pera`dan hilton`a - tuyib-der
Transkript
pera`dan hilton`a - tuyib-der
INDEX İÇİNDEKİLER Sayı: 5 MART / NİSAN 2011 10 GÖRÜNMEZ KAHRAMANLAR 14 HİJYEN, LEZZET KADAR ÖNEMLİDİR 24 HANLARDAN OTELLERE PERA’DAN HİLTON’A TÜYİP DER Tüm Yiyecek İçecek Bölümleri Temizlik ve Malzeme Teminatçıları Derneği adına imtiyaz sahibi Erol AYDIN GENEL KOORDİNATÖR Taner RENDA Tel: 0555 503 33 09 Tel: 0212 612 10 13 Baskı Tarihi: 20.04.2011 Yayın Türü: Yerel Süreli 2 Aylık Yazı İşleri Müdürü Erol AYDIN Tel: 0542 427 72 92 TÜYİP-DER İletişim Adresi: Kocatepe Mah. Taksim Cad. No:29/4 Beyoğlu İSTANBUL Görsel Yönetmen Cüneyt MERT Tel: 0535 221 34 87 Dergideki yer alan makalelerdeki fikirler yazarlarına aittir. Yayınlanan ilanların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir. Yazılar kaynak gösterilerek yayınlanabilir. [email protected] Baskı: Merve Grafik Matbaacılık Ltd. 04 REKLAM INDEX İLOX Ö.K.İ BETA ARKA KAPAK CAMBRO A.K.İ V PLEKSİ 05 GÜNER 13 SANATEVİ 17 HOMATEX 21 ANALİZ ORGANİZASYON 27 MDS 31 DIVERSEY 35 MİLE 41 ABDULLAH EXPORT 45 ERA 51 ŞENOCAK 57 MEKE ACADEMY 61 BAŞKAN’DAN Mesleki Eğitim Merkezi olma yolundayız Towards becoming a Vocational Training Centre P ek çok değişikliğin ve yeniliğin yaşandığı bir iki ay geçirdik. Öncelikle, kurucu başkanımız Hamza Uysal , iş yoğunluğu nedeniyle başkanlık görevlerini aksatacağını düşündüğünden; üzülerek bu görevinden ayrıldı. Kendisi bu derneğin çalışmalarında her daim minnetle anılacak işler yaptı. Kendisine bugüne kadarki verdiği değerli hizmetlerinden dolayı şükranlarımızı sunarız. We experienced a lot of changes in past two months. First of all, the founding president Hamza Uysal, left his position regrettably due to heavy work schedule on his personal business. His achievement as president is so important that we will always remember. I would like to express our gratitude for the valuable contribution that he made. Yönetim kurulumuzun daha sonraki yaptığı toplantıda, eksik üyelik için oy birliği ile Sebahattin Güven arkadaşımızı seçtik. Daha sonra da yeni yönetim kurulu başkanlık görevine beni yine oy birliği ile seçtiler. Bana gösterilen bu güveni el birliği ile boşa çıkarmamak için bütün gücümle çalışacağım. Ayrıca, benden boşalan sekreterlik görevine de Kemal Atakulu arkadaşımız seçildi. Yeni yönetim kurulumuz derneğimize hayırlı olmasını dilerim. At a meeting of the Board of Directors that we had following Hamza Uysal’s leave, Sebahattin Guven has been unanimously elected for the vacant membership. At the same meeting, I have been unanimously elected as president and Kemal Atakulu has been elected to the position of Secretary General following my appointment as president. I will do my best to deserve the confidence shown in me.. I wish every success the new board of directors. Asıl sevindirici gelişmeler ise, Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesince sektörümüzde zorunlu hale gelen sertifikalı eleman çalıştırmada yaşandı. Son 2 aydır derneğimizin bu sertifikasyon verebilmesi için yaptığımız çalışmalar , nihayet sonuç vermeye başladı. A real good news is the significant progress we made for the employment of the staff having certificate of vocational training that is obligatory in the frame of EU-legislations. The effort we have been giving for 2 months in order to obtain the authority for this certification started to be fruitful. Yaptığımız görüşmeler ve edindiğimiz bilgiler ışığında; steward diye bir iş tanımı yapılmamış. Bu öncelikle bizlerin eksikliğidir. Sektörde bizlere gelinene kadar yapılan çalışmaların cılızlığı sonucunda , devlet bizlerin sesine ulaşamamıştır. Following our negotiations, we discovered that there is no job description for stewards. This is our failure before all else. The official authorities are not well aware of our presence & needs due to lack of efficient work in this area. Bu nedenle dernek olarak atmamız gereken ilk adım: steward eğitimi için gerekli müfredatın bilimsel verilerini hazırlayıp, İş-Kur aracılığıyla Milli Eğitim Bakanlığı’nca kabul görmesini sağlamak olmalıdır. Therefore, the first step we should make is to prepare a vocational training program for stewards and to make it accepted by the Ministry of Education through the support of the Employment Administration. Ondan sonra ise hızla steward eğitimine , İş-Kur ile işbirliği çerçevesinde ilk eğitimimizi sektördeki arkadaşlarımıza vermeliyiz. Bu aşamayı başarıyla gerçekleştirdikten sonra da, Özel İstihdam Bürosu iznimizi İş-Kur’dan alarak, eğittiğimiz arkadaşlarımızı yine İş-Kur ara- 06 cılığıyla sektöre yerleştirme hakkı kazanacağız. The second step should be immediately starting trainings for our colleagues in the sector in cooperation with the Employment Administration. After passing this step successfully, we should get the official permission for being a private employment agency in order to employ the staff to be trained and certificated by our association. Üçüncü büyük adım ise; Mesleki Yeterlilik Kurumu statüsü kazanmak. Bunca zamandır yaptığımız araştırma ve çalışmalar gösterdi ki; Milli Eğitim’de ve İş-Kur’da , kendi mesleğimizle ilgili veriler neredeyse yok denecek kadar az. The third big step is to obtain the status of Institution of Vocational Competence. We discovered through our search & investigations the fact that there is almost no database about our profession in the Ministry of Education and in the Employment Administration. Mesleğimizin her anlamda bilinmesi, geliştirilmesi ve ileriye yönelik olarak yeni tanımların yerleştirilmesinde derneğimizin bu statüsü, tıkanıklıkları ciddi oranda aşmamıza yardımcı olacaktır. Devlet, sektörümüzle ilgili yeni bilgi ve tanımlara ihtiyaç duyduğunda; derneğimizin bu kazanacağı yeterlilik nedeniyle; kanun maddeleri yapılmasında temel alınacak verilerin kaynaklarından biri olarak varlık göstermiş olacağız. This status will us significantly help in order to overcome difficulties for having a widely well known profession with an official job description and to develop it in line with new needs. In this way, our association will be a main source for providing data and definitions about our sector and profession that will be needed for official legislations. Bu çalışmalar sırasında , İş-Kur İl Müdür Yardımcısı Sayın Ayhan Tozan’a, Beyoğlu İlçe Müdürü Sayın İlhan Kapucu’ya ve Bölge Müdürlüğü İstanbul Şefi Songül Beşenk’e katkıları ve aydınlatıcı yol göstermeleri için ne kadar teşekkür etsek az gelir. We are really grateful to the following managers of the Employment Administration for their valuable consultancy: Mr. Ayhan Tozan, Deputy City Director. Mr. Ilhan Kapucu, Director of District of Beyoglu, Mrs. Songul Sahenk, Chief in charge of Istanbul City. Dağınık bir topluluktan, derneği olan, düzenli dergisini çıkaran ve sektördeki arkadaşlarımıza eğitim veren bir aşamaya doğru yol alıyor olmaktan gururluyuz. (Bu sayıda dergimiz bir hamle daha yaparak forma sayısını dörde çıkardı. Yetmeyen sayfalar ve artan reklam desteği nedeniyle böylesi bir çıkış da neredeyse zorunluluk olmuştu.) Bu gururda payı olan tüm arkadaşlarımızı , canı gönülden kutluyorum. We are glad to progress we made towards a well organized, effective association to be providing vocational trainings and having a periodical magazine published regularly. (In this issue, our magazine got a bigger volume due to need of additional pages and increasing support of commercials.) Congratulations to all who contributed to this progress. Sevgi ile kalın. Sincerely yours. Erol AYDIN Başkan / President STEWARDING STEWARDING şefini görmekteyiz. Yapılan tüm planlamalardan nihai olarak sorumlu olan bu ikili, otele alınacak tüm yiyecek içecek malzemeleri, servis ekipmaları, operasyon malzemeleri gibi yüksek meblağ oluşturan kalemlerin otele alınması, işlenmesi ve misafir memnuniyeti ile sonuçlanacak şekilde servis edilmesini organize ederler. Tüm malzemeler çıkarılan menüler ve sunulan ürünler çerçevesinde satınalma departmanı sorumluluğunda otele intikal eder. Bu süreç içerisinde alınacak olan malzemelerin spesifikasyonları, nitelikleri ve kalite detayları doğrultusunda alımlar yapılmaktadır. Mutfak şefi kendi altında sous şef ve onun altında da kısım şefleri şeklinde organize olduğu görülmektedir. Kısım şefleri: sıcak-soğuk mutfak, pastane, kasaphane, personel aşçısı vs. şeklinde örgütlenirken otel içerisinde bulunan tüm yiyecek ve içecek ünitelerine hizmet verecek şekilde günlük, haftalık ve aylık iş akışlarını planlamaktadırlar. Bunu yaparken tüm a’la cart ve buffet servisi yapılan restaurantlar, pastane, oda servisi gibi ünitelerin menülerinde bulunan tüm ürünler hazırlanmaktadır. Bu işlemlerin hazırlanması, sunulması, kullanılan tüm alet ve edevatın hijyenik koşullarda temizlenip geri istiflenmesi ve tekrar üretime sirküle edilmesi stewarding departmanının görevidir. Yukarıda bahsedilen tüm detaylı işlemler ancak stewarding departmanının iyi ve etkili olarak çalışması ile mümkündür. Kısacası mutfaktaki bir aşçının yemeği hazırlaması ve gönderebilmesi için gereken tüm malzemeler stewarding departmanı tarafından tedarik edilmektedir. Yiyecek ve içecek departmanı işerisinde mutfak bölümünün işleyişi sadece restaurantlara hizmet vermekle sınırlı olmayıp, her türlü ziyafet, banket, Yiyecek ve içecek departmanı içerisinde, stewarding birimi Bu işlemlerin hazırlanması, sunulması, kullanılan tüm alet ve edevatın hijyenik koşullarda temizlenip geri istiflenmesi ve tekrar üretime sirküle edilmesi stewarding departmanının görevidir. Yukarıda bahsedilen tüm detaylı işlemler ancak stewarding departmanının iyi ve etkili olarak çalışması ile mümkündür. 08 yemekli ve coffee-break’li toplantıları da kapsmaktadır. Tüm bu organizasyonların masa donanımı ile yemeklerinin yapılması için mutfağa gerekli olan alet ve edavatlar yine stwearding departmanı tarafından sağlanmaktadır. Bunun yanısıra mutfak güvenliği ve temizliği konuları stewarding departmanının en önemli görevleri arasındadır. Stewarding departmanı mutfakların ve arka alanların hem temiz olmasını, hem de burada bulunan tüm alet ve teçhizatın çalışır durumda olmasından sorumludur. Yine otellerin içerisinde bulunan bar, disco ve gece klubü gibi ünitelerin ihtiyaçları olabilecek tüm cam, porselen ve metal eşyanın tedarik edilmesinde de sorumludurlar. Yiyecek içecek deparmanında yapılanma restaurant, bar ve diğer opersyonlardan sorumlu asistant f&b müdürü, restaurantlardan sorumlu maitre d’otel ile yine her restaurantın başında restaurant managerler ve captainlar, garson ve komiler ile diğer taraftan barlardan sorumlu beverage manager ile altında bulunan bar manager veya supervisorları ile head barmen, barmenler ve barbackler şeklinde devam edip gitmektedir. Yiyecek ve içecek departmanı içerisinde bulunan her alt birim kendi spesifik alanına kanalize olurken, yukarıdan da anlaşılacağı gibi stewarding departmanı tüm bu alt birimler ile direk temasta olan ve gerekli alet edavatı tedarik etmenin yanı sıra, bu ünitelerde bulunan malzemelerin düzgün çalışıp çalışmadığını kontrol eden ve eksikliklerin giderilmesini rapor eden çok önemli bir ünitedir. Ahmet Ferda SEYMEN Genel Müdür ByOtell-ByOmed B u departman işleyiş itibariyle birden fazla özellik gerektiren alanları kapsadığı için kendi arasında alt birimlere bölünmüş olarak örgütlendiği görülmektedir. Makro anlamda bakıldığı zaman tedarik ile başlayan, üretim ile devam eden ve nihai olarakta servis ile noktalanan bir süreci başından sonuna kadar işlemektedir. Bu itibarla ekspertiz alanları birbirlerinden farklı bir çok yönetici ve personelle çalışılmak bu departman için mutlak bir zorunluluktur. Mikro düzeyede bu yapılan işler incelendiğinde bu sürecin başında bulunan yiyecek ve içecek müdürü ile mutfak 09 RÖPORTAJ RÖPORTAJ “Ayın elemanı seçilen steward şefi Zikri Yakar arkadaşımızı canı gönülden biz de kutluyoruz” “ görünmez kahramanlar” İstanbul’un önde gelen 5 yıldızlı otellerinden The Plaza Hotel’de 12 yıldır görev yapan, hizmet sektörünün görünmeyen kahramanları olan Stewarding Departmanın Chief Steward’ı Zikri Yakar ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Kendisi bize The Plaza Hotel’den ve Stewarding departmanı çalışanlarının görevlerinden bahsetti. T he Plaza Hotel İstanbul, Barbaros Bulvarı’nın üzerinde yer alan İstanbul ilk “HIP” otelidir. Otelimizde, misafirlerimizin beklentilerine en üst düzeyde hizmetle karşılık verme amacındayız. Otelimizden kısaca bahsetmek gerekirse; 234 oda ile hizmet veren otelimizde Boğaz ve Şehir olmak üzere 2 ayrı manzara bulunmaktadır. Toplam kapasitesi 570 kişi olan 11 adet toplantı salonumuzda da misafirlerimize teknolojinin yanı sıra konforu da beraberinde sunuyoruz. En üst katımızda bulunan Sky Bar, 10 muhteşem Boğaz manzarası ve eşsiz panoramik atmosferi ile otelin yiyecek & içecek bölümünün en önemli mekanlarından biridir. Önemli şirket yemeklerine, düğünlere, partilere ev sahipliği yapan Sky Bar’da bu sene kış sezonu boyunca her Cuma Nükhet Duru, her Cumartesi Erol Evgin sahne almaktadır. Yine en üst katta yer alan Roof Restaurant’ta Dünya mutfağından seçkin bir menüyle misafirlere şık ve nezih bir ortamda sunum yapılmaktadır. Otelimizin Lobby katında bulunan Ph Pub’ta ise Türk ve Dünya mutfağından örnekler sunulmaktadır. Point Cafe’de ise günün erken saatlerinden başlayarak gün boyu misafirlerimize ve temizliğinden, buna ek olarak mutfak alanlarının genel ve ince temizliğinden ve dezenfektesinden sorumluyuz. Ayrıca yiyecek & içecek departmanının hizmet verdiği tüm servis alanlarında kullanılan bütün ürünlerin (bardak, tabak, çatal, bıçak, kaşık, supla vb.) satın alımı, bölümlere transferi, stoklaması, sayımı ve temizliğinden sorumluyuz. Stewarding olarak yiyecek, içecek, banket, ziyafet, restaurant, barlar, mutfak, depo ve üretim alanlarında hizmet vermekteyiz Mesleğin içinden gelen biri olarak birkaç önemli konuya değinmek isterim. Stewarding yalnızca bulaşıkçılık değildir. Bir organizasyonun başlangıcından bitimine kadar, arka planlardaki iş akışını sağlayan en önemli halkadır. Hem mutfağa hem de Yiyecek & İçecek De- partmanına destek veren bir birimdir. Bizim bölümümüzde eğitim çok önemlidir. Kimyasal ve temizlik maddeleriyle temizlik ve koruma yapmamız sebebiyle yapılacak iş için doğru ürünü, doğru yerde, doğru miktarlarda ve doğru zamanda kullanmamız gerekmektedir. Bu noktada eğitimin önemi ortaya çıkmaktadır. Aldığımız eğitimlerden birkaçını örnek vermek gerekirse; kimyasalları kullanma eğitimi; malzemeyi tanıma ve kullanma eğitimi; kırılma, kullanma ve kaybolma eğitimi; hijyen ve sanitasyon eğitimi gibi… Otelimiz ISO 9001:2008 kalite belgesine sahiptir. Biz de departman olarak ayrıca bu konunun eğitimini almış bulunmaktayız. Otelimizde verilen “2008 Haziran ayı Ayın Personeli” ve “2008 yılı Yılın Per- soneli”, “2011 Şubat ayı Ayın Personeli” ödüllerine layık görülmenin verdiği mutluluk ve gururla çalışmalarıma artan heyecanla ve istekle devam etmekteyim. Stewarding olarak kendimizi geliştirerek, sektör içinde bölümümüzü daha yüksek yerlere taşımak da önemli hedeflerimizdendir. Aslında bizler birer sağlıkçı gibiyiz. İşimizi doğru yaparsak sağlıklı bir üretim ortamı, sağlıklı personel ve sağlıklı misafirlerimiz olur. Tam tersini düşünecek olursak hem insan sağlığını hem de işletmenin imajını çok kötü şekilde etkileriz. Yiyecek, içecek ve gıda sektörlerinde çok önemli bir rolü üstleniyoruz. Yaptığımız işin ciddiyetinin farkındayız. Onun için bu sektördeki zincirin en önemli halkası olduğumuz düşünüyorum. hizmet verilmektedir. Otelimizin genel özelliklerinden ardından hizmet sektörünün önemli departmanlarından Stewarding’den biraz bahsedeyim. Yiyecek & İçecek departmanına bağlı olan Stewarding departmanımızda 12 yıldır görev yapmakta olup, bunun 5 yılında Chief Steward olarak çalışmaktayım. Otelimizde 12 kişilik Stewarding ekibiyle hizmet vermekteyiz. Otelin mutfaklarında kullanılan tüm ekipmanların eksiklerinin belirlenmesi, satın alımı, stok kontrolleri, bakımı 11 25 MEVZUAT TORBA YASA İLAVE İSTİHDAMA SİGORTA PRİMİ DESTEĞİ GETİRDİ Torba Yasa’yla getirilen yeni istihdam desteği ile mevcutlara ilave olarak işe alınan ve fiilen çalıştırılanların sigorta primlerinin işveren hissesi (%19,5) İşsizlik Sigortası Fonu’nca karşılanacaktır. Yasanın Resmi Gazete’de yayınlandığı 25/02/2011 tarihinden itibaren işe alınan ve fiilen çalıştırılanların; işe alındıkları tarihten önceki altı aya ilişkin Sosyal Güvenlik Kurumuna verilen prim ve hizmet belgelerinde kayıtlı sigortalılar dışında, aynı döneme ilişkin işe alındıkları işyerinden bildirilen prim ve hizmet belgelerindeki sigortalı sayısının ortalamasına ilave olmaları ve belirtilen diğer koşulları da sağlamak kaydıyla, 5510 sayılı Kanunun 81inci maddesinde sayılan ve 82nci maddesi uyarınca belirlenen prime esas kazançları üzerinden hesaplanan sigorta primlerinin işveren hisselerine ait tutarı, işe alındıkları tarihten itibaren İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanacaktır. Yasayla, ilave istihdama verilen desteğin koşulları ve süreleri şöyle: A- 18 – 29 yaşı arasındaki erkekler ile 18 yaşından büyük kadınlardan; 1- Mesleki yeterlik belgesine sahip olanların 48 ay, 2- Mesleki ve teknik eğitimi tamamlayanlar veya işgücü yetiştirme kurslarını bitirenlerin 36 ay, 3- Hiçbir belge veya niteliğe sahip olmayanların 24 ay, 4- 29 yaşından büyük erkeklerden; mesleki belge veya niteliğe sahip olanların 24 ay, Yukarıda sayılan niteliklere sahip olan bu işçilerin Türkiye İş Kurumuna (İşkur)’a kayıtlı işsizler arasından işe alınmaları halinde ilave olarak 6 ay, B- Halen çalışmakta olanların bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra mesleki yeterlik belgesi alanlar veya mesleki ve teknik eğitim veren orta veya yüksek öğretimi bitirenlerin 12 ay, C-Çalışırken işsiz kalanlardan 18 yaşından büyük ve mesleki yeterlik belgesi de olmayan, Türkiye İş Kurumuna kayıtlı işsizler arasından işe alınanların 6 ay, Destek Kapsamında İşe Alınacak İşsizlerin Nitelikleri i- En Az Altı aydan Beri İşsiz Olmalı İlk aşamada işe alınacak bu kişilerin işe alındıkları tarihten önceki altı aya ilişkin Sosyal Güvenlik Kurumuna verilen prim ve hizmet belgelerinde kayıtlı sigortalı olmaması gerekmektedir. ii- Ortalama Sigortalı Sayısına İlave İşe Alınmalı Yeni işe alınan işe alındığı tarihten önceki altı ayda işyerinden bildirilen prim ve hizmet belgelerindeki sigortalı sayısının ortalamasına ilave olması gerekmektedir. Ortalama sigortalı sayısı, sigortalının işe başladığı işyerinde işe giriş tarihinden önceki altı ayda Sosyal Güvenlik Kurumuna bildirilmiş olan toplam sigortalı sayısının, aynı dönem aralığında bildirim yapılmış ay sayısına bölünmesi suretiyle bulunacaktır. Örneğin, yeni işe alınan 5 kişi için, işe alındıkları tarihten önceki altı aylık prim ve hizmet belgelerine göre çalıştığı bildirilen işçi sayıları toplanarak 6 aya bölünecektir. Bulunan işçi sayısı, bu işyerinin ortalama işçi sayısı olarak dikkate alınacaktır. İşyerinin bu suretle bulunan 6 aylık ortalama çalışanına yeni işe alınan 5 işsizden kaç kişisi ortalamayı artırmaktaysa, işveren ortalamayı artıran her bir işçi için destekten yararlanacaktır. Ortalama sigortalı sayısı hesap edilirken 0,49’a kadar olan kesirler 0 (sıfır), 0,50 ve üstü kesirler ise tama iblağ edilecektir. iii- Sigortalı İşsiz Bu Destekten Bir Kez Yararlanmalı Yasadaki düzenlemeye göre, sağlanan prim desteğinden aynı sigortalı için bir kez yararlanılabilir. Sigortalı, destek süresini tamamlamadan tekrar işsiz kalır ise, kalan süreden prim desteğinden yeniden yararlanamazlar. Ancak, 18 yaşından büyük ve 29 yaşından küçük erkekler ile 18 yaşından büyük kadınlar tekrar işe girerler ve tekrar işe girerken mesleki yeterlilik belgesi sahibi olmaları, mesleki ve teknik eğitim veren orta veya yüksek öğretimi bitirmeleri veya Türkiye İş Kurumu (İşkur)’nca düzenlenen işgücü yetiştirme kursundan mezun olduklarını gösterir belgeye haiz olmaları durumunda; prim desteğinden tekrar yararlanırlar. Bu durumda ilk yararlanma süresi, ikincisinden düşülür ve toplam yararlanma süresi en son yararlanılan destek için maddede öngörülen süreyi aşamaz. Prim Desteği Miktarı Tüm koşulların sağlandığını varsaydığımızda işveren, 5510 sayılı Kanunun 81inci maddesinde sayılan ve 82nci maddesi uyarınca belirlenen prime esas kazançları üzerinden hesaplanan sigorta primlerinin işveren hisselerine ait tutarı, işsizin işe alındığı tarihten itibaren İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanacaktır. Ancak, 5510 sayılı Kanunun 81inci maddesinin (ı) bendinde yer alan malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primlerinden, işveren hissesinin beş puanlık kısmına isabet eden tutarın Hazinece karşılanmasına devam edildiğinden; ilave istihdam için de uygulanan bu beş puanlık indirimden sonra kalan sigorta primlerinin işveren hisselerine ait oranları (%14,5) İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanacaktır. 12 HİJYEN HİJYEN Hijyen, lezzet kadar önemlidir Dışarıda yemek yeme alışkanlığının bu kadar arttığı, buna bağlı olarak da restoran, cafe ve catering firma sayısının tırmanışa geçtiği günümüzde en önemli konu artık hijyen. E n güzeli de bu kelimenin öneminin bilincinde olan kişi sayısının günden güne artması. Hizmet alan ve veren herkesin aynı bilinçte olması da beraberinde sorunun çözümünü kolaylaştırıyor. Bu bilincin yayılmasında ve sorunun çözümünde de başrollerden birini de Diversey olarak, biz oynuyoruz. “Daha temiz ve daha sağlıklı bir gelecek” misyonumuz doğrultusunda, konak- 14 lama sektörüne, temizlik firmalarına, restoranlara, yemek şirketlerine, hastane ve sağlık kurumlarına, okullara ve ofislere, gıda ve içecek üretim tesislerine; gıda güvenliği, mutfak hijyeni, çamaşır hijyeni, kişisel hijyen, yer bakımı ürünleri, makine ve sistemleri, kağıt ürünleri üzerine hizmet vermekteyiz. Biz ürün değil sistem sunan bir şirketiz. Bu sistem; uygun ürünü, uygun ekipmanı, servisi ve danışmanlığı kapsıyor. Danışmanlık ve servis kişilerin doğru ürünü doğru zamanda doğru ekipmanlarla kullanabilmesi için verdiğimiz destek anlamına geliyor. Dolayısıyla müşteriler başından sonuna konu ile ilgili eğitimler alıyorlar. Periyodik olanların yanında müşterilere satış temsilcilerinin ziyarette aktardığı bilgiler de bu eğitime dahil. Hijyen bilincinin artmasının dışında endüstriyel mutfaklarda ekipmandan kullanılan gıdaya kadar büyük değişimler söz konusu. Bu da değişik tiplerdeki bulaşık makinalarının veya yardımcı ekipmanların çeşitliliğinden hazır gıdaya, dondurulmuş, doğranmış hatta işlem görmüş gıdaya kadar uzanıyor. Bu da beraberinde bu ürünlere destek veren firmaların çeşitlenmesine neden oluyor. Dolayısıyla hem yemek sektörü hem de ona destek veren sektörler için yeni kan anlamına geliyor. Restoran, cafe, catering sektöründe hitap ettikleri kişi sayısı ve sektöre bağlı olarak farklı büyüklükte firma var. Ancak kesinlikle aynı olmaları gereken nokta hijyen bilinçleri ve uygulamaları olmalı. Hatta bunu destekleyen bir sloganımız var. “Hijyen Lezzet Kadar Önemlidir” diyoruz. Hijyen şartlarını gerçekleştirmek, müşterileri ve markanın adını garantiye almak anlamına geliyor. Eğer mutfakta kurallara uyuyorsanız, uygun hijyen seviyesinde bir mutfakla müşterilerinize hizmet sunuyorsanız, iyi ve kaliteli bir otel, tercih edilen bir restoran, birçok referansı olan bir catering şirketi olabilirsiniz. Dolayısıyla bunun da bir maliyeti olacaktır. Bu maliyet işler yolundayken tüm işletmelerin gözünde büyür. Ama hijyen kurallarına uymadığınız veya dikkat etmediğinizde kaybettiğiniz bir müşteri veya bir referansın maliyetini kesinlikle ölçemezsiniz. Diğer açıdan baktığınızda zehirlendiğiniz bir otele tekrar gitmek, kirli bardakta içki servisi yapan bir restoranı dostlarınıza tavsiye etmek, kirli ellerle hamburger sunan bir fasfood’a çocuğunuzu tekrar götürmek ister misiniz? Kısacası hijyenin maliyetini ölçmek çok kolay iken hijyenin olmamasını maliyetini ölçmek çok zor. Günümüz şartlarında hijyen konusunda Diversey olarak biz bir üst seviyeye geçip özellikle yiyecek içecek sektöründe çalışan müşterilerimize konsantre ürünler öneriyoruz. Hızın bu kadar önemli olduğu günümüzde konsantre ürünün şöyle avantajları var. • Öncelikle konsantre ürün demek bir ekipman desteği demek, bu da ürünün kesinlikle doğru dozajda kullanılacağı anlamına geliyor. Hatta insan kaynaklı dozaj hatalarını ortadan kaldırıyor. • Konsantre ürün devamında küçük ambalajı, daha az ambalaj masrafını, çevreye minimum zarar ve depolama yer tasarrufunu beraberinde getiriyor. Bunun yanısıra tüm mutfaklarda en önemli şey tüm malzemelerin bakteri oluşacak aşamaya kalmadan temizlenmesi ve ardından dezenfekte edil- mesidir. Eğer ortamda sıcaklık, gıda ve nem varsa bir de işi zamana bırakırsak bakteriler çoğalmaya başlamışlardır bile. Gıdaların korunmasına da dikkat etmemiz gerekiyor. Mutfağa ilk girenin ilk çıkması gibi basit stoklama kurallarına özen göstermek de önemli noktalardan biri. Alışveriş yaparken üretim ve üretim/son kullanma tarihlerine göre satın alma yapmak lazım. Endüstriyel mutfaklarda bulaşık ve genel temizlik alanlarında genellikle dezenfektanlı deterjanları öneriyoruz. Bu çok fazla elde bulaşık yıkanan ayrıca genel temizlik alanları büyük olan yerlerde zaman ve ürün tasarrufu getiriyor. Ayrıca eğer kişiler temizlik yaparken hem temizliyor, aynı anda da dezenfeksiyon yapıyorlarsa daha az yoruldukları için bu ürünleri aynı oranda benimsiyorlar. Mutfağın büyüklüğü endüstriyel olup olmamasına bağlı olmadan en kritik nokta ise ellerdir. Ellerin her işin ardından sıvı el sabunu ile yıkanıp ardından dezenfekte edilmesi gerekir. Veya müşterilerimizin sevdiği gibi dezenfektanlı sıvı sabun kullanmaları gerekir. Ardından eller kağıt havlu ile kurulanmalı. Her iş diyorum; örneğin et doğramadan önce temizlenen ellerin, sebze kesme geçerken tekrar yıkanıp dezenfekte edilmesi ve kurulanması aşamalarını gerektiriyor. Aksi takdirde çapraz kontaminasyon gerçekleşir, yani et ve eldeki bakteriler sebzelere geçer. Bunun yanında mutfakta kullanılan ekipmanlarda, bıçaktan tutun kesme tahtasına, kıyma makinasına kadar hepsi her kullanım öncesi ve sonrasında yıkanıp dezenfekte edilmelidir. Melike YENGÜL Diversey Portföy Müdür Yardımcısı 15 25 ISO EN ISO 9001:2008 KALİTE YÖNETİM SİSTEMİ BİLGİLENDİRME Günümüzün enformasyon, teknoloji ve iletişim ortamınca yaşanmakta olan yüksek rekabet nedeniyle her boyuttaki kurum ve kuruluşlar ayakta kalabilmek için yeni işler oluşturmak ve/veya mevcut işlerini sürdürmek, vermiş olduğu hizmetleri daha yeterli ve düşük maliyetli bir hale getirmek, bunun yanı sıra artan yerel ve uluslararası rekabet, yasal talepler ve ekonominin saptırıcı hızı ile mücadele etmek durumunda kalmaktadır. Sanayiye, ticarete ve dolayısıyla tüketicilere fayda sağlamak amacıyla 1947 yılında Merkezi İsviçre, Cenevre de olan ISO (International Organization for Standardization) yani Uluslararası Standard Organizasyonu kurulmuştur. 140’ün üzerinde ülkenin ulusal standard kuruluşları bu organizasyonun üyesi olup, standardların yazılmasında ve revize edilmesinde rol almaktadır. ISO 9000’in ilk yayını, yapılan standardizasyon çalışmaları neticesinde 1987 yılında gerekleştirilmiş olup, ilk yayınından bu yana 1994 yılında 2. revizyon, 2001 yılında 3. revizyon yapılmış ve bu revizyon ISO 9001:2000 ismi ile adlandırılmış, ISO 9001:2000 Standardı ise 15 Kasım 2008 tarihinde revize edilmiş olup, ISO 9001:2008 olarak değiştirilmiştir. EN (Europeane Norm), Avrupa Standardlarının kısaltılmasıdır. EN, Avrupa Birliği’nde Standardlar arasında harmonizasyonu sağlamak için oluşturulmuştur. 1 EN ISO 9001:2008 KALİTE YÖNETİM SİSTEMİNİN AVANTAJLARI SİSTEMİN KURULMASI VE DEVAMLILIĞININ SAĞLANMASI SONUCU ELDE EDİLECEK AVANTAJLAR; • Kontrol, izleme/takip ve izlenebilirlilik ve doğrulama kayıt sisteminin kurulması, bununla ilgili olması gereken kriterlerin belirlenmesi sayesinde hizmet/üretim, teslim faaliyetlerinin zamanında ve etkin bir şekilde yapılması sağlanır. • Planlı ve kademeli kontrollü çalışma planlaması ve uygulaması ile hataların minimize edilmesi, tekrar eden iş faaliyetlerinin ortadan kaldırılması, zamanında ve doğru olarak hizmetlerin verilmesi ile zamanın optimum kullanılması ve/veya zaman tasarruf sağlanır. • Müşteri görüşlerini ölçerek belirler, 16 iyileştirmeler ile Müşteri Memnuniyeti sağlanır. • Kaynakların optimum kullanımını sağlar, etkin ve doğru olarak kullanımı temin edilerek kalite maliyetlerini düşürür. • Kuruluşun atıl kaynaklarının performanslarını izleyerek ivme kazandırılması ve/veya atıl kaynakların devre dışı bırakılarak verimli kaynaklara çevrilmesi sağlanır. • Gereksiz harcamaların ve kayıpların önlenmesini sağlayarak maliyetleri düşürür. • Organizasyon yapısının düzenlenmesiyle tüm çalışanların görev yetki ve sorumluluklarının belirlenmesi sayesinde iş ve çalışan performansının dolayısıyla verimliliğinin artması sağlanır. Çalışan görüş ve değerlendirmelerini ölçerek belirler, yapılabilecek iyileştirmeler ile personel motivasyonu sağlanır. • Görev, yetki sorumluluk karmaşasının ve bundan kaynaklı sorunların ortadan kalkması sağlanır. • Planlı çalışma ile atık miktarının ve hatalı hizmetin azaltılmasını sağlanır ve maliyetleri düşürür. • Üst ve orta yönetim, yönetim ve koordinasyonun kolaylaşması sağlanır. • Hizmet/üretimde ve karda artış sağlanır. • Yerli ve yabancı misafirlerin tercih etmesi ile bu yönetim sistemine sahip olmayan rakiplere karşı üstünlük sağlanır. • Pazarda rekabet şansını ve Pazar payını attırır. • Rakip analizleri yapılarak kurumun sektördeki durumunun izlenmesi sağlanır. • İç ve dış iletişimde artış sağlanır. 2 EN ISO 9001:2008 KALİTE YÖNETİM SİSTEMİNİN GENEL UYGULANMA PROSEDÜRÜ Hedeflerinde müşteri memnuniyetine odaklanan v bu konuda çalışmalar yapan organizasyonlar kurdukları sistem ile işletmelerinin sürekliliğini sağlayarak sürekli büyümeyi başarabilmektedir. Sistem kurmanın sonucu elde edilen tüm bu oluşumun altında yatan ve aşağıda belirtilen prensipler ise denenmiş ve doğrulukları ispatlanmıştır. 2.1 Müşteri Odaklılık: Müşterilere bağımlılık ve onları kazanmak, müşteri- lerin şimdiki ve gelecekteki isteklerini en hızlı ve en doğru şekilde karşılayabilmeyi gerektirir. Müşterinin sürekli memnuniyeti ise hizmet aşamalarında yapılan işlemlerin kontrol altında tutulmasını ve müşteri ile ilgili analizlerin doğru yapılması gerektirir. 2.2. Süreç Yaklaşımı: Verilen tüm hizmetlerin bir akışının parçası olduğu kaçınılmazdır. Tüm işletmedeki işleri kapsayacak ana ve destek süreçlerin tam anlamı ile kontrol altında tutulması ve etkinliklerinin sağlanarak birbirleri ile entegre edilmesi için süreç yaklaşımı prensibinin sistem içersinde tam anlamı ile kurulması gerekmektedir. Bu tip bir yaklaşım sonucu hedefe daha kısa ve daha az kayıp ile ulaşılabilmektedir. 2.3 Sürekli İyileştirilmesi: Olan problemlerin önüne geçerek ya da olabilecek problemleri önceden engelleyerek kayıpları en aza indirmek böylelikle iyileştirmek istenen süreçlerin planlamasını yapmak mümkündür. Tüm bunların sonucunda belirlenen hedefler ile bir üst seviyeye ulaşmak ve sonucunda da kazancı arttırmak ise kaçınılmazdır. 2.4 Olaylara Dayanarak Karar Vermek: Etkin kararların alınması mantık ve deneyimlerin yanı sıra verilerin etkin analizine dayanmaktadır. Kayıtların etkin olarak tutulabilmesi sonucu oluşturulabilecek bu yapılanma ise uygun dokümantasyon sisteminin kurulmasına bağlıdır. 2.5 Çalışanların Katılımı: Her kademede ve pozisyondaki çalışan organizasyonun özünü oluşturmaktır v belirlenmiş olan yetki ve sorumlulukları sonucu gerçekleşen tam katılımları böylelikle de organizasyonu sahiplenmesi organizasyonun kazancı için kullanılır. 2.6 Tedarikçi İlişkileri: Tedarikçi ile ilgili gelişen her olumlu/olumsuz değerlendirme müşteri kazancına/kaybına yol açacağı için sürekli kontrol altında tutulmalı ve çeşitli değerlendirme aşamalarından geçirilmelidir. Ş.Canan SEZER 9001:2008 BAŞ DENETÇİ İLETİŞİM İLETİŞİM ( sen dili)” yerine; “yalan söylediğini düşünüyorum ( ben dili)” dersek hem mesajımızı iletmiş olur, hem de bunu karşınızdakini kırmadan , incitmeden yapmış oluruz. Bu nedenle ne söylediğimiz kadar, nasıl söylediğimize de dikkat edelim. Dinliyor muyuz, konuşmak için sıra mı bekliyoruz? Kız iki gözü iki çeşme ağlıyordu. Saatlerdir hem ağlıyor, hem konuşuyor, gözyaşlarını sildiği kağıt mendillerden küçük öbekler yarattıkca baş ağrısı azalacağına daha da şiddetleniyordu. Karşısındaki arkadaşı ne yapacağını şaşırmış durumdaydı. Arkadaşı sevgilisini askere uğurlamıştı ve bu ayrılığa nasıl dayanacağını bilemiyordu. Onlar üç aylık ilişkilerinde en fazla hafta sonları görüşmemişlerdi. Yani iki güne endeksli olan ayrılma pratiği, bu aylarca ayrı kalma eylemine hiç de hazır değildi. Belki masallardan Ferhat ile Şirin’den, Leyla ile Mecnun’dan bahsetse iyi olurdu.. Ayrılıkların aşkın sınavı olduğunu, özlemlerin tutkuyu nasıl çoğalttığını anlatmaya çalışırken, “su” dese arkadaşı hemen suyla ilgili bir anı anlatıyor, “çöl” dese sevgilisinin geçen yıl Tunus’a gittiğinden bahsediyor ve hem ağlıyor, hem anlatıyordu. Bir süre sonra fark etti ki iletişim kuramıyorlardı, aslında arkadaşı onu hiç mi hiç dinlemiyordu. İletişim kazaları yaratmayalım, iletişim kuralım. K adın, tüm annelerin taşıdığı zaafı bünyesinde barındırıyor ve çocuğunun tüm zamanların olmasa da okulun en başarılı, en çalışkan, öğretmenlerinin gözbebeği bir öğrenci olmasını istiyordu. Hatta birazcık hırs bile yapmıştı denebilir bu konuyu. Çocuğun ise dersle pek alakası yoktu, sevmiyordu ve daha aslında oyun çağını da tamamlamamıştı. Son matematik testinin sonucu kadını hayal kırıklığına uğrattığında, kendini tutamadı ve çocuğa bağırdı “ çalışmıyorsun işte, tembelsin, tembel”. Günlük hayatımızda binlerce kez çeşitli şekillerde çevremizle iletişim kuruyor, konuşuyor, dinliyor, kelimelerle ya da bedenimizle, bakışımızla 18 karşımızdaki ile iletişiyor, dövüyor, seviyor sağlıklı bir iletişim kuruyor ya da bolca iletişim kazaları yaşıyoruz. Birbirimiz için onlarca düşüncemiz, yargımız, fikrimiz var. Bunlara dair iletilerimizi birbirimize alıp verirken öncelikle ne söyleyeceğimize odaklanıyoruz. Oysa ne söylediğimiz kadar, nasıl söylediğimiz de önemli. Yukarıdaki örnekte matematik testinin sonucunda umduğunu bulamayan kadın çocuğuna “çalışmıyorsun işte, tembelsin” yerine, “ yeterince çalışmadığını ve hatta tembel olabileceğini düşünüyorum” diyebilseydi iletişimleri daha farklı olabilirdi. Kuvvetle ihtimal ki daha sağlıklı bir iletişim de olurdu. “Tembelsin (kim: sen)” dersek karşımızdakini yargılarız. Oysa “Tembel olduğunu düşünüyorum” dersek, bize ait bir düşünceyi paylaşmış oluruz ( Düşünen kim: ben). Buna iletişimde ben dili-sen dili deniliyor. “Sen dili”ni kullanırsak karşımızdakini yargılar, suçlar ya da ona dair bir durum tespiti yapmış oluruz. Örneğin “beni aldatıyorsun, korkaksın, ihmalkarsın, yalancısın vb.” “Ben dili”ni kullanırsak; karşımızdaki kişiye dair düşüncemizi kendimiz üzerinden ifade eder, sözün içerdiği yükü üzerimize alır ve karşımızdakine durumu açıklamak ya da konu üzerinde düşünmek için de bir fırsat vermiş oluruz. Gerçekte mesajımızın içeriği aynıdır. Karşımızdaki bize yalan söylemiş, yalanını yakalamış ve bunu bildiğimizi ona mutlaka söylemek istiyoruzdur. “Yalancısın Karşımızdakini gerçekten dinlemeyi biliyor muyuz? Yoksa o konuşurken biz de onu dinliyormuş gibi yapıp, aslında o arada ne söyleyeceğimizi mi planlıyoruz? Karşımızdaki konuşmasını bitirmeden söze giriyor, onun anlatacaklarına fırsat vermiyor, sözü balla kesip o an aklımıza ne geldiyse bir an önce onu söyleyivermek için heyecanlı bir gayretkeşlik içine mi giriyoruz. Nasıl din- liyoruz? Ne anlıyoruz? Karşımızdaki konuşurken sakin durabilmek, onun anlattıklarına konsantre olmak, karşımızdakini gerçekten dinlemek, sağlıklı bir iletişimin temel unsurlarından biri. Tek taraflı monolog yerine, iyi bir diyalog kurmak, birbirimizi daha iyi anlamamızı sağlarken, iletilerimizi de daha doğru şekilde birbirimize ulaştırmamızı sağlar. Dinlemeyi öğrenebiliriz. İyi dinlersek, iyi anlarız. Kendimizi karşımızdakinin yerine koyabiliyor muyuz? Müdür yeni atanmıştı. Genel müdür onu yöneticisi olduğu kişilerle tanıştırdı. Hiçbiri hakkında ilk görüşte bir izlenim edinemedi. 3 kişiydiler ve koca bir bölümün iş yükünü taşıyorlardı. 3’ü de mesafeli, suskun ve çalışkandı. Müdür ise talepkar, hırslı ve bilgili. 1,5 ay ortak bir çalışma yürütebilmek için çok zorlandılar. Olmadı. Sınırsız yetkiyle donatılan müdür, üçüne de ne zaman yakın olmaya çalışsa başarılı olamadı ve bir gün genel müdüre üçüyle de vedalaşmak istediğini söyledi. Genel müdür bu üç kişinin bir yılda 4 müdür değiştirdiğini işte o zaman anlattı. Her yeni müdüre alışamadan, vedalaşmak zorunda kaldıklarını, bunun da onları artık yeni gelenlere karşı “nasılsa o da gidecek” düşüncesiyle iletişim kurmakta çekingen hale getirdiğini söyledi. Kızılderililerin bilinen bir sözü der ki; “Bir insanı yargılamadan önce gökte üç ay eskiyinceye dek onun makosenleriyle (ayakkabılarıyla) yürü...” Karşımızdaki kişinin ayakkabılarını giydiğimizde kısa bir süre için de olsa o insan olduğumuzda onu daha iyi anlarız. Sadece ayakkabılarını giymekle kalmaz, onun gözlerini de ödünç almış oluruz. Olayları bir de onun gözleriyle görürüz. Empati kurarız. Ne demek empati; kişinin kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak olaya/duruma onun bakış açısıyla bakması, o kişinin duygu ve düşüncelerini doğru olarak anlaması, hissetmesi ve bu durumu da ona yansıtabilmesi . Sağlıklı bir iletişim için kendimizi karşımızdakinin yerine koyabilmemiz, insanları yargılamadan önce davranışları hakkında düşünmemiz, nedenlerini anlamaya çalışmamız önemli. Bedenimizin kelimeleri ne söylüyor? Bütün gün ağzına bir lokma koyma şansı olmamıştı. Sabah kahvaltısıyla duruyordu. Açtı. Üstelik yoğun bir gündü ve eve dönerken tüm düşüncesi acilen karnını doyurmak ve dinlenmekti. Bugün yemek yapma sırası aynı evi paylaştıkları ev arkadaşındaydı ve patatesli omleti nefis yapardı. Burnunda omlet kokusu, aklı televizyon karşısındaki kanepede eve girdi. Ve bir an yanlış bir eve girdiğini sandı. Ev arkadaşının memleketten akrabaları gelip gitmiş, ev ev olmaktan çıkmıştı. Mutfağa gittiğinde ortalıktaki bulaşıklardan yemeğin çoktan yenip bitirildiğini ve kendine bir şey kalmadığını gördü. Arkadaşı hemen açıklamaya çalıştı. Derin bir nefes aldı ve ona “önemi yok” demeyi başardı. Sonrasında mutfaktaki su bidonuna bir tekme savurdu. Banyonun kapısını kuvvetlice çarptı. Pizza sipariş etmek için telsiz telefonu eline aldığında çalışmadığını fark etti ve son hareketi de telefonu camdan fırlatmak oldu. İletişimci Albert Mehrabian, bir mesajın toplam etkisinin yaklaşık % 7 sinin kelimelerle iletişim , %38’ nin sesli, % 55 nin de söz kullanılmadan yapılan iletişimden oluştuğunu savunur. Bedenimiz de kendine özgü bir dille konuşuyor aslında. Sinirli miyiz, öz güvenli mi, yoksa ürkek mi, telaşlı mı konuşmadan bunu karşımızdaki insanın anlaması mümkün. Dost muyuz düşman mı, barışçı mıyız, savaşçı mı, biz söylemezsek de bedenimiz söyler, konuşur. Etkili bir iletişimde beden dili önemlidir. Bedenimizi kontrol etmeyi ve duygu, düşünce ve davranış olarak bir bütünü yansıtmaya özen göstermeliyiz. Kelimeleri kullanarak “önemi yok” deyip, tüm tavır ve davranışlarımızla yani beden dilimizle ne kadar önemli olduğunu sakladığımızı ortaya sermemeliyiz. Çevremizle sağlıklı bir iletişim içinde olmak, iletişim kazalarından olabildiğince kaçınmak yaşadığımız ortamı ve aslında dünyayı daha güzel bir yer haline getirir. Kendimize ilke edinebileceğimiz birkaç etkili iletişim unsurunu gündelik yaşamımızda hayata geçirebilirsek; bunu sağlamış oluruz. Füsun Baysan /İletişimci 19 TAKIM Bir Hikayem Olsun İstiyorsan K alabalık bir yere gidip, herkesi görebildiğin bir yere oturduğunda; insanların hayata bakış açısının, birbirlerinden ne kadar da farklı olduğunu; insanların davranışlardan bile anlayabilirsin. Her insanın hayali, yaşam tarzı, düşüncesi, gülüşü hatta yürüyüşü bile farklıdır. Kimisi sabahın ilk saatlerini sever, başkası gecenin karanlığını. Biri gülmeyi çok sever, diğeri gülmemeyi. Kimisi herkesle sohbet etmeyi sever, kimisi kimseyle konuşmamayı. Biri hemen kaynaşır tanıştığı insanla, diğeri çok mesafeli durur. Biri sesli müzik dinlerken, diğeri kısık sesli müzik sever. İş yaşamı da aynen böyledir yalnız tek bir fark vardır. İş yeri; birbirinden farklı insanların bir arada olduğu ama aynı amaç için bir arada çalıştığı yerdir yani farklı insanların aynı hedefe yürüdüğü bir takım oyunudur. Bu takımı bir arada tutan şey hoşgörü, bu hoşgörüyü besleyen şey empati, empatiyi harekete geçiren şey ise iletişimdir. İletişimin de kaynağı senden bir başkası değildir. Takım denilen şey aslında; senin hayallerin, senin yaşam tarzın, senin düşüncelerin, senin 20 gülüşün ve hatta senin yürüyüşündür. Takım olmak, bir başkasına attığın bir bakışın, aynı şekilde sana geri gelmesine izin vermendir. Takım olmak sende başlayan ve aynı hızla sende biten şeydir. Kendinde başlayan ve kendinde biten bu süreç içerisinde yardımlaşmak ve birlikte hareket etmek; kendi hikayeni, başkasının kalemiyle yazmandır. Maraton koşularını dikkatli izleyebildiysen; en iyi iki sporcunun, koşunun son düzlüğüne kadar hep yan yana koştuğunu görmüşsündür. Bu şekilde birbirlerinin hızını dengelerler. Eğer bunu yapmazlarsa erken yorulurlar. Bu nedenle maratonun son anına kadar birbirlerine bu şekilde destek olurlar. Ne zaman son düzlüğe gelirler; o zaman gücü en fazla olan koşucu hızlanır ve koşuyu önde bitirir. Ama maraton koşularının en önemli özelliği kazanmaktan öte yarışı bitirebilmektir. Yürüyerek de olsa maratonu tamamlayan. Hatta zorda olan rakibi yarışı bitirebilsin diye; yardımcı olan sporcular bile vardır. Maraton koşularını her bitiren birinci olur; ilk bitiren, sadece en hızlısıdır. Takım halinde alınan her başarının, bireysel alınan her başarıdan daha değerli olmasının nedeni de budur. Takım halinde alınan her başarının birçok birincisi, birçok hikayesi vardır. Bu hikayeler tek bir başlık altında toplanır; o da hikayenin kendisinden daha anlamlıdır. Bunun adı yardımlaşmadır. Bir başka deyişle, takım oyunudur. Yani sensin. Bugün çalışma arkadaşına, daha çok yardımcı olacağın günlerin ilk günü ise; bugünden itibaren daha az yorularak, daha çok iş çıkaracaksın. Çalışma arkadaşların seni daha çok sevecek, yöneticilerin tarafından takdir göreceksin. Bu yılın içinde, ayın çalışanı seçilme ihtimalin de artık çok yüksek. Yılın ödülünü aldığında, herkesin önünde yapacağın konuşmanı; bence bugünden düşünmelisin. Neden mi? belki bu sene yılın çalışanı da sensin. Eğer başkaların başarı hikayelerini yazmalarına yardımcı olabilirsen; emin ol ki senin de hikayeni yüksek sesle okuyabilirler. Bol hikayeli iyi çalışmalar dilerim. Mehmet Evren Oral İnsan Kaynakları ve Eğitim Uzmanı [email protected] EĞİTİM EĞİTİM ŞİMDİ TERCİH ZAMANI! Örneğin, 1970’li yıllarda tıp fakültelerine olan yoğun talep, 1980’li yıllarda yerini mühendislik fakültelerine bırakmıştır. Kuşkusuz talebi, yukarıda sayılanlara ek olarak, öğretim süresi ve ileri öğretim olanakları da belirlemektedir. Bu etkilerin lise son sınıf öğrencilerinin tercihlerine yansıması, onların bilinçli ve duyarlı olduklarının göstergesidir B en aslında mühendis olmak istiyorum ama, ailem tıp okumam için ısrar ediyor; bir türlü karar veremiyorum. *Ben işletme bölümüne girmek istiyordum ama , puanım yeterli değil. Hem, yeni sistemde MF grubu da işletme seçebildiği için bizim şansımız oldukça azalıyor. Maliye bölümünü tercih etsem nerede çalışabilirim? *Siz bana kimya bölümünü öneriyor- 22 sunuz ama, mezun olduğumda iyi para kazanabilir miyim? * Benim hayalim uluslararası ilişkiler bölümüydü. Yine de kampus içinde olmayan üniversitelerin bu bölümünü tercih etmektense, kampüsü olan üniversitelerin başka bölümlerini tercih ederim. *Benim için fark etmez. Puanımın yettiği bütün bölümleri sırasıyla yazacağım. Zaten başka şansım da yok ! *Benim için önemli olan üniversitenin olanakları. Meslekler hakkında pek fazla bilgim yok zaten. Bu konuşmalar hiç yabancı gelmiyor değil mi? Yüksek öğretim adayı gençlerin sınav kaygıları bittikten sonra çok önemli bir kavşak çıkıyor karşılarına: Meslek seçimi. Aslında hazırlanacakları mesleğe bağlı olarak yaşam biçimlerini seçiyor gençler. Seçilen mesleğin sağlayacağı doyum,kurulacak ilişkiler ve yaşanacak çevre bu aşamada belirlenmekte, alınacak karar tüm yaşamı etkileyeceği için çok büyük önem taşımaktadır. Ancak, sık karşılaşılan sorun, adayların bir kısmının amaç belirlenmemiş olmaları, bir kısmının da meslekler hakkındaki bilgilerinin, ilgilerinin, yeteneklerinin çok da farkında olmamalarıdır. Seçiminizi doğru yapabiliyor musunuz? Bu nokrada ortaöğretimin çok önemli bir eksikliği çıkmaktadır karşımıza. Eğitim sistemimizde, giderek de ilköğretim sisteminde en önemli amacın öğrencileri sınava hazırlamak olduğu gerçeği… Okullar ve dershaneler başarılarını, sınavı kazanan öğrenci sayısıyla ölçmekte, rehberlik hizmetleri etkin olarak verilmemektedir. Bunların sonucunda da öğrenciler, yaşamda gerekli olabilecek diğer bilgilerle yeterince donanmadan mezun olmaktadırlar. Adayların bir kısmı tercih yaparken, yakın çevrelerindeki örneklere bakarak veya onların öneri ve telkinleriyle karar vermekte, sonrasında yanlış tercih yapanlar hayal kırıklığı ve zaman kaybına uğramaktadırlar. Aday tercihlerini etkileyen bir diğer değişken de, ekonomik yapıda değişikliklere ve teknolojideki gelişmelere bağlı olarak iş çevrelerindeki koşulların değişmesidir. Bunun sonucunda mesleklere olan talep de değişmektedir. Örneğin, 1970’li yıllarda tıp fakültelerine olan yoğun talep, 1980’li yıllarda yerini mühendislik fakültelerine bırakmıştır. Kuşkusuz talebi, yukarıda sayılanlara ek olarak, öğretim süresi ve ileri öğretim olanakları da belirlemektedir. Bu etkilerin lise son sınıf öğrencilerinin tercihlerine yansıması, onların bilinçli ve duyarlı olduklarının göstergesidir. Son yıllarda tercihlerde gözlenen bir başka önemli etken de, öğrencilerin meslek seçiminden daha çok, mezun olacakları üniversitenin seçimi üzerinde durmalarıdır. Ülkemizin köklü bir geçmişe sahip olan ilk ve büyük üniversiteleri yüksek puanlı öğrenciler tarafından tercih edilmemekte, fiziksel ortam ve sağlanan olanakların önemli bir ölçüt olduğu gözlenmektedir. Bu seçim, gençlerin çok istedikleri meslekleri bile göz ardı etmelerine neden olmaktadır. Üniversite seçiminde üniversitenin kampus içinde olması, öğretimin yanı sıra sosyal ve kültürel etkinliklerin yoğunluğunun öne çıktığı gözlenmektedir. Doğru seçim mi dediniz? Adaylar, ortaöğretimin 10. sınıfında alan seçerken, bir anlamda meslek alanı tercihlerini de yapmış olmaktadırlar. Alan seçimini, ilgili derslerden alınan notlar belirlemektedir. Ancak, ilginin yeteneğin yüzde 50’ sini açıkladığı bilgisinden hareketle, Milli Eğitim Bakanlığı’nın seçimindeki öncelik kriteri olan notların, öğrencilerin ilgilerini bir ölçüde yansıttığı görüşünden hareket ettiği söylenebilir. Bu noktada, psikolojik danışma ve rehberlik hizmetlerinden yararlanılması oldukça önemli görünmektedir. Alan belirleme çalışmalarında uzmanların desteğinin alınması, ileride yaşanacak pişmanlıkları önleyecektir. Bunun yanı sıra özellikle son yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı’nın getirdiği aflar seçtikleri alanı, farklı etkilenmelerle değiştiren adayların da zaman zaman pişmanlıklar yaşamasına neden olmaktadır. Bu pişmanlıklar daha çok, yükseköğretim programları tercihleri sırasında yaşanmaktadır. Bilindiği gibi sınav sisteminde, seçilen ortaöğretim alanının devamı sayılan yükseköğretim programlarına yerleştirme yapılırken, ortaöğretim başarı puanı daha yüksek bir katsayıyla çarpılmaktadır. Bu durum yetiştirme puanını büyük ölçüde etkilemekte; adayın bir üst veya bir alt tercihine yerleşmesine veya herhangi bir yükseköğretim programına yerleşememesine yol açmakta olduğundan büyük önem taşımaktadır. Söz ortaöğretimin başarı puanından açılmışken, lise dönemi boyunca alınan notların yerleştirme puanına olan etkisinin ne denli yüksek olduğunun hatırlatılmasında yarar görülmektedir. Ortaöğretim başarı puanının artırılması için henüz çok geç değil ! Tercihler belirlenirken yukarıda sayılan durumların dikkate alınması, adayların doğru karar almasını kolaylaştıracaktır. Adaylar, öncelikle, yükseköğretim programları ve meslekler hakkında çeşitli kaynaklarından (basılı materyaller, örneğin ÖSYM yayınları; meslek adamları vb. ) bilgi edinmeli, kendi ilgi ve yeteneklerinin farkına varmalıdır. Tercih formu doldurulurken adayların, *Meslek çeşidi (mühendislik, iktisadi ve idari bilimler vb. ) *Kent *Üniversite *Program (elektrik-elektronik mühendisliği, işletme vb.) tercihi sırasına göre düşünmeleri yararlı görülmektedir. Yanlış yerde, doğrular bulunmaz Adayların meslekler ve kendileri hakkında edindikleri bilgilere göre tercih yapmalarının yanı sıra, sınav sistemi hakkında ayrıntılı bilgiye sahip olmaları gerekmektedir. Bu bilgiyi adaylar en doğru ve dolaysız şekilde sınav yayınlarından elde etmektedirler. Kimi adayların sınava hazırlayıcı hizmetler veren kurum ve kuruluşların yayınlarına itibar ettikleri, hatta kodlama aşamasında o yayınları kullanarak mağdur duruma düştükleri görülmektedir. Adaylar, kendileri için hazırlanmış sınav kılavuzlarını okumak ve sistem bilgisi edinmek sorumluluğunu taşımalıdır. Sınav sistemi, adaylarını yetişkin bireyler olarak kabul etmektedir. Sınav kılavuzlarında da ayrıntılarıyla anlatıldığı gibi, adayların yükseköğretim programlarına yerleştirilmeleri; *Girilen sınavlar sonucunda hesaplanan puanları, *Yüksek öğretim programları tercihleri ve yükseköğretim programlarının kontenjan ve koşulları dikkate alınarak yapılmaktadır. Sınav kılavuzları adaylara rehberlik etmek amacıyla, yükseköğretim programlarının yer aldığı listelerde programlar hakkında ayrıntılı bilgiler aktarmaktadır. Programın bağlı olduğu üniversite, yürütüldüğü kent, puan türü, öğretim süresi, kontenjanı, o programı öğrencide aradığı nitelikler ve nihayet o programa bir önceki yıl en son sırada yerleştirilmiş adayın puanı ve bu ölçüden elde edilmiş yüzdelik dilim adayların, tercihlerini yaparken bu bilgiler arasında genellikle en çok puanı dikkate aldıkları gözlenmektedir. Oysa bu puan, bir önceki yılın bir adayının ölçüsünü yansıtmaktadır. Bu nedenle, bu ölçüyü ancak bir ipucu olarak kullanmak doğru olacaktır. Önerilen puandan çok, daha kaba bir ölçü olmasına rağmen yüzdelik dilimlerle çalışılmasıdır. Son söz olarak, tercih sıralamasında en önemli nokta, bir üst sıraya yazılan tercihin bir alt sıraya yazılan tercihten herhangi bir nedenle daha fazla istediğinin bilincinde olunmasıdır. Örneğin, 3. sıraya yazılan bir yükseköğretim programı, 2. sıraya yazılandan daha az, buna karşılık 4. sıraya yazılandan daha çok isteniyor olmalıdır. Bu kontrol her bir sırada tekrarlanmalıdır. Bütün bunlar, üniversite adayları için kısa notlar. Bu kısa notların adaylara daha derinlemesine çalışmaları için hazırlık olmasını dilerim. Ayşegül TOKBUDAK Anadolu Üniversitesi Emekli öğretim Görevlisi 23 TARİH TARİH BİRAZ TARİH BİRAZ EDEBİYAT HANLARDAN OTELLERE PERA’DAN HİLTON’A ... Nihat Yıldız / e-mail: nihat05yahoo.com T ürkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2010 yılı verilerine göre, Türkiye 2010 yılında turizmden 20.8 milyar dolara gelir elde etmiş. Ülkemizi ziyaret eden toplam turist sayısı ise 33 milyonu geçmiş (Almanlar, Ruslar ve İngilizler ilk üç sırayı paylaşıyor) . Turizm deyince aklınıza hemen deniz, güneş, kum gelmesin; Türkiye son yıllarda yalnızca dinlenme amaçlı turizmin değil, kongre turizmi, sağlık, turizmi, din turizmi gibi özel alanlarda da, turizmcilerin deyimiyle önemli bir “destinasyon” haline gelmiş durumda. Pek çok uluslararası örgüt yıllık kong- 24 releri için Istanbul’u tercih ediyor. Artık yalnız Ortadoğu ve Balkan ülkelerinden değil, Batı Avrupa ülkelerinden de kaliteli ve daha ucuz sağlık hizmeti almak için Türkiye’ye gelenler var. Din deseniz, anıt niteliğinde pek çok dinsel yapının ülkemiz topraklarında olduğunu söylemeye gerek yok; her yıl binlerce hristiyan “hacı” olmak için Hatay’daki kiliseyi ziyaret etmeye geliyor örneğin. Turizm bu kadar gelişirken konaklama tesisleri ve hizmet sektörünün gelişmemesi düşünülemez kuşkusuz. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın son verilerine göre ülkemizde 5 yıldızlı 349, 4 yıldızlı 530, 3 yıldızlı 656 otel bulunuyor. . Öte yandan Türkiye, 10 yaşın altındaki otel sayısının toplam otel sayısına oranı bakımından Akdeniz ülkeleri arasına lider olan İspanya’yı yakalamış, hatta geçmiş durumda. (Türkiye’deki oran % 44) Sözün özü, Türkiye turizm ve otel işletmeciliğinde dünyanın önde gelen ülkelerinden biri artık. Bu noktaya bir çırpıda gelinmedi kuşkusuz. En başta 80’li yıllarda dönemin başbakanı Turgut Özal’la birlikte Türkiye’de gerçekleşen hızlı dönüşümün payı var bunda. Rahmetli’nin o yıllarda ağzından düşürmediği sözlerden biri “İhracatımızı 5 milyar dolara, turizm gelirlerimizi 1 milyar dolara çıkartacağız” idi. Bu hedefe ulaşmak o yıllarda çok zor görünüyordu. Oysa bugün ihracatımız da turizm gelirlerimiz de o yıllarda ulaşılması çok zor görünen hedeflerin 20 katını aşmış durumda. Hanlardan otellere Tarihimize şöyle bir bakıldığında ticari taşımacılığa ve bu çerçevede gelişen konaklama hizmetlerine yönelik faaliyetlerin Selçuklular ve Osmanlılar zamanında başladığı görülür.. Bugünün otel ve konaklama yeri işlevini gören yapılara o dönemde “han” deniyordu malum. Selçuklular ve Osmanlı hanları ekonomik ve sosyal işlevlerinin yanında değerli mimarî yapılar olarak da göze çarpmaktaydılar. Birbirine uzak yerleşim birimleri arasında ise büyük hanlar, yani “Kervansaraylar” vardı. Bu yapılarda kervanlar için çok önemli olan su, erzak, hayvan yemi depoları bulunur, ayrıca kahvehane, mescit, hamam gibi sosyal alanlar yeralırdı. Kervansarayların ilk defa 10. yüzyılın sonlarına doğru Selçuk Hanları tarafından Orta Asya’da yaptırıldığı biliniyor. Bugünkü anlamda otel işletmeciliği ise doğal olarak ilk kez imparatorluğun payitahtı İstanbul’da ve ancak 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkıyor. Tarihçi Zafer Toprak, Osmanlı’da ilk otel ve lokanta reklamlarına 1860 yıllardan itibaren rastlandığını, otel ve misafirhanelerle ilgili ilk mevzuatın ise 1895 yılında yayınlandığını kaydediyor.* 19. yüzyıl başlarında ulaşım olanaklarının artmasıyla dünya ölçeğinde başlayan hareketlilikten İstanbul da nasibini almakta gecikmiyor. Önceleri küçük pansiyonlar açılıyor, bunların bazıları eski şaşalı günleri geride kalmış büyük konakların bir kısım odasından ibaret olsa da, hizmet sektörünün pek çok alanında olduğu gibi bu alanda da gayrimüslimlerin öncülüğüyle hızlı bir gelişme yaşanıyor. Hakan Çiftçi**, ülkemizde otelciliğin gelişimine ilişkin bir yazısında Ortadoğu’nun ve Balkanlar’ın ilk otelinin 1841 yılında Tepebaşı’nda açılan Hotel d’Angletterre olduğunu belirtiyor. Otel o dönemde uzun yıllar İstanbul’un en iyi konaklama tesisi olarak hizmet vermiş. Orien Express’in son durağı Istanbul Avrupa elitlerinin İstanbul merakı Agatha Christy’nin romanlarına da konu olan ünlü Orient Express ile başlıyor biraz da. Orient Express 1883’te sefere çıkıyor ilk, ama doğudaki son durağı olan İstanbul’a gelmesi 5 yıl alıyor. Ne var ki o yıllarda Orient Exp- ress yolcularının beklediği standartlarda hizmet sunabilecek bir otel hala yoktur İstanbul’da. Açılış balosu 1895 yılında yapılan Pera Palace ve 1892 yılında konut olarak inşa edildikten sonra otele çevrilen Tepebaşı’ndaki Büyük Londra Oteli bu ihtiyacı gidermekle kalmaz, kısa sürede Avrupa’da haklı bir ün de elde ederler. Web sitesindeki tarihçede otelin o yıllarda ne denli önemli bir atılımın öncüsü olduğuna dair yeralan satırlar şöyle: “...Birçok ilkleri barındıran Pera Palace Hotel, Osmanlı sarayları dışında elektriğin verildiği, kentin karanlığını aydınlatan ilk ve tek binaydı. İlk elektrikli asansör de Pera Palace Hotel’deydi. İngiliz yazar Daniel Farson, bu asansörü şöyle anlatıyordu; ‘Dökme demir ve ahşaptan yapılmış dünyanın en güzel asansörüdür. Bu asansör reverans yapan bir kadın gibi yükselir. Turistler gözlerini bu müthiş sevimli ve aristokrat asansörden ayıramazlar.’ Dönemin tek akar sıcak suya sahip banyoları da, Pera Palace Hotel misafirlerine sunulan bir ayrıcalıktı. İhtişamlı avizelerin aydınlattığı yüksek tavanlı geniş salonları boş kalmıyor, unutulmaz çay ve dans partilerine ev sahipliği yapıyordu. ...” Hilton açılıyor... Cumhuriyet dönemiyle birlilkte bu alanda yerel girişimciler de boy göstermeye, gelişmekte olan pek çok kenti- 25 TARİH mizde Türkçe adlar taşıyan küçük büyük oteller açılmaya başlar. 40’lı yıllara gelindiğinde ise büyük savaşın etkisiyle durağan bir dönem yaşanır. Türkiye’nin “Küçük Amerika” olma hedefiyle pek çok yeniliğe tanık olmaya başladığı 50’li yıllar otelcilik alanında da boş geçmez ve Türkiye’de uluslararası standartlarda otel konforu ve servis kalitesinin gelişerek yaygınlaşmasına öncülük edecek olan Istanbul Hilton, 1955 yılında açılır. Istanbul Hillton’un açılışı öyle görkemli olur ki, Holywood’dan bir uçak dolusu ünlü Istanbul’a gelir, gazetelerde günlerce açılışı anlatan yazılar yayınlanır. Hilton’u diğer uluslararası otel zincirlerinin takip etmesi gecikmez, ancak bu anlamda gerçek patlama 80 sonrasında yaşanır. Bugün artık Istanbul’da olsun Antalya, Bodrum, Marmaris gibi tatil merkezlerinde olsun yalnızca uluslarası otel zincirleri hizmet vermiyor; herbiri dünya çapında tanınan, memnuniyet anketlerinde hep üst sıraları paylaşan Türk otel zincirleri de var. İşletme kalitesi yetmiyor, elemanın da eğitimlisi gerek Türkiye’nin turizm ve otel işletmeciliğinde son 30 yılda katettiği ciddi mesafeyi, yalnızca altyapı yatırımlarına borçlu olduğunu söylemek hata olur. Bir yandan altyapı yatırımları yapılırken, diğer yandan insana, eğitimli eleman açığını gidermeye yönelik yatırımlar yapıldı. Ama devlet eliyle, ama büyük grupların özel girişimleriyle.. (Ünlü komedyen Cem Yılmaz’ın da Boğaziçi Üniversitesi Turizm ve Otelcilik Bölümü’nde okuduğunu biliyor muydunuz?) İşletmeniz ne kadar konforlu, kaliteli olursa olsun oradaki yönetici, aşçı, servis elemanı veya steward gereken eğitimi yeterince almamış, diploma ve/veya sertifika sahibi, işinin ehli, işini severek yapan kişiler değilse, başarısızlık kaçınılmaz- dır. Çünkü, hizmet sektörü adı üstünde iyi hizmeti, ve müşteri memnuniyetini amaçlar. Bunu mümkün kılan da ancak o işi layıkıyla yapan profesyonel çalışanlardır. Yani ne varsa hayatta insana dair, insan için. Şimdi tarihi, ekonomiyi bir kenara bırakıp, edebiyata geçelim. Öyle ya, yalnızca turizm konulu köşe yazılarında sözedilmiyor otellerden. Romanlar, şiirler de var. Hele bir tane şiir var ki, öyle böyle değil. Kaptan’ın en güzel şiirlerinden biri bu. Adı “Emperyal Oteli”, şairin 1954 yılında yayımladığı “Sisler Bulvarı” adlı kitabında yayınlanmış ilk. Istanbul Hilton açılmadan bir yıl önce yani. Şiirde sözü edilen Emperyal Oteli var mı yok mu, varsa nerededir bilmiyorum, bildiğim tek şey, bir aşkın bir mekanla böylesine güzel tasvirinin ancak bir Atilla İlhan şiirinde mümkün olabileceği. Okuyun, bir daha okuyun, hatta iyisi mi, kesip, ofisinizin, çalışma odanızın ya da mutfağınızın bir köşesine iliştirin. Gözünüz iliştikçe bakın, yalnızsanız yüksek sesle de okuyabilirsiniz. Unutmazsınız böylece hayatta iyi ve güzel olan ne varsa, ancak “aşk” ile mümkün olabileceğini. (*) Zafer Toprak, “Istanbul’da Turizm Çabaları: Eğlence Kültürü” www.obmuze.com (**) Hakan Çiftçi, Competitive Advantage of Turkey Genel Koordinatörü EMPERYAL OTELİ Atilla İlhan Ben hiç böylesini görmemiştim vurdun kanıma girdin itirazım var sımsıcak bir merhaba diyecektim başımı usulca dizine koyacaktım dört gün dört gece susacaktım yağmur sönecekti yanacaktı sameland seferden dönecekti duvardaki saat duracaktı kalbim kendiliğinden duracaktı ben hiç böylesini görmemiştim vurdun kanıma girdin itirazım var 26 emperyal oteli’nde bu sonbahar bu camların nokta nokta hüznü bu bizim berheva olmuşluğumuz bir nokta bir hat kalmışlığımız bu rezil bu çarsamba günü intihar etmiş kötümser yapraklar öksürüklü aksırıklı bu takvim ben hiç böylesini görmemiştim vurdun kanıma girdin itirazım var sesleri liman sislerinde boğulur gemiler yorgun ve uykuludur sabahtır saat beş buçuktur sen kollarımın arasındasın onlar gibi değilsin sen başkasın bu senin gözlerin gibisi yoktur adamın rüyasına rüyasına sokulur aklının içinde siyah bir vapur kıvranır insaf nedir bilmez otelin penceresinde duracaktın şehri karanlıkta görecektin karanlıkta yağmuru görecektin saçların ıslanacak ıslanacaktı kış geceleri gibi uzun uzun tek damla gözyaşı dökmeksizin maria dolores ağlayacaktı istanbul’u yağmur tutacaktı bütün bir gün iş arayacaktım sana bir türkü getirecektim kulaklarımız çınlayacaktı emperyal oteli’nin resmini çektim akşam saçaklarından damlıyordu kapısında durmanı söylemiştim yüzün zambaklara benziyordu cumhuriyet bahçesi’nde insanlar geziyordu tepebaşı’ndaki küçük yahudiler asmalı mescit’teki rum kemancı böyle rüzgarsız kalmışlığımız bu bizim çektiğimiz sancı el ele tutuşmuş geziyordu gazeteler cinayeti yazıyordu haliç’e bir avuç kan dökülmüştü emperyal oteli’nde üc gece kaldık fazlasına paramız yetmiyordu gözlerin gözlerimden gitmiyordu dördüncü gece sokakta kaldık karanlık bir türlü bitmiyordu sirkeci garı’nda sabahladık bilen bilmeyen bizi ayıpladı halbuki kimlere kimlere başvurmadık hiçbiri yüzümüze bakmıyordu hiç kimse elimizden tutmuyordu ben hiç böylesini görmemiştim vurdun …. kanıma girdin ….. kabulümsün AFET AFET dizisi 2) İnsan ve teknolojik kaynaklı afetler a) Mühendislik, ulaşım kazaları, savaş, ayaklanma, nükleer patlama, zehirli atık sızıntıları, terorizm, vb... teknoloji ve teknik yetersizliklerden vaya imhallerden, sosyal altyapı çarpıklıklarında, uygulama ve yönetim hatalarından ortaya çıkan olaylar dizisi veya dogal afetlerin sonucu iliskisel olarak ortaya çıkan olaylar, Bu olaylar dizisi bazı durumlarda birbirini izleyen bir zincirleme afet durumu yaratırlar ve kümülatif olarak gelişebilirler. Afetin büyüklüğüne etki eden doğal kökenli olan faktörler; olayın fiziksel büyüklüğü, yerleşme alanlarına olan uzaklığı, insan kökenli faktörleri ise; fakirlik ve az gelişmişlik, hızlı nüfus artışı, tehlikeli bölgelerdeki hızlı ve denetimsiz sanayileşme, ormanların ve çevrenin tahribi veya yanlış kullanımı, bilgisizlik ve eğitim eksikliği, toplumun afet olaylarına karşı önceden alabildiği koruyucu ve önleyici önlemlerin ulaşabildiği düzeydir . Afetler en çok insan nüfusunun toplu olarak bir arada bulunduğu mekanlara etki etmekte ve önemli can kaybına sebep olmaktadır. Otellerde bu nedenle önemle incelenmesi gereken, yoğun insan nüfusunun bir arada bulunduğu mekanlardandır.Oteller, yolcu ve turistlere geceleme imkânı sağlamak, bunun yanında yemek, eğlence vb. hizmetleri sunmak amacıyla kurulmuş işletme lk çağlardan beri insanlık deprem, yangın, kasırga,çığ, vb.. gibi afetlerle karşılaşmıştır. Bu afetler yerel efsanelerde, kutsal kitaplarda çeşitili şekillerde tanımlanmış olup eski Mısır’da, Hint efsanelerinde, Maya kültüründe geçmektedir. Bu efsanelerin ortak özelliği doğal olaylar sonucunda insanların yaşadığı felaketleri anlatmasıdır. Birleşmiş Milletler’in (UN) tanımına göre “afetler”, insanlar, tabi ve kültürel kaynaklar için fiziksel, ekonomik ve sosyal veya çevresel kayıplar doğuran, normal yaşamı ve insan faaliyetlerini durdurarak veya kesinti- İ 28 ye uğratarak toplulukları etkileyen ve topluluğun yerel imkân ve kaynaklarını kullanarak üstesinden gelemeyeceği doğal, teknolojik veya insan kaynaklı herhangi bir olayın sonucudur “ diye tarif edilmiştir. Bu tanımdan yola çıkarak afetlerin iki değişken olayın sonucunda gerçekleştiğini ve iki türlü olduğu söylenebilir . 1) Doğal afetler: a) Yangın , deprem, rüzgar, vb... zamanlaması kesin olarak tespit edilemeyen , etkinliği yoğun ve geniş çaplı olaylar olarak tanımlanmaktadır . Oteller işlevleri gereği ortak özellikler gösteren zaman duyarlı, dinamik, emek-yoğun ve 24 saat çalışan işletmelerdir. Bu işletmeler herhangi bir dış sebeple çalışmalarının durması halinde zamana duyarlı olduklarından büyük zarar görmeleri olasılık dahilindedir. Böyle bir durumda zarar sadece maddi olmamakta, otelin adının herhangi bir şekilde kötü olaylarla anımsanması prestij kaybına sebep olmakta ve olay bitse bile otelde kalmak isteyenlerin sayısını azaltmaktadır. Ayrıca aynı anda yoğun nüfus barındırdığından herhangi bir afet durumunda en kritik yerler arasında bulunmakta ve otellerin üstlendiği risk artmaktadır. Risk kavramı: Risk=Tehlike x Etkilenebilirlik olarak tanımlanmaktadır. Bir başka deyişle sonucun, olayın kendisi ile sosyal faktörlerin çarpımına göre arttığını veya azaldığını söyleyebiliriz. Risk (sonuç) dendiğinde insan yaşamı, çevre, iş, hizmet, miraz vb.. akla gelmekte; Tehlike (olay) dendiğinde yangın, deprem, çığ, patlama, vb.. akla gelmekte; Etkilenebilirlik (sosyal faktörler) dendiğinde, yetersiz altyapı, kötü planlama, farkındalık eksikliği, eğitim eksikliği, vb.. akla gelmektedir. Riski azaltmak için tehlike ve etkilenebilirliği beraber azaltmak gerektiği denklemden de görülmektedir. Bu bağlamda;tehlike bir anlamda belli bir olasılık içinde sabit olarak kabul edebiliriz. Örneğin İstanbul’da 10 yıl içinde deprem ihtimali yüzde 10, 30 yıl içinde yüzde 70’ şeklinde hesaplamalar yapılmakta ve çeşitli yayın organlarında tartışılmaktadır, bu oran bizim elimizde olan bir değişken değil, bilim adamlarınca yapılan bir hesaptır. Dolayıyla biz tehlike katsayısını kontrol edemiyoruz diye kabul edebiliriz. Bizim kontrol edebileceğimiz etkilenebilirlik dediğimiz sosyal faktörleri dikkate almak ve gereken önemi vermektedir. Bu faktörler içinde eğitim ve farkındalık en önemli yerde bulunmakta ve otellerde afet yönetimi konusunda yapılacak çalışmalarla risk faktörünün azaltılması mümkün olabilmektedir. Bu nedenle söz konusu zararları en az indirmek amacıyla otellerde yönetimin afet yönetimi ile ilgili yapıyı kurması sosyal bir sorumluluk olması dışında, marka değerini yükseltme, dış etkilere dayanıklı olma, riski azaltma, sigorta maliyetlerinde düşme gibi faydaları da bulunmaktadır. Tesislerimizin birer “Afetlere Dirençli Kurum” ve verdikleri hizmetlerin de “Afetlere Dirençli İş” haline gelebilmesi için yapılacak olan Afet Acil Yardım Planlama çalışmaları aşağıdaki gibi 10 adımda gruplandırılabilir 1. Afet Yönetimi ve Planlama Ekiplerinin Oluşturulması 2. Risk ve Tehlikeye Maruz Kalma Analizleri 3. Mevcut Hazırlık ve Kaynakların Tespiti 4. Risklerin Derecelendirilmesi ve Yüksek Riskli Bölgelerin Tespiti 5. Acil Çıkış / Yangın / Tahliye Durumlarının Belirlenmesi 6. Kontrol Listeleri ve Prosedürlerin Hazırlanması 7. Eksik Acil Durum Malzemelerinin Belirlenmesi 8. Kritik Görevler ve Görevlilerin Belirlenmesi 9. Tesis Afet Müdahale Ekiplerinin (TAME) Oluşturulması 10. Periyodik Tatbikatlar ile Planların Benimsenmesi ve Yenilenmesi Bu şekilde yapılan planlar İstanbul Deniz Otobüsleri Afet ve Acil Durum planlarında olduğu gibi otel zincirinde her otel için ortak şablonlar kullanarak , her otel için ayrı ayrı veya tek bir plan dahilinde oluşturulabilir. Sonuç olarak; “Afete Dirençli Kurum” olarak vizyon oluşturulması halinde, otellerimizin kendine özel işletme koşullarından dolayı acil durumda etkin olarak müdahale edip kayıpları azaltabilecek, dolayısıyla çevrenin / bölgenin etkilenme süresini azaltacak, kendi markasının saygınlığını koruyup kriz dönemini en az zararla atlamasını sağlayacaktır. Mehmet Önder Meke Akademi Koordinatörü 1- İstanbul Sanayi Odası, Sanayide Afet ve Acil Durum Yönetimi Rehberi, Temmuz 2008 2- Dönertaş, Aslı Süha, Afet Yönetimi Kapsamında Güvenli Yerleşim Yerlerinin Tasarımı için Kentsel Standartların Geliştirilmesi, Mimar Sinan Üniversitesi Y.Lisans tezi, Temmuz 2006 , s.23 3- Ergünay, O., 1995, “Afet Yönetiminde Verimli Kaynak Kullanımı için Gerekli Kuramsal ve Yasal Çerçeve”, Türkiye Mühendislik Haberleri, İnşaat Mühendisleri Odası, Sayı: 379, Sayfa 9-13, Eylül 1995, Ankara 4- http://www.tdk.org.tr/TR/Genel/SozBul.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EF4376734BED 47CDE&Kelime=otel 5- KADIOĞLU Mikdat, TPAO Sunumu , Temmuz 2010, Ankara. 6- KADIOĞLU Mikdat vd., Eğitim Kurumları için Afet Acil Ayrdım Kılavuzu, 2005, İTÜ Afet Yönetim Merkezi Yayınları, ITU Press. 7- Meke Akademi, IDO Afet ve Acil Müdahale Planları, Şubat 2011 29 SİSTEM HEM ZAMAN, HEM PARA KAZANDIRAN SİSTEM: DYS... Logaritmik zamanlarda yaşıyoruz. Google’da her ay 31.000.000.000 (otuz bir milyar) arama gerçekleşiyor. 2006 yılında bu rakam 2.7 milyar idi. Peki Google’dan önce bu soruları kime soruyor, bu bilgileri nasıl arıyorduk? 1 8. Yüzyılda yaşayan bir insanın bütün ömrü boyunca edindiği bilgi miktarının günümüzde New York Times’ın bir haftalık içeriğinden bile daha az olduğu tahmin ediliyor. Bu bilgi ve iletişim yoğunluğu ile baş edebilmek için yine ilk başvuru kaynağımız yine gelişen teknoloji oluyor. Son yıllarda birçok şirket dokümanlarını daha verimli ve etkin şekilde yönetmek için Doküman Yönetim Sistemi kurmakta. Peki, birçok şirketin işini kolaylaştıran Doküman Yönetim Sistemi nedir, bu sistemin avantajları nelerdir? Yoğun iş hayatında hepimiz kişisel ya da işle ilgili bilgilerimizi daha iyi yönetebilmek amacıyla çeşitli bilgisayar programları kullanıyoruz. Aslında bilgi yönetiminin bu şekli bile kendi çapında bir Doküman Yönetim Sistemidir. Ancak, bilgi miktarı arttıkça ve bilginin daha geniş bir topluluk tarafından kullanılması zorunlu hale geldikçe; organizasyona uygun bir DYS seçimi yapılmalıdır. Geçmişte genellikle her bir bilgisayara kurulum gerektiren DYS’ler kullanılmaktayken , günümüzde web tabanlı 30 DYS’ler kullanım açısından çok daha etkin ve verimli hale gelmiştir. Böylece kullanıcı makinalarına kurulum, bakım ve destek zorunluluğu kalmamıştır. İş hayatımızda kullandığımız doküman çeşitleri de farklılık göstermektedir. Örneğin: bir mühendislik firması ile büyük bir otelin kullandığı programlar oldukça farklı olabilir. Bu nedenle kurumların seçtikleri DYS çözümlerinin mutlaka farklı programlara uyumlu ve entegre olması ve farklı formattaki dosyaları kolaylıkla açabilmesi gerekir. Doküman Yönetim Sistemi’nin satın alma maliyetleri ile getirisinin karşılaştırılması da bu tür bir yazılım yatırımı yapmadan önce düşünülmesi gereken önemli bir konudur. Genellikle DYS yatırımlarının 6 ay ile 1 yıl içerisinde geri dönüşü beklenir. Ayrıca , birçok resmi kurum ve kuruluşun elektronik belge uygulamasına geçmesiyle beraber DYS’nin faydalı bir yatırımdan çok zorunlu ve gerekli bir çözüm haline gelmesi muhtemeldir. DYS’nin karlılık avantajlarının yanı sıra sağladığı en büyük artılardan biri de “zaman tasarrufu”dur. Gartner’in yaptığı bir araştırmaya göre insanlar günlük çalışma saatlerinin yaklaşık %20 ’sini sadece evrak işleriyle uğraşarak geçirmekteler. Bu süreyi azaltmanın tek yolu etkin bir Doküman Yönetim Sistemi kurmaktan geçmektedir. Doküman Yönetim Sistemi’nin faydalarını özetleyecek olursak; • Kurumsal hafızanın korunması • Birçok farklı formatın tek sistemden yönetimi • Web tabanlı DYS’lerde mekandan bağımsız doküman yönetebilme özgürlüğü • Yangın, deprem, sel gibi doğal afetlere karşı kurum bilgisinin korunabilmesi • Fiziksel arşiv için harcanan mekan ve maliyetlerden tasarruf • Çalışma zamanının etkin kullanımı • Yatırımın hızlı geri dönüş süresi • Kağıt kullanımının azaltılması, çevre dostu yönetim. Cenk Yurduseven Ürün Grup ve Ar-Ge Müdürü HİZMET M üşterinizden bir şikayet aldınız! Müşterinizi kaybetme riskiyle karşı karşıyasınız ,oysa bu müşteriyi kazanmak için büyük çaba harcamıştınız, şimdi müşterinizi yeniden kazanmak için ne yapabilirsiniz? Müşteri memnuniyeti kavramı çok tartışılırken, müşteri şikayetlerinin değerlendirilmesi hakkında çok az şey bilinir. Müşteri şikayetlerinde müşterilerin nereye şikayette bulunabileceklerini bilmemeleri , müşterinin kuruluşu bırakıp alternatif firma arayışına girmesine neden olmaktadır. En mutsuz müşteriler bile şikayetleri empatik bir şekilde dinlendiği takdirde, hataları affetmekte ve kuruluşla çalışmaya devam etmektedir. Hatasını düzgün şekilde telafi eden kuruluşlar, hiç hata yapmamış kuruluşlardan daha fazla sadık müşteri kazanmaktadır. Müşteri sadakati yoluyla maliyetlerini azaltarak, müşterilerine daha yüksek kalitede ve daha düşük fiyatlarla ürün/hizmet sunan işletmelerin fiyat bakımından aynı pazardaki rakip işletmelerle rekabet etmesinde önemli bir avantaj sağlamaktadır. Ayrıca, sadık müşterinin ağızdan ağza olumlu reklam yoluyla potansiyel müşterileri işletmeye çekmesi, müşteri sadakatinin işletmeye önemli bir diğer faydasını oluşturmaktadır. ISO 10002 Müşteri Memnuniyeti Yönetim Sistemi, müşteri şikayetlerini yönetmede kuruluşlara rehber olmakta ve şikayetler bu yolla birer fırsata dönüştürülebilmektedir. ISO 10002 Kalite yönetimi - müşteri memnuniyeti- kuruluşlardaki şikayetlerin ele alınması için kılavuz bilgiler standardı, bir ürün veya hizmetin türüne bağlı kalmaksızın, müşterileri beklentilerinin ötesinde hizmet vermeyi amaç edinen kuruluşlarda, müşteri şikayetlerini ele alma prosesinin etkili ve verimli bir şekilde tasarlanması, planlanması ve uygulanmasını amaçlayan bir yönetim sistem kılavuzudur. n i z i s z i n i r e l i Müşter ? i m i l m e n için ö öründe, ere sunan turizm sekt ril te üş m i ek ild of pr anda, farklı kansızdır. Çeşitli hizmetleri aynı ebilmek neredeyse im ed n nu em m ı ın am m müşterilerin ta 32 HİZMET Yapılan araştırmalara göre; müşterilerin çok büyük bir kısmı şikayetlerini hiçbir şekilde iletmemekte ve yeni alternatif arayışına geçmektedir. Bu durumda, şikayetlerini ileten müşteri kuruluşa fayda sağlamak isteyen ve çalışmaya devam etmek isteyendir. Kuruluş da müşterilerini önemsediğini göstermek ve şikayetleri bir avantaja çevirmek için iyi bir araç olan ISO 10002 standardını kullanıp müşterinin geri bildirime teşvik eder ve müşteri sadakatini sağlayarak rekabet gücünü arttırır. ISO 10002 standardı; müşteri şikayetlerinde hatanın kök nedeninin tespiti, tekrarının engellenmesi ve müşteri şikayetlerinin etkin bir şekilde ele alınması yoluyla, müşteri memnuniyetsizliğinin önüne geçilmesinde temel oluşturur. Standardı değerlendirdiğimizde diğer tüm yönetim sistemlerinde olduğu gibi öncelikli olarak üst yönetimin şikayetlerin etkili ve verimli şekilde ele alınacağının, bunun için proseslerini iyileştireceğinin ve yeterli kaynak sağlayacağının taahhüdü, şikayetleri ele alma politikası ve hedefleri, sorumluluk ve yetkilerin belirlenmesi, uygulanan sistemin periyodik olarak yönetim tarafından gözden geçirilmesi, tetkik edilmesi ve sürekli iyileştirilmesi stratejik gereksinimdir. Şikayetleri ele alma prosesinin aşamaları; w Şikayetlerin alınması, w Şikayetlerin takip edilmesi, w Şikayetin alındığının şikayetçiye bildirilmesi, w Şikayetin ilk değerlendirmesi, w Şikayetin araştırılması, w Alınan kararın müşteriye bildirilmesi, w Şikayetin kapatılması ve kayıtların tutulmasına ilişkin bir yöntem tanımlanması, tanımlanan yöntemin uygulanması, w Şikayetlerin analizi, değerlendirilmesi ve izlenmesi , w Şikayetleri ele alma prosesiyle ilgili memnuniyetin ölçülmesidir. Kuruluş bu aşamalar gerçekleştiriliyor iken şeffaflık, objektiflik, gizlilik, müşteri odaklılık ve erişebilirlik gibi kılavuzluk prensiplerine uymalıdır. İyi bir müşteri memnuniyeti yönetim sistemi; kuruluşun uygunsuzlukları ve dolayısıyla şikayetlerinin tekrarını engelleyerek etkin çözüm olanakları sunar, sunulan çözüm olanaklarının başarısını ölçer. Bunu yaparken de personelinin bu konuda bilinç ve yetkinliğini geliştirir. Dolayısıyla sistemi değerlendirdiğimiz zaman tek olarak uygulanıp belgelenebilen ISO 10002, ISO 9001 Kalite Yönetim Sistemi ve ISO 22000 Gıda Güvenliği Yönetim Sisteminin gerekliliği olan müşteri şikayetlerinin değerlendirilmesi konusunu çok etkin olarak destekleyen ve bu konuda sıkıntı yaşayan kuruluşlara yol çizen bir kılavuz olup bu standartlarla entegre olarak uygulanabilmekte ve belgelenebilmektedir. Sonuç olarak; yeni müşteri edinmenin, mevcut müşterinin elde tutulmasından dört kat daha maliyetli olduğu günümüzde, müşteri memnuniyeti yönetim sistemi, müşteri şikayetinin tekrarlanmaması için bir fırsat olduğu, şikayet eden müşterinin hiç şikayet etmeyen müşteriden çok daha değerli olduğu ve şikayetin etkin bir şekilde çözülmesi sonucunda müşteride bırakacağı olumlu etkinin çok daha büyük olduğu yaklaşımlarına odaklanan yeni bir bakış açısı getirmektedir. Yonca AKDAĞCIK Türk Loydu Vakfı Yönetim Sistemleri Baş Denetçisi www.turkloydu.org 33 MUSİKİ Her şarkının hikayesi derindir III Arkadaş, dost, her şeyden önce, kişinin gerçek anlamda güvenebileceği insandır. Birlikte paylaşılan bir sevgi, saygı temelinde paylaşımları vardır... Maddi çıkar beklentileri, sosyal konumlar, sosyal durumlarla ilgili ya da siyasi konumlarla ilgili beklentiler de değildir gerçek arkadaşlığı dostluğu oluşturan temel... Bu nedenle, iş arkadaşlığını, okul arkadaşlığını, mahalle arkadaşlığını, kahvehane arkadaşlığını , “gerçek dostluk” ile karıştırmamak gerekir...İşyerimden arkadaşımdır, okul’dan arkadaşımdır, mahalle’den arkadaşımdır, kahvehane’den arkadaşımdır denilen tip arkadaşlıklar,aslında gerçek anlamda arkadaşlık bile değildir... Olsa olsa bu tip insanlar için, “tanıdıgımdır” demek daha doğru gelir bana... Gerçek bir arkadaşın, dostun, arkadaşı, dostunun bir derdi, acısı oldugunda, aynen onun gibi yüreği sızlar, benzeri bir acıyı o da yüreğiyle hisseder... Sevincinde de , gerçekte yüreğiyle paylaşır.. Can Dündar,dostluk üzerine yazdığı bir yazının sonunda şöyle der: “…Seni senden iyi bilen, sana senden çok güvenen bir sırdaş... Gözbebekleri bulutlandığında yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin. Ve sen ağladığında, onun gözünden gelmeli yaş..” İşte en güzel dostluk örneklerinden biri: Osman Nihat Akın Cumhuriyet döneminin nadide bestekârlarından Osman Nihat AKIN ile Osmanlı tarihçisi Ahmet Refik ALTINAY burada ifade ettiğim anlamda çok iyi dostturlar.İki dost İstanbul Büyükada da sürekli buluşur,tarih ve edebiyat üzerine fikir alışverişinde bulunurlardı.Ancak, Ahmet Refik ALTINAY 56 yaşında hastalanıp zatürreden ölünce; Osman Nihat AKIN çok üzülür.Onun ölümü üzerine akıttığı gözyaşları ve gönlünden kopan nağmelerle yarattığı söz ve müziği kendisine ait olan günümüzde de dillerden düşmeyen meşhur Nihavend şarkıyı besteler. Yine bu yıl ada sensiz içime hiç sinmedi Dil’de yalnız dolaştım hep gözyaşlarım dinmedi Bende şaştım nasıl oldu yüreğime inmedi Dil’de yalnız dolaştım hep gözyaşlarım dinmedi Hıfzullah Çelepçikay 00 SAĞLIK SAĞLIK tadır. Gelsin size batık tırnaklı ayaklar. Tırnakta iltihap oluşması,ağrılı sancılı bir durum. İltihap kurutulamazsa tırnağın sökülmesine dek sürecek acılı bir süreç. Akılsız demeyelim ama gözü moda da kalmış başımız yüzünden ,52 kemikten oluşan ayaklarımız, eğer genetik bir ayak sorunumuz yoksa ceza almadan da yaşamımızı keyifle sürdürmemize olanak tanır. Zafer CAN lığı uyarılarını unutmamak gerekiyor. Nasıl seçim yapmalıyız? Z I M I R A L AYAK NASILDIR ACABA..! , kemiklerim rız.Tabanlarım ağrıyor şla ba a ay nm la sız a inr tan so Aslında en önemsemed . ye di Bir süre ayakta durduk dı ar or m ğım na ımı vurdu ya da tır sızlıyor, ayakkabı ayağ . şında ayaklarımız gelir ğimiz organlarımızın ba V ücudumuzda 214 tane kemik var. Ayaklarımızda kaç tane dersiniz. Hani o akılsız başın cezasını çeken ayaklarımızda. Ceza ayaklarımıza vurmadan önceki gelişimize bir göz atalım. Uzmanlar’ çocuklara ilk yürümeye başladıklarında ayakkabı giydirmeye gerek yoktur 36 . Ayak kaslarını gelişimi, ayaklarının kavrama özelliği kazanması için çıplak ayakla gezmesine izin veriniz’ diyorlar. Belki de bugün çoğumuzun başında olan ayak sorunları çocukluğumuzda başlıyor. Biz ayakkabıları modacıların istediği gibi giyiyoruz. Ayak ergonomimize uygun olup olmadığına bakmıyo- ruz. Son moda giymek ki bu bir moda kanunu oluyor. Başka türlüsünü de bulmak zorlaşıyor. Ancak ayak sağlığı için uzmanlaşmış satıcılardan yardım almak gerekiyor. O tür satıcılar da bir estetik duyarlılık geliştirilememiş durumda. Bu ikilem arasında da olsa ayakkabı seçerken başlayan ayak sağ- Kadın ya da erkek ayakkabı alırken , ayakkabının üstlerinin deriden olmasına özen göstermeliler. Hele ki kadınlar topuk uzunluğunun 5cm’den fazla olduğunda; ayak burkulmaları, taban çökmeleri,adale ağrıları,ayak kemiklerinde oluşacak sorunlara hazırlıklı olmalılar. Ama diyeceksiniz ki şimdiki moda iğne topuk ve gökdelen mantarlı ayakkabılar,ya da düz sandaletler, şıpıdık terlikler. Hoş bir genç kıza da kimse anneannesinin ayakkabısından giydiremez ama o nine ,nine olmadan önce genç kızdı zamanında o topuklu ayakkabılarını ayağına geçirmiş olabilir mi.! Varsayalım ayakkabının deri olanı ve uygun topuklusunu giydik ve yaşıyoruz,sorunlar bitti mi? Yaşama, sorunların çözülmesi gereken, sıkıntılı durumlar diye bakarsak dertlerimiz büyüyecek. Sorunlara, güzel yaşamak için aşılması gereken aşamalar diye bakarsak dertlerimiz azalacak.Çocukluğumuzdan başlayan aksaklıklar ayaklarımızdaki sorunların ana kaynaklarını oluşturmaktadır.İlk başta ayakkabı seçimi geliyor.Uygun ayakkabıyı bulduğumuzda bu kez de uzmanlar diyor ki biraz da üzücü bir uyarı bu; eğer olanağınız varsa aynı ayakkabı uzun süre giyilmemeli.Giyim kuşam uzmanları ayakkabı 1 gün giyilmeli,terden oluşan nem kurumalı pudralanmalı dinlendirilmeli derler.Demek ki sağlık için en az 2 ayakkabımızın olması gerekmekte. Diyelim ki ayakkabıyı hallettik, karşımıza çıkan en özen gösterilmesi gereken araçlardan birisi çorap. Çorapların ayakları terletmemesi gerekiyor. Çorabın her gün değiştirilmesi zorunlu.Uzun süre ayakkabı içinde kalan ve nemli ve terli kalan ayaklar mantar oluşmasına yol açıyorlar. Mantar nemli ve karanlık ortamlarda kolayca ürüyebiliyor.Ayak mantarda bulaşıcı bir hastalıktır. Kalabalık ortamlarda yüzme havuz,spor salonları,saunalar, kuaförler gibi mantarın yayılmasına hijyen kurallarına uyulmadığında elverişli ortamlardır. Aile içi ortamda da bulaşma yaygındır. Genellikle ayak 4 ve 5’inci parmak arasında kaşıntılı kızarıklık ve pullanma ile başlar. Bazen ayak altında su toplamasına benzer kabarcıklar olarak ortaya çıkar. Mantarın tırnağa atlaması ile kalınlaşma,ufalanma ve renk değişikliği meydana getirir.Bu durumlar için mutlaka uzmanına başvurulmalıdır. Bir hastalık için önlem almak ayrı tedavi etmek ayrıdır. Mantar enfeksiyonunu oluşma koşulları bilinmektedir. Ayaklar her gün yıkanmalı mutlaka iyice kurulanmalıdır.Saç kurutma makineleri bu kurutma işleminde kullanılabilir. Çoraplar mutlaka her gün değiştirilmeli. Çoraplar teri kolayca emen ayağı nemli bırakmayan pamuklu malzemeden seçilmelidir. Ayakta bir mantar sorunu oluştuğunda uzmana danışılmalıdır. Özellikle erkekleri avlayan bir enfeksiyondur .Askerde başlar postal içinde yakalanır ayak.Nemli,karanlık ve uzun süre giyilen ayakkabılarla temizlik koşullarına uyulmadığında gelir yakalar adamı. Mantardan kurtardık kendimizi diyelim. Fakat yaşadığımız yıllar değişik ayakkabı modelleri ortaya çıkardı.Ucu uzun ve dar ayakkabılar ayak parmaklarımızı birbirinin üstüne çıkmaya zorlamak37 ŞARAP daha da geliştirip genişleterek, geleneksel olarak sürdürdü. 2009 ve 2010 yılı genç türk şaraplarının katıldığı “II. ULUSAL TÜRKİYE’NİN EN İYİ GENÇ ŞARAPLARI TADIMI” nı 19 Mart 2011 tarihinde “Istanbul Four Seasons Hotel-Beşiktaş”da gerçekleştirdi. Her ne kadar, tüketimde çok sınırlı bir artış olsa da, kalite firmalar arası rekabetin de doğmasıyla azımsanmayacak ölçüde gelişti. Şaraplarımız, uluslararası düzeyde de ilgi çekmeye başladı. Birçok üretici uluslararası yarışmalardan ödül almaya başladı. Şaraplardaki fiyat-kalite dengesi henüz tam yerine oturmasa da, kalite kavramı gelişti, restoran mönüleri zenginleşti ve hepsinden önemlisi tüketicinin şaraba bakışı değişti. Daha bilinçli tüketici, daha iyisini istemeye başladı.. Biz de geçtiğmiz ay İstanbul Four Seasons-Beşiktaş’ta Türk şaraplarının gelişimini Fransa’dan davet ettiğimiz OIV (Uluslararsı Bağ ve Şarap Ofisi) Onursal Başkanı Mr. Robert TINLOT’nun Başkanlığıyla düzenlediğimiz bir ulusal yarışmayla test ettik. “İstanbul Şarap Dostları Derneği” ilk kez geçen yıl organize ettiği “Genç Türk Şarapları Tadımı” konseptini Tadımda OIV tarafından önerilen 100 puan üzerinden kapalı(kör) tadım yöntemi benimsendi. “Şarap Üreticileri”, “Üst Düzey Otel ve Restoran Yöneticileri” ve “Basın ve Gurmeler”den oluşan 7 şer tadımcıdan oluşan tadım jürileri oluşturuldu. Şaraplar sınıflandırıldı ve tadım, kapalı olarak gerçekleştirildi Türkiye’den 22 üretici firmadan 124 şarap katıldı. 2009 ve 2010 yıllarının genç şarapları tadıldı. Bu bağlamda, Türkiye’de bir ilk gerçekleştirildi ve ilk kez Türk şarap üreticileri bu kadar geniş katılımla bir araya geldi. Sistem olarak, OIV tarafından önerilen 100 puan üzerinden pozitif puanlama uygulaması benimsendi. Tadımcılara 1520 örnek tattırılarak, konsantrasyonun olabildiğince korunması sağlandı (OIV tarafından profesyonel tadımcılara önerilen günde 40 örneğin geçilmemesi kuralını da hatırlamak yararlı olacaktır). Ayrıca, herkese yarışmadan sonra tadıma katılan şarapları etiketleri açık olarak tatma ve tanıma şansı verildi. Tadım jürisi verilen puanlara göre değerlendirme yaptı ve sonuçta şarapların aldığı madalyalar belirlendi. Katılımcılar , üreticiler , gurmeler ve gazeteci konuklar mutluydu. Şarap sohbetleri yapıldı, herkes kaptığı şarabı bir başkasına tattırarak yorumunu aldı. Türk şarapçılığı adına önemli bir adım oldu. Tadım sonunda, yaklaşık 20 yıldır Türk şarapçılığını tanıyan Mr TINLOT’nun “Türk şaraplarında çok önemli gelişme var, şaraplarınız renklenmiş ve çeşitlenmiş, artık eskiden kalma kötü fıçı tadı kaybolmuş, Avrupalı damak zevkine uyan şaraplar ortaya çıkmaya başlamış” yorumu organizasyonun bütün yorgunluğunu unutturdu. Sözün kısası, yeni nesil şarapçılığımız önemli adımlar atıyor, ancak kuşkusuz bu gelişime devlet kurumları da destek vermeli, şarabın vergi yükünü hafifletmeli ve dış pazarlara açılmamızda yardımcı olmalı. Çünkü, şarap kültürü Türkiye’nin Avrupalı yüzü… Prof.Dr.Ertan ANLI T ürkiye yaklaşık 565 000 hektar bağ alanı ile dünyanın dördüncü büyük bağ ülkesi. Ancak, üzümünün sadece % 3 kadarını şaraba işliyoruz. Şarap tüketimi ise turistler de dahil olmak üzere yılda kişi başına ancak 1 litreyi buluyor. Dolayısıyla, dünyanın endemik bitkiler bakımından en zengin bölgesi olarak kabul edilen Anadolu’muzun zengin iklim ve toprağını şarap üretimi yönüyle değerlendiremiyoruz. Başka bir ifadeyle; ülkemiz bir bağ ve üzüm ülkesi, ancak şarap ülkesi değil. Diğer yandan, olaya kültürel açıdan bakıldığında bölge Kafkaslar ve Aşağı Mezopaotamya ile birlikte bağ ve şarap kültürünün tarihteki en eski merkezlerinden biri olarak kabul ediliyor. Sümerlilerden, Hititlere, hatta bu topraklarda hüküm süren Eski Yunan ve Romalılara kadar her medeniyetin Anadolu bağ ve şarap kültüründe payı var. Zaten şarap kültürü, ancak tarih sürecinde gelişebilecek bir olgu. Bizde ise, bu kültür bir dönem sadece azınlıklarla yürüdü. Avrupa’daki gibi mutfak kültürünün içine girmedi, ticari bakımdan yeterli büyüklüğe ulaşmadı. Atatürk’le birlikte Cumhuriyet döne38 minde yerli üreticilerin önü açıldı ve adeta, Anadolu’da hapsedilmiş kültür yeniden filizlendi. Ancak uzun süre, biraz da devletçi bakışla şarap kültürü ulusal kaldı ve dış pazarlara açılamadı. Şarap kültürü uzun süre entellektüel kültürümüzün içinde yer almadı. Ülkemizin yapısı gereği, erkekler arası sohbetlerde Rakı’nın ön planda olması da şarap kültürünü geri plana itti. Son yıllarda, gerek basının bu konuya eğilmesi, gerekse yurt dışında şarap kültürünü tanıyan aydınlarımızın ilgisi Türk şarap sektörüne olumlu olarak yansıdı. Şaraplarımız çeşitlendi ve zenginleşti. Böylece, Türkiye’de şarap dünyası gelişmeye ve eski kabuğunu kırmaya başladı. Çok iyi hatırlıyorum bundan 15 yıl önce büyük restoranların bile mönüleri çok sınırlıydı. Çoğunlukla, şarabın markası ve yılı sorulmadan kırmızı şarap veya beyaz şarap istenirdi. Piyasada boy gösteren şarap aktörleri de sınırlıydı ve sadece büyük üreticiler bilinirdi. Günümüzde ise, artık üreticiler yanında tüketiciler de bilinçlenmeye ve doğru şarap seçmeye özen göstermeye başladılar. Çok sayıda butik şarap üreticisi belirdi ve Türk şarap dünya- sı hızla renklendi. Bu arada, Anadolu topraklarına özgü Emir, Narince, Öküzgözü, Boğazkere gibi yerli üzüm çeşitlerinin yanına Sauvignon Blanc, Chardonnay, Cabernet Sauvignon, Merlot, Shiraz gibi soylu yabancı çeşitler de eklendi. Teknolojik olarak da önemli yatırımlar oldu. Eskiden sadece sofralık üzüm üretim mantığıyla kurulan bağların yerini, yüksek terbiye sistemine göre kurulan, şarap üretimine uygun üzüm yetiştirmeyi amaçlayan bağ sistemleri aldı. Fransız, İtalyan, Amerikalı ve Avustralyalı bağ uzmanları ve şarap uzmanları yanında, üniversitelerden de danışmanlıklar alınmaya başlandı. Bu gelişmeler son 15 yılda şaraplarımızın kalitesini önemli ölçüde artırdı. Türkiye5.000 56 yaklaşık bağ hektar alanı N ile dünyanı dördüncü büyük bağ ülkesi 39 ŞARAP TADIM SONUÇLAR KIRMIZI 2009 ALTIN o Pamukkale Nodus Shiraz o Urlice Cabernet Sauvignon o Paşaeli Serena Cabernet Sauvignon/Merlot o Kavaklıdere Pendore Öküzgözü o Sevilen Centum Shiraz GÜMÜŞ o Turasan Seneler Öküzgözü/ Boğazkere o Doluca Kav Tuğra Öküzgözü BRONZ o Sevilen Plato Syrah/Öküzgözü o Büyülübağ Merlot o Bak Vinkara Doruk Cabarnet Sauvignon o Turasan Seneler Cabernet Sauvignon/Merlot/Syrah o Kavaklıdere Vin Art Kalaecik Karası/Shiraz o Kavaklıdere Egeo Cabernet Sauvignon KIRMIZI 2010 BRONZ o Prodom Tellus Petit Verdot Cabarnet Sauvignon o Pamukkale Anfora Shiraz o Likya Vineyards Shiraz o Yazgan Shiraz o Sevilen Plato Shiraz/Öküzgözü o Sevilen Boğazkere/Güney Öküzgözü 40 o Urla Tempus Cabernet Sauvignon/Merlot BEYAZ 2009 ALTIN o Pamukkale Nodus Chardonnay o Kavaklıdere Cote D’Avanos Narince/Chardonnay o Arcadia Sauvignon Blanc/ Sauvignon Gris BRONZ o Dimes Collection Chardonnay BEYAZ 2010 ALTIN o Doluca Sultaniye Emir o Bak Vinkara Quattro Beyaz o Bak Vinkara Doruk Narince o Umurbey Sauvignon Balanc o DLC Narince o Kavaklıdere Vin Art Narince /Chardonnay GÜMÜŞ o Bak Vinkara Doruk Sauvignon Blanc o Sevilen Plato Chardonnay o Likya Vineyards Sauvignon Blanc o Kavaklıdere Cote D’Avanos Sauvignon Blanc BRONZ o Idol Smyrna Chardonnay / Chenin Blanc o Kavaklıdere Egeo Sauvignon Blanc o Bak Vinkara Doruk Emir ROZE 2009 BRONZ o Melen Roze ROZE 2010 ALTIN o Doluca Verona o Kavaklıdere Egeo Roze GÜMÜŞ o Bak Vinkara Quattro Roze o Paşeli Çalkarası o Idol Smyrna Roze SEK AROMATİK GÜMÜŞ o Pamukkale Zarif Misket/Sultaniye o Kavaklıdere Ancyra Muscat Sek BEYAZ DÖMİ-SEK BÜYÜK ALTIN (yarışmanın en yüksek notunu alan şarap) o Urla Symposium TATLI BEYAZ GÜMÜŞ o Idol Smyrna Passito TATLI AROMATİK GÜMÜŞ o Doluca Moskado GIDA GIDA lim koşullarıyla uyumu insana tuzu vermektedir. Su buharlaşmakta ve toprakta tuz ortaya çıkmaktadır. Mısırlılar, Nil deltasına tuzlalar kurarak , tuzu, sudan ayrıştırmayı başardıklarından beri yaşamlarında değişimler görülmüştü. Besin saklama kolaylığına erişmişlerdi. Et ve balığın sıcak iklimde bozulmasının önüne geçmişler, tuzlama tekniklerini geliştirerek, mumyalama yöntemleriyle anılarını da saklamayı becermişlerdi. Akdeniz havzasında yaşayan Romalılar da et, balık, peynir, zeytin, karides tuzlayarak gündelik yaşamda keyiflerinin doruğuna çıkmışlardı .Tuzun bereketi savaş,ayaklanma gibi olayları yaratma nedeni olduğu gibi, savaş sonrası bütçe açığını tuz vergisi adıyla kapatan da gizemli bir çekiciliğe sahip Geçmişe bakıp, acaba kim buldu bunları diye sorduğumuz her şeyde, karşımıza mutlaka, Çin, Roma ve Mısır uygarlıkları çıkıyor. Kuşkusuz ki yazının bulunması ve bu uygarlıkları yaratan insanların, yaşama biçimlerinde söz etmelerinden kaynaklanıyor. Artık biliniyor ki; insanlığın yaşamın sırlarına ilişkin biriktirdiği bilgiler, milyonlarca yıldır yaşayan insanların deneyimlerinin bir sonuçudur. Yazıyla bilgisini saklamayı beceren üç uygarlık, tarih sahnesinden çekilip, yerine gelenler, yaratılan birikimleri sahiplendilerse onların da insanın birikimine katkıları oluyor. Örneğin, Mısırlı tuzu yaşamının odak noktasına getirip yaşarken, binlerce kilometre uzaktaki Çinli de aynı biçimde tuzdan yaralanıyor. M.Ö 1200’lü yıllarda Çinlilerin denizden tuz üretme becerisini geliştirdiği ve tuz ticaretinden gelir sağladığının saptandığı belgeler kütüphanelerde yer alıyor. BEYAZ ALTINDAN BEYAZ ZEHİRE. 6 gramdan çok yemek tehlikelidir diye çanlar çalınan tuz, bir zamanların beyaz altınlarından birisiydi. Romalılar atlarının ayaklarının değdiği topraklarda uygun yerlere tuzlalar kurarak, ihtiyaçlarını karşılıyorlar ve tuzlalarına değerli madenler gözüyle bakıyorlardı.Tuz ticarette para yerine kullanılmaktaydı. Romalı bir asker para yerine maaş olarak tuz almayı tercih ediyordu. Tuz kaynaklarına sahip olan zengindi. Romalılar tuzun sırrına ermişti. Antik Roma yolları, tuz, İtalya yarımadasının içlerine ulaşsın diye yapılmıştı. T arih boyunca kutsal bir yiyecekti tuz. Konukseverliğin göstergesiydi. Bugün bile kimi ülkelere devlet başkanları gittiğinde, gelen konuk devlet başkanlarına tuz ve ekmek dostluk için armağan edilmektedir. İnsanlar arası ilişkilerde dönemin koşullarına göre bir araç olmuştu tuz. Kötü ruhları, cinleri kovalayacağı düşünülmüş, umulmuştu. Tuz , savaşlara neden olmuştu. Haçlı 42 seferlerini inceleyen tarafsız araştırmacılar, kutsal toprakların haçlılar tarafından kurtarılması ve korunmasının yanında doğal tuz gölü olan Lut gölünün de ele geçirilmesi amacı olduğunu saptamışlardır.1000’li yıllarda Avrupa açlık, kıtlık ve harap durumdadır. Doğunun yaşamına ve görkemine ilişkin anlatılanlar, şövalyelerin gözlerini kamaştırmaktaydı. Şövalyeler din adına hem Ortodoksları, hem Müslümanları, hem de yahudileri kutsal topraklardan uzaklaştırmak için cihat ilan etmişlerdi. Arkalarında binlerce çapulcu, hayat kadını, katolik fraksiyonların rahipleriyle okuya üfleye birlikte yola düzülmüşlerdi. Haçlıların bu öfkeli yürüyüşünden habersiz insanlar gündelik yaşamlarını sürdürürken, Lut gölünden ve göllerden, bin bir çile içinde tuz çıkarmaya uğraşmaktaydılar. Su, güneş, toprak ve havanın ik- VERGİCİLER GELİYOR Biliyorsunuz kötü ve beceriksiz idareciler, düşündükleri ve yaptıkları birbirlerine örtüşmediği zaman doğan bütçe açığını vergi toplayarak çözerler. İşte size bir vergi kaynağı: tuz.. Neredeyse tüm krallıklar ve imparatorluklar tuz vergisi ile devlet bütçesini düzenlemeye çalışıyorlar.Vergi kaçıranlar yaşamlarını yitiriyordu. Zindanlarda işkencelerden geçirilen insanlar tuzsuz bırakılarak, büyük ıstıraplar içinde ölüme terk ediliyordu.Kadınlar iç çamaşırları içine tuz torbacıkları koyarak saklamaya niyetleniyorlar ama bedelini yaşamlarıyla ödüyorlardı. Ortaçağ ve Rönesans döneminde tuz da, şeker ve kahve gibi keyfin ve zenginliğin sembolü olmuştu. Sofraya tuz koymak asiller için bir zenginlik gösterisiydi. Bir anda çılgın bir akım durumuna gelen yeni tip mobilyalar, malikaneleri süslemeye başladığında, sofralarda, ev sahibinin yanında da büyük tuzluk denilen albenili bir tuzluk yer alıyordu. Konukların yanına ise küçük tuzluklar konuyordu. Yeni yaşam tarzı hemen kurallarını yaratıyordu; Parmakla tuza dokunmak artık büyük bir görgüsüzlüktür. Bir süre sonra yemek tabaklarında tuz koymak için yapılmış , küçük oyuklar modası başlıyordu. Avrupa’dan Amerika kıtasına giden talancılar, İnkaların tuz yataklarını ve tuzu kutsallaştırdıklarını kısa sürede anlamışlardı. Bugün kullandığımız tuzluklar, Amerikan yerlilerin tuz tanrısı figürlerinden geliştirilmiş nesnelerdir. Amerika yerlileri yerleşim merkezlerini tuza kolayca ulaşabilecekleri yerlere kurmuşlardı. İnkalar tuzun ruhunu okumuş bir halk olarak yaşmışlardı. Bu gün tuz dediğimiz tuz , bizim bildiğimiz sofra tuzu Na Cl / sodyum klorür diye adlandırılan tuz 14 bin çeşit tuzun içinde bir tanesidir. Şimdilerde öcü olan tuz, şöyle panik yapmadan düşündüğümüzde, mucizeler yaratan bir doğa ürünüdür. Bilimsel araştırmalar derinleştirildikçe tuzun yararları ve zararları belirginleşmeye , berraklaşmaya başlamıştır ki aslında bilinmez olan tehlikelidir. Biz istesek de istemesek de tuz o denli bizimle beraber yaşamaktadır. Gövdemizde 250 gram yani 4-5 tuzluk dolusu tuz taşırız. Ki gövdemizin ısı ve su ayarını yapılabilsin diye. Şimdi bir soluklanmamız gerekir.Mucize olarak söz ettiğimiz tuz doğal tuzdur.Rafine edilmiş,sanayi ürünü olan tuz değildir.Doğal tuz 84 adet mineral içermektedir.Sihirli bir maddedir. DİKKAT : TUZ BAĞIMLILIK YAPAR ! Azı karar ,çoğu zarar olan tuz için İngiliz Gıda Standartları Kurumu ilgi43 GIDA mizi çekecek bir uyarı yapıyor: Dikkat ! tuz bağımlılık yapar. Biliyorsunuz bağımlılık psikolojik bir durum. Zararı biline biline kullanılan her şey bağımlılık yapan alışkanlık olarak tanımlandırılıyor. Çocukluk çağında başlıyor tuza bağımlılık. Aşırı tuz tüketiminin vücut içi sıvı dengesini bozması nedeni ile yüksek tansiyona yol açtığını biliyoruz. Böbrekler tarafından süzülen su, sıvı gibi şeyler tuzun vücuttan atılmasına olanak sağlıyor. Böbreklerde sorun varsa , tehlike o zaman başlıyor. Vücutta biriken sodyum ( Na) yüzde, bacaklarda, ayaklarımızda şişmelere neden oluyor. Ödem denilen şişkinlik sodyumun vücutta birikmesi ile oluşuyor. Damarda sıvı miktarının artması kan basıncını yükselmesine, kan basıncını yükselmesi de damar hastalıkları, kalp ve böbrek sorunlarının doğmasına yol açan basmakları oluşturuyor. Tuz ,yemeklerde lezzeti artırmanın doyumsuz tadı.Alıştığımız tadı bırakacak mıyız ? Peki bizim için tehlikeliyse yerini koyacaklarımız ne? Hiçbir şeyin tadı alıştığımız, beğenimize uygun olanın tadını tutmaz ama inadı bırakıp tuz yerine, maydanoz, nane, kekik, dereotu, fesleğen, limon, sirke denenebilir. En azında, çok rafine tuz tüketimi nedeni ile idrar yolu ile kalsiyum atımı dengesini sağlamaya çalışırız. Kalsiyum atımı 40 yaşlardan sonra kadın ve erkekte kemik erimesine neden olmakta, iskeletin düzenini ileri yaşlara doğru bozmaktadır. O zaman önlem almalıyız. Artık yemeklerde tuzu ölçülü kullanmanın yetmediğini biliyoruz. Çünkü masamıza turşu, konserve, keççap, hazır soslardan birisi konmuştur. Ayırtında olamadan hazır gıdalardan günde aldığımız tuz miktarı 12-20 gram düzeyinde tahmin ediliyor. Uzmanlar, elimizi tuza uzanırken, kullanmamız gereken tuz miktarını 6 gram diye fısıldıyorlar kulağımıza. Hazır gıdalarda tuz giderek yerini koruyucu diye adlandırılan yeni tip kimyasallara bırakmışlardır ki bu tuzdan daha tehlikeli bir maddedir. İnsanın yerleşik düzene geçmesi, besinlerini saklayabilmesi ile başlayan beslenme zinciri sağlamanın kolaylaşması, yaşam kalitesi ve süresini uzatan, kültürel gelişimine hız veren faktörlerdendir. İnsanın gelişiminde beslenme, barınma , giyinme sorunlarının çözüme ulaşması ,üreme ve düşünsel gelişimini sağlamıştır. Yaşam süresi uzamış, dünya nüfusu artmıştır.19 yüzyıla dek tuz besin saklama yöntemi olarak kullanılırken, Fransız bilim adamı Leblanc’ın çalışmaları o güne dek büyücü, simyacı ve Arap alimlerinin kısıtlı deneyimleri ile yapılan madde dönüştürme çabaları sanayinin gelişiminde olağanüstü bir kapı açmıştır. 6 GRAM TUZ YETER Mİ ! Peki 6 gramı aşan kullanımlarda bu denli tehlikeli olan, tuzun , hiç mi yararı yoktur! Bu denli tehlikeli ve bağımlılık yapan, beyaz altından beyaz zehire dönüşen, yüzlerce yıl insanların peşinde koştuğu tuzun büyüsü nedir. Tuzlalar kurmuşlar, kurumuş iç denizlerde boğucu sıcaklıklarda tuz üretmeye çalışmışlardır, kayaların içinde aramışlardır Askere, memura maaşını tuzla vermişler.Tuzu, dericilikte,besicilikte,su yumuşatma , kireç çözme işlemlerinde,buz tutan yollarda,sabun üretiminde,konservecilikte,turşu yapımında,peynir,zeytin,meyve suyu yapımında, pasta, şekerleme, kekbisküvi, dondurma, kimya sanayinde aklımıza gelen gelmeyen yaşamımızda yer alan bir çok şeyde tuz kullanmışlardır. Cilt güzelliğine ulaşmakta elimiz tuzun 14 bin çeşidinden birine uzanıyor. 6 gram tuz kullanacağız derken, yine de dikkatli olmak gerekiyor. Fazla tuz tehlikelidir biliniyor ya vücutta tuz oranı düşükse, bakın insanı neler bekliyor. Baş ağrısı, hafif bir sersemlik, denge kaybı, mide bulantısı, uzun süre tuzsuz kalmaksa ölüme neden oluyor. Tuz, insan vücudunun önemli bir parçası çünkü. Tuzu merkezlere taşımak için her yolu Roma’ya çıkaran Romalılar, günde 25 gram tuz tüketiyorlarmış. Sofralarında tuz olmayışı demek düşmanca bir eylemin başlangıcı demekmiş. Tuz anlaşmanın,dostluğun, barışın simgesi olarak sofralarında yer almaktaymış.Yeni evliler odalarının dört köşesine tuz serperek yaşamlarına mutlu başlamak isteklerindeymişler.Tuzun bir gizemi olduğu aşikar. TUZ DOĞAL ANTİDEPRESANDIR! Belki de bu gizemin bir parçasını, Iowa Üniversitesi psikologları yaptıkları araştırmada , tuzun doğal bir anti depresan olduğunu saptayarak çöz- 44 müşlerdir. Iowa Üniversitesi, dünyanın en büyük tuz üretici ülkede kurulu olduğunu farkındır büyük ihtimalle. Yine de hak vermek gerekir, vücudumuzdaki tuz dengesinin sarsılması sonuçu yaşanabilecekler ortada. Bir yandan da ABD ‘deki göz kamaştıran üretime dikkat etmek gerekir yılda 40 milyon ton tuz . Türkiye ‘de ne kadar üretiliyor derseniz 2 milyon ton civarında , ABD tuz üretiminde 1 trilyon dolar kazanmaktadır .Bu tuzun % 8 gıda sektöründe, % 51 yolların buzlardan arındırılmasında kullanılmaktadır. Dünyada üretilen (Na-cl) tuzun % 93 sanayi amaçlı kullanılmaktadır. Yani sodyum klorid olarak üretilen sanayi tuzunun sodalar, çamaşır suları, vernik, cila, plastik yapımı, PVC yapımı gibi sentetik her şeyin üretiminde yer aldığını görürüz .Eline ,cildine, gözüne değmesin, çocuklardan uzak tutun uyarlarının yer aldığı sayısız malzeme yaşamımızın içinde.Oysa doğal tuzun vücuttan asit uzaklaştırarak kanser önleyici özelliği var. Su ve tuzdan oluşan serumun bize yaralı var. Şimdiki sorumuz hangi tuz bize yararlı. Soruya yanıt aramak bile özelilikle biraz titiz anneler için depresyon nedenlerinden birisi. En iyisi biz tuzlu ya da sodalı ayran içerek ruhumuzun sesini dinleyip , depresyonumuz ne alemde ölçelim. Depresyonun omzumuza yüklediği, bezginlik, hiç bir şey yapamama ve genel isteksizliğimizden kurtulmanın yollarından birisini de doğal ilaç olarak önerilen tuzda arayalım. Fakat ne yana dönersek dönelim rafine ürünler yaşamımızı kuşatmış. Tuz zararlı mı yaralı mı derseniz, her şey kendi elimizde. Bağımlılıklarımızdan kurtulup, ihtiyaçların, doğanın sesini dinlemekte. Bilim, doğanın ürünü olan insanın, doğadan ne denli yaralanabileceğinin ip uçlarını vermektedir. Karar sizin. Ayşecan RENDA SPOR SPOR HAKKI KAPTAN BAKIŞLARIYLA SEYİRCİYİ UYARIR “BİZ FUTBOL TERBİYESİNİ HAKKI KAPTAN’DAN ALDIK!“ H alıcıoğlu sahasında ,dönemin güçlü ekibi Bozkurt futbol takımı, takviye edilmiş kadrosunu denemek için Karagümrük’le maç almıştır.Takımlar sahaya çıkmış ve ısınma hareketlerine başlamıştır. Karagümrük takım kaptanı Sabahattin gergin bir biçimde yöneticilerle tartışmaktadır. Hakem sahaya çıkar, takımlar dizilişlerini yaparlar. Oyun başlar. Tam o sırada seyircilerden birisi bağırır;Geliyor. Balat yönünden bir sandal gelmektedir. Uzaktan görüldüğü kadarıyla bir genç adam hızlı hızlı soyunmaktadır. Seyirciler maçı bırakıp sahile doğru koşarlar.Vodinalı Hakkı sahile çıkar alkışlar arasında sahaya doğru koşar. Kaptan Sabahattin’le göz göze gelirler. Kaptan geç gelen Hakkı’ya kızdığı için onu oyuna almaz. Karagümrük ilk yarıda zorlanır. İkinci yarı başlarken, Sabahattin kaptanın Hakkı’yı affettiği görülür.Genç Hakkı, kaptanına, performansı ve attığı 6 golle kendini bir kez daha affettirir. bulur. Şeref bey Beşiktaş formasını Hakkı’ya uzatır. Hakkı şaşkın, tedirgin askeri öğrenci olduğunu sivil takımda oynamasının imkansız olduğunu söyler. Şeref bey , sakin ben komutanınla konuşurum şimdi der.Fakat hala Şeref beyin okul komutanı ile nasıl konuştuğu bilinememektedir. Hakkı’yı formayı giydirip sahaya çıkarırlar. İlk yarı Beşiktaş’ın as oyuncuları takıma yeni giren çocuğa pas vermekte tereddüt ederler . Fakat topu aldığı zaman yaptığı hareketlerden dolayı kanları ısınır. İkinci yarı Hakkı’ya verilen paslar çoğalmıştır. Maç sonrası Şeref bey,Hakkı’yı yanına çağırır.Hakkı rü- HAKKI DİYE BİR GENÇ Hakkı isimli genç bir askeri okul öğrencisi var diye yayılan söylentiler yetenek avcısı klüp yöneticilerinin kulağına gitmiştir. Fenerbahçeli Zeki Rıza Sporel , Hakkı’yı Fenerbahçe’ye kazandırmak için Karagümrük yöneticileri ile temasa geçmeliyiz demektedir. Ne var ki Beşiktaşlı Şeref bey, Halıcıoğlu askeri lisesi öğrencisi Hakkı’nın peşine Fehmi Erok ve Abdullah Kozanoğlu beyleri takmış tüm maçlarını izlemiştir. Karar verilmiştir ve denemek üzere,1930 yılında yabancı bir takımla oynayacakları maçta Hakkı’yı oynatacaklardır. Hakkı’nın okul arkadaşı Hayri bu işin içinde yer almaktadır ve Hakkı’yı Taksim gezisine getirmeye gönüllüdür. Hakkı’ya Taksim gezisindeki maça gitmeyi önerir. Hakkı paraları olmadığı için nasıl gideceklerini sorar. Hayri’nin gözlerinde hallttim bakışı vardır..Stada giderler.Hakkı biranda kendisini Beşiktaş Başkanı Şeref beyin önünde 46 yadadır.’ Seni Askeri okuldan alacağız.Tazminatını ödeyeceğiz.’ Şeref bey konuştukça Hakkı şaşkın. Düşünmek ve danışmak istediğini söyleyebilir ancak. Harp okulda futbol oynayan Abisi Muhtar beye danışır. Abisi biz askeriz sen bari sivil ol der.İzin çıkar. Beşiktaş Hakkı’nın tazminatını ödeyerek, Hakkı’yı kadrosuna katar. Fenerbahçe bu gelişmelerden habersiz, Hakkı’yı almak için Karagümrük yollarına düşmüştür. BEŞİKTAŞ’A DOĞRU YOL ALIRKEN 1910 yılında Vodina’da doğan Hakkı ,babası Binbaşı Nedim Mehmet beyin 1914 yılında Çanakkale’de şehit düşmesiyle aile kararı sonucu asker olmak ister.Ülkenin içinde bulunduğu durum içler acısıdır.Osmanlı imparatorluğu parçalanmaktadır.O zamanların küresel gücü İngilizler, çizdikleri haritaları, Ortadoğu coğrafyasında yaşayan insanlara kabul ettirmek için, ilkin, Osmanlının parçalanması gerekliliğini dünyaya duyurmuşlardır. Bu ilandan sonra yüzlerce yıl birlikte yaşayan insanlar birbirinin düşmanı olacaklardır. İngiliz’in yeni dünya düzeni dayatması, Hakkı’nın babasını ve binlerce insanın eşini, oğlunu, kızını,vatanını,evlerini, hayallerini, aklını yitirmesine neden olur.Bugün,o coğrafya bir başka haritanın kabulüne zorlanan insanların çaresizliğini yaşamaktadır. Askeri okul öğrencileri Muhtar ve Nuri beylerin izinden gidecektir Hakkı.İstanbul’a gelen işgal kuvvetleri takımlarıyla yapılan maçlar direniş meşalesi gibidir. Hakkı , abisi Harp okulu öğrencisi Muhtar beyden futbol oynamanın temel eğitimini almaktadır.Topa vurma, koşma,vücut geliştirme, disiplinli çalışma ki Muhtar bey , Harp okulu takımında santraf oynamasına karşın, diğer spor dallarında da uğraşmaktadır. Hakkı, Muratpaşa mahallesinde sokak futboluyla yeteneklerini pişirip, Halıcıoğlu askeri lisesinde öğrenimini sürdürürken ,okul takımının değişmez sağ iç oyuncusu olmuştur.Beşiktaş işte o anda devreye girip, Hakkı’yı kara kartalın kanatları altına almıştır. Hakkı’nın Cağaloğlu İnkılap Lisesi ve hukuk fakültesinde öğrenimi sürdüreceği ve Baba Hakkı olma yoluna gireceği yaşantısının virajları başlar. Vodinalı Hakkı bir zaman sonra Kaptan Hakkı olur.Yalnızca kendi takımının değil rakip takımların da Kaptan Hakkı’sıdır. Ayrıca hakemlerin de. Nasıl mı ? Vodinalı Hakkı’dan , Baba Hakkı’ya giden yolda biz de Hakkı babayla birlikte yaşayanların anılarıyla dolaşalım. Fenerbahçe – Beşiktaş şampiyonluk için son maça çıkıyorlar. Fenerbahçe yenerse , Beşiktaş berabere kalırsa şampiyon olacak . Beşiktaş kontrollü bir oyun sürdürmek istiyor. Fenerbahçe atak olmak zorunda. Fenerbahçe atak olmanın karşılığını alıyor;1-0 öne geçiyor. Bu kez Fenerbahçe kontrollü, Beşiktaş atak oynamaya çalışıyor. Hakkı kaptan ceza çizgisi yayından köşeyi buluyor. Ağlar çürük olduğu için hakem Necdet Gezen golü göremiyor. Aut kararı veriyor. İtirazlar para etmiyor. Çaresiz oyuna devam ediliyor. Hakem itirazların etkisinde kalmış, tedirgin maçın sonlarına doğru Beşiktaş golünü atınca o da rahatlıyor. Yine aynı Hakem Necdet Gezen ( Müjdat Gezenin babası) Beşiktaş -Karagümrük maçını yönetiyor.Talihsizliğin ölçüsü yok. Beşiktaş akınında karambolde top köşeden ağlara , ağlardan dışarı çıkıyor .Necdet bey aut diyor saha karışıyor , seyirciler acımasız , protestolar şiddetli. Oyun başlıyor. Beşiktaş golünü atıp maçı alıyor. Seyircilerin hakeme karşı olan öfkesi bitmemiş,durum kritik.Hakkı kaptan yan hakeme , Necdet beyi yanına getirmesini fısıldıyor. Orta Hakem Necdet bey, Hakkı kaptanın yanında, büyük bir öfke nöbeti geçiren seyircilerin iğneli bakışları arasında stadyumdan ayrılıyor. Baba Hakkı maçlarda, seyirci, hakeme ve rakip takıma yönelik taşkınlık yapmaya başladığında tribünlere gelip, elini beline koyarak bir süre seyirciye kaşlarını çatıp bakıyor. Seyirci, Baba Hakkı’nın bakışlarından tepkisinin aşırılığını ölçüp susuyor.Ya da Baba Hakkı seyirciye sesleniyor; ‘Maçı adam gibi izleyin ya da dışarı çıkın.’ Tribün amigoları Hakkı Baba’nın ses tonundan ve bakışlarından sınırlarını öğreniyorlar. Baba Hakkı kendi takımının oyuncularına da öğretiyor rakip takımın oyuncuların da. İşte Çoşkun Özarı’nın anısı. Genç Çoşkun Özarı Galatasaray formasıyla ilk çıktığı Beşiktaş maçında kafayla güzel bir gol atıyor. Hakkı kaptan ‘Hey çocuk buraya gel’ diye çağırıyor. Çoşkun koşup rakip takım kaptanının elini öpüyor.’ Buyur kaptan’. Kaptan Çoşkun’un yanağını okşuyor,sonra kendi takına dönüp’ bu çocuk ilerde büyük futbolcu olacak dikkat edin,sakın ona tekme atmayın’ diye uyarıyor. Hakkı kaptan futbolu güzel oynayan futbolcu rakip takımda da olsa beğenisini anında ileten, ona moral katan bir sporcu. Fenerbahçe’nin ünlü santrforlarından Suphi Ural harika oynadığı bir maçta, Beşiktaş’a bir de gol atıyor. Hakkı kaptan hiç tereddüt etmeden Suphi’yi çağırıyor ‘ gel buraya çocuk ‘. Suphi utana sıkıla ,’buyurun efendim’ diyor.Hakkı kaptan ‘aferin.Golün çok güzeldi tebrik ederim evladım’ diye beğenisini ortaya koyuyor.Genç bir golcü için rakip takım kaptanının maç içinde , gol anındaki övgüsü bulunmaz bir onur olmalı. Sporun rakip takımla yapılacağını içselleştirmiş bir sporcu Kaptan. Çamur deryası içinde oynanan bir Fenerbahçe maçında 2-0 önde maç akarken, Fenerbahçe kaptanının kulağına; fısıldıyor’ bu maç çok zevksiz geçiyor arkadaşlara söyle de biraz maça asılsınlar’. Oynadığı oyundan zevk almak ve vermek isteyen bir mücadelecidir Kaptan. Ankara’da Beşiktaş’ın Harp okulu maçı. Harp okulu takımı, asker futbolcular nedeniyle çok güçlü bir takım. Maçta ilk yarı bireysel hatalar nedeni ile Beşiktaş 3-0 yenik . Soyunma odasında Hakkı’nın gür sesi duyuluyor.’Eğer bu maçta yenilirsek, tren biletlerinizi yırtarım, Ankara’dan yürüyerek dönersiniz’ diyor. Sonra galibiyet için neler yapmalarını gerektiğini kararlaştırıyorlar. İkinci yarı güçlü Harbiye’yi 6-3 yeniyorlar. BİZ FUTBOL TERBİYESİNİ HAKKI KAPTANDAN ALDIK Galatasaray’ın ünlü futbolcularından Reha Eken ‘ biz futbol terbiyesini Hakkı kaptandan aldık.Yıllar önce Beşiktaş’la bir maçımız vardı.İngiliz hocamız bana Baba Hakkı’yı sinirlendirme görevi vermişti.Maçtan sonra 9 ay boyunca peşinde koştum beni afetsin diye.Olimpiakosla maçımız vardı. Hakkı kaptan da gelmişti.Özür diledim. Sarıldı .Bize futbol dersi verdi .Oysa biz rakiptik.’ İngiliz hoca, Hakkı kaptanın, süratli,, kıvrak sağ ve sol ayağını kullanarak top süren,ince çalımlarla rakibini dağıtan ve Galatasaray’a her maçta gol atan İngiliz stili oynayan bir oyuncu olduğunu biliyor, durdurmak zorunda. Kaptan, Galatasaray’a 30 gol atmış.Fenerbahçe’ye 32 gol.439 maça çıkmış 387 gol atmış.İngiliz geçici görevle gelmiş kırıp döküp gidecek. Küfür ettirecek,tekme attıracak.Fakat onun anlamadığı bir şey var. Onu da kendi oyuncusu Reha Eken anlatmış ; ‘ biz futbol terbiyesini Baba Hakkı’dan öğrendik’. Baba Hakkı yalnızca kendi kuşağını değil, sonraki kuşakları da etkilemiş. İstanbul o zamanlar küçük bir şehir. Nerdeyse herkes birbirini tanıyor.Baba Hakkı,Galatasaraylı Metin‘in,Fenerbahçeli Lefter’in ve daha birçok futbolcunun davranış ve ahlak öğretmeni . Birlikte futbol oynarken öğreniyorlar. Faulle gol atan kendi oyuncusuna böyle atacaksan atma daha iyi diyebilen kaptanın,söyledikleri kulaktan kulağa yayılıyor. Mücadele etmeden, yenilgiyi kabul eden oyuncularını sahada kovalayan ustadan, işe saygının önemini öğreniyorlar. Rakip takıma hakaret edilmemesini gerektiğini seyirci öğreniyor. Vodinalı Hakkı,askeri öğrenci Hakkı, Kaptan Hakkı, Baba Hakkı,antrenör,yönetici ve efsane Hakkı olarak yaşamımıza renk katarak anılarımız arasında yerini alıp 1989 yılında bizden ayrılıyor. Geçmişte kalmış bu insanların yarattığı değerler, zamane futbolcularının, kaçaklılık, uyuşturucu ticareti, bahisçilik, at yarışçılığı, inşaat yolsuzluğu ve daha bilemediğimiz ilişkileri içinden bakıldığında; inanılması çok zor bir tarz olarak anılarımızda yer alıyor. Taner GÜREL Sosyolog 47 FOTOĞRAF FOTOĞRAF MAVİ BAŞTANKARA bölümdür. Fotoğrafçılığın zor dallarından biridir. Sabır ve süreklilik gerektirir. Konumuz sürekli hareketli olduğu için, güzel ve doğru fotoğraf için gerekli olan ayar, düzenlemeleri çok kısa anlarda yapabilmeyi, reflekslerimizi uygun şekillerde kontrol edebilmeyi gerektirir. ŞAHİN Kuş fotoğrafçılığı için ihtiyaçlarımız; bilgi, ekipman, sürekliliktir. Pencereme Kuş Kondu Penceremize konar; görürüz sevincimiz, pırrrr diye uçar gider hüznümüz olur ya. Günlük yaşamımızda her gün onlarcasıyla karşılaşırız, telaşımızla farkına varırız ya da varmayız ya. Yüreğimizin pırpırı serçelerimiz, özgürlüklerimizin ele avuca sığmazı martılarımız, budala kargalarımız, taklabaz güvercinlerimiz… Kuşlarımız, bizim kuşlarımız. K uşlarımızla ne kadar zenginiz bir bilsek. Ülke olarak dünya doğa birikim potasında ne değerlerimiz varsa sahiplenebilsek. Bu değerleri korumanın, yarınlara taşıyabilmenin ne kadar önemli bir iş olduğunu bir kavrayabilsek... inceleme sonucu öğrendim ki. Ülkemiz önemli bir kuş cenneti. Avrupa’da toplam kuş türü sayısı 556. Bunun 319 u ülkemizde de yaşıyor. 32 tür ise sadece ülkemizde ürüyor. Ve biz tür çeşitliliği sıralamasında Avrupa’da birinciyiz. Alparslan Ünal’ın “Türkiye’nin Kuşları” Fotoğraf Sunumu’nu izleyinceye kadar doğrusu benim de çok üzerinde düşünmediğim şeydi kuşlarımız. İyi bir durum, ülke olarak birinciyiz. Öğünecegimiz, sahip çıkıp, korumamız gereken bir birincilik. Ne büyük bir yabancılaşma değil mi? Her gün penceremizin kenarlarında dolaşan, günlük yaşamımızın anlarında bile 3-4 türüyle karşı karşıya kaldığımız bu güzelliklerin, kuşlarımızın farkında bile olmadan yaşıyoruz. Sadece kuşlar için değil bütün güzelliklerimizin farkına vararak yaşamanın tadına varmak, keyfini çıkarmak ne güzel şey. Sunumu izledikten sonra, yaptığım 48 Ne yazık ki bu birincilik bizim emek vererek elde ettiğimiz bir şey değil. Bu böyle olduğu için böyle. Yaşadığımız topraklar ve coğrafya geçmişinden bu günlere bunu taşıyabildiği için böyle. Bu coğrafyanın zenginliğinden dolayı bu böyle. Şimdiki durumumuz ise kötü. Ölçülebilir ve izlenebilir araştırma sonuçlarına göre ülkemizde ki kuş popülâsyonunun yüzde 54’e yakını geçen 10 yılda ciddi oranda azaldı. Bu azalış Türkiye’yi, kuş sayısındaki azalış görülen ülkeler sıralamasında ilk sıraya getirdi. Garip değil mi? Kuş zenginliğinde de birinciyiz. Bu zenginliği kaybetme hızında da birinciyiz. Alparslan Ünal bu kadar önemli bir konuyu ele almış fotoğraf çalışmalarında. Şimdiye kadar 150’yi aşkın kuş türünü fotoğraflamış. Hedefi tüm türleri tamamlamak. Bunun için yoğun bir çaba içinde ve kuş göç hareketlerini, uğrak yerlerini sürekli izliyor. FIAP Fotoğraf Sanatı Uluslararası Federasyonu; doğal bir yaşam alanı içindeki canlı, evcil olmayan hayvanların ve tarımsal olarak yetiştirilmeyen bitkilerin, jeolojik oluşumların ve böceklerden buzdağlarına kadar, doğal sürecin bütün çeşitliliğinin fotoğraflarını, doğa fotoğrafı olarak tanımlıyor. Kuş Fotoğrafçılığı ise bu genel tanımın içinde kuş gözlemleyen özel bir Kuş fotoğrafı çekimlerinde dikkat edilmesi gereken kurallar vardır. Bunların başında kuşları rahatsız etmemek gelir. Kuşların yaşam alanlarına girilmemelidir. Yumurta veya yuva malzemeleri alınmamalıdır. Fotoğraf çekilen bölgeden ayrılırken, bölgeye ait olmayan şeyler orada bırakılmamalıdır. Yemleme ya da sesle aldatma yapılmamalıdır. Bizi; fotoğrafını çekeceğimiz kuş türü mü önemli bizim çekeceğimiz fotoğraf mı önemli sorusuyla karşı karşıya bırakan her durumda tercihimiz mutlaka kuştan yana olmalıdır. Özellikle nadir bulunan, soyu tehdit altında olan türlerde bu titizliğimiz en üst seviyelerde olmalıdır. Kuşlara gerekli şekil ve şartlarda yaklaşabilmenin, en uygun anlarını yakalayabilmenin temel koşulu da kuşlar hakkında genel, fotoğraflanan kuş hakkında da özel bilgilere sahip olmaktan geçer. Bu ise sürekli araştırmayı, bilgilenmeyi, doğa değişimlerini takip etmeyi gerekli kılar. Bilgi bize, fotoğraf çekimi için bulunduğumuz ekolojik ortamı, fotoğrafını çekeceğimiz kuşu koruma, kollama için de gereklidir. Bilgisiz yaklaşımlar istemediğimiz sonuçlara neden olabilir. Bilmeliyiz ki hassas yaşam biçimlerinin, ortamların ve ilişkilerin içerisinde olacağız ve buna zarar vermememiz gereklidir. Kuş türüne veya bölgeye yönelik yerel, ulusal, uluslararası koruma koşulları varsa, mutlaka bunlara uyulmalıdır. İsteniyorsa gerekli izinler alınmalı, belirlenmiş patika, yol, güzergâhlar varsa buna uygun hareket edilmelidir. GÖK KUZGUN KARABATAK Bir sürü yerde tabelalar vardır ya,”Nasıl buldu isen öyle bırak.” bölgede bu hassasiyetle dolaşılmalı, olabilecek her türlü yaşam faaliyetimiz dikkatli ve gereklilik düzeyinde gerçekleştirilmelidir. Çok çok gerekli değilse vazgeçilmelidir. Geçici barınaksız, sıcak kahvesiz, yiyeceksiz kalmak göze alınabilmelidir. Gelecek nesillere miras, belgeleme amaçlı fotoğraf çalışmalarımızın, amacımıza hizmet ederken, titizlendi49 FOTOĞRAF KIZIL KIRLANGIÇ ğimiz ekolojik ortamların bozulmasına neden olmasını hangimiz isteriz ki? Hep bu titizlikle, hassasiyetle zamanlar geçirmeyi öğrenmeliyiz. Kuş fotoğrafçıları yağmurlu, karlı, çamurlu her türlü doğa koşulunda fotoğraf çekmeyi göze alabilmelidirler. Onun için de toza ve bu koşullara hassasiyeti az, dayanıklı makine gövdemizin olması gerekli. Gövdenin DSLR veya SLR olmasında fayda vardır. Kuşlara gerektiği kadar yaklaşabilme için mutlaka teleobjektiflere ihtiyacımız olacaktır. 200 mm üstü bütün objektifler işimize yarayabilir. Alacağımız objektifin diyafram açıklığının iyi olmasında yarar vardır. f 2.8 Diyafram tercih nedenidir. KIZILGERDAN Elbette ki fotoğraflarımız net olsun isteriz. Kuşlar da çoğu zaman yerlerinde durmazlar. O zaman bize Monopod veya Tripod gerekecektir. Bunların işe yaramayacağı koşullarda kullanılmak üzere yanımızda destek kum torbaları bulundurmakta yarar vardır. Çok kullanır mıyız bilmiyorum ama yanımızda bir flaş ve flaş ışığınızı kontrol etmemizi sağlayacak ekipmanlarımız bulunsun. Işık koşullarını zorlayabilmek adına asa değerlerinizi yükseltebileceğiniz bir gövde zaman zaman işimize yarayabilir. Uzun süreli fotoğraf çekimleri için kablo deklanşörümüz ya da uzaktan kumandamız mutlaka olmalıdır. Makinemizin deklanşör sesinin olmaması tercih nedenidir. ARI KUŞU Kuş fotoğrafçılığı zor bir iş. Sabır, özveri, dayanıklılık gerektiriyor. Buna ilgi duyabiliriz, yaparız yapmayız buraya kadar çok önemli değil. Ya da önemi sadece kendimizle ilgili. Ama Kuş fotoğrafçılığı çalışmalarının izlenmesi, desteklenmesi, teşvik edilmesi çok önemli. Alparslan Ünal’ı bir kez daha kutluyorum. Kuşlarımız, bizim kuşlarımız. Birlikte yaşayalım. Keyfini çıkaralım. Baytekin Kara [email protected] Fotoğraflar: Alparslan Ünal 50 İPUÇLARI İPUÇLARI da kendimizi suçlamaktan daha çok, müşterisini “bilinçli bir şekilde yanıltan” firmaya karşı haklarımızı aramak en doğru yöntemdir. Zira her üretici ve satıcının müşterisilerini doğru bir şekilde bilgilendirip, satmış olduğu ürünü zamanında ve sağlam olarak teslim etmek gibi bir sorumluluğu vardır. Bir malın üretiminden satışına kadar olan süreçlerde hatalı bir işlem yapılması mümkündür. Önemli olan, firmanın sattığı mala sahip çıkmasıdır. Bu nedenle tüm tüketicilere en önemli tavsiyemiz: alışverişlerini “müşteri odaklı” davranan firmalardan yapmalarıdır. Bu yapıdaki firmalar hızlı bir şekilde hatalarını telafi eder ve müşteri mağduriyetine yol açmazlar. Günümüz iletişim dünyasında hangi firmaların müşteri odaklı, hangilerinin ise tersi bir yaklaşım sergilediğini birkaç dakikalık bir internet araştırması ile öğrenmek mümkündür. Bu kapsamda alacağımız ürüne karar verdikten sonra, o ürünü satan firmanın web sitesini ziyaret ederek, firmanın bir tüketici şikayet merkezinin olup olmadığını araştırmak ve gerekirse belirtilen telefonları arayıp bilgi almak en doğru yöntem olacaktır. Tüketici Haklarınızın Farkında Olmak Hakkımızı Nasıl arayacağız? Alışverişi yaptıktan sonra eve döndüğümüzde, aldığımız malın tam da istediğimiz ürün olmadığını ya da bütünüyle hatalı olduğunu anladığımız anda, bir dizi girişimde bulunmak gerekebilir. Eğer haklı olduğumuza inanıyor ve firmanın yapmış olduğu işlem ya da satış ile ilgili olarak bizi yanıltmış olduğu konusunda kuşkumuz yok ise; aşağıdaki adımları atarak hakkımızı arayabiliriz. Firmaya Bildirim İlk adım aolarak satın aldığımız ürün ya da hizmeti sunan firmanın genel merkezini arayıp sorunu iletmek gerekir. Eğer firma tüketici taleplerine duyarlı bir davranış sergiliyorsa sorunu da çözecektir. Böyle bir konuda talebimizi iletmek için firmanın web sitesinden şikayetimizi iletebileceğimiz bir telefon, e-mail, faks veya adres olup olmadığını sorgulamalıyız. Firmanın böyle bir hizmeti var ise; şikayetimizi iletip çözüm bulmalarını talep edebiliriz. Müşteri odaklı düşünen ve davranan bir firma, haklı müşteri talebini mutlaka dikkate alır ve çözüm üretir. Zira, günümüz zor rekabet şartlarında müşteriyi uzun vadede kazanmanın en etkin yolunun, müşteri ihtiyaç ve beklentilerini karşılamaktan geçtiğini bilir. Şikayet Sitelerine Bildirim Tüketicilerin şikayetlerini bildirmek ve çözüme kavuşmasını sağlamak için başvurabilecekleri en etkili mecralardan biri de internettir. Bu süreçte tüketicilerin öncelikli olarak ilgili firmanın web sitesinden şikayetlerini bildirip bildirmeyeceklerine bakmasında fayda bulunmaktadır. Eğer firmanın web sitesinden böyle bir imkan var ise; öncelikli olarak o adresten başvuruda bulunmak faydalı olacaktır. Firmadan cevap alınamaması ya da böyle bir imkanın bulunmaması durumunda ise en etkili şikayet bildirim platformu olanwww.sikayetvar.com sitesine üye olarak şikayet iletilmesi sağlanabilir. Bu site Türkiye’deki en etkili şikayet bildirim ve çözüm platformlarından birisidir. Siteye yazılan şikayetler, tüketici adına ilgili firmaya bildirilmekte, firmalar da isimlerinin bu sitede olumsuz olarak yer almasını arzu etmedikleri için, çoğu kez çoğu kez müşterilerine olumlu bir yaklaşım ile geri dönüş yapmaktadırlar. Tüketici Sorunları Hakem Heyetlerine Bildirim Tüketiciler yukarıda belirtmiş olduğumuz yöntemler ile şikayetlerine çözüm bulamaz ise; haklarını yasal yollardan aramak yoluna başvurmaları gerkekmektedir. Hakem Heyetleri her türden müşteri şikayetinin değelendirildiği yasal merciler olup, tüketici ile ilgili ve satın alınan mal veya hizmetin ayıplı olmasından kaynaklanan uyuşmazlıklara bakmakla görevli ve yetkilidir. Bu heyetler illerde Sanayi ve Ticaret Müdürlüğü, ilçelerde ise Kaymakamlık binalarındadır. Hakem Heyetlerine şikayet konusu anlatan dilekçe ile birlikte garanti belgesi, fatura, fiş, servis fişi, banka dekontu vb belgeler ile bizzat başvuru yapılmalıdır. Dilekçede satın alınan mal veya hizmetin özellikleri, mal veya hizmet için ne kadar para ödendiğini, servise verilmiş ise serviste geçen süreyi ve ne yapıldığını, satıcıya veya sağlayıcıya sorunun iletilip iletilmediğinin ve en önemlisi de, seçimlik haklarından hangisinin kullanılacağı ayrıntılı olarak yazılmalıdır. Türkiye’de tüketici haklarını korumak üzere son derece kapsamlı yasal düzenlemeler bulunmaktadır. Bilinçli bir tüketici gibi davranmak ve ayıplı bir mal ya da hizmet durumunda haklarımızı aramak, her tüketicinin ihmal etmemesi gereken bir davranıştır. Bilinçli tüketmek kadar, haklarımızın ihlal edildiği her durumda buna itiraz etmek ve bilinçli bir şekilde hakkımızı savunmak, birilerinin cebimizden haksız kazanç elde etmesi önündeki en büyük set olacaktır. Zeynep GÜR tersi bir müşteri odaklı, hangilerinin ise rın ala firm gi han a ınd yas dün Günümüz iletişim mümküninternet araştırması ile öğrenmek bir lık ika dak kaç bir ini diğ gile yaklaşım ser an firmanın web karar verdikten sonra, o ürünü sat ne ürü z ımı cağ ala da sam kap Bu dür. merkezinin olup olmadığını araştır t aye şik i etic tük bir n anı firm , sitesini ziyaret ederek i almak en doğru yöntem olacaktır. bilg yıp ara rı nla efo tel len irti bel mak ve gerekirse T üketmek, her bireyin asla vazgeçemediği bir davranış. Bir önceki yazımızda bilinçli tüketici davranışı ile ilgili bazı ipuçlarını paylaşmıştık. 52 Bu yazımızda ise; tüketiciyi mağdur eden durumlar karşısında, hakkımızı nasıl arayacağımızı özetlemeye çalışacağız. üketici olarak beklentilerimizi karşıla- mayan, yanıltıcı, hileli, pahalı, ayıplı vb şekilde niteleyebileceğimiz birçok mal ve hizmeti satın alabilmekteyiz. Yanıltıldığımızı da daha çok eve döndükten sonra farkederiz. Böyle bir durum53 MUTFAK SAĞLIK Yürümek İçin Nedenimiz Çok Master Şef gibi düşünmeyelim! S ize, “İyi bir mutfak şefi, kafasında bir yemek tasarlarken ne şekilde düşünür” konusunu anlatmak istiyorum. Zira, siz de iyi bir mutfak şefi gibi düşünebilirseniz, çok daha başarılı ve yaratıcı tabaklar tasarlayabilirsiniz. İyi şefler hiçbir zaman tariflere dayanarak yemek pişirmez. İyi aşçılığın en önemli ve birinci kuralı, mutfak tekniklerini çok iyi bilmektir. Tarif bağımlılığından kurtulmak ise, yaratıcı şefliğin en birinci kuralıdır. İyi bir şef olmak, öncelikle ezberci davranmamayı gerektirir. Zira iyi şefleri farklı kılan ve onları sürüden ayıran en temel faktör; ne kadar yaratıcı oldukları ve kendi öz tasarımlarının ne denli etkileyici olduğudur. Herkesin bildiği tarifleri pişirenlere iyi ‘pişirici’ denir. Yaratıcı şeflik ise ; iyi pişirmenin çok ötesinde meziyetler gerektirir. Ayrıca, yaratıcı şef olmak için restoranda çalışmaya da gerek yok. Bu, yemek pişirmeye meraklı herkesin ulaşmak istemesi gereken bir olgunlaşma düzeyidir. Master chef de şef olmak nasıl bir şey acaba Batuhan Piatti . Yemek yapmak, evet bir sorumluluk... fakat bu bir yarışma ve burada bu işi yapamayanları elemek için ordasın, buna hakkın var. İşyerinde de aynı durum bu işte yeteneği olmayanla şef olarak çalışmamak hakkındır. Şöyle bir şey çıkıyor ortaya: bu durumu algılayamayacak zeka da olan şefler, Piatti’nin yaptığını, gerçekten yapılması gereken bir şey gibi görüyorlar ve kendi yorumlarını da katınca daha agresif bir ortam 54 oluşturuyorlar. Yani mutfakta bağırıp çağırmak, aşağılamak, hakir görmek, el öptürmek bu mesleğin gerektirdiği davranışlar değildir. Bu durum eğer, bir kişiye dahi iyi yemek yapmasını sağlıyorsa, bunca zamandır bu sırrın paylaşılmamış olması manidar. Batuhan Piatti, kendi karakterinin bu olduğunu ve samimi olduğunu söylüyor. Demek ki, samimi olmak yemek yapmayı güzelleştirmiyor. Yemek yapmak, fikir ve zekâ işi. Zekan varsa; adamda eğitirsin, güzel yemek de yaparsın, bir çokta fikrin olur ve saygı görmek için diş göstermene gerek kalmaz. Zekân yoksa; sadece bağırmayı meslek edinirsin. Bağırmaktan öteye geçemeyerek sonunda, yalnızlığa mahkûm edilirsin. İyi şef, radikal ve ikna edici olmalı, karşındakini kendinden korkmasını sağlamak, bu korkuya dayalı itaat edildiğinde ise, bunu kendi büyüklüğüne saymak, olsa olsa narsistliktir. Asgari ücretle geçinen ve evine yılda bir kez et alabilen, nimetin kutsal olduğu bir ülkede, orada ki yemekleri, lavaboya atmak, tuhaf benzetmelerde bulunmak, örneğin:” köpeğime bile vermem” demenin ne kadar insani bir davranış olduğu tartışılır. Aşçılık mesleğine iyilik yapılmıyor gibi İster istemez, o şovda bütün şefleri temsil etmediği söylenebilir. Hatta bu programın formatında bu türden şovlar olduğu da söylenebilir. Ama bu durum şefleri rencide eder. Yaptıklarına neden olarak da, bütün restoran ve otellerdeki şeflerin, bu şekilde, saldırgan davrandığını iddia ediyorsun. Neye dayanarak böyle düşündüğünü merak ediyorum. Evet, mutfaklarda hataya kesinlikle yer yok, mutfaklarımızda stres vardır, bazen gergin anlar da yaşanır ama şovda yaşananlar gerginlik değil, adeta hakaret, küçümseme, aşağılama ve hakir görmeyi çağrıştırır bir tarz oluyor. Ayrıca, yapılan yemeğe: karaktersiz, haysiyetsiz bir yemek, olmuş demek; mesleğimize de hakaret içerir. Orda dur biraz! Ben, Rafet İnce olarak, yaklaşık 8 seneden bu yana, bu ülke mutfağını tanıtımı için varımı yoğumu ortaya koydum. Ekibimle birlikte onlarca uluslararası yarışmalarda bunun için çabaladım. Aynı zamanda, diğer meslektaşlarımın da bu mutfağı tanıta bilmesi için, yıllardan beri çaba sarf ediyoruz. Batuhan Piatti’nin bu zamana ülke dışında , Türk mutfağı için bir şeyler yaptın ben hiç duymadım . Son olarak, bu program başladığından beri , katıldığım seminerlerde, organizasyonlarda ve gençlerden gelen e-maillerde sorulan soru şu “bu meslekte bütün şeflerin tavrı böyle mi ? Eğer böyle ise; biz bu mesleği düşünmekten vazgeçiyoruz “. Mesleğimize katılacak pırıl pırıl şef adaylarının kafasında böyle soru işareti bırakılmasına asla müsaade etmemek gerekir. Rafet İNCE TAFED Turkish National Culinary Team Director * Kan dolaşımını iyileştirir. Kalp ile beyin damarları riskini azaltır. * Kalp kası dâhil, vücut kaslarını kuvvetlendirerek, daha etkin çalışmalarını sağlar. * Her bir kasılmada kalbin pompaladığı kan miktarını artırarak, istirahattaki kalp atım sayısını (nabzı) azaltır. * Egzersiz ve stres durumunda arteriel kan basıncınca (tansiyonda) oluşan yükselmeyi azaltır kan basıncını düzenler. * Kalp kasının yan damarlardan da beslenmesini destekler. Böylece kalbin ana damarlarında oluşacak tıkanıklıkların vereceği zararı azaltır. * Şişmanlık riskini azaltır. * Sindirimi kolaylaştırır. * Beyine oksijen sağlanmasını artırarak, zihinsel keskinlik ve yaratıcı düşünce potansiyelini yükseltir. * Lenfatik dolaşıma yardımcı olur. * Egzersiz sırasında ve sonrasında metabolizmayı uyarır. * Solunum kapasitesi ve aerobik gücü artırır. * Büyümeyi ve travma sonrası toparlanmayı olumlu etkiler * Kan yağlarının (trigliserid) düzeyini düşürür. * HDL/LDL (iyi huylu-kötü huylu kolesterol) dengesini düzenler. * Koordinasyona olumlu etki yapar. * Eklem ve kasların esnekliğini artırarak, bel ve boyun ağrılarını hafifletir. * Kemiklerin sertleşmesini ve kuvvetlenmesini sağlar. * Dayanıklılığı artırır. * Yorgunluk duyumunu engeller. * Uykusuzluğu azaltır, rahatlamaya yardımcı olur. * Vücudun doğal keyif verici hormonu olan endorfinin salınımını artırır. * Yaşlanma sürecini geciktirerek, genç bir görünüm sağlar. * Moral, özgüven ve iyimserliği artırır. Yürürken bunlara dikkat edin *Duruş önemli: Kolay ve rahat yürümek için vücudun duruşu çok önemli. Uygun duruşla, kolay nefes alıp verirsiniz. Bel ağrılarından kurtulabilirsiniz. Bunun için dik durun. Geriye doğru kavis yapmayın. Yere dik olarak yürüyün. Ne öne ne de arkaya doğru eğilmeyin. Eğim kaslarda gerginlik ve ağrı oluşturabilir. Gözleriniz ileriye doğru baksın. Omuzlarınızı düşük ve gevşek bırakın. Karnınızı içeriye doğru çekin. Yürüyüş esnasında kalçanızın hareket etmesine izin verin. *Kolların hareketi: Kol hareketleri yürüme esnasında gücünüzü artırır, ayak hareketlerinizi dengelemeyi sağlar ve yüzde 5-10 daha fazla kalori yakmanıza neden olur. Dirseklerinizi 90 derece açıyla bükün. Elleri serbest tutun, yumruk sıkmak kan basıncınızı yükseltir. Attığınız her adımda karşık kolunuz geriye doğru gitmelidir. Dirseğinizi açmayın, vücudunuza yakın tutun. Kollarınızı fazla sallamayın. *Önce topukla basın: Esnek ve rahat ayakkabılarla kısa ve hızlı adımlarla yürüyün. Adım aralıklarını sabit tutun. İlk olarak yere topuğunuz basmalı. Daha sonra topuğunuzdan ayak ucunuza kadar esnek bir biçimde ayak tabanınızı yere temas etmeli. Daha sonra ayak parmaklarınızla ayağınızı itmelisiniz. Suyu ihmal etmeyin *Kilo vermek amacıyla naylon vb. ile vücudu sarmayın. Bu sizi zayıflatmaz sadece su kaybettirir. *Sağlık sorunları bulunun ve 40 yaşın üstündekiler uzmana görünmeden yürüyüş programına başlamamalı. *Diyabet, hipertansiyon ve diğer sistematik hastalığı bulunanlar sık sık sağlık kontrolünden geçmeli. *Çok yenen bir yemekten sonra hızlı ve ağır yürüyüşler yapılmamalı. *Yürüyüş öncesi ve sonrasında susuz kalmamaya dikkat edilmeli. *İnce tabanlı ve mokasen ayakkabılarla yürüyüş yapılmamalı. *Bir sıkıntı hissedildiğinde yürüyüşe inatla devam edilmemeli. 53 GIDA MİKROORGANİZMALAR ÇOĞALABİLMEK İÇİN NELERE İHTİYAÇ DUYAR? M ikroorganizmalar bilindiği gibi çok küçük, gözle görülmeyen mikroskopla görülebilen canlılardır.Yaşamsal faaliyetlerini sürdürebilmeleri için , mikroorganizmaların da bizler gibi bazı ihtiyaçları vardır.İstedikleri ortam oluşmadığı müddetçe , yaşamlarını sürdürmeleri mümkün değildir.Mutfaklarımızda gerekli önlemler alınmazsa; görülmediği için tehlikenin büyüklüğünü anlamakta zorlandığımız ama ölümle sonuçlanabilecek kadar tehlikeli gıda zehirlenmelerinin oluşması kaçınılmaz olacaktır. NELERE İHTİYAÇ DUYARLAR? • Gıda • Sıcaklık • Nem • Zaman GIDA Mikroorganizmalarda bizler gibi yaşamsal faaliyetlerini sürdürebilmeleri için besin maddelerine ihtiyaç duymaktadırlar.Özellikle proteinli gıdaları sevmektedirler. SICAKLIK 100C ile 63 0C arasında çok hızlı bir şe56 kilde çoğalabilmektedirler. NEM Mikroorganizmalar yaşamsal faaliyetlerini sürdürebilmeleri için suya ihtiyaç duymaktadırlar. ZAMAN Her 20 dakikada, uygun ortam buldukça 2 ‘ye bölünerek çoğalabilmektedirler. NELER YAPMALIYIZ? • Ellerimizi kirlendikçe,iş değişikliği yaptığımızda ve işe başlamadan önce mutlaka yıkamalıyız.Elimizde bulunan mikroorganizmaların 20 dakikada bir ikiye bölünerek çoğaldığını unutmamalıyız.İnsan vücut sıcaklığını 37 0C ve elimizin üstünde ki ölü deri hücrelerinin protein olduğu düşünürsek, yıkanmamış ellerde mikroorganizmaların çoğalmak için istedikleri her türlü şartı sağladığımızı görmüş olacağız. • Soğuk servis yapılan ürünleri max.10 0C’de servis etmeliyiz. • Yemeklerin servis sıcaklığının min.63 0C olmasına dikkat etmeliyiz. • Yemeklerin pişirme sıcaklıklarının min.75 0C olmasına dikkat etmeli, 75 0C’yi görmeyen pişirme işlemlerinin tekrarlanmasını sağlamalıyız. • Ellerimizi yıkadıktan sonra tek kullanımlık kağıt havlular ile kurulayarak nemli kalmasını engellemeliyiz. • Saat,yüzük gibi takıları üretim esnasında takmamalıyız.(Dikkatsizlik sonucunda takıların yemeklerin içine düşme ihtimali olabileceği gibi, elimizi yıkarken etkin bir yıkama işlemi gerçekleştirebilmek için yüzük ve saat gibi takıların alt kısımlarını yıkayıp kurulamadığımız için bu kısımlarda üremelerin çok hızlı olacağını unutmamalıyız.) • Dolap sıcaklıklarının; 0 0C / 4 0C arasında (et,tavuk,balık,şarküteri,genel soğuk dolaplar) 2 0C / 6 0C arasında (meyve-sebze dolabı) -18 0C / -20 0C arasında (şok dolapları) olmasına dikkat etmeliyiz. Yukarıdaki önlemleri aldığımız zaman oluşabilecek riskleri çok büyük oranda engelleyebileceğimizi unutmamalıyız. Sağlıklı ve hijyen dolu günler dileğiyle.. Gıda Mühendisi E.Gaye Uysal ÖYKÜ İPUÇLARI Kralın Bile Kıskandığı Köylü Millattan önce 6. yüzyılda yaşamış olduğu rivayet edilen Çinli filozof Lao Tzu hayatın her alanına ışık tutan sözlerin sahibi bilge bir kişilikti. Bu sayımızda kısa bir öyküsüne yer veriyoruz. Bu öykü, sonrasını düşünmeden acele verilen kararların insanı nasıl da yanlış eylem ve düşüncelere yönlendirebileceğini anlatır. Beğeneceğinizi umuyoruz. Bir köyde, yaşlı bir adam varmış. Çok fakir. Ama kral bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki... Kral, at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış. “Bu at, bir at değil benim için. Bir dost. İnsan dostunu satar mı?” dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarin başına toplanmış. “Seni ihtiyar bunak . Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın” demişler. İhtiyar “Karar vermek için acele etmeyin” demiş. Sadece “At kayıp” deyin. Çünkü gerçek bu.. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç . Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez..” Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Ama aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın köye geri dönmüs . Meğer çalınmamıs , dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür dilemişler. “Babalık” demisler . “Sen haklı çıktın.. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için. Simdi bir at sürün var.” 58 “Karar vermek için gene acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha baslangıç .Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz, kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?” Köylüler bu defa ihtiyarla açıkça dalga geçmemişler ama içlerinden “Bu herif sahiden gerzek” diye geçirmişler.” Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düsmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul, şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış.” Köylüler gene gelmişler ihtiyara. “Bir kez daha haklı çıktın” demisler . “Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler. İhtiyar “Siz, erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz” diye cevap vermiş. “O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru . Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.” Birkaç hafta sonra, ülke, büyük bir savaşa girmek zorunda kalmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkan yokmuş. Giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşüp köle olarak satılacağını herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmisler: “Gene haklı olduğun kanıtlandı” demişler. “Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer.” “Siz erken karar vermeye devam edin” demiş, ihtiyar. Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Tanrı biliyor.” Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlamış: “Acele karar vermeyin. O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar, aklın durması halidir. Akıl, insani daima karara zorlar ve gezi asla sona ermez. Bir yol biterken, bir yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, bir başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.” “Yaşama Anlam Katan İki Şey Üzerine”... İki şey ‘Kalitesiz İnsan’ın özelliğidir : 1- Şikayetçilik 2- Dedikodu İki şey yanlış yapmanı engeller : 1 - Şahıs ve olayları akıl ve kalp süzgecinden geçirmek 2- Hak yememek & vicdanlı olmak İki şey kişiyi gözden düşürür : 1- Demagoji (Laf kalabalığı) 2- Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek) İki şey insanı ‘Nitelikli İnsan’ yapar : 1- İradeye Hakim Olmak 2- Uyumlu Olmak İki şey geri bırakır : 1- Kararsızlık 2- Cesaretsizlik İki şey çözümsüz görünen problemleri bile çözer : 1- Bakış açısını değiştirmek 2- Karşındakinin yerine kendini koyabilmek İki şey kaşif yapar : 1- Nitelikli çevre 2- Biraz delilik İki şey ömür boyu boşa kürek çekmemeni sağlar : 1- Baskın yeteneği bulmak 2- Sevdiğin işi yapmak İki şey başarının sırrıdır : 1- Ustalardan ustalığı öğrenmek 2- Kendini yenilemek İki şey başarıyı mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır : 1- Niyetin saf olması 2- Ruhsal farkındalık İki şey milyonlarca insandan ayırır : 1- Sorunun değil, çözümün parçası olmak 2- Hayata ve herşeye yeni (özgün, orijinal, farklı) bakış açısıyla yaklaşabilmek İki şey gelişmeyi engeller : 1- Aşırılık (mübağala, abartı, ifrat, tefrit) 2- Felakete odaklanmış olmak İki şey çözüm getirir 1- Tebessüm (gülümseme) 2- Sükut (susmak 59 RÖPORTAJ Çırağan Palace Kempinski İstanbul Otel Müdürü Andrea Muegge ile stewarding bölümü üzerine kısa bir sohbet gerçekleştirdik. Onca işinin arasından bize vakit ayırdığı için, kendisine çok teşekkür ederiz. • Steward’ın görev tanımını nasıl yaparsınız? Stewarding, misafir memnuniyetine giden yolda çok önemli bir departman. Önemli bir destek birimi ve yiyecek-içecek hizmet dairesinde aksamadan yürümesi çok gerekli. Bu açıdan bakıldığında, ki bizim bakış açımız budur, stewardların otelin topyekün başarısına yaptıkları katkı bulaşıkları yıkamaktan çok daha fazlasıdır. • Steward’ın nitelikleri neler olmalıdır size göre? Her steward her şeyden önce Kempinski ailesinin her ferdinden beklediğimiz temel özelliklere sahip olmalıdır, yüksek motivasyon, işini severek yapma ve iş etiği gibi. Teknik olarak bakılacak olursa iyi bir steward, önüne gelen her türlü farklı malzemeyi, porselenden kristale, gümüşe, nasıl kullanıp bakımını yapacağını çok iyi bilmelidir. Aynı şekilde departmanında kullanılan tüm temizlik malzemelerinin içeriğini ve etkisini, bunların nasıl en ekonomik ve en etkili biçimde kullanılacağını bilmelidir. İyi bir steward, devam- 60 lı gelişen teknolojide kendi alanındaki yenilikleri mutlaka takip etmeli ve bunları ihtiyaç duydukça yönetimle paylaşmalı, gerek duyulan yeniliklere ön ayak olmalıdır. • Steward’ın otel hiyerarşisi içindeki yeri sizce mutfak içinde aşçıbaşına mı bağlı olmalıdır, yoksa yiyecek-içecek müdürüne bağlı olarak mı çalışmalıdır? Stewarding departmanının mutfak ve yiyecekiçecek servisi departmanları ile organik bir bağı vardır. Bu açıdan prensipte, her iki departmana da bağlı olması mümkündür. Çırağan Palace Kempinski İstanbul Otel Müdürü Andrea Muegge YEMEK YEMEK Derneğimizin Kuruluşunun 2.Yıl Yemeğini Dostlarımızla Yaptık 62 63 YEMEK 64