B r nc Bölüm

Transkript

B r nc Bölüm
Birinci Bölüm
Johnny neden ölü görmeye başladığını bilmiyordu.
Kasaba Eşrafından Thomas Bowler, muhtemelen fazla
tembel olduğu için, dedi.
Eşraftan Bowler’a göre, çoğu insanın zihni onları rahatsız edecek şeyleri görmelerine izin vermezdi. Eşraftan Bowler, ölü gören olsa bilirdim, diyordu, çünkü kendisi tüm
hayatını (1822-1906) bu tür şeyler görmeyerek geçirmişti.
Teknik olarak Johnny’nin en iyi arkadaşı olan Bıngıl
Johnson, Johnny’nin kaçık olduğu için ölü gördüğünü
söyledi.
Ama tıp kitapları okuyan Yo-yok, bunun muhtemelen
Johnny’nin zihnini normal insanlar gibi odaklayamamasından kaynaklandığını söyledi. Normal insanlar çevrelerinde
olan biten hemen her şeyi görmezden gelebiliyor, böylece –şey gibi, eh, tuvalete gitmek ve hayatlarını yaşamak
gibi daha önemli şeylere odaklanabiliyorlardı. Buna karşın
8
Johnny, sabahleyin gözlerini açıyordu ve koca evren suratına tokat gibi iniyordu.
Bıngıl bunun ona kaçıkça geldiğini söyledi.
Adına ne denirse densin, anlamı buydu. Johnny başka
insanların görmediği şeyler görüyordu.
Mezarlığın çevresinde oyalanan ölüler gibi.
Eşraftan Bowler –en azından eski Eşraftan Bowler– ölülerin geri kalanına burun kıvırıyordu; siyah mermerden
kocaman bir mezarı olan Bay Vicenti’ye (1897-1958) bile.
Bay Vicenti’nin mezarı, küçük bir pencerenin ardından bakan ve hiç de ölü görünmeyen bir fotoğrafı ve meleklerle süslenmişti. Eşraftan Bowler, Bay Vicenti’nin Mafya’da
bir Capo de Monte* olduğunu söylüyordu. Bay Vicenti
ise Johnny’ye, tam aksine, tüm hayatı boyunca tuhafiye
toptancılığı yapan biri, amatör bir hokkabaz ve çocuk eğlendiricisi olduğunu söylemişti, ki bunlar pek çok önemli
açıdan, Mafya üyesi olmaktan daha uzak işler sayılmazdı.
Ama bütün bunlar sonradan olmuştu. Johnny ölüleri
çok daha iyi tanıdıktan sonra. Ford Capri’nin hayaleti yükseldikten sonra...
***
Johnny, mezarlığı dedesiyle yaşamaya başladıktan sonra
gerçekten keşfetti. Bu, Sıkıntılı Zamanlar’ın üçüncü aşamasıydı ve Bağrışmalar’dan (kötü bir aşamaydı) ve Bazı Konularda Sağduyulu Davranmak’tan (bu daha da kötüydü,
* İtalyanca, “Dağın Başı”. [Ç. N.]
9
insanların bağrışması daha iyiydi) sonra gelmişti. Şimdi
babası ülkenin diğer ucunda yeni bir iş bulmaya çalışıyordu. Artık herkes sağduyulu davranmayı bıraktığından, her
şeyin yoluna girebileceği gibi muğlak bir his vardı ortamda.
Johnny bütün bunlar hakkında düşünmemeye çalışıyordu.
Eve otobüsle gitmek yerine kanal boyundaki yolu kullanmaya başlamıştı ve duvarın yıkıldığı yerin üzerinden
tırmanır ve krematoryumun çevresinden dolanırsa yolu
yarı yarıya kısaltabileceğini öğrenmişti.
Mezarlar kanalın kıyısına kadar uzanıyordu.
Baykuşların ve tilkilerin yaşadığı, eski mezarlıklardan
biriydi. Pazar gazetelerinde yazan insanların bazen Viktorya
Devri Mirasımız’la bağdaştırdığı eski mezarlıklardan biri...
Ama bu mezarlıktan bahsetmezlerdi, çünkü Londra’dan
çok uzak olduğundan, yanlış türden bir mirastı.
Bıngıl, mezarlığın ürkütücü olduğunu söyleyerek eve
uzun yoldan giderdi, ama Johnny mezarlık bundan daha
ürkütücü olmadığı için hayal kırıklığına uğramıştı. Onun
ne olduğunu aklınızdan çıkarabilirseniz –bütün geceyi sırıtarak geçiren, yerin altındaki onca iskeleti unutmayı başarırsanız– epey dost canlısı bir yerdi. Kuşlar şakıyordu.
Trafik gürültüsü çok uzaktan geliyordu. Huzurlu bir yerdi.
Ama birkaç şeyi kontrol etmesi gerekiyordu. Eski mezarların bazılarının tepesinde büyük taş kutular vardı ve bakımsız kalmış yerlerde bunlar çatlamış, hatta açılıp düşmüştü. Johnny, ne olur ne olmaz diye, içeriye bir göz atmıştı.
Orada hiçbir şey bulamayınca hayal kırıklığına uğramıştı.
10
Sonra bir de mozoleler vardı. Bunlar çok daha büyüktü,
kapıları vardı ve tıpkı küçük evlere benziyorlardı. Fazladan
melekleri olan küçük bahçe barakaları gibiydiler. Melekler,
genelde, beklenmedik derecede gerçekçiydi; özellikle de girişin yakınında bulunan, cennetten çıkmadan önce tuvalete
gitmesi gerektiğini yeni hatırlamış gibi görünen melek.
Şu anda iki çocuk, yerdeki yaprak yığınlarını tekmeleyerek mezarlıkta yürüyorlardı.
“Gelecek hafta Cadılar Bayramı,” dedi Bıngıl. “Parti veriyorum. Korkunç bir şey kılığında gelmen gerekiyor. Senin kılık değiştirmen gerekmez.”
“Sağ ol,” dedi Johnny.
“Bugünlerde dükkânlarda çok daha fazla Cadılar Bayramı malzemesi olduğunu fark ettin mi?” dedi Bıngıl.
“Şenlik Ateşi Gecesi yüzünden,” dedi Johnny. “Birçok
kişi havai fişeklerle kendini havaya uçuruyordu, bu yüzden Cadılar Bayramı’nı icat ettiler, çünkü o zaman yalnızca
maskeler falan takıyorsun.”
“Bayan Nugent’e göre bütün bunlar doğaüstü güçlerle uğraşmak demekmiş,” dedi Bıngıl. Bayan Nugent, Johnsonların
yan komşusuydu ve sabahın üçünde bangır bangır Madonna
dinlemek ve buna benzer konularda mantıksız davranmasıyla
tanınırdı.
“Muhtemelen öyledir,” dedi Johnny.
“Cadılar Bayramı’nda cadıların dışarıda olduğunu söylüyor,” dedi Bıngıl.
“Ne?” Johnny alnını kırıştırdı. “Mayorca’da falan mı?”
11
“Sanırım,” dedi Bıngıl.
“Şey… mantıklı, herhalde. Muhtemelen yaşlı olduklarından, sezon dışı özel indirimler falan alıyorlardır,” dedi
Johnny. “Halam hemen hemen hiç para ödemeden, otobüsle istediği yere gidiyor. Üstelik cadı bile değil.”
“O zaman Bayan Nugent neden endişeleniyor ki?” dedi
Bıngıl. “Bütün cadılar tatildeyken buralar çok daha güvenli
olmalı.”
Küçük, vitraylı pencereleri bile olan, çok süslü bir mozolenin önünden geçtiler. Kimin içeriyi görmek isteyeceğini hayal etmek güçtü, ama diğer yandan, kimin dışarı bakmak isteyeceğini hayal etmek daha da güçtü.
“Onlarla aynı uçağa binmek istemezdim,” dedi Bıngıl,
derin düşünceler içinde. “Düşünsene, belki paran ancak
sonbaharda tatile gitmeye yetiyor; uçağa biniyorsun ve
uçak bir sürü yaşlı cadıyla dolu.”
“Bir de şarkı söylüyorlar, ‘Haydi gidelim, haydi gidelim,
haydi gidelim,’ hı?” dedi Johnny.
“Bir de, Viva Espanya.”
“Ama, iddiaya girerim, otelde cidden iyi hizmet görüyorlardır,” dedi Johnny.
“Evet.”
“Gerçekten komik,” dedi Johnny.
“Ne?”
“Bir seferinde bir kitapta bir şey görmüştüm,” dedi Johnny,
“Meksika gibi bir yerde yaşayan insanlar hakkında. Her sene
Cadılar Bayramı’nda, hepsi birden mezarlığa gidip büyük bir
12
kutlama yaparlarmış. Sırf öldüler diye insanların neden her
şeyden dışlanmaları gerektiğini anlamıyorlarmış gibi, falan.”
“Iyy. Piknik ha? Gerçek bir mezarlıkta?”
“Evet.”
“Kesin topraktan yeşil, parlak eller çıkıp sandviçleri aşırıyordur, hı?”
“Sanmam. Hem… Meksika’da sandviç yemiyorlar. Tortiyya… gibi bir şey yiyorlar.”
“Tosbağa.”
“Öyle mi?”
“Kesin,” dedi Bıngıl, etrafına bakınarak, “kesin… kesin
şu kapılardan birini çalmaya cesaret edemezsin. Kesin içeride sarsıla sarsıla yürüyen ölü insanlar duyarsın.”
“Neden sarsılıyorlar?”
Bıngıl düşündü.
“Onlar her zaman sarsıla sarsıla hareket ederler,” dedi.
“Neden, bilmiyorum. Videolarda izledim. Ve duvarları delip geçebiliyorlar.”
“Neden?” dedi Johnny.
“Ne neden?”
“Neden duvarları delip geçiyorlar? Demek istediğim…
bunu canlı insanlar yapamıyor. Ölü insanlar neden yapabilsin?”
Bıngıl’ın annesi videolar konusunda çok rahat davranıyordu. Bıngıl’a bakılırsa, yüz yaşındaki insanların bile anne
babalarıyla birlikte izlemesi gereken filmler izleyebiliyordu.
“Bilmem,” dedi. “Genelde çok öfkeli olurlar.”
13
“Ölü oldukları için mi demek istiyorsun?”
“Muhtemelen,” dedi Bıngıl. “Yaşanacak hayat değil.”
Johnny o akşam, Eşraftan Bowler’la tanıştıktan sonra bu
konuyu düşündü. O zamana kadar tanıdığı ölü insanlar,
hastanede bir tür hastalıktan ölen Bay Page ile doksan altı
yaşında, öylesine ölen büyük ninesiydi sadece. İkisi de o
kadar öfkeli insanlar değildi. Büyük ninesinin aklı biraz
karışıktı, ama asla öfkeli değildi. Johnny onu ziyaret etmek için Günışığı Çayırları’na gitmişti. Ninesi orada, bol
bol televizyon izleyerek ve bir sonraki yemek zamanının
gelmesini bekleyerek yaşıyordu. Bay Page de sessizce ortalıklarda dolaşırdı. O, sokakta yaşayan ve gün ortasında
hâlâ evinde olan tek erkekti.
Sırf Micheal Jackson’la dans etmek için, öldükten sonra
yeniden kalkacak tiplere benzemiyorlardı. Ve büyük ninesini duvarları delip geçmeye yöneltecek tek şey, uzaktan
kumanda için on beş yaşlı hanımla savaşması gerekmeden
izleyebileceği bir televizyon olurdu.
Johnny’ye öyle geliyordu ki, birçok insan her şeyi yanlış
anlıyordu. Bunu Bıngıl’a söyledi. Bıngıl buna katılmadığını
belirtti.
“Muhtemelen ölülerin bakış açısından farklı görünüyordur,” dedi.
Şimdi Batı Caddesi’nde yürüyorlardı. Mezarlık, sokakları olan bir şehir gibi düzenlenmişti. Sokak isimleri pek
orijinal değildi; örneğin Kuzey Yolu ve Güney Yolu, banklar konulmuş, çakıl kaplı küçük bir alanda Batı Caddesi’ne
14
kavuşuyordu. Bir tür şehir merkezi... Ama büyük, Viktorya
tarzı mozoleler yüzünden, dünyadaki en uzun hafta sonu
tatiline girmiş bir yere benziyordu.
“Babam bütün bunların üzerine binalar yapılacağını
söylüyor,” dedi Bıngıl. “Bakımı çok pahalı olduğu için Belediye Meclisi, büyük şirketlerden birine beş peniye satmış.”
“Ne, hepsini birden mi?” dedi Johnny.
“Babam öyle dedi,” dedi Bıngıl. O bile kendinden emin
değil gibiydi. “Bunun rezalet olduğunu söyledi.”
“Kavak ağaçlarının olduğu yer bile mi?”
“Tamamı,” dedi Bıngıl. “İş merkezi falan olacak.”
Johnny mezarlığa baktı. Geniş bir bölgede betonlaşmamış tek açık alandı.
“Ben en az bir paund verirdim,” dedi.
“Evet, ama sen üzerine bina yapamazdın,” dedi Bıngıl.
“Önemli olan o.”
“Ben üzerine asla bina yapmak istemezdim. Sadece olduğu gibi bırakmaları için bir paund verirdim onlara.”
“Evet,” dedi, sağduyunun sesi Bıngıl, “ama insanların
bir yerde çalışması gerek. İşe ihtiyacımız var.”
“Eminim buradakiler buna hiç memnun olmazdı,” dedi
Johnny. “Bilselerdi, yani.”
“Sanırım onları başka yere naklediyorlar,” dedi Bıngıl.
“Öyle bir şey olmalı. Yoksa bahçeni kazmaya asla cesaret
edemezdin.”