Tam metin için tıklayınız.
Transkript
Tam metin için tıklayınız.
Sercan Gürler, Hangisi Daha Trajik: Edebi Gerçeklik mi Gündelik Gerçeklik mi?, Hukuk Kuramı, C. 1, S. 1, Ocak-Şubat 2014, ss. 1-12. (Hakem denetiminden geçmiştir.) HANGİSİ DAHA TRAJİK: WHICH ONE IS MORE TRAGIC: EDEBİ GERÇEKLİK Mİ GÜNDELİK LITERARY REALITY OR EVERYDAY GERÇEKLİK Mİ? REALITY? Sercan Gürler* Özet: Bu makalede trajedi kavramı merkezinde edebi gerçeklik ile gündelik gerçeklik arasındaki ilişkinin doğası soruşturulmaktadır. Fakat burada trajedi, belirli tarihsel koşulların ürünü bir edebi türden ziyade insanın varoluşsal durumunu ifade eden bir kavram olarak kullanılmıştır. Makalenin eksenini oluşturan temel soru edebi gerçekliğin mi yoksa gündelik gerçekliğin mi daha trajik olduğudur. Bu bağlamda "gündelik gerçeklik" ifadesi de hukuki gerçeklik olarak anlaşılmalıdır. Edebi gerçeklikle kıyaslandığında hukuki gerçeklik, insanın trajik varoluşuna çok daha az duyarlıdır. Dolayısıyla hem trajedinin genel anlamını hem de hukuktaki görünümünü anlayabilmek için hukuk kuramı ve felsefesinden çok edebi eserlere bakılmalıdır. Abstract: In this article the nature of relation between everyday reality and artistic reality is investigated. The focal point is the concept of tragedy. But tragedy here has been taken as not a literary form historically determined but a concept designating existential situation of mankind in this world. The central question around which the article is built is that which one is more tragic: literary reality or everyday reality? The phrase "everyday reality" is to be understood in this context "the legal reality". Having compared with literary reality, legal reality is much less sensitive to the tragic being of man. So, in order to understand both existential meaning of tragic in general and legal aspect of it in particular, literary works should rather be read than legal theory and philosophy. Anahtar Kelimeler: gerçeklik; edebiyat; edebi Key words: reality; literature; literary reality; gerçeklik; hukuki gerçeklik; trajedi; trajik legal reality; tragedy; tragic reality gerçeklik Yard.Doç.Dr., İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi ABD, [email protected] * 1 Gürler/Hangisi Daha Trajik: Edebi Gerçeklik mi Gündelik Gerçeklik mi? I kendisine konu edinen hukukun gerçeklikten ne anladığı ile edebiyatın gerçeklikten ne anladığı Farzedin ki bir akşam eve geldiniz. Eşiniz, üst arasındaki farkın tartışılması amaçlanmaktadır. kattaki komşunun dün gece sabaha karşı vefat ettiği haberini verdi. Siz de komşunuzun ölümü Kuşkusuz edebi gerçeklik ile hukuki gerçeklik karşısında ne kadar üzüldüğünüzü belirttiniz. arasındaki ilişki pek çok açıdan incelenebilir. Ardından akşam yemeğini yemek üzere mutfağa Fakat burada trajedi kavramı çerçevesinde bir geçip sonra incelemeye girişilecektir. Trajedi dendiğinde, her televizyon karşısına kurulup bir film izlemeye ne kadar akla ilk önce Yunan tragedyaları gelse başladınız. Film, komşusu ölen bir adamla ilgili. de burada kullanıldığı anlamıyla trajedi kavramı, masaya oturdunuz. Yemekten Bu filmi izlerken hissettikleriniz ile eşinizin Yunan tragedyalarıyla sınırlı değildir. Evrensel verdiği bir haberi duyduğunuzdaki hislerinizi insanlık durumunu gösterir. İnsanın karşılaştırınız. Ölümün bu iki farklı anlatımı varoluşsal bir hakikatidir; ölümlü olduğunu karşısındaki tavrınız aynı olur muydu? bilmesinden kaynaklanan ruh halini anlatır. Bu yönüyle salt bir edebi türden daha fazlasıdır; Bu farazi örnek, sanat ile gündelik gerçeklik felsefi bir kavrama işaret eder. arasındaki ilişkinin doğasını anlamada bir ipucu verebilir. Nitekim başlıktan da anlaşılacağı üzere Giriş niteliğindeki bu açıklamalardan sonra bu de makalenin gerçekliğin geçilebilir. makalede edebiyatın genelde sanatın, aldığı biçimiyle ele özelde asıl konusunun incelenmesine gündelik gerçeklikten nerelerde ayrıldığı konusu incelenmektedir. Bu incelemenin merkezinde ise II trajedi kavramı yer almaktadır. Fakat önce bir kavuşturulması kaç gerek. noktanın Başlıktaki “1. […] Ozanın ödevi, gerçekten olan şeyi değil, tersine, olabilir olan şeyi, yani olasılık ya da zorunluluk yasalarına göre olanaklı olan şeyi anlatmaktır. açıklığa “gündelik gerçeklik”ten kastedilen, içine doğduğumuz, her gün karşı karşıya kaldığımız, bizi çepeçevre saran dışımızdaki dünyadır. Buna doğal gerçeklik 2. Tarih yazarı ve ozan, biri düzyazı, öteki nazım yazdığı için birbirlerinden ayrılmazlar. Çünkü, Herodotos’un yapıtının mısralar haline getirilmiş olduğu düşünülebilir. Bununla birlikte, ister nazım, isterse düzyazı biçiminde olsun, Herodotos’un yapıtı bir tarih yapıtıdır. Ayrılık daha çok şu noktada bulunur: Tarihçi daha çok gerçekten olan’ı, ozansa olabilir olan’ı anlatır. de diyebiliriz. Bu anlamıyla gündelik gerçeklik ifadesinden, makalenin bağlamı dikkate alındığında aslında hukuki gerçeklik’in anlaşılması gerekir. Zira hukukun ilgilendiği çoğunlukla işte bu gerçekliktir. Gündelik yaşama baktığımızda bir adli vakanın vuku bulma ihtimalinin bir romanda geçen ihtimalinden çok olayların daha gerçekleşme yüksek olduğunu görürüz. Dolayısıyla edebiyata oranla hukukun 3. Bunun için şiir, tarih yapıtına oranla daha felsefi olduğu gibi, daha üstün olarak da değerlendirilebilir. Çünkü şiir, daha çok genel olanı, tarihse tek olanı anlatır. Genel olan deyince de, olasılık ya da zorunluluk yasalarına göre, belli özellikteki bir kişinin böyle ya da şöyle konuşmasını, böyle ya da şöyle eylemde bulunmasını anlıyoruz. gündelik gerçekliğe daha yakın durduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu vesileyle “gündelik gerçeklik” ifadesinin, hukuk kitaplarında sık sık karşımıza çıkan “gündelik akışına uygun” yaşamın durumlara işaret olağan ettiği vurgulanmalıdır. İşte bu makalede de “gündelik yaşamın olağan akışına uygun” durumları 2 Hukuk Kuramı, C. 1, S. 1, Ocak-Şubat 2014 Ozan, kişilerine ad verirken daima bunu göz önünde bulundurarak adları seçer. Tek olan deyince de, bir Alkibiades şunu yaptı ya da başına şu geldi, bunu anlıyoruz.” (Aristoteles, 2002:30-31). Yukarıda da belirtildiği gibi günümüzde sanat ve Bugün sanat veya edebiyat kuramları hakkında yorumlanmamalıdır. Sanatçının ve edebiyatçının yazılmış giriş niteliğinde herhangi bir kitabı açıp kalkış bakalım. gerçekliktir. Fakat sanatçı gündelik gerçekliği hiç tamamının Ele alınan belirli kuramların bir görüşü özellikle de edebiyat, gerçekçilik misyonundan çoktan vazgeçmiştir. Bu yeni tavır, sanatın neredeyse gerçeklikle hiçbir gerçeklik kaygısı bir paylaştığını noktası müdahalede ilişkisi kalmadığı taşımadığı kuşkusuz şeklinde yine bulunmaksızın veya gündelik ele almaz. görürüz. Pek çok konuda birbirinden ayrılan bu Stravinsky (2000)’nin de gayet zarif şekilde kuramların üzerinde anlaştığı bu görüş, sanat ile söylediği gibi ağaçlardan gelen esintinin hışırtısı, gerçeklik arasında doğrudan bir temsil ilişkisinin bir derenin hafif çağıltısı veya bir kuşun şakıması kurulamayacağıdır. Klasik sanat ve edebiyat müzik değildir. Bütün bu sesler, onları belirli bir anlayışından1 bariz bir sapmayı ifade eden bu düzene bakış açısı, günümüz sanat anlayışını önemli bahşedilmiş bir müzisyenin ellerinde ancak ölçüde belirlemektedir. Dolayısıyla bugün artık müziğe dönüştürülür, sanat hâline gelir. Diğer Batılı düşünce ve kültür dünyasında sanat ile bir deyişle doğal güzellik ile sanat güzelliği gerçeklik ilişkinin bambaşka bir birbirinden ayrı şeylerdir. Doğanın bizatihi yaklaşımla ele alındığı söylenebilir. Bu yeni kendisi estetik bir kategori değildir; tek başına ele yaklaşım doğal olarak edebiyata da yansımıştır. alındığında ne güzeldir ne de çirkin. Ancak Bir edebi eserin niteliği ve işlevi yeni baştan estetik duyarlılığa sahip bir sanatçının bakış tanımlanmış, özellikle roman alanında geleneksel açısıyla ele alındığında sanatın konuları arasına arasındaki sokan, kendisine özel bir yetenek gerçekçi anlayış terk edilmiştir . 2 edebiyatının geneline hakim bir anlayış olduğu söylenebilir. En önemli temsilcileri arasında Dickens, Balzac ve Stendhal gibi büyük yazarların yer aldığı bu edebiyat anlayışına göre romancının amacı, içinde yaşadığı toplumu bütün yönleriyle gerçeğe en yakın şekilde anlatmaktır. “Topluma tutulmuş ayna” benzetmesiyle anılan bu yaklaşımı savunan romancılar tasvir yetenekleriyle dikkat çeker. İnsanı, özünde toplumsal bir varlık kabul eden bu yaklaşıma göre insanın anlaşılabilmesi için önce toplumun anlaşılması gerekir. Zira insan, içinde yaşadığı toplumun bir ürünüdür. Diğer bir deyişle kişiyi, o kişi kılan toplumdaki konumudur. Dolayısıyla bu yaklaşıma göre gerçeklik, toplumsal gerçekliktir. Bir edebi eserin gerçeğe uygun olması da ancak üretildiği toplumsal gerçekliği en iyi şekilde yansıtmasıyla mümkündür. Burada da tıpkı genel sanat anlayışında görüldüğü gibi edebi eserin, gerçekliği (üstelik sadece toplumsal gerçekliği) aslına sadık şekilde yansıttığı kabulü vardır. Gerçeklik, orada öylece vardır ve romancının bütün amacı işte o gerçekliği olduğu gibi yansıtmaktır (Antakyalıoğlu, 2013; Auerbach, 2010; Jakobson, 2010; Lukacs, 1987; Moran, 1994). Kökeni Platon ve Aristoteles’e kadar uzanan bu klasik sanat ve edebiyat anlayışı kısaca mimesis (taklit) kuramı şeklinde ifade edilir. Bu kurama göre sanatın amacı güzele ulaşmaktır. Güzele ulaşmak ise ancak doğada varolanları birebir taklit etmek suretiyle gerçekleştirilebilir. Bir sanat eseri, doğayı ne kadar iyi taklit ederse o kadar başarılı sayılır. Diğer bir ifadeyle sanatsal faaliyet, doğal gerçekliğin sanat eseri aracılığıyla yeniden üretilmesidir. Burada sanat, doğayı aslına uygun yansıtma becerisidir. Bu anlamda sanatın özünde bir temsil ilişkisi bulunur: Bir sanat eseri ortaya koymak, tüm gerçekliğiyle doğanın aslına uygun temsil edilmesidir; sanatçı da doğal gerçekliğin bilgisine sahip, eserlerinde bu bilgisi aracılığıyla doğal gerçekliği aslına uygun temsil eden kişidir (Farago, 2011; Moran, 1994; Tunalı, 1983). 1 2 Mimesis kuramının edebiyattaki karşılığı gerçekçiliktir (realizm). Edebiyatta gerçekçilik XIX. yy.’da Avrupa’da ortaya çıkmış, daha çok roman alanında başarı göstermiş bir akımdır. Aslında gerçekçiliğin, klasizm, romantizm, naturalizm veya sürrealizm gibi bir edebi akımdan ziyade Batı 3 Gürler/Hangisi Daha Trajik: Edebi Gerçeklik mi Gündelik Gerçeklik mi? girer; sanatsal bir değer ifade eder, kısaca sanat Yukarıda anlatılanlardan da anlaşılacağı üzere eserine dönüşür (Collingwood, 2011; Lalo, 1948; modern sanatçı, çıplak veya kaba gerçekliği taklit Tunalı, 1996). etmektense bu gerçekliği kendine özgü şekilde yeniden üretme yolunu tercih etmektedir. Zaten Demek ki sanatçının işi doğayı (veya gündelik böyle bir tercihte bulunmaktan başka pek şansı gerçekliği) basit bir taklitten ibaret değildir. da yoktur. Zira bugün herkesin üzerinde ittifak Sanatçı, bize bütün çıplaklığı içinde doğal edeceği, herkes tarafından aynı şekilde tecrübe gerçekliği göstermez. Bu gerçekliğin sadece edilen tek ve biricik bir gerçeklikten bahsetmek belirli bir yönüdür onu ilgilendiren. Fakat bu pek mümkün değildir. Tek bir gerçekliğin, bizim özelliği sanatçının bir zayıflık, bir yetersizlik dışımızda varolan bir gerçekliğin varlığını kabul şeklinde yorumlanmamalıdır. Gündelik gerçeklik ile karşılaştırıldığında örneğin etsek bile hepimiz bu gerçekliği farklı açılardan edebiyatın tecrübe ederiz. Bir anlamda herkesin, dünyayı konuları çok daha ilginçtir. Bir edebi eserin kendi gördüğü gibi gösterdiğini, buna karşılık ortaya çıkması, bir ihtiyacı gidermek içindir. Edebiyat, gündelik gerçekliğin aynı görmediğini söyleyebiliriz. Herkes, kendi boşluklarını gerçekliğini yaşar. Edebiyat ise herkesin kendi doldurur, bu gerçeklik hakkında bizi aydınlatır başına yaşadığı bu gerçekliği yeni baştan kurar. (Butor, 1991). Hatta denilebilir ki her büyük sanat Bu açıdan bakıldığında edebiyatın amacı, ne tarih eseri, bir bütün olarak gerçekliği görme ve araştırması gibi gerçekliğe tanıklık etmek ne de anlatma biçimimizi belirleme, yani kısaca onu bilimlerin değiştirme gücüne sahiptir (Butor, 1991). Bu özgü bir ‘gerçekçiliği’nin gerçekliğe bilemeyeceğini baştan dair gerçekliği bize […] dünyanın ve insanın buluşu, durmadan olduğu yoklanan ve aranan bir buluş…” (Robbe-Grillet, anlamına da gelir. Yani bugünün sanatçısı hayli mütevazidir; gibi öğretmektir. Bu anlamda edebiyat, “bir buluştur yaklaşım, aynı zamanda sanatın ve edebiyatın kendine yaptığı 1989:136) herşeyi Bugün Edebiyat bu işlevini bilimden, felsefeden ve diğer ‘gerçekçi’ yazardan kastedilen, “karmaşıklıkla bilgi türlerinden farklı yöntemlerle yerine getirir. çelişkileri Bir çözme kabul eder. konusunda kolaycılığa edebi ürün, insana dair gerçekleri kaçmayan, hileye mümkün olduğu kadar az hissettirerek gösterir. Bilimin veya felsefenin başvuran, kendisinin gerçek bildiği şeyi, içtenliği kuru akıl yürütmesi, olayları belirli bir sebep- ve bakışlarının deliciliği ölçüsünde incelemeye, sonuç yakalamaya çalışan yazardır” (Sarraute, 1985:86). yürütmelere başvurarak izah etmesi yerine bize ilişkisi içerisinde ve mantıksal akıl ‘Gerçekçi’ yazar bütün içtenliğiyle gerçekliğe bir takım hikâyeler anlatır. Bu suretle konu bağlanır. Bu gerçekliği, mümkün mertebe her edindiği olayı ve bu olay çerçevesinde ele aldığı yönüyle yakalamaya çalışır. Hiçbir şeyin bu bir insanlık durumunu muhatabına sanki bizzat gerçekliği yok etmesine, küçük düşürmesine izin yaşamış vermez. Zaman zaman hataya düşse hatta ihanet anlattıkları etse de gerçekçi yazar, her daim gerçeğe zorunda da değildir. Aristoteles’in dediği gibi yönelmeli, gerçekten olmuş şeyleri belki bize tarih anlatır. onu herşeyden üstün tuttuğunu kanıtlamalıdır (Sarraute, 1985). Sonuç olarak Ama bugün sanat “gerçekçilikten, 1989:132) doğru ve bir yönelim hissettirir. gerçekten edebiyat Üstelik olmuş mutlaka edebiyatın şeyler gerçekleşmiş olmak olma aslında koşulunu aramaz. Edebiyat için önemli olan bir (Robbe-Grillet, olayın gerçekleşme imkânıdır (Aristoteles, 2002). olduğundan Bilim ve felsefeden farklı olarak edebiyat, sürekli edebiyatta gerçekliğe” gibi yeni ifade biçimleri geliştirir. Ele aldığı bir olayı bahsedilebilir. değişik açılardan, farklı biçimlerde defalarca 4 Hukuk Kuramı, C. 1, S. 1, Ocak-Şubat 2014 anlatır. Bu da bize o olayı mümkün her açıdan Sadece getirdiği çözüm önerisi, yani sorunları görebilmemizi sağlar. Dolayısıyla edebiyatçının halletme yöntemi değildir hukuku farklı kılan. amacı “en iyisini yapmak” değildir. Sürekli yeni İnsan biçimler aramak suretiyle bilinmeyen yeni ve öncesinden başlayarak ölüme kadar düzenlemeyi farklı ifade imkânları bulmaktır. Bu farklılık amaçlar hukuk. Üstelik bu düzene aykırı hareket bizim bir edenler yine hukukun kendisinin belirlediği farkındalık geliştirmemizi sağlar. Böylece belki şekilde cezalandırılır. Fakat hukukun asıl önemi, de diğer hiçbir bilgi türünün başaramadığı koyduğu kurallara aykırılık durumunda bireyler ölçüde sahici bir bakış açısı kazandırır (Uygur, üzerinde 1985; Wellek & Warren, 1983). Zira Nietzsche’nin kaynaklanmaz. Hukuk, tabiri caizse toplumun de söylediği gibi “…varoluş ve dünya, ancak iliklerine kadar işleyen, her hücresine nüfuz estetik edecek genişlikte bir yer tutar toplum yaşamında. de gerçeklik bir karşısında fenomen olarak belirli bengi haklı çıkarılmıştır” (Nietzsche, 2010:39). yaşamını doğumdan, uyguladığı güç hatta ve doğum zorlamadan Dworkin (1986)’in dediği gibi hukukun içinde ve hukukla yaşarız. O kadar ki bizi vatandaş veya yabancı, işçi veya işveren, evli veya bekâr, III mülkiyet sahibi veya mülksüz hâle getiren Peki sanatın ve edebiyatın gerçekliğe ilişkin bu hukuktur. Yani hukuk, bizi biz yapar. Dahası, yaklaşımıyla hukukun düzen ve düzensizlik, erdem ve erdemsizlik, durumu nedir? Hukuk, gerçeklikle nasıl bir ilişki makuliyet ve delilik, gerçek ve sahte gibi içindedir? Bir hukuki önermenin doğruluk değeri toplumsal gerçekliğin en temel kategorilerine alıp alamayacağı, dolayısıyla gerçeğe uygun olup ilişkin genel kabullerin oluşmasına kaynaklık olmadığı meselesini, hukuk felsefesinin bu çetin eder. Bireylerin bu gerçekliği nasıl yaşayacağını ceviz tartışmasını bir ân için kenarda bırakalım. belirler. Diğer bir deyişle toplu hâlde yaşamanın Hukuki gerçeklik diye bir varoluş şeklinin en tercih edilesi şeklinin hukuk kurallarıyla karşılaştırıldığında varlığını kabul edelim. Hukuki gerçeklik nedir? düzenlenen Hukuk, gerçeklik karşısında nasıl bir tavır bireyleri ikna eder (Gordon, 1984). Bu inşai sergiler? karakteri anlaşılmadıkça hukukun özü tam Gerçekliğin hukuktaki görünümü bir toplum olduğu konusunda nasıldır? anlamıyla kavranamaz. Kuşkusuz gündelik hayatta karşılaşılan her olay Bütün bunlar hukuk ismi verilen soyut bir veya uyuşmazlık hukuki nitelikte değildir. Buna egemenin karşılık önüne gelen ilgili her olay buyrukları gereği gerçekleşir. veya uyuşmazlığa hukukun yine de bir cevabı, bir olduğu iddiasıdır. Hukuk söz konusu olduğunda toplumsal yaşamı düzenleyen diğer kurallar ve çözüm yolları geri planda kalır veya kalması gerektiği düşünülür. Bu düşüncenin temelinde ise diğer toplumsal kurallarla karşılaştırıldığında hukukun daha gelişmiş ve rasyonel olduğu, dolayısıyla toplumdaki uyuşmazlıkları çözme konusunda münhasır bir yetkisi bulunduğu kabulü yer alır. Hukuk kuralları, diğer toplumsal kurallardan daha kapsamlı ve üstündür. Toplumsal yaşamda ortaya çıkan her normatif düzenin kendisine tabi olmasını bekler hukuk. İşte bütün bu özellikleri sayesinde bireyler üzerinde otorite iddiasında bulunur (Raz, 1979; Raz, 1986). çözüm önerisi vardır. Üstelik bu çözüm, hukuk tarafından tek doğru çözüm olarak da sunulur3. Her hukuki uyuşmazlığa uygun tek bir doğru cevabın bulunabileceği, bulunması gerektiği düşüncesi ünlü Amerikalı hukukçu Ronald Dworkin’e aittir. Bu tezin en belirgin izleri Dworkin’in, nispeten erken tarihli çalışmalarında görülür (Dworkin, 1977; Dworkin, 2001). Bununla birlikte burada asıl kastedilen, diğer uyuşmazlık çözme yöntemleri karşısında hukukun belirli bir üstünlük taşıdığı, bu alanda nihai otoriteye sahip 3 5 Gürler/Hangisi Daha Trajik: Edebi Gerçeklik mi Gündelik Gerçeklik mi? Herhangi bir kitapta açıkça yer almasa bile yine gerçekliği kendine özgü şekilde yorumlar5 . Fakat de direktiflerden hukukun bu yorumlama faaliyeti insanı, sadece bahsederiz. İçinde yaşadığımız bu düzen, yine tek bir boyutuyla ele almaya mahkûmdur. Zira Dworkin bu buyruklardan (1986)’in imparatorluğu”dur. imparatorluğu”nun amaçlarının veya tabiriyle bir “hukuk hukuk, gündelik gerçekliği normlar çerçevesinde Herkes bu “hukuk ele alır. Dikkat etmesi gereken belirli bir sebep- yöntemlerinin ve sonuç ilişkisidir. Bir olay, hukuk normunda yer tebası, hizmetkârı, âdeta ona ruhen alan tanıma uyuyorsa ancak o zaman hukuken bağımlıdır. Bu önemlidir. Örneğin bir eylem, ceza kanunlarında açıklamalardan da anlaşılacağı belirtilen herhangi bir suçun tanımına giriyorsa üzere suçtur, uymuyorsa değildir. Hukukun burada hukukun kendine özgü bir gerçeklik anlayışı cevabını aradığı soru, nihayetinde bu eylemi vardır. Gündelik yaşamda ortaya çıkan pek çok gerçekleştiren durumu kendine ait terimlerle açıklar. Âdeta yeni bir dil ve bu dil aracılığıyla da yeni bir ilişkiler hareket edip eylemi, sadece kast veya taksir gibi kavramlar hadiseler hukuki bakış açısıyla yeni baştan aralarındaki kasten kendisiyle ilgilenmez hukuk. Hâlbuki bir suç dünya inşa eder. Bu dünya içerisinde eşya ve tanımlanır, bireyin etmediğidir. Yoksa suç kavramının bizatihi veyahut da ceza kanunlarındaki tipe uygunlukla yeniden izah edilemez. İnsan niçin suç işler? Suç işlemek düzenlenir4 . doğasında mı vardır? Suç işlerken kişi ne Gerçekliği kendince biçimlendirişine biraz daha hisseder? Bu ve benzeri sorulara hukukta pek yer yakından bakacak olursak hukukun, özünde bir yoktur. çeşit yorum faaliyeti olduğu görülür. Tıpkı sanat Hukukun belirli bir hayat olayını, yani gündelik ve edebiyat gibi aslında hukuk da gündelik gerçekliği sadece kanunlara, kanunlarda yer alan normlara bakarak değerlendiridiğini söylemek haksızlık olur. Hukuk, giriştiği bu değerlendirme faaliyetinde bir takım ilkelere de başvurur Eşya ve hadiseleri kendine özgü terim ve kavramlarla açıklamak suretiyle hukuk, gündelik gerçekliğe dair bizde bir bilincin oluşmasını sağlar. Bu bilinç aracılığıyla biz dünyayı artık hukuki açıdan görür ve yaşarız. Hukuk düzeninin sürekliliği ve muhataplarının bu düzen içerisinde yaşamlarını devam ettirmesi işte bu bilinç sayesinde gerçekleşir. Bu durum aynı zamanda bireylerin hukuka niçin rıza gösterdiğini de açıklar. Bu bağlamda rıza ideolojik bir işlev görür; hukukun meşruiyet iddiasına temel oluşturur. (Akbaş, 2006; Aktaş, 2006). Hukuki bilinç ve hukukun ideolojik işlevi, hukukun neredeyse fetişleştirilmesine yol açar. Bu açıdan bakıldığında hukuk, bireyler tarafından ortaya çıktığı toplumsal ve tarihsel gerçeklikten bağımsız, kendi başına varolan, özerk, biricik, zorunlu ve üstün bir fenomen olarak algılanır. Bu anlamda “hukuk fetişizmi", hukuka ilişkin rasyonel değerlendirmelerini yönlendirerek insanların hukuk düzeni karşısında kendilerini güçsüz hissetmelerine yol açan ve böylece hukukun meşruiyetini sağlamaya yarayan mistik bir araç olarak tanımlanabilir (Koloş, 2011). 4 (Dworkin, düzeyinde 1977). Ayrıca en azından iddia haklı-haksız, adil-adaletsiz gibi ölçütler de kullanır. Bir an için bu ölçütlerin geçerliliğini tartışmasız kabul etsek bile hak ve adalet gibi kavramların, haklı-haksız veya adiladaletsiz benzeri ölçütlerin insanın hakikatini ne kadar izah edebileceği tartışma götürür. Sonuç itibariyle hukukun, insana dair sınırlı bir gerçekliği konu aldığı, bu gerçekliği de ancak dar Hukukun özünde bir yorum faaliyeti olduğu ve bu yönüyle edebiyata benzediği görüşünün en önemli temsilcisi yine Dworkin’dir. Dworkin’in bu görüşü en açık şekilde “Law as Interpretation” başlıklı makalesinde işlenir. Law’s Empire isimli eserinde ise daha da geliştirilmiş, çok daha kapsamlı ve ayrıntılı ele alınmış, genel hukuk kuramına temel oluşturmuştur (Dworkin, 1981-1982; Dworkin, 1986). 5 6 Hukuk Kuramı, C. 1, S. 1, Ocak-Şubat 2014 bir bakış açısıyla incelediği aracılığıyla yazar, herkes tarafından paylaşılan söylenebilir. bir insani tecrübenin ortak unsurlarını âdeta kendi gerçekliktir. Belirli bir hayat olayı, ancak hukuk yaşıyormuş gibi anlatır. Yani yazar, içinde onu tanıdığı ölçüde vardır; hayat hukuk önünde yaşadığı gündelik gerçekliğin kendisine sunduğu başlar ve yine hukuk önünde biter. Her bir dava, kaba olguları alır belirli bir estetik duyarlılıkla her bir uyuşmazlık bir kereliğine hukukun önüne işlemden geçirerek edebi eser haline getirir. gelir. Hukuk, bu uyuşmazlıklar arasında belirli Böylece bir benzerlik kurmaya çalışır. Bunu da önceden hakikatlere ulaşmış olur (Carbonneau, 1981). Hukukun ilgilendiği gerçeklik tekil belirlediği normlara uygunlukla sağlar. Ama yine farklıdır. uyuşmazlığın tarafları açısından gerçektir, bu yatan insani Hukukçunun kalkış noktası da gündelik gerçekliktir. Fakat yazardan farklı kişilerin gerçekliğidir. Üstelik son derece sınırlı olarak hukukçu, gündelik gerçeklik ile arasına bir gerçeklik. bu ardında Buna karşılık hukukun gerçekliği ele alma şekli de uyuşmazlık konusu olay veya durum, sadece Tam görünenin mesafe koyar. Hayli steril bir yaklaşımla eğilir noktada edebiyat ile konusuna. hukukun Gündelik gerçekliğin gerçeklikle ilişkisini karşılaştırmak yerinde olur. görünümlerini Bu arada edebiyatın ve hukukun gerçekliğin indirgeyecek şekilde yorumlamayı tercih eder. birbirinden Yukarıda farklı iki yorumu olduğu gidermeye hatırlatılmalıdır. mümkün değişik da söylendiği çalışır. mertebe gibi Sonuç basite belirsizlikleri itibariyle hukuk açısından gerçekliğin son derece yüzeysel, bütün Bu açıdan bakıldığında edebiyatta birbirinden incelikleri farklı pek çok yorum şeklinin aynı eser için eşit derinlikten derecede geçerli olduğu söylenebilir. Zira aynı göz ardı yoksun edilmiş, olduğu dolayısıyla söylenebilir (Carbonneau, 1981). eserin farklı zaviyelerden yorumlanması, eserin daha iyi anlaşılmasını sağlar. Buna karşılık hukukta en iyi tek yorumun bulunması tercih IV edilir. Bunun için de yargılamanın farklı amaçları ve her birine ait farklı görüşler, tek bir yorum Edebiyatın ve içinde biraraya getirilmelidir. Hukukun amacı, karşısındaki tavırları hakkında buraya kadar belirlenemezliği söylenenler ile trajedinin ilişkisi nedir peki? mümkün mertebe asgariye hukukun gündelik gerçeklik indirecek prosedürlere imkân veren bir yorumun Pek çok araştırmacıya göre tragedya belirli bir varlığını kabul etmektir (Stecker, 2003). tarihsel dönemde ortaya çıkmış ve ömrü çok da Her ne kadar edebiyatta farklı yorumlara imkân uzun sürmemiştir. Bu yönüyle tragedya bir edebi tanınsa da bir edebi eserin sanatsal değeri, insana türdür ve öncelikle Eski Yunan’a özgüdür6. dair Dolayısıyla George Steiner gibi araştırmacıların doğru kaynaklanır. bir görüşe Edebiyatçı, dayanmasından gündelik isabetle belirttiği gibi bu anlamıyla tragedyadan gerçekliği edebi açıdan yeniden üretirken kendi yorumunu katar. Yine de kendisine ilham veren gündelik Tragedyanın Eski Yunan’a özgü bir bakış açısının ürünü olduğu, ortaya çıkışından kısa bir süre sonra daha tragedya yazarları hayattayken öldüğü görüşünün en önemli temsilcisi Nietzsche’dir. Tragedyanın Doğuşu isimli eserinde Nietzsche, klasik tragedya yazarlarından Euripides’i tragedya geleneğinin ve trajik dünya görüşünün son temsilcisi kabul eder (Nietzsche, 2010). 6 gerçekliğin temel özelliklerini yansıtmaya çalışır. Fakat doğal gerçekliğin bu yeniden inşası sadece ilk aşamadır. Bundan sonra yeni bir gerçeklik aşamasına geçer. Buna “süper gerçeklik” diyebiliriz. Bu gerçeklik, gündelik gerçekliğe göre çok daha özgündür ve zengindir. Edebi eser 7 Gürler/Hangisi Daha Trajik: Edebi Gerçeklik mi Gündelik Gerçeklik mi? bugün artık bahsedilemez (Eagleton, 2012; Poole, değerlerdir. İşte iki olumlu ve yüksek değer 2013; Steiner, 2011). arasındaki çatışma hâlidir ki trajediyi doğurur. Dolayısıyla trajedi, bireyin, iki olumlu ve yüksek Bir edebi tür olarak tragedyanın kendisi tarihsel değerden birini tercih etmek zorunda kaldığı açıdan ne kadar önem taşısa da bizim için asıl üzerinde durulması gereken konu, durumlarda trajedi farklı zaman asıl yok olacak oluşudur. Yani birey nasıl bir tercihte ifade eder: İnsan özü gereği trajik bir varlıktır. Bu trajedinin Burada edilirse edilsin diğerinin gerçekleşmeyecek veya insanın bu dünyadaki konumuna dair bir gerçeği ki çıkar. belirleyici unsur, bu iki değerden hangisi tercih kavramının bizatihi kendisidir. Zira trajedi, özelliğidir karşımıza bulunursa ve bulunsun sonuçta kaybedecektir (Kuçuradi, 2013; Scheler, 2008). mekânlarda sürekli tekrar karşımıza çıkmasını sağlar (Brereton, 1970). Dolayısıyla trajediyi İki anlamak için, belirli bir tarihsel döneme ait çatışmadan doğan trajedi, Scheler (2008)’in de eserlerde belirttiği karşımıza çıktığı biçimiyle ele olumlu ve gibi yüksek aslında değer arasındaki evrenin esas almamak, bir edebi türe indirgememek gerek. unsurlarındandır. Diğer bir deyişle eşya ve Evet ne Samuel Beckett’ın Godot’yu Beklerken’inini hadiselerde gözlemleyebileceğimiz bir niteliktir. trajedi sayabiliriz ne de sonrasında yeni bir Bir sanat eserinin veya insalık durumunun trajik tragedya yazılacağını umabiliriz. Fakat Godot’yu olması da evrende yer alan işte bu trajik Beklerken’de betimlendiği şekliyle modern insanın unsurdan pay alması demektir (Kuçuradi, 2013). içinde bulunduğu durumun bizatihi kendisini Trajedinin evrenin bir niteliği olması, evrende de trajik kabul edemez miyiz?7 karşıt güçler arasında bir çatışmanın Biraz önce de belirtildiği gibi tarihsel bir dönemle varolduğunu gösterir. Bu karşıt güçler ise en sınırlı salt bir edebi biçim olmanın ötesinde temelde yaşam ve ölümdür. İnsanın ölümlü trajedi, temel bir insani gerçeklik olarak öncelikle oluşu karşısında hissettiği korku duygusundan değer ve değerler arasındaki ilişkilerle ilgilidir kaynaklanır trajedi. Fakat insan bu ölümlülüğü, (Scheler, 2008). Üstelik, ancak yüksek ve aşağı varlıkla bir olmakla aşar. Bu ise yaşama evet değerler şeklinde bir ayrımın varlığı durumunda demektir. Fakat yaşama evet demek, karşımıza trajediden bahsedilebilir. Ayrıca söz konusu bu çıkardığı sorunları görmezden gelmek demek değerler olmalıdır. değildir. Bu sorunlarla başetmeyi bilmek, bu Trajedi, değişimin, yani bir hareketin veya konuda yalnız olduğunu kabul etmek demektir. eylemin varlığını gerektirir (Scheler, 2008). Fakat Ölümlü olduğunu farkeden insan, hâlâ yaşamaya her eylem trajediye yol açmaz. Bir eylem, ancak devam edip etmeyeceği konusunda kararsız belirli bir etkiye sahipse trajediye yol açabilir. Bu kalır. Yaşam değerine evet demekle hayır demek etkinin de mutlaka değerler alanında sonuç arasında bocalar. İşte bu ikisini birleştirmekle doğurması gerekir. Burada aslında iki değer insan, bir yandan yaşamını trajikleştirir, ama vardır. değişebilir Bu değerler nitelikte olumlu de ve diğer yandan bu dünyada nasıl yaşayacağını da yüksek bilir. Sonuç itibariyle trajedi insanın varlık karşısındaki konumu ile ilgilidir. Yani insan için Modernitenin bizatihi kendisinin trajik olduğu dahi söylenebilir. Zira tıpkı klasik anlamda trajedinin çelişkilerden kaynaklanması gibi modernite de “kendi doğumu ve yıkımının yazarı” olarak belirli bir çelişkiye kaynaklık eder. Özellikle XX. yüzyılın, birbirinden acı pek çok trajediye sahne olduğu inkâr edilemez herhalde (Eagleton, 2012; Kaufmann, 1992). 7 varoluşsal bir hakikattir (Figal, 2000; Kaufmann, 1992; Kuçuradi, 2013; Nietzsche, 2010). Buraya kadar anlatılanların da gösterdiği gibi trajedi insanın tercihleriyle ilgilidir. Üstelik tercih ne yönde olursa olsun birey için bir kayıp söz 8 Hukuk Kuramı, C. 1, S. 1, Ocak-Şubat 2014 konusudur. Bireyin bu kaybına acı da eşlik eder. sanatçı veya edebiyatçı için yeterlidir. Nitekim Fakat trajedinin yol açtığı sıradan bir acı değildir. Aristoteles’in Bu acı karşısında birey kızmaz, öfkelenmez. edebiyatçı, sadece fiilen gerçekleşmiş hadiselerle Başına değil gelen olayların, başka türlü de söylediği gerçekleşme ihtimali gibi şair veya bulunanlarla da ilgilenir (Aristoteles, 2002). gerçekleşmeyeceğini bilir. Dolayısıyla belirli bir soğukkanlılık ve kabullenmişlikle karşılar. Âdeta V bir huzur ve sükûnet içerisindedir (Scheler, 2008). Ortada bir kayıp ve bu kayıptan doğan bir acı Yukarıda da belirtildiği üzere trajedinin önemi, vardır. Ama bundan ötürü birey sorumlu insanın varoluşsal hakikatini ifade etmesindedir. tutulamaz. Ortada bir suçlu varsa trajediden İnsanın bu trajik varoluşunun en çarpıcı şekilde bahsedilemez. Evet trajedide ortada bir suç karşımıza çıktığı alanlardan birisi de kuşkusuz vardır, fakat bu suçun isnad edileceği herhangi hukuktur. Zira hukukun doğasında da (eğer bir bir kişi yoktur (Kuçuradi, 2011). Keza eğer doğası varsa tabi) birbiriyle çatışan değerler kayıpların telafisi mümkünse yani çekilen acının vardır. Bu değerler arasında ortaya çıkabilecek bir ödülü varsa yine trajediden bahsedemeyiz; bu çatışmalar durumda söz konusu olan trajedi değil adalettir dönüşebilir. Bu çatışma alanlarından ilki düzen (Steiner, 2011). İşte bu sebepledir ki bir trajedi ile adalet arasındaki gerilimdir örneğin. Hukuk, karşısında ne ahlâk ne de hukuk bir şey adaleti tesis etmeye çalışırken düzenden taviz söyleyebilir. İnsanın trajik varoluşunu bize ahlâk verebilir. Hukuki güvenliği temin etmek için sistemleri de hukuk sistemleri de tam anlamıyla düzen fikrine aşırı bağlı kaldıkça bu kez de izah edemez (Kuçuradi, 2013). adaleti tesis etmekten uzaklaşabilir. Diğer bir çatışma Tam bu noktada devreye sanat ve sanatçı girer. ise bazı alanı ise durumlarda toplumsal trajediye ihtiyaçların giderilmesi ile düzenin sağlanmasının birbiriyle Trajediden bahsedebilmek için bireyin mutlaka örtüşmemesi ihtimalidir. Toplumsal ihtiyaçları böyle bir durumla karşı karşıya kaldığını bilmesi gidermek için hukuk zaman zaman düzenden gerekmez. Hatta gerçekten böyle bir durumun feragat edebilir. Mutlak bir düzen fikri de ortaya çıkıp çıkmaması da önemli değildir. toplumsal gerçekliğin ürettiği yeni durumlara Sonuçta bir durumun trajik olup olmadığını, bize hukukun cevap verememesine yol sanatçı veya düşünür söyler. Yani trajediyi trajedi açabilir. Nihayet bir diğer çatışma alanı da yine toplumsal yapan biraz da sanatçının veya düşünürün ihtiyaç kavramıyla adalet fikrinin çoğu zaman kendisidir. Yoksa trajik bir durumla karşılaşan birbirini kişinin kendisi değil (Kuçuradi, 2013). dışlaması durumudur (Aral, 2001; Işıktaç, 2010). İşte burada sanat tekrar karşımıza çıkıyor. Aslında Demek ki insanın bu dünyadaki yerine, varlık bu çatışmalı durumların bizatihi kendileri trajik değildir. Birey bazen söz konusu karşısındaki konumuna dair bir hakikati ifade çatışmayı farketmez bazen de farkeder ama eden trajediyi, insanın trajik varoluşunu bize en önemsemez. Fakat öyle durumlar vardır ki bu iyi gösteren sanat ve edebiyattır. Sanat ve değerler arasındaki çatışma, bireyin bizatihi edebiyat, tek bir insanın karşı karşıya kaldığı kendisinin bir tercihte bulunmasını gerektirir. trajik bir olayı konu alsa da bu olaydan hareketle Buna bütün insanlar için geçerli temel bir gerçeği rağmen birey nasıl bir tercihte bulunacağına karar veremez. İşte bu tür çatışmalı gösterir. Üstelik biraz önce de belirtildiği gibi bu durumlara en iyi örnek bireyin vicdanı ile hukuk tür bir olayın gerçekten yaşanıp yaşanmaması da kurallarının çatışmasıdır. Bu çatışma aslında en önemli değildir. Salt gerçekleşme ihtimali bile genel anlamıyla ahlâki buyruklar ile hukuki 9 Gürler/Hangisi Daha Trajik: Edebi Gerçeklik mi Gündelik Gerçeklik mi? buyrukların birbiriyle yarışması, hangisini tercih almak etmesi gerektiği konusunda bireyi çoğu zaman gündelik gerçeklikten bambaşka bir gerçeklik çıkmaza sokması durumudur (Alexander & yaratmayı bilmiştir trajedi yazarı. Bu noktada ne Sherwin, 2001). Birey, vicdanının buyrukları ile ahlâk hukukun kalır. üstesinden gelebildiği bir sorunu, insana dair Böylece hangisini tercih edeceğini bilememekten temel bir gerçeklik olarak ele almayı ve yine kaynaklanan bir çaresizlik içerisine düşer. Zira insana anlatmayı başarabilmiştir. buyrukları arasında sıkışıp hangisini tercih ederse etsin diğerinden ödün için olumlu karşılanacak, iyi vatandaş addedilecektir. yollarla budur işte. Böyle bir durumla karşı karşıya kalan Çoğu zaman hoyratça ortadan kaldırmaya uğraşır. Zira varlığı ise trajedinin yokluğu demektir (Steiner, inkâr 2011). edilemez. insana hukuk. hukukun amacı adaleti tesis etmektir. Adaletin bireyin, kendisi farkında olsun veya olmasın trajedinin, vardır ortaya çıkmışsa da en kısa sürede ve en etkili etmiş olacaktır. Antigone’nin durumu tam da Peki sisteminin trajedinin ortaya çıkmasını engeller. Eğer bir defa Fakat bu kez de vicdanının sesine aykırı hareket yaşadığı hukuk değildir. Tam tersi trajedinin ortaya çıkmaması buyruklarını yerine getirirse toplum nazarında trajedi de Bu varoluşu anlamaya ve anlatmaya muktedir bu sebeple toplumun dışına itilecektir. Hukukun bir ne kendisini. kaynaklarından birisi olsa da hukuk, trajik dinlerse hukuk düzenine aykırı gelecek, belki de anlamda sisteminin hissetmiştir Sonuç itibariyle her ne kadar trajedinin önemli vermek zorunda kalacaktır. Vicdanının sesini hakiki zorunda İnsana özgü bir takım sorunları ne kadar dair bu en temel çözmeye çalışırsa çalışsın hukuk, sonuçta değil varoluşsal hakikatin hukuk açısından anlamı bu sorunları çözmeyi, tanımlamayı bile yeterince nedir? Hukukun bizatihi kendisi insanın bu trajik isabetli şekilde başaramaz. Bu başarısızlığı belki yönünü ne kadar anlatabilir? de hukukun kendi trajedisidir. Buna karşılık hem Yukarıda da belirtildiği gibi hukuk, insanın trajik insana özgü trajik varoluşu hem de hukukun varoluşunu görebileceğimiz elverişli bir zemin kendi trajedisini, yine insana çok daha sahici bir sunar. Verimli bir kaynak oluşturur trajedi için. şekilde Nitekim Eski Yunan tragedyalarının ortaya sanattır. Dolayısıyla hukukçuların, ama özellikle çıkışına baktığımızda dönemin hukuk ortamının de hukukun maddi ve sosyal varlığının ötesinde içinde bulunduğu koşulların etkisi göz ardı sahip olduğu anlamı da bildiği düşünülen hukuk edilemez. Özellikle hukuk ile ahlâk arasındaki felsefecilerinin hukuk ve felsefenin yanısıra, belki çatışmanın de onlardan daha fazla sanat ve edebiyatla bir yansıması olduğu dahi yandan Kahramanlık Çağı’ndan Şehir Devleti’nin yeni olan sadece kalma “Sanatın hayatı taklit etmesinden çok hayat sanatı taklit eder” (Wilde, 2007:39). değerler, diğer yandan varlığını iyiden iyiye hissettiren muktedir meşgul olması gerekir. Zira; söylenebilir trajediler için. Eski Yunan insanının, bir göstermeye değerleri arasında bocalamasının ürünüdür tragedyalar (Vernant & Vidal-Naquet, 2012). Trajedi fikrine KAYNAKÇA zemin hazırlayan bu hukuki koşullar ne yazık ki insanın trajik gerçekliğinden Akbaş, kaynaklanan K. (2006). Hukukun Büyübozumu çatışmaları çözememiştir. İşte her zaman olduğu (Eleştirel Hukuk Çalışmaları Hareketi). gibi orada da sanatçı devreye girmiş ve bireyin İstanbul, Legal Yayıncılık. hukuk ile ahlâk arasında sıkışıp kalmasından kaynaklanan bu durumu, yani bu trajediyi ele 10 Hukuk Kuramı, C. 1, S. 1, Ocak-Şubat 2014 Dworkin, R. (2001). A Matter of Aktaş, S. (2006). Eleştirel Hukuk Çalışmaları. Reprinted, İstanbul, Kazancı Kitap Ticaret A.Ş. Oxford, Principle. Oxford University Press. Alexander L. & Sherwin E. (2001). The Rule of Dworkin, R. (1986). Law’s Empire. Cambrigde, Rules (Morality, Rules, and the Dilemmas of Law). Durham and London, Duke Massachusetts, University Press. Belknap Press Of Harvard University Çev. Aral, V. (2001). Hukuk ve Hukuk Bilimi Üzerine. Nietzsche's The Birth of Tragedy. In M. de Sezgi Durgun, Haluk Barışcan, Cevdet Beistegui & S. Sparks (Eds.), Philosophy Metis and Tragedy (pp. 136-147). London and Yayınları. New York, Routlegde. Brereton, G. (1970). Principles of Tragedy (A Examination of the Gordon, R.W. (1984). Critical Legal Histories. Tragic Stanford Law Review, Vol. 36, 57-125. Concept in Life and Literature). Coral Işıktaç, Y. (2010). Hukuk Başlangıcı. İstanbul, Gables, Florida, University of Miami Press, Filiz Kitabevi. 3rd ed. Jakobson, R. (2010). Sanatta Gerçekçilik Üstüne. Butor, M. (1991). Roman Üstüne Denemeler. Çev. Rifat-Sema Rifat, In T. Todorov (Der.), Yazın Kuramı (3. İstanbul, Baskı, çev. Mehmet Rifat-Sema Rifat, s. 91- Düzlem Yayınları. 101). İstanbul, Yapı Kredi Yayınları. Carbonneau, T.E. (1981). Balzacian Legality: A Proposal Ayrıntı Figal, G. (2000). Aesthetically Limited Reason: On Auerbach, E. (2010). Yabanın Tuzlu Ekmeği. Çev. Mehmet İstanbul, Doğan, Ankara, Doğu Batı Yayınları. Tunalı, İstanbul, Remzi Kitabevi. Rational Tunca, Farago, F. (2011). Sanat. 2. Baskı, Çev. Özcan Aristoteles (2002). Poetika. 10. Basım, Çev. İsmail İstanbul, Kutlu Yayınları. 6. Bası, İstanbul, Filiz Kitabevi. Elpe, The Eagleton, T. (2012). Tatlı Şiddet (Trajik Kavramı). İstanbul, Ayrıntı Yayınları. Fikret England, Press. Antakyalıoğlu, Z. (2013). Roman Kuramına Giriş. Perin, London, For Natural Law Kaufmann, W. (1992). Tragedy and Philosophy. Juridical Standards of Legitimacy. Loyola Law Princeton, New Review, Vol. 27, No. 1, 1-39. University Press. Jersey, Princeton Collingwood, R.G. (2011). Kısaca Sanat Felsefesi. Koloş, U. (2011). Hukuka Bakışta Başka Bir Çev. Talip Kabadayı, Ankara, BilgeSu Boyut: Hukuk Fetişizimi. İş Dünyası ve Yayıncılık. Hukuk Massachusetts, Dr. Tankut Centel’e Armağan) (s. 765-788). İstanbul, İstanbul Dworkin, R. (1977). Taking Rights Seriously. Cambridge, (Prof. Üniversitesi Yayınları. Harvard Kuçuradi, İ. (2013) Sanata Felsefeyle Bakmak. 5. University Press. Baskı, Ankara, Türkiye Felsefe Kurumu. Dworkin, R. (1981-1982). Law as Interpretation. Lalo, C. (1948). Estetik. İkinci Baskı, Çev. Burhan Texas Law Review, Vol. 60, 527-550. Toprak, İstanbul, İnkılap Kitabevi. 11 Gürler/Hangisi Daha Trajik: Edebi Gerçeklik mi Gündelik Gerçeklik mi? Uygur, N. (1985). İnsan Açısından Edebiyat. Lukacs, G. (1987). Avrupa Gerçekçiliği (Balzac- İstanbul, Remzi Kitabevi. Stendhal-Zola-Tolstoy-Gorki ve Diğerleri). 2. Basım, Çev. Mehmet H. Doğan, Vernant, J.P. & Vidal-Naquet, P. (2012). Eski İstanbul, Payel Yayınları. Yunan’da Mit ve Tragedya. Çev. Sevgi Tamgüç, Reşat Fuat Çam, İstanbul, Kabalcı Moran, B. (1994). Edebiyat Kuramları ve Eleştiri. Genişletilmiş 8. Baskı, İstanbul, Yayınevi. Cem Yayınevi. Wellek R. & Warren, A. (1983). Edebiyat Biliminin Temelleri. Çev. Ahmet Edip Nietzsche, F. (2010) Tragedyanın Doğuşu. Çev. Mustafa Tüzel, İstanbul, Türkiye Uysal, İş Raz, J. (1979). The Authority of Law. Oxford, Oxford University Press. Raz, J. (1986). The Morality of Freedom. Oxford, Clarendon Press. Robbe-Grillet, A. (1989). Yeni Roman. Çev. Asım Bezirci, İstanbul, Ara Yayıncılık. Sarraute, N. (1985). Kuşku Çağı (Roman Üzerine Bedia Kösemihal, İstanbul, Adam Yayınları. Scheler, M. (2008). Trajik Görüngüsü Üzerine. Cogito (Tragedya), Sayı: 54, Bahar, 237245. Stecker, R. (2003). Interpretation and Construction (Art, Speech, and the Law). Oxford, Blackwell Publishing Ltd. Steiner, G. (2011). Tragedyanın Ölümü. Çev. Burç İdem Dinçel, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Stravinsky, I. (2000). Altı Derste Müziğin Poetikası. Çev. Cem Taylan, İstanbul, Pan Yayıncılık. Tunalı, İ. (1983). Felsefesi, Grek Sanat ve Turizm London, Wordsworth Editions Limited. Ankara, Dost Kitabevi Yayınları. çev. Kültür Wilde, O. (2007). Epigrams of Oscar Wilde. Poole, A. (2013). Trajedi. Çev. Hakan Gür, Denemeler). Ankara, Bakanlığı Yayınları. Bankası Kültür Yayınları. Estetik’i Felsefesi). (Güzellik 3. Basım, İstanbul, Remzi Kitabevi Yayınları. Tunalı, İ. (1996). Estetik. 4. Basım, İstanbul, Remzi Kitabevi. 12