gel‹n kayası oturumu

Transkript

gel‹n kayası oturumu
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
GEL‹N KAYASI OTURUMU
149
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
150
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
RUS B‹L‹M ADAMLARININ ‹N‹S‹ASYONU (GEÇ‹fi R‹TÜELLER‹)
TANIMLAMA ÇALIfiMALARI VE SAHA EFSANELER‹NDE ‹N‹S‹ASYON
Discussions of ‹nitiation (Rite of Passage) in Russian Scientists and
‹nitiation in Sakha (Yakut) Legends
Muvaffak DURANLI
ABSTRACT
This study consists of two main parts. In the first part, Russian scholars’ discussions on the term initiation are analyzed. For example, S. A. Tokarev, who studied the
use of term among some primitive societies, tried to classify in pre-religion periods.
Further studies made on the use of the term by some other Russian scholars. According to E. S. Novik and M. Meletinski, the rite of passage in Sakha (Yakut) culture is
closer than others beliefs to rituals have been developed around the sacrificing.
In the second part of this study, the evaluation on the initiation of warrior in Sakha culture analyzed as it appears in Sakha legends. A Sakha warrior has been ranked
closer to as of a shaman. According to Sakha tradition, the forefather of the Sakha,
who is named Elliei, was the first warrior and shaman.
Key Words: Initiation, Rite of Passage, Warrior
“İnsan doğar, büyür ölür”. Genel yaklaşımlar insan hayatını bu kadar basit
bir şekilde formüle etmektedir. Evet, insan bu üç aşamadan geçer, her aşama
insanın yaşadığı toplum içinde statüsünün değişimidir. Bu statü değişikliği bilim literatüründe “inisiasyon” terimiyle karşılanmaktadır. “Başlamak, adamak, kült gizemlerine girmek” anlamlarına sahip olan Latince initio kelimesinden türeyen kavram dilimizde ve Avrupa dillerinde de yakın şekilde yer almaktadır.
Tebliğimizde Saha Türklerinin efsanelerindeki inisiasyon örneklerine geçmeden önce, Rusya bilim adamlarının inisiasyon kavramıyla ilgili görüşlerine
değinmek istiyoruz.
Kavram, diğer Batı dillerinde olduğu gibi, Rusçada “İnitsiatsiya” olarak tanımlanmaktadır. Ayrıca bazı çalışmalarda “Perehodnıe obryadı” (Geçiş Törenleri) olarak da kullanıldığı görülmektedir. Rus bilim adamlarından Sergey
Aleksandroviç Tokarev, Eleazar Moiseeviç Meletinskiy ve Elena Sergeyevna
Novik’in bu konudaki ayrıntılı görüşlerini vermeden önce, genel olarak kavramın Rus bilim ortamında nasıl algılandığına bakmak yerinde olacaktır. Ör-
151
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
neğin Rus bilim adamı G. A. Levington, “Mifı narodov mira” adlı mitoloji sözlüğünde inisiasyon kelimesini şu şekilde tanımlamaktadır:
“... kişinin bir statüden diğerine, kısmen biraz kapalı kişiler dairesine (kabilenin tam hakka sahip üyeleri, erkek birliği, ezoterik kült, rahip, şamanlar
dairesi) geçişi ve bu geçişi şekillendiren tören. Bazen, dar anlamda, evlenebilecek yetişkinler arasına geçiş”.1
Bu kısa tanımdan sonra G. A. Levington bu törenlerin mitle olan bağlantısını şu şekilde belirtmektedir:
“İnisiasyon törenleri de geçiş veya adanma törenleri olarak adlandırılmaktadır. Diğer pek çok törenden farklı olarak inisiasyon içine ana parçası olan
miti alır: tören sırasında sadece yetişkinin veya uzman adanmışın bildiği kabile mitleri acemiye anlatılır. Diğer taraftan pek çok mit, inisiasyon töreniyle
benzer belirgin çizgilere sahiptir, mitin yapısı ve sembolizmi inisiasyon törenine uygun bir modelde kurulur. Bu törenlerin yapısal özelliği onların üç parçalı olmasından ibarettir: onlar kişinin toplumdan ayrılması (çünkü geçiş var
olan dünyanın sınırları dışında olacaktır), sınırlı bir dönem (birkaç günden birkaç yıla kadar olabilir) ve dönüş, yeni statü veya toplumun yeni alt grubuna
kabul edilişten oluşur. Bu durumda inisiasyon eski niteliğinde kişilik yok olmuş gibi, yeni statüye geçiş tasavvuruyla bağlantılı ölüm ve yeniden doğuş
olarak algılanmaktadır; hazır olan da boşluğun mitolojik yorumudur; toplum
tarafından kabul edilen kapalı bölgenin sınırları dışına çıkış ölüme eş değerdir”.2
Levington’un bu kısa ve öz tanımından sonra Rus bilim adamı S. A. Tokarev dinin ilk formlarına adadığı çalışmasında dünya üzerindeki farklı topluluklardaki inisiasyon törenlerini incelemektedir. Bu topluluklar arasında Merkezi Afrika Pigmeleri, Kaliforniya’daki Vintu, Maydu, Pomo, Mivok, Yuki, Kostane, Esselen, Salinan, Atabask, Yokut kabilelerinde uygulanan inisiasyon törenlerini değerlendirmekte ve inisiasyon kavramının şu ortak noktalara sahip
olduğunu belirtmektedir:
“1. Belirli yaştaki kabile üyelerinin hepsi için bu törenlerin yapılması zorunludur; 2. Genç erkeklerin törenleri kızların törenlerinden kesin bir şekilde farklıdır, bu törenler daha karmaşık ve uzun sürelidir, bu törenler daha önemli dini tasavvurlarla bağlantılıdır; 3. Genç erkeklerin inisiasyonu bütün topluluk
için önemlidir; bu törenlere diğer kabilelerden misafirler katılır; 4. Gençlerin
inisiasyonu birkaç etaba ayrılmakta ve birkaç yıl gibi uzun bir zamana yayılmaktadır; 5. İnisiasyonun en önemli anları gence avcı ve savaşçı yaşamını,
dayanıklılığı, sertliği ve disiplini öğretecek olan bir dizi fiziki ve ahlaki sınama1 G. A. Levington, “İnisiatsiya”, Mifı narodov mira, Moskva, Nauçnoe İzdatelstvo, 2000, 1. cilt,
s. 543.
2 G. A. Levington, age., s. 543- 544.
152
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
dan oluşmaktadır; 6. Bu sınamalar sırasında genç ailesinden ve özellikle de
kadınlardan ayrılır, izole edilir; 7. O bir dizi sınırlamaya ve özellikle de yiyecekle ilgili yasaklara tabi tutulur; 8. Gence kabilenin inançları ve kutsal efsaneleri anlatılır ve özellikle cinsel yaşamda ve yaşlılarla ilişkide uyulacak gelenekler ve ahlaki yaptırımlar aşılanır; 9. Gençlerin inisiasyonuyla bağlantılı olarak kutsal dini- majik seremoniler düzenlenir; 10. Genç kızların inisiasyonu
daha basittir...”.3
Yaptığı genel analiz sonrasında S. A. Tokarev inisiasyonun toplum için yüklendiği önemi vurgulamakta ve inisiasyon çevresinde gelişen inanç ve törenleri “erken dönem kabile kültleri” olarak adlandırmaktadır:
“Bu törenler, ilkel toplumun gelişiminin belirli bir aşamasında ortaya çıkan
köken olarak emeğin yaş ve cinsiyet bölünmesiyle bağlantılıdır. Bu törenler
temelde kabilenin maddi açıdan önemli çıkarlarını kapsayan toplumsal yaşamın önemli bir yönünü dile getirmektedir....”.4
“İnisiasyon törenlerinde her şeyden önce var olan sosyal yapının korunması ve devamı, emeğin yaş- cinsiyet ayrım formlarının desteklenmesine yönelik kabilenin doğal isteği yer almaktadır. Yeni yetişen gençlik kabile yaşamının normlarına girmek durumundadır; erkek çocuklar- yeni yetmeler evlilik
kurallarına, yaşlılara bağlılığı, avcılık geleneklerini, kızlar aile- nikah yaşamının düzenini öğreneceklerdir... emeğin yaş- cinsiyet ayrımında çocuklar genellikle kadınlar grubuna katılır ve bu yüzden erkek çocuk ve yetişkin arasındaki sosyal fark kız ve yetişkin kadın arasındaki sosyal farktan daha fazladır.”5
Bu sınıflandırma çalışmasından sonra S. A. Tokarev “Bir taraftan erkek ve
kız çocuklarının olgunluğa geçişini tanımlayan ve gerekli gelenekler olan
atanma törenleri korunmakta, fakat bu törenler toplumsal ve kült anlamını yitirmektedir”6 demekte ve günümüzde Hristiyan dünyası içindeki “Olgunluk
yaşına ulaşmış genç erkek ve kızların kiliseye kabulü ve ilk priçastie (şarapla
ekmek yeme ayini) ile ilgili Katolik ve Protestan törenlerinin de benzer bir anlama sahip...”7 olduğunu vurgulamaktadır.
E. M. Meletinskiy 1976 yılında yayınlanan “Poyetika Mifa” adlı çalışmasında geçiş törenleri kavramı üzerinde durmaktadır. Bu kavramı özellikle ilkel
topluluklar olarak nitelendirdiği Avustualya’nın yerli kabileleri örneğinde inceleyen Meletinskiy inisiasyon ve benzeri törenlerin ilkel topluluktaki fonksiyonunu şu cümlelerle açıklar:
3 S. A. Tokarev, “Ranneplemennoy kult”, Rannie formı religii, Moskva 1990, s. 210
4 S. A. Tokarev, age., s. 207.
5 S. A. Tokarev, age., s. 209
6 S. A. Tokarev, age., s. 224.
7 S. A. Tokarev, age., s. 225.
153
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
“... ilkel kollektif henüz gelişme fırsatı bulamamış kişiliğin niteliksel özgünlüğünü değil, kabile için yıkıcı olabilecek doğal egoizmi, biyolojik iç güdüleri zorla bastırmaktadır.
Psiko- fizyolojik kaosun sosyal kozmosa, sosyal bir dizginleyiciye ve kişisel duyguların düzenleyicisine dönüşümü insanın bütün hayatı boyunca törenler sayesinde gerçekleşmektedir. Bu açıdan doğumu, ad almayı, özellikle çocuklar grubundan yetişkin erkekler grubuna geçişi (inisiasyon), evliliği (diğer
bir boyla bağlantı kurma), erkek toplumunda daha üst bir sosyal statüye geçişi, şamanlığa, önderliğe ve sonuçta ölüme geçişi gösteren geçiş ritüellerinin
(rites de passage, Van Gennen’e göre) rolü çok büyüktür. Kural gereği, geçiş
törenleri belirli bir süre için sosyal yapıdan kişinin sembolik çıkarılışını, belirli
sınamalar, sosyal aklın dışındaki demonojik güçlerle bağlantı, ritüel temizliği
ve “sosyal akla”, onun farklı bir “parçasına”, farklı bir statüde dönüşü kapsar.
V. Terner’in de haklı olarak belirttiği gibi, sosyal hiyerarşinin dışında geçici
olarak bulunma adanmışlar için dışlanmışlar kardeşliğinin geçici “antiyapısal”
konumunu yaratır”8.
Daha sonra Meletinskiy inisiasyon kavramını daha da derinleştirerek büyü masallarında yer alan yutulma motifi üzerinde durur.
“... inisiasyon cinsel olgunluğa ulaşmış genci anne ve kız kardeşlerden,
adanmamış kadın ve çocuklardan ayırıp onu evlenme hakkına sahip yetişkin
erkekler- avcılar grubuna sokar. Bu geçiş, dayanıklılık, adanmaya yönelik ızdırap verici operasyon ve adanmışlar önünde sahnelenen mitler şeklinde kabile bilgeliğinin temellerine sahip olmayı içerir. İnisiasyon- sembolik geçiş ölümü, canlanma veya daha doğru bir ifadeyle yeni nitelikteki yeni bir doğuma
neden olan ruhlarla bağlantıyı içermektedir. geçici ölüm sembolü, genellikle
yeninin yutulması ve daha sonra onun dev tarafından tükürülmesi, ölüler krallığına veya ruhlar ülkesine yolculuk, ruhlarla mücadele, burada ritüel nesne
ve dini gizemleri elde etme motifinde ifade edilmektedir. İnisiasyondaki bir durumdan diğerine geçiş genelde eski durumun tasviyesi ve yeni bir başlangıç,
ölüm ve yeni doğum olarak verilir”9.
Kültür kahramanlarıyla ilgili mitlerde de inisiasyon motifleriyle sıkça karşılaşıldığını belirten Meletinskiy “Devin karnında bulunma veya orman şeytanlarıyla ilişki kurma sonucunda kahraman kendi dayanıklılığını ispatlamakta,
onlar üzerinde bir hakimiyet kazanmakta, majik (şamanist) güçleri, yardımcı
ruhları elde etmekte, çoğunlukla insanlara gerekli kozmik objelere veya kültürel kazanımlara ulaşmakta, insanların barış dolu yaşamına müdahale eden
devleri yok etmektedir. İnisiasyonla olan bu bağ, kahramanın yükseltilmiş
8 E. M.Meletinskiy, “Geroiçeskie mifı i perehodnıe obryadı”, Poyetika mifa (İssledovaniya po
folkloru i mifologii vostoka), Moskva, 1976, s. 225- 226.
9 E. M. Meletinskiy, age., s. 226.
154
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
erotizmine ait sıradan işaretlere (onun güç ve ulaştığı olgunluğun işareti)sahiptir...”10.
Meletinskiy, inisiasyonun sadece basit anlamda bir statüden diğerine geçmek olmadığını, büyü masalı ve kültür kahramanlarıyla ilgili mitlerde de görüleceği gibi, kahramanın bilinmeze yaptığı yolculuk ve bu yolculuk sonrasındaki kazanımlarının da geniş anlamda bir inisiasyon olarak görülmesi gerektiğini belirtmektedir.
Son olarak Meletinskiy “... her geçiş yenilenmedir, yenilenme ise her zaman ölüm ve yeniden doğum, yani mitolojik başlangıcın kişilik planında bir
yaratım olarak düşünülmektedir”11 demekte ve inisiasyonun mitolojik yönüne dikkat çekmektedir.
Sibirya şamanizmi üzerine çalışmalarıyla tanınan E. S. Novik, Obryad i
folklor v sibirskom şamanizme (Sibirya Şamanizminde Tören ve Folklor) adlı
çalışmasında inisiasyonun kurban ritüeliyle ortaklıklar içerdiğini savunmaktadır. Yazara göre, geçiş üç temel aşamadan (onun adlandırmasıyla bloktan)
oluşmaktadır:
“... : objenin ‘izolasyonu’- onun ‘yıkımı’ (geçici ölüm) ve ‘transformasyon’
(yeniden doğum) – objenin yeni statüsünde kollektive dönüşü.
Kısmen bu şema kurban şemasıyla benzeşmektedir:
- kurban hayvanının izolasyonu (yani bireyin benzerleri ortamından çıkarılması),
- onun vücudunun ritüel kurallarına uygun olarak parçalanması (yani partnere- karşıtına verilmesi gereken değerden ‘çıkarılması’;
-değerin bu partnerlerin kullanımı için uygun objeye transformasyonu, dönüşümü (yani partnerin diline uygun şekilde yeniden kodlanma), yeni statü
objesinin elde edilmesine neden olur;
-değerin ruhlar dünyasına geçmesi veya yollanması.
Kurban ve geçiş törenlerinin şemaları bu yönüyle benzeşmektedir”12.
Novik, bu açıklamasıyla kurban edilenle geçiş töreni sonrasında yeni bir
statü kazananı eş değer tutmaktadır. Yani, yeni statünün kazanılması, bir çeşit toplum adına kurban edilme kavramını getirmektedir. Novik, bu yargıya
Türk veya Türk olmayan, fakat inanç sistemi olarak şamanistik görüşü benimsemiş Sibirya halklarını inceleyerek varmaktadır.
Bir ölçüde Novik’e katılmak mümkündür. Özellikle Sahalar arasında şamanlık ve bahadırlığa geçişteki ızdıraplı dönem, zor sınavlar ve toplumda gü10 Meletinskiy, age., s. 228.
11 Meletinskiy, age., s. 229.
12 E. S. Novik, Obryad i folklor v sibirskom şamanizme, Moskva 1984, s. 163
155
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
nümüzde bile şamana, geçmişte ise hem şamana hem de bootur’a yüklenen
sorumluluk bu bireylerin kendilerini toplumun değerlerinin korunması adına
kurban ettiklerini düşündürmektedir.
Sonuç olarak Novik “Geçiş ritüelleri kollektif içindeki bireyin hareketini düzenlemek için dil niteliğindeki alt düzey törenleri kullanır. Bu törenlerin doğası her şeyden önce iki grubun sembolik etkileşimi düzeyinde kurulur, konu
bloklarının devamlılığı kişilere belirgin şekilde çizilmiş sosyal rolleri veren sosyal dramanın farklı bir senaryosudur... Bütün geçiş törenlerinin invariantı bireyin bir statüden diğerine geçişini, üstelik statünün değişimiyle birlikte öncekinin yıkıldığını göstermiştir”13 demektedir.
Rus bilim adamlarının bu konudaki çalışmalarına kısaca değindikten sonra tebliğimizde Sibirya topraklarında yaşayan Saha Türklerinin hayatında yer
alan inisiasyon kavramı üzerinde durmak istiyoruz.. Bilindiği gibi, diğer Türk
topluluklarından daha geç dönemde yazıya geçen Saha Türkünün hayatında
sözlü anlatım, geçmişin aktarılmasında büyük bir öneme sahiptir. İlk bakışta,
bu durumun bütün topluluklar için söz konusu olduğu düşünülebilir. Fakat
buradaki temel fark, Sahaların yazıyı kullanmaya başlayıncaya kadar yaşanan bütün tarihin ve toplumsal yapının aktarılmasında sözlü yaratıcılığın tek
araç olmasıdır. Sahaların yazıya geçiş tarihini 1600’lü yılların sonu olarak düşünecek olursak bu tarihte diğer Türk topluluklarının hemen hemen hepsi yazıyı kullanmakla kalmamış aynı zamanda tarihlerini ve kültürel yapılarını yazıya aktarmışlardır.
Saha Türklerinin, sözlü anlatım türleri içinde Bılırgı Sehen adını alan tarihi efsaneler, geçmişin aktarılmasında ayrı bir öneme sahiptir. Bu anlatım türü, klasik anlamdaki efsane tanımından çıkıp geçmişteki sosyal yapının aynası olma görevini üstlenmiştir. Tarihi efsanelerde iki farklı gelişim çizgisi yer
almaktadır. Birinci çizgi, klasik efsane tanımına daha yakındır. Bu çizgideki efsanelerin temel karakterleri tarihi atalar, bu ataların başından geçen ve toplumu etkileyen olaylardır.
İkinci çizgide yer alan efsaneler çok az sayıdadır. Bu efsanelerde sadece
toplumda var olan bir yapının nasıl geliştiği ve yaşlıların bu konu hakkında ne
bildikleri anlatılmaktadır. Az sayıda örneği bulunan bu efsanelerin içerdiği konular da oldukça sınırlıdır. Örneğin bu güne kadar yapılan yayınlarda evlilik
kurumuyla ilgili olarak böyle bir efsane görülmemektedir. Burada göz önüne
alınması gereken önemli bir nokta geçmişte yapılan derleme çalışmalarının
hepsinin yayınlanmamış, büyük bir çoğunluğunun Saha Cumhuriyet arşivlerinde korunuyor olmasıdır. Bu da Saha kültürü hakkında genel bir yargıda bulunmayı zorlaştırmaktadır.
Tebliğimizde üzerinde durmaya çalışacağımız inisiasyon örnekleri özellikle
bu ikinci tür efsanelerde daha ayrıntılı yer almaktadır. Bu tür efsanelerden ha13 E. S. Novik, age., s. 216
156
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
reketle bahadırlara uygulanan inisiasyon (geçiş törenleri) üzerinde durmaya çalışacağız. Bahadırları konu edinmemizin temel nedeni, günümüzde Türk
toplulukları içinde bu statünün bulunmamasıdır. Ozanlar ve şamanlar için söz
konusu olan inisiasyon hala canlılığını korurken yok olan bir sistemin temsilcileri olan bahadırların geçirdikleri aşamalar genel olarak bilinmemektedir.
Sahaların savaşçıya verdikleri önem G. U. Ergis tarafından yayınlanan
“Eski Hayat” adlı bir efsanede şu şekilde açıklanmaktadır:
“Derler ki eskiden kanun oluşmadan önce Yakutların şöyle düzenleri vardı. Kim güçlüyse veya zafer kazanırsa diğerini kovalar veya öldürürdü (yenileni). O zaman özellikle kendilerinden daha güçlü olan adamı izlerlerdi. Derler ki bu yüzden birbirlerinden korkarak çok uzak yerlere kaçarlardı. Bazıları
kendi yerlerinde yaşarlardı, başkalarıyla çatışmaya girmeden balıkçılıkla geçinirlerdi. Bu döneme yaşlılar “Kırgısın çağı” (savaş çağı) derlerdi.
Böyle bir çağdan hemen sonra insanların hayatı sürekli düzelmeye başladı, yaşlı veya zengin bir adamı seçmeye ve ona şikayetlerle baş vurmaya
başladılar. Toyon olarak dinledikleri bu adam yağmayla ve katliamla uğraşan
kötü insanları cezalandırır, onları alır ve yer altına oturtur veya ambara kilitlerdi. Şikayet edilen adamı hemen yakalar, bağlar ve (kendi yanlarında) götürürlerdi.
Bu düzeni haksız yere bozmuş adamın öç alma imkanı yoktu. Şikayet için
bir başka mahkeme de yoktu...
Böylece Ruslar gelinceye kadar Yakutlar derler ki kendi hayatlarına uygun
gelenek ve düzenlere sahiptiler.
Bu zamanda Tıgın başkandı. O yaşarken Ruslar gelmiş, onu öldürmüş ve
Yakut toprağında sürekli olarak, uzun yıllar boyunca kendi düzenlerini kurmuş ve halkı Hrıstiyanlaştırmaya başlamışlardı”14.
Bu tür efsaneler Saha Türklerinin geçmişinde savaşın ne denli öneme sahip olduğunu ve onların zaman içinde bir başkan etrafında nasıl bir araya geldiklerini özet olarak açıklamaktadır. Elbette savaşın bu derecede önem taşıdığı bir toplumda savaşçı da silah da önemlidir.
Fakat savaşın bu denli önemli olmasına karşın yaşam da önemliydi, insanlar ve hayvanlar çoğalmalı, halklar oluşmalıydı. Kırgıs zamanında bile buna dikkat edildiği efsanelerden anlaşılmaktadır. Ergis tarafından derlenmiş bir
efsanede savaşın ne zamanlar olması gerektiği şu açıklamayla verilmektedir:
“Yaşlı insanlar yazın ağaçların iğne yapraklarının sınırına ulaştığı zamandan sonbahara kadar bitkilerin sarıç çalısına benzemeye (yani bitkilerin sararmaya başladığı zaman) başladığı zamana dek savaşmazlardı”15.
14 G. U. Ergis, İstoriçeskie predaniya i rasskazı yakutov, Moskva- Leningrad, 1960, s. S. 119120, 29 Nolu efsane.
15 G. U. Ergis, age., s. 120- 121, 30 nolu efsane.
157
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
Sahalar savaşçıya verdikleri değeri bir o kadar da silaha vermektedirler.
Savaşçının silah her şeyidir ve onu çok iyi korumak ve hatta onu küçük düşürmemek gerekmektedir. Efsanelerde silahsız bir kahramandan bahsedilmez. Her kahraman silaha sahiptir.
Bir Saha Türkünün silahı nasıl taşıması gerektiği konusunda verilecek en
iyi örnek Sabıya- Bootur’dur. Sabıya Bootur’la ilgili bu efsaneyi Gavril Vasilyeviç Ksenofontov 1921 yılında Birinci Maljegar nasleginde yaşayan Gavril
Tihonoviç Alekseyev’den derlemiştir. Sabıya- Bootur’un düşüncesine göre silahın pislenmemesi gerekir. Bu yüzden o “savaş silahını kemerinin altında taşımazdı... Eğer bu kural bozulursa silah kudurganlık ve kana susamışlık ruhu tarafından lanetlenirdi”16. Silahın belden aşağıda taşınmamasının nedeni,
vücudun alt kısmının pis olarak düşünülmesidir. Bu yaklaşım Saha toplumunda silaha kudsiyet verildiğinin de bir göstergesidir. Fakat bu yaklaşım, Sabıya- Bootur’un kişiliğinde biraz aşırıya da kaçmaktadır. Sabıya- Bootur’u konu alan efsanede onun silahının namlusunu dokuz kattan oluşan akça ağaç
kabuğa sardığı da anlatılmaktadır.
Savaş aleti, savaşan ve devamlı çatışma halinde bulunan bir hayat tarzı
içinde elbette hayatta kalmayı sağlayan gerekli unsurlardan biridir. Efsaneler
savaş aletinin yapımı ve saklanmasıyla ilgili daha ayrıntılı bilgiler vermemektedir. Fakat önemli bir mücadele öncesinde “savaş aletini kontrol etme, savaş
aletini sınama” onun yapımından ve saklanmasından da önemli bir durum arz
etmektedir.
G. U. Ergis’in tarafından yayınlanan “Buguyas, Bıgık Hantaha, Kutaahaan”
adlı efsanede Buguyas’ın yedi oğlundan Kutaahaan ve Çıppa, düşmanları Bıgık Hantaha’yla savaşmaya karar verirler. Bundan sonra “... bir gün Kutaahaan özenle bıçağını biledi ve ‘yüreğini parçalara ayıracaksam kan pıhtısı bırak!’
diyerek evin orta direğine bıçağı vurdu, kan çıkmadı; bunu görünce bıçağını
attı. Daha sonra babasının bıçağını aldı, özenle bileyip aynı sözleri söyledi ve
bir kez daha aynı direğe şiddetle vurdu, fakat yine kan çıkmadı. Bu yüzden
babasının bıçağını attı. Bundan sonra annesinden bıçak istedi, onu özenle biledi, aynı sözleri söyledi, bir kez direğe vurdu, direkten aşağı kan pıhtısı süzüldü. Kutaahaan “Evet!” diyerek annesinin bıçağını koncuna soktu”17.
Bu törensel hareketin temelinde bir tür fal olgusunun yanı sıra savaşçının
silahıyla gizemli konuşması yer almaktadır. Burada silah bahadıra başarılı
olup olamayacağını anlatmaktadır.
Peki savaşçı veya efsanelerde geçtiği adıyla bootur, batır’ın eğitimi kaç yaşında başlamaktadır. Efsanelerden savaşçıların eğitiminin tam olarak kaç yaşında başladığını belirlemek mümkün değildir.
16 G. V. Ksenofontov, Elleyada, Materialı po mifologii i legendarnoy istorii yakutov, Moskva, Nauka, 1977, s. 111, 129 nolu efsane.
17 G. U. Ergis, age., s. 169- 174, 55 nolu efsane.
158
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
Bazı efsanelerde erken bir yaş söylenmektedir. “Savaşma yeteneği olan
çocukları üç yaşından itibaren eğitirlerdi”18. Başka bir efsanede ise “ancak
çocuk yürümeye başladığında, tabanları siyahlaştığında onu insanın dış görünüşünden geleceğini söyleyebilen yaşlı bir adama gösterirlerdi. Eğer kahin bu
çocuğu iyi yetiştirin, ondan bootur çıkacak, derse o zaman onu gizli bir şekilde yetiştirirlerdi”19. Bu efsanedeki bilgiye göre savaşçı olacak çocuğun eğitimi üç yaşın da altına inmektedir. Yürüyüp tabanlarının siyahlaşması (çocuğun
uzun bir süreden beri yürüyor olması) seçimde ana gösterge sayılmaktadır.
Bu iki örnekten de temelde savaşçı eğitimine çok erken yaşta geçildiği anlaşılmaktadır. Efsaneler çok ileriki yaşında savaşçı gibi görünen insanlardan
bahsetse de bu örnekler hem azdır hem de bu şahısların büyük bir olay karşısında ülkelerini ve boylarını kurtarmak adına savaştıkları anlaşılmaktadır. Yani onlar belirli bir nedenle savaşçı olan ve gerekçe ortadan kalktıktan sonra
gündelik yaşamlarına dönen şahıslardır. Bu şahısların daha çok yöneticilerin
akrabaları arasından çıkmış olması sanırız kabile toplumu içindeki hiyerarşik
yapıyı kuvvetlendirme amacına da hizmet etmektedir.
Araştırmacılar, inisiasyonun temel etaplarından birinin izolasyon, yani bireyin toplumdan ayrılması olduğu görüşünde hem fikirdirler. Saha efsanelerinde de savaşçının eğitimi için onun toplumdan ayrılması, izolasyonu söz konusudur.
“... çocuğu bir kilere veya ayrı bir urasaya koyarak gizlice yetiştirirlerdi.
Bu çocuğu gecelemeye gelen misafirler ve yolcular uzaktan bile göremezlerdi. Bu çocukla ilgili söylenti çıkacağından, o zaman onun güçlenemeyeceğinden ve olgunlaşamayacağından, gelenlerin onu öldüreceğinden korkarak
böyle davranırlardı”20.
Bireyin izolasyonu dışında onun yeni statüyü tam olarak hak etmesi için
ağır bir eğitim dönemi gelmektedir. Erken yaşlarda başlayan eğitim, çocuğun
büyümesiyle birlikte ağırlaşmaya da başlamakta ve neredeyse ağır işkencelere dönüşmektedir.
“Çıplak çocuğa sıcak kömürler atarak onu... çevik bir bootur yaparlardı; ...
çocuk biraz büyüdüğünde ona uçlarına kısa iğneler yapıştırdıkları ağaç oklar,... biraz daha büyüdüğünde ise ona gerçek oklar... atarlardı. Sonra eğer çocuğun olgunlaştığına inanırlarsa onu ikinci kez kahine götürürlerdi. Eğer kahin “Tamam, o zırh taşıyabilir, onu giydirin!” derse o zaman ona bir zırh hazırlarlardı... bütün bunlar tamam olduğunda ona bunları giydirmezden önce büyük bahadırları ve bir şamanı çağırırlardı”21.
18 G. U. Ergis, age., s. 121, 30 nolu efsane.
19 G. U. Ergis, age., s. 121- 122, 31 nolu efsane.
20 G. U. Ergis, age., s. 121, 30 nolu efsane.
21 G. U. Ergis, age., s. 121- 122, 31 nolu efsane.
159
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
Bazı efsanelerde ise savaş eğitimini alan genç on sekiz yaşında bir savaş
sınavından geçmek durumundaydı. Booturun çevikliğinin ve savaş aletlerini
kullanmadaki becerisinin ölçüldüğü bu sınavdan sonra “güçlü adama demirden balık pulu şekilli bir zırh,... zayıf adama kızıl ağaçtan yapılmış bir zırh giydirirlerdi”22 denilmektedir.
Bazı efsaneler zırh giydirme işleminin Kana Susamışlık ruhunu savaşçıya
yerleştirme töreniyle bağlantılı bir şekilde anlatırlar. Ancak bu törenden sonra genç “... vahşi bir at gibi kişner ve şaha kalkardı. Askerler onu yakalar ve
ona zırh giydirirlerdi. O silahlarını kuşanır kuşanmaz bahçeye çıkar, bir ocağın yanına onun için konulmuş bir insanın yüreğine mızrağını batırır ve onu
havaya kaldırıp bahçeye atardı. Buna İlbis kaldırmak veya silahı kanla boyamak denir. Bu sırada hayvan keserler ve tören ziyafeti verirler. Bu günden itibaren o bootur adını taşırdı”23 denilmektedir.
G. V. Ksenofontov’un 1925 yılında İkinci Maljegar Naslegi’ndeki Platon
Savviç Semenov’dan derlediği bir efsane savaş eğitiminin bitiminde uygulanan sınav şu şekilde tasvir edilmektedir:
“Eğitimin sonunda genci özel bir denemeye tabi tutarlardı; o evde otururken beklenmedik bir anda avluya usta bir savaşçı gelir ve elindeki silahıyla
onu yaralamaya çalışarak saldırırdı. Bundan sonra genci soyarlar ve onun
gövdesine silah değip değmediğini kontrol ederlerdi. Eğer gövdesinde yara
varsa eğitimi bitmemiş demekti.
Bir et parçasını bacadan aşağı atarlardı, atılan bu eti genç bıçağının ucuyla yakalamak zorundaydı. Daha sonra onun yüzüne enlemesine dikiş yaparlardı. Bu ‘enlemesine işaret’ onun askerlik eğitimini bitirmiş iyi bir adam olduğu anlamına gelirdi.....
Bu askerlik eğitimin Rusların gelişinden sonra bırakıldığı anlatılmaktadır”24.
Ergis tarafından derlenmiş başka bir efsanede özellikle “Kırgız Dönemi”ndeki savaşçı eğitimine ve toplumdaki bir tür kast sistemine değinilmesi
oldukça ilgi çekicidir.
“Savaşma yeteneği olan çocukları üç yaşından itibaren eğitirlerdi. Onlara
ok atma, mızrağa ve kılıca hakim olma, cesurca savaşma, atla hızlı gitme eğitimi verilirdi.
Genç on sekiz yaşına geldiğinde onun savaşmayı öğrenip öğrenmediğini
kontrol ederlerdi. O çok uzak mesafeye konulmuş at kemiğini okla vurup kırmak durumundaydı. Sonra bir savaşçı evden sırığıyla atlar ve onu sallayarak
22 G. U. Ergis, age., s. 120- 121, 30 nolu efsane.
23 G. U. Ergis, age., s. 121- 122, 31 nolu efsane.
24 G. V. Ksenofontov, age., s. 115, Efsane No 135.
160
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
gence saldırırdı. Onun kürkünü, şaman cüppesinin saçaklarına benzer bir şekilde keserlerken o darbelerden korunmak ve yaralanmamak durumundaydı. Daha sonra avluya gelen genç, eliyle bacadan sarkıtılmış et parçasını yakalamak zorundaydı. Bu sınavları başarıyla veren adama Kırgıs eğitimi almış
adam derlerdi.
........
Askerlik eğitimi almış adamın kızları aynı eğitimi almış bir askerle evlenebilirlerdi. Efsanelerin söylediğine göre bu evlilik şöyle olurdu.
Gelen dünürcü çadıra girer. O sırada evin yaşlı kadını ona susuzluğunu gidersin diye bir kase kımız verirdi. Bu sırada o kaseye eğildiğinde yaşlı adam
aniden kalkar ve oturanın ciğerini hedef alarak sırıkla vururdu. Damat adayı
bu sırada kımızı dökmeden yana kaçmak zorundaydı.
Daha sonra yaşlı adam kafayı hedef alarak onun kafatasını yaralamak
amacıyla vururdu, diğeri de bu darbeden becerikli bir şekilde kurtulmak zorundaydı. Bu ön sınamalardan sonra ancak evlilikle ilgili ön görüşmeler başlardı. Yaşlı adam kabul eder ve damadına geline sahip olmasını önerirdi. Gelin avluya çıkar ve koşmaya başlardı. Damat onu izlerdi. Eğer gelini yakalar
ve hakkından gelirde o koca olurdu.
Burada yaşlı adam eğitimsiz damadı yaralama hakkına sahipti ve bunun
için hiçbir cezaya uğramazdı.”25
Saha Cumhuriyeti’nde yapılan arkeolojik kazılar sonucunda bazı şaman
mezarlarına rastlandığı bilinmektedir. Fakat savaşçı mezarları bulunamamıştır. Bunun temel nedeni savaşçının ölü bedeninin ve bazı organlarının düşmanlar tarafından kullanılma korkusuyla savaşçı mezarlarının gizlenmiş olması
olabilir.
Ergis’in kaydettiği “Badıam ve Onun Akrabaları” başlıklı bir efsanede
“Yaşlı Badıam önce Bıgık Hantaha’yı Sobolooh bölgesinin kuzey tarafına
gömdü. Sonra hemen Buguyas ve adamlarının burayı kazıp oğlunun ciğerini
ve yüreğini alıp götüreceklerini düşünerek oğlanın vücudunu bir başka yere
götürdü ve Ottuur Ebe bölgesindeki tepenin toprağına gömdü”26.
Bu mezar değişikliğinin nedeni, ölenin kanıyla silahların boyanması ihtimaline karşı savaşçının cesedinin bulunmayacak bir yere gömülmesidir.
Yukarıda verdiğimiz örneklerden hareketle Saha Türkleri arasında günümüzde bulunmayan bahadırlık, ya da onların deyimiyle booturluk, statüsü
geçmişte özel bir grubu tanımlamıştır. Bu gruptaki insanlar, toplumda ayrıcalıklı haklara sahip olmuşlar ve bu ayrıcalığın karşılığını bulundukları toplumu
savunarak ödemişlerdir.
25 G. U. Ergis, age., s. 121, 30 nolu efsane.
26 G. U. Ergis, age., s. 174- 176, 56 nolu efsane.
161
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
Bahadırlık da şamanlık gibi, Saha toplumu içinde kişinin isteğine, seçimine bağlı değildir. Seçim, toplumun belirlediği kriterlere göre yapılmaktadır.
Daha çok hastalıklı, zayıf bireyler şamanlık mesleğine yönlendirilirken, sağlıklı bireyler yaşlılar tarafından bahadırlık, savaşçılık mesleğine yönlendirilmektedir. Fakat buradaki seçimin çok erken yaşlarda olması bireyin söz sahibi olmasını da zorlaştırmaktadır.
Bahadırların eğitmenlerinin kimler olduğu konusunda elimizde belirgin bir
bilgi bulunmamaktadır. Fakat efsanelerden bahadırlar arasında usta- çırak
ilişkisine benzer bir ilişkinin olmadığını biliyoruz. Unutulan pek çok değer gibi, bu bilgi de ne yazık ki günümüze ulaşamamıştır. Eğitmenlerin daha çok
toplumun kültürel yapısını bilen ve artık savaşmayan ihtiyarlar arasından seçilmiş olmasını düşünmek en mantıklı yaklaşım olacaktır.
Geçiş törenleriyle ilgili veriler ise her geçen gün geçmişin karanlığına gömülmeye devam etmektedir. Bu konudaki tek kaynak olan efsanelerin de zaman içinde değişimi kaçınılmazdır.
Özellikle toplum içinde geçmişteki anlamını yitirmeye başlayan değerler
kolaylıkla sözlü kültür ürünlerinden çıkmakta, onların yerini yeni değerler almaktadır. Bu nedenle toplumsal statüden çıkan kurumlarla ilgili anlatıların
zaman geçirmeden derlenmesinin gerekliliği her geçen gün önemini attırmaktadır.
162
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
TÜRK KÜLTÜRÜNDE TUFANLA ‹LG‹L‹ ANLATILAR
Say Ings For The Flood In Turkish Culture
Fatma Ahsen TURAN
ABSTRACT
The world of mythology is the world of ancient cultures and religions. We learn
from the mythology that moon, sun, plants also animals all have their own myths. The
sacredness of the waters, cosmologies originating from water and judgement days can
only be gathered by the sybolism of water, In Turkish Culture, we also see some sayings about The Floodof Nuh. After analyzing these myths, we see that Tufan is a kind
of cosmic era which follows one another. Life and death, disaster and purification indicaten the finish of one term also the begining of it. The symbolism of water includes
not only death but also the rebirth. In this writings in in addition to the symbolism of
water which is behind the Flood, we see the effect of the flood myths and beliefs, sayings which are formed by theese myths.
Keywords: The Flood of Nuh, water, Mythology, sacred, beliefs
Mitler, kozmogoniden toplumsal ve kültürle ilgili kurumların oluşmasına
kadar bütün olup biteni açıklar. Dünya kozmos olarak kavranmaya başlar.
Mitler olayların nesnelerin nasıl gerçekleştiğini anlatırken bunların kimler tarafından niçin ve hangi şartlarda yapıldıklarını da açıklığa kavuşturur (Eliade,
1993:138).
Molinowski “mit çok eski bir çağda meydana gelmiş olan dünya ile beşerî
yazgılar üzerinde etkisini sürdürmeye devam ettiğine inanılan bir olgudur”
şeklinde yaptığı tanımlamada mitin zaman boyutuna işaret etmektedir (Kılıç,
1993:45).
Mitoloji dünyası, eski kültürlerin, dinlerinin dünyasıdır (Kılıç, 1993:3). Kronolojik tarih ve zamanın dışında olması bakımından “kutsal bir tarih” değerlendirilen mitolojik olguların kahramanları, aktüel zamanın dışında bulunduklarından her asır ve her zaman kesiminde, onlarla çağdaş olunabilir (Kılıç,
1993:3).
Kutsalın bütün tezahürleri ortak değerler yüklüdür. Kutsalın tezahür etmesinin biçim ve vasıtaları bir milletten ötekine, bir medeniyetten diğerine değişir. Ama paradoksal-kavranılması güç olan daima devam eder (Kılıç,
1993:40).
163
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
Miti, yaşayan bir şey kabul eden toplumların insanı “şifreli” ve gizemli olmasına karşın açık bir dünyada yaşar. Dünya insanla konuşur, bu dili anlamak
için de mitleri bilmek ve simgeleri çözmek gerekir (Eliade, 1993:135). Dünyanın varoluşu, tanrısal bir yaratma eyleminin sonucudur; Ayın, Güneşin, Suların bitki ve hayvanların kendi mitsel tarihleri vardır. Her kozmik nesnenin bir
tarihi mevcuttur (Eliada 1993:135).
Suların kutsallığı ve su kaynaklı kozmolojiler ile mahşerler ancak su simgeciliği aracılığıyla bir bütün olarak açığa çıkartılabilirler. Bir kutsalın sayılamayacak kadar çok tezahürüne ilişkin tekil ifşaları, bütünleştirme yeteneğine
sahip yeğene sistemdir. Zaten bu yasa bütün simgeciliklerin de yasasıdır. Kutsalın tezahürlerinin çeşitli alanlarını değerlendiren ve düzelten işte bu simgesel bütündür. Örneğin ölüm suları yani Tufan derin anlamlarını ancak su simgeciliğinin yapısının bilinmesi ölçüsünde ifşa etmektedir (Eliade, 1992:184).
Eski Türk boylarında da “Dünya Tufanı” mitine ait pek çok rivayet vardır.
Bu mitlerin temelini Müslüman ve Hristiyan kaynaklardan gelen “Nuh Tufanı”
kıssasındaki unsurlar teşkil etmektedir (İnan, 1972:22).
A.V. Anohin’in tesbit ettiği rivayete göre tufan olacağını demir boynuzlu
gök teke (temir müüstü kök-teke) haber vermiştir. Bu teke yedi gün dünya
çevresinde dolaşmış acı acı melemiş, yedi gün deprem olmuş, yedi gün dağlar ateş fışkırmış... Yedi gün yağmur yağmış; yedi gün fırtına olmuş; yedi gün
dolu ve kar yağmıştır.
Tufan olacağını Ülgen ve altı kardeşi bilmişler ve bir gemi yapmışlar. Böylece insan ve hayvan neslini kurtarmışlardır (İnan, 1972:23).
Bilinen en eski Tufan miti ise Altaylılara aittir. Bu mit mevcutlar içinde İncil’dekine en yakın olanı sayılabilir.
“Sel suları bütün dünyayı örtünceye kadar Tengiz Han (deniz) dünyaya hakimdi. Onun hükümdarlığı sırasında Nama adında bir adam yaşıyordu. Tanrı
Ülgen ondan bir gemi yapmasını istedi. Sozun-uul, Sar-uul ve Balıksa adında
üç oğlu olan Nama, gözlerini kaybetmek üzere idi. Onun için geminin inşasını oğullarına bıraktı. Bir dağın tepesinde inşa edilen gemi tamamlanınca, Nama oğullarına geminin köşelerine ve duvarlarına her biri, sekiz kulaç boyunda halat asmalarını söyledi. Bu halatların yardımıyla sel suyunun kaç günde
sekiz kulaç yükseldiğini hesaplayacaktı. Daha sonra Nama, gemiye ailesi ve
yükselmekte olan sudan korkarak etrafında toplanan çeşitli hayvan ve kuşlarla birlikte bindi. Yedi gün sonra yere bağlı olan halatlar koptu ve gemi yüzmeye başladı. Bu demekti ki su sekiz kulaç yükselmişti. Yedi gün daha geçince
Nama, en büyük oğluna geminin penceresini açıp çevreye bakmasını emretti. Sozun-uul her tarafa baktı ve dedi ki, “her şey suya gömülmüş, sadece dağların zirveleri görünmektedir.” Daha sonra babası tarafından tekrar etrafı gözetlemesi istenince şöyle dedi : “Şimdi hiçbir şey görünmüyor, sadece gökyüzü ve su.” Sonunda gemi birbirine bitişik olan sekiz dağın tepesinde durdu. Bu
164
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
sefer Nama, pencereyi açtı ve kuzgunu serbest bıraktı. Kuzgun geri dönmedi.
Ertesi gün Nama ineği saldı ve üçüncü gün ekin kargasını. Bu ikisi de geri
dönmedi. Nama dördüncü gün güvercini uçurdu, o da gagasında huş ağacının dalıyla döndü.
Nama, güvercin vasıtasıyla gönderdiği hayvanların birer leş bularak, onları yediklerini öğrendi. Bunu duyunca Nama öfkelendi ve bu kuşları şu sözlerle lanetledi : “şimdi yaptıklarını dünyanın sonuna kadar yapmaya devam etsinler.” Mitin devamında Nama’nın çok yaşlandığı, karısının da öbür dünyada
kendilerine hükmedebileceği için ölmeden önce sel felaketi sırasında kurtardığı tüm insanları ve hayvanları öldürmesini tavsiye ettiği belirtiliyor. Karısının
sürekli tavsiye ve telkinleri karşısında huzursuz olan Nama, ne yapacağını şaşırır. O zaman, annesinin niyetini bilen oğlu Sozun-uul kendisine açıkça karşı
gelmekten korktuğu için babasına şöyle bir olay anlatır: “Ben bir mavi mor siyah inek gördüm, bir insanı yiyordu, öyle ki, yediği insanın sadece bacakları
görünüyordu.” Bu temsili olaydan Nama oğlunun ne söylemek istediğini anlar ve kılıcını çıkarıp karısını başından ikiye ayırır. Nihayet, Nama cennete göçer ve yanında oğlu Sozun-uul’u da alır ve onu beş yıldızlı bir takım yıldızına
dönüştürür (Holmberg, 1927:364-365).
Bazı Altay halklarında sel felaketi kahramanı genellikle Jaik Khan (Sel Hakanı) adıyla tanınmakta ve her şeyden üstün Tanrı ile insan arasında, insanın
koruyucusu olarak bir aracı veya müdahaleci sayılmaktadır. Bazı yerlerde ilk
baharda onun adına kuzular kurban edilmektedir. Kurban kesme töreni yüksek bir dağda yapılmaktadır. Sel Kahramanı ayrıca ölülerin hükümdarı da sayılmakta, dolayısıyla, bir ölümden 40 gün sonra evin temiz ve pak edilmesi
için yapılan törene çağırılmaktadır. Ölenin yatağına da ölüm temsilcisi olarak
bir horoz bağlanmakta ve bu horoz şaman tarafından kovalanmaktadır. Bu
ayinlerde sel kahramanından halkın inançlarına göre, bazen ölüler tarafından
götürülen evcil hayvanları geri göndermesi istenmektedir. Ayinlerde ise kendisinden halkın dualarını Tanrı’ya ulaştırması istenmektedir. Onun oturma yeri, Tanrı’nın merhametine nail olan kişilerin yaşadığı cennetin bulunduğu
üçüncü göktedir. Buradan O, dünyada doğacak bir çocuğun ruhunu bir elçisiyle göndermektedir. Altay Türklerinde sel kahramanı aynı zamanda, bugünün insan soyunun babası yani Hz. Adem yerindedir (Holmberg, 1927:365;
Çağatay, 1976:82,83).
Başka bir Tufan mitinde ise sel felaketinden önce Burhan Buddaha, bir kişiye kendisine kocaman bir gemi yapmasını söyler. Bu kişi de ormana gider
ve günlerini gemi yapmakla geçirir. Karısı onun gece gündüz meşgul olmasından meraklanır ve ne yaptığını öğrenmeye çalışır. Ancak kocası yaptığı işi gizli tuttuğundan dolayı karısına ormanda odun kestiğini söyler. Adam evde yokken Shitkur adlı şeytan kadına gelip kocasının kendisine yalan söylediğini aslında ormanda büyük bir gemi yapmakta olduğunu söyler. Sonra da kadını
kendisine yardım etmesi için ikna eder. Kocan seni gemiye binmek için davet
165
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
ettiği zaman, gemiye binme, o kızıp sana vurduğu zaman, bana niçin vuruyorsun de. Bundan sonra sen gemiye binerken ben de bineceğim.” Kısa bir süre
sonra büyük bir sel felaketi bütün dünyayı tehdit eder. Gemi yapımcısı, ailesini gemiye çağırır. Ancak kadın şeytanın kendisine öğrettiklerini uygular ve sonunda şeytanla birlikte gemiye binerler. Burhan’ın yardımıyla bütün hayvanlar da gemiye biner. Şeytan gemiye girdikten sonra fare kılığına girer ve geminin altını kemirmeye başlar. Ancak Burhan, fareyi yakalaması için kediyi
yaratır. Sel çok büyük olduğu için hayvanlar Kralı da dahil bütün hayvanlar
boğulur. Başka efsanelere göre selde boğulmaktan kurtulan tek hayvan mamuttur (Holmberg, 1927:362).
Böyle bir mit de Sagaylar arasında bulunmuştur. Bu mitde gemi yapımcısının adı Noj olarak verilmektedir. Şeytan Noj’un karısından onun ormanda ne
yaptığını öğrenir. Sonra da Noj’un gündüz yaptığını gece yok etmeğe çalışır.
Böylece Tufan başladığında gemi tamamlanmamıştır. Tanrı Noj’a demirden
bir gemi gönderir. Bu gemiyle Noj, ailesi ve hayvanlar kurtulur (Holmberg,
1927:366).
Her iki mitte de şeytan ve şeytana uyarak kocalarına ihanet eden kadınlar
Tufan hadisesinde yer almaktadırlar.
Soyotların sel felaketi mitlerindeki sel kahramanı da bugünkü insan ırkının
atasıdır. Anlatıda Dünyayı sırtında taşıyan dev kaplumbağa silkinince kozmik
okyanus tüm dünyada sel felaketine yol açar. Böyle bir olayın meydana gelebileceğini sezmiş olan bir ihtiyar, demirle desteklenen bir sal inşa eder. Ailesiyle buna biner ve kurtulur. Sel sularının çekilmesinden sonra sal, sık bitkileri olan bir dağın üzerinde durur. Salın hala orada bulunduğu söylenmektedir.
Bu selden sonra bu Kaira-Khan bugün çevremizde gördüğümüz herşeyi yaratır. Onun halka sert içkilerin nasıl hazırlandığını öğrettiğinden de özellikle bahsedilmektedir. Bu icat İncil’deki Tufan kıssasının kahramanı da mal edilmektedir (Holmberg, 1927:366).
Altay Tatarlarında, sel kahramanının adı Schal Öime olarak geçmektedir.
Bu ismin ilk bölümü ölüm prensi anlamına gelen Tibetçe kelimenin yozlaşmış
şeklidir. Bir Altay yaradılış mitinde Tanrı şöyle demektedir. “Sen benim adamımsın, Schal-Öime : Sert içkiyi tatmış olan adama iyi bak, ayrıca çocuklara, taylara, buzağılara ve kuzulara da. Mutlu ölenler sana gitsinler” Schal-Öime, Jaik-Khan gibi bebeklerin ve mutlu ölenlerin hakimidir (Holmberg,
1927:368).
Tufan mitinin , Altaylı kavimlerin inançlarına ne kadar köklü bir şekilde
yerleştiği onların şu inançlarıyla belli olmaktadır : Sal veya gemi hala çevredeki dağların birinin tepesinde bulanmaktadır. Fakat buralarda gemiyi veya
Salı aramak hiç hoş karşılanmaz. Çünkü bu dağlara bu amaçla gidenler hiç
dönmemişlerdir (Holmberg, 1927:366).
166
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
Başka rivayetlere göre, geminin demirlendiği yerde sel felaketinde kullanılan gemiye ait olduğu sanılan iri çiviler bulunmuştur (Holmberg, 1927:366).
Yayık Han’ın gemisinin son durağı, Altaylılara göre, Altay dağlarında birindedir. Fakat her boy kendi çevresinde bulunan yüksek dağlardan birini gösterir.
Bazı Altaylılar Yal Möngkü Dağını, bazısı da Iyık Dağını gösteririler. Kuzey
Altaylılara göre Nama’nın gemisi Uludağ denilen dağın tepesinde şimdiye dek
durmaktadır (İnan 1972:23; Çağatay 1976:80).
Tufan hadisesi Türk mitolojisinin dışında Sümer, Asur-Babil Yunan mitolojisinde, Hindistan’da Satapatha, Brahmana ve Mahabbarata destanlarında, İngiltere’nin Galler bölgesinde anlatılan bazı efsanelerde İskandinav, Litvanya
ve Çin efsanelerinde birbirine çok benzer bir şekilde anlatılmaktadır.
12 tablet olan Gılgamış destanında 11. tablette Tufan hadisesi yer almaktadır.
Gılgamış Destanının son kısmını oluşturan bu anlatı, ölümsüzlüğü arayan
Gılgamış’a tufandan kurtulup Tanrılar tarafından ölümsüzlük verilen Utnapiştim tarafından anlatılmıştı. Destana göre, insanlar öyle çoğalmıştı ki Tanrılar
onların gürültü ve şamatasından uyuyamaz olmuşlardı. Bunun üzerine dört
büyük Tanrı bu insanları bir Tufan ile yok etmeye karar verirler. Bilgelik Tanrısı Enki, Suruppak şehrinde yaşayan Utnapistim’e tarifi vererek bir gemi
yapmasını söyler. Gemi yedi günde tamamlanır. Gemi yapıldığı müddetçe çeşitli hayvanlar kurban edilir, adeta yılbaşı törenlerine benzer şenlikler yapılır.
Utnapiştim geminin içine ailesini, akrabalarını, kırların evcil ve yaban hayvanlarını doldurur. Geminin kapısı kapanır kapanmaz şiddetli bir fırtına ile birlikte yağmur boşanır, sular yalnız gökten boşanmakla kalmaz. Yer Tanrıları da
yerden su fışkırtır. Bu kıyamet 6 gün 6 gece sürdükten sonra yedinci gün gemi Nisir Dağına oturur (Weigel, 1991:28). 7 gün bekledikten sonra Utnapiştim, dışarıya bir güvercin gönderir. Güvercin konacak yer bulamadığı için geri döner. Daha sonra bir kırlangıç gönderir. O da geri gelir. Son olarak uçurduğu kuzgun geri dönmeyince dışarı çıkarlar. Utnapiştim dağın tepesine kurbanlarla içkiler sunar. Tufanı yaptıran Tanrı Enlil gelip gemiyi ve insanları görünce “bunları kim kurtardı” diye kızar. Bilgelik Tanrısı onu yatıştırır. Neticede Utnapiştim ve karısı ölümsüz bir yaşam ile nehrin ağzındaki Tanrılar bahçesine yerleştirilirler (Çığ, 1997:49, 50; Sanders, 1972:108-113).
Prehistorik devirlerde şiddetli yağan yağmurlar neticesinde vuku bulan Tufan hadisesiyle ilgili en ilginç arkeolojik bulgu İngiliz Sir Charles Leonard Wolley’in Ur’daki kazısı neticesinde ortaya çıkmıştır. Kazıda yerin altında 3 m balçık kum tabakası ve onun altında da bir medeniyetin varlığını gösteren izlere
rastlanmıştır. Wolleyin yaptığı kazılardan çıkan sonuca göre Tufan’ın oluştuğu alanın boyutları yaklaşık olarak doğudan batıya 160 km, kuzeyden güneye 600 km’dir. Bu tespit Tufan’ın tüm Mezopotamya ovasını kapladığını göstermektedir. Warshofsky Gılgamış Destanı ile Nuh’un öyküsü, Mezopotamya’da kazılan bir kuyuda ortak bir kaynakta birleşmiş oluyordu” (Yalçın
1996:13; Woshofsky, 1977) demektedir.
167
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
Tufan Kutsal kitaplarda da birbirine benzer biçimde yer almıştır.
Tevrat’a göre, Allah, Nuh’a yeryüzünün zorbalıklarla dolu olması sebebiyle inanların dışındaki insanların yok edileceğini bildirir. Bunun için kendisine
gemi yapmasını söyler ve gemiyi nasıl yapacağını tarif eder.”
“Ve Allah Nuha dedi : Önüme bütün beşerin sonu geldi; çünkü onların sebebi ile yeryüzü zorbalıkla doldu ve işte, ben onları yeryüzü ile beraber yok
edeceğim. Kendine gofer ağacından bir gemi yap; gemide odalar yapacaksın
ve onu içerden ve dışardan ziftle ziftleyeceksin. Ve onu şöyle yapacaksın; geminin uzunluğu üç yüz arşın, genişliği elli arşın ve yüksekliği otuz arşın olacaktır. Gemiye ışıklık yapacaksın, ve onu yukarı doğru bir arşına tamamlayacaksın ve geminin kapısını yan tarafına koyacaksın; Gemiyi alt, ikinci ve
üçüncü kat olarak yapacaksın. Ve ben, işte ben, göklerin altında kendisinde
hayat nefesi olan bütün beşeri yok etmek için yeryüzü üzerine sular tufanı getiriyorum; yeryüzünde olanların hepsi ölecektir. Fakat seninle ahdimi sabit kılacağım; sen ve seninle beraber oğulların ve senin karın ve oğullarının karıları gemiye bineceksiniz. Ve seninle beraber sağ kalmak için her yaşayan, bütün beden sahibi olanlardan, her neviden ikişer olarak gemiye getireceksin;
erkek ve dişi olacaklar. Cinslerine göre kuşlardan ve cinslerine göre sığırlardan, cinslerine göre toprakta her sürünenden, her neviden ikişer olarak, sağ
kalmak için sana gelecekler. (Tekvin 6 / 13-22). Nuh gemiye eşini, üç oğlunu, onların eşlerini ve bütün canlılardan ikişer adet ve bir miktar da erzak alır.
Tufan 40 gün 40 gece devam eder. Gemi 7. ayda ayın 17 sinde Ararat dağları üzerine oturur. Tevrat’a göre Tufan bütün dünyayı kaplamıştır.
İncildeki Tufan kıssası da Tevrat’la paralellik arz etmektedir.
Kuran’ın pek çok ayetinde Nuh Tufanı anlatılmaktadır. Nuh suresinin 1-20
ayetlerinde Hz. Nuhun kavmini hakikat yoluna daveti anlatılmaktadır. Kavmin
bu davete aldırış etmemesi üzerine Yaradanın (cc) emri ile gemi hazırlıkları
yapılır. Bu hazırlıklar ve Tufanın fiziksel özellikleri Hud Suresi 40-42 Müminun
suresi 27 de ve Kamer suresi 11-13’de şöyle anlatılmaktadır.
“Biz bardaktan boşanırcasına akan bir su ile göğün kapılarını açtık. Yeri de
coşkun kaynaklar halinde fışkırttık. Derken su takdir edilmiş bir işe karşı birleşti. Ve onu da tahtalar çiviler üzerinde taşıdık (Kamer Suresi, 11-13).
Sonunda emrimiz geldiğinde ve tandır feveran ettiği zaman, dedik ki: Her
birinden ikişer çift (hayvan) ile aleyhlerinde söz geçmiş olanlar dışında, aileni
ve iman edenleri ona yükle (Hud suresi, 40).
(Gemi) Onlarla dağlar gibi dalga(lar) içinde yüzmekteyken Nuh, bir kenara çekilmiş olan oğluna seslendi: Ey oğlum bizimle birlikte bin ve kafirlerle birlikte olma (Hud Suresi, 40-42).
Böylelikle biz ona: Gözetimimiz altında ve vahyimizle gemi yap. Nitekim
bizim emrimiz gelip de tandır kızışınca, onun içine her ikişer çift ile, içlerinden
168
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
aleyhlerine söz geçmiş onlar dışında olan aileni de alıp koy; zulmedenler konusunda bana muhatap olma, çünkü onlar boğulacaklardır diye vahyettik
(Müminun Suresi, 27).”
Ayetlerde belirtildiğine göre Tufan’dan gemidekilerden başkası kurtulamamıştır. Geminin Cudi dağı üzerinde durması da Hud Suresi 44’te anlatılmaktadır.
“Denildi ki Ey yer, suyunu yut ve ey gök sen de tut. Su çekildi, iş bitiriliverdi (gemi de) Cudi üstünde durdu ve zalimler topluluğuna da uzak olsunlar
denildi” (Hud Suresi 44)
Halk arasında Tufan’la ilgili anlatılanların büyük bir çoğunluğu Kuran’daki
bilgilere paralellik arz eder. İslami motiflerin yanı sıra Orta Asya mitlerinin de
bakiyeleri mevcuttur. Halk arasında anlatılan rivayetlerden biri şöyledir: Gemi
bittikten sonra tüm hayvanlar çifter çifter gemiye koşmaya başlayınca Nuh
eşeğin arkada kaldığını görür ve çok kızar ve eşeğe hitaben lanet olası, çabuk
gel” der Şeytan ise bu durumdan faydalanarak gemiye girer. Nuh tarafından
farkedilen şeytan Nuh’un gemiye nasıl girdiği sorusuna karşılık “ben sizin davetiniz üzerine geldim. Çünkü ortalıkta Allah tarafından lanetlenmişler arasında benden başka kimse yoktu cevabını verir (Kaynak Kişi 1) Taberi tarihinde
de Şeytanın gemiye giren eşeğin kuyruğunu tutarak engellediği ve Nuh’un da
ya melun girsene dediği kayıtlıdır (Taberi I: 116).
Dede Korkut’taki kadın tasnifine baktığımızda da anlattığımız rivayet paralelinde hatta örtüşen şu ifadeler yer almaktadır. “Ol Kadın Nuh Peygamberin
eşeği aslıdır. Andan dahi sizi Hanım, Allah Saklasın! Ocağınıza bunçlayın avrat gelmesin (Gökçay, 2000:3)
Altaylarda tespit edilen Tufan mitlerinde de Şeytan Nuh’un karısı vasıtasıyla gemiye binmektedir. Bugün Anadolu’da yaşayan Tufan efsanelerinde bu
mitlerin tesiri ve motif bakiyelerini bulmaktayız.
Taberi Tarihinde halk arasında anlatılan diğer rivayetlere de yer verilmiştir.
Nuh aleyhisselam Recep ayının onuncu gününde gemiye binmiştir. Muharrem ayının onuncu günü olduğunda da gemiden inmiş ve halka oruç tutmalarını söylemiştir. (Taberi:118) yeni yılın başlangıcı olan Muharrem ve bunun
onuncu günü Aşureye bağlı anlatılanlar ve inançlar içinde Hz. Nuhun tufandan
kurtuluşunun yanı sıra Aşure gününde pişirilip yenen aşure ile ilgili İnanış da
yer alır. Nitekim Hz. Nuh’la ilgili olarak bizde yaygın olarak anlatılan rivayetteki yemek, Aşure gününde pişirilip yenen aşuredir. Hz. Nuh’un Muharremin
10. gününde gemiden kalan erzakları birbiriyle karıştırıp aşure yaptığına inanılır. Anadolu’da bu yemeğe “Aşır Aşı, Aşure” denilmektedir (And, 1999:3738).
Bu örnekte de olduğu gibi bütün eski tören ve ritüellerde ikili bir ilişki buluruz. Bunlar söz (mithos) ve yapılan şey eylemdir (And, 1999:33).
169
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
Taberi tarihinde yer alan ve halk arasında da yaygın olan rivayetlerden biri de gemide yer alan mahlukatlarla ilgilidir. Nuh’la birlikte gemiye giren mahlukatlara çıkarken üç cinsin eklendiği söylenmektedir. Bunlar domuz, fare ve
kedidir. Tufan sürecinde insan ve hayvan atıklarından geminin içi kokunca,
gemide bulunanlar Hz. Nuh’a “bu kokuda bunaldık” diye şikayet ederler. Hz.
Nuh hemen eli ile filin arkasını sıvar ve Allah’ın emri ile filin dübüründen domuz çıkar, mevcut atıklar yer. Geminin içi kokudan temizlenir. Ondan sonra
şeytan domuzu sıvar, fare çıkar. Müslümanların rızkını yer, elbiselerini keser.
Yine Hz. Nuh’a şikayet ederler. Hz Nuh arslanın arkasını sığar. Arslan aksırır
burnundan kedi çıkar. O da fareleri yok eder (Taberi: 118; Kaynak kişi 3).
Evliya Çelebi de Hz. Nuhla ve tufanla ilgili halk arasında yaygın olan şu rivayetlere yer verir: “Nuh’un gemisi gece karanlığında Sencar dağının bir köşesine çarpar ve gemi biraz tahrip olur. Gemi içindekiler paniğe kapılırlar, Hz
Nuh da bu duruma çok üzülür. O esnada bir yılan gelip “Ey Allah’ın Nebisi!
Beni insan eti ile doyurursan Allah’ın emri ile seni bu durumdan kurtarırım
der. Hz. Nuh da yemin ederek söz verir. Bunun üzerine yılan geminin harap
olan kısmına kuyruğunu sokup, vücudunu halka halka ederek yatar. Gemiye
de bir damla su girmez. Yılan Hz Nuh’dan sözünü tutmasını ister. O sırada
Cebrail Aleyhisselam vasıtasıyla şu mesaj gelir. “Ya Nuh Rabbin sana selam
etti gemiyi kurtaran Ben idim. Nuh kavmi kurtuluşlarını yılandan bildiler Ümmetine karşı yılanı ateşle yaksın ki şaşılacak nice gizli sırlarını görsünler.
Nuh’un sözü üzerine Biz de yılanı insan eti ile doyuralım” Bunun üzerine Hz.
Nuh “ben bu yılanı nasıl tutup ateşte yakayım” diye sorar. Cebrail de “Selâmûn alâ Nuh’un fi’l-âlemin” ayetini oku der. Hz. Nuh yılanı tutup ateşe atar.
Nuh yine Cebrail’in tarifi ile yılanın külünü havaya savurur. Rüzgar, yılanın külünü Nuh’un ümmeti üzerine düşürür. Derisinden meydana gelen kül, pire
olur. Etinden olan kül, bit olur. Nuh’un sözü üzre yılan külünden meydana gelen pire ve bit halen insanları rahatsız etmektedir. Kemiklerin külü ise yere düşüp çıyan olur. Leşinden olan kül ise akrep, bağırsaklar solucan, ciğerinin külü, buzağı dişi, yüreğinin külü de kertenkele ve daha nice haşerat olur (Evliya
Çelebi IV, 1986:465).
Tufan bittikten sonra yerden çıkmış olan suları yine yer yutar. Ancak yer
gökyüzünden inen suları yutmaz. Çünkü bu sular azab suyudur. Ve sular denizleri meydana getirir. Deniz suları onun için tuzludur (Taberi:118; Kaynak kişi 2).
Tufan bittikten sonra gemiden bir kuzgun uçurulur. Kuzgun yolda bir laşe
görür, tamah eyleyip onu yemeğe koyulup gecikir. Hz. Nuh çok kızıp kuzguna beddua eder “Allah seni halkın gözünde hor eylesin ve yediğin şey lâşe olsun” der Daha sonra güvercini yollar o da azap suyunun derinliğini anlamak
için ayaklarını batırır. Suda ayakları yanar ve kıpkızıl olur, tüyleri de haşlanıp
dökülür. Güvercinin ayağının kızıllığı bundandır. Hz. Nuh Güvercine dua ederek “Allah seni halkın gözüne sirin göstersin” der (Taberi : 119; Kaynak kişi
170
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
2) Hz. Nuhun soyu ile ilgili inanışlar da halk arasındaki inanışlara paralel olarak Taberi Tarihinde yer alır: Buna göre bunca insan Nuh’un oğullarından hasıl olmuştur. Oğulları Sam, Ham ve Yafes’dir. Kenan kafir olduğu için Nuh’la
birlikte gemiye binmeyip Tufan’da helak olmuştur. Derler ki Arap ve Acemde
ne kadar ak yüzlü iyi huylu ve latif adam varsa ve yine ne kadar ulema, fukeha, hukema, evliya ve enbiya ve bunlara benzer kim varsa ekserî Sam neslindendir. Ve ne kadar zenginler, Hindîler, siyahîler, kafirler zalimler, katı gönüllüler varsa ekserisi Ham neslindendir. Bunun sebebi de şudur: Hz Nuh bir gün
yatıp uyurken rüzgar esip eteğini açar. Ham gelir gülerek Nuh’un eteğini örtmeden gider. Onun arkasından Sam gelip durumu görünce eteği örter. Nuh
uyanınca durumu öğrenir ve Ham’a beddua eder. Allah senden gelen zürriyetin şeklini döndürsün der. Bunun üzerine siyahiler taifesi Ham neslinden olmuştur. Denir ki kara üzüm, kara incir ve kara renkli ne kadar yemiş varsa o
taifeden sayılır. Tatar ve Çağatay, Yecüc ve Mecüc bunlara benzer taifeden de
kim varsa hepsi Yafes’ten hasıl olmuştur (Taberi:120).
Anadolu’da özellikle Ağrı dağının civarında Ağrı dağıyla ve Tufan’la ilgili
pek çok efsane ve inanç mevcuttur. 1952 yılında Fransız heyeti Ağrı’da Nuhun gemisi ile ilgili çalışmalar yapmıştır. Yaşar Kemal de Fransız heyeti ile birlikte bulunmuş, yöreyi ve yöre halkını gözlemlemiştir. Bunun neticesinde Yaşar Kemal 20 Ağustos 1952 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Nuh’un gemisi
hakkında yaptığı bir sohbeti şöyle aktarmıştır:
-Amca şimdi biz Nuh’un gemisini bulabilir miyiz?
Yaşlı, seyrek, ak sakallı yüzü küçücüktü. Gene sustu. Uzun zaman sustu
söylemedi Israrla gözlerine bakıp bekliyordum.
-Bulamazsınız dedi
-Neden?
-Bulamazsınız işte
-Gemi bu dağda mıdır?
-Bu dağdadır.
-Çürümüş müdür?
-Çürümemiştir.
-Öyleyse neden bulamıyorsunuz.
-Bulamazsınız, sizlere gözükmez.
-Şimdiye kadar gören olmuş mu?
-Çoook
Sonra coştu
-O gemi kıyamete kadar çürümez. O gemiyi yalnız günahsızlar, sabi çocuklar evliyalar görebilir. Abanoz ağacından yapılmıştır. Sular çekilirken geminin durduğu yer hala bellidir. Mıhtepe yakınlarında bir düzlüktür. O yerin bir
tonluk, on tonluk bir kayasını alıp Van gölüne atın batmaz, aynen vapurlar gibi yüzer. Boşuna aramayın.
171
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
-Bu gavurlarla gemi size gözükmez.
-Sen gördün mü dedim.
-Ben görmedim. Ben görmedim ya bir çoban vardı. Evliya çoban. O gemiyi her zaman görüyordu. Gemiden kopardığı bir parçayı yanında gezdirirdi.
Kapkara bir parçaydı. Her hastalığa her ağrıya sızıya iyi gelirdi. Sonra Çoban
kayıplara karıştı. Nuh’un gemisine binmiş derler (Aksoy, 1987:205).
Tufanla ilgili inançlara bağlı yasak ve yaptırımlar da ortaya çıkmıştır. Bunlardan en yaygın olanı Tufanla ilgili araştırmalarda hiç kimsenin muvaffak olamadığı ve Ağrı’ya çıkanların başına türlü belaların geldiğidir.
Mitlerden kutsal kitaplara ve bugün Anadolu’da yaşayan anlatmalara,
inançlara ritüellere kadar Tufan’ın varlığı büyük bir yekün tutacak malzeme ile
karşımıza çıkmaktadır.
SONUÇ
1- Bütün bu Tufan mitlerindeki ortak ve yaygın fikir “kozmos”un giderek
bozulması fikridir. Bu kozmosun belli sürelerle ortadan kalkmasını ve yeniden
yaratılmasını gerektirir (Eliade, 1993:61).
2- Tufan Tanrı tarafından gerçekleştirilmektedir.
3- Gelecek Tufanı haber veren mitler incelendiğinde başlıca sebeplerinden
birinin insanların işlediği günahlarda ve Dünyanın çok yaşlanmış olmasında
yattığı görülür.
4- Tufan mitlerinin çoğu bir anlamda kozmik ritmin parçaları gibidir. Yozlaşmış insanlığın yaşadığı dünya sulara gömülür. Ve su kaosunda yeni bir dünya ortaya çıkar su simgeciliği ölüm kadar yeniden doğumu da içermektedir
(Eliada, 1992:182) Karşımıza hangi dini bütün içinde çıkarlarsa çıksınlar, sular her zaman aynı işlevleri korumaktadır.
5- Sular bilinmeyen güçlerin evrensel toplamını simgelemektedir. Suyla temas, her zaman yeniden canlanmayı ihtiva etmektedir. Çünkü çözülmenin arkasından yeni bir doğum gelmektedir (Eliada, 1991:109).
6- Tufan birbirini izleyen bir kozmik dönemdir. Yaşam ve ölüm; yıkım ve
arınmadır. Bir sürecin, bir dönemin sonunu diğerinin başını belirtir.
7- Bu popüler miras dinî, ahlaki mitsel hikayelere dönüşmüştür.
8- Tufanla ilgili Anadolu’da yaşayan efsanelerde Orta Asya’dan tespit edilen Tufan mitlerinin tesiri ve bakiyeleri mevcuttur.
9- Anadolu’da tufan miti ve efsanesine bağlı olarak gelişen inançlar, yasaklar ve yaptırımlar ortaya çıkmıştır.
KAYNAKÇA
1. Mircea Eliade, imgeler, Simgeler, Türkçesi Mehmet Ali Kılıçbay, İst. 1992
2. ______________, Ebedi Dönüş Mitosu Çev: Ümit Altuğ İst. 1994
3. ______________, Mitlerin Özellikleri Çev : Sema Rifat, İst. 1993.
172
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
4. ______________, Kutsal ve Dindışı, Türkçesi Mehmet Ali Kılıçbay, İst. 1991.
5. Sadık Kılıç, Mitoloji Kitab-ı Mukaddes ve Kuran-ı Kerim, İzmir 1993
6. Maurice Bucaille, Müsbet İlim Yönünden Tevrat, İnciller ve Kur’an çev: Mehmet
Ali Sönmez, Ank 2001
7. Metin And, Ritüelden Drama, İst., 1999
8. William Ryan, Walter Pıtmen, Nuh Tufanı, Tarihi Değiştiren Olaya İlişkin Yeni Bilimsel Keşifler Çev: Dursun Bayrak Ank. 2003.
9. Bedrettin Cömert Mitoloji ve İkonografi Hacettepe Üniversitesi, Sosyal ve İdari
Bilimler Fakültesi Yayını Ank. 1980
10. Samuel Noah Kramer. Tarih Sümerde Başlar, Cev: Kaan İren, İst. 1992.
11. ______________, Sümer Mitolojisi Çev: Hamide Koyukan İst 1999.
12. Samuel Henry Hooke, Ortadoğu Mitolojisi Çev: Alaeddin Şenel İst 2002.
13. Mümin Köksoy, Nuh Tufanı ve Sümerlerin Kökeni, Ank. 2003.
14. Annemarie Schimmel, Sayıların Gizemi İst. 2000.
15. Uno Holmberg, Siberian Mythology, The Mythology of All Races, Archaeological Institute of America, Marshall Jones Company, Boston, 1927
16. James Weigel, Mythology, Nebraska 1991
17. N.K. Sanders, The Epic of Gilpemesh Penguen Books 1972
18. Fred Warshofsky, Ur of the Chaldoes Readers Digest, Aralık 1977
19. Kitab-ı Mukaddes Eski ve Yeni Ahit İst. 1949
20. Hikmet Tanyu, Dinler Tarihi Araştırmalar Ank. 1973
21. O Nasuhi Bilmen, Kuran-ı Kerim’in Türkçe Meali ve Tefsiri İst 1964
22. Hamdi Yazır, Halk Dini Kuran Dili C. VII İst. 1960.
23. Fernard Comte, Mitoloji Sözlüğü Çev: Mukaddes Arslan İst 2000
24. Orhan Şaik Gökyay, Dedem Korkutun Kitabı İst 2000
25. Ebu Cafer Muhammed B. Cerir et-Taberi, Tarih-i Taberi tercümesi I Konya (yılı yok)
26. Abdulkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm Ank. 1972
27. Saadet Çağatay, Altay Türklerinde Kıyamet Anlayışı I. Uluslararası Türk Folklor Kongresi Bildirileri IV Cilt Ank. 1976.
KAYNAK KİŞİLER
1. Hafize Turan, 77. Keçiborlu, okuma yazması yok
2. Ali Ulvi Özönder, 82, Ankara, Lise Mezunu
3. Seyit Savur, 75 yaşında Kayseri, İlkokul Mezunu
173
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
KÖYDEN KENTE KÜLTÜREL DE⁄‹fi‹M SÜREC‹NDE
EFSANELER VE fiEH‹R EFSANELER‹
Legends and Urban Legends in the Procsess of culturel exchange
from village to Burg
Pınar DÖNMEZ FEDAKAR
ABSTRACT
It has been observed that, the legends, which are recently created and especially
related with the urban life of the industrialized societies are fast spreading and increasing. Although their subject matters are different from the legends defined as “the traditional legends”, the forms and structures are related and similar to the traditional
ones.
Nowadays, the narratives which are arising as a new field of study in folklore are
named “Urban/City legends”. As a result of the influence created by media and internet, the interest in the urban legends is increasing in Turkey as it is the case in the
world. The urban legend collections have become bestsellers, the websites about the
urban legends have become the most visited sites, and the number of websites about
urban legends is considerable increasing. In this article, the social, political and economic factors that have been the most influencial elements in creation of urban legends
will be introduced and the formal and the structural aspects, and also the narrators/writers and the functions of those legends are evaluated by utterance of the sample texts.
Key Words: Urban Legend, Legend, Turkey, Folklore.
Türk dünyasında ve Türkiye’de efsane türü üzerinde yapılmış pek çok çalışma bulunmaktadır. Bu çalışma ve araştırmalar incelendiğinde, geleneksel
efsane tanımına uygun metinler üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Ancak,
son günlerde internet ortamında yaygın olarak yer alan ve “şehir ya da kent
efsaneleri” olarak adlandırılan anlatmalarla ilgili çalışmalar ise yok denecek
kadar azdır.
Günümüzde yeni bir araştırma alanı olarak ortaya çıktığını gördüğümüz ve
Batılı, özellikle ABD’li araştırmacılar tarafından derlenip incelenen bu anlatmalar “şehir efsaneleri” (Urban Legend) olarak adlandırılmaktadır.1 Şehir ef1 Konu ile ilgili geniş bilgi için bkz. Gerald Warshaver. “Urban Folklore” (Kent Folkloru). Handbook of American Folklore (Amerikan Folkloru El Kitabı). Yayına Hazırlayan: Richard M. Dorson. Bloomington: Indiana University Pres, 1983. ss. 162-172; Jan Harold Brunvand. “Urban
Legend” (Şehir Efsaneleri). The Study of American Folklore (Amerikan Folkloru Çalışması).
New York-London: W. W. Norton & Componay, 1986. ss. 165-170.
174
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
sanelerine gösterilen ilgi, başta internet siteleri olmak üzere medyanın etkisiyle, ülkemizde de gittikçe artmaktadır. Şehir efsaneleri metinlerinin toplandığı
kitaplar çok satmakta, şehir efsaneleri ile ilgili internet siteleri ise yoğun olarak ziyaret edilmekte ve dolayısıyla bu siteler sayı bakımından hızla artmaktadır.2 Korku ve gizem unsurunu yoğun olarak barındıran bazı şehir efsaneleri ise, her bölümde ayrı bir “sır perdesinin” aralandığı televizyon dizilerine konu olmaktadır.
Hem yurt dışında, hem de Türkiye’de oldukça geniş kitlelerin ilgisini çeken
ve buna bağlı olarak medya tarafından gündeme getirilmeye başlanmış olan
şehir efsaneleri, özellikle endüstrileşmiş toplumların şehir hayatıyla ilgidir. Yakın dönemlerde teşekkül ettiği bilinen bu anlatmalar, şehirdeki toplum hayatının sosyal, ekonomik ve kültürel yapısından beslenmekte ve şehir hayatını
konu edinmektedir. Şehir hayatının bir ürünü olarak şehirde yaratılan, anlatılan ve dinlenen şehir efsaneleri, konu bakımından farklılık göstermekle birlikte şekil ve yapı bakımından geleneksel efsanelerle benzer ve ilişkilidir.
Çalışmamızda, şehir efsanelerini ortaya çıkaran ekonomik, sosyal ve kültürel etkenler ele alınacak, bu anlatmaların işlevi, şekil ve içerik özellikleri tartışılacaktır. Şehir efsanelerinin yukarıda belirtilen özellikleri ile ilgili tartışmalar, örnek anlatmalar etrafında gerçekleştirilecek ve şehir efsanelerinin geleneksel olarak nitelenen efsanelerle ilişkisi üzerinde durulacaktır.
Şehir efsanelerini ortaya çıkaran etkenler, şehir toplumunun ekonomik,
sosyal ve kültürel yapısıdır. Şehir efsanelerinin kaynağı olan şehirleri, temelde, çağdaş ekonomik etkinliklerin (endüstri ve hizmet) gereksinme duyduğu
koşulları sağlayan ve köylere göre çok sayıda insanın, bu ekonomik etkinlikler doğrultusunda karmaşık ilişkilerle bütünleştiği yerleşme birimleri olarak
da tanımlamak mümkündür.3 Başka bir ifadeyle şehir, sosyal ve kültürel yönlerden köyden farklı yerleşim yeridir. Nüfus bakımından köyden kalabalık,
ekonomik yapısı tarıma değil endüstriye dayalı, ekonomik bakımdan köye
göre zengin yerleşim birimidir.
Şehir ve köy arasındaki sosyal ve ekonomik yapılardaki farklılıklar, şehirde ve köyde yaşayan insanların sosyal ve kültürel yapısında köklü değişikliklere ve dolayısıyla insanların yaşam biçiminde değişime sebep olmaktadır.
Şehrin ekonomik, sosyal ve kültürel yapısı, şehre ait kültür ürünlerinin yaratılmasına yol açmıştır. Bu ürünler arasında yer alan şehir efsaneleri, şehir hayatı ve şehir insanı ile doğrudan ilişkilidir ve şehrin kendine has ekonomik,
sosyal ve kültürel yapısı bu anlatmaların kaynağını oluşturmaktadır.
2 Söz konusu sitelerden en yaygını www.efsaneler.com sitesidir. Bu sitede çok sayıda şehir efsanesine ve ziyaretçilerin şehir efsaneleri ile ilgili katkı ve yorumlarına yer verilmektedir. Bu
sitede yer alan efsane metinlerinin bir kısmı kitap olarak da yayınlanmıştır: Ersan Özer. Şehir
Efsaneleri-İnanılmaz Ama Gerçek Yüzlerce Hikaye. İstanbul: Parantez Yayınları, 1999.
3 Nihat Erdoğan. “Kent İnsanı ve Kentsel İşsizlik.” Seminer. S. 4, İzmir: Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını, Ocak 1985. s. 19.
175
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
Şehir efsanelerini ortaya çıkaran etkenler ele alındıktan sonra, şehir efsanelerinin özellikleri ve geleneksel olarak nitelendirilebilecek efsanelerle ilişkisi, William Bascom’un nesir anlatmaların temel özelliklerini tespit ederken
kullandığı “İnanma”, “Kurgu (Yer ve Zaman)”, “Temel Karakterler”, “Kabul
Edilme Tavrı” kriterleri4 ve Lauri Honko’nun miti oluşturan unsurlar olarak tanımladığı “Biçim”, “İçerik”, “İşlev” ve “Bağlam” kriterleri5 çerçevesinde tespit
edilecektir.
Söz konusu kriterler çerçevesinde elde edilen geleneksel efsane tanımı
şöyledir: Efsane, anlatıcısı ve dinleyicisi tarafından gerçek olduğuna inanılan,
dünyanın bugünkünden çok da farklı olmadığı dönemlerde yani yakın dönemlerde oluşmuş, kutsal kabul edilen ve ana karakterleri insanoğlu olan anlatmalardır.6 Efsane; biçimi bakımından kendine özgü kuralları, biçimleri olmayan, düz konuşma dili ile bildirilen nesir anlatma, şeklinde tarif edilmiştir7.
Konusu bakımından ise oldukça geniş bir yelpazeye sahiptir ve olağanüstü
unsurlarla birlikte şahıs, yer ve olaylar konu edilmektedir.8 Efsanenin işlevi
bilgi vermek ve öğretmek, bağlamı ise insan ve günümüz dünyasıdır.9
Yukarıda belirtilen kriterlere göre değerlendirdiğimiz şehir efsanesi metinleri “efsaneler”10 adlı internet sitesinden alınmış ve seçilen anlatmalar İstanbul konulu metinlerle sınırlandırılmıştır. Burada örnek olarak alınan anlatmaların özetinin verilmesi yerinde olacaktır:
1. Tünel: Bu anlatmada İstanbul’da çeşitli mekanları ve sokakları birbirine
bağlayan ya da denize çıkan gizli ve eski tüneller olduğu anlatılmakta ve tünellerin girişinin bulunduğu mekan ve sokaklar belirtilmektedir.
2. Japon Mucizesi: Bu anlatmada Japonya’daki binaların büyük depremlerde dahi yıkılmayan bir mimari yapısı olduğu ve bu mimari yapı tekniğinin
Japonlar tarafından Mimar Sinan’ın eserlerinin incelenmesi sonucunda keşfedildiği anlatılmakta ve kanıt olarak Mimar Sinan’ın ve eserlerinin Japonya’da
tanınması gösterilmektedir.
3. Mimar Sinan: Bu anlatmada, birkaç yıl önce Süleymaniye Camiinin kiriş taşının değişmesi gerektiği ve caminin planları olmaması nedeniyle taşın
değiştirilemediği anlatılmaktadır. Taşı değiştirmek için inceleme yapan bilim
4 William Bascom. “Folklorun Biçimleri: Nesir Anlatılar.” Yayına Hazırlayan: Yeliz Özay. Milli
Folklor. S. 59, 2003. ss. 80-81.
5 Lauri Honko. “Miti Tanımlama Problemi.” Çeviren: Adem Koç. Milli Folklor. S. 59, 2003. s. 101.
6 William Bascom. agm. s. 79.
7 Pertev Naili Boratav. 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı. İstanbul: Gerçek Yayınevi, 1969 (Birinci Baskı). ss. 106-107.
8 Saim Sakaoğlu. Anadolu-Türk Efsanelerinde Taş Kesilme Motifi ve Bu Efsanelerin Tip Kataloğu. Ankara: Kültür Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi Yayınları:29 (Ankara Üniversitesi
Basımevi), 1980. s. 6.
9 William Bascom. agm. s. 83.
10 www.efsaneler.com
176
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
adamları gizli bir bölmede bir mektup bulurlar. Mimar Sinan tarafından kaleme alınmış olan mektupta taşın nasıl değiştirileceği anlatılmıştır. Bu mektubun bugün Topkapı Sarayında olduğu belirtilerek anlatmanın gerçek olduğu
vurgulanmıştır.
4. Haliç’in Dibi Altın Dolu: Bu anlatmada Haliç’in dibinde altınlar olduğu ve
bu altınların bir rivayete göre batık Bizans gemilerinde bulunduğu, başka bir
rivayete göre İstanbul kuşatıldığında Bizans imparatoru tarafından denize döktürülen hazineye ait olduğu anlatılmaktadır. Bu anlatmanın kanıtı olarak ise,
Japon firmaların Haliç’in dibinden çıkacaklara karşılık, Haliç’i temizlemeyi
teklif etmeleri gösterilmektedir.
5. Çamur: Bu anlatma, haliç anlatmasının bir varyantı olup, Haliç’in dibindeki çamurun seramik yapımında kullanılan çok değerli bir madde olduğu ve
bu maddeye karşılık Haliç’in temizlenmesinin söz konusu olduğu anlatılmaktadır.
Yukarıda özetlerine yer verilen anlatmalar çerçevesinde şehir efsanelerinin,
“efsane” türü içinde değerlendirilen anlatmalarla benzer olan özellikleri şunlardır:
Geleneksel efsane tanımına uygun anlatmalar ve şehir efsaneleri “biçim”
bakımından benzemektedir. Her iki tip anlatma da kendine özgü kurallı ve kalıplaşmış biçimleri olmayan, düz konuşma dili ile aktarılan nesir anlatmalardır.
Ayrıca, şehir efsanelerinin de, diğer efsaneler gibi belli tipte bir anlatıcısı
yoktur. Anlatımının profesyonellik gerektirmemesi ve herhangi bir zamanda
ve yerde anlatılabilmesi bakımından iki tip anlatma benzerlik göstermektedir.
Her iki tip anlatma aynı “işlev”e sahiptir ve bu işlev genel olarak, bilgi vermek ve öğretmek şeklinde tanımlanabilir. Örnek olarak ele alınan anlatmalarda Mimar Sinan’ın yapılarının özellikleri, İstanbul’un coğrafî ve tarihî yapısı ile
ilgili bilgi verilmektedir. Bu anlatmaların dinleyiciye, İstanbul’un mekanları ve
coğrafî alanları ile ilgili bilgi verme fonksiyonuna sahip olduğu kanaatindeyiz.
Geleneksel efsane tanımında yer alan “inanma” kriterine göre, efsaneler
gerçek kabul edilirler. Şehir efsaneleri de anlatıcısı ve dinleyicisi tarafından
gerçek kabul edilmektedir. Şehir efsanelerinin başında, anlatılanların gerçek
olduğunun belirtilmesi ve bu anlatmalarda bilinen mekan adları ile olayın
geçtiği tarihlerin yer alması şehir efsanelerinin gerçek kabul edilmesinin sebepleri arasında yer almaktadır. Yukarıdaki efsanelerden İstanbul’daki gizli tünellerin anlatıldığı efsanede, tünellerin giriş ve çıkış yerlerinin detaylı olarak
tarif edilmesi ve Mimar Sinan’ın mektubunu konu alan efsanede, söz konusu
mektubun bugün Topkapı Sarayı’nda saklandığının belirtilmesi, bu anlatmaların gerçek olduğuna inanılmasını sağlayan unsurlardır.
177
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
Şehir efsaneleri ve geleneksel efsane tanımına uygun anlatmalar, “temel
karakterler” bakımından da paralellik göstermektedir. Her iki tip anlatmanın
da temel karakterleri insanlardır. Hayvanlar ve diğer karakterleri ikinci planda
kalmakta ve ayrıca bu karakterlere çoğunlukla insan özellikleri yüklendiği görülmektedir.
Şehir efsanelerinin geleneksel efsane tanımına uygun anlatmalarla farklı
olan özellikleri ise “bağlam”, “kurgu” ve “içerik” özellikleridir.
Şehir efsanelerini, geleneksel olarak nitelenen efsanelerden ayıran temel
özellik “bağlam”dır. Çünkü şehir efsanelerinin kaynağını şehir hayatı ve şehir
insanı oluşturmaktadır. Bu anlatmalar şehirde yaratılmakta, anlatılmakta ve
dinlenmektedir. Yukarıda verilen örneklerin tamamı İstanbul ve ona ait özellikler ile ilgilidir. Şehir efsaneleri doğrudan bir şehir adı ile ilişkili olmak zorunda değildir. Herhangi bir şehir adına yer verilmeyen anlatmalar da olabilir ancak, bu anlatmalarda yer alan unsurlar şehre ait unsurlar olmalıdır.
Geleneksel efsane türündeki anlatmaların “kurgu”sunda zaman ve mekan
günümüz dünyasıdır. Şehir efsanelerinde ise mekan şehirlerle sınırlıdır. Zaman ise, yukarıda verilen örneklerin bir kısmının da gösterdiği gibi günümüz
ya da günümüze çok yakın dönemlerdir. Başka bir deyişle bu dünyadaki olayları konu edinmektedirler
Şehir efsanelerini geleneksel efsane türündeki anlatmalardan ayıran bir diğer özellik ise “konu”dur. Hemen her şey geleneksel efsane türündeki anlatmaların konusu olabilmekteyken, şehir bağlamında üretilen efsanelerin konusu şehir ile sınırlıdır. Şehrin coğrafî ve mimarî yapısı, mekanları, şehirde yaşayan insanların alışkanlıkları, şehirde yaşanmış olaylar gibi şehre ve şehir insanının günlük hayatına ait her şey şehir efsanesinin konusu olabilir. Örnek olarak alınan efsanelerden “Tünel” ve “Haliç” adlı efsanelerde İstanbul’un coğrafî yapısının, “Mimar Sinan” ve “Japon Mucizesi” adlı efsanelerde İstanbul’un
mimarî yapısının konu edildiği görülmektedir. “Çamur” adlı efsanede ise, Haliç’te atıklara bağlı olarak oluşan çamurun endüstriyel hammadde olarak pazarlanması anlatılmakta yani şehir hayatının temelini oluşturan endüstri ve ticaret konu edilmektedir.
Sonuç olarak, şehir efsanelerini, şehirlerin sosyal, ekonomik ve kültürel ortamında yaratılan, anlatılan ve dinlenen, anlatıcı ve dinleyici tarafından gerçek olduğuna inanılan, şehir hayatının unsurlarını ve şehir insanını konu edinen ve konusu günümüzde ya da günümüze çok yakın bir zamanda geçen dolayısıyla günümüzde yaratıldıkları düşünülebilecek nesir anlatmalar şeklinde
tanımlamak mümkündür. Şehir efsanesi tanımı ile geleneksel efsane tanımının aynı kriterler çerçevesinde karşılaştırılması sonucunda, şehir efsanelerinin
“biçim”, “işlev”, “inanma” ve “temel karakterler” bakımından efsane türü ile
aynı özelliklere sahip olduğu tespit edilmiştir. Söz konusu benzer özellikler nedeniyle şehir efsanesi, efsane türü içinde yer almaktadır. Ancak, şehrin sos-
178
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
yal, ekonomik ve kültürel ortamında üretilmesi ve şehir hayatını konu alması
sebebiyle şehir efsanesi, “bağlam”, “içerik” ve “kurgu (zaman-yer)” kriterleri
bakımından geleneksel efsane tanımından farklı özelliklere sahiptir. Tespit edilen bu farklılar neticesinde şehir efsanesi, ait olduğu efsane türü içinde bir alt
tür olarak kabul edilmelidir.
KAYNAKLAR:
BASCOM, William. “Folklorun Biçimleri: Nesir Anlatılar.” Yayına Hazırlayan: Yeliz
Özay. Milli Folklor. S. 59, 2003. ss. 76-95.
BORATAV, Pertev Naili. 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı. İstanbul: Gerçek Yayınevi, 1969 (Birinci Baskı).
BRUNVAND, Jan Harold. “Urban Legend” (Şehir Efsaneleri). The Study of American Folklore (Amerikan Folkloru Çalışması). New York-London: W. W. Norton &
Componay, 1986.
ERDOĞAN, Nihat. “Kent İnsanı ve Kentsel İşsizlik.” Seminer. S. 4, İzmir: Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını, Ocak 1985. ss. 13-32.
HONKO, Lauri. “Miti Tanımlama Problemi.” Çeviren: Adem Koç. Milli Folklor. S.
59, 2003. s. 96-103.
ÖZER, Ersan. Şehir Efsaneleri-İnanılmaz Ama Gerçek Yüzlerce Hikaye. İstanbul:
Parantez Yayınları, 1999.
SAKAOĞLU, Saim. Anadolu-Türk Efsanelerinde Taş Kesilme Motifi ve Bu Efsanelerin Tip Kataloğu. Ankara: Kültür Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi Yayınları:29
(Ankara Üniversitesi Basımevi), 1980.
WARSHAVER, Gerald. “Urban Folklore” (Kent Folkloru). Handbook of American
Folklore (Amerikan Folkloru El Kitabı). Yayına Hazırlayan: Richard M. Dorson. Bloomington: Indiana University Pres, 1983.
www.efsaneler.com
179
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
180

Benzer belgeler