çanakkale şehitlerimiz
Transkript
çanakkale şehitlerimiz
Bekir Celep Emekli Eğitimci 0536 476 55 59 0545 249 80 52 ŞİRAN GEÇMİŞİN İZLERİ ŞİRAN EĞİTİM VE KALKINMA VAKFI KÜLTÜR ESERLERİ SERİSİ-1 Bekir CELEP İÇİNDEKİLER TAKDİM…………………………………………………………………….…...….1 ÖNSÖZ………………………………………………………………………………3 ŞİRAN HAKKINDA………………………………………………………………...9 ŞİRAN İSMİ VE ANLAMI………………………………………………………...10 ULUŞİRAN………………………………………………………………………...12 KARACA…………………………………………………………………………...13 ŞİRAN TARİHİ…………………………………………………………………….16 KRONOLOJİK SIRA İLE TARİH…………………………………………………17 1018 İLK SELÇUKLU AKINLARI………………………………………………..19 MENGÜCEKLİ İSAK-MELİK GAZİ SAVAŞI…………………………………...20 ŞİRAN’IN TRABZON KRALI TARAFINDAN ZAPT EDİLMESİ……………...21 ŞİRAN’IN TARABZON KRALININ ELİNDEN ALINMASI……………………22 DEVLETİN RESMİ KAYITLARI…………………………………………………25 ERZURUM VE TRABZON EYALETLERİNİN ŞİRAN REKABETİ…………...25 ERZURUM VALİLİĞİ ŞİRAN’IN GÜMÜŞHANE’YE BAĞLANMASINI İÇİNESİNDİREMEDİ……………………………………………………………...26 OSMNALI HÜKÜMETİNİN ŞİRANI GÜMÜŞHANE’YE BAĞLAMA NEDENLERİ…………………………………………………………26 DEVLETİN RESMİ KAYITLARINA GÖRE ŞİRAN…………………………….27 ŞİRAN KAZASININ NAHİYELERİ………………………………………………29 ŞİRAN’DA NÜFUS PATLAMASI………………………………………………..30 TEMETTUAT DEFTERLERİNDE ŞİRAN KÖYLERİ…………………………...31 İDARİ YAPI………………………………………………………………………..34 1642 ERZURUM AVARIZ DEFTER……………………………………………...36 ASKERİ ZÜMRE ………………………………………………………………….37 DİN GÖREVLİLERİ……………………………………………………………….39 1642 YILI ŞİRAN KAZASI VE KÖYLERİ……………………………………….40 TRABZON SALNAMELERİNDE ŞİRANDA GÖREV YAPAN KAMU PERSONELİ……………………………………………………………….49 OSMANLI DÖNEMİ ŞİRAN KÖYLERİ………………………………………….64 1847 TARİHİNDE ŞİRAN…………………………………………………………66 1847 YILINDA ŞİRAN KAZASINDAKİ VİRANE KÖYLER…………………...66 OSMANLI DÖNEMİ ŞİRAN KAZASININ MEZRALARI………………………68 1485-1569-1642-185 KAYITLARINDAKİ ŞİRAN KÖYLERİ…………………..70 FELAKETLER OSMANLI DEVLETİ DÖNEMİ İLÇEDE YAŞANAN FELAKETLER…………73 1910 YILI SEL FELAKETİ………………………………………………………..74 KURAKLIK………………………………………………………………………...75 DEPREMLER………………………………………………………………………75 EŞKIYA HAREKETLERİ…………………………………………………………75 MUHACİRLİK YILLARI………………………………………………………….77 MUHACİRLİK DÖNÜŞÜ…………………………………………………………80 KURTULUŞ SAVAŞI GAZİSİ SÜREYYA DİLMEN’İN MEKTUBU………………………………………………………….81 İLÇEDEKİ TARİHİ KALINTILAR……………………………………………….82 İLÇEDE BULUNAN HÖYÜK VE BENZERİ KALINTILAR……………………83 a)-ARA KÖYÜ KÖNGER TEPE HÖYÜĞÜ………………………………………83 b)-ÇEŞ TEPE HÖYÜĞÜ…………………………………………………………...84 c)-EVLİYA TEPE-1………………………………………………………………..84 ç)-EVLİYA TEPE-2………………………………………………………………..84 d)-PAŞAPINARI KÖYÜ HÖYÜĞÜ………………………………………………84 e)-TAŞLIK-1………………………………………………………………………..84 f)-TAŞLIK-2……………………………………………………….……………….84 g)-KARA KÖY HÖYÜĞÜ…………………………………………………………85 h)-AŞAĞI DURUÇAY KÖYÜ HÖYÜĞÜ………………………………………...85 ı)-AKÇALI KÖYÜ HÖYÜĞÜ……………………………………………………..85 İ)-MANASTIR TEPE………………………………………………………………85 J)-AKSARAY KÖYÜ HÖYÜĞÜ…………………………………………...……..85 k)-ORTA TEPE HÖYÜĞÜ……………………………………………...…………85 ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ ÜSTEĞMEN ZAHİT……………………………………………………………....89 ÜSTEĞMEN ZAHİT’İN EŞİNE MEKTUBU…………………………………….93 ÇANAKKALEDE YATAN ŞİRAN’LI ŞEHİTLER……………………………...94 BAŞBAKANLIK DEVLET ARŞİVİNDE BULUNAN ŞİRAN İLE İLGİLİ BELGELERDEN BAZILARI……………………………………….100 NÜFUS……………………………………………………………………………111 EĞİTİM……………………………………………………………………………114 İLÇEDEKİ SÜLALELER………………………………………………………...119 BELEDİYE BAŞKANLARI……………………………………………………...127 GÖNÜL DOSTLARI EVLİYA VELİ DERVİŞLER……………………………………………………..131 BACIYAN………………………………………………………………………...133 İLÇEDE BULUNAN EVLİYALAR……………………………………………...134 KARACA BABA………………………………………………………………….137 KIZIN EVLİYA…………………………………………………………………...138 SEYDİ BABA HAZRETLERİ……………………………………………………139 NASİPTE VAR İSE GELİR HİNTTEN YEMENDEN…………………………..143 SEYDİBABA ZAVİYE KAYITLARI……………………………………………147 GELİN EBE TÜRBESİ…………………………………………………………...151 İSA BABA HAZRETLERİ……………………………………………………….152 FİRDEVS HATUN………………………………………………………………..156 ŞEYH-İ ŞEYRANİ (HACI MUSTAFA EFENDİ………………………………...159 AHMET ŞEYRANİ……………………………………………………………….182 HASAN FEHMİ POLAT…………………………………………………………196 KAYNAKÇA……………………………………………………………………...200 Eğer bir millet büyükse, Kendisini tanımakla daha büyük olur. Gazi Mustafa Kemal Atatürk Karaca Baba türbesinin eski hali Karaca Baba türbesinin yeni hali 1 TAKDİM İnsanoğlunun hep birlikte el ele vererek dünyanın yıkımında sonu olmayan bir yola girişini hızlandırmak için çalıştıkları şu günler, hiç şüphe yok ki hem fertlerin hayatlarını hem de toplumun maddi özellikle de manevi olarak gelişmesini olumsuz yönde etkilemektedir. İşte bu gerçekler göz önünde bulundurularak hazırlanan bu eser, Şiran ilçesinin geçmişindeki varlık izlerine bakılarak, ilçenin geleceğinin şekillendirilmesi için neler yapılacağının sezinlenebilmesi için, özveri ile hazırlanan eserlerin ilkidir. İlk ve tek olmak hiç şüphesiz ki bu âlemlerin yaratıcısı olan yüce Allah’tır. Onun için insanoğlunun hayatında ilklerin önemi büyüktür. İlk arabam, ilk evim ilk, ilk, ilk vs. Bir iş yaparken veya sohbet sırasında, istesek de istemesek de ağzımızdan çıkar ‘’ilk önce Allah’a sonra sana’’ diyerek işimizin başını ve sonunu yüce Rabbimizin adıyla tamamlamaya çalışarak gönül rahatlığını yaşamak en büyük arzumuz ve isteğimizdir. Nasıl ki; Yerine getirdiğimiz ibadetlerin arkasından bir gönül ve vicdan rahatlığı hissedebiliyorsak, inanıyorum ki hazırlanan bu eserin geçmişimize ışık tutmasının, geleceğimizi görebilmenin mutluluğunu hep birlikte yaşayacağız. Şiran Eğitim ve Kalkınma vakfının bir kültür eseri olan bu yayınımız vakfımızın insanımıza sunacağı eserlerin ilk serisi olarak hizmetlerimiz arasındaki yerini almıştır. Arkasından Köylerimiz, unutulan kültürümüz, Çocukluk masallarımız, efsanelerimiz gibi yine ilçemizle ilgili eserlerimiz Şiran Eğitim ve Kalkınma Vakfı tarafından yayına hazırlanıp ilçe insanımızın beğenisine sunulacaktır. Şiran, geçmişin izleri derken ilçeyi bir bütün olarak ele alıp inceleyen ve ilçe bazındaki geçmiş kültür ve yaşantı izlerini gün ışığına çıkaran bu eser, aynı zamanda saklı bir bölge olarak bilinen bölgemizdeki gönül dostlarımızı da tanıtmak bakımından bir sorumluluk üstlenmiştir. Bugüne kadar bilinmeyen ve tanınmayan gönül dostlarımızın hayatı ve yaşantıları, maneviyatları yeni yetişen gençliğe örnek olması bakımından bir hizmetin gereği olarak sunulmuştur bu eserde tanıtılmıştır. Yine eseri okudukça geçmişe bakmadan rehavete kapılıp günü birlik hayatı seçenlerin akıbetlerine şahit olacaksınız ve insanımızın tarihte çekmiş oldukları sıkıntıları ve yoklulukları belki dedelerimiz diyerek yeniden yaşayacaksınız. Yine bu eserde ulu bir çınarın dalları gibi ülkenin her tarafına dağılan ilçe nüfusumuzun sülalelerini bulacaksınız. Çınar ne kadar 2 büyük, ne kadar etrafına dal budak salsa köke bağlı kaldıkları gibi eserimizde bir çınarın kökü gibi bizi bir arada tuttuğunu göreceksiniz. Belki de ilk olarak bizden duyacağınız ilçemizin Dumanoluğu köyünden Yetim oğullarından Zahit üsteğmenin hayat hikâyesini ve biricik eşine Çanakkale de yazıp yollayamadan şehit olduğu duygusal mektubu bir ibret belgesi olarak benliğiniz de hissedeceksiniz. İnsanın maneviyatına ışık tutacak hazin ve duygusal bir belge ise Muhacirlik yıllarında İlçemizde askerlik yapan ve daha sonra yaşadığı olayı bir mektupla bildiren istiklal gazisi Süreyya Dilmenin mektubudur. Bunu da inanıyorum severek okuyacaksınız. Yayına hazırladığımız eseri incelediğiniz zaman bunun bir belgesel niteliği taşıdığını göreceksiniz. Hele devlet arşivlerinde şu günlerde araştırma yapmanın zorluğunu takdir edersiniz. Biz bu eserle ilçemizin tarihini tamamıyla gün ışığına çıkardığına inanmıyoruz. Ancak şu unutulmamalıdır ki; İlkler ilk adımla başlar bunu ilk adım sayarak sizlerin desteğine güvenerek daha büyük, daha içten samimi isteklerimizle araştırmalarımıza devam edeceğiz. Eserimiz geçmişte kalan uzun yılların birikimiyle hazırlanmış bir eserdir. İlçeye kaynak olması bakımından önemi büyüktür. Eserin hazırlanmasını üstlenen ve bıkıp usanmadan araştırmalarını sürdüren İlçemiz emekli Eğitimcilerinden Bekir CELEP’E Çalışmalarından dolayı teşekkür ediyor, hizmetlerinin devam etmekte olduğunu biliyorum dilerim bu hizmetleri daha uzun yıllar devam eder. Eserlerimizin insanlarımıza, ilçemize hayırlar getirmesini diliyorum. Ali BEYAZ İş adamı ŞİRAN EĞİTİM VE KALKINMA VAKFI BAŞKANI 3 ÖNSÖZ İlk hazırladığım Şiran isimli kitabımız kısa sürede büyük ilgi gördü ve piyasada bulunmaz hale geldi. Böylece ikinci kitabı, daha doğrusu ikinci araştırmayı yapmanın mutluluğunu yaşıyorum. İkinci araştırma derken eserimiz önceki eserle zaman, zaman aynı başlıkları taşısa da incelendiğinde tamamen farklı bir konu bulacaksınız. Daha geniş bir arşiv taraması ve öğrencilerimize kaynak bakımından daha geniş konulara yer vermeyi düşündüm. Takdir edersiniz ki; Bu kadar konuyu bir arada toplayıp yayınlamak hem okuyucu açısından biraz zorluk hem de masraf bakımından bayağı külfetli olacağından bu kitap yayınlayacağımız kitaplar serisinin ilk baskısı olarak karşınıza çıkacaktır. Kitabımız ağırlıklı olarak ilçede geçmişin izlerinden söz edecek. İleriki ciltler ise köylerimiz, köy tarihleri, yer adları, Köy sülale ve lakapları, unutulan kültürümüz, unutulan gelenek ve göreneklerimiz, Şiran sözlüğü ilçemizin doğal güzelliklerini araştıran, inceleyen, tanıtan ciltler olarak hazırlanmış yayınlanmayı beklemektedir. Böyle bir eseri hazırlama fikri daha öğrencilik yıllarında bende oluşmuştu. Çünkü benim öğrencilik yıllarımda ilçe hakkında kaynak bulmak çok zor idi, bu bakımdan ödev hazırlamada, araştırma yapmada bayağı zorluk çekiyorduk, ancak rivayetlere veya üst kuşakların aktardığı bilgiler ışığında konuları işlemek mecburiyetinde kalıyorduk. Bu günlere gelince bakıyorum yine değişen bir şey yok ilçe hakkında derli toplu tek kaynak yayınlamış olduğumuz Cumhuriyetin 75. yılında Şiran adlı eserimizdir. Tarihi süreç içerisindeki terk edilmişliği ve yalnızlığı kaynak, araştırma, inceleme gibi konularda da görmekteyiz, ya diyoruz ki ‘’Bu şehri Şiran, kazayı viran’’ ya da bana ne deyip geçmekteyiz. Diliyoruz ki Şiran eğitim ve kalkınma vakfının katkılarıyla yayınlayacağımız bu eserler insanımızı, öğrencilerimizi, kısaca gelecek tüm kuşakları kaynak sıkıntısı çekmekten kurtarır ve herkese yararlı, yardımcı eserler olur. Sürekli ilçe hakkında kaynak bulma sıkıntısı çekiyorduk. Öğrencilik yıllarına kadar gitmeye gerek olmadığını bu eseri hazırlarken öğrencilik yıllarındaki sıkıntıların aynısını yaşadım, ama arada bir fark vardı çağımız internet çağının zirvesinde olduğundan, kaynak bakımından sitelere düşen kaynaklardan kolayca yararlanma yollarını araştırdım. Kaynağı arşivlere dayanmayan bilgilere kesinlik kazandırmadan rivayet veya üst kuşak bilgisi olarak siz sevgili Şiran’lı hemşerilerime aktardım. 4 Şiran tarih sahnesinde sürekli saklı bir alan tarih sahnesinde yaşayanlar arasında adeta kuş uçmaz kervan geçmez bir yer olarak kalmış hep böyle tanıtılmış veya tanıtılmıştır, hatta iletişim araçlarının yaygın olduğu günümüzde bile Şiran denilince insanların gözünde çok uzaklarda dağlar arasında sarp kayalık yerler akla gelmektedir. Bu bakımdan halen araştırma ve belge bakımından arşivlerde bakirdir. Öyle ki bu kapalılık geçmişte olduğu gibi günümüzde de devam etmektedir. İl yıllıklarında veya Gümüşhane ili ile ilgili yayınlarda dahi Şiran ilçesine ya yer verilmemiş veya çok kısa bir özetle geçiştirilmiştir. İl hakkındaki araştırılmaların sadece il merkezi üzerinde yoğunlaştığını görmekteyiz. Şiran bölgesi halk kitleleri arasında günümüzde tanıtımı iyi yapılamadığından sarp kayalık, kışı amansız, kıraç verimsiz toprakları olan bir ilçe olarak bilindiğinden yukarıda söz etmiştim. Bu durum geçmişte de böyleydi ki Sultan Hamit döneminde Avrupa’dan gelen göçmenlerin 1500 tanesi zorunlu olarak Gümüşhane iline gönderildi; İlin çeşitli yerlerine yerleşen göçmenler Şiran ilçesinin sarp kayalık olarak tanıtıldığından biz o sarp ve kayalıklar arasında ne yapacağız diyerek, Şiran bölgesini istemeyerek başka bölgelere yerleşmişlerdir. Bir yerde bu durum Şiran bölgesindeki halk kitlelerinin saf, katıksız kalmalarına neden olmuştur. Şiran ilçesini araştırırken gördüm ki önce hazırlamış olduğum Şiran isimli kitabım birçok yerde kaynak olarak gösterilmiş (zaten böyle olacaktı çünkü Şiran’la ilgili başka bir kaynak bulmak mümkün değil) buda bana ayrı bir mutluluk verdi hazırladığım esere gerçekten insanımızın, öğrencilerimizin ihtiyacının olduğunu anladım ve çalışmalarımı daha genişletmeye karar verdim. Bu kitabı hazırlamamdaki en büyük etkenlerden biriside tabii ki geleceğimiz, güvencemiz sevgili öğrencilerimizin ilçe ile ilgili kaynak ihtiyaçlarını karşılamak. Elde ki tek kaynak kitap olan Şiran Adlı eserimizden ilçe kütüphanesinde üç adet buldum durumları içler acısı kullanıla, kullanıla eski el yazması eserlere dönmüşler. Onlarda Kütüphane müdürü tarafından koruma altına alınmış. Sebebini sorduğumda,’’ Hocam elimizde ilçemizle ilgili tek kaynağımız bunlar,’’Her gelen öğrenci buları soruyor bunlardan yararlanmaya çalışıyor bu kitapları da kayıp edersek elimizde kaynak kalmıyor, onun için verdiğimiz öğrencinin başında nöbet tutuyoruz’’ dedi. İkinci sebep ise yukarıda da söylediğim gibi tarih sahnesinde saklı kalan güzel Şiran ilçemiz artık bu saklılıktan kurtulsun güzelliğini göstersin ne kadar tanıtabilirsem ne mutlu bana. En büyük sebep ise bu kitabın hazırlanması bir ihtiyaçtan doğdu. Şiran ilçesini tarih bakımından yeni yetişen ve yetişecek olan nesillere tanıtma ihtiyacından doğmuştur. Bir ilçe düşünün gün geçtikçe nüfusu azalmakta, insanları doğup büyüdükleri toprakları birer, birer terk etmekte. Öğle ki nüfusta 160 bin nüfus kayıtlı iken 5 bugün yaşayan nüfus malum. Bu göç ve yaşama biçimi gittikçe nesiller arasında yabancılaşma ve kültür yobazlığına neden olmaktadır. Bu eserlerimle istedim ki bu yabancılaşmayı aradan kaldırıp unutulan kültürümüzü ve kayıp tarihimizi bir yazılı kaynak olarak gelecek kuşaklara aktarayım. Bu işe şunu iyi bilerek başladım Şiranlı hiçbir zaman doğup büyüdüğü topraklara vefasızlık ederek Şiran’ı asla unutmaz, unutturmaz çünkü bu toprakların maneviyatı baba üzerinde etkisini göstermezse muhakkak evlat üzerinde manevi etkisini göstermiştir ki bunu da günümüzde ilçede hayır işleri altında yapılan okullarda, öğrenci yurtlarında, cami yapımlarında açıkça görmekteyiz. Doğup büyüdükleri toprakları yıllar önce diyarı gurbet diyerek terk eden insanımızın çocukları veya torunları başka memleket topraklarında doğup büyümelerine rağmen vatanım diyerek sonunda Şiran’a vefa borçlarını ödemişlerdir. Çalışmama başlarken kimsesiz çıktığım yollarda, kimsem daima kimsesizlerin kimsesi oldu. Çünkü bilirsiniz ki araştırma yapmak zorluğu, külfeti olan bir iştir bunun için birçok zorluklara ya göğüs gereceksin ya da bırakıp kaçacaksın. İnsanın bu zorlukları aşmak için tabii ki desteğe ihtiyacı bulunmaktadır maalesef ben bu desteği ilçemden bulamadığım gibi kimi meczup dedi, kimi kafayı yemiş dedi bunların hiç biri çalışma azmimi kırmadı daha çok çalışmaya sevk etti, çünkü yukarıda da söylediğim gibi her kimsesizin muhakkak bir kimsesi olduğunu bilerek başardığıma inanıyorum. Çıktığım bu yolda Mevlana Celalettin Rum-i Hazretlerinin dediği gibi ‘’ Çok insanlar gördüm üzerlerinde elbiseleri yoktu, çok elbiseler gördüm içlerinde insan yoktu’’. Veya ‘’Balonların gururu iğneleri görünceye kadardır’’ sözlerinin öz anlamlarını iyi kavrayarak hiçbir söze kulak asmadan şevkle, zevkle halka hizmet, hakka hizmettir ilkesini düşünerek yoluma devam ettim. Çalışmalarımda bana destek olanlara desteklerinden dolayı, köstek olanlara benim çalışma azmimi ateşlediklerinden dolayı sonsuz saygılarımı sunuyorum. İnanıyorum ki bu eserlerimiz ilçemiz açısından geçmişini hatırlatan, geleceğine umutla bakan, sevgili öğrencilerimize güzel bir kaynak Ülke içine ve hatta dünya üzerinde çeşitli ülkeleri gurbet olarak seçmiş Şiran halkımızın kültür açısından birbirleri ile kaynaşmalarına vesile olacaktır. Bekir CELEP Emekli Eğitimci 01.01.2007 6 Ara Köyünde Kaya mezarı Çakırkaya manastırının içten görünümü 7 Çakırkaya manastırı 1933 yılında yapılan Çanakçı Köyü kemer köprü 8 Mustafa Beyaz Şiran Devlet Hastanesi Tomara Şelalesi 9 (ŞİRAN BEY-ŞİRAN-ASLANLAR-KALELER, SURLAR) Bu taraflarda insan az çok uzayıp giden düz ovalardan, çıplak ve hüzün-engiz kayalardan, dağlardan ekseriye, pek düzgün ve değişmez bir halde geçen mevsimden, sade-dil tembel daima kaza ve kaderden şikâyet bir halk ile sefil meskûn köylerden başka bir şey görülmez. Şiran kasabası birkaç tepe arasında oldukça düz bir yerde kurulmuştur. Mevki denizden bin metre kadar yüksekliktedir. ŞİRAN AHALİSİ kuvve-il bünye insanlardır (Vücutları kuvvetli) vilayetin arzı sahil iyesinde mutavattin olan halk gibi, soluk benizli adamlara buralarda hemen hiç tesadüf olunmaz.(1) Şiran kelimesinin yabancı olduğu düşünülerek 1914 yılında Enver paşa tarafından dâhiliye nezaretine sunulan bir dilekçede Şiran isminin Türkîli olarak değiştirilmesi istenmiş ancak Osmanlı Rus savaşının başlaması sonucu bu teklif uygulanamamış.(2) Bekir CELEP Emekli Eğitimci 1-Trabzon salnameleri 1322 s.187-39 2-Ayhan Yüksel Araştırmacı yazar Karadeniz de yer adlarının değiştirilmesi. 10 ŞİRAN İSMİ ve ANLAMI 1-ŞİRAN-Daha önceki eserimizde Şiran kelimesinin anlamı üzerinde kısaca durmuştuk. Bu eserimizde ise Şiran kelimesinin anlamını dilimize nereden geldiğini daha geniş olarak incelemeye çalışacağız. Şiran kelimesine ilk olarak Latin kaynaklarında Kharianon ya da Sharian olarak rastlanmaktadır. Bu iki kelimenin ne anlama geldiği hakkında kesin bir bilgi bulunmamakla beraber çeşitli kaynaklarda büyük bir ihtimalle kutsal kitapta sözü edilen ‘’Saharon’’ kutsal ova anlamında kullanıldığı muhtemeldir diye yazılmakta.(3) Bir diğer önemli belge ise ünlü gezgin tarihçi pilunus Kara deniz bölgesini anlatırken şu ifadeleri kullanmış. ( Daha kuzeyde önemli akarsulardan KHARİAN ve sauni bölgesinden çıkan khobus nehridir burada iç kesimlerde Saltia ve saunni isimli kabileler yaşarlar)(4) Ayrıca Plunus bunları yazarken buraların sazlık olduğunu ve insanların sazlar arasında ki kanallarda kayıklarla gezdiklerini ve evleri bu sazlıkta 3- 4-Dr. Ali Sinan Bilgili Kültür Vadisi Gümüşhane s. 20 4-Plunusun notları s. 96 11 evlerinin bu kazıklar üzerine yapıldığından da söz etmekte. Ancak buranın Kharian’nın dışında Şiran'la bir ilgisinin olup olmadığı hakkında henüz bir araştırma yok. 2-ŞİRAN kelimesini incelediğimizde, daha çok Azerbaycan, İran; Kars, Ağrı taraflarında bazen yer ismi bazen isim olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu da şunu göstermektedir. Şiran kelimesinin kökeni hakkında kesin olarak şunu söyleyebiliriz. Şiran Farsça bir kelime olup daima aslanla ilişkilendirilmiştir. Zannedersem Osmanlı Dâhiliye nezareti de bu kelimenin öz Türkçe olmadığına inanmış ki; 1913 yılından itibaren değiştirilmeye başlanan yer adlarında Şiran isminin Türkeli olarak değiştirilmesini teklif etmiş. Fakat araya giren savaş nedeniyle olsa gerek bu değişiklik gerçekleştirilememiş… Ancak yine de Şiran kelimesinin İran kökenli farsça bir kelime olduğu kesindir. a) Şiran Azerbaycan ile Dağlık Karabağ arasında bir bölgenin ismi. 1590 yılında yapılan Ferhat Paşa antlaşmasına göre Azerbaycan, Gürcistan, Dağıstan, Tiflis ve Tebriz Osmanlı Devletine verilir. b) Şiran Kars dolaylarında Şiran kes diye bir bölgenin ismi. c) Şiran Karsta Şiran Beyi diye bir şahıs ismi. d) Şiran Ağrıdan 1335 tarihinde çekilen bir telgrafta Ermeniler tarafından sürülen zilan aşiretinden Abbas Şiran’dan söz eder. e) Şiran oğlu karabettin Bey. f) Şiran Hindistan’da bir saray ismi saray Halife Abdulmecid’in kızı Dürrüşehyar’n torunu Bereket şah’a aittir.( Halen günümüzde miras davası torunları tarafından sürdürülmekte) g) Şiran Türk müziğinde bir makam. Acem-i Şiran Bunlar İsim ve yer olarak geçen kelimelerden bazıları. Buda gösteriyor ki Şiran bize doğudan gelme bir isim. 3- ŞİRAN Farsça Aslanlar anlamında kullanılmıştır. Fakat ilçenin isminin uzaktan yakından aslanlarla ilgisi bulunmamaktadır. 4-Şiran Arapça da erkek ismi ve kaleler surlar olarak kullanılmakta bu bence anlam bakımından aslanlardan daha uygun gelmekte. Çünkü bölge yıllarca saklı kalmasına rağmen demek ki birçok akın gördü ki bölgede sayısız kale ve kale kalıntısı vardır bunların en önemlileri şunlardır. 12 1-Hargin kalesi 2-Mumya kalesi 3-Tarsun kalesi 4-Balıkhisar kalesi 5-Kazan kale 6-Zimon kalesi 7-Asılan kale. Ayrıca ismi sadece kale olan çok sayıda yerleşim yeri mevcuttur. Bunun içindir ki yıllardır Farsça aslanlar olarak tanıttığımız ilçenin adı kaleler, surlar anlamında da kullanılmış olabilir. Bunun yanında Bölgede yaşayan Şiran bey diye bir şahıstan da alabilir fakat burada dikkat edilmesi gereken, Şiran kelimesinin bölgede Karaca dan önce kullanıldığını ilçe ile ilgili ilk tapu kayıtlarındaki şu ifadeden anlıyoruz Şiran nahiyesine bağlı Karaca Köyü diye yazılmakta. Ama bunlardan ziyade yukarıda belirttiğimiz gibi Şiran bugüne kadar bilinen anlamının dışında tamamen yer, yöre, ismi ve isim olarak kullanılmıştır. 4-ŞİRAN kelimesi çeşitli kaynaklarda ŞİRYAN olarak yazılmakta, ancak hiçbir anlam ifade etmeyen bu kelime bence tamamen okuyucunun okuyucu hatasından kaynaklanmaktadır veya karıştırılmaktadır. Tıpkı günümüzde Şiran’la Şirvan’ın karıştırılması gibi onun için bu kelimenin üzerinde fazla durmanın bir anlamı yok. 5-ULUŞİRAN Bugüne kadar Şiran deyince aklımıza hep ilçenin bugünkü merkezi gelir. Hal bu ki Şiran ilçesinin tarihi süreç içerisinde en uzun süre nahiye ve ilçe merkezi olarak Uluşiran Yani bugünkü Erenkaya köyü yerini almaktadır fakat nedense bu konuya bugüne kadar hiç değinilmedi. Sanki zaman geçmişten beri Karaca köyü olarak tarihteki yerini alan bugünkü ilçe merkezi aynı süreç içerisinde tarih denilince hep Uluşiran’ın yerine konmuştur. Kesin olamamakla birlikte 1840 yılına kadar ilçe merkezinin Uluşiran da olduğu tahmin edilmekte. Daha sonraki yıllarda İse Şiranların karışmaması bakımından Uluşiran’a Ulya yukarı, büyük Şiran İsminin verildiğini kayıtlarda görmekteyiz. Bu Ulya kelimesi daha sonraları Ulu kelimesine dönüştürülmüş. Evliya çelebi Şiran’dan söz ederken Şiran kalesi Ve bu günkü ilçe merkezinden de Karacalar köyü diye söz etmekte. Karacalar köyü belli olduğuna göre zaten kale de yok geriye ilçe olarak Erenkaya kalıyor. Zaten birçok kayıtta Şiran ilçesine veya Şiran nahiyesine tabii karacalar köyü diye geçmekte. 1840 yılına kadar ilçe merkezi Erenkaya da idi bu yıldan sonra ilçe merkezi Karaca köyüne alındı fakat Aynı Şiran ismiyle alınınca karışıklık olmaması bakımından Erenkaya köyüne, yukarı, büyük anlamında Ulyaşiran denildi. Yukarı Şiran Veya büyük Şiran olarak da düşünülebilir. 13 Karaca baba Türbesi yeni hali KARACA Karaca Şiran ilçe merkezinin eski adıdır. Birçok kaynakta Karacalar diye yazılmış. Bu ad ne zaman kimler tarafından söylendiği belli olmasa da karaca kelimesinin Türk boy ve oymaklarının arasında önemli olduğu tartışılmaz bir konudur. Bilhassa Selçuklu boylarında çok rastladığımız bir kelimedir. İlçe merkezinin kimler tarafından kurulduğuna dair bir malumat bulunmasa da İlçenin kuruluş itibarıyla Türkler tarafından kurulduğu kesindir. Bugün ilçede herhangi bir yabancı kalıntıya veya tarihi esere rastlamak mümkün değildir hatta Erzurum tapu defterlerinde kayıtlı bir örnek de ki isimlere dikkat edilirse kayıtların Türk boy ve oymaklarına ait oldukları anlaşılır. Erzurum Tapu Defteri No. 478 s.82 Karaca Tabii…….. Şiran (Şiran kazasına bağlı Karaca köyü) Tapuda ki İsimler Melik, Düşgeldi, Yayla bayi, Can Ahmet Sultan, Yar Ali, Pir veli, Oruç, Dur Hasan gibi isimler ki bular üzerine Haşhaş yurdu yaylasının tapusunun bulunduğu kişiler. Buradan da anlaşılıyor ki; ilçe tamamen Türkler tarafından kurulmuştur. Çok sayıda belgede yine Şiran kazasına tabii Karaca köyü diye geçmekte. Bu da gösteriyor ki Erenkaya köyü uzun yıllar ilçe merkezliği yapmış. Karaca’nın kuruluşu hakkındaki ilk rivayet bölgeye Karaca baba adında bir erenin horasan dolaylarından gelerek ilçe merkezine 14 yerleşip, karaca köyünü kurduğudur. Karaca köyünü çok sevmiş veya ilk tuttuğu vatanım demiş olacak ki türbesi bugün ilçeyi en iyi bir noktadan gören bayrak tepe de bulunmaktadır. Karacababa türbesinin inşaatı sırasında toprak altından çıkan kitabede 1253 tarihi düşülmüş ancak bu tarih daha sonraları yapım veya restore tarihi olabilir çünkü fotoğrafta sağ üst köşede de görüldüğü gibi beklide türbenin yapımından yıllar sonra lalettayin olarak basit bir aletle yazılmış. Ayrıca yine aynı kitabede çeşitli yazılar bulunmakta ancak zamanla kırılan yazılar okunamaz hale gelmiş Yalnız bir bölümde ‘’Ziyaredden murad duadır, Bugün bana yarın sanadır’’ diye yazılmış. İkinci rivayet ise Bitlis Ahlât yöresinden gelen kervanın burada ki çeşme başında verdikleri dinlenme molasında yöreyi sevmeleri ve yöreye yerleşmeleri ile Karaca köyü kurulmuştur. Bir diğer konu ise 1969 yılında 115 yaşında ölen Savaş gazisi Şükrü Yalçın kaya’nın verdiği bilgilere göre ise bölgeye ilk önce Cir oğulları ve arkasından Çönge oğulları gelerek yerleşmişlerdir. 1840 yılına kadar Karaca olarak bilinen karaca köyü bu yıldan sonra Şiran ilçesi olarak idari yapı içerisinde ki yerini almıştı 15 13-14 yy dan kalma olduğu tahmin edilen Çakırkaya Manastırı Erenkaya da (Uluşiran) Kale kalıntısı 16 Ara Köyü Kaya Mezarları ŞİRAN TARİHİ Tarih kısmına geçmeden önce Şiran ve çevresinin fethinden sonraki idari yapı üzerinde durulması, Karaca daha sonraları Şiran olarak adlandırılan ilçenin tarihi hakkında daha tatmin edici bilgiler verir kanısındayım. Çünkü harp görmüş bir memleketin imarı ve yeniden yapılandırılması pek de kolay bir mesele olmasa gerektir. Şiran tarihini sadece Şiran bölgesi olarak ele alıp incelediğimizde malumdur ki sağlıklı bir bilgiye sahip olamayız, çünkü bir bölgenin tarihi b ulunduğu topraklar üzerinde değil çevre il ve ilçelerle, hatta dünya tarihi ile birlikte yaşanır. Bu nedenle Şiran tarihini incelerken çevre il ve ilçelerin, hatta Türkiye, Dünya tarihi ile beraber incelemek mecburiyetindeyiz. Ancak bu şekilde sağlıklı bilgilere ulaşmış oluruz veya daha geniş anlamlı, kapsamlı bilgi ve belgelere de ulaşmış oluruz. Daha önce de söylediğimiz gibi bölge tarihi süreç içerisinde daima kapalı bir alan olarak görüldüğünden şimdiye kadar bölge hakkında kapsamlı bir araştırma yapılmadığından yazılı belgeler tam olarak gün ışığına çıkarılmamıştır. Son yıllarda bu araştırmaların azda olsa devam ettiğini görmekteyiz ki bu da ilçe açısından önem arz etmektedir. En azından Osmanlı kaynaklarından çeşitli çevriler, çeşitli kaynaklarda ve bazı sitelerde görülmektedir. Ama bunlar yeterli olmamakla beraber bu araştırmalara gerekli önemin verilmediği de görülmekte. 17 KRONOLİJİK SIRA İLE KISA TARİH İÖ. Bölgenin ilk bilinen kabilesi Hattiler olarak bilinmektedir. Bunların Orta Asya'dan geldikleri konusunda tüm tarihçiler fikir birliği içindedir. Bu nedenle bunlara PROTO HİTİT de denir.(5) Halen bölgede yaşayanlara haldi denilmektedir (Hadliye) MÖ. 2300–1200 Tarihleri arasında Kafkaslardan gelen Hititlerin bölgede 1000 yıla yakın bir süre hüküm sürdükleri bilinmektedir. MÖ.720–665 yılları arasında Kimmer ve İskit akınlarına maruz kalmıştır. O dönemlerde Gümüşhane ve yöresinin yerli halkı, Mosenekler ile Yunanlılarca Mikron diye adlandırılan topluluklardı. Yöre halkı Urartu devletinin siyasi baskısına boyun eğmişti. Ancak MÖ. 620 de yerli bir akın başlatan İskitler, Urartu topraklarını yağmaladılar. MÖ.560–550 Med istilasından sonra Urartu Krallığı yıkıldı. Medler Erzurum, Gümüşhane bölgelerini ele geçirdiler böylece Medlerin Şiran bölgesinde varlığı kabul gördü. MÖ. 550–331 Bu krallık İran’dan Orta Anadolu’daki Kapadokya’ya dek uzanan topraklarda birçok eyaletler oluşturdu. Bu dönemde Şiran ilçesi de bu topraklar içinde bulunuyordu. Yaklaşık 400 yıl hüküm süren Persler’in çıkışı gibi yıkılışlarda ani oldu. MÖ 331 yılında Makedonya Kralı Büyük İskender Pers Kralı lll. Darius’u yenerek Pers Krallığına son verdi. MÖ.331–64 Asur egemenliğinden kurtulan ve İran’ın egemenliğine giren Kapadokya Keyhusrev (Kurus) zamanında 350 yıllarında ikiye ayrıldı bugünkü Sivas, Kayseri, Maraş, Kırşehir, Niğde toprakları birinci parçaya ayrılmış buna Kapadokya adı verilmiş. Yine bugünkü Sinop, Samsun, Amasya, Tokat, Giresun, Gümüşhane, Trabzon ve Rize vilayetlerini ve dolaylarını teşkil eden ormanlık topraklar ikinci parçaya ayrılmış ve buna da pont adı verilmiştir ki konumuzu teşkil eden Şiran bu topraklar içerisinde kalmaktadır.(7) İS.64–395 Roma İmparatoru Agustus topraklarını Kelkit Havzasına kadar genişletti. Gümüşhane bölgesi bir Perslik olarak Roma’ya bağlandı, MS 395 yılına kadar Romalıların egemenliğinde kaldı. 5-Ron CARTER uygarlık tarihi s. 37 6-Geçmişte ve Günümüzde Gümüşhane Gülyüz USLU s.143 7-Tokat Vilayeti Hakkında malumat s.23 18 İS.395 Roma İmparatorluğunun ikiye bölünmesinden sonra Gümüşhane yöresi Doğu Roma (Bizans) sınırları içerisinde kaldı. Bizans İmparatoru Herakleios 625 de İran’da sasanlı devleti üzerine sefer düzenlediği zaman Kelkit vadisinden geçti. Ancak Aras yolu ile dönüşü arasında, Kostantinopolisin Avar tehdidi altında olduğunu gördü. Bu sırada Sasanlılar’ın baskısına uğrayan Herakleios, Hazarlarla işbirliği sayesinde kurtuldu. O dönemde Gümüşhane yöresi de Bizans askeri işbirliğinde rol oynayan topraklardan biri idi. 634–644 Halife Hz. Ömer döneminde Erzincan ve Erzurum'un Arapların egemenliğine girmesiyle, Gümüşhane ve çevresi dolaysıyla Şiran bölgesi de Arapların egemenliğini tanıdı. Bizans, Sasani mücadelesinde önemli bir nokta olan Erzincan ve çevresi ilk defa Hz Ömer zamanında Müslüman Arapların akınına maruz kalmıştır. Şiran Bölgesi Bizans, Arap, Gürcü, Ermeni Beylikleri arasında siyasi çekişme alanı olmuştur. Şiran bölgesinde 1018 Yılındaki akımların arkasından 1048 yılında daha kuvvetli Türk akınları görülmeye başlamıştır. (8) 656–661.Yörenin yeniden Bizanslıların eline geçmesi. 685–705.Abdul Melik Arap egemenliği. 705–715. Yörede yeniden Bizans egemenliği. 8-İsmet Mir oğlu Erzincan Diyanet Ansiklopedisi (DİA) s319 19 Bayrak Tepede Top Arabası ve mescit İLK SELÇUKLU AKINLARI 1018- Yılından başlayarak yerleşim yerleri arayan Oğuz Türkleri Bizans sınırlarını zorlamaya başladılar. 1054 yılında Van dolaylarına girdiler Bu yıllarda Bizans yönetiminde bulunan Gümüşhane ve çevresi Oğuz Türklerinin eline geçtiyse de Kışın başlamasıyla Oğuzların İran’daki karargâhlarına geri dönmeleriyle bölge yeniden Bizanslıların eline geçti. Ancak 1071 Malazgirt zaferinden sonra Türklerin egemenliği kesinleşti. Horasan erenleri denen Ateşli tarikat propagandacıları Bizans topraklarını harben işgal ediyor ve sonraları oraları tamamen İslamTürk toprağı haline getirmek için muazzam bir faaliyete girişiyorlardı. Tarihin en dikkate şayan hadiselerden biri olan bu faaliyet büyük bir enerji ile kısa zamanda netice veriyordu. Türk derviş gazileri bir memleketi fetheder etmez derhal bir kısmı oraya yerleşiyor, kalan kısmı ise ileriye doğru yürüyordu. Arkadan daima taze kuvvetler geldiği ve en ateşli kuvvet, en ileriye sevk edildiği için bu yürüyüşün ardı arası kesilmiyordu. Alp ve Abdal gibi isimler taşıyan bu erenlerden Şiran ilçesine İlk yerleşenin Karaca baba olduğu tahmin Edilmekte. Ayrıca İsa baba Seydibaba gibi erenlerin de Selçuklu boy ve oymaklarından olduğu bugünkü kalıntılardan anlaşılmaktadır. 20 Çakırkaya Köyünde Kaya mezarları Mengücekli İshak İle Danişmendi Melik Gazi arasındaki Savaş 1120 1071–1175. Danişmentler, Mengücekler dönemi.1119’dan önce Trabzon valiliğine atanan Costantin Gavras çevresindeki Türkmenlerden destek alarak Trabzon bölgesini Bizans’tan ayrı yarı bağımsız şekilde yönetmişti. 1140 sonlarına kadar Trabzon’da hüküm sürdüğü kesin olan Costantin Gavras, Trabzon çevresindeki Türkmen emirlerinden Mengücekli İshakla ittifak yaparak, 1120 de Artuklu belek ve Danişmendi Melik Gazi kuvvetleri ile Şiran bölgesinde karşılaştı..( Bazı kaynaklar Şiran kalesi yakınlarında yazsa da savaşın merkezinin bugün bile tahtı Melik olarak adlandırılan İncedere köyündeki bölge olduğunu tahmin ediyorum.) Bu savaşta Trabzon ve Mengücekli ittifakı yenilgiye uğrayarak çok ağır bir zayiat verdiler. Costantin Gavras’ın 5000 askeri öldürüldü, kendisi ve Mengücekli İshak esir düştü. İshak Artuklu Beledin damadı olduğundan canını kurtarırken, Costantin Gavras da 30 000 dinar karşılığı fidye ödeyerek canını kurtarmıştır.(9) 9- Trabzon Saray Tarihçisi Panaretosun Kroniği 21 Çakırkaya manastırının dıştan görünüşü 1280- Yine Trabzon Rum imparatorluğunun saray tarihçisi Panaretos’un verdiği bilgilere göre Trabzon Kralı 14.Yüzyılda Toresion (Tarsun) dağında Türkmenlere tuzak düşünmüştür. ŞİRAANIN ZAPT EDİLMESİ 1355 yılında Haldia Dükü Kabasisiko Harekete geçip Şiran’ı zapt ettiği gibi Suriyana kalesini boşalttığı için Şiran Trabzon sınırları içine alınmıştı. Bundan çok memnun kalan İmparator 3. Aleksios elden çıkmış olan Şiran’a gelmiş tahribatta bulunmuş ve Şiran’ı kuşatmış, tutsak almış ise de dönüşte az sayıda Türk’ün takip etmesi sonucu İmparatorun askerleri panik halinde kaçmışlar, birçok kimse öldürülmüş ve Haldia Dükü esir alınmış. İmparator ve bu olayları yazan Panaretos güçlükle Trabzon’a kaçıp canlarını zor kurtarmışlardır.(10) 10- Dç. Dr. Ali ÇELİK Çepnilerin Anadolu’nun Türkleşmesindeki 22 Şiran Bölgesinin Trabzon Kralının Elinden alınması 1362 yılında Şebinkarahisar’ı ele geçiren ve Selçuklu sarayından olan Kılıç Aslan Kelkit ve Şiran bölgesinde Trabzon Kralının elinde olan kalelere yönelmiş 1368–1369–1373–1374 de ki çatışmalardan sonra bölgeyi kontrolüne alan Kılıç Aslan 1379 da Trabzon üzerine yürümüştür. Yine Trabzon saray tarihçisine göre 1373 yılında ocak ayında Trabzon kralı şeytana uyarak Şiran’a karşı sefere çıkmıştır. Ancak Türklerin karşı koyması ve soğuk yüzünden geri dönmek zorunda kalır. Türkler 140 Hıristiyan öldürür, çoğu da soğuktan telef olur.(11) 1431- Şiran ilçesi Erzurum’a bağlı bir nahiye olarak görülmekte. 1461- Fatih Sultan Mehmet tarafından ilçenin fethi ve Osmanlı hâkimiyetinin başlaması ve Osmanlılar dönemi. (Osmanlı Devleti’nin bölgedeki fetih faaliyetleri, Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon’u almasıyla yakından ilgili olup, Şiran’a ait ilk Osmanlı tahriri 1485 yılında yapılmıştır. Bu yazımlarda Şark-i Karahisar sancağına bağlı olarak görünen Şiran Fatih Sultan Mehmet’in Otlukbeli’nde Uzun Hasanla yaptığı savaştan sonra Akkoyunlular’dan Osmanlılara geçmiştir. XVI. Yüzyıl ortalarında da Erzurum Beylerbeyliğinin Şark-i Karahisar kazasının bir nahiyesi olarak idari teşkilatta yer almıştır. xıx. Yüzyıl boyunca Şiran’ın idare Yapısı pek çok değişikliğe maruz kalmıştır. Erzurum, Erzincan, Trabzon, Bayburt sancakları arasında yer değiştiren Şiran kazasını bazen de Kelkit’e bağlı bir nahiye olarak karşımıza çıkmaktadır. 1473-Şiran’ın Şebinkarahisar’a bağlandı. 1634-Evliya Çelebi’nin Şiran’ı ziyareti. Evliya Çelebi Şiran’ı ziyaretinde Seyahatnameye şöyle bir not düşmüştür. Bu notunda ilçe için şu bilgileri vermiştir ama bilgilerin fazla abartılı olduğu inancındayım. Şiran kalesi olarak söz ettiği yer Erenkaya köyündeki kale kalıntısıdır. Buradan kalkıp, (Koyulhisar) beş saatte Kara Yakup köyüne geldik, Oradan üç saatte korkun kayası menziline, oradan bir saatte Baru köyüne, oradan geçip Tekman beli denen yaman bele geldik. (Fındıklı belin Güneyi Osman Ağa mezarlığının bulunduğu mevki) Burası yedi sekiz ay karla kaplı kalır, kışın şiddetinden kuş uçmaz kervan geçmez bir yer. Her neyse burayı da bin bir zorlukla geçip kadı oğlu menziline vardık (Kadıçayırı’nın eski yeri) Müslüman ve Ermeni köyüdür fakat zeamet olduğundan mamurdur. Buradan dört saatte ŞİRAN KALESİNE geldik, kasaba gibi Müslüman mamur köydür. 11- Panaretos Ali Şükrü AYGÜN 23 Ara Köyünde Bir Başka Kaya Mezarı Buradan dört saat gidince KARACALAR Köyü konağına vardık. Zeamet olup Müslüman ve ermeni köyüdür. Buradan beş saatte Sarıcalar köyü menziline varıldı. Oradan ileri Salut belini (Çilhoroz geçidinin Güneyi) yüz bin zorlukla geçerek Kelkit arası sahrasın vardık.(12) 1667- Şiran’ın yeniden Erzurum’a bağlanması. 1725-Şiran’ın yeniden Şebinkarahisar’a bağlanması 1730-Şiran’ın yeniden Erzurum’a bağlanması 1764-Şiran’ın Şebinkarahisar’a bağlanması 1814-Karaca köyünün ilçe merkezi yapılması 12- Evliya Çelebi Seyahatnamesi c.2 s. 538 24 Çakırkaya köyü şapelin tahrip edilmiş iç kısmı 1839-Şiran’ın Erzincan’a bağlanması 1841-Şiran’ın Erzurum’a bağlanması 1865-Şiran’ın Gümüşhane’ye bağlanması 1873-Şiran’ın Şebinkarahisar’a bağlanması 1877-Belediye teşkilatının kurulması 1879-Şiran’ın Bayburt’a bağlanması 1884-Şiran’ın Gümüşhane’ye bağlanması. 25 Erenkaya Köyü kilise kalıntısı Devletin Resmi Kayıtlarında Şiran İki Yıl Hem Gümüşhane’ye, Hem Erzurum’a Bağlıydı 1865’e kadar Erzurum Eyaletine bağlı olan Şiran kazası 18861868 yılları arası devlet salnamelerinde hem Gümüşhane’ye, hem de Erzurum’a bağlı kazalar arasında gösterilmiştir. Bir kazanın iki eyalete aynı anda bağlı olmasının mümkün olmayacağının bilindiği ve elimizde bu yıllarda Şiran’ın idari yapısını ortaya koyacak veri bulunmadığı için Şiran’ın idari yapısını net olarak ortaya koymak şimdilik mümkün gözükmemektedir. Erzurum ve Trabzon Eyaletlerinin Şiran Rekabeti Kelkit ve Şiran kazalarının Erzincan’a bağlanması yolunda bilhassa xıx. Yüzyılın ikinci yarsında birçok yazışma yapılmıştır. Bu İki kazanın Erzincan’a bağlanmaları yöre halkı ile Trabzon ve Erzurum vilayetleri arasında uzun sür müzakereler yapılmasına neden olmuştur. Her iki vilayetin valileri söz konusu kazaların kendi vilayetlerine bağlı kalmasını bir takım gerekçelerle ileri sürüyor ve bu bağlamda Osmanlı Hükümetine yazılar gönderiyorlardı. Kelkit kazasının merkezi olan Çiftlik kasabası Erzincan’a 14 saat uzaklıkta iken Gümüşhane’ye sadece 10 saat mesafede bulunmaktaydı. 72 26 köylük kazanın 25 köyü Erzincan’a kalan 47 köyü Gümüşhane’ye daha yakındı. Diğer yandan Şiran köylerinin tamamı Gümüşhane’ye daha yakındı. Bu nedenle Osmanlı Hükümeti Şiran’ın Gümüşhane Sancağına bağlı kalmasına karar verdi. İdari yapıdaki bu değişiklik 1868 yılı devlet salnamelerine yansımış Şiran Gümüşhane’ye bağlı gösterilmiştir. Erzurum Valiliği Şiran’ın Gümüşhane’ye Bağlanmasını İçine Sindiremedi Şiran’ın Erzurum bağlanmasını kabullenemeyen Erzurum Valiliği, bu tarihlerde Erzincan’ın ıv. Ordu merkezi olmasını ileri sürerek Kelkit ve Şiran’ın Erzincan’a bağlı olması isteğini bildirdi. Erzurum Valiliğine göre ıv. Ordu merkezi olan Erzincan’ın kereste, yakacak, odun ve zahire gibi ihtiyaçlarının karşılanması için daimi surette Kelkit ve Şiran bölgesine başvurulmaktaydı. Özellikle Kelkit ve buranın bir köyü olan Köse düzlükleri bu bölgedeki en mühim tahıl merkezlerindendi. Bayburt ve Tercan’la birlikte KelkitŞiran hattı uzun yıllar Trabzon limanına hububat yığan bir depo görevi yapmıştı. İşte bu özellikleri dolaysıyla Kelkit-Şiran bölgesine duyulan ihtiyaç hem Erzurum, hem Trabzon bölgesince dile getiriliyordu. Erzurum valiliğinin söz konusu istekleri Trabzon vilayetine de iletiliyor ve oranın da bu husustaki fikri soruluyordu. Ancak Osmanlı Hükümeti Erzurum valiliğinin Şiran’ın kendilerine bağlanması için ileri sürdüğü gerekçeleri tatmin edici bulmadı, dolaysıyla Şiran’ın Gümüşhane sancağına bağlanmasının daha uygun olacağı fikri ön plana çıktı ve b u fikir kabul gördü. Osmanlı Hükümetinin Şiran’ı Gümüşhane’ye Bağlama Gerekçeleri Bir yerleşim yerinin herhangi bir sancağa bağlanmasında bazı hususlara dikkat edilirdi. Bu hususlar arasında halkın bağlı olduğu idare merkezinde işlerini zamanında görmesi alış veriş ve sair işlerde zorluklarla karşılaşmadan işlerini halledebilmesi öncelikler arasındaydı bunlara ilaveten kaza, nahiye, köylerin idarece hangi tarafa yakın ise oraya bağlanması hususuna da dikkat edilirdi. Osmanlı Hükümeti Hem Trabzon valiliğine, hem Erzurum valiliğine gönderdiği yazılarda Şiran ve Kelkit’in hangi vilayete yakın olduğunu sormuştu. Trabzon vilayetinden verilen bütün cevaplarda Şiran ve Kelkit’in her bakımdan Gümüşhane’yle ilişkili olduğu ve dolaysıyla buraya bağlı kalmaları gerektiği şeklindeydi. Sonuçta 1868 27 Gökçeler köyü tarihi kilise taşlarından yapılmış çeşme yılından itibaren Kelkit ve Şiran Gümüşhane sancağına bağlandı. (Kesin olmamakla beraber çünkü daha sonra tekrar Bayburt ve Erzincan’a bağlanacak Gümüşhane’ye kesin bağlanma 1884 yılında olacaktır.)(13) Devletin Resmi Kayıtlarına Göre Şiran Trabzon salnamelerine göre Şiran kasabası birkaç tepe arsında oldukça düz bir yerde kurulmuş bir yerleşim alanıdır. Kazada soğuğa dayanmak için evler tek katlı ve üzerleri toprakla örtülü olarak inşa edilmiştir. Halkı Tarım ve çobanlıkla geçinir ve arkasından şöyle devam eder. <<Bu tarafları vilayetin arzı sahiliyesine benzemediği gibi ahalisinin teşkilatı uzviyeleri, adet ve ahlakı, şive ve lisanları da deniz kıyısında mütavattin olan halkla asla mukayese edilemez. Sahile yakın olan yerlerin engebeli arazisine… Saatlerce uzanan müthiş ormanlarına, korkunç uçurumlarına, ikliminin inatçı, ahalisinin yüzü gülmez yüzlerinin çalak olmalarına mukabil… Bu taraflarda insan az çok uzayıp giden düz ovalardan, çıplak ve hüzün-engin kayalardan, dağlardan ekseriye pek düzgün ve değişmez bir halde geçen mevsimden, SADE DİL TEMBEL DAİMA KAZA VE KADERDEN ŞİKÂYET BİR HALK ile SEFİL MESKÜN köylerden başka bir şey görülmez... Şiran kasabası yüz haneli bir köydür. 13- Trabzon Salnameleri 1905 s187-390 28 Çakırkaya Şapelin dı görünüşü Şiran ahalisi sağlam bünyeli insanlardır. Vilayetin sahil kemsinde olduğu gibi soluk benizli insanlara bu taraflarda hemen hiç tesadüf olunmaz. Şiran Kazasının nüfusu erkek ve kadın 15285 İslam ve 1693Rrum 222 Ermeni’den ibarettir. Ahali ziraat ve çobanlıkla meşgul olurlar Hâsılatın arasında en mühimi buğday ile arpadır. Vesait, nakliye, yokluk, yol yokluğu gibi bazı sebeplerden dolayı ahalinin yarısı Rusya’ya bir kısmı da vilayetin bazı kasabalarına gitmeye mecbur olurlar ve merkezi vilayet ile kasabalara gidenler oralarda hamallık ederler. İçlerinde hali vakti iyi olanlar ma’i çuhadan şalvar ve palto giymekte, fukarası da bezden şalvar ve mintan giymektedir. Şiran’da okuryazar pek az adam vardır her konuda geri olduğu gibi maarif konusunda da bu tarafların pek geri kaldığını söylemeye lüzum yoktur (Trabzon salnameleri) Onun için Ahmet Şiran-i yayınladığı bir yazısında Şiran’da iken saban süre, Süre kök kaza, kaza demire dönmüş olan parmaklarımı olmadı yazıya alıştıramadım demiştir.(14) 14- Selahattin Tozlu Hayrü-l kelam nr.16-20 1329 s. 121,122 29 Gökçeler köyü kale kalıntısı 19.Yüz yılın yaarısında Şiran Kazası ve Nahiyelerinin Nüfusu ne kadardı 1881 yılında Şiran Kazası Aşağı Tersun, Seydibaba, Korzaf, Uluşiran ve Sarıca adlı 5 nahiyeden oluşmaktaydı. Bu tarihte Şiran kazasını 69 köyü olup bunun 13’ü Aşağı Tersun nahiyesine, 19’u Seydibaba nahiyesine, 12’si Uluşiran nahiyesine, 13’ü Korzaf nahiyesine ve 12’si de Sarıca nahiyesine bağlı bulunmaktaydı. Köyleriyle beraber Şiran’ın nüfusu 1881 yılında 5151 kişiden ibaretti. Nüfusun %85’ini Müslümanlar (4392 kişi) %15’ini (759 kişi) gayri Müslimler teşkil etmekteydi. Şiran Kazasının Nahiyeleri 1881 yılında Şiran kazasına bağlı 5 nahiye bulunmaktaydı. Bu nahiyelerin köy ve nüfus sayısı aşağıdaki gibiydi . 1-Aşağı Tersun Nahiyesi: 1881 yılında Müdürlüğünü Ali Efendinin yürüttüğü nahiyeye 13 köy bağlıydı. Toplam 1001 erkek nüfusun yaşadığı nahiyenin 649 kişiyle büyük çoğunluğunu Müslümanlar teşkil ediyordu. Nahiyede 352 kişi gayrimüslim nüfus vardı. 2-Seydibaba Nahiyesi: 1881 yılında 19 köyü bulunan nahiyede erkek sayısı 1001 kişiydi. Bunun 796’sını Müslümanlar oluştururken, 25’ide gayrimüslimlerden meydana geliyordu. Nahiyenin Müdürlük görevini Tahir ağa yürütüyordu. 30 İlçede eski evlerden biri 3-Korzaf Nahiyesi: Korzaf Nahiyesinde gayrimüslim nüfus yoktu toplam nüfus 1014’tü 13 köyü bulunan nahiyenin müdürlüğünü Mehmed Ağa yapmaktaydı. 4-Uluşiran Nahiyesi: 1881 yılında 12 köyü bulunan nahiyenin müdürlüğünü Osman Efendi yapmaktaydı. Erkek nüfus sayısı10064 idi bunların 854 Müslüman gri kalanı ise gayrimüslimdi. 5-Sarıca Nahiyesi: Toplam nüfus 10071 kişiydi899 Müslüman, 172 si gayrimüslim idi. müdürlüğünü Hasan bey yapmaktaydı. 12 köyü olan nahiyenin Şiran’da Nüfus Patlaması 1887 yılına gelindiğinde Şiran 5 nahiye 92 köyden oluşan bir kaza durumuna gelmişti. Aynı yıl köylerle birlikte 2282 hanede yaşayan insan sayısı 15002 kişiydi. 1881 yılındaki nüfusla karşılaştırdığımızda Şiran’da bir nüfus patlamasının yaşandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. 7974 kişiyle erkekler nüfusun %53’ünü 7028 kişiyle de kadınlar nüfusun%47’sini teşkil etmekteydi. Nüfusun %88 gibi çok büyük çoğunluğunu oluştururken, %9’unu Rumlar, %2’sini yabancılar, %1’ini de Ermeniler teşkil etmekteydi. 31 Şiran Köylerinin Temettuat Defterleri Temettuat defterlerine şehir, kaza, kasaba, nahiye, köy, mezra, çiftlik gibi yerleşim birimlerinde yaşayan Müslüman ve gayrimüslim ahalinin emlâk, arazi ve gayrimenkulleri ile yetiştirilen ürünler ve bütün cins hayvanlar teker, teker yazılmıştır. Bu özellikleri ile Temettuat defterleri Osmanlı taşra iktisadi ve sosyal yapısına ait istatiksel verileri içermektedir. Bu defterde hane reislerinin şöhretleri, isimleri, lakapları, meslekleri, resmi görevleri ve etnik yapıları gibi bütün ayrıntıların verilmiş olması tarih açısından önemli bir kaynak olarak değerlendirilmelidir. Bu defterlerde vergi mükellefi olarak hane reisinin ismi yazılmıştır. Dolaysıyla ortalama bir hane nüfusu üzerinden toplam nüfusu bulmak mümkündür. Başbakanlık arşivlerinde bulunan defterlerin bir kısmının 1840, Şiran ve köylerinin kayıtlı olduğu defterler ise 1845 tarihlidir. Aşağıda 1845 yılında Şiran’a bağlı köylerin Temettuat defterlerinin bir listesini veriyoruz. Her köyün Karşısına Temettuat defterinin kaç sayfadan oluştuğu da yazılmıştır. 1-Şemuki Köyü 2-Köçiköy 3-Kuzan 3-Şiran 4-Ursun 5-Kirtanos Köyü 12 Sahife 4 Sahife 12 sahife (Örenkale) 8 Sahife (Küçük bir köy olsa gerek 4 Sahife 8 Sahife (Akyayla) 32 6-Telme Köyü 16 Sahife 7-Ara Köyü 12 Sahife 8-Törnük Köyü Sahife sayısı tespit edilemedi. 9-Hozmanı Ulya 8 Sahife (yukarı hozman) 10-Hozman-ı Sufla 8 Sahife 11-Aksıran Köyü 8 Sahife 12-Aliş köyü 12 sahife 13-Gersud-ulya 12 sahife (Yukarı Kulaca) 14-Seydiköy 28 sahife (Seydibaba) 15-Zimon Köyü 8 sahife (Çevrepınar) 16-Kelif Köyü 8 sahife (Çatmalar) 17-Civrişon Köyü 8 sahife (Konaklı) 18-Sadık köyü 8 sahife 19-Ergo Köyü 4 sahife (Söğütlü) 20-Mertekl köyü 12 sahife 21-Çengeriş köyü 8 sahife (Alacahan) 22-İne köy 20 sahife 23-Beşkilse köyü 8 sahife (Ozanca) 24-Cigan köyü 8 sahife 25-Masuran köyü 4 sahife (Kadıçayırı) 26-Ekradı Şadılı Halkın taifesinden Halkın mezrası 28 sahife 27-sarıca köyü 28 sahife 28-Sefker köyü 12 sahife (Evren) 29-Çirmiş köyü 12 sahife (Aksaray) 30-Çaköz köyü 18 sahife (Beydere) 31-Öksid köyü 8 sahife (Bilgili) 32-Tersun köyü 8 sahife (İslam Tersun) 33-Y.Tersun Köyü 8 sahife (Dilekyolu) 34-Cender Köyü 4 sahife (Yolbilen) 35-A.Tersun Köyü 4 sahife (Gökçeler) 36-Karaşeyh Köyü 8 sahife 37-Kozağaç Köyü 12 sahife 38-Gürnaş Köyü 12 sahife 39-Gersud- Zir 8 sahife (Bahçeli) 40-Karaca Köyü 28 sahife 41-Kelur Köyü 8 sahife (Çakırkaya) 42-Babuş köyü 4 sahife 43-Zarabut Köyü 16 sahife (Söğütalan) 44-Giriftli Köyü 12 sahife 45-Hormonos Köyü 12 sahife (Koyunbaba) 46-Çal Köyü 8 sahife 47-Karınca köyü 20 sahife (15) 15- Dç DR Bayram Nazır Makale 33 Ara köyü kemer Seydibaba köyü tarihi mezar taşları 34 İlçe merkez Camii İDARİ YAPI 1473 yılında Fatih Sultan Mehmet’in bölgeyi fethinden sonra Şiran bölgesinin idari yapısı ve imarı için büyük mücadele başlatılmıştır. Nitekim 1485 tarihli tahriri defterlerine bakılırsa Şiran ve çevresindeki kaza ve nahiyelerin, köylerin yaklaşık %38’nin ve mezraların % 45’nin boş veya terk edilmiş olduğu görülmektedir.(16) Büyük ve köy bakımından daha istikrarlı olan Şiran Akşehirabad ve Suşehri gibi nahiyeler şarkî Karahisar Sancağı’nın doğu ve güney kesimlerinde bulunmaktadır. Bu bölgede daha sonra Şiran nahiyesine katılacak olan Güdül, Gezenger ve civarında bulunan köylerin çoğunun harap ve boş olduğu görülmektedir.(17) IV. yüzyılın sonları ve XVI. Yüz yılın başlarında yapılan iskân faaliyetleri neticesinde Şiran bölgesinin yeniden canlandırılmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır. Özellikle Osmanlı hâkimiyetinin tam olarak sağlanmasından sonra bölgede çalışmalar yoğunluk kazanmıştır. Sultan II. Beyazıt 1509 tarihinde bölgeyi Trabzon valisi olan Şehzade Selimin oğlu olan Şehzade Süleyman’a şehzade sancağı olarak tahsis etmiştir. Şiran bu dönemde nahiye statüsünde olup 16- Fatma Acun Osmanlı gelişmesinde devletin rolü. döneminde Anadolu şehirlerinin 17- Fatma Acun Karahisarı Şarki ve Koyul hisar kazaları örneğinde Osmanlı Taşra teşkilatı 35 (Uluya Şiran Şimdiki merkez o dönemde karaca Köyü idi) Şarki Karahisar Sancağı’na bağlanmıştır.(18) XVI. yüzyıla gelindiğinde Şiran bölgesinin iskânının büyük ölçüde tamamlandığı görülmektedir. 1547 yılında yapılan tahrirde daha önceden müstakil olan Gezenger, Serin ve Menkufe Nahiyeleri köy haline dönüştürülerek Şiran nahiyesine bağlanmıştır.(19) 1569 tarihli defterde ise defter harici kaydedilen birçok köyün bu dönemde Şiran nahiyesine bağlandığı, buradan boş ve harap olan köylerin iskâna açılarak sonraki tahriride yer aldığı anlaşılmaktadır.(20) Şiran’ın Osmanlı hâkimiyetine girdiği andan itibaren şarki Karahisar-ı Sancağı’nın önemli kazalarından biri olmuştur. Ve en uzun sürse bazen nahiye, bazen da kaza olarak Bu sancağa bağlı kalarak idari yapı içerisindeki yerini almıştır. XVII. yüzyıla gelindiğinde nahiye konumunu sürdüren Şiran ilk defa Cafer Efendi tarafından hazırlanan Evail-i Cemaziyel-evvel 1052/6 ağustos 1642 tarihli avarız defterinde kayıt altına alınmıştır. Erzurum, Erzincan, Bayburt, Hınıs, İspir, Kelkit, Kemah, Kız-uçan, Koğanis, Pasin, Tercan ve tortum adlı yerlerle birlikte kaza olarak kaydedilmiş; Böylece Şiran nahiyesine KAZA olarak ilk defa rastlamış oluyoruz. Ama bu konumunu sadece Erzurum Sancağı’na bağlı iken kaza olarak görüyoruz. Daha sonra Şarki Karahisar sancağına nahiye olarak bağlanmıştır.(21) Evliya çelebinin Seyahatnamesinde Şiran ile ilgili olarak: Menzil-i karye-i (Uzak yerlere giden habercilerin köyü, konakladığı yer) Şiran kasaba-misal Şebin Sancağı hududunda Ermeni ve Müslümanlı ma’mür karyedir (Erenkaya köyündeki merkez için) şeklinde bilgi verilmekte ve bölgenin menzil köyü olduğundan bahsedilmektedir.(22) Burada dikkat edilmesi gereken husus seyahat namede Şiran’dan söz ederken bir bölümde Müslüman ve ermeni köyü derken bu o günlerde kaza merkezi olan Ulya Şiran bugünkü Erenkaya köyüdür. Yine seyahat namenin bir başka yerinde 49 Müslüman hanenin yaşadığı bir yer derken orası da o günlerde karaca köyü olan bugünkü ilçe merkezidir. 18- Dündar aydın Erzurum Beylerbeyliği s. 229-230 19- Dündar aydın Erzurum Beylerbeyliği 20- Eyüp Kul 1642 tarihli Erzurum avarız defterine Göre Şiran kazası 21- Evliya Çelebi Derviş Mehmet Zilli-Kahraman Dağlı İstanbul 1999 22- Evliya Çelebi Seyahat namesi c: 2 s. 538 36 1642 Tarihli Erzurum vergi defteri Cafer Efendinin kaydında ise ‘’Haneha-i zımmıyan-ı karye-i mezbur 49 gayri müslüm hanenin bulunduğu bir yer olarak kaydedilmiştir.(23) Bu bilgilerden de anlaşıldığına göre Evliya çelebi Şiran’a gelmeden önce ilçede iskan işlerinin yapıldığı anlaşılmaktadır. 1642 TARİHLİ ERZURUM VERGİ DEFTERİNDE ŞİRAN KAZASI Bu tarihte Erzurum eyaletine bağlı olan Şiran 1642 tarihli avarız (Savaş hallerinde Osmanlılar döneminde halktan alınan geçici vergi. Faka daha sonraki yıllarda geçici olarak alınan bu vergi kalıcı hale getirilmiştir) defterinde defter-i haneha-i ehl-i menasıb ve reaya-yı Müslümanan ve zımmıyan-ı kazy-ı Şiryan şeklinde geçmektedir.(24) Bu tarihte Şiran kazasına 62 köy tabi olup, bazı köyler Müslim, bazı köyler gayri Müslim, bazı köylerinde Müslim ve gayri Müslimlerin birlikte yaşadığı köylerdir.(25) s.868 (Maliyeden Müdevver Defterler) 24- Eyüp KUL, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, sayı 44, Erzurum 2010, s.271-289). "1642 Tarihli Avarız Defterine Göre Şiran Kazası ve Köyleri", Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, sayı 44, Erzurum 2010, s.271-289. 25- MAD. 5152 s.686 23- MAD 5152 37 1642 tarihli Erzurum avarız (vergi) Defteri incelendiğinde bu yıllarda Şiran bölgesinin ekonomik açıdan pek de iyi durumda olmadığı görülmektedir. Sebebi ne sayılırsa sayılsın ister 1230’lu yıllardaki Moğol baskıları veya 1402 yılındaki Timur han’ın Anadolu’yu yakıp yıkması sonucu bu defterlere baktığımızda Şiran bölgesindeki köylerin bazılarının boş, bazılarının virane bir halde oldukları belirtilmiştir. Bu durum karşısında bazı köylerin yeniden şenlendirilip iskâna açılması için dönemin padişahı tarafından bu köylere yerleşecek ailelerin vergiden muaf tutulduğu anlaşılmaktadır. Hatta vakfetmek veya kiraya vermek şartıyla iskânın sağlanması yoluna gidilmiştir. Bazı köylere askeri görevliler yerleştirilmiştir. ASKERİ ZÜMRE-EHL-İ ÖRF Ehl-i örf zümresinden Şiran kazası dâhilinde bir alay beyinin bulunduğu görülmektedir. 1642 tarihli defterde Miyadun köyünde(26) ikamet eden dergah-ı ali Sipahilerinden Ali veledi Seydi Hüseyin ile ilgili olarak ‘’sipahi ulufesin hazineye sabit idüp Karahisar alaybeyliğine ba-berat-ı şerif şeklinde bir kayıt bulunmaktadır.(27) Bu kayıtta ulufesini hazineye devreden ali’nin, Şarkı Karahisar Beyliğine berat ile tayin edildiği anlaşılmaktadır. Şiran kazasında bulunan diğer bir ehli örf görevlisi de yeniçeri serdarıdır. Ancak bu yeniçeri serdarı da alaybeyliği gibi, Şiran kazasında ikamet etmekte olup Karahisar’ın yeniçeri serdarı olarak görev yapmaktaydı.(28) Yine Şiran Kazası’na bağlı olan köylerden Karaca köyünde 2, sarıca ve Seydibaba köylerinde birer zaim olmak üzere 4 zeamet sahibi(29) bulunmaktaydı. Seydibaba köyündeki zeamet sahibinin Gersut köyünü tasarruf eden bir zaim olduğu belirtilmiştir Persut köyünün(30) ise harabe viran hiç kimsenin yaşamadığı kaydedilmiştir. Ancak bu köyle ilgili olarak defterdeki kayıtta zeamet tasarruf eden ali adlı bir kişiye şenlendirilmek üzere verildiği karşılığında da Ali’nin her sene devlete 200 akçe avarız bedelini peşin olarak kabul ettiği anlaşılmaktadır. 26-‘’Miadon’’ Son teşkilatı Mülkiyede köylerimiz İstanbul 1928 s.884 27- MAD. 5152 s.713 28- MAD.5152.s.713 30- Karye-i Mezbur MAD. 5152 s. 713 38 Bu görevlilerden başka yeniçeri dergâh-ı âli sipahileri ve cebecilerin olduğu görülmektedir. Hormonos Köyünde karakaş veledi Abdullah adlı kişi yeniçeri zümresindendi.(31) Gersud-ı Ulya (Yukarı gersud) Norşin(32) Çakus, Günbatur, Çermiş köylerinde birer eskiden yeniçeri olan beşenin(33) (Beşe paşa unvanının alt türü) varlığı tespit edilmektedir. Karaca, Teelme, Sefker, Semaden, Sarıca, Arguri(34) birer olmak üzere 6 hane de sipahinin(35) olduğu görülmektedir. Bunlara ilave olarak çeşitli köylerde ikamet eden 20 sipahizade vardır. Bunlardan Hozman-ı Sufla ile Darıbükü köyündeki sipahizadeler ile ilgili olarak defterde geçen ‘’sipahizade olduğuna babası berat etmiştir’’ ve ‘’Sipahizade olduğuna suret-i defter ibraz etmiştir.’’ Şeklindeki kayıttan tahriri sırasında babaları tarafından berat ibraz edildiği(36) anlaşılmaktadır. Yine MERTEKLİ köyünde 4 sipahi oğlundan 3 tanesinin sipahizade olduğu kayıtlarda görülmektedir. Sefker, şemuki, ve Darıbükü köylerinde birer çankereş (Cengeriş) köyünde ise 2 cebeci (Cebeci silah yapan tamir eden, Osmanlılarda ordunun silahını tamir eden bir asker sınıfı) ikamet etmekteydi.(37) Eyalet askerleri içinde 72 tımar (Osmanlı döneminde kamu arazisi sahibi) olup bunlardan 13’ü Karaca köyünde (38) bulunmaktadır. Mısıran Köyüne tabii osuk mezrasında bulunan Ali veledi Aslanın Akdağ bölgesinde arazi sahibi olduğu görülmektedir. Yine Küllifeş köyünde bulunan 4 tımar sahibinden Osman veledi Hüseyin adlı kişinin Hüseyin oğlu köyünün tımar sahibi olduğu kayt edilmiştir. Kozağaç köyünde ise 4 tımar sahibi mevcuttur. Bunlardan hem bu köyün sahibi, hem de başka bir tımar sahibinin zeminine 40 kilelik vergi verdiği bilinmektedir. Lebarid köyünde bulunan 3 tımar sahibinden Yusuf veledi Bekir adlı kişinin Kördemir köyü tımar sahibi olduğu kayıt edilmiştir. 31- MAD.5152.s. 707 32- MAD Norşon Köylerimiz s. 884 33- MAD. 5152. s. 689-693-696-706-710 34- Telme köylerimiz s. 883 35- MAD.5152.s 697-698-699-705-708-718 (E.Kul) 36- MAD.5152 s. 693-724 37- MAD. 5152 s. 719 38- MAD.5152 s. 697 39 Şiran kazasına Bağlı Köylerde askeri Teşkilata mensup görevliler. Ala y beğ i 1 Yeniçe Zai ri m serdarı 1 5 Beş e sipa hi cebe ci 5 26 5 Tıma r erba bı 72 yeeniçe ri topla m 1 116 Görüldüğü üzere 1642 tarihinde Şiran Kazasına bağlı köylerde ehl-i örf sınıfına mensup 116 kişi bulunmakta olup bunların yaklaşık % 60 lık kısmını tımar sahibi sipahi, geri kalanını da diğer askeri zümre sınıfları oluşturmaktaydı. DİNİ GÖREVLİLER- EHL-İ ŞER Aynı defterde dini görevlilerle ilgili kayıt da tutulmuş ancak bu yıllarda kazada kadı ile ilgili bir kayıt bulunmamaktadır. Kazada BABACAN köyünde Seyyid Hüseyin veled-i Emrullah adlı kişi(39) ile BEŞKİLİSE köyünde Seyyid molla Hüseyin ile onun oğlu Seyyid Hüseyin adlı kişiler olmak üzere saadeti kiramdan 3 kişi b ulunmaktadır. Beşkilise köyündeki bu seyitlerle ilgili olarak defterde geçen ‘’Seyyid Molla Hüseyin ma’a Seyyid Hüseyin veled-i imam-ı karye-i Mezbur adlı kayıttan bu seyitlerin köyün imamlığını birlikte yaptıkları anlaşılmaktadır. HOZMAN- ULYA ile HOZMAN-I SUFLA Köylerinde birer SEYDİBABA Köyünde ise 2 hane olmak üzere padişah berat verilmiş olan 4 zaviye şeyhi bulunmaktaydı(40) Ayrıca Kovares köyünde de bir zaviye şeyhi olup, Şiran kazası dâhilinde toplam 5 zaviye şeyhinin olduğu görülmrktedir. Keredam köyünde ise bir şeyh, Hozman-ı Ulyada (Yukarı Hozman) 3 sedibab köyünde birine padişah tarafından berat verilmiş 6 adet şeyh oğulları olup toplam 9 şeyh zadenin olduğu görülmektedir. Kırtanus :1 Karaşeyh :1 Hozman-ı Sufla : 1 Mertekli :1 Karaca :1 Ara :1 Sarıca :1 39-MAD. 5152 s.711 40-MAD.5152 s. 692-711 40 Tamara Çengereş Pağnek Haydarik İnözü :1 :1 :1 :1 :1 Yukarıda isimleri yazılı köylerde de birer imam olmak üzere toplam 12 imam bulunmaktaydı. Sarıca köyündeki imamın aynı zamanda hatiplik görevini yerine getirdiği belirtilmektedir. Karaca Köyünde bir hatip ile padişah tarafından berat verilmiş bir müezzin bulunmaktadır. Şiran kazasında şeyh, şeyh zade imam, müezzin dışında 20 hanede molla bulunmaktadır. Ayrıca gayri Müslim hanelerden Tersun köyünde Odasil veled-i lokas adlı bir keşişin olduğu görülmektedir. Şiran Kazasına Bağlı Köylerde Din Görevlileri Sadatı kiram 3 Zaviye şeyhi 5 Şeyh zade İmam Müezzin hatib Molla 1/9 12 1 1 20 Keeşiş 1 Top lam 54 1642 yılında Şiran Kazasına bağlı Köyler Köy adı Şiryan Zarabud Kürtanes Karaşeyh Gersud-ı Ulya Gersud-ı sufla Müs Açılama Dini Görevli Askeri Görev 3 11 13 13 Gayri müsl 49 1 1 19 2 2 - 1 3 1 1 Kırtanus - 7 14 - - - Erenkaya GERSUD-I SUFLA veya GERSUD-I ZİR: Aşağı Gersud Şiran Kazasına tabi Gersud-ı Zir kariyesinden hayır sahibi Cansız oğlu Salih Ağa oğlu Hüseyin Ağanın vakfıdır. Salih ağa 1500 kuruş vakfederek bu paranın diğer vakıflar gibi % 15 üzere kara verilmesini istemiştir. Salih ağa elde edilecek gelirin 200 kuruşunu yıllık olarak köydeki caminin hatibine, 25 kuruşunu da caminin aydınlatılması için kullanılmasını istemiştir.(41) Keredam 10 2 1 - 41 KEREDAAM: 1569 Yılında 60 Müslüman’ın bulunduğu bu köyün zaviye vakfı olduğu, menzil gâh olması dolaysıyla avarız-ı divaniye ve tekâlif-i örfiyyeden muaf olduğu görülmektedir.(42) 1642 tarihli defterde köyün 10 Müslüman hane ile 2 gayrimüslim hane olmak üzere 12 haneden oluştuğu anlaşılmaktadır.(43) Bu kayıtlardan köyde daha önceden kayıt edilen zaviye ile ilgili bir kayıt bulunmasa da diğer evraklarda şeyh Hüseyin ve İsa baba isimleri altında kayıtlara rastlanmaktadır. Fakat vergi muafiyeti kayıtlarına henüz rastlanmamıştır. Hozman-ı ulya 5 - 4 - - HOZMAN-I ULYA: Yukarı Hozman, 1520 ve 1569 tarihli tahrir defterlerinde ‘’karye- Hozman-ı Bala’’ diye kaydedilmiş olup 1569 da 5 inin zaviye dar olduğu 7 Müslüman haneden oluşmaktadır. Tahriri defterlerinde burasının zaviye vakfı olduğu görülmektedir.(44) 1642 tarihli defterde burada bir zaviyenin olduğu, Ahmet oğlu Bekir Şeyh adlı kişinin zaviyenin şeyhliğini berat ile yaptığı anlaşılmaktadır.(45) Hozman-ı sufla Aşağı Hozman HOZMAN-I SUFLA : Aşağı Hozman 1520 ve 1569 tarihli tahrir defterlerinde karye-i Hozman diye kaydedilen bu köyde meskün halkın tamamı zaviyedarzade olduğu 17 zaviyedarzadegehan bulunduğu görülmektedir. Ayrıca bu köy zaviyenin vakfı olarak kaydedilmiştir.(46) 1642 tarihli defterde Şeyh İlyas oğlu Yakup adlı kişinin zaviye şeyhliğini berat ile yaptığına dair kayıt tahriri defterlerindekilerle örtüşmektedir. 10 - 3 6 41- Yrd. Dç İsmail kıvrım Vakfiye Defteri no 607 s.92 sıra 146 14 mar 42- Karahisari şarki kazası s. 84 43- MAD. 5152 s. 691 44- Dr. Sinan Ali Bilgili 45- MAD. 5152 s713 Karahisarı şarkı kazası s.84 46- Dç. DR. Ali Sinan Bilgili Karahisarı Şarki kazası s. 84 42 Köy adı Müslüm Gayri Müs 2 - - - Mumya - 3 - - Kelif 21 1 - 1 - 1 6 - 1 Öksğüt 10 - 2 4 - kalif Norşin Oksavit mertekli MERTEKLİ: 1569 tarihli defterlerde Mertekli, Merteklü veya Merdekler diye kaydına rastlanmaktadır. Köyde 1569 da 7 si sipahizade olmak üzere 28 nefer Müslüman ikamet etmekteydi.(47) Erzurum vergi defterinde bu köyle ilgili olarak karye-i Mezbur memerr (herkesin geçtiği yol) ve mi’ber olup yaz ve kış da ayende ve revendenin uğrağı ve menzilgahı iken yoldan hariç bazı karyeler muaf olup ebna-i sebile hıdımetleri olmayup karye-i Mezbur daima yol çekup hidmette oldukların ve muaf olmaları lazım ve mühim olduğun kadısı ve umumen kaza-i mezburun ahalisi i’lam eylediklerinden gayri karye-i Mezbur halkı hem hane çekmeye hem de ayende ve revendeye hıdmet etmeye iktidarları olmağla paarakeende olub ebna-i sebil mustarr olmağla yoldan hariç olan karyelerin hıdmetleri olmağla ferman-ı ali mucibince hane defterine dahil ve karyei Mezbur ol mukabelede hane-i avarız ve tekalifi örfiye ve şakadan muaf olup ayende ve revendeye hıdmet etmek nafi olmağla hıdmet etmek üzere kayıt olun du. Şeklinde bir açıklama bulunmaktadır. Kayıttan anlaşılacağı üzere köyün yol üzerinde bulunması sebebiyle gelip geçen misafirlere veya görevlilere hizmetlerinden dolayı vergiden muaf tutuldukları, bunun yanında yol kenarında olmayıp hizmet etmeyen bazı yerlerinde avrız vergisinden muaf tutulduğu anlaşılmaktadır. 47- Ali Sinan Bilgili 16. Asırda Karahisar Kazası yayınlanmamış yüksek lisans tezi 43 İslam Tersun 9 8 1 - 1 1 Çeküa 7 3 - - Civrişon 44 - 5 16 15 16 - 3 Sefker 12 17 - 1 Telme 12 9 - - Limliş 21 - - 3 Çekus Cekerşin - Karaca Sevker Tilme Lemmiş Balıkhisar BALIKHİSAR: 21 Müslüman hane olup 3 hanesi sipahi zadedir. Avriz defterinde bu köyle ilgili önemli açıklama yapılmıştır. Bu kayır şöyledir ‘’karye-i Mezbur evvelden hane-i avarızdan muafiyet ile derbentçi ve köprücü olup lakin hidmetleri kalil olmağla bir hane çekup ve derbentçi yedini kadimden ve veçhile tamir edegelmişler ise ol veçhile tamir eylemek üzere bir hane ile kayd olundu.’’ Şeklindedir. Bu kayıda göre balıkhisar köyü daha önceden hane-i avarızdan muafiyet ile derbentçi ve köprücü olarak kayıt edilmesine rağmen hizmetleri az olmakla bir hane olup ve derbentçi hizmetine eskiden beri devam ettiklerinden yine bir hane ile kayıt edilmiştir. Kâfir Tersuni 7 19 45 3 1 - 4 2 - 26 - 2 5 - 8 - - 5 Sadık 4 - - 1 Masuran 1 1 - - 9 14 - 1 8 7 - 1 Şemuki Ara Semaden Mısıren Kancuğız Günbatur Hormanes Hormonos sarıca Sarıca 31 1 2 5 44 SARICA: çeşitli defter kayıtlarında Sarıca, Saruca, Sarıcalar olarak kayıt altına alına sarıca köyünün 1642 tarihli defterde Saruca şeklinde kayıt altına alınmıştır. Bu kayıt da sarıca köyünün yol kenarında olduğu buna göre köyün merkezinden sınır boyuna, sınır boyundan merkeze giden yolun üzerin de gelip gidenin uğrağı, yolcuların karargâhı durumunda olduğu, şiddetli kış şartlarında dinlenilecek yer olduğu, bu köy halkının yolculara yemek yedirmeye ve bakacak hallerinin kalmadığı bildirilmektedir. Bu nedenle tahriri sırasında köylülerin başka bir köye yazılmak istediklerini ve manzilcilik hizmetini yerine getiremeyeceklerini ifade etmişlerdir. Bunu üzerine köyün ana yol üzerinde bulunması ve yolculara hizmet etmeleri önemli bir görev olduğundan köy halkına muafiyet verileceğine dair senet verilmiştir. Köyün bu hizmeti görüldüğünden bu hizmeti devlete ve fakirlere faydalı olanları görüp mufiyetini devamlı klasın şeklinde ferman gönderildiğinden köy halkı hem menzilcilik yapmak hem de köy yakının da bulunan menzillere hizmet etmek şartıyla avarız-ı divaniye ve tekalif-i örfiyeden muaf oldukları hususu deftere kayıt edilmiştir. 26 2 - 1 - 17 - 1 4 - 14 - 1 3 - 41 - 9 5 Çermiş Küllifeş Babacan Seydibaba SEYDİBABA: Hayatı ve köye geliş tarihi kesin olarak bilinmeyen Seydibaba hazretlerinin kendi ismini taşıyan Seydibaba köyünde zaviye kurduğu1485 tarihli tahrir defterlerinden anlaşılmaktadır. Daha sonra bu zaviyedeki hizmetlerin devamını sağlamak amacıyla köyün gelirleri zaviyeye vakfedilmiştir.(48) Seydibaba köyü ile ilgili 1520 ve 1569 tarihli tahriri defterinde vakfı zaviye-yi Seydi Baba divanı tımar meşihat der tasarruf-ı Musa oğlu Hamza ba-berat-ı Sultani ber müceb-, defteri atik haliya meşihet der tasarruf-ı Musa veledi Hamza ba-berat-ı Sultani şeklinde kayıt bulunmaktadır. 1642 tarihli avrız defterine göre köyde 41 Müslüman hane bulunmaktadır. Defterde yer alan meşihatı Bekir ve Hüseyin ber vechi iştirak mutasarrıf olup ba-del yevm niza etmemek için deftere kayıt 45 olundu. Bekir ve Hüseyin’in sürekli zaviyedarlık hizmeti yaptıkları anlaşılmaktadır. Seydibaba köyünde zaviyedarların dışında 5 tanede şeyh oğlu olup bunlardan ikisi reaya olarak kabul edilmemişlerdir. Aynı zamanda köyde meskûn olan Ahmet oğlu Sevindik ile ilgili olarak Ahmet veledi Sevindik zaviyadarlık-ı cedit elinde olan 15 kilelik zemin arazisi efkafdan olmakla haneye dâhil değildir. Şeklinde yer alan kayıttan Ahmet’in zaviyeye vakf edilmiş bir araziyi tasarruf ettiği içun haneye dahil edilmediği anlaşılmaktadır. Persut 1 PERSUT: ilçenin yeri bilinmeyen köylerinden biridir 1642 tarihli vergi defterinde Persut için şu kayıt düşülmüş ve köyün Harabe olduğu belirtilmektedir. Ali adlı bir zaim peşin olarak 200 akçe bedeli karşılığında bu köyü tasarruf etmek üzere deftere kaydedilmiştir. ‘’Karye-i Mezbur harabe ve viran ve eser-i ra’iyetden bi-nam-ü perişan olup zü emadan Alinin beher sene miriye iki yüz akça avarız bedeli ber-vech-i maktü virup tasarruf etmek üzere kabul edip kabulü miriye nafi olmakla deftere kayıt olundu.(49) Miyadun 18 2 - 2 MİYADDUN: Çeştli kaynaklarda ismine rastladığımız miyadun köyü 1642 tarihli defterde de kayıt görmüştür. Dergâh-ı âli sipahilerinden Ali Oğlu Seydi Hüseyin adlı kişinin sipahi ulufesini hazineye bağışlayarak Karahisar alaybeyliğine tayin edildiği anlaşılmaktadır. ‘’Ali veledi Seydi Hüseyin an sipahiyan-ı ulufesini hazineye sabit idüp Karahisar alaybeyliğine Ba-berat-ı şerif’’ diye kayıt tutulmuş. Handıl - 5 - - - HAANDIL: Bu köy daha önceleri karar ve kafan adlı iki zımmi tarafından ziraat edilmekteyken Kurd Oğlu Ali adlı bir Müslüman avarız bedeli olan 300 akçeyi her sene peşin olarak devlete vermesi karşılığında üzerine kayıt etmiştir. Yeri sarıca ile Arıtaş Köyü arasında bulunmakta bazende Seydibaba zaviyesine bağlı bir mezra olarak karşımıza çıkmakta.(50) Haydar 6 - - - 48-Haldun Özkan Şiran Seydibaba Köyünde Bir Grup Osmanlı Dönemi Eseri s.118-119 49- MAD 5155-s.713 50- MAD 5155-s.71 46 HAYDAR: Haydar köyü 1642 yılı defterlerinde haydar olarak yazılmış, daha sonraki kaynaklarda Haydaran, hayddit olarak rastlanmaktadır. Yeri Aşağı Akçalı (haydürük) köyü yakınlarındadır. 27 - - - 13 8 - - 13 8 - - 7 8 1 - Tamara Kovares Çağlağan Menadeş MENADEŞ: Çeşitli kaynaklarda Menadeş, Mıdano, Mıdanıç olarak karşımıza çıkmaktadır. Yeri Yeniköy ile Beydere köyleri arasındadır. Mıdanuçda yetişen Buğdayın ekmeğinin çok iyi olduğu çok eskilerde bilinmektedir. Ekmeği iyi olan buğdayların yetiştirdiği yerleri belirlemek için eskiden şu söz çok meşhurmuş. ‘’Babacan, Babuş, İlle de Mıdanuç Tevakes Arguri Kozan 2 - - - 6 11 7 - - Argu-Söğütlü Kuzan KOZAN: Yazılı kaynaklarda kozan ve Kuzan olarak karşımıza çıkan kozan köyünün kaydı 1642 yılında da tutulmuş. Bu köyde bulunan dört hanenin daha önce balaban adlı köyün reayası olmaları nedeniyle vergilerini yine aynı köye vermek üzere deftere kaydedildiği görülmektedir. ‘’Şahin veledi turmuş, Hasan Veled-i Selman, Murat veledi Abdullah, Ali Balaban nam karyenin reayasıdır. Rüsum-ı raiyet yine Balaban’a vermek üzere şerh verildi.(51) Çankereş Beş Kilise 15 17 4 2 2 3 2 - Cengeriş BEŞKİLİSE: Bu köyde sâdât-ı kiramdan Seyyid molla Hüseyin ile oğlu seyit Hüseynin birlikte köyün imamlığını yaptıkları görülmektedir. 51- MAD5122. s.715-716 47 Köyün adı Müs 13 Gay müs - Din görevli 2 Askeri görevli 5 10 - 1 - 5 - - - 4 4 - 1 - 6 - - Pağnek Kalur Lazanes İneköy Karaköy KARAKÖY: Şiran kazasında oturan Murat han ile diğer Murat hanın Hankeris Köyünde oturan derviş ile ve diğer Mehmet Adlı kişilerin zemine 20 kilelik vermek kaydıyla ziraat ettikleri anlaşılmaktadır.(52) 15 - - 2 4 - - 3 12 - 1 4 10 - 2 4 4 - - - 8 - 1 6 18 22 1 - 4 3 - - 692 289 54 116 Tornik Darıbükü Kozağaacı Haydarik Diğer norşin Lebarid İnözü Çanakçı Toplam 52- MAD. 5122 s. 723 48 Arıtaş Köyü Ballık kaya mezarları Güreş Köyü Kale kalıntısı 49 TRABZON SALNAMELERİNDE ŞİRAN DA GÖREV YAPAN KAMU PERSONELİ Şiran Kazası Sene 1287 (1869) s.60 Kaymakam: Mustafa Ağa Vekili: Süleyman Necati Efendi Müftü: Mehmet Efendi İDARE MECLİSİ DAVAALARA BAAKAN MECLİS Reis: Kaymakam Reis: Süleyman Necati Efendi AZALAR TEMYİZ EDEN İbrahim Ağa Kadı zade Ömer Bey Mehmet Ağa Ali Efendi Haçi Ravid Ağa Kirkor Ağa KATİB-İ Hacı İzzet Bey ZİKR OLUNAN NÜFUS HANE SAYISI yek İslam Çerk Rum Erm Yekün İslam Çerk Rum Er 4810 3904 249 590 67 1273 1025 84 156 8 Mahalleler Köyler ve Kasaba Adı olan kaza Mahalle Köy 3 76 Şiran Şiran Kazasında Cami vesairenin miktarı (s.96-97) Cami Mescit Tekke medr sebil Kilise Han Hamam Bedes 1 1 Değr Dükan Ayaz Mzğ Frın çeşm boy tabha basha 30 50 45 - Şiran Kazası 1284 (1866) Senesi maaş Cdeveli s. 104-105 yekün A’şar Vergi Askeriye müteffer Ağnam 367486 225000 70326 18750 9565 43845 mesarıf 6492 50 ŞİRAN KAZASSI Kaymakam: Hafız Hıfzı Efendi Müftü: Muhammet Efendi Kaymakam vekili: Mehmet Necati Efendi Mal müdürü: medreseden Mustafa Efendi Sandık Emini: Hamdi Bey Tahrirat Kâtibi: etem Bey MECLİSİ İDARE MECLİSİ DEVAİ Reis: Kaymakam Aza: İbrahim ağa Mahmat ağa Haçı David ağa Reis: Naib Efendi Mümeyyizan: Kadı Ömer Bey Ali Efendi Kirkor Ağa Kâtibi: Hacı İzzet Bey Gümüşhane Sancağında Bulunan Pazar mahalleri Kelkit kasabası: Pazartesi ve Salı Ardasa kasabası: Çarşamba ve Perşembe Kaymakamlık merkezi Şiran kazası: Cuma ve Cumartesi(53) ŞİRAN KAZASSI Kaymakam: Şakir Efendi Kapucubaşı Vekili: Hacı Hasan Zühtü Efendi (Medreseden) Müftüsü: Muhammet Efendi Mal müdürü: Ahmet Yemeni Efendi Sandık emini: Osman efendi 53- Trabzon Salnameleri Sene 1871 s156 51 MECLİSİ İDARE MECLİSİ DEVAİ Reis: Kaymakam Aza: İbrahim Lütfü Ağa Muhammet Ağa Haçı Davit Ağa Vekil: Naib Efendi Mümeyyizan: Ali Efendi Ömer Bey Kirkor Ağa Kâtip Hakkı Bey(54) Gümüşhane Sancağında Olan makamat-ı Aliye Şiran kazasında sülale-i tahireden Seydi Baba ve İsa Baba Hazretleri medfundur(54) Tamme haza 1289 ŞİRAAN KAZASI Kaymakam: Ömer Lütfi Efendi Sâlîse Vekili: Abdullah Efendi Müftüsü: Muhammet Efendi Maa meclis-i Tahrirat kâtibi Ahmet Recai Efendi Sandık Emini Osman Efendi (54) 54ŞİRAAN KAZASI Kaymakam: Ömer Lütfi Efendi Sâlîse Vekili: Abdullah Efendi Müftüsü: Muhammet Efendi Maa meclis-i Tahrirat kâtibi Ahmet Recai Efendi Sandık Emini Osman Efendi (54) 54- Trabzon salnameleri 1872 s.65-182 52 MECLİS-İ İDARE Reis: Kaymakam Azalar: Naib Efendi Mehmet Arif Ağa Hüseyin Ağa Haçı David Ağa MECLİS-İ DEVAİ Reis: Naib Efendi Mümeyyiz an İzzet bey Ali Efendi Kirkor Ağa Kâtip: Mehmet Nuri Efendi (55) DEFTER-İ HAAKANİ MEMUR VE KETEBESİ Memur: Hacı Mehmet Bey ( İstabl-ı amire) Başkâtip: Rafet Efendi Katibi-i Sani: İbrahim Efendi(55) ŞİRAN KAZASI Kaymakam: Ömer Lütfi Efendi ( Salise) Vekili: Ali Efendi Müftüsü: Muhammet Efendi Mal Müdürü: Ahmet temel Efendi Tahrirat kâtibi: Ahmet Recai Efendi Sandık Emini: Osman Efendi (55) MECLİSİ İDARE Reis: kaymakam Azalar Naib Efendi Müftü Efendi Mehmet Arif Ağa Haçı David Ağa Kâtip: Recai Efendi 55- Trabzon MECLİS-İ DEVAİ Reis: Naib Efendi Mümeyyiz an: İzzet Bey Ömer Bey Kirkor ağa Kâtip: Mehmet Nuri Efendi (55) Salnameleri Sene 1873 s. 60 53 DEFTER-İ HAKANİ MEMUR VE KETEBESİ Memur: Hacı Mehmet Bey Başkâtip: Rafet Efendi Katb-i sani: İbrahim efendi(56) ŞİRAN KAZASI Kaymakam: İsmail Hakkı Efendi Vekili: Ali Efendi Müftüsü. Mehmet Efendi Mal Müdürü: Ahmet Temel Efendi Tahrirat kâtibi: Ahmet Recai Efendi Sandık Emini: Osman Efendi (56) İDARE MECLİSİ Reis: Kaymakam Aza: Hakkı Efendi Müftü Efendi Mehmet Arif Ağa Haçi David Ağa Kâtip: Recai Efendi DAVALARA MECLİS Reis: Hakkı Efendi Hacı izzet efendi Ömer Bey Kirkor Ağa Kâtip: Mehmet Nuri Efendi (56) DEFTER-İ HAAKANİ MEMUR VE KATİBİ Memur: Hacı Hamdi Bey Başkâtip: Rıfat Efendi Katib-i sani: İbrahim Efendi(56) BAKAN 54 Şiran Kazasında Bulunan Müslim ve Gayri Müslim Nüfus Bilinen Nüfus Hane sayısı Yek İslam Çerk Rum Erm Yek İslam Çerk Rum Erm 6590 3904 2029 590 67 1273 1025 84 156 8 Mahalle: 3 Köy: 76 (57) ŞİRAN KAZASI Kaymakam: hacı Mehmet Ağa Vekili: Ali Rıza Efendi Müftüsü: Mehmet Efendi Mal Müdürü: Ahmet Ziya Bey Sandık Emini: Osman Efendi Tahrirat Kâtibi: Ahmet Recai Efendi İDARE MECLİSİ DAVALARA BAKAN MECLİS Reis: Kaymakam Azalar: Ali Rıza Efendi Mehmet Efendi Mehmet Arif Ağa Kâtip: Recai Efendi Reis: Ali rıza efendi Azalar: Hacı izzet bey Ömer Bey Kirkor ağa Kâtip: Mehmet Nuri Efendi DEFTER-İ HAKANİ MEMUR VE KETEBESİ Memur: İbrahim Lütfü Efendi Başkâtip: Rıfat Efendi Kâtip Mehmet Nuri Efendi(58) 56- Trabzon Salnameleri Sene 1874 S. 61 57- Trabzon Salnameleri sene 1876 s. 77 58- Trabzon Vilayeti salnameleri 1877 s.78 55 ŞİRAN KAZASI Kaymakam: Hafız İbrahim Lütfü Bey Vekili: Mehmet Sabri Efendi Müftü: Mehmet Efendi Mal müdürü: Mehmet temel Efendi Tahrirat kâtibi: Hasan Efendi (58) KAZANIN İDARE MECLİSİ Reis: kaymakam Tabi Naib Efendi Azalar: Müftü Efendi Tahrirat kâtibi Seçilen Ağalar Hacı zade Halil Ağa Serkiz Ağa Kuzma ağa(58) BAŞLANGIÇ MAHKEMESİ Reis: Naib Efendi Azalar: Hacı İzzet Bey Anastas Ağa Başkâtip: Hayri Efendi Aza Mustantık Muavini: İbrahim Efendi(58) ÇEŞİTLİ İŞLER GÖREN MEMURLAR Nüfus memuru: Yusuf Efendi Kâtibi: Zühtü Efendi Tapu kâtibi: Ömer efendi Vergi Memuru: Mehmet Rıfkı efendi(59) 59- Trabzon salnameleri Sene 1892 s. 290 56 ŞİRAN KAZASI Kaymakam: Mehmet Ali Efendi Vekili Zihni Efendi Mal Müdürü: Ethem efendi Müftü: hacı Mehmet Efendi(59) Tabi Azalar KAZANIN İDARE MECLİSİ Seçilmiş azalar Reis: Kaymakam Efendi Zihni Efendi Hacı Mehmet Efendi Ethem Efendi Tahrirat kâtibi (59) Hasan Ağa Halil Ağa Serkiz Ağa Kuzma Ağa KAZANIN MAHKEMESİ Reis: Zihni Efendi Azalar Tahir Bey Anastas Efendi Başkâtip: Fazlı Efendi Kâtip: Kostaki Efendi Mustantık Muavini: İbrahim Efendi(59) BAYINDIRILIK İŞLERİ KOMİSYONU Reis: Kaymakam Efendi Azalar Tayfur Bey Todor Ağa Tahir Ağa(59) 57 MA’ARİF KOMİSYONU Reis Müftü Efendi Azalar Halil Efendi Hacı İzzet Bey Tahir Ağa (60) ZİRAAT BANKASI ŞUBESİ Reis: Müftü Efendi Azalar Mustafa Efendi Burhan bey İzzet Efendi Todor Ağa BELEDİYE MECLİSİ Reis Tahir Ağa Azalar Halil Efendi İzzet Efendi Burhan Bey Todor Ağa ÇEŞİTLİ MEMURLAR Nüfus Memuru: Hasan Efendi Nüfus katibi: Zühtü Efendi Sandık Emini: Hacı İzzet Bey Tapu Katibi: Ömer efendi Mal Md. Muavini: Mehmet Rıfkı Efendi Zabıta memuru: Mahmut Çavuş ŞİRAN KAZASININ SAYILAN NÜFUSSU yekun 15642 1736 221 Erkek 7506 899 121 Kadın 8135 837 100 İslam Rum ermeni 17599 8526 9073 Yekun(61) 60- Trabzon Vilayeti Salnameleri sene 1884 s329-331 61- Trabzon Vilayeti Salnameleri sene 1884 s329-331 58 ŞİRAN KAZASI Kaymakam: Ali Rıza Efendi Vekili: Kemal Bey Mal müdürü: Hacı Rüştü Efendi Müftü: Münhal Tahrirat Katibi: Mehmet Efendi KAZANİN İDARE MECLİSİ Reis: Kaymakam Efendi Tabi Azalar Kaymakam vekili Müftü Efendi Mal Müdürü Efendi Tahrirat kâtibi Efendi Seçilen azalar Hüseyin Ağa Ali efendi Serkizağa Kuzma Ağa KAZNIN MAHKEMESİ Reis vekil Efendi Azalar Nuri Bey Anastas Efendi Baş katip: Fazlı Efendi Diğer katip:Abdullah Efendi Mustantık Muavini: İbrahim Efendi MA’ARİF KOMİSYONU Reis Müftü Efendi Azalar: Halil ağa Tahir Ağa (62) 62- Trabzon Salnameleri Sene 1896 s. 301-302 59 ŞİRAN KAZASI Kaymakam: Ali Rıza Efendi Vekili: İbrahim Şevki Efendi Mal Müdürü: Remzi Efendi Tahrirat kâtibi: hafız Hamdi Efendi İDARE MECLİSİ Reis Kaymakam Efendi Tabi azalar Seçilen Azalar Vekili efendi Mal Müdürü Efendi Tahrirat karibi Efendi Müftü Halil Efendi Nuri Bey Tahir Ağa Haçı Kuzma Ağa Serkiz ağa KAZANIN MAHKEMESİ Reis: kaymakam Vekili Aza: Osman efendi Anastas Efendi Tahrirat katibi Efendi Müftü Halil Efendi Mustantık Muavini İbrahim Efendi MA’RİF KOMİSYONU Aza: Müderris Süleyman Efendi İzzet efendi Tahir Bey Tahir ağa 60 ZİRAAT BANKASI MECLİSİ Reis İzzet Efendi Aza: Muhasebe katibi Mustafa Nuri efendi Todor ağa Tahir ağa Diğer Todor Ağa(63) BELEDİYE DAAİRESİ Reis: Lütfullah Bey Azalar: Mustafa Bey Toros Ağa Todor Ağa Kâtip: hafız Efendi ÇEŞİTLİ MEMURLAR Mal müdürü Muavini: Ali Fikri Efendi Sandık emini: hasan Efendi Nüfus kâtibi: Ömer Efendi Ziraat Bank Muhasebe kâtibi: Mustafa Nuri Efendi Borçlar kâtibi: reşit efendi Orman memuru: Tevfik efendi Zabıta memuru: Hurşit ağa Nüfus Memuru Zühtü Ağa Tapu kâtibi: Halit efendi Borçlar Memuru: Hilmi Efendi Reji Memuru: Mehmet bey Ondalık memuru: emin efendi 63- Trabzon Vilayeti Salnameleri Sene 1901 s.235-236-243 61 ŞİRAN KAZASININ SAYILAN NÜFUSU Yekûn Erkek Kadın 14662 7351 7311 1886 960 926 224 115 109 16772 8426 8346 İslam Rum Ermeni Yekûn (64) ŞİRAN KAZASI Kaymakam: Ali Fehmi Bey Vekili: Ahmet Sabri Efendi Mal Müdürü: Remzi Efendi Tahrirat katibi: Hafız Hamdi Efendi(64) İDARE MECLİSİ Reis Kaymakam Efendi Azalar Kaymakam vekili Müftü Halil Efendi Metropoli vekili Perekli efendi Mal Müdürü Efendi Thirat Kâtibi Efendi Seçilen Azalar Nuri Bey Mehmet Ağa Fot Ağa Sihak ağa MAL KALEMİ Mal Müdürü muavini: Zühtü Efendi Sandık Emini: Salih Efendi Tahsildar Müfettişi: Hüsnü Efendi 64- Trabzon Vilayeti Salnameleri sene 1903 s.301-304 62 MA’ARİF KOMİSYONU Reis Müftü Efendi Azalar: Müderris Süleyman Efendi Tahir Bey Tahir Ağa NÜFUS KALEMİ Memur vekili İzzet efendi Kâtip: Ömer Efendi KAZANIN SULH MAHKEMESİ Reis: Kaymakam Efendi Azalar Salih Efendi Anastas Efendi MAHKEME KALEMİ Başkâtip: fazlı Efendi Hakim muavini: kâzım efendi İş gören kâtip: İbrahim Efendi ORMAN İDARESSİ Memur: Tevfik Efendi Ondalık Memuru: Emin Efendi 63 SANDIK MECLİSİ Reis: Arif Bey Azalar: Mustafa Nuri Efendi Mustafa Bey Todor Ağa Toros ağa BELEDİYE DAİRESİ Reis: Lütfullah Bey Azalar: Mustafa Bey Todor ağa Toros Ağa Belediye Kâtibi. Hafız Hamdi Efendi TİCARET VE SANAYİ ODASI Reis. Mehmet Bey Azalar. Tahir ağa Arif ağa Toros ağa ZİRAAT ODASI Reis: Mehmet bey Azalar. Muharrem Bey Heci Kostentin Ağa Artin ağa (65) 65- Trabzon salnameleri Sene 1905 s. 388-389 64 OSMANLI DÖNEMİNDE İLÇEDEKİ KÖYLER 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. 24. 25. 26. 27. 28. 29. 30. 31. 32. 33. 34. 35. 36. 37. 38. 39. 40. Arucu Ayakçı Alankilise Ağcakilise Ara Argo Babacan Beş kilise Büşür Balıkhisar Çirmiş Çengiriş Cender Çağlak Çaput Çağlan Çakak Çaköz Çami-Tis Çanakçı Çiğrişin Çonlu Dede köy Darıbükü Gürzak Günbatur Gersudımiyane Gersud-ıBala Gersud-Zir Haci Haydül Hozman-ıBala Hımusek Hormonos Haydirik Haydit Hozman İneözü İne köy Kobai Bilinmiyor // // // Ara Söğütlü Babacan Ozanca Bilinmiyor // // // S.Alan Bilinmiyor Balıkhisar Aksaray Alacahan Yolbilen Alucra Çağıl K. dere Çalgan Bilinmiyor Beydere Bilinmiyor Çanakçı Konaklı Bilinmiyor Yeri belli Darıbükü Yeşilbük olabilir Günbatur Selimiye Yukarı Kulaca Bahçeli Bilinmiyor // Yukarı Duruçay Bilinmiyor Koyunbaba Akçalı Bilinmiyor Aşağı Duruçay İnözü İne mahallesi Bilinmiyor 65 41. 42. 43. 44. 45. 46. 47. 48. 49. 50. 51. 52. 53. 54. 55. 56. 57. 58. 59. 60. 61. 62. 63. 64. 65. 66. 67. 68. 69. 70. 71. 72. 73. 74. 75. 76. 77. 78. 79. 80. 81. 82. 83. Keredam Karaman Kervaris Kurtanis Karaköy Kelağbun Karaca Kuzan Kozağacı Kızılca Kalum Karaşeyh Köpek Masuran Mumeyya Miyadin Mınadış Mertekli Norşin-i Zir Norşin-iBala OğulcaKilise Ortaköy Oruçlu Oksavit Özneköy Pağnik PirSeyit Rabat Saraycık Saruca Seydibaba Seydibaba Zv Sığırca Sırataş Sefne Susuz Sinanlı Sinekur Şamuk Tilme Tarsun-ı Zir Tarsun-ı Bala Kavakpınarı Yeri belli Alucra'nın Akyayla Fatih Mahallesi Bilinmiyor Şiran Örenkale Kozağaç Bilinmiyor Çakırkaya Karaşeyh Bilinmiyor Kadıçayırı AkbulakOsmaniye Arıtaş Biliniyor Mertekli Akbulak Biliniyor Bilinmiyor // Bilinmiyor Bilgili Bilinmiyor Bolluk Bilinmiyor Bilinmiyor Biliniyor Sarıca Seydibaba Bilinmiyor Yolbilen Biliniyor Bilinmiyor Susuz Sinanlı Bilinmiyor Paşapınarı Temle Gökçeler Dilekyolu Boğazyayla 84. Tornik 85. Yuvakurs 86. 87. 88. 89. 66 Biliniyor Yılınç Ziyad Zimon Tamara Bilinmiyor // Çevrepınar İnce dere 1847 TARİHİNDE ŞİRAN KAZASI Adı geçen mühümme defterlerinde 1847 tarihinde Şiran kazasına bağlı 73 köyün adı bulunmaktadır. Bu köylerde 1000 hane Müslüman ve bu hanelerde 3097 nüfus mevcuttur. Bu nüfusun 1054’ü genç 1212’si çocuk 679’u ihtiyar 124’ü nizamiye, 14’ü redif, 8’i tımarlıdır. 13 genç ise mahal-i ahardandır. Şiran kazasına bağlı Sarıca köyündeki medresede ilim tahsil etmekte olan 4 genç ve bir çocuktan bahsedilmektedir. Yine aynı köyün kışlağında bulunan 1 genç, 4 çocuk ve iki ihtiyarın ikamet ettiği iki hane vardır. Şiran kazasına bağlı köylerden 16 tanesinde gayri Müslimler Müslümanlarla birlikte yaşamaktadır. Bu köylerdeki 196 gayri Müslim hanesinde 802 kişi yaşamaktadır. Bunların 348’i evsat, 58’i edna, 318’i sübyan ve 35’i amelmande olarak başka yerlerde bulunanların ise 30’u evsat ve biri edna olarak sınıflandırılmıştır. 1847 TARİHİNDE ŞİRAN İLÇESİNDE VİRANE OLAN KÖYLER Badama(Mezra‘a) Balıkçı(Mezra‘a) Bardi-i Balâ Vezir(Mezra‘a) Çakak(Mezra‘a) Çeküz(Mezra‘a) Keza Kerfin ve Saruk köyleri ahalisi zira‘at etmekte olduklar? Kezâ Karaşeyh ve Kelifçi ve Kerdame köyleri ahâlisi zira‘at etmekte olduklar? Nurşin köyleri ahâlisi zira‘at etmekte oldu?u Kezâ Hosman-? Süfla ile Kuza??l? köyleri ahâlisi zira‘at etmekte olduklar? Kezâ Karaca ve Maranlu köyleri ahâlisi Daveköy Şeyh Huruz zira‘at etmekte olduğu 67 Kezâ Öksid köyü ahâlisi zira‘at etmekde olduğu Bu dahi Güm (Mezra‘a) Kezâ Seydi ve Sar?ca köyleri ahâlisi Hacı Alam(Mezra‘a) Bu dahi Handil(Mezra‘a) Hodkir(Mezra‘a) Kaluaris köyleri ahâlisi zira‘at etmekte oldu?u Bu dahi Talis köyleri ahâlisi zira‘at etmekte oldu?u Kam??li(Mezra‘a) Karançılar Kendçor(Mezra‘a) Kuru(Mezra‘a) Kışlak ?ne ve Talis köyleri ahâlisi zira‘at etmekte oldu?u Arazisi Çülfat köyü ahâlisi taraf?ndan zira‘at oldu?u Sefker köyleri ahâlisi zira‘at etmekte olduğu Kezâ Haydarın köyü ahâlisi zira‘at etmekde oldu?u Arazisini Zihar köyü ahâlisi zira‘at Kızlcaviran (Mezra‘a) Leblerid Nurşin-zîr Örenköy Saraycık Kezâ Huzman -ı Süfla köyleri ahâlisi zira‘at etmekte olduklar? Kezâ Koza?ili ve Hodyan ve Haydarın köyleri ahâlisi zira‘at etmekte oldu?u Kezâ Salif ve Karaşeyh ve Kerdame köyleri ahâlisi zira‘at etmekte olduklar? Kezâ Haydaran ve Paynik köyleri ahâlisi zira‘at etmekte olduklar? Bu dahi Sarıtaaş(Mezra‘a) Seyfe Kaza Karaca ve Merenlu köyleri ahâlileri zira‘at etmekte oldu?u Bu dahi Tan Hatun(Mezra‘a) Uran(Mezra‘a) Kezâ Karaşeyh ve Metkülü köyleri ahâlisi zira‘at etmekte olduklar? Kezâ Nal?k ve Kelif köyleri ahâlisi Vanik(Mezra‘a) Zîr (Mezra‘a) zira‘at etmekte oldu?u 68 Kezâ Hurmunus ve Sarıca köyleri ahâlisi zira‘at etmekte oldu?u MEZRALAR BALIKÇI Karaşeyh ve kelif Köyü ahalisi zira BARD-İ BALA ÇAKAK HACI ALAN Norşon köyü ahalisi ziraat etmekte Hozmanı köyü ahalisi ziraat etmekte Bilinmiyor HODKİR ÖRENKÖY SARAYCIK Karaşeyh, Maranlu, İne köy ahalileri ziraat etmekte Karaca ve Maranlu köyleri ahalileri İne köy ve Talis köyleri ziraat etm Sefker köyü ahalisi ziraat etmekte. Zihar köyü ahalisi ziraat etmekte. Hozman ve Sufla köyleri ahalisi zi Kozgili, Hodyan ve Haydaran köyleri ahalisi ziraat etmekte. Karaşeyh köyü ahalisi ziraat etmek Haydaran ve paynik köyü ahalileri TAN HATUN- URAN Karaşeyh ve Mertekli köyleri ahalisi VANK ZİR Kelif köyü ahalisi ziraat etmekte. Hormonos ve Sarıca köyü ahalileri BAĞNİK Hogik köyü ahalisi ziraat etmekte. BADAMA ŞEYH HURUZ DAVE KÖY Kelif ve Sufla köyleri ahalisi ziraat KENDÇOR KIŞLAK Sufla köyü ahalisi ziraat etmekte. Haydaran köyü ahalisi ziraat etmekt ÖRENKÖY Kozgili (Kozağaç) Hodyan, Haydaran (Haydürük) köyleri ziraat SARITAŞ Haydaran ve Pağnik köyleri ahalileri ziraat etmekte. ÇEKÜZKARINÇILAR KURU KIZILCAVİRAN LEPARİD NURŞİ-İ ZİR Ökseğit köyü ahalisi ziraat etmekte. ALİ 69 BARAKLAR BARAN BÜTÜR CEBECİ ÇAPİ ESKİ VİRAN MURAT SÜLEYMEN VELEDİ ÖKÜMGÖZ PANBUGİ REİS SELÇUK HATVİN KOM KÖME KÖNDEHOR LARO LAPARİT LSROS MEREKLER 66-Erzurum Temettuat Defterleri 70 1485-1569-1642-1850 Yılları arasında Osmanlı arşivlerinde bulunan defterler ve çeşitli tapu kayıtlarında isimlerine rastladığımız ve çoğunun yerini belirleyemediğimiz Şiran ilçesine bağlı köyler. Bu köyler her ne kadar haritadan silinmiş ise de birçoğunun yeri arazi ismi olarak halen günümüzde anılmaktadır. Fakat yukarıda da belirttiğim gibi çoğu tarih sahnesinden silinmiştir. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 Ursun köyü Aksıran köyü Çay önü Aliş köyü Cigan Köyü Gürnaş Köyü Karınca Köyü Arucu Köyü Ayakçı Köyü Alan kilise Ağca kilise Büşür köyü Bütür köyü Çakak köyü Çami Tis köyü Çonlu köyü Dede köy Gürzak köyü Haci köyü Haydül köyü Hımusek köy Haydit köyü Kobai köyü Karaman köyü Kervaris köyü Kal ağbun köyü Kızılca köyü Köpek köyü Mıdanıç köyü Oğulca kilise Orta köy Oruçlu köyü Özne köy Yeri bilinmiyor Bilinmiyor Kozağaç köprübaşı Bilinmiyor Bilinmiyor Bilinmiyor İneköy civarında Bilinmiyor Bilinmiyor Bilinmiyor Bilinmiyor Bilinmiyor Bilinmiyor Bilinmiyor Bilinmiyor Bilinmiyor Aksaray köyü sınırlarında Bilinmiyor Bilinmiyor Akçalı köylerinden biri olabilir Bilinmiyor Yine akçalılardan biri olabilir Bilinmiyor Karaşeyh köyü sınırları içinde Alucra köylerinden Bilinmiyor Bilinmiyor Bilinmiyor Beydere sınırları içerisinde Bilinmiyor Karaşeyh sınırlarında Bilinmiyor Bilinmiyor 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 Pir seyit Rabat köyü Saraycık köyü Sığırca köyü Sırataş köyü Sefne Köyü Sinekur köyü Yuvakurs Yılınç köyü Ziyad köyü Kavak köyü Haydaran köyü Sufla köyü Hogik köyü Hodyan köyü Talis köyü Maranlu köyü Şiran Gündehor Üç kilise Laras Ökümgöz Eski Viran Kancugız Küllüfeş Persut Haydar Kavares Tavakes Lazanes Gürzak Küllikeş Kördemir Bilinmiyor 71 Bilinmiyor Bolluk ile akçalı arasında Yolbilen köyü sınırlarında Babacan ile Arıtaş arasında İlçe merkezi ile Karaşeyh arasında Bilinmiyor Boğazyayla ormanı içerisinde Bilinmiyor Bilinmiyor Çakırkaya sınırlarında Akçalı sınırlarında A.duruçay sınırlarında Bolluk köyü sınırlarında Kozağaç köyü sınırlarında İneköy sınırlarında Bilinmiyor Bilinmiyor Bilinmiyor Bilinmiyor Bilinmiyor Bilinmiyor Bilinmiyor Bilinmiyor Bilinmiyor Bilinmiyor Bilinmiyor Alucra Galvaris olabilir Kelkit trekes olabilir Bilinmiyor Bilinmiyor Bilinmiyor Bilinmiyor 15.Asra ait 1485 tarihli tahrir defterine göre Şiran nahiyesinde 61 köy ve 7 mezra var 16.Asra ait 1569 tarihli deftere göre ise Şiran (Uluşiran) nahiyesi 76 köy ve 44 mezradan oluşmaktaydı.(68) 67-1569 Tarihli Erzurum Temettuat Defteri 68- Dç. Selahattin tozlu Osmanlılar döneminde Şiran’da ekonomi 72 OSMANLI DÖNEMİNDE İLÇEDE YAŞANAN FELAKETLER 73 OSMANLI DÖNEMİ İLÇEDE YAŞANAN FELAKETLER Şiran ve çevresinde savaşların sonucunda yaşanmış olan kıtlık ve viraneliğin yanında bir de doğal afetler görülmektedir ki bunların çoğu kayıt altına alınmamıştır. Bölgede yaşanan afetlerin kayıt altına alınıp, alınmadığını ancak bölgeye yapılan yardım belgelerinden çıkarmaktayız. Daha doğrusu Şiran bölgesindeki idari hareketliliği merkez ile ilçe arasında ki yazışmalardan anlamaktayız. Bunlarda en bariz olanları, Başbakanlık arşivinde bulunan belgeler bunlardan 1909 tarihli belgede; Gümüşhane dâhilindeki köylerde açlık baş gösterdiği, bu sebeple muhtaç olanlara yemeklik ve tohumluk yapılması; 1910 Tarihli belgede; Şiran kasabasında yağan yağmurdan ve doludan kasabanın haneleri ve arazileri su altında kalıp zarar gördüğünden afetzedeganın ihtiyaçlarının karşılanması için hazineyi celiliden yardım yapılması; Bir diğer 1928 tarihli belgede. Harpte harap olan Şiran kazasının onarımı için 10.000 lira daha ödenek verilmesi; Bir diğer; 1934 tarihli belge Şiran İnözü köyüne yağan dolunun ekinlere zarar vermesi gibi birçok kere devlete müracaat edilmiş ama sonuç hakkında kesin bilgi bulunmamaktadır. Çok eskileri elde edip yazmasak da günümüzde bizimle yaşayan üst kuşakların verdiği bilgiler hala kulaklarımızda çınlamakta. İnsanlar Şiran bölgesinden muhacir olurken Temle köyünden Nafiye Türkyücel gördüğü manzarayı aynen şu buruk ve acı sözlerle ifade ediyordu.’’Gözü kör olasıca gâvur askerimize öğle gurşun attı, öğle gurşun attı ki habu gördüğün köyün bayırları çec gibi boş govan yığıldı güneş vurdukça parıl, parıl parlıyordu. Gııııııııız anam ya yollar, ya yollar kitli, kitli insan kitli, yoldan gitmek ne mümkün insanlar dağdan dereden kaçıp tatlı canlarını kurtarmanın peşine düşmüşler beyle baktığına gökyüzünde insanların ayağından çıkan toz bulutu, aşağıda ise insan uğultusu, hayvan bağrışmalarından başka bir şey duyulmuyordu. Gıııııııız ya o çocuklar ya kimi arabaların kimi eşeklerin, kimide analarının peşinde veya sırtında yavrularım melül mahzun ne olduğundan haberleri yok onlarda insanlar nereye giderse oraya gidiyorlardı.’’ Yokluk ve kıtlığın en iyi örneklerinden biride muhacirlik yıllarından sonra ilçede değişen yemek kültürü uzun yıllar devam etti ki bunların başında harman artıklarından veya taneli bitkilerin 74 tohumlarını karıştırarak elde edilen nişastalı uğut ekmeği veya ahlet kurusundan yapılan gavut, fırıç, acı elmadan yapılan kak bunlar yokluğun insanlarımıza kazandırdıklarıdır. Ancak günümüzde ne bilenimiz var nede yapan bir aile. 1910 Sel felaketi: Şiran Kaymakamlığı’ndan Gümüşhane Mutasarrıflığına gönderilen üç adet telgrafa göre 13 Haziran 1910 tarihinde Şiran kazası Gâvur dağına sabah saatlerinde yağmaya başlayan şiddetli yağmur ve dolunun neticesinde Şiran’ın merkezinden geçmekte olan dere ‘’emsali görülmemiş bir suretde feyazan iderek’’ yani o güne kadar eşi görülmemiş bir şekilde taşarak, derenin kenarından 200 metre ile 500 metreye kadar olan arazi sular altında kalmış ve bölge büyük zarara uğramıştır. Ayrıca bu sel felaketinden hükümet konağı ile bazı evlerde etkilenmiştir. 13 Haziran günü yağan yağmur kaza merkezinin yanın da çevrede birçok köyde etkili olmuştur. Dere içine kurulu olmasından dolayı taşkından etkilenen Sellidere Köyünde 3 ev tamamen, 12 ev de kısmen eşyaları ile zarara uğramış, bir miktar hayvan ise telef olmuştur. Kaza merkezi ile Sellidere Köyü’nün ekili arazisi tamamen çevre köylerden Mertekli, İslamtersun ve Çayönü köylerinin arazileri ise kısmen zarara uğramıştır. Selden iki gün sonra keşif yapılan İneköy, Karaköy, Cengeriş, Temle, çağıl, Söfker, Limmiş köylerinden Söfker köyünde 12 yaşındaki Efrem oğlu Anastas boğularak ölmüş, diğer köylerde ise herhangi bir can kaybı olmamıştır. Adı geçen köylerin arazilerinden Çağıl Köyünün %95i, Söfker köyünün %60ı, İneköy’ün %40ı, Cengeriş Köyünün %30u mahvolmuş, Karaköy ve Limmiş köylerinin ekili arazisinde de cüzi nispette zarar meydana gelmiş ve bir hayli hayvan telef olmuştur. İlk üç gün içerisinde yapılan keşifler neticesinde afetin verdiği zararın boyutu tahmini olarak 8-10 bin lirayı bulduğu görülmüştür. Gümüşhane Mutasarrıflığı bir miktar yardım toplayarak gönderse de birkaç yıldır devam eden kuraklık ve pahalılıktan dolayı fazla yardım toplanması mümkün olmamıştır. Gümüşhane mutasarrıfı sel zedelere yardım konusunda iç işleri bakanlığına bilgi verdiğini belirterek Gümüşhane Milletvekili İbrahim Lütfü Paşa’dan konun takibi için yardım istemiştir. (69) Çeşitli ricalara ve isteklere rağmen tıpkı 1915 de yaşanan kıtlık olayında olduğu gibi ilçeye yardım sadarete bildirilmesine rağmen alınamamıştır. Bir diğer sel felaketi de sarıca köyünde yaşanmış olacak ki arşivden çıkarılan bir sel yardımı belgesi ile köyün ormanının içinde bulunan kil madeninin çalıştırılması engellenmiştir. 69- Alpaslan Demir-Esat Aktaş Gümüşhane Sancağında Doğal Afetler 75 Kuraklık Trabzon sancağı ve havalisi 1890’lı yıllarda hem sel baskınlarından hem de kuraklıktan zarar görmüştür. Doğal olarak bu afetler bölge insanını da etkileyerek çeşitli sıkıntılar çekmelerine neden olmuştur.(70) Daha bu sıkıntıların acısı sarılmadan bölge 18921894 yıllarında yeni bir kuraklık yaşamıştır. Bu yıllarda yaşanan kuraklığın etkisi daha çok Şiran ve Bayburt bölgelerini etkilemiştir. Yaşanan bu büyük kuraklığın yüzünden yaklaşık 20.000 kadar fakir halkın Trabzon’a göç etmesine sebep olmuştur.(71) Yaşanan bu sıkıntılardan sadece bölgede yaşayan halk değil, bölgeyi idare etmeye çalışan idareciler de büyük sıkıntılar içerisine girmişlerdir. Bunların en dirayetlisi Trabzon Valisi kadri bey olmuştur.(72) Deprem Şiran ilçesinde bugüne kadar öğle büyük yıkıcı bir depremin kaydına rastlanmamıştır. Ancak bu demek değil ki Şiran ilçesi bu doğal afetten nasibini almadı, 1992 yılı Erzincan depremi ilçede kuvvetli hissedildi ancak mal ve can kaybına sebep olmadı. Daha eski yıllara gidilirse ilçede cana mal olan deprem 1939 yılı Erzincan depremidir. Bu deprem de sadece Boğazyayla köyünde can ve mal kaybı olmuştur. Deprem sonucunda köyde 35 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu depremde İlçenin doğal güzelliklerinden olan Tomara Şelalesinin 6 ay boyunca bulanık, çamur olarak aktığı üst kuşaklarımızın bize verdikleri bilgiler arasındadır. Eşkıyalar Eşkıyalar her devirde olduğu gibi Osmanlılar döneminde de hüküm sürmeye, yol kesip adam soymaya devam etmişlerdir. Şiran bölgesi bu bakımdan saklı bir bölge olmasına rağmen bu özelliğinden dolayı hemen, hemen eşkıyası hiç eksik olmamış. Fakat tarih bölümünde bir avuç türkün Trabzon kralını püskürtüp askerlerini öldürdüğü gibi Şiran halkı da bu eşkıyalara pabuç bırakmamıştır. Hatta namlı eşkıyaları yakalayan idarecilerden Kapucubaşı unvanını alanlar dahi bulunmakta. Kayıtlarda bilinen en namlı eşkıya Deli Paşo nam kimsedir. 1869 Gümüşhane Eşkıyası: 1868 senesinden beri Gümüşhane'ye bağlı Şiran yöresinde Deli Paşo adlı bir eşkıya ortaya çıkmış ve yöre halkını mağdur etmiştir. Erzincan, Gümüşhane ve Karahisar-ı Şarki yörelerinde arkadaşları ile birlikte çeşitli suçlardan ötürü aranan 76 eşkıyalar, faaliyet gösterdikleri yörelerin mutasarrıfları arasındaki işbirliği ve IV. Ordu mensubu askerlerin takibatına rağmen ele geçirilememişlerdir.(73) 1869 senesinde Trabzon Valisi Tahsin ve Şiran Müdürü Mustafa Ağa yörede bulunan 4 aşiret beyine ve maiyetlerindeki 30 nefer silahlı adamlarına 6.000 kuruş ödül vermek suretiyle eşkıyanın takibinde görevlendirmişlerdir. Aşiret reisi ve maiyetlerinde bulunan adamlarının yöre arazi yapısını iyi bilmeleri sebebiyle Deli Paşo ve arkadaşları kısa sürede ele geçirilmiş ve yargılanmak üzere Erzincan Mahkemesi'ne sevk edilmişlerdir.(74) Eşkıyanın yakalanmasında gayretleri görülen Şiran Müdürü Mustafa Ağa'nın hem mal ve hem de bedenen yapmış olduğu hizmetler göz önünde bulundurularak kendisine Kapucubaşılık rütbesi verilmiştir.(75) Sonuç itibariyle 1856-1869 yılları arasında Trabzon Vilayeti bünyesinde meydana gelen eşkıyalık faaliyetleri ele alındığında bölgede cereyan eden eşkıyalığın bazı karakteristik yanlarının olduğu söylenebilir. Eşkıyaların hemen hepsi bu yörenin sakinleridir. Yine eşkıyalık suçunu işlemelerinin en büyük sebebi olarak da askerlik yükümlülüğünden kaçan insanların kanun karşısında suçlu duruma düşmüş olmalarında aramak gerekir. Bir diğeri Kürt eşkıyası Şiran ve Erzincan tarafındaki köyleri tamamen harap ettiğinden, terbiyesine müsaade olunması ricasına dair Erzurum valisi İbrahim Paşa tarafından Sadarete yazılan yaz.(76) Bir diğeri: Şiran, Erzincan, Tercan tarafındaki kürdler daima isyan üzere olup, civar köyleri tahrip ettiklerinden Erzurum valisi İbrahim paşadan Nezarete yazılan yazı.(77) Bir diğeri: Kadı kıran şakinin Kelkit, Şiran taraflarına geçtiğini bildiren yazı;(78) Bir diğer belge: Eşkıya Kadı kıranın tahassün ettiği Ulaş Kariyesi’nden hareketle Kuru çay tarafından firaren Şiran’a savuşmuş olduğunu bildiren yazı;(79) Bir diğer belge: Şiran’da zuhur eden eşkıyanın yasaklanmasına tayin olunan İskender bey’in evinde eşkıya sakladığı, Yakaladığı Esat Ağa ve iddiaları hakkında tahkikat yapılması; (80) Bir diğer belge; Suşehri’n de Ermeni eşkıyanın köylere hücum etmek teşebbüsünde bulunduğu, Gümüşhane, Şiran, Dersim vs. yerlerden Suşehri, Divriği, Karahisar-ı şark-i kariyerlerine gelip oradakilerle birlik olup yağmaya kalkışan Laz, Gürcü ve diğer eşkıyaların durdurulması için zaptiye ve asker sevk edilmesi;(81) 77 1918 Muhacirlik 1914-15 Birinci Dünya savaşının sonucunda doğal olarak doğudan ülkeyi işgal eden Rus birlikleri Şiran bölgesine kadar ilerlemelerini sürdürdü. Temle köyü, Dilekyolu, Çambaşı, Gökçeler, ardıçlı köyünden çimen dağlarındaki Dumbulca denen mevkie kadar olan bölge bir süre işgal altında kalmıştır. Bu sırada Osmanlı ordusu Rus ordusunun önüne Burgu baba tepesinden Dumbulca’ya kadar bir set oluşturmuştur. Dumbulca denen yerde Rus ordusu bir gece baskını ile bir alayımızı şehit etmiştir ki burada büyük bir şehitlik bulunmasına rağmen ayağınızı dokundurduğunuz yerden şehit kemikleri çıkmaktadır. Rus ordusunun çekilmesi o kadar ani olmuştur ki savaşta yenilmiş gibi kaçtığından bütün cephanesini ve yiyeceğini geride bırakmıştır, halen mevzilere dokunduğunuz yerden Rus malzemeleri çıkmaktadır. Yine Rus ordusunun bıraktığı yiyeceklerin civar köylerde bulunan Müslüman ve gayri Müslimler tarafından kapışılarak bunlarla bir müddet karınlarını doyurdukları üst kuşakların bize aktardıkları bilgiler arasındadır. Yakın zamana kadar tarla kenarındaki dikenli teller, kullanılan balta, kazma, hatta Rus beşlileri denilen silahlar Rus ordusunun bırakıp gittiği malzemeler olarak bilinirdi. Fakat Şiran işgal edilmeden geride çıkan Bolşevik isyanı nedeniyle Rus ordusu işgal ettiği toprakları boşaltmak mecburiyetinde kaldı. İşte Rus ordusunun Doğu Anadolu Bölgesini işgali üzerine dönemin Ferit damat hükümeti işgal edilen topraklarda yaşayan halkın daha 70- Kemalettin Kuzucu Karadeniz tarihi Sempozyumu 2005 c.II, Karadeniz Teknik Üniversitesi Yayınları s. 276 71- Kemalettin Kuzucu a.g.m s. 176 72- Alpaslan Demir-Esat Aktaş Gümüşhane Sancağında Doğal afetler 73- DOA, İrade Dâhiliye, Nr.41391, 13 Mayıs 1285, Esat Muhlis’ten Dâhiliye Nezareti'ne 74- DOA, İrade-i Dahiliye nr, 4-435 1285 Esat Muhlisten Dahiliye Nezaretine Telgraf name. 75- DOA, İrade Dâhiliyle, Nr.41435, Lo Rebiyülâhır 1286, "Tezkire-İ Sena veri". 76- B.DA Tarih 03.m1231 H Dosya no. 641 Gömlek no. 31520 77- B.D:A Tarih 1231 Dosya no: 636 Gömlek no: 31375 78- B:D:A tarih 1249 Dosya no: 468 Gömlek no: 22853/E 79- B:D.A Tarih 1249 Dosya no: 468 Gömlek no: 22853/3 80- B:D:A Tarih 1278 Dosya no: 499 Gömlek no. 31 81- B:D:A Tarih 1313 dosya no: 33 Gömlek no 19 78 güvenli bölgelere nakli için muhacirlik seferberlik kararı aldı. Bu karar üzerine doğu Anadolu’dan ve dolaysıyla Şiran bölgesinden herkesin gideceği yer görevliler tarafından belirlenerek insanlar muhacir edilmeye başlandı. Fakat bu büyük göç ilçenin yakın tarihinin en büyük felaketlerinden biri oldu. İnsanlar yıllar boyu yolda çektiklerini, gördüklerini muhacirlik anısı olarak anlatıp durdular. Sonuç olarak insanların yollarda çektiklerini şöyle sıralayabiliriz. 1-Bölge halkı Rus’lara esir olacağına doğup büyüdükleri vatanlarını terk etmek mecburiyetinde kaldılar. Geride sadece göç edemeyecek derecede yaşlılar, sakatlar kalmıştır. Bunların bazılarının da yanında da bunları yalnız bırakıp ta ölüme terk edemeyen yakınları kaldı. 2.) Bölgedeki Türklerin bölgeden çekilmesi ile geride kalanlar tamamen korunmasız kalmışlardır diyemeyiz Çünkü Osmanlı kuvvetleri Şiran bölgesindedir. Sadece savaşı fırsat bilen küçük ermeni hareketleri ve çeşitli eşkıyalık faaliyetleri göze çarpmaktadır. 3.)İlçe insanı göç ederken taşınmaz mallarını ve yükte ağır, değerde kıymetsiz mallarını evlerinde bırakmışlardır, hatta sonradan yemek üzere ellerindeki hububatı kuyulara saklamışlardır. 4.) Göç sırasında göç edenler büyük zorluklara uğrayıp büyük kayıplar vermiştir. Özellikle ilkbaharda başlayan göç, kışın henüz bitmemesi, Yolların elverişli olmaması, yaşlı ve çocukların aylarca sürecek yayan yolculuğa dayanamaması, muhacirlerin yanlarında götürdükleri hayvanlarında aynı nedenlere dayanacak hastalıklara uğrayıp ölmesi, ölen hayvanların leşlerinin kaldırılmaması dolayısıyla bulaşıcı hastalıkların ortaya çıkması yollarda çok sayıda insanların ölmelerine hastalanmalarına neden olmuştur. 5.) Bu zayıf güçsüz, hastalıklı insanlar yollarda Ermeni ve Rum çetelerinin saldırılarına uğruyorlardı. Eğer muhacirlerin geçtikleri yerlerdeki yerli halk olmazsa büyük zalimliklerde bulunuyorlardı. Yolda açlık çeken halk yiyecek bulamıyordu. Çünkü Rusların korkusu tahıl üretimini düşürmüştü. Kimse tahıl ekmediği ve sadece kendine yetecek kadar ektiği için kıtlık baş göstermişti. Bir parça yiyecek bulabilmek için yanlarında götürdükleri mallarını yok pahasına satan muhacirler çok güç durumda kalmışlardı. 7.) Muhacirler, binlerle, on binlerle ifade edilemeyecek kadar çok oldukları için içinden geçtikleri köy, kasaba ve şehirlerde de yiyecek darlığı yarattılar. Bulaşıcı hastalıkları yaydılar, kurulu hayat düzenini bozdular. Buna en iyi örnek şunu verebiliriz. Amerika Birleşik Devletleri yüksek komiseri Amiral Bristol, 1919 yılının Aralık ayı başında mütareke komisyonu başkanı Fahreddin Bey’e vermiş olduğu iki ayrı muhtırada şu konulara dikkat çekiyordu: Amerika Birleşik Devletleri, Yakın Doğu’ ya Yardım Komisyonu üyelerinden Binbaşı Yowell 5 Mayıs 1922 tarihli 79 açıklamasında, Türkleri Anadolu’daki Ermenilere ve diğer Hıristiyan azınlıklara karşı yeni bir katliam hazırlığı içinde olmakla itham ediyordu. “Türkiye’ deki Amerikalıların sınır dışı edilmesini, dostlukla bağdaşmayacak bir davranış olarak niteleyen Yowell, Anadolu’daki Hıristiyan azınlıkların, Türklerin yeni bir saldırısına uğradıklarında gerekli dış yardımı alamazlarsa topyekûn yok edilerek tarih sahnesinden silinmeleri söz konusu olacağı uyarısını yapıyordu. Hatta Harput ve dolaylarında faaliyet gösteren Yardım Heyeti üyeleri de Türk makamlarının haksız ve kaba davranışlarına katlanmak zorunda kalmışlardır. Oysa bu yardımsever Amerikalılar, Hıristiyan çocuklarının yanı sıra Türk çocuklarına da yararlı olmaktaydılar.”. Acaba gerçek durum ne merkezdeydi? Bilhassa fakr-ü zaruret, geleceğimiz olan yetimlerin ruhunda müthiş tahribat yapıyordu. K.Karabekir Paşa, Erzincan’da üryan ve sefil bir durumda bulunan 200 kadar erkek yetim çocukları kolordu himayesine aldı. Bu çocuklar, Hilâl-i Ahmer’in cüz’i yardımı hariç tutulursa, hükümetten hiçbir şekilde himaye ve yardım görmemişlerdi. Vilayet-ı müstevliye halkına dağıtılmak üzere hükümetin tahsis ettiği yedi milyon zahirenin önemli bir kısmını Trabzon’a nakleden Amerikan Heyeti, bu erzaktan dâhil-i vilayet halkına bir şey vermemişti. Bunları, Trabzon’da sahil halkına, özellikle gayr-i Müslim halka dağıtıyordu. Halk, Amerikan Muavenet Heyetinin Giresun’daki Rum ve Ermeni yetimhanelerine yirmişer bin liralık muavenette bulunduğu halde Müslüman darüleytâ mını ziyaret etmek bile istemediklerini söylüyordu. Büyük çoğunluğu Gümüşhane, Bayburt, Kelkit ve ŞİRAN havalisinden göç etmiş on binlerce muhacir aç ve sefil bir şekilde sokaklarda yatıyordu. Bir kısım muhacirler tamamen çıplak halde olduklarından Trabzon dışında hendeklerde barınıyor, dışarı çıkmıyorlardı. Buna karşılık, Trabzon’ da Amerikalıların ve Yunan Sâlib-i Ahmer’inin yardımlarıyla Hıristiyanlardan bir kişinin bile yurtsuz ve sefil kaldığı görülmemişti. Hilâ l-i Ahmer ise tüm yokluklara rağmen var gücüyle hiç bir ayırım yapmadan halkın yardımına koşuyor, acılarını hafifletmeye çalışıyordu.(82) Bu Pr. Dr Metin Ayışığı’nın Ermeni konusunda yazmış olduğu Amerika Birleşik Devletleri yüksek komiseri Amiral Bristol, 1919 yılının Aralık ayı başında mütareke komisyonu başkanı Fahreddin Bey’e vermiş olduğu iki ayrı muhtırada dikkat çektiği konulardan sadece kısa bir bölüm. Köyümüzde yakın zamanda vefat eden bu günleri görmüş ve dağ başında bir köyde yaşamasına rağmen, 82- Pr. Dr. Metin Ayışığı Ermeni Teciri Konusunda Yeni Perspektifler 80 Ermenice, Rumca, Fransızcayı anadili gibi yakın komşuma bu dilleri nerede öğrendiğini sorduğumda hep uzun, uzun ah çektikten sonra usanmadan, bıkmadan anlatmaya başlardı; Muhacirlikte Köye Amerikalılar geldi biz çocukları okutacağız diye köydeki 6-10 yaş çocukları topladılar yolda giderken daha büyük çocuklar Amerikalıların elinden kaçtı ben kaçamadım, köylerden topladıkları çocuklarla birlikte bizi Trabzon’dan gemiye bindirerek Yunanistan’a götürdüler. Orada bize Rumcayı daha sonra bizi Fransa’ya gönderdiler orada bize Fransızca ile, Ermeniceyi öğrettiler. Ben biraz daha büyüktüm köyümü, Türk olmadığımı unutturamadılar bize verdikleri en hafif ceza kafamızı kovanın içine sokarak bükmeleriydi. Daha sonra yine okulda Amerikalı bayan öğretmenimize yalvardım ben Türk’üm beni memleketime gönderin kadın isyanıma, ızdırabıma dayanamadı beni Fransa’dan gemiye bindirdi İstanbul’a geldim oradan da kardeşlerim geldi beni aldı. Bu yazdığım Hurrem Kılıç amcanın anlattıklarının özeti. Bizim kurtuluş savaşını kimlerle yaptığımız şimdi daha iyi anlaşılıyor. 8.) İlçe halkının çektiği en büyük sıkıntılardan biride gittikleri Tokat, Amasya, Sivas, Samsun bölgelerinde ki yerleşik halkla tanışıp kaynaşması olmuştur. Her ne kadar bu konuda sıkıntılar baş göstermişse de giden halktan bir kısmının geri dönmeyerek gittikleri bölgelerde halkla kaynaşarak o bölgeye yerleşmeleri olmuştur. Hatta bunların içerisinde başarılı kişiler de çıkmıştır. Muhacirlikten dönüş Savaşın bitmesiyle birlikte doğup büyüdükleri toprakları terk edip hayatta kalan insanların çoğunluğu ya baba toprağı, ya gittikleri yerlere uyumsuzluk veya geride bıraktıklarına kavuşmak için gittikleri yerlerden geri dönüş yolculuğu başlamıştır. Geri dönüş de en az gidiş kader zahmetli ve zor olmuştur. İlçede ki perişanlığı üst kuşakların anlattıklarından anlıyoruz. İşte kıtlığın asıl baş gösterdiği dönem bu dönemdir. İnsanlar konuşmak için dahi korkularından çenelerini oynatamaz hale geldikleri dönemdir. Çene oynadıkça acaba bir şey mi yiyor diye hemen boğazına sarılıp ağzını açamaya çalışılan dönem. Dağ meyvesi, fırıç, uğud muhacirlik döneminin insanlara tanıttığı yiyeceklerdir. Uğud insanların giderken kuyulara doldurdukları hububatın çürümeye yüz tutmuş hali ama insanlar için dağlardan topladıkları ile yedikleri yiyeceklerin başında gelmektedir. İlçede ki açlık öğle hat safhaya gelmiş ki ilçenin eşrafı o dönem de Şiranlı olup İstanbul’da dergi çıkaran Ahmet Şiran-i Efendiye İlçenin halini bildiren bir mektup yazarak dergisinde 81 yayınlamasını isterler. İtisam dergisinde yayınlanan bu mektup ‘’Damat Ferit hazretlerine diye başlayıp her sofra başına oturdukça, açlıktan ölenleri düşünmedikçe ne yediğinizden, ne de içtiğinizden bir tat ve lezzet bulamayacaksınız’’ diye devam etmektedir. Dönen halkın bir kısmının da evine, arazisine muhacirliğe gitmeyip geride kalanlar tarafından el konduğu yine anlatılanlar arasındadır. KURTULUŞ SAVAŞI GAZİSİ SÜREYYA DİLMENİN MEKTUBU Yıl 1977 Ülkemizde sağ, sol terörün kol gezdiği yıllar ortalıkta bombalı mektupların, bombalı paketlerin dolaştığı yıllar herkes kendisine gelen mektubu patlama korkusu ile şüphe ile açmaktadır. İşte bu yıllarda ilçemiz öğretmenlerinden Yaşar Tuğ postaneye gider postacı kendisine bir mektup gösteriri mektubun üzerinde yaşlı bir öğretmene ŞİRAN diye yazmaktadır öğretmenimiz mektubu korkarak alır ve açar mektup aynen şöyledir. Selamünaleyküm sevgili öğretmenim. Ben bu mektubu Çanakkale’den yazıyorum bana yardımcı olacağınızdan eminim. Kurtuluş savaşında askerliğimi Şiran’da yaptım görev yerimiz Cengeriş (Alacahan) köyünün üstünde ki Kara tepe mevkii idi on iki kişilik bir manga idik görevimiz öncü kuvvet olarak etrafta keşif yaparak geri mevzilerde bulunan ordu birliklerine haber vermekti. Hemen karşımızda Söfker köyü onun yanında Çağıl köyü, bundan sonraki Telme, Yukarı Tersun, Aşağı Tersun dan Çilhoroz Çimen dağına doğru her yer Rus işgali altındaydı. Bu köylere sık, sık giderdim. Hemen, Hemen her gün yanımızda bulunan Karaşeyh köyünden geçerek keşfe çıkardım, köyde herkes muhacir olmuştu in, cin top atmaktaydı ıssız ürkütücü bir köydü. Sadece köyün iç kısmında yaşlı, sarı sakallı bir adam muhacir olmamış pencerenin önünde durmadan Kuran okuyordu. Günler böyle geçip giderken yine bir gün Karaşeyh tarafına keşfe çıkmıştım aynı kapının önünden geçerken arkama bir köpek takıldı biraz gittikten sonra gözüm gibi saklamam gereken ekmeğimin yarısını kesip köpeğe verdim, köpek ekmeğini yedi ve birlikte keşfimizi yaptık geri döndük. Aynı kapıdan geçerken köpek kapıya dönmek istedi içimden gayri ihtiyari bir ses asker buraya gel! Köpek hiç tereddüt etmeden yine arkama takıldı ve benimle Karatepe’ye geldi bizimle kaldığı sürece Rus askerlere kan kusturdu, Rus askerlerin kâbusu haline geldi sonunda Rus askerler köpeği vurdular hepimiz çok üzgündük köpeği aldık bir insan gibi mezar yapıp Karatepe’ye gömdük. 82 Şimdi ise senden isteğim artık yaşlandım savaş anılarımı yazmak istiyorum, saydığım o köyler yerinde duruyor mu? Bunları yazar gönderirsen sevinirim Selamlar Süreyya DİLMEN Çanakkale TARİHİ KALINTILAR İlçe diğer Anadolu ilçeleri veya Anadolu gibi tarihi araştırmalar açısında bakir bölge olarak kalmıştır. Bırakın arkeolojik araştırmaları bugün arşivlerin araştırılması bakımından da halen bakir sayılır. Tarihi süreç içerisinde insanlar yaşadıkları bölgelerde az veya çok yaşam izleri bırakırlar. Geriden gelen nesil o insanların bıraktıkları emarelere bakarak o dönem hakkında bilgi sahibi olur, bu bilgiler zamanla insanlığa tarih, kültür, yaşam açısından kaynak olur. Yeryüzünün her köşesinde olduğu gibi Şiran ilçesinde de geçmiş kültürlerin izlerine rastlamak mümkün ancak bunların bazıları zamanın acımasız aşımına uğrayarak yeryüzünden silinecek hale gelmişlerdir. Öğle ki bugün sur kalıntılarına bakarak büyüklüklerini tahmin ettiğimiz kale kalıntılarında geriye kalan son parça surlarda eriyerek yok olmaya yüz tutmuştur. İlçede tarihi kalıntıları şu başlıklar altında toplayabiliriz. 1-İnsanların korunmak üzere yaptıkları kale kalıntıları ki bugün ayakta olmasa bile yıkıntılarına baktığımızda bu kalıntılardan ilçede bayağı bulunmakta. Bu durum da akla hemen şu soruyu getiriyor Arapça da kaleler ve surlar anlamında kullanılan Şiran kelimesi anlamını buradan mı alıyor ama sadece bunu bir varsayım olarak kabul ediyoruz. İlçede bulunan kale kalıntıları şunlardır. A-Hargin Kale kalıntısı (Güreş köyü sınırları içerisinde) B-Mumya kalesi (Akbulak köyünde) C-Yanak kale ( Evren köyünde) Ç-Öğün kale kalıttı (Seydibaba Köyünde) D-Kurt kalesi (Seydibaba köyünde) E-Kudret kalesi (Ozanca köyünde) F-Demirci kale (Bahçeli Köyünde İsmen) G-Tarsun kalesi (Gökçeler köyünde) H-Balıkhisar kalesi (Balıkhisar köyünde) I-Kızlar kalesi (Burgu baba yakınlarında ismen) İ-Kazan kale (Seydibaba köyünde) J-Kale (Seydibaba köyünde) K-Kör kale L-Kırmızı kale (Çavlan köyünde) 83 2-İlçede bulunan diğer kalıntılar ise insanların dünya hayatının yanında ahiret için yaptıkları hazırlıklardır ki bunlarda ölüler için yapılan kaya mezarı, lahit gibi kalıntılardır. Her ne kadar kalıntı diye adlandırılsalar da biraz zamandan birazdan insanların define merakından tahrip paylarını alarak özelliklerini yitirmişlerdir.. Bu kalıntıları da şöyle sıralayabiliriz. A-Ara köyü kaya mezarları B-A.Duruçay köyü inler bölgesi C-Susuz Köyü kalıntılar Ç-Çakırkaya kavaklı dere kalıntıları D-İnözü Köyü inleri E-Ballık kaya mezarları F-Kadıçayırı kaya mezarı G-Aksaray köyü kaya mezarları H-Ozanca köyü kaya mezarı I-Akçalı köyü kaya mezarı İ-Çakırkaya delikli taş kaya mezarları 3-bir diğer yaşam izi ise bölgede bulunan höyük benzeri insanların üst, üste kültür izlerini bıraktıkları yapılardır. İlçe bu bakımdan da bayağı zengindir, mezar olarak değil de insanların yaşam alanı olarak bıraktıkları kalıntılardır. Bunları da şöyle sıralayabiliriz. BÖLGEDEKİ HÖYÜK BENZERİ YAPILAR Arşivlerde olduğu gibi Şiran ilçesi arkeoloji bakımından da incelenmemiştir. Ancak höyük ve höyüğe benzer yapılardan Şiran ilçesinin bayağı zengin olduğu görülmektedir. Bunlar bazen Şiran çayı çevresinden Telme yaylasına kadar zincirleme olduğu gibi Ara, Akçalı gibi bölgelerde bulunan tek höyükler de mevcuttur. Bugüne kadar tespit edebildiğimiz höyüklerin varlığını ve özelliklerini şu şekilde özetleyebiliriz. 1-ARAKÖY KÖNGER TEEPE HÖYÜĞÜ Ara köyü sınırları içerisindeki toplu kaya mezarlarının batısında, Ara köyünün Doğu eteğine kurulmuş olan tepedir. Kuzey-Güney doğrultusunda 38 m Doğu-Batı doğrultusunda 33 m ve 10 metre yüksekliğindedir. Höyüğün Doğusu ve Kuzey Doğusu tamamen tahrip edilmiş durumdadır. Höyüğün içinin hafriyatı boşaltılmış olup, hafriyat içerisinde maddi kalıntılar vardır. Höyükten bol miktarda siyah, parla, mat bizim küp kırıkları dediğimiz karamikler çıkmaktadır. Karamikler dışında höyükten işlenmiş obsidyen ve obsidyen parçaları çıkmaktadır. 84 2-ÇEŞTEPE İlçeye 18 km uzaklıkta Alıç köyü’nün 16. km sinde yol kenarında 10x20 m ölçülerindedir. Civar köylüler tarafından çeştepe olarak adlandırılır. Buradan da küp kırıkları dediğimiz karamikler çıkmaktadır. 3-EVLİYA TEPE-I Evliya tepe höyüğü Alıç köyünün kuzeyinde bulunmaktadır. 25x40 m ebatlarındadır. Höyüğün etekleri köylüler tarafından tarla olarak kullanılmaktadır. 4-EVLİYA TEPE-II Yine Alıç köyünün Kuzeyinde diğer evliya tepeye yakın bir bölgededir. 110x140 m ebadında 68 m yüksekliğindedir. Diğer höyüklerde olduğu gibi buradan da bol miktarda karamikler çıkmaktadır. 5-PAŞAPINARI HÖYÜĞÜ İlçeye 17 km olan Paşapınarı köyü yolu kenarındadır. Höyük iki tepeden oluş görünümlüdür. Höyüğün kenarında zamanla bir kilise olduğu ve taşlarının sökülerek okul yapımında kullanıldığı köylüler tarafından anlatılmaktadır. 6-TAŞLIK-I Höyük Kelkit, Şiran karayolu üzerinde İsababa hazretlerinin türbesinin bulunduğu tepedir. Firdevs hatun türbesinin kuzeyindedir. Höyükten bol miktarda karamik çıkmaktadır. Höyük 1990 yılında A.Sagon tarafından incelenerek taşlık bir olarak adlandırılmış ve erken bronz, orta bronz ve demir çağına tarihlendirilmiştir. İlçe insanı arasında kümbet olarak bilinmektedir. Yapılan kaçak kazılarda höyüğün üstünden aşağı 7-8 metrede muazzam şekilde yapılmış bina kalıntılarına rastlanmıştır. 7-TAŞLIK-II Yine Şiran, Kelkit karayolunun üzerinde, Firdevs hatun türbesinin batısında göze çarpmayan bir yokuş üzerinde bulunmaktadır. Höyüğün üzeri tarla olarak kullanılmaktadır ve tarla sürüldükçe çanak, çömlek parçaları çıkmaktadır. 80x120 85ebatlarındadır. Yine A.Sagon tarafından erken bronz çağına tarihlendirilmiştir. 85 8-KARAKÖY HÖYÜĞÜ İlçede eskiden beri bilinen ve ilgi çeken höyüklerden birisidir Karaköy’ün Kuzeyinde Şiran çayının kenarında bulunmaktadır. A.Sagon’un yaptığı araştırmaya göre 100x100 ebadında ve 8 metre yüksekliğindedir. Buradan da bol miktarda çanak, çömlek parçası toplanarak erken bronz çağına tarihlendirilmiştir.(83) 9-A.DURUÇAY HÖYÜĞÜ Aşağı Duruçay sınırları içerisinde köprüye yakın Kelkit çayı kenarında bulunmaktadır. Üzeri tarla olarak kullanılan höyükten bol miktarda karamik parçaları ve metal paralar çıkmaktadır. İnceleme yapılmadığından tarihlendirilememiştir. 10-AKÇALI KÖYÜ HÖYÜĞÜ Yukarı Akçalı köyüne giderken ana yoldan ayrılınca yolun ilk km si içinde, yolun sol tarafında dere içerisinde bulunmakta 30x40 metre ebadında ve 8 m yüksekliğindedir. 11-MANASTIR TEPE HÖYÜĞÜ Çakırkaya köyü sınırları içerisinde meşhur Çakırkaya manastırının hemen üzerindeki yükseltidir. Geniş bir alan yayılmış yaşam merkezini andırmakta ve keramiklerin en kalını ve en büyükleri buradan çıkmaktadır. Tarihi hakkında bir bilgi bulunmamaktadır. 12-AKSARAY HÖYÜĞÜ Aksaray köyü yakınlarında çanakçı yolu üzerindedir. Dere kenarında bir yükseltidir. Tahminen 30x70 m ebadındadır burada da yapılan kaçak kazılarda höyüğün üstünden girilerek taş basamaklarla alt kademeye kadar inilmiş, fakat kaç metre inildiği tahmin edilmemektedir. 13-ORTA TEPE HÖĞYÜĞÜ Orta tepe höyüğü Telme yaylası sınırları içinde bulunmakta Bu bölgedeki höyük halkasının son ikinci halkasıdır, çünkü bu höyükten daha ileride ismini belirleyemediğim bol miktarda çanak, çömlek çıkan bir höyük daha bulunmaktadır. Orta tepe höyüğünün tabanı geniş alana yayılmış yüksekliği de diğer höyüklere göre daha fazladır. 83- Betül Şenbak Şiran ve Çevresi Höyük ve Kaya mezarları yayınlanmamış Yüksek Lisans tez çalışması. 86 Temel kazısı sırasında çıkarılan top güllesi Ayakları koruyan ve yokluklarda yenilebilen çarıklarımız 87 İlçede sonbahar Tekke Camii 88 Zahit üsteğmen anıtı gece ÇANAKKALE ŞEHİTLERİMİZ Zahit üsteğmen anıtı 89 ÜSTEĞMEN ZAHİT Çanakkale Savaşlarında kahramanlık gösteren pek çok jandarma personelinden biri de Üsteğmen Zahit’tir. Üsteğmen Zahit, Şiran ilçesinin Dumanoluğu Köyünden Yetimoğlu Mustafa’nın oğludur. 1882 yılında doğmuş, 29 Temmuz 1903’ de jandarma eri olarak Silahlı Kuvvetlere katılmıştır. Yedi yıl çeşitli hizmetlerde bulunarak amirlerinin takdirlerini kazanmış ve subay olması için İstanbul Jandarma Subay Okuluna gönderilmiştir. Bu okulun iki yıllık eğitimini başarı ile tamamladıktan sonra, 25 Mart 1912 de teğmen olarak okuldan mezun olmuştur. Atandığı Sivas İl Jandarma Alay Komutanlığına bağlı birliklerde başarılı görevler yapmış, bu görevler sonunda birçok ödül ve takdirname almıştır. Teğmen Zahit, Birinci Dünya Savaşı başlayınca Ankara Seyyar Jandarma Alayı emrine atanmıştır. Bir süre sonra İzmir’e giden Alay, burada Enver Paşa ve Mareşal von der Goltz tarafından denetlenmiş, savaş yapabilecek durumda olduğu görüşünce, 62’nci Piyade Alayı adıyla 20’nci Tümenin kuruluşunda yer alarak, Çanakkale Savaşlarına katılmıştır. 62’nci Alay, Çanakkale Cephesinin güney kesimindeki en kanlı muharebelerin yapıldığı Kerevizdere de bulunuyordu. Bu alayın 1. Taburunun 3. Bölüğü, Kerevizdere’nin Şehitler Tepesi’nde çok kanlı, çetin muharebeler yapmak zorunda kalmıştı. İki tarafın siperleri arasındaki mesafe en fazla 30 metre idi. Bazı yerlerde bu mesafe 3-4 metreye kadar iniyordu. Her iki taraf da toprağa iyice gömülmüşlerdi. Fırsat buldukça siperlerini geliştirmek, sığınakları ıslah etmek için canlarını dişlerine takarak çalışıyorlardı. Mevzilerinin yakınlığı nedeniyle taraflar birbirlerinin adeta soluk alıp verişini hissediyorlar, birbirlerinin çabalarını etkisiz hale getirmek için gece gündüz demeden uğraş veriyorlardı. Bir siperden atılıp karşı tarafın siperleri içine düşen el bombası birkaç kişiyi öldürüyor veya yaralıyordu. Karşılıklı süngüleşme ve baskınlar yapılıyor. Göğüs göğse acımasız bir savaş, aralıksız sürüp gidiyordu. Teknik bakımdan üstün olan İngilizler, Kara Kedi adı verilen bombalarla bize büyük kayıplar verdiriyorlar, mevzilerimizde büyük yıkıntılara neden oluyorlardı. İşte bu kanlı muharebelerin birinde 62.Alay 4.Tabur Bölük Komutanlarından biri şehit olunca, daha önce Şehitler Tepesi’ndeki çatışmalarda büyük başarılar gösterdiğinden dolayı 14 Eylül 1915’te üsteğmenliğe yükseltilen 3’üncü Bölük Takım subaylarından Zahit, bu bölüğün komutanlığına atandı. Zahit; uzun boylu, sarışın ve yakışıklı bir subaydı. Komutanlığına atandığı yeni bölükte, durup dinlenmeden, tükenmek bilmeyen bir enerji ile çalışarak, düşmanın yıktığı siperleri kendisi de erleriyle birlikte çalışarak bir gecede tamir ediyor, yeniden düzene sokuyordu. Fakat düşman, gece yapılan, onarılan bu siperleri ertesi 90 gün tekrar yıkıyordu. Üsteğmen Zahit ve yiğit erleri, gece canlarını dişlerine takarak bu siperleri yeniden onarıyorlardı. Böylece günler ve aylar akıp gidiyordu. Üsteğmen Zahit, gene böyle bir gün yıkılan mevzileri onarmakla uğraşırken Alay Komutanı Binbaşı Nazmi ( sonraları Vali, Genel Müfettiş, Milletvekili Nazmi Toker ) onun bölüğüne de gelerek çalışmaları yakından izledi. Üsteğmen Zahit, onardığı siperleri komutanına gösterdi. 3-4 metre ötede korkunç bir yılan gibi uzanıp giden düşman hatları hakkında komutanına bilgi verdi ve silahların nerelerde mevzilenmiş olduklarını gösterdi. Uzayıp giden siperler içinden komuta yerine dönmekte olan Alay Komutanı, en tehlikeli bölgede düşmanın öldürücü ateşleri altında günlerdir duran bu kahraman subayı hiç olmazsa birkaç gün nasıl dinlendirebileceğini düşünüyordu. Alay Komutanı, Tabur Komutanına Zahit in bölüğünün başka bir bölükle değiştirilmesinin uygun olacağını bildirdi. Bunu öğrenen yiğit subay, Tabur Komutanını; “Komutanım, ben bu bölgeye alıştım, girdisini çıktısını öğrendim. Bizim yerimize gelecek bölük alışıncaya kadar çok sıkıntı çekecektir. Alay Komutanımın ellerinden öperim ve beni değiştirmemesini istirham ederim. Bölüğümle burada çok iyi işler görebilirim. Eğer buradan alınırsam çok üzülürüm,” diyerek yerinin değiştirilmemesini istedi. Onun, bu içten gelen isteği komutanlarınca kabul edildi. Aradan geçen günler, Zahit in hakli olduğunu ortaya koydu. Her geçen gün ona yeni bir başarı kazandırıyor ve arkadaşları arasındaki ününü artırıyordu. 1915 yılı Ağustos ayında aldığı yeni takviyelerle giriştiği taarruzlarda da başarı kazanmayan ve Türk askerinin vatan aşkı ile dolu çelik göğsünü aşarak İstanbul’u almaktan ümidini kesen düşman, 1915 yılı sonlarına doğru cepheyi boşaltmaya karar vermişti. Düşmanın bazı hazırlıklar yaptığı gözleniyordu. Bu hazırlıkları öğrenmek için geceleri küçük kuvvetlerle yapılan baskınlardan birine düşmanın alışagelenden çok daha fazla ateşle karşılık vermesi üzerine Üsteğmen Zahit, bunun bir çekilme hareketini gizlemek amacıyla yapılmakta olduğundan kuşkulanarak 8-9 Ocak 1916 da bütün bölüğüyle birlikte saldırıya geçti. Şimdi gecenin zifiri karanlığı içinde cehennemi andıran bir boğuşma başlamıştı. İşaret fişekleri gecenin bağrında kanayan bir yara gibi yanıp sönüyor, aydınlatma mermileri karanlık denen devi yere yıkarak bölgeyi kısa bir süre için gündüze çeviriyordu. Bu arada vatanlarını kurtarmak için en aziz varlıkları olan canlarını fedada en ufak bir duraksamada bulunmayan yiğitlerle, her türlü modern ve öldürücü silah ve gereçlere sahip bir ordunun çok üstün kuvvetleri arasında, amansız bir boğuşma sürüp gidiyordu. Süngü şakırtıları ile Allah, Allah sesleri ve Hurra nidaları birbirine karışıyordu. Türk askeri, kükremiş bir aslan gibi saldırıyor, İleri, İleri 91 haykırışlarıyla birbirini yüreklendiriyordu. Üsteğmen Zahit, adeta masal kahramanları gibiydi. Kalpağı başından düştüğünden dolayı rüzgarın etkisiyle dalgalanan sarı saçları, alev, alev yanan gözleriyle, bölüğün en önünde ilerliyor ve bir an evvel denize ulaşmaya çalışıyordu. Bu arada yakınında patlayan bir mayın onu yere serdi. Yüzü, gözü toprak, üstü başı kan içinde idi. Yarasının ağırlığı hemen belli oluyordu. Biraz evvel başında koştuğu bölüğünü şimdi ancak bakışlarıyla izliyordu. Az sonra ruhunu teslim ederken, dudaklarından ebedi saadete erenlerde görülen bir gülümseme vardı. Üsteğmen Zahit, Çanakkale Savaşının son şehitlerindendir. Cesedini gömmeden evvel ceplerinde yapılan aramada karısına yazılmış, fakat gönderilme imkânı bulunamamış bir vasiyetname çıktı. Üsteğmen Zahit’in bugün elimizde ne bir fotoğrafı, ne de mezarı vardır. Çanakkale Savaşında can veren binlerce yiğit Türk evladıyla beraber gönüllerimizde yaşamaktadır. Aziz hatırasının unutulmaması için gelecek nesillere arz ediyorum. Mektubun içinde kırmızı kurdeleye bağlı altın gibi sap sarı bir demet saç bulunmuş. Tabi ki bu saçlar Aziz şehidin biricik eşi Hanife Hanıma aitti. Bazı kaynaklarda resim gösterilmekte O resim Şehide ait değildir tamamen uydurma herhangi bir kişinin resmidir. 92 93 Aziziye Kasabasının Kılıç Mehmet Bey Kariyesinden Ahmet Efendi Kerimesi Refikam Hanife Hanıma 21 Temmuz 330 (1914) 1- İşte bugün seferberlik ilan edildi. Ben hem kendim, hem mesleğim itibarıyla tam bir asker hem müftehir bir askerim. 2- Asker olmaklığım hesabıyla bugün sonu ile vatanımı müdaafaya gidiyorum. Gidip gelmemek, gelip bıraktıklarımı da bulmamak vakıadır. Bu hallerin Alem-i Beşeriyette vukuu inkâr olunmaz. 3- Böyle olmakla beraber. Şu vasiyetnameyi yazmak, hemen irtihal dâr-i beka etmek değildir, bunu niçin imanımız katidir. 4Rabbani ve mukadderat-ı ilahiye: Ben seni, sen beni tanımadığımız ve bilmediğimiz halde basir memleketten bizi kendi, kendimize nasip etti. Allah’ın emrine ve Peygamberimizin kavline tevfikan izdivacımız icra olundu. Tabii hayatta olduğum müddetçe idaren geçimimizi temine çalıştım. Fakat bizi toplayıp bir araya getiren devletimiz ilan-ı harp eder ve ben mümaileyh vatan uğruna ahrete şahadet edecek olursam, sahip bulunduğum iskam-ı şeriyyeye tevfikan muamele icrasında size variddir. Böyle bir hal vukuunda mevcut olan eşya ve emval-i menkulemde mihri müeccelinizi almanız için ben kendinizi tevkil ve tavzih ediyorum. Emval-i menkulem mesarife kifayet etmezse mamulan beni borçlu olarak yatırmayacağınıza eminim. 5- Diğer hareketlerine dair bir şey yazmayacağım. Kendi kendimize verdiğimiz vaatlerden inhiraf etmemenizi ister ve ümid ederim. Bana ve ruhuma bir mevlid-i şerif kıraat etmek hususu vicdanınıza muhavveldir. Kendim için başka bir taleb-i ihtiyacım yoktur. Şehitlik bana kâfiyet eder. 6- Altı maddeden ibaret olan bu vasiyetnamemi elinize aldığınız zaman ceheran ağlayacak olursanız hüsn-ü rızamı tahsil etmemiş olursunuz …Kumandanı 6 Eylül 330 (1914) Zahid Aslından transkriptini çıkaran M. Saruhan SİPAHİ İs.Atğm Arşiv İşlem Uzman Çanakkale Şehidi Üsteğmen Zahit’in yazıp da eşine gönderemediği şahadetinde cebinden çıkan mektup. 94 MUSTAFA OĞLU ZAHİT SAVAŞ CEPHE : l. Dünya savaşı : Çanakkale Cephesi BİRLİK KUVVET ORDU KOLORDU FIRKA ALAY TABUR BÖLÜK : :K : :3 : 20 : 62 :1 :3 KİŞİESL BİLGİLER : LAKAP BABA ADI ADI SINIFI RÜTBE D.YILI İL İLÇE KÖYÜ : yetim oğlu : Mustafa : Zahit : Jandarma : Üsteğmen : 1297 (1882) : Gümüşhane : Şiran : Dumanoluğu ŞEHİT OLDUĞU YER ŞEHİT OLDUĞU TARİH ASKERLİK ŞUBESİ ÖZELBİRLİK GÖREVİ : Seddilbahir muharebesi : 26.27.12.1915 : Çankaya : 95 AZİZ OĞLU HÜSEYİN SAVAŞ CEPHE : l. Dünya Savaşı : Çanakkale Cephesi BİRLİK KUVVET ORDU KOLORDU FIRKA ALAY TABUR BÖLÜK : :K : :3 : : 19 :2 :6 KİŞİSEL BİLGİLER : LAKAP BABA ADI ADI SINIFI RÜTBE DOĞUM YILI İL İLÇE KÖY : : Aziz : Hüseyin : Piyade : Onbaşı : 1301 : Gümüşhane : Şiran : ŞEHİT PLDUĞU YER ŞEHİT OLDUĞU TARİH ASKERLİK ŞUBESİ : Sargı yerinde : 05.04.1915 : Şiran 96 MUSTAFA OĞLU SALİH FEVZİ EFENDİ SAVAŞ CEPHE : l. Dünya savaşı : Çanakkale Cephesi BİRLİK KUVVET ORDU KOLORDU FIRKA ALAY TABUR BÖLÜK : :K : : 19 : 55 : 18 :1 : KİŞİSEL BİLGİLER LAKAP BABA ADI ADI SINIF RÜTBE D.YILI İLİ İLÇE KÖY : : Mustafa : Salih Fevzi Efendi : Topçu : Teğmen : 1304 : Gümüşhane : Şiran : ŞEHİT OLDUĞU YER ŞEHİT OLDUĞU TARİH ASKERLİK ŞUBESİ ÖZEL BİRLİK GÖREVİ : Gelibolu Hastanesi : 24.03. 1917 : : Bomba Talimgâh Müdürü 97 ALİ OĞLU MEHMET SAVAŞ CEPHE : l Dünya Savaşı : Çanakkale Cephesi BİRLİK KUVVET ORDU KOLORDU FIRKA ALAY BÖLÜK : :K : : : : : KİŞİSEL BİLGİLER LAKAP BABA ADI ADI SINIFI RÜTBE DOĞUM YILI İLİ İLÇE KÖY : : Ali : Mehmet : : Er : 1310 : Gümüşhane : Şiran : ŞEHİT OLDUĞU YER ŞEHİT OLDUĞU TARİH ASKERLİK ŞUBESİ ÖZEL BİRLİK GÖREVİ : Çanakkale Hastanesi : 24.04.1915 : Şiran : Seyyar Jandarma 98 SALİH OĞLU ARİF SAVAŞ CEPHE : l. Dünya Savaşı : Çanakkale Cephesi BİRLİK KUVVET ORDU KOLORDU FIRKA ALAY TABUR BÖLÜK : :K : :5 : : 42 :3 : 12 KİŞİSEL BİLGİLER LAKAP BABA ADI ADI SINIFI RÜTBE D.YILI İL İLÇE KÖY : kasım oğulları : Salih : Arif : Piyade : Er : 1290 : Gümüşhane : Şiran : ŞEHİT OLDUĞU NYER ŞEHİT OLDUĞU TARİH ASKERLİK ŞUBESİ ÖZEL BİRLİK GÖREVİ : Meydan Harbi : 05.06.1915 : Şiran : 99 ALİ OĞLU HÜSEYİN SAVAŞ CEPHE : l. Dünya Savaşı : Çanakkale Cephesi BİRLİK KUVVET ORDU KOLORDU FIRKA ALAY TABUR BÖLÜK : :K : :4 : : 32 :3 :9 KİŞİSEL BİLGİLER LAKAP BABA ADI ADI SINIFI RÜTBE D.YILI İL İLÇE KÖY : : Ali : Hüseyin : Piyade : Er :1296 : Gümüşhane : Şiran : ŞEHİT OLDUĞU YER ŞEHİT OLDUĞU TARİH ASKERLİK ŞUBESİ GÖREV (84) : Triyandafil Çiftliğinde : 22.04.1915 : Şiran 84- Gümüşhane Kültür yayınları Çanakkale şehitleri 100 TC. BAŞBAKANLIK DEVLET ARŞİVLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜNDE BULUNAN BAZI BELGELER OSMANLI ARŞİVİ KATALOGLARI s.no Tarihi Dosya no Gömlek no 1 1/1 23347 Şiran’da İsa baba evkafı ve defterlerde isimleri olan diğer vakıfların ferağ ve intikal at rüsumulatıyla kâğıt baha ve kalemiyle miktarı. Tarihi Dosya no Gömlek no 2 1/1 23222 Gümüşhane’ye bağlı Şiran ve Kelkit kazalarında bulunan muhtelif vakıfların mahlul at kayıtları Tarihi Dosya no Gömlek no 3 1/1 24628 Muşta Şeyh Ahmet Şirani’nin muhasebesi Tarihi Dosya no Gömlek no 4 1/1 20722 Gümüşhane sancağında Kelkit ve Şiran kazalarında bulunan vakıfların varidatı. Tarihi Dosya no Gömlek no 5 1/1 16955 Muhtelif kimselere ait essam ve mukataa kayıtları ile Karahisarı-ı şark-i ve Şiran kazalarında bulunan vakıfların teczihat kaydı Tarihi Dosya no Gömlek no 6 1/1 14248 Şiran’daki Seydi Baba zaviyesi Tarihi Dosya no Gömlek no 7 1/1 20767 Trabzon Vilayetine bağlı Gümüşhane sancağında Şiran ve Kelkit kazalarının köylerinde bulunan vakıfların mahlulat muhasebe kayıtları Tarihi Dosya no Gömlek no 8 1/1 16955 Şiran’da ki vakıflarla ilgili teczihat kayıtları Tarihi Dosya no Gömlek no 9 03/M/1231 H 641 31520 Kürt Eşkıyası Erzincan ve Şiran Tarafında ki köyleri tamamen harap ettiğinden terbiyelerine müsaade olunması ricasına dair Erzurum valisi İbrahim Paşanın sadarete yazdığı yazı 10 Tarihi Dosya no Gömlek no 05/S/1112 25 2425 Şiran Karyesine tabi Gerdan adındaki karyede vaki zaviyenin zaviyadarlığına ait elindeki maliye beratını mahallinden derkenar olup kendisine zayiinden yeni berat verilmesine dair Seyit Mustafa’nın arzı üzerine. 101 Tarihi Dosya no Gömlek no 11 09/S/1231 H 636 31375 Tercan, Erzincan, Şiran tarafındaki Kürtler daima isyan üzere olup civar kurayı huzursuz etmekte olduklarından terbiyelerin müsaade olunması hakkında Erzurum valisi İbrahim paşa’dan Sadarete. Tarihi Dosya no Gömlek no 12 13/C/ 1249 H 468 22853/E Kadı kıran Şakinin Kazalardan Kelkit Şiran tarafına geçtiğine dair belge; Tarihi Dosya no Gömlek no 13 15/C/ 1249 H 468 22853/3 Şaki kadı kıranın tahassün ettiği Ulaş kariyerinden hareketle Kuru çay tarafından Şiran’a savuşmuş olduğu için kayseriyyeye avdet edildiğine dair. Tarihi Dosya no Gömlek no 14 01/C/ 1267 H 31 37 Şiran kazası müdürü Mehmet Beyin azliyle yerine Beyazıt Sancağı sabit karantina müdürü Mehmet efendinin tayini Tarihi Dosya no Gömlek no 15 09/B/ 1271 H 72 52 Hemşin, Kaş, mankalya, Sultan yeri, Köprülü, Şiran Keskin, misiri Müdürlerinin azliyle yerine yenilerinin atanması Tarihi Dosya no Gömlek no 16 29/Ş/ 1271 H 72 52 Mahmut Ağanın Şiran kazası Müdürlüğüne tayini Tarihi Dosya no Gömlek no 17 24/S/ 1273 H 258 41 Sabık Şiran Kazası Müdürü Mehmet Efendinin bir kaza müdürlüğünde istihdamı Tarihi Dosya no Gömlek no 18 19/Ş/ 1273 278 85 Şiran hanedanından Esat Ağanın bir işte istihdamı Tarihi Dosya no Gömlek no 19 05/M/ 1275 H 99 86 Binbaşı Halil Yaseri Efendi ile İpşir Ağanın tımardan dolayı Şiranlı gerefettin zade Mehmet ve Muşlu şerif bey deki alacaklarının tahsili; Tarihi Dosya no Gömlek no 20 23/Ş/ 1275 H 106 24 Şiran Müdürü Selim Ağanın yerine kapucubaşı Mahmut ağanın tayini; Tarihi Dosya no Gömlek no 21 23/N/ 1275 H 348 62 102 Zimmetine mal geçirip çeşitli yolsuzluklar yapan Şiran müdürü Esat ağa hakkında tahkikat yazısı; Tarihi Dosya no Gömlek no 22 11/L/1275 H 349 59 Şiran Müdürü Selim Efendi vücuhdan Abdulbaki ve Ethem Beylerin sabık müdür Esat ağa aleyhine mazhar tertibi ve ahaliye ziyade vergi tevziye ve tahsilinden dolayı muhakeme edilmesi; Tarihi Dosya no Gömlek no 23 28/L/ 1275 H 351 45 Hacı Abdulbaki beyin sarıca Köyü ahalisi adına yaylak beratı tahsili hususunda yaptığı masrafların tediyesine yapılan müdahalenin tahkikiyle meni; Tarihi Dosya no Gömlek no 24 22/S/1276 367 45 Şiran Kazası ahalisinden zimmetlerine para geçirerek dersadete kaçan Abdulbaki ve Ethem Beylerin azimetleri ve muhasebelerinin ruyetti Tarihi Dosya no Gömlek no 25 15/Ra/ 1276 110 14 Erzurum’un Şiran kazası Müdürü Esat Ağanın orduya verilen malların tesviye olunan meblağında çıkan istikabı ve halka yaptığı taaddiyat hakkında tahkikat yapılması; Tarihi Dosya no Gömlek no 26 2/R/1276 H 374 46 Şiran oğlu Karabettin fruht etmiş kerestenin naklinin engelleniş sebebinin bildirilmesi; Tarihi Dosya no Gömlek no 27 26/R/ 1276 H 380 44 Erzurum sancağının geçmiş seneler malından zimmetleri olan Abdulbaki ve Ethem beylerin bulunup Erzurum’a gönderilmesi; Tarihi Dosya no Gömlek no 28 28/C/ 1276 H 391 87 Şiran kazası sabık müdürü Selim Efendinin münasip bir işte istihdam edilmesi; Tarihi Dosya no Gömlek no 29 28/Z/ 1276 H 412 70 Şiran kazası Müdürü Selim efendinin münasip bir müdürlükte istihdam edilmesi; Tarihi Dosya no Gömlek no 30 16/B/ 1277 118 88 Şiran kazası eski müdürü Esat ağanın yolsuzluklarının tahkiki ve Şiran kazasının Gümüşhane’ye bağlanması; Tarihi Dosya no Gömlek no 31 11/S/ 1277 H 423 87 103 Şiran Kazası ahalisinden olup dersaadetde bulunan Abdulbaki ve Ethem beylerin Şiran’a gitmek üzere kefalete bağlandıklarından zimmet-i miriyelerinin tahsili; Tarihi Dosya no Gömlek no 32 05/C/ 1277 H 443 59 Şiran esbak müdürü İsmail ağanın Konya’da bir müdürlükte istihdamı için azil sebebinin tahkiki; Tarihi Dosya no Gömlek no 33 01/B/1277 180 58 Şiran hanedanından Esat ağa ile kendisini rencide edenlerin mürafa edilerek icabının icrası Tarihi Dosya no Gömlek no 34 06/N/ 1277 462 17 Şiran kazasında Ali Ağaya usul ve nizama uygun işlerinde kolaylık gösterilmesi Tarihi Dosya no Gömlek no 35 05/M/ 1278 H 225 82 Trabzon Valisinin Şiran’a gittiği sırada yolda gördüğü bazı durumlar üzerine Gümüşhane kaymakamına yaptığı tebligat ve tembih uygun olduğu Tarihi Dosya no Gömlek no 36 10/M/ 1278 H 129 57 Şiran kazasına Adapazarı Müdürü Osman Efendinin atanması Tarihi Dosya no Gömlek no 37 10/Ra/ 1278 499 31 Şiran’da zuhur eden eşkıyanın yakalanmasına tayin olunan İskender beyin Evinde Eşkıya sakladığı yakaladığı Esat ağa ve iddiaları hakkında tahkikat yapılması Tarihi Dosya no Gömlek no 38 06/Ca/1278 513 86 Şiran müdürü Esat ağanın yapılan mahkemesi sonucu, zimmeti zuhur edip etmediğini, eşkıyaya yataklık yaptığı iddialarının tahkik olunarak bildirilmesi; Tarihi Dosya no Gömlek no 39 07/C/ 1290 H 460 29 Gümüşhane’nin Şiran kazasında Sili (Sellidere) köyünde Çerkez muhacirlerin iskanı masarifinin tesviyesi; Tarihi Dosya no Gömlek no 40 20/C/ 1304 1404 89 Bayburt sancağının İspir, Kelkit ve Şiran kazalarından ibaret olduğu, kazaların tahvil ve irtibatları hakkında gerekli muamelelerin ona göre yapılması hususun Erzurum Vilayetine tebliği; 104 Tarihi Dosya no Gömlek no 24/B/1304 1413 67 Erzurum’da vaki Şiran kaymakamlığıyla bazı memurların kötü ahvalinden bahseden varakanın tahsisi; Tarihi Dosya no Gömlek no 42 11/Za/ 1304 1435 71 Bayburt Sancağına bağlı Şiran ve Kelkit kazalarının eskisi gibi Gümüşhane’ye bağlanması Tarihi Dosya no Gömlek no 43 19/Z/ 1304 1445 31 Şiran Kazası kaymakamı Mustafa Hulusi efendinin istifasıyla boşalan kaymakamlığa Diyadin kaymakamı İbrahim Lütfü Efendinin atanması; Tarihi Dosya no Gömlek no 44 25/S/1305 1461 74 Kelkit ve Şiran kazasının Gümüşhane sancağına, Bayburt ve İspir kazalarının Erzincan sancağına ilhakıyla idare edilmesine karar verildiği Tarihi Dosya no Gömlek no 45 08/C/ 1305 1478 79 Şiran ve Kelkit kazalarında ağnam sayımı mahalline memur tayini için izin verildiği; Tarihi Dosya no Gömlek no 46 11/C/1305 31 15 Devletçe yasaklanmasına rağmen Bayburt mutasarrıfı Ali paşanın Şiran da bulunan Çerkezlerden bir cariye satın aldığı; Tarihi Dosya no Gömlek no 47 13/C/ 1305 1489 40 İspir Şiran ve Kelkit Hapishanelerinin masrafının nereden karşılanacağı hakkında; 41 Tarihi Dosya no Gömlek no 48 15/C/ 1305 1489 40 Bayburt Sancağının lağvedilerek İspir kazasıyla beraber Erzurum’a Kelkit ve Şiran kazalarının Gümüşhane sancağına ilhaken idaresi kararı üzerine gerekenin ilgililerce yapılması; Tarihi Dosya no Gömlek no 49 16/B/ 1305 1497 92 Bayburt sabık mutasarrıfı M. Ali Paşanın Şiran da sakin Çerkez muhacirlerden aldığı daha sonra iadeye çalıştığı cariyeyi nikâhlaması gerektiği; Tarihi Dosya no Gömlek no 50 07/Ş/ 1305 1502 25 Bayburt sancağının Kazaya çevrilerek Şiran ve Kelkit Kazalarının Gümüşhane’ye bağlanması; 105 Tarihi Dosya no Gömlek no 51 07/Ş/ 1305 1501 25 Gümüşhane sancağına ilhak olunan Bayburt, Kelkit, Şiran kazalarının heyeti zabıtasına Erzurum vilayeti alay beyliğince müdahale edilmesi; Tarihi Dosya no Gömlek no 52 15/L/ 1305 1515 100 Şiran Çerkez muhacirlerinden aldığı cariyeyi iadeyle parasını geri almaya çalışan Bayburt mutasarrıfı M. Ali Paşanın cariye ile nikâhlanarak bedelinin geri kalanın da geri ödettirilmesi; Tarihi Dosya no Gömlek no 53 15/L/ 1305 1515 90 Vefat eden Şiran kasabası nüfus memuru Ahmet Recai Efendinin hanımı Havva’nın maaş tahsisi talebi; Tarihi Dosya no Gömlek no 54 24/L/ 1305 1518 19 Şiran kazası zabıta heyetinin Erzurum Vilayeti zabıta heyeti alayına bağlı olarak tahsilata katılmasından kaynaklandığının bildirilmesi üzerine gerekenin yapılması; Tarihi Dosya no Gömlek no 55 08/Z/ 1305 1522 22 Bayburt sancağının ilgasıyla İspir ve Bayburt kazalarının Erzurum’a, Şiran ve Kelkit Kazalarının Gümüşhane’ye bağlanması Tarihi Dosya no Gömlek no 56 10/Za/ 1305 1523 25 Yanlışlıkla Erzurum’a gönderilen Kelkit ve Şiran kazaları sicili esas vesaire zukur-ı Müslime defterlerinin Gümüşhane’ye gönderilmesi Tarihi Dosya no Gömlek no 57 21/Za/ 1305 1523 25 Gümüşhane’ye bağlanan Kelkit ve Şiran kazalarının zabıtalarının Trabzon sancağına bağlandığı; Tarihi Dosya no Gömlek no 58 07/Z/ 1305 1533 11 Dersi mutasarrıfı Bayburt mutasarrıfı iken Şiran’daki Çerkezlerden aldığı cariyenin hür olduğunu iddia etmesi sebebiyle iade ettiğinden şikâyetin neticelendirilmesi: Tarihi Dosya no Gömlek no 59 08/Z/1305 1534 17 Şiran ve Kelkit Kazalarının talebi üzerine gönderilen vukuat ilmühaberinin senedinin irsali; Tarihi Dosya no Gömlek no 60 14/Z/ 1305 1534 23 Kelkit Şiran kazalarının Trabzon’a bağlı Gümüşhane’ye ilhakı 106 Tarihi Dosya no Gömlek no 17/Z/1305 1539 15 Şiran kazası nüfus memuru Müteveffa Ahmet Recai Efendinin eşinin kendisine kızlarına maaş bağlanması talebi; Tarihi Dosya no Gömlek no 62 01/M/ 1306 1540 23 Gümüşhane kazalarının Trabzon valiliğine raptıyla ağnam rüsumunun alınması; Tarihi Dosya no Gömlek no 63 01/M/ 1306 1540 17 Sabık Bayburt mutasarrıfı M. Ali Paşanın Şiran Çerkezlerden aldığı cariyeyi iade etmek istemesi üzerine dördüncü orduyu hümayun müfettişi Nusret Paşanın hadiseyi tahkiki; Tarihi Dosya no Gömlek no 64 19/M/1306 1547 17 Şiran kazası Nüfus memuru mütevvefa Ahmet Recai Efendinin karısına maaş bağlanması için hizmet cetvelinin gönderilmesinin Erzurum valiliğine yazıldığı; Tarihi Dosya no Gömlek no 65 16S/ 1306 1556 92 Şiran Kaymakamı Hafız beyin muhakeme muamelatına müdahalesinin kaza naibi Salih Rasim Efendi tarafından şikâyet edildiği; Tarihi Dosya no Gömlek no 66 30/Ra/ 1306 1571 4 Şiran kazası nüfus memurunun eşine maaş bağlanması Tarihi Dosya no Gömlek no 67 07/R/ 1306 1573 71 Şiran kazası kaymakamı Hafız beyin muhakeme muamelatına müdahale ettiğinin Trabzon valiliğine bildirilmesi Tarihi Dosya no Gömlek no 68 29/R/ 1306 1581 5 Şiran nüfus memurluğunca yanlış tanzim edilerek Erzurum’a vilayetinden iade olan sicil esas nüshalarının yeniden yazılarak defter masrafının mesullerden alınması; Tarihi Dosya no Gömlek no 69 03/Ca/ 1306 1581 69 Şiran kazası sandık eminliğine tayin olunan Nazif efendinin kefaletinden dolayı bazı ifadeyi havi Nuh oğlu Osman tarafından gönderilen arzuhalin takdimi Tarihi Dosya no Gömlek no 70 08/R/ 1311 153 21 Torul nüfus memuru hasan Ziver ve Şiran Nüfus memuru Yusuf efendilerin becayişleri; 61 107 Tarihi Dosya no Gömlek no 01/Ş/ 1311 204 2 Şiran nüfus memurluğuna Hopa kazası eski nüfus memuru Hurşit efendinin tayin olduğu; Tarihi Dosya no Gömlek no 72 17/Ra/ 1321 284 47 Şiran hükümet konağına izin verilmeden başlanılmaması, kiralanan hanenin kirasının verilmesi; Tarihi Dosya no Gömlek no 73 09/Ca/ 1312 305 43 Hopa kazası kaymakamlığına M. Ali Şiran kaymakamlığına Ali Rıza efendinin becayiş suretiyle tayin edildiklerinden maaş muamelelerinin yapılması; Tarihi Dosya no Gömlek no 74 27/Ca/ 1312 311 51 Şiran kazası nüfus memurluğuna Zühdü; kâtipliğine de Ali Rıza efendinin uygun görüldüğü; Tarihi Dosya no Gömlek no 75 06/Ca/ 1313 33 19 Suşehri’nde Ermeni eşkıyasının köylere hücum etme teşebbüsünde bulunduğu, Şiran, Gümüşhane, Refahiye, Dersim vs. yerlerden Suşehri, Divriği ve Karahisarı-ı şarki kariyerlerine gelip, oradakilerle birlikte olup yağmaya kalkışan Gürcü, Laz ve diğer eşkıyaların durdurulması için zaptiye ve süvari askeri sevk edilmesi; Tarihi Dosya no Gömlek no 76 09/CA/ 1313 660 13 Gümüşhane ve Şiran’dan gelen bir takım şahısların Sivas’a bağlı hudut köylerdeki asayişi bozmaya yönelik hareketlerde bulunmaları üzerine gerekli tedbirlerin alınmasının Trabzon valiliğine bildirilmesi; Tarihi Dosya no Gömlek no 77 13/Za/1315 566 5 Şiran, Kuruçay, Refahiye, Kemah kazaları tahaffuzhanelerince kullanılan tıbbi malzeme bedelinin ödenmesi; Tarihi Dosya no Gömlek no 78 27/Ra/ 1318 31 2 İnebolu, Şiran, Kelkit de nisa hapishanesi bulunmadığından ve Kelkit hapishanesinin hıfsısıha kurallarına uymadığından gereğinin yapılması; Tarihi Dosya no Gömlek no 79 07/C/ 1321 622 20 Hınıs kazasının Şiran köyünde Kako adlı Ermeni’yi öldüren kişilerin hemen yakalanarak muhakeme olunmaları; Tarihi Dosya no Gömlek no 80 19/Ra/ 1322 685 34 71 108 Şiran Kaymakamlığına Ali Fehmi Beyin tayini Tarihi Dosya no Gömlek no 81 11/B/ 1322 71 52 Nemrut dağı grubundaki Şiran köyünde Ermenilerle askerlerle çarpıştığı; Tarihi Dosya no Gömlek no 82 19/Za/ 1326 122 42 Gümüşhane Kelkit Şiran kazaları muhtacın ahalisine kıtlık sebebiyle yardım yapılması; Tarihi Dosya no Gömlek no 83 14/N/ 1327 161/-1 25 Şiran kaymakamı sabık Halil Beyin istihdamının yeniden caiz olmadığı; Tarihi Dosya no Gömlek no 84 14/N/ 1327 5/-3 29 Şiran eski kaymakamı Halil Efendinin Kaymakamlık döneminde idari suçunun olmadığı, şahsi davası olanların dava açabileceği; Tarihi Dosya no Gömlek no 85 24/Za/ 1327 1/6 55 Gümüşhane dahilinde köylerde açlık baş gösterdiği, bu sebeple muhtaç olanlara yemeklik ve tohumluk zahire yardımı; Tarihi Dosya no Gömlek no 86 04/M/1328 36/2 10 Gümüşhane livası ile Torul, Kelkit, Şiran bölgesindeki hapishanelerin durumu ile ıslahı hakkında alınacak tedbirler; Tarihi Dosya no Gömlek no 87 20/R/ 1328 70/2 18 Umumi yollar ile köprülerin inşaat ve tamiratına tahsis edilen amele-i mükellefe bedel atananın dışında kullanılmaması; Tarihi Dosya no Gömlek no 88 08/B/1328 110 51 Şiran kasabasında yağan yağmurdan ve doludan kasabanın haneleri ve arazileri su altında kalıp, zarar gördüğünden afetzedeganın ihtiyaçlarının karşılanması için hazineyi celileden yardım yapılması; Tarihi Dosya no Gömlek no 89 23/Za/ 1328 119/1 17 Gümüşhane, Kelkir, Kelkit Şiran arasında posta sürücülüğünün ihaleye verilmesi ve Şiran Alucra arasına da telgraf çekilmesinin gerekli olmadığı; Tarihi Dosya no Gömlek no 90 21/S/ 1329 149 22 Şiranlı Tombak zade Sait Murat beyin Konya Ereğlisi civarında tesis edeceği yün iplik fabrikası için bazı müsaadat ve muafiyet takibi; Tarihi Dosya no Gömlek no 109 91 23/B/ 1330 136/1 17 Trabzon vilayetinde Kelkit, Şiran, Rize Ordu, Giresun ve Sürmene’ye maaşları hazineden verilmek üzere tabip tayini isteniyorsa da bunun mümkün olmadığı; Tarihi Dosya no Gömlek no 92 21/L/ 1330 7 3 Şiran ve Torul hapishanelerinin sıhata elverişli olmadığı anlaşıldığından gereğinin yapılması; Tarihi Dosya no Gömlek no 93 20/C/ 1332 100 7 Askeriyenin binek ve yük hayvanı ihtiyacını karşılamak için Kelkit ve Şiran’da depo ve hara tesisi; Tarihi Dosya no Gömlek no 94 21Z/ 1333 22 77 Şiran kazası hapishanesine ikinci dört aylık yoklama cetvelinin takdimi; Tarihi Dosya no Gömlek no 95 27/S/ 1334 146 57 Şiran kazası hapishanesinin 1331 senesi ikinci dört aylık cetvelin takdimi; Tarihi Dosya no Gömlek no 96 06/S/ 1335 23 7/A Trabzon dahilinde Gümüşhane sancağına bağlı Şiran kazasının geçici olarak Sivas’a bağlanarak Karahisarı şarkı ile idare edilmesi; Tarihi Dosya no Gömlek no 97 27/L/ 1335 72 38 Gümüşhane, Şiran yolu köprüleri Mütahidi emin efendinin kesilen depozito ve tevkıfat akçelerinin ödenmesi nafıa nezaretinin ve encümenin kararına bağlı olduğu; Tarihi Dosya no Gömlek no 98 15/C/ 1338 46 95 Tayin nakil Mustafa fazıl bey Şiran kaymakamı; Tarihi Dosya no Gömlek no 99 23/B/ 1336 16 53 Şarkı Karahisarı sancağına bağlı Şiran kazasının tekrar Trabzon eyaletine bağlanması; Tarihi Dosya no Gömlek no 100 01/N/ 1338 46 120 Şakir efendi Şiran kaymakamı Tarihi Dosya no Gömlek no 101 18/S/ 133815 68 Şiran kazası hapishanesi için istenen havale namenin gönderilmesi Tarihi Dosya no Gömlek no 110 2712/ 1926 6/1585 Şiran Kaymakamı Fevzi teyfik Tarihi Dosya no Gömlek no 103 9/01/ 1928 1591 Harpte harap olan Şiran kazası için 10.000 lira daha ödenek verilmesi; Tarihi Dosya no Gömlek no 104 19/4/ 1936 671585 Şiran adliyesine yapılan tayin; Tarihi Dosya no Gömlek no 105 9/01/ 1934 254 38 Şiran ilçesi ziraat bankası sandığında mevcut demirbaş eşyanın kayıp olmasından dolayı kayıtlarının silinmesi; Tarihi Dosya no Gömlek no 106 5/12/1942 254 38 Şiran ceza evi için 3630 liralık ödenek verilmesi; Tarihi Dosya no Gömlek no 107 12.6.1947 114 43 Şiran memurlar istihlak kooperatifinin kurulmasına izin verilmesi; Tarihi Dosya no Gömlek no 108 5/8/ 1934 99/A 481 Şiran’ın İnözü köyüne yağan dolunun ekinlere zarar vermesi; Tarihi Dosya no Gömlek no 109 15/11/ 1951 3 13953 Şiran kavak yetiştirme kooperatifinin kurulmasına izin verilmesi; Tarihi Dosya no Gömlek no 110 24/8/ 1921 8 11 Şiran kazasının tohumluk bedelinin muaf tutulması hakkında dilekçe; Tarihi Dosya no Gömlek no 111 29/9/ 1941 99/A 481 Yağmurun Şiran’da tarım ürünlerine zarar verdiği; Tarihi Dosya no Gömlek no 112 23/10/ 1934 232 481 Şiran Müftüsü Hasan Fehmi’ye İstiklal madalyası verilmeyeceği;(85) 102 85- Başbakanlık Osmanlı arşivleri 111 NÜFUS İlçe nüfusu tarihi süreç içerisinde çeşitli farklılıklar göstermektedir. İlçe nüfusu için en önemli kaynak Osmanlı devleti döneminde ayrıntılı olarak tutulan tarla kayıt defterleridir. İlçeyle ilgili ilk nüfus bilgilerine 1569 tarihinde yaklaşık 11569 kişi olarak rastlanmaktadır. Bu dönemde Şiran ilçesi Erzurum’a bağlı Şebinkarahisar ilçesinin bir nahiyesidir. Nahiye merkezi Erenkaya köyüdür. İlçe nüfusu ile ilgili diğer önemli bilgiler ise xıx. Yüzyılda tutulan Trabzon vilayeti salnameleridir ki bu salnamelerde ilçe nüfusu ayrıntılı olarak verilmektedir. 1900 tarihli salnamelerde ilçe nüfusu 14786 Müslüman 2107 gayri Müslim olmak üzere toplam 16893 olarak verilmektedir. Cumhuriyet döneminde ise en önemli kaynaklar genel nüfus sayımlarıdır. Cumhuriyet döneminde ilk nüfus sayımının yapıldığı yıl 1927 dır, son sayım ise 2000 yılında yapılmıştır. 1569 yılında 16893 nüfusa karşın daha sonraki yıllarda ilçe nüfusunda belirgin bir artış görülmemiştir ki bunun çeşitli sebepleri vardır en başta savaş, hastalıktan ölümler, genç nüfusun askere alınması, muhacirlik gibi. İlçede en önemli nüfus artışı 1927–1935 yılları arasında olmuştur bunun temel nedeni ise Rus işgali ile orta Anadolu’ya göç eden muhacirlerin, Rusların çekilmesiyle ilçeye geri dönmeleri ve ilçenin Trabzon, Torul dolaylarından göç almasıdır. 1935–1950 yılları arasındaki sayımlarda nüfusta az da olsa artış gözlenmektedir. İlçede en hızlı nüfus artışı1955–1960 yılları Arasında olmuştur. Zaten bu tarihten sonra ilçe nüfusunun arttığını söylemek mümkün değil çünkü 1960 yılından sonra ilk olarak ilçenin güneyindeki köylerden başlayarak, Yedibölük, İnözü, Başköy, Boğazyayla, Ozanca, Tepedam gibi köylerden göçler başlamış hemen, hemen köyler boşalmıştır. ŞİRAN KAZASININ BİLİNEN NÜFUSU Bilinen nüfus Yek İsla Çerke Ru Ermen m z m i 659 3904 2029 590 67 0 86-Trabzon salnameleri 1876 s.77 Hane Yek İsla Çerke Ru Ermen m z m i 127 1025 84 156 8 3 (86) 112 Şiran Kazasının sayılan nüfusu Yekûn 14662 Erkek 7351 Kadın 7311 İslam 1886 224 16772 960 115 8426 926 109 8346 Rum Ermeni Yekûn 1900 YILINA AİT NÜFUS BİLGİLERİ Nüfus miktarı Erkek Kadın Müslüman Rum 7397 956 7389 927 14786 1883 Ermeni İçe nüfusu 115 8468 109 8425 224 16893 (87) Yıla 1927 1935 1940 1950 1955 Toplam 1970 1980 1990 2000 Nü 1247 1742 1979 2349 29294 2960 3172 2688 26397 0 8 9 7 6 8 1 (88) 87- Trabzon salnamesi 1894 s.329–331 88- Trabzon Salnameleri 1901 s.235-236-243 113 Mustafa beyaz Meslek Yüksek Okulu Mustafa gül Öğrenci Yurdu 114 Mustafa Beyaz Yüksek Okulu lojmanları EĞİTİM Bir yerin eğitimini belirleyen faktörlerin başında nüfus gelmektedir, bunun için ilçede eğitim nüfus hareketlerine göre değişik zamanlarda değişik iniş çıkışlar göstermiştir. İkincisi ise o yerin ulaşımıdır. Şiran ilçesi yol yokluğu yüzünden uzun seneler dışarı açılamamış adeta kendi kendine yeter bir halde Osmanlı imparatorluğunun küçük bir parçası olarak varlığını sürdürmüştür. İlçede ancak 1876 yılından sonra dışarı açılım görülmektedir. Bunun için ilçede yetişen birkaç kişi de ancak bu yıllardan sonra büyük şehirlere giderek kendilerini göstermişlerdi ki bunların başında Çorum’a yerleşen Şeyh-i Şeyrani ile Damat Ferit hükümeti döneminde İstanbul’da gazete çıkaran ve Şiran’da kök sökmekten demire dönen parmaklarımı yazıya alıştırmada büyük güçlükler çektim diyen Ahmet Şeyrani Efendi gelir. İlçenin eğitimi hakkında en sağlıklı bilgileri Trabzon salnameleri vermektedir 1894 sayılı salnamede şöyle bir not düşülmüş ‘’İlçenin halkından haizi rütbe ve nişanı olan yoktur’’. Bu cümle zannedersem ilçenin eğitim durumunu çok iyi anlatmakta. 1905 yılındaki salnamede ise ilçe hakkında malumat verilirken şu bilgilere yer verilmiş.(Şiran’da okur, yazar pek az adam vardır. Her şeyde olduğu gibi Maarif hususunda da bu tarafların pek geri kaldığını söylemeye lüzum yoktur Şiran kasabasında 100 ev bir hükümet dairesi, bir cami, bir mekteb-i iptidai, bir han, üç fırın, dört su değirmeni, dört kahvehane, ufak bir hamam ile suyu lezizi bir çeşme, 115 Halil İbrahim Alkoç Erkek Öğrenci Yurdu köylerde dahi 29 cami ve mescit, 5 medrese, 16 mektep, 5 kilise 84 değirmen ve 2643 hane vardır.) İlçede teşkilatlı maarif komisyonuna yine Trabzon salnamelerinde rastlamaktayız. Buna göre ilk maarif komisyonu 1894 yılında kurulmuş, bu yıldan önce ilçede eğitim öğretim müftülükler tarafından yürütüldüğü anlaşılmaktadır. 1894 yılında kurulan maarif teşkilatının başına yine müftü olan Hacı Mehmet Efendi getirilmiştir. Maarif komisyonu Başkan : Hacı Mehmet Efendi Azalar Hacı İzzet Bey Tahir Ağa Halil Efendi (89) 89- Trabzon salnameleri: 1894 s. 329 116 Başkan: Müftü Efendi (Münhal) Azalar Halil Ağa Tahir Ağa (90) Maarif komisyonu Başkan: Müderris Süleyman Efendi Azalar Tahir Bey İzzet Efendi Tahir Ağa (91) Maarif komisyonu Başkan: Müftü Halil Efendi Azalar Hoca Süleyman Efendi İzzet Efendi Tahir Bey(92) Osmanlı döneminde eğitim durumu pek parlak olmayan Şiran ilçesinin Cumhuriyet dönemi ile birlikte ilçede büyük değişikliklerin 90- Trabzon salnameleri: 1896 s. 3001 91- Trabzon salnameleri 1901 s. 243 92- Trabzon salnameleri: 1903 s. 301 117 Cavit Fırat Kız Öğrenci Yurdu ve lojmanı yaşandığı resmi kayıtlardan kolayca anlaşılmaktadır. 1923-1978 döneminde okul sayısının 80 e öğrenci ayısının5560 çıktığı görülmektedir. Ancak 2005 itibarıyla bu öğrenci sayısının 2630 a düştüğü görülmektedir. Son yıllarda ilkokulların yanında Ortaokul Lise ve yüksek okul ile ilçede ki okuryazarlık oranı %90 seviyelerine ulaşmıştır. 1970 li yıllardan sonra sürekli göç vermeye başlayan Şiran ilçesinde köylerde ki okul sayısının düştüğü görülmektedir. Çok sayıda okul öğrenci yokluğu nedeniyle kapatılmış, var olan öğrenciler ya taşımalı sistemle merkezi okullarda eğitimini, öğretimini sürdürmekte yada ilçenin ihtiyacına büyük ölçüde cevap veren Şiran yatılı İlköğretim Bölge okuluna yerleştirilmiştir. Yukarda Osmanlı döneminde sözü edilen ilçede okuryazar pek adam var sözü büyük ölçüde kırılarak İlçeden ülke yönetiminde söz sahibi olan kişilerin çıktığı görülmektedir. Bir diğer konu öğrenci barındırma bakımında ilçe merkezinde kamuya ait öğrenci yurtlarının olmaması, ilçede özel sektörü teşebbüse geçirmiş son yıllarda Şiranlı iş adamları tarafında ilçeye sekiz adet yurt yaptırılarak bir kısmı kamuya bağışlanmış, bir kısmı da özel sektör ve çeşitli kurumlar tarafından idare edilmekte. 2009 yılı itibarıyla ilçedeki öğrenci barınma sorunu büyük ölçüde giderilmiş durumda. 118 Şiran Lisesi Bayrak tepeden bakış 2005 yılı Şiran ilçesi Öğrenci sayısı Yerleşim Okul Sayısı İlçe mer. 6 Köyler Toplam 26 32 Derslik Sayısı 63 Öğretmen Sayısı 71 Öğrenci Sayısı Erkek Kız Toplam 750 740 1590 80 47 400 410 810 143 118 1150 1160 2400 Mustafa beyaz Yüksek Okulunun İlk Mezun öğrencileri 119 SÜLALELER Soy araştırması yapılırken arşivler dışında tabii ki kişilerin beyanlarına yer verdik, ama bunları eserimizde sadece beyan olarak belirtmeyi de ihmal etmedik. Buradaki asıl amaç bir köken araştırmasıdır bunun da günümüzde imkânsızlığını söylemiştik. Soyları rivayete göre araştırırken kime sorsan ya sanki sadece Arabistan bölgelerinden gelenler Müslüman algılanarak ya Arabistan’dan ya da horasanı Erzurum zannederek Horasan’dan gelmeyiz derler. Tüm tarihçilerin ortak noktası şudur ki Moğol istilasından kaçan Türkmen kabileler İran’ın Horasan bölgesini kendilerine yurt edinerek burada uzun süre yaşadılar ve bu bölgeyi ilim irfan yuvası haline getirdiler Anadolu’nun Türkleşmesinde büyük emekleri olan Horasan erenleri bu bölgede yetiştirerek Ateşli gurupları Anadolu içlerine saldılar. Uzun yıllar burada yurt tutan Türkmenler daha sonra 1018 yıllarına doğru Anadolu içlerine akınlara başladılar ve Horasan’ın Merv bölgesinden gelerek Bitlis, Ahlât dolaylarına yerleştiler. Daha sonra Moğolların baskısı, otlaklara sığmama nedeniyle 1243 Yassı çemen savaşından sonra Anadolu içlerine doğru yayılmaya başladılar ki asıl yerleşik dönem bu yıllarda başlamış oldu. ABDALOĞULLARI- 18.yy Giresun bölgesinden ABAZLAR- Arabistan’dan geldiği iddia edilmekte AKSİOĞLU- Erzurum- Celep AKSOYLAR –Şiran bölgesine Torul Çit ve Koruyana bölgesinden gelmişler-Şahin soyadı ile tanınırlar. AĞAGİLLER- Ardıçlı-Üçüncü soyadı ile tanınırlar. ALTIPATRMAK-Torul Bölgesinden gelerek aynı soyadı ile tanınırlar ATASOY-Zigana bölgesinden gelmişlerdir Şahin soyadını almışlardır. ATMACA- Nereden geldikleri hakkında bir rivayet yoktur. ALİ AĞA- 18. yy da Erzincan bölgesinden gelerek Şiran’a yerleşmişlerdir. Keleş soyadını aldıkları bilinmektedir. AHLÂTLILAR- Ahlâtlılar Bitlis ilinin Ahlât ilçesinden gelerek Şiran bölgesine yerleşerek Güner, Giriftin oğlu soyadını almışlardır. AHISKALIOĞLU- Kafkaslardaki savaşlardan kaçarak Şiran bölgesine yerleşmişlerdir Tuncer soyadını almışlardır. AKÇALAR- Şiran’da ağca soyadı ile bilinmektedir Erzurum Pasinler’den gelme oldukları söylenir. 120 BBALOĞULLARI- Kelkit’in şuruttan gelmedirler ayrıca şurutlular olarak da bilinirler. Bal soyadı ile tanınırlar. BALCILAR- Bu aşiretin Horasan Türkmen'lerinden olduğu Bal ve balcı soyadını aldıkları söylenir. BADILILAR- Bu aşiret Horasandan Konargöçer olarak Şiran bölgesine gelmişlerdir. BEYDİLLİLER- Kelkit Erzincan bölgesinden gelerek Şiran bölgesine yerleşmişlerdir. BEYTULAH OĞULLARI- Bu kabilenin 18 yy da İran Horasan bölgesinden geldiği söylenmekte. BAĞLILAR- Kafkaslardan savaştan kaçarak Şiran bölgesine geldikleri rivayet edilir. BARKAÇOĞULLARI- Trabzon BAYRAKLAR- Erzurum bölgesinden geldikleri rivayet edilmekte Bağlı soyadı ile tanınmaktalar. BATTAL OĞULLARI- Şiran bölgesine Trabzon ve Torul’dan gelerek Yılmaz soyadını almışlardır. BAYRAMOĞULLARI–17. yy da Anadolu’da varlıklarını göstermişlerdir BEKİROĞULLARI- Şiran’a Torul’un Kara çukur köyünden gelerek yerleşmişlerdir. Aydın soyadı ile tanınmaktalar. BEKÂROĞLU- 17. yy da Trabzon bölgesinden gelerek Yıldız soyadını almışlardır. BEKTAŞOĞULLARI- Çepni Türkmen'lerinden olup fermana tabidirler nereden geldikleri hakkında bir rivayet bulamadım. BUDALALAR- Torul’un budak Köyünden geldikleri söylenmekte budak soyadı ile anılmakta. BENGİLİOĞULLARI- Şiran bölgesine Erzurum Narman’dan geldikleri söylenmekte, Yerli soyadı ile anılmaktalar. BIYIKLI OĞULLARI- Şiran bölgesine Trabzon dolaylarından gelmişlerdir Balyemez soyadı ile tanınmaktalar. BOZOLULAR-Erzurum bölgesinden geldikleri rivayet edilmekte Bozo soyadı ile tanınmaktalar. BÖLÜKBAŞ OĞULLARI- Şiran bölgesine Torul bölgesinden gelerek bazıları Zel soyadını almışlardır. BOSTAN OĞULLARI- Nereden geldikleri hakkında bir rivayet bulamadı bazıları Tekçe soyadı ile bilinmektedir. CAMBAZ- Torul bölgesinden geldikleri söylenmekte ayrıca Bunların Ahlat bölgesinden geldikleri de ileri sürülmekte. Taştan ve Cambaz soyadı ile tanınırlar. CAFEROĞULLARI-Erzurum bölgesinden geldikleri sanılmakta Selvi, aydın, Demir soyadı ile tanınırlar 121 CANAHMETOĞULLARI- Kafkaslar üzerinden geldikleri sanılmakta Muslu soyadı ile bilinmektedirler. CELEPLER- Horasan bölgesinden Ahlât bölgesine ve daha sonra Yassı çemen savaşı ile Şiran Trabzon Sivas, Konya dolaylarına yerleşmişlerdir. 1633 yılında 4. Murat Revan seferine giderken Konya beylerbeyi Celep oğlu Ali beyi idam ettirmiştir. Celep, Halep, Celepçi, Aslan soyadı ile tanınmaktadırlar. ÇERKEZLER- Şiran bölgesine 93 harbinden sonra gelerek yerleşik halkla birlikte bir müddet yaşadıktan sonra bulundukları köylere yerleşmişlerdir. Aydın soyadı ile tanınmaktadırlar. ÇOBANOĞULLARI- Trabzon bölgesinden gelmişlerdir. Ablak, Topal soyadı ile tanınırlar. ÇORLULAR- Şiran bölgesine Tunceli dolaylarından geldikleri rivayet edilmekte. Aynı soy ad ile tanınırlar. ÇAVUŞOĞULLARI- Şiran Bölgesine Torul’un Karaçukur bölgesinden gelerek çakmak soyadını almışlardır. ÇİLHASANOĞULLARI- Şiran’da Çelik, Çil soyadını alan bu kabilenin Horasan bölgesinden gelerek çeşitli bölgelere yerleştikleri rivayet edilmekte. ÇEPNİOĞULLARI- Şiran’a Torul’un manastır bölgesinden geldikleri ve yılmaz soyadını aldıkları söylenmekte. ÇUBUKÇULAR- Trabzon dolaylarından gelerek önce Torul’a daha sonra Şiran bölgesine gelmişlerdir. DAVUTCULAR- Şiran bölgesine Sivas’tan geldikleri ve Polat soyadını aldıkları söylenmekte. DEMİRCİLER- Şiran bölgesine Trabzon, Torul bölgesinden gelenler olduğu gibi başka yerlerden gelenlerde vardır. 1934 soyadı kanunu ile oğlu ekini atarak demirci soyadını almışlardır. DEVECİLER- Şiran Bölgesine Arabistan’dan geldiklerini iddia etmekteler Deveci, Yıldırım soyadını aldıkları bilinmektedir. DELİHASANLAR- Nereden geldikleri hakkında bir rivayet yok Gül soyadı ile tanınmaktadırlar. DELİBAŞ OĞULLARI- Şiran’a Konya’dan gelerek Demir soyadını almışlardır. DELİRIZA OĞULLARI- Şiran bölgesine Konya dolaylarından gelerek Bulutçu soyadını almışlardır. DOĞAN OĞULLARI- Şiran bölgesine Horasan üzerinden gelerek doğan soyadını aldıkları sanılmaktadır. EMİR HÜSEYİN OĞULLARI – Nereden geldikleri hakkında bilgi bulunmamaktadır. Demir soyadı ile tanınırlar. EVREN OĞULLARI- Şiran bölgesine Erzurum dolaylarından geldikleri rivayet edilmekte Kılıç soyadı ile tanınmaktalar. ERGENLER- Nereden geldikleri hakkında kesin bir rivayet yoktur. Ergen soyadını almışlardır. 122 EMİR OĞULLARI-Şiran bölgesine Alucra’dan geldikleri rivayet edilir. Demir, Özcan, Fırat soyadını aldıkları bilinmektedir. FEYYAZ OĞULLARI- Trabzon dolaylarından geldikleri tahmin ediliyor. GALMUKLAR- Şiran bölgesine Torul’dan geldikleri söylenir. Celepçi soyadı ile tanınırlar. GAYİŞLAR- Şiran bölgesine Tunceli dolaylarından gelmişlerdir. GAVUTHASAN OĞULLARI- Şiran bölgesine nereden geldikleri hakkında kesin bir rivayet bulunmasa da Trabzon dolaylarından geldikleri sanılmaktadır. Ertürk soyadı ile tanınmaktadır. GEDİKLER- Gediklerin bir kısmı Trabzon, bir kısmı da Tunceli dolaylarından geldikleri söylenir. Aynı soy ad ile tanınırlar. GRİFTİNOĞULLARI- Danişmentler döneminde Ahlat dolaylarından geldikleri rivayet edilir, eski Türkmen aşiretlerine mensup olup köklü bir sülaledir. Aynı soy adla tanınırlar. GICANLAR- Muş dolaylarından geldikleri söylenir. Aydın soyadını almışlardır. GÜL OĞULLARI Torul bölgesinden geldikleri söylenir. Gül soyadını almışlardır. GÖDEKLER- Erzurum Pasinler bölgesinden geldikleri rivayet edilir. Çayır soyadı ile tanınırlar. GOLİŞLER- Torul bölgesinden geldikleri söylenir. Mercan soyadı ile bilinirler. GÜRGÜR OĞULLARI- Sivas dolaylarından geldikleri rivayet edilir. Gül soyadı ile bilinirler. HALİL OĞULLARI- Erzurum dolaylarından geldikleri rivayet edilir. Çelik soyadı ile tanınırlar. HAMZA OĞULLARI- Trabzon, Torul bölgesinden gelen bu kabileler Yalçın, Keleş soyadını almışlardır. HASAN OĞULLARI- Trabzon dolaylarından gelen bu kabile Çolak, Işık soyadını almışlardır. HABİL OĞULLARI- Arabistan, Horasan bölgesinden geldikleri rivayet edilir. Kılıç soyadı ile bilinirler. HATİPZADE OĞULLARI- Trabzon dolaylarından geldikleri sanılmakta bir kısmı üçüncü soyadı ile bilinir. HACI ÖMER OĞULLARI- Şiran bölgesine Kafkaslardan geldiği anlatılır aynı soyadı taşıdıkları gibi Şahin soyadını alanlarda mevcuttur. HEKİM OĞULLARI- Erzurum bölgesinden geldikleri ve aynı soy ad ile anıldıkları bilinir. HABİYE OĞULLARI- Sütçü soyadı ile bilinen bu kabilenin hangi yöreden geldikleri hakkında kesin bir rivayet bulamadım. HIDIR OĞULLARI- Trabzon dolaylarından gelen bu kabile Yıldız soyadı ile bilinmektedir. 123 HAFOLAR- Çiçek dağından geldikleri rivayet edilir. Anı soy ad ile tanınırlar. HOCALAR- Sivas, Torul, Soğanlı dağlarından geldikleri söylenir. Aslan, Taşkın ve aynı soy ad ile anılırlar. HANCI OĞULLARI- Şiran bölgesine Trabzon dolaylarından geldikleri ve aynı soy adla anıldıkları bilinmektedir. İBİŞ OĞULLARI- Nereden geldikleri hakkında kesin bir rivayet yoktur. Ertürk soyadı ile tanınırlar. İDRİS OĞULLARI- Osmanlı sipahilerinden olan bu kabilenin nereden geldikleri hakkında kesin bir rivayet bulunmamakta. Kaya soyadı ile tanınırlar. İZMİRLİ OĞULLARI- Nereden geldikleri hakkında kesin bir rivayet bulunmasa da isme bakılırsa İzmir’den geldikleri anlaşılır. Aydoğan soyadı ile tanınırlar. KARALAR- Torul bölgesinden geldikleri rivayet edilir. Civan soyadı ile bilinirler. KARAGÖZ OĞULLARI- Şiran bölgesine Trabzon dolaylarından geldikleri rivayet edilir. Aynı soy ad ile tanınırlar. KARA HÜSEYİNLER- Torul bölgesinden geldikleri söylenir, Polat soyadı ile bilinirler. KARAHASAN OĞULLARI- Çorum ve çevresinden geldikleri rivayet edilir, kara soyadı ile bilinirler. KAZ OĞULLARI- Trabzon Of dolaylarından geldikleri rivayet edilir Tuğ soyadı ile bilinirler. KELEŞ OĞULLARI- Trabzon dolaylarından gelerek Keleş soyadını almışlardır. KÂTİP OĞULLARI- Gümüşhane dolaylarından gelerek dülger soyadını almışlardır. KARABIÇAK- Torul’dan gelmedirler aynı soy ad ile bilinirler. KADI OĞULLARI- Erzurum dolaylarından geldikleri rivayet edilir. Yücel soyadını almışlardır. KEÇELİLER- Gümüşhane yöresinden gelerek Çitli soyadını almışlardır. KESTAN OĞULLARI Torul bölgesinden geldikleri rivayet edilir sönmez soyadı ile bilinirler. KÖRMEŞLİ- Erzurum bölgesinden geldikleri söylenir aynı soy ad ile bilinirler. KARA MAHMUTLAR-Torul Fırfıradan gelerek Altıntaş soyadını almışlardır. KARABEY OĞULLARI- Nereden geldikleri hakkında kesin bir rivayet yoktur Karabey ve Ertürk soyadı ile bilinirler. KALAYCILAR- Torul bölgesinden gelerek aynı soyadı almışlardır. KAPUCU OĞULLARI- Nereden geldikleri hakkında kesin bir rivayet yoktur aynı soy ad ile bilinirler. 124 KAVRAZ OĞULLARI- Trabzon bölgesinden geldikleri rivayet edilir Öztürk soyadı ile bilinirler. KAŞIKÇILAR- Horasandan geldikleri söylenir aynı soy ad ile tanınırlar. KAŞLAR- Rize bölgesinden gelerek koç soyadını almışlardır. KELHASANLAR- Sivas bölgesinden gelerek Celep soyadını almışlardır. KIRAÇ OĞULLARI- Bu sülale Erzincan bölgesinden gelerek Doğan soyadını aldılar. KİRAZ OĞULLARI- Neren geldikleri hakkında kesin bir rivayet yoktur aynı soy ad ile bilinirler. KILIÇ OĞULLARI- Alucra dolaylarından gelerek Kılıç soyadını almışlardır. KIR OĞULLARI- Trabzon bölgesinden gelerek aynı soyadı almışlardır. KÖSE OĞULLARI- Trabzon bölgesinden gelme olup aynı soyadı taşıdıkları gibi Celepçi soyadını alanlarda vardır. KOLOT OĞULLARI- Aynı soy ad ile tanınmaktadırlar. KÖLELER- Acemistan’dan geldikleri rivayet edilir Aydın soyadı ile bilinirler. KÜLCÜLER- Nereden geldikleri hakkında kesin bir rivayet yoktur Külcü soyadı ile bilinirler. KARHASAN OĞULLARI- Trabzon bölgesinden gelerek Erdem soyadı ile bilinirler. LAZLAR- Trabzon dolaylarından geldikleri söylenir aynı soyadı ile tanınırlar. LEVENTLER- Yazıcı, Tayfun, Şeker soyadı ile anılan bu sülalenin Trabzon dolaylarından geldiği sanılmaktadır. MAHMUTLAR- Celepçi soyadı ile bilinen bu kabilenin nereden geldiği hakkında kesin bir rivayet yoktur. MALLILAR- Bölgeye nereden geldikleri bilinmiyor aynı soy ad ile tanınırlar. MAHOLAR- Çiçek dağından geldikleri rivayet edilir Yetim soyadı ile tanınırlar. MANSUROĞULLARI- Tunceli Mansur bölgesinden geldikleri sanılmaktadır Güneş, Demir, Bulut, Şahin, Küçük soyadını almışlardır. MELEKLER- Tunceli bölgesinden gelerek Melek, Demir soyadını almışlardır. MEHRENK OĞULLARI- Erzurum bölgesinden geldikleri söylenir kahveci soyadı ile bilinirler. MİLLİ OĞULLARI- Tokat bölgesinden geldikleri rivayet edilir Tuncer soyadını taşırlar. MUSA ÇAVUŞ OĞULLARI- Nereden geldikleri hakkında bir rivayet yoktur Taştan soyadı ile bilinirler. 125 MUHACİRLER- Torul bölgesinden gelen bu sülale Doğan soyadı ile bilinmektedir. MOLLA OSMAN OĞULLARI- Torul bölgesinden gelerek Mallı soyadını almışlardır. MOLLALAR- Torul bölgesinden gelen bu sülale Yılmaz soyadı ile bilinir. MUNZUR OĞULLARI- Tunceli bölgesinden gelerek Polat soyadını almışlardır. MUSA OĞULLARI- Kürtün bölgesinden geldikleri rivayet edilmekte Kutun soyadı ile tanınırlar. MÜRTEZA OĞULLARI-Sivas dolaylarından gelme oldukları söylenir Kılıç ve Yıldız soyadını almışlardır. NASUH OĞULLARI- Nereden geldikleri kesin olarak bilinmemekle büyük ihtimalle horasandan gelme oldukları muhtemeldir NAZIR OĞULLARI- Nereden geldikleri hakkında kesin bir rivayet yoktur Yıldız soyadı ile tanınırlar. NEBİ OĞULLARI – Nereden geldikleri hakkında kesin bir rivayet bulunmayan bu sülale Aslan soyadı ile tanınmaktadır. NİYAZİ OĞULLARI- Horasan bölgesinden geldikleri söylenir Türkmen soyadını almışlardır. NUH OĞULLARI- Trabzon dolaylarından gelerek Tuğ soyadını almışlardır. OZAN OĞLU- Refahiye bölgesinden gelme oldukları söylenir aynı soy ad ile tanınırlar. ORUÇ OĞULLARI- Erzurum bölgesinden gelerek Kılıç soyadını aldıkları bilinmektedir. ODABAŞI- Bu sülalenin Giresun dolaylarından geldiği rivayet edilmekte aynı soy ad ile tanınmaktadır. RAHİMLER- Torul bölgesinden gelerek aynı soy ad ile tanınmaktadırlar. SARI İSMAİL OĞULLARI- Trabzon bölgesinden gelerek Sarı soyadını aldıkları rivayet edilir. SEVİNDİKLER- Torul dolaylarından geldikleri rivayet edilmekte aynı soy ad ile tanınırlar. SÜLEYL-Horasandan geldikleri rivayet edilir Murat, Yerli soyadı ile tanınırlar. ŞAHAN OĞULLARI- Nereden geldikleri hakkında kesin bir bilgi yoktur Şahin soyadı ile tanınırlar. SIKCA OĞULLARI- Sivas yöresinden gelerek Yılmaz soyadını almışlardır. SOFU OĞULLARI- Trabzon dolaylarından gelerek Polat, Coşkun, Sofu oğlu soyadını almışlardır. ŞAHİN- Kafkaslardan geldikleri rivayet edilmekte kaya, Çelik, Şahin soyadı ile tanınırlar. 126 TATARLAR- Nereden geldikleri kesin olarak bilinmemekte Yılmaz, Özbey soyadı ile tanınmaktalar. TAŞ- Mısırdan geldikleri rivayet edilmekte Kaya soyadı ile tanınırlar. TAŞTAN- Trabzon dolaylarından gelerek molla soyadı ile tanınmaktalar. TEMÜRLER- Erzurum’dan geldikleri rivayet edilmekte Temür ve Demir soyadı ile tanınmaktalar TEMEL OĞULLARI- Nereden geldikleri hakkında kesin bir rivayet yoktur küçük soyadı ile tanınırlar. TUFANLAR- Trabzon dolaylarından geldikleri rivayet edilmekte Celepçi soyadı ile tanınırlar. TOSUNLAR- Nereden geldikleri hakkında kesin bir rivayet yoktur Öztürk soyadı ile tanınırlar. TİLKİ OĞULLARI- Acemistan’dan geldikleri söylenmekte Yücel soyadı ile tanınmaktalar. TORAMAN OĞULLARI- nereden geldikleri hakkında kesin bir rivayet yoktur Aydoğan soyadı ile tanınırlar. VENEDİKLİ- Trabzon dolaylarından gelme oldukları söylenir aynı soyadı ile tanınmakta. VELİ OĞULLARI- nereden geldikleri hakkında kesin bir rivayet yoktur Demir, Öztürk soyadı ile tanınırlar. YALAMA OĞULLARI – Erzincan bölgesinden geldikler rivayet edilir Gül soyadı ile tanınırlar YETİM OĞULLARI- Horasandan geldikleri söylenir, Gedik, yılmaz, Topuz soyadı ile tanınırlar. İlçeden bu sülaleler derlenirken tamamen halkın beyanlarına başvurulmuştur. Bazı sülalelerin isimleri yazılı olduğu halde ilçede bulunmayışlarının sebebi ilçeden büyük şehirlere göç etmeleridir. Bunlar ancak geride bıraktıkları emareleri ile tespit edilebilmiştir. Arazileri evleri veya il dışında geldikleri konumlara göre ilçede unutulmayarak isimlerini devam ettirmekteler. He ne kadar halkın beyanına başvurduk denilse de çıkaracağımız ikinci cilt köylerimiz adlı eserimizde her köyün tarihçesini anlatırken kaynaklar açıklanacaktır. Bu bakımından bu eserimizde sülale ve lakapları geniş olarak ele almayı uygun görmedim. 127 İLÇEDE GÖREV YAPMIŞ BELEDİYE BAŞKANLARI Şiran Belediyesi 128 BELEDİYE BAŞKANLARI 1877.1891 : Hacı oğlu İbrahim Ağa 1891–1903: Hacı Oğlu Tahir Ağa 1930–1933: Giriftin Oğlu Efendi Bey 1933–1938 Mehmet Bayhan 1942–1946 Remzi Atay 1946–1950 Mehmet Doğan 1938–1942: Sıdkı Kaymakam Deprem nedeniyle 1950–1953 Behcet Seyhan 1953–1955 Mustafa Yeniçeri 1961- 1963 Salim Zeki Genç İhtilal nedeniyle 1955–1960 İbrahim Özdin 129 1963–1980 Sabahattin Güner 2004-2009 Hüseyin Koyunoğlu 1980–1984 Nurettin Güner 1984–2004 Osman Karaca 2009Yavuz Altıparmak 130 GÖNÜL DOSTLARI 131 EVLİYA-VELİ-DERVİŞLER İnsanoğlu kendi elinde olmadan bilgisi ve isteği dışında dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren açlık hissiyatının dışında etrafını incelemeye, merakını gidermeye, kim ve nerede olduğunu anlamaya çalışır. İlk önce anne memesini yakalayıp açlığını giderdikten sonra merak açlığını gidermeye çalışır. Zamanla bu merak yerini kimlik arayışına bırakır ben kimim neden buradayım, burada olmamın amacı nedir, nereden geldim nereye gidiyorum. İnsanın 132 yaradılışında var olan derinliğini, enginliğini kimsenin bilemediği, belki âlemlerden daha büyük gönül denen boşluğu doldurmak için sürekli bir arayış içine girer. Bu arayış içerisinde insanlarda inanç olgusu gelişir. İnsanoğlu var oluşundan beri kendi inanç kimliğini araştırmanın içerisine girmiştir. Bu bakımdan bazen güneşe, Aya, yıldızlara, putlara, hayvanlara, ağaçlara vs. örnekleri daha da çoğaltabiliriz bu gibi varlıklara tapınarak içlerindeki inanç, maneviyat duygularını bastırmanın yollarını aramışlardır. Bu merak içerisinde İnsanın yaradılışından, kâinatın yaradılışına kadar bilim adamları çeşitli teoriler geliştirmişlerdir. Faka bu teorilere en güzel cevabı bir İngiliz bilim adamı vermiştir ‘’Evrenin oluşumunu her ne şekilde yorumlayıp bazı varsayımlara dayandırsak da eğer bir yaratıcıyı var saymaz isek tüm anlatılanlar, yazılanlar, çizilenler yorumdan öteye geçemez’’. İnsanoğlunun saadeti, selameti için Allhü teâlâ Âdem aleyhisselamdan beri peygamberler göndermiştir. Peygamberler insanları içlerindeki inanç boşluğunu doldurup maneviyatı dolu, dolu yaşamak için insanoğlunu kurtuluşa davet etmiş, doğru olanı yorulmadan, usanmadan çeşitli zorluklara göğüs gererek anlatmışlardır. Aynı zamanda Peygamberlere tabi olan Allah’ın sevgisine mazhar olmuş keramet sahibi veli ve dervişlerde her zaman bulunmuş insanların maneviyat ve dünya saadetine erişmeleri için bütün benlikleri ile çalışmışlardır. İnsanlara yakınlıkları bakımından gönül dostları da denen evliya ve dervişlerin halka doğru yolu göstermeleri, hal ve hareketleri, doğru ve dürüstlükleri, halkın bütün dertleri ile ilgilenmeleri evliyanın en bariz vasıflarındandır. Evliya peygamberler sınıfından sonra seçilen Allah’ın sevgili kulları ve Allah dostlarıdır. Nerede, hangi ülkede yetişirse yetişsinler silsile yolu onları tek bir ocağa peygamber efendimize bağlamıştır. Bu silsile yolu zamanla çeşitli kollara ayrılmıştır. Ahmet Yesevi, Nakşibendî, Mevlevi, Bayram-i, kadiri vs. bu kollardan birine mensup olarak insanlara hizmetlerini sunmuşlardır. Veliler padişahların, sultanların sıkıntılı veya sıkıntısız anlarında hep yol göstericileri olmuştur. Padişahlar, krallar, sultanlar hep velilerin nasihatleri ile devleti yönetmeye çalışmışlardır. Bu bakımdan insanoğlu tarih boyunca peygamberler ve ashabı olmak üzere bütün velilerin kabirleri ziyaret edilerek dualarının kabulü için veliler aracılığı ile yüce yaratıcıya ulaşmaya çalışmışlardır. Bu bakımdan veliler her zaman insanoğlunun gönlünde Allah dostları olarak yaşamıştır. Veli Allah’ın rızasını kazanmış, sevdiğini sadece Allah rızası için seven, bütün yaptıklarını, yaşadıklarını Allah için yapan, daima Allah’ı gönlünden uzak tutmayan, gafletten uzak kimseler demektir. 133 Velilerin varlığı Türk İslam tarihinde Hoca Ahmet Yesevi ile tasavvuf edebiyatını başlatmıştır. İslam tasavvufuna göre, dünya hayatının kötü alışkanlıklarından uzak durmak, Allah’a gönülden bağlanmak, Allah’ın varlığına karşı insanın kendi varlığından vaz geçmesi, nefsini yok edip engin gönlünü ilahi aşkla doldurması esasına dayanan İslami bir düşünce akımıdır. Kurucusu yukarda da belirttiğim gibi Hoca Ahmet Yesevi’dir Anadolu velileri onun ocağında pişip Anadolu içlerine yayılmıştır. Veliler Allah dostları o insanlar ki; dünyanın görünüşüne baktıkları zaman dünyanın iç yüzünü görürler. İnsanlar hemen elde edilecek dünya işleri ile uğraşırken; Onlar bir müddet sonra gelecek ahreti elde etmek kaygısına düşerler, Ahret işlerine koyulurlar. Kendilerini öldürecek zevklerden geçer, o zevkleri öldürürler. Terk edecekleri şeyleri bilirler daha önceden terk ederler. Görürüler, bilirler ki başkalarının dünyadan elde ettikleri şey çok şey pek azdır. Onların dünyayı elde etmeleri ellerinden yitirmelerinden başka bir şey değildir. Allah dostları umdukları şeyin üstünde umulacak bir şey göremezler. Korktuklarının üstünde korkulacak bir varlık tanımazlar. Türkistan’dan yayılan veli, derviş gibi unvanlar Anadolu toprakları üzerinde yayılırken bazı kurumların gelişmelerine vesile olmuşlardır ki bunların başında da tekke ve zaviyeler gelmektedir. İkincisi tekke ve zaviyelerin akabinde ahilik de veli ve dervişlerin çabaları sonucu doğruluk ve dürüstlüğü esas alan bir ticari kurumdur. Eğer günümüzle kıyaslanacak olursa zaviyeler ilköğretim yani tekkelerin küçüğü, tekkeler orta öğretim medreseler ise üniversiteleri temsil etmektedir. Tekkelerde duranlar genellikle şeyhler, zaviyelerde ise şeyhler ve mollalar eğitim verirken bire de buraların hizmetkârları kendilerini tekkelere adayan kişiler vardı eldeki kayıtlara göre bunların bazıları ücretli, bazıları ise sadece Allah rızası için buralarda hizmet vermekteydiler ki Bunların en değerlileri bacıyanlardı. BACIYAN İlçede ki tekke ve zaviyeleri incelerken iki önemli türbeden söz etmeden önce bacıyanın ne olduğunu biraz araştırmada fayda vardır. Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda, Türk kadınlarının ne türden fedakârlıklar yaptıkları ve nasıl insanüstü bir gayret sarf ettikleri, bugünden bakılınca daha da netlik kazanıyor. Adeta ''kellelerini koltuklarına alarak'' Anadolu'nun yeniden İslamlaşması ve Türkleşmesi için çaba sarf eden pek çok Teşkilâtın içinde biri var ki, ''sivil inisiyatif örgütünün'' belki de en sağlam örneklerinden birini teşkil ediyor.(93) 93- Dr. Selahattin Döğüş Ortaçağ Anadolu’sunda Bir Kadın teşkilatı Bâcıyân-ı Rûm 134 bir yönüyle benzerlerinden kesin olarak ayrılıyor. Bâcıyân-ı Rûm. Fatma Bacı isminde ve Hacı Bektaş-ı Veli hazretlerine yakınlığı ile bilinen tasavvuf ehli bir kadının önderliğinde kurulan bu kadın Teşkilâtı, özellikle İslamlaştırma çalışmalarına aktif olarak katılması ve asker Teşkilâtında kilit roller üstlenmesiyle, modem anlamda bir XIII. Yüzyıl Selçuklu Anadolu’sunun içinde bulunduğu buhranlı yıllar göz önünde bulundurulursa bu kuruluşun önemi daha iyi anlaşılır. Kuruluş ve çalışma şekli ne olursa olsun öğle anlaşılıyor ki bacılar teşkilatı, toplum içinde boşluğu ve eksikliği duyulan bir konuda kadınların organizasyonu konusunda düşünülerek ortaya çıkarılmış bir örgüttür. Bu bakımdan kayıtlarına ulaşabildiğimiz Seydibaba ve İsababa tekkelerinde bu bacıyanlardan Gelin ebe ve Firdevs hatunu görmekteyiz. Firdevs hatun türbesinin üzerindeki es şehit yazısı hemen akla o dönemde ki bacıyanların erkeklerin savaşa gittikleri dönemlerde ellerinde silah çevresini korudukları düşünülürse Firdevs Hatun’un Revan savaşı yıllarında Şehit edildiği akla gelebilir. Aynı bacı yanın varlığını Seydibaba zaviyesinde gelin ebe adı altında görmekteyiz ki rivayet edilir ki Seydibaba Hazretlerinin vasiyetidir benim kabrimi ziyaret edip de gelinimin kabrini ziyaret etmeyenlerin duaları kabul olunmaz. Belki günümüzde sevildiği kadar tekke ve zaviyenin açık olduğu günlerde de seviliyorlardı ki aradan yıllar geçmesine rağmen halen türbeleri ziyaret edilmekte. Bacıya-ı Rum teşkilatı, Anadolu kadınlarını, gerektiğinde düşmanlara karşı vatan savunmasında eşlerinin yanında mücadele etmesi ve gerektiğinde de kültürde, sanatta, edebiyatta, sosyal ve ekonomik alanlarda kalkınıp gelişmesini sağlamak için teşkilatlandırmıştır. Anadolu Kadınlar Birliği, kadınlar arasındaki yardımseverliğin, konukseverliğin, doğruluk ve merhametliğin gelişmesine katkı sağladığı gibi Türk dilinin, Türk kültürünün ve İslam anlayışının kadınlar arasında yayılmasını hızlandırılmıştı İLÇEDE BİLİNEN EVLİYALAR İnsanlar gönüllerindeki inanç duygularını veya manevi boşlukları doldurabilmek için zaman, zaman değişik yollara başvurmuşlardır. Bunlar da bazen nebiler, evliyalar, veliler ile olmuştur ve yaratıcılarını her zaman her şeyi gören ve bilen kabul ettiklerinden sürekli gözleri yükseklerde olmuştur. Yüksekler derken her şeyin bilinmesi ancak yüksek bir yerlerden izlemekle olur hesabıyla yaratıcının varlığı gönüllerden ziyade insanları gökyüzünden izleyen olarak kabul edilir. Yüksek ağaçlar, yüksek dağların zirvesi gökyüzüne uzandığında, yaratıcıya daha yakın yerler olarak görüldüğünden dua ederken eller hep gökyüzüne açılıp, başlar hep gökyüzüne kaldırılarak dualar yapılıp, hep kutsal sayılmıştır. Bu yüksekler dışında birde yine maneviyat olarak insanlar inanç huzurunu 135 yakalamak Evliyalar, veliler veya kendilerince ziyaret yerleri olarak belirledikleri yerlerde toplu halde veya ferdi olarak dualarını yaparak manevi doyumu yakalamaya çalışırlar. Arapça olan evliya kelimesi veli kelimesinin çoğuludur ve evliya Allah’a yakın ve sevgili, Allah dostu kimselerdir. Evliya Allaha yakın ve sevgili kimseler. Evliyaya, “evliyaullah” da denir. Evliya, Allhü telalanın razı olduğu şeyleri yapan, O’nun sevgisini yani rızasını kazanan, peygamberlerin gösterdiği doğru yolda bulunan zatlardır. Bunların inançlarında hiçbir bozukluk olmadığı gibi, ibadetleri de devamlıdır. Nefsin arzularından olan menfaat düşkünlüğü, bencillik, kin, hırs, insanlara kötü muamele bunlarda bulunmaz. Devamlı güler yüzlü olup, dünyada kimseye düşmanlık beslemezler. Allah için çalışırlar. O’nun için uğraşırlar. Zenginlikleri varsa O’nun yolunda harcarlar, kerametlerini hiç göstermek istemezler. Cömerttirler. Kur’an-ı kerimde mealen şöyle buyruldu: “Biliniz ki, Allhü telalanın evliyası için azab korkusu, nimetlere kavuşamama üzüntüsü yoktur.”(94) Peygamber efendimize Eshab-ı kiramdan evliyanın ne olduğu sorulduğunda buyurdular ki: Onlar öyle kişilerdir ki; görüldükleri zaman Allhü teala hatırlanır. Allhü telalanın öyle kulları vardır ki, onlara nebiler ve şehitler imrenirler. Allah için severler. Yüzleri nurludur ve nurdan minberler üzerindedirler. İnsanlar Korktuğu zaman korkmazlar, üzüldükleri zaman da üzülmezler. Onlarla beraber bulunanlar cehennemlik olmaz. Allhü telalanın lütufu ve ihsanı olarak bunlara, herkeste bulunmayan bazı haller yani kerametler verilebilir. Bir anda uzak mesafelere gitme, aynı zamanda birkaç yerde bulunmaları, hastaların bunların dualarıyla iyi olmaları, kalplerden geçen düşüncelerin açıktaymış gibi görünmesi evliya kerametlerinden bazılarıdır. Keramet haktır. Yalnız, velinin keramet göstermesi lazım değildir. Bunlar kerametlerinin açığa vurulmasından sıkılırlar, utanırlar, göstermek istemezler. Allhü telalanın verdiği nimetleri Müslümanların görmesi İslamiyet olan bağlılıklarının kuvvetlenmesi için yeri ve zamanı geldiğinde keramet gösterirler. Veli öldüğü zaman kerameti kesilmez. Bunun için Müslümanlar Allhü talanın sevdiği bu temiz insanları vasıta ve vesile ederek, araya koyarak türbelerinin başında veya başka yerlerde dua ederler. Yalnız bu esnada dikkat edilmesi gereken önemli husus evliya vesile edilerek, Allah’ü tealadan istenmesidir. Evliyadan istenmez. Bunun içindir ki, mesela üç İhlâs, bir Fatiha-i şerif okuyup veli zatın ruhuna hediye edilir, bağışlanır. Sonra dua ederken, veliye; “Bana şunu ver, benim şu işimi yap.” denmez. “Ya Rabbi! Bu velinin, bu mübarek zatın, bu sevgili kulunun hürmetine şu dileğimi kabul eyle.” veya “Şu işimin olmasını nasip eyle.” denir. Evliyalar bakımında ilçenin zenginliğini bilen ünlü ozan Sümmani Van’dan yola çıkararak Kâbe’ye gönderdiği turnalar şiirinin bir bölümünü şöyle yazmıştır. 136 Erzincan çukurdur kalkın havaya, Şiran evliyaları dursun duaya, Çilhoroz dağından Hasan ovaya, Orada da durmayın gidin turnalar. İlçede Kurtuluş savaşında da Şiran evliyalarının duaları ve yardımlarının sayesinde Şiran topraklarının korunması, işgal edilmemesi inancı yaygındır. Hemen, hemen her köyde bir evliya veya ziyaret sayılan kutsal yerler bulunmaktadır. Buraların bazılarında gerçek kabirler bulunduğu halde bazı ziyaret yerleri ya kutsal bir ağaca, ya kutsal sayılan bir taşa, bazen de rüyada görülen yerlere dayanmaktadır. Zamanla buralarda bazen yağmur duaları, bazen hayır, hasenat için toplanılarak dualar yapılır ki bu evliyaları, bu gönül dostlarını sıra ile ele aldığımızda bazen arşiv bilgileri ile karşılaşsak da çoğunlukla gönül dostlarımız hakkındaki bilgiler üst kuşakların aktardıklarıdır. Nüfusun yoğun olduğu 1960 ve 1970 yıllarında herkes evliyasına sahip çıkar ve ziyaretlerinde bulunarak dualar edilirken 1976 dan sonra ilçeden büyük şehirlere yapılan yoğun göç nedeniyle bazı yatır, veya ilçede daha çok evliya diye tabir ettiğimiz yerler unutulmuştur. Öğle ki bazı yatırlar tamamen zamana yenik düşerek yerleri dahi bilinmez duruma gelmiştir. 94-Yunus Suresi A. 62 137 Karaca baba türbesinin yeni yapılmış hali 1-KARACA BABA Karaca baba hakkında araştırılma yapılmadığından hakkında kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Tek bilinen türbesinin ilçeye hakim bir tepe üzerinde bulunması ve önceleri dikdörtgen olan türbenin 2009 yılında kubbeli, pencereli ve sekizgen şeklinde yapılmasıdır. Karaca kelimesi yazılı kaynakların çoğunda kullanılmış Türk toplulukları için önemli bir kelimedir. Onun için eski tapu kayıtlarında da sık, sık kullanılmıştır. İlçe 1473 yılında kesin olarak Türk hâkimiyetine girmiş gibi göründe de bölgenin Türklerle tanışması 1018 yılında bölgeye yapılan Selçuklu akınları ile başladığı bilinmektedir. Bunu için karaca baba hazretlerinin horasan erenlerinden olduğu ve ilçeye gelip yerleştiği tahmin edilmekte. Yazılı kaynakları incelediğimizde uzun yıllar nahiye merkezliği yapan Şiryan ilçesi varlığını sürdürürken aynı kayıtlarda ayrıca karaca köyü diye kayıt tutulmuş. Karaca Baba türbesi incelendiğin de türbe yerinin sürekli erozyona uğraması gerekirken hiç de böyle olmadığı türbenin yapımı sırasında ortaya çıkmıştır. Kazıda görülmüştür ki karaca Baba kabri türbenin kat, kat altında hatta eski türbenin üzerine yeni türbe yapılmış gibi görünmekte bu da karaca baba hakkında ilçeye ilk gelen dervişlerden olduğunu göstermektedir. Yine türbenin yapımı sırasında 138 Karacababa Türbesinin yenilenmeden önceki hali alt katmanlarda rastlanan mezarın horasan ile yapılması ve yine aynı yerde çıkan kitabe bize Selçuklu izlerini göstermektedir. Kitabenin asıl bölümü kırıldığından okunamamış. Üzerine sonradan yazılma olduğu açıkça anlaşılan 1253 tarihi düşülmüştür. Birde orta kısımda Ziyaredden murad bu gün bana yarın sanadır şeklinde türbe ziyaretlerinin sebebini açıklayan bir kelimeye yer verilmiş, alt kısımda ise büyük ihtimal karaca Mehmet olarak belirtildiği sanılmaktadır. 2-KIZIN (KOCA) EVLİYA İlçe merkezi ormanının mertekli tarafına bakan kısımdadır yaşı 50 nin üzerinde olanlar bu evliyanın varlığından haberdardırlar. Yeni nesil yerini dahi bilmez. Karaca Baba türbesine yakın bir mesafededir ancak ilçede pek bilinmediğinden pek ziyaret edilmez. Kızın evliya hakkında da kesin bir bilgi veya rivayet yoktur akla ilk gelen Firdevs hatun veya gelin ebe gibi kadın evliyalardan birimi? Çünkü Karaca baba hazretlerinin bölgeye gelişi İsa baba ve Seydi baba ile aynı sebebe dayandırılmaktadır. Her ikisinin de türbelerinin yanında kadın evliyalar bulunduğuna göre kızın evliya da karaca baba ile ilişkilendirilebilir. 139 Seydibaba Türbesinin Yeni hali 3- SEYDİBABA HAZRETLERİ Hamd etmek zulmün karanlıklarından din-i mübini aydınlığa çıkaran, helal ve haramı ayetlerle açıklayan Allah’a aittir. Salat ve selam o’nun nebiyi muhteremi şefaat mahzeri resul-i kibariya (S:A:V) efendimiz ve O’nun âli ve ashabına olsun. Bu vakfiyenin ve hüccetin sahibi sahibül-hayrat vel-hasenat bilgin insanları şeyhi, hakka salik olanların yıldızı ve hakikat perverlerin kutbu ŞABAN OĞLU ŞEYH YUSUF’tur. Babası merhum Şaban Ebu Bekir R:A’ın neslindendir. Allah onları aziz ve âli eyleye. Vakıf hazretleri dünyanın fani, ahretin baki olduğunu aynı zamanda dünyanın kibir evi, ahretin ise sevinç evi ve ebedi kalınacak yer olduğunun, nimetlerinin dolup taşıcı bulunduğunu, dünya nimetlerinin gölge mesabesinde olduğunu, insanların gelip geçici bulunduğunu, ve ebedi nimetlerden yararlanmanın ancak ve ancak vakıf yapmak olduğunu, Allah katında sevaplara mazhariyat kazandırıldığını bilerek vakfını yapmıştır. Çünkü Cenab-ı hak (öğle bir gün gelecek ki o günde mal ve çocuklar fayda vermeyecek. Ancak kişinin salim ve her türlü kötülüklerden arınmış kalbi ile Allah’a (C:C) varacağı hali fayda verecektir.) Mealindeki ayeti düşünerek, başka hiçbir tarafa iltifat etmeyip malını vakf etmiştir. (H.834 Tarihli Hüccetin giriş bölümü) Seydibaba: Hayatı ve köye geliş tarihi kesin olarak bilinmeyen Seydibaba hazretlerinin kendi ismini taşıyan Seydibaba köyünde 140 zaviye kurduğu1485 tarihli tahrir defterlerinden anlaşılmaktadır. Daha sonra bu zaviyedeki hizmetlerin devamını sağlamak amacıyla köyün gelirleri zaviyeye vakfedilmiştir Seydibaba köyünün asıl adını Atik Aluç köyü olduğunu Hicri 834 tarihli ferman örneğinden öğreniyoruz. Daha sonra Horasan erenlerinden Seydibaba’nın gelip köye yerleşmesi ile köyün adı Seydibaba olarak anılmaya başlanmıştır. Köyde daha öce yabancı bir kültürün izine rastlanmamaktadır fakat mezralarda ve şelale civarında çok sayıda eski yerleşim alanları kalıntılarına rastlanmaktadır. Ayrıca Köyün mezarlığında yüksek rütbeli kişilerin ve Selçuklu döneminden kalma mezarların bulunduğu görülmektedir. Seydibaba’nın köye ne zaman yerleştiği hakkında kesin bir tarih yoktur fakat onun açtığı zaviyeyi ekâbiri ehlülattan, Şeyh Yusuf oğlu Şaban 834 (1431) tarihinde vâkıfı sınırları zaviyesini açmıştır.(95) Fakat yine 1485 tarihli kayıt defterlerine baktığımızda burada Seydibaba köy ve Seydibaba Zaviye diye iki kayıt tutulmuştur. En akla yatkın olan ilçeye İsababa ile birlikte ilk gelenlerden olduğudur. Trabzon Vilayeti salnamelerinde İlçede sadece seydibaba ve İsababa hazretlerine kısa yer verilmiştir. (Şiran kazasında sülale-i tahireden Seydibaba ve İsababa hazretleri medfundur).(96) Köyün tarihi arşiv kayıtlarından çıkarılırken Bütün evliyalarda olduğu gibi Hangi tarikata dayanırsa dayansın evliya nesillerinin peygamber nesline dayandırıldığı gibi Seydibaba hazretlerinin nesli de aynı kökene bağlanarak şu bilgilere yer verilmiştir. Seyyiddi Nurullah Kuddu Sırrıhi hazretleri Ebu Bekir’in Sırdık Radıyallahu hazretlerinin nesli pakından olup Horasan diyarından Teşrif buyurmuş. Atik Aluçlu isimli kariyesinde vatan tutmuştur. Bu zatı âli kaderin vatan tutması ile Aluçlu ismi SEYDİBABA namına Tebdil olmuştur. Halen bu nam ile yâd olunmaktadır. Azizi Maşurumleyh kendisi zaviye açtığına dair umum en fermanlarda meşayıhi kiramdan kutbul arifeyin Seyidi Nurullah Baba Kuddusü Sırrıhü hazretlerinin tekkeyi şerifi vakfı mülhalatından Erzurum eyaletinde Şiran kazasına tabi Seydibaba Kariyesi ile ahare cümleleri del afet eder. Vazıh delildir. Şu kadarki Şiran’a teşrif tarihine ait malumata muvaffak olamadım. Fakat ahfadı pakinden ve ekâbiri ehlüllah Şeyh Yusuf Bini Şaban Kuddusü Sırrı hu Hazretleri 834 tarihinde hudut içine alarak evkafı Mülhak asını yaptırıp zaviyesini açmıştır ve vakfiye sureti bu evraka merbuttur. Bundan başka Şiran Erzurum vilayetine merbut iken1078 ve aynı vilayete merbut iken 1128 Nurullah Baba zaviyesi namına almağa muvaffak olmuştur. 95-Elde Bulunan Hicri 834 Tarihli Ferman kayıt Örneği 96-Trabzon Vilayeti salnameleri sene 1872 s 62- 182 141 Şiran Karahisar-ı şarkıya tabi iken 1138 tarihli ferman, Erzurum Vilayetine tabi iken 1170 tarihli zaviyeyi mezkür evkafın almak üzere fermanlar almışlardır. Yine kazayı mezkür Karahisar-ı şarkıyeye tabi iken 1204 ve yine aynı yere tabi iken 1220 ve yine aynı yere tabi iken1224 tarihli fermanlar zaviye-i müşarümleyh namına almağa muvaffak olmuşlardır. Ve yine Şiran Erzurum’a merbut iken 1257 tarihli ferman mevcut olduğu ve yine Şiran Kara hisar’a merbut iken 1279 tarihli berat zaviye_i mezkûr evkafın almak üzere mevcut olup zehrinde zirdeki kayıtlar yazılıdır.26 Teşrini sanı 86 tefçiline kayıt olunmuştur. Cerideyi evkafı hümayun kaydıdır.9_şevval 200.Numara:26881,keza zehrinde 26 Mayıs_79 Numara 15444,2 Mayıs minhü. Ve yine Karahisar’a tabi iken 1290 tarihinde berat ahzedilmiştir. Şu madudattan başka muhtelif tarihlerde çok ferman ve beratını ahzedilmiştir. Bir takımlarına dest eriş oldumsa, da bazılarının tarihleri zedelenmiştir ve yıpranmış olduklarından okunmuyor. Nurullah Babanın aziz ruhu pakına el_FATİHA;(97) Doğudan gelen Horasan erenleri Anadolu içlerine Gazi, derviş, abdal unvanlarıyla dağılarak ateşli bir propaganda ile bölgedeki halk üzerinde hâkimiyetini kurup, kendini sevdirip o bölgeye yerleşiyorlardı. Daha geriden gelen daha ateşli guruplar sürekli iç bölgelere sevk edilerek ardı arası kesilmeyen bir kuvvet akıp gidiyordu. İşte Seydibaba da bu ateşli Horasan erenlerinden birisidir Horasan üzerinden kalkıp Anadolu içlerine doğru kafilesi ile göç eder amacı çevresindeki kitleye cihad ve î’la-yi Kelimeti’llaah prensiplerini aşılamak, sonra bu prensiplerin tahakkuku için lazım gelen bilgi ve tecrübeyi vermek. Kendisini yerleşik halka sevdirerek gereken İslam ahlak ve prensiplerini yaymak için Horasan diyarlarından Anadolu yollarına düşmüştür. Seydibaba 12. yüz yılın ortalarına doğru Horasandan Çimen yaylalarına geldikten sonra kendisine kışlak olarak köyün altındaki mezralardan birini seçer. O zamanlar Seydibaba köyünün bulunduğu yerde Atik Aluçlu köyü bulunmaktadır. Mezralardan birine yerleşen Seydibaba Hazretleri ilmiyle, irfanıyla kısa sürede kendini civar köylere sevdirir. 1569 kayıtlarına bakılırsa Seydibaba hazretleri bulunduğu bölgede bir zaviye açar. Yine aynı kayıtlara bakıldığında zaviyenin kayıt altına alındığı yıllarda köyün adının Aluç köyü değil de Seydibaba köyü olarak yazıldığını görmekteyiz. Seydibaba Hazretleri köyde zaviyesini kurmak isteyince ilk menkıbeleri de burada anlatılıp, yıllardır dilden dile dolaşarak günümüze kadar ulaşmıştır. 97-Elde bulunan Seydibaba Köyü tarihi Ferman kayıt Örnekleri 142 Menkıbeler köyde şöyle anlatılır: Seydi Nurullah Hazretleri Aluçlu köyünün yerini beğendikten sonra namaz kılmak ister. Fakat o yıllarda köyün yerinde su bulunmamaktadır bugün dampaar denilen yere gelerek abdest almak için asasını yere vurup biraz bekler su akmayınca suya neredesi diye seslenir, kayalardan ses gelir Mekke’den yeni yola çıktım der ve su taştan aşağı damla, damla akmaya başlar. Suyun Mekke’den geldiğine inanılarak kutsal sayılır. O günlerde ismi damla pınar olan suyun başına cami yaptırılarak köy yerleşime açılmış olur. Seydi Nurullah hazretleri Aluçlu köyüne yerleşip kendisini bölgenin halkına sevdirerek kısa sürede kerametlerini çevre köylere duyurur, bu sevginin üzerine Seydi Nurullah hazretleri köyde bir zaviye açarak etrafındakilere ve çevresine daha iyi hizmet vermek, ister. Bu isteğini annesine iletince; Seydi Nurullah hazretlerinin annesi oğlunun bu isteğine karşı çıkar. Çünkü öğle her önüne gelen zaviye, tekke, vakıf kuramaz. Hırlımı, hırsız mı, ölçülüp biçildikten sonra ancak zaviye kurulmasına izin verilir onun için ana yüreği derler ya sızlamaya başlar ve oğlunun bu isteğine karşı çıkar. Annesinin bu isteğe karşı çıkması üzerine Seydi Nurullah hazretleri annesine yalvarır, yakarır izin alır ama birde istek de bulunur. Anneciğim ben gittikten sonra şu kapımızın önünde her gün üstüne oturduğum taş var ya onu sürekli kontrol et baktın ki ısınıyor hemen üzerine su dök der, annesini elini öptükten sonra yollara düşerek Erzurum Eyaletine varıp yöneticilerin kapısına dayanır, isteklerini anlatır ve derviş olduğunu ima eder. Seydi Nurullah hazretlerini dinleyen yöneticiler şunu bir imtihan edin bakalım gerçekten derviş mi yoksa dolandırıcı mı diyerek haydi atın şunu fırına eğer şeyh ve derviş ise kendini kurtarsın yok eğer dolandırıcılardan ise bırakın yansın gitsin der. Seydi Nurullah hazretlerini yanmakta olan fırına atarlar. Bu sırada Seydi Nurullah hazretlerinin annesi köyde ahırda inekleri sağmaktadır, aniden yüreğinin sızladığını hissedince elindeki bir kova sütle kapının önünde ki kara taşa koşar elini atar bakar ki taş ısınmaya başlamış eyvah diyerek elindeki kova ile sütü taşın üzerine döker ve taşı soğutur. Erzurum da fırında bir müddet kalan Seydi Nurullah Hazretlerini Fırından çıkarmak için fırının kapısını açarlar ki Seydi Nurullah hazretleri ateşin üzerine oturmuş tespih çekerek zikir ediyor, sadece anlında bir damla ter oluşmuş. O ter de annesinin taşa biraz geç ulaşmasından oluştuğu rivayet edilir. Bunun üzerine Seydi Nurullah hazretlerini hemen fırından çıkarırlar özür dilenir, para, pul teklif edilir. Seydi Nurullah hazretleri bunların hiç birini kabul etmez dünya malında gözüm yok diyerek sadece okul açmak için izin fermanını ister, yöneticilerde gördükleri manzara karşısında itiraz etmeden zaviye kayıtlarını yaparak ferman buyurup yola çıkarırlar. 143 NASİPTE VAR İSE GELİR HİNTTEN YEMENDEN NASİPTE YOKSA NE GELİR ELDEN Seydibaba’nın Ali adında bir oğlunun olduğu rivayet edilir. Gelin ebeye de ballı gelin denirmiş ki bugün bu efsaneden dolayı köyün sınırları içerisinde Alı-Balı diye bir mevkii bulunmaktadır. Seydi Nurullah hazretleri oğlunun İlerlemiş yaşına rağmen oğlunu bir türlü evlendiremez. Evlendiremez değil her yerde tanınan bilinene bir kişinin evlendirilmesi zor bir iş olmasa gerek ama alınacak gelinde bazı özellikler olması lazım onun için Seydi hazretleri sabırla ve metanetle gelecek günleri beklemektedir. Öyle ya dergâha alınacak gelin yukarda sözünü ettiğimiz BAIYAN bacıların bacısı olması lazım ki tüm çevresine hizmet ettiği gibi etrafındakileri bir teşkilat altında toplayıp dergâhın hizmetlerini yürütsün. Kısaca sadece Seydi Nurullah hazretlerinin gelini olmayıp Bütün Seydibaba Köyünün ve çevre köylerin gelini olsun herkese hizmet versin ve çevrede bacıların bacısı olarak bilinsin. Zaviye izini alınıp zaviye, dergâh kurulmuştur Gündüz sohbetlerinin arkasında akşamları da sohbetler düzenlenir dini konular anlatılarak islamın vecibeleri yerine getirilmektedir. Bu sohbetler sürüp giderken tabi o günlerde dergâhın hizmetini Seydi Nurullah hazretlerinin oğlu Ali yürütmekte babası ne derse dergâhın içerisinde pervaneler gibi bıkıp usanmadan dönmekte ayrım yapmada herkese hizmet vermektedir. Ali bu hizmetleri karşılığında tüm köyün ve çevre köylerin gönlünde taht kurar ve herkes onu sever bir an önce evlendirip yurt yuva kurmasını isterler. Herkes Ali ne duruyorsun elen dese de Âlinin gözü, kulağı babasındadır bilir ki babasının bir bildiği vardır. Yine bir akşam sohbetinden sonra yemekler yenilip içilip günlük sohbetlere geçilince dergâh da bulunanlar Seydi Nurullah hazretlerine sitem etmeye başlarlar, artık şu oğlanı ever yaşı geçiyor günaha giriyoruz gibi sözler edilince, Seydi Nurullah hazretleri hiç işitmemiş gibi davranarak sadece şu cevabı verir bu söz dilimize deyim olarak yerleşir. <Nasipte var ise gelir Hint’ten, Yemenden nasipte yok ise ne gelir elden.>> der ve sohbet toplantısı biter. Herkes birer ikişer dergâhtan kalkarak gecenin karanlığında evinde istirahata çekilmeye başlar. Gecenin karanlığı Seydibaba köyünün üstüne çöker, tabiat derin bir sessizliğe bürünür canlı, cansız bütün mahlûkat derin bir uykuya dalar yalnız bu sessizliği bozan Seydibaba köyünün altındaki Şelaleni uğultusu ve Yemen dolaylarından Seydibaba köyüne doğru yol alan bir göçmen kabilesidir. Göçmen kabilesindeki develer gecenin karanlığında durup dinlenmeden çağlayan şelalenin sesine kulak vermiş olacak ki kervancının sözünü dinlemeyip yönlerini Seydibaba köyüne çevirirler. Kervancı ne yapsa hani derler ya deve inadı bir türlü develeri kervan yoluna getiremez vardır bunda 144 da bir hikmet diyerek develerin peşine düşerek Seydibaba köyüne gelirle. Köyün kenarına gelince söz dinlemeyen develer hemen oracıkta çökerler yine kervancı vardır bunda hikmet deyip geceden çadırını köyün kenarına kurar. Türkmen geleneğidir kendi çadırından önce gidip gelecekleri ağırlamak için kendi çadırının yanına misafir odası olarak kabul edilen ve eldeki en pahalı halılarla döşenen misafir odasını da hazırlar. Hazırlıklarını tamamlayan kervancı sabah ola hayır ola diyerek istirahata çekilip sabahı beklemeye başlar. Gecenin karanlığı dağılıp güneş yüzünü gösterince derin uykularından uyanan Seydibaba köylüleri gördükleri manzara karşısında şaşkınlıklarını gizleyemezler. Yeni doğan güneş ışıklarını her varlığın üzerine aynı derecede yansıtsa da kervancının çadırları güneşin ışıkları altında daha hoş, daha şirin görünmeye başlar Seydibaba köylülerine. Kimse sabahın mahmurluğuna aldırmaz, kimsede iş, güç kaygısı kalmaz o sabah bir hal olur Seydibaba köylülerine. Evlerinden çıkan insanlar büyük bir merak içerisinde çadırlara doğru yaklaşmaya başlarlar. Seydibaba ahalisi gelenler insmi, cins mi diye aldırmaz. Bir garip gelmiş bir şeye ihtiyacı var mı amacı ile hemen çadıra koşarlar, kervancıyı hoşlarlar, beşlerler ama kervancıda onlardan aşağı değildir gelen misafirlerini misafir çadırına alarak ağırlamaya çalışır hemen kırk yıllık dost gibi sohbete başlarlar. Sorulur, soruşturulur kabilenin Yemenden çıkarak buraya geldiği anlaşılır. Gelen misafirlerin içinde azcık kalp gözü açık söyleneni anlayanlar hemen akşam dergâhta ki sohbeti hatırlarlar. Ne demişti Seydi Nur Hazretleri‘’Nasipte var ise gelir Hint’ten, Yemen’den, nasipte yok ise ne gelir elden’’ Demek nasipte varmış ki yemenden kalkıp buraya gelmiş bir Türkmen kabilesi ama ilginç olan ise o kabilede bulunan güzel kız. Ay parçası gibi çadırda dört dönüyor misafirlerin hizmetinde bulunuyor, geleni gideni güler yüzle karşılayarak köyün yerlisi gibi rahat ve serbest davranıyor. İlk gün gidip gelenlerle geçirildikten sonra yine akşam oluyor herkes evine çekildikten sonra kervancı kızına kızım her gittiğimiz yerde konaklayıp kalacak halimiz yok haydi yolcu yolunda gerek gecenin serinliğinde yolumuzu alalım develeri kaldır denklerimizi tutalım. Kız develerin yanına gider ama develeri oraya çökerten öğle bir çökertmiştir ki develerin yerlerinden kalkma imkânları yok yine deve inadı tutmuştur kalkmam da kalkmam. Kız babasının yanına gelerek develeri kaldıramadığını söyler, baba gider yine develer kalkmaz. Yine kervancı vardır bunda bir hikmet hayırlısı diyerek yatar ertesi günü bekler. Ertesi gün Seydibaba köylüleri yine erkenden çadıra kimi yiyecek, kimi içecek götürmeye başlarlar, misafirlerine o kadar bağlanırlar ki gitmemeleri için bildikleri bütün duaları okuyup yaradana yakarış da bulunurlar. O günde kervancının çadırında hoş sohbetlerden sonra kervancı zaviyeye akşam sohbetine çağrılır. Dini 145 vecibeler yerine getirilir. Gelmiş, geçmiş sohbetler açılır, sindirme kahveleri içilir yatma vakti gelir yine herkes evine çekilirken kervancı kendisini zaviyenin maneviyatına öğle kaptırır ki zaviyeden bir türlü çıkmak istemez. Hani şair demiş ya ‘’Vursalar, dövseler terk etmezem.’’ Kervancıda zaviyeyi terk etmek istemez. Ama nafile kervancıda selamlaştıktan sonra kalkar çadırının yolunu tutar bakar ki yerinden kaldıramadığı develer kalkmış çadırın kapısında yüklerini bekliyor. Bu seferde kervancının içinden gitmek gelmez. Günler gâh dergâhta, gâh halk içerisinde ilerleyip giderken beklenen gün gelir çatar. Kız kendisini köye öğle sevdirir ki addı ballı olan kızı daha istemeden, düğün yapılmadan Seydibaba Köylüleri gelinleri kabul edip ballı gelin diye çağırırlar. Bu ifadenin de gelinin hizmetleri karşısında az olduğunu gören Seydibaba köylüleri, herkesin yardımına koşan fakiri, fukarayı gözeten köyde birlik ve dayanışmayı sağlayan herkesin anası anlamında gelin ebe demeye başlarlar. Köylüler de gelin ebeye öğle alışırlar ki onunla yatıp onunla kalkarlar. Artık günler ilerlemiş zaman gelmiştir yine bir akşam zaviyede sohbet toplantısından sonra konu Seydi Nurullah hazretlerine açılır. Beklenen nasibin Yemen’den geldiği belirtilerek kızın istenmesi kararlaştırılır ve Türk İslam geleneklerine göre kız kervancıdan istenir. Kervancının yok diyecek hali yok çünkü kalem Yemen ellerinden Seydibaba köyüne çalınmış Yazılan yazı ne ise o tecelli edecektir. Kız istenir nişan düğün derken herkesin muradı yerine gelmiştir. Gelin ebe artık sadece Seydibaba köyünün değil tüm çevre köylerinde gelini olmuş kısaca zaviyenin bacıyanıdır. Hürmetinde kusuru olmayan gelin ebe köyde kimse uyanmadan kalkar Seydibaba hazretlerinin abdest suyunu ısıtır, abdestini aldırır zaviyedekileri sabah namazına gönderdikten sonra kendisi de namazını kıldıktan sonra kahvaltıyı hazırlayıp namazdakileri beklemeye başlarmış. Seydibaba köyünde gelin ebenin bacasından daha erken tüten baca yokmuş. Gelin ebenin bacası adeta köylüler için gecenin bittiğinin işareti imiş. Seydibaba hazretleri böyle bir gelini olduğu için mutlu, köy halkı sevinçli imiş. Fakat her ilahi kaderin bir tecelliyatı olduğu gibi bu mutluluğunda sonu hazin olarak noktalanmış. Seydibaba Hazretlerinin bu mutluluğu fazla uzun sürmemiş, aradan birkaç yıl geçtikten sonra, her gün neşe içerisinde sohbet toplantıları düzenleyen Seydibaba hazretlerinde bir durgunluk başlamış. Bu durgunluğun sebebini soranlara sadece boyun büküp geçermiş ama köylüler bunun kötü bir haberin işareti olduğunun bilincine vararak şeyhlerine güvenip sabırla olacakları beklemeye başlamışlar. Yine bir gün zaviyede akşam yemeği yendikten sonra, Seydibaba hazretleri misafirleri ile birlikte sohbet odasına çekilirler. 146 Sohbete başlamadan önce Seydi hazretleri gelinine seslenerek <<kızım, bir sindirme kahvesi yap misafirlerimizle içelim.>> der. Ballı gelin tamam diyerek sessizce odadan çıkar. Kahveleri yapar tepsi içerisinde odaya girerken o dönemlerde içeride oturanlara saygı bakımından girenlerin başlarını eğerek girmeleri için sohbet odalarının üst eşikleri alçak yapılırmış. Gelin ebe de elinde kahve tepsisi ile içeri girerken dalgınlıkla kafasını sohbet odasının üst eşiğine vurmuş. Canı öğle yanar ki yine de içinden intizar ve ah gelmez. Gelin ebe kahveleri dağıtır sessizce dışarı çıkar kahveler içildikten sonra girer boşları toplar ve kendi odasına çekilir. Zaman ilerler sohbet biter herkes evine çekildikten sonra Seydibaba ballı kızım diye bağırır. Seydibaba Hazretlerinin sesini duyan ballı gelin hemen koşar ayakta buyur efendim der. Seydibaba ballı gelinin hiç alışık olmadığı bir şey yaparak gelinini yanına çağırıp gel kızım yanıma otur der. Bunu duyan Ballı gelinin içinde bir şeylerin olacağı hissi uyanır ve kendi kendine Allah ne taktir ederse o olur der ve Seydibaba hazretlerinin yanına oturup can kulağı ile Seydibaba hazretlerini dinlemeye başlar. Seydibaba hazretleri biraz sessiz kaldıktan sonra bak kızım der biliyorum canın yandı, ama hiç merak etme yarın seni bir yere göndereceğim orada hiç canın yanmayacak, oranın eşikleri çok yüksek odalarının içi gayet aydınlık olacak der. Bu sözler üzerine Ballı gelin efendim dualarınızı benden eksik etmeyin deyice Seydibaba hazretleri, senin benim duama ihtiyacın yok seni sevenlerin duaları sana yeter diyerek Haydi Allah rahatlık versin der. Ballı gelin sessizce oturduğu yerden kalkıp odasına çekilir. Seydibaba hazretlerinin gözüne uyku girmeden oturduğu yerden kalkmaz sabahın olmasını bekler. Sessizce Seydibaba Hazretlerinin yanından ayrılan Ballı gelin odasına çekilir abdestini alıp namazını kıldıktan sonra Kocasına da bir şey söylemeden yatar ve bir daha da kalkmaz. Gecenin karanlığı dağılıp gün ağarırken erkenden uyanan Seydibaba köylüleri o gün gelin ebenin bacasının tütmediğini görünce şaşkınlıkla hemen dergâha koşarlar. Köylüleri Seydibaba hazretleri karşılar bu duruma alışık olmayan köylüler gelin ebe nerede diye sorunca, Seydibaba hazretleri merak etmeyin onu bizden daha çok seven yanına aldı. Acı haber çabuk duyulur civar köylerde Gelin ebenin bütün sevenleri Seydibaba köyüne akın ederler, köyü karabulutlar kaplar , ağıtlar yakılır maniler dizilir ama fayda vermez. ‘’Her canlı bir gün muhakkak ölümü tadacaktır’’ Ayeti mealinde buyurduğu gibi ne kadar sevilirsen sevil ne kadar Allah’ın iyi kullarından olursan ol bir gün emanet sahibini bulacaktır. Bütün sevenler üzülür ağlarlar. Üzülenleri teskin etmek yine Allah’ın emirlerini inceden inceye bilen Seydibaba hazretlerine düşer ve yazıyı yazan böyle yazmış der üzülmenin gereği yok. Eğer onu çok seviyorsanız onun için dualarınızı eksik etmeyiniz. 147 Bir gün beni ziyarete geldiğinizde eğer onu da ziyaret etmezseniz ziyaretiniz makbul değildir diyerek Ballı gelinin Allah’ın sevgili kulu olduğunu ima eder. Gelin ebe türbesi Seydi Nurullah hazretlerinin türbesinin yanında bulunmamaktadır tıpkı İsa baba türbesinde olduğu gibi tesadüf veya ne amaçlandıysa her iki bacıyan da türbelerin kıble tarafına defnedilerek buralarda türbe yapılmıştır. Yukarıda da belirttiğim gibi, Seydibaba köylüleri Ballı gelini köyün mezarlığına koymazlar belki her zaman görebilmek, içlerinde yaşatabilmek için, beklide zaviye kültürünün gereği olarak köyün içerisine bir türbe yaparlar her cumartesi günü Nurullah Hazretlerinin Türbesi ziyaret edilip dualar okunduktan sonra aynı vaziyette Gelin Ebe türbesi de ziyaret edilerek dualar okunur. Gelin ebenin ölümünden sonra günler geçer hayat devam eder ama Ballı gelinin ölümü Seydibaba Hazretlerinin dünyasını değiştirir, Çok geçmeden üzüntüsünden hastalanarak yatağa düşer çok da sürmez hakkın rahmetine kavuşur. Sağlığında ben ölürsem sakın türbe yapıp mezarımın üstünü kapatmayın diye vasiyet eder. Ama Seydi Baba hazretlerinin bu vasiyetini dinlemeyen Seydi köylüleri Seydi Nurullah hazretlerinin kişiliğine yakışır köyün mezarlığında bir türbe yaparak üstünü kapatıp Seydibaba hazretlerini buraya defnederler. Sabah kalktıklarında ne görsünler Türbenin üstü dağıtılmış açılmış. Kasti yapıldığını zannederek türbenin üstünü tekrara kapatırlar, ertesi sabah bakarlar ki türbenin üstü yine açık bir daha da kapatmazlar. Yıllardır üstü açık olarak ziyaret edilen türbe günümüzde restore edilerek üstü kapalı bir türbe yapılmıştır. Seydi Nurullah hazretleri bu türbe içerisinde hanımı ile beraber yatmaktadır. SEYDİBABA KÖYÜ ZAVİYESİ LE İLGİLİ KAYITLAR Köyde Seydi Baba isimli bir şeyh kendi ismini taşıyan bir zaviye kurmuştur. 1485 tarihinden itibaren kayda giren bu zaviye etrafında gerek ev halkı, zaviye hizmetkârları, müritleri ve gerekse dışarıdan gelenlerin yerleşmesiyle zamanla bir köy oluşmuştur SEYDİBABA ZAVİYESİ 1569 tarihli vergi defterinde Karahisar-ı şarki sancağına bağlı gözüken Seydibaba köyü Bu tarihten bir süre sonra Şiryan nahiyesinin Gümüşhane’ye bağlanması ile ayrı bir sancak içinde kayıt edilmiştir. 1530 da ve daha sonraki defterlerde kendi adıyla anılan köyde kurulmuş olan bu zaviye ile ilgili olarak vergi defterinde şu ifadeye yer verilmiştir. ‘’Vakf-ı zaviye-i Seydibaba divanı tımar meşihat der tasarruf-ı Musa veled-i Hamza bâ-berât-ı sultani ber müceb-i defteri atik haliya der tasarruf-u Musa veled-i Himmrt bâ-berât-ı sultan-î’’ 148 Seydibaba Türbesi Eski Hali Sultan II. Selim döneminde yazılmış vakıf defterindeki bilgiler ile örtüşen bu kayıttan anlaşılmaktadır ki; Seydibaba hazretleri hayatta değildir. Ancak zaviyenin defter-i atik şeklinde eski deftere gönderme yapan ifade bulunduğuna göre çok eskiden de var olduğu anlaşılmaktadır. Muhtemelen Hamza adlı torunundan Musa zaviyedar olarak kayıt edilmiştir. 1569 da köyde 23 hane mevcuttur. 1530 da geliri zaviyeye tahsis edilmiş olan köyün yıllık geliri 900 akçe, 1569 da, da 2000 akçeye yükselmiştir. Demek oluyor ki benzerleri gibi Seydibaba köylüleri de etraflarındaki atıl arazileri tarıma açarak kullanıp gelirlerini yükseltmişlerdir. Osmanlı Devleti İslami prensipler doğrultusunda bu zaviyenin devamının bakımının sağlanması maksadıyla aynı köyün gelirlerim zaviyeye vakf dilmiştir. Seydi Baba vakıf gelirleri 1485 yılında 200 akçe, 1569 yılında 2000 akçedir. Senelik bu gelirden gündelik 2 akçe zaviye şeyhine diğer kısmı zaviyede hizmet gören kişilere ve zaviyenin yiyecek, içecek bakım ve tamir işlerine tahsis edilmiştir.(98) Defter kayıtlarında zaviyede şeyh olan bazı kişilerin isimlerini de çıkarmak mümkündür. Seydi Babadan sonra zaviyede 1485 den bir müddet önce Şeyh Mehmet, 1485 de Şeyh Yusuf, 1547 de Şeyh Hamza, 1569 Şeyh Musa isimli şahıslar şeyhlik yapmıştır. Zikir edilen bu kişiler baba oğul silsilesini takıp etmektedir. Zaviyenin çeşitli işlerini görmek için bir kısım kişiler bu işle görevlendirilmiştir. Nitekim zaviyede 1547 yılında 3 1569 yılında 1 kişi hizmetkâr olarak çalışmaktaydı.(99) 98- Eyüp Kul basılmamış Üniversite Tezi Karadeniz Evliyaları 99- Dr. Ali Sinan Bilgili Kültür vadisi Gümüşhane s 20 149 Eski Türbenin Dıştan Görünüşü Şiran kazası Erzurum’a bağlı iken Hicri 1078 (1667) ve 1128 bu yıllarda Nurullah Baba zaviyesi adını almıştır. Şiran Karahisar-i Şarki bağlı iken,1138 ve yine Erzurum’a bağlı iken,1170 ve yine Karahisar-ı Şarki ye bağlı iken,1178 -1201–1204–1220–1224 yıllarında zaviy-i müşarımleyh adını almıştır ve yine Şiran Erzurum’a bağlı iken,1257 tarihli ferman ile zavie-i mezkür adını almıştır ve yine Karahisar-ı Şarkiya bağlı iken 1290 yılında berat verilmiştir. Vakıf hakkında çok sayıda ferman örneği bulunmaktadır çoğu eskidiğinden okunmaz haldedir. Bu fermanlar hem köy açısında, hem de İlçe tarihi hakkında bilgi vermektedir. Seydibaba köyü ile ilgili 1520 ve 1569 tarihli tahriri defterinde vakfı zaviye-yi Seydi Baba divanı tımar meşihat der tasarruf-ı Musa oğlu Hamza ba-berat-ı Sultani ber müceb-, defteri atik haliya meşihet der tasarruf-ı Musa veledi Hamza ba-berat-ı Sultani şeklinde kayıt bulunmaktadır. 1642 tarihli avrız defterine göre köyde 41 Müslüman hane bulunmaktadır. Defterde yer alan meşihatı Bekir ve Hüseyin ber vechi iştirak mutasarrıf olup ba-del yevm niza etmemek için deftere kayıt olundu. Bekir ve Hüseyin’in sürekli zaviyedarlık hizmeti yaptıkları yine aynı kayıtlardan anlaşılmaktadır. 150 Türbesinin yanında bulunan Selçuklulardan kalma mezar taşları Şarkı karahisar-ı Sancağına Tabi Şiran nahiyesi Seydibaba zaviyesi Zaviyadarlık görevlileri 1Zaviyedar İbrahim ve Seydi, yevmi muayyene 2-Adı geçenlerin ölümleri üzerine yerlerine Seydi oğulları Mehmet ve Hasan(1722) 3-Onların görevden el çektirilmesi üzerine onların yerlerine 1723 tarihinde vakıf evlatlarından İbrahim ve Mahmut 4-Onların görevden el çektirmesi üzerine yerlerine 1725 tarihinde tekrar Seydi oğulları Mehmet ve Hasan 5-Adı geçenlerin ölümleri üzerine yerlerine 1726 tarihinde Mehmet oğlu Hüseyin 6-Hüseynin ölümü üzerine zaviyedarlık iki hisse olarak 1727 tarihinde Kardeşleri Osman ve Ebu Bekir efendiler 7-Onların görevden el çektirmeleri üzerine yerlerine 1727 tarihinde amcaları Mehmet ve Mahmut, 8-Mehmet ve Mahmut’unda 1728 tarihinde görevden alınmaları üzerine yerlerine tekrar Osman ve Ebu Bekir Efendiler, 9-Kayıtlara göre en son olarak 1790 tarihinde Seyyid Mehmet Halife Oğulları Veysel ve Mehmet’ten sonra Seyit zaviyedar olarak atanmıştır.(100) 100-Ramazan kahveci BOA den çıkardığı özel belge 151 4- GELİNEBE TÜRBESİ Yukarıda da anlattığımız gibi Gelin ebe türbesi köy kabristanında değil Seydi Nurullah hazretlerinin kıblegahında köyün içinde bir yere yapılmıştır. Türbe dikdörtgen plan üzerine kesme tastan yapılmış olup üzeri kırma çatı ile örtülüdür. Türbe 120 cm yüksekliğinde, 230 cm eninde ve 365 cm boyunda bir kaide üzerine, 330 cm boyunda 190 cm eninde ve 105 cm yüksekliğinde duvarlarla yükselmektedir. Çatısı onarım görmüştür. Bati cephesi taşları yer, yer sökülmüştür. Türbenin kuzey cephesi duvarında iki ayrı kitabe vardır. Bunlardan sağdakinde türbenin mimarı 1227/1812 yılında imar edildiği ifade edilmektedir. Öbür kitabe ise okunamamıştır. Türbede yatan kişi hakkında elde belgeye dayanan bilgi bulunmamaktadır. Köylüler türbeyi "Gelin Ebe Türbesi" diye adlandırmaktadır. Gelin ebe türbesi de diğer türbeler gibi kaçak kazıcılardan nasibini almıştır. Türbe enin içerisine bakıldığında defineciler tarafından kazıldığı hemen göze çarpmaktadır. Ayrıca Türbe şahıs yerleşim yerine yakınlığı nedeniyle bakımsız dökülür bir hale gelmiş 152 İsababa Türbesinin bulunduğu yükselti 5-İSABABA HAZRETLERİ İsababa ilçede pek bilinmeyen evliyalardan birisidir. Çünkü Şiran Kelkit karayolu üzerinde bulunan Firdevs hatun türbesinin hemen karşısındaki yükselti üzerinde yer alan kabirde yatmaktadır. Yoldan geçen her insan İsababa hazretlerinden ziyade Firdevs hatun türbesine yönelmekte dolaysıyla İsababa Hazretlerinin kimliği, kişiliği hatta türbesinin o yükselti üzerinde olduğu dahi ilçede pek az insan tarafından bilinir. İsababa denildiği zaman çok kişi kim nerede diye sorarlar. Gerçek olduğu bilinmez ama üst kuşakların aktardığı bilgiye göre İsababa Hazretleri Seydibaba Hazretlerinin kardeşidir ki doğru olabilir çünkü eldeki belgelerde yaşadıkları tarihler örtüşmektedir. Bir diğer ilişki de her iki ereninde bazı ortak özellikleri vardır ki bunların başında iki zaviyenin de çevre de çok sevilen iki gelini olması ve bu gelinlerin bir bezirgânla ilişkilendirilmesidir. 153 İsababa vakfının bir diğer varlığı ise bugün Kavakpınarı köyünün arazi tapularında İsababa vakfından intikaldir diye yazmasıdır. Bir diğer kayıt ise 1642 tarihli vergi defterleridir. Bu defterlere ise aynı köyde ki zaviyeden bahsedilirken şu kayda rastlanmaktadır. Bu defter 1530 yılında karahisar-ı Şarki kazası içinde yazılmıştır. Bu kayıtta aynı köyde Şeyh Hüseyin zaviyesinin bulunduğunu ve köyün gelirinin 1060 akçe olduğunu ve bu gelirin zaviyeye bırakıldığı kayıt altına alınmıştır. 1569 yılında tamamlanmış olan bu kayıtlar mufassal olduğu için konu daha fazla açıklık kazanmamaktadır. Aynı defterde şu kayda rastlanmaktadır.‘’Vakf-fı zaviye-i Şeyh Hüseyin, der tasarruf-u derviş Aynî mezûr karye gayetle memerri-i nas ve menzilgah olmağın avarız-ı divaniye ve tekalif-i örfiyrden emin olmaları defter-i ceditde kayıt olunddu’’(101) Bu ifadeler Şey Hüseyin Zaviyesinin çok eskiden kurulduğunu, 1569 yılında zaviyedar kişinin Aynı olduğunu belirtmektedir. Buradan anlaşılıyor ki zaviye gidip gelenin çok olduğu bir yol üzerine kurumlu, menzil hane görevi üstlenmiş, çevre köylerin Cuma namazı kılmak için toplandıkları bir merkezde tesis edilmiştir. Söz gelişi Şiran Nahiyesine bağlı Kavakpınarı (Kartam) köyündeki Şeyh Hüseyin Zaviyesi böylesi bir fonksiyon icra etmektedir. Bu köyden geçen umumi yolda bir menzil hane, cami ve iki taşlı değirmen kurularak yolculara, çevre köylerden gelen Müslüman ahaliye hizmet verilmiştir. Bu yönüyle Cuma namazını eda etmek için toplanan köylülerin yanlarında getirdikleri hayvanlarını veya ürettikleri çeşitli ürünlerini takas ettikleri bir Türkmen pazarının da oluşturulduğunu düşünmek mümkündür. Aynı kayıtlara bakıldığında 1569 yılında Keredam köyünde 14 hanenin varlığı, ayrıca yetişkin, bekâr erkek aralarında 37 mücerret ile imam hatip kaydı yapılmıştır. Bir derviş köyü olan bu mahalde arpa, tütün, bal üretildiği ve yılık gelir olan 2694 akçenin zaviyeye verildiği ifade edilmektedir. Daha sonra 1697 yılındaki bir belgede; Şiran karyesine tabi Gerdan (Keredam) adındaki karyede vaki zaviyenin zaviyadarlığına ait elindeki maliye beratını mahallinden derkenar olup kedisine zayiinden yeni berat verilmesine dair seyit Mustafa’nın arzı üzerine diye bir kayıt düşülmüştür.(102) İsababa hakkında araştırma yapılıp zaviye hakkında ki belgeler gün ışığına çıkarılmamış olsa da İsababa hakkında ilk belge kabri yapılırken mezarından çıkan küp içerisindeki altın yaldızlı 101- Harun Bostancı Osmanlı Döneminde doğu Kara denizde Kurulan Tekke Ve Zaviyeler Yayınlanmamış Üniversite tezi. 102- BOA 05/S/1112 Dosya no 25 Gömlek no 2425 154 fermandır. Bu ferman bu gün elde olmayıp kabirden çıkarılanlar tarafından kayıp edilmiştir. Fakat fermanı satmaya götürdüklerinde fermanı okutan ilk kişiyle görüştüğümde ferman hakkında bana şu bilgiyi v erdi. Fermanın üzerinde bol miktarda altın yaldız varidi satmak için kapalı çarşıya götürdük ve fermanı okuttuğumuzda İsababa vakfı ve vâkıfın özelliklerinden ve İsababa vakfında 600 öğrencinin öğrenim gördüğünden söz edilmekteydi. Bu fermanların daha sonra mezardan çıkarılanların evinden çalındığı söylenmektedir. Trabzon salnamelerinde İsababa hakkında sadece şu cümleler yazılıdır. ‘’Şiran kazasında sülalei tahireden İsababa ve Seydibaba hazretleri metfundur.’’ İsababa hazretlerini bilenlerin büyük bir çoğunluğu İsababa Hazretlerinin kardeş olduğunu ve horasan diyarından birlikte gelerek İlk önceleri Aluç (Seydibaba) köyüne yerleştikleri daha sonra hizmetlerini daha iyi verebilmeleri daha çok öğrenci yetiştirebilmeleri için İsababa’nın Seydi Nurullah hazretleri tarafından buraya gönderildiği rivayet edilir. YALIN AYAK DERVİŞ Çok sayıda menkıbe, destan, fıkra, deyime konu olan dervişlerin dini hayat içerisinde yıllar boyu varlıklarını sürdürdüklerini görmekteyiz. Bunlardan biriside yukarda tanıtmaya çalıştığımız İsababa hazretleridir. İsababa hazretleri anlatılanlara göre ilçeye o yıllarda islamın İlahi prensiplerini anlatmak, bölgedeki yerleşik halka bu prensipleri aşılamak, ilerisi için daha bilinçli nesiller yetiştirmek için gelen horasan dervişlerinden birisidir. Rivayet edilir ki yıllar önce gönül ehli, Allah dostu, yüzü yırtıldıkça daha güzel ürünler veren toprak gibi, bağrı açık, güzel yüzlü yalın ayak bir derviş gelerek kümbet denen bölgeye yerleşir. Gönlünde mal, mülk derdi bulunmayan bu insan ilmiyle bilgisiyle etrafındaki köylerde kısa sürede sevilir, sayılır. Ve herkesin saygı duyduğu bir kişi olur ve ilk zaviyesini eski kavakpınar köyünün bulunduğu kümbet denen yere kurara ve burada ki köyün yerinin güzelliği yol üzerinde bulunması dolaysıyla etrafta köy Gerdan Kariyesi (Gerdan okuyucu hatası da olabilir ama çok yerde Gerdan diye yazılmış ve okunmaktadır) olarak anılır. Köyde kurulan tekke hani yolgeçen hanı derler ya işte öğle bir yer olur herkes yer içer ama yiyecek, içecek bir türlü bitmez. İsababa’nın kerameti de bu noktada başlar. IV. Murat revan seferine çıkarken ordu Sivas üzerinden giderken IV. Murat’ın paşalarından biri beraberindeki kuvvetlerle ilçeden geçerken İsababa vakfının bulunduğu arazide dinlenme molası verirler ve İsababa vakfının bulunduğu bölgedeki düzlükler içerisinde bulunan yeşil ovaya çadırlarını kurarlar. Bir anda etraflarının 155 çadırlarla dolduğunu ve askerlerin bir bayram havası içinde savaş hazırlıkları yaptığını gören İsababa hazretleri çorbada kendisinin de bir avuç tuzunun bulunmasını isteyerek orduya yardım amaçlı akşam olmadan doğruca paşanın çadırına gider ve ordunun akşam yemeğini kendisinin vermesi için paşadan izin ister. Bu ya koskocaman Osmanlı ordusunun paşalarından biri mağrurlanmak, gururlanmak tabiî ki onun hakkı ama hiç de böyle yapmaz mağrurlanmaz ama gururlanır ki fakirinden fukarasından ayağında çarığı bile olmayan dervişinden yardım görmekteler yaptıkları iş karşısında muzaffer olmamak için hiçbir sebep yoktur Karşısında saçı, sakalı dağınık, bağrı açık yalın ayak bir derviş gören paşa içinden vah garibim buldu kendi yedide kaldı ki Osmanlı ordusunun bir kısmını doyuracak. Ama yine de dervişi kırmak istemez ve dervişin arzusunu geri çevirmez peki dervişim inşallah Akşam yemeğini hep birlikte yeriz diyerek dervişi yemeye davet etmiş olur. İsababa Hazretleri peki paşam der. İsababa hazretleri tamam paşam diyerek çadırdan çıkar ve dergâhına gider Akşam olunca eline bir kazan alır asasının ucuna bir avuç bulgur konmuş torbasını alır çadıra doğru yine yalın ayak yola çıkar. Gider paşanın çadırının kapısına kazanını kurar pilavını pişirir. Pilav piştikten sonra bir kazan pilavı bir ordu yer yendikçe kazanda pilav çoğalır. Herkes yer, içer doyar ve ordu İsababanın duaları ile uğurlanır. Savaş olur, savaş kazanılır Olay IV: Murat Hanın kulağına ulaşır. IV. Murat hemen İsababa Hazretlerine Ulak çıkarır ve sorun bakalım Derviş İsababa bizden ne diler. Ulak padişahın isteğini İsababa’ya iletince; İsababa tabii sağlıktan sonra şöyle der. ‘’Padişahımızdan isteğim hizmetlerimi daha iyi yerine getirebilmeme için burarda bir vakıf kurmama ve kümbetin üzerinden gördüğüm araziyi vakfıma bağışlamalarını dilerim’’ IV. Murat İsababa hazretlerinin bu dileğini yerine getirir ve vakıf kurulmuş olur. İsababa ve Firdevs Hatun Türbeleri için ilçe insanı arasında şu inanç yaygındır ve kabul görürü. Kurtuluş savaşı yıllarında ilçenin Ruslar tarafından işgal edilemediği herkes tarafından bilinir bunlardan birisi Çilhoroz bölgesinde bulunan Rus askerlerine Türbelerin bulunduğu bölgeden geceleri top atıldığı anlatılır. Öğle ki atılan bu top güllelerinin düşman üzerine düştüğü ve gökyüzünde ışık saçarak gittiği yaygın inançtır. Bir diğer neden ise: Sarıca köyünden Hafız Efendi köylü muhacir olunca köylüye gitmeyin; Benim babamın (şeyh-i Şiran-i) toprağını Rus işgale demez. Der ve atın torbasını saman doldurarak oğluna; oğlum bu samanı al Rus askerinin işgal ettiği güzergâh üzerine birer tane dök gel onların her biri Rus askerlerine birer asker görünecektir diye söylediği anlatılır. 156 6- FİRDEVS HATUN TÜRBESİ KİTABESİ Sahi bu ve maliki hu… Lailahe illallah Muhammedu er resulullah. Fi. Ed Dünya cifetun ve talibuha kelabun.( Dünya leştir taliplileri köpeklerdir.) 964 H. Yılında (1566–1567) Torul… vr eli-valideyhi… Noktalı yerler kırık olduğundan okunamadı. Hüves sa’id eş şehid Firdevs Hatun Torul……ve li- valideyhi (O mübarek şehit Firdevs hatun) (Torul… ve anne ve babasına)(103) Firdevs Hatun türbesi Şiran Kelkit kara yolunun üzerindedir. Şiran’a giderken Çilhoroz dağı üzerinde yoldan 20 metre solda yer alan Firdevs Hatun Türbesi, kesme taştan sekizgen bir plan üzerine yapılmıştır. Türbenin kuzey cephesinde giriş kapısı, diğer cephelerde birer penceresi vardır. Kubbesi ve saçakları yapıldıktan sonra tekrar onarım görmüştür. Kuzey cephesinde giriş kapısı üzerinde kitabeler yer alan türbede 964/1566-1567 tarihinde yapılmıştır. İlçenin göze ilk çarpan türbelerinden birisidir. Çilhoroz’dan 103- Murat yüksel Gümüşhane Kitabeleri yapıldığı yer olarak Firdevs hatun ve İsababa Hazretlerinin bulunduğu yer seçilirdi. 157 Şiran yönüne ilerlerken insanın gözü sağ tarafa bakıp türbeyi gördüğünde insan hemen oranın manevi tadını kolayca içinde hissederek Türbenin yanından geçerken ona gereken saygıyı gösterip, fatihasını okuduktan sonra yoluna devam etmektedir. Bu maneviyat ilçe insanının üzerinde de görülür ki yağmur duası veya başka duaların Daha önceki yıllarda türbe dikdörtgen şeklinde yapılmış olup etrafında çok sayıda kitabeye benzer yazıların olduğu söylenmektedir. Daha sonraki yıllarda biraz zamanın aşındırması, birazda insanların gayreti ile türbe tahrip edildiğinden 1980 li yıllarda sekizgen şeklinde yeniden inşa edilmiştir. Fakat anlatılan o kitabelerden sadece yukarıda yazılan kısım tahrip edilmiş şekilde bulunmuştur hatta bu kitabenin bir parçası da Şiran eski ortaokulunun kenarında uzun yıllar bekledikten sonra türbenin içine konulmuştur. Yine birçok yazının türbenin duvarlarında kullanıldığı göze çarpmaktadır bunlar zamanla tahrip edildiğinden okunamamıştır. Türbede yatan Firdevs hatunun ne kendisi, ne de kerametleri hakkında kesin bir bilgi yoktur. Yukarı da sözünü ettiğim gibi Bir rivayette İsababa hazretlerinin gelini olduğu ve gidene gelene bıkıp usanmadan hizmetlerinden dolayı keramet sahibi olduğu ve herkes tarafından sevildiği yani bacıların bacısı olduğudur. Firdevs hatunu Gelinebe ile ilişkilendirecek olursak ikisinde de ortak özelliği kervancı kızı olduklarıdır ve tekkeye kervan ile gelerek konakladıktan sonra burada kaldıklarıdır. Bir diğer rivayet ise zaten türbenin kitabesinde de Torul diye yer verilmiş Firdevs Hatun Torullu bir bezirgânın kızı olduğudur. Bu bezirgânın yedi kızı varmış her gittiği yerde tekkelerde konaklarmış her tekke veya zaviyede bu kızlarından biri kalarak gidip gelene hizmet ederlermiş. Fakat bu kızlarda hiç biri hayatta kalmamış hepside daha genç yaşta ölmüşler. Firdevs hatunda bu kızlardan birisi genç yaşta ölmüş ve bezirgân olan babası da her kızına bir türbe yaptırdığı gibi Firdevs hatuna da bu türbeyi yaptırmış. Rivayetlerin doğruluğu Firdevs hatun türbesi kaçak defineciler tarafında kazıldığında ortaya çıkan kaburga ve diğer kemiklerine bakıldığında gerçekten çok genç yaşta öldüğü kolayca anlaşılmaktadır. İnsanın içini burkan bu görüntüler daha sonra türbeyi restore edenler tarafından yeniden mezarına konarak türbenin eski taşlarından türbe yeniden yaptırılmıştır. Yeni yetişen gençliğin bir nesil önceki dedesini tanımadığı gibi artık türbeler üzerindeki inancını yitirdiğinden, birazda ilçede nüfus yoğunluğunun azalması nedeniyle türbeler artık zamanın içinde yalnızlığa terkedilmişlerdir. Birçok yazılı kaynaklarda ilçeden söz edilirken Firdevs Hatun türbesinin içinde yatanın maneviyatından ziyade, türbeye günümüzde tarihi eser gözüyle bakılmaktadır. 158 Hacı Mustafa Efendinin doğduğu yer Hacı Mustafa Efendinin doğduğu yer bir başka açıdan 159 7- ÇORUMÎ HACI MUSTAFA RUMÎ FARUK-İ ŞİRANİ Çorum-i Mustafa Rûmi Faruki-i Şirani Şiran İlçesinde ve diğer il ve ilçelerde Şeyh-i Şîrâni olarak bilinen Hacı Mustafa Efendi, yetiştirdiği öğrenciler ve güvenilir kişiliği ile Anadolu insanının gönlünde taht kuran büyük evliyalardan biridir. Daha ziyade ilçe dışında yaşadığından ilçe insanı arasında yakın zamana kadar araştırılmayan Hacı Mustafa Efendinin son yıllarda değeri anlaşıldığından daha çok araştırılmakta ve değer verilmektedir. Gün geçtikçe kıymeti ve değeri daha da iyi anlaşılan Hacı Mustafa Efendi hakkında ileri bölümlerde de dile getireceğimiz gibi yazılı kaynağa rastlamak güç. Ancak hacı Mustafa Efendi hakkında yazacaklarımızın bir bölümü Şiran ilçesinden üst kuşakların bize bıraktıkları bilgilerdir ki; bunların çoğu şüphe edilmeyen gerçeklerdir. Doğum tarihi ve hayatının gençlik yılları tahsili gibi konulardır. Bunun dışında yazacaklarımız ise hacı Mustafa Efendini hayatını, ilmini irşat buyurduğu bölgelerdir. Tabi buralarda anlatılanların çoğu gerçekleri yansıttığı gibi varsayıma dayandırılan konularda vardır. Mesela Ahmet Şirani’nin Maşukumun güldür teni ve diğer tasavvuf şiirlerinin Hacı Mustafa Efendiye mal edilmesi veya çok sayıda kaynak da Karaşeyh olarak yazılması ki bu da tamamen yanlıştır. Karaşeyh Yine ilçenin Alacahan köyünden olup türbesi Tokat büyük şehir kabristanında bulunmakta ve şeyh-i Şuvani olarak tanınmaktadır. Hacı Mustafa efendinin irşat buyurduğu alanın genişliği göz önünde bulundurulursa tabii hakkında bilgi toplamakta bu geniş alan nedeniyle zorlaşmaktadır. İnternetin yaygın olduğu çağımızda bu da bize kolaylık sağlamakta çünkü çok sayıdaki sitelerde Hacı Mustafa Efendi hakkında bilgi bulunmakta bunlar bazen üst kuşakların anlatımından bazen da yaşadığı bölgelerde bıraktığı izlerdir. Hacı Mustafa efendinin hayatına ve kişiliğine yer veren bu sitelerin geleceği belli olmadığından bunları kaynak göstermekten kaçınıyoruz. Hacı Mustafa Efendinin ilçenin Sarıca köyünden olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Annesi, babası, hayatının bir bölümü hakkında kesin deliler bulunmaktadır. Şiran’ın tasavvuf mimarları isimli bir eserde Hacı Mustafa Efendi için aslen Bayburtlu Bir ailenin çocuğudur diye yazılmıştır. Bunun gerçekle bir ilgisi bulunmamaktadır. Dedesi Bekir Efendinin konaklı köyünden gelerek Sarıca köyüne yerleştiği kesin olarak bilinmektedir. Daha ilerisi büyük ihtimal kırım üzerinden, Trabzon’un of ilçesi, Kazık beli yaylası ve en nihayet sarıca köyüne yerleşmeleridir. Benim çocukluğumda hayvan otlatırken yukarıda resmi bulunan cıngırlık denen yere gittiğimde taşlarla çevrili bir alan vardı 160 halen de duruyor bizden büyükler işte burası Şeyh-i Şirani’nin doğduğu yer derlerdi kendi yaylamız olduğundan sık, sık oraya gider her aklımıza geldiğinde ruhu için Fatiha okuyup oradaki çayır, çimen üzerinde oynardık. Hacı Mustafa efendinin doğduğu yer bazı kaynaklarda ifade edildiği gibi dere içi değil aksine insana manevi haz veren içinde su kaynağının bulunduğu, insanı büyüleyen çok güzel çayır, çimenlik bir alandır. İşte çocukluğumda hayvan otlatıp koşup oynadığım alandaki bu maneviyatın içimde bir uhde olarak kalmamsı için bu konuyu daha doğrusu Şiran bölgesi gönül dostlarını araştırmaya ve tanıtmaya karar verdim. Bu amaçla Sarıca köyü yaşlılarından ve hacı Mustafa efendindin akrabalarından Rahmetli Sıtkı Kiraz’ı hasta yatağında daha doğrusu son günlerinde ziyaret ettim. Rahmetli Sıtkı amca duyduklarımın doğruluğunu teyit edercesine bana şu bilgileri verdi. Fakat bunları anlatırken benim hangi köylü nereli ne olduğumdan haberi yoktu Rahmetli beni sadece Şeyrani hayranı olarak onu sorduğumu düşünüyordu ve şöyle devam etti. ‘’Efendi Rus Osmanlı savaşında Ruslar doğudan ilerleyerek Bayburt yöresini işgal o zaman seferberlik olmamıştır ama millet tedbir için dağlara, yaylalara kaçmıştır. İşte bizimkilerde tedbiri elden bırakmaz kilim keçe arabaya yükleyip Törnüğ’ün (Boğazyayla köyü) yaylasına gider ve orada çadırlarını kurarlar Rus ordusu Bayburt’tan çekilinceye kadar orada yaşarlar. Gündüzleri yaylada kalır, geceleri atlarla gelir köyün etrafındaki tarlalardan buğdayları atlara yükleyip götürüp orada ezerek yiyip yaşarmışlar. İşte efendimiz yağmurlu bir gecede yayladaki o çadırda dünyaya gelir. Halen Efendimizin çadırının yeri taşlarla çevrilerek günümüze kadar muhafaza edilmiştir. Doğumu Bayburt’un işgal tarihidir ölümü ise o zaten herkes tarafından biliniyor 1316 (1899) tarihinde Mekke’de öldüğü ve kabrinin Cennet-ül bakide olduğu söylenmiştir.’’ Bayburt tarihini incelediğimizde Bayburt’un tarihte Ruslar tarafından iki defa işgal edildiği görülmektedir. Birincisi 1828-1829 yılında işgal edildiği ve iki ay kaldıktan sonra bu işgalden vaz geçilerek geri dönüldüğü görülmektedir. İkincisi ise tarihe 93 harbi diye geçen 1877-1878 yılı işgalidir bu işgalde Ruslar ilçeye yakın Çilhoroz dağına kadar gelmiş ilçede muhacirlik başlamıştır. Faka t bizim konumuz 1828 yılıdır. Bu da bize gösteriyor ki Rahmetli Sıtkı kiraz amcanın anlattığı o yağmurlu gece 1828 tarihine rastlamaktadır. 1828 tarihinde orak ayında (Ağustos) dünyaya gelen hacı Mustafa Efendi 1899 yılında 71 yaşında bu dünyadan göç etmiştir. Hacı Mustafa efendinin Babası Sarıca Köyünden Ömer Efendi, annesi Babacan köyünden Nasuh oğullarından Havva Hatun’dur. Dedesinin Konaklı köyünden gelerek Sarıca köyüne yerleştiği anlatılanlar arasındadır. Daha ilerisi araştırıldığında Bütün evliyalarda olduğu gibi Hangi tarikata dayanırsa dayansın evliya 161 nesillerinin peygamber nesline dayandırıldığı gibi Hacı Mustafa efendinin nesli de aynı kökene Hz. Ömer’ül-Faruk radiyallâhü anhın soyuna dayandırılmaktadır. Hacı Mustafa Efendi İlk tahsilini kendi köyündeki zaviyede de yaptığı tahmin edilmekte çünkü vergi defteri kayıtlarında Hacı Mustafa efendinin 12-13 yaşlarında olduğu dönemde sarıca köyündeki zaviyenin kayıtları tutulduğuna göre bu da gösteriyor ki şeyh efendi ilk tahsilsini kendi köyünde yapmıştır. Daha sonra Hacı Mustafa Efendi, medrese tahsilini yapmak üzere amcasının oğlu Ahmet Efendi’yi kader arkadaşı yaparak yanına alır ve onunla birlikte Trabzon’a gider. Trabzon’da kayıt yaptırmak için medreseye başvururlar. Bu medresenin 1514 yılında yavuz Sultan Selim tarafından Annesi Gülbahar hatun adına yaptırılan Gülbahar hatun medresesinin olduğunu Haçkalı babanın hayatından anlıyoruz. Yeri gelmişken Hacı Mustafa efendinin müritlerinden olan Haçkalı babadan da söz edelim. Haçkalı baba hacı Mustafa efendinin halifelerindendir Gülbahar hatun medresesinde medrese eğitimi almış ve Hacı Mustafa efendinin sevgisini kazanmıştır. Bir adı da Kuş Mustafa’dır. Haçkalı baba hakkında bilgi verilirken aynen şu ifadelere yer verilmiştir.’’Haçkalı Hocaya kuş Mustafa adını meşhur hocası Çorum şeyh-i Mustafa efendi takmıştır. Hacı Mustafa Efendi müridi için niye gelmiyor deyince Haçkalı hoca çağırsın geleyim der. Hacı Mustafa Efendi Uçta gel deyince Haçkalı baba da bir kuş gibi uçup hocasının huzuruna gelmiştir. Ondan sonra hacı Mustafa Efendi mürüdünü kuş Mustafa diye çağırmaya başlamış ve bu nedenden ötürü Haçkalı babaya kuş Mustafa da derler. Çevrede Haçkalı babanın Hocalarından söz ederken de şu ifadeler kullanılır. Haçkalı babanın diğer hocası ise Boztepe de evren Dedenin ayakucunda yatan Akçaabatlı Hakkı Babadır. Karadeniz Evliyalarının kutupluğunu Çorumlu Mustafa efendiden almıştır. Hacı Mustafa Efendi daha küçük yaşta taviz vermeden dini vecibelerini yerine getirmekte ve bunlardan hiç taviz vermediği bugün halen yerinde duran tarla içerisine taşlardan seccade yaparak namaz kıldığı yerden bellidir. Hacı Mustafa Efendinin gençliğinde namazını eda ettiği bu taşlar halen sökülmemiş yerinde durmaktadır. Hatta anlatılan menkıbeleri arasında evden sık kaçtığı yıllarda babası Ömer Efendi bir keresinde takip etmiş ve hacı Mustafa efendinin Köyün üzerindeki büyük evliyada cemaata namaz kıldırır gibi daha genç yaşta bir şeylerin olduğunun farkına varır ondan sonra daha Hacı Mustafa Efendinin işine karışmaz. Hacı Mustafa Efendi amcasının oğlu Ahmet’le medreseye girdiklerinde büyük ihtimalle Taşradan geldiklerinin hesabı yapılarak medresenin en kötü odalarından birisi gösterilir ve denir ki; Bu odada 162 kalırsanız kaydınızı yaparız yok kalmazsanız kayıt yapmayız. İlim tahsili için gençliğinden beri çırpınan mütevazı kişiliği ile bilinen Hacı Mustafa Efendi hiç itiraz etmeden biz her yere razıyız yeter ki siz bizim kadımızı yapın der. Medresenin Müderrisi kayıtlarını yapar, ama içi rahat etmez yeni öğrencileri takip altına alır. Bakar ki, yen öğrenciler çok kısa sürede büyük başarı sağlıyorlar medresenin en çok sevilen öğrencileri arasındalar artık onların medresenin bu kötü odasında kalmalarına gönlü razı olmaz ve yeni öğrencilere medresenin en güzel odalarından biri verilir. Medreseden icazet aldıktan sonra yurdun çeşitli bölgelerini gezen Hacı Mustafa kuddise sırruhu’l-aziz Efendi, gittiği yerlerde saygı ve sevgi ile karşılanırmış, sık, sık seyahatlere çıkar ve evinden uzaklaşırmış. Hacı Mustafa Efendi bir yerde kalıcı değildir. Yine bir defasında Uşak’a ve Kütahya tarafına gider. Amcasının oğlu kader arkadaşı Ahmet Efendi, gidip getirir. Hatta Ahmet efendi daha içeri girmeden ‘’Ahmet kokularına kurban olurum sen geldin’’ diyerek Ahmet Efendiyi görmeden onun geldiğini anlar. Bir zaman sonra dinî ilimlerini tahsil için İstanbul’a giderek Ahmet Ziyaüddin-i Gümüşhane-vi kuddise sırruhu’l-azize intisap eder. Kısa zamanda çok büyük haller kazanır. Gördükleri bazı harikulade halleri şeyhine söyleyerek açıklamada bulunmaları için arz edince Ahmet Ziyaüddin-i Gümüşhane-vî Hazretleri ona; “Sizin bu âli mazhariyetinizin heba olmasını istemem. Bundan öteye sizi götürmeye takatim yoktur. Size Mekke-i Mükerreme’de nâşiri fûyuz at-ı Nakşibendiyenin büyüklerinden Abdullah-i Mekkî Hazretlerini tavsiye ederim” buyurmuştur. Çorumlu Mustafa Rumî kuddise sırruhu’l-aziz Hazretleri birkaç pirden feyiz almıştır. Hepsi de bu pir Efendimize “Benim sana vereceğim bu kadar” demiştir. Hacı Mustafa Efendi doğruca işaret buyrulan Abdullah-i Mekkî Hazretlerine gitmek için yola çıkar. Mısır yoluyla Mekke-i Mükerreme’ye ulaşır. Abdullahî Mekki kuddise sırruhu’l-azize intisap etmiştir. Abdullah-i Mekki in Hakk’a yürümesinden sonra hilafete gelen Seyyid Yahya Dağıstan, Hacı Mustafa Efendi’yi kısa zamanda kemal mertebeye kavuşturmuş ve kendilerine hilafet vererek Medine-i Münevver’de irşada memur etmiştir. Hacı Mustafa Efendi orada edebe riayet edemeyeceğini düşünerek, Şeyhi Dağıstânî kuddise sırruhu’l-azîze bir mektup yazmış, yeniden Mekke-i Mükerreme’ye dönmek için izin istemiştir. Verilen izin üzerine tekrar Mekke-i Mükerreme’ye dönmüşse de kısa bir müddet sonra Şeyhi Dağıstânî kuddise sırruhu’l-azîz:“Rum diyarını irşada memur edildiniz. Derhal vazifenize inkıyat ediniz.” İye haber gönderir. Fakat hacı Mustafa Efendi içinde bir sıkıntı ile yola çıkmıştır. Mekke-i Mükerreme’den Medine-i Münevvere’ye gelerek, Rasûlüllah 163 sallallâhü aleyhi ve sellemin ravzasını ziyaret edip, uzun bir murakabe sonunda, aynı emri Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellemden tekrar emir alınca, son nefesini Medine-i Münevvere’de vermek isteğini arz eder. Bunun üzerine, Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem kendilerini müjdeleyerek; Hz. Ömer radiyallâhü anhın soyundan geldiğini ve son nefesini Medine-i Münevvere’de vererek Cennet-ül Baki’ye defnedileceğinin müjdesini verir. Hacı Mustafa Efendi Şiran’a döndükten sonra Şiran’da tekke açma çabasına girer fakat bu çalışmasında Muaffak olamaz bugün de tekke olarak anılan yerdeki tekkeyi açma oğlu hafız efendiye nasip olmuştur. Hatta bu tekke kurtuluş savaşı yıllarında ilçede yaralı Osmanlı askerlerine hastane olarak hizmet vermiştir. Yine üst kuşakların aktardığı bilgiye göre tekkeyi açan hafız efendi tekke etrafını kavak ağaçları ile ağaçlandırırken sürekli öğrencilerine hadi çalışın bu kavakları kesip bunların kerestesi ile buraya cami yapacaklar dermiş. Gerçekten tekkede yapılan ilk caminin kerestesi o kavaklardır. Hacı Mustafa Efendi ilk haccında Mekke’den dönünce köyüne gelmiş. Köyde iken babasının nişanlamak istediği Güllü Hanımla evlenmiş bu evlilikten Hacı Abdullah Efendi ile Hafız Efendi dünyaya gelmiştir. Şeyran-i Şiran’dan ayrıldıktan sonra İskilip’li Emine Hanımla evlenir. Bu evlilikten Hacı Hilmi Efendi ile Hacı Faik Efendi dünyaya gelir. Hacı Mustafa Efendi yine Tokat’ta çok zengin bir hanımla evlenir. Bu hanımın tüm servetini de ilim ve irşat üzerine harcadığı söylenmektedir. Hacı Mustafa Efendi Tokat’tan Afyon’a kadar geniş bir coğrafya üzerinde ilim ve irşat görevini en iyi şekilde yerine getirmiştir. Hacı Mustafa Efendi Şiran’da tekke açma çalışmalarını sürdürse de kendiside bu çevrenin kendisine dar olduğunu, daha büyük kitlelerle kavuşma arzusunu içinde hissetmektedir. İçindeki bu ateşi tutuşturan kıvılcım sarıca köyünde Telli oğullarından Ali Çavuş olur. Aslında Ali çavuş bu işin bahanesi sayılır çünkü yukarıda sözünü ettiğimiz gibi Şiran gömleği artık hacı Mustafa Efendiye çok dar gelmektedir, içindeki arzu onu daha geniş kitlelere ulaştırma arzusudur. Bunun için Ali Çavuş bu yolculuğun bahanesi olur. Hacı Mustafa Efendi, Çorum’a yerleşmek üzere Şiran İlçesinden kağnı arabasını yükleyerek Çorum’a doğru yola çıkar. Şeyran-i gittikten sonra bir daha geri gelmez, Şiran için bed dua ettiği söylense de bunun aslının olmadığını şuradan anlıyoruz. Hacı Mustafa Efendi Şiran’a her gidip gelişinde Alucra’nın Çalgan köyünden geçerken büyük evliyalardan olan, Çağırgan Baba hazretlerinin kışla önündeki kabristanlıkta bulunan türbesine büyük hürmet gösterirmiş. Nakşibendî tarikatının meşayihlarından aslen Sarıcalı Gavs Şeyh Hacı Mustafa Faruk-i Rumi hazretleri Hapen Gediği denilen yere geldiği 164 vakit atından inerek adabı erkân göstererek ilk önce Çağırgan Baba’nın kabrini ziyaret eder ve ziyaret sonrası atına binerek yoluna devam edermiş. İkincisi ise daha dönmem ben Şiran’ adlı şiir hacı Mustafa efendiye mal edilerek Hacı Mustafa efendinin Şiran’a küstüğünü ima ederler hal bu ki O şiir Ahmet Şirani efendinindir Ahmet Şirani efendide o şiirinde Yunus emre misali; ‘’ballar balını buldum kovanım yağma olsun.’’ Diyerek asıl derdinin Şiran’a dönmemek değil, İstanbul’da tahsil ettiği ilimle artık Oda Hacı Mustafa efendi gibi canından çok sevdiği peygamberine kavuşmak ister. Eğer şayet böyle olmamış olsaydı muhacirlikte ilçeden gönderilen aciziyet, açlığı bildiren mektubu mecmuasında yayınlayıp asi olarak sürgün muamelesi görmezdi. Hacı Mustafa Rumî kuddise sırruhu’l aziz Hazretleri her ne kadar Çorum’a doğru yola çıksa da tekkesini Tokat’ta kurmak için niyet etmiş ve burada bir zaman hamallık yapmıştır. Bir kadın “Ey Allah Teâlâ’nın evliyası sen Rum’a hamallık yapmaya mı geldin?” demesi nedeniyle artık Tokat’ta durmak istememiştir. Ve buradan Çorum vilayetine gitmiştir. Hacı Mustafa Efendi bir süre sonra Çorum’a gelir. Çorum’da ilk günlerde bir aşevinde çalışır. Kazancını evinde çalıştırmak bahanesiyle getirdiği amelelere sohbet ederek hediye usulünden yevmiye olarak verir. Bu ve benzeri hallerden sonra Hacı Mustafa Efendi iyice tanınarak Çorum’un Hıdırlık mahallesinde sahabeden Mâdi Kerb Hazretlerinin mezarının yakınına medrese ve tekkesini açar, insanları manevi feyiz ve bereketleriyle yetiştirmeye başlar. Kısa sürede çevresinde önemli bir ilim ve irfan halkasının oluşmasını sağlamış olduğu anlaşılan Hacı Mustafa Rûmî Hazretlerinin ihvanları ile hacca giderken, padişah tarafından İstanbul’a davet edildiği, bu davete icabet etse bile onun “Âlimlerin kötüsü emirlerin kapısına bende olandır” diyerek verilen ziyafete katılmadığı rivayet edilmektedir. Çorum’un meşhur müderrislerinden Kürt Mustafa adıyla bilinen müderris Mustafa Efendi ile tanışır. Bu zatın, Hacı Mustafa Rumi Hazretlerine intisap ettiği rivayet edilir. Bundan başka, Laz Mahmut gibi devrin âlimleriyle de, iyi bir ilim ve muhabbet halkası kurduğu anlaşılan Mustafa Rumi Hazretlerinin, müderrisliğinin yanında irşat görevini başarıyla yürütmüştür. O dönemlerde Sivas’a bağlı Mesudiye kazasının Bensekös köyünde meskûn ve çevresinde manevi kişiliği ile etkili olan Sarı Ali zade müderris Ahmet Efendi de ondan icazet almıştır. Onun isteğine uyarak 1889’da Niksar’a gelmiş ve Yağıbasan medresesinde tedrise başlamıştır.3 Tekke açmıştır. 312 kadar halife yetiştirdiği irşat ile icazetli bilinir bunlardan bilinenler. Tokatlı Mustafa Hâki Efendi, Niksarlı Hacı Ahmet Efendi, Alucralı Müderris Hacı Hasan Efendi 165 Alucralı Müderris Hacı Osman Efendi Çalganlı Müderris Osman Efendi Başçiftlikli İnceimamzâde Hasan Efendi Hacı Muharrem Hilmi Harput-i Efendi Oflu-Haçkalı Hoca Baba Acem veliahdı Takyûddin Efendi, Darendeli Mahmut Efendidir. Tkat’lı hacı Salih Efendi, Darendeli Mahmut Efendi (sofu zade) Çorum Alacalı Ahmet Efendi Mesudiyeli Ahmet Efendi (Sarıalızade) İskilipli ömer efendi Tosya Çevlikli Mehmet Gülşen Efendi Torullu hacı Osman Efendi Kelkitli hacı Salih Efendi Çorum’da Hacı Mustafa Efendi’ye ilk biat eden, daha sonra Darende’ye yerleşen Mahmut Efendidir. Manevi olarak yetiştikten sonra Mahmut Efendi bir postta iki şeyh olmaz diye Darende’ye yerleşmiştir. Mustafa Hâki’yi kuddise sırruhu’l-azizi de Tokat’ta irşatla görevlendirmiştir. Kendisine Büyük Pir, Mustafa Hâkiye Küçük Pir lakabı verilmiştir. Hacı Mustafa efendi’nin üç evliliği vardır. En son hanımı ise, Tokat eşrafındandır. Kendileri ile hacca gidip orada Hakk’a yürüyen hanımıdır. Babasından kalan mirası ile Kelkit çayı üzerindeki Telezon Köprüsünü yaptırmıştır. Afyonkarahisar’da bir süre mecburi ikamete tabi tutulduğunu da öğrendiğimiz, Mustafa Rûmî Hazretleri, buradan Hicaz’a gitmiştir. Onun, Hıdırlık’ta bulunan iki şehidin kabirlerini tespiti ilginçtir. Uzun yıllar Çorum İli ve çevresindeki illerin saygısı ve sevgisiyle yaşayan Hacı Mustafa Efendi’nin on iki kere hacca gittiği rivayet edilir.1898–1899 yılında yine amcasının oğlu Ahmet Efendi ve müritleri ile hazırlıklarını tamamlayarak hacca giderler. Bu Hacı Mustafa Rûmi Efendi’nin son seferidir. yetmiş yaşında son haccını yüz elli kişilik bir ihvan ve ailesiyle yapmışlardır diye rivayet edilse de bu rivayet asılsızdır. Çünkü son haccına yine kader arkadaşı amcasının oğlu Ahmet Efendi ile çıkmıştır Elindeki bastonunu Ahmet efendiye vererek belki Cenabı hakkın yanına hayvan suretinde gelmek isteyenler bulunur onları o dar günümüzde bu asa ile sür gelsin der diye rivayet edilir. Zaten hacı Mustafa Efendinin 1316 yılında öldüğünü de Ahmet Efendi Bildirir. Ömrünü Allah Teâlâ’ya ve Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme kavuşma arzusu ile tamamlayan Hacı Mustafa kuddise sırruhu’l-azîz Efendi, kendisi de bu yolculuğun son yolculuk olduğunu biliyordu ki, o dönemlerde padişah tarafından hacca gidenlere yardım 166 amacıyla İstanbul’da verilen parayı kabul etmemiş, yanındaki ihvanlarına da almamalarını söylemiştir. Buda yeni kuşaklara şöyle nakledilmiştir. Zaten Şeyran-i Efendinin Niksarlı müridinin olduğu bilinmektedir. İşte Niksarlı mürüdü ile hac kafilesine katılmak üzere yola çıktıklarında yolda kendilerine bir mürüd daha katılır Şeyran-i yeni katılan mürüdü sürekli yolcu diye çağırır ve birlikte yola çıkarlar. Hac kafilesine katılıp sıra hacca gidenlere dağıtılan yardımı almaya gelince işte o zaman Hacı Mustafa efendi yapılan bu yardımı almamalarını öneriri. Mürütleri sebebini sorduklarında Şeyran-i Hazretleri şöyle der ‘’bu yolculukta yolcu yolda kalsa gerek, Niksarlı deryada kalsa gerek, Şiranlı Çölde kalsa gerek’’ Gerçekten daha vapura binmeden yolcu dedikleri mürid yolda hastalanarak Hakk’a yürüyor. Niksarlı da denizde giderken Hakk’a yürüyor. Hacı Mustafa Efendi hac kafilesi ile hacca vardığında Hac vazifesini yaparken dilinin tutulduğu Kur’an-ı Kerim okuyabildiği anlatılan rivayetler arasındadır. Gençlik yıllarında da Mustafa Efendi’nin dili tutulur sonra dili açılırmış. Daha önceden Bu halin Hakk’a yürümelerine işaret olarak yine olacağı haber verilmiştir. Haccı eda ettikten sonra Medine-i Münevvere’ye gelip mücavir olmuşlardır. Talebesi Tokatlı Seyyid Mustafa Hâki Efendi’nin de mücavir kalmak istemesi üzerine O’na hitaben:“Sizin burada mücaveretinizden, memlekete dönüp Allah Teâlâ’nın kullarını irşadınız elzemdir.” Diyerek Haki Efendi’yi memlekete dönmesinin uygun olduğunu, bildirmiştir. Gördüğü bir rüyada cübbesinin uç kısmından kesildiğini ve gömüldüğünü, hanımının irtihali olarak açıklamıştır. Gerçekten de hanımı vefat ederek defnedilmiş, kendiside bir iki gün ara ile irtihal-i dar-ı beka buyurarak, Cennet-ül Baki Kabristan’ında Hz. Osman radiyallâhü anhın ayakucuna defin edilmiştir. (Hicri 1316, Milâdi: 1898–1899)İhvan kafilesi 50. gün sonra Türkiye’ye dönmüşlerdir. Hacı Mustafa Efendi, ilmi, ahlaki davranışları ile Tokat, Çorum, Amasya, Trabzon gibi yerlerde dilden dile anlatılmaktadır. Çeşitli kitaplar ve şiirler yazdığı söylenen Hacı Mustafa Efendi’nin basılı eserlerine henüz rastlanmadığı halde; Dilistân, Bedestân ve Gülistan isminde üç kitabının olduğu söylenir. Hatta bunların sonradan bir çuval içerisinde tarlaya gömüldüğü de anlatılan riayetler arasındadır. Hz. Ömer radiyallâhü anhın soyundan olduğu için celal meşreplidir. Hacı Mustafa Rumi Hazretlerinin, icazet verdiği talebelerinin müderris oldukları dikkate alınacak olursa, onun ilmiye sınıfında iyi bir mevkiiye sahip olduğu ve tekkesinin yanında medrese eğitimi de verdiği anlaşılmaktadır. Medresede verdiği zahiri ilimlerin yanında tekkede de, “halk eğitimi”ne dayanan irşadını sürdürdüğü ifade edilmektedir. Anlatılanlara bakarak onun “sükuti sohbet” tarzını da başlattığı kabul edilebilir. 167 Gavs’ül-âzam İhramcı zade Hacı İsmail Hakkı Efendinin bu tarzı geliştirdiğini de ilave edebiliriz.“Bir kişinin hâli, bin kişinin kâlinden daha güzeldir” sözü Hacı Mustafa Rumi Hazretlerinin bu yönünü yansıtır. Helal lokmaya büyük bir titizlikle dikkat ettiği için, ziraatla meşgul olurdu. Dışarıda, çarşıda veya herhangi bir açık mekânda yemek yediğini kimse görmediği gibi, rasgele insanların dahi evlerinde yiyip içmemiştir. Tarikatı âliyyenin rükünlerine son derece titiz ve dikkatlidir. Hatm-i Hâcegan ve sohbet mevzuunda taviz ve ciddiyetsizlik kabul etmezlerdi. Hacı Mustafa Efendi’nin nesli devam etmektedir. Oğulları; Hacı Faik Efendi ve Hafız Efendidir. Hacı Faik Efendi’nin oğlu olan Zeynel Abidin Efendi bir süre postnişinlikte bulunmuşlardır. Şeyhler Şeceresinde Çorum-i Mustafa Rum-i Faruk Şîrâni diye yerini almıştır. Bazı kaynaklarda Osmanlıda üç Mustafa’nın ölümüyle ilmin bittiği yazılmaktadır. Bunlar Çorum şeyhi hacı Mustafa Efendi, Tokatlı Mustafa haki Efendi, Sivaslı Mustafa Taki efendilerdir. ŞÂM-I ŞERÎF’E TEŞRİFLERİ BEYANINDADIR Erzincan’a yakın olan Şiran kazası ulemasından ve tarikat-ı aliyye-i Nakşibendiyye hulefâ-yı kirâmından olup uzun bir müddet Çorum sancağında ilim neşreden ve kulları irşat ile zahir ve bâtın mamur eden büyüklerden olan güçlü şaşılacak kadar faziletli, doğru yolda olan zühd sahibi Mustafa Efendi Hazretleri bin üç yüz üç [1886] sene-i hicriyesinde yanlarında bazı müridleri ve dervîşleriyle beraber Hicâza hac ziyareti yapıp dönüşünde Şâm-ı şerîfi ziyaret etmek hayırlı niyeti ile buraya gelmek üzere Beyrut’a çıkmış olduğunu Beyrut Mekteb-i Rüşdiye-i Askeriyye hocası Çorumî Ali Efendi biraderimiz Şam’da Halilullâh Medresesi’nde sakin tüccar ve ihvân-ı tarîkattan Kâğıtçı Şakir Efendi’ye yazmışlar. Onlar da fakire ifade ve beyan ettiler. Efendi kuddise sırruhû Hazretleri çoktan beri Çorum’da olmasıyla aramızda zâhir yönüyle bir görüşmememiz, ülfet ve muhabbet yok ise, de, mâdemki Sultân-ı Ulemâ billah kuddise sırruhu’1-azîz Efendimizin durdukları ve mürşidlerinin meskenlerine yakınlığın evvelce bulunması cihetle muhakkak aralarında ülfet ve önceden gelen bir muhabbet de bulunacağı muhakkak vardır deyip Mustafa Rumî Hazretlerini karşılamaya gitmek ve hizmetinde bulunmak fakire vaciptir deyip O’nun için Şakir Efendi’ye dedim ki,“Efendi hazretlerini karşılamaya gitmek üzere oradan hareket gününü zatınıza yazıyla fakire haber vermeniz rica olunur.” Onlar da “Baş üzerine” dediler. Aradan dört beş gün geçmişti ki, bir sabah Şakir Efendi Çorumlu Pir Mustafa Rûmi Hazretleri hakkında“Yaptığım tahmine göre bugün Hazret-i şeyh, Şâm-ı şerife vâsıl olacaklardır.” Haberini verdi. Fakir derhâl eve dönerek elbisemi giyip doğruca Şakir Efendi’nin odasına geldim. Meğerki Faziletli Mürşit Hacı Halil Efendi 168 Hazretleri kendi hanelerine misafir etmek niyetiyle lâzım gelen hazırlıkta bulunup hatta Şakir Efendiden çay kupaları alışverişini yaparken gördüm. Derhâl ellerini öpüp bu hizmet ve lütuflarından fevkalâde teşekkürler edip çay takımının akçesini fakir verip“Hemen buyurun, şimdi arabaya binip yola öyle devam edelim” dedim. Hacı Halil Efendi Hazretleri buyurdu ki,“Daha erkendir, Şakir Efendide bir çay içelim, bir parça kahvaltı edelim, sonra gideriz.” Fakir buna razı olmayıp gitmeyi tacil edip bunlara derhâl biraz francala, üzüm, peynir alıp“Araba içinde yeriz, buyurun” demekle beraber, gönlümde de bir taraftan çekilmiş telgrafın heyecanı ile hizmet edememek korkusuyla dururken, Sultân-ı Ulemâ-billâh kuddise sırruhu’1-azîz tarafından manevi işâret ile buyurdular ki;“Bu gelen zât-ı şerîf tarafımızdan size misafir gönderilmiştir. Haklarında lâzım gelen hizmet ve yardımda kusur eylemeyesiniz” gibi manalar atılmakla artık ihtiyarım elimden gidip eylediğim telâş ve acele ve gayret, bunları hayrette bırakıp“Canım birader, nedir sizde olan telâş ve tacil?” diye sual ederlerdi. Fakir de cevabında:“Efendim, bu zât-ı âlî-kadr Sultân-ı Ulemâ-billâh Efendimizin vatandaşı ve hem de tarîkat arkadaşı olup muhakkak aralarında ülfet ve muhabbet dahi olacağı açık bir emirdir. Fakiriniz Ulemâ-billâh Efendimizin aşçı dedesi olduğum cihetle elbette fakire misafir demek olacağından bu yüzden vaktiyle gidilip teşriflerinden evvelce orada şeyhi hazır olarak bekleyen biri olmak lâzım” deyip acelece bunları alıp ve bir araba kiralayıp birinci mevkii olan karusaya binip şehre iki saat uzakta olan Elhâme isimli mahallere gittik. İşte -azîzim, arabaya binip açıldık. Ama velâkin ne açıldık! Henüz meyhaneden kalkmış, kendisine malik olmayan bir mestane gibi oldum. O kadar neşe ve tecelli geldi ki, değil arabaya, büyük sahralara sığamıyorum. Hacı Halil Efendi hazretleri ise, batın yoluna tamamıyla vakıf olmasıyla onlar yalnız tebessüm ile fakirin kelâmımı dinleyerek ederek neşeleniyorlardır. Hele bizim Şakir Efendi bizden ona da bir sevinme hali gelerek o da hareket ve cümbüşe geldi. İşte bu hâl ile Elhâme’ye vâsıl olduk. Aradan beş on dakika geçer geçmez bir de baktık ki, arabalar dağdan aşağı doğru geliyor. Çünkü Mustafa Efendi Hazretleri yol esnasında namaz ve niyaz için karusaya binmeyip yük, eşya nakleden arabalara binmiş olduğu haberini almış idik, şimdi arabalar böyle zuhur etmesiyle Hacı Halil Efendi Hazretleri fakire bir nazar ederek“Koca Aşçı Dedemiz, acele edişinizde aynı keramet gibi oldu!” buyurdular. Oradan piyade olarak kırk elli adım ileriye doğru yönelip ilk gelen arabanın içinde müşahede ederek hemen selâma durduk. Onlar da irfanlarıyla bizi bilip iltifat ettiler. Araba durup hemen fakir, arabaya çıkıp koltuğuna girip dikkatli ve edeb ile aşağı indirdim. Diğer araba da dahi iki dervişi olup bizim arabada yer olmadığından dervişlere:“Siz eşyanız ile yine bu araba ile şehre geliniz, arkadaşlarımızdan birileri ile sizi 169 haneye aldırırız” deyip oradan Çorumlu Pir Mustafa Rûmi Hazretlerini alıp özel araba ile Şâm-ı şerife döndük. O’nun şöyle cemallerine dikkat ettim, tıpkı Ulemâ-billâh Efendimize benzemektedir. İsimleri dahi Mustafa olmasıyla hem isimde ve hem cisimde tamamıyla benzer bulunduğundan sanki Ulemâ-billâh efendimizdir. Artık bir başka hâle ve renge girdim. Müşarünileyh Hacı Halil Efendi Hazretleri buyurdular ki,“Bu zat, Şeyh Fehmi Efendi hazretlerinin aşçı dedesidir.” Çorumlu Pir Hazretleri cevabında:“Maşallah Biz de Hazret-i Fehmi kuddise sırruhu’1-âlî tarafından geliyoruz” demesiyle ihtiyarım bütün elimden gidip bir cezbe hâli gelip ağlamaya başladım. Onları da ağlattım. Bu hâlimden şeyh Efendi hazretleri, müşarünileyh Ulemâ-billâh Efendimize olan aşk ve muhabbetimin derecesini anlayıp çok iltifatlar edip Hazret-i Fehmi kuddise sırruhu’1-azîz Hazretleriyle olan eskiden beri ülfet ve muhabbetleri olduğundan bahsederek rivayet etmeye başladılar. Meğerki hakikâten aralarında eski bir hukuk var imiş. Hazret-i Fehmi kuddise sırruhu’1-azîz Efendimizin ilk hacc-ı şerîfe teşriflerinde birlikte olduklarını beyan buyurdular. Hatta şöyle bir rivayet naklettiler ki,“Süveyş denizinde bir büyük fırtınayla karşılaştık. Şöyle ki, gemiye binmiş gider iken birdenbire bir fırtına zuhur etti. Zannettim ki, hemen gemimiz batacak. Kendimden ümit keserek şöyle geminin bir kenarında hazır olayımda gemi denize battığı anda kendimi kelime-i şehâdet ile beraber denize atayım. Lâkin nazar-ı dikkat ile Şeyh Fehmi Efendi hazretlerine nazar ediyorum. Onlarda asla böyle bir telâş göremeyip yalnız murakabeye varmışlar, öylece emr-i ilâhiyyeyi bekleyip duruyorlar. Artık onların teveccüh ve niyazları berekâtıyla olmalı ki, o anda gemimiz orada bir liman bulup hemen oraya dâhil olarak orasını sığınak yeri yaptık. Diğer gemiler dahi oraya geldiler. Birkaç gün fırtınadan orada kaldık. Bir gün bizden evvel bir gemi oradan çıkıp gider iken, bizim geminin gitmesi için dahi Hazret-i Fehmi Efendimize söyledim, çünkü gemide de ondan büyük kimsemiz yoktur. Fakire cevabında buyurdular ki,“Sûfî, sen karışma!” Fakir de sükût ettim. Bir de onu gördüm ki, o giden gemi rüzgârın ters esmesiyle kendisini taşa çarpıp içinde olan Müslüman hacılar denize gark oldular. O gece de limanda kaldık. Fakir şöyle murakabede iken, bir adam zuhur etti. Fakire sual etti ki,“Sizin başımız kimdir?” Fakir de bizim ile beraber ihvandan bir âşık ve bir sâdık ihvanımız var idi, ismine Hâlid derler idi, onu gösterdim. O adam gidip onun belindeki kuşağından tutup şöyle geminin baş tarafına doğru çekip götürdü. O hâlde murakabeden uyandım. Hemen Hâlid’i çağırdım:“Aman uşak, şuradan biraz sadaka ver, gemide olan fukara ve dervişlere!” dedim. O da hemen bir miktar sadaka dağıttı. Bu hallerden Fehmi Efendi Hazretlerini haberdar ettim. Onlar da memnun olup teşekkür ve hamd-ü senalar edip ertesi gün sabahleyin 170 rüzgâr durup limandan hareket ederek selâmete vasıl olduk” diye arabanın içinde rivayet buyurdular. İşte şeyh Efendi hazretlerinin bu rivayet eylediği hususu mukaddemce arz u beyan etmiş idim ki, Hazret-i Ulemâ-billâh kuddise sırruhu’1-azîz Hicaz’dan Erzincan’a döner iken fakire anlatmışlar idi ki,“Bizi Hicaz’dan salıvermiyorlar idi, yani manevi izin yok idi. Ancak validemin rızası yok idi diye oradan hareket ettik. Az kaldı ki, bindiğimiz gemiyi denize gark edip o kadar Müslüman hacılar bu fakirin yüzünden denize gark olacaklar idi. Gemiden şöyle bir kenara çıkmak niyet etmiş idim. Hele afv’i ilâhî zuhur edip sâhil-i selâmete çıktık” buyurmuşlar idi. İşte o rivayetin tafsilini müşarünileyh Mustafa Hazretlerinden dinleyince artık O’na hizmet ve kulluğum kat, kat oldu, zira ki, sevdiğim Efendimden geliyordu. Böyle muhabbetler ile Dunmâr adlı mahalleye gelip orada arabadan inip abdest yenileyerek ile ikindi namazını cemaatle eda edip tekrar arabaya binip doğruca Hacı Halil Efendi Hazretlerinin evine gittik. Oradan adam gönderip önceden giden dervişleri ile eşyaları aldırdık. O gece orada istirahat buyurdular. Ertesi sabah huzurlarına gittim. Beraberce çaylar içip muhabbetler meydana geldi. Zannettim ki, Sultân Ulemâ-billâh Efendimiz tekrar dünyaya geldi, zira ki, o zamân-ı sa’âdete benzer buldum. Ve Şeyh Mustafa Hazretlerinin dahi fakire olan Kutsi teveccühleri bir derece fakiri raks u cümbüşe getirdi. Zevk ve mest hâlimden onlar da memnun olup kudsî teveccühlerini daha da artırdılar. Ve Hacı Halil Efendi Hazretleri de:“Efendim, Aşçı Dedemiz şimdi Şâm-ı şerîf in kutbudur” deyip artık bu sözden şeyh Efendi hazretleri lâtife yoluyla ismimizi “Kutub” koyarak“Gel bakalım bizim Kutub, ne var ne yok!” diye birtakım iltifat ve lâtife buyururlar idi. İşte taklit olarak şimdi de kutup olduk azîzim. Zaten her bir işim taklit idi. Bu da bir taklit olsun dedim. O gün şeyh Efendi hazretleriyle dervişleri ve Hacı Halil Efendi’yi alıp hamama götürdüm. Ertesi günü de Hazret-i Mevlâna Hâlid kuddise sırruhu’1azîz Efendimizin evine yüz sürüp önceden alınmış müsaade ile izin üzerine harem-i saâdetleri ki, iffetlû ismetlû valide sultan Efendimiz hazretlerinin huzûr-ı devletlerine gidilip iltifata mazhar olduk. O zaman şeyh Efendi hazretlerini bir miskin dilenci fakir haliyle kemâl’i tevazu ve huşu’ ile vâlide-i muhterem hazretlerinin karşısında durup ayaklarına kapanıp secde edercesine kemâl-i ta’zîm ve saygı ile fevkalâde hayran oldum. Oradan artık gereken ziyaretlere gidilip tâm bir huzûr ile gezip dolaşılmıştır. Ancak fakire şöyle bir buyurdular ki;“Birkaç ay burada kalmak arzu ederim.” Yani bu kış burada kalacağımdan münasip bir hücre veya bir ev kiralanması için emir buyurdular. Fakir derhâl araştırmakta olup bu hususu bizim şubenin yazı işleri başkâtibi Hacı İzzet Efendi haber alıp mahdumu Rıfat 171 Bey’e demiş ki,“Bizim İbrahim Efendi, Şeyh Efendi hazretleri için kiralamaya niyet ettiği şimdi birtakım kiralık yeri vardır. Bundan ayrıca bitişiğimizdeki evimiz boştur. Bu evin anahtarını götür, ona teslim et” demiş. Zaten İzzet Efendi, muttaki, âbid ve zâhid bir zat olup derhâl Rıfat Bey, anahtarı getirip verdi. Fevkalâde memnun oldum ve keyfiyeti hazret-i şeyh Efendimize arz ettim ve hane sahibinin yardımından haber verdim. Memnun olup kabul buyurdular. Oraya nakil olup lâzım gelen hasır, levazımat, mangal vb. şeyler tarafımdan satın alındı. Bazı eşyayı da evimden getirdim. Şeyh Efendi hazretleri eskiden beri hiçbir kimsenin bir şeyi yani akçe ve bohça ve sair bir şey kabul etmezdi. Başka hiçbir kimsenin davetine gitmez ve kimse ile muhabbet etmez; uzlet ihtiyar etmiş ve daima zikr ve rabıta ile meşgul olup fakirin böyle şeylere akçe sarf ettiğime razı olmayıp derhâl fakiri çağırıp iki adet Osmanlı lirası verdiler ki,“Bunu levazımata sarf edin” diye. Derhâl fakir ellerine kapanıp“Efendim merhamet buyurun, kulunuz aşçı dedelik vazifesini ifa ediyorum. Sonra size yaptığım masrafın bilgilerini takdim ederim, o zaman hesabımızı görürüz” diye kendilerini ikna ettim. Şeyh Efendi hazretlerinin zühd ve takvaları ve fazl-u kerametleri nihâyeyetsiz dereceye varmış idi. Hatta Avrupa şekeri yemeyip çay için Mısır şekeri satın alır idim. Şayet bazı kere evimden yiyecek getirilecek olur ise, onların tembih ve tarif ve tavsifleri üzere yapılırsa öylece kabul buyururlar idi. Ve kimseyi huzurlarına kabul etmezler, ancak izin ile ve fakiri ile şöyle birkaç dakika huzurlarına alırlar idi. Hatta Şâm-ı şerifte sakin, meşhur Adanalı Âmâ Hoca Efendi, bu zâtın şanını ve şöhretini duyunca kulaktan âşık olmuş idi. Velâkin kendi âmâ olduğu ve gayet yaşlı ve ihtiyar bulunduğu ve bir de huzurlarına kimseyi kabul etmediklerini işittiği cihetle ziyaretlerine gidemeyip bunun bir çaresini aramakta iken bir zat, fakirin ona yakınlığımı söylemişler. Derhâl beni çağırarak:“Aman oğlum, sana pek çok rica ederim, şu zat ile bu fakiri bir kere görüştürmenin çaresi ne ise, sizin himmetinizden beklerim” dediler. Fakir de“Baş üzerine, İnşâallâhu Teâlâ yarın gece yatsıdan evvelce hazret-i şeyh Efendimizi buraya getiririm” dedim. Onlar da fevkalâde memnun olup oradaki bütün ihvan dahi memnun olarak hep birden“Yarın gece bekleriz” dediler. Şimdi fakire bir büyük endişe ve tefekkür oldu ki, belki kabul buyurmazlar, gitmezler; söz de verdim. Nasıl olur ve ne zemin ile ne yolda arz edeyim diye tefekkür eder iken, pîrân-ı azâm hezarâtının rûhâniyetleriyle imdat isteyerek sûre-i Abese hatırıma geldi, yani “Abese ve tevellâ â En câehu’1a’mâ” âyet-i kerîmesi, fakire bir büyük rûhâni imdât oldu. Ertesi gece yemekten sonra yüksek huzurlarına yüz sürüp ve şöyle konuştum ki;‘‘Yüksek yakınlığınızda Adanalı âmâ bir hoca Efendi duacınız vardır. Kendisi gayet yaşlı ve ihtiyar olup ziyaretinize gelmeye kudreti yoktur ve kendisi ehl-i tarîk olup Efendimizin güzel vasıflarını duyup 172 kulağından âşık olmuştur. Fakirinizden görmek için izin ile pek çok teşriflerinizi istirham buyurdular. Fakiriniz de Efendimize olan yakınlık ve kulluğundan dolayı taahhüt ettim. Lutf u ihsan efendimizindir. Eğer ki, bu dileğim ve niyâzımızı kabul buyurmaz iseniz o vakit bir şey diyemem, ancak sûre-i Abese’yi kıraat ederim” dediğim anda bu işaret fevkalâde hoşuna gidip tebessüm buyurup “Sen ne yaman adamsın, nasıl bu âyet-i kerîmeler hatırına geldi” Çok yaman bir kutub imişsin!” diye lâtife edip “Artık gitmemek olmaz, buyurun gidelim” deyip oradan Adanalı Âmâ Hoca Efendi’nin hanesine geldik. Hemen oda kapısından içeri girer girmez ortada olan nargile ve sigara ve çubuk gibi şeyleri derhâl kaldırdılar. Kemâl-i ta’zîm ile ellerini öptüler ve Âmâ Hoca’nın yanına oturttular. Şöyle bir saat kadar muhabbet oldu. Lâkin cümlesi anlatılamayacak şekilde mest oldu, zira kuvvet-i ilmiyye ve ameliyye mükemmel, zahir ü bâtın yönünden büyüklerden bir zattır. Elbette bunda olan tesirler başka olur. Sonra evimize döndük. Pazartesi ve cuma geceleri hatm-i hâcegân kıraat etmek niyeti ile eve bitişik olan mescid-i şerîfe teşrifleri ve bu yüzden ihvan, feyze mazhar olup cümlesini memnun ve sevindirmelerini arz ettim ise, de kabul buyurmayıp ancak fakir ve Hacı Halil Efendi beraberce evlerinde mevcut iki derviş ile pazartesi ve cuma geceleri hatm-i hâcegân kıraatine müsaade buyrulup her cuma ve pazartesi geceleri gidip hatm-i hâcegân okur idik. Zannederdik ki, Şâm-ı şerifte değil, cennet-i a’lâda okuyoruz gibi öyle huzûr-ı tâm ve nispet kokusu odayı ihata eder idi. Hatm-i hâcegân hitamından sonra yarım saat miktarı yerimizden harekete kuvvet bulamayıp öyle deryâyı aşka ve feyz-i tecellî-i Hakk’a gark olmuş olur idik. Güç hâl ile uyanır idik. Hacı Mustafa Rûmi kuddise sırruhu’lazîz Efendi hazretleri silsilenâme-i şerîfi diğer renk ve tarzda bizzat kendileri kaleme alıp bazı kere kıraat buyururlar idi. Fakir istirham edip yanında olan dervişe yazdırıp bir aynını aldım ve kutsal emanetler sınıfında korudum ve teberrüken buraya dahi aynıyla yazdım. Velhâsıl böyle muhabbet ve cümbüşler ile evvel bahar oldu. Şeyh Efendi hazretleri geri dönmeye niyet buyurdular. Fakir de yol esnasında giymek üzere bir adet Şam maşlahı takdim ettim. Kabul buyurmadılar. Lâkin Hacı Halil Efendi şöyle niyaz ve rica ettiler ki,“Aşçı Dedemizin hâl ü şânı Efendimizce hoş ve güzel olduğu bilinmiştir. Binaenaleyh bu bendenizi başkalarına benzetmeyiniz. Şâm-ı şerîf kutbunun abasına bürünüp yol esnasında soğuk ve sıcaktan muhafaza olunursunuz” demesiyle müşarünileyh Şeyh Mustafa Efendi Hazretleri de tebessüm ederek“Sahih, doğru buyurdunuz. Pek yolundadır, iyi olur. Getir bakalım kutup Efendibabamız!” diyerek birtakım iltifatlar ile kabul buyurdular. Yol Fatihasını okuyarak ile 173 selamla birlikte “Yâ Mevlânâ sultanım, aşkınız müzdâd olsun” diye arkalarından bakılarak güzelce veda olunmuştur. ŞEYRANİ HAZRETLERİNİN AŞÇI İBRAHİM EFENDİ HAZRETLERİNE GÖNDERMİŞ OLDUĞU MEKTUPLARI Bismihi ve Hamdili ve salâten ve selâmen alâ habîbihi. Ve ba’d: Sadakatli eh-i ıhreviyyem Efendi hazretleri, Ba’de’t-tahiyyeti’l-vâfiye hâtır-ı şerifinizi istifsar ve hayır duaları rica ve niyaz olunduktan sonra eğerçi taraf-ı âcizânemizden suâl-i şerîf buyurulur ise, târîh-i mektuba kadar vücûd-ı nâçizimiz sıhhat ve afiyet üzere olup şevk-ı lika üzerine bilesiniz ve bu defa bu tarafa azimet eden el-Hâc Ali Efendi yediyle lâyık olmayarak bir kat çamaşır gönderilmiştir. Kusura kalmayıp kabul buyurmanız niyaz „ olunur. Candan -azîzim, biraderim, sene-i esbakta o tarafa geldiğimizde hakkı âcizîde üzerinize düşen hizmetinizi kâmilen eda edip bizi mahcup eylemiştiniz. Lâkin bu bende-i âcizde hayret-i hak ülfet-i halka mâni olduğundan bizler ile kemaliyle ülfet ü muhabbet olunmadı. Bizi mazur tutasınız. “el-Uzru makbulün inde kirâmi’n-nâsi.” El-Fakîr el-hakîr turâbu’l-akdâm Hâdimu’l-fukarâ Mustafa En-Nakş-bendî el-Hâlidî MENKIBELERİ 1- Hacı Mustafa Efendi civar kazalardan ziyaretine gelen bir zata memleketine dönmek üzere izin vermiş. Bir gün sonra da aynı zatın çarşıda vasıta aradığını görünce:“Vasıtada mı aranırmış. Biz Mekke vadilerinde yalınayak mürşid-i kâmil arayıp gezdiğimizde, ayaklarımızın yarıklarına çekirgeler gizlenirdi. Şimdi siz ucuz buldunuz da kıymetini bilmiyorsunuz.” Buyurunca, o zat memleketine yürüyerek dönmek mecburiyetinde kalmıştır. 2- Hacı Mustafa Efendi’ye uzun bir müddet fazla intisap eden olmayınca, para ile Çorum’da amele tutmuş onlara işyerine tesbih çekmelerini istemiştir. Onlar her gün evine gelip sabahtan akşama kadar tesbih çekerler paralarını alıp giderlermiş. Kırk günden sonra artık gelmeyin, denilmiştir. Fakat o ameleler biz para istemeyiz demişler böylece çok kişi tarîkata intisap etmiştir. 3- Hacı Mustafa Efendi Çorum’da Hacı Mahmut Efendi’nin mektebine gitmiştir. 3 gün misafir kaldıktan sonra Hacı Mahmut Efendi, Mustafa Rumî’ye misafirliğin hakkı üç gündür şu terkibi bir çöz demiştir. Mustafa Rumî Efendi fevkalâde bir izahat yapınca 174 ondaki değişik hali fark edip onu başköşeye oturtmuştur. Aralarında geçen sohbetten sonra intisap etmiş ve ilk ihvanı olmuştur 4-Darendeli Mahmut Efendi uzun bir müddet kendinde bir hal değişikliğini fark edemeyince büyük bir huzursuzluğa gark olmuştur. Arkadaşları ilerleme kesp ederlerken bir hal değişikliği olmaması onun bu huzursuzluğunu daha da artırmıştır. Bir gün Hacı Mustafa Efendi’ye abdest suyu dökerken dayanamayıp şeyhine halini kalben arz etmiştir.“Bunca zamandır hizmet ediyorum, benden sonra gelenler bile icazet aldı gitti ben hala aynı Mahmud’um” demiştir. Bu haline vakıf olan Mustafa Rumî buyurur ki;“Oğlum git mezarlığı gez.” Mahmut Efendi Mezarlığı gezerken bir köprü üzerinde iki öküzün birbirlerine yol vermeyip biri diğerini düşürdüğünü görmüştür. Düşürene karşı sert bir nazarla bakan Mahmut Efendi onun ölümüne sebep olmuştur. Mezarlığı dolaştıktan sonra şeyhinin yanına dönmüştür. Hacı Mustafa Efendi sohbet esnasında bu olayın vuku ile Mahmut Efendi hakkında,“Bazıları var ki, bizden irşad vazifesi istiyorlar, onlara biz nasıl bu ağır görevi verebiliriz. Daha iki hayvan arasındaki muameleye dayanamıyor. Biz onlara nasıl Ümmet-i Muhammedi teslim ederiz.” Bu kelam üzerine hatasını fark eden Mahmut kuddise sırruhu’l-azîz Efendi şeyhinden özür dilemiştir. O zaman Hacı Mustafa Efendi onun İstanbul’dan medrese tahsilini bitirdikten sonra dönerken gördüğü rüyayı hatırlatmıştır. Bu rüyada Mahmut Efendi arkadaşları ile denizde yolculuk yaparken gemi batmış. Arkadaşları boğulmuş idi. Kendisi ise, bir tahtaya tutunup batmaktan kurtulmuştur. Gördüğü bu rüya, onun bu halin rumuzu olduğunu açıklamıştır. Bu olaydan sonra hâkikate kavuşmuş Mahmut Efendi Çorum’dan ayrılıp Darende’ye yerleşmiştir. 5-Hacı Mustafa Efendi tekkesine bir gün bir vaiz gelmiş. Şeyh ve ihvanların sukut oturmasından huzursuz olmuş ve“Efendim siz niye bunlara dini meseleler anlatmıyorsunuz.”Mustafa Rûmi buyurur ki;“Sukutumuzu anlamayan sözümüzü anlamaz.” Yine de dayanamayan vaiz bir kaç meselenin çözümüne dair konuşmuş ve yorulmuştur.“Faydalı olduk mu?” diye sorunca Mustafa Rumî buyurur ki;“Biz zaten seni dinlemedik.” 6-Çorumlu Pir son haccında artık Anadolu’ya dönmek için gemiye binmek üzere limana gelmiştir. Fakat Çorumlu Pir rüyasından bahsederek buyurur ki; “Cübbemizden bir parça kestiler, Osman Zinnureyn radiyallâhü anhın kabrine gömdüler”. Takdir-i ilâhî gemi 16 gün zarfında limana gelmemiş. Sabırları tükenince bir arzuhal yazdırıp Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin kabrine bıraktırmışlardır. 17. günde ihvanlarından Yolcu Hoca Hakk’a yürümüştür. Sonrada Hacı Mustafa Efendi hanımı vefat etmiştir. 2 gün sonra kendisi Hakk’a yürümüştü 175 ve Cennetü’l-Baki’ye defnetmişlerdir. Mustafa Rumî kuddise sırruhu’l-azîzin daha önceden söylediği; “Yolcu yolda, Niksarlı deryada, Şiranlı’da çölde kalsa gerek,” sözü Hakikât olmuştur. 7- Bir gün müridlerinden bir kaç genç Hacı Mustafa Efendi ye abdest suyu ısıtırken şakalaşmışlar. Su ısınınca da abdest aldırmak üzere yanlarına gitmişlerdir. Daha eline su değer değmez buyurur ki;“Çabuk bu suyu dökün ve birbirinizle oynaşmadan yeni bir su ısıtın. Zira bu su ile alınan abdestin, ibadeti de sohbeti de böyle ciddiyetsiz olur.” 8- 61 yaşında hacca giderken başından geçen bir olay şudur. Hac yolculuğu esnasında Giresun Alucra-Şiran mevkisinde meskûn halk (üç bin kişi civarında) onu yolcu etmek için geçirirler. Bu kalabalık Hacı Mustafa Efendiden yağmur duası etmesini rica ederler. O da kibirden uzak kendini naçiz biri olarak nitelendirip o sırada kalabalığın arasında bulunan Çalganlı Osman kuddise sırruhu’l-azîz Efendi’ye yağmur duası etmesini ister. Bu hadiseyle Çalganlı Osman kuddise sırruhu’l-azîz Efendi’yi halkına tanıtır. 9-Yine yolculuğu sırasında (Sivas) Suşehri civarında köylüler, mezarlıklarında metfun bir zat için duasını isterler. Hacı Mustafa Efendi daha mezara varmadan “Eyvah! Kabrinden hala duman çıkıyor.” Der. Çevresine bu zat hakkında soru sorduğunda onun tütün tiryakisi olduğu cevabını alır. 10- Hacı Mustafa Efendi hac farizasını yerine getirdikten sonra, geri dönüşü deniz yolu ile Samsun’a gelip Samsun’dan Çorum’a gitmek ister. Bunun için de bir gemiye biner. Limanda bilet kontrolü yapılınca Hacı Mustafa kuddise sırruhu’l azîz Efendi’nin bileti olmadığı anlaşılır. Kendisine bilet sorulduğunda “Benim biletim kesildi.” Cevabı alınırsa da kabul edilmez ve gemiden indirilir. Gemiden inen Hacı Mustafa kuddise sırruhu’l azîz Efendi bir camiye gelip evrâd-ı zikrini yapmaya başlar. Hacı Mustafa Efendi gemiden indikten sonra gemi hareket etmez. Kaptan geminin bütün aksamının tam olmasına rağmen hareket alamamasında bir sebep arar ve görevlilerden bir fakirin indirildiği cevabını alınca, hemen durumun farkına varır ve Hacı Mustafa Efendi’yi çabucak buldurularak gemiye konuk eder. Hacı Mustafa Efendi gemiye biner binmez gemi hareket etmeye baslar. Bu kafile, diğer gemilerden çok sonra çıkmışsa da, Samsun’a dört saat erken varır. Samsun’da müridleri karşılar ve onlar eşliğinde Çorum’a ulaşır. 11- Sultan Abdulhamid Han Kuddise sırruhû Hazretleri Çorumlu Mustafa Rumî kuddise sırruhu’l-azîz Hazretlerini yanına çağırmış. Mübarek Pir Efendimiz, “Bizi çağırırsa Allah Teâlâ katında biz, yanına gidersek o halk katından silinir” buyurmuş.. 176 12-geçimini Kuranı kerimi yazarak sağlayan hattat Hacı Osman Efendi kıtlık yıllarında elindeki kuranı bitirip üç beş kuruş almak için sabah namazından çıkıp acele ile evine doğru giderken hacı Mustafa Efendinin arkasından kendisine seslendiğini duyar. Dönüp hacı Mustafa Efendiye baktığında hacı Mustafa efendini eliyle kendisini çağırdığını görüp içinden ya şimdi zamanımı eve gitsem iki cüzüm kaldı onu da bitirir kuranı satardım diye geçirir, ama Şeyh Efendiyi de kıramayıp arkasından eve gider. Hattat Osman aynı şeyleri içinden geçirerek eve girdiğinde hacı Mustafa frendi Osman efendiye dönerek bırak şu iki cüz meselesini bunun aşkıyla iki kuran daha yazacaksın diyerek kapının arkasındaki un çuvalını göstererek alıp evine götürmesini ister. Hacı Osman Efendi ömrü boyunca hacı Mustafa efendinin bu iyiliğini unutmaz. BİR BAŞKA KAYNAKTA İSE ŞU BİLGİLER GÖRÜLMEKTEDİR Hacı Mustafa Efendi Tokat'ta tahsiline devam etmek için babasından izin almıştır. Kısa zamanda derslerindeki başarısı dikkati çekmiş, diğer talebeler müzakere için kendi odalarına davet etmeye başlamışlardır. İlim ayağa gitmez diyerek talebeleri kendi odasına çağırır, müzakere orada yapılırmış. Tokat'taki tahsili 4 yıl devam etmiş, sonra hocasının tensibiyle Uşak'a gönderilmiş, iki yıl kadar da Uşak'ta tahsil yapmıştır. Zahiri ilimleri ikmal edip icazet aldıktan sonra "Heybenin bir gözünü doldurduk, öbür gözü boş kaldı" diyerek tasavvufa olan meylini ortaya koymuştur. Uşak'taki hocasının isteği üzerine Mekke'de ikamet eden Dağıstanlı Şeyh Yahya hazretlerine intisap etmek üzere Mekke'ye gitmiştir. Mekke-i Mükerreme'de konaklayacak bir yer bulamadığı için Mualla Kabristanı'nda iki mezar arasında yatmaya mecbur kalmış, yorgunlukla derin bir uykuyu daldığı sırada birisi, kendisini uyandırarak, Şeyh Yahya Efendi'nin tekkesine götürmüştür. Tekkede müritlerin çokluğu yüzünden kimse kendisiyle ilgilenmemiş, kim olduğu, nereden, niçin geldiği sorulmamıştır. Böylece aradan aylar geçmiş, Efendi tam bir sabır ve teslimiyetle neticeye intizar eder olmuştur. Müritlerin dağıldığı bir sırada Şeyh Yahya Efendi, Yemenli arkadaşı ile birlikte Hacı Mustafa Efendi'yi huzura kabul edip "Artık zamanı geldi, kuru kalabalık dağıldı" diyerek, bu sadakatli müritlerine feyiz kanallarını açıvermiştir. Nakşî tarikatının yetiştirme metotlarından olan sülûk ve riyâzât usulleri tatbik edilmiş, bu ihlâslı ve kabiliyetli müritler tasavvuf yolunda büyük merhaleler katetmişlerdir. Tekkede kaldıkları bu süre içinde yemeklerde haram şüphesi olabilir düşüncesiyle Mekke dağlarında ot yemek suretiyle takvânın zirvesine ulaşmışlardır. 7 yıl devam eden böyle mükemmel bir tahsil ve terbiye neticesinde kalp 177 gözleri açılmış, kâmil mürşit olabilecek olgunluğa ulaşmışlardır. Şeyh Mustafa Efendi'nin Yemenli arkadaşının adı da Mustafa imiş; Mürşit mertebesine ulaşmış üçüncü bir arkadaşlarının bulunduğu, Pakistanlı sanılan bu zatın adının da Mustafa olduğu bilinmektedir. Şeyh Yahya Efendi, yetiştirdiği bu 3 Mustafa'nın irşat yerlerini tayinde müşkülatla karşılaşmış. Sonunda şöyle bir çare bulmuş: "Üçünüz birlikte Medine'ye gideceksiniz, Ravza-i Mutahhara üzerine 3 boş kâğıt koyacaksınız, kâğıtlara ne yazılırsa ona göre hareket edeceksiniz" Şeyh Mustafa Efendi'nin kâğıdına Anadolu, Çorum; Pakistanlı Mustafa Efendi'nin kâğıdına Hindistan, Yemenlinin kâğıdına da Medine yazılmış. Böylece Peygamber Efendimizin mânevî işaretleriyle görev yerleri tespit edilmiştir. Şeyh Mustafa Efendi, çok sevdiği Medine-i Münevvere'den pek ayrılmak istemiyor, verilen görevi de yerine getirmek zorunda kaldığı için, Peygamber Efendimizden huzuruna tekrar kabul edilme dileğinde bulunuyor. Buna dair mânevî işaret aldıktan sonra vapurla İstanbul'a dönmek üzere Cidde'ye hareket ediyor. Bir fakir derviş kılığında gemiye biletsiz olarak biniyor. Bilet kontrolü esnasında, biletsiz olduğu görülerek gemiden indiriliyor. Hareket saati geldiğinde geminin hareket edemediği hayretle görülüyor. Herhangi bir arıza olup olmadığı araştırılıyor. Arıza bulunamıyor. Sonunda gemiden indirilen derviş akla geliyor. Sıkı bir aramadan sonra bir mescitte derviş bulunuyor. Hürmetle gemiye alınıyor. Böylece Efendi'nin kerameti ortaya çıkıyor, kendisine "Gemiyi Durduran Kara Şeyh" lakabı veriliyor. Gemi tehirli kalkmasına rağmen normal zamanından daha önce İstanbul'a varmış oluyor. Geminin kaptanı, Şeyh Efendi'nin büyüklüğünü anlıyor, bunu Sultan Abdulhamid'e bildiriyor. Padişah, Efendi Hazretleri'ni huzura kabul ediyor. Şeyhülislâm'ın başkanlığında toplanan ünlü âlimler arasında 26 mesele üzerinde münazara yapılıyor. Sigaranın haramlığı da dahil, Efendi'nin görüşleri takdirle karşılanıyor. Padişah, Şeyh Efendi'ye huzurda kalmasını ısrarla teklif ettiği halde, Efendi bunu nezaketle reddediyor. Sultan'ın verdiği altınları kabul ettiğini, fakat Hazine'ye iade ettiğini söylüyor. İstanbul'dan hareketle Çorum'a geliyor. Mekke'de iken tanıştığı zengin bir zat tarafından Çorum'da ilgi görüyor. Tekke açmak suretiyle irşat görevine başlamış bulunuyor. Orta Anadolu'yu kapsayan geniş bir irşat faaliyetine girişmiş oluyor. Zahiri ilimlerin yanında, Nakşî tarikatını da yaymaya çalışıyor. İlmi, irfanı, ihlâsı sayesinde çok başarılı bir irşat hizmeti veriyor. Tekkesi ziyaretçilerle dolup taşıyor. Müritlerinin sayısı bilinmiyor. Tekkede yenen ekmeklerin daha helal olmasını sağlamak için özel bir yel değirmeni yaptırdığı, ekinlerin burada öğütüldüğü söyleniyor. 178 Koyun Baba türbesi 9-KOYUN BABA TÜRBESİ İlçenin koyun baba köyünde bulunmaktadır kendisi, kişiliği, kimliği hakkında kesin bilgi ve rivayet bulunmaz. İlçede çok tanınan evliyalardan biri olup zamanla ilçe insanının ziyaret ederek dualarını yaptıkları evliyalardan biridir. 10-ÇİPİLLİ BABA Mertekli köyü ile Sarıca köyleri arasındadır. Hakkında pek bilgi olmadığı gibi pek de ziyaret edilmez ama ilçede herkes tarafından Çipilli baba olarak tanınır. 11-HOROZ BABA VE BÜYÜK EVLİYA İkisi de Sarıca köyü yakınlarında bulunmaktadır. Sık, sık ziyaret edilen yerlerin başındaydı hatta Şeyh-i Şeyrani hazretlerini de sık, sık, burada namaz kıldığı söylenenler arasındadır. Ancak zamanla unutularak günümüzde yalnızlığa terk edilmişlerdi. 179 12-BURGU BABA İlçede tanına evliyalardan birisi de Burgu veya Burga baba evliyasıdır. Gavur dağının 2953 rakımlı zirvesinde yatmaktadır. Burgu Baba hakkında kesin bir rivayet olmasa da Üst kuşakların aktardığı bilgiye göre burada bir Osmanlı generali yatmakta. Kesin olmamakla beraber civar köylerde Burgu babanın asıl adının barak baba olduğuna inanılır. Beklide insanların yaratanı gökyüzünde arayıp ona ulaşmak için yeryüzünün yüksek yerlerini kutsal saydıkları gibi, Burgu baba ve aynı yükseltiye yakın (3330 metre) rakımlı tepede bulunan Abdal Musa tepesi Orta Asya’dan Anadolu’ya taşınmış gelenek olarak kutsal sayılmaktadır. Burgu baba tepesinin yüksekliği bakımından ziyaretçisi azdır. Takdir edersiniz ki öğle rakımlı bir tepeye kolay, kolay çıkılmaz. Ancak bu tepeye yakın olan Kırıntı ve Yeniköy gibi köyler zaman, zaman ziyaret etmekteler. Hatta eski yayla kültürünün silinmediği günlerde yayladan inmeden bir gün önce Burgu baba tepesine çıkılır kurbanlar kesilir dualar yapıldıktan sonra yayladan inilirmiş. Günümüzde bunun yerini Kırıntı köyü tarafından tüm ilçe adına Burgu baba şenlikleri düzenlenmektedir. Bu şenlik boyunca ayağına, dizine güveneler Burgu baba tepesine çıkarak ziyarette bulunurlar. 180 Yedibölük köyünde bulunan Ahmet Dede türbesi 13-AHMET DEDE TÜRBESİ Türbe Yedibölük köyü mezarlığında bulunmaktadır türbe hakkında ancak üst kuşakların aktardıkları bilgilere sahibiz. Köye ilk yerleşen erenlerden biri olduğu tahmin edilmektedir. Köy halkı tarafından sık ziyaret edilen türbelerin başında gelmektedir. 14-SARIBABA Bolluk köyü ile Ozanca köyleri arasında yol kenarında gelişigüzel bir kabirdi, mezarın ayakucunda bir zerdali ağacı bulunmaktaydı. Fakat zamanla ağacın kuruduğu gibi mezar taşları da kayıp oldu. İlçede pek tanınmaz. 15-LİMLİŞİN BAŞI İlçede en çok bilinen yerlerden birisidir. Türbesi yoktur. Rivayet edilir ki bir kadın rüyasında burada yatır var diye görmüş ve hasta olan birini oraya yatırmışlar iyileşince kutsal mekanlardan biri sayılmış. 181 Ağ babanın bulunduğu tepe 16-Ağ baba: ozanca köyünde bir tepe üzerinde bulunmakta mezarın boyu 21 adım fakat içerisinde kimsenin yattığı tahmin edilmiyor. Civar köylüler tarafında ziyaret edilerek kurbanlar kesilir, dualar yapılıp adaklarda bulunulmaktadır. 17-SİNAN BABA Sinanlı köyü kabristanında bulunmaktadır. Eskiden beri türbesi vardır. Sinanlı köyüne ilk gelip yerleşen Horasan erenlerinden biri olduğu rivayet edilmektedir. Zaman, zaman türbe civar köylüler tarafından ziyaret edilerek kurban kesilip adaklarda bulunulur. Bunların dışında Telme yaylasında ağ baba, Beydere köyünde evliya, Boğazyayla köyünde Evliya Kısaca hemen, hemen her köyün camisi olduğu gibi caminin dışında manevi olarak sığınıp dualarını iletmek için vasıta olacak bir evliyası bulunmaktadır. Bu bazen gerçek evliyalardır, bazende sanal olarak yaratıldığına rastlamaktayız. 18-NACAK BABA Nacak baba akyayla köyü yakınlarında bulunur. Kimliği ve kişiliği hakkında bilgi bulunmaz. İlçede pek bilinmez sadece civar köyler tarafından bilinir. 182 AHMET ŞİRANİ Ahmet Şirani son dönem Osmanlı ulemalarındandır. İlçe açısından tarihe geçecek kadar cesaretli, atılgan yeri geldikçe gözünü daldan, budaktan sakınmayan bir kişiliği olduğunu arşivlerdeki mahkeme kayıtlarından anlamaktayız. Öğle ki İlçeden ayrılmasına karşılık muhacirlik yıllarında dahi ilçe ile ilişkisini bir türlü kesmeyerek yazdığı yazılardan dolayı Divani harbi örfice yargılanarak defalarca mahkûm edilip sürgüne gönderildiği halde yine Ayrıldığım günden beri içim kan ağlıyor diyerek memleket özlemini dile getirmiştir. Ahmet Şirani 1879 senesinde Şiran kazasına bağlı Karaca köyünde doğdu. Babası çiftçilikle uğraşan Mahmut Ağadır. Ahmet Şirani’nin ilk tahsili hakkında bilgi yoktur gençlik yılları Şiran’da geçtiğine göre İlk tahsilini Şiran’da yapmış olmalı, ama çıkardığı mecmuaların birinde şöyle bir ifade kullandığını görmekteyiz ‘’Şiran’da kök söküp, saban sürmekten demir kazığa dönmüş parmaklarımı burada yazıya alıştırmakta pek güçlük çektim’’. Dediğine göre belki de ilçeden ayrıldığı vakit okuryazar değildi. Ahmet Şirani gençlik yıllarında İstanbul’a giderek orada medrese tahsili gördü ve 1909 senesinde icazet (diploma) aldı. Bu arada 1908 senesinde imtihana girerek Merese tül-Kuzat’ta okumaya hak kazandı ve 1914 de buradan mezun oldu. Ahmet Şirani Merese tül kuzatta okuduğu yıllarda Fatih caminde dersiamlık yapmaktaydı. II. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte sıkça gündeme getirilen medreselerin ıslahı sırasında Ürgüplü Hayri Efendi hakkında yazdığı Mersiye-i medarsı adlı hicviyeden dolayı tutuklandı. Talebeyi isyana teşvik ve şeyhülislama hakaret ettiği gerekçesiyle bir sene hapis ve 25 lira para cezasına çarptırıldı. Bu töhmeti kendide itiraf eden Şirani Divani Harbin 7 teşrin 1311 Nolu kaydıyla mahkûm edildi. (104)İki dersiamlık maaşı da kesilen Ahmet Şirani kendi ifadesine göre Divani harp koğuşlarında Alman çorbası ile hayatını muhafazaya çalışmıştır. Umumi harp başında ve harp devam ederken üç defa tutuklanan Şirani toplam 19 ay hapiste kalmıştır. Divan-ı harbin yedinci koğuşunda yazdığı Fihrist-i feca’i manzumenin sonuna düştüğü notta ilk tutukluluğuna değinerek perişanlığını açıkça anlatmaktadır.(105) 104-Sadık Albayrak Son Dönem Omsalı Ulemaları 105-Dr. Selahattin Tozlu Bir İlmiyeli Ahmet Şirani 183 Ahmet Şirani’nin yazdığı yazı ile yargılandığını bildiren belge 184 Şirani’nin Mahkum edildiğini bildiren belge 185 Ahmet Şirani’nin ikinci ve üçüncü tutukluluğunda maruz kaldığı muamele dikkat çekicidir. Şirani’ye göre kırmızı kulüp erkanı (İttihatçılar) umumi harp başında cihat aleyhine söylenen sözleri istihbarat vasıtasıyla haber alıyorlar ve bu cereyanın kuvvetlenmesinden korkuyorlardı. Aynı sebeple Ahmet Şirani de sorgulandı ve cihadın meşru olup olmadığı yolunda sualler soruldu. Hatta polis müdüriyetindeki sorgulanmasında, Şirani’nin derbeder olarak nitelendirdiği müdürün ‘’Biz sizin gibi vatan hainlerinin başını ezeceğiz sözü ona çok dokunmuştur.’’ Bu meselelerin Şirani’ye göre iki, önemli sebebi vardı. Birincisi Ürgüplü Hayri Efendinin medreseler üzerinde ki tahribatını Hayrül kelam isimli mecmuasında yayınlaması ve ikincisi ise basındaki kutsal mesleğini savunmasıdır. Uzun zaman kendisinden haber alınamayan Ahmet Şirani’nin idam edildiği şayiaları dolaşmış kendi ifadesi ile ba’del mevt (öldükten sonra dirilmek) sırrına mazhar olarak bu badireleri atlatmıştır. Her şeye rağmen suçu olmadığına inanan Şirani Divani harpte polis müdüriyetinde çekmediği eziyet, görmediği hakaret, maruz kalmadığı sitem ve duymadığı küfür kalmadığını söyler. Ancak kendisi bunlardan müteessir değildir zira kendini suçsuz sayıyor, suçlu olsa da berat etse içinin rahat olmazdı diyerek meseleyi kendince halletme yoluna gidiyordu. Şirani 1917 tarihinde eski görevine iade edilerek sicili temizlendi, Ceride-i ilmiye’nin müdürlüğüne atandı ise de bu son vazifesinden istifa etti. 1919 yılında İbtida-i hariç İstanbul müderrisliği ile sahn medresesi fıkıh müderrisliği tevcih edilen Şirani Darül hikme azalığına getirildi bu kurumun 1922 de lağvındaqn sonra açıkta kaldı. 1923 de Medrese-tül İrşad Müdürlüğüne atandı veya nakledildi. 1924 yılında medreselerin kaldırılmasından sonra açıkta kaldı. Şirani’ni hayatına bağlı bilgiler bunlardan ibaret değildir hakkında yazı çok olduğundan biz burada ancak özetleyerek sunmak zorunda kaldık. Aslında Ahmet Şirani ilçemin Çatmalar köyünden olduğu bir üst kuşakların verdiği bilgiler arasındadır. Babası Mahmut ağa çatmalar köyünden gelerek ilçeye yerleşmiş, daha sonra çevrenin küçük olması ve Şirani’ye dar gelmesi nedeniyle Şirani İstanbul’a yerleşmiştir. Şirani’nin son yılları hakkında kesin bir bilgiye sahip değiliz ancak 1960 lı yıllarda Şirani’nin Tokat dolaylarında olduğu ve Şiranlı şey olarak arkasına büyük kitleleri taktığı yine anlatılanlar arasındadır nesil olarak Edirne veya Tekirdağ dolaylarında bir oğlunun olduğuda söylenmektedir. 186 Ahmet Şirani’nin kişiliğine baktığımızda hemen dikkat çeken özelliği iyi bir tasavvuf mimarı olduğunu yazmış olduğu şiirlerinden anlamaktayız. Bir başka özelliği köy çocuğu olarak büyük bir şehrin kalbine yerleşerek burada Türk basının da söz sahibi olmak, bir başka dikkat çeken özelliği İslam birliğinin şiddetli savunucularından ve mücadeleci olmasıdır. Türk basınındaki yeri: Ahmet Şirani 1913 senesinde çıkardığı Medrese İ’tikatları isimli mecmua ile Türk basınına girmiştir. Bundan sonra muhtelif aralıklarla iki dergi daha çıkarmıştır. Şirani’nin Türk basınına mal ettiği dergiler şunlardır. 1- Medrese İ’tikatları: ilk sayısı 6 mayıs 1392 tarihinde çıktı ve 18 sayı kadar neşredildi. 2-Hayrü’l kelam: 7 Teşrin 1339 tarihinden itibaren haftalık olarak 38 sayı yayınlandı. 3-İ’tisam: 30 Teşrin 1335 tarihinden itibaren haftalık olarak 71 sayı neşredilmiştir. İ’tisam’ın yayın döneminde Şiran halkının açlık ve sefaletini bildiren mektup yer almıştır. Ahmet Şirani Şiran halkının muhacirlik yıllarında aç, sefil, perişan olduğunu bildiren bir mektubu yayınladığından dolayı damat Ferit Hükümeti tarafından asi ilan edilerek karsa sürgün edildiği yine bilinen gerçekler arasındadır. Bu mektubun içeriğine tarih bölümünde yer verilmiştir. Şirani’nin basın yoluyla meramını anlatmaya çalıştığı dönem İlmiye sınıfı ve medreseliler açısından çok önemlidir. İctihad’da yayınlanan ve ilmiyeliler tarafından oldukça onur kırıcı bulunan hayli makale başlıkları Şirani tarafından cevaplanmış ise de bir zat ilmiyelilerden karşılık görmemişti. Bir çok ilmiyeli gibi Ahmet Şirani de bundan rahatsız oluyor ve bir çaba gösterilmesini en azından resmi olarak bekliyordu. Bu sırada Fıkıh müderrisi ve Medrese tül Kuzatın son sınıfında okuyan Şirani ancak kendi geçimini sağlayabiliyordu.(106) Ahmet Şirani’nin mecmuaları dışında yazılmış birde tasavvuf ağırlıklı şiir kitabının olduğu söylenmekte hatta Telme köyünden İmam Mustafa Toruk İstanbul’da okuduğu yıllarda bu kitaba tesadüf etmiştir. Kitap el yazısı ile yazıldığından kitabı kendisi okuyamamıştır, o yıllarda fotokopi de olmadığından ancak kağıdı yazılar üzerine koyarak bazı şiirleri kopyalama usulü ile alarak halen kendi evinde muhavaza etmektedir. Yine Mustafa hocanın beyanına göre bu şiirler camilerde hutbelerde okunarak açıklaması cemaate yepılırmış, vey sohbet toplantılarda bu şiirler okunarak şiirlerin tasavvufi yönü ve beyan eylediği konular üzerinde herkes fikir beyan edermiş. 106-Dr. Selahattin Tozlu A. Şirani teşebbüs ve gaye-i Neşr Medres İ’tikatları 187 Ayrıldığım günden beri şeyda gönül kan ağlıyor 188 Ayrıldığım günden beri şeyda gönül kan ağlıyor, Duydum içimde bir seda baktım coşan can ağlıyor, Bir derbeder olmuş gönül mecnun gibi Leyla arar, Bezme-i ezel ahengini andıkça yaran ağlıyor. Firkat gözü görmez eder, vuslat açar kör gözleri, Yusuf için kan ağlayan Yakub Kenan ağlıyor, Şeyda gönül bir sen misin? vuslat için ah eyleyen, Makberde ruhu inleyen binlerce kurban ağlıyor. Tahrik eder aşkın eli baran olur göz yaşları, Bir cezbe-i rahman ile manada hayvan ağlıyor, Gafil değil yad eğliyor mevlasını heb masi-va, Hayvan değil camid bile ol hüsne hayran ağlıyor. Mevlasının haletidir med ve cezr alemleri, Yandan, yana raksan olan deryayı umman ağlıyor, Ahmet nedir senin ahın bir dilbere aşıkmısın, Canlar yakan feryadını duymuşda Şiran ağlıyor. 189 190 Ey aşina bu ilden yol var mı? Köy-i yare İftade dil olanlar varmaz mı o yere, Hasret eli dokundu dil şişesi kırıldı, Dost kerem açıktır erbab-ı inkisare. Rahm ile tut elimden erdir beni o semte, Sinemde yok tahammül sabrı yakan bu nare, Ey mürşidi keremkar sensin bu çölde saki, Bir katre-i keremsin bağrı yanık bu zare, Gül açmıyor gönlümde kuvvet deminde bülbül, Kuvvet demi geçer mi ermez mi dil bahare, Şebta seher yolunda yıldız arar dü çeşmim, Zulmet içinde kaldım ermezmi şehab nehare. Yüzme bilen erenler imdat eder garibe, Bahr-ı suya düştüm erdir beni kenare, Cana sensin cemalın aynadır cemale, Gülecek yüzün, gören göz mecdub olur nekare. Şehri meddine olmuş lokman derde menzil, Sürsem yüzüm o yay kalmaz gönül diyare, Biçareyim, zelilim, boynu bükük alilim, Ahmet budur mehmettir derdin açare. Gidip menzili Habibe başın koy o işiten, Şiran’a gitme artık menzil değil karara. 191 Tevhid eden yanmaz dedin sinemdeki kebab nedir 192 Tevhid eden yanmaz dedin sinemdeki kebab nedir, Yanma yeri ukba ise dünyadaki ukba nedir, Makberdeki suçluları Ta’zib eder isyan odu, Ben suçluyum lakin sağım, ruhumdaki azab nedir. Kudret senin, izzet senin, yokluk bizim, hiçlik bizim, Naçar olan biz kullara sorgu nedir, cevab nedir. Seçtiklerin olmuş nebi, sevdiklerin bütün veli, Yol bilmeyen ama benim çeşmimdeki hicap nedir. Erdirdiğin aşıkların uyku nedir görmez gözü, Ya ben gibi divanenin gönlündeki bu hub nedir. Mest olmağı men eyledin, mestaneyi sevme dedin, Bizim kerem yaranını mest eyleyen şarab nedir. Gökçek öğüdün bize cezb eyledin gönlü sana, Göz görmüyor lakin sen örtündüğün nikab nedir. Makberdeki varlık senin, mercideki varlık senin, Senden öte bir nesne yok şu gördüğüm serab nedir. Her yerde sen hazır iken, çeşmin bize nazır iken, Dünya nedir, ikab nedir, mebde nedir, meab nedir, Sormak yasak senden seni, soran mesul biziz, Kuran bizim burhanımız ya sendeki kitap nedir. Dünya değirmendir döner biz danesi fermaneniz, Döndükçe yer fanileri Ahmet bu asiyad nedir. Attın b eni gökten yere Şiran’a git dön dediniz, Gökten yere hicret nedir, şu arcığı hitap nedir. Şah ettiğin aciz kulun keşanesi abad iken, Tanrım senin tahtın olan gönlümdeki gurab nedir. 193 Maşukumun güldür teni ben gülzarı neylerim 194 Maşukumun güldür teni ben gülzarı neylerim, Aşkın çölü makber bana başka mezarı neylerim. El çekmişim fanilere menzil olan viraneden, La hud ili menzil bana, hak diyarı neylerim. Mecnun gibi dağdan dağa gezmek ne lazım aşık, Gönülde buldum yarimi keşt-ü güzarı neylerim. Bülbül niçin verdin gönül rengi solmuş bir goncaya, Solmaz benim nazlı gülüm fani baharı neylerim. Ağyar ile yok ülfetim bigandır dünya bana, Canan ile vahdet gerek, keşrette yari neylerim. Hemdem olup dildarım, dildarım dolub vislindir kan, Halet kerim Gülşen bak, gülşende baharı neylerim. Gündüzleri hasret çeken aşık şebi bayram sayar, Her satim vuslat demi leyli neharı neylerim. Dostun cemalinden cüda kalmış deyu güller hıçkırır, Ben yarimin koynundayım feryadü zarı neylerim. Dil mütmain canan ile havfu reca bilmem nedir, Cananımın cananıyım dilde gubarı neylerim. Tek hücreli evdir gönül sığmaz ona binbir emel, Tek dilbere verdim gönül başka dilberi neylerim. Aşkımla inşa eyledim dostun köyünde haneyi, Esma-i Hüsna çevresi taştan cidarı neylerim. Yandım tecelli narına musa gibi hayrattayım, Tavrı dilim sad paredir, artık şidarı neylerim. Nemrut gibi sofi atmaktılar beni ateşlere, Ateş bana gülzar olur gavgayı narı neylerim. Zehir senin olsun bütün küşi behiş huri melek, Ben yarimin kurbanıyım öğle şikarı neylerim. Gamhanedir sehparımız, gamhaneler, keşaneler, Gülşen çemen, çöl bülbüle çölde hazarı neylerim. Göçtüm diyarı dilbere daha dönmem Şiran’a ben, Uçtum ezel sahrasına yerde kararı neylerim.(107) 107-Şiirler İdris Gedik Tarafından Okunmuştur. 195 (108) 108-Bu Şiirlerin aslı Temle Köyünde Emekli İmam Mustafa Toruk Hocanın Elindedir. 196 HASAN FEHMİ POLAT (1874-1950) Hasan Fehmi Polat ilçenin sarıca köyündendir. 1905 yılında Şiran Fevziye Medresesinden icazet aldıktan sonra Trabzon, Erzincan gibi şehirlerde öğrenimini sürdürdükten sonra Kurtuluş savaşı yıllarında çok genç yaşta milli mücadele içerisinde kendisine yer buldu. Kitabımıza başlarken Şiran’da geçmişin izleri diyerek yola çıktık bu amaca hizmet ederken Hasan Fehmi hazretlerinden söz etmez isek geçmişin ayak izlerinde büyük bir noksanlığın vebalini yüklenmiş oluruz. Hasan Fehmi’nin güçlü bir hitabeti olduğunu Mustafa K Atatürk duymuş olacak ki bizzat istiklal savaşının Şiran’lının duası ile başlamasını ister ve Hasan Fehmi’nin kendisine Atatürk kendi el yazısı ile yazdığı mektubu gönderiri. Hasan Fehmi hazretlerinin hayatına baktığımızda bazı özelliklerinin göze çarptığını görmekteyiz. Hasan Fehmi, hitabeti Atatürk’ün kulağına gidecek kadar güçlü bir hatip, Erzurum kongresini coşturacak kadar istek ve heyecanlı, okuduğuna herkesin amin diyecek kadar dini bilgilere sahip müftü ve en önemlisi de; Atatürk’ Millet vekilliğine hayır diyerek kendi halkının içinde çalışmalarını sürdürmek isteyecek kadarda alçak gönüllü olduğunu görüyoruz. Ankara’da büyük Millet Meclisi vatanın geleceğini ele alma hazırlığına girince Mustafa Kemal Paşa hasan Fehmi Polat’ın Gümüşhane vekili olarak, Milli mücadelenin maliye Bakanı Hasan Fehmi Ataç Bey vasıtasıyla kendisinden istenilen arzuya şu cevabı verdi. Paşamız vatanın istikbali için büyük işler arifesindedir, bizlerin kısmen halk içinde kalarak bu büyük teşebbüs ve hizmetlere fikirlerini hazırlama, vazifemize devam, memleket için hayırlı, lüzumlu hatta zaruridir. Ben ömrümü vakf ettiğim bu diyar insanları için de irşat vazifemde kalmaya, naçiz şahsımdan vatanıma daha tatminkâr olacağım kanaatindeyim. Paşa hazretleri bu düşünceme tasvip edeceklerine kâinim. Mustafa Kemal Paşa Müftünün bu cevabını dinlediği zaman ‘’Mübarek adam’’ dediğini Hasan Fehmi Ataç anlatıp dururmuş.(109) 109-Kültür Vadisi Gümüşhane 197 ATATÜRK’ÜN HASAN FEHMİ POLATA YAZDIĞI MEKTUP Şiran Müftüsü Hasan Fehmi Efendi hazretlerine Erzurum kongremizin hin-i küşadında ve hitam pezir olması (sona ermesi) münasebetiyle irat buyurduğunuz Arapça belığ ve fasih (İnandırıcı, açıklayıcı) ve maksada tamamen mutabık hitabeniz cemiyetimiz tarihinde pek kıymetli hat’rat olarak mahfuz kalacaktır. Bulunacağınız mahallerden dahi latif sözlerinizle mali (dolu) mektuplarınızı almakla mübahi olacağım. Cenab-ı hak hayırlı seyahat buyursun Amin. M.Kemal9 ağustos1335 (1919) 198 ERZURUM KONGRESİNİN AÇILIŞINDA ARAPÇA YAPILAN DUANIN TÜRKÇE METNİ 10 Temmuz 1335 (23 Temmuz 1919) günü Erzurum kongresinin açılışında Şiran Müftüsü hasan Fehmi Polat tarafından Arapça yapılan dua Yargıtay Hukuk Dairesi Başkanı iken emekli olan Kamil Tepeci tarafından Türkçeye çevrilmiştir. BİSMİLH ERRAHMAN ERRAHİM Allah’a hamd olsun ki büyük kitabında,(110)’’Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek isterler,halbuki inkarcılar istemeseler de yine Allah nurunu, dinini tamamlayacaktır buyurmuştur. Salat ve selam o zata ki indirilen kuran da ‘’Kitabı biz indirdik onun koruyucusu da elbet biziz’’ buyurdu.(111) Salat ve selam peygamberimizin aline (ailesi efradına) ve ashabına olsun. Onlar iyi şekilde konuşup, anlaşma ve yaşama tedbirlerindeki yardımlaşma reylerini (fikirlerini) birleşmesindendir. Demişlerdir ki kendilerinin daima birlikte hareket etmelerini bize anlatmak istemişlerdir. Ey yardım edici Allah’ım şu Müslümanlar topluluğuna yardım et, nasıl ki bedir gününde maharetli, hünerli meleklere yardım ettiğin gibi. Kur’an mübin hürmetine ve sana yakın olanların ruhaniyetinin imdadıyla. Ey korkuda olanların koruyucusu olan Allah’ım Hilaveti Müslimin kudret ve heybetinin devamı suretiyle dini kuvvetlendir ve bizi yevmi kıyamete kadar din düşmanlarının şerrinden muhafaza buyur, bütün peygamberler hürmetine. Yarabbi düşmanları ve apaçık hakikatleri inkar edenleri susturup sukuta mecbur etmek hususunda noksanlardan ve arızalardan salip olarak şu zevatın kalplerine açık ve yüksek deliller ilham et, kainatın efendisi (peygamberimiz) hürmetine. Allah’ım isteklerimizi anlatmak, gayretlerimizi elde etmek ve mukadderatımızı sağlamak suretiyle güçlüklerimizi yenmeye bizleri Muaffak eyle, burada verilen kararlarda bizleri isabetli kıl. Ey sulh ve selameti kolaylaştıran Allah’ım burada ittihaz edilen kararların sulh konferanslarında kabulünü kolaylaştır, mucizeler sahibi peygamberler hürmetine. 110-Kuran-ı Kerim saf Suresi Ayet: 8 111-Kuran-ı Kerim Hucurat suresi Ayet: 9 199 Allah’ım bütün şehirlerimizi ve masumlar medfeni ve toprağı şehitler kanı ve evliya cesetleriyle yorulmuş şu Erzurum şehrini kullarına iyilik ve lütuf olarak, düşmanların ayaklarının altında çiğnenmekten ve zalimlerin zorla almak için gösterdikleri hırs ve tamahtan kurtar. Sevgili peygamberin ve düşmanlarından zulüm görmüş olan torunu Hz. Hüseyin) hürmetine. Allah’ım şu memleketleri endişelerden salim olarak hilafeti islamiyenin himayesinde kaim (baki) kıl, ayrılmış ve terk olunmuş bir halde uğursuz düşman idaresine verme ve düşmanları emellerinde zillet, hüsran ve mahrumiyetiyle mahkûm et. Kayyum (ebedi) olan ismi celilin hürmetine; Ey çok merhametli olan Allah’ım biz toplandık mülkümüzün devamı ve milletin selameti ve hakanı zamanın (Padişahın) kudretinin devamı için senin emin sığınağına iltica ettik, İstiklal hükümetinin bayraklarının bu beldelerde devamlı kıl ve her zaman siyasetimizi sağlam ve adil esaslara bağlı kıl Kur’an-ı azimüşan hürmetine. Allah’ım silah ve hayati güçlerine güvenen düşmanlarımızı kahreyle, lütuf ve ihsanınla kurtuluş ve zafer, ümit ve rica ederiz, ey çaresizlerin yardımcısı sen kudret sahibi ve kahredicisindir. Allah’ım büyüklerimizin ve akıllılarımızın mahv ve helak edici hareketleriyle kudurmuş düşmanlarımızın talihlerini ters çevir; Ey nurların nuru Allah’ım bayrağınla İslam hükümetinin satvet ve kudretini nurlandır, hudut boylarına sahip ve bolluk içinde olarak zamanımızın kisra ve kayserlerinin (Yabancı hükümdarların) boyunlarını kırmaya Muaffak eyle.’’Zaten onların hileleri kurdukları düzenleri boşa çıkar’’(112) buyurduğun güzel vaadinle ve kudretinle. Allah’ım şu toplulukta bulunup Amin diyen devlet adamlarının ve memleketlerinden hicret etmek zorunda bırakılmış olan vatandaşların muratlarını kolaylaştır, bizleri selamete ve sevinçli olarak memleketimize avdet etmek nasip et kıyamet gününün efendisi olan peygamberimiz hürmetine. Hamd ve selam sana alemlerin rabbi olan ulu Allah’a Ve selam ün alel mürselin velhamdülillahi rabbül âlemin ŞİRAN MÜFTÜSÜ İmza 112-Kuran-ı Kerim fatır Suresi Ayet: 10 200 KAYNAKÇA 1- Trabzon salnameleri 1322 s.187-39 2- Ayhan Yüksel Araştırmacı yazar Karadeniz de yer adlarının Değiştirilmesi. 3- 4-Dr. Ali Sinan Bilgili Kültür Vadisi Gümüşhane s. 20 4-Plunusun notları s. 96 5-Uygarlık Tarihi Ron CARTER s.37 6- Geçmişte ve Günümüzde Gümüşhane Gülyüz USLU s. 143 7- Tokat Vilayeti hakkında Malumat s.23 8-İsmet Miroğlu Erzincan Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA) s.319 9- Trabzon Saray Tarihçisi Panaretosun Kroniği 10- Dç. Dr. Ali ÇELİK Çepnilerin Anadolu’nun Türkleşmesindeki 11- Panaretos Ali Şükrü AYGÜN 12-Evliya Çelebi Seyahatnamesi c.2 s. 538 13- Trabzon Salnameleri 1905 s187-390 14-Selahattin Tozlu Hayrü-l kelam nr.16-20 1329 s. 121,122 15-Dç DR Bayram Nazır Makale 16- Fatma Acun Osmanlı döneminde Anadolu şehirlerinin Gelişmesinde devletin rolü 17-Fatma Acun Karahisarı Şarki ve Koyul hisar kazaları örneğinde Osmanlı taşra teşkilatı 18-Dündar aydın Erzurum Beylerbeyliği s. 229-230 19-Dündar aydın Erzurum Beylerbeyliği 20-Eyüp Kul 1642 tarihli Erzurum avarız defterine Göre Şiran kazası 21-Evliya Çelebi Derviş Mehmet Zilli-Kahraman Dağlı İstanbul 1999 s.102 22-Evliya Çelebi Seyahat namesi c: 2 s. 538 23-MAD 5152 s.868 (Maliyeden Müdevver Defterler) 24-Eyüp KUL, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, sayı 44, Erzurum 2010, s.271-289)."1642 Tarihli Avarız Defterine Göre Şiran Kazası ve Köyleri", Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, sayı 44, Erzurum 2010, s.271-289. 25-MAD. 5152 s.686 26-‘’Miadon’’ Son teşkilatı Mülkiyede köylerimiz İstanbul 1928 s.884 27-MAD. 5152 s.713 28-MAD.5152.s.713 29-MAD. 5152 s.697.708.711 30-Karye-i Mezbur MAD. 5152 s. 713 31-MAD.5152.s. 707 32-MAD Norşon Köylerimiz s. 884 33-MAD. 5152. s. 689-693-696-706-710 34-telme köylerimiz s. 883 35-MAD.5152.s 697-698-699-705-708-718 (E.Kul) 201 36-MAD.5152 s. 693-724 37-MAD. 5152 s. 719 38-MAD.5152 s. 697 39-MAD. 5152 s.711 40-MAD5152. s.692-711 41-Yrd. Dç İsmail kıvrım Vakfiye Defteri no 607 s.92 sıra 146 42-Karahisar-i şarki kazası s. 84 43-MAD. 5152 s. 691 44-Dr. Sinan Ali Bilgili Karahisarı şarkı kazası s.84 45-MAD. 5152 s713 46-Dç. DR. Ali Sinan Bilgili Karahisarı Şarki kazası s. 84 47-Ali Sinan Bilgili 16. Asırda Karahisarı Kazası yayınlanmamış Yüksek lisans tezi 48-Haldun Özkan Şiran Seydibaba Köyünde Bir Grup Osmanlı Dönemi Eseri s.118-119 49-MAD. 5152 s.713 50-MAD. 5152. s.713 51-MAD5122. s.715-716 52-MAD. 5122 s. 723 53-Trabzon Salnameleri Sene 1871 s156 54-Trabzon salnameleri 1872 s.65-182 55-Trabzon Salnameleri Sene 1873 s. 60 56-Trabzon Salnameleri Sene 1874 S. 61 57-Trabzon Salnameleri sene 1876 s. 77 58-Trabzon Vilayeti salnameleri 1877 s.78 59-Trabzon salnameleri Sene 1892 s. 290 60-Trabzon Vilayeti Salnameleri sene 1884 s329-331 61- Trabzon Vilayeti Salnameleri sene 1884 s329-331 62-Trabzon Salnameleri Sene 1896 s. 301-302 63-Trabzon Vilayeti Salnameleri Sene 1901 s.235-236-243 64-Trabzon Vilayeti Salnameleri sene 1903 s.301-304 65-Trabzon salnameleri Sene 1905 s. 388-389 66-Erzurum temettuat defteri 67-1569 Tarihli Erzurum Temettuat Defteri 68- Dç. Selahattin tozlu Osmanlılar döneminde Şiran’da ekonomi 69-Alpaslan Demir-Esat Aktaş Gümüşhane Sancağında Doğal Afetler 70-Kemalettin Kuzucu Karadeniz tarihi Sempozyumu 2005 c.II, Karadeniz Teknik Üniversitesi Yayınları s. 276 71-Kemalettin Kuzucu a.g.m s. 176 72-Alpaslan Demir-Esat Aktaş Gümüşhane Sancağında Doğal afetler 73- DOA, İrade Dâhiliye, Nr.41391, 13 Mayıs 1285, Esat Muhlis’ten Dâhiliye Nezareti'ne 74-DOA, İrade-i Dâhiliye nr, 4-435 1285 Esat Muhlisten Dâhiliye Nezaretine Telgraf name; 75- DOA, İrade Dâhiliyle, Nr.41435, Lo Rebiyülâhır 1286, "Tezkire-İ 202 Sena veri". 76-B.DA Tarih 03.m1231 H Dosya no. 641 Gömlek no. 31520 77-B.D:A Tarih 1231 Dosya no: 636 Gömlek no: 31375 78-B:D:A tarih 1249 Dosya no: 468 Gömlek no: 22853/E 79-B:D.A Tarih 1249 Dosya no: 468 Gömlek no: 22853/3 80-B:D:A Tarih 1278 Dosya no: 499 Gömlek no. 31 81-B:D:A Tarih 1313 dosya no: 33 Gömlek no 19 82- Pr. Dr. Metin Ayışığı Ermeni Teciri Konusunda Yeni Perspektifler 83-Betül Şenbak Şiran ve Çevresi Höyük ve Kaya mezarları Yayınlanmamış Yüksek Lisans tez çalışması. 84- Gümüşhane Kültür yayınları Çanakkale şehitleri 85- Başbakanlık Osmanlı arşivleri 86-Trabzon salnameleri 1876 s.77 87- Trabzon salnamesi 1894 s.329–331 88- Trabzon Salnameleri 1901 s.235-236-243 89- Trabzon salnameleri: 1894 s. 329 90- Trabzon salnameleri: 1896 s. 3001 91- Trabzon salnameleri 1901 s. 243 92- Trabzon salnameleri: 1903 s. 301 93-Dr. Selahattin Döğüş Ortaçağ Anadolu’sunda Bir Kadın teşkilatı Bâcıyân-ı Rûm 94-Yunus Suresi Ayet 62 95-Elde bulunan H 834 tarihli Ferman kayıt Örneği 96-Trabzon Vilayeti salnameleri Sene 1872 s.65-182 97-Arşivlerden Çıkarılan Elde Bulunan Seydibaba Köyü Tarihi 98-Eyüp Kul basılmamış Üniversite Tezi Karadeniz Evliyaları 99-Dr. Ali Sinan Bilgili Kültür vadisi Gümüşhane s 20 100-Ramazan Kahveci Özel arşivden çıkardığı belge 101-Harun Bostancı Osmanlı Döneminde doğu Kara denizde Kurulan Tekke Ve Zaviyeler Yayınlanmamış Üniversite tezi. 102-BOA 05/S/1112 Dosya no 25 Gömlek no 2425 103-Murat yüksel Gümüşhane Kitabeleri 104-Sadık Albayrak Son Dönem Osmanlı Evliyaları 105-Dr Selahattin Tozlu Bir İlmiyeli Ahmet Şirani 106-Selahattin Tozlu. A. Şirani Teşebbüs ve Gaye-i Neşr Medrese İ’tikatları 107-Bu Şiirler Yatılı Bölge Okulu Müdürü idris Gedik tarafından Osmanlıcadan Çevrilmiştir 108-Telme Köyünde ikamet eden emekli imam Mustafa Toruk Hocanın elinde bulunan belgelerin fotokopileridir 109-Kültür Vadisi Gümüşhane 110-Kuran-ı Kerim Saf Suresi Ayet: 8 111-Kuran-ı kerim Hucurat Suresi Ayet:9 112-Kuran-ı Kerim Fatır Suresi ayet:10 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222