bir hikâye birçok yorum (4)

Transkript

bir hikâye birçok yorum (4)
1
GÖNÜLDEN ESİNTİLER
BİR HİKÂYE BİRÇOK YORUM
(4)
BİR RESSAM HİKÂYESİ
NECDET ARDIÇ
İRFAN SOFRASI
NECDET ARDIÇ
TASAVVUF SERİSİ (62)
2
ÖN SÖZ
(BİR
HİKÂYE BİRÇOK YORUM)
Selâmün aleyküm sevgili arkadaşlarımız, dostlarımız, muhiplerimiz
ve evlâtlarımız.
(Bir hikâye birçok yorum) isimli istişare-tefekkür
değerlendirmesi olan çalışmalarımızın birincisi, (25-1-köle ve incir
dosyası) hamdolsun neticeye erdi. İlgilenen ve fikir yürüterek cevap
gönderen her kese teşekkür ederiz.
(Bir hikâye birçok yorum) isimli istişare-tefekkür değerlendirmesi
olan çalışmalarımızın ikincisi,
(27-2-genç ve elmas dosyası)
hamdolsun neticeye erdi. İlgilenen ve fikir yürüterek cevap gönderen her
kese teşekkür ederiz.
(Bir hikâye birçok yorum) isimli istişare-tefekkür değerlendirmesi
olan çalışmalarımızın üçüncüsü, (34-3-bakara dosyası) hamdolsun
neticeye erdi. İlgilenen ve fikir yürüterek cevap gönderen her kese
teşekkür ederiz.
Şimdi bu çalışmaların dördüncü olan (62-4-bir ressam hikâyesi)
ne geçelim. Yine sizlere küçük bir hikâye anlatıp değerlendirilmesini
isteyeceğim. Değerlendirmek isteyenlerden vakit buldukça düşünerek
makul bir süre içinde cevaplarını bekliyorum. Daha evvelce de
belirttiğimiz gibi bu bir imtihan değil sadece düşünce yeteneğimizi
geliştirme yolunda bir değerlendirmedir. Netür cevap olursa olsun hepsi
makbulumuz’dur. Gayemiz birer şahsi kimlik oluşturup ben “neyimkimim” sorularına cevap bulmağa çalışmaktır. Şimdi gelelim dördüncü
hikâyemize.
Bu oldukça kısa bir hikâyedir. Zannediyorum vaktiyle okuduğum,
“şeyh Sâdî-i Şirâzî’nin Bostan, gülistan” türüne benzer bir kitapta
okumuş idim, hatırımda kaldığı kadarıyla şöyle ifade ediliyor idi.
Bir gün bir yerde yaşayan bir kişi tasvirci-ressam olan diğer bir
arkadaşının ziyaretine gitmeye karar vererek yola çıkar nihayet
arkadaşının bulunduğu yere gelir ve içeriye girer bir müddet dinlendikten
sonra duvarlarda ki ve her yerdeki resimlere bakar, hepsinin belirli bir
özelliği olduğunu görür. Bu özellik ise bütün tasvir-resimlerin sadece
“hayvân” sûretlerinde olduğudur. Bunun sebebini anlamaya çalışan
misafir arkadaşına,
3
>(yapılacak başka resim yokmu! neden hep hayvân resimleri
yapıyorsun?)
dediğinde,
arkadaşının
verdiği
cevap
oldukça
düşündürücüdür.
>(Evet vardır, fakat bu resimleri “yukarıdaki çiziyor”, ben içlerini
dolduruyorum) demiştir.
Kısa olmakla beraber oldukça düşündürücü ve tefekkür gerektiren
bu hikâyeyi böylece ifade ettikten sonra, ben de sorular halinde faydalı
olur düşüncesiyle biraz açmaya çalışarak cevaplarınıza yardımcı olmaya
çalışacağım.
(1) Kazâ ve Kader mevzuunda olduğudur.
(2) Hangi mertebedendir.
(3) Eğer başka türlü resimler “İnsân veya doğa” olsa idi hangi
mertebelerden olurdu?
(4) Ressamın resimlerin içini doldururken renk ve düzenleme
seçeneği varmı’dır? Yoksa boyamakta da mecburmu’dur.?
(5) Ressamın yaptığı işten kendisinin hangi mertebede olduğunu
düşünebiliriz.?
(6) Diğer mertebelerin birinde olan kimseye yukarıdan nasıl ve
neler çizgi çizilirdi?
Bunlar ve benzeri sorularla sizlerde bazı ilâveler geliştirerek
cevaplarınızı zenginleştirebilirsiniz Cenâb-ı Hakk tefekkürlerinizi arttırsın.
Şimdi bu seneki sistem içi tefekkür geliştirme çalışmalarından
ikincisi olan küçük bir riyazat tarifine gelelim.
(10) Zilhicce 1432-6 Pazar kasım 2011) bayramın birinci günü.
(13) Zilhicce Çarşamba, bayramın son günü ve bir senelik seyru
sülûk’un da sonu’dur.
Muharrem’in, “hicrî sene başı” (1) olan (26) kasım cumartesi 2011
yeni senenin seyru sülûk başlangıcıdır. Buna (40) gün eklersek nihayeti
(4) ocak 2012 olur. İşte bu süre içerisinde nefs terbiyesini isteyenler
kendi kendini koruma ve eğitmesi için hayvâni ve hayvâni gıdasız oruç
tutulması tavsiye edilmektedir. Oruçlara niyet edilirken “en son kazaya
kalmış orucuma” diye niyet edilebilir ve böylece borçlar da kolaylaşmış
olur. Cenâb-ı Hakk kabul etsin İnşeallah.
Belirtilen süre içerisinde her kes dilediği kadar, dilediği şekilde
kendi şartlarını da göz önünde tutarak tutabileceği oruç miktarını ve
şeklini kendileri seçerler.
Her iki konuda da başarılar dilerim. Bunları çevrenize bildirip
oluşacak cevapları (3) ay içinde çevrenizden toplayıp bir dosya halinde
bana gönderebilirsiniz. Cevap yazanların isim ve soyadlarını sadece ilk
iki harfleri ile bildirirseniz yeterli olur. Başarılar diler sevgi ve
muhabbetlerimi gönderirim. NECDET ARDIÇ: TERZİ BABA.
-------------------
4
BİR RESSAM HİKÂYESİ
BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM:
Nihayet bu çalışmalarımızın da cevapları gelmeye başladı bende
gelen yazıları düzenlemeye başladım, İnşeallah tamamına ulaştırmış
olurum.
Ancak bu sefer değişik bir uygulama yapacağız o da şudur. Her bir
yorum-cevaba sırası ile bir numara verilecektir. Eline bu kitap geçmiş
olan, içinde yazıları olan veya olmayan kimseler bütün kitabı sonuna
kadar okuyup aralarında numara sırasına göre birden üçe kadar
değerlendirme yapmalarını isteyeceğim, daha sonra kimin yazısı daha
çok puan almışsa o yazı birinci seçilmiş olacaktır. Bu ise eğitimin başka
bir yönü olmuş olacaktır.
Ancak kişi kendine ve sonda olacak olan benim özet yazıma puan
vermeyecektir. T.B.
*************
(1) Ze… Ko…..
Subject: El-Cevap
Date: Thu, 3 Nov 2011 14:34:40 +0200
Eselâmü Aleyküm;
Muhterem büyüğüm can yoldaşım. Âcizane birkaç satır karaladık ektedir.
Bâkî Selâm ve gönülde muhabbetlerimi sunarım.
Subject: RE: El-Cevap
Date: Thu, 3 Nov 2011 23:50:40 +0200
Ve aleyküm selâm, Ze…….ciğim Ressam hikâyesine ilk cevap sizden geldi.
Teşekkür ederim oldukça güzel olmuş ellerine gönlüne sağlık. Süre sonunda bütün
gelen cevaplarla birlikte bütün bir kitap halinde neticelendiğinde tekrar tamamı
olarak herkese göndereceğim, İnşeallah.
Ayrıca size yeni baskıdan çıkmış olan (İnci tezgâh-ı) isimli kitabımı da
gönderiyorum umarım faydalı olur. Hayırlı akşamlar hoşça kalın, gönülden bâki
selâmlar. Necdet Ardıç. T.B.
------------Eselâmü Aleyküm,
Huuu Erenler divânına.
Öncelikle gönülden Selâm ve sevgilerimi iletir hayır dualarınızı beklerim.
Efendim burada yapacağım acizâne açıklamalar birilerine örnek
değil. Ancak kendi nefsime ve kendi anlayış iz’â nıma nasihattir.
Malûmdur ki yaratılış Üç ana unsur üzerinedir.
1-İnsân
5
2-Hayvân
3-Bitki
Açıklamaya başlarken en sonuncusu olan Bitkiden başlamak
istiyorum:
Tabiatta bulunan bütün bitkiler yaradılışları gereği ne olacakları ve
Ne üretecekleri hepsi bir çekirdeğin içine “O yerin göğün ve bunların
arasındakilerin yegâne sahibi olan” ve her şeyi yerli yerince
düzene koyan, tarafından programlanmıştır.
Misâl: Bir kayısı çekirdeğini toprağa dikerler kırmakta zorluk
çekilen o çekirdek bir yağmur tanesinin ona ulaşmasıyla çatlar ve içinden
ince bir fide çıkarır daha sonra fidana dönüşür daha sonra ağaç olur
yaprak çiçek açar ve kayısı vermeye başlar ve her kayısının içinde tekrar
bir çekirdek ile neslini üretir.
Bütün bunların yanı sıra ağaç topraktan gelecek hastalıklar, zararlılar ve bakterilere karşı da kendisini korumaya alır eğer korumasını
düzgün yaparsa verimli bir ağaç olur.
Eğer kendini yeterli bir şekilde korumaya almazsa onun içine giren
bakteri ve zararlılar onun çürümesine neden olurlar.
Bütün bunlar “Hâlik’ı zül-Celâl” tarafından ne güzel bir Marifet ile
hazırlanmış ve meyvenin içindeki çekirdeğe programlanmıştır.
Hayvânların yaratılışına bakarsak onlarda Bitkiler gibidir:
Misâl: Bir kuzuyu ele alalım kuzu anasından doğduğunda neleri
yiyeceği ve yemeyeceği neleri içeceği, kimlerden kendini koruması
gerektiğini, onun için tehlikeli olan sâir hayvânların hangileri olduğu,
sırtındaki yünü uzatması zamanı geldiğinde süt vermesi gerektiğini bilir.
Eğer programında olmayan bitkilerden yerse zehirlenir, hastalanır
sürüden ayrılırsa vahşiyata yem olur. Bu ve bunun gibi yazmakla
bitiremeyeceğimiz haller de onun beynindeki programa yüklenmiştir ve o
programa göre bir hayat sürer.
Şimdi gelelim İnsân’a:
Onun Dünya’ya geldikten sonraki hayatı tamamen ana babasına
bağlıdır. Beslenmesi, bakımı ve temizliği ancak başkaları tarafından
yapılmaktadır. Kendi kendine yeteceği yaşa kadar, eğitime ve
öğrenmeğe muhtaçtır. Daha sonra kendi hayat çizgisinde edindiği
tecrübe ve bilgilerle ilerler. Bu ilerleyiş örf âdet ve inançlara göre farklılık
gösterir. Bütün bunlara baktığımızda Bitkiler ve hayvânlarla aradaki fark
şudur. Onlar programlanmış bir şekilde yaratılmakta ve eğitime tabi
değiller. Bazı Hayvânlar hariç.
Hikâyedeki konuya gelince;
(1) Kaza ve kaderle ilgili olanın açıklaması yukarıdaki yazılanlarda
Mevcuttur.
(2) Hangi mertebedendir düşüncesi ise ilk önce Hz. Pîr’imizin
dergâhı’nın kapısının üzerindeki yazıyı aklıma getirdi Himmeti âlileri var
olsun.
Aşıkların kâ’besi’dir bu makam
Eksik gelenler gitti hep tamam
6
Resimleri yukarıdaki çiziyor’dan maksat yaratılış tasviri’dir. İçlerini
doldurması ise “Eksik gelenler gitti hep tamam” mısrasındaki sırra
İşarettir burada hazretin makamı malûmunuz üzre Velâyet ve daha da
üstüdür ki “ben içlerini dolduruyorum” demekle kendisine boş
gelenleri Aşk-ı ilâhi ile doldurup seyr-i Sülûk ile vuslata eriştirmesidir.
(3) Sâir tasvirlerin şekle ve resme göre değerlendirilmesini burada
sınıflandırmak çok uzun süreceğinden burada bırakmayı uygun gördüm.
(4) Ressam resimlerin içini kendi tecrübe ve birikimleri
doğrultusunda boyar renk seçimi ancak boyananın istidadına bağlıdır.
Halkı bunca Enbiyâ kim geldi dâvet eyledi,
Vahdedin sırrı bilinmektir o dâvetten garaz (N.Mısri)
(5) Yukarıda cevaplandı.
(6) Sâir mertebelerdeki çizgilere gelince her yolcu bulunduğu
yoldaki makam üzere farklı çizgiler gösterir bunun içinde şu dizeler
aklıma geldi.
Sâni-i gör, günde yüzbin türlü sanat gösterir,
Kendini göstermektir ancak o san’attan garaz. (N.Mısri)
Pek Muhterem büyüğüm can yoldaşım. Bu yazıyı yazarken herhangi
bir eseri araştırmam veya bilgi aramama vaktim müsait olmadı. Ancak
Hazmi Efendi babamızın, ve şeyhimin himmetine sığınarak gönül
kitabımıza bakarak hazırladım bu tür ve benzeri konularda nedendir
bilmiyorum uzun uzadıya değil de daha ziyade, kısa yazarak bitirmeğe
yönelik bir haleti ruhiyem var. Yapmış olduğum kalabalık yazımdan
hoşnut olacağınızı umar, hayır dualarınızı beklerim.
Bâkî selâm ve kalbi sevgilerimle.
S….Ze…… KO……03 KASIM 2011 Saat 14,00
*************
(2) Si….. Se….. Selâm ile;
Subject: RE: Bir hikâye birçok yorum
Date: Sat, 5 Nov 2011 10:28:59 +0200
Hayırlı günler Si…… oğlum, cevabının acelesi yoktu ama vaktiyle
yazdığın için gene de iyi olmuş, yazında güzel olmuş, İnşeallah ilerilerde
bunları daha da iyi anlayacaksın. Mevzu tamamlanıp kitap haline gelince
gene herkese gönderilecek herkes birbirinin fikirlerini böylece görme
imkânı olacağından herhangi basit gibi görünen bir konun ne kadar
değişik yönleri olduğu bu çalışmalarla ortaya çıkmış olmaktadır.
Oruçlara gelince. İki türlü olduğu belirtilmişti, "hayvâni gıdalı ve
hayvâni gıdasız" (Hayvâni gıdalı demek oruç süresi dışında her türlü
gıdanın yenildiği normal Ramazan orucu ve benzeri nafile oruçlar,
demektir) (hayvâni gıdasız olanlar ise) oruç tutulduğu sürelerde oruç
gününün başında ve sonun da "imsak ve iftar" ve gece aralarda hiç bir
şekilde "et, süt, yumurta, peynir, yağ," gibi yiyecekler, hayvâni gıdalar
tüketilmemesidir. Sadece bitkisel gıdaların tüketilmesidir. Bu orucun
7
normal şartı (40) gündür çünkü denildiğine göre o gün yenen bir hayvâni
gıdanın ancak (40) gün sonra vücûttan tamamen atıldığıdır. (40) günün
sonunda o kişide artık hayvâni gıdaların verdiği ahlâk hafiflemiş ve tesiri
azalmış olur. Bilindiği gibi yiyeceklerin insânların üzerindeki olumlu ve
olumsuz etkileri kaçınılmazdır. Eğer yapabilirsen bunu (40) gün olarak
dene çünkü fiziken senin için mümkün olur geriye irâde gücün kalırki o
da senin bileceğin bir iştir. Bizden yana mecburiyet yok sadece tavsiye
vardır. Bu hususta benim ne yaptığımı merak ediyorsan bildireyim,
kısaca bu tatbbikatı defalarca yaptığımdır. Hattâ benim oruç ölçüm,
senenin oruçlu geçen günlerinin oruçsuz geçen günlerinden fazla olması
hesabına dayanıyor idi, (üç aylar dahil her haftanın üç günü pazartesi
perşembe cumartesi) ile birlikte oruçlu günlere senelerce devam
edilmiştir. Ancak yaşımın ilerlediği ve o günlerin gücü kalmadığı ve
ramazan dışında ki bu tür nafile oruçlara da gerek kalmadığı için bu tür
nafileleri tutamıyorum. Cenâb-ı Hakk meraklı olan mücadele ehline
kolaylıklar ihsan eylesin. Hayırlı bayramların olsun herkese selâmlar,
uygun olursa eşin de gelebilir. Orada gene görüşürüz İnşeallah, hoşça
kal Efendi Baban.
Date: Sat, 5 Nov 2011 00:10:29 +0200
Subject: Re: FW: Bir hikâye birçok yorum
Efendim ben anlatmış olduğunuz hikâye’yi elimden geldiğince
teffekkür ettim. Cevabım eksik ve yetersiz olacaktır. Ama siz cevap ne
olursa olsun yazın dediğiniz için yazıyorum.
Mevzu’nun kazâ ve kader ile ilgili olduğunu düşündüm. Resimlerin
çizilmesi “küll-i irâde”nin, içlerinin boyanması “cüz-i irâde”nin hükmünü
icra etmesi gibi geldi. Resimleri yapan kişinin “yukarıdaki” sözünden
Allah C.C. kasteddiğini düşündüm. “yukarıdaki çiziyor” ifadesi Küll-i
irâdenin tecellisi olabilir. “ben içlerini dolduruyorum” ifadesi ise Cüz-i
irâde tecellisi olabilir.
Birden fazla resmin olması başımıza gelen olaylar veya Allah’ın bizi
tabi tuttuğu sınavlar olabileceğini düşünüyorum. Her olayın sınırları
Allah tarafından çizilmiş, lâkin çizilen sınırların içerisinde kalmak koşulu
ile insân’a tercihler yapma yetkisi verilmiş.
Bu tip bir çözümleme’de tam olarak anlayamadığım yerlerden birisi,
ressamın tam olarak neye karşılık geldiği? İnsân’da bulunan nefse mi
karşılık geliyor yoksa akla mı? Bundan tam emin olamadım efendim.
Ressamın bu çizgilerin içini doldururken renk seçme ve düzenleme
lüksü cüz-i irâde miktarınca vardır. Lâkin bu seçimlerin ve
düzenlemelerin nasıl olunacağı Allah tarafından bilinmektedir. Bu
seçme ve düzenleme hakkı sadece insân’ın bilmesi içindir. Çünkü zâten
Allah her şeyi bilir.
Efendim benim cevabım, dolayısı ile çapım bu kadar. Bu konunun
mertebeler ile olan ilişkisine dair pek bir şey söyleyemiyorum. Size daha
önceden mertebeler ile igili olarak yine sorular sormuştum. Siz 14.
Kitabınızı sâlık vermiştiniz. Bilgisayardan kitap okuyamıyorum, inşallah
onu bastırıp okuyacağım kısa zamanda...
8
Yazmış olduğunuz ikinci konuyla alâkalı olarak “hayvâni ve hayvâni
gıdasız oruç tutulması tavsiye edilmektedir.” Yazmışsınız. Burada
bahsettiğiniz ramazan orucundan farklı bir oruç mu? “hayvâni ve
hayvâni gıdasız” derken diğer şeyleri yiyebildiğimiz bir oruç mu tam
anlayamadım?
Allah sizden razı olsun. İnşeallah hayırlısı ile haftaya Pazar görüşmek
üzere.
Saygılar, Selâmlar Si……...
*************
(3) Mü….Al….
Subject: RE: Bir hikâye bir çok yorum
Date: Sat, 5 Nov 2011 17:28:34 +0200
Aleyküm selâm Mü….. oğlum, gönderdiğin cevaplar oldukça iyi Cenâb-ı
Hakk tefekkürünü daha da çok arttırsın, istediğin dosyaları göndermeye
çalışıyorum İnşeallah aynı program sende de vardır da açılırlar. Bu
vesile ile bende bayramını kutlarım. Herkese selâmlar hoşça kal. Efendi
Baban. Bu dosya da tamamlandıktan sonra bütün olarak herkese
gönderilecektir. Böylece herkes birbirinin fikirlerinden istifade etmiş
olacaklardır.
Subject: RE: Bir hikâye bir çok yorum
Date: Sat, 5 Nov 2011 13:37:02 +0200
Selâmün aleyküm Efendim,
Öncelikle Kûrb’ân bayramınızı kutluyorum, Allah yapacağınız
ibadetleri şimdiden kabul etsin. Allah nice sağlıklı, mutlu ve huzurlu
bayramlar nasip etsin size ve ailenize efendim, Inşeallah.
Yolladığınız hikâye’yi verdiğiniz başlıklar cihetinde kısa, kısa elimden
geldiğince, âcizane ifade etmeye çalıştım.
(1) Kazâ ve Kader mevzuunda olduğudur.
Ressam’da teslimiyyet anlayışı var. Ayrıca, çizme eylemini Allah
(c.c.) ’nin yaptığını düşünüyor ve içlerini doldurma eylemini Allah (c.c.)
tarafindan kendisine verildiği ölçüde idrak edip, hayvânları resmetmeye
çalışıyor. Ressam, kendi benliğinin olmadığını, onu yaradanın yolunu
çizdiği güzergâhta ilerlediğini düşünüyor.
Ressam; ”Benim yaptığım bir şey yok, sadece yaradılmış
(hayvânlar) olanları, ben de olanla (resim etme kabiliyeti ile) ortaya
çıkıyorum.” demek istiyor kanaatimce.
Yaradan sıfatlarıyla (hayvân, doğa, insân) bu âlemde (dünya’da)
bize görünüyor, biz bunları anlamlandırmaya ve gizli hazinelerini
bulmaya çalışıyoruz.
Daha önce çizilen şeyi (kader anlayışı) takip ettiğini, kendini ressam
olarak (kazâ anlayışı) çizgilerin içini doldurmanın dışına çıkamayacağını
9
düşünüyor.
geçemeyiz.
Yaradan
sınırları
ezelde
belirlemiştir,
bunun
ötesine
(2) Hangi mertebedendir.
Efendi Babacığım, mertebeler hakkında eserlerinizden çok fazla
araştırma yapamadım, az da olsa okuduklarımdan ressamın Tevhid-i
Ef’âl mertebesinde olduğunu düşünüyorum. Nedeni ise, karşına çıkan
fiilleri (burada hayvânların yaratılması) Hakk’tan bilmesi olarak
yorumladım. Daha esmâ ve sıfatlarını idrak etmeye çalışması ve bunları
anlamlandırmak için belki de farklı tasvir etmesi gerekebilir diye
düşünüyorum (içlerini nasıl dolduracağını çalışarak).
(3) Eğer başka türlü resimler “İnsân veya doğa” olsa idi hangi
mertebelerden olurdu? Resimleri ayni anlayışla yapacak olursa
mertebesinin yine Tevhid-i Ef’âl olacağını düşünüyorum. Diğer halk
edilenleri (doğa, insân) resmetmesi, Allah (c.c.) farklı mertebelerden
ayrı, ayrı zuhurları olduğunu anladığını gösterecektir.
(4) Ressamın resimlerin içini doldururken renk ve düzenleme
seçeneği varmı’dır? Yoksa boyamakta da mecburmu’dur.? Ressamın
resimlerini içini ayrı, ayrı renklerde ve değişik düzenlemeler yapma
yeteneği ve sonuc olarak bunu seçme durumu vardır. Yaradılanların
kendi aynasında nasıl zuhur ettiği Allah (c.c.) nun kendisine armağan
ettiği kabiliyyet ölçüsünde olacaktır. Bunun sonucunda çok farklı
guzellikler (resimler) ortaya çıkabilir.
(5) Ressamın yaptığı işten kendisinin hangi mertebede olduğunu
düşünebiliriz.? Tevhid-i Ef’âl mertebesinde olduğunu düşünüyorum.
Fakat bu mertebeye erişmek için kendi nefsinde aşması gereken
mertebeleri (ilk 7 nefs mertebelerini) geçtiği konusunda tam emin
değilim.
(6) Diğer mertebelerin birinde olan kimseye yukarıdan nasıl ve
neler çizgi çizilirdi? Efendi Babacığım, tam emin olmamakla beraber
âcizane yorumum ve hissiyatım, mertebelerde ilerledikçe Tevhid-i Esmâ
ve Tehvhid-i sıfat mertebelerinde artık çizgilerin ortadan kalkacağını,
nefsinde Allah (c.c.) yu bulmus kişinin tamamen yaratılanlar arasında da
O’nda kaybolacağını düşünüyorum. Artık ne çizmeye ne de boyamaya
gerek olacağını düşünüyorum daha ileri mertebelerde.
(7) Diğer doğa ve insân resimlerini yapabileceği halde neden
sadece hayvân resimleri çiziyor ressam? Yine kader ve kazâ anlayışı
içinde kendisine Allah (c.c.) tarafindan bu görevin (hayvânları
resmetmek) verildiğini diğer yaradılmışları resmetmesinin kendi işi
olmadığını düşünüyor olabilir. Bir diğer neden, özellikle insânı
resmetmek için yeterli olmadığına kanaat ediyor. Belki bu konuda daha
çok çalışması ve Allah (c.c.) nun kendisine bu izni vermesi sonrasında
insânı resmetmeye başlayabileceğini düşünüyor olabilir.
Efendi babacığım küçük bir istirhamım olacaktı. Daha önce yapılan
calışmaların hikâyelerini yollayabilirseniz çok sevinirim. (25-1-köle ve
incir dosyası, 27-2-genç ve elmas dosyası, 34-3-bakara dosyası)
10
Her şey için Allah râzı olsun sizden Efendim. İnşeallah izne Türkiyeye
geldiğimde yanınıza uğramak istiyorum izniniz olursa. Allah'a emânet
olun Efendim. Hoşça kalın. Oğlunuz Mü……
*************
(4) Ay…….Er……
Subject: RE: Ressam Hikâyesi yorumu
Date: Sun, 20 Nov 2011 23:12:08 +0200
Aleyküm selâm Ay….. kızım yazıların güzel olmuş, eline diline sağlık
hemen dosyasına koplayacağım. Cenâb-ı hakk daha nicelerini nasib etsin
İnşeallah. hayırlı akşamlar Nüket anneninde selâmları vardır herkese
selâmlar hoşça kal Efendi Baban.
Date: Sun, 20 Nov 2011 13:27:34 +0200
Subject: Ressam Hikâyesi yorumu
Saygıdeğer Babacığım, Ressam hikâyesi ile ilgili olarak dilim
döndüğünce bir şeyler yazdım. Sizin ve Nüket annemin ellerinizden
öpüyorum. Saygılarımla
BİR HİKÂYE, BİRÇOK YORUM:
HİKÂYE: Bir gün bir yerde yaşayan bir kişi, tasvirci/ressam olan
diğer bir arkadaşının ziyaretine gitmeye karar vererek yola çıkar, nihayet
arkadaşının bulunduğu yere gelir ve içeriye girer bir müddet dinlendikten
sonra duvarlardaki ve her yerdeki resimlere bakar, hepsinin belirli bir
özelliği olduğunu görür. Bu özellik ise, bütün tasvirlerin/resimlerin
sadece “hayvân” sûretlerinde olduğudur. Bunun sebebini anlamaya
çalışan misafir arkadaşına,
-“Yapılacak başka resim yok mu!? Neden hep hayvân
yapıyorsun?”
dediğinde,
arkadaşının
verdiği
cevap
düşündürücüdür.
-“Evet var, fakat
dolduruyorum”
bu
resimleri
“yukarıdaki
çiziyor”,
resimleri
oldukça
ben
içlerini
HİKÂYENİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ:
İnsânlar bulunduğu mertebede bildiği şeyleri düşünür, hayal
edebilir ve onlar hakkında yorum yapabilirler.
Allah’ın varoluşumuzda hepimize sunduğu bir mutlak kader var. O
mutlak kaderimizin içinde de kendi çabalarımıza sunulmuş bazı bölümler
var. O bölümleri mutlak kaderimizle tamamlıyoruz.
Hikâyemizdeki ressam da kendisinin bulunduğu ef’âl mertebesi
gereği Allah’ın nasip ve müsaade ettiği oranda hayvân figürleri
çizmektedir. Bu çalışmalarını sürdürürken müsaade edilen oranda
kendinden bir şeyler katabilmekte ve içini doldurabilmektedir.
Bir insân nefsini ne kadar çok terbiye edebilirse o oranda yaptığı
resimlere bu güzellikler yansıyabilir. Böylece tabiat ve nihayetinde insân
11
figürleri çizmeye başlar. (Çünkü insân yeryüzündeki en kemalli varlıktır.)
Onların içlerini de Hakkın verdiği bilgilerle dolduracaktır.
Ay…..Er……
*************
(5) Sa…….Bu…..
Subject: RE: Ressam hikâyesi yorumu
Date: Mon, 21 Nov 2011 00:00:31 +0200
Aleyküm selâm. Hayırlı geceler Sa……. bey kardeşim. üç günlük
Kütahya, Tavşanlı seyahatimizden pazar akşamı yatsı vakti sağlıkla
döndük çok şükür. İyi de geçti orada da evlâtlar vardı onlara bir dergâh
açtık hamdolsun faaliyetlerini orada huzurla sürdürüyorlar. Cenâb-ı Hakk
feyizlerini arttırsın, hepsinin herkese selâmları vardır.
Ressam, yazı cevabınızı aldım gerçekten oldukça iyi olmuş elinize
dilinize gönlünüze sağlık, içine ilâve ettiğiniz hikâyelerde yakışmış
ilginize teşekkür ederim. Cenâb-ı Hakk tefekkür ufkunuzu olabildiğince
genişletsin İnşeallah, sizin yazınızıda hemen dosyasına kopyalıyacağım.
Diğer kişilerden de cevaplar gelmeye başladı böylece dosya yavaş, yavaş
zenginleşiyor. Herkese selâmlar. Nüket annenin de selâmları vardır,
hoşça kalın Efendi Babanız.
Date: Sun, 20 Nov 2011 18:45:50 +0200
Subject: Ressam hikâyesi yorumu
S.A. Hayırlı günler Babacığım,
Ressam hikâyesi ile ilgili bir şeyler yazdım. Nasıl oldu bilemiyorum.
Biraz geç oldu kusura bakmayın. Temelde bir şey olmayınca...
Nüket annem nasıl? İnşeallah herkes iyidir. Ailece selâm ve
saygılarımızı sunuyor, sizin ve annemin ellerinizden öpüyoruz.
BİR HİKÂYE, BİRÇOK YORUM:
HİKÂYE: Bir gün bir yerde yaşayan bir kişi, tasvirci/ressam olan
diğer bir arkadaşının ziyaretine gitmeye karar vererek yola çıkar.
Nihayet arkadaşının bulunduğu yere gelir ve içeriye girer bir müddet
dinlendikten sonra duvarlardaki ve her yerdeki resimlere bakar, hepsinin
belirli bir özelliği olduğunu görür. Bu özellik ise, bütün tasvirlerin/resimlerin sadece “hayvân” sûretlerinde olduğudur. Bunun sebebini
anlamaya çalışan misafir arkadaşına,
-“Yapılacak başka resim yok mu! Neden hep
yapıyorsun?”
dediğinde,
arkadaşının
verdiği
düşündürücüdür.
-“Evet var, fakat
dolduruyorum”
bu
resimleri
“yukarıdaki
12
hayvân
cevap
çiziyor”,
resimleri
oldukça
ben
içlerini
HİKÂYENİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ:
Öncelikle hikâyemizdeki şahıs, mekân ve fiillerin neler olduğunu
tespit etmeye çalışalım. Hikâyede’ki şahıslardan biri ziyaret eden diğeri
ziyaret edilen.
Ziyaret edilen ressamın fiilleri/davranışları söz konusu olduğuna
göre ona yaşaması için Cenâb-ı Hakkın lütfettiği mekân şehadet âlemi
yani bu dünya.
Ziyaretçisinin ise isimlendirilmesi çok önemli değil, Hakk’ın bir
zuhuru. Bakılan mertebeye göre isimlendirilebilen bir zat. Belki ressam’ın
kendisi. Kendinden kendine olan bir ziyaret.
Hikâyede bahsedilen en önemli fiil ise, ressamın çizdiği hayvân
sûretleri ki; onların çiziminde ressamın tek dahli (müdahalesi) içlerini
boyamak. Bu cümleden hareketle akla gelen soru ise,
“Ressamın yaptığı tek şey boyamak. Peki gerçekten boyayan
ressam mı? Yoksa öyle mi zannediyor.”
Öyle ya, yaşadıklarımız ya da yaşadığımızı zannettiklerimiz birer
zandan ibaretse kim ressam? kim nakkaş? Kimdir “yaptım-ettim” diyen?
Nedir? ve ne kadardır? yapıp ettiği.
Resme bakarak ressamda güç görmek, kağıt üzerindeki karıncanın
kâleme bakıp da onu yazıyı yazan zannetmesi kadar komik elbette.
Kâlemi tutan el, ona hükmeden akıl ve o aklın gerçek sahibi, kısaca o
BİR olan …
Onu görmedikçe, kavramadıkça bireysel benlikler sahnesinde konuş
konuşabildiğin, oyna oynayabildiğin kadar.
Hikâye içinde hikâye olur mu? Bilmem ama,
Ülkenin birinde kral bir gün çok güzel bir deniz manzarası çizmesi
için ülkenin en iyi iki ressamını çağırır. Resimlerden hangisini beğenirse
onu alacağını ve ressama da yüklü bir meblağ ödeyeceğini söyler.
Ressamlardan biri yaşlı ve tecrübeliyken diğeri çok gençtir. Yaşlı
ressam tecrübelerinden faydalanarak göz alıcı, cafcaflı bir deniz
manzarası çizmeye başlar, genç ressam ise tek, tek her damlayı çizmeye
çalışmaktadır...
Bir ay sonra yaşlı ressam resmini bitirmişken genç ressam henüz
resmin binde birini bile tamamlayamamıştır.
Kral resimlere baktıktan sonra yaşlı ressamın yaptığı resmi beğenir,
diğeri zâten bitecek gibi gözükmemektedir. Kral biten resmi alır ve genç
ressama çizmesine gerek kalmadığını, diğer resmi aldığını söyler...
Fakat genç ressam çizmeye devam eder, balıkların pullarına kadar
tek, tek uğraşmaktadır. Aradan yıllar geçer, genç ressam artık iyice
yaşlanmıştır, ölüm fazla uzak değildir ancak hâlâ resmin yarısı bitmemiştir. Bir arkadaşı daha fazla dayanamaz ve ressama sorar.
- Artık iyice yaşlandın, bu resmi bitirmeye ömrün yetmeyecek, neden
sen de diğer ressamlar gibi çizmiyor, resmini bitirmiyorsun?
Ressam şöyle der...
13
- Ben, bu resme bakıp deniz zannetsinler diye değil, denize bakıp
resim zannetsinler diye çiziyorum..
Hangi ressamın haklı olduğunu düşünmeye gerek var mı bilmem
ama belki de asıl düşünmemiz gereken şey, her iki ressamın, resim
üzerindeki müdahale ölçüsüdür. Bizim resmettiğimiz şeyi gerçek
zannedenler acaba kendi hatalarını fark ederler mi? Fark edemeyip bir
ömrü, bu şaşı bakışla heba etmelerinde ressamın sorumluluğu ne
kadardır? Resimleri hakikatin kendisi olarak görmek yerine hakikate
bakarak resmi yorumlamak daha doğru olsa gerek. Bu noktadan sonra
resmi ve ressamı anlamak daha kolay olur sanırım.
Gelelim tekrar asıl hikâyemize.
Her yere hayvân resimleri çizen, daha doğrusu çizilen resimlerin
içini doldurmaktan başka bir şey yapmadığını belirten ressam, C. Hakkın
bu âlem üzerindeki tasarrufunun ne ve ne ölçüde olduğunu bilen bir
ressamdır, diyebiliriz.
Ârif olmak Rabbini ve nefsini bilmek olduğuna göre, Hakkın ezeldeki
hükümleri’nin müşahede âleminde mikdar, mikdar dağıtımı ve her esmâi İlâhiyye’nin zamanı geldiğinde bu mikdar’a boyun eğerek kendisine
düşen vazifeyi ifaya çalışması, hakiki kulluğun da bir gereğidir.
Hikâyemizdeki ressam da, kendi gücünün sınırlı olduğunu, sadece
muâllâk’ta olanlar üzerinde tasarruf sahibi olduğunu yani resimlerde
boş bırakılmış kısımları doldurmaktan başka bir şey yapamadığını
vurgularken, ef’âl mertebesinden bu vurguyu yapmakta ve irfan
yolundaki ilmini ortaya koymakta, ancak; “Yukarıdaki çiziyor” diyerek
kendisinin hâlâ ikilik üzere bulunduğunu, gerçek tevhide henüz
ulaşamamış olduğunu da ifşa etmiş olmaktadır.
Ressamın haklı olduğu husus şudur ki,
Tüm İlâh-î esmâlar için kader iki kısımdır.
Biri kader-i muâllâk, diğeri kader-i mutlak. Mutlak kâleminin
yazdıkları kesindir değiştirilemez.
Kader-i muâllâk sahası ise, kulun niyet, tercih, azim ve irâdesi
doğrultusunda ve her şeyden önemlisi de kendi a’yân-ı sâbitesi yönünde
yapıp etmelerini gerçekleştireceği sahadır. Burada fiiller gerçekleştiğinde
muâllâkta olanlar mutlak’a dönüşmüş demektir. İşte kulun sorumluluğu
da burada başlar.
Ressamlar ressamı’nın izni ölçüsünde kullandığımız kâlemin çizgi
ve renkleri değişebilir. Ne var ki burada da haddini bilmek oldukça
önemlidir. “Mutlak” olanda değişiklik yapmak nasıl mümkün değil ise
muâllâk olanda yapabileceklerimiz de sınırlıdır. Bu sınırı biz, bazen görür,
bilir ve uygularız. Bazen de bizim dışımızdaki esmâlar kendi rolleri
gereğince bizi, sınırımızı bilmeye yönlendirir fazla ısrarcı olunca da
Cebbâriyyet kanalından zorlayıverirler. Bu noktada şükür ve hamdin
gerçekleşmesi de ancak gerçek bir imân ve îkân ile mümkün olur.
Yüce Allah,
"Kendinizi kendi elinizle tehlikeye atmayın "buyuruyor.
14
Kul kendisini tehlikeye atmamak için aklını kullanır. Cüz’î aklını. Ya
da kullandığını sanır. “Kaderimi değiştireceğim” derken farkında
olmasa da kaderine yürümüş olur.
Derslerde öğrencilere sık sorduğum bir sorudur. “Hırsızlıktan
vazgeçen şahsın kaderi için ne söylenebilir?
Cevaplar her zaman farklıdır. Bilmeyenler, kaderi aklımızla
değiştirdik derler. Oysa hüküm mutlak olsaydı takdir gerçek olurdu
elbette. Kulun gerekçeleri ise onu rahatlatacak cinsten.
-Arkadaşım nasihat etti, ona hak verdim.
-Kamera olunca vazgeçtim.
-Çocuklarımı düşündüm.
-Yakalanma riskini göze alamadım.
-Günaha girmekten korktum.
………..
Gerekçeler uzayabilir. Ama bir gerçek var ki; mutlak olan vuku
bulmuş, muâllâk ise mutlaklaşmıştır. Artık geri dönüşü yoktur.
Sebeplere yukarıdan bakabilmenin kula sağlayacağı tefekkür ise
bambaşkadır.
Niye ben?
Neden böyle oldu?
Bu soruları bir kenara bırakabilmenin en kolay yolu da olaylara
yukarıdan bakabilmek, beşeri benlikten sıyrılarak değerlendirebilmektir.
Kendi hayatımdan bir örnek vermek isterim.
Bir bayram günüydü. Bir akrabamıza bayram ziyaretine gitmek için,
her zamanki sokağa sapıp bakkalın köşesinden dönüp evin karşısındaki
küçük boşluğa arabamı park etmiştim. Niyetim her zaman yaptığım gibi
geldiğim yoldan dönmekti. Ne var ki kalkma zamanı geldiğinde yan
tarafa park eden aracın benim dönüşümü zorlaştırdığını gördüm. Birkaç
manevra yapıp vazgeçtim.
Ev sahibine diğer sokaktan gidip gidemeyeceğimi sordum. Tarif
üzere başka bir sokağa yönelerek yola çıktım. Yolculuğum “mutlak”
yollar ise “muâllâk” idi. Ben seçiyordum ama bazen seçimimi etkileyen
başka esmâlar da çıkıyordu karşıma. Bahsettiğim park etmiş aracın
şoförü gibi. Üzülmüştüm bu park edişe, insânlar neden bu kadar rahat
diye hayıflanmış, fazla sinirli birisi olmadığımdan kaderimdeki bu küçük
manevraya “Vardır bunda da bir hayır” diyerek tepki göstermiştim.
Kızmamış, ağzımdan hiçbir kötü söz kaçırmamıştım.
Diyeceksiniz ki Eeeeeee nolmuş yani. Haklısınız, buraya kadar
sıradan bir hâdise. Ama birazdan anlatacağım şey olayı sıradanlıktan
çıkaracak.
Ben de herkes gibi yukarıda belirttiğim cümleyi “vardır bunda da
……” alışkanlık gereği söylemiştim. Ama birisi bana bunda nasıl bir hayır
olduğunu anlatmadıkça bu sadece ilme’l yakîn boyutunda kalacak belki
de alışkanlıklar dairesinden çıkamayacaktım.
15
İşte tam bu duygular içindeyken telefonum çaldı. Arayan ziyaretine
gittiğimiz ev sahibiydi. Orada bir şey unutmuş olabileceğimizi, bunu
bildirmek için aradığını düşündüm. Oysa telefondaki ses çok farklı bir
şeyden bahsediyordu. Âdeta zihnimdeki sorunun cevabını anlatıyor,
farklı yoldan dönmek zorunda oluşum ile bu durumdaki “hayr”ın ilişkisini
açıklıyordu.
Bilinmesi gereken bir husus var ki, o da geldiğim yolun oldukça dar
olduğu karşılıklı iki aracın geçebilmesi için birinin durup yol vermesi
gerektiğiydi. Yani aynı yoldan geri dönsem kullanacağım yol bu
şekildeydi. Telefondaki akrabam bana şöyle diyordu,
“Kardeşim Allah’ın ne iyi kuluymuşsun. İyi ki dönemeyip diğer
yoldan gittin.”
idi.
İyice meraklanıp neden böyle söylediğini sordum. Cevabı enteresan
“Siz hareket ettikten saniyeler sonra (biz diğer sokağı dönünce)
senin geldiğin yoldan aşırı süratle bir araç bu sokağa girdi. Şoför çöp
kovalarına çarparak durdu ve inip kaçtı. Arkasından 2. bir araç onu takip
ediyordu. O da çok süratliydi. 2. araç suçluyu takip eden bir polis
aracıydı.
O yola girmiş olsaydın……..”
İşte böyle insân olmak, sınırlı olmak demek. Sınırsız olandan
hakikati öğrenebilen herkesin yapması gereken alnını secdeden
kaldırmamak olurdu herhalde. Oysa, hamd için sebep aramaya ne
hacet.
İşte bu olayda C.Hakkın benim fiillerimdeki yönlendirmesi nasıl
farklı zuhurlarla farklı esmâlarla oldu ise, tüm oluşumlarda da bunu
düşünmek gerekir. Yoksa hamd ve şükrün gerekçesi gözden kaçabilir.
Ressamın hayvân resmi yerine başka resimler çizmesi konusu ise
sanıyorum ressamın mertebesi ile âlâkalıdır.
Herkesin bakışı değerlendirmesi ve fiilleri kendi mertebesindendir.
Birinci kattan bakan ile onuncu kattan bakanın gördüğü manzara aynı
olmayacağı gibi gördüklerini resmetmesi de manzaraya bağlı olarak
değişecektir. Madem ki hikâyemiz resim ve ressamla âlâkalı bu hususu
daha iyi açıklayacağını düşündüğüm bir ressam hikâyesini burada
belirtmek yerinde olacaktır.
Ressam iki arkadaş, sergide bir tabloyu seyrediyorlarmış. Biri:
-Şuna bak, güneşin doğuşunu ne güzel canlandırmış, deyince diğeri
düzeltmiş:
-İmkânı yok, mutlaka güneşin batışıdır.
-Belki öyledir. Ama nasıl oluyor da bu kadar kesin konuşabiliyorsun?
Diğer ressam cevap vermiş.
16
-Ressamı tanırım, sabahları on birden önce kalkmaz.
Öyle ya güneşin doğuşunu hiç görmemiş olan birisi nasıl resmetsin
ki güneşin doğuşunu, o sadece gördüğünü resmeder, kendi mertebesinden.
Bizim ressam da kendi mertebesinden çiziyor resimlerini. Kendi
tecelligâhından resmedebildiği hayvân, sadece hayvân.
Bir gün insân sûretleri de çizebilecek belki. O zaman da Terzi
babam hikâyeyi o şekilde soracak bize ve biz de kendi mertebemizden
açıklamaya gayret edeceğiz, dilimiz döndüğünce.
Küçücük bir hikâye hangi tefekkür ufuklarında yüzdürüyor insânı.
Birçok kardeşimizin yukarıdaki satırların çok, çok üzerinde düşünceler
ortaya koyacağına gönülden inanıyorum. Sebep olandan Allah razı olsun.
Satırlarımı konumuzla alakalı birkaç güzel sözle bitiriyorum.
*Kader, beyaz kâğıda sütle yazılmış yazı;
Elindeyse beyazdan, gel de sıyır beyazı!..
N.Fazıl KISAKÜREK
*Hiç şaşmayın saat gibi işler durur kader.
Yahya Kemâl Beyatlı
*Hiçbir yiğidin kazâ ve kader okuna karşı kalkanı yoktur.
Hâfız
*İnsânlar kendi çılgın ihtiraslarının neticelerini kadere
yüklerler.
Walter Scott
*Biz hepimiz, bir çömlekçinin elindeki çamuru andırırız; hiçbir
çömlek de çömlekçiye: ’’Beni niçin böyle yoğurdun?’’ diyemez.
Deniel defoe
Selâm ve dua ile …
Sa…….Bu….. Al………. (Bü……..) 20.11.2011
*************
(6) İz…….. As………
Subject: RE: hikâye
Date: Wed, 23 Nov 2011 18:58:13 +0200
Hayırlı akşamlar İz….çiğim, yazını aldım okudum oldukça güzel
olmuş ellerine gönlüne sağlık. Cenâb-ı Hakk daha nicelerini nasib eder
İnşeallah. Herkese selâmlar Nüket annenin de selâmları vardır hoşça kal.
Efendi Baban.
Date: Wed, 23 Nov 2011 17:06:49 +0200
Subject: hikâye
17
Hürmetler Efendi Babacım. Bugüne kadar sunduğunuz her şeye
sonsuz teşekkür ederim. Ressam hikâyesi ile ilgili düşüncelerimi aşağıya
özetlemeye çalıştım.
Ressamın, sadece hayvân resimler çizmesi nedeniyle henüz tarikat
anlayışına yeni girmiş şeriat mertebesinde ve nefsi emmâre ve levvâme
düzeyinde olduğu kanaatindeyim. Kazâ ve kader anlayışı ile ilgili olarakta
Cüneyd-i Bağdadi Hz. nin "Suyun rengi kabının rengidir" şeklindeki sözü
ile alâkalıdır sanıyorum. Nefs terbiyesi ve tezkiyesi yolunda ilerleyen
kişinin amelleri’de bulunduğu nefs mertebesine göre şekillenecektir.
Amellerdeki düşünceler ve ayrıntıların eyleme geçişinde de Allah (cc)
kişinin nefs mertebesine ve emri teklifi’ye uyuşuna göre amelleri zuhura
çıkartacaktır. Zira emr-i iradî Allah'dan olup, emr-i teklifi’ye riayet
hususunda ise birey serbest bırakılmış, ancak bu serbest bırakılış
başıbozukluk değil, "İlim öğrenmek her müslüman kadın ve erkeğe
farzdır", "Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz" vb. hadîslerle belirli bir
temele oturtulmuştur.
Hikâyede’ki ressama nefsinin mertebesine göre şekiller ve çizgiler
çizdiriliyor ve ayrıca ressamın, çizdiren hakkında mekân tayin ederek
"yukarıdaki" ile sınırlandırarak, eksik tenzih ve tevhid anlayışına da sahip
olduğu da anlaşılmaktadır. Kabının rengi (nefs mertebesi) ne göre
ameller zuhura çıkmaktadır. Âlemler fiili ve tafsilî Kûr'ân olduğundan
dolayı, birey, çizdiği resimlerle, yaptığı amellerle, Kûr'ân’da ki kendi
yerini, Kûr'ân anlayışını zuhura çıkartacaktır. İnsân, doğa vb.
resimlerdeki temada bulunduğu nefs mertebesi ve tevhid anlayışına göre
şekillenecektir. Çizilen resimlerin, yapılan amellerin (kader) içinin
doldurulması, renk ve düzenleme içeriğinin tayin edilmesinde, bireyin
emr-i teklifi’ye ne kadar uyup uymadığı sonucunu tayin edecektir. Her
ne kadar bu tayinde kısmi bir rolü var gibi görünüyorsa’da, emr-i
teklifi’ye uyuşu, ayan-ı sabitesi ve Rabb-ı hassına ve Allah ve tevhid
anlayışının izin verdiği ölçüde olacaktır. Doğadaki hayvân renklerinin
taklidi veya bu renklerin dışına çıkılışı kadar. Bütün bunlarda Allah'ın ilim
dairesindedir.
Dışarıdan resimler, hakikat ve marifet mertebesinden bakan bir
gözle değerlendirildiğinde, bu sınırlı anlayıştan Allah ismi câmisi’nin rızası
olmayacağı açıktır. Zira Allah kulunun daha ileri bir tevhid anlayışında
olmasından hoşlanır. Şirke rızası yoktur. Bireyin ressamlığı itibariyle
Rabbı hası çizenden razıdır. Çizende merzî’dir. Ancak Allah ismi câmi
diğer isimlerininde razı olmasını ister. Allah hayır ve şer diye adlandırılan
her şeyi halk eder, ancak şer olarak yapılanlardan rızası yoktur. Birey,
gelişen olaylarda , emri teklifiye göre yani Kûr'ân ve sünnete göre
tedbirler ve amellerle bu olayları süsleyerek, önündeki yolu daha açık
hale getirebilecek ve hikmetleri daha iyi sezecektir daha doğrusu
sezdirilecektir. Gelişen olayları (resimler), kazâ’nın kadere dönüşümü
olarak algılayacak olursak, kazâ-i mutlak ve muallak oluşuna göre,
boyama ve düzenlemedeki hususlar nefs mertebesi ve tevhid anlayışıyla
Kûr'ân ve hadîs bilgileri ile yapılan eylem, muallâkta olan kaderin
zuhurunu ya ortadan kaldıracak yada hafifletecektir. Mutlak kazâdaki
olaylar nasılsa zuhura çıkacaktır. Bu şekildeki bir davranış her iki
cihanıda saadetle geçirmemizi sağlayacaktır. Ezeli ilmiyle her şeyden
18
haberdar olan Allah (c.c.), fiili en hayırlı sonuçla neticelendirecektir. (lâ
faile illâllah). Burada bir arifibillâh’ın şu sözü bize ışık tutabilir. (Tabi ol
Resulüna, her işi Hüda eyler) Ayrıca (lâ havle velâ kuvvete illâ billâh; lâ
ilâhe illâllah muhammed resul allah) tevhidleride bunu desteklemektedir.
"Nefsini bilen Rabbını bilir" hadîsince, dışarıdan resimlere bakan
kişi, resimleri çizene daha üst mertebeden hitap ederek, olaylardaki
hikmeti, içinde bulunulan mertebenin daha üst mertebelerinin olduğunu
ikaz etmekte, irşad etmektedir. "Suyun rengi kabının rengidir" sözü ile
değerlendirildiğinde, kişinin olaylardaki rolü, kendi nefs mertebesinden
olacaktır. Suyun rengi kab rengi ile aynı, şeffaf olduğunda ise, olaylara
bakış tecelli renginde olacaktır. Muhyiddin-i Arabi Hz. nin buyurduğu
gibi: " Gönlüm bir ceylâna mer’a, bir ruhbana manastır, bir mümine
Kûr'ân........... vb.....oldu" anlayışı ile tecelliye bakacaktır. Yani kişi her
mertebenin hakkını yerli yerince verebilecektir, karşısındaki kişinin
bulunduğu mertebeden veya üstünden hitap edebilecektir.
Daha öncede belirtildiği gibi âlemler, fiili ve tafsili Kûr'ân
olduğundan, her bireyden Kûr'ân’da ki, yerine göre, yani nefs
mertebesine ve tevhid anlayışına göre ameller ve eserler zuhura
çıkacaktır ve olayların sonucunu da bunlara göre değerlendirecektir.
Buda irfan yolundaki öz bilgilerdir. Tıpkı bulunduğumuz nefs mertebesine
ve tevhid anlayışına göre gördüğümüz zuhuratlar gibi. Diğer
mertebelerin herhangi birinde olan bireyin Kûr'ân’da ki Sûrelerden,
Âyetlerden, hadîs-i şeriflerden hayata aktardıklarıda mertebesine göre
olacaktır. Bunlarda zâten "Hakk yolunun seyri..." "İrfan mektebi" vd.
kitaplarınızda özetle anlatılmıştır.
Sûltanım Terzi Babacım, Sizin ve Nüket annemin ellerinizden öper,
en derin sevgi ve saygılarımı iletir, hürmetlerimi sunarım.
Oğlunuz Me…… İz…… As…….
*************
(7) İb……Ye……..
Subject: RE: bir hikâye birçok yorum
Date: Thu, 24 Nov 2011 19:21:04 +0200
Hayırlı akşamlar İb……..ciğim hikâye ile ilgili yazını aldım güzel
olmuş ellerine diline sağlık, Cenâb-ı Hakk daha nice idrakler nasib eder
İnşeallah. Herkeze selâmlar hoşça kal.
Subject: bir hikâye birçok yorum
Date: Thu, 24 Nov 2011 16:42:51 +0200
Değerli Terzi Babam
Gönlüme yükseklerden bir cemre gibi düşen ''bir hikâye bir çok
yorum'' başlıklı bir ressam hikâyesi ve billurdan süzülmüş ifadeleriniz,
masivaya saplanmış zihnimde ve aklımda, tefekkür ufuklarını açtı
inşaallah. Kelâmınız ve kâleminiz bir sihirli değnek gibi gönlümüze
dokunduğu anda özümüze döndürüyorsunuz bizi. Ne olurdu bu hâl
19
devamlı olaydı. Efendim, ne olur bizi halimize bırakmayın, dünyaya
dönüp duran kalbimizi hakikate kul(b) ediniz, ruhumuzu bu dünya
zindanından azad edip hür ediniz efendim.
Hikâyenin bende uyandırdığı âcizane düşünceleri izninizle arzetmek
isterim.
Ressam kendisine verilen rolü kendi mertebesinde hayata geçiriyor.
Kaderi Mutlakın çizdiği mertebe-çerçeve’de Kaderi Muallâkı icra ediyor.
Ressamın mertebesi Esmâ mertebesi olup bunun yukarısına çıkmaya
kabiliyeti yok. Hay esmâsı’nın tecellisini yaşıyor. Hay (diri) mertebesinin
tüm renklerini yaşayabilir mi, onun kabiliyetine bağlı. Ancak topraktan
yukselip müstakil harekete geçtiği de bir vakıa. Eğer kendisine doğa
resimleri verilseydi Ef’âl, insân resimleri verilseydi Zat mertebelerinde
olacaktı. yukarıdan verilen çerçevelerin içini doldururken Kaderi Muallâk
ve cüz-i irâde çerçevesinde insiyatifi ve irâdesi olmalıdır.
Ef’âl, esmâ, sıfat, zat, İnsân-ı kâmil mertebelerinde olsaydı neler
çizebilirdi? âcizane fikrim: ef’âl’de doğa manzaraları, esmâ’da hayvân,
sıfatda madenlerin renkleri ve özelliklerini gösteren resimler, zat'da
insân resim ve figürleri, İnsân-ı kâmil de ise tefekkür, irfan bilgilerini
içeren hikmetli sözlerin (resmi nasıl olur bilmem) tasvirleri.
bu hikayeden anladığım Allah(c.c) insana hayat veriyor ve çerçevesini
çiziyor, insan da bu çerçevenin içini yaşamı ve fiilleriyle dolduruyor. efal
mertebesinden yükselmek için bir insanı kamilin, bir arif zatın elinden
tutup irfaniyetimizi yükseltirsek ancak diğer mertebelere erişebiliriz.
eğer ef’âlde kalırsak şeriat mertebesinde yaşar ve bu mertebeden
sorumlu olur ve bu mertebeden muhatab alınırız. has kullardan ''gir
cennetime'' dediği kullardan olmak istiyorsak hakikate, irfaniyete
yönelmemiz gerekmektedir. O'nu hakkıyla tanımadan, hamdimizi en
yüksek seviyelere çıkartmadan bu dünyadan gidersek kabiliyetlerimiz ve
bize verilen fırsatlar doğrultusunda sorumlu tutuluruz. Cenâb-ı Hakk
madem ki bize Terzi Babamızı lütfetti, artık bu nimetin tüm boyutlarıyla
sorumlu ve yükümlüyüz. ya bize vasat bir yaşamı ve mertebeyi
verseydi? o zaman kendi gücümüzle buna varabilirmiydik vesselâm.
selâm ve hürmetlerimle. Evlâdınız İb…… Ha…… Ye…….
*************
(9) Vo……Kı……
Subject: RE:
Date: Mon, 28 Nov 2011 22:12:54 +0200
Hayırlı akşamlar Vo……. oğlum, Gönderdiğin yazın güzel olmuş eline
diline sağlık dosyasına aktaracağım, ayrıca ilgilendiğin içinde teşekkür
ederim. Cenâb-ı Hakk daha nice güzel idrakler nasib etsin İnşeallah.
Subject:
Date: Thu, 24 Nov 2011 19:07:10 +0200
Efendim mübarek ellerinizden öper hayırlı ve uzun ömürler dilerim.
20
Ressam hikâyesi ile ilgili haddim olmayarak birazda uzatarak
düşüncelerimi yazmaya çalıştım. Bu yazıda sadece kader kısmı ile ilgili
olan kısmına yönelebildim. Eğer uzunsa lütfen değerlendirmeye almayın.
Saygılarımı ve sevgilerimi sunarım. Vo……. KI…..
Efendim bu hikâyeden anlayabildiğim kadarı ile;
Ressamın resimlerde hep hayvâni sûretler çizmesi, kişinin kendi içindeki
ruhsal durumunu manevi yapı olarak hangi mertebede olduğunu ve
vasıflarını ortaya çıkarıyor.
Çünkü insân kendisinde bulunan cevheri ortaya koyabilir. Yani Hâdi
ismine mazhar olan bir mahalden hidâyet yansıyacağı gibi Mudil ismine
mazhar olan bir mahalden de delâletin yansıyacağı aşikardır.
Ressam’ın sürekli hayvâni sûretteki resimleri yapması onun
üzerinde mutlak sûrette hayvâni özellikteki duyguların, kuvvelerin yani
nefsi emmâre’nin hükmü altında olduğunu söyleyebiliriz.
Ressam’ın resimleri “yukarıdaki çiziyor” demesi bu duyguların ve
düşüncelerin Cenâb-ı Hakk’tan kendisine geldiğini, mutlak bir tasarrufun
kendisinde tecelli ettiğini dolayısı ile
kadere imân-ı olduğu
anlaşılmaktadır.
Bu yönüyle de kader çizgisi içerisinde (külli irâde) kişiye sunulan bir
programın olduğunu bu programın dışına kimsenin çıkamayacağını
“fakat ben içlerini boyuyorum” ifadesi ile kendisinde cüz-i bir irâdenin
de mevcut olduğunu söylemek istemektedir.
Şeriat mertebesinde ve ikilik anlayışı (gizli şirk) içerisinde bir
anlayıştadır.
Bu hikâye ye Kazâ ve Kader yönünden bakacak olursak;
Gerçekte tek ve mutlak olan Cenâb-ı Hakk tüm mevcudatın
programını ilmi İlâh-î de a’yân-ı sâbite olarak Kün emriyle zuhura
getirmiş, o zuhurda neyi ve hangi hükmü murad etmişse onun hükmünü
ortaya koyacak zuhurlar meydana getirerek onun programı dahilinde
varlık sahnesine çıkarak hükmünü icra etmektedir.
Bu kader konusu ile ilgili Muhyiddîn-i Arabî Hazretlerinin aşağıda
Yıldızların Mevkii kitabından bir bölümü bu konuya ışık tutması
bakımından eklemeyi uygun gördüm.
Tevfîk; (Cenâb-ı Hakk’ın kulu başarıya ulaştırması) kulun
çalışarak elde edeceği bir şey değildir.
Tevfik, Allah'ın kendi huzuruna seçtiği hâs kullarının kalblerine ilkâ
ettiği bir nûr-u İlâh-î’dir.
Kulun kurtuluşu ancak Tevfîk-i İlâh-î ile gerçekleşir. Kul yüce derece
ve mertebelere de ancak Allah'ın yardımıyla ulaşabilir.
Tevfîk hibe edilen bir sırr ve kulun kalbine kondurulmuş bir nurdur.
Kulun İrâdesi tevfîk'in özelliklerini ve hakikâtlarını bilmesi
itibariyle, tevfîkle vasıflanması ve tevfîkin kulda peyda olmasında
Allah'ın İrâdesinin bağlantısı vardır.
Böylece de, kul için bu irâde hâsıl olur ve o irâdeyi kendi
kesbi olduğunu tahayyül eder.
21
Halbuki kulun tevfîkle vasıflanmasında ki gerçek sebeb; Allah
Subhânehû'nun irâdesi’dir.
Fakat kul, kendisini tevfîkin talebine sevk eden irâdesinin,
İlâh-î Tevfîkin eseri olduğunu bilemedi. Evet!., İlâh-î Tevfîk
olmamış olsaydı kulun irâdesi gerçekleşemezdi.
Zîra, kulun tevfîki irâde etmeside İlâh-‘i Tevfîkden’dir. Ancak
insânların çoğu bunu bilincinde değildir.
Tevfîk: Kul yaratılmadan önce, Allah'ın katında kul için olan
inâyet-i ilâh-î'dir.
Tevfîk: Allah kulu icâd ve hitâb ettiği esnada kulun üzerine
olan en yüce ihsânı’dır.
Tevfîk'in İlâh-î bir inâyet ve ihsân olduğuna, Allah'ın şu
buyruğu delâlet etmektedir.
«İmân edenlere Rab'leri indinde kendileri için muhakkak bir
kadem-i sıdk olduğunu müjdele.» (Yunus sûresi, âyet: 2)
İmân edenler daha yaratılmadan önce kendileri için bu
kadem İlmi İlâh-î’de gerçekleşmiştir. Bu kadem de Allah'ın kendi
Zâtına yazdığı Rahmeti İlâh-î’dir.
Vakta ki Allah Tealâ, Kerem sıfatıyla Ayân-ı Sâbiteleri icâd
etti ve onların varlığını açığa çıkardı, lûtfuyla onların ihtiyaçlarını
üstlendi. Artık, Allah Azze ve Celle onları tevfîk'in hakikâtlarıyla
donattı ve onlara, O'na ulaştırıcı yolları açıkladı.
Enbiyâ'ya melekler, Evliyaya da Enbiyâ'lar ve meleklere de
yaratılışları vasıtasıyla açıkladığı gibi.. Böylece onlar güneşe
giden aydınlık yolu üzere hidâyeti kabullendiler. Ve Mi'raca vesile
olan yükseliş kanatlarına binerek uruc ettiler.
Artık Tevfîk, bütün hâllerinde onları yalnız bırakmayan sadık
bir arkadaş olmuştur. Tevfîk onları Allah'a yaklaştıran amellere
yön vermekten de geri kalmadı.
Allah'ın rızasına vesile olacak ameller; kalbî, nefsi ve duyu
organlarına mütevecih muamelattan ibarettir.
Tevfîk-i İlâhi
yönlendirdi.
onları
himmetlerinin
fevkine
varıncaya
değin
Tevfîk-i İlâhi onları hazreti Cud ve Kerem Makamına indirdi.
Onlar o ni'metler deryasında ve Cennet nimetleri içinde
garkoldular. Ve Tevfîk-i İlâhi onları istivaya benzer bir makama
çıkardı.. O makamda Allah'ın onlara, vermeyi takdir kıldığı
nimetleri bağışladı.
Bütün bu olan bitenlerin esnasında, Hak'kın onların işlerini
üstlendiğini bildiler. Halbuki daha "İNSÂN" namıyla yâd edilen
bir şey değildiler..
22
Sonra, onlar için duâ etme mahallinde Allah'a sözlü yakınlıkları, o
işlerden uzak olduklarını gösterdi. Zîra, Allah'ın ihsân ettiği bunca cesim
ve lâtif nimetlere karşı şükür etmeyi irâde ettiler. Halbuki Şâkir meşkûr
ve Zâkir mezkûr idi.
Dolayısıyla bu hakikât onları, irâde ettikleri sözlü Şükür'den
engelledi. Artık kul, bütün gücünü sarf etmesine rağmen, Allah'a hamd
ve sena etmekten aciz oldu. Ve bu hâlin senanın fevkinde olduğunu
gördüklerinden, şaşkınlık ve hayret makamında durakladılar... Sonra,
insânlar kendilerinden açığa çıkan Allah'ı övmeleri sena etmeleri, ancak
Allah'ın kendi fiiliyle Zâtını senâ etmesi olduğunu bildiler.
İnsânların böyle idrâk etmelerinin lüzûmiyetini yazacağımız âyet
delâlet etmektedir.
«Zâten size az bir ilimden başkası verilmemiştir.» (İsrâ Sûresi,
Âyet: 84)
Terzi Baba bir sohbetinde Âdem (a.s.) ile İblisin arasındaki
farkın, İblisin beni sen azdırdın diyerek Cenâb-ı Hakk’a âsi
olması Âdem (a.s.) ‘ın kendi nefsine dönerek Ben kendime
zulmettim diyerek hatayı üzerine alması yani gerçek anlamda
EDEP göstermesidir diye anlatmıştı.
Dolayısı ile bütün güzellikler Cenâb-ı Hakk’tan bütün
kötülüklerde nefsimiz (emmâre) den’dir. Vesselâm.
*************
(10) Mu……. Ak…….
Subject: RE: Bir hikâye birçok yorum
Date: Mon, 28 Nov 2011 22:19:06 +0200
Hayırlı akşamlar Mu……cığım. Gönderdiğin mailine seyahatta
olduğumdan ancak cevap yazabildim. Yazın güzel olmuş eline diline
sağlık Cenâb-ı Hakk daha nice düşünceler nasib eder İnşeallah. Hoşça
kal Efendi Baban.
Subject: RE: Bir hikâye birçok yorum
Date: Fri, 25 Nov 2011 15:22:35 +0200
Terzi Baba merhaba, Hayırlı Cumalar. İyisinizdir inşeallah !
Ek'te yazmış olduğunuz ressam'ın hikâyesini şöyle yorumlamaktayım
- Ef’âl mertebesindendir.
- Ressam . ef’âl mertebesindedir.
- Resimler insân veya doğa olsa idi esmâ mertebesinde olurdu.
- Ressam'ın renk düzenleme seçeneği vardır. Zira içini doldurmaktan kasıt budur.
23
- Diğer mertebelerin birinde olan kimseye ilham edilir. Bu ise şiir, kitap
yazma veya Âyet yorumlama şeklinde tecelli eder. Bunun daha birçok
tecellileri olmakla birlikte kişinin gayreti ve kabiliyetine bağlıdır.
Selâmlar, Mu……. AK…….
*************
(11) Ce……. Öl……….
Subject: RE: Bir hikâye bir çok yorum
Date: Mon, 28 Nov 2011 22:57:03 +0200
Hayırlı geceler. Ce…… bey kardeşim, yazın güzel olmuş ellerine
diline sağlık dosyadaki yerine aktaracağım gelen cevaplar bittikten sonra
düzenlenmiş bir kitap olarak cevap yazanlara gönderilecektir böylece
herkes herkesin fikirlerinden istifade edecek hayat görüşleri biraz daha
genişleyecektir. Rabb'ımıza şükrederiz. Herkeze selâmlar. Seyehatte
olduğum için cevabım bu yüzden biraz gecikti. Efendi Babanız.
Subject: RE: Bir hikâye birçok yorum
Date: Fri, 25 Nov 2011 20:19:23 +0200
Hayırlı günler Efendi Baba ,
“Bir hikâye birçok yorum'' isimli tefekkür çalışmalarının bu
bölümündeki anlattığınız hikâye üzerine oluşan düşüncelerimi sorulara
cevap şeklinde ifade etmek isterim.
(1) - Kazâ ve kader yönünden incelenmesi,
'' Yukarıdaki çiziyor ben içini dolduruyorum'' ifadesi ile kader'i
mutlak kastedilmiş olabilir. Sınırları çizilmiş bir resimde ressamın
dahlinin olmaması bu kanaati desteklemektedir. Sınırlar ömür, rızık
evlât, mal, mülk, hastalık gibi insân’ın değiştiremeyeceği kısımları
temsil ediyor olabilir. Resmin içini kendi isteğine göre doldurması cüz-i
irâdeyi ifade edebilir.
Şu sorulabilir: Sadece resmin çini doldurmakla nasıl bir sorumluluk
( imân ) söz konusu olabilir? Kanımca sorumluluk resmin sınırlarına
riayette ve verilen kurallara göre de içini doldurmaktadır. Resmin sınırını
aşarsa istenen resim olmaktan çıkacaktır. Onun için resmi belirleyen
sınırlarıdır. Hatta şunu da söyleyebiliriz; içi doldurulmamış olsa da bir at
resmi sadece sınırlarıyla mümkündür. Ancak bu ressama bir şey
kazandırmaz. Çünkü resmi çizen kendisi değildir. Ressam içini
doldurduğu zaman ressam olacaktır. Ressam'ın cüz-i irâdesinin hareket
alanı tualdeki resmin doldurulacak kısımlarıdır.
Resmi doldururken de insân aslında başı boş değildir. Bunun da
kurallarını vermiştir ''Yukarıdaki''. Meselâ resmin içini doldururken boya
kullanabilir. Boya kullanmasının tasavvuf yoluna (Sıratullah 'da seyr)
girmesi olduğunu düşünüyorum.
24
(2) - Resmi yapan kişiye hayvân resimleri yaptırılması, bulunduğu
idrak ve yaşantısı itibariye olmuş olabilir. Hayvânlar âlemi’nin namazdaki
temsil hareketi rükudur. Rükû Mûseviyyet mertebesinin namazdaki
ifade şeklidir. Bu bakımdan tevhit mertebesi olarak Mûseviyyet (Tenzih)
mertebesi denebilir.
Ayrıca Ressamın ''Yukarıdaki çiziyor ben sadece içini dolduruyorum''
demekle de ikili bir tevhit anlayışında olduğu, O ve ben anlayışının tam
da tenzih mertebesindeki bir tevhit idraki olduğu söylenebilir.
İrfaniyyet mertebeleri yönünden ise çizilmiş sınırlar ( şeriat ) içinde
hareket ile seriat ve tarikat mertebesinden bahsedebiliriz.
(3) – Halkiyyet’in şehadet âleminde zuhura gelmesinde dört
âlemden bahsedilebilir: Bitkiler, hayvânlar, madenler ( cemadat ) ve
insânlar ( diğer lâtif mahlûkları konu dışı bırakıyorum)
a: Bitkiler âlemi : Tevhid mertebelerinden Tevhid'i ef’âl mertebesini
sembolize ediyor diyebiliriz. Namazdaki kıyam hali bitkiler âlemini
temsilen
Allah'a
(c.c.)
şükür
için
yapılan
bir
fiildir.
İbrahimiyyet mertebesinin namazdaki hareketidir.
b: Hayvânlar âlemi hikâyemizin konusudur.
c: Madenler ( cemadat ) âlemi: Namazdaki secde hâli İseviyyet
makamıdır. Madenlerin şükrünü temsilen yapıldığı fiildir. Tevhid
mertebesi olarak Tevhid'i sıfat mertebesidir. İseviyyet makamı ,
fenâfillâh makamı’dır.
d: İnsânlar âlemi: Namazda tahiyyat hâlinde insânlar’ın mi’rac
imkânına sâhip olabileceği makamı’dır. Makam'ı Muhammediyyet
diyebiliriz.
Temsil
ettiği
tevhit
mertebesi
Tevhid'i
zat'
tır.Bakâbillâh makâmı’dır.
(4) - Ressamın resmin içini doldurma mecburiyeti vardır. Resmin
dışını ''Yukarıdaki'' çiziyorsa ressamın mükellefiyeti gereği içini
doldurması lâzımdır ki sorumluluğunu ifa etmiş olsun. Bunun için renk ve
düzenleme yapabilir. Ancak bu düzenlemeler ve boyamalarda da bir
tavsiye bulunmaktadır ki bu dindir.
Hiç boyama ve düzenleme yapmayan kendine ait bir eylemi
olmadığı için sınavını nasıl verebilir? Sanki doğumdan sonra ölmüş gibi
olmaz mı hiç bir eylemde bulunmayan?
Doldurma yaparken tavsiyelere uyulursa oluşan eylem amel'i sâlih
olur. (Eylemin mânâ sahibi Hakk olduğu için). Boyama yaparken de boya
seçimi önem arzediyor.''Biz Allah'ın boyasıyla boyanmışız. Allah'dan
güzel boyası olan kim? Biz O'na kulluk edenleriz.'' Âyet'i kerîme’de
boyanacaksanız bile bir boya vardır; o da Allah'ın boyasıdır deniyor.
Doldurma
yaparken
düzenleme yapabilir.
Boyama
mecburiyeti
olmayabilir. Bu yol (Allah'ın boyasıyla boyanmak) sıratullah yoludur ki bu
da herkesin mecburiyeti değildir. Kabiliyeti olan ve gayret edenin
yapacağı bir iştir boyama.
Ehline şarttır boyama; ehil olmayana şart değildir.
25
(5) - Ressam arkadaşına resimleri yapanın ''Yukarıdaki'' şeklinde
ifade ettiği için Allah'ı (c.c.) ötelerede konumlandırarak (tenzih ederek)
bulunduğu
tevhid mertebesini de ifade etmiş oluyor. Ressam
Mûseviyyet mertebesinde’dir.(Tenzih mertebesi, tevhid'i esmâ).
(6) - Diğer tevhid-i mertebelerde olan ressamlara :
Bitki resimleri çizdirilseydi: Tevhid'i ef’âl ( İbrâhîmiyyet mertebesi)
olurdu. Mâden resimleri çizdirilseydi: Tevhid'i sıfat ( İseviyyet mertebesi)
olurdu. İnsân resimleri çizdirilseydi: Tevhid'i zat (Muhammediyyet
mertebesi olurdu.
Efendi Baba, düşündüklerimi kısa, açık ve net yazmaya alışmış birisi
olarak daha çok fazla şeylerin söylenip yazılacağı bu konuda
yukarıdakileri yazabildim.Düşüncelerimin isabetli olup olmadığını ve
daha üst mertebelerden hakikatini sizin mihenk mertebesindeki
izâhatınızla anlayacağız.
En derin hürmet ve selamlarımla ellerinizden öperim.
Gönül evlâdınız Ce…… Öl…….
*************
(12) Me……..Ce…..
Subject: RE: No Subject
Date: Tue, 29 Nov 2011 16:06:53 +0200
Ve aleyküm selâm rahmetullahi ve berekâtühü. Me…….. bey sevgili
kardeşim. Aşıkane, şiirsel, duygusal ve irfaniyetle yazılmış yazınızı aldım,
ancak cevaplayabildim, "Düzce" taraflarında seyahette idik yeni
döndük. Yazınızın daha müddeti vardı o yüzden geç kalınmış değildir
merak etmeyin, gelen cavapları dosyasında topluyorum cevaplar sona
erince sayfa düzenlemesi yapılıp ilgililere gönderilecek İnşeallah. Cenâb-ı
Hakk'tan daha nice lütuflarda bulunmasını niyaz eder, dünya ve ahret
işlerinde başarılar ve bereketler dilerim. Ayrıca ilginize de teşekkür
ederim. İnşeallah görüşmek ümidi ile, herkeze selâmlar hoşça kalın.
Necdet.
To: [email protected]
Date: Sat, 26 Nov 2011 13:27:56 +0200
Subject: Re: No Subject
From: [email protected]
Selâmün aleyküm ve rahmetullahü ve berakâtühü. Sevgili, sevgiliye
dediki, ey sevgili sana nasıl hitab edeyim de söze gireyim ??? Düşündü,
düşündü, hitabım bu güne mi olsun? evvele mi? zâhire mi olsun, ....mi?
Şu mânâ ile belki biraz yaklaşırım sevgiliye.
3 Sûret gösterildi ve denildi ki ;
"görüneni değil, olanı tasdik et. İhmal etme, mutlaka tasdik et."
Bu 3 Sûret; Sizin, Vedat beyin ve Ekrem beyin idi.
26
Baş gözü, ne isim verilmiş ise ve de bize o isim bildirilmişse
(Âdem'e isimleri öğrettik misâli ), gördüğümüz tasviri Necdet Beyefendi,
Vedat Beyefendi, Ekrem Beyefendi olarak tarif eder, anlatırız. Ne şey ki,
kişi hem görme özürlü, hem de sağır ise.... Lâfı uzatıp başınızı ağrıttı
isem, aff ola Ey Sevgili.
Bunca zaman geçtikten sonra cevap yazabildiğim için, aff ola Ey
Sevgili. Ben bir boş çuval’ım, sen söyle ben dinleyeyim, Ey Sevgili.
Ne var ki O (HüVe) Sûltan içini doldura çuvalın, eline fırçasını alıp
tasvirin içini doldura
"sıbgatullah" ile. Sonrada evvel HüVe, şu an
HüVe, ahir HüVe zevk etsin kendini. Baş gözü ile ben Me….. dilerim
ebedi saadet, vesSelâm Ey Sevgili
*************
(13) Cü……. Os………
Subject: RE: Bir hikâye birçok yorum Cü……..ten!
Date: Tue, 29 Nov 2011 16:29:22 +0200
Hayırlı akşamlar Cü……..çiğim, gönderdiğin yazını aldım oldukça
güzel olmuş eline gönlüne sağlık yerine kopyalayacağım cevaplar
gelmeye başladı ve devam ediyor. Bu da bir kitap olacak İnşeallah.
Bizler çok şükür iyi olmaya çalışıyoruz, İnşeallah sende iyisindir. yazını
göndermediysen annene de gönder, onlarda okusunlar. Herkeze
selâmlar Nüket annenin de selâmları vardır, hoşça kal, Efendi Baban.
NOT= Vaktin olursa hikâye yi özetleyerek çevirip Gustavo ya da
gönder dilerse cevabını sana göndersin sen de çevirerek bana
gönderirsin onun da yorumunu almış oluruz.
Subject: Fw: Bir hikâye birçok yorum Cü…….ten!
To: [email protected]
Efendi Babacığım ellerinizden öperim Nüket anneciğime’de çok, çok
selâmlar
Bir gün bir yerde yaşayan bir kişi tasvirci-ressam olan diğer bir
arkadaşının ziyaretine gitmeye karar vererek yola çıkar nihayet
arkadaşının bulunduğu yere gelir ve içeriye girer bir müddet
dinlendikten sonra duvarlarda ki ve her yerdeki resimlere bakar,
hepsinin belirli bir özelliği olduğunu görür. Bu özellik ise bütün tasvirresimlerin sadece “hayvân” sûretlerinde olduğudur. Bunun sebebini
anlamaya çalışan misafir arkadaşına,
>(yapılacak başka resim yokmu! neden hep hayvân resimleri
yapıyorsun?)
dediğinde,
arkadaşının
verdiği
cevap
oldukça
düşündürücüdür.
>(Evet vardır, fakat bu resimleri “yukarıdaki çiziyor”, ben içlerini
dolduruyorum) demiştir.
İşde benim nâcizâne yorum’um;
27
(1) Kazâ ve Kader konusu’da; bence bu ressam kardeşin kaderi
mutlak ve kaderi muallâk açısından bakıldığında, İlâh-î seyri sülûk
yolunda, Allaha olan inancı ve teslimiyyeti açısından, kaderi bir bakıma
Hayvâni mertebeye kadar yukselmis olması ve bu mertebede rahat
kalmış olmasi olabilir. Kaderi mutlak hayvâni mertebede takılmıs olması,
kaderi muallak da bu resimdeki hayvânlarin içini doldururken ki seçtiği
renklerinde kendi seçimi olması. Tahminim hayvâni mertebe içindeki,
bitkisel mertebeye veya insâni mertebeye yakinliği derecesi ile renkleri
seçiyor olabileceği. Çünkü sonuç itibari ile her mertebe içinde de
mertebeler olduğundan ve bu mertebelerin renkleri farklı olduğundan,
seçtigi renklere göre bulunduğu yeri ifşa etmesi.
(2) Hangi mertebeden; Bu bahsedilen hikâyede ki ressamımız daha
önce belirtiğim gibi benim tahminim hayvâni mertebede kaldığıdır. Her
halk edilen, ruhâni yolculuğunda, bir noktadan başlayıp sırası ile, bitki
âlemi, hayvân âlemi, insân âlemi ve insân-ı kâmil olabilme şansı
taşıdığından, (Hz MUhammed (s.a.v.) Efendimiz sonrası tabiki) bu
ressamımız tahminim itibari ile hayvâni mertebede takılmış ve bunu
kendisinin Îlâh-î hedefi görmüştür. Aslında bence, başka diyarlardan
arkadaşının yanına gelip ona bu soruyu sorması bile, kendi
mertebesinden bir yukarıya atlamak için ona bir şans olabilir. ona bir
hatırlatma olabilir HAKK dan gelen. Belkide HAKK Teâlâ ona bir şans
daha veriyordur, ileriye doğru gitmesi konusunda. Bir konunun bir
sekilde açılmış olmasi bile HAKK’kın kullarına aslına bir bakıma
rahmetidir’de bence.
(3) İnsân veya doğa resimleri olsa idi, o derviş ya bitki
mertebesinde yada insân mertebesinde seyahat ediyordur anlamına
geliyor tahminiydi.
(4) Ressamın çizdiği resimleri hangi renkle boyayacağı ile ilgili;
Resimlerin içini doldurup doldurmama seçeneği ressama bırakılmiş gibi,
daha doğrusu ressam bunu kabul etmis. kendi açıklamasında
"yukarıdaki çiziyor" BEN içlerini dolduruyorum
Derken, ressam
hangisinin kaderi mutlak hangisinin kaderi muâllâk olduğunu kabul
etmiş gibi. Resimlerin içindeki renkleri sanırım kendi seçiyor ve bu
seçimde sanırım kendi bulunduğu mertebe içindeki mertebesine göre
yapıyor. Farklı renkler farklı mertebeleri temsil ettiği için.
(5) Ressamın yaptığı işden Ressamın birde teşbîh mertebesinde
olabileceği tahminim. HAKK’ı tasvir etmek istemesi, bir şeyler çiziyor
olması gerekliliği, HAKK’ı çizdikleri ile özdeşleştirmesi hangi mertebenin
gereği ise o mertebede Ressam. Teşbîh ile kendini ifade edebiliyor
sanırım. Daha ileri mertebede çünkü farklı dervişler farklı yorumlar
yapmışlar HAKK Teâlâ icin. Yunus meselâ "Ete kemiğe büründüm Yunus
diye göründüm" demiş (aklıma bu geldi bu satırları yazarken, konu ile
alâkalımı bilemiyorum ama yazayım dedim)
(6) Diğer mertebelerdeki insân’lar, dervişler, mertebelerine göre
çizme gereği duyslardı, bitki çizebilirlerdi, insân çizebilirlerdi, doğa
resimleri çizebilirlerdi, bazısı ise çizmeye gerek duymadan sözleri ile
ifade edebilirdi. Tenzîh mertebesinde ayrı, teşbîh mertebesinde ayrı,
Tevhîd mertebesinde ayrı şekilde kendisini ifade edebilirdi.
28
birde ben genel olarak bu hikâyeye yorum yapayım istedim farklı
bir bakıştan;
Bir insânın bir insânı ziyareti bana "bilinmekliğimi istedim, Âdemi
halk ettim" uyarısını, bilgisini hatırlatti. Bir insân diğer insân’ın ayağına
gidiyor ziyarete. HAKK, HAKK a ziyarete gidiyor. Birisi ziyaretçi diğeri ev
sahibi. ziyaretçi Hızır aleyhisselâm olabilir, ev sahibide seyri sülûk
yolundaki derviş. ziyaretçi derviş’in ayağina gelerek kaderi mutlak-ı
yerine getiriyor, yani dervişe HAKK tarafindan verilen imkânı firsatı. Ev
sahibinin soruyu "Yukaridaki çiziyor" ben dolduruyorum diye cevabı bana
biraz kestirip atması gibi geldi (kaderi muallâk-ı kendisi seçmiş). Derviş
in Allah inancı mevcut, ama sınırlı gibi geldi. Kendisini Hayvân resimleri
ile sınırlamış olmasına rağmen, kapısına Hızır gelmiş, ona sorusu ile bir
pencere açıyor. Fakat derviş kestirip atıyor gibi. Halbuki soruya cevap
vermeden tefekkür etse belki işi anlıyacak gibi. Çünkü o potansiyeli
olmasa zâten o kapıya o soruyu soracak vesile göndermez Rabbim diye
düşündüm. Zâten hikâyenin içindeki detayları anlayabildiğim kadarı ile
yuarıda yazdım.
(Belki de yukarıdaki hikâye de ki ressam benim, gelen ziyaretçi
olan HIZIR da sizsiniz ve size detaylı olarak kendimi anlattım:)
Rabbim hepimize sizin bize anlattıklarınızı kendi anladığımiz sekilde
degilde, HAKK ın bizden anlamamızı istediği gibi anlamak nasip etsin
efendi Babacığım.
Nüket anneciğime çok, çok selâmlar.
Evlâdınız As……. Cü……..
*************
(14) Ni……Ma…….
Subject: RE:
Date: Tue, 29 Nov 2011 18:04:48 +0200
Hayırlı akşamlar Nû…. kızım yazını aldım okudum gerçekten oldukça
güzel olmuş ellerine diline gönlüne sağlık. Bizde pazar pazartesi yollarda
idik yeğene düzce'de anlaştığı bir arkadaşı varmış ona söz kestik,
pazartesi sabah otelde Bukre ve Mehmed ile görüştük onlarında herkeze
selâmları vardır. Server hanımın borcu bitmiş iyi olmuş mübarek olsun.
Herkese selâmlar mailler toplanmış onları cevaplamaya çalışıyorum.
Nüket annenin de selâmları vardır, hoşça kal kızım. Hayyat Baban.
Subject:
Date: Sun, 27 Nov 2011 21:46:06 +0000
Çok kıymetli Efendi babacığım ve Nüket anneciğim, hürmetle ellerinizden
öpüyorum. Vermiş olduğunuz ödevi biiznillâh yapmaya çalıştım.
Yolluyorum. Günlerce tefekkürden sonra ancak bunlar çıkarıldı. Allah’ım
razı olsun sizlerden. İnşallah nice irfaniyyet çalışmalarında tekrar
yazmak duasıyla.
29
not: Efendi babacığım, Server abla 9. derse borçlu geçmişti. Geçen hafta
camide namaz kıldığını görmüş. şimdi hakiki geçti. Bunu haber vereyim
istedim.
Ellerinizden öpüyorum. Nüket anneme çok selâm ediyorum. Ha…..
kızın
------------Bir gün bir yerde yaşayan bir kişi tasvirci-ressam olan diğer bir
arkadaşının ziyaretine gitmeye karar vererek yola çıkar nihayet
arkadaşının bulunduğu yere gelir ve içeriye girer bir müddet dinlendikten
sonra duvarlarda ki ve her yerdeki resimlere bakar, hepsinin belirli bir
özelliği olduğunu görür. Bu özellik ise bütün tasvir-resimlerin sadece
“hayvân” sûretlerinde olduğudur. Bunun sebebini anlamaya çalışan
misafir arkadaşına,
>(yapılacak başka resim yokmu! neden hep hayvân resimleri
yapıyorsun?) dediğinde,
arkadaşının
verdiği
cevap
oldukça
düşündürücüdür.
>(Evet vardır, fakat bu resimleri “yukarıdaki çiziyor”, ben
içlerini dolduruyorum) demiştir.
Kısa olmakla beraber oldukça düşündürücü ve tefekkür gerektiren
bu hikâyeyi böylece ifade ettikten sonra, ben de sorular halinde faydalı
olur düşüncesiyle biraz açmaya çalışarak cevaplarınıza yardımcı olmaya
çalışacağım.
(1) Kazâ ve Kader mevzuunda olduğudur.
Öncelikle kısa bir hikâye olması kadar hayli düşündürücü olduğunu
söylemeliyim. Efendi babamın yardımcı soruları ile hikâye’yi cevaplamak
ve düşünmek faydalı oldu.
“Kazâ ve kader” kelimelerinin karşılıkları “kazâ; hüküm ve kader;
zamana bağlı olarak hükmün uygulanmasıdır.” Daha farklı mânâlar da
verecek olursak; meselâ, Kazâ icmâl, kader ise tafsilât’tır.
Kazâ plân, proje; kader ise projenin yapılış safhasıdır.
Kader kazâ’nın bir sonraki taayyünü olduğu ifade edilir.
Allah bir şeyin kazâsı’nı kendi bilgisine uygun olarak belirler. Bu
bilgi, muhatabı olan nesnenin en ince ayrıntısına uyar. Bu nesne a’yân-ı
sâbite’dir. Vaktin taayyünü a’yân-ı sâbitenin bir parçasıdır. Bu anlamda
kaderin kendisini de a’yân-ı sâbite belirler. Hattâ diyebiliriz ki kader
a’yân-ı sâbite’dir.
Gene de belli belirsiz bir fark vardır. A’yân-ı sâbite zaman ötesinde
bir tümeldir. Eğer bir tümel zamana bağlı bir varlık haline geçecekse
önce zamanın belirli bir anıyla irtibatlandırılır. Zamana bağlı olarak
taayyün eden a’yan-ı sabiteye kader denir. Başka deyişle o artık somut
bir varlık olmak üzere hazırlıklarını tamamlamış bir a’yan-ı sâbitedir.
Kazâ her bir şeyin kaderi hakkında hükmederken onun a’yân-ı
sâbitesine uygun hükmeder. Kaderin sırrı budur. Kazâ da zaman
30
belirlemesi yoktur. Her bir olaya ona özgü zamânı izâfe edip belirleyen
kaderdir.
Çizilen program a’yân-ı sâbite’dir. Asla değişmez. İcmâldir. İlmi
olarak sûretlerdir. Cenâb-ı Hakk her ferdi nesneyi a’yân-ı sâbitesi
itibariyle bilir. İradesini de bu bilgiyi temel alarak izhar eder. İradesini
faal kılması, varlık vermesiyle aynıdır.
A’yân-ı sâbite’nin arada olma özelliği vardır. Hakk ile şehâdet
arasında’dır. Hem fâil hem mef’ul olarak çifte fıtrattır bu. Üst düzeye
göre edilgen, kendilerinden daha düşük düzeye göre etkindirler. İlâh-î
zatta bilkuvve mevcut mümkindir’ler ve kabul edici, edilgen kaplardır.
Fakat sırf kendileri açısından göz önüne alındıklarında bunlar kendi
kendilerini belirleyici bir fıtrata sahiptirler. Etkendirler.
A’yân-ı mümkinat da denir.
Bu mümkün’lük mantık açısından ya “mü’min” ya da “kâfir” olma
istidadına sahiptir. İşte bu istidatların ne şekilde kuvveden fiile çıkacağı
daha
başından
belirlenmiştir.
A’yân-ı
sâbite
durumundayken
“mümkün”ün kazâsı budur.
Cenâb-ı Hakk bütün eşyaya bir ve aynı varlığı verir. Ama ferdi
kapların her biri tabiatına uygun olarak kabul eder, Hakk varlık
vermekten başka bir şey yapmaz, varlığı tek, tek sınırlandırıp, ona özel
bir boya atfeden gene kendi aynı’nın gereğidir.
Bir a’yân-ı sâbite kendini somut olarak var olan bir şeyde kuvveden
fiile çıkarmak üzere olan hassas bir haldir. Varlığın sırrı kaderin içinde
faş olmaktadır.
Kader hakkında bir şeyler bilmek aslında a’yân-ı sâbite hakkında bir
şeyler bilmektir. Lâkin a’yân-ı sâbite hakkında gerçek nasıl bilinebilir ki ?
derin bir sırdır. Bu sır İlâh-î bilincin iç yapısını oluşturduğu için asli
hakikatini ancak Hakk bilir.
Hikâye’de geçen “yukarıdaki çiziyor.” Deyimi Cenâb-ı Hakk için
kullanılmıştır. Çizimi, plân’ın fâili’dir.
“Boyayan ressam” ise plân’ı uygulama safhasına koyandır. Çizileni
boyayarak görünür hâle getirendir. İnsân’dır.
Tıpkı mimar’ın yapacağı binânın çizimlerini yaptığı gibi. Plân-projede
renk, isim, resim yoktur. Şekiller vardır. Ama binâ yapılmaya
başlandığında plân’ın ne olduğu meydana çıkar. Yani somutlaşır ve elle
tutulur hâle gelir. Çizim (a’yan) hiç kaybolmaz ama yapılan binâ’nın
(boya’nın) bir ömrü vardır, kaybolur…
A’yân’lar sûretleri kabul eden özlerdir, cevherlerdir. Sûretler
kaybolur ve cevher başka bir sûret kabul eder.
Çizilen plânda’ki çizim kâğıtta (levh-i mahfuz) değil, aklidir. Çizimin
âlemde ki, uygulamasında (kader) ise birçok unsurlar işe karışır. Tıpkı
binâ yapımında taş, demir, ağaç kullanıldığı gibi. Bunlar gayri irâdî’dir ve
insân’a musahhar kılınmıştır. İnsân bunların üzerinde istediği gibi
tasarruf edebilir. Cansız nesnelerin nefsi yoktur. Kayıtsız-şartsız Allah’a
teslimdirler.
Binâyı yapan, fâil ise insândır. Emâneti sadece insân
yüklenmiştir. Binâya istediği şekli vermede irâde sâhibi’dir.
31
İnce bir farkla, Cenâb-ı Hakk’ın takdirini yapmaya mecbur bir
ihtiyar, irâde sâhibi….
Kâder bir başka deyişle ma’lûm’dur. İlim ise kazâ. İlim ma’lûm’a
tabidir dünyada. Bu durumda Cenâ-ı Hakk kendi bilişini imtihana tabi
tutar. “..Hattâ na’lemu” buyurarak. Zirâ “lâ fâile illâllah” dusturunca fâil
O’dur. Yazan, yapan, yapılan O’dur. Bunu bilen bir zâtın iç huzuru
“âlemdeki her şeyin ezelde belirlendiği gibi vuku bulduğu” bilincinden
ileri gelir.
(2) Hangi mertebedendir.
“Yukarıdaki” deyimi “aşağıdaki” kelimesini gerektirir. Bu da ikiliktir.
Târikat mertebesinin sonudur. Tevhid mertebelerinin başlangıcıdır,
diyebiliriz. Çünkü mutlak kâder ve mukayyed kâder terimlerine atıf
yapılmıştır. Gerçek fâilin Cenâb-ı Hakk olduğu bilinmiştir. Fakat nihâi
değildir.
(3) Eğer başka türlü resimler “İnsân veya doğa” olsa idi
hangi mertebelerden olurdu?
Doğa resimleri olsaydı kayıtlılığın işareti olup, şeriat ve tarikat
mertebesi diyebiliriz. Burada boyama söz konusu değildir. Çimen
yeşilden başka bir renge bürünemez.
(4) Ressamın resimlerin içini doldururken renk ve
düzenleme seçeneği varmı’dır? Yoksa boyamakta da mecbur
mudur?
Resimlerin içini boyamanın seçenekleri çoktur. Çünkü kişinin
kabiliyyeti-istidadı farklıdır. Suyun rengi kabın rengi olacağı için renk
seçeneğin de “ton” farklılıkları olabilir. Kabın rengi kırmızı ise açık
kırmızı, koyu kırmızı, kiremit rengi…gibi seçeneklerle donatılmıştır.
Kaderin kazâları’dır. Tüm ressamların yapabildiği hürlük bu olsa gerek.
Sûretin öz ile ortaklığıdır. Cenâb-ı Hakk’ın şe’nlerinin oluşması için mânâ
ve sûret (çizim ve boya) gerekir.
(5) Ressamın yaptığı işten kendisinin hangi mertebede
olduğunu düşünebiliriz.?
Ressam boyadığını sanıyor. Fark âleminde yaşadığını gösterir.
Bir üst mertebesi “Cenâb-ı Hakk’ın elinde yazanı, ayağında
yürüyeni…” olduğu yerdir. En son mertebe ise “Attığın zaman oku sen
atmadın, Allah attı” Âyetinin mânâsı’dır.
(6) Diğer mertebelerin birinde olan kimseye yukarıdan nasıl
ve neler çizgi çizilirdi?
İnsân’ın üzerinden, dehir’den bir zaman geçmiştir ki o, henüz
anılmaya değer bir şey bile değildi. İnsân /1. Âyet (İbn kesir izâhı) İnsân
resmi boyamak en üst mertebedir. İnsân ikiye ayrılır. Nâkıs ve kâmil
olmak üzere. Nâkıs insân, hayvân-ı nâtık olarak isimlendirilir. İnsânda
olan hayvânlık mertebesi ile dışarıdaki hayvânlar farklıdır. Beşerin
hayvânlığı, hayvânların hayvânlığını zabt eder. Hayvân resimlerinin
boyanmasının en büyük sebebi kişinin kendindeki bir alt mertebeye
teshir etmesidir. Ne zaman ki hayvânlık vasfı ortadan kalktı ya da onlara
hâkim olduk; o vakit insân resmine geçilebilir.
32
Fakat; İnsân resminin boyanması demek kâmilliğe gidiş olup,
boyamanın kalktığı devredir. Boyayan, boyanan ve boya cem olmuştur.
NOT: Böyle zâhiren küçük mânâ yönünden büyük olan hikâye ile
tefekkür sahamızı aydınlatan Efendi babama teşekkür ediyorum.
Ellerinden hürmetle öpüyorum. Nu….. Ni…. kızı.
*************
(15) Fi… At…..
Subject: RE: Bir hikâye birçok yorum
Date: Tue, 29 Nov 2011 18:47:51 +0200
Hayırlı akşamlar Fi….. kızım yazını aldım ellerine sağlık cevap
yazman iyi olmuş ancak daha çok sen sorularına cevap bekler halde
ifadeler kullanmışsın, bunların hepsini sana teker, teker izah etmeye şu
anlarda vaktim yok sen zaman içinde, okudukça, çalıştıkça bunların
hepsinin cevaplarını daha geniş bir şekilde bulacaksın. Dünya ahret
bütün işlerin kolay gelsin hayırlı akşamlar, hoşça kal. Terzi Baban.
Subject: RE: Bir hikâye birçok yorum
Date: Mon, 28 Nov 2011 06:29:54 +0100
Aleyküm selâm Terzi babacığım, gönderdiğiniz hikâyeyi
değerlendirmeye çalışacağım İnşeallah
>(yapılacak başka resim yokmu! neden hep hayvân resimleri
yapıyorsun?)
dediğinde,
arkadaşının
verdiği
cevap
oldukça
düşündürücüdür.
>(Evet vardır, fakat bu resimleri “yukarıdaki çiziyor”, ben
içlerini dolduruyorum) demiştir.
Burasi tenzih mertebesidir efendim "Allah yukarılardadır" deyip kulu
Hakk’tan
ayırdılar.
Ayni
zamanda
da
şeriat
mertebesidir
ŞERİAT MERTEBESİ= (Görüleni, görülende tatbik etmektir. Diyebilirmiyim)?
Aşağıda kitaplarınızdan aldığım bâzı ekleri yapacağım bu konuda.
Tenzîh itibariyle şöyle ifade edilmektedirler,
Tenzîh= Suç ve noksanlıktan uzak saymak, kabahatsız olduğu
anlaşılmak, ve onu ifade etmek, arındırma, uzak tutma, kusur kondurmamak.
Şimdi tekrar izâh etmeye çalışarak “Tenzîh” ten başlayalım.
Genelde yaptığımız Tenzîh’ler, “kelâm-î, hayal-î, ve taklîd-î” olan
beşerî tenzîh’lerdir. Asağıdaki anlatımdan anladığım kadarıyla tenzîh
metebesi
ikiye
ayrılıyor.
Gerçek
olan
“Tenzîh-i
hakîkî”
ise
“Kadîm”tenzîhi’dir ki, mutlak tenzîh olan, Tenzîh-i hakiki’dir. Bu tenzîh
ise Hakîkat-i Muhammed-î mertebesinde olur.
Hakk’ı noksan sıfatlardan (Tenzîh) etmeye çalışan kimse evvelâ
“kendini” noksan sıfat görmekten tenzîh etmesi lâzım gelmektedır.
Çünkü bu âlemde noksan sıfat yoktur, Bütün sıfatlar hakîkatleri itibâriyle
Hakk’a ait olduklarından onlarda noksanlık bulmak mümkün değildir.
33
Ancak noksanlık varsa eğer bu göreceli bir anlayıştır, mutlak değildir.
Mutlak olan bir şey var ise o da Allah’ın ne sıfatlarında, ne isimlerinde,
ne fiillerinde noksanlık bulmak mümkün değildir. Bizim şartlanmış
anlayışlarımıza göre eğer noksan gibi kabul ettiğimiz bir husus var ise
işte o bizim noksanlığımızdır. Bu noksanlığı Hakk’a isnâd edemeyiz eğer
ediyor isek o zaman yapacağımız acil olan iş kendimizi noksan
görmekten temizlememiz olacaktır.
(Gerçek tenzîh, Allah-ı zihinde sûret kaydından arındırmaktır.) Diyebiliriz.
(3) Eğer başka türlü resimler “İnsân veya doğa” olsa idi
hangi mertebelerden olurdu?
Terzi babacığım mertebeleri birbiriden ayıramadığım için, burasına
dogru cevap verebilirmiyim bilmiyorum, burada Esmâ mertebesimi?
yoksa teşbîh mertebesimi?, veya ikiside ayni mertebemi, veya
tevhidmi?.
Soru: Efendim şu mertebeleri nasıl ayırırım "emmâre, ef’âl, tenz’îh,
seriat" Fiillerde.
(4) Ressamın resimlerin içini doldururken renk ve
düzenleme
seçeneği
varmı’dır?
Yoksa
boyamakta
da
mecburmu’dur.?
Ressamın tenzîh mertebesinde kendinden renk düzenleme seçeneği
yoktur efendim. Boyamakta da mecburdur diye düşünüyorum.
(5) Ressamın yaptığı işten kendisinin hangi mertebede
olduğunu düşünebiliriz.?
Tenzih mertebesindendir efendim. ŞERİAT MERTEBESİ=
(Görüleni, görülende tatbik etmektir.)
(6) Diğer mertebelerin birinde olan kimseye yukarıdan nasıl
ve neler çizgi çizilirdi?
Mertebeleri bir birinden ayıramadığım için burasını cevaplıyamıyacağım efendim.
İşte bu süre içerisinde nefs terbiyesini isteyenler kendi kendini
koruma ve eğitmesi için hayvâni ve hayvâni gıdasız oruç tutulması
tavsiye edilmektedir.
Terzi babacığım burada her türlü hayvânsal ürün yememekmi
gerekiyor? meselâ peynir, süt, yumurta gibi veya sadece et mi yememek
gerekiyor.
Saygıyla ellerinizden öpüyorum.
Kızınız Fi…….
*************
(16) Bu…..Me………
34
Subject: RE: hikâye-yorum "ellerinizden öpüyoruz" bu….. me……..
Date: Wed, 30 Nov 2011 20:01:15 +0200
Hayırlı akşamlar Bu…… kızım. Yazın oldukça güzel olmuş ellerine
diline gönlüne sağlık. Belki biraz oğraştıyoruz ama gördüğün gibi bu tür
çalışmalar hem kişinin kendisini daha iyi tanımaya ve hemde ulaştığı
yerleri müşahede etmesine sebeb oluyor. Cenâb-ı Hakk daha nice
idrakler nasib etsin İnşeallah. Sana ve Mehmede selâmlar, Nüket
anneninde selâmları vardır. Yavaş Yavaş sohbet yayının vakti
yaklaşmakta bu yüzden ona da hazırlık yapmaktayım. Dinleyenlere de
Cenâb-ı Hakk idrak genişlikleri versin İnşeallah. Düzce de
görüştüğümüze çok memnun olduk, gene görüşürüz İnşeallah. Tekrar
hayırlı akşamlar Me…… ile birlikte hoşça kalın kızım. Cenâb-ı Hakk
gönlünüze göre versin. Efendi Babanız.
Aşağıdaki mertebelere küçük bir ilâve yaptım aslı böyledir. Bazı
guruplar, (Tevhid-i Esmâ) yı sıraya koymazlar.
Date: Wed, 30 Nov 2011 17:15:10 +0200
Subject: hikâye-yorum "ellerinizden öpüyoruz" bu…… me…….
HİKÂYE
Bir gün bir yerde yaşayan bir kişi tasvirci-ressam olan diğer bir
arkadaşının ziyaretine gitmeye karar vererek yola çıkar nihayet
arkadaşının bulunduğu yere gelir ve içeriye girer bir müddet dinlendikten
sonra duvarlarda ki ve her yerdeki resimlere bakar, hepsinin belirli bir
özelliği olduğunu görür. Bu özellik ise bütün tasvir-resimlerin sadece
“hayvân” sûretlerinde olduğudur. Bunun sebebini anlamaya çalışan
misafir arkadaşına,
>(yapılacak başka resim yokmu! neden hep hayvân resimleri
yapıyorsun?) dediğinde,
arkadaşının
verdiği
cevap
oldukça
düşündürücüdür.
>(Evet vardır, fakat bu resimleri “yukarıdaki çiziyor”, ben içlerini
dolduruyorum) demiştir.
YORUM
İnsân ömrünün başlangıcı, kırılma noktaları ve bitişi sâbittir.
Aradaki yollar insân’ın kendi muallâk kaderidir. Bu muallâk kaderi
yönlendirme kişinin mutlak kaderine etki edebilir mi? Edemez. O zaman
onun adı mutlak olmaz. Ama zaman kavramından sıyrılarak bakarsak
muallâk noktaları tamamlamak sonucunda mutlak noktaya varılır.
Zaman kavramı insân için var, bu yüzden bunu anlamak oldukça zor…
Yaptığım için mi oldu yoksa olacağı için mi yaptım? Ham beyinlere kısa
devre yaptıran bir konu. Ben de sigortamı attırmamak için burada
duruyorum çünkü bilmediğimi biliyorum..
Hepimiz hikâyede ki ressam gibiyiz. Ana hatları belli olan bir
resmimiz var. Bu bizim mutlak kaderimiz. Elimizdeki boyalarımız da
sâbit (akıl, aile, beceri gibi). Sanırım bize verilen özgürlük eldeki
malzeme ile resmi süslemek. Ancak bu o kadar da kolay değil. Tıpkı bir
boyama kitabı gibi. Çocuğun eline verirsiniz kâlemleri ve defteri, çocuk
boyamaya başlar. Yaşı küçükse şeklin sınırlarını taşırır, bazı yerleri
35
boyamaz, dikkatsiz olursa kâlemi kırar, defteri yırtar ve ortaya çok hoş
olmayan bir manzara çıkar. Oysa o çocuğa gerekli olan malzeme
verilmişti. O zaman ne lâzım? Zaman ve getirisi olgunluk. Vakti zamanı
gelip, çocuk biraz daha büyüdüğünde, el becerisi arttığında, göz algısı
yükseldiğinde, duygularını kontrol ederek, hangi şeklin ne renk olması
gerektiğini bilerek, kendinde bu renk yoksa bile en yakın tonları
kullanarak resmi boyar. Ortaya çıkan manzara şimdi gelebileceği son
noktadır. Yani onun için mükemmel denebilir. Ama başkası ile
kıyaslanmamalıdır. Çünkü herkesin malzemesi farklıdır. Belki biri için
mükemmel olan bir başkası için sıradan olabilir. Ve herkesten beklenen
kendi yapabileceğinin en iyisini yapmasıdır. Elbette tüm insânlar içinde
en mükemmeli vardır ama burada bize düşen o mükemmeli örnek alıp
kendi mükemmelimize erişebilmektir. A’yân-ı sâbitemiz bizim boya
kâlemlerimiz, elimizdeki resim şablonu da mutlak kaderimiz. Biz
yaşamaya başlar ve en iyisini yapmaya çalışırız. Kimine nebat kimine
hayvân kimine insân sûreti verilir. Yapabileceği en iyi resim istenir,
bizden hesabı sorulacak olan budur.
Tevhid mertebelerine bakarsak;
Tevhid Mertebeleri:
1- Fenâfillâh Mertebeleri
2- Bekâbillâh Mertebeleri
Fenâfillâh Mertebeleri üç makamdır.
1- Tevhidi Ef al
- Tevhidi Esmâ
2- Tevhidi Sıfat
3-Tevhidi Zat
Bekâbillâh Mertebeleri ise dört makam olarak isimlendirilir.
1- Makamı Cem
2- Hazretül Cem
3- Cem’ül Cem
4-Ahadiyet (bu makam yalnız Peygamber efendimize ait olduğu için
telkin edilmez. Edilse bile anlaşılmaz.)
FENAFÎLLAH MERTEBELERİ
a-Tevhid-i Ef’âl: Fiillerin birliği anlamına gelir. Bu mertebede gözetilen
edebi, Fiillerin hepsini yani bize nisbetle iyisini de kötüsünü de Hakk’a
nisbet etmek esastır. Çünkü onların iyiliği ve kötülüğü bize göredir.
Yoksa Hakk’a nisbet edildiğinde hepsi hayırdır ve isimlendirilmemiştir,
Fiillerin iyiliği ve fenalığı, kula nisbet edildiğinde belirlenir ve bu
zamanda, iyi ve kötü diye adlandırılır.
b- Tevhid-i Sıfat: Sıfatlar Hakk’ındır. Yani diri olan, işiten, gören,
söyleyen, irâde eden ve yegâne kudret sahibi Allah Teâlâ’dır.
c- Tevhîd-i Zât: Vücûd Hakk’ındır. Bu makamda sâlik hissen, aklen ve
hayalen gerek ef’âl, gerek sıfat ve gerek zât aynalarından vücûdu’llah’a
36
bağlanıp, cümle eşyanın vücûd-ı Hakk olduğunu mülâhaza eder ve bu
esnada istiğrak hâsıl olur.
BEKÂBÎLLAH MERTEBELERİ
a-Cem Makamı: Hakk’ı zâhir, halkı batın olarak müşahede etmek. Bu
makamda, halk ayna olup, oradan Hak zâhir olur. Bu makamda, vahdet
şuhûdu galiptir.
b-Hazretü’l-cem Makamı: Halkı zâhir, Hakk’ı batın olarak müşahede
etmek. Burada Hakk aynasından, halk zâhir olmuştur.
c- Cem’u’l-cem Makamı: Kesret ve vahdeti cem’eden bir makamdır.
Zâhir olsun, bâtın olsun etimle var olanın Hakk olarak müşahede edildiği
yer diye ifade edilir. Zâhir olan mukayyed, bâtın olan mutlaktır.
Mukayyed dediğimiz de, mutlak dediğimiz de hepsi Hak’tır diye zevk
olunur.
d- Ahadiyyetü’l-cem Makamı: Bu makam, makam-ı Muhammedî’dir.
Mukayyed olan varlıktan kaydın kaldırıldığı yerdir. Gerçek îmânın son
durağı burasıdır. Bundan sonra başkaca bir makam yoktur. Çünkü burası
en yüce mertebedir.
http://islamvetasavvuf.org/islam-ve-tasavvuf-bloglari/tevhidmertebeleri
Hikâyemiz sanırım ef’âl mertebesinden bir örnek. Hayvân
değil de, bitki, insân vs. olsaydı yine ef’âl mertebesinden olacaktı
ama kendi içindeki derecesi farklı olacaktı diye düşünmekle
birlikte emin değilim.
(maden (toprak, hava, su, ateş)
Mercan (mercan; yani cansızlardan canlıya bir doğuş mekânı)
Bitki:
Hayvân:
İnsân:
kâmil insân:
Çizen çizdiren ikiliği olduğu sürece aynı mertebede kalınacak
sanırım.
Yüce Allah (c.c.) tek olabilmeyi nasip eder inşeallah.
Ellerinizden öpüyorum… Me……
************
(17) Al……Bu…….
Subject: RE: ressam hikâyesi us….. kı…. yorumu
Date: Sat, 3 Dec 2011 23:42:48 +0200
Hayırlı geceler Sa……. bey kardeşim. Gönderdiğiniz ikinci yazıyıda aldım
okudum bu da oldukça güzel olmuş ellerine diline gönlüne sağlık, bu tür
çalışmalarla hamdolsun hep birlikte nerelere ulaşıldığı görülüyor. Rabb-ı mıza
şükrederiz. Herkese selâmlar Nüket annenin de selâmları vardır. Hoşça kalın. Efendi
37
Babanız.
Date: Fri, 2 Dec 2011 00:40:20 +0200
Subject: ressam hikâyesi us….. kı….. yorumu
Babacığım hayırlı geceler.
Kızınızın ressam hikâyesi konulu yazısını gönderiyoruz.
Selâm ve saygılarımızla sizin ve Nüket annemizin ellerinizden öpüyoruz.
Al……Us….. kı…..
BİR HİKÂYE, BİR YORUM:
HİKÂYE: Bir gün bir yerde yaşayan bir kişi, tasvirci/ressam olan
diğer bir arkadaşının ziyaretine gitmeye karar vererek yola çıkar.
Nihâyet arkadaşının bulunduğu yere gelir ve içeriye girer bir müddet
dinlendikten sonra duvarlardaki ve her yerdeki resimlere bakar, hepsinin
belirli
bir
özelliği
olduğunu
görür.
Bu
özellik
ise,
bütün
tasvirlerin/resimlerin sadece “hayvân” sûretlerinde olduğudur. Bunun
sebebini anlamaya çalışan misafir arkadaşına,
-“Yapılacak başka resim yok mu! Neden hep hayvân resimleri
yapıyorsun?”
dediğinde,
arkadaşının
verdiği
cevap
oldukça
düşündürücüdür.
-“Evet var, fakat bu resimleri “yukarıdaki çiziyor”, ben içlerini
dolduruyorum”
HİKÂYENİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ:
İlm-i İlâh-î’de her varlığın A’yân-ı Sâbite denilen bir programı
vardır. A’yân; sâbit olan hüküm demektir. Bu hükümde zaman yoktur.
İşte bu hüküm, “kazâ”dır. İsimlerin programı olan A’yân-ı Sâbite,
yaratılmış değildir. Allah’ın zâtından’dır. Cenâb-ı Hakk, kendinde olan
A’yân’ları faaliyete geçirmeyi diledi. A’yân-ı Sâbiteler kendi programları
nasıl ise o şekilde istihkaklarını talep edince, Cenâb-ı Hakk da ezeli
ilminde onların istidatlarına göre bu taleplerini bir defada verdi ki, işte
“kazâ” denilen hüküm budur.
“Kader” ise, kazâ’nın zaman ile mikdar, mikdar âlem sahasına
çıkmasıdır. Bu a’yân-ı sâbiteler’den biri de ressamlık özelliğini ortaya
çıkaran ismin programıdır.
Ressamı ziyaret edip çizdiği resimleri sorgulayıp başka
seçeneğinin olup olmadığını soran arkadaşı kimdir? Bu kişi,
insân’ın kendinde bulunan onu tefekküre yönlendirecek bir üst
mertebeden gelen ilham’dır diyebiliriz.
Ressamın her yerde çizdiği hayvân resimleri; kuvvede bulunan
mânâların mertebesine göre zâhire çıkmasından ibarettir. Kazâ programı
doğrultusunda verilen ve asla değişmeyen bu projeler zâhire çıkarken,
kişinin cüz’i aklı, nefsi, vehmi ve hayâli ile boyanır. “Suyun rengi kabının
rengidir” Ressama tuval, fırça ve kâlem verilmiştir. Hangi ahlâk üzere
ise o resmi çizecektir.
38
Ressamın durumu, nefs-i emmâre ve levvâmeye ait görüntüler,
şeriat ve tarikat mertebelerini ifade eder.
“Yukarıdaki çiziyor ben içlerini dolduruyorum” demesi ise
onun hal-i hâzırda ikilikte olduğunu, aynı zamanda irfanî bilgiye de sahip
(ilme’l yakîn) bulunduğunu göstermektedir.
Eğer çizilen resimler doğa ve insân resmi olsaydı hayvânî
mertebenin bir altı olan bitki ve cemadat mertebesi olurdu. Sadece insân
resmi çizilmiş olsaydı ressamın kemâlâtından söz edebilirdik.
Ressamın resimlerin içini doldururken renk ve düzenleme
seçeneği olup olmadığı konusuna gelince;
Kader-i mutlak; zorunlu olarak yaptıklarımız, kader-i muallâk, cüz-i
irâdemizle yaptıklarımızdır.
Ressam, cüz-i irâdesiyle seçme hakkına sahiptir. Boyama
zorunluluğu vardır.
Diğer mertebelerden birinde olan kimseye yukarıdan nasıl ve
neler çizilirdi. Şeriat ve tarikat mertebesindeki durum, yukarıda
belirttiğimiz ressamın içinde bulunduğu durumdur.
Hakikat mertebesinde kişi yoktur. Fenâfillâh durumudur. Burada kul
bâtın Hakk zâhirdir. Kulun gözünde gören, kulağında duyan hep O’dur.
Marifet mertebesinde ise, renk boya, çizgi hiçbir şey yoktur. İzâfi
varlıklar yok olmuş yerine Hakk’ın varlığı gelmiştir. “Attığın zaman sen
atmadın, ancak Allah attı” İlâh-î hükmün yaşandığı yerdir.
Us…. Kı….. 02-12-2011
(18) Ha….Ay…..
Subject: RE: bir hikâye’nin tefekkürü
Date: Thu, 8 Dec 2011 15:30:55 +0200
Hayırlı günler Nû….. kızım yazın güzel olmuş, ellerine diline sağlık,
bu sıkıntılı günlerinizde birde bu husus sizleri meşgul etti. Bu vesile ile
ailenize baş sağlığı dilerim. Cenâb-ı Hakk kabir rahatlığı versin. Herkeze
selâmlar, Nüket annenin de selâmları vardır. Hoşça kal Efendi Baban.
Subject: bir hikâye’nin tefekkürü
Date: Thu, 8 Dec 2011 14:53:25 +0200
Değerli Babacığım ve Anneciğim nasılsınız, iyimisiniz, inşeallah
iyisinizdir. Allah sağlık sıhhat versin, uzun ömürler versin inşeallah
âmin. Tefekkür edebildiğim kadarıyla.
O kişinin duygu ve hislerinin yansıması ile renklendirmesidir. O
mertebede şekil ve renkler faaliyettedir. Esmâ mertebesinin yaşantısı
içindedir. Her insân bulunduğu mertebeyi yansıtır. Allahın bize verdiği
a’yân-ı sâbite’de o resim ana hattıyla çizilmiş ona kalan içinin
renklendirilmesi, o kişide kendi hür irâdesi ile içlerini renklendiriyor.
(1)- Kazâ ve kâder mevzuudur. Kazâ olunan, kâderde miktar
miktar yaşanıyor
39
(2)- Esmâ mertesinden şahadet mertebesine gölge düşmesidir.
(3)- İnsân ve doğa resmide olsa yine aynı esmâ mertebesinin
şehadet mertebesine gölge düşmesidir.
(4)- Ressam boyamakta ve düzenlemekte serbesttir. kendi iç
dünyasının renk ve düzenini aktarmaktadır.
(5)- Ressamın mertebesinin nerede olduğu değişebilir, resim ve
renklerin olduğu esmâ mertebesidir.
(6)- Eğer kişi rengi ve kokusu olmayan mertebelerden, çizgi
çizemez, resim edemez, orada sadece ilimden söz edilir.
(7)- Düşüncelerimi ancak harflerle izah etmeye çalışıyorum.
harflerin giydiği mânâ elbisesi benim halimi, iç dünyamı anlatıyor.
Değerli babacığım ve anneciğim hürmetle
ellerinizden öperim.
Selâmlar...... Nû…….. Ay………
*************
(19) Ay…… Og…….
Subject: RE: Ressam dosyası
Date: Tue, 13 Dec 2011 10:33:08 +0200
Hayırlı günler Ay…… kızım gönderdiğin dosyanı aldım sağolasın
ellerine sağlık güzel olmuş onu da dosyaya aktaracağım seninki de
sıraya girecek yavaş, yavaş diğerleri de gelmeye devam ediyor. Herkeze
selâmlar Nüket annenin de selâmları vardır, hoşça kal Efendi Baban.
Subject: Ressam dosyası
Date: Mon, 12 Dec 2011 22:11:35 +0200
-------------------------------Bir gün bir yerde yaşayan bir kişi tasvirci-ressam olan diğer bir
arkadaşının ziyaretine gitmeye karar vererek yola çıkar nihayet
arkadaşının bulunduğu yere gelir ve içeriye girer bir müddet dinlendikten
sonra duvarlarda ki ve her yerdeki resimlere bakar, hepsinin belirli bir
özelliği olduğunu görür. Bu özellik ise bütün tasvir-resimlerin sadece
“hayvân” sûretlerinde olduğudur. Bunun sebebini anlamaya çalışan
misafir arkadaşına,
>(yapılacak başka resim yokmu! neden hep hayvân resimleri
yapıyorsun?) dediğinde,
arkadaşının
verdiği
cevap
oldukça
düşündürücüdür.
>(Evet vardır, fakat bu resimleri “yukarıdaki çiziyor”, ben
içlerini dolduruyorum) demiştir.
Kısa olmakla beraber oldukça düşündürücü ve tefekkür gerektiren
bu hikâyeyi böylece ifade ettikten sonra, ben de sorular halinde faydalı
olur düşüncesiyle biraz açmaya çalışarak cevaplarınıza yardımcı olmaya
çalışacağım.
40
(1) Kazâ ve Kader mevzuunda olduğudur.
Tefekkür ufuklarımızı bu gibi sorularla açılmasını sağlayan Efendi
Babama teşekkürler ederim.
C.Hak A’mâ’da iken, yani kendi varlığında, kendi kendine iken, bu
varlıklar henüz meydana gelmemiş iken, bilinmekliğini istediğinden, bir
tecelli ederek Ahadiyyet mertebesine, buradan da vahidiyyete tenezzül
ederek sıfat-ı subûtiyye’yi (7) sıfatını (hayat, ilim, irâde, kudret, kelâm,
semi, basar) ve mükevvenatı meydana getirmiştir. Vahidiyet’te sıfatı
subûtiyye’nin ortaya çıkması ile rahmâniyyet mertebesi ortaya
çıkmaktadır. Vahidiyet’te önce hay ismi zuhura geldi. A’yân-ı sâbite
âleminde; kendi zâtında tahayyül ettiği her bir ilmi sûreti, musâvvire
şekil ile dışarı çıkarmadığında kendinde kalan bir oluşum. Onun bilinmesi
için nefesi rahmani ile faaliyete aktarılması gerekir. İlk zâti sıfat hay
olduğu için “an” da ve sonsuz çeşitlilikte hay özelliği çıkıyor. Hay tuvale
(mekân)a aks ediyor ve malûm ile bilinen ortaya çıkıyor. Malûm olmazsa
ilim a’yân-ı sâbite’de ve bâtında kalmış oluyor. Zatta kendi kendine iken
ve malûm’un ilimle ortaya çıkma mecburiyeti olduğundan malûm ilme
tabi oluyor.Bilinen a’yân-ı sâbite programına bağlı. İlim belirli bir silüet
alıp dışarı çıkıyor. Sıfat-ı subûtiyye’nin de ilim sıfatı çıkıyor. Zatta iken
görünebilmesi için ilme tabi ama o ilim belirli bir silüet “hay” alıpta
dışarı çıktığında ilim malûma tabi oluyor. A’yân-ı sâbite ilim, kader ise
malûm. İlim malûm’a bağlı oluyor. Mahkûmun aleyh (üzerine
hükmedilen) kendisinde olan şeyle hâkim üzerine hüküm ediyor.
Ressam kelime anlamı lügatte; gözlem, izlenim-tasarım, görüntülü
(basar) sanatlarla ilgili, film üzerinde çerçeve içinde yer alan
fotoğraflardan her biri anlamına geliyor. Görüntü; gerçekte var olmadığı
halde var görünen şey, demek.
Bütün bu âlem Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz sanatının zuhurları, üstelik
İlâh-î ressam her resimle beraber.
Hikâyedeki yukarıdaki çiziyor
denmesi çizimin a’yân-ı sâbite’de olması. Kaderin de a’yân-ı sâbite’nin
faaliyet sahası olmasıdır.
A’yân-ı sâbite’ye zıt esmâlar’da iliştirilmiştir. Çünkü hayat zıtlıklarla
kâimdir. Yani hay esmâsı’nın faaliyeti zıttıyla kâim. Hayvânlar, “hay”
esmâsı’nın en uçta, kemalli ve kapsamlı zuhurudur. Hayvân’ın kendine
ait varlığı yoktur, ne için kurgulandıysa onu yapar. Madenler, bitkiler ve
hayvânlar mutlak itaat sahibi. Kendi başlarına hür irâdeleri olmadığından
kaderi mutlak, tek kader onlarınki. Allah nasıl planlamışsa o şekilde
sürdürür. Kaderi muallâk denen oluşum yoktur.
Her şey canlıdır. Hatta madde ef’âl âleminde “hay” su ve ilimle de
misallendirilir. Hay olan “su” hidrojen ve oksijenin birleşmesinden
meydana gelmiştir. Yani yakıcı özellik (oksijen) ile yanıcı (hidrojen) iki
zıt özellik yan yanadır. Bunlarsız hayat yoktur tecelli yoktur. Ef’âl
âleminde hayat sudan meydana gelmiştir. “+” pozitif yüklü, atom ağırlığı
1 olan, 2 adet hidrojen; ve atom ağırlığı 16 olan “-“yüklü oksijenin
birleşmesinden ağırlığı 18 olan “su” oluşmuştur. 18 bin âlemi bünyesinde
barındırıyor gibi. Demek ki bütün esmâlar sudan geçiyor gibi. Su,
Allah’ın Celâl ve Cemâl sıfatının aksettiği ayna gibi. Her şey sudan halk
olmuş. Neden hakikat bir damla suda gizlidir denmiştir. Göz yaşı sudur.
41
Yağmura niye rahmet denmiş. Göz yaşı suyun insân ruhunda gizli
hülasası. Göz yaşı kulun hakka en yakın ve arada perde olmadığı
zamanda meydana geliyor. Zemzem suyu. Arş su üzerine kurulmuştur.
Denmiş. Cenâb-ı Hakk’a yanaşmak için su ile abdest farzdır.
Zaman bir nehir gibi akıp gider” derler. Demek ki zaman da
hayattır, hay dır. Ressam “hay” “v” “an” ı duvara (mekâna) çiziyor. O
boyutta an, zatta dehr ve ef’âl’de zaman dan bahs edilir. Zaman, an’ın
kayıtlanması dır. A’yân-ı sâbitedeki kazâ’nın, ef’âl âleminde zamana
bağlanması kaderdir. Kader kazânın görünür hâle gelmesidir. Tafsilidir.
Aslında bütün zamanı içine alan tek bir an. Zamanın değişik boyutlardaki
ifadesi yevm, asır, ulûhiyyet yönüyle dehr dir. Hepsi an dır. Bizde
kendimize gelir, kendimizi tanırsak an-ı yakalayabiliriz. An-ı
yakaladığımızda ömrümüz uzar. Fizik bedenimizin süresi mutlak olduğu
halde rûhani bedenimizi ibadet, zikir, tefekkür, ubûdet, kadir gecesi
bereketi ile kavis çizdirip (miraca çıkarak) uzatabiliyoruz. Çünkü Kûr’ânı Kerîm’de( emr-i teklifi ) kadir gecesinin 1000 aydan hayırlı olduğu kadir
süresinde belirtilmiş. Yol aynı elimizdeki malzemeyi en güzel
değerlendirme sanatı tasavvuftur.
Her zuhura getirilende genel olarak insân hariç a’yân-ı sâbite nasıl
programlandıysa o şekilde zuhura gelmek zorunda. Mahlûkatın a’yân-ı
sabiteleri
tek,
değişmez,
değişmesine
gerekte
yoktur,
nasıl
kurgulandılarsa o şekilde devam etmektelerdir.
Fakat insân’ın a’yân-ı sâbitesi’nin muhteviyatı çok geniş, her esmâ-i
İlâhiyye’den vardır. Ayrıca dışarıdan emr-i teklifi programıda vardır.
Cenâb-ı Hakk’ın peygamberleri ile gönderdiği kurallara uyarsak
tehlikelerden korunuruz. Böylece esmâlar’ın kontrolsuz çıkması önlenmiş
olur. Kader’de mutlak ve muallâk olmak üzere ikiye ayrılıyor. Biz
içimizdeki program ne olursa olsun bunu dışarı çıkarırken kaderi
mutlaktan sorumlu değiliz. Kaderi bilmediğimizden tedbirlerimizi
almalıyız.
(2) Hangi mertebedendir.
Mertebesi tarikatın hakikatidir. Yukarıdaki ve aşağıdaki olmak üzere
ikilik vardır. Hakikati bilinmektedir.
(3) Eğer başka türlü resimler “İnsan veya doğa” olsa idi
hangi mertebelerden olurdu?
Doğa resimleri şeriat ve tarikat ve nefis mertebeleri düzeyinden
olurdu. Kâinatın tek bir insân olduğu söyleniyor. Bir adı da insân-ı
kâmil’dir. Kâmil İnsân resimleri hakikat ve marifet mertebesinden
olurdu.
(4) Ressamın resimlerin içini doldururken renk ve
düzenleme seçeneği var mı dır? Yoksa boyamakta da mecbur
mudur?
Ressamın resimlerin içini doldururken renk ve düzenleme seçeneği
çoktur. Kaderin muallâk olduğu taraflar var. Hür olduğumuz alanlar
olmasa halife olamazdık.
(5) Ressamın yaptığı işten kendisinin hangi mertebede
olduğunu düşünebiliriz?
42
Ressam hakiki tarikat mertebesindendir. Ben içini dolduracağım
diyor. Benliği daha üzerinde.
(6) Diğer mertebelerin birinde olan kimseye yukarıdan nasıl
ve neler çizgi çizilirdi?
Mâden mertebesindekiler mâden, bitki mertebesindekiler bitki, doğa
resimleri, hayvân mertebesindekiler hayvân resimleri ve insân
mertebesindekiler insân resimleri yapar. Aynasıdır işi kişinin sözü
söylenir. Ulûhiyyet mertebesi bütün mertebeleri kendi bünyesinde korur.
Efendi Babacığım sizin ve Nüket Annemin ellerinden saygıyla öper
sıhhat ve afiyetler dilerim.
*************
(20) Ba…..Ay……
Subject: RE: kazâ ve kâder
Date: Wed, 14 Dec 2011 23:47:34 +0200
Aleyküm selâm Ay…. kızım hayırlı akşamlar. Yazını aldım eline
sağlık güzel olmuş Cenâb-ı Hakk daha nicelerini ikram eder İnşeallah.
Herkeze selâmlar Nüket anneninde selâmları vardır. Hoşça kal Efendi
Baban.
Subject: kazâ ve kâder
Date: Tue, 13 Dec 2011 21:52:14 +0200
Selâmün aleyküm efendi babacığım,
Kazâ ve kader konusunda Tefekkür edebildiğim kadar bir şeyler
yazmaya çalıştım.
(2) Hangi mertebedendir.
2. nin cevabı : Esmâ, duygular tarikat mertebesindendir.
(3) Eğer başka türlü resimler “İnsân veya doğa” olsa idi
hangi mertebelerden olurdu?
3.ün cevabı : İnsân bir sonrası da resimsizlik.. İnsân-ı kâmil olunca
içimizdeki hayvvanları çekip kapatabiliyoruz, onlara dur diyebiliyoruz,
içimizdeki hayvânlara yani duygulara hakim oluyoruz. çoğu insân
nefsiyle yaşıyor, nefsiyle yaşayanlar duygularıyla yaşıyor demek oluyor.
(4) Ressamın resimlerin içini doldururken renk ve
düzenleme
seçeneği
varmı’dır?
Yoksa
boyamakta
da
mecburmu’dur.?
4. ün cevabı: Evet vardır, resimlerin içini boyamak bizim
duygularımız oluyor, duygularla değil akılla yaşamamız lâzım..
(5) Ressamın yaptığı işten kendisinin hangi mertebede
olduğunu düşünebiliriz.?
43
5. in cevabı: Yukarıdaki çiziyor ben boyuyorum demesi, ikilik
mertebesini gösteriyor.. İkilik de tarikat olduğundan esmâ mertebesinde
olduğundan görünüyor..
(6) Diğer mertebelerin birinde olan kimseye yukarıdan nasıl
ve neler çizgi çizilirdi?
6. cevap: Yukarıdaki mertebelerde resim ve sûret yoktur..
Hayırlı akşamlar babacığım, Nüket annemin ve sizin ellerinizden
öperim.
*************
(21) Ha…….. Do…….
Subject: RE: Bir Hikâye BirÇok Yorum
Date: Thu, 15 Dec 2011 01:14:57 +0200
Aleyküm selâm Ha….. ca…., yazın oldukça güzel olmuş ellerine
sağlık, ancak yazılarında anlayamadığım bir yer oldu, orada
bahsettiğin (aklı kül) mü yoksa (aklı kün) mü yoksa yanlışmı yazılmış
bunu anlayamadım. Cebrâîl. O da Cibrîl oldu, yani aklı künüm oldu ve
nefsi künüm ile aklı künüm kardeş oldular. Hayırlı akşamlar herkeze
selâmlar hoşça kal Efendi Baban.
Subject: Bir Hikâye BirÇok Yorum
Date: Wed, 14 Dec 2011 22:19:10 +0200
Selâmün Aleyküm Efendim.
Vermiş olduğunuz hikâye’nin yorumunu hazırladım. Ekte
görebilirsiniz. Hayırlı akşamlar.
HA…..Do…. CA….
---------------------14.11.2011(56=11)
BİR HİKâYE BİRÇOK YORUM.
Tasvirci: Bir şeyin tasarımını söz ya da yazı ile yapmak.
Edebiyattaki karşılığı; betimlemedir (Bir şeyi, bir kişiyi, bir olayı ya da bir
duyguyu söz ya da yazı ile göz önünde canlanacak biçimde anlatmak,
tasvir etmek.)
Sözlük anlamdan yola çıkarsak, İnsân-ı Kâmil de bir tasvirci
ressamdır. Nasıl dersek, önce zâhirde karşına gelen kişiyi konuşturup
onun hangi mertebeden konuştuğunu bilir ve karşısındaki kişiyi o
renklere boyar, kabiliyeti ve istidadı varsa ona bir üst mertebeyi de
gösterir ve oranın renkleriyle de boyamaya çalışır. Eğer gelen kişinin
kabiliyeti yoksa tekrar onun mertebesine iner ve oradan konuşur ve
44
ondaki Hakk’ın rızasını almaya çalışır. Yani memnun etmeye ve
kırmadan, rencide etmeden hoş sohbet edip onu kendi rengine boyar.
Hikâye’deki misafir, zâhiri gözle resimlere baktığından fazla bir şey
anlamıyor ve arkadaşına soruyor. Misafir gibi bakan kişiler de Kûrân-ı
Kerîm’in mealini okuduğunda orda hayvânlarla ilgili bir sürü hikâye
görüyor. Mesnevi-i Şerif’i okuyan kişiler de hayvânlarla ilgili hikâyeler
görüyor ve fazla bir şey anlamadığından bunları hikâye kitabı
zannediyor.
Memleketimizdeki çoğu tarikat grupları Mesnevi’yi okur ama bir şey
anlamaz bazıları da hiç okumaz. Hakikat ve Marifet ehli ise Kûrân-ı
Kerîm’i ve Mesnevi’yi ellerinden düşürmez. Çünkü kişi, gerçeğe
ulaşabilmek için hikâyeler’in içinde geçen şifreleri çözmeye başladığında
bir bakıyor ki o hikâye kendisinden ve mertebelerden bahsediyor. Bunun
neticesinde kişi, hayatını ve seyri sülûğunu ona göre yaşar ve yaşatır.
Hayatımızda eğlenelim gülelim diye birbirimize anlattığımız bir sürü
hikâye vardır. Oysa ki, Mevlânâ Hazretleri yaşadığı süre içerisinde
öğrendiği hikâyelerin bazılarının karşılıklarını Kûrân’ı Kerîm’de bulmuş.
Bazıları Âyet karşılıklarını, bazıları hadîs, bazıları da seyri sülûk
karşılıklarını bulmuş. Bazılarını da Ef’âl, Esmâ, Sıfat mertebelerinden
anlatmış ve hâlâ da okuyanlara anlatmakta. Bizler de bildiğimiz
hikâyeleri bu sistemde bir eser haline getirebiliriz. Ne dersiniz? Ve en
önemlisi Allah’ın ahlâkıyla ahlaklanmış, O’nun sıfatlarıyla sıfatlanmış
oluruz.
Arkadaşının sorusuna karşılık tasvirci ressamın verdiği cevaba
dönecek olursak (Evet vardır fakat bu resimleri yukarıdaki çiziyor); zâhiri
anlamda arkadaşını ikilik üzere olduğunu bilip ona yukarıdaki diyor
(yakarı ve aşağı) irfan ehline göre birdir (ben içlerini dolduruyorum) yine
arkadaşına göre konuşuyor. Her hayvânın rengi mâlûm, ona göre
boyuyorum diyor.
Bâtıni mânâsı’na gelince: yeryüzünde Ef’âl mertebesinde görünen
hayvân, insân, mâden, bitki ve kullandığımız âlet ve edâvatlar insanoğlu
kullansın diye ezelde şekillenmiş ve zuhura çıkmış varlıklardır,
sûretlerdir. “Diledim ki bilineyim; bilinmek için bu âlemleri halk ettim.”
Bunlar Ef’âl mertebesinde bilinir ve hep zâhirleri kullanılır. Burası şeriat
mertebesidir.
Esmâ mertebesinden bakılırsa şeriatın sonu, tarikatın ortalarında
esmâ mertebeleri isimleriyle bilinmeğe başlar. Götürücü seyri sülûk
yolunu Kûr’ân-ı Kerîm yaşantısı ile birlikte götürebiliyorsa ihvânına
Emmâre mertebesinde yılan, it, kurt, sıçan gibi hayvânların nerelerde
geçtiğini yaşantılarını hakkıyla anlatır ve insânlarda da hayvâni
duyguların, sıfatlarının olduğunu gösterir ve bu hayvânların kötü
hasletlerini ihvânına anlatır.
Bâtınımızda öyle duygularımız vardır ki, bir an öfkeleniriz, farklı bir
hayvân sûretine bürünürüz. Bâzen kurnazlık aklımıza gelir tilki sûretine
bürünürüz. Kendi düşüncelerimiz neticesinde o kadar çok hayvân
sûretine gireriz ki, kendimizi görsek kendimizden kaçarız.
45
Her birerlerimiz bir yerlerde haksızlıklara uğrayabiliriz. Böyle bir
durumda dua edip “Bu kişinin halini bana gösteriver Ya Rabbi ve ben de
ona göre davranayım” dese bir kişi Allah’ın izniyle o kişinin hâli ona
bildirilir ve hangi hayvân sûretindeyse onun sıfatlarını bilip ona göre
davranırsa, tedbir alırsa biraz daha rahat eder hayatta. Sıfat
mertebesinden de bazı hayvânlar görülebilir. Yani İsâ Aleyhisselâm’ın
hayatındaki hayvânlar.
Tasvirci ressam mürşitlerdir, kâmil insânlar’dır, İnsân-ı Kâmil’dir
onlar. İhvanlarının bâtınlarına bakıp mertebelerine ve kabiliyetlerine
göre boyarlar ve ne zaman insân olacaklar diye durmadan dua ve nazar
ederler. Sermayelerini onlara akıtırlar ama ihvân’ın kabiliyyeti, idrakı,
irfâniyyeti hangi mertebedeyse oraya kadar alır. İhvân’a düşen görev
kendi himmetleri ne kadarsa o kadar almaktır.
İnsân-ı Kâmil tasvirci ressamdır demiştik. Bâtıni yönünden
bahsedersek sohbetlerinde hangi mevzudan konuşursa konuşsun
sözlerinin isbatı vardır. Ehli keşif onların sohbetlerini dinlerken bâtıni
yönlerini de görür. Çünkü sözlerini, sohbetlerini Allahü teâlâ tasdik eder.
İnsân-ı Kâmil’in sözlerinin dört mertebeden geldiğini ehli keşif görür ve
inanır. Göremeyenler ne yapmalı? Onlar da sohbetlerden aldıkları haz ile
birlikte eski bilgileri eksikse onları tamamlamalı. Böylelikle kalbinin
tasdik ettiği bilgiler gibi değişik düşünceler gelir aklına. Ayrıca İnsân-ı
Kâmil’in sohbet ettiği kişilere tek-tek bakması nazar-ı İlâh-î’dir.
Kalplerimizi, gönüllerimizi doldurur. Oraları Hakk nûru ve nazarıyla
temizler. Allah’ın sıfat mertebeleriyle Hayat, İlim, İrâde, Kudret, Kelâm,
Semi, Basar’larıyla nazar eder. Bu yüzden sohbetleri çok değerlidir.
Keşke bunu anlayabilsek.
Allahüteâlâ Kûr’ân-ı Kerîm’de peygamber kıssalarında (Adem (a.s,)
Nûh (a.s,) İbrâhîm (a.s,) Mûsâ (a.s,) İsâ (a.s,) Muhammed (a.s)
hayvânlardan da bahsetmekte. Hepsini ayrı-ayrı incelemek üzerinde
tefekkür etmek çok önemlidir. Fakat biz Peygamber Efendimiz Hz.
Muhammed (s.a.v)’in hayatındaki hayvân kıssalarına bakalım. Örneğin
mirac hadisesindeki Burak; miraca giden kişinin hayvânla ne işi olabilir?
Burada ne anlatmak istiyor? Halka hızlı bir hayvâna bindim diyor.
Batınında ise: “Ben nefsimi Burak yaptım, benim emrimden hiç çıkmaz.
Ruhum ne derse onu yapar. Yani nefs-i emmâremi nefs-i kül yaptım.
Allah benim nefsimi rûhumun emrine verdi. Yanında kim vardı? Cebrâîl.
O da Cibril oldu, yani aklı küll-üm oldu ve nefsi küll-üm ile aklı küll-üm
kardeş oldular. Sonra da zatımda bir olup cemülcem makamına erdim. O
yüce sûltanın sarayında O oldum. Nihayetinde yeryüzünün ve
gökyüzünün, insânların, cinlerin ve on sekiz bin âlemin sûltanı oldum”
demek istiyor.
“Bugün besmelenin başı ben oldum,
Ulu divanda sûltan ben oldum,
Rahmân’ın nefesini her zaman ben saçarım âlemlere,
Allah’ı görmek isteyen bana baksın,
Kün emrini ve nefhasını her an ben söylemekteyim.” diyor.
46
Sevir mağarasından üç hayvân geçmekte; güvercin, örümcek,
yılan. Hicret esnâsında bindiği deve. Hz. Ali’ye hediye ettiği düldül (at).
Bu da Hz. Ali’nin Nefsi Küll-üydü, zâhir görüntüsüydü.
(1) Kazâ ve Kader mevzuunda olduğudur.
Kazâ mezuuna gelince; kişiler irâde-i cüz-isiyle yeryüzünün
halifesini bulduğunda, ona biat ettiğinde kendilerinin zâhiri ve bâtıni
hayatlarında
birçok
şeyin
değiştiğini
göreceklerdir.
Hayvân-î
mertebelerden geçip gerçek insân olacaklardır. Bunlar tasvirci ressamın
ona olan ilgi ve alâkanın yansımasıdır. Biz ki, duvarda asılı resimleriz.
Bizi meydana getiren Ressamın varlık ışığı duvara vurduğunda
canlanıveririz ve oynayıp zıplamaya başlarız. Sahabîlerin Resûlüllah
Efendimize biat ettikleri andan itibaren nasıl hayatları değiştiyse, İnsân-ı
Kâmil’e de biat edenlerin hayatları öyle değişir. Nitekim Peygamber
Efendimiz (s.a.v) “Benim ashabım gökteki yıldızlar gibidir, hangisine
ulaşırsanız kurtuluşa eresiniz” diyor.
Kader mevzuuna gelince de; a’yân-ı sabitelerinde bu yollar yoksa
Hakk’a ulaşmaları imkânsızdır. Hz. Ali Efendimiz şöyle buyuruyor:
“Herkes ömrünün sonundan korkar, oysa k,i ben ömrümün başından
korkarım.”
“Yapılacak başka resim yok mu?! Neden hep hayvân
resimleri yapıyorsun?” Misâfir ikilik üzere baktığından hayvân figürlerini
görüp arkadaşını biraz garipsiyor. Arkadaşının hangi mertebede
yaşadığını bilemiyor ve gayri ihtiyari soru soruyor. “Evet vardır fakat bu
resimleri yukarıdaki (yine arkadaşının anlayacağı dilde yukarıdaki diyor)
çiziyor. Ben sadece içlerini dolduruyorum” demiş. Evet vardır demekle
arkadaşının seviyesine inerek onun mertebesinden onun fikrini de tasdik
ediyor ve kendi mertebesinden konuşarak arkadaşını üst mertebeden
bulunduğu makamın hâlini ona anlatıyor. Bu resimleri yukardaki çiziyor
derken zât-ı kibriya kün emriyle on sekiz bin âlemde neler görünüyorsa
hepsini şekillendirmiş ve şekillendirmekte her an. Gerçek ressam
kâinatın sahibi olan Yüce Allah’tır. Ben içlerini dolduruyorum: İnsân-ı
Kâmil olan zâtın nûru, o sûretlere ışık oluyor sadece “Sen olmasaydın,
sen olmasaydın…” hitabına mazhar olanın nûruyla nûrlanıyor ve Ef’âl,
Esmâ, Sıfat mertebelerinden âlemlere nefhasını selâm esmâsıyla HU
demekte. Âlemler ve içindekiler hayat bulmakta her an.
(2)Hangi mertebedendir.
Efendimin ilave ettiği ikinci soru da çok ilginç; “Bu hikâye hangi
mertebedendir?” diye sorarak yeni ufuk açmış oluyor. Ressam eti
yenmeyen hayvânlar çiziyorsa, hep oralardan konuşuyorsa burası
emmâre mertebesidir. Eti yenen bir hayvân resmi yapıp onlardan
bahsediyorsa levvâme mertebesi oluyor. Güvercin resmi çiziyorsa;
hayalden, vehimden, kafeste olan bir bülbül veya kanarya resmi
çiziyorsa; hapsedilmiş ruhtan, kartal resmi çiziyorsa; ötelerden haberler
getiren özgür ruhtan bahsediyor demektir. Balık resmi yapıyorsa hırstır.
Zâhiri su perisidir. Kişinin sürekli konuştuğu yer oranın adamı olduğunun
47
göstergesidir. İnsân sûreti resimler yapıyorsa burası Âdemiyyet
mertebesi olur. İyi nefha eden, birisini bulursa da o resim beş hazret
mertebesini geçip gerçek insân olur ve zat mertebesine ulaşıp Kâmil
insân olur. ( Etrafta o kadar çok ressam var ki; ben insân’ın içini
doldururum diye çıkmışlar. Ne yazık ki dolduramamışlar. Dışı insân içi
hayvân sûretinde dolaşıyorlar) İçini ve dışını insân sûretine büründüren,
yaptığı resme hayat veren tek kişi gördüm hayatta. O da İnsân-ı
Kâmil’dir. Ama o resmin de bir bedeli var tabi ki. O da kendini her
şeyinle Allah’a adamaktır.
İnsân isen gel mâşuku seyret,
Fâni vücûdu bâkiye devret,
Zâtında haksın ilmende zevk et,
Yorulma, gitme zevâle doğru.
M.N. Tura
(3) Eğer başka türlü resimler “İnsân veya doğa” olsa idi
hangi mertebelerden olurdu?
Doğa resimleri de ef’âl mertebesindedir. Ressam güzel bir manzara
gördü mü dayanamaz, illâ çizer. İnsân-ı Kâmil ise doğada gezerken
güzel sûretli insân arar. Onu bulunca da binbir türlü hikâyeler anlatarak
onu avlamaya çalışır ve içini doldurur. Onun da tablolar gibi pahalı
resimleri vardır. Onun esreleri de ihvanıdır. Hangisine ulaşılsa da Hakk ‘ı
bulur. Ulaşan kişi onlarda bir yıldızdır, sahabeler gibi. Bugünün sahabileri
de bizleriz. “Saddak”
(4) Ressamın resimlerin içini doldururken renk ve
düzenleme
seçeneği
varmı’dır?
Yoksa
boyamakta
da
mecburmu’dur.?
Düzenleme seçeneği vardır. İhsânı’mı ara, al. Muhsin gönüllerden
benim ihsânım en kısa yoldan size ulaşsın. O Muhsin gönüllü olan İnsân-ı
Kâmil-i bul. O İnsân-ı Kâmil olan kişi “vemâ erselnâke illâ rahmetenlil
âlemîn” dir. Âlemlere rahmet onun elinden, dilinden, gözünden,
gönlünden geliyorsa her türlü yetkiye sahiptir. Karşısındaki kişiyi istediği
renklerle boyar, yüceltir, yükseltir. En değerli tablo yapar. Bazen de
resim tam bitti dersin bir yerlerini eksik görür. Onu da buruşturup atar.
Ona da sen bunu niye attın diyemezsin. Çünkü onda bir kanaat notu
vardır. Onun için Hakk Teâlâ ona bunu neden yaptın demez. Çünkü çöpe
atılan resmi Hakk zâten kendi attı. “Zâten” elif ve nun’da görünen Zat.
Boyayan da kendi zuhuru, Boyanan da. Boyamakta mecbur değildir.
Âlemlerde bunca insân var. Hepsini ben boyayım diye kendini ortaya
atmaz.
Haktan alıp halka saçarsın,
48
Halkı alıp hak yaparsın,
Her şey Hakk’ın zuhurudur ne şaşarsın,
Hâdiye ermediysen ne yazık.
Zâhirde bütün insânlara İnsân-ı Kâmilden rahmet saçılır. Özelde ise
ihvânın elinden tutup Hakk’a mi’râc yaptırır. Her şey Hakk’ın zuhurudur.
O da nefsinden bir hareket etmez. Hidayet edici ezelde buluşmaya izin
verdiyse, dünyada o zaman İnsan-ı Kâmil’le buluşup önce onun gözünde
sözünde Hakk’ı müşahade edersin sonra kendin de, sonra da zât-ı
mutlakta cemül cem olup Kâmil insân olursun.
(5) Ressamın yaptığı işten kendisinin hangi mertebede
olduğunu düşünebiliriz.?
Ressam çok büyük bir san’atkâr. Neyi, nasıl, niçin yaptığını bilen
Ârif kişi ve irfan ehli. Yapanı ve yaptıranı iyi bilen tevhit ehli olarak
görüyorum. Bu tip kişi ister hayvân resmi çizsin, ister insân, ne yaparsa
yapsın kendinden bilmeyip her şeyi Hakk’tan biliyor ve gelene de oradan
cevap verip rengini boyuyor, içini dolduruyor.
(6) Diğer mertebelerin birinde olan kimseye yukarıdan nasıl
ve neler çizgi çizilirdi?
Diğer mertebelerin birinde olan kimseye, “yukarından nasıl ve neler
çizilirdi?” sorusuna cevap olarak deriz ki; Herkes kendi halinde birer
ressam birer sanatçı. Çünkü her hareket eden canlı a’yân-ı sabitelerine
göre yaşamakta ve yirmi saatinin her dakikasında hareket edip kader ve
kazâlarını yaşayarak doldurmaktalar ve üzerlerinde en çok çalışan esmâ
hangisiyse onun zâhiriyle yaşamakta ve senaryosunun oyuncusu olarak
hayat filminin rolünü oynamakta. Rolünü oynayan aktörler de en iyi ben
oynadım edasıyla filmin sonunda ücret ile mükâfat beklemektedirler.
Hayatı hayallerle ve duygusallıkla, geçiren kimseler Allah’tan fazla bir
şey beklemeden, Allah’tan ayrı bir hayat yaşayarak ömürlerini bitirirler
ve sürekli aynı renkleri kullanıp aynı resimleri yaparak ben çok iyi
ressamım derler.
Ne olacak benim hâlim diye Rabbine sordun mu?
“Rabbine dön!” hitabını duydun mu?
Nâtıkı hayvândan kabuğunu kır bu günden. Nâtıkı Kûr’ân olmaya bak.
Aklı Maaşını bırakıp Aklı Küll-e gel de Cebrâîl yoldaşın olsun.
Sinde seyri sülûkunu tavaf eyle gayriyi koma orda.
Nuru Muhammedide Habib ol şefaat eyle bu günden
İnsân-ı Kâmil olup Ef’âl de, Esmâ da, Sıfatta ve Zatta âlemlere rahmet ol
(Ente Mevlânâ fersurnâ alel kavmin kâfirîn.)
49
Ha…. Do…. Ca…. 01.12.2011
*************
(22) Ha….. Ne……
Subject: RE: Bir hikâye –birçok yorum
Date: Mon, 26 Dec 2011 12:08:39 +0200
Hayırlı günler Ha….. oğlum yazınızı okudum epey güzel olmuş,
ellerinize dilinize sağlık onu da hemen dosyasına aktaracağım. Kü…..ya
sana herkeze selâmlar Nüket annenizinde selâmları vardır. Hoşça kalın
Efendi Babanız.
Subject: Bir hikâye -birçok yorum
Date: Sun, 25 Dec 2011 14:08:33 -0500
Efendim.
Bir hikâye ve birçok yorum çalışmasını Kü… ile beraber tamamladık.
Aşağıdadır. Tüm esenlikler ve güzellikler sizlerle olsun.
YORUM
(1) İbn-i Arabî Hz.'lerinin şöyle bir ifadesini buldum. “Kaderin
konusu mümkündür, hâlbuki kaza-i mutlaka mümkünle ilişkili değildir.
Bu yüzden kazâ Hakk’a aittir (Allah şuna hükmeder gibi) ve kazâsı belirli
ölçü anlamında, kader ile mümkün’e indirir. Bu bağlamda kazâ
değiştirilemeyeceği halde, kader artma ve eksilme kabul eder. Bu
nedenle bir duada şöyle denilmiştir: “Allah’ım! Senin kazânın reddini
istemiyorum, senden kazân’da lûtuf istiyorum. Kazânda ki lûtuf
kaderdir.”
Sorulara cevablar ise şöyledir.
(2) "Hayvân" salât'da "dal" harfine karşılık gelip mûseviyyet
mertebesine dolayısıyla hakiki tenzihe karşılık gelip 9. mertebedir.
(3) Doğa'dan kasıt mâdeniyyat ve nebâtât’dır. Mâdeniyyat 10.
mertebeden (tevhid i sıfat) olurken, nebâtât 8. mertebeden (tevhid i
ef’âl) olacaktır. İnsân ise 12. mertebeden olacak yani (insân ı kâmil)
olmuş olacaktır.
(4) Bu soruya daha iyi bir cevab verebilmek için hayvân
resimlerinden "at" resminin dışını çizdim. Baktığımda bunun bir "at"
olduğu belli idi. Eksik bölümleri iç kısımda olan göz, kulak, burun
bölgeleriydi. Bunu diğer hayvân resimlerinden köpek, kedi, diğerleri için
de tahayyül ettiğimde hepsi için aynı sonuca vardım. Yani hayvânın
sadece dışı çizilse hangi hayvân olduğu anlaşılır iç kısmında ki gözü,
kulağı v.s olmasa bile. Ama bir hayvânı çizdiğimizde göz, kulak, burun
muhakkak çizilmeli. Yani eğer çizilmez ise bu hayvân eksik kalacaktır.
Burada ressam "Bu resimleri yukarıda ki çiziyor, ben içlerini
dolduruyorum" demişti. Dolayısıyla ressam için düzenleme maslahatı
olmalıdır.
50
(5) sorunun cevabında "Ressam" Hakikat-i Muhammediyyeye
bağlıdır. Bunda ebcedden faydalanılmıştır. Şimdi buradaki kısımda ise
yine ebcedden faydalanılır ise 4. soru için verilmiş olan cevab
güçlendirilmiş olacaktır.
"Duyular" ise arapça ihsas demektir. "ihsas (‫ ")إحساس‬kelimesi yani
duyu
kelimesi
(elif+ha+sin+elif+sin)'
den
oluşur,
yani
(1+8+60+1+60=130) eder. Bu da belirgin bir şekilde "13" yani Hakikat
i Muhammediyeyi göstermiş olur.
Burada enteresan olan nokta şudur. Bir hayvânda 5 adet his
vardır. (Yani göz, kulak, dil, burun ve ten) dir. Ancak resime
geçirildiğinde bu hislerden 3 ü resme geçer. Çünkü "ten" çizilemez. "Dil"
de vücûdun içinde kaldığı için çizilemez. Dolayısıyla Ressam "3" hissi
çizebilir. Onlar göz, kulak ve burun'dur.
Göz arapça (ayn+ye+nun) (70+10+50)=130 eder. Belirgin olarak
13'tür.
Kulak arapça ( elif+zel+nun) (1+700+50)= 751 ( 7+5+1=13
eder.)
Burun arapça ( Elif+nun+ fe) (80+50+1)= 131. Belirgin olarak
13'tür.
Dolayısıyla 13'e bağlı olan ressam yukarıda ki çizimlerde de tasarruf
hakkına sahiptir. Dilediği gibi çizer. Ve çizim tamamlandığında 13 olur.
Çünkü tüm hisler 13 tür.
"Renk" kelimesi farsça bir kelimedir. Ve bu kelimenin (re+nun+ke)
harflerinden
müteşekkildir.
Ve
bu
harflerin
toplamı
ise
(200+50+20=270) 270 olmaktadır. 270 in kendi iç toplamı ise 2+7+0=
9 eder. Bu da hakiki tenzih mertebesini ifade etmektedir.
Ressam 13'e bağlı olduğu için burada da tasarruf hakkına sahiptir.
Dilediği gibi boyar. İsterse renksiz bırakır isterse başka renklere boyar
çünkü kendisi "bir kayıtla" kayıtlanmış değildir.
(5) "Ressam" kelimesi için ebced hesabı yapılırsa
(200+60+1+40=301) olmaktadır. Bu da 13'ü ifade etmektedir. Yani
Hakikat ı Muhammedi mertebesine nail olanlardandır.
"Hayvân" kelimesi (ha+ye+vav+elif+nun) yani
(8+10+6+1+50=75) eder. Kendi içinde toplandığında 12 eder. Ancak
başta Hakk tarafından gönderilen hayvânın 9. mertebeden olduğu
belirtilmişti. Burada Kâmil bir insân’ın elinden onun içine hisler
bezendiğinde 9'dan 12'ye gelmekte insân-ı kâmil-i ifade etmektedir.
Efendim bir sohbetinde bir fıkra anlatmıştı. Şöyleydi. "Bir gün bir
yolcu bir armut bahçesine uğrar. Ve o bahçenin sahibinden armut ister.
Sahip ise Allah'ın armutları mı kulun armutları mı diye sorar? Yolcu da
tabiki Allah'ın armutları der. Sahip da yamru yumru ezik armutları
getirir. Yolcu bunları beğenmez. Sahip de sen Allah'ın armutlarını istedin
kul mamutu olanı istemedin ki der. Bunun üzerine yolcu kul yapımı olanı
ister. Ve sahip armutları getirir bu armutlar fevkalâde armutlardır."
51
Şimdi bu yukarıda ki fıkrada Hem Allah'ın armutlarını hemde kulun
armutlarını Allah halk etmiştir. Ancak Kul "kulun armutlarında"
tasarrufda bulunmuş değişiklikler yapıp, bahçeyi ve ağacı işleyerek
fevkalâde hale getirmiştir. İşte bu değişik mertebelerden gelen
oluşumlar Ressam (Kâmil insân) tarafından restore edilip en kemalli bir
şekilde kullanılmaktadır.
(6) Eğer bu resimi çizen kimse 7. mertebenin altında ise yani
enfüsi yolculukta ise veya nefs i emmâresi kabarmış ise, yine Hakk 9.
mertebeden Hayvânı gönderir ve bitkiyi 8., madeni 10. ve insân-ı 12.
seviyeden gönderir. Bu seviye de ki kul bu sefer Hakikat i Muhammediye
temelli içeride bir düzenleme yapmaktan çok uzak olup enfüsi olarak bu
resimlerin içine benliğini koyar. Ve resimler de tahribat olur.
Efendim hepsi bu kadar.
Hayırlı geceler. Fakir ve Kü….., Sizin ve Nüket annemin ellerinden
öperiz.
*************
(23) Rü…..Ka……
Subject:
RE:
Ressamın
Date: Thu, 29 Dec 2011 11:09:22 +0200
Çizimleri
Hayırlı günler Rü…….. hanım kızım. Yazını aldım güzel olmuş ellerine
gönlüne sağlık bu sahada hayli yol alınmış olduğunu gösteriyor. Bunları
gördükçe bizde seviniyoruz, bazı yönlerden değerlendirmeler zaman
içinde değişebilir ancak bu günkü idrak ve yaşantı bu aşama da olduğu
için bu günün anlayışına göre isabetli sayılırlar. Her gelen gün, yeni bir
tecelli ile geldiğinden yeni teccelli de yeni bir anlayış olduğundan ve ilmi
ilâhi'nin sonu da olmadığından tabiidirki, zaman içinde değer yargılarıda
daha iyiye doğru değişecektir.
Cenâb-ı Hakk her geçen gün idraklerimizi ve anlayışlarımızı
ziyadeleştirsin İnşeallah. Al….. beye sana evlâtlara ve herkeze
selâmlar Nüket annenin de selâmları vardır hoşça kal kızım Terzi
Baban.
Subject: Ressamın Çizimleri
Date: Thu, 29 Dec 2011 00:13:29 +0200
Hayırlı günler Terzi Babacığım, nasılsınız? Nüket Annem ve siz
iyisinizdir inşallah ellerinizden öpüyorum.
Ressam ve çizimleri ile ilgili soruların cevabını elimden geldiği kadar
cevaplandırmaya çalıştım babacığım.
(1) Kader ve kazâ mevzuudur.
52
Ressam burada resimleri çizerek kendisi için takdir edilen ve o an
yaratılan fiilleri yerine getirmektedir. Bir nevi maşa vazifesi görmektedir.
Bir Âyet-i kerîme’de ‘’Sizleri ve yaptığınız işlerinizi yaratan Allah’tır.’’
Denmektedir. Bu resimlerin çizilip boyatılmasından maksat hem
ziyaretçinin aklında soru işareti bırakmak, hem de ressamın derecesininmertebesinin, yükseltilme isteği olabilir. Kaderinde bunlar yazıldıysa ve
gerçekleşiyorsa bu ressamın bir sonraki basamağa tırmanma yolunda
elinde fırça ve boya ile yol katedmeye çalışmasıdır. Ayrıca
ressamın zihnindekileri dışarı çıkarma ihtiyacı (resim çizip boyayarak),
aynı zamanda kalbini, zihnini bütün “hayy’’ olanlardan boşaltarak
“Hakk’’ ile doldurma işidir.
(2) Hangi mertebedendir?
Allah’ın yarattığı varlıklar arasında Allah’ı en çok tesbîh ve senâ
edenlerin mâdenler olduğunu bir sohbette dinlemiştim. Çünkü
mâdenlerin rızık arama gibi bir dertleri ve ihtiyaçları yoktur. Daha sonra
bitkiler gelir, onları takiben de hayvânlar ve insânlar… Her ikisinin de
hayatta kalabilmek için rızık aramaya ihtiyacı vardır. Kalan zamanda ise
hamd ve tesbihat yapabilir. İnsânlarda bulunan kuvvetli nefsi de hesaba
katarsak bütün bu varlıklar içinde hamd ve tesbih konusunda insân’ın
diğer canlılardan geride kaldığı söylenebilir… Ressamın da yaptığı
kendindeki bu hayvânlık vasıflarından kurtulmaya çalışmasıdır…Allah ona
resimleri çizdiriyor, o içindeki hayvânlık vasıflarını boşaltarak sınırların
içini dolduruyor. Küp içindekini dışarı sızdırıyor bir nevi temizlenme
gerçekleşiyor. Bu hareketleri ona yaptıran Allah-kendi öyle söylüyorbunda bir abeslik yok belki hikmet var.
(3) eğer başka türlü resimler yapmış olsaydı “insân ve doğa’’ gibi
bir mertebe üstten yapmış olurdu. Hayy olmakla birlikte irâde ve kudret
sahibi olup tabiat resimleri çizebilirdi. Fakat onları çizerken de aslına
uygun çizimler ve renkler kullanmak zorunda zâten başka seçeneği yok.
Çünkü biz Allah’ın bize öğrettiği renk ve manzaralar dışında ne
bilebiliyoruz? Beş duyumuzun algıladığı ne ise onlar var hayatımızda..
Bakanların bu resimlerde bir aykırılık görmemesi için şeriata uygun
davranıyor denilebilir. Dışı şeriat-ı Muhammadi, içi hakikat-i
Muhammedi’ye uydurmak, negatif ilginin odağı olmamak, Allah’ın
rızasına uymaktır hedef belki. Ressam bu resimleri yaparken ister doğa,
ister insân veya hayvân Hakkı razı edcek şekilde çizim-boya yaparsa
mertebesi artacak İlâh-î inâyete mazhar olacaktır…
(4) Ressam boya ve çizim işini yaparken aslına uygun davranmalı,
kahverengi bir at yerine mavi bir at resmetmemeli. Pembe bir koyun
veya fil boyayamaz. Hevesine göre iş yapamaz, aslına uygun olmalı.
Eğer kendi istediği renklere boyarsa kendini iyi bir iş yapıyormuşcasına
kandırmış olur. Aslına muhalefet etmek, aykırı davranmak insân’a ilk
anda mutluluk enâniyyetin güçlenmesi gibi hoş duygular kazandırabilir
fakat sonrası nahoşluk olur, boşuna meşguliyettir.
53
(5) Ressamın yaptığı işten fenâfillâh mertebesinde olduğu
düşünülebilir. Hakk’ta fâni olmaya çalışan ressam bütün pürüzlerden
arınmaya çalışmaktadır..
(6) Diğer mertebelerin birinde olan kimseye yukarıdan yine görülen
bu âlemde yani 5 duyumuzla algıladığımız ne varsa onlar çizdirilirdi.
Fakat bu çizimlerde bir sınırlama olmaz, o vakit gönlüne ne geldiyse, o
anki durum neyi gerektiriyorsa çizer ve boyardı. Kayıtlı olmazdı fakat
yine de renkleri aslına uygun kullanırdı. Burada vaktin oğlu değil, vaktin
babası olmuş ve vakti yönetmeye başlamış olurdu. Hem hayy, hem
kudret, hem irâde sahibi olarak ihtiyaca göre çizim yapar hale gelirdi….
Yazabildiklerim bu kadar babacığım, bilemiyorum doğru anlamış
mıyım?
Sizin ve Nüket annemin ellerinden öperim..Allah’a emânet olunuz.
Denizli’den sevgiler, selâmlar….. kızınız Rü…...
(24) İl…..ja….
Subject: RE: Bir hikâye birçok yorum
Date: Thu, 29 Dec 2011 14:47:10 +0000
Aleyküm selâm muhterem efendim, hürmet ve muhabbetle
ellerinizden öperim.
Nakledilen kıssa zâhirde kısa ise de, hakikatte üzerinde uzun uzun
tefekküre
muhtaç
olduğumuzu,
naçizane
idrakimizle,
ancak
hissedebiliyoruz. İnşeallah feyziniz ve teveccühünüz ile idrakimiz ve
fehmimiz açılır. Burada karalayacağımız üç beş satırı, sizin
teveccühünüzün verdiği cesaretle kâleme alabiliyoruz. Aksi halde böyle
bir mevzuda söz söylemeye bir had bulamazdık. Allah, feyzinizi ve
teveccühünüzü bu aciz ve fakir kulun üzerinden eksik etmesin.
(1) Kıssanın kazâ ve kader mevzuunda olduğu buyrulmuştur. Kazâ
ve kader mevzuunu, ancak istidat ve irâde mevzuu ile birlikte tefekkür
edebiliyoruz. Bu mevzuda ne zaman tefekkür etmeye gayret etsek
hatırımıza Fussilet Suresi'nin 11. Âyet-i kerîme’si geliyor; " Summesteva
iles semâi ve hiye duhanun fe kâle leha ve lil ardı'tiya tav'an ev kerhen,
kaleta eteynâ taiîn" (Sonra duman halinde olan semâyı istiva etti de
semaya ve arza isteyerek veya istemeyerek gelin! diye emretti. İkisi de
isteyerek geldik dediler.)
âyet-i kerîme işareten buyuruyor ki; Hakk'ın zât-î tecellisi olan
rûh'ul emîn, mahallini istiva ettikten sonra, amaiyyet mertebesinde
a’yân-ı sâbite halinde olan hakikat-ı insâniyyenin, semâsı hükmündeki
akl-ı evveline ve arzı hükmündeki beşeri nefsaniyetine, isteyerek veya
istemeyerek de olsa âlem-i mümkünata teşrif edin hitabıyla emretti.
Onlar dahi isteyerek geldik dediler. Böylece Hakk için emir ve abd için
irâde-i cüz-iyye tahakkuk etti. İrâde-i cüz-iyye, her hal ü kârda, emir
dairesi içinde kaldı. Abd, “kalû belâ” misâli, kader ve kazâ libâsını
giymeyi kabul etti. Hak Teâlâ, Mâlik ve Melik olmakla emrinden sorumlu
olmadı, abd ise irâdesini beyan ile kabul ettiğinden sorumlu oldu.
54
Nitekim bu hususta "Lâ yus’elu ammâ yef’alu ve hum yus’elûn" (O
yaptığı şeylerden mes’ul değildir, ve onlar yaptıklarından mes’uldür)
(Enbiya 23) buyuruldu.
(2) Duvara çizilen hayvân sûretleri Hayy ism-i şerifinin tecellilerine
işaret olmakla beraber, hayvân sûretlerinin nefs mertebelerini ifade
etmesi de mümkündür. Bu takdirde sûretlerin çizim ve boyamalarının
güzel olması, ressamın seyr-i sülûk geçirdiğini ve nefs mertebelerini
idrak ile kendi nefs terbiyesini tamamlamış olduğunu gösterir. Ressamın
nefs-i sâfiye metrebesinde olduğuna hüsn-ü zan olunur.
(3) Kûr'ân-ı Kerîm'de Fussilet Sûresi'nin 53. Âyetinde "Se nurihim
âyâtina fi'l âfâki ve fi enfüsihim hatta yetebeyyene lehum ennehu'l
hakku ve lem yekfi bi rabbike ennehu alâ külli şey'in şehidun" (Gerek
afakta, gerek kendi nefislerinizde âyetlerimizi yakında onlara
göstereceğiz. Nihayet O'nun Hakk olduğu şüphesiz kendileri için apaçık
beyan olacaktır. Rabbinin herşeye hakkıyla şahid olması sana kâfî değil
mi?) buyurularak seyr-i sülûk-u afakiyye ve seyr-i sülûk-u enfüsiyye
usullerine işaret olunduğu üzere, eğer ressam doğa resimleri ile meşgul
olsa idi ve çizimleri ve boyaması yine güzel olsa idi onun seyr-i sülûk-u
afakiyye yolu ile nefs-i sâfiye mertebesine ulaştığına hüsn-ü zannımız
olur idi. Eğer insân sûretleri ile meşgul ve hem çizimi hem de boyaması
güzel olsa idi, biz onun insân-ı kâmil olduğuna tevhid-i zat makamında
bulunduğuna kâil olacaktık. Zirâ Hz. Resûlüllah (s.a.v.) "Ben Rabbimi
güzel bir genç sûretinde gördüm" ve "Allah Adem'i kendi sûreti üzere
yarattı" hadîs-i şerifleri ile tevhid-i zat makamında Hakikat-ı
İnsâniyye'nin temaşa edildiğini işaret ettiler. İsmâil Hakkı Bursevi
Hazretleri'nin Ruh'ul Mesnevi'lerinde, Mi’rac gecesi Sidret'ül Münteha'yı
geçtikten sonra, Hz. Resûlüllah'a (s.a.v.) Hakk canibinden gelen nidânın,
aşinalık tesisi ve muhabbetin izharı için Hz. Ebu Bekir'in sesiyle olduğu
rivayet olunur ki bu mevzuuya işarettir.
(4) İstidat’a “potansiyel,” fiiliyyat’a ise “performans” dersek eğer,
renk skalasının tamamı potansiyel, kişinin seçimleri ise performans olur.
Her performans potansiyelin içindedir ve "Sıbgatallahi ve men ahsenu
minallahi sıbgaten ve nahnu lehu abidune" (Biz Allah'ın boyası ile
boyanmışızdır, Allah'tan daha güzel boyası olan kim? Biz onun kullarıyız)
(Bakara 138. Âyet) Âyetinde işaret olduğu üzere boya da, Hakk'ın varlık
tecellisidir. Beyaz da bir renk olduğundan, hiç boyanmamış bir tuval de
bir performanstır. Hakk'ın varlık tecellisi renksizdir, suyun bardağın
rengini alması gibi yansıdığı a’yân-ı sâbite’nin rengini alır, bu yüzden sen
renksiz ol meşrebinde insân-ı kâmiller olduğu gibi, bütün renkleri
kendinde toplayan insân-ı kâmiller de vardır. Onların da aslında sâfi
beyaz olduğu, zamanın devir hareketi sür’atle müşahede edilse idi idrak
olunurdu. ( Bir renk skalasını sür’atle ve devam ile döndürdüğünüzde
asli beyaz rengin müşahede edilmesi gibi)
(5) Sûretlerin çizim ve boyamalarının güzelliğinden ressamın Nefs-i
Sâfiye mertebesinde olduğu ve boyamayı kendine nisbet etmesinden
tevhid-i ef'âl makamında olduğu düşünülür.
55
(6) "Yes'elûhu men fis semavâti ve'l ard, külle yevmin huve fi'ş
şen" (Semavatta ve arzda olanlar O'ndan ister, O her an ayrı bir
şen'dedir) (Rahmân 29. Âyet) Âyet-i kerîme’sinin işaret ettiği üzere
Allah'u Teâlâ'nın zâtı’nın, esmâsı’nın ve sıfatları’nın sonsuz tecellileri her
an başka başkadır. Tecellide tekrar ve nihayet yoktur. İnsânda da bu
tecellileri kabul istidatı var olduğu sürece her makam ve mertebede, her
ahvalde sonsuz sûretler müşahede olunur. "İz yagşes sidrete ma yagşa,
ma zagal basaru ve mâ tega" (O zaman ki Sidre'yi bürüyen bürüyordu,
O'nun gözü kaymadı ve şaşmadı) (Necm Sûresi 16-17) hükmünce hiçbir
sûretin Zât-ı Mutlak'a perde olmaması ve basîretin istikametten
şaşmaması icap eder.
Acizane anlayabildiğim, ve anladığımdan ifade edebildiğim,
satırlardan ibarettir. Hürmetle ve muhabbetle ellerinizden öperim.
bu
*************
(25) Le……Ye……..
Subject: RE: kuş hikâyesi hakkında
Date: Fri, 30 Dec 2011 16:34:21 +0200
Hayırlı geceler ok….. oğlum gönderdiğin annenin dosyasını aldım,
sağolasın güzel olmuş, annene selâm söylersin. Hoşça kal Terzi Baban.
Subject: kuş hikâyesi hakkında
Date: Thu, 29 Dec 2011 23:45:12 +0200
Saygıdeğer Efendi babacığım ve Nükhet anneciğim ellerinizden
öperim. İzmir den Le….. Ye….. Hanımın oğluyum. Annemin hikâyesini
ekte gönderiyorum.
------------Değerli Efendi Babacığım ve Nüket Anneciğim vermiş olduğunuz
hikâyeyi dilim döndüğü kadar sizlere arz etmeye çalışacağım.
Hikâyemizin (1) Bölümü: ilk önce insândan bahsedilmiş, insân
nedir? İnsân Allahın inniyetinden gelip 18.000 âlemi ilimle idrak etmek
hâl ile yaşamak zevk ile seyretmektir. İnsân âlemlerin göz bebeğidir.
Gülmek insân’lara geldi. Hakikat-i Muhammed-i İlimleri insân’lara geldi,
Kûr’ân’nın zâtı Hakikat-i Muhammed-i aklına geldi. Muhammed-i güzel
ahlâk insân’a geldi. İnsân Allah ehlidir. Selâm esmâsı’nın mazharı’dır.
Bütün âlemlerde ne varsa insân’da o vardır. Bu dünyanın adı var kendi
yoktur, Cenâb-ı hakk’ın varlığından başka yer yok, Allah’ın içinde
yaşıyoruz. Burası bulma yeri özümüzü bulup, geldiğimiz âleme tekrar
dönmek lâzım onun için geldik bütün çabalarımız gayretlerimiz onun için
kader kısmına geliyoruz. Allah ilmi ile her şeyi kuşatıp bildiği için kaderi
tâa ezelde yazıyor. (Yâsin Sûresi 38 Âyetinde) “zâlike takdirul azîz-ul
alîm” (işte bu izzet ve ilim sâhibi Allah’ın takdiri’dir.) Zâten 18.000
âlemde Allahın takdiri ayna gibi açıktır. Her zerrede her kürede ilimi
56
kaderi istidatı kabiliyeti meydanda çocuk yukarıdan çiziyor ben içini
dolduruyorum diyor. Yukarıdaki çizim onun ayanı sabitesi kaderindeki
programı ayanı sabitesi ezelde ne aldıysa onu çiziyor. İstidatı yeteneği
kabiliyeti içinde bu çizgiyi insan geçemiyor. Her esmada olduğu gibi
allahın kadir ismide Allahın kaderi takdiri kendi yazıp kendi oyunlarıdır.
Oynayanda ondan başkası değildir. Allahın zatı sıfatı isimleri faaliyeti
değişmez. Değişen izafiliktir. İnsanda değişen izafiliklerdir. Özümüz asla
değişmiyor. Değişen yanlış bilgiler yanlış anlamalar yanlış anlamaları
beynimizden silip güzel ilim bilgileriyle değerlendiriyoruz.
Kuşa gelince siyah kuş hayali vehimi anlatır. Onların asla aslı
yoktur. Sadece hayal varlığında varı yok yoğu var gösterir. Bu çok
önemli bir olaydır bunun gerçek ilme çok ihtiyacımız vardır. Hakikatı
Muhammedi ilimleri almayan insânlar çok büyük yanılgıya düşmüşlerdir.
Her hayâli ve vehmi hakikat zannedip böylece değerlendirip çok büyük
yanlışlıklar yapmışlardır. Onun için bir irfan ehli mürşidi kâmile çok
ihtiyaç vardır. Elinden tutup ilim bilgilerini almamız lâzımdır. Hakikati
Muhammed-î ilimleri alan insânlar asla ölmezler. Karşıdan gelene ne
olduğunu insân anlayınca ayağı kaymaz. Allahın izniyle yinede Allah
sığınırız. Neuzubike minke Kûr’ân-ı kerîm-i ilmel bilmek, aynel, Hakkel,
yakınlıklarla insân’ın kendini âlemleri tanıması yaşaması lâzımdır.
(2) Cevap: Kuş hayvân mertebesidir. Hayvân her an yaşayan hür
hayat sahibi demektir. Kader hakkında “ya gavsu a’zâm kim ezeli
saadetle saadete kavuşmuş ise ne mutlu ona bundan sonrada mahzun
olmaz ebeden, kim ki şekaveti ezeli ile şâkî olmuşsa yazıklar olmuş ona
o ebediyen makbul olmaz” Allah-u teâlânın bu kelâmlarının esrarı hazreti
mevlânâ’nın iki oğlu sûltan veled ve alâaddin vardı. Sûltan veled hidâyet
ehliydi. Alâaddin mudil tesirindeydi. Ne hazreti şemsin ne hazreti
mevlânâ’nın nasihatlarını dinlemedi. Âdem aleyhisselâm’ın oğulları hâbil
ile kâbil gibi.
Allah’ın velî ismini ele alırsak Allah-u teâlâ’nın velî isminin zuhur
yeri velâyeti batın-i meselâ (s.a.v.) Efendimizin velâyetinden sonra Hz.
Ebûbekir (r.a.) bıraktı bâtın-ı devam eder. İşte velilerin bu âleminde
müddeti dolunca batına giderler. Orada hiç kesilmez velâyet devam
eder. Yerine yenisi gelir. Ayrıca her insân kendinin velîsi’dir.
Kuş yükseklerde uruc eden bir hayvândır. Gök ehlidir. İnsân’ın aklı
küllü’dür. Tefekkürü kabiliyeti, istidat kanatlarıdır. Hu kuşudur.
Gönlümüzün rahmân-i bülbülü’dür. Mevlâmızın gönlümüzdeki varlığıdır.
(3) Cevap: İnsân insân’sa insân’lık mertebesi hayvânsa hayvânlık
mertebesi nebatsa nebat mertebesinde’dir. Hangi resmi yaparsa o
mertebede’dir. Zat mertebesinde ise güneş çizerdi Hakikat-i
Muhammed-i ise kamer çizerdi
(4) Cevap: özümüz renksiz şekilsiz vasıfsızdır. Hiçbir vasıfa girmez.
Suyun rengi kabına göredir. Bütün varlıklardaki mertebeleri renkleri
idrak eder. Düzenleme seçeneği elbette vardır. İnsân hidâyet ehlidir.
Her zaman rahmân-i yoluna gitmeyi ister. Yönünü istikametini Allah’ın
zâtına çevirendir. Muhammed-i ahlâkına yönelmesidir. Buda onun
boyasıdır.
57
(5) Cevap: Ressam’ın yaptığı kuş hayvânlık mertebesidir. Ama
leylek bütün kuşların piridir. Bir hadîs-i şerifte “levlâke levlâk lemâ
halektül eflâk” (sen olmasaydın bu âlemleri halk etmezdim.) Allah (c.c.)
Hakikat-i Muhammed-i aynasında bütün sonsuz âlemleri seyretti.
Kendisini sevilmekliği diledi. Bütün âlemlerde allahtan başka yok
mertebeleri sonsuzdur.
(6) Cevap: eğer bir insân tevhîd-i ef’âl mertebesindeyse fiil
resimleri çekilirdi. Esmâ mertebesinde ise isimleri çizerdi. Sıfatta renk
yok çünkü rûhlar âlemi zatta ise renk şekil ses görüntü yok o sadece
sonsuzluk mânâsı aklıkül idrâkı sonsuz tenzih-î kadîm’dir.
Cumanız mübarek olsun
annemin ellerinden öperim.
hürmetle
efendi
babamın
nükhet
*************
(26) El…… Ha…….
Subject: RE: BİR RESSAM HİKÂYESİ HAKKINDA
Date: Tue, 3 Jan 2012 16:43:59 +0200
Hayırlı akşamlar El…. kızım yazını aldım eline diline sağlık güzel
olmuş. Cenâb-ı Hakk bu vesilelerle idrakini daha da açsın İnşeallah.
herkeze selâmlar hoşça kal. Terzi Baban. Yeni yılın hayırlı ve bereketli
olsun.
Subject: BİR RESSAM HİKÂYESİ HAKKINDA
Date: Mon, 2 Jan 2012 15:27:13 +0200
2 Ocak, 2012
Selâmün aleyküm
Çok kıymetli Terzi babacığım, ben El….. Ha….. 3 seneye yaklaşan
bir süredir almış olduğum dersleri yapmanın gayreti içersindeyim.
Sohbetlerinizden ve kitaplarınızdan tevhid ilmini öğrenmeye çalışıyorum
efendim. Sorularım oldukça En….. Ar….. beyefendiye danışıyorum.
Karşılıklı tefekkür paylaşımları yaptığımız bir de ablam var. Kendisi
Mersin’ de. Dersleri birlikte almıştık. O da bu konuda bana yardımcı
olmakta. Ben Gaziantep’ te ikamet etmekteyim. İnşeallah bizler de
tevhid yolunda ilerleyenlerden, hakikatini bilenlerden, müşahede
edenlerden oluruz. Yolumuzu size ulaştıran, yüce Allah’ a binlerce
şükrolsun. Dilerim size yaraşır bir öğrenciniz, evlâdınız olabilirim. Vermiş
olduğunuz emekleriniz için binlerce teşekkürler efendim. Allah hepimize
kolaylıklar nasibetsin.
Efendi babacığım: ‘‘Bir ressam hikâyesi’’ adlı çalışmayla ilgili
tefekkürlerimi şöyle belirtebilirim:
Bismillâhirrahmânirrahîm:
58
“İlâh-î, ente maksudi ve rızake matlubi.” (Allah’ ım maksadım Sen’
sin, talebim hoşnutluğundur.)
Allah’ ım seni tanıma yolunda yanlış bir şey düşünürsem ya da
yanlış bir şey söylersem sen beni affet, sen bana bunların doğrusunu
öğret. Ya Rabbi bana doğruyu, doğru olarak bildir ve doğruya uymayı
nasip et. Allah’ ım eğriyi de eğri olarak bildir ve ondan kaçınmayı nasip
et. Ben bâtıla Hakk diye sarılmayayım.
Hikâye kader ve kazâ mevzuundadır.
nıyor:
Kader ve kazâ şöyle tanımla-
Kazâ, ‘‘Hakk Teâlâ’ nın, ezelden ebede kadar olmuş ve olacak her
şeyin, her şeyini ve her hâlini, zamanını ve mekânını, sıfatlarını ve
özelliklerini ezelî ilmiyle bilip, ona göre takdir etmesidir. Kader ise, Kazâ
da plânlanan bir şeyin yaratılması, varlık sahasına çıkarılmasıdır.’’
Hikâyemizde ressam diyor ki : ‘‘ Bu resimleri yukarıdaki çiziyor,
ben içlerini dolduruyorum.’’
‘‘yukarıdaki’’ sözü tenzih mertebesinin yaşandığının, ressamın
‘‘ben’’ demesi de Allah’ ı ötelere attığının göstergesidir.
“Yukarıdaki çiziyor’’ sözü kader-i mutlak’ ı ifade eder. Kader-i
mutlak, Levh-i Mahfuz’da Ahadiyet’ te a’yân-ı sâbitemize işlenmiş,
değişmeyecek olan kaderimizdir. Doğum, ölüm, rızk gibi… Mâdem
doğum ve ölüm bellidir, o halde neden Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
‘‘Sadaka ömrü uzatır’’ demiştir? Burada ömrün uzamasından maksadın,
kişinin bu dünyaya tek geliş amacı olan Hakk’ı bilme, kendini bilme
yolunda zamanını bereketlendirmesi, dolu, dolu geçirmesi olacağını
anlamak güç olmayacaktır. Yine Efendimizin (s.a.v.) "İlim Çin'de de olsa
gidip alınız" demesi gibi…
‘‘ ben içlerini dolduruyorum ’’ :
Ressam’ın resmin içini doldurması, olayları yaşamasıdır. Resmin
içini boyarken ressamın alacağı kararlarda, hangi rengi nerelerde, hangi
tonda kullanacağının mutlak veya muallâk kader ile ilgisi vardır. Kader-i
muallâk, gerçekleşmesi bazı sebeplere bağlanmış olan kaderdir.
Bununla beraber Levh-i Mahfuz' daki muallâk denilen şartların nasıl
oluşacağına dair durumlar da, mutlak İlâh-î ilmin içindedir. Muallâk
kader dua, sadaka, himmet ile değişebilen kaderdir. Bu değişmenin olup
olmayacağı dahi İlâh-î ilimde yerini alır. Kaderi muallâk’ta cüz-i irâde ve
bir tercih vardır ancak asıl olarak irâde tek ve cüzlere ayrılmaz. O halde
cüz-i irâde, külli irâdenin cüzde kayıtlı olarak açığa çıkması ile oluşur,
diyebiliriz.
Hz. Mevlâna diyor ki: ‘‘Hayat bir satranç, oyunu gibidir; oyunun
kuralları ve sonucu bellidir. Ancak oynayışın sana aittir.’’ Ressamın da
resmi boyaması ona aittir. Ancak sonuç değişmez, boyadığı sonuçta yine
hayvân resmi olacaktır. Hayvân resmini boyamasını dileyen vardır ve
ressam bunda mecburdur. Resmi boyaması demek, kendindeki İlâh-î
esmâların mânâlarını açığa çıkarması demektir. Kendimizdeki isimlerin
mânâlarını açığa çıkarmamız, bizim sırat-ı mustakimimize, oradan da
sıratullaha ulaşmamızdır. Hakkın güzel isimlerini ne kadar kendimizde
59
bulursak, o kadar kendimizi ve Allah‘ı tanıma yolunda yol almış ve a’yânı sâbitemize ulaşmış oluruz.
Bizler de Levh-i Mahfuz’ da yazılmış olan programımız gereği
başımıza gelen üzüntü, sevinç, saadet ve zahmette mecburuz. Esasen
herşey ilim mertebesinde yazılmış olup, fiil mertebesinde açığa
çıkmaktadır ve Cenâb-ı Hakk bizim yapacağımız ne kadar fiil varsa
hepsini yazmıştır. Zaman ve mekân’dan münezzeh olan yüce Allah’ ımız
bunları kulunun ne yapacağını bildiği için yazmıştır. Yoksa ‘‘böyle olsun’’
diye değil. Allah’ ın herşeyi önceden bilmesi Ulûhiyyetinin gereğidir. Allah
ilminde olan herşey, Şehâdet âlemi’nde zamanı geldikçe, bir bir açığa
çıkmakta… A’yân-ı sâbitemize işlenmiş olan isimler faaliyete geçmekte...
Her varlık Allah‘ ın esmâ ve sıfatlarının yansımaları olduğuna göre;
esasen şehadet âlemi bir esma terkibinin diğer bir esmâ terkibini
seyretmesinden başka bir şey değildir. Rahmân esmâsı rahmâniyyetini,
Kahhar esmâsı kahhariyyetini göstermek istemekte. Zira Elest bezminde
bütün ruhlara ‘‘Elestü bi Rabbiküm’’ (ben sizin Rabbiniz değil miyim?)
denmiş, herbir varlık da hitabı duyup, ‘‘kalû belâ ve şehidnâ’’ (duyduk ve
şahit olduk) diyerek ahit vermiş idik. Yani sen bizim Rabbimizsin,
programımızı yapan Sen’ sin. Sen bizim için neyi dilemişsen biz o ameli
işleyeceğiz, diye söz vermiştik. Şimdi Ef’âl âleminde bunlar
gerçekleşmekte. Bütün esmâ-i İlâhiyye faaliyetlerini sergilemekte.
Bunlar Hakk’ ın Cemâl ve Celâl eli ile oluşmakta.
Hikâye’ye tekrar dönecek olursak; ressamın resimleri boyarken
kullanacağı renkler ve düzenlemeler de Levh-i Mahfuz’ da yazılıdır.
Kişinin programlanmış terkibi itibariyle neler yapacağı, nasıl davranacağı
Allah tarafından bilindiğinden, yazılmıştır. Yazılmış olanlar zaman
içersinde miktar, miktar fiil olarak açığa çıkar. Ressam hayvân resimleri
boyadığına göre nefs-i emmâre ya da levvâme mertebesinde olabilir.
‘‘Hayvân’’ kelimesini incelersek; ‘‘hay’’ ‘‘ve’’ ‘‘an’’ yani an, an hay ismini
açığa çıkaran, hayat sahibi olan anlamındadır. Mâden ve bitkilerin de bir
hayatı olmakla birlikte, Hay esmâsını hayvân diye andığımız varlıklar en
kemalli bir şekilde açığa çıkarırlar. Bitkilerdeki hayat toprağa bağımlı ve
hareket kabiliyetinden uzaktır. Hayvânlar ise özel hareket kabiliyetleri ile
donatılmıştır.
Cemâdat ve nebâtat mertebelerinde nefsaniyyet yok iken,
hayvânlık mertebesinde nefs sahneye çıkmaktadır. İnsân’da ise benlik ve
nefsâniyyet daha yoğundur. Bu anlamda insân aşağıların aşağısına
indirilmiştir. Ancak hakikatindeki özellikler dolayısıyla kendini bilme
istidatına da sahiptir. Emr âleminden ayrılık yolculuğunda mâden ve bitki
mertebeleri, dünyaya yeni doğan insân’a göre Hakk’a daha yakındır.
Kesret âlemine gönderilen insân’ın tekrar özüne dönmesi ise, bir idrak
çalışması ve kesrette vahdeti yaşaması ile mümkündür. Bütün
mertebeler kendinde mevcut olduğundan kişinin yolculuğu, yine
kendinden kendine olacaktır.
Âdem yaratılmadan önce halkedilen âlemler, cilâsız bir ayna gibiydi.
Âdem’in yaratılması aynanın cilâsı oldu. Çünkü o, Hakk’ın bütün Esmâ-i
İlâhiyyesini yüklenmişti. Bunun yanısıra, Onsekizbin âlem’den geçerek
Ahadiyetten Şehâdet âlemine inen insânda bütün âlemlerin özellikleri
mevcuttu. Bu yüzden insân’da meleklik, cinlik, mâden, bitki, hayvânlık,
60
dört anâsır-unsur vs. vardır. Ne var âlemde, o var Âdem’ de dedikleri
gibi. Bazı kişilerin bitkilerle, bazılarının mâdenlerle bazılarının da
cincilikle uğraşmaları onlarda bu mertebelerin açığa çıkması ve diğer
mertebelerin batında kalması anlamına gelir. Hikâye’de adı geçen
ressam da bu mertebelerden birinde olsaydı ilgili resmi yapar, diğer
mertebeler bâtında kalırdı. Bütün mertebelere câmi olan İnsân-ı Kâmil’
de ise bu mertebeler dengeli olarak zuhur eder. O, her varlıkla varlığın
kendi mertebesinden konuşur. Her varlığın halinden anlar. Nitekim
Rasûlullah (sav), birgün Ensâr’ dan bir kimsenin bahçesine uğramış.
Orada bulunan bir deve, Peygamber Efendimiz’i görünce inlemiş ve
gözlerinden yaşlar akmış. Efendimiz, devenin yanına gitmiş, kulaklarının
arkasını şefkatle okşamış. Deve sâkinleşmiş. Bunun üzerine Rasûlüllah
sallâllâhu aleyhi ve sellem:
“Bu deve kimindir?” diye sormuş. Medîneli bir delikanlı yaklaşıp:
“Bu deve benimdir ey Allâh’ın Rasûlü!” demiş. Fahr-i Kâinât Efendimiz:
“Sana lutfettiği şu hayvân hakkında Allah’tan korkmuyor musun? O
senin, kendisini aç bıraktığını ve çok yorduğunu bana şikâyet ediyor.”
buyurmuş. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 44/2549)
Hakk’ a olan yolculuk bir seyirdir. Kişi bütün bu mertebelerden
geçecektir.
Nefs-i hayvân-i denilen tarafımız, tabiatının gereği olarak bedenin
yaşamsal faaliyetlerini sürdürebilmesi için gerekli olan yeme, içme,
neslini devam ettirme vs. gibi faaliyetlerde bulunur. İnsân-i ruhumuz ise
şeytanın da tesiri ile hayvân-i nefsin kontrolü altına girer ve kendinden
perdelenir. İnsân’ın ebedi mutluluğu için ruhunu, nefsân-i ve şeytân-i
kirlerden temizlemesi gerekir. Hayvânat ruhu faktörünün kişiden
kalkması, riyazatlar ve mücahede ile olur ki; mücahede olmadan
müşahede olmaz demiş büyüklerimiz. Gönlümüze gelip de dönen ama
bizim farkına bile varamadığımız rahmân-i ilham ya da duyumlar,
yapılan riyazatlarla hayvân-i ruhun etkisinden kurtularak hissedilmeye
başlanır. Gönül evlâtları diyebileceğimiz bu oluşum ile nefsimiz birlikte
hareket ederek gönül kâ’besi’nin duvarlarını yükseltecektir.
Beş duyu ve şartlanmalarımızla bizler hayal ve vehim ile kendimize
benlik yüklemekteyiz. Aslında kendimize ait hiçbir varlığımız yok. Bu
idrâke sâhip olabilirsek, Mülk’ ün asıl sâhibi’nin yüce Allah olduğunu
müşahede ederiz. Böylece nefsi ve izâfi benliğin yerini İlâh-î benliğimiz
alır. Ancak bu takdirde gerçek bir İnsân olabiliriz.
YÂ. SÎN. Hitabı da Peygamberimize (s.a.v.), Mirac’ ta Sidre-i
Münteha’ da gelmiştir. Akıl makamı olan Cebrâîl (a.s.) ‘‘çıkarsam
yanarım’’ diyerek buradan öteye gidememiş, Peygamber Efendimiz
(s.a.v.) ise aklını, bilgisini ve herşeyini bırakarak, aşkı ile Mi’rac’ a
çıkmıştır. İnsân Ayet-el Kübra’ dır. Yani Allah’ın en büyük Âyeti.
Efendimiz (s.a.v.) e mi’rac gecesi kendindeki âlemler açılmış, o,
varlığındaki İlâh-î hakikati müşahede etmiştir. Gözünün gördüğünü kalbi
yalanlamamıştır. Mi’rac sabahı da ‘‘men reani fekad real hakk’’ ‘‘Beni
gören Hakk’ı görür.’’ diyerek kendinde, Hakk’ tan başka bir varlığın
olmadığının mesajını vermiştir. Bu mertebenin adı Hz. İnsân, Kûr’ân-ı
61
Nâtık’tır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu makama yükselmenin ancak
Allah’a Mi’rac ile mümkün olduğunu ümmetine öğretmiştir.
Şimdi hikâyemize dönersek; ressam, eğer bu mertebede, yani Zat
mertebesinde olsaydı, ressama insân resmi çizdirilirdi. Orada resmi
yapan da yaptıran da Bir olurdu. Hadis-i Kudsi' de Allah Teâlâ: "Kulumu
sevince gören gözü, duyan kulağı, tutan eli olurum. Artık o benimle
duyar, benimle görür, benimle tutar, benimle yürür." buyurmaktadır.
İnsân âlemlerin gözbebeğidir. Âlemler insân için, insân da Hakikat-i
Muhammediye mertebesi itibariyle Allah için halkedilmiştir. Gizli hazineyi
bilecek olan İnsân’ dır. Bunu bilecek ve şâhit olacak tek bir yer ve
şansımız var. O da yaşadığımız bu dünya ve sayılı günlerimiz. Hakk
bütün vecihleri ile her bir zerre de hâzır… Ne büyük bir lütuf ki Allah‘
ımız bize rağbet etmiş ve insân olarak halketmiş. İnşeallah hakiki İnsân
olmayı da nasip eder. O kendindeki güzellikleri seyretmeyi dilemiş ve
her birerlerimizin gözünden bunları seyrediyor. Biz farkında da olsak,
gaflette de olsak bizden işleyenin Hakk olduğunu öğreniyoruz. İnsân’ın
diğer varlıklardan farkı Allah’ın isimlerinin mânâsını açığa çıkarabilecek
istidata sahip olması. Tabii takdirde var ise… Bu özellik onu hâlife
yapmakta. Her ne kadar diğer varlıklarda da isimleri ortaya çıkarma
mevcut ise de seyredebilme hâli insân’da mevcuttur. Çevremizde
gördüğümüz, tanık olduğumuz herşey bizim için halkedilmiş, çünkü
bizim âlemimiz’de. Hepsi Hakk’ ın bir yüzüdür.
Yüce Allah’ ımızın bizleri bu âleme gönderme sebebi, bizleri eğitmek
ve kendisini tanımamız… Tabi bunun yolu da nefsimizi tanıyıp bilmekten
geçiyor. Çünkü nefsin hakikati, Hakk’ın esmâları’nın terkibi. Nefs
hakikatini Rububiyet’ ten alır ve sürekli rablık etmek ister. Ruhun toprak
bedene girmesiyle doğan nefsin bir yönü toprağa bir yönü ruha bakar.
Bedenimizin şartlanma ve beş duyu ile kayıtlanması ile nefsden açığa
çıkan isim ve sıfatlara ‘‘ben’’ deriz. Hayatımız boyunca kaderimizde var
olan çeşitli olaylar yaşar, bunlara üzülür ya da seviniriz. Bizdeki isim
terkibine uyanlara ‘‘hayır’’, uymayanlara ‘‘şer’’ deriz. Hayır ve şerr olarak
gördüklerimiz nefsimize göredir. Hayır olarak gördüklerimiz nefsimizin
hoşuna gideceğinden bizi beden ve bizdeki isimler terkibine hapseder ki
bu da hakikate perde olur. Nitekim ayette şöyle denmektedir:
BAKARA 2/216. Savaş, hoşunuza gitmediği halde size farz kılındı.
İhtimal ki hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinizedir ve ihtimal ki sevdiğiniz
bir şey sizin kötülüğünüzedir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.
Yine NİSA 78 -79 . Âyetler’de şöyle buyurulmakta:
Eyne mâ tekûnû yudrikkumul mevtu ve lev kuntum fî burûcin
muşeyyedeh (muşeyyedetin). Ve in tusıbhum hasenetun yekûlû hâzihî
min indillâh (indillâhi), ve in tusıbhum seyyietun yekûlû hâzihî min
indike. Kul kullun min indillâh (indillâhi). Fe mâli hâulâil kavmi lâ
yekâdûne yefkahûne hadîsâ (hadîsen).
Nerede olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde
bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır. Onlara bir iyilik gelirse, “Bu,
Allah’tandır” derler. Onlara bir kötülük gelirse, “Bu, senin yüzündendir”
derler. (Ey Muhammed!) De ki: “Hepsi Allah’tandır.” Bu topluma ne
oluyor ki, neredeyse hiçbir sözü anlamıyorlar!
62
NİSA 79: Mâ esâbeke min hasenetin fe minallâh (minallâhi), ve mâ
esâbeke min seyyietin fe min nefsike. Ve erselnâke lin nâsi resûlâ
(resûlen). Ve kefâ billâhi şehîdâ (şehîden).
Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse
kendindendir. (Ey Muhammed!) Seni insanlara bir peygamber olarak
gönderdik. Şahit olarak Allah yeter.
Burada da şerr kendimize, yani nefse bağlanmıştır, Allah’ a değil.
Hakikatte şer diye bir şey yoktur. Evliyaullahtan bazılarının Amentü
duasını okurken ilgili bölümü ‘‘hayrihi ve hayrihi’’ şeklinde okumalarının
sebebi bu olmalıdır.
“Âmentü billâhi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusülihî ve'l-yevmi'lâhiri ve bi'l kaderi hayrihî ve şerrihî mine'llâhi teâlâ; ve'l-ba'sü ba'de'lmevti hakkun eşhedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden
abduhû ve rasûlüh”
“Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe,
kadere, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna imân ettim. Ölümden sonra
diriliş gerçektir. Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in onun
kulu ve elçisi olduğuna şahadet ederim.”
Yine Amentü duasında îmânın altı şartı sıralanırken Allah’ a,
meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine imân birer kez söylenirken,
kadere, hayır ve şerrin Allah’ tan geldiğine imân ile; âhiret ve öldükten
sonra dirilmeye imân konusu iki kez tekrar edilmiş. Bu da bize kader ve
ahiret konusunun imândaki yeri ve önemini açıkça vurgulamaktadır.
Kadere imân ederken bizlerden çıkan eksi fiilleri ‘‘bu kaderimden ve bu
olumsuz fiillleri benden Allah çıkarıyor’’ diyerek Hakk’a yüklemek; iblis’in
‘‘beni sen azdırdın’’ demesine benzer. Bizden açığa çıkan fiiller bir ismin
zuhuru olmakla birlikte madem ki, bize verilmiş bir vücût vardır ve bu
fiiller bu vücûttan açığa çıkmaktadır o halde sorumlusu da bizleriz. Hz.
Âdem de kendinde Hakk’ tan başka bir varlığın olmadığını bildiği halde
sessiz kalmış, yaptığı suçu kendi üzerine alarak ‘‘biz nefislerimize
zulmettik.’’ demişti. Herbirerlerimiz de edep ederek bunu böyle
yaşamalıyız. Bizden çıkan güzel fiiller için Allah’a şükretmeli,
olumsuzluklar için de tövbe edip, bir daha yaşanmamasının duası ve
çabası içinde olmalı, yüce Allah‘ tan bizleri güzel tecellilerle süslemesini
dilemeliyiz. Başımıza gelen olumsuzluklarda da bir hikmetin olduğunu ve
merhametlilerin
en
merhametlisi
olan
Allah’
ımızın
bize
taşıyamayacağımız yükü yüklemeyeceğini bilmeliyiz. (Heze min fadli
Rabbi)
Kadere, hayır ve şerrin Allah’ tan geldiğine imânla kişi tam bir
teslimiyetle herşeyini, fiillerini Allah’ a verir. Ancak bu durumda
sorumluluktan kaçmaması için karşısına cüz-i irâde çıkar. Cüz-i irâde
‘‘sana verilmiş bir vücut var, fiillerinin sorumlusu sensin’’ der. Bu defa
yaptığı iyilik, ibadet vs. şeyleri nefsine yükleyip kibirlenmemesi için,
karşısına kadere imân çıkar. Kadere imân, ‘‘Allah sana şahdamarından
daha yakın, bu dünyaya irâdenle mi geldin ki şimdi irâdeden
bahsediyorsun, haddini bil, yapan ve irâde eden Allah ‘tır’’ der.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de kadere imân etmemizi, bunun yanında
çok çalışmamızı öğütlemiştir bizlere ki;
63
Hz. Ali (R.a) anlatıyor: "Biz bir cenaze vesilesiyle Baki'u'l-Ğarkad'da
idik. Derken yanımıza Resûlüllah aleyhissalâtu vesselâm çıkageldi ve
oturdu. Biz de etrafında (halka yapıp) oturduk. Elinde bir çubuk vardı.
Çubuğuyla yere birşeyler çizmeye başladı. Sonra
-Sizden bir tek kimse yoktur ki, cennet ve cehennemdeki yeri bilinmiş
olmasın, buyurdu. Yanındakiler:
-Yâ Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) şu hâlde ne diye çalışıyoruz,
her şeyi bırakıp tevekkül etmeyelim mi? dediler. Rasûlullâh (s.a.v.):
"Hayır, çalışınız, herkes ne için yaratıldı ise, onun için hazırlandırılır!.."
buyurdu ve sonra
Sonra şu Âyeti tilâvet buyurdular. (Mealen): "Kim bağışta bulunur,
günahtan kaçınır ve dinin en güzelini tasdik ederse, biz de ona hayır ve
kolaylık yolunu kolaylaştırırız" (Leyl 5-7) (Buharî, Müslim, Ebu Davud,
Tırmızî)
O halde bizler de bu Âyet hükmünce infakta bulunmalı,
günahlardan kaçınmalı, (en güzel olan ALLAH olduğuna göre) her şeyde
Allah güzelliklerini görüp, tasdik etmeliyiz ki bize hayır ve kolaylık yolu
açılsın. Kişi Allah’ a dua etmeli, O’ ndan istemelidir. Burası cüz-i irâdedir.
Ancak biz birşey dileyip istemişsek de bizden önce Allah onu istemiştir.
Hiçkimse fiilinin hâlıkı dağildir.
Efendi babacığım yazıma burada son verirken, yeni yılınızı da
kutlar, sevgili eşiniz Nükht Hanım annemize de selâm eder, hürmetle
ellerinizden öperim. Allah sizlerden razı olsun. Allah’ a emânet olun.
El……. Ha…… Ga……
*************
(27) Ai…… Er……
Subject: RE:
Date: Tue, 3 Jan 2012 17:28:49 +0200
Hayırlı akşamlar Âi…. hanım kızım. Yazınızı aldım okudum oldukça
güzel olmuş epey oğraşmışsınız, muhabbetli olmuş, ellerinize dilinize
sağlık, bende dosyasına aktaracağım İnşeallah. Yeni yazılar geldikçe
dosya zenginleşiyor. Gelen yazılar tamamlandıktan sonra herkeze
dosyanın bütününü göndereceğim herkez herkezin duygu ve
düşüncelerinden böylece istifade etmiş, herkezinde gönül ufukları
genişlemiş olacaktır. Cenâb-ı Hakk daha nice yazılar yazmağı nasib eder
İnşeallah. Size kızlarımıza ve torunlarımıza selâm eder sağlık ve
muhabbetle kalmanızı temenni ederim Nüket annenizinde selâmları
vardır. Hoşça kalın efendi Babanız.
Subject: RE:
Date: Mon, 2 Jan 2012 21:17:08 +0200
64
Bismillâhirrahmânirrahîm:
Candan Aziz Babacığım,
Hayırlı akşamlar, Nasılsınız babacığım? İnşeallah, annem de siz de
iyisinizdir. Cevabımı biraz geciktirdiğim için lütfen bağışlayın. Çocuklar,
torunlar hepimiz iyiyiz. Saygılarımızla ve sevgilerimizle ellerinizden
öpüyoruz.
Ressamın resmi- Nakkaşın Nakışları
Ressam, resim yapan kişi, tablosunda hep hayvân resimleri var.
Ana konu bu. Görünen bu konunun çerçevesi sınırsızdır. Hayvânlar,
canlılar, Hayy esmâsının tezahürleri. O kadar çok türü var ki. Biz onları
havada, suda, toprakta, ateşte yaşayanlar diye sınıflayabiliriz. Sürünen
soğukkanlılar, uçanlar, memeliler, yüzenler diye de sınıflayabilir. Dört
elementin, dördünün de hayvânları var. Hepsi insanda dürülüdür.
Toprak, su, ateş hepsi ayrı programlarla birleştirilip ilk canlıları, tek
hücreli canlıları, hayvânları halk etmiş. Bitki formları tezahür etmiş
çürümelerinden. Toprak, Hak adı çok özel dört unsurun dördüncüsü
hayat bulmuş. Her unsur toprakta var. Isısı, nemi, havası yok yok.
Denizde balık cinsleri, böcekler, kaplumbağa, yılan, kabuklu deniz
hayvânları, aklımızın alamayacağı her çeşit hayvân. Hatta toprakla bitki
arası hayvânlar geçiş formları. İnciler, mercanlar. Mercanlar yedi renk
orman gibi. Ne toprak, ne bitki. Bazı balıklar hem doğuruyor, hem
emziriyor. Yunusların, balinaların toplum ruhuna sahip, konuşma
frekansında sesler çıkardığı tespitli.
Havada kuşlar, her çeşit, rengârenk hava denizinde yüzüp
duruyorlar. Arılar, böceklerin bir kısmı, sinekler, yarasalar… insân aklı
duruyor. Yarasa doğuruyor, emziriyor. Arı vahiyle bal yapıyor. Uçan
karınca uçarak yer ehli olmaktan kurtuluyor.
Karada yaşayanların bir kısmı vahşi, bir kısmı ehildir. Zelil, zelûl.
Kimi eti, kimi sütü ile insân’a yardımcı kimi gücü ile.
Hava, su, ateş, toprak. Hepsi insân’ın mayasıdır. Bütün âlem insân
için, insân Allah için. O halde tüm unsurlar en kemalli şekilde insân’da
zuhurda. Her mertebeden su, ateş, hava, toprak ve onda yaşayan tüm
canlılar bedenimizde, nefsimizde var. “İnsan ne yerse odur.” Suyu
içiyoruz, toprağın bitirdiklerini, beslediklerini, bitkileri, hayvânları
yiyoruz. Deniz de, orman da, bitkiler de, tüm hayvânlar da bizde.
Hayvânat bahçeme bir göz attım, çok kalabalıklar. Pencerem açıktı.
Perdesiz pencereden içeriden dışarıyı, dışarıdan bakan da içeriyi
görebilir. Ama insân kendini hep perdeler. Yalnızca Hakk’a perdesizlik.
Kendi ten kafesimin içindeki hayvânlar bir an beni ürküttü. Vahşisi, ehili,
zelili, zelulu. Hepsini seyrettim. Nakkaşımız Allah, ressamımız Allah,
Rabbül Âlemin olan Allah ne kadar zengin.
Sayısız çeşit hayvân
içimizde. Hepsine ayrı kader, terbiye, eğitim, ihtiyaçları için ortam ne
gerekse vermiş. İnsân-ı, terbiye için akıl ve irâde ile donatmış.
Başlangıçtan beri vardılar, ebede kadar da varlar, kemâle erdirmek için
“Sen Rablik sıfatını kullan zelilleri ehlileştir.” emrini vermiş.
Nakkaşım, ressamım Rabbül Âlemin olan Allah kazam’da, sınırlarımı
esmâ terkibim ile belirtmiş. Kaderimde de içini boyayabilmemiz için
65
renksizlik âleminden, renk âlemine göndermiş. “Tüm renkleri dene,
sonra yine renksizliğe bürün de, bana dön.” emrini özüme nakşetmiş.
“De ki ruh Allah’tandır, Allah’a dönücüdür.” Allah boyası tektir. Fark
âleminde üç ana renk, ara renklerle kesrettir. Kırmızı, sarı, mavi.
Güneşin, ayın, suyun, havanın rengi. Sarıya maviyi katarız, yeşil olur.
Kırmızıya maviyi ekleriz; morlaşır. Yedi renge boyanır kâinat. Birleştir
beyaz olsun. Bütün renkler siyahtan, esvedden doğma, denir. Işık
olmazsa olmaz. Siyahı, görünen kılmak, nurun işi. Nur, hayattır su gibi.
Rengi, renk yapar.
Suda yaşayan hayvânlarımı gördüm. Şaşırdım, ne kadar renkliler.
Suyun içinde renk cümbüşü. İrili ufaklı balıklar. Balık Kûr’ân’da semek,
Hut olarak geçiyor. Hut; doymak bilmeyen, yiyen, yediğinin farkında
olmayan. Ha= 8 Vav= 6 Te= 400 = 18. On sekiz bin âlem, deniz çok
kalabalık.
Burcu olmuştur Kavs ile Hut.
Âdem’in gûşundan olurlar sûbut. (Şemseddin)
Balık ya da deniz ehli için mâhi de denir.
“Cihan-ı ârâ cihân içindedir ârayı bilmezler.
O mâhiler ki derya içredir deryayı bilmezler.” HÂYÂLİ
Mâh= ay
“î nisbet î’ si.” Aitlik bildiren harf.
Ay, kamer, Efendimizin temsilcisi olduğu, kendisi olduğu, Hakiki
MuhammedÎ sırları. Peygamberimize, Onun velisi olan kullara uyanlar
mâhi’dir. Bazen kendilerinden haberleri yoktur. Bazen ilim deryasında
yüzdüklerini bilirler. Kendi iç denizimizde bu hakikatlerin, mürşidimiz
tarafından bizlere tanıtılması, tanıttıklarını, akletmemiz, idrak etmemiz,
mâhiye tebdil eder, derya içindeki balık aklımızı Hut olmaktan çıkarır.
Mâhi eder.
Mâhi,
40+1+5+10=
56
11
2 YA RAHMÂN
Kara hayvânları da çok kalabalık, kûrb’ânlıklar bu âlemin ehli,
en’am çoğu geviş getiriyor. Özüne geçirebilmek için yediğini çıkarıp bir
daha yiyor. Deve sabrın, Fil kinin, tilki kurnazlığın simgesi karga tohum
ölü gömmede usta; kuşlar çok akıllı, havada trafik işaretleri yok ama
onlar hiç şaşırmadan gelecekleri yuvayı buluyor kırlangıç usta
mühendislere taş çıkartıyor. Ne var âlemde o var âdemde. Yaratılmış her
varlığa bakarak ders alabiliriz.
Candan Aziz Babacığım,
Biz evlâtlarınıza lütfettiğiniz hikâyelerle cemad, nebat, hayvân
mertebelerinde cüz-i irâdemizi kullanmayı tefekkür ettirdiniz adeta.
İrademizi, Külli İradeye bağlama yolunda, terbiyemizi gerçekleştiren
mürşitlerimize teslim olmayı, temsillerle öylesine zarif sundunuz ki.
Mevlânâ hazretlerine göre, “Her zaman insânlardan biri Tanrının
Zâtı adına mazhar olur ve bu bakımdan Tanrının adlarından olan Veli
adıyla anılır. Bu kimse Tanrı halifesi, zamanın Muhammedi Ve
peygamberi olur.
66
Veliler ve Nebiler ölümden önce ölmüşlerdir, varlıklarından kıl ucu
kadar bir şey kalmamıştır. Her veli Hakkın delilidir.
Halkın makamı, mertebesi de ona olan bağlılığı ve ilgisine göre olur.
Bunlar, müminleri, kendi mertebelerine ulaştırmak ve kendileri gibi
yapmak için, onların kendilerine gelmelerini beklerler. Bütün halk
edilenler velilere ve nebilere göre gövdeler gibidir. Onlar ise âlemin
kalbidir. O, aşk ve sevgiden ibarettir. Ulu Tanrı herkese söz söylemez,
onun için veli kulu seçmiştir.” (FİHİ MAFİH –İÇİNDEKİ İÇİNDELERÖZÜN ÖZÜ sayfa (15-16)
Bir Allah dostu, “Kitaplar çeşmenin sadece tasviridir, resmidir, onun
suyunu içmek istiyorsan, onların tümünü yaşaman, iç yaşantı itibariyle
içinde gezinmen gerekir”, demiş. Şah-ı Ekber Muhiddin-i Arabi
Hazretleri, âlemi kendi nefsine mal ettiği için, içselleştirdiğinden bu
günlere gelmiştir. Sofiler, “tadan bilir,” der.
Bu âlemdeki ressamlarımız taliplerine yön veriyor.
RESM = Yazma, çizme, iz, nişan, sûret, düzen, tertip, tarz, üslûp,
adet, davranış
RESSAM = Resmin halk edicisi, musavvir, sûret veren
RESM=200+1+60+40=301/ 13 Muhammedi Hakikat (şey’iyyet’in
tümünün dürülü olduğu ilim makamı)
BARİ’U Esması
Barı’u, örneksiz Halk eden, icat eden
RESM=200+60+40= 300/
3 RAHİM ESMASI
ŞIN=300/ üç gözlü üç noktalı yakınlık mertebelerine, şey’iyyet’e ve
mânâya kayıtlı oluşun işareti. RESİMLER mânâ’nın sûretleri’dir. Sûretler
için zaman, mekân, nur, akıl, kâlem boya gibi araçlar gerekli.
Esmâsı
RESSAM= 200+1+60+60+1+40=20/
EL Âlim, 2 /
Rahman
EL ÂLİM= Her şeyin başını ve sonunu kemali ile bilen.
YA RAHMAN= Kullarına acıyıp merhametli olan ayrım yapmaksızın
rızıklandıran
200 şeddeli saymazsak+1+ 60+ 1+40=14= MUSAVVİR ESMASI5= KUDDÜS ESMÂSI
(ÂDEMİ RAHMAN SÛRETİNDE HALKETTİM) Ressamın Rahmânlığı
YA MUSAVVİR= Her varlığa yaratılış gayesine uygun sûret veren
YA KUDDÜS= Her varlığa kusursuz, kutsal, temiz özellikler
bağışlayan
Resim, Rahmân’ın rahminden tecelli etmiş nur deryası. Ressam,
resme HÂLIK, BARİU, MUSAVVİR, BEDİU OLMUŞTUR.
Ressamımız olan Allah CC. (Sen olmasaydın bu âlemi halk
etmezdim) diyor. İhlâs Sûresi Yüce Allah’ımızın, bize kendini tanıttığı
Sûredir. Rabbimiz SAMED olduğunu bildiriyor. Bu esmâ bize kendisine
bir şey dâhil olmayan, harice çıkmayan sonsuz, sonrasız Gani, Âlim tek
bir Vücûd’ tan söz ediyor. Bize dememiz bile mertebemiz gereği. Samed
67
esmâsı tek bir vücûdu varlığı anlatıyorsa, biz kimiz ki. SEN OLMASAYDIN
İFADESİ ASLINDA BEN OLMASAYDIM HİÇ BİRŞEY OLMAZDI, diye
okunabilir.
Âlemler’in Rabbi öyle bir tablo çizmiş, öyle boyalarla boyamış ki
yeryüzü ressamları,
ölçüleri uzun uğraşlardan sonra taklidi olarak
tutturabilmişler. Sonsuz Varlık, sonsuz ölçü. TEK’İN SEYRİ. Birbirine asla
benzemeyen mühürlü renkler şekiller.(Cemad oldum, nebat oldum,
hay’ve’an oldum, insân oldum, Kendimden Kendime göründüm) C. Anne
“ETE KEMİĞE BÜRÜNDÜM
YUNUS DİYE GÖRÜNDÜM”
Etin, kemiğin yolculuğu çok uzun. O Allah ki seni yarattı, düzenledi,
sana ölçülü bir şekil verdi. Seni dileğine uygun bir biçimde birleştirdi.
(İNFİTAR Sûresi)
(HENÜZ ANILAN BİRŞEY DEĞİL İKEN İNSÂN’IN ÜZERİNDEN UZUN
BİR ZAMAN GEÇMEDİ Mİ?) (İnsân Sûresi.)
İnsân’ın seyrinde üç âlem mevcut, kendisiyle dört. Cemâd, nebât,
hayvân, insân. Son gelen, ilk. Selefin halefi. Hakk’ın aynası.
(KULLARIMDAN BAZILARI NAFİLELERLE BANA ÖYLE YAKLAŞIRLAR Kİ
BEN ONLARIN GÖREN GÖZÜ, TUTAN ELİ, YÜRÜYEN AYAĞI OLURUM)
Söz bitti. Gerçek halifeler felahtadırlar. FELAH aynada HALİFE,
HALEF demektir.
Felâh= Kurtuluş mutluluk
Felâh’a erdirilenler halife’lik makamının sultanlarıdırlar. Kurtuluş aynı
zamanda NECAT’TIR. (NECATA UYUNUZ) Tavsiyedir yolcuya. Gerçek
necat’ın sırrı, bu âlemde, asıl Ressamın yetiştirdiği özel ressamların
atölyelerinde pişmektir ayak izlerini takip etmektir.
FELÂH= 80+30+1+5=116 - 8+5=13 - 3+1=13 Zâhiri de bâtını da
HAKK
FELÂH= 80+1+30+1+5=117
sonundaki AHAD esmâsına işaret
1-1
11 İhlas Sûresinin başındaki
“53 CAN BABAMIN şifresi”
NECAT – 50+1+3+1+400=59=14
KUDDüS
NECAT-50+3+400=453
RAHİM
4-53
YA MUSAVVIR
12 YA HÂL İK
5 YA
3 YA
Musavvirimiz, bizi mutlak kaderimizin yolunda yürüten esmâ
makamı. Cüz’i irâdemizi Kûr’ân ahlâkına uygun tasarlayan, uygun
renklere boyayan, elbisemizi bedenimize ruhumuza uygun biçen
İdrisimiz, ders verenimiz, rehberimiz.
NECAT-50-3-1-400=13
YA BARİU
Her birimiz eşsiz halk edilişteyiz, parmak izlerimiz kimliğimiz. Allah
Dostu Babam, yine örneksiz nev-i şahsımıza münhasır olarak bizi kıvama
getiriyor. Çağdaş terzilerin piri müderris Babam.
Ten kafesimdeki
hayvânlarımı ilim ve aşk suyuyla ehil hâle getirme sanatını icra ettiriyor.
Bize verilen ahaliyi tanıtıyor, faydasızımı faydalıya tebdile çalıştırıyor.
68
Kaderim ölçüm üzre sırat-ı müstakimimde yürümemi kolaylaştırıyor.
Kendi fatihamı fethimi sağlıyor. Bana, bendeki ni tanıtıyor.
BANA BENDE DEMEN BEN BENDE DEĞİLEM,
BİR BEN VARDIR BENDE BENDEN İÇERİ.
YUNUS EMRE
HAZRET-İ SÜLEYMAN vasfıyla hâli okumayı sezdiriyor, Ikra emrinin
inceliklerini yolu yordamı tertipliyor evlâtları için. Yaban hayvânlarımızı
DEM den uzaklaştıran DAM da zelulleştiren Pirim. (HAYVÂNLARIN KİMİSİ
KARNI ÜZERİNDE SÜRÜNÜR, KİMİSİ İKİ AYAĞI ÜZERİNDE YÜRÜR,
KİMİSİ DE DÖRT AYAĞI ÜZERİNDE) (ALLAH DİLEDİĞİNİ SIRAT-ı
MÜSTAKİM ÜZERİNDE HİDAYETE ERDİRİR) (NUR SÛRESİ)
Kısa hikâyede ressam resimlerin ana hatlarının çizili olduğunu
(Yukardaki resmi çiziyor ben içini dolduruyorum) ifadesiyle anlatıyor ve
görevine sınır getiriyor. Ana hatlar belli içi boş. Boşluk doldurulacak ya
da içini boşaltacak sonra dolduracak.
Allah C C. Ezeli ilmi ile mutlak kaderimizi belirliyor, şeklimiz belli.
Küll-i İradeye bağlıyız. Ancak cüz-i irâde lütfedilerek teklif ehli haline
getirilmişiz. Bu âleme gönderildiğimizde bembeyaz sayfa gibiyiz. Yedi
rengin toplamı, yedi semâ katı yedi nefs mertebesi iki yedilinin mânâsı,
mânâmız’da bâtında. Kendimizi bilmeye başladığımızda anne-baba, aile
terbiyesi, çevre, okul rehberliği ile bu sayfa yazılıyor. İyi ellerde isek
cüz-i irâdemizi Hakk yolda kullanırız. (Her çocuk İslâm fıtratı üzere
doğar) Selâm adının koruması altındayken iyi ellerde eğitilmiyorsak,
doğru yol uzun, ince sonu ateşe götüren yol olabilir. Fatihada dikkat
çekilen hayat yolu, dallinlerin sıratı.
Allahın lütfu, keremi ile kendi gayretlerimizle uyanış haline
girildiğinde, cüz-i irâdemizi öğretmenimize bağladığımızda sayfamızdaki
yanlışlar düzeltiliyor, siliniyor, yerine yeni renkler, şekiller, desenler
çiziliyor. Eksikler tamamlanıyor. Asıl Ressamın Gölgesi olan bu âlemin
ressamları, nakkaşları NECÂTIMIZ, FELÂHIMIZ için bize rablik ediyorlar.
Defterimizi asıl mânâmızın, kaderimizin hükmü altında tertemiz
doldurmaya gayret ediyorlar. (Gassak elinde mevta gibi olmak
görevimiz.)
Boyunlarımıza asılı amel defterlerimizi Sâlih amellerle imân’la
süslersek Hakk’tan yana yürürsek sabırlılardan olursak sırat-ı
müstakimden sıratullah yolcuları arasına katar Allahımız inşallah. İçi
Hakk oldurulanlar, hesabı bilenlerdir. Hesap gününe inanmayanların şekli
şemali belli. (Çünki onlar hiçbir hesap günü gelecegini ummazlardı.
Âyetlerimizi yalanlaya, yalanlaya, yalancı kesilmişlerdi. Biz ise her şeyi
sayıp bir kitaba geçirmişiz.) NEBE SÛRESİ
Gerçekten, (BİZ ölüleri ancak BİZ diriltiriz. Takdim ettikleri şeyleri
ve bıraktıkları eserleri kitaba geçiririz. Zaten Biz her şeyi açık bir kütükte
yazıp saymışızdır.) YÂ SÎN SÛRESİ
Bu Âyetler, bize mutlak kaderin belli olduğunu, ancak cüz-i
irâdemizle, gerçek velilerle, ölü gibi olan nefislerimizin dirildiğini Allah
ve Peygamberimizin boyasına boyanabileceğimizi müjdeliyor. Boş yerler
dolduruluyor. Doldurma boyama işlemleri için dualarımızla iyiyi de
69
kötüyü de isteyen biziz. Bizim
halkeden Allah.
isteklerimizin yönünde fiilleri durumları
Belli terbiyeler’den geçen, insân mânâları hiçliklerini idrak
ettiklerinde, kuldan işleyen Hakk olur. İrade yerini irâdesizliğe tebdil
eder. (Şunu da görmediler mi ki biz onlar için kudretimizin meydana
getirdiklerinden birtakım yumuşak hayvânlar,
ehil hayvânlar halk
etmişiz de onlara sahip bulunuyorlar.) YÂ SÎN SÛRESİ
Vahşi hayvânları ehil, Halil dost yapmak marifet işi, horoz, can
horozu olup da imam’a uyar da halkını uyarırsa ne mutlu, vahşi kurt
kelbe hatta kıtmire tebdil edip de mağaramızın kapısında ashab-ı kehf
bekçisi olursa ne âlâ, zehirli yılan ağusunu boşaltıp temel bekçisi ise ten
kafesi güvenli. Bazı hayvânlarımız Allah yolunda kûrb’ân .
Mürşidimizin nefesiyle başlayan halden hâle geçiş keyfiyeti seneler
içinde mânâmızı değiştirir, mertebe mertebe tüm renklere şekillere
büründürür, asli halimizde ölümü tattırır. Rengin ve şeklin kutrundan
azad eder, maddeye kölelikten mânâya kulluğa yüceltir. Bu hâlin libasını
ten gömleğini giyenler artık Allahın sınırlarını çizdigi şekilleri sıfat
makamında boyarlar. İradeleri hadd dairesinde, mertebeleri selâmete
ulaştırma yolunda cüz-i irâdeleri külle bağlı.
On iki mertebe on iki nefes, on iki imam, Rahimin evlâdı iyâli
oldurmak için Hâlik esmâsı tecellide murşitlerimizde ressamımızda.
Saatimiz 12,
asılla gölge üst, üste gibi ama birleşmediler arada kıl
kadar mesafe hadd biliniyor. İlâh-î kimlikli mürşidinin önünde
diz
çökmüş başı önünde evlâdı. Cüz külle teslim. Terbiye eden makam,
terbiye edilen makam, her şey kendinden kendine. Samed Ahad Allahta
eridi hiç Hep’e katıldı. Teklikte iki, aşama, vahdehüma. Hu sırrı
velilerimiz
insân
mânâlarını HAKK’A
ulaştıran sır
kapılarımız
ressamlarımız ALLAH SİZDEN RÂZI OLSUN.
Candan Aziz Babam, bu konuyu araştırırken bana önemli gelen
hallere çözüm paketini armağan ettiniz. artık öküze özenen kurbağa gibi
haset kıskacında kendini bitirenleri yada çalışkan sanılan ama
bencillikten ağustos böceği nin ölümüne yol açanları, leylek kardeşi
davet eden, kendine uygun kaplarla sunum yapan ve aç bırakan
kendimizdeki hayvânlarımı, farklı bakış açılarıyla yorumlamamı, her
insân’daki mân’aları’nı da görmemi çarpıcı bir şekilde sağladığınız için
size minnettarım Allah başımızdan eksik etmesin Sınırsız teşekkürler
saygılar.
*************
(28) Mu….. Pa……
Subject: RE: Ödev hakkinda
Date: Fri, 6 Jan 2012 11:36:18 +0200
70
Aleyküm selâm Mu….. oğlum, Hayırlı cumalar. Yazını aldım eline diline sağlık
elinden geleni yapmışsın Cenâb-ı Hakk her işini kolay getirsin idrak ve irfaniyetini
arttırsın İnşeallah. Hoşça kal Efendi Baban.
Subject: Ödev hakkında
To: [email protected]
Selâmün Aleyküm Terzi Baba,
Bir Hikâye BirÇok Yorum. ödevinizle ilgili düşündüklerimi
aktarmak istiyorum.
Kitaplarınızı yeni okumaya ve sohbetlerinizi yeni dinlemeye
başlayan, dervişlik yolunun başında birisi olarak vereceğim cevaplar
halihazır da ki tefekküratımı yansıtacağı için ifadelerimdeki farkında
olmadığım muhtemel kusurlardan veya saygısızlıktan dolayı şimdiden
özürlerimi iletmek istiyorum.
Hikâye sizlerin de buyurduğu gibi bana ilk başta kaderle ilgili
meseleleri çağrıştırdı. İnsân, bir Yaratıcı kabul ettiğinde Yaratıcıyla
arasındaki ilişkiyi nasıl tasavvur ediyor ve şekillendiriyor sorusunu
düşündüm. Âlemler’in yaratıcısı olarak Allah'ın yarattıkları ile insân’ın
kendisi de dâhil bu yaratımdaki dahli nedir diye düşündüm. Şunu akli
melekemi kullanarak anlayabiliyorum: Allah, sürekli bir varoluş-yokoluş
şeklinde tezahür eden yaratımını bize değişik işaretlerle gösteriyor.
Hayat, ölüm, mevsimler, gece - gündüz vb. Bütün bunların
merkezindeymiş gibi duran kavram ise “değişim.” Yani değişimi
gözlemleyerek Allah'ın sürekli bir yaratım sürecinde olduğunu
söyleyebilir miyiz? Bu soruya gözlemlerimden yola çıkarak olumlu cevap
veriyorum ama emin değilim.
Allah'ın sürekli yarattığını düşündüğümüzde sürekli hayvân resimleri
yapan ressamın belli bir mertebede olduğu düşünülebilir. Hangi
mertebede olduğu konusunda şimdilik pek bir bilgim yok. Ama hayvân
resmi yaptığını göre nefsin tam olarak terbiye edilmediği bir mertebe
olabilir. Fakat sürekli hayvân resmi yapıyor olması da bulunduğu
mertebeyi makam haline getirdiğine işaret gibi. Çünkü süreklilikte gizli
bir îman kokusu anlaşılıyor. Bu da makamın getirdiği bir psikoloji olarak
düşünülebilir belki.
Ressama sahip olduğu makamın verdiği teslimiyyet olukça
düşündürücü. Düşündürücü olduğu kadar da benim açımdan karışık.
Demek ki sınırlarını belirleyen bir Yaratıcıyı ima ediyor. Acaba burada
sınırları, acziyetle mülhem, insân’ın insân olmasıyla başlayan yani
dünyaya geldiği andan itibaren kayıtlı olduğu sınırlar olarak tefekkür
edebilir miyiz? Şayet böyle düşünürsek demek ki ressam derin bir
farkındalık içerisinde yaptığı fiili, bütün boyutlarıyla yorumlayabiliyor ve
fiilinin ardındaki fiili görebiliyor.
Burada kafama takılan mesele şu: Fiilin ardındaki fiil ya da Fâil
Allah olduğuna göre ressamın fiili ile Allah'ın fiili arasında nasıl bir ilişki
71
var ki ressam ressamlığını kaybetmiyor Allah 'da yaratıcılığını ve Kadir-i
Mutlaklığını kaybetmiyor? Bu denklem nasıl kuruluyor?
Bu hususu tevhid prensibince düşünmeye çalışıyorum ama
yeterince idrak edebildiğimi söyleyemem. Ama meselenin özel noktasının
îman etmek olduğunu biraz düşünüyorum. Yani ressam kat-i birşekilde
îman etmiş birisi. Hem de belli bir farkındalık zemininde hareket ettiği
için muhakeme aşamasını geçmiş birisi. Acaba akli bir muhakemenin
ardından gelen îman psikolojisi belli bir bilinç açıklığı veriyor olabilir mi?
Burada akılla îman arasındaki ilişkide kafama değişik soru işaretleri
takılıyor açıkçası. İman etmek için bilmek ve bilgi ne kadar gereklidir?
Meselâ Hz. Ebubekir'in bilmesiyle îman etmesi arasındaki ilişki nasıl
düşünülmelidir?
Ressamın renk ve düzenleme seçeneğine sahip olup olmadığı
meselesi hakkında anlayabildiğim husus şu: Tevhid prensibince insan’ın
yaratıcı/Allah ile kuruduğu ilişki belli ki ressama bir ilham veriyor.
(Burada ilham meselesini de tam olarak anlayamadığımı ifade etmek
istiyorum.) İlham, Alah'ın yaratması gibi olmayan bir yaratma süreci
olarak düşünülürse ressamın ferdiyetini/şahsiyetini/meşrebini ortaya
koyduğu bir zemin oluyor. Bu açıdan düşünüldüğünde ressam renk ve
düzenleme seçeneğinde pay sahibi olabilir. Ama daha yüksek bir
makamda/mertebede bir ressam olsa belki renk ve düzenleme
seçeneğinin de kendisine yaptırıldığını söyleyebilir diye düşünüyorum.
Çünkü Allah'ın yaratması en ideal olanı ise yaratılanın da en ideal olduğu
bir denklem düşünülebilir. O zaman ressamın her yaptığı da Allah'ın ona
ilham ettiği oluyor ki burada ressamın işin ne kadarını yaptığına karar
vermesi, anladığım kadarıyla bilinç açıklığına, farkındalık seviyesine ve
îman derecesine göre değişiyor.
Size arz edebileceğim cümleler bunlar.
Hürmetlerimle...
Mu….. Pa…...
*************
(29) Ze….. Ü…..Ne……
Subject: RE:
Date: Fri, 6 Jan 2012 15:23:33 +0200
Hayırlı cumalar Zerrin kızım. Bahsettiğin konu bir bakıma kişilere
göre değişen bir konudur senin de dikkatini çekmiş. Bu husus zâhiri
mâ'nâ da olduğu gibi değildir o yazıyı yazan kişinin bir bakıma kendi
anlayışıdır kendine göre de doğrudur ama diğer yönden mutlak kural
değildir.
Sıfat
metebesi
itibariyle olduğu
düşünülebilir,
sıfat
mertebesinde farklılıklar vardır. (Allah u Teâlâ VELİ kulunu
kıskanır.) sözünün izâhı, mâsivadan kıskanır yani kendinin dışındaki
kimselerle hem dem olmasını kıskanır, çünkü ona bir dostluk vasfı
72
vermişse bunun karşılığını ister. Şöyle bir söz vardır. (Mâşuk yüzün
tutmuş sana sen bakarsın öte yana) işte bu Mâ'nâ da gayrı ile
ilgilenmesinden kıskanır demek istenmiştir. Diğer bir yönden ise Hadîs-i
Şerîfte bildirildiği gibi. (Benim velilerim kubbelerimin altındadır
onları benden başkası bilmez) İfadeside bir bakıma böyle ifade
edilebilir. Ancak kıskanmakta bir vasıftır ve bir sıfattır. Zat metebesinde
bunlara yer yoktur. Ancak burada kıskanmak değil korumak vardır.
Kubbeler Cenâb-ı Hakk'ın isimleridir kendine has ismi o kulunu (gayr)
lardan korumaktadır. Şöyleki genel mâ'nâ da insân’lar dünyalık
ihtiyaçlarının giderilmesi için dua ve yardım taleb ederler nerde bir Hakk
dostu olduğu zannedilen kimseler varsa onlardan bu düzeyde talapte
bulunurlar. İşte Cenâb-ı Hakk kendine tahsis ettiği kullarının bu
tür maddi isteklerle rahatsız edilmemesi için onları gizler. Belki birazda
bu husus yönüyle "kıskanır" kelimesini kullanmış olabilir. Eğer vaktim
olsa idi o kitabı bütün bunların yorumları ile hazırlamak isterdim ama
vaktimin darlığından bu mümkün olmadığından sadece metinleri
vermekle yetindim bunlardan mâ'nâlar çıkarmayı okuyanlara bıraktım.
Cenâb-ı Allah veli kuluna veli ismini açar kıskanma bir tarafa "vehhab"
ismi ile hibe eder. Ancak kendinden haberi olmayanların ise hiç
birşeyden haberleri olmadığı gibi bu hususlardan da haberleri olmaz.
Cenâb-ı Hakk bizleri kendinden haberi olanlardan eylesin İnşeallah.
Umarım bahsettiğin mevzu biraz daha açılmıştır. Bundan evvelki Mail-i ni
de aldım oda güzel olmuş kızımızın ellerine sağlık. sağolsun Hekeze
selâmlar hoşça kal Efendi Baban.
Subject:
Date: Fri, 6 Jan 2012 13:19:22 +0200
Efendi baba İnci Tezgâh-ı kitabının 50. sayfasında Allah-u Teâlâ VELİ
kulunu kıskanır. Okadar kıskanır ki, onu kendisinden başka kimsenin
tanımasını istemez diyor. Veli esmâsı Allah-u Teâlânın bir ismi olduğuna
göre, o ismin kulunda faaliyete geçmesi ile Allah-u Teâlânın yeryüzünde
sâliklere yol göstericisi, gönüllere Allah aşkı tohumunu eken, masivadan
kişileri uzaklaştıran, kişileri Allaha yaklaştıran hatta Allahı tanıtan Hakkla
Hakk olmuş insân-ı kâmil’dir. Veliyy i ancak Veliyy tanıyabilir başka yolu
yokturmu denmek isteniyor. Kıskanmasıda, zâtını veliyy kulunda
gizlemesi mânâsı’namı gelmektedir acaba.? cevabınız için şimdiden
teşekkürler. Hoşçakalın. Ze…. Ül…..
---------Subject: Ressam ve hayvân resimleri
Date: Fri, 6 Jan 2012 11:10:19 +0200
Hayırlı sabahlar hayırlı cumalar efendi babacım. Annemin ve sizin
ellerinizden öpüyorum. Ne……. arkadaşımızın yazısını size
gönderiyorum.
1. Kader Allah’ın takdir ve arzusudur. Allah’ın takdiri mutlaktır.
Zamanı geldiğinde işlenen fiilde kazâdır. Namazımızın rükü bölümünde
hayvânların üzerimizdeki haklarını eda etmiş onlarıda namazda ki rükü
bölümünde hakka mirac ettirmiş oluruz. Hayvânlardan mânevi olarakta
73
yararlanırız yenilen hayvânın ruh hâli yiyen kimseye akseder ahlâkında
zuhura çıkar, bu sebeple bazı hayvânların yenmesi yasak edilmiştir.
Peygamber efendimize, güvercinin ve örümceğin ne hikmetli bir iş
yaptıkları bellidir, Ashab-ı Kehfin köpeği onlara bekçi olmuştur,
Süleyman (a.s.) ın hüd, hüd kuşu ona bilmediği haberleri getirmiştir,
Yunus balığı Yunus (a.s.) mı karnında misâfir etmiştir. Bütün faaliyyet’ler
Hakk’a mahsustur. Hayy esmâsı’nın bizlerdeki açılımıyla uyanışa geçeriz.
Ressam efendi babamız, hayvân resimleride uyanışa geçen talebeleridir.
2. Ef’âl âleminde geçen Rububiyyet mertebesidir.
3. Eğer ağaç resmi çizse idi, Âdem (a.s.) ve Havva anamızın
cennetteki yasak ağaca yaklaşmaları ve Mûsâ (a.s.) ma bir ağaçtan nur
esmâsının bir tecellisi ile olmuştur. yine aynı mertebeden olurdu.
4. Vardır. Her hayvânın rengi farklıdır. Boyamaya mecburdur çünkü
herkesin esmâsı rengi bibi farklıdır varlığından hayat verip İlâh-î boyaya
boyar. Kulun iktisadı ameli, fikri neyse nefis o renge boyanır ilim ve
irfanla içleri doldurulur. Suyun rengi kabının rengidir, suyumuz üstadımız
kabda bizreriz.
5. İnsân-ı Kâmil’dir.
6. Şah damarından yakındır çizdiren.
Ellerinizden öpüyorum kızınız Ne……. Efendi babacım arkadaşımın
yazısını tamamladıktan sonra aklıma şöyle bir şey geldi, hikâyede ki
tasvirci, her şeyi şekillendiren gayeyi oluşturan,varlığı tasvir eden
Musavvir esmâsının faaliyetidir diyebilirmiyiz.
Ze.... Ü...
*************
(30) Ze.... Ü... Em….
Subject: RE: RE
Date: Mon, 9 Jan 2012 12:10:36 +0200
Hayırlı günler ze….. kızım Gönderdiğin Em……nin yazısını aldım
güzel olmuş onun da ellerine sağlık. Cenâb-ı Hakk her işinde kolaylıklar
nasib etsin, herkeze selâmlar hoşça kal. Terzi Baban.
Subject: RE
Date: Sat, 7 Jan 2012 15:04:29 +0200
1. Bismillâhirrahmânirrahîm, kişi gerçek hayvânlık mertebesine
hayvânlık hakikatine yani Hayy anlamına ulaşmadıkça insânlık
mertebesine geçemez Allah’a en yakın madenlerdir, ondan sonra
nebatlar bitkiler sonra hayvânlar ve en sonra insânlar geliyor. Burada
hayvânlıktan murat avamın anladığı mânâ da yani tahkir anlamında
değildir. Hayvânlık mertebesi Hayy isminin tatbikatı olması ile taltif bir
kelimedir. Madenlik mertebesinde durağanlık, bu yönleri ile mutlak Hakk
74
a tabidirler. Nebatlar mertebesinde yavaş yavaş kimlik bulmaya
başlarlar. Maden yatay nebat dikeydir. Cenâb-ı Hakk’ın sıfatı
subitiyesi’nin hayat, ilim, irâde, kudret kelam, semi, basar, evveli olan
Hayy kelimesinin zuhuru geniş mânâda hayvânlarda görünmeye başlıyor
bu yüzden tahkir değil taltif anlamındadır. Hayvân kelimesi açıldığında
hay ve an yani her an yaşayan demektir. İşte biz kendimizde ki hayatı
idrak edemezsek bunun üzerine ilmi idrak edemez insânlığımızıda idrak
edememiş oluruz. Hayy esmâsı ile yaşamın bireysel faaliyetinin ortaya
çıkmasının, ilminin idrakı sonra onu tatbik etmenin irâdesi, irâde için
kudretin olması ile sıfatı subûtiyye devam etmiş olacaktır. Bunun içinde
kendimizi çok iyi tanımamız gerekiyor.
2. Kader Allah’ın takdir ve arzusudur. Hiç bir kayıt ve şarta bağlı
değildir, her varlığın istidatı gereğince sonradan olacak tafsil üzere yavaş
yavaş his ve şahadet âleminde zuhur etmesidir. Zamanı geldikce o şey
istidatı gereğince zuhur eder. Kazâ demek, bütün eşya ilm i İlâh-î de ne
şekil ve ne hal ile takdir olunmuşsa toplu olarak o şekil ve halde hüküm
olunmuştur denilmiştir.
3. Sadece insân kendi irâdesi ile hayatını idame ettirebilir, benliği,
şuuru vardır. Sınırlar içinde dilediğini yapabilir. Bu hal bir Allah ta ve
sınırlı olarak insânda mevcuddur. Diğer mahlûkat bir purogram içinde
yürümektedir. İnsânda mâden ve nebat mertebelerinden ilâve olarak
“Ve nefahtü” sırrı vardır bu yuzden istiklâli olduğu için bütün mahlûkat
üzerine halifedir.
4. Bu mertebelere terbiye müşahade seferi denir. Mürşidi kâmilin
eteğine yapışıp aklı kül e doğru uçmak gerekir. Buna Hakikati
Muhammediyeye ulaşmakta denir Birinci seferin yani sûreti insana
gelinceye kadar geçtiği her mertebeden renk alarak ve sıfat almakla
sürüler derecesine inmiştir. Mürşidinin söyledeiklerine tabi olp itaat
etmekle kötü ahlâkların hepsini terk edip evvelki hali gibi temiz ve
renksiz olur, başka türlü aklı kül e dönmek mümkün olmaz. Ehlullah
katında yetişkinlik sâlik için buluğa yani aklı kül e erişip reşid olmakla
olur, velâyet mertebeside budur. Bu hale Hakikati Muhammediye derler.
Allah önce aklımı halk etti buyurulur ki işte bu haldir.
5. Yukarıdan beri belirtilen bütün mertebe ve değerler burada
zuhura gelen insân’ın bâtınında toplu halde bulunmaktadır, maharet bu
mertebeleri eğitim ve gayret ile birer, birer idrak edip yaşayarak ortaya
çıkıp arif olarak dünya hayatını sürdürmektir. Bu âlemler a maiyette a’
dem de yoklukta gizli, iken Ahadiyetine tenezzül ederek Zatı mutlağın
kendi dileği ile aynı zamanda Hakikati insaniye olan mertebe i vahidiyerti
ne oradan Uluhiyetine oradan Rahmaniyetine ve oradanda melikiyetine
tenezzülü ile bütün isim ve sıfatlarının özelliklerini, mânâlarını Hz.
Şehadette birey varlıklar olarak zuhura getirip faaliyet sahasına yaydı ve
zıt isimlerinin faaliyetleri ile de hayat mertebedesi itibarı ile yaşanmaya
başlanmış oldu.
Em……..
*************
(31) Ze.... Ü... Ne….
75
Subject: RE: RE
Date: Tue, 10 Jan 2012 14:06:59 +0200
Hayırlı günler Ze…… kızım Ne….. kızımızın da yazısı güzel olmuş ellerine sağlık,
selâm söylersin herkeze selâmlar hoşça kal Efendi Baban.
Subject: RE
Date: Tue, 10 Jan 2012 09:33:29 +0200
Değerli efendi babacığım, size lâyık olabilmek umudu ile idrâkimin
yettiğince bir şeyler karalamaya çalıştım. Eksiklerimin kusurlarımın af
olması dileği ile en derin hürmetlerimle Nüket annemin ve sizin
ellerimizden öperim.
Bismillâhirrahmânirrahîm, A’yân-ı sâbitemiz
gereği yaşadıklarımız kaderi mutlaktır. A’yân-ı sâbitemiz yani ana
programımız da asla bir değişiklik söz konusu olamaz. Vahidiyyet
mertebesinde çizildi, yazıldı. Kader Allah ın çizdiği bir programdır.
İnsânda cüz-i irâde, seçme ve tercih hakkı vardır. Oluşacak sonuçların
sorumluluğu bize aittir, çünkü fiili işleyen biziz. Allah kullarının akıl ve
irâdesini serbestçe kullanmalarına da asla müdahale etmez, müdahale
ettiği taktirde, bizde ki sorumluluk sebebi ortadan kalkar. Örneğin,
cennet ve cehennemin mânâsı kalmaz. Ressamın “yukarıda ki çiziyor”
diye söylemesi ikilikte olduğunu gösterir. Hakk’ı göremiyor nefsi
emmârededir. Çeşitli hayvânların özelliklerini taşır kişi, ama buda seyri
sülükün başıdır olması gereken bir mertebedir. Ressamın kendi içinde ki
mânâları yani esmâları sûretler halinde zuhura çıkartması musavvir
esmasının ef’âl âleminde ressamda zuhura çıkmasıdır. Allah ın irâde
kudret sıfatlarıyla kendi içinde ki mânâların renkleri ile dolduruyor.
Ressamda oluşan bu fiiller rububiyet mertebesinin zuhurudur. Ressamın
renk ve düzenleme seçeneği yoktur, bulunduğu hal üzere boyamaya
mecbur durumdadır. Doğa resmi çizilse idi, Rahmaniyyet yani sıfat
mertebesinden çizilmiş olurdu aynı zamanda tüm esmâ-i İlâhiyye’nin
varlıkta tecellisidir. İnsân resmi çizilse idi insânda Zat tecellisi
olduğundan ne var âlemde o var Âdem de denmiştir. Allah Âdemi kendi
sûreti üzere halk etti, yani kendinde bulunan özellikleri ve güzellikleri en
geniş biçimde zuhura çıkardı ve her mertebede ona mekân verdi. İşte bu
vasıflarda olduğundan halife olabildi. İsimlere cami olan Uluhiyet ve
Ahadiyet mertebelerinden çizilirdi. İnsân-ı Kâmil olan bir kişi Allah ın
boyasıyla doldurabilir oda ilimle olur. Kişi hangi mertebede ise o hali
yaşar ve o mertebenin rengine boyanır.
Kızınız Ne…… Ko…...
*************
(32) Ze.... Ü.....Ha….
Subject: RE: RE
Date: Tue, 10 Jan 2012 14:17:22 +0200
76
Hayırlı günler Ze……. kızım Ha…….nin de yazısı güzel olmuş ellerine
sağlık. Bunlar sana da zahmet oluyor. Senin de ellerine sağlık. Gördüğün
de Ha……de selâm söylersin. Herkeze selâmlar hoşça kal. Efendi Baban.
Subject:
Date: Tue, 10 Jan 2012 10:46:50 +0200
RE
Esselâmu aleyküm ve Rahmetullahı ve Berekâtühü. Efendi
babacığım saygı ile eğiliyor, ellerinizden öpüyorum. Ben acizana kul
olarak bilincimin ve tefekkürümün açıldığınca gönderdiğiniz hikâyeyi
yorumlamaya çalışacağım. Eksik ve kusur var ise af ola inşallah. Size
lâyık olmak dileği ile.
Bismillâhirrahmânirrahîm, Burada ressam ve tasvirci olan kişi,
kendinde RUH la hayat bulup yaşamaya başlamış. Kendinde ki benlik
kavramıyla oluştuğu bilincinin seviyesi nefsi emmârede ve ikilikte
olduğunu gösreriyor. Nefsin istekleri diye bilinen şeylere ya bedenin
gerektirdikleri ya da şartlanmaların getirdikleridir. Esmaların toplu olarak
bulunduğu Ceberut âleminden Ruh u Azam ın varlığı ile a’yani sâbitesi
gereği fiillerin ortaya çıkması, kudretin açığa çıkması iledir, yansımadır,
aynadır. Bu durumda bu mertebede olanlar tamamı ile rububiyyet
mertebesini yaşıyordur. Bize en güzel öeneklerden bir tanesi firavundur.
Bazılarımız halifeliğimizin farkında olmadığından kendisinin beden
olduğunu var saydığından kurtulamadığı için nefsi ile beden kalıbı
bataklığında boğuluyor. Her biri kendi programlanışı doğrultusunda fiil
ortaya koyar Âyet-i Kerîme’si gereği kazâ ve kaderi bize çok aydınlık bir
biçimde anlatıyor. Kader Allah ın takdir ve arzusudur. Takdir, insânların
akıl ve irâde-i cüz’iyyelerini şer veya hayır yolunda kullanmalarından
sonra başlar... Alllah ın takdiri mutlaktır ve hiç bir şey kayıt ve şarta tabi
değildir. Kader yazısı demek kulların irâde-i cüz’iyye’lerini nasıl
kullanacaklarını sonunun ne olacağını Allah ın önceden bilmesidir. Allah
ezel-i de ebed-i de bilendir. İnsân mahiyetinde ki kişileri terbiye ve
eğitmekle mesul tutulmuştur. Aynı şekilde Allah-u Teâlâ ya ait
Rububiyyet te mahlûkatını terbiye ve idare mânâsı mevcuttur. Hangi
özellik ve mânâsı ortaya çıkması dilenmişse onun ortaya çıkışı
doğrultusunda bir program oluşturulmuştur. O progran doğrultusunda
meydana gelen yapıdanda murad edinilen fiiller ortaya çıkmıştır.
Kendinde ki sayısız mânâları seyretmeyi diledi, mânâlara uygun sûretleri
meydana getirdi burada sûret derken, mânâların sûretidir. O sûretleri
meydana getiren Musavvir esmâsı’dır. İnsân çizmiş olsa idi, o çizdiği
insânı nasıl görüyorsa aynen öyle çizmesi gerekiyor. Çünkü insân zâtı’nın
esmâ ve hakikatlarindan meydena gelmiştir. Mükevvenat ve insânda
Allah dilemedikçe asla bir değişiklik olmaz. Zât-î tecellinin zuhur mahalli
insandır. İnsân’ın resminide ancak İnsân-ı Kâmil bir şekil vererek, ilimle
doldurarak renkten renge boyar veya boyamaz. Bize verdiği ve aldığımız
ilim doğrultusunda enfüsi âlemimizi doldurur. Nefis mertebelerini esmâ
ve sıfat mertebelerinin bilincinde olarak yaşar ve Mutmaine de bu idrak
ve haller açılmaya başlar. Son olarak İnsân-ı Kâmil mertebesine
gelindiğinde kendisindeki İlâh-î sıfat ve isimlerin hükümleri fiilen zâhir
olur. İnsân-ı Kâmil bütün âlemlerin hülasası olduğu için onda zât-î tecelli
ile beraber, sıfatlar, isimler ve fiillerin tecellileri toplanmıştır. İnsân-ı
77
Kâmil, şehadet âleminden geriye doğru mânevi uruc, yükseliş sûreti ile
aslına dönen insân bu mertebeleri ve bunların bir birlerine nispetle
durumlarını müşahade eder, ona göre bilir. Kendinde Hakk ın bütün
mertebelerinin ahkâmı toplanmış olduğundan o sûreti İlâhiyye üzeri
bütün halka Rahmân olmuş olur. İnsân-ı Kâmil zâhiri ve bâtını ile halka
rahmettir vesselam. Efendi babacığım, Nüket annemizin ve sizin
ellerinizden öpüyor, sevgi ve selâmlarımı gönderiyorum.
kızınız. Ha…….. kı…….
*************
(33) Fi…….Ça……
Subject: RE: Bir hikâye bir çok yorum
Date: Tue, 10 Jan 2012 14:24:09 +0200
Hayırlı günler Fi….. kızım yazın güzel olmuş ellerine diline sağlık,
onu da dosyasına aktaracağım, böylece dosyanın sahifeleri her yazı ile
biraz daha artıyor, bitince herkeze toplu olarak göndereceğim. Herkeze
selâmlar hoşça kal. Terzi Baban.
Subject: RE: Bir hikâye bir çok yorum
Date: Tue, 10 Jan 2012 10:09:37 +0100
Aleyküm selâm Terzi babacığım.
Aldığım notlardan mailinizi tekrardan degerlendirmeye çalışacağım
efendim.
Bir gün bir yerde yaşayan bir kişi tasvirci-ressam olan diğer bir
arkadaşının ziyaretine gitmeye karar vererek yola çıkar nihâyet
arkadaşının bulunduğu yere gelir ve içeriye girer bir müddet dinlendikten
sonra duvarlarda ki ve her yerdeki resimlere bakar, hepsinin belirli bir
özelliği olduğunu görür. Bu özellik ise bütün tasvir-resimlerin sadece
“hayvân” sûretlerinde olduğudur. Bunun sebebini anlamaya çalışan
misâfir, arkadaşına!
>(yapılacak başka resim yokmu! neden hep hayvân resimleri
yapıyorsun?) dediğinde, arkadaşının verdiği cevap oldukça
düşündürücüdür.
>(Evet vardır, fakat bu resimleri “yukarıdaki çiziyor”, ben içlerini
dolduruyorum) demiştir.
(1)
Kazâ ve Kader mevzuunda olduğudur.
Kazâ ve kader, Iki türlüdür “kazâ-i mutlak” (kesin olan) “kazâ-i
muallâk” (boşta olan). Birde ehli sünnet, vel cemaatin Bâtınıyle birlikte
yasanması vardır, en güzeli en dengeli olanıdır (İrfan ehli).
İnsân’ın toplu programının hâline “kazâ” denmekte, bu programın
açığa çıkmasına da “kader” denmekte, Cenâb-ı Allah kaderini kazâsını
yazar, kulunun ne yapacağını bildigi için. Kesin kaderden sorumluluğumuz yoktur, yani mutlak kader, ama kaza-ı muallâk’tan sorumluyuz.
78
Seçimi bize bırakmış Allah (c.c.). Eğer biz gayret ederde, nefsinizle
mücadele edersek, söylenen işleri yaparsak, boşta olan hükmü yani
Kaderi muallâk-ı, yaptigimiz fiillerden dolayı aldığımız enerjiyi nur`a
döndürmüs oluruz. Nura döndürdüğümüz zamanda kazâ-ı mutlak
hükmüne gecer, iş tahakkuk etmistir tahakkuk edincede ortaya çıkar.
Hakkin istikametinde kullanmamızda bizi nur âlemine mükâfata
getirmekte.
(2) Hangi mertebedendir.
“Tenzih”
Tenzih mertebesindendir efendim. Gerçek Tenzih Allah-ı zihinde
sûret kaydından arındırmaktır. Allah-ı noksan sıfatlardan Tenzih etmek
onu sınırlamaktır (Beşeri Tenzih).
Noksan sıfatlar demek kesretin ta kendisidir. Mûsâ (a.s.) zamanında
başlayan tenzih mertebesiyle Allah ötelere atıldı. Allah-ı noksan
sifatlardan tenzih ediyorum demek, Allah-ı noksan görmektir, noksan
görmekte kişinin kendi noksanlığıdır, varlığın noksanlığı değildir. Varlık
noksan değildir, “her mertebede kendi kemâli üzeredir.”
Mertebe-i Mûseviyyet, Tenzîh kâidesi üzeredir tenzîh-de Allah ve kul
ikiliği olduğundan, ötelerde olan bir Allaha yönelme vardır. Hâl böyle
olunca, kişinin beşeri kimliği üstünde oldugu sürece " sen beni göremezsin " hitabına maruz kalacaktir. Burası aynı zamanda şeriat ve tarikat
mertebesidir.
(3) Eğer başka türlü resimler “İnsân veya doğa” olsa idi
hangi mertebelerden olurdu?
*************
Efendim burası Teşbîh ve Tevhîd mertebesindendir. Aşağıda “bir
zuhuratın düsündürdükleri” kitabınızdan bazı yazılarınızı ekliyeceğim
efendim.
Teşbîh= Benzetmek, benzetiş, bir nitelikte saymak, ve zannetmek.
Teşbîh= (Teşbîh-i hakîkî) ve (teşbîh-i kelâm-î - hayâl-î taklîd-î)
diye ikiye ayırabiliriz.
(5) Mertebe-i İseviyyet’te, Sıfatların birliğinde ki, “Teşbîh”
anlayışıdır.
(Lâ mevsûfe illâllah) “Allah’dan başka vasıflanmış yoktur” hükmü
ile bütün varlık sıfatlarının Hakk’a ait’tir, anlayışının düşünüldüğü yerdir.
İnsânlık tarihinde ilk def’a İlâh-î zât’ın teşbih mertebesi itibari ile bir
insândan teşbîh-i mânâ da, zaman, zaman zuhur da olup, faaliyyet
göstermesidir. “Bi iznî-bi iznillâh” “ölülerin dirilmesi, çamurdan kuşun
uçması” gibi. Bu mertebe İlâh-î Zât’ın ilk def’a Zat mertebesi itibariyle
bir insân’dan zuhuru ve faaliyet göstermeye başladığı mertebedir. İnsâlık
yaşamının tefekkür ve terakkîsinde çok büyük bir aşamadır. Cenâb-ı
Hakk bütün âlem de “fiilleri, isimleri ve sıfatları” cihetiyle zuhurdadır.
İnsân da ise Zât-î zuhuru vardır, bu oluşum ise Kelime-i “İseviyye de”
mevcud olan hakikattir. İlk def’a (İsâ) ismiyle zuhur etmiştir.
79
(6) Mertebe-i Muhammediyye de, Zatların birliğinde, bütün
Mertebeleri de, kendinde toplayarak meydana gelen “MutlakTevhid”
anlayışıdır. “Mutlak Tevhid” hakikatini bizlere yâni insânlık âlmine
sunan ve (HAMD) hakikati üzere gelen (MUHAMMED) (s.a.v.)
Efendimizdir. Ve (Ehamdü lillâhi) “Hamd Allah-a mahsustur) yânî
“MUHAMMED Aleyhisselâm, Allah-a mahsustur” yânî Ulûhiyye-te,
Zât-î tecelliye tahsis edilmiştir. Çünkü Hakkın varlığında hem “Hâmid
hem de Hahmud’dur” âlemde böyle bir zuhur yoktur. Ancak onun
ümmetinin Ârifleri bu sırra kendi mertebeleri yönünden aşinâdırlar.
*************
(4) Ressamın resimlerin içini doldururken renk ve düzenleme seçeneği varmı’dır? Yoksa boyamakta da mecburmu’dur.?
Hayır efendim Ressamın renk düzenleme seçeneği yoktur, aynı
zamanda boyamayada mecburdur. Burası Ef`âl mertebesi ve fiilini
yapmak zorunda. Efendim aşağıdaki yazıyı sizin Mübârek geceler
kitabınızdan ekliyorum.
*************
Zât-î zuhurunu, kendindeki bütün özellikleri, ef’âl yani madde,
görüntü âleminde seyretmesi için gerekli bir varlığın, bir cihazın, bir
vücûdun ortaya çıkmasını arzu etti.
------------Vahiy ve cebrâîl kitabınızdan alıntı.
İbrâhîm (a.s.) ile tevhid hakikatleri ortaya çıkmaya başladı ve onun
mertebesi “tevhid-i ef’âl”; kendisi de “tevhid’in babası” ünvanını
aldı. İmânı, “tevhid-i ef’âl imânı” oldu.
*************
Cenâb-ı Hakkın programı (a’yân-ı sâbite) ressamda ef’âl mertebesinde fiileriyle zuhura çıkmaktadır a’yân-ı sâbite, A’yân-ı sâbite
(programın ismi) açık olan program. Cenâb-ı Allah bir program
uyguluyor bir kişi için, bu program faaliyyet sahasına çıkmaya hazırlanan
bir varlığın programı, (Bâtın âleminde). Bu programlar faaliyyeti ortaya
getirmek için Haktan zuhurlarını talep etmekteler. Program diyorki
Yarabbi, mâdem beni kurguladın, o zaman beni zuhura çıkart, (Bâtın
âleminde) gösteremiyorum kendimi der. Hakk’tan programı taleb
ederler, bu taleb lâfzi değil hâlî’dir. Henüz beden varlığı Hayat, İlim,
İrâde, Semi, Basar, sıfatları faaliyyete geçmediği icin fiziki, beşeri yani
zuhur lisânıyla değil özünde bulunan hâl lisânıyla bunu taleb eder.
80
(5) Ressamın yaptığı işten kendisinin hangi mertebede
olduğunu düşünebiliriz.?
Ressamın yaptığı işten anladığımız kadarıyla Hayvân mertebesindedir. Hayvân mertebesi Nefsi Emmâre’nin tesiri altında, içinde İlâh-î
muhabbet yoksa tam bir taşlık halindeyse onun aldığı vasıf, insân-ı
hayvân, insân sûretinde gözüken, sûret olarak insân, iç yapı olarak
hayvânlık mertebesinde olan varlık demektir.
Cenâb-ı Hakk’ın "Hay" Esmâsının faaliyyet sahası, hareket
edebilme, kendi müstakil hayatını yaşayabilme bu mertebe hayvânlık
mertebesi, beşeri mânâda anladığımız hayvânlık mertebesi değildir.
Yanlış anlama, yanlış değerlendirme, yanlış sartlanma, gerçekte Cenâb-ı
hakk’ın "Hay" Esmâsına tekme atıcak hâle geliyor, Allah’ın var ettiği o
muazzam varlığı tahkir ederek kovuyor yanından, fiilindeki kendine
verdigi zarara bakarak. O onun fiili onu işleyecek programı oldugu için.
İnsân’a "Hay" Esmasıyla birlikte "Kelâm" Esmâsı verildiği zaman yedi
sıfatıyla birlikte hayvândan ayrıldığı en büyük nokta oluyor.
"BEN ONA RUHUMDAN ÜFLEDIM" İnsân’ın kendini taniyabilmesi
icin, hayvânlik "Hay" yani hayat hakikatini idrak etmesi gerekiyor, ondan
sonra "Hay" yani hayvânlığını bildikten sonra, beden olarak "Hay" öz
olarak ruh buda gercek hayat oldugunu idrak etmesi kendinin
yükselmesine sebep olur. Muhyiddin ibni arabi hz. Den, Hakiki hayvânlık
mertebesine inmedikçe, insânlık mertebesine yükselmek mümkün
değildir. Yani cennetten indirildigi zaman kişi, kendi bünyesine indiğini
idrak ettiginde, kendisinin evvelâ hayat sâhibi olduğunu anlaması
gerekiyor, buda onun hayvânlık mertebesini olusturuyor.
(6) Diğer mertebelerin birinde olan kimseye yukarıdan nasıl
ve neler çizgi çizilirdi?
Efendim burasını cevaplıyamadım.
Not: Efendi babacığım öncelikle cevabımda bu kadar geciktiğim için
sizden çok özür diliyorum, ancak hazırlayabildim uzun zamandır sizin
derslerinizi dinliyorum,tabiki sadece dinlemekle kaldığım için ve not
almadığım için bayağı zorlandım derslerde tekrar aramak ve not almak
zorunda kaldım. Bazen öyle zamanlarım olduki efendim başaramıyacağım dedim ama cok sükür, muhakkak ister yazılısta ister anlatışta
hatalarım vardir.
Efendi babacığım söylemeden yapamıyacağım o kadar güzel anlatıyorsunuzki bunu kelimeler ile anlatmak mümkün değil siz anlatırken,
sizinle beraber bende yaşıyorum sanki, anlamasıda özüne işlemeside bir
o kadar zor, Rabbimden dileğim bu anlattıklarınızı özüyle anlamak, idrak
edebilmek, yaşıyabilmek. Bu konuda o kadar çok şey yazmak isterimki;
ama zamanınızı almak istemediğim için yazmıyorum.
Size olan muhabbet tüm kalbimi kaplamış ve bunun hiç bir zaman
bitmemesi icin Allah’ıma dua ediyorum.
Kızınız: Fi…… Ça…….
*************
81
(34) Ze…….Ül…… Ay……
Subject:
RE:
Date: Tue, 10 Jan 2012 14:32:56 +0200
RE
Hayırlı günler, Ze….. kızım Ay….. kızımızda özet olarak güzel yazmış
onun da ellerine sağlık. Sana bir hatırlatma yapayım bu tür yazışmaları,
belki yapıyorsundur ama eğer yapmıyorsan şimden sonra yapmaya
başla. Yani bana gönderdiğin ve benden gelen yazıları toplamak için bir
dosya aç onun içinde hepsini topla ileride bunlar senin için oldukça
değerli hatıralar olur ve arşivini oluşturur. Hatırda kalmaz satırda
kalır, denmiştir işte buyüzden kayda almakta yarar olduğu bilnen bir
gerçektir. Hattâ sadece bu yazılar değil kendi ürettiğin başka yazılar ve
rastladığın başkalarının da güzel yazılarını kayda alabilirsin. Cenâb-ı
Hakk kolaylıklar nasib etsin İnşeallah Herkeze selâmlar hoşça kal, Efendi
baban.
Subject: RE
Date: Tue, 10 Jan 2012 11:34:31 +0200
1. Bismillâhirrahmânirrahîm, Allah-u teâlâ insân-ı ruh ve beden
kabiliyetleri bakımından canlıları en mükemmeli kılmıştır. Tin Sûresinde
anlattığı gibi incire zeytine Sina dağına ve şu emin beldeye yemin eder
ki biz insân-ı, “en güzel biçimde ahseni takvim üzere yarattı sonra onu
aşağıların aşağısına indirdi.” Bizler yeryüzüne indirildiğimizde Allah u
teâlâya verdiğimiz sözü unutup nefsi emmâre’nin hükmü altına girip
hayvân mertebesi altında yaşamayı sürdürüyorlar. Tâki bir mürşidi
kâmile tâbi olana kadar. Ressamın “yukarıda ki çiziyor ben boyuyorum”
demesi, oluşan bütün fiillerin Hakk ın fiilleri olduğunu idrak ederek
yaşamaya başlamasıdır.
2. Ressamın renk düzenlemesi vardır. Kızıl, yeşil, beyaz, gök rengi,
sarı, renkleri,ni kullanır. Boyamakta mecburdur, resmin içini doldurur,
bundanda anlıyoruz ki 7 nefis mertebesidir.
3.Allah ın takdiri mutlaktır. Kader Allah ın takdir ve arzusudur. Akıl
ve irâde-i cüz-iyyelerini şer veya hayır yolunda kullanmalarından sonra
başlar. Nasıl kullanacağını değerlendirmek için imtihana tabi tutulur.
Şayet kul henüz buluğ çağına gelmemiş akıl ve irâde-i cüz-iyyesini hayır
ve şer yolunda kullanmaya başlamamış ise Allah neyi taktir edecek neyi
değerlendirecektir. Alın yazısı demek kulların irâde-i cüz-iyyelerini nasıl
kullanacakları sonucunda ne olacağını Allah ın önceden bilmesidir. Allah
ezelide
ebedide
bilir.
Ama
kullarının
akıl
ve
irâdelerini
selbestçe kullanmalarına da asla müdahale etmez. Müdahale ettiği
takdirde sorumluluk sabebi ortadan kalkar. Kişide varlığın ve fiillerin
kaynağının esmâ âlemi bilinci yerleşince bu yaşam kişiyi tenzihi bir
yaşama doğru götürür. Gerçek tenzih gözüken her şey ve oluşan her fiil
bir esmânın zuhurudur bilinci yerleşir. Efendi babacığım, hikâyeden
anladığım kadarını yazıya dökmeye çalıştım İnşeallah olmuştur, Nüket
annemin ve sizin ellerinizden öpüyorum, hürmetler.
Kızınız Ay….. Ba…..
82
*************
(35) Ya…….
Subject: RE: TASVİRCİ RESSAM
Date: Thu, 19 Jan 2012 13:40:06 +0200
Hayırlı günler Yasemin kızım yazın güzel olmuş ellerine sağlık
Cenâb-ı Hakk daha nicelerini nasib eder İnşeallh. Herkeze selâmlar
hoşça kal. Efendi Baban.
Subject: TASVİRCİ RESSAM
Date: Wed, 18 Jan 2012 14:07:58 +0000
Euzubillâhimineşşeytânirracîm
Bismillâhirrahmânirrahîm
Hayırlı günler Efendi Babacım göndermiş olduğunuz hikâye’nin
içeriği oldukça geniş, yazmakta ve tefekkür etmekte hayli zorlandım.
Bizlerde birer tasvirciyiz, kendimizi resimle değil hal ve hareketlerimizle
tasvir etmekteyiz. Sizden aldığımız ilimler bizi bir noktada sâbit
koymamakta devamlı mücadele içindeyiz. Bazen kendime soruyorum
neyin mücadelesini veriyorum diye düşünürken bir taraftan da kulaklık
kulağımda sohbetinizi dinliyordum, müridin cünûn, fünûn, sükûn içinde
olması gerektiğini söylediniz. cünûn müridin ilimle, namazla gece
ibadetleriy zikirle meşgul olması, devamlı faliyyet halinde olup nefsin
hoşuna giden hallerden uzak durmamız gerektigini söylüyorsunuz. Bizleri
uyandırdığınız için Rabbime ne kadar şükretsem azdır. Göndermiş
olduğunuz hikâyeyi daha önce dinledigim sohbetlerinizden faydalanarak
yazıyorum.
Tasvir arapça bir kelime olup her hangi bir varlığın rengini,
kokusunu tadını görüntüsünü, özelliklerini anlatma ve canlandırma bir
anlamda yazıya resmetme demektir.
Tasvirci ressam a’yân-ı sâbitesi’nin programında ne varsa onu
yaşamakta. Ressamın teslimiyeti esmâ mertebesindendir. Çizdiği
resimler hakkın birer zuhur mahalli. Kendisi çizdiği resimleri dışında.
Ressam Cenâb-ı Hakkın musavvir esmâsı nın zuhur mahalli yani hakkın
ta kendisi Beşeri nefsâniyyetinden temizlenen ressamın çizdiği resim ne
kadar çirkin olursa o resim o kadar kemaldedir. Çirkin olan resim güzel
maharet ve bilgi isteyen iştir. Sûret çirkindir bundan dolayı kimse
ressamı ayıplamaz kemâlini ve maharetini tebrik ederler. Cenâ-ı Hakk
kime ne rol vermişse mânâsı ile birlikte bir cüz zuhura getirmekte.
Bizdeki hayali ve vehmi zan bizi bir hükme getirmekte bir bütün
programdan kendimizi ayırdıgımız için mesul olmaktayız. C.Hakkın
programında kendimizi hayal ve vehmen ayrı gördüğümüz için ondan
sorumlu olmaktayız. Bütün varlıktaki hakikatların kaynağı haktan
gelmekte her iki nâkıs onun çirkinliği değil onun hâkimliğidir. Allah
güzeldir güzeli sever. Çirkinin içindeki güzelliği görmemiz gerekiyor.
Çirkin olan benim nefsim onu nefiiis.. yapabildiysem ne mutlu bana.
Kazâ ve kaderde olduğu gibi Emri tekvin ve Emri irâdi. Emri tekvin
Hakkın zatında emir olan bir emir hakkın tâkip ettiği bizdeki onun
83
programıdır. Ömrümüzün ne kadar olacağı hangi Anne babadan
olacağımız kaç yaşına kadar yaşıyacağımız, emri irâdi’dir. Emri irâdi’den
sorumlu değiliz Emri teklif şeriat üzere yaşamaktır. Kulun emri teklifi
bize bırakılan zamanımızın bölümleri olduğu için işte biz bunlardan
sorumluyuz. Ressamın yaptığı resimlerde hereketleri var. Çirkin bir
resim çizdi. Cenâb-ı Hakk resmi hakikate geçidiği zaman Emri teklifi
onların üstünde geçerli. O resimde ğüzellik ve çirkinliğin kemâlâtı bir
arada olduğundan o resimi emri teklifi yönünden biz meydana
getirmekteyiz. Ne kadar yaratıcısı haksa biz onu meydana getirdiğimiz
için Cenâb-ı Hakk bizim zuhura getirdiğimizi resim ediyor maharetiyle.
Bizim amelimize göre bizim amellerimizi çiziyor. Emri irâdi Cenâb-ı
Hakk’ın bizdeki programı.
Emri teklifi ise ef’âl mertebesinde meydana geldiğimiz zaman
yapacağımız fiillere yol gösteren program şeriat programı. Peygamber
efendimizin bize yapmış olduğu teklifler 'iyilik yap, ibadet et, şer-i
hükümleri bize bildirmekte. Cenâb-ı Hakk a’yan-ı sâbitemizde emr-i
irâdesini koymakta. A’yân-ı sâbitemizin bir bütünü boş o bölümünede
peygamberlerin kitaplarıyla birlikte Cenâb-ı Hakk’ın göndermiş olduğu ve
insânlara tebliğ ve teklif edilen hususları bizler ne şekilde tatbik etmişsek
bizlerin resmi görüntüsü o bizim emri teklifiye göre yaptığımız
hallerinden meydana gelmekte. Biz emri teklifi yerine göre kullanmasak
bu nefsi emmârenin hükmü alttına girmekte yapımız hangi hayvânın
ahlâkına uygunsa bizim şeklimiz o hayvân sûretindedir.
Ressam bizim fiillerimize bakarak sûretlendirmekte zeval diye
yapılan resim onun kemalidir, ona da bizler sebep olmaktayız.
Nüket anneme selâm eder hürmetle ellerinizden öperim.
*************
(35)
En……A…..
Subject: RE: RESSAM HİKâYESİ
Date: Thu, 19 Jan 2012 14:56:32 +0200
Hayırlı günler En…… bey. Yazınızı aldım güzel olmuş ellerine diline
sağlık. Cenâb-ı Hakk daha nicelerini nasib eder İnşeallah. Hemen
dosyasına kopyala-yacağım. yazılar gelmeye devam ediyor. Herkeze
selâmlar hoşça kalın. Efendi Babanız.
Subject: RESSAM HİKAYESİ
Date: Thu, 19 Jan 2012 01:03:48 +0200
BİR RESSAM HİKÂYESİ
BİSMİLLÂHİRRAHMâNİRRAHÎM
Selâmünaleyküm sevgili Babacığım
Ressam hikâyesi ile ilgili gönlüme gelenleri aktarmaya çalıştım .
teşvikleriniz ve yönlendirmeleriniz bize hep yeni ufuklar açıyor. İnşeallah
84
her çalışmada farklı yönleri farklı özellikleri farklı bakış
geliştirmeyi başaracağız. Selâm ve hürmetlerimle efendim
Verilen bilgileri değerlendirdiğimizde
çalışmalarını değerlendirdiğimiz de:
yaptığını
ressamı
ve
açılarını
eserlerini
1- Ressamın sadece hayvân sûretleri çizip hayvân resimleri
2- Başka yapılacak resimlerinde olduğunun farkında olduğunu
ancak ressamın başka sûret ve resimleri çizmediğini
3- Resimlerin çiziminde kendisimi bir âlet olarak gördüğünü,
resimleri “yukarıdaki çiziyor” demesinden anlıyoruz.
4- Çizenin yukarıdaki olmakla birlikte içlerini dolduranın kendisi
olduğunu belirttiğini görüyoruz.
Ressamı eserlerini ve o anki mertebesini bu bilgilere göre
ortaya koymaya çalışırsak.
Kazâ ve kader yönünden baktığımızda ressamın ilmi sûretinin-rabb-i
has’sının (hakikatinin) - Hakka verdiği bilginin tasvir etmek, çizmek,
musavvir isminin zuhur mahallerinden biri olmak konusunda olduğunu
ve kendisi hakkında bunu kazâ ettirdiğini- hükmü böyle istediğini – ve
durumun böyle gerçekleştiğini görüyoruz. Kaza edilen halde miktar,
miktar – kader- olarak ressamda zuhura gelmektedir
Bizim bakışımız hakikat mertebesindedir. Hakikat mertebesi
bilgilerinden ef’âl mertebesini – fiilleri anlamaya
ve anlatmaya
çalışıyoruz.
Allah (c.c.) Saffat sûresi 37/96 âyetinde şöyle buyurur:
“vallahu halâkaküm vemâ ta’melun” mealen
Sizi de yaptıklarınızı- amellerinizi-de Allah (c.c.) halketti.
Ressam’ın “bu resimleri yukarıdaki çiziyor ben içlerini dolduruyorum” demesinden ef’âl mertebesinde olduğunu ancak ben içleri
dolduruyorum sözünde henüz bu mertebeyi tam idrak edemediğini
anlıyoruz. Çizerken kendini âlet görüp yukarıdakinin çizdiğini söylüyor.
İçlerini doldururken ve boyarken ise bunu yapanın kendisi olduğunu
söylüyor.
Allah
(c.c.) A’raf Sûresi (7/54) de şöyle buyurur
“Elâ lehulhalku vel emr” mealen;
“İyi bilin ki halketme ve emr –iş- O’na aittir.”
Başka bir Âyette ise Rûm Sûresi (30/4)
“lillâhil emru min kablu ve min ba’du” mealen
Başta ve sonda iş Allah’a aittir.
Bu Âyetlerden de anlaşılacağı üzere renk ve düzenleme seçeneği
de yoktur. Zira “ İlim malûma –bilinene- tabidir. Bilinen ressama hangi
bilgiyi veriyorsa bu bilgiye göre boyamak zorundadır.
Ressamın vakti ile doğa resimlerinde çizmiş olması muhtemeldir.
Kendisindeki mâdeni ruh ve bitkisel ruhun etkin olup afaktakilerle
85
iletişimi esnasında çizmiş olmalı yada o dönemde resim yapmıyor ise
çizmemiş olabilir.
Her ne var ise âlem de,
Örneği var Âdem de.
Âdem ya da ressam kendisinde olanların kabiliyyetlerinin
âlemdekilerle bağını faaliyete geçirip iletişimini ne kadar sağlarsa ya da
hangileri ile sağlarsa kendisinde o yönde kabiliyetlerin zuhuru
faaliyetler – görülür.
En…… A……
*************
(36) Ta….. Ka…….
Subject: RE: Bir hikâye bir çok yorum
Date: Wed, 25 Jan 2012 13:02:02 +0200
Aleyküm selâm Ta…… Oğlum. Yazın oldukça güzel olmuş ellerine
diline sağlık, Cenâb-ı Hakk tefekkürlerini arttırsın emeklerini zâyi
etmesin İnşeallah. Hemen dosyasına aktaracağım. Herkese selâmlar
hoşça kal, Efendi Baban.
Subject: RE: Bir hikâye birçok yorum
Date: Tue, 24 Jan 2012 12:58:16 +0200
Selâmün Aleyküm , Efendim “Bir Ressam Hikâyesi” ile ilgili
yaptığım çalışmayı ekte sunuyorum, Saygılarımla ellerinizden
öpüyorum,
Hoşçakalın, sağlıcakla kalın
Ta….. Ka….. Ço…..
İsti’dâd ve kâbiliyyet kelimeleri günümüzde genel kullanım olarak
aynı mânâyı ifâde etmek için kullanılan kelimelerdir. “İsti’dâd” kelimesi
günümüzde konu ile ilgili resmi kurumların belirlediği şekilde sözlüklerde
“istidat” olarak geçmekte ve karşılığına denk gelen anlam “yetenek” diye
belirtilmektedir. Aynı şekilde “kâbiliyyet” kelimesi de “yetenek” olarak
tanımlanmış olup bu iki kelimenin isâbet ettiği “yetenek” sözcüğünün
anlamında değişik şekilde açılımları yapılmıştır. Türk Dil Kurumu’nun
Büyük Sözlüğünde bu açılımlar şu şekilde yer almıştır;
(1) Bir kimsenin bir şeyi anlama veya yapabilme niteliği, kâbiliyet,
istidat.
(2) Bir duruma uyma konusunda organizmada bulunan ve
doğuştan gelen güç, kapasite.
(3) Kişinin kalıtıma dayanan ve öğrenmesini çerçeveleyen sınır.
(4) Dışarıdan gelen etkiyi alabilme gücü.
86
(5) Öğrenme olmaksızın kişinin anlık ve devim alanlarındaki doğal
iş başarma gücü.
(6) Öğrenilmeden kazanılan ve kişinin ansal yeterlik ya da edim ve
eylem konularında iş başarma gücü.
İnsânoğlunun günlük yaşam şartları içerisindeki oluşumlarını
açıklamaya yönelik bu tanımlar da Cenâb-ı Hakk (c.c)’ın bütünsel
sisteminin bir parçasını teşkil ettiklerinden dolayı bu kadarı ile dahi bize
isti’dad ve kâbiliyetin hakîkatleri hakkında bir kapı açmaktadır.
Ancak çok iyi anlaşılmalıdır ki İlâhî varlığı tanıyabilmek birkaç satır,
birkaç örnek veya birkaç duyum ve uygulamadan ibaret değildir. Çok
kesin çizgiler çizmeden, karşımıza çıkan herhangi bir olguyu hemen red
veya kabul etmeden, her konuda bıkmadan usanmadan olabildiğinde
gayret dahilin de çalışmalar sürdürülmelidir ki yol alınabilsin.
İsti’dad ve kâbiliyet konusu Cenâb-ı Hakk (c.c.)’ın bütün seyir
hallerini kapsayan ve halifesi olan insân ile berâber olarak insân’ın icâd
edilme, halkedilme, fıtratlandırılma ve “ceal (kılma)” olarak Cenâb-ı
Hakk (c.c.)’ın varlığında, O’nun varlığıyla, O’ndan O’na olan seyrin
gerçekleşmesinde çok önemli bir konudur.
İsti’dâd ve kâbiliyet, kaza ve kader:
Birçok nedenlerle günümüzde kullandığımız sözcükler Kûr’ân-ı
Kerîm’deki ve tasavvufta eskiden beri kullanıla gelmiş olan terimleri
karşılamaktan çok çok uzaktırlar. Cenâb-ı Hakk (c.c.)’ın vücût
mertebelerini yani varlık mertebelerini ve bunların aynı şekilde bizim
bireysel varlığımızdaki karşılıklarını ifâde edebilmek için bu kelimelerin
dışında kullandığımız kelimeler ne yazık ki çok büyük bir oranda
anlatılmak isteneni karşılamamaktadır. Bu nedenle öncelikle Cenâb-ı
Hakk (c.c.)’ın vücût mertebeleri ile birimsel varlığımız arasında kurulacak
bir bağlantı için kullanmak zorunda olduğumuz bu kelimeleri biraz
açıklamaya çalışalım:
Taayyün : Sözlük anlamı olarak, “Belli olma, ortaya çıkma,
belirme, meydana çıkmak, âşikâr olmak” şeklinde tanımlanmıştır.
Tasavvufi terimlerde latîfin latîfliğinden hiçbir şey kaybetmeden kesîf
olarak kendini ifâde etmesi şeklinde ifâde edebiliriz.
Gark olmak: Sözlük anlamı olarak, “dalma, dalınç, içine gömülme,
boğulma, herşeyi kavrama” şeklinde tanımlanmıştır. Tasavvufi olarak
dahi ifâde edilmesi oldukça zor olan bu ifâde en güzel hâli yaşanarak
idrâk edilebilen bir ifâdedir. Bazı evliyaullah’ın ifâdelerinden yararlanarak
verebileceğimiz en yakın ifâdeler “bir konu üzerine yoğunlaşma, tam
konsantrasyonun en yoğun hali” şeklinde olabilmektedir.
Tenezzül: Sözlük anlamı olarak, “inme, düşme, mekânını
yukarıdan aşağıya nakletmek” gibi anlamlarda kullanılmaktadır.
Tasavvufî terimlerde ise anlaşılamayan bir şeyi kolaylaştırarak
anlaşılabilir yapmaktır diyebiliriz.
Ceal: Kûr’ân-ı Kerîm’de toplam olarak 239 yerde ve 19 değişik hitap
tarzıyla kullanılmıştır ki açık olarak (2+3+9=14) ve (19) sayıları insân-ı
kâmile işârettir. Hazreti Mevlânâ (k.s.) nın Mesnevî’sinde ifâde ettiği
üzere insân-ı kâmil Cenâb-ı Hakk’ın satranç oyunundaki satranç tahtası
87
gibidir, âlemlerdeki bütün oluşumlar onun üzerinde olmaktadır ki “ceal”
kelimesi hem mânâ hem de sayısal olarak bu oluşumu çok açık olarak
göstermektedir. Ceal kelimesi tefsirlerde genel olarak “kılmak”
anlamında kullanılmış ise de “yaratma” gibi cümlenin gereğine göre de
değişik anlamlar verilmîştir. “Kılmak” kelimesi ise sözlük mânâsı olarak
“etmek, yapmak” anlamındadır.
Mec’ul: “ceal olmuş” şeklinde düşünülerek dilimize çevrildiğinde
“yapılmış, imâl edilmîş, mâmul hale getirilmîş” anlamındadır.
A’yân-ı Sâbite: Sâbit aynlar demek olup, Cenâb-ı Hakk (c.c)’ın
zâti varlığının gereklerindendir. Cenâb-ı Hakk (c.c.)’ın bütün isimlerinin
sûretleri ve ilim mertebesinde olan bir taayyün olup “İlâh-î hakîkatler”
olarakta ifâde edilmektedir. Günümüzde gelişen teknolojiye uyarlanarak
“sâbit programlar”, “ilmî sûretler”, “ilmî mânâlar” gibi anlam yüklemeleri
yapılmasına karşın “A’yân-ı Sâbite” tanımını tam olarak karşılayabilecek
günlük yaşantımızda kullandığımız bir kelime yoktur. Cenâb-ı Hakk
(c.c.)’ın zâti gereği olup her birerlerimizin hakîkatlerinin ifâdesi olarak
“a’yânı sâbite” ismiyle telaffuz etmek en doğrusudur.
Bi’l-kuvve: Yabancı bir kelime olmasına rağmen “potansiyel”
kelimesiyle ifâde edilen bu hâl, a’yânı sâbitelerin Cenâb-ı Hakk (c.c.)’ın
varlığında bi’l-kuvve mevcût olmaları hâlidir. Potansiyel sözlük anlamı
olarak, “gizli kalmış, henüz varlığı ortaya çıkmamış olan, gizil”
mânâsınadır ve Cenâb-ı Hakk (c.c.)’ın varlığında henüz açığa çıkmamış
olan a’yânı sâbiteler için kullanılmaktadır.
Yokluk: Cenâb-ı Hakk (c.c.)’ın varlığında potansiyel olarak bulunan
bu a’yânı sâbiteler henüz açığa çıkmadıkları için yokluk üzeredirler. Bu
yokluk izâfi yokluktur yoksa mutlak yoklukta ezelen ve ebeden hiçbir
hareket olmaz.
Örneğin bir çekirdeğin içinde bulunan ağaç izafi yoklukta ve o
çekirdeğin içinde potansiyel olarak mevcuttur. Toprağa ekilip açığa
çıktıktan ve ağaç olduktan sonra ancak ona ağaç denilir.
Cenâb-ı Hakk (c.c.)’ın vücût mertebeleri konuların
anlaşılması için genel olarak şu şekilde anlatılmıştır:
daha
iyi
Cenâb-ı Hakk (c.c)’ın zâtı, yani taayyünsüzlük mertebesi,
İlk Taayyün yani Vahdet mertebesi,
Cenâb-ı Hakk (c.c)’ın zâtındaki gark olunmuşluktan, haberli oluş
mertebesine tenezzülüne “ilk taayyün” denilmektedir. Bu mertebenin
ismi sıfâtların ve isimlerin hepsini ve fıtri isti’dadları ve kabiliyyetleri
toplamış olan “Allah”tır. Bu mertebeye “uluhiyyet yâni ilâh oluş
mertebesi” denir. Bunu birimsel varlığımıza indirgeyerek bir örnek
verirsek: “Gark olmuş bir haldeki insandan hiçbir faaliyet çıkmaz. Bu
halde iken ne bilgisi, ne duyması, ne görmesi, ne irâdesi ne de bir şeyler
yapabilme gücü faaliyyet dışıdır. Bunların hepsi kendisinde yokmuş
gibidir. Kişi bu halden ilk taayyün ile haberli oluş diye bahsettiğimiz
mertebeye geldiğinde bu sıfatlar ile vasıflanır. Bu mertebede kişi
kendisindeki bu sıfatları sadece bilmektedir sıfatlar henüz faaliyete
geçmediklerinden hepsi “tek”tirler.
İkinci Taayyün yani Vahidiyyet mertebesi,
88
Rûhlar mertebesi,
Mîsâl mertebesi,
Şehâdet mertebesi yâni içinde bulunup yaşadığımız dünyâ âlemidir.
Ancak şu kadar vardır ki parça parça bölünmüş ve belirli bir yerlerde
veya zamanlarda veya boyutlarda bulunan veya oluşan böyle bir takım
mertebeler yoktur. Bu anlatılan ifâdelerin hepsi bütünsel olarak yapılmış
ve bir takım hakîkatlerin beşeri akıl tarafından algılanmasını sağlamak
içindir. Yoksa bu sonsuz olan bütün âleme yayılmış ve her an her yerde
faaliyette olan bu mertebeleri nicelik olarak belirleyebilmek mümkün
değildir.
Cenâb-ı Hakk (c.c)’ın zâti gerekliliği olarak belirtilen a’yânı sâbiteler
Cenâb-ı Hakk (c.c.)’ın zâtının gerekleri olduklarından yapılmış değillerdir
yani “gayri mec’ul” dürler. Her bir aynın kendisine özel bir isti’dâdı ve
kâbiliyyeti vardır ve a’yânı sâbitelerin hiçbirisi kesinlikle birbirine
benzemez. A’yânı sâbite yapılmamış olunca bu a’yânı sâbitelere ait
isti’dâd ve kâbiliyetler de yapılmamıştır bu nedenle a’yânı sâbitelere ait
isti’dâd ve kâbiliyyet lerin te’sir edicisi Cenâb-ı Hakk (c.c.)’tır. Bu a’yânı
sâbitelere ait isti’dâd ve kâbiliyetler kendi hakîkatlerinin gereği olarak
neyi Cenâb-ı Hakk (c.c.)’tan talep etmiş iseler Cenâb-ı Hakk (c.c.) “Kün
yani ol” emri ile onu vermiştir yani a’yânı sâbiteler üzerine “sen şu
olacaksın, sen bununla bunu yapacaksın” gibi bir zorlama olmamıştır.
Cenâb-ı Hakk (c.c.)’ın zâtından gelen bu veriş yani “Kün” emri güneşin
ışıklarının her yere yayılması gibi aynı düzeyde olduğu gibi sonrasında
gerçekleşen ilâhî tecelliler ve nefesi Rahmâni de aynı seviye üzerine
gerçekleşmektedir ve a’yânı sâbitelerin hakîkatleri neyi talep etmiş iseler
bu aynı seviye gelen veriş, tecelli ve nefesi Rahmâni sonrası o hakîkat
onlardan açığa çıkmıştır.
Bu talep ediş insân’ın yaşamak için hava talep etmesi gibi olan bir
talep ediştir. Bu talep üzerine Cenâb-ı Hakk (c.c.) Ulûhiyyet yani ilâhlık
mertebesinden şu an içinde bulunduğumuz şehâdet âlemine kadar bütün
mertebelerde isti’dâd ve kâbiliyetine göre onların açığa çıkmalarına tek
tek değil ancak bütünsel bir hüküm ile hükmetti ve işte buna “ilâhî
kaza” denilmektedir. Örneğin, Necmi’nin ilim sahibi olması, cennet ehli
olması, Bekir’in ise câhil olması ve cehennem ehli olması gibi. Ancak bu
hüküm zorlama ile gerçekleşecek bir hüküm olmayıp Necmi’nin ve
Bekir’in ayn’ı sâbitesinin Cenâb-ı Hakk (c.c.)’a verdiği şey üzeredir ki bu
durumda Cenâb-ı Hakk (c.c.) kendisi üzerine hüküm verilen olmaktadır.
Bu talep üzerine Cenâb-ı Hakk (c.c.) onların istediklerini verince bu
durumda a’yân-ı sâbiteler kendileri üzerine hüküm verilen olmaktadırlar.
Örneğin, bir suçtan hâkim karşısına geçen suçlu bir kişi yaptığı suç fiili
ile karar verecek olan hâkîmin üzerine hükmetmektedir, hakîm de bu
suç fiilinin gereği olan cezâ neyse onu vererek suçlu üzerine kendi
yaptığı fiili ile hükmetmektedir ve sonuç olarak fiilinin karşılığı olan
cezâyı suçlu kendisi kendi üzerine vermektedir.
İşte bu şekilde gerçekleşen “ilâhî kaza” sonucu bir takım işler
“zorunlu kaza” adı altında mutlak şekilde gerçekleşir, bunların
gerçekleşmeme ihtimâli yoktur ve tedbir bu tür kazâyı uzaklaştırmaz. Bir
takım işler ise “muallâk kazâ” adı altında bir takım kayıt ve şartların
89
uygulanıp uygulanmamasına göre gerçekleşir veya gerçekleşmeden
kişiden uzaklaşır. “Kaza kazayı çevirir” hadis-i şerifinde işâret edildiği
üzere bu şart ve kayıtların yerine getirilmesi de kazâ hükmünde olup,
muallâk olan kazayı çevirir.
Kazâ şeylerin üzerine yine şeyler ile hükmeder yani ressamın
ressamlığını açığa çıkarabilmesi için tablo, zâti isti’dâdı ile ressama
benim üzerime resim yap, boyalarda aynı şekilde zâti isti’dâdlarıyla
ressama bizi tablo üzerine sür, derler.
Örneğimizde ressamda bulunan ressamlık sıfatı zorunlu kazâ hükmü
olarak kendisindedir. Bu ressamlık sıfatı gereği ressam ismi verilen kişi
eğer tabloya resim çizme, onu boyama gibi ressamlık sıfatının ortaya
çıkmasının gereği olan kayıt ve şartları yerine getirmez ise her ne kadar
Cenâb-ı Hakk (c.c.)’ın üzerine hükmederek hakîkati olarak bu ressamlık
sıfatını talep etmiş ve Cenâb-ı Hakk (c.c.)’ta bu talep sonrası kişinin
hakîkati olan a’yân-ı sâbitesine hükmederek zorunlu kazâ olarak bu sıfatı
kendisine vermiş ise de “muallâk kazâ” olarak bu kişi tablo çizmek,
boyamak vb. gibi kayıt ve şartları yerine getirmez ise bu sıfatı dünyada
hiç açığa çıkmadan kendisi ile birlikte hakîkatine döner.
Ressam zâti hakîkatinin gereği olarak Cenâb-ı Hakk (c.c.) tarafından
verilen hükümle kendisine verilen ressamlık sıfatı ile önüne gelen
tablolara resim yapmakta, bu resmin hayvân resmi olmasında veya bitki
resmi veya başka bir çeşit resim olmasında bir yön ile bu bahsedilen
şekilde bir sisteme tabiidir.
Sonrasında izahlar biraz daha karışık bir hal almaktadır çünkü her
ne kadar zorunlu kazâ hükmü gereği açığa çıkan şeyler karşısında
muallâk kazâ gereği hayvân, bitki, insân resmi yaparak zâti
hakîkatlerinin gereklerine ulaşmak normal bir gidiş yolu gibi gözükse ve
bunun yanında aynı şekilde muallâk kazâ gereği kendisine sunulan
renkleri seçebilme özgürlüğü olduğu, bizzât yaşadığımız şu âlemde de
idrâk ettiğimiz şekilde mümkün gibi ise de eğer “insân resmi” olarak
belirttiğimiz mertebe veya isim eğer o ressam dediğimiz kişinin
hakîkatinde ondan razı olmamış ise veya mâvi renk, kullanılmak için
ondan razı olmamış ise ve bu ressam bu nedenle “insân resmi çizmek
veya mâvi rengi kullanmak” için kendisinden râzı olunan değilse,
“muallâk kaza” hükümleri insân resmi çizmesi veya mâvi rengi
kullanması konusunda hangi kayıt ve şartı gerektirmiş olursa olsun, o
şart ve kayıtları gerçekleştirmek fiili bu kişiden asla çıkmaz ve dolayısıyla
asla insân resmi yapamaz ve mâvi rengi kullanamaz.
Bu konuda Fusûs-ul Hikem’den bir bölümü aktarmak faydalı
olacaktır;
Örneğin saadet ehli ancak kendisini terbiye eden hâs ismi indinde
kendisinden râzı olunan kimsedir. Çünkü o hâs isim onun alnından
tutup, kendi doğru yolu üzerinde yürütür. Ve o hâs isim onun Rabb’i
olanın bu yol üzerinde yürüyüşü cebrîdir.
Yânî her bir kendisinden râzı olunan kimseye, terbiyesi altında
bulunduğu ilâhî isim muhabbet edicidir. Ve o kimse muhabbet edilen
olunca, o ismin gereği olarak kendisinden çıkan fiiller ve ahlâk ve sözler
ve sâire hep Rabb'inin muhabbet edişidir. Çünkü mevcût ayn’ın belli
90
başlı fiili yoktur. Çünkü şâhidi olduğumuz o "ayn"ın bağımsız bir vücûdu
yoktur. Onun vücudu Rabb'i olan ismin sûretidir; ve o isim, o sûretin
bâtını ve rûhudur. Bundan dolayı o "ayn"da açığa çıkan fiil, "ayn"ın
Rabb'i olan ilâhî ismindir. Bu şekilde her bir "ayn", kendisinden çıkan
fiillerin kendine bağlanmayacağından emindir.
Bu hakîkat bilinince, hakîkât bakışı ile bakıldığı zaman; hiçbir ferdin
fiillerine îtirâz etmek uygun olmaz. Fakat şerîat bakışıyla bakıldığı
zaman, Hâdî ismi Mudill isminin fiillerine îtirâz eder. Çünkü şeriat ehli
olan kimse, Hâdî isminin ve kâfir ve günâhkâr olan kimse de Mudill
isminin terbiyesi altındadır. Birinin gerekleri, diğerinin gereklerine zıttır.
Ve doğru yolları ve bu yolların varış yerleri başka başkadır. Birinin
yolunun varış yeri âhiret oluşumunda cennet ve diğerininki
cehennemdir.
Nitekim Hak Teâlâ Hazretleri Kur'ân-ı Kerim'de:
[‫أعطى كل شيء خلقه‬
‫“ ]ث م ه دى‬a’tâ kulle şey’in halkahu summe hedâ” (Tâhâ, 20/50)
buyurdu. Mübârek mânâsı budur ki: "Hak Teâlâ her şeye halkını, yânî
istîdâdının gereği olan hakkını verdi. Ondan sonra da her şeye halkını
verdiğini beyân etti." Bundan dolayı her şey, kendi istîdâdıyla neyi talep
etmiş ise, ondan eksiğini ve fazlasını kabûl etmez.
Sonuç olarak Rabb-i hâssı olan isme göre kendisinden râzı olunan
olan kimse, mutlakâ kendisinden râzı olunan değildir. Ancak kendisinden
râzı olunanda, vücûdu ile açığa çıkan bütün fiiller ve haller, râzı olanın
fiili olursa, yânî kendisinden râzı olunan olan kulun fiili olmazsa, o
zaman o kul, mutlakâ kendisinden râzı olunan olur. Çünkü râzı olucunun
fiili, kemâliyle insân-ı kâmil’de zâhir olur. Çünkü insân-ı kâmil, "Allah"
ismi câmi'inin görünme yeri olduğundan bu isim altında toplanmış olan
bütün ilâhi isimlerin görünme yeri olmuş olur. Ve onun Rabb'i, Rabb-i
mutlak ve Rabbü'l-erbâb olan "Allah" ismi câmi'i olur. Nitekim âyet-i
kerîmede: (Yûsuf, 12/39) "Çeşitli Rabb’ler mi hayırlıdır, yoksa Vâhid-i
Kahhâr olan "Allah" mı hayırlıdır?" buyrulur.
Ve kazâ ve kader sırrına vâkıf olma dahi, insân-ı kâmil’in hâlidir.
Soru: Cenâb-ı Hakk Kûr'ân- Kerîm'de: [‫ه الكفر‬$ ‫د‬$ ‫با‬$‫ع‬$‫“ ]ول يرضى ل‬ve
lâ yerdâ li ıbâdihil kufra” yânî “Ve O, kulları konusunda küfre razı
olmaz” (Zümer, 39/7) buyurmuştur. Oysa kulların bâzıları kâfirdir. Şu
halde Hakk’ın onların küfürlerinden râzı olucu olması lâzım gelir ki, bu da
anlatılanlara açıkça ters görünür.
Cevâp: Hakk'ın emri mükellef olanların halleri hakkında iki yön
üzeredir: Birisi "teklîfî emir", diğeri "irâdî emir"dir. Eğer Hakk mükellefe
bir şeyle emreder ve o şeyin yapılmasına ilâhî ilmî olduğundan, irâdesi
de bağlanır ve onu yapmaya me'mûr olan mükellefin ayn-ı sâbitesi de
onu icâb ettirir ise, bu "irâdî emir"dir. Ve eğer Hakk, mükellefe,
yapılmasına irâdesinin bağlanmadığı ve onu yapmaya me'mûr olanın
ayn-ı sâbitesinin de icâb ettirmediği bir şeyle emrederse; bu da "teklîfi
emir"dir.
Şimdi bir kul, Hakk'ın gönderdiği peygamber’in getirdiği emirlere
itaât etmeyip küfretse ve onun bu küfrü de ayn-ı sâbitesinin istîdâdı
91
olsa, Hak "teklîfi emri" yönünden onun bu küfründen râzı olucu değildir.
Fakat ezelde onun istîdâdıyla taleb ettiği küfrün yapılmasını irâde ettiği
için, "irâdî emir" yönünden Hakk ondan râzı olucudur. Çünkü onun fiili
ilâh-î irâdeye uygundur .
Bir tablo üzerine çok çeşitli renkler ile çok güzel resimler yapılır ve
bu tablo bu renkleri kabul eder ve fırça darbeleri nereye vurulursa onu
gösterir oysa elimizdeki istediğimiz kadar renk genişliğinde boya olsun
bunları tablo yerine bir su birikintisinde kullanmaya çalışırsak asla bir
tabloda olduğu gibi yapılan resmi yansıtmaz.
İşte “İlâh-î kazâ” tanımından yavaş bir şekilde geçiş yaptığımız
üzere, bütünsel olan ve bir zaman, mekân, boyut ile kayıt altına
alınamayan “İlâh-î kazâ” nın bu şekilde ayrıntılanmasına yani zaman
içerisinde ayn’ı sâbitenin kendisine özel olan sebepler altında bütün
mertebelerde açığa çıkacak hallerinin takdîr edilmesine de “kader”
denilmektedir. Örneğimize uyarlarsak eğer, “Şu kişi ressamdır” diye
hakkında bütünsel hüküm verildikten sonra şu zamanda dünyaya
gelecektir, şu okula gidecektir, “ressam olacaktır” gibi hallerin hepsi
bütünsel olan hükmün ayrıntıları olduğundan “kader” denilmektedir.
Kader a’yânı sâbitelerin hükümlerinin ve hallerinin gerekleri olarak
verilen hükmü belirli zamanda ve belirli sebeplerle açığa çıkarır ve bu
hüküm ve haller o zamandan aslâ ileriye ve geriye gitmez.
İşte bu aşamada yapılmış olan isti’dâd ve yapılmamış olan isti’dâd
ayrımı devreye girmektedir. Çünkü “İlâh-î kaza” Cenâb-ı Hakk (c.c.)’ın
zâtının gereği olan ve a’yânı sâbitelerin yapılmamış dediğimiz
isti’dâdlarına bağlı olduğu gibi “kader” de her bir ayn’ı sâbitenin bütün
mertebelerde açığa çıkacak yapılmış isti’dâdına bağlı olur. Örneğimizdeki
ressamın ayn’ı sâbitesinin Cenâb-ı Hakk (c.c)’tan talep ettiği ressamlık
yapılmamış isti’dâddır. Ancak ressam doğar doğmaz resim çizemez,
bebeklik, çocukluk, gençlik ve ilköğretim, lise, üniversite öğrenimi gibi
çeşitli bir takım özelliklerin zaman içerisinde olgunlaşmasından sonra
ortaya çıkar.
Kısaca yapılmamış isti’dâdların ortaya çıkması yapılmış isti’dâdlara
bağlıdır. Bu da işlerde gözüken sebeplerin aslında kişilerin zâti
isti’dâdlarına bağlı olduğunu göstermektedir ki sebepleri doğuran zâti
isti’dâd ve kâbiliyetler olmaktadır.
Daha önce de biraz değindiğimiz şekilde görünüşte sebeplerle
ortaya çıkmış gibi ise de işler bir yön ile de meselâ ressamın insân resmi
yapamaması veya mâvi rengi kullanamaması, Cenâb-ı Hakk (c.c.)’ın razı
olunan veya razı olunmayan fiillerin birbirinden ayrılmasını irâde etmesi
nedeniyledir. Çünkü bu şekilde bir ayırım olmamış olsaydı eğer hayvân
resmi yapmak ile insân resmi yapmak veya mâvi rengi kullanmak ile
kırmızı rengi kullanmak arasında bir ayrım ile kişilerin zâti hakîkatlerinin
dayanağı için Kur’ân-ı Kerîm’de “hüccet-i bâliğa” denilen “apaçık delil”
ortaya çıkmazdı. Yani kişi her ne kadar hakîkati olan a’yânı sâbitenin
gereklerini Cenâb-ı Hakk (c.c.)’tan telep etmiş ve Cenâb-ı Hakk (c.c.)’ta
bunları kendisine vermiş ise de “hayvân resmi çizmeyi” talep edenler,
“insân resmi çizmeyi talep eden” veya “kırmızı” rengi kullanan ile “mâvi”
rengi kullanan fiilen içinde bulunduğumuz bu dünya âleminde bu fiilleri
92
gerçekleştirdikten sonra ancak bu fiillerinin dayandığı hakîkatlerinin
delillerini bu şekilde apaçık olarak görmüş olmaktadırlar.
Dünyada nefsaniyetlerine tâbî olarak hayvâni zevkler ile zamanlarını
geçirerek ilâhî hakîkatlerden habersiz olup, araştırma zahmetine dahi
katlanamayanlar ve sonra bütün bunları kendilerine Cenâb-ı Hakk
(c.c.)’ın zorla yaptırdığını öne sürecek olanlar işte bu “apaçık delil” ile
hakîkatleri kendilerine açıldığı zaman bütün yaptıkları işlerin
kendilerinden kaynaklandığını kesin bilgi ile yani “Hakkel yakîn” olarak
öğrendiklerinde artık iş işten geçmiş olacaktır.
A’yânı sâbitelerimizin isti’dâd ve kâbiliyetleri bu şekilde hakîkatlerini
“elle tutulur” diyebileceğimiz bir anlamda açığa çıkarabilmek için en üst
mertebeden nasıl ki en alt mertebe olan dünya âlemine inişi sağlıyorsa,
bunun sonrasında en üst mertebeye çıkarak seyri tamamlayabilmek dahi
“yapılmış” olan isti’dâd ve kâbiliyetler ile olmaktadır. Kişi vardır
kâbiliyyetlidir ancak çalışması yoktur, kişi vardır çalışması vardır ancak
kâbiliyyeti yoktur. Bu durumlar her an olabilen kişinin haline, zamanına,
çevresine vb. şeylere bağlı olan hallerdir ve bütün bunların içinde en
önemlisi “idrâk”tir çünkü idrâk yoksa çalışma sonuç vermez.
Bizler kısaca anlatılan bu hakîkatler doğrultusunda ne yapmamız
gerektiği konusunda çok fazla düşünmeden dahi şu ana kadar
yaşadığımız hayatta yaptıklarımızı düşünerek bulunduğumuz yolun hangi
yol olduğunu, eğik bir duvarın normal şartlar altında eğildiği tarafa
yıkılacağını bilerek ve fiillerimiz sonucunda ulaşacağımız şeyin kendi
hakîkatimiz olduğunu idrâk ederek “kazâ kazâyı çevirir” hükmü ile kendi
aklımızı kendisinden başka alıcısı olmadığı için hiç satmaya dahi
yeltenmeden hemen terketmeli ve Resûl-ü Ekrem Efendimiz (s.a.v.) in
ve varislerinin aklını kendimize akıl yaparak onun bize öğretileri
doğrultusunda,
günümüz
şartlarının
zorluklarına
direnerek
ve
kolaylıklarından en üst seviyede yararlanarak, öncelikli olarak yapmamız
gereken şey yani bireysel varlığımıza ârif olma yolunda adımlar
atmalıyız. Bunun için Rahmâni olarak dahi olsa bizde perdeler oluşturan
ve aklımızı, duygularımızı, algılarımızı, hareketlerimizi, zamanımızı
kontrol etmemizi, kendi bireysel varlığımızın “ehadiyyet”ine ulaşmamızı
engelleyen herşeyi bireysel yaşantımız içerisinde düzgün işleyen bir
yapıya kavuşturmalıyız.
Çünkü her birerlerimiz bir ressamız ve her birerlerimize boyanması
için Cenâb-ı Hakk (c.c.) tarafından verilmîş tablolar var. Bizler bu
tabloları Cenâb-ı Hakk (c.c)’ın Efendimiz (s.a.v.) vasıtasıyla bize
ilettikleri çerçevesinde en güzel şekilde doldurmalı ve daha sonra bu
tabloların karşısında en güzel aynaları oluşturup bu aynaları parlatarak
ışıklar, nurlar saçan canlı manzaralar ortaya koymalıyız.
Kaza ve Kader ile ilgili bazı Hadisi Şerifler:
Sahih Buhari - Hadis No: 1918
Fasıl : KİTABÜ`L-MERZÂ
93
Konu
:
Cennete
yalnız
hareket;Ölümü temenni etmek
Allâh`ın
rahmetiyle
girilir;Îtidâlli
Ravi : Ebû Hüreyre
Başlık : ÖLÜM TEMENNÎSİNDEN
RADİYA`LLÂHU ANH HADÎSİ
NEHYE
DÂİR
EBÛ
HÜREYRE
Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Resûlullah Sallallahu aleyhi ve
sellem`den işittim ki: - (Allah`ın kerem ve rahmeti olmadıkça) Hiç bir
kişiyi onun güzel işi ve ibâdeti Cennet`e koyamaz, buyurdu. Bunun
üzerine Ashâb: - Yâ Resûlallah! Sizi de mi koyamaz? Diye sormuşlardı
da Resûl-i Ekrem şöyle cevap verdi: - Evet beni de Allah`ın fazlı ve
rahmeti bürümedikçe yalnız ibâdetim Cennet`e koyamaz. Bu vechile
Ashâb`ım! İş ve ibâdetinizde (i`tidâl ile hareket edip) ifrat ve
tefritten sakınınız. Doğru yoldan gidip Allah`a yaklaşınız! Sakın sizin
hiç biriniz (sâlih olsun, fâsik olsun) ölüm temennî etmesin! Çünkü o,
hayır ve ihsan sâhibi ise (yaşayıp) hayrını, ihsânını arttırması umulur;
eğer günahkâr bir kişi ise (yine yaşayıp günün birisinde) tevbe ederek
Allah`ın rızâsını dilemesi me`muldür.
Abdullâh (İbn-i Mes'ûd) radiya'llâhu anh'den rivâyete göre, demiştir
ki: Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem bana (insânın hilkati
atvârından) haber verdi -ki o, kendi doğru söyler, kendisine de doğru
bildirilir- buyurdu ki: sizin biriniz (in hilkati mebdeinde) ana ve baba
maddeleri kırk gün ananın karnında toplanır, (halka müstaid bir halde
tahammür eder). Sonra o maddeler o kadar zamân (kırk gün) içinde
katı bir kan pıhtısı hâlini alır. Sonra yine o kadar zaman (kırk gün)
içinde mudga = bir çiğnem ete tahavvül eder. (Dördüncü tekâmül
tavrında) Allah bir Melek gönderir. Ve tekâmül eden mudgaya (şu)
dört kelime (yi yazması) emrolunur ki: onun işini, rızkını, ecelini, şakî
veya saîd olduğunu yaz! denilir.
(İbn-i Mes'ûd demiştir ki: Abdullâh'ın hayâtı yed-i kudretinde
olan Allâh'a yemîn ederim ki: Melek bunları yazdıktan) sonra ona ruh
üflenir. (Cenin canlanır). İmdi sizden bir kişi (bu fıtratı îcâbı dünyâda)
iyi iş işler de hattâ kendisiyle Cennet arasında yalnız bir kulaç mesâfe
kalır. Bu sırada (Meleğin ana karnında yazdığı) yazı gelir; o kişiyi
önler. Bu def'a o, Cehennemliklerin işini işlemeğe başlar (da
Cehennem'e girer) sizden bir kişi de (fenâ) iş işler. Hattâ kendisiyle
Cehennem arasında ancak bir kulaç mesâfe kalır. Bu sırada (Meleğin
yazdığı) kitâbı gelir onu önler. Bu def'a o kişi ehl-i Cennetin işini
(hayır iş) işler, (Cennet'e girer).
İmrân İbn-i Husayn radiya'llahu anh'den rivâyete göre, şöyle
demiştir: Bir kere Resûl-i Ekrem'e bir kimse (İmrân'dan kendisi): Yâ
94
Resûla'llah! Ehl-i Cennet cehennemliklerden (Allah'ın kazâ ve
kaderiyle) bilinir, (ayırd edilir) mi? Diye sordu. Resûlu'llah: Evet ayırd
edilir, buyurdu. İmrân: Öyle ise (Cennetlik, Cehennemlik ezelde belli
olunca) hayır işliyenler, ibâdet edenler niçin işlenmeli? Dedi. Resûl-i
Ekrem: Herkes niçin halkedildiyse onu işler, kendisi için (ezelde) ne
müyesser (ve mukadder) kılındıysa onu yapar, buyurdu.
Konuyla ilgisi yönünden Terzi Babamın“Ölüm Hakkında” sohbetinden
bir kısmı buraya aktarmak istedim:
“Âdem’e bütün isimleri öğretti” sözü bir yön ile günümüzde bilimsel
çalışmalar neticesinde her birerlerimizin biyolojik yapılarındaki DNA
yapıları olarak açıklanmıştır. Vücudumuzdaki her DNA yapısı bir esma-i
ilâhîyyenin özelliklerini taşımaktadır. Kişilerin bu şekilde ağırlığı hangi
esma üzerine ise bu faaliyete geçmekte diğerleri ise batınında
kalmaktadır çünkü çalıştırılması için saha bulunamıyor. Ve işte irfaniyet
burada devreye giriyor, irfaniyet ayeti kerimelerin gerçek yönleriyle
kişinin beynine inmesini sağlayarak kişinin fiziki istikametini de onların
yönüne çevirmektedir. Burada isti’dâd kâbiliyet ile ortaya çıkmaktadır.
Kişinin isti’dâdı var kâbiliyeti yok ise o isti’dâd batında kalmaktadır ki bu
da insan için çalışmanın gerekliliğine bir göstergedir.
Herbirerlerimize Cenâb-ı Hakk (c.c) yeteceği kadar her esmasından
vermiştir ancak bizlerin şartlanmaları, yaşayış gerekleri bizleri başka bir
taraflara itmiş ve gerekli olan esma-i ilâhîyyeleri faaliyete
geçiremediğimizden dolayı zararlı olmaktayız.
Cenâb-ı Hakk (c.c.) kitapları ve resûlleri aracılığı ile bizlere emr-i
teklifiler sunmuştur ve bunları uygularsanız şunlar olacaktır şeklinde
çerçevesini
bizlere
bildirmiştir.
Bundan
sonrası
artık
bizim
çalışmalarımıza kalmıştır.
Bizler bunları yapmaz isek isti’dâdımız batında kalarak ziyan
olmaktadır bu nedenle netice olarak sürekli çalışmak gereklidir. “
Diğer bir sohbetinden alıntı;
“Çocuk ana rahmine düştükten sonraki 120. günden itibaren her ay
bunların biri hükmünü yürütmektedir. Çocuk ana rahmindeki koruyucu
perdeden kurtulup doğrudan doğruya ışınlarla karşı karşıya kaldığında
beyinde hangi gezegenin te’siri olmuşsa onun açılımı olmaktadır. İşte
Levh-i Mahfuz denilen şey bir yönüyle budur. Kişinin beyninde yazılan
Levh-i Mahfuz’dur. Bunların dışında kişide bir şey oluşması mümkün
olmaz ancak eksiği olması kuvvetle muhtemeldir. Bizlerin yapması
gereken şey bunları yani Levh-i Mahfuz olarak bize verilmîş olanı son
sınırına kadar değerlendirmektir.
Ayan-ı sâbite denilen şey aslında geniş mânâda bu burçlar
sistemidir ve burçlar akıldan ibarettir. Aklı küll denilen ve bütün âlemde
sâri olan akıldan ibarettir ancak bunların bazılarında aklın bazı yönü
birikmiştir ve çok şiddetlidir ki zâten onun özelliği odur. Anne
babasından kalıtımsal geçen te’sirlerde vardır tabi ki ancak o anne
95
babadaki te’sirlerde daha evvelce yine yıldızlar vasıtasıyla gelmiştir
dolayısıyla o kişide de meydana çıkmıştır.”
Bu anlatımlar sonrası ben örneğimizdeki ressâmın insânı kâmil
olduğu düşünerek mertebesi konusunda devam etmek istiyorum.
İnsân-ı kâmil’dir ve karşısındakine onun idrâk seviyesinden hitâb
etmektedir. İnsan-ı kâmil bir çemberin üzerindeki bütün noktalarda seyir
ile en üst nokta ve en alt noktayı birleştirip çemberi tamamlamıştır.
Diğer bütün meretebelerde çemberde eksiklikler vardır. İnsan-ı kâmil
çemberin başına da ortasına da sonuna da neresine olursa olsun tam
onlara denk gelecek şekilde ulaşarak ne eksik ne fazla olmadan yani
çemberi hiç bozmadan tamamlayabilir. Bu nedenledir ki karşısındakilere
asla seviyelerinin altında veya üzerinde hitab etmez.
Dışarıdan gelip tablolardaki görüntüyü hayvân şeklinde gören nefsi
emmâre düzeyindeki kişiye “bunlar yukarıdan geliyor ben böyle
dolduruyorum” der. “Neden hayvân resimleri yapıyorsun” diye soranın
kendi hakîkatinden haberi yoktur ve ötelerde olan bir tanrı anlayışıyla
yaşamaktadır. Oysa “Allah” ismi câmi’inin görünme yeri olan insan-ı
kâmilin yukarıdan kastı kendisinde bulunan ilâhî hakîkatidir.
Ta….. Ka….
*************
(37) Se……İy…….
Subject: RE: RESSAM HİKâYESİ
Date: Thu, 26 Jan 2012 11:35:20 +0200
Selâmün aleyküm Se…… kızım. Gönderdiğin yazını aldım senin
yazında oldukça güzel olmuş ellerine diline gönlüne sağlık. Bu mevzuda
yazılar gelmeye devam ediyor, bende dosyasına aktarıyorum, hepsi
tamam olunca nihayetlenen dosyayı İnşeallah herkeze göndereceğim bu
vesile ile herkez herkezin görüş ve fikrinden istifade etmiş olacak ve bu
bakış zenginliğinde bir mes'eleye tek yönlü bakmanın ve o yönde karar
vermenin ne derece sathi ve yetersiz olduğu anlaşılacaktır. Cenâb-ı Hakk
gayret ve idrakini arttırsın İnşeallah. Herkeze selâmlar hoşça kal Efendi
Baban.
Subject: RESSAM HİKÂYESİ
Date: Wed, 25 Jan 2012 15:12:13 +0200
BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM
Selâm rahmet ve bereket üzerimize olsun.
Sevgili Efendi Babacığım,
96
Ressam hikâyesi, bizi kazâ ve kader nedir? onun üzerinde
düşünmeye ve hikâyede geçen halleri yorumlayarak, hikâyeye konu olan
ressam kadere îmânı ne derece yaşayarak idrak etmiş, hangi
mertebede, hangi idrak içerisinde ve dolayısıyla ALLAH katındaki islâmı
yani teslim olunmuşluğun idrakini ne derece yaşamakta bunu
değerlendirmeye çağırıyor.
Resûlüllah efendimiz (s.a.v.) bir hadisinde
Kul dört esasa îmân etmedikce asla îmân ehli sayılmaz diye buyurarak,
bu dört esası
-Allahtan başka İlâh olmadığına
-Benim resûlü olup, Hakk ile gönderildiğime
-Ölümü tatmanın mutlak olduğuna, öldükten sonra yaşamın devam
edeceğine
-Ve kadere mutlaka îmân edilmesi gerektiğine
diye sıralarken kadere îmânı dört esastan biri olarak ifade etmektedir.
Resûlüllah efendimizin sözlerinden de anlıyoruz ki kadere îmân
amentünün esaslarındandır ve îmân ehli olabilmenin koşulsuz
gereklerindendir. Üzerinde çok tartışılan ve îmânın kilit noktasını
oluşturandır.
Bir şeye îmân edebilmek için onu hakkıyla bilmek gerekir.
Kader deyince, nedir ilk aklımıza gelen? İrade, teslimiyet.
Ve irâde ile ifade edileni düşündüğümüzde de kesreti oluşturan
cüzlerin irâdesi olarak adlandırılan cüz-i irâde ve vahdetin irâdesini
anlatmakta kullanılan külli irâde kavramları karşımıza çıkar. Kesretin
irâdesi kesreti oluşturan cüzlerin irâdesi ile cüz-i irâde olarak ifade
edilirken vahdetin irâdesi külli irâde olarak tanımlanır.
Vahdet ve kesret
Peki kesret nedir vahdet nedir İrâde tekmidir çeşitlenebilir mi neye
göredir bu sınıflandırma. Bunlar birbirinden ayrılar mıdır peki?
Kesrette Her bir birimden açığa çıkan irâde cüz-i irâde adını alırken
kesretin varlığı nedir? kesret denilen, hakikatte var olan tek den
yansıyan ise kesretin irâdesi olarak adlandırılan cüz-i irâde nasıl
anlaşılmalıdır?
Ef’âl âlemi zâhiren kesret görüntüsüyle tanınır. Ef’âl âlemindeki
gördüğümüzü sandığımız “var görünenler” ve “her an yeni var
görünenler” Rabbül Âleminin NURundan tertiplenen ilmi sûretlerdir.
Kesret dediğimiz âlem ALLAH ın OL emriyle sonsuz özelliklerini
ilminde ilmiyle seyretmeyi dilediği ilmi sûretlerin manalarının bu boyut
algılayıcısı dolayısıyla fiil olarak görüntüsüdür. O nun özelliklerinin çeşit
çeşit elbiseler giydirilmiş halidir. Külli irâde her bir elbiseden istidat ve
kabiliyetleri doğrultusunda açığa çıkarken cüz-i irâde adını alır. Bu
nedenle de cüz’den açığa çıkanların sorumluluğu cüz’e aittir. Cüz’ün
hatalı ve yanlış anlayışını da yine cüzden cüz’ün kabiliyeti doğrultusunda
97
açığa çıkardığından, O nun sorumluluğu yoktur. Ve O nun katında da
hata ve yanlış yoktur zâten. Her şey hayırdan ibarettir ve hikmeti vardır.
Hedefimiz kendimizi tanıma yolculuğumuzda Allahı tanımak, Allahca
bakabilmek ise ALLAH kadere nasıl bakmamızı ve idrak ederek
yaşamamızı istemektedir ?
İnned dîne indâllâhil islâm” ALLAH KATINDA TEK DİN
İSLÂMDIR ...
Allah katındaki islâmı hakkıyla yaşamak teslimiyeti, yani teslim
olunmuşluğun idrakini gerektirir. Nitekim Allah katındaki tek din islâm’dır
ve İslâm kelime mânâsı itibarıyla teslim demektir. Varmayı
hedefledigimiz bu hal için, ALLAH ın oluşturduğu kazâ ve kader
kavramını önce ilmel sonra aynel ve sonrasındada hakkel yakın olarak
idrak etmek ve ne var âlemde o var Âdem’de hadîsi’nin de işaret ettiği
şekilde kendimizde mevcut olan ef’âl esmâ sıfat zat boyutlarının hakkını
vererek, kader sırrına vakıf olarak özde birliğe ulaşmamız mümkün
olabilecektir.
Mutlak varlık olarak sadece ALLAH ın olduğunu ve onun dışında O
nun gayrısı olarak hiçbir varlığın vücût sahibi olmadığını, her şeyin
Allahın ilminde mevcut olduğunu, Allahın ilmiyle takdir edip KÜN FE
YEKÜN –OL DER VE O HEMEN OLUVERİR Âyeti’nin ifade ettiği şekilde,
var olan her şeyin O nun irâde etmesiyle ilgilenmesiyle halk edildiğini ve
irâde etmesinin Onun OL demesi olduğunu ve bu OL deyişle takdir ettiği
varlıkları seyrinin ve onların kavramsal sûretlerinin meydana getirildiğini
idrak etmemiz gerekecektir..
BİR liği yaşayabilmek için iki görüşü basiretimizden kaçırmayarak
birlikte hal olarak yaşamamız gerekmektedir.
Birincisi, kâinat ve içinde var olan her birimin O nun ilminde halk
edilmiş olduğunu yani esmâül Hüsnâ dediğimiz isimlerinin anlamlarını
kavramlarını dilediği şekilde terkiplendirerek sonsuz sınırsız sayıda
varlıklar meydana getirip, O nun sonsuz sayıda meydana getirdiği bu
varlıkların onun ilminde var olan varlıklar olduğunu ve bu yönü itibarıyla
kâinat ve içinde var olan her birimin halk edilmiş olduğunu,
ikincisi de O varlıklarda kendi varlığı dışında bir şeyin mevcut
olmadığını yani Varolan her birimin onun ilmiyle onun ilminden onun
varlığından meydana gelmiş olması dolayısıyla o varlıklarda kendi
varlığının dışında bir şey mevcut olmadığını idrak ederek bu iki görüşün
birlikte yaşanması gerekliliği ve birinden gafil kalırsak ötekinden de uzak
düşeceğimizi Onun ilminde halk edilmiş olan birimlerin hiçbir şekilde O
nun aynı olmadığı gibi Ondan da gayri olmadığını basiretimizden
kaçırmamamız gerekecektir. Çünkü bütünü görebilen ve Bir den
bakabilen ancak her şey O dur der. Birimlere düşüldüğünde yine O
olmakla birlilkte kayıtlı haliyledir. Ondan ayrı değildir fakat Onun aynı da
değildir. Birimde görünmeyi dilediği özelliği kadardır.
Varlık sadece ALLAH tır ve onun dışında onun gayrısı olarak hiçbir
varlık vücût sahibi değildir, bu da Kûr’ân-ı Ker’im’de Allahın kendisini
nasıl tarif ettiğini anlamamızla idrak etmemizle mümkün olacaktır.
Kûr’ân-ı Kerîm’de Allah c.c Âyetleriyle kendisini iki şekilde tanıtmaktadır
98
Birincisi kula nispetle, insân’ın anlayışına göre Allahın kendisini
tanıtması
İkincisi de, Allahın kendi kendisini tarif ederek tanıtmasıdır.
Kûr’ân-ı Kerîm de İnsân’ın anlayışına göre Allah tanıtılırken,
Bakara Sûresi 255. Âyette “O'nu ne bir uyuklama ve ne de bir uyku
hali tutmaz.” diyerek insân’da bulunan özelliklere nispetle bir anlatım
vardır.
Yine kaf Sûresi 16. Âyette “Biz, ona şah damarından daha yakınız.”
Derken de Allahın insân’daki yakınlığı insân’ın şah damarı işaret edilerek
anlatılmıştır.
Bakara Sûresi 115. Âyette "Başını ne yana çevirirsen çevir Allah'ın
vechini görürsün"
Hadid Sûresi 3. Âyette “O evveldir, ahirdir zâhirdir ve batındır”
Âyetlerinde ve buna benzer diğer Âyetlerde insân’ın algılama araçlarına
göre O senin tespit edebildiğin ve edemediğin her şeydir diyerek. bir
tanımlama yapılmaktadır
Allahın kendi kendisini tarif etmesinde ise hiçbir duruma ve varlığa
nispet edilmeden kendisini çok net bir biçimde tanımlaması vardır.
Her gün KUL HU VALLAHU AHAD diyerek okuduğumuz ve Allahın
AHAD oluşunu dile getirdiğimiz ihlâs Sûresinde ALLAH (c.c) O Allah
Ahaddır,
diyerek
kendisini
kendisine
göre
tarif
etmektedir,
tanımlamaktadır ve bize demektedir ki, Allah Ahad olması itibarıyla
kendisinin dışında bir varlık kabul etmez kendisinin dışında bir varlıktan
söz etmek mümkün değildir. Sonradan meydana gelmişlerin hiçbirine
hiçbir şekilde benzemez.
Resûlüllah efendimiz bir hadîs’inde
"KÂN'ALLÂHU VELEM YEKÛN MEAHU ŞEY'A! "
"ALLÂH VARDIR VE ONUNLA BERABER HİÇBİR ŞEY MEVCUT DEĞİLDİR!"
buyurmaktadır.
Öyleyse, Allahla beraber hiçbir şey mevcut olmadığına göre her
isimle anılan müsemma yani her ismin işaret ettiği mânâ Allah’ın ilminde
var olmuş ilmi sûrettir. İlmi sûrettir demek, mânâ sûreti demek
olduğuna göre, yani bizim beş duyuyla algıladığımız şekil sûret değil ise
ilimde var olmuş anlam şeklinde bir ifadedir.
Demek ki bütün duyduğumuz bildiğimiz hayal ettiğimiz her şey ve
her kavram gerçekte sadece Allahın ilminde mevcuttur. Allahın ilminde
mevcut olan bu mânâlar Allahın halk etmesiyle meydana gelmiştir.
Dolayısıyla kâinatta var olan her ismin işaret ettiği varlık Allahın ilmi,
irâdesi ve kudretiyle meydana gelmiştir.
İşte bu sebeple dir ki, Allah Alîm’dir ilim sahibidir ilminde her şey
mevcuttur, Allah müriddir irâde sahibidir diler, ve Allah Kâdir’dir
muktedirdir kudret sahibidir ve o kudretiyle dilediğini meydana getirir.
"KÂN'ALLÂHU VELEM YEKÛN MEAHU ŞEY'A! "
99
"ALLÂH VARDIR VE ONUNLA BERABER HİÇBİR ŞEY MEVCUT DEĞİLDİR!"
Diye buyururken Hz. Resûlüllah. Allahın Ahadiyyetini ifade ederek
Ahadiyyetiyle var olan varlığın dışında veya içinde olmaksızın onunla
beraber hiçbir şey yoktur demek istemiştir.
KÜN FE YEKÜN. OL DER VE O HEMEN OLUR
“Bir şeyi dilediğinde…” var olmasına hukmettiğinde ona sadece “OL”
der, o da hemen oluverir. Yani O’nun OL demesi irâdesidir. Bu irâde
onun sözüdür. Yoksa o makamda ortada ne bir söz ne de bir ses vardır.
Sadece Allahın irâde etmesiyle ilgisi vardır. O irâdesiyle bağlanmadıkca,
ilgilenmedikce, sevmedikce hiçbirşey olmaz. ve bu oluş araya zaman
aralığı girmeden, bir şeyin aracılığına ihtiyaç duymadan aynı anda
oluverir. Bu irâde onun sözüdür. Ol sözü ilgi göstermiş olmaktan
ibarettir.
Nitekim, Kûr’ân-ı Kerîm’de bakara 117, enam 73, nahl 40, Yasin 82.
Ayetlerde KÜN FE YEKÜN sözleriyle ALLAH (c.c.) buna işaret etmektedir.
Bedîus semâvâti vel ard (ardı), ve izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu
kün fe yekûn (yekûnu).
Gökleri ve yeri bedî olarak (örneksiz) halkedendir. Bir işi kazâ ettiği
(olmasını istediği) zaman, o şeye sadece “Ol!” der. O, hemen olur. bakara 117
Ve huvellezî halakas semâvâti vel arda bil hakk (hakkı), ve yevme
yekûlu kun fe yekûn (yekûnu), kavluhul hakk (hakku), ve lehul mülkü
yevme yunfehu fîs sûr (sûri), âlimul gaybi veş şehâdeh(şehâdeti), ve
huvel hakîmul habîr(habîru).
Ve semâları ve arzı (yeryüzünü) hak ile halkeden O'dur. Ve “Ol!” dediği
gün (herşey) olur. O'nun sözü haktır, mülk O'nundur. O gün sur'a
üfürülür (sur'a üfürüldüğü gün hükümranlık O'nundur). Bilineni
(görüneni) ve bilinmeyeni (gaybı) bilen O'dur. Ve O, hüküm sahibidir,
haberdar olandır. - enam 73
İnnemâ kavlunâ li şey’in izâ erednâhu en nekûle
yekûn(yekûnu).
lehu kün fe
Bir şeyin (olmasını) istediğimiz zaman Bizim sözümüz, ona sadece: “Ol!”
dememizdir. O, hemen olur. nahl 40
İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu).
O (Allah), bir şey irâde ettiği (dilediği) zaman O'nun emri, sadece ona:
"Ol!" demektir. O, hemen olur. Yasin 82
Kazâ, Allah’ın hükmüdür. Hüküm Allah’ın kazâsı’dır. Allahın OL
emridir. Allahın OL hükmüyle irâdesiyle ilmindeki mânâları seyretmeyi
dilemesi Allah’ın bu var oluşa hüküm vermesidir.
Kazâsı neticesinde o isimlerin mânâları’nın açığa çıkmasını dilemesi
de, O nun takdiridir, bu takdir gereği, çeşitli İlâh-î isimlerin mânâları
sayısız çeşitli terkipler şeklinde belirli anlam sûretlerini meydana
getirmiştir. Anlam sûretleri denilmesinin nedeni, henüz bu boyutta varlık
yoktur. A’yân-ı sâbite denilen varlıkların asıllarını meydana getiren ana
mânâ grupları meydana gelmiştir. A’yân-ı sâbite Hakk’ın kendinde
düzenlediği, kendinden oluşturduğu, sonradan meydana gelecek
100
halkının, kendindeki programlarıdır , bütün bu var olan varlıkların aslı
olan ana mânâlardır. Ve Allahın ilmiyle ilminde vücût bulmuşlardır. Ve
“A’yân-ı sâbite”lerin zuhur edeceği yerlere göre ezelde verilmiş istidad
ve kabiliyetleri vardır
Bütün bu kâinat ve içinde varolan her şey yoktan var olmuştur
denirken her şeyin zât-ı İlâhî’nin ilminde var olması kastedilir. Var olmuş
olan her şey sadece Allahın ilmiyle vücût bulmuşlardır.
Allah’ın, ilminde kendi mânâlarını seyretmeyi dilemesi kazâ, bu
mânâları seyredilir hâle getirmesi de mutlak mânâ’da kaderdir. Bu bâtınî
mânâ’da gerçek mânâ’da kazâ ve kader kavramıdır. Bu mânâların, mânâ
gruplarının meydana gelişi takdiri İlâhî’dir.
Peygamberimiz, “Allah mahlûkatın kaderlerini gökleri ve yeri
yaratmazdan elli bin sene evvel yazmıştır, takdir etmiştir” sözüyle buna
işaret etmiştir.
Mahlûkatın kaderini yazan Rabbülâlemindir. Rabbül âlemin
âlemlerin meydana getiricisi rububiyyet mertebesidir. Âlemler kelimesiyle ifade edilen, sonsuz sayısız varlıklardır. Rahmâniyyet mertebesi
İlâh-î esmâ’nın mahzeni hazinesidir, tecelli’nin halkıyete dönüşmesinin
başlangıcıdır,. Rahmaniyyet mertebesinde mevcut olan esmâ-i İlâh-î O
nun mülküdür. Allah melik olması yönüyle esmâların hem sahibi hem de
onlar üzerinde hükümdardır. Bu özelliği ile kendi esmâlarını dilediği gibi
açığa çıkarıp seyredendir.
‘’Allah dilediğini yapar, yaptığından sual olunmaz’’ ayeti buna işaret
eder.
Rububiyyet mertebesi Allah’ın çeşitli esmâsı’nın çeşitli terkipler
şeklinde aşikâra çıkmasını sağlar. Bu esmâ çeşitli terkipler şeklinde
ortaya çıktığı anda abd (kul) meydana gelir, rabbin abd ı rububiyyet
mertebesinin zâhir oluşudur. Yani Allah isimlerinin bir terkip şekliyle bir
isim altında varlık halinde ortaya çıkmasıyla, rububiyyet mertebesinin
zâhir oluşudur. Kul rabbına tabidir.
Hud Sûresi 56. ayette buna işaret edilmektedir.
‘’Yürür hiçbir mahlûk hariç olmamak üzere hepsinin alnından çekip
götüren O dur.’’
Yani o varlığı bulunduğu haliyle yaşatan onun Rabbı’dır. Çünkü
onun varlığı kendisinin Rabbı olan esmâ terkibinin doğal sonucudur. Yani
birim kendini meydana getiren esmâ terkibine verilen isimdir. O esmâ
terkibinin dışında birimin bir varlığı mevcut değildir. Rabbin bir isimler
terkibi şeklinde varlığını aşikâre çıkarmasıdır. Dolayısıyla birimin hiçbir
şekilde Allah’ın esmâsı dışında dayandığı bir zerre varlığı mevcut
olmadığından abd böylelikle rabbının kuludur. Abd rabbına kulluk
etmede’dir. Abdın rabbına kulluk etmemesi asla düşünülemez, Çünkü
abdın rabbının varlığı dışında hiçbirşeyi yoktur. Abd rabbın abdı olduğuna
göre, abd (kul) ismiyle işaret edilen varlık, belli İlâh-î isimlerin
mânâların bir araya gelmesiyle bir mânâ teşkil ettiğine göre, ayrıca o
abdın almış olduğu bir aklı, şuuru, idraki, irâdesinden söz edilebilir mi?
101
Muhakkak ki Allah dilediğini yapar ve yaptığından da sual sorulmaz.
Çünkü sual sorulacak bir varlık değildir sual soracak bir varlık yoktur.
saffat siresi 96. Âyette
‘’Halbuki sizi de
denilmektedir.
yapa
geldiğiniz
şeyleri
de
Allah
halketmiştir.’’
Allah halketmiştir sözüyle işaret edilen varlıkların halkedilişi çok üst
boyutlarda esmâ mânâları’nının takdiri hükmüyledir. Bu varlıkların
meydana gelişi sonucu bu varlıkların var oluşunun tabi neticesi olarak
da onların fiileri meydana gelir. Yani fiiler, birim mânânın dışarıdan
algılanan şeklidir. Birim mânânın algılanış şekli fiilidir, her fiil gerçekte
mânâdır. fiil mânânın ta kendisidir, o mânâ algılama aracına bağlı olarak
fiil şeklinde değerlendirilir . Esas var olan mânâdır, mânânın fiil şeklinde
algılanışı algılama aracı dolayısıyladır.
‘’Allah vardır ve onunla beraber hiçbir şey yoktur’’ cümlesiyle
dikkat çekilen fiilin mânâ’nın kendisi olduğudur. Yoksa fiil mânâ ihtiva
eder şeklinde bir anlayış değildir. Ef’âl boyutu, ef’âl âlemi algılama
araçları dolayısıyla var sayılır. Bu nedenle bu kesret âlemi için her şey
hayalden ibarettir denmiştir, hayal âlemi ifadesi kullanılmıştır. çünkü
kesret, çokluk kavramı içine giren her şey İlâh-î isimlerin mânâlarından
başka bir şey değildir.
Ve eğer birim, varlığın tekliğini seyredebilme vasfına sahip değilse
O nun için çokluk âlemi mevcut olacak ve kesret âleminin kuralarına
göre yaşayacaktır. eğer şuur boyutunda yaşayabilme, varlığın tekliğini
seyredebilme vasfına sahip ise kader sırrına vakıf olarak yaşayacaktır.
ancak bu yaşayış bu yaşanan âlemi ortadan kaldırmayacaktır. her boyut
kendi boyut algılayıcısıyla mevcuttur. İnsân ismi altında zat boyutu sıfat
boyutu, esmâ ve ef’âl boyutu mevcuttur. Herkes hangi boyuta erdiyse
oranın hakkını vererek yaşayacaktır. Bu dört boyutta insân’ın varlığında
mevcuttur. Nitekim peygamberimiz bir hadisinde ‘’Allah Âdemi kendi
sûreti üzerine meydana getirdi’’ buyurmuştur.
Peygamberimizin hadîs’i gereğince de Zat boyutuna eren oranın
hakkını verir, sıfat, esmâ boyutuna eren oranın hakkını verir ef’âl
boyutundaki oranın hakkını vermek mecburiyetindedir. Çünkü bu dört
boyut da insân’ın varlığında mevcuttur.
Hikâye’de Ressama arkadaşının
“yapılacak başka resim yokmu!
yapıyorsun?” sorusuna karşılık
neden
hep
hayvân
resimleri
Ressamın cevabı
“Evet vardır, fakat bu resimleri (yukarıdaki çiziyor,) ben içlerini
dolduruyorum” şeklindedir.
Bu sözlerinden Ressamın ef’âl mertebesinde, ef’âl boyutu yaşantısı
içinde olduğunu anlıyoruz. Resimleri yukarıdaki çiziyor sözüyle kazâ ve
kader kavramlarından ve bunun yaşantısından uzak olmadığını, ancak
resimleri yukarıdakinin çizmesine rağmen içerlerini ben dolduruyorum
sözü ile teslim olunmuşluğun idrakini tam olarak gerçekleştiremediğini,
yaşayamadığını ancak habersizde olmayıp bu yolda olduğunu, başka
yapılacak resimler olduğunun da farkında olduğunu anlıyoruz. İçlerini
102
doldururken ve boyarken bunu yapanın, ben diyerek kendisi olduğunu
söylemesiyle, boyama işini kendine ait olduğuna inandığı irâdesiyle
gerçekleştirdiğini düşündüğünü ve bu hâl içerisinde olduğunu Saffat
Sûresi 96 . Âyette belirtilen ‘’Halbuki sizi de yapa geldiğiniz şeyleri de
Allah halketmiştir.’’ Âyeti’ni yaşayamadığını görüyoruz.
Bir başka açıdan düşünecek olursak burada Ressamın resimleri
yukarıdaki gönderiyor ve bende yukarıdakinin irâdesinin benden açığa
çıkmasıyla yani benden irâde etmesiyle bende bulunan istidat ve
kabiliyetler
doğrultusunda
renklerin
seçimini
gerçekleştirerek
boyuyorum ve dolayısıyla boyayan ben olarak görünmekle birlikte
aslında sadece boyattırılanım, renklerin seçimi de bende oluşan niyetler
doğrultusunda irâdenin işlemesiyle gerçekleşiyor ve bu oluşan niyetlerde
Rabbı
hasım
olan
esmâ
terkibi
doğrultusunda
âlemdekilerle
bağlantılarıma bağlı olarak şekil alıyor ve her anda yeni bir şen de olan
var- yok olarak her an yenilenen dinamik bir yapı içinde yeni tecellilerle
oluşan düşünce ve duygulara bağlı olarak sürekli yenilenen niyetleri
oluşturarak kendime kondurduğum VARIM zannını yok etmek, bilinmeyi
dilemiş olmasından dolayı seyredebileyim ibret alayım algılayabileyim
diye donmuş değil her an yenilenen dinamik bir yapı içinde bunu
gerçekleştirerek renklerin seçimi oluşuyor ve bu seçimin işleyişiyle
boyama gerçekleşiyor
şeklinde Ressamın bir ifadede bulunuyor
olduğunu düşünürsek Ressamın durumunun halinin değerlendirmesi
daha farklı olacaktır. Bu durumda Ressamın acziyetinin farkında olarak
kendinden açığa çıkan fillerinde bir farkındalik içinde olduğunu ifade
etmemiz gerekecektir.
Abd Rabbın kuludur. Abd ı yani Ressamı bulunduğu haliyle yaşatan
onun Rabbıdır. Çünkü Ressamın varlığı kendisinin Rabbı olan esmâ
terkibinin doğal sonucudur. Ressamlık özelliğinden dolayı Rabbi hası
olarak görünen Musavvir esmâsının varlığı ile o esmâya kulluk
yapmaktadır. Her esmânın içinde sonsuz isimler bulunduğundan
âlemindekilerle iletişim halinde, istidadı doğrultusunda Rabbi hasına
bağlı olarak gelişimi gerçekleşerek Rabbül erbaba ulaşacaktır.
Eğer biz Varlık üzerindeki İlâh-î takdirin her anımızda ve her
halimizde gaflete düşmeden idrakinde olabilirsek ve bu yaşam şekline
geçebilirsek kaderin sadece ismine değil kendisine îmân etmiş oluruz. ve
bunun hali de teslimiyet içerisinde AN ın farkında, hâli kabul hâle rıza
hâlin sahibini ve bizden açığa çıkanlarla neyi seyretmeyi dilediğini, ve
kendisini bize her halimizle ve âlemimizde ki her hâl ile nasıl öğrettiğini
tefekkür ederek bilinçli bir şekilde yaşamakla mümkün olacaktır.
Gönüldeki hiçbir düşünce ve duygunun bizim irâdemizle olmadığı,
değişen duygu ve düşüncelere bağlı olarak oluşan duygusal sallantılarla
mülkün sahibi tarafından kendi mülkünde dilediğince hüküm sahibi
olduğu, gönlün sahibinin O olduğu dilediğince evirip çevirdiği ve bu gönle
düşenlerinde bir ana gönülden kaynağını alarak dilediğince göründüğü
ve âlemimiz diye seyrettiğimizin bizden ayrı olmadığı bizden yansıyanlar
olduğu farkettirildiğinde kesret diye seyrettiğimizin tek bir Zat tan ibaret
olduğunu kesretteki her birimin üzerindeki elin O olduğunu idrak ederek,
bu şekilde görmenin gayretiyle bakmamıza ve duymamıza müsaade
edildiği anlarda cevapların her yerden geldiğini bizimle her yerden
103
konuştuğunu her şeyin BİR de toplandığını müşahede etmeye başlarız.
acziyetimizle merhametine sığınarak idrakimizdeki değişme ile Allahın
tekliğini ve dolayısıyla da kaderi anlayabilmemizin yolu açılarak kaderin
işleyişini enfüste ve afakta müşahede etmemiz takdirimizce idrak
seviyemizce mümkün olabilecektir.
Kader sırrına vakıf olarak teslim olunmuşluğun idrakini yaşamak
için ilmel yakınlık halinden aynel ve hakkel yakınlık haline ulaşmak
gerekmektedir, yani bilgilere sahip olmak ile bilgiyi yaşayarak bilginin
kendisi olmak aynı şey değildir. Bu da ancak bunu bilen yaşayan Kâmil
bir Zât’ın Allahın lütfuyla terbiyesine dahil olarak O nun rehberliği
doğrultusunda, Hakk’ın dilemesinden ayrı olmayan O nun himmetiyle
mertebe
mertebe
idrak
açılımının
gerçekleşmesiyle
mümkün
olabilecektir. Mertebe denilen de idrakdeki seviyedir. Ve gelişim idrakteki
bu seviyenin değişerek yükselmesi demektir.
Hz. Mevlânâ gönül arınmasının gerçek bir gönül vasıtasıyla
olabileceğini şöyle anlatır: “Ey kalbine güvenip “kalbim temizdir” diyen
kişi! Senin kalbinin gerçekten temizlenmesi için bir velinin kâlb
havuzu’ndan; yahut hakikat denizinden yardım istemen gerekir. Zira o
İlâh-î yardım olmaz ise nasıl para harcandıkça azalırsa, senin sınırlı
temizliğin de azalır ve kirlenir.” “O kafirlik ve dindarlık yanından geç de
gel, gir gönül fırınına; seyret de gör; âşıkların canları nasıl altın kesilmiş,
aşk da kuyumcu dükkanı”
Mevlânâ’nın gönül fırını dediği, mürşidin gönlüdür. Bu
gönlün en önemli özelliği oraya gireni değiştirip dönüştürmesidir.
Bu değişim ve dönüşüm insân’ın değerine değer katmakta,
ondaki cevherleri ortaya çıkararak altın yapmaktadır. Yine ona
göre insân, mürşidle beraber oldukça çirkinlikten, kötülükten
uzak olur, gemiye binmiş gibi gece gündüz Hakk’a doğru yol alır.
Canlar bağışlayanın ruhani himayesi altında ilerler.
Kişi zamanın peygamber varisi olan velilerinden ayrılmamalıdır.
Kılavuzsuz yol alınamayacağından bu yolda ilerlemek bir mürşid
vasıtasıyla olmalıdır. Çünkü nefs ancak mürşidin himmeti sayesinde
gönle gelen İlâh-î ilhamla kahrolur Bu yüzden bir mürşidin gönlüne giren
su ve toprak kaydından kurtulup can ve gönül sohbetine erer. Hz.
Mevlana “Aklını başına al, kendine gel de şeyhin kanatları ile uç, şeyhin
yardımını gör, mânevi ordusunu seyret.” buyurmaktadır.
Hz. Mevlânâ şöyle demektedir “Kardeşim, gönlünde buldukların,
sana akıp gelen hikmet, güzel duygular, mânevi zevkler senin değildir.
Abdalın yani bir velinin himmetidir. Bu duygu sana eğreti olarak
verilmiştir”. “Yüz binlerce halkta yüz binlerce gönül vardır. Asıl gönül O
tek gönüldür.”
Arş ve Kâ’be’ye benzetilen gönül, İnsân-ı Kâmil’in gönlüdür.
“Adem’in yaratılışını tamamladığım ve ona rûhumdan üfürdüğüm
zaman” Âyetinde insân rûhunun İlâh-î menşeli olduğu anlatılmaktadır.
Gönül Hakk’a varıp küll’ü bulunca Allah’a makbûl olur.
Ve Enbiya 107. Âyette belirtilen “Seni Biz, sadece âlemlere rahmet
olarak gönderdik.” Âyeti’nin İnsân-ı Kâmil’de zuhuruyla O nun gönlünün
104
İlâh-î namenin ve sırların taşıyıcı olarak işlemesiyle rahmaniyetin
tahakkuku gerçekleşerek gönül esasına dayalı bir eğitim mümkün
olabilecektir.
Abdülkadir Geylani: “Mâsivâdan arınmış bir gönül marifetullah
taliplerine Kâbe olur” diyerek,
İnsân-ı Kâmil’in gönlünü Allah’ın yer yüzündeki hazinesi, ilâhî
sırların mahzeni; hatta mülk âleminin mutasarrıfı olarak görür. Vuslata
ermenin yolu bu gönüllere girmektir. Böyle bir gönüle giren kimse
Kâbe’ye girenden üstündür. Fecr Sûresindeki “ Kullarımın içine gir” Âyeti
“Onların gönüllerine gir, teveccühlerini kazan” şeklinde yorumlanmıştır.
Bu âlemler İnsân-ı Kâmil’in hatırına durmaktadır. Ve “sen
olmasaydın âlemleri yaratmazdım”
kudsi hadîsiyle işaret edilen
İnsân-ı Kâmil’in âleminden başka bir şey olmadığıdır. âlem içinde
âlemler olan sonsuz varlıklar İnsân-ı Kâmil’in âleminde bulunmaktadır.
İnsân-ı Kâmil’in âlemi tüm âlemleri barındırandır. Dolayısıyla İnsân-ı
Kâmil mertebesinde acaba ne çizdirildi sorusunu bu doğrultuda
düşünmemiz gerekir.
Efendi Babacığım, sizden gelen her hale, her bilgiye, her güzelliğe
sizinle bağlantıda olmanın, yakınlığınızı bulmanın huzuru içinde
şükrederek, hürmetle, muhabbetle özlemle, tüm yakınlarınızla birlikte
sağlığınıza duacı olarak Sizin ve Nüket annemin ellerinizden öperim.
SE…… İY…… - ME…….
*************
(38) Ay……Ya…..
Subject: RE: (BİR HİKÂYE BİRÇOK YORUM)
Date: Sat, 28 Jan 2012 13:31:35 +0200
Hayırlı günler Ay….. kızım ellerine diline sağlık, yazın güzel olmuş
Cenâb-ı Hakk idrak ve anlayışını daha da arttırsın İnşeallah Bu
hususta yazılar gelmeye devam ediyor, geleni dosyasına aktarıyorum
seninkini de aktaracağım. Cenâb-ı Hakk her işinde kolaylıklar nasib
etsin. Herkeze selâmlar Nüket annenin de selâmları vardır hoşça kal
Efendi Baban.
Subject: (BİR HİKÂYE BİR ÇOK YORUM)
Date: Thu, 26 Jan 2012 17:52:22 +0100
*** Bir gün bir yerde yaşayan bir kişi tasvirci-ressam olan diğer bir
arkadaşının ziyaretine gitmeye karar vererek yola çıkar nihayet
arkadaşının bulunduğu yere gelir ve içeriye girer bir müddet dinlendikten
sonra duvarlarda ki ve her yerdeki resimlere bakar, hepsinin belirli bir
özelliği olduğunu görür. Bu özellik ise bütün tasvir-resimlerin sadece
“hayvân” sûretlerinde olduğudur. Bunun sebebini anlamaya çalışan
misafir arkadaşına,
105
>(yapılacak başka resim yokmu! neden hep hayvân resimleri
yapıyorsun?) dediğinde,
arkadaşının
verdiği
cevap
oldukça
düşündürücüdür.
>(Evet vardır, fakat bu resimleri “yukarıdaki çiziyor”, ben
içlerini dolduruyorum)demiştir.***
Kaza ve Kader mevzuunda olduğudur
Eendimiz (s.a.v.): “Sizden birinin yaratılışı, annesinin karnında kırk
günde cem olur. Sonra kırk günde “alâka” olur. Sonra bu kadar
müddette “mudga” olur. Sonra Allah bir meleği dört kelime ile gönderir.
Bu melek onun rızkını, ecelini, amelini, şaki veya said olacağını yazar.
Sonra ona ruh üflenir.” Diye bildirmiştir.
Bu hadîs’le, bize Kazâ ve Kader hakkında çok önemli ipuçları
vermiştir. Buna dayanarak hikâyedeki konuya başlamak istedim. Konuyu
uzatmadan, özetlemeye çalışarak.
*** Kazamız, A’yân-ı Sâbitelerimiz olan Programlarımız, Kabiliyetimiz, Yeteneğimiz ve İstidatlarımız bize doğmadan ana rahminde
verilmiştir, Efendimiz (s.a.v.) ‘in hadîs-i şerifinde bildirdiği gibi.
Her hücremizde ve DNA’larımızda kütüphaneler dolusu bilgi olduğu
bilinmektedir. Bu yüzden DNA’larımızı paket program olarak görebiliriz.
*** Kaza zamanla kayıtlanmamıştır. Allahın eşyadaki hükmü,
dilemesidir.
Bu HÜKMÜN (KAZÂ) istidadı gereği zamanla, kudreti ve irâdesi ile
(dilemesiyle) peyder pey ortaya çıkması, oluşması KADER iledir.
Bu da bize eşyanın büyümesi, beslenmesi, gelişmesi, bölünüp
çoğalması, ameli, olgunlaşması ve ölümü zaman ile belirlendiğini
gösterir. Bir Ceninin anne karnındaki gelişmesi her annede aynıdır. Bir
meyvanın olgunlaşma evreleri gibi bir kişinin çocukluk, gençlik
olgunlaşması devreleri cisim yönüyle belli aşamalarla zamanla tayin
edildiği üzeredir. Mutlak Kaderi itibariyle böyledir. Muallâk olan
kaderimizi ise irâde ve kararlarımız ile zamanı geldiğinde, biz belirleriz.
Velâkin ne kadar bizim irâdemize bırakılmış ise de Allah’ın ilminde
kayıtlıdır ve bilinmektedir. Bizim irâdemize bırakılmasaydı sorumlu
olmazdık. Sırat-ı Müstakim üzere miyiz, değil miyiz? kararlarımızla
kayıtlanır, belli olur. “Kararlarımız ve yaşantımız heva ve hevesimiz
üzere mi? yoksa edep ve güzel ahlak üzere mi?” Sorularının cevabı ne
olduğumuzu bize bildirir. Nefsani mi yoksa İlâh-î irâdeye bağlımı
yaşıyoruz?
Esmalarımızı
hangi
yönde
kullanıyorsak
hepsinden
sorumluyuz. Arayışlarımız ve taleplerimizi bu çerçevede yaparsak
kendimizi kazanırız.
*** Kazâ ile A’yân-ı Sâbitemizde ne kayıtlı ise o zamanla dışarı
çıkmayı taleb eder. Bu yeteneği hangi yönde öğrenip çalışırsak, bize öyle
verilir kaderde. Bir yeteneği para kazanmak için öğreneceksek, herhangi
bir ressama, bu alandaki öğreticiye başvururuz. Çalışırız, karşılığı verilir.
Ya da bu hikâyedeki kişi gibi kendimizi kazanacak Efendi Babam gibi, bir
tasvirci buluruz Allahın izniyle. Bu yolda sadece resim çizme ilmi değil,
mânâlarını da anlama yolculuğu ile kendimizi tanırız.
106
Arayışı doğrultusunda yolculuğa başlayan kişi, kendisine arka
olacak, destek verebilecek bir kişiyi bulur. Bu kişi alanında usta olmakla
kalmamış, “eşyanın hakikati”ni idrak etmiş, Marifet mertebesinde olan
bir öğreticidir.
Talip olan kişi Hakikat okuluna başvurmuş bir Hakikat yolcusudur.
Sorduğu sorular resmin nasıl çizildiğine dair değil, şekline (sebebleri) ve
ortak noktalarına ve özüne dairdir. İstidadı şayet kaza'sında varsa ve
kaderinde de gayret ederse kendi hakikatini bulur İnşeaAllah. Mertebesi;
ilmine, idrakine göre değişir.
*** Buradaki ressamın hangi mertebede olduğunu bilmiyorum.
*** İlk resim yapmaya başlayan çocuklar çimen, çiçek, ağaç ve
güneş gibi doğa resimleri yapmaya başlarlar. Çöp hayvân ve çöp insan
resimleri sonra gelir, insân resmini bütünüyle çizmek ustalık gerektirir.
Beden yönümüzle bizler hayvânlarla aynı et, kemik ve tabiat yapısına
sahibiz. Hayat yani “Hay” esmasının zuhuru yönüyle de aynı şekilde
hareket kabiliyetimiz var.
Ressamın duvarlarda ve yerdeki hayvân resimleri, sürüngen,
yürüyen ve uçan hayvânlar olabilir. Ama aynı zamanda bu hayvânlar,
kabiliyyeti ile ayağının yani hükmü altına aldığı dolayısıyla da
hükümlerinin altına girmediği duyguları, esmâları da olabilir.
*** Duygularımızla olaylar karşısında renkten renge gireriz. Bu
yüzden düşüncelerimiz ve davranışlarımız da boyanır. Cüneyd-i Bağdadi
“suyun rengi, kabın rengidir” diyerek bu hali çok güzel ifade etmiştir.
*** Ressamın duvardaki resimleri, temas edip ilişkide bulunduğu,
yönlendirdiği kişilerin tabiatları olabilir. Bu tabiatları yönlendirme
kabiliyeti ona verilmiştir. Bu sebeple renk ve düzenleme yapabilme
seçeneği vardır.
İrfan ehli, İlâh-î ilim, irâde ve kudret ile renklendirmeyi ve
düzenlemeyi yapabilmektedir. Seyr-i sülûkumuzda nefsânî kullandığımız
renkleri tek tek silip yerine daha iyi bir renge boyayarak değiştiririz.
Sadece boyanmakla kalmayıp onun hali ile halleniriz. İrademizi
kullanarak uzun bir çalışma ile teker teker İlâh-îsine değiştiririz. Tıpkı
tabiatımız ve doğru bildiğimizi sandığımız yanlış bilgiler gibi.
Duygularımızın esiri olmaktan kurtuluruz ve bilgimizi zamanla tevhid
etmeyi öğreniriz. Böylece renk kaydından kurtuluruz ve Tevhid ehli,
yani renksiz oluruz. Aslında renksizlikte bütün renkler vardır. Zira
renklerin Tevhidi: renksizliktir.
*** Marifet ehli kişi, dilediğinde bu duygu ve renkleri doğru bir
şekilde çıkarma kabiliyetindedir,
çünkü artık Allah’ın rengi ile
boyanmıştır. “Allah'ın (verdiği) rengiyle boyandık. Allah'tan daha güzel
rengi kim verebilir? Biz ancak O'na kulluk ederiz (deyin).”(Bakara 138)
ayeti hükmüne girmiştir.
***Böylece İrfan ehli Allah’ın ilmi, kudreti ve hikmeti ile nasıl renklendireceğini bilir. Bu renklendirmeyi cebr ile yani zorla yapmaz. Resimlerdeki hayvânların hâl diliyle istemeleri gibi renk seçeneğini kullanır.
Not: Ni….. ablama teşekkür ediyorum, zaman ayırıp yazımı
düzenleyiverdiği için ve ellerinden öpüyorum.
107
Emek vererek bizlere aşıladığı ilmi, bize düşünme fırsatları vererek
yazdırıp, yeniden öğrenme fırsatı verdiği için Efendi Babama ve buna
imkân sağlayan Anneme teşekkür ediyorum. Nazik ellerinizden sevgiyle
öpüyorum. Tüm kardeşlerime kolaylıklar diliyorum.
Kızınız Ay….. Ya……
*************
(39) G…. Z…..
Subject: RE: Ressam
Date: Mon, 6 Feb 2012 22:05:00 +0200
Hayırlı geceler Mu…..ım. Dosyalarını aldım sağolasın Cenâb-ı Hakk daha
nicelerini nasib etsin İnşeallah. Tarafımızdan herkeze teşekkür edersin.
Hepsi güzel olmuş. İşlerin kolay gelsin hoşça kal Efendi Baban.
EfendiBabacığım Hayırlı Günler,
Tefekkür çalışma süremiz bugün doldu. Bizimkiyle birlikte 6+1
dosya mevcut, iki dosya yaptık.. Adsız olan dosyada sadece baş harfleri
mevcut, diğerinde ise isimler yazmaktadır.
Hafta sonu İstanbula sohbete gelecekmisiniz? Selâmlar..
Hürmet ve Muhabbetle Nüket Anne ve Necdet Babamızın
ellerinizden öperiz.
Allah'a emânet olunuz.
El-Fakiry Mu…. Ca…..
----------G…. Z…..
Hürmetli Efendim:
Nasılsınız Cenab-ı Hakk’tan sıhhat ve huzurunuz için duada
bulunduğumu söyledikten sonra mailiniz için şükranlarımı belirtirim.
Bir hikâye, birçok yorum adlı tefekkür çalışmasına acizane aklımın,
bilgimin yettiği kadarıyla ufak bir katkıda bulunmak istedim. Bu hikâyeyi
kaza kader açısından düşük seviyeme ve size lâyık olmamasına rağmen
diğer bir mail ile göndereceğim inşeallah. Mertebelerle ilgili yeterli bilgiye
sahip olmadığım için söz söyleyemedim. Bu çalışmanın neticesinde diğer
kardeşlerimin ve sizin yorumunuzu dört gözle bekliyorum.
Efendim tevhid yolunun oldukça zor bir yol olduğunu ifade etmeniz
üzerine, bunu düşünüyorum o zamandan beridir.
İslâm’ın Hakk yol olduğunu kavradığımdan beri kendim ve
çocuklarımın yetişmesi açısından zorluğa katlanarak, bu dini yaşamaya
gayret ettim.
108
Zordu ve yine zor çünkü hayat arkadaşım çok farklı bir yaşam
şekline sahiptir. Burada benim için zorluk değil, doğru olan ön plânda
daima Allaha şükürler olsun. Şimdi yıllar sonra şeriatten öte bir tevhid
yolu olduğunu öğrendim. Muhakkak bunu bana duyuran rabbimdir. Ben
zordur düşüncesiyle bu yoldan ayrı uzak kalmaya meyledersem eğer, hiç
bir şekilde Allahın huzuruna çıkamam. Çünkü zoru kolaylaştıran O
olacaktır. Ama az başarılı ya da başarısız, tembel ve idrâki zayıf biri
olursam yavaş, yavaş gelebildiğim yere kadar ulaşırım, fakat Allah’ı
tanımaya çalışmaktan vazgeçmeyi düşünemiyorum. Cenâb-ı Hakk’ın
sizin sohbetleriniz gibi bir hazineyle beni karşılaştırması ve internet
aracılığıyla başka mekanlara gitmeden, evimde dinleyebileceğim ortamı
nasip etmesi de bir kolaylaştırmadır diye düşünüyorum. Bundan sonrada
kim bilir ne kolaylıklar nasip eder O hazinesi sonsuz olan.
Sizin bana dinleyip okuyup bilgimi artırmaya çalışmamı tavsiye
etmeniz, tarafımdan bir telkin ve yardım olarak kabul edilmiştir. Gayret
bizden muvaffakıyet Allah’tandır. Ben aciz kula dua etmeniz dileğiyle.
G…… Z……
*************
(40) A… K….
Hikâye’de yer alan olay Efendi Baba’nın belirttiği üzere Kazâ-Kader
üzerinedir. Ressam çizdiği resimlerdeki dış sûretlerin zâten Yaratan
tarafından çizilmiş olup; kendisi resimlerin sadece içini doldurabileceğini
söylemiştir. Bunu söylemekle aynı anda hem Yaratıcının yarattıklarına
karşı olan mutlak tasarrufunu hem de yaratılanın bu belirlenmiş olan
istikamet üzerinde söz sahibi daha doğrusu yorum sahibi olduğunu
göstermektedir. Bunu demekle de iki genel yanlış görüşe cevap vermiş
olmaktadır.
Birincisi; Allah yarattıklarını yaratmış ve kendisi bütün bu
yarattıklarından apayrı olarak kendine ait bir yerde bulunduğuna dair
yanlış düşünce. Ressam, çizdiği her resimde Allah’ın Esmâsı ile oluşan
bir bütünlüğün içinde sadece içeriğini oluşturabilmektedir. Bir resmi iç
kısmı ve dış kısmı diye ikiye ayıramayacağımızdan; için dışı-dışın da içi
tamamladığı düşünüldüğünde Allah’ın her varlık üzerinde isimleri,
sıfatları veya en üst düzeyde Zat’ı ile tecelli ettiği gerçeği ortaya
çıkmaktadır. Bunu görebilen ya da sezinleyebilen bir göz de Allah’a
yarattıklarından apayrı olacak şekilde mutlak bir gayriyyet biçemez.
İkinci; yanlış düşünce de “Allah zâten her şeyi biliyor. Benim ne
vakit ne iyilik yapacağımı da ne vakit ne kötülük yapacağımı da biliyor. O
zaman benim sevabımın da günahımda benimle bir ilgisi yok; zâten
benim hayat sahnesinde bir kukladan farkım bulunmamaktadır. Ressam
çizdiği resimlerin içini doldurmak sûreti ile hayatta kendinden bir oluşum
çıkarmış olmaktadır. Burada Cüz-i irâde vurgulanmakta olup;ressam içini
boyarken kendi zevki ve isteğine göre çalışmalarını sürdürmektedir. Bu
çalışmalar da muhakkak ki Allah’ın bilgisi dahilinde olmaktadır.
109
Resimlerde boyanan sûretlerin hayvân şeklinde olmasından;
İseviyyet mertebesinde gerçekleşen bir hikâye olduğu düşünülebilir.
Keza boyanan sûretler bitki olsa idi “Museviyet”; insân olsa idi
“Muhammediyet” mertebesine işaret edeceği düşünülebilir. Ressam
kendi Cüz-i irâdesi çerçevesinde hayvânların içini, istediği şekilde
doldurabilmektedir. Yalnız bu isteğini gerçekleştirebilmesinin Ressamın
Özgürlüğünden ziyade Yaratıcının Özgürlüğü diye görmek daha doğru ve
yerinde olacaktır. Çünkü ressam kullanacağı boyaları seçerken bile
elinde olan boyalar arasında seçim yapmaktadır. O boyaları renk renk,
çeşit çeşit de oraya getiren; ressamın karşısına boyayacağı yeri koyup
onu resmi ile baş başa bırakan Yukarıdakinin irâdesidir.
Bu olay insân’ın aklına çeşitli Âyetleri ve sözleri de getirip tefekkür
etmesini sağlamaktadır. Sadece içini doldurması
“Kâlem yazdı,
mürekkep kurudu” sözünü hatırlatmaktadır. Sürekli yeni resimlerin
oluşturulması “O, her gün yeni bir iş ve oluştadır (55/Rahman, 29)”
âyetine işaret ettiği düşünülebilir. Resimlerdeki silûetin dışının yukarıdaki
tarafından çizilip içinin ressam tarafından doldurulması; (mânâsı
Hakk’tan fiili kuldan) olan “sâlih ameli” meydana getirmektedir. Eğer
ressam, “resmin dışını da çizen o; içini de dolduran o” diyebilse idi;
mânâ’yı da fiili de asıl sahibine Allah’a teslim etmiş olup bir üst
mertebede Zat mertebesinde bir amel işlemekte olacaktı.
*************
(41) Z…. m…
Bu hikâye, en basit mânâsı ile tevekkülü de çağrıştırabilmektedir.
Ressamın dediği cümle; benim zâten yapacağım belirlenmiştir, benim
çalışmam sadece olayın içine odaklanmaktır anlamına da gelmektedir.
Sonuç olarak Efendi Baba’nın da dediği gibi odlukçu düşündürücü ve
ufuk açıcı bir hikâye’dir.
Selâmün aleyküm Kiymetli Efendi Babam. Size lâikli selâmlarımı
iletiyor ve ellerinizden öperim.
Mövzu’u tam algılayamadığım için anlayabildiğim kadarıyle yazmaya
calıştım. Sehv ve hatalarımı lütfen af buyurunuz.
Mövzu’umuz kaderi mutlak baresindedir. Cünki kaderi mutlakda biz
Hakkın çizdiği kaderi yaşarız. Burada da kaderi mutlak-ı çizen Hakk
Teâlâ Hazretleri içini dolduran ressam ise o kaderi yaşayan insân isim
doludur.
Hakk Teâlâ Hazretleri her bir insân’a akıl. düşünce ve seçim azadlığı
vermiş. ve yaşayacağımız kaderde buna bağlı.
Eger bir ins’an üzerine gelen bir kazâ’ya karşı önlem almağına
bakmayarak o kazâ’yı yaşarsa bu kaderi mutlak’dır, ve Hakk Teâlâ
bunu o insân’a Kahhar ismiyle o insân’a yaşatmışdırki. Bu zaman biz
kullarada düşen Elhamdülillâhirabbulâlemîn demekdir. Ve burdada Birde
110
kaderi muallâk var ki. yaşadığımız bu
sorumluyuz. Günah bizim kendimizdedir.
kaderden
biz
kendimiz
Çünkü Hakk Teâlâ Hazretleri öz ezeli ilmiyle o insân’ın ne
yapacağını bildiği için onu o istikametde harekete gecirmişdir. Yâni her
bir fiilin fâili Allah (c.c.) dır. Kimse kendi kendine bir şey yapamaz.
Yalnız insân ona verilen akil ile. Ve cüz-i irâdesiyle bu işden sorumlu.
Her bir şeye sûret veren odur. kimse kendi kendine sûret seçemez.
sûretleri güzelleşdirende odur. Bir hâşiye çıkmak istiyorum. Yazın
heyetimde bir gül ekmiştim. O hep dikine değilde hep yana eğilerek
böyüyordu.
Kaç defa onu dikine kaldırdımsa o hep yana eğilerek böyüyordu. bir
gün o güle bakarken içimden ---- ben kaç kere onu dikine kaldırdım ama
o hep yana eğilerek böyüdü diye düşündüm. Şu an kalbime Haşir
Sûresinin şu Âyet-i ilham oldu.; Her şeye sûret veren odur.; anladım ki o
gülün böyümesinde ve şekil almasında benim hiç bir rolüm yok. Bu
yalnız Rahmân’ın isteği iledir. Yani nakşı vuranda nakkaşda odur.
Ressamın yaptığı işten onun şeriat mertebesinden olduğunu düşüne
biliriz. Çünki ben diyerek kendine bir şahsiyyet vermekte. Ama o resmi
çizende onun içini ressama doldurtanda Allah (c.c.) dır. O fırçayı tutan
el kola tabi, kolsa akla tabî’dir.
Bu âlemde görünen her bir şey
ondandır. Ama o değildir. Bu âlemde Hakk’ın varlığı bâtında, isim, sıfat
ve fiilleri ise zâhirdedir. Yani doğada gördüğümüz her bir şey Hakk’ın
isim, sifat ve fiillerinin tecessümüdür. Allahu Teâlâ Rahman ismiyle
mümin-kâfir. Her kesin, canlı -cansiz her bir şeyin rızkını vermekde.
*************
(42) A….. B…..
Ressamlar resim yaptıklarında sergi açarlar...
RESSAM resim yapan, boyayan, çizen..Ressamın önündedir renkler
tüm renkler elinin altındadır. Resim yaparken kullanılan kağıt, boyalar,
fırça, palet ve arada fırçayı içine daldırdığı SU... Evet arada fırçayı
temizlemek için suya daldırır, boyayan..Çizgilerin çizilenin içini boyarken
arada fırçayı temizler yoksa hep kırmızı yapmak zorunda kalır tüm
çizilenleri. Oysa evin damı kırmızı iken evin camlarınıda kırmızıya
boyayamaz. O zaman işte fırça suya gire, temizlenir ve yeni bir rengin
üzerinde hareket eder eğer ağaç ise boyamak istediği yeşille buluşur,
buluşmalıdır ve yeşilin tonları ile..
Yaşam resminde kalıcıdır çizgiler. Çizgiler o en belirgin olan çizgiler
kalıcıdır. Silgi yoktur yaşam resminde silemeyiz. Ancak içini nasıl boyadığımız, hangi renkleri seçtiğimiz önemlidir.
Bize çizilmiş olan, ressamın bize çizmiş olduğu Güneşin içini beyaza
boyarsak eğer o güneş bizim bulutumuz olur. Ressamın bize çizmiş
olduğu resmimizi hangi renklere boyamaktayız? Hikâyede ki ressamın
111
hep hayvân resimleri çizmesi nefsi emmâreye işarettir. Nefsimizin
hayvân yanını bize gösterir.
Ressam var hayvân çizer, ressam var doğa çizer , ressam var
İNSAN çizer. Yaşamında ne ile besleniyorsa ne ile yaşıyorsa herkes
ancak onu çizer. Ne görüyorsa etrafına baktığında sadece onu çizer. Kimi
bakar hayvân görür, kimi bakar çiçek görür. Herkes gördüğünü çizer.
Sürekli hayvân resmi çizen ve onu boyayan o enerji ile beslenmektedir,
dünya malı dünya zevki ile resmetmektedir verilen yaşamını. Başka bir
şey yoktur onun için varsa yoksa hayvân resimleri vardır.
Doğa resmi çizen nefsini mutmain etmiştir. Yaşamında şelâleler
akıyordur gürül gürül, güneş parıl parıl aydınlatmaktadır yolunu, önünde
kuzular ve Çoban vardır.. Nefistir artık onu resimleri. Misk kokusu gelir
resimlerinden.
İNSÂN resmi çizen ve boyayan İnsân-ı Kâmil’dir. Çobandır.
Resminde kuzular arkasından gelmektedir. Her renk olması gerektiğince
sade ve canlıdır. Boyanın kağıda sürüldüğü fırça tertemizdir. Hiç
bulaşmaz dağılmaz saf bir Beyazlık vardır resimde.. Aslında her renk
vardır lâkin BEMBEYAZ dır.
Hepimiz yaşamlarımızı boyamaktayız. Çizgilerimizin içini.. Acaba
çizgiler çizilirken mi boyanır? AN-DA mı olmaktadır bu zuhura geliş?
Çizen ayrı boyayan ayrımıdır ki.. Mevlânâ Hazretlerinin bir sözü ne güzel
anlatmaktadır 'Yazı yazan eli görmeyen, hareket etmekte olan kâlem
yazdı sanır' Boyayan ve çizen TEK tir. Hepsi Hakk’tan hakka akmaktadır.
Yoksa Ressam ressam olabilir mi? Ressam gerçek ressam hepsini
aynı AN da oluşturur.. Aynı an da çizilir aynı an da boyanır ve fırça aynı
anda suya girer ve çıkar.. Silgisiz. Ancak arada fırçayı temizlemek için
SU.. Böyle bir mucizeyi, böyle bir muhteşemliği kim izlemek istemez.. ve
o yüzdendir Dünya da oluşumuz;
Ressamlar resim yaptıklarında sergi açarlar...
*************
(43) F….. A…..
Esselâmü Aleyküm ve Rahmetullah,
Kıymetli rehberim M….. bey Terzi babamızın kısa hikâyesine ancak
bir yorum yapabilme imkânım oldu.
Efendim bu kısa hikâye’deki bir yerde yaşayan kişi kanaatimce bu
vucûd beldesinde yaşayan bizim mânevi kişiliğimiz, şahsiyetimiz ene
dediğimiz benliğimiz oluyor. Buradaki mevcut idrak seviyemizle yani
esfeli safilin tabir edilen en alt bilinç katımızdan seyri sülûk yolu ile daha
uzak olarak gördüğümüz ve perdeliliğimiz dolayısı ile farkına varamadığımız daha üst idrak seviyesine çıktığımız yolculuk olarak anlıyorum bu
kişinin çıktığı yolculuğu yani bu bizim seyri sülûk yolculuğumuz.
Uzun uğraşlar meşakkatler ve çileler neticesinde ulaşıyoruz (inşaallah)
bu idrak seviyesine yani arkadaşımıza ve içeri girip bir müddet
112
dinlemeye de bu idrak mertebesini tam anlamı ile hazm etme sürecimiz,
Ne olduğunu ve neden bu zamana kadar etrafımızda ve hayatımızda
olup bitenleri
bu şekilde fark edemediğimizi anlama süreci,
bu seviyede bir süre oyalanıp iyice hazm edip bu mertebeyi belkide
makam haline getirdikten sonra etrefımızdaki her şeyi hâlâ hayvân
sûretlerinde görmeyide hayvânsal özellikler olan sadece yemek yeme
üreme yatıp dinlenme uyuma ve uyanma ve hayatı böylece idame
ettiren canlı türleri olarak görme olarak anlıyorum. Yani bu mertebede
hâlâ enâniyyetten
kurtulamama
ve
her nesneyi ve canlıyı
kendi münferit varlıklar olarak görme, yani anladığım kadarı ile mülhime
nefs mertebesine ulaşmak yani "lâ fâile illâllah" mertebesine yaklaşmak
şeklinde düşünüyorum.
Ressamın "bu resimleri “yukarıdaki çiziyor”, “ben içlerini
dolduruyorum" sözünden anladığım kadarı ile daha tam anlamı ile bu
mertebenin idrakine varamamamız yani 2 gün önce okuduğum İNSÂN
surei şerifindeki "30- Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten
Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Âyet-i Kerîmesinden ve HAŞR
Sûresi "24- O Allah ki, Yaratan'dır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var
edendir, 'şekil ve sûret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve
yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir." Âyet-i
Kerîmesinden anlıyoruz ki asıl MUSAVVİR olan Cenâb-ı Hakk (c.c.) dur,
aslında ressamın yani bizim yani var zannettiğimiz vehmi varlığımızın ne
resim çizmekle ne içini doldurmakla nede renk ve biçim vermekle
ilgili hiç bir kabiliyyeti yoktur ve "la mevsufe İLLÂLLAH" idrakine
ulaştığımızda anlayacağımız gibi aslında fâil ve bu faaliyetlerin meydana
gelmesine sebep olan vasıfların sahibide O dur. Dolayısı ile kazâ ve
kader tamammen rabbul âlemin zülcelâl hazretlerinin hükmü ve irâdesi
ile varlığa gelmekte zuhura çıkmakta.
Efendim naçizane anlayabildiğim bu kısa hikâye’den bunlardır, hata
ve kusurlarım mutlaka vardır, rabbimden bu gerçeklerin idrakine
varabilmeyi ve yaşayabilmeyi nasip etmesini niyaz ediyorum selâm ve
afiyetle kalınız.
*************
(44) M……. C…….
‫رسام‬, ‫مىسر‬
Ressam’ın ebced hesabı,
200+60+1+40= 301
Re=200,
Sin=
60,
Elif=1
Mim=
40,
Okunuşta Re’yi okutan Elif ve Sin Şeddesi ile 60+1= 61 301+61=362
301 = 13 Hâkikat’ul Ahadiyyet’ul Ahmediyye 13, Hz. Muhammedin şifre
Rakkamı,
31, Lâm Elif, Yokluk Aynası
noktası ve 1. Ahadiyyet
30= Lâm-Ulûhiyyet 0, kesarat ve Zat
113
Ahadiyyetin İnniyyet ve Hüvviyyet ile Kesret âlemine
(Vahdette Kesret ve Tersten baktığımızda Kesrette Vahdet)
yansıması
3+1= 4 İslâm’ın Şifre Sayısı, Şeriat, Tarikat, Hakikat, Marifet 362,
3+6+2= 11 Hz. Muhammed ve Zat Mertebesi İki Özelliği İnniyyet (İnsân
ve Kûr’ân), Hüviyyet (Âlemler ve Kâ’be) 3, İlm’el Yâkin Ayn’el Yâkin,
Hâkk’al Yakin ve kapsayan dördüncü mertebe, 6, İmân mertebeleri ve
Zati Sıfatlar, Altı yön (Alt, Üst, Sağ, Sol, Arka ve Ön) 62 Cum’a Sûresi.
Cim, Mim ve Ayn harfeleriyle sükûn halinde, 3+40+70= 113 Kûrân-ı
Kerîm’de Besmele-i Sûre sayısı, 3+6=9. 113 Bâki Esmâsının Ebcedidir..
Vücûdu dâim olan, fâni olmayan; Varlığının başlangıcı
olmadığı gibi sonu da olmayan; bizâtihi zaruri (vacib) olan
mevcut.
Baki Esması 96. Esmâ ve AlÂk Sûresi’dir. Resûllühah’ın (s.a.v)
Tebliğe
Rabbinin
Adıyla
Rububiyyet
mertebesinden
okumayla
başlamasıdır.. 362, 36 Yâ-Sîn Sûresidir.. Hz. Muhammedin (s.a.v.)
Muhammediyyet Mertebesinden ismidir. 36. Esmâ Şekur Esmasıdır..
Ebcedi 526, 3+6= 9 Rububiyet Mertebesidir. Resülu Zişan Efendimiz
fazla namaz kılıp ayakları şişmesi üzerine, Ayşe R.anhüma Validemiz,
niçin bu kadar çok namaz kılıyorsun sorusuna, Efendimiz Şükreden bir
kul olmayayım mı demiştir.
Sayısal Hesaplar ile 36 Esmâ ve Sıfat İsimlerine Câmi olan Allah
Esmâsı’nın Hakk’al Yakin Bilinmesi ve Gölge Zuhur Mahallidir. Şekür=
5+2+6 = 13 Hz. Muhammedin Şifre Rakkam-ı ve Hâkikat’ül Ahâdiyyet
Ahmediyyedir.. Cümle âlemin Rububiyyet mertebesinden bu hakikate
namaz halinde olmasıdır. 76-67 rakamları ile Mülk âleminin, Zati ve
Subiti sıfatlar ile İnsân-ı Kâmilin kullanım ve kullanımında olduğu ve
buna Şükür halinde Rububiyet-Esma mertebesinden emre muti olarak
her dâim namazda olduğudur. 36- Eş ŞEKÜR ( c.c ) 526 Kendi rızası
için yapılan amellere en iyi karşılık veren az iyiliğe çok mükafat
verendir.
9- Rububiyyet mertebesi, 9. Esmâ, 9- El AZÎZ ( c.c ) 94
İzzet sâhibi mağlup edilmesi imkânsız olan her şeye galip
olandır. Allah, Rahmân, Rahîm ile bu 12 Hakikat-i Muhammedi veTevbe
Sûre’si, Bu Sûre sistem gereği besmelesiz başlamaktadır.. 114 Sûre ile
Kûr’ân-ı Kerîm… Cum’a Cim=3, Vav=6, Mim=40, Ayn= 70 3+6+40+70=
119, 119 sayısı bizlere neyi ifade etmektedir… 1 Ahadiyyet Her
mertebenin içinde olan mertebe, Baştaki 11 ile Zat ve Hz. Muhammed
Mertebesi, 19 İnsân-ı Kâmil 100, Allah Esması.. 9 Rububiiyet Mertebesi…
9+1= 10 Sıfat Mertebesi, 62-4 konumuz idi, 4 Şeriat, Tarikat, Hakikat,
Marifet ve 13 ile Hz. Muhammedin şifre rakkamı, 62 = 6+2= 8, 53 ile
Ahad olan Ahmed…
Hakikati Muhammedi ve 4 ile İslâmın Şifre sayısı olan, Şeriat,
Tarikat, Hâkikat, Mârifet mertebeleri 11 ve 9 harflerinin yan yana
gelmesi.. Zat ve Rububiyyet Ayetel Kürsi.. 19 ile bunu tasvir edenin
İnsân-ı Kâmil olduğu anlaşılıyor…
Cuma Sûresi 62 sıra, 96Nuzul, 119 ebced sayısı, 11 Âyet 28. Cüz..
114
62+96+119+11+28= 320 toplamı 3+2= 5 Hazret mertebesi, 4 ilâve ile
9 Rubiyyet mertebesi ve 5 ve 4 54 Kamer, Ay, Kamer= Ruh-i Küll,
Muhammedidir.
32
secde
Sûresidir..
Tüm
âlem
Rububiyyet
mertebesinden niyazdadır.. Miracda Cebrâîl aleyhisselâm, Resûlü nebiyi
zişana dur, Rabb’ın namazdadır hitabında bulunmuştur. Tersten 4 ile
Nisa Sûresi ve İslam’ın şifre sayısı, 92. Nüzül sırası ile, 92+4= 96, 9+6=
15 Zâhir, Bâtın Hakikat-ı Muhammedi ve Alâk Sûresidir.. Rububiyyet
mertebesinden âlemleri okumaya başlamadır. Cum’a cem dört mertebe
ile, 96+4= 100 Allah esması, Cuma’ nüzül sırasıyla aynı ifadeyi
vermektedir. 96- El BÂKİ ( c.c ) 113 Varlığının sonu bulunmayan
ebedi olandır.
113 Kûrân-ı Kerîm’in sistemi ve Besmeleli Sûre sayısıdır..Akl-i küll Nefs-i
Küll üzerinde bâki olarak faaliyyettedir.. Nisâ = Nun, Ye, Sin, Elif
50+10+60+1= 121 113 ve 8 Tevhid-i Ef’âl faaliyyet sahası, 121
yapmakatadır. Âyet sayısı, 176, 121+4+92+176= 393 = 3+9+3= 15
Zâhir, Bâtın Hakikati Muhammedi 393, Akl-ı Küll ve Nefs-i Külden Necm
yapmaktadır.. Hakikat-i Muhammedi ve Hakikat’ul Ahadiyyetul
Ahmediyyedir..Hakikat’ul Ahadiyyet’ul Ahmediyye, Hakikat-i Muhammedi
ile tüm âlemlerde faaliyetedir..
12 zâhir, 13 bâtın’dır.. Toplamı 25. Yapmata ki 7 Nefis mertebesi, 2
Ya Allah, 5 Ya Hayy, Âlemlerde Hayy, Allah esmâları kıyam-ı bi
nefsihidir. 320+393= 713, 13 ve 7, 13 Hz. Muhammedin şifre rakkamı 7
yedi nefis mertebesi ve 7. Gün Cum’a Allah (c.c.). Tüm âlemlerde
Hakikat’ul Muhammedinin dört mertebesi ile tasvirdedir.
Tasvirci,
Te=
400,
Elif=1,
Sin=60,
vav=6,
Ye=10,
Cim=3,
Ye=10
400+1+60+6+10+3+10= 490 = 13 Zâhir Bâtın Hakikat-i Muhammedi,
Tasvir= Resmetme, Tasvirci Resmeden fiili işleyen, Tasvir= Nefs-i Küll,
(Rahim) Tasfirci Akl- Küll( Madeni, Nebati, Hayvâni, Nefs-i Nâtıka, Ve
Nefahtü Ruhul Kuds, Ruhul Azam mertebeleri) Ci= 13 Hz. Muhammedin
şifresi ve 13 ebcedi ile Ahad, Ahad olan Ahmedin faaliyeti olmakta, Âlem
Rüyasını gerçek mânâda Nebiler tasvir edip okuyabilirler. Resülu Zişan
(s.a.v.) efendimiz ölmeden önce ölün diyerek, Nas uykudadır, öldükleri
zaman uyanırlardiyerek âlem rüyasını tabir etmiştir. Ci= Cu okunuşuyla
3+6= 9 etmekte ve,
Cum’a da da Cu bulunmaktadır.. Bu bakır elementinin simgesidir..
Zülkarneyn (a.s.) Yecüc ve Mecüc, Demir ve Bakır ile habsetmiştir..
Seyr-i Sülukta 8. Mertebe olan Tevhidi Ef’âl’den Tevhid-i Esmâya
geçiştir. Demir ise Hadîd Sûresi ile 57 ile 7 Nefis mertebesi ve 5 Hazret
mertebesi ile seyri süluk mertebelerini vermektedir. 26 Demir (Ferrum)
Fe 55.845(2) 8 4 Toplam 49 ile 13 Hz. Muhammedin Şifre sayısını
vermektedir.. 26+29= 55 Rahman Suresidir.. 44+49= 93 93- En NUR
( c.c ) 256 Âlemleri nurlandıran dilediğine nur veren ve Nur
olandır.
115
93 Necm, Nc 53 ile Şifre sayımızdır.. Burada 55 Rahmân Esmâsı ve
1 ise Ahadiyyet mertebesidir.. Hakikât’ul Ahâdiyet’ul Ahmediyye
mertebesi Zat mertebesinde Hüviyyet Alemler, Kabe ve İnniyyet İnsân
ve Kûr’ân özelliği ile iki düşünce meydana gelmiştir. Rahmân Kûr’ân-ı
(Zatı) talim ederek âlemleri tasvir edip şekil ve sûret vermiştir.
Tasfir nedir Kaynak: İnternet
Tasvir Nedir (Özet) : Tasvir, arapça bir kelime olup, herhangi bir
varlığın rengini, kokusunu, tadını, görünüşünü, özelliklerini... anlatma ve
canlandırma (bir anlamda yazıyla resmetme) demektir. Çevremizde
bulunan hemen her şeyi, her olayı tasvir yoluyla anlatmak mümkündür.
Not: İnsân-ı konu alan tasvire portre denir. Tasvir Nedir (Detay)
Herhangi bir şeyi söz veya yazı ile göz önünde canlanacak şekilde
anlatma mânâsına gelmektedir. Edebiyatta insân dışındaki canlı veya
cansız varlıkların, sâhip oldukları özellikleri ve nitelikleri sözle veya yazı
ile İfade etmektir.
Tasvir bir bakıma kelimelerle yapılan resimdir. Anlatılmak istenilen
varlığın tam anlamıyla ifade edilmesi, o varlığın bütün yönleriyle
tanınmasına bağlıdır. Bu bakımdan başarılı bir tasvir yazabilmek için, iyi
bir gözlemci olmak gerekir. Tasvir edilecek varlık hakkında bütün bilgiler
beş duyu organı vasıtasıyla elde edilir. Yalnız, bu organlar vasıtasıyla, dış
dünya ile irtibat kurabildiğimiz için, tasvir'de beş duyu organının
yardımıyla tespit edilen bilgiler son derece önemlidir. Bu bilgilerin
başarılı bir şekilde söz ve yazı ile ifade edilmesi tasvir'de başarıyı sağlar.
Eğer malzemeler dilin anlatım imkânlarıyla birleştirilerek dikkatli bir
şekilde kullanılmazsa, tasvir'de başarı kazanmak mümkün değildir.
Tasvir yapılırken mutlaka anlatılan varlığın gerçek niteliklerine ve
özelliklerine bağlı kalınmalıdır. Gerçeği saptırma, abartma tasvir için hoş
görülmesi mümkün olmayan hatalardır. Tasvirler, tasvir yapan
sanatçının tavrına ve gayesine göre, objektif tasvir, sübjektif tasvir
olmak üzere ikiye ayrılır.
Objektif tasvir'de sanatçı anlattığı varlığın gerçek özelliklerine ve
niteliklerine bağlı kalır. Gördüğünü olduğu gibi ifadeye titizlikle uyar.
Hayal gücünü işe karıştırmaz.
Sübjektif tasvir'de ise sanatçı anlattığı varlığın gerçek özelliklerini
ve niteliklerini kendi hayal dünyasında süsleyerek veya kısmen
değiştirerek anlatma yolunu seçer. Çeşitli edebi sanatlara başvurarak
ifadesine, heyecan ve canlılık kazandırır. Bu tasvirlerde görüntünün
gerçek yüzü, sanatçının hayal dünyasında meydana getirdiği yankıya
göre bir mahiyet kazanır.
Tasvir yapılırken işe anlatılan varlığın ilk bakışta dikkati çeken, en
belirgin özelliklerinden başlamak, sonra sırasıyla ikinci, üçüncü derecede
dikkati çeken özellikleri üzerinde durmak gerekir. Lüzumsuz
ayrıntılardan kaçınılmalı, üzerinde durulan her husus, o varlığın tanıtıcı
yönünü ortaya çıkarmaya yardımcı olacak bir değeri ihtiva etmeli,
kullanılan dil açık ve sade olmalıdır.
116
Tasvir kendi başına ayrı bir kompozisyon türü olarak yazılabilirse de
genellikle diğer kompozisyon türleri içinde hazırlayıcı veya tamamlayıcı
bir anlatım şekli olarak yer alır.
Tasvir başlı başına bir edebî tür olmadığı halde roman ve hikâye
gibi eserlerde olayların, varlıkların, mekânın anlatımında vazgeçilmez bir
yoldur. Tasvirin başarısı yazanın iyi gözlem yapmasına, duyulardan
olabildiğince yararlanmasına, kendinden bir şeyler katmasına ve plânlı
olmasına bağlıdır. Eşyayı veya manzarayı sadece dış görünüşüyle, bir
sıraya koymadan uzun uzadıya, gelişigüzel anlatmak okuyucuyu sıkar,
bıktırır. Tasvir edilenler karşısında duyulan hislerin anlatıma dâhil
edilmesi, tasvire canlılık katar, ruh verir. Dış dünyayı beş duyusuyla
algılayan yazar, tasvir ederken duyularından yararlanır, benzetmeler
yapar, kendi hislerini, öznel değerlendirmelerini de tasvire katar; ama
bunda aşırılığa gitmez. Yazıyı dağınıklıktan kurtarmak ve okuyucunun
anlatılan yeri veya nesneyi zihninde daha kolay canlandırmasını
sağlamak için, konunun özelliğine göre, anlatılanı (yukarıdan aşağıya,
aşağıdan yukarıya, uzaktan yakına, yakından uzağa, soldan sağa,
genelden özele, özelden genele, dışarıdan içeriye, içeriden dışarıya,
büyükten küçüğe... gibi) bir sıraya koymak gereklidir.
14- El MUSAVVİR ( c.c ) 336 Tasvir eden her şeye ayrı bir
şekil ve hususiyyet verendir.
Esma olarak Musavvir Esmâsı 14. Sırada ve 14. Sûre İbrâhîm
Sûresi, Nüzülü 84. Sıra sayısal değeri 77 (Kaynak: TerziBaba Necdet
Ardıç Uşşaki sohbetler) Buda 14 yapmakta ki, Tevhid-i Efal mertebesi.
ve Tevhid babası olan peygamber,
14+14+84= 112 İhlâs Sûresi, İhlâs görüyormuş gibi Allah’a ibadet
her ne kadar sen onu görmüyorsan da henüz demekte Resülullah
(s.a.v.) Musavvir Esmâsı Ebcedi, 336, 33 İseviyyet Kemal yaşı, ve
Mescid-i Nebevide ki direk sayısı 6 İmân mertbeleri ve 6 yön, 33 fakirin
çalışmalar ile tesbit ettiği Kâ’be’nin Zât-î tecellinin ilk başlangıç noktası
32 Secde Sûresi ki 32 ye kadar olan Rakamlar Rububiyyet mertebelerini
ifade etmekte..
Madeniyyet mertebesi olan secde tüm mertebeleri içinde
bulundurmakla Mukayyed Zat (Fiil,Esma,Sıfat mertebelerinden), Mutlak
Zata karşı secde halinde bulunmaktadır. 14. Esmâ Musavvir Esmâs-ı
Nur-i Muhammedi Mertebesine karşılık gelmektedir.. Her mertebenin
içinde bulunan mertebedir.. Sayısal değeri. 3+6+6= 12 Hakikat-i
Muhammedi ve 12 noktalı Eliftir (Birde bâtın noktası vardır) 12+14= 26
26- El MUZİL ( c.c ) 770 Alçaltan zillete düşüren hor ve hakir
edendir. Bu esmânın sayısal değeride 7+7= 14 Nur-i Muhammedi’yeyi
vermektedir. 62 sayısının tersten okunuşudur… 26 Sıralamada Şuara,
Nüzülde Zilzal Sûresidir.. Sıralamada 99 ile tüm esmaların haklarını talep
etmesidir.. 26+99= 125= 8, 53 26=2+6= 8, 53 53 Ahad olan
Ahmedddir.. Tayin mimi ile 40 ve 13 ten oluşmuştur.. İşte bu âlemlere
yansıması kayyum esmâsı ile bir an Ma’dum, hayy esmâsı bir an var
olmaktadır.. 5 ve 6 Hu esmâsının ebcedidir ki bu Hu her an âlemlere
üfürülmekte ve her an geri çekilmektedir..
117
Her an ölüm ve yeniden halkıyyet mevcuttur.. Allah (c.c.) şeniyeti
itibari ile bir tecelliyi bir daha yapmamaktadır.. Onun şanının ne kadar
yüce olduğu her an hayretleri artırmaktadır.. 26 sayısı iki 13 ten
müteşekkildir.. Bir 13 ile faaliyet sahasında, bir 13 ile hakikat sahasında
bulunmaktadır.. İki yay birbirine yaklaştı ile Hz. Muhammed nokta zuhur
mahalli o kadar çok yaklaşmıştıki, Evvel, Ahir, Zahir Batın elif () hiç bu
kadar birbirine yaklaşmamıştı…
14. Esmâ Musavvir, Nur-i Muhammedi ile her şekilde biçimlenen ve
tasvir edilen ondan başkası olmadığını anlatır bizlere… Bu en üst
mertebeden küll-i varlığın tek bir vücût olduğunun anlatımıdır ki kesrette
ki vahdetidir.. Tasvirci, Ressam ve Resim harflerini incelemeye çalışalım,
Tasvirci.
Te= Tevhid mertebeleri,
Elif= Okunuştaki gizli elif ile 12 ve Batini noktası ile 13,
Sin= İnsân, Kûr’ân ve İnsân ikiz kardeştir.. Zâtın Âlemlerde kendini
İnsân-ı Kâmil ile Nur-i Muhammedi ile her mertebeden tasviri.. Ne varsa
âlemde o var ademde..
Ve= (6) altı cihetin hakikatidir.
Re= Rububiyyet mertebesi,
Cim= Celle Celâluhu, Celâl ve Cemâl sıfatları ile zıt esmâların Esmâ
mertebesinde faaliyette olduğu..
Yakin= Sıfat mertebesi, Bu zıt esmâların sıfat mertebesinde
birleştirilerek İrfaniyet ile müşahadesi ve yaşamı..
Ressam,
Re= Rububiyyet, Esmâ mertebesi,
Sin= Şedde ile İnsânın zâhir ve bâtını, 120 ebcedi ile Elif ve batın
noktası..
Mim= Tüm bu oluşumları Sıfat mertebesinde Hakikati Muhammed-i
İnsân-ı Kâmil mertebesinden, Ef’âl mertbesine Resm edişi.
Resim.
R= Rububiyyet, Esmâ mertebesi,
Elif= Gizli Elif, Bu resmin içinde bulunan 12 ve batın noktalı,
Ahadiyyet ve Hâkikat’ul Ahadiyyet’ul Ahmediyye
Sin= İnsân
Ye= Yakin ile müşahade,
Mim= Hakikat-i Muhammediyye.
Vahdetinde ki kesreti açmaya ve tefekkür konusunda ki işlenen yerleri
açmaya çalışalım..
>(yapılacak başka resim yokmu! neden hep hayvân resimleri
yapıyorsun?)
dediğinde,
arkadaşının
verdiği
cevap
oldukça
düşündürücüdür.
118
>(Evet vardır, fakat bu resimleri “yukarıdaki çiziyor”, ben içlerini
dolduruyorum) demiştir.
Koyu siyah ile işaretlenmiş yerleri tefekkür etmeye çalışalım..
>(yapılacak başka resim yokmu! neden hep hayvân resimleri
yapıyorsun?)
dediğinde, arkadaşının verdiği cevap oldukça düşündürücüdür.
Yapılacak başka resim yok mu derken, sorunun içinde başka
resimlerin olduğu anlaşılıyor..
Doğa, Bitki, İnsân ve bu resimle hayvân hepsi beraber, İnsân-ı
Kâmili oluşturmaktadır..
Bitki, Tevhid-i Ef’âl,
Hayvân, Tevhid-i Esmâ,
Doğa, Mâden, Tevhid-i Sıfat
İnsân, Tevhid-i Zat ve
Bunların toplamıda İnsan-ı Kamil mertebesini oluşturmaktadır..
Hayvân, Tevhid-i Esmâ mertebesi idi… Niye hep bu mertebenin
yapıldığı sorulmaktadır..
>(Evet vardır, fakat bu resimleri “yukarıdaki çiziyor”, ben içlerini
dolduruyorum) demiştir.
Verilen cevapta yukarda ki ile ötelerde yani tenzihte olan bir Allah
anlayışı belirtiliyor.. Yalnız çizimi yaptığı da belirtilerek ötelerde olan
Allah anlayışı teşbih ile bulunan yere indirilmektedir, buda kısmi
gözükmekte..
Burada dikkat çeken bir husus Tevhid’de Cem’ul Cem’e geçilememiş
bir İntiba vermektedir..
Yukarda ki çiziyor dese bile yine Alet olan kendisidir.. Tevhid-i Esmâ
mertebesinde olduğu açıktır… Teşbih etmeyi kendi yaptığını söylemekte,
Burada ki ben tarifi, burada ki tarif farklı oluşumdan olabilir…
Burada söyleyen kendisimidir.. Yukarıda diye tarif ettiği Allah’ı
karşısında gelen kişi mi bu mertebeden diye bildiriyor…
Eğer kişi kendisine vehimi varlık vererek bunu söylemekteyse,
Tarikat mertebesinde olduğu ortaya çıkmaktadır..
Eğer ben dediği bir ben vardır içeri ise, çizilen resim, kalemin ve
boyanın ve boyacının da Tevhid mertebelerine riayet ile Allah (c.c.)
olduğunu biliyordur.
Bakara 138 - Allah'ın boyasına bak, Kim, Allah'dan daha
güzel boya vurabilir ki? İşte biz O'na ibadet edenleriz.
Esmâ mertebesine inmiş oluşumlara ihtiyar sahibi olduğunu ve bu
renklerden istediğini kullanabileceğini bilmektedir..
Böyle bir kişi, bir Arı çiziyorsa rızaya muhalif hareket etmemek için,
Sarı siyah tonlama harici kullanmaz.
119
(1) Kazâ ve Kader mevzuunda olduğudur.
(2) Hangi mertebedendir.
(3) Eğer başka türlü resimler “İnsân veya doğa” olsa idi hangi
mertebelerden olurdu?
(4) Ressamın resimlerin içini doldururken renk ve düzenleme seçeneği
varmı’dır? Yoksa boyamakta da mecburmu’dur.?
(5) Ressamın yaptığı işten kendisinin hangi mertebede olduğunu
düşünebiliriz.?
(6) Diğer mertebelerin birinde olan kimseye yukarıdan nasıl ve neler
çizgi çizilirdi?
(1)
Kaza ve Kader mevzuunda olduğudur.
Kazâ A’yân’i sâbitede ki hakikatlerimizin peyderpey Ef’âl âlemine
inmesi ve kader ise kazân’ın vuku bulmasıdır..
Mutlak kazâ ve Mukayyed Kazâ olarak ikiye ayrılmaktadır.. Mutlak
kaza cinsiyyet, Anne Baba ve doğulan yer gibi.. İnsân’ın sorumluğu
olmadığı ve mecbur olduğu hallerdir. Bunların değişmesi mümkün
değildir.. Yaşamın boş alanlarını doldururken bir muhtariyyet vardır.. Bu
muhtariyyet dairesinde oluşmuş, herhangi bir kazâda kişinin sorumluğu
olmasa bile mutlaka dönüştüğü için rıza ile kabul etmesi lâzımdır…
Esmâ âlemine inen bu kazâlar, bizim tercihlerimiz ile görevli
melekler aracılığıyla bizlere ulaşmaktadır.. Allah (c.c.) bu konuda cebri
değildir. İlm-i İlâh-îde bizlerin hareketini bildiği için A’yân-ı sâbite
programlarımızın yazılı olduğu hakikatlerimizin levhlerine yazmıştır..
(2) Hangi mertebedendir.
Yukarda açıklandığı üzere Tevhid-i Esmâ mertebesindendir…
(3) Eğer başka türlü resimler “İnsan veya doğa” olsa idi
hangi mertebelerden olurdu?
Doğa, Bitki, İnsân ve bu resimle hayvân hepsi beraber, İnsân-ı
Kâmili oluşturmaktadır..
Bitki, Tevhid-i Ef’âl,
Hayvân, Tevhid-i Esmâ,
Doğa, Mâden, Tevhid-i Sıfat
İnsân, Tevhid-i Zât ve Bunların toplamıda İnsân-ı Kâmil mertebesini
oluşturmaktadır..
(4) Ressamın resimlerin içini doldururken renk ve
düzenleme
seçeneği
varmı’dır?
Yoksa
boyamakta
da
mecburmu’dur.?
Ressamın resimleri yaparken bir muhtariyyeti vardır.. Bu Ef’âl ve
Esmâ âlemine inen program neticesinde’dir.. A’yân-ı sâbitesinde
hakikatine nazar edersek ki bir seçme şansı yoktur.. Boyayacağı rengi
kendi hakikatinde istemiş ve neticede o renkler ile boyamıştır.
120
(5) Ressamın yaptığı işten kendisinin hangi mertebede
olduğunu düşünebiliriz.?
Burada ki ben tarifi, burada ki tarif farklı oluşumdan olabilir…
Burada söyleyen kendisimidir.. Yukarıda diye tarif ettiği Allah’ı
karşısında gelen kişi mi bu mertebeden diye bildiriyor…Eğer kişi
kendisine vehimi varlık vererek bunu söylemekteyse, Tarikat
mertebesinde olduğu ortaya çıkmaktadır.. Eğer ben dediği bir ben vardır
içeri ise, çizilen resim, kâlemin ve boyanın ve boyacının da Tevhid
mertebelerine riayet ile Allah (c.c.) olduğunu biliyordur.
(6) Diğer mertebelerin birinde olan kimseye yukarıdan nasıl
ve neler çizgi çizilirdi?
Mutlak Zat’ı çizmenin mümkünatı yoktur.. Mukayyed zat ise Sıfat,
Esmâ ve Ef’âl mertebeleri ile Cümlesinin oluşumunu İnsân-ı Kâmil diye
isimlendirmiştir.. Çizim yapan kişinin mertebesi Ef’âl-i olabilir, Ef’âlinde
hayalinde olabilir.. Doğa, Bitki, İnsân ve bunların Mücmel’ini çizebilir…
Diğer mertebelerin içinde bu geçerlidir.. Doğa, Bitki, Hayvân, İnsân ve
Bunların Mücmel’ini Şeriatin Hakikatini bilen gerçek bitkiyi tasvir edebilir,
Tarikatin Hakikatini bilen gerçek hayvânı tasvir edebilir.
Hakikatin Hakikatini bilen gerçek doğayı tasvir edebilir..
Marifetin Hakikatini bilen gerçek İnsanı Tasvir edebilir..
İnsân-ı Kâmil’in Hakikatini bilen, tüm bu mertebeleri tek, tek ve toplu
olarak tasvir edebilir.
Bu tasvirlerde Allah’ın Hayali olan tasfirlerdir..
Hayvânlar,
Hepsi çok hücrelidir. Çok azı mikroskobik (tenyalar, su pireleri), çoğu ise
makroskobiktir. Hepsi heterotrof olarak beslenir. Hücrelerinde çeper ve
plastitler yoktur. Sentrozomları bulunmakta olup, depo karbonhidratları
glikojendir.
Hayvânlar Âlemindeki Alt Gruplar
Çoğunlukla, bir yere bağlı olmadıklarından ve kasları bulunduğundan yer
değiştirebilirler. Süngerler hariç tutulursa, hepsinin sinir sistemi vardır.
Çoğu ayrı eşeyli olarak ürer. Eşeysiz üreme yapabilen türleri azınlıktadır.
121
Kobra Yılanı
Arslan
122
Bal Arısı
123
Hüve hattında iki arı karşılıklı tasvir edilmiştir..
Hüve sukun halinde 11X2= 22 Arının rengi sarı siyah, Hayy, Kayyum
esmâları,
Hayy; 18,
Kayyum; 156
156+18+22= 196 Lâ İlâhe illâ Allah ebced hesabı 12 ve Batın noktası ile
13(Terzi Baba Sohbetler)
Okunuşlar; İki elif, iki vav 2+12= 14 Nur-u Muhammedi ve Musavvir
esması
196+14= 210, 2+1= 3 İlmel Yâkin, Aynel Yâkin, Hâkkal Yakin
mertebeleri,
124
Kırk Ayak
Yüzgeç
Ardıç Kuşu
Dana Burnu
125
Yunus
Hayvân, Hayy-an, yani yaşayan an demektir…
Allah cc. Hayat sıfatının ve Hayy esmâsı ile zamanda gözükmesidir..
İnsân’ın bir ismi Nefs-i Natıka konuşan hayvândır.. Ve Nefahtu fihi min
ruhu-hi (Biz ona ruhumuzdan üfledik) bir Kâmil İnsân’a ulaşamayan
Nefs-i Natıkaların Ruhu Hayvâni Ruh mesabesinde kalmaktadır…
Aradaki fark konuşabilme ve Akl-i Maaş seviyesidir.. Yaşam tarzı ile kişi
hayvân seviyesindende aşağı düşürmektedir…
Hayvânlar çeşitli sûret ve yapıya sahiptirler. Ortak özelikleri su veya
oksijende yüzüyor olmaladır.. Sürüngenler bunu daha kesif olan toprakta
gerçekleştirirler. Kuşlar ise lâtif olan semada uçarak…
Hayvân, Ha-Elif, Ye, Vav, Elif, Nun,
8+1+10+6+1+50= 76 sayısı bizlere ne söylüyor..
7+6= 13 Hz. Muhammedin Şifre sayısı,
76= İnsan Sûresi, Nuzül sırası 25
76+25= 101, 1+1= 2 Zâhir Bâtın
76- El BATIN ( c.c ) 62
Akılların idrak edemeyeceği yüceliği gizli olandır.
62 ebced-i ile konu numaramızıda vermiş olmakta
Yâsîn Sûresi, 82 Âyette geçen Kün fe Ye Kün, Bir şeye (Eşya) ol deriz ve
oluverir..
126
Âlemlerin 6 kün’de halkedilmesi ve 7. Kün bizim yaşadığımız zaman
olması,
Kün 76 sayısının ebced hesabıdır.
Hayy =5 ders Nefs-i Mardiyye esmasıdır.
Va= Vahdet ve Vahid ile 9 dersin Esmâsıdır..
Yan yana yazarsak, 59 toplamı 14’tir,
59 Haşır Sûresi ilk Âyeti,
1 - Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ı tesbih etmektedir, O
üstündür, hikmet sahibidir.
Haşr, Sözlükte "bir şeyi mekân ve meskenden çıkarmak, toplamak, bir
araya getirip sevketmek" anlamlarına gelir…
59- El MUBDİ ( c.c ) 56
Mahlukatı baştan maddesiz ve örneksiz olarak halkedendir.
Sayısal değeri, 56 Hu ismi şerifine de karşılık gelmektedir. Her an İnsânı Kâmil Hu ile hayy esmâsını üflemektedir.. 53 ile Ahad olan Ahmed’in
olmadığı bir yer yoktur.. En küçük noktaya dahi saridir.
Tersten yazarsak, 95 Kâ’be kapı sayısıdır. 94+1= 94 yerde birde
yukarda star yıldız kapısıdır.
95. Sûre tin Sûresidir..
95-TİN:
1 - Tîn'e ve Zeytun'a,
2 - Sina dağına
3 - Ve bu güvenli beldeye andolsun ki,
4 - Biz insân-ı en güzel biçimdehalkettik.
5 - Sonra da çevirdik aşağıların aşağısına attık.
6 - Ancak îmân edip iyi işler yapanlar başka; onlar için kesintisiz
bir ecir vardır.
7 - O halde sana dini ne yalanlatır?
8 - Allah, hâkimlerin hâkimi değil mi?
8 ile 53 tür.. İncir ile Vahdette kesreti, Zeytin ile kesrette vahdeti
anlatır.
95- El BEDİ ( c.c ) 86
Örneksiz misalsiz hayret verici âlemler yaratandır.
86 sayısının konumuz ile ilgili önemli bir özelliği vardır..
8+6= 14 Nur-u Muhammedi ve Musavvir esmâsı’dır..
86 Tarık Sûresidir.. Tarık karanlığı delip geçen parlak yıldızın ismidir.. 8
köşe Resüllah’ın Sancak-ı şerifinde de bulunmaktadır..
Aynı zamanda yön bulma için kullanılır.. Pusulada 8 köşe ve ortasında
yön bulma çupuğundan oluşur.. Konumuzla alakalı hayvânlardan Arı,
sinek, kelebek türü uçan ve uçmayan karınca türü hayvânlarda, 4 ayak,
2 kanat, 2 tane başlarında bulunan telleri ve gövdeleri ile pusulaya
127
benzemekteler, aslında pusula bunlara benzemektedir.. Toplam 9
yapmakta ve bu sayıda Rubiyyet ve esmâ mertebesidir.
Bundan sonra ki ilk bölüm, Tevhid-i Esmâ ve Rububiyyet mertebesi,
İkinci bölüm Ahmed Avni Konuk Mesnevi Şerhi ve Fakirin ilgili bölüme
yazdığı ufak açıklamalardan oluşmaktadır..
9 ve Rububiyyet, Tevhid-i Esmâ, Museviyyet Mertebesi
Bu mertebe derslerimizde Hakikat mertebesi içinde bulunmakta her ne
kadar Tarikat mertebesi Et-Turu Seb’a denilen Yedi tavır içinde bulunan
Sırat-ı Mustakim ile Kendini tanıma çalışmaları içinde bulunsa da aynı
zamanda bu mertebede İsr (gece yolculuğu) ile dervişlik hakikatlerini ve
Sıratullah Mİrac yolu içindede âlemde genel Kural içinde yerini
almaktadır.
Efendi Babamın Kuran’da yolculuk sohbetleri içinde Neml Sûresinin
başını dinlerken bulunduğum ders itibari ile daha bir dikkatli
dinlemekteydim. 9 sayısının o kadar çok bağlantısı vardı ki baş
döndürücü dense abartı olmaz. Efendi Babam bu kadar bahsettiğine göre
bu sayıya yüklenmiş özel bir mânâ var diye tefekkür ettim. Sonra bir
fikir zihnimde netleşmeye başladı. Daha önce sohbetlerde tesadüf
etmemiştim. Sohbetlerde bu açılım olabilir veya olmayabilir. Eğer yoksa
salikin bu konuyu idrak ve açılımını anlaması isteniyordu veya benim
bunu idrak etmem lâzımdı. Sonuçta yansıyan yer Efendi Babamdı. 9
sayısını çarpanları, çarpım tablosunda bakıldığı zaman, çıkan sonuç yan
yana toplandığı zaman örneğin 6*9= 63
6+3= 9
8*9= 72
7+2= 9
Sonsuza kadar olan sayıları 9 ile çarpsanız bir örnek ile iktifa edelim ,
5487963215878*9 = 49391668942902
4+9+3+9+1+6+6+8+9+4+2+9+0+2= 72 7+2= 9
Hangi sayı ile çarpalım muhakkak 9 çıkmaktadır. Muhakkak dedik.
Tı harfinin sayısal değeri dokuz büyük ebcedde sayısal değeri 535 ile 13
ve 53 ve 5 hazret sayılarına bağlı,
Toplamda da 9+535+13+53+5=615=
6+1+5=12 Hakikati muhammediyye
Tı harfi, Hakikati
Tahakkudur.
Muhammediyenin,
Museviyyet
Mertebesinden
6, 1 ve 6 sıralarının oluşumu da ilginç bu bize,
6 ile îmân edeceğiz.
1 ile neye, Ahadiyyet mertebesi ile Allah’ın Zatın birliğine
5 ile nasıl, Hem ubudiyetimizle islâmın beş şartını yerine getirip, Hazret
mertebeleri ile Uluhiyyeti idrak edip yaşayacağız. Hazret mertebelerinde
İman, İhsan ve Yakine dönüşmüş olacağından, İman ortadan kalkıp
Yakin halinde Müşahadeye dönüşecektir.
128
Hurufu Mukattada, Tahakkuk, bu Tahakkuk Rubibiyyet Mertebesinin
Hakikati,
Dokuz ile bünyesinde barınan Tevhid-i Esma, Rubbiyyet ve
Muhammediyyet anlayışı içinde Musevviyyet hakikatlerinin sâlikin
bireysel yaşantısında Tahakkuk ederek hakikatiyle yaşanması için,
13 ile Hakika’tul Ahadiyyetul Ahmediyye ve 12 zâhir bir batın noktası
olan elif ve bir’e bağlı olması,
53 ile Ahmed ismini bünyesinde taşıyan Mürşid-i Kâmil ve Arifibillah’a
bağlı olması ki bu 13 ün yeryüzünde ki zuhur mahallidir. 53 ile 13
toplamı, 66 zâhirde Allah isminin sayısal değeri batında ki elif ile de 67
batında ki Allah isminin sayısal toplamını bize verir.
5 ise Beş Hazret mertebesidir. Tevhid Mertebeleridir. Rububiyyet ve
Tevhid-i Esmâ oluşumunun bu Hazret mertebeleri içinde olacağına
delâlet eder. Bazı oluşumların, bu oluşumlar Tevhid-i esmâyı da dahil
etmemektedirler. Tevhid-i Ef’âl ve Tevhid-i Sıfatın tecellilerini Nefs
mertebeleri içinde göstermeleri de bu oluşuma uymamaktadır. Beden ve
Ruh mertebelerinin bileşiminden Nefs mertbesini ortaya çıkarmaktadır.
Nefs-i oluşuma yansıyan Rabb-i Has’ın tecellisi, Rabb’ul Erbab olan
âlemlerin Rabbının tecellisinin yansıması gibi bir zanna götürmektedir
diye düşünmekteyiz.
Öncelikle Rububiyyet mertebesi zâhir batındır.
İki dokuzu toplarsak 9+9= 18 ile 18000 âlemi verir. Zâhir ve Bâtını bir
açılımı bu olmakta,
99 yan yana yazarsak Ema’ül Hüsnayı verir.
Peki bu 99 oluşturan Zâhir Bâtın veya, İsim, Sıfat, Zat-i isimler içinde
niye ? Rab yok. Olması lâzım değimliydi? İşte bu şekilde 99 Esmâ-i
İlâhinin içinde olsa idi. Sadece tek başına müstakil bir Esmâ olacak. Tüm
Esmâ-i İlâh-îyi içten ve dıştan ihata edemiyecekti. Burası aynı zamanda
Küll-i Nefs mertebesidir. Zat-i Sıfatlarda da Kıyamı Bi Nefsihi ile Allah
nefsi ile kâimdir. Nefs bir şeyin hakikati ve öz varlığıdır. Zat bizatihi bu
Rububiyyet mertebesi ile kâimdir. Ef’âl, İsim, Sıfat, Zat-i isimler RabRububiyyet mertebesinin özlerinde bulunmaları ile kâimdirler. Bir
bakımada Esmâ-i İlâh-înin, bu eşyanın hakikati olan, Nur-i Muhammedi Nur-i İlâh-î ile ayakta olmasıdır. Burası Mutlak Tenzih Mertebesi olduğu
için, Mutlak Zatttır ve kayıt altına alınamaz.
9 bir mertebeden anlaşılırsa Zâhiridir Ef’âlidir,
8. Mertebe olan Tevhid-i Ef’âl ve İbrâhîmiyyet mertebesini oluşturur.
Şeriat Mertebesidir.
9 iki mertebeden anlaşılırsa Zâhir Bâtın,
9*2= 18 tersiyle toplamı 81+18 = 99 Esmâ’ul Hüsnâ’yı verir.
Bu kendi mertebesi olan Tevhid-i Esmâ ve Rububiyyet ve Mûseviyyet
oluşturur. Tarikat mertebesidir.
3 ilmel yakin, Aynel Yakin, Hakkal Yakindir.
9*3= 27 2+7=9 verir. Yalnız dokuz bu üç mertebeden anlaşılırsa,
129
27 aynı zamanda İsâ (a.s.) sırasıdır. İseviyyet mertebesini oluşturur.
Hakikat mertebesidir.
Şeriat, Tarikat, Hakikat, Marifet yani dört mertebe ile çarpılırsa,
9*4 =36 3+6 = yine dokuzdur,
36 aynı zamanda YA-SİN Sûresidir. Hakikat-i Muhammedinin, Hz
Muhammed-Zat mertebesinde ki ismidir. İkrâ’ ile Kûr’ân’ın Rububiyyet
mertebesinden okunmaya başlamasının bir yönü bu olabilir.
Şimdi dokuzların sonsuz sayı ile çarpımı ve bu sayıların neyi ifade
ettiği. Dokuz sayısı tekli sayılar içinde en kemallisidir. Dokuz tane birden
meydana gelmektedir. Dolayısıyla aslı birdir. 9+1 ile de 10 u yani kemal
sayısını vermektedir. 0’ın bir değeri yoktur. 1 ise Ahadiyyet mertebesi ve
tüm mertebelerin içinde bulunan mertebesir.
Füsûs’ul hikemde geçen Rabb-i Has konusu, Bireysel Kimliklerde
oluşan Rabler, evet Rab tektir. Bu Rabbul Erbab olan Rab’dir. Kûr’ân’da
da Farklı farklı ilâhlar mı hayırlıdır, yoksa tek olan Rabb’ul Erbab mı
denmektedir. Rablerin terbiyecisi olan âlemlerde ve TEVHİD-İ ESMA ve
RUBUBİYYET mertebesini oluşturan Zat-i Alâ Celle ve TEKADDES
hazretlerinin NEFSİ, KÜLLÜ NEFİS tektir. 9 sayısının da ki tüm
çarpımlarında ki öz sayı 9 olması sebebiyle, sayısal değerdi farklılıklar
yani bireysel kimliklerin farklı görüntüsünün altında bu hakikat
yatmaktadır. Farklı farklı görünen 9 lar yani birimsel Nefsler biz Rabbiz,
biz Rabbiz diye bağırmaktadırlar. Fark âleminden bakıldı mı doğrudur.
İşin hakikati olan 9 durun durun sizin temeliniz kaynağınız özünüz
benim, size şimdilik bu görev verilse de zaruri ölüm hali vaki olduğu
zaman ayrı ayrı zannettiğiniz birimsel kimliklerinizin tek bir kimlik olduğu
ortaya çıkacaktır.
Tabi görene körene! Ya rabbi diyecek ben dünyada kör değildim,
beni niye kör haşrettin. Kördün de haberin yoktu!!! Rabb’ul âlemin,
mahşerde ben sizin Rabbiniz değilmiyim, dendiği zaman Arifler her
seferinde evet diyecekler, müşahadesi olmayanlar Hayal-i Rabbi ile
yaşayanlar, Rabb-i Hassını Rabb’ul Âlemin kabul edenler hayır
diyecekler. Ahiretini burada yaşayanlar her dâim evet sen bizim
Rabbimizsin demektedirler. Zâten Ondan başka görecek bir şeyleri
kalmamış, nede buna güç ve takatleri kalmış. Fenâ hali içinde Tam bir
mahv ve yokluk ile üzerlerine Bekâ elbisesi giydirilmiş, yada giydirilmeyi
beklemektedirler. Ne mutlu Hakk ile Hakk olduğunu idrak edip,
beşeriyetiyle uluhiyyete yönelip bir edenlere..
Mescid ü meyhâne’de
Hânede virâne’de
Kâ’be’de puthâne’de
Çağırırım: Dost! Dost!
Niyaz-i Mısrî
Museviyyet mertebesinde birimsel varlıkta ki Nefs-i Emmâre
Firavun sûretinde faaliyete geçmektedir. Bizde bulunan Firavun
mertebesinin, MÛSÂ mertebesinin peşine takıp, bu mertebenin âleti olan
130
âsâ ile Kızıldeniz, Nefsi levvâme denizini yarıp bu mertebe içinde Firavun
olarak sûretlenmiş Nefs-i Emmâremizi boğmamız lâzımdır.
Nefs-i Emmâre ve Levvâme Birimsel benliğimizi simgelemektedir.
Âlemlerde bulunan Emmâre boğulup, Levvâme geçilince, birimsel
benliğimiz, kalkmış Benin altında ki be İlâh-î benliğe dönüşmüş. 9
sayısına bu İlâh-î benlikteki hakiki 1 sayısınıda ilâve edince 10 ile
İseviyyet Mertebesi. Kesrette Vahdetin oluşumu ve bu oluşumun Ahad
yani bir olduğu tüm benliklerin bu İlâh-î benlikten kaynaklandığı
anlaşılır. Ahad da 13 tür. Bunun üzerinde Hz. Muhammed mertebesi
vardır ki bu iki mertebelidir. Birisi Zuhuru ve Biriside hakikatidir. Hz.
Muhammed mertebesinde Ahad’ a Mim eklendi mim Ahmed olur.
Buda 53 tür. 53 aynı zamanda NC harflerinin sayısal değeridir. 12.ci
mertebede Hakikat MİM’i ilâve olunca NCM, NECM = 93 9+3=12 bize bu
mertebeyi vermektedir. 1. Mertebede Nefs-i Emmâre, hevâ ve heves
yıldızı, Nu ile, Nur-i İlâh-î, Hakikati İlâh-î, Nuri Muhammediye dönüşmüş,
Celâl ve Cemâl isim ve sıfatlarını Câmi olan Allah Esmâsına zuhur
mahalli olarak mim ile kırk mertebeyi geçmiş, Zuhuru muhamedinin bir
kopyası ve kâmil vârisi halk arasına olarak dönmüştür. Bu birimsel varlık
Allah ve Hz. Muhammed mi olmaktadır. HAŞA böyle bir iddiamız yok.
Olmasıda mümkün değil. Zâten Allah Allahlığını kimseye vermez,
Hakikati Muhammedinin en kemalli zuhur mahalli bir tanedir o da Hz.
MUhammeddir.. Diğerleri ise bu isim sıfatlara birimsel varlığında ki boyut
kadar halef (emanetçi) konumundadır. Halifede Müstahlefin aynısıdır
denmiştir.
Tı harfinin sayısal değeri dokuz büyük ebcedde sayısal değeri 535 ile 13
ve 53 ve 5 hazret sayılarına bağlı demiştik,
9, Nun Ve Mim 50+40=90
9 Esmâ ve Rububiyyet mertebesi 0 ise Kesreti ifade etmektedir.
Nun: Kudreti Nun’u, Nuri İlâhi ve Nur-i Muhammedi,
Nun sayısı büyük ebced de 760
7+6 = 13 ile Hz. Muhammedin Şifre sayısı
76 İnsân Sûresi ve insân’ın hakikatide Nuri İlâhiyyedir.
Resülullah Ben Allahtanım, Müminlerde benim Ruhumdardır demek
sûretiyle, Bu Nur-i İlâhinin cüzünün, cüzleri olmaktayız.
Matematiksel olarak 9 un bir başka özelliği daha karşımıza çıkıyor.
90 = 99 Buda aynı zamanda sayısal değerleri itibariyle Nun+MİM=
Esmâul Hüsna,
9 alt değerleriylen toplandığında,
9+8+7+6+5+4+3+2+1= 45 rakkamını vermektedir. Bunu eşitliğin 9
sayılarına uygularsak,
90= 45+45 90=90 sayısına ulaşırız.
Buradanda 90 = 9+9 9 =18 zâten buna 9 sayılarının katlarının 9 za eşi
olduğundan da ulaşmıştık buda sağlaması oldu
131
NUN +MİM= 18000 âlem 18000 âleminin kesaratının 90 sayısında 0
kesaratından geldiğide anlaşılıyor.
Nur-i Muhammedi 14 sayısı ve tüm mertebeleri ihata etmekteydi..
Nur-i İlahi, Nur-i Muhammedi Rab ve yıldız özelliğinden dolayı, bireylere
kendilerine müstakil birer varlık hissi, hayli ve vehimi ve görüşü
vermektedir. Matematiksel açılımlardan anlaşılacağı üzere tamamen
hayal ve vehimdir. Aslı Astarı yoktur. Tüm kimlikler 9 ile Rububiyyet
mertebesine bağlıdır.
Nun harfinin tecvid kuralları içinde yeri vardır.
İDĞAMI MEAL ĞUNNE: Tenvin veya sakin nundan sonra ‫ و‬-‫ ن‬- ‫ م‬- ‫ي‬
harflerinden
biri
gelirse
idğamı
meal
ğunne
olur.
İDĞAM: iki harfi, şeddeli bir harf halinde okumaya denir. Yahut
bir harfi kendisinden sonra gelen diğer bir harfte gizlemeye
denir.
ĞUNNE: genizden (burundan) gelen nun sesidir.
Tenvin; farklı bir kelimenin nun ile sükûn halinde veya nunun sükûn
halinde okunması demektir.
Buradanda şu anlaşılıyor. Müminler bu Nun harfinin bünyesi içinde
bulunmaktalar. Diğer bozulmuş semavi anlayışlar ve batıl inaçlar
dairesinde olanlar. Nur-i İlâh-î ve Nur-i Muhammedi bünyesine gelip
sâkin olup mesken tutun ve Hakikati Muhammedi ve Hazreti
Muhammediyye dahil olunuz.
Nun mim’e vurdurulup bir mim sesi elde edilir. Buda Nun, Mim, Mim,
Bununda sayısal değeri 50+40+40=130 13 tür.
Sükûn; sâkin olmak makam tutmak demektir. 9 ile Rububiyyet
mertebesinin sükûn bulup makam tutması halinde içine Hakikat-i
Muhammedi Mim’i ilâve edilip 13 bağlantısı sağlanmış olacağını gösterir.
Bunun biricisi Ruhul Kuds hakikatleri, 2 ve üç Hz. Muhammed ve
Hakikati Muhammedi hakikatleri ve 4. De batini hakikatlerdir.
Resûlüllah (s.a.v) dış yaşantısı Sünnettir. İç batın âleminde ki
yaşantı Hakikati Muhammedi ve Farz yaşamıdır. Yukarda hesapladığımız
gibi, Nun’u Mim’e çarpmaz, bundan korkar ve çekinir isek yani Kûr’ân-ı
Zât-ı tecvid kurallına uymayıp okursak, Hz. Muhammedin hakikatini olna
Hakikati Muhammediyyeyi idrak edemeyip. Kûr’ân-ı Zat-ın hakikatlerini,
fiili Kûr’ân’da hatalı okumuş oluruz. Okuyabileceğimiz mertebe bu Ef’âl
ve Esmâ mertebesine kadar sınırlı kalır. Yanlış mı olur hayır doğrudur.
Mânâ da bozulma olmaz ama bize olan açımlı sadece bu iki mertebeye
kadar sınırlı kalır. Vesselam..
22-08-2011
TERZİ OĞLU VE ÇIRAĞI
Mu…….. CA……….
132
Mesnev-i Şerif Ahmed Avni Konuk 8. Cild Sayfa Sayfa 579-589
Bir karınca kâğıt üzerinde giderdi. Kâlemin yazmasını medhe
başladı. Diğer bir karınca daha keskin idi. “Parmakları medh et ki
bu hüneri onlardan görüyorum dedi.” Diğer bir karınca her
ikisinden daha parlak gözlü idi. “Ben kolu medh ederim,
parmaklar kolun dalı ve cüzüdür” dedi.
Kağıt Vahidiyyet sahasıdır, karıncalar Neml ebced hesabı 120, 12
ve 1 de bâtın noktalı Elif’in Hakikat’i Muhammediyye’nin bu
vahidiyyet sahasına yansıyan bir (ahad) İnsân’ın cüzleridir. Her
biri esmâ-i İlâh-îyye terkipleri üzere kendilerine yansıyan
mertebeden İnsân-ı Kâmili görücü olmuşlardır. RessamınTasfircinin âleti, fiili, esmâsı ve sıfatı çeşitli mertebelerde olan
karıncalar-insânlar görmüştür.
3706. Bir karınca bir kağıt üzerinde o kâlemi gördü. Bu sırrı
başka bir karıncaya söyledi.
Vahidiyyet sahasında bulunan bir İnsân, İnsân-ı Kâmil-i
müşahade etti ve başka bir İnsâna söyledi. Karınca Neml, Nemil
Sûresi 27.Sûredir. 2+7= 9 Esmâ, Museviyyet mertebesidir Neml
Sûresi Süleyman (a.s.) hakikatlerini anlatmaktadır.
"Mektup Süleyman'dandır, Rahmân ve Rahîm Allah'ın adıyla
(başlamakta)dır. " Neml 30 Âyet.. Kûr’ân-i Kerîm’de ki 114
Besmele-i Şeriftir. Tevbe Sûresinin başında bulunmayan
Besmele-i Şerif buraya konmuştur.
Süleyman ebced hesabı 190 dır. 19X10 ve 1+…+19 olan sayıların
toplamı bu sayıyı vermektedir.. 10 Sıfat mertebesi, İseviyyet
mertebesidir.
19
Alemlerde
bulunan
İnsan-ı
Kamildir.
Süleymaniyyet mertebesinden faaliyetidir.
Nihâyet karınca vâdisine geldikleri zaman, bir karınca: "Ey
karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına
varmadan sizi ezmesin!" dedi. Neml 18. Ayet
Karınca kelime kökünü incelersek.. Kar- Vahdet- In-Eniyyetİnsân Ca-Cami, işte bu Zat-i Eniyyetin vahdetine sahip İnsân bu
en uzak sahada Hüviyyet ve Âlemine kavuşmuştur.
Karınca okunuşu ile ebcedi, Ke harfi ile 285 ve Kaf harfi ile 365
tir.
285 = 15, Zâhir Bâtın Hâkikati Muhammedi, 8 Sekiz cennet, 5
Hazerat-ı Hamse,
365= 14 Nur-i Muhammedi ve Sene-Yıl bir yıllık genel seyiri ifade
etmektedir..
Evvel, Ahir Zahir Batın seyir eden Allâh Esmâsı’dır.. Ve kâlemi âla
ile yazmaktaktadır.
190+30+18+27=265 2+6+5= 13. Hz Muhammedin şifre sayısı
ve Hâkikat’ul Ahediyyet’ul Ahmediyyedir.
133
İler ki beyitlerde görüleceği üzere Zülkaneyn A.S bu konuda
geçmektedir. Tevhid-i Ef’âl’in sonu Tevhid-i Esmâya geçiştir.. 89-10 mertebeleri kapsamaktadır..
Zat-ı Teâla takaddes hazretlerinin Hakikat’ul Ahediyyetul
Ahmediyye olan bâtın noktasında ki Amâiyyet hakikatlerini,
Tevhid-i Sıfat, Tevhid-i Esmâ ve Tevhid-i Fiil mertebesinden
zuhura çıkarmasıdır.
27 Sûre 18 ve 30 Âyetleri toplarsak; 75 Kıyamet Sûresi, 75.
Esmâ-i İlâhiyye, Ez-Zâhir, 7+5= 12 Hakikati Muhammedi, 7 EtTuru Seb’a ve 5 Hazerat-ı Hamse derslerimizdir. Âlem Resminde
Hakikat-i Muhammediye, Zâhir Esmâsı ile faaliyettedir.
Söylemek, Kelâm aynı zamanda Rahimiyyetin meydana çıkıp
vahidiyyet sahasını oluşturmasıdır.
3707. Dedi ki: O kâlem, fesleğen ve susen çiçekliği ve gül gibi,
acâib nakışlar yaptı.
O Kâlem, İnsân-ı Kamildir. Attığın zaman sen atmadın, Velakin
Allâh attı ayeti ile remz edilen Hakkın âletidir. Kâlem Suresi 68
suredir. Resülullah ilk önce Allah cc Akl-ı mı ve kâlemi halketti
demiştir. Akıl Zattır. Akl-i Küllidir. Bura da oluşan düşünceler,
Sıfat, Esma âlemini geçerek Ef’âl âleminde zuhura çıkar.. 68
esmâ Samed esmâsıdır. (Her şey ona muhtaç fakat kendisi hiçbir
şeye muhtaç olmayan.) Ebced-i 134 = 13, 14 ve sayısal toplamı 8
dir. Hakikat-i Muhammedi her mertebede bulunan Nur-i
Muhammedi ile kendisine ihtiyaç duyularak, onun hiçbir şeye
ihtiyacı olmadan faaliyettedir. 68/2= 34 = 7 Nefis mertebeleri,
bu haliyle nefsiyle safiyet halinde bir cümle mevcudatın da
batından zâhire çıkarak türlü türlü nakışlar, resimler sergiler.
Bu karınca-insân zâhir görücü idi. Olayların zâhirine bakıp
hüküm vermekteydi.
3708. O karınca dedi: O “sanatkâr parmakdır ve kâlem fiilinde
dal, budak olan eserdir”.
Yani , “Bir küçük karınca bir kâğıt üzerinde kâlemin türlü türlü
nakışlar yaptığını görünce şaşırıp, kendince sır addettiği bu hali
diğer bir karıncaya açtı ve “ Şu hâlemin hünerine bak, ne güzel
nakışlar yaptı! “ dedi. O karıncanın görüşü bundan ileri
olduğundan ona cevaben dedi ki: “O nakışları yapan san’atkar,
kâlem değil parmakdır ve bu kâlem parmağın eserine tabi olur.
Burada iki görüş ortaya çıktı, Birinci karınca Nakşı-Resmi yapan
kâlem ile âlet olan bedeni görmekteydi. Öbür karınca Vahdet
işinin tahakkuku, parmaklar yani Allah’ (c.c.) bizâtihi Ef’âl-i
İlâhisiyle faaliyette olduğunu ve bu Vücûdu İzâf-i âleminden
Nakş ve sûret eserlerinin bu Allâh’ın Ef’âline tabi olduğunu
söyledi.
Bu görüş ile Ef’âl-i İlâh-îye yansıyan Bâtın yani Esmâ-i İlâh-îyye
olduğu anlaşılıyor. Görüşler sanki Ef’âl ve Âlet gibi de olsa,
üstteki hesaplardan bu mertebelerin sonuna gelip bir üstte nazar
134
ve müşahade vardır. Keşften bahsedilmekte ki Vahidiyet sahasını
müşahade Nefs-i sâfiye’den başlamaktadır.
Parmak 10 tânedir.. 10 sıfat mertebesidir. Bil altı Esmâ
mertebesidir. Bir elde ki parmak 5 tanedir. 5 Hazret mertebesine
delâlet eder.
3709. O üçüncü karınca dedi: “Pazudandır. Zira zayıf olan
parmak onun kuvvetinden nakış bağladı”
Üçüncü karıncanın görüşü daha keskin olduğundan onlara itiraz
ederek dedi ki:
“Hayır bu nakışlar ne kâlemden ne de
parmaktandır. Belki koldandır. Zira zaif olan parmak, kolun
kuvvetinden nakış bağladı”..
Üçüncü görüşe sahip olan karınca-insân zayıf parmaklar kâlemi
tutmaya, resmi yapmaya yeterli olmaz dedi. Bunu yapan bir
kuvvet var dedi. Hayat, İlim, İrade, Kudret, 4. Sıfatı subutiyyeyi
belirtmiştir. Çizme ile bu sıfattan sonra Semi, Kelâm ve Basîr
sıfatlarınını da olduğunu anlaşılıyor. 4. Sıfatın zikri ile bunu çizen
bir zattan da haberli vakıf olduğu anlaşılıyor.
Üç görüş, İlm’el Yâkin, Hâkk’al Yâkin ve Ayn’el Yâkin mertebeleri
ve
bunları
kapsayan
dördüncü
mertebedir.
Hakikat-i
Muhammediyyenin bu üç mertebeden zuhurda olmasıdır.. Öyle
anlaşılıyor ki can alıcı nokta Kudret kudret-i inceliyelim.
Kudret, Kâdir Esmâsı ve Kadir Sûresi’dir. 4. Sıfat-ı Subuti
Esmâ’ül Hüsnâ’da 69. Esmâ-i İlâh-îyyedir. Ebced-i 305’tir. 97.
Kadir Sûresidir.
Bu makamda olan kendi kadrini bilmişse Halife-i Şahsiyye
konumundadır. Âlem-i idrak ederse ve Zat ile buluşursa Genel
Halife Olur.
69+97= 166= 13 Hz. Muhammedin Şifre sayısı,
166+305 = 471= Toplamı 12 dir. Hakikat-i Muhammedidir.
4 İslâm’ın Şifre sayısı, Şeriat, Tarikat, Hakikat, Marifet ve
71, Elif, Lâm, Mim ile İnsân-ı Kâmilin koordinatlarıdır.
3710. Nihayet birisi böylece yukarı gitti. Karıncaların en büyüğü
biraz zekiydi.
Karıncaların birisi Kesrette Vahdete nazar etti.. Zeki ile cin
tabiatli idi, akıl ruhun sıfatıdır.. Akl-i Cüzü Ruha üstün gelmiş ve
amir konumundaydı..
3711. Dedi ki: “Bu hüneri sûretten görmeyiniz. Uykuda ve
ölümde habersiz olur.”
Nihayet bir dördüncü karınca fikren onların üstüne çıktı. Zira
onların en büyüğü ve biraz daha çok fikirli idi. Dedi ki: “Bu hüneri
ve nakışları kâlemden ve parmaklardan ve koldan görmeyiniz.
Zira, bunlar sûrettir ve o ise uykuda ve ölümde habersiz gelir.”
Dördüncü karınca Zat-i mertebeye nazar etti.. Fakat Vücut ile Zat
bağlantısından haberi yoktu.. Zat Hüviyyet ve Eniyyet ve sadece
düşünceden ibaret olduğundan hiçbir oluşum yok idi. Ve ilimden
135
ibaret düşünce
kuramadı…
idi..
Sûretlerin
düşünce
ile
bağlantısını
3712. “Sûret elbise ve asâ gibi geldi. Akıl ve canın gayri ile
nakışlar hareket etmez.”
Yani, “ Cism-i beşerin çare araması, tedbiri ancak akıl ve candır
ve ancak akıl ve canın tesiriyle sûret-i cisim harekete gelir.
3713. O habersizdi ki, bu akıl ve kalb, Hudâ’nın döndürmesi
olmaksızın cemad olur.
Yani, sûretin harekâtını akıl ve candan bilen bu dördüncü karınca
her ne kadar diğerlerinden daha yüksek görmekteysede bu da
marifette eksikti. Bilmezdi ki, akıl ve kalb dahi Hak Teâlâ
hazretlerinin taklibi ve döndürmesi olmasa cisim gibi cemad ve
donuk olurdu..
Bu üç beyitte görüş beyan eden karınca-insân’ın Ulema-i
Zahirden olduğu anlaşılıyor. Aynı zamanda fikirde üstünlük ve
zekilik ile Şeytan-i sıfatlar ön plâna çıkmakta. İtiraz ve batını
idrak ve müşahade edememe vardır. Şeytan Zat cennetinde
Meleklerin hocası idi. Bu âlemdede akl-i cüz fiili kuvvetleri idare
etmektedir. Ef’âl âlemi oluşumunda, akıl Ruhun sıfatı konumuna
geçmektedir. Zat âleminde ki üstünlüğü, Ef’âl âleminde Ruhun
kontrolüne bırakması gerektiği anlaşılıyor.
İşte bu oluşum içinde bakan dördüncü karınca-insân kendini
hayal âleminde çıkaramamış, âlem rüyasından uyananamış ve
gerçeği idrak edememiş. Sadece hareket eden varlıklarda Akıl ve
Can olabileceğini söyleyerek, diğer hareketsiz resim ve
nakışlarda ki Tevhid-i Sıfat ve Tevhid-i Esma mertebelerindeki
Allah’ın (c.c.) mertebelerini kabul etmemiş olmaktadır.
3714. Bir zaman
ahmaklıklar yapar.
ondan
inayeti
koparsa,
zeki
olan
akıl
“Akıl cismin tasarufunda ve idaresinde tek başına değildir. Onu
döndüren ve istediği yolda idare eden dahi Hak Teâlâ
hazretleridir. Eğer Hak Teâlâ ondan inayet ve yardımını kaldırırsa
o zeki olan akıldan türlü türlü ahmaklıklar zâhir olur.” Bu beyt-i
şerifte kutbu’l aktâbın vücudu bir sûretten ibaret olup hakikatte
âlemde tasarruf sahibi olan o olamayıp ancak Hak Teâlâ
hazretleri olduğuna işaret buyurulur.
Kutbun Kutbu ile İnsân-ı Kâmil ve Nokta zuhur mahalli İnsân
anlatılıyor ki..
Kûr’ân-ı Keriym; Enfal Sûresi;( 8/17) Âyetinde, bu hâle işaret vardır.
“Ve ma remeyte iz remeyte ve lâkinnallahe rema”
Meâlen: Attığın zaman sen atmadın ancak Allah attı
Hadîsteki, “men reani fekad reel hakk” sözü bu hâli çok güzel
anlatmaktadır. “beni gören ancak Hakk’ı görmüş olur”
136
3715. Vaktâki onu söyleyici buldu, vatka ki Kâf dağı nutuk
incisini deldi, Zülkarneyn dedi:
Zülkarneyn hazretleri vaktaki kutbu’l-aktâb hazretlerini delile ve
konuşmaya meyilli buldu inci mesabesinde olan maârif ve
hikemiyât-ı İlâh-îye sözlerini söylemeye başladı, o hazrete
hitaben dedi.
Burda Salik, Tevhid-i Efalden, Tevhid-i Esmaya geçmek için Kaf
dağına gitmiş, Alemde bulunan İnsan şeytanlarını beden arzı
olan dağına habsedebilmek için zamanın kutbuna ihtiyacı vardır..
3716. Ki “Ey söz söyleyici, habir ve sır bilici, bana Hakk’ın
sıfatlarından beyan et!”
“Habir”, “hıbret” den benzetme sıftatıdır. “Hıbret”, ilm-i zevki
demektir. Zira kutbu’l-aktâb Esmanın toplamına sahip ve onların
eserlerini kendi nefsinden zevken ariftir. Zülkarneyn dedi ki: “Ey
Hakk’ın sırrını bilici ve ilm-i zevki sahibi olan söz söyleyici. Bana
sıfat-ı İlâh-îyyeyi açıkça beyan et!”
Henüz Esma mertebesini idrak edememiş salik Zamanın kutbu
olan Veliy-i Kamilden bunların toplamı olan Sıfatlar hakkında
bilgi almak ister..
3717. Dedi: “Git ki, o vasıf ondan daha korkutucudur ki, açıklama
onun üzerine kudret götüre!”
“Dest”, burada Kudre manasınadır. Kutbu’l-aktâb Zülkarneyn’e
cevaben dedi ki: “ Hakk’ın hali ve sıfatı beşerin kullandığı sınırlı
sözlük ve kelimelerden ile açıklanma mertebesinden yücedir; ve
insanı pek ziyade korkutucu bir mertebedir. Zira sıfât-ı İlâhîyeden bize bildirilenleri bile layıkıyla idrak edemiyoruz. Halbuki,
sıfat ve esmânın yayılma yeri olan sonzuz ve nihayetsiz uzayda
varlıkların
hepsinini
bizim
idarakimiz
ve
anlayışımız
sınırlayamaz. Fen ilminin aletleri vasıtasıyla oluşan anlayışımız
bugün akıllarımızı ürkütüp şaşırtıyor.” Bu hale işareten cenâb-ı
Şeyh-i Ekber (k.s) hazretleri Fusûsu’l-Hikem’de hikmeti
rahmaniyyeye yakin olan Fass-ı Süleymâniyye nihâyetinde, ya’ni
“Ve eğer biz makâm-ı Süleymâni’ye tamâmı üzere tenbih ede
idik, sen emri bir görür idin ki, onun üzerine haberli bilgili olman
sana korkma ve ürkme verirdi” buyurur. Zira, rahmet sıfât-ı İlâhîyyeden bir sıfattır. Ve Süleyman (a.s) ise rahmet-i zorluk,mihnet
ile vacip gerekli rahmete zevkan arif idi. Nitekim bölümleri
zikredilen fasdadır. Şimdi bu Hakk’ın sıfâtının zuhur mahalli olan
zâtın makamı, korkunç ve ürkünç olursa, diğer sıfâtların
açıklanmasıda ne kadar korkutucu ve ürkütücü olur.
Halinin daha buna hazır olmadığını Tevhid-i Efal ile olan anlayışı
ile Tevhid-i Esma ve Tevhid-i Efali idrakinin almayacağı Efal-i
sonsuz olanın, Esması ve Sıfatının hiçbir sonunun olmayacağını
Veliy-i Kamil aktarıyor…
3718. “ Yahud kâleme, ucu ile takat olur mu ki, sahifeler üzerine
ondan haber yaza?”
137
Ya’ni, “Böyle lisanen söylemek imkanı olmayan sıfât-ı İlâh-îyyeyi
kâlem dahi sahifeler üzerine yazmaktan acizdir.” Ya’ni, sıfât-ı
İlâh-îyyenin kapladığı yüce yol ne söylenebilir, ne yazılabilir.
3719. Dedi: “ Ey çok alim, Hakk’ın acaipliklerinden en aşağı bir
sözü açık söyle!”
Ya’ni “Zülkarneyn tekrar kutup hazretlerine dedi: ey alim ve
faziletli olan zât-ı muhterem! Hakk’ın acayip olan, varlık âleminin
düzeninden en aşağısı olan, yani bizim söz ve sözlüğümüze ve
aklımıza sığan sözleri söyle!
3720. Dedi: “İşte 300 yıllık yol olan sahrâyı, şâh, kar dağları
doldurmuştur.
“Kar dağları”ndan murat, aşağıda gelecek olan 3725 nolu bey-ti
şeriflerde görüleceği üzere gafillerin tayin edilmiş, meydana
çıkmış sûret ve şekilleridir. Kutbun meydandaki sûreti “Kâf”
dağı”na benzetildiği gibi, gafillerin meydanda ki sûretleri dahi
“kar dağları” na teşbih buyurulmuştur. “Sahrâ” dan murâd,
sahrâ-yı fikir ve ve hayaldir; ve “üç yüzyıllık yol” dan murâd,
Kutbu’l-aktâb hazretlerinin mertebesine varıncaya kadar olan
efrad-ı beşerin fikir mertebelerinin uzaklığına benzetmedir. Bu
mertebede olanların fikir ve habersizce, körü körüne hayalleri
soğuk karlara teşbih buyurulmuştur. “Şâh”dan murâd, hakiki
tasarruf sahibi olan Hak Teâlâ hazretleridir.
3721. “Dağ dağ üstüne hesabsız ve adedsiz; her zamanda ona
kar meded olarak ulaşır.”
Ya’ni “Hadsiz hesapsız olan ehl-i gaflet birbiri üzerine yığılmışdır.
Her birinin ayrı meslek-i fikrisi ve hayali vardır. Onların her
birine soğuk karlar mesabesinde olan fikir ve hayâl yardım
olarak erişir.” Nitekim türlü türlü i’tikadlar ve felsefi olan
meslekler meydandadır.
3722. “Bir kar dağı diğeri üzerine çarpar, kar soğukluğu serâya
eriştirir.”
“Sera”, merkez-i hak ve nemli toprak ve alet mânâlarınadır.
Ya’ni, “meselâ bir kar dağı olan feylosof efendi, diğer bir kar dağı
olan feylosof üzerine çarpar ve onun meslek-i fikrisine itiraz
eder. Onlara gelmiş olan fikir ve hayâl, soğukluğu halkın en aşağı
tabakasına kadar eriştirir.”
3723. “Bir kar dağı hadsiz ve derin anbardan kar dağı üzerine
çarpar.”
“Bir kar dağı olan gafil sınırsız ve derin olan ism-i Mudill
hazinesinden gelen, erişmiş olan batıl fikir ve bozuk ve kötü olan
fikir sebebiyle diğer bir kar dağı üzerine çarpar ve itiraz eder.”
3724. “Ey şâh! Eğer böyle vadi olmasa idi, cehennemin harareti
cümleyi yakar idi.”
“Ey şâh-ı ma’nâ olan Zülkarneyn! Eğer bu kar dağlarının
soğukluğu olmasa idi, cehennemin harâreti gibi yakıcı olan şevk-i
İlâh-î ateşi cümle halkı yakar ve mahvederdi. Bereket versin ki,
138
bu ehl-i gafletin soğuk fikirleri ve hayâlleri bu hararete engel
oluyor.” Bu bölümde fakire aşikar, meydanda olan bir mana da
budur ki, “Kâf dağı”ndan murad, cenab-ı Pir (r.a) efendimizin
vücud-i şerifleridir; ve “Zülkarneyn”den murâd, Hüsâmeddin
Çelebi (k.s) hazretlerleridir ki, “İki karn” ile ism-i Zâhir ism-i
Bâtın’’ın ahkâmına sahip olmalarından kinayedir. Hattâ bazı
nüshada “cümle râ” yerine “mermerâ” vardır. “Bizi yakardı”
demek olur.
3725. Akıllerin perdeleri yanmamak için, gafilleri kar dağları bil!
Ya’ni “Akıllerin beşeriyet perdelerini İlâh-î arzu ile yanmamak
için gafillerin vücudlarını kar dağları bil!” Zirâ akilleri beşeriyet
gereği meşgul eden ve bu ateşin şiddetini mâni olan bu
gafillerdir. Nitekim Mâlik b. Dinâr hazretlerini pazarda halkın
kalabalığı arasında gezerken görmüşler ve “Burada ne
yapıyorsun?” diye sormuşlar. O hazret dahi, “Gaflet celbini
istiyorum!” diye cevap vermişdir.
3726. Eğer kar dokuyucu olan cehaletin aksi olsa idi, Aşırı arzu
ve istekten yanar idi.
Eğer kar gibi soğukluk meydana getirici olan gaflet ehlinde ki
cahaletin insân-ı kâmilin kalbine aksi ve tesiri olmasa idi, o
insân-i kâmil İlâh-î arzu ve istekten yanar tamamıyla beşeriyet
haricine çıkar idi. Zira insân-ı kâmilin halkı irşad için beşeriyet
perdesine dönmesi lâzımdır.
3727. Ateş muhakkak Hudâ’nın kahrından bir zerredir. Alçakların
tehdidi için turadır.
“Dirre”, turadır ki, iplerin bükülmesinden hâsıl olan kamçı gibi
şeydir. Gerek manevi olan ateş Hak Teâla hazretlerinin sıfatı
kahur ve celâlinden bir zerredir. Ya’ni “Kalbe arız olan bu şevk
ateşi Hak Teâlâ’nın kahrından bir zerredir. Alçak olan beşeri
nüfusa
terbiye
verme,
edeplendirme
ve
hayvânlıktan
uzaklaştırma için bir turadır ve kamçıdır”. Zirâ, alçak,cimri, nefs
bu ateşi şevk terbiye verip edeplendirme olur.
3728. Azim ve fâik olan böyle bir kahr ile berâber, lutfunun
serinliğini gör ki, ateş üzerine geçmiş geçendir.
“Büyük, ulu, yüce ve maddi ateşlere üstün olan böyle bir kahır
ateşi ile beraber Hak Teâlâ’nın lutfunun serinliğini gör ki, o ateş
üzerine geçmiş geçendir. Soğuk lutuf’dan murâd, Hakk’ın âlem
düzevi için vaz’ buyurduğu gaflet hâlidir. Ve şevk ateşi ve
beşeriyetde bu gafletten sonra olduğu için bu ateşden önce ve
geçen,geçmiştir. Çünkü insanlar bu çokluk âlemine geldikleri
vakit cem’den önce fark halinde bulunurlar. Sonra makâm-ı
cem’e gelirler ve şevk ateşi makâm-ı cem’de başlar.
3729. İleri geçme niteliksiz ve nasıllıksız ma’nevidir. İkiliksiz
geçmişi ve geçileni gördün mü?
Ya’ni lütfun kahırdan geçmiş olması yaptığından sorulmayandır
yani; tarife sığmaz manevidir. Zirâ her ikisi sıfât-ı İlâh-îyedendir;
ve sıfât-ı ilâhiyyenin cümlesi başlangıcı olmayan ve ezeli
139
olduğundan bir sıfatdan önce ve geçen olması, gelen erişen
değildir. Geçmiş ve geşmiş olan ilgi ve münasebetleri ancak bu
öncesi olmayan sıfatı eserleri varlık âleminde zuhurunda zâhir
olduğu vakit belli olur. Zirâ, sırf vücud, lütuftur, kahır ondan
sonradır; ve çünkü kahır vücûda ve varlığı gerektirir. Vücûd ve
varlık olmayınca kahrın alâkadar olacağı mahal olmaz. Bununla
beraber bu i’tibar ile lütuf geçmiş ve kahır geçendir. İkiliksiz
geçmiş ve geçen gelince bu hal a’yan-ı sabite âlemine aittir. Zira
bu âlem, İlâh-î ilmi sûretler mertebesidir. Ve ilm-i İlâh-î
mertebesinde ikilik yoktur ve yaptığından sorulmayandır. Ya’ni
niteliksiz ve nasılsızlıkdır ve mâ’nevidir. Çünkü bu mertebede
zât-ı Hakk’ın kendi zâtına, kendi zâtıyla vaki olan tecelisinden
ibârettir. Bu mertebeye “mertebe-yi vahidiyyet” ve “hakikat-i
insâniyye” derler.
3730. Eğer görmedin ise, o senin noksânındandır. Zirâ, halkın
akılları o menbâ’dan bir arpadır.
Eğer bu ikiliksiz geçmiş ve geçeni görmüyor isen, senin
mertebenin ve aklının noksânındandır. Zirâ halkın akılları bu
hkikat-i insaniye mertebesinden bir arpa kadar ya’ni, o
mertebeye nisbeten,
halkın akılları cüz’idir. Nitekim âyet-i
kerimede size ilimden verilen şey ancak azdır”(İsra 17/85)
buyurulur. Hind nüshalarında birinci mısrâ, “Eğer görmüyor isen
o senin anlayışının alçaklığındandır”.
3731. Ayıbı kendi zerine koy, din âyatı üzerine değil! Ne vakit
çamrlu kuş din feleği üzerine erişir.?
“Âyat-ı din”den murâd, ehl’i hakikat olan kamillerdir. Onlar
Kur’ân-ı Kerim’in âhadis-i Şerifelerin bâtınlarını ve inceliklerini
gösterirler. Ya’ni “Ey kimse! Hakk’ın Vücudunun mertebelerini ve
onun vahdetini görmüyor isen, bu hâl senin noksânınından ve
anlayışının alçaklığındandır. Bununla beraber, kusuru ve kendi
nefsine isnâd et! Yoksa dinin âyâtı olan ehl-i hakikat keşfen vaki’
olan yüce açıklamaları değil! Sen süfli en uzak âlemin zâhiri
duygularına verdiği malumat üzerine birtakım delil getirip ya sırf
tenzihe veya sırf teşbihe hükmedersin. Bu ilmi delil ve kanıt ile
senin rûhun ve aklın çamurlanmış kuş mesabesindedir. Böyle bir
çamurlu kuş, dinin feleği olan sırf vahdete ne vakit erişebilir?
Böyle bir kuş ancak âlem-i süfli (aşağı-en uzak nokta) âleminde
çırpınıp durur.
3732. Kuşun yüce olan dönüp dolaşması havadır. Zira ki onun
büyümesi şehvette ve hevâdandır.
“ Kuşun yüksek olan dönüp dolaşması göklere kadar değil ancak
havaya kadardır ve latif hava içinde uçabilir. Zirâ ki o gelişip
büyümesi şehvetten ve hevâdandır. Ya’ni, kuşun vücudunun
meydana gelmesi nutfeden değil, belki erkek kuşun uzv-i
tenasülüne şehvetle bıraktığı havadandır. Bununla beraber
uçuşuda da kendisinin yayılmasına uygun olan havadandır.
Bunun gibi insân’ın sûret âleminde meydana çıkması da
şehvetten ve yoğunlaşmış olan nutfedendir. Bununla beraber
140
hayvâni rûhu bağlı olan akl-ı maaşın uçabildiği sâha dahi bu
yoğunlaşmış âlemde zâhiri beş duygunun verdiği bilinen
dariresindedir. Birinci mısrâ’da “heva”, hava-yı nesimidir. İkinci
mısrâ’daki “heva”, hevâ-yı nefs olduğundan sahihdir.
3733. Binâelaleyh sen hayır ve evetsiz hayrân ol! Tâ ki senin
önüne rahmetden bir mahmil gelsin.
“Mahmil” masdar-ı mimi olup, merkek ve develerin üzerinde ki
hevdec (kadınların binmesi için kubbeli kapalı iki kişilik taşıt)
manasınadır. Ya’ni “Eğer sen insânı- kamil olan hakikat ehlinin
kelamını noksan fehim ve aklından dolayı anlamıyorsan, ne hayır
de, ne de evet! Yani ne inkar et ne de tasdik et! “Ben bunu
anlayamadım” deyip durma et! Tâ ki rahmet-i İlâh-îyyeden sana
bir mahmil-i rûhani gelip seni o anlayamadığın manalara
kadargötürsün” Zirâ anlamadan hayır ve evet demekte zarar
vardır.
3734. Madem ki acâibin fehminden ahmaksın, eğer evet dersen
güçlük ve zorluk edersin.
Madem ki, ehli hakikatin vahdet-i sırf hakkında ki beyânat-ı
acibelerini anlamakadan âcizsin, eğer anlamadan baş sallayıp
evet dersen zorluk, güçlük etmiş olursun ve zorluk,güçlük
batında olmayan şeyi zahmetle çıkarmakdır. Bu hal kabul edir
özellik değildir. Bunu için (S.A.V) Efendimiz, “Benim ümmetimin
ittika sahipleri güçlük ve zorluktan çok uzaktır” buyururlar.
3755. Ve eğer hayır dersen, hayır senin boynunu vurur. Kahır, o
hayır ile senin pencerini bağlar.
“Ve eğer anlamadan hakâyık-i ehlullahı inkâr edip hayır dersen,
senin bu inkârın senin boynunu vurur. Kahr-ı ilâhi senin kalb
gözünü köre eder ve aklının pencerisini kapatır. Bu kahır hem
manen de zâhiren vaki’ olur. Nitekim vaizin birisi Ayasofya camii şerifinde vaaz esnasında Şeyh-iEkber Muhyiddin ibn Arabi (k.s)
hazretlerinin maârif-i aliyyelerine itiraz edermiş; ve bu itirazında
ısrarcı bulunup dersi esnasında tekrar edermiş. Bir gece
rüyâsında H.z Şeyh zuhur edip, “Benden ne istiyorsun? Bir daha
itiraz edicek olursan seni bu elimdeki kılıç ile kırk parça ederim!
Buyurmuş. Vaiz bu rüyadan korkup bir müddet susmuş. Fakat
yine bir gün nasılsa rüyayı unutup vaazında çoşarak hazret-i
şeyh aleyhinde bulunmuş. Dersten çıktığı vakit herkes dağılmış,
o da avluda tarafına giderken üzerine bir fenalık gelmiş ve
avluda bulunan bir ağaca dayanmış, bir müddet sonra da
yıkılmış. Görenler alıp Gülhâne’ye götürmüşler orada rûhunu
teslim etmiş. O akşma evine gidemediği için hane halkı aramaya
mecbur olmuşlar. Nihayet Gülhâne’de olduğunu haber alıp oraya
gitmişler. Fakat Gülhâne’de bu vaiz vefat ettiği vakit doktorlar
kimsesiz bir adam zannıyla teşhir odasına götürüp talebeye ders
göstermişler. Bilahare böyle ailesi olduğunu haber alınca
doktorlar telâş edip derhâl parçaladıkları a’zalarını birleştirip
kefenlemişler. Ve ailesine karşı özür dileyerek kefenin
açılmamasını çünkü cesedin kırk parça edilmiş bulunduğunu
141
söylemişlerdir. Ve Hz. Şeyh’in marifetine itirâz edip zâhirde ağzı
kapanıp içeriye çöktüğünü ve bir kelime bile okuyamadığını fakir
kendi gözüm ile gördüm.
3736. Böyle olunca ancak hayrân ve şaşakalmış ol bu kadar! Tâ
ki Hakk’ın yardımı önden ve arkadan gele!
Ya’ni ehlullâhın hakikatine aklın ermediği vakit, ne inkâr et ve ne
de tâsdik et, hâyran ol! Bu hayretin ve kalbin saflığı sebebiyle
sana Hakk’ın yardımı önden ve arkadan gelir. Anlayamadığın,
manâları zevkan anlamaya başlarsın. Sakın evliya-ı Hakk’a itiraz
edici iğneleyici sözler söyleme!
3737. Vâktaki hayrân ve perişân ve fâni oldun, hâl dili ile
“İhdinâ!.. dedin.
“Vaktâki hakikat ehlinin haline ve sözüne itiraz etmeyip hayrette
kaldın ve akl-ı cüz’in perişân oldu ve kendi zekâ ve bilgine
itimaden o hali ve sözü muhakame etmekten fani oldun, senin bu
halin, Yâ Rabbi, beni sırât-ı müstakime hidayet et!” (Fâtiha 1/6)
demek manâsını içine alan olur.
3738. Çetinin çetinidi; Titrek olduğun vakit, o çetin yumuşak ve
düz her tarafı bir olur.
“Zeft” kelimesinin çeşitli manâları vardır. Burada “sert ve çetin”
demekdir. Ya’ni, “Hâl ve kal-i evliyâ çetinin çetinidir, ya’ni pek
çetindir . O vakit onlara karşı titreyici olursan o çetin olan şey
yumuşak ve düz olur ve sana basit görünür ve idrâkine kolay
gelir.”
3739. Zirâ ki, çetin olan şekil inlar. O vakit aciz geldin, lütuf ve
ihsândır.
Ya’ni enbiyânın ve onların vârisleri olan evliyânn hal ve sözleri
şeklinin çetin olması inkarcılar içindir. Zirâ, inkârcılar inkâr
etikçe onların hakikati bu inkârcılara örtülü kalır. Fakat ey kimse!
Onların önünde kendi aczini ve kusurunu itirâf edip inkârı ve
tasdiki terk ederek hayrette kalırsan, bu aczin sana lütuf ve
ihsân olur; ve neticede bilmediğin ve anlamadığın hakikatlerden,
haberli ve bilgili olursun.
Not= Kûr’ân Nüzül Sıralar-ı, Ahmet Tekin Kûr’ân’ın Anlaşılmasına
Doğru- Lügatli Tefsir Meali, Kelâm yayınları,
Sonuç=
Yukarda ki tefekkür çalışmasın da Esma sıralamaları klasik anlayış
içinde kullanılmıştır. Hakikatte Allah, Rahmân, Rahîm esmâları kaynak
esmâları olduğu için sıralamaya dahil edilmemekte ve 4. Esmâ olan Melik
esması 1. Sıradan başlamaktadır. Bizim çalışmamız da en çok üstünde
durulan Musavvir esması 14. Esmâ olduğunu söylemiştik. Hakikatte 11.
Esmâdır.. 11 Zat ve Hz. Muhammed mertebesidir.. Bu mertebenin en
büyük özelliği ve hakkında bilgi sahibi olduğumuz durumu; Hüviyyet ve
Eniyyetidir.. Ahadiyyet mertebesi, burada düşünce bazında ikiye
ayrılmıştı.. Hüviyyet Âlemler ve Kâ’be Eniyyet Zat ve İnsân-ı
oluşturmaktaydı.. Ahadiyyet mertebesinin. Zatı ve Zuhur mahalli olan
Hz. Muhammed ve Kâ’be’yi ve onların bünyesinde âlemler ve Kâ’be
142
Tasvir olunmuştu.. Amâiyyet mertebesinde bilinmekliğine rağbet edililiş..
Allah
(c.c.)
Hüviyyet
ve
Eniyyeti
ve
Vahidiyyet
sahasında
Rahmaniyyetin, Rahimiyete meyili ile Rububiyyet ve Melikiyyet sahasının
oluşması ile 5 Hazret mertebesi denilen vacibul Vücub hazretlerinin
Muhammed ismi ile tam ve kemalli zuhur mahalli olarak faaliyet
sahasına çıkarmıştır.. İşte Musavvir Esmâsı Zâtın Hüviyyet ve Eniyyet
yönlerini temsil etmektedir. Bahse konulu olan Hayvân Tasviri, Hayy’ann
dır. Yani yaşayan andır.. Hayat sıfatı ilede ilk subiti sıfattır. Âlemde
yaşam olmadan diğer sıfatlar hükümlerini icra edemezler.
Musavvir esmâsı tersten 86. Sırayı vermektedir. 8+6= 14 Nur-i
Muhammedi mertebesidir..Yine her mertebeyi kapsadığı ve eşyayı zuhur
ettirdiği anlaşılmaktadır.
86. Sûre Târık Sûresi en karanlık gecede yön tayini yapılan
yıldızdır. Necm 53 ve toplamı 86+53 =139 ile Muhammed isminin
ebcedidir. Benlik ve Heva yıldızından kurtulundumu? Bu Târık yıldızına
ve Hz. Muhammediyyet mertebesine ve Zat’a ulaşılmış olur. Musavvir
Esmâsı’nın sayısal değeri 336 toplam değerleri ve neyi ifade ettiği
yukarda verilmişti.. 33 Mescid-i Nebevinin ilk direği ve 6 yöndür.. 11.
Mertebenin Bekâbillâh mertebesidir.. Bu mertebeyse gelen sâlik’te bu 33
direk 6 yön’ün tamamı Allah ile ve Allah’a dönüktür… Bu biriktelik
Kendinden, Kendiliksiz, Kendiyledir. (Müşahade)
Yazımızın tamamı da 29 sayfadır.. Lam Elif ile Nüzül’un son Urucun son
mertebesi olan Yokluk aynasın da zatı mutlakın, zatı mukayyed olarak
gözükmesidir.. 2+9= 11 Musâvvir Esmâsı ve Tevhid-i Zattır.
Ayn-ı Zamanda 2 Zâhir
çalışmamızın konusudur.
Bâtın
9 da Mûseviyyet-Esmâ mertebesi
21-01-2012 Cumartesi
Mu…… Ca…….
*************
(45) Öm….Em…… Er…..
Subject: RE: Ressam Tefekkürü
Date: Mon, 6 Feb 2012 23:58:04 +0200
Hayırlı akşamlar Em……ğim. Hamdolsun şimdilik iyiyiz, yazı dosyanı
aldım güzel olmuş ellerine gönlüne sağlık, onu da dosyasına
aktaracağım, Cenâb-ı Hakk her türlü işlerinde kolaylıklar nasib etsin.
Herkeze selâmlar hoşça kal Efendi Baban.
Date: Thu, 2 Feb 2012 18:04:36 +0200
Subject: Ressam Tefekkürü
Değerli Efendi Babacığım
Rabbimizin selamı ve Efendimizin muhabbeti her dâim sizlere ve
ailenizin üzerine olsun.,
143
Terzi Babacığım, sağlığınız yerindedir inşeallah.
Fakir, vermiş olduğunuz ödevleri yapmaya devam etmekte, zaman
zaman da Mu…. ağabeyciğim ile zuhurat ve rüyaları istişare etmekteyiz,
bir ara sabah namazı vakti her şey birden bir Hu göründü, ondan evvel
sizi Kelime-i Tevhid kitabınızı okuyorduk, ilk oluşumunu açıklıyordunuz,
sonrasında namaz kitabınızdaki Elif, Dal, Mim sembolleri gelince fakir
tefekkür etti mâdem kelime-i tevhidde gizli Hu var neden namazda yok
diye, sonra namaz kılarken bir baktık ki, her hareketimiz, Hu 'yu
sembolize ediyor, sonra pencereye baktık iç dış sıcaklık farklılıklarından
camda bir halelenme oluşmuş, 19 halka iç içe Hu duruyor hemen
sağında camda bir boya izi dikkatimizi çekti Elif formunda, Mu….cığıma
anlattım, sizin Eh-Hu zikri de verdiğinizden bahsetti, yine sonrası bazı
müşehadeler oluyor, özellikle Tu…… Efendiciğime dikkat ederdim hep,
amin derken çok net bir biçimde önce kaşlarını sıvazlar sonra yüzünün
kenarlarından sağ eli ile lâtif bir şekilde Lâm Elif çizip Lâm Elifin altından
gizli Hu yu vurgularmış, fakire sayenizde açıldı, eğer yanlış
anlamadıysak.
Fakir, kayıtlarınızı dinlemeye devam ediyor, ne hikmettir bilinmez,
önce Reşehat ile başladık, arkasından Ölüm Hakkında olan kayıdınıza
geçtik şimdi de Zülkarneyn sohbetlerinizi dinliyor, fakir için çok açıcı
olmaktada, Rabbim sizlerden ve sizleri yetiştirenlerden Razı olsun.
Dün gece de ilginç bir zuhurat oluştu fakirin, 3 adet Cerrahi dallı
arakiyeli takkesi vardı, gece bir baktım 4 olmuşlar.
Aziz Babacığım, Mu……cığım Ressam Tefekkürü dosyasını yollamıştı
bu konu hakkında düşündüklerimi yazmamı istedi, fakir acizane
idrakince ve anladığı kadarıyla yazmaya çalıştı, hatalarımız için şimdiden
af dileriz.
Hürmetle ve muhabbetle ellerinizden öperim. Sizlerin ve ailenizin
sağlık sıhhat ve afiyetiniz için her daim duacıyız.
Karagümrüklü evlâdınız
Ö……Em…… Er…….
-------------Bismillâh-ir-Rahmân-ir-Rahim
Aziz ve değerli Efendi Babacığım, fakir Ressam Tefekkürü çalışması için
acize aşağıdaki satırları yazmaya çalıştı, ilginize arz ederim;
Fakir resimleri göremiyor, hayvân çizildiği malûm ama hangi
hayvânları çiziyor?
Yırtıcı hayvânalar mı yada evcil hayvânlar mı? Eti yenen hayvânlar
mı?
Bu sahneler hareketli sahneler mi durağan sahneler mi?
Renkli mi? Yoksa siyah beyaz yada tek renk tonlarında eskizler mi?
Çizimi nasıl? İnsân’a ilham uyandırtan çizim tarzı mı? Var yoksa
özel yeteneği olmayıp talim ile gelişmiş bir tarzı mı var?
''Bu resimleri “yukarıdaki çiziyor”, ben içlerini dolduruyorum''
144
Fakir burada ifade buyurmuş olduğunuz kazâ ve kader mevzusuna
bağladı, Rabbim bunların çizilmesini murad ettiğini fakat o kişi üzerinden
zuhura getirirken onun kulluğunun cüz-i irâdesinden ve gayretinden
vesile olduğunu acize aklımıza düştü.
Mertebe Konusunda fakir hüküm veremiyor resimleri
göremediğimizden yorum yapamıyoruz, ya da yapmaktan çekiniyoruz,
ama meğerki o kişi Allaha kul olmuş ne emrediliyorsa onu yapıyor,
emrolunduğu üzere oluyor.
İnsân ve doğa çizseydi ressam yine fakir hangi tip doğa sahneleri
ve nasıl insân’lar, konusunda soru soracak haddimiz olmayarak,
nefsaniyeti azdıracak sahnelerde yapabilir. Fakir yine yorum yapamıyor.
Değerli Efendiciğim, Ressamın resimlerin içini doldururken renk ve
düzenleme seçeneği varmı’dır? Yoksa boyamakta da mecburmu’dur.
Sualini buyurmuşsunuz;
Fakirin anladığı odur ki? Mertebesine göre ya kafasına göre
düzenleyecek ya da belli resim, ışık gölge kaidelerine göre düzenleyecek
yada ol Resûl (s.a.v.) Neyi ifade buyurmuşsa onu sırlayıp gösterme
amaçlı, kabiliyetine göre sembolizme edecek. Ol Ressam ki kul olmuş
hem Rabbimizin emrettiğini yapacak ama yaparkende ifadesinde bir
sınırlama olmayacak tek sınırlama öncekilerin değil yeni bir tarz ve ifade
olarak insân-ı cezbeden ve açan işler yapacak.
Fakir ressamın seyri sülûkdaki tam mertebesini anlayamadı, bu
hikâyedekileri Müslüman ve Hakk yolcusu olarak düşünebiliriz ama
Müslüman olmayan kişilerde Rabbimiz için ''yukarıda ki'' tabirini
kullanıyorlar, Müslüman ve ehli tarik ise Hakkı hâlâ yukarılarda görüyor,
ama Kul olmuş ise karşındaki muhatabın anlayacağı şekilde espirili
söylüyor olabilir diye düşündü fakir.
6'ıncı sualinizin cevabı fakiri düşündürüyor, aklımıza gelenleri
acizâne ifade edersek,
Rabbimiz hem kuralları koyar hemde koyduğu kuralara uymak
zorunda değildir, fasık birinden de İslâmiyyet için hizmet ettirir,
Ressamlarda istediğini çizdirebilir ama çizdirdiklerinin açığa çıktığı
görselliği incelersek mertebelerini bulabiliriz, fakirin müşehade ettiği
odur ki ressamlar ve sanatçılar sürekli kendilerini (kendi anatomik
özellikleri ve kalplerinin aktığı yöne) çiziyorlar konu ne olursa olsun,
kafası yuvarlak hatlara sahip birinin çizdiği figürlerde kendi anatomik
hattını ifade eden özellikleri çıkarıyor farkında olmadan, fakir bir
programda seyretmişti, Amerikalı bir ressam kendisine kıvırcık saçlı bir
peruk, siyah güneş gözlüğü ve şapka takıp sokakta tanıştığı insân’lara
hep kendisini çizmesini istiyordu, bir kaç yıl içinde çıkan sonuçları ekrana
getirdiklerinde, çizilen hiç bir resim ressama benzemiyor her kez kendini
(kendi anatomik özelliğini) vurgulayarak kıvırcık saçlı, gözlüklü ve
şapkalı halini çizmiş idi.
Efendi Babacığım, aklımızdan gelenleri, acizane yazmaya çalıştık,
hatalarımız için zat-ı âlilerinizden şimdiden özür dileriz, her dâim sağlık
sıhhat ve afiyetinize duacıyız.
145
Mübarek ellerinizden öper, Rabbimizin selâmını sizlere ve ailenizin
üzerine her dâim olmasını niyaz ederiz
Öm……. Em…… Er…… 02.02.2012 İstanbul
*************
(46) Yu…….. Yü……..
Subject: RE: Bir Ressam Hikâyesi
Date: Sun, 11 Mar 2012 23:45:30 +0200
Aleyküm selâm Yusuf oğlum Pazar günü görüştük ama mail-ini cevaplamaya
ancak vakit bulabildim yazılar güzel olmuş dosyasına aktardım, hepinizin elinize
dilinize sağlık, Canâb-ı Hakk başarılarınızı arttırsın İnşeallah. Herkeze selâmlar
hoşça kal. Efendi Baban.
Subject: Bir Ressam Hikâyesi
Date: Fri, 2 Mar 2012 11:07:12 +0200
Selâmün aleyküm, Efendim hayırlı cumalar, İnşeallah iyisinizdir,ellerinizden
öperim.
Efendim biraz geç de olsa ressam hikâyesi ile ilgili notları gönderiyorum. Bu
yazılanlar Ra…… ve Ah….. kardeşlerimizle toplanıp beraberce mütâlâa
ettiklerimizden oluşuyor.
Allah'a emânet olun, dualarınızı eksik etmeyin bizlerden Efendim.
---------“Yukarıdaki çiziyor ben içlerini dolduruyorum”
Zuhura gelen her varlık ilmi ilâhide mevcut olan ayân-ı sabitesinin
hükmü üzerinde kendinde bil kuvve mevcut olanı, bu âlemde bil fiil
zuhura getiriyor. Bu yönüyle baktığımızda her varlığın sınırı ayân-ı
sabitesinin hükmü üzerine belirlenmiştir. Hiçbir varlık ayân-ı sabitesinin,
ilmi ilâhide mevcut olan hakikatinin dışına çıkamaz. Zuhura gelen her
varlığın kendisiyle zuhura getirdiği herşey ayân-ı sabitesinin gereğidir.
Üzerinde tefekkür ettiğimiz konuyu diğer bir yönden ele alırsak
şunları da söyleyebiliriz:
Duvarları hayvân resimleriyle boyayan ressamın “yukarıdaki çiziyor
ben içlerinin dolduruyorum” ifadesini, külli irâde, cüz-i irâde açısından da
değerlendirebiliriz.
Âlemde tek bir irâde hâkimdir. O da Rabb’ül erbab olan Allah’ın
irâdesidir. Varlığı kendinden olmayanın irâdesi olması da bu yönüyle
mümkün değildir. Ancak biliyoruz ki insân denilen ilâhi varlığa cüz-i irâde
adı altında bir irâde verildiği de klâsik kelâm kitaplarımızda çokça
zikredilmektedir. Tabiki insân’a cüz-i bir irâde verilmiştir. Ancak bu cüz-i
irâdeyi tümüyle külli irâdeden bağımsız, kendi başına bir irâde gibi ele
alırsak İslâm’ın özü olan tevhidden uzaklaşmış, ikiliğe yani şirke düşme
tehlikesiyle karşılaşabiliriz. Öyleyse cüz-i irâdeyi, şirke düşmeden, ikiliğe
bulaşmadan nasıl tarif edeceğiz. Bunu ancak tevhid bakış açısıyla vuzuha
kavuşturabiliriz. Şöyle ki; âlemde herşeyi kuşatan Külli bir irâde
146
hâkimdir. Hiçbir şey bunun dışında değildir. Adına cüz-i irâde dediğimiz
şey bile bunun dışında, haricinde değildir. Cüz-i irâde ancak herşeyde
irâdesi hâkim olan Külli irâdenin, kayıtlanmış ya da kayıt altına alınmış
bir ifadesidir. Herşeyde hüküm sahibi olan Külli irâde kendisini cüz-i
irâde şeklinde sınırlayarak hükmünü icra ediyor. Ressam örneğine
dönecek olursak; Ressamın yukarıdaki çiziyor ifadesini “herşeyi Külli
irâde belirliyor”, ben içlerini dolduruyorum ifadesini de “bende Külli
irâdenin belirlediği, bende potansiyel olarak mevcut olanı, cüz-i irâde adı
altında zuhura çıkarıyorum” diye anlayabiliriz.
Herşeyde, her varlıkta söz sahibi olan Külli irâde, zuhurda cüz-i
irâde şeklinde kendisini kayıt altına alıyor. Bu yönüyle cüz-i irâde,
herşeyde faal olan Külli irâdenin bir yansıması, bir ifadesi olarak zuhura
çıkıyor. Cüz-i irâdenin zuhura çıkardığı ise kendi hakikatinde mevcut
olan hakikatlerdir.
Ayrıca konuyu esmâ-i ilâhiyye üzerinden de değerlendirebiliriz. Şöyle
ki; tüm âlem esmâ-i İlâh-îyyenin zuhur yerleridir. Alemde esmâların
cümbüşü vardır. Ve Allah ismi ise tüm esmâları cami, yani kendi
bünyesinde barındırır. Diğer bir ifadeyle âlemin tümünde Allah isminin
zuhuru olan esmâ-i İlâh-îyyeler zuhurdadır. Tüm esmâ-i İlâh-îyyeler ya
da Rabbül haslar, Rabbül erbab olan Allah isminde mündemiç ve ondan
neş’et etmişlerdir. Allah ismi kendisini tüm âleme esmâ-i İlâh-îyyeler
şeklinde açmıştır. Zuhur halinde âlemde görülen tüm esmâ-i İlâh-îyyeler
iken, bütün halinde ise sadece Allah ismi şerifidir. Çünkü tüm esmâ Allah
ismi camisinin tafsili, âleme yayılmış halidir. Bu yönüyle her bir varlık bir
esmânın zuhurudur. Alemde mertebeler esas olduğundan, her varlık
üzerinden zuhura çıkan esmâlarıda mertebeler üzerinden değerlendirmek gerekir.
Tüm varlığı, mâden, nebat, hayvân ve ins’an mertebesi üzerinden
ele alırsak; her varlık bir esmânın zuhurudur ya da zuhur yeridir. Ancak
mâden, nebat ve hayvân mertebelerinde esmâlar tam zuhurda
olmadığından uruc kavsi tamamlanmamış, eksik ve noksan kalmış
oluyor. Esmâlar âlemin varlık sebebi olduğundan tüm esmâların zuhur
edeceği insân mertebesiyle ancak uruc kavsi tamamlanmış ve devir hiç
bitmeden devam etmiş oluyor.
Her bir varlık bir esmânın zuhuru ya da Rabbi hassının terbiyesi
altındadır. Bu yönüyle her varlık Rabbi hassının terbiyesi altında olmakla
sırat-ı müstakim üzeredir. Bunun dışına çıkması mümkün değildir.
“Duvarlara hayvân çizen ressamda” Rabbi hassının yani kendinde
baskın olan esmânın tesiriyle bu fiili işlemekte yani duvarlara hayvân
resmi çizmektedir. Belli ki üzerinde faal olan esmâ “hayy” esmâsı tam
kemâlde, zuhurda değildir. Bunun tam kemâl olabilmesi için insân-ı nâtık
üzerinden zuhura çıkması gerekir. Ancak insân-ı nâtık mertebesinde tüm
esmâlar tam zuhurda, kemâlde olabilirler. İnsân ismi tahtında olan bir
varlıkta, hayvânlık mertebesinden ortaya çıkan “hayy” esmâsı noksan ve
eksik kalmaktadır. YU…… YÜ……..
*************
147
(47) Ek…… K…..
Subject: RE: Ressam Hikâyesi
Date: Sun, 11 Mar 2012 23:41:02 +0200
Hayırlı akşamlar Ek….. bey kardeşim. İstanbulda görüştük ama
mailinize cevap yazmaya ancak vakit bulabildim, yazı gönderen bütün
kardeşlerimize ve size teşekkür ederiz Cenâbı Hakk herkezin başarı ve
idraklerini arttırsın İnşeallah. Herkeze selâmlar hoşça kalın Efendi
Babanız.
Subject: Ressam Hikâyesi
Date: Fri, 2 Mar 2012 08:49:29 +0200
Sultanım Terzi baba,
Selâmün aleyküm,
Himmet üzere lutfederek, evlâtlarınızın terakki etmesine sebep
olacak şekilde “Ressam Hikayesi” tefekkürü vesilesini icadetmenizde
şüphesiz ki, Hamd Allah içindir. Allah razı olsun. Âmin.
Bu mevzuda biz kardeşlerin naciz tefekkürleri ekte göndermiş
bulunuyoruz. “Gayret kuldan tevfik Allah’tan” derler. Allah
muhabbetimizi, kendi rızası tahtında inşaallah arttırmaya vesile eder.
Âmin.
TB 62-4 RESSAM HİKÂYESİ
Ek. K.
Sn. Necdet Ardıç Çar 02.11.2011 20:44 Tarihli e-mail ile, (Bir
hikâye bir çok yorum) isimli istişare-tefekkür değerlendirmesi olan
çalışmaların birincisi, (25-1-köle ve incir dosyası) Kısaca manevi
seyirdeki Abd/kul hakikati üzerindeki beşeri benlik hevesi ile “köle ve
incir” sırlarından irfan zevkidir, diyebiliriz.
İkincisi, (27-2-genç ve elmas dosyası) Kısaca mânevi seyirdeki
Abd/kul hakikati üzerindeki seyrullaha, heva benliğine aday, “feta/genç
ve elmas_pırlanta” sırlarından irfan zevkidir, diyebiliriz.
üçüncüsü, (34-3-bakara dosyası) Kısaca mânevi seyirdeki Allahın
“kulum” diye hitap ettiği, nefis ve tevhid mertebe makamlarının (Bak –
Ara) inşaası ile “beşeri ve heva benliğini tanıma ve ifna olma”
sırlarından irfan zevkidir, diyebiliriz
Kısaca hepsi kendi içinde cem makamıdır, diyebiliriz. Bu çalışmaların
dördüncüsü olarak lutfedilen (62-4-bir ressam hikâyesi) için de Yine
kısaca Allahın “kulum” diye hitap ettiği İnsân-ı kâmil’in Halka dönüşte,
kemâlâtın tatbikata konması sırlarından irfan zevkidir, diyebiliriz
*****
Bu hikâyenin kaynağı olarak.
Şimdi gelelim dördüncü hikâyemize. Bu oldukça kısa bir
hikâyedir.
148
Zannediyorum vaktiyle okuduğum, “şeyh Sadii Şirazî’nin,
Bostan, gülistan” türüne benzer bir kitapta okumuş idim, hatırımda
kaldığı kadarıyla şöyle ifade ediliyor idi.
Şeklinde ifade buyrulmuştur.
Lütfedilen yazıdaki “benzer
sarahat getrirmek için, haddimiz
Hazretlerinin Bostan ve Gülistan
rastlamadık. Bu vesile ile, İnsân-ı
olarak görünen Sadi-i Şirazî
bir kitapta okumuş idim.” İfadesine
olmayarak, elimizdeki Sadi-i Şirazî
eserlerini araştırdık. Bu hikâyeye
Kâmil hakikatindan bir Kâmil insân
Sadi Şirazî İslam alimlerinden ve büyük velilerdendir.
Asıl adı Müslihüddin Şeyh Sadi'dir.
Milâdi (1191/1193) - (Hicri 587/589) te Şiraz'da doğdu.
Milâdi (1291/1293) - (Hicri 689/691) de orada vefat etti.
104 sene yaşadı.
Hz. Peygamber Efendimizin doğum tarihi Milâdi 571 olduğundan
Peygamberimizden aşağı yukarı (1191 - 571) = 620 yıl sonra dünyaya
gelmiştir
Abdülkadir Geylâni hazretlerinin halifesinin talebesidir. Onun
derslerinde yetişerek kemâle geldi. Ömrü ilim öğrenmekle, talebe
yetiştirmek ve insânlara doğru yolu göstermekle geçti.
30 Yıl ilim tahsil etmiş.
30 Yıl Seyahat etmiş.
30 Yıl İnzivada bulunmuş
Yorum :
30 yıl ilim ile (ilmel yakıyn)
30 yıl Seyahat (seyir) ile (aynel yakıyn)
30 yıl İnziva (özüne rucu) ile (hakkel yakıyn) diyebiliriz.
Moğol ve Haçlılarla yapılan savaşlara katılıp, cihad etti. Bir
defasında Haçlılara esir düştü. On dört defa hacca gitti.
Yorum :
Ehadiyeti/Hakikati Ahmediye seyrinde bulunmuş.
Kurandaki 114 Sûre ile Hatmül Kûr’ân olup, Kûr’ânın Fatihasıdır.
Diyebiliriz. Bir kere Haçlılara esir olması da, Kûr’ândaki 112 (1+12=13)
İhlâs Sûresi hakikatında 112 (1+1+2=4) Dini İslâm tatbikatında Halka
dönmüştür. Diyebiliriz.
SA’Dİ-İ : Sabah vakti. * Yedi günlük oğlan. Koyun ve deve bölüğü.
(sin-ayn-dal-ye)
(60 + 70 + 4 + 10)
= 27 27 (2+7) = 9
(7-2) = 5 – (2*7) = 14 (Yani SADİ ismi ile 27 – 9 – 5 - 14 Sayı
feyzleri içindedir.) (sin-ayn-dal-yehemze) (60 + 70 + 4 + 10+1) = 28
28 (2+8) = 10 (1 ve 0) - (8-2) = 6 – (2*8) = 16 (1 ve 6) (Yani
SADİ-İ ismi ile 28 – 10 (1-0) – 6 - 16 (1-6) Sayı feyzleri içidedir.)
Şiraz bir kasabanın adı olmakla beraber, ŞİRAZE : f. Kitap ciltlerinin iki
149
ucuna konulan ve yaprakları muntazam tutan, ibrişimden örülmüş ince
şerit. * Pehlivan kispetinin paçası. * Mc: Düzen, nizam, esas.
*****
Herşeyin bir sahibi vardır. Bütün sahipliğin sahibi şüphesiz ki
Allah’dır. Rahmani nefesi ile âlemlerde bu halini ceste ceste tatbikata
daim koymaktadır. Her göründüğü yerde mazhariyetine göre nefsi olarak
kendi görünmektedir. Bahis mevzu hikaye Hz. Necdet Ardıç Sultanımız
tarafından yukarıda “şeyh Sadii Şirazî’nin, Bostan, gülistan” türüne
benzer bir kitapta okumuş idim, hatırımda kaldığı kadarıyla şöyle ifade
ediliyor idi. Bahsedilmiştir.
Bu vesile ile Şeyh Sadi-i Şirazî’den bahsettik. Allah ondan ve
onun gibi Allahım “kulum” dediklerinden razı olsun. Amin. Şüphesiz ki,
hepsinden dâim himmet talep etmekteyiz.
Ancak bu hikâyeyi biz evlâtlarına Hz. Necdet Ardıç Sultanımız
tarafından makamsal görünmesiyle de Terzi Baba göndermiştir. Allah
ondan razı olsun. Amin.
Terzi Baba’nın göndermesi baştan beri lütfederek bizlere gönderdiği
4. eğitim vesilesidir. Herbiri kendi içinde cem olduğu halde, bu
dördüncüsü şüphesiz ki hepsini cem eden mahiyette bir hususiyyet
taşımaktadır. Göndermesi hasebiyle de yazanı olmasa da göndermedeki
muradı itibariyle hikâyenin sahibidir, yazanıdır.
Allah, irfan olunma muhabbetinde ilmi ile meydan olup meydan
içinde meydan olmuştur.
Hikâyeyi kısaca özetlersek,
1- Birgün aniden bir kişinin ziyaret üzere ortaya çıkması,
2- Ziyaretini hiçbir haber vermeden tasvirci-ressama yapması,
3Ziyaret
için
gözlemlemesi,
geldiğinde
önce
dinlenip
etrafındakilerini
4- Gözlemlediği hayvân resimleri hakkında soru yöneltmesi,
5- Onun sorusu üzerine tasvirci-ressamın cevap vermesidir.
Burada açıkça tenezzül, beş mertebe ile görülmektedir.
1. Allahlık
2. ve Allahlıktan Rahmanlığa
3. ve Rahmanlıktan Rabbaniyete
4. ve Rabbaniyete Ef’ailiyete
5. ve cem makammı olarak halka dönen Kâmil İnsân’ın öğretim haline
*****
Görünmez bilinmez vücûd dalgaları iken yani (a’ma) iyyetinden
(ehad) lığına (tek) liğine tenezzül ettiğinde ilk defa ortaya çıkan ehad
ismiyle zikredilmesini (vahid) iyetine (bir) liğine tenezzülle kendini Allah
ismiyle (inneniy ene Allah) (Ta-Ha 20/14) diye ifade etmiştir. Ve
övülmeye lâyık olan (Muhammed) hakikatinin
150
yani Hakikat-i Muhammedi’nin âlemler olarak ve âlemlerde zuhur
noktası olan Hz. Muhammed’in fem-i muhsininden İhlas Suresi 112/1
ayetinde “Kul” emri ile beyan etmiştir. Bunda beyan eden olarak görülen
Hz. Muhammed’dir.
Hz.Muhammed, Hakikat-i Muhammed’in zuhur noktasıdır. Yani
Hakikat-i Muhammed deryasından su tanesi olup, deryadaki bütün
hususiyetlerin görünme, şehadet, temsil ve tasdik noktasıdır. Efdal
insân’ın inşaası için mükerrem Âdem teşkilatlanmasını arzda halife
hakikati içinde “Kul” diyendir.
Hz.Muhammed’e “kul” emrini veren (ehadiyyet) tir. Yani kendi
meydan olmuş meydan içinde tatbikattadır. Yani bunu yazan ve bunu
oynayan mertebe ve mazhariyet hususiyetleri dikkate alınarak
kendisidir.
*****
Bizlere gönderilmesi bakımından sâhip olan, yazan Necdet Ardıç
Hazretleridir.
Hikâyedeki:
- tasvirci makam olarak Efendi Baba,
- ressam makam olarak Terzi Baba’dır.
“Tasvirci-ressam” Hz. Necdet Ardıç isminde cem olmuştur.
Zatından,
“Efendi Baba” ismine makam-ı hususi olarak tasvir tatbikatı üzere
tenezzül ediyor. ve ordan da makam-ı faaliyet tatbikatı üzere “Terzi
Baba” ismine tenezzül ediyor.
Böylece evlâtlarından kendini sûretlendirip resmediyor. Bütün
bunları zâhir ismi olan Hz. Necdet Ardıç Sultanda cem ediyor ve gizliyor.
Birgün bilinmeyen bir yerden, bir zatın zuhuru vakti gelmiş elyevm tecellisidir. Nefsin mertebeleri itibariyle İnsan-ı Kamil’e kadar olan
seyri hakkında
bir tespit yapıp seyirde olanların, bulunduğu
mertebelerinde yeni terakkiler lutfedilmesidir. Zâtın ziyareti kendi
sistemi içinde, muayyen zamanlarda, teklifsizce yapıldığı anlaşılmaktadır.
Acaba gelen kimdir?...
Mertebelere göre ismi değişir ama Allah’dandır ve terakkiye
vesiledir. Taşıdığı vahiy ise, adı Cebrâîl (a.s.) dır, Hakikat mürşidi ise
adı Hızır (a.s.) dır, İmana kuvvetlendirmede imtihan ise adı İblis (sizler
için adüvvün mübin) dir.
Her ne şekilde gözükürse gözüksün “Haza min fadli Rabbiy”
kabulünde ve tasdiğindeyiz. Bütün bunlardan görünen
yine o isimlerle gönderme vesilesinde olan Hz. Necdet Ardıç Sultandır.
*****
Bu girizgahdan sonra hikâyeyi “hikâye” adı ile değil yani esatirin
evvelin (evvelkilerin satırladıkları, efsane) anlayışıyla değil zikredilen
kıssa yani “nun vel kâlemi ve ma yesturun” (Kâlem 68/1)
151
yani Nur-u İlahiden görünen Nur-u Muhammed’in deryayı kâlem olarak
kelâm ile yazdığı şeyler anlayışıyla ve zevki ile etap, etap üzerinde
yürüyelim.
Nitekim Bir hadîs-i şerif’te,
“Allah evvela benim nurumu, benim nurumdan bu âlemi halketti,”
buyrulmuştur
Sıfatı Zatiyyeti Cenâb-ı Muhammediyye: Allahımızın zâtının
sıfatı ilâhiyyesi olan Cenâb-ı Muhammediyyedir.
Allah’ımızın kendi
zâtiyyet nurundan düzenlemiş olduğu Deryayı Nuru Muhammed’i ve
Deryayı Nuru Muhammed’in zatiyyetinden “vema yesterun” halkıyeti,
yani mükevvenatta tenezzülen görünmeyi murad etmesidir.
“Nun vel kâlemi ve ma yesturun” (Kâlem 68/1)
(nun)
Allah’ımızın Nuru İlahisine
(vel kâlemi)
Deryayı Nuru Muhammede
(ve ma yesturun)
işarettir, diyebiliriz.
O Deryadan meydana gelen mükevvenata
***
Allah Zat-i irfan olunmayı irâde eder (akıl), kavl/kelâm
muhabbet (nefis) ile dolar. Şeyyiette esmâ mazhariyete göre ef’âl
nispetinde amel kazanır. Böylece eşya, isim, sıfat mertebe ve makam
olarak şuhuda gelir
Kelime
Âdem (a.s) da, (Halifeyi Hak sırrı) Rabbından alınandır.
Mûsâ (a.s.) da (Tenzih Makamında) Tükellim edilen,
(kendinden kendine rabbi kelâm edilendir.)
İsâ (a.s.) da (Teşbih Makamında) Kelime olarak görünen (İsâ)
(Meryem oğlu İsâ Mesih)
Muhammed (a.s.) da (Tevhid Makamında) “Kul” emri ile kelâm
edendir.
(Hidayet-i Hakiki – Sırr-ı Mehdi)
***
Efendi Baba’mızdan tefekkür vesilesi
Bir gün bir yerde yaşayan bir kişi tasvirci-ressam olan diğer bir
arkadaşının ziyaretine gitmeye karar vererek yola çıkar nihayet
arkadaşının bulunduğu yere gelir ve içeriye girer bir müddet
dinlendikten sonra duvarlardaki ve her yerdeki resimlere bakar,
hepsinin belirli bir özelliği olduğunu görür. Bu özellik ise bütün tasvirresimlerin sadece “hayvân” sûretlerinde olduğudur. Bunun sebebini
anlamaya çalışan misâfir arkadaşına,
(yapılacak başka resim yokmu! neden hep hayvân resimleri
yapıyorsun?)
dediğinde,
arkadaşının
verdiği
cevap
oldukça
düşündürücüdür.
152
(Evet vardır, fakat bu resimleri “yukarıdaki çiziyor”, ben içlerini
dolduruyorum) demiştir.
*****
02.11.2011 tarihli yazısıyla
Yani gün ve ay itibariyle (02 + 11) toplamı 13 Yılın 11. olması
itibariyle de zati olan, (2) zâhir ve bâtın bir işaret üzere, zâtından zât-î
olarak “Kulu” na tenezzülen “Efendi Baba” daki zuhurat ile “Terzi
Baba” ya tenezzül ederek
“hikâye” ismi ile evlâdlarına tefekküre vesile etmiştir. Allah razı olsun.
Âmin.
Böylece zevk ettiğimiz üzere “tasvirci-ressam”, ifadesi makam
olarak “Efendi Baba” ve “Terzi Baba” Necdet Ardıç’taki cem hâli ile
kendisindeki zâti hususiyetlerinden derviş evlâtlarında sûret ve resim
haline gelmesinin beyanını yapmıştır.
Şöyle ki, hikâye edilen “hikâye!…”
Kimden : Necdet Ardıç
Tarih
: Çar 02.11.2011 20:44
Kendi ifadesi ile,
“Bunları çevrenize bildirip oluşacak cevapları
(3) ay içinde çevrenizden toplayıp bir dosya halinde bana
gönderebilirsiniz.” Diyerek bizlere gönderilmiştir.
Allah razı olsun. Amin.
Diyebiliriz ki, Necdet Ardıç Hazretlerinin derviş evlâtları içinde
bulundukları mertebelerinin sûretlerinde yeni Sûrelerin, yeni isimlerin
açılmasına ve terakkilerine bahane edilmiştir.
Böylece Necdet Ardıç Hazretleri dervişlerinde kendini yeni tevil
üzere
sûretleyip,
Âyetleyip
irfan
olunma
muhabbetini
irâde
buyurmaktadır. Allah razı olsun. Âmin.
***
Buradaki (talep, taliplik, talebelik) için bir açıklama getirmek
isteriz.
Risaleti Gavsiye 10. Ayet te,
**. ve kaale lî “ya gavsü’l azam ni’me’t talibü ene
**. ve ni’me’l matlubü’l insanü
**. ve ni’me’r rakibü’l insanü
**. ve ni’me’l merkubü lehu sairü’l ekvani” Buyrulmuştur.
1. ve lî/bana kale/dedi ki,
“ey gavs el azam,
ene/ben
ni’me/ne güzel talibü/isteci, talib/talebeyim
(talep, taliplik, talebelik benden bana)
153
2. ve ni’me/ne güzel matlubü/istenilendir “el insan”
(el insan ne hoş matlubdur) (efdal olan el insan muhabbeti)
3. ve ni’me/ne güzel rakib/binicidir “el insan”
(el insan ne güzel râkib/binici, binendir)
4. ve sairü’l ekvani/sair mükevvenat lehu/onun için
ni’me/ne güzel merkub/binilendir
(sair âlem ise, onun için ne güzel bir merkub/üzerine binilmiş, taşıyıcıdır
***
Bize belirtilen dönem içinde yapılması bildirilen bu beyan aynen
Âdem’deki “Ağaca kurbiyet sağlamayın” emri gibidir. Hangi mertebe
de, ne halde isek, o halin gereği olan bir kelime - bir kelime, bir cümle bir cümle, bir satır - bir satır. O zevk üzere yapılsın ki (Âdem) e secde
halimizi tespiten seyrullah devam etsin.
*****
Tekrar gözden geçirirsek;
Zâtından Zât-i olarak “Kulu” na tenezzülen
“Efendi Baba” daki zuhurat ile
(burada Efendi Baba makamı TASVİRCİ olarak)
“Terzi Baba” ya tenezzül ederek
(burada Terzi Baba makamı RESSAM olarak)
dervişlerde görünmesi olan dervişler sûretlenmekte ve resmolmaktadır.
Allah razı olsun. Amin.
Böylece “tasvirci-ressam”,
makam olarak “Efendi Baba” ve “Terzi Baba”
Necdet Ardıç’ta cem olmuş, birleşmiştir.
Zâtından aldığı ilham ve/veya beyan üzere
“Efendi Baba” makamı delâletiyle
hikâyede hikâye edilen “tasvirci-ressam” yani “Terzi Baba” ya gelmiş
görünüyor.
Dervişleri olan bizler O’nun Allah’ın izni ile sûretleri, çizimleriyiz.
Kim ki “ben Terzi Baba’nın evlâdı hakikisiyim” der ise, O zaman ondan
görünen “Terzi Baba” diyebiliriz. Tabii dervişin makam gereği kendini
ifna edebildiği, kabulu, muhabbeti tahtından kaldırabileceği, takat
nispetindedir.
154
***
Olayı anlatıldığı üzere oluşum bakımından mertebe kaydına sokmayıp,
daha derin ve daha geniş bir çerçeve içinde daha da iyi anlayalım diye
nispilik üzerine incelemeye çalışalım isteriz.
*****
1. Bir gün bir yerde yaşayan bir kişi… el yevm/gün yani bir
gün, belirli birgün, el yevm, yevmiyyet yani 12’lik sistemde, iki 12’yi
bünyesinde cem eden, zâhir - bâtın, gece – gündüz, zulmet – nur vs.
tatbikatı var.
“kim olduğu” ve “nerede yaşadığı” bilinmiyor. Kim?...
bilmiyoruz, nerde?... bilmiyoruz, bir gün (el yevm) diye ortaya çıkıverdi.
Demek ki, “Bir tecelli var.”
Görünmez, bilinmez vücûd dalgalarından zuhur eden, görünen
bilinen vücûd dalgaları haline gelmenin, yeni oluşumların müjdesidir,
diyebiliriz. Bâtından (mânâdan), zâhire (maddeye) zuhur olma,
görünmedir.
***
“kim olduğunu” ve “nerede yaşadığını” bilinmeyen bir kişi, yine
ifadeye göre bir gün (el yevm) sanki aniden ortaya çıkıyor. Hikâyenin
devamında kişinin sorduğu sorudan Onun öyle sıradan bir kişi
olmadığı anlaşılıyor. Acaba bu kişi
- öğrenmek üzere mi ?...
- yoksa imtihan etmek üzere mi soruyor?...Bu vesile ile
- yeni zuhuratların oluşmasına izin mi veriyor?...
Yani,
- vahyi vahyeden Cebrail (a.s.) mi?...
- hakikat mürşidi Hızır (a.s.) mı?...
- İman kaviliğine sebep olacak kendini nasihatçı diye tanıtan
ama Kûr’ân’da (sizler için adüvvün mübin) olarak beyan edilen İblis
mi?...
Nitekim,
“ve kasemehüma inniy leküma lemine’n nasihıyne” (A’raf 7/21)
Ve onlara yemin etti inniy/kesin ben ki, sizin için
elbette nasih/hayrı tavsiye (samimi/içten) edenlerdenim
Nasihat özelliği, Nebilere aittir. Ancak İblis’in kendisinin de
nasihatçı olduğunu ifade ediyor. Demek ki, nasihat, her makamda,
makamın kapasitesine göre tatbik olmaktadır. Allah bizleri kendi makbul
tuttuğu nasihat üzere yürümemizi nasib etsin.
Âmin.
155
Burada hangi makam ve mertebe olarak görünmektedir ?...Acaba
bu gelişin hikmeti ne?... Yoksa bunların hepsi mi?...
****
2. tasvirci-ressam olan Bu ifadeden anlaşılıyor ki, ziyaret edilen
zatta iki makam birlikte faaliyettedir.
Bir gün aniden, ama vakti gelmiş ki, “kim olduğunu” ve “nerede
yaşadığını” bilinmeyen bir kişi, ortaya çıkıyor O uzaktan gelen kişi,
“tasvirci-ressam” a geliyor.
Uzaktan gelen kişi buraya gelmişse, artık uzaklık bitmiştir.
Uzaktan gelme hali bize göredir. Yani nispidir. Eğer bize gelmişse artık o
şey bize uzak değildir. Diğer bir ifade ile, onun uzak olmadığını anlamış
olmamız bize gelmiş olmasıdır. Uzaktan geldi, uzaklık bitmiştir. Fakat
Yakın da bitmiştir. Onun bizden biri (Bizden) olduğunu anlarız.
Demek ki zâhir görülen şey esasında mânâdan’dır. Bâtından geliyor.
Şu halde biriyle konuşmada zâhiren kesret üzere bakılır. Derviş seyrullah
üzere tatbikatta rüyet olarak görmesi basir/basirete inkılab eder.
Maddenin aslı “Mânâ” dır. Allah bizleri Hz. Mevlânâ’nın mesnevisinde
anlattığı “ŞAŞI”dan eyletmesin. Amin.
***
“tasvirci-ressam” deniyor. İki makamdan bahsediliyor.
Şu halde tasvir nedir, ressam nedir bunları anlamamız lâzım
Tasavvur : Bir şeyi zihninde şekillendirme. Tasarlama.
Göz önüne getirme, hayal etme, fantazi, kavram, mefhum. Düşünce,
tasarı, arzu. (x)
Sûret : Şekil, form, biçim, resimli ifade, Tasvir, açıklama, dıştan
görünüş. resim, heykel, nüsha, kopya, hal, tavır, eda. (x)
Tasvir : Hiss ve mahsusata münhasır olan ifade.
Bir şeyi söz veya yazı ile anlatma. Bir şeye şekil ve sûret verme. Resim
yapma. (XX)
Ressam : Resim yapan, resim çizen.
Resim (Resm) : Yazma, çizme, desen. Suret.
Eser, iz, nişan, alâmet. Tertib. Tarz, üslub. Âdet, usul, tavır, davranış
***
Savver ismi ile (tasvirci), tasavvur etti, sûret çıkardı, tasvirledi.
Resm ismi ile de (ressam) da onu fiil halinde resme döktü. Çizgi haline
getirdi, sûretleştirdi.
Biz “tasvirci-ressam” olan Necdet Ardıç ismi ile görünen
“Efendi Baba” ve “Terzi Baba”nın makamsal tatbikatı üzere çizilmiş
Zat-i tenezzül sûretleriyiz. Tasvirci ve sûretci halini Allah’ın izninle
dervişlerine, evlâdlarına aktarıyor. Ne ile?... İşte bugünkü yapılan, bu
bize verilen (hikâye) ile;
156
Bu hakikat üzere algılanıp, alınabiliniyorsa ne âlâ, yok bahsedilen
sadece geçmişte yaşamış “Sadi Şirazi’nin bir hikâyesidir” diye bakılırsa
zikredilen Kûr’ân lisânındaki kıssa olmaz, halk lisânındaki mânâsı ile
hikâye olarak kalır.
Ancak Savver isminin tenezzülü ile tasavvur zuhur eder. Eğer
Savver ismi harekete geçmemişse kişi tasavvur dahi edemez.
“İlham alıyorum,” denir. Allahın izni ve lutfu ile, o ismin tatbikatı ile
ilham mümkündür.
Tekrarlarsak, beklenen İlham uzaktan geldiği
zaman uzak bitmiştir, yakın da bitmiştir.
***
Burada hem “tasvirci” hem de “ressam” görünmesi tespit edilmiş.
Yani kişi tasvir ile zihninde tasarladığı bir düşünceyiressam olarak
resimlendirip, sûret haline getiriyor. İki işlev yapıyor. Diğer bir ifade ile,
tasvir eden ile resmi çizen aynı kişi olarak ifade edilmiş. Demek ki aynı
kişi hem tasvir ediyor, hem resmi çiziyor. Tasvirin yapılabilip resmin
çizilebilmesi için orada Rabbın savver ismini harekete geçirmesi, o fiili,
tatbikatı orada açması lâzım.
Zat kendisinde zuhur eden esmâ-i İlâh-îyi tasavvuren, tasvir edip,
tasvir ettiğini resim olarak sûretlendiriyor.
Anlatımda iki kişi gibi
göründüğü halde, tatbikatta bu bir kişide oluyor. Bu ifadeye göre
Zatından zuhur edeni, tasvir edip, resmetmesi itibariyle göründüğü
makamın “Mutmainne – Hakk” makamı olduğunu söyleyebiliriz. Ancak
acele etmeyip daha ilerideki ifadeleri de beklemekte fayda görülüyor.
****
3. diğer bir arkadaşının ziyaretine gitmeye karar vererek yola
çıkar. Burda Ziyaret var. Ashab, sahıb, arkadaş var. Yol, sebil, tarik,
seyir var. Sanki türbe, makam ziyareti yapılıyor.
Yavaş, yavaş olay belirmeye başlıyor. Tekrar gözden geçirecek
olursak, el yevm/gün tatbikatı içinde “kim olduğu” ve “nerede
yaşadığı” bilinmeyen (ki bilâhare sorduğu soru ile sıradan olmadığı belli
olan) bir kişi, “tasvirci-ressam” yani tasvir ile zihninde tasarladığı bir
düşünceyi ressam olarak resimlendirip, sûret haline getiren
“arkadaşını” sâhib (ashabını) ziyaret etmek (görüşmek, bir kimseyi
görmek) üzere yola çıkar.
Ziyaret-gah : f. Ziyaret yeri. Türbe (Dine hizmet eden Veli kabri,
makamı)
Demek ki belli zamanlarda, mertebeler değişirken görüşme ve
görme oluyor. Bu çok önemli bir olaydır. Vakit gelmiştir, terakkilerde
mevcut hallerde ifna olup, onları terkedip yeni kemâlâtlar için gerekli
ziyaret yapılmalıdır. Gerekli imtihanlar yapılıp, yeni açılımlar işaret edilen
noktalar tevdi edilmelidir. Yani 4 büyük melek tatbikatı ile vücûd kendi
içinde ikmâl olacaktır. Bir ifade ile de, tatbikattaki, esmâlarda yeni
açılımların müjdesidir. Burda bahsediliyor ki arkadaşı, sâhib, yoldaş,
aynı yola baş koyanlar.
157
Sâhibe : Birinin arkadaşı, dostu, taraftarı olmak. Birine refakatçısı,
yoldaşı olmak. Biri ile samimi olmak. Biriyle ülfet edip, yar ve hemdem
olmak. (x)
Ashâb (Eshâb) : Sahib olanlar, kullanma yetkisine sahip, arkadaş
olanlar. (Bu kişiler insanlık, doğruluk ve bütün faziletlerde en ileri
seviyedelirdir. (XX)
Sâhib : Yol Arkadaşı, Yoldaş, dost, taraftar, izleyici. Gözcü.
Sâhibi, Emanetçi. Hükmeden, Efendi. Başkan, başbakan. Alim, şeyh.
Kredi, borç veren. İşveren, patron. bir fikrin babası Sohbet edilen kimse.
Bir şeyi koruyan ve ona mâlik olan. Bir iş yapmış olan. Bir vasfı olan (x)
Yola çıkıyor, demek ki seyrullahta yeni bir atılım başlıyor
****
4. nihayet arkadaşının bulunduğu yere gelir. Neresi o ?..
Ashab neredeyse, hangi makamdaysa, hangi mertebedeyse oraya
ulaştı. Kim ? …
- Cebrâîl (a.s.) mi ulaştı !... Adını sanını bilmediğimiz zat, yoktu,
görünmeye başladı. Mânâdan maddeye, gaybden şuhuda zuhur etti,
geldi. Nasıl gözükürse gözüksün, ne olursa olsun, hangi isim ile olursa
olsun “haza min fadli rabbiy” Kızgınmış eyvallah, celâliymiş eyvallah,
cemâliymiş eyvallah. Bizi kelimeler ilgilendirmiyor, görünme müjdesi
ilgilendiriyor. Göründü ya….
****
5. ve içeriye girer bir müddet dinlendikten sonra duvarlardaki
ve her yerdeki resimlere bakar, hepsinin belirli bir özelliği olduğunu
görür. Bu özellik ise bütün tasvir-resimlerin sadece “hayvân”
sûretlerinde olduğudur.
Demek ki o zat, o mânâ hareketi, içeri giriyor. Buna oluşan
terakkinin mânâ letafetinin görünmesidir, diyebiliriz. Bir müddet orda
dinleniyor. Tespitlerini yapıyor, diyebiliriz. “Buyur gel” falan diye bir şey
yok. Demek ki bu zâhirde olan bir olay değil. Mânâ da olan bir olay.
Demek ki doğrudan içeri giriyor. O kişinin, girenin böyle bir salâhiyeti
var.
Duvarlardaki ve yerdekinden bahsediyor. Duvar kendi kendine
inşâ olmaz, yer varsa duvar olur. Önce yer sonra duvar. Secde halinden
mertebeler gözükecek.
Hayvân resmi, zâhir anlamınla hayvânatı anlatsa da hakikatte
kişinin onları çizer halinde olması, onları yaşama geçirmekte olduğuna
işarettir, diyebiliriz. Takip etmiş olduğu yolun diriliğine işarettir. Beden
anlamındaki ölen hayvân ise de, yapılan seyrin ölü olmayıp, diri
olduğuna işarettir. Zikredilen Hayy isminin hususiyeti var.
***
6. Bunun sebebini anlamaya çalışan misâfir arkadaşına, (yapılacak
başka resim yok mu! neden hep hayvân resimleri yapıyorsun?)
dediğinde, diye tatlı sert çıkışıyor. Demek ki, böyle bir salahiyeti var.
158
- vahyi vahyeden Cebrail (a.s.) mi?...
- hakikat mürşidi Hızır (a.s.) mı?...
- İman kaviliğine sebep olacak kendini nasihatçı diye tanıtan
Ama Kûr’ân’da (sizler için adüvvün mübin) olarak beyan edilen İblis
mi?...
Hangi makam ve mertebe olarak görünmektedir ?...Burada tasvirresimlerin sadece “hayvân” sûretlerinde olmasının Sorulmasını irfan
olunmada tespit ve terakkiye izin, icâzettir diyebiliriz. Bu hayvânlık ise
yapanın mânevi bir yolda Hayy/diri olan bir zikir içinde olduğuna
işarettir. Kişinin cevabı bulunduğu yeri tespit bakımından önemlidir.
***
7. Arkadaşının verdiği cevap oldukça düşündürücüdür. (Evet
vardır, fakat bu resimleri “yukarıdaki çiziyor”, ben içlerini
dolduruyorum) demiştir. tasvirci-ressam arkadaşın ifadesi,
1. Kelimeyi Tevhid kemâlâtında İradeyi Küll ve irâdeyi Cüz
noktasında bir tarif getirmektedir. “Nefsi Emmare”den bir görünmedir.
“Sen varsın ama ben de varım” idrakıdır.
A_10. Fuzuli’nin “Leylâ Mecnun” Hikâyesinden anlatımla; Maddi
bakımdan daha aşağı aileden, dualarla dünyaya gelen haliyle şımarık,
her istediğini istediği zaman elde etmeye alışık Kays, maddi bakımdan
daha yukarı aileden olan Leylâ’yı zâhir olarak görür ve aşık olur. Kays
burada beşer benliğinin, beşeri duygularının tesiratı altındadır. Leylâ’ya
hitaben Kays’ın buradaki ifadesi, “ben seni seviyorum” şeklindedir.
Muhabbet üçlü sistem içinde, (Ben) – (Sen) – (Sevgi) olarak
görünmektedir. Ben) ve (Sen) görünmektedir. (Sevgi) her ikisinde
seven ve sevilen olarak görünmektedir.
Leylâ’nın annesi yine zâhiren sınıf farkını tespiten, onların biraraya
gelmesine mâni olur. Böylece Kays “Leylâ” ya ulaşma sevdası başlar,
ve Leylâ, Kays’da tutku haline, put haline gelir.
A_11. Bir müddet sonra “Leylâ, Leylâ” diye zikre başlar. Onun bu
halini görenler. Kays’a “Mecnun” (cinlenmiş, canlanmış) derler.
Cinlenme, Dalâlet üzere - Canlanma, Hidâyet üzeredir.
Kays beşer benliğinden sıyrılmaya başlamıştır. Kays ismi yerine
halinin lâkabı olarak “Mecnun” onun ismi olmaya başlamıştır. Beşeri
benliğinden yavaş, yavaş nefsi benliklerine geçiş hâlindedir. Nefsi
Emmâre olarak “Sen varsın ama ben de varım” idrakındadır.
Burada “hayvân-ı nâtık” halinin hayvânları nefis üzerinde
tesirattadır. Lütfedilen sevgi mülk edinilmiştir. Kişi “ben seviyorsam sen
önemlisin” fikriyatı ile hareket eder.
Tasvir eden biri tarafından çizilmiş olan, beşeri ve yeni yeni nefsi
duygu üzerine yaşanmaktadır. İrade bu mertebe ile cüz-i bir şekilde
kullanılmaktadır. İrşad olunmaya, rüşde ermeye velhasıl Mürşid-i Kâmil’e
ihtiyac vardır.
***
2. “Nefsi Levvâme” de
159
“fenâda fiy’z zulümâti en lâ ilâhe illâ ente sübhaneke
inniy küntü mine’z zâlimiyne” (Enbiya 21/87)
Bu halde zulumat/karanlıklar içinde
1. lâ ilâhe illâ ente (ilâh yoktur illâ ENTE/Sen) 2. sübhaneke
(sübhan ke/sensın)
3. inniy/kesin
nida/seslendi
ben
ki,
ben
zalimlerden
kün/oldum
diye
Âyetin idrakı içinde zikir tatbikatında olan derviş, kendisine
kullansın diye verilen irâdeyi sahiplenmeyip, övülmeye lâyık gördüğü
rabbına, yani hakiki mânâda kullanma hali içinde, aklını veren yere
teslim eder. Böylece artık ondan zuhur eden irâde, mertebesine göre
rabbından görünendir. Böylece Kelimeyi Tevhid kemâlâtından
hissement olunmaktadır.
1. “Övülmeye layık olan Sensin Rabbım.” Bunu dediği zaman
bu kimin fiilidir? Kimin irâdesidir? Buna “irâdeyi cüz” dense de “Sensin
Rabbım” diyor. İrade uzaktı, (teslimiyet – tevbe) ve (tevbe – teslimiyet)
ile yakına geldi. Yakına gelince artık uzak biter, yakın da biter.
(Levvame makamında)
2. “Sen kendini övdüğün gibisindir,” bu da bu mertebe üzeredir.
Yani benlik sahibiyeti içinde irâdeyi cüz tatbikatlarıdır. Bunlar hep “sen
varsın ben de varım.” İdrakıdır. (Mülhime Makamında)
3. “Sübhanallahü ve bihamdihi”, Kişi taklit üzere söylemede ise,
bu mertebedendir. Ama kişiden söyleyen ise, zevk-i Rabbidir.
(Mutmainne Makamında) Yavaş yavaş emmâreden çıkılmış, benlik
iddiasında levm/kınamaya girmiş “lâ ilâhe illâ ente” (senden başka
ilah yok) deme haline gelmiş. Mertebesine göre görünen “irâdeyi cüz”
doğrulmaya başladıkça artık yavaş yavaş irâdeyi kül noktasından
görünme anlayışı ilmel dahi olsa kokusu gelmektedir.
A_12. Yine “Leylâ Mecnun” Hikâyesinden anlatımla; Kays “Leylâ,
Leylâ” zikri ile muhabbeti artar “Mecnun” görünmesi ile kendisine
“Mecnun” denmeye başlar. Artık Kays ismi ile değil, “Mecnun” ismi ile
anılmaya başlar. O muhabbetle Leylâ’yı o kadar zevkle ve miktarla
zikretme başlar. İçerdekinin de onu çağırdığını zaman zaman zevk
edilir. Bu sefer Leylâ’yı kendinden üstün görmeye başlar. “Leylâ,
Leylâ”, övülmeye lâyık olan Leylâ dediği an, kendini kınamaya
başlar. Maddeye asıl olan mânâ artık zuhur etmeye başlamıştır. Bu
nedir? Bu levmiyyet, yani “Sübhaneke lâ ilâhe illâ ente” Senden
başka Sübhan yok. “Leylâ, Leylâ” derken içerden önceleri cılız da olsa o
da “Leylâ, Leyl” der. Yani kişi cehri “Leylâ” derken içerden “Leylâ”
denildiğini zevk etmeye başlar. Sanki sen levmiyetteyken arkadan da
bir emmâre geliyor. O da uyanmış zikretmeye çalışıyor. İçerde biri var
o da zikretmeye çalışıyor. Çocuğun, Evlâd-ı Hakiki’nin uyanmış hali.
Kişiyle beraber içerden zikreden var dediğimiz haldir.
Burada dikkat edilirse “Leylâ” hitabı 3 şekilde olmaktadır.
1. “Leylâ”: Beşeriyyet tesiri etkilenme. Tarikat dervişliğine adım
diyebiliriz.
160
2. “Le – y – lâ”
– Mülhime) tesiratı,
: Çölde gündüz dönemi (Emmâre – Levvâme
3. “Leyl – lâ” : Çölde gece dönemi (Levvâme – Mülhime) tesirat
diyebiliriz.
Gece tasavvurları hasretle gündüz fiilerini çağırır. Gündüz fiilleri de
gece tasavvurlarını çağırır. Birbirlerine ancak bir an kadar kavuşarak,
hasret çeken büyük aşıktırlar.
Not : Rabbımızın lutfu ile “Leyla ve Mecnun” sohbetinde bu konu
derinlemesine incelenmiştir. Konu ile ilgili olarak burada bukadar temas
etmekteyiz.
***
3. “Nefsi Mülhime” de
“ya eyyühelleziyne
(Tahrim 66/8)
amenu
tubu
ilellahi
tevbeten
nasuhan”
(Ey îmân edenler!. Allah'a tevbete’n nasuh/samimi bir tevbe ile
tevbede bulunun)
Âyet’in idrakı içinde zikir tatbikatında olan derviş, nasuh (sadık, bir
daha dönmeme, nesh edilmiş) tevbe zevki içinde garam-ı (şiddetli)
aşka düşer ve bâtınından, mâneviyatından kapılar ilham üzere kendisine
açılır.
Hz.Mevlânâ’nın buyurduğu gibi ,
“Peki bu tevbeye ne zaman tevbe edeceğiz?”.
Tevbeyi nasuha ne zaman geleceğiz? Çünkü o şeylere geri
döndüğümüz müddetçe gelen ilhamları yakalayamayız. “İlhamlar gelir”
deniyor. Biz zâten baştan aşağı ilham, baştan aşağıya vahiyiz. Allah’ın
okuma ve okunma yeriyiz. Nefes alıp verme şeklinde daim ilham, vahy
içindeyiz?...
Hz. Süreyya’nın buyurduğü gibi,
“Gör nice akmada her yandan o enharı kemâl”
Nazargahıyız, Allahımızın, “mümin kulun kalbi” diye beyan ettiği
yer. Kişi kendini hala dünyevi ismi, dünyevi şartların değerleri ile
değerlendirdiği müddetçe bunu görmesi mümkün olmaz. Sevgili Hz.
Peygamberimiz, Efendimiz, “men reani fekad real hakk” (beni rüyet
eden gerçekten el hakk’ı rüyet etmiştir) buyuruyor. Hz. Kur’an’da,
“va’lemu ennallahe yehulü beyne’l mer’i ve kalbihi” (Enfâl 8/24)
(ve biliniz kesin Allah mer’i/kişi ile kalbi arasına hulul eder, yerleşir)
buyuruyor.
“ve nahnü akrebü ileyhi min habli’l veriydi” (Kaf 50/16)
(ve biz ona habli’l verid/şah damarından akreb/daha yakınız)
buyuruyor.
***
Garam-ı (şiddetli) aşka düşmek ile, önce duygusal ilhamlarda
tespit yapılır ve duygusallıkta ifna olunur, böylece irfaniyyet üzere
batınından/maneviyatından ilham üzere kapılar açılır.
161
O sıkıntılara gelmeden ilham alınmaz. Bu işin aslı Kûr’ânda izah
edildiği üzere her makamın gereği olarak, o makamın Yusuf’u (ve her
Mertebenin Peygamberi) olmak gerekir. Yusuf gibi kuyuya düşmek,
seyyah tarafından az bir bedele ticaret meta yapılıp, esir pazarında
satılmak vs gerekmektedir. İşte o kuyuda rabbına “ne olacak” diyerek,
sokulması ve sabır, sebat, ısrar üzere beklemesi gerekir.
A_13. Yine “Leylâ Mecnun” Hikâyesinden anlatımla;“Mecnun”
görünümde ve isminde yaşama devam eden Kays, garam-ı (şiddetli)
aşkının tesiriyle heryerde ve herşeyde “Leylâ” görmeye başlar.
Bu hal daha da ileri gider, karşılık “Leylâ” zikri, Yani cehri ve hafi
tatbikat içinde garam (şiddetli) aşka dönüşür ve her yerde, herşeyde
Leylâ’yı görür. Aslında Leylâ adı altında mânâ maddeyi içten ve dıştan
sarmaya başlamıştır. O zaman ilham almaya başlar. Her yer ona Leylâ
konuşur artık.
Mülhime mertebesinde. Leylâ böyle güzeldi, böyle çirkindi
meselesinde değil, herşey kendi mazhariyetinle Leylâ olarak anlatır.
Leylâ “bu yemek böyle güzeldir,” der,
Leylâ “bu yemeği beğenir,”
Leylâ “böyle şey olmaz,” der.
Ve “Leylâ’yı seven bendendir” demeye başlar.
(Mülhime Makamında) “Sen kendini övdüğün gibisindir,”
zikrinde ve idrakındayken yavaş, yavaş (Mutmainne Makamına) doğru
“Sübhanallahü ve bihamdihi”, “irci ila rabbike” (Rabbına dön)
Rabbike (senin Rabbın), (Rabb kevniyyeti) idrakıdır ki, Kişide zikreden
Rabb’dır. Uzak yakın olmuş, Yakın dahi ortadan kalkmıştır.
****
4. “Nefsi Mutmainne” de,
5. “Nefsi Raziye” de,
6. “Nefsi Marziye” de,
“ya eyyetühen nefsül mutmeinnetü irci’ıy ilâ rabbiki
radıyeten merdıyyeten” (Fecr 89/27-28)
ya Ey o ki, Mutmain Nefs
(itmina/tatmin olmuş, huzura ermiş sükûna kavuşmuş nefis)
râdıyeten merdıyyeten (razı olan - razı olunan) olarak Rab'bine
irci/dön,
“fedhuliy fiy ‘ıbadiy vedhuliy cennetiy” (Fecr 89/29-30)
Artık ibâdî/kullarımın içine/arasına dahil ol ve benim cennetime
dahil ol
Âyetlerinin idrakı içinde zikir tatbikatında olan derviş “inniy
veccehtü vechiye lilleziy fetare’s semavati vel arda haniyfen ve
ma ene minel müşrikiyne” (Enam 6/79)
Ben muhakkak bir
hanif/muvahhid olarak vech/yüzümü gökleri ve yeri fetar/yaradana
vecceh/çevirdim, tevcih ettim ve ene/ben müşriklerden değilim
Âyetin hali içindedir. Yani bu beyan onun halini ifade eder.
162
Allah ondan bu beyan ile görünmüştür. “Nerde görürsem göreyim
tevhid üzere bakanım.” Zikrindedir. Ben “seni düşman” gördüm, Ben
“seni dostum” gördüm ayırımındaki kişi bu halin kokusunu bile alamaz.
Bu fark halidir ki, yani “ben senden hayırlıyım” diyen İblis’in mülk
noktasıdır. Dervişin mutmain noktasında bu şeytanın rolü yok. Buraya
geldi mi şeytan bitmiştir.
Maddeden tamamen mânâsı, hakikati görünmektedir. Zikri de
“Hakk - Hayy - Kayyum” dur.
A_14. Yine “Leylâ Mecnun” Hikâyesinden anlatımla; Heryerde ve
herşeyde “Leylâ” görme hâlinden dolayı “Mecnun” sıfatı kazanmış
Kays’a zâhirdeki kişi olan Leylâ’yı götürüp de “işte istediğin, çağırdığın
Leylâ’yı sana getirdik al ve mutlu ol,” dediklerinde, o gelenlere
bakmadan, işâret ile “benim her yerim Leylâ” demiştir.
Âdem kıssasında zikredilen “ente ve zevceke” (sen ve senin
zevcin) den kastedilenin genel görüş olarak kişinin dünyevi eşi
olduğudur. Acaba hep ve dâima öyle midir? Esasında Kûr’ân’da da eş
için “imree - emree” kelimesi kullanılmaktadır. Eğer bu böyle ise, yani
Leylâ, Mecnun’un zevci idiyse yukarıdaki anlatıma göre, Mecnun neden
“benim her yerim Leyla” dedi de onu zevc kabul etmedi ?...
***
Burada başka bir şey daha vardır. Konumuz olmadığı için girmek
istemiyoruz. Tefekküre vesile olsun soru halinde nakledelim. Bu hikâye
de Kays, zâhir ismini terk edip, “Mecnun” ismi ile Leylâ’nın peşinde
koşmuştur. Peki, Leylâ neyin veya kimin peşinde koşmuştur?...
***
Bu durumda, “ente ve zevceke” (sen ve senin zevcin) den kastedilenin
kişinin mutlaka zâhirdeki eşinin olmadığının işaretidir. (Bakara 2/35)
‘Ayetinde “ente ve zevceke” (sen ve senin zevcin) ve yine (Bakara
2/187) Âyetinde “hünne libâsün leküm ve entüm libâsün lehünne”
(Onlar sizin için libas/elbisedir. Siz de onlar için libas/elbisesiniz)
olarak beyan edilen, hakikati itibariyle (mânâ ile madde) birlik
halindeki vücûdiyyetidir. Yani ente/sen hitabı, mânâya işarettir,
zevceke/senin zevcen hitabı da maddeye işarettir, diyebiliriz. Bu
durumda mânâ’nın zevci olarak ifade edilen onun zâhir görünmesidir.
Aksi takdirde, evli olmayan, bekâr olanlar, dul olanların maneviyattan
nasibi olmaz. Ve bunu anlamış olmak el-cennet dediğimiz noktadır.
***
7. tasvirci-ressam arkadaşın ifadesi, (Evet vardır, fakat bu
resimleri “yukarıdaki çiziyor”, ben içlerini dolduruyorum) demiştir
Burada daha önceki kısımlarda, makamı tespit bakımından acele
etmeyelim diyerek, işaret ettiğimiz yere gelmiş bulunuyoruz. Kendisinin
“tasvirci-ressam” ismi ile vasıflanmasında bulunduğu makamın “Nefsi
Mutmainne” (Hakk) makamı olduğu anlaşılmaktadır.
163
Ama çizdiği hayvân resimleriyle, “Nefsi Emmâre” den görüntü
vermekle beraber, yukarıdaki ifadesinden “Nefsi Raziye” (Hayy) ve
“Nefsi Marziye” (Kayyum) kemâlâtı içinde olduğu anlaşılmaktadır. Kazâ
kaydına razılık içinde takdirde bulunduğunu arifane belirmektedir.
Böylece “emmâre” hayvân anlayışından “mülhime - levvâme”
nefsi terakkiler ile“mutmainne” (Hakk) hakikati içinde “raziye” (Hayy)
hayvânın ne olduğunu ve haliyle “marziyye” (Kayyum) irfaniyeti ehline
kâmilen tanımlamaktadır. Bundan da Efendimizdeki “Cevâmi-ül Kelim”
sıfatı Onda da zuhur etmiş görünüyor ki, bu da tam bulunduğu makamın
gereğidir.
***
Soruyu soran, anlatıldığı üzere, o anda görmüş olduğu
gibi,“tasvirci-ressam” tarafından çizilmiş hayvân şekilleri üzerine
sormuştur. Hayvânlar nefsi emmârenin Natık-ı Hayvân olma
hususiyetleriyle ehlileşmesi bakımından tasavvufta önemli yer tutar. Kim
ki bu hayvânın hakikati itibariyle irfan olunmada Rabbi eğitime girmiştir
o zaman hayvân olma halleri artık hayvânı çizme, hayvânı tanımlama,
hayvânı boyama yani hayvânata musahhar/hakim olma halidir ki, bu
da Rabbına teslimiyette olduğu için Allah onda (Radiyen Mardiyen)
mertebelerini vakti gelince görünür hale getirir.
Böylece maneviyata girdiğinde o hallerin tesirinde olan Rabbi
eğitimine (Hayy Kayyum) zikrine ve tatbikatına ulaşır. Onları
Rabbından aldığı ilham üzere çizip ve içlerini de yine Rabbından aldığı
ilham üzere boyar. Görünüşte kazâ kaydını kendi kaderlemiş, takdir
etmiş gibi gözükse de aslında Rabbına iltica ile oluşmuştur ki bu da
Rabbani bir lutuftur. Bu haliyle de hem durumun tespitini yapmıştır,
soran kişinin haline göre durumun tespitini yapmıştır, imtihanını
vermiştir ve/veya öğretmede vesile olmuştur.
***
Tekrar gözden geçirirsek,
bir yerde yaşayan bir kişi (Uzaktan gelen zat) duvarlardaki ve
her yerdeki resimlere bakar, hepsinin belirli bir özelliği olduğunu görür.
Bu özellik ise bütün tasvir-resimlerin sadece “hayvân” sûretlerinde
olduğudur. Bunun üzerine “tasvirci-ressam” arkadaşına (yapılacak
başka resim yokmu! neden hep hayvân resimleri yapıyorsun?)
dediğinde, arkadaşının verdiği cevap oldukça düşündürücüdür. (Evet
vardır, fakat bu resimleri “yukarıdaki çiziyor”, ben içlerini
dolduruyorum) demiştir.
Dikkat edilecek olursa,
“tasvirci-ressam” cevabı verirken çizimi de yapmaktadır. Kelimeyi
tevhid hakikatini nizamı İlâh-îyi bozmadan bu kadar güzel anlatım olur.
Bu ancak Kâmil bir insân’ın kemâlâtının izharıdır. Böylece yukarısı diye
kasdedilen bize örtülü bir şekilde mübin olarak anlatılmıştır.
***
Buna göre burada dikkat edilecek nokta, Mürşid, öğretmen soruyu
tevdi eden mi?... Yoksa Cevabı veren tasvirci-ressam mı?...
164
Göründüğü sıfat ile bu ifadeyi kullanarak, nefsi makamlar hakkında
anlayana bilgi vermesi, onun eğitim ve öğretimde nübüvetten hissement
olduğuna işarettir, diyebiliriz.
Demek ki burada ona soruyu soran
mı ?...yoksa o soruyu soran ile o öğretim noktasındaki kemâlâtı
bakımından o mu öğretti? Yukarıda bahsettiğimiz gibi,
- vahyi vahyeden Cebrail (a.s.) mi?...
- hakikat mürşidi Hızır (a.s.) mı?...
- İman kaviliğine sebep olacak kendini nasihatçı diye tanıtan
Ama Kûr’ân’da (sizler için adüvvün mübin) olarak beyan edilen İblis
mi?...
Hangi makam ve mertebe olarak görünmektedir ?...Her iki noktada
da hem öğretme, hem de öğrenme görünmektedir. Her ikisindeki
kemâlât, irfan olunmada kendinden kendine kendi olarak zevktedir.
*****
Yazının başında da ifade ettiğimiz üzere, Zâtından Zât-i olarak
“Kulu” na tenezzülen “Efendi Baba” daki zuhurat ile “Terzi Baba” ya
tenezzül ederek Sadii Şirâzi Hazret’lerinin hikâyesine benzer bir hikâyeyi
evl3adlarına tefekküre vesile etmiştir. Bu vesile ile de, Zâtın dervişlerdeki sûretlenmesi ve dervişlerin kendi maneviyatlarındaki mertebe ve
makam olarak sûretlenmeleri zevk edilmektedir. Allah razı olsun. Âmin.
Efendi Baba ne maksatla verdiği kendinde mahfuzdur, biz bilemeyiz
ama makamın rahmeti gereği biz bu maksatla kabul ettik. Âmin.
***
Yine Bir gün bir yerde yaşayan bir kişi tasvirci-ressam olan diğer
bir arkadaşının ziyaretine gitmeye karar vererek ifadesinden de,
yukarıda yapılan izahlar çerçevesinde hâdise ne kadar dışta, kesret
halinde görünüyorsa da, aslında bir vücûd içindeki ikmal olarak,
mânâdan maddenin kemâlâtıdır diyebiliriz.
Bu olay dışarda bir ziyaret değildir. Hakikat arifane olarak
örtülmüştür. Bunu yazan yani bize gönderen, Allah’ın izni ve rabbının
terbiyesi ile nefsine zulûmden kurtulduğu gibi, kurtulmaya yol gösterici,
rehber olmuştur. Yine Allahın izni ile bu yolda rehber, vazifelileri tespit
etmede tasarruf sahibidir. Allah ondan razı olsun. Âmin.
*************
TB 62-4-bir ressam hikâyesi
(48) Ad. M.
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm.
Tasvirci ressam mürşidimizdir.
Çizdiği hayvân figürleri olan resimler bizleriz. Kullanılan boya îmânımız.
Biz mürşidimizle olursak o da bizi öyle içimizi Allah sevgisi ile doldurur.
İçeri sert giren Azrâîl. Soruyu soran Cebrâîl’dir. Kazâ ve kader konusu
ise mürşidi bulmamızla ilgilidir.
165
Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden operim.
*************
(49) Al…. G…..
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm.
Bir gün, bir yerde yaşayan bir kişiden bahsediliyor. Mânâ’dan, Bâtıni
bir görünme söz konusu. Görünmez bilinmezden görünür bilinir olması
lâzım. Bunu da Tasvirci-Ressam vesilesi ile yapacak. Tasvirci-Ressam, iki
ismin bir arada kullanılması yani zâhir ile bâtının bir arada olması gibidir.
Tasvirci makamdır, ressam makamın görünme yeridir, çizilen resim de
evlâtlarıdır. Mertebeler değişirken görüşme ve görme olur, terakkilerde
de imtihanlar olur. Kişi, arkadaşı Tasvirci-Ressam’ı ziyaret etmek için
yola çıkar.
Arkadaş – Aynı yola baş koyan, sohbet sahibi.
Ziyaret
– Görmek.
Yol
– Tarik, seyir’dir.
İçeri girenin duvarlardaki, her yerdeki bütün resimleri görebilme
hali vardır. Her nefis mertebesini görebiliyordur.
Soruyu soran, Cebrâîl, Hızır ve İblis isimleri ile nefis mertebelerinde
hizmet ediyor. Cebrâîl ismi ile vahiy, Hızır ismi ile irşad ederek, İblis ismi
ile de imtihan için nasihat ederek hizmet eder. Hayvân resmi Nefsi
Emmâre’nin hususiyetlerindendir. Aynı zamanda hayy isminin hususiyeti
ile çizenin de diriliğini anlatıyor. Hayy olanı velâyet ile an mesajı veriyor.
1. Resimleri yukarıdakinin çizmesi kazâ, ressamın içini doldurması
kaderdir.
2. Resimlerin hayvân resmi olması sebebiyle emmâre
mertebesinden bir görünme vardır. Ayrıca çizenin kendi olmadığı idraki
ile sensin diyerek levvâme, ressamın tasavvurunda aldığı ilham
bakımından mülhime, ilhamı tatbikata koyarak çizmesi bakımından
mutmainne, hayy zikri ile diriliği açısından radiyye ve mardiyye
mertebesi ile tümünü cem etmiştir.
3. Çizilen resimler insân olsaydı marifet makamından olurdu.
4. İlham renksizdir. Yukarıdan çizilen de renksizdir. Bizim nefsi
halimize göre renk alır. Resmi yukarıdaki çizer, biz de “ben”lik hâlimize
göre renklendirir, yaptıklarımızla içini doldururuz.
5. Tasvirci-Ressam, tasavvur ettiğini çizen yani Hakk’tan aldığını
Halk’ta aynen tatbik eden Risâlet makamıdır, görünmesi Resûldür.
6. Yukarıdan çizilen çizgi aynıdır. Fakat bu çizgiler kişinin kabul
durumuna göre şekillenir.
Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden öperim.
166
*************
(50) Al….. U…..
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm.
Biraz tefekkür ettikten sonra vardığım sonuç şudur; Tasvirci-Ressam
arkadaşını ziyaret etmeye giden zat Nefs-i Emmâre mertebesindedir. Ve,
bu yüzden baktığı her resimde hayvân resimleri görmektedir.
Sizin belirttiğiniz gibi Nefs-i Emmâre mertebesi, "insân", Sâlih-kul
olma yolunda kendimizi sadece yiyip içip yatma döngüsünden sıyırmak
gibi atilan ilk adım oldugu için, bu kişi her resimde hayvân görmektedir.
O mertebede çevresindeki resimleri görüş kapasitesi o olduğundan
dolayı, tasvirci-ressam arkadaşına soruyu soruyor.
Tasvirci-ressam'ın da cevabı
“Evet vardır, fakat bu resimleri ‘yukarıdaki çiziyor’, ben içlerini
dolduruyorum”, ressamin bence daha ilerde bir makamda olduğunu
gosteriyor.
Tasvirci-ressam'ın
Mürşid
makamında
olabileceğine
inanıyorum. “Ben içlerini dolduruyorum” demesinin önemi "Ben senin bu
hayvân gorduklerinin içini, Mürşid'in olarak dolduruyorum (Allah
yolunda, Allah'in razı olduğu biçimde)" gibi bir mânâ içerdiği için
olabilir diye düşündüm Halifem.
Tasvirci-ressam'ı Mürşid olarak ele alırsak, çizdiği "hayvânların"
içini boyamak mecburiyetinde olduğunu söyleyebiliriz. Mertebeler
hakkında daha çok bilgim olmadığından dolayı haklarında sorulanları pek
açıklayamadım, özür dilerim.
Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden operim.
*************
(51) As…… D…….
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm.
1. Resimlerin olması kazâ, içlerinin boyanması kader.
2. Mürşit mertebesinden,
3. kendinden kendine görünmeleri ile bütün mertebelerdir.
4. Ressam resimlerin renklerine karar verebilir, özelliklerine göre
boyar.
5. Hakk makamı olan mürşit ilham alması nedeni ile mülhime
noktasında
gözükmektedir.
yaptıklarından
tatmin
olmasından
ötürüdür.Mutmainne mertebesinde hepsi Hakk makamının mertebeleri
olarak gözüküyor. Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden operim.
*************
167
(52) As…… G……
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm.
Piriyyet noktasından dervişlere İkramdır, Allah razı olsun.Tasvirci
ressamda görünen İnsân-ı Kâmildir.
Hâdise ne kadar dışarıda gibi görünse de bir vücût içinde kendinden
kendine olmaktadır. Bir gün iki oniki (12) yi bünyesinde cem eden biri
batında ve mânâda görünmektedir. Mertebeler değişirken görüşme ve
görme olmakta. Arkadaş, sohbet sahibi olan seyrullahda mânâ hareketi
ile içeri giriyor ve bütün mertebeleri görebiliyor. Hayvân resimleri yapan
kişinin Hayy isminin hususiyeti ile diriliğini anlatıyor. Kendisine
kullanılsın diye verilen irâdeyi sahiplenmeyip “yukarıdaki çiziyor ben içini
dolduruyorum” diyerek veren yere teslim ediyor.
1. Tasvir, tasarlamak kazâdır. Fiil halinde sûretleştirmek kaderdir.
2. Mutmainne mertebesinde Emmâre’den görüntü vermesi ile
birlikte bütün mertebeleri göstermiştir.
3. Âdem tatbikatı ile Rububiyyet mertebesi olurdu.
4. İlhamlar kişinin mertebesine göre renklenir. Ressam resimleri
boyamakta mecburdur.
5. Hak makamında Mutmainne mertebesinde diyebiliriz.
6. Bulunduğu mertebenin gereği olan şeyler çizilirdi.
Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden operim.
*************
(53) Ay….. D……
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm.
Pîriyet makamının ikramı olan bu hikâye, bizleri Ledünni bir
yolculuğa çıkarmakta, KAZÂ hükmünü KADER tatbikatında MÜRŞİD eli
ile nasıl yaşandığını anlatmaktadır. Hikâyede anlatılan bir gün bir yerde
yaşayan kişiyle anlatılan (El Yevm tatbikatındaki 12 lik sistem üzere)
olan İNSÂN-I KÂMİL’dir. Zâtından zâtına görünmesiyle evlâtlarına nefis
mertebelerini giydirerek onların terakkilerine vesile olmaktadır.
Hakk makamından gözüken İnsân-ı Kâmil Görünmeyen zâtına
işarettir. Bilgi bakımından CEBRÂÎL, Ledünni irşadı ile HIZIR, imtihan
olması ile İBLİS tatbikatı ile bizi İlmel, Aynel, Hakkel yakınlığa
getirmekte hali yaşamamıza vesile olmaktadır. Tasvirci ressam tasavvur
ettiğini çizen kişi olarak kendisinde zuhur eden resmi harekete geçiren
Mürşidi Kâmildir. Bu noktada tasavvurdaki vahyi getirirken ismi Cebrâîl
olsa da diğer (İsrâfil, Mikâil, Azrâil) üç isimle çalışır. Diğer yandan
İman kaviliğinin irşad noktası Hızır ve İblis imtihanı ile nizam üzere
ortaya çıkan oluş kişinin bulunduğu mertebenin tespiti için gereklidir.
168
Mürşidi Kâmil mertebeler değişirken görüşmek gerektiğinden
sohbet sahibinin ziyaretine gider. Arkadaşının yani Ashab’ın yanına
geldiğinde içeri girer ve bir müddet dinlenir. Bu ifadeden anladığımıza
göre o makamdan gözükmesi için önce ona duhul edip orada karar
bulması gerekmektedir ki o da öyle yapmıştır. Bir müddet sonra
duvarlardaki ve her yerlerdeki resimlere bakarak hepsinin belirli bir
özelliği olduğunu görür.
Tasvir resimlerinin sadece hayvân sûretinde olması onun bunun
sebebini anlamak istemesine yol açar ve sorar: “Yapılacak başka resim
yok mu? Neden hep hayvân resimleri yapıyorsun?’’ dediğinde aldığı
cevap düşündürücüdür. “Evet vardır, fakat bu resimleri yukarıdaki
çiziyor, ben içlerini dolduruyorum.’’ demiştir.
Duvarlardaki ve yerlerdeki resimler nefsi mertebelere
işarettir.Mülhime mertebesinden aldığı ilham ile resimleri çizen Mürşid
bize “Hay olanı Velâyet noktası ile an.” demektedir.
Çizilen resmi boyamaya geçmesi Mutmain noktasından
gözükmektedir. Mutmain noktası da Hay-Kayyum zikri ile diriliğin
kaimiyyeti gözükür. Mürşid-i Kâmil bütün bunları yaparken bunları
kendinde yapan olduğunun bilinci ile, (Fiilin fâili Allah) mülk edinmekten
çıkarak “yukarıdaki yapıyor” demesi ile kendini Hakta fâni kılıyor.
1. Râziye mertebesindendir. Çünkü râzı olan makamın gereği olarak
hayvân resimleri çizer.
2. İnsân ve doğa olsaydı Rububiyet mertebesinden olurdu. İnsân-ı
halk eden Rabbi eğitimdir.
3. Ressam resimleri doldururken resmi mazhariyetine göre boyar.
4. Ressam, Hakk makamında Mutmain mertebesindedir.
5. Bulunduğu mertebenin ilhamı gereği şeyler çizilirdi.
Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden öperim.
*************
(54) Ay……. K……
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm.
Allahın bize gönderdiği ilham ile gönüldeki uyanış ile mürşidimizi
aramaya başlıyoruz. Gelen kişi mürşit ismi ile Hızır aleyhisselâm’dır.
Mürşit duvar ve yerden bahseder. Önce yer oraya duvar olacaktır. Arz
nefis mertebeleriyle onun duvarıdır. Fiilin fâili Allah’tır.
Biz Âdem’e secde ediyoruz. Mürşidimize bağlıyız. Önce doğa ve
insân resmi çizseydi hayvâni yönümüzü bastırmış olurduk. Burada çizen
mürşidimizdir. Mürşitten çizen de Allah’tır. Fiilin fâili Allah’tır. Mürşidimiz
evlâtlarının gönlünü ince, ince işliyor çiziyor. Onları yetiştiriyor. Mecnun
Leylâ’sını buluyor. Bu da bir Âdem gönlü ile oluyor.
Allaha lâik kul peygamberimize hakiki ümmet olmayı nasip etsin.
169
Allah bağlı olduğumuz gönülden bizleri ayırmasın, âmin. Razı olup
rabbinden aldığını aynen yapması, “içini” de boyaması rabbinden aldığı
ilhamla olmasıdır. Razılık makamıyla razı olmasıdır.
Kader Allah’ ü Teâlâ’nın olacak olan bütün her şeyi önceden bilmesi
Kazâ da bu bilinen vakti ve zamanı gelince vuku bulmasıdır.
Kazâyı dikkatli olup ertelemek elimizdedir.
Bunu’ da Rabbimize tefekkür edersek geciktirmiş oluruz. Bütün bunların
görünmesi Allah’tır.
Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden operim.
*************
(55) Az……S……
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillhirrâhmânirahîm
Tasvirci-ressam hikâyesinde,
Rabbimin ikramıyla, anladığım kadarını yazmaya çalışıyorum:
Birgün dediği, Allahın nasiplendirdiği gün. Burada kişinin kazâ yazısı
yazılmış, tasvirci-ressam olan arkadaşının (yoldaşının aslında Mürşidin)
ziyaretine gitmeye karar vermesi ile de kaderini belirlemiş ve seyr-i
sülûk'a başlamış oluyor. Duvarlardaki ve heryerdeki dediği, çevresinde
ne varsa ilk nefis mertebesi olan Nefsi Emmare'de olduğu için, hayvân
tasavvurunda olduğudur. “Neden hep hayvân resimleri yapıyorsun”
dediğinde, tasvirci-resamın verdiği cevap “yukarıdaki çiziyor ben içlerini
dolduruyorum” fiilin faili Allah olduğuna göre, Allah kulunu yaratıyor,
ressam yani Mürşid ise, Dervişlerde-Müritlerde, İnsân -Adem
olmanın yolunu açıyor. Burada Mürşit Nefsi Safidedir bence. Aslında
resimlerin içini dolduran da yine Allahın onda görünmesidir. O, Haktan
aldığını halka vermek durumundadır.
Ressamın, resimlerin içini doldururken, renk ve düzenleme seçeneği
yoktur, çünkü herkes nasibi kadar alır. Rengi de düzenlemeyi de yapan
Allahtır. O ise boyamakta mecburdur. Yani emâneti yerine vermesi
gerekir. Eğer daha farklı resimler; insân veya doğa v.s. olsaydı, zâhirimaddi görüntü öne çıkar, mânâ ikinci plânda olurdu. Sizlerin de
himmetiyle. Allahım maddeden mânâ’ya geçmeyi tüm kardeşlerimle
birlikte bana da nasip etsin İnşallah.
Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden öperim.
*************
(56) Ba…… A…….
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm.
170
Necdet Arduç Efendi’miz’den gelen Dördüncü Hikâye, önce Efendi
Baba’nın gönlüne oradan Terzi Baba’nın gönlüne inmiş ve bu tasavvur
edilenler sûretlenmiş olarak biz dervişlerine Halife’miz tarafından
ulaştırılmıştır. Biz dervişlerde tefekkür gelişimi, renk ve düzenlemenin
nasıl olacağı talimi için seyir başlamıştır.
Halife’miz 11.02.2011 de gönderilmesi dolayısıyla tarihlere
dikkatimizi çekmiştir. 11+2=13 ve 2011=13, 13 ve 13 olarak bu
çalışmanın Zât’ından Zât’ına olarak Hakk Makamı’ndan olduğunu
bilmeliyiz. Tasavvur eden ve sûretleri çizen burada Efendi Baba oluyor.
Bizi yetiştirdiği dervişlerine bu sûretleri göndererek/gelerek, daha ileri
bir tefekkür için kapı açıyor.
“Tasvirci ressam olan
diğer bir arkadaşının ziyaretine gitmeye karar veriyor,” ifadesi her
ikisinin de aslında tasvirci ressam olduğu yani bir olduğunu, uzaktayken
şimdi bâtında olduğunun, keşfinin açıldığını belirtir. Kendi sorup kendi
cevap verme durumu vardır. “Bir müddet dinlenme” ifadesi bu keşfin
olması için tefekkür, inceleme, tesbit ve bağlantı kurmayı anlatır.
“Hep hayvân resimlerinin yapılması,”
seyr-î sulûkta nefis olmadan bu gelişimin olamayacağını bu yolda
nefis mertebelerinden geçilerek gidileceği hakikatini belirtir. Sûretler,
tasvirci ressam tarafından tasavvur edilip yapılsa bile, “ben” diyemediği
için “yukarıdaki” diyor. Sorulan soruya hemen bu cevabın verilmesi,
konuşmanın batınî olduğunu ve edeben olduğunu belirtir. Kapı açılmış,
arkadaş-Dost gelmiş, sorgulama ve sistem çalışmaya başlamıştır.
Burada belirli bir eğitim almış kişiler muhatab edilmiştir. Arkadaş olarak
gelenin hitab ettiği bu yolda arzu gösterenlerdir. Faaliyet içinde olanlar,
çalışma ve sohbette olanlardır (atölyede- dergâhta). Aynen hikâye de
olduğu gibi. Gelen dost artık içtedir. Artık yakındır, ara yoktur.
Resimlerin bir kısmı duvarda bir bölümü de her yerde.
Her yerde olan resimler sırat-ı mustakîmde duvarda olanlar da
seyrullahta olma halini anlatıyor. Yani dervişlerden bir kısmımız yolun
başında ve bazıları da çok ileri mertebelerde.
Bir müddet dinlendikten sonra,
yani sorgulama, inceleme, tesbit ve bağlantı kurma yapıldıktan
sonra, içten içe, mânâlar üzerinde düşündükten sonra.
Tasvir resimlerin hep hayvân sûretinde olması üzerine,
sorulan soruya ressamın verdiği cevapta, başka resimlerin de
çizilebileceği, ama şu anda nefis mertebelerinin çalışması bitmeden
diğer çalışmaların yapılmasının mümkün olmadığı, sistemin buna izin
vermediğini belirtmek için yukarıdaki çiziyor ifadesini kullanıyor.
Ama “ben içlerini dolduruyorum” diyor.
Yani, Allah arzu ettiği isimleri kullanmam için veriyor ve ben de,
bende olan duruma, iç sesime- ilhamıma göre onları kullanıyorum,
diyor. Nefis gelişimime göre hâlime göre onları kullanıyorum diyor. Aynı
zamanda tam kabulde içi rahat olarak (mutmain olarak). Ve rızalıkta,
gönderilenleri sorgulamadan alıyor.
171
Nerden geldiğini biliyor. Rızalık durumunda razı olan ve razı olunan
artık ayırd edilemez.
Soruda hikâyenin Kazâ ve Kader mevzuunda olduğu belirtilmişti.
Tasvir resimlerin çizili olması, belirlenmişlikleri, ilk yaratılış özellikleri
- a’yân-ı sabiteleri KAZÂ’dır. Tasvirci ressamın belirttiği gibi bu sûretleri
değiştirme mümkün değildir. Bu sûretler âlemlerde ki tasavvurlardır.
Bunların harekete geçmesi ve bunların kullanılmasını sağlayacak oluşum
hareketlenme lâzımdır. Âlemlerde görülmesi lâzımdır. Tasavvur tatbikata
konmazsa şuhud olmaz. İlim, malûma tabidir. Sûretler ne kadar çok
olursa olsun daha da çizilir (denizler mürekkeb, ağaçlar kâlem olsa…)
Belirlenen sûretlerin içlerini doldurmak için, renk ve düzenlemelerin daha
sonra yapılması da KADER’dir. Kazânın harekete geçme düzenidir.
Kazânın, etap etap oluşmasıdır “Kader üzere indirilir…”
Renk ve düzenlemeyi ben yapıyor, içlerini ben dolduruyorum demesi
bulunduğu mertebeye bağlı olarak zannî bir durumdur. Renk ve
düzenlemeleri yapmak, muhayyer gibi görünmesine rağmen, bu
düzenlemeyi yapan da bir tasavvur olduğuna ve değişmez özellikler
taşıdığına göre “ben yapıyorum” dese de dileyen gene sûretleri çizendir.
Mümkünü mümkün kılan Hakk’ın kendisidir. Âlemleri mümkün kılan
onun nefesidir, Rahmânî nefesi. Neticede yapılan sûretler ve
düzenlemeler ve boyamalar Hakk’tan ayrı olamaz. Biz biz de oldukça,
ben yapıyorum-sen yaptın, bu böyle-şu şöyle, iyi- kötü ayırımları vardır.
Sorulara cevablar:
Çizilen sûretlere (kazâ) ancak onlarda ki çizimlere uygun, zamanı
geldikçe ilâveler yapılacaktır. Bu ilâveler önceden belirlenmiştir (kader)
ama önceliği sonralığı vardır. Burada zâhirî olarak Tenzih Mertebesidir
diyebiliriz. (Ama aslında hakikat Mertebesini anlatıyor.)
Eğer doğa ve insân tasvirleri olsaydı, âlemlerin kendinde cem
olduğunu yaşayacaktı. “Âlemlere sığmam, mümin kulumun gönlüne
sığarım” hakikatini yaşardı. Zât mertebelerini yaşardı. Zâhiren renk ve
düzenleme seçeneği var gibi görünse de yoktur. Dileyen sûretleri
çizendir. Tasvirci ressam olduğuna göre, tasavvur makamında Hakk
makamında.
Letâfete geldikçe herhalde daha detaylar çizilirdi, daha kapsamlı
gelişmesi olsun diye. Kulak, Göz, Kalb gibi. Aslında bu kıssa bize
TEVHİDİ anlatmaktadır.
Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden operim.
*************
(57) Be….. S….. G…..
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm.
Belirli bir zaman ve mekân kaydında olmayan bir kişi, aslında
Tasvirci Ressamın içinden biri, sorgusuz sualsiz vakti geldiğinde
172
kendisini ziyarete gelir. Bir müddet dinlenerek bir durum tespiti
yaptıktan sonra duvardaki yani semanın inşaasındaki ve her yerdeki
hayvân resimlerini görür. "Hay" zikri içinde "yapılacak başka resim
yok mu?" diyerek, tatlı-sert arkadaşına sorar. Arkadaşı cevap verir;
"Fiilin fâili Allah'tır" (kendini Allah'ta ifnâ ettiğinden Allah Ehadtır) der.
Yukarıdaki çiziyor der iken, gönlündeki "Zat, Manâ çiziyor" der.
Tasvirci Ressam İnsân-ı Kâmildir. Safiye mertebesindedir. İki ismin
birleştiği tevhidtedir. Kazâ ve kader birleşmiştir Onda. Başka resimler
olsa idi de Tasvirci Ressam aldığı ilhama göre çizerdi ve nefsin
mertebelerine göre içlerini boyardı. Ressam çizdiği resimlerde ve içlerini
boyama hususunda kendini Allah'ta ifnâ ettiğinden, gönlündeki Zat,
Mânâ çizdiğinden orada hürdür. Tabiyetten geçmiştir, içindeki O'dur.
İlhamlardan da geçmiştir. içindeki O'dur, içlerini doldurur veya
doldurmaz. Tasvirci Ressam iki ismin birleşmesi, bu mertebede
olacağından, diğer mertebeler için bu mertebeye varılarak ancak çizgi
çizilirdi.
Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden operim.
*************
(58) Ez….. Ç…..
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm.
Tasvirci-ressam; mürşid Alllaha yakın olan kişidir. Mürşidin olduğu
yere gelen kişi Allah yolunda ilerlemeye karar veren kişidir. Mürşidin
olduğu yere geldikten sonra geçmişini arkada bırakır. Allah yolunda
ilerlemek için muşiddine yakın olur. Allahımız bizi yaratmıştır (Resmi
çizen Allah’tır) Resmi boyayan kişi mürşid boyarken Allahtan ilham
almıştır. Resimlerinde bahsedilen hayvân şekli bizim nefsimizdir. Mürşit
resmi boyayarak bizim nefis katlarımızda ilerlememizi sağlar Mürşitte
bunu yaptıran Allah’tır.
Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden operim.
*************
(59) Fe….. Ç…..
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm.
1. Kader, kişiye nasip olan belirlenmiş ana hatlardır. Çizim
kitaplarındakine benzer olarak ele alınırsa, çizgilerle birleştirilip, ana
resim ortaya çıkmadan, ehliyet kazanılmadan önce mânâlandırılamayan,
ancak bağlantı çizgileri ( kazâ ) ile tam olarak beliren bir resimdir.
Tasvirci ressama, noktaların varoluş ve birleşmesinin sonucu, Allah’ın
izniyle mâlûm ediliyor.
2. “Yukarıdaki ve ben” cevabı, ziyaretçisinin anlayışı ve hali ile
173
bağlantılı olarak Tenzih Mertebesini, bununla beraber kendisinin sadece
iç doldurma noktasında rızalığı, kendinden görünenin Allah olduğu
anlayışının hali de var.
3. Tasvirci ressamın içini doldurduğu resimlerin, insân ve doğa
resimleri olarak algılanmaması ziyarete gelen arkadaşının anlayışı ile de
ilgilidir. Yağmurun rahmet ya da zahmet olabilmesi, anlatılanlar ya da
gösterilenlerin, anlatılan ya da gösterilen kişinin anladığı kadar
olabilmesine benzemektedir. Tevhid mertebesinde hayvânat, nebatat,
cemadat isimlerinin bünyede bulunuyor olduğu bilinci var ve hamd esas.
4. Resimlerin renk ve düzenleme noktası kazâ, ancak ressamdan
dileyen yine ana çerçeveleri oldurandır.
5. Tasvirci ressamın Allah’ın izni ile yansıttıkları gelenin anlayışına,
sizin sohbetleriniz de her kardeş için kendi takatince açılıp nasip oluyor.
6. Beniy Âdem tatbikatı üzere, Deryayı Nuru Muhammed’deki
beşeriyet inşasında, gerekli çizgiler Allah’ın izni ve Reisül Mürşid eliyle
çizilir.
Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden operim.
*************
(60)Fi. K.
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm.
Tasvirci ressamı ziyarete gelen kişi her şeyiyle Hakkı kabul etmiş
insân-ı k3amil Hızır aleyhisselâmdır. Bütün isimleri Cem etmiştir. Tasvir
resimleri yapan kişi Razılık makamındadır. Rabbinden aldığı ilhamla
resimleri yapıyor. Fiilin fâili Allahdır.
Hayvân resmini çizmesi Hayy ismini zikrediyor. Tasvirci ressamın
gelmesi zuhurattan oluşumuna geldi. Resimlerin hayvân resmi olması
kendisindeki hayvânlığı resim ederek ortadan kaldırmasıdır.
Ressamın tasvir resimleri yapması Rabbinden aldığı ilhamladır. El
insân olma yolunda kendindeki hayvâni nefsi çıkartması ve
resmetmesidir. İnsân içinde kötü nefis besleyebilir. Hayvân sûretlerin
hepsinin özelliği vardır. İnsân hayvâni nefsini kötü veya iyi yönde
kullanabilir. Burada tasvirci ressam yaptığı tasvir resimlerini, hayvân
sûretleri kendi nefsinin görebileceği yere asmıştır. Hepsinde belirli özellik
vardır.
Tasvirci ressamın resimlerin içini doldurması nefsini terbiye
etmesidir. Bizler peygamberimizin kulluk yolundan gitmeliyiz. Nefsimizi
terbiye etmeliyiz. Nefis çok şey ister. İblis nefse tabidir. Her şeyi güzel
gösterebilir. İblis hayvâni duygularımız yoğun olduğu zaman kendini
daha çok gösterir.
174
Tasvirci ressam hayvânlığını bırakmış razı olan kişidir. Her nefis
mertebesinde o mertebeye ait hayvânlığımız çıkabilir ve resimle tasvir
edebiliriz.
Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden operim.
*************
(61) Fı….. M…..
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm.
Bir gün denerek tam bir zaman tasvir edilmemi ş. Çünkü Allah’a
ulaşmak için zaman kavramı da bırakılmalı. Gün hem geceyi hem de
gündüzü içinde barındırarak ikiliden birliğe ulaşıyor. Hikâye de geçen kişi
de gene sayı itibari ile birdir. Burada da tevhit üzere gidildiğinin işareti
vardır. Gidilme amacının ziyaret olduğu özellikle belirtilmiştir. Burada
misafirlik ya da uğramak ifadelerinin kullanılmamış olması da
düşündürücüdür. Zâhir de dahi manevi bir zâta giderken –ister ölü ister
sağ olsun- ziyaret kelimesi kullanılır. Bu da bahsi geçen kişinin ziyaret
ettiği şahsın manevi bir gönül sultanı olduğunun habercisidir. İçeriye
girer girmez resimlere bakmaz önce dinlenir. Burada ki dinlenme
dervişlerin zamanla yetiştiğini gösterir. Çünkü resimleri yani manevi
görüntüleri hemen fark edemez. Zaman geçtikçe gördüğü şeyler değişir.
Manevi bakış açısı kazanır.
Resimlerin hepsinin ortak bir özelliğinin olması onların hepsinin bir
yerden yani Allah’tan geldiğini gösteriyor. Buradaki sayının bir olması
tevhit üzere olunduğunun işareti. Duvarlardaki ve her yerdeki resimler
Allah’ın her yerde olduğunu her yer de gözükeceğini anlatıyor.
Bir başka tefekkürle de gelen Cebrâîl (a.s.)’dır. Tasvirci ressam beş
duyu organımıza hitap ediyor. Beş duyu organımız İslâm’ın beş şartı ve
hazerat ı hamseyi tasvir ediyor. Bu kişi hem tasvirci hem ressam yani
ikilikten birlik olmuş. Tıpkı Allah –Muhammed (s.a.v.) gibi. İçeri giren
Hızır da olsa şeytanda olsa gözüken gene Allah’ın kendisidir. Çünkü ikisi
de Rabbimizin izniyle görevlerini yapmaktadır. İçeri kim girerse girsin
herkes kendi görebildiği, anlayabildiği kadarıyla isimlendirir. Yani herkes
kendi mertebesince geleni kabul eder. Tıpkı yağmur gibi. Yağmurda
herkese eşit yağar ama herkes kendi halince bunu Rahmete de zulmete
de dönüştürebilir.
Yine başka bir tefekkürle içeri giren de içerideki de İnsân-ı Kâmil
mertebesindedir. Mevlânâ’yla Şems gibi birbirine örtü olmuşlardır. İçeri
giren cevabı bilse de sanki aşığın sevgilisine yaptığı cilve gibi cilvelenerek soru soruyor. Hakk makamından sorduğuna da yine aynı
mertebeden cevap geliyor.
Resimlerin hayvân resmi olması içimizde ki hayvâni nefisimizdir.
Burada yapan başkasıdır deyince edep etmiş filin faili Allah’tır demiştir.
Bu olay Cebrâîl (a.s.) mağarada peygamber efendimize “ıkra” demesi
üzerine Peygamber Efendimizin “okuyamam” demesi gibidir. Ancak
Rabbinin ismiyle “ıkra/oku” dediğinde okumuştur. Çünkü fiilin fâili
Allah’tır.
175
“Yukardaki çiziyor ben içini dolduruyorum” denildiğinde Rabbi’mizin
çizdiği insân-ı kâmil yolunda farklı yollarla ama tek yere ulaşılması
anlatılıyor.
Rabbimizin çizdiği resimler şeyhin neşesi ile farklı renklerde
doldurulabilinir. Her hayvâna kendi nefis mertebesince renk verilir. Yılan
da yeşil renk olabilirken inek de olmaz çünkü hepsinin farklı manası ve
farklı mertebesi vardır. Tasvirci-Ressam bu figürlerin içlerini boyamak
zorundadır. Lâkin renklerini Rabbinden aldığı ilhamla belirler. Ressam
Şeyhi Muhammed makamındadır. Kendisi insân-ı Kâmil mertebesindedir.
Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden operim.
*************
(62) Gö….. İ……
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm.
Kaza ve kader üzerine (1)
“Elhamdülillâhirabbülâlemin!’’ bizlere bu tefekkür konusunu
bahşettiği için. Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.) Efendimize salâtü selâm
olsun! Bizlere bu konuyu ikram ettiği için Hz. Terzi Baba’dan ve halifesi
Muhterem Efendimizden Yüce Yaratan razı olsun! Günlerdir su, su diye
inleyen bu toprakta, müjdesiyle birlikte, aynı anda yağmuruyla gelen
rahmet, içinde gizlediği hasretiyle hem yaktı, hem de susuzluğumuzu
giderdi. Günlerce gönül semâsına bakan gözlerimizden yaş olup aktı.
Rahmâni mükerrem ellerden biz dervişlere sunuldu. Toprağımızdaki
çatlamış dudaklara kana kana içme imkânını vermek üzere harekete
geçti, yaşadığımız her isimle, boyayacağımız her resimle…Haşr sûresinin
24. âyetini gönülden ikrar ettirerek, Sâdi Şîrâzi’nin, hikâyesiyle bizleri
coşturdu.
02.11.2011 tarihiyle gelen tecellide 13 13 neş’esiyle kendinden
kendine âlemlerdeki şânını kutlayan yüce Allah “Nûn vel kâlemi ve mâ
yesturûn’’ olan mübârek kâlemiyle tasvir ettiği resimlerle, bir anda (el
yevm) rahmetini indirdi. Hakîkat-i Muhammedî’yi taşıyan mübârek usta
ellerin yardımıyla bu renk dünyasına yeni bir Cân geldi.
Burada sanki “İkra bi ismi rabbike!’’ nîdâsı yankılanıyor. 20.45’te
gelen bu haberle, sanki Kadir Gecesi’nde inen “İnnâ enzelnâhü fiy leyletül kadr’’ sûresi yaşanıyor. Bizleri fecr ile beraber nûruna çıkaracak olan
selâm yankılanıyor. Sanki zaman dilimi de bu nîdâya boyun eğmiş, her
bir dervişte ayrı bir şeende harekete geçiyor; İLHAMI alan gönül
noktasındaki ziyaretleriyle dervişlerin resimlerini beziyor. Bu resimlerini
Hz. Hızır’ın yükselttiği (Kehf 18/77-22) Alî İmran’daki gibi (3/14)
muhkem olan duvarlarda veya onları, üzerine duvarların inşa edildiği
yerde (ARZ’da) sergiliyor. Her bir resim bu mânevi pınardan, Allah-ü
Azimüşşan’ın kudretinden, lûtfundan hissesini almakta.
Bizleri bir beşer (Hayvân resimleri) olarak yaratıp, Âdemiyyet
lütfuyla halife kılan, efdâl olan insân olma imkânını veren, sonra da Zât-ı
176
İlâhisine muhatap kılmayı lâyık gören Yüce Allah’a “Elhamdülillâhi
Rabbülâlemin’’.
KAZÂ olarak inen bu tefekkürde, kemâlât üzre, her bir ayrı şe’ende,
KADER olarak yaşamımızı mümkün kılan yüce Allah’a
“Elhamdülillâhi Rabbülâlemin’’.
Hz. Efendi Baba, Hz. Terzi Baba (Tasvirci ressam) eliyle Necdet
Ardıç Uşşakî Hz.’lerinde cem edip halifesi olan Muhterem Efendimizle
bizlere ulaştıran Yüce Yaratan’a her an secdede olmayı niyaz ediyor, bu
gönül. Burada kul olan derviş, gönlündeki su kabını gönül semâsına
uzatmış, yakan bir yalvarışla rahmet çeşmesinden kana kana içmek
istiyor. Bu gönül içinden ZİYARETÇİ olarak, ister Hz. Cebrâîl gelir, ister
Hz. Hızır gelir, ister imtihan eden biri… Kim gelse de kabûlüm der. O her
zaman Allah-ü Azimüşşân’dan râzıdır. “Aşık’a Bağdat sorulmaz’’
demişler. Kervan nereye çekerse… ALLAH-Ü A’LEM.
Tefekkürde Kazâ ve Kader (2)
Hz. Terzi Baba’dan gelen bu tefekkür konusunda “KAZÂ bunun
neresinde?’’ diye sorulabilir. Kazâ hükmü tefekkürün geldiği ana
kaynaktadır. Burada KAZÂ insânoğlunun beyinle, akılla techizatlandırılmasıdır değiştirilemez. Gece, gündüz, uykuda veya uyanık bütün para
sempatik, sempatik, korteks sistemleriyle durmadan çalışan, akıllara
durgunluk veren, bir saniyede 100 milyar hücresiyle 6,5x1 trilyon defa
sinir akımını harekete geçiren müthiş bir mekanizmadır. Bizlerde, Esfel-i
sâfilinden gönül semâlarına doğru duvarlardaki resimler gibi, inşa edilen
Yüce Allah’ın irfaniyyet mertebeleri ancak bu tefekkürle mümkündür.
Dünya tarihinde yeni ufuklar açan icatlar da bir tasavvurun, bir
tefekkürün eseridir. Yine dünya tarihinde yaşanan Hiroşima olayı,
atomun babası dedikleri Oppenheimer’in tefekkürünü içine alan “KAZÂ’’
olarak inen bir hükümdür. “Kün’’ emridir.
Hz. Kûr’ân’da sık sık akla ve tefekküre vurgu yapılmaktadır. Bu
düşünce ve tefekkür insânda önce tasavvurun, sonra irâdenin, sonra
tahakkuk olarak inen sistemin bir parçasıdır. Dolayısıyla tefekkür, KAZÂ
ve KADER bahsi içindedir. Bu tefekkür konusu Hz. Terzi Baba’dan
geldiğine göre bunu yerine getirmekle mükellefiz; zira Hz. Kûr’ân’da
tavsiye bâbında ifade edilen Âyetlerin bir emir hükmünde olduğunu
unutmamak lâzımdır.
Kazâ ve kader üzerine (3)
1. “Herşeyi yaratıp,
ona nizam veren ve mahlûkâtın mukadderatını tayin eden Allah yüceler
yücesidir’’ Furkan 25/2 Kazâ ve kader, kâinat ve insân dediğimiz bütün
halkedilmişlerin Kâdîr-i Mutlak Yüce Yaratan’ın “İrfan olunma hubbundan
gelen bir sistemin içinde kayıtlılığıdır.’’ Lâm Elif’in irfaniyet yolunda her
an yeni bir açılışıdır. Bu Şuhûd âleminde, sûretâ cihâd-ı asgarda, özüyle
de cihad-ı ekber olan mânâmızdaki “tefekkür, akıl, irâde, nefis
mücâdelesi…’’ gibi ya irfâniyyet yolunda, ya da dalâlet üzre taleplerimiz
ve kararlarımız ile hemhâl olan yaşantımızdır.
Burada KAZÂ ‘’KÜN’’ emridir, değişmez. KADER’de ise, sûrette ve
mânâda içinde bulunduğumuz şartlarda nâ-mütenâhi olasılıklarla, bu
177
KAZÂ emri KADERİMİZ olarak şekillenir. Kazâyı pergelin sâbit ayağına,
kaderi de oynak ayağına benzetebiliriz. Kazâ ve kader ikilisinde, ölçü
merkezdedir. Kazâ ve kader insân’ın Levh-i Mahfuz’da yazılı a’yân-ı
subûtiyyesinin şuhûd âlemindeki zuhur noktasıdır.
Soru 2. Hangi mertebedendir?
a. Zâti mertebedendir.
b. Konumuzda, HAKK makamından ikram edilen mülhime
mertebesindendir.
Soru 3. Eğer başka türlü resimler “insân veya doğa’’ olsaydı, hangi
mertebelerden olurdu?
Yüce Allah bu yaratılışı İnsân ve Doğa (Kâinat) olarak takdir ettiğine
göre, her ikisini de ayrı ayrı ele alamayız. “… olsa idi…’’ diyemiyoruz;
Yüce Rabbimiz’in ‘’KÜN’’ emridir. Bu da “Ve mâ erselnâke illâ rahmeten
lil âlemin.’’ Âyet-i kerîmesinde Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.)
Efendimiz âlemlerle birlikte zikredilmiş.
d. Doğa, dört anâsırıyla ve cemâdat, nebâtat ve hayvânât olarak,
zâten Âdem’de (insânda) mevcuttur.
Soru 4. Ressamın resimlerin içini doldururken renk ve düzenleme
seçeneği var mıdır? Yoksa boyamakta mecbur mudur?
İnsana bu seçim ihtiyârı verilmesi, seçimini hidâyet mi
yoksa dalâlet üzere mi yapacağıdır; bu Mülk Sûresi 67/2’de açıkça
belirtilmiştir. Durum böyle olmakla birlikte, resimleri arzu ettiğimiz
renklerle boyarken, yine de bizlere verilen imkânları kullanmak
mecburiyetindeyiz. Allah’ın maddî ve mânevî yarattığının dışında
kullanacak hiçbir olasılığımız yoktur. Çünkü herşey, O’nun nâmütenâhi
isimlerinin görünmesinden başka bir şey değildir. Bütün yaşananlar
“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.’’ Âyet-i kerimesiyle ifâde
edilmiştir.
Soru 5. Ressamın yaptığı işten kendisinin hangi mertebede
olduğunu düşünebiliriz?
Burada ressamın bizleri yetiştirmeyi dilediği MÜLHİME mertebesi
görünmektedir; zira ilham olmadan, zâti bir işaret, tetikleme olmadan bu
boyamayı yapmak mümkün değildir; su içmek için bile susuzluğumuzu
düşündürten O’dur. Bir bilgisayarı çalıştırmak için önce cereyan (CÂN),
sonra program ve sonra da DATA (ilhamlar) yüklenmesi lâzım ki,
program (Âdemiyyet programı) işlemeye başlasın.
Soru 6. Diğer mertebelerin birinde olan bir kimseye yukarıdan nasıl
ve neler çizilirdi?
Bu sorunun cevabını Sadî Şirâzî’nin hikâyesinde tasvirci ressam
veriyor, “Yukarıdaki çiziyor” diyerek. Yine bunun cevabı Yüce Yaratan’ın
takdiri ilâhiyesinde gizlidir. “O’nun hikmetlerinden sual edilemez!’’ Bunun
nasıl ve nerede hangi şartlarda ve hangi hikmetlerle gerçekleşeceğini
kimse bilemez. “Kendi meydan olmuş, meydan içinde’’ deyişini
hatırlayarak KAZÂ ve KADER de bütün muhtevâsıyla muhabbet ettiği
irfaniyete târik olan Rabbanî sistemden görünen Allah-ü âzimüşşândır.
178
Yüce Rabbim’e İrfan-ı âli’inden bu noktada bizleri müstefid kıldığı için
Elhamdülillahirabbülâlemin!
Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden operim.
*************
(63) Ha….. T…..
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm.
Efendi Baba’mızdan tefekkür vesilesi olarak evlâdlarına lutfettiği
hikâye.
Hikâye birgün bir yerde yaşayan bir kişi olarak başlıyor. Bu kişinin
nerden geldiğini ve kim olduğunu bilmiyoruz
sadece bir kişi olduğu belirtiliyor. Bu kişi bir arkadaşını ziyarete gidiyor
ama içerde bir müddet dinleniyor, hemen arkadaşıyla münasebet
kurmuyor. Önce geldiği yeri bir tanımaya, orda neler olduğunu tetkik
etmeye başlıyor. Duvarlardaki resimlere ama hepsinin belirli özelliği olan
resimlere bakıyor ve hepsinde sadece hayvân sûretleri olduğunu
müşahade ediyor.
Buraya kadar olan kısmı Rabbımızın lutfu ile izaha çalışırsak; bu kişi
bir yerlerden ziyaret edeceği arkadaşına hiç sormadan, istediği anda
gelerek, izinsiz ve teklifsiz içeri girip bir müddet dinlenebiliyorsa geldiği
kişiye hiç de yabancı olmayan hani nerdeyse ondan biri gibi. Oldukça
yakını. Bu hal görünmez bilinmez vücûd dalgaları iken görünür bilinir
vücûd dalgaları haline gelme muhabbeti ve şiddetli arzusu ile mükerrem
olan Âdem’den efdal olan insân-ı çıkarma teşekkülâtı ve tatbikatının
aynen meydana geldiğini gösteriyor. Yani Rabbımızın irfan olunma
muhabbeti ile kulundan görünme arzusunun zuhura gelmiş hali
diyebiliriz.
Bu kişinin duvarlardaki resimlerin hepsinin neden hayvân sûretleri
olduğu ile ilgili sorusu iki şey için olabilir. Ya imtihan ediyor veya
öğrenmek istiyor. Eğer öğrenmek için ise o resimleri çizen tasvirciressamdan bilgilenmek isteğinde, tasvirci-ressam da demek ki istediği
bilgiyi ona verebilecek bir durumda diye düşünebiliriz. Ama tasvirciressamın sadece hayvân resimleri çizmiş olduğuna bakarsak o zaman
soruyu soranın tasvirci-ressamın halinden haberdar olduğu, acaba
kendisi farkında mı diye onu imtihan ediyor diye de düşünebiliriz.
Acaba bu kişi sorduğu soru ile tasvirci-ressama bir şey öğretirken
mi öğreniyor veya öğrenirken mi öğretiyor? Bu vesile şüphesiz yeni
zuhuratların oluşumu için hazırlanan mükemmel bir zemin gibi
görünüyor. Bu aşamada tasvirci-ressamın, tasvir ile zihninde
tasarladıklarını resimlendirip sûret haline getirebilen kişinin cevabı çok
manidar ve hikayenin en önemli yeri.
Burda tasvir eden ve resimleri çizen aynı kişi olarak gözüküyor.
Hem tasarlayan hem de çizen olarak verdiği cevap çok mühim. Çünkü
böyle bir soru Rabbımızın bizdeki arzusu olan irfan olunmada tespit ve
terakkiye izin olarak düşünebiliriz. İşte burda kişinin cevabı bulunduğu
179
yeri tespit bakımından önemlidir. Kişinin çizdiği şekillerin hepsinin
hayvân resimleri olması nefsi emmâreden görünmeler olmakla birlikte
kişinin verdiği cevap “gerçek insan olmak için önce hayvânlığa ermek
lâzımdır” sözünü hatırlatıyor. Bizler de insanlığımızdan haberdar
olmazdan yani Muhammedi bir Adem gönlüne mülâki olmazdan evvel
hayvân-ı natık olarak yaşarken,
yaşadığımızı zanneden ölüler iken mül3aki olduktan sonra hayvânın
hakikati itibariyle irfan olunmada Rabbi eğitime girerek hayvân olma
hallerimizden yavaş yavaş hayvânı çizme, tanımlama, boyama
hallerinden hissement olur seviyelere ilerlemeye başladık inşaallah.
Verilen cevaba göre tasvirci-ressamın zatından zuhur edeni hem
tasvir edip hem de resmetmesi itibariyle Hakk makamının müjdecisidir
diyebiliriz. Yukardaki çiziyor biz de içini dolduruyoruz ifadesi ve cevabı
verirken hâlâ çiziyor olması tam bir teslimiyet ve rızalık içersinde nefsi
mutmain makamının tatbikatı ve razılığında olduğunu gösteriyor.
Demek ki soruyu soran da cevabı veren de sıradan kişiler değil.
Soru da sıradan bir soru değil. Demek ki kişinin artık vakti gelmiş.
Soruyu soran sorduğu sorunun hakimiyetinde, cevabı veren sorunun
nerden geldiğinin ve içinde bulunduğu halin kemâlâtıyla tam bir edeb
içersinde cevabını vererek bulunduğu makamın kemâlâtına ermiş olarak
icazetini alıyor. Cevap verirken çizime devam ediyor olması sanki bu
durumun ispatı gibi. Böylelikle bu kişi bu soru ile eğer imtihanda ise
sınavını geçiyor.
Muhammedi Âdem gönlünü tasdik ile Şeyh-i Muhammed vesilesi ile
Muhammedi yolda yürüyebilme izni ve lutfunda bizleri eğiten, eğitirken
öğrenen, öğrenirken öğreten Allah’ımız bizlere dâim ikramda.
Derviş mürşidinin Allah’ın izni ve lutfu ile çizimleri değil mi? Mânevi
edeben kendinden kendine kendini diyemiyoruz ama bu hikâyede de
görüldüğü gibi vesile sırrı ile mürşid eliyle çamurdan yapılmış, balçık
halimizi büyük bir merhamet ve lutfu İlâh-îsi ile fincana dönüştürme
gayretinden hiç vazgeçmeyip dâim kulu ile meşgul olan Rabbımıza
hamdü senalar olsun.
Elhamdülillâhi Rabbül ‘Alemiyn.
Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden operim.
**************
(64) Ha…… E……
Selamün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm.
Bu hikâye İlmel, aynel, hakkel zevk edilip, İnsân-ı kâmilden zâhir
batın tenezzül edip, efendi baba tasvirci ressam, terzi babadan görünüp,
necdet ardıç ismi ile cem edip, biz evlâtları resmi, sûretleri, Âyetleri
olup, dört ödev hepsi ayrı ayrı makam üzere efendi baba tasvirci,
tenezzülen resimi yapan terzi baba, ressam Necdet Ardıç da cem olmuş,
180
Necdet Ardıç diye örtmüş, Necdet Ardıç diye kendini açmış. Hakk Şey
âleminde eşya ile gözükmesi lâzım. Nefesi rahmân. Şeyyiyet âleminde
eşya olup, “İnneni ene Allah” diyerek maddenin mânâ olduğunu tasdik
ediyor. Zâtın irâdesi ile sözüyüz. Zat, irâde, fiil ve sözüyüz. Allah
diyemediğimiz için el ilâh diyerek yakınlaşmaya çalışıyoruz. Önce
euzibesmele yapılır. Orada hayvân resimleri vardır.
Nefsi emmârede de bol bol hayvân resimleri vardır, duvardaki resimler
gibi. Senin nefsi halin ona renk verir. İlham renksizdir, o mertebenin
rengine boyarsın. Arzdan semaya yükselir. Nefis mertebeleri yüksekliği
gösterir. Hayvânı çizerek hayata geçiren, marziye olarak senden görülür.
Allah ehattır demeyi, kulu muhammedin ağzından yapıyor. Allah
kulunun peşinden koşuyor çünkü nefsin ne olduğunu Allah biliyor. Nefis
bilmiyor. Yarabbi sen övülmeye lâyıksın, teşekkür makamı, nefsi
emmâre. Sen kendini övdüğün gibisin, nefsi levvâme, sensin, içerideki
leylâyı duyacaksın. Ley-lâ diyeceksin. Levvâmede canlandı (hidayet),
cinlendi (delâlet), kays mecnun oldu. Ley-lâ, ley-lâ diye, diye içerideki
duyuldu, aynı oldu, sonra içerisi dışarısını sürüklemeye başlattı.
Emmâre, levvâme, mülhime üçü birden çalıştı.
Sübhanallahi ve bihamdihi, Hakk makamı. Leyl-lâ olacaksın.
Maddenin mânâ oldğunu tasdik ediyor. Hakk, Meryemin rahminde
kendini meydana getirdi, böylece hakikate erdi. Leyl kendi mecnununu,
mecnunda kendi leylâsını buldu. Leyl-lâ da lâ ortaya çıkıyor. Çıkınca
hakikati muhammede kadar gidiyor. Gece lâm elif, bâtını ehadiyyet,
görünmesi itibariyle felekler halinde görünmesidir. Leylâda mecnun
mevcuttu. Mecnun ise leylâyı dışarıda aradı. Önce leylâ öldü sonra
mecnun leylâsına kavuştu. Leylâ işi biliyordu.
Ressam ve tasvirci görünen, insân-ı kâmil, mümin kulunun içindeki
Allah gözüktü. Savver/tasavvur ediyor, çiziyor. O çiziyor kazâ kaydı,
irâdeyi kül, O boyuyor mukadderat, kader kaydı, irâdeyi cüz. Tasvirci
ressam mutmain Hakk makamında emmâre, levvâme, mülhime ve Hakk
makamını râziye marziye makamını hepsini birden anlatmış evlâtlarına
giydirme, ikramda bulunuyor.
Hakla fakir, Allahla zengin, insân-ı kâmil.
Hakk makamında gözüken insân-ı kâmildir.
Gece lâm elif, leyl-lâ, gündüz görünme yeri.
Biri hem tasavvur etti, hem çizdi, hem içini doldurdu, hem boyadı.
Evlâtlarını leylâ, ley-lâ, leyl-lâ yaptı. Lâ oldu. Gece gündüz, gündüz gece
oldu. Ete kemiğe büründü. Necdet Ardıç, Ekrem diye göründü.
Lâ ilâhe illâllah muhammeden resûllüllah ile noktayı koydu.
Burada Zuhur eden :
Ey cihanı server efendimiz Senki gönüllere taht, başlara taht olansın Gel
gör, gör ve eyle Bu gönüller seni özler, seni bekler, sen olmak ister Ama
ne ister Sen istersin, o nasıl istemek Akar gönülden yaş, gözlerden
damlayarak görünürsün, Eyvah ki eyvah Yandı bu gönül, kavruldu, coştu
Kendini buldu Bulunca da zincirlerini kopardı, hürriyetine kavuştu
Muradına erdi Ne güzelmiş bilinmek, hür olmak Allah razı olsun
181
efendimiz. Tacı evkar, enharı Muhammed Kalu rahman, kâlu belâ
Rahman ve rahim olan Allah Allah allah Muhammed Muhammeden
resûllüllah Hakikatı muhammed eyle, bu topraklar baki ola Ola ola ola
hakim ola Tüm cihanı server baki ola sen ola ben ola o ola lâ ilâhe
illâllahmuhammeden resûllüllah haydi bre kalk bâki ola hayratın
mübarek ola şanın yürüsün, sen ola, ben ola, o ola yağmurun mübarek
ola evlâtların şan ola kavim ol, baki ol, sükûn uskun o,l hay o,l hak ol,
serveri cihan ol bunu sen mi yazdın, ben mi yazdım, kâlem mi yazdı kim
yazdı şimdi bu sözcükleri kim dolduracak, tasavvur eden mi, yazan mı,
yaşayan mı kim dolduracak, boyayacak, kim yaşatacak, yaşayacak.
Hakk halillullah muhammeden resûllüllah.
Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden operim.
*************
(65) Me…… K…….
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm.
2.11.2011 tarihi ile, 13+13 olarak,
Allah, Zat'ından Zat'ına, kuluna tenezzülü ile, Efendi Baba
makamından, zuhur ettiği Terzi Baba makamı ile verdiği hikâyeyi,
verildiği andan itibaren ''kün fe yekun'' olarak işleve koymuştur.
Hikâyeden murad edilen, saat 20.44 de (toplamı 10) gelen mesaj
ile, üç ay içinde her evlâdın, kendi mertebesine göre, hikâyenin
hakikatini, ilmel, aynel ve Hak'kel yakin olarak zevk etmeleri, tefekkürde
bulunmaları ile, irfan olunmalarına, onlara yeni sûret ve isimlerin
açılabilmesine bahane olan, İlâhi hizmettir.
Bağlı bulunduğumuz Gönül den inen, Vahy-i İlâhiyi yerine getirmek
için, vazifelendirilen dervişler, evlâtlar olarak, herbirimizde görünen;
Tasvir edenden, Efendi baba makamından görünen, ressam olarak, cem
makamı olan, Terzi Babadır. Dervişler olarak bizler, O nun, Tasvirci
ressamın çizimleriyiz. Zuhurat ve şehadetin birleştiği, gecenin
tasavvurunu döktüğü, ''birgün'', bir tecelli ile yeni oluşumları
müjdelemektedir.
Bir yerde, bir kişi olarak, dışarıdan gelen gibi anlatılarak, ancak
zâten içeride olan Zat'ının, zâhir ve bâtını bünyesinde birleştiren, ve
Ahadiyetinden zuhur ettiği görünmesi olan, Tasvirci ressam Terzi Baba
ile sûretlerimizi çizerek, fiili işleve geçirerek, kendindeki İlâh-î esmaları
açmaktadır. Tasvirci ressam Terzi Baba, Hakk makamından, mutmain
mertebesinden,
kazâ kaydı ile çizdiği sûretler olan dervişlerinde, evlâtlarında, bu vesile
ile onlardaki çeşitli makamlardan, İrade-i Kül olarak görünmektedir.
''Uzaktan gelen'' gelmiş ise artık uzakta değildir.
Her bir evlatta görünen olmuştur.
182
İlahi edep ile ''yukarıdaki çiziyor'' diye söylenen sûretlerin, boyanması
ise; Berrak akan suyun bulunduğu kabın rengini alması gibidir. Her
mertebenin icabı olarak, aslında bizden, bizi renklendiren de, boyayan
da O olduğu halde, bunu kendi gayret ve seçimlerimizle yaptığımız için,
''dilemesi, dilememiz'' olarak yaptığımız için, irâde-i cüz diyerek
kaderimizi meydana getiriyoruz.
Bu hikâye ile; ''Kün'' emri ile, Muhammed nurunun, Muhammed
kâlemi ile satırlanmış halinin Halife-i Hak sırrı ile, efdal olan insân olma
yolunda zevk edilmesi arzulanarak, mülhime makamının donanımlarını
bize sunan, Hakk makamının bilgi ve yönlendirmesi ile, nasıl
kullanabileceğimizin ve çizilen sûretlerimizin renklendirilmesinin,
çalışması, Kazâ hükmü ile inmiştir. Tıpkı tohumun içinde bulunduğu
şartlara ve düştüğü toprağa göre yeşermesi ve meyva verene dek aldığı
yol gibi, bu hükmün kabulü olan gönüllerdeki inşaat da, o anda
başlamıştır.
*****
Sorular;
- Anlatım hangi mertebeden
- Hak mertebesinden.
- Eğer başka türlü resimler''insân ve doğa'' olsa idi, hangi mertebelerden
olurdu?
- İnsân cemadat, hayvânat, ve nebadatın cem makamıdır.Ünsiyet kurar,
kullanır, bırakır ve bırakılır. Devamlı dönüşüm halindedir. Bu dönüşüm
içinde hangi noktada yer alıyorsa, kendini onlardan ayıramaz. Ama
bulunduğu ve göründüğü yer neresi ve hangi mertebe üzere ise o
mertebeden olurdu.
- Ressamın seçeneği varmı? Yoksa boyamakta mecbur mu?
- Su ile dolmuş bulutlar rahmeti bekleyen toprağa doğru eğildiğinde,
yağmur buluttan kaydımı artık orada duramaz. Boşalmasını aşk ile
yapmaya mecburdur. Toprakla buluşması sırasındaki sevinç ile,
kendinden kendine zevktedir. Ressam boyanmayı arzu ile bekleyen
gönüllere, kendinde var olan tüm renkleri sunar. Onda tüm renkler,
isimler mevcuttur. Her derviş, Onda semâ eden renklerden gönül gözleri
ile, sûret ve mertebelerine göre çeker, özümler ve o renge bürünerek,
evlâtlar olarak yansıtmaya başlarlar. Halkiyetin Hak'ka, Hak'kın da
mahlûkiyete aşk ve vuslat arzusunu, renkten renge bürünerek yaşarlar.
- Ressam yaptığı işle hangi mertebede?
- Hak makamının, Rubibiyet tecellisi ile, mülhime mertebesinden
görünmesinin, dervişlerdeki açılımları.
- Diğer mertebelerden olana, yukarıdan nasıl ve neler çizilirdi?
- Alim olan Allah'tır. Bu O'nun kendi ilmindedir.
Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden operim.
183
*************
(66) Mü…… B……
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm.
Tasvirci Ressam Hikâyesini kendime göre şöyle anladım;
Bir yerde yaşayan kişi çağrıldığı için (sahip) yoldaş olan kişinin
yanına gidiyor. Arkadaşının yalnız hayvân resimleri çizdiğini görüyor.
Tasvirci Ressam zikredilen hayvân isimini hayata geçirmiştir. Çizen
Allahtır.
Tasvirci Ressam, çizdiği resim itibariyle Nefs-i Mutmain
makamındadır ve aynı kişidir. Razılık itibariyle çizen Allahtır. Çizdiği
resimlerin içini mertebesine göre doldurmaktadır. Arkadaşı ressamın
yerdeki ve duvardaki resimlerinden mertebelerini görüyor. Hangi
mertebede ise içini o mertebenin rengine boyuyor. Ressam ve Tasvirci
olarak gözüken kişi İnsân-ı Kâmildir.
Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden operim.
*************
(67) Ne…… G……..
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm.
Birgün bir yerde bir kişi; burada bir (tek) özellikle birlik halinde
olunması. Hacda herkes nasıl Allah zikri ile birlik olunuyorsa burada da
tek vücût oluyor. Tasvirci ressamın diğer arkadaşına ziyarete gitmesi
yani Mürşit ismi ile Hızır (a.s.)’ın içeriye rahatça girmesi olarak
düşünüyorum. Allah’ı zikrederek gelmesi ona bütün kapıların rahatça
açılmasına sebep oluyor.
Hayvân sûretlerini çizerek razılık mertebesi ile onu hayata geçiriyor.
Yani içimizdeki hayvânca çıkışlarımızı maneviyatla onu
tutuyoruz. Âdemi tasdik ederek hayvânlığımızı yok ediyoruz.
dengede
Tasvirci ressam mutmein makamı ile Hakk makamında olarak
Allah’dan gelen ilhamla çiziyor.
Hayvân figürlerin içlerinin boyanması nefsi halin renk vermesi
olarak yedi nefis mertebesini belirtiyor.
Duvardaki ve her yerdeki resimler arz ve Semânın ayrılması ve
fiiler arzda tatbikata geçiyor. Resimlerin içinin dolması ile görünmesi
görünür hale getiriyor. Hayvânı çizerek onu hayata geçiriyor. Yani önce
hayvânsal duygularımızı ortaya çıkarıyor, ama onu maneviyat duygusu
ile çok güzel bir görünür hale getiriyoruz.
Eğer önce doğa veya insân resmi yapsaydı, hayvânsal duygularımız
bastırılmış olurdu. Ayrıca El insân kendini hemen ortaya koymaz. Bu
resimleri ben çiziyorum dese idi benlik duygusu ortaya çıkardı ama öyle
bir incelikle öyle bir edeple çizenin Allah olduğunu vurguluyor ki; “bende
çizen Allah’dır” diyor.
184
Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden operim.
*************
(68) Pı…… Ç……
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm.
Seyr-u sülukta yürürken daim; niyaz, rıza, tevbe ve teslimiyet hali
içinde olunmalıdır. Bunları en güzel yapan Hz Allah'tır. ( Kendinden
kendine ). Taşlarla dolu bir tarlayı ekip biçmek daha zordur. Ama boş bir
tarlaya daha rahat ekim yapılır. Bu da bizim kabulumüz ve istekli
oluşumuzla ilgilidir. Yağmur her yere yağar ve istediği an istediği yere
girer engel yoktur. Ama bu kişinin kabulüyle alâkalıdır.
Bu hikâyede de tasvirci ressamın içeri girip bir müddet dinlenmesi
aynıdır. Muhammedi bir gönülü kabul ve isteğinle bizde zâten var olan
programda çalışmaya başlar. Hayvân sûretlerinde olması ise Hayy
isminin daim çalışır halde olmasıdır. Tüm isimler diridir. Allah'a ulaşmak
ancak Muhammedi gönüle salli ederek olur.
Şeksiz şüphesiz tasdik halinde olunursa tasvirci ressamın işi
kolaylaşır. İstenilen resimler yapılır. Usta bir elde resimler çizilir. İçleri
doldurulur. Ama bu bizdeki kabulle ilgilidir. Hz. Allah dilerse bunu açar
ve olur. Anahtar Muhammedi gönlün elindedir. Bundan sonra bizde nefis
mertebeleri görünür. Geçişler olur. Bunların hepsi bizim bünyemizde
olur. Kulu Muhammedin ağzından bunu yapar ve bu dâim devam eder.
Allah râzı olsun. Hürmetle ellerinizden operim.
*************
(69) Sa…… D……
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm.
Kıssada Pîriyyet Makamının, seyrullahta dervişlerine nefis
mertebelerine göre lûtfettiği tatbikatlar konu edilmiş. Makam; herkesin
kendi sûretlerinde yeni sûretlerin açılmasına fırsat vermiştir.
Bir gün uzaktan gelen kişi, (bâtından-mânâ’dan gelen, yeni
oluşumların müjdecisi, zâhir ve bâtını cem eden), Tasvirci Ressam
arkadaşına gider artık uzaklık bitmiştir. İçeriye hiçbir engel ile
karşılaşmadan rahatlıkla girer (gittiği mertebeye göre haber vermede
Cebrâîl, Mürşid ismiyle Hızır ya da imtihan için İblis olma özelliklerini
barındırır.)
Ve tatbikatta bulunacağı yere gelir, durur bekler. Sonra
duvarlardaki, yerlerdeki (arzdan ayrılan 7 kat sema / 7 nefs mertebesi )
resimlere ve özelliklere bakıp neden hep aynı resimlerini çizdiğini sorar.
185
İrfan olunmaya terakki için izin olan bu soruya cevap Hakk makamının
Mülhime kemâlâtıyla gelir. “Evet o çiziyor, ben boyuyorum.” Der.
zâhirde-nefsi emmârede hayvân anlamındayken başka bir anlamda da
“Hay” zikrinde olduğuna işarettir. Böylelikle kendisine verilen irâdeyi
sahiplenmeyip, Hakiki mânâda kullanmak üzere “övülmeye lâyık olan
Sensin” diyerek teslim eder.
(1) Resimlerin tasavvur edilip tasarlanması Kazâ, Ressamın fiil
haline getirip sûretini çıkarması ve içlerini boyayıp doldurması Kaderdir.
(2) Piriyyet makamının İnsân-ı Kâmil olan Ressamda “Zatından
Zatına” hususiyeti ile tüm mertebelerde görünmesidir.
(3) İnsân; kendinde bulunan hayvânat, cemadat ve nebatat
üzerinde musahhardır. İnsân-ı halk ederek terbiye edenin Rab olması
nedeniyle Rububiyyet mertebesinden olurdu.
(4) Ressam resimleri özelliklerine ve mertebelerine göre uygun
gördüğü renklerde boyar. Boyamakta mecburdur.
(5) Hakk makamındaki Mürşidi Kâmil Ressamın, aldığı ilhamlarla
(Mülhime mertebesi) yaptığı resimlerdeki tatminlik noktası itibari ile
Mutmaine mertebesinde, ayrıca “Hay” ismine râzı olunarak Marziyye
mertebesinde cem olduğunu düşünebiliriz.
(6) Mertebesine uygun sûretler çizilirdi.
Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden operim.
*************
(70) Se…… A……
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm.
Tasvirci Ressam konulu hikâyemizde, hikâyenin başındaki
konuşmaya mânâdan maddeye kemâlat sırrı (kesrette vahdet)
diyebiliriz. Tasvirci ressam mutmain makamını, ressamdan konuşan da
İnsân-ı Kâmil’i anlatıyor. Birgün bir yerde diye başlaması, yevmiyetten
bahsetmesidir. Arkadaşın kim olduğu nereden geldiği bilinmiyor
(mânâdan görünmesidir), kendi batınından gelendir, çizilen sûretlerde
görünür hale geliyor. Lâm – Elif olarak kendini ortaya çıkarıyor.
Ahadiyyetin âlemler halinde görünmesi ve irfan olunmasıdır. Tenezzül
etmiş olduğu ahadiyyet-i vahdaniyyette
Hakikati Muhammediyye
olmuştur.
Tasvir ( tasarlamak) eden ve resmi çizen aynı kişidir. Allah’ın Hakk
makamının görünmesidir. Tasvirci ressam, tasavvur halinden çizgi haline
getirdi, sûretlendirdi (fiil etti). Arkadaşının, tasvirci ressamı görmeye
gitmesi, seyr-i sülûktur. Vakti gelmiş, terakki görüşmeyle yapılmıştır.
Tatbikata geçirmesi esmâların açılımıdır. Ressamın zâhirden mânâya
geçmesi oluyor. Resimler hayvân olarak gözüküyor. Yaptığı işle, Hayy
ismi zikrediliyor. Resimleri yukarıdaki çiziyor ben dolduruyorum demesi
Hakk Nizamıdır. Mutmain Makamı diyebiliriz.
186
Kendisine kullanılsın diye verilen irâdeyi, irâdeyi veren yere teslim
etmesi övülmeye lâyık sensin Rabbim demektir. Arkadaşı, yani soran,
öğretmen gibi görünsede aynı zamanda öğrenicidir. Sorularıyla tasvirci
ressamda açılımın olmasına vesile oluyor. Arkadaşının tasvirci ressama
gitmesi, Kazâ’dır. Belirli birgün gitmesi Kader’dir.
Yukardaki çiziyor denmesi ve Allah’tan aldığı ilhamla hiç
değiştirmeden hayvân sûretleri olarak çizmesi Kazâ’dır. Ben içlerini
dolduruyorum demesi de Kader’dir.
Resimler insân ve doğa olsaydı, Hayvânlığından arta kalan her şey
temizlenmiş olurdu. Hayvân-ı natıktan insân-ı natıka geçer. Allah’ın
vechinden, Allah’ın görünüşünden dolayı herşey pırıl pırıl olur saflaşır ve
Sâfiye Makamı olurdu.
Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden operim.
*************
(71) Su…… Y……
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm.
Efemdim hikâyede anlatılan tasvirci ressam ve arkadaşı:
Arkadaşı tasvirci ressama ziyarete gelir ve evdeki bütün resimlerin
hayvân sûretinde olduğunu görür. Sebebini arkadaşına sorar: yapacak
başka resim yok mu neden hep hayvân resimleri yapıyorsun? Arkadaşının cevabı: "evet vardır, fakat bu resimleri yukarıdaki çiziyor" demiştir.
1 - Tasvirci ressamın resimleri yukarıdaki çiziyor demesi kazâ
hükmüne giriyor. Değişmez a’yân-ı sâbite yani (doğmak ve ölmek gibi)
bizim elimizde olmayan.
2 - Hangi mertebede olduğumuza gelince, Levvâme mertebesi
olduğunu düşünüyorum.
3 - Eğer başka türlü insân veya doğa resimleri olsaydı Mulhime
olduğunu düşünürdüm.
4 - Ressamın resimlerin içini dolduruken renk ve düzenleme
seçeneği vardır. Kaderdir. Bizim hayatımızda olduğu gibi çeşitli yollar
vardır. Biz seçer ve içini biz doldururuz. Öyle Hakk dostları mürşitlerimiz
varki, artık onlar için âlem tek bir resim olmuş. Her yaradılışta hakkı
müşahede ettikleri için makam olarak Sâfiye. Beşeriyetimiz inşâsında el
insân kemâlâtı için seyrullahta Muhammedi Âdem gönlü mürşit bulup,
gönüle girip, biat edip, gösterdiği yolda yürüyüp, mülk edindiklerimizi
bırakıp kâ’be’nin içini temizlersek, mânâ eliyle bize giydirilen makam
üzere kendi gayretlerimiz doğrultusunda, mürşidimiz rehberliğinde
kâ’be’nin içini doldururuz. Kaderi kendimiz çizer renkleri kendimiz
seçeriz, boyarız. Cenâb-ı Hakk inşallah hakikatına ulaştırır.
Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden operim.
187
*************
(72) Ta…… Ş……
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm.
Ressamın Manevi Tefekkürüdür. El yevm, Bir (1) gün demek; yeni
bir açılım, gayb ve şehadettir.
Arkadaşının ziyaretine gitmek; arkadaş sohbet sahibi olan zat.
Ziyaret eden yoldan gelen misafir; seyrullahta olan kişidir. Buradaki
duvar; arzın nefis mertebelerinin orada yükselmesidir. Hayvân resimleri
ise mânevi olarak ressamın zikirleridir. Hayvân resimlerinin ayrı ayrı
özellikleri esmâlarıdır. Burada hayvân resimlerini vahy eden Cebrâîl'dir.
Ressamda fiili meydana getiren bir aşk var. "Cebrâîlle Muhammed
birleşti aşk oldu".
Yukarıdaki çiziyor demesi, Allah ehattır. Kendindeki ehadiyyeti’dir.
Çizimdeki "kazâ" karşılığı; buradaki a’yân-ı sâbit olan zâtiyyetidir. Kader
karşılığı da zâtın irâdesi vardır, irâde eden fiildir.
Resimleri boyaması irâde-i cüzde yine kendi boyuyor. Resmi
renklendiren ressamın nefsidir. Zuhurda olan ben onun aşkıyım,
nefsiyim, nefsiyim der.
Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden operim.
*************
(73) Ta…… B…….
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm.
Fiilin fâili Allah'tır. Ressam ve tasvirci hayvânı çizer, içini boyar. Ehil
bir zat tarafından yapılır. Kulu Muhammedin ağzından yapar. Burada
kazâ ve kader mevzuu anlatılır. Eğer dâim rıza halinde olunursa o zaman
bizde isimler kemâl bulur. Tasvir edenle çizen aynı kişidir. Bunu bir kişi
yapar hepsi mertebelerde îmân kazanmaya hizmet eder (Allah'ın izniyle)
Çünkü biz secde halinde mertebeler görünür. Yapan kişinin takip ettiği
diriliği anlatır. Zikredilen hayy isminin hususiyeti vardır. Bu hayvânlık ise
hayy; diri olan zikir içindedir. Tasvir ve resim kendi bünyesinde olduğu
halde o söyler. “Biz yaparız” dedi. Bu sözde ayrılma yoktur.
Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden operim.
*************
(74) Tu…… S…….
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm.
188
Tasvirci Ressam İnsân-ı Kâmildir. Teslimiyyetle Sâfiye mertebesindedir. Başka resimler olsaydı. Yedi mertebe üzerine Hakk'dan alınan
ilham üzerine çizilirdi. Ressam, çizdiği resimlerin içindeki renk ve
düzenlemeleri Rabbin'den aldığı ilham ve tevhid üzerine içinden gelerek
beşeriyete yansıtmıştır. Gönül noktasında; İlâh-î aşk ile tüm sıfatlar
resme yansıtılabilirdi.
Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden operim.
*************
(75) Üm…… D…….
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm.
Kişi, bilinmez iken, bir tecelli ile gönülden ilham alarak Allah’ın
bilinmek arzusunu yerine getirmek üzere mürşidi ile karşılaşır. İKRA
emri üzerine, dervişin seyrullahı başlar. Nefsinin Allah’ın dilediği hale
gelebilmesi için mürşidin eğitiminden geçer. Cihad ile nefis mertebelerini
aşar, Rabbani ve rahmani vücût teşekkülü ile Allah’ın tek bir’liğinin
idrakine varır ; hale geçirir. Derviş, Şeyhinde ifna olur. Safiyete erer ve
kemâlât mertebesine ulaşır. Buna mukabil, Reis-ül Mürşid de aldığı vahiy
ile müridine kavuşur, kendi geçtiği yoldan müridinin seyrullahına
rehberlik eder. Evlâdı ile bütünleşir. Bâtın ve zâhir zevc olur. Bunu el
vesile sırrı ile tatbikata koyar.
Dolayısıyla, mürşid ve mürid, vücûd-u kitab-ı Muhammedi
tatbikatında, beşer inşasında efdal kılınan insân kemâlâtı için,
seyrullahda asli hüvviyyete değin halife kılınan Âdem kimliğinde beniy
Âdem tatbikatında gece ve gündüz ; Leylâ ve Mecnun; öğrenen ve
öğreten gibi iç içedir; birbirini takip eder ve tamamlar; ayrı
düşünülemezler; halka içinde halkadırlar. Ayrı gibi ama yekvücut. Tek
ve bir …
Fiilin fâili Allah olduğuna göre, mürşidden de görünen “O”,
müridden de görünen “O”. Zâtından zâtına tatbikat ile her şey vücûd
buluyor, görünmezden görünür hale geliyor.. Madde de “O”, mânâ da
“O”. Her yerde hüvviyyet gözüküyor. Arzusu da “bilinmek istemek”
olduğuna göre, her şey bu arzuya hizmet ediyor ve zevk ediliyor.
Böylelikle hakiki hüvviyyetimiz olan HÜVE’ye varılmış oluyor.
Terzi Baba’dan gelen ödev de, bu öz üzerine, kendini örterek ve
açarak, zarif bir dil ile, çok kısa bir hikâye gibi tüm makamları cem
ederek, evlâtlarına himmet lütfu, nimetidir. Tefekküre başladığım anda
Rabbim’den inen beyan, Bu “ İrciî ilâ rabbiki” emridir” … İlâhi olarak
Efendi Baba’mızdan süzülerek gelen Allah rızası ile ve Allah rızası için
Derya-ı Nur-u Muhammedinin tam merkezine yüzme emri ve izni olarak
idrak edilebilir mi ? Allahü âlem.
*****
189
Zannediyorum vaktiyle okuduğum, “şeyh Sadii Şirazî’nin,
Bostan, gülistan” türüne benzer bir kitapta okumuş idim, hatırımda
kaldığı kadarıyla şöyle ifade ediliyor idi.
Sadi : cinsiyet -erkek /mutlulukla, uğurla ilgili
Sede : ağaçtan düşmüş meyve, sade, sadece
Şirazi : kitap ciltlemekte kullanılan bez şerit
Bostan : bahçe, bağ, genel ve özel açık mahal,koku yeri Fetih
makamı
Gülistan : gül yeri, gül bahçesi
Bostan adlı eser, ahlâk, terbiye, tevazu, mertlik, adalet, ihsan, rıza,
kanaat, şükür, tövbe gibi muhtelif konuların işlendiği on bölümden
oluşmaktadır. Hükümdarlar övülmekten çok hakka, adalet ve doğruluğa
davet edilmektedir. Gülistan adlı eser, hükümdarların hal ve hareketleri,
derviş ahlâkı, kanaat ve fazilet, susmanın yararları, sevgi ve gençlik,
zayıflama ve ihtiyarlık, terbiyenin ehemmiyeti, sohbetin adabının
işlendiği sekiz bölümden müteşekkildir.
Hakikat-ı Muhammedi üzere İKRA emri ile onsekiz âlemdeki
kendi vücûd kitabımızın yazılması mı remz edildi ?
Bir gün bir yerde yaşayan bir kişi :
zaman ve mekânda ve kişide belirsizlik var; tecelli var.
tasvirci-ressam olan diğer bir arkadaşının
tasvirci : tasavvur eden, zihinde hayal eden, sûreti çıkartan,
gece hali (görünmez) (yokluk) (batın)
ressam : çizgi haline getiren, fiil halinde sûretleştiren (görünür hale
getiren) (varlık)
ziyaretine gitmeye karar vererek
îmân ziyaret : bayram ziyareti/gelen giden/görmek/görüş/hac
ziya : ışık/aydınlık/nur/kalbin nuruyla ziyalanması/uyanması/gafletten
halas olması/
kaybolma/mahvolma
yola çıkar nihayet arkadaşının bulunduğu yere gelir
yol : seyr-i sülûk,tarik
arkadaş: bir işte birlikte bulunanlardan her biri, yoldaş, tanış, tanıdık,
dost, ahbap, refik,
biri.
yaren, birbirlerine karşı sevgi ve anlayış gösteren kimselerden her
ve içeriye girer bir müddet dinlendikten sonra
müddet : med – denizin yükselip yer kaplaması, karaya yayılması
medd – uzama, yayılma
müddet - zaman veya mekanda uzunluk, yayılım, süre
dinlenmek : güç kazanmak için çalışmaya ara vermek, yorgunluğunu
gidermek,
190
soluklanmak, istirahat, yiyecek ve içeceklerin lezzetini arttırmak
üzere bekletmek mürşidin nazarı ile toprağa, yani dervişin gönlüne
atılan tohumun filizlenme süresinin beklenmesi
duvarlardaki ve her yerdeki resimlere bakar,
senin bütün mertebelerini / yer ve duvardaki resimleri görüyor. Yer
olmazsa duvar olmaz. Hepsinin belirli bir özelliği olduğunu görür.
Bu özellik ise bütün tasvir-resimlerin sadece “hayvân”
sûretlerinde olduğudur.
hayvân : el-Hayy, ebedî hayatla diri olan : Hakk'ın ebedî hayatıyla,
kendisine
tecellî ettiği kuldur. Böylece (Abdu'l-Hayy olan) kul, O'nun
devamlılığı olan hayatı ile yaşamayı sürdürür. Kûr'ân'da ondokuz yerde
geçer
Bunun sebebini anlamaya çalışan misâfir arkadaşına misâfir:
seferde olan
(yapılacak başka resim yokmu! neden hep hayvân resimleri
yapıyorsun?)
dediğinde,
arkadaşının
verdiği
cevap
oldukça
düşündürücüdür
(Evet vardır, fakat bu resimleri “yukarıdaki çiziyor”, ben
içlerini dolduruyorum) demiştir.
*****
Gayb da ezân-ı /Allah’ın davetini gönülde duyuyor, ilham alıyor.
Mürşidini bulunca seyr-i sülûk başlıyor. Uzağın bize şah damarı kadar
yakın olduğunu; uzak ve yakının bir olmasının mânâda olduğunu
öğreniyoruz . Amener resulü tatbikatı ile mürşidi kabul, tasdik ve itaat
ile Âdemiyyete geliniyor, biyat edilip Âdem secdesi yapılıyor; hicret
ederek (eskiyi bırakıp, yeniyi arayış hali) nihayet gönlünün işaret ettiği
mürşid kapısına gelir uzaklık biter, yakiyne gelir; bizden biri…yol:
seyrullah, seyir, tarik mürşidin kabulünde nazar alıp, mânâ da doğrudan
giriyor, hulûl ediyor
Çizgi toprak seviyesini belirtiyor.
Çizginin altı görünmezi / batını; üstü ise görünmeyi /zâhiri ifade eder..
*****
Mürşidimize biyat ettiğimiz zaman hayy ismi açılıyor; mürşid çizilen
resmi zuhura getiriyor; tasvirini çizerek sûretlendiriyor. Bu sûret bizim
şeceremizden zuhur ediyor. Mürşid, duvar ve yerden bahseder. Önce
yer oraya duvar olacaktır. Arz nefis mertebeleri ile semayı anlatır.
Herkes kendi Âdem mertebesi ile onun duvarıdır
Gelen tasvirci ressam : Mürşid, insân-ı kâmil, Allah’a yakiyn olan.
Gelene insân-ı kâmil anlatıyor. Efendi Baba makamı tasavvur ediyor.
Efendi: binâdır. İnşâ işi: zevc. Terzi Baba çizgi haline getiriyor, fiil
191
halinde dervişler sûretlenmekte. Yoktan/batından görünür hale geliyor.
Âdem’e secde ile görünmezden görünüre geçiliyor. Görünme/zuhur
noktası Muhammed. Yokluktan varlığa resmedilip, şekil kazanıyor.
Tasvirci ve ressam birleşip Terzi Baba’da cem oluyor. Mürşid, ekmel
mükemmel Allah’ın görünme yeri olarak, Allah’ın irfan olunma
muhabbetine vesile olduğunu, dolayısıyla, hayy noktası ile bizdeki
Âdem’in inşâsını, yani resmin içini doldurmayı gerçekleştirmektedir.
Bu doldurma esnasında, sûretler 7 nefis mertebesini yaşayarak
seyrisüluk’u tamamlamaktadır. Seyri süluk’u tamamlama isteği ve süreci
dervişin sabır, sebat, ısrar hali ile kaderi olmaktadır. Allah’ın arzusu ise
kazâ kaydıdır. Gelen kişi de irfan olunmayı muhabbet ediyor, dolayısıyla
kendinden kendine tatbikatı yaşanıyor.. Bakara 138. Âyet : “Allah
boyasına bak ! Allah’tan güzel boya vuran kim ? Biz işte O’na ibadet
edenleriz.” Allah boyası ile boyanmak, O’nun ahlâkı ile ahlâklanmaktır.
Tevhidin vahdetin özü budur. Allah’ı görme noktasına ulaşmaktır. Sabır,
sebat, ısrar ile edepten geçer.
Nun vel kâlem ma yesturun : Nur-u Muhammedin kelâmı
yaşanmış oluyor. (Kâlem Sûresi 68/Âyet 1) Muhammed nurunun
Muhammed kâlemiyle satırlanmış hali. Vücûda inip, hal olunca, efdal
olan insân zevk ediliyor. Dervişler, O’nun çizilmiş sûretleriyiz.
Makamın sûretleri (zürriyet ve şecer) dervişlere /evlâtlarına
geçmekte. Resimleri, âyetleriyiz (burhan, alâmet, nişan eser) Kûr'ân-ı
Kerîm'in her bir cümlesiyiz; birbirinden farklı gibi görünen şeylerin
hakikat gözüyle bir ve bütün olarak görünmesiyiz. Çünkü bir anlamda,
Âyetler Allah'ın sıfatları olmakla beraber, zâtının aynıdırlar..
Muhammedin ağzından konuşan: ehad. Tatbikat Allah’ın nizamı
üzere Allah’dadır..
Terzi Baba hem kendisini örtmüş, hem de açmış.
Zâtından zuhur eden mülhimenin Hakk makamıdır
Kişi, hayvânlık mertebesine (hayvânlık hakikati, hayy anlamı)
ulaştıktan sonra insânlık mertebesine geçebilir. Allah sırasıyla madenleri,
sonra nebat, bitki, hayvân ve en sonra insânı halketti. Hayvân kelimesi,
“her an yaşayan” anlamındadır. Kişi kendisindeki hayat mertebesinden
sonra insânlık mertebesinin idrakini yaşayabilir. Mertebenin idrakı ile
Hakk’ın sıfat mertebesi devam edebilir. Sıfat mertebesi, ef’âl (şehadet)
ve esmâ (rububiyyet) mertebesini takibedip, rahmâniyet mertebesine
işaret olup, zât mertebesinden (ulûhiyyet) öncedir.
Kazâ Hakk mertebesidir; kader kişinin irâde-i cüzüne göre
mertebesi değişir. Çizen yani yukarıdaki razılık mertebesi ile Allah’tır.
Yukarıdaki çiziyor ile kendisini Allah’da ifna ettiğini beyan ediyor. Fiilin
faili Allah’tır diyor. Gönlündeki mânâ hayy çiziyor. Nefsi emmârede sana
hâkim olan, râziye marziyede sen hâkim oluyorsun. Gelen renksiz-lâ.
Sende renge girer. Gece: tasavvur. Zulmeti tasdik, sabahı müjdeliyecek.
Bende yapan var; yapma aşkı var : ikilik.
Ondan zuhur eden irâde, mertebesine göre Rabbın görünmesidir.
İrâde-i cüzz den, irâde-i külle geliniyor. Mülhimeye gelinince Nâsuh
tövbesi var. Artık mânâ ilham kapısını alır. Mutmainneye gelinir.. Allah
192
açılmayı istiyor; Şeyh’inde ifna olunacak. Şeyh dervişinde gözükecek.
Amâiyyet (yokluk) tan ehadiyyete, ve vahdaniyyeti ile hakkaniyyete
geçilecek Hak’tan alınan halka verilecek.
Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden operim.
*************
(76) Ve…… D……
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm.
Zamanda, mekân da, ve kişide belirsizlik var; gayb da, zamanı
gelince ezan / Allah’ın Davetini (Allah’ın daveti her dâim olmakta)
gönülde alıyor. İnsân olmak, kulluk etmek ve Allah’ın irfan olunma
muhabbetini zevk etmesi için; tasvirci–ressam olan arkadaşını (aynı yola
baş koyanı) ziyaret etmek / görüşmek isteği ile yola çıkıyor. Vakti
gelince gönlünün işaret ettiği Mürşidin kapısına geliyor. Mürşidin kabulü
ile nazar alınıp, gönle atılan tohumlar, Dergâh-ı İlâh-îde (Mürşidin
gönlünde) beslenerek, çimlenme süresince dinleniyor.
Amener Resulü tatbikatı ile Mürşidi kabul, Âdemi tasdik ile
Âdemiyete gelinip, biyat ediyor. Seyri sülûk’da yol alırken, mertebeleri
tanımlama bakımından, farkındalığa (farkı, fark etmek) geliyor.
Resimlerin, Mürşidin sûretleri olduğu, Hz. Muhammed’de Hz. Allah’ın
yansıması, irfan olunması tatbikatı olarak, ikilikten tevhide, vahdete,
tekbirliğe geliniyor. Resimler; kendi Âdem mertebesinde bulunan nefsin
duvarındadır, hayvân resmi olması, Allahın sûretlerinde ve kendisinde
hayy esmâsının bu el ismi ile diriliğe fiile geçme hâlini fark ediyor.
Tefekkür halinde olan derviş, mürşide / tasvirci-ressama soruyor,
öğrenmeyi murad ediyor. Mürşit ekmel mükemmel olan Allah’ın görünme
yeri olarak resimlerin fiilin fâili olan Allah’ın, arzusu ile çizildiğini ifade
ediyor. Allah’ın irfan olunma muhabbetine vesile olduğunu, dolayısıyla,
hayy noktası ile bizdeki Âdem’in inşâsını, yani resmin içini doldurmayı
gerçekleştirmektedir. Bu doldurma esnasında, sûretler 7 nefis
mertebesini yaşayarak, seyri sülûk’u tamamlamaktadır. Seyri sülûk’u
tamamlama isteği ve süreci dervişin sabır-sebat-ısrar hali ile kaderi
olmaktadır. Allah’ın arzusu ise kazâ kaydıdır. Gelen kişi de irfan
olunmayı muhabbet ediyor, dolayısıyla kendinden kendine tatbikatı
yaşanıyor. Öğreten de, öğrenen de kendisi oluyor.
Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden operim.
*************
(77) Ya…… Ç……
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm.
Buradaki tasvirci ressam ile arkadaşı farklı kişiler gibi gözükseler de
aslında aynı kişiler. Uzaktaymış gibi görünen ama aslında öyle olmayan
arkadaşın gelmesi Âdem programının açılmaya müsait olduğu an
193
anlamına geliyor. Uzaktan geldi ve o an bitti. O hep bizden biriydi.
Arkadaşın içeri girip dinlenmesi kişinin kabulde olması ve Muhammedi
gönülü tasdiği ile ilgili kısımdır. Tabir-i caizse buradaki arkadaş
Cebrâîl’dir. Aynı zamanda buna bağlı olarak diğer üç meleğinde burada
işlevi vardır. Sadece hayvân resimlerinin olması vücûdumuzdaki
hayvânatlıkla ilgili ve her şeyin hayy ismiyle başlamasıyladır.
Hayatiyyettir.
Burada ikisi de aynı olduğundan kendinden kendine hem çizmiş oluyor
hem de içini doldurmuş oluyor.
Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden operim.
*************
(78) Gü…… K…… 62-4 Ressam Hikâyesi
Selâmün aleyküm Terzi Babam, Halifem,
Bismillâhirrahmânirahîm
Efendi Babamın 2.11.2011 tarihinde “2.11 –(13)
“2.11 –(4)
2011 –(13)”
2011 – (4)”
göndermiş olduğu yazının gönderiliş tarihinden bu yazının hangi
makamdan geldiği ve 4 mertebe üzerine olduğunu görüyoruz. Ayrıca
sorulardan da 4 tanesi de metebelerle ilgili sorulmuş olup o da 4
makamı işaret etmektedir. Yani bizim 4 makam üzere tefekkür etmemiz
istenmiştir. 3 ay içinde istenmesi de ilmel, aynel, hakkel zevk edinilmesi
olarak düşünülebilir.
Bu yazıyla ilgili ilham zatından Efendi Baba’ya, oradan Terzi babaya,
oradan da evlâtlarına gelmiştir. Yani zâtından tenezzülen Efendi Babaya
iniyor, tasvirci ressam oluyor, Terzi Baba da içini dolduruyor. Bizler de
onun sûretleri – tasvirleriyiz. Zâten Efendi baba bir şey veriyorsa orada
rahmet vardır, evlâtlarına da yağmur halinde inmektedir.
Bir gün – yevm (zâhir – bâtın) (zulmet-nur) (gece-gündüz)
bir yerde yaşayan -
nedereden geldiği belli değil
bir kişi - kim? Hızır mı?
Cebrâîl mi?
İmtihan etmek isteyen iblis mi?
Nasihatcı olan veli mi?
Nasihatçı olan iblis mi?
tasvirci-ressam olan diğer bir arkadaşının ziyaretine gitmeye
karar vererek yola çıkar nihayet arkadaşının bulunduğu yere
gelir ve içeriye girer
– yakiyn biri, rahatça girebiliyor, doğrudan engel tanımadan içeri
girebiliyor.
duvarlardaki ve heryerdeki resimlere bakar
194
duvar ve yer – bizim nefis mertebelerimiz itibarıyla semânın inşâası.
Herkes ne kadar terakki ediyorsa o da onun duvarıdır.
hepsinin belirli bir özelliği olduğunu görür. Bu özellik ise
bütün tasvir-resimlerin sadece “hayvân” sûretlerinde olduğudur.
Maneviyata girdiğimizde yola nefs-i emmâre mertesi ile başlarız.
Bu mertebenin içi “insânlığa yükseliş” dışı ise “hayvânlığa iniştir”. Yani
dışını hayvân çizip, içini ne kadar insânlıkla doldurmağa çalışırsak,
emmâre, levvâme mertebeleri geçerek ilham almaya başlarız. Levvâme
mertebesinde “sensin” dediğin kadar sende açılıyor. Burada hayvân
çizip onu hayata çıkaran el razı olan eldir. Yani çizen de, dolduranda
kendisidir. Marziyye olarak da ondaki haydır. Hayvân hay dediğimiz
dirilik noktasıdır.
“yukarıdaki çiziyor”, ben içlerini dolduruyorum
Fiilin fâili Allah’tır, ben kendimi Allah’ta ifna etmişim, diyor. Su
berraktır ama hangi kaba girerse o kabın rengini alır. İçini dolduran da
kabı hangi mertebedeyse o renge boyayacaktır. Bakara 138. Âyetinde
“Sıbgatallah ve men ahsenen minallahi sibgaten ve nahnu lehu
abidun”,
mealen
“Allah’ın boyası; Allah’ın boyası ile boyanandan daha ahsen olan kim
vardır?
Ve biz, O’na kul olanlarız.
1.Kazâ ve kader mevzuu
Sûre 21, Âyet 91 “Ve nefahnâ fihâ min ruhinâ”
“biz ona ruhumuzdan nefh ettik” Âyetinde belirtildiği gibi, daha
anne karnında kazâ kaydımız çiziliyor. Yani tasvirci ressam hayvân
resmini çizip, “hay” isimini işletmeğe başlatıyor. Biz yaptığımız makbul
ve makbul olmayan işlerle resmin içini dolduruyoruz, yani kaderimizi
çiziyoruz. Hakk yolunda giden aşıklar kervanında yürüyen, gönlünü
bağlamış, takva üzere yürüyen, “Allah ahlâkı ile ahlâklanın” hadisini
destur edinmiş kişi ile yalnız dünya hayatını seçmiş kişinin resimlerin
içini doldurması yani kaderlerini seçmesi farklıdır.
2. Hangi mertebedendir?
Yukarıda da izah ettiğim gibi “Yukarıdaki çiziyor, ben içini dolduruyorum”
demekle, tasvirci ressam olarak görünen zat, ondan görünen Allah
tarafından hayvân resimlerinin
çizildiğini belirtiyor. Hay ismi
tatbikatında olan bu zat, râdiyye-mardiyye mertebeleri üzerine
çalışmasını yapıyor. (Zâten Efendi Babamdan gelen sorular da 6 adet
olup, bu da 6. mertebeye (râdiyye – mardiyye) işaret olabilir)
“Ben içini dolduruyorum” derken de bu makamda olan bir zat kendi
başına bir iş yapabilir mi!
Tabii ki ondan içeride ki “ben” içini
dolduracaktır.
3. Eğer başka türlü resimler “İnsân veya doğa” olsa idi hangi
mertebelerden olurdu?
İnsân-ı çizen de dolduran da ancak insân-ı kâmil olabilir.
195
4. Ressamın resimlerin içini doldururken renk ve düzenleme
seçeneği varmı’dır? Yoksa boyamakta da mecbur mudur?
Ressamın resimlerin içini doldururken yapacağı renk ve düzenleme
seçeneği kendi mertebesine göre olacaktır. Meselâ su renksizdir, berrak
olarak gelir. Hangi kaba koyarsanız
o kabın rengini alır. Kişinin
mertebesi ona renk verir. Bakara 138. “Allah boyası ile boyanın” Âyeti
mucibince de yukarıda bahsettiğimiz tasvirci ressam boyamakta
mecburdur. Allah hiçbir işi yarım bırakmaz.
5. Ressamın yaptığı işten kendisinin hangi mertebede
olduğunu düşünebiliriz?
Ressam zati mertebedendir. Yukarıdaki çizer ben içini doldururum
derken, fiilin failinin Allah olduğunu bilmekte ve hangi makamdan
gelirse o makamdan çalışılması gerektiğini idrak etmiştir. Burada
hayvân resimlerinin çizilmiş olması hayy isminin belirtildiği noktadır. Bu
da bu çalışmanın
Râdiyye – mardiyye mertebesinden yapılacağını
gösterir.
*************
Bismillâhirrahmânirrahîm
Buraya kadar gelen yazıları düzenledikten sonra, beklenir ümidiyle,
bende birkaç satır ilâve ile yorumlara katılmış olayım. Gerçi yazılanlar
hikâyeyi gerektiği kadar açıklamışlar geriye yazacak pek bir şeyde
kalmamıştır. Gelen cevaplardan ulaşılan idrak halimizinde nerelere
geldiği açık olarak görülmektedir. Böylece bizlerde çalışmalarımızın
boşuna olmadığını görmekte ve azda olsa bir faydamızın olduğu
düşüncesiyle huzurlu olmaktayız. Rabb’ımıza şükrederiz.
Bu vesile ile de gelen cevaplara ilgileri bakımından teşekkür ederim,
Cenâb-ı Hakk bütün evlâtlarımızın, hepsinin idrak ufuklarını ve
gönüllerini açsın, muhabbetlerini arttırsın, İnşeallah.
Yukarıda da belirtildiği gibi dosya da bulunan (78) cevaptan
hangileri sizi daha çok düşündürdü ise içlerinden, üç tanesini sıralayarak
yazın ve bana gönderin böylece birinci gelen yazıyı da tesbit etmiş
oluruz. Ancak şartı kişinin kendi yazısını ve benimkini değerlendirme dışı
bırakmaktır.
*************
Bir gün bir yerde yaşayan bir kişi tasvirci-ressam olan diğer bir
arkadaşının ziyaretine gitmeye karar vererek yola çıkar nihayet
arkadaşının bulunduğu yere gelir ve içeriye girer bir müddet dinlendikten
sonra duvarlarda ki ve her yerdeki resimlere bakar, hepsinin belirli bir
özelliği olduğunu görür. Bu özellik ise bütün tasvir-resimlerin sadece
196
“hayvân” sûretlerinde olduğudur. Bunun sebebini anlamaya çalışan
misafir arkadaşına,
>(yapılacak başka resim yokmu! neden hep hayvân resimleri
yapıyorsun?)
dediğinde,
arkadaşının
verdiği
cevap
oldukça
düşündürücüdür.
>(Evet vardır, fakat bu resimleri “yukarıdaki çiziyor”, ben içlerini
dolduruyorum) demiştir.
Kısa olmakla beraber oldukça düşündürücü ve tefekkür gerektiren
bu hikâyeyi böylece ifade ettikten sonra, ben de sorular halinde faydalı
olur düşüncesiyle biraz açmaya çalışarak cevaplarınıza yardımcı olmaya
çalışacağım.
(1) Kazâ ve Kader mevzuunda olduğudur.
(2) Hangi mertebedendir.
(3) Eğer başka türlü resimler “İnsan veya doğa” olsa idi
hangi mertebelerden olurdu?
(4) Ressamın resimlerin içini doldururken renk ve
düzenleme
seçeneği
varmı’dır?
Yoksa
boyamakta
da
mecburmu’dur.?
(5) Ressamın yaptığı işten kendisinin hangi mertebede
olduğunu düşünebiliriz.?
(6) Diğer mertebelerin birinde olan kimseye yukarıdan nasıl
ve neler çizgi çizilirdi?
Bunlar ve benzeri sorularla sizlerde bazı ilâveler geliştirerek
cevaplarınızı zenginleştirebilirsiniz Cenâb-ı Hakk tefekkürlerinizi arttırsın.
*************
Şimdi yavaş, yavaş hikâyeyi tekrar incelemeye başlayalım. Hikâye
bir iş yeri veya bir oda, da, biri içeride olan ve biride dışarıdan gelen iki
kişi arasında ilginç bir tefekkür yönüyle başlamaktadır.
Oda da buluşan iki insânın özellikleri “düşünen” varlıklar
olduklarını göstermektedir. O halde bu iki kişi gaflet ehli değil, Hakk’ın
Zâtından yola çıkarak mecbur oldukları birinci, yeryüzüne iniş-nüzül,
seferini yapmış ve aslına doğru dönüş-uruc, seferini yapmasını idrak
etmiş bulundukları hâlin bilincinde olan kimselerdir.
Her kişinin, bilindiği gibi İlmi İlâhide bir programı vardır, bu programın ismine a’yân-ı sâbite, denmekte’dir ve iki yönü vardır, birinin
hükmü “kaderi mutlak,” diğeri ise “kaderi muallâk” diye ifade
edilmektedir. “Kazâ-i mutlak,” değişmez, çünkü (emri irâdi) dir ki
hükmü kevne dönük değildir. “Kazâ-i muallâk” ise (emri teklifi)
yönüyle kevn’e dönüktür. Kevn’e-zuhura dönük olan her şeyde
değişebilen bir özelliktedir. A’yân-ı sâbite, programında Zât-ı İlâhinin
197
bütün özellikleri belirli bir oranda mevcuttur, değişik terkipler olarak
bütün insânlara hepsinin ayrı bir özelliği ile verilmiştir. Bazılarının eksisi
bazılarının artısıdır. Hiçbiri bir birine benzemez.
Birinci nüzül-iniş seferini tamamlayarak fiziki mânâ da anne “rahmi”
nden aslında Cenâb-ı Hakkı’n “rahîm” ismi şerifinden “zâhir” ismi
şerifine geçişi olan muhteşem oluşumun-doğuşun, aslında bir “ölüm”
olduğunu gene bize Rabb’ımız,
(Mülk Sûresi 67/2) (Hanginizin daha iyi iş işlediğini belirtmek için
“ölümü ve dirimi” halkeden O’dur, O. Güçlüdür, bağışlayandır.
Diyerek açık olarak bildirmiştir. Ancak biz zâhirdeki yeni gelen
çocuğun aslından ayrıldığı için ağlayarak “ınga, ınga” diye ses çıkararak
nefes aldığını görünce diri zannediyoruz, Aslında o çocuk fiziken doğmuş
mânen ölmüştür. İlk çıkardığı “ınga, ınga” sesleri ise geldiği bâtın-aslî
âleminden fizik olarak zuhura geldiği zâhir âleminin yaşantısına nasıl
uyacağının endişeleridir. Bu yüzden “ınga, ınga” diye feryadı aslında
(ayn ve gayn) harflerinin ifade ettiği mânâyı dile getirmeye çalışma
feryatlarıdır. Ayn, sesi ve mânâsı “aynını, zâtını, kendisini, özünü” ifade
etmektedir. Gayn ise “ayrılığı, gayrılığı, uzaklığı” ifade etmektedir. İşte
çocuk dediğimiz muhteşem yapı yeni küçük olarak ana rahminde inşa
edilmiş o âlemin en muhteşem beyti bu vesile ile aslından ayrılmasının
bâtıni bilinci ile “ınga, ınga” (aynımdan gayrıma) geldim feryatlarıdır.
İşte bu gayriyyet içinde dünya yaşantısını sürdüreceği mahalle
gelmiş olan, çocuk ismi verilen yeni zuhur. İçinde bulunduğu zâhir
isminin gereği olan hayata başlamaktadır. Bu hayat ise yoğun kesif ağır
madde özellikli bir yerdir. Bu yüzden bir ismi de esfeli safilin-aşağıların
aşağısıdır. Bu âlemde yaşayan kimse doğuşundan itibaren bu âlemin
özellikleri içinde nefes alıp verdiğinden nefsinin özellikleri üzerinde
oldukça ağır bir şekilde etkili olmakta ve değer yargıları bu oluşumlar
içinde nefsi benlik olarak belirlenmektedir.
Böylece kişinin kimliği bireysel nefsine dönük olarak şekil alıp
değerlendirilmekte kişi de bu anlayış üzerine hayatını dünya menfeatları
üzerine binâ etmektedir ve sadece düyasını imar etmek için
çalışmaktadır. Bunun sebebi de nefsini daha güzel daha zengin bir hayat
içinde geçirmesini temin için elinden gelen her şeyi yapmakta böylece
farkında olmadan gafletinden (gayr) hükmünde olan ve neticesi
olmayan (ölü) bir hayatın peşinde koşmaktadır. Çaresi gene kendinde
bulunan (ayn) hakikatine kendi iç, öz varlığına (ayn)ı na dönmesi
gerekmektedir.
İşte farkında olmadan bu haller içinde yaşayan kimse, ben kimim
sorularını samimi olarak sormaya başlarsa, araştırmalarında kendisine
yardımcı olacak vesileler karşısına çıkacaktır. Böylece kişinin ikinci
yolculuğunun da “uruc-yükselme” kapıları açılmış olacaktır. Bundan
sonrası kendi gayret ve çalışmalarına bağlı olacaktır. Yukarıda
bahsedilen Âyet-i Kerîme’nin ifadesi ile (Hanginizin daha iyi iş işlediğini
belirtmek için.) yapacağınız fiillerinizi ve yaşantınızı kayda alıyoruz
hükmünü, idrakle anlayarak hayatınızı ona göre tanzim etmenin gereği
ortada olacaktır.
198
Hayat hakkında bu kısa genel bilgiyi verdikten sonra, şimdi
hikâyedeki iki arkadaşın hâlini daha iyi anlamamız zor olmayacaktır.
Hikâyede geçen “ressamın bulunduğu mekân” kendinin “vücûd”
mülkünden bir bölümdür. Yaptığı işten kendinin bu sûretler hakkında
ihtisas sahibi olduğu ve seyru sülûk üzere olan bir kimse olduğu
görülmektedir. Bu sahne o kişinin “nefs-i emmâre ve nefs-i levvâme”
mertebesi itibariyle yaşadığını göstermektedir. Eğer o kişinin “seyru
sülûğu” tamamlanmış ise daha başka sahnelerdende hikâyeler olabilirdi.
Ancak sahnemiz budur ve bunun üzerinde konuşabiliriz. Bu kişinin birçok
hayvân resimleri çizmesi, bu mertebe hususunda oldukça bilgi sahibi
olduğunu ifade etmektedir. Burası onun daha evvelce farkında olmadığı
daha sonradan farkına vardığı içindeki (hayvânat bahçesidir.)
Dışarıdan gelen arkadaşı ise daha evvelce ünsiyyet ettiği halde,
farkında bile olmadığı “Esmâül hüsnâ” arkadaşlarından, hattâ
kardeşlerinden olan. Alîm isminin özelliklerinden olan “zekâ” bölümünün tasavvur yönüyle, kimlik kazanıp, soruşturarak faaliyyete
geçmesidir. Dışarıdan gelmesi aslında kendinde olupta farkında olmadığı
için faaliyyet dışı kalmış olan bu özelliğinin faaliyyete geçmesidir.
Aklı-Zâtı, olan aslına! >(yapılacak başka resim yokmu! Ne den
hep hayvân resimleri yapıyorsun?) diye sormaktadır. Cevap olarak,
>(Evet vardır, fakat bu resimleri “yukarıdaki çiziyor”, ben içlerini
dolduruyorum) demiştir.
“yukarıdaki çiziyor” dan kasıt, İlmi İlâh-î de kişinin A’yân-ı
sâbite,sinin “Kaderi mutlak,” değişmez, bölümüdür. Yukarıdan kasıt
ilk kaynak olan İlmi İlâh-îdir. Kişi bunun üzerinde bir tasarrufta
bulunamaz. Yukarıdan çizilen sadece bir çerçevedir. Bu mertebede ancak
hayvânlık sınırları çizilir. A’yân-ı sâbite, de sadece hayvân sûretleri
yoktur bütün mertebelerin dış hat tasvirleri vardır. Burada kişinin
mertebesi gereği, kendine hayvân sûretleri gönderilip içlerinin
boyanması, yani ahlâklarının belirgin hale gelip kendi üzerinde iyi
halleriyle faaliyyet gösterip, kötü hallerinden uzaklaşmak için mücadele
edilmesi istenecektir.
(ben içlerini dolduruyorum) demesi, İnsân’ın hayvân çerçeveli
resimlerinin içini doldurabilmesi, gerçek bir eğitim işidir. Bu resimlerin
içlerini doldurmak için “esfel-i sâfilin” olan bu madde âlemine inmesi
gerekmektedir. İşte buraya gelen kişi eğer gerçek bir eğitim görüyorsa
yukarıda belirtilen haller ve tecrubeleri yaşayacaktır. İşte bu halde
bulunan kimsenin ilmî tarifi, “Hayvân-ı nâtık” olarak ifade edilmektedir.
“Hayvân-ı nâtık” “konuşan hayvân” demektir. Eğer bu mertebede
kalırsa kendinden haberi olmaz, bu âlemde yaşadığını “zanneder”
aslında gerçek mânâ da henüz bu âleme ayak basmamıştır. Bu halde
kalırsa gaflet ehli olur ve ömrünün sonlarına doğru, bu seneler nasıl
çabucak bir gün gibi geçti diye hayıflanır. Aslında nasıl hayali bir hayat
yaşadığını, kendi de farkında olmadan itiraf etmektedir.
Kişi bu halde iken hedefini dışarıdan içeriye döndürmek isterde
gereğini yaparsa, kendisine içini göstermek için bir ayna verirler, bu
ayna ile içini seyretmeye başlar, işte o zaman nasıl bir “nefs-i emmâre”
199
tesirinde olduğunu anlar. “Nefs-i emmâre” kişinin içinde bulunduğu en
düşük hâlidir ve hep kötülüğü emreder.
Ehlûllahtan birine (“nefs-i emmâre”den nasıl geçilir) diye sormuşlar.
Oda cevaben, evvelâ (“nefs-i emmâre” ye nasıl gelinir,) bunun bilinmesi
lâzımdır diye cevap vermiştir. Gerçekten çok isabetli bir tesbittir, çünkü
bir yere gelinmeden oradan geçilmesi mümkün değildir.
İşte “seyru sülûk” dervişliğin ilk şuurlanması, içindeki hayvânat
bahçesindeki hayvânların, “hayvâni ahlâkların” farkında olmaya
başlamasıdır. Daha evvelce iç bünyede sessiz sedasız olan o ahlâklar
“emmârelik” vasıflarıyla o beden mülkünde salınmış gezerlerken, yavaş,
yavaş beden mülküne sahip olmaya çalışan sâliğin genel ibadetleri
zikirleri tefekkürleri neticesinde, zâten kendinde bâtınında var olan ve
kendinde yeni oluşan yeni güçleri ile de kuvvetlenerek, “emmâre nefs-i”
yavaş yavaş bazı iç bölgelerin de yenmeye başlar. İşte bu halde panikte
olan yırtıcı hayvânlar kaba güçleri ile dervişin gece zuhuratında ortaya
çıkıp onu korkutmaya başlarlar ve geri adım atmasını isterler. Bu
durumda “sâlik’e” verilen zikir ve tefekkürlerden oluşan kelime-i tevhid
ve diğer esmâ okları, silâhları ve kılıçları ile, yırtıcı “emmâre nefs-in”
hayvân sûretlerini ortadan kaldırmaya başlar. İşte burası kişinin insânlık
yolunda değerli bir aşamasıdır.
Derviş olan ressam-tasvirci, evvelâ yırtıcıları daha sonrada ehli diye
ifade edilen hayvânların, kendinde bulunan dış, “fıtri” çizimlerinin içlerini
doldurması onların farkına varmasıdır. Nasıl ki okula yeni başlayan veya
başlayacak olan çocuklara “boyama kitabı” adı verilen, sadece dışısınırları, çizilmiş kitaplar ile resim eğitimine başlanıyor ise, insânlığın da
gerçek eğitimi insân’ın içinde bulunan hayvânat bahçesinin fertlerini
tanımakla onlardan korunmayı öğrenmekle ve onların içini çizgileri
taşırmadan iyi boyamakla başlamaktadır.
Bu çalışmaların neticesinde sâlik’in kendisinde oluşan değişimler
neticesin de beşeri hayvânlık mertebesinden, gerçek hayvânlık
mertebesine geçiş yapmaya aday olmuş bir varlık olur. Gerçek hayvânlık
mertebesini ve yaşantısını idrak edemeyen gerçek insânlık vasfına
ulaşamaz denmiştir. Hayvân kelimesinin zâhir ve bâtın olmak üzere iki
ifadesi vardır. Birisi, beşer lisânında kullanılan bir sınıf mahlûkatın ismi
olmakla beraber, genelde tahkir mahiyetinde kullanılan bir sıfattır. Diğeri
ise gerçek mânâda Cenâb-ı Hakk’ın (Hayy-diri) sıfatının ilk hareket
halindeki zuhurlarıdır diye ifade edilendir ve bu halleriyle tahkir vesilesi
değil takdirlik hâlidir. Bu âlemde hayat sahibi olmayan hiçbir varlık
yoktur. Mâdenlerde mâdeni yatay durağan hayat vardır, bitkilerde,
bitkisel dikey toprağa bağlı hayat vardır, hayvânlarda ise müstakil
hareket edebilme kabiliyetleri olduğundan bu sûretlere (Hayy-diri)
sıfatının kâmil zuhur mahalleri olduklarından “hayvân”
“hay-ve-an”
“her an yaşayan” varlıklar olduğundan bu isim kendilerine verilmiştir.
O mertebeye kadar olan halkıyyet onlarda o mertebenin kemâlini
bulmuştur. İnsân da, bedenen bu mertebenin (Hayy’ı-dirisi) dir. Bu
mertebedeki ismi “hayvân-ı nâtıktır.” Ancak kendinden gafil olduğu
zaman, bu mertebedende düşüktür. (7/179) (Kel en’âmü belhüm
200
edall) (Onlar hayvânlar gibidirler. Belki onlardan daha sapıktırlar. İşte
gafil olan onlardır.)
Buradan, buranın halkından, ahlâkından, kurtulmak için nefsini
tezkiye-temizlemeye başlaması ile kendindeki gizli değerlerinden biri
olan “levvâme nefsini” yaşamaya başladığında kendinde bazı
değişikliklerin ortaya çıkması ile kendi ismi bundan sonra “nefs-i Nâtıka”
olacaktır. Buraya ulaşmak için nefsin iki ahlâkını (Emmâre Levvâme)
belirten, huylarının ifnâ-yok edilmesi gerekmektedir. Bakara Sûresi
(67/74)
bakara dosyasına da konu olan bu Âyet-i Kerîmelerde
bahsedilen (sarı) inek bu yaşantı ilede ilgilidir. Orada ineği boyayan
doğadır. Ve bu İnek kesilmiştir. Gene Ben-î İsrâîl’in sarı altından buzağı
da, yakılıp parçalanmıştır. Onu da o mertebenin “nefs-i emmâre”si olan
“Sâmiri” isimli kuyumcu icad etmiştir Ve o buzağa ibadet edenler
öldürülmüşlerdir. Daha fazla bilgi için(34-3-Bakara dosyası)na bakılabilir.
Bu hususta Mesnevi-i şeriften, Avni Konuk şerhi (cild 4 sayfa 196)
da şöyle denmektedir.
----------Gayet mâhir bir ressam güzel ve çirkin sûretleri hâvî resim levhaları
yapar. Meselâ bir levhaya gayet çirkin üstü başı yırtık pırtık ve gözleri
hasta ve beli bükülmüş, saçı sakalı karışmış bir ihtiyar dilenci resmini
yapar ve tasvirde o kadar maharet gösterir ki, cisimlenmiş zannolunur.
Zâhirde böyle bir şahsın yanından bile geçmeye nefret eden kimseler bu
levhayı hayretle seyretmeye dalarlar ve ressamın maharetini
seyrederler. Binâan aleyh bu levhada resim ve tasvir güzel ve maharet
ve hikmet ve kemâl olur. Fakat sûret çirkin’dir ve bu resimden dolayı
ressamı kimse ayıplamaz: bilâkis kemâlini ve maharetini takdir ederler.
Aynı zamanda yine o ressam hûri gibi gayet güzel bir kız resmi de yapar
ve resim ve tasvir güzel olduğu gibi sûrette güzel olur.
----------(Sahih-i buhari tercümesi cilt 11 s. 133) şöyle bir Hadîs-i şerif
vardır.
Rasûlullâh salla’lâhu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
Ebû Saîd-i Hudrî radiya’llâhu anh’den rivâyete göre.
Kıyâmet günü (ehli Cennet, Cennet’e, Cehennemlikler de Cehennem’e ayrıldıktan sonra) “ölüm” aklı karalı alaca bir “koyun” sûretinde
getirilecek. Bir dellâl: Ey Cennet halkı, diye bağıracak! Cennet’tekiler
hemen boyunlarını uzatıp başlarını kaldıracaklar ve (bulundukları yerden
çıkarak) bakacaklar. Şimdi dellâl: Bunu bilirmisiniz? Diye sorar. Ehl-i
Cennet’in hepsi onu görerek: Evet biliriz, bu ölümdür, derler. Sonra
dellâl: Ey Cehennem halkı, diye yüksek sesle seslenir! Onlar da
boyunlarını uzatıp başlarını kaldırırlar. Ve (bulundukları berzahtan çıkıp
korku içinde) bakarlar. Dellâl: Bunu biliyormusunuz, diye sorar. Onlarda
hepsi, onu görerek: Evet biliriz bu ölümdür derler. Bundan sonra
koyun sûretindeki ölüm (Cennet’le Cehennem arasında) boğazlanır.
Bundan sonra dellâl: “Ey Cennet halkı! Cennet’te ebedî yaşayacaksınız,
artık ölüm, yoktur. (Cehennem halkına da) Ey cehennem’likler sizde
201
karargâhınızda ebedîsiniz, size de ölüm yoktur!” diyecek. Bundan
sonra münâdî (Bu gaflettekiler ehl-i dünyadır.) Âyetini okur. (19/39)
----------Görüldüğü gibi Hadîs-i şerif bu hususa çok büyük bir açıklık
getirmekte’dir.
Yukarıda
bahsedilen
hallerin
hakikatini
bizlere
bildirmektedir. Peygamberimiz (ölüm aklı karalı alaca bir “koyun”
sûretinde) getirilecek. Diye buyuyarak, ölümü hayvânlık mertebesinden
“nefs-i levvâme” sûretinde tasvir etmiştir. O halde ölüm denen mahlûk
“nefs-i emmâre ve levvâme” üzerinde geçerlidir. Gerçek insân üzerinde
geçerli değildir. Fiziki olan ölüm bir yok oluş değil bir (zâika-tadıştır,)
tadış, ise aynı hayattır. “Ölen (hayvân) imiş âşıklar ölmez” diyen
Yunus emre ne kadar güzel söylemiş. O halde kişi daha şimdiden
kendinde bulunan ölümlü hâl ve taraflarının farkına varıp daha bu
dünyada iken onları eğiterek yavaş yavaş yok eder, öldürürse daha
sonra kendisinde ölüm diye bir tereddüt ve korku kalmaz. Bu ihtiyari
ölümle öldükten sonra kişinin yeni bir yapı ile ve gerçek varlığı ile ikinci
doğuşunu gerçekleştirmesini ve yeni oluşan bu “veled-i kâlb-gönül
evlâdını” bir İnsân-ı Kâmilin nezaretinde en iyi şekilde yetiştirmesi
gerekecektir. İşte böylece ikinci sefer olan “uruc” aslına yükselme
başlamış, daha bu günden ebedi hayat namzeti olmuş olacaktır.
Yukarıda başlangıçta belirtilen hayvân sûret ve tasvirlerinin
bulunduğu sahneyi bu anlayış içinde değelendirdiğimiz zaman ne kadar
yüksek bir hâl içinde olduğunu ve bu sahnenin bu haliyle okunması
neticesinde (1) Kazâ ve Kader mevzuunda olduğunu ve kendimizi
tanımamız yolunda, ise ne kadar büyük bir gerçeği ortaya koyduğunu
anlamamız güç olmayacaktır.
Bu sahnede öncelikle seyru sülûk yolunda cem içinde ilklerdenfarklardan haber verilmekte, (2) Hangi mertebedendir.? Emmâre ve
levvâme mertebesindeki nefsin tatbikatlı gerçek eğitimi yapılmaktadır.
Bu âlemde hayvân türünden başka, madenler, bitkilerde vardır
bunlara doğa tabir edilir, arzımızın her tarafı ve her bölümü son derece
güzel bir biçimde dağlar denizler ve bitkiler ile hiçbir tarafı bir birine
benzemeyen çok güzel bir biçimde düzenlenmiştir. Ressam-tasvirciye,
(3) Eğer başka türlü resimler “doğa” (çizilmiş) olsa idi hangi
mertebe’den olurdu?
Zâhirde doğa ismi verilen bu dünya sûretlerinin hepsi Zât-ı Mutlakın
Zât-ı mukayyet hükmü ile Esmâ-i İlâhiyyesinin o mertebesi itibariyle bir
sûrete bürünerek görünmesinden başka bir şey değildir. O halde âlem
eşittir-Esmâ-i İlâyyenin mânâlarının zuhur yeridir. Bu âleme (küllü şey’in
helikun illâ vechehu, 28-88) penceresinden baktığımızda, “eşya-şey’iyyet
ismi verilen her şeyin fâni olduğunu, aslında âlemin tabiat ismi ile
görünen her sûretinin bir esmânın sûretlenmiş halinden başka bir şey
olmadığını kolayca anlayabiliriz. Eğer ressam doğa resimleri yapmış olsa
idi “tevhîd-i esmâ mertebesinden, hakk’ın isimlerinin sûretlerini
resmetmiş olacaktı.
Resimler “İnsân” olsa idi. Hakikat-i İlâhiyye üzere mahlûk olarak
halkedilmiş olan İnsân bu âlemin en mümtaz varlığıdır, ancak kendi
mertebesini bilmediğinde ise çok aciz bir duruma düşmektedir. Alacağı
202
güzel bir eğitim ile kendi hakikatini idrak ettiğinde, üzerinde (külü men
aleyhe fen ve yebka vechü rabbike zülcelâli vel ikram. 55-26/27)
Hükmü “tevhîd-i sıfat” mertebesinden olan bir anlayış ile geçerli
olacaktır. Beşer İnsân’ın bu mertebede (Celâl) ismi ile beşeriyyet “men”
kimliğinin ortadan kaldırılması, yerine rabb’inin vechini ikram etmesi ile
hakikat-i insâniyye olan kendi gerçek kimliğine ulaşmış olmasıdır. Daha
sonra tevhîd-i zat mertebsinde de bütün kimlikleri kendi varlığında
toplamasıdır. Buralara ulaşan kimse “ikinci uruc-yükseliş seferini” de
yapmış olmaktadır.
Eğer, Resimler “İnsân” olsa idi! İnsân resimlerinin çizilmesi üç
hâl üzeredir.
(1) Cemâl-i Muhammedî’nin zâhir bâtın resmi yapılamaz. Çünkü
“Vech-i İlâhî’” dir. (bana bakan Hakk’ı görür) hükmüdür. Hakk ise zât-ı
yönünden değil isimleri yönünden kesret üzere olan görünüştür.
(2) Kâmil İnsân’ın, zâhir resmi haline göre yapılabilir bâtın’ı ise
yapılamaz.
(3) Nâkıs-eksi, İnsân’ın zâhir, bâtın resmi yapılır, çünkü her hali
maddeleşmiştir. Maddenin de hali yoğun olduğundan görülür, görülen
maddeninde resmi yapılabilir.
(4) Ressamın resimlerin içini doldururken renk ve
düzenleme seçeneği varmı’dır? (Vardır.) Eğer seçeneği olmamış
olsa idi, o değerli bir san’atkâr olamaz hep aynı resimleri çizen robot
olurdu. Robot ise düşünen varlık değil kurgulandığını işleyen ölü bir
makine dir. İnsân ise diri bir kimliktir. Bu hususta Efendimizin bir
hadisini belirtmek yeterli olacaktır zannediyorum. (Sûre-i Yûsuf s. 110)
*************
Sahîh-i Buhârî /9. cilt. 1385 no.lu hadîs-i şerîf.
“Ebu Hüreyre r.a. den rivâyet olduğuna göre Rasûlüllah (s.a.v.)
Efendimizin Yûsuf (a.s.) hakkında aşağıdaki sözlerinde açık olarak
görüldüğü gibi bu âlemde kişilere göre “kaderi muallâk” yönünden
kişilerin irâdî olarak birey varlığı ve mes’uliyyeti ve karar yetkileri olduğu
görülmektedir. Eğer öyle olmasa idi Efendimiz “bende olsam aynı şeyi
yapardım” derdi.
Açık olarak kendisi! Eğer ben zindanda Yûsuf’un kaldığı gibi uzun
zaman mahpus kalsaydım (onu) mahpesten çıkarmaya gelen kişinin o
da’vetine hemen icabet ederdim (de: haydi efendine git de tahkikat
yapsın!) demezdim) "demiştir" buyurmuştur.
Demekki her mertebede kişinin kişilik sorumluluğu vardır ve verdiği
kararların neticesinden mes'uldür. Demekki insân hakikat-i insâniyye’si
ve a'yân-ı sabite’si yönüyle kendisine tanınan saha ve süre
içerisinde hilâfeti yönüyle hür bir bireydir. Bu özelliğini idrak eden kimse
Âriflerdendir. Ve İlâh-î benliği ile hakk'ta, Hakk olarak yaşayanlardandır.
Efendimizin bu beyanatı açık olarak bu hususu tasdik ederek bizlere
bildirmekte’dir.
Efendimizin, “Melik’in da’vetine hemen icabet ederdim”
203
demesi tevhîd-i küllî makamında olmasından’dır.
Melik’in da’vetini
“Mâlik’el mülk olan, Hakk’ın da’veti olarak kabul etmesi dir.” O
sürede Yûsuf (a.s.) da iffet ve temizlik ben’liği olduğundan bu yönüyle
kendisinin dışarıdan temizlik husûsiyyetinin tasdik edilmesini istemesidir.
Mertebeleri itibariyle her iki davranış’ta kendileri yönünden doğrudur.
Bu halleri idrak etmeden yaşayanlar ise, kendileri nefs-i
emmârelerinin benliği yönünden gaflet içinde nefislerinin geçici
hürlüğünü kendi hürlükleri zannederek bu dünyanın hayali içinde, ben
yaptım ben ettim demektedirler. Bunlarda kendilerini Hakk'tan ayrı, zan
ve gaflet içinde ki hayâli benlikleri ve nefisleri ile birlikte nefis kuyusunda
mahpus ki, dünyası bu kadardır, ancak kendilerini hür olarak yaşadığını
zanneden kimselerdir. İşte bu yüzden Yûsuf gibi kuyudan çıkıp Beden
Mısır-ı mülküne Sûltan olmak lâzım gelmektedir.
*************
Yoksa boyamakta da mecburmu’dur.? (Değildir)
Eğer mecbur olduğunu zannederek resimleri o anlayış ile içlerini
doldursa idi (cebriyye) mezhebi mensubu olurdu, çünkü bebr, cebreden
ve cebredilen ikiliğini gerektirir ki buda şirktir. Eğer bir cebir varsa buda
kişinin kendi Hakikat-i olan (a’yân-ı sâbitesi)nde ki hakikatlerinin (kazâ-ı
mutlak) yönünden kendi kendisinde bulunan kendi iradesi ile zuhura
çıkmasıdır. Bu ise “cebir” değil “dilemek” tir, dilemek ise isteyerek,
severek ve sonunu baştan kabullenerek olan bir davranıştır.
(5) Ressamın yaptığı işten kendisinin hangi mertebede
olduğunu düşünebiliriz.?
Hikâyede bahsedilen ressamın bu sahnede sadece “hayvân”
resimlerini çizmesi bu mertebesi itibariyle ihtisas sahası olan “emmâre
ve levvâme” mertebesinden zuhurda olduğu anlaşılmaktadır. Eğer o
ressam, görebildiğimiz bu âlemdeki bütün sûretlerin resimlerini
çizebiliyorsa (ressam-ı a’zâm) olan “kâmil ressam-kâmil İnsân”dır, bu
makam ise daha evvelce bütün sûretlerin yapıldığı atölyelerde ihtisas
gördüğünden her türlü resimleri kolaylıkla çizebilecektir. İşte bu Kâmil
ressam karşısına gelen dış haliyle beşer insân görüntüsünde olan nefs-î
insân’a seyru sülûkunda hangi mertebeye doğru, yol alıyorsa oranın
sûretlerini sâlike çizip gözünden gönlüne aktarmaya çalışmasıdır. Aslında
çizilen sûretler-tasvirler, zâten kişinin içinde mevcud olan sahne
bülümleridir iç hâlinin resimlerini böylece kendisine farkında olmadan
göstermesi ve sâlikinde zaman içinde aslında bu sûretlerin kendi iç
mertebelerinin aşikâre çıkmasından başka bir şey olmadığını anlamasıdır.
Böylece, kâmil ressam bu sûretleri sâlikin gönlüne nakşetmesi ile
sâlik’te bu hususta o mertebenin resim-tasvir çalışmalarına başlamış bu
hususta eğitilmiş olmaktadır. İşte bir bakıma “Kûrb’ân bayramı” nın
hakikati de bu sırra dayanmaktadır. Kâmil mürşid’in “Kûrb’ân bayramı”
hakikatlerini idrak etmiş ehli kemâl bir kimse olması gerekmektedir aksi
halde bu faaliyetlerin hiç biri tahakkuk etmez sadece sözde kalır.
“Ramazan bayramı” nın hakikakat-i (halife-i şahsiye) “Kûrb’ân
bayramı”nın hakikat-i ise “Halife-i tebliiyye” dir. İşte sâliklerin yola
koyulduktan bir müddet sonra zuhuratlarında öncelikle muhtelif cinsten
204
hayvânları görmeleri o sâlik’in gönül odasında, ressamın yani “Kâmil
İnsân” ın sâlik’in o ahlâklarını ortaya çıkarmaya ve onları yok etmesi
gerektiğini kendisine bildirmesi’dir. Bir şeyin yok edilmesinin ilk şartı o
şeyin tesbit edilmesidir. İşte kûrb’ân bayramının üç gününde kesilen
kûrb’ân lar bu hakikatin genel bir tatbikatıdır. Dördüncü gün kûrb’ân
kesilmez, çünkü o gün (Zât) günüdür Zât mertebesinde ise zuhur
olmadığından herhangi bir fiilinde olması mümkün değildir.
İbrâhîm (a.s.) ın oğlu İsmâil-i kûrb’ ân etme hadisesi bu hakikatin
şer’an bildirilmesidir. Gelen koç’un,
ise nefs-i levvâme mertebesi
olduğunu zâten biliyoruz. Koç’un gökten gelmesi ise, hikâyede geçen
(yukarıdaki çiziyor) hükmü ile içininde dışınında yukarıdaki, yani a’yân-ı
sabitelerinde olan (Kazâ-ı mutlak) bölümünden olmasıdır.
(6) Diğer mertebelerin birinde olan kimseye yukarıdan nasıl
ve neler çizgi çizilirdi?
Her mertebenin özelliği ayrı olması dolayısıyla her mertebe de nasıl
faaliyyet varsa o mertebenin özellikleri çizdirilirdi.
İşte (Kâmil ressam, tasvirci-Kâmil insân.) Üçüncü Hakk’anî-Hakk
olarak iniş-nüzülünü yapmış olduğundan bütün mertebelerin resim ve
tasvirlerini karşısına gelen kişinin mertebesinden ona bir ayna, olarak
kendisine yansıtır ve kişi karşıda gördüğünü zan ettiği şeylerin aslında
kendi gönlünde parlayarak açığa çıktınığını zaman içinde fark eder.
(Kâmil ressam, tasvirci-Kâmil insân.) uzun seneler bu resimleri
yapa yapa yorulur, daha sonra bu resimleri yapma yerine yapılan
resimleri yansıtma haline geçer. Ve kendisi pek temiz bir ayna
olduğundan, her resmi olduğu gibi yansıtır. O’na bakarak, bazı kimseler
o’nu ehli îmân Bazı kimseler ise onu ehli isyan zannederler. Çünkü o’na
bakanlar ancak kendi iç bünyelerindeki kendi ahlâkî resimlerini
gördüklerinin farkında olmadıkları için kendi hâl ve ahlâklarını o’nun
ahlâkı ve hâli sanırlar. Hâlbu ki, aslında o’na bakanın Efendimizin
buyurdukları gibi, o’nda “Hakk’ı görmesi” lâzımdır, çünkü aslı budur.
*************
Bu husuta Efendimiz hakkında yaşanan bir hâdise anlatılır. Bir gün
Efendimiz sahabîsi ile bir yerde bulunuyor iken oradan geçen “ebu cehil”
kendisine takılarak bazı yakışmayan tahkir hükmünde sözler sarfetmiş,
Efendimizde doğrudur diye sözlerini tasdik etmiş. Daha sonra Hz.
Ebubekir (r.a.) gelmiş o’da tam tersi onu son derece yüceltici sözlerle
övmüş, Efendimiz o’na da doğru söyledin diyerek sözlerini tasdik etmiş.
Bunun üzerine orada bulunan sahabîler, ya Rasûlüllah bu nasıl iştir biri
geldi sizi kötüledi diğeri ise sizi tasdik ederek yüceltti siz ikisine de
“doğru” dur dediniz bu nasıl oluyor diye sorduklarında Efendimiz! (ben
bir aynayım ebu cehil geldi farkında omadan bende kendi kötülüğünü
gördü ve onları anlattı, bende doğru söyledin, dedim. Arkadan Ebu Bekir
geldi oda bende kendi güzelliğini gördü ve onları söyledi) diyerek
hadiseye açıklık getirmiştir. Böylece bu husuta bizlerede büyük bir bilgi
hazinesi bırakmıştır.
205
*************
Yeri gelmişken faydalı olur düşüncesiyle gene “Mesnevî-i şerif”
hazinesinden özet olarak başka bir ressam hikâyesi ile yazımızı bitirmeye
çalışalım. (Şerh-i Mesnevi Tahir-ül Mevlevi, cild 5 sayfa 1607)
*************
Rûmîlerle Çinlilerin nakkaşlık ve ressamlık-tasvir, san’atında
iddiaya girişmeleri.
“Çinliler: Biz daha mâhir nakkâşız dediler. Rûmîler de: Biz daha Ustayız da’vâsını ettiler.”
“Pâdişah dedi ki: Bu bahiste imtihan yapacağım. Bakalım sizden
hangi taraf, iddiasında doğru ve üstün çıkacak.”
“Rûm diyarından ve Çin ülkesinden olan nakkaşlar bir araya geldiler. Rûmîler bu ilme daha ziyâde vâkıf idiler.”
“Çinliler: Bize mahsus olmak üzere bir oda veriniz. Bir oda da sizin
olsun dediler.”
“Kapıları karşı karşıya iki oda vardı. Bunlardan birini Çinliler, öbürünü Rûmîler aldı.”
“Çinliler padişahtan yüz türlü boya istediler. O mes’ûd hükümdar da
hazinesini açtırdı.”
“Her sabah Çinliler için hazineden müretteb boya ta’yini vardı.”
“Rûmîler dediler ki: Ne nakş ne boya lâzımdır. Bizim san’atimizde
pası ve küdûreti def’etmekten başka bir şey işe yaramaz.”
“Kapıyı kapadılar ve duvarları cilâladılar. Felek kubbesi gibi nakşu
elvandan-renklerden sade sâfi oldular.”
“İkiyüz türlü rengten rengsizliğe yol vardır. Reng bulut gibidir, bî
rek-renksizlil ise aydır.”
“Bulutta ziya ve nûrdan her ne görürsen onu yıldızdan, güneşten ve
aydan bil.”
“Çinliler işlerini bitirince sevinçten davullar çaldılar.”
“Padişah geldi Çinlilerin boyadığı odaya girdi. Orada öyle nakışlar
gördü ki, onların inceliği ve güzelliği aklı ve Fehmi hayran ediyordu.”
“Sonra Rûmîler tarafına geldi. Ara yerdeki perdeyi kaldırdılar.”
“Çinlilerin yapmış oldukları resimler ve işler, o cilâlanmış ve safvet
peyda etmiş duvarlara aksetti.”
“Padişah Çinliler tarafında ne gördüyse burada daha iyi ve parlak
görünüyor, âdetâ nazarı gözden kapıyordu.”
“Rûmîlere gelince ey peder; onlar sôfilerdir ki işittiklerini hıfzetmek
için tekrarlamaktan ve birçok kitab okumaktan müstağnîdirler. Sûreta
hünersiz ve ma’rifetsiz görünürler.”
“Lâkin göğüslerini, ya’ni kalblerini zikrullah ile cilâlanmışlar, tama,
haset, hırs, ve kîn gibi ahlâk-ı rezîleden temizlenmiştir.”
206
“O aynanın sâfî ve mücellâ olması kalbin vasfıdır ki, öyle bir kalb,
nihayetsiz sûretlerin in’ikâsına-aksine mahal olur.” ……………..
“Gönül onunlamıdır, yoksa gönül o mudur? Diye akıl burada susmuş, yâhud sapıtmıştır.” …………………..
*************
İşte Kâmil insân olmak için sâlik, evvelâ “nakkaş-tasvirci-ressam”
olmalı daha sonrada kendisi “ayna” olmalıdır. Ressamlığında hangi
mertebenin resimlerini yapıyor ise o mertebe hakkında tecrübesi oluyor
demektir. Böylece mertebeleri katettikten sonra o mertebelerin bütün
nakışları bâtınına intikâl etmiş olur. Bundan sonra resme ihtiyacı
kalmadığından yeni ressamların resimlerini yansıtıcı-aktarıcı bir ayna
olur.
Böylece bu özet yazılar ve gelen yazılarla hamdolsun bu kitabımızda
tamamlanmış olmaktadır. Yazı göndererek katkıları olan bütün
dostlarımıza ve evlâtlarımıza teşekkür ederiz ve daha nice idraklere
ulaşmalırını rabb’ımızdan rica ederiz. Görüldüğü gibi bu çalışmalar
herhangi bir imtihan değil sadece fikri gelişmelerimizi sağlamak için
yapılan çalışmalardır. Belki aralarında birbine ters gibi gelen bazı
düşünceler olabilir, ancak bu yazıların hepsi kişilerin kendi özel
yaşantıları istikametinde olduklarından bulundukları hâl itibariyle, başka
kişilere ters gelse de, hepsi o kişilerin kendi doğrularıdır.
(Heze min fazlı rabb’î)
(03/04/ 2012 salı)
(Terzi Baba Tekirdağ)
Gayret bizden muvaffakiyyet Hakk’tan’dır.
KAYNAKÇA
1. KÛR’ÂN VE HADîS :
2. VEHB
: Hakk’ın hibe yoluyla verdiği ilim.
3. KESB
: Çalışılarak kazanılan ilim.
4. NAKİL
: Muhtelif eserlerden, Mesnevi’i şerif,
207
İnsân-ı Kâmil, Fusûsu’l Hikem ve
sohbetlemizden müşahede ile toplanan ilim.
“DAHA EVVELCE ÇIKAN KİTAPLARIMIZ”
(Gönülden Esintiler)
1.
2.
3.
4.
5.
Necdet Divanı:
Hacc Divanı:
İrfan Mektebi, Hakk Yolu’nun Seyr defteri:
Lübb’ül Lübb Özün Özü,(Osmanlıca’dan
çeviri):
Salât- Namaz ve Ezan-ı muhammedi’de Bazı
hakikatler:
“İngilizce, İspanyolca”
6. İslâm’da Mübarek Geceler, bayramlar ve
Hakikatleri:
7. İslâm, İmân, İhsân, İkân, (Cibril Hadîs’i):
8. Tuhfetu’l Uşşâkiyye, (Osmanlıca’dan çeviri):
9. Sûre-i Rahmân ve Rahmâniyyet:
10. Kelime-i Tevhid, değişik yönleriyle:
11. Vâhy ve Cebrâil:
12. Terzi Baba (1) ve Necm Sûresi:
13. (13) On üç ve Hakikat-i İlâhiyye:
14. İrfan mektebi, “Hakk yolu”nun seyr defteri ve
şerhi
15. 6 Pey- (1) Hz. Âdem Safiyyullah
(a.s.)
16. Divân (3)
17. Kevkeb. Kayan yıldızlar.
18. Peygamberimizi rû’ya-da görmek.
19. Sûre-i Feth ve fethin hakikat-i.
20. Terzi Baba Umre (2009)
21. 6 Pey-(2) Hz. Nûh Neciyyullah: (a.s.)
22. Sûre-i Yûsuf ve dervişlik:
23. Değmez dosyası:
24. 6 Pey-(3) Hz. İbrâhîm Halîlûllah: (a.s.)
25. Köle ve incir dosyası:
26. Bir zuhûrât’ın düşündürdükleri:
27. Genç ve elmas dosyası:
28. Kûr’ân’da Tesbîh ve Zikr:
208
29. Karınca, Neml Sûresi:
30. Meryem Sûresi:
31. Kehf Sûresi:
32. İstişare dosyası:
33. Terzi Baba Umre dosyası: (2010)
34. Bakara dosyası:
35. Fâtiha Sûresi:
36. Bakara Sûresi:
37. Necm Sûresi:
38. İsrâ Sûresi:
39. Terzi Baba: (2)
40. Âl-i İmrân Sûresi:
41. İnci tezgâhı:
42. 4-Nisâ Sûresi:
43. 5-Mâide Sûresi:
44. 7-A’raf Sûresi:
45. 14-İbrâhîm Sûresi:
46. İngilizce, Salât-Namaz:
47. İspanyolca, Salât-Namaz:
48. Fransızca İrfan mektebi:
49. 36-Yâ’sîn, Sûresi:
50. 76-İnsân, Sûresi:
51. 81-Tekvir, Sûresi:
52. 89-Fecr, Sûresi:
53. Hazmi Tura:
54. 95-Tîn, Sûresi:
55. 28- Kasas, Sûresi:
56. İrfan-Mek-Şer-Fransızca-Baba:
57. Namaz Sûreleri:
58. Mirat-ül-İrfan-ve-şerhi:
59. 6 Pey-(4) Hz. Mûsâ Kelîlmullah: (a.s.)
60. 6 Pey-(5) Hz. Îsâ Rûhullah:
(a.s.)
61. 6 Pey-(6) Hz. Muhammed:
(s.a.v.)
61. Bir ressam hikâyesi:
63. İnci mercan tezgâhı
64.Ölüm hakkında:
65. Reşehatt’an bölümler:
66. Risâle-i Gavsiyye:
67. 067-Mülk Sûresi:
68. 1-Namaz Sûrereleri:
69. 2-Namaz Sûrereleri:
70. Yahova Şahitleri:
71. Mü-Geceler-Fran-les-nuits:
72. Îman bahsi:
73. Celâl ve İkram:
Mektuplar ve zuhuratlar serisi:
81- 12- Terzi Baba-(1)
82- 39- Terzi Baba-(2)
209
----------------------------İnternet dosyaları----------------------------83-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-384-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-485-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-586-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-687-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-788-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-889-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-990-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-1091-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-1192-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-1293-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-1394-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-1495-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-1596-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-1697-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar-1798-Terzi-Baba-Mek-ve-zu-Ke-Kara-bi-dosyası-1899-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar -19100-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar -20101-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar -21102-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar -22103-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar -23104-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar -24105-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar -25-
NECDET ARDIÇ
Büro: Ertuğrul mah.
Hüseyin Pehlivan caddesi, no. 29/4
Servet Apt.
59 100 Tekirdağ.
Ev: 100 yıl Mahallesi uğur Mumcu Cad.
Ata Kent sitesi A Blok kat 3 D. 13.
59 100 Tekirdağ
Tel (Büro)
Faks
Tel (ev)
Cep
:
:
:
:
(0282)
(0282)
(0282)
(0533)
263
263
261
774
78
78
43
39
73
73
18
37
210
Veb sayfası: Amerika: <http:// necdetardic. org/
Veb sayfası: Amerika: <www.necdetardic.info>
Veb sayfası: Almanya: <www.terzibaba.com>
Radyo adresi (form): <terzibaba13.com>
İnternet, MSN Adresi:
Necdet Ardıç <[email protected]
211

Benzer belgeler