Makalenin tamamını indirmek için tıklayınız

Transkript

Makalenin tamamını indirmek için tıklayınız
1
12
T A R İ H T E K Ü R T L E R VE İ S L A M
Amacımız ırkçılık yapmak değil, hakkında çok farklı düşüncelerin olduğu bir kavim ve millet hakkında bir
durum tespiti yapmaktır. Irkçılık yapmaktan da Allah’a sığınırız. Bunu öncelikle belirtmek isterim. Ancak bir
araştırmacı yazar olarak, biraz araştırma ile mevcut bilgilerimi bir araya getirdim ve ilgimin gereğini yerine getirmiş
oldum. Olay budur. Aslında böyle konular hiç çalışma alanıma girmez, ama Kürtler ile İslam’ı bir arada görmek
adına bir bilgiye ihtiyaç duydum..!
Kürtler, Yukarı Mezopotamya’nın en eski ve yerli halklarından olup, Toros dağlarından Zagros dağlarına
kadar uzanan coğrafyada yaşayan ve bu bölgeye sonradan yerleşen bir kavim olmayıp, buranın yerlilerindendir.
Kürtler tarihsel olarak çok eskilere dayanmaktadır. Bazı araştırmalara göre “Kürt” terimi Sümer kökenlidir.
Kürtlerin “Kürti” diye adlandırıldıkları belgelenmiştir. “Kürti” Sümer dilinde “dağlılar” demektir. Bu ismin
geçmişi M.Ö. 3000 yıllarına kadar dayanmaktadır. Birçok tarihi kaynaklara göre Kürtlerin M.Ö. 2000 yıllarında
Dicle-Fırat çevresinde yaşadıkları belirtilmiştir.
Tarihte ilk defa “Kürt” ismi ve coğrafi bölge olarak “Kürdistan” ismi M.Ö 3000 yıllarından itibaren
Sümer-Akad-Asur-Yunan ve Arap kaynaklarında geçmektedir. Arşivler tarandığında görülecektir. “Kürti,
Kürt, Kardu” şeklinde geçmektedir. Bu da bize göstermektedir ki, Kürtler M.Ö dünyanın birçok parçasında
vardır. Ağırlıklı olarak İran ile Irak arasındaki bölgede yaşamaktadırlar. Ancak Türkiye, Suriye, Irak İran ve
Rusya’da ciddi sayıda bir Kürt nüfusu yaşamaktadır. İlk olarak Kürt formatı, M. S Sasaniler döneminde şeklini
almıştır. M.Ö coğrafi bölge olarak Kürdistan, Kürtlerin yaşadığı yer şeklinde çivi yazısı ile “Akad tabletlerinde
Kürda” şeklinde yerini alarak Kürt yurdu kendisini göstermektedir. Birçok kaynakta M.S 5. yüzyılda Kürtlerin
Diyarbakır ve çevresinde yaşadığını görebiliriz.
Kürdistan kelime olarak Kürtlerin yaşadığı bölgeye verilen isimdir. İslam bu hassasiyeti korumuş ve
Osmanlı kaynaklarında Kürtlerin yaşadığı bölgeye “Kürdistan” denmiştir. Kürtler, coğrafik olarak Türkiye, İran,
Irak, Suriye ve Ermenistan devletlerinin sınırları içerisinde ve tarihsel olarak da “Kürdistan” diye adlandırılan
coğrafyada yaşayan Aryan kökenli etnik gruba mensupturlar. Kesin olarak nüfusları belli olmamakla birlikte 30
ile 50 milyon arasında olup, Kürtlerin çoğunluğu Sünni-Müslüman’dır. Bunun yanında Şii, Alevi, Yezidi, Zerdüşt
ve Hıristiyan Kürtler de vardır. Avrupa’da 1,5 milyondan fazla Kürt yaşamaktadır.
Kürtlerin tarihte birçok devlet kurdukları tarihi kaynaklarda zikredilmektedir. Kürtler M.Ö 2500 yılında
kurulmuş bir hükümete sahip olmuştur. Bu hükümetin Zoha ve Hakkari arasında kurulan “Lolo Hükümeti”
olduğu ve 140 yıl ayakta kaldığı zikredilmektedir. Daha sonra “Kuti hükümeti” adıyla meşhur olan bir
hükümet kurulmuş bu isim Kur’an-ı Kerim’de adı geçen Cudi = Kuti dağından alınmıştır. Tarihte Kürtler birçok
devlet kurmuşlardır. Biz bu kurulan devletleri bu aşamada anlatmayacağız ve çalışmamızın ileriki aşamalarında
değineceğiz.
Kürtlerin asıllarının cinler olduğu konusunda bazı kaynaklarda bilgi görmek mümkündür. İslam sonrası
İslam’ın fetih orduları ile Kürtlerin karşılaşmalarında şahit olunan cesaret ve şecaat karşısında ifade edilen hayret,
“Bunlar Cinler’den olabilir”, şeklinde yorumlanmıştır. Bu konuda en çok tarihçi Mesudi, olayın üzerinde
durmaktadır. Araplar ve Müslümanlar, Kürtleri çok cesur, atak ve vur-kaç taktikleri ile hareket ettiklerinden, olsa
olsa bunlar Cin’dir demişlerdir. Mecazen bunlar Cin’dir denilmiştir. Bazı alimler de bu durumu gerçek gibi
algılamışlardır. Hatta ciddiye alınmayacak kadar önemsiz bazı kaynaklarda deniliyor ki: “Hz. Süleyman (a.s),
bazı cariyeler cinlerle evlenmişler ve doğan çocuklarla birlikte cariyeler Hz. Süleyman (a.s)
tarafında dağlara sürülmüş, bunların Kürt olduğu söylenir. Bunu ciddiye almak ve doğru kabul etmek
mümkün değildir. Çünkü yaratılış gereği mümkün değildir. İnsanlar ile cinlerin farklı yaratılışları gereği evlenmeleri
ve bunun gereği olarak çoğalmaları mümkün değildir. Hatta Kürtleri Arap kabilelerine de dayandıranlar da vardır.
Bu görüş de gerçekçi değildir.
Fert fert ve küçük guruplar halinde İslam’a girdiklerini kaynaklarda görmek mümkündür. Ancak kitlesel
olarak İslam dinine girmeleri Halife Hz. Ömer (r.a) zamanına denk gelmektedir. Zerdüşti Kürtler ve Zerdüşti
2
Farslar İslam’ın fetih orduları ile karşılaşmalarında, yenilgileri üzerine (1) ilk defa Müslümanlar ile karşılaşmaları
ve tanışmaları Kürtlerin kitlesel olarak İslam dinine girmelerini sağlamıştır. Önemli bir kısmının, bir baskı ve
zorlama olmadan, Zerduşt inancını terk ederek Müslüman oldukları birçok kaynakta yazılıdır. Zerdüşti
Kürtlerin %90’ı barış yolu ile Müslüman olurken, Şerazuri Kürtler de daha sonra Müslüman olmuşlardır.
Kürtlerin ferdi ve kolektif olarak İslam dini ile tanışmaları, Kürt olan Gaban (2) el-Kürdi adlı sahabe aracılığı ile
olmuştur. Oğlu Meymun el- Kürdi de ciddi anlamda katkı sünmüştür. Şehit edilen Gaban el-Kürdi’nin mezarı
Tikrit’tedir.
Eyyübiler, Hizbani Kürt aşiretinin Revan kolundandır. Kaynaklarda ilk Kürt beyliği olarak ifade
edilir. Selehaddin Eyyübi’nin dedesi olan Şadi bu beyliğe mensuptur. Mısır, Şam, Filistin gibi Arapların
yaşadığı bölgelerde Eyyübiler hüküm sürerken (3) Selehaddin Eyyübi (4) yolculuk esnasında Tikrit
yakınlarında doğar. Daha sonra ilk Kürt beyliğinin yönetiminde görev alır. Başta Selahaddin Eyyübi olmak üzere
Eyyübiler, İslam dinini ve diyarını haçlılara karşı çok iyi temsil etmişlerdir. Selahaddin Eyyübi, 90 yıl Hıristiyanların
hakimiyetinde olan Kudüs’u fethetmiştir. Ayrıca yüzlerce medrese ve ilmiye kuruluşlarını Müslümanlara
kazandırmışlardır. Medrese ve tekke geleneğini devam ettirerek Kürtlere yön verilmiştir. Medreseler 1000 yıllık
bir geleneğin ürünüdür. Hemedan medreseleri ilk medreselerdir. O dönemde medrese, hem eğitim-öğretim
yeri olmuş ve hem de yargı yeri olmuştur. Medrese’de hem Kadı ve hem de Müderrisler birlikte görev
yapmışlardır. Karar verme noktasında Kadılar, Müderrisler’den bilgi almaktaydılar. Medreselerin Kürt dili, kültürü
ve edebiyatında önemli bir yeri vardır. Eyyübiler dönemindeki Medreselerde “Müiblik”, yani asistanlık kurumu
da vardır. (5) Osmanlı öncesi Kürtlere ait medreseler olduğu gibi, Osmanlı döneminde de devam etmiştir. Ayrıca
Osmanlı döneminde medrese sisteminde Kürtlerin yeri büyüktür. Kürtlerin kurumsal kimliklerinde medreselerin ve
bu medreselerde yetişen ilim erbabının yeri ve önemi büyüktür. Medrese ve medrese eğitimi Cumhuriyet ile
birlikte tasfiye edilmiştir. Tevhi-i Tedrisat kanunu ile medrese eğitimine son verildi ve medrese eğitim dili olan
Kürtçe2ye de son verildi. Bu nedenle de Kürt dili eğitim ve öğretimden koptu. İmam-hatip Lisesi ve İlahiyat
Fakültesi mezunu din görevlileri Kürt toplumu nezdinde itibar görmedi ve benimsenmedi. Bu durum her gün biraz
daha Kürtleri devlete karşı soğumaya neden oldu. Din birliği konusunda zayıflamanın önemli nedenlerinden biri
saymak mümkündür. Çünkü Kürtler ile Türkleri 1000 yıllık birlikte yaşama tarihinde din birliğinin önemli bir rolü
vardır. Onları birbirine bağlayan en önemli harç İslam’dır. İslam’ı Kürtlere öğreten medrese alimlerinin
yetişmesinin önündeki engel, Kürt toplumunu incitmiş ve bu durumu kendisine karşı bir duruş olarak görmüştür.
Ebu Suud efendi, Molla Gürani, Said-i Nursi (6) ve İdris-i Bitlisi de medresede yetişmiş Kürt
alimlerdir. Yavuz Sultan Selim döneminde, danışmanı olan İdris-i Bitlisi aracılığı ile Kürt aşiretlerinin Osmanlı
devletinin yanında yer alması konusunda anlaşma sağlanılmıştır. Buna karşılık da Osmanlı: “Kürtlerin kendi
dili ve kültürü ile yaşamasını teminat altına alarak özerk bir Kürt Beyliği statüsü” sağlamıştır.
Sağlanan anlaşma ile İran Safevi devletine karşılık Çaldıran savaşının kazanılmasında Kürt aşiretlerinin
desteğinin önemi büyüktür. Doğu bölgeleri konusunda Yavuz Sultan Selim’e danışmanlık yapan Bitlisli bir Kürt
olan İdris-i Bitlisi’nin etkisi ile dağınık yaşayan Kürt aşiretleri, sağlanan beylik statüsü ile bir arada yaşanması ve
yerleşik hayata bağlılıkları sağlanmıştır. Ancak zamanla yapılan bu anlaşma konusunda sıkıntılar yaşamaktadır.
İleride potansiyel tehlike arz edebilir düşüncesi ile Osmanlı devleti, yavaş yavaş bazı Kürt beyliklerini ortadan
kaldırma çalışması başlatmıştır. İran Safevi devleti ile Osmanlı devleti arasında yaşanan savaşta, iki ordu da
Kürtleri ordularının ön saflarında görevlendirmiş ve Kürtlerin bu savaşta karşı karşıya gelmeleri sağlanmıştır.
Dolayısıyla ilk olarak ölenler Kürtler olmuştur. O dönemde yaşayan Mem’u-Zin’in yazarı olan Ahmede-Hane
(7) bunu açıkça yazmaktadır. Bu konuda Memu’u-Zin adlı eserde birçok beyit bulmak mümkündür.
Kürt dili Hint-Avrupa dil ailesi içinde yer almaktadır. Kürtçe müstakil bir lisan olup kendine has kaideleri ve
edebiyatı vardır. Şu anda Kürtçe hem Latin ve hem de Arap alfabeleri kullanılarak yazılmaktadır. Arapça yazılan
Kürtçe’de Arap alfabesinde olmayan bazı harflerde kullanılmaktadır. Filolog Abdülmelik Fırat’a göre
Kürtçe’de 100.000 kadar kelime vardır. Kürtçe dili tıpkı diğer dünya dilleri gibi kendi arasında da lehçelere
ayrılmıştır.
Beylik statüsü sağlandıktan sonra Kürt dili ve edebiyatı altın çağını yaşamıştır. Bu dönemde 1590
tarihinde Ali Teramahi kendi köyünde medrese kurmuş ve Arapça olarak ders vermektedir. Daha sonra
“Kitabe Sarfe Kurmancı”(8) yani “Kurmancın Morfoloji Kitabı” adlı eseri yazmıştır. Arapça, Farsça
ve Kürtçe dillerinin grameri kitabıdır. Aynı zamanda ilk Kürtçe gramer kitabıdır. Üç dilin mukayesesi yapılmaktadır.
İlk defa bir medrese alimi Kürtçe dilbilgisi kitabı yazmaktadır.
Ahmede Hane de Arapça, Farsça, Türkçe ve Kürtçe biliyor, divanında da bu dört dilde dörtlükler vardır.
Ancak divanını kendi ana dili olan Kürtçe ile yazıyor. 14 yaşında iken, Doğubeyazıt Kürt beyliğinde katip olarak
3
görev yapan Ahmede Hane, Kürtçeye sahip çıkma adına divanını Kürtçe yazar ve Kürt dilini bu eserimde
kullandım diyor. Mem’u-Zin yaşanmış bir olay olarak Cizre’de Kürt beyliği döneminde geçer.
Kürtlerin tarihinde ve hayatında Nevroz (Nevruz)’un önemi ve yeri büyüktür. Nevroz, yani yeni gün
anlamına gelir. Aslı olan bir efsanedir. Dehak, Kava ve Nevroz mitolojik olarak görülse de birçok kaynakta
mitoloji olmadığı görülmektedir. Şeref-name (9) de Kava, demirci olarak ifade edilir ve önlüğü olduğundan
bahsedilir. Kava, Dehak’ı öldürmeye gittiğini söyler. Öldürmem halinde haber vermek adına ateş yakacağını da
söyler. Dehak’ı öldürdüğünü haber vermek adına ateş yakılır, bunu görenler meydana toplanır ateş yakarlar,
etrafında raks ederler ve halay çekerler. Dehak’ın öldürülmesinden sonra yerine kral olarak Cimşit veya
Feridun seçilmektedir. Kava’nın demirci önlüğü ise sancak olarak kabul edilir. Bu önlük kıymetli mücevherlerle
süslenir. Bu sancak, uğur sembolü olarak direğe çekilir. Ayrıca Kürtlerin girdiği bütün savaşlarda bu sancak
savaşçılarla birlikte olur. Hz. Ömer (r.a)’in halifeliği döneminde Kürtlerin girdiği savaşta yenilmeleri üzerine, İslam
orduları arşivde Kava’nın önlüğünü bularak imha ediyorlar. Bu durum birçok İslam tarihi kaynaklarında ifade edilir.
Yakubi ve Taberi tarihi başta olmak üzere birçok kaynakta, birbirinden alıntı yapılarak rivayet edilen bir
diğer Kürtler ile ilgili iddia da, Hz. İbrahim (a.s)’in Nemrut tarafından ateşe atılması fikri Kürtlere aittir. Bunu da
doğru bulmak mümkün değildir. Hz. İbrahim (a.s), Hz. İsa (a.s)’den 2000 yıl önce yaşamaktadır. Babası Azer
puta tapanlardandır ve put yaparak hayatını sürdürmüştür. Harran, yani Urfa bölgesinde yaşamıştır. Nemrut,
kendisine bir ve tek olan Allah’a iman konusunda baş kaldıran İbrahim (a.s)’a bir ceza vermek ister. Bu nedenle
şura heyetini toplar, herkesin görüşünü alır. Ancak İbrahim (a.s)’ı ateşte yakalım fikri bir Kürd’e aittir rivayeti
kesinlikle doğru değildir. Bu konuda yazılı bir belge yoktur, ancak rivayetler yazanın bakış açısını yansıtan birer
görüş ve iddiadan öteye geçmez. Ve yine denilir ki, bir diğer Kürt de Hz. İbrahim (a.s)’in mancınık ile ateşe
fırlatılmasını önermiştir. Bunu da kesinlikle doğru görmek mümkün değildir. 17. yüzyıl müfessiri olan İsmail
Hakkı Bursevi, Ruhu’l-Beyan adlı tefsirinde 2 Kürt’ün rivayet edilen Hz. İbrahim (a.s) hakkındaki önerilerini
bütün Kürtlere mal ederek şöyle diyor: “Sen sen ol onların geçtiği yerden ve yurttan geçme.” “Onların
en iyileri ile bile arkadaşlık etme” “Allah, Kürtlerin benzerini bu dünyada artırmasın.” Bir din
aliminin yapmaması gereken bir ırkçı tavır sergilemesi düşündürücü ve vebal doludur. Hele bir Tefsir eserinde
bunu görmek ayrıca tiksindiricidir. Bunu da güya Hz. Peygamber (s.a.v)’in bir hadisine dayandırıyor. Hadis adı
altında uydurulan bir rivayette: “Denilir ki, Kürt asıllı Karruf adındaki birisi Hz. Peygamber (s.a.v)’e
gider. Hz. Peygamber (s.a.v) onun şeklini beğenmiyor. Hz. Peygamber (s.a.v) bu kim der? O’nun
bir Kürt olduğu söylenir. Hz. Peygamber (s.a.v): “Allah birlik ve beraberliğe ulaştırmasın
bunları, eğer birlik olurlarsa alem huzur bulamaz.” diyerek beddua etmiştir. Bunu doğru olarak görmek
öncelikle Hz. peygamber (s.a.v)’e büyük saygısızlık ve iftiradır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v)’in ahlak ve yaratılış
modeline kesinlikle böylesi bir davranış ve söz aykırıdır. Bu iddiayı da Osmanlı alimi Hoca Saadettin
Efendi’nin Tac’ut-Tevarih adlı eserinde görüyoruz. Denilmektedir ki, bu nedenle Kürtler bir arada değiller.
Genel olarak Ehl-i Beyt’e olan büyük saygılarından dolayı Alevi, Şii ayaklanmalarına Kürtlerin büyük
destek verdiklerini tarihte görmek mümkündür. Bu destek Ehl-i Beyt’e bağlılıklarının bir gereğidir. Kürt edebiyatı
Ehl-i Beyt sevgisi üzerine doğmuştur. Kürt edebiyatında kadının büyük önemi dile getirilir. Eyyübi kraliçeleri büyük
medreseler açmışlardır. Kürt kadını tarihte sosyal hayatta vardır. Ahmede Hane, Mem’u-Zin adlı eserinde
Nevroz’a kadın ve erkek herkesin birlikte katılımını dile getirir. Savaş halinde iki kesimin arasına giren
kadın tülbentini serdiğinde savaş biter. Bu durum da Kürtlerin kadını ne kadar önemli ve değerli
gördüğünün belgesi olarak kabul etmek mümkündür. Ayrıca düşmanın evine getirilen kadın, kan davasının
bitirilmesini sağlar. Bu duruma da barış ana demek mümkündür. Kürt toplumunda Dengbej, yanı ses ustası,
türkü söyleyen insanlar, sözlü kültürün aktarıcıları olmuştur ve özel bir yere sahip olmuşlardır. Kürt kültürünü
nesilden nesile Kulam, yani türkü ile aktarmışlardır.
Yalan ve ayrımcılık üzerine bina edilerek bir halkı, bir milleti küçük görmek, hakir görmek ne kadar etik
değilse, 1000 yıldır birlikte yaşayan bu milletin arasında fitne ve fesat yaratmak da etik değildir. Mahşere kadar
4
birlikte ve bir arada huzur içinde yaşamak zorundayız. Çünkü başka türlü hiç birimiz asla mutlu olamayız. Allah
huzur içinde yaşamayı hepimize nasip eylesin..!
Kürtlerin olmadığı bir Türkiye iddiası olmayan bir devlet olur. Türklerin olmadığı bir
Kürt, vatan sahibi sayılmaz. Ruh ve beden olarak birlikte ve bir arada 1000 yıldır aynı sokakta,
aynı evde ve aynı odadadırlar. 5 milyon evlilik ile dünyada benzeri olmayan bir aileyi ortak
irade ile oluşturmuşlardır. Bunu kim yıkmaya kalkarsa, Allah nezdinde hesabı çok ağır olur.
Hiç kimse yeltenmesin, bu bina çok sağlamdır. Lozan hezimetinde !! kavganın temelleri atıldı,
ama kıyamette son bulacak bu ortaklık..! Vatanımız bölüneceğine önce ciğerimiz bölünsün..!
İslam’a 1000 yıl hizmet eden bir millete kılıç çekilmez diyor Bediuzzaman Said Nursi..!
TARİHTE KÜRT- İSLAM ALİMLERİ, LİDERLER, BİLİM ADAMLARI VE FİLOZOFLARDAN BAZILARI:
Bediuzzaman Said-i Nursi: (1878 Bitlis -1960 Şanlıurfa) İslam alimi ve Tefsir yazarı, Risale-i Nur Külliyatı'nın
yazarıdır.
Ali Hariri: (1009-Hakkari-1080) Klasik Kürt Edebiyatı şairi ve ilk Kürt şairi sayılmaktadır. Ali Hariri’den itibaren
11. yüzyılda Kürt edebiyatında, divan edebiyatı dönemi başlar.
Abdulkadir Geylani : (1077 Gilan -1166 Bağdat) İslam bilgini ve Kadiri Tarikatının kurucusudur.
Abdulbasid Abdussamed: (1927 Armant-1988 Kahire) Kürt ve Arap asilli dünyaca ünlü hafız ve Kur'an-ı
Kerim karisidir.
Ehmedi Hane : (1650 Hakkari -1707 Ağrı) Türkçe, Kürtçe, Arapça ve Farsça bilen edip, şair, ve Tarihçi’dır.
El- Cezeri: (1136-Cizre-1206) İslam'ın altın çağında çalışmalar yapan Müslüman bilim adamı ve Mühendistir.
Bugün sibernetiğin ilk adımlarını attığı ve ilk robotu yapıp çalıştırdığı kabul edilen kişidir.
Feqiye Teyran: (1590 -Van-1660) Şair, masal ve destan yazarıdır. En önemli eseri Hespê Reş'tir, yani Kara
At’tır. Bu eser 1965 tarihinde Moskova’da Kürtçe ve Rusça olarak yayımlandı.
Melaye Cizire: (1570 -Cizre -1640) İslam alimi, Edebiyatçı ve Mutasavvıf’tır.
Molla Halil Siirdi: (1753 Bitlis-Siirt 1841) Tefsir, Fıkıh ve Hadis alimimidir. Yazarın Arapça ve Kürtçe dilinde
toplam 24 eseri vardır.
Caban El Kurdi: Hz. Muhammed (s.a.v) zamanında Müslüman olan ilk Kürt asilli sahabelerden biridir. Ayrıca
İslam tarihinde ilk olarak atanan valilerdendir.
Zozan: Hz. Muhammed (s.a.v) zamanında Müslüman olan ilk Kürt asilli kadın sahabidir.
Selahaddin-i Eyyubi: (1138 Tikrit-1193 Şam) Eyyubi hanedanının kurucusu olan hükümdardır. Hıttin
Muharebesi ile 1187 tarihinde Kudüs'ü Haçlılardan alarak kentte 88 yıl süren Hıristiyan egemenliğine son vermiş,
akabinde Hıristiyanların düzenledikleri III. Haçlı Seferi'ni etkisiz hale getiren İslam alimi ve liderdir.
Muhammed Bin Şeddad: Şeddadiler'in kurucusudur. Kurduğu hanedanlık kendi isminden dolayı Şeddadiler
veya Şadiler olarak anılmıştır. Bugün Ermenistan sınırlarında kalan ve 951 yılında ele geçirdiği Divin kentinde
hanedanlığı kurmuş olup, 951-971 yılları boyunca hanedanlığın emirliğini yapmıştır.
El-Dinaveri: (828- Iran Kurdistani-896) Astronomi, Botanik, Metalürji, Coğrafya, Matematik ve Tarih gibi çok
çeşitli alanlarda çalışmalarda bulunmuş Müslüman bir bilim adamıdır. Kürtlerin atalarını araştıran ilk bilim
adamlarından olmuştur. Bu alandaki çalışmalarını Ensab el-Ekrad, yani Kürtlerin Soyu isimli eserinde toplamıştır.
Dinaveri , ayrıca Matematik ve Kur'an üzerine de birçok eser kaleme almıştır.
Şihabeddin Sühreverdi: (1155-İran-Kurdistani-1191) İslam filozofu ve işrakilik isimli fikri akımın kurucusudur.
5
Mehwi: (1817-Muhabad - Süleymaniye) İslam alimi, hekim ve şairdir.
Mevlana Halit: (1779 -Süleymaniye- 827 Şam) Nakşibendi Halidiye yolunun öncüsü alim ve mutasavvıftır.
Cakir El-Kurdi : (1155 -Irak Kurdistanı - ? ) Büyük İslam alimidir.
Ehmede Muxlis: (1891-Amediye -1963) Alim ve yazar, Kurdî ve İslamî çok sayıda eser yazmıştır.
Mehmude Bazidi: (1797 Ağri -1863 ?) Kürt tarihçisi ve İslam alimidir. Kürtçe ve Arapça dilinde çok sayıda
İslamî ve Kurdî eser yazmiştir.
Şemseddine Şarezori: (1250 – Şarezor-1288) Kürt asıllı İslam filozofu, Sührewerdî'nin ölümünden sonra da
felsefesini devam edip geliştirmiştir. Şimdiye dek bize sadece beş eseri ulaşmıştır.
Şeyh Ubeydullah Nehri: (1830 Şemdinli -1883 ?) Bağımsız Kürdistan devleti için ayaklanan Kürt asilli İslam
alimi ve liderdır.
Melaye Bate: (1417- Hakkari -1491) Edebiyatçı, alim ve şairdir. Kürtçe Mevlid'in yazarıdır.
Ömer Es-Sühreverdi: (1145 Sühreverd -1234 Bağdat) İranli Mutasavvif ve İslam filozofudur.
İbn-i Hallikan : (1211 Erbil -Dimeşk 1282) İslam alimi yazar ve tarihçidir.
Ziryab: (789 Bağdat ?-857 Kurtub) Endülüs'te Kurtuba'da hükümdarlık süren Emeviler döneminde yaşayan Kürt
veya Fars asıllı bilge, şair, müzisyen, şarkıcı, güzellik uzmanı, moda tasarımcısı, ünlü, stratejist, Astronom,
Botanikçi ve Coğrafyacıdır.
Şeyh Said: (1865 Elazığ-1925 Diyarbakır) Zaza Kürdü Müderris, Mutasavvıf, Müfessir ve Muhaddis alimi ve
liderdir.
Seyyid Abdülkadir: (1851 Hakkari -1925 Bitlis) İslam alimi, siyasetçi ve Kürdistan Teali Cemiyeti'nin
liderlerindendir.
Şeref Han: (1543 Kum -1599 Bitlis) Kürt asıllı siyasetçi, tarihçi ve yazardır. “Şeref-name” onun eseridir.
Kadı Muhammed: (1900-Muhabad-1947) Mahabad Kürt Cumhuriyetinin devlet başkanı seçilmiş Kürt alim ve
liderdir.
Ebu El-Fida: (1273 Şam -Hama 1331) Tarihçi ve Coğrafyacıdır.
Şeyh Muhammed Maşuk El-Haznevi: (1957 Kamışlo-2005 Şam) Doktor, Hadis ve Fıkıh alimidir.
Baba Tahir: (940-Hemedan-1010) İranli Kürt veya Fars asıllı Müslüman şair ve filozoftur.
Molla Gürani : (1410 Diyarbakir -1488 İstanbul) Müderris ve Fikih alimidir.
Nali Şarezuri: (1801 Süleymaniye-1856 İstanbul) Alim, dil bilimci, çevirmen, Matematikçi ve şairdir.
Nabi : (1641 Urfa -1712 İstanbul) Ünlü Divan edebiyatı şairidir.
Mahmut Berzenci : (1878 Süleymaniye-1956 Bağdat) Kürdistan Krallığını ilan eden Kürt liderdır.
Simko: (1887- İran Kürdistanı -1930) İran Kürdistan’ında hakimiyet sürdürmüş liderdır.
Evdirehman Şerefkendi: (1920 Muhabad-1991 Kerec) Kur'an-i Kerim’i Kürtçeye çeviren Kürt asıllı alim,
yazar, şair ve çevirmendir.
6
İlyas El Kurdi: (1660 ?- Suriye ?) Tefsir, Hadis ve Şafii Fıkıh alimidir.
İbn’ul-Esir: Cizreli üç erkek kardeşin aile adıdır, Kürt asilli olup, Arap edebiyatının en tanınmış Müslüman
tarihçi, yazar ve dil araştırmacısıdır.
Mesture Erdelan: (1805 Sine -1848 Süleymaniye) Kadın tarihçi, yazar ve şairdir.
DİP NOTLAR:
(1)-- Yenilen Kürtler hakkında İslam’ın bunlar ile ilgili hükmü konusunda; İslam orduları ilk
defa böyle bir inanç grubu ve kavimle karşılaştıklarında, Ehl-i Kitap olmadıkları için nasıl bir
hüküm verileceği Medine’de olan halife Hz. Ömer (r.a)’e bildirilir. Yapılan istişarede sahabe
Abdurrahman ibn-i Avf, Hz. Peygamber (s.a.v)’in: “Onlara Ehl-i Kitap muamelesi yapınız.”
dediğini duyduğunu ifade eder. Bunun üzerine savaş sonrası esirlere Ehl-i Kitap muamelesi
yapılır. Kur’an-ı Kerim’de Zerduştluk ile ilgili bir bilgi yoktur. Ancak Mecusiler’den bahseden
emirler vardır. Zerdüştlük, Mecusiliğin bir koludur ve Zend-Avesta adında bir inanç kitabı
vardır. Zerdüştlükte ateş bir iyilik, aydınlık ve kıble sembolü olarak kabul edilir. Zerdüştlükte
ateş bir kıble olarak kabul edildiğinden, ateş yakılır ve ona karşı ibadet edilir. Zamanla ateş bir
ma’bud, yani bir ilah haline gelmiştir. Zerdüştlerin Peygamberi Zerdüşt’tür. Onların kutsal
kitabı olan Zend-Avesta, 12 bin öküz postu üzerine yazılı inançlarına ait emir vardır. Bir kişinin
ezberlemesi mümkün olmadığından, insanlar arasında bölüştürülerek ezberletilmesi
sağlanmıştır. Büyük İskender, 2 nüsha olan Zend-Avesta’nın bir nüshasını yakmış, diğer
nüshası da Yunanca’ya çevirisini yaparak memleketine götürmüştür. Büyük İslam mütefekkiri
Ali Şeriati: “Zend-Avesta’nın Yunan medeniyetinde önemli bir yerinin olduğunu” ifade eder. Bu
gün dünyada yaklaşık 300.000 kadar Zerdüşti Kürtler İran ve Hindistan’da yaşamaktadır.
(2)-- Arapça’da G harfı olmadığı için, Caban olarak yazılmaktadır. Caban, yani Gaban
Kürtçe’de Çoban anlamına gelir.
(3)-- Bu dönemde Musul, Erbil, Diyarbakır ve Hasankeyf bölgelerinde de çok sayıda Kürt
nüfusu yaşamaktadır.
(4)-- Selahattin Eyyübi’nin babası kesinlikle Kürt’tür. Kürt olan bir anne ve babadan
doğmuştur. Kaynaklardan alınan bilgi budur. Eyyübiler, Musul civarında yaşadıklarından ve
Arap kültürü ile iç içe olduklarından bazı akraba isimlerinin Arap ve Türkmen olmaları bir
anlam ifade etmez. Kendi kardeşlerinin isimleri de Tütekin ve Turan Şah’tır.
(5)-- Hoca ile öğrenci arasında bir aracı olan Muiblik, anlaşılmayan konular hakkında öğrenciye
rehberlik etmişlerdir.
(6)-- Said-i Nursi veya kendi ifadeleri ile Said-i Kürdi, medresede yetişmiş Bitlis ilinin Hizan
ilçesinin Nurs köyünde doğmuştur. Hem Osmanlı dönemini ve hem de Cumhuriyetin ilk yıllarını
idrak eden aydın, alim ve zeki bir Kürt ailenin çocuğudur. Kürt diline, edebiyatına, kültürüne
ve özellikle de bir Kürt Üniversitesinin kurulmasına önem vermiştir. Medinet’üz-Zehra Dar’ülFunun adını verdiği bir Üniversite kurma hayalini birçok devlet yetkilisi ile paylaşmış, bu
konuda Atatürk ile de görüştüğü rivayetler arasındadır. Ancak bu sayede Kürt dilinin
gelişmesinin mümkün olacağına ve Kürtlerin bir seviyeye gelmesine inanıyor. Bu Üniversiteyi
Bitlis’te kurmak ister, Van ve Diyarbakır’da da iki şubesinin olması gerekir düşüncesindedir.
Bu Üniversitede üç dil eğitiminin olması O’nun düşünceleri arasındadır. Çünkü O’na göre,
Arapçayı vacip, Türkçeyi lazım ve Kürtçeyi de eğitim dili olarak Osmanlı yönetimine ve daha
7
sonra da Cumhuriyet yönetimine söyler. Bu konuda bir miktar destek de görür, ancak daha
sonra bu Üniversite projesi sekteye uğrar. Bu üç dilli Üniversite kurma düşüncesinde olan Said-i
Nursi, sadece dini ilimlerinin okutulması yerine Fen ve Dini ilimlerin birlikte okutulması
gerekliliğine inanır. O’na göre sadece dini ilimler okuyanların taassup içinde olduklarını ve
sadece fen ilimlerini okuyanların ise maneviyata karşı mesafeli durduklarından ve metafizik
olaylara inanmadıklarından dolayı, kurulacak Üniversitede hem dini ilimler ve hem de fen
ilimleri birlikte okutulmalıdır. Eserlerinde kendisini zaman zaman Said-i Kürdi olarak
tanıtmıştır. İlk zamanlarda Kürtçe’den başka bir dil bilmeyen Said-i Nursi, daha sonra Türkçe,
Farsça ve Arapça’yı öğrenmiştir. Ağırlıklı olarak hayatı Van ve Bitlis civarında geçmiştir.
Doğubeyazıt’ta medrese okumuştur. Medreseden icazet alıştır. Kaynağı Ahmede Hane’dir ve
O’ndan çok etkilenmiştir. Medrese eğitimi aldığı yıllarda, O’nun eserlerinden etkilendiği için
sabaha kadar Ahmede Hane’nin türbesinde kaldığı konusunda görüşler vardır. Şeyh Said
isyanına gönlü razı gelmez ve engelleme girişimlerinde bulunur, ancak başarılı olamaz. Bazı
araştırmalarda ikisi arasında mektuplaşmalar vardır. Ancak Said-i Nursi de potansiyel bir
tehlike olarak görülür ve sürgün edilir. Eserlerinde Said-i Kürdi ibareleri hep kaldırılmış,
yerine Said-i Nursi yazılmıştır. Bunun ana sebebi, bir Kürt öncünün arkasında yürüme
kompleksidir. Yaşadığı yüzyılın müceddidi kabul edilen ve medresede 12 ilim okuyarak icazet
alan Mevlana Halidi Nakşibendi Kürdi, kendi döneminin yenilikçisidir ve öldüğü gün Said-i
Nursi dünyaya gelir. Her yüzyılın müceddidi var hadisi üzerine yorum yapan İslam alimleri,
Said-i Nursi’yi de kendi yüzyılının yenilikçisi olarak kabul etmişlerdir. Said-i Nursi
mektuplarının sonuna Said-i Kürdi diyerek imzalar ve mühürler. Ancak soyadı kullanılmadığı
için taraftarları Nurs köyüne nispetle O’na Said-i Nursi demeyi alışkanlık haline getirmişlerdir.
Hatta 30 kadar parça eserinde Kürt ve Kürdistan kelimeleri kaldırılmıştır. Orijinal eserleri
incelendiğinde bu durum görülecektir. Bir Kürt büyüğünü kendisine büyük görme, adeta
kendisine olan inancını kaybetme kadar komleks nedeniyle O’nu Kürt olarak görmeme ruhu
harekete geçmiştir. Hatta Kürt olmaktan çıkarmanın basit yollarından birisi de O’nu Seyyid
olarak görmek ve Ehl-i Beyt’e dayandırmak düşüncesidir. Eserlerinde yüzlerce yerde Kürt ve
Kürdistan kelimeleri geçer ve “Ben ki, bir Kürdüm ve ben ki, bir bedevi Kürdüm” demektedir.
Bu da bize göstermektedir ki, Said-i Nursi kesinlikle Kürt’tür. Said-i Nursi, Şualar adlı eserinde,
ben Seyyid değilim ve ben kendimi Seyyid bilmiyorum der. Lemalar adlı eserinin 22.
Lemasında: Üstad Bediuzzaman Said-i Nursi’nin yazdığına bir öğrencisi eklenti yaparak der ki:
“Hz. Peygamber (s.a.v)’e sinek konmadığı gibi, O’nun soyundan gelen evladı olan Ustada da
sinek konmuyor.” Bu durum üzerine öğrencisine karşı çıkarak 28. Lemada yapılan bir haşiyede
Seyyid olmadığını ifade ederek, “Bir sinek geldi ve elime kondu.” diyor. İslam’da nesil diye bir
şeyin olduğunu ifade ederek, “Seyyid olan birisi değilim derse günah işler ve Seyyid olmayan
birisi de ben Seyyid’im derse yine günah işler.” demektedir. Ancak Seyyid olsaydı kesinlikle
bunu derdi.
Bediüzzaman olarak anılması, Zamanın garibi, tuhafı anlamlarına geldiği gibi, güzel,
harika ve sevimli anlamlarına da gelmektedir. Zamanın bilinmeyeni, zamanın tuhafı yönünü
kendisine uygun görmüştür. Zamanla ilgili olmayan ve ilgisi olmayan bir zat, garip ve tuhaf bir
zat olarak kendisini görmüştür. Bu nedenle kendisine Bediüzzaman denilir. Siirt’teki medrese
hocası O’nu imtihan eder ve olağanüstü başarısı nedeniyle O’na bu lakabı verir. Dini ve dini
olmayan bütün ilimlerin öğrenilmesine önem vermiştir. İkna kabiliyeti yüksek bir İslam
alimidir. Sakal ve evlenme gibi iki sünneti terk ettiğini kendi sözlerinde görmek mümkündür.
Risale-i Nurları değişik zaman ve mekanlarda yazmıştır. Kendi ifadeleriyle eski ve yeni Said
dönemlerinde parça parça yazdığını söylemektedir. Risale külliyatında din ve fen ilimleri vardır.
Buna bir hadis ve tefsir çalışması da denilebilinir. Manevi Kur’an tefsiri olarak görmek
mümkündür. Ancak harfiyen tefsir olarak görmek mümkün değildir. İman konuları başta
olmak üzere, konuları işlerken ayetler ve hadisler ışığında düşüncelerini açıklamaktadır.
Mezarının nerede olduğu kesinlikle bilinmemektedir. Isparta’da iken, “Hz. İbrahim (a.s) beni
çağırıyor diyerek Urfa’ya götürülmesini ister. Urfa’ya gelince “Ben ölüme geldim” diyerek 1,5
gün sonra ölüyor. 27 Mayıs darbe hükümeti kardeşinden imza alır ve önce Afyon’a cenazesi
götürülür, daha sonra Isparta Eğridir’e götürüldüğü bilinmektedir. Orada defnedilmiş, ancak
8
nokta olarak bilinmemektedir. Vasiyeti olduğu söylenen, “Birkaç talebesinin dışında kimsenin
mezar yerini bilmemesi” yönünde olduğudur. Ancak bu vasiyet konusunda şüpheler mevcuttur.)
(7)-- Ahmede Hane 9-10 yaşlarında iken, 16. yüzyılda Hakkari’den göç eden bir Kürt beyliğine
mensup ailedendir. Kürt halkının dini ve milli önderidir. Babası Doğubeyazit’de doğmuş ve
orada ölmüştür. O dönem edebiyat dili Farsça olmasına rağmen, Ahmede Hane’nin Kürtçe
yazdığı Mem’u-Zin’i yazma nedenini şöyle ifade eder:” El-oğlu demesin Kürtler kültürsüzdür,
okumaları ve kitapları yoktur.” “Kürtlerin hakiki aşk ve mecazi aşktan anlamadıklarını
demesinler. Kürtler hem hakiki aşktan ve hem de mecazi aşktan anlıyorlar.” Bu Mem’u-Zin’in
iki aşkı vardır. Siti ile Tacdin ve Mem’u-Zin’in aşkıdır. Siti ile Tacdin’in aşkı evlilikle
sonuçlanır. Ancak Mem’u-Zin, bir Nevruz gününde birbirlerini görürler, kavuşma olmaz.
(8)-- Kürtçe bir dildir. Kurmanci, Lorani, Sorani, Gorani Kürdi dilinin alt lehçeleridir.
Zazaki’nin de Kürtçe dilinin alt lehçesi konusunda farklı fikirler olsa da kanaatimizce,
Kürtçe’nin bir diğer lehçesidir. Zazalar da Kürtlerin bir koludur. Osmanlı Seyyahi Evliya
Çelebi Seyehatname’de Bingöl’e gittiğini ve Zaza Kürtlerin’den bahseder. Ekrad (Kürtler
anlamına gelir) kelimesini kullanır. Atatürk de bir telgrafında Kalili (az) sayıda Zaza denilen
Kürtler’den bahseder. Zazalar, kendilerini Cumhuriyete kadar Kürt olmadıklarını söylerken,
bir kısmının ise kendilerini Kürt olarak kabul ettiğini söylemek mümkündür. Bir dilde lehçeler
1000 yıl sonra ortaya çıkar. Ana gövde, yani genel bir şemsiye olan dil 1000 yıl yaşadıktan sonra,
lehçeler ortaya çıkar.
(9)-- Şeref-Name Kürt sülalelerinin ayrıntılı tarihçesidir. Şeref Han tarafından 1597 tarihinde
Farsça olarak kaleme alınmıştır. Kürt tarihine ilişkin en önemli özgün kaynaklardan biridir.
Şeref Han, Bitlis emiri Şemseddin Han'ın oğlu, Osmanlılarla 1514 tarihinde ittifak antlaşmasını
imzalayan ve Bitlis’teki Şerefiye Camii’ni inşa ettiren 4. Şeref Han’ın torunudur.
Konu hakkında araştırmamızı zaman içinde daha da derinleştirmek isterim. Ama
şimdilik bu kadarı ile yetinelim. Araştırmamız bizi bu sonuca götürdü. En doğrusunu Allah
bilir.
Eğitimci, İlahiyatçı, Araştırmacı Yazar Mehmet BOZKURT
www.mehmetbozkurt.com.tr
KAYNAKLAR
AHMEDE XANE (AHMEDE HANE), “Mem’u-Zin”, İstanbul-1975
AHMET TURAN, “Türk Kültürü Araştırmaları Doğu ve Güneydoğu Anadolu-II”, Ankara-1992
DESTANA MEME ALAN, “Memo Alan destanı”, İstanbul-1978
İDRİS-İ BİTLİSİ, “Heşt-Behest (Sekiz Cennet), İstanbul-1986
M.NURİ DERSİMİ, “Dersim Tarihi”, İstanbul-1979
MUSA ANTER, “Ferhanga Kürdi-Tirki”, İstanbul-1967
9
MUZAFFER ÖZDAĞ, “Millet Birliğimiz Vatan Bütünlüğümüz Soydaş Toplumlardan KÜRTLER”,
Kayseri-1992
Prof. Dr. AHMET UĞUR, “İdris-i Bitlisi ve Şükri-i Bitlisi”, Kayseri-1991
Prof. Dr. M. FAHRETTİN KIRZIOĞLU, “Her bakımından Türk olan Kürtler I. Tarih Bakımından
Kürtlerin Türklüğü”, Ankara-1984
Prof. DR. MEHLİKA AKTOK KAŞGARLI-YAŞAR KALAFAT, “Türko-Kürtlerde uygarlık ve
Ağızlar Hakkında Düşünceler”, Kayseri-1991
Prof. Dr. MEHMET ERÖZ, “Türk Kültürünün Alt Kültür Unsurlarından KÜRTLER”, Kayseri-1992
S.AHMET ARVASİ, “Doğu Anadolu Gerçeği”, Ankara-1988
ŞEHİD ALİ HAYDAR BENGİ, “Tarih Sahnesinde Kürtler Kürt Sorunu ve İslam’i Çüzüm”,
İstanbul-1988
ŞEREF HAN, “Şeref-Name-1” Kürt Tarihi, Ant Yayınları, Çev. M.E. Bozarslan, İstanbul-1971
ŞEREF HAN, “Şeref-Name-2” Osmanlı-İran Tarihi, Ant Yayınları, Çev. M.E. Bozarslan, İstanbul1971
ŞÜKRİ-İ BİTLİSİ, “Selim-Name (Tarih)”, İstanbul-1986
YAŞAR KALAFAT, “Türkiye’de Alt Kültür Kesimleri”, Kayseri-1991
YUSUF ZİYAETTİN PAŞA, “Kürtçe-Türkçe Sözlük”, İstanbul-1978