özgür gazze filosuna israil saldırısı
Transkript
özgür gazze filosuna israil saldırısı
DÜBAM ÖZGÜR GAZZE FİLOSUNA İSRAİL SALDIRISI - III DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI -DÜBAM Genel Yayın Yönetmeni Akif Emre Yayın Koordinatörü Ertuğrul Aydın Haziran 2010 DÜBAM Yayınları Küresel İletişim Merkezi Barbaros Bulvarı, Balmumcu / Beşiktaş Tel: (0212) 274 80 21 – 274 80 22 www.dunyabulteni.net Sunuş İsrail’in Akdeniz’deki korsan eyleminin üzerinden onbeş gün geçti. İsrail, uluslararası sularda yüzmekteyken baskın düzenlediği gemideki sapan ve sopaları hatta Gazze’ye yardım olarak gönderilen inşaat araç gereçlerini “güvenlik kuvvetlerinin ele geçirdiği mühimmat” gibi sergiledi, Gazze ablukasını yarmak isteyen insâni yardım gönüllülerini terörist, Mavi Marmara’yı da nefret gemisi olarak sunmaya çalıştı ancak dünya halkları, İsrail propagandasına müşteri olmadı. İsrailliler ise kendi kendilerini kandırmayı ve tebrik etmeyi sürdürüyorlar. Mavi Marmara’ya düzenlenen baskın sonrasında (01-15 Haziran 2010 tarihleri arasında) dünyada ve Türkiye’de yayınlanan makaleleri söz verdiğimiz üzere derlemeye devam ettik ve ortaya işte bu üçüncü dosya çıktı. İsrail korsanlığının hukuki ve siyasi sonuçları üzerinde dünyada yapılan tartışma, Ortadoğu’da İsrail sorunu gibi daha geniş bir başlık içerisinde devam edeceği için derleme çalışmalarımızı ilgili diğer başlıklar altında yapmayı sürdüreceğiz. Konuya ilgi duyanlara faydalı olmasını umuyoruz. Gazze üzerindeki abluka'nın kalkması ve İsrail sorunu olmayan bir dünya ve İslam dünyası dileğiyle... Ertuğrul Aydın DÜBAM İçindekiler Erdoğan’a neden ihtiyacımız var? - Muhammed el Kubar ............................................................. 5 Türkiye’nin yaklaşımı karşısında nasıl davransak - Muhammet Sadık Diyap............................... 6 Türkiye'den Arap ülkelerine dersler - Muhammed Bin el Muhtar el Şankiti ................................ 7 Türkiye’nin yeni özgüveni - Jürgen Gottschlich .............................................................................. 9 Erdoğan, İslam dünyası lideri rolünde; Mübarek Refah sınır kapısını açıyor - M. Saadoune ... 10 Mısır çıktı…Türkiye devrede – Emin Kamoriye ........................................................................... 11 Filistinlilerin yeni müsabakası Ankara’dan geçiyor - Antonio Ferrari......................................... 12 Türkiye bölgesel liderlik rolünü çalar mı? - Vefik el Samırrai ..................................................... 13 Yeni Türkler Arapların kapısında - Süleyman el Hitlan ............................................................... 14 Türkiye Filistin’in gerçek savunucusu hâline geldi - Emile Hokayem .......................................... 15 İsrail kendi kendisini tehlikeli bir şekilde izole etme yolunda - Michael Thumann ..................... 17 BM Güvenlik Konseyinden İsrail’i kınama bildirisi - Miki Kato.................................................. 19 İsrail yeni bir Yahudi gettosu haline geliyor – Rami G. Huri ....................................................... 20 Babıâli İsrail’e kapandı - Nadja Bouaricha ................................................................................... 22 Siyasi intihar – Başyazı ................................................................................................................... 23 Türkiye ne yaparsa yapsın İsrail için kötü Hamas için iyi olacak – Zvi Bar’el ............................ 24 İsrail uçuruma gidiyor - Enric Gonzalez ....................................................................................... 25 Katliam…İsrail kendini ablukaya aldı - Mustafa Zeyn................................................................. 26 İsrail’in yenilgisi - Thanasis Tegopulos ......................................................................................... 28 Erdoğan, İsrail’i çıplaklaştırdı - Adnan el Seyyid ......................................................................... 29 Türkiye İsrail’in cezalandırılmasını talep ediyor - Susanne Knaul .............................................. 30 İsrail zorlu bir koalisyonla yüzyüze - Patrick Seale ....................................................................... 32 İsrail’in ölümle sonuçlanan saldırısı kınamalara neden oldu - Isabel Kershner .......................... 34 İsrail ve Türkiye’nin rolü - Tevfik el Medini ................................................................................. 35 Filo soruşturması Türkleri ikna edecek kadar tarafsız olmalı - Catherine Ashton ...................... 36 Eyad Sarraj'la röportaj .................................................................................................................. 37 Türkiye’nin dünyada artan etkisi - Elçin Halitbeyli ...................................................................... 39 Türkiye İsrail’den hesap soruyor – İrfan Hüseyin ........................................................................ 40 Türkiye’nin yeni özgüveni - Susanne Landwehr ........................................................................... 42 Erdoğan, bebek ve Türk rejiminin gerçek doğası - Alain Frachon ............................................... 43 Türkiye sıkıştığı köşeden çıktı - Dmitri Kosirev ............................................................................ 45 Türkiye’yi sadece Türkiye yönlendirir - Emin Kamuriye ............................................................. 47 Gazze’nin yeni kahramanları - Silke Mertens ............................................................................... 48 İsrail’in tehditleri Erdoğan’ı korkutmuyor – Başyazı ................................................................... 49 Erdoğan’a neden ihtiyacımız var? Muhammed el Kubar (Arap News) - Türkiye, İsrail'in, uluslararası yasaları ve eylemcilerin haklarını hiçe sayarak insani yardım filosuna yaptığı vahşi saldırıyı, eylemcileri kaçırması, hapsetmesi ve onlara kötü davranmasını, kişisel eşyalarını çalması ve nihayetinde sınır dışı etmesini kınayarak gerçekten de ilgiyi kendi üzerine çekti. Düzenbaz tekrar saldırdı ve dünya güçlerinden duyduğumuz tek şey zayıf açıklamalar ve İsrail lehine alışageldik bahaneler oldu. Bu çıldırtan dejavunun ortasında Erdoğan'ın, bizlere İsrail'in insan haklarını, uluslararası yasaları ve dünyayı hiçe saydığını gözler önüne seren birçok eylemini hatırlatan ve İsrail'in masumları katletmesini kınayan konuşması geldi. Erdoğan aynı zamanda İsrail'in açık ve çirkin yalanlarını, barışçıl olsa bile herhangi bir muhalefetle karşılaştıklarında gösterdikleri küstahça ve insanlık dışı barbarlıklarını gözler önüne serdi. Erdoğan'ın "İsrail karşıtı iğneleyici söylemleri", gayrimeşru doğuşundan beri İsrail'in müttefiki olan bir ülkenin liderinin ağzından çıkan tam anlamıyla haklı sözlerdi. Bugünkü baş aşağı dünyanın sorunu, masumlar katledilirken, haksız savaşlar sürerken ve insanlığa karşı suçlar işlenirken; acımasız gündemleriyle dünyayı talan eden, kendilerine karşı çıkan ülkeleri yıkıma uğratan ve kana susamış takımlarına katılanları veya yaptıklarını görmezden gelenleri ödüllendiren ABDNATO-İsrail'dir. Türkiye sırtından bıçaklandı ve bu bütün "ılımlılara" ve küresel elitlerin müttefiklerine hiç kimsenin onların (ABDNATO-İsrail) ölümcül pençesine karşı bağışıklığa sahip olmadığının hatırlattı. Türkiye'nin bu katliama tepkisi yalnızca haklı değil aynı zamanda memnuniyet vericiydi. Erdoğan'ın sözleri sadece Müslümanlar arasında yankı bulmadı aynı zamanda İsrail'in işlediği cinayetlerin yanına kalmasını korkuyla izleyen dünyadaki bütün insanlar arasında yankı buldu. Erdoğan bu konuda Hamas veya İran tarafında olmadı. Erdoğan adalet, insanlık ve bütün insanların haysiyet ve özgürlük içerisinde yaşama hakkının yanında oldu. Türk Başbakanı yardımseverlerin, işgal altında acı çekenlerin, abluka altında açlık çeken çocukların ve bu adil olmayan savaşta yerlerinden edilenlerin yanında oldu. Birçokları sessiz kalıp suç ortaklığı yapmayı seçerken bu adamın karşı çıkmaya ve konuşmaya cesareti var. Bunun için sadece acı ve yıkım getiren statükoya karşı olan insanlarca sevilen, saygı ve şükran duyulan bir kişi. Tabii ki kimse İsrail'in özür dilemesini, cahil insanların ve zorba savaş diktatörlerinin Erdoğan'ın prensipli duruşuna övgüde bulunmalarını beklemiyor. (BYEGM) Türkiye’nin yaklaşımı karşısında nasıl davransak - Muhammet Sadık Diyap (el Arabiya) - Şüphesiz Özgürlük Filosu krizinde, Türkiye'nin (gerek hükûmetinin gerek halkının) tutumu ve tavrı onur vericidir. Çünkü en yüksek ses Türkiye'nin sesidir ve en çok dökülen kan da Türk kanıdır. Türkiye, son yılarda yönünü ve ağırlığını Arap ve İslam muhitine çevirdi. Türkiye'nin bu yaklaşımı, bölgedeki yıllardır çözüm beklenen meselelerin halli için büyük bir fırsattır veya bir şanstır. Bunların başında tabii ki Filistin konusu gelir. Burada sorulması gereken soru, biz Araplar Türkiye'nin bu yaklaşımını nasıl karşılayacağız? Yani iyi niyetli ve samimi olan Türkiye'ye nasıl bir destek vereceğiz? Yahut bu dostumuzu yanız bırakacak ve birbirimizle kavgaya devam mı edeceğiz? Türklerin psikolojik yapısını bilenler, ne kadar samimi, ciddi ve pratik olduklarını çok iyi bilir. Türklerin inandıkları şeyin arkasından gittiklerini ve bu inancı açık ve net bir şekilde ifade ettiklerini herkes biliyor. Ancak İsrail bunu anlayamadı ve bölgedeki ortağını ve dostunu kaybetti. Bizim bu fırsatı iyi değerlendirmemiz gerekir. Çünkü bölgede Türkiye ağırlığında bir ülkenin, bizim ana gündemimizle ilgilenmesi -Filistin konusu- bizim açımızdan çok önemli. Ancak her şeyden önce kendi aramızdaki anlaşmazlıklar ve iç kavgalarımızı ortadan kaldırmamız gerekir. Türkiye, bizim için değerli bir dost ve komşudur. Türkiye Arap ülkeleri için "güvenilir bir komşudur" diyebiliriz. Çünkü Türkiye, bizimle aynı tarihî, kültürü ve siyasî yaklaşımı paylaşıyor, öte yandan Türkiye'nin bölgede başkaları gibi siyasî veya ekonomi çıkarı yok . Özet olarak şunu söyleyebilirim: Türkiye, Orta Doğu'nun geleceği. Çünkü bölgedeki konularda dürüst, adil ve aktif bir rol oynuyor ve bu rol bizim açımızdan takdire şayandır. (BYEGM) Türkiye'den Arap ülkelerine dersler Muhammed Bin el Muhtar el Şankiti (El Cezire) - Arap yönetimleri ve halklarının, Türkiye-İsrail geriliminin göstergelerini daha derinden incelemeye ve bundan, bugünleri ve gelecekleri için dersler ve ibretler çıkarmaya ihtiyaçları var. Sırada çıkarılabilecek derslerle ilgili bir özet var: İlk olarak Türkiye –Batı'nın kuyruğuna takılarak geçen uzun yıllardan sonra- İslam dünyasının başı olmanın, Batı'nın kuyruğunda olmaktan çok daha iyi ve onurlu olduğunu anladı. ABD'li strateji yazarı Graham Fuller, zamanında şöyle yazmıştı: "Türkiye, Batı ile Doğu arasında köprü olmak istiyor. Batı ise Türkiye'yi kendisiyle İslam dünyası arasında bir set yapmak istiyor." Türkiye'deki yabancılaşmış seçkinler yıllarca, Batı'ya tutunarak ve İslami köklerinden kaçarak bu set görevini üstlendi. Ancak Türkler bu tabiiyet rolünden artık memnun değil. Akdeniz'de yaşanan son olayları, kuyruktan başa, setten köprüye doğru giden bu değişim bağlamında okumamız gerek. Bu değişim, bugün Türkiye'yi yöneten bilinçli siyasi elitin, özellikle de Başbakan Erdoğan, Cumhurbaşkanı Gül ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun kuşağı sayesinde oldu. Bu adamlar, Batı ile ilişkilerinde Türkiye'ye, öz güvenini ve kendine olan saygısını yeniden kazandırdı. derinliğine dönmesi, geçmişte bizdeki bazı yüzeysel devrimci rejimlerin yaptıkları gibi Batı ile ilişkilerin geri plana atılması üzerine kurulmadı. Aksine Türkiye'nin değişimi, Türk politikasına denge getirmeyi amaçlayan bir bakış açısı çerçevesinde gelişti. Yazarlardan biri Davutoğlu'nun kişiliğini şöyle nitelemişti: "Makyavel ve Mevlana'nın bir birleşimi." Yani adam, Doğu'nun kalbi ile Batı'nın mantığını bir araya getirmiş ki Filozof Muhammed İkbal'e göre bu ikisini bir araya getirmek, İslam aleminin kalkınması için gerekli bir koşul. Davutoğlu, Türkiye'nin mesajını, tarihin ve coğrafyanın diliyle belirledi ve şöyle dedi: "Türkiye, pek çok bölgesel kimlik taşıyor. Tarihî ve coğrafi kimliğimize dair bu eşsiz birleşim bize, çok boyutlu Türk tarihinden kaynaklı eşsiz bir sorumluluk yüklüyor." Yeni Türkiye, Batı'da Doğu'nun, Doğu'da ise Batı'nın temsilcisi olmaya çalışıyor. Türk yöneticiler, Türkiye'deki Doğulu ve Batılı yönelimler ve çakışmalar arasındaki entegrasyonun, ülkeleri için önemli bir güç ve canlılık kaynağı olduğunun farkında. Türkiye'nin ticari alışverişinin yarısı AB ülkeleri ile yapılırken Arap ülkeleri ve İran ile alışverişi neredeyse çeyreğe ulaşmış durumda. Türk liderlerin ülkelerinin konumuna ve rolüne olan saygıları arttıkça Batı ve Doğu'dakilerin de saygısını kazandılar. Son krizde, Batı'nın Türkiye'nin yanında yer alan tavrı, Türklerin, akan kanlarıyla ilgili taviz vermez tutumu sayesinde oldu. Buradan alınacak ders, öz saygının, diğerlerinin saygısını kazanmanın anahtarı olduğu. Türkiye, bazı safların düşündükleri gibi Batı ile olan bağlarını çözemez, çözmek de istemez. Zaten bu ne kendinin ne de Müslüman dünyanın yararına olur. Aksine Türkler, Batı ile ilişkilerin saygı ve karşılıklı yarar sağlama üzerine kurulu olması için çalışıyor. Araplar, Türkiye'nin konumundaki ve kapasitesindeki bir ülkenin böylesine olumlu ve hayati bir rolü üstlenmesine sevinmeli. Burada Türkiye'den çıkarılacak ders, kendi özüne dönmenin, başkalarına savaş ilan etmek değil, aksine kendine ve başkalarına saygı duymayı birleştirmek anlamına geldiği yönünde olmalı. İkinci ders ise Türkiye'nin özüne ve İslami Üçüncü ders ise şu anda Türkiye'nin Araplara verebileceği en önemli ders ki o da içerideki demokrasiyi sağduyulu dış politikayla birleştirmek. Uluslararası Kriz Grubunun bu yılın başında "Türkiye ve Orta Doğu... Hırslar ve Bağlar" adlı bir çalışmasına göre Türkiye-İsrail ilişkileri, Türk politikacıların kendi ülkelerindeki kamuoyunun görüşlerine boyun eğdikleri ölçüde kötüleşiyor. Türkiye'deki yabancılaşmış seçkinler, 20. yüzyılın ortalarında; Filistinlilere karşı İsrail'in yanında durduklarında, Cezayir'in bağımsızlığına karşı Fransa'yı desteklediklerinde, Araplara karşı İran Şahı ile ittifak kurduklarında, bütün bunlar siyasi ve askerî despotizmin acı birer meyvesinden ve Türkiye'nin çıkarlarına dar bir noktadan bakmaktan başka bir şey değildi. Üstelik bütün bu tutumlar, Türk halkının derin iradesinin samimi bir ifadesi olmaktan uzaktı. Bugün ise Türk demokrasisi büyüdü ve olgunlaşmaya yaklaştı, Türk halkının duygularını samimi bir şekilde ifade etmeye başladı. Şimdi, Türkiye'nin bu onurlandırıcı davranışlarını Arap meselelerinde görmek mümkün. Aynı şey Arap ülkeleri için de geçerli. Mısır rejiminin Filistinlileri aç bırakmada İsrail ile kurduğu ittifak, kardeşlerinin acılarından ötürü acı çeken Mısır halkının göğsüne çöken despotluğun acı meyvesinden başka bir şey değil. Özetle, harcanmış şerefimizi geri kazanmak ve zulme uğrayan Filistinli kardeşlerimize yardım etmek istiyorsak içerideki despotizme karşı mücadelemizi yoğunlaştırmaktan başka yapabileceğimiz bir şey yok. Aksi halde dışarıdan gelen düşmanı çıplak göğüsle ve zincirli ellerle karşılamayı sürdüreceğiz. Yine de şanslıyız ki Türkiye'nin bu yükselişinden faydalanacak siyasi zekaya sahip Araplar var. Suriyeli bir yetkili, Türkiye'nin rolüyle ilgili olarak şunu söylemişti: "Türkiye var olmasaydı bizim onu var etmemiz gerekirdi. Türkiye bizim için önemli çünkü o, Arap devletlerinde girişimin var olmadığının bir göstergesi." Ancak şöyle de bir talihsizlik var ki bazı Arap yöneticiler, Türkiye'nin rolüne kuşkuyla bakıyor. Bu da her çağda tembel olan ülkelerin, bir mesajı veya iradesi olana karşı beslediği hasedi ortaya koyuyor. Mısırlı bir yetkili, Uluslararası Kriz Grubuna verdiği demeçte, "Erdoğan, Gazze ile ilgili açıklamalarında sarhoş gibi görünüyor." derken Suudi bir yetkili, Türkiye'nin rolünü ancak İran'ın rolünü bir köşeye attığı sürece kabul edebileceklerini belirtiyor. Aynı yetkili, "Türkler, bölgede yeniden hüküm sürmek istiyor ve bu, bir Arap olarak benim için tehlikeli." diyor. Amerikalı yazar Grace Halsell'in ifadesiyle Batı Hristiyanlığının, İsrail'in köleliğine (the cult of İsrael) dönüştüğü bir dünyada Türkiye, İsrail'in çirkin tarafını çırılçıplak ve tek bir kurşun atmadan vicdanların önüne serdi. Bugün ise Gazze'deki ablukayı kaldırmak için muzaffer bir çabanın önderliğini yapıyor. Türkiye'nin kendine saygısı, ittifaklarında dengesi ve samimi bir demokrasisi olmasaydı bunların hiçbiri olamazdı. İşte, Türkiye'nin başarısının ardında yatan üç sır bu. (BYEGM) Türkiye’nin yeni özgüveni - Jürgen Gottschlich (Die Tageszeitung)-Tüm Müslüman Dünyası İçin Türkiye, Lider Bir Aktör Konumuna GeldiTürkiye'nin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, salı günü BM Güvenlik Konseyinde İsrail'in Gazze'ye giden yardım gemisine saldırmasını sert bir dille eleştirdi. Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun konuşması, Türkiye ve Orta Doğu'daki televizyon kanallarından canlı yayımlandı. Her ne kadar ABD'nin baskısı üzerine İsrail'in üzerine fazla gidilmemiş olsa da Davutoğlu'nun BM'deki konuşması gayet başarılıydı. Başbakan Erdoğan ise kendinden gayet emin bir üslupla bölgede İsrail'in her istediğini yapamayacağını ve Türkiye'nin sabrının sınırları olduğunu söyledi. Son yıllarda Türkiye bölgedeki Müslüman ülkeler için lider bir aktör konumuna geldi. Başbakan Erdoğan'ın İsrail'e yönelik izlediği siyasetten Arapların yanı sıra Malezyalılar ve Endonezyalılar da memnuniyet duyuyor. Ankara'nın bu çıkışını İran'ın da desteklediği biliniyor. Bunların yanı sıra Türkiye'nin son zamanlarda İsrail'e yönelik yeni bir siyaset izlemeye başladığı gözlerden kaçmıyor. Türkiye NATO ülkesi olarak doğrudan Hamas ile ilişki içinde olan tek ülkedir. Her ne kadar yardım konvoyu bir sivil toplum örgütünün organizasyonu olsa da hükûmet bu girişime sempatiyle yaklaşmıştır. Türkiye bölgesel bir güç olarak yükselirken İsrail ile ilişkileri kötüleşmektedir. Son zamanlarda Türkiye bölgede Suriye, Irak ve Rusya ile vize konularında ve ekonomik alanlarda yeni anlaşmalara imza attı. Başbakan Erdoğan ve AK Parti hükûmeti artık AB'yi beklemiyor. Görüldüğü gibi artık Türkiye AB ve hatta ABD'yi hamle yapmaya zorluyor. Türkiye'nin talebi üzerine BM Güvenlik Konseyinde acil bir toplantı gerçekleştirildi ve Cenevre'deki İnsan Hakları Komisyonu bir araya geldi. Bu ülke daha kısa bir süre öncesine kadar sadece birtakım ricalarda bulunabiliyordu. (BYEGM) Erdoğan, İslam dünyası lideri rolünde; Mübarek Refah sınır kapısını açıyor M. Saadoune (Cezayir / Le Quotidien d'Oran) - Türkiye, yöneticilerinin Washington'a bağlılığı nedeniyle eli kolu bağlanmış olan İslam dünyasının liderliğini ele geçirmekte. Mübarek ise Refah sınır kapısını açarak bir utanç yaşamaktan kaçınmaya çalışıyor. Obama, İsrail'i savunmaya devam ediyor, dünya kamuoyu ise aptal değil. Beklendiği üzere Amerikalılar, İsrail'in uluslararası sularda barış filosuna yaptığı saldırının açık bir şekilde kınanmasını engelledi. Güvenlik Konseyinden çıkan karar, Washington tarafından, İsrail'in bunu istediği gibi yorumlayabilmesine yetecek kadar belirsiz kılındı. Böylece, "uluslararası kriterlere uygun tarafsız, güvenilir ve şeffaf" soruşturma ifadesinde "bağımsız" ibaresi yer almıyor. Bu demek oluyor ki kendi suçları hakkındaki soruşturmayı İsrail'in kendisi yürütecek. Güvenlik Konseyi karar metninde, "en az on kişinin ölmesi ve birçok kişinin yaralanması ile sonuçlanan eylemler" aşırı derecede ince bir şekilde kınanıyor. Ablukanın kalkması resmi olarak istenmiyor ve sadece "Gazze'ye insani yardım malzemelerinin ve insanların daha çok sayıda geçebilmesi ve insani yardımın tüm bölgeye engelsiz olarak sevkiyatı ve dağıtımının gerekliliğinden" bahsediliyor. Belli ki Türkiye'nin, İsraillilere kenetlenmiş olan ABD karşısında elde edebileceğinin azamisi bu kadar. --Sefil Bir Propaganda-Barış filosundan geri dönen ilk gönüllüler herkesin zaten bildiğini doğruladı: Olanlar; "uluslararası sularda barış yanlısı bir heyete" karşı yapılan görülmemiş şiddette bir saldırıydı. Alman Inge Hoeger, "Hiç kimse silahlı değildi." açıklamasında bulundu. Bu da Batı medyasının düşünmeden kopyaladığı, İsrail'in "gemide silahlı adamlar bulunduğu" yolundaki sefil propagandasını tamamen önemsiz kılıyor. Bilançosu hala belli olmayan İsrail saldırısı, Batılıları büyüyen bir sıkıntının içine sokuyor. Yakın Doğu bölgesinde ise İslam dünyasının liderliğine soyunan Erdoğan'ın Türkiye'sinin yönetimi altında bazı hareketler oluşmaya başladı. Tayyip Erdoğan'ın tepkisinin şiddeti ve kamuoyları bünyesindeki genel kızgınlık Hüsnü Mübarek'i de sarstı. Gazze'ye uygulanan ambargonun ortağı olan ve kuşatılmış 1.5 milyon Filistinlinin tek supabı "tünel ticaretine" son verdiren Mısır Cumhurbaşkanı da ödün vermek zorunda kaldı. Bir yandan Amerikalıların gönüllerini yaparken bir yandan da Arap dünyasının lideri olmak isteyen Mısır, güçlü Türkiye'nin Yakın Doğu sahnesine girişini gördü. --Ilımlı İslamcıların Söyleyecek Sözü Yok"Ilımlı" geçinen Araplar ne söyleyeceğini bilemiyor. Türkiye Başbakanı bunları neredeyse açık bir şekilde Filistin'i terk etmekle suçluyor ve Türkiye'nin Gazze'yi terk etmeyeceği taahhüdünü vererek uygulanan "insanlık dışı ablukanın" kaldırılmasını talep ediyor. Erdoğan, İsrail'i "Türkiye'nin sabrını zorlamaması" konusunda uyardı. Türk Başbakan, İsrail'in cezalandırılmasını istedi. Erdoğan'ın sert konuşması, Mısır'ı Refah sınır kapısını "belirsiz bir süreliğine" açmak zorunda bıraktı. (BYEGM) Mısır çıktı…Türkiye devrede – Emin Kamoriye (En Nehar) - İsrail, kana tutkun ve kansız yaşayamıyor. Geçmişte bu kötü ve lanetli huyun pahalı sonuçları olmuyordu ve bu huyunu keyfi olarak istediği şekilde uyguluyordu. Temmuz 2006'dan itibaren döktüğü her damla kan çok pahalı olmaya başladı. Nitekim ikinci Lübnan savaşının sonuçlarını soruşturmak için Winograd Komisyonu oluşturuldu. Gazze'deki "Dökme Kurşun" operasyonu, Goldstone Raporu'na yol açtı. İsrail'in dün Gazze'ye giden "özgürlük filosuna" yönelik kanlı bir aptallık yapmasının mutlaka pahalı sonuçları olacaktır. Vuruşunu yaptı ancak tek taşla iki kuşu vuramadı tam tersine kafasına binlerce taş yağacaktır. Uluslararası kartopu, Lahey Mahkemesinin duvarın yıkılması gerektiğiyle ilgili İsrail'e yönelik kararıyla ortaya çıktı, Goldstone Raporu ile büyüyerek dün bir dağ hâline geldi. İsrail, uluslararası hukukta tanımlanan ve uluslararası sularda işlenen cinayeti nasıl açıklayacak? Parlamenterlere ateş açma olayının, İsveçlileri, Norveçlileri, İrlandalıları ve Fransızları nefsi müdafaa olduğunu nasıl ikna edecek? Gazze'nin İsrail'i kuşattığı "vurgusunu" yaparak kimi ikna edebilecek? İsrail, bu sorulara uygun cevap bulma külfetinden ve mahcubiyetinden kurtaracak birilerini bulabilir. Ancak bundan böyle Türkiye'yi İsrail'e kim geri getirecek? İsrail, İran'ı uluslararası yaptırım giyotininden "kurtardığı" için, Filistin ve Gazze'yi sevdiği için, Suriye'yi kucakladığı için "terörist" Erdoğan'ı cezalandırmak istedi. Ancak İsrail, bu kanlı aptallığı ile Filistin üzerindeki çekişmede kendisine karşı Türkiye'den yeni bir düşman yarattı. Bununla birlikte İsrail bu davranışıyla bu çekişmeyi, Arap-İsrail çekişmesinden çıkarıp Orta Doğu-İsrail çekişmesine çevirdi. İsrail 30 yıl önce müttefiki olan İran Şahını kaybetmişti. Diğer eski müttefiki Türkiye'yi kaybettiğini de dün pratikte kanıtladı. Böylece İsrail karşıtlığı, Türkiye'de ordu ve hükûmet arasındaki ortak unsur oldu. Bilindiği gibi İsrail ilişkileri, Türk hükûmetiyle ordu arasında ihtilaf konusu oluşturuyordu. Milliyetçiliğiyle övünen ve Türkçülüğe sıkı bir şekilde bağlı olan Türk Genelkurmayı, Türk kanının dökülmesine izin verir mi? Geçmişte Orta Doğu'nun en ucundaki iki devlet (İran ve Türkiye), merkez veya kuşak ülkeleri olarak adlandırılan ülkelerle kuşatılan İsrail'in nefes alabileceği ülkelerdi. Günümüzde bu denklem tersine çevrildi ve uçtaki ülkeler (Türkiye ve İsrail) kuşak ülkeler oldu, bazı merkez ülkeler de İsrail'in nefes alabileceği ülkelere dönüştü. Kötü niyetli kişiler, Mısır istihbarat başkanının Tel Aviv'e en son yaptığı ziyarette İsrailli yetkililerle ele aldığı en önemli konunun, bu gemilerin Gazze'ye ulaşmasını engellemek olduğunu söylüyor. Bundan güdülen amaç, Mısır'ın, Gazze'yi kuşatan tek ülke olmadığını göstermek ve "Hayat Damarı" konvoyu skandalının tekrar yaşanmaması için bu gemilerin Mısır limanlarına gelmelerini engellemek. Türkiye dün bir çatışma halkasına girerken ne yazık ki Mısır bu çatışma halkasından çıktı. (BYEGM) Filistinlilerin yeni müsabakası Ankara’dan geçiyor - Antonio Ferrari baskılarla bir Müslüman girişimi bir araya getirme eğilimi gösteriyor. (Corriere Della Sera) - Filistinlilerin dünyasında en inanılır ve güvenilir dost hâline geldi. Arap dünyasının hiç sevmediği bir Müslüman ülke için hiç bu kadar çok hayranlık sözleri kullanılmamıştı. Bu ülke, Recep Tayyip Erdoğan'ın Türkiye'si ve yaklaşık iki yıldır bölgede Müslüman isyanının öncüsü hâline geldi. Önce İsrail'in, Gazze Şeridi'nde yürüttüğü "Dökme Kurşun" operasyonuna sert tepki, ardından Davos sahnesinde Yahudi Devlet Başkanı Şimon Peres'e suçlamalar, şimdi de uluslararası sularda İsrailli komandoların saldırısından sonra kanla biten 10 bin ton insani yardım taşıyan konvoyun gönderilmesi... 9 ölü, 9 Türk ya da daha doğrusu 8 Türk ve bir Türk asıllı Amerikalı... Erdoğan sadece Gazze Şeridi'nde değil, tüm Filistin'de kahraman kabul ediliyor, dolayısıyla Filistin Özerk Yönetimi Başkanı Ebu Mazen'in kendisini Washington'a Barack Obama'ya sonra da Madrid'e Zapatero'ya ve Paris'e Sarkozy'ye götürecek ziyaretine Ankara'dan başlama kararı almış olması şaşırtıcı değil. Bir hafta zarfında pek çok şey değişti. İsrail zor bir durumda... İmajının iyileştirilmesine ve özellikle ABD başta olmak üzere dost ülkelerin güvenini telafi için tutumunu düzeltmeye ihtiyacı var. Eskiden oldukça kırılgan olan Ebu Mazen, güvenini tazelemişe benziyor ve Gazze, "açık hava hapishanesini" (Ürdün Kraliçesi Rania'nın sözlerini kullanacak olursak) ortadan kaldırmak için verilen siyasi savaşta kendisine birçok müttefik buldu ve İsrail-Filistin ihtilafının bataklığı içine düşmeyi pek arzulamayan ve uzun zamandır güvenlerini kaybetmiş durumdaki Araplar da şimdi meydana inmeye karar verdi. Nitekim Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa, bir sonraki adım için ortamı hazırlayarak Gazze'ye dolayısıyla da Hamas yönetimine bir ziyaret gerçekleştireceğini duyurdu. Bir sonraki adım ise hassas uluslararası misyonun bitiminde somut bir uzlaşma önerisiyle bizzat Ebu Mazen'in Gazze Şeridi'ne geri dönüşü olacak. Bunun bir dönüm noktasının başlangıcı olup olmadığı görülecek. Ama en azından iyi niyet geri geldi. Bu da az bir şey değil. (BYEGM) Ancak belli bir dönemece işaret eden unsur, Ebu Mazen'in Türkiye ziyareti, Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan ile görüşmesidir. Bu sadece Ankara'nın desteğini talep etmek anlamına gelmiyor ve geçmişte olduğu gibi Türkiye'nin ara buluculuğunu istemekle de sınırlı kalmıyor. Bugün Türkiye, ara buluculuk yapmak için birçok zorluk yaşayabilir çünkü (eski?) stratejik ortağı İsrail ile ilişkileri kesinlikle krizde. Müsabaka daha da ileriye gidiyor ve Gazze Şeridi'ne karşı ambargonun ve engellemenin kaldırılması, Filistinli iki büyük oluşum arasında yani Fetih'in laikleriyle Hamas'ın köktendincileri arasında uzlaşmanın sağlanması ve Amerikalı Özel Temsilci George Mitchell'in sabırla oluşturmakta olduğu barış sürecinin yeniden lanse edilmesini elde etmek için uluslararası Türkiye bölgesel liderlik rolünü çalar mı? - Vefik el Samırrai (El Şark'ul Evsat) - 2006 Hartum Arap zirvesinde Başbakan Erdoğan'ın sözleri etkili ve hamasiydi, alışılagelmiş hitaplara yeni bir soluk getirmişti. O tarihten sonra Türkiye'nin yönelimlerinde pek çok gelişme oldu. Alışıldığı üzere kalabalıklar kendi görüşleriyle çelişmediği sürece güçlü sloganların ve yankılı sözlerin esiri olmaya devam ederler. Erdoğan'ın aktif politikası, Filistin-İsrail çatışmasında ve İran'ın nükleer dosyasında Türkiye'nin bölgesel çerçevedeki rolünü sağlamlaştırmayı başardı. Türkiye'nin tavrı, Brezilya ile uranyum takasında yaptığı arabuluculukla iyice netleşti. Daha sonra da Özgürlük Konvoyu'yla Türkiye'nin rolünü güçlü bir şekilde ileriye doğru itti. Erdoğan, Konvoyla ilgili etkili hitabında, Türkiye-İsrail ilişkilerinin Gazze saldırısından veya diğer şeylerden fazla etkilenmediğini ortaya çıkardı. Buna göre ortak askerî tatbikatlar son olayla birlikte iptal edilmeden önce zaten yapılacaktı. Şu bilinen bir gerçek ki, iki taraf arasındaki askerî ve istihbarat eş güdümü, güçlü ilişkiler olmadan gerçekleşemez. Bununla birlikte Türkiye, hamasi hitabı komşusu Tahran'ın elinden almayı başardı. Uluslararası alanda gerilimin tırmandırılması, bakışları İran'ın nükleer dosyasının üzerinden çekmeye ve ona zaman kazandırmaya yarasa da, bu durum İran'ı kızdırdı. Türkiye'nin ağırlığıyla Konvoy, kuşkusuz bazı Arap ülkelerini de -başta Mısır olmak üzere- rahatsız etti. Türkiye ile İran arasındaki rekabet pek çok nedenden dolayı üzerinden öylesine geçilecek veya üstü örtülecek türden bir şey değil. Bu nedenlerin bazıları her iki ülkenin iç durumuna, yaygın inanca, ekonomik çıkarlara ve hem uluslararası hem de bölgesel düzeydeki çelişkili ilişkilerin doğasına bağlı. Ancak Arap ağırlığının gelişmesiyle birlikte bu iki devletten birinin bazı istisnalar dışında Arap sahasına girişi sınırlanacaktır. Dolayısıyla bu iki ülke arasında gizli bir anlaşmanın varlığına dair endişe duymaya gerek yok. Abdülnasır döneminde Mısır, o dönemde yaygın olan ulusal bakış açısı sayesinde Arapların büyük bir bölümünü kendine çekmeyi başardı. Ancak Türkiye'nin elinde İslami çerçevede hareket etmekten başka bir fırsat yok. Bu iş, himaye ve destek esaslarına göre yapılırsa çoğu Arap rejiminin çekincelerini kışkırtacak ve ilişkilerde olumsuz sonuçlara neden olacaktır ki bu, bölge için yeni zorluklar anlamına gelir. Ancak Türkiye'nin politikası bu yöne doğru kaymayacak kadar akıllıdır. Özgürlük Konvoyu'na gelince, gücün ölçüsüz bir biçimde kullanılması, uluslararası bir itiraz fırtınasıyla karşılaştı. Peki ama cesaret veren ve yardım eden resmî tarafların İsrail'in öncesindeki tepkilerini ölçerek bir durum değerlendirmesi yapmaları ve insanların korumaları gerekmez miydi? Organizasyonu himaye eden tarafın İsrail'in tepkisini okumakta bu denli başarısız kaldığı akla sığıyor mu? Yanıt "Evet" ise o zaman felaket daha da büyük demektir. İsrail'in Golan konusundaki ısrarcı tavrı ve Arapların Hamas ile İran arasındaki ilişkiden dolayı meşru sayılacak hassasiyetleri barış yolunda bir gelişme olmamasının asıl nedenleri. Türkiye, ilgiyi taktik meseleleriyle sınırlı tutmaktansa bu dosyalarda olumlu bir ilerleme sağlamada önemli bir rol üstlenebilir.Laik yönelimlerdeki kargaşa bölgeyi daha da karmaşıklaştıran yeni kargaşalara sebep oluyor ve İran'ın yönelimlerinin lehine olumsuz baskıyı devam ettirme fırsatı veriyor ki bu, bölge için en büyük tehdit unsuru. Belki de konvoya düzenlenen saldırı sırasında Türkiye'nin güneyinde askerleri hedef alan saldırı güvenlik meselelerine yönelik ilgiyi daha da yoğunlaştırır. Zira pek çok taraf aynı duruma düşebilir. Türkiye en fazla öneme sahip bölgelerden birinde stratejik bir denge noktası. Ondan beklenen stratejik karar da onun ağırlığı ve uluslararası konumuyla eş değer. Uluslararası iradeye boyun eğene kadar İran üzerindeki baskılar hafifletilmeyecek ve yöntemleri baş ağrısı yaptığı sürece Arap ülkelerindeki siyasi hareketlerle iş yapılmayacak. (BYEGM) Yeni Türkler Arapların kapısında Süleyman el Hitlan (el Beyan) - Yakın arkadaşım Dr. Tarık Yusuf bana şunu söyledi: AK Parti, Araplarda çağlardır süren Türklere dair kötü intibaı sadece üç yıl zarfında değiştirdi. O zaman AK Parti yüz yılardır süren bu kötü intibaı üç yıl içinde nasıl değiştirdi? Bilindiği gibi Arap halkı "duygusal" bir halktır ve dünyadaki her politikacı, ABD veya İsrail'e sövse bütün Arap dünyasını arkasına alabilir. Ancak Türkler, bugün çok zekice bir politika uyguluyor. Bu politika, çağlardır süren Arap-Türk düşmanlığını bitirecek ve bunun sayesinde Türkler, asırlar sonra Arap dünyasının kapılarını açabilir. Bu durumdan en çok fayda görecek olan da Türkiye ekonomisidir. Türkiye'nin, bölgede ve dünyada güçlü bir ülke olmasından Araplar bir şey kaybetmez çünkü Arap ulusu -son olaylardan sonrabir Arap siyasî gücünün ortaya çıkacağına pek ihtimal vermiyor. O zaman niye bazı insanlar Arap ülkelerinin başkentinde halkın Türk bayraklarını taşımasına şüpheyle yaklaşıyor. Türkiye, kimse istemeden Filistin meselesini üstenme kararı aldı ve bu tavrı bölgedeki en yakın dostuyla -İsrail- arasını açtı. Burada önemli bir gerçek var: o da Türkiye'nin fiilen değiştiği. Bu değişim, İslami parti tarafından gerçekleştirildi. Türkiye yakın bir zamana kadar devasa bir güç olmasına rağmen, uzun bir kış uykusudaydı. Ancak bu devasa gücü şimdi iktidarda olan Parti bu uykudan uyandırdı. Bu vesileyle Türkiye, Arap ve İslam dünyasında önemli bir rol oynamaya başladı. Türkiye'nin bu yeni rolü, bölgede ve dünyada yeni bir gücün doğmasını sağlayacak ve aktif bir şekilde dengeleri hâle yola koyacaktır. Bu da Türkiye'nin, bölgedeki ekonomik gücünü müspet etkileyecektir. Ankara eğer İran sorununu çözerse -çözeceğinden eminim- bölgede tek güç hâline gelecek ve bu sayede bölgede çıkacak herhangi bir sorunda Türkiye, çözümün ana kapısı olacaktır. (BYEGM) Türkiye Filistin’in gerçek savunucusu hâline geldi - Emile Hokayem kendi stratejik dengeliyordu. (BAE- The National) -Analizcilerle tarihçiler dönüp İsrail-Türk ilişkilerinin çözülüşüne baktıklarında düşüş gösteren yörüngesinin haritasını çıkarmaları zor olmayacaktır. Dün Gazze Şeridi'ne giden filodaki Türk vatandaşlarını da içeren eylemcilerin öldürülmesi bu hikâyede İsrail'in Orta Doğu'nun yükselen gücüyle stratejik bağlarını feda ettiği an olarak özel bir yere sahip olacak. Bu fantazi artık yok oldu. Orta Doğu'daki değişen stratejik manzara, Türkiye'nin yeni bögesel görünümü ve en önemlisi İsrail'in Türkiye'yi akıllara durgunluk verecek şekilde ele alışı oyunu değiştirdi. Türkiye İran'ın tarihî ve siyasi rakibi olarak kalsa da İsrail'in varoluşçu ve muhtemelen abartılı İran korkusunu paylaşmıyor. Türkiye'nin İran ile yakınlaşması da İsrail'i kızdırıyor. Yahudi devletin İran takıntısı stratejik olarak felç olduğu, Türkiye'nin gayet iyi oynadığı nirengi oyunu beceremediği anlamına geliyor. Türkiye aynı şekilde Irak Savaşı sonrasını da ustaca ele alarak başlangıçta karşı çıktığı bir saldırıdan fayda sağlayan çok az oyuncudan biri oldu. Kürt sorununu etkisi hâle getirdikten ve Iraklı hiziplerin çoğuyla bağ kurduktan sonra şimdi ekonomik ilişki kurmaya ve Bağdat'ta dengeli bir hükûmet sağlanmasına odaklandı. Buna karşılık İsrail Saddam Hüseyin'in oluşturduğu tehdide sabitlendi. Ama o yerinden edildiğinde korkularını ve siyasi dikkatini İran'a çevirdi. Ankara Şam ile bir zamanlar kavgalı olan ilişkisini karşılık çıkara dönüştürmeyi bile becerdi. Tabii ki Türkiye'nin önce Suriye'yi Kürt ayrılıkçı hareketine ve Hatay'daki toprak iddialarına son verip radikal bir dönüşümden geçmeye mecbur etmesi gerekti. Bu bir kez gerçekleştikten sonra Türk politikası Suriye'yi hemen küçük bir ortağa dönüştürdü. Kendi adına İsrail zayıf Suriye karşısında askerî hâkimiyetinin rahatlığının ötesini düşünmekten aciz. Ölümler, tekneleri basan İsrail komandolarının aşırı tepkisi, beceriksizliği ya da daha kötüsü yüzünden olsa da hikâyenin bu bölümünün, İsrail ve Türk kurumlarının ve toplumlarının birbirine bakışı üzerinde sürekli bir etkisi olacak. İsrail savunma sanayi Türk uçak ve tanklarını geliştiriyor, füze ve iletişim teknolojisi satıyordu. İsrail'in Türk ordusuna uydu erişimi sağlama ve savunma sistemleri planları vardı. İsrail diğer bir deyişle Türkiye'nin savunma modernizasyonu için kilit önemdeydi. Karşılığında ise İsrail hava kuvvetlerinin, donanmasının ve ordusunun eğitim alabileceği bir alan ve NATO'nun en büyük ikinci ordusuyla ilişki alıyordu. Savunma iş birliği, İsrail ile Türkiye arasındaki çoğu gizlice yapılan eğitim ve ortak tatbikatlara uzanıyordu. Bir süre için her ikisi de Arapların hâkim olduğu bir bölgede faaliyet gösteren bu iki Arap olmayan güç ortak bir komşuluk anlayışıyla birbirine bağlıydı. Türkiye'nin üç sorunlu Arap komşusu olan Suriye, Irak ve İran da İsrail'in en büyük endişeleri. Türkiye'nin Batı'ya doğru demokratik yönelimi İsrail'in sözde değerleriyle örtüşüyordu. İsrailli analizciler Türkiye ile yakınlaşmanın Suriye, İran ve Saddam Hüseyin'in Irak'ını, askerî saldırı ihtiyacı duyarsa İsrail hava kuvvetlerinin erişim alanı içinde tutacağı spekülasyonunda bile buluyorlardı. Türkiye ile ittifak İsrail'in hassas durumunu Tek sorun stratejik bakış açılarındaki bu farklılık değil. İsrail'in filoya saldırısından sonra Türk vatandaşlarının ölümünden açıkça İsrail Savunma Kuvvetleri sorumlu ve elbette Ankara'daki en baş savunucusu olan Türk ordusunu da kaybetti. Türk komutanlar İsrail bağını kaybetmek istemeyebilirler ama hükûmetle daha önemli başka kavgaları var. İsrail'in davasını ele olamayacaktır. almaları pek popüler Türkler şimdi Arapların ve Türklerin zihinlerindeki uzun Filistinli şehit listesine katılan ölülerini gömmekle meşguller. Filistin ile bu sembolik bağ yakın zamanda kırılmayacaktır ki bu da İsrail ile bağlarını koparmaya istekli Türk politikacılar için değerli bir siyasi avantaj olacak. İsrail'in Türk politikasının demokratik doğasına saygısızlığı da bir rol oynadı. İsrailliler Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Filistin davasına bağlanmasını siyasi oportünizmden İslam yanlısı eğilimine kadar birçok şekilde eleştirdi. Bu, İsrail'in Müslüman kamuoyuna ne kadar az ayak uydurduğunu gösteriyor. Onun tavrı, ülkesinde ve İsrail'in, en uygun barış önerilerine rağmen sadece askerî hâkimiyet için ilgilendiği bölgede artan uzlaşıyı yansıtıyor. İsrail'in tek sorunu Türkiye'nin ortaklığını kaybetmek değil. Dünkü ölümcül olay Türkiye'yi Filistin davasının en büyük savunucusu hâline getirdi. Türk liderler Arap sokaklarında Filistin'in kendi güçsüz liderlerinden daha çok güvenilirliğe sahip. Türkiye ayrıca uluslararası sahnede İran kadar zehirli. İsraillilerle Filistinliler arasındaki görüşmelerin yeniden başlamasını isteyecek herhangi bir Arap lideri, Türkiye'nin İsrail'in BM Güvenlik Konseyinden çıkarılması yönündeki kampanyası karşısında hayatta kalamayacaktır. Önümüzdeki günlerde Türkiye hiç şüphesiz, kapılarındaki güçlü bir devleti görmezden gelemeyecek olan Avrupalı ortaklarıyla birlikte geçici üyesi olduğu BM'de İsrail'in kınanması için diplomatik bir göreve öncülük edecek. Türkiye, orta güçler ve bağlantısızlar hareketi arasında hiçbir Arap devlerinin toplayamayacağı desteği toplayacak bir konumda. (BYEGM) İsrail kendi kendisini tehlikeli bir şekilde izole etme yolunda - Michael Thumann (Die Zeit) --Türkiye İle İlişkiler Bozuldu, Yakın Müttefikleri Mesafeli Davranıyor. Ancak İsrail'in Öncelikle Yakın Doğu'da Güvenilir Dostlara İhtiyacı Var-İsrail bunu kendisine neden yapıyor? Neden yardımseverlerle, politikacılarla, Nobel ödüllülerle, yazarlarla, barış gönüllüleriyle dolu altı eski gemiyle modern bir medya savaşına girişiyor? Bu gemilerin medyasal başarısını engellemek için neden tam da ordusunu gönderiyor? Olması gereken oldu ve İsrail bu savaşı dünyanın gözleri önünde kaybetti. Ordusu yine bir kez daha "abartılı" (Nikolas Sarkoyz) tepki gösterdi, askerler kontrolü kaybetti ve sonuç dokuz ölü. Dünyadan İsrail'e eleştiri yağıyor, BM Güvenlik Konseyi ülkeye haddini bildirmek için sözleri ve imkânları tartıyor, Almanya ve ABD gibi müttefikleri bile mesafeli duruyorlar. İsrail hükûmeti ve İsraillilerin çoğu ise yanlış anlaşıldıklarını düşünüyorlar. Burada yanlış giden nedir? Batı Şeria'daki yerleşim yerleri, sınır kontrol noktaları, Gazze Şeridi'nin nefesinin kesilmesi, Gazze'ye saldırılar, gün be gün gerçekleşen tacizler, Filistinlilere İsrail güvenlik personeli tarafından eziyet ve baskı yapılması gibi İsrail ve Filistin'in alışagelinmiş endişeler listesini bir yana bırakalım. İsrail'in şu sıralar -belki de geri döndürülmeyecek bir şekilde- neler kaybettiğinden söz edelim. Türkiye'den, ABD'den ve dünya nezdinde kaybettiği itibardan söz edelim. Acı veren kayıplar arasında muhtemelen Türkiye ile iyi ilişkiler yer alıyor. Washington'un iki müttefiki en geç 90'lı yıllardan bu yana sıkı stratejik ilişkilere sahiptiler. İsrailli pilotlar Anadolu sahalarında tatbikat yapıyor, Türk tankları İsrail tekniği ile donatılıyor, ordu ortak manevra yapıyordu. Gazze'den beri temaslar kopmuş durumda. Dünya Ekonomi Forumu'nda Başbakan Erdoğan ile Cumhurbaşkanı Perez birbirlerine girdiler. Erdoğan bu andan istifade ederek podyumu dramatik bir şekilde terketti. O dönemden beri Başbakan, İsrail'in Filistin politikasını kınamak için hiç bir fırsatı kaçırmadı. İsrail de, yıl başında Türk Büyükelçisini kameralar önünde alçak bir koltuğa oturtarak rencide etmek suretiyle misilleme yaptı. Türk gemilerine baskın ve Türk yardımseverlerin öldürülmesiyle şimdi ilişkilerin tamamen donmasına neden oldu. Bu durum İsrail'in aleyhine olacak. Geçtiğimiz sekiz yıl içinde Türkiye Orta Doğu'da, Afrika'da ve Asya'da en iyi şekilde bağlantılarını kurmuş bulunuyor. İsrail yalnız başında bir köşede kaldı. Ne yazık ki en iyi müffefiki ABD'de de İsrail'in patlamaya hazır bölgedeki politikasından duyulan rahatsızlık, öncelikle ordu nezdinde gitgide artıyor. Uzun yılların CIA üyesi ve en iyi satan kitap yazarı Robert Baer, geçen hafta Katar'da gerçekleşen uluslararası konferansta, çok sayıda ABD askerinin Afganistan, Körfez ve İrak'taki tehlikeli misyonları ile İsrail'in Filistin politikası arasında bağlantı olduğunu düşündüğünü söyledi. Eski ABD generali David Petraeus da mart ayında İsrail'in komşularıyla yaşadığı ihtilafların ABD'nim bölgedeki çıkarlarını zorladığını dile getirmişti. İsrail gazetesi Yedioth Ahronot'a inanacak olursa ABD Başkan Yardımcısı Biden bu suçlamayı İsrail hükûmetine bizzat yapmış. Ancak, ABD hükûmetinin İsrail'e eleştirel desteği bile artık Amerikalıların çoğuna fazla geliyor. Gitgide daha fazla Amerikalı İsrail'e desteğin, bu ülkenin Filistinlilere iyi davranması koşuluna bağlanmasını talep ediyorlar. Özellikle genç Amerikalılar İsrail'e hissedilir bir mesafe koyuyorlar. Gemi saldırısı da bu eğilimi güçlendiriyor. Burada Rusya ile yapılacak bir kıyaslama yardımcı olabilir: Bu ülkenin Cumhurbaşkanı Putin 10 yıl önce Çeçenistan savaşı yüzünden oldukça karalandığı hissine kapılmıştı. Demokratik yollardan seçilmiş olan ve çok sesli bir koalisyonun başında bulunan Netanyahu'nun tam bir demokrat olmayan (Gerhard Schröder) Putin'le eşit görülmesi mümkün olmasa da paralellikler mevcut: Rusya da o dönemde yanlış anlaşıldığı hissine kapılmış ve tanıtım için internet kampanyaları, büyük konferanslar, reklam kampanyalarına yüzlerce milyon dolar harcamıştı. İsrail'de de benzer bir durum var. Devlet tarafından cesaretlendirilen blogcular dünya genelindeki tartışmalara katılıyorlar. Konferanslarla açıklık getirilmek isteniyor. Avrupa ve ABD'deki İsrail yanlısı enstitüler gemilerdeki yardımcıların "cihad niyetleri"ne ilişkin bilgiler yayıyorlar. Bunların bir fazlası olabilir mi? Putin, imajının kötü oluşunun dünyada yapayalnız olmasından kaynakladığını düşündüğü Rusya'sının görüntüsünü düzeltmek istiyordu. Bunu başaramadı. Çünkü sorun görüntü değil realiteydi. Putin, kötü imajla yaşamayı öğrendi. Bu mümkün. Çünkü kimse Rusya'ya saldırmak istemiyor, ülke devasa ham madde resevlerine sahip ve gerçek bir düşmanı yok. Ancak İsrail'in ham maddesi yok, hassas bir bölgede ve çok düşmanı var. Bu yüzden dünya nezdinde belirli bir itibara ve birkaç önemli dosta ihtiyacı var. İsrail'in şunları bir yere not etmesi gerekiyor: Birincisi: Bir ülke sadece görüntüyle değil, siyasetini ve yöntemlerini değiştirirse itibar kazanır. İkincisi: Dost sahibi olmak isteyen, onları da sevindirmelidir. İsrail hükûmetinin Filistinliler karşısında uzlaşmacı bir tutum sergilemesi ABD'nin İsrail'i desteklemesini kolaylaştıracaktır. Avrupalılar da benzer görüştedir. Ancak İsrail için en büyük zorluk bölgede güvenilir bir dost bulmaktır. Türkiye ile bu dostluk şimdilik geride kalmıştır. Bu dostluğun geri döndürülmez bir şekilde kaybedilip kaybedilmediği ise İsrail'in ortalık durulduktan sonra test etmesi gerekecektir. (BYEGM) BM Güvenlik Konseyinden kınama bildirisi - Miki Kato İsrail’i (Tokyo Shimbun) - İsrail askerlerinin, Filistin Özerk Bölgesi Gazze Şeridi'ne yönelik uluslararası yardım gemisi konvoyuna ani baskın yapması sonucu çok sayıda kişi öldü ve çok sayıda kişi yaralandı. BM Güvenlik Konseyi, 1 Haziranda İsrail'in davranışını kınayan BM Güvenlik Konseyi Başkanlık bildirisinin yayımlanmasını oy birliğiyle onayladı. Gazze'ye giden yardım gemisi konvoyuna İsrail askerlerinin askerî müdahalesi uluslararası sularda gerçekleşti. Deklarasyonda, "İsrail askerî operasyonu sonucunda meydana gelen can kayıplarından ve yaralanmalardan dolayı derin üzüntü duyulmaktadır. Bu bağlamda en az 10 sivilin ölümü ve çok sayıda kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan bu eylemleri kınıyoruz." denilerek İsrail dolaylı olarak eleştirilirken olaydan etkilenenlerin yakınlarına da başsağlığı dileğinde bulunuldu. Ayrıca İsrail'in ele geçirdiği gemilerle sivillerin derhâl serbest bırakılması, olaya ilişkin hızlı, adil ve şeffaf bir inceleme yürütülmesi de istendi. Müzakerelerde İsrail'in "kınanması" ve sorunun inceleme biçiminin nasıl gerçekleştirileceği konusunda, Türkiye ve ABD'nin ciddi biçimde karşı karşıya geldiği görüldü. Görüşmeler 13 saat sürerken BM Güvenlik Konseyi mayıs ayı dönem başkanlığı, Lübnan'dan Meksika'ya geçti. Türkiye'nin, İsrail'in geniş kapsamlı ve sert bir biçimde kınanması ve BM tarafından belirlenecek bağımsız bir uluslararası inceleme grubunun oluşturulması talebi karşısında nefsi müdafaada ısrar eden İsrail'i dikkate alan ABD'nin, bağımsız inceleme olmaksızın İsrail'den tam bir inceleme yapmasının istenmesi gerektiğini belirtmesi ortamı iyice gerdi. Sonuç olarak deklarasyonun "özel inceleme" belirtilmeksizin çelişkili bir açıklama olduğu görülüyor. Önce İsrail'in inceleme sonuçlarının alınması, tamamlanmamış olması hâlinde BM Güvenlik Konseyinin inceleme talebinde bulunması biçimde gerçekleştirilmesi planlanıyorsa da bu sonuç karşısında Filistin temsilcisi oylama sonrasında, "Elbette bağımsız incelemenin yapılmasını istiyoruz. İnceleme sorumluluğu BM Genel Sekreterindedir." diyerek toplantı salonunu terk etti. Olağanüstü toplantı, olayda çok sayıda sivil vatandaşının etkilendiği Türkiye'nin talebi üzerine gerçekleştirilmiş olup toplantıya Türkiye'yi temsilen Dışişleri Bakanı Davutoğlu katıldı. (BYEGM) İsrail yeni bir Yahudi gettosu haline geliyor – Rami G. Huri (The Daily Star) gazetesinin 2 Haziran 2010 tarihli internet sayfasında, Rami G. Khouri imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan yorumun çevirisi şöyledir: İsrail'in pazartesi günü Gazze'ye giden insani yardım filosuna saldırısı sonrasında gelişen olaylar üç düzeyde değerlendirilebilir ve olayın ele alınması açısından önemli. Birincisi, ilk olarak gücü kimin kullandığı; İsrail'in saldırısı mı sorundu yoksa ölüm ve yaralanmayla sonuçlanan çatışmayı tetikleyen İsraillilere karşı kendilerini savunan Türk gemisi Mavi Marmara'dakiler mi? İkincisi, iki tarafın eylemlerinin önemli ahlaki ve hukuki soruları gündeme getiren siyasi bağlamı. Uzun süredir devam eden İsrail ablukası ve Gazze halkının boğulması, İsrail ablukasını kaldırıp Gazze halkına temel insani malzemeleri göndermek için Filistinlilerin gösterdiği ve uluslararası çabalar. Üçüncü düzey, İsrail'in dünya milletlerinin arasındaki yeri: Orada yaşamak isteyen Yahudi halkının anavatanı olarak başarıyla İsrail'i yaratan bütün modern Siyonist hareketin nasıl kendini tecrit edilmiş bulmasıyla ilgili. Zira kendisine, onu diğer bütün devletleri yöneten hukukun üstüne koyan ayrıcalıklar atfediyor. İşte herkesin yıllardır "Siyonizm ırkçılık mıdır?" diye sormasının nedeni bu. Üç düzeydeki meseleler uluslararası medyada ve siyasi forumlarda kapsamlı bir şekilde tartışıldı. Bana göre en önemlisi, üçüncü düzey: İsrail ile Siyonizmin ne hale geldiği ve Filistinlilerle Araplarla çatışmalarının ötesinde diğer halklar ve devletlerle ilişkileriyle ilgili zor soru. İsrail ve Siyonizm, Yahudi halkının barış ve güvenlik içinde yaşama hakkının soylu tezahürleri mi? Ya da Siyonizm ile İsrail kendi ihtiyaçlarına o kadar takıldılar ki diğer İbrani inançlar gibi Museviliğin de ana özellikleri olarak görülen etik temelleri -adalet, şefkat ve bütün insanlık için eşitlik- göremiyor mu? Diğer bir deyişle, Siyonizm ve tabii ki İsrail ile Musevilik, hayatı korumaya bağlılıktan kuşatma, saldırı, korsanlık ve cinayetin medyayla haklı gösterildiği bir hale mi dönüştü? Bu sorular şimdi dünya çapında soruluyor. İsrail bu tartışmadan kaçmak ve dikkati çok daha dar, teknik meselelere çekmek istiyor. Propaganda makinesini, bir gemideki birkaç yolcunun İsrail komandolarını dövmek için nasıl sopa ve bıçak kullandığıyla ilgili uluslararası medyadaki tartışmayı yönlendirmek için kullandı. Bugünlerde İsrail-Siyonist nakaratı şöyle: Yahudiler sopa ve bıçak taşıyan çete tarafından dövüldü ve Yahudiler kendilerinin bir daha asla çetelerin saldırısına uğramasına izin vermemeli. Beyaz Hristiyan Avrupalıların Yahudilere karşı yüzlerce yıl süren insanlık dışı pogromlarının, ırkçılığın ve soykırımlarının ardından Yahudilerin kendilerini savunma mesajı dünya çapında özel bir ağırlık taşıyor. Ne var ki modern Yahudilerin kendini savunma hakları; modern Siyonistlerle ve İsrail'in Filistinliler ve diğer Araplara karşı saldırıları, etnik temizlikleri, katliamları, yolsuzlukları, kuşatmaları, toplu cezalandırmaları, yavaş yavaş açlığa mahkum etmesi, kolonileşmesi ve barbarlığıyla gittikçe daha fazla çatışmaya başladı. İsrail Siyonizmi, tarihi Museviliğin etik ve ahlaki temelleriyle gittikçe daha fazla çelişiyor: Uluslararası hukuk bütün dünyaya uygulanıyor ama İsrail devleti kendisine özel bir görmezden gelme ve baskın çıkıp, Yahudi halkını ve değerlerini savunma adına açık denizde insani konvoylara saldırma hakkı tanıyor. Şimdi Yahudi halkını koruma adına gereken bütün tedbirleri alma yönündeki bu İsrailSiyonist eğilimi Filistinlilerle Araplarla çatışmayı aştı ve Türklerin ölümüyle sonuçlandı. Bu şekilde İsrail uluslararası hukukun evrenselliği kavramına hakaret etmiş oldu. İsrail dünyanın birkaç bıçak ve sopayla ilgili tartışmaya takılmasını istiyor. Dünya, İsrail'in bir Yahudi devletin bütün insanlığı yöneten yasalara ve normlara saygı gösterip göstermediğiyle ya da sadece kendi ebedi mağduriyetini histerik, şiddet dolu ve çoğu zaman ölümcül anlayışına göre mi davrandığıyla ilgili daha temel sorunlarla ilgilenmesini istiyor. İsrail kendi tarihi ve daimi mağduriyetini, dünyanın herhangi bir yerini, Yahudiliği koruma adına, sağa sola saldırmak için serbest atış ve öldürme alanına dönüştürme hakkı olarak görüyor. İsrail, dünyadan tecrit edilmiş ve eleştirilen yeni bir Yahudi gettosu olmaya başladı. Bu iki kat trajik, zira kendi eserinin sonucu. Yahudi etiği insanlığı daha yüksek bir ahlaki kanundan mesul tutuyor. Peki Yahudi devlet de buna uyuyor mu? (BYEGM) Babıâli İsrail’e Bouaricha kapandı - Nadja (el Vatan) - "Bu Kanlı Katliamı Şiddetle Kınıyorum... Bütün İnsani Değerleri Ayaklar Altına Alan Bu Saygısız ve Sorumsuz Saldırı Mutlaka Cezalandırılmalı." Dün Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Söylediği Bu Sözler Ülkesi ve İsrail Arasındaki Ayrıcalıklı İlişkilerin Sonunu mu Başlatıyor? Bu Sorunun Cevabı, Gelecekte Verilecekse de İki "Müttefik Ülke" Arasındaki İlişkilerin Kötüye Gittiği ve Hatta İlişkilerin En Kötü Hâline Gelme Tehlikesi Taşıdığı SöylenebilirErdoğan'ın sözlerinin şiddeti her hâlükârda ikili anlaşmaların sonunu hazırlıyor. İsrail'in 2008 yılında Gazze'ye düzenlediği saldırıdan bu yana zaten gergin olan ikili ilişkiler, "Özgürlük Filosu'na" düzenlenen saldırıyla önemli bir dönemece geldi. Erdoğan dün mecliste yaptığı bir konuşmada, uluslararası topluma sorumluluklarını hatırlattı ve "İsrail saldırılarına hayır demeye" çağırdı. Sert bir dil ve açık bir ifadeyle konuşan Erdoğan, "bölgedeki barışın açık yarası" olarak nitelediği İsrail'i yalan uydurmakla suçladı. Başbakan siyonist devleti, "Bir saldırıya cevap verdiğinizi söylediniz. Yalan söylemeyi bırakın, yalanlarınızdan usandık." diyerek ve bıkkınlık anlatan bir mimik ekleyerek eleştirdi. Erdoğan tehditlerini dile getirmek için sesini yükseltti ve "Türkiye'nin dostluğu değerlidir ancak düşmanlığı daha şiddetlidir. İsrail Türkiye'nin sabrını sınamamalı." dedi. Başbakan, sanki bir buçuk yıl önce Filistin topraklarına düzenlenen saldırı sırasında ülkesinin gösterdiği onurlu tutumu teyit etmek ister gibi, "Şunu bilin ki asla Gazze'ye sırtımızı dönmeyeceğiz ve onu hiç terk etmeyeceğiz." dedi. Erdoğan'ın konuşması geçici bir basit öfke olarak yorumlanamaz, kuşku yok ki İsrail saldırısı uzlaşmazlık içindeki İsrail-Türkiye bardağını taşıran damladır. Öte yandan Türk basını, iki taraflı ilişkilerin kaderinin tayin edildiği konusunda hemfikir. İsrail güçlü bir müttefiki kaybetti, Filistin ise önemli bir destek ve temsilci kazandı. Hasta adam uyanmış ve hatta Türkiye'ye yeni bir imaj, Batı dünyasının ve İsrail'in baskısına tabi bir bölgenin bayrağını gururla taşıyan lideri imajı verecek kadar iyileşmiş gibi görünüyor. Arap ülkelerinin aksine Türkiye, dış politikasını Batılı güçlerin yönlendirmesinden kurtarmayı bildi. Türkiye, hayır diyebilen ve kendini anlatabilen bir ülke olduğunu ispatlıyor. Kozasından çıkarak kendi kanatlarıyla uçuyor ve Avrupa'nın kendisini reddetmesi karşısında Osmanlı İmparatorluğu'nu kurduğu Doğu'ya dönüyor. (BYEGM) Siyasi intihar – Başyazı (İran) - İsrailli komandoların geçen pazartesi günü Gazze'ye insani yardım taşıyan filoya düzenlediği saldırı, gözlemcilerin birçoğuna göre İsrail'in sonuçlarından kurtulamayacağı bir olayın gerçekleşmesine sebep oldu. Bu olayın kamuoyu düzeyinde uluslararası boyuttaki etkileri, pazartesi sabahının ilk saatlerinden itibaren olayla ilgili haberin yayımlanmasıyla ortaya çıktı. Ancak siyasi ve diplomatik sonuçlarının, küresel yaptırımlar ve İsrail'in iç krizleri çerçevesinde zaman içerisinde baş göstermesi bekleniyor. Analizcilerin çoğuna göre, Gazze barış filosuna 31 Mayıs tarihinde düzenlenen saldırı siyonist rejimin en büyük yanlışıydı. Bu saldırı, İsraillilerin gözüyle en kötü zamanda gerçekleştirildi. Haaretz'in belirttiği gibi, İsrailli uzmanlar bu yanlışı değerlendirirken birkaç nokta üzerinde duruyorlar: 1- İlk konu şu ki Netanyahu hükûmeti Tel Aviv'in Batı ile ilişkilerinin en kötü döneminde barış filosuna ateş emrini verdi. O kadar ki Benyamin Netanyahu, Orta Doğu barış projesiyle ilgili olarak Batı ile yaşadığı sorunu çözmek için Avrupa ve ABD'ye gitti. Ancak ABD ziyaretini, söz konusu saldırı sebebiyle yarıda kesti. 2- İsrail, 189 dünya ülkesinin nükleer konuyla ilgili ittifakının şokunu henüz atlatmamıştır. NPT'nin gözden geçirilmesi toplantısının sonunda alınan kararla Tel Aviv, nükleer güç gösterisinde yenilgiye uğrayan taraf durumuna düştü. 3- Siyonist rejim, 750 kişilik Gazze'ye Özgürlük Filosuna saldırarak birkaç ülkenin vatandaşlarını aynı anda hedef aldı. Bu da büyük paralar harcayarak lobilerinin etki yapması sonucunda son yıllarda sağladığı birçok dış ilişkisinin bir günde bozulmasına sebep oldu. Bu ilişkilerin en hassas bölümü Türkiye ile ilgilidir. İsrail'in, stratejik ilişki kurduğu Asya ve Avrupa'nın kesişme noktası olan tek ülke. Türkiye, 1949 yılında İsrail'i resmen tanıyan ilk ülkelerden biriydi ve o günden bu yana laiklerin çabasıyla söz konusu rejimle sıcak ilişkiler kurdu. Bu ilişkilerden elde edilen en az şey, birçok silah ve füzenin Türkiye'ye ihraç edilmesi ve İsrailli yatırımcılarla işçilerin Türkiye'ye gönderilmesi oldu. Ankara şimdi, Erdoğan'ın, İsrail ile ortak askerî tatbikatları askıya almasından sonra Tel Aviv'e yaptırım uygulamaya doğru gidiyor. Geçen pazartesi günü de birkaç Türk vatandaşının ölümüne yol açan İsrail'in özgürlük filosuna düzenlediği saldırının ardından 70 milyon Türk'ün öfke ateşi Tel Aviv'i hedef aldı. Türkiye, bu saldırının düzenlenmesinin hemen ardından İsrail'e verilecek cevabı G-20'nin yarın Seul'da düzenleyeceği konferansa bıraktı ve aynı anda BM Güvenlik Konseyine şikâyetini teslim etti. Erdoğan, dün çabasının ilk sonucunu aldı. BM Güvenlik Konseyi onun şikâyetini kabul ederek İsrail'i kınadı. Buna rağmen, Türk halkı, gururu zedelendiği için şehit düşen vatandaşlarının intikamının alınması amacıyla başka bir yolu takip ediyor ve bu yüzden tüm İsrail vatandaşlarının ve diplomatlarının Türkiye'den sınır dışı edilmesini istiyor. Orta Doğu uzmanı gözlemcilerine göre, Netanyahu hükûmeti bu saldırıyla İsrail içindeki aşırı destekçilerinin himayesini kazanmayı amaçlamış olsa bile yaptığı hesaplamalar olumlu sonuç vermemiştir. Zira birçok belirti, bu saldırıdan sonra Tel Aviv için Gazze kuşatması politikasının sürdürülmesinin imkânsız hâle geldiğini ve bu saldırıdan gelen darbenin Gazze'de yaşayan insanların geleceğe olan ümidini ikiye katladığına işaret etmektedir. Bu girişim sadece Araplar değil İsrail Yahudilerinin kendilerini bile Tel Aviv devlet adamlarıyla yeni mücadeleleri başlatmaya mecbur etmiştir. O kadar ki siyonist Haaretz gazetesinin liberal siyasi yorumcusu Bradley Burston, bu olayın Netanyahu hükûmetinin düşmesine sebep olmanın dışında İsrail için Vietnam meselesi gibi bir sorun yaratabileceğini yazıyor. (BYEGM) Türkiye ne yaparsa yapsın İsrail için kötü Hamas için iyi olacak – Zvi Bar’el (Haaretz) - Tek Bir Şey Hâlihazırda Aşikâr: Gazze Filosuna Düzenlenen Baskın Türkiye-İsrail İlişkilerine Büyük Bir Darbe İndirdiTürkiye'de, hükûmetten ilgili bakanlar ve yetkililer, dün sabah, İsrail'in IDF askerlerinin sivilleri öldürdüğü Gazze yardım konvoyuna saldırısına Türkiye'nin resmî cevabına dair seçenekleri değerlendirmek üzere toplandı. Türk kaynaklara göre Ankara hükümeti, şu anda atabileceği adımlar üzerine düşünüyor. Ancak tek bir şey hâlihazırda aşikâr: İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkiler bundan sonraki ilişkilerin niteliğini etkileyecek şekilde darbe aldı. Türkiye'nin pek çok seçeneği var ve bunların hepsi İsrail'i olumsuz etkileyecek. Bunlardan biri, uluslararası hukuku ihlal ettiği ve provokasyon olmaksızın Türk gemilerine saldırdığı gerekçesiyle İsrail'e dava açabilir. BM Güvenlik Konseyine acilen toplanması çağrısında bulunabilir ve Kahire'yi Refah Sınır Kapısı'nı açmaya ve Hamas hükûmetini resmen tanımaya ikna etmek için Mısır ile doğrudan görüşmelerde bulunabilir. Türkiye'nin önünde duran çeşitli siyasi ve diplomatik seçenekler, Türkiye'nin ve uluslararası destek elde eden ve Mısır'dan İsrail gibi davranmayıp Gazze için Refah geçişini açmasını isteyen Hamas'ın işine yarayacak. Bu şekilde Hamas, İsrail'in Gazze'ye uyguladığı yaptırım politikasını kırmayı umuyor. Mısır, Gazze yardım konvoyununun engellenmesine dâhil olmak zoruna kalmamayı ve İsrail'in olanca sorumluluğu üzerine almasını umuyordu. Ancak Kahire, şimdi kendini baskı altında hissediyor ve Türkiye ile diğer Arap ülkelerinin uyguladığı baskıya pratik cevaplar vermesi gerekeceğini anlamaya başlıyor. Hamas'ın Gazze'deki lideri İsmail Haniye, yardım konvoyu Gazze'ye ulaşamasa da Gazze'nin kazanacağı tahmininde bulunduğunda İsrail'den daha isabetli bir öngörüde bulunmuş oldu. Dolayısıyla Haniye'nin siyasi rakipleri Filistin Yönetimi Başkanı Mahmut Abbas ve Başbakanı Selam Feyyad İsrail ile dolaylı görüşmelerde bulunurken ve ABD iki tarafı doğrudan görüşmelerde bulunmaya zorlarken İsrail Savunma Kuvvetleri diplomatik girişimi heba etmiş oldu. Gazze'ye insani yardım sağlayacak bir filo saldırıya uğramışken Abbas ve Feyyad dolaylı bile olsa görüşmeleri nasıl sürdürebilir? Hamas bir başka başarı için daha kendini tebrik edebilir: şimdi savunduğu direniş şiddet içerikli değil ve uluslararası örgütler yoluyla yürütülüyor, böylece roket fırlatma ihtiyacını ortadan kaldırıyor. (BYEGM) İsrail uçuruma gidiyor - Enric Gonzalez (el Pais) - Açık denizdeki katliamın kurbanlarının sayısı henüz bilinmiyor. Gemilerdeki durumdan haber yok ve daha da haber alınamayabilir: Son Gazze saldırısında olduğu gibi İsrail hükûmeti, kapalı kapılar ardında hareket etmeyi tercih ediyor. Trajedinin sonuçlarını önceden bilmek de mümkün değil ancak çok ciddi olacağı aşikâr. Artık faydasız ve de insanlık dışı olduğu görülen Gazze ablukasını sürdürmek için İsrail, savunulamaz bir duruma düşmüş ve bir dizi risk üstlenmiştir. Bütün dünya hükûmetleri tarafından kınamalar gelmeye başladı. İsrail, uluslararası izolasyona maruz kalabilir. Washington, ablukayı delmeye çalışan filoya karşı orantısız güç kullanımını nasıl haklı gösterecek? İsrail, bugünden itibaren çok daha yalnız. Başbakan Binyamin Netanyahu, yarın için öngördüğü Washington ziyaretini iptal etme olasılığını hesaba katmışa benziyor. AB de tutumunu gözden geçirmek zorunda kalacak. İsrail ile giderek zorlaşan iş birliği içinde olan NATO ülkesi Türkiye, olup bitenleri unutmakta gecikecek: İsrail'in İslami terörizmle iş birliği yapmakla suçladığı Türk organizasyonu, filonun organizasyonunun arkasındaki önemli güç. Arap ülkeleri de alıştıkları üzere müsamaha gösteremeyecek. Halk baskısı çok güçlü olacak. En korkulan risk ise sokaktan geliyor. İsrail basın kuruluşları, üçüncü bir intifadan bahsetmeye başladı bile. İslami Hareket'in ve İsrail'in kuzeyindeki Arap nüfusunun lideri Şeyh Raed Salah, ölen kurbanların arasında bulunuyorsa İsrail Arap azınlığının iç tepkisi büyük şiddet içerebilir. Mümkündür, sadece mümkündür diyoruz çünkü arka plandaki hiçbir şey henüz bilinmiyor. Bu, İsrail'i sorumlu tutmaktan alıkoymaz. Gemilere saldırı kötü organize edilmişti. Kendilerini belki bıçak ve sopalarla savunan sivillerle iyi eğitimli ve silahlı askerler arasında eşit olmayan bir savaş yaşandı. Önceki uyarılar bir bahane değil. Netanyahu hükûmeti uçuruma gidiyor. (BYEGM) Katliam…İsrail kendini ablukaya aldı Mustafa Zeyn (el Hayat) - İsrail ordusu Gazzelilere yardım taşıyan konvoya saldırırken, Netanyahu, Barack Obama'ya yaptığı baskının meyvelerini toplamak üzere Beyaz Saray yolundaydı. "Barış gemileri" onun için nükleer silahtan daha büyük bir tehlike taşıyordu. Bütün güçlerini seferber etti ve olağanüstü hâl ilan etti. Katliamı soğukkanlılıkla işledi. Bundan önce pek çok katliamdan sıyrılmayı başarmıştı. ABD ve Avrupa onun yaptığı her türlü şeyi aklamaya hazırdı. Güvenlik Konseyi de onun hizmetindeydi. Kimse ondan Kfar Kasem, Gazze ve Kana katliamlarının hesabını soramadı. Washington'un bölgeyi, kendisinin de aralarında bulunduğu dostlarına bırakıp çekildiğinden emin olmasının ardından, İsrail hükûmetinin gerilimi yükseltmeye doğru gittiği açıktı. İsrail bundan, Obama'nın yaklaşık iki hafta önce Netanyahu'dan bile daha Siyonist Kongre üyeleriyle görüşmesinin ardından emin oldu. Beyaz Saray'ın efendisi, onların önünde, görevinin başında Orta Doğu'da pek çok mayınla karşı karşıya geldiğini itiraf etti. Ancak Beyaz Saray'dan gelen bütün sinyaller, bölgedeki kavgaya çözüm getirme vaatleriyle ilgili geriye yönelik adımlar... Bütün bunlar, bu mayınları İsrail'in yerleştirdiğini ve onun sıcak kucağına geri dönmenin, hem Obama'nın kendisi hem de partisi için daha garantili olacağını doğruladı. Bu, Washington'daki nüfuzunun herhangi bir başkanın nüfuzunun üzerinde olduğunu kanıtlayan Netanyahu'ya baskı yapma riskini göze almaktan çok daha iyiydi. Obama, Beyaz Saray'daki seleflerinin İsrail'e destek vermekte haklı olduklarına ikna oldu. Obama'nın, partisine gelecek bağışlar karşılığında bunca geri adımı attığına inanmak oldukça güç. Bu, Amerika'nın Orta Doğu'dan çekilmesiyle ilgili; Irak'tan askerî geri çekilme, boşluğu doldurmaması için İran'ın karşısına bir engel çıkarma... Bu da ancak İsrail ve yardıma hazır dostlarla iş birliği yaparak mümkün olabilir. Yani bölgeyi esas sahiplerine bırakmak ve bataklığa girmektense müttefiklere uzaktan silah ve diplomasi yardımı yapmak. Bu stratejiyi uygularken müttefikler olmazsa olmaz. Bunların başında da İsrail geliyor. Washington'daki kredisi ne kadar artarsa çılgınlığı da o denli büyüyor, kontrolünü kaybediyor ve suç işlemeyi sürdürüyor. Bu suçlardan biri de dünkü "Özgürlük Konvoyu" katliamı oldu. Ancak İsrail aynı zamanda kendini de düşmanlarla kuşatmaya devam ediyor. (BYEGM) Tel Aviv titriyor - Hanif Gaffari (İran / Resalet) - İsveç'in Aftenbladet gazetesi siyonist rejimin Filistinli şehitlerin organlarının çalınması konusundaki cinayetlerini gün ışığına çıkardığı zaman Netanyahu kabinesinin Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman, öfkeli bir tavırla bu acı gerçeğin ortaya çıkmasından dolayı memnuniyetsizliğini dile getirdi. O dönemde Lieberman, bunun Tel Aviv'in uluslararası toplum nezdindeki en kötü rezilliği olduğunu düşünüyordu. Ancak zamanın geçmesiyle Lieberman'ın bu düşüncesi boşa çıktı. Bugün Netanyahu, Lieberman ve diğer siyonist rejim liderleri, Gazze'ye insani yardım taşıyan özgürlük konvoyuna yönelik saldırılarının ardından dünya toplumları tarafından savaş suçlusu ve korsan olarak tanındı. Bugün Tel Aviv yetkilileri son cinayetlerine karşı uluslararası toplumun tepkisinden çok korkuyor ve bu his her an onlarda güçleniyor. Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Gazze ablukasını kırmak için insani yardım taşıyan bir konvoyla birlikte bölgeyi ziyaret etmeyi düşündüğünü belirtti. Yalnızca bu haberin yayımlanması bile Lieberman ve rejimin radikal yetkililerinin belini bükmeye yeter. Haber kaynaklarına göre Erdoğan, Türkiye Deniz Kuvvetlerine, Gazze'ye insani yardım taşıyacak olan sonraki yardım konvoyuna katılmak istediğini bildirdi. Erdoğan, İsrail rejiminin özgürlük konvoyuna saldırısını Somali'deki deniz korsanlığına benzetti. Siyonist rejimin, Filistinlilerin organlarının çalınmasıyla ilgili görüntülerin yayımlanmasının ardından dünya ve özellikle Avrupa ve İskandinav halkı buna çok sert tepki gösterdi ve hatta İsrailli ürünlerin bu bölgelerdeki satışında düşüş yaşandı. Ancak bu kez vatandaşları siyonistlerin deniz kuvvetlerinin cinayetlerine kurban giden Türkiye gibi bir ülkenin Başbakanı, Gazze halkının yanında yer almaktan bahsediyor. Acaba Lieberman kafasında bu anları canlandırabiliyor mu? Erdoğan'ın özgürlük konvoyuna katılacağına dair haberler siyonistlerin nefesini kesti. Öyle ki siyonist rejimin Genelkurmay Başkan Yardımcısı tehdit dolu sözlerle Türkiye Başbakanı Erdoğan'ın, Gazze kuşatmasını kırmak amacıyla özgürlük gemileriyle bölgeye girmesi hâlinde Tel Aviv'in gemiyi batıracağını belirtti. Hiç şüphesiz siyonistlerin bu tehdidi, rejimin son olaylardan korkmasından kaynaklanıyor. Tel Aviv, bu kez ne basının ne de Batılı politikacılarının açıklayabileceği bir cinayet işledi. Siyonistlerin son cinayetleri, ABD'deki Demokratlar ve Cumhuriyetçilerin bile bu konuya açıklık getirerek kendilerini riske atmayacağı kadar büyük. Şimdi siyonistler krizi gerçek anlamıyla algıladı. Erdoğan'ın Gazze'ye gidecek özgürlük gemisinde yer alacağının açıklanması, Likut ve Kadima Partilerini şoke etti. Dünya devletleri ve milletlerinin Tel Aviv'in vahşi girişimlerine karşı gelmek için iş birliği yapması, siyonistlerin yıllarca gördüğü bir kâbustu. (BYEGM) İsrail’in yenilgisi - Thanasis Tegopulos (Eleftherotipia) - Silahsız insanlara karşı düzenlediği kanlı saldırı ve sonrasında yaşananlarla İsrail'in insanlığa karşı işlediği suç cezasız kalacak. Aynı şekilde uluslararası sularda (bazı TV sunucuları uluslararası "kara" suları demeyi bıraksınlar çünkü uluslararası sular anlam olarak kara sularının bittiği yerde başlar) yapılan korsanlık ve Filistin milletini mahveden Gazze ablukası suçu da cezasız kalacak. Tabii İsrail güncel hedefine ulaştı. İnsani yardım Gazze'ye ulaşmadı. Yardım ulaştırmaya çalışanlardan bazıları öldü. Diğerleri işkenceye uğradıktan sonra ülkelerine geri döndü. Buna rağmen (!) İsrail yenildi. İsrail'i destekleyenler, ABD ile Vietnam ve Irak'ta yaşandığı gibi genelde yanlıştan söz ediyor. Çelişki, (hedefini başardıysa nasıl yenildi?) sadece yüzeyseldir. Uluslararası kınamalar yapıldığı bir ülkenin terörist olduğunun kanıtlandığı, cinayetler ve işkencelerin direniş ihtiyacını güçlendirdiği, düşmanlar manevi ve siyasi açıdan güçlendiği, müttefikler söylemlerinde ve tezlerinde güç kaybettiği, şiddet ve kanunsuzluk karşısında tüm mazeretler çöktüğü zaman kazanan, karşı taraftır. İsrail, yenilgisine ABD'yi de beraberinde sürükledi. Süper güç BM de İsrail'e destek vererek daimî ve sabit ittifaklarını ortaya koydu. Beyaz Saray temsilcisi şu açıklamada bulundu: "ABD insanların yaşamlarını kaybetmesinden dolayı üzüntü duymaktadır ve bu trajediye yol açan koşulları incelemektedir." Koşullar ve sorumlular herkesçe biliniyor. ABD de biliyor. Bunu anlamaları için çok çalışmalarına gerek yok. Başkan Obama yemin töreninden sonra, hedeflerine, korku tohumları ekerek ve masumları katlederek ulaşamaya çalışmak isteyenlere, "İnancımız şimdi çok daha güçlü. Sizi yeneceğiz." demişti. Tabi ABD'nin 44. Başkanı başkalarını kastetmişti. İsrail'in Gazze Şeridi'ne saldırılarının artması da terör niteliği taşıyordu. Bunu o zaman da vurgulamıştık. Terörist saldırılar geçen hafta yapılan saldırıyla doruğa çıktı. Terörizme karşı güçlü inanç nerede? Washington'da olmadığı kesin. Tabii Ankara'da da değil. Türkiye, İsrail'in uluslararası yenilgisinden faydalanarak Tayyip Erdoğan'ın güçlü varlığı ve Davutoğlu'nun yeni-Osmanlılık fantezileriyle İslam dünyasındaki egemenlik bakışlarına hizmet etti. Güçlendi ancak kazanmadı. Uluslararası Hukukun koruyucusu rolünde inandırıcı değil. Türkiye'nin bu rolü daha büyük tutarlılıkla oynamasının Yunanistan içinde olumlu olacağı aşikârdır. Dünyanın şiddete, savaşa ve devlet terörüne karşı olan inancı kazandı. Uluslararası toplum, Filistin halkının dramına eskiden hiç olmadığı kadar sözde değil özde destek veriyor. Artık hiçbir mazeret kabul edilmiyor. İsrail işte böyle kaybetti. (BYEGM) Erdoğan, İsrail’i çıplaklaştırdı - Adnan el Seyyid (el Kuds) - Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, İsrail'in "Özgürlük Filosuna" düzenlediği askerî saldırıdan sonra AK Parti TBMM Meclis Grubunda yaptığı konuşmada söylediği cümleler incelenmeye değer. Erdoğan bu konuşmasında, İsrail'in saldırılarına kim göz yumarsa bizzat suç ortağı sayılacağını ifade ederek bütün dünyayı, İsrail'in Filistinlilere ve diğer Araplara karşı işlediği suçlara bir sınır koyması gerektiği çağrısında bulundu. Erdoğan ayrıca, "İsrail yönetiminin hukuksuzluklarının örtülecek, tevil edilecek, görmezden gelinecek hali kalmamıştır. Uluslararası toplumun 'yeter artık' deme zamanı gelmiştir." dedi. Erdoğan, İsrail'in işlediği suçlardan dolayı bedel ödemek zorunda olduğunu ifade etti. İsrail'in ödemek zorunda olduğu bedel, halen mevcut olan hükûmetin düşmesi ve yerine farklı politikalar benimseyen bir yeni bir hükûmetin kurulmasıdır. Erdoğan, "Biz her zaman, Musevilere yapılan haksızlıklara karşı sesimizi yükselttik, İsrail halkının Orta Doğu'da barış ve güvenlik içinde yaşamını sürdürmesi için katkıda bulunduk. Şimdi de İsrail halkının, hükûmetine 'dur' deme zamanı gelmiştir." diyerek tarihî gerçekleri uluslararası kamuoyunun gözleri önüne seriyor. Erdoğan, İsrail politikalarının uluslararası topluma ve bütün dünyaya artık bir yük olduğuna dikkatleri çekiyor ve dünyanın İsrail'in yalanlarından bıktığını söyleyerek İsrail liderlerinin öldürmeyi çok iyi bildiklerine de işaret ediyor. İsrail'in eylemleri karşısında bu sözlerden daha sert bir şey olamaz. Sonuç olarak biz, uçuruma doğru giden Türkiye-İsrail ilişkilerinin dramatik görüntüsüyle karşı karşıyayız. Bu durum önümüzdeki haftalarda daha da netleşecek. (BYEGM) Türkiye İsrail’in cezalandırılmasını talep ediyor - Susanne Knaul (Die Presse)-İsrail Salı Akşamı Eylemcilerin Serbest Bırakılacağını Duyurdu. Ordu ise Baskın Konusunda Eleştiriliyorİsrail donanmasının, Gazze'ye insani yardım malzemesi gönderen çok sayıdaki gemiye düzenlediği kanlı baskından bir gün sonra yüzlerce Filistin taraftarı eylemci, parmaklıklar ardına kondu. Türk bandıralı "Mavi Marmara" gemisinde bulunan eylemcilerin Aşdod Limanında tahliye edilmesi süreci pazartesi akşamına kadar sürdü. Aralarında birçok Alman ve İsraillinin de bulunduğu eylemciler, "Mavi Marmara" gemisinden teker teker indirildi. Eylemciler ifadeye elleri plastik kelepçelerle bağlı olarak götürüldü. 30-40 civarında Avrupalı tutuklu ise aynı akşam ülkelerine gönderildi. Gemide bulunan ünlü İsveçli polisiye roman yazarı Henning Mankell de aynı akşam evine dönenler arasındaydı. Sınır dışı edilenlerin eşyalarına el konuldu ve sadece üzerlerindeki giysi ve pasaportlarıyla gitmelerine izin verildi. Çoğu gösterici ise gitmeyi reddetti ve İsrail hapishanelerinde tutuklu kalmayı tercih etti. Salı akşamı ise İsrail'in tüm tutukluları serbest bırakacağı bildirildi. --Gazze'de Meydana Gelen Olaylar-İsrail'in gece düzenlediği gemi baskını sırasında, çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu dokuz eylemci öldürüldü. Olayların gelişimi ve kimin önce mukavemet ettiği konusundaki yorum ve bilgiler ise hâlâ belirsizliğini koruyor. Gemilere düzenlenen baskınları protesto etmek amacıyla Gazze tarafından İsrail'e füze atmaya çalışan üç kökten dinci ise yanlışlıkla kendilerini öldürdü. Diğer bir olayda ise sınırı aşarak İsrail tarafına geçmeye çalışan iki Filistinli, İsrail devriyelerinin üzerlerine açtığı ateş sonucu hayatını kaybetti. İsrail'in kuzey bölgesindeki Arap köylerinde ise durum oldukça sakindi. İslam Hareketi'nin Kuzey Şubesi Sorumlusu Şeyh Raid Salah'ın öldüğü haberiyle ayaklanma çıkabileceği konusundaki kaygılar da Salah'ın iyi olduğu haberiyle sona erdi. Hamas aslında doğrudan zafer sayılabilecek bir başarıya ulaştı bile; Mısır, Gazze Şeridi'ne açılan Refah sınır kapısını süresiz olarak insan trafiğine açtı. Mısır bu davranışıyla Hamas'ın bir isteğini yerine getirmiş oldu. Sınır kapısını artık çok sayıda Filistinli giriş çıkış maksadıyla kullanıyor. Refah kapısı, İsrail'in kontrol altında tutamadığı tek geçiş noktası olarak biliniyor. Mısır, Refah kapısını normalde ender olarak birkaç saat hatta bazen birkaç günlüğüne açıyor. --İsrail... Ordu Hatasını Kabul Ediyor-Bu arada İsrail ordusu hata yaptığını kabul etti. İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, eylemcileri dağıtmak için kullanılan ekip ve donanımın yanlış seçildiğini ifade etti. Haber ajanslarında sık sık baskına katılan deniz kuvvetleri birimlerinin başarısız olduğu haberleri yer aldı. Basında da oldukça sert başlıklar yer aldı; Haaretz gazetesi "Açık denizde yaşanan bir fiyaskodan" bahsederken sol eğilimli Meretz Partisinin eski lideri Yossi Sarid, gemi baskınının düzenlenmesine karar veren kabine üyeleri için "yedi aptal" ifadesini kullandı. Bu arada aleyhte esen eleştiri rüzgârından pek etkilenmişe benzemeyen İsrailli bir donanma subayı da "Jerusalem Post" gazetesine verdiği demeçte, bir dahaki sefere "daha fazla güç kullanmayı" önerdi. Üstelik donanmanın iki güne kadar yardım filosuna ait başka iki geminin de Gazze kıyısına getirmek üzere hazır hâle geleceğini vurguladı. Türk hükûmeti yaşananlara çok sert tepki gösterdi. Başbakan Erdoğan, İsrail'in, öldürülen eylemcilerden dolayı "cezalandırılmasını" istedi. Daha pazartesi günü uluslararası kınama dalgası kendini göstermeye başladı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, salı sabahı aldığı kararla İsrail'i kınadı ve -bu ülkenin Gazze'ye yardım götüren gemilere uluslararası sularda yaptığı askerî operasyon sırasında güç kullanımı nedeniyleinsanların hayatını kaybetmesinden ve yaralanmasından derin üzüntü duyduğunu belirtti. (BYEGM) İsrail zorlu bir koalisyonla yüzyüze Patrick Seale Büyük Ortadoğu'da İsrail'e karşı zorlu bir koalisyon şekilleniyor. Merkezinde Türkiye, İran ve Suriye var. Üç ülke de Yahudi devletine karşı derin şikayetler besliyor. İsrail askeri gücünü denetim altına almaya ve gidişatını değiştirmesi için İsrail'i zorlamaya azimliler. Bir zamanlar İsrail'in müttefiki olan Türkiye şimdi İsrail'e karşı kampanyanın lideri. Türk kamuoyu, Gazze'ye seyretmekte olan yardım gemisine 31 Mayıs'ta saldıran İsrail komandolarının dokuz Türk'ü öldürmesi üzerine çok öfkelendi. İran ve Suriye, onlarca yıldır İsrail'n başlıca muhalifleri ve bölgesel dengeyi şu an kendi lehlerine çevirebilecek bir şansları var. Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan bu hafta başında İstanbul'da yapılan ve bölgenin en tehlikeli pek çok ihtilafının konuşulduğu Avrasya zirvesine ev sahipliği yaptı; Gazze elbette ki bu ihtilaflardan biriydi; İsrail ve yardım filosuna karşı saldırgan davranışı ana hedefti ama ayrıca bu hafta Amerikan kuvvetlerinin ağır kayıplar verdiği Afganistan da gündemdeydi. Tahran nükleer programı üzerinde ABD ve İran arasındaki çekişme, hem zirvenin hem de çeşitli ikili görüşmelerin konularından biriydi. İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, Rusya Başbakanı Vladimir Putin, Afganistan Cumhurbaşkanı Hamid Karzai, Çin, Hindistan ve Pakistan'dan üst düzey temsilciler ve diğer bölgesel liderler zirvedeydi. Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad ve Filistin Otoritesi Başkanı Mahmud Abbas misafir olarak davet edildiler. Türkiye, Gazze'yle ilgili olarak İsrail'e baskı yapmanın yanısıra, Afganistan'daki durumu sakinleştirmek için de nüfuzunu kullanmaya bakıyor; Afganistan'ın Hamid Karzaisi ile Pakistan Dışişleri Bakanı Kureyşi'yi de buluşturdu. Bu iki ülke de Taliban'la savaşıyor ama birbirlerinin niyet ve amaçları hakkında şüphe besliyorlar Karzai, Kabil'de şu yakınlarda ağırladığı aşiret reisleri meclisi “Jirga'da” yaptığı gibi Taliban'la barış görüşmeleri yapmak istiyor. Fakat Hindistan'ın Afganistan üzerindeki nüfuzunu kısıtlama niyetindeki Pakistan, barış görüşmelerinde kendisine öncü bir rol verilmesini ve yerel müttefiklerinin yukarıda olmasını istiyor (...) Avrasya Zirvesi'nin ardından dün TürkArap İşbirliği Forumu düzenlendi. Türk ve Arap Birliği dışişleri bakanları bir araya geldi. Tüm bu toplantılarda alınan kararlar, İsrail üzerindeki baskıyı artırmayı amaçlıyordu. Bir dizi talep belirlendi: İsrail'in Gazze ablukasını kaldırması ve İsrail'in, Gazze'ye giden filoya Türklerin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan saldırısının uluslararası komisyon tarafından soruşturulmasına rıza göstermesi. İsrail her iki talebi de reddetti. Türkiye Başbakanı Erdoğan, İsrail'in devlet terörizmi işlediği ithamını yineledi. İsrail, bağımsız bir soruşturmaya rıza gösterene dek ülkesinin İsraille ilişkilerinin normalleşmeyeceğini ilan etti. Erdoğan, bir Filistin devletinin kurulması yönünde önşart olan Hamas'la uzlaşma için Mahmud Abbas üzerinde baskı kurdu. Abbas, Gazze'ye bir heyet göndereceğini duyurdu ve Hamas liderlerini Filistinliler arasında uzlaşma için Mısır barış planını kabul etmeye çağırdı. Bar Ilan Üniversitesinden Efaim İnbar gibi İsrail'in sağcı yorumcuları, Türkiye'nin dış politikasının İslami bir renge büründüğünü ve kendisini batıdan uzaklaştırdığını iddia etti. Son yazısında, “Türkiye'yi batı câmiasına geri götürmek ve Ankara ile Jerusalem arasındaki ortaklığı onarmak için Ankara hükümetinin değişmesi çağrısını yaptı.” İnbar durumu vahim şekilde yanlış okuyor. Batının görüş birliğinden ayrılan, topraklara konan dinci fanatiklerin ve sağcı ulusçuların avucu içindeki İsrail'dir; Türkiye ise çevresindeki çatışmaları çözmeye bakarak hoşgörü, ekonomik adâlet ve tüm kültürlere saygı gibi Avrupa değerlerini teşvik etmektedir. harekâtı için yorulmak bilmeden çabalıyor; Saddam Hüseyin'i devirmek üzere ABD'yi ileri süren İsrail'in şu an ki amacı, Irak'ın görünür geleceğe kadar İsrail'e hiçbir tehdit teşkil edemeyecek zayıf bir federal devlet olarak şekillendiğini görmektir. Batıyla arasına mesafe koymaktan çok uzak olan Türkiye, Avrupa Birliği için vazgeçilmez bir değer olmaya çalışıyor. Dış politikasının kilit gâyesi halen AB üyeliğidir. Türkiye, Obama yönetiminin mukadder testten geçtiği Irak ve Afganistan'la ilgili olarak ABD'yle yakın işbirliği içindedir. Türkiye'nin İsrail'den uzaklaşarak yeni bir saf tutması, bölge çapındaki bir sürecin parçasıdır; bazıları ümit etmektedir ki, bu süreç, şimdiki İsrailli liderleri değilse de bir sonraki nesli, ülkelerinin güvenlik doktrini üzerinde yeniden düşünmeye yani askeri üstünlüğü değil barışı seçmeye ve komşularıyla birlikte varolmaya ikna edecektir. Türkiye'nin küresel ve bölgesel barışı geniş bir coğrafyada -Irak, İran, Afganistan, Pakistan, Ermenistan, Balkanlar, Kafkasya, Kuzey Irak'ta - teşvik etmesi, İsrail'in askeri güç kullanarak sadece Filistinlilerle değil tüm bir bölgeye iradesini dayatma azmiyle topyekûn çatışmaktadır. İkisi arasında şu an yaşanan çekişmenin özü budur. Suriye ve İran bu mücadelede Türkiye'nin ana ortakları her ne kadar sadece destekleyici bir rol oynuyorlarsa da. Türkiye-İsrail ilişkilerinin gevşemesinde her ikisinin de çıkarı var. Suriye, İsrail'in kuşatılmasına Türkiye'nin yardım etmesini istiyor – Arapların altmış yıldır denemediği bir şeydir bu. Türkiye ve Suriye'nin müşterek bazı stratejik çıkarları var. Her ikisi de Kürt bağımsızlık emellerini engellemek istiyor. İran nükleer tesislerine muhtemel bir İsrail saldırısına her ikisi de güçlü bir şekilde itiraz ediyor. Amerika'nın Irak savaşına başta karşı çıkan bu iki ülkenin, Irak'ın tek bir bütün olarak yeniden dirilmesinde ortak çıkarları var. Bunun aksine İsrail, Suriye ve Irak'ı zayıflatmak amacıyla on yıllardır Kürtlere gizli yardım gönderiyor; tüm dünyaya tehdit diyerek şeytanlaştırdığı İran İslam Cumhuriyetine karşı Amerikan askeri Büyük soru, İsrail zihniyetinde yaşanması gereken bu evrimin, bir başka savaş olmaksızın gerçekleşip gerçekleşemeyeceğidir. Büyük oranda ABD Başkanı Barack Obama'nın ve belli başlı Avrupalı liderlerin Gazze, Afganistan ve İran'daki krize nasıl tepki vereceklerine bağlıdır bu. Kabul edilmeli ki kehânetlerin hiçbiri de onların lehine değil. Kaynak: Agence Global Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı İsrail’in ölümle sonuçlanan saldırısı kınamalara neden oldu - Isabel Kershner (The New York Times) - İsrail, deniz komandolarının pazartesi günü Gazze'ye giden bir yardım filosuna düzenledikleri çoğunluğu Türk dokuz kişinin ölümüne yol açan saldırı nedeniyle uluslararası alandaki yoğun kınamaların yanı sıra iç kamuoyunda da giderek artan sorunlarla yüz yüze. Tel Aviv Büyükelçisini geri çağıran, İsrail'in İslam dünyasındaki en önemli dostu olan Türkiye'nin, daha önce planlanan askerî tatbikatları da iptal etmesiyle iki ülke arasında hâlihazırda gergin olan ilişkiler daha da zora girdi. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Gazze'nin kuzeyindeki uluslararası sularda meydana gelen saldırı konusunda acilen bir toplantı düzenlerken İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu da bugün Başkan Obama ile olan görüşmesini iptal ederek ülkesine döndü. Dünya genelinde protestolar yapılırken Netanyahu, İsrail ordusunun harekatını savunarak İsrail'in yasal gördüğü ambargonun devam ettirilmesi için komandoların indikleri Türk gemisinde yolcular tarafından saldıya uğradıklarını ve sadece kendilerini savunmak için ateş ettiklerini söyledi. Ordu, iddialarını kanıtlamak için saldırının ilk anlarını gösteren bir video yayımladı. İsrail şiddetin kendilerini yardımseverler olarak tanıtan fakat çatışmaya hazır olan bir grup Filistin yanlısının kışkırtması sonucu çıktığını belirtti. Konvoyu organize edenlerse İsrail güvenlik güçlerini güverteye çıkar çıkmaz ateş açmakla suçlayarak iddialarını kanıtlamak için videolar yayımladılar. Görünüşe göre İsrail halkının büyük bir çoğunluğu, Deniz Kuvvetlerini destekliyor fakat siyaset uzmanları, bir istihbarat hatası olup olmadığı ve İsrail'in filoyu durdurma konusundaki ısrarının ters etki yapıp yapmadığı hakkında askerî operasyonun hazırlıklarını sorguluyor. Bazı yorumcular savunma Bakanı Ehud Barak'ı istifaya çağırdı. Haaretz gazetesinden köşe yazarı Aluf Benn dün gazetenin internet sitesinde yayımlanan yazısında, soruşturma için ulusal bir komite kurulması çağrısı yaparak "İsrail'in ölümlerin sebebi olarak gemilerin geri dönmesine yönelik emirlerine aldırmayan filonun organizatörlerini suçlaması, bu olayın sonuçlarını hesap edemeyen hükûmetin başarısızlığıdır." dedi. İsrail'in Gazze'ye askerî ambargosunu kırma girişiminde bulunan kargo gemileri ve yolcu botlarından oluşan filo, İslamcı militan grup Hamas'ın idaresindeki Gazze'ye 10 bin ton yardım malzemesi taşıyordu. Ölümlerle sonuçlanan saldırı, uluslararası kamuoyunun dikkatlerini İsrail'in Gazze ambargosuna çekti. Dün Güvenlik Konseyinde ambargoya karşı sesler yükseldi ve bunun kaldırılması için baskılar artacak. Filistin yanlısı Özgür Gazze Hareketi ve Türk organizasyonu İnsani Yardım Vakfının önderliğindeki Özgürlük Filosu isimli konvoy Kıbrıs yakınlarında denizde bir araya geldi ve pazar günü seyahatlerinin son ayağı için yola çıktı. İsrail, bunu, provakasyon şeklinde niteleyerek eylemlerine son vermeleri konusunda uyardı. Ölümle sonuçlanan olay, İsrail'in terröristlerle bağlantılı tehlikeli bir İslamcı örgüt olarak tanımladığı, İnsani Yardım Vakfı (İHH) olarak bilinen grubun himayesinde 600 eylemciyi taşıyan Türk yolcu gemisi Mavi Marmara'nın güvertesinde meydana geldi. İHH Genel Başkan Yardımcısı Yavuz Dede, "Bizim gönüllülerimiz eğitimli askerî personel değil. Aralarında sanatçılar, entelektüeller ve gazeteciler var. Böylesi bir saldırıyı hiçbir şey haklı çıkaramaz." dedi. Yakın geçmişte İsrail'in işlediği cinayetler cezasız geçiştirilirdi ancak 2006 savaşından sonra çok farklı oldu. Çünkü bu savaştan sonra Batılı ülkeler bir komisyon kurdu ve bu komisyonun raporunda, "İsrail askerleri suç işlemiş olabilirler." denildi. Bazı İsrailli yetkililer, başından itibaren yaşanan fiyaskodan duydukları üzüntüyü dile getirdi ve İsrail'in geniş kapsamlı güvenlik politikalarını sorguladı. 2009 Gazze savaşından sonra uluslararası bir komisyon kuruldu "Goldstone". Bu komisyonun raporunda, Gazze savaşında, İsrail askerlerinin savaş suçu işlediği açıklandı. İsrailli yetkililer, uluslararası hukukun, ambargonun çiğnenmesi durumunda, gemilerin uluslararası sularda yakalanmasına müsaade ettiğini belirttiler. İsrail ve Mısır, Hamas'ın 2007 yılında Gazze'nin yönetimini ele almasının ardından ambargo uyguluyor. (BYEGM) İsrail ve Türkiye’nin rolü - Tevfik el Medini (el Beyan) - İsrail'in uluslararası kara sularında Özgürlük Filosunda işlediği yeni cinayetin, Kane, el Kaa ve el Şayah'ta işlediği korkunç ve çirkin cinayetlerden hiç farkı yok. İsrail, orantısız güç kullanmakta ısrarcı davranıyor, bu defa sınırsız gücünü Türk ve Batılı direnişçilere kulandı. Bu direnişçilerin tek suçu, kuşatılmış Gazze'ye insani yardım götürmek. Bu yeni katliam, yeni Orta Doğu'da, İsrail'in gizlemek istediği çirkin yüzünü ortaya çıkardı. İsrail, her zaman dünyaya kendisini Orta Doğu'da tek Batı tarzı demokratik ülke olarak göstermeye çalışıyor ama bu olaydan sonra İsrail'in demokrasiden ne kadar uzak olduğu gün yüzüne çıktı. Bu cinayet, İsrail için diplomatik bakımdan da büyük kayıplara yol açtı. Çünkü olaydan sonra bütün dünya ülkeleri ve uluslararası medya organları, İsrail'in bu yaptığının yanış olduğunu ve insanlık dışı bir hareket olduğunu vurguladılar. İsrail'in son cinayetinin hedefinde, Türkiye ve Başbakanı Erdoğan vardı. Çünkü Türkiye, son zamanlarda yeni bir strateji uygulamaya başladı, bu strateji sayesinde Türkiye, bölgedeki Arap ve İslam ülkeleriyle (Suriye ve İran) iyi ilişkiler içinde olmaya ve yeni bir dış politika izlemeye başladı. Bu politika sayesinde Türkiye, "tarihî düşmanlarıyla" sıfır sorun politikasını hayata geçirdi. Ancak bu son olay, Türkiye'nin, tepkisinin sadece resmî açıklamalarda kaldığını ortaya koydu ve ayrıca Türkiye'nin, bölgedeki gerçek rolünü gösterdi. İsrail, bölgede geçmişte eski ortağı olan İran'ı kaybetti ve şimdi de bölgedeki son dostu ve ortağını da kaybedecek. (BYEGM) Filo soruşturması Türkleri ikna edecek kadar tarafsız olmalı - Catherine Ashton dürüst insanlar giderek daha küskün hale geliyor. (The Times) - Bildiğimiz kadarıyla, Gazze açıklarındaki uluslararası sularda, soruşturma gerektiren koşullar altında dokuz insan öldü. Bu, İsrailliler, Filistinliler ve herkesten çok da Türk halkının inanabileceği, ikna edici, etraflı ve tarafsız bir soruşturma olmalı. 31 Mayıs sabahı tam olarak ne olup bittiğini öğrenmeliyiz. İki soru var. Gazze halkının gündelik hayatını nasıl iyileştirebiliriz? İsrail halkının güvenliğini nasıl artırabiliriz? Bu sorulara birlikte cevap bulunmalı, zira ayrı ayrı cevap üretmek çabaları başarısız olmaya mahkum. İşte bu yüzden Gazze’ye geçişin insani yardımlar, ticari mallar ve siviller için kalıcı olarak tekrar açılmasına çabalıyorum. BM Güvenlik Konseyi ve AB de bunu istiyor; bu İsrail’in 2005’te Filistin Yönetimi’yle imzaladığı anlaşmanın da gereği. Gazze ziyaretimde, müthiş zor koşulların üstesinden gelen etkileyici kadınların yaptığı elişi ürünler aldım; onların yaptığı birinci sınıf kilimlerin ve başörtülerinin dünyanın her köşesinde satılmasını engelleyen yasağın sona ermesini istiyorum. En başta filonun niye Gazze’ye gittiğini de hatırlamalıyız. Üç ay önce, bir yılı aşkın bir süreden sonra Gazze sınırını geçmesine izin verilen ilk siyasetçi olarak bölgenin acılarına ve İsrail’in korkularına ilk elden tanık oldum. Gazze’deki koşulların zalim olduğu kadar tuhaf da olduğunu gördüm. Dünyanın en modern ülkelerinden birinin hemen yanında yaşayan insanlar, yüklerini atlarla ve el arabalarıyla taşıyor. Ve içeri girmesine için verilen ürünler listesi akla mantığa sığmıyor: Taze meyveye izin var, fakat meyve konservesine veya kurutulmuş meyveye izin yok; un girebiliyor, fakat (yakın zamana dek) makarna giremiyor. İsrail iyi eğitim sistemiyle haklı olarak övünüyor; fakat hemen yanındaki çocuklar temel eğitimden mahrum. Niye? Çünkü çatışma birçok okulun yıkılmasına yol açtı ve abluka nedeniyle okulları tekrar inşa edecek tuğla ve çimento Gazze’ye giremiyor. Abluka sıradan insanlara zarar veriyor, yeniden inşayı engelliyor ve radikalizmi alevlendiriyor. İsrail’in halkının güvenliği sağlama hakkı var. Haklı olarak askeri Gilad Şalit’in bırakılmasını talep etmeyi de sürdürüyor. Fakat abluka etkili değil. Roketler de dahil birçok ürün tünellerden gizlice sokuluyor ve ihtiyaç duyanlara değil, parası ve gücü olanlara gidiyor. Bu arada normal hayatlar sürme şansından mahrum bırakılan sıradan, Bugün AB’nin 27 dışişleri bakanıyla bir toplantıya başkanlık edeceğim [bu toplantı dün düzenlendi]. Gazzelilerin ihtiyacı olan şeyleri içeri sokmasına izin verecek somut bir planı gözden geçireceğiz. Son derece sınırlı sayıdaki ürünlerin listesi yerine, İsrail’in meşru güvenlik kaygıları duymasına yol açan yasaklı ürünleri içeren kısa bir liste olmalı. Ablukanın kaldırılması için uzlaşılmış bir yol bulmak kolay olmayacak. Hem İsrail hem de Filistin Yönetimi’nin işbirliğine ihtiyaç var. Ancak bu konuda başarı, barış adına gerçek bir ödül olur ve Gazze’de normal hayatı biraz olsun tesis eder. Fakat insanlara onur ve umudu geri vermek İsrail’in de çıkarına. Dahası, Gazze’nin kapılarını açmak Filistinliler arası uzlaşmaya yardımcı olabilir. Bu da ciddi bir barış anlaşmasının önünü açabilir. Ablukayı kaldırmak küçük, fakat önemli bir adım. Kalıcı barışın unsurlarını biliyoruz. Bunları bir araya getirmeye başlamanın vakti geldi. Bunun alternatifine, yani bir milyon insanı yaşamak için gereken araçlardan mahrum bırakarak barış aramaya artık kimsenin inanması mümkün değil. (Yazar: AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi, 14 Haziran 2010) (Radikal) Eyad Sarraj'la röportaj Psikiyatr ve Gazze Toplumu Akıl Sağlığı Programı yönetim kurulu başkanı Eyad Sarraj'la yapılan röportaj. Geçen hafta Özgürlük Filosu'na yapılan saldırı hakkında ne düşünüyorsunuz? Bir trajediydi. Ama İsrail hükümeti, diğer ülkelerden masumları öldürerek aptallığını ve ırkçılığını dünyaya gösterdi ve davamıza hizmet etti. İşgalin gerçek doğasının ve İsrail toplumunun patolojisinin doğru bir şekilde tastamam ifşasıydı. İsrail toplumunun patolojisi derken neyi kastediyorsunuz? İsrail'de merkezi görüşe göre İsrailliler ebedi mağdurlardır. İsrailliler başkalarına saldırdıklarında bile aslında kurban olduklarını ve kendilerini savunduklarına inanırlar. Bu patoloji, dünyadaki birçoklarını İsrail'in aslında mağdur olduğuna, Filistinlilerin suçlu taraf olduğuna dahası terörist olduklarına ikna etmiştir. İsrail bu kez de saldırgan bir şekilde insan öldürdü ve tıpkı daha önce yaptığı gibi yine kendisini mağdur olarak sundu. Ancak dünyanın olan biten hakkında gerçek resmi anlamaya başladığını düşünüyorum. İsrail patolojisinin bir diğer unsuru, azami güç kullanmaktır. Bu esasen zayıflık ve güvensizlik semptomudur. Güç kullanma bağımlılığının ülkeye zarar verdiğini bazı İsraillilerin artık fark etmeye başladıklarını düşünüyorum. Bu baskının Filistinlilere hizmet edeceğini söylediniz. Somut sonuçlarının işaretlerini görüyor musunuz? İsrail bu baskının acısını uzun vade'de çekecektir. İsrail, cezadan muaf kalarak kanunları çiğneyeceğine inanıyor uzun zamandır. İşte bu değişiyor. İsrail uzun zaman boyunca dünyanın sağlam desteğini aldı özellikle de Avrupa ve Amerika'nın desteğini. Ancak bu durum değişiyor ve bu gibi olaylar yüzünden daha da hızlı değişecek. Filistinlilerin haklı davalarına hizmet edecek. İnsanlar, Filistinlilerin bu olaya doğrudan karışmadıklarını ama İsrail'in kalkıp ille de insanları öldürdüğünü görebilirler. Netanyahu hükümetinin ve temsil ettiği şeyin gerçek doğasını gösterir bu. Gazze ablukası sizce kaldırılacak mı? Sadece Filistinlilere yardım etme yönünde değil İsrail'i kendisinden kurtarma yönünde de teşebbüsler var artık. Bazı çevrelerde bunun bir daha tekerrür etmemesi için çabalar sarfediliyor ve bu esnada İsrail'in güvenlik paranoyası teskin edilmeye çalışılıyor. Avrupa Birliği'nin gemileri ve sınırları denetleyecek bir tür uluslararası mekanizma önereceği söyleniyor. İşe yarar mı bu? Gazze ablukasının kaldırılması çabası içerisinde Avrupa'nın dahlini memnuniyetle karşılıyorum. Fakat Avrupa, İsrail güvenliğinin temsilcisi gibi hareket edecekse kabul edilebilir bir şey değildir bu. Gazze'ye tüm giriş ve çıkış noktalarından insan ve mal hareketinin serbestçe yapılması gerekiyor. Mısır'ın Refah sınır kapısını açması, ablukanın kalkması doğrultusunda bir adım mıdır? Mısırlılar dünyadaki herkes gibi olaydan etkilendiler ve Filistinlilerle dayanışmalarını göstermek istediler. Mısır yönetimi de İsraille gerilime yol açmadan birşeyler göstermek istedi. Tam şu an sınırlı bir açılış bu ve kapının 2006 öncesinde olduğu gibi bütünüyle açık olmasını istiyoruz. Bazı İsrailliler, İsrail'in Gazze sınırlarını tamamen kapatmasını ve yalnızca Refah kapısının açık olmasını öneriyorlar. Bu ciddi bir öneri mi sizce? Gazze'yi Mısır'a itmek, İsrail Batı Şeria'dan daha fazla toprak alsın ve gerisini Ürdün'e bıraksın diyen o eski siyonizm programıdır. Buna karşı çok dikkatli olmalıyız. Biz tek bir ulusuz ve Batı Şeria'ya erişim hakkımız var; aynı şekilde Batı Şeria'nın Gazze'ye erişim hakkı var. Geçen haftaki baskının üzerindeki etkisi nedir? Hamas Hamas'ın sadece Gazze'nin kontrol ve idaresiyle ilgilenmekle kalmayıp bölgede stratejik bir ortak olmaya hazırlıklı olduğunu ispatlayacağı bir meydan okumadır. İsrail, Gazze'de insani kriz olmadığını söylüyor. Buna ne anlam veriyorsunuz? Her İsrailliyi buraya gelip mülteci kampında yaşamaya, babasının iş bulamadığını ve ailesine bakamadığını görmeye davet ediyorum. Ben de bu arada Tel Aviv'e gideceğim. Netanyahu buradaki şartları beğenirse, buraya gelip kalabilir. Gazze ablukasının kısa vadede hafifletileceğinden emin misiniz? Muhtemel olduğunu düşünüyorum. Dünyada, İsrail'in denizdeki baskını yüzünden arbede yaşandı ve bu baskının nihâi gâyesi, Gazze'deki insâni krizdir. Gelecekte benzer trajedileri önlemenin yolu, Gazze'deki insâni krize son vermektir. Bu ise ancak ablukanın kaldırılmasıyla ve Filistinlilere özgürlük ve haysiyet içinde kendilerine bakma sorumluluğu için bir şans vermekle olur. Kaynak: Bitterlemons Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı Türkiye’nin dünyada artan etkisi - Elçin Halitbeyli (ŞARK) - Türkiye, dünyanın politika kulvarında kendi iradesini sergilemeye başladı. Son dönemlerde Ankara, aktifliği ile dikkat çekiyor. Türkiye'nin hem bölgesel hem de uluslararası politikadaki faaliyeti açık bir şekilde seçiliyor. Bu faaliyet, Ankara'nın uluslararası camiadaki etkisini ciddi bir şekilde artırmaya başladı. Bazı etkin devletler bile, Türkiye'nin tutumu ve millî çıkarlarıyla hesaplaşmak zorunda kaldı. Şimdi Türkiye'nin tutumuna, eskisinden daha hassas yaklaşılıyor. Bu ise Türkiye'nin, dünyanın yönetilmesi konusunda başlıca söz sahiplerinden biri hâline geldiğini gösteriyor. Ankara son yıllara kadar, uluslararası politika kulvarında daha titiz ve çekingen bir politika yürütüyordu. Önemli uluslararası sorunların çözüm sürecine müdahale etme konusunda tereddüt ediyordu. Bu nedenle Türkiye'nin uluslararası konumunun o kadar da büyük önemi yoktu. Tabii ki Türkiye'nin böyle titiz davranmasının belirli nedenleri vardı. Ankara, uluslararası müttefikleriyle siyasi ortaklık prensiplerine her zaman sadık kalmak istiyordu ve müttefiklerinin de kendisine sadık kalmalarını bekliyordu. Ancak stratejik müttefikleri, özellikle de ABD, sadece kendi çıkarlarını ön plana çekiyordu. Yani ABD ve Batı, Türkiye'nin siyasi ortaklık prensiplerine aşırı sadakatini suiistimal ediyordu. Bu nedenle Ankara, Türkiye'nin millî çıkarlarını sağlamak için bazı adımlar atmalı ve manevralar yapmalıydı. İşin ilginç yanı şu ki, Ankara'nın ABD ve Batı'ya ilk sert tepkisi, Türkiye-Ermenistan sınırının açılmasıyla ilgiliydi. Türkiye, Ermenistan sınırının açılması için tüm olası fedakarlıkları yaptı. Ancak sınırın açılmasına yönelik siyasi projenin başlıca mimarları olan ABD ve AB, konuyla ilgili Ankara'ya karşı samimi olmayan bir tutum sergiliyorlardı. Bütün bunların bir sonu olmalıydı. Ankara'nın nihayet, ABD-AB ikilisinin davranışlarını protesto ederek direnmesi, her şeyin yoluna girmesini sağladı. Ermenistan, Türkiye'nin şartlarını yerine getirmeyerek Ankara için yeni imkânlar sağladı. Ankara, "ya işgal altındaki toprakları boşaltırsınız ya da sınırın açılması konusu önemini kaybeder" şartını o kadar sert bir şekilde dile getirdi ki Ermenistan'ın çok güvendiği ABD ve AB bile, Türkiye'ye karşı çıkmaya cesaret edemedi. Ankara böylece, Ermenistan'ın nazıyla oynamak gibi bir niyetinin olmadığını bir kez daha gösterdi. Ayrıca Türkiye, Ermenistan'ın bağımlı olduğu ülkelerle de ilişkilerini geliştiriyor. Örneğin Rusya ile Türkiye, birçok alanda aktif bir şekilde iş birliği yapıyor. Türkiye, aynı politikayı İran'a karşı da başarılı bir şekilde uyguluyor. Son dönemlerde Türkiye'nin ABD ve AB ile ilişkileri de yeni bir aşamaya girdi. Bu iki süper güç, Türkiye'ye eskisi gibi baskı yapmanın mümkün olmadığını anladığından, Ankara ile farklı bir biçimde ilişki kurmayı tercih ediyor. Son dönemlerde hem bölgede hem de dünyada etkisi artan Türkiye'nin tutumu, kısa bir süre içerisinde Dağlık Karabağ ihtilafının çözüm sürecinde de hissedilebilir. Bu nedenle durumun ve zamanın Ermenistan'a karşı olduğu konusunda hiçbir şüphe yok. (BYEGM) Türkiye İsrail’den hesap soruyor – İrfan Hüseyin (Dawn) - Özgürlük filosunu Gazze'ye ulaşmaktan alıkoymak için yaptığı beceriksiz girişim başarısızlığa uğrayınca İsrail için zemin kaydı. İsrail bu birinci sınıf halkla ilişkiler felaketinin sonuçlarından kaçmaya uğraşırken Mavi Marmara'ya İsrail komandolarının yaptığı ölümcül baskının artçı sarsıntıları bütün dünyada devam ediyor. Olayın burada, yani İngiltere'de ve bütün dünyada olağanüstü negatif yansımalarına bakarsak bu günlerde yabancı bir başkente görev yapan bir İsrail diplomatı olmak kesinlikle şükredilecek bir iş değil. Fakat sert tartışmalardan sonra ortaya çıkan BM Güvenlik Konseyi kararını okuduğumuzda, İsrail'in hâlâ Washington'da güçlü dostları olduğunu görüyoruz. Sulandırılmış metin Amerika'nın, Türkiye tarafından sunulan orijinal karar taslağındaki çok sert ifadelerden müttefiki İsrail'i koruma endişesini yansıtıyor. Ne var ki ABD'nin vetosunu kullanmaması, geçmişte tanık olduklarımıza nazaran İsrail'e karşı daha ölçülü bir tavrı yansıtıyor. Liberal kamuoyu –İsrail'deki küçük bir azınlık olsalar da- Gazze ablukasını ve gemiye saldırının insanlık dışılığını kabul ediyor. Bugün Ha'aretz gazetesi silahsız barış gönüllülerini taşıyan bir gemiye saldırıyı kınıyor ve buna neden olan dar görüşlü politikayı kıyasıya eleştiriyor. Fakat Jerusalem Post, Gazze'nin kuşatılmasını ve İsrail'in açık denizlerdeki bir gemiye indirme yapması hakkını savunarak şovenist siyonistlerin savunucusu imajını teyit ediyor. Anat Ladipat-Firilla "Türkiye-İsrail İlişkileri Batarken" başlıklı yazısında, Türkiye'nin kendisini bölgesel bir güç ve Sünni Müslüman ülkelerin lideri olarak konumlandırdığını ileri sürüyor. Yazara göre Türk dış politikasındaki bu değişiklik, iktidardaki AK Partinin ideolojisiyle örtüşüyor. Yazar ayrıca Türkiye'nin İsrail'i gayrimeşru göstererek Müslüman dünyasındaki duruşunu da sağlamlaştırdığını iddia ediyor. İsrail geçen yılın başlarında 1400 Filistinlinin ölümüyle sonuçlanan Gazze saldırısına başladığından bu yana Türkiye'nin İsrail ile ilişkilerini azalttığı doğrudur. Ortak askerî tatbikatların iptal edilmesi ilişkilerdeki bozulmayı simgeler, şimdi ise bir enerji anlaşması tehdit altında. Fakat İsrail'in Heron casus uçaklarından ithal etmek üzere verilen 180 milyon dolarlık sipariş hâlâ geçerlidir. İsrail için ilişkilerdeki bu bozulma felaket olacaktır çünkü Türkiye ile yakın askerî ilişkiler İsrail'in stratejik menfaatleri için çok önemlidir. Türkiye İsrail ile Suriye arasında aktif bir ara bulucudur ve İsrail silahları için önemli bir pazardır. İsrail hava gücünün pilotları düzenli olarak Türk hava sahasında eğitim görürler ve iki ülkenin silahlı kuvvetleri uzun bir zamandır birlikte tatbikatlar yapıyorlar. Türkiye'nin şimdiki öfkesinin sebebi İsrail'in Mavi Marmara'nın bir Türk gemisi olduğunu ve içinde çok sayıda Türk bulunduğunu önemsememesidir. Gemi sefere çıkmadan önce erzakların yalnızca insani yardım malzemesinden oluşmasını temin etmek üzere bir Türk limanında arandı. İnsani yardımı organize eden örgüt İHH adlı çok tanınan bir Türk örgütüdür. Dolayısıyla filo Ankara'nın izin ve teşvikiyle yola çıktı. İsrail için dost bir ülkenin vatandaşlarına bu kadar barbarca davranmak Netanyahu hükûmetinin gizlice yıkılmasını sağlamak için yapılmış olmalıdır. ABD'deki hayli etkili lobisi yüzünden Filistinlilere yaptığı zulümlerin İsrail'in yanına kâr kaldığı yolundaki genel algılamaya rağmen gerçek, biraz daha farklıdır. Başkan Obama'nın Batı Şeria ve Kudüs'te yerleşim yeri açma politikasını durdurması için Tel Aviv'e baskı yapmaya çalışmasından sonra kendi partilileri dâhil çok sayıda Kongre üyesi kasım ayında yapılacak seçimlere işaret ederek Obama'yı bu konuda geri adım atmaya ikna ettiler. En azından şimdilik bu taktikler işe yaramış görünüyor. Fakat üst düzey bir Amerikalı general Kongrenin bir komitesinde yaptığı konuşmada, "İsrail'e sorgusuz sualsiz verilen destek, ABD askerlerinin canlarını tehlikeye atıyor." dedi. Washington'un müttefikine sıkı sıkıya bağlı olmasına rağmen, daha eleştirel bir yaklaşım isteyen çok önemli şahsiyetler var. Kasım seçimleri geride kaldıktan sonra Obama Netanyahu'ya baskı uygulama vaadini yerine getirebilir. Haberlere göre Obama, İsrail ablukasından dolayı Gazzeli Filistinlilerin yaşadığı feci duruma üzülmüş ve öfkelenmiş. Nihayetinde uluslararası ilişkilerde kalıcı dost veya düşmanlar olmaz, kalıcı menfaatler olur. İsrail şu ana kadar Yahudi soykırımı yüzünden Batılıların duyduğu suçluluk ve sempati hislerini ve Orta Doğu'nun tek demokrasisi olduğu gerçeğini kullandı. Tabii ki halkının çalışkanlığı, bunu bir başarı hikâyesine dönüştürdü. Ne var ki Filistinlilerin gösterdiği direnişe rağmen İsrail, işgal edilmiş toprakların yularını sıkarken dünya da periyodik olarak kopan sonsuz feryatlardan yoruldu. Kendi ayağına kurşun sıkmanın bu son örneğinden sonra İsrail'in Avrupa'daki dostları bile saldırıyı kınadı ve bağımsız bir soruşturma yapılması çağrısında bulundu. Fakat belli bir zaman sonra her şey bir sonraki patlamaya kadar sessizliğe bürünecek. Öte yandan Türkiye'nin öfkesi, bunu, bir İsrail aleyhtarı hikâyeye çevirdi. Başbakan Tayyip Erdoğan komanda baskınını devlet terörizmi olarak kınadı ve Türk Dışişleri Bakanı BM'de yaptığı konuşmada, İsrail'in davranışlarının "devletle terörizm arasındaki sınırı bulanıklaştırdığını" belirtti. Ben bunları yazarken iki insani yardım gemisi daha Gazze'ye doğru yola çıktı. Jerusalem Post gazetesine göre Özgürlük Filosu nasıl karşılanmışsa onlar da öyle karşılanacak. Ne yazık ki İsrailli liderler kendi tarihinden de ders almıyor. Temmuz 1947'de Exodus adlı gemi Fransa'dan yola çıktı, içinde bir Yahudi toplama kampından sağ olarak kurtulmuş ve Filistin'e yönelik İngilizlerin uyguladığı ablukayı delmek isteyen insanlar vardı. Exodus uluslararası sularda ilerlerken yolu kesildi ve yolcular Almanya'da siyonist terörist olup olmadıkları tespit edilene kadar alıkonuldu. Yolculardan birçoğu İngiliz askerlerine karşı sopalarla ve ne bulurlarsa onunla direndiler. Korgeneral Gregson, çok feci dayak yemelerine rağmen silah kullanma arzularına boyun eğmedikleri için adamlarının iradesiyle övünürken şöyle yazar: "Şu akıldan çıkarılmamalıdır: Yahudilerin davranışlarına rehber olan ilke, dünya basınının sempatisini kazanmaktır." İsrail kendisini külhanbeyi olarak takdim ediyor fakat "özür" dileme ve o kadar gereksiz yere neden olduğu hasarı azaltmak için uğraşma yeteneğinden yoksun. (BYEGM) Türkiye’nin yeni özgüveni - Susanne Landwehr (Berliner Zeitung) -Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Bölgede Başarılı Bir Şekilde Ara Buluculuk YapıyorlarTürkiye'nin Dışişleri Bakanı Davutoğlu, İsrail'in düzenlediği ve 9 Türk vatandaşını öldürdüğü saldırının sonuçsuz kalamayacağını söylüyor. Türkiye, olayın araştırılması için kendisinin de bir temsilci göndereceği uluslararası bir komisyonun kurulmasını talep ediyor. Türkiye son yıllarda bölgede önemli bir aktör haline geldi. Bunda katkısı büyük olan Dışişleri Bakanı Davutoğlu, daha önceleri Başbakanın danışmanlığını yapıyordu ve Türk dış siyasetinin yönünü etkiliyordu. "Transatlantic Academy" adlı kuruluşun hazırladığı ve önümüzdeki günlerde Berlin'de tanıtılacak olan bilimsel bir araştırmada, Türk dış siyasetinin dönüşümü anlatılıyor. Hükûmet, Turgut Özal ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in başlattığı çizgiyi devam ettiriyor ve Ermenistan, Yunanistan ve İran gibi ülkelerle temasa geçiyor. Bu şekilde Türkiye, bölgede ara buluculuk ve bölgesel liderlik girişimlerinde bulunuyor. Türkiye'nin son yıllarda özellikle Suriye, İran ve Rusya gibi ülkelerle iyi ilişkiler yürüttüğü dikkat çekiyor. Türk diplomatları 2 yıl önce Suriye ile İsrail arasında başarılı bir şekilde ara buluculuk yapmışlardı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de Boşnaklar ile Sırpların bir araya gelmelerini sağlamış ve Ermenistan ile yakınlaşmıştı. Buna rağmen Ermenistan ile Türkiye arasındaki diplomatik ilişkiler Dağlık Karabağ sorunu nedeniyle henüz başlatılamadı. İstanbul'da yaşayan siyaset bilimcisi Soli Özel, Türkiye'nin, istikrarlı bir yakın çevre arzuladığını vurguluyor. Ülke ekonomisinin gelişmesi demokratikleşmeyi de sağlıyor. (BYEGM) Erdoğan, bebek ve Türk rejiminin gerçek doğası - Alain Frachon (Le Monde) - Çocuk, 5 Haziran 2010 Cumartesi günü Gazze Şeridi'nin güneyinde doğdu. Filistinli bir çift olan anne ve babası çocuğa "Erdoğan" adını verdi, Türk Başbakanın soyadını. İran rejiminin silahlı kolu olan Devrim Muhafızları aynı gün, gecikmiş ancak çok çarpıcı bir açıklama yaptı: Gazze ablukasını kırmakta kararlı olan "insani yardım filolarına" refakat etmek istiyorlar. Bu iki bilgi arasında ortak olan nedir? Elbette bu bilgiler İsrail komandolarının Türk gemisi Mavi Marmara'ya yönelik trajik saldırısıyla ilgili. İlki –Bebek Erdoğan'a uzun ömürler diliyoruz– Türkiye'nin ve Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Arap toplumunda ve özellikle Filistin halkı arasında nüfuzunun arttığını gösteriyor. İkincisi ise İranlıların, Gazze'deki Filistinlilerle gecikmiş dayanışması. Bu durum şu soruyu akıllara getiriyor: Orta Doğu'da liderlik için Ankara ile Tahran arasında bir rekabet mi yaşanıyor? İki ülke arasındaki iyi, hatta çok iyi komşuluk ilişkilerinin ötesinde Mahmut Ahmedinejat ile Recep Tayyip Erdoğan dünyanın bu bölgesinde rakipler mi acaba? Kötümserler, bu sorunun cevabının hiçbir önemi olmadığını söylüyor. Erdoğan'ın partisi AK Partiyi, Adalet ve Kalkınma Partisini kılık değiştirmiş bir İslamcı parti olarak kabul ediyorlar. Ne kadar "muhafazakâr İslamcı" olarak nitelendirilse de AK Parti, Refah'ın bölünmesinden doğmuş bir parti. Hatta Refah zaten kökenlerini gizlemiyordu: Parti, Orta Doğu'da İslamcılığın dölyatağı olan Mısırlı Müslüman Kardeşler'in ideolojisinden esinleniyordu. Kötümserler bir de AK Partinin son on yılda kaydettiği yükselişinin Türkiye'nin hızla İslamlaşmasına bağlı olduğunu, kısacası Kemal Atatürk'ün mirasının gerilediği anlamına geldiğini söyleyeceklerdir. AK Parnin Filistinli Hamas ile temasta olduğunu gözlemliyorlar. Erdoğan'ın gittikçe daha militan kelimelere başvurduğuna dikkati çekiyorlar: Bir yandan (İsrailliler için) katliam yapanlar, diğer taraftan (Filistinliler için) şehitler ifadelerini kullanıyor. Yani Ankara veya Tahran'da aslında benzer bir radikalcilik mi söz konusu, esasında aralarında az bir fark mı var? Bu hiç de kesin değil. AK Partici rejimin gerçek tabiatı çok daha karmaşık. Ülkede demokrasiyi ilerleten AK Partidir, Kemal Atatürk'ün 1920'li yılların başında kurduğu laik Türkiye değil. Erdoğan'ın 2003 yılında iktidara geldiğinden bu yana basın ve medya çok daha özgür, cezaevlerinde ve karakollarda daha az adam dövülüyor, yargı daha bağımsız hâle geldi, uzun süre zulmedilen Kürtler bir nefes aldılar, seçim kampanyaları daha açık. İnsan hakları savunucuları daha katedilecek çok yol olduğunu söylüyorlar ancak Erdoğan'ın Türkiye'si, Ahmedinejat'ın İran'ının tam tersidir. Biri belki fazla yavaşça– kendisini Avrupa Birliği'ne yakınlaştıran bir hukuk devletine doğru ilerliyor. Diğeri ise Haziran 2009'daki ayaklanmadan bu yana İslamcımilliyetçi bir askerî diktatörlüğe gidiyor. Erdoğan, Avrupa'da savaş sonrası ortaya çıkmış bir Hristiyan demokratın Türkiye'deki Müslüman karşılığı, bir nevi Anadolulu Giulio Andreotti'sidir. Ahmedinejat ise 1930'lu yılların bir faşisti, totaliter bir ideolojiyle hareket eden bir aşırı milliyetçisi gibi, Mussolini'nin Farslı ve zayıf hâli gibidir. Erdoğan'ın ilginç diplomasisi benzersiz bir profili yansıtıyor. Müslüman bir ülke, "Batı'ya" bağlı, NATO üyesi, Afganistan'da Taliban ile savaşan, AB adayı olan, İsrail ile ilişkisini kesmeyen ve Orta Doğu'da bir güç olmayı hedefleyen bir ülkenin profili. AB'de devlet başkanı veya başbakan olanlar, bu ilginç ve önemli komşunun stratejik önemini nasıl görmez? İsrailli bir başbakan için ise Filistin davasını savunanın İran değil, Türkiye olması daha iyi olacaktır. Daha da ileriye gidelim: İsrail'in komşularıyla barış arayışında ihtiyacı olan ara buluculukları yürütmek için elinde en fazla kartı olan, Arap dünyasındaki itibarı artan bu sınıflandırılamaz ülkedir. Hatta İran'a baskı yapmak için bile. Yahudi Devleti'nin bu tip bölgesel arabulucuları eksik. 2010 yılında çok tuhaf bir konumda. Dünyayla daha önce ilişkileri bu kadar kötü olmamıştı. Ben Gurion Havalimanı'nın geliş ve gidiş ekranlarında akla gelecek her yer var. Ancak İsrail, Suriye, Lübnan Hizbullah'ı veya Hamas'lı Filistinliler olan yakın komşularıyla hâlâ çatışma hâlinde. Ayrıca nükleer silah yolunda ilerleyen Ahmedinejat'ın gölgesi unutulmamalı. Erdoğan rejiminin doğası burada devreye giriyor: İslamcı cepheye katılmak üzere olduğunu düşünenler bu rejimi yeni bir düşman olarak görüyor (kötümser bakış açısı). Türkiye'nin hedeflerini daha özentili ve daha barışçıl olarak değerlendirenlere göre ise bir ara bulucu olduğu apaçık (olumlu bakış açısı). Olumlu bir bakış açısına sahip olanlar için ki onlardan biriyim, İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkilerin düzelmesi önemli. İsrail'in ödemesi gereken bir bedel var ve bu çok da büyük sayılmaz: Ankara, Mavi Marmara'da yaşananlarla ilgili bir uluslararası soruşturma başlatılmasını istiyor. Kınama makinası bu kadar seçici olmasaydı, bu argümanı İsraillilere kabul ettirmek daha kolay olurdu, yani İsrailliler bu olayda başkalarından, örneğin bir gemiyi batırarak 49 kişinin ölümüne sebep olan Kuzey Korelilerden, hatta "yanlışlıkla" Afganistanlı köylüleri öldüren Amerikalılardan daha fazla yargılandıklarını hissetmeselerdi. (BYEGM) Türkiye sıkıştığı köşeden çıktı - Dmitri Kosirev (Ria Novosti) - Bazı kimseler yine Türkiye, yine ziyaret diyebilir. Bugün Rusya Başbakanı Vladimir Putin'in Türkiye'yi ziyareti başlıyor. Birbiriyle dost olan Putin ve Türk mevkidaşı Recep Tayyip Erdoğan arasındaki buluşma sayısı 10'u geçti. Bir de devlet başkanları seviyesi var: Dimitri Medvedev kısa süre önce, mayıs ayında, Türkiye'de bulunmuştu. Putin'in şimdiki İstanbul ziyareti ikili ilişkilerle ilgili değil. Putin, 7-9 Haziran tarihlerinde orada düzenlenen Asya'da İş Birliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı'nın (CICA) 3. Zirvesine katılıyor. CICA, Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev'in eseri, yani bir nevi Asyalı AGİT'i kurma çabasıdır. Şimdi AGİT'in dönem başkanlığını yapan Kazakistan, CICA dönem başkanlığını Ankara'ya devretti. Zaten Türkiye bunu çok istiyordu. Erdoğan kabinesinin son dönemde yaptıklarına bakarsak hayret ederiz: Ünlü Tahran inisiyatifi (Brezilya ile birlikte) sonucunda İran gerekli işlemin yapılması için uranyumu Türkiye'ye götürmeye razı oldu (gerçi bu inisiyatifin sonuçları daha belli değil), Ermenistan ile ilişkileri düzenleme çabaları, Kafkasya'da (bölgesel organizasyon veya forum) düzenleme çabası, Afganistan ve Pakistan'ın katılımıyla zirve düzenlemesi, Suriye ile vizesiz rejime geçiş ve Orta Doğu'da diğer faaliyetler. Örneğin, Gazze ablukasını kırma çabasını ele alsak, "yine Türkiye" gündemde, Sırbistan ve Bosna ile daha yakın ilişkiler kurma çabaları, Rusya ile ilişiler ise her yönden mükemmel: Moskova, Türkiye'nin bir numaralı ortağı oldu, Türkiye ise bizim sayemizde bütün boru hatlarının kavşağı oldu. Hem Mavi Akım'a hem Güney Akım'a hem de Güney Akım'ın rakibi durumunda olan Nabucco projesine katılıyor. Türkiye, Afrika'da 16 ve Latin Amerika'da 2 büyükelçilik açtı. Üyeleri çok çeşitli olan CICA (üyeleri arasında Tayland bile var) Ankara'nın inisiyatifleri için uygun bir kurum. Neler oluyor acaba? Ankara bölgenin diplomatik merkezi mi oluyor yoksa? Daha 20 yıl önce NATO üyesi olan Türkiye dünya politikasının tozlu köşesinde, kendi stratejisi ve diplomasisinden yoksun bir ülkeydi. Köhneleşmiş Amerikan düşünürleri Türkiye'yi, Amerikan askerlerini kendi toprakları üzerinden Irak'a geçmesine izin vermedi ve diğer Müslümanlarla yakınlaşıyor diye bugün acımasızca "kemiriyor". Neden yaklaşıyor? Çünkü Fransa ve Almanya 72 milyon Türk'ü AB'ye kabul etmek istemiyor. Bütün bunlar, 20 yıl önceki düşünce tarzıdır. Veya bu "Batı iyi, Doğu kötü, hangisinden yana olacağını seç" şeklinde Avrupa'nın ortaçağ mitolojisinin bir kalıntısı. Oysa Türkiye'nin yaptıkları yarınki günün bir fenomenidir. Kendi disiplinlerine sahip iki bloğun çoktandır ortadan kalktığı bir dünya prototipidir. Bu durumlarda dünyada tamamen yeni aktörler ortaya çıkar, (Çin ve Hindistan gibi) dev ülkeler var ama ikinci sıradaki güçler de var. Her birisi yeni dünyaya kendi yolu olur ve bu yollar her zaman başarılı olmaz. Fakat bu tür aktörlerin sayısı artıyor. Çünkü böyle bir rol ekonomik vb. bakımlardan kârlıdır. Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, ABD'de çıkan Foreign Affairs dergisinde yayımladığı yazıda, Türkiye'nin yeni politikasının neden ABD dâhil bütün ülkeler için faydalı olduğunu açıkladı. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Türkiye ile ilgili değil, ABD'nin ulusal güvenliğinin yeni stratejisiyle ilgili konuşmasında bunu daha iyi açıkladı. Amerikan Bakan, çok kutuplu dünyadan "çok ortaklı" dünyaya geçiş yapılması gereğine inanıyor. İşte Türkiye bu geçişi gerçekleştirmektedir. NATO'da kalmakla birlikte, AB'ye üye olmak istiyor. Bununla birlikte Müslüman komşuları, Rusya, Kafkasya vb. ile daha sıkı dostluk ilişkileri kurmak istiyor. Bağımsız bir siyasi oyun oynamak için nasıl bir ülke olmak gerekiyor? Bence bunun elde edilmesi için bol miktarda hammadde, geniş topraklar veya nükleer silaha sahip olmak gerekmiyor, burada iki etkene gerek var: Medeniyet birikimi ve (Erdoğan gibi) akıllı bir lidere. Türkiye, kozmopolitlik ruhunu koruyan bir mini imparatorluk konumunda. İki yüz yıl boyunca Rus-Türk savaşlarının yapıldığını bilen Ruslar bundan pek de bahsetmek istemiyor ama biz Bâb-ı Âli ile savaştık. Bâb-ı Âli az da olsa bir yandan Balkanlar'daki Hristiyanları eziyordu, diğer yandan da ilgi çekiyordu. Şu husus bazı kimselerin hoşuna gitmeyebilir: Türkiye, 1453'te yendiği Bizans'ın kalıntılarından mimarlık, halk oyunları veya mutfak kültürü olsun, çok şeyi benimsedi. Bugün, ABD gibi mini bir dünya olmak onun için güç kaynağıdır. (BYEGM) Türkiye’yi sadece Türkiye yönlendirir Emin Kamuriye (En Nehar) - Ankara, İsrail'in Mavi Marmara gemisinde estirdiği rüzgârı, kendi Orta Doğu siyasetinde ilerleyen gemisini yürütmek için kullandı ve Başbakan Tayyip Erdoğan yeni Arap şövalye olarak görüldü. Türklerin gelecekteki rolü ve bölgedeki hareketlerinin nedeni hakkındaki sorular çoğaldı. Türklerin bu rolü, Filistin davası için mi, yoksa İran'dan sonra bölgede Araplara kendini kabul ettirmek için mi? Siyasette yaşanan bu son olaylardan sonra Arapların sadece bu konuyu konuşmaları, İran'ın nükleer silahının vizyondan kalkmasına neden oldu. Acaba Türklerin rolü bölgedeki İran'ın rolüne eşit olabilir mi veya rahatsız olanları rahatlatacak bir rol mü sergileyecek? Irak, Filistin ve diğer ülkeler, Türkler ile İranlılar arasında kapışacakları boş bir saha olarak mı kullanılacak? İkisi de bölgedeki Arapların yokluğunu doldurarak liderliği paylaşacaklar mı? Aslında Türkiye, İran'ın bölgedeki bazı hareketlerine (Beyrut ve Gazze'ye girmesi gibi) göz yumdu. Çünkü Ankara'yı İran'ın hesapları değil kendi hesapları yönlendirir. İki seçim arasında kalan Türkiye, ya Orta Doğu'da lider ülke olacak, ya da Avrupa kapısında dilenci rolünde kalacak. Tabii ki o birinci seçeneği seçti. Aynı zamanda İsrail ile arasındaki askerî anlaşmaları yavaş yavaş kaldırması, hâlâ içinde milliyetçilik ve dinî duygular bulunan, Kudüs davasına önem veren milletinin onayını kazandı. Bir başka sebep ise, komşularında ve hemen yanı başında yaşanan olaylar Türkiye'yi ilgilendirir. Çünkü olumsuzluklar onu da etkiler. Uluslararası değişiklikler karşısında ve Irak savaşından sonra bölgede bulunan Türkiye kendini dışlayamaz ve oturup etrafında olanları seyredemez. Bu yüzden kendine ters bir etkisi olmaması için olaylara el atar. Bu nedenlerle Kuzey Irak'a müdahaleleri oldu, Güney Lübnan'da bulunan BM Barış Gücüne (UNIFIL) katıldı, İran ve uluslararası topluluk arasında arabulucu oldu, İsrail ile Suriye arasında arabulucu oldu ve en önemlisi Filistin'de. Çünkü Filistin bütün sorunların anahtarı sayılır. Bundan sonra içerideki hesaplar geliyor. Siyasi seçimler ve ekonomik durum neden hesaplanmasın? Mavi Marmara gemisine yapılan saldırıdan sonra, Erdoğan sevgisi sadece Araplar arasında değil, kendi halkı içinde de arttı. Bu da Türklerin Filistin davasına sevgisinden dolayı ve İran'ın bölgede yayılma hesapları yüzünden. Türkiye ve İran arasında mutabık kaldıkları konular kadar anlaşamadıkları konular da var. Ama anlaşmazlıklarından başkaları faydalanacağı için, bölgedeki gerçekler onları birlik olunmaya davet ediyor. Türkiye bölgedeki teraziyi dengeye getirdi. Daha önce İsrail tarafında olan herkes şimdi İsrail'e karşı çıkıyor ve Filistinliler artık unutulmuyor. Ama Arapların kaybolan rolünden kendileri sorumlu Türkiye değil. (BYEGM) Gazze’nin yeni kahramanları - Silke Mertens (Financial Times Deutschland) "Dayanışma Filosu"na Saldırıldığından Bu Yana Türk Başbakanı Erdoğan, Filistinliler Nezdinde Hiç Olmadığı Kadar SeviliyorTürk Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dan etkilenen baba Mahmud Sorob, üç oğlunun adını değiştirerek en büyüğüne (26) Tayyip, ortancaya Recep ve 18 aylık küçük oğluna Erdoğan adını verme kararı aldı. Türk Başbakanına hayran olduğunu söyleyen baba, "O bütün Arap liderlerin hepsinden cesur. O, İsrail'e tek başına karşı çıkıyor." diye konuşuyor. Küçük oğlunun adının Erdoğan'ın Filistinliler için yaptıklarını ebediyen hatırlatacağını söyleyen Sorob, Türkiye'nin Hamas tarafından yönetilen Gazze'deki blokajı kırmak isteyen dayanışma filosu için hiçbir ülkenin yapmadığı kadar destek verdiğini söylüyor. Türk öncü gemisi Mavi Marmara'nın yolcuları bir hafta önce İsrailli askerlerle şiddetli bir çatışma yaşamışlardı. Sekiz Türk ve bir ABD vatandaşı ölmüştü. "Onların kanı bizim kanımız." diyen Sorob, ölen Türkler için Gazze Şeridi'nin güneyindeki sahilde bir taziye çadırı kurmuş. Kendisi ise ailesiyle hemen yanı başında teneke çatılı bir yoksul evinde yaşıyor. Plajda çadır ve şemsiye kiralayarak geçimini temin etmeye çalışan Sorob, İsrail'in blokajı olmasa ve Mısır da buna uymasa yeniden iş bulabileceğini, fabrikaların çalışacağını söylüyor. Sorob artık yeniden umut besliyor. O, şimdi herkesin gözleri Gazze'deki sefalete çevrildiği için Erdoğan'ın başarılı olacağından emin. Daha çok gemi gelecek ve Ankara'dan İsrail'e daha çok eleştiri yağacak. Orta Doğu'nun en büyük cezaevinde birçokları Sorob gibi düşünüyor. Türkler, başlarında Erdoğan'la birlikte Akdeniz'in yoksul, tozlu sahil şeridinin yeni kahramanları. Uzun süre İsrail'in tek Müslüman müttefiki olan Türk devleti, Kudüs'le dostluğa son verdi. Ilımlı İslamcı Erdoğan, Batı'ya sırtını döndü ve Müslüman dünyasına yöneldi. Tam da kendisinin İsrail karşıtı söylemleri ve Hamas'a övgüleri onu özellikle popüler yapıyor. Sorob'un taziye çadırına gelen bir ziyaretçi, "Yiyeceksiz kalmıyoruz. Tünelden, İsviçre'de olduğundan bile çok çikolata kaçak olarak geliyor. Bizim için en kötüsü, buradaki esaret ve her şeyi dilenmek zorunda kalmak." diye konuşuyor. Özgürlük özlemi son dönemde, bir haftadan beri Gazze'nin her yerinde görülen üzerinde beyaz ay-yıldızın olduğu kırmızı bayraklarla yansıtılıyor. Kiminin arabasında, kiminin evinde, kiminin teknesinde... Türk bayrağı artık Gazze'de her yerde. Gazze'nin merkezinde hatıralık satan Abu Dayyah, son 35 yılda geçen hafta olduğu kadar çok Türk bayrağı satmadığını söylüyor. Yeni basılan, Erdoğan'ın resmi bulunan tişörtler de kapışılıyormuş. Hükûmetin daha yeni 500 adet sipariş verdiğini söyleyen Dayyah, "Erdoğan'ı seviyoruz. O, sadece sözle değil icraatlarıyla da bizi destekliyor." diye konuşuyor. Arap medyası daha şimdiden Türk hükûmet Başkanının bizzat Gazze'ye geleceğini yazdı. İsrail için bir kâbus anlamına gelecek olan bu ziyaret, Mahmud Sorob için en büyük olay olurdu. Sorob, "Tabii ki onu davet ederim." diyor. Erdoğan'ın posterinin ve çok sayıda Türk bayrağının bulunduğu çadırıyla Boğaz'dan gelecek ziyaretçiye en iyi şekilde hazırlanmış bulunuyor. "Onun için bir dana bile kurban ederim." diyen çok çocuk sahibi Filistinli, bir sonraki kızının adını "Türkiye" koyacağını söylüyor. (BYEGM) İsrail’in tehditleri korkutmuyor – Başyazı Erdoğan’ı (el Kuds el Arabi) - İsrail hükûmeti, Türkiye'nin Gazze üzerindeki ablukayı kırma konvoylarının korunması için savaş gemileri göndermeye kalkışmasını bir savaş ilanı olarak kabul etti. Ancak açıkça anlaşılıyor ki bu tür tehditler Recep Tayyip Erdoğan'ı, hükûmetini ve Türk halkını korkutmamakta. İsrail'in tehditleri, Araplara ve özellikle önünde korkudan titreyen Arap hükûmetlerine yöneltildiği durumda sonuç getirdi ve getirmeye devam ediyor. Ancak halkın gücüyle beslenen ve güçlü bir demokratik ve ekonomik zemine dayalı olan Türkiye, Arap rejimleri gibi İsrail'in şantajına kolay kolay boyun eğmez. Arap hükûmetleri -özellikle ılımlı olanlarGazze'ye uygulanan ablukanın kaldırılması için milyarlarca dolar topladı ancak ne Gazze'nin yeniden imarı için maddi yardımlarını göndermek ne de Türkiye'nin yaptığı gibi yardım gemileri göndermek gibi herhangi bir pratik adım atmaya cesaret etti. Erdoğan'ın Türkiye'si teslim olmayacak ve beyaz bayrak kaldırmayacak. Çünkü Türkiye, abluka altındaki Gazzelilere sırtını dönmeme taahhüdünde bulundu ve bu abluka kaldırılana kadar çabalarını sürdürecektir. Bu asil tutum, İslami ve insani asaleti gözler önüne sermektedir. Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, dün bir açıklama yaparak İsrail'in uluslararası soruşturmadan kaçması durumunda ilişkilerin normalleşmeyeceğini belirtti. Davutoğlu burada uluslararası hukuk metinlerine ve BM Genel Sekreterinin söz konusu komisyonu oluşturma talebine dayanıyor yani Davutoğlu imkânsızı istemiyor. Davutoğlu'nun bu istekleri, bütün dünyada karşılık bulacak ve İsrail hükûmeti bu isteğe boyun eğmek zorunda kalacaktır. Tıpkı Tel Aviv'deki Türkiye Büyükelçisini küçük düşürme olayında Türk hükûmeti ve halkından kerhen de olsa özür dilemek zorunda kaldığı gibi. Bizi öfkelendiren şey, Türkiye'nin söz konusu isteği, Fransa ve İngiltere Dışişleri Bakanlarından destek görmesine karşın hiçbir Arap ülkesinin (özellikle de Mısır ve Suudi Arabistan) Dışişleri Bakanından destek görmemesidir. Bizi öfkelendiren bir diğer konu da yukarıda adı geçen iki Arap ülkesinin televizyon ve basın araçlarında Türkiye'ye karşı sert medya kampanyalarının başlatılmasıdır. Allah'a şükürler olsun ki Türkiye, Arap adalarını işgal etmiyor ve Şii Acem değildir, aksi takdirde daha önce hiç görülmedik saldırılara tanık olacaktık (İran ile hâlen olup bitenlerin aksine). Türkiye, şehitlerinin kanını unutmayacak ve gemilerinden birinin karşı karşıya kaldığı saldırı konusunda sessiz kalmayacak. Çünkü Türkiye büyük bir bölgesel ülke, yönetimi dürüst ve inançlı, Türk halkı da onur ve saygı konularında yüce bir tarihe sahip. Bütün bu unsurlar (halkımızda demiyorum) birçok liderimizde artık bulunmamaktadır. (BYEGM)