özgür gazze filosuna israil saldırısı

Transkript

özgür gazze filosuna israil saldırısı
DÜBAM
ÖZGÜR GAZZE
FİLOSUNA İSRAİL
SALDIRISI - III
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI -DÜBAM
Genel Yayın Yönetmeni
Akif Emre
Yayın Koordinatörü
Ertuğrul Aydın
Haziran 2010
DÜBAM Yayınları
Küresel İletişim Merkezi
Barbaros Bulvarı, Balmumcu / Beşiktaş
Tel: (0212) 274 80 21 – 274 80 22
www.dunyabulteni.net
Sunuş
İsrail’in Akdeniz’deki korsan eyleminin üzerinden onbeş gün geçti. İsrail, uluslararası sularda
yüzmekteyken baskın düzenlediği gemideki sapan ve sopaları hatta Gazze’ye yardım olarak
gönderilen inşaat araç gereçlerini “güvenlik kuvvetlerinin ele geçirdiği mühimmat” gibi
sergiledi, Gazze ablukasını yarmak isteyen insâni yardım gönüllülerini terörist, Mavi
Marmara’yı da nefret gemisi olarak sunmaya çalıştı ancak dünya halkları, İsrail
propagandasına müşteri olmadı. İsrailliler ise kendi kendilerini kandırmayı ve tebrik etmeyi
sürdürüyorlar.
Mavi Marmara’ya düzenlenen baskın sonrasında (01-15 Haziran 2010 tarihleri arasında)
dünyada ve Türkiye’de yayınlanan makaleleri söz verdiğimiz üzere derlemeye devam ettik ve
ortaya işte bu üçüncü dosya çıktı.
İsrail korsanlığının hukuki ve siyasi sonuçları üzerinde dünyada yapılan tartışma, Ortadoğu’da
İsrail sorunu gibi daha geniş bir başlık içerisinde devam edeceği için derleme çalışmalarımızı
ilgili diğer başlıklar altında yapmayı sürdüreceğiz.
Konuya ilgi duyanlara faydalı olmasını umuyoruz.
Gazze üzerindeki abluka'nın kalkması ve İsrail sorunu olmayan bir dünya ve İslam dünyası
dileğiyle...
Ertuğrul Aydın
DÜBAM
İçindekiler
Erdoğan’a neden ihtiyacımız var? - Muhammed el Kubar ............................................................. 5
Türkiye’nin yaklaşımı karşısında nasıl davransak - Muhammet Sadık Diyap............................... 6
Türkiye'den Arap ülkelerine dersler - Muhammed Bin el Muhtar el Şankiti ................................ 7
Türkiye’nin yeni özgüveni - Jürgen Gottschlich .............................................................................. 9
Erdoğan, İslam dünyası lideri rolünde; Mübarek Refah sınır kapısını açıyor - M. Saadoune ... 10
Mısır çıktı…Türkiye devrede – Emin Kamoriye ........................................................................... 11
Filistinlilerin yeni müsabakası Ankara’dan geçiyor - Antonio Ferrari......................................... 12
Türkiye bölgesel liderlik rolünü çalar mı? - Vefik el Samırrai ..................................................... 13
Yeni Türkler Arapların kapısında - Süleyman el Hitlan ............................................................... 14
Türkiye Filistin’in gerçek savunucusu hâline geldi - Emile Hokayem .......................................... 15
İsrail kendi kendisini tehlikeli bir şekilde izole etme yolunda - Michael Thumann ..................... 17
BM Güvenlik Konseyinden İsrail’i kınama bildirisi - Miki Kato.................................................. 19
İsrail yeni bir Yahudi gettosu haline geliyor – Rami G. Huri ....................................................... 20
Babıâli İsrail’e kapandı - Nadja Bouaricha ................................................................................... 22
Siyasi intihar – Başyazı ................................................................................................................... 23
Türkiye ne yaparsa yapsın İsrail için kötü Hamas için iyi olacak – Zvi Bar’el ............................ 24
İsrail uçuruma gidiyor - Enric Gonzalez ....................................................................................... 25
Katliam…İsrail kendini ablukaya aldı - Mustafa Zeyn................................................................. 26
İsrail’in yenilgisi - Thanasis Tegopulos ......................................................................................... 28
Erdoğan, İsrail’i çıplaklaştırdı - Adnan el Seyyid ......................................................................... 29
Türkiye İsrail’in cezalandırılmasını talep ediyor - Susanne Knaul .............................................. 30
İsrail zorlu bir koalisyonla yüzyüze - Patrick Seale ....................................................................... 32
İsrail’in ölümle sonuçlanan saldırısı kınamalara neden oldu - Isabel Kershner .......................... 34
İsrail ve Türkiye’nin rolü - Tevfik el Medini ................................................................................. 35
Filo soruşturması Türkleri ikna edecek kadar tarafsız olmalı - Catherine Ashton ...................... 36
Eyad Sarraj'la röportaj .................................................................................................................. 37
Türkiye’nin dünyada artan etkisi - Elçin Halitbeyli ...................................................................... 39
Türkiye İsrail’den hesap soruyor – İrfan Hüseyin ........................................................................ 40
Türkiye’nin yeni özgüveni - Susanne Landwehr ........................................................................... 42
Erdoğan, bebek ve Türk rejiminin gerçek doğası - Alain Frachon ............................................... 43
Türkiye sıkıştığı köşeden çıktı - Dmitri Kosirev ............................................................................ 45
Türkiye’yi sadece Türkiye yönlendirir - Emin Kamuriye ............................................................. 47
Gazze’nin yeni kahramanları - Silke Mertens ............................................................................... 48
İsrail’in tehditleri Erdoğan’ı korkutmuyor – Başyazı ................................................................... 49
Erdoğan’a neden ihtiyacımız var? Muhammed el Kubar
(Arap News) - Türkiye, İsrail'in,
uluslararası yasaları ve eylemcilerin
haklarını hiçe sayarak insani yardım
filosuna yaptığı vahşi saldırıyı, eylemcileri
kaçırması, hapsetmesi ve onlara kötü
davranmasını, kişisel eşyalarını çalması ve
nihayetinde sınır dışı etmesini kınayarak
gerçekten de ilgiyi kendi üzerine çekti.
Düzenbaz tekrar saldırdı ve dünya
güçlerinden duyduğumuz tek şey zayıf
açıklamalar ve İsrail lehine alışageldik
bahaneler oldu. Bu çıldırtan dejavunun
ortasında Erdoğan'ın, bizlere İsrail'in insan
haklarını, uluslararası yasaları ve dünyayı
hiçe saydığını gözler önüne seren birçok
eylemini hatırlatan ve İsrail'in masumları
katletmesini kınayan konuşması geldi.
Erdoğan aynı zamanda İsrail'in açık ve
çirkin yalanlarını, barışçıl olsa bile
herhangi bir muhalefetle karşılaştıklarında
gösterdikleri küstahça ve insanlık dışı
barbarlıklarını gözler önüne serdi.
Erdoğan'ın "İsrail karşıtı iğneleyici
söylemleri", gayrimeşru doğuşundan beri
İsrail'in müttefiki olan bir ülkenin liderinin
ağzından çıkan tam anlamıyla haklı
sözlerdi. Bugünkü baş aşağı dünyanın
sorunu, masumlar katledilirken, haksız
savaşlar sürerken ve insanlığa karşı suçlar
işlenirken;
acımasız
gündemleriyle
dünyayı talan eden, kendilerine karşı çıkan
ülkeleri yıkıma uğratan ve kana susamış
takımlarına katılanları veya yaptıklarını
görmezden gelenleri ödüllendiren ABDNATO-İsrail'dir.
Türkiye sırtından bıçaklandı ve bu bütün
"ılımlılara"
ve
küresel
elitlerin
müttefiklerine hiç kimsenin onların (ABDNATO-İsrail) ölümcül pençesine karşı
bağışıklığa sahip olmadığının hatırlattı.
Türkiye'nin bu katliama tepkisi yalnızca
haklı değil aynı zamanda memnuniyet
vericiydi. Erdoğan'ın sözleri sadece
Müslümanlar arasında yankı bulmadı aynı
zamanda İsrail'in işlediği cinayetlerin
yanına kalmasını korkuyla izleyen
dünyadaki bütün insanlar arasında yankı
buldu. Erdoğan bu konuda Hamas veya
İran tarafında olmadı. Erdoğan adalet,
insanlık ve bütün insanların haysiyet ve
özgürlük içerisinde yaşama hakkının
yanında oldu.
Türk Başbakanı yardımseverlerin, işgal
altında acı çekenlerin, abluka altında açlık
çeken çocukların ve bu adil olmayan
savaşta yerlerinden edilenlerin yanında
oldu.
Birçokları sessiz kalıp suç ortaklığı
yapmayı seçerken bu adamın karşı
çıkmaya ve konuşmaya cesareti var. Bunun
için sadece acı ve yıkım getiren statükoya
karşı olan insanlarca sevilen, saygı ve
şükran duyulan bir kişi. Tabii ki kimse
İsrail'in özür dilemesini, cahil insanların ve
zorba savaş diktatörlerinin Erdoğan'ın
prensipli duruşuna övgüde bulunmalarını
beklemiyor. (BYEGM)
Türkiye’nin yaklaşımı karşısında nasıl
davransak - Muhammet Sadık Diyap
(el Arabiya) - Şüphesiz Özgürlük Filosu
krizinde, Türkiye'nin (gerek hükûmetinin
gerek halkının) tutumu ve tavrı onur
vericidir. Çünkü en yüksek ses Türkiye'nin
sesidir ve en çok dökülen kan da Türk
kanıdır.
Türkiye, son yılarda yönünü ve ağırlığını
Arap ve İslam muhitine çevirdi.
Türkiye'nin bu yaklaşımı, bölgedeki
yıllardır çözüm beklenen meselelerin halli
için büyük bir fırsattır veya bir şanstır.
Bunların başında tabii ki Filistin konusu
gelir. Burada sorulması gereken soru, biz
Araplar Türkiye'nin bu yaklaşımını nasıl
karşılayacağız? Yani iyi niyetli ve samimi
olan Türkiye'ye nasıl bir destek vereceğiz?
Yahut bu dostumuzu yanız bırakacak ve
birbirimizle kavgaya devam mı edeceğiz?
Türklerin psikolojik yapısını bilenler, ne
kadar samimi, ciddi ve pratik olduklarını
çok iyi bilir. Türklerin inandıkları şeyin
arkasından gittiklerini ve bu inancı açık ve
net bir şekilde ifade ettiklerini herkes
biliyor. Ancak İsrail bunu anlayamadı ve
bölgedeki ortağını ve dostunu kaybetti.
Bizim bu fırsatı iyi değerlendirmemiz
gerekir. Çünkü bölgede Türkiye ağırlığında
bir ülkenin, bizim ana gündemimizle
ilgilenmesi -Filistin konusu- bizim
açımızdan çok önemli. Ancak her şeyden
önce kendi aramızdaki anlaşmazlıklar ve iç
kavgalarımızı ortadan kaldırmamız gerekir.
Türkiye, bizim için değerli bir dost ve
komşudur. Türkiye Arap ülkeleri için
"güvenilir bir komşudur" diyebiliriz.
Çünkü Türkiye, bizimle aynı tarihî, kültürü
ve siyasî yaklaşımı paylaşıyor, öte yandan
Türkiye'nin bölgede başkaları gibi siyasî
veya ekonomi çıkarı yok .
Özet olarak şunu söyleyebilirim: Türkiye,
Orta Doğu'nun geleceği. Çünkü bölgedeki
konularda dürüst, adil ve aktif bir rol
oynuyor ve bu rol bizim açımızdan takdire
şayandır. (BYEGM)
Türkiye'den Arap ülkelerine dersler Muhammed Bin el Muhtar el Şankiti
(El Cezire) - Arap yönetimleri ve
halklarının, Türkiye-İsrail geriliminin
göstergelerini daha derinden incelemeye ve
bundan, bugünleri ve gelecekleri için
dersler ve ibretler çıkarmaya ihtiyaçları
var. Sırada çıkarılabilecek derslerle ilgili
bir özet var:
İlk olarak Türkiye –Batı'nın kuyruğuna
takılarak geçen uzun yıllardan sonra- İslam
dünyasının
başı
olmanın,
Batı'nın
kuyruğunda olmaktan çok daha iyi ve
onurlu olduğunu anladı. ABD'li strateji
yazarı Graham Fuller, zamanında şöyle
yazmıştı: "Türkiye, Batı ile Doğu arasında
köprü olmak istiyor. Batı ise Türkiye'yi
kendisiyle İslam dünyası arasında bir set
yapmak istiyor."
Türkiye'deki
yabancılaşmış
seçkinler
yıllarca, Batı'ya tutunarak ve İslami
köklerinden kaçarak bu set görevini
üstlendi. Ancak Türkler bu tabiiyet
rolünden artık memnun değil. Akdeniz'de
yaşanan son olayları, kuyruktan başa,
setten köprüye doğru giden bu değişim
bağlamında okumamız gerek.
Bu değişim, bugün Türkiye'yi yöneten
bilinçli siyasi elitin, özellikle de Başbakan
Erdoğan, Cumhurbaşkanı Gül ve Dışişleri
Bakanı Davutoğlu'nun kuşağı sayesinde
oldu. Bu adamlar, Batı ile ilişkilerinde
Türkiye'ye, öz güvenini ve kendine olan
saygısını
yeniden
kazandırdı.
derinliğine dönmesi, geçmişte bizdeki bazı
yüzeysel devrimci rejimlerin yaptıkları gibi
Batı ile ilişkilerin geri plana atılması
üzerine kurulmadı. Aksine Türkiye'nin
değişimi,
Türk
politikasına
denge
getirmeyi amaçlayan bir bakış açısı
çerçevesinde gelişti. Yazarlardan biri
Davutoğlu'nun kişiliğini şöyle nitelemişti:
"Makyavel ve Mevlana'nın bir birleşimi."
Yani adam, Doğu'nun kalbi ile Batı'nın
mantığını bir araya getirmiş ki Filozof
Muhammed İkbal'e göre bu ikisini bir
araya getirmek, İslam aleminin kalkınması
için gerekli bir koşul.
Davutoğlu, Türkiye'nin mesajını, tarihin ve
coğrafyanın diliyle belirledi ve şöyle dedi:
"Türkiye, pek çok bölgesel kimlik taşıyor.
Tarihî ve coğrafi kimliğimize dair bu eşsiz
birleşim bize, çok boyutlu Türk tarihinden
kaynaklı eşsiz bir sorumluluk yüklüyor."
Yeni Türkiye, Batı'da Doğu'nun, Doğu'da
ise Batı'nın temsilcisi olmaya çalışıyor.
Türk yöneticiler, Türkiye'deki Doğulu ve
Batılı yönelimler ve çakışmalar arasındaki
entegrasyonun, ülkeleri için önemli bir güç
ve canlılık kaynağı olduğunun farkında.
Türkiye'nin ticari alışverişinin yarısı AB
ülkeleri ile yapılırken Arap ülkeleri ve İran
ile alışverişi neredeyse çeyreğe ulaşmış
durumda.
Türk liderlerin ülkelerinin konumuna ve
rolüne olan saygıları arttıkça Batı ve
Doğu'dakilerin de saygısını kazandılar.
Son krizde, Batı'nın Türkiye'nin yanında
yer alan tavrı, Türklerin, akan kanlarıyla
ilgili taviz vermez tutumu sayesinde oldu.
Buradan alınacak ders, öz saygının,
diğerlerinin saygısını kazanmanın anahtarı
olduğu.
Türkiye, bazı safların düşündükleri gibi
Batı ile olan bağlarını çözemez, çözmek de
istemez. Zaten bu ne kendinin ne de
Müslüman dünyanın yararına olur. Aksine
Türkler, Batı ile ilişkilerin saygı ve
karşılıklı yarar sağlama üzerine kurulu
olması için çalışıyor. Araplar, Türkiye'nin
konumundaki ve kapasitesindeki bir
ülkenin böylesine olumlu ve hayati bir rolü
üstlenmesine
sevinmeli.
Burada
Türkiye'den çıkarılacak ders, kendi özüne
dönmenin, başkalarına savaş ilan etmek
değil, aksine kendine ve başkalarına saygı
duymayı birleştirmek anlamına geldiği
yönünde olmalı.
İkinci ders ise Türkiye'nin özüne ve İslami
Üçüncü ders ise şu anda Türkiye'nin
Araplara verebileceği en önemli ders ki o
da içerideki demokrasiyi sağduyulu dış
politikayla birleştirmek. Uluslararası Kriz
Grubunun bu yılın başında "Türkiye ve
Orta Doğu... Hırslar ve Bağlar" adlı bir
çalışmasına göre Türkiye-İsrail ilişkileri,
Türk politikacıların kendi ülkelerindeki
kamuoyunun görüşlerine boyun eğdikleri
ölçüde kötüleşiyor.
Türkiye'deki yabancılaşmış seçkinler, 20.
yüzyılın ortalarında; Filistinlilere karşı
İsrail'in yanında durduklarında, Cezayir'in
bağımsızlığına
karşı
Fransa'yı
desteklediklerinde, Araplara karşı İran Şahı
ile ittifak kurduklarında, bütün bunlar
siyasi ve askerî despotizmin acı birer
meyvesinden ve Türkiye'nin çıkarlarına dar
bir noktadan bakmaktan başka bir şey
değildi. Üstelik bütün bu tutumlar, Türk
halkının derin iradesinin samimi bir ifadesi
olmaktan uzaktı.
Bugün ise Türk demokrasisi büyüdü ve
olgunlaşmaya yaklaştı, Türk halkının
duygularını samimi bir şekilde ifade
etmeye başladı. Şimdi, Türkiye'nin bu
onurlandırıcı
davranışlarını
Arap
meselelerinde görmek mümkün.
Aynı şey Arap ülkeleri için de geçerli.
Mısır rejiminin Filistinlileri aç bırakmada
İsrail ile kurduğu ittifak, kardeşlerinin
acılarından ötürü acı çeken Mısır halkının
göğsüne
çöken
despotluğun
acı
meyvesinden başka bir şey değil.
Özetle,
harcanmış
şerefimizi
geri
kazanmak ve zulme uğrayan Filistinli
kardeşlerimize yardım etmek istiyorsak
içerideki despotizme karşı mücadelemizi
yoğunlaştırmaktan başka yapabileceğimiz
bir şey yok. Aksi halde dışarıdan gelen
düşmanı çıplak göğüsle ve zincirli ellerle
karşılamayı sürdüreceğiz.
Yine de şanslıyız ki Türkiye'nin bu
yükselişinden faydalanacak siyasi zekaya
sahip Araplar var. Suriyeli bir yetkili,
Türkiye'nin rolüyle ilgili olarak şunu
söylemişti: "Türkiye var olmasaydı bizim
onu var etmemiz gerekirdi. Türkiye bizim
için önemli çünkü o, Arap devletlerinde
girişimin var olmadığının bir göstergesi."
Ancak şöyle de bir talihsizlik var ki bazı
Arap yöneticiler, Türkiye'nin rolüne
kuşkuyla bakıyor. Bu da her çağda tembel
olan ülkelerin, bir mesajı veya iradesi
olana karşı beslediği hasedi ortaya
koyuyor. Mısırlı bir yetkili, Uluslararası
Kriz Grubuna verdiği demeçte, "Erdoğan,
Gazze ile ilgili açıklamalarında sarhoş gibi
görünüyor." derken Suudi bir yetkili,
Türkiye'nin rolünü ancak İran'ın rolünü bir
köşeye attığı sürece kabul edebileceklerini
belirtiyor. Aynı yetkili, "Türkler, bölgede
yeniden hüküm sürmek istiyor ve bu, bir
Arap olarak benim için tehlikeli." diyor.
Amerikalı yazar Grace Halsell'in ifadesiyle
Batı Hristiyanlığının, İsrail'in köleliğine
(the cult of İsrael) dönüştüğü bir dünyada
Türkiye, İsrail'in çirkin tarafını çırılçıplak
ve tek bir kurşun atmadan vicdanların
önüne serdi. Bugün ise Gazze'deki
ablukayı kaldırmak için muzaffer bir
çabanın önderliğini yapıyor. Türkiye'nin
kendine saygısı, ittifaklarında dengesi ve
samimi bir demokrasisi olmasaydı bunların
hiçbiri
olamazdı.
İşte,
Türkiye'nin
başarısının ardında yatan üç sır bu.
(BYEGM)
Türkiye’nin yeni özgüveni - Jürgen
Gottschlich
(Die
Tageszeitung)-Tüm
Müslüman
Dünyası İçin Türkiye, Lider Bir Aktör
Konumuna GeldiTürkiye'nin Dışişleri Bakanı Ahmet
Davutoğlu, salı günü BM Güvenlik
Konseyinde İsrail'in Gazze'ye giden
yardım gemisine saldırmasını sert bir dille
eleştirdi. Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun
konuşması, Türkiye ve Orta Doğu'daki
televizyon kanallarından canlı yayımlandı.
Her ne kadar ABD'nin baskısı üzerine
İsrail'in üzerine fazla gidilmemiş olsa da
Davutoğlu'nun BM'deki konuşması gayet
başarılıydı.
Başbakan Erdoğan
ise
kendinden gayet emin bir üslupla bölgede
İsrail'in her istediğini yapamayacağını ve
Türkiye'nin sabrının sınırları olduğunu
söyledi.
Son yıllarda Türkiye bölgedeki Müslüman
ülkeler için lider bir aktör konumuna geldi.
Başbakan Erdoğan'ın İsrail'e yönelik
izlediği siyasetten Arapların yanı sıra
Malezyalılar ve Endonezyalılar da
memnuniyet duyuyor. Ankara'nın bu
çıkışını İran'ın da desteklediği biliniyor.
Bunların yanı sıra Türkiye'nin son
zamanlarda İsrail'e yönelik yeni bir siyaset
izlemeye başladığı gözlerden kaçmıyor.
Türkiye NATO ülkesi olarak doğrudan
Hamas ile ilişki içinde olan tek ülkedir.
Her ne kadar yardım konvoyu bir sivil
toplum örgütünün organizasyonu olsa da
hükûmet
bu
girişime
sempatiyle
yaklaşmıştır.
Türkiye bölgesel bir güç olarak
yükselirken
İsrail
ile
ilişkileri
kötüleşmektedir. Son zamanlarda Türkiye
bölgede Suriye, Irak ve Rusya ile vize
konularında ve ekonomik alanlarda yeni
anlaşmalara imza attı.
Başbakan Erdoğan ve AK Parti hükûmeti
artık AB'yi beklemiyor. Görüldüğü gibi
artık Türkiye AB ve hatta ABD'yi hamle
yapmaya zorluyor. Türkiye'nin talebi
üzerine BM Güvenlik Konseyinde acil bir
toplantı gerçekleştirildi ve Cenevre'deki
İnsan Hakları Komisyonu bir araya geldi.
Bu ülke daha kısa bir süre öncesine kadar
sadece birtakım ricalarda bulunabiliyordu.
(BYEGM)
Erdoğan, İslam dünyası lideri rolünde;
Mübarek Refah sınır kapısını açıyor M. Saadoune
(Cezayir / Le Quotidien d'Oran) - Türkiye,
yöneticilerinin Washington'a bağlılığı
nedeniyle eli kolu bağlanmış olan İslam
dünyasının liderliğini ele geçirmekte.
Mübarek ise Refah sınır kapısını açarak bir
utanç yaşamaktan kaçınmaya çalışıyor.
Obama, İsrail'i savunmaya devam ediyor,
dünya kamuoyu ise aptal değil.
Beklendiği üzere Amerikalılar, İsrail'in
uluslararası sularda barış filosuna yaptığı
saldırının açık bir şekilde kınanmasını
engelledi. Güvenlik Konseyinden çıkan
karar, Washington tarafından, İsrail'in
bunu istediği gibi yorumlayabilmesine
yetecek kadar belirsiz kılındı. Böylece,
"uluslararası kriterlere uygun tarafsız,
güvenilir ve şeffaf" soruşturma ifadesinde
"bağımsız" ibaresi yer almıyor. Bu demek
oluyor ki kendi suçları hakkındaki
soruşturmayı İsrail'in kendisi yürütecek.
Güvenlik Konseyi karar metninde, "en az
on kişinin ölmesi ve birçok kişinin
yaralanması ile sonuçlanan eylemler" aşırı
derecede ince bir şekilde kınanıyor.
Ablukanın
kalkması
resmi
olarak
istenmiyor ve sadece "Gazze'ye insani
yardım malzemelerinin ve insanların daha
çok sayıda geçebilmesi ve insani yardımın
tüm bölgeye engelsiz olarak sevkiyatı ve
dağıtımının gerekliliğinden" bahsediliyor.
Belli
ki
Türkiye'nin,
İsraillilere
kenetlenmiş olan ABD karşısında elde
edebileceğinin azamisi bu kadar.
--Sefil Bir Propaganda-Barış filosundan geri dönen ilk gönüllüler
herkesin zaten bildiğini doğruladı: Olanlar;
"uluslararası sularda barış yanlısı bir
heyete" karşı yapılan görülmemiş şiddette
bir saldırıydı. Alman Inge Hoeger, "Hiç
kimse silahlı değildi." açıklamasında
bulundu. Bu da Batı medyasının
düşünmeden kopyaladığı, İsrail'in "gemide
silahlı adamlar bulunduğu" yolundaki sefil
propagandasını tamamen önemsiz kılıyor.
Bilançosu hala belli olmayan İsrail
saldırısı, Batılıları büyüyen bir sıkıntının
içine sokuyor. Yakın Doğu bölgesinde ise
İslam dünyasının liderliğine soyunan
Erdoğan'ın Türkiye'sinin yönetimi altında
bazı hareketler oluşmaya başladı. Tayyip
Erdoğan'ın
tepkisinin
şiddeti
ve
kamuoyları bünyesindeki genel kızgınlık
Hüsnü Mübarek'i de sarstı.
Gazze'ye uygulanan ambargonun ortağı
olan ve kuşatılmış 1.5 milyon Filistinlinin
tek supabı "tünel ticaretine" son verdiren
Mısır Cumhurbaşkanı da ödün vermek
zorunda kaldı. Bir yandan Amerikalıların
gönüllerini yaparken bir yandan da Arap
dünyasının lideri olmak isteyen Mısır,
güçlü Türkiye'nin Yakın Doğu sahnesine
girişini gördü.
--Ilımlı İslamcıların Söyleyecek Sözü Yok"Ilımlı" geçinen Araplar ne söyleyeceğini
bilemiyor. Türkiye Başbakanı bunları
neredeyse açık bir şekilde Filistin'i terk
etmekle suçluyor ve Türkiye'nin Gazze'yi
terk etmeyeceği taahhüdünü vererek
uygulanan "insanlık dışı ablukanın"
kaldırılmasını talep ediyor. Erdoğan,
İsrail'i "Türkiye'nin sabrını zorlamaması"
konusunda uyardı. Türk Başbakan, İsrail'in
cezalandırılmasını istedi. Erdoğan'ın sert
konuşması, Mısır'ı Refah sınır kapısını
"belirsiz bir süreliğine" açmak zorunda
bıraktı. (BYEGM)
Mısır çıktı…Türkiye devrede – Emin
Kamoriye
(En Nehar) - İsrail, kana tutkun ve kansız
yaşayamıyor. Geçmişte bu kötü ve lanetli
huyun pahalı sonuçları olmuyordu ve bu
huyunu keyfi olarak istediği şekilde
uyguluyordu. Temmuz 2006'dan itibaren
döktüğü her damla kan çok pahalı olmaya
başladı. Nitekim ikinci Lübnan savaşının
sonuçlarını soruşturmak için Winograd
Komisyonu
oluşturuldu.
Gazze'deki
"Dökme Kurşun" operasyonu, Goldstone
Raporu'na yol açtı.
İsrail'in dün Gazze'ye giden "özgürlük
filosuna" yönelik kanlı bir aptallık
yapmasının mutlaka pahalı sonuçları
olacaktır. Vuruşunu yaptı ancak tek taşla
iki kuşu vuramadı tam tersine kafasına
binlerce taş yağacaktır. Uluslararası
kartopu, Lahey Mahkemesinin duvarın
yıkılması gerektiğiyle ilgili İsrail'e yönelik
kararıyla ortaya çıktı, Goldstone Raporu ile
büyüyerek dün bir dağ hâline geldi. İsrail,
uluslararası hukukta tanımlanan ve
uluslararası sularda işlenen cinayeti nasıl
açıklayacak? Parlamenterlere ateş açma
olayının,
İsveçlileri,
Norveçlileri,
İrlandalıları ve Fransızları nefsi müdafaa
olduğunu nasıl ikna edecek? Gazze'nin
İsrail'i kuşattığı "vurgusunu" yaparak kimi
ikna edebilecek?
İsrail, bu sorulara uygun cevap bulma
külfetinden ve mahcubiyetinden kurtaracak
birilerini bulabilir. Ancak bundan böyle
Türkiye'yi İsrail'e kim geri getirecek?
İsrail,
İran'ı
uluslararası
yaptırım
giyotininden "kurtardığı" için, Filistin ve
Gazze'yi sevdiği için, Suriye'yi kucakladığı
için "terörist" Erdoğan'ı cezalandırmak
istedi. Ancak İsrail, bu kanlı aptallığı ile
Filistin üzerindeki çekişmede kendisine
karşı Türkiye'den yeni bir düşman yarattı.
Bununla birlikte İsrail bu davranışıyla bu
çekişmeyi, Arap-İsrail çekişmesinden
çıkarıp Orta Doğu-İsrail çekişmesine
çevirdi.
İsrail 30 yıl önce müttefiki olan İran Şahını
kaybetmişti.
Diğer
eski
müttefiki
Türkiye'yi kaybettiğini de dün pratikte
kanıtladı.
Böylece
İsrail
karşıtlığı,
Türkiye'de ordu ve hükûmet arasındaki
ortak unsur oldu. Bilindiği gibi İsrail
ilişkileri, Türk hükûmetiyle ordu arasında
ihtilaf
konusu
oluşturuyordu.
Milliyetçiliğiyle övünen ve Türkçülüğe
sıkı bir şekilde bağlı olan Türk
Genelkurmayı, Türk kanının dökülmesine
izin verir mi?
Geçmişte Orta Doğu'nun en ucundaki iki
devlet (İran ve Türkiye), merkez veya
kuşak ülkeleri olarak adlandırılan ülkelerle
kuşatılan İsrail'in nefes alabileceği
ülkelerdi. Günümüzde bu denklem tersine
çevrildi ve uçtaki ülkeler (Türkiye ve
İsrail) kuşak ülkeler oldu, bazı merkez
ülkeler de İsrail'in nefes alabileceği
ülkelere dönüştü. Kötü niyetli kişiler, Mısır
istihbarat başkanının Tel Aviv'e en son
yaptığı ziyarette İsrailli yetkililerle ele
aldığı en önemli konunun, bu gemilerin
Gazze'ye ulaşmasını engellemek olduğunu
söylüyor. Bundan güdülen amaç, Mısır'ın,
Gazze'yi kuşatan tek ülke olmadığını
göstermek ve "Hayat Damarı" konvoyu
skandalının tekrar yaşanmaması için bu
gemilerin Mısır limanlarına gelmelerini
engellemek.
Türkiye dün bir çatışma halkasına girerken
ne yazık ki Mısır bu çatışma halkasından
çıktı. (BYEGM)
Filistinlilerin
yeni
müsabakası
Ankara’dan geçiyor - Antonio Ferrari
baskılarla bir Müslüman girişimi bir araya
getirme eğilimi gösteriyor.
(Corriere Della Sera) - Filistinlilerin
dünyasında en inanılır ve güvenilir dost
hâline geldi. Arap dünyasının hiç
sevmediği bir Müslüman ülke için hiç bu
kadar
çok
hayranlık
sözleri
kullanılmamıştı. Bu ülke, Recep Tayyip
Erdoğan'ın Türkiye'si ve yaklaşık iki yıldır
bölgede Müslüman isyanının öncüsü hâline
geldi. Önce İsrail'in, Gazze Şeridi'nde
yürüttüğü "Dökme Kurşun" operasyonuna
sert tepki, ardından Davos sahnesinde
Yahudi Devlet Başkanı Şimon Peres'e
suçlamalar, şimdi de uluslararası sularda
İsrailli komandoların saldırısından sonra
kanla biten 10 bin ton insani yardım
taşıyan konvoyun gönderilmesi... 9 ölü, 9
Türk ya da daha doğrusu 8 Türk ve bir
Türk asıllı Amerikalı... Erdoğan sadece
Gazze Şeridi'nde değil, tüm Filistin'de
kahraman kabul ediliyor, dolayısıyla
Filistin Özerk Yönetimi Başkanı Ebu
Mazen'in kendisini Washington'a Barack
Obama'ya sonra da Madrid'e Zapatero'ya
ve Paris'e Sarkozy'ye götürecek ziyaretine
Ankara'dan başlama kararı almış olması
şaşırtıcı değil.
Bir hafta zarfında pek çok şey değişti.
İsrail zor bir durumda... İmajının
iyileştirilmesine ve özellikle ABD başta
olmak üzere dost ülkelerin güvenini telafi
için tutumunu düzeltmeye ihtiyacı var.
Eskiden oldukça kırılgan olan Ebu Mazen,
güvenini tazelemişe benziyor ve Gazze,
"açık hava hapishanesini" (Ürdün Kraliçesi
Rania'nın sözlerini kullanacak olursak)
ortadan kaldırmak için verilen siyasi
savaşta kendisine birçok müttefik buldu ve
İsrail-Filistin ihtilafının bataklığı içine
düşmeyi pek arzulamayan ve uzun
zamandır
güvenlerini
kaybetmiş
durumdaki Araplar da şimdi meydana
inmeye karar verdi. Nitekim Arap Birliği
Genel Sekreteri Amr Musa, bir sonraki
adım için ortamı hazırlayarak Gazze'ye
dolayısıyla da Hamas yönetimine bir
ziyaret gerçekleştireceğini duyurdu. Bir
sonraki adım ise hassas uluslararası
misyonun bitiminde somut bir uzlaşma
önerisiyle bizzat Ebu Mazen'in Gazze
Şeridi'ne geri dönüşü olacak. Bunun bir
dönüm noktasının başlangıcı olup olmadığı
görülecek. Ama en azından iyi niyet geri
geldi. Bu da az bir şey değil. (BYEGM)
Ancak belli bir dönemece işaret eden
unsur, Ebu Mazen'in Türkiye ziyareti,
Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan
ile görüşmesidir. Bu sadece Ankara'nın
desteğini talep etmek anlamına gelmiyor
ve geçmişte olduğu gibi Türkiye'nin ara
buluculuğunu
istemekle
de
sınırlı
kalmıyor. Bugün Türkiye, ara buluculuk
yapmak için birçok zorluk yaşayabilir
çünkü (eski?) stratejik ortağı İsrail ile
ilişkileri kesinlikle krizde. Müsabaka daha
da ileriye gidiyor ve Gazze Şeridi'ne karşı
ambargonun ve engellemenin kaldırılması,
Filistinli iki büyük oluşum arasında yani
Fetih'in
laikleriyle
Hamas'ın
köktendincileri
arasında
uzlaşmanın
sağlanması ve Amerikalı Özel Temsilci
George Mitchell'in sabırla oluşturmakta
olduğu barış sürecinin yeniden lanse
edilmesini elde etmek için uluslararası
Türkiye bölgesel liderlik rolünü çalar
mı? - Vefik el Samırrai
(El Şark'ul Evsat) - 2006 Hartum Arap
zirvesinde Başbakan Erdoğan'ın sözleri
etkili ve hamasiydi, alışılagelmiş hitaplara
yeni bir soluk getirmişti. O tarihten sonra
Türkiye'nin yönelimlerinde pek çok
gelişme oldu. Alışıldığı üzere kalabalıklar
kendi görüşleriyle çelişmediği sürece güçlü
sloganların ve yankılı sözlerin esiri olmaya
devam ederler. Erdoğan'ın aktif politikası,
Filistin-İsrail çatışmasında ve İran'ın
nükleer dosyasında Türkiye'nin bölgesel
çerçevedeki
rolünü
sağlamlaştırmayı
başardı. Türkiye'nin tavrı, Brezilya ile
uranyum takasında yaptığı arabuluculukla
iyice netleşti. Daha sonra da Özgürlük
Konvoyu'yla Türkiye'nin rolünü güçlü bir
şekilde ileriye doğru itti.
Erdoğan, Konvoyla ilgili etkili hitabında,
Türkiye-İsrail
ilişkilerinin
Gazze
saldırısından veya diğer şeylerden fazla
etkilenmediğini ortaya çıkardı. Buna göre
ortak askerî tatbikatlar son olayla birlikte
iptal edilmeden önce zaten yapılacaktı. Şu
bilinen bir gerçek ki, iki taraf arasındaki
askerî ve istihbarat eş güdümü, güçlü
ilişkiler olmadan gerçekleşemez. Bununla
birlikte Türkiye, hamasi hitabı komşusu
Tahran'ın
elinden
almayı
başardı.
Uluslararası
alanda
gerilimin
tırmandırılması, bakışları İran'ın nükleer
dosyasının üzerinden çekmeye ve ona
zaman kazandırmaya yarasa da, bu durum
İran'ı kızdırdı. Türkiye'nin ağırlığıyla
Konvoy, kuşkusuz bazı Arap ülkelerini de
-başta Mısır olmak üzere- rahatsız etti.
Türkiye ile İran arasındaki rekabet pek çok
nedenden dolayı üzerinden öylesine
geçilecek veya üstü örtülecek türden bir
şey değil. Bu nedenlerin bazıları her iki
ülkenin iç durumuna, yaygın inanca,
ekonomik çıkarlara ve hem uluslararası
hem de bölgesel düzeydeki çelişkili
ilişkilerin doğasına bağlı. Ancak Arap
ağırlığının gelişmesiyle birlikte bu iki
devletten birinin bazı istisnalar dışında
Arap sahasına girişi sınırlanacaktır.
Dolayısıyla bu iki ülke arasında gizli bir
anlaşmanın varlığına dair endişe duymaya
gerek yok.
Abdülnasır döneminde Mısır, o dönemde
yaygın olan ulusal bakış açısı sayesinde
Arapların büyük bir bölümünü kendine
çekmeyi başardı. Ancak Türkiye'nin elinde
İslami çerçevede hareket etmekten başka
bir fırsat yok. Bu iş, himaye ve destek
esaslarına göre yapılırsa çoğu Arap
rejiminin çekincelerini kışkırtacak ve
ilişkilerde olumsuz sonuçlara neden
olacaktır ki bu, bölge için yeni zorluklar
anlamına gelir.
Ancak Türkiye'nin
politikası bu yöne doğru kaymayacak
kadar akıllıdır.
Özgürlük Konvoyu'na gelince, gücün
ölçüsüz
bir
biçimde
kullanılması,
uluslararası bir itiraz fırtınasıyla karşılaştı.
Peki ama cesaret veren ve yardım eden
resmî tarafların İsrail'in öncesindeki
tepkilerini
ölçerek
bir
durum
değerlendirmesi yapmaları ve insanların
korumaları
gerekmez
miydi?
Organizasyonu himaye eden tarafın
İsrail'in tepkisini okumakta bu denli
başarısız kaldığı akla sığıyor mu? Yanıt
"Evet" ise o zaman felaket daha da büyük
demektir.
İsrail'in Golan konusundaki ısrarcı tavrı ve
Arapların Hamas ile İran arasındaki
ilişkiden
dolayı
meşru
sayılacak
hassasiyetleri barış yolunda bir gelişme
olmamasının asıl nedenleri. Türkiye, ilgiyi
taktik meseleleriyle sınırlı tutmaktansa bu
dosyalarda olumlu bir ilerleme sağlamada
önemli
bir
rol
üstlenebilir.Laik
yönelimlerdeki kargaşa bölgeyi daha da
karmaşıklaştıran yeni kargaşalara sebep
oluyor ve İran'ın yönelimlerinin lehine
olumsuz baskıyı devam ettirme fırsatı
veriyor ki bu, bölge için en büyük tehdit
unsuru. Belki de konvoya düzenlenen
saldırı sırasında Türkiye'nin güneyinde
askerleri hedef alan saldırı güvenlik
meselelerine yönelik ilgiyi daha da
yoğunlaştırır. Zira pek çok taraf aynı
duruma düşebilir.
Türkiye en fazla öneme sahip bölgelerden
birinde stratejik bir denge noktası. Ondan
beklenen stratejik karar da onun ağırlığı ve
uluslararası
konumuyla
eş
değer.
Uluslararası iradeye boyun eğene kadar
İran üzerindeki baskılar hafifletilmeyecek
ve yöntemleri baş ağrısı yaptığı sürece
Arap ülkelerindeki siyasi hareketlerle iş
yapılmayacak. (BYEGM)
Yeni Türkler Arapların kapısında Süleyman el Hitlan
(el Beyan) - Yakın arkadaşım Dr. Tarık
Yusuf bana şunu söyledi: AK Parti,
Araplarda çağlardır süren Türklere dair
kötü intibaı sadece üç yıl zarfında
değiştirdi. O zaman AK Parti yüz yılardır
süren bu kötü intibaı üç yıl içinde nasıl
değiştirdi?
Bilindiği gibi Arap halkı "duygusal" bir
halktır ve dünyadaki her politikacı, ABD
veya İsrail'e sövse bütün Arap dünyasını
arkasına alabilir. Ancak Türkler, bugün
çok zekice bir politika uyguluyor. Bu
politika, çağlardır süren Arap-Türk
düşmanlığını bitirecek ve bunun sayesinde
Türkler, asırlar sonra Arap dünyasının
kapılarını açabilir. Bu durumdan en çok
fayda
görecek
olan
da
Türkiye
ekonomisidir.
Türkiye'nin, bölgede ve dünyada güçlü bir
ülke olmasından Araplar bir şey kaybetmez
çünkü Arap ulusu -son olaylardan sonrabir Arap siyasî gücünün ortaya çıkacağına
pek ihtimal vermiyor. O zaman niye bazı
insanlar Arap ülkelerinin başkentinde
halkın Türk bayraklarını taşımasına
şüpheyle yaklaşıyor. Türkiye, kimse
istemeden Filistin meselesini üstenme
kararı aldı ve bu tavrı bölgedeki en yakın
dostuyla -İsrail- arasını açtı.
Burada önemli bir gerçek var: o da
Türkiye'nin fiilen değiştiği. Bu değişim,
İslami parti tarafından gerçekleştirildi.
Türkiye yakın bir zamana kadar devasa bir
güç olmasına rağmen, uzun bir kış
uykusudaydı. Ancak bu devasa gücü şimdi
iktidarda olan Parti bu uykudan uyandırdı.
Bu vesileyle Türkiye, Arap ve İslam
dünyasında önemli bir rol oynamaya
başladı.
Türkiye'nin bu yeni rolü, bölgede ve
dünyada yeni bir gücün doğmasını
sağlayacak ve aktif bir şekilde dengeleri
hâle yola koyacaktır. Bu da Türkiye'nin,
bölgedeki ekonomik gücünü müspet
etkileyecektir. Ankara eğer İran sorununu
çözerse -çözeceğinden eminim- bölgede
tek güç hâline gelecek ve bu sayede
bölgede çıkacak herhangi bir sorunda
Türkiye, çözümün ana kapısı olacaktır.
(BYEGM)
Türkiye Filistin’in gerçek savunucusu
hâline geldi - Emile Hokayem
kendi
stratejik
dengeliyordu.
(BAE- The National) -Analizcilerle
tarihçiler dönüp İsrail-Türk ilişkilerinin
çözülüşüne baktıklarında düşüş gösteren
yörüngesinin haritasını çıkarmaları zor
olmayacaktır. Dün Gazze Şeridi'ne giden
filodaki Türk vatandaşlarını da içeren
eylemcilerin öldürülmesi bu hikâyede
İsrail'in Orta Doğu'nun yükselen gücüyle
stratejik bağlarını feda ettiği an olarak özel
bir yere sahip olacak.
Bu fantazi artık yok oldu. Orta Doğu'daki
değişen stratejik manzara, Türkiye'nin yeni
bögesel görünümü ve en önemlisi İsrail'in
Türkiye'yi akıllara durgunluk verecek
şekilde ele alışı oyunu değiştirdi. Türkiye
İran'ın tarihî ve siyasi rakibi olarak kalsa
da İsrail'in varoluşçu ve muhtemelen
abartılı İran korkusunu paylaşmıyor.
Türkiye'nin İran ile yakınlaşması da İsrail'i
kızdırıyor. Yahudi devletin İran takıntısı
stratejik olarak felç olduğu, Türkiye'nin
gayet iyi oynadığı nirengi oyunu
beceremediği anlamına geliyor. Türkiye
aynı şekilde Irak Savaşı sonrasını da ustaca
ele alarak başlangıçta karşı çıktığı bir
saldırıdan fayda sağlayan çok az
oyuncudan biri oldu. Kürt sorununu etkisi
hâle getirdikten ve Iraklı hiziplerin çoğuyla
bağ kurduktan sonra şimdi ekonomik ilişki
kurmaya ve Bağdat'ta dengeli bir hükûmet
sağlanmasına odaklandı. Buna karşılık
İsrail Saddam Hüseyin'in oluşturduğu
tehdide sabitlendi. Ama o yerinden
edildiğinde korkularını ve siyasi dikkatini
İran'a çevirdi. Ankara Şam ile bir zamanlar
kavgalı olan ilişkisini karşılık çıkara
dönüştürmeyi bile becerdi. Tabii ki
Türkiye'nin önce Suriye'yi Kürt ayrılıkçı
hareketine ve Hatay'daki toprak iddialarına
son verip radikal bir dönüşümden geçmeye
mecbur etmesi gerekti. Bu bir kez
gerçekleştikten sonra Türk politikası
Suriye'yi hemen küçük bir ortağa
dönüştürdü. Kendi adına İsrail zayıf Suriye
karşısında askerî hâkimiyetinin rahatlığının
ötesini düşünmekten aciz.
Ölümler,
tekneleri
basan
İsrail
komandolarının aşırı tepkisi, beceriksizliği
ya da daha kötüsü yüzünden olsa da
hikâyenin bu bölümünün, İsrail ve Türk
kurumlarının ve toplumlarının birbirine
bakışı üzerinde sürekli bir etkisi olacak.
İsrail savunma sanayi Türk uçak ve
tanklarını geliştiriyor, füze ve iletişim
teknolojisi satıyordu. İsrail'in Türk
ordusuna uydu erişimi sağlama ve
savunma sistemleri planları vardı. İsrail
diğer bir deyişle Türkiye'nin savunma
modernizasyonu için kilit önemdeydi.
Karşılığında ise İsrail hava kuvvetlerinin,
donanmasının ve ordusunun eğitim
alabileceği bir alan ve NATO'nun en
büyük ikinci ordusuyla ilişki alıyordu.
Savunma iş birliği, İsrail ile Türkiye
arasındaki çoğu gizlice yapılan eğitim ve
ortak tatbikatlara uzanıyordu.
Bir süre için her ikisi de Arapların hâkim
olduğu bir bölgede faaliyet gösteren bu iki
Arap olmayan güç ortak bir komşuluk
anlayışıyla birbirine bağlıydı. Türkiye'nin
üç sorunlu Arap komşusu olan Suriye, Irak
ve İran da İsrail'in en büyük endişeleri.
Türkiye'nin Batı'ya doğru demokratik
yönelimi İsrail'in sözde değerleriyle
örtüşüyordu. İsrailli analizciler Türkiye ile
yakınlaşmanın Suriye, İran ve Saddam
Hüseyin'in Irak'ını, askerî saldırı ihtiyacı
duyarsa İsrail hava kuvvetlerinin erişim
alanı içinde tutacağı spekülasyonunda bile
buluyorlardı. Türkiye ile ittifak İsrail'in
hassas
durumunu
Tek sorun stratejik bakış açılarındaki bu
farklılık değil. İsrail'in filoya saldırısından
sonra Türk vatandaşlarının ölümünden
açıkça İsrail Savunma Kuvvetleri sorumlu
ve elbette Ankara'daki en baş savunucusu
olan Türk ordusunu da kaybetti. Türk
komutanlar İsrail bağını kaybetmek
istemeyebilirler ama hükûmetle daha
önemli başka kavgaları var. İsrail'in
davasını ele
olamayacaktır.
almaları
pek
popüler
Türkler şimdi Arapların ve Türklerin
zihinlerindeki uzun Filistinli şehit listesine
katılan ölülerini gömmekle meşguller.
Filistin ile bu sembolik bağ yakın zamanda
kırılmayacaktır ki bu da İsrail ile bağlarını
koparmaya istekli Türk politikacılar için
değerli bir siyasi avantaj olacak.
İsrail'in Türk politikasının demokratik
doğasına saygısızlığı da bir rol oynadı.
İsrailliler Türkiye Başbakanı Recep Tayyip
Erdoğan'ın Filistin davasına bağlanmasını
siyasi oportünizmden İslam yanlısı
eğilimine kadar birçok şekilde eleştirdi.
Bu, İsrail'in Müslüman kamuoyuna ne
kadar az ayak uydurduğunu gösteriyor.
Onun tavrı, ülkesinde ve İsrail'in, en uygun
barış önerilerine rağmen sadece askerî
hâkimiyet için ilgilendiği bölgede artan
uzlaşıyı yansıtıyor.
İsrail'in tek sorunu Türkiye'nin ortaklığını
kaybetmek değil. Dünkü ölümcül olay
Türkiye'yi Filistin davasının en büyük
savunucusu hâline getirdi. Türk liderler
Arap sokaklarında Filistin'in kendi güçsüz
liderlerinden daha çok güvenilirliğe sahip.
Türkiye ayrıca uluslararası sahnede İran
kadar zehirli. İsraillilerle Filistinliler
arasındaki
görüşmelerin
yeniden
başlamasını isteyecek herhangi bir Arap
lideri, Türkiye'nin İsrail'in BM Güvenlik
Konseyinden
çıkarılması
yönündeki
kampanyası
karşısında
hayatta
kalamayacaktır.
Önümüzdeki günlerde Türkiye hiç
şüphesiz, kapılarındaki güçlü bir devleti
görmezden gelemeyecek olan Avrupalı
ortaklarıyla birlikte geçici üyesi olduğu
BM'de İsrail'in kınanması için diplomatik
bir göreve öncülük edecek. Türkiye, orta
güçler ve bağlantısızlar hareketi arasında
hiçbir Arap devlerinin toplayamayacağı
desteği
toplayacak
bir
konumda.
(BYEGM)
İsrail kendi kendisini tehlikeli bir
şekilde izole etme yolunda - Michael
Thumann
(Die Zeit) --Türkiye İle İlişkiler Bozuldu,
Yakın Müttefikleri Mesafeli Davranıyor.
Ancak İsrail'in Öncelikle Yakın Doğu'da
Güvenilir Dostlara İhtiyacı Var-İsrail bunu kendisine neden yapıyor?
Neden yardımseverlerle, politikacılarla,
Nobel ödüllülerle, yazarlarla, barış
gönüllüleriyle dolu altı eski gemiyle
modern bir medya savaşına girişiyor? Bu
gemilerin medyasal başarısını engellemek
için neden tam da ordusunu gönderiyor?
Olması gereken oldu ve İsrail bu savaşı
dünyanın gözleri önünde kaybetti. Ordusu
yine bir kez daha "abartılı" (Nikolas
Sarkoyz) tepki gösterdi, askerler kontrolü
kaybetti ve sonuç dokuz ölü. Dünyadan
İsrail'e eleştiri yağıyor, BM Güvenlik
Konseyi ülkeye haddini bildirmek için
sözleri ve imkânları tartıyor, Almanya ve
ABD gibi müttefikleri bile mesafeli
duruyorlar. İsrail hükûmeti ve İsraillilerin
çoğu
ise
yanlış
anlaşıldıklarını
düşünüyorlar. Burada yanlış giden nedir?
Batı Şeria'daki yerleşim yerleri, sınır
kontrol noktaları, Gazze Şeridi'nin
nefesinin kesilmesi, Gazze'ye saldırılar,
gün be gün gerçekleşen tacizler,
Filistinlilere İsrail güvenlik personeli
tarafından eziyet ve baskı yapılması gibi
İsrail ve Filistin'in alışagelinmiş endişeler
listesini bir yana bırakalım. İsrail'in şu
sıralar -belki de geri döndürülmeyecek bir
şekilde- neler kaybettiğinden söz edelim.
Türkiye'den, ABD'den ve dünya nezdinde
kaybettiği itibardan söz edelim.
Acı veren kayıplar arasında muhtemelen
Türkiye ile iyi ilişkiler yer alıyor.
Washington'un iki müttefiki en geç 90'lı
yıllardan bu yana sıkı stratejik ilişkilere
sahiptiler.
İsrailli pilotlar
Anadolu
sahalarında tatbikat yapıyor, Türk tankları
İsrail tekniği ile donatılıyor, ordu ortak
manevra yapıyordu. Gazze'den beri
temaslar kopmuş durumda. Dünya
Ekonomi Forumu'nda Başbakan Erdoğan
ile Cumhurbaşkanı Perez birbirlerine
girdiler. Erdoğan bu andan istifade ederek
podyumu dramatik bir şekilde terketti. O
dönemden beri Başbakan, İsrail'in Filistin
politikasını kınamak için hiç bir fırsatı
kaçırmadı.
İsrail de, yıl başında Türk Büyükelçisini
kameralar önünde alçak bir koltuğa
oturtarak rencide etmek suretiyle misilleme
yaptı. Türk gemilerine baskın ve Türk
yardımseverlerin öldürülmesiyle şimdi
ilişkilerin tamamen donmasına neden oldu.
Bu durum İsrail'in aleyhine olacak.
Geçtiğimiz sekiz yıl içinde Türkiye Orta
Doğu'da, Afrika'da ve Asya'da en iyi
şekilde bağlantılarını kurmuş bulunuyor.
İsrail yalnız başında bir köşede kaldı.
Ne yazık ki en iyi müffefiki ABD'de de
İsrail'in patlamaya hazır bölgedeki
politikasından
duyulan
rahatsızlık,
öncelikle ordu nezdinde gitgide artıyor.
Uzun yılların CIA üyesi ve en iyi satan
kitap yazarı Robert Baer, geçen hafta
Katar'da
gerçekleşen
uluslararası
konferansta, çok sayıda ABD askerinin
Afganistan, Körfez ve İrak'taki tehlikeli
misyonları ile İsrail'in Filistin politikası
arasında bağlantı olduğunu düşündüğünü
söyledi. Eski ABD generali David Petraeus
da mart ayında İsrail'in komşularıyla
yaşadığı ihtilafların ABD'nim bölgedeki
çıkarlarını zorladığını dile getirmişti. İsrail
gazetesi Yedioth Ahronot'a inanacak olursa
ABD Başkan Yardımcısı Biden bu
suçlamayı İsrail hükûmetine bizzat yapmış.
Ancak, ABD hükûmetinin İsrail'e eleştirel
desteği bile artık Amerikalıların çoğuna
fazla geliyor. Gitgide daha fazla Amerikalı
İsrail'e desteğin, bu ülkenin Filistinlilere
iyi davranması koşuluna bağlanmasını
talep
ediyorlar.
Özellikle
genç
Amerikalılar İsrail'e hissedilir bir mesafe
koyuyorlar. Gemi saldırısı da bu eğilimi
güçlendiriyor.
Burada Rusya ile yapılacak bir kıyaslama
yardımcı
olabilir:
Bu
ülkenin
Cumhurbaşkanı Putin 10 yıl önce
Çeçenistan savaşı yüzünden oldukça
karalandığı hissine kapılmıştı. Demokratik
yollardan seçilmiş olan ve çok sesli bir
koalisyonun
başında
bulunan
Netanyahu'nun tam bir demokrat olmayan
(Gerhard Schröder) Putin'le eşit görülmesi
mümkün olmasa da paralellikler mevcut:
Rusya da o dönemde yanlış anlaşıldığı
hissine kapılmış ve tanıtım için internet
kampanyaları, büyük konferanslar, reklam
kampanyalarına yüzlerce milyon dolar
harcamıştı. İsrail'de de benzer bir durum
var. Devlet tarafından cesaretlendirilen
blogcular dünya genelindeki tartışmalara
katılıyorlar.
Konferanslarla
açıklık
getirilmek isteniyor. Avrupa ve ABD'deki
İsrail yanlısı enstitüler gemilerdeki
yardımcıların "cihad niyetleri"ne ilişkin
bilgiler yayıyorlar. Bunların bir fazlası
olabilir mi?
Putin, imajının kötü oluşunun dünyada
yapayalnız olmasından kaynakladığını
düşündüğü
Rusya'sının
görüntüsünü
düzeltmek istiyordu. Bunu başaramadı.
Çünkü sorun görüntü değil realiteydi.
Putin, kötü imajla yaşamayı öğrendi. Bu
mümkün.
Çünkü
kimse
Rusya'ya
saldırmak istemiyor, ülke devasa ham
madde resevlerine sahip ve gerçek bir
düşmanı yok.
Ancak İsrail'in ham maddesi yok, hassas
bir bölgede ve çok düşmanı var.
Bu yüzden dünya nezdinde belirli bir
itibara ve birkaç önemli dosta ihtiyacı var.
İsrail'in şunları bir yere not etmesi
gerekiyor: Birincisi: Bir ülke sadece
görüntüyle değil, siyasetini ve yöntemlerini
değiştirirse itibar kazanır. İkincisi: Dost
sahibi
olmak
isteyen,
onları
da
sevindirmelidir.
İsrail
hükûmetinin
Filistinliler karşısında uzlaşmacı bir tutum
sergilemesi ABD'nin İsrail'i desteklemesini
kolaylaştıracaktır. Avrupalılar da benzer
görüştedir. Ancak İsrail için en büyük
zorluk bölgede güvenilir bir dost
bulmaktır. Türkiye ile bu dostluk şimdilik
geride kalmıştır. Bu dostluğun geri
döndürülmez bir şekilde kaybedilip
kaybedilmediği ise İsrail'in ortalık
durulduktan sonra test etmesi gerekecektir.
(BYEGM)
BM Güvenlik Konseyinden
kınama bildirisi - Miki Kato
İsrail’i
(Tokyo Shimbun) - İsrail askerlerinin,
Filistin Özerk Bölgesi Gazze Şeridi'ne
yönelik uluslararası yardım gemisi
konvoyuna ani baskın yapması sonucu çok
sayıda kişi öldü ve çok sayıda kişi
yaralandı. BM Güvenlik Konseyi, 1
Haziranda İsrail'in davranışını kınayan BM
Güvenlik Konseyi Başkanlık bildirisinin
yayımlanmasını oy birliğiyle onayladı.
Gazze'ye giden yardım gemisi konvoyuna
İsrail askerlerinin askerî müdahalesi
uluslararası
sularda
gerçekleşti.
Deklarasyonda, "İsrail askerî operasyonu
sonucunda
meydana
gelen
can
kayıplarından ve yaralanmalardan dolayı
derin üzüntü duyulmaktadır. Bu bağlamda
en az 10 sivilin ölümü ve çok sayıda
kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan bu
eylemleri kınıyoruz." denilerek İsrail
dolaylı olarak eleştirilirken olaydan
etkilenenlerin yakınlarına da başsağlığı
dileğinde bulunuldu.
Ayrıca İsrail'in ele geçirdiği gemilerle
sivillerin derhâl serbest bırakılması, olaya
ilişkin hızlı, adil ve şeffaf bir inceleme
yürütülmesi de istendi.
Müzakerelerde İsrail'in "kınanması" ve
sorunun
inceleme
biçiminin
nasıl
gerçekleştirileceği konusunda, Türkiye ve
ABD'nin ciddi biçimde karşı karşıya
geldiği görüldü. Görüşmeler 13 saat
sürerken BM Güvenlik Konseyi mayıs ayı
dönem başkanlığı, Lübnan'dan Meksika'ya
geçti. Türkiye'nin, İsrail'in geniş kapsamlı
ve sert bir biçimde kınanması ve BM
tarafından belirlenecek bağımsız bir
uluslararası
inceleme
grubunun
oluşturulması talebi karşısında nefsi
müdafaada ısrar eden İsrail'i dikkate alan
ABD'nin, bağımsız inceleme olmaksızın
İsrail'den tam bir inceleme yapmasının
istenmesi gerektiğini belirtmesi ortamı
iyice gerdi.
Sonuç olarak
deklarasyonun "özel
inceleme" belirtilmeksizin çelişkili bir
açıklama olduğu görülüyor. Önce İsrail'in
inceleme
sonuçlarının
alınması,
tamamlanmamış olması hâlinde BM
Güvenlik Konseyinin inceleme talebinde
bulunması biçimde gerçekleştirilmesi
planlanıyorsa da bu sonuç karşısında
Filistin temsilcisi oylama sonrasında,
"Elbette bağımsız incelemenin yapılmasını
istiyoruz. İnceleme sorumluluğu BM Genel
Sekreterindedir." diyerek toplantı salonunu
terk etti.
Olağanüstü toplantı, olayda çok sayıda
sivil vatandaşının etkilendiği Türkiye'nin
talebi üzerine gerçekleştirilmiş olup
toplantıya Türkiye'yi temsilen Dışişleri
Bakanı Davutoğlu katıldı. (BYEGM)
İsrail yeni bir Yahudi gettosu haline
geliyor – Rami G. Huri
(The Daily Star) gazetesinin 2 Haziran
2010 tarihli internet sayfasında, Rami G.
Khouri imzasıyla ve yukarıdaki başlık
altında yer alan yorumun çevirisi şöyledir:
İsrail'in pazartesi günü Gazze'ye giden
insani yardım filosuna saldırısı sonrasında
gelişen
olaylar
üç
düzeyde
değerlendirilebilir ve olayın ele alınması
açısından önemli.
Birincisi, ilk olarak gücü kimin kullandığı;
İsrail'in saldırısı mı sorundu yoksa ölüm ve
yaralanmayla
sonuçlanan
çatışmayı
tetikleyen İsraillilere karşı kendilerini
savunan
Türk
gemisi
Mavi
Marmara'dakiler mi?
İkincisi, iki tarafın eylemlerinin önemli
ahlaki ve hukuki soruları gündeme getiren
siyasi bağlamı. Uzun süredir devam eden
İsrail ablukası ve Gazze halkının
boğulması, İsrail ablukasını kaldırıp Gazze
halkına
temel
insani
malzemeleri
göndermek için Filistinlilerin gösterdiği ve
uluslararası çabalar.
Üçüncü düzey, İsrail'in dünya milletlerinin
arasındaki yeri: Orada yaşamak isteyen
Yahudi halkının anavatanı olarak başarıyla
İsrail'i yaratan bütün modern Siyonist
hareketin nasıl kendini tecrit edilmiş
bulmasıyla ilgili. Zira kendisine, onu diğer
bütün devletleri yöneten hukukun üstüne
koyan ayrıcalıklar atfediyor. İşte herkesin
yıllardır "Siyonizm ırkçılık mıdır?" diye
sormasının nedeni bu.
Üç düzeydeki meseleler uluslararası
medyada ve siyasi forumlarda kapsamlı bir
şekilde tartışıldı. Bana göre en önemlisi,
üçüncü düzey: İsrail ile Siyonizmin ne hale
geldiği
ve
Filistinlilerle
Araplarla
çatışmalarının ötesinde diğer halklar ve
devletlerle ilişkileriyle ilgili zor soru. İsrail
ve Siyonizm, Yahudi halkının barış ve
güvenlik içinde yaşama hakkının soylu
tezahürleri mi? Ya da Siyonizm ile İsrail
kendi ihtiyaçlarına o kadar takıldılar ki
diğer İbrani inançlar gibi Museviliğin de
ana özellikleri olarak görülen etik temelleri
-adalet, şefkat ve bütün insanlık için
eşitlik- göremiyor mu?
Diğer bir deyişle, Siyonizm ve tabii ki
İsrail ile Musevilik, hayatı korumaya
bağlılıktan kuşatma, saldırı, korsanlık ve
cinayetin medyayla haklı gösterildiği bir
hale mi dönüştü?
Bu sorular şimdi dünya çapında soruluyor.
İsrail bu tartışmadan kaçmak ve dikkati
çok daha dar, teknik meselelere çekmek
istiyor. Propaganda makinesini, bir
gemideki
birkaç
yolcunun
İsrail
komandolarını dövmek için nasıl sopa ve
bıçak kullandığıyla ilgili uluslararası
medyadaki tartışmayı yönlendirmek için
kullandı.
Bugünlerde İsrail-Siyonist nakaratı şöyle:
Yahudiler sopa ve bıçak taşıyan çete
tarafından
dövüldü
ve
Yahudiler
kendilerinin bir daha asla çetelerin
saldırısına uğramasına izin vermemeli.
Beyaz Hristiyan Avrupalıların Yahudilere
karşı yüzlerce yıl süren insanlık dışı
pogromlarının,
ırkçılığın
ve
soykırımlarının ardından Yahudilerin
kendilerini savunma mesajı dünya çapında
özel bir ağırlık taşıyor. Ne var ki modern
Yahudilerin kendini savunma hakları;
modern
Siyonistlerle
ve
İsrail'in
Filistinliler ve diğer Araplara karşı
saldırıları, etnik temizlikleri, katliamları,
yolsuzlukları,
kuşatmaları,
toplu
cezalandırmaları, yavaş yavaş açlığa
mahkum
etmesi,
kolonileşmesi
ve
barbarlığıyla gittikçe daha fazla çatışmaya
başladı.
İsrail Siyonizmi, tarihi Museviliğin etik ve
ahlaki temelleriyle gittikçe daha fazla
çelişiyor: Uluslararası hukuk bütün
dünyaya uygulanıyor ama İsrail devleti
kendisine özel bir görmezden gelme ve
baskın çıkıp, Yahudi halkını ve değerlerini
savunma adına açık denizde insani
konvoylara saldırma hakkı tanıyor. Şimdi
Yahudi halkını koruma adına gereken
bütün tedbirleri alma yönündeki bu İsrailSiyonist eğilimi Filistinlilerle Araplarla
çatışmayı aştı ve Türklerin ölümüyle
sonuçlandı. Bu şekilde İsrail uluslararası
hukukun evrenselliği kavramına hakaret
etmiş oldu.
İsrail dünyanın birkaç bıçak ve sopayla
ilgili tartışmaya takılmasını istiyor. Dünya,
İsrail'in bir Yahudi devletin bütün insanlığı
yöneten yasalara ve normlara saygı
gösterip göstermediğiyle ya da sadece
kendi ebedi mağduriyetini histerik, şiddet
dolu ve çoğu zaman ölümcül anlayışına
göre mi davrandığıyla ilgili daha temel
sorunlarla ilgilenmesini istiyor.
İsrail kendi tarihi ve daimi mağduriyetini,
dünyanın herhangi bir yerini, Yahudiliği
koruma adına, sağa sola saldırmak için
serbest atış ve öldürme alanına dönüştürme
hakkı olarak görüyor.
İsrail, dünyadan tecrit edilmiş ve eleştirilen
yeni bir Yahudi gettosu olmaya başladı. Bu
iki kat trajik, zira kendi eserinin sonucu.
Yahudi etiği insanlığı daha yüksek bir
ahlaki kanundan mesul tutuyor. Peki
Yahudi devlet de buna uyuyor mu?
(BYEGM)
Babıâli İsrail’e
Bouaricha
kapandı
-
Nadja
(el Vatan) - "Bu Kanlı Katliamı Şiddetle
Kınıyorum... Bütün İnsani Değerleri
Ayaklar Altına Alan Bu Saygısız ve
Sorumsuz
Saldırı
Mutlaka
Cezalandırılmalı." Dün Türkiye Başbakanı
Recep Tayyip Erdoğan'ın Söylediği Bu
Sözler Ülkesi ve İsrail Arasındaki
Ayrıcalıklı
İlişkilerin
Sonunu
mu
Başlatıyor? Bu Sorunun Cevabı, Gelecekte
Verilecekse de İki "Müttefik Ülke"
Arasındaki İlişkilerin Kötüye Gittiği ve
Hatta İlişkilerin En Kötü Hâline Gelme
Tehlikesi Taşıdığı SöylenebilirErdoğan'ın sözlerinin şiddeti her hâlükârda
ikili anlaşmaların sonunu hazırlıyor.
İsrail'in 2008 yılında Gazze'ye düzenlediği
saldırıdan bu yana zaten gergin olan ikili
ilişkiler, "Özgürlük Filosu'na" düzenlenen
saldırıyla önemli bir dönemece geldi.
Erdoğan dün mecliste yaptığı bir
konuşmada,
uluslararası
topluma
sorumluluklarını hatırlattı ve "İsrail
saldırılarına hayır demeye" çağırdı. Sert bir
dil ve açık bir ifadeyle konuşan Erdoğan,
"bölgedeki barışın açık yarası" olarak
nitelediği İsrail'i yalan uydurmakla suçladı.
Başbakan siyonist devleti, "Bir saldırıya
cevap verdiğinizi söylediniz. Yalan
söylemeyi
bırakın,
yalanlarınızdan
usandık." diyerek ve bıkkınlık anlatan bir
mimik ekleyerek eleştirdi. Erdoğan
tehditlerini dile getirmek için sesini
yükseltti
ve
"Türkiye'nin
dostluğu
değerlidir
ancak
düşmanlığı
daha
şiddetlidir. İsrail Türkiye'nin sabrını
sınamamalı." dedi.
Başbakan, sanki bir buçuk yıl önce Filistin
topraklarına düzenlenen saldırı sırasında
ülkesinin gösterdiği onurlu tutumu teyit
etmek ister gibi, "Şunu bilin ki asla
Gazze'ye sırtımızı dönmeyeceğiz ve onu
hiç terk etmeyeceğiz." dedi. Erdoğan'ın
konuşması geçici bir basit öfke olarak
yorumlanamaz, kuşku yok ki İsrail saldırısı
uzlaşmazlık
içindeki
İsrail-Türkiye
bardağını taşıran damladır. Öte yandan
Türk basını, iki taraflı ilişkilerin kaderinin
tayin edildiği konusunda hemfikir. İsrail
güçlü bir müttefiki kaybetti, Filistin ise
önemli bir destek ve temsilci kazandı.
Hasta adam uyanmış ve hatta Türkiye'ye
yeni bir imaj, Batı dünyasının ve İsrail'in
baskısına tabi bir bölgenin bayrağını
gururla taşıyan lideri imajı verecek kadar
iyileşmiş gibi görünüyor. Arap ülkelerinin
aksine Türkiye, dış politikasını Batılı
güçlerin yönlendirmesinden kurtarmayı
bildi. Türkiye, hayır diyebilen ve kendini
anlatabilen bir ülke olduğunu ispatlıyor.
Kozasından çıkarak kendi kanatlarıyla
uçuyor ve Avrupa'nın kendisini reddetmesi
karşısında
Osmanlı
İmparatorluğu'nu
kurduğu Doğu'ya dönüyor. (BYEGM)
Siyasi intihar – Başyazı
(İran) - İsrailli komandoların geçen
pazartesi günü Gazze'ye insani yardım
taşıyan
filoya
düzenlediği
saldırı,
gözlemcilerin birçoğuna göre İsrail'in
sonuçlarından kurtulamayacağı bir olayın
gerçekleşmesine sebep oldu. Bu olayın
kamuoyu düzeyinde uluslararası boyuttaki
etkileri, pazartesi sabahının ilk saatlerinden
itibaren
olayla
ilgili
haberin
yayımlanmasıyla ortaya çıktı. Ancak siyasi
ve diplomatik sonuçlarının, küresel
yaptırımlar ve İsrail'in iç krizleri
çerçevesinde zaman içerisinde baş
göstermesi
bekleniyor.
Analizcilerin
çoğuna göre, Gazze barış filosuna 31
Mayıs tarihinde düzenlenen saldırı siyonist
rejimin en büyük yanlışıydı. Bu saldırı,
İsraillilerin gözüyle en kötü zamanda
gerçekleştirildi. Haaretz'in belirttiği gibi,
İsrailli
uzmanlar
bu
yanlışı
değerlendirirken birkaç nokta üzerinde
duruyorlar:
1- İlk konu şu ki Netanyahu hükûmeti Tel
Aviv'in Batı ile ilişkilerinin en kötü
döneminde barış filosuna ateş emrini verdi.
O kadar ki Benyamin Netanyahu, Orta
Doğu barış projesiyle ilgili olarak Batı ile
yaşadığı sorunu çözmek için Avrupa ve
ABD'ye gitti. Ancak ABD ziyaretini, söz
konusu saldırı sebebiyle yarıda kesti.
2- İsrail, 189 dünya ülkesinin nükleer
konuyla ilgili ittifakının şokunu henüz
atlatmamıştır. NPT'nin gözden geçirilmesi
toplantısının sonunda alınan kararla Tel
Aviv, nükleer güç gösterisinde yenilgiye
uğrayan taraf durumuna düştü.
3- Siyonist rejim, 750 kişilik Gazze'ye
Özgürlük Filosuna saldırarak birkaç
ülkenin vatandaşlarını aynı anda hedef
aldı. Bu da büyük paralar harcayarak
lobilerinin etki yapması sonucunda son
yıllarda sağladığı birçok dış ilişkisinin bir
günde bozulmasına sebep oldu. Bu
ilişkilerin en hassas bölümü Türkiye ile
ilgilidir. İsrail'in, stratejik ilişki kurduğu
Asya ve Avrupa'nın kesişme noktası olan
tek ülke. Türkiye, 1949 yılında İsrail'i
resmen tanıyan ilk ülkelerden biriydi ve o
günden bu yana laiklerin çabasıyla söz
konusu rejimle sıcak ilişkiler kurdu. Bu
ilişkilerden elde edilen en az şey, birçok
silah ve füzenin Türkiye'ye ihraç edilmesi
ve
İsrailli
yatırımcılarla
işçilerin
Türkiye'ye gönderilmesi oldu.
Ankara şimdi, Erdoğan'ın, İsrail ile ortak
askerî tatbikatları askıya almasından sonra
Tel Aviv'e yaptırım uygulamaya doğru
gidiyor. Geçen pazartesi günü de birkaç
Türk vatandaşının ölümüne yol açan
İsrail'in özgürlük filosuna düzenlediği
saldırının ardından 70 milyon Türk'ün öfke
ateşi Tel Aviv'i hedef aldı. Türkiye, bu
saldırının
düzenlenmesinin
hemen
ardından İsrail'e verilecek cevabı G-20'nin
yarın Seul'da düzenleyeceği konferansa
bıraktı ve aynı anda BM Güvenlik
Konseyine şikâyetini teslim etti. Erdoğan,
dün çabasının ilk sonucunu aldı. BM
Güvenlik Konseyi onun şikâyetini kabul
ederek İsrail'i kınadı. Buna rağmen, Türk
halkı, gururu zedelendiği için şehit düşen
vatandaşlarının
intikamının
alınması
amacıyla başka bir yolu takip ediyor ve bu
yüzden tüm İsrail vatandaşlarının ve
diplomatlarının Türkiye'den sınır dışı
edilmesini istiyor.
Orta Doğu uzmanı gözlemcilerine göre,
Netanyahu hükûmeti bu saldırıyla İsrail
içindeki aşırı destekçilerinin himayesini
kazanmayı amaçlamış olsa bile yaptığı
hesaplamalar olumlu sonuç vermemiştir.
Zira birçok belirti, bu saldırıdan sonra Tel
Aviv için Gazze kuşatması politikasının
sürdürülmesinin imkânsız hâle geldiğini ve
bu saldırıdan gelen darbenin Gazze'de
yaşayan insanların geleceğe olan ümidini
ikiye katladığına işaret etmektedir. Bu
girişim sadece Araplar değil İsrail
Yahudilerinin kendilerini bile Tel Aviv
devlet adamlarıyla yeni mücadeleleri
başlatmaya mecbur etmiştir. O kadar ki
siyonist Haaretz gazetesinin liberal siyasi
yorumcusu Bradley Burston, bu olayın
Netanyahu hükûmetinin düşmesine sebep
olmanın dışında İsrail için Vietnam
meselesi gibi bir sorun yaratabileceğini
yazıyor. (BYEGM)
Türkiye ne yaparsa yapsın İsrail için
kötü Hamas için iyi olacak – Zvi Bar’el
(Haaretz) - Tek Bir Şey Hâlihazırda
Aşikâr: Gazze Filosuna Düzenlenen
Baskın Türkiye-İsrail İlişkilerine Büyük
Bir Darbe İndirdiTürkiye'de, hükûmetten ilgili bakanlar ve
yetkililer, dün sabah, İsrail'in IDF
askerlerinin sivilleri öldürdüğü Gazze
yardım konvoyuna saldırısına Türkiye'nin
resmî
cevabına
dair
seçenekleri
değerlendirmek üzere toplandı.
Türk kaynaklara göre Ankara hükümeti, şu
anda
atabileceği
adımlar
üzerine
düşünüyor. Ancak tek bir şey hâlihazırda
aşikâr: İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkiler
bundan sonraki ilişkilerin niteliğini
etkileyecek şekilde darbe aldı.
Türkiye'nin pek çok seçeneği var ve
bunların hepsi İsrail'i olumsuz etkileyecek.
Bunlardan biri, uluslararası hukuku ihlal
ettiği ve provokasyon olmaksızın Türk
gemilerine saldırdığı gerekçesiyle İsrail'e
dava açabilir. BM Güvenlik Konseyine
acilen toplanması çağrısında bulunabilir ve
Kahire'yi Refah Sınır Kapısı'nı açmaya ve
Hamas hükûmetini resmen tanımaya ikna
etmek
için
Mısır
ile
doğrudan
görüşmelerde bulunabilir.
Türkiye'nin önünde duran çeşitli siyasi ve
diplomatik seçenekler, Türkiye'nin ve
uluslararası destek elde eden ve Mısır'dan
İsrail gibi davranmayıp Gazze için Refah
geçişini açmasını isteyen Hamas'ın işine
yarayacak.
Bu şekilde Hamas, İsrail'in Gazze'ye
uyguladığı yaptırım politikasını kırmayı
umuyor.
Mısır,
Gazze
yardım
konvoyununun
engellenmesine
dâhil
olmak zoruna kalmamayı ve İsrail'in
olanca sorumluluğu üzerine almasını
umuyordu. Ancak Kahire, şimdi kendini
baskı altında hissediyor ve Türkiye ile
diğer Arap ülkelerinin uyguladığı baskıya
pratik cevaplar vermesi gerekeceğini
anlamaya başlıyor.
Hamas'ın Gazze'deki lideri İsmail Haniye,
yardım konvoyu Gazze'ye ulaşamasa da
Gazze'nin
kazanacağı
tahmininde
bulunduğunda İsrail'den daha isabetli bir
öngörüde bulunmuş oldu. Dolayısıyla
Haniye'nin
siyasi
rakipleri
Filistin
Yönetimi Başkanı Mahmut Abbas ve
Başbakanı Selam Feyyad İsrail ile dolaylı
görüşmelerde bulunurken ve ABD iki
tarafı doğrudan görüşmelerde bulunmaya
zorlarken İsrail Savunma Kuvvetleri
diplomatik girişimi heba etmiş oldu.
Gazze'ye insani yardım sağlayacak bir filo
saldırıya uğramışken Abbas ve Feyyad
dolaylı bile olsa görüşmeleri nasıl
sürdürebilir?
Hamas bir başka başarı için daha kendini
tebrik edebilir: şimdi savunduğu direniş
şiddet içerikli değil ve uluslararası örgütler
yoluyla yürütülüyor, böylece roket fırlatma
ihtiyacını ortadan kaldırıyor. (BYEGM)
İsrail uçuruma gidiyor - Enric Gonzalez
(el Pais) - Açık denizdeki katliamın
kurbanlarının sayısı henüz bilinmiyor.
Gemilerdeki durumdan haber yok ve daha
da haber alınamayabilir: Son Gazze
saldırısında olduğu gibi İsrail hükûmeti,
kapalı kapılar ardında hareket etmeyi tercih
ediyor. Trajedinin sonuçlarını önceden
bilmek de mümkün değil ancak çok ciddi
olacağı aşikâr.
Artık faydasız ve de insanlık dışı olduğu
görülen Gazze ablukasını sürdürmek için
İsrail, savunulamaz bir duruma düşmüş ve
bir dizi risk üstlenmiştir.
Bütün dünya hükûmetleri tarafından
kınamalar
gelmeye
başladı.
İsrail,
uluslararası izolasyona maruz kalabilir.
Washington, ablukayı delmeye çalışan
filoya karşı orantısız güç kullanımını nasıl
haklı gösterecek? İsrail, bugünden itibaren
çok daha yalnız. Başbakan Binyamin
Netanyahu,
yarın
için
öngördüğü
Washington ziyaretini iptal etme olasılığını
hesaba katmışa benziyor. AB de tutumunu
gözden geçirmek zorunda kalacak.
İsrail ile giderek zorlaşan iş birliği içinde
olan NATO ülkesi Türkiye, olup bitenleri
unutmakta gecikecek: İsrail'in İslami
terörizmle iş birliği yapmakla suçladığı
Türk
organizasyonu,
filonun
organizasyonunun arkasındaki önemli güç.
Arap ülkeleri de alıştıkları üzere
müsamaha gösteremeyecek. Halk baskısı
çok güçlü olacak.
En korkulan risk ise sokaktan geliyor.
İsrail basın kuruluşları, üçüncü bir
intifadan bahsetmeye başladı bile. İslami
Hareket'in ve İsrail'in kuzeyindeki Arap
nüfusunun lideri Şeyh Raed Salah, ölen
kurbanların arasında bulunuyorsa İsrail
Arap azınlığının iç tepkisi büyük şiddet
içerebilir.
Mümkündür, sadece mümkündür diyoruz
çünkü arka plandaki hiçbir şey henüz
bilinmiyor. Bu, İsrail'i sorumlu tutmaktan
alıkoymaz. Gemilere saldırı kötü organize
edilmişti. Kendilerini belki bıçak ve
sopalarla savunan sivillerle iyi eğitimli ve
silahlı askerler arasında eşit olmayan bir
savaş yaşandı. Önceki uyarılar bir bahane
değil. Netanyahu hükûmeti uçuruma
gidiyor. (BYEGM)
Katliam…İsrail kendini ablukaya aldı Mustafa Zeyn
(el Hayat) - İsrail ordusu Gazzelilere
yardım taşıyan konvoya saldırırken,
Netanyahu, Barack Obama'ya yaptığı
baskının meyvelerini toplamak üzere
Beyaz Saray yolundaydı. "Barış gemileri"
onun için nükleer silahtan daha büyük bir
tehlike taşıyordu. Bütün güçlerini seferber
etti ve olağanüstü hâl ilan etti. Katliamı
soğukkanlılıkla işledi. Bundan önce pek
çok katliamdan sıyrılmayı başarmıştı. ABD
ve Avrupa onun yaptığı her türlü şeyi
aklamaya hazırdı. Güvenlik Konseyi de
onun hizmetindeydi. Kimse ondan Kfar
Kasem, Gazze ve Kana katliamlarının
hesabını soramadı.
Washington'un bölgeyi, kendisinin de
aralarında bulunduğu dostlarına bırakıp
çekildiğinden emin olmasının ardından,
İsrail hükûmetinin gerilimi yükseltmeye
doğru gittiği açıktı. İsrail bundan,
Obama'nın yaklaşık iki hafta önce
Netanyahu'dan bile daha Siyonist Kongre
üyeleriyle görüşmesinin ardından emin
oldu. Beyaz Saray'ın efendisi, onların
önünde, görevinin başında Orta Doğu'da
pek çok mayınla karşı karşıya geldiğini
itiraf etti. Ancak Beyaz Saray'dan gelen
bütün sinyaller, bölgedeki kavgaya çözüm
getirme vaatleriyle ilgili geriye yönelik
adımlar... Bütün bunlar, bu mayınları
İsrail'in yerleştirdiğini ve onun sıcak
kucağına geri dönmenin, hem Obama'nın
kendisi hem de partisi için daha garantili
olacağını doğruladı. Bu, Washington'daki
nüfuzunun
herhangi
bir
başkanın
nüfuzunun üzerinde olduğunu kanıtlayan
Netanyahu'ya baskı yapma riskini göze
almaktan çok daha iyiydi. Obama, Beyaz
Saray'daki seleflerinin İsrail'e destek
vermekte haklı olduklarına ikna oldu.
Obama'nın, partisine gelecek bağışlar
karşılığında bunca geri adımı attığına
inanmak oldukça güç. Bu, Amerika'nın
Orta Doğu'dan çekilmesiyle ilgili; Irak'tan
askerî geri çekilme, boşluğu doldurmaması
için İran'ın karşısına bir engel çıkarma...
Bu da ancak İsrail ve yardıma hazır
dostlarla iş birliği yaparak mümkün
olabilir. Yani bölgeyi esas sahiplerine
bırakmak ve bataklığa girmektense
müttefiklere uzaktan silah ve diplomasi
yardımı yapmak.
Bu stratejiyi uygularken müttefikler
olmazsa olmaz. Bunların başında da İsrail
geliyor. Washington'daki kredisi ne kadar
artarsa çılgınlığı da o denli büyüyor,
kontrolünü kaybediyor ve suç işlemeyi
sürdürüyor. Bu suçlardan biri de dünkü
"Özgürlük Konvoyu" katliamı oldu. Ancak
İsrail aynı zamanda kendini de düşmanlarla
kuşatmaya devam ediyor. (BYEGM)
Tel Aviv titriyor - Hanif Gaffari
(İran / Resalet) - İsveç'in Aftenbladet
gazetesi siyonist rejimin Filistinli şehitlerin
organlarının
çalınması
konusundaki
cinayetlerini gün ışığına çıkardığı zaman
Netanyahu kabinesinin Dışişleri Bakanı
Avigdor Lieberman, öfkeli bir tavırla bu
acı gerçeğin ortaya çıkmasından dolayı
memnuniyetsizliğini dile getirdi.
O dönemde Lieberman, bunun Tel Aviv'in
uluslararası toplum nezdindeki en kötü
rezilliği olduğunu düşünüyordu. Ancak
zamanın geçmesiyle Lieberman'ın bu
düşüncesi boşa çıktı.
Bugün Netanyahu, Lieberman ve diğer
siyonist rejim liderleri, Gazze'ye insani
yardım taşıyan özgürlük konvoyuna
yönelik saldırılarının ardından dünya
toplumları tarafından savaş suçlusu ve
korsan olarak tanındı. Bugün Tel Aviv
yetkilileri
son
cinayetlerine
karşı
uluslararası toplumun tepkisinden çok
korkuyor ve bu his her an onlarda
güçleniyor.
Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan,
Gazze ablukasını kırmak için insani yardım
taşıyan bir konvoyla birlikte bölgeyi
ziyaret etmeyi düşündüğünü belirtti.
Yalnızca bu haberin yayımlanması bile
Lieberman ve rejimin radikal yetkililerinin
belini bükmeye yeter.
Haber kaynaklarına göre Erdoğan, Türkiye
Deniz Kuvvetlerine, Gazze'ye insani
yardım taşıyacak olan sonraki yardım
konvoyuna katılmak istediğini bildirdi.
Erdoğan,
İsrail rejiminin özgürlük
konvoyuna saldırısını Somali'deki deniz
korsanlığına benzetti.
Siyonist rejimin, Filistinlilerin organlarının
çalınmasıyla
ilgili
görüntülerin
yayımlanmasının ardından dünya ve
özellikle Avrupa ve İskandinav halkı buna
çok sert tepki gösterdi ve hatta İsrailli
ürünlerin bu bölgelerdeki satışında düşüş
yaşandı. Ancak bu kez vatandaşları
siyonistlerin
deniz
kuvvetlerinin
cinayetlerine kurban giden Türkiye gibi bir
ülkenin Başbakanı, Gazze halkının yanında
yer
almaktan
bahsediyor.
Acaba
Lieberman
kafasında
bu
anları
canlandırabiliyor mu?
Erdoğan'ın
özgürlük
konvoyuna
katılacağına dair haberler siyonistlerin
nefesini kesti. Öyle ki siyonist rejimin
Genelkurmay Başkan Yardımcısı tehdit
dolu
sözlerle
Türkiye
Başbakanı
Erdoğan'ın, Gazze kuşatmasını kırmak
amacıyla özgürlük gemileriyle bölgeye
girmesi hâlinde Tel Aviv'in gemiyi
batıracağını belirtti.
Hiç şüphesiz siyonistlerin bu tehdidi,
rejimin son olaylardan korkmasından
kaynaklanıyor. Tel Aviv, bu kez ne basının
ne
de
Batılı
politikacılarının
açıklayabileceği bir cinayet işledi.
Siyonistlerin son cinayetleri, ABD'deki
Demokratlar ve Cumhuriyetçilerin bile bu
konuya açıklık getirerek kendilerini riske
atmayacağı kadar büyük. Şimdi siyonistler
krizi gerçek anlamıyla algıladı.
Erdoğan'ın Gazze'ye gidecek özgürlük
gemisinde yer alacağının açıklanması,
Likut ve Kadima Partilerini şoke etti.
Dünya devletleri ve milletlerinin Tel
Aviv'in vahşi girişimlerine karşı gelmek
için iş birliği yapması, siyonistlerin yıllarca
gördüğü bir kâbustu. (BYEGM)
İsrail’in yenilgisi - Thanasis Tegopulos
(Eleftherotipia) - Silahsız insanlara karşı
düzenlediği kanlı saldırı ve sonrasında
yaşananlarla İsrail'in insanlığa karşı
işlediği suç cezasız kalacak. Aynı şekilde
uluslararası sularda (bazı TV sunucuları
uluslararası
"kara"
suları
demeyi
bıraksınlar çünkü uluslararası sular anlam
olarak kara sularının bittiği yerde başlar)
yapılan korsanlık ve Filistin milletini
mahveden Gazze ablukası suçu da cezasız
kalacak.
Tabii İsrail güncel hedefine ulaştı. İnsani
yardım Gazze'ye ulaşmadı. Yardım
ulaştırmaya çalışanlardan bazıları öldü.
Diğerleri işkenceye uğradıktan sonra
ülkelerine geri döndü. Buna rağmen (!)
İsrail yenildi. İsrail'i destekleyenler, ABD
ile Vietnam ve Irak'ta yaşandığı gibi
genelde yanlıştan söz ediyor.
Çelişki, (hedefini başardıysa nasıl yenildi?)
sadece yüzeyseldir. Uluslararası kınamalar
yapıldığı bir ülkenin terörist olduğunun
kanıtlandığı, cinayetler ve işkencelerin
direniş ihtiyacını güçlendirdiği, düşmanlar
manevi ve siyasi açıdan güçlendiği,
müttefikler söylemlerinde ve tezlerinde
güç kaybettiği, şiddet ve kanunsuzluk
karşısında tüm mazeretler çöktüğü zaman
kazanan, karşı taraftır.
İsrail, yenilgisine ABD'yi de beraberinde
sürükledi. Süper güç BM de İsrail'e destek
vererek daimî ve sabit ittifaklarını ortaya
koydu. Beyaz Saray temsilcisi şu
açıklamada bulundu: "ABD insanların
yaşamlarını kaybetmesinden dolayı üzüntü
duymaktadır ve bu trajediye yol açan
koşulları incelemektedir." Koşullar ve
sorumlular herkesçe biliniyor. ABD de
biliyor. Bunu anlamaları için çok
çalışmalarına gerek yok. Başkan Obama
yemin töreninden sonra, hedeflerine, korku
tohumları ekerek ve masumları katlederek
ulaşamaya
çalışmak
isteyenlere,
"İnancımız şimdi çok daha güçlü. Sizi
yeneceğiz." demişti. Tabi ABD'nin 44.
Başkanı başkalarını kastetmişti. İsrail'in
Gazze Şeridi'ne saldırılarının artması da
terör niteliği taşıyordu. Bunu o zaman da
vurgulamıştık. Terörist saldırılar geçen
hafta yapılan saldırıyla doruğa çıktı.
Terörizme karşı güçlü inanç nerede?
Washington'da olmadığı kesin.
Tabii Ankara'da da değil. Türkiye, İsrail'in
uluslararası yenilgisinden faydalanarak
Tayyip Erdoğan'ın güçlü varlığı ve
Davutoğlu'nun
yeni-Osmanlılık
fantezileriyle
İslam
dünyasındaki
egemenlik
bakışlarına
hizmet
etti.
Güçlendi ancak kazanmadı. Uluslararası
Hukukun koruyucusu rolünde inandırıcı
değil. Türkiye'nin bu rolü daha büyük
tutarlılıkla oynamasının Yunanistan içinde
olumlu olacağı aşikârdır.
Dünyanın şiddete, savaşa ve devlet
terörüne karşı olan inancı kazandı.
Uluslararası toplum, Filistin halkının
dramına eskiden hiç olmadığı kadar sözde
değil özde destek veriyor. Artık hiçbir
mazeret kabul edilmiyor. İsrail işte böyle
kaybetti. (BYEGM)
Erdoğan, İsrail’i çıplaklaştırdı - Adnan
el Seyyid
(el Kuds) - Türkiye Başbakanı Recep
Tayyip Erdoğan'ın, İsrail'in "Özgürlük
Filosuna" düzenlediği askerî saldırıdan
sonra AK Parti TBMM Meclis Grubunda
yaptığı konuşmada söylediği cümleler
incelenmeye
değer.
Erdoğan
bu
konuşmasında, İsrail'in saldırılarına kim
göz yumarsa bizzat suç ortağı sayılacağını
ifade ederek bütün dünyayı, İsrail'in
Filistinlilere ve diğer Araplara karşı
işlediği suçlara bir sınır koyması gerektiği
çağrısında bulundu. Erdoğan ayrıca, "İsrail
yönetiminin hukuksuzluklarının örtülecek,
tevil edilecek, görmezden gelinecek hali
kalmamıştır. Uluslararası toplumun 'yeter
artık' deme zamanı gelmiştir." dedi.
Erdoğan, İsrail'in işlediği suçlardan dolayı
bedel ödemek zorunda olduğunu ifade etti.
İsrail'in ödemek zorunda olduğu bedel,
halen mevcut olan hükûmetin düşmesi ve
yerine farklı politikalar benimseyen bir
yeni bir hükûmetin kurulmasıdır.
Erdoğan, "Biz her zaman, Musevilere
yapılan haksızlıklara karşı sesimizi
yükselttik, İsrail halkının Orta Doğu'da
barış ve güvenlik içinde yaşamını
sürdürmesi için katkıda bulunduk. Şimdi
de İsrail halkının, hükûmetine 'dur' deme
zamanı gelmiştir." diyerek tarihî gerçekleri
uluslararası kamuoyunun gözleri önüne
seriyor.
Erdoğan, İsrail politikalarının uluslararası
topluma ve bütün dünyaya artık bir yük
olduğuna dikkatleri çekiyor ve dünyanın
İsrail'in yalanlarından bıktığını söyleyerek
İsrail liderlerinin öldürmeyi çok iyi
bildiklerine de işaret ediyor.
İsrail'in eylemleri karşısında bu sözlerden
daha sert bir şey olamaz. Sonuç olarak biz,
uçuruma doğru giden Türkiye-İsrail
ilişkilerinin dramatik görüntüsüyle karşı
karşıyayız. Bu durum önümüzdeki
haftalarda daha da netleşecek. (BYEGM)
Türkiye İsrail’in cezalandırılmasını
talep ediyor - Susanne Knaul
(Die
Presse)-İsrail
Salı
Akşamı
Eylemcilerin
Serbest
Bırakılacağını
Duyurdu. Ordu ise Baskın Konusunda
Eleştiriliyorİsrail donanmasının, Gazze'ye insani
yardım malzemesi gönderen çok sayıdaki
gemiye düzenlediği kanlı baskından bir
gün sonra yüzlerce Filistin taraftarı
eylemci, parmaklıklar ardına kondu. Türk
bandıralı "Mavi Marmara" gemisinde
bulunan eylemcilerin Aşdod Limanında
tahliye edilmesi süreci pazartesi akşamına
kadar sürdü.
Aralarında birçok Alman ve İsraillinin de
bulunduğu eylemciler, "Mavi Marmara"
gemisinden
teker
teker
indirildi.
Eylemciler
ifadeye
elleri
plastik
kelepçelerle bağlı olarak götürüldü. 30-40
civarında Avrupalı tutuklu ise aynı akşam
ülkelerine gönderildi. Gemide bulunan
ünlü İsveçli polisiye roman yazarı Henning
Mankell de aynı akşam evine dönenler
arasındaydı.
Sınır
dışı
edilenlerin
eşyalarına el konuldu ve sadece
üzerlerindeki giysi ve pasaportlarıyla
gitmelerine izin verildi. Çoğu gösterici ise
gitmeyi reddetti ve İsrail hapishanelerinde
tutuklu kalmayı tercih etti. Salı akşamı ise
İsrail'in tüm tutukluları serbest bırakacağı
bildirildi.
--Gazze'de Meydana Gelen Olaylar-İsrail'in gece düzenlediği gemi baskını
sırasında,
çoğunluğunu
Türklerin
oluşturduğu dokuz eylemci öldürüldü.
Olayların gelişimi ve kimin önce
mukavemet ettiği konusundaki yorum ve
bilgiler ise hâlâ belirsizliğini koruyor.
Gemilere düzenlenen baskınları protesto
etmek amacıyla Gazze tarafından İsrail'e
füze atmaya çalışan üç kökten dinci ise
yanlışlıkla kendilerini öldürdü. Diğer bir
olayda ise sınırı aşarak İsrail tarafına
geçmeye çalışan iki Filistinli, İsrail
devriyelerinin üzerlerine açtığı ateş sonucu
hayatını
kaybetti.
İsrail'in
kuzey
bölgesindeki Arap köylerinde ise durum
oldukça sakindi. İslam Hareketi'nin Kuzey
Şubesi Sorumlusu Şeyh Raid Salah'ın
öldüğü haberiyle ayaklanma çıkabileceği
konusundaki kaygılar da Salah'ın iyi
olduğu haberiyle sona erdi.
Hamas
aslında
doğrudan
zafer
sayılabilecek bir başarıya ulaştı bile; Mısır,
Gazze Şeridi'ne açılan Refah sınır kapısını
süresiz olarak insan trafiğine açtı. Mısır bu
davranışıyla Hamas'ın bir isteğini yerine
getirmiş oldu. Sınır kapısını artık çok
sayıda Filistinli giriş çıkış maksadıyla
kullanıyor. Refah kapısı, İsrail'in kontrol
altında tutamadığı tek geçiş noktası olarak
biliniyor. Mısır, Refah kapısını normalde
ender olarak birkaç saat hatta bazen birkaç
günlüğüne açıyor.
--İsrail... Ordu Hatasını Kabul Ediyor-Bu arada İsrail ordusu hata yaptığını kabul
etti. İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak,
eylemcileri dağıtmak için kullanılan ekip
ve donanımın yanlış seçildiğini ifade etti.
Haber ajanslarında sık sık baskına katılan
deniz kuvvetleri birimlerinin başarısız
olduğu haberleri yer aldı. Basında da
oldukça sert başlıklar yer aldı; Haaretz
gazetesi "Açık denizde yaşanan bir
fiyaskodan" bahsederken sol eğilimli
Meretz Partisinin eski lideri Yossi Sarid,
gemi baskınının düzenlenmesine karar
veren kabine üyeleri için "yedi aptal"
ifadesini kullandı.
Bu arada aleyhte esen eleştiri rüzgârından
pek etkilenmişe benzemeyen İsrailli bir
donanma subayı da "Jerusalem Post"
gazetesine verdiği demeçte, bir dahaki
sefere "daha fazla güç kullanmayı" önerdi.
Üstelik donanmanın iki güne kadar yardım
filosuna ait başka iki geminin de Gazze
kıyısına getirmek üzere hazır hâle
geleceğini vurguladı.
Türk hükûmeti yaşananlara çok sert tepki
gösterdi. Başbakan Erdoğan, İsrail'in,
öldürülen
eylemcilerden
dolayı
"cezalandırılmasını" istedi. Daha pazartesi
günü uluslararası kınama dalgası kendini
göstermeye başladı. Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi, salı sabahı aldığı
kararla İsrail'i kınadı ve -bu ülkenin
Gazze'ye yardım götüren gemilere
uluslararası
sularda
yaptığı
askerî
operasyon sırasında güç kullanımı
nedeniyleinsanların
hayatını
kaybetmesinden ve yaralanmasından derin
üzüntü duyduğunu belirtti. (BYEGM)
İsrail zorlu bir koalisyonla yüzyüze Patrick Seale
Büyük Ortadoğu'da İsrail'e karşı zorlu bir
koalisyon
şekilleniyor.
Merkezinde
Türkiye, İran ve Suriye var. Üç ülke de
Yahudi devletine karşı derin şikayetler
besliyor. İsrail askeri gücünü denetim
altına almaya ve gidişatını değiştirmesi için
İsrail'i zorlamaya azimliler.
Bir zamanlar İsrail'in müttefiki olan
Türkiye şimdi İsrail'e karşı kampanyanın
lideri.
Türk
kamuoyu,
Gazze'ye
seyretmekte olan yardım gemisine 31
Mayıs'ta saldıran İsrail komandolarının
dokuz Türk'ü öldürmesi üzerine çok
öfkelendi. İran ve Suriye, onlarca yıldır
İsrail'n başlıca muhalifleri ve bölgesel
dengeyi şu an kendi lehlerine çevirebilecek
bir şansları var.
Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan
bu hafta başında İstanbul'da yapılan ve
bölgenin en tehlikeli pek çok ihtilafının
konuşulduğu Avrasya zirvesine ev
sahipliği yaptı; Gazze elbette ki bu
ihtilaflardan biriydi; İsrail ve yardım
filosuna karşı saldırgan davranışı ana
hedefti ama ayrıca bu hafta Amerikan
kuvvetlerinin ağır kayıplar
verdiği
Afganistan da gündemdeydi. Tahran
nükleer programı üzerinde ABD ve İran
arasındaki çekişme, hem zirvenin hem de
çeşitli ikili görüşmelerin konularından
biriydi.
İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, Rusya
Başbakanı Vladimir Putin, Afganistan
Cumhurbaşkanı Hamid Karzai, Çin,
Hindistan ve Pakistan'dan üst düzey
temsilciler ve diğer bölgesel liderler
zirvedeydi. Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar
Esad ve Filistin Otoritesi Başkanı Mahmud
Abbas misafir olarak davet edildiler.
Türkiye, Gazze'yle ilgili olarak İsrail'e
baskı yapmanın yanısıra, Afganistan'daki
durumu sakinleştirmek için de nüfuzunu
kullanmaya bakıyor; Afganistan'ın Hamid
Karzaisi ile Pakistan Dışişleri Bakanı
Kureyşi'yi de buluşturdu. Bu iki ülke de
Taliban'la savaşıyor ama birbirlerinin niyet
ve amaçları hakkında şüphe besliyorlar
Karzai, Kabil'de şu yakınlarda ağırladığı
aşiret reisleri meclisi “Jirga'da” yaptığı gibi
Taliban'la barış görüşmeleri yapmak
istiyor. Fakat Hindistan'ın Afganistan
üzerindeki nüfuzunu kısıtlama niyetindeki
Pakistan, barış görüşmelerinde kendisine
öncü bir rol verilmesini ve yerel
müttefiklerinin yukarıda olmasını istiyor
(...)
Avrasya Zirvesi'nin ardından dün TürkArap İşbirliği Forumu düzenlendi. Türk ve
Arap Birliği dışişleri bakanları bir araya
geldi. Tüm bu toplantılarda alınan kararlar,
İsrail
üzerindeki
baskıyı
artırmayı
amaçlıyordu. Bir dizi talep belirlendi:
İsrail'in Gazze ablukasını kaldırması ve
İsrail'in, Gazze'ye giden filoya Türklerin
hayatını
kaybetmesiyle
sonuçlanan
saldırısının
uluslararası
komisyon
tarafından
soruşturulmasına
rıza
göstermesi. İsrail her iki talebi de reddetti.
Türkiye Başbakanı Erdoğan, İsrail'in devlet
terörizmi işlediği ithamını yineledi. İsrail,
bağımsız bir soruşturmaya rıza gösterene
dek
ülkesinin
İsraille
ilişkilerinin
normalleşmeyeceğini ilan etti. Erdoğan, bir
Filistin devletinin kurulması yönünde
önşart olan Hamas'la uzlaşma için
Mahmud Abbas üzerinde baskı kurdu.
Abbas, Gazze'ye bir heyet göndereceğini
duyurdu ve Hamas liderlerini Filistinliler
arasında uzlaşma için Mısır barış planını
kabul etmeye çağırdı.
Bar Ilan Üniversitesinden Efaim İnbar gibi
İsrail'in sağcı yorumcuları, Türkiye'nin dış
politikasının İslami bir renge büründüğünü
ve kendisini batıdan uzaklaştırdığını iddia
etti. Son yazısında, “Türkiye'yi batı
câmiasına geri götürmek ve Ankara ile
Jerusalem arasındaki ortaklığı onarmak
için Ankara hükümetinin değişmesi
çağrısını yaptı.” İnbar durumu vahim
şekilde yanlış okuyor. Batının görüş
birliğinden ayrılan, topraklara konan dinci
fanatiklerin ve sağcı ulusçuların avucu
içindeki İsrail'dir; Türkiye ise çevresindeki
çatışmaları çözmeye bakarak hoşgörü,
ekonomik adâlet ve tüm kültürlere saygı
gibi Avrupa değerlerini teşvik etmektedir.
harekâtı için yorulmak bilmeden çabalıyor;
Saddam Hüseyin'i devirmek üzere ABD'yi
ileri süren İsrail'in şu an ki amacı, Irak'ın
görünür geleceğe kadar İsrail'e hiçbir tehdit
teşkil edemeyecek zayıf bir federal devlet
olarak şekillendiğini görmektir.
Batıyla arasına mesafe koymaktan çok
uzak olan Türkiye, Avrupa Birliği için
vazgeçilmez bir değer olmaya çalışıyor.
Dış politikasının kilit gâyesi halen AB
üyeliğidir. Türkiye, Obama yönetiminin
mukadder testten geçtiği Irak ve
Afganistan'la ilgili olarak ABD'yle yakın
işbirliği içindedir.
Türkiye'nin İsrail'den uzaklaşarak yeni bir
saf tutması, bölge çapındaki bir sürecin
parçasıdır; bazıları ümit etmektedir ki, bu
süreç, şimdiki İsrailli liderleri değilse de
bir sonraki nesli, ülkelerinin güvenlik
doktrini üzerinde yeniden düşünmeye yani
askeri üstünlüğü değil barışı seçmeye ve
komşularıyla birlikte varolmaya ikna
edecektir.
Türkiye'nin küresel ve bölgesel barışı geniş
bir coğrafyada -Irak, İran, Afganistan,
Pakistan, Ermenistan, Balkanlar, Kafkasya,
Kuzey Irak'ta - teşvik etmesi, İsrail'in
askeri güç kullanarak sadece Filistinlilerle
değil tüm bir bölgeye iradesini dayatma
azmiyle topyekûn çatışmaktadır. İkisi
arasında şu an yaşanan çekişmenin özü
budur.
Suriye ve İran bu mücadelede Türkiye'nin
ana ortakları her ne kadar sadece
destekleyici bir rol oynuyorlarsa da.
Türkiye-İsrail ilişkilerinin gevşemesinde
her ikisinin de çıkarı var. Suriye, İsrail'in
kuşatılmasına Türkiye'nin yardım etmesini
istiyor – Arapların altmış yıldır denemediği
bir şeydir bu.
Türkiye ve Suriye'nin müşterek bazı
stratejik çıkarları var. Her ikisi de Kürt
bağımsızlık emellerini engellemek istiyor.
İran nükleer tesislerine muhtemel bir İsrail
saldırısına her ikisi de güçlü bir şekilde
itiraz ediyor. Amerika'nın Irak savaşına
başta karşı çıkan bu iki ülkenin, Irak'ın tek
bir bütün olarak yeniden dirilmesinde ortak
çıkarları var.
Bunun aksine İsrail, Suriye ve Irak'ı
zayıflatmak amacıyla on yıllardır Kürtlere
gizli yardım gönderiyor; tüm dünyaya
tehdit diyerek şeytanlaştırdığı İran İslam
Cumhuriyetine karşı Amerikan askeri
Büyük soru, İsrail zihniyetinde yaşanması
gereken bu evrimin, bir başka savaş
olmaksızın
gerçekleşip
gerçekleşemeyeceğidir. Büyük oranda
ABD Başkanı Barack Obama'nın ve belli
başlı Avrupalı liderlerin Gazze, Afganistan
ve İran'daki krize nasıl tepki vereceklerine
bağlıdır bu. Kabul edilmeli ki kehânetlerin
hiçbiri de onların lehine değil.
Kaynak: Agence Global
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan
Balcı
İsrail’in ölümle sonuçlanan saldırısı
kınamalara neden oldu - Isabel
Kershner
(The New York Times) - İsrail, deniz
komandolarının pazartesi günü Gazze'ye
giden bir yardım filosuna düzenledikleri
çoğunluğu Türk dokuz kişinin ölümüne yol
açan saldırı nedeniyle uluslararası alandaki
yoğun
kınamaların
yanı
sıra
iç
kamuoyunda da giderek artan sorunlarla
yüz yüze.
Tel Aviv Büyükelçisini geri çağıran,
İsrail'in İslam dünyasındaki en önemli
dostu olan Türkiye'nin, daha önce
planlanan askerî tatbikatları da iptal
etmesiyle iki ülke arasında hâlihazırda
gergin olan ilişkiler daha da zora girdi.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi,
Gazze'nin kuzeyindeki uluslararası sularda
meydana gelen saldırı konusunda acilen bir
toplantı düzenlerken İsrail Başbakanı
Benyamin Netanyahu da bugün Başkan
Obama ile olan görüşmesini iptal ederek
ülkesine döndü.
Dünya genelinde protestolar yapılırken
Netanyahu, İsrail ordusunun harekatını
savunarak
İsrail'in
yasal
gördüğü
ambargonun devam ettirilmesi için
komandoların indikleri Türk gemisinde
yolcular tarafından saldıya uğradıklarını ve
sadece kendilerini savunmak için ateş
ettiklerini söyledi. Ordu, iddialarını
kanıtlamak için saldırının ilk anlarını
gösteren bir video yayımladı.
İsrail şiddetin kendilerini yardımseverler
olarak tanıtan fakat çatışmaya hazır olan
bir grup Filistin yanlısının kışkırtması
sonucu çıktığını belirtti. Konvoyu organize
edenlerse
İsrail
güvenlik
güçlerini
güverteye çıkar çıkmaz ateş açmakla
suçlayarak iddialarını kanıtlamak için
videolar yayımladılar.
Görünüşe göre İsrail halkının büyük bir
çoğunluğu, Deniz Kuvvetlerini destekliyor
fakat siyaset uzmanları, bir istihbarat hatası
olup olmadığı ve İsrail'in filoyu durdurma
konusundaki ısrarının ters etki yapıp
yapmadığı hakkında askerî operasyonun
hazırlıklarını sorguluyor. Bazı yorumcular
savunma Bakanı Ehud Barak'ı istifaya
çağırdı.
Haaretz gazetesinden köşe yazarı Aluf
Benn dün gazetenin internet sitesinde
yayımlanan yazısında, soruşturma için
ulusal bir komite kurulması çağrısı yaparak
"İsrail'in ölümlerin sebebi olarak gemilerin
geri dönmesine yönelik emirlerine
aldırmayan
filonun
organizatörlerini
suçlaması, bu olayın sonuçlarını hesap
edemeyen hükûmetin başarısızlığıdır."
dedi.
İsrail'in Gazze'ye askerî ambargosunu
kırma girişiminde bulunan kargo gemileri
ve yolcu botlarından oluşan filo, İslamcı
militan grup Hamas'ın idaresindeki
Gazze'ye 10 bin ton yardım malzemesi
taşıyordu.
Ölümlerle sonuçlanan saldırı, uluslararası
kamuoyunun dikkatlerini İsrail'in Gazze
ambargosuna çekti. Dün Güvenlik
Konseyinde ambargoya karşı sesler
yükseldi ve bunun kaldırılması için
baskılar artacak.
Filistin yanlısı Özgür Gazze Hareketi ve
Türk organizasyonu İnsani Yardım
Vakfının önderliğindeki Özgürlük Filosu
isimli konvoy Kıbrıs yakınlarında denizde
bir araya geldi ve pazar günü
seyahatlerinin son ayağı için yola çıktı.
İsrail,
bunu, provakasyon şeklinde
niteleyerek eylemlerine son vermeleri
konusunda uyardı.
Ölümle
sonuçlanan
olay,
İsrail'in
terröristlerle bağlantılı tehlikeli bir İslamcı
örgüt olarak tanımladığı, İnsani Yardım
Vakfı (İHH) olarak bilinen grubun
himayesinde 600 eylemciyi taşıyan Türk
yolcu
gemisi
Mavi
Marmara'nın
güvertesinde meydana geldi.
İHH Genel Başkan Yardımcısı Yavuz
Dede, "Bizim gönüllülerimiz eğitimli
askerî personel değil. Aralarında sanatçılar,
entelektüeller ve gazeteciler var. Böylesi
bir saldırıyı hiçbir şey haklı çıkaramaz."
dedi.
Yakın geçmişte İsrail'in işlediği cinayetler
cezasız
geçiştirilirdi
ancak
2006
savaşından sonra çok farklı oldu. Çünkü bu
savaştan sonra Batılı ülkeler bir komisyon
kurdu ve bu komisyonun raporunda, "İsrail
askerleri suç işlemiş olabilirler." denildi.
Bazı İsrailli yetkililer, başından itibaren
yaşanan fiyaskodan duydukları üzüntüyü
dile getirdi ve İsrail'in geniş kapsamlı
güvenlik politikalarını sorguladı.
2009 Gazze savaşından sonra uluslararası
bir komisyon kuruldu "Goldstone". Bu
komisyonun raporunda, Gazze savaşında,
İsrail askerlerinin savaş suçu işlediği
açıklandı.
İsrailli yetkililer, uluslararası hukukun,
ambargonun
çiğnenmesi
durumunda,
gemilerin
uluslararası
sularda
yakalanmasına müsaade ettiğini belirttiler.
İsrail ve Mısır, Hamas'ın 2007 yılında
Gazze'nin yönetimini ele almasının
ardından ambargo uyguluyor. (BYEGM)
İsrail ve Türkiye’nin rolü - Tevfik el
Medini
(el Beyan) - İsrail'in uluslararası kara
sularında Özgürlük Filosunda işlediği yeni
cinayetin, Kane, el Kaa ve el Şayah'ta
işlediği korkunç ve çirkin cinayetlerden hiç
farkı yok. İsrail, orantısız güç kullanmakta
ısrarcı davranıyor, bu defa sınırsız gücünü
Türk ve Batılı direnişçilere kulandı. Bu
direnişçilerin tek suçu, kuşatılmış Gazze'ye
insani yardım götürmek.
Bu yeni katliam, yeni Orta Doğu'da,
İsrail'in gizlemek istediği çirkin yüzünü
ortaya çıkardı. İsrail, her zaman dünyaya
kendisini Orta Doğu'da tek Batı tarzı
demokratik ülke olarak göstermeye
çalışıyor ama bu olaydan sonra İsrail'in
demokrasiden ne kadar uzak olduğu gün
yüzüne çıktı.
Bu cinayet, İsrail için diplomatik bakımdan
da büyük kayıplara yol açtı. Çünkü
olaydan sonra bütün dünya ülkeleri ve
uluslararası medya organları, İsrail'in bu
yaptığının yanış olduğunu ve insanlık dışı
bir hareket olduğunu vurguladılar.
İsrail'in son cinayetinin hedefinde, Türkiye
ve Başbakanı Erdoğan vardı. Çünkü
Türkiye, son zamanlarda yeni bir strateji
uygulamaya başladı, bu strateji sayesinde
Türkiye, bölgedeki Arap ve İslam
ülkeleriyle (Suriye ve İran) iyi ilişkiler
içinde olmaya ve yeni bir dış politika
izlemeye başladı. Bu politika sayesinde
Türkiye, "tarihî düşmanlarıyla" sıfır sorun
politikasını hayata geçirdi.
Ancak bu son olay, Türkiye'nin, tepkisinin
sadece resmî açıklamalarda kaldığını
ortaya koydu ve ayrıca Türkiye'nin,
bölgedeki gerçek rolünü gösterdi.
İsrail, bölgede geçmişte eski ortağı olan
İran'ı kaybetti ve şimdi de bölgedeki son
dostu ve ortağını da kaybedecek.
(BYEGM)
Filo soruşturması Türkleri ikna edecek
kadar tarafsız olmalı - Catherine Ashton
dürüst insanlar giderek daha küskün hale
geliyor.
(The Times) - Bildiğimiz kadarıyla, Gazze
açıklarındaki
uluslararası
sularda,
soruşturma gerektiren koşullar altında
dokuz insan öldü. Bu, İsrailliler,
Filistinliler ve herkesten çok da Türk
halkının inanabileceği, ikna edici, etraflı ve
tarafsız bir soruşturma olmalı. 31 Mayıs
sabahı tam olarak ne olup bittiğini
öğrenmeliyiz.
İki soru var. Gazze halkının gündelik
hayatını nasıl iyileştirebiliriz? İsrail
halkının güvenliğini nasıl artırabiliriz? Bu
sorulara birlikte cevap bulunmalı, zira ayrı
ayrı cevap üretmek çabaları başarısız
olmaya mahkum. İşte bu yüzden Gazze’ye
geçişin insani yardımlar, ticari mallar ve
siviller için kalıcı olarak tekrar açılmasına
çabalıyorum. BM Güvenlik Konseyi ve
AB de bunu istiyor; bu İsrail’in 2005’te
Filistin
Yönetimi’yle
imzaladığı
anlaşmanın da gereği. Gazze ziyaretimde,
müthiş zor koşulların üstesinden gelen
etkileyici kadınların yaptığı elişi ürünler
aldım; onların yaptığı birinci sınıf
kilimlerin ve başörtülerinin dünyanın her
köşesinde satılmasını engelleyen yasağın
sona ermesini istiyorum.
En başta filonun niye Gazze’ye gittiğini de
hatırlamalıyız. Üç ay önce, bir yılı aşkın
bir süreden sonra Gazze sınırını geçmesine
izin verilen ilk siyasetçi olarak bölgenin
acılarına ve İsrail’in korkularına ilk elden
tanık oldum.
Gazze’deki koşulların zalim olduğu kadar
tuhaf da olduğunu gördüm. Dünyanın en
modern ülkelerinden birinin hemen
yanında yaşayan insanlar, yüklerini atlarla
ve el arabalarıyla taşıyor. Ve içeri
girmesine için verilen ürünler listesi akla
mantığa sığmıyor: Taze meyveye izin var,
fakat meyve konservesine veya kurutulmuş
meyveye izin yok; un girebiliyor, fakat
(yakın zamana dek) makarna giremiyor.
İsrail iyi eğitim sistemiyle haklı olarak
övünüyor; fakat hemen yanındaki çocuklar
temel eğitimden mahrum. Niye? Çünkü
çatışma birçok okulun yıkılmasına yol açtı
ve abluka nedeniyle okulları tekrar inşa
edecek tuğla ve çimento Gazze’ye
giremiyor. Abluka sıradan insanlara zarar
veriyor, yeniden inşayı engelliyor ve
radikalizmi alevlendiriyor.
İsrail’in halkının güvenliği sağlama hakkı
var. Haklı olarak askeri Gilad Şalit’in
bırakılmasını talep etmeyi de sürdürüyor.
Fakat abluka etkili değil. Roketler de dahil
birçok ürün tünellerden gizlice sokuluyor
ve ihtiyaç duyanlara değil, parası ve gücü
olanlara gidiyor. Bu arada normal hayatlar
sürme şansından mahrum bırakılan sıradan,
Bugün AB’nin 27 dışişleri bakanıyla bir
toplantıya başkanlık edeceğim [bu toplantı
dün düzenlendi]. Gazzelilerin ihtiyacı olan
şeyleri içeri sokmasına izin verecek somut
bir planı gözden geçireceğiz. Son derece
sınırlı sayıdaki ürünlerin listesi yerine,
İsrail’in
meşru
güvenlik
kaygıları
duymasına yol açan yasaklı ürünleri içeren
kısa
bir
liste
olmalı.
Ablukanın kaldırılması için uzlaşılmış bir
yol bulmak kolay olmayacak. Hem İsrail
hem de Filistin Yönetimi’nin işbirliğine
ihtiyaç var. Ancak bu konuda başarı, barış
adına gerçek bir ödül olur ve Gazze’de
normal hayatı biraz olsun tesis eder.
Fakat insanlara onur ve umudu geri
vermek İsrail’in de çıkarına. Dahası,
Gazze’nin kapılarını açmak Filistinliler
arası uzlaşmaya yardımcı olabilir. Bu da
ciddi bir barış anlaşmasının önünü açabilir.
Ablukayı kaldırmak küçük, fakat önemli
bir adım. Kalıcı barışın unsurlarını
biliyoruz. Bunları bir araya getirmeye
başlamanın
vakti
geldi.
Bunun
alternatifine, yani bir milyon insanı
yaşamak için gereken araçlardan mahrum
bırakarak barış aramaya artık kimsenin
inanması mümkün değil. (Yazar: AB
Dışişleri Yüksek Temsilcisi, 14 Haziran
2010) (Radikal)
Eyad Sarraj'la röportaj
Psikiyatr ve Gazze Toplumu Akıl Sağlığı
Programı yönetim kurulu başkanı Eyad
Sarraj'la yapılan röportaj.
Geçen hafta Özgürlük Filosu'na yapılan
saldırı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bir trajediydi. Ama İsrail hükümeti, diğer
ülkelerden masumları öldürerek aptallığını
ve ırkçılığını dünyaya gösterdi ve
davamıza hizmet etti. İşgalin gerçek
doğasının
ve
İsrail
toplumunun
patolojisinin doğru bir şekilde tastamam
ifşasıydı.
İsrail toplumunun patolojisi derken neyi
kastediyorsunuz?
İsrail'de merkezi görüşe göre İsrailliler
ebedi mağdurlardır. İsrailliler başkalarına
saldırdıklarında bile aslında kurban
olduklarını ve kendilerini savunduklarına
inanırlar.
Bu
patoloji,
dünyadaki
birçoklarını İsrail'in aslında mağdur
olduğuna, Filistinlilerin suçlu taraf
olduğuna dahası terörist olduklarına ikna
etmiştir. İsrail bu kez de saldırgan bir
şekilde insan öldürdü ve tıpkı daha önce
yaptığı gibi yine kendisini mağdur olarak
sundu. Ancak dünyanın olan biten
hakkında
gerçek
resmi
anlamaya
başladığını düşünüyorum.
İsrail patolojisinin bir diğer unsuru, azami
güç kullanmaktır. Bu esasen zayıflık ve
güvensizlik semptomudur. Güç kullanma
bağımlılığının ülkeye zarar verdiğini bazı
İsraillilerin artık fark etmeye başladıklarını
düşünüyorum.
Bu
baskının
Filistinlilere hizmet
edeceğini söylediniz. Somut sonuçlarının
işaretlerini görüyor musunuz?
İsrail bu baskının acısını uzun vade'de
çekecektir. İsrail, cezadan muaf kalarak
kanunları çiğneyeceğine inanıyor uzun
zamandır. İşte bu değişiyor. İsrail uzun
zaman boyunca dünyanın sağlam desteğini
aldı özellikle de Avrupa ve Amerika'nın
desteğini. Ancak bu durum değişiyor ve bu
gibi olaylar yüzünden daha da hızlı
değişecek. Filistinlilerin haklı davalarına
hizmet edecek.
İnsanlar, Filistinlilerin bu olaya doğrudan
karışmadıklarını ama İsrail'in kalkıp ille de
insanları
öldürdüğünü
görebilirler.
Netanyahu hükümetinin ve temsil ettiği
şeyin gerçek doğasını gösterir bu.
Gazze ablukası sizce kaldırılacak mı?
Sadece Filistinlilere yardım etme yönünde
değil İsrail'i kendisinden kurtarma yönünde
de teşebbüsler var artık. Bazı çevrelerde
bunun bir daha tekerrür etmemesi için
çabalar sarfediliyor ve bu esnada İsrail'in
güvenlik paranoyası teskin edilmeye
çalışılıyor.
Avrupa Birliği'nin gemileri ve sınırları
denetleyecek bir tür uluslararası
mekanizma önereceği söyleniyor. İşe
yarar mı bu?
Gazze ablukasının kaldırılması çabası
içerisinde
Avrupa'nın
dahlini
memnuniyetle karşılıyorum. Fakat Avrupa,
İsrail güvenliğinin temsilcisi gibi hareket
edecekse kabul edilebilir bir şey değildir
bu. Gazze'ye tüm giriş ve çıkış
noktalarından insan ve mal hareketinin
serbestçe yapılması gerekiyor.
Mısır'ın Refah sınır kapısını açması,
ablukanın kalkması doğrultusunda bir
adım
mıdır?
Mısırlılar dünyadaki herkes gibi olaydan
etkilendiler
ve
Filistinlilerle
dayanışmalarını göstermek istediler. Mısır
yönetimi de İsraille gerilime yol açmadan
birşeyler göstermek istedi. Tam şu an
sınırlı bir açılış bu ve kapının 2006
öncesinde olduğu gibi bütünüyle açık
olmasını istiyoruz.
Bazı İsrailliler, İsrail'in Gazze sınırlarını
tamamen kapatmasını ve yalnızca Refah
kapısının açık olmasını öneriyorlar. Bu
ciddi bir öneri mi sizce?
Gazze'yi Mısır'a itmek, İsrail Batı Şeria'dan
daha fazla toprak alsın ve gerisini Ürdün'e
bıraksın
diyen
o
eski
siyonizm
programıdır. Buna karşı çok dikkatli
olmalıyız. Biz tek bir ulusuz ve Batı
Şeria'ya erişim hakkımız var; aynı şekilde
Batı Şeria'nın Gazze'ye erişim hakkı var.
Geçen
haftaki
baskının
üzerindeki etkisi nedir?
Hamas
Hamas'ın sadece Gazze'nin kontrol ve
idaresiyle ilgilenmekle kalmayıp bölgede
stratejik bir ortak olmaya hazırlıklı
olduğunu ispatlayacağı bir meydan
okumadır.
İsrail, Gazze'de insani kriz olmadığını
söylüyor. Buna ne anlam veriyorsunuz?
Her İsrailliyi buraya gelip mülteci
kampında
yaşamaya,
babasının
iş
bulamadığını ve ailesine bakamadığını
görmeye davet ediyorum. Ben de bu arada
Tel Aviv'e gideceğim. Netanyahu buradaki
şartları beğenirse, buraya gelip kalabilir.
Gazze
ablukasının
kısa
vadede
hafifletileceğinden emin misiniz?
Muhtemel
olduğunu
düşünüyorum.
Dünyada, İsrail'in denizdeki baskını
yüzünden arbede yaşandı ve bu baskının
nihâi gâyesi, Gazze'deki insâni krizdir.
Gelecekte benzer trajedileri önlemenin
yolu, Gazze'deki insâni krize son
vermektir. Bu ise ancak ablukanın
kaldırılmasıyla ve Filistinlilere özgürlük ve
haysiyet
içinde kendilerine
bakma
sorumluluğu için bir şans vermekle olur.
Kaynak: Bitterlemons
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan
Balcı
Türkiye’nin dünyada artan etkisi - Elçin
Halitbeyli
(ŞARK) - Türkiye, dünyanın politika
kulvarında kendi iradesini sergilemeye
başladı. Son dönemlerde Ankara, aktifliği
ile dikkat çekiyor. Türkiye'nin hem
bölgesel hem de uluslararası politikadaki
faaliyeti açık bir şekilde seçiliyor. Bu
faaliyet, Ankara'nın uluslararası camiadaki
etkisini ciddi bir şekilde artırmaya başladı.
Bazı etkin devletler bile, Türkiye'nin
tutumu ve millî çıkarlarıyla hesaplaşmak
zorunda
kaldı.
Şimdi
Türkiye'nin
tutumuna,
eskisinden
daha
hassas
yaklaşılıyor. Bu ise Türkiye'nin, dünyanın
yönetilmesi konusunda başlıca söz
sahiplerinden
biri
hâline
geldiğini
gösteriyor.
Ankara son yıllara kadar, uluslararası
politika kulvarında daha titiz ve çekingen
bir
politika
yürütüyordu.
Önemli
uluslararası sorunların çözüm sürecine
müdahale etme konusunda tereddüt
ediyordu.
Bu
nedenle
Türkiye'nin
uluslararası konumunun o kadar da büyük
önemi yoktu.
Tabii
ki
Türkiye'nin
böyle
titiz
davranmasının belirli nedenleri vardı.
Ankara, uluslararası müttefikleriyle siyasi
ortaklık prensiplerine her zaman sadık
kalmak istiyordu ve müttefiklerinin de
kendisine sadık kalmalarını bekliyordu.
Ancak stratejik müttefikleri, özellikle de
ABD, sadece kendi çıkarlarını ön plana
çekiyordu. Yani ABD ve Batı, Türkiye'nin
siyasi ortaklık prensiplerine aşırı sadakatini
suiistimal ediyordu. Bu nedenle Ankara,
Türkiye'nin millî çıkarlarını sağlamak için
bazı adımlar atmalı ve manevralar
yapmalıydı.
İşin ilginç yanı şu ki, Ankara'nın ABD ve
Batı'ya ilk sert tepkisi, Türkiye-Ermenistan
sınırının açılmasıyla ilgiliydi. Türkiye,
Ermenistan sınırının açılması için tüm olası
fedakarlıkları
yaptı.
Ancak
sınırın
açılmasına yönelik siyasi projenin başlıca
mimarları olan ABD ve AB, konuyla ilgili
Ankara'ya karşı samimi olmayan bir tutum
sergiliyorlardı.
Bütün bunların bir sonu olmalıydı.
Ankara'nın nihayet, ABD-AB ikilisinin
davranışlarını protesto ederek direnmesi,
her şeyin yoluna girmesini sağladı.
Ermenistan, Türkiye'nin şartlarını yerine
getirmeyerek Ankara için yeni imkânlar
sağladı. Ankara, "ya işgal altındaki
toprakları boşaltırsınız ya da sınırın
açılması konusu önemini kaybeder" şartını
o kadar sert bir şekilde dile getirdi ki
Ermenistan'ın çok güvendiği ABD ve AB
bile, Türkiye'ye karşı çıkmaya cesaret
edemedi. Ankara böylece, Ermenistan'ın
nazıyla oynamak gibi bir niyetinin
olmadığını bir kez daha gösterdi. Ayrıca
Türkiye, Ermenistan'ın bağımlı olduğu
ülkelerle de ilişkilerini geliştiriyor.
Örneğin Rusya ile Türkiye, birçok alanda
aktif bir şekilde iş birliği yapıyor. Türkiye,
aynı politikayı İran'a karşı da başarılı bir
şekilde uyguluyor.
Son dönemlerde Türkiye'nin ABD ve AB
ile ilişkileri de yeni bir aşamaya girdi. Bu
iki süper güç, Türkiye'ye eskisi gibi baskı
yapmanın
mümkün
olmadığını
anladığından, Ankara ile farklı bir biçimde
ilişki kurmayı tercih ediyor. Son
dönemlerde hem bölgede hem de dünyada
etkisi artan Türkiye'nin tutumu, kısa bir
süre içerisinde Dağlık Karabağ ihtilafının
çözüm sürecinde de hissedilebilir. Bu
nedenle durumun ve zamanın Ermenistan'a
karşı olduğu konusunda hiçbir şüphe yok.
(BYEGM)
Türkiye İsrail’den hesap soruyor – İrfan
Hüseyin
(Dawn) - Özgürlük filosunu Gazze'ye
ulaşmaktan alıkoymak için yaptığı
beceriksiz girişim başarısızlığa uğrayınca
İsrail için zemin kaydı. İsrail bu birinci
sınıf
halkla
ilişkiler
felaketinin
sonuçlarından kaçmaya uğraşırken Mavi
Marmara'ya İsrail komandolarının yaptığı
ölümcül baskının artçı sarsıntıları bütün
dünyada devam ediyor. Olayın burada,
yani İngiltere'de ve bütün dünyada
olağanüstü negatif yansımalarına bakarsak
bu günlerde yabancı bir başkente görev
yapan bir İsrail diplomatı olmak kesinlikle
şükredilecek bir iş değil.
Fakat sert tartışmalardan sonra ortaya
çıkan BM Güvenlik Konseyi kararını
okuduğumuzda,
İsrail'in
hâlâ
Washington'da güçlü dostları olduğunu
görüyoruz.
Sulandırılmış
metin
Amerika'nın, Türkiye tarafından sunulan
orijinal karar taslağındaki çok sert
ifadelerden müttefiki İsrail'i koruma
endişesini yansıtıyor. Ne var ki ABD'nin
vetosunu kullanmaması, geçmişte tanık
olduklarımıza nazaran İsrail'e karşı daha
ölçülü bir tavrı yansıtıyor.
Liberal kamuoyu –İsrail'deki küçük bir
azınlık olsalar da- Gazze ablukasını ve
gemiye saldırının insanlık dışılığını kabul
ediyor. Bugün Ha'aretz gazetesi silahsız
barış gönüllülerini taşıyan bir gemiye
saldırıyı kınıyor ve buna neden olan dar
görüşlü politikayı kıyasıya eleştiriyor.
Fakat
Jerusalem
Post,
Gazze'nin
kuşatılmasını ve İsrail'in açık denizlerdeki
bir gemiye indirme yapması hakkını
savunarak
şovenist
siyonistlerin
savunucusu imajını teyit ediyor. Anat
Ladipat-Firilla "Türkiye-İsrail İlişkileri
Batarken" başlıklı yazısında, Türkiye'nin
kendisini bölgesel bir güç ve Sünni
Müslüman
ülkelerin
lideri
olarak
konumlandırdığını ileri sürüyor. Yazara
göre Türk dış politikasındaki bu değişiklik,
iktidardaki AK Partinin ideolojisiyle
örtüşüyor. Yazar ayrıca Türkiye'nin İsrail'i
gayrimeşru
göstererek
Müslüman
dünyasındaki
duruşunu
da
sağlamlaştırdığını iddia ediyor.
İsrail geçen yılın başlarında 1400
Filistinlinin ölümüyle sonuçlanan Gazze
saldırısına
başladığından
bu
yana
Türkiye'nin İsrail ile ilişkilerini azalttığı
doğrudur. Ortak askerî tatbikatların iptal
edilmesi ilişkilerdeki bozulmayı simgeler,
şimdi ise bir enerji anlaşması tehdit altında.
Fakat İsrail'in Heron casus uçaklarından
ithal etmek üzere verilen 180 milyon
dolarlık sipariş hâlâ geçerlidir. İsrail için
ilişkilerdeki bu bozulma felaket olacaktır
çünkü Türkiye ile yakın askerî ilişkiler
İsrail'in stratejik menfaatleri için çok
önemlidir. Türkiye İsrail ile Suriye
arasında aktif bir ara bulucudur ve İsrail
silahları için önemli bir pazardır. İsrail
hava gücünün pilotları düzenli olarak Türk
hava sahasında eğitim görürler ve iki
ülkenin silahlı kuvvetleri uzun bir
zamandır birlikte tatbikatlar yapıyorlar.
Türkiye'nin şimdiki öfkesinin sebebi
İsrail'in Mavi Marmara'nın bir Türk gemisi
olduğunu ve içinde çok sayıda Türk
bulunduğunu önemsememesidir. Gemi
sefere çıkmadan önce erzakların yalnızca
insani yardım malzemesinden oluşmasını
temin etmek üzere bir Türk limanında
arandı. İnsani yardımı organize eden örgüt
İHH adlı çok tanınan bir Türk örgütüdür.
Dolayısıyla filo Ankara'nın izin ve
teşvikiyle yola çıktı. İsrail için dost bir
ülkenin vatandaşlarına bu kadar barbarca
davranmak Netanyahu hükûmetinin gizlice
yıkılmasını sağlamak için yapılmış
olmalıdır.
ABD'deki hayli etkili lobisi yüzünden
Filistinlilere yaptığı zulümlerin İsrail'in
yanına kâr kaldığı yolundaki genel
algılamaya rağmen gerçek, biraz daha
farklıdır. Başkan Obama'nın Batı Şeria ve
Kudüs'te yerleşim yeri açma politikasını
durdurması için Tel Aviv'e baskı yapmaya
çalışmasından sonra kendi partilileri dâhil
çok sayıda Kongre üyesi kasım ayında
yapılacak seçimlere işaret ederek Obama'yı
bu konuda geri adım atmaya ikna ettiler.
En azından şimdilik bu taktikler işe
yaramış görünüyor. Fakat üst düzey bir
Amerikalı
general
Kongrenin
bir
komitesinde yaptığı konuşmada, "İsrail'e
sorgusuz sualsiz verilen destek, ABD
askerlerinin canlarını tehlikeye atıyor."
dedi. Washington'un müttefikine sıkı
sıkıya bağlı olmasına rağmen, daha
eleştirel bir yaklaşım isteyen çok önemli
şahsiyetler var. Kasım seçimleri geride
kaldıktan sonra Obama Netanyahu'ya baskı
uygulama vaadini yerine getirebilir.
Haberlere göre Obama, İsrail ablukasından
dolayı Gazzeli Filistinlilerin yaşadığı feci
duruma üzülmüş ve öfkelenmiş.
Nihayetinde uluslararası ilişkilerde kalıcı
dost veya düşmanlar olmaz, kalıcı
menfaatler olur. İsrail şu ana kadar Yahudi
soykırımı yüzünden Batılıların duyduğu
suçluluk ve sempati hislerini ve Orta
Doğu'nun
tek
demokrasisi
olduğu
gerçeğini kullandı. Tabii ki halkının
çalışkanlığı, bunu bir başarı hikâyesine
dönüştürdü. Ne var ki Filistinlilerin
gösterdiği direnişe rağmen İsrail, işgal
edilmiş toprakların yularını sıkarken dünya
da periyodik olarak kopan sonsuz
feryatlardan yoruldu.
Kendi ayağına kurşun sıkmanın bu son
örneğinden sonra İsrail'in Avrupa'daki
dostları bile saldırıyı kınadı ve bağımsız
bir soruşturma yapılması çağrısında
bulundu. Fakat belli bir zaman sonra her
şey bir sonraki patlamaya kadar sessizliğe
bürünecek. Öte yandan Türkiye'nin öfkesi,
bunu, bir İsrail aleyhtarı hikâyeye çevirdi.
Başbakan Tayyip Erdoğan komanda
baskınını devlet terörizmi olarak kınadı ve
Türk Dışişleri Bakanı BM'de yaptığı
konuşmada,
İsrail'in
davranışlarının
"devletle terörizm arasındaki sınırı
bulanıklaştırdığını" belirtti.
Ben bunları yazarken iki insani yardım
gemisi daha Gazze'ye doğru yola çıktı.
Jerusalem Post gazetesine göre Özgürlük
Filosu nasıl karşılanmışsa onlar da öyle
karşılanacak.
Ne yazık ki İsrailli liderler kendi tarihinden
de ders almıyor. Temmuz 1947'de Exodus
adlı gemi Fransa'dan yola çıktı, içinde bir
Yahudi toplama kampından sağ olarak
kurtulmuş ve Filistin'e yönelik İngilizlerin
uyguladığı ablukayı delmek isteyen
insanlar vardı. Exodus uluslararası sularda
ilerlerken yolu kesildi ve yolcular
Almanya'da
siyonist
terörist
olup
olmadıkları tespit edilene kadar alıkonuldu.
Yolculardan birçoğu İngiliz askerlerine
karşı sopalarla ve ne bulurlarsa onunla
direndiler. Korgeneral Gregson, çok feci
dayak yemelerine rağmen silah kullanma
arzularına
boyun
eğmedikleri
için
adamlarının iradesiyle övünürken şöyle
yazar: "Şu akıldan çıkarılmamalıdır:
Yahudilerin davranışlarına rehber olan
ilke,
dünya
basınının
sempatisini
kazanmaktır."
İsrail kendisini külhanbeyi olarak takdim
ediyor fakat "özür" dileme ve o kadar
gereksiz yere neden olduğu hasarı
azaltmak için uğraşma yeteneğinden
yoksun. (BYEGM)
Türkiye’nin yeni özgüveni - Susanne
Landwehr
(Berliner Zeitung) -Başbakan Erdoğan ve
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Bölgede
Başarılı Bir Şekilde Ara Buluculuk
YapıyorlarTürkiye'nin Dışişleri Bakanı Davutoğlu,
İsrail'in düzenlediği ve 9 Türk vatandaşını
öldürdüğü
saldırının
sonuçsuz
kalamayacağını söylüyor. Türkiye, olayın
araştırılması için kendisinin de bir temsilci
göndereceği uluslararası bir komisyonun
kurulmasını talep ediyor.
Türkiye son yıllarda bölgede önemli bir
aktör haline geldi. Bunda katkısı büyük
olan Dışişleri Bakanı Davutoğlu, daha
önceleri
Başbakanın
danışmanlığını
yapıyordu ve Türk dış siyasetinin yönünü
etkiliyordu.
"Transatlantic Academy" adlı kuruluşun
hazırladığı ve önümüzdeki günlerde
Berlin'de tanıtılacak olan bilimsel bir
araştırmada,
Türk
dış
siyasetinin
dönüşümü anlatılıyor. Hükûmet, Turgut
Özal ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in
başlattığı çizgiyi devam ettiriyor ve
Ermenistan, Yunanistan ve İran gibi
ülkelerle temasa geçiyor. Bu şekilde
Türkiye, bölgede ara buluculuk ve bölgesel
liderlik girişimlerinde bulunuyor.
Türkiye'nin son yıllarda özellikle Suriye,
İran ve Rusya gibi ülkelerle iyi ilişkiler
yürüttüğü
dikkat
çekiyor.
Türk
diplomatları 2 yıl önce Suriye ile İsrail
arasında başarılı bir şekilde ara buluculuk
yapmışlardı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül
de Boşnaklar ile Sırpların bir araya
gelmelerini sağlamış ve Ermenistan ile
yakınlaşmıştı. Buna rağmen Ermenistan ile
Türkiye arasındaki diplomatik ilişkiler
Dağlık Karabağ sorunu nedeniyle henüz
başlatılamadı.
İstanbul'da yaşayan siyaset bilimcisi Soli
Özel, Türkiye'nin, istikrarlı bir yakın çevre
arzuladığını
vurguluyor.
Ülke
ekonomisinin gelişmesi demokratikleşmeyi
de sağlıyor. (BYEGM)
Erdoğan, bebek ve Türk rejiminin
gerçek doğası - Alain Frachon
(Le Monde) - Çocuk, 5 Haziran 2010
Cumartesi
günü
Gazze
Şeridi'nin
güneyinde doğdu. Filistinli bir çift olan
anne ve babası çocuğa "Erdoğan" adını
verdi, Türk Başbakanın soyadını. İran
rejiminin silahlı kolu olan Devrim
Muhafızları aynı gün, gecikmiş ancak çok
çarpıcı bir açıklama yaptı: Gazze
ablukasını kırmakta kararlı olan "insani
yardım filolarına" refakat etmek istiyorlar.
Bu iki bilgi arasında ortak olan nedir?
Elbette bu bilgiler İsrail komandolarının
Türk gemisi Mavi Marmara'ya yönelik
trajik saldırısıyla ilgili. İlki –Bebek
Erdoğan'a uzun ömürler diliyoruz–
Türkiye'nin ve Başbakanı Recep Tayyip
Erdoğan'ın Arap toplumunda ve özellikle
Filistin halkı arasında nüfuzunun arttığını
gösteriyor.
İkincisi
ise
İranlıların,
Gazze'deki
Filistinlilerle gecikmiş dayanışması. Bu
durum şu soruyu akıllara getiriyor: Orta
Doğu'da liderlik için Ankara ile Tahran
arasında bir rekabet mi yaşanıyor? İki ülke
arasındaki iyi, hatta çok iyi komşuluk
ilişkilerinin ötesinde Mahmut Ahmedinejat
ile Recep Tayyip Erdoğan dünyanın bu
bölgesinde rakipler mi acaba?
Kötümserler, bu sorunun cevabının hiçbir
önemi olmadığını söylüyor. Erdoğan'ın
partisi AK Partiyi, Adalet ve Kalkınma
Partisini kılık değiştirmiş bir İslamcı parti
olarak kabul ediyorlar. Ne kadar
"muhafazakâr İslamcı" olarak nitelendirilse
de AK Parti, Refah'ın bölünmesinden
doğmuş bir parti. Hatta Refah zaten
kökenlerini gizlemiyordu: Parti, Orta
Doğu'da İslamcılığın dölyatağı olan Mısırlı
Müslüman Kardeşler'in ideolojisinden
esinleniyordu.
Kötümserler bir de AK Partinin son on
yılda kaydettiği yükselişinin Türkiye'nin
hızla İslamlaşmasına bağlı olduğunu,
kısacası Kemal Atatürk'ün mirasının
gerilediği
anlamına
geldiğini
söyleyeceklerdir. AK Parnin Filistinli
Hamas
ile
temasta
olduğunu
gözlemliyorlar. Erdoğan'ın gittikçe daha
militan kelimelere başvurduğuna dikkati
çekiyorlar: Bir yandan (İsrailliler için)
katliam
yapanlar,
diğer
taraftan
(Filistinliler için) şehitler ifadelerini
kullanıyor. Yani Ankara veya Tahran'da
aslında benzer bir radikalcilik mi söz
konusu, esasında aralarında az bir fark mı
var?
Bu hiç de kesin değil. AK Partici rejimin
gerçek tabiatı çok daha karmaşık. Ülkede
demokrasiyi ilerleten AK Partidir, Kemal
Atatürk'ün 1920'li yılların başında kurduğu
laik Türkiye değil.
Erdoğan'ın
2003
yılında
iktidara
geldiğinden bu yana basın ve medya çok
daha özgür, cezaevlerinde ve karakollarda
daha az adam dövülüyor, yargı daha
bağımsız hâle geldi, uzun süre zulmedilen
Kürtler
bir
nefes
aldılar,
seçim
kampanyaları daha açık.
İnsan
hakları
savunucuları
daha
katedilecek çok yol olduğunu söylüyorlar
ancak
Erdoğan'ın
Türkiye'si,
Ahmedinejat'ın İran'ının tam tersidir. Biri belki fazla yavaşça– kendisini Avrupa
Birliği'ne yakınlaştıran bir hukuk devletine
doğru ilerliyor. Diğeri ise Haziran
2009'daki ayaklanmadan bu yana İslamcımilliyetçi bir askerî diktatörlüğe gidiyor.
Erdoğan, Avrupa'da savaş sonrası ortaya
çıkmış
bir
Hristiyan
demokratın
Türkiye'deki Müslüman karşılığı, bir nevi
Anadolulu
Giulio
Andreotti'sidir.
Ahmedinejat ise 1930'lu yılların bir faşisti,
totaliter bir ideolojiyle hareket eden bir
aşırı milliyetçisi gibi, Mussolini'nin Farslı
ve zayıf hâli gibidir.
Erdoğan'ın ilginç diplomasisi benzersiz bir
profili yansıtıyor. Müslüman bir ülke,
"Batı'ya"
bağlı,
NATO
üyesi,
Afganistan'da Taliban ile savaşan, AB
adayı olan, İsrail ile ilişkisini kesmeyen ve
Orta Doğu'da bir güç olmayı hedefleyen
bir ülkenin profili. AB'de devlet başkanı
veya başbakan olanlar, bu ilginç ve önemli
komşunun stratejik önemini nasıl görmez?
İsrailli bir başbakan için ise Filistin
davasını savunanın İran değil, Türkiye
olması daha iyi olacaktır.
Daha da ileriye gidelim: İsrail'in
komşularıyla barış arayışında ihtiyacı olan
ara buluculukları yürütmek için elinde en
fazla kartı olan, Arap dünyasındaki itibarı
artan bu sınıflandırılamaz ülkedir. Hatta
İran'a baskı yapmak için bile.
Yahudi Devleti'nin bu tip bölgesel
arabulucuları eksik. 2010 yılında çok tuhaf
bir konumda. Dünyayla daha önce ilişkileri
bu kadar kötü olmamıştı. Ben Gurion
Havalimanı'nın geliş ve gidiş ekranlarında
akla gelecek her yer var. Ancak İsrail,
Suriye, Lübnan Hizbullah'ı veya Hamas'lı
Filistinliler olan yakın komşularıyla hâlâ
çatışma hâlinde. Ayrıca nükleer silah
yolunda ilerleyen Ahmedinejat'ın gölgesi
unutulmamalı.
Erdoğan rejiminin doğası burada devreye
giriyor: İslamcı cepheye katılmak üzere
olduğunu düşünenler bu rejimi yeni bir
düşman olarak görüyor (kötümser bakış
açısı). Türkiye'nin hedeflerini daha özentili
ve daha barışçıl olarak değerlendirenlere
göre ise bir ara bulucu olduğu apaçık
(olumlu bakış açısı).
Olumlu bir bakış açısına sahip olanlar için
ki onlardan biriyim, İsrail ile Türkiye
arasındaki ilişkilerin düzelmesi önemli.
İsrail'in ödemesi gereken bir bedel var ve
bu çok da büyük sayılmaz: Ankara, Mavi
Marmara'da
yaşananlarla
ilgili
bir
uluslararası soruşturma başlatılmasını
istiyor. Kınama makinası bu kadar seçici
olmasaydı, bu argümanı İsraillilere kabul
ettirmek daha kolay olurdu, yani İsrailliler
bu olayda başkalarından, örneğin bir
gemiyi batırarak 49 kişinin ölümüne sebep
olan
Kuzey
Korelilerden,
hatta
"yanlışlıkla" Afganistanlı köylüleri öldüren
Amerikalılardan
daha
fazla
yargılandıklarını
hissetmeselerdi.
(BYEGM)
Türkiye sıkıştığı köşeden çıktı - Dmitri
Kosirev
(Ria Novosti) - Bazı kimseler yine
Türkiye, yine ziyaret diyebilir. Bugün
Rusya Başbakanı Vladimir Putin'in
Türkiye'yi ziyareti başlıyor. Birbiriyle dost
olan Putin ve Türk mevkidaşı Recep
Tayyip Erdoğan arasındaki buluşma sayısı
10'u geçti. Bir de devlet başkanları seviyesi
var: Dimitri Medvedev kısa süre önce,
mayıs ayında, Türkiye'de bulunmuştu.
Putin'in şimdiki İstanbul ziyareti ikili
ilişkilerle ilgili değil. Putin, 7-9 Haziran
tarihlerinde orada düzenlenen Asya'da İş
Birliği ve Güven Artırıcı Önlemler
Konferansı'nın (CICA) 3. Zirvesine
katılıyor.
CICA,
Kazakistan
Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev'in
eseri, yani bir nevi Asyalı AGİT'i kurma
çabasıdır.
Şimdi
AGİT'in
dönem
başkanlığını yapan Kazakistan, CICA
dönem başkanlığını Ankara'ya devretti.
Zaten Türkiye bunu çok istiyordu.
Erdoğan kabinesinin son dönemde
yaptıklarına bakarsak hayret ederiz: Ünlü
Tahran inisiyatifi (Brezilya ile birlikte)
sonucunda İran gerekli işlemin yapılması
için uranyumu Türkiye'ye götürmeye razı
oldu (gerçi bu inisiyatifin sonuçları daha
belli değil), Ermenistan ile ilişkileri
düzenleme çabaları, Kafkasya'da (bölgesel
organizasyon veya forum) düzenleme
çabası,
Afganistan
ve
Pakistan'ın
katılımıyla zirve düzenlemesi, Suriye ile
vizesiz rejime geçiş ve Orta Doğu'da diğer
faaliyetler. Örneğin, Gazze ablukasını
kırma çabasını ele alsak, "yine Türkiye"
gündemde, Sırbistan ve Bosna ile daha
yakın ilişkiler kurma çabaları, Rusya ile
ilişiler ise her yönden mükemmel:
Moskova, Türkiye'nin bir numaralı ortağı
oldu, Türkiye ise bizim sayemizde bütün
boru hatlarının kavşağı oldu. Hem Mavi
Akım'a hem Güney Akım'a hem de Güney
Akım'ın rakibi durumunda olan Nabucco
projesine katılıyor. Türkiye, Afrika'da 16
ve Latin Amerika'da 2 büyükelçilik açtı.
Üyeleri çok çeşitli olan CICA (üyeleri
arasında Tayland bile var) Ankara'nın
inisiyatifleri için uygun bir kurum.
Neler oluyor acaba? Ankara bölgenin
diplomatik merkezi mi oluyor yoksa? Daha
20 yıl önce NATO üyesi olan Türkiye
dünya politikasının tozlu köşesinde, kendi
stratejisi ve diplomasisinden yoksun bir
ülkeydi.
Köhneleşmiş
Amerikan
düşünürleri
Türkiye'yi,
Amerikan
askerlerini kendi toprakları üzerinden
Irak'a geçmesine izin vermedi ve diğer
Müslümanlarla yakınlaşıyor diye bugün
acımasızca "kemiriyor". Neden yaklaşıyor?
Çünkü Fransa ve Almanya 72 milyon
Türk'ü AB'ye kabul etmek istemiyor.
Bütün bunlar, 20 yıl önceki düşünce
tarzıdır. Veya bu "Batı iyi, Doğu kötü,
hangisinden yana olacağını seç" şeklinde
Avrupa'nın ortaçağ mitolojisinin bir
kalıntısı. Oysa Türkiye'nin yaptıkları
yarınki günün bir fenomenidir. Kendi
disiplinlerine sahip iki bloğun çoktandır
ortadan kalktığı bir dünya prototipidir. Bu
durumlarda dünyada tamamen yeni
aktörler ortaya çıkar, (Çin ve Hindistan
gibi) dev ülkeler var ama ikinci sıradaki
güçler de var. Her birisi yeni dünyaya
kendi yolu olur ve bu yollar her zaman
başarılı olmaz. Fakat bu tür aktörlerin
sayısı artıyor. Çünkü böyle bir rol
ekonomik vb. bakımlardan kârlıdır.
Türkiye
Dışişleri
Bakanı
Ahmet
Davutoğlu, ABD'de çıkan Foreign Affairs
dergisinde yayımladığı yazıda, Türkiye'nin
yeni politikasının neden ABD dâhil bütün
ülkeler için faydalı olduğunu açıkladı.
ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton,
Türkiye ile ilgili değil, ABD'nin ulusal
güvenliğinin yeni stratejisiyle ilgili
konuşmasında bunu daha iyi açıkladı.
Amerikan Bakan, çok kutuplu dünyadan
"çok ortaklı" dünyaya geçiş yapılması
gereğine inanıyor. İşte Türkiye bu geçişi
gerçekleştirmektedir. NATO'da kalmakla
birlikte, AB'ye üye olmak istiyor. Bununla
birlikte Müslüman komşuları, Rusya,
Kafkasya vb. ile daha sıkı dostluk ilişkileri
kurmak istiyor.
Bağımsız bir siyasi oyun oynamak için
nasıl bir ülke olmak gerekiyor? Bence
bunun elde edilmesi için bol miktarda
hammadde, geniş topraklar veya nükleer
silaha sahip olmak gerekmiyor, burada iki
etkene gerek var: Medeniyet birikimi ve
(Erdoğan gibi) akıllı bir lidere. Türkiye,
kozmopolitlik ruhunu koruyan bir mini
imparatorluk konumunda.
İki yüz yıl boyunca Rus-Türk savaşlarının
yapıldığını bilen Ruslar bundan pek de
bahsetmek istemiyor ama biz Bâb-ı Âli ile
savaştık. Bâb-ı Âli az da olsa bir yandan
Balkanlar'daki Hristiyanları eziyordu, diğer
yandan da ilgi çekiyordu.
Şu husus bazı kimselerin hoşuna
gitmeyebilir: Türkiye, 1453'te yendiği
Bizans'ın kalıntılarından mimarlık, halk
oyunları veya mutfak kültürü olsun, çok
şeyi benimsedi. Bugün, ABD gibi mini bir
dünya olmak onun için güç kaynağıdır.
(BYEGM)
Türkiye’yi sadece Türkiye yönlendirir Emin Kamuriye
(En Nehar) - Ankara, İsrail'in Mavi
Marmara gemisinde estirdiği rüzgârı, kendi
Orta Doğu siyasetinde ilerleyen gemisini
yürütmek için kullandı ve Başbakan
Tayyip Erdoğan yeni Arap şövalye olarak
görüldü. Türklerin gelecekteki rolü ve
bölgedeki hareketlerinin nedeni hakkındaki
sorular çoğaldı. Türklerin bu rolü, Filistin
davası için mi, yoksa İran'dan sonra
bölgede Araplara kendini kabul ettirmek
için mi?
Siyasette yaşanan bu son olaylardan sonra
Arapların sadece bu konuyu konuşmaları,
İran'ın nükleer silahının vizyondan
kalkmasına neden oldu. Acaba Türklerin
rolü bölgedeki İran'ın rolüne eşit olabilir
mi veya rahatsız olanları rahatlatacak bir
rol mü sergileyecek? Irak, Filistin ve diğer
ülkeler, Türkler ile İranlılar arasında
kapışacakları boş bir saha olarak mı
kullanılacak? İkisi de bölgedeki Arapların
yokluğunu
doldurarak
liderliği
paylaşacaklar mı? Aslında Türkiye, İran'ın
bölgedeki bazı hareketlerine (Beyrut ve
Gazze'ye girmesi gibi) göz yumdu. Çünkü
Ankara'yı İran'ın hesapları değil kendi
hesapları yönlendirir.
İki seçim arasında kalan Türkiye, ya Orta
Doğu'da lider ülke olacak, ya da Avrupa
kapısında dilenci rolünde kalacak. Tabii ki
o birinci seçeneği seçti. Aynı zamanda
İsrail ile arasındaki askerî anlaşmaları
yavaş yavaş kaldırması, hâlâ içinde
milliyetçilik ve dinî duygular bulunan,
Kudüs davasına önem veren milletinin
onayını kazandı.
Bir başka sebep ise, komşularında ve
hemen yanı başında yaşanan olaylar
Türkiye'yi
ilgilendirir.
Çünkü
olumsuzluklar onu da etkiler. Uluslararası
değişiklikler karşısında ve Irak savaşından
sonra bölgede bulunan Türkiye kendini
dışlayamaz ve oturup etrafında olanları
seyredemez. Bu yüzden kendine ters bir
etkisi olmaması için olaylara el atar. Bu
nedenlerle Kuzey Irak'a müdahaleleri oldu,
Güney Lübnan'da bulunan BM Barış
Gücüne (UNIFIL) katıldı, İran ve
uluslararası topluluk arasında arabulucu
oldu, İsrail ile Suriye arasında arabulucu
oldu ve en önemlisi Filistin'de. Çünkü
Filistin bütün sorunların anahtarı sayılır.
Bundan sonra içerideki hesaplar geliyor.
Siyasi seçimler ve ekonomik durum neden
hesaplanmasın? Mavi Marmara gemisine
yapılan saldırıdan sonra, Erdoğan sevgisi
sadece Araplar arasında değil, kendi halkı
içinde de arttı. Bu da Türklerin Filistin
davasına sevgisinden dolayı ve İran'ın
bölgede yayılma hesapları yüzünden.
Türkiye ve İran arasında mutabık kaldıkları
konular kadar anlaşamadıkları konular da
var. Ama anlaşmazlıklarından başkaları
faydalanacağı için, bölgedeki gerçekler
onları birlik olunmaya davet ediyor.
Türkiye bölgedeki teraziyi dengeye getirdi.
Daha önce İsrail tarafında olan herkes
şimdi İsrail'e karşı çıkıyor ve Filistinliler
artık unutulmuyor.
Ama Arapların kaybolan rolünden
kendileri
sorumlu
Türkiye
değil.
(BYEGM)
Gazze’nin yeni kahramanları - Silke
Mertens
(Financial
Times
Deutschland)
"Dayanışma Filosu"na Saldırıldığından Bu
Yana Türk Başbakanı Erdoğan, Filistinliler
Nezdinde Hiç Olmadığı Kadar SeviliyorTürk Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dan
etkilenen baba Mahmud Sorob, üç oğlunun
adını değiştirerek en büyüğüne (26)
Tayyip, ortancaya Recep ve 18 aylık küçük
oğluna Erdoğan adını verme kararı aldı.
Türk Başbakanına hayran olduğunu
söyleyen baba, "O bütün Arap liderlerin
hepsinden cesur. O, İsrail'e tek başına karşı
çıkıyor." diye konuşuyor. Küçük oğlunun
adının
Erdoğan'ın
Filistinliler
için
yaptıklarını
ebediyen
hatırlatacağını
söyleyen Sorob, Türkiye'nin Hamas
tarafından yönetilen Gazze'deki blokajı
kırmak isteyen dayanışma filosu için hiçbir
ülkenin yapmadığı kadar destek verdiğini
söylüyor. Türk öncü gemisi Mavi
Marmara'nın yolcuları bir hafta önce
İsrailli askerlerle şiddetli bir çatışma
yaşamışlardı. Sekiz Türk ve bir ABD
vatandaşı ölmüştü.
"Onların kanı bizim kanımız." diyen
Sorob, ölen Türkler için Gazze Şeridi'nin
güneyindeki sahilde bir taziye çadırı
kurmuş. Kendisi ise ailesiyle hemen yanı
başında teneke çatılı bir yoksul evinde
yaşıyor. Plajda çadır ve şemsiye
kiralayarak geçimini temin etmeye çalışan
Sorob, İsrail'in blokajı olmasa ve Mısır da
buna uymasa yeniden iş bulabileceğini,
fabrikaların çalışacağını söylüyor.
Sorob artık yeniden umut besliyor. O,
şimdi herkesin gözleri Gazze'deki sefalete
çevrildiği
için
Erdoğan'ın
başarılı
olacağından emin. Daha çok gemi gelecek
ve Ankara'dan İsrail'e daha çok eleştiri
yağacak. Orta Doğu'nun en büyük
cezaevinde
birçokları
Sorob
gibi
düşünüyor. Türkler, başlarında Erdoğan'la
birlikte Akdeniz'in yoksul, tozlu sahil
şeridinin yeni kahramanları. Uzun süre
İsrail'in tek Müslüman müttefiki olan Türk
devleti, Kudüs'le dostluğa son verdi. Ilımlı
İslamcı Erdoğan, Batı'ya sırtını döndü ve
Müslüman dünyasına yöneldi. Tam da
kendisinin İsrail karşıtı söylemleri ve
Hamas'a övgüleri onu özellikle popüler
yapıyor.
Sorob'un taziye çadırına gelen bir ziyaretçi,
"Yiyeceksiz
kalmıyoruz.
Tünelden,
İsviçre'de olduğundan bile çok çikolata
kaçak olarak geliyor. Bizim için en kötüsü,
buradaki esaret ve her şeyi dilenmek
zorunda kalmak." diye konuşuyor.
Özgürlük özlemi son dönemde, bir
haftadan beri Gazze'nin her yerinde
görülen üzerinde beyaz ay-yıldızın olduğu
kırmızı bayraklarla yansıtılıyor. Kiminin
arabasında, kiminin evinde, kiminin
teknesinde... Türk bayrağı artık Gazze'de
her yerde.
Gazze'nin merkezinde hatıralık satan Abu
Dayyah, son 35 yılda geçen hafta olduğu
kadar çok Türk bayrağı satmadığını
söylüyor. Yeni basılan, Erdoğan'ın resmi
bulunan tişörtler de kapışılıyormuş.
Hükûmetin daha yeni 500 adet sipariş
verdiğini söyleyen Dayyah, "Erdoğan'ı
seviyoruz. O, sadece sözle değil
icraatlarıyla da bizi destekliyor." diye
konuşuyor.
Arap medyası daha şimdiden Türk
hükûmet Başkanının bizzat Gazze'ye
geleceğini yazdı. İsrail için bir kâbus
anlamına gelecek olan bu ziyaret, Mahmud
Sorob için en büyük olay olurdu. Sorob,
"Tabii ki onu davet ederim." diyor.
Erdoğan'ın posterinin ve çok sayıda Türk
bayrağının bulunduğu çadırıyla Boğaz'dan
gelecek ziyaretçiye en iyi şekilde
hazırlanmış bulunuyor. "Onun için bir dana
bile kurban ederim." diyen çok çocuk
sahibi Filistinli, bir sonraki kızının adını
"Türkiye"
koyacağını
söylüyor.
(BYEGM)
İsrail’in
tehditleri
korkutmuyor – Başyazı
Erdoğan’ı
(el Kuds el Arabi) - İsrail hükûmeti,
Türkiye'nin Gazze üzerindeki ablukayı
kırma konvoylarının korunması için savaş
gemileri göndermeye kalkışmasını bir
savaş ilanı olarak kabul etti. Ancak açıkça
anlaşılıyor ki bu tür tehditler Recep Tayyip
Erdoğan'ı, hükûmetini ve Türk halkını
korkutmamakta.
İsrail'in tehditleri, Araplara ve özellikle
önünde
korkudan
titreyen
Arap
hükûmetlerine yöneltildiği durumda sonuç
getirdi ve getirmeye devam ediyor. Ancak
halkın gücüyle beslenen ve güçlü bir
demokratik ve ekonomik zemine dayalı
olan Türkiye, Arap rejimleri gibi İsrail'in
şantajına kolay kolay boyun eğmez.
Arap hükûmetleri -özellikle ılımlı olanlarGazze'ye uygulanan ablukanın kaldırılması
için milyarlarca dolar topladı ancak ne
Gazze'nin yeniden imarı için maddi
yardımlarını göndermek ne de Türkiye'nin
yaptığı gibi yardım gemileri göndermek
gibi herhangi bir pratik adım atmaya
cesaret etti.
Erdoğan'ın Türkiye'si teslim olmayacak ve
beyaz bayrak kaldırmayacak. Çünkü
Türkiye, abluka altındaki Gazzelilere
sırtını dönmeme taahhüdünde bulundu ve
bu abluka kaldırılana kadar çabalarını
sürdürecektir. Bu asil tutum, İslami ve
insani asaleti gözler önüne sermektedir.
Türkiye
Dışişleri
Bakanı
Ahmet
Davutoğlu, dün bir açıklama yaparak
İsrail'in
uluslararası
soruşturmadan
kaçması
durumunda
ilişkilerin
normalleşmeyeceğini belirtti. Davutoğlu
burada uluslararası hukuk metinlerine ve
BM Genel Sekreterinin söz konusu
komisyonu oluşturma talebine dayanıyor
yani Davutoğlu imkânsızı istemiyor.
Davutoğlu'nun bu istekleri, bütün dünyada
karşılık bulacak ve İsrail hükûmeti bu
isteğe boyun eğmek zorunda kalacaktır.
Tıpkı Tel Aviv'deki Türkiye Büyükelçisini
küçük düşürme olayında Türk hükûmeti ve
halkından kerhen de olsa özür dilemek
zorunda kaldığı gibi.
Bizi öfkelendiren şey, Türkiye'nin söz
konusu isteği, Fransa ve İngiltere Dışişleri
Bakanlarından destek görmesine karşın
hiçbir Arap ülkesinin (özellikle de Mısır ve
Suudi Arabistan) Dışişleri Bakanından
destek görmemesidir.
Bizi öfkelendiren bir diğer konu da
yukarıda adı geçen iki Arap ülkesinin
televizyon ve basın araçlarında Türkiye'ye
karşı
sert
medya
kampanyalarının
başlatılmasıdır. Allah'a şükürler olsun ki
Türkiye, Arap adalarını işgal etmiyor ve
Şii Acem değildir, aksi takdirde daha önce
hiç görülmedik saldırılara tanık olacaktık
(İran ile hâlen olup bitenlerin aksine).
Türkiye, şehitlerinin kanını unutmayacak
ve gemilerinden birinin karşı karşıya
kaldığı
saldırı
konusunda
sessiz
kalmayacak. Çünkü Türkiye büyük bir
bölgesel ülke, yönetimi dürüst ve inançlı,
Türk halkı da onur ve saygı konularında
yüce bir tarihe sahip. Bütün bu unsurlar
(halkımızda
demiyorum)
birçok
liderimizde
artık
bulunmamaktadır.
(BYEGM)

Benzer belgeler