04 - Dergi Bursa

Transkript

04 - Dergi Bursa
Ağustos - Eylül’11
Fiyat›: 7 TL
04
www.dergibursa.com.tr
K E N T
R E H B E R İ
V E
Y A Ş A M
D E R G İ S İ
Tabiatın yok saydığı / Yanı başımızdaki gizem / Çile yolcuları / Selam sana Beyrut / SB renkli komedi
Kudüs’ten gelen hüzünlü ses / Bu dünyada yaşamayanlar / Kutuplardaki resimler / Kırkyama / GİZEM
KARABAŞİ VELİ - BEYRUT - CHARLIE CHAPLIN - PAUL GAUGUIN - YASMIN LEVY - AURORA
1
2
3
4
5
editör notu
Hiç “Bektaşi Sırrı” nedir
duydunuz mu? Ya da sırra
ermek ne demektir? Çok
uzatmadan cevaplayayım.
Bektaşi Sırrı gizli tutulanlara
verilen isim. Sırra ermek ise
gizli tutulanları veya sır dolu
bir şeyleri anlamak, kavramak
anlamına geliyor. Devam eden
satırlarda ve derginin birçok
noktasında “sırra” ereceksiniz.
Bursa’daki “gizem”i aradık,
bulabildiklerimizi paylaşıyoruz.
Sır denince aklınıza ne geliyor? Bazı
konuları, bazen, bazı kişilere, bazı
sebeplerle açıklamayız. Gizli tutarız.
Ya da bazı konular, bazen gizli kalır.
Varlığından bile bahsetmek olmaz. Kimi
yönleri açığa çıksın istemeyiz. Aklımızın
erişemediği, açıklanamayan veya
çözümlenemeyen gizlere veya diğer bir
ifade ile gizemlere “sır” diyebiliriz.
kelimede bir sırrımız açığa çıkarken,
“sır katibi” gibi davranıp sizi gizli
düşüncelere sevk edip kendimize
cevaplar yazdırma hedefinde değiliz.
Ama “sır küpü” de değiliz. Bildiğimizi
paylaşmayı seviyoruz o kadar.
Bursa’nın sokaklarında aradığımız
gizemi sizinle paylaşma sevdamız da
bundan.
Bize göre gizemli gelen şeyler ya da
bir iş varsa; dikkatimiz, yeteneğimiz,
deneyimlerimiz veya sezgilerimiz
yardımıyla konuyu kavrayabiliriz. Bu
şekilde ortada gizemli, zor ya da ince
bir yan kalmaz. Amacımıza ulaşmak
için, özel ve gizli yöntemlere de
başvurabiliriz. Bu da bir sır sayılabilir.
Her yanımız sırlarla kaplı bile
diyebiliriz kolayca. Anlamadığımız,
anlayamadığımız her şey gizemli
gelebilir bize. Sırlarla kaplı bir yaşam
içinde olduğumuzu bile düşünebiliriz.
Tamam şimdi sıra geldi devlet sırrına.
Ne var ki bu denli sırrettiğimiz. Gerçi
sırrolan bir şey de yok hani. Biz
bildiğiniz Bursa’yı kadrajlarımızın
aldığı kadarıyla, diliğimizin döndüğü
miktarda hatırlatıyoruz sadece. Bu
sayıda biraz olsun üç ayların da
şerefine, burnumuzun dibindeki Ulu
Cami’nin içinden bir gizem sunuyoruz.
Bu muydu gizem diyebilirsiniz. Ama
yine de yazıyı okumanızı rica etmeliyim.
Beyrut’tan gelen bir gizem kokusu
da var satırlarımızda. Lut Gölü’nün
derinliklerine de uzanıyoruz. Karabaş-i
Veli Kültür Merkezi’nde hissettiğimiz
ve yaşadığımız onlarca sır dolu an
da var bu dergide. Gizemli bir renk
konu oldu mesela. Kudüs’ten gizemli
bir misafirin sesi kulağımızda, İngiliz
sinema devi Şarlo’nun gizemlerini
de yazdık. Yetmedi kutuplara uzanıp
belki de dünya üzerindeki en eşsiz
ve en esrarengiz doğa olayını konu
Sırra kadem basıp ortalıkta
görünmeyen kişileri merak etmez
miyiz? Sır tutmaz mıyız? Sakladığımız
onca sırrın hatrına diyebilirim ki,
sırları seviyoruz ve sanıyorum ki
gerçekten de sırlarla kaplı bir yaşam
içindeyiz. Başlıkta sizi kandırdım.
Sırrımız paylaşılsaydı zaten sır olarak
kalamazdı. Başkasına söylediğimiz her
6
Sırrımızı paylaşıyoruz!
ettik. Kuzey ışıkları bizi aydınlattı.
Gizemli ölümüyle Amy, renkli anların
öyküleri, keşkeler, rengarenk bir sanat
olan kırkyama, Tarancı, bir kişilik yeri
kalan Engin Geçtan, bilinçaltımızdaki
gizemler, gelecekte bizi bekleyen
gizemli teknolojiler, Gauguin’in renkleri,
Ramazan, Bayram sofraları, masamıza
oturan gizemler, Bursa’nın ilginç
isimli semtlerinin gizemli hikayeleri
ve sayamadığım, aklıma gelmeyen
birçok gizli detay var bu sayıda. Bakın,
oldukça sır verdim size. Okuyun ve
sırrımızı paylaşın.
Biz size, dostlarımıza, Bursa ve
yaşamdan detaylarda bulabildiğimiz
sırları açtık; siz de söyleyin
dostunuza… Bu arada merak edenler
için, yukarıdaki soyut fotoğraf bir
avizenin fotoğrafıdır.
Keyifli okumalar.
https://twitter.com/#!/editornotu
[email protected]
akır
Ç
n
i
g
n
E
7
arka plan
Yıl: 1 Sayı: 4 / Ağustos - Eylül’11
ISSN: 2146 - 1457
Yerel Süreli Yayın (2 Aylık)
www.dergibursa.com.tr
İmtiyaz Sahibi ve Yayın Yönetmeni
Engin Çakır (Sorumlu)
[email protected]
Yayın Kurulu
Demet Argun Güngör, Engin Çakır,
Emine Civanoğlu, Emine Korku, Kadir Kılınç,
Melih Karaer, Özgür Çakır
Yazarlar
Celil Sezer, Dilek Şen, Emine Civanoğlu,
Erdinç Tuğcu, Gözde Aral, Gözde Tezer,
Hakan Akdoğan, İsmail Şeker, Melih Karaer,
Melike Yılmaz, Nazan Aşkalli, Nazlıhan Şevik,
Ömür Akkor, Özgür Çakır, Serkan Duru
Uzman Yazıları
Psk.Ayşegül Alkış, Uz.Dr.Sibel Ünlü,
Dyt.Nilgün İstek, Op.Dr.Servet Yetgin,
Doç.Dr.Tekin Yıldız
Yayın ve Reklam Koordinatörü
Emine Korku
[email protected]
İstanbul Temsilcisi
Nazlıhan Ergin Şevik
[email protected]
Grafik Tasarım
Photo Graphica Creative
[email protected]
Abonelik, Dağıtım ve Satış
Nihal Dindar
[email protected]
Çorbada Tuzu Olanlar
Esra Minez, Filiz Bedir,
Semih Tanyeri, Sercan Berberoğlu
Reklam İletişim
[email protected]
T. (0224) 233 87 11
8
www.dergibursa.com.tr
Yayıncı / Yönetim
Çekirge Mah. Selvili Cad.
No:12 Çelebi 2 Apt.
D.1 Osmangazi / BURSA
T. (0224) 233 87 11
www.photographica.com.tr
[email protected]
Baskı
www.ozgun-ofset.com
Dergi Bursa, Photo Graphica tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır.
Dergi Bursa’nın isim ve yayın hakkı Photo Graphica’ya aittir. Yayımlanan yazı, fotoğraf ve
konuların her hakkı saklıdır ve tüm sorumluluğu eser sahiplerine aittir. İzin alınarak ya da kaynak
gösterilerek alıntı yapılabilir. Reklamların sorumluluğu reklam verenlere aittir.
Dergi Bursa, “Basın Meslek İlkeleri”ne uymaya söz vermiştir.
9
10
11
plan
K E N T
R E H B E R İ
V E
Y A Ş A M
D E R G İ S İ
bursa dokusu Karabaş-i Veli Kültür Merkezi - “Çile yolcuları”
14
yakın plan
Yanı başımızdaki gizem
22
g. zaman kipinde
İsim şehir, semt
26
tek karede Bursa
Demet Argun Güngör - Emir Sultan Cami
28
gezi - yorum
Selam sana Beyrut!
30
uzaktaki yakın
En derin beyaz “Lut Gölü”
42
odak noktası
Renkli anların öyküsü - Ahmet Çetin
48
fotoğrafa yazı
Eylül - Celil Sezer
52
havadan sudan
En gizli duygumuz - Nazan Aşkalli
54
kupasız şampiyon
Azrail’in arkası sağlam - Gözde Tezer
56
film şeridi
Siyah beyaz renkli komedi - Charlie Chaplin
58
armoni Kudüs’ten gelen hüzünlü ses - Yasmin Levy
62
hemzemin
Bu dünyada yaşamayanlar - Nazlıhan Ergin Şevik
66
keyfi yerinde
Keyfin tüten hali - M.Melih Karaer
68
köşe
Kadınlar ne ister? - Dilek Şen
72
rengarenk
Tabiatın yok saydığı
74
deli kızın defteri
Kötüyüm ben, kötüyüm, kötüyüm kötüyüm! - Gözde Aral
78
tekno günce
Geleceğimiz varsa, göreceğimiz de var - Erdinç Tuğcu
80
d.armağansın
Bilinçaltına gizlenen iletiler - Serkan Duru
84
detaylı bakış
Kutuplardaki gizemli resimler
86
bakış açısı
Eski kumaşlara yaşam iksiri: Kırkyama - Kate Orhan
88
evrensel sanat Biraz kültür biraz renk - Paul Gauguin
92
kitabi
Bir günlük yerim kaldı ister misin? - Emine Civanoğlu
94
kavram defteri
Ayna, gizem, yalnızlık, Tarancı - Hakan Akdoğan
96
Türkçe sözlüğü
Dilbilgisi
98
eğitim psikolojisi
Geleceğimizi aydınlatanlar - Psk. Ayşegül Alkış
99
genel sağlık
5 soruda Hemoroid - Op. Dr. Servet Yetgin
100
genel sağlık
Yazı sağlıklı geçirmenin altın kuralları
102
bursa mutfağı
Eski Ramazanlar, Bayram sofraları - Ömür Akkor
104
kestaneli lezzetler
Kestaneli güllaç
106
rehber bursa
Bursa’nın yaşam rehberi
107
www.dergibursa.com.tr
12
plan
13
bursa dokusu
Bursa’nın herşeyiyle
“en gizem dolu” köşesi.
Felsefi olarak düştükleri
“yola” baş koymuş,
onlarca “gönül dostu”
ve dünyanın dört
bir yanından onlara
katılan nice misafirleri...
“Ham” gelip, “pişerek”
çile çeken ve en
nihayetinde “yüreğini”
ortaya koyup, “yanıp
tutuşanların” ama hiç
vazgeçmeyenlerin çile
dolu hikayesi Karabaş–i
Veli Kültür Merkezi’nde
yaşananlar...
“Çile
yolcuları”
Yazı ve fotoğraflar:
Engin Çakır
14
Gelmiş geçmiş en yüce Türk
tasavvufçularından biri sayesinde
yaşanıyor olup bitenler. Her gece
birbirinden her açıdan farklı yüzlerce
insanı kendisine çekiyor bu ulvi mekan.
Karabaş – i Veli Kültür Merkezi’nde
kafanızı çevirdiğinizde bir Koreli
görebiliyorsunuz ya da bir Afrikalı.
Erzurum’dan yüreğine bir nefes huzur
çekmek isteyen Fatma kadın da orada
oluyor, Antalya’nın yörüklerinden
Mehmet Amca da... Bursalılardan ise
sadece “bilenler” orada.
Ömrünü insanlara hizmete bahşetmiş,
bu sayede halkın takdirini kazanmış bir
dünya bilgininin, tasavvuf felsefesinin
belki de en “içten” şairinin felsefesi
ile şekillenmiş bu gizemli dünyayı
bir araya getiren ise; temelde “hak”
sevdası... Felsefesinin derinliği ile
hümanizme öncülük edip İslam
tasavvufunu kendisine yol edinmiş
olan Mevlana, mesnevi kültürünün
yeşermesini sağlarken; bugün Bursa’da
bu sevdanın hiç bitmeden sürüyor
olmasını nasıl karşılardı acaba?
Mevlana Celâleddin Rumi’nin özel
olarak yaptığı zikir ve törenleri göz
önünde tutarak ölümünden sonra oğlu
15
bursa dokusu
Sultan Veled tarafından kurulan tarikata
giren “Mevlevi”ler, tarikat kurallarına
göre çile doldururken; “her gün” belli
sınavlardan, denemelerden geçerek
yetkili pirinden el almaya çalışıyor
Karabaş-i Veli’de...
Mevlevi’nin davranışları, giyim kuşamı,
konuşması, çevresiyle olan ilgisi
ve başkalarına karşı tutumu, tarikat
kurallarına göre belirli ve sınırlı.
Mevleviliğe karşı sevgi ve ilgi duyarak
tekkede gerekli törenlere katılan
kimseye Mevlevi muhibi (Mevleviliği
seven) deniyor. Dergâhının şeyhine ise
Mevlana Celâleddin soyundan gelen bir
“çelebi...”
Her akşam sekizde sema gösterisi
düzenleniyor kültür merkezinde.
Semahanede aynı zamanda canlı
olarak tasavvuf musikisi icra ediliyor.
Sema gösterisi bu canlı müzik eşliğinde
yapılıyor. Semazenler neyin huzur
kokan nameleri eşliğinde dönüyorlar.
Gösteri boyunca yapılan ücretsiz
çay servisi de Mevlevi kültürünün
misafirperverliğini gözler önüne seriyor.
Ramazanda iftarların verildiği mekânda,
kandillerde ise şerbetli lokmalar
dağıtılıyor. “Siz kimsiniz? , Nereden
geldiniz?” diye sorulmuyor asla. Aynı
zamanda merkezde ücretsiz ney, hat
ve semazenlik dersleri veriliyor. Dergâh
odalarında semazen giysileri ve Mevlevi
çalgıları sergileniyor. Gönül sevdası ile
ikram buyurulan bu detaylar, özellikle
kültürlerinde parasız ya da karşılıksız
bir kazanım elde etmeye alışık olmayan
yabancıların hayretiyle karşılanıyor.
Mevlevi olmak isteyenlerin, tekkeye
geldikten sonra birtakım gerekli
törenlerden geçmesi, kesin kurallara
uyması gerekiyor. Zaten temelde bir
kimsenin “Mevlevi” adını alabilmesi
için çileyi doldurması bekleniyor.
Bilmeyenler için hemen aktaralım; çile,
Mevlevi geleneğine göre bir hücreye
kapanarak yapılıyor. Çileye çekilen
müride ise “çilenişin” deniyor. Çile için
bir içe kapanış, bir öz eğitim ve kendini
yetiştirme yolu da denebilir. Çileye
törenle girilip, çileden törenle çıkılıyor.
Mevlevi adaylarına ise Can deniyor.
16
Can, üç günlük ilk çileden sonra bir
hücreye konuyor. Can, burada üç
gün içinde sır olur. Yemeğini, suyunu
meydancı getirir. Üç gün bitince
meydancı, canı alır tarikçi dedeye
götürür. Tarikçi dedenin önünde iki
dizi üstüne oturur, verilen öğütleri,
gösterilen yolları dinler. Sonra tekrar
çileye girer. On sekiz gün çilede kalır.
Bu süre içinde dışarıya çıkmaz, yalnız
tekke içinde gezinebilir. On sekiz gün
sonra Şems-i Tebriz-i ziyaretine çıkılır.
Can, isterse daha sonra çileyi sürdürür,
isterse illerdeki Mevlevihanelere
giderek hizmet süresini bitirir. Bu süre
toplamı bin bir gün olan, bir hizmet
dönemi...
Her gün onlarca insanı Karabaş-i Veli
Kültür Merkezi’ne toplayan sema,
işitme ve dinleme anlamına geliyor
ya da tasavvufta güzel sesle okunan
Kuran-ı ve dini konularla ilgili şiirleri
dinleme... Ölçülü ve ahenkli sesleri
ile dinleyenleri bambaşka bir diyarın
kucağına bırakan bu şiirsel ilahileri
genellikle ölçülü ve ahenkli hareketler
izliyor. Bu nitelikteki hareketlere devr,
deveran, hareket, raks ve sema gibi
isimler veriliyor. Sema hem işitme ve
dinleme hem de dinlenen ahenkli ve
hoş sedanın tesiriyle hareket ve raks
etme anlamında kullanılıyor. Genellikle
dervişler döne döne raks ettiklerinden
de Sema’ya devir ve deveran (dönmek)
da deniliyor. Semanın icra edildiği yere
ise malumuyla Semahane deniyor.
Mevlevi mukabelesi olarak da bilinen
Mevlevi seması; şiir, musiki, raks,
edeb ve erkân gibi birçok estetik sanat
unsurlarını içeriyor. Bunlar ruhu şaha
kaldırıp yüceltmek ve böylece “Hakka”
yaklaşmak için önemli ve vazgeçilmez
vasıtalar olarak kullanılıyor. Bu anlayışın
neticesinde Mevlevilikte zengin bir
edebiyat, musiki adab ve erkân kültürü
oluşmuş durumda... Bu kültür yüksek
zümrenin hem estetik zevki, hem de
manevi hayatı bakımından büyük önem
taşıyor.
Mevlevi Sema Ayini de musikisinden
kıyafetine kadar her alanda pek çok
sembolleri taşıyor. Benliğinden ölü olan
17
bursa dokusu
Mevlevi dervişinin başındaki sikkesi
mezar taşı, giydiği tennuresi kefeni,
sırtındaki hırkası kabridir. Semahane
ise sağ tarafı görünen ve bilinen madde
âlemi, sol tarafı ise mana âlemi olan
kâinatı simgeliyor. Tecelli rengi olan
kırmızı renkli post üstündeki Şeyh ise,
Hz. Mevlana'yı temsil ediyor. Hakikate
varan yolu o biliyor. Sema dört selamlı
yapılıyor. Birinci selam, insanın bilgiyle
hakikate doğarak, yüce yaratanını ve
kendi kulluğunu idraki anlamına geliyor.
İkinci selam, insanın yaratılışındaki
18
nizamı, azameti müşahede ederek,
Allah’ın kudreti karşısında hayranlık
duyması; üçüncü selam ise, insanın
hayranlık ve minnet duygusunun “aşk”a
dönüşmesiyle, aklın aşk’a kurban oluşu
olarak ifade ediliyor. Bu kelimenin her
anlamıyla tam bir teslimiyet. Allah’a
vuslat da denebilir. Dördüncü selam
ise insanın manevi yolculuğunu
tamamlayıp, kaderine razı olarak,
yaratılıştaki vazifesine, kulluğuna
dönüşüyor.
Mevlevi kültürünün tennureleri
uçurduğu esintide, günlük hayatın
stresinden uzak olan Karabaş-i Veli
Kültür Merkezi, gizemli havası ve
huzur dolu yüreğiyle Mevlevi kültürünü
yaşatmaya çalışıyor diyebiliriz. Bu
derin kültürü ağırlayan Karabaş-i Veli
Tekkesi 400 seneyi aşkın bir süre
önce Halvetiye Tarikatı’na bağlı Yakup
Çelebi tarafından yaptırılmış. İlginç
kubbesi, zengin süslemeleri, özgün
yapısı ile döneminin en güzel mimari
örneklerinden. Tekke, 19. yüzyıldan
Fotoğraf: Demet Argun Güngör
itibaren Kadiriye Tarikatı’nın Eşrefiye
koluna bağlı şeyhler tarafından
idare edilmiş. 1925 yılında tekkelerin
kapatılmasından sonra semahanenin
bir kısmı idman yurdu, diğer kısmı ise
ev olarak kullanılmış. Semahane, İkinci
Mahmut devrinin kabul gören ampir
üslubuyla inşa edilmiş. Semahanenin
ve diğer kısımların çeşitli zamanlarda
tamir edildiği biliniyor. Semahanenin
doğu tarafında yer alan hazirede,
dergâhta görev yapan meşayıhın
(şeyhlerin) yanı sıra, Bursa’da resmi
görevli başka kişiler ile onların eşlerine
ait kabirler bulunuyor. Dergaha Yakup
Çelebi’nin kaleme aldığı Tecvid-i
Karabaş isimli kitaptan dolayı Karabaş
ismi verilmiş. Kuruluşundaki orijinal
yapıları ise günümüze gelememiş.
1851 tarihli kayıtlara göre dergâhın,
semahane, şeyh odaları, iki derviş
odası, misafir odaları, sofa ve
abdesthane gibi kısımlardan meydana
geldiği anlaşılıyor.
Karabaş-i Veli Kültür Merkezi, Bursa’da,
günümüze kadar ayakta kalabilen
ender dergâh yapılarından biri olma
özelliğine de sahip. Ayrıca dünyada
365 gün sema gösterisinin yapıldığı tek
mekân olma özelliğini taşıyor. Restore
edildiği tarihten bu yana dünyanın her
yerinden 500 binin üzerinde ziyaretçinin
kapılarını araladığı Karabaş-i Veli
Kültür Merkezi, günümüz insanına iç
dünyasına keşfetme fırsatı sunarken,
bir taraftan da evrensel bir ağ örüyor.
19
20
21
yakın plan
22
Yanı başımızdaki gizem
Güneş sistemi ve galaksinin tasviri, Türk boyları,
ayetler, kül olarak tasvir edilen bir evren…
Sembollerle bezeli rivayetler. Hepimizin bildiği ama
yeterince tanımadığı tarihi mirasımız, söz ettiğimiz...
SAMANYOLU milyarlarca yıldızı ve
gezegeni içinde barındıran uçsuz
bucaksız bir sistem. Bulutsuz bir
akşamüstünde, ayın şavkı mehtaba
vururken altında dilek tuttuğumuz,
heyecanla yıldız kaymasını beklediğimiz
siyah perde.
Bilim adamları bugün halen güneş
ve galaksi sistemi ile ilgili keşif
araştırmalarını sürdürüyor. Ancak
bundan tam 612 yıl önce bir sanatkâr,
galaksi ve güneş sistemini birebir
ölçülerinde, eşsiz bir sanatla(*) işledi.
6666 parçadan oluşan sır
Yıl 1633. Galileo, galaksi sisteminin
var olduğunu ve dünyanın döndüğünü
iddia ettiği için engizisyon
mahkemesinde yargılanıyor.
Yıl 1399. Ulu Cami minberinin
doğu yakasında güneş sistemi, batı
yakasında galaksi sistemi tasvir
ediliyor. Osmanlı’nın, Avrupa’dan 234
yıl önce güneş ve galaksi sistemini
en ince ayrıntısına kadar Ulu Cami
minberine tasvir etmiş olması, eşi
benzeri olmayan bir şaheserin, Ulu
Cami’nin gizemini gözler önüne seriyor.
23
yakın plan
Ulu Cami, aslında sadece bir
ibadet ya da ziyaret yeri değil. Her
metrekaresinde ayrı bir sırrı barındıran
büyülü bir mekân. Samanyolu ve
Kündekari sanatını(*) ortak paydada
birleştiren minberi ise, başlı başına
gizem dolu bir sanat harikası. Dokuz
gezegenin güneş etrafındaki konumu
bire bir ölçülerle minberin üzerine
işlenmiş. Aynı zamanda minberdeki
çukur kanal çizgileri gezegenlerin
yörüngesini temsil ediyor. Galaksi ve
güneş sisteminin yer aldığı minberde,
evren kül olarak tasvir ediliyor. Minberin
giriş kapısı üzerinde,“Murat Han oğlu
Yıldırım Beyazıt Han’ın emriyle Hicri 804
yılında yaptırılmıştır” ibaresi yer alıyor.
Minberin alt kısmında yer alan dolap
kapağına benzer şekillerin de Türk
boylarını temsil ettiği biliniyor. Minberi
yapan usta ile ilgili kesin bir bilgi yok.
Fakat minberin sağ çıkış tırabzanında,
sülüs tarzda yazılmış Devaklı Abdülaziz
oğlu Mehmet işlemesi yer alıyor. Kâinatı
temsil ettiği söylenen minberin bir diğer
sırrı ise 6666 adet abanoz ağacının
birbirine geçmesiyle oluşması... Bu
rakam aynı zamanda Kuran-ı Kerim’deki
toplam ayet sayısına eşit.
(*) Sabrın diğer adı Kündekari…
Ahşabı akıl almaz bir sabırla işleyen Osmanlı ahşap sanatı. Kündekari. Kenarları negatif ve pozitif değerlerde oyulmuş,
çokgen ve yıldız biçiminde ayrı ayrı kesilmiş, rumi ve palmet kabartmalarıyla bezenmiş parçalar ile ahşap kirişlerin birbirine
geçmesi ile meydana gelen ve büyük bir ustalık isteyen kündekarinin, kompozisyonu geometrik bir şemaya dayanır.
Gökyüzündeki yıldızları ve sonsuzluğu ifade eden, sekizgen, ongen, yıldız ve baklava gibi birçok geometrik desenle birlikte uygulanır.
24
25
geçmiş zaman kipinde
İsim şehir, semt
Hazırlayan: Melike Yılmaz
BİR GÜN YİNE çocukluğunuza dönüp
isim-şehir oynarsanız ve yine uygun
harfi bulamayınca, şehir yerine semt
ismi yazacak olursanız belki bu
semtlerden biri gelir aklınıza... Ya da
oyun arasında bu semtlerin hikâyelerini
sevdiklerinizle paylaşırsınız diye ilginç
Bursa isimlerinin kökenini sizin için
derledik.
İtalyan tüccar Fomara
Bursa’nın göbeğinde yer alan bir
semt Fomara. Peki nereden geliyor
bu isim hiç düşündünüz mü? Osmanlı
döneminde ticaret işlerinin belli bir
kısmını gayrimüslimler yönetirmiş.
1800’lü yıllarda bugünkü Fomara
26
Oyunlar kutuların içine sıkıştırılmadan önce, alırdık elimize
kalemi kâğıdı başlardık yazmaya, isim şehir diye. Bazen harf
uymaz, şehir yerine semt yazardık; Fomara, Şehreküstü,
Altıparmak... Konumuz rivayetlerle dolu ilginç Bursa semtleri...
Meydanı’nın olduğu bölge Bursa’nın
biraz dışında kalıyormuş. İpek ve tekstil
ürünleri satan İtalyan asıllı bir tüccar
burada bir ticarethane açmış. Bu
tüccarın da adı / lakabı Fomara’ymış.
Rivayete göre, semtin adı bu tüccarın
isminden geliyor.
Mescit mi, lakap mı, altı parmaklı
muhtar mı?
Bursa’nın ismiyle dikkat çeken bir diğer
semti Altıparmak. Mahalleye bu adın
Altıparmak lakaplı Abdullah Çelebi Bin
Mehmet’in yaptırdığı mescit nedeniyle
verildiği biliniyor. Rivayete göre, semtin
adı orada yaşamış olan Altıparmak
lakaplı Yasef adlı Yahudi’den geliyor.
Altıparmak ile ilgili rivayetler bunlarla
sınırlı değil. Semtin eskiden “Yahudilik
Mahallesi” olarak anıldığı da rivayetler
arasında. Yahudilerin yaşadığı
dönemde bugünkü muhtarlık görevini
yürüten kişinin altı tane parmağı olduğu
söyleniyor. İnsanlar kendi aralarında
“Altı parmaklının mahallesine gidiyorum
ya da altı parmaklının mahallesinde
oturuyorum” gibi cümleler
kuruyorlarmış. Sonrasında ise semtin
adı Altıparmak olmuş.
Çekirge Sultan
Çekirge isminin nereden geldiği
ile ilgili rivayet ise şöyle: 1700’lü
yıllarda, Bursa’da müthiş bir kuraklık
yaşanmış ve Uludağ’dan gelen tüm
dereler kurumuş. Kuraklık sonucu
çekirgeler tüm ekili alanları istila
etmiş. O zamanlar, bugün olduğu
gibi Çekirge’de kaplıcalar ve zengin
ailelere ait evler varmış. Geçimini
odun satarak sağlayan yaşlı bir adam
da burada yaşarmış. Çevredekiler,
çekirgelerin adamın hiçbir eşyasına
zarar vermediğini fark etmişler ve
onun mübarek bir insan olduğunu
düşünmüşler. Bunun sonucunda çevre
halkı adamdan yardım istemiş. Adam
bir gecede tüm çekirgeleri yok etmiş.
Sonrasında halk, adamın mübarek bir
kişi olduğuna tamamen inanmış. Bu
durumun ortaya çıkmasından rahatsız
olan adam, Bursa’yı terk etmeye karar
vermiş fakat adam yola çıkacağı gün
ölmüş. O günden sonra halk buraya
Çekirge Sultan demeye başlamış.
Kaleden ayrıldı, Şehre “küstü”
Hiç şehre küsülür mü? Ama zamanında
küsülmüş. Bursa kurulduğu ilk
yıllarda kaleden ibaretti ve kalede
yaşamasına izin verilmeyen kişiler (
suçlular, hırsızlar vs.), kalenin birkaç
kilometre dışında ve aşağısında kalan
mevkide kendilerine bir yerleşim yeri
kurmuşlar. Burada yaşayan kişiler
şehirle bağlantılarını koparmışlar
yani şehre küsmüşler. Rivayete göre
Şehreküstü ismi buradan geliyor.
Bazı kaynaklara göre ise, Şehreküstü
semtinin Bursa Kalesi’nden ayrı olarak
kurulan bir yerde olduğu için bu şekilde
isimlendirildiği biliniyor.
Umur Bey’in eseri Namazgâh
Bursa’nın eski yerleşim yerlerinden
biri olan Namazgâh, adını Timurtaş
Paşa’nın oğlu Umur Bey’in yaptırdığı
namazgâhtan alır. Semtin, 1487 –
1530 tarihleri arasında
“Musalla”
adıyla anıldığı biliniyor. Açık bir alanda,
toplu olarak namaz kılmak için yapılan
yer anlamına gelen namazgâhta
taştan bir minber ile mihrap yer alır.
Namazgâhlar, hemen hemen tüm
önemli İslam şehirlerinde bulunuyor.
Bursa’daki Namazgâh da, çoğunlukla
bayram günleri ve hacca giderken
yapılan toplu törenlerde kullanılıyor.
Su Taksimi: Maksem
Maksem, taksim etmek anlamına
gelir. Eskiden Maksem Mahallesi’nde
Bursa’ya gelen suların taksimi
yapılırmış. Bu nedenle mahalle Maksim
veya su dağıtma yeri anlamında
“Maksemü’l-ma” olarak da anılmış.
Maksem’den, kırktan fazla künk
(pişmiş toprak veya betondan yapılmış
kalın su borusu) ile Bursa’nın diğer
mahallelerine su dağıtımı yapılırmış.
Maksem isminin buradan geldiği
biliniyor.
Yıldırım Beyazıt’ın Nalbantı
Nalbantoğlu. Kentin kalbinde, ismiyle
dikkat çeken bir diğer semt. Mahalleye
adını veren mescidi, Yıldırım Beyazıt’ın
baş nalbantının yaptırdığı ve semtin
isminin buradan geldiği biliniyor.
Arabayatağı
Eskiden köy olan mahalle, 93
göçmenleri tarafından kurulmuş.
Önceleri, İnegöl ve Yenişehir’den gelen
arabalar mola verdiklerinde, burada
çok sayıda araba toplandığı için semte
bu isim verilmiş. Sizin anlayacağınız
eski bir otopark Arabayatağı.
Domates, biber, patlıcan: Tahtakale
Mahallenin adı, Arapça’da kale dibi
anlamına geliyor. Eskiden sebze
- meyve satılan yerlere Tahtakale
denilirmiş. Çünkü köylülerin getirdiği
yaş sebze ve meyveler, sağlık ve
güvenlik nedeniyle kalenin içine
sokulmadığı için, kale diplerinde
satılırmış. Semtin isminin bu şekilde
ortaya çıktığı biliniyor.
Beş hane: Beşevler
Aslında isminin nereden geldiğini
tahmin etmek zor değil. Eski bir köy
olan mahalle, 93 göçmenleri tarafından
1880’li yıllarda kurulmuş. Bulgaristan’ın
Köstendil kasabasından gelen beş
ailenin yerleştiği bu semt, başlangıçta
hükümetten izin alınmadan kurulduğu
için ailelerin çabalarıyla köy olarak
kayda geçirilmiş.
Setbaşı
Mahalle bir set ve tepe üzerinde
bulunduğu için, semte bu adın verildiği
söyleniyor.
Kaynakça
Kaplanoğlu Raif, (2001), Bursa’da Yer
Adları (Bursa Ansiklopedisi, Bursa,
Avrasya Etnografya Vakfı Yayınları)
27
tek karede bursa
Emir Sultan Cami
Kenti “şehir” yapan ruhudur
ÇOĞU İNSAN şehrin caddelerinde
yaşar ve ömrünü tüketir. Şehre ne bir
iz bırakabilir, ne de bir ışıltı... Şehrin
ruhuna yakın duramaz. Çünkü o
sırlarını ve görkemini herkese açmaz.
Onun gizlerine ulaşabilmek, fısıltılarını
duymak ancak ruh derinliği ile olabilir.
Şehrin gerçek sakinleri iz bırakır
yaşadıkları yere. Nasıl ki anlatımlarıyla
Victor Hugo Paris’e, Charles Dickens
Londra’ya iz bıraktıysa; her şehrin iz
bırakanları vardır. Şehri yaşamış ve
onu anlamış olanlar bunu başarabilir.
Fotoğrafçılar, ressamlar, şairler,
yazarlar veya müzisyenler... Hepsi
aynı sevdayla yaşarlar “tanıdıkları”
şehirlerinde. Nasıl ki Ahmet Hamdi
Tanpınar “Bursa’da Zaman” şiiri ile
Bursa’yı anlattıysa; “Huzur” isimli
romanında İstanbul’u, başka bir
şehri, yaşatmıştır belleğimizde. Ya
da “Beş Şehir”de beş ayrı şehri;
28
Erzurum, Konya, Bursa, Ankara ve yine
İstanbul’u...
Çağımız şehirleri birbirinden ayıran ve
farklılık yaratan güzellikleri bir bir yok
etse de her şehir başka yaşar anını.
Dostoyevski St.Petersburg’u yaşamıştır,
Kafka Prag’ı...
Konstantinos Kavafis’in şiirinde
anlatılanlar gibi;
Bir başka ülkeye, bir başka denize
giderim, dedin.
Bundan daha iyi bir başka şehir bulunur
elbet.
Her çabam kaderin olumsuz bir
yargısıyla karşı karşıya;
- Bir ceset gibi- gömülü kalbim.
Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak
ülkede?
Yüzümü nereye çevirsem, nereye
baksam,
Kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,
Fotoğraf: Demet Argun Güngör
Yazı: Engin Çakır
Boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede.
Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir
deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
Aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin
sonunda.
Başka bir şey umma.
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu
köşecikte,
Öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde
de.
Şehirleri sevebilirsiniz, nefret de
edebilirsiniz ya da özleyebilir...
Bunun sebebi yine şehrin ruhudur.
Caddeleri, binaları, ibadet yerleri, doğal
güzellikleri, kısaca herşeyi bize şehrin
ruhu verir. Sizin yaşadığınız Bursa ne
ise, Bursa odur.
29
gezi - yorum
“Selam sana yüreğimin derinliklerinden ey Beyrut!
Kabul edin bu selamımı, ey denizler, evler
ve eski denizlerin yeni yüzü çöller...
O ki benim halkımın hamurundan yoğrulmuş ekmeğim, içkim,
yaseminim.
Tadın nasıl da ateşin ve dumanın tadı oldu?
Beyrut! seni terk eden delidir, ey Beyrut!
El üstünde tutulacak şehirsin sen ey Beyrut!
Kapısını kapattı Beyrut
Kendisini sabah akşam el üstünde tutacak
ve güzel günlere taşıyacak insanlara.
Sonra bir başına kaldı sabah, akşam ve gecelerde...
Benimsin sen ey Beyrut!
Benimsin, halkımın kanayan yarası,
Analarımın akan gözyaşısın.
Benimsin sen ey Beyrut!
Benimsin...”
Selam sana Beyrut!
ADI Arapça’da turkuvaz anlamına
gelen, yaşayan efsane, Ortadoğu’nun
en büyülü sesi ve gerçek divası
Fairuz’un Lübnan iç savaşına atfen
seslendirdiği “Le Beirut”un sözleri
bunlar. 1975’te başlayıp 1990’da biten
Lübnan iç savaşının belki de hatıralarda
kalan en naif detayıdır bu şarkı.
Savaşan taraflardan kim radyoyu ele
geçirirse bu şarkıyı çalarmış; Fairuz’un
kadife sesi şehrin sokaklarına yayılınca
insanlara güven duygusu gelir, sokağa
çıkılır, gündelik işler halledilirmiş
çabucak; ta ki radyoda bir kez daha
“Le Beirut” çalana kadar. Zamanla bir
tür ateşkes çağrısına dönüşmüş bu
şarkı ve iki tarafın da ortak duygusunu
ifade eder olmuş: “Benimsin sen ey
Beyrut!”
30
Yazı ve fotoğraflar:
Özgür Çakır
Dergi Bursa’nın sıkı takipçileri bir
önceki gezi yazımın başlığında
“Doğu’nun limanları” derken ve Amin
Maalouf’un adını zikrederken uzattığım
ipin ucunun Beyrut’a bağlanacağını
tahmin etmişlerdir. Evet, bu defa
Ortadoğu’nun en büyüleyici kentinde
“Gezi Yorum...”
Eski bir Osmanlı vilayeti olan ve
o dönemlerde ipek ticareti ile
zenginleşen bu liman şehrinin tarihi
çok daha eskilere, MÖ 15. yüzyıla
dayanıyor. “Beyaz karlar ülkesi”
anlamındaki Lübnan, Türkiye’yi
saymazsak, Ortadoğu’nun tek kar
yağan ülkesi. Karlı dağlarında yetişen
sedir ağacını kendine bayrak yapan
Lübnan’ın başkenti Beyrut, bulunduğu
coğrafyanın en güzel bölgesinde kurulu
olması nedeniyle tarih boyunca hep
bir cazibe merkezi olmuş. 1950’lerden
iç savaşın başladığı 1975’e kadarki
dönemde ise Ortadoğu ülkelerini
batıya bağlayan limanı, üniversiteleri,
İsviçre’dekilerle benzer çalışma
esaslarına sahip bankaları, lüks
mağazaları, kumarhaneleri, gece hayatı
ve o dönemlerde nüfusun çoğunluğunu
oluşturan Hıristiyan nüfusun etkisiyle
gelişen batılı yaşam tarzıyla en ihtişamlı
günlerini yaşamış ve Doğu’nun Paris’i
sayılmış. “Neden Paris de Londra
değil?” diye soracaklara; şehrin
I. Dünya Savaşı sonrası Milletler
Cemiyeti tarafından Fransız mandası
altına verildiğini ve bu durumun
1946’ye dek sürdüğünü, Beyrut’ta çok
yoğun bir Fransız etkisinin olduğunu,
özellikle Hıristiyan nüfusun büyük
kısmının Fransızca konuştuğunu,
birçoğunun Fransa ile organik ilişkileri
bulunduğunu, bir ayağı Fransa’da
diğeri Lübnan’da yaşayanların bol
olduğunu ve cadde isimlerinin “Rue”
ile başlayıp Paris’tekine benzer şekilde
tabelalandırıldığını söyleyebilirim.
Tabii böyle bahsedince aklınızda yanlış
bir imaj uyansın da istemem doğrusu.
Her ne kadar yüzü batıya dönük bir
31
gezi - yorum
şehir de olsa bir Ortadoğu ve Arap
ülkesinin başkentinden bahsettiğimin
altını çizmek isterim. Elbette bunun
Beyrut’a gidince yaşayacağınız tek
çelişki olmadığını da belirtmeliyim.
Bunları niye mi anlattım? Çünkü bu
yazıyla birlikte, bir sonraki yurtdışı
seyahatinizin yönü belli artık. Gidip
göreceğiniz bu kentin tarihini de bilin
istedim.
Lübnan’a gitmek çok zahmetsiz.
Haritaya bakarsanız aslında
burnumuzun dibinde olduğunu siz
de göreceksiniz. Dilerseniz Antep ya
da Antakya’dan Suriye’yi de geçerek
taksiyle hem de oldukça düşük
ücretlerle, dilerseniz karayoluyla ya da
her gün birden çok havayolu şirketinin
gerçekleştirdiği karşılıklı İstanbulBeyrut seferleriyle Antalya’ya gitmekten
farksız Beyrut’a gitmek. Onlarca farklı
seyahat şirketi Beyrut’a tur düzenliyor.
Tek yapmanız gereken, pasaportunuzu
cebinize atıp yollara düşmek. Çünkü
2010 yılından beri karşılıklı vizelerin
kalktığı ülkelerden biri de Lübnan.
32
Beyrut’a vardığınızda sizi son derece
şık bir havaalanı ve güler yüzlü
insanlar karşılayacak. Türkiye’den
gittiğinizi her fırsatta dile getirmenizi
öneririm; bunu yaparsanız, zaten
sempatik ve sıcakkanlı olan Beyrutlular
Türkiye lafını duyar duymaz ekstra
bir motivasyonla yaklaşacak size.
Yurtdışı seyahatlerinizde Bosna
Hersek ve Azerbaycan’ı saymazsak
pasaportunuza sempati ile yaklaşılacak
nadir duraklardan birindesiniz.
Ama baştan uyarmalıyım bunun bir
handikabı da var; ardından gelecek
sorular. Televizyon yıldızlarının özel
hayatları ve İbrahim Tatlıses’in sağlık
durumu gibi konularda bir çok soruyla
muhatap olmanız ihtimal dahilinde.
Dersinize çalışarak gitmenizde
fayda var. Şaka bir yana bütün doğu
toplumlarında olduğu gibi Beyrut da
yüzünü batıya dönmüş durumda ve
onların da en yakın batı komşusu
olarak ilk öykündükleri, örnek aldıkları
model Türkiye. Hazır coğrafi konumlara
girmişken hemen uyarmalıyım;
havaalanında kontuarlar doğu ve batı
için iki farklı yönde konumlandırılmış
durumda ve dönüş yolunda olur ha
alışkanlıkla havaalanında doğu yönüne
ilerlemeyin, sizin uçağınızın checkin işlemlerini yapan bankolar batı
bölümünde.
Havaalanından büyük ihtimalle
Hamra bölgesinde yer alan otelinize
taksiyle gideceksiniz. Hatta her
yere taksiyle gideceksiniz çünkü
Beyrut’ta toplu taşıma aracı yok. Bu
yüzden öğrenmeniz ve alışkanlık
haline getirmeniz gereken ilk şey
taksilerle pazarlık yapmak. Turist
tarifesi, yerel halk için olan tarifenin
neredeyse dört beş misli. Gerisi sizin
pazarlık gücünüze kalmış. “Pazarlığı
ne üzerinden yapacağım?” derseniz,
ortalama bir şehir içi seyahati,
mesela havaalanı ile Hamra bölgesi
arasındaki bir yolculuk için 15-20
dolardan fazla vermemelisiniz. Her
yerde dolar kullanabilirsiniz. Alternatifi,
Lübnan Lirası. Kaba bir hesapla bizim
liramızdan üç sıfır atarak Lübnan Lirası
(LBP) karşılığını bulabilirsiniz.
Oteller bölgesi sayılabilecek olan
Hamra, Batı Beyrut’un eskilerde
daha fazla ön planda olan ama
hala canlılığını koruyan bir bölgesi.
Bu bölgede orta ve üst düzeyde
konaklama mekanları çok ama
dileyenler için şehirde daha ekonomik
seçenek olarak pansiyonlar ya da tam
tersi en lüks otellerin zincirleri de var.
Genel olarak Beyrut’ta aradığınız her
şeyi bulabilirsiniz. Sanırım her gidenin
döndüğünde başından geçenleri
ballandıra ballandıra anlatmasının
sebebi de bu; Beyrut, her gelene
istediğini veren bir şehir.
Diyelim tarihe meraklısınız; ulusal
müze emrinizde, dünyanın en eski
liman kenti olan Byblos yanıbaşınızda
ve biraz yolu göze alırsanız gelmişken
Ortadoğu’daki en önemli Roma kalıntısı
olan Baalbeck şehrini görmeniz hatta
festival zamanına denk getirirseniz bir
de caz konserini aradan çıkarmanız
mümkün. Fotoğrafçı mısınız? Şehrin
her yanı fotoğraf. Gece hayatına
düşkün ve biraz da çapkın mısınız?
Kesinlikle doğru yerdesiniz. Beyrut’un
gece kulüplerinin eşi benzeri yok
desek abartmış olmayız. Sosyolojiye
ve siyasete mi meraklısınız? Belki de
görebileceğiniz en tuhaf ve karmaşık
etnik yapıya sahip şehirdesiniz.
Ülkede resmen tescilli 16 değişik
din ve mezhepten insan yaşıyor.
Örneğin iç savaş; ilk bakışta bir
Hıristiyan Müslüman çatışması
gibi gözükse de onlarca aktörüyle
kimin kiminle müttefik, kimin kiminle
düşman olduğunun belli olmadığı,
müttefik ve düşmanların neredeyse
her gün değiştiği, bir süre sonra
Lübnanlıların “bu bizim savaşımız
değildi aslında” diyerek özetledikleri
büyük bilmece. Kayak sporuna ya
da yüzmeye merakınız var diyelim.
Şaka değil; uygun bir mevsimde aynı
gün içinde kayak yapıp sonra denize
girebileceğiniz bir yer Beyrut. “Bunların
hiç birini istemem, ben alışveriş
tutkunuyum” mu diyorsunuz? Yine
doğru yerdesiniz. Bu da mı olmadı?
O zaman buyurun sizi Osmanlı soslu
Akdeniz katkılı Ortadoğu mutfağına
davet edelim. Enfes mezeler, salatalar,
zeytinyağlılar, kebaplar ve tatlılarla
biraz yüzünüz gülsün. Bir şehir için
bundan iyisi Şam’da kayısı diyeceğim
o da zaten birkaç saat mesafede; yanı
başınızda.
33
gezi - yorum
Kalacağınız yer Hamra bölgesinde
ise bu şehri anlamak için en doğru
yerden yani Hamra Caddesi’nden
başlayabilirsiniz tanışmaya. 1970’lerde
Beyrut’un en gözde mekanı burasıymış.
İç savaş döneminde çok yoğun hasar
almış olsa da 2000’li yıllarda başlayan
onarım ve restorasyon çalışmalarıyla
eski günlerini aratmayacak bir güzelliğe
kavuşmuş. Beyrut için küllerinden
doğuyor klişesini kullanmak istemem
çünkü artık bu cümlenin yüklemi
geçmiş zamana bağlanmalı. Beyrut,
küllerinden çoktan yeniden doğmuş
durumda. Bazı binalarda hala savaşın
izleri duruyor, uçaksavar ve mermi
deliklerini görüyorsunuz evet ama
bence şehrin cazibesinin bir kaynağı da
bu. İşte bu yüzden hafızası sürekli canlı
bir şehir burası. Binalar yenileniyor ve
şehir güzelleşiyor olsa da, insanlar
şaşırtıcı derecede huzurlu ve neşeli
görünseler de biraz sohbet edip o
yılları soracağınız orta yaş üstü bir taksi
şoförünün usul usul süzülen gözyaşları,
şehrin hala canlı hafızasını ve kanayan
yarasını ele veriyor. Belli ki bu yüzden
bazı kritik köşebaşlarında bulunan
askeri inzibat noktaları, tedbirin elden
bırakılmadığını söylüyor. Zihninizde
sıkıyönetim koşulları olan bir şehir
izlenimi bırakmak istemem doğrusu;bu
inzibat noktalarındaki askerler özellikle
turistlere karşı son derece kibar, hepsi
iyi derecede İngilizce biliyor ve orada
olmaları size kesinlikle rahatsızlık
vermiyor.
Batı Beyrut’un yani El-Müsytibe’nin
çoğu Müslüman; Doğu Beyrut’un
yani El-Eşrefiye’de yaşayanların çoğu
ise Hristiyan. Hamra Caddesi gibi
Beyrut’u Beyrut yapan birçok şeyin
de Batı Beyrut’ta. Hamra Caddesi
karşılıklı cafeler, restoranlar, butikler ve
otellerin yerleştiği, Turizm Bakanlığı’nın
bulunduğu bir meydandan başlayarak
güneye doğru sahile paralel uzanan ve
hayatın geç saatlere kadar canlı olduğu
bir yer. İlgi alanınıza göre değişik
mekanlarda cadde boyunca zaten
vakit geçireceksiniz elbette ama benim
önerim ara sokaklara dalarak, tabanvay
marifetiyle şehri talan etmek. Böylece
34
şehri daha yakından tanıma şansınız
olacak ve kısa bir süre sonra kendinizi
oralı gibi hissetmeye başlayacaksınız.
Hamra’nın ara sokakları boyunca
sizi bekleyen güzel bir sürpriz de
grafitiler ve duvar yazıları. Duvarları
takip ederseniz, hem çeşitlilikleriyle
sizi şaşırtacak hem de içerikleriyle
tanışma faslını geçip ahbap olmanızı
sağlayacak. Doğu yönünde ilerlerseniz
kaybolabilirsiniz bu yüzden size önerim
batıya yani denize doğru yönelmek ve
Korniş’e inmek.
Beyrut’u görenlerde, şehri bildikleri
bir yere benzetme merakı uyanıyor;
İstanbul’a, Madrid’e, Paris’e,
Bodrum’a, İzmir’e. Bazılarını
anlamasam da Beyrut’u İzmir’e
benzetenleri Korniş yani kordonboyu
nedeniyle çok iyi anlıyorum. Üçgen
şekilli bir yarımadaya kurulu şehrin
güney köşesindeki deniz fenerinden,
kuzeydeki limana kadar uzunca bir
sahil şeridi boyunca uzanıyor Korniş;
Arapça’da “sahil” demek, nam-ı
diğer Corniche. Aslında caddenin adı
sanırım Paris ama kimsenin bu adı
kullanmadığını rahatlıkla söyleyebilirim.
Sahil boyunca özellikle günbatımında
güzel bir yürüyüş yapabilir, cafelerde
soluklanabilir, yerel halka karışıp
desenleri Gaudi’ninkileri andıran
banklarda çekirdek çitleyerek ya da süt
mısır yiyerek sohbete dalabilirsiniz.
Kornişin bir özelliği de her tür
toplum katmanından insanı yan
yana görebilecek olmanız. En lüks
otomobillerle külüstüre dönmeye
ramak kalmış Hacı Murat’ları, radikal
İslam’a yakın duran bir aileyle mini
etekli ve dövmeli yüksek topukluları,
evden getirdiği teybiyle “İbo” dinleyip
nargile içerek keyif yapan hafif göbekli
amcalarla formda kalmak için olasılıkla
Lady Gaga dinleyerek kondisyon
koşusunda olan atletik gençleri bir
arada görmek mümkün. Zengin ailelerin
çocuklarının peşinde koşturup duran
ve Ece Temelkuran’ın “Muz Sesleri”
olmasa nereden çıktıklarını anlamakta
zorlanacağımız birbirine sadece tipleri
değil kıyafetleriyle de çok benzeyen
Filipino’lar da caba... Böyle bahsedince
tam bir karmaşa ortamı canlanmasın
gözünüzde sakın. Şehrin ritmine
kapılacağınız ve bu ortamın bir parçası
da siz olacağınızdan bunu garipsemek
için uygun bir haleti ruhiye olmayacak;
Akdeniz’in keyfini süren kalabalığa ait
olacaksınız Korniş’te.
Korniş boyunca uzunca bir kampüste
yerleşen Amerikan Üniversitesi ve
özellikle müzesi görülmeye değer.
Bir de küçük detay vermek isterim.
Korniş boyunca sıralı yüksek katlı
binalarda ortalama bir dairenin fiyatı
birkaç milyon dolardan başlıyor, taksi
şoförlerinin yalancısıyım. Bu fiyatlar,
şehrin savaşın izlerini sildiği ve eski
şaşalı günlerine geri dönmek üzere
olduğu konusunda ikna edici olmalı.
Yolun sonunda -tabii bakış açınıza göre
başlangıcında da olabilir- Hard Rock
Cafe Beirut’u ziyaret etmek isteyebilir
meraklıları. Hard Rock’a yakın bir yerde
tarihi öneme sahip St George Oteli’nin
bulunduğu kavşakta ise Beyrut’un ikinci
baharını yaşamasının ilk adımlarını
atan belki de en önemli lideri Refik elHariri’nin 2005 yılında suikasta uğradığı
yer var ve harabeye dönmüş bina o
günün anısını yaşatmak üzere ilk günkü
gibi korunuyor. Korniş’in diğer ucunda
ise Güvercin Kayalıkları denilen ama
bulmak istiyorsanız Raouche diyerek
sormanızı önereceğim yer var. Zira
sanırım “Pigeon Rocks” yani güvercin
kayalıkları daha çok ve hatta sadece
turistlerin kullandığı bir tanımlama.
Kayalıklar meşhur olmasına meşhur
ama Kefken’deki Kerpe kayalıklarını
görmüşseniz neden meşhur olduklarını
anlamakta zorlanabilirsiniz. Yine de
bu bölgede yer alan çok sayıdaki
kafelerden birinde nargilenizi
köpürdeterek günü Güvercin Kayalıkları
manzarası ile batırmak fena fikir
değil. Mevsimlerden yaz ise ve şehir
merkezinden uzaklaşmadan Akdeniz’de
yüzmek niyetiniz varsa, plajlar ve
yeni moda “beachclub”lar bu yönde
Raouche bölgesini geçince başlıyor.
35
gezi - yorum
En başta söylediğim gibi Beyrut
çelişkilerin şehri. Bunu size daha derin
yaşatacak, yakın tarihte Ortadoğu’da
neler olup bittiğini anlamak ve yerinde
görmek isteyenler için gidilecek önemli
bir yer var: Şatila Mülteci Kampı.
İsmine aldanıp bir çadır kent sanmayın
ama beklentinizi de yüksek tutmayın.
Şatila, Beyrut’taki Filistinlilerin ağırlıklı
yaşadığı bir getto bölgesi. İmarsız,
varsa da yıllarca süren savaş hali ve
İsrail saldırıları nedeniyle imar biçimi
anlaşılamayan, ana sokaklar ve küçük
36
meydanlar dışında elektrik kabloları ve
su borularının insanlığın çoktan ölmüş
cesedinden sarkan bağırsakları gibi
açıkta olduğu, bir tür bilim kurgu filmi
platosu hissini veren, labirent şeklini
almış, dar sokaklardan ve bir iki odalı
küçük evlerden oluşan, şehir demeye
dilinizin varmayacağı bir yer. Niyetiniz
keyifli ve sakin bir tatil geçirmekse
şehrin bu kısmını pas geçebilirsiniz
elbette. Görmeye niyetliyseniz sizi
uyarmalıyım: Her ne kadar Müslüman
ve Türk kimliği müthiş bir kalkan olsa
da bölgeye giderken yerel bir kontakla
yola çıkmakta fayda var. Türkiye’den
geldiğiniz anlaşıldığında oluşan bayram
havasının verdiği heyecanla çocukların
ve çevrenin fotoğrafını çekerken
yanlışlıkla objektifinizin stratejik bir
noktaya yönelmesi can sıkıcı sonuçlara
yol açabilir. Bu yüzden aradaki
iletişimi sağlayacak, mümkünse
“oralı” birinin refakati önemli. Olası
bir iletişim kazası ihtimali dışında
çevrenizdekilerin size yaklaşımlarıyla
da kendinizi güvende hissedeceğiniz
bir yer Şatila. Duvarlarda İsrail ve
ABD karşıtı yazılar, afişler, Filistin ve
çeşitli Arap ülkelerinin örgüt bayrakları,
Arap liderlerinin neredeyse her sokak
başına sıralı posterleri, hepsinin elinde
birer oyuncak silah olan çocuklar ve
vızır vızır geçip giden motosikletlerle,
gerçekliğinizi yitirip kendinizi bir
belgesel filmin içinde zannedeceksiniz.
Olanların gerçekliğiyle ve koşulların
zorluğuyla yüzleştikçe anavatanlardan
kopartılıp burada yaşamak zorunda
bırakılmış insanların trajedisi
boğanızda düğüm olacak. Yardımınıza,
siz Türk kardeşlerine kola ikram
eden bakkal yetişecek. Parasını
ödemeye kalktığınızda eli kalbinin
üzerinde olacak. Minnetinizi birlikte
çektireceğiniz hatıra fotoğrafında
göreceksiniz sonra. Orada
geçireceğiniz birkaç saat sadece
Beyrut’u değil bütün Ortadoğu
gerçeğini daha iyi görmenize,
anlamanıza vesile olacak ve haber
bültenlerinde bölgeyle ilgili bahsi
geçenler artık sizin için daha farklı
şeyler ifadecek.
Şatila ziyareti sonrası sizi Downtown
paklar diyerek hemen adresi
söyleyeyim. Ama önce otelinize dönüp
üstünüze başınıza bir çeki düzen
verseniz iyi olur. Hamra’dan kuzeye
doğru yürüme mesafesindeki bölge,
şehir merkezi yani Downtown sayılıyor.
Bölgenin bir diğer adı Solidere. Bir
zamanlar çatışmaların da merkezi olan
bu bölge Hariri zamanında -bir rivayete
göre 30 milyar dolar harcanarakbaştan inşa edilmiş. Araç trafiğine
kapalı bir alanı çevreleyen kafeler,
restoranlar, lüks ile özdeşleşen her
markayı mutlaka bulacağınız çarşılar,
sergi salonları ve alışveriş merkezleri
ile bambaşka bir dünyaya ışınlanmış
gibi olacaksınız Solidere’de. Size
Beyrut’ta olduğunuzu hatırlatan ve
orada gerçek değilmiş gibi görünense
yine köşelerdeki askerler olacak. Bu
defa güvenlik görevlilerini biraz daha
sempatik tavırlarda ve ziyaretçilerin
fotoğraflarını çekerken görmeniz
olası. Solidere bölgesi bu lüks ve
şatafatın içinde yine çok kültürlülüğü
harmanlamayı başarıyor. Aynı bölgede
Mavi Kubbesiyle meşhur Osmanlı
mimarisi örneği Muhamad al Amin
nam-diğer Refik Hariri Camii, Katolik
ve Ortodoks Kiliseleri yan yana arz-ı
endam ediyor. Genel olarak Fransız
mimarisinin hakim olduğu bölgenin
ortasındaki meydanda ise restore
edilmiş haliyle Sultan Abdulhamit’in
saltanata çıkışının otuzuncu yılı şerefine
Ortadoğu’da beş ayrı şehirde yaptırdığı
saat kulelerinden biri bütün ihtişamıyla
sizi karşılıyor. Solidere bölgesinin
hemen dışında, Hariri Camii’nin arka
cephesine komşu Özgürlük Meydanı
ve Martys Heykeli var. Lübnan’ın
bağımsızlığını simgeleyen bu heykel
de kurşunlardan payını almış ve
hafıza tazeleme oyununun önemli
aktörlerinden biri olarak kalacak gibi.
çok güzel eski evlerin bulunduğu bir
cadde burası. Gece hayatı deyince
özellikle kadın okurlarımızı bir konuda
uyarmam lazım. Sakın ola “tatildeyim,
tişörtün altına kot çeker çıkarım” gibi
bir hataya düşmeyin ki sonra kendinizi
pespaye hissetmeyin. Değil gece dışarı
çıkarken bakkala giderken bile son
derece bakımlı çıkıyor sokağa Beyrutlu
kadınlar. Bankaların kadın müşterilerine
‘güzellik kredisi’ verdiği bir yerden
bahsediyoruz, aman dikkat! Tabi
gece hayatı sadece Gammayzeh’ten
ibaret değil. Ünü dünyaya yayılmış,
son derece şık ve modern dizayn
edilmiş, özel rezervasyonsuz adımınızı
atamayacağınız, birçoğu büyük
otellerin ve rezidansların teras katlarını
tutan gece kulüplerini de duymuş
olmalısınız.
Gündüz alışverişe çok meraklı
değilseniz Downtown yerine hemen
arka taraftaki Ermeni Mahallesi Burj
Hamud bölgesini gezmenizi öneririm.
Şehrin bir diğer önemli etnik unsuru
Ermenilerin çoğu, techir ile buralara
kadar gelmiş olan Anadolulular. Kesin
bir sayı vermek güç ama iddia edilen
yüz bin kadar Ermeni’nin buraya
göç etmiş olduğu. Ki zaten tuhaf bir
şekilde dükkanlardaki Ermenice yazılar
dışında basbayağı bir Anadolu kentine
geldiğiniz hissine kapılıyorsunuz
burada. Zaten çok geçmeden
kulağınıza Türkçe diyaloglar, gözünüze
de tabelalarda –yan eki almış
tanıdık soyadları takılıyor. Sohbete
giriştiğinizde onların da acılarının
hala taze olduğunu hissetmemek
mümkün değil. Yani Beyrut’un neresine
dokunsanız bir ah sesi çıkıyor aslına
bakarsanız...
Gecesi başka gündüzü başka
büyüleyicilikteki Beyrut’a gidip
görülmeden dönülmemesi gereken
başka bir durak ise Jeita Grotto.
Dünyanın en büyük ve derin
mağaralarından biri olan Jeita iki
galeriden oluşuyor. Yaklaşık 9 bin
metre uzunluğunda. Büyük bir yer
altı nehrinin oluşturduğu mağaranın
paleolitik dönemden beri var olduğu
tahmin ediliyor. 1836’da keşfedilen
mağara 1950’li yıllarda ziyarete açılmış
ve oldukça iyi organize edilmiş bir
turistik tesise dönüşmüş. Yaptığım
küçük araştırma öyle söylemiyor ama
yine de mekanın inanılmaz güzelliğini
vurgulamak için söyleyeyim; bir şehir
efsanesine göre dünyanın yeni 7
harikası için aday gösterilmiş Jeita.
Mağaralar bölgesine küçük bir raylı
sistemle ya da teleferikle ulaşmak
mümkün. Son derece başarılı bir
ışıklandırma, sarkıtlar, dikitler, derin
uçurumlar ve sudaki yansımalar ile
müthiş bir görsellik sunan üst kattaki
mağarada enteresan bir gezi parkuru
var. Alt katta ise akülü küçük teknelerle
suda kısa bir tur yapmanız mümkün.
Her iki mağarada da fotoğraf çekmek
yasak.
Gemmayzeh bölgesi ise yine Martys
yani özgürlük meydanına yürüme
mesafesinde bir durağımız. Beyrut’un
telaffuz etmesi kadar vakit geçirmesi
de güzel, belki de en hareketli
ve canlı caddesine hoş geldiniz.
Uzunca bir cadde boyunca sağlı
sollu yerleşmiş, yüzlerce bar, gece
kulübü ve restoranın sıralandığı,
gece hareketlenen, ara sokaklarında
37
gezi - yorum
Yerin dibine girip mağaralarda vakit
geçirdikten sonra ihtiyacınız olan
ferahlığı ve oksijeni bulacağınız yer,
Harissa Dağı. Yukarıda sizi Meryem
Ana bekliyor. Fazla bekletmeden
yollara düşseniz iyi olur. Şaka bir
yana günbatımında tepeden nefis bir
şehir panoraması sunan bir noktadan
bahsediyorum. Yukarıya çıkmak için iki
alternatifiniz var: karayolu ve teleferik.
Pek tabii teleferiği tavsiye edeceğim
çünkü bu gezimizin kendi çapında
adrenalin sporu da bu. Yüksekliği
nedeniyle korkutucu olmasının yanı
sıra zaman zaman beş on dakikalık
elektrik kesintileriyle meşhur bu
teleferik. Bu yolculuğun bir diğer
enteresan özelliği de dağın eteğindeki
yüksek katlı binaların arasından bazen
çok yaklaşarak geçmesi ve sizi kısa
bir anlığına da olsa insanların özel
hayatlarına misafir etmesi. Elektrik
kesintisine denk gelir de birinin
balkonunda duraklama şansınız
38
olursa yeni dostlar edinme ihtimali
de cabası. Yukarıya vardığınızda, bu
adrenaline değecek güzellikte bir
manzara sizi ağırlayacak. Kollarını iki
yana açmış bir şekilde şehri tepeden
kucaklayan Meryem Ana Heykeli,
en üst katındaki küçük dua alanı
dışında etrafını turladığınız spiral
şeklindeki merdivenlerden manzarayı
ve Meryem Ana’nın gözünden şehri
izleyebileceğiniz bir seyir terası olarak
dizayn edilmiş. Bulunduğu yerde ve
teleferikle ilk ulaştığınız noktada turistik
bir tesis, hemen yanında ise küçük bir
kilise mevcut. Küçük bir ipucu da şarap
meraklılarına... Kilisenin hediyelik eşya
bölümünde satılan şaraplar hem çok
uygun fiyatlı hem de oldukça kaliteli.
Dönüş yolunda güneşi batırdıysanız
eğer, teleferikte bu defa sizi parlament
mavisi bir gökyüzü altında körfezi
çevreleyen şehir ışıkları ile muhteşem
bir gece manzarası kuşatıyor. Harissa
yolculuğu fazlasıyla iştah açıyor.
Sakın ola teleferikten indiğiniz yerde
gördüğünüz ilk falafelciye dalıp
iştahınızı kapatmayın. “Falafel ne
ola ki?” diyenlere hemen küçük bir
açıklama: Nohut – bazı yerlerde
bakla- ile yapılan ve birtakım sebzeler
barındıran bir tür etsiz köfte bu
Ortadoğu “fast food”u. Pita denilen
(etimolojik olarak pidenin kardeşi bu
kelime) bir tür lavaş içinde çoğunlukla
biber turşusuyla ikram ediliyor ve
her köşebaşında dönercilerin en
büyük rakibi bu coğrafyada. Falafel
deneyimini başka bir öğüne erteleyip
meşhur Beyrut mutfağıyla tanışmanın
zamanıdır. Özellikle Solidere ve
Gammayzeh bölgesinde bu işin hakkını
veren çok sayıda restoran bulmanız
mümkün. Fiyatlar ise Bursa ayarında
dersek yanıltıcı olmaz. Çok sayıda
değişik kebap ve ana yemek alternatifi
bulunsa da eğer oturduğunuz sofra
Akdeniz’e kıyısı olan bir Ortadoğu
şehrinde ise en güzeli masayı
mezelerle donatmak. Antakya ve
Antep mutfağına aşina olanlara pek de
yabancı gelmeyecek sayacağım isimler.
En başta humus olmak üzere, semsek,
tabuli, nar ekşili zahter salatası,
patlıcan ezme, bu topraklarda adı kıbbe
olan içli köfte, Babagannuş, Fattoush,
Kubideh, Labneh ve daha onlarcası...
Ne kadar anlatsam tarife yetmeyecek
ama zahterden biraz bahsetmek lazım.
Kekik ile aynı familyadan ancak daha
yoğun aromalı ve daha lezzetli olan
bu baharat neredeyse her öğünde
karşınıza çıkacak Beyrut’ta. Tazesi
salata malzemesi olarak, tozu susam
ve zeytinyağı ile karıştırılmış haliyle
kahvaltılık olarak, kurutulmuş olanı
ise zahterli pide malzemesi olarak
kullanılıyor. İçkili bir yemek niyetiniz
varsa, masanın gözdesi ‘arak’. Bizim
rakının ve komşunun uzosunun üçüncü
kardeşi. Neredeyse aynı lezzette olsa
da alkolü daha yüksek. Şekerli bir tadı
var. Kolay içilip hızlı çarpmasın diye
küçük kadehlerde servis ediliyor.
Beyrut’a sadece bir hafta sonunu
ayırmadığınızı umarak biraz daha
şehir dışına, kuzeye doğru kısa bir
yolculuk öneriyorum ertesi gün için.
Bir büyükşehir sakini olarak bir başka
büyük şehirde -hele ki çelişkileri,
karmaşık yapısı, sürprizleri ve trafiği
ile Beyrut gibi yorucu bir şehirde- biraz
bunaldıysanız rotayı bir tatil yöresine
kırmak iyi bir fikir.
Yaklaşık 1 saatlik mesafedeki Byblos,
MÖ 7.000’de kurulmuş olduğu tahmin
edilen eski bir Fenike liman kenti.
Aynı zamanda dünyada kesintisiz
iskan görmüş olan en eski yerleşim
yeri. Bu özelliği ile UNESCO Dünya
Kültür Mirası Listesi’nde de yer alan
Byblos’ta antik kentin kalıntılarının
yanında 12. yüzyılda Haçlı Seferleri
esnasında yapılmış bir kale de mevcut.
İsmini, harflerin sembol yerine seslere
tekabül ettiği, Latince’nin de öncülü
olan ilk alfabenin burada icat edilmiş
olmasından alıyor. Byblos (bir başka
deyişle ‘Bible’) ‘yazı’ ve ‘kitap’ demek.
Byblos’u ziyaret etmek, bu sebeple
edebiyat tutkunları için bir tür kutsal
ziyaret sayılabilir. Turistleri hedef alan
küçük çarşısı ile bizim Ege ve Akdeniz
kıyısındaki sayfiye yerlerini aratmayan
Byblos’ta yapılacak en güzel şey bana
sorarsanız deniz sefasını müteakiben
antik şehir ziyareti ve günün demini
limandaki balık restoranlarından
birinde günbatımı eşliğinde almak.
Özel bir mekan önerisinden şu ana
kadar kaçınmış olsam da burada ünü
dünyaya yayılmış olan ve bu nedenle
ismini zikretmenin haksız rekabete de
reklama da girmeyeceği bir mekanın
adını söyleyeceğim: Pepe’nin Balık
Restoranı. 60’lı yılların ünlü kazanovası
olduğunu öğrendiğimiz, şimdilerde
100 yaşına merdiven dayamış olan
Pepe’nin, Brigitte Bardot, Catherine
Denevue ve Adriano Celantano gibi
birçok ünlüyle çekilmiş fotoğraflarının
duvarları süslediği mekan, size
kendinizi gerçekten Akdeniz’de
hissettirecek türden bir manzara
ve dekorasyona sahip. Balıklar ve
mezeler o atmosferde daha da bir
lezzetli gelecek inanın. Bu salaş
balık lokantasının sloganı ise hayli
ilginç; “Lübnan’a gelip de Pepe’yle
tanışmamak, balayını bir harem
ağasıyla geçirmek gibidir.” Fazla
söze gerek var mı bilmiyorum. Ama
bildiğim bir şey var tıpkı beni tekrar
çağırdığı gibi bu ziyaretiniz sonrası sizi
de çağıracak Beyrut ve kesinlikle ilk
ziyaretiniz son ziyaretiniz olmayacak.
39
40
41
uzaktaki yakın
Lut Gölü
En derin
beyaz
Sıcak bir Eylül sabahıydı. Ortadoğu’nun sıcağını iliklerimizde duyarken,
otobüsümüz yolun soluna saparak Lut Gölü’nü kuşbakışı gören
yüksek bir tepede durdu. “Çok kenara yaklaşmayın” uyarıları arasında
karşımızda, beyaz tuz kayalarının çevrelediği devasa bir göl belirdi. Bu,
Lut Gölü’yle ilk tanışmamızdı.
Yazı ve Fotoğraflar: İsmail Şeker
42
LUT GÖLÜ’nün çevresindeki beyaz
tuz kayaları, yoğun bir bilinç akışıyla
Pamukkale’ye götürdü beni. Yıllar
önce benzer bir mevsimde ilk kez
görmüştüm Pamukkale’yi. Doğal
görünümünden çok etkilenmiştim. Bu
kez ise Arapların Lut Peygamber’den
dolayı “Lut Gölü”; batılıların ise
içerisinde canlı bulunmaması nedeniyle
“Ölü Deniz” olarak isimlendirdikleri
600 kilometrekarelik bir göldü
karşımızdaki... Ölü Deniz ismi, daha
yumuşak bir isim olabilecek Pamuk
Deniz’e dönüştürülebilir mi düşünden
rehberimizin sesiyle uyandım.
Arkamızda yolun karşısındaki tepe
üstündeki insan heykeline benzeyen
doğal kaya yontularının öyküsü
anlatılmaya başlanmıştı. Anlatılanlar,
belleğimizde Lut Peygamber’in taşa
dönüşmüş karısını canlandırdı. Akdeniz
yüzeyinden yaklaşık 400 m. alçakta
olan gölün en derin yeri 400 metrede.
Yani göl tabanı deniz yüzeyinden
yaklaşık 800 m. derinde. Diğer bir
deyişle dünyanın tabanındayız...
Gölün kuşbakışı fotoğraflarının
çekiminden sonra herkes otobüsteki
yerini aldı. Rehberimiz, Doğu
Afrika’daki Assal Gölü’nden (tuzluluk
oranı %35) sonra dünyanın 2. derecede
tuzlu gölü olduğunu anlatmaya başladı.
Tuzluluk oranı % 30 dolayında olan
Ölü Deniz, Akdeniz’den 10 kat daha
tuzluymuş. Akarsularla beslenmeyen
gölün aşırı tuzlu oluşu ise sürekli
buharlaşmasına bağlı... Küresel
ısınmanın yol açtığı buharlaşma,
eskiden yıllık 18 cm olan su seviyesi
çekilmesini günümüzde 50 cm.’ye
kadar çıkartmış... Bu artışa, göle
sahip olan İsrail ve Ürdün’ün içme
suyu gereksiniminin artışı da katkıda
bulunuyormuş. Tüm bu nedenlere bağlı
olarak 30 yıl sonra gölün kuruyarak yok
olabileceği düşünülüyor. Bu olasılığa
karşı göle komşu ülkeler bazı önlemler
almaya çalışıyorlar.
Göl kenarını izleyen yolla kısa bir süre
sonra göle giriş tesislerine ulaştık.
Bizi korumakla görevli ancak sıklıkla
kaybolan, en sonunda bizim kollayıp
koruduğumuz bedevi kökenli polisimizi
izleyerek göl kenarına ulaştık. 80 km.
genişlikteki göl içerisinde yarı oturur
43
uzaktaki yakın
konumda kitap okuyan bir hanımı
görünce çok şaşırdım. Göle girilince
tuzlu suyun kaldırma kuvvetinin ne
denli güçlü olduğunu anlayınca
şaşkınlığım geçti. İsteseniz de suya
batamıyor ve yüzemiyorsunuz. Alttan
güçlü bir el sizi sürekli su yüzeyinde
tutuyor gibi. Uyarılara karşın gözüne
su kaçıran arkadaşlarımızın yangından
kaçar gibi tatlı suya koşmaları sık
sık tanık olduğumuz bir şeydi. Göl
44
kenarındaki kumsalda gözleri dışında
her yanını siyah çamurla kaplatan
insanları sıklıkla görebilirsiniz. Fotoğraf
çekmek için çamurlanan bir hanımın
yanına yaklaştım. Elinde fırçası,
kuyrukta bekleyen müşterilerini deri
hastalıklarına iyi geldiğini söylediği
çömleğindeki kara çamurla sıvayan
çamurcunun sedefli ellerinin görünümü;
çamurun deri hastalıklarını iyileştirici
gücüyle çelişki oluşturuyordu.
Zengin mineral içerikli göl suyu için
dünyanın her yanından insanlar tedavi,
güzelleşme ve gençleşme amacıyla
Ürdün’e geliyorlar. Suyun bu gücü
yaklaşık 2000 yıldan beri biliniyor.
Diğer Arap ülkeleri gibi petrolü geliri
olmayan Ürdün su ve çamur özelliğini
değerlendirmek için göl çevresinde
konaklama yerleri oluşturmuş. Ayrıca
bu mineralleri kapsayan ürünler de
göl kenarındaki küçük dükkanlarda
satılıyor. Lut Gölü’nün suyunun ilk
etkisi kanımca yüksek yoğunluklu
suyun insan cildinde oluşturduğu hücre
sıvı kaybına bağlı değişiklikler... Göle
giren arkadaşlarımızdan derilerinin
yumuşadığını ve parlaklığının arttığını
sıkça duymaya başladık.
Göl kenarlarında tuzlu su ve toprağın
buluştuğu yerlerde ilginç fotografik
konuların bulunabileceğini düşünerek
kıyı boyunca birkaç km. yürümeye karar
verdim. Düşündüğüm gibi bu yerlerde
grafik ağırlıklı tuz ve diğer mineral
bileşiklerinin oluşturduğu katmanlar
vardı. Havanın bulutlu gölün dalgasız
oluşu işimi kolaylaştırıyordu.
Lut Gölü’nde Lut Kavmi’nin izlerine
çıplak gözle de rastlamak mümkün.
Kayıkla Lut Gölü’nün alt bölümünde
gezerken, güneş ışınları suyla uygun
bir açı oluşturduğunda, şaşılacak bir
görüntüyle karşılaşabilirsiniz. Kıyıdan
biraz ötede, suyun derinliklerinde
ağaçların belirdiğini görürsünüz.
Bunlar göldeki son derece yoğun
olan tuzların algıdaki yanılsamalarıdır.
Derinlerde yeşil renkte görülen ağaç
kalıntıları çok eskilere dayanıyor.
Kanımca tuzlu suyun bozulmayı
önleyen koruyucu etkisine bağlı... Bir
zamanlar bu ağaçların yapraklarının
45
uzaktaki yakın
yeşillendiği ve çiçek açtığı yer olan
Siddim Vadisi, bölgenin en güzel
yerlerinden biriydi. Bu bölgede, büyük
bir uygarlığın izleri olan kalıntıları hala
görebiliyorsunuz. Siddim Vadisi’nde
Sodom ve Gomorra kentlerinde
yaşayan Lut Kavmi, kutsal kitaplara
göre işledikleri büyük günah olan
livata(homoseksüel ilişkiler) sonucu
tanrı tarafından kentleriyle birlikte
yok edilmişler. Cezalandırılmadan
önce bu bölgeye gönderilen Lut
46
Peygamber tarafından halk doğru
yola çağırılmış. Ancak peygamberi
dinlememişler. Lut Peygamber bir
gece ev halkı ve diğer inananlarla
bu bölgeden ayrılmış. Yanında
inanmayan ve geri dönüp bakmama
koşuluyla götürdüğü karısı da varmış.
Ancak karısı bu koşula uymayarak
yolda geri dönüp kavmine bakmış ve
sonucunda taştan heykele dönüşmüş.
Lut Peygamber ve yanındakilerin bu
bölgeden ayrılmasından sonra Sodom
ve Gomorra şehirleri şiddetli deprem ve
yanardağ püskürmeleriyle yok olmuşlar.
Kutsal kitaplarda bu olay “Böylece
emrimiz geldiği zaman, üstünü altına
çevirdik; üslerine balçıktan pişirilmiş ve
istif edilmiş taşlar yağdırdık” şeklinde
anlatılır.
Lut Gölü, Toroslar’dan başlayan
Ortadoğu’nun batısı boyunca uzanan
Lut Gölü ve Kızıl Deniz bölgesinden
geçerek Doğu Afrika’ya değin ulaşan
dünyanın önemli tektonik çöküntüsü
(Rift Fay Hattı) üzerinde. “Üstünü
altına çevirdik” cümlesi şiddetli bir
depremle bölgenin yerle bir olduğunu
anlatılıyor olabilir. Helak olayının
yaşandığı Lut Gölü bölgesinde böyle
bir depremin oluştuğunun kanıtları da
zaten bulunmuş. “Üzerlerine balçıktan
pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık”
cümlesi de depremin tetiklediği bir
volkanik patlamayı anlatıyor olabilir.
4000 yıl önce yerin dibine batmış Lut
Kavmi’nin öyküsünü dinleyen tüm
arkadaşlarımızda oluşan iç burukluğu,
rehberimizin “Lut Gölü’nden güneşin
batışının fotoğrafını çekmek ister
misiniz?” uyarısıyla dağıldı. Gölden
on dakika önce ayrılan otobüsümüz,
yolun sağında durdu. Birkaç kişi
otobüsten indik ve o eşsiz günbatımını
seyredip birkaç kare fotoğraf çektik.
Lut Kavmi’nin öyküsünün devamını ise
yorgunluğun ve sabah erken kalkmanın
getirdiği uykuda düş olarak görmeye
başlayan arkadaşlarımı izlerken,
Ölü Deniz’e tekrar gelebilmeyi arzu
ediyordum. Bu bölgeyi görebildiğim
için ne denli şanslı olduğumu
düşündüm. Otobüsümüz Kızıl Deniz'e
doğru yol alırken, Lut Kavmi’nin
yaşamı da, çoktan belleğimde tıpkı bir
sinema filmi gibi akmaya başlamıştı.
Lut Gölü’nden zihnime kalan en
güzel miras ise, dünyanın “en derin”
beyazlarını oluşturan kaya tuzları oldu.
“Tadıyla tuzuyla” iz bırakan ve ömür
boyu özlenecek bir gezi oldu.
47
odak noktası
Ahmet Çetin
Renkli anların öyküsü
Fotoğrafı oluşturan en basit ifadesi ile ışıktır. Işığın bize miras
bıraktıkları ise renkler… Gündüz gece devam eden bir serüvenin
içinde, fark edebildiğimiz detayların en göz alıcısıdır renkler.
Onların büyüsü ile hayat bulmuştur birçok sanat eseri…
48
FOTOĞRAF ışığın yazdığı yazı
anlamına gelebilir. Zaten ışık ve yazı
sözcüklerinin birleşmesinden meydana
gelir. Çeşitli alet ve malzemeler
kullanarak, bir konunun görüntüsünü,
kimyasal maddeler yardımıyla özel bir
yüzey üzerine geçirmeye olanak sağlar.
Fotoğrafın özü, ışık ve ışığın bazı
maddelerin renk ve tonlarında yol açtığı
etkilerle açıklanabilir.
150 yıllık bir geçmişi olan fotoğraf diğer
sanat dalları ile kıyaslandığında bir
hayli yeni sayılır. Ancak büyük bir hızla
gelişerek kendisini çağın teknolojisiyle
bütünleştirmeyi başardı. İnsanoğlu
doğayı inceleme araçları arasına
fotoğraf makinesini de kattığında,
bir yandan gözün görme eşiğindeki
dünyamızın olağanüstü biçin, ton
ve renk armonileriyle dolu olduğunu
bulmuş, öte yandan bilim ve teknoloji
alanında inanılmaz doğru bilgi ve
ayrıntıları saptayan bir sistem elde etti.
49
odak noktası
Ahmet ÇETİN
1965 Bulgaristan Filibe doğumlu.
1978 yılında Bursa’ya göç etti. 2007
Yılında Bufsad(Bursa Fotoğraf Sanatı
Derneği)’ın 34. dönem temel eğitim
kursunu bitirdi. Ulusal ve uluslararası
çeşitli ödüllerin sahibi. Özellikle
uluslararası yarışmalarda kazandığı
ödüller ve sergilemeler sayesinde
FIAP (Uluslararası Fotoğraf Sanatı
Federasyonu)’tan ‘’Artist FIAP’’ (AFIAP)
ünvanı kazandı. Şu anda Bufsad Doğa
Atölyesi başkanlığını yürütüyor.
Böylece fotoğraf bilimsel ve teknik
araştırmaların vazgeçilmez bir aracı
oldu.
Anıların, olayların ve mekanların
belgelenmesinin yanında, bilimsel
çalışmalarda, modada, tanıtımda, uzay
araştırmalarında, resmi işlemlerde,
iletişimde, yayıncılıkta, bilgisayarda,
sanatta ve hayatın değişik birçok
50
alanında fotoğraf hayatımızla iç içe...
Günlük hayatımızda birçok alanda.
Elimize aldığımız her belgede, her
gazetede, yayında, gördüğümüz
her reklam panosunda anılarımızı
yaşattığımız her aile albümünde
fotoğrafla karşı karşıyayız. Renklerin
vazgeçilmez ahenginin etkisi, fotoğrafın
en önemli gizi olarak her daim
karşımızda…
51
fotoğrafa yazı
Ben
ne
zaman
bir
yazı
yazmak
istesem,
sen gelip oturuyorsun masama
PERDEYİ HAVALANDIRAN şu rüzgar
mısın sen, sahur vakti hala açılmamış
oruç mu, niyetine girilmiş bir cinayet,
iki ucu keskin ve kendime saplamaya
hazırlandığım kararlı bıçak, içtikçe
susadığım su musun, söyledikçe
anlatamadığım söz, sustukça çoğalan
kelimelerim misin?
Bir çocuk başını kaldırıp bakıyorsa
göğe merakla, havada kuşlar bir
yerden bir yere müjdeler götürüyorsa,
minareler birazdan ışıklarını yakacaksa,
sokaklar zaman geçtikçe boşalıyor,
boşaldıkça güzelleşiyorsa, çiçekler mis
kokuyorsa mesela, ay küçük çocuklara
dede masalları anlatıyorsa hala,
savaşlar duruyorsa mermiler bitmeden,
varoşlar kendi hüznünün isyan sularına
dalıp şifalar çıkarıyorsa olur olmadık
ve iftar sofraları aile sıcaklığı sarıp
sarmalıyorsa; seninle bir ilgisi olmalı
tüm bunların.
Beni bilirsin.
Her istasyonda duran, her
istasyonda biraz daha yorulan; sonra
yorgunluğunu unutup yola tekrar
düşen, düşünce dizini yaralayan, uff
52
Celil Sezer
deyip geçiren, annesine öptüren; sana
her istasyona uğraya uğraya gelen…
Bizim bahçede nar ağaçları çiçeğe
durdu.
Durup şimdi burada, yazı yazmak
isteyip seni bulurken masamda, şaşırıp
kalıyorum, bu bebeklerin seninle ne
ilgisi olduğuna.
Düşünsene, kışın hazırlığını şimdiden
yapıyorlar.
Birazdan başlayacak ezan.
Birazdan son yudum çaylarını içecekler,
son lokmalarını ağızlarına atıp, belki
son sigaralarını arkalarına yaslanarak
ama hep tetikçe telaşla tellendirecekler.
Mevsim bahar, hava sıcak, pikeler
neredeyse kalın gelecek şehrin
insanına, damlarda yatan uzak bir
Doğu’nun çocukları yüzyıllardır
damlardan düşüp yaralıyorlar
kendilerini. Yine de uyuyorlar sineklerin
işgali ve ama bir hafif rüzgar altında.
Nar ağaçlarının da seninle bir ilgisi
olmalı.
Serin, hafif uzak Doğu rüzgarlarının.
Her gün yeni bebekler geliyor
dünyamıza. Ben bir hastanede
çalıştığımdan, pembe ellerine, sudan
yapılma tenlerine, kokusu seninkine
benzer kokularına, açılmamış gözlerinin
gördüğüne emin olduğum mucizelere,
küçük ağızlarının kenarından sızan
bebek salyalarına, annelerinin
kucağında nasıl uyuduklarına,
dokunuyorum bazen.
İstasyonların kanatlarına kuşlar
konuyor, rüzgarın orucu hiç açılmadı ne
zamandır, ayın masalı dede çocuklara
küçük geliyor artık, nar çiçeklerinin
kalbi kırılıyor damlardan düşünce
geceleri, sinekler işgal ediyor yeni
doğan her bebeği, küçük ağızların son
sigaraları akıtıyor bebek salyaları..
Birazdan yazı bitecek.
Birazdan gideceksin sen.
…
Ben ne zaman bir yazı yazmak istesem,
sen gelip oturuyorsun masama.
Sahi, kimsin sen?
53
havadan sudan
Hayallere sürükleyen,
umutlandıran ama aynı
zamanda iç çekerek
düşündüğünüz pişmanlıkları dile
döken, en karışık hallerimizdir
“keşke”lerimiz… Hem acıtırlar,
hem tebessüm ettirirler.
En gizli duygumuz
KALBİMİZİN en gizli köşesinde saklıdır
“onun” anlamı. Tek başınayken, uykuya
dalmadan önce, yolculukta ya da en
sevdiğin şarkıyı dinlerken aklından
geçer “keşke”lerin. Dilinin ucuna
gelip söyleyemediklerini, kaçırdığını
düşündüğün fırsatları veya “gitme
kal” diyemeyişini düşünürsün. Bazen
de kazanmanın zevkine varamadan
kaybettiklerini…
Beni en çok düşündüren, “Asla pişman
olacağım bir şeyi yapmam” sözüdür.
Çünkü insanız. Duyularımızla yaşıyor,
kendimizi ifade etmeye çalışıyoruz.
Elbette hatalar yapılacak, yanlış
anlaşılacak davranışlar olacak. Doğru
olduğunu düşünerek verdiğin kararlar
günün birinde belki de yanlış sonuçlar
doğuracak. Yıllar önce seçtiğin
meslek, şimdi sadece mecburiyetten
ibaret olacak ya da büyük bir aşkla
bağlandığın insan için “keşke
tanımasaydım” diyebilirsin.
Davranışların ve düşüncelerinle
kendine ve çevrene sıkıntı yarattığın
günler olmuştur. Ama gerçek olan bir
54
şey var: Geçmişte o hisleri yaşayan
sendin ve o anki kararlarınla geleceğini
oluşturdun; tıpkı şimdiki seçimlerinle
yıllar sonrasını şekillendirdiğin gibi.
Küçük ya da büyük aldığın tüm
kararlardan, yaşadıklarından alacağını
al koy cebine. Kazanılan tecrübeleri
gülümseyerek kabul et, keşkeleri geride
bırak ve içinde olduğun anı yaşamaya
özen göster. Çünkü aksi, zaman
kaybettiriyor, acı veriyor.
Keşkeler için geçmişten bugüne
taşıdığımız bir sırt çantası da denebilir.
Her çantanın içinde bir keşke hikâyesi
ve onunla bağlantılı bir sürü duygu
vardır. İçimizde sakladığımız istekler,
pişmanlıklar, vicdan azapları ve daha
bir çok enerjimizi tüketen duygu...
Her keşke dediğimizde bir çantayı
açar, içine biraz daha yük doldurur ve
sonra tekrar sırtımıza yükleriz. Bundan
kurtulmanın tek yolu “geçmişteki ben”i
affetmektir. Yanlış veya doğru hareket
etmiş olan “ben” hata yapmış olsa
bile; o günün şartlarında, o günün ruh
hali içinde karar vermiştir. Bu yüzden
Nazan Aşkalli
ben seviyorum keşkelerimi. Biliyorum,
yıllar sonra eski fotoğraflarımla olduğu
gibi dalga geçeceğim. İçim acıyacak
bazen, sonra ardından boş vermişlikler
yeni umutlar, mutluluklar gelecek. İyi
ki varsınız, iyi ki yaşamışım tek kırıntı
bırakmadan.
Hatta çocuklarıma öğüdüm; “Benim
hatalarımdan ders almayın, kendi
hatalarınızı yapın. Keşkeler yaratın.
Sonra onları geride bırakmanın
keyfini yaşayın. Risk almak hiçbir
şey yaşamamaktan iyidir, önemli
olan sonuçlarını kabullenecek gücü
bulabilmek…” oluyor.
Hayatın rengi bu değil midir? Biraz
öfke, biraz şaşkınlık, sürprizler ve
umutlar... Hedef aynı; mutlu ve güvenli
bir gelecek…
“Şimdiki zamanda kal. Geçmişi bir yük
gibi omzunda taşıma, gereksiz yere de
gelecekle uğraşma…” Osho
55
kupasız şampiyon
Hayali arkadaşlarıma
sordum, “Sizin için hayatta
en gizemli şey nedir?” diye,
bakın ne cevap verdiler.
Gözde Tezer
Azrail’in arkası sağlam
En masum mülteci
Oturma iznim yok, annemin karnına
kaçak yerleştim. 1 buçuk aydır
buradayım, 15 gün daha fark
edilmezsem, yırttık. O saatten sonra
aldıramaz artık beni. Farkıma da varmış
olur, vazgeçer cipsle beslenmekten.
Bacardi-cola’ya lafım yok ama arada
bir su da ver be kadın! Ve biraz vitamin.
Keşke şu çapulcularla takılacağına
zengin bir erkek arkadaş yapsaydın,
pahalı restoranlara giderdiniz de karnım
doyardı. Bir de beni oluştururken
uyguladığınız metodları haftanın daha
az gecesi kullanırsanız sevinirim,
ambale oluyorum, daracık yer burası.
Neyse, ambale mambale, benim için şu
dünyadaki en gizemli şey sensin anne,
lütfen beni sınırdışı etme.
Şöleni başlamamış kız
12 yaşındayım. Kafayı Şölen
Abla’yla bozmuş durumdayım. Şölen
Abla,komşumuzun kızı, 22 yaşında. Ben
9’da eve girerken o 9’da evden çıkıyor.
Beni eşofmanlı babam, onu jöleli
sevgilileri eve bırakıyor. Hadi diyelim
sevgilim var, benimkilerin bacağı frene
zor yetişir. Hem ben sağ elimden
başka hiçbir şeyle öpüşmedim, eve
bırakıldığına göre Şölen Abla öpüşmeyi
de biliyor. Benim hayatım erimesine en
az 6 yıl olan koca bir buz kütlesi, Şölen
Abla’nınki sıcacık jakuzi. Şu hayatta hiç
ama hiçbir şeyi Şölen Abla olmak kadar
gizemli bulmuyorum, Justin Bieber’ı
bile.
56
Denizanası olmak isteyen çocuk
25 yaşına geldim ve ne olacağımı hala
bilmiyorum. Gelecek, ahtapot gibi.
Çok fazla kolu var. Ve ben hangisini
kesip yemem gerektiğine bir türlü karar
veremiyorum, e hepsini aynı anda
yemeye çalışırsam da boğulurum,
ondan hiçbir adım atamadan öylece
duruyorum. Ben belki de hiçbir şey
olmak istemiyorumdur, ahtapotun
“hiçbir şeylik” kolu yok mu? Denizanası
falan olsam ya da olmuyor mu?
Belki de ben büyük gemilere değil,
minik teknelere eşlik etmesi gereken
biriyimdir. Allah kahretsin mezun
olduğum tüm o iyi okulları… Bu ruh
haliyle cevaplayacak olursam, ne
olmak istediğini bilen adamlardır
Sallinger’dan bile gizemli bulduklarım.
Dikkatli olsunlar, birkaç ay daha
iş bulamazsam, öldürüp kalplerini
sökücem hepsinin. Neydi o film, 21
Gram, kalp naklinden sonra kişilik
özellikleri değişiyordu adamın… Ben de
çok fena değişeceğim.
Lotoyu tutturamayan kadın
20 yıl oldu evleneli… İlk yıllarda
evliydim, şu an yalnızca “ev”li. Bir
evim var. Bu evde yatak var, televizyon
var, masa var, bilgisayar var , koca
var. Yatak nasıl sabitse, koca da o
yatakta öyle sabit. Televizyon nasıl
susmazsa, koca da öyle susmaz. Masa
nasıl tahtaysa, koca da öyle tahta!
Boşanma hayalleri kuruyorum arada
ama lotoyu tutturursam tekne alırım
hayalleri kurmaya benziyor. Kendimden
geçiyorum ama inanmıyorum. Neyi
gizemli buluyorsun derseniz, bu
“loto”yu tutturabilmiş insanları. Ben
bilmiyorum çünkü nereden başlanır,
bu 20 yıllık inşaat hangi dozerle yıkılır?
Evlenirken ne güzel kız istemeye
gidilirdi, kahve içilirdi, yolu belliydi…
Boşanmanın neden toplumca
benimsenmiş ritüelleri, tebrikleri,
çiçekleri yok?
Yumurtası çatlamamış amca
90 yaşındayım. Çişimi bile kendim
yapamaz oldum. İlk aşkım Maria
beni böyle görse ne derdi? Ya da
mektepteki Müşerref? Karım da gitti
beş yıl önce. Bir ben kaldım bir de
şeytanım. Şeytanım da benim gibi
miyoptur, doğru yolu göremez: Al
çekmeceden silahını, kendi yumurtanı
kendin kır deyip durur. Bastonumla
kovalarım. Dertleşmeye gelir arada
çocuklarım. Patron onu demiş, ev
sahibi bunu; bunun neresi dertleşme,
çözemem. Torunlar gelecek olursa bol
harçlık veririm, karşılığında da tek bir
şey isterim; bir zamanlar ne yakışıklı
olduğumu anlatırken inanırmış gibi
yapmaları… Yaparlar. Gençleşirim.
Azrail’i bu kadar gizemli bulmamın
sebebi de bu. Torun iki hikaye
dinleyecek diye 50 kağıt alıyor. Azrail
beni tüm çilelerimden kurtarıp 5 kuruş
almıyor. Sağlam herhalde arkası.
ISSN: 2146 - 1457
Yerel Süreli Yayın (2 Aylık)
!
N
I
AY
ABONELİK BAŞVURU FORMU
AD SOYAD
:
E-POSTA
:
TELEFON
:
CEP TELEFONU
:
ABONELİK SÜRESİ
:
DO
U
M
OR
F
BU
N
FE
T
Ü
L
BAŞLANGIÇ TARİHİ AY / YIL :
DERGİ TESLİM ADRESİ
:
M
R
U
LD
* ADRES BİLGİLERİNİ LÜTFEN BÜYÜK HARFLE VE OKUNAKLI BİR ŞEKİLDE DOLDURUNUZ.
www.dergibursa.com.tr
arayın, biz sizin yerinize doldururuz.
1 Senelik (6 Sayı) Adrese Teslim
Şehiriçi Abonelik : 35,00 TL
Yurtiçi Abonelik : 75,00 TL
Yurtdışı Abonelik : 125,00 TL
ABONELİK İLETİŞİM
(0224)
233 87 11
[email protected]
Photo Graphica
Çekirge Mah. Selvili Cad.
No:12 Çelebi 2 Apt. D.1
Osmangazi / Bursa
57
film şeridi
Charlie Chaplin
Gerçek Adı: Charles Spencer Chaplin
Doğum/Ölüm Tarihi: 16 Nisan 1889–25 Aralık 1977
Doğum Yeri: Londra
Takma Adı: Charlot
Siyah beyaz renkli komedi
Bol pantolon, melon şapka, büyük ayakkabı, baston, badem
bıyık, kıvırcık saçlar. Yazan, yöneten, oynayan, hisseden, sevilen,
gülünç, zirvedeki. Şarlo.
SİNEMA TARİHİNE ilgisi olan
herhangi birisi zaten şu an bu satırları
okuyordur ve birazdan bahsi geçecek
tüm detayları en ince ayrıntısına
kadar biliyordur. Fakat bu yazıyı
okumaktan da kendisini alamıyordur…
58
Tıpkı Chaplin filmlerini izlemekten
kendisini alamadığı gibi… Chaplin
eski bir sinema şahı ama geride
bıraktıkları tıpkı filmine verdiği isim
gibi modern zamanlarda bugün hala
nefes alabiliyor. Bunca animasyon,
Hazırlayan: Engin Çakır
teknoloji, eğlence ya da ışıltılı
oyuncaklar olmasına rağmen bugün
bile “güldürüyor” Chaplin… Çünkü
gülmek isteyen her çocuğun, tebessüm
eden her insanın, zaman kavramından
sıyrılmak isteyen herkesin keyfini yerine
getirebilecek bir karakterdi Charlie
Chaplin…
Siyah beyaz filmlerinde çizdiği
görünümler, şaşkın palyaço Şarlo
karakteri, belki de bizim toplumumuza
yakın gelen özellikleri, kısaca her
şeyi sıcak kılıyordu bize Chaplin’i…
Onun bu kadar bizden birisi olması
aslında basit bir tesadüf değildi.
İşini çok çok iyi yapan bir oyuncuyönetmenin tüm sinema algılarına
karşı çıkışıydı bu… Her şeyden önce
bağımsız sinemacılığın ne demek
olduğunu kanıtlayan en önemli
sanatçı oldu. Sinemanın isterse
bir patron güdümünden çıkıp, bir
sanatçı(yönetmen) güdümüne kolayca
girebileceğini ele güne ispatladı...
Bağımsız sinema ekonomik ya da
psikolojik olarak bir kurum, kuruluş ya
da kişiye bağlı olmadan, yönetmen
önceliğinde çekilen filmlere verilen
isimdi ve bunu en güzel ‘o’ yaptı.
Chaplin; fakir bir yaşantı sürmüş
olmasına karşın hayata karşı direncini
hiç kaybetmemiş de bir isim… Özellikle
annesinin hastalığından sonra iyice
yoksullaşmış… Üvey abisinin ona bir
tiyatro grubunda bulduğu işe girene
kadar da talihi pek iç açıcı değilmiş.
Tiyatro grubu Amerika turnesine
çıkmış ve turne sırasında keşfedilmiş.
Keşfedilmesinin ardından altmıştan
fazla kısa filmde oynayarak yeni
gelişmekte olan sinemanın da etkisiyle
dünya çapında görülmemiş bir üne
kavuşmuş… Daha sonra uzun metraj
filmlerde boy göstererek United Artists
film şirketinin ortağı olmuş. Bu dönem
belki de en verimli dönemiydi. Altına
Hücum, Şehir Işıkları, Büyük Diktatör,
Asri Zamanlar, Sirk ve Sahne Işıkları
gibi başyapıtlara imza attı.
Yaptığı her şeyi akıl süzgecinden
geçirerek yapıyordu. Filmlerinde
döneminin koşulları için imkânsız
sayılabilecek mizansenlere yer
verdi. Koreografiler ve akrobatik
hareketler dahi yer aldı filmlerde.
Komedi sinemasının bütün örneklerini
sunarken tüm niteliklerini de koyu
bir muhafazakârlıkla koruyordu.
Heyecandan uzak, durağan sahnelerde
ise dramatik öğeleri ön plana çıkartıyor,
popülist yaklaşımlara, hiçbir zaman
kaçmıyordu. Benimsemediği bazı
yönetmenlik ilkelerine ve teknolojiye
yönelik ağır eleştirilerini ise yine
bu komedi tarzının içinde eritmeyi
başarıyordu. Seyircisine siyah beyaz
filmlerin esrarengiz tadında sessiz
sessiz ulaşıyordu. Zaten başarısı
da yine bundan kaynaklanıyordu.
Seyircisine en doğru mesajları, en yalın
şekliyle iletmeyi çok iyi biliyordu.
Hayatının karakteri, kendi yarattığı
modern palyaço Şarlo, dünya üzerinde
filmlerinin gösterildiği her ülkede
insanları kendisine hayran bıraktı…
Sadece ABD’de kabul görmedi
çünkü ABD vatandaşlığını reddetmesi
sebebiyle bir karalama
kampanyasına maruz
kaldı. Kendisinden
hayli genç olan
kadınlarla yaptığı dört
ayrı evlilik, bir dönem
kendisine açılan
babalık davası, The
Immigrant filminde ABD
memurunu tekmelediği
sahne ve bazı
filmlerinin komünizm
propagandası olarak
yorumlanması
ABD’deki başarısını
engelledi ve Chaplin'in
ABD'ye girmesi
yasaklandı. Cevabı
ise şu oldu: "Bana
komünist dediler. Oysa
sadece hümanistim."
Şarlo konan yasaktan
sonra karısı ve
çocuklarıyla birlikte
59
film şeridi
hayatının sonuna kadar yaşayacağı
İsviçre'ye yerleşti. ABD'ye ancak 1972
yılında Oscar Özel Ödülü'nü almak
için geri döndü. Takip eden sene City
Lights isimli filmiyle bir kez daha Oscar
kazandı. Hayatı boyunca unutulmaz
pek çok başarısı oldu. 86 yaşında
ise İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth
tarafından şövalye unvanına layık
görüldü...
Yaşadığı dönemde komediyi sirklerin
ve müzikhollerin tekelinden kurtarıp,
estetik bir film niteliğine çıkartmıştı.
Yaptığı her film çok konuşuldu. Tarihte
‘Hitlerle dalga geçen adam’ olarak
bilindi. The Great Dictator filmindeki
Hitler tiplemesi çoğu insan tarafından
gerçek Hitler olarak algılandı.
Hem oyunculuğu hem de kollarını
sıvadığı anlatım dolu yönetmenliği
olağanüstüydü. Onu pek sevmeyen
ABD basını bile hakkında, "Dünyada
Peygamber İsa'dan daha çok tanınan
insan" diye bahsediyordu.
Şarlo’yu aramızdan biriymişçesine
sevmemizin pek çok nedeni vardı. O bir
"Türk" dostuydu. Özellikle Türkiye’de
yayınlanacak bir radyo programında
anlattıkları ilginçti ve Türkiye’de etki
gösterecekti. 1943 yılında Amerika'nın
Sesi radyosundan Türk halkına mesaj
yolladı Chaplin… Chaplin'in sözlerini
aktaran Ahmet Emin Yalman’ın gazetesi
60
Vatan, 2 ay süreyle kapatıldı. Chaplin'in
o günlerde çevirdiği Great Dictator
filminde Hitler ile alay etmesi, bizim
o günlerde izlemekte olduğumuz dış
politikaya pek uymadığı için Yalman'ın
başına bu iş gelmişti. Chaplin'in söz
konusu mesajının son bölümü ise
şöyleydi: "Hayatımda işittiğim en
hoş hikâye, Nasrettin Hoca’nın 'Eşek
Hikâyesi'dir. Hikâye şudur: “Bir gün
Hoca evinde oturup kahvesini içerken,
komşusu gelir. Odun kesmek için
ormana gideceğini söyler. Eşeğini
birkaç saat için kendisine vermesini
ister. Hoca'nın yanıtı şöyledir: “Eşeğim
yok, çocuk onunla çarşıya gitti.”
(O anda eşek anırmağa başlar.)
Komşusu, “Hey Hoca, sen sakalından
da mı utanmıyorsun? Ne diye yalan
söylüyorsun? Eşek burada işte”
deyince Hoca kızar. “Bana bak, sen
bana mı inanacaksın, eşeğe mi?”
Nasrettin Hoca’yı bilecek kadar işini
iyi yapıyordu, eşeğe takılacak kadar
komikti, bize göndereceği mesajı da
yine bizden bir hikâyeyle seçecek
kadar da bizlere yakındı ve haksız
değildi Nasrettin Hoca nezdinde
Şarlo… İnsanlara mı inanacağız,
eşeklere mi?
Ertem Eğilmez’in Kemal Sunal
filmlerinin bazıları Chaplin filmlerine,
senaryo ve içerik olarak benziyordu.
Hatta Şaban isminin Şarlo’dan geldiği
bile söylenir. Şaban’ın tokat atması
ile Şarlo’nun tokat atması yine aynı
şekildedir. En benzer filmler ise The
Kid ve City Lights filmleridir. Chaplin
ve bizim sinemamızdaki türevi Şaban
filmleri, sinemanın iletişim gücünü
fark etmiş ve dünyayı zorbalardan,
savaşlardan sinemanın gücüyle
yenebileceğine inanmıştı bir bakıma...
Ertem Eğilmez ve Kemal Sunal
da böylesine derin bir düşünceyi
paylaştıkları için özeldi... Şarlo ise
tıpkı Şaban filmleri kadar bizdendi.
Esprilerindeki yaratıcılık, vücut
hareketlerindeki anlatımlar izleyen
herkes için komikti. Siyah beyaz
anlatımların içerisindeki renk onu
ölümsüz kılıyordu. Yaratıcılık dolu her
karesi akıllara kazındı.
Yaşamı dramdı, kendisi her şeyin
farkında olan mecaz dolu bir komik!
61
armoni
Yasmin Levy
Kudüs’ten gelen hüzünlü ses
Yazı: Melike Yılmaz
Sürgün edilmiş bir topluluğun kederli kızı. Yaşadığı toplumun
acılarını şarkılarla dile getiren bir sanatçı. Öyle bir ses ki,
içinize nakış gibi işliyor. Dinlediğiniz zaman, iliklerinize kadar
hissediyorsunuz sesindeki hüznü.
1492’DE İSPANYA’DA yaşanan
sürgünle, kültürlerini yaşatmak adına
kendilerine Ortadoğu, Balkanlar ve
Kuzey Afrika’da yeni bir hayat kurma
derdine düşen topluluk; Sefaradlar.
Antik İspanyolca ile birlikte Balkan
dilleri, Arapça ve İbranice’den
gelen sözcüklerin de eklenmesiyle
günümüzde yaşatmaya çabaladıkları
dillerinin ismi ise Ladino.
Bugün bu dili şarkılarıyla yaşatan,
Kudüs’te başlayan bir hikâyenin
kahramanı, dinlediğinizde
gözyaşlarınızı zapt etmenizin pek
62
mümkün olmadığı bir ses Yasmin
Levy. Yaşanan sürgün sırasında
sanatçının ailesi Manisa’ya göç etmiş.
Yasmin Levy’nin babası Yitzhak Levy,
Manisa’nın İzmir’e çok yakın bir
kasabasında dünyaya gelmiş. Üç yıl
sonra sonra ailesi Kudüs’e taşınan
Yitzhak Levy, burada Sefarad şarkılarını
kaydetmeye başlamış. Bununla
yetinmeyen Yitzhak Levy, kaydettiği
şarkıların sözlerini ve müziklerini deşifre
ederek aşk şarkılarından ve ilahilerden
oluşan çok sayıda kitap derlemiş. Tüm
bunlar Sefarad kültürünü ve Ladino
Fotoğraflar: Ali Taşkıran
Diskografi
2004: Romance
2005: La Juderia
2007: Mano Suave
2009: Sentir
dilini yaşatmak için gösterilen bireysel
çabalar olabilir. Fakat Yasmin Levy,
farklı müzik türü ve kullandığı doğu –
batı enstrümanlarıyla ve en önemlisi de
yanık sesiyle bu kültürü uzun yıllar canlı
tutacakmış gibi duruyor.
Sanatçı, bunlarla yetinmeyip, yaşadığı
toplumun hüznünü, kederini yüreğinin
derinliklerinde hissediyor. Böyle olunca
da dertler kederler şaha kalkıp “Bu
kadar da olmaz” dedirtecek bir sesle
can buluyor.
Her albüm farklı bir şeyler söylüyor
Yasmin Levy’nin çıkarmış olduğu
albümlerin hepsi farklı birer lezzet gibi.
Bir albüm Flâmenko esintileri taşırken,
diğeri buram buram Kudüs kokuyor.
Sanatçının 2004 yılında çıkardığı
Romance albümü, Levy’nin babasından
öğrendiklerini kayda geçirerek
oluşturduğu bir albüm. Kişiselliğin ağır
bastığı bu albüm, gönül teline fazlasıyla
dokunan cinsten. Sanatçının, 2005
tarihli “La Juderia” albümü geleneksel
Sefarad şarkılarını flamenko ezgileriyle
tanıştırıp, ezan başta olmak üzere
Ortadoğu’yu simgeleyen seslerle
harmanlayarak çok kültürlü ve ses
getiren bir çalışma olmayı başarmış
bir albüm. Bu albümün bir özelliği
de Yasmin Levy’e dünyanın dört bir
yanından hayran kazandırırken aynı
zamanda kayda değer bir ticari başarı
elde etmesi.
2007 yılında çıkan Mano Suave
albümünde Yasemin Levy, Sefarad
şarkılarını kendine has tarzıyla
söylerken duygusunu eksiksiz
yansıtmak için midir bilinmez
flamenkoya sığınmamış. Durum
böyleyken gitar, vurmalı çalgı, darbuka,
arp, kontrbas, klarnet, ney, zurna gibi
farklı kültürlerden ve disiplinlerden
enstrümanları bir arada görmemiz
sürpriz sayılmaz. Farklı coğrafyaların
ve kültürlerin müzikle buluşturulduğu
albümde bir Türk’ün de payı var. Ud ve
kanun sanatçısı Mümin Sesler.
Levy’nin 2009 yılında çıkardığı
“hissetmek” anlamına gelen Sentir
albümü ise sanatçının önceki
çalışmalarından farklı olarak ne bir tek
Sefarad kültürünün izini sürüyor, ne de
sadece Flâmenko ya da Ortadoğu’ya
has ritim ve melodilerin. Bunların
hepsinden azar azar ve kararınca
olduğu repertuvarının yanı sıra gerek
çok sesliğe daha çok prim veren
düzenlemeleri, gerekse teknolojiye
daha çok yatırım yapılmış kaydıyla
hedefi on ikiden vuruyor.
Yüzyıllardan beri şarkılar aynı dili
konuşur. Kültür, yöre, töre ne kadar
farklı olsa da; dünya bir mozaik pasta
ise; her din, her ırk, her millet bu
mozaiğin bir parçası ve en nihayetinde
bütünüdür. Yasmin Levy de tıpkı bir
puzzle gibi, bu mozağin içindeki belki
de en hüzünlü yeri dolduran sanatçı...
63
64
65
hemzemin
Bu dünyada yaşamayanlar
66
Nazlıhan Ergin Şevik
MALUM hemen herkes gibi ben de
tatilden yeni döndüm. Trakya’dan
başlayıp Ege’yi dolaşarak Akdeniz
sınırına kadar gittim. Size oralarla
ilgili gezi notları yazmak, kabak çiçeği
dolması, damla sakızlı kurabiye, şarap
likörü önermek isterdim. Hatta hiçbir
klimanın olamayacağı kadar soğuk
olan su mağarasını, buz gibi şelalenin
ve suların üzerindeki oksijen deposu
Ayazma Ormanı’nı, parıl parıl güneşin
altında begonvil küpeleriyle uzanmış
ikoncan Bodrum’un denizini anlatmayı
çok isterdim ama aklımda başka
düşünceler var sizlerle paylaşmak
istediğim… Yani bu giriş yazısıyla tatil
modumdan çıkıp, sizinle dertleşmek
istiyorum. Açıkçası kafam biraz
karışık…
Amy Winehouse’un ölümünün
üzerinden henüz birkaç gün geçti,
ben de Valerie dinlerken aklıma
çengelleriyle düştü bir sürü soru
işareti… Valerie’de diyor ki Amy; “Well
Sometimes I Go Out, By Myself, And I
Look Across The Water. (Bazen kendi
başıma çıkıyor ve sulara bakıyorum)
And I Think Of All The Things, Of What
You're Doing, And in my head I Paint
A Picture. (Herşeyi düşünüyorum,
ne yaptığını ve kafamda bir resim
oluşturuyorum) Ben de senin ne
yaptığını düşünüp kafamda bir resim
oluşturmaya çalışıyorum Amy. Bu erken
veda neden şimdi? Seni düşünüyorum,
senin gibileri…
Bazen rastlarız öyle insanlara. Bizimle
oturup konuşmasına, sosyalleşmesine
gerek yoktur gibi davranırlar. Kimi
zaman sadece bir dinleyici gibi
otururlar yanımızda kimi zamansa
inceleyen gözlerle… Burnu mu çok
havadadır yoksa kendine güveni mi
yoktur bilemeyiz ya bazen, işte öyle
biriydi Amy. Gecenin karanlığında
geçip giden sessiz bir gemi mi, parlak
bir yıldız mı anlayamadığımız… Hani
bir varmış bir yokmuş gibi, gecenin
körü tren camından görünen değerli
bir şehrin silueti gibi ışıklarını salıp
üzerimize, gözlerimizi kamaştırıp gitti.
Şimdi bir efsane oldu değil mi? Sahi,
nasıl yaratır efsaneler kendini? Yok
edip kendini yana döne bir Anka kuşu
misali, küllerinden yarattıklarını bu
evrene, nesillere bırakınca mı? İster
cinayete kurban gitsin, ister intihar
etsin ya da madde kullanımından
kendi sonunu hazırlasın, hikâyenin
başına döndüğümüzde efsane olan
kişinin seçimleriyle karşılaşmıyor
muyuz? Çoğu zaman yanlış da olsa
bu seçimler her ne pahasına olursa
olsun seçiminden vazgeçmeyişini
görmüyor muyuz? Örnekleri çok, siz
de biliyorsunuz, Kurt Cobain gibi,
Janis Joplin gibi, Jimi Hendrix, Jim
Morrison gibi 27’liler Kulübü’ne o da
kendi seçimi olan yüksek dozda madde
kullanımı ile katıldı.
Yaşamın yönünü seçimlerimizle
buluyoruz. Bazen hiç düşünmediğimiz
sonları yaşıyorsak bu yine başta
aldığımız kararların sonucu oluyor.
Aslında herşeyi neden sonuca
bağlamamak da gerekiyor, bunu şöyle
yaparsam böyle olurların da tersine
çıktığını da deneyimliyoruz. İşte o
zaman da “kader” bizim kurtarıcı
bahanemiz oluyor. Hani akışına
bıraksak diyorum, su misali… Su
akıp yatağını bulur ya hani. Eee onun
da yolu böyle kötüye varıyorsa ne
yapacağız? Bilmiyorum hangisi doğru…
Evveline varalım; onlar mı bizi
ötekileştirdi yoksa biz mi onları öteledik
bu dünyada? Marjinal, entellektüel,
tuhaf, garip yaftaları yapıştırdığımızdan
mı barınamadılar aramızda? Bazılarımız
canhıraş onları bizden yapmaya
çalıştılar çünkü rahatsızlık duyduk
garipliklerinden ve bizim aramızdaki
edilgenliklerinden ya da onların rahatsız
olduklarını zannettik. Akışına, oluruna
bıraktığımızda da sonuçlarına hep
birlikte katlandık, vicdan muhasebeleri
yaptık, suçlu aradık, suçu onlara attık.
Aslında o bulunmak istediği yerdeydi
hep, bilemedik. “Ben iyiyim böyle”
derken yanılgı olduğunu bildiğimizden,
onu anlamaya gayret etmedik, anlamak
istemedik. Onun anlamı uzaklardaydı,
onun “ben”inde, “biz”de değil.
Bu yüzden yalnızlıklarını bir örtü
gibi çekinirler üstlerine bu dünyada
yaşamayanlar. Üşümeseler de
onlarındır o yalnızlık yorganı,
çekip almamızı istemezler. Çünkü
bütünleşemezler onlar bizimle, hatta
mekânla ve zamanla… Bundandır
yaşamlarının tam ortasına koyuşları
yanlış seçimleri. O yanlışlar onların
gerçekle, dünyayla kurduğu çıkmaz
(kuramadığı) ilişkilerinin umarsızlığı,
“banane”sidir. Biz anlamak istemeyiz,
rehabilite etmeye çalışırız inatla.
Amy’nin Rehab şarkısında bize
anlatmak istediği de yalnızca bir
arkadaş isteğiydi, etrafında onu
rehabilitasyon merkezine götürmeye
çalışan yakınları değil.
Onlar arasından Amy gibi çok
sayıda müzisyen, şair, ressam ve
entelektüeller çıkmıştır. Çünkü sanatçı
kişilerin olmazsa olmazıdır yalnızlık,
melankoli, acı ve ait olamayış bu
evrene. Zaten bu tip duyguların
ifade edilmesi için başvurulan yol
değil de nedir ki sanat, insanın içinin
dışavurumu değil de nedir? Onlar
eserler yaparlar kendilerini çemberin
dışında tutarak. Düşünceden maddeye
geçirirken bir sanat eserini, üreten
kişi soyutlar kendini ortamdan. Çünkü
içindeyken çemberin gözlemleyemez
çemberi, yaptığını, kendini izleyemez
uzaktan ve izleyemezse eğer hata payı
mutlaktır. Bundandır ki kusursuz işler
hep çemberin dışındakilerden çıkar.
Çember deyince Murathan Mungan’ın
sözleriyle, Yeni Türkü’nün en sevdiğim
şarkısı geldi aklıma;
Ya dışındasındır çemberin ya da içinde yer alacaksın… Kendin içindeyken, kafan dışındaysa Çaresi yok kardeşim her akşam böyle içip kederlenip Mutsuz olacaksın Meyhane masalarında kahrolacaksın…
Ve bundandır çember büyüdükçe daha
da çok dışarıda kalır insan. Bir de
bakmışsın ki o artık dışarıda bile yoktur.
Yine de bu dünyada yaşamayanlar
bize çok güzel şeyler bıraktılar. Belki
de şimdi parlak bir yıldız gibi semadan
bakıyorlardır dünyadaki izlerine…
Hemzemin’de buluşmak üzere,
sevgiler.
67
keyfi yerinde
Keyfin
tüten hali
Lezzet ve keyif avcılığımızda
doruklardan birisi de şüphesiz
purodur. Bilerek, severek ve
dozunda içilen bir puro sizi
yedikleriniz ve içtiklerinizin
ardından zirveye taşıyabilir.
Her ne kadar aristokrat
ve pahalı bir keyif olarak
değerlendirilse de, bırakın öyle
düşünenler olsun, biz nasıl
keyfini çıkaracağız ona bakalım.
M. Melih Karaer
68
SİGARAYA KARŞI OLMAMA ve topluma
açık yerlerde sigara tüketilmemesi
savunucusu olsam da keyfiyle, doğru,
dengeli içilen bir puroya da bayılırım.
Sık olmamakla beraber aralıklarla,
doğru ortamı bulduğumda keyfini
çıkarmak isterim. Keyfini çıkarabilmek
için de puroyu yakından tanımak
gerektiğini, doğrularını, ritüellerini
uygulamak gerektiğini düşünüyorum.
Öyle ya her el yapımı puronun, bir
sanat eseri olduğunu unutmamak
gerekir ve ona hakettiği değer
verilmelidir.
Puro denilince akla haklı olarak ilk
Küba geliyor. Bu mütevazi, bir o kadar
da güzel tanınan ada, purosuyla çok
ünlü... Tüm dünyadan daha kolay ve
ucuz fiyatlara puro satılan ülkede, puro
tüketimi de oldukça fazla. Doğanın
bir hediyesi olarak da puro üretimi
için harika bir toprak yapısı ve iklim
mevcut. Özellikle adanın batı tarafında
yetişen tütünler komşu ülkeler, örneğin
Dominik Cumhuriyeti, Costa Rika, veya
Nikaragua’da bulunmayan güzelliklere
sahip. Kokusu, içimi, dolgunluğu ve
sarım vb özellikleri eşsiz... Diğer Puro
üreticilerinin erişemediği bir biçimde
üç tip dolgu tütünü, bağlayıcı tütün
ve dış sarma tütününün tamamını
Küba kendi bünyesinde üretiyor. Dış
sarım yaprakları daha koyu ve dolgun
olan Küba püroları özellikle puro
keyfi gelişmiş insanların tercihi... Yeni
başlayanlar için ise, daha hafif ve ince
olan Dominik puroları...
Peki Puroları nasıl ayırt ederiz, nelere
dikkat etmeliyiz, nasıl ve nereden
almalıyız? Puroda kalite sembolü
olmuş pek çok marka var. Bunlardan
almak daha az riskli olur. Puro, her
yerden alınmaz. İyi koruma şartlarına
sahip tanıdık yerlerden almak doğru
olur. Bunların ötesinde, doğal olarak
purolarda da kaliteli ve kalitesiz
olanlar vardır. Kaliteli bir puronun
başta ambalajından anlarsınız, daha
sonra kokusundan... İyi bir puro harika
tütün yaprağı kokarken; özensiz
yapılmış, kötü tütün kullanılmış ve
aceleyle sarılmış bir purodan itici
kokular alırsınız. Puroyu incelerken,
dış sarımının daha yağlı ve çatlaksız
olmasına dikkat etmelisiniz ve elinize
aldığınızda parmaklarınızın arasında
silindirik hareketlerle çevirmelisiniz.
Kulağınıza yaklaştırarak içeriden
kırık ve kuru tütün çıtırtıları gelip
gelmediğine dikkat etmelisiniz. Çıtırtı
sesi puronun kuru olduğuna işaret eder
ve istenilmeyen bir durumdur. Puro ya
iyi ve yeterli nemde üretilmemiştir ya
da iyi saklanmamıştır. Diğer yandan
puro çok ıslak da olmamalıdır. Fazla
nem, bakteri ve küf oluşumuna sebep
olur ve yaktığınızda kötü kokular verir.
Bütün bu noktalara özen gösterdiniz ve
puronuzu aldınız diyelim. Peki ya diğer
detaylar?
- İyi ve el yapımı bir puronun ucu
kapalıdır. Uygun bir kesici ile ucu
kesilerek içilmeye başlanmalıdır.
Ağızda ucu koparılmış bir puronun bir
süre sonra sarımı bozulur, keyfi kaçırır.
- Puro yakılmadan yalanmaz, doğru
üretilmiş ve saklanmış bir puroda buna
ihtiyaç olmaz.
- Puro kükürtsüz bir kibritle veya
eski tip benzinli bir çakmakla
yakılmamalıdır, bunların kötü kokuları
bünyeye geçer, onlar yerine Torch
tabir edilen özel puro çakmakları tercih
edilmelidir.
- Önce ağızda değil, dışarıda, elde
çevirerek ve her noktası homojen
yakılmalıdır. 1 dakika kadar sonra nefes
çekilmelidir. Bu nedenlerle herkes
kendi purosunu kendi yakmalıdır.
- Puro nefesi çekildiğinde, şarapta
olduğu gibi ağızda gezdirilip tadına
varılır ve yavaşça üflenir.
69
keyfi yerinde
- Birkaç nefes sonra dumanı koklanır ve
ruhuna varılarak ne kokular verdiğine;
örneğin kahve, baharat, odunumsu
kokuların olup olmadığına bakılır, artık
keyfin zirvesidir.
- Puro dumanı bütünüyle ciğerlere
çekilmez, ağızda tutulur, nikotin dil
altından emilir.
- Puro asla sigara gibi içilmemelidir.
Günde 1, haftada bir veya birkaç puro
içilebilir.
- Puro aç karnına değil, güzel bir
akşam yemeğinin ardından içilir.
- Beraberinde kahve, Cognac, single
malt viski veya armagnac tercih
edilebilir.
- İçilirken tükürük oluşursa çıkarmak
gerekir, yoksa ağızda acılaşma olur.
- Puro içiminde özen gösterilmeli,
yaklaşık dakikada bir veya iki nefes
alınmalı, ne sönmesine ne de çok
kızarmasına izin verilmemelidir. Çok
sık nefes alındığında puro kızarır, hem
kurur hem kokularını hem de zerafetini
yitirir.
- Sönmüş puro iyi olmamakla birlikte,
kesilmek suretiyle tekrar yakılarak
ancak kısa süre içinde içilebilir. Çok
uzun sönük bırakılmamalıdır.
- Puro dişler arasında sıkılarak içilmez,
sürekli ağızda tutulmaz, aksi taktirde
arkası ıslanır ve nefes çekmek zorlaşır.
- Puronun külü kendi düşmelidir veya
düşmeye yakın silkilmelidir, tabla
70
kenarına sürterek külü temizlemek
olmaz. Ve nihayetinde puro kendi
sönmelidir. Yanarken söndürmek için
tablada basarak hem Puronun ruhunu
rahatsız etmiş olursunuz, hem de
ortama kötü kokular bırakırsınız.
Puroyu saklamak da ayrı bir özen
ister. Saklama ısısı 10 ile 25 Santigrad
derece, nem oranı da %70 civarında
olmalıdır. Bu nedenle örneğin
buzdolabında saklamak olmaz. Orada
4 derece soğukta ve maksimum
%50 nem oranında saklanılamaz.
Buzdolabı bilinenin tersine yeterli
nemi sağlayamaz. En doğru yol, yakın
zamanda içeceğiniz puroyu doğru
saklanılmış bir yerden alıp içmek veya
bir Humidor edinmektir. Humidor içi
sedir ağacı kaplı ve bir nemlendirici
cihazı bulunan bir kutudur. Çok pahalı
olmamakla beraber muhtelif ebat ve
fiyatlarda çeşitlere sahiptir.
Şarapta olduğu gibi, puro da içildikçe
ve daha fazla denendikçe bilgisi,
görgüsü artan ve daha fazla keyif
alınan özel bir keyiftir. Siz de şayet
puro keyfini denemek isterseniz ya
da bu keyfe zaten sahipseniz, deneye
deneye kendi purolarınızı bulur ve
onlarla devam edebilirsiniz. Ancak yine
de bazı ipuçları vermek doğru olur
kanısındayım.
Puro tercihlerinizde bazı markalar
sizi yanıltmaz. Örneğin ünlü Davidoff
markası puroda bir yıldız olmuştur.
Zamanında Küba’dan kaçarak
Dominik’te puro üretimine başlayan
bu aile çok çeşitli, güzel pürolar
üretiyor. Yine Küba’dan kaçan Arturo
Fuente ailesi ürünleri ve Cuesta Rey
ailesi puroları da; Küba tütünüyle
yakın ülkelerde üretilen diğer güzel
puro markalarıdır. Kübanın meşhur
purolarına gelirsek, en bilinen ve pahalı
olan Cohiba’nın yanında; Romeo y
Julietta, Montecristo, Partagas ve
Trinidad geçmişi kuvvetli firmaların
başında geliyorlar.
Puro tamamen doğal tütünden üretilmiş
olduğundan ve sigara gibi katran,
kimyasallar vb. içermediğinden daha
masumdur. Öte yandan dumanı içe
çekmediğimizden ciğerlerimize zarar
da vermez. Ancak puronun içildiği
ortama pasif içicilik zararları yaydığı
unutulmamalı, özellikle çocuklardan
uzak tutulmalıdır. Bütün bunlara
özen gösterilip içildiğinde sizi keyfin
zirvesine taşıyacağına inanıyorum.
Bende öyle oluyor..
Keyif ve ağız tadı dileklerimle.
71
köşe
Mısır piramitlerinin sırrı kadar gizemli bir hadise… Bir elmanın iki yarısı derler
kadın ve erkek için, sorarım sizlere hangi elmanın bir yarısı diğerinden bu kadar
bihaber ve diğer yarısı hükmen galip konumunda gibi kendince mağrur, bir o
kadar huzursuz bu halden? Kadın dediğin çok bilinmeyenli denklem, erkekse bu
denkleme aradığı çözüm içerisinde kendini kaybetmiş bir deha.
Kadınlar ne ister?
Dilek Şen
Denklem dediğim mutlak sonucu
olan bir hadise olmadığından belki;
insanlığın gelişim sürecini katman
katman ayıran Sigmund Freud dahi
çözüm bulamamış bu soruya.
Kişisel gelişimin 5 farklı dönemden
oluştuğunu kanıtladığı sırada bu
dönemlerin hiç birinde karşısına
çıkmayan ancak karşılaştığı her
kadında yine yeni yeniden şeklinde
bilinmezliğe gark olan Freud belki de
insanlığın en büyük derdine aradığı
dermanın etkisi ile sorduğu “Kadınlar
ne ister?” sorusunda bizi bize sorar.
Çok basit diyenleriniz mevcut hatta
çoğunlukta şu an; sevgi, ilgi, şefkat,
duyarlılık diyorsunuz. Biraz daha
materyalist olanlar için zenginlik ya da
mal mülk; idealistleriniz için başarı;
feministleriniz için ise tam bağımsızlık
ya da eşitlik… Ve daha pek çok şey.
Oysa durup düşündüğünüzde bu
saydıklarımı ve aklınıza düşürdüğüm
binlerce arzunuzu fark edeceksiniz ki
aslında siz de bilmiyorsunuz içinizde
var olan gerçek sizin neler istediğini.
Bir yanımız özgür olmak ister, bir
yanımız küçük bir kız çocuğu gibi
72
korunmak. Elimizi uzattığımız her şeye
erişmek isteriz çoğu zaman ve sahip
olduklarımız acilen değer kaybeder.
Kaybedilenlere üzülmeyi severiz
aslında yerine yenisi gelen kadar,
gelenin gideni arattığını söyler, eskiye
rağbeti bitpazarında biliriz. Ağlarız
sıklıkla ve hiçbir açıklaması yokken
dökülen gözyaşlarımızla açarız pek çok
kapıyı, attığımız kahkahalar ise kadın
olmanın güzelliğidir. Güzelliğimizin
farkındayızdır aslında, yetmediği
yerde destek almaktan gocunmayız,
gerekirse gider daha güzel bir modelle
değişebilmek için cerrahlara teslim
oluruz. İçimiz dışımız bir gibi davranır
kendi içimizden habersiz olduğumuz
için bu halimizi doğal sayarız. Oysa
içimizdeki fırtınaların biz bile farkında
değiliz.
“Kendini Tanı” sözüyle insanlığa
yön veren filozofların hepsinin
erkek olmasını dikkate almaz, uçan
kuşun halini merak eden bizler karşı
cinsimizin neden hayatı bu kadar
sorguladığını pek merak etmeyiz.
Neyimizi anlamadıklarını sorgular,
anlamadığımız erkekleri suçlar,
onların düz mantıklarına sığmadığımızı
söyleriz. Haksız sayılmayız aslında;
bizim için her işin milyon tane detayı,
her sorunun aciliyetli yüzlerce çözümü
vardır. Tek derdimiz hangi yoldan gidip
hangi sonuca ulaşmak istediğimizdir
ki buna biz bile zor karar verirken, bize
bu konuda yardımcı olacak birilerini
bulmak neredeyse imkânsızdır.
Hemcinslerimiz ile anlaşamadığımız
anlarda, temelinde yatan bu seçenekler
arasında hiçbirimizin aynı yolu
seçmeyişi ve sonucunda hepimizin
bambaşka beklentilerinin olmasıdır.
İçimizdeki labirentlerin süslediği
benliğimizin kalesinde gizemli birer
varlık olmamız doğurur bu karmaşık
denklemlere dönüşen kadınlığımızı.
Kendimizi çözümleyebilmiş değilken
biz, aslında severken bu halimizi,
kendimizi özetlememizi isteyen
kolaycıların dikkatine;
“Gittiğimiz yerlere güzellik, ardımızda
kalanlara öksüzlük bırakırız biz.
Nedensiz, sebepsiz görünse
de isteklerimiz, çoğu zaman biz
olabilmektir derdimiz. Gözlerimizdedir
aslında gizemimiz, içerisinde
gördüğünüz her şey biraz biz, biraz siz.
Aslolan bizim için ışığımızı yansıttığımız
aydınlıklarda bizi görebilmeniz.”
73
rengarenk
“Tabiatın yok saydığı”
Simgesel altyapısı en güçlü olan rengi konu ediyoruz. Işığı
yansıtmadığı için renk pigmentleri “onun gibi” görünür. Saydamdır
ve tabiat “onu” yok sayar. İnsan gözünü her kapadığında “onu”
görür. Beyaza en yakın ama en uzak olandır. Sevenleri için
vazgeçilmezdir. Geri kalanlar “ondan” hiç hoşlanmaz...
Hex değeri: "#000000"
RGB değeri: "0, 0, 0"
CMYK değeri: "0, 0, 0, 100
74
ÇAĞLARDAN BERİ simgesel olarak
daha çok olumsuz çağrışımlar yüklü;
en açık renk olan iyiyi, temizi, aydınlığı,
Ying’i ve yaşamı temsil eden “beyaz”ın
zıddı olarak, en koyu renk kabul edilir.
Sınırsız karanlığın, kötülüğün rengidir.
Işığı emer ve yansıtmaz. Bu nedenle
daha çok gecenin, şeytanın, pisliğin,
nefretin, uğursuzluğun, mutsuzluğun,
kirliliğin, acı çekmenin, suçun, günahın
rengi (bkz:cennetten kovulduklarında
Adem ile Havva’nın giysilerinin rengi)
olarak kabul edilir. Tüm renklerin
yok oluşu ölümü çağrıştırdığına göre
ölümün rengi de “o”dur. Zaten çoğu
toplumda ölüm anlamına gelir.
Kazandığı olumsuz anlamların yanı
sıra, tek tanrılı dinlere geçişle birlikte
rahiplerin, yas tutanların, devlet
adamlarının giysilerinin rengi olarak
saygısızlık ve ciddiyet yananlamlarını
da kazandı “o”. Yas giysisinin
rengi olarak, çağlar boyu özellikle
güney bölgelerinde dul kadınların
ölene dek giydiği giysiler, yeniden
evlenemeyecekleri ya da evlenseler bile
kovulacakları anlamını taşıdığı için yine
ölümü ve acı çekmeyi simgeledi. Yüz
yıllardır yasın rengi.
Hıristiyanlık’ta ve İslam'da;
gelişmeyen durağan değerleri, mutlak
devinimsizliği, yani ölümü simgeliyor.
Psikolojik bakış açısında da, gece
görülen rüyalarda, tüm öteki renklerin
görünmez olduğu, tüm ışıkların
yok olduğu karanlıklarda, kaosu,
karmaşayı, kötülüğü, uğursuzluğu,
korkuyu, bilinçaltını ve ölümü çağrıştırır.
Ancak, tüm bu olumsuz çağrışımlara
karşın, tüm dinlerde yaratılış öncesini
de simgeleyen ve Empedockles'e göre
toprağın rengi olan bu renk, köklerinde
verimli toprağın, doğurganlığın,
bolluğun (yağmur bulutlarının
rengi) rengi olup yaşamsal gücü de
simgeleyerek olumlu yananlamlar da
kazanır. Bolluk tanrıçalarının rengi
olması da(Isıs, Athone, Aphrodite)
bunun göstergesi sayılabilir.
Kuran'a ve Mevlana'ya göre ise, tüm
öteki renklerin vardığı yer olan mutlak
renktir. Örneğin, Mekke'nin taşının
parlak rengi, Tanrı'ya en yakın yer
olarak kabul edilen en uç noktada, bu
renkle parlak beyazın birleşerek aynı
olduğu yerde, kendinden geçmenin
doruğa ulaştığı anı simgeler.
Simyacılara göre ise, değişikliğe
uğramayı simgeleyen evre ("I” oeuvre
au noir"), kimyasal bir tepkimede
maddenin ayrışıp başka bir maddeye
dönüşmesi anlamına gelir. Simya
formülünden yola çıkarak, metalleri
altına dönüştürerek elde etlikleri "Büyük
eser"in ilk ve en önemli aşamasıdır.
Bu anlamda; zorlu deneyimleri, acıyı
simgelediği kadar bilgeliğe ulaşmada,
değişimde, yeni değerler kazanmada
da en önemli adımdır.
Ying Yang felsefesinde beyazla iç içe
geçen bir şekilde sembolize edilir.
“Her iyinin içinde bir kötülük, her
kötünün içinde bir iyilik vardır...” Ying
Yang sembolünün yang kısmı, bilinen
ve söylenenlere inat; ışığı, aydınlığı,
pozitif düşünceyi, gündüzü ve yaşamı
çağrıştırır. Beyaz yani ying kısım ise,
karanlığı, ölümü, negatifliği ve geceyi
çağrıştırır. Kısaca zıtlar birbirini besler.
Japonya’da “mutluluk”tur, tüm dünyaya
inatla…
Sarı kadar dikkat çekici, kırmızı kadar
şehvetli, mavi gibi soğuk, turuncu
gibi sıcak değildir. Gizemlidir. Ne
söylediğini anlayamazsınız kolay
kolay. Gücü anlatır bazen. Dikkat
edilirse, makam arabalarının rengidir.
Konsantrasyonu arttırır. Einstein
konsantre olabilmek için perdelerini bu
renkten seçmiştir.
Karşı koymanın, yok saymanın
rengidir. Bazen sessizliğin. Terk
edilmişliğin rengi olsa en çok yine “o”
yakışırdı. Bazen de kurtarıcıdır, usta
bir kamuflajcı... Özellikle kadınların,
kilolarını kapatmak için tercih ettiği tek
renktir.
Simgesel olarak çağrıştırdıkları aslında
saymakla bitmiyor SİYAHIN(KARANIN).
Türkçe'de olumsuz anlamları daha
çok "kara" ile verilen siyah renk "kara
cahil","kara gün", "kara haber", "kara
toprak", "kara mizah", "kara sürmek/
kara çalmak", "karabasan", "karaborsa",
"kara sevda" gibi pek çok sözcük ve
deyimde umutsuzluğu, üzüntüyü,
geri kalmışlığı, cehaleti, korkulu düş
ve kabusu, sıkıntılı ruh durumlarını,
lekelenmeyi, iftirayı, yasadışılığı, ölümü
ya da felaketi çağrıştırır. Fakat tüm
bunların aksine, “gecenin en karanlık
anı, şafak sökmeden az öncedir...”
75
rengarenk
Siyah
denince
aklımıza
gelenler…
Türkan Şoray
Kara Sevda
Karabaş
Kara Kartal
Kara Toprak
Michael Jackson
Arap Atı
Duman
Zift
Kara Lahana
Kömür
Siyah Ekran
Rihanna
Rock
Simokin
Siyah Süt
Gece Feneri
Karadeniz
Karacaali Köyü
Kir
Michael Jordan
Kara Kedi
Gece
Hüzün
Karayolu
Güneş Gözlüğü
Karaköy
76
Elektrik Bantı
Kara Kaplı Defter
Darth Wader
Kara Üzüm Habbesi
Kara Büyü
Ferace
Kara Delik
Kara Tahta
Petrol
Üzüm
Batman
Siyah Kuğu
Kara Leke
Kara Çarşaf,
Kara Haber
Kara Kutu
Karabasan
Silah
Kara Lastik
Kara Gümrük
Kara Sinek
Kara Şovalye
Kara Cahil
Arap
Kara Şimşek
Mafya
Mürekkep
Kara Kedi,
Obama
Plak
Karanlık
Metal Müzik
Satanizm
Mühür
Gölge
Karınca
Siyah İnci
Karaciğer
Kara Tren
Karadul
Zenci
Matem
A.Karahisar
Kara Tezgah
Zeytin
Asfalt
Zindan
Kara Dut
Afrikalı
Browni
Karakan
Panter
Karagöz
Kara Merhem
Kara Fatma
Çikolata
Araba lastiği
Siyah Nokta
Nelson Mandela
Men in Black (Siyah Giyen Adamlar)
Siyah Ekmek
77
deli kızın defteri
Gözde Aral
Kötüyüm ben, kötüyüm,
kötüyüm, kötüyüm!
YAZ, sıcak bir gün... 70 kişi bir salona
tıkışmışız, toplantı yapıyoruz. Can
sıkıcı. Üniversitede dersteymişim gibi
hissediyorum. Biraz daha yetişkin,
biraz daha öğretmen, biraz daha kadın
olmamdan gayrı değişen pek bir şey
de yok aslında. Konsept aynı, hoca bir
şeyler anlatırken birbirimizin kağıtlarına
notlar yazıyoruz, gülüşüyoruz,
fısıldaşıyoruz. Bir ara pislik bir yorum
yapıyorum, gülüyoruz, sonra da
arkadaşlarımdan birine tişörtümdeki
yazıyı işaret ediyorum,
“I love my dark side!" 1 Tüm
ciddiyetiyle, biraz da "hadi oradan"
edasıyla, "you don't have a dark
side, do you?” 2 diye karşılık veriyor.
Tüm ciddiyetimle, biraz da "hangimiz
biraz … değiliz ki" edasıyla kafamı
sallıyorum, “I do. Deep inside...” 3
Yandan yandan gülüyoruz, toplantı
akıyor.
Şeytan olmak kolay bir şeydir herhalde.
Lamı cimi yok, kötülükle kol kola
gezeceksin. Melek olmak hakeza…
Meleksen e-mail hesabın melek@
iyilik.net olacak. Peki ya içinde bu
ikisinden de parçalar barındıran insan
ne yapsın? Mutlak iyi ve mutlak kötü
diye bir şey yok, bu kesin. Kimse ne
tepeden tırnağa bir Rahibe Teresa
olabilir, ne de her daim elindeki
budu vahşice ısırırken “nihohaha…”
diye gülen bir Erol Taş karakteri…
Dünyaya gelişimizle birlikte içimize
serpilmiş iyilik ve kötülük tohumları
birer ikişer patlayıp, her geçen gün yeni
sürgünler vererek ruhumuza dolanan
sarmaşıklar halini alıyor. Ve bir kez
birbirine dolandıktan sonra bu ikisinden
birinden kurtulmak insanoğlu için pek
de kolay olmuyor. Bunu bile bile, ben
mesela, "kötü" olabileceğimi uzun süre
kabullenemedim. Çocukluğumdan beri
iyi biriydim ben, büyümek kötüleşmek
anlamına gelemezdi. "Hatalı", "yanlış
yolda", ya da "iyiyle kötüyü ayırt
edemiyor" olabilirdim; ama kötü, asla!
Niyetim iyiydi bir kere. Hem sonra
şartlar beni buna zorlamıştı. İsteyerek
yapar mıydım hiç!
canavarlar görmeye başlayabilirsin
pekala." 4 Asıl sorun şuydu:
Nereye kadar? Nereye kadar
kaçabiliriz ki gerçeklerden? Nereye
kadar aklayabiliriz karalara bürünen
benliğimizi?
Yadsımanın faydası yok, kötüyüz.
Hem de en az iyi olduğumuz kadar…
İçimizde birbirine karışmadan, su ve
yağ gibi dalgalanıyor iyilikle kötülük.
Yetişkin olma yolunda, çocukluğa
dönüş umuduyla ardımızda bıraktığımız
masumiyet kırıntıları, kargalara yem
oluyor daldığımız kara ormanda…
Mazeret göbek deliği gibidir, herkeste
bulunur. Bahanelere sığınıp vicdanını
rahat ettirmek, hatta daha da ileri
giderek haklı çıkmak istedikten sonra,
elini atsan mazerete çarpardın, mesele
o değildi. Söylediğin yalanlara inanıp,
doğrunun bittiği noktayı kaybettikten
sonra suçluluk duygusu buhar
olup uçuyordu. "Her şey bir yorum
meselesiydi, ya da bir tercüme hatası.
Ne gördüğün, ne görmeye yatkın
olduğuna bağlıydı. Eflatun bir canavar
görmeye hazırsa gözlerin, eflatun
1“Karanlık tarafımı seviyorum!” 2 “Senin karanlık bir tarafın yok ki, yoksa var mı?” 3 “Tabi ki var, çok derinlerde..” 4 Elif Şafak, Araf.
78
79
tekno günce
Erdinç Tuğcu
“Geleceğimiz varsa
göreceğimiz de var”
GEÇMİŞTE Bilim ve Teknik dergisinin
ilk sayfalarında geleceğin teknolojisi
olarak gördüğüm pek çok konu
şu anda hayatımızda ve “elimizin”
ulaşabileceği bir noktada. Gelişim
hızımız bile hızlanarak artıyor ve
eğer insanlık olarak kendimize bir
zarar getirmezsek, inanılmaz günler
bizleri bekliyor. Bu açıdan bakarak
önümüzdeki halihazırda gelişmekte
olan teknolojilerden, önümüzde su gibi
akıp geçecek yıllar boyunca hayatımıza
girip yaşam tarzlarımızı kökünden
değiştirecek teknolojilerden bazılarını
sizlerle paylaşmak isterim.
Benzin istasyonlarının sonu ve tertemiz
bir hava: Çoğu kişinin bilmediği bir bilgi
de, bugün bindiğimiz arabaların 19.
yy. sonu ve 20. yy. başındaki hallerinin
elektrikli olduğudur. O zamanlar
henüz gelişmemiş olan içten patlamalı
motor teknolojisi sayesinde 1920’li
yıllarda saatte 100 km hızın üzerine
çıkabilen elektrikli araçlar mevcuttu.
İçten yanmalı motorların gelişmesi
80
On yıl önceki hayatımızı düşünüyorum da; yeni yeni
başlamış bir internet fenomeni, gelişmeye başlamış
cep telefonu endüstrisi, dvd’ler, giderek hızlanan
bilgisayarlar ve sürekli değişip gelişen bir yaşam
vardı. Fakat “gelecek” bizleri daha çok şaşırtacak...
ile beraber, petrol ticaretinin karlı
ve bir o kadar da kanlı piyasası bu
araçların yavaş yavaş hayatımızdan
çıkmasına sebep oldu. 70’li, 80’li
yıllarda dünya çapındaki enerji krizinde
biraz kıpırdanır gibi olsalar da, politik
sebeplerle çabucak unutuldular.
Şimdi petrol rahatlığımızın son yıllarını
yaşarken tekrar gözde olma yolunda
ilerliyorlar. Üstelik neredeyse bütün
büyük otomobil firmaları, kendi
elektrikli modellerini geçen sene
itibarı ile piyasaya sürmeye başladılar.
Bu araçlar normal benzinli araçlarla
rahatlıkla yarışacak güçteler. Üstelik
sessizler, çevreciler ve aradığınız bütün
konforu bize rahatlıkla sağlayabilecek
kapasitedeler. Otomobil dünyasının
geleceği gelişen temiz elektrik
üretim yöntemleri sayesinde elektrikli
arabalarda gibi gözüküyor.
Türkiye’de bu konudaki gelişmelerse
şaşırtıcı şekilde umut verici nitelikte.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve
Renault arasında imzalanan bir
protokolle birlikte, İBB otopark
işletmeleri kapsamında çeşitli noktalara
elektrik dolum istasyonları kurulacak.
Devlet destekli olması ve seri
üretim, bu araçların daha çok insana
ulaşmasını sağlayacak. Önümüzdeki 5
sene içerisinde caddelerde daha fazla
elektrikli araç görebiliyor olacağız.
30-40 sene içerisinde de benzin ya da
mazotla çalışan otomobiller sadece
hobi için elde tutulan baba yadigarları
olacaklar. Elektrikli otomobillerin
gelişmesi ile beraber gene bu alandaki
başka bir teknoloji de hayatımızı
değiştirecek. Biraz da onu inceleyelim.
“Arabanız özel şoförünüz olsun”
Ailenizin arama motoru Google, bir
takım gizli projelerle bizleri şaşırtmaya
devam ediyor. İnternette gezinirken son
projelerini okuduğumda, işte cumartesi
akşamları arabayı kim kullanmak
zorunda kalacak sorunumuzun
çözümü dedim. Önümüzdeki 5-10 yıl
içerisinde Google sayesinde kimse
araba kullanmak zorunda kalmayacak.
Çünkü onlar hiçbirimize çaktırmadan,
tamamen uydu verilerini ve kendi
üzerindeki algılayıcıları kullanan bir
araçla tam 230000 km yol yaptı. Üstelik
bunun son 1600 kilometresinde artık
insan müdahalesine gerek kalmamıştı.
Teknoloji henüz çok yeni olmasına
rağmen vadettiği olanaklar muazzam.
İnsan hatalarından arındırılmış, kazasız
belasız yolculuklar… Bilgisayar
optimizasyonu ile hiç tıkanmayan
trafik… Bilgisayarın sınırsız gelişimi ile
çok daha yüksek hız limitleri… Özellikle
hayatlarının önemli bir kısmı yollarda
geçen büyükşehir sakinleri için hayat
kurtarıcı bir teknoloji. Artık önünüze
atlayan dolmuş şoförlerinin, sol şeritten
kimseyi sallamadan sağa pike yapan
şehir magandalarının, uykusuzluktan
ters şeride giren kamyonların olmadığı
bir hayat düşünün. 20 sene sonra bir
yandan çay içip gazetemizi okuyup,
bir yandan da trafikte yağ gibi akıp
giderken bütün bunlar için ilk adımı
atan Google’ye çok duacı olacağız gibi
duruyor. Tabi bunun gerçekleşmesi
için sadece Google değil daha pek çok
teknolojinin de beraberinde gelişmesi
gerekiyor. Şimdi de bu teknolojilerden
birkaçına bakalım.
Memristör
İlk duyduğumda Japon çizgi filmi
karakteri sandığım bu yeni teknoloji,
elektronik dünyasını ters yüz etmek
üzere. Lise fiziğinden bir ihtimal
hatırlayacağımız elektroniğin üç
silahşörü olan direnç, kapasitör ve
indüktörün yıllarca aranan kayıp
dördüncü silahşörü, memristor. Bu
kendisi küçük, etkisi büyük devre
elemanının ne iş yaptığını çok basitçe
anlatmam gerekirse; memristör çok
akıllı bir su borusu gibi çalışıyor,
istenilen yönde su akışı arttıkça
borunun çapı genişliyor, ters yönden
su akmaya çalışırsa boru daralıyor. En
güzeli de su tamamen kesilince boru
nerede kaldığını hatırlayacak şekilde
kalıyor. Bu özellikleri de onu inanılmaz
bir bellek haline getiriyor hatta o kadar
inanılmaz ki, bizim şu anda en fazla 32
gb sığdırabildiğimiz micro-sd bellekler
kadar bir memristör belleğe 3-4 petabit
bilgi sığabiliyor. Petabit’i bilmeyenler
için gb cinsinden söylemek gerekirse
4.194.304 gb. Yani yaklaşık 1 milyon
dvd film. Sanırım harddisk dolu lafını bir
duymayacağımız günler bizi bekliyor.
Buraya kadar dudağınız uçuklamadıysa
bundan sonra belki uçuklayabilir.
Çünkü ailenin dahi çocuğu memristör
sadece veri tutmakla kalmıyor aynı
zamanda işlem de yapabiliyor.
81
tekno günce
Yani bilgisayarın işlemcisi gibi de
çalışabiliyor. Bu da işlemci ve RAM
arasındaki sistemi kısıtlayan zorunlu
veri akışını ortadan kaldırıyor ve
inanılmaz büyük verilerin çok daha hızlı
işlenmesine olanak veriyor. Çalışma
sistemi olarak beynin nöronlarını
andıran bu yapı şimdiden işin
konpetanlarının ağzını sulandırmaya
başladı bile... Bitmedi, bununla
beraber memristör veri iletimini ışık
yoluyla yapabiliyor. Yani o sakladığınız
binlerce dvd ışık hızıyla başka yerlere
akabilecek. Çok hızlı bir gelecek
bizi bekliyor. Bu kadar kapasite ile
yapabileceğimiz en önemli işlerden biri
içinse bir sonraki teknolojiye bakalım.
Yapay Zeka
Hep duyduğumuz ama belki de gerçek
anlamını bilmediğimiz yapay zekanın en
güzel tanımına Wikipedia’da rastladım.
Wikipedia der ki; “Yapay zeka, etrafında
olan biteni algılayıp, başarı şansını en
yüksek seviyeye çıkarabilecek eylem
kararı alan sistemdir.” Bu açıdan
baktığınızda sıcaklığının 40°C’nin
üstüne çıktığını anlayıp gecenin bir
82
körü siz uyurken çalışmaya başlayan
buzdolabı da yapay bir zekadır. Yapay
zeka yeni bir şey değil biliyorum
ancak şu anda algı olarak da kapasite
olarak da geçmişin çok ötesinde
işler başarıyor ve bu başarıların önü
kesilecek gibi de gözükmüyor. Çok
daha akıllı makinelerle yaşıyor olacağız,
bizi izleyip, takip edip bize göre
kendini ayarlayan arabalardan tutun da
yapmayı sevdiğimiz ya da hobilerimize
göre bize tavsiyelerde bulunan akıllı
reklamlara kadar hayatımızın her
tarafından yapay zeka fışkırıyor olacak.
Algılama ve işlem kapasiteleri arttıkça
bize sağladıkları fayda da artmaya
devam edecek. Buraya kadar hepsi
zaten olmasını bekleyebileceğimiz
faydalar...
Bir bilim kurgu hayranı olarak yapay
zekayı ne zaman duysam, aklıma
makinelerin dünyayı ele geçirdiği filmler
gelir. Bunca yıldır film izlemek, tabi ki
insanın beklentilerini de yükseltiyor.
Kendi kendine düşünebilen makineler
ne zaman gerçekten varolabilir,
aramızda dolaşıp bizimle muhabbet
edebilirler bilmiyorum. Ama bildiğim,
insan beyninin gerçekten çok karışık
olduğu ve bu kadar karmaşayı
henüz teknolojimizin kaldırmadığı…
Tabi ileride bunun gerçekleşmesi
kaçınılmaz. 2006’dan beri yürütülen
Blue Brain projesi bunu başarmaya
en yakın olan proje. Fare beyninin
neokortikal kolonunu taklit etmek
için başlatılan proje insan beyninin
bir kısmına taklit etme yolunda
ilerliyor. Eğer proje bütün beyni taklit
edebilecek kapasiteye ulaşabilirse
ve doğru şekilde yapılabilirse, insan
gibi zeki, konuşabilen bilgisayarlar
bizleri bekliyor olacak. Bunun için
tahmin edilen süre, 10 sene ama biraz
sabredip de 25 sene beklerim derseniz,
bu makinelerden her evde görebiliyor
olacaksınız. Kim bilir belki de sadece
eski fotoğrafların bir kısmını değil,
beynimizin tamamını orada muhafaza
eder hale gelebileceğiz…
Devamı bir sonraki sayıda...
83
dünyaya armağansın
Bilinçaltını etkilemeyi
amaçlayan reklâmlara
(iletilere) subliminal reklâm
adı veriliyor. Genel olarak
“bilinçaltına yönelik iletiler/
reklâmlar” olarak ifade
ediliyor ve gerçekten
etkileyici, daha da önemlisi
inandırıcı bir yöntem...
Bilinçaltımıza gizlenen iletiler
BİLİNÇALTI MESAJLARI üç şekilde
uygulanıyor: 1- Reklâm afişleri,
logoları ve benzeri nitelikteki görsel
malzemenin içine saklanmış şekil,
kelime ve rakamlar yoluyla. 2- Gözle
algılanamayacak kadar kısa süreyle
ve sık patlayan flaşlar şeklinde sinema
ya da televizyon görüntüsü yoluyla. 3İşitsel yollarla. Bu yöntem, bir ürünün
reklâmını yapmaktan, bir inancın ya
da görüşün propagandasını yapmaya
kadar varan geniş bir perspektifte
kullanılır. Görsel ve işitsel olarak
algılanamayan da ziyade bilinçaltı
düzeyinde algılanan söz, resim,
görüntü ve biçimlerden oluşuyor.
Bilinçli olarak algılayamadığımız hâlde
gördüklerimizin pek çoğu bilinçaltımız
tarafından algılanır. Bunu sağlayan
göz çukuru olarak isimlendirilen
“fovea”dır. “Retinanın merkezinde
84
bulunan, çapı sadece yarım milimetre
kadar olan bu çukur, yalnız konileri
içerir ve net görüntüyü diğer bir deyişle
görüş keskinliğini sağlar” Fovea,
retinanın küçük nesneleri ve ayrıntıları
ayırt etme yetisinin en yüksek olduğu
kısmıdır. Göz çukuru (fovea) bütün
görüntüyü ayrıntısıyla alır ve bunu
zihne aktarır, zihin bunları depolar,
ama biz bunların hepsini bilinçli olarak
algılamayız. Bunu bir kamera gibi
düşünün. Kamera, mercek ve diğer
mekanizmaları sayesinde kayıt yapar
ama sadece kayıt yapar, algılamaz. Şu
durumda bizim görüp de bilinçli olarak
algılayamadığımız her şeyi bilinçaltımız
kaydeder.
Bilincimiz, duyusal girdileri analiz eder.
Düşünür, muhakeme eder, eleştirir,
değerlendirir. Fikir ve telkinleri yargılar,
Serkan Duru
kabul eder veya reddeder. Yani
mantık süreçleri egemendir ve bilişsel
fonksiyonlar üstlenir.
Bilinçaltı ise beynimizin farkında
olmadığımız yanıdır. Otomatik bir
pilot gibi bütün deneyimlerimizi
depolar. Bilinçaltı heyecanlarımızı,
sezgilerimizi, alışkanlıklarımızı ve
güdülerimizi depoladığı gibi bunların
eyleme dökülmesinden de sorumludur.
Bilinçaltı zihin telkin ve imgeleme
yoluyla ikna olmaya yatkındır. Bilinçli
zihnin aksine sorgulamadan tekrarlı
önerileri kabul eder, pekiştirir.
Bütün otomatik davranışlarımız,
alışkanlıklarımız ve heveslerimiz
hafızada kayıtlı bilgiler arasındadır. En
önemli vazifesi ise depoladığı verilere
dayanarak mutluluğu sağlamaktır.
Bilinç aynı anda 3 ilâ 9 işi yapabilir.
Daha fazla görev yüklendiğinde
kilitlenir. Bu yüzden dikkatimizi
yönlendirmediğimiz, bizi o anda
ilgilendirmeyen birçok veri bu filtreden
süzülür. Beş duyumuzun karşılaştığı
çok sayıda duyum, algılanmadan
bilinçaltı hafıza deposuna aktarılır.
Demek ki duyduğumuz, gördüğümüz
ama bilişsel (kavrayış) olarak
algılayamadığımız her şey bilinçaltına
ileride tekrar kullanılmak üzere veri
olarak depolanır ve gelecekteki
hareketlerimize yön çizer. İşte tam da
bu aşamada bilişsel sürece değil ama
bilinçaltına hitap eden tüm propaganda
ve veriler, bizim davranışlarımıza yön
çizen güdüler olarak karşımıza çıkar.
Sık tekrarlar içsel algılarımıza odaklıdır.
Bilincimizin bilişsel olmayan
yönünün bu şekilde dış etkilerle
güdülenebileceği 1900’lü yıllardan bu
yana bilinen ve kullanılan bir yöntemdir.
Bu emekleme sürecini şimdilik atlayıp,
bu yöntemin bilinen ilk ciddi ispatı olan,
çarpıcı bir deneyi aktarmak istiyorum.
1957 Senesinde Vance Packard bu
gizli ikna yollarını ele aldığı “The
Hidden Persuaders” adlı kitabını
yayınlar. Kitabında, umut, korku,
suçluluk ve cinsellikleri üzerine
odaklanmış reklâmlar ile insanların
ihtiyaçları olmayan malları dahi satın
almaya ikna edildiğini tespit eder.
Yine reklâmların tüketici davranışları
üzerindeki etkilerini araştıran James
Vicary, 1957 yazında, New Jersey, Ft
Lee sinema salonunda Picnic adlı filmin
gösterimi sırasında (bir şehir efsanesi
olarak bildiğimiz) deneyi gerçekleştirir.
Sinema salonunda projeksiyon
makinesinin yanına görüş algısı
denemelerinde kullanılan ve çok kısa,
anlık süreler ile resim ve harf gösteren
bir cihazı (takistoskop) yerleştirir. Film
süresince her 5 saniyede bir flash
şeklinde patlayan reklâm mesajlarını
ekranda görüntüler. Bu mesajlar
saniyenin 1/3000’i kadar kısa bir
süre sinema perdesinde göründüğü
için hiç kimse fark etmez tabi. Az
önceki açıklamalardan hatırlayacağız;
izleyicilerden hiçbiri bu mesajları
bilinçli bir şekilde algılayamamış;
şartlı ve sürekli kendilerine aktarılan
bu tekrarlamaları büyük bir ihtimalle
bilinçaltına depolamışlardır.
Gönderilen mesajlar ne miydi?
Hepimizin tahmin edeceği gibi: “Coca
Cola için” “Acıktınız mı? Popcorn Yiyin!”
şeklindedir. Sonuç mu? Son derece
ilginç: Popcorn satışı %57.8, Coca
Cola satışı da %18.1 oranında artmış.
Uzun süre devam eden bu uygulama
1974’de Millî İletişim Komitesince
yasaklanmış olmasına rağmen pek de
etkili olamamıştır.
Vance Packard’ın tespiti doğruydu
cinsellik ve ölüm gibi mesajlar insan
üzerinde çok etkiliydi. C. Gustav Jung’a
göre bu mesajlar gördüğümüz ya da
yaptığımız şeyler üzerinde ‘düzenleyici
bir ilke’ rolünü üstlenir. Bu mesajları
uzaydaki bir kara deliğe benzeten Jung
sözlerine şöyle devam eder: “orada
olduğunu yalnızca içine çektiği madde
ve ışık sayesinde anlayabilirsiniz”.
Ölüm ve cinsellik tüm insanlığın ortak
bilinçaltıdır; hangi ırk, kültür, din ve
mezhepten olursa olsun.
Alışverişlerde, satın aldığımız bir ürünü
onlarca emsali içinden tercih etmemizin
sebebi bu mesajlar kullanılarak
bilinçaltımızda işlenmiş olan reklâmlar
olabilir. Eğer böyle bir gerçeklik ihtimali
(ya da gerçek) varsa bir ürünün ve
bir görüşün propagandasını yapan
kimseler bunu niçin kullanmasın?
Bu mesajlar çok açık görsel imajlar
olabileceği gibi reklâmın içine
gizlice işlenmiş sözcüklerden ve
bunları temsil eden rakamlardan da
oluşabilir. Bilinçaltı mesaj kalıpları
doğrudan ve çok güçlü mesajlar iletme
teknikleridir. İletişim dünyasında ve
özellikle propaganda mesajlarında çok
sık kullanılmakla birlikte ne yazık ki
ülkemizde herhangi bir denetime tabi
değildir.
85
detaylı bakış
Kutuplardaki
gizemli
resimler
Sanki ünlü bir ressam almış
eline tuvali, kendine has fırça
darbeleriyle en özel eserini
resmediyor kutuplara. Oysa
bahsi geçen, başarılı bir yağlı
boya çalışması değil olağanüstü
bir doğa olayı; “kutup Işıkları”
nam-ı diğer “Aurora”...
EVREN inanılmaz bir denge içinde
varlığını sürdürürken, bazen yanı
başımızda bazen de binlerce kilometre
uzaklarda inanılması güç mucizeler
yaşanıyor. Aurora bu mucizelerin belki
de en gizemlisi. İtalyanca’da “seher,
güneşin doğuşu” anlamına gelen
aurora, dünya gözüyle görülebilen
olağanüstü bir doğa harikası.
Işığın kutuplardaki dansı
Güneşten gelen solar rüzgârlarda
yüklü olan parçacıkların, atmosferle
86
etkileşimi sonucu meydana gelir
Aurora... Bu parçacıkların bazıları
dünyanın manyetik alanına kapılır ve
parçacıklar atmosferdeki moleküllerle
çarpıştıklarında yüklü miktarda enerji
açığa çıkar. Ortaya çıkan bu enerjinin
bir kısmı “aurora” şeklinde kutuplara
ulaşır ve bu buluşmanın sonunda ışığın
kutuplardaki dansı başlar.
Aurora doğa olayının temel kaynağı,
güneş lekelerine neden olan güneş
patlamaları... Kutup ışıkları, genellikle
geceleri gözlemlenebilir ve çıplak
gözle görülebilirler. İyonosferde
meydana gelen kutup ışıkları, 60 ve
72 derece kuzey ve güney enlemleri
arasında meydana gelirler. Kuzey
enlemlerinde meydana gelen ışıklara
Aurora Borealis (Kuzey Işıkları) adı
verilir. Aurora kelimesi, Roma şafak
tanrıçasının isminden gelirken,
Borealis de Yunanca’da kuzey rüzgârı
anlamına geliyor. Aurora Borealis’in
görülme olasığı, kuzey manyetik
kutbuna yaklaştıkça artar ve daha çok
gündönümlerinde meydana gelir.
Güneyde oluşan kutup ışıklarına ise
Aurora Australis deniliyor. Australis
kelimesi Yunanca’da “güneyin
olan, güneye ait” anlamına geliyor.
Kuzeydekilerle benzer özelliklere sahip
olan güney kutup ışıkları, Antartika,
Güney Amerika ve Avustralya’nın
yüksek enlemlerinden görülebiliyor.
Aurora, daha uzun karanlık yaşanması
ve manyetik alanın olması sebebiyle
kutuplara yaklaştıkça daha iyi
gözlemlenebiliyor. Güneşin, dünya
üzerindeki etkilerinin arasında en
belirgin olan aurora. 11 yıllık güneş
döngüsünün en yoğun zamanlarında
oluşan aurora, Nisan - Mayıs ve Eylül
- Ekim tarihlerinde en net şekliyle
kendisini gösterir. Aurora tıpkı bir havai
fişek kadar renkli ve göz alıcı bir ışık
hareketi. Olağanüstü bir doğa olayı
olan kutup ışıkları bazen yeşil renge
bürünürken, yükseklere çıkıldıkça
kırmızı veya pembe renge dönüşebilir.
Yay, bulut ve çizgi şeklinde oluşan
auroraların bazıları hareket edip,
parlaklaşırken bazıları da yanıp sönerek
göz kırpar yeryüzüne. “Uyuyan Güzel”
masalındaki “Aurora” isimli prensesin
güzelliğini, gökyüzünden yeryüzüne
süzülüp gelen ışıklardan aldığını
anlayabilirsiniz onu gördüğünüzde...
87
bakış açısı
Eski kumaşlara
yaşam iksiri
Eski, kullanılmayan ya da işe yaramaz diye düşündüğümüz kumaşların bir araya gelmesiyle oluşan
patchwork, yamadan sanata uzanan bir uğraş. Bizdeki ismiyle kırkyama... Kırkyama, dünyada popüler
olsa da, bize anneannelerimizden kalan bir miras aslında.
Savaş ve yokluk zamanlarının getirdiği
bir psikoloji ve etkileşim ile şekillenen,
zamanla kendine bir piyasa oluşturan
kırkyama üzerine; bu sanata gönül
vermiş, sadece patchwork yapan Elta
Quilt’in sahibi ile, Kate Orhan ile, keyifli
bir sohbet gerçekleştirdik.
Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
Ohio’da büyüdüm. Dört kardeştik.
Aslında bizim kardeş sayımız az.
Annemler yedi, babamlar on üç
kardeş. Yani kalabalık ve eğlenceli
bir ailede büyüdüm. Çok mutlu
bir çocukluk geçirdim. Ohio State
Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler
ve Almanca okudum. Ayrıca yan dal
olarak da Linguistik okudum. Sonra
San Fransisco’ya gittim. University
of California Berkley’de Pazarlama
88
master’ı yaptım. Yani şimdi yaptığım
işin okuduklarımla hiçbir alakası yok.
Sadece annem bana 7 yaşındayken
dikiş öğretmişti. Büyüdüğüm yerde
patchwork meşhurdu. Ama ailemden
kimse bununla uğraşmıyordu. Ohio’da
Amish adı verilen dindar insanlar
vardı ve 200 sene önceki hayat
tarzını sürdürüyorlardı. Kıyafetlerinde
düğme, fermuar kullanmıyorlar, ayrıca
elektrik ve araba da kullanmıyorlardı.
Patchwork onlar için çok önemliydi.
Çünkü patchworkle kendilerini ifade
edebiliyorlardı. Patchwork bilinçaltımda
oradan kalmış ve beni etkilemiş olabilir.
Küçük yaşlarda dikiş öğrenmişsiniz.
Şu anki uğraşınızın temelleri o
zamanlarda atılmış olabilir mi?
Amerika’da çocuklar için hazırlanan yaz
eğitim kulüpleri vardı. Annem de böyle
bir yaz kulübünde liderlik yapıyordu.
Ben de bu kulübe 11 sene üye oldum.
Burada çocuklara, hayvanlara bakmayı,
atlara binmeyi ve ahşapla bir şeyler
yapmayı, dikiş dikmeyi öğretiyorlar. 4-H
denen bu organizasyonlarla çocuklara
pratik yaptırarak bir şeyler öğretiliyor.
4-H’in anlamı; Head, Heart, Hands,
Health. Ben de bu organizasyonun
içinde 18 yaşına kadar gayet güzel
işler yaptım. Benim için iyi dikiş bilmek,
sağlam bir zemin oluşturmama sebep
oldu. Ama yine de patchwork hiç
aklımda yoktu. Patchwork, o zamanlar
benim için yaşlı kadın uğraşıydı.
Patchwork’e olan ilginiz ne zaman ve
nasıl başladı?
Amerika’da evlendim. Evlendikten 1,5
Kate
Orhan
yıl sonra Türkiye’ye geldik. 17 yıldır
Türkiye’deyim. Önce kızım ardından iki
yıl sonra da oğlum doğdu. Bu yıllarda
çocuklarımla ilgilendim ve yaklaşık 4 yıl
evde kaldım. Monotonluktan sıkıldım ve
bir şeyler yapmam gerektiğini anladım.
Bir fotoğrafta patchwork bir yorgan
gördüm. Aynısını yapabileceğimi
düşündüm. Kayınvalidem ile
Sümerbank’a gittik, kumaşlar aldık
ve başladım çalışmaya. Kolay değildi
aslında ama ısrar ettim ve zevk aldım.
Dikiş de bisiklete binmek gibi, yıllar
geçse de hatırlıyorsunuz.
Patchwork serüveniniz nasıl devam
etti, aileniz nasıl karşıladı?
Eşim önce sessizce uzaktan izledi.
Anneme, kızıma, oğluma bir şeyler
yaptım. Eşim dedi ki, “Hani bana?”
Sonra da eşime de bir yatak örtüsü
yaptım. Bu arada kızım birinci
sınıftayken annem mide kanseri oldu.
O dönemde ben de bu işe daha çok
eğildim. Çünkü makineye oturduğum
zaman dertlerimi unutuyordum. Ailem
bu konuda beni hep destekledi. O
dönemde bir yatak örtüsü yapıp
yolladım anneme, hala kullanıyor.
Yaptığım şeylerden bazılarını evimize
astım. O sıralarda İstanbul’dan
misafirlerimiz geldi ve ben onlara şaka
olarak “Sanat eserimi fark ettiniz mi?”
diye sordum. Pathcworkleri benim
yaptığıma inanmakta zorlandılar.
Gelen misafirlerimden biri moda
tasarımcısıydı. New York’taki bir
gösteri için hazırlanıyordu. Benim
yaptığım şeyleri görünce kıyafetlerinde
kullanmak istedi. Ben de onun için
bazı parçalar yapıp gönderdim. O
yaptıklarımla mucizeler yarattı. Yaptığım
tek tek kareleri giysilerin, eteklerin
üzerine koydu. İşte o zaman eşim de
buradan bir iş çıkabileceğini düşündü.
O zaman mı bu becerinizi işe
dönüştürme fikri gelişti?
Yaklaşık üç senedir böyle bir yer açma
fikrim vardı. Ama doğru yer, doğru
zamanlama şimdi oldu. Malzemelerimi
aldım, elemanımı buldum ve Elta Quilt
hayat buldu.
Bu iş iğne ile kuyu kazmak aslında.
Patchwork ya da quilti daha çok kimler
yapıyor?
Benim öğrencilerim arasında daha
çok meslek sahibi kadınlar var. Bu işle
ilgilenen insanlar hakikaten çok samimi
ve iyi insanlar. Emeğe değer veren,
işine sabırla yaklaşan insanlar.
Patchwork için ucu bucağı yok
diyebilir miyiz?
Gerçekten öyle. İnsanlar durmadan
yeni teknikler üretiyorlar. Ben de zaman
zaman yeni şeyler deniyorum. Yaptığım
işlerin çoğu kendi tasarımım. Ama
başlangıçta bir yerden örnek almakta
fayda var ve tabii temel teknikleri
öğrenmekte…
Patchwork, kırk yama ve quilt bunların
hepsi aynı şeyler mi?
Kesiştikleri ve farklılaştıkları yerler
var. Ama quilt hepsini kapsıyor.
Yani yorganlama. Ben de o nedenle
işyerimin adını koyarken quilt’i
kullanmak istedim. Elta kısmı ise
şöyle oluştu: ‘El’ el işi, ‘ta’ ise tasarımı
gösteriyor. İkisi bir araya gelince
89
bakış açısı
ise Elta Quilt. Bu kumaşlarla yapılan
bir sanat aslında. Nasıl yağlı boya
tablo yapabiliyorlarsa kumaşlarda da
yapabiliyor. Gerçekten inanılmaz güzel
sanatlar çıkıyor. Dünyada bir eşi daha
olmayan eserler. Makineyle ya da elle
de yapılabiliyor. Ben daha çok makine
kullanıyorum. Ancak çocuklarıma
benden bir şey kalsın diye yapıyorsam,
elle yapıyorum. Onun manevi değeri
daha yüksek.
Peki siz üretmeye devam ediyor
musunuz?
Makinenin başına oturmadığım
zamanlar kendimi çok eksik
hissediyorum. Şu anda kızım için
yaptığım bir örtü var. Birkaç senedir
90
uğraşıyorum. Biraz yapıyor, sonra
duruyorum. Çünkü yavaş yavaş ama
en güzel şeyi yapmak istiyorum. Onun
dışında üzerinde her gün çalıştığım
Atatürk portrelerimiz var. İlk çalışma
günümüzde yaptığımız Atatürk
portreleri o kadar beğenildi ki her gören
istiyor. Biz de Atatürk portresi yapmaya
devam ediyoruz.
Son olarak ileriye dönük planlarınız
neler?
Geçtiğimiz nisan ayında Fatih Sultan
Mehmet Bulvarı’nda yer alan organik
pazar alanında bulunan çadırımızda
bir hafta boyunca; benim, Berrin
Kızanlıklı’nın ve pek çok patchwork
sanatçısının 200 eseri sergilendi.
ÜNİGENÇ yararına yapılan eserlerden
bir tanesi açık arttırma ile satışa
sunuldu. Bu sergi, beni son derece
mutlu etti. Bu yıl içerisinde bu konula
ilgili bir de yarışma düzenlemek
istiyorum. Türkiye’de şu anda bu
alanda yarışmalar var mı bilmiyorum.
Ben daha önce ulusal bir yarışmaya
katıldım ve dereceler aldım. Dünyada
bu konuda, Amerika’da, Japonya’da,
Almanya’da, Fransa’da ve Dubai’de
çok güzel yarışmalar düzenleniyor.
Türkiye’de neden olmasın? Önce
ulusal bir yarışma yapalım, sonra
uluslararası... Dünyadan işler buraya
gelsin istiyorum.
91
evrensel sanat
Paul
Gauguin
Biraz renk, biraz kültür
Yaşamını bir seyahat olarak yaşadı. Zamana bıraktığı ama zamanın
ötesinde bulduğu üslubu ile farklı akımları, kültürleri ve yolculukları
seçti ve keşfetti Gauguin… Küçüklüğünde bir serüven olarak
başlayan yaşamı aynı şekilde süregeldi. En sonunda keşfetmeye
devam ederken, ülkesinden uzak bir yerde hayatla vedalaştı.
20. YÜZYIL sanatına derin izler
bırakırken, bunun için çok emek verdi
Gauguin... Sefaleti de tattı, hayata
karşı çaresizliği de. Ama onu hayata
bağlayan tek şey serüveniydi. Keşfettiği
yaşamda, tüm tespitleri birer tablo
oluverdi. Resmetti ve unutulmaz bir iz
bıraktı. Tarzı o güne kadar denenmemiş
bir kimliğe büründü. İzlenimciliğin
ötesinde bir noktaya ulaştı. Tarih
onu post-empresyonist akımın
öncülerinden, sentetizmin kurucusu
Fransız ressam olarak tanıdı.
Hayatının büyük bir bölümünü ülkesi
Fransa'dan uzakta farklı kültürlerin
içerisinde geçirdi. Bu kültürlerin
içerisinde yaşadıkları ve buralarda
karşılaştığı primitif sanatı Avrupa'ya
taşıyarak 20 yüzyıl sanatına yepyeni
bir yön verdi. Gauguin sarı ve
kahverenginin kırmızı ile ahengini,
kültürel dokularla birleştirdi.
Eserlerindeki teknik çok kişinin gözlerini
kamaştırdı.
Paul Gauguin, kökeni İspanya
ve Peru'ya dayanan bir ailenin
92
oğluydu. Dünya için de zor olarak
tanımlanabilecek bir dönemde 7
Haziran 1848'de Paris'te doğdu. Babası
Clovis Gauguin bir muhabir, annesi
Aline Maria Chazal ise döneminin ünlü
yazarlarından, sosyalist feminizmin
kurucularından yaşamını kadınların
ve işçilerin haklarını kazanmasına
adamış Flora Tristan'ın kızıydı.
Fransa'da Napoleon'un önderliğindeki
darbe patlak verdiğinde ailesi 1851
yılında Peru'ya taşınmak üzere yola
çıktı. Ancak babası Clovis Gauguin'in
yolculuk esnasında zamansız ölümü
hesapta yoktu. Peru'nun başkenti
Lima'ya sığındılar.
Daha küçük yaşlarda başladığı
bu seyahatlar hayatına yön verdi
Gauguin’in… 1855 yılında annesiyle
birlikte tekrar Fransa'ya döndü.
Orleans’ta okula başladı. Hayatı
boyunca sürdüreceği seyahat tutkusu
kendini ilk bu yıllarda gösterdi. Daha
on altı yaşındayken gizlice bir şilebe
bindi ve deniz kuvvetlerine katılarak
6 yılını uzak denizlerde geçirdi. 1871
yılında tekrar karaya ayak basıp
evine döndüğünde annesinin ölmüş
olduğunu öğrendi. Bu olay ona düzenli
bir hayata ihtiyacı olduğunu hissettirdi.
Böylece borsacı oldu. Hemen ardından
Danimarka asıllı Mette Gad adında
birisiyle evlendi. Düzenli yaşamda
kendisini bulmaya çalışırken tam beş
tane çocukları oldu. Ama Gauguin’in
aradığı bu değildi. Parisli izlenimci
ressamların resimlerini alıp satıyor,
Paris'in bohem hayatını daha yeni
tanımaya başlıyordu.
En sonunda ne için yaşaması
gerektiğini, hayatındaki en büyük
keşif ile buldu. Resme olan ilgisini
keşfetti. Resme ilgi duyuyordu ama
yoğun iş ve aile hayatından ancak
hafta sonları resim yapacak zaman
bulabiliyordu. Daha çok doğa resimleri
ve çocuk portreleri yapıyordu. Gauguin
bir resmini 1976 yılında düzenlenen
'Salon' sergisine gönderdi. Eseri
oldukça beğeni toplayan Gauguin,
aynı yıl izlenimci grubun başını çeken
Pissarro ile tanıştı. En nihayetinde
1883 yılında önemli bir karar vererek 35
yaşındayken doğasına uygun olmayan
bankacılığı bırakarak kendini tamamen
resme verdi. Ancak işini bıraktığı için
ciddi maddi sıkıntı çeken ailesi ile
çok geçmeden sorunlar ve çatışmalar
yaşadı.
Gauguin’in bohem hayatına ayak
uyduramayan karısı, çocuklarıyla
Kopenhag'da yaşayan ailesinin yanına
taşındı. Gauguin peşlerinden gittiyse
de orda yaşamayı beceremedi ve
Paris'e geri döndü. Bu dönemde diğer
izlenimci ressamlardan Monet, Sisley
ve Pissarro'nun etkisinde kalarak birçok
resim yaptı. 1880–1886 yılları arasında
düzenlenen izlenimci sergilerin
dördüne katıldı. 1886 yılında hem
geçim sıkıntısı nedeniyle hem de büyük
şehrin kalabalığından ve gürültüsünden
kaçmak için Kuzey Fransa'nın PontAven bölgesine yerleşti. Serüveni
hala bitmemişti. Arayış onu daha da
güçlendiriyordu. Her gittiği yerde
kendine özgü yorumlarla sanat eserleri
ortaya koyuyordu. Pont Aven onun için
bir dönüm noktası oldu. Burada kendini
tamamen resme verdi. Köylü portreleri
ve köy yaşamını tema olarak seçti.
Genç sanatçı Emile Bernard ile birlikte
sentetizm adını verdikleri yeni üslup
yine burada gelişti.
Macera tutkusu hiç bitmiyordu. Tam
her şey yoluna girmişken, 1887 yılında
ani bir kararla Panama'ya gitti. O
sırada yeni açılmakta olan Panama
Kanalı'nın inşaatında çalıştı. Tek umudu
para toplayıp yolculuğuna devam
edebilmekti ama başarılı olamadı ve
Fransa'ya geri dönmek zorunda kaldı.
Paris'te bir kaç ay sefalet çekti. Eski
dostlarının yardımıyla birkaç tablosunu
ancak satabildi ve tekrar Port-Aven'e
geri dönme kararı aldı. Orası onun
mabediydi. Burada yarattığı eserler
sanat anlayışını özetliyordu. Halk sanatı
ve ilkel sanata olan ilgisi ve üslubunda
geliştirdiği yeni yaklaşımlar onu
izlenimcilikten uzaklaştırdı.
1888 yılı geldiğinde kendisini yeni
bir maceranın içinde buldu. Arles'e
giderek Paris'teyken tanıştığı Van Gogh
yanında çalışmaya başladı. İkili uzun
kır gezilerine çıkıyor burada bütün
gün resim yaparak vakit geçiriyordu.
Ancak aralarında çıkan tartışmalar son
noktaya varınca buradan da ayrıldı.
Paris'te sanat çevrelerinde artık tanınan
ve önemsenen biri olmuştu. Ancak
uzak dünyalara yeniden karşı konulmaz
bir özlem duyarak 1891'de Tahiti'ye
gitmek üzere Fransa'dan ayrıldı. Diğer
bir deyişle içi içine sığmıyordu.
Tahiti'de uygarlıktan uzakta yerlilerle
iç içe yaşıyor onların resimlerini
yapıyordu. Üslubunu da değiştirdi.
Post-empresyonizme yaklaştı ve
en tanınan eserlerini burada yaptı.
1883 Temmuz ayında Paris'e dönse
de yeniden Tahiti'ye dönmek için
büyük bir istek duyarak iki yıl sonra
yeniden buraya geldi. Burada kaldığı
sürede yaptığı ''Nereden Geliyoruz?
Kimiz? Nereye Gidiyoruz?'' (1897)
isimli resminde; yaşamın kökenini,
aşkın ve ölümün anlamını sorguladı.
Tahiti’deki ilkel sanatlardan etkilenerek
birçok ahşap heykel de üretti.
Kültürler arası bir harman sergileyip
eserlerini bu çizgide hazırladı. Paul
Gauguin, ülkesine dönemeden 1903
yılında Tahiti'de frengi hastalığından
hayatını kaybetti. Hayatı boyunca
beslendiği yolculukları resimlerine
taşıdı. Geçtiğimiz yüzyıla derinden izler
bırakan Gauguin’in yaptığı ve yaşadığı
bir serüvendi. Bıraktığı izler sayesinde
serüveni hiç bitmedi...
93
kitabi
Emine Civanoğlu
Bir günlük yerim kaldı ister misin?
Yaşamı düşlerinde sürdürmeyi seçmiş, dik başlı eski zaman bakiresi; dünyaya kaydını bir türlü
yaptıramamanın tragedyasını komik bir imgeye dönüştürerek yadsımaya çalışan hüzünlü palyaço;
yaşamla buluşmasına bitişe birkaç kala yetişen geçmişi karışık yalnız kadın; doğmak için ölen
yaşayamamış yazar eskisi… Bu dördüne hikaye boyunca eşlik eden ölüm meleği, şeytan, ölümsüz
büyücü ve birkaç kişi daha.
Tanrının sırtını döndüğü varsayılan
bir ülkede, tanrıya koşulsuz şartsız
inanlarla, bütün emelleri şehvet dolu
bir gecenin sonunda kadife tenlerle
tütsülenmiş ruhlarını kızgın çöl
kumlarına zerre zerre sermek ve öylece
tembel tembel akşamı etmek olan
allahsızların birlikte yaşadığı bir yerde,
o verimsiz topraklardan beklenmedik
bir görkemle bulutlara doğru yükselen
abidelerin gölgesi altında, çoğumuzun
hayal etmeyi bile beceremeyeceği bir
hikayenin gizemli insanları… Onlar
bu kısacık, küçücük, pamuk kadar
hafif ama en büyük taştan daha ağır
kitabın kahramanları. Ne Azima’nın
yerinde olmak isterdik ne İdris’in ne
Fatima’nın ne Bilal’in ne Kirkor’un ne
Hektor’un. Görmek istemeyeceğimiz,
görsek bir türlü sindiremeyeceğimiz,
bildikten sonra hiç bilmemiş olmak için
94
içimizi dışımıza çıkaracak bir tiksintiyle
kusarak ölmek isteyeceğimiz türden
şeyler yaşanırken etrafta, hiç orada
olmak istemeyeceğimiz bir yer orası.
“……Ve ağustosun o gecesi böyle
başladı. O ağustosa gelince… Çizgisel
zaman olarak, o ağustosun bu gecesi
şu an için hayli eskilerde, farkındasınız.
Oysa, olanlar bu akşam da olabilir ya
da gelecek hafta bir akşam. Çünkü
hikayemiz tamamlanmış zamanları
anlatmıyor. Çizgisel zamandan özgür,
sürüp giden süresizlikteyiz artık.
Coğrafyaya gelince, yani zamanın
aktığı mekanlara, şu an güneyde bir
yerdeyiz…….”.
Kitabı okurken, Beyrut’taki yalnız
gecelerin kabusunda yaşlı fahişe
Saida’nın küçük Cennet’e söylediği
ninniyi duyacak, evrenin Çin
mitosundaki gibi yarısı yer yarısı gök
ikiye bölünmüş bir yumurta olduğu bir
zamana şahitlik edecek, dünyalarını
anlayamaz olduklarında kendilerini de
tanımakta zorlanan insanların yaşadığı
hiçliğe katlanamayıp, bu hikayedeki
yerden çok uzaktaki koltuğunda boş
gözlerle duvarların ötesine dalıp
gideceksin. Bunu okuruna her kitabında
yapan Engin Geçtan’ın, bu alçak
gönüllü ve huzurlu adamın, Hayat diye
bir kitap yazıp hayatı başka türlü bir
hale sokan bu sakin adamın nasıl olur
da bu huzursuz bedenlerin hayatlarını
böyle sarsıcı bir dille yazabildiğine ve
her satırında seni efsunlayabildiğine
şaşıp kalacaksın.
Seni senle yüzleştirebilen kaç kişi
oldu hayatında? Önem verdiğin
‘şeyleri’, o ‘şey’ler arasında kurduğu
bağlantılarla senin için bambaşka
anlamlara ve sahici bir etkiye
dönüştürebilen kaç kişi oldu? “Yalnız
olmak istemediğin konusunda samimi
misin” diye sorup sana yalnızlığın
kalabalığını tanıştırabilen kaç kişi oldu?
Ruhunun açlıktan ölmek üzereyken
halüsinasyonlar gördüğü bir anda
değil, tam da her şeye tok sandığın
doygun bir zamanında sana kızarmış
palamudun kokusunu hatırlatıp
yaşamak konusunda iştahını açan kaç
kişi oldu? Engin Geçtan’ın seni hiç
tanımazken bunu nasıl yapabildiğine
hayret edeceksin. Psikiyatr olmasından
mütevellit toplumsal hallerimize her
cümlesinde, her kitabında çok da
yerli yerinde teşhis koyabilen Engin
Geçtan’ın okuduktan sonra gerisini
getiremeyip yutkunacağın ve hiç
unutmayacağın, bazen belden yukarısı
çıplak iri kıyım celladın tilki gözlerle
sana baktığını fark edip yakalandığını
sanacağın, bazen rüyanda bazen
de basbayağı uyanıkken o karanlık
sokaktan koşarak geri döndüğünü
göreceğin bir kitap bu önerdiğim.
Mekanların arasındaki duvarları birden
bire geçirgen kılan, televizyondaki
filmin bitmek bilmeyen caddesinin
ucunu senin evine giden geniş caddeye
laf çabukluğuyla düğümleyen, elinde
kesik başla sarsıla sarsıla yürüyen bir
çocuğu takip ettiğini zannederken sana
kendini bir film stüdyosunda repliğini
ezberler halde bulduran bir yazardan
her şey beklenir. Hem de her şey…
“…..Gün batımından sonra sessizliğe
gömülen kentte, yani kent denilebilirse
tabii, geceyle birlikte yaşamın
duraksadığını sanmayın. Birleşik kaplar
yasası uyarınca, gündüz bastırılan
her şey gece olunca fışkırıp taşıverir.
Tanınmamak, duyulmamak için sıradan
bir maske takmanız yeter. Bu, benzeri
başka yerlerde de böyledir aslında.
Daha doğrusu, bu herhalde her yerde
böyledir. Ancak, anlatılanların ardından,
bazen sabahın erken saatlerine
kadar süren maskeli alemlere katılma
hevesine kapılmayın. Çünkü bunun için
vaktimiz olmayacak…….”.
Bir erkek, acemi, cesur, had bilmez
adımlarını bir kadının koynuna doğru
atarken senin onca fırsata rağmen bir
korkak gibi ardına bakmadan kaçmak
istediğin anlar üzerine fil gibi oturacak
sen bu kitabı okurken ve aşklarını
imkansız kılan yakalanmanın ardından
zehir içip dünyaya veda eden aşıkların
vebali bileğinde nabız gibi atacak.
Olanlar olsa. Dolsa dolsa boşalsa
için. Senin dışında ne varsa, içinden
çıkılamayacak bir hal alsa ama sen
o keşmekeşin uzağında dursan. Bir
günlük yerin kalsa sadece. Kim olsun,
kimin olsun, kiminle olsun? Bir günlük
yerim kaldı ister misin? O bir güne
sen sığ, sen işle o bir günü bir ömrün
tülbendine, o bir gün bir tek senin
takviminde olsun ister misin? Okumak
da var bu kitabı, hiç okumadan
yaşamak da. Bu hikayeyi hiç bilmemiş
olmaya katlanmayı başarabilecek
misin?
95
kavram defteri
Ayna, gizem,
yalnızlık, Tarancı…
Hakan Akdoğan
“Bütün bal arıda kaldı” dizesiyle biter “Sanatkârın Ölümü”. Kırk altı yaşında öldüğünde yapabileceği
muhteşem lezzetteki balları da yanında uzaklara götüren bir arı gibidir Cahit Sıtkı Tarancı. Yaş otuz beş
olunca yolun yarısına gelindiğini söylediğinde şiir yazmak için kendisine sadece on bir yılı kalmıştır.
“ESMER, arkaya taranmış, siyaha
çalar saçlı, ince dudaklı, üst dudağıyla
ufak burnunun arası biraz fazla açık,
kulakları kabarık, alnı darca, bütün
güzelliği, koyu kestane, Moğolumsu
çekik gözlerinin biraz hüzünlü
manasında toplanmış, ufak tefek, temiz
giyimli, çoğumuzun aksine, kravatlı bir
gençti”, diye anlatır Ziya Osman Saba,
onunla Galatasaray Lisesi’ndeki ilk
karşılaşmalarını “Cahit’le Günlerimiz”
adlı yazısında.
Dil işçiliğine dayalı şiir anlayışının
yerleşmeye başladığı bu lise yıllarında
yayınlanır ilk şiirleri. Şiirin “Kelimeler ile
güzel şekiller kurma sanatı” olduğunu
söylerken “Şairin hisleri, fikirleri,
hayalleri, dünya görüşü, felsefesi,
şahsiyeti, her şeyi şiirde belli olur” da
diyerek kullanılan her kelimenin hem
biçimsel hem de anlamsal açıdan
önemi üzerinde durur.
Cahit Sıtkı Tarancı ‘nektar’ peşindedir.
Gereksiz ayrıntılardan uzaklaşma
eğilimindedir. İnsana ve doğaya dair
güçlü simgeler görülür şiirlerinde.
“Yalnızlık” adlı şiirinin ilk iki dizesi güzel
bir örnektir.
“Geniş, siyah gölgesi hayatımı
kaplayan,
Tepemde kanat germiş bir kartaldır
yalnızlık.”
Yalnızlık duygusu Cahit Sıtkı Tarancı’nın
96
tüm şiirlerine sinmiştir. “Kimsecikler
duymadan bir kapı açıp gitsem” dizesi
Ahmet Hamdi Tanpınar’ı derinden
etkilemiştir. Ancak onun yalnızlığı
kalabalıkların içindeki yalnızlıktır.
Robenson gibi toplumdan kaçmaya
özlemini açık açık dile getirse de böyle
bir eğilimi olmamıştır.
“Robenson, akıllı Robenson’um / Ne
imreniyorum sana bilsen! / Göstersen
adana giden yolu, / Başımı dinlemek
istiyorum.
Ben gemi olurum sen kaptan ol, /
Yelken açarız bir sabah vakti / Güneşte
gölgemiz olur deniz / Yolculuk! /
Derken adamızdayız.
İsterdim tercümanım olasın, / Tanıtasın
beni balıklara / Vahşi kuşlara ve
çiçeklere, / Bizdendir diyesin benim
için.
Ağaca çıkmasını bilirim, / Tanırım
meyvanın olmuşunu, / Taş kırmak da
gelir elimizden, / Ateş yakmak da, aş
pişirmek de.
Robenson, halden bilir Robenson /
Adan hala batmadıysa eğer, / Alıp
götürsen beni oraya, / Deniz yolu
kapanmadan evvel!”
Şiiri insan ve doğa ekseninde
bireysellikten toplumsala doğru bir
hareket olarak yorumlar. Bireyin
yalnızlığını ve acılarını anlattıkça
toplumun sözcüsü olduğunu da
düşünmektedir.
Temelde şiirde konu aramaktan yana
değildir. “Sanat yapıtında güzelliğin
bahsedilen şeyden fazla ondan nasıl
bahsedildiği keyfiyetiyle ilgili olduğuna
inanmışımdır… demek istediğim,
konuya kesinlikle önem vermemeli”
diyerek bu düşüncesini açıklamıştır.
Bulut, bahar, yaz, kış, buz, çığ, deniz,
orman, yeryüzü, aydınlık, gece,
gündüz, kuş, balık, turna, kartal, martı,
kırlangıç, kurt, sarmaşık, yosun, ayva,
nar, duvar, ayna, anahtar, çeşme gibi
çevresini anlatan çok çeşitli sözcüklerin
yanı sıra düş, ölüm, ruh, sevda gibi
iç dünyaya ait sözcükleri de sık sık
görürüz. Kimi zaman bu içsel ve dışsal
sözcükleri eşleştirir. Özellikle ‘ayna’
yalnızlığını ve ölümü vurgulayan güçlü
bir metafordur.
Cahit Sıtkı Tarancı fiziksel olarak
kendisini yeterli bulmamaktadır.
Yakışıklı olmadığını defalarca dile
getirdiği olmuştur. Karşı cinsle kolay
iletişim kuramayaşının nedenini böyle
izah eder. Sevgilisi olmayışını buna
bağlar. Aynalarda yakışıklı olmadığını
görerek hüzünlenir:
“Aynalar, aynalar sevgili aynalar,
Yok beni anlayan, seven sizin kadar.
Öldükten sonra da, yine sizin kadar,
Kim beni düşünür, hayalimi saklar?
Aynalar, ne olur, siz yalnız aynalar.”
Mezarlık şiirinde de mezarlığı ayna
olarak görür:
“Ve şehrin şenliğine karşılık
Susar servileriyle mezarlık.
Susar ve hatırlar: - Bu kırık
Aynadaki hazin perişanlık
Sizindir, siz gafil, siz bihaber
İnsanlar bilseydiniz ne bekler
Bir gün açmak için bu çiçekler;
Ölülerin sükûnu çiçekler”
Tarancı, kız kardeşi Nihal’e yazdığı
bir mektubunda “Canım sıkıldığı vakit
ya sokaklarda kendi kendime dolaşır
veya aynanın karşısına geçer veyahut
sevdiklerimden birine mektup yazarım”
demektedir.
“Yalnızlık” şiirinde yine ayna vardır. Bu
kez yüzünü değil yalnızlığını yansıtır:
“Bir ayna parçasından başka beni kim
anlar, tt
Bir mum gibi erirken bu bitmeyen
düğünde?
Bir kardeş tesellisi verir bana aynalar;
Aynalar da olmasa işim ne yer
yüzünde?”
“Aynalarda Gece” şiirinde aynayı gece
ve karanlıkla özdeşleştirir:
O biten günle beraber
Aynalarda gece olmuş;
Onlar, onlar ki geceleyin,
Gurbete düşmüş gibiler,
Sabır tuttukları yolmuş
Sabaha erişmek için!
O biten günle beraber
Aynalarda gece olmuş
Kimi zaman korku “Korktuğum Şey”de
olduğu gibi aynanın içindedir:
Gün çekildi pencerelerden;
Aynalar baştan başa tenha.
Ses gelmez oldu bahçelerden;
Gök kubbesi döndü siyaha.
Sular kesildi çeşmelerden;
Nerden dolacak bu tas nerden,
Nergislerin açtığı yerden
Ey kuş uçurtmayan ejderha?
Bu ayna takıntısını en yakınındaki
edebiyatçı olan Ziya Osman Saba da
“Cahit’le Günlerimiz”de belirtir: “Ben
de bugün Türk şiirinin, aynalardan
en çok, dikkati çekecek kadar çok
bahsetmiş şairinin, aynalarla bir türlü
alıp veremeyişinin sebebini daha o
zamanlardan anlamış oluyordum.
Aynı ruh kompleksi içinde yaşadığını
işittiğim Ahmet Haşim gibi, Cahit Sıtkı
da, fizik yapısından, kendi deyimiyle,
dar kalıbından memnun görünmüyor;
sabah, tıraş olurken aynada seyrettiği
yüzünden sonra, bu yüzden, ancak
küçük kızların, “hayatımda ilk erkek”i
olabileceğine inanıyor; akşam
demlendiği meyhanenin duvarlarında
belki aynalar da bulunuyor, bu
aynalardaki hayaline gözü ilişince, belki
bu yüzden de birkaç kadeh daha atmış
oluyordu.”
Cahit Sıtkı Tarancı zaten bunu
“Paydos” şiirinde “Sert konuşmaya
başladı aynalar” diyerek dile getirir:
“Paydos bundan böyle çılgınlıklara;
Sert konuşmaya başladı aynalar.
Yetişir koştum aşkın peşi sıra;
Bitirdi beni bu içki, bu kumar.”
Ayna imgesini belki de en güçlü
kullandığı şiir “Otuz Beş Yaş”tır:
“Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler önündeki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?”
Cahit Sıtkı Tarancı şiirleri ölüm
gerçeğiyle yaşamın güzelliği arasında
sıkışmış armonik birer yalnızlık
senfonisidir. Aynalarda ise bu
sıkışmışlığını görür. Gerçek ile rüya
arasında gibidir aynalara bakarken.
Şiirleri de böyle tanımlanabilir: Rüya
gibi gizemli, gerçek kadar yakın.
Kaynakça:
Saba, Ziya Osman, “Cahit’le
Günlerimiz”, Cahit Sıtkı Tarancı, Ziya’ya
Mektuplar, (hzl. Faruk Duman), Can
Yayınları, İstanbul 2007.
Tiken, Servet, Cahit Sıtkı Tarancı’nın
Şiirlerindeki ‘Ayna’ İmgesine
Psikanalitik Bir Yaklaşım, A.Ü. Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 41
Erzurum 2009
Eronat, Kâmuran, Cahit Sıtkı Tarancı’da
Düş Ve Gerçek Çatışması, D.Ü.Ziya
Gökalp Eğitim Fakültesi Dergisi 5,4753 (2005) TARANCI, Cahit Sıtkı, Ziya’ya
Mektuplar, (hzl. Faruk Duman), Can
Yayınları, İstanbul 2007.
Tarancı, Cahit Sıtkı, Otuz Beş Yaş –
Bütün Şiirleri, (drl. Asım Bezirci), Can
Yayınları, 28. bs., İstanbul 2005.
Tarancı, Cahit Sıtkı, Evime ve Nihal’e
Mektuplar, (hzl. İnci Enginün), TDK
Yayınları, Ankara 1989.
Tarancı, Cahit Sıtkı, Gün Eksilmesin
Penceremden, (hzl. Faruk Duman), Can
Yayınları, İstanbul 2006.
Uyguner, Muzaffer, Cahit Sıtkı Tarancı,
Bilgi Yayınevi, Ankara, 2003 (2.basım)
97
Türkçe sözlüğü
Türkçe sözlüğü
Her gün Türkçe olmayan onlarca kelime çıkıyor ağzımızdan. Bu duruma sebep olanları
uzun uzadıya anlatmak yerine, güzel Türkçemizden bazı kelimeleri hatırlatıyoruz sizlere.
esnek
Fr. élastique
elastik
destansı
Fr. épique
epik
ses bilgisi
Fr. phonétique
fonetik
arabalı vapur
İng. ferryboat
feribot
sergi
İng. exhibition
exhibition
dil bilimci
Fr. philolugue
filolog
etmen
Fr. facteur
faktör
halk bilimi
Fr. folklore
folklor
fizik tedavisi
Fr. physiothérapie
fizyoterapi
dokunmasız
İng. hands free
hands free
engel İng. handicap
handikap
bilgisayar korsanı
İng. hacker
hacker
sarılık
Fr. hépatite
hepatit
etkileşimli
İng. interactive interaktif
giysi dolabı
Fr. gadre-robe
gardırop
Katkılarından dolayı Türk Dil Kurumu’na teşekkürler.
98
eğitimin psikolojisi
Miniklere “merak” aşılayın
Psk. Ayşegül Alkış
Gizem, hem çocuklar hem yetişkinler için devamlı olarak ilgi çeken bir durum. Gizemin bu kadar çekici
olmasının nedeni ise tabi ki merak duygumuz... “Gizemli bir insan, gizemli bir konu, gizemli bir şehir”
gibi tanımlamalar bizi araştırmaya, keşfetmeye yöneltir. Peki bunu çocuklarda nasıl kullanabiliriz?
BİLİNDİĞİ GİBİ öğrenmenin temelinde
merak yatıyor. Zorla, merak olmadan
yapılan öğrenmeler ise unutulmaya
mahkumdur. Bu nedenle öğretmenlerin,
ebeveynlerin kullanması gereken merak
duygusu çocukların ilgisini kesinlikle
çeker. Gizemi kullanmaya evde
başlayabilirsiniz. Evde yapılabilecek
olan etkinlikler arasında şifreler ve
gizem oyunlarını söyleyebiliriz. Küçük
bilmecelerle bazı eşyaları saklayarak
eğlenebilir ve çocuğunuzu araştırmaya
itebilirsiniz. Örneğin “en sevdiğin
kazağın, şimdi bil bakalım nerede? Al
sana küçük bir ipucu, yemek yiyoruz
he o yerde!” gibi. Çocuğunuzla ayda
birkaç kere bile yapabileceğiniz
bu etkinlik evinizi daha keyifli hale
getirebilir.
Merakı ve gizemi bilimle birleştirmek
ise çocuğunuz için daha ilginç olabilir.
Bunun için küçük teleskop, mikroskop,
insan bedeninin farklı formları
(plastikten yapılmış organlar, iskelet
sistemi gibi) kullanabilirsiniz. Bunları
çocuğa sunarken “acaba nasıl oluyor,
neler varmış, neyi incelesek” gibi
yönlendirmeler yaparsanız neleri merak
ettiğinizi de göstermiş olursunuz. Bu
konuda adından da anlaşılabileceği
gibi Tübitak yayınlarının “Meraklı Minik”
dergisini de takip edebilirsiniz.
Anne - babanın gizem konusunda
model olması, meraklarını sürdürmeleri
bunu çocukla paylaşmaları da önemli.
“Hep merak ederim, Antarktika nasıl bir
yer diye” derken çocuğunuzun aklında
bir soru uyandırırsınız. “Piramitler
hep bana gizemli gelmiştir” derken
çocuğunuzda “Acaba orası nasıl bir
yer” düşüncesini oluşturursunuz.
Bunları birlikte araştırmak ise gizemi
kullanabileceğiniz en iyi davranış
olacaktır. Birçok internet sitesi,
oyuncak, sesli-aktiviteli kitaplar gizemi
kullanıyor. Bunlardan yaralanabilirsiniz.
Son olarak kitap okuma becerisini
geliştirmek ve çocuğunuzu hevesle
okurken görmek isterseniz de gizemli
kitapları tercih edebilirsiniz. Bunun
için size önerebileceğim birkaç kitap
bulunuyor. Jon Scieszka’nın Zamanda
Gezinen Üç Kafadar - Da Vinci Bize
Dâhi Dedi, Silke Lambeck’in Esrarengiz
Komşu, Gülsevin Kıral’ın Gizli Formül
Hangi Zarfta ve Vladimir Tumanov’un
Kraliçeyi Kurtarmak çocuklarınızın
elinden bırakmak istemeyeceği
kitaplardır. Hepsi merak duygusunu
heyecanlı bir olay örgüsü içinde
sunuyor. Çocuklarınızın çok severek
okuduğunu göreceksiniz.
Yetişkinlerin dünyasında hala etkili olan
merak duygusunu kullanan gizemli
durumlar, bu sıralar reklamlarda
gördüğümüz “Bu sakız ne’li?” gibi
bilmeceler, merak duygumuzu
hala kaybetmediğimizi gösteriyor.
Bu nedenle hem kendimiz hem de
çocuklarımız için gizemi keşfetmeye,
birlikte araştırmaya şimdiden
başlayalım!
99
genel sağlık
5 soruda hemoroid
Hemoroid sık karşılaşılan
bir hastalık mıdır?
Hemoroid, halk arasında bilinen yaygın
adıyla basur, toplumda sanıldığından
daha da fazla sıklıkla görülen bir sağlık
problemi. Yurtdışı kaynaklı tarama
çalışmalarına göre yüzde 62 ile 86
arasında bildirilen görülme sıklıkları
bunun en geçerli kanıtı. Çoğu kişinin
hayatında değişik zamanlarda, değişik
şiddet ve sürelerde hemoroide ait
yakınmalar söz konusudur. Hatta
pek çok kişide, ailede birkaç kişide
birden olması nedeniyle kuvvetle
muhtemel kalıtsal bir hastalık olduğunu
düşündürür.
Hemoroid nasıl başlıyor,
şikâyetleri nelerdir?
Hemoroid, bacaklardaki varise benzer
biçimde aslında bir toplardamar
hastalığı. Dışkının boşaltıldığı anüs
kanalı içinde ve ağzında yer alan
toplardamarların torbalaşması,
sarkması, memeleşmesi ve kanaması
şeklinde hastalık ortaya çıkar.
Aslında tıbben iki tür hemoroidden
bahsedebiliriz; iç hemoroid ve dış
100
Op. Dr. Servet Yetgin
Esentepe Tıp Merkezi
hemoroid. Bu sınıflandırma tamamen
hemoroid memesi haline gelen
damarların, anüsün içinden veya
dışından kaynaklanıyor olması ile ilgili...
Tekrar hemoroid olmamak için neler
yapılmalıdır?
* Günde en az 1,5 – 2 litre su
içilmelidir.
Hastalar doktora gitmekten
neden çekinir?
Bunun birkaç sebebi var; ilki hastalığın
mahrem kabul edilen bir bölgede
çıkıyor olması; ikincisi, geçmişte
hemoroid ameliyatı olmuş olan
hastaların yaşadığı kötü tecrübeler;
üçüncüsü, ne yapılırsa yapılsın
hemoroidin tekrarlanacağı korkusu...
* Tuvalette uzun süre oturulmamalıdır.
Hangi hastaya hangi yöntemlerin
kullanılacağına nasıl karar verilir?
Başlangıç evrelerinde hastaların
sadece dışkılama sırasında kanama
yakınmaları vardır. Taze kırmızı renkte
bir kanama söz konusu... Özellikle
kabızlık problemi olanlarda dışkının sert
ve güçlü çıkarılması ve tekrarlanan aşırı
ıkınmalar nedeniyle hemoroid gelişmesi
daha kolay olur. Bu evrelerde doktora
başvurarak tanı konulması durumunda
cerrahi bir müdahaleye gerek kalmadan
tanı konulması ise mümkün.
* Kişisel temizliğe önem verilmelidir.
* Dar giysiler giyilmemelidir.
* Alkol, özellikle bira, şarap
içilmemelidir.
* Acı, baharat, turşu yenilmemelidir.
* Kahve ve çay ( 1 fincan) fazla
içilmemelidir.
* Kuruyemiş, çikolata yenilmemelidir.
* Ağır yük kaldırmaktan kaçınılmalıdır.
* Bol sebze-meyve yenilmelidir. Sağlıklı günler dilerim.
101
genel sağlık
Yazı sağlıklı geçirmenin altın kuralları
Kavurucu bir yaz geçiriyoruz
ve herkesin ortak dertleri var.
Tatile gidenlerin ya da gitme
planları yapanların derdi; yazı
kilolarından arınarak yaşamak
ve doğru bronzlaşmakken,
geride kalanların derdi hasta
olmadan serinleyebilmek...
Fakat uzmanlar uyarıyor.
Kaynak: Medical Park
Özel Bursa Hastanesi
102
“Serinlerken sağlığınızdan olmayın”
Aşırı sıcaklıklarla birlikte klima kullanımı
iyiden iyiye arttı. Klimalarla başı dertte
olanların sayısı da oldukça fazla...
Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr.
Tekin Yıldız, bilinçsiz klima kullanımı
ve bu durumun yol açabileceği sağlık
sorunları hakkında bizleri bilgilendirdi.
“Sıcak ortamlardan klimalı ortamlara
girmek sağlık açısından uygun bir
durum değil. Bu nedenle hepimizin
sıcak ortamlardan klimalı ortamlara
geçerken dikkat etmesi gerekiyor.
Özellikle çocuklar ve yaşlıların klimalı
ortama girerken, daha dikkatli olması
lazım. Klimaların direkt olarak kişinin
yüzüne temas etmemesi gerekir. Klima
çarpmalarının belirtilerine rastladığımız
hastalarda, tipik zatüreden farklı
olarak, akciğere ve solunum sistemine
ait şikâyetler ön planda oluyor. İlk
24- 28 saat içinde hastada halsizlik,
kırgınlık, yaygın kas ağrıları, şiddetli
baş ağrısı ve huzursuzluk görülüyor.
İlerleyen saatlerde ateş ve ilk iki günde
yoğun olmak üzere kuru öksürük
görülüyor. Bulantı, kusma, ishal, karın
ağrısı gibi sindirim sistemi bulguları
da görülebilir. Hastaların %20’sinde
sinir sistemi bulguları, konsantrasyon
bozuklukları hatta nadiren de olsa,
ciddi olarak koma da görülebiliyor.
Tüm bu belirtiler içinde, hastaların
şikayetlerinin özellikle solunum sistemi
ile ilgili olduğunu aklımıza getirecek
en önemli bulgu öksürüktür. Klimaları
oldukça sık kullanmaya başladığımız
şu günlerde; ateş, öksürük, halsizlik
şikayeti olan kişilerin, bu bulguları basit
bir gribal enfeksiyon olarak görmeyip,
zatürre başlangıcı olabileceğini
akıllarda bulundurmak gerekiyor.
Böyle bir durumda göğüs hastalıkları
uzmanlarına başvurarak tetkik
yaptırmak gerekir.”
“Brozlaşırken dikkat”
Dermatoloji Uzmanı Dr. Sibel Ünlü
ise güneş ışınlarının kısa ve uzun
vadede çeşitli problemlere yol açtığını,
bronzlaşmanın deri yaşlanmasını peşin
olarak kabullenmek ve deri kanseri
riskini göze almak olduğunu vurguluyor.
“Güneş ışınlarının erken etkisi yanmaya
sebep olur, geç etki de ultraviyole
ışınlarına bağlı cilt yaşlanması olarak
etkisini gösterir. Deri yaşlanmasının
iki türünden ilki kronolojik yaşlanma,
ikincisi de fiziksel deri yaşlanmasıdır.
Beyaz tenli, mavi gözlü ve kızıl saçlı
kişilerde ani yanmalara bağlı olarak
kansere dönüşen lezyonlar daha fazla
ortaya çıkıyor. Sağlıklı bronzlaşma
ancak ilk gün yarım saat, ikinci gün
45 dakika, üçüncü gün de bir saat
güneşli ortamda bulunarak sağlanabilir.
Son yıllarda bronzlaşmak için ağırlıklı
olarak başvurulan bir yöntem olan
solaryum da, ultraviyole ışınlarından
oluşuyor. Bu ışınlar da aynı güneş
ışığı gibi deri kanserlerini tetikleyici ve
deriyi yaşlandırıcı etkilere sahip. Güneş
ışınları derimizde güneş yanığı, güneş
alerjisi, deri yaşlanması, kırışıklıklar,
sarkmalar, damar genişlemeleri,
kahverengi lekeler, tümör ve kanserlere
yol açıyor. Güneşin olumsuz etkilerini
ciddiye almak gerekiyor. Aksi halde çok
ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir.
“Yerken gençleşin”
Diyetisyen Nilgün İstek’e göre
yediğimiz besinlerde doğru tercihler
yaparak daha genç ve sağlıklı bir
görünümle yazları geçirebiliriz. Güneş,
sigara, iş ortamı ve stresin etkisiyle
de vücudumun yaşlanma oranının
hızlandığına dikkat çeken İstek;
“Yediklerimizle vücudumuzu genç
ve zinde olmasını sağlamak bizim
elimizde. Bu yüzden yediklerimizde
seçici olarak yıllara meydan
okuyabiliriz” diyor ve sağlığımız için
ekliyor;
“Hücrelerin ve bağ dokularının dolgu
ve destek gereksinimini karşıladığı
için gün içinde bol miktarda su
tüketilmesinin gerekiyor. Özellikle
de içerisinde bulunduğumuz yaz
aylarında... Yeşil çay da vücudun
kendini yenilemesinde önemli bir
içecek. Bol miktarda tüketilmesi
gerekiyor. Vücut güzellik hormonlarını
üretmek için ise ihtiyaç duyduğu
proteinlerini balık ve tavuk etinden
karşılar. Bu sebepten bu gıdalar da
önemli. Bunun yanı sıra içerdikleri B
vitamini sayesinde hücre yenilenmesini
sağlayan yumurta ve sütün, ayrıca
fındık, badem gibi yağlı tohumların
da yeterli miktarlarda tüketilmesi
gerekiyor. Antioksidan gücü yüksek
sebze ve meyvelere de öncelik
verilmesi lazım. İçerdikleri antioksidan
içerikleri nedeniyle; mürdüm eriği,
siyah üzüm ve üzüm çekirdeği, elma,
çilek, böğürtlen, yabanmersini, karpuz,
greyfurt, kivi, ananas, nar ve kiraz,
ayrıca sebzelerden de; domates,
havuç, brokoli, ıspanak, lahana
veya karnıbahar tüketiminin ihmal
edilmemesi gerekiyor. Margarin,
kahve ve fast food tarzı yiyecekler cildi
yaşlandırıyor. Yağlı besinlerden uzak
durulması, yemek yaparken de özellikle
zeytinyağı kullanılması da önemli.
Yaşlanmanın gecikmesi ve etkilerinin
en hafif şekilde geçirilmesi için sağlıklı,
doğru besin seçiminin ve beslenme
şeklinin oluşturulmasının yanı sıra
günlük yapılan sporun da çok olumlu
etkileri var.”
103
bursa mutfağı
Bayram sofraları ve eski Ramazanlar
Bursa’da Ramazan, şimdilerde günlük hayatın sıradanlığı içinde
yaşansa da; eskiden, daha Ramazan gelmeden hazırlıklara başlanır,
her evde Ramazan’ın gelmesine yakın telaş giderek yükselirdi.
ESKİDEN iftarda ve sahurda yenmek
üzere; her biri birbirinden lezzetli
erişteler, kuskuslar, çeşit çeşit reçeller
ve kuru yufkalar evin hanımları
tarafından özenle hazırlanırdı. Ramazan
ayı için hazırlanan bu yufkaları, birkaç
evin hanımları bir araya gelerek, her
gün bir evin ihtiyacını karşılayacak
şekilde hazırlardı. Şimdilerde ise şehir
merkezinde yapılmayan bu yufkalar,
Bursa’nın bazı köylerinde halen
yapılıyor. Hazırlanan kuru yufkalarla,
iftar ve sahur için yufka tatlısı ve
peynirli gözleme yapılır, ayrıca yufkalar
sade olarak da yenirdi.
Sahurda, tok tutması için hamur işleri,
erişteler, pilavlar ve hoşaf türleri
masada muhakkak bulunurdu. İftar
saati geldiğinde hazırlanan sofrada;
türlü simit ve çörekler, çeşit çeşit
reçeller, havyar, her çeşidinden peynir
ve zeytin, düğün çorbası, içli yumurta,
104
sebze ve et yemekleriyle dolmalar
bulunurdu. Tatlı olarak da Gül Varak,
Kaymak Bohçası, Cendere baklavası ve
henüz tarifine ulaşamadığım Gelin Yüzü
de sofralardan eksik olmazdı.
Ramazan’ın bugün olduğu gibi yaz
aylarına geldiği senelerde, Uludağ’dan
getirilen karlarla yapılan şerbetler ve
hoşaflar sofraların vazgeçilmezleriydi.
Bunun yanı sıra, buzlardan yapılan
kâselerde sunulan hoşaflarda sofralara
ayrı bir güzellik katardı.
Ramazan ayında, iftardan sonra sahura
kadar meydanlarda çeşitli eğlenceler
kurulurdu. Sabah ezanına kadar şehir
canlılığını korurdu. Karagöz gösterileri,
bugün eskisi kadar ilgi görmese de,
geçmişte ramazan eğlencelerinin
vazgeçilmezleri arasındaydı. İftar ile
sahur arasında geçen zamanda teravih
namazı için büyük camilere giden halk,
M. Ömür Akkor
Mutfak Araştırmacısı
namazdan sonra kahvehanelerdeki
gösterileri izlemek için oralara akın
ederdi. Hali vakti yerinde olanlar
evlerinin bahçelerinde kurdukları
büyük iftar sofralarında dostlarının yanı
sıra semtin fakirlerini de ağırlarlardı.
Şimdiler de kurulan iftar çadırları
yerine, Bursa’daki altı külliyenin aş
evinde “Ben açım” diyen herkes
doyurulurdu.
Bursa’da, 20. yüzyılın başlarına kadar
geleneksel bir yöntemle Ramazan’ın
geldiği tüm kente duyuruldu.
Ramazan’ın ilk gününde ateş yakarak,
“On Bir Ayın Sultanı” kutlamalar ile
karşılanırdı. Bu gelenek şimdilerde
unutulmuş durumda. Ramazan ayından
bir hafta önce, Bakacak Tepesi’ne
çıkarak çadır kuran dönemin mülki
amirleri ve vatandaşlar, gökyüzünde
ilk hilali görünce, tepede ateş yakardı.
Omaçlı Mercimek Çorbası
Malzemeler:
2 su bardağı yeşil mercimek
1 adet kuru soğan
3 yemek kaşığı un
1 yemek kaşığı tereyağı
½ Limon
1 çay kaşığı kırmızı pul biber
1 çay kaşığı zerdeçal
1 çay kaşığı tuz
5 su bardağı su
Hazırlanışı:
Yeşil mercimek haşlanır ve süzülür.
Kuru soğan, yemeklik olarak doğranıp
tencerede tereyağında kavrulur ve
üzerine haşlanmış mercimek, tuz,
kırmızı pul biber, zerdeçal, limon suyu
ve 5 su bardağı su eklenir. Karışım
kaynamaya bırakılır. Diğer tarafta bir
kâsede un ve kaynayan karışımdan
alınan bir miktar suyla hamur tutulur.
Hamur, nohut büyüklüğünde parçalara
ayrılarak yuvarlanıp çorbaya ilave edilir
ve karıştırılır. Çorba 20 dakika daha
pişirilir.
Ateşin dumanını gören Tophane
Tepesi’ndeki görevliler de top atışıyla
Ramazan ayının geldiğini tüm kente
ilan ederlerdi.
Ramazan’ın son iftarından sonra da
davulcular; “Gecelerin ayazına,
Baklavanın beyazına, Gül suyundan
abdest alın, Buyurun bayram
namazına…” diyerek tüm ahaliyi
bayram namazına çağırırdı. Bayram
namazından sonra bayram yemeği
için hazırlanan sofrada; Bursa lokumu,
baklava, pilav, yaprak sarması, güllaç
ve tavuk yemekleri olur, bu yemekler
bayram süresince gelen tüm misafirlere
ikram edilirdi. Bayram boyunca tanıdık
tanımadık herkes bu yemeklerin tadına
bakardı. Yine bir manide; “Ulucami
direk ister, Söylemeye yürek ister,
Benim karnım toktur ama arkadaşım
börek ister, Alaylı olsun alaylı, Tepsisi
olsun kalaylı, Yağı, peyniri bolca
olsun, Yemesi olsun kolaylı…” diyerek
davulcu bu durumu kısaca özetlerdi.
Ramazan sofranızın bereketli
olmasını temenni ederek unutulmuş
Bursa mutfağından bir çorba tarifini
sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu
tarife, Türkiye’de birkaç mutfakta
daha rastladım. Bu çorba, 15.
Yüzyıl’da Konya’dan Bursa’ya getirilip
yerleştirilen Türkmen aileleri tarafından
Bursa mutfağına dâhil edilmiştir.
Yemeklerimize ve geleneklerimize sahip
çıkalım ve bunları gelecek nesillere
aktaralım.
105
kestaneli lezzetler
Kestaneli
Güllaç
Hazırlanışı
Büyük ve yayvan bir tencerede sütü, şekeri ve
gül suyunu el yakmayacak sıcaklığa kadar ısıtın.
Güllaç yaprağının bir tanesini ortadan ikiye
bölün. Bu yarım güllacı tekrar ikiye katlayarak
sıcak sütün içine batırıp yumuşamasını sağlayın.
Islattığınız güllaçları tepsiye 1 kat dizin ve
aralarına kırık kestane şekeri ekleyin. Bu şekilde
tüm güllaçları kat kat ıslatıp tepsiye dizin. Kalan
sütü de tepsinin üzerine gezdirin. Bütün kestane şekeri, kiraz şekeri ve ceviz ile üzerini
süsleyin.
106
Tarif: Kafkas
Malzemeler
1 paket güllaç
1 litre süt
400 gr. toz şeker
1 kahve fincanı gül suyu
Ceviz
Kiraz Şekeri
Kırık Kestane Şekeri
Bütün Kestane Şekeri
www.dergibursa.com.tr
rehberbursa
guidebursa
OTEL / HOTEL
HASTANE / HOSPITAL
ÇİÇEKÇİ / FLORIST
RESTORAN / RESTAURANT
BAR / BAR - BISTRO
PASTANE / PATISSERIE
KAFE / CAFE
SİNEMA / CINEMA
TİYATRO / THEATRE
KUAFÖR / COIFFEUR
TAKSİ / TAXI
MÜZE / MUSEUM
KÜLTÜR MERKEZİ / CULTURAL CENTER
EĞLENCE MERKEZLERİ / ENTERTAINMENT CENTERS
TURİZM & ULAŞIM / TOURISM & TRANSPORTATION
S P O R S A L O N L A R I / S P ORTS HALLS
KUYUMCU / JEWELLERY
ÖNE ÇIKANLAR / HIGHLIGHTS
“Bursa’nın yaşam rehberi”
“Life guide of Bursa”
107
guidebursa
RESTORAN / RESTAURANT
Bakus İtalyan Restraunt & Winehouse
Çekirge Meydanı T. 234 38 88
Beceren
Botanik Parkı T. 211 52 60
CP Steak House
Çelik Palas Hotel Çekirge Cad. No:79 T. 233 38 00
Dababa
Esentepe Mah. Gürler Cad. No:87 / 12 Nilüfer T. 247 92 00
Gasthaus
Eski Mudanya Cad. No: 48
T. 548 00 65
Gurme / Bademiçi
Bademli Mah.No.79 Mudanya - BURSA
T. 549 01 09
Kadife A la Carte
Almira Hotel Uluabatlı Hasan Bulvarı No:5 T. 250 20 20
Kahve Beyaz
Mudanya Yolu Göynüklü Köyü Girişi T. 566 34 47
“Life guide of Bursa”
Çağrışan Et Mangal
Y.Mudanya Yolu Çağrışan Köyü T. 244 91 00
Çiçek Izgara
Belediye Cad. Orhan Boğazı No:15 T. 221 65 26
Korupark AVM T. 241 29 88
İzmir Yolu Orhaneli Kavşağı No:1 T. 452 01 00
Park Izgara Mudanya Yolu No: 754 T. 244 94 01
Hayat Lokantası
Merinos Parkı T. 272 27 77
DENİZ ÜRÜNLERİ & MEYHANE / SEA FOOD & BAR
Arap Şükrü Çetin
Arap Şükrü Sokağı T. 221 14 53
Cafeman Balıkçısı
Agora İş Merkezi Kulealtı Bademli T. 549 10 14
Deniz Tabağı
Kuruçeşme Mah. Sakarya Cad. No:45 T. 222 19 19
Saki Rum Meyhanesi
E.Mudanya Yolu No.25 Bademli T. 549 02 89
KEBAP & PİDE / KEBAB & PITA
Kaşıkara
Mudanya Yolu Göynüklü Köyü Girişi T. 566 35 66
Atmosfer Pide / Metin Durmaz
FSM Bulvarı No: 92 T. 240 10 00
Kavis
Marigold Otel - 1.Murat Cad No: 47 T. 444 40 00
Dürümcü Bekir Usta
Setbaşı T. 220 11 01
Çekirge T. 233 88 18
FSM Bulvarı T. 243 75 75
Bademli T. 549 28 28
Placia Restaurant
Holiday Inn Hotel Görükle T. 442 85 40
Otantik Gemi
Güzelyalı Yat Limanı İçi T. 554 43 00
Panaroma
Çelik Palas Hotel Çekirge Cad. No:79 T. 233 38 00
Tike
Mudanya Cad. Bademli Kavşağı T. 549 20 75
Yazı
E.Mudanya Yolu Emek Yağı Fabrikası Yanı T. 548 00 28
İskender Kebap
Atatürk Cad. Tayyare KM Yanı No:60 T. 221 10 76
Carrefour AVM T. 452 10 62
Korupark AVM T. 241 21 10
Kebapçı Yavuz İskender
Y.Yalova Yolu Ovaakça T. 267 27 20
As Merkez Outlet Yanı T. 261 60 30
Köy Tesisleri Y.Mudanya Yolu 16. Km No144 T. 244 99 01
İskender Efendi Konağı Botanik Park T. 211 26 90
Ünlü Cad. No: 7 T. 221 46 15
Zafer Plaza AVM T. 221 15 33
IZGARA & MANGAL & LOKANTA / GRILLS
Anadolu Lezzet Dünyası
E.Mudanya Yolu Bademli T. 549 23 03
Bademli Et Mangal
Mudanya Cad. Shell B.İstasyonu No: 307 T. 244 84 60
Şampiyon Kokoreç
Altıparmak T. 223 23 20
Uludağ Kebapçısı
Uluyol Şirin Sok. T. 251 45 51 Kent Meydanı AVM T. 255 55 56
Zeugma Restoran
Azerbaycan Dostluk Parkı Nilüfer T.452 00 27
2011
108
rehberbursa
“Bursa’nın yaşam rehberi”
HAZIR YEMEK / FAST FOOD
Big Mammas
FSM Bulvarı T. 247 44 55
Kükürtlü T. 236 89 91
Korupark AVM T. 241 27 50
Ertuğrulkent T. 413 38 93
Burger King
T. 444 54 64
Büfemtrak
Adres: FSM Bulvarı No: 48/B
T. 245 87 25
Dominos Pizza
Altıparmak T. 222 90 40
Bademli T. 241 58 00
Beşevler T. 453 46 04
FSM Bulvarı T. 453 00 76
Özlüce T. 413 15 00
Çekirge T. 234 99 22
Yıldırım T. 362 60 60
Hobi Paket Büfe
Altıparmak T. 221 11 63
Beşevler T. 451 11 00
İhsaniye T. 246 00 55
Özlüce T. 413 73 13
Kentucky Fried Chicken
444 35 55
La Piatto Cafe- Pizza & Macaroni
FSM Bulvarı No.90 / A Nilüfer- BURSA
T. 444 21 58
Mariza
Altıparmak T. 225 12 25
FSM Bulvarı T. 451 44 44
Mc Donald’s T. 444 62 62
Vitosto FSM Bulvarı No:4 T. 242 72 71
PASTANE / PATISSERIE
Aslı Börek
Carrefour T. 452 66 86
Kent Meydanı AVM T. 251 40 02
Metro Market T. 441 37 20
Geçit Evke Plaza T. 241 80 88
Osmangazi Metro T. 272 03 03
Zafer Plaza T. 223 79 79
Uludağ Ünv.T. 442 88 26
Bread House
Anatolium AVM T. 261 30 27
Carrefour AVM Zemin Kat No:7 T. 451 70 07
İhsaniye Mah. FSM Bulvarı No:54/ 3 T. 246 87 27
Kent Meydanı AVM 2. Çarşı Katı T. 255 04 05
Korupark AVM Zemin Kat T. 0543 646 87 87
Çınar Pastanesi
Kükürtlü Cad. No:28 T. 235 54 49
FSM Bulvarı No:68 T. 451 58 98
Setbaşı Meydanı No:8 T. 327 55 76
Durak Muhallebicisi
Çekirge Meydanı T. 235 08 08
İzmir Yolu Cad. No:66 T. 240 08 09
Altıparmak Cad. No: 74 T. 223 27 19
Ünlü Cad. No:4 T. 220 40 80
Kafkas
Atatürk Cad. Heykel T. 225 25 99
Carrefour AVM T. 452 49 99
Arena AVM Ertuğrulkent T. 413 78 10
FSM Bulvarı No:42 T. 245 59 00
İzmir Yolu T. 413 22 20
Kent Meydanı AVM T. 255 67 00
Kristal Park Çarşısı İhsaniye T. 246 50 51
As Merkez Karşısı T. 261 52 61
Davutdede Mah. Conk Sok. No:24 Yıldırım T. 360 03 30
Korupark AVM T. 241 49 29
Hürriyet Soğukkuyu No:10 T. 247 25 25
Terminal T. 261 58 02
Soğukkuyu No:2 Nilüfer T. 245 01 70
Rıhtım
FSM Bulvarı Kamuran Sitesi No:71 / A T. 451 24 77
Altıparmak Cad. No:33 T. 222 31 77
Konak Mah. Beşevler Cad. No: 66 /A T. 452 66 28
Çamlıca Mah. Eğitimciler Cad. No:139 T. 453 36 00
Çekirge Meydanı T. 236 83 58
Un-Pa
Çekirge Meydanı T. 236 73 65
Beşevler Mah. Bilginler Cad. Mehtap Sitesi No:32 T. 452 26 72
Beşevler Mah. Bilginler Cad. Tunca Apt. No:32 T. 443 26 17
Waffle Evi
Kükürtlü Cad. No:28 T. 236 36 90
Waffle Abbas
FSM Bulvarı Aksel 104 Sitesi No:78 T. 245 77 78
Uzay Pastanesi
Altıparmak Cad. No:19 T. 225 12 55
Çekirge Cad. No:124 T. 236 42 04
Saygınkent AVM T. 413 43 06
FSM Bulvarı No:12 T. 249 13 44
Geçit Mah. Mudanya Yolu No:77 T. 244 63 97
2011
109
guidebursa
Sui Çukurköşk
& My Kitchen
Çekirge Cad. No: 114
T. 234 62 00
Öne çıkanlar / Highlights
www.cafemykitchen.com
Bakus İtalyan
Restraunt & Winehouse
Çekirge Meydanı
T. 234 38 88
www.bakusrestaurant.com
110
“Life guide of Bursa”
rehberbursa
Hayal Kahvesi
FSM Bulvarı No:59
T. 451 50 80
www.hayalkahvesibursa.com
Bademiçi
Bademli Mah.No.79
Mudanya - BURSA
T. 549 01 09
Öne çıkanlar / Highlights
“Bursa’nın yaşam rehberi”
111
guidebursa
KAFETERYA / CAFE
Cafe Crown
Carrefour AVM T. 451 21 45
Kent Meydanı T. 255 30 00
Korupark AVM T. 242 06 24
Coffe and Beyond
FSM Bulvarı T. 247 22 37
“Life guide of Bursa”
Süksse
FSM Bulvarı Aksel 104 Sit. B Blok T. 240 16 35
Şale
Karagöz Cad. No:65 Kükürtlü T. 233 18 27
Tesadüf
FSM Bulvarı T. 241 58 58
Fink FSM Bulvarı T. 243 09 99
BAR – BİSTRO / BAR BISTRO
Gönül Kahvesi
As Merkez Outlet T. 261 58 78
Nostaljik Tren İstasyonu Beşevler T. 452 82 16
FSM Bulvarı No:11 T. 247 66 06
Angaje Lounge & Brasserie
Nilpark AVM T. 246 77 44
Gren
Arap Şükrü Sokağı No: 46 T. 223 60 64
Gloria Jean’s Coffee’s
Kent Meydanı AVM T. 255 05 81
Korupark AVM T. 241 37 26
Bigo
FSM Bulvarı No.48/C T. 240 04 04
Boo Live
Geçit No:639 T. 244 88 78
Bongo Bar
Kültürpark içi Altın Ceylan T. 234 34 34
İncir Cafe
Kordon Boyu Mudanya T. 544 06 05
Benzin
FSM Bulvarı No:57 T. 452 26 96
Kahve Dünyası
Korupark AVM T. 241 23 45
Zafer Plaza AVM T. 225 29 29
Cadde Üstü
FSM Bulvarı T. 246 66 74
Kahve Mania
FSM Bulvarı No:116 T. 245 02 22
Lusso
FSM Bulvarı No: 139 / 7 T. 241 45 30
Neşve
FSM Bulvarı No: 139/ 8 T. 243 06 63
Pascal
Nilpark AVM T. 240 02 04
Saklıbahçe
1.Murat Cad. Çekirge T. 236 99 59
Siesta
Pembe Çarşı No:4 T. 232 35 05
Nalbantoğlu Heykel T. 221 53 01
Starbucks
Carrefour AVM T. 453 20 76
Kent Meydanı T. 255 37 39
Korupark AVM T. 241 27 60
Kükürtlü T. 233 39 55
Zafer Plaza AVM T. 220 00 46
Cha Cha
Mihraplı Mevkii Carrefour Arkası T. 452 13 50
Duetto
FSM Bulvarı No: 94 T. 240 10 16
Exit
Oulu Cad. No:13 T. 234 50 70
Festina
FSM Bulvarı T. 249 19 49
Hayal Kahvesi
FSM Bulvarı No:59 T. 451 50 80
Highout
Oulu Cad. Oylum Carşısı T. 233 00 60
Ivory
Kükürtlü Cad. No:56 T. 234 91 90
Jazz Bar
Uludağ Yolu No:45 T. 239 62 54
K Bar
Çekirge Cad. T. 233 44 22
2011
112
rehberbursa
“Bursa’nın yaşam rehberi”
Kat 3
Magazin Outlet Ataevler T. 443 22 72
Kent Meydanı AVM T. 255 55 22
Shakespeare Bistro
Korupark AVM T. 241 29 59
Keyifli Bar
FSM Bulvarı No:96 T. 245 80 86
Suare
Magazin Outlet Ataevler T. 443 10 01
Kırmızı
Cumhuriyet Mah. Gazi Cad. No:53
T. 452 97 07
Teras
Carrefour AVM Yanı Kumova Plaza Nilüfer T. 453 09 09
Kios Bar
Holiday Inn Hotel Görükle T. 442 85 40
Klan
FSM Bulvarı / Bademli T. 247 63 23
Konak 18
Çekirge Cad. No:18 T. 235 37 07
Krema Jazz Club
Mudanya Cad. Bademli Kavşağı Tike Restoran
T. 549 20 75
Kulüp
Kültürpark içi Altın Ceylan T. 0530 242 68 78
La Luz
Korupark AVM T. 243 93 98
Locco
Bademli Kavşağı Mudanya Yolu Gedik Plaza
T. 549 07 77
Mox Lounge
FSM Bulvarı T. 240 22 42
My Kitchen
Çekirge Cad. No: 114 T. 234 62 00
Leman Kültür
AVP Tiyatro Aralığı Heykel T. 224 44 54
Malt
Magazin Outlet Ataevler T. 443 22 72
People
Agora İş Merkezi Arkası Bademli T. 549 04 43
Picante
Gazi Cad. No.51 / A T. 451 36 34
Resimli
Holiday Inn Hotel Görükle T. 442 88 15
Veni Vidi
Kükürtlü Oulu Cad. No:6 T. 233 99 99
Wamtes
Çekirge Cad. No:40 T. 233 66 22
ALIŞVERİŞ MERKEZİ / SHOPPING CENTER
Anatolium Yeni Yalova Yolu Cad. No.487 T. 261 12 22
As Merkez Outlet Y. Yalova Yolu 8.Km T. 261 51 51
Carrefour İzmir Yolu Orhaneli Kavşağı T. 219 73 00
Kent Meydanı Santral Garaj Mah. T. 255 43 63
Korupark Mudanya Yolu 9.Km T. 242 35 35
Özdilek Yeni Yalova Yolu 4.Km T. 219 60 00
Zafer Plaza Cemal Nadir Cad. No.181 T.225 39 00
SİNEMA / CINEMA
Korupark Cinetech T. 242 93 83
Zafer Plaza Cinetech T. 225 48 88
Setbaşı Prestige T. 221 48 06
Kent Meydanı T. 255 30 84
As Merkez Avşar T. 261 57 67
Akpınar K. M. T. 243 73 43
Altıparmak Burç T. 221 23 50
AFM Carrefour T. 452 83 00
Cinemoda Barış Manço K.M. T. 366 08 36
TAKSİ / TAXI
Altıparmak T. 222 16 44
Almira T. 252 86 38
Ataevler T. 441 88 00
Bademli T. 549 24 90
Beşevler T. 451 28 28
Çekirge T. 236 71 04
Çelik Palas T. 233 27 79
Dallas T. 233 81 22
Doğumevi T. 236 67 06
İhsaniye T. 247 47 33
Kükürtlü T. 235 12 96
Nilüfer T. 245 05 98
Setbaşı T. 328 90 91
Uludağ T. 222 35 14
Şey Pub
Oulu Cad. No:9 T. 233 07 25
2011
113
guidebursa
Korupark
Mudanya Yolu 9.Km
T. 242 35 35
Öne çıkanlar / Highlights
www.korupark.com.tr
Medical Park Bursa
Haşim İşcan Cad. Fomara
Meydanı T. 444 44 84
www.medicalpark.com.tr
114
“Life guide of Bursa”
rehberbursa
Sacha
Kükürtlü Mah. Manolya
Sok. No.67
T.233 59 79
Kent Meydanı AVM
T. 255 63 64
FSM Bulvarı
T. 453 38 55
Bademli
T.549 11 42 - 43
Gönlüferah ****
1.Murat Cad. No:22
Çekirge T. 233 92 10
Öne çıkanlar / Highlights
“Bursa’nın yaşam rehberi”
www.gonluferah.com
115
guidebursa
OTEL / HOTEL
Adapalas ***
1.Murat Cad. No:21 Çekirge T. 233 39 90
Artıç ***
Atatürk Cad. Ulucami Karşısı T.224 55 05
“Life guide of Bursa”
Marigold *****
1.Murat Cad. No:47 Çekirge T. 444 40 00
Otantik Club (Butik)
Botanik Parkı T. 211 32 80
Otantik Gemi (Butik)
Güzelyalı Yat Limanı İçi Mudanya T. 554 43 34
Almira *****
Uluabatlı Hasan Bulvarı No:5 T.250 20 20
HASTANELER / HOSPITALS
Anatolia ****
Çekirge Meydanı T. 233 94 00
Baia ****
Y.Yalova Yolu As Merkez Outlet Yanı T. 275 45 00
Beceren (Butik)
Botanik Parkı T. 211 52 60
Boyugüzel (Butik)
Askeri Hastane Karşısı Çekirge T. 239 99 99
Büyükyıldız ****
Uludağ Cad. No:16 T. 239 69 90
Central ***
Uluabatlı Hasan Bulvarı No:55 T. 273 55 00
Çelik Palas *****
Çekirge Cad. No:79 T. 233 38 00
Divan ****
Kükürtlü Mah. Dr. Rüştü Burlu Cad. No:11 T. 233 00 07
Gönlüferah ****
1.Murat Cad. No:22 Çekirge T. 233 92 10
Holiday Inn ****
Uludağ Üniversitesi Görükle Kampüsü T. 442 85 40
İbis Hotel **
Altınova Mah. Fuar Cad. No: 67 T. 275 85 00
Kervansaray ***
Fomara Meydanı T. 220 00 00
Kervansaray Termal *****
Çekirge Meydanı T. 233 93 00
Kırcı ****
Çekirge Cad. No:21 T. 220 20 00
Kitapevi (Butik)
Kavaklı Mah. Burçüstü No:21 T. 225 41 60
Kent ***
Atatürk Cad. No: 69 T. 253 54 20
Acıbadem
FSM Bulvarı Sümer Sok. No.1 T. 444 55 44
Bursa Anadolu
İzmir Yolu Cad. No.105 T. 451 09 09
Bursa Göz Merkezi
Fomara Meydanı Osmangazi T.444 04 69
Bursa Vatan
Fevzi Çakmak Cad. No.55 T. 220 10 40
Çekirge Kalp ve Aritmi
Kükürtlü Mah. Konca Sok. No.2 T. 275 75 00
Dentatürk Diş
FSM Bulvarı No.167 T. 270 09 00
Doruk Tıp
Zübeyde Hanım Cad. No.5 T. 444 04 53
Esentepe Tıp Merkezi
Mudanya Yolu Cad. No.169 T. 444 02 46
Jimer
Orhaneli Yolu Beşevler Kavşağı T. 444 45 67
Konur
Zübeyde Hanım Cad. No.12-2 T. 233 93 40
Medical Park Bursa
Haşim İşcan Cad. Fomara Meydanı T. 444 44 84
Medicabil
Mudanya Yolu Küre Sok. No.1 Fethiye T. 444 81 12
Osmangazi Tıp Merkezi
Ulubatlı Hasan Bul. No:46 T. 270 05 05
Rentıp
FSM Bulvarı No.42 / A İhsaniye T. 249 77 00
Retina Göz Merkezi
Mudanya Yolu Cad. No.171 / 1 T. 240 24 01
Turkuaz Diş
Konak Mah. Beşevler Cad. No.76 T. 451 32 22
2011
116
rehberbursa
“Bursa’nın yaşam rehberi”
SPOR SALONLARI / SPORTS HALLS
Roma Kuaför Korupark AVM T. 243 06 60
Asya Spor Merkezi
İhsaniye Mah. İkizevler Sok. No.7 Nilüfer
T.249 64 55
Sacha
Kükürtlü Mah. Manolya Sok. No.67 T.233 59 79
Kent Meydanı AVM T. 255 63 64
FSM Bulvarı T. 453 38 55
Bademli T.549 11 42 - 43
Beyge Club
Beşevler Kültür Mah. Gümüşdere Cad. No.4 Nilüfer
T.453 55 00
Stüdio Tim Carrefour AVM T. 452 66 98
ÇİÇEKÇİ / FLORIST
B-Fit Spor Kulübü
Ahmet Yesevi Mah. No.28 Balat / Nilüfer
T.244 64 68
Aşşk Çiçek
Çekirge Cad. Çelik Palas Otel Altı T. 235 16 00
Hat Cad. No.10 Osmangazi
T.235 35 15
Bursa Çiçekçilik
FSM Bulvarı Zafer Sok. No.45 T. 452 47 32
Beşevler Mah. Bilginler Cad. No.18 Nilüfer
T.452 60 52
Lora Çiçek Evi
Osmangazi Mah. Asker Cad. No.1 Tophane T. 225 41 43
Siteler Kanuni Cad. No.25 / A Yıldırım
T.369 08 31
Lis Çiçek
Çekirge Cad. No.139/B T. 236 81 96
Çok Yaşa Clup
İzmir Yolu Nilpark AVM 5.Kat Nilüfer
T.245 68 00
Koru Çiçek
Korupark AVM T.241 54 74
Gym Sport
Agora İş Merkezi Bademli T.549 25 00
Pelit Çiçekçilik & Peyzaj
Saygınkent AVM Ertuğrulkent T. 413 02 62
Maya Spor Salonu
Konak Mah. Lefkoşe Cad. Gizemler Plaza No.12 Nilüfer
T.453 02 50
TURİZM & ULAŞIM / TOURİSM & TRANSPORTATION
Kamil Koç T. 444 05 62
Score Fitness Spa
Korupark AVM İçi
T.242 68 00
Nilüfer Turizm T. 444 00 99
U. Teleferik İşletmesi T. 327 74 00
Studio Pilates
Cumhuriyet Mah. Yağmur Sok. Elmas Evler Sit. C / Blok K.4
Nilüfer
T.451 32 41
Plaza Turizm
Kükürtlü Mah. Oulu Cad. No.33
T. 234 58 58
Tango Evita Dans ve Sanat Merkezi
Konak Mah.Yaz Sok.No.2 / A Nilüfer
T.451 44 15
Şentürkler Turizm
Çekirge Cad. No.51 Osmangazi
T. 235 66 66
KUAFÖR / COIFFEUR
Ahmet Albayrak Korupark AVM No.74 T.241 31 12
Atölye Kuaför E.Mudanya Yolu No.35 Bademli T. 548 00 80
Emma Cumhuriyet Mah. Nilüfer Hatun Cad. No.2 T. 452 67 50
Enis Aslan Hairdesigner Kükürtlü Cad. T. 233 00 51
Mss Salon Kükürtlü Cad. No.58 T. 232 30 90
Burkon Turizm
Çekirge Cad. No.51 / C Osmangazi
T. 233 40 00
İDO Bursa Satış Noktaları
Kent Meydanı AVM T. 255 44 60
Korupark AVM T. 242 19 49
Mamis Restaurant T. 211 23 81
Park Plaza T. 244 94 01
Plaza Tur T. 234 58 58
Uludağ Üniversitesi Görükle Kampüsü T. 442 91 25
Zafer Plaza AVM T. 225 39 08
2011
117
guidebursa
“Life guide of Bursa”
KUYUMCU / JEWELLERY
KÜLTÜR MERKEZİ / CULTURAL CENTER
Altınbaş
Kapalı Çarşı No: 327 T. 444 46 87
Açık Hava Tiyatrosu
Reşat Oyal Kültür Parkı T. 234 49 12
Orotrend
Korupark AVM T. 241 31 50
Nalbantoğlu No:8 T. 224 90 13
Adile Naşit Kültür Merkezi
Ertuğrulgazi Mah. Kaplıkaya T. 368 51 20
Gencay Altın & Pırlanta
Kapalı Çarşı No: 317 - 341 - 381 - 2 - 284
T. 221 16 87
Gilan
Korupark AVM T. 241 31 32
Gold Kuyumculuk
Kapalı Çarşı No:288 - 308 - 6 T.223 26 37
Hüseyin Sümer
Pembe Çarşı No:27 T. 233 71 71
Macit Gümüş & Altın
Bedesten Doğu Kapısı Karşısı T. 222 45 84
Mücevher Exclusive
Korupark AVM T. 241 77 11
Nur Kuyumculuk
Ulucami Cad. No: 68
Bedesten Civarı No: 99
Kapalı Çarşı No: 353
T. 444 46 87
Pırlant
Anatolium AVM T. 261 23 61
Korupark AVM T. 241 31 31
Kent Meydanı T. 255 13 55
Modatech - Korupark AVM T. 241 31 33
Modatech - Zafer Plaza AVM T. 225 36 69
Ulucami Civarı T. 223 33 33
Setbaşı T. 220 18 18
Zafer Plaza AVM T. 223 23 23
Uludağ Diamond
CH Bursa- Kapalı Çarşı No: 315 T. 224 98 13
Uzun Çarşı No:244 T. 225 56 19
Zafer Plaza AVM T. 225 05 75
Zen Diamond
Carrefour AVM T. 452 15 55
Akpınar Kültür Merkezi
Akpınar Mh. 1050 Konutlar Havuz Sk.
T. 243 73 43
Atatürk Kongre Kültür Merkezi
Merinos Parkı T. 272 16 00
A.V.P.Devlet Tiyatrosu
Atatürk Cad. Heykel T. 222 89 10
Barış Manço Kültür Merkezi
Mimar Sinan Cad. No.79 / Yıldırım
T. 366 02 02
Bufsad(Bursa Fotoğraf Sanatı Derneği
Gurabahane-i Laklakan Kültür Merkezi
Selçuk Hatun Sok. No:9 Setbaşı / Osmangazi
T. 225 51 50
Bursa Senfoni Orkestrası
A. V.P. Devlet Tiyatrosu Binası T. 225 59 70
Çağdaş Eğitim Kooperatifi Kültür Salonu
Atatürk Cad. No:93 / Görükle
T. 483 21 83
Fethiye Kültür Merkezi
Fethiye Mah. Huzur Cad. Fileci Sok.
T. 243 36 63
Konak Kültür Merkezi
Konak Mah. Yakut Sok. No:2 T. 452 45 00
Şehir Kütüphanesi
Setbaşı Köprüsü Yanı T. 326 56 49
Tayyare Kültür Merkezi
Atatürk Cad. / Heykel T. 220 88 47–48
Uğur Mumcu Kültür Merkezi
Basın Kültür Sarayı K.2 Ataevler T. 441 01 42
Uludağ Üniversitesi Kırmızı Salon
Görükle Kampüsü T. 294 00 00
16 mm Sinema Atölyesi
F. Çakmak Katlı Otoparkı Zemin Kat T. 222 11 12
2011
118
rehberbursa
“Bursa’nın yaşam rehberi”
MÜZE / MUSEUM
Ormancılık Müzesi
Çekirge Cad. / Osmangazi T. 234 77 18
Türkiye'nin ilk ve tek ormancılık müzesidir. Bursa'da, Çekirge
caddesi üzerinde Saatçi Köşkü olarak bilinen yapıda yer alır.
Bursa müzeleri pazartesi hariç her gün mesai saatleri
arasında hizmet veriyor.
Arkeoloji Müzesi
Reşat Oyal Kültürparkı T. 234 49 18
Bitinya ve Misya bölgelerinde bulunmuş M.Ö. 3000’den
Bizans Devri sonlarına kadar olan devirlere ait eserler
sergileniyor. Müzede 25 bin eser yer alıyor. 2 bin kadarı
sergide.
Türk İslam Eserleri Müzesi
Yeşil Mah. Yeşil Külliyesi T. 327 76 79
Çelebi Sultan Mehmed tarafından 1414 – 1424 yılları
arasında Mimar Hacı İvaz Paşa'ya yaptırılmış ilk Osmanlı
medreseleri arasındadır. "Sultaniye Medresesi" adıyla
da bilinir. Anadolu Selçuklu mimarisinde açık avlulu
medreselerin en iyi örneklerindendir.
Atatürk Evi Müzesi
Çekirge Cad. Çelik Palas Hotel Yanı T. 234 77 16
19. yüzyıl sonlarında yapılmış olan köşk, Bursa Belediyesi
tarafından sahibinden satın alınarak Atatürk’e hediye edildi.
1968’de Kültür Bakanlığı’na devredilen bu köşk, 29 Ekim
1973’te, Cumhuriyet´in 50. yılında müzeye dönüştürülerek
ziyarete açıldı.
Uluumay Osmanlı Halk Kıyafetleri ve Takıları
II. Murat Cad.Şair Ahmetpaşa Med.Muradiye T. 222 75 75
Müzede, Anadolu Folklor Vakfı kurucu üyelerinden Esat
Uluumay’ın 45 yılda topladığı 18 değişik koleksiyon
sergileniyor.
Bursa Kent Müzesi
Atarük Cad. No:8 Heykel T. 220 26 26
Müzede Bursa’da yaşamış 6 Osmanlı padişahının balmumu
heykelleri, geleneksel ticaret hayatını canlandıran dekorlar,
kentin topografik maketi gibi objelerle bilgiler sunuluyor.
Tofaş Anadolu Arabaları Müzesi
Umurbey Mah. Kapıcı Sok. T. 329 39 41
Tekerleğin at arabasından otomobile gelişimini sergileyen
müzede Tofaş’ın 0001 seri nolu araçlarından örnekler
izlemek de mümkün.
Celal Bayar Müze ve Kütüphanesi
Umurbey / Gemlik T. 525 00 98
3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın çalışma yıllarına ait
fotoğraflar, anı eşyalar ve hediyeler, tablolar, çeşitli belgeler,
nişanlar, madalyalar, şilt ve plaketler yer alıyor.
Hünkâr Köşkü
Temenyeri Mah.Vakıf Sok. T. 327 91 90
Sultan Abdülmecid tarafından 1859 yılında av köşkü olarak
yaptırılmış olan köşk, Sultan Abdülmecid dışında, Sultan
Abdülaziz ve Sultan 5. Mehmet Reşad tarafından da
kullanılmış. Atatürk’ü de ağırlamış olan köşke günümüzde
Atatürk Köşkü ve Cumhuriyet Köşkü de deniliyor.
Hüsnü Züber Evi
Uzun Yol Sok.3 Muradiye T. 221 35 42
1836 yılında devlet misafirhanesi olarak yapılmış, daha
sonra Rus konsolosluğu olarak kullanılmış olan ev, tipik bir
Osmanlı evi.
Karagöz Evi Müzesi ve Anıtı
Çekirge Cad. T. 232 25 90
Bursa ile özdeşleşmiş Karagöz oyunu hakkında bilinen tüm
kültürel motifleri barındıran müzede Ramazan aylarında
günümüz hayalileri tarafından Karagöz gösterimleri yapılıyor.
Mudanya Mütareke Evi Müzesi
Sahil Yolu / Mudanya T. 544 10 68
Türk Kurtuluş Savaşı’nı sonlandıran Mudanya Mütarekesi’nin
imzalandığı tarihi evdir. Mütarekeye ait eşyaların korunduğu
evde, döneme ait fotoğraflar ve belgeler de sergileniyor.
2011
119
120

Benzer belgeler