Eylül 2010 - Sayı: 154 - TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası

Transkript

Eylül 2010 - Sayı: 154 - TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası
TMMOB
İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI
İZMİR ŞUBESİ
haber bülteni
Yıl: 25 • Sayı: 154 • Basım Tarihi: 25 Ağustos 2010
İki ayda bir yayınlanmaktadır.
BAŞYAZI
Başyazı
2
YAYIN KURULUNDAN
Merhaba
4
ŞUBE'DEN
Temmuz Ağustos 2010 Etkinliklerimiz
Binlerce Mühendis ve Mimar Yalova'da
Şubemizin 17 Ağutos Yıldönümü Etkinlikleri
17 Ağustos 2010'da yapılan Anket Sonuçları
Ülkemizin Deprem Gerçeği
İMO'dan
TMMOB İKK'dan
Konutunuzun Yapı Kullanma İzni Var mı?
Deprem Hasarlarının Azaltılması
6
8
9
10
11
12
15
18
19
17 Ağustos 1999'dan 17 Ağustos 2010'a
veya Kocaeli Depremi'nden Bugüne
20
Deprem ve Yapı Denetimi
Deprem, Yangın ve Yapı Güvenliği'ne Farklı Bir Yaklaşım
Depreme Karşı Yeni Teknolojiler
Olası Bir Depremde Yüzde 30 Daha Az Can ve Mal Kaybı İçin
Deprem-Yapılar-Can Güvenliği
Deprem Sigortasından Yararlanmak
21
22
23
24
25
26
İNCELEMELER
Kolon-Kiriş Birleşimlerinin ve Birleşim Bölgelerinin Güçlendirilmesine
Yönelik Çalışmalar
28
BETON
Beton Bariyerler
32
İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ
İş Sağlığı ve Güvenliğinde Bakış Açısının Değişmesi Gerekiyor
34
VERGİ
Damga Vergisi Uygulaması
35
HUKUK
Değiştirilen Sadece Anayasa mı?
37
ÜYELERİMİZDEN
Paydos Dememek İçin…
41
Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliğinin
İnşaat Mühendisliğine Getirdikleri
42
genç -İMO
Temmuz-Ağustos 2010 genç -İMO etkinliklerimiz
Hepimizi Harekete Geçiren Aynı Soruydu
45
46
KÜLTÜR VE SANAT
Kitaplar Arasında
Tarihte Bugün: 6-7 Eylül Olayları
Mizah Köşesi
48
49
50
OYUN
Bulmaca
52
Başyazı
Tahsin VERGİN
İMO İzmir Şube Başkanı
Değerli Meslektaşlarım,
17 Ağustos1999 yılında yaşadığımız 7.4 büyüklüğündeki Gölcük merkezli Kocaeli Depremi’nin üzerinden
geçen 11 yıla baktığımızda, depremin bıraktığı izlerin
hala tazeliğini koruduğunu ve silinmediğini görmekteyiz. Depremlerin ülkemizde yarattığı felakete varan
sonuçlarını değerlendirdiğimizde, yakın bir gelecekte,
özellikle Marmara Bölgesinde, yaşama ihtimalimizin
yüksek olduğu yeni bir depreme karşı hiçte hazırlıklı
olmadığımız ortaya çıkmaktadır.
İnşaat Mühendisleri Odası olarak, ülkemizde yaşanabilecek yeni depremlerin yıkıcı etkilerini en aza
indirebilmek için kamuoyunun duyarlılığını artırmak
amacıyla yaptığımız aydınlatma ve bilgilendirme etkinliklerini, özellikle son 3 yıldır Gölcük ve Yalova’da
gerçekleştirdiğimiz “Depreme Duyarlılık Yürüyüşü” ile
geniş kitlelere iletmeye çalışmaktayız.
Ülkemiz inşaat mühendisleri olarak, 1939 Erzincan
Depreminden başlayan “Depremi ve Deprem Felaketlerini Tanıma” sürecinde bu coğrafyada olan ve olabilecek depremlerin büyüklüklerini ve yaratabileceği
hasarları iyi bilmekteyiz. Yine tekniği ve bilimi eylem
klavuzu yapmış teknik kadrolar olarak depremin toplumsal ve ekonomik hayatı yıkan etkisini “tanrının önlenemez” bir felaketi olarak görmediğimiz gibi kaderci
ve tevekkülcü bir yaklaşımımız da yoktur.
Eğitimimizin ve bilgi birikimimizin gücüne karşı, orta
büyüklükteki bir depremde bile binalarımız ağır hasar
görmekte veya çökmektedir. Hatta sadece yapım sırasında, kendi ağırlığını taşıyamayıp çöken binalarımız
vardır. Ne yazık ki istenilmeyen bu gerçeğin altında,
yapı sektörümüzün niteliği, düzeyi ve sektöre bakış
açısı yatmaktadır. Yapı Sektörü dediğimiz tanımın içinde ise; biz mühendisler ve mimarlar da dahil olmak
üzere, devletin bu konudaki yetkili kurumları, örgütlenme anlayışı ve yaptırımları, yapı denetim sistemi ve
sistemde yer alan firmalar, yerel yönetimler ve son olarak ta üretilen bu yapıları kullanan tüketiciler olarak
deprem felaketinden bire bir etkilenen yurttaşlarımız
yer almaktadır. Bütün bu felaketlere rağmen, yapı sektörü, bu sektörde yer alan tüm aktörlerce, büyük rant
getiren bir alan olarak görülmektedir. İşte bu nedenle,
yapı sektörünün örgütsüzlüğünün giderilmesi için gerekli olan yasal düzenlemeler siyasi iktidarlarca bilinçli
olarak çıkartılmamaktadır.
»» Yapı sektörünün en önemli ayağı olan müteahhitlik sistemi hiçbir kurala bağlı değildir. Bugün ticari
yasalar gereği, buğday satan bir tüccarın da yaptığı iş müteahhitliktir, yapıyı yapanın da. Dünyanın
2
Eylül 2010 - 154
hiçbir ülkesinde böylesine iç içe geçmiş bir meslek
tanımı yoktur.
»» İşin gerçek yanı yapımcı firmalar ne kadar büyük
olurlarsa olsunlar, şirket politikalarının gereği rant
elde etmek öncelikli olduğu için dayanıklı ve güvenlikli yapı yapmak onlar için daha tali olmaktadır.
»» 1950 sonrası, özellikle sermayeye ucuz işgücü sağlamak amaçlı şehirlere olan hızlı göç, şehir arazilerinin hızla değer kazanmasını getirmiştir. Bunun
sonucu, özellikle 1960 sonrası gecekondulaşmanın ve kaçak yapılaşmanın hızla artması olmuştur.
Yerel yönetimlerin yapı sektöründe tanzim edici
görevleri de bu süreçte popülist politikalarla rant
ekonomisinin bir parçası haline dönüştürmüştür.
»» Bu süreçte şehre gelen herkes istediği yerde konut
yapabilir olmuştur.
»» Yerel yönetimlerce kaçak olduğu bilinmesine rağmen, ruhsatsız yapılan tüm inşaatlara belediye
hizmetleri götürülmüştür. Elektrik-su bağlanmış,
altyapı yol ve kanal bağlantıları yapılmıştır. Bununla da kalınmamış, süreç içersinde sağlık dahil her
türlü yaşamsal ve sosyal ihtiyaçları giderecek birçok yatırım gerçekleştirilmiştir.
»» Devletin vatandaşlarına insanca yaşam hakkı tanıması ve vermesi temel görevi iken, bu yapılmayıp,
hızlı göçün bazı kesimlerde yarattığı ranta esir olunarak, çarpık kentleşmede sağlıksız ve güvensiz
yapılarda yaşayanlar çaresizlikle felaketi bekleyen
kaderci insanlar durumuna düşürülmüşlerdir.
»» Sonuçta, depreme ve doğal afetlere karşı hiçbir
güvencesi olmayan yapılarda yaşamak insanlar ve
toplum için, kaçınılmaz olarak doğal karşılanan bir
hale dönüştürülmüştür. Yani kötü yerleşim ve yapılaşma toplumca kabul edilmiştir.
Toplumumuzun önemli bir kesimi için sanki olağanmış gibi kabul edilen kaçak ve çarpık yapılaşma anlayışın kırılması, genelde bir devlet politikası olması
gerekirken, ne devletin kurumlarında ne de yerel
yönetimlerde bu konuda ciddi bir yaklaşım ve atılım
gözükmektedir. Bu durumda sorunu ana hatlarıyla ele
alıp değerlendirmek ve çözüm önerileri geliştirmek
biz mühendis ve mimarlara düşmektedir. İnşaat mühendisleri olarak bize düşen görev: depremi ve olası
sonuçlarını kavramak, yapılması gerekenleri şartname ve standartlar çerçevesinde uygulamaktır. Veya
bir başka deyişle sağlıklı ve güvenli yapı yapmak için;
tasarım-proje ve denetleme işlerini, yani mühendislik
hizmetlerini yürürlükteki şartname ve yönetmeliklerden taviz vermeden yerine getirmektir.
Başyazı
Bir diğer çalışma alanı da toplumumuzu deprem ve
güvenli yapı konusunda bilgilendirmek ve bilinçlendirmektir. Bilinçli bir tüketici olmak bu sorunun çözümüdür. Son üç yıldır yaptığımız “Depreme Duyarlılık
Yürüyüşü”nün önemi de bu amaçta yatmaktadır. Yapılan bu eylemin yöre halkı tarafından ilgi ile izlenmesi
ve değerlendirilmesi de bizler için, gelecekte bu konuda yapacağımız çalışmalar, uygulayacağımız programlar açısından önem taşımaktadır. Unutmayalım ki,
ülkelerin deprem ve diğer doğal afetler karşısındaki
örgütlülükleri uygarlık düzeylerinin de bir göstergesidir.
Değerli Meslektaşlarım,
17 Ağustos 1999 Kocaeli Depremi’nin 11. yılında,
İzmir’de olabilecek bir deprem ve sonuçlarına karşı
halkımızı uyarmak ve deprem duyarlılığını artırmak
amacıyla bir dizi etkinliği Şube olarak gerçekleştirdik.
Özellikle ilçe temsilciliklerimiz de dahil olmak üzere
116 bölgede afiş ve pankartlarla yaygın bir görsel duyuru sağladık. Yine İzmir içinde muhtarlıklarda asılmak
üzere, 380 adet muhtarlığa inşaat mühendisliğinin ve
kaçak yapı yapılmamasının önemini vurgulayan afişlerimizi astık.
Konak ve Bornova Metro istasyonları ile Karşıyaka Çarşı girişinde kurduğumuz standlarda yaklaşık 10 000
adet el broşürü dağıttık ve ilk kez vatandaşlarımızın
deprem duyarlılığını değerlendirmek amacıyla anket
çalışması yaptık. Bu anketin sonuçları ve değerlendirilmesi bültenimizin ileriki sayfalarında yer almaktadır.
Görsel ve yazılı basında, deprem ve alınacak önlemlere yönelik yazılarımızla halkımızın duyarlılığını artırmaya çalıştık.
Özellikle afiş-pankart ve bilgilendirme broşürlerinin
dağıtımını önümüzdeki süreçte daha kısa periyotlarla
yaparak, sürekli hale getirmeyi hedeflemekteyiz.
Değerli Meslektaşlarım,
12 Eylül 2010 Pazar günü “Anayasa Değişikliği Paketi”
halk oylamasına sunulacaktır. TMMOB ve Meslek Odaları olarak bu konudaki net görüşlerimizi çeşitli yazılarımızla sizlere ilettik, iletmeye de devam edeceğiz.
Ancak, görsel ve yazılı basında tam bir kaos yaratılarak, insanlarımızın doğru bilgilendirilmesi engellenmektedir. Siyasi gericiliğin ve etnik ayrımcılığın, Cumhuriyetin temel ilkelerini yıkmak amacıyla sürdürdüğü
87 yıllık mücadelesi, halk oylaması sonucu anayasada
yapılacak değişikliklerle yeni bir aşamaya taşınacaktır. Bu açıdan değişiklikleri, tek tek maddelerin incelenmesinden öte bir bütün olarak ele almalıyız. Yani
önümüze konulan resmin parçalarını değil, bütününü
görmeli ve resmi öyle değerlendirmeliyiz.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
Anayasa değişiklik paketine bir bütün olarak baktığımızda ise, siyasal gericiliğin ana hedefinin; yargı, yasama ve yürütme arasında anayasada belirlenmiş güçler
ayrılığını ortadan kaldırmak olduğunu görmekteyiz.
Ülke kaynaklarının yabancı tekellere yok pahasına
satılmasında, yasadışı özelleştirmelerde, yargı kararlarının önlerindeki en önemli engel olması, yargının
etkisiz veya iktidara bağımlı hale getirilmesi ile aşılabilecektir.
ABD emperyalistlerinin kucağında 12 Eylül askeri darbesi ile büyüyen ve güçlenen siyasal gericilik, bugüne
kadar elde ettiği mevzileri genişletmek ve kalıcı hale
getirmek için, sınır tanımaz bir saldırganlık içindedir.
Şimdiye kadar, parlamentoda, yüksek seçim barajları nedeniyle haksız olarak, elde ettikleri çoğunluğun
kararlarıyla yaptıkları kanun ve anayasal değişiklikler
bile onlara yeterli gelmemektedir.
Halkoylaması sonucunda hedefledikleri değişikliklerin kabul edilmesi, gericiliğin ve etnik ayrımcılığın siyasal başarısı olarak değerlendirilecektir. Bu sonuç; bir
yanıyla; Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmek isteyen
batı emperyalizminin, kısa bir zaman önce ortaya çıkardığı, ancak yanlış oldu diyerek geri çektiği çok devletli Ortadoğu haritalarının gerçekleşmesini hızlandıracaktır. Diğer yanıyla ise, çok daha büyük bir tehlikeli
oluşumu yaratacaktır. Yani dış güçlerin etkisi olmadığı
sürece bu coğrafyada kardeşçe yaşayan halkların birbirini düşman görmesine, her halkın karşısındakini
ırkçılığa varan şiddet, kin ve nefretle yok etmeye çalışmasına neden olacaktır.
Yine resmin bütününe bakıp değerlendirme yaparsak,
yargıyı ele geçirmeye yönelik düzenlemelerin dışında
pakette yer alan diğer değişikliklerin çoğunun şimdiye kadar yapılan kısmi değişikliklerle zaten uygulamada var olduğunu veya yasalarla güvence altına alınabilecek, alınması gereken temel hak ve özgürlüklerimize
dair olduğunu görmekteyiz. Kanunlarla güvence altına alınabilecek bu temel haklarımızı tek başına iktidar
olduğu sürede hiçbir şekilde gündeme taşımayan, tersine her demokratik eylemde çalışanları orantısız güç
kullanarak zorla dağıtan bu siyasal yapılanmanın esas
amacının hak ve özgürlükler veya 12 Eylül’den geri
kalanlarla hesaplaşmak olmadığı açıktır. Gelecek için
bizlere verebileceği hiçbir güvencesi de yoktur.
Hukuk devleti üzerinde ciddi bir tahribata yol açacak
yargı bağımsızlığını daha da olumsuz noktalara götürecek olan bu anayasa değişikliklerine “HAYIR” demek,
vatandaş olarak, kısa gelecekte demokratik bir anayasayı hayata geçirmek için yeni bir süreci de bize sağlayacaktır.
12 Eylül Askeri Darbe Anayasasına “HAYIR” dediğimiz
gibi, AKP’nin 12 Eylül Sivil Darbe Anayasasına da “HAYIR” demek bir yurtaşlık görevimizdir…
Mayıs 2010 - 152
3
Yayın Kurulundan
Merhaba,
Dünyanın son yüzyılın en sıcak günlerini yaşadığı şu
günlerde ülkemizin gündemi de en sıcak günlerini yaşamaktadır. Gerek iklimsel gerekse gündemsel
sıcak günler içerisinde Bültenin bu sayısı ülkemizin
sıcak referandum gündemi kadar önemli ancak unutulmuş görünen 17 Ağustos Marmara depreminin
yıldönümüne denk gelmektedir.
Önümüzdeki anayasa referandumuyla geleceğimizin
yönü belirlenecek ise, deprem ve diğer doğa olaylarına karşı yapacaklarımız da yaşamımızı belirleyecektir.
İnşaat mühendisliğinin medeniyetin alt yapısı olan
yapı çevresini planlama ve geliştirme bilim ve sanatı
olduğu hatırlanırsa; deprem ve diğer doğa olaylarının afete dönüşmemesi için mesleğimizin önemi bir
kez daha ortaya çıkmaktadır. Bu açıdan toplumun ihtiyacına cevap verecek kalitede hizmetler üretmenin
önemi de unutulmamalıdır.
Bu ilkeler içerisinde hareket eden meslek odamız,
deprem ve diğer doğa olaylarının doğa olayı olarak
kalması, felakete dönüşmemesi için ses çıkarmaya
devam etmektedir. Depremin yarattığı toplumsal sonuçlar konusunda kamuoyu duyarlılığını arttırmak,
hükümetin ve yerel yönetimlerin sorumluluklarını
hatırlatmak amacıyla 2008 yılından bu yana düzenlediğimiz “Depreme Duyarlılık Yürüyüşü”nün üçüncüsü
bu kez 17 Ağustos Depreminin 11. Yıldönümünde
TMMOB öncülüğünde ve Odamız yürütücülüğünde
Yalova’da gerçekleştirilmiştir.
Son dönemde yapılanlar, ülkemizin %98 inin deprem bölgesi
olduğu, konutların %67si kayıt
dışı yapılaşma olduğu gerçeğini
ve bu konudaki tüm ikazlarımızı
gözardı eden siyasilerin gerekli
tedbirleri alarak uygulamak yerine “takdiri ilahi” tespitleriyle
halkı uyutmaya devam ettiklerini, doğal birer tabiat olayı iken
afete dönüşen doğa olaylarının
yönetememe sorunundan kaynaklandığını bizlere bir kez daha
hatırlatmaya devam etmektedir. Bunun en yakın örneği ise
“Afet ve Acil Durum Yönetimi
Başkanlığı”nın Sakarya-Akyazı fay
4
Mayıs 2010 - 152
hattındaki koruma bandını 150 metreden 20 metreye
indirme kararıdır. Bu karar aynı zamanda siyasi etkilerin bilimsel ve teknik kararlar üzerindeki gücünü ve
düzeyini açıkça sergilemektedir.
Bir başka örnek ise yıllardır eksiklik ve yanlışlıklarını
açıklayıp gerekli düzeltmelerin ve düzenlemelerin
yapılması için çabaladığımız yapı denetimine ilişkin
yönetmeliktir. 07.08.2010 tarihli ve 27665 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanan Yapı Denetimi Uygulama Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelikte
yapılan değişiklikler de TMMOB’ye bağlı ilgili odaların
değerlendirme kriterleri dikkate alınmadan hazırlanmıştır. Dolayısıyla geçmişten beri gelen yanlışlıklar
aynen dururken bazı yanlış uygulamaya neden olacak değişiklikler de mevcuttur. Konuya ilişkin söylenecekler ve yapılması gerekenler ne yazık ki bu sayfaya sığamayacak kadar çok ve kapsamlıdır. Bültenin
diğer sayfalarında konuya ilişkin açıklamaları görebilirsiniz. Ancak Yapı denetiminin aslında “kamusal bir
hizmet olduğu” gerçeğini bir kez daha vurgulamak
gerekmektedir.
Son dönemde Hükümetin ülkenin demokrasi mücadelesinin temsilcisi imajıyla, ‘darbe karşıtlığı’ söylemi
ile ortaya çıkarak, yaptığı operasyonların ve dolayısıyla ortaya sundukları anayasa değişikliğinin de; samimiyetsizlik örneği olduğu ve kuşkulu niyetlerinin
aslında muhaliflerini sindirme operasyonu olduğu
ortaya çıkmıştır. Bu operasyonun, darbeleri, gaspları
Yayın Kurulundan
ve her türlü menfaat çetelerini sürekli olarak yaratan
sistemi ortadan kaldırma operasyonu değil, aksine,
aslında sistemin bir ürünü olan ancak mevcut iktidarla bir biçimde çatışan oluşumların tasfiyesine yönelik
olduğu da ortaya çıkmıştır. Böyle operasyonlardan
demokrasi değil, olsa olsa şirket sahiplerinin el ve
isim değiştirmesinin ortaya çıktığı görülmüştür.
Öte yandan Anayasa değişiklikleri mevcut siyasal iktidarın mutlaklaştırılması ve dolayısıyla kamu varlıkları
ve ülkenin pazarlanması ile satışı önündeki hukuki
engellerin kaldırılmasının amaçlandığı; iktidar partisine anayasal denetimden uzak yasama ve yürütme
gücü sağlamaya yönelik olduğu siyasal iktidarın referandum “satış” mitinglerindeki söylem ve tavırlarında
bir kez daha gözler önüne serilmiştir.
• Anayasalar toplumsal mutabakat metinleridir,
ortak yaşam belgeleridir. Bu nedenle de dayatmayla değil toplumsal uzlaşmayla hazırlanma ve
toplumsal ihtiyaçlara cevap verir nitelikte olması
gereklidir. Referanduma götürülen anayasa bunu
sağlamadığı için,
• Eşitlikçi, özgürlükçü bir anayasa ancak demokratik katılımın bütün kanalları açılarak yapılabilir. Bu
ise demokratik katılım olanaklarının önünü açmak üzere başta yüzde onluk seçim barajı, siyasi
partiler ve seçim yasaklarının ortadan kaldırılması
ile olanaklıdır. Referanduma götürülen anayasa
bunu sağlamadığı için,
• Mevcut 12 Eylül Anayasasının geçici 15. maddesinin kaldırılıyor olması 12 Eylül ruhunu geride
kalan maddelerde yok etmemektedir. Bu nedenle
referanduma götürülen anayasa 12 Eylül anlayışının özüne dokunmadığı, Anayasa’nın toplumu tahakküm altında tutan, baskıcı ve antidemokratik
özünü koruduğu ve dolayısıyla 12 Eylül ve sahipleri ile hesaplaşmayı sağlamayacağı için,
• Demokrasi ve çağdaş demokratik toplum olmanın ön şartı olan örgütlenme önündeki kısıtlamalar kalkmadığı, çalışanların, kamu çalışanlarının
örgütlenme özgürlüklerine kısıtlama kalkmadığı,
dokunulmazlık zırhı kaldırılmadığı için,
• Hukuksal konularda yapılmak istenilen değişikliklerle demokratikleşmenin sağlanmasından çok
mevcut siyasal iktidarın her türlü denetimden
kaçmasının önlemleri olacak değişiklikleri kapsadığı için,
12 Eylül Anayasasına da, onun bir devamı olan
AKP anayasasına da “HAYIR” diyoruz.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
Geleceğimizi belirleyeceğimiz böyle bir anayasa değişikliğinde oy kullanmak yurttaşlık görevidir. Çünkü
katılımın azlığı sonucu, değişiklikler toplumsal huzurumuzu, özgürlük ve haklarımızın geleceğini belirleyecektir. Çeşitli nedenlerle oy kullanmaya gitmeyenler geleceği için söz söyleme hakkını da kaybetmiş
olacaktır. Biz yurttaşlar olarak, göstermelik demokrasi söylemlerine kanmadan bir seçim yapmalı ve oy
kullanmalıyız. O halde bu seferki anayasa değişikliği
paketine yine bir 12 Eylül’de HAYIR demek yurttaşlık
görevi olmaktadır.
Her türlü engellere rağmen ödün vermeden, doğruları savunmaktan geri durmayan, birikimlerini toplumun yararına kullanma şiarını yaşama geçirme hedefinden sapmayan “demokrasi ve toplum için bir ses,
mesleğimiz ve meslektaşımız için bir nefes” olmayı
başarabilen bir örgüt için, Ülkemiz, mesleğimiz ve
meslektaşımız için daha etkin, daha üretken, daha
dinamik çalışmak gerekliliği önümüzde bir görev olarak durmaktadır.
Sevgilerimizle.
Eylül 2010 - 154
5
Şubeden
1 Temmuz 2010
Kabotaj Bayramı etkinlikleri kapsamında Gemi Mühendisleri Odası İzmir Şubesi tarafından düzenlenen İzmir
Kayıkları Yarışı ile Kartondan Tekneler Yarışı’na Şubemiz
genç-İMO üyeleri katıldılar. TMMOB İzmir bileşenlerinin
yer aldığı etkinliklere TMMOB Başkanı Mehmet SOĞANCI
katılarak yarışmacılara ödüllerini verdi.
İzmir Kayıkları Yarışında Şubemiz adına katılan genç-İMO
üyelerimiz ikincilik ödülünü kazandılar.
08 Temmuz 2010
Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümünün Fuar Açıkhava Tiyatrosunda yapılan
2009–2010 Öğretim yılı Mezuniyet Törenine Şube Başkanı Tahsin VERGİN, Sekreter Üye Ayhan EMEKLİ ve Yönetim Kurulu Üyesi Sadık Can GİRGİN katıldılar. Törende İnşaat Mühendisliği Bölümünün ilk üç dereceye giren genç
meslektaşlarımıza Şubemizce başarı ödülleri verildi.
4 Temmuz 2010
2 Temmuz 1993 tarihinde 35 aydın, yazar, sanatçının ve 2
otel görevlisinin hayatını kaybettiği Sivas Katliamının 17.
yılında TMMOB İzmir İKK olarak Tepekule Kongre Merkezinde düzenlenen “SİMURG-Sivas Katliamının Belgesel
Oyunu” adlı eser sahnelendi. Tiyatro gösterimine yaklaşık
250 kişi katıldı.
6 Temmuz 2010
Dokuz Eylül Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat
Mühendisliği Bölümünün Fuar Açıkhava Tiyatrosunda yapılan 2009–2010 Öğretim yılı Mezuniyet Törenine
Şube Başkanı Tahsin VERGİN, Sekreter Üye Ayhan EMEKLİ, Sayman Üye Ali Fuat GÜNAK ve Yönetim Kurulu Üyeleri Necati ATICI ile Sadık Can GİRGİN katıldılar. Törende İnşaat Mühendisliği Bölümünün ilk üç dereceye giren genç
meslektaşlarımıza Şubemizce başarı ödülleri verildi.
07 Temmuz 2010
TBMM Genel Kurulunda kabul edilen 6001 sayılı “Karayolları Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” hakkında İnşaat Mühendisleri Odası tarafından tüm İMO Şubelerinde bir basın açıklaması yapıldı.
7 Temmuz 2010 tarihinde Şubemizde yapılan basın toplantısında Şube Yönetim Kurulu Başkanımız Tahsin Vergin, konuyla ilgili basın açıklamasını okudu.
6
Eylül 2010 - 154
Mezun olan ve dereceye giren meslektaşlarımıza;
“Öğrencilik hayatınızda göstermiş olduğunuz başarıyı,
meslek hayatınızda ve tüm yaşamınızda göstermenizi dileriz, ARAMIZA HOŞGELDİNİZ” diyoruz.
12 Temmuz 2010
7-8-9 Ekim 2011 tarihlerinde İzmir’de düzenleyeceğimiz
8. Beton Kongresi Düzenleme Kurulu Toplantısı Şubemizde gerçekleştirildi. Prof. Dr. Kambiz RAMYAR başkanlığında yürütülen toplantıya İstanbul Şubemizden Düzenleme Kurulu üyeleri de katılım sağladı.
13 Temmuz 2010 Salı
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı İzmir İl Müdürlüğü ile ortaklaşa düzenlediğimiz ve eğitmen, üyemiz Osman ÇINARLI tarafından verilen “İnşaat Ustaları İçin Proje Okuma, Kalıp Hazırlama, Demir Bağlama ve Beton” kursumuz
başladı. Kursa katılan 35 usta yapılan sınavla sertifikalarını aldılar.
Şubeden
24 Temmuz 2010
İMO 42. Dönem ilk Şubelerarası toplantısı Ankara’da yapıldı. Toplantıya Yönetim Kurulu Sekreter Üyemiz Ayhan
EMEKLİ ile Yönetim Kurulu Üyemiz Necati ATICI katıldılar. Toplantının ayrıntıları bültenimizin İMO’dan sayfalarında yer almaktadır.
12 Ağustos 2010
12 Eylül’de Anayasa değişikliğiyle ilgili yapılacak Referandum hakkında TMMOB İzmir İKK tarafından yapılan
basın açıklamasına katıldık. Basın açıklaması İKK’dan
sayfalarımızda yer almaktadır.
23 Ağustos 2010
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı İzmir İl Müdürlüğü görevine yeni atanan meslektaşımız Sn. Mehmet GÖKARSLAN’ı
Şube Yönetim Kurulu üyeleri olarak ziyaret ettik. Çeşitli
mesleki sorunlarımızı değerlendirdiğimiz bu ziyaretimizde, özellikle, Yapı Denetim Sisteminde görülen
eksikliklerin ve hataların giderilmesinde İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi olarak üzerimize düşen görevlerde yardımcı olacağımızı dile getirdik.
Şube Yönetim Kurulu olarak meslektaşımız Sn. Mehmet
GÖKARSLAN‘a yeni görevinde başarılar dileriz.
16 Ağustos 2010
17 Ağustos Depreminin yıldönümünde TMMOB İzmir
İKK tarafından yapılan basın açıklamasına katıldık. Basın
açıklaması İKK’dan sayfalarımızda yer almaktadır.
17 Ağustos 2010
- 17 Ağustos Kocaeli Depreminin yıldönümünde
TMMOB tarafından Yalova ve Gölcük’te düzenlenen
Depreme Duyarlılık Yürüyüşü’ne katıldık. Yürüyüşle ilgili
ayrıntıları Bültenimizin diğer sayfalarında bulabilirsiniz.
- 17 Ağustos depreminin yıldönümünde Şubemiz tarafından broşür dağıtımı, afiş asma ve anket çalışmaları
yapıldı.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
Eylül 2010 - 154
7
İMO’dan
BİNLERCE MÜHENDİS VE MİMAR YALOVA’DA
“UNUTMADIK, UNUTTURMAYACAĞIZ” DİYE HAYKIRDI
11 yıl önce yaşanan ve binlerce kişinin yaşamını yitirdiği 17 Ağustos 1999 Marmara depreminin yıldönümünde binlerce mühendis ve mimar depremin yaşandığı yerlerden biri olan Yalova’da buluştu ve hep bir
ağızdan “Doğa olaylarının ‘afete’ dönüşmesi ülkemizin
ve halkımızın kaderi değildir! Olmamalıdır!”diye haykırdı.
TMMOB tarafından düzenlenen ve yürütücülüğünü
İMO’nun yaptığı “TMMOB Depreme Duyarlılık Yürüyüşü” 16-17 Ağustos 2010 tarihlerinde Yalova ve İzmit
kent merkezinde gerçekleştirildi. TMMOB’ye bağlı
Odaların destek verdiği yürüyüşe, tüm İMO şubelerinden binlerce mühendis ve genç-İMO üyeleri katıldı.
Gece boyunca sürecek olan Yürüyüş etkinliklerinin
öncesinde basın toplantısı düzenleyen İMO Yönetim
Kurulu Başkanı H. Serdar Harp, Türkiye’deki yapı stokunun büyük sorunlarının olduğunu söyledi. Harp,
1999 depreminden bu yana, güçlendirilmesi gereken
binaların sadece yüzde 1’inin güçlendirildiğini belirterek söz konusu bu duyarsızlık ve politikasızlığın
devam etmesi halinde ödenecek bedelin çok büyük
olacağını kaydetti.
Bulundukları illerden otobüslerle Yalova’ya gelen
mühendis ve mimarlar, Yürüyüş etkinliklerinin ilki
için depremde yaşamını yitirenlerin isimlerinin yazılı olduğu Deprem Anıtı’nda buluştu. TMMOB üyeleri
buradan “TMMOB Depreme Duyarlılık Yürüyüşü” pankartı ile saat 21:30’da kent merkezine doğru slogan ve
alkışlarla yürüyüşe geçti. Katılımcıların “Unutulmayan
Unutkanlığımız Deprem” yazılı siyah tişörtler giydiği
yürüyüş boyunca “Depreme inat yaşasın hayat”, “Deprem değil ihmal öldürür”, “AKP uyuma önlemini al” sloganları atıldı.
Depreme Duyarlılık Yürüyüşüne katılan ve Şubemiz tarafından açılan standlarda görev alan üyelerimize ve genç-İMO
üyelerine Şube Yönetim Kurulu olarak teşekkür ederiz.
8
Eylül 2010 - 154
Şubeden
ŞUBEMİZİN 17 AĞUSTOS KOCAELİ DEPREMİ
YIL DÖNÜMÜ ETKİNLİKLERİ
17 Ağustos 1999 Kocaeli Depremi’nin 11 yılında,
İzmir’de olabilecek bir deprem ve sonuçlarına karşı
halkımızı uyarmak ve deprem duyarlılığını artırmak
amacıyla bir dizi etkinlik gerçekleştirdik. Özellikle ilçe
temsilciliklerimiz de dahil olmak üzere 116 bölgede
afiş ve pankartlarla yaygın bir görsel duyuru yapıldı.
Yine İzmir içinde muhtarlıklarda asılmak üzere, 380
adet muhtarlığa inşaat mühendisliğinin ve kaçak yapılaşma yapılmamasının önemini vurgulayan afişlerimizi astık.
Konak ve Bornova Metro istasyonları ile Karşıyaka Çarşı girişinde kurduğumuz standlarda yaklaşık
10.000 adet el broşürü dağıttık ve ilk kez vatandaşlarımızın deprem duyarlılığını değerlendirmek amacıyla bir anket çalışması yaptık. Görsel ve yazılı basında,
deprem ve alınacak önlemlere yönelik yazılarımızla
halkımızın duyarlılığını artırmaya çalıştık.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
Eylül 2010 - 154
9
Şubeden
17 AĞUSTOS 2010’da YAPILAN ANKET SONUÇLARI
Abdullah İNCİR
İnşaat Mühendisi
17 Ağustos 1999 Kocaeli Depremi’nin 11 yılında
gerçekleştirdiğimiz “Depreme Duyarlık” etkinliklerinden biri
olarak kentimizin çeşitli yerlerinde pankart ve afişler astık.
Karşıyaka çarşı girişinde, Konak Metro İstasyonu çıkışı ile
Bornova Metro istasyon çıkışı önlerinde açtığımız standlarda,
Afet ve Deprem Bilincini Yaygınlaştırma ve Yapı Stoğunu
İyileştirme Komisyonu ile Basın ve Halkla İlişkiler
Komisyonlarının üyeleri görev alarak, halka deprem broşürü,
İMO amblemli şapka ve düdük dağıttılar. Ayrıca durumu
müsait olan vatandaşlarımızın hazırladığımız ankete
katılmalarını sağladılar. 17 Ağustos Kocaeli Depremi hakkında
çeşitli soruları cevapladılar.
Anketimize 392 vatandaşımız katıldı. Aşağıda, hazırladığımız
anket sorularına verilen cevapları yorum yapmadan
üyelerimizle paylaşmak istedik.
HANGİ SEMTTE OTURUYORSUNUZ?
Karşyaka
Bornova
Konak
: % 30
. % 25
: % 15
Buca
Karabağlar
Bayrakl
:%8
:%5
:%5
Kemalpaşa
Balçova
Diğer İlçeler
:%5
:%1
:%9
OTURDUĞUNUZ BİNA KAÇ YAŞINDA?
1-5
: %7
10-15
: %22
20-30
: %18
40-50
: %6
5-10
: %11
15-20
: %23
30-40
: %10
50 ve üstü
: %3
BİNANIZDA ÇATLAKLAR VAR MI?
Evet
: % 25
Hayr
:% 75
OTURDUĞUNUZ EVİN DEPREME DAYANIKLI OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYOR MUSUNUZ?
Evet
: % 25
Hayr
:% 75
İNŞAAT MÜHENDİSİNDEN EVİNİZLE İLGİLİ BİLGİ ALDINIZ MI?
Evet
: % 26
Hayr
:% 74
İNŞAAT MÜHENDİSLİĞİNİN VERDİĞİ HİZMETTEN NE ANLIYORSUNUZ?
Projeci
: % 50
Şantiyeci
:% 25
Yüklenici
:%25
BİNANIZLA İLGİLİ ÖNLEM ALMAYI DÜŞÜNÜYOR MUSUNUZ?
Evet
: % 75
Hayr
:% 25
DAHA ÖNCE BÜYÜK BİR DEPREM YAŞADINIZ MI?
Evet
: %55
Hayr
:% 45
YAŞADIYSANIZ NE HİSSETTİNİZ? (En çok söylenen ortak duygular)










Korku, ac, panik endişe
Anlatlamayacak bir duygu
Anlatmak mümkün olsa… kelimeler yetersiz
Bir an önce ailemi kurtarmak
Ölüme çok yaklaştğmz hissettim
Depreme karş hiçbir önlem almadğm fark ettim
Can ve mal endişesi
Onu yaşayan bilir
Hayatn bir anlk olduğunu, parann bu hayat getiremeyeceğini anladm
Boşluk hissediyorum
DEPREM ANINDA NEREYE SIĞINMAK İSTERDİNİZ?



Sğnağa
Masa, karyola, ranza altna
Dşarya çkmak isterim
10 Eylül 2010 - 154



Yaşama üçgeni oluşturabilecek bir yere
Kolon dipleri ve kiriş altna
Kap altlarna



Köşelere
Stadyuma
Üst katlara, çatya
Şubeden
17 AĞUSTOS DEPREMİ AYNI ŞİDDETTE İZMİR’DE YAŞANSAYDI SİZCE NASIL SONUÇLANIRDI?
















Çok kötü olurdu
Felaket
Bence İzmir yerle bir olurdu çünkü, binalarn yeterince sağlam olmadğ kansndaym
Gölcük’teki sonuçlara yakn sonuçlar olurdu
Daha fazla hasar olurdu
Düşünmek bile istemiyorum
Kayp oran daha yüksek olurdu (can ve mal)
O zamanki gibi kayplar verilmez belki ama kötü olurdu
Hiçbir alana yardm ulaşamazd
İstanbul’dan daha kötü olurdu
Özellikle Buca gibi eski evlerin olduğu semtlerde çok kayp verilirdi
Yerle bir olurdu. Çok kaçak bina var (eski bina ve kontrolsüz bina çok)
% 30 – 40 hasarl
% 70 kullanlmaz hale gelirdi
Karşyaka bence sular altnda kalrd
Daha az olurdu, denetim var.
DEPREM DENDİĞİNDE İLK AKLINIZA GELEN KURUM HANGİSİDİR?
1.
2.
3.
4.
5.
Kzlay
AKUT
Rasathane (Kandilli)
Afet İşleri Md.
İMO
6.
7.
8.
9.
10.
DASK
Valilik
Belediye
Sağlk Kuruluşlar
İtfaiye
11. AKS
12. Ahmet Mete Işkara
13. TV, Radyo
ÜLKEMİZİN DEPREM GERÇEĞİ
• Ülke topraklarımızın %92’si çeşit-
•
•
•
•
•
•
li büyüklükte olabilecek deprem
tehlikesi ile karşı karşıyadır,
Nüfusumuzun %95’i deprem riskli
bölgelerde yaşamaktadır,
Büyük sanayimizin %98’i, barajlarımızın %92’si deprem bölgelerinde
bulunmaktadır,
Kocaeli Depreminin çeşitli boyutuyla etkisinde kalan, İstanbul,
Kocaeli, Bursa, Sakarya, Eskişehir ve Çanakkale illerimiz ülke
ekonomisinin %35’ini, sanayinin
%45’ini, ticaretin ise %35’ini gerçekleştirmektedir. Devlet İstatistik
Enstitüsü’nün (DİE) rakamlarıyla
bu 6 il içersinde sadece İstanbul’un
Gayri Safi Yurtiçi Hasılası (GSYH)
%23 düzeyinde olup, Türkiye mali
sektörünün %35’ini barındırmaktadır.
Ülkemizde, her 1,5 yılda şiddetli bir
deprem, her 3 yılda çok şiddetli bir
deprem ve her 35-40 yılda ise yıkıcı
bir deprem meydana gelmektedir,
Son 100 yılda, can kaybının 1000
kişiyi aştığı ve büyüklükleri 6,7 ile
7,9 arasında değişen depremlerin
sayısı 12’dir.
1903 Malazgirt Depreminden günümüze meydana gelen toplam
192 hasar yapıcı deprem nedeniyle yaklaşık 100.000 kişi ölmüş ve
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
650.000 konut yıkılmış ya da hasar
görmüştür.
• Ülkemiz,
»» Richter ölçeğiyle 5,5’in üzerinde
meydana gelen deprem sıklığı
ile dünyada altıncı,
»» Afet nedeniyle yılda ölen 950
kişi sayısı ile dünyada üçüncü,
»» Yıllık ortalama 2.745.757 kişilik
afete maruz nüfus sayısı ile dünyada sekizinci,
»» Afete maruz milyon nüfus başına ölen 346 kişi sayısı ile dünyada dördüncü sırada yer almaktadır.
• Ülkemizde,
»» Konutların %38’inin inşaat yapım ruhsatı bulunmamaktadır,
»» İstanbul, Ankara, İzmir, Adana,
Mersin gibi aşırı göç alan şehirlerimizde konutların %40’ı kaçak
ya da ruhsatsızdır.
»» Bina stokumuzun %10’unun yenilenmesi, %30’unun onarılması
gerekmektedir.
»» Konutlarımızın % 40’ı ise oturulabilir durumda değildir.
• 1999 Kocaeli Depremlerinde Resmi
Kayıtlara göre:
»» 17.480 yurttaşımız yaşamını yitirdi,
»» 43.953 yurttaşımız yaralandı,
»» 505 yurttaşımız sakat kaldı,
»» 285.211 konut ve 42.902 işyeri
hasar gördü,
• 1999 Kocaeli Depremlerinde Resmi
Olmayan Bilgilere göre ise;
»» Yaklaşık 50.000 yurttaşımız hayatını kaybetti,
»» 100.000 civarında yurttaşımız
ağır ve hafif olarak yaralandı.
»» Çöken bina sayısı 133.683’tür.
»» Evsiz kalan yurttaşımızın sayısı
600.000’dir.
»» Değişik düzeyde olmak üzere
depremden etkilenen yurttaş
sayımız 16.000.000’dur.
»» Kocaeli Depremlerinin ülke ekonomisine olumsuz etkisi yaklaşık
20 milyar dolardır.
Bu değerleriyle Marmara Depremi ülkemizi derinden etkileyen en önemli
olaylardan biri olmuştur. Ayrıca büyüklük, etkileme alanı ve ortaya çıkardığı maddi ve manevi kayıplar açısından da son yüzyılın en büyük depremlerinden biridir.
NE YAZIK Kİ;
Depremin yarattığı maddi hasarı aza
indirgemek felakete uğramış ve evsiz
kalan yurttaşlarımıza yardım edilmesi
amacıyla toplanan vergi ve yardımların yaklaşık 20 milyar doları ise Ülkemizin IMF’ye olan borcunu ödemek
için kullanılmıştır.
Eylül 2010 - 154 11
İMO’dan
İŞÇİ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİ KONUSUNDA ISRARCIYIZ
İMO Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Harp’in İş Kanunu’nda yer alan çeşitli hükümlerde değişiklik yapan yasal düzenlemelerle
ilgili yaptığı basın açıklaması. 04.08.2010
İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda İş Kanunu’nda yer
alan çeşitli hükümlerde değişiklik yapan yasal düzenlemeler, emek ve meslek örgütlerinin tüm karşı çıkışına
rağmen, 1 Ağustos 2010 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi.
Her gün bir yenisini duyduğumuz iş kazaları ülkemizin
en önemli sorunlarından birisi haline gelmişken, eski
mevzuatın bile gerisinde hükümler içeren bu yasa değişikliğini anlamak mümkün değildir. Görünen o ki,
yasa değişikliğinin yegâne amacı, TMMOB ve TTB gibi
meslek örgütlerini İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği sürecinden dışlamak, bu alanı tamamen piyasaya açmaktır.
AKP Hükümeti, 2003 yılında yürürlüğe giren 4857 sayılı İş Kanunu’nun ilgili maddeleri gereğince TMMOB ve
TTB’nin önerileri doğrultusundaki uygulamaları hayata
geçirmek yerine, meslek örgütlerini devre dışı bırakmayı
tercih etmiştir.
İşçi sağlığının ve iş güvenliğinin sağlanması, her şeyden
önce kamusal bir sorumluluktur ve bu alanın düzenlenmesinde kamusal fayda esas alınmalıdır. Kamu kurumu
niteliğindeki meslek kuruluşları olan TMMOB ve TTB’nin
kendi uzmanlık alanlarındaki birikim, sorumluluk ve yetkilerinin görmezden gelinerek, bu ki birliğin yetki ve so-
rumluluklarının ticari kurumlara devredilmesi, kamusal
fayda anlayışıyla örtüşmemektedir.
Yeni yasa, iş güvenliği alanını piyasalaştırmasının yanı
sıra, getirdiği “iş güvenliği uzmanı” tanımlamasıyla, mühendisler ile diğer teknik elemanları aynı kategori altında eşitlemektedir. Bu durum, iş güvenliğinin sağlanması
konusunda sakıncalı sonuçlar doğuracaktır.
AKP Hükümeti, özelleştirme ve piyasalaştırmayı her
derdin devası olarak görmektedir. Bu neo-liberal bakış
açısının acı sonuçları, tüm toplumumuzu olumsuz etkilemektedir. Kamusal faydanın yerine, özel çıkarın ve
karlılığın getirilmesi, telafisi mümkün olmayan sonuçlar
yaratmaktadır. Bu zihniyetin en çarpıcı sonucu özelleştirilen ve taşeronlaştırılan sektörlerde yaşanan iş kazalarındaki büyük artıştır. AKP Hükümetinin bu kazaları
önlemek yerine, iş güvenliği alanının kendisini piyasalaştırması bizleri çok daha kötü günlerin beklediğinin
göstergesidir.
Kamusal sorumluluklarının bilincinde olan bir meslek
odası olarak konunun peşini bırakmayacağımızı ve bu
konudaki hukuki girişimlerimizi sürdüreceğimizi kamuoyunun bilgisine sunarız.
İMO ŞUBELER ARASI TOPLANTI GERÇEKLEŞTİRİLDİ
İMO Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Harp’in İş Kanunu’nda yer alan çeşitli hükümlerde değişiklik yapan yasal düzenlemelerle
ilgili yaptığı basın açıklaması. 04.08.2010
42. Dönem Şubeler arası ilk toplantımız, Yönetim Kurulu
üyelerimiz ile şubelerimizin yönetim kurulu başkanları
ve sekreter üyelerinin katılımıyla 24 Temmuz 2010 tarihinde Ankara’da gerçekleştirildi. Serbest İnşaat Mühendisliği Yönetmeliği Uygulama Esasları Taslağı hakkında
fikir alışverişinde bulunmak amacıyla gerçekleştirilen
toplantı, Yönetim Kurulu Başkanımız Serdar Harp’in yaptığı açılış konuşmasıyla başladı. Serdar Harp konuşmasının ilerleyen bölümlerinde,
Odamızın toplumsal sorumluluklarının en önemli ifadelerinden biri olan yapı güvenliği konusundaki en ileri
düzenlemelerden birisi olan Serbest İnşaat Mühendisliği Yönetmeliği konusuna değindi. 2006 yılında uygulamaya giren yönetmeliğin yarattığı olumlu sonuçları
sıralayan Harp, bu konudaki yasal sürece de değindi.
SİM Yönetmeliğinin bazı maddelerinin 2009 yılında yürütmelerinin durdurulması üzerine yapılan değişikliklerden bahseden Harp, uygulamayı mükemmelleştirmek
için hayata geçirilmesi gereken esaslara dair hazırlanan
taslak üzerine tüm şubelerimizin görüşlerini almak istediklerini ifade etti.
12 Eylül 2010 - 154
Açılış Konuşmasının ardından toplantıya katılanlan SİM
Yönetmeliği Uygulama Esasları üzerine öneri ve eleştirilerini dile getirdiler. Şubemizin bu konudaki görüşleri,
Yönetim Kurulu Sekreter üyemiz Ayhan EMEKLİ ve Yönetim Kurulu Üyemiz Necati ATICI tarafından dile getirildi.
İMO’dan
YAPI DENETİMİ UYGULAMASININ TÜM ÜLKEYE YAYGINLAŞTIRILMASI;
GÖSTERMELİK OLMAKTAN UZAK, ETKİN, YAYGIN, UYGULANABİLİR,
İZLENEBİLİR BİR SİSTEM İLE HAYATA GEÇİRİLMELİDİR.
Yapı Denetim Yasası ile ilgili, İnşaat Mühendisleri Odası, Makina Mühendisleri Odası ve Mimarlar Odası tarafından yapılan
ortak açıklama. 11.08.2010
2001 yılında Meslek Odalarımızın, oluşturulacak yeni sisteme ilişkin kaygılarına ve sistemin sağlıklı işlemesine yönelik görüş ve önerilerine rağmen yasalaşan ve sadece 19
pilot ilde uygulandığı için yoğun eleştirilere neden olan
4708 sayılı Yapı Denetim Yasası, Bakanlar Kurulu Kararı ile
1 Ocak 2011’den itibaren 81 ilin tümüne yayılacaktır. Bu
karar, depremselliği ve sorunları aynı olan bir coğrafyada
iki farklı sistem uygulamasına son vermesi bakımından ilk
bakışta olumlu görünmekle birlikte, yasanın eksik, yanlış,
aksayan ve uygulanamayan yanlarının ilgili tarafların görüşlerine başvurularak yeniden düzenlenmesi gerekliliği,
yasa hedefleri açısından yaşamsal önem taşımaktadır. 2001
yılında yasalaşma sürecinde ifade edildiği üzere, mevcut
yasada mesleki yeterlilik, eğitim, belgelendirme, izlenebilirlik, denetim mekanizmasının etkin ve yaygınlığı ve kamu
yapılarının denetim dışı kalması gibi çok önemli eksiklikler
bulunmaktadır. Ayrıca yürürlükteki diğer yasa hükümleriyle çelişkiler de bulunmaktadır.
Nüfusunun yüzde 98’i deprem tehlikesi altında yaşayan ülkemizde konutların % 67’si kaçak ya da ruhsatsızdır. Bina
stokunun % 40’ı oturulabilir durumda değildir. Fakat mevcut Yasa, 3194 sayılı İmar Yasasının 26. maddesinde belirtilen kamu yapı ve tesisleri ile 27. maddede belirtilen ruhsata tabi olmayan yapılar ve bodrum kat hariç tek parselde
bulunan ve 200 m²’i geçmeyen iki katlı müstakil yapıları
kapsam dışında bırakmıştır. Bu noktada ülkemizde son dönemlerde yaşanan büyük depremlerde kamu yapılarının en
az özel yapılar kadar zarar gördüğü gerçeği gözetilmelidir.
17 Ağustos Marmara Depreminde ve 1 Mayıs 2003 Bingöl
Depreminde yıkılan kamu binaları ve buralarda kaybettiklerimiz belleklerimizde acı izlerini halen korumaktadır.
Bu yaşamsal gerçeklerden hareketle önemle belirtmek
isteriz ki; Yapı Denetimi, kent planlamasından başlayarak,
yapıya ilişkin tasarım projeleri ile inşaatın imalat sürecini
kapsayan bir bütündür. İnşaat süreci ise, yapının oturacağı
zeminin etüdü ile başlar, hazırlanan plan ve projelerin İmar
Kanunu ve Yönetmeliklerine, teknik şartname ve kurallara
ilişkin mevzuat ile TMMOB’ye bağlı ilgili Odaların Yönetmelik, Yönerge ve Çizelgelerine uygun olarak üretilip üretilmediğinin denetimi ile devam eder.
Bu açıdan Yasanın temel eksiği, mühendislik mimarlık hizmetlerinin mesleki yeterlilik, eğitim, belgelendirme ve denetleme boyutlarını içermemesi ve birçok kez eleştirdiğimiz “imzacılık” yaklaşımına ortam yaratılmasıdır.
07.08.2010 tarihli ve 27665 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Yapı Denetimi Uygulama Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelikte yapılan değişiklikler de
TMMOB’ye bağlı ilgili odaların değerlendirme kriterleri dikkate alınmadan hazırlanmıştır.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
Süresi 5 yıl olan Yapı Denetçiliği ve Proje Denetçiliği Belgesinin geçerli olduğu süre içinde meslek içi eğitimlerin sürekli hale getirilmesi ve eğitim programlarının Bakanlık ile
TMMOB’ye bağlı ilgili Odaların ortak çalışması ile belirlenmesi için 2006–2007 yıllarında Bakanlık ile bizlerin koordineli olarak hayata geçirdiği eğitim çalışmasının devamının
getirilmemiş olması ve bu konunun yasada hüküm altına
alınmaması önemli bir diğer eksikliği oluşturmaktadır.
Yapı denetim sisteminin önemli temellerini oluşturan yapı
sigortası ve mesleki sorumluluk sigortası da bu süreçte bir
türlü uygulamaya geçirilememiştir.
Yine yapı denetim sürecinde tanımlanan şantiye şefliği uygulanabilir olmaktan uzak, mühendis ve mimarların imzalarıyla geçiştirilen bir uygulamaya dönüşmüştür.
Yasaya göre yapı denetim kuruluşlarının yapı sahipleri tarafından belirlenmesi gerekirken, uygulamada müteahhitler
öne çıkmakta, bu durum haksız rekabet koşullarına neden
olmakta, bağımsız bir yapı denetim sisteminin oluşmasının
koşulları en başta yok olmaktadır.
Çözüm Önerileri
Yukarıdaki tespitler ışığında yasal, yönetsel ve uygulamaya
dönük köklü değişikliklere ihtiyaç duyulmaktadır. Aşağıda
imzası bulunan meslek odaları olarak önerilerimizi kamuoyunun dikkatine sunuyoruz.
1- Yapı denetiminde meslek odalarının sürece daha etkin
katılımını sağlayacak yeni bir planlama, tasarım, üretim
ve denetim süreci modeline ihtiyaç vardır. 4708 Sayılı Yapı
Denetim Yasası ile 3194 Sayılı İmar Yasası ve bağlı ikincil
mevzuatın bu model esas alınarak yeniden düzenlenmesi
gerekmektedir.
2- Yapı Denetiminin anahtarı “Mesleki Denetim”, onun olmazsa olmaz koşulu da TMMOB’ye bağlı meslek odalarının
yürüttüğü “Yeterlilik ve Belgelendirme” faaliyetleridir. Bu
nedenle yapı denetimi ile ilgili kamusal yapılanmalarda
TMMOB’ye bağlı ilgili Odaların görev, yetki ve sorumlulukları tanımlanarak temsilleri sağlanmalıdır. Denetçi Belgelerinin verilmesi ve takibi TMMOB’ye bağlı Odalar tarafından yapılmalı, yapı denetimi mekanizmasında yer alan
meslektaşların sicillerinin tutulması ve meslek içi eğitimler
TMMOB’ye bağlı ilgili Odalarca yapılmalıdır.
3- Bütün kamu yapıları yasa kapsamına alınmalıdır. TOKİ,
KİPTAŞ ve benzeri kuruluşların inşaatlarının denetimi, yapı
denetim sistemi içerisine dahil edilmelidir.
4- Yapı denetim kuruluşlarının denetimi ve ceza sisteminde
halen uygulanmakta olan yöntem sorunludur. Doğrudan
kapatma yerine sistemin daha doğru işleyişini sağlayacak
para cezalarını da kapsayan kademeli yaptırımlar uygulanEylül 2010 - 154 13
İMO’dan
malıdır.
5- Yapı üretimi düzeninin asli öğelerinden olan müteahhitliğin tanımı netleştirilmeli yapı ile ilgili uzmanlığı olmayan
meslek sahiplerinin yapım işini üstlenmesi engellenmelidir.
6- Yapı denetim uygulamasını sağlam bir zemine oturtacak
Yapı Sigortası ve Mesleki Sorumluluk Sigortası sistemine bir
an önce geçilmelidir.
7- Yapı denetim uygulamasını yönlendiren her türlü karar
sistemi, konu ile ilgili tüm kurum ve kuruluşların yer alacağı
süreçlerde oluşturulmalıdır.
8- Ticari yanı ağır basan zoraki çok elemanlı, hantal yapılı,
mali açıdan çok külfetli yapı denetim şirketi modeli yerine;
uzmanlık ve ahlaki niteliklere sahip yapı denetçilerinin etkinliğine dayalı bir Yapı Denetim Uygulaması modeli geliştirilmelidir.
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası
Yönetim Kurulu
TMMOB Makina Mühendisleri Odası
Yönetim Kurulu
TMMOB Mimarlar Odası
Merkez Yönetim Kurulu
12 EYLÜL ANAYASASI‘NA DA,
AKP‘NİN ANAYASASI‘NA DA “HAYIR”
TMMOB’ye bağlı 18 Odanın Yönetim Kurulu Başkanı 23 Ağustos 2010 tarihinde anayasa referandumu ile ilgili bir basın
açıklaması yaptı.
Türkiye 24 Ocak Kararları ve 12 Eylül Darbesi sonrası emperyalizmin istemleri doğrultusundaki ekonomik-sosyal
politikalar ile yukarıdan aşağıya yeniden yapılandırılmaktadır. AKP de, 12 Eylül Darbesi‘nin yarattığı ekonomik, sosyal,
siyasi yapının bir ürünüdür, 12 Eylül‘ün uzantısıdır.
AKP‘nin bugün “değişim” dediği “yeniden yapılanmanın”
miladı 12 Eylül Darbesi‘dir. Özünde 24 Ocak Kararları‘nda
ifade edilen piyasacılıkla, gerici akımların güçlendirilmesi
olan bu değişimin, gelinen noktada AKP iktidarı ile temsil
edilen piyasacı ve gerici diktatörlüğe doğru geliştiği açıktır.
AKP iktidarı, hazırladığı anayasa değişikliği paketi ile 12
Eylül‘ün yarattığı kurumları ele geçirme ve tekelci iktidarını
pekiştirerek uzatma gayreti içindedir. AKP‘nin öngördüğü
değişiklikler, 12 Eylül ile Türkiye‘ye dayatılan yeni liberal
politikalar zemininde yürütülen bir yargı-yürütme operasyonudur.
planlama, sanayileşme, kalkınma, istihdam ve sosyal refahı
bütünlüklü halde içeren,
Emekçilere grev ve toplu sözleşme hakkını verecek, güvenceli çalışmayı sağlayacak,
Parasız eğitim, sağlık ve barınmayı kapsayan gerçek bir
sosyal hukuk devletini öngörecek
bir anayasadır.
12 Eylül Anayasası‘na da, 12 Eylül‘ün ürünü AKP‘nin
Anayasası‘na da HAYIR!
Murat Taşdemir
Çevre Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı
Cengiz Göltaş
Elektrik Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı
Abdullah Zararsız
Fizik Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı
Türkiye‘nin 12 Eylül ile gerçekten hesaplaşan; parasız eğitim, sağlık, güvenceli çalışma ve insanca yaşama hakkını,
her türlü kültür ve kimliğin özgürce ifade edilmesini, bir
arada yaşamı güvence altına alan yeni bir anayasaya gereksinimi olduğu herkes tarafından malumdur. Ancak, kimse
bize 12 Eylül Anayasası ile hesaplaşmanın yolu olarak onun
devamından başka bir şey olmayan AKP Anayasası‘na “evet”
demeyi göstermesin.
Feramuz Aşkın
Gemi Makineleri İşletme Mühendisleri Odası Yönetim
Kurulu Başkanı
R. Petek Ataman
Gıda Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı
Ali Fahri Özten
Harita Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı
Levent Tümer
İç Mimarlar Odası Yönetim Kurulu Başkanı
Biz, 12 Eylül düzeni ile gerçekten hesaplaşmayan hiçbir
anayasa değişikliği ile uzlaşmayacağız.
Dündar Çağlan
Jeoloji Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı
Mehmet Besleme
Kimya Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı
Katılımcı, eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik, sosyal, laik olan,
Mehmet Torun
Maden Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı
Demokratik hak ve özgürlüklerin eksiksiz olarak tanımlandığı,
Ali Ekber Çakar
Makina Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı
Cemalettin Küçük
Metalurji Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı
Mehmet Kul
Petrol Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı
Oğuz Yılmaz
Peyzaj Mimarları Odası Yönetim Kurulu Başkanı
Necati Uyar
Şehir Plancıları Odası Yönetim Kurulu Başkanı
Bizlerin istediği;
Her türlü kültür ve kimliğin özgürce ifadesini ve bir arada
kardeşçe yaşamı güvence altına alan,
Yasama, yargı, yürütme ayrılığının demokratik bir çerçevede sağlandığı,
Siyasetin tüm toplumsal dinamikleri kapsamasının önündeki seçim barajlarının kaldırıldığı,
Emperyalizmden her türlü ekonomik, siyasal bağımsızlık ile
14 Eylül 2010 - 154
Hamdi Serdar Harp İnşaat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı
Melike Anıl Bingöl Tekstil Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı
Gökhan Günaydın
Ziraat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı
TMMOB İKK’dan
17 AĞUSTOS 1999’dan 2010’a DEĞİŞEN NE OLDU?
17 Ağustos 1999 Kocaeli Depremi ile ilgili TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu tarafından 16 Ağustos 2010 tarihinde
yapılan basın açıklaması
Değerli Basın Mensupları,
17 Ağustos1999 yılında yaşadığımız 7,4 büyüklüğündeki Gölcük merkezli Kocaeli Depreminin üzerinden
11 yıl geçti. Kocaeli Depremi ülkemizde unutturulan
ve unutulan “Deprem Gerçeğini” bir kez daha gözler
önüne serdi. Ancak bu sefer ortaya çıkan gerçeğin
boyutları şimdiye kadar yaşanan depremlere göre manen ve madden çok daha acı ve çok daha büyüktü.
Aradan geçen 11 yıla rağmen, bölgede yaşanan acılar
ve yaralar sarılmaya çalışılmış olsa bile, depremin yarattığı ve bıraktığı izler tazeliğini korumakta ve silinememektedir.
Ülke topraklarımızın %92’si çeşitli büyüklükte olabilecek deprem tehlikesi ile karşı karşıyadır. Nüfusumuzun
%95’i ise deprem riskli bölgelerde yaşamaktadır. Büyük sanayi merkezlerinin %98’i, barajlarımızın %92’si
deprem bölgelerinde bulunmaktadır. İstatistiki çalışmalar, her 1,5 yılda bir şiddetli depremin, her 3 yılda
ise çok şiddetli depremin, 35-40 yılda ise yıkıcı bir
depremin meydana geldiğini göstermektedir. Son 100
yılda 192 adet hasar yapan depremlerde 100 bin insanımızı kaybettik. 650 bin konutumuz yıkıldı veya ağır
hasar gördü.
Nüfusu, sanayisi ve yatırımlarıyla yani tüm yaşamsal
değerleriyle, deprem bölgelerinde, deprem riski altında bulunmamıza rağmen deprem felaketlerine karşı
geçen 11 yılda gerekli önlemleri alabildik mi? Yapılanlar gerçekten yeterli oldu mu? Türkiye Marmara’da beklenen olası bir depreme ne kadar hazır? 17 Ağustos’ta
kaybettiğimiz yaklaşık 20 bin can bizlere gerektiği kadar öğretide bulundu mu? Siyasi iktidarlar, yerel yönetimler bu felaketten neyi ne kadar öğrendiler?
Ne yazık ki, ülke olarak 1999 Kocaeli Depremi’nden
önemli dersler çıkartmamıza rağmen, her an tekrarlanabilecek olası bir yeni felakete karşı hazırlıklı değiliz.
Garip ve tanımlanamaz bir biçimde, olası bir büyük
depremin yaratacağı yeni felaketleri, acıları bekler gibiyiz. Bugün bilim ve teknoloji, depremleri engellemeyi başaramasa da önceden uygulanacak zarar azaltma
politikalarıyla bir doğa olayı olan depremin afete dönüşmesinin engellenebileceğini göstermektedir.
Değerli Basın Mensupları,
İzmir ve İstanbul illerinde yapılan iki çalışma geçen 11
yıl içersinde yapılarımızın depreme karşı güvenliğini
sağlama konusunda pek bir şey yapmadığımızı göstermektedir.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
7-8 Aralık 2009 tarihinde gerçekleştirdiğimiz “İzmir’de
Kuruluşlar Afet İçin Ne Yaptı” adlı sempozyumda da
görüldüğü gibi, 1997 yılında İzmir’de yapılan RADİUS
projesinin güncellenmesi çerçevesinde, 3 pilot bölgede 1490 binada gerçekleştirilen gözlemsel değerlendirmelerin sonucunda, inşaat kalitesinin çok düşük
olduğu görülmüştür. Ne yazık ki; 1490 binanın inşaat
kalitesi açısından; 674 adeti zayıf, 777’si orta ve sadece
39’u iyi niteliktedir.
Ayni şekilde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Japonya Uluslar Arası İşbirliği Ajansı (JICA) ile ortaklaşa yürütüldüğü söylenen “”Deprem Risk Analiz Çalışması”nın
sonuçları da bildiğimiz ve sıkça dile getirdiğimiz bir
gerçeği tekrar ortaya çıkarmıştır. İstanbul’da yapılan
bu çalışmada 6 ilçede 146 bin 987 binanın deprem
riski taramasında, binaların % 30’unun depremde yıkılma riski taşıdığı ortaya çıkmıştır. Bu dağılım ilçeler
arasında da çok tehlikeli farklılıkları da içermektedir.
İstanbul Bahçelievler’deki 20 bin 424 binanın 15 bininin risk altında olduğu belirlenmiştir. Bu bölgedeki risk
oranı %70 gibi çok büyük boyutta olmaktadır.
Kocaeli Depremleri’nin felakete varan sonuçları, aradan 11 yıl geçtikten sonra iki büyük şehrimizde yapılan çalışmaların sonuçlarıyla değerlendirildiğinde, ne
siyasi iktidarların ne de yerel yönetimlerin bu işi gerektiği gibi ciddiye almadıklarını veya hala almak istemediklerini göstermektedir.
Tüm yapılanlar, deprem sonrası hamasi nutuklardan,
timsah gözyaşlarından ve deprem sonrası “yara sarma”
çalışmalarından öteye gidememiştir. 11 yılda ulusal
düzeyde olası depremlere karşı esas ihtiyacımız olan,
köklü, kalıcı ve zararı azaltıcı önlemler alınmamıştır.
Bugün İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin gibi aşırı
göç alan şehirlerimizde konutların % 40’ı kaçak ya da
ruhsatsızdır. Yapı kullanma izin belgesi baz alınırsa bu
oran % 67’e çıkmaktadır. Bina stokunun % 10’unun ye-
Eylül 2010 - 154 15
TMMOB İKK’dan
nilenmesi, % 30’unun onarılması gerekmektedir. Konutların % 40’ı ise oturulabilir değildir.
Değerli Basın Mensupları,
17 Ağustos Kocaeli Depremleri’nin bizlere kazandırdığı
en önemli şeylerden birisi, yapılarımızın denetlenmesi
gereği ve bu denetlemenin yapılabilmesi amacıyla çıkartılan “Yapı Denetim Yasası” dır. Yapıların sağlıklı ve
denetimli yapılması açısından 4708 sayılı yasa çerçevesinde kurulmuş olan “Yapı Denetim Şirketleri”nin bu
süreçte önemi ve sorumlulukları oldukça fazladır. Yapı
denetiminin son düzenleme ile tüm ülkede uygulanır
hale gelmesi bizler için sevindirici ve sürekli gündeme
getirdiğimiz bir konudur. Ancak, yaptığımız incelemeler ve bizlere gelen şikayetler dikkate alındığında sistemde, nedeni nereden kaynaklanırsa kaynaklansın,
önemli uygulama hataları olmaktadır. Bu ise sisteme
olan güveni sarsmakta, eski denetimsiz durumun tekrar geri dönmesine neden oluşturmaktadır.
Yapıların denetlenmesi sadece ticari bir işleyiş olarak değil “Kamusal” bir görev olarak görülmelidir. Bu
açıdan Bayındırlık Bakanlığı’nca, yapıların denetlenme sürecinde, meslek odalarımızın yer almasının ve
görevlendirilmesinin yasallaştırılması gerekmektedir.
Aksi durumda piyasa şartlarına bağlı olarak giden bu
süreçte, çeşitli biçimlerle yasal olmayan kırımlar yaygın
olarak yapılmakta, sonuçta sağlıklı bir denetim gerçekleşememektedir. Kırımların ve onun sonucu olarak
denetimin olması gereken boyutta gerçekleşememesinin engellenebilmesi, sistemde meslek odalarımızın
yer almasının sağlanmasıyla mümkün olabilecektir.
Değerli Basın Mensupları,
17 Ağustosların bir daha yaşanmaması için;
•
Yerleşme ve yapılaşma süreçleri yeniden düzenlenmeli, imar ve yapı sistemi risk yönetimini içerecek biçimde yenilenmelidir.
•
Kentsel ve kırsal yerleşim alanlarında jeolojik risk
faktörlerine dayalı planlama anlayışı geliştirilmeli
•
Ülkemizin jeolojik gerçekliğine uygun bir deprem
stratejik planı hazırlanmalıdır.
•
Kentlerimizin ve yapılarımızın depreme karşı dayanıklılığını artırmak her şeyden önce bir devlet
politikası olarak ele alınmalı ve hayata geçirilmelidir.
•
Ülkemizde yapı sektörü politik çıkarlardan uzak
teknik ve bilimsel boyutuyla ele alınmalıdır. Siyasi
iktidarların sırf seçilme gayesiyle sıklıkla gündeme getirdikleri “imar afları” artık kesinlikle gündemden düşürülmeli ve insanlarımıza gelecekte
çıkabilecek bir affın umudu veya düşüncesi verilmemelidir.
16 Eylül 2010 - 154
•
Her il için “Afet Riskini Azaltma Eylem Planı” hazırlanmalı ve bunların ulusal düzeyde koordinasyonu sağlanabilmelidir.
•
Deprem riskinin yüksek olduğu illerimizden başlamak üzere, yapı envanteri çalışmalarına önem
verilmeli, bu çalışmalar için gerekli kaynak mutlaka yaratılmalıdır.
•
Yerel yönetimler, inşaatların başlamasından önce
vatandaştan aldıkları otopark, kanal ve su bağlantı vb. bedelleri yapım süreci tamamlandıktan sonra, oturma raporu aşamasında almalıdır. Önceden
alınan bu bedeller başlangıç sürecinde önemli bir
düzeyde olup, özellikle dar gelirli vatandaşlarımızı
kaçak yapı yapmaya itmektedir.
•
Şehir içindeki tüm köprü ve sanat yapıları yeniden
gözden geçirilerek depreme karşı dayanım testlerinin yapılması gerekmektedir.
•
Deprem riskinin büyük olduğu illerimizde, “2007
Deprem Yönetmeliği” öncesi yapılan tüm yapılar belli bir plan çerçevesinde gözden geçirilerek
güçlendirilmeli veya yenilenmelidir.
•
Halkın bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi faaliyetleri yerel yönetimlerce programlanarak,
üniversiteler, meslek odaları ve sivil toplum kuruluşlarının eğitim ve bilgilendirme süreçlerinde
desteği sağlanmalıdır.
•
Gerçekte en önemli sorumluluk, bina alacak olan
insanlarımızda olmaktadır. Bu anlamda iyi ve
bilinçli bir tüketici olmak bu işin özünü oluşturmaktadır. Görsel ve yazılı basınımıza da yapım
sürecinde son tüketici olan insanlarımızın bilgilendirilmesinde ve onların sorgulayıcı olmasını
sağlamasında da önemli görevler düşmektedir.
Değerli Basın Mensupları,
Her 17 Ağustosta söylediklerimiz ve yazdıklarımızın
artık sona ermesini, siyasal iktidarlarca ve yerel yönetimlerce dikkate alınmasını istiyoruz. Bu ülkenin insanlarına karşı sorumluluğu olan biz mühendis ve mimarların, yaşanacak deprem felaketlerinde meydana gelebilecek can ve mal kayıplarını en aza indirecek bilgi
ve birikimlerine önem verilmesini, dikkate alınmasını
istiyor ve bıkmadan dile getiriyoruz. TMMOB ve bağlı
odaları 17 Ağustos acılarının benzerlerinin yaşanmaması için bu konudaki haklı ve inançlı tavrını ayni kararlılıkla sürdürecektir.
TMMOB İKK’dan
12 EYLÜL ANAYASASINA DA
DEVAMI OLAN AKP ANAYASASINA DA HAYIR
12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak olan Anayasa Değişikliği Referandumu ile ilgili TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu
tarafından 12 Ağustos 2010 tarihinde yapılan basın açıklaması
Değerli Basın Emekçileri,
Ülkemizin gündeminde 1984 Özal döneminden başlayarak bugüne kadar 16 kez yapılan değişiklikle 89 maddesi
değiştirilen 12 Eylül Anayasasında AKP tarafından yapılan
değişikliklerin oylanacağı Anayasa Değişikliği Referandumu vardır.
TMMOB 27-30 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirdiği 41 Olağan Genel Kurulu’nda konuyu ele almış ve görüşlerini sonuç bildirgesinde aşağıdaki şekilde somutlaştırmıştır.
‘’Ülkemiz, yukarıdan aşağıya bürokratik dönüşümler, aşağıdan yukarıya cemaat-tarikat ağlarıyla kuşatılmaktadır. Siyasi
iktidar, her geçen gün anti demokratik öğeleri biraz daha kökleştirmektedir. Bu kapsamda son yıllarda siyasal gündemlerin
önemli bir başlığı, yapılmak istenen anayasa değişiklikleri
olmuştur. Süreç içerisinde anayasada birçok değişiklik yapılmıştır. Ancak bu değişiklikler de 12 Eylül hukukunun ve karanlılığının ülkemiz üzerinden kalkmasına olanak sağlamamıştır.
Yapılacak değişiklikler de 12 Eylül Anayasasının gerici faşist
niteliğini değiştirmeyecektir.
Anayasa değişiklikleri AKP iktidarının mutlaklaştırılması ve
kamu varlıkları ve ülke kaynaklarının pazarlanması ve satışının önündeki hukuki engellerin kaldırılmasını amaçlamaktadır. Öncelikli olarak biz, “12 Eylül Anayasasına hayır” derken,
tuzağa düşmeksizin “Siyasal iktidarın çıkar ve hedefleri doğrultusunda hazırlanan anayasa değişikliklerine de hayır” diyoruz.
Ülkemizde darbe-demokrasi ikilemi yaratılarak neo-liberal
değişim sürecinin üstü örtülmektedir. Sistemin yeni düzene
uyum sağlayamayan eski kalıntılarının tasfiye operasyonu,
derin devlete, darbecilere karşı demokrasi zaferi gibi gösterilmektedir. Oysa darbecilikle mücadele 12 Eylül sistemi ile
mücadeledir. Gericileşme, neo-liberal politikalar, küresel kapitalizmin güç merkezlerinin güdümünde bir Türkiye, 12 Eylül
düzeninin bir sonucudur. Bu düzenle hesaplaşmadan darbecilikle, darbecilerle hesaplaşılamaz.
12 Eylül Anayasasına da, onun bir devamı olan AKP anayasasına da “HAYIR” diyoruz. Eşitlikçi, özgürlükçü bir anayasa ancak demokratik katılımın bütün kanalları açılarak yapılabilir.
Demokratik katılım olanaklarının önünü açmak üzere başta
yüzde onluk seçim barajı, siyasi partiler ve seçim yasaları olmak üzere toplumun siyaset yapma olanaklarını engelleyen
tüm yasaların değiştirilmesi için bugüne kadar olduğu gibi
bundan sonra da mücadele edeceğiz.’’
Basın emekçileri değerli dostlar,
Bir anayasa, bu anayasayı hazırlayanların sivil olması nedeniyle sivil ve demokratik olmaz. Önemli olan içeriğindeki
sivil ve demokratik anlayıştır.
Biz;
-Anayasa değişikliklerinin toplumsal mutabakat aranmaksızın gerçekleştirilmesi nedeniyle anayasa değişikliğine
hayır diyoruz,
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
-AKP’nin yaptığı anayasa değişikliklerinin demokratikleşme
yolunda bir adım olmadığı için bu anayasa değişikliğine hayır diyoruz,
-AKP’nin Anayasa Mahkemesi ve Hakimler Savcılar Yüksek
Kurulunda yapılacak değişliklerle bağımsız yargının yerine
kendilerine sadık yargı oluşturma çabalarını kabul etmediğimiz için hayır diyoruz,
-Demokratik katılımın önündeki engelleri kaldırmadığı,
siyasi partiler yasası değiştirilmediği, %10 seçim barajı
kaldırılmadığı, dokunulmazlıklar kaldırılmadığı için hayır
diyoruz,
- Özelleştirme ve çevre davalarında hukuki olarak elimizi
güçlendiren 125. Madde de yapılan değişiklikle yargının
yerindelik denetimi yapmasının engellenmesi nedeniyle
hayır diyoruz,
-Kamu çalışanlarına toplu sözleşme getiriyoruz diyerek,
grevli toplu sözleşmeli sendika hakkının önünü kestiği için
hayır diyoruz,
-Zaman aşımı nedeniyle işletilemiyecek olan geçici 15.
Maddenin kaldırılmasının 12 Eylül askeri faşist darbesi ile
hesaplaşma anlamında koca bir yalan olduğu için AKP Anayasasına hayır diyoruz.
Anayasalar toplumsal mutabakat metinleridir, ortak yaşam
belgeleridir. Bu nedenle de dayatmayla değil toplumsal uzlaşmayla hazırlanmalıdır.
TMMOB, AKP’nin sürdürdüğü sahte demokrasi oyununu,
demokrasi kavgası gibi gösterme hesaplarını bozmak üzere 12 Eylül 2010 da yapılacak Anayasa değişikliği referandumuna hayır çalışması yürütecektir.
13 Eylül 2010 gününden itibaren ise Türkiye’nin demokratikleşmesi hedefiyle, bir arada kardeşçe yaşama taleplerimizi, egemenlerin değil halkın taleplerini karşılayacak
yeni ve demokratik bir anayasa istemlerimizi tüm emek ve
demokrasi güçleri ile birlikte daha güçlü bir şekilde seslendireceğiz.
TMMOB, 12 Eylül Anayasasının tümden değiştirilmesi, içinde sendikaların, meslek odalarının, ötekileştirilen halk kesimlerinin, farklı inanç mensuplarının, çevrecilerin, kadın ve
gençlerin temsilcilerinin yer aldığı ’’yeni ve demokratik bir
anayasa’’ için mücadelesine devam edecektir.
TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu olarak 12 Eylül ürünü
olan AKP’nin, kendi mutfağında, kendi ihtiyaçlarına göre
hazırlayıp toplumun önüne sunduğu ve yasakçı 12 Eylül
Anayasasının devamı niteliğinde olan ve 12 Eylül Anayasasının özüne dokunmayan, halkın ihtiyaçlarına cevap vermeyen, 12 Eylül Faşizmi ile hesaplaşmayan AKP Anayasası’na
HAYIR diyoruz. Meslektaşlarımızı ve halkımızı AKP’nin Dikta
Anayasasına HAYIR demeye davet ediyoruz.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur.
Eylül 2010 - 154 17
Şubeden
KONUTUNUZUN YAPI KULLANMA İZNİ VAR MI?
Prof. Dr. Ömer Zafer ALKU
Dokuz Eylül Üniversitesi, İnşaat Mühendisliği Bölümü
17 Ağustos 1999 Körfez Depreminde resmi kayıtlara
göre 17.480 kişi öldü, 43.953 kişi yaralandı, 505 kişi ise
sakat kaldı. 285.211 konut, 42.902 iş yeri hasar gördü.
Ancak resmi olmayan bilgilere göre, Körfez Depreminin yarattığı hasarın kayıtlarda belirtilenden çok daha
büyük boyutlarda olduğudur. Yaklaşık 50.000 kişinin
öldüğü, 100.000 kişinin yaralandığı, 130.000 binanın
yıkıldığı, 600.000 kişinin evsiz kaldığı söylenmektedir.
13 Mart 1992 Erzincan ve 1 Ekim 1995 Dinar depremlerinin hasar bilançosu bu manzaradan çok farklı değildir. Marmara’da, Doğu Anadolu’da, Ege Bölgesindeki binalarımızın durumu birbirinden çok farklı değildir.
Bu nedenle Türkiye’nin neresinde olursa olsun orta
büyüklükte bir depremde bile büyük hasar meydana
geliyor.
Neden?
Çünkü ülkemizdeki konutların yaklaşık %40 nın inşaat
yapım ruhsatı yok, %60 nın inşaat yapım ruhsatı var.
İnşaat yapım ruhsatı olan binaların yaklaşık 2/3 ünün
yapı kullanma izin belgesi yok. Yani yapılmış olan her
100 binadan ancak 20 sinin hem inşaat yapım ruhsatı
hem de yapı kullanma izni bulunmaktadır.
tık kolayca yapılabilmektedir. Ama hasta binanın tedavisi hem zaman alıcıdır, hem de belli bir maliyeti vardır.
Bazen de çözüm ekonomik olmadığı için binanın yıkılıp yeniden yapılması tercih edilmektedir.
Özellikle 1975-1995 yılları arasında mahalleler içinde
yıkılıpta yeniden yapılan bugünkü önemli yapı stoğunu oluşturan binaların müteahhitliğini yapmış olan kişilerin genelde müteahhitlik zihniyetini yandaki fotoğraf en iyi şekilde göstermektedir. Aşağıdaki fotoğrafta
birbirinin tıpatıp aynı olan iki blok görülmektedir. Bu
iki blok kat karşılığı sözleşmesi ile bir blok mal sahibine, bir blok müteahhite ait olmak üzere inşa edilmiştir.
Sizce yıkılan blok kime aittir?
Ben müteahhitin demirden çimentodan çaldığını düşünmüyorum. Çünkü bu zihniyet çok gerilerde kaldı.
Bir bloğun yıkılmış olmasının nedeni sadece yapım
aşamasında işçiliğe gerektiği gibi özen gösterilmemiş
ve küçük ama önemli hatalar yapılmış olmasındandır.
Bu durum ne demektir?
İnşaat yapım ruhsatı alınabilmesi için binaya ait mimari, taşıyıcı sistem (örneğin bina betonarme yapılacaksa
statik-betonarme) projesi, sıhhi tesisat ve elektrik tesisatı projelerinin yapılarak ilgili belediyeye verilmesi
gerekir. İnşaat yapım ruhsatı olmayan binaların ya
projesi yoktur ya da projesi yönetmeliklere uygun yapılmadığı için onaylanmamıştır. İnşaat yapım ruhsatı
olan ancak yapı kullanma izin belgesi olmayan binalar
ise projelerine uygun şekilde yapılmadığı için yapı kullanma izni alamamıştır. Yani bu binalar ya proje yapım
safhasında mühendislik hizmeti hiç almamış veya gerektiği gibi projesine uygun yapılmamıştır. Yapım safhasında bu binalar hiç mühendis yüzü görmediği için
ustalar, mal sahibi veya müteahhitin yetersiz bilgisi ile
inşa edilmiş ve halen de edilmektedir.
Proje yapım ve inşaat yapım safhasında mühendislik
hizmeti satın almasının bedeli bina maliyetinin yaklaşık %2-3 ü kadar tutmaktadır. Ama insanımız toplam
inşaat maliyeti içinde küçük bir miktar olan bu bedeli
teknik elemanımıza ödemek istememektedir. Bu ödeme yerine bu parayla ben temelimi yaparım zihniyeti
ile hasta (güvenliği olmayan) bina yapımına başlamayı
tercih etmektedir.
Birçok insan hastalığında hastalığın tedavisi bugün ar18 Eylül 2010 - 154
Çünkü bu binaların statik-betonarme projeleri tamamen aynıdır. İnşaat yapım safhasında işçiliğe özen
gösterilmemesinin ve bazı küçük eksikliklerin bedeli
toplam inşaat maliyetinin yüzde birinin bile altındadır.
O halde sağlam, güvenli, depremlerde hasar görmeyecek bir bina elde etmek için ne yapılmalıdır?
Binanın toplam maliyetinin yaklaşık %3-4 civarındaki
bir bedeli teknik elemanlara ödemeyi kabul ederek iyi
bir projesi olan ve iyi bir şekilde teknik elemanca denetlenerek yapılacak olan bina yaptırmak gerekir.
Binanın hastalığını ancak deprem ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle hasta bir konut sahibi olmamak için
işin başlangıcında, düşünce safhasında iyi bir inşaat
mühendisine başvurarak yola çıkınız.
Şubeden
DEPREM HASARLARININ AZALTILMASI
Prof.Dr. Hikmet Hüseyin ÇATAL
Dokuz Eylül Üniversitesi, İnşaat Mühendisliği Bölümü
Günümüzde, pozitif bilimin, çağdaş gelişim süreci
içerisinde ulaştığı aşamada depremlerin oluş nedenleri sağlıklı biçimde ortaya konulabilmekte, ülkemiz
topraklarının hemen hemen neredeyse tamamının
deprem kuşağı üzerinde olduğu bilinmektedir. Buna
karşın, ülkemizde oluşan depremlerde yapıların büyük bir kısmı göçmekte, çok sayıda can ve mal kaybı meydana gelmektedir. Yakın geçmişte meydana
gelen depremler nedeniyle oluşan can, mal ve işgücü kayıplarının, gelişmiş diğer ülkelerde oluşan bu
büyüklükteki depremlerin yarattığı kayıplara oranla
oldukça yüksek olduğu görülmektedir. Bu oranlama
bile ülkemizdeki yapı stoğunun, depremlere ne denli
hazırlıksız olduğunun bir göstergesi olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Deprem etkileri nedeniyle oluşan yapısal hasarlar,
yapıların inşası yada sonrasındaki denetimsizlik nedeniyle de ortaya çıkmaktadır. Özellikle betonarme
taşıyıcılı yapıların inşası sırasında, projesine uygun
donatı ve beton yerleştirilmesinin, taşıyıcı elemanların en kesit ayrıtlarının ve beton dayanımının denetlenmesi gerekmektedir. Bu denetim, ülkemizde
pilot olarak seçilen 19 ilde yapı denetim firmaları
tarafından yerine getirilmekte iken, 13 Temmuz 2010
gün ve 27640 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan son
yasal düzenleme ile, 2011 yılının başından itibaren,
4708 sayılı yapı denetimi hakkındaki kanunun bütün
illerde uygulanması kararlaştırılmıştır. Bu uygulama,
imalat aşamasındaki denetimin sağlıklı yürümesine
yardımcı olabilir. Yapıların tamamlanıp, yapı kullanma izin belgeleri alındıktan sonra, yapısal davranışı
olumsuz etkileyecek değişikliklere izin verilmemeli
bu tadilatlar,sıkı bir denetime tabi olmalıdır. 1 Ocak
1995 Dinar depreminde, betonarme taşıyıcılı hasar
görmüş pek çok yapıda, sonradan kolonların, özellikle depremin ilk birkaç saniyesi içerisinde yatay
rijitliğine katkı koyan bölme duvarların kaldırıldığı
gözlemlenmiştir .
Ülkemiz koşullarına bağlı olarak, deprem nedeniyle
oluşan yapısal hasarları en aza indirgemek amacıyla
aşağıdakiler önerilebilir:
1. İmara açılacak yeni yerleşim bölgeleri, şehir bölge planlama esasları da gözetilerek, deprem riskini azaltacak zeminler üzerindeki yöreler olmalıdır.
2. Yapı stoğunun büyük bir kısmını oluşturan betoİMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
narme taşıyıcılı yapıların imalatında, ülke çapında elle beton dökümü yerine, kaliteli, denetim
mekanizmaları olan hazır beton kullanımı özendirilmeli, donatı sıklaştırılması, beton dökümünden sonra korunmasına özen gösterilmelidir.
3. Kırsal kesimde, yöre halkının depreme dayanıklı
bina yapımı konusunda bilgi ve becerisi arttırılmalıdır.
4. Yerel yönetimler tarafından, halkı deprem konusunda bilinçlendirmeye yönelik etkinlikler yapılmalıdır.
5. Meslek odaları tarafından düzenlenecek seminerler ve bilimsel etkinliklerle, depreme dayanıklı yapı tasarımı ve imalatı konusundaki bilgiler
güncellenmelidir.
6. Yapılarda, kaliteli, standartlara uygun yapı malzemelerinin kullanımı zorunlu hale getirilmeli
ve yapı kullanma izin belgeleri düzenlenmeden
önce mutlaka yerinde denetim yapılmalıdır.
7. Konut, işyeri, bina vs. alımı sırasında, diğer unsurlarla birlikte, taşıyıcı sistemin, deprem güvenliği
açısından yeterliliğinin sorgulanması konusunda
tüketici bilinçlendirilmeli, tüketicinin bu aşamada, inşaat mühendisine danışması için mekanizmalar üretilerek, geliştirilmelidir.
8. Yerleşimin yoğun olduğu, büyük kentler başta olmak üzere, yapıların güçlendirme çalışmalarına
yön verecek mevcut yapı stoğunun çıkartılması
için, yerel yönetimlerin, meslek odaları, kamu
kurum ve kuruluşları ile işbirliği içerisinde çalışmalar yapması; güçlendirilmesi gereken yapı
sahiplerine, uzun vadede geri ödemeli maddi
kaynaklar sağlanmalıdır.
9. Olası bir depremden sonra, arama, kurtarma ve
barınma gibi acil gereksinimlerin koordinasyonunu sağlamak amacıyla, yetkili ve yeterli kişilerden oluşmuş yerel komiteler deprem öncesinden kurulmalıdır.
Büyük bir bölümü aktif deprem kuşağı üzerinde olan
ülkemizde, olası deprem hasarlarını, can ve mal kayıplarını en aza indirgemek,depremlerde hasar görmeyecek yapıların üretilmesi bilincinin yaygınlaştırılmak hepimizin görevi olmalıdır.
Eylül 2010 - 154 19
Şubeden
17 AĞUSTOS 1999’dan 17 AĞUSTOS 2010’a veya
KOCAELİ DEPREMİ’NDEN BUGÜNE
Prof. Dr. Serap Kahraman
Dokuz Eylül Üniversitesi, İnşaat Mühendisliği Bölümü
İnsanlara, doğal çevreye, altyapı tesislerine, ekonomik
yapıya verdikleri tahribattan ötürü deprem, taşkın, heyelan, fırtına gibi doğal olaylar “afet” olarak nitelendirilirler. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, afetlerin altyapı
tesislerine ve ekonomik yapıya verdikleri zarar ekonomik krizlere dahi neden olabilir.
17 Ağustos 1999’da İzmir’de de güçlü bir şekilde hissettiğimiz 7,5 büyüklüğündeki Kocaeli Depremi’nde
yaklaşık yirmi bin kişi hayatını kaybetmiş, yüzlerce insan
sakatlanmış, 600 000 kişi evini kaybetmiştir. Deprem
sonucunda ülke ekonomisi ciddi bir yara almıştır. Ekonomik kayıp 26 Milyar Dolar civarındadır. Depremden
16 Milyon civarında insanın farklı boyutlarda etkilendiği
tahmin edilmektedir. Aradan geçen on bir yılda depremin neden olduğu sorunların tamamının çözüldüğünü
söylemek mümkün değildir.
Son on bir yılda aynı büyüklükte olmasa da çok sayıda
deprem olmuştur. Bu depremlerde de çok sayıda insan
yaşamını yitirmiş, evlerini kaybetmiştir. Afetler konusunda istatistik ve arşiv çalışmaları yapan Afet Epidemiyolojisi Araştırma Merkezi ve Birleşmiş Milletler Afetlerin Azaltılması Uluslararası Sekretaryası tarafından yapılan ortak
açıklamada, son on yılda meydana gelen doğal afetler
arasında depremlerin en fazla can kaybına neden olduğu belirtilmektedir.
Gerek can kaybı, gerekse de ekonomik kaybın büyük olduğu 1999 Kocaeli Depremi’nden bu yana geçen on bir
yıl içinde deprem kayıplarının azaltılması ile ilgili çok sayıda çalışma gerçekleştirilmiştir. Ancak yapı üretimi çok
sayıda bileşene sahiptir. Siz mühendis olarak iyi bir proje
yapmış olabilirsiniz. Yapım süreci de gerçekten denetlenmiş olabilir. Böyle bir binayı insanların kullanımına
sunduğunuzda içinizin rahat olması gerekir. Ancak TADİLAT alışkanlıklarının kapsamı ülkemizde çok geniştir.
Komşunuzun dairesinden gelen seslerin asıl nedenini
asla bilemezsiniz. Neler yapıyor olabilir? Olasılıklardan
sadece bir kısmı:
a) Kolonları kesiyor,
b) Perde duvarların bir kısmını kaldırıyor,
c) Bölme duvarları kaldırıyor,
d) Balkonların içeri alıyor,
e) Kat – teras kat ekliyor,…
Yaşamayı gerçekten seviyor muyuz? Sağlıklı yaşamak
için neler yaparız? Özellikle televizyonda sabah kuşağında sağlık ile ilgili çok izlenen programlar var. Çok karmaşık olabilecek konuları oldukça anlaşılır hale getirebiliyorlar. En ufak bir sağlık problemimiz olduğunda yaşam
kalitemiz bozuluyor. Yukarıda anlattığımız tadilatlardan
bir kısmını yaptığımızda, yapılmasına engel olmadığı20 Eylül 2010 - 154
mızda da yapımızın sağlığı bozuluyor. Bunun anlaşılması/aşılmas bir eğitim ve denetim sorunudur. Tadilat sürecinin denetim altına alınması gerekir. Dış görünüm ile
ilgili bağlayıcı çok sayıda kural varken, içeride yapılanlar
için aynı şeyi söylemek zordur.
Depreme dayanıklı evler, okullar, hastaneler, köprüler,
viyadükler nasıl yapılır? Hangi malzemeler kullanılır?
Yapı süreçleri nasıl denetlenir? Bu soruların hepsinin
yanıtı bellidir. İnsanlar binlerce yıldır yapı üretiyorlar. Bir
binanın yıkılma nedenleri de sürpriz değildir. Usulüne
uygun üretilmiş, projesi Deprem Yönetmeliği’ne göre
yapılmış, yapım sürecinde yeterli mühendislik hizmeti
görmüş binaların deprem performanslarının iyi olacağından hiçbirimizin kuşku duymaması gerekir.
Nüfusun yarıdan fazlasının kentlerde yaşadığı 21. yüzyılda, kent yaşamında nüfus yoğunluğunun yüksek olması, toplu halde bulunulan mekanların fazla olması
gibi etkenler, afetlere karşı daha korunmasız kalınması
sonucunu doğurmaktadır. Kişilerin günlük ihtiyaçlarını
karşılamakta bile oldukça karmaşık sorunlarla yüz yüze
geldikleri yaşam koşullarında, özellikle kamusal, sivil ve
profesyonel araçların gelişkin olmadığı ülkelerde afetlerin verdiği zararlara karşı koyma yeteneği oldukça sınırlı
kalmaktadır.
Afet sorunlarına yalnızca mühendislik çözümleri ile yaklaşmak yerine, acil durumlara karşılık verebilme yeteneğinin geliştirilmesiyle daha uygulanabilir çözümler üretmek mümkün olabilmektedir. Bu nedenle, afet yönetimi
programları ve afet hazırlık stratejileri üretmek, ülkemiz
açısından da son derece önem taşımaktadır.
Deprem zararlarını mümkün olan en alt düzeye çekilebilmesi için alınması gereken önlemler uzun ve kısa
vadeli olarak tanımlanabilir. Uzun vadeli çözümler toplumun afet sonrası davranışlar konusunda eğitilmesi ve
bilinçlendirilmesi, afetler konusunda veri bankalarının
oluşturulması, afet planlamalarını yapılması olarak tanımlanabilir. Kısa vadeli çözümler ise, alternatif su kaynaklarının belirlenmesi ve geliştirilmesi, doğalgaz dağıtım ve elektrik dağıtım şebekelerine sismik etkilere duyarlı açma-kapama sistemlerinin eklenmesi gibi önlemler olarak tanımlanabilir. Gözardı edilmemesi gereken
en önemli husus, uzun ve kısa vadeli çözüm önerilerinin
birbirini destekler şekilde yürütülmesi gerekliliğidir.
Bir yandan deprem dayanıklı yapılar üretirken diğer
yandan da başımıza gelebilecek afetlere hazırlıklı olabilirsek güçlü/uygulanabilir/sürdürülebilir bir afet yönetimi programımız varsa büyük depremleri bile en az
kayıpla atlatabileceğimize güvenebiliriz.
Şubeden
DEPREM ve YAPI DENETİMİ
Şefika Seyhan HAS
İMO İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi
17 Ağustos 1999 Marmara depreminin ardından on bir
yıl geçti.
Yeryüzünün en aktif deprem kuşaklarından birinde bulunan topraklarımızın yüzde 92’si deprem bölgelerinde
bulunmakta olup nüfusumuzun da yüzde 98’i bu bölgelerde yaşamaktadır.
Hepimizin bildiği gibi Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde
birçok deprem oldu ve büyük acılar yaşandı.
Başbakanlık kriz yönetim merkezinden alınan bilgilere
göre en fazla can kaybı olan depremleri sıralarsak;
Yer
Yıl
Büyüklüğü
Can Kaybı
Sayısı
Yaralı
Sayısı
Varto
Gediz
Lice
Erzurum
Marmara
Bolu (Düzce)
1966
1970
1975
1983
1999
1999
6,9
7,2
6,9
6,8
7,4
7,2
2394
1086
2385
1155
17127
845
1489
1260
3339
1142
43953
4948
• Sağlam yapılmayan yapının çökmesi halinde aynı
değerde bir yapı yapılarak yapan kişi tarafından mal
sahibine verilecektir.
• Mal sahibinin kendisi veya çocuğu, yıkılan binanın
altında kalıp ölürse yapımcı idam edilecektir.
Şeklindedir.
Tabii ki bu kadar şiddetli yasaları günümüze uyarlamak
mümkün değil, ancak depremde yıkılan binaların baş
sorumlusunun da yetersiz denetim olduğu unutulmamalıdır. Yapı Denetimlerin görevleri Hammurabi Yasaları titizliğinde olmak zorundadır.Çünkü, yapıların inşası
sırasında yapılan en küçük bir yanlışlığı deprem bulup
ortaya çıkarmakta, binanın taşıyıcı sistemine hasar vermekte, göçmesine bile neden olabilmektedir. Bu nedenle depremin affetmeyeceği gerçeğini unutmamalıyız.
17 Ağustos 1999 tarihinde Marmara ve 12 Kasım 1999
tarihinde de Bolu Düzce de yaşanan depremler sonrasında meydana gelen can ve mal kayıplarının denetimsiz yapılaşmadan olduğunu bir kez daha hatırlayalım.
Uzun yıllardır yürürlükte olan İmar Kanunu ve birçok
kanun hükümlerine rağmen uygulamada etkili bir yapı
denetimi sağlanamamış, yoğun kaçak yapılaşma ülkemizdeki deprem ve diğer afet risklerini her geçen gün
daha da arttırmıştır. Bu nedenle,Yapıların denetimiyle
ilgili olarak çıkartılan 595 sayılı Yapı Denetimi Hakkında
Kanun Hükmünde Kararnamenin iptalinden sonra 13
Ağustos 2001 tarihinde 4708 sayılı Yapı Denetimi hakkında kanun çıkarılmış ve 19 pilot ilde uygulamaya başlanılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu ile ilgili yönetmeliklerin hükümleriyle getirilen denetim faaliyetlerinin uygulamada yapılmadığı ve kanunun yetersiz kaldığı gerçeğini hepimiz
biliyoruz. Ne yazık ki Ülkemizde, Yapı Denetimi konusunda istenilen olumlu gelişme sağlanmamıştır. Yasadaki yetersizlikler, yapı denetim şirketlerinin ve ücretli
çalışan mühendislerin sorunları halen çözülememiştir.
Bu durum yapı denetim uygulamasından vazgeçelim
anlamı taşımamaktadır. Yapı denetimi doğrudan insan
hayatı ile ilgilidir. Yapı Denetimini yaygınlaştırmak ve
istenilen seviyeye yükseltmek hepimizin ortak amacı
olmalıdır.
M.Ö. 2000 yıllarında Hammurabi tarafından yazılan yapım yasalarından birkaçı:
Yapı Denetimi doğru ve sağlıklı uygulanırsa ülkemiz için
büyük bir kazanım olacaktır.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
Eylül 2010 - 154 21
Şubeden
DEPREM, YANGIN ve YAPI GÜVENLİĞİ’NE FARKLI BİR YAKLAŞIM
Hülya ALTUN
İMO İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi
Depremlerin kaçınılmaz doğa olayları olduğunu, ancak deprem zararlarını azaltmanın mümkün olabileceğini görebilmemiz çok önemlidir.
Bu düşünceden hareketle, deprem öncesinde, özellikle konut binalarının deprem güvenliğinin sağlanması açısından, imar planlarının öngördüğü bölgelere konutların inşa edilmesi, yasal olmayan şekilde
ruhsatsız kat ilavesinin veya tadilatın yapılmaması
büyük önem taşımaktadır. Konutların deprem yönetmeliğine uygun inşa edilip edilmediğinin araştırılması açısından ilgili Belediye, İnşaat Mühendisleri Odası
veya yapı denetim kuruluşlarından teknik bilgi ve danışmanlık alınması da ayrıca önemlidir.
Depreme karşı konutların güvenliğinin sorgulanması,
deprem sırasında oluşabilecek yangın gibi faktörlerin
de dikkate alınması ve bu doğrultuda gerekli planlamanın yapılması gerekmektedir.
Bilindiği gibi, yasal mevzuat gereğince, konut bölgelerinde, binaların zemin katlarında günlük ticarete
yönelik bakkal, kasap, manav, terzihane, kuaför vb.
türde işyerleri yapılabilirken, deprem sırasında yüksek yangın riski oluşturan ekmek fırınları yapıl(a)mamaktadır. Depremde yangın riskinin azaltılması bakımından doğru bir uygulamadır bu. Ne var ki, özellikle
büyük kentlerimizde zemin katların fırın, üst katların
konut olduğu apartmanlara sıkça rastlanmaktadır.
Peki imar planlarında konut bölgesi olarak belirlenen
yerlerde, fırın yapılamıyor ise, mevcut fırınların yaklaşık %75’i nasıl oluyor da apartman alt katlarında faaliyet gösteriyor!
müştemilatına tahsis edilir” hükmü getirilmiştir. Bu
yönetmelikte yer alan Ek-10/A maddesi, 06/05/2003
tarih ve 25100 sayılı değişiklik ile yürürlükten kaldırılmış olup, fırınların sağlaması gereken teknik koşullar yürürlükten kaldırılarak, apartman altlarında fırın
işletmenin yolunu açan bu uygulamaya karşı Türkiye
Fırıncılar Federasyonu, Sağlık Bakanlığına karşı dava
açmış (Danıştay Sekizinci Daire Karar No:2004-4050,
Esas No: 2003-3171) ancak açılan dava, süre aşımı
nedeniyle reddedilmiştir. Dolayısı ile 1998-2003 döneminde ruhsat verilen bütün fırınların ayrık nizamda müstakil binalarda bulunduğunu, ancak 2003’ten
günümüze kadar, apartman altlarında fırınların faaliyet göstermesine yasal bir engel bulunmadığını belirtebiliriz.
Fırınlara ilişkin yeni bir yasal düzenlemede ise; 25
Temmuz 2010 tarih ve 27652 sayılı Resmi Gazete ile
yürürlüğe giren İşyeri Açma ve Çalıştırma Yönetmeliğinde Değişikli Yapılmasına Dair Yönetmeliğin Madde/1/1 ile:
“Büyükşehir belediyesi ile nüfusu 100.000’i geçen belediye sınırları içinde açılacak ekmek fırınlarının bu amaca tahsisli ayrık nizamda müstakil binalarda açılmış
olması (Ancak, alışveriş merkezleri içinde bulunan 1000
m2 ve üstü alana sahip hipermarket, süpermarket,
grossmarket ve megamarket gibi adlarla açılan işyerleri
bünyesinde yer alan fırınlarda ayrık nizamda müstakil
bina şartı aranmaz.)” hükmü getirilmiştir.
Bunu kısaca özetlemek gerekirse; imar planlarında
konut bölgeleri olarak belirlenen yerler dışındaki “Yönetici Merkez, Metropoliten aktivite merkezi vb” bölgelerde zemin katlar haricinde, üst katlar konut olabiliyor. Ancak fırınların sadece “konut bölgelerinde” yapılamadığı imar plan hükümlerinde belirtildiğinden,
“Yönetici Merkez, Metropoliten aktivite merkezi vb”
yerlerde yapılabileceği anlamı çıkıyor.
Bu son düzenleme olumlu olmakla birlikte yeterli görülmemektedir. Belediyelerin Gayrı sıhhi müessese
izni verirken, günlük ekmek üretim kapasitesine göre
1. sınıf, 2. sınıf, 3. sınıf Gsm sınıflandırmasına bağlı olarak mekan iç yüksekliği, brüt alan sınırı (400, 300, 250,
200 ve 100 m²) gibi koşulların yanında, imar durumu
koşullarının belirlenmesine yönelik, yasal düzenlemelerin, imar yönetmeliklerinde yerini alması gerekmektedir.
Gelelim fırınların yapılanma koşullarını belirten mevzuattaki değişime. Sağlık Bakanlığınca hazırlanarak,
09/07/1998 tarih ve 23397 sayılı Resmi Gazete ile
yürürlüğe giren Gıda Üretim ve Satış Yerleri Hakkında Yönetmeliğin 3. maddesi ile fırınların taşıması gereken teknik ve hijyenik koşulları tarifleyen Ek-10/A
maddesinin b bendinde “Fırınlar ayrık nizamda müstakil binalarda kurulur ve binanın tamamı sadece fırın
Yazımızın başında belirtildiği gibi, yeni yapılacak fırınların ayrık nizamda, müstakil ve tüm katların bu
amaca tahsis edilmiş olması şartının getirilmesi, gerek deprem anında oluşabilecek olumsuzluklara karşı, gerekse herhangi bir zamanda oluşabilecek yangın nedeniyle bina taşıyıcı sistemine vereceği zararlardan, can ve mal güvenliğinin korunması açısından
oldukça önemli olduğunu belirtmek gerekmektedir.
22 Eylül 2010 - 154
Şubeden
DEPREME KARŞI YENİ TEKNOLOJİLER
Arslan KESKİN
İnşaat Yüksek Mühendisi
Bilim ve teknolojinin gelişmesiyle beraber yapıların depreme karşı performansını arttırmak amacıyla
özel sistemler geliştirilmiştir. Son 30 yıl içinde hızlı bir
şekilde kullanılmaya başlayan bu sistemlere deprem
izolatörleri denilmektedir.
İzolatörler, yapı tabanına yerleştirilerek yatayda esneklik sağlayan sistemlerdir. Bu esnekliği sayesinde
yapı, deprem esnasında izolatör üzerinde hafif ve
uzun periyotlu salınım yapar. Böylece izolatör, deprem enerjisinin büyük bir bölümünü sönümleyerek
yapıya ulaşmasını engeller. Dolayısıyla yapıya intikal
eden yıkıcı deprem etkisi yaklaşık 3 kat azalır.
Günümüz deprem yönetmelikleriyle yapılan binalar,
şiddetli depremlerde sadece can güvenliği sağlarken,
izolatörlü yapılar aynı zamanda mal güvenliliğini de
sağlamaktadır. Bu sistemlerle inşa edilen bir hastanede, deprem esnasında cerrahi müdahalenin kesintiye
uğramadan devam ettirilmesi mümkündür. Dolayısıyla mevcut yönetmelik tasarımından daha ileri düzeyde bir tasarım söz konusudur. İzolatörlü bir yapıda
depremden sonra iş kesintisini önlemiş, normal hayatın durmasının da önüne geçilmiş olunur.
Özellikle depremden sonra acilen kullanılması gereken hastanelerde, acil yardım merkezlerinde, enerji
dağıtım merkezlerinde, haberleşme merkezlerinde
ve telekomünikasyon yapılarında kullanılır. Ayrıca
izolatörler, nükleer santraller ve gaz depolama terminalleri gibi oluşacak hasarların büyük felaketlere
sebep olacağı yapılarda kullanım alanı bulmuştur.
Diğer yandan araştırma merkezleri, müzeler, tarihi
yapılar gibi maddi ve manevi değere sahip yapılar ile
mevcut yapıların güçlendirilmesinde kullanılmaktadır.
Deprem izolatörleri ABD, Japonya, Yeni Zelanda başta olmak üzere, İtalya, Çin, İngiltere, Malezya, Meksika, Hindistan gibi bir çok ülkede deprem riskinin ortadan kaldırmak amacıyla 1980’li yıllardan beri aktif
olarak kullanılmaktadır. Ülkemizde özellikle Marmara
depreminden sonra bu sistemler önem kazanmıştır
ve ilk olarak Tarsus-Adana-Gaziantep otoyolu viyadüklerinde, daha sonra Bolu Viyadüğünde, Aliağa’da
ki LNG depolarında ve İstanbul Atatürk Havalimanı
Dış Hatlar Binasında kullanılmıştır. Son dönemde ise,
Kocaeli Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesinde, Tarabya Oteli ve Antalya Havalimanı Dış Hatlar
Terminalinin güçlendirmesinde, Erzurum Bölge EğiİMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
tim ve Araştırma Hastanesinde, Atatürk Viyadüğü ve
Gülburnu Köprüsünde uygulanmıştır. Ayrıca henüz
kullanılmaya başlamamış Ankara Büyükşehir Belediyesi Ego Genel Müdürlüğü Söğütözü Kongre ve
Ticaret Merkezi ve Türk Ekonomi Bankası Genel Müdürlüğü binasında da deprem İzolatörleri kullanılarak
tasarımları yapılmıştır.
İzolatörlü yapıların depremleri hasarsız bir şekilde atlatmaları bu sistemlere olan güveni artırmış ve özellikle ABD, Japonya gibi yüksek deprem riskine sahip
ülkelerde konutlarda da hızlı bir şekilde kullanılmaya
başlanmıştır.
Deprem izolatörleri elastomerik, kaymaya dayalı ve
yay tipi olmak üzere 3 ana başlıkta toplanabilir. Depremin yıkıcı etkisini yok ederek yapıya esneklik sağlayan bu sistemler, yeni veya güçlendirme amaçlı eski
yapılarda (betonarme, çelik, prefabrik, yığma) kullanılabilir. Fakat izolatörlü yapının izolatör seviyesinde
deplasmanlar normal yapılara göre daha fazla olduğundan bitişik nizamlı yapılarda uygulanamaz.
Elastomerik izolatör
Kaymaya dayalı izolatör
Yay tipi izolatör
Normal yapılarda yapımından kaçınılan büyük galeri
boşlukları, yüksek açıklıklar, iç ve dış mekanlarda kullanılan gevrek ve kırılgan dekorasyon araç-gereçleri
izolatörlü yapılarda rahatlıkla uygulanabilmektedir..
Bir çok alanda olduğu gibi bu sistemlerde de dışa bağımlı olduğumuz için yapı maliyeti yaklaşık %5-%10
arasında artmaktadır. Fakat getirdiği olumlu etkiler
göz önüne alındığında bu maliyetin önemli olmadığı
görülmektedir.
Topraklarının %66’sı, nüfusunun %70’i depremsellik
bakımından en riskli bölgeler üzerinde yer alan ülkemizde, her yıl ortalama 4950 konut deprem afetinden
dolayı yıkılmaktadır. Dolayısıyla yapılardaki deprem
etkisini minimum seviyeye indiren ve milli servet
kaybın önüne geçen bu sistemlerin araştırılması ve
kullanım alanlarının yaygınlaştırılması, ayrıca deprem
izolatörleriyle ilgili bir yönetmeliğin hazırlanarak yürürlüğe konulması bir elzemdir.
Eylül 2010 - 154 23
Şubeden
OLASI BİR DEPREMDE
YÜZDE 30 DAHA AZ CAN VE MAL KAYBI İÇİN UYARI
Birol BORA
İnşaat Mühendisi
Yaşlanan her şey yorulur, yıpranır, eski dayanımını yitirir. İnsan, uçak, yapı, hiç fark etmez… Zaman yıpratıcı
özelliğinden vazgeçmez. İçinde yaşadığımız yapılar
da zamanla dayanıklılığını yitirirler. Hele başlangıçtaki
nitelik düşüklüğü bu eğilimi hızlandıracaktır. Betonarme yapılar beton ve inşaat demirinin ortak davranışı ile ayakta dururlar, depremlere dayanırlar. Beton
tek başına iş görmez. Havanın nemi zamanla beton
içindeki inşaat demirini paslandırır. 30-35 yaşındaki
betonarme yapıları inceleyen laboratuar yetkilileri bu yapıların bir kısmında betonun içindeki inşaat
demirinden eser kalmadığını, yalnızca pas izine rastlandığını gözlemlemektedirler. Bu olumsuz gerçeğe
karşı demiri saran beton örtü tabakasının (paspayı)
daha kalın tutulması ve betonun nem geçirmeyi aza
indirgeyecek düzeyde kaliteli olması son dönemlerde
yönetmeliklerle şart koşuldu. 1998 sonrası inşa edilen
yapılar, hem bu özellikleri taşıdıkları için hem de yapı
denetim şirketlerinin daha kaliteli denetimleri sayesinde depreme karşı daha güvenli yapılmaktadırlar.
Deprem kavramına bilimsel yaklaşım ilk defa 1975
Afet Yönetmeliği ile oluşturulmuştur. Daha önceki yönetmelik çağdaş bilimsel gelişmeler ışığında bakıldığında tamamen yetersizdi. O yıllardaki beton imalatı
ve yapı denetimindeki yetersizlikler göz önüne alındığında, 1975 öncesi inşa edilmiş yapıların ancak yıkılıp
yenilenerek depreme dayanıklı hale getirilebileceği
açıktır. 1975-1998 arasında yapılan yüz binlerce yapı,
bir uzman mühendislik bürosu yönetiminde depreme
dayanıklılığı araştırılarak (betondan numune alma,
demir tespiti ve performans analizi) gerekirse ve ekonomik olacaksa yine uzman güçlendirme büroları aracılığı ile güçlendirilebilir. Bu uygulama, yurdumuzun
milyarlarca dolarlık kaybını ve yüz binlerce yurttaşın
can kaybını engelleyecektir. Ruhsatsız yapıların da
güncel uygulamadan, yönetmelikten belirli ölçüde
etkilendiğini göze alırsak, onları da bu zaman dilimleri
kavramlarına oturtabiliriz. Olası bir felaketin boyutları
bu şekilde yüzde 30 oranında azaltılabilir.
Kocaeli depreminden sonra yurttaşların yapılarını
denetlettirerek yaygın güçlendirme ortamına girmiş
olmaları gerekirken, bugüne kadar yalnızca kamu binalarının bir kısmında bu uygulama gerçekleşmiştir.
Güçlendirilen özel yapı, parmakla gösterilecek kadar
azdır. Bunun nedeni değindiğimiz bilgilerin algılanamayışı, ‘kadercilik’ anlayışı, ekonomik yetersizlikler sarmalının oluşturduğu umursamazlıktır. Oysa
güçlendirilen bir apartmanda bir daireye düşen pay,
24 Eylül 2010 - 154
dairenin mutfağının, banyosunun yenilenme giderleri civarında olabilir. Bankalar uzun vadeli denetim,
uygulama kredileri verebilir.45-60 gün evden uzak
kalınarak çözüm elde edilebilir. Televizyonlarda söyleşen bilim insanları, zemin yetersizliklerinden, olası
depremin zamanından, şiddetinden, yönünden önce
‘Yurttaş yapını incelettir, dayanıklı ise korkusuz otur,
zayıfsa güçlendir’ diyebilir. Belediye meclisleri, başkanları halkın bilinçlendirmesine sistematik biçimde
katılabilirler, ’kent yenileme projelerine’ bu açıdan
da yaklaşabilirler. Suskunluklarını kırabilirler. İmar ve
İskân Bakanlığı uygulaması çok zor olan ‘Deprem Yönetmeliği’ Güçlendirme bölümüne uygulama kolaylıkları getirebilir, depreme karşı güçlendirme projelerine yol açabilir…
On binlerce yapının bir anda güçlendirildiğini düşünürsek (afet öncesi, sonrası) depremde olası can ve
mal kayıplarını en aza indirgememiz mümkün olabilecektir. Tekneler liman başkanlıklarından ‘seyre uygunluk’ belgesi almadan denize açılamazlar, evinde oturan insanın hayatı ve malı neden bu kadar ucuz olsun!
Şubeden
DEPREM – YAPILAR - CAN GÜVENLİĞİ
Nurgül ATABAY
İnşaat Mühendisi
Deprem, ülkemizin bulunduğu coğrafyanın aktif deprem
kuşağında yer almasından dolayı karşılaştığı doğal bir
afettir. Türkiye’nin %92’si aktif deprem kuşağında yer almaktadır. Nasıl ki ülkemizde 4 mevsimi doğal olarak yaşıyoruz, soğuktan korunmak için önlemler alıyoruz, sıcaktan
korunmak için önlemler alıyor ve yüzyıllardır bu şekilde
yaşamımızı sürdürüyorsak, depremi de bu şekilde algılayıp hayatımızın bir parçası olarak kabul etmek zorundayız.
YANİ DEPREMLE YAŞAMAYI öğrenmeliyiz. 17 Ağustos - 12
Kasım 1999 depremleri bize deprem denen doğal afetin ne
kadar yıkıcı bir etkisi olduğunu bir kez daha göstermesinin
ötesinde, hala depreme dayanıklı yapı üretemediğimizi de
acı bir şekilde bizlere göstermiştir.
Bu depremlerde yapıların hasar görmesinin ve göçmesinin
ana nedeni yanlış taşıyıcı sistem tasarımı ve uygulama hatalarıdır.
Yapısal projelendirme ve uygulama hatalarından kaynaklanan yıkımların önüne geçmek için;
“DEPREME DAYANAKLI YAPILAR” yapmamız gerektiği sonucuna ulaşılmış ve yönetmelikler bu doğrultuda yeniden
düzenlenmiştir.
alanın depremsel özelliği, yerel zemin özellikleri, kullanılacak olan yapısal malzemeler, mimari tasarımın, taşıyıcı sistem tasarımının, elektrik tesisatı tasarımının ve sıhhi tesisat
tasarımının bir bütün olarak ele alınması gerektiği sonucunu ortaya koymaktadır. Depreme dayanıklı bir yapı için
tasarımda düşünülenle uygulama aynı olmalıdır ki, taşıyıcı
sistem tasarlandığı gibi yapıyı ayakta tutabilsin. Konut olarak tasarlanan bir yapıyı iş merkezine dönüştürdüğünüzde
gerçek projesinden uzaklaşmış olursunuz ve taşıyıcı sistem
projelendirildiği gibi amaca hizmet etmeyecektir. Dış kuvvetlerdeki farklılıklar yapıya farklı etki edecek ve deprem
esnasında yapı projelendirildiği gibi davranmayacaktır. Bu
tür hatalardan kaçınmak gerektiğini amaca uygun projelendirmeler yapmak gerektiğini unutmamalıyız. Sonradan
yapılan tadilatlarda (duvar kaldırmak-yeniden duvar örmek-pencere açmak vb.) yapının ne şekilde etkileneceğini
ancak bir mühendisin görebileceğini unutmamalıyız.
İnşaat mühendislerinin görevi ekonomik, uygulanabilirliği
kolay ve aynı zamanda can güvenliği sağlayan yapılar üretmektir. Ancak ilk önce bunu herkesin talep etmesi gerekir.
Unutmamalıyız ki “DEPREM ÖLDÜRMEZ SAĞLAM OLMAYAN YAPILAR ÖLDÜRÜR.’’
Depremlerde meydana gelen yapısal hasarlara
1- Deprem özellikleri
2- Yerel zemin koşulları
3- Yapı kalitesi
olmak üzere üç faktör etki etmektedir
Deprem özelliklerini: bölgenin depremselliği, deprem riski
ve oluşabilecek deprem büyüklüğü,
Yerel zemin koşullarını: zemin büyültme faktörü, zemin sıvılaşma potansiyeli,
Hemen her deprem sonunda yapılan incelemelerde hasar
gören yapılarda kötü tasarım, kötü işçilik ve beton dayanımlarının yetersiz olduğu gözlenmiştir. Bununla birlikte
donatı detaylarında yapılan kusurlar da hasar oranını arttırmıştır. Dolayısıyla bina tasarımından bina üretimine kadar
bütün uygulamaların kaliteli ve denetimli olması gerekmektedir.
Mimari ve taşıyıcı sistem belirlenmesinde, bölgenin depremselliği göz önüne alınmalıdır. Tasarlanan yapının geometrisi, planı, taşıyıcı sistemi de depreme uygun olmalıdır.
Daha başlangıçta mimari tasarımda yapılan hatalar, yanlış
geometri seçimleri, estetik ve görünüş kaygıları nedeniyle
yapıyı önemli ölçüde riske sokmaktadır. Oluşan bu riski de
taşıyıcı elemanlarla gidermek mümkün olmamaktadır. Bu
nedenle tasarım aşamasında bazı ilkelere uyulması da zorunlu olmaktadır.
Yapının tasarım ve üretim aşamasında, inşaatın yapılacağı
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
Prof. Dr. Ferruh KOCATAŞKIN Anısına
BETON
8. ULUSAL
Yapı kalitesini: depreme dayanıklı mimari ve taşıyıcı sistem
tasarımı, kaliteli işçilik ve beton ile yapısal denetim oluşturmaktadır.
KONGRESİ
1. DUYURU
5-6-7 Ekim 2011 / İZMİR
Düzenleyen:
TMMOB İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI
İZMİR ŞUBESİ
TMMOB İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI
İSTANBUL ŞUBESİ
Eylül 2010 - 154 25
Şubeden
DEPREM SİGORTASINDAN YARARLANMAK
Alim ŞADAN
İnşaat Mühendisi
Deprem hasarına karşı sigorta bulunup bulunmayışı ülkeden ülkeye büyük değişiklik gösterir. Sigortacı hesaplı
bir tehlike olasılığını göğüslemeye alışkındır. Fakat deprem tehlikesi olasılığı bilinen kurallara uymaz. Tehlike
olasılığı coğrafyaya dağılmış olmalıdır.
Yeni Zelanda, Japonya ve ABD gibi çok sayıda ülkede,
deprem tehlikesine karşı sigorta projeleri vardır. Genel
olarak deprem hasarını karşılamanın maliyeti yüksektir.
Sigortalının kendisinin karşılaması gereken önemli bir
tazminat indirimi bulunur.
ABD”de deprem sigortasını özel sigorta şirketleri yapmaktadır. Örneğin ev sahiplerinin 2005 yılında yaygın
biçimde satın aldığı bir sigorta sözleşmesine göre, 250.
000 dolarlık tazminatın ev sahiplerine maliyeti, yıllık 500
dolar ve yüzde 15’e varan tazminat indirimidir. Ayrıca
tsunamilere, toprak kaymalarına ve ille de depremlerle
ilişkili olması gerekmeyen öteki yersel tehlikelere karşı
da sigorta sözleşmeleri vardır. Ancak sigorta yaptıranlar deprem sigortasına ek bir madde koydurmadıkları
zaman depremlerin yol açtığı yangın gibi ikincil hasarı
sigorta kuruluşlarının dışta bırakmasına sık rastlanmaktadır.
Kaliforniya”da sigorta ücreti binanın hangi bölgede
bulunduğuna bağlıdır. 1984 yılında çıkarılan bir eyalet
yasası sigorta şirketlerinin ev sigortası sözleşmelerinin ekinde depremi de sigorta kapsamına almalarını
zorunlu yaptı. Eyalet sigorta ücretleri ile sigortanın
karşılayacağı tazminatı “belirli bir sınıra dek” belirlemekle yetkilendirdiği Kaliforniya Deprem Yetkesi’yle
denemeye girişti. Yinede ev sahiplerinin %80’i bu tür
sigortaya girmediler; bunun nedeni önemli tazminat
indirimi miktarıydı. İnşaatın türü, konutun bulunduğu
bölge ve sigorta sözleşmesinin işlerlik kazanabilmesi
için uğranması gereken hasar miktarı, karar vermeden
önce hep değerlendirilmesi gereken etmenlerdir. (1999
yılında Kaliforniya Deprem Yetkesi’nin kentsel alan için
uyguladığı olağan temel sigorta sözleşmesinin maliyeti:
Yalnızca çıplak 194. 000 dolara sigortalanmış bir ev için
yılda 729 dolardı. Ev eşyası için 25. 000 dolar ve geçim
ödeneği olarak 10.000 dolar tazminat ödemeli, %10 tazminat indirimli ayrı bir sözleşmenin bedeli 281 dolardı.
Deprem Yetkesi’nce belirlenmiş bu tür tarifeler, hangi
deprem kuşağına uygulandığına bağlıdır. )
Ancak, çoğu özel deprem sigortaları pahalı ve tazminat
indirimi yüksek olduğu için, ev sahipleri evlerini sigortalamaktan kaçınmaktadırlar. Ayrıca, deprem sigortası
olmayan ev sahipleri de bir miktar tazminat alabilmektedirler. Çünkü sıradan ev sigortası sözleşmeleri adıyla
tek tek saplanmış eşyalar için tazminat ödemesi içeriyordu. 1994 Northridge depremi. yaklaşık 12. 5 milyar dolar
tazminat ile tarihin gördüğü büyük deprem sigortası
zararına yol açtı.
Deprem tehlikesinin Kaliforniya’yla benzerlik gösterdiği
26 Eylül 2010 - 154
Japonya’da, yerel sigortacılar adaları, deprem olma sıklığına ve hasarın derecesine göre, deprem kuşaklarına
ayırmaktadırlar. Tokyo, Chiba, Kanagawa, ve Yokohama
illerinden oluşan 5 bölge, tehlike düzeyi en yğksek bölge sayılmaktadır Her ne kadar deprem sigortası varsa
da, yangın sigortasının bir uzantısı biçiminde sunulmaktadır ve çoğunlukla satın alınmaktadır. Tek tek ev sahipleri açısından, en yüksek tazminat ödemesi, yangına karşı ödenecek tazminatın %30’uyla sınırlandırılmıştır.
Yeni Zelanda’da, yersarsıntısı ve yangın yanında toprak
kayması gibi öteki yersel afetlere karşı devlet destekli
bir tazminat ödeme sistemi vardır. Yasaya göre sigorta
primlerini toplama sorumluluğu özel sigorta kuruluşlarında olup, . mülk sahipleri depremlerin yol açtığı zararın yüzde birini karşılamak zorundadır. Yeni Zelanda’daki
bütün sigorta sözleşmeleri , otomobil sigortaları bile, bu
deprem tazminatı ödemesini içermektedir.
Avrupa için, sigorta olanağı ve sigorta maliyeti geneldeki düşük tehlike olasığını ve düşük talebi yansıtır.
İngiltere’de geniş kapsamlı sözleşmeler genel prim ödemesiyle karşılanabilmektedir . Almanya, Hollanda, Belçika, , Norveç ve İsveç gibi ülkelerde deprem sigortası
yoktur. Fransa’da sigorta genellikle bulunmamakla birlikte, sigortacılar yangın sigortasının bir uzantısı olarak
sunabilmektedirler.
İspanya ve İsviçre, genel sigorta sözleşmelerine deprem
sigortasının katılmasını zorunlu tutmaktadır ve primler
özel bir devlet fonuna ödenmektedir. İtalya’da, deprem
sigortası, bir yangın sigortası sözleşmesine eklenebilir.
Yunanistan’da, deprem sigortası yangın sigortasının
dışında kaleme alınır. Portekiz’de deprem sigortası,
yangın sözleşmesinin ekinde pazarlanmaktadır. Fiyatlandırmak amacı ile bölgelere ayrılmış, primler ülkenin
güneyi ile batısında en yüksek, kuzeyi ile doğusu düşük
bedeldedir.
Kanada’nın bütün illerinde deprem sigortası, yangın
sigorta sözleşmelerinin uzantısı olarak pazarlanmaktadır ve primler deprem bölgelerine göre değişmektedir. Avustralya’da, primler bina inşaatının değerinin her
1000 dolar için 2 dolar, içindekilerin her 1000 dolar için
5 dolar dolayındadır.
Özel kuruluşların büyük ölçekli deprem kayıplarıyla
baş edebilme yetileri sınırlıdır. Çözüm yollarından biri
işe devletin el atmasıdır. Yeni Zelanda’daki gibi sigorta zorunluluğu getirilebilir. Kaliforniya, Nikaragua ve
Guatemala’da, depremlerden sonra birkaç on yıl süresince yapıldığı gibi olağan üstü durum fonları yürürlüğe
konabilir.
Son olarak, unutmayalım ki, şu ya da bu sigortalama
yöntemi, ne kadar iyi tasarlanıp uygulamaya konmuş
olursa olsun, en iyi koşullarda kısa erimlidir. Hasar olasılığını azaltma önlemlerinin yerini tutamaz. Yeni binaların
Şubeden
tasarım ve yapımında en son bilgileri uygulamak, dayanıklılıklarını artırmak için eski binaların iyileştirilmesi bu
önlemlerdendir. (1)
Türkiye’de Uygulama, Zorunlu Deprem Sigortası
Dask (Doğal Afet Sigortaları Kurumu) Hakkında
Zorunlu Deprem Sigortası, genel anlamda, belediye sınırları içinde kalan meskenlere yönelik olarak oluşturulan bir sigorta sistemidir.
587 sayılı Zorunlu Deprem sigortasına İlişkin Kanun
Hükmünde Kararnamenin ikinci maddesi hükmü gereğince kapsamda bulunan binalar şunlardır:
• Tapuya kayıtlı ve özel mülkiyete tabi taşınmazlar üzerinde mesken olarak inşa edilmiş binalar,
• 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu kapsamındaki bağımsız bölümler,
• Bu binaların içinde yer alan ve ticarethane, büro ve
benzeri amaçlarla kullanılan bağımsız bölümler,
• Doğal afetler nedeniyle devlet tarafından yaptırılan
veya verilen kredi ile yapılan meskenler.
Yukarıdaki koşullara uyan, kat irtifakı tesis edilmiş binalar, tapuda henüz cins tashihi yapılmamış ve tapu kütüğünde vasfı “arsa vs.” olarak görünen binalar, tapu tahsisi henüz yapılmamış kooperatif evleri için de Zorunlu
Deprem Sigortası yaptırılması gerekmektedir.
Henüz bağımsız tapusu olmayan meskenlerin sigortası,
sigorta ettirenin beyanına dayanarak ve arsa tapusuna
ait bilgilerle yapılabilmektedir.
17 Ağustos 1999 tarihinde meydana gelen ve çok büyük can ve mal kaybına neden olan Kocaeli depremin-
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
den sonra kamu otoritesince deprem zararlarının en
aza indirilmesi amacıyla bir çok tedbir alınmıştır. Bu
tedbirlerin en önemlilerinden birisi de Zorunlu Deprem
Sigortası’na ilişkin düzenlemedir.
27. 08. 1999 tarih ve 4452 sayılı Doğal Afetlere Karşı
Alınacak Önlemler ve Doğal Afetler Nedeniyle Doğan
Zararların Giderilmesi İçin Yapılacak Düzenlemeler Hakkında Yetki Kanununun verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan 587 sayılı “Zorunlu Deprem Sigortasına Dair Kanun Hükmünde Kararname” 27. 12. 1999 tarih ve 23919
(mükerrer) sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Söz konusu KHK ile 27 Eylül 2000 tarihinden itibaren
kapsamdaki meskenler için deprem sigortası yaptırmak zorunlu hale getirilmiş olup bu sigortayı sunmak
üzere kamu tüzel kişiliğini haiz Doğal Afet Sigortaları
Kurumu (DASK) kurulmuştur. 9 aylık bir kuruluş sürecinin ardından DASK, öngörüldüğü şekilde 27 Eylül 2000
tarihinden itibaren teminat sunmaya başlamıştır. Halen
29 yetkili sigorta şirketi ve bu şirketlerin acenteleri DASK
nam ve hesabına Zorunlu Deprem Sigortası yapmaktadır. Oluşturulan yeni sistem, kısa zamanda başarılı bir
performans ortaya koymuş olup uluslararası kuruluşlar
tarafından pek çok ülke için örnek uygulama olarak gösterilmektedir. (2)
Kaynak Bilgiler:
Depremler (Earthquakes Bruce A. Bolt Çeviri: Ülkün Tansel) 1
Doğal Afet Sigortaları Kurumu dask. gov. tr (2)
Eylül 2010 - 154 27
İncelemeler
KOLON-KİRİŞ BİRLEŞİMLERİNİN VE BİRLEŞİM BÖLGELERİNİN
GÜÇLENDİRİLMESİNE YÖNELİK ÇALIŞMALAR
İnş.Yük.Müh. Sadık Can GİRGİN İnş.Yük.Müh. İ.Serkan MISIR
Yrd.Doç.Dr. Özgür ÖZÇELİK Prof.Dr. Serap KAHRAMAN
Prof.Dr.Türkay BARAN
Dokuz Eylül Üniversitesi, İnşaat Mühendisliği Bölümü
1. Giriş
Yapı stokları büyük oranda betonarme
yapılardan oluşan ülkelerde yaşanan büyük
depremler, yapılarda birleşim bölgelerinde ağır
hasar gözlendiğini ortaya çıkarmıştır. Özellikle
kolon-kiriş birleşim bölgeleri ve birleşimlerinde,
sismik etkiler altında aderans çözülmesine,
kayma dayanımı yetersizliğine bağlı olarak
gelişen gevrek hasar modları rapor edilmiştir.
En sık rastlanan hasarlar arasında ilk sıralarda
yer alan birleşim hasarları, yapıların yanal yük
taşıma kapasitesini düşürmekte, hatta başlıca
göçme sebebi olabilmektedir. Şekil 1’de
Hindistan (2001) Depremi’nde bir yapıda kolonkiriş birleşimlerinde enine donatı eksikliğine
bağlı
olarak
meydana
gelen
hasar
görülmektedir [1].
bağlı olarak aderansın eksikliği, kolonlarda
etriye sıklaştırmasının yapılmaması, kirişlerde
boyuna donatıda yetersiz kenetlenme boyu
uygulanması kolon-kiriş birleşim bölgelerinde
gelişen
hasarların
başlıca
sebeplerini
oluşturmaktadır. Düşey yüklere göre tasarlanan
bir yapının kolon-kiriş birleşim bölgelerinde
uygulanan genel esaslar Şekil 2’de verilmiştir
[2].
Şekil 2: 1970 öncesi inşa edilen yapıların tipik kolonkiriş birleşimi.
Şekil 1: Hindistan (2001) Depreminde kolon-kiriş
birleşiminde meydana gelen hasar.
Düşey yüklere göre tasarımın esas alındığı
1970’li yıllardan önce inşa edilmiş betonarme
yapılarda
deprem
hasarlarının
kayma
donatısının
eksikliği
ve
kiriş
boyuna
donatılarının birleşime kancalı olarak ankre
edilmesi gibi uygulamalar sonucunda ortaya
çıktığı gözlenmiştir. Özellikle dış kolon-kiriş
birleşimlerinde bu tür hasarlanma sık
gözlenmektedir. Birleşime yakın kiriş ve kolon
uç bölgelerinde düz yüzeyli donatı kullanımına
28 Eylül 2010 - 154
Sismik etkiler altındaki yapıların kolon-kiriş
birleşimlerinin davranışı konusunda ABD, Yeni
Zelanda, Japonya ve Çin’de 1970’li yıllarda
gerçekleştirilen deneysel çalışmalar sonrası
oluşturulan tasarım detayları modern yapı
yönetmeliklerinde hızla yer almıştır [3].
Amerikan Beton Enstitüsü (ACI) ve Amerikan
İnşaat Mühendisleri Konseyi (ASCE) tarafından
1976 yılında hazırlanan ACI 352R-76, ACI 352R02 yönetmeliklerine göre: kolon-kiriş birleşimi
(birleşim paneli-düğüm noktası) çerçeve tarzı
yapılarda iki yapısal elemanın birleşiminde yer
alan, aynı zamanda kirişin de bir parçası olan
kolona ait bir bölümdür. Kolon- kiriş birleşim
bölgesi ise, birleşimle birlikte birleşimin
komşuluğundaki kolon, kiriş ve döşemenin uç
kısımlarını da kapsar [4]. Yeni Zelanda’da 1982
yılında yayınlanan NZS 3101 yönetmeliğinde de
kolon-kiriş birleşimlerinin tasarımı ile ilgili
koşullar yer almıştır.
İncelemeler
2. Tasarım ilkeleri
Kapasite tasarımı ilkeleri, modern yapı
yönetmelikleri ile ortaya konan tasarım
felsefesinin esasını oluşturmaktadır. Kapasite
tasarımında esas, yapıdaki elemanların belirli
bir hiyerarşik düzen içinde (plastik mafsal
oluşum sırası) ve en fazla süneklik göstereceği
eğilme kırılması modunda kapasitelerine
ulaşmasının sağlanmasıdır. Bu çerçevede
tasarım aşamasında [5]:
 Eğilme etkisi altında plastik deformasyon
yapacak kesitlerin (plastik mafsalların)
belirlenmesi,
 Taşıyıcı sistem elemanlarının güçlü kolon –
zayıf kiriş mekanizmasının düzeninde
boyutlandırılması,
 Gevrek davranış modlarına ait etkilerin (kesme
etkileri) plastik mafsalların eğilme kapasiteleri
ile uyumlu tanımlanması
gerekmektedir.
Ülkemizde uygulanan
“Afet Bölgelerinde
Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik”te
(1968) Taşıyıcı Elemanlar bölümünde Düğüm
noktaları civarında kolon ve kirişlerin etriye
aralığı, bu elemanların ortasındaki etriye
aralığının yarısı kadar olacak ve kolon yüzünden
başlayarak açıklığa doğru kiriş yüksekliği kadar
devam edecektir. Kolonlara ait etriyeler kat
kirişleri içinde de devam edecektir. ifadesi yer
almışsa da, etriye sıklaştırması olarak da anılan
bu koşul proje paftalarında standart bir detay
çiziminden ibaret olarak kalmıştır. Kolon-kiriş
birleşimlerine kayma tahkiki yapılması, kolon
etriyesinin kolon-kiriş birleşimi içerisinde
devam
edeceği
hükmü
Deprem
Yönetmeliği’nde (1975) yer almıştır. Buna
rağmen, aynı hükmü koruyan yeni Deprem
Yönetmeliği (1998) uygulamacı mühendislerce
“fiziksel olarak uygulanması mümkün değil”
iddiasıyla eleştiri ve dirençle karşılanmıştır [5].
3. Birleşimlerde Oluşan Hasarlar
Deprem etkisinde bir yapıda, kolon ve
kirişlerdeki moment ve kesme kuvvetleri
birleşim bölgelerinin çekirdek betonunda iç
gerilmeler oluşturur ve bu tesirler kolon-kiriş
birleşim bölgelerinde kafes sistem yük aktarım
mekanizması ile taşınır (Şekil 3).
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
c1
Fs '
Fc '
Mb1
Fs1
Fc1
T1
T'
V c1
T2
Vb2
V b1
V c2
T'
Mc2
Fc2
Fs2
Mb2
Fc '' Fs ''
Şekil 3: Kolon-kiriş birleşimine kolon ve kirişlerden
aktarılan yükler.
Birleşimlerin kesme kapasitesinin, asal gerilme
düzleminde gelişen çekme ve basınç
gerilmelerini karşılamaya yetecek düzeyde
olması
gereklidir.
Gelişen
tesirleri
karşılayamayacak durumdaki kolon - kiriş
birleşimleri hasar görecektir. Hasar ve göçme
modları ise, birleşimin yapı sistemi içindeki
konumuna (köşe/iç birleşim), detaylandırma
yetersizliklerine bağlı olarak farklılaşmaktadır.
Birleşim hasar tipini etkileyen çok sayıda
değişken arasında en kritik olanları aşağıda
özetlenmiştir [6]:
 Ankraj donatıları çapı (aderans talebi),
 Mevcut birleşim donatısı,
 Kesme gerilmesi büyüklüğü,
 Kolon eksenel yükünün büyüklüğü,
 Birleşimin konumu (köşe/iç)
 Bağlı elemanların eğilme dayanımları,
 Yatay ötelenme geçmişi,
 Beton dayanımı
Dış kolon-kiriş birleşimlerinde karşılaşılan farklı
hasar mekanizmaları Şekil 4’de sunulmuştur.
Kiriş
boyuna
donatılarının
uygun
detaylandırılması birleşim bölgesinin hasarını
sınırlı ölçüde olsa da önlerken (Şekil 4a – b),
boyuna donatının basınç-çekme çubuğu
mekanizmasını karşılayamaması sonucunda
çatlaklar meydana gelmektedir (Şekil 4c). Kiriş
boyuna donatılarının uç kısımlarında yalnızca
kanca yapılması sonucunda (Şekil 4d) kolon dış
kısmında betonun ayrışması ile beton kaması
oluştuğu gözlenmektedir [7].
Eylül 2010 - 154 29
İncelemeler
4. Güçlendirmede Temel Yaklaşımlar
(a)
(b)
(c)
(d)
Şekil 4: Dış kolon–kiriş birleşimleri için hasar
mekanizmaları [7].
Kenetlenme boyu yetersizliği, kiriş açıklık
donatısının süreksizliği gibi nedenler birleşim
bölgelerinde
kiriş
yüzünde
çatlakların
gelişimine neden olmaktadır (Şekil 5). Kolonkiriş birleşimlerinde etriye yetersizliği ise,
bölgenin mafsallaşarak sistemin toptan
göçmesi sonucunu doğurabilmektedir (Şekil 6).
Hasar görmüş yapıların kolon-kiriş birleşim
bölgelerinin
güçlendirilmesine
yönelik
araştırmalarda kolonlar, kirişler ve birleşim
bölgeleri arasında plastik mafsal oluşturma
düzenlerinin
(hiyerarşileri)
belirlenmesi
amaçlanır.
Böylece,
kolonlardaki
olası
mafsallaşmalar veya birleşim bölgelerinde
oluşabilecek kesme kırılmaları gerçekleşmeden
kirişin hasar görmesini sağlayacak çözümler
araştırılabilir (Tablo 1).
KAYNAKLAR
[1] nisee.berkeley.edu. NISEE fotoğraf koleksiyonu.
[2] Beres, A.; Pessiki, S. P.; White, N.R. (1991). “Behavior of
Existing Reinforced Concrete Frames Designed Primarily
for Gravity Loads”. International Meeting on Earthquake
Protection Of Buildings.
[3] Paulay, T.; Priestley, M.J.N. (1992). Seismic Design of
Reinforced Concrete and Masonry Buildings, Wiley
Interscience, New York.
[4] ACI-ASCE Committee 352 (1976). “Recommendations
for Design of Beam-Column Connections in Monolithic
Reinforced Concrete Structures”.
[5] Aydınoğlu, M. N. (2007). “Deprem Katsayısından
Performansa Göre Tasarıma Bir Mühendisin Bakış
Açısından Deprem Mühendisliğinin 40 Yılı”. Altıncı Ulusal
Deprem Mühendisliği Konferansı, 16-20 Ekim 2007,
İstanbul.
Şekil 5: Kirişlerde açıklık donatısının yetersiz
kenetlenmesine bağlı gelişen çatlaklar [8].
[6] Mısır,İ.S. ; Özçelik, Ö. ; Kahraman, S. (2009). “Kolon- Kiriş
Birleşimlerinin Davranışlarının Değerlendirilmesi ve Konu
Üzerine Yürütülen Deneysel Çalışmalar”. İMO İzmir Şube
Bülteni, 146, sf: 12-17.
[7] Pampanin, S. (2006). “Controversial Aspects in Seismic
Assesment and Retrofit of Structures in Modern Times:
Understanding and Implementing Lessons from Ancient
Heritage”. Bulletin of the New Zealand Society for
Earthquake Engineering, Vol 39, No.2, 120-132..
[8] Kunnath, S.; Hoffman, G.; Reinhorn, A.M., Mander, J.B.
(1995). “Gravity Load- Designed Reinforced Concrete
Buildings- Part I”.ACI Structural Journal, 92(3), 343- 354.
Şekil 6: Yetersiz kesme kapasitesine sahip kolonkiriş birleşiminin yanal yük altında davranışı [8].
30 Eylül 2010 - 154
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
Seçili
Zayıflatma
(Selective
Weakening)
Dış kolon-kiriş birleşimlerinin
çelik ankraj çubuklarıyla ve
CFRP katmanları ile
güçlendirilmesinin etkinliği
incelenmiştir.
Kolon-kiriş birleşim bölgesinde
kiriş alt yüzündeki donatının
kesilerek seçili zayıflatma
yapılması ve dıştan ardgerme ile
iyileştirilmesinin etkinliği
incelenmiştir.
Gökdemir H.; Tankut, T.; Ersoy,U,
(2009). “Seismic Strengthening of
Reinforced Concrete Beam-Column
Joints”. WCCE – ECCE – TCCE Joint
Conference: Earthquake & Tsunami,
İstanbul.
Kam, W.Y., Pampanin,S., Bull,
D.(2009). Experimental Validation of
Selective Weakening Approach for
Seismic Retrofit of Exterior BeamColumn Joints. NZSEE 2009,New
Zealand.
Pampanin, S.; Bolognini, D.; Pavese
Lif takviyeli A.(2007). “Performance-Based
polimerlerle Seismic Retrofit Strategy for Existing
Reinforced Concrete Frame Systems
(FRP)
Using Fiber-Reinforced Polymer
Güçlendirme
Composites”. J.Composites for
Construction, 211-226.
Performansa dayalı sismik
güçlendirme yaklaşımı
benimsenmiştir. Güçlendirme
yönteminin etkinliği kolon-kiriş
birleşim bölgesindeki
elemanların plastik mafsal
oluşma düzenlerine ve birleşim
tipine bağlıdır.
Kolona sabit eksenel yük,
1970 öncesi yapı stoğunu temsil kiriş uçlarına tersinir-tekrarlı
etmek üzere 4 adet 1/1 ölçekli dış yükler deplasman kontrollü
kolon-kiriş birleşimi kullanılmıştır. yarı-statik olarak
uygulanmıştır.
Kolon-kiriş birleşim bölgelerinin
cam lif takviyeli polimerlerle
(GFRP) güçlendirilmesi ve
birleşimlerdeki gevrek hasar
modlarının oluşumunu sünek
mafsallaşma mekanizmaları ile
önlemek
Ghobarah, A.; Said,A. (2002). “Shear
Strengthening of Beam- Column
Joints”. Engineering Structures, V. 24,
881-889.
Kolon eksenel yük
kapasitesinin belirli bir
oranında eksenel yük etki
ettirilmiş, kolon üst ucundan
yatay doğrultuda yarı-statik
yükleme uygulanmıştır.
Kolon eksenel yük
kapasitesinin % 20’si
oranında eksenel yük
uygulanmıştır. Kiriş ucundan
düşey yönde tekrarlı-tersinir
yükler yarı-statik olarak
uygulanmıştır.
TS 500 ve Deprem Yönetmeliği
2007’ye uygun olarak
boyutlandırılan 14 adet 2/3
ölçekli kolon-kiriş birleşimi
numunesi incelenmiştir. (4 adet
referans, 7 adet çelik çubuklarla
güçlendirilmiş, 4 adet CFRP
katmanları ile güçlendirilmiş)
Yeni Zelanda’da 1970 öncesi yapı
stoğunu temsil eden, enine
donatı bulunmayan 1’i referans
olmak üzere 4 adet kolon-kiriş
birleşimi numunesi incelenmiştir.
Kolon-kiriş birleşimlerine
kolon üst ucundan yatay
doğrultuda deplasman
kontrollü yarı-statik yükleme
uygulanmış, uygulanan yatay
yüke orantılı olarak kolona
eksenel yük etki ettirilmiştir.
1970 öncesi yapı stoğunu temsil
etmek üzere 6 adet 2/3 ölçekli dış
ve iç kolon-kiriş birleşimine CFRP
(Karbon Lif Takviyeli Polimer)
katmanları uygulanmıştır.
Kolona sabit eksenel yük,
kiriş uçlarına tersinir-tekrarlı
yükler yarı-statik (quasistatic) olarak uygulanmıştır.
1970 öncesi yapı stoğunu temsil
etmek üzere 6 adet 1/3 ölçekli dış
kolon- kiriş birleşimi numunesi
göz önüne alınmıştır
Sonuçları
Yalnız ard germenin uygulandığı kolon-kiriş
birleşimi numunesinde kolon kapasitesinin
yeterli olması durumunda, düğüm
noktasındaki hasarın oluşumu önlenmiştir.
Seçili zayıflatma ve ard germenin birlikte
uygulanması enerji yutma kapasitesini
arttırmıştır.
-Kolon- kiriş birleşimi güçlendirmelerine
yönelik yapılan çalışmalarda, birleşim bölgesi
ile birleşim güçlendirilmesi arasındaki
farklılıklar ortaya konmuş,
-Önerilen yöntemlerin birleşimlerde gevrek
göçmeyi önleyerek öncelikle kirişte plastik
mafsal oluşumunu sağladığı belirlenmiştir.
CFRP kompozitlerin hasarlı kolon-kiriş
birleşimlerinde kayma mafsallarının
oluşumunu önlediği; plastik mafsal oluşma
düzenlerinin (hiyerarşilerinin) kurulması ve
kolon yüzünden kontrollü bir mesafede kirişte
plastik mafsal mekanizmasının oluşumunu
sağladığı belirlenmiştir.
Çelik lama yardımı ile ankrajı yapılan
numunelerin referans numunelerine göre
enerji yutma kapasitelerinde belirgin artış
olduğu belirlenmiştir,
Birleşimlerdeki göçme mekanizması kiriş
uçlarında plastik mafsal oluşumu ile sünek
mekanizma halini almıştır.
Üç boyutlu yapı modeli dikkate alındığında,
yöntemin uygulamada meydana getireceği
durumlar göz önüne alınmalıdır.
Çelik levha eklenen numunelerin enerji yutma
kapasitelerinde artış gözlenmiştir,
Kolon üst ucundan yatay çift
Birleşim bölgesinde dayanım artışı ve göçme
eksende yükleme deplasman
modunun kolonlardan kirişlere aktarılması
kontrollü olarak
sağlanmıştır.
gerçekleştirilmiştir.
Yükleme tipi
Dayanımı ve sünekliği yetersiz
kolon-kiriş birleşim bölgelerinin
sismik iyileştirilmesinde çelik
levhaların uygulanabilirliğinin
araştırılması
Numune tipi/ sayısı
Biddah, A.; Ghobarah, A.; and Aziz,
T. S. (1997). “Upgrading of
Dıştan çelik
Nonductile Reinforced Concrete
levhalar
Frame Connections,” J. Structural
eklenmesi
Engineering, ASCE, 123(8), 10011009.
Çalışmanın amacı
Betonarme mantolama
yönteminin, kolon-kiriş birleşim 4 adet 1/1 ölçekli kolon-kirişbölgeleri, yalnız kolonlar; ve
döşeme birleşimi numunesi göz
kolon/kirişlerde beraber
önüne alınmıştır
uygulanabilirliğinin araştırılması
Çalışma
Alcocer, S. M.; and Jirsa, J. O.
(1993). “Strength of Reinforced
Betonarme Concrete Frame Connections
Mantolama Rehabilitated by Jacketing,” ACI
Structural Journal, V. 90, No. 3, , 249261
Yöntem
Tablo 1: Betonarme yapıların kolon-kiriş birleşimleri ve birleşim bölgelerinin güçlendirilmesinde önerilen bazı yaklaşımlar.
İncelemeler
Eylül 2010 - 154 31
Beton
BETON BARİYERLER
Tuğrul BAŞTAN
İnşaat Mühendisi
Beton Bariyer Nedir?
20. Yüzyılın ortalarından itibaren trafik kazalarındaki ölü ve yaralı sayısının 2. Dünya Savaşındaki kayba
yaklaşması ile özellikle otoyollarda iki yönlü trafiği
ayıran korkulukların kullanılması gündeme gelmiş ve
1950’ den itibaren ilk önlem olarak çelik korkuluklar
kullanılmaya başlanmıştır.
Çelik korkulukların kazaları önlemedeki etkinliğinin
%20’nin üzerine çıkarılamaması ve yüksek bakım,
onarım ve işletme giderleri gerektirmesi üzerine
A.B.D.’de 1960’larda başlayan çalışmalar sonunda
“New Jersey” tipi beton bariyerler geliştirilmiştir.
Beton bariyerler Avrupa’ da ilk defa Fransa ve
Belçika’da, daha sonra da 1976 yılından itibaren Almanya’ da uygulanmaya başlanmıştır.
Beton Bariyer Özellikleri
Beton bariyerler seyir emniyetinde önemli iki unsur
olan “ayırıcılık” ve “koruyuculuk” fonksiyonlarının ikisine de sahiptir. Ayrıca çarpma anında araçları tekrar
“şeridine sevk etme” özelliği bulunmaktadır.
Çelik korkuluklar gibi esnek sistemlerde çarpma
enerjisi, konstrüksiyonun şekli, biçimi nedeniyle taşıtın yönünün değişmesine neden olmaktadır.
(Çarpma hızı:100 km, çarpma açısı 25 derece)
Beton bariyerlerde ise gerek özel tasarımı, gerekse
rijitliği nedeniyle çarpma anında çarpma enerjisinin
32 Eylül 2010 - 154
taşıt tarafından karşılanması ve özel tasarımının da
yardımıyla aracın tekrar eski şeridine dönmesi, bu
esnada hızında da belli bir azalma olması sonucunu
doğurmaktadır.
Taşıtların küçük açılı seyirlerinde yaklaşık (7 ile 10 derece arasında) bu prensip gereğince taşıt tekrar eski
şeridine dönmektedir. 25 dereceden büyük açılı çarpma açılarında devrilme söz konusu olabilmektedir
ancak, istatistiklere göre motorlu taşıtların %90’ ı 15
derecelik açı ile çarpmaktadırlar.
Prefabrike Beton Bariyer Avantajları
Beton bariyerler başlangıçta yerinde dökme olarak
üretilirken daha sonra sağladığı avantajları nedeniyle
prefabrike olarak üretilmeye başlanmıştır. Bu avantajlar;
»»
»»
»»
»»
»»
»»
»»
»»
»»
»»
»»
»»
»»
»»
Çarpmaya karşı dayanıklılık
Bakım kolaylığı
Yüksek dayanımlı beton kullanılması
Her kaza sonrasında değiştirme gerektirmemesi
Stok bulundurulabilmesi
Kalite kontrol altında üretilmesi
Modüler olması
Yerinde dökme yöntemine göre daha hızlı ve
güvenli üretilebilmesi
Kolay değiştirilebilmesi
Yüksek açılı çarpmalarda taşıtın altında takoz
görevini görerek can ve mal kaybını önlemesi
Toza, rutubete ve neme dayanıklılık
Aynı zamanda ışık bariyeri görevini görme
Aşınma yıpranma ömrünün uzunluğu
Farklı desen ve dokuda üretilebilmesi
olarak özetlenebilir.
Beton
Diğer bir deyişle, prefabrike beton bariyerlerin kullanımı ile kaza sayısında %48 ‘lik bir düşüş olmuştur.
Sonuç
Çarpma halinde aracın karşı şeride veya yan şarampole yuvarlanmasını önleyerek aracı tekrar şeridine
sevk eder.
Diğer bariyerlere göre daha ucuz üretilir.
Bakım giderleri düşüktür.
Çeşitli Uygulamalar
Esnek kullanımı, farklı desen ve renklendirmeye olanak verir.
Türkiye’ de ilk pilot uygulamalar
Kolay değiştirilebilir.
»» 1988 yılında İstanbul’ da Mavievler rampası – Bostancı arasında 3 km ’lik bir kesimde,
»» İzmir’ de Alsancak – Karşıyaka arasında 2,5 km ‘lik
bir bölümde,
Trafik güvenliğine önem veren ülkelerde, giderek
daha çok kullanılmaktadır.
Ülkemizde de prefabrik beton bariyerlerin daha yaygın olarak kullanılması, trafik güvenliğinin düşük maliyette etkin bir şekilde artırılmasını sağlayacaktır.
»» İzmir - Selçuk yolunun 6,5 km ‘lik bölümünde,
»» İskenderun – Belen geçidinde 700 m ’lik bir kesiminde gerçekleştirilmiştir.
İstanbul’daki uygulama alanında İstanbul İl Emniyet
Müdürlüğü verilerine göre 15 Mayıs – 30 Haziran arasındaki 45 günlük süre içinde 1988 yılındaki kaza oranı %0,0626 ‘dan 1989 yılında %0,0327 ‘ye düşmüştür.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
Kaynaklar:
1. http://www.tcma.org.tr/images/file/Beton_Bariyer.pdf
Eylül 2010 - 154 33
İş Sağlığı ve Güvenliği
İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİNDE BAKIŞ AÇISININ DEĞİŞMESİ GEREKİYOR
Alpaslan ERTÜRK
Öğr. Gör. Maden Yük Müh. İş Güvenliği Uzmanı(A) (DEÜ Mühendislik Fak. Maden Müh. Böl.)
2003 Yılında 4857 sayılı iş Kanunu ile yürürlüğe giren İş
Güvenliği konusundaki mevzuat ve uygulamalar özünde
konuya ilişkin AB mevzuatının ve dünyadaki çağdaş yöntemlerin ülkemizde hayata geçirilmesini amaçlamaktaydı.
Ancak gelinen noktada bir yandan büyük bir mevzuat karmaşası yaşanırken diğer yandan uygulamada ve denetlemede mevzuatın amaçladığı İş Güvenliği anlayışı değişikliği gerçekleştirilememiştir.
Bu anlayış İş Güvenliği’nin “yönetim sistemi” yada “yönetim
sorumluluğu” olarak algılanmasını amaçlarken uygulamada hala İşverenlerden-mühendislere, Hükümetten-iş teftiş
kuruluna-basına kadar pek çok ilgili kesimin meydana gelen iş kazalarına “kader”, “dikkatsizlik”,…vb. bakış açısıyla bir
yüzyıl geriden baktıkları görülmektedir.
Bu bakış açısı ve anlayışla varılabilen nokta bugün için yaşadığımız iş kazaları ve meslek hastalıklarının azalmadan
devam etmesini kaçınılmaz kılmaktadır.
Bu bakış açısı ve anlayıştaki olması gereken farklılığı anlayabilmek için bir önceki yüzyıl tarihine kısaca gözatmak yeterli olacaktır. 17.yy’da Endüstri(Sanayi) devrimiyle birlikte
gündeme gelen İş Kazalarına bakış II. Dünya Savaşı sonrasına kadar “çalışan sorunu” ve “kader” olarak görülmüş yada
bu şekilde gösterilmeye çalışılmıştır. II. Dünya Savaşı sonrasında; gerek iş kazaları ve meslek hastalıklarının işverenlere maliyeti, gerekse sosyal devlet olgusunun ortaya çıkışı
İş Güvenliği konusunda araştırmaları/yatırımları gündeme
getirmiştir.
“Reaktif” dönem olarak nitelendirdiğimiz ilk dönemde
meydana gelen olaylardan yola çıkılarak oluşturulan kurallar mevzuat haline getirilerek işyerlerinde uygulanmaya
başlanmıştır. Biraz geç olsa da, 1475 Sayılı mülga İş Kanunu Ülkemizde Ocak 1974’den sonra uygulamaya giren “İşçi
Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü” ile diğer sektörel işçi sağlığı ve iş güvenliği tüzüklerinin büyük bir çoğunluğu hala
yürürlüktedir. İşyeri denetimleri de ağırlıklı olarak hala bu
Tüzükler üzerinden yapılmaktadır.
Ancak Dünyada sözkonusu benzer uygulamaların istenen
faydayı sağlamadığından hareketle yapılan çalışmalar sonucunda farklı bir sürece gidilmiştir.
“Proaktif” dönem olarak nitelendirilen ve 1980’li yıllar
sonrasında Dünyada uygulanmaya başlayan, İş Sağlığı ve
Güvenliği’nin “risk değerlendirmesine” ve “Yönetim Sistemi” yada “Yönetim Sorumluluğu” anlayışına dayalı özünde
“her işyerinin kendine özgü koşullarından yola çıkılarak yapılacak risk değerlendirmesi” yapılarak oluşturulacak planlama-uygulama-kontrol mekanizmalarını içeren sistemin
işyerinde oluşturulması ve hayata geçirilmesidir.
Yukarıda kısaca ana hatlarıyla bahsetmiş olduğumuz sürecin ülkemizde de uygulamaya geçirilmesi ve denetlenmesi
köklü bir anlayış değişikliğini kaçınılmaz kılmaktadır.
»» Öncelikle İş Sağlığı ve Güvenliği Yasal bir zorunluluk olmaktan öte yapılan işin öncelikli bir parçası olarak ele
34 Eylül 2010 - 154
alınmalıdır,
»» İş Sağlığı ve Güvenliği Proje aşamasından başlayarak
uygulanmalıdır,
»» Eğitim İş Sağlığı ve Güvenliğinin vazgeçilmez bir önceliğidir,
»» İş Sağlığı ve güvenliği en üst Yönetimden en alttaki çalışana kadar tüm bireylerin sürekli gündeminde ve sorumluluğunda olmalıdır,
»» İş Güvenliği işyerinde çalışan bir yada bir kaç mühendisin sorumluluğundan çıkarılmalıdır.
»» Üst yönetimler sahip çıktığı ölçüde İş Sağlığı ve Güvenliğinde başarılı olunabilir,
»» Denetim süreçleri matbu yasa, tüzük maddelerine bakılmasından çıkarılarak İşyerlerindeki işleyiş ve sistem
sorgulanmalıdır,
»» Kontrol ve yeniden değerlendirmeler tanımlanmalı ve
kayıt alına alınmalıdır.
Kısaca kazaların önlenmesi şablon Tüzüklerin uygulanmasını değildir. İş Sağlığı ve Güvenliği özünde bir kültür ve birikimi gerektirmektedir. Tüm mühendislik süreçlerinde de
yapılan işin öncelikli bir parçası olarak görülmeli ve hayata
geçirilmelidir.
KAYBETTİKLERİMİZ
Abdullah Efdal GÜÇELİ (1927-2010)
1971 yılında Ege Özel MMYO’dan
mezun olan üyemiz
24 Temmuz 2010 tarihinde vefat etmiştir.
Osman BUZCU (1949-2010)
1977 yılında Ege Üniversitesi’nden
mezun olan üyemiz
20 Ağustos 2010 tarihinde vefat etmiştir.
Mustafa GÜLEN (1924-2010)
1948 yılında Yıldız Teknik Okulu’ndan mezun olan
Bergama Temsilcimiz İlker GÜLEN’in babası,
üyemiz Mustafa GÜLEN
23 Ağustos 2010 tarihinde vefat etmiştir.
Üyelerimizin ailelerine, dostlarına ve
meslektaşlarımıza başsağlığı diliyoruz.
Üyemiz İbrahim Asil AKŞAHİN’in babası
Cafer AKŞAHİN
2 Ağustos 2010 tarihinde vefat etmiştir.
Üyemizin acısını paylaşır,
kendisine ve yakınlarına başsağlığı dileriz.
Vergi
DAMGA VERGİSİ UYGULAMASI
Doğan ÖZTÜRK
Serbest Muhasebeci Mali Müşavir
(İMO İzmir Şubesi Mali Danışmanı)
Vergi literatürümüzü 1/7/1964 tarihinde kabul edilerek
11/7/1964 tarihinde 11751 sayılı resmi gazetede ilan edilerek giren 488 sayılı Damga vergisi kanununa ait önce genel
bilgilere bir göz atalım.
Damga Vergisinin mükellefi kağıtları imza edenlerdir.
Bu kanundaki kağıtlar terimi, yazılıp imzalamak veya imza
yerine geçen bir işaret konmak suretiyle düzenlenen ve
herhangi bir hususu ispat veya belli etmek için ibraz edilebilecek olan belgeler ile elektronik imza kullanılmak suretiyle manyetik ortamda ve elektronik veri şeklinde oluşturulan belgeleri ifade eder.
Vergiye tabi kağıtlar mahiyetinde bulunan veya onların
yerini alan mektup ve şerhlerle, bu kağıtların hükümlerinin
yenilenmesine, uzatılmasına, değiştirilmesine devrine veya
bozulmasına ilişkin mektup ve şerhler de Damga Vergisine
tabidir.
Resmi dairelerle kişiler arasındaki işlemlere ait kağıtların
Damga Vergisini kişiler öder.
Bir kağıdın tabi olacağı verginin tayini için o kağıdın mahiyetine bakılır ve buna göre tabloda yazılı vergisi bulunur.
Kağıtların mahiyetlerinin tayininde, şekli kanunlarda belirtilmiş olanlarda kanunlardaki adlarına, belirtilmemiş
olanlarda üzerlerindeki yazının tazammun ettiği hüküm ve
manaya bakılır.
Mahiyeti tayin edilmek istenen kağıt üzerinde başka bir kağıda atıf yapılmışsa, atıf yapılan kağıdın hükümlerine nazaran iktisap ettiği mahiyete göre vergi alınır.
Bir nüshadan fazla olarak düzenlenen kağıtların her nüshası ayrı ayrı aynı miktar veya nispette Damga Vergisine tabidir. Şu kadar ki, poliçe ve emre yazılı ticari senetlerin yalnız
tedavüle çıkarılan nüshaları vergiye tabi tutulur.
Bir kağıtta biri birinden tamamen ayrı birden fazla akit ve
işlem bulunduğu takdirde bunların her birinden ayrı ayrı
vergi alınır.
b) (a) bendi dışındaki hallerde, kâğıdın düzenlendiği tarihi
izleyen onbeş gün içinde vergi dairesine bir beyanname ile
bildirilir ve aynı süre içinde ödenir.
Vergiye tabi kağıtların Damga Vergisinin ödenmemesinden
veya noksan ödenmesinden dolayı alınması lazım gelen
vergi ve cezadan, mükelleflere rücu hakkı olmak üzere, kağıtları ibraz edenler sorumludur.
Noterler, damga vergisi ödenmemiş veya noksan ödenmiş
kâğıtları vergi ve cezası ödenmedikçe tasdik edemezler
veya bunların suretlerini çıkarıp veremezler.
Kanunun 14 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan
her bir kağıttan alınacak damga vergisine ilişkin üst sınır
yeniden değerleme oranında artırılmış ve 1/1/2010 tarihinden itibaren 1.161.915,90 Türk Lirası olmuştur.
Damga vergisi kanunu I sayılı listesi damga vergisine tabi
olan kağıtları, II sayılı listesi ise istisna ile ilgili kağıtlara yer
vermiştir.
(1) SAYILI TABLO
Damga Vergisine Tabi Kağıtlar
I. Akitlerle ilgili kağıtlar
A. Belli parayı ihtiva eden kağıtlar:
1. Mukavelenameler, taahhütnameler ve temliknameler (Binde
8,25)
2. Kira mukavelenameleri (Mukavele süresine göre kira bedeli
üzerinden) (Binde 1,65)
3. Kefalet, teminat ve rehin senetleri (Binde 8,25)
4. Tahkimnameler ve sulhnameler (Binde 8,25)
5. Fesihnameler (Belli parayı ihtiva eden bir kağıda taalluk edenler dahil) (Binde 1,65)
6. (Değişik: 5766/10-b md.) (Yürürlük: 6.6.2008) Karayolları Trafik
Kanunu uyarınca kayıt ve tescil edilmiş ikinci el araçların satış ve
devrine ilişkin sözleşmeler (Binde 1,65)
B. Belli parayı ihtiva etmeyen kağıtlar:
1. Tahkimnameler (27,90 TL)
Bir kağıtta toplanan akit ve işlemler birbirine bağlı ve bir
asıldan doğma oldukları takdirde Damga Vergisi, en yüksek
vergi alınmasını gerektiren akit veya işlem üzerinden alınır.
2. Sulhnameler (27,90 TL)
Ancak bu akit ve işlemlere asıl işlemin akitlerinden başka
bir şahsın eklenen akit ve işlemi de ayrıca vergiye tabidir
(Belli parayı ihtiva edenler dahil) (156,20 TL)
Damga Vergisi nispi veya maktu olarak alınır.
1. Meclislerden, resmi heyetlerden ve idari davalarla ilgili olmayarak Danıştaydan verilen mazbata, ilam ve kararlarla hakem
kararları:
Nispi vergide, kağıtların nevi ve mahiyetlerine göre, bu kağıtlarda yazılı belli para, maktu vergide kağıtların mahiyetleri esastır.
Belli para terimi, kağıtların ihtiva ettiği veya bunlarda yazılı
rakamların hasıl edeceği parayı ifade eder.
a) Maliye Bakanlığınca belirlenen mükellefler, kurum ve
kuruluşlar tarafından bir ay içinde düzenlenen kağıtların
vergisi, ertesi ayın yirminci (371 Sıra No.lu VUK Tebliği uyarınca yirmiüçüncü) günü akşamına kadar vergi dairesine
bir beyanname ile bildirilir ve yirmialtıncı günü akşamına
kadar ödenir.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
3.Turizm işletmeleri ile seyahat acentelerinin aralarında düzenledikleri kontenjan sözleşmeleri
II. Kararlar ve mazbatalar
a) Belli parayı ihtiva edenler (Binde 8,25)
b) Belli parayı ihtiva etmeyenler (27,90 TL)
2. (Değişik : 5766/10-c md.) (Yürürlük : 6.6.2008) İhale kanunlarına tabi olan veya olmayan resmi daire ve kamu tüzel kişiliğini
haiz kurumların her türlü ihale kararları (Binde 4,95)
III. Ticari işlemlerde kullanılan kağıtlar
1. Ticari ve mütedavil senetler:
a) Emtia senetleri:
aa) Makbuz senedi (Resepise) (9,90 TL)
Eylül 2010 - 154 35
Vergi
ab) Rehin senedi (Varant) (5,90 TL)
ac) İyda senedi (1,20 TL)
ad) Taşıma senedi (0,55 TL)
b) Konşimentolar (5,90 TL)
c) Deniz ödüncü senedi (Binde 8,25)
d) İpotekli borç senedi, irat senedi (Binde 8,25)
2. Ticari belgeler:
a) Menşe ve Mahreç şahadetnameleri (9,90 TL)
b) Resmi dairelere ve bankalara ibraz edilen ilançolar ve işletme
hesabı özetleri:
ba) Bilançolar (21,55 TL)
bb) Gelir tabloları (10,55 TL)
bc) İşletme hesabı özetleri (10,55 TL)
c) Barnameler (1,20 TL)
d) Tasdikli manifesto nüshaları (4,40 TL)
e) Ordinolar (0,55 TL)
f ) Gümrük idarelerine verilen özet beyan formları (4,40 TL)
IV. Makbuzlar ve diğer kağıtlar
1. Makbuzlar:
a) Resmi daireler tarafından yapılan mal ve hizmet alımlarına
ilişkin ödemeler (avans olarak yapılanlar dahil) nedeniyle, kişiler tarafından resmi dairelere verilen ve belli parayı ihtiva eden
makbuz ve ibra senetleri ile bu ödemelerin resmi daireler nam ve
hesabına, kişiler adına açılmış veya açılacak hesaplara nakledilmesini veya emir ve havalelerine tediyesini temin eden kağıtlar
(Binde 8,25)
b) Maaş, ücret, gündelik, huzur hakkı, aidat, ihtisas zammı, ikramiye, yemek ve mesken bedeli, harcırah, tazminat ve benzeri her
ne adla olursa olsun hizmet karşılığı alınan paralar (Ek: 5766/10-ç
md.) (Yürürlük: 6.6.2008) (avans olarak ödenenler dahil) için verilen makbuzlar ile bu paraların nakden ödenmeyerek kişiler adına açılmış veya açılacak cari hesaplara nakledildiği veya emir ve
havalelerine tediye olunduğu takdirde nakli veya tediyeyi temin
eden kağıtlar (Binde 6,6)
c) Ödünç alınan paralar için verilen makbuzlar veya bu mahiyetteki senetler (Binde 6,6)
d) İcra dairelerince resmi daireler namına şahıslara ödenen paralar için düzenlenen makbuzlar (Binde 6,6)
(II. sayılı tablo sisteme konmamıştır.www.gib.gov.tr adresinden
ulaşılabilir. İstisna edilen kağıtlar listesidir)
Kanunun genel hatları ile sunduktan sonra gelelim, kanunun ticari hayatta bize getirdiği yüklere bunun en basit örneği olarak yapılan bir çalışmayı sunmak isterim. Bir Ltd Şti
nin bir yıl içinde yapmış olduğu işlemlerden dolayı Maliye
VE SGK ya ödediği damga vergisi miktarı aşağıya çıkartılmıştır.
12 AYLIK KDV
: 222,60
12 AYLIK MUHTASAR
: 222,60
12 AYLIK SSK
: 165,00
4. DÖNEM GEÇİCİ VERGİ : 116,40
KURUMLAR VERGİSİ
: 87,90
----------toplam : 814,50 tl
Görüldüğü gibi devlet damga vergisi uygulaması ile belirli
bir gelirini güvence altına almaktadır.
Ayrıca özellikle ticari anlamda yapmış olduğumuz sözleşmelerde belli parayı ihtiva edenlerin
36 Eylül 2010 - 154
Damga vergisi nispeti I sayılı tabloda gösterilmiştir..Fakat
uygulama olarak sürekli bu husustan damga vergisi hususundan imtina ederiz.Halk dilinde sözleşmenin geçerli
olması için damga vergisinin ödenmesi gerektiği yönünde
bir teamül mevcuttur.Oysa bu doğru bir teamül değildir.
Sözleşmelerle ilgili olarak her iki tarafın imzalamış olması
hukuken yeterli sebeptir.Ama şu bilinmelidir ki noterden
yapılacak bir sözleşmede istisnai bir durum söz konusu
değilse sözleşmenin noterden onanması için damga vergisinin ödettirilmesi mutlak gereklidir. Kanun koyucu bu yönde yapılacak eksik işlemlerde mükellefle beraber Noterlere
de sorumluluk yüklemiştir.
Yine bir sözleşmenin hukuki bir sürecin başlangıcı olarak
işleme tabi tutulabilmesi için , örnek ; icra takibi bunun ilgili
icra müdürlüğünde veya ilgili mahkemede mutlak olarak
damga vergisinin ödettirilmesi cihetine gidilir.Hukuki sürecin başlatılabilmesi ve icra işleminin gerçekleşmesi için
sözleşmenin tarihide dikkate alınarak damga vergisinin
hesaplanması ve gecikmesi ve usul cezası ile birlikte tahsil
edilmesi şarttır.
Damga vergisi kanunu inşaat sektöründe , kat karşılığı anlaşmalarda , taahhüt işlerinde bizlerin karşısına çıkan bir
unsurdur.Kat karşılığı anlaşmalarda özellikle rakam zikredilmemesi durumunda yeni uygulama ilgili arsanın emlak
değerinin altında beyan kabul edilmeyeceği yönünde olup
bu dikkate alınır.Yine aynı kat karşılığı sözleşmede cezai bir
hüküm var ise ve bu cezai hüküm anlaşmadaki emlak değerinin üzerinde ise bu seferde yüksek olan bu tutar üzerinden emlak vergisine tabi tutulur.İhaleli işlerde uygulama
ihale sonuçlanması ve sözleşme imzalanması ile birlikte ifa
edilir.Sözleşme tutarı üzerinden damga vergisi tahakkuk
ettirilerek noterler tarafından tahsil edilerek maliye bakanlığı veznelerine intikal ettirilir.
Vergi mükellefleri tarafından dikkat edilmesi gereken unsur 5281 sayılı kanunla yapılan düzenleme ile maliye bakanlığınca yapılan düzenleme ile vergi mükellefleri damga
vergisine konu işlemleri bir sonraki ayın 23 günü akşamına
kadar beyan ile sorumludurlar.Bunun dışındaki sorumlularda ise damga vergisi işleminin konu olduğu evrakın imzalanmasından sonraki günden itibaren 15 gün içinde beyan
ve ödemenin yapılmasıdır.
Mali müşavir olmam sebebiyle toplumun bir çok kesimine
hizmet vermekteyim.İ zlenimlerim şu yöndedir ki damga
vergisi zorunlu olmadıkça gerek mükellefler ve gerekse halkımız tarafından ihmal edilen bir vergi türüdür.Devlet zaten
bunun farkına vardığı için her mükellefin sırtına yukarıdaki
tabloda yaptığım 814,50 TL lik damga vergisi yükünü vermiş durumdadır.Bu tablo şahıs işletmelerinde biraz daha
aşağıda olmakla beraber çok büyük farklılıklar bulunmamaktadır.
Vergide adaletin bulunmadığı bir ülkede HUKUK ta adalet
aramak yersizdir..Dileğimiz vergide ADALETİN bir an önce
toplumun tüm kesimlerine yansımasıdır.
Sözlerimi daha öncede yazdığım hoşuma giden bir dize ile
bitirmek istiyorum.
VERGİLENDİRİLMİŞ KAZANÇ KUTSALDIR.
FAKAT HAKSIZ REKABETE UĞRAMIŞ KAZANÇTAN ALINAN
VERGİ HARAÇTIR.
Hukuk
DEĞİŞTİRİLEN SADECE ANAYASA MI?
Avukat Baki OKAN
GİRİŞ
Anayasa temel ve en üst norm olması dolayısıyla hukuk
sisteminde diğer normlarda farklılık oluşturur. Genel kurala göre, anayasa diğer bütün normların üstünde hukuksal ve siyasal üstünlüğü olan, kişiler ve kurumlar üzerinde
bağlayıcılık özelliği bulunan kurallar bütünüdür. Bu farklılık özellikle anayasanın hazırlanması ve değiştirilmesinde
önem kazanır. Anayasayı hazırlayacak gücün yetkisi asli
veya tali kurucu güç olmasına göre değişir. Birincisinin
yetkisinin sınırı kuramsal ve hukuksal anlamda bulunmaz.
Ancak söz konusu asli kurucu güç uygulamada evrensel
değerler ve ülkenin şartlarıyla işin doğasından kaynaklanan bir sınırlandırmaya tâbidir. Tali kurucu güç asli kurucu
gücün kendisine tanıdığı alan ve sınırlar içinde anayasanın içeriği üzerinde tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.
Bu yetkinin kullanılmasında asli kurucu güç anayasanın
sürekliliği ve istikrarı ile çoğunluğu eline geçiren iktidarın
istediği gibi ve ölçüde değişiklikte bulunmasını önlemek
için bir takım kayıtlayıcı usul ve ilkeler koymuştur. Anayasa değişikliklerinde bunlara uyulması kuraldır.
Anayasanın değiştirilemezliğini savunmak nasıl hukuki
ve mantıklı olmazsa; anayasanın değiştirilmesini veya
yeni bir anayasa yapılmasını sadece belli bir iktidara veya
düşünceye bırakılması çok büyük sorunların doğumuna
neden olur. Anayasaların yapımı ve değiştirilmesi her halükarda bu anlamda ortaya çıkan güçlü, zorlayıcı koşulların varlığına bağlıdır. Anayasa bu anlamda karşılaşılan
güçlüğü aşmayı amaçlaması doğal bir sonuç gibidir. Bu
kabul her anayasanın bir tepki olması anlamına gelir. Ancak tepkinin normatif anlamda somutlaşmasında duygusallıktan sıyrılmak, temel normun meşruiyetini tartışma
konusu edecek bir süreç içinde hazırlanması tercihinden
mümkün olduğu ölçüde kaçınılmalıdır. Anayasalar toplumsal uzlaşma metni olma özelliğini taşımalıdır.
Anayasa ile oluşturulacak hukuki ve siyasi düzen uygulanacağı ülkenin şartlarını dikkate alan evrensel değerlerle
uyum içinde bulunmalıdır. Anayasanın değiştirilmesinde
kurucu gücün katı anayasa sisteminde bir şekilde sınırlandırıldığı bilinen bir gerçektir. Bu durum sadece ülkemizde geçerli olmayıp diğer batılı demokratik ülkelerde
de gözlemlenen bir gerçekliktir. Anayasanın değiştirilmesi yürürlükte bulunan anayasanın, anayasa değişikliğine
ilişkin öngördüğü usul ve esas düzenlemelerine sadık kalınarak anayasanın içeriğinde gidilen değişikliklerin gerçekleştirilmesidir. Bu çerçevede olmak üzere tali kurucu
gücün yetkisinin sınırı ne olursa olsun; anayasanın değiştirilmesinde işin doğasına bağlı olarak düzenleme, değiştirme konusu yapılamayacak bir sınır söz konusudur.
Bu sınır, anayasayı değiştirecek gücün devletin unsurları
anlamında bir değişiklik yapma yetkisine sahip olamayacağıdır. İkinci olarak ta devletin özü, varlık sebebi olan
yani hükümranlık (egemenlik/souveraineté) anlamındaki
özelliği değiştirilemez.(1)
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNE İLİŞKİN GÜNCEL
TARTIŞMALAR
Anayasada yapılmak istenilen değişiklikler üzerine hemen herkes bir düşünce ortaya koymaya ve özellikle
medyanın tüm kanalları üzerinden bu düşünceler kamuoyuna yayılmaya çalışılmaktadır. Anayasa değişikliğinin yapılacağının hükümet tarafından açıklanmasından
başlayarak bugüne dek bir çok platformda tartışıldığını,
konunun çeşitli boyutlarının ele alınıp irdelendiğini, birbirinden farklı veya aynı kurumsal/kişisel görüşlerin ülke
atmosferinde dolaşıma girdiğini görüyoruz. Anımsayacak
olursak, değişiklikle ilgili zaman ve zemin yoklamasının
yapıldığı sıralarda, “bu meclis anayasayı değiştirmemeli”
görüşü dile getirilmiş ve bu görüşü haklı kılacak kimi gerekçeler ortaya atılmıştı. Bu görüşü savunanlara göre;
1) Bugünkü Meclis’in oluşumu, Anayasa’daki “temsilde adalet” ilkesine uygun değildir. Seçim barajı
nedeniyle tüm siyasal görüşlerin temsilcileri Meclis’te
bulunmamaktadır. Halkın tümünün siyasal görüşlerinin temsil edilmediği böyle bir meclisçe Anayasa
değişikliği yapılması demokrasi ile bağdaşmaz.
2) Bunun dışında, AKP’nin çoğunlukta olduğu bugünkü Meclis’in Anayasa değişikliği yapması, “demokratik laik Cumhuriyet” ve “hukuk devleti” ilkelerine de uygun düşmez. Çünkü;
- AKP, uzlaşma kültüründen yoksundur ve bunu Cumhurbaşkanı seçiminde kanıtlamıştır.
- Anayasa Mahkemesi’nce hakkında “demokratik ve laik
Cumhuriyet ilkelerine aykırı eylemlerin odağı olduğu” kararı verilen AKP, anayasal meşruiyetini yitirmiştir.
- AKP yöneticileri, siyasal parti kurulmadan önce ve sonraki söylem ve eylemleriyle, laik Cumhuriyet rejimini,
(ılımlı ya da değil) İslam Cumhuriyeti’ne dönüştürme
amaçlarını ortaya koymuşlardır ve bunun için Anayasa’yı
değiştirmek istemektedirler. (2)
Kuşkusuz buna karşıt görüşlerin kamuoyunda yer bulması ve tartışılması da gecikmedi. Keza, değişiklikle ilgili olarak siyasal partiler, üniversiteler, sendikalar, meslek odaları, sivil toplum örgütleri vs. kurumlardan görüş alınmadığı
ve bir toplumsal uzlaşma aranmadığı, doğrudan iktidar
partisi tarafından hazırlandığı eleştirisi yaygın şekilde dile
getirilmişti. Sonra “paket”in gündeme girişi ve ardından
da içeriğine ilişkin görüşlerin açıklanmasına sıra gelmişti.
İçerikle ilgili herkesin söyleyeceği o kadar çok söz vardı
ki, bitip tükeneceği yoktu. Bu toz duman içinde değişikliklerin meclisten geçtiğini ve anamuhalefetin Anayasa
Mahkemesi’ne dava açacağını öğrendik. Bu kez herkes bu
davanın halkoylamasından önce mi sonra mı açılabileceği, Mahkemenin yasayı sadece biçimsel yönden denetleyebileceği, esasa ilişkin karar verme yetkisi bulunmadığı
konusuna kafa yormaya başladı. Özetle, anayasa değiEylül 2010 - 154 37
Hukuk
şikliği konusu bu ülkenin çözülmesi gereken üstelik çok
yaşamsal sorunlarını bir yana itip herşeyin önüne geçti.
tek yerine getirmek için gerçekten ‘sabırlı’ bir çalışma yürütüldüğünü görüyoruz.
GELENEKÇİ-İSLAMCI ANAYASAL GELİŞME TEZİ
HEDEF SİYASAL REJİM DEĞİŞİKLİĞİ Mİ?
Elbette tüm bu olup biten, daha doğrusu sürmekte olan
tartışmalara bakıldığında ise, sorunun temel ekseninin
doğal olarak “hukuksal” bir nitelik taşıdığı ve işleyen sürecin yine hukuk kuralları çerçevesinde çözümlenmesi
gerektiği açıktır. Bu nedenle, konunun çok yön(l)ü oluşuna ilişkin saptamayı yaptıktan sonra, bu yazının ana temasının hukuksal çerçevede kalmasına çalışacağımı belirterek, en azından dağılmaya elverişli olan bu konunun
sınırlarını da çizmiş olalım.
Anayasa Mahkemesi, AKP hakkında açılan kapatma davasında AKP’nin “demokratik ve laiklik karşıtı eylemlerin
odağı” olduğuna hükmetti. Bu, AKP’nin rejim karşıtı bir
parti olduğunun kabulü anlamına geliyordu, çünkü laiklik rejimin temellerinden birini oluşturuyordu. Kendisine
rejimi koruma yetkisi verilmiş en yüksek yargı organı açısından bakıldığında, rejim karşıtı olmak, herhangi bir partinin kapatılması ve yöneticilerinin cezalandırılması için
yeterli bir gerekçe değildi, para cezası ile de geçiştirilebilirdi. O halde, Türkiye’yi, rejim karşıtı olduğu tescillenmiş
bir partinin yönettiğini söylemekte bir sakınca bulunmuyor; rejim karşıtlarının rejimi değiştirmeyi istemeleri ise
gayet doğal görünüyor. Son anayasa değişikliği girişimini, işte bu isteğin bir tezahürü ve Kemalist paradigmanın
tasfiye edilerek yeni bir rejim inşası projesinde kazanılan
ivmenin üçüncü iktidar dönemine girerken taçlandırılması olarak görmek gerekiyor.(4)
Amerika Birleşik Devleri’nde 1787 tarihli anayasa halen
yürürlükte iken, Türkiye’de ilk Anayasanın kabul edildiği
tarihten (1876) bu yana geçen 125 yıllık dönemde toplam beş yeni Anayasa yapılmış; bu Anayasalarda 28 kez
değişiklik yapılmıştır. Bu veriler karşısında Türkiye’de Anayasalarda bir istikrar olduğunu söylemek oldukça güçtür.
Bu veriler, Türkiye’de Anayasada istikrara değil, değişime
daha önem verildiğini göstermektedir.
1876 Kanuni Esasi’sinden başlayarak bugüne gelen süreçte anayasa hareketlerinin çeşitli siyasal görüşler açısından kabaca bir ayrımı yapıldığında;
- Kemalist
- Gelenekçi-islamcı
- Popülist
- Sosyalist anayasal gelişme tezleri olarak sınıflandırılabileceğini(3) görüyoruz.
Bu anayasal tezlerin incelenmesi bu yazının sınırlarını
aşacağından bu sınıflandırmada yeralan ve bugün iktidarı elinde bulunduran siyasal görüşün temsil ettiği gelenekçi-islamcı anayasal tezin kısaca ayrıntılarına bakmak
gerekir. Nasıl Kemalist anayasal tez kendinden önceki
feodal kamu hukukuna bir tepki dile getirdiyse, Cumhuriyet sonrası gelenekçi-islamcı anayasal tezler de, aslında,
Kemalizme karşı tepkiyi temsil ederler. İslamcı düşüncenin bir siyasal akıma dönüşmesiyle genellikle karşı devrimci tavrının ve özellikle hukuk ve laikliğe karşı çıkışının
ikinci Meşrutiyete kadar dayandığı söylenebilir. Siyasal
İslam olarak tanımlanan akımın anayasal tezleri şöyle
özetlenebilir:
1) Millet yürütme organının başının –cumhurbaşkanınınseçiminde, yasama ve yargı görevlerinin yerine getirilmesinde doğrudan söz sahibi – halkoylaması, halkın vetosu
vs.- olabilmelidir.
2) Yürütme güçlendirilmelidir.
3) Yüksek mahkeme kararlarının anayasa uygunluğunun
denetimi (Burada kasdedilen bu mercilerce verilen ve siyasal çevrelerin işine gelmeyen kararların etkisiz bırakılmasıdır.)
Bu tezlerin dünden bugüne belirtilen ana ayaklar üstünde yükseldiğini ve iktidara geldikten sonra gereklerini tek
38 Eylül 2010 - 154
Geldiğimiz noktada gördüğümüz şey, 12 Eylül’le ya da
darbelerle hesaplaşmaya yönelik bir girişim değil, 12
Mart ve 12 Eylül darbeleriyle pekiştirilmek istenen düzenin günümüz koşullarına uygun bir şekilde yeniden düzenlenmesidir. Yeni rejim ve anayasa değişikliği, hem bu
yeni rejimin hukuki bir ifadesi olacak hem de bütünüyle
yeni bir anayasa ilanına hazırlık anlamına gelecektir.
1961 Anayasası anayasacılığımızın en ileri durağını temsil
ederken 1982 Anayasası dibe vurmayı ifade etmektedir.
(5) İster darbe Anayasası ister 1982 Anayasası olarak analım, bu anayasanın değişmesi/yeni bir anayasa yapılması
gerektiği görüşü hemen yürürlüğünden sonra toplumun
hemen tüm kesimlerince ifade edilegelen bir görüştür.
Başka bir deyişle, anayasanın değişmesi/yeni bir anayasa
yapılması konusunda toplumsal bir oydaşma/mutabakat
olduğu söylenebilir.
Bu kadar büyük bir oydaşmanın varlığına karşın değişiklik
demeti toplumu neden ikiye böldü sorusunun yanıtını da
aramak gerekir.
Bunun ise, değişiklik yapılan anayasanın 26 maddesinin
hangi konuları kapsadığına bakmak ve değişikliklerin
amacını doğru biçimde saptamakla mümkün olduğunu
sanıyorum.
Anayasa değişikliklerine hukuksal açıdan bakıldığında;
1. Normlar hiyerarşisinin en üstünde yeralan Anayasa
değişikliklerinde temel unsurlar “katılımcılık, görüş/karşı
görüşlerin açıklanması ve uzlaşma”dır. Oysa, değişikliklerin hazırlanması sırasında toplumsal uzlaşı sağlanmadığı
gibi, kabulünde de TBMM’de nitelikli çoğunluk elde edilmemiştir.
2. Değişiklikler “hukuk devleti”, “kuvvetler ayrılığı” “yargı
bağımsızlığı” ilkelerine aykırı nitelikler taşımaktadır.
a. 17 üyelik Anayasa Mahkemesi’nde üyelerin çoğunluğu Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecektir. Kuvvetler
Hukuk
ayrılığı ilkesine aykırı olan bu durum aynı zamanda Anayasa Mahkemesi’nin bağımsızlığının ve tarafsızlığının da
ortadan kalkması anlamına gelmektedir. Anayasa Mahkemesinin “Yüce Divan” sıfatıyla yapacağı yargılamalarda
(Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar vs. yargılanmaları) bu durum daha da önem kazanmaktadır.
b. Anayasa Mahkemesi’ne TBMM de 3 üye seçecektir.
Kuvvetler ayrılığına aykırı olarak yasama/TBMM lehine
bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu değişiklik “yargı bağımsızlığı” ve “hukuk devleti” ilkelerine aykırıdır.
c. Anayasa Mahkemesi’ne hukukçu olmayan kişiler de
üye olabileceğine ilişkin değişikliğin iktisat ve siyasal
bilimler …” ve “… üst kademe yöneticileri …” ibareleri
Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmiştir. Ana işlevi/görevi
yargılama olan bir mahkemeye hukuk nosyonundan yoksun kişilerin seçilmesi “hukuk devleti” ilkesi ile bağdaşmadığı açıktır.
3- Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, kısaca; adli ve idari
yargı hakim ve savcılarının özlük işlerini yürüten bir kuruldur.
a. Değişiklikle, Adalet Bakanlığı’na bağlı Adalet Müfettişleri, hakimleri ve savcıları denetleyebilecektir. Kurul’un
‘bağımsız’ olarak denetleme yapabilme yetkisi olmadığı
gibi, bu yetki Adalet Bakanı’nın onayıyla kullanılabilecektir.
dete karşı çocukları koruyucu önlemleri alacağı,
5. Birden fazla sendikaya üye olunabileceği,
6. Memurlar ve diğer kamu görevlilerine toplu sözleşme hakkı verildiği, Uyuşmazlık çıkması halinde tarafların
Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’na başvurabilecekleri,
Kurul kararlarının kesin olduğu ve toplu sözleşme hükmünde olduğu,
7. Grev esnasında greve katılan işçilerin ve sendikanın
kasıtlı veya kusurlu hareketleri sonucu, grev uygulanan
işyerinde sebep oldukları maddi zarardan sendikanın
sorumlu olduğu şeklindeki hükmün yürürlükten kaldırıldığı,
Siyasi amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grev ve lokavtı,
genel grev ve lokavt, işyeri işgali, işi yavaşlatma, verimi
düşürme ve diğer direnişlerin yapılamayacağına ilişkin
hükmün de Anayasa metninden çıkarıldığı,
8. Herkesin bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma
hakkına sahip olduğu, Kamu Denetçiliği Kurumunun,
TBMM Başkanlığı’na bağlı olarak kurulduğu ve idarenin
işleyişiyle ilgili şikayetleri inceleyeceği,
9. Anayasa Mahkemesi kararıyla beyan ve eylemleriyle
partisinin temelli kapatılmasına sebep olduğu sabit olan
milletvekilinin milletvekilliğinin düşeceğine ilişkin hükmün yürürlükten kaldırıldığı,
b. Yıllardır her adli yıl açılış konuşmasında Yargıtay Başkanlarının dile getirdiği ve eleştirdiği Hakimler ve Savcılar
Yüksek Kurulu’nun 7 asıl ve 5 yedek üyeden oluşan yapısı, 22 asıl ve 12 yedek üyeye çıkarılmaktadır. Kurulun
Başkanı halen olduğu gibi Adalet Bakanı’dır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı da Kurulda üye olarak yer almaya devam etmektedir. Artık herkesin bildiği bu durumun yargı
bağımsızlığını ve tarafsızlığını etkileyen bu durumun değişiklikte dikkate alınmadığı görülmektedir. HSYK genel
sekreterinin de Adalet Bakanı tarafından atanması yürütmenin güçlendirilmesi ve yargı üzerinde üstünlük kurmasının bir parçasıdır.
10. Değişiklikle, ikinci devre için seçilen TBMM Başkanlık
Divanı’nın görev süresi üç yılken, o yasama döneminin
sonuna kadar devam edeceği,
Diğer değişiklikler;
14. Memurlar, diğer kamu görevlileri, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve bunların üst kuruluşları
mensuplarına ilişkin disiplin kararlarına karşı yargı yolunun açıldığı,
1. Kadın – erkek, çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gazilerin eşitliğinin sağlanması yönünden alınacak önlemlerin eşitlik
ilkesine aykırı olarak yorumlanamayacağı,
2. Özel hayatın gizliliğine ilişkin, herkesin kendisiyle ilgili
kişisel verilerin korunmasını isteme, veriler hakkında bilgilendirilme, verilere erişme, verilerin düzeltilmesini veya
silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenme haklarına sahip olduğu,
3. Vatandaşın yurtdışına çıkma hürriyetinin sınırlandırılmasının ancak “suç soruşturması veya kovuşturması” sebebiyle ve “hakim kararı” ile olabileceği,
4. Her çocuğun, korunma ve bakımdan yararlanma, anne
ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme
hakkına sahip olduğu, devletin her türlü istismara ve şidİMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
11. Değişiklikle, terfi işlemleri ile kadrosuzluk nedeniyle
emekliye ayırma hariç, Askeri Şura’nın her türlü ilişik kesme kararlarına karşı yargı yolu açıldığı,
12. İdari yargı yetkisinin idari eylem ve işlemlerin hukuka
uygunluğunun denetimi ile sınırlı olduğu, yerindelik denetimi şeklinde kullanılamayacağı,
13. Memurların ve diğer kamu görevlilerinin mali ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümlerinin geçerli
olacağı,
15. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin
işleyişine karşı suçlara ait davaların adliye mahkemelerinde görüleceği, sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmaları kısıtlanmakta ve savaş hali haricinde asker olmayan kişilerin askeri mahkemelerde yargılanamayacağı,
16. Anayasa Mahkemesi’nin, TBMM Başkanını da görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılayabileceği,
17. Anayasa Mahkemesi’nin Yüce Divan sıfatıyla verdiği
kararlara karşı yeniden inceleme başvurusu yapılabileceği ve Genel Kurulun yeniden inceleme sonucunda verdiği
kararların kesin olacağı,
Eylül 2010 - 154 39
Hukuk
18. Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri
Komutanları ile Jandarma Genel Komutanı’nın görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan’da yargılanabilecekleri,
19. Anayasamızda güvence altına alınmış olan ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yer alan haklardan herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini ileri süren
tarafın Anayasa Mahkemesi’ne başvurabileceği,
20. Anayasa değişikliklerinin iptali, siyasi partilerin kapatılması ya da devlet yardımından yoksun bırakılması konusundaki karar yetersayısı 3/5’ten 2/3’e çıkarıldığı,
21. Ekonomik ve sosyal politikaların oluşturulmasında
hükümete iştişari nitelikte görüş bildirmek amacıyla Ekonomik ve Sosyal Konsey’in kurulacağı,
22. 12 Eylül 1980’den sonra yasama, yürütme yetkilerini kullanan Milli Güvenlik Konseyi’nin, bu Konsey’in
yönetimi döneminde kurulmuş hükümetlerin, Danışma
Meclisi’nin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezai, mali veya hukuki sorumluluk iddiası ileri
sürülemeyeceği ve bu maksatla yargı merciine başvurulamayacağı hakkındaki hükmün ortadan kaldırıldığı görülmektedir.
Yukarıdaki değişikliklerin genel bir değerlendirilmesi yapıldığında; hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı ilkelerine aykırı olan anayasa değişiklikleri yurttaşların hukuksal güvencesini ortadan kaldırmaktadır.
Birbiri ile ilgisiz birçok değişiklik halkoyuna sunulmakta
ve tek bir yanıt istenmektedir. Başka bir deyişle, özellikle
HSYK ve Anayasa Mahkemesinin yapısını değiştirmeye
yönelik değişiklikler gözden kaçırılarak, olumlu olarak algılanabilecek kimi değişikliklerle birlikte “evet” denilmesi
talep edilmektedir.
Oysa, 1990’da Berlin Duvarı’nın çöküşü sonrası orta ve
doğu Avrupa ülkelerinin anayasa hazırlama sürecinde
kurulan ve Avrupa Komisyonu’nun anayasal konularda
danışma organı olan Venedik Komisyonu’nun, 2006 tarihli “Referandumlarda İyi Uygulamalar Kılavuzu”nun 30
uncu maddesinde;
“İçerik birliği, özgür oy iradesinin daha da önemli bir gerekliliğidir. Seçmenler, arasında bir bağ olmayan farklı
sorulara aynı anda oy vermek zorunda bırakılmamalıdır.”
denilmektedir.
Referandumlara Dair İyi Uygulama Kodu’nda ise; “Bir
metnin (Anayasa, yasa) tümünün değiştirilmesi durumu
hariç, seçmenlerin serbest oy hakkını garanti etmek için,
oylamaya konan her sorunun çeşitli kısımları arasında öz
itibariyle bağlantı olmalıdır ve seçmenlerden öz itibariyle
bağlantı bulunmadan tüm hükümleri kabul veya reddetmeleri istenmemelidir.” hükmü yeralmaktadır.
Aslında bu anayasa değişikliğinin belki de en az tartışılan
yönü değişiklik metninin tümünün veya maddelerinin
halkoyuna sunulması konusu olmuştur. Hukuken mümkün olan bu oylama biçimi iktidarın klasik hale gelen
çoğunluk despotizmi nedeniyle uygulanamayacaktır.
Özetle, İktidarın siyasal kurnazlığı bir kandırmacaya dönüşmüştür.
40 Eylül 2010 - 154
SONUÇ
Değiştirilen Anayasa hükümlerinin belirli bir sistematiği
ve bilimsel bir mantığı yoktur. Ama ilk bakışta gözlemlenebilen; yürütme erkinin daha da güçlendirilmesinin
hedeflendiğidir. Yukarıda sözünü ettiğimiz iktidar partisinin temel siyasal felsefesine uygun olan gelenekçiislamcı anayasal tezi ile örtüşen bu yaklaşımın somut
olarak gerçekleştirilmiş olduğunu söyleyebiliriz. Başka
bir deyişle, iktidar partisi her ne kadar bilimsel anlamda
sistemli bir anayasa değişikliğini gerçekleştirmese de,
tarihsel köklerine ve siyasal görüşüne uygun olarak savunageldiği “siyasal rejimi değiştirme” projesini somutlaştırmış ve elle tutulur duruma getirmiş olmaktadır.
Anayasa değişiklikleri, yap-boz oyunu gibi sürekli olarak
ülke içi siyasi konjonktür gözetilerek yapılmaması gereken, özetle; hukuksal ve siyasal ciddiyet isteyen bir konudur. Ne 125 yıllık anayasa geçmişimizde ne de sıklıkla
demokrasi dışı dayatmalarla geçen dönemlerde, buna
uygun davranılmıştır. Son 50 yıllık siyasal tarihimiz ise,
askeri yönetimlerce hazırlanan anayasalar ve bu anayasaların değiştirilmesi konusundaki kavga/kargaşalara
tanıklık etmiştir. İşte şimdi de 12 Eylül faşist askeri yönetiminin halkımıza uygun gördüğü ve bugüne dek birçok değişikliğe uğramış, yamalı bohçaya dönmüş 1982
Anayasası’nın değiştirilmesine tanıklık ediyoruz. Ne garip bir çelişkidir ki, bu değişikliği organize edenler, o faşist askeri yönetimin koruyup kolladığı ve hatta besleyip
büyüttüğü siyasal akımın temsilciliğini yapan bugünün
siyasal iktidarıdır.
Şimdi o siyasal akım siyasal kurnazlıkla hazırlayıp meclis
çoğunluğu ile geçirdiği anayasa değişikliklerini halkoylamasına kadar getirmiş durumdadır.
Kendilerini bu iktidarın yandaşlığına adamış kimi neoliberaller de “12 Eylül yönetimini yargılama” ham hayalini
propaganda malzemesi olarak kullanan iktidarı desteklemektedirler. Oysa, 12 Eylül faşizmine karşı varolan ve
hiçbir zaman küllenmesi beklenmeyen toplumsal muhalefetin, demokrasi havarisi olma iddiasındaki siyasal
iktidarı ve onun allayıp pullayıp huzura getirdiği 12 Eylül
Anayasası değişikliklerini salt bu nedenle destekleyeceğini sanmak, en az iktidarın yaklaşımı kadar pragmatist
bir yaklaşımdır.
Kaynaklar
Prof.Dr.H.TUNÇ, Gazi Ünv.Hukuk Fak.
Bülent SERİM, Anayasa Mahkemesi Eski Genel Sekreteri
Prof.Dr. Bülent TANÖR, Anayasal Gelişme Tezleri, Yapı
Krd.Yay. 2. Baskı
Fatih YAŞLI, Anayasa değişikliği, yeni rejim ve sol, www.
sol.org.tr
Prof.Dr. İbrahim Kaboğlu, Marmara Ünv.Hukuk Fak.
Üyelerimizden
PAYDOS DEMEMEK İÇİN…
Levent ÇELİK
İnşaat Mühendisi
Hatırlar mısınız? Bir dönem sivil ve demokratik bir
yönetimden bahsedenler ne diyordu: ‘Milli iradeyi
hâkim kıjlacağız.’ Ne değişti? Bunlardan bahsedenler ne oldu da değişti. Anayasa değişikliğinde seçim
barajına, siyasi partiler yasasına dair hiçbir düzenleme yapmadılar… Ne değişti? Hükümet AKP oldu…
Takiyye bitti…
Hatırlar mısınız? Bir dönem basın özgürlüğünü getireceğiz diyorlardı. Şimdi İsmail Saymaz ve Ertuğrul
Mavioğlu yazdıkları kitaplar yüzünden kaç sene ile
yargılanıyor kimse hesaplayamıyor… Ne değişti? Basın değişti… Yandaş basın yaratıldı. Takiyye bitti…
Hatırlar mısınız? Bir dönem haklar özgürlükleri genişleteceğiz diyorlardı… Bugün bu anayasa değişikliği ile toplu sözleşme adı altında açıkça memurlara
grev yasağı getiriliyor… Ne Değişti? Kendi kurdukları
memur sendikası iktidarları döneminde palazlandı
büyüdü… Sendikaların üye sayıları kendileri lehine
değişti. Takiyye bitti…
Hatırlar mısınız? Bir dönem sol görüşlü olduğunu iddia eden bir takım insanlar ile mitinglerde yürüyen
sakallı ve türbanlı muhafazakâr bazı insanlar ne diyordu? ‘YÖK anti-demokratik bir kurum kaldıracağız.
Ne oldu? Ne değişti?’ YÖK değişti. Takiyye bitti…
Hatırlar mısınız? Bir dönem hükümet yetkilileri, Abdullah Gül Cumhurbaşkanı seçilmeden önce, ne diyordu? ‘Cumhurbaşkanının yetkileri çok fazla bu antidemokratik durumu değiştireceğiz.’ Peki, ne oldu da
Cumhurbaşkanının yetkileri bu anayasa değişikliği ile
arttırılmak isteniyor. Ne oldu? Ne değişti? Cumhurbaşkanı değişti. Takiyye bitti…
Bir gün nasıl hatırlayacağız bu anayasa değişikliği
günlerini… İleride nasıl bir ordu ve yargı oluşturacaklar acaba? Daha mı demokratik ve laik? Daha mı
anti-demokratik ve şeriatçı?
Eğer bu takiyyeyi yapanlar kazanırsa o zaman takiyye bitti demeyeceğiz… Cevat Fehmi Başkurt’un ünlü
Murtaza Öğretmeni gibi ideallerimizden ve yaşam
tarzımızdan vazgeçerek PAYDOS diyeceğiz… O yüzden hemen yola koyulmalı ve referandum sürecinde
HAYIR’ı kuvvetle haykırmalıyız… PAYDOS dememek
için…
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
Eylül 2010 - 154 41
Üyelerimizden
BİNALARDA ENERJİ PERFORMANSI YÖNETMELİĞİNİN İNŞAAT
MÜHENDİSLİĞİNE GETİRDİKLERİ
Fırat ÜMMETOĞLU
İnşaat Mühendisi
Mevzuat Düzenleme Kronolojisi
Avrupa Birliği Direktiflerinin etkisiyle Türkiye, 2 Mayıs
2007 tarihinde Enerji Verimliliği Kanunu ile tanıştı. Bu
kanunla beraber üç yıllık bir sürede, sekiz tane yönetmelik ve pekçok standart mevzuat çalışmalarını destekledi.
02.05.2007
08.10.2007
14.04.2008
09.06.2008
25.10.2008
09.10.2008
18.10.2008
05.102008
Enerji Verimliliği Yasası
Tanıtma ve Kullanma
Kılavuzu Uyg. Esas. Dair
Yönetmelikte Yapılan
Değişiklikler Hakkında
Yönetmelik
Merkezi Isıtma ve Sıcak
Su Sistemlerinde Isınma
ve Sıcak Su Giderlerinin
Paylaştırılmasına İlişkin
Yönetmelik
Ulaşımda Enerji
Verimliliğinin Artırılmasına
İlişkin Usul ve Esaslar
Hakkında Yönetmelik
Enerji Kaynaklarının Ve
Enerjinin Kullanımında
Verimliliğinin Artırılmasına
İlişkin Yönetmelik
Isı Yalıtımı Yönetmeliği
(Revize)
Kosgeb Destekleri Ynt.de
Değişiklik
Binalarda Enerji
Performansı Yönetmeliği
TBMM
San. Tic. Bak.
Bayındırlık
Bak.
Ulaştırma
Bakanlığı
Enerji ve Tabi
Kaynaklar
Bak.
Bayındırlık
Bak.
KOSGEB
Bayındırlık
Bak.
Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği (BEP
Yönetmeliği)
BEP Yönetmeliği 5 Aralık 2009 (5 Aralık 2008 den tam
bir sene sonra) yürürlüğe girmiştir. Son olarak ise 1
Nisan 2010 tarihinde yönetmelikte revizyona gidilmiştir. Aşağıda yönetmeliğin İnşaat Mühendisliğini
ilgilendiren kısımları detaylı bir şekilde ele alınmıştır.
-Hedef 2020 yılına kadar kişi başına düşen enerji tüketimini %15 azaltmak.
-Bu yönetmelik yeni yapılacak binalarda ve mevcut
binalardaki önemli tadilatlarda geçerli olacaktır.
-Sanayi alanlarında üretim faaliyetleri yürütülen binalar, planlanan kullanım süresi iki yıldan az olan binalar, toplam kullanım alanı 50 m2’nin altında olan binalar, seralar, atölyeler ve münferit olarak inşa edilen
ve ısıtılmasına ve soğutulmasına gerek duyulmayan
42 Eylül 2010 - 154
depo, cephanelik, ardiye, ahır, ağıl gibi binalar bu Yönetmeliğin kapsamı dışındadır.
-Bu yönetmelik kapsamında tasarımdaki mimar ve
mühendisler bizzat sorumlu olacaklardır.
-Yeni binalarda; yapı ruhsatına esas olan toplam kullanım alanının 2.000 m2 (revizyondan önce 1000 m2
idi )ve üstünde olması halinde merkezi ısıtma sistemi
yapılır.( Kullanım alanı: Binanın inşa edilen ve kullanılabilen tüm bölümlerinin; duvarlar, kolonlar, ışıklıklar,
giriş holleri, açık çıkmalar, hava bacaları, saçaklar, tesisat galerileri ve katları, ticari amaçlı olmayan ve binanın kendi ihtiyacı için otopark olarak kullanılan bölüm
ve katlar, yangın merdivenleri, asansörler, tabii zemin
terasları, kalorifer dairesi, kömürlük, sığınak, su deposu ve hidrofor dairesi çıktıktan sonraki alanı )
-Kullanım alanı 250 m2 ve üstünde olan bireysel ısıtma sistemine sahip gaz yakıt kullanılan binalarda
bağımsız bölümlerde veya müstakil binalarda; yoğuşmalı tip ısıtıcı cihazlar veya entegre ekonomizerli
cihazlar kullanılır.
-Isı tesisatlarındaki pompalar değişken devirli seçilecektir.
-Soğutma ihtiyacı 250 Kw’dan büyük olan konut dışı
binalarda merkezi soğutma sistemi tasarımları yapılır.
-Yapı ruhsatına esas olan kullanım alanı 2000 m2’nin
üzerindeki oteller, hastaneler, yurtlar gibi konaklama
amaçlı konut harici binalar ile spor merkezlerinde
merkezi sıhhi sıcak su sisteminin planlanması şarttır.
(Revizyondan önce 1000 m2 idi.)
-Yeni yapılacak olan ve yapı ruhsatına esas kullanım
alanı 20.000 m2’nin üzerinde olan binalarda ısıtma,
soğutma, havalandırma, sıhhi sıcak su, elektrik ve aydınlatma enerjisi ihtiyaçlarının tamamen veya kısmen
karşılanması amacıyla, yenilenebilir enerji kaynakları
kullanımı, hava, toprak veya su kaynaklı ısı pompası,
kojenerasyon ve mikrokojenerasyon gibi sistem çö-
Üyelerimizden
zümleri tasarımcılar tarafından projelendirme aşamasında analiz edilir. Bu uygulamalardan biri veya
birkaçı, Bakanlık tarafından yayımlanan birim fiyatlar
esas alınmak suretiyle hesaplanan, binanın toplam
maliyetinin en az yüzde onuna karşılık gelecek şekilde yapılır.
-Toplam inşaat alanı en az 20.000 m2 olan binaların
tasarımında kojenerasyon sistemlerinin uygulama
imkanları analiz edilir. İnşaat maliyetinin yüzde onunu geçmeyen
uygulamalar yapılır.
-Merkezi ısıtma sistemi fiyatlandırmasında %30 genel
dağıtım(apartman elektrik, asansör, kazan masrafları
yani ortak masraflar), %70 ise sayaçlardaki fiyatlandırma geçerli olacak.
Enerji Kimlik Belgesi bu program kullanılarak hazırlanacak.
-BEP-TR programını Elektrik İşleri Etüt İdaresi ve Bayındırlık ve İskan Bakanlığı 1 Ocak 2011 tarihinde uygulamaya sokacaktır.
-Bu Yönetmelik kapsamında ihtiyaç duyulan enerji
performansı hesaplama yöntemleri ile ilgili konulardaki tebliğler, Bakanlık tarafından, 01/01/2011 tarihine kadar çıkartılır.
-Enerji yöneticileri ile Enerji Kimlik Belgesini hazırlayacak olan kişiler çok karıştırılmaktadır. Şu anda Enerji
kimlik belgesini kimin hazırlayacağı açıklanmamıştır.
Fakat açıklanmamış olsa bile, enerji yöneticiliği tamamen bu olaydan ayrıdır.
-Enerji yöneticiliği Sanayi ve Bina Enerji Yöneticisi olarak ikiye ayrılmaktadır. Bina Enerji Yöneticisi makine,
elektrik veya elektrik-elektronik mühendisliği veya
teknik eğitim fakültelerinin makina veya elektrik
bölümlerinde lisans eğitimi görmüş kişiler olabiliyor.
Sanayi Enerji Yöneticiliği ise bütün mühendisliklere
açık. Dikkat Binada da Sanayide de Mimarlar yönetici
olamıyor. (Enerji yöneticiliği ve Enerji Kimlik Belgesi
düzenleme işi tamamen ayrıdır)
-Isı kaybeden düşey dış yüzeylerinin toplam alanının
% 60’ı ve üzerindeki oranlarda camlama yapılan binalarda pencere sisteminin ısıl geçirgenlik katsayısının
(Up) 2,1 W/m2K’den büyük olmayacak şekilde tasarımlanması zorunludur.(Yalıtımlı pencerelerin U ları
-Tesisatlarda yalıtım zorunluluğu getiriliyor.
-Enerji kimlik belgesi getirilecek binalara, klimalarda
nasıl A sınıfı tasarruflu klima oluyorsa, evlerde aynı
şekilde sınıflandırılacak.
-Enerji kimlik belgesinde binanın ne kadar enerji tükettiği ve ne kadar CO2 salımı yaptığı gösterilecek.
-Enerji Kimlik Belgesi düzenleme tarihinden itibaren
10 yıl süre ile geçerlidir.
-Enerji Kimlik Belgesi, yeni ve mevcut binalar için 26
ncı maddede belirtilen bilgileri ihtiva edecek şekilde düzenlenir.Bu belgeyi düzenlemeyen binalara
yapı veya oturma ruhsatı verilmeyecek.(Revizyondan
önce, kullanım alanı 1000 m2’nin üstündeki binalar
için geçerli idi)
-Mevcut binalar ve inşaatı devam edip henüz yapı
kullanım izni almamış binalar için Enerji Verimliliği
Kanununun yayımı tarihinden itibaren on yıl içinde
(2010 yılına kadar) Enerji Kimlik Belgesi düzenlenir.
-BEP-TR yöntemine göre enerji kimlik belgesi alacak
olan yeni binalar D sınıfı ve daha fazla enerji tüketimine ve CO2 salımına sahip olamaz.
-BEP-TR Bayındırlık ve İskan Bakanlığının internet
üzerinden yayınlayacağı bir hesaplama programıdır.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
Eylül 2010 - 154 43
Üyelerimizden
-Enerji Kimlik Belgesinin yenilemesi 10 yılda bir olacak. Bu süre çok uzun değil mi?Aşağı çekilme durumu
var mı?
-Enerji Kimlik Belgesi neden sanayi yapılarında geçerli
değil?
-Enerji Kimlik Belgesini hazırlayacak kişiler kimler
olacak?(Enerji Yöneticileri mi, Mühendisler mi, Mimarlar mı, yoksa sadece Makine ve Elektrik-Elektronik
Mühendisleri mi?)
-Sanayi Enerji Yöneticisi olma hakkı bulunan İnşaat
Mühendisleri, neden Bina Yöneticisi olamıyor?
KARE BULMACA VE SUDOKU ÇÖZÜMLERİ
ancak bu değerleri sağladığı için, bir nevi ısı yalıtımlı
pencere kullanmak zorunlu hale gelmiştir.)
-BEP Yönetmeliği yürürlülüğe girince, ısı yalıtım yönetmeliği yürürlülükten kalkmıştır.
-Taban, tavan ve duvar (yani katlar arası) U değeri 0,80
W/m2K altında olma zorunluluğu getirilmiştir.Bu şu
anlama gelir, eğer 5 katlı bir binada her katın sahibi
farklı ise, her kata ayrı ayrı yalıtım yapmak zorunlu
olmuştur. Ama eğer bina sahibi tek kişi ise, TS 825’i
sağlayacak şekilde yalıtım yeterli olacak, katlar arası
yalıtım zorunluluktan çıkacaktır.
Sorular
BULMACA ÇÖZÜMLERİ
1 2 3
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
K
E
K
E
M
E
L
İ
K
KareKARE
Bulmaca
BULMACA VE SUDOKU ÇÖZÜMLERİ
4 5 6 7 8 9 10
3 4L 5 İ6
O Z M O1 P2 O
1 K O Z M O P
L A
S E R A
2 E L A
S E
A R A 3 K NA R
A AF İN
Y
R 4 EE EY L R E LE
M A 5 RM K M AD R EK
6 E B O L A
B O L 7 AL A LP U T TA
8Tİ A
D A
A L
R MA KS
9
K
A
D A M
S İ İY D İA
10
S E L E F
A
İ D A M E
S E L ESUDOKU
F
N A
( kolay )
-Türk Silahlı Kuvvetleri, Milli Savunma Bakanlığı ve
bağlı kuruluşları, Milli İstihbarat
Teşkilatı
Müsteşarlığı
KARE
BULMACA
VE SUDOKU ÇÖZÜMLERİ
6 5 7 4
binaları ile mücavir alan dışında kalan ve toplam inşaSUDOKU
3 )7
SUDOKU
(
kolay
)9 (2orta
at alanı 1.000 m2’den az olan binalar
1 2 için
3 Enerji
4 5 6Kimlik
7 8 9 10
1 8 4 3
1 5 6 2
Belgesi düzenlenmesi zorunlu1 değildir.
K O ZNeden?
M O P O L İ T
7 6 1 5
Sudoku
6 5 (Kolay)
7 4 2 1
8 93 7 83
E L A1000 Sm2
E den
R A
A
2 3 5 9
-Merkezi ısıtma zorunluluğu2 neden
2 44 3 59
9 2 3 7 8 86
KARE
VE SUDOKU ÇÖZÜMLERİ
4 9 1
3 K A R A
N A F İ Z
2000
m2BULMACA
ye çıkartıldı?
9 7 8 6
49 1 2 2 78
1
8
4
3
5
4 E Y
R E E L
L
İ
6 3 2 4
-Yönetmeliğin planlanan tarihe (05.12.2009) göre geç SUDOKU ( orta )
5 9 6 2
5 10
M
M A R K
D E Y
1
2
3
4
5
6
7
8
9
7
6
1
5
4
3
5 18 4 98
çıkmasının sebebi nedir?
3 7 8 6
1 5 6 2 7 4 9 8 3
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
K
E
K
E
M
E
L
İ
K
O Z M O
L A
S
A R A
Y
R E
M A R
B O L A
A L
T
D A M
A
İ D
S E L E
P
E
N
E
K
A
S
A
F
O L İ6
R A 7
A F İ8
L
L9
D 10
E
P U T
R A K
İ Y İ
M E
N A
SUDOKU ( kolay )
6 5 7 4 2 1 3 8 9
9 2 3 7 8 6 4 5 1
1 8 4 3 5 9 2 7 6
7 6 1 5 4 3 8 9 2
2 3 5 9 6 8 7 1 4
8 4 9 1 7 2 5 6 3
4 1
2 8 9 5 6 3 7
- 154
44 Eylül 2010
5 9 6 2 3 7 1 4 8
3 7 8 6 1 4 9 2 5
TE
AL
Zİ
İK
Y
E
B
A
D
A
S
O L A
L
T A
A M
S
İ D A
E L E F
P
R
İ
M
U
A
Y
E
N
SUDOKU ( kolay )
L
Ö6 5 7 4 2 1 3 8 9
9 2 3 7 8 6 4 5 1
S
1 8 4 3 5 9 2 7 6
T E
8 9
K
İ L 2 4
Ö 9 7
6 3
A S
2 3 5 9 6
7
7 3 5 1 4 6 2
3 9 86 4
8 59 7 11
8 6 43 1
2 12 5 84
2 4 1 5 8 9 7
5 9 6 2
5 1 4 8 9 7 3 2 6
9
3
7 38 7
3 28 1 65 1
2
8
5
7
4
9
5
6
6
71
3
96
1
3
2
9
1
4 67 9 17 4
8
8
7 2 1 5 4
2
5 6 3
3 8 5 1 2
5 6 3 7
1
6
9
4
3
1
8
8
2
2
5
5
7
7
4
3
9
6
7T 8 9 10
O L İ
A
R A
AZ F İ
Lİ
L
D E
Y
P U T
EA K
R
İ Y İ
M
LE
N A
Ö
S
3
4
2
9
8
4
7
5
5
1
6
8
1
3
9
2
6
7
8
5
7
8
9
6
1
7
6
5
3
9
4
2
2
1
3
4
9
1
6
3
2
2
4
1
3
4
7
7
8
6
5
5
8
9
Sudoku
7 1 4 (Zor)
8
4 9 2 5
4 6 9
SUDOKU ( zor )
7 2 1 5 4 9 6 3 8
3 8 5 1 2 6 7 4 9
6 5 2 4 1 7 3 9 8
7 1 9 8 6 3 5 2 4
8 4 3 5 9 2 6 1 7
7 6 1 5 4 3 8 9 2
SUDOKU (
2 3 5 9 6 8 7 1 4
8 4 9 1 7 2 5 6 3
6 5
4 1 2 8 9 5 6 3 7
7 1
5 9 6 2 3 7 1 4 8
8 4
3 7 8 6 1 4 9 2 5
4 7
zor )
Sudoku (Çok zor)
2 4 1 7 3 9 8
9 8 6 3 5 2 4
3 5 9 2 6 1 7
6 2 3 5 9 8 1
5 9 1 6 4 8 2 7 3
2 3 8 1 7 9 4 5 6
3 2 5 7 8 4 1 6 9
1 8 4 9 2 6 7 3 5
9 6 7 3 5 1 8 4 2
4 7 6 2 3 5 9 8 1
5 9 1 6 4 8 2 7 3
2 3 8 1 7 9 4 5 6
3 2 5 7 8 4 1 6 9
1 8 4 9 2 6 7 3 5
9 6 7 3 5 1 8 4 2
T
A
Z
İ
Y
E
L
Ö
S
genç-İMO
TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 genç-İMO İZMİR ETKİNLİKLERİ
01.07.2010 GEMİ MÜHENDİSLERİ ODASI 5. İZMİR
KAYIKLARI YARIŞI
Gemi Mühendisleri Odası İzmir Şubesi’nin bu yıl Kabotaj Bayramı’nda beşincisini düzenlediği İzmir Kayıkları Yarışı’na 6 genç-İMO üyesiyle katılan Doruk CİRİT kaptanlığındaki Halikarnas adlı ekibimiz 2. olmuştur. Bir sonraki yarışı sabırsızlıkla beklerken, İzmir’in
değerlerinden olan İzmir Kayıklarını yaşattıkları için
Gemi Mühendisleri Odası İzmir Şubesine teşekkür
ederiz.
01.07.2010 GEMİ MÜHENDİSLERİ ODASI 3.
KARTONDAN TEKNELER YARIŞI
Gemi Mühendisleri Odası İzmir Şubesi’nin Kabotaj
Bayramı’yla gelenekselleştirdiği ve bu yıl üçüncüsü
düzenlenen, TMMOB dâhilinde 14 odanın katılım
sağladığı Kartondan Tekneler Yarışı’na ekibimiz 8. olmuştur.
TMMOB dahilindeki odaları bir araya getiren bu tipte
bir etkinliği gelenekselleştirdikleri için Gemi Mühendisleri Odası İzmir Şubesi’ne teşekkür ederiz.
22.07.2010 KAPİTALİZM: BİR AŞK HİKAYESİ
Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi, Teras Açık Hava
Sineması’nda Makine Mühendisleri Odası’nın düzenlediği film gösterimlerinden Michael Moore’un yönetmenliğini yaptığı Kapitalizm: Bir Aşk Hikayesi adlı
belgesel gösterimine genç-İMO İzmir Şube üyeleri
olarak toplu katılım sağladık.
İzmir’de Açık Hava Sineması kültürünü yaşattıkları
için Makine Mühendisleri Odası İzmir Şubesi’ne teşekkür ederiz.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
Eylül 2010 - 154 45
genç-İMO
HEPİMİZİ HAREKETE GEÇİREN AYNI SORUYDU
Erkay KILIÇ
Celal Bayar Üniversitesi, 4. Sınıf Öğrencisi
Postmodern sosyolog Jean Baudrillard’dan esinlenilerek oluşturulan Matrix dünyasında, ana karakterlerden Trinity, “Matrix nedir?” sorusu hakkında şu
cümleyi sarf ediyordu; “Hepimizi harekete geçiren aynı
soruydu”
Anayasa değişikliği hararetindeki son günlerde de
hepimizi harekete geçiren olmasa da hepimizin (farkında olmadan) yorumladığı aynı soruydu; “Demokrasi nedir?”
Demokrasi, sözlüklerde “Halkın egemenliği temeline
dayanan yönetim biçimi” olarak adlandırılır. Halkın
egemenliği kavramını da açarsak Demokrasi; “tüm
üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir
yönetim biçimidir” diyebiliriz. Ki asıl sorgulama da işte
bu noktada başlıyor; Halk kavramı ve Halk’ın yapabilecekleri ya da yapamayacakları.
K.C. Wheare, Modern Anayasalar adlı kitabında Halk’ın
Anayasa değişikliklerine etkisini şöyle anlatıyor;
“Bir Anayasanın yapılmasında ve kabul edilmesinde
hâkim olan güçlerin ne ve kimlerden oluştuğunu keşfedebilmek için çoğu modern Anayasaların adlarına,
yapıldığı ‘Halk’ (veya ‘millet) kelimesinin arkasında
yatanlara bakmamız gerekmektedir. ‘Halk’ kelimesi,
çoğunun birbiriyle zıtlaştığı, düşünceyi ve menfaati
kapsamaktadır. Gerçekte ‘Halk’ın, tüm ‘Halk’ın, çok az
şey yapabildiği belirtilebilir. Hiçbir zaman bir anayasa
yapmaz veya yapamaz. Ve hiçbir zaman oybirliğiyle
bir Anayasa çıkaramazlar.”
Demokrasi, halk egemenliğini ve tüm bireylerin yönetimde eşdeğer etkiye sahip olmasını öngörmektedir. Ancak burada kafa karıştıran nokta, “Toplum”
kavramıyla iç içe olan “Halk” kavramından bahsederken bireysel davranışların devre dışı kalmasıdır.
“Halk” veya “Toplum”dan bahsederken, bireylerin
“Halk”ı oluşturma aşamasında yeni bir kavrama dönüştüğünü, bireysel davranışlarla toplumsal davranışların ilişkilendirilemeyeceğini atlamamak gerekir.
Bu doğrultuda da tüm bireylerin ortak bir düşünceye
sahip olup oybirliğine varamayacağı, K.C. Wheare’ın
da belirttiği gibi, pratikte tüm bireylerin aynı düşüncede ortaklaşamayacağı açıktır. Ki bu da bizi tekrar
“hepimizi harekete geçiren soru”ya yönlendiriyor ama
bu sefer biraz farklı bir açıdan; tüm bireylerden ortak
karar vermeleri beklenemez, ancak ne kadar demokratik olabilirler?
46 Eylül 2010 - 154
- Demokrasinin bütün
hastalıkları daha fazla demokrasi ile tedavi edilir.
1920’lerde 4 dönem üst
üste New York valiliği görevi yapmış, Amerikan siyasetçilerinden Alfred E.
Smith bu sözüyle aslında
sorumuza bir nevi cevap
vermektedir. Demokrasi, toplum içindeki birey
kavramı sebebiyle –kalabalıklarda- yüzde yüz uygulanabilir bir sistem değildir. Bu yüzdendir ki Demokraside bir sorun ortaya
çıkarsa sistemi daha demokratik hale getirdiğinizde
hataları azaltabilirsiniz ancak bireylerin toplumsal
kararlara dahil olmasını yüzde yüze ulaştıramadığınız
sürece sistemde hatalar var olmaya devam edecektir.
- Tanrılardan oluşan bir halk mevcut olsaydı, kendini
demokratik olarak yönetebilirdi.
18. yüzyıl Fransız düşünürlerinden Jean Jacques Rousseau bu sözüyle aslında yüzde yüz Demokrasinin
insanlar için ütopya olduğunu belirtmiştir. Demokrasideki hatalardan yola çıkarak, insanları tanrılarla
karşılaştırmış, eğer mükemmel olsaydık demokrasi işte
o zaman mümkün olabilirdi çıkarmasını yapmıştır.
- Toplumun bütün isteklerini karşılayabilecek tek hükümet biçimi, bütün halkın yönetime katıldığı hükümettir;
en küçük kamu görevine olsun katılım yararlıdır; her
alandaki katılma, toplumun genel gelişme düzeyinin
elverdiği ölçüde geniş olmalıdır. Bir tek küçük kentten
daha büyük bir toplumda, kamu işlerine herkes kişi
olarak katılamayacağı için, bundan mükemmel bir hükümetin ideal türünün temsili hükümet olacağı sonucu
çıkmaktadır.
19. yüzyıl düşünürlerinden İngiltere Parlamento üyeliği de yapmış olan John Stuart Mill, pratiğe vurgu
yapan bu söyleminde, birey sayısı arttıkça “Halk”ın
her bir parçasının kamu kararlarına bireysel katılım
yapabilmesini olanak dışı olarak görmüş, Temsili
Demokrasi’yi de ideal hükümet türü olarak önermiştir.
Pratikte yetmiş milyonu aşkın bir nüfus ile tüm vatandaşların kamu kararlarında bire bir etkili olma ihtimali
genç-İMO
yoktur. Bu sebepledir ki temsili Demokrasi en iyi çıkar
yol olarak görülmektedir. Anayasa değişikliği hararetindeki 2010 yılı yazında tartıştığımız bu konu hakkında Şubat – 1991 tarihli “Türkiye’nin Anayasa Sorunu” adlı kitabında Zafer Üskül, Anayasa Kanunu’nu
yazacak hükümetin sahip olması gereken özelliklere
dair şunları kaleme almıştır;
“Anayasa Kanunu’nu yazacak olan “kurucu iktidar”dır.
Kurucu iktidara sahip olacak organ, hangi organdır?
Kurucu iktidarı halkın kendisi doğrudan kullanamayacağına göre, bu iktidarı “temsili” bir meclis kullanacaktır. Bu meclis, yalnız anayasayı yapmakla görevlendirilebilecek bir kurucu meclis olabileceği gibi, yasama iktidarını kullanan meclis, Türkiye’de TBMM, bir anayasayı
yapmakla görevlendirilebilir.”
Tüm vatandaşların kamu kararlarında bire bir rol alması olası değildir. Bu sebepledir ki temsili bir Demokrasi, pratikte, elimizdeki en iyi çözümdür. O halde son soruya geçelim; Şu anki meclis yapısı “Halk”ı ne
kadar temsil etmektedir?
Şu anki yapısıyla TBMM, oylarda yüzde on barajını
geçmiş partilerden kurulmuş bir yapıya sahiptir. Bu
da halkın yüzde on’un altında düşünsel veya siyasi
birlik sağlamış kesimlerinin temsil edilmediğini ortaya çıkarmaktadır. Bu da Ne kadar demokratik? sorusuna bir cevap sağlamaktadır; Şu anki meclis “Halk”ı
temsil etmekte yetersiz kalmıştır. Böyle bir durumda
“Halkın Anayasası”ndan bahsetmek mümkün değildir. Şu anda hazırlanmış ve referanduma sunulan
Anayasa değişikliğinin “Halk” ile bir alakası bulunmamaktadır. Başbakan “Demokrasi” anlayışındaki yaklaşımını 8 Ağustos İzmir Mitingi’ndeki sözleriyle de
matematiksel olarak açıklamaktadır;
“Ne diyorlar, ‘Bu anayasa yüzde 51 ile kabul edilse bile
yüzde 49 buna hayır demiştir’. Ya ne demek? Ya sen hesap bilmiyorsun, ya da demokratik parlamenter sistemden bihabersin. Kaçtan kaç çıkarsa çıksın, yarıdan bir
fazla evet oyu alıyorsan, bu iş bitmiştir.”
51>49 anlayışıyla ticari bir firmaya, bir şirkete ortak
olunabilir, doğrudur. Ancak Demokrasi gibi soyut bir
siyasi kavramı matematik ile kullanmaya çalışmak teorinin pratiğe karşı yenilgisi ve bunun sonucunda da
“Halk”ın mağlubiyetidir. Demokrasinin bu gibi zaaflarını da tarihteki ünlü siyasiler, düşünürler, yazarlar da
fark etmiş ve bugün yaşadığımız Demokrasi problemine dair söylemlerde bulunmuşlardır;
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
- Demokrasinin kötü tarafı çoğunluğun tiranlığına dönüşmesidir.
Lord Acton
- Politikada çoğunluk kuralının
haklılaştırılması onun ahlaki açıdan doğru olduğunu göstermez.
Walter Lipmann
- Çoğunlukçu demokrasi, ‘halkın egemenliği’ olarak ifade edilen doktrin içerisinde en yetersiz ilke olarak görülmektedir.
Bernard Crick
- Çoğunluğun iradesi, diğer insanlar üzerinde baskı
yapabilir; gücün çoğunluk tarafından kötüye kullanılmasının önlenmesi gereklidir. ‘Çoğunluğun tiranlığı’
topluma karşı bir kötülüktür ve toplum buna karşı korunmalıdır.
John Stuart Mill
- Görevimiz oybirliğine ya da
oybirliğine yakın bir karara
ulaşmanın yollarını aramak ve
keşfetmektir.
James M. Buchanan
- Demokrasi esasen ferdidir, bu vasıf vatandaşın
hakimiyete, insan sıfatıyla iştirak etmesidir.
Mustafa Kemal
Atatürk
Eylül 2010 - 154 47
Kültür ve Sanat
İnş. Müh. Alim ŞADAN
KAUÇUK İZOLATÖR
KULLANILARAK BİNALARIN
DEPREMSEL PERFORMANSININ
GELİŞTİRİLMESİ
Mehmet Kevser Derdiman
Zeynel Abidin Mirkelam
Fakülte Kitabevi
Yapıda, depremden kaynaklanan
hasarı azaltmak için sünekliğin
artırılması gerektiği bilinmektedir.
Tabanı ankastre olan geleneksel binalarda yüksek
süneklik seviyesi, şiddetli depremler sırasında taşıyıcı elemanlardaki akma yoluyla sağlanabilmektedir. Akma sonrasında ise binanın taşıyıcı sisteminde
ve taşıyıcı olmayan elemanlarında önemli hasarlar
oluşmaktadır. Şiddetli depremlere karşı bir yapının
taşıyıcı sistemini, taşıyıcı olmayan elemanlarını ve
içinde bulunan eşyaları hasardan korumanın etkili
bir yolu olarak son yıllarda taban yalıtımı teknikleri
geliştirilmiş ve yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır.
ÖNGERİLMELİ BETON
Sıddık Şener
Alp Yayınevi
Gazi Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü son
sınıf ile yüksek lisans öğrencilerine , ‘Öngerilmeli
Beton’ dersinin, yıllar içerisinde geliştirilen ders notlarından hazırlanmıştır. Öngerilmeli beton, yüksek
dayanımlı beton ve çelik kullanıldığından, aynı bir
betonarme yapı ile karşılaştırıldığında daha az malzeme kullanımı gerektirir. Ayrıca yükler de artan insan nüfus ve teknolojinin ilerlemesi ile arttığından
daha ekonomik yapılar, öngerilme ile yapılabilmektedir. Bu yüzden yurtdışında olduğu gibi yurdumuzda da öngerilmeli beton yapı uygulamasının
yaygınlaşması beklenmektedir. Varolan yönetmeliklerde SI birimi kullanıldığından, örnek çözümlerinde SI birimi kullanılmıştır. Kitap içeriği; öngerilme
tanımı, kullanılan malzeme, kayıplar, eğilme analiz
ve tasarımı, kesme ve burulma, aderans, sürekli kirişler, dairesel öngerme, kolonlar ve döşeme konularından oluşmaktadır. Kitapta ele alınan konular bir
dönemlik ders süresi içerisinde işlenebilecek genişlikte tutulmuştur.
48 Eylül 2010 - 154
Kültür ve Sanat
6-7 Eylül Olayları
Birçok kişi tarafından 6-7 Eylül olayları şu anda da güncel olaylara ait düşüncelerini açıklamak için kullanılmaktadır. Çok tartışılan bu konu üzerine öne çıkan bir
takım bilgileri özet olarak sunmak istersek;
• 6-7 Eylül olaylarının oluştuğu yakın döneme, 1953’e
kadar Türkiye-Yunanistan ilişkileri çok iyi bir seyir
izlemiştir.
• Yunanistan Kıbrıs’ın 1953 yılında kendisine devredilmesi talebiyle BM’ye başvuruda bulunmuştur. O
zamana kadar Kıbrıs İngiltere’nin kontrolü altındaydı.
• 6-7 Eylül olayları sırasında Kıbrıs’taki yerel seçimin
tek galibi komünistler tarafından kurulan AKEL partisiydi. Bu parti İngiltere’yi Kıbrıs’ta istemiyordu.
İngiltere de sömürgeleri ile arasında önemli bir ulaşım kavşağı olan Kıbrıs’tan çekilmek istemiyordu.
• 6-7 Eylül olayları DP (Demokrat Parti)’nin dışişleri
yetkilileri Londra’da Kıbrıs sürecini müzakere halindeyken gerçekleşmiştir.
• DP yanlısı İstanbul Ekspres gazetesinin tirajı normalde 20 bin iken o gün 300.000’e yakın basarak
Atatürk’ün evinin bombalandığını tüm İstanbul’a
duyurmuştur.
• 6-7 Eylül olayları ve çıkan benzeri başka gerilimler
sayesinde, Kıbrıs’taki komünistlerin partisi AKEL’ de
Rum milliyetçiliği güçlenirken ayrıca aşırı sağ partiler güç kazanmıştır.
• Atatürk’ün evine bomba atan gizli haber alma teşkilatları tarafından kullanıldığı iddia olunan Siyasal
Bilgiler Fakültesi öğrencisi Oktay Engin 1990’lı yılların başında Nevşehir Valiliği yapmıştır. Nevşehir
ili emniyeti ise aynı yıllarda Gladio’nun kullandığı
iddia edilen ülkücülere (Abdullah Çatlı vb…) bir takım kolaylıklar sağlaması ile ön plana çıkmıştır. Aynı
zamanda İbrahim Şahin de o yıllarda Nevşehir emniyetinde görev yapmıştır. Uğur Mumcu çalışmalarında Nevşehir’de kurulan bu yapılanmanın üzerinde özellikle durmuştur.
• Türk basınına göre 11 kişi, bazı Yunan kaynaklarına göre 15 kişi öldürülmüştür. Sabancı Üniversitesi
öğretim üyesi Dr. Dilek Güven’in Sabah gazetesine
verdiği röportaja göre ölü sayısının az oluşu gruplara “ölü olmasın” emri verilmesi sebebiyledir. Resmî
rakamlara göre 30 kişi, gayri resmî rakamlara göre
300 kişi yaralanmıştır. Güven’e göre resmi rakamlara
göre 60 olan tecavüze uğrayan ve utanmalarından
veya korkmalarından dolayı şikâyette bulunamayan kadın sayısının 400’e yakın olduğu tahmin edilmektedir.
• Olayların ardından, Türkiye’de yaşayan binlerce
Rum Türkiye’den göç etmiştir. Rum nüfusun zamanla azalmasıyla Rumların ekonomideki etkisi zayıflamaya başlamış ve daha önceki azınlıklara yönelik
eylemlerde olduğu gibi Türklerin sermayeye hakim
olması hızlanmıştır. Birkaç bin Rum ise özellikle
Mersin ve Tarsus’a yerleşmişlerdir. Zamanla kalan
Rumların da büyük çoğunluğu İstanbul’u terk etmiştir. Nüfus mübadelesi sonucunda 1925 yılında
yaklaşık 100.000’e düşen İstanbul’daki Rum nüfus,
2006 yılında 2.500 kişiye kadar düşmüştür.
• Bu olaylar ile Türk-Yunan-Rum ekseninde başlayan
gerilim İngiltere’yi Kıbrıs adasında hakem rolüne
yükselterek adada kalıcı olarak rol almasını sağlamıştır. 1974 yılında yapılan ‘Kıbrıs Barış Harekâtına’
kadar gelişen süreçte Kıbrıs’ta aşırı sağ gruplar güç
kazanmıştır. Bu grupların düzenlediği silahlı eylemler Kıbrıs’ta istikrarı tamamen bozmuştur.
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
Eylül 2010 - 154 49
Kültür ve Sanat
İnş. Müh. Tuğrul BAŞTAN
Fıkralar
Tilki Her Zaman Tilki…
Tilki ormanda gezerken bir ağacın dalında asılı
bir geyik budu görür.
Çok açtır ancak yine de şüphelenir bu işten,
kontrol etmeye başlar ve bu işte bir anormallik
olduğu içine doğar…
Geyik budu bir iple bombaya bağlıdır. Epeyce
uzağa gider ve başını kollarının üzerine koyarak
yatıp olup biteni merakla izlemeye başlar. Biraz
sonra ağaçların arasından bir kurt gelir, budu
görür ve yatan tilkiyi de tabi…
Tilkiye sorar “ne yapıyorsun dostum”
Tilki cevap verir “hiç… Yatıyorum”
-Burada bir but var
-…
—Neden yemedin?
Tilki sakince cevap verir; “Bugün orucum”
Kurt kendinden emin ; “Ben yiyeyim o zaman…”
Tilki “Tabii..Buyur afiyet olsun” der.
Kurt but ‘a uzanır uzanmaz bir patlama, bir feryat… ortalık toz duman..
Kurt yaralı hareketsiz 10 metre uzakta perişan
halde yatarken yerinden doğrulan tilki hafiften
budu yemeye baslar.
Yarı baygın bir şekilde gözünün birini zorla açabilen kurt ; “Lan şerefsiz hani oruçtun ?”
Tilki pişkin pişkin ; “ilahi kurt kardeş, Biraz
önce top patladı duymadın mı ?”
Erzurumlulun İntikamı…
Erzurumlu harmanını kaldırmış, ekinini kurutuyormuş.
Ancak öğleden sonra gökyüzü kararmaya başlamış..İyice telaşlanan Erzurumlu başını yukarı
kaldırıp başlamış duaya…
-”Allah’ım, ne olirsen ekinim gurumadan yağmurunu yağdırma! ”
-”Allah’ım, birkaç gün daha yağmurunu yağdırma, ne olirsen” diye dualar edip durmuş.
Ekin kurudu kuruyacak lakin Aksam üzeri, son
yarım saatte bir yağmur, bir boran…
Tüm ekini telef olmuş zavallı Erzurumlunun… O
hırs, kızgınlıkla evin yolunu tutmuş, ancak eve
geldiğinde ne görsün; ahırda eşeğine de yıldırım
50 Eylül 2010 - 154
çarpmamış mı?
Bu olay Erzurumlunun içine öyle oturmuş, ama
bir şey de yapamamış pek tabii ki…
Ancak zaman geçmiş, Ramazan ayı gelmiş, çatmış. İntikam hırsıyla, ilk gün niyetlenmiş Erzurumlu.
İftara tam yarım saat kala, bir sigara çıkartıp
başlamış tüttürmeye…
İlk nefesini şöyle bir güzelce çekmiş ve kafasını
yukarı doğru kaldırmış ve üflemiş… Üfff…
-”Nasıl? İllet oliysen şimdi değil mi?” demiş ve
devam etmiş…
-“Var ya … Ölen eşeği de gurbana saymazsam
şerefsizim…”
Oruç
Ataist bir adam bir gün ormanda geziyor ve
etrafındaki güzelliklere bakıyormuş Evrim ne
güzellikler yaratıyor! diye düşünüp mest oluyormuş birden arkasında kocaman bir ayı belirmiş ve onu kovalamaya başlamış. Adam bütün
gücüyle kaçıyormuş ama her arkasına bakışında
ayının yaklaştığını fark ediyormuş Dakikalarca
süren bir kaçışın sonunda adamın ayağı yerdeki
bir dala takılmış ve ayı adamın üzerine atlamış.
Pençesini kaldırmış, tam vurmaya hazırlanırken
adam Allahım! diye bağırmış Bir anda zaman
durmuş ayı donmuş, ormandaki nehir bile akmaz
olmuş bir anda orman kararmış ve gökyüzünden
bir ışık hüzmesi adamın üzerine parlamış Çok
derinden gelen ilahi bir ses adama:
Yıllarca bana inanmadın, yaratılışı kozmik bir
kazaya bağladın, sana bu durumda yardım etmemi mi istiyorsun? Seni sevgili bir kulum mu
saymalıyım? demiş.
Adam utanç içinde: Biliyorum bunca yıldan sonra
dindar biri olmayı istemem haksızlık, ama belki
ayıyı dindar yapabilirsin, demiş
Ses, peki diye karşılık vermiş ve ışık kaybolmuş
Nehir tekrar akmaya başlamış her şey eski haline dönmüş Ayı pençesini indirmiş, iki pençesini
de göğe doğru çevirmiş ve konuşmaya başlamış.
Allah’ım, senin rızkınla orucumu açıyorum, Hamdolsun bana verdiğin nimetlere.
Kültür ve Sanat
İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr
Eylül 2010 - 154 51
Oyun
ALİ İHSAN ARGIT
ALİ İHSAN ARGIT
İNŞAAT MÜHENDİSİ
İNŞAAT MÜHENDİSİ
Bulmaca
köşesi
İnş. Müh. Ali
İhsan ARGIT
Bulmaca köşesi
KARE BULMACA
KARE BULMACA
4 5 6 7 8 9 10
SUDOKU (Kolay)
KARE BULMACA
1
1
2
3
4
5
3
1
2
3
4
5
6
7
8
9 10
SUDOKU (Kolay)
6
8
6
3
4
7
8
5
6
7
10
8
7
3
1
2
6
9
2
1 – Çeşitli ulustan insanlar bünyesinde
bulunduran. 2– Bir göz rengi – Turfanda sebze
SOLDAN SAĞA
ve meyvelerin
yetiştirildiği
SOLDAN
SAĞA yer. 3 – Yeryüzünün
1 –örtülü
Çeşitli olmayan
ulustan insanları
bulunduran. 2–
denizle
bölümübünyesinde
– Delip geçen,
Bir göz rengi
Turfanda sebze
ve meyvelerin
İçe işleyen.
4 – –Seslenme
ünlemi
– Gerçekyetiştirildiği
–
1 yer.– 3simgesi.
insanlar
bünyesinde
–Çeşitli
Yeryüzünün
denizle
örtülü
olmayan
bölümü
–
Lityumun
5 –ulustan
Alman
para
birimi
(eski)
–
Delip
geçen,
İçe
Seslenme
ünlemi
bulunduran.
2– işleyen.
Biray.
göz46–rengi
– Turfanda
sebze
Güneş
ylnn
onuncu
– İnsan
öldüren– Gerçek
Lityumun
simgesi.
5 –virüs
Alman– yer.
para
birimi
(eski)
– Güneş
Afrika
maymun
orijinli
Maden
ve– ve
meyvelerin
yetiştirildiği
3 –potas.
Yeryüzünün
yılının
onuncu
ayı.
6
–
İnsanı
öldüren
Afrika
ve
maymun
7 – denizle
Parlak krmz
billurlaşmş
bir geçen,
örtülürenkte,
olmayan
bölümü değerli
– Delip
virüs – Maden
potası.
7 –suça
Parlakkarşlk
kırmızı renkte,
taş İçe
– orijinli
saç
düzeltme
aleti.
8 – Bir
işleyen.
4
–
Seslenme
ünlemi
–
Gerçek
–
billurlaşmış
değerli
bir taş –
saç düzeltme
aleti.
verilen
ve suçlunun
ölümüyle
sonuçlanan
ceza
– 8 – Bir
Lityumun
simgesi.
5 –suçlunun
Alman para
birimi
(eski) –
karşılık
verilen
ve
ölümüyle
sonuçlanan
Odunsuça
yarmakta
kullanlan
ağaç yada
demir
Güneş
ylnn
onuncu
ay.
6
–
İnsan
öldüren
ceza
–
Odun
yarmakta
kullanılan
ağaç
yada
kama. 9 – Eski Msr'da insanoğlunun hayati demir
Afrika
ve
orijinli
virüs – Maden
potas.
kama.olan
9 –maymun
Eski
Mısır’da
hayati
dayanağı
dayanağ
üretici
güç
–insanoğlunun
Sürdürme,
devam
üretici
güç makamda
– Sürdürme,
devam ettirme.
10 – Bir
7 olan
– Parlak
renkte, kendinden
billurlaşmş
değerli
bir
ettirme.
10
– krmz
Bir
önce
makamda
kendinden
önce
bulunmuş
olan
kimse
–
Gözü
bulunmuş
olan
kimse
–
Gözü
kapal
inanlan
taş – saç düzeltme aleti. 8 – Bir suça karşlk
kapalı inanılan düşünce
düşünce
verilen
ve suçlunun ölümüyle sonuçlanan ceza –
Odun yarmakta kullanlan ağaç yada demir
kama.
9 – Eski
Msr'da
insanoğlunun
hayati
1– Rekaket,
Pepelik.
2– Hadise,
vaka – Harman
dayanağ
olan
üretici
Sürdürme,
devam
kaldırıldıktan
sonra
yerde güç
kalan–toprak,
çöp ve samanla
1– Rekaket, Pepelik. 2– Hadise, vaka – Harman
karışık tahıl
taneleri,
harman döküntüsü
. 3 –
Bir
ettirme.
10
–
Bir
makamda
kendinden
kaldrldktan sonra yerde kalan toprak, çöp ve önce
dokuyu saran
incekimse
tabaka –– Yorgunluğu
gidermek
için
bulunmuş
olan
Gözü
kapal
inanlan
samanla
karşk
tahl
taneleri,
harman
duraklama. 4 – Asya’da bir göl – Selin getirdiği kumlu,
düşünce
döküntüsü
. 3 – Bir dokuyu saran ince tabaka –
YUKARIDAN
AŞAĞI
YUKARIDAN
AŞAĞI
çamurlu toprak . 5 – Osmiyumun simgesi – Er, onbaşı ve
Yorgunluğu gidermek için duraklama.
4 –
çavuşlara verilen genel ad – Bağlama ve kuvvetlendirme
Asya'da
bir
göl
–
Selin
getirdiği
kumlu,
çamurlu
YUKARIDAN
edatı .. 6 – Ahır veAŞAĞI
kümeslerde, çoğunlukla gübre atmaya
toprak . 5 – Osmiyumun simgesi – Er, onbaş ve
yarayan küçük pencere – Vezir . 7– Ağızdan alınan,
çavuşlara verilen genel ad – Bağlama ve
ilgili – Pepelik.
İş verimini artırmak
için vaka
verilen– para.
8 –
1–ağızla
Rekaket,
Hadise,
Harman
kuvvetlendirme
edat .. 6 – 2–
Ahr
ve kümeslerde,
Söz, lakırdı – Bir konumda uzun yıllar bulunmuş kimse.
çoğunlukla
gübresonra
atmaya
küçükçöp ve
kaldrldktan
yerdeyarayan
kalan toprak,
9 – Açıölçer, mastara, minkale . 10 – Ölen kimsenin
pencere
–
Vezir
.
7–
Ağzdan
alnan,
ağzla
ilgili
samanla
karşk dileme
tahl – Kil
taneleri,
yakınlarına başsağlığı
ve kumdanharman
oluşan
– İşdöküntüsü
verimini artrmak
için
verilen
para.
8
–
Söz,
. 3 – balçık.
Bir dokuyu saran ince tabaka –
sarı renkli verimli
lakrd – Bir konumda uzun yllar bulunmuş
Yorgunluğu gidermek için duraklama. 4 –
kimse. 9 – Açölçer, mastara, minkale . 10 –
biryaknlarna
göl – Selinbaşsağlğ
getirdiği kumlu,
ÖlenAsya'da
kimsenin
dileme –çamurlu
toprak
. 5 oluşan
Osmiyumun
– Er, onbaş ve
Eylül
2010
-–154
Kil 52
ve
kumdan
sar renklisimgesi
verimli balçk.
çavuşlara verilen genel ad – Bağlama ve
kuvvetlendirme edat .. 6 – Ahr ve kümeslerde,
6
1
3
1
3
8
9
3
4
6
3
7
46
3
6 4
3
8
5 9
3
1
8
9
7
1
9
4
3
85
7
8
59
5
9
2
7
1 5
5 13
5
5
8
9
7
1
2
9
SUDOKU ( zor )
5
2
5
8
8
8
3
3
5
4
9
2 1
6
3
55
4 9
1 5 7
5 13
6
5 6
6
4 9
1 4
orta8 )
6
1
1
6
SUDOKU ( zor )
8
3 8
9
1
1 5
88
27
6
6 3
6 2
3 7
7
3
1
6
1
1 7
4
(
3
8 9
6
8
5
SUDOKU ( orta )
1
8
SUDOKU
2
9
1
9
2
8
76 44
67 1
9
9
SOLDAN
10 SAĞA
4
6
3
1
5
4
9 8
78
5
6
7
9
3
7
5
2
2
1
9
Çözümleri Sayfa 44’te
8 1
3
5
2Ç6özümleri sayfa4…….. da
6 7
9