İSTANBUL`DA EĞLENCE

Transkript

İSTANBUL`DA EĞLENCE
İSTANBUL’DA EĞLENCE
Derleyenler
V OLKAN A YTAR
K ÜBRA P ARMAKSIZOĞLU
İstanbul Kültür Mirası ve Kültür Ekonomisi Envanteri Projesi,
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, Kültürel Miras ve Müzeler Direktörlüğü
tarafından yürütülmektedir.
PROJE ORTAKLARI
İstanbul Kültür ve Turizm Müdürü Prof. Dr. Ahmet Emre Bilgili
Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Başkanı Prof. Dr. Yücel Kanpolat
Proje Koordinatörü M. Hakan Tanrıöver
Derleyenler Volkan Aytar - Kübra Parmaksızoğlu
İSTANBUL’DA EĞLENCE
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları 321????
İstanbul Kültür Mirası ve Kültür Ekonomisi
Kültür Ekonomisi
ISBN 978-605-399-176-2
Tasarım ve Kapak Mehmet Ulusel
1. Baskı İstanbul, Aralık 2010
© T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı
www.bilgiyay.com
E-posta [email protected]
Dağıtım [email protected]
Dizi Editörü Doç. Dr. Abdulkadir Emeksiz?????
Yayına Hazırlayan Z. Özgün Forta
Dizgi ve Uygulama Maraton Dizgievi
Baskı ve Cilt Sena Ofset Ambalaj ve Matbaacılık San. Tic. Ltd. Şti.
Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi B Blok Kat 6 No: 4 NB 7-9-11 Topkapı İstanbul
Telefon: 0212 613 03 21 - 613 38 46 - Faks: 0212 613 38 46
İstanbul Bilgi University Library Cataloging-in-Publication Data
İstanbul Bilgi Üniversitesi Kütüphanesi Kataloglama Bölümü tarafından
kataloglanmıştır.
Ilıcak, Nezire Gamze.
Sadi Yaver Ataman’ın Gözüyle İstanbul Folkloru / Nezire Gamze Ilıcak.
P.m.
ISBN 978-605-399-176-2
1. İstanbul İli (Turkey)—Social life and customs—History. 2. İstanbul İli (Turkey)—
Folklore.
3. İstanbul (Turkey)—In Literature. 4. İstanbul İli (Turkey)—Antiquities.
5. Folk Song, Turkish—Turkey. I. Title. II. Ataman, Sadi Yaver.
DR719.I45 S23 2010
İSTANBUL’DA EĞLENCE
Derleyenler
V OLKAN A YTAR
K ÜBRA P ARMAKSIZOĞLU
İçindekiler
yeniden düzenlenecek????????????????? teşekkür var????
Teşekkür. ....................................................................................................................................................... 7
Sunuş................................................................................................................................................................. 7
Yazar Biyografileri........................................................................................................................ 11
Giriş
A SU A KSOY – Z EYNEP E NLİL ..................................................................................................... 17
İSTANBUL’DA EĞLENCE: BİR BAŞLANGIÇ DENEMESİ
V OLKAN A YTAR - K ÜBRA P ARMAKSIZOĞLU ............................................................... 19
TARİHSEL BİR EĞLENCE TURU:
BİZÁNTİON’DAN İSTANBUL’A
SÜREKLİLİK VE KOPUŞ
V OLKAN A YTAR ...................................................................................................................................... 29
OSMANLI’DA EĞLENCE AKTÖRLERİ:
ÇENGİLER, KÖÇEKLER, TAVŞANLAR
Ş . Ş EHVAR B EŞİROĞLU .................................................................................................................... 45
CUMHURİYET DÖNEMİ
İSTANBUL EĞLENCE HAYATINA BİR BAKIŞ
M URAT M ERİÇ ......................................................................................................................................... 55
İSTANBUL’DA EĞLENCENİN
“ENTEL” HALİ 1980’DEN GÜNÜMÜZE
ÜST SINIF EĞLENCE HAYATINDAKİ DEĞİŞİMLER
K ÜBRA P ARMAKSIZOĞLU .............................................................................................................. 67
İSTANBUL MÜZİK PİYASASI VE GAZİNOLAR
M ÜNİR N . B EKEN .................................................................................................................................. 81
BATILI KLASİK DANS GELENEĞİNİN
YERLEŞME SÜRECİ VE
İSTANBUL’DA ÇAĞDAŞ DANS ÇALIŞMALARI
Z EYNEP G ÜNSÜR Y ÜCEİL ............................................................................................................. 89
1940’LI YILLARDAN İTİBAREN
İSTANBUL’UN CAZ MEKÂNLARI
O RHAN T EKELİOĞLU . ....................................................................................................................... 97
İSTANBUL’DA ROCK MEKÂNLARI:
“İÇERİM BEN BURDA BU AKŞAM!”
M ERVE E ROL .......................................................................................................................................... 113
TÜRKÜ BARLAR
Ş . Ş EHVAR B EŞİROĞLU ................................................................................................................. 119
ROMANLAR SAHNEDE: BİR DÖNÜŞÜM ÖYKÜSÜ
Ö ZGÜR A KGÜL ..................................................................................................................................... 129
MUHAFAZAKÂRLIĞIN ‘EĞLENCELİ’ YANI
N İHAL B ENGİSU K ARACA .......................................................................................................... 139
BEYAZ TÜRK DÜNYASINDA EĞLENCE
N URAY M ERT ......................................................................................................................................... 145
CİHANGİR’DE EĞLENCE HAYATI
H AYDAR E RGÜLEN . .......................................................................................................................... 151
BİR EĞLENCE VE TÜKETİM HATTI:
ASMALIMESCİT, TÜNEL, GALATA
A YÇA İ NCE ............................................................................................................................................... 161
KÜLTÜREL ÜRETİM ALANI OLARAK MEYHANE
VE İMAJ İMALATI: ASMALIMESCİT’İN
“ÇAĞRILMAYAN YAKUP”U
A HMET U HRİ .......................................................................................................................................... 167
İSTANBUL’UN KÜRESEL AKIŞLAR İÇERİSİNDEKİ
DİJİTAL SESLERİ VE MEKÂNLARI
C EREN M ERT . ........................................................................................................................................ 171
KENTİN SOLUK NOKTALARI: FESTİVALLER
E RAY A YTİMUR . ................................................................................................................................... 179
“GUSTOM STİLİM MÜZİĞİM EĞLENCEM SOBE...”
E RAY A YTİMUR . ................................................................................................................................... 183
“COOL” İSTANBUL:
NEOLİBERAL KÜRESEL ŞEHİRDE
BOŞ ZAMAN MEKÂN VE PRATİKLERİ
D ERYA Ö ZKAN ...................................................................................................................................... 193
Dizin.............................................................................................................................................................. 203
“COOL” İSTANBUL:
NEOLİBERAL KÜRESEL ŞEHİRDE
BOŞ ZAMAN MEKÂN VE PRATİKLERİ
D ERYA Ö ZKAN
A
lmanya’da yayınlanan Bild gazetesi yakın zamanlarda seyahat sayfalarında Helge Timmerberg imzalı “Der Beat vom Bosporus”
(Boğaziçi’nin Ritmi) başlıklı yazıda İstanbul’u Şark’ın New York’u olarak
niteledi.1 Hatta daha da ileri giderek, Paris, Londra ve Berlin’i bir tarafa
bırakıp, aslında İstanbul’un pekala Avrupa’nın da New York’u olduğunu
iddia etti: “İstanbul gibi başka bir şehrimiz yok ki “bizim”; aynı anda hem
bu kadar yaşlı hem bu kadar modern, bu kadar dinamik ve güzel, bu kadar çalışkan ve bu kadar keyfine düşkün, hem bu kadar gürültülü hem
bu kadar sessiz bir “şehrimiz” yok.2
Bild’in iddiası, beş sene önce Newsweek dergisi İstanbul’u kapağına taşıyıp onu Avrupa’nın en “cool” şehri ilan ettiği yazıyı hatırlatıyor.
Newsweek şöyle diyordu: “Bunca on yıldır Batılılaşmaya çalışan İstanbul
bugünlerde gayet modern bir kimliği yeniden keşfetmenin sevincini yaşıyor. Avrupalı veya değil, İstanbul dünyanın en ‘cool’ şehirlerinden bi­
risi.”3 2005 yılında Newsweek’in açtığı yoldan giderek İstanbul’un
“cool”luğunu alkışlayan uluslararası yayınların sayısı hızla arttı. “Hip”
tatilcileri hafta sonu kaçamakları için İstanbul’a gitmeye teşvik eden The
Observer’ın seyahat sayfaları İstanbul’u şöyle tanıtıyordu okuyucularına:
“Eğer İstanbul’a sırf göbek dansı beklentisiyle giderseniz şaşıracaksınız:
kendinizi Boğaz’da bir gece kulübünde güneşin doğuşunu seyrederken
bulmanız işten bile değil. İstanbul’da kebaplardan ibaret bir mönü mü
hayal ediyorsunuz? Hemen vazgeçin çünkü geleneksel Türk yemekleriyle en gözde uluslararası tarzları bir araya getiren göz alıcı bir mutfağın size sunduğu seçenekler karşısında şaşkına döneceksiniz.”4
1
2
3
4
H. Timmerberg, “Der Beat vom Bosporus”, Bild 27 Haziran 2010 (http://www.bild.de/BILD/lifestyle/reise/bams/2010/06/27/istanbul/new-york-des-orients-helge-timmerberg-metropoleam-bosporus.html## 17 Temmuz 2010).
A.g.e.
O. Matthews ve R. Foroohar, “Turkish delight”, Newsweek, 29 Ağustos 2005 (http://www.
newsweek.com/2005/08/28/turkish-delight.html 17 Temmuz 2010).
V. Able, “Cool Istanbul”, The Observer, 27 Ağustos 2006 (http://www.guardian.co.uk/travel/2006/aug/27/istanbul.turkey.observerescapesection 17 Temmuz 2010).
201
Biri Almanca, diğerleri İngilizce olan bu üç yayında ortak olan,
İstanbul’u yeniden tarif etmeye dair bir çaba. Sanki elbirliğiyle İstanbul’a
dair yerleşik tahayyülleri değiştirme işine girişilmiş gibi görünüyor. Okuyucuya İstanbul’a dair klişe tasvirlerden bir an önce kurtulması öğütleniyor ve bunun yerine ona alıp kullanabileceği yeni bir tasavvur çerçevesi
sunuluyor. Bu yeni çerçeve, İstanbul’un büyüleyiciliğine yeni boyutlar
eklenmesini öneriyor. Artık İstanbul onu ziyaret edecek olan turistlere
Şark şehri tahayyülüyle ilişkili egzotik duygulanımlar, göz kamaştırıcı tarihi ve bunu yansıtan mimarisi ile büyüleyici bir atmosfer sunmakla kalmıyor; küresel standartları aratmayan 21. yüzyıla özgü tüketim deneyimleri de vaat ediyor. Bu yeni tüketim kalıplarının merkezinde –çok da şaşırtıcı olmayan bir biçimde– yemek ve eğlence var. Kapitalizmin arzu
ekonomisinin hâlâ en hızlı harekete geçirici iki öğesi: Ölçülü yemek yiyerek ve çalışarak geçirdiğimiz “normal” zamanların telafisi, bu arzuları
çaresizce tatmin etmeye çalışarak geçirdiğimiz tatillere havale ediliyor.
Ama ben bu yazıda çağdaş kapitalizmin arzu ekonomisinden değil,
“cool” İstanbul tahayyülünün kurulmasında boş zaman tüketiminin oynadığı rolden bahsedeceğim. Daha sonra ise, yukarıda dışarıdan İstanbul’a
bakışlarla örneklediğim bu tahayyülün üretiminin içeride nasıl ve kimler
tarafından gerçekleştirildiğine değinmek istiyorum. İddiam şu: Adına ister “cool” İstanbul deyin, ister başka bir şey, üretilmeye hâlâ devam edilen bu yeni İstanbul tahayyülü, aslında Bild, Newsweek ve The Observer’dan
çok önce, İstanbul’da yaşayan belirli bir zümre tarafından “yerinde” üretilmeye başlanmıştı. Bu iddiayı, o zümrenin gayri ihtiyari bir üyesi olarak
biriktirdiğim gözlemlere, İstanbul’da süre giden neoliberal “kentsel
dönüşüm”e ve şehirle ilgili Türkçe iki popüler yayına göndermelerle gerekçelendirmeye çalışacağım.
İstanbul Harikalar Diyarında
Bu bölümün başlığını İstanbul’da harcayacak zamanı ve parası olanların
dergisi TimeOut İstanbul’un 2009 Ocak sayısından ödünç alıyorum.5 Bu
sayıda derginin 10. ve 22. sayfaları arası, “Gelsin”, “Gitsin” ve “Ne olur
geri dön!” başlıkları altında, İstanbul’da bulunmayan ama İstanbulluların
var olmasını istediği, İstanbul’da bulunan ama İstanbulluların istemediği
ve gitse daha memnun olacağı, bir de İstanbul’da eskiden var olan, artık
yok olan ve İstanbulluların geri gelmesini arzu ettikleri şeylere ayrılmış...
İstanbul’da yaşayan dergi okuyucularının gündelik hayatlarından tanıdık
olduğu bu yerler ve pratikler, şehrin kültürüne özgü olduğu düşünülen5
202
Ç. Uzsoy ve S. Yılmaz, “İstanbul harikalar diyarında”, TimeOut İstanbul, Ocak 2009.
ler “gelsin” ya da “geri gelsin” kategorisine giriyorlar.
Gitsin istenenler arasında “her açıdan kirlilik teşkil eden” minibüsler,
Tepebaşı’ndaki “utanç verici çirkinlikteki” TRT binası, naylon poşet,
“abartılı” ezan sesi, “bangır bangır oyun havası çalan” gezi tekneleri, Moda iskelesindeki içki yasağı, selpakçı çocuklar ile açık alanlardaki toplu
kurban kesimi var. Gelsin istenenler arasında ise bisiklet yolları, kiralanabilir opera dürbünü, açık havada buz pateni, etnik mutfaklar, butik
seks shop’lar, sokak sanatı ile bitpazarları var. Geri dönsün istenenler
arasında ise New York’a taşınan Orhan Pamuk, Amerikan otomobillerinden bozma İstanbul dolmuşları, içilebilir çeşme suları, balık-ekmek tekneleri ve Beşiktaş iskelesindeki çay bahçesi var. Burada “Gelsin,” “Gitsin,” “Ne olur geri dön!” diyen öznenin kim olduğu ise epey muallak. 15
milyonluk şehirde kimin arzuladığı İstanbul’dan bahsettiğimize dair herhangi bir ipucu verilmiyor.
TimeOut’un bu sayfaları beni, yazının başında sözünü ettiğim, yaklaşık olarak 2005 senesinden bu yana yükselen bir küresel söylem trendi
halini alan ve benim bir süredir üzerinde çalıştığım “cool İstanbul” tahayyülüne geri götürüyor. “Harikalar diyarı” “biz” isteyince arzu ettiklerimiz geliverecek, arzu etmediklerimiz de gidiverecekmiş gibi davranmaya, kendimizi bu masala kaptırmaya, arzu ettiğimiz İstanbul’u hayal etmeye açık bir davet. Peki, bu davete kendi kendilerine cevap verenler, yani derginin bu bölümünün üretilmesine katkıda bulunanlar nasıl bir İstanbul arzuluyorlar? TimeOut’un İstanbul’u nasıl bir İstanbul?
Bu soruları cevaplamadan önce, bir başka yayına daha bakmak istiyorum, çünkü TimeOut’un ideal İstanbul’u, Pukka Living’in hazırladığı İstanbul Keşif Rotaları isimli “alternatif rehber”in gösterdiği İstanbul’a da
benziyor kimi taraflarıyla.6 Rehberin sunuş yazısında “çizgi dışına çıkabilme cesareti”nden, “nevi şahsına münhasır” olmanın kıymetinden, kişiye özel hizmetin tek tipliğe olan üstünlüğünden, “kullan-at yerine el
emeğine saygı”dan dem vuruluyor. Bu rehberde keşfedilmesi önerilen
mekânların en önemli özelliği satılan malların türlerinin tek örneği olmaları... Beklenmedik yerlerde karşımıza çıktığı söylenen bu ticarethaneler,
“zincir markaların dikte ettiği yapay kalite ve standartlaşmaya” karşı duruyor ve “bakıp da göremediğiniz” bir İstanbul’u yaşamaya çağırıyorlar
dergi okuyucularını.
Pukka Living’in İstanbul’da keşfe çıkmayı önerdiği yerler arasında envai çeşit “gurme shop,” tasarım dükkânı, biyodans ile homeopati tedavisi görebileceğiniz Şifahane, organik ürünler satan dükkânlar, Galata’daki
6
I. Yorulmaz (der.), İstanbul Keşif Rotaları, İstanbul: Pukka Living, 2010.
203
Plastik Pabuç gibi sadece tek tür ürün satan dükkanlar var. Beni bunlardan daha çok ilgilendiren ise, bunların yanı başında Pukka Living’in rehberine dahil edilmiş başka bazı yerler. Mesela, Eminönü’ndeki Temiz
Peynirci, Fatih Camii yakınlarındaki Fatih Sarmacısı, Göztepe’deki Uysal
Tuhafiye, Çengelköy’deki Has Ekmek Fırını, Taksim’deki Saat Tamircisi
Recep Usta, Ortaköy’deki Motifli Taşçı ile Beşiktaş’taki kahvaltıcı Bulgar
Pando’nun Yeri.
İkinci gruptaki yerlerin birincilerle birlikte “keşif rotaları”na dahil
edilmiş olması neler anlatıyor? Öncelikle, İstanbul’da harcayacak zamanı
ve parası olanların ilgilerinde meydana gelen bir değişiklikten bahsedebiliriz. Aslında 1990’lardan itibaren, bu satırların yazarının da aralarında
bulunduğu “moda başlatıcıları” (trend-setters) ya da “yaratıcı sınıf” (creative class) diye adlandırılan yeni zümreye ait, yaratıcılıkla hayatını kazanan, ilgi ve beğenileri Türkiye standartlarına pek uymayan, yabancı dil
konuşan bir insan grubu, bu değişikliğe önayak olmaya çoktan başlamıştı. Alışveriş merkezlerindense Boğaz köylerindeki deniz kenarı çay bahçelerini tercih eden, kenarda köşede kalmış köfteci, tatlıcı, fırın ve börekçileri keşfetmeyi seven, eşine dostuna bahsederek hatta onları alıp oralara götürerek bu yerlerin ününün kulaktan kulağa yayılmasını sağlayan
“biz”den başka kimse değildi son yirmi yılda. Bu yerlere dair beğenilerimiz üzerinden bir tür seçkinlik üreten de “biziz”. Bu yolla kendimizi,
oraların kıymetini bilmek için sahip olmak gereken kültürel sermayeye
sahip olmayan alt sınıflardan da, eski tarz beğenileri olan eski üst sınıflardan da ayırmaya dikkat eden yine “bizdik/biziz”.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projeleriyle ayyuka çıkan, sadece İstanbul’un kültür endüstrisinde kalıcı profesyonelleşmeler yaratmak, sanat ve kültürü senelerdir sıkışıp kaldığı Beyoğlu’ndan çıkarıp kitlelere yaymaktan ibaret değil. Bütün bunlar olup biterken bir yandan da
var olan “değerler” hatırlanıyor, keşfediliyor, yeniden ambalajlanıp tüketime sunuluyor. Yukarıda da söylediğim gibi burada yeni olan şey ise şu:
Senelerdir İstanbulluların hayatında zaten bulunan, yanı başımızda her
gün gördüğümüz yerler, yediğimiz içtiğimiz şeyler birden bire bambaşka
bir mercek altında görünüyor gözümüze. Kendimizi ayırmaya dikkat ettiğimiz eski tarz üst sınıfların burun büktüğü Eminönü’ndeki Temiz Peynirci “biz”im yeni keşfimiz ve “lezzet durağımız” oluveriyor. Temiz
Peynirci’den ucuz olduğu için alışveriş eden Haliç’in alt orta sınıflarından
farklı bir ilgiyle seviyoruz “biz” onu. Burada değer haline getirilen, satılan, peynirden öte, Temiz Peynirci’nin “sahiciliği” sanki.
Fakat sahiciliğe olan bu ilgi konu Ortaköy’de babasından devraldığı
204
küçük imalathanesinde motifli karo taş üreten Ermeni ustaya gelince değişiyor. Babası Berç Yoldaş’ın zanaatını devam ettiren Aram Yoldaş usta,
senelerdir sessiz sedasız çalıştığı atölyesinde birdenbire keşfediliyor. Ermeni taş ustasının bu literatüre dâhil edilmesi ise ancak The House Cafe
dekorunun yaratıcısı Autoban adlı tasarım firması taşlarını buradan ısmarladıktan sonra mümkün oluyor. İstanbul’un çok kültürlü renklerinden temsilî bir renk olarak anılıyor Aram Usta,7 fakat dedelerinin 95 sene evvel yaşadıklarından hiç bahsedilmiyor. Ustanın biyografisi burada
pek az rol oynuyor, o İstanbul resminin içinde “bizim” onu koyduğumuz
yer kadar var ancak; kendisi, tarihi, hikâyesi ölçüsünde değil.8
Ermeni ustayla ilgili sorunlu tarihten söz edilmiyor olması, metaların
metalaşırken içerdikleri çatışmalardan arıtılma sürecini hatıra getiriyor.
Kapitalizmin kendini geliştirmek ve kapitalist pazarı genişletmek için
kullandığı belli başlı yöntemlerden biri olan metalaşma, daha önce alınır
satılır, paraya çevrilebilir olmayan, ticari ilişkilerin dışında kalmış bulunan eşya, hizmet, fikir, deneyim ve düşüncelerin değişim değeri olan
mallara dönüştürülmesiyle gerçekleşiyor. Böylece ticaret eskiden pazara
dahil olmayan alanları da içine alarak genişlemeye devam ediyor.
Burada Marksist literatüre derinlemesine girecek değilim, ama metalaşma tarifinin ışığında aşağıda alıntılayacağım bir reklam ajansının yöneticisi ve yaratıcı direktörünün bambaşka bir bağlamda söylediklerine
dikkat kesilmeyi öneriyorum:
“‘Turkish coffee’ dediğin birşeyi, ‘lokum’ dediğin birşeyi, içinden çıkmış bir
değeri, bütün dünyanın arzulayacağı bir iyilik olarak sunabiliyorsan, (...) yani, kendinde iyi olanı, bütün insanlık için iyi olabilecek olanı, alıp parlatıp bir
başarı hikayesine çevirmek. (...) Bakın ey insanlık biz bunu böyle güzel yaptık buyrun, hepiniz için yaptık bunu. (...) Topla tüfekle saldırmak değil, fikirlerle, ürünlerle, ticaret kültürü içerisinde saldırmaktan bahsediyorum. Biraz
Turgut Özal’ın 80’lerde uçağa binip işadamlarını alıp yanına, hadi bakalım gidiyoruz, mal satacağız, demesi gibi.”9
7
8
9
Burada Aret Gıcır’ın Ben Topik Değilim (İstanbul: Aras Yayınları, 2005) başlıklı çizgi-kitabını
düşünüyorum. Gıcır bu kitapta yazıp çizdikleriyle İstanbul’da doğmuş büyümüş bir Ermeni
olarak İstanbul’un çokkültürlülüğünün “topik”i haline getirilmeye haklı olarak itiraz ediyor.
Aynı şey Temiz Peynirci için de başka bir açıdan geçerli. Önemli olan Temiz Peynirci’nin kendi hikâyesinden çok bizim ona yüklediğimiz anlam ve değer.
Yazarın başka bir yayını için 2 Eylül 2004 tarihinde Serdar Erener’le yaptığı söyleşiden alınmıştır. Sözkonusu yayın için bkz. Özkan, D. & Foster, R. J. “Consumer Citizenship, Nationalism
and Neoliberal Globalization in Turkey: The Advertising Launch of Cola Turka” Advertising
and Society Review Sayı 6/3, Eylül 2005.
205
Burada kültürün metalaşması sürecinin çok ikna edici örnekleriyle karşı karşıyayız. Artık kültürel değer dediğimiz şeyin, ancak küresel pazaryerinde alınır satılır olması ölçüsünde kıymeti var. Neoliberal dönemde kültürün metalaşmasının aldığı yeni şekillere bakılırsa, yakın zamanda
İstanbul’da gecekondu turizmi başlarsa şaşırmayacağız. Bir yandan neoliberal şehirleşmenin İstanbul’da gerçekleştirdiği geri döndürülemez uygulamalardan söz ediyoruz. Öte yandan ise bu uygulamalar anında
“gösteri”leştiriliyor. Şehrin hem iç hem dış mahallelerinde bütün şiddetiyle gerçekleşmeye devam eden, adına içeriğinden çok kopuk bir biçimde
“kentsel dönüşüm” denen sürecin “meşhur ettiği” Sulukule ve Tarlabaşı
gibi mahallelerde olan bitenler bunun tohumlarını mı içeriyorlar diye sormadan edemiyorum. Evleri yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olanların direnişini desteklemek üzere bu mahallelere gelen aktivistler, ya da akademik alan araştırması yapmak amacıyla bu yerleri ziyaret eden öğrenciler,
akademisyenler olarak istemeden de olsa bu mahallelerin “popülerleşmesi”ne
katkıda mı bulunuyoruz acaba diye düşünmeden edemiyorum. Bu popülerleşmenin, adına slum tourism denen, yoksulluğu sergilenebilir bir nesneye, bir gösteriye dönüştürme işlevini alttan alta yerine getirdiğini söylemek çok mu ileri gitmek olur? Bu işin başlangıcının aşağı yukarı böyle olduğunu Güney Amerika ülkelerine gidenler bilirler.
İstanbul’da harcayacak parası ve zamanı olanların bunu nasıl yaptığı
sorusunun cevabı sanki ciddi bir değişim geçiriyor. Eğlence veya boş zaman tüketimi olarak adlandırabileceğimiz aktivitelerin dokusunda kayda
değer değişiklikler meydana geldi, geliyor. Eskiden esamesi okunmayan,
“değer”den sayılmayan şeyler hızla “değer” haline geliyor, “para ediyor”
ve “cool Istanbul” vitrinindeki yerini alıyor. Gerçekleştirileceğine dair
herhangi bir işaret olmasa da, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projeleri kapsamında iki haftalığına bir gecekondu mahallesinin aydınlatılması ihtimalinin bir ara konuşulduğu şehirde kulaktan kulağa dolaşıyor.
Bu süreçte gecekondu mahallesinin içinde olan bitenin önemi kalmıyor
ve mahalle bir resme, bir gösteriye, hatta yavaş yavaş üzerinden para da
kazanılan bir nesneye, alınıp satılan bir deneyime, bir boş zaman eğlencesine dönüşüyor. Bunun ahlaken “biz”i nerelere götüreceği sorusunu
burada sormayacağım bile. Reklamvari bir slogan belki en münasibi: Metalaşmada gelinen son nokta: Yoksulluğun metalaşması.10
10 Dipnotta da olsa, ahlâken oldukça şaibeli bir noktada durduğumuzu düşündüğümü belirtmeden geçemeyeceğim!
206
Yeni İstanbul Markası - Kimin Markası?
Yukarıda irdelenen İstanbul tasavvurları önümüze, herhangi başka bir
meta gibi dolaşıma giren, pazarlanabilir ve tüketilebilir bir şehir imgesi
koyuyor. Burada pazarlanan elle tutulabilir bir mekândan çok bir “şehir
deneyimi.” Neoliberal küreselleşmenin getirilerinin en önemlilerinden
ikisi, pazarda artarak daha fazla rol sahibi olan hizmet ve deneyim. Joseph Pine ve James Gilmore, Deneyim Ekonomisi adlı kitaplarında, satış
gücünün geleceğinin basitçe elle tutulabilir metalardan, eski model eşyalardan çok pazarlanabilir güce sahip olan, hafızalarda yer eden deneyimlere kaydığını söylüyorlar.11 Pine ve Gilmore’a göre deneyim ekonomisi,
gündelik hayatın “estetize edilmesi” üzerinden işliyor ve bu süreçte gündelik deneyimler tüketim pratiklerinin ayrılmaz parçası haline geliyor.
Böylece, tüketici dediğimiz aktör kimliğini pazaryerinde buluyor ve sahnelenen tüketim oyununda aktif role sahip bir oyuncu haline geliyor. Bu
yeni tüketim kültürü Don Slater’a göre 1980’lerden sonra ortaya çıktı ve
tüketiciliğin en etkili yeniden keşiflerinden birini oluşturdu. Slater bunu
şöyle açıklıyor:
“Tüketici günün kahramanıydı artık; sadece ekonomik büyümeyi körükleyecek satın alma gücünün pasif tedarikçisi değil, modern özne ve vatandaş modelinin ta kendisiydi. Tüketicinin pasif alıcıdan tercih yapabilen bir aktöre
dönüşmesi bütün toplumsal ilişkiler için bağlayıcılığı olan bir model haline
geldi; hatta toplumsal hayatla ilgili dinamizmin ve özgürlüğü bu tarif etmeye
başladı. 1980’ler aynı zamanda üretimin pazarlama aracılığıyla tüketime tabi
kılınmasına yol açtı: tasarım perakendeciliği, reklamcılık ve ürün konseptleri yükselişteydi. Kapitalist üretimin 1980’lerden sonra gerçekleşen yeniden
örgütlenmesi ve bunun devletle ilişkisi konusunda öne sürülen bütün teorik
açıklamalar (post-Fordizm, gayrı-organize kapitalizm, esnek birikim) bir
noktada anlaşıyordu: Fordist kitle tüketimi yerini yeni ve daha hakiki bir tüketim kültürüne bırakıyor. Buna hedef kitle veya niş tüketimi diyoruz. Bu yeni modelde, çoğul, biçimlendirilebilir, oyuncaklı tüketici kimliklerinin üretilebildiği bir dünya ve bu süreci yöneten imge, üslup, arzu ve işaretler var.”12
Slater’ın 1990’ların sonunda söylediklerinin tezahürlerini bugün “cool” İstanbul’da görmek mümkün. Değişen İstanbul tahayyüllerinde “cool”
İstanbul’un kendisi bir marka haline geliyor ve bu markanın içi tüketilebilir bir kültürle dolduruluyor. Yeni İstanbul imgesi, aynı Şark şehri ta11 B. J. Pine ve J. Gilmore, The Experience Economy: Work Is Theatre & Every Business a Stage,
Cambridge: Harvard Business School Press, 1999.
12 Don Slater, Consumer Culture and Modernity, Oxford: Polity Press, 1997, s.10.
207
hayyüllerinde olduğu gibi kültürel fark üzerinden kuruluyor. İs­tan­bul’un
üçüncü dünya şehri olarak tanımlandığı 1960’lar ve 70’lerde şehrin elit
üst sınıflarının kıyasıya eleştirdiği ve hatta temiz pak Batı şehirleriyle karşılaştırıp aşağıladığı düzensizlik, kaotik şehir hayatı ve yıkık döküklük yeni İstanbul tahayyülünde birden bire sevilir özellikler haline geliyor.
“Cool” İstanbul tahayyülünün üretiminde rol oynayan İstanbullu aktörlerin kimler olduğu sorusunun cevabını düşünmek için, okuyucuları
geri dönüp yazımın başından beri tırnak içinde yazdığım “biz”lere bir
göz atmaya davet ediyorum. Bence şöyle bir profil çıkıyor ortaya: Avrupalıyız, İs­tan­bul’da yaşıyoruz, harcayacak paramız ve zamanımız var,
kültürel üretime yakın duruyoruz, Temiz Peynirci’yi seviyoruz. Buradan
şunu çıkarabiliriz: “cool” İstanbul, yani yeni İstanbul “biz”im İstan­
bul’umuz. Bu yeni İstanbul’u “biz”im kılan, yukarıda sözünü ettiğim boş
zaman mekân ve pratikleri. Yani “biz” aslında İstanbul’la, onu ziyaret
eden turistler misali, büyük ölçüde boş zaman tüketimi üzerinden ilişki
kuruyoruz. Şehrin ortak mekânını paylaştığımız peynirciyi, yorgancıyı,
karo taş ustasını ancak bizim “cool” İstanbul tahayyülüne dahil edilebildikleri ölçüde tanıyoruz. Yanı başımızda duran insan ve mekânları “cool” tahayyülü üzerinden yeniden keşfe çıkıyoruz. Onları “cool” olarak
paketleyip o paketi seviyoruz ve tüketiyoruz. Sahicilik aradığımızı söylüyoruz ama aslında boş zaman pratiklerimizde sahicilikten pek eser yok.
Son olarak eklemek istediğim nokta ise şu: Bu kadar yerel meraklısı
gibi görünsek de, İstanbul’da değil de küresel sermayenin ufku dahilinde
bulunan başka herhangi bir yerde de pekala yaşayabilirdik çünkü
İstanbul’dakilere benzer, küresel tüketicinin beğenileri düşünülerekambalajlanmış yerel “hoşluk”lar oralarda da ziyadesiyle var. Bu anlamda
“cool,” sadece İstanbul’a özgü değil, küresel kapitalizmin yeni tüketim
kalıplarıyla ilişkili bir adlandırma. Bunu görmek için “cool” Berlin veya
“cool” Belgrad’a bakmak yeterli.13 Kim bilir, belki de “cool” İstanbul’un
sakini olmak bize ayrı bir hava veriyor ve bundan da vazgeçmeye niyetimiz yok. Çünkü zaten ürettiğimizi kendimiz tüketiyoruz, hatta bazılarımız bunları pazarlamakla da meşgulüz. İstanbul’un taşı toprağı kadar hayali meyali de altınmış meğer!
13 “The Cool Guide: Berlin, Germany”, The Independent, 16 Ekim 2004 (http://www.independent.co.uk/travel/europe/the-cool-guide-berlin-germany-542619.html 17 Temmuz 2010); G.
Scurlock, “Europe’s best nightlife in buzzing Belgrade”, The Sunday Times, 4 Kasım 2008
(http://www.timesonline.co.uk/tol/travel/holiday_type/music_and_travel/article5082856.
ece 17 Temmuz 2010).
208

Benzer belgeler