu sayının sadece 200 milyon azalması beklenmektedir. Bu insanların %85’i Afrika ve
Güney Asya’nın kırsal bölgelerinde yaşamakta olup enerjiye
erişimlerinin sağlanması son derece önemlidir [1].
Enerji alanında teknoloji hızla ilerlemektedir. Ancak yeni
enerji teknolojileri alanındaki gelişmeler artan talebi karşılayabilecek ticari gelişimden henüz uzaktır. Bu nedenle ülkelerin enerji arz güvenliği konusundaki kaygıları her geçen
gün daha da artmaktadır. Bu arz güvenliğini sağlayabilmek
için gelişmiş ülkelerin önce kendi yerli ve yenilenebilir potansiyellerini büyük oranda geliştirdikleri görülmektedir. Yenilenebilir enerji kaynaklarının geliştirilmesi iklim değişimine etkili olduğu ileri sürülen sera gazı salınımının azaltılması
kapsamında da desteklenmektedir.
Çevre-enerji ilişkisinde önemli bir yer tutan iklim değişikliği ile mücadelede enerji sektörünün en etkin rol oynaya-
33 •
DOSYA: ATEŞ
Çevre – Enerji İlişkisi
Dursun Yıldız, Elektrik Enerjisi İhtiyacımız ve
Yenilenebilir Enerji Kaynaklarımız, Bilim ve Aklın
Aydınlığında Eğitim, S. 136-137, Haziran-Temmuz
2011, ss.33-39.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
cak sektördür. Bu kapsamda enerji verimliliği başta
olmak üzere teknolojik gelişmelere paralel iyileştirmeler, fosil yakıtlara alternatif olarak yenilenebilir
enerji kaynaklarının daha yaygın kullanımına çalışılmaktadır. Bunun yanısıra çevresel etkileri azaltma
hedefine yoğunlaşan Ar-Ge faaliyetleri (karbon tutma ve depolama ve temiz kömür teknolojileri), gaz
emisyonlarının azaltılmasına yönelik çalışmalar da
gerçekleştirilmektedir.Sera gazı emisyonlarının azaltılmasına yönelik istenilen sonuçlar elde edilememiş
olsa da bu konudaki farkındalılık arttırılmıştır.
Ülkemizin Yerli ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları
Ucuz, temiz ve güvenilir elektrik enerjisi üretiminin bir ülkenin kalkınma ve sosyoekonomik gelişmesindeki anahtar rolü açıktır. Bu nedenle bu niteliklere
sahip elektrik enerjisinin üretilebileceği yerli ve yenilenebilir kaynakların öncelikli olarak geliştirilmesi
büyük önem taşmaktadır. Bu kaynakların en önemli-
• 34
leri arasında hidroelektrik ve linyit kaynaklarımız gelmektedir. Bunu teknolojik gelişmelere paralel olarak
güneş ve rüzgâr kaynaklarımız izleyecektir.
Ortalama yüksekliği 1131 m olan ülkemizde akarsu eğimleri de fazladır. Toplam yüzeyin % 55.5’ini
1000 m’den yüksek alanlar oluşturmaktadır. Bu topoğrafik yapı ve hidrolojik koşullar ülkemizi hidroelektrik enerji üretimi açısından avantajlı kılmaktadır.
Hidroelektrik enerji santrallerinin yerli kaynak kullanma avantajının yanı sıra işletme, çevre ve stratejik
açılardan da görece avantajları bulunmaktadır.
Ülkemizde Elektrik Enerjisi İhtiyacı ve Sektörel Tüketimi
Türkiye’nin enerji politikasının temel hedefi, enerji
ve tabii kaynakları; verimli, etkin, güvenli ve çevreye
duyarlı şekilde değerlendirerek, ülkenin dışa bağımlılığını azaltmak ve ülke refahına en yüksek katkıyı
sağlamaktır.
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
Şekil 1. Elektrik Tüketiminin Bir Önceki Yıla Göre Oransal Değişimi
Ülkemiz, kalkınma hedeflerini gerçekleştirme,
toplumsal refahı artırma ve sanayi sektörünü uluslararası alanda rekâbet edebilecek bir düzeye çıkarma
çabası içindedir. Bu durum, enerji talebinde uzun
yıllardır hızlı bir artışı beraberinde getirmektedir.
Önümüzdeki yıllarda da bu eğilimin devam edeceği
hesaplanmaktadır.
Ülkemizin elektrik enerjisi talebi ulusal ve küresel
eknomik ve finans kriz dönemleri hariç yıllık ortalama % 8 oranında artmaktadır (Şekil 1).
Ülkemizde 2010 yılında 210 milyar kwh elektrik
enerjisi üretilmiştir. Bunun 96 milyar kwh’ı doğalgazdan 38 milyar kwh’ı linyitten 51,5 milyar kwh’ı ise
hidrolik kaynaklardan geriye kalanı ise rüzgâr, jeotermal, ithal kömür, taşkömürü, akaryakıt vb. kaynaklardan elde edilmiştir.
Ülkemizdeki elektrik enerjisi tüketiminin sektörlere göre dağılımı incelendiğinde bu tüketimin yaklaşık
Yapılan projeksiyonlara göre önümüzdeki dönemde, yılda ortalama yüzde 7 düzeyinde bir büyüme beklenmektedir. Bu büyümenin gerektireceği
elektrik enerjisinin temiz, ucuz ve güvenilir olması
önem taşımaktadır. Bu enerji gerek özel sektör gerek
kamu gerekse kamu - özel işbirlikleri ile en rasyonel
şekilde ve mümkün olan en yüksek oranda yerli kaynaklardan karşılanmalıdır.
Yerli Enerji Kaynaklarımızdan Kömür
Dünya’da 1999 yılından itibaren geçen on yılda,
yıllık kömür üretimi % 53 artmıştır. Kömür üretimindeki artış, çok büyük kısmı Çin olmak üzere Asya
kıtasındaki elektrik enerjisi talebinden kaynaklanmaktadır.
3,48 milyon TEP eşdeğeri olan 2009 yılı dünya
kömür üretiminin % 45’ini tek başına Çin gerçekleştirmiştir. Çin’den sonra % 15,8 ile ABD gelmektedir.
Diğer ülkelerin dünya üretimindeki paylarına bakıldı-
35 •
DOSYA: ATEŞ
EPDK tarafından gelecek 20 yılda elektrik talebimizin 3,5 kat artacağı 20 yıl sonra arz güvenliği
için 710 milyar kwh’lik elektriğin üretilmesi gerektiği
açıklanmıştır.
yarısının sanayi sektöründe olduğu görülmektedir.
Bunu % 24 ile konut, % 14 ile ticarethaneler, % 54
ile resmî daireler ve % 3 ile aydınlatma izlemektedir
(Şekil 2.).
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Şekil 2. Elektrik Tüketiminin Sektörel Dağılımı
ğında, Avustralya % 6,7, Hindistan % 6,2, Endonezya % 4,6, G. Afrika % 4,1, Rusya % 4,1, Polonya %
1,7, Kazakistan % 1,5, Almanya % 1,3’dür. Türkiye
ise 17,4 milyon tep üretimi ile dünya üretiminin %
0,5’ini üretmiştir (3).
Yapılan projeksiyonlarda, kömür, Dünya birincil
enerji arzı içinde petrolden sonra en yüksek oranda
kullanılan yakıt olma niteliğinin 2030 yılına kadar artarak devam edeceği öngörülmektedir.
Ülkemizde, çok sınırlı doğal gaz ve petrol rezervlerine karşın, 535 milyon tonu görünür olmak üzere,
yaklaşık 1,3 milyar ton taşkömürü ve 9,8 milyar tonu
görünür rezerv niteliğinde toplam 11,5 milyar ton linyit rezervi bulunmaktadır.
Ülkemizde Zonguldak bölgesinde çıkarılan taşkömürü, bitümlü kömür kategorisinde yer almakta
olup ısıl değeri 6200-7200 kcal/kg arasında değişmektedir. Türkiye’de bulunan taşkömürü Türkiye Taş
Kömürü Kurumu (TTK) tarafından işletilmektedir (3).
Türkiye taşkömürü rezervimiz toplam 1 milyar 334
milyon tondur. Bununla beraber, ülkemizin linyit potansiyeli henüz tam olarak ortaya konmuş değildir.
• 36
Elektrik Üretiminde Yerli Kömür Kaynaklarının
Teşviki
Türkiye’nin enerji tüketiminde dışa bağımlılığının
% 73 seviyesine çıkması, uzunca bir süreden beri
yerli kaynaklara öncelik vermek ya da tüm kömür
ve hidrolik kaynakların 2023 yılına kadar tamamının
elektrik enerjisi üretimi amacıyla değerlendirilmesi
yönünde çalışmaların başlamasına neden olmuştur.
Bu politikanın bir sonucu olarak Yüksek Planlama
Kurulunun 18.05.2009 tarih ve 2009/11 sayılı kararı
ile “Elektrik Enerjisi Piyasası ve Arz Güvenliği Strateji
Belgesi” kabul edilmiştir.
Bu karar gereğince bilinen linyit ve taşkömürü
kaynaklarının 2023 tarihine kadar tamamının elektrik üretim amacı ile değerlendirilmesi ve hâlen elektrik enerjisi üretiminde % 50’yi aşan ithal doğal gaz
tüketiminin % 30’un altına indirilmesi hedeflenmektedir.
Hâlen kamu ve özel sektör uhdesinde bulunan
ve elektrik üretimi amacı ile değerlendirilebilecek
linyit sahalarının yakıt potansiyel kurulu güç kapasitesi 10150 mw’dır. Hâlen yerli kömürlerimize dayalı
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
mevcut işletmedeki termik santralların toplam kurulu
gücü 8580 mw’dır.
Geliştirilen yeni linyit rezervleri ile birlikte mevcut
kurulu gücün iki katına yakın elektrik kapasitesi yaratabilme imkânı mevcuttur. Bu kapasite ile yaklaşık
120 milyar kwh/yıl elektrik ek olarak yerli kömür kaynaklarından karşılanabilir ve % 70’leri aşan dış enerji
kaynaklarına bağımlılığımız önemli ölçüde azaltılabilir.
Şüphesiz linyit kaynaklarımıza dayalı bu gelişme
fırsatı hidrolik kaynaklarımızda da mevcuttur.
Ülkemizin temel yenilenebilir enerji potansiyeli
ele alındığında hidroelektrik, güneş ve rüzgâr öne
çıkmaktadır.
Hidroelektrik;
Hidroelektrik enerji üretimi, kaynağını tüketmeden elektrik enerjisi üretimi yapılan bir sistemdir.
Ülkemizin teknik-ekonomik olarak devreye alınabilecek hidroelektrik potansiyeli, (en az) 145 milyar
kwh (yaklaşık 45000 mw) olarak verilmektedir. Bunun kurulu güç olarak yaklaşık % 33’ü (15000 mw)
işletmededir. Mevcut hidroelektrik kurulu gücümüzden 2010 yılında elde edilen elektrik üretimimiz 54,5
milyar kilowatt-saattir. Toplam kapasitenin % 19’u
(8600 mw) inşa hâlindedir. Henüz inşaatı başlamamış ve işletmeye alınabilecek potansiyel ise, toplamın % 48’i (21400 mw) kadardır(2).
Hidroelektrik kaynaklarımızın yaklaşık üçte ikisi geliştirilmeyi beklemektedir. Hidroelektrik enerji
üretimi için öncelikli olarak 50 mw üzeri santrallara
ağırlık verilmelidir. Bu yatırımlarda doğal çevrenin korunması, ekolojik dengenin bozulmaması için havza
ölçeğinde planlama ve etkili denetim yapılmalıdır.
Hidroelektrik Enerji Tesislerinin Farklı İşletme
Özellikleri
Hidroelektriğin Stratejik Önemi
Ülkemizde barajlı depolamalı HES’ler hâlen yıllık üretim kapasitelerinin yarısı kadar üretilebilecek
enerjiyi depolayabilmektedirler. Bu santrallerin ortalama altı aylık elektrik üretiminin kriz koşullarında
kullanılabilir olması HES’lerin sunduğu önemli stratejik bir avantajdır. Bir diğer deyişle; yakın geçmişte
de örneklerini yaşadığımız gibi yurtdışı enerji kaynak
temininde dönemsel sıkıntıların ortaya çıkması durumunda barajların devreye girmesi ve sıkıntının ulusal
bir kaynak kullanılarak hafifletilebilmesi mümkündür.
Tümüyle yerli kaynak kullanan HES’lerin geliştirilmesi, enerjide dışa bağımlılığı azaltarak enerji güvenliğimizin ve ulusal güvenliğimizin tehdit altına girmesini engelleme olanağı da tanımaktadır. Bunun yanı
sıra hidroelektrik santralerde üretilecek ilave her 1
milyar kwh elektrik, yaklaşık 500 bin ton daha az kömür ithali veya 215 milyon ton m3 daha az doğalgaz
tüketilmesi anlamına gelmektedir (4).
Diğer taraftan özellikle büyük depolamalı HES’ler
hem pik saatlerdeki pahalı elektriği ucuza üreterek
hem de ucuz üretimi ile paçal olarak oluşturulan
elektrik fiyatını aşağıya çekerek fiyatı dengelemede
önemli bir rol üstlenmektedir. Böylece elektrikte fiyat
artışlarının sigortası olma özelliği taşımaktadır. Örneğin ülkemizin hidroelektrik enerji üretiminin yaklaşık yarısını karşılayan Keban, Karakaya ve Atatürk
Barajlarında üretilen elektriğin ticari maliyeti ortalama 0,9 kuruş olmuştur. Bunlardan sadece Keban
barajı’nın 2010 yılında yaklaşık 8 milyar kwh elektrik enerjisi ürettiği dikkate alındığında, bunun büyük
ekonomik değeri daha açık olarak ortaya çıkmaktadır (Şekil 3).
Rüzgâr:
Türkiye’nin rüzgârdan elektrik elde edebilme potansiyeli, Elektrik İşleri Etüt İdaresi tarafından kurulu
güç cinsinden 48000 mw olarak ortaya konulmaktadır. Hâlen devreye alınabilen rüzgâr potansiyelimiz,
kurulu güç cinsinden 1300 mw’tır. Tamamı devreye
37 •
DOSYA: ATEŞ
Ülkemizde elektrik enerjisi ile ilgili yorum ve değerlendirmelerde enerji üretim tesislerinin işletme
özellikleri dikkate alınmamaktadır. Bu da konunun
gerçek boyutları ile incelenebilmesini zorlaştırmaktadır. Esas olarak elektrik enerjisi üretim kaynakları
iki ana grupta ele alınabilir: Bunlar; termik santraller,
nükleer santraller ve doğal debili HES’lerin oluşturduğu baz* gruplar ve biriktirmeli HES’lerin oluşturduğu Pik = Puant** gruplardır. Bu grupların kendile-
rine has işletme özellikleri ve üretim karakteristikleri bulunmaktadır. Bu özellikler, termik santrallerin,
HES’lerin alternatifleri olamayacaklarını yani işletme
özellikleri nedeniyle onların işlevlerini yerine getirmelerinin mümkün olmadığını ortaya koymaktadır.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Şekil 3. Keban Karakaya Atatürk Barajlarında Elektrik Üretimi Ticari Maliyeti
Kaynak: EÜAŞ HES Dairesi Başkanlığı 2009 Yılı Faaliyet Raporu
alındığında 144 milyar kwh üretim sağlayabilecek
olan bu yerli kaynağımızın, 2030 yılına kadar 20 000
mw’lık bölümünün kurulu güce dönüştürülmesiyle
50 - 55 milyar kwh elektrik üretimi sağlanabilecektir.
Rüzgâr santralarının inşasının önündeki en önemli sorunların başında iletim hatlarının yetersizliği ve
buna bağlı olarak şebekeye bağlanma engeli gelmektedir. Rüzgâr potansiyelimizin gereğince değerlendirilebilmesi için, bu konudaki yatırımların da
paralel olarak planlanması ve gerçekleştirilmesi zorunludur.
Güneş
Türkiye’nin güneşten ekonomik olarak elde edebileceği elektrik üretim potansiyeli, Elektrik İşleri Etüt
İdaresi tarafından 380 milyar kwh olarak verilmektedir. Bu değer, yıllık elektrik tüketimimizin iki katına
yakındır. Buna karşın, hâlen şebekeye bağlanmış
büyük ölçekli güneş fotovoltaik (PV) santralımız bulunmamaktadır. Ülkemizin devreye alabileceği 380
milyar kwh’lik bir güneş enerjisi potansiyeli bulunmaktadır.
• 38
Yenilenebilir Enerji Kaynakları Kanunu’nda yapılan son değişikliklerle, yenilenebilir kaynaklarımızın
devreye alınılabilmesi açısından, sınırlı bazı teşvikler
getirilmiştir. Ancak bu kanunla, kurulabilecek güneş
santralları için 600 mw gibi bir üst sınır getirilmiştir.
Bu sınırlamanın kaldırılması ve yerli imalatın daha
fazla teşvik edilmesiyle, güneşten elektrik elde edebilme kapasitemizi hızla arttırmamız gerekmektedir.
Sonuç olarak ;
Ülkemizde elektrik enerjisi alanında kaynak olarak dışa bağımlılığın azaltılması ve enerjinin ucuz,
güvenilir ve temiz olarak üretilmesi için öncelikle yerli
ve yenilenebilir kaynaklarımızın geliştirilmesi gereklidir. Bu durum konut tüketiminde olduğu kadar enerji
ihtiyacının yaklaşık % 30’unu elektrik enerjisinden
sağlayan sanayimizin rekâbet şansının arttırılması
açısından da önem taşımaktadır.
Ülkemizin yerli kaynaklarından linyit kömürünün
önemli bir bölümü enerji üretimi için geliştirilmeyi
beklemektedir. Hidroelektrikte geliştirilmeyi bekle-
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
yen oran kurulu güç olarak % 65 civarındadır.
memiz için zamanında yapılması önem taşımaktadır.
Hidroelektrik enerji tesislerinin üretim maliyetlerinin düşük olması, enerji kaynağının yerli ve yenilenebilir olması ve alternatiflerinden çok daha fazla çevre dostu olması, değişken olan enerji talebine uyum
sağlayabilme özelliğine sahip olması gibi avantajları
bu tesislerin öncelikli olarak geliştirilmesini gerekli
kılan faktörlerdir. Bu tesislerin ilk yatırım maliyetlerinin yüksek olması, üretimlerinin hidrolojik şartlara
bağımlı olması gibi bazı dezavantajları da vardır. Ancak bunlar sağladıkları avantajların yanında önemsiz
kalmaktadır.
Ülkemizde öncelikle kurulu gücü 50 mw’ın üzerindeki hidrolektrik santrallerin yapılması, bunun yanısıra mevcut öngörülerden daha fazla rüzgâr santralları ve güneş santrallarının inşa edilmesi gereklidir.
Bunlarla birlikte enerji verimliliğinde hızla iyileştirme,
kayıp ve kaçakların azaltılması, mevcut santralların
rehabilitasyonu, iletim ve dağıtım hatlarının iyileştirilmesi gerçekleştirilmelidir.
Tüm bu avantajlar, bu tesisleri planlı ve çevre
duyarlı olarak geliştirilmesi gereken enerji tesisleri
arasına koymaktadır. Ancak bu kaynağımızın geliştirilmesi için izlenecek politikaların doğal çevreye duyarlı olan, toplum ve ülke yararını gözeten politikalar
olması da aynı derecede önemlidir.
Bu nedenle ülkemizin hidroelektrik enerji potansiyelinin arta kalan % 65’inin öncelikli ancak planlı
olarak geliştirilmesi ulusal ve toplumsal çıkarlarımız
açısından çok önemlidir. Bu gelişmenin sağlıklı bir
şekilde hızlanması öncelikle bir enerji stratejisi belirlenmesine doğrudan bağlıdır.
Enerjide dış kaynaklara bağımlılığımızın azaltılması için yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarımız,
uygun teşvik politikaları uygulanarak ve yerli imalat
da desteklenerek öncelikli olarak devreye alınmalıdır.
Rüzgâr ve güneş kaynaklarımızın tamamının devreye alınabilmesi için, teknoloji transferi ve inovasyon çalışmalarının teşvik edilmesi ve iletim hatları
yatırımlarının bu kaynaklarımızı yeterince kullanabil-
Yenilenebilir enerji teknolojisinde kendine yeterli
bir ülke olmamız için tüm bunların yanısıra bürokratik engellerin azaltılması ve bu alandaki AR-GE çalışmalarının da arttırılması da çok önemlidir.
___________________________________________________
* Devreye alınıp çıkarılmaları göreceli olarak daha zor
olan ve günlük sabit enerji ihtiyacını karşılayacak şekilde işletilen santral grubu.
** Biriktirmeli hidroelektrik enerji santrallerinden oluşan
ve gün içerisinde pik saatlerde artan enerji gereksinimini karşılayacak şekilde işletilen santral grubu.
HES’lerin yetersiz kalması durumunda doğalgaz kombine çevrim santraları da bu gruba dahil olmaktadır.
Kaynaklar
1. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), “World Energy Outlook
2009”.
2. YILDIZ D. (Ed) Hidroelektrik Ecil Durum Tesbiti ve Öneriler. USİAD Yayını.15 Temmuz 2010
3. Enerji Raporu 2010. DEK TMK
4. Nadi Bakır, Türkiye’nin Hidroelektrik Potansiyelinin Yeniden Değerlendirilmesi Raporu, ERE Müh.İnş. ve
Tic.A.Ş., Ankara, Mayıs 2001.
5. YILDIZ. D. Türkiye’nin Hidroelektrik Enerji Potansiyeli ve Politikaları Stratejik Analiz Dergisi Mart 2007
ASAM
DOSYA: ATEŞ
39 •
VOLKANLAR
DOĞAN YAŞAR
Prof. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi,
Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü
T
ürkiye’de volkanlar, geçtiğimiz yıl İzlanda’da bulunan Eyjafjallajökull Yanardağının, 190 yıl aradan
sonra, 20 Mart 2010 gününde yeniden faaliyete
geçmesi sonucu hava trafiğini haftalarca aksatması ve yüz binlerce kişinin havaalanlarında mahsur kalması
nedeni ile gündeme gelmişti. Ancak volkan patlamaları; bir
ülkenin su, tarım, balıkçılık ve enerjisine birinci dereceden
etki eden doğa olayları olması nedeni ile son derece önemlidir ve özellikle büyük patlamaların dikkatle takip edilmesi
ve gerekli önlemlerin hemen alınması gerekmektedir.
Yeryüzünde volkanik hareketler sürekli olarak devam
etmekte ve dünya iklimini etkilemektedir. Örneğin 4 Mayıs
ile 10 Mayıs 2011 tarihleri arasında dünyada küçük çaplı
14 adet volkanik faaliyet oluşmuştur. En son 21 Mayıs’ta
Grimsvötn volkanında patlamalar meydana gelmiştir. Geçtiğimiz yıl patlayan Eyjafjallajökull Yanardağının 9000 metrelerin üzerine çıkmaması nedeni ile iklimlerde herhangi bir
değişikliğe yol açmamıştır. Bu tür yanardağların püskürme
yükseklikleri eğer 15000-20000 metre ve daha da yükseğe
çıkarlarsa, atmosferi sararak sıcaklığı düşürürler ve yağışları azaltarak, dünyada kıtlığa neden olurlar.
Doğan Yaşar, Volkanlar, Bilim ve Aklın Aydınlığında
Eğitim, S. 136-137, Haziran-Temmuz 2011, ss.40-43.
• 40
Dünyada bilinen yaklaşık 500 civarında aktif volkan bulunmaktadır. Geçtiğimiz 2010 yılında dünyada bunlardan 64
tanesi, patlamalar gerçekleştirdi. Ancak bunlar küçük patla-
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
malar gerçekleştirdiği için iklimler üzerinde ani değişikliklere neden olmamıştır. Volkanlar büyüklüklerine
göre 8 üzerinden derecelendirilir. Bu yılki söz konusu
patlamaların en büyüğü 3-4 civarında idi. Volkanlarda, 6 ve üzeri patlamalar çok önemlidir. Çünkü bu
büyük patlamalar sonucu hava sıcaklığı aniden düşer ve sonuçta bir ülkenin su, tarım ve balıkçılık faaliyetlerine ciddi zararlar verirler.
Volkanlar, İklimlerin Regülatörleridir
Sera gazı olarak tanımladığımız ve sıcaklığın artmasına neden olan başta CO2 gibi gazların tam tersine işlev gören ve dünyayı soğutan sülfür gazının ana
kaynağı olan volkanlar dünyadaki iklimi kontrol eden
regülatörlerin en önemlilerindendir.
41 •
DOSYA: ATEŞ
Son yıllarda küresel ısınmanın şiddetlenmesi ile
gündeme gelen ve “sera gazı” olarak nitelendirilen
CO2 gazının özelliği, güneşten gelen ısının dünyaya
girmesine izin vermesi ve dünyadan yansıyan ısının
da atmosferden çıkmasına izin vermemesidir. Sülfür
ise bunun tam tersini yapar ve bu özelliği nedeni ile
de bilimde “termostat gazı” olarak tanımlanır. Yani
güneşten gelen enerjinin yeryüzüne inmesini engeller ve yeryüzünden yansıyan enerjinin de atmosferden çıkmasına izin verir. Dünyadaki termostat gazı
olarak işlev gören sülfür gazının %70’inin kaynağı
volkanlar tarafından sağlanır. Geriye kalan %30’u
ise denizel planktonlardan sağlanır. Yani hava ısındığı zaman denizlerdeki canlı üretimi artar ve bunların en küçüklerinden olan planktonlar da DMS dediğimiz, kısaca sülfür gazı üretirler. Hava soğuduğu
zaman da bu canlılar azalır ve dolayısıyla havadaki
sülfür gazı da azalarak, hava yeniden ısınır. Ancak,
planktonların ürettiği sülfür eğer havayı soğutmaya
yetmezse o zaman buzullar erimeye başlar (küresel
ısınma şiddetlenmeye başlar) ve hafifleyen kıtalar
çok daha hızlı hareket etmeye başlar. Üzerlerindeki
buzun kalkması ile hafifleyen kıtaların hızlı hareket
etmesi, dünyadaki volkanik hareketlerin artmasına
neden olur ve iklimler yeniden soğuma eğilimine
girerler. Bu sistem bilimde “izostasi” olarak bilinir.
Özetle, volkanlar olmasa, dünya sıcaktan kavrulurdu
ve yaşam olamazdı.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Volkan Patlamaları, Sonuçları ve Türkiye’den
Örnekler
Volkanların insan yaşamında ve ülkemizde ne
gibi etkiler oluşturduğunu, Filipinlerdeki 1991 yılında
patlayan Pinatubo Yanardağının neden olduğu sonuçlar verilebilir. Son 130 yılın en büyük patlaması
olan bu volkan faaliyeti nedeni ile dünya sıcaklığı 0.5
derece düşmüş ve yağışlar çok ciddi olarak azalmıştır. Örneğin İzmir’de yıllık ortalaması 685kg olan
yağışlar 370kg düşmüştür. Yağışların oldukça azalması sonucunda Türkiye’de barajlar boşalmış ve
hidroelektrik santrallerinin devre dışı kalmasına neden olmuştur. Ve sonuçta Türkiye, tarihinde ilk defa
Bulgaristan’dan elektrik ithal etmek zorunda kalmıştır. Aynı şekilde tarımsal üretimdeki verimlilik de oldukça düşmüştür. Örneğin zeytinde ağaç başı 12kg
olan üretim, var yılında olmasına rağmen 8kg’lara
kadar düşmüştür. Aynı şekilde balıkçılığımızda da
ciddi azalmalar gözlenmiştir. Diğer bir deyişle çok
hazırlıksız yakalanmıştık. Kanada, 25000 metrelere kadar yükselen bu patlamanın hemen ardından,
balık stoklarını koruyabilmek için karasularında balıkçılığı yasaklamış ve 1994 yılından sonra yeniden
balıkçılığı serbest bırakmıştı. ABD ise, su tasarrufu
konularında önemli adımlar atmıştı.
Pinatubo Yanardağı son yüzyılın en büyük patlaması idi ancak dünyada bu yanardağdan 400 kat
daha büyük yanardağlar vardır. Böyle bir devasa
yanardağın patlaması durumunda dünya en az 6-7
yıl nükleer kış yaşayacaktır. Diğer bir deyişle dünyada 6-7 yıl, hemen hemen hiç yağış olmayacak,
güneş olmayacaktır. Bu tür devasa volkanlardan
sonuncusu olan Toba Yanardağı, 73 bin yıl kadar
önce patlamış ve bu patlamanın sonucunda 6-7 yıl
kadar nükleer kış yaşandığı ve etkisinin de bin yıl
kadar devam ettiği sanılıyor. Toba Yanardağı son 2
milyon yılın en büyük patlaması idi. Patlama sonucu 1 milyar ton civarında sülfür gazının atmosfere
karıştığı ve bu nedenle dünya ısısının ortalama 4-5
derece düştüğü tahmin edilmektedir. Ancak kesin
olarak bilinen, bu patlama sonrasında dünyada tarımsal üretimin uzun bir süre durduğu ve canlıların
çok büyük oranlarda yaşamını kaybettiğidir. Bu dönemde dünya nüfusunun 100 bin civarında olduğu
ve bunlardan ancak 2000 kişinin yaşamına devam
• 42
ettiği düşünülmektedir.
Buna benzer bir devasa yanardağ olan ABD’deki
Yellowstone da günümüzden 600 bin yıl önce patlamıştır. Ve yaklaşık her 600 bin yılda bir patlayan
bu yanardağın patlaması hâlinde neler olabileceği
konusunda belgeseller de yapılmakta ve insanlar bu
konuda eğitilmektedirler. Söz konusu bu yanardağın
kalderası geçen yüzyılda 80cm kadar yükselmiştir.
Kayıp Kent Atlantis?
Son 10 yıl olarak bilinen Holosen’de ise bilinen
en büyük patlamaların başında, Ege Denizindeki
Santorini Yanardağı gelmektedir. Günümüzden 3650
yıl önce Ege Denizinde patlayan ve son 10 bin yılın
en büyük patlamalarından olan Santorini Yanardağı,
Batı Anadolu ile birlikte Girit’teki Minoan medeniyetlerini tarihten silmiştir. Bazı araştırmacılar tarafından
kayıp kent Atlantis kenti, Santorini Adasıdır. Çünkü
bu dönemlerde Santorini Adası dünya ticaret merkezlerinden biri konumunda idi. Söz konusu patlama ile adanın üçte biri sulara gömülmüş ve büyük
olasılıkla patlamadan sonra adaya gelen ticaret gemilerinin, adanın batması nedeni ile bu ticaret merkezini batık ya da kayıp kent olarak tanımlamaları
sonucu bu adanın “Kayıp Kent Atlantis” olduğu söylenmektedir.
Endonezya’da, 1815 yılında patlayan Tambora
Yanardağı da Holosen’in en büyük patlamalarındandır. Tambora Yanadağının patladığı 1815 yılında hiç
yaz gelmemiş ve o yıl “dünyada yazı olmayan yıl”
olarak bilinir.
Türkiye’nin, Büyük Volkan Patlamalarına Karşın Alması Gereken Önlemler
Söz konusu büyük patlamalarda oluşacak olan
iklimsel değişimlerde avantaj sağlayabilmek için öncelikli olarak ve en kısa sürede yapmamız gerekenleri şu şekilde sıralayabiliriz:
- Su Bakanlığı kurmak, ya da su yönetimini tek
bir elde toplamak… Kritik bir yağış rejimine sahip
olan Türkiye’de su idaresinin kesinlikle tek bir elde
toplanması gerekir. Çünkü Türkiye’de su sorunu
yoktur, su yönetimi sorunu vardır. Büyük bir volkan
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
patlamasında çok büyük su sorunları yaşayacağımız
kesindir.
kalmıştı. Büyük volkan patlamalarında HES’ler devre
dışı kalacaktır.
- Su kanunlarını yenilemek ve özellikle yer altı sularını koruma altına almak. Bir ülkenin sahip olabileceği en önemli doğal kaynağın yeraltı suları olduğu
unutulmamalıdır. Özellikle son 50 yıldır çok yağışlı
bir dönem geçiriyoruz ve henüz gerçek kuraklık görmedik. Mega volkan patlaması ya da büyük bir meteor, dünyamızı bir anda soğutarak, 5-6 yıl yağışsız
dönemlere sokabilir. Bu dönemlerde tek kaynağımız
yeraltı suları olacaktır. Gelişmiş ülkelerin, yeraltı sularının kullanımlarını çok sıkı denetimler getirmesi
işte bu nedenledir.
- Tarım havzalarımızda, gerek ısınma ve gerekse
soğuma dönemlerinde ana ve alternatif tarım ürünleri belirlemek ve modern ıslah teknikleri ile bu dönemlerde kullanılacak tohumları üretmek konularında da ciddi AR-GE çalışmaları yapılmalıdır.
Volkanlar sürekli olarak patlayacaktır, bu yaşamın
olmazsa olmazıdır. Ancak büyük patlamalar, iklimleri
çok ani değiştirip dünyayı buzul dönemine sokmaları nedeni ile de son derece tehlikelidir. Bizim yapmamız gereken, vakit kaybetmeden önlemlerimizi
almak olacaktır.
43 •
DOSYA: ATEŞ
- Hidroelektrik santral barajları soğuma dönemlerinde boşalmaları nedeniyle, enerji planlarımızı
gözden geçirmeliyiz. Pinatubo Yanardağının 1991
yılında patlaması ile birlikte yağışlar %50 düşmüş ve
barajlarımız boşalmış, HES’ler devre dışı kalmıştı. Ve
Türkiye tarihinde ilk kez elektrik ithal etmek zorunda
-Yine büyük bir volkan patlaması sonucu ortaya
çıkacak protein eksikliğini giderebilmek için balık
çiftliklerinin yer ve üretim konularında çalışmalar yapılmalıdır.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
KÜLTÜR TARİHİNDE
ATEŞ SEMBOLÜ*
S.A. TOKAREV
ÇEVİRİ
MUVAFFAK DURANLI
Yrd.Doç.Dr. Ege Üni. Türk Dünyaları Araştırma Enstitüsü
Ateşin Kökeniyle İlgili Mitolojik Görüşler
A
teşi elde etme ve kullanma yeteneği, insanı hayvanlardan ayıran, açık, yalın ve tartışma götürmez
işaretlerden biridir. Hiçbir hayvan bu yeteneğe sahip değildir. Gerçekte insanlar arasında da istisnaların olduğu kabul edilmektedir. Andaman Adaları1 halkında
ateşin elde edilmesinde kullanılacak herhangi bir araç yoktur. Fakat bu durumun bir açıklaması bulunmaktadır. Onlar
her seferinde ateşi yeniden elde etmek için yanmış veya
köz hâline gelmiş kütükleri bir yerden başka yere taşıyarak
ateşi korumayı tercih ederler.
Arkeolojik veriler insanın ateşle çok eski bir zamanda tanıştığını kanıtlamaktadır. Alt paleolit katmanlarda - Asya’da
Çjoukoudyan, Kiik, Koba, Avrupa’da Krapina- belirgin kül
katmanları bulunmuştur. Mağaralarda çağlarca ateşle desteklenmiş hayat izleri bunu göstermektedir.
S. A. Tokarev, Kültür Tarihinde Ateş Sembolü, (Çev.
Muvaffak Duranlı), Bilim ve Aklın Aydınlığında
Eğitim, S. 136-137, Haziran-Temmuz 2011, ss.44-49.
• 44
Atalarımızın ateşle tanışması nasıl oldu? Eski “mitoloji”
ekolünün (XIX. yüzyılın ortaları) taraftarları ilk insanları gök
ateşi (yıldırım) ve yer, doğal ateşi (birbirine sürtünen kuru
ağaçların kendiliğinden yanışı) kendi hayal güçlerinde oluşturduklarını düşündüler. İnsanlar bu doğal oluşumu taklit
ettiler, buradan iki kuru ağaç parçasını birbirine sürtmek
yoluyla ateşin elde edilmesi olan eski tarz ortaya çıktı. Bu
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
tür eski mitolojik görüşlere zaman içinde diğerleri de
katıldı. Ağaçların yanmasından tekerlek, ateş kuşu,
kutsal içecek hatta insanın kendisi oluştu. Bu bakış
açısını XIX. yüzyılın ortasında Alman etnograf Adalbert Kuhn ayrıntılı bir şekilde açıkladı. Kuhn çalışmasını şu sözlerle bitirmiştir:
uygundur: 1. Başlangıçta insanlar ateşi bilmiyordu;
2. Daha sonra onlar doğal ateşi kullanmayı öğrendiler (yıldırım, bozkır yangını, kuru ağaçların kendiliğinden yanışı), fakat daha ateşi yakamıyorlardı; 3. Kuru
ağaç parçalarının birbirine sürtülmesi veya iki taşın
birbirine çarptırılmasıyla ateşi elde etme becerisi.
“Burada incelenen bütün mitik dünya görüşleri
için ilk ve temel olan insanların yeryüzünde olduğu
gibi bulutlarda da kutsal ateş ve kutsal içkinin aynı
şekilde oluştuğunu düşündüklerini kabul etmek gerekir; üstelik bütün bu görüşün merkezi kıvılcımın
elde edilmesidir; ancak daha sonra buna içkiyle ilgili
görüş de katılmıştır”2.
Maalesef bu sonuncusu tartışmaları başlatmıştır.
Bu şiirsel tablo uzun zaman bilim adamlarını etkiledi. Fakat daha sonra ilkel çağın toplum bilinci
bu yönelimi “Göksel ateşin yeryüzüne inişiyle” ilgili
ilkel mite götürdü, buradan da çeşitli inançlar, törenler çıktı ve bu görüş kendi çekiciliğini yitirdi. İş daha
karmaşık oldu. Birbirinden uzak olsa da her şeyi tek
bir köke, ateşe (bazı durumlarda göğe ve güneşe)
götürmek bilimin taleplerine cevap vermemektedir.
Kendi içinde bazı eksiklikleri olmasına karşın Rus
araştırmacı Vera Nikolayevna Haruzina’nın “Kvoprosu o poçitanii ognya” (Ateşe Saygı Sorunu)3 adlı
makalesinin yazılmasından yarım yüzyıl sonra bu
çalışma artık bilimsel analizin daha üst noktasında
durmaktadır. Örneğin bu makalede resmî ve millî
ateş kültünün üst formlarıyla ilgili olarak hiçbir şey
söylenmemiştir. Buna karşılık yazar ateşle bağlantılı
halk inançlarının, törenlerin ve yasaklamaların hemen hemen her yerdeki yaygınlığını ortaya koyan
etnografik olguları sistemli bir şekilde belirtmiştir.
Fakat Haruzina şimdiye kadar tartışmalı kalmış olan
ateşi elde etme pratiğinin kökeniyle ilgili soruna sadece üstünkörü değinip geçmiştir.
Eski atalarımızın ateşle ilk tanışıklığı ne zaman ve
hangi nedenlerle olmuştu?
Çakmak taşının yardımıyla ateşi elde etme şimdi
de pek çok yerde yaygın olmasına karşın arkeologların çoğu bunun en eski şekil olmadığını düşünmektedirler. Kavın alacağı “sıcak” kıvılcımın elde edilmesi
için iki taşın olması yeterli değildir, pirit (kalkopirit) de
gerekmektedir. Bu maden katmanlarına oldukça az
rastlanmaktadır ve üstelik çelik de daha geç ortaya
çıkmıştır. Bu yüzden bu konuda yazanların hemen
hemen hepsi ateşi elde etme şekli olarak sürtünmenin daha yaygın olduğunu düşünmektedirler.
Fakat dünyanın pek çok bölgesinden veri toplayan ve bu verileri kendi tecrübeleriyle tamamlayan
B. F. Porşnev kısa zaman önce bu şemayı yıkmayı
denedi. İki taşın yardımıyla ateşin elde edilmesi, ona
göre en eski şekildi; fakat bu da bilinçli olarak belli
bir amacı olan eylem değildi. Alt paleolit dönemde,
taş silahların işlenmesinde yan ürün olan kıvılcım
kendiliğinden elde ediliyordu. İnsanın, yanan kuru
otlardan faydalanmasını öğreninceye kadar çok zaman geçti4.
Ateşin kökeninin iki temel versiyonu bu şekildedir.
Bu iki versiyon için ikna edici kanıtların artık olmadığını söylemek gerek. Birbirlerinden farklı olmasalar
da her ikisi hipotez olarak kaldı. Bölge koşullarına
bağlı olarak ya “ağaç” ya da “taş” ateşi kullanıma
sokmuş olabilir. Şimdi de Eskimolarda taşların sürtülmesi, Kızılderililerde delme, Hindistan’da taşların
birbirine çarptırılmasının yanı sıra, çakmak tozunun
kullanılması söz konusudur.
Atalarımız tarafından ateşin elde edilme şekli nasıl olursa olsun, belirgin olan bir şey var. Onun benimsenmesi (kullanımı) insan ve geri kalan hayvan
dünyası arasına bir sınır koymuştur. Bu da sadece
45 •
DOSYA: ATEŞ
Başta arkeologlar olmak üzere pek çok bilim adamı bu sorunu bir kenara koymuştur. Çoğunluk (ateş
kuşu, ilahî içecek gibi) şiirsel motiflerden arındırdıkları Kuhn’la aynı görüşlere meyillidirler. Çoğunluğun
düşüncesi en basit şekildeki üç aşamalı değişime
Sürtünme veya Çarpma? Ağaç veya Taş?
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
anlayışta, sınıflandırılmış tablolardaki bir sınır değildir. Bu, yaşam değil, ölümüne gerçek bir mücadeledir.
Mitik Kahramanlar
Bizim Neandertal atalarımız büyük hayvanlar (tırnaklılar ve vahşi hayvanlar), ayrıca küçük hayvanlar
(kemirgenler, yılan, kertenkele) avladılar. Bu av sadece etin elde edilmesi değil, aynı zamanda barınak
ve mağara için bir mücadeleydi. Soğuk dönemde
mağaralar yaşam için gerekliydi. Burada, mağaralardan büyük ve tehlikeli hayvanların kovulma mücadelesinde insanlara yanan kütükler de yardımcı
oldu. Bozkırdaki sürek avlarında da onların yararı
görülüyordu.
Ateşin kullanılma süreci toplum bilincinde, özellikle mitik yaratıcılıkta ilginç bir şekilde anlamını
değiştirmişti. Başta ilkel olmak üzere mitlerin her
zaman “karşı olma” şemasına göre kurulduğu iyi
bilinmektedir. “Böyle bir şey nereden oluştu?” sorusuna mit şu cevabı verir: “O daha önce yoktu veya
ona karşıt bir şey de yoktu” ve saf mitolojik bilinç bu
cevaba memnun olur. Ateşin kökeniyle ilgili en ilkel
mitler Avusturalya Aborjinlerinde korunmuştur. Eğer
şimdi ateşe hayvanlar değil de insanlar sahipse o
zaman daha önce, mite göre, bunun tersi söz konusudur. Bir hayvan ateşin tek sahibiydi, bunu da
insanın ondan alması gerekiyordu. İşte çalma motifi
buradan doğmuştur.
Örneğin Viktorya (Avusturalya) yerli kabilelerinden birinde kaydedilmiş basit bir mit. Eski zamanlarda ateşin tek sahibi, onu kimseyle paylaşmak
istemeyen iki rahimli bir Bandikut’tur. Ateşe sahip
olmak isteyen diğer hayvanlar bir araya gelir. Bu
işi güvercin yapmaya çalışır, fakat başarılı olamaz,
onun ardından şahin bu işi yapar. Bandikut’un attığı
kütüğü, uçarken yakalar. Bu kütükten kuru bir ot yanar, böylece ateş insanlar tarafından öğrenilir5.
Bu tür mitler, Kuzey Amerika yerlileri gibi, tarihî
gelişimin daha üst düzeyinde bulunan halklarda da
vardır.
Bu tip mitlerde ana karakter ateşi çalıp insanlara
• 46
verendir. Dünyanın pek çok halkında iyi bilinen bu
mitik şahıs “kültür kahramanı” olarak adlandırılmıştır. Çeşitli geleneklerin oluşumu ve kültürel faydalar
ona aittir. Mitlerde ateş, çalınan ve insanlara verilen
temiz bir madde olarak tasvir edilir. Ateşin tanrılaştırılması veya bir şekilde kişileştirilmesi burada yoktur.
Mitlerin bu tipi, yerleşime geçmemiş avcı hayata,
eski düzene cevap vermektedir.
Farklı, artık insansı bir mitolojik şahsın şekillenmesi yerleşik aşamaya uygundur. Bu tipi şimdi de
Sibirya ve kuzey halkları “ateşin anası, ateşin kadın
sahibi veya ocağın anası”olarak adlandırmaktadırlar.
Kuzey Avrasya’nın üst paleolit çağının pek çok
katmanında (özellikle Orinyak döneminde) arkeologlar taştan veya kemikten oyulmuş heykeller, çıplak kadın figürleri buldular. Orinyak Venüsleri olarak
adlandırılan, cinsiyetleri belirgin ifade edilmiş bu
heykeller ilk kadını sembolize eden “kadın ataların”
tasvirleri olarak kabul edilmiştir. Onlara daha geç
dönem katmanlarda (neolit, mezolit) bulunan daha
şematize kadın figürleri de katılmaktadır. Heykellerin
bulunduğu yerlere (ocak çukurlarının yakınları) bakarak onları “ata” değil, “ocağın anası” veya “ateşin
kadın sahibinin” tasvirleri saymak daha doğrudur6.
Bu tipin temelinde bir gerçek yatmaktadır. İlkel
çağda ateşin elde edilmesi ve korunmasında kadının
rolü çok büyüktür.
Haruzina haklı olarak bu konuda şöyle yazmıştır;
“İnsanlığın hayatının şafağında kadın ocaktaki ateşin
sürekli veya geçici doğal koruyucusu değil miydi?
Avcı erkek bazen uzaklara giderdi; kadın da sürekli
olarak mülkiyetini azaltmak zorunda kalmıştı. Eğer
ateşin temin edilmesi ve onun desteklenip korunması güçlüğünden hareketle bunu kadına bırakmak
mümkün olmasaydı, kadına bulunduğu yerdeki ateşi korumak dışında ne kalırdı? Kadın erkekten daha
fazla ateşle uğraşmak, onun özelliklerini, alışkanlıklarını öğrenmek imkânına sahipti... Kadın ateşin
neden kızdığını, neden çatırdadığını ve kıvılcımlar
çıkardığını anladı, onun dilini yukarı kaldırmasını ve
kendisine atılan yiyeceği aç gözlülükle ısıtmasını
sağladı. Kadının dikkati doğaya odaklanmıştı, onun
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
desteği bu yüzden önemliydi. Kadının aklında bir
sürü batıl görüş yerleşti, o ateşle ilgili inanılır işaretlerin bütün sistemini oluşturdu”7.
Haruzina haklı olarak günümüz köylü hayatında
da bu çizgilerin korunduğunun altını çizerek; “İyi
bir ev hanımı olan kadın Rus köylü ailesinde ateşi
yakmak, güçlendirmek için yapılması gereken bütün
tedbirleri bilir. Kadının ateşe saygısızca yaklaşımı
yüzünden ateş bütün evi yangınla cezalandırır.”
Bu yüzden ateş, özellikle de ev ocağıyla ilgili
inançlar, batıl yasaklar yayılmıştır. Ateşe tükürülmez,
işenmez, pis şeyler atılmaz. Yeni ateşin yakılması
belirli kurallara göre yapılmalıdır.
Bütün bunlar ateşin temiz ve temizleyici bir doğal
oluşum sayıldığını kanıtlamaktadır. Bu düşüncenin
temelinde gerçek olgular yer alır. Ateş ve özellikle
kamp ateşi ve ocağın dumanı insanların evlerini her
türlü parazitten (sinek, sivrisinek, böcek) kurtarmalarına yardım etmektedir.
Aynı gerçek halk hekimliğinde ateşin (bütün halklarda) kullanılmasına da yansımıştır. Ateşin bütün tedavi edici fonksiyonlarını sıralamak zordur: Hastalıklı
yerin soba közüyle yakılması, tütsüleme, isleme, tedavi araçlarını kutsama vb.
Dinî saygının bir objesi olan “ateş ruhunun” karmaşık tipi herhalde sınıf öncesi ve erken dönem sınıflı toplum yaşamının sınırında oluşmuştur. Temelde
kadın olan bu tipler Sibirya halklarında da (ateşin kadın sahibi, ateşin anası) yer almıştır. Onlarda anaerkil
kabile yapısının yansımış olması elbette tesadüfi değildir. Sadece iki istisna vardır : Yakutlarda “Uot- iççite” ve Buryatlarda “Gali- ejin (ateşin erkek sahibi)”,
zira bu iki halk ataerkil kabile yapısını aynı zamanda
yaşamışlardır.
Ateş İlahı
Klasik Doğu ve antik dünya devletlerinin çoğunluğunda ateşin ideolojik ve sembolik anlamı karşılıklı
olarak birbiriyle kaynaşmıştır. En belirgin örnek Hindistan Veda mitolojisindeki tanrı Agni’dir. Bu ikili bir
kişiliktir. Her şeyden önce Agni maddesel bir ateş,
alevin dilidir (Sanskritçedeki agni etimolojik açıdan
Slavcadaki ogn’la akrabadır). Fakat bu çoğunlukla
kurban edilenin alevini ve bu alevin dumanını göksel tanrılara ulaştıracak habercinin kült fonksiyonunu yerine getiren kurban ateşidir. Ayrıca kendisi de
büyük tanrılardan biridir. Veda’daki iki yüz kadar ilahî
ona adanmıştır ve ilahlar listesinde Agni yıldırım ilahı
İndre’yi geride bırakarak ikinci sırada yer alır. İlahileri
hazırlayanlar kutsal ateşi övmek için hiçbir renkten
kaçınmamışlardır. İlahilerden birinde şöyle denilmektedir: “Ah Agni, kutsal ateş, temizleyici ateş, sen
ağaçta uyuyansın, sen parıltılı alevinle yükselensin,
sen ilahî kıvılcımsın. Güneş’in şanlı ruhu ve her yerde
gizlenensin!”. Hindistan’ın daha sonraki dinlerinde
Agni geri plana itilmiş fakat ritüellerde ateşin fonksiyonu, özellikle de cenazelerde kalmıştır. Her inançlı
Hindu eğer vücudu kutsal Ganj kıyısında ateşe verilirse bunu kendisi için özel bir nimet sayar.
Hintlilere akraba İran mitolojisinde ateşin canlanışı olan tanrı Atar doğal bir konum almıştır. Fakat bütün İran kabilelerinde ateş sadece temiz bir
oluşum olarak görülmüştür. Hintlilerde ve İranlılarda
gömme ritüelinde ateşin kutsallığı düşüncesinin yer
almış olmasından karşıt bir sonuca gidilmesi oldukça ilginçtir. İranlılar ölüleri sadece yakmamakla kalmazlar aynı zamanda cesedin ateşle birleşimini bu
oluşum için hakaret sayarlar, bu ağır bir günahtır.
Ateşin temiz olduğu düşüncesi günümüze değin
“ateşperestlerin”- Zerdüştler, İranlılar, Yezidler- bütün taraftarlarında korunmaktadır. Arkeolojik kazılar-
47 •
DOSYA: ATEŞ
Sınıflı toplumun eşiğinde “ateşin erkek sahibi”
mitolojik tipinin çizgileri boy ve ailenin ataları-koruyucularının tipleriyle karışmaktadır. Slav halklarında
(mesela Rus Domovoy’u), Doğu Fin halklarında (Vorşud u Udmurtov) da böyle olmuştur. Fakat boy veya
aile ata kültüyle ateş kültünün aynılaşması sorununa
bu kadar basit yaklaşmamak gerekir çünkü her ikisi
de farklı tarihî köklere sahiptir.
Ateş kültünün, toprağın işlenmesi ve ürünün toplanmasıyla bağlantılı tören zemininde gelişmiş güneş
kültüyle yakınlaşmasına da daha dikkatli yaklaşmak
gerekir. Birbirlerine benzemelerine karşın (örneğin
yanmış tekerlekleri tepeden veya bir dağdan yuvarlama geleneği her iki kültte de aynıdır) onların farklı
kökenleri vardır.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
dan da anlaşılacağı gibi “ateş tapınakları” Orta Asya
ve Kafkasya’da da vardır.
Ateş kültünün antik örneklerinden en karakteristiği Roma’daki ilahe Vesta’dır. Onun şerefine bir
tapınak yaptırılmıştır. Bu tapınaktaki ocakta (kurban
ocağı) Roma devletinin sağlamlığının sembolü olan
sönmeyen ateş yansımıştır. Kutsal ateşi bakirelik ve
evlenmeme andı içen küçük veya genç kız rahibeler
korur (bu andı yerine getirmeme ölümle cezalandırılırdı). Vestalkalar (ve özellikle onların başkanı) bir
dizi ayrıcalığa sahipti. Bu ayrıcalıklardan biri suçluları idam cezasından kurtarmaktı. Vesta’nın ateşi her
takvim yılının başında yenilenirdi. Vesta’nın sunakları
evlerin girişinde, holdeydi.
Yunan sitelerinin devlet kültleri sisteminde ev
ocağının ilahesi Gestiya da benzer bir konuma sahiptir. Fakat kutsal Olimpos ilahlarına Gestiya’nın da
katılımıyla ilgili herhangi bir mitolojik yapıt konusu
yoktur.
Roma’nın Vesta’sı ve Yunan Gestiya’sı gelişmiş
sınıf ve devlet toplumlarının dinlerinde anaerkil öğelerin korunmuş olduğunun en belirgin örnekleridir.
Fakat antik dünya ateşin diğer bir ‘karakterini’, yıkıcılığını da bilmektedir. Onu Yunanistan’da Ares,
Gefest ve Roma’da Vulkan olarak kişileştirilmişlerdir. Fakat bu tiplerde farklı çizgiler de bulunmaktadır: Ares, acımasız ve yıkıcı savaşın ilahıdır. Gefest,
demircilerin ilahıdır. Vulkan, sadece ateşin yıkıcı ilahı
değil aynı zamanda insanların yangınlardan koruyucusudur.
Ateşin Sosyal Doğası
Ateşin sembolleştirilmesiyle ilgili olarak verilen
bütün olgularda insanın ateşle olan ilişkisinin tarihini
ortaya koyan tek bir çizgi vardır. Bu, ateşin sosyal
doğası ve sosyal aracılığıdır.
Bu nasıl ifade edilir?
Gerek maddi gerekse ruhsal olsun kültürün her
oluşumu gibi ateş de insanın hizmetinde temel ve
üretim fonksiyonlarını yerine getirir. Ateşin temel
fonksiyonları vahşi hayvanlarla mücadele, barınağın
ısıtılması, aydınlatılması ve yiyeceklerin hazırlığıdır.
• 48
Üretim fonksiyonları nedir?
Avcı ekonomisinin egemen olduğu eski çağda
emek organizasyonu hemen hemen bilinmemektedir. Bu konuda sadece hipotezler vardı. Elbette sürek avları bir organizasyon gerektirmiştir: Kadınlar
ateşi hazırlamış, onu korumuş ve erkekler de sürek
avlarında bu ateşi kullanmışlardır. O zaman ateşin
(ocağın) koruyucusu kadınlar topluluğun sabit merkezini, erkekler bu topluluğun daha hareketli çevresini oluşturmuşlardır. Ocağın ateşi, kadınları ve çocukları erkeklerden ayırarak birleştirmiştir. Bu çağda
kabilenin aileye bölünmesi gerçekleşmiştir. Böylece
her ateşin iyi olmadığı görüşü ortaya atılmıştır. Ateş,
“bizim olan” ve “bizim olmayan, yabancı” ateş olarak ayrılır. Bu ayrımın izleri yeryüzünün bütün halklarında korunmamış olabilir. Elbette komşusuna bir
kütük veya bir avuç kömür borç vermek ekonomiye
bir zarar getirmez; fakat bu konuda pek çok sınırlama ve yasaklama oluşmuştur! Komşuya belirli günlerde ateş verilmez, çok cömert olunmaz vb. Daha
XIX. yüzyılda Belorus köylüleri için şöyle yazmışlardı: “Kimse asla komşusuna sıcak kömür vermez,
mutluluk gider ve tarladaki ekine zarar gelir”. Bazı
köylüler “... kendi ocaklarındaki közleri yabancılara,
başka bir eve vermekten korkarlar; eğer verirlerse
de bu istemeyerek olur ve sönmüş de olsa kömürleri
geri getirmek şartıyla. Eğer kömürler geri gelmezse,
artık onlara ihtiyaç olmamasına karşın başkalarını bu
komşuya sıcak kömür almaya yollarlar”8.
Aşırı katılıktaki benzeri yasaklar Kuzey- Doğu
Asya halklarında da vardır. Çukçilerin inançlarını ve
törenlerini ayrıntılı bir şekilde inceleyen V. G. Bogoraz onlar hakkında şöyle yazmıştır. “Her ailenin kendi
ateşi vardır. Aileler, çok uzun yıllar birlikte yaşadıkları
atalardan kalan ateşi yabancı ateşten özenle korurlar. Komşulardan ateşin ödünç alınması büyük günah sayılır”. Ya da “Çukçi kadını komşusundan kibrit,
çakmak taşı veya çakmağı memnuniyetle alır çünkü
bunlar aile ocağıyla bağlantılı değildir fakat hiçbir zaman söğüt çubuğu almaz çünkü onunla kömür karıştırılır, onu alınca yabancı ocaktan kömür de almış
olacaktır....”. “Benim Çukçiler arasında bulunduğum
zamanda ateş yüzünden kadınlarla pek çok tartışmaya girdim. Onlardan çoğunun çaydanlığı yoktu ve
çaydanlığımda su ısıtmama izin vermiyorlardı çünkü
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
bu çaydanlık daha önce yabancı bir ocakta durmuştu. Bu nedenle pek çok kere sıcak çay içemedim”9.
“Bizim” ve “yabancı” ateşin bu karşıtlığı kutsal
kitaplara da yansımıştı. Kutsal Kitap’ta genellikle
kurban ateşi ritüeli defalarca ve bütün ayrıntılarıyla
zikredilmektedir. “Levit” kitabında kurbanın tasvirinde şu epizod yer almaktadır. “Nadov ve Aviud, Aaronların oğulları kendi kandilini aldı ve ateşe koydular, ona günlük (buhur) koydular ve tanrının karşısına
onun emretmediği yabancı ateşi getirdiler. Ateş, Tanrıdan çıktı ve onları yaktı, onlar da Tanrının karşısında
öldüler”. Görüldüğü gibi kurban ritüelinin önemsiz
herhangi bir detayı yoktur, onda da “bizim” ve “yabancı” yaklaşımı vardır.
Ateşin önemli sosyal fonksiyonlarından biri de temizliğidir. Sınıf öncesi toplumda bu özellik tam belirginleşmemiştir. Hem her birey kendi için temizlenme
törenleri yapmış ve hem de her toplum bunları herkes için uygulamıştır. Eski devletlerde temizlik kurbanları sistemi en ince ayrıntısına dek geliştirilmiştir.
Orta Çağ’da ateşin temizlik fonksiyonu tamamiyle
kiliselere aittir. Büyük suçlarda olduğu gibi, herhangi
bir kuralın yıkımı, genelde ateşin belirli bir derecede
katılımıyla sağlanan “ateş” temizlenmesini talep etmiştir.
Katolik kilisesi bu sistem içinde günahkar ruhların öbür dünyada günahlarından temizleneceği bir
araf (dinde temizlik) öğretisi kurmuştur, üstelik arafta
bulunma süresi kilise tarafından belirlenecektir. Kilise tarafından dinden sapmışların toplu ateşe atılması “autodafe” pratiği de oluşturulmuştur.
Aynı yobaz düşünce XVII. yüzyıl Rusya’sında eski
gelenekçiler tarafından desteklenmiştir. “Kendini
yakanlar”, bu korkunç yolla gökyüzü krallığına gideceklerine inanmışlardır.
Birleştiren ve Ayıran Ateş
İlişki formlarının daha sonraki genişleme sürecinde ateşin sembolik anlamı küçülmekte fakat yok
olmamaktadır. Kabile, daha sonra millî ve sınıf ayrımı
uzun zaman boyunca korunmuş, daha farklı, daha
az uysal formların katılmasına karşın kapitalizm çağında kesinleşmiş olduğunu söyleyebiliriz. İşsiz ve
evsiz fakirler grubunu büyük banka şirket üyelerinden ayırmak ateş kullanmaksızın da mümkündür.
Fakat bazen bu sembol, halk çıkarlarının ifadesi görevini de görür, özellikle bu durum keskin sosyal kriz
zamanları için söz konusudur. Barış taraftarlarının,
özgürlük ve demokratik haklar için savaşanların mezarlarındaki sönmeyen ateş, ateşin eski ayırıcı rolünü
andırmaktadır. Bu sembolün üst formu olan, geniş
halk kitlelerinin barış isteğini ifade eden spor oyunlarında olimpiyat ateşinin kendi ülkesinden başka bir
ülkeye taşınması ise yeni bir gelenektir.
___________________________________________________
* S. A. Tokarev’in “Simvolika ognya v istoriçeskoy kulture” adlı bu makalesi i Priroda Dergisinin 1984, 9.
sayısında 75- 79. sayfalar arasında yayımlanmış olup
Türk Dünyası İncelemeleri Dergisinin Cilt: VI, Sayı 1,
2005’de Muvaffak Duranlı tarafından çevrilerek yayımlanmıştır.
1 Hindistan’ın Andaman ve Nicobar bölgesine bağlı
adalar grubu.
2 Kuhn A. Die Herabkunft des Feuers und des Gottertranks, B., 1895, s. 253.
3 Haruzina V. N., “’K voprosu o poçitanii ognya”, Etnografiçeskoe obozrenie, 1906, no 3- 4, s. 68.
4 Porşnev, B. F. Sovetskaya etnografıya, 1955, No 1, s.
7.
5 Gennep, A. Von., Mythes et legendes d’Australie, P„ s.
A„ P. 64- 83.
6 Gennep A. von., age., s. 76- 77..
7 Haruzina, age., s. 79.
8 Afanasyev, A., Povetiçeskie vozzreniya slavyan na prirodu, c. 2, M., 1968, s. 13.
9 Bogoraz, V. G„ Çukçi, c. II, L„ 1939, s. 54- 55.
10 Bkz. Levi- Stross, K., Strukturnaua antropologiya, M.,
1983, s. 133; Levi- Strauss C. Du miel aux cendres, P.,
1966, P. _ 208,211.
11 Yrd. Doç. Dr., Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü.
49 •
DOSYA: ATEŞ
Günümüz yapısalcı etnolojide ateşe saygın bir
yer verilmektedir. Bu ekolün başkanı K. Levi Strauss
için ateş ham ve pişmiş gıda arasında bir “mediator”
(aracı), “ateş- su” veya “oyma- sürtme” gibi karşıtlık
üyelerinden biridir10.
Tarihî bakış açısına göre ateş, insan ilişkilerinin
aracı formu, erkek ve kadın faaliyetinin sınırı, başta
kabilenin, daha sonra ailenin ayrılma biçimidir. Kabile ve aile, kendilerini ateşle ilgili katı kurallarıyla sınırlamıştır. Ateş, akraba ve aile üyelerinin zinciriyle
çevrelenmiştir.
ATEŞLE GELEN DEĞİŞİM
ERK İNGER
Makine Yüksek Mühendisi
Erk İnger, Ateşle Gelen Değişim, Bilim ve Aklın
Aydınlığında Eğitim, S. 136-137, Haziran-Temmuz
2011, ss.50-52.
• 50
A
teş, su, toprak ve güneş asırlarca canlıların ruhsal ve bedensel idamesi için yaşantıların vazgeçilmez unsurları olmuştur. Ateşin icadı, güneş,
buzulların erimesi, su, toprak, ziraat ve üretkenlik, canlı varlıkların yaşamlarının sürdürülmesinde önemli bir rol oynamıştır. Ateşin icadıyla madenlerin eritilmesi
gerçekleştirilmiş ve insan gücü, yepyeni yapay araçlar ve
kullanılan enerji kaynakları insanoğluna muhteşem yaşam değişimleri sağlamıştır.
Ateşi oluşturan, odun, kömür, petrol ve doğal gaz gibi
tabiî enerji kaynakları insanlığın teknoloji değişimlerine
sebep oldu. Odunla yanan bir soba, kömürle çalışan bir
buharlı lokomotif, mazotla çalışan içten yanmalı bir dört
zamanlı motor ve doğal gaz ile ısınan bir ev kullanıldığı
enerjiyi simgeleyen tipik teknolojilerdir. Fransa’daki Escale Mağarası’nda bu­lunan eski ocaklar, modern insanın
atası olan “Homo Erectus’un 750.000 yıl önce ateşi kullandığı belgelendi. İnsanlığın ateşle ısındığı, aydınlandığı
ve vahşi hayvanlardan korun­duğu gözlemlendi. Çeşitli
uygarlık­lar, ateşi kullanmasını öğrenerek toprağı pişirmek
suretiyle çanak, çömlek yapmayı ve madenleri eriterek
alet ve silah yapmayı başardılar. Endüstrileşme çağında,
makine yapımı ve makinede ­kullanılan yakıt ve enerji, in-
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
DOSYA: ATEŞ
51 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
sanlığın su ve ekmek gibi doğal ihtiyaçları arasında yer aldı.
Yakıt yapısında bulunan hidrojen ve karbon yanınca bulunduğu çevreyi hem ısıttı hem de havayı
kirletti. Artan nüfus ve ilerleyen teknolojilerle, insanlığın enerji talepleri gittikçe çoğaldı. Fosil enerji
kaynakları azalmaya başladıkça yenilenebilir alternatif enerjiler, hidrolik enerji, güneş enerjisi, rüzgâr
enerjisi, jeotermal enerji, biokütle enerjisi ve nükleer enerji konuları insanlığın gündeminde yer aldı.
Nispeten daha pahalı olan bu tür enerjilerde jeotermal ve nükleer enerji dışında diğerleri ancak tabiat ve iklim şartlarına bağlı olarak elde edilebildi.
Tıpkı seneler öncesi Fırat ve Dicle önüne çekilen setler gibi, bu yörelerde ya barajlarda enerji
üretildi ya da tarlada berekete vesile olan hasatları
sağlayan sulamalar yapıldı. Sulamasıyla, ulaştırmasıyla, tarımsal üretim ve gıda üretimi çok ciddi
biçimde artırılarak, sanayileşme dâhil milyonlarca
kişiye yeni istihdam kapısının açılması planlandı.
3 milyar yıldan beri merkezinde 15.000.000
°K sıcaklık bulunduran ve toplam enerji rezervi
1.785X1047 Joulle olan güneş her saniyede 4 milyon ton kütleyi 3,86x1026 jul değerinde enerjiye
çevirmek suretiyle evrenin bitmez tükenmez enerji
kaynağı oldu. Güneş, dünyanın yörünge eksenine
1.366 Watt/m2 enerji iletmekte fakat yeryüzüne
ulaşan enerji miktarı 0 - 1100 W/m2 değerleri arasında değişim göstermektedir. Yaklaşık %15’lik
bir verime sahip bir güneş foto voltaik (güneş pili)
paneli, 0.45 - 1.35 kWst/m2 enerji üretmektedir.
İnsanoğlu artık gelecekte elde ettiği birincil enerji
kaynaklarıyla sudan hidrojen elde etmek suretiyle
elektriksel enerjiyi çevre dostu enerji olarak depolamayı ve kullanmayı planlamaktadır. Birim kütle
başına ısıl değeri 141,9 MJ olan Hidrojen, benzinin
ısıl değerinden 3 kat fazla olan ısıl değere sahiptir.
Kolayca ve güvenli olarak her yere taşınabilen, taşınmasında çok az enerji kaybı olan, her yerde (sanayide, evlerde ve taşıtlarda) kullanılabilen, tükenmez, temiz, kolaylıkla ısı, elektrik ve mekanik ener-
• 52
jiye dönüşebilen, karbon içermeyen, ekonomik ve
hafif olan hidrojenin bulunduğumuz 21.yüzyıla
damgasını vuracağı hatta güneş ömrü olarak kestirilen gelecek 5 milyar yılın da yakıtı olacağı yetkililerce ifade edilmektedir. Güney Doğu Anadolu’da
güneş tarlalarının ve güneş termik santrallerinin
kurulması, ‘Parabolik kolektör’ adı verilen dev panellerle, güneşten gelen ısının önce buhara sonra
da elektriğe dönüştürülmesi planlanmaktadır.
BÖLGE
TOPLAM
GÜNEŞ
ENERJİSİ
(KW/m2-yıl)
GÜNEŞLENME
SÜRESİ
(Saat/yıl)
G. DOĞU ANADOLU
1460
2993
Mezopotamya, “iki nehir arasındaki yer”, bugün Irak, doğu Suriye ve Güneydoğu Anadolu’yu
kapsayan coğrafi bölgeyi tarif eden bir isimdir.
Yıllarca, birçok farklı kültür ve halkın karıştığı bir
bölge olmuştur. Bilinen ilk okuryazar topluluklara
ev sahipliği yapılmış, birçok üzerinde medeniyeti
barındırmıştır. Bölgede bulunan kömür ve petrol
gibi zengin yeraltı kaynakları, güneş enerjisini kullanmaya uygun güneşli iklim şartları, Fırat ve Dicle
boyunca tesis edilen baraj ve sulama imkânları,
başta Harran Ovası olmak üzere bölgenin verimli
toprakları, iki nehir arasındaki yeri ve yakın çevresini dünyamızın önemli cazibe merkezlerinden biri
hâline getirmiştir.
Günümüzde, Orta Doğu’da, yıllarca bölgenin
komşu ülkeleri arasında yaratılan huzursuzlukların, tarihî ortak kültürü paylaşmış kardeş ülkeler
arasındaki kardeşliğin ve barışın tesis edilememesinin asıl sebebi, yörenin, böylesine zengin enerji
kaynaklarına sahip oluşuyla izah edilmektedir. Sular yükselince balıklar karıncaları yer, sular çekilince de karıncalar balıkları… Üstünlük bugün karıncadaysa yarın balığa geçebilir veyahut tam tersi...
Karınca ya da balık olmanın sağladığı üstünlüğe
sevinmek yersizdir. Çünkü kimin kimi yiyeceğini
gerçekte “suyun hareketini ve seviyesini” yönetenler belirlemektedir.
ATEŞE MECAZ DÜŞTÜM
İRADE İPİNDEN ASILDI
RUHİ İNAN
Balıkesir Üniversitesi, Türk Dili Edebiyatı Okutmanı
Ateş …
Ş
ikest bir gönül gülzârına nida-yı latif ederse, adı
ateştir…
Kınalı özlemlerim beşik sallayıp ninni söylerken
gönül, bir âmâ gibi ithamın acı çığlığıyla aklımı serkeş ediyor… özlemelerim sıçrıyor yerinden, bunu sadece o
biliyor… ne söylüyorum bak… cümleyi iyi oku… gözlerim
kanatlandığında sadece aklım, bedenim incinmesin diye
etrafını kolaçan eder… derken bir kelimeyi beğenir… paragraf yokuşundan tırmanır… mânâ zirvesine otağ kurar…
eğer; başlık gecesinde kuşe-i uzletinde bir münzeviye işaret
gönderecekse asla ve kat’a itham denizinden bir tas su alamaz… bekle bakalım!.. bilesin ki esrarın şahsiyetle dostluğu kadimdir… esrar kimde mekân tutar bunu da bilirsin…
mekânın kendisi benim malum, öyleyse tercihlerimi de bilirsin… işte tam da buradadır kırılan dalım… ben daha ne
demeliyim ki… ateş… yangına çevirdiğin libas ve de gösterdiğin tevazu bana teğet geçiyorsa hamdolsun demek de
53 •
DOSYA: ATEŞ
Ruhi İnan, Ateşe Mecaz Düştüm İrade İpinden Asıldı,
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 136-137,
Haziran-Temmuz 2011, ss.53-54.
var serde; zira sen de bilirsin ki sen hamda da değenlerdensin… değmesin ister isem çaresi vardır elbet… gülzâra yaban bülbüller girmiş, der; bir başka bağın gülzârına da minnet etmeden “terki terke” ikamet eylerim... hüsranın hangi
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
kefesi bana münasip görülmüş ise mühim değil…
yanmadayım, pişmedeyim… ne deyim… Aklım bu
sıkleti çeker, yalnızca tartan adil olsun yeter… küfemde gönül varsa eğer ağyara yük taşımam… emanete hıyanet mi; asla!.. duymamış olayım… firkatin
insanlığa elveda demediği mâverâdan geliyorum…
Firkat nedir ey kişi… âlem-i ervahda, bela küncine verdiğin sözdür… sözünden ırak olmaktır firkat,
bir de özünden… ateştir… oduna sahip olamayan
bir bedevi elbet firkatin ateşiyle harlanır… Firkatin
çok uzağında yakın bir İbrahim’dir insan… İbrahim’i
yakmayan ateş, insanın öz tercihlerinden ötürü kendini ateşe teşne bırakır… dur ey yolcu!.. haddinin
misakını belirleyen erk, eteklerinde hıramân eder
ancak… nedendir isyan ateşiyle yanışın?.. nedendir
bâki elmasları cam parçacıklarıyla değiş- tokuşun?..
nedendir neden? Bir elma mıydı ham bir hayalin ilmeğinde kayıtsızlığa kaçan... oncacık bir oburluk
muydu? Yoksa bir buğday tanesi miydi?..
İrade…
Bilmeliyim…
O sabah gözlerimin kızıllığı zifir karanlığa düştü
de görmedin… esrik postacı, kapadığın kapıyı bulamadan daha eğik bir boyunla yere düştü kaldırmadın… irade denen şey nedir ki sınansın aşkla…
aşk irade tanır mı ki… aşk iradî bir şey değildir. Gönlüm… kördür, menzilini şaşırmış bir oktan, gerilmiş
bir yaydan başka nedir ki aşk…
Yağdığım bütün topraklarda hüda-yı nâbit bitkilerin yeşermesi doğal… ben bir ağacım, meyvem
çok ve uzamın ortasında beklerken bir sarmala tutunma ihtiyacı olanlar, fark etmeyi bile bahşetmeden
yanımda bitiyor suçlama beni… ben duruyorum öylece, kökümde sen… aşk için acısı fazla bir rehavet
bizimkisi… avıyla kendini var eden… hâlesiyle mânâ
denizinde köpüren…
Seninkisi aşk değil; seninkisi kabaran bir iştah,
• 54
kimyası fazla verilmiş bir hamur, seninkisi kendine
dalgalanan bir deniz… Oysa ben tabii olandan bahsediyorum; katıksız, kaygısız, öylelikli, kişilikli, seni
unutmadan, beni kırmadan. Öyleyse şöyle değil
midir aşk, hiçbir çıkar ve çıkarsama olmadan yaşanan… Beş adımı saymadan, son adımı bilmeden,
ötekine öykünmeden… gönlü bir terazu kefesine
bindirmeden… Lebindeki gülü, dikenle kanamak
için öpen, yalnızca ikiyle tek olabildiğin bir vahdetten
başka nedir ki…
Ayrılık sevdaya dâhildir, der şair… sevda ayrılığa
dâhildir bence, kimseler bilmez… Gören göz görmez, duyan ten uyuşur… gitmelerin, sınanan iradelerin, teslimiyetin, özlemelerin, susuzluğun, susuzluğun hepsi hepsi bundandır… bu sevda, kapında
bekleyen çilekeş; ayrılık, acıyıp da dilenmesine göz
yuman sahip… Bir ateş; ateşi sen ve ben, bir “West
Indies, Kızıl Elma, İtaki, Maçin”… “uzun yol” diye tabir eden şairdir, bense hüküm giymişim…
Gönül vermelerin söz vermelerine öykünmesin;
gönül, göz ve söz… Bir insicamı dokurlar mânâ kiliminde… Önce söz vardı, sonra göz düştü, köz oldu
gönül hânumânı perişan bir gurbette ah u zâr… Sen
bilmezsin kaç gece büyüttüm kucağımda, kaç nehir ulaşamadan vuslata toprağımda kayboldu, kaç
yıldız etrafımda semah ederken kayıverdi…. Bu girift bilmeceler bir güvensizlik ikliminde yeşerdiler ve
çiçeklendiler, aman dikkat güft ü gû taşıyla kırılmasın….
Sonu öylece gözlenen bir ateş değil bizimkisi, bölüm bölüm, ilmek ilmek dokuduğumuz bir eser… Bir
şiir; tadı damağımda iz… kafiyesi sen benden oluşan
bir dehliz, bir mavera… Redifi olmayan bir giz…
Aşk?
babası olmayan İsa’dır,
ateşi mi?..
“enel hak” olmaktır Gönlüm…
ATEŞ-ŞEYTAN METAFORU
MEHMET AKNAR
Eğitim Müfettişi / ELAZIĞ
Ö
ncesinde başka canlılar da vardı. Yaratılışları
bakımından insandan farklılardı. Kimi topraktan, kimi nurdan yaratılmıştı. Hatta ateşten
yaratılan bile vardı. İnsan olanı iyiye de kötüye
de meyyaldi. Şeytan sadece kötülük timsaliydi. İyiliği
temsil edene ise melek dendi. Bazısı duyu organlarıyla hissedildi. Hissedilmeyenlerin varlıkları, yaratıcı ile
bilindi. Hepsine de çok önemli görevler yüklendi. Denge için. İmtihan için. İyiler öncelendi. Kötüler için hep
uyarılar geldi Yaradan tarafından.
İnsan varlık âlemini zıtlıklarla daha iyi kavrayabilirdi. İyiyi anlamak için kötüye ihtiyaç olduğu gibi meleği
anlamak için şeytana ihtiyaç vardı. Bu bir denge unsuruydu. Yaratan da bu dengeyi kurmuştu.
55 •
DOSYA: ATEŞ
Mehmet Aknar, Ateş-Şeytan Metaforu, Bilim ve
Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 136-137, HaziranTemmuz 2011, ss.55-57.
Kötülüğün ve kötülerin temsilcisi olan şeytan kötü
olarak simgelenmişti. İnsan için burası önemliydi.
Çünkü insan hem iyiliğe hem de kötülüğe meyyaldi.
Şeytan da bunu bildiğinden melekle uğraşmadı hiçbir zaman, hep insanla uğraştı. Yaratıcı’nın emrinden
dışarı çıktığı, “Ben insandan daha hayırlıyım; sen beni
ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.” deyişi de
eklendi bilgi olarak.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Özellikle ateşi vurguladı şeytan. Yakıcılığını,
üstünlüğünü, bir kaba sığmadığını, özgürlüğünü, özgünlüğünü ifade etmek için. Peki, şeytan
nasıl bir varlıktı? Ne yapardı? İşte burada Yaradan girdi devreye. Şeytanın özelliklerini anlattı
uzun uzun: Onun kibirli ve kâfirlerden olduğunu,
insanları şaşırtıp kötülüğe yönlendirdiğini, kandırmak için yapılanları çekici ve süslü gösterdiğini, unutturduğunu, saçıp savuranların, şeytanın kardeşleri olduklarını ve şeytanın ise nankör
olduğunu, ayak kaydırdığını, belaya uğrattığını,
o ve taraftarlarının insanı her taraftan gözetlediğini, kardeşlerin arasını ayırdığını, yapılanları
süsleyerek insanları doğru yoldan alıkoyduğunu, Yaradan’a karşı diklendiğini/başkaldırdığını,
apaçık bir düşman olduğunu ve onu düşman
bilmek gerektiğini, insanı yapayalnız ve yardımsız bıraktığını ve bırakacağını, açıkça saptırıcı
• 56
bir düşman olduğunu, insanların arasına düşmanlık ve kin düşürmek, onları Allah’ı anmaktan
ve namazdan alıkoymak istediğini, çılgınca yanan ateşe çağırdığını, şeytanla arkadaş olanın,
onun peşine takılanın azgınlardan olacağını,
şeytanın adımlarını izlememek gerektiğini, insana korku vereceğini, fakirlikle korkutacağını,
çirkinliği ve hayâsızlığı emredeceğini, gerçeği
ters yüz eden, günaha düşkün olan her yalancıyla arkadaş olduğunu, yalan yere yemin ettiğini vurguladı.
Yaradan yeri geldi şeytana uyanları cehenneme doldurmakla tehdit etti. Onunla mücadeleden bahsetti. Onun hilesinin ve düzeninin
çok zayıf olduğunu, Allah’a inananlara karşı bir
etkisinin olamayacağını vurguladı. Güven verdi
insana. Ondan, Allah’a sığının dedi. “Size ya-
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
lan söyledim. Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana
icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtaracak değilim, siz
de beni kurtaracak değilsiniz” şeklinde itirafını
anlattı bir bir.
Onun şaşırtıp-saptırmasından ve insanı çılgın ateşin azabına yöneltmesinden, çirkin utanmazlıkları ve kötülüğü emreder bir yapıda olduğundan da bahsetti. Ondan uzak olunması gerektiğini, ona uyanın pişman olacağını, tuzaklarının olduğunu, şeytanın tek olmadığını anlattı.
İnsan ve cin şeytanlarının varlığından bahsetti
ve onların insanları aldatmak için yaldızlı sözler
fısıldadıklarını da vurguladı.
Yeri geldi şeytan hakkında Peygamber de
konuştu. O da insanları uyardı. Her kötü işi
Yaradıcı’nın yaptığı gibi “şeytan” ismiyle vurguladı. Görünmeyen şeytandan korunmak için manevi olarak duayı önerdi. İbadette bile aramızda
olabileceğini vurgulayarak “Şeytan sizin her işinize burnunu sokar” dedi. İnsanın özelliğinden
olan hiddeti şeytandan bildi. Hiddetin ateş olduğunu, ateşi de suyun söndürdüğünü, dolayısıyla
abdest alınması tavsiyesinde bulundu.
Omurgası yoktu şeytanın. Dik duramıyordu.
Ateşten yaratıldığını ve üstün olduğunu sık sık
vurguladı. Topraktan yaratıldığı için Âdem’i küçümsedi. İşte o günden bu güne şeytan ateş ile
özdeşleşti.
Ateş ile şeytan aynı harfleri taşıyordu. Şeytanın içinde ateş gizliydi. İnsanların muhayyilesinde şeytan denilince hep ateş canlandı: Çocuğundan büyüğüne, gerçeğinden filmine kadar.
Zaman geldi şeytana uyulduğunda kazanılan
günahı ateşin yok edeceğini anladı insan. O zaman ateş ve şeytan birlikteliği daha bir anlaşıldı
Başka hiçbir canlı, insan kadar ateşe önem
vermedi. İnsanoğlu ateşle kâh ısındı kâh lezzete
lezzet kattı. Şeytan da başka hiçbir canlıyla insan kadar uğraşmadı. Kâh sağından kâh solundan yanaştı insana. Onu hepten saptırmak için.
Onu yakmak için.
Ateş kontrol edilemezse hırçındı. Dur durak
bilmezdi. Yakıcıydı. Başına buyruktu. Kontrol
edilirse faydalıydı. Şeytan da öyleydi. Kendisini
hep üstün gördü. Kibirliydi. Etrafını görmüyordu. Kontrol edilmeliydi.
İnsanoğlu ateşi buluncaya kadar ateşin yakıcılığını anlayamadı. Ateş ile birlikte şeytanı da
tanıdı. Ateş kırmızıydı, şeytan da öyle resmedildi. Günah ateşti. Günahtan arınmak için ateş
gerekliydi. Cehennem de ateşti. O da arındırmak içindi.
Medeniyet, ateşin bulunmasıyla başladı. Gelişme onunla sağlandı. İnsanın manevi
tekâmülünün de yakıcı ateşe / şeytana uyulmadığında olacağı anlaşıldı.
57 •
DOSYA: ATEŞ
Şeytanla ilgili hiç iyi ve iyilik yoktu. Böylece
insanlarda şeytan ile ilgili, iyilikten uzak, sürekli
kötülük düşünen bir varlık algısı oluştu. Bu da
kültüre dönüştü. Deyimlere ve atasözlerine yansıdı. “Şeytana uymak” deyimini kullandı önce.
Sonra “Şeytan diyor ki” dedi her kötü işi yapmaya niyetlenirken. Derken bunları “Şeytan
dürtmek”, “Şeytan görsün yüzünü”, “Şeytanın
art bacağı”, “Şeytanın ayağını kırmak”, “Şeytan
kulağına kurşun”, “Şeytanın yattığı yeri bilmek”
deyimleri takip etti bir bir. “Şeytan kişiyi kandırır
ama suyunu ısıtmaz.” dedi atalarımız. “Şeytanın
kulağına kurşun”, “Şeytana pabucunu ters giydirmek”, “Şeytanın bacağını kırmak”, “Şeytanla
ortak buğday eken samanını alır” atasözleri de
kullanılır oldu.
Yeri geldi damarlarda kanın dolaştığı gibi insanın içinde dolaştığı, suyun kabın şeklini alması gibi bulunduğu şarta göre değişime uğradığı
vurgulandı.
ATEŞTEN YAŞAM
YEŞİM KON
Savaş İlköğretim Okulu Türkçe Öğretmeni
Akşehir-KONYA
N
asreddin Hoca’nın evine tüccar arkadaşı misafir
olmuş. Hoca mantı pişirip getirmiş. Arkadaşı acele
edip mantıyı hemen ağzına atınca boğazı yanmış.
Boğazının yandığını belli etmemek için başını tavana doğru dikmiş ve yanmanın etkisi gidince de başını tavandan indirmeyip sormuş;
-Hocam bu tavanı ne zaman yaptırdınız?
Hoca hemen cevaplamış;
-Boğazıma ateş düştüğü zaman…
Ateş bu kimi zaman boğazımıza kimi zaman içimize, şiirlerimize, türkülerimize düşer, içimizi ısıtır. Bazen bir mumun
ışığında bazen bir odun kıvılcımında kimsesiz kaldığımızda
alevine dalıp gittiğimiz ateş atasözlerimizdedir, deyimlerimizdedir;
Yeşim Kon, Ateşten Yaşam, Bilim ve Aklın
Aydınlığında Eğitim, S. 136-137, Haziran-Temmuz
2011, ss.58-59.
• 58
Konu aşk olunca ya ateş bacayı sarar ya ateşle barut
yan yana durmaz ya da ateşten bir gömlek giyeriz, hayat
pahalı olmaya başlayınca ateş pahasıdır her şey, pahalı
hayata sinirlenince ateş püskürürüz, ne kadar üzülsek de
çevremizdeki olan kötü olaylara ateş düştüğü yeri yakar her
zaman, bilemeyiz ne gerçek ne yalan ama ateş olmayan
yerden duman çıkmaz, aceledir işlerimiz ateş almaya geliriz, severiz bazen tehlikeyi ateşle oynarız, bazen de korkarız
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
ateşe atamayız, küçümseriz önemsemeyiz ateş olsan cürmün kadar yer yakarsın der geçeriz, sıkılırız
ateş basar…
Şiirlerimizdedir, bir kıvılcımdır divân edebiyatının
en vazgeçilmezi olan ateş. Ama o kadar derin, o kadar güzel işlenir ki kendinden geçersin yüklendiği
anlamlar karşısında. Âşığın içinde bulduğu ıstıraptır,
sevgiliye duyduğu özlem ve hasrettir, daima aşığı
yakar, gözde tutuşur, gönülde alevlenir. Âşık, ateşini
söndürmek için gözünden su akıtır. Sevgilinin yanağı
ve dudağıdır, nurdur etrafı aydınlatan. Bilemeyiz ne
düşündü Şeyh Galip, ne hissetti de Fuzuli yazdı o
güzelim mısraları. Bu kadar önemli olmasa bu kadar
değerli olmasa alırlar mıydı denizin en derinliklerinde
duran midye içindeki inci tanelerinin arasına o yakıcı
al rengi. Ateş, divân edebiyatında âdeta tılsımlı bir
sandık gibidir sadece anlayanların açabileceği.
Türkülerimizdedir, bir annenin askerdeki oğluna
hasretidir, gidip dönmeyen sevgiliye yakılan ağıttadır, düğünlerimizdeki oyun havasındadır.
Sayamadığımız daha pek çok yerdedir ateş, tüm
sıcaklığıyla yaşamımızdadır. Sevginin, gülmecenin
ve barışın mayası Nasreddin Hoca’nın fıkrasıyla
başladığımız yazımıza yine onun fıkrasıyla tamamlayalım;
Bir gün Nasreddin Hoca ve arkadaşları iddiaya
tutuşmuşlar; eğer Hoca, karanlık ve soğuk bir gecede sabaha kadar köy meydanında bekleyebilirse
arkadaşları ona güzel bir ziyafet çekecekmiş. Şayet
bunu yapamazsa Hoca, arkadaşlarına ziyafet çekecekmiş. Kararlaştırılan gün, Hoca, meydanın ortasında sabaha kadar tir tir titreyerek beklemiş. Sonra
yanına gelenlere:
-Tamam iddiayı kazandım, demiş.
-Ne oldu, ne yaptın, demişler.
-Hayır, sen uzaktaki bir mum ışığı ile ısındın. İddi-
Hoca çaresiz kabul etmiş. Ziyafet vakti kocaman
bir kazanın altına minicik bir mum koymuş. Güya yemek pişirecek.
-Ne yapıyorsun? demişler. Kıs kıs gülerek cevap
vermiş:
-Bu mum ateşiyle size yemek pişireceğim arkadaşlar. Uzaktaki bir mum ateşiyle ben nasıl ısındıysam, bu kazandaki yemek de öyle pişecek!
59 •
DOSYA: ATEŞ
-Bekledim sabaha kadar, demiş.
ayı kaybettin! Ziyafetimizi hazırla demişler.
DEĞİRMEN
METİN TANDOĞAN
zamanı sırtından at
bırak o taşısın seni
iki durak sonrası ölüm
kediye tırmalatma ille de kanatacaksan
parmağını / bir kuşun kanadında kanat
ters yatıp
tersinden uyanmalı
her güne bir kör düğüm at
uyanmadan
dedim ya / tersinden uyanmalı
silaha melodram mesela
drama çocuk oyunları yazdırmalı
kirletilmiş olandan / kirlileri
kederden kaderi arındırmalı
aktığımız suyun kaynağına dönebilmeli
döküldüğümüz yerden
bazen küçük ateşler yakmalı
büyük yangını söndürmek için
içinden yürüyerek pazar yerlerinin
evlere dağılmalı fileler elde
elden geldiğince gizliden
söndürmeli kibrin mumlarını
korodan soloya doğru
ıslıkla çalınan umutlar bestele
• 60
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
tüm renklerden âlâ değil mi gece
karanlık kapkara
denizde ıslak mavi
kumsalda yanık eflatun
ışığın dansına katıl ara sıra
göreceksin
bu durumda sen
az kedi
ve biraz da kapı önüne bahar bırakan
çift sarmaşıksın
birlikte çürüyeceksek toprakta
kolumu çekiştirmeyi bırak
otur bulutun kırdığı bir aydınlıkta
kıyımda sımsıkı
yaşamı solumaya bak
su çarka vurur öldüresiye
sen taşın döndüğüne sevinirsin
zaman öğütür
sapsarı un olur mısır
kısır döngülere inat
bir safra gibi taşımaktansa
anlamsızlığını yazgımızın
tek özgürlüğümüz
kuruyan ne varsa yakmak
61 •
UMUDUMUN SESİ
HALİME GÜNDÜZ
ayrılığın geldiği andı
hırçın bir yılan boynuma saplardı dişlerini zehrini yutamaz, çekip alamazdım nefesini nefesimden ve kesilirdi içimdeki trenlerin sesi
sen yalnızdın bir otogar bankında
yağan karlar kirpiklerine düşer buz olurdu göz yaşların
ben sana bakardım sen yelkovana
zaman geçerdi gözlerimizin önünden
ve yorulurdu rüzgâr şaçlarımda parmaklarını gezdirmekten
kalkardı yerinden en uzağa giden yolcular
bakardım etrafıma benzemezdi hiç bir yüz sana senin gözlerin hiç yanmazdı, kor olmazdı
ve bilmezdi kimse içimdeki bitmeyen seslerin günlerin saatlerin dilini
bir ayın ışığı bir de ellerimin sıcaklığı vururdu avuçlarıma
ben kıyamazdım dokunamazdım insanların yaralarına
bilmezdim inanmazdım ben de bir gün yaralanacağıma
susardım konuşamazdım içime batan iğnelerden
• 62
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
ve bilmezdim bu acıların bitmeyen çilesini
katamazdım en temiz hayallerime ihaneti
sen düşünemezsin bendeki kırıkları körüklenmiş duyguları
uçup giden umutlarımı artık geri getiremezsin ki
tekrar silip bana geri veremezsin temiz bedenimi
ve bir gün gözlerimin ışığı söner yıkılırssa o sağlam kulelerim beni anımsa o gün
ve haykır bağır çağır ama asla ismimi alma ağzına
sen bilirsin benim gözyaşlarımın tadını
sakın sakın damlatma çiçeklere akan kanımı
ve unutma mezarıma konan kuşları
toprak soğuktur su ısıtır bedenleri
sen dokunma toprağa su dök saçlarıma
uzasın en köklü ağaçların dallarına yapraklarına ulaşıncaya
ve sus otur başucumda umudumun sesiyle fısılda bu satırları kulağıma....
63 •
SEN DEĞİL MİSİN?
A. MESUT BAYRAM
Merzifon Anadolu Lisesi
TDE Öğretmeni
Kapalı bir kutu, zorlu bir muammayım ben;
İçimin dehlizlerinde neler gizlidir bilirsin sen.
Yüzüme bakıp ruhumun derinliklerini gören
Gözlerinle bizdeki bu şifreyi çözen sen değil misin?
Tertemiz bir sayfa olarak geliriz önüne;
Sensiz kapılırız hoyrat rüzgârların yönüne.
İlerde kutlu ve mutlu bir nesil olarak yanına
Dönmek için yarınlarımızı yazan sen değil misin?
Büyük hedeflere mümtaz rehberlerle varılır.
Seninle çıkılan yolculukta insan nasıl yorulur?
Biliriz asırlardır yolumuza ne tuzaklar kurulur;
Birliğimize kastedenlerin oyunlarını bozan sen değil misin?
• 64
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
Kimimiz gonca, kimimiz kır çiçeği, kimimiz kardelen…
Demek ki çiçek güzelliğinde daima malzemen.
Biliyoruz bizi soldurmamak için bütün mücadelen.
Bereket bulutları gibi yurdu gezen sen değil misin?
“İlk Emir”le başladı aslında vazifen öğretmenim!
Çin’de olsa almakla yükümlü kılındı ilim .
“Beşikten mezara kadar ilim öğrenin.” diyor Peygamber’im;
Bunun için en katı kalplere bile sızan sen değil misin?
Elbette her mesleğin ayrı bir sorumluluğu var;
Ama hangisi zordur minicik kalplere dokunmak kadar?
Kalkınmışsa bir ülke söyleyin kimdir gerçek mimar?
Etrafına baharı yaşatırken hazan sen değil misin?
65 •
ŞİİRİN AŞKI
ÜNVER PAZARLI
Sana söz, artık hiç masal anlatmayacağım
Ninniler de duymayacaksın ağzımdan daha
Türküleri de semtine uğratmayacağım
Ve geceler, seni sormayacaklar sabaha.
Tılsımlı bir âlemin gizemli kutusuydun
Zaman, damla damla, mısra mısra dağıldı
Yolunu redifler bekledi; şeytana uydun
Düştü gökten ilhamlar, kafiyeler yıkıldı.
Eski yasaklı şarkın ağlatır dinleyeni
Her garip manicinin vardır bir bekleyeni
Gözlerim gözlerine kasideler düzerken
Bir eski gazel gibi unutup attın beni.
Göz yaşlarım kirpikten hece hece düşerken
Rüzgârlarda bıraktım bir serbest manzumeyi
Aruz olup gemide dalgaları beklerken
O buluttan üslubun terk ettirdi gülmeyi.
Artık neye yarar ki bir gamzeli gülüşün
Hak edene vereyim bahçemdeki gülleri
Bana ister hain de, ister ihanet düşün
İrem bağı gibiydin, kuruttun gönülleri.
• 66
ELMA ŞEKERİ
BETÜL DİNÇER
Fikret-İsmet Aktekin Anadolu Lisesi 11TM-A
Ferizli - SAKARYA
B
ütün gün yiyeceğim elma şekerinin hayali ile
yanıp tutuşmuştum. Çıkış zili çaldığında öyle
çok heyecanlanmıştım ki şekeri elime alamadan ölmekten korkmuştum. Telaşla çantamı
toplayıp sahile koştum. Annemin verdiği harçlıktan
arttırarak alacağım elma şekerimi artık almak istiyordum. “Şekerciiiii...” İşte karşımdaydı tüm şekerlerin
kralı! Onun tacını ve tahtını gözümde o kadar çok büyütüyordum ki şekerci kral beni her gördüğünde gülümsüyor, şekeri daha ucuza veriyordu. Yine paramın
bir miktarını pantolonumun ön cebine sıkıştırdıktan
sonra elma şekerini bana uzattı. Zıplıya zıplaya koşup
bir banka oturduğumu hatırlıyorum. Bir ses bana o
şekeri yemekten ne anladığımı sormuştu da kendime
inanamamıştım. Bir çocuk bana şekerci kraldan aldığım lezzetli şekerleri “neden yiyorsun” diye sormuştu.
Konuşma dün gibi aklımda:
“Ne anlıyorsun o şeyden?”
“Hı?”
Betül Dinçer, Elma Şekeri, Bilim ve Aklın
Aydınlığında Eğitim, S. 136-137, Haziran-Temmuz
2011, ss.67-68.
“Neden yiyorsun diyorum o elindekini?”
67 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
“Çok güzel de ondan.”
“Neresi güzel be! Buradan iğrenç görünüyor.”
“Sen şeker sevmez misin?”
“Bilmem, daha önce hiç yemedim.”
Aman Allah’ım... Bir çocuğun hiç şeker yememiş olması ne kadar acıydı. Utanmıştım.
Ona elimdeki şekeri uzatırken. “Al senin olsun”
dedim yüzümdeki utancı saklamak için en tatlı
gülümsememle.
İşte biz o gün tanıştık Ömer Bey’le... O gün
öğrendim makûs çocukluğunu. Annesinin onu
terk ettiğini, babasının şarap şişeleri arasında
çürüyüp gittiğini... Ve kimsenin onu sahiplenmediğini. Akrabalarının bile kapıdan kovduğunu. Çocuk esirgemeye gitmeye onu kimsenin
ikna edemeyip sokaklarda mahvolduğunu.
Uzun bir süre konuştuk ve ilk defa benim sayemde çocuk esirgemeye gitmeyi kabul etmişti. Ve sonra günler, aylar, yıllar geçti. Hayat
şartları yüzünden birbirimizi kaybetmiştik.
Bu sürede hastalığım ilerlemiş, kalbimdeki sorunlar artmıştı. Yıllardır aynı
sorunla
uğraşıyordum.
Kalbimin sıkışmasına aldırmadan çalıştığım şu
günlerde eşimin ısrarlarına
dayanamayıp doktora gittim.
Bembeyaz bulutların etrafımda oluştuğunu hissedi-
• 68
yor ve eski bir dost ile karşılaşacakmış gibi heyecanlanıyordum. Damağıma elma şekeri tadı
değiyor, kulaklarım martı sesleriyle doluyordu.
Galiba yine kalp krizi geçiriyordum. En son
beni düştüğüm yerden sedye ile kaldırdıklarını
hatırlıyorum. Girdiğim ameliyat tam beş saat
sürmüştü. Ertesi gün odama giren hemşireden
bunu öğrendim. Ve yine aynı gün odama giren
doktoruma durumumun iyi olmadığını, eşime
haber verilip verilmediğini sordum. Verdiği cevap kırk beş yaşlarında olgun bir adamın gözlerini doldurmaya yetiyordu:
“Sen o ameliyatın ücretini çocukken paylaştığın elma şekerinle ödedin
Faruk’cuğum!”
O an çocuklar gibi sevinip Ömer Bey’in boynuna
atlamak istedim ama durumum el vermedi.
Şimdi mi? Şimdi en iyi
dostumla çocuk esirgemede elma şekeri
dağıtıyoruz.
Onlar
da
paylaşsın
ve dost
kazansın
diye...
ALTERNATİF ULUSLARARASI ÖĞRENCİ
DEĞERLENDİRME GÖSTERGESİ
(BİLİM OLİMPİYATLARI)
ABDÜLKADİR YILMAZ
Talim ve Terbiye Kurulu Üyesi
Abdülkadir Yılmaz, Alternatif Uluslararası Öğrenci
Değerlendirme Göstergesi (Bilim Olimpiyatları),
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 136-137,
Haziran-Temmuz 2011, ss.69-75.
S
on yıllarda ülkemizin Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Çalışması’nda (kamuoyunda kısaca PISA olarak bilinen) elde edilen puanlara ve
alınan alt sıralardaki derecelerinin aksine yine
uluslararası alanda yüzümüzü hem güldüren hem de
gençlerimizin ne derece yetenekli, bilimsel çalışma ve
araştırmalara yatkın olduklarını gösteren bilim olimpiyatlarında Türkiye’nin gurur kaynağı olacak güzel haberler de almaktayız.
Asya – Pasifik Matematik Olimpiyatları; Balkan Matematik Olimpiyatı, Genç Balkan Matematik Olimpiyatı
(Balkan Ülkeleri arasında); ABD’deki Matematik Araştırmaları Enstitüsü, Amerika Matematik Enstitüsü, Berkeley Kaliforniya Üniversitesi ve San Fransisko Üniversitesi tarafından düzenlenen Bay Area Matematik
Olimpiyatı; Colorado Matematik Olimpiyatı (ABD); İber
– Amerika Matematik Olimpiyatı (İspanya, Portekiz ve
Amerika) ile ABD – Kanada arasındaki Matematik Ligi
gibi değişik ulusal, bölgesel ve uluslararası matematik
yarışmalarıyla beraber başka alanlarda da bilimsel yarışmalar düzenlenmektedir.1
69 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Bunların dışında uluslararası kapsamda
1993 yılından itibaren Uluslararası Felsefe
Olimpiyatları, 1996 yılından itibaren Uluslararası
Astronomi ve Coğrafya Olimpiyatları ile 2003
yılından itibaren de Uluslararası Dil Olimpiyatları
düzenlenmektedir.2
Ülkemizde ulusal düzeyde gerçekleştirilen
Matematik Olimpiyatı, İlköğretim Matematik
Olimpiyatı, Ulusal Matematik Yarışması, Ulusal
Matematik – Fen ve Teknoloji Yarışması, İstanbul Matematik - Türkçe Olimpiyatı, Cahit ARF
Matematik Günleri, Akdeniz Üniversitesi Matematik Yarışması, Bilgi Üniversitesi Matematik
Yarışması, Mersin Üniversitesi Matematik Yarışması, Çevre Proje Olimpiyatları, WEB Tasarımı
Olimpiyatları, Sosyal Bilimler Olimpiyatları vb.
tarzda ulusal ölçekte sayıları gittikçe artan ilköğretim ve lise seviyesinde farklı alanlarda düzenlenen bilim olimpiyatları da bulunmaktadır.
Her yıl hem ulusal hem de uluslararası alanda düzenlenen bu yarışmalar öğrencilerimize
bilimi sevdirmekte, üniversite eğitimleri sırasında bu alana yönlendirmede etkili olmaktadır.
Uluslararası Bilim Olimpiyatları Matematik,
Fizik, Kimya, Biyoloji ve Bilgisayar olmak üzere 5 farklı alanda gerçekleştirilen sınavlara hazırlanacak öğrencilerin tüm Türkiye genelinde
birinci ve ikinci kademe sınavlarıyla seçilmesi
ve bunların daha sonraki hazırlık süreçleri TÜBİTAK Bilim Adamı Yetiştirme Grubu tarafından
yapılmaktadır.3 Uluslararası bilim olimpiyatlarına
Matematik’ten 6, Fizik’ten 5, Kimya – Biyoloji ve
Bilgisayar’dan 4 öğrenci katılmakta ve öğrencilerin aldıkları puanlara göre derecelendirmenin
yapıldığı için de birden çok altın, gümüş, bronz
ve mansiyon alabilen öğrenciler bulunmaktadır.
Bu yarışmaları sırayla inceleyelim.
1. Birincisi 1959 yılında Romanya’da 7 ülkenin katılımıyla düzenlenen Uluslararası Matematik Olimpiyatlarından ilk 19 tanesine
Türkiye katılmamış ancak 1978 yılında yine
• 70
Romanya’da düzenlenen 20. Uluslararası Matematik Olimpiyatları’na (Romanya 1959, 1960,
1969, 1978 ve 1999 yıllarında toplam 5 defa olmak üzere bu yarışmaya en fazla ev sahipliği
yapan ülke olmuştur) iştirak etse de tekrar 1985
yılına kadar ara vermiştir. 1980 yılında gerçekleştirilmeyen olimpiyatların 52.’si 2011 yılında
Hollanda’da düzenlenecektir. Bu yarışmanın
34.’sü 1993 yılında Türkiye’nin ev sahipliğinde
gerçekleşmiştir. Ülkemiz 2003, 2008, 2009 ve
2010 (2010 yılında 97 ülke katılmıştır) yıllarında
takım halinde 8. olarak şimdiye kadar aldığımız
en büyük dereceyi elde etmiştir. Çin Halk Cumhuriyeti hemen hemen her yıl takım halinde birinci olduğu organizasyonda ABD ve Rusya Federasyonu ise 2 ve 3. lüğü dönüşümlü şekilde
paylaşmaktadırlar.
Matematik olimpiyatlarında katılımcılara yöneltilen sorular aşağıda gösterilen lise müfredatlarındandır.
• Sayılar Teorisi (Aritmetiğin Temel Teoremi, Doğrusal ve İkinci Derece Denklemler, Pell
Denklemleri, n-Moduna Göre Kalanlar, Fermat
ve Euler Teoremleri),
• Cebir (Cebir’in Temel Teoremi, Eşitsizlikler,
Polinomlarda Çarpanlara Ayırma, Simetrik Polinomlar, Vieta Teoremi),
• Kombinasyon (Graf Teorisi),
• Geometri (Ağırlık Merkezinin Özelliği, Euler
Doğrusu, 9 Nokta Çemberi, Simson Doğrusu,
Batlamyus Eşitsizliği, Ceva ve Menalaus Teoremleri) gibi konular vardır.4
Matematik’te öğrencilere iki günde toplam 7
soru sorulmaktadır.
2. Birincisi 1967 yılında Polonya’da 5 ülke ile
başlayan Uluslararası Fizik Olimpiyatları’ndan
ilk 15 tanesine ülkemiz katılmamış ancak 1985
yılında o zamanki Yugoslavya’da düzenlenen
16. Uluslararası Fizik Olimpiyatları’na iştirak et-
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
Tablo: Türkiye’nin Uluslararası Bilim Olimpiyatlarına Katıldığı Yıldan İtibaren Derece Alan Öğrencilerin
Branşlarına ve Okullarına Göre Toplam Madalya Dağılımları Tablosu
1
Matematik
Fizik
Kimya
Biyoloji
Bilgisayar
TOPLAM
(1978-2010)
(1985-2010)
(1978-2010)
(1993-2010)
(1993-2010)
Ankara Özel Samanyolu Fen L.
20
16
15
4
10
65
2
İzmir Özel Yamanlar Lisesi
24
10
7
3
6
50
3
İzmir Fen Lisesi
16
12
5
11
5
49
4
İzmir Özel Yamanlar Fen Lisesi
6
8
12
6
1
33
5
İstanbul Özel Fatih Fen Lisesi
2
5
2
18
3
30
6
Ankara Fen Lisesi
7
10
5
1
1
24
7
Ankara Özel Samanyolu Lisesi
8
1
3
4
1
17
8
Ankara Atatürk Anadolu Lisesi
2
1
6
3
12
9
İstanbul Atatürk Fen Lisesi
5
3
2
2
12
10
Manisa Özel Şehzade Mehmet L.
8
11
Bursa Anadolu Lisesi
2
12
İstanbul Özel Bahçeşehir Fen L.
6
13
İstanbul Özel Amerikan Robert L.
1
2
14
Ankara Özel TED Vakfı Lisesi
1
1
2
15
Eskişehir Anadolu Lisesi
2
2
16
İstanbul Özel Çağ Fatih Fen L.
17
İzmir Özel Malhun Hatun Fen L.
18
Ankara Özel Çağlayan Fen L.
19
İstanbul Galatasaray Lisesi
20
Van Özel Serhat Fen Lisesi
1
21
Ankara Özel Arı Fen Lisesi
2
22
Antalya Anadolu Lisesi
23
Bursa Özel Nilüfer Fen Lisesi
24
Erzurum Özel Aziziye Lisesi
25
Eskişehir Atatürk Lisesi
2
2
26
İstanbul H. Avni SÖZEN Anadolu L.
2
2
27
İstanbul Kadıköy Anadolu Lisesi
28
İstanbul Özel Beylikdüzü Fatih Fen
Lisesi
29
İzmir Selma Yiğitalp Lisesi
2
2
30
Kayseri Fen Lisesi
2
2
31
Kayseri Özel Kılıçaslan Fen Lisesi
32
Ankara Gazi Anadolu Lisesi
33
Ankara Özel Ahmet ULUSOY Fen L.
34
Ankara Özel Saman. Cemal
ŞAŞMAZ Fen Lisesi
35
Bursa Özel Nilüfer Lisesi
8
1
6
3
6
2
5
4
4
2
1
1
4
4
4
3
3
3
3
3
2
2
2
1
2
2
1
2
2
2
2
1
2
1
2
2
1
1
1
1
1
1
1
1
71 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Denizli Özel Server Gazi Fen Lisesi
37
Edirne Anadolu Lisesi
38
Eskişehir Cumhuriyet Lisesi
39
Eskişehir Fatih Fen Lisesi
40
Gaziantep Fen Lisesi
41
Gaziantep Özel Mutafoğlu Fen L.
42
İstanbul Lisesi
43
İstanbul Özel Fatih Lisesi
44
İstanbul Özel Kasımoğlu Coşkun
Fen Lisesi
45
İstanbul Özel Topkapı Fetih Fen L.
46
Malatya Fen Lisesi
47
Manisa Lisesi
48
Manisa Özel Şehzade Mehmet Fen
Lisesi
TOPL.
36
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
122
85
63
68
43
381
(Tablo TÜBİTAK’tan alınan branş ve yıl bazında hazırlanan bilgilerden oluşturulmuştur. Ankara Özel Samanyolu Erkek Fen Lisesi, Ankara Özel Samanyolu Fen Lisesi; İstanbul Özel Fatih Erkek Fen Lisesi, İstanbul Özel Fatih Fen Lisesi ve Van Özel Serhat Erkek Fen Lisesi,
Van Özel Serhat Fen Lisesi olarak isimlerini değiştirip eğitim – öğretimlerine devam ettikleri için bu okulların aldıkları madalyalar hâlen
eğitime devam eden okul ismi ile beraber toplam olarak verilmiştir.)
miştir. Olimpiyatlara 1973, 1978 ve 1980 yıllarında olmak üzere 3 defa ara verilmiştir. 2010
yılında 82 ülke ve 400 den fazla öğrencinin katılımıyla düzenlenen olimpiyatların 42.si 2011
yılında Tayland’da gerçekleştirilecektir. Yine bu
olimpiyatların 32.si 2001 yılında Türkiye’de tertip edilmiştir.
Fizik Olimpiyatlarında öğrencilere lise müfredatından: Işık, Elektrostatik, Elektrik Akımı,
Denge, Hareket, Yeryüzünde Hareket, Newton’un Hareket Kanunları, Enerji, Dönme Dinamiği, İmpuls ve Momentum, Manyetizma ve
Elektromanyetik İndüksiyon konularından sorular yöneltilmektedir.
Fizik sınavları Teorik ve Deneysel sınav olmak üzere iki bölüm ve iki gün olarak yapılmaktadır. Birinci gün öğrencilere fiziksel olayların
modellemeleri ve değerlendirilmesinin istendiği 5 saatlik zamanda 3 teorik soru sorulurken,
• 72
ikinci gün 5 saatlik sürede iki deney yapması
istenmektedir.5
3. Türkiye Uluslararası Kimya Olimpiyatları’ndan ilk 9 tanesine katılmamış ancak 1978
yılında Polonya’da düzenlenen 10. yarışmaya
iştirak etmiş fakat 1994 yılına kadar (26.) tekrar ara vermiştir. 1971 yılında düzenlenmeyen
Olimpiyatlara 2011 yılında (43.) ülkemiz ev sahipliği yapacaktır. Yarışmalara katılan öğrencilere lise müfredatı paralelinde ilk gün teorik sınavda organik kimya, fizikokimya, analitik kimya,
anorganik kimya alanlarından 5 saatte cevaplayacakları sorular yöneltilirken, ikinci gün yine
5 saatlik sürede deney yapmaları beklenmektedir.6
4. 1990 yılında Belçika, Bulgaristan, Çekoslovakya, Doğu Almanya, Polonya ve Sovyetler
Birliği tarafından kurulan Uluslararası Biyoloji
Olimpiyatları komitesinin düzenlediği olimpi-
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
yatların ilk 3 tanesine Türkiye katılmamış ancak
1993 yılında Hollanda’da düzenlenen 4. Uluslararası Biyoloji Olimpiyatları’na iştirak etmiştir.
2010 yılında yarışmaya katılan ülke sayısı 59
olmuştur. 2011 yılında 22.si Çin’de gerçekleştirilecek olan olimpiyatların 11.si 2000 yılında
Türkiye’de düzenlenmiştir. Yarışmalarda öğrenciler biyokimya, moleküler biyoloji, genetik,
histoloji, botanik, … gibi konulardan sorulara
cevaplar vermektedirler.7
5. 1989 yılında Bulgaristan’da 20 ülkenin
katılımıyla ilk defa gerçekleştirilen Uluslararası
Bilgisayar (Enformatik) Olimpiyatlarına Türkiye
ancak 1993 yılında Arjantin’de düzenlenen 5.
yarışmaya iştirak etmiştir. 2011 yılında 23.sü
Tayland’da gerçekleştirilecek olan organizasyonun 11.si 1999 yılında Türkiye’de düzenlenmiştir. Bilgisayar olimpiyatlarında öğrencilere Matematik, C/C++ programlama dili, veri yapıları,
algoritma bilgisi, yapay zeka, bulanık mantık,
oyun teorisi, … gibi konularda iki günde ve 6
saatte cevaplayacakları 4 soru yöneltilmektedir.8
Uluslararası Bilim Olimpiyatları’nda Türkiye’nin 1978 - 2010 yıllarında kazandığı branş
bazında toplam madalyalar ve okullarına göre
dağılımına baktığımızda gelecek için umut veren gelişmelerin olduğu görülecektir.
Tablodan da anlaşılacağı üzere 1978 – 2010
yılları arasında,
Millî Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Genel Müdürlüğüne bağlı olarak eğitim – öğretim yapan
resmî okullarımızdan:
1. İzmir Fen Lisesi: 49
2. Ankara Fen Lisesi: 24
3-4. İstanbul Atatürk Fen Lisesi ve Ankara
Atatürk Anadolu Lisesi: 12
5. Bursa Anadolu Lisesi: 6
olmak üzere toplam da 103 derece almışlardır.
Yine Millî Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğüne bağlı olarak eğitim
– öğretim faaliyetlerine devam eden özel okullarımızdan ise:
1. Ankara Özel Samanyolu Fen Lisesi: 65
2. İzmir Özel Yamanlar Lisesi: 50
3. İzmir Özel Yamanlar Fen Lisesi: 33
4. İstanbul Özel Fatih Fen Lisesi: 30
5. Ankara Özel Samanyolu Lisesi: 17
olmak üzere toplam 195 derece almışlardır.
1990’lı yılların başına kadar genel de bu tür
yarışmalarda derece alan okullarımız resmî Fen
liseleri ağırlıklı olmak üzere Anadolu liseleri ve
diğer liselerimiz iken daha sonra özel okulların
yaygınlaşmasıyla beraber derece alan okullarımızdaki ağırlıkta özel okullar tarafına doğru
kaymıştır.
Burada bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Lozan antlaşması ile eğitim hakları garanti
altına alınan Ermeni, Rum ve Musevi “Azınlık
Okulları”ndan bu yarışmalara katılan hiçbir
öğrenci olmamıştır. Diğer taraftan “İkili Antlaşma” ile açılan:
• Özel Alman (1 adet),
• Özel Amerikan (Özel Amerikan Robert Lisesi hariç diğer 3 okul: Özel İzmir Amerikan,
Özel Üsküdar Amerikan ve Özel Tarsus Amerikan liseleri Kasım 2010 tarihinde ikili antlaşma
ile açılan okullar hüviyetinden vazgeçerek Türkiye’deki bir özel okul kapsamına dönüşmüşlerdir),
• Özel Avusturya (1 adet),
• Özel Fransız (6 adet),
• Özel İtalyan (1 adet)
73 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
olmak üzere var olan 13 okuldan sadece Özel
Amerikan Robert Lisesi tablodan da anlaşılacağı üzere toplam 5 derece kazanmıştır.
SONUÇ
Bilim Olimpiyatlarına katılan öğrencileri teşvik maksadıyla üniversite yerleştirmede daha
önceden katıldıkları bilim olimpiyatlarındaki
alanlarına göre bazı bölümlere ilave puanlar verilirken bazı bölümlere ise sınavsız yerleşmekte
ayrıca üniversite öğrenimleri boyunca TÜBİTAK
tarafından burs kazanmaktadırlar. Bu teşvikler
öğrencilerin şahısları ile mütenasip olarak yapılan düzenlemeleri kapsamaktadır. Ancak bu
sadece öğrencileri ve lise yıllarında aldıkları
eğitimleri kapsamamalı bunun yanında bu okulların çalışmalarını daha ileri götürecek şekilde
düzenlemeler yapılmalıdır.
Artık bu tür yarışmalarda bazı resmî okullar
(Ankara, İzmir ve İstanbul Fen liseleri ve Ankara Atatürk Anadolu lisesi gibi) ile özel okulların
(Ankara Samanyolu, İzmir Yamanlar ve İstanbul
Fatih okulları gibi) hemen hemen her yıl elde
ettikleri derecelerle bunu sürekli ve düzenli bir
hâle getirmeye çalıştıkları görülmektedir. Kendilerinden her yarışmada derece elde etmelerinin
normal karşılandığı ve bunun ötesine geçerek
belki de üniversite düzeyinde bilimsel araştırma yapacak imkânlarla birlikte daha ileri bir uygulamanın başlatılmasına vesile olabilecek bir
yapılanmanın olması da gelinecek en önemli
aşamalardan biridir. Buralardan mezun olan öğrencilerin üniversite tercihlerinde yarışmalarda
katıldıkları alanların dışına yönelme, birikimlerini
ve tecrübelerini farklı alanlarda kullanma (tamamen farklı alana geçip birikimlerini ortadan kaldırma durumları da olabilir) gibi emek, zaman,
insan israfının da önüne geçilebilir.
Örneğin, Matematik’te: Ankara Özel Samanyolu Fen Lisesi, İzmir Özel Yamanlar Lisesi
ve İzmir Fen Lisesinin;
• 74
Fizik’te: Ankara Özel Samanyolu Fen Lisesi,
İzmir Özel Yamanlar Lisesi, İzmir Fen Lisesi ve
Ankara Fen Lisesinin;
Kimya’da: Ankara Özel Samanyolu Fen Lisesi ve İzmir Özel Yamanlar Fen Lisesinin;
Biyoloji’de: İstanbul Özel Fatih Fen Lisesi ve
İzmir Fen Lisesinin;
Bilgisayar’da: Ankara Özel Samanyolu Fen
Lisesinin
aldıkları derecelere baktığımızda diğer okullara
göre belirgin bir üstünlüğünün bulunduğu görülmektedir. Belki bu alanlarda uzmanlaşma da
söz konusu olabilir.
Diğer okullarımızın ise aralıklarla ve sürekli
olmayan başarıları yeterli olmamakla beraber
yine de sevindiricidir. Dolayısıyla bu tür yarışmalarda belki de laboratuar, malzeme, yeterli
donanıma sahip öğretmen bulamama, vb konularda sıkıntı yaşayan okullarımıza hem maddi
hem de gerekli öğretim elemanı şeklinde takviyelerin sağlanması ülkemiz adına bilim üretmek
için çalışan idareci, öğretmen, öğrenci ve diğer
personeliyle bu eğitim gönüllülerine verilebilecek en önemli destek olacaktır. Ayrıca üniversitelerin yüksek lisans veya doktora programlarında belki bu alanlarda programların başlatılması da yeni bir disipliner yaklaşıma neden
olabilir.
Günümüz teknolojisinde bilimin esas olarak
üretilme kaynaklarının çoğunlukla üniversiteler
olduğu şüphe kabul etmez bir gerçektir. Üniversitelerimizi bilime, araştırmaya, teknoloji üretmeye, insanlığa katkı sunmaya iten faktörlerden
biri de öğretim/araştırma elemanı ve bunları
yeni fikirlerle destekleyecek olan öğrencilerle
birlikte gönüllerinde olan bilim aşkıdır. Özellikle
temel bilimler başta olmak üzere bütün disiplinlerde daha önceden gönlüne bilim aşkı düşmüş
bu gençlerimizi üniversitelerde bilim üretecek,
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
araştırma yapacak, gönlünü insanlığa hizmet
etmeye adamış hâlde tutabilmek ve daha başka gençler kazandırmak için bilim olimpiyatları gençlerimizin gönlüne düşen ilk kıvılcımı
oluşturacaktır. Bizler bu kıvılcımı söndürmek
için üzerini küllerle örtmek veya bilim üretme
heveslerini kırmak yerine onları maddi/manevi
imkânlarla desteklemeliyiz. Her yıl dünyadaki ilk
on ve ilk yüz’de değil ancak ilk beşyüz içinde
yer bulan Türk üniversitelerinin de (300. sıralardan girmekte ve biz de bu sıralardan girdi diye
sevindiğimiz üniversitelerimizin sayısı da nerdeyse bir elin parmakları seviyesindedir) bilim
ürettikleri insanlığa katkı sağladıkları için yüzümüzü güldürdüklerini görebiliriz. Geçmişte sistematik olmasından ve sayılarının fazlalığından
dolayı övündüğümüz ancak zamanla bunu bazen kaybedip bazen de nadiren yetiştirdiğimiz
bilim insanlarımızla bilimde biz de varız diyeceğimiz günlerin uzak olmamasını istiyoruz.
Muhterem babam, yuvamdan uzakta, çarşıya çıktığım zaman insanların bana hürmet
için ayağa kalkmadıkları doğrudur. Fakat yakın
gelecekte bir gün oğlun tahsilde Biruni ve Tusi
gibi olunca bütün Semerkand ayağa kalkacak
ve sen de iftihar edeceksin.”
1979 yılında Nobel Fizik Ödülü’nü kazanan
ilk Müslüman bilim adamı olan merhum Prof.
Dr. Abdüsselam’ın “İdealler ve Gerçekler” isimli
kitabında belirttiği 1470’li yıllarda Uluğ Bey’in
Semerkand’daki rasathanesinde çalışan genç
astronom Seyfeddin SELMAN’ın babasına yazdığı acıklı mektup ile bitirmek istiyorum.9
___________________________________________________
1 http://olympiads.win.tue.nl/imo/index.html
2 http://olympiads.win.tue.nl
3 h t t p : / / w w w . t u b i t a k . g o v . t r / h o m e .
do?ot=1&sid=456&pid=453
4 http://www.imo-official.org
5 http://olympiads.win.tue.nl/ipho
6 http://olympiads.win.tue.nl/icho, http://www.icho.sk
7 http://olympiads.win.tue.nl/ibo, http://www.ibo-info.
org
8 http://www.ioinformatics.org
9 Prof. Dr. ABDÜSSELAM “İdealler ve Gerçekler” Yeni
Asya Yayınları, İstanbul, 1987, s:109
“Sevgili babam, sizi bu yaşınızda terk ederek Semerkand’da kaldığım için bana sitem
etmeyiniz. Semerkand’ın misk kavunlarında,
üzümlerinde ve narlarında gözüm yok. Beni burada tutan şey, Zer – Efşam kıyılarındaki meyve ağaçlarının gölgesi de değil. Memleketim
Kandahar’dan ve geniş yollarından uzak kaldım, hasretini çekiyorum. Fakat, yüce babam,
bilgiye olan hırsımı affedin. Kandahar’da alimler, kadranlar ve usturlablar yok. Benim rasat
heyecanlarım gülünç ve hakir görülüyor. Hemşehrilerim alimin kaleminden ziyade kılıcın parıltısına itibar ediyorlar. Kendi şehrimde üzgün,
acıklı ve uyumsuz bir kişi oldum.
Gençleri kısa zamanda ünlü ve zengin olmalarına yönlendiren meslekler, basın yayın kuruluşları, gibi farklı iletişim araçlarının söz konusu
olduğu bir çevre ve toplumda bir çok Seyfeddin
SELMAN mutlaka vardır. Belki de bilim uğruna
yola koyulup daha sonra kaybolan ve nihayet
ünlü ve zengin bir Seyfeddin SELMAN olarak
karşımıza çıkanlar da olabilir. Böyle gençlerimizi bilimsel araştırma yapmaktan alıkoyan, onları
farklı alanlara sevk eden uygulamalar ülkemiz
ve insanlık adına bilimsel kayıplar olarak her zaman karşımızda duracaktır. Amacımız gençlerimizdeki bu bilimsel araştırma aşkını her zaman
en önde tutacak öncelikte olmalıdır.
Kaynak:
1. Prof. Dr. ABDUSSELAM “İdealler ve Gerçekler”
Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1987
2. http://www.tubitak.gov.tr/home.do?ot=1&sid=
456&pid=453
3. http://olympiads.win.tue.nl
4. http://olympiads.win.tue.nl/imo/index.html
5. http://olympiads.win.tue.nl/ipho
6. http://olympiads.win.tue.nl/icho
7. http://olympiads.win.tue.nl/ibo
8. http://www.imo-official.org
9. http://www.ibo-info.org
10. http://www.ioinformatics.org
11. http://www.icho.sk
75 •
GÜNDEM
Sınırsız Mavi Projesi
Millî Eğitim Bakanlığı, Deniztemiz Derneği ve Yapı ve
Kredi Bankası iş birliği ile 5 yıl
önce başlayan “Sınırsız Mavi”
projesinin ikinci etabı, Millî
Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu
tarafından İstanbul Şişli Mecidiye İlköğretim Okulunda düzenlenen törenle başladı.
Bakan Çubukçu, törende
yaptığı konuşmada, “Sınırsız Mavi” projesiyle 5 yılda 5
milyon çevre elçisi oluşturarak denizlerin geleceği adına
çok önemli bir adım attıklarını
ifade etti. Bugüne kadar 10
bin 352 okuldaki 5 milyon öğrenciye ulaşan “Sınırsız Mavi”
eğitimlerinde, denizlerin özellikleri, denizde yaşayan canlılar, karalar ve denizler arasın-
• 76
da etkileşim, deniz kirliliğine
karşı alınacak önlemlerle bu
konuda bireylerin üzerine
düşen görevlerin anlatıldığını söyleyen Bakan Çubukçu,
bu proje çerçevesinde 2011
yılının sonuna kadar 6,6 milyon öğrenciye ulaşılmasının
hedeflendiğini kaydetti. Millî
Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, şunları kaydetti: “Üç tarafı
denizlerle çevrili ülkemizde
denizlerimizi korumakta, kıyılarımızı temiz tutmakta çok
başarılı olduğumuz da söylenemez. Toprak gibi, hava gibi,
su gibi, denizlerimiz de kirleniyor. Kıyılar her zaman canlı ve
hareketli olmaları nedeniyle,
insanlar tarafından bozulmaya
en açık ortamları oluşturuyor.
Denizlerdeki kirlenmenin yo-
ğun olarak deniz yüzeyinde
olduğu düşünülecek olursa,
aşırı kirlenmenin denizlerin
soğuma kapasitesini zayıflattığını, hava ve güneşle temas
etmeyen denizlerde eko-dengenin bozulduğunu söyleyebiliriz. Denizlerdeki kirlenmenin
tek nedeni ise ne yazık ki insan
ve onun etkinlikleri...”
Yeni nesillere doğa sevgisini kazandırmak, çevre bilinci aşılamanın herkesin görevi
olduğuna işaret eden Bakan
Çubukçu, topraktan, denizden, tabiattan mahrum kalan çocukların onu sevmeyi
de öğrenemediklerini belirtti.
Bakan Çubukçu, son 3 yılda
İstanbul İl Millî Eğitim Müdürlüğünün Şehir Hatları ve
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
Deniztemiz Derneği /TURMEPA iş birliği ile İstanbul’un dezavantajlı bölgelerinde yaşayan
binlerce çocuğun Boğaz turuna
çıkarıldığını anlattı.
Bugün de denizi ve doğayı
kucaklayacak çok daha büyük
bir adımı atmanın mutluluğunu
yaşadıklarını ifade eden Bakan
Çubukçu, “Her sınıfa uygun öğrenci ve eğitmen kitapçığının da
yer aldığı eğitim programı, sanal ortama taşınıyor. Deniztemiz
Derneği /TURMEPA, Yapı Kredi
ve akademisyenlerin katkılarıyla
hazırlanan eğitim içerikleri artık hepimize bir ‘tık’ mesafe-
sinde. ‘sinirsizmavi.com’ adlı
web sitesi, öncelikle ilköğretim
ve lise çağındaki öğrenci ve öğretmenlere, bunun yanında ülkemizin her vatandaşına hizmet
verecek” dedi.
Bakan Çubukçu, denizler
ne kadar sınırsız görünürse
görünsün, kirletmek için küçük
bir alan olduklarını belirterek,
“Çevreye ilişkin duyarlılık ve farkındalığı geliştirmek çevre sevgisiyle mümkündür diyerek, bir
duyarlılığı geliştirmek için öncelikle sevmeyi ve doğaya saygılı
davranmayı öğrenmeliyiz” diye
konuştu.
Konuşmaların ardından Millî
Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu,
“www.sinirsizmavi.com”
adlı web sitesinin açılışını yaptı.
Daha sonra Deniztemiz Derneği / TURMEPA Yönetim Kurulu
Başkanı Tezcan Yaramancı tarafından, Bakan Çubukçu’ya
plaket takdim edildi. Törende
ayrıca Mecidiye İlköğretim Okulu öğrencileri arasında temiz
deniz mücadelesini anlatan şiir,
kompozisyon ve resim dallarında düzenlenen minik yarışmada
kazanan öğrencilere ödülleri verildi. Bakan Çubukçu, daha sonra çocuklarla fotoğraf çektirdi.
VII. Uluslararası Bilişim Olimpiyatı Ödül Töreni
Millî Eğitim Bakanı Nimet
Çubukçu, bilinçli, güvenilir ve
yönetilebilir bilgisayar teknolojileri ve İnternet kullanımı
konusunda, okul yerel ağıyla
İnternet alt yapısının kurulması, e-içeriklerin sunulacağı veri
merkezinin oluşturulmasını içeren bir dizi çalışma başlattıklarını belirtti.
Millî Eğitim Bakanı Nimet
Çubukçu, MEB Şura Salonunda
düzenlenen ‘7. Uluslararası Bilişim Olimpiyatı Ödül Töreni’nde
yaptığı konuşmada, önceki yıllarda sadece bir paydaş olarak
katıldıkları Bilişim Olimpiyatlarını, Bakanlık olarak üstlenmiş
olmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Bilişim teknolo-
jilerinin baş döndürücü bir hızla
geliştiğine dikkati çeken Bakan
Çubukçu, bilişim araçlarıyla ortaya çıkan yeniliklerin bilimden
politikaya, ulaşımdan ticarete,
eğitimden sağlığa kadar hayatın her alanını kapsayacak kadar etkili hâle geldiğini söyledi.
Bilgisayarlarla donatılan ve
77 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
İnternet erişimi sağlanan okullarla bilgi toplumu olma hedefine doğru hızlı adımlarla yürüdüklerini dile getiren Bakan
Çubukçu, “Bilişim kültürünün
oluşturulması, güvenli İnternet
kullanımının yaygınlaştırılması yolunda yaklaşık 10 yılda
çok büyük mesafeler kat ettik. Bunu yaparken okullar ve
bölgeler arası eşitsizliklerin
ortadan kaldırılmasına yönelik
çalışmalar en temel önceliğimiz oldu. Bilişim teknolojilerini
eğitim sürecinin temel araçlarından biri hâline getirdik. Bu,
gerçekten de ülkemizde bir
devrimdir. Daha on yıl öncesine kadar bilgisayarla tanışmamış olan çocuklar, bugün
artık dizüstü bilgisayar istiyorlar. Bu teknolojiden eğitim süreçlerinde başarılı bir şekilde
yararlanıyorlar” diye konuştu.
Öğrencilerin ve öğretmenlerin
teknolojileri etkin bir şekilde
kullanmaları için birçok proje
yürüttüklerini kaydeden Bakan Çubukçu, yaptıkları çalışmalarla 2003 yılında Türkiye
genelinde 3 bin 188 olan bilişim teknolojisi sınıfı sayısını
29 bin 428’e çıkardıklarını dile
getirdi. Bilişim teknolojisi sınıfı
kurulamayan 17 bin 261 okulda da 15 öğrenciye bir bilgisayar, her okula bir projeksiyon cihazı, bir yazıcı ve bir
tarayıcı sağlandığını belirten
Bakan Çubukçu, “Orta öğretim öğrencilerinin tamamı,
• 78
ilköğretim öğrencilerinin ise
yüzde 96’sı güvenli ve sınırsız
İnternet erişimine kavuşturulmuştur” dedi.
Türkiye’nin her yerindeki,
her öğrencinin sosyo-ekonomik durumu ve şartları ne
olursa olsun bilişim teknolojisi olanaklarından faydalanmasını amaçlayan Fatih Projesi hakkında da bilgi veren
Bakan Çubukçu; ekonomik,
bölgesel, coğrafi ve kültürel
farklılıklara bakılmaksızın her
öğrenciye eğitimde aynı fırsatların sunulacağını vurguladı. Tüm okulların bilgisayar
teknolojileri laboratuarlarındaki bilgisayar, İnternet bağlantısı ve teknolojik donanımın
bütün dersliklere ulaştırılacağını belirten Bakan Çubukçu,
sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu
teknolojiyi kullanacak olan öğretmenlerimizin eğitimi projenin en önemli ayaklarından
birini oluşturuyor. Çünkü ne
kadar ileri teknolojilere sahip
olsak da bu teknolojiyi etkili
bir şekilde kullanabilen öğretmenlerimiz olmadan başarıyı yakalamak mümkün değil.
Dolayısıyla hem öğretmenlerimizin hem de öğrencilerimizin
gelişimine çok büyük katkılar
sağlayacak bir sürece hazırlık
yapıyoruz. Bundan sonra öğrencilerimiz bilgiye daha hızlı
ulaşabilecekler. Sınıflarında en
ileri teknolojiyi öğretmenleri-
nin rehberliğinde kullanabilecek, zengin ders içerikleriyle
eğlenerek öğrenecekler. Böylelikle gençlerimiz öğrenmeyi
öğrenmiş olacak ve bilgiyi hayatın içinde kullanan bireyler
olarak çağdaşlaşma yolunda
emin adımlarla ilerleyecekler.”
Fatih Projesi’nin bileşenlerinden birinin de bilinçli ve
güvenli bilgisayar teknolojisi
kullanımının sağlanması olduğuna işaret eden Bakan
Çubukçu, “Teknolojinin ve İnternetin güvenli kullanımının
en az bilginin kendisi kadar
önem kazandığı günümüzde
bilinçli, güvenilir ve yönetilebilir bilgisayar teknolojileri ve
İnternet kullanımı konusunda,
okul yerel ağının, intranet, İnternet alt yapısının kurulması,
e-içeriklerin sunulacağı veri
merkezinin
oluşturulmasını
içeren bir dizi çalışma başlattık” dedi.
Uluslararası Bilişim Olimpiyatlarıyla bilişim teknolojileri ve bilişim kültürünün
yaygınlaştırılmasını hedeflediklerini anlatan Bakan Çubukçu, “Amacımız geleceği
hayalleriyle inşa edecek ve bu
hayalleri projelendirerek hayata geçirecek istekli ve üretici ilköğretim ve ortaöğretim
öğrencilerini teşvik etmektir”
diye konuştu. Olimpiyatlarda
kapsamındaki
yarışmalarla
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
yaratıcı düşüncenin ürünü,
insanlığın hizmetinde kullanılabilecek birçok projenin değerlendirilmesine ev sahipliği
yapmaktan onur duyduklarını
ifade eden Bakan Çubukçu,
emeği geçenlere teşekkür etti.
Bakan Çubukçu, konuşmasının ardından olimpiyata sponsorluk yapan firma temsilcile-
rine plaket verdi.
Teknoloji ve Tasarım Merkezi (TTM) ile Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğünce
düzenlenen ve pek çok kurumun desteğiyle yürütülen
olimpiyatlara Endonezya’dan
Afganistan’a
Tanzanya’dan
Avustralya’ya kadar 42 farklı
ülkeden 8 binden fazla öğrenci katıldı. İlköğretim ve ortaöğretim olmak üzere iki farklı kategoride, 9 farklı dalda
toplam 289 proje finale kaldı.
Törende, jüri tarafından ödüle
layık görülen proje sahibi öğrenci ve danışman öğretmenlere ödülleri verildi.
‘Eşitlik İş Demektir’ Etkinliği
Türkiye İş ve Meslek Sahibi
Kadınlar
Federasyonu tarafından İstanbul Bilgi
Üniversitesi’nin ev sahipliğinde
“Eşitlik İş Demektir” etkinliği,
gerçekleştirildi. Kadınların iş
yaşamında güçlendirilmesi, yetenek, deneyim ve enerjilerinin
planlı politikalarla yönlendirilmesi amacını taşıyan etkinlikte konuşan Millî Eğitim Bakanı
Çubukçu, toplumsal cinsiyet
eşitliğinin demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından olduğunu, demokratik bir toplumun
kadının hayatın her alanına katılımıyla mümkün olabileceğini
vurguladı.
Günümüzün gelişen siyasi, sosyal, kültürel ortamlarına
bağlı olarak toplumsal rollerin
de yeniden tanımlanmasına
ihtiyaç bulunduğunun altını çizen Bakan Çubukçu, bu kapsamda aile ortamlarında çok
küçük yaşlardan itibaren kız
çocuklarına erkek çocuklarıyla
aynı fırsatların yaratılması için
çalışılması gerektiğini ifade etti.
“Eğer biz kız çocuklarına güvenir ve bunu doğrudan gösterirsek kızların da erkeklerle aynı
başarıyı sağlamaları için hiçbir engel yoktur” diyen Bakan
Çubukçu, kendisinin de kişisel
olarak hayattaki tüm başarısını
yetiştiği aile ortamına bağladığını, kız çocuklarını çok seven
ve onların her şeyi yapabileceklerine inanan bir baba tarafından büyütüldüğünü anlattı.
Bakan Çubukçu, Türkiye’de
kadın-erkek eşitliğine ilişkin çalışmaların cumhuriyetin ilk yıllarında ülkeyi el birliğiyle hep birlikte kurmalarına dayandığını,
bu dönemde seçme ve seçilme
hakkı dahil kadınlara pek çok
hakkın verildiğini vurgulayarak,
hükümetin de “Güçlü insan,
güçlü aile, güçlü toplum” anlayışıyla bu alanda çok mesafe
kat ettiğini kaydetti. Yasalarda-
79 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
ki ayrımcı hükümlerin çıkarılması konusunda çalışmalar
yapıldığını, iş hayatında kadınların korunması dahil çok
önemli yasal değişikliklerin
gerçekleştirildiğine dikkati çeken Bakan Çubukçu, ilk defa
bir Başbakan’ın kadına yönelik pozitif ayrımcılık için genelge yayımladığını anımsattı.
Bakan Çubukçu, “Toplumsal
cinsiyet eşitliği politikalarının
uygulanması ve kalıcı olabilmesi için bir zihniyet değişime ihtiyaç var. Bunu bireysel
gayretlerden ziyade kurumsal
kültürün de oluşturması gerekiyor” dedi. Kız çocukların
okullaşma oranının ve burs
imkânının artırılması, eğitim
materyallerinde ayrımcılık yaratan unsurların ve belirlenmiş
rol modelini ortaya koyan unsurların kaldırılmasına yönelik
çalışmalara işaret eden Bakan
Çubukçu, “Eşitlik meselesinin
bir insan hakkı meselesi olduğundan hareketle hak temelli
eğitim içerikleri hazırlanıyor”
• 80
diye konuştu.
Bakan Çubukçu, 2003 yılında başlatılan “Haydi Kızlar
Okula” kampanyasının amacının da toplumsal cinsiyet
eşitliğinin sağlanması olduğunu, kampanyanın ardından kız
ve erkek çocukları arasındaki
farkın yüzde 0,43’e düştüğünü, bu anlamda cinsiyet eşitliğinin yüzde 100’e yakın oranda gerçekleşmiş olduğunu
kaydetti. Kadın girişimciliğinin
de bu mücadelede çok önemi
bulunduğunu anlatan Bakan
Çubukçu, kadın girişimciliğini
özendiren projelerin de eğitim
sistemine kazandırılmaya çalışıldığını söyledi. “Kadının sosyal hayatta yer alabilmesi ancak iş gücünde yer almalarıyla
gerçekleşebilir. Bu konuda kız
çocuklarına yönelik pozitif ayrımcılık önemli” diyen Bakan
Çubukçu, mevcut rakamlara
göre yüksek öğrenim gören
kadınların istihdama katılımının AB ortalamasının daha
üzerinde olduğunun görüldüğünü, orta öğretime geçen
kızların da önemli bir oranının
yüksek öğrenime geçiş yaptığını, bu nedenle orta öğretime
kız çocuklarını teşvik için şartlı
nakil transferi sistemini uyguladıklarını bildirdi.
Kadınların sadece iş hayatına katılmakla kalmayıp
yönetici konumlarda da bulunmaları gerektiğini vurgulayan Bakan Çubukçu, “Kendi
bakanlığımda kadın yönetici
oranını da yüzde 50 oranında
artırdık ve daha da artırmayı
düşünüyoruz. İş dünyasında kadınların varlığı, toplumsal gelişimi destekleyecek en
önemli unsurlardan biri. Bu
açıdan kamu ve özel sektörün birlikte bu alanda atacağı
adımlar çok önemli. Toplumsal cinsiyet eşitliğindeki ilerlemeler küresel kalkınma ve rekabette ülke olarak varlığımızı
da destekleyecek bir unsurdur.” diye konuştu.
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137•
81 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
• 82

Benzer belgeler