İlkel Sosyalizmden Kapitalizme Son Geçiş: Japonya

Transkript

İlkel Sosyalizmden Kapitalizme Son Geçiş: Japonya
TARİH TEZİ IŞIĞI NDA
İlkel Sosyalizm’den K a p i t a l i z m 'e
Son Geçiş
JAPONYA
Dr. Hikmet KIVILCIMLI
ÖNSÖZ-
Süleyman ŞAŞMAZ
Hz. İbrahim çağını (Tek Allah Keşfi'ni) saymazsak; Marks-Engels'ten (Tarihsel
Maddeciliğin Kuruluşu'ndan) bu yana 150 yıldır; insanlık, hiçbir döneminde, bu denli
"İNANÇSIZLIK” veya "İNANÇ" (teori) problemiyle karşı karşıya kalmamıştır.
Hatta şöyle demek, daha doğru olur:
İnsanlık, hiçbir çağında, inançsızlık ve inanç diyalektiğinin (sosyal hayvanlık ve
gerçek insan çarpışmasının) yarattığı ve yaratacağı TEORİ problemiyle bu denli karşı
karşıya kalmamıştır.
Çünkü insanlık,
en bencil
(sosyal hayvan)
genleriyle,
en "İNSAN";
toplumcul-fedakâr-sorumlu-hoşgörülü-doğru-demokratik-yiğit yanlarını, ÖLÜM-DİRİM
kertesinde savaştırarak hazırlandığı "SON ZAFERİ"ne ilerlerken; TEORİ'nin “EN ÜSTÜN
ZAFERİ"ni elde etmek zorunluluğuyla karşı karşıyadır.
Çünkü en bencil genlerinin tatmini için, bütün inanç ve toplumcul baskılardan
"BOŞ DÜŞMEK" (kurtulmak) zorundadır.
Hayvanlıktan insanlığa geçerken bastırdığı bütün bencil genlerine, kişiler çağı ile
birlikte, yıldırım hızıyla geri dönecek ve bu kez bir daha geri dönmemek üzere; o ilk
SİKLUS TEMELİ'ni; yani insan toplumunun çekirdek altında yatan insanlaşma
kanunlarını; yani boyuna modernleşerek devir daim (siklus) eden Temel Şifre'sini bilincine
çıkararak, her türlü hayvanlığını yenecek ve Siklus Temeli'nin son halkası olan Modern
Komün: Gerçek İnsan olacaktır.
Bu yüzden içine girdiğimiz Finans Kapitalizminin Evrensel Kişiler Çağında,
İNSANLIĞIN BAŞLICA ZEHIRİ: muhalefetsizlik zehridir; kişi mülkiyeti kanalından, her
kişinin finans kapitalizm ile kırıştırma çocukluğu veya dozuna göre Nemrutluğudur:
Yani, Toplumun ve Doğa'nın görülmemiş bir hayâsızlık ve süratle, her kişinin katre
katre suç ortaklığıyla kemirildiği bu gözü dönmüş AKIN'a karşı, "İNANÇSIZ" : "teorisiz ve
siyası teşkilatsız", yani "MUHALEFETSİZ" kalışıdır.
Muhalefetsizlik zehri: bütün insanlığın; bütün sosyal sınıf ve zümrelerin ve her
Kişi'nin, sırf kişiler çağının hortlayıp evren ölçüsünde yaygınlaştırdığı kişi mülkiyeti ve
bencil çıkarcılığı yüzünden; kendi kendilerine, doğaya ve insanlığa karşı zaman zaman
göbek ata ata ağızlarının suları aka aka yaptıkları, ÖLÜM SABOTAJI'dır: Sosyal İntihar'ın
en çocukcası ya da bu hayasızca akımın başı finans kapitalizm ile kırıştırdığı ölçülerde en
Nemrutçası ve en dramatik olanıdır.
Sosyal intiharlarımız, her zümre-sınıf-tabaka ve kişi ölçüsünde, insanlık kadar
geniş bir yelpazede sahnelenir. Yeri geldikçe ibretleştireceğiz.
Bunu, ömrünü seve seve (madden ve manen "EN ALTTA" bulunarak) en zehirli-en
hayvan yanlarımızdan, en tesirli-en insancıl panzehirleri yaratmaya vakfetmiş olanlarımız,
gerektiği gibi anlayabilirler. Anlayabildikçe, ÖLÜM SABOTAJLI muhalefetsizlik zehrinden
kurtulup, PANZEHİR YARATIŞI savaşına katılabilirler.
Bu yüzden çağımız, her kişi ölçüsünde bir ÖLÜM-DİRİM çağıdır. Her kişi doz doz
ve belki de defalarca ölümün yüzünü görerek, ya gerçekten ölecek ya da gerçekten
dirilecektir. "DÜŞMAN", artık herkesin kendi içerisindeki en hayvancıl bencil genlere dek
tutunmuştur. Kişi, ya en derin bencilliği içine gömülerek finans kapitalizm ile birlikte
yozlaşıp toplum hayatından silinecek, ya da en derin DOĞA VE İNSAN yanlarıyla yeniden
doğacaktır.
Kişi, her şeyiyle toplum ile damgalıdır: toplumu sonuna dek hiçe sayamaz; toplum
her şeyiyle doğa ile damgalıdır, doğayı sonuna dek hiçe sayamayacağını 1998 yılından ben
içine girdiği yeniçağın evrensel krizleriyle anlayacak ve yeniden doğuşunu, Siklus
Temeli'nin son halkasını örgütleyişini, kuşakları içine alan bir yavaşlıkta (bir ileri iki geri)
da olsa hızlandıracaktır.
Ancak daima, o yeniden doğuşların baş tacı, kendisine layık bir TEORİ (ölümleri
göze aldıran inanç) üstünlüğü olur: yeniden doğuşlar (teşkilatlanmalar), prematüre:
neredeyse ölümle damgalı değillerse, önlerindeki 50-100 yılı gören yüksek teoriyle veya o
teoriye yatkın olarak doğarlar.
Çağın Strateji ve Taktiği, yani programı, Teori'den çıkar. Teşkilatı yani Tüzük
prensipleriyse,
programdan
(stratejik
aşamanın
enine-boyuna
dupduruca
değerlendirilişinden) çıkarlar.
Can alıcı yakıcı gerçek ise şudur: bütün bunların hepsi de; eskinin içinden doğup
gelişen devrimci pratik hayatın, ta göbeğinde, hiçbir çıkar gütmeksizin savaşarak yaşamayı
sonuna dek isterler. O hayattan bir santimi sapanlar, belki ömür boyu gerçek teori ve
pratiğin alt mertebelerine düşerler; her düşüş bir yabancılaşma-yozlaşma ve ölüşle
buluşmadır...
Bu yüzden çağımızda İNSANLIĞIN BAŞLICA PANZEHİRİ: en derin
hayvanlıklarımızla birlikte en derin insanlıklarımızı bilinçlere çıkararak, bize iki kere ikinin
dört ettiği kadar KESİN ve YALIN çizgilerle, bütün hayatın anlamını gösteren ve YAŞAMA
GÜCÜ ile birlikte MUHALEFET GÜCÜ veren, TEORİ'dir.
Bu teori, çağımızda: Doğanın ve İnsan Toplumunun en temel gidiş kanunlarını
veren "ÇEKİRDEKALTI" bilimlerinin SENTEZİ'dir.
Tarihsel Maddecilik Kurucuları: Marks-Engels, daha çocuk yaşlarında-işin henüz
başlarındayken bile, bunu sezdiler. Ve meseleyi hep o en derin ve toptan yanından ele
almayı pek çok istediler. Alman İdeolojisi'ni yazdıkları yıllarda, bu görüş ve isteklerini
taslak biçimde ve ham olarak da olsa, doğa ve insanın kanuncul aydınlatılışı anlamında
"TARİH BİLİMİ" adıyla algıladılar.
Ne var ki, buna ömürleri yetemezdi. Problemin çözümü, sandıklarından çok daha
fazla emek ve keşifler sentezi gerektirdi. 150 yıl boyunca aranan hep oydu: ÇEKİRDEKALTI
KANUNLARI..
İnsan Toplumu'nun ÇEKİRDEKALTI: Siklus Temeli kanunları, "SON'"dan başa
doğru çözümlenmeye başlamıştı. Çünkü Siklus Şifresi, "BAŞ"'tan "SON'"a doğru
Seleksiyon (eleşim) ile gelişiyordu.
Marks-Engels: Modern Klasik Kapitalizm gelişkinliği içinde, "ÜRETİCİ GÜÇLER"'i;
aydınlatabildiler.
Morgan: birkaç on yıl arayla, Devrimci Amerika'da, burjuva-komun çelişkilerinin
yarattığı hızla, Kızılderili Komün KAN'ları içinde, “KOMÜN"ü aydınlattı.
Kıvılcımlı: 100 yıl sonra, gerilerin en ilerisi bir rönesans halkasına sahip Osmanlı
artığı Türkiye'de "KOMÜN'ÜN PARÇALANIŞ KANUNLARI”nı aydınlattı. Ve insan
toplumunun Çekirdekaltı: Siklus Temeli kanunlarına yaklaştı.
Ancak, vakit dolmamıştı. Kişiler Çağı açılmadan bütünlük kurulamayacaktı. Çünkü
kişilerin Parçalanışı Kanunları'nın düğümü, Siklus Temeli'nin en sağlam en ilk
halkasında atılmış; çözümlenişi de en son halkası olan içine girdiğimiz Kişiler Çağı'nda
yapılabilirdi.
Kıvılcımlı, bu yüzden şaşmaz matematik diyalektiğiyle ne denli çekirdekaltı
bilimlerini zorlasa da, Komünün parçalanış kanunlarında ustalaşabildi.
Beş kitap bir arada tek cilt halinde yayma hazırlamaya çalıştığımız "Osmanlı
Tarihi Maddesi ve Ruhu", onun 'Tarih Tezi"ne temel olmuş, aynı zamanda Tarih Tezi’ni
uygulayıp ispatladığı en sağlam çalışmasıdır Ustalıklı mücadelesi ve Türkiye aydınlatmaları,
o sağlam temellere dayanır
İkinci Uygulaması: İslam Tarihi Maddesidir. Osmanlı çalışmasında ve çeşitli
eskizlerden derlediğimiz "Allah-Peygamber-Kitap" çalışmasında aydınlanır.
Tarih Tezi'ni uyguladığı üçüncü alan Komün'ün İngiltere’deki parçalanışıyla
kapitalizme "İLK" geçişidir.
Tarih Tezi'nin dördüncü uygulaması: Japon Komünlerinin parçalanışı ve
kapitalizme "SON" geçişidir.
Japon Komünleri, en az belgeli ve tarihin "mucize" sanılabilecek "en zor"
çözülüşü olduğu ölçüde, Kıvılcımının en zor konusunu oluşturur.
Ancak, ortalarda pek görülmeyen-bütün çalışmalarından hız alıp onlara hız veren
ve bütün teorisine sinmiş temel bir çalışması vardır ki: eğer öyle bir derinliğe iniş ile toptan
ele alışı olmasaydı, ne Tarih Tezi ne de Dört Başlı Uygulama’sı bu denli
şahikalaşamazdı.
O çalışma, kendisinin de değerini tam anlayamadığı; 50 yıl boyunca
derinleştirmekten kendisini alamadığı halde, bir ÖN ÇALIŞMA (eskiz) olmaktan
kurtulamayan; "Hayvandan İnsan'a Geçiş" sırasında oluşmuş, "Komün Gücü: Siklus
Temeli" yani, Çekirdekaltı Kanunlarıdır.
Çünkü, insan toplumunun boyuna etrafında döndüğü (aşamadığı) fakat biricik
yaratıcı temel şifresi; o siklus temelindedir. Ve doğanın çekirdekaltı kanunlarını da
içerisinde derler: doğa ve insan bilimleri o kesişme ve dönüşme alanında en yüksek
sentezlerini bulacaklardır...
Japonya Çalışması: Kıvılcımının dehasının ve metod gücünün parladığı en tipik
ve en zorlu uygulamasıdır. Fakat ne yazık ki, "Allah-Peygamber-Kitap" ve "Komün Gücü:
Siklus" gibi temize çekmeye vakit bulamadığı; taslak veya ham yazı seviyesini aşamadığı
100 sayfalık Osmanlıca elyazmasıdır.
Kitabın ne ana başlığı, ne bölümlemeleri ve alt başlıkları, ne didaktik kurgulanışı
vardır. Paragraflar bile ham külçeler halindedir. Neredeyse her şeyi temize çekeceği
zamana bıraktığı bir ön çalışmasıdır.
Biz her zamanki tutumumuzla, yazıyı kılına dahi dokunmadan: hiçbir yorum
düzeltmesine (revizyona) kalkışmadan; ancak konunun anlaşılmasını sağlayabilmek için
ana bölümlemeler alt başlıklar ve paragraflamalar içinde verdik.
Üzerinde sıkı bir etüt yapılabilirse, Kıvılcımlı'nın Tarih Tezi ve Uygulamaları (onun
orijinalliğini sağlayan temel keşfi), daha kolay ve duru bir aydınlık kazanabilir. Bu, Japon
Komünü'nün özelliğinden kaynaklanır: Kıvılcımlı'yı Komün'ün parçalanışı kanunları üzerine
daha çıplak ve karşılaştırmalı, düşünmeye iter...
1 Mayıs 2000
"Gödürmüsü"
Sülayman Şaşmaz
* "Japonya Elyazmaları’nı; hiçbir grup-fraksiyon-kişi çıkarına ve kıskançlığına
sapmaksızın; tersine bana karşı iyi dileklerle ve istediğim süratle ulaştıran Alattin Orhan'a
ve Suat Şükrü'ye herkes adına sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
************************
Birinci Bölüm
"YAMATO" ya da "NİPPON"
(Doğan Güneş) ADALARI:
BARBARLAR (Komünler)
HALİTASIDIR
(7. yüzyıldan önce Kan Şeflerinin adı olan Yamato'yu ülke adı olarak
kullanıyorlardı, 7.yüzyıla doğru Çin deyişinden esinlenerek ve animist inanışlarıysa
kaynaştırarak Nippon: Doğan Güneş adını, ülke ismi olarak benimsediler)
***
Yeryüzünde modern kapitalizme ilk giren ülke İngiltere ise, son giren ülke de
Japonya'dır.
Japonya'dan sonra kapitalizme giren ülkeler olmuştur. Ama onların girişi, hiçbir
zaman Japon başarısını gösterememiştir.
Neden?
Japonya 10 yıl içinde kapitalizmin temelini attı; 30 yıl içinde öteki ileri kapitalist
ülkeler seviyesine çıktı. Buna, bugün hâlâ "Japon Mucizesi" gibi bakılıyor.
Bütün işi gücü, her yerde her zaman, "mucize" görmek olan Türkiye'nin, Japonya
ile ilgisi Meşrutiyet çağlarında başladı. Bu ilgi, Japon olayını gerçekçi bir izaha
kavuşturamazdı. "Mucize"ye en az inanmak isteyen batı düşüncesi, bütün sosyal konularda
yaptığı gibi, Japonya konusunda da aşırı tek yanlılıktan, eksik ve yanlışlıktan bir türlü
kurtulamadı.
Japon başarısının, Japon sosyal yapısından çıktığını söylemek: "ölmeden bir saat
önce yaşıyordu" diyen, Lapalis'in hakikatidir. Sosyal yapının hangi özelliği, Japon
harikasını yarattı? Asıl yapılacak iş, bu soruyu objektif ve somut (konkret) ayrıntıları
içinde aydınlatmaktır. Aydınlatırken verilen karşılıklar, okuyanı şaşırtmamalıdır.
1-TARİHİ KİŞİ'LERE YAPTIRIŞ (KLASİK BİLİM) VE TÜRKİYE SOSYALİTESİ
"Kültür için kültür" diyen en tutkun Fransız düşüncesinin sayılı enstitüsü şöyle
demekten çekinmez:
"Japon devrimi, birkaç Samuray'ın eseri olmuştu"
(Pierre de Renauvin. s:99)
Fransız burjuvazisine göre, bu ülkede devrim, birkaç kahraman kişinin eseri
olabiliyordu; yani birkaç yiğit istedi mi, bir ülkenin altını üstüne getirebilirdi!
Sosyal ve ekonomik faktörlerin başı üzerine en çok cephe alan Alman düşüncesi
ise, Fransız düşüncesinden aşağı kalmadı; kalabalık Alman bilginler şöyle demekten
çekinmedi:
"Japon devrimi böyle başladı. Halktan değil, küçük bir gruptan yola çıktı. Bunda
Satrumo ve Chasu Daymiyoları (derebeyleri) büyük rol oynadılar"
(Historia Mundi c.10, 364)
Alman burjuva bilimi, bir memleket tarihinde ne toplum bütününü, ne de sosyal
sınıfı rol oynar görüyordu: "Küçük bir grup" her şeyi yapmıştı. Hatta o grupçuğun içinde
bile ikinci daimyo (kodaman toprak beyi) kişi, her işi becerivermişti. Alman Bismark'ı gibi.
Sayın batılı bilginlerin yaptıkları izaha, en çok şu paradoks şaşırtıcı oluyor: Bütün
dünyada herkesin bildiği gibi, KAPİTALİZM rejim olarak derebeylikleri iktidardan devirerek
doğmuştur. Japonya'da bunun taban tabana zıttı bir olayla karşılaşıyoruz. İki büyük
derebeyi Daimyo, kapitalist sınıfı iktidara çıkarıyor!
Resmi batı bilimi, tarihi, kişilere yaptırdıktan sonra, Türkiye gibi geri bir ülkede
kültür yüzeyine itelenmiş "düşünücü" 'lerimizin varmayacakları acayip sonuç kalır mı?
Ancak yerli-yabancı bütün tarihi, "kahramanlara" yaptıranların önüne, Türkiye'nin
yakın tarihi dağ gibi dikiliyor:
Türkiye'de, Japon MlKADO'sunun yerini tutan HALİFE PADİŞAH vardı. Padişah
halife, Genç Osmanlı'da 3.Selim, en ufak bir sosyal ve politik değişikliğe kalkıştıkları gün,
öldürülebilirdi.
Japonya'da
savaşçılara
SAMURAY
veya
BURHI
deniyordu.Türkiye de
savaşçılar, YENİÇERİ adını aldılar: Osmanlı'da 3. Selim ilerici bir adım attığı için,
öldürenler YENİÇERİLER oldu. İstersek Japon daimyoların tek benzeri olan büyük
paşalarımızı, Türkiye yenileşme tarihinde de bulabiliriz: 3.Selim'i kurtarmaya koşan
Alemdar Mustafa Paşa, pekâlâ o çeşit daimyo olan taşra eşrafına "RUSÇUK AYANI" idi.
Yeniçeriler, onu da sarayında baruthanesiyle birlikte havaya uçurdular. Tanzimat çağının
büyük lideri Mithat Paşa, pek o kadar daimyoya benzetilemez mi? Kendi eliyle hazırladığı
anayasanın bir maddesi gereğince, bir sabah bir ecnebi vapuruna bindirilerek, italya'nın
Prenzidi limanında rıhtıma bırakılıverdi. Türkiye'de kapitalizmi kurmak şöyle dursun, Mithat
Paşa kellesini kurtaramadı: Sonunda Taifde boğuldu. O trajedinin acı dersini alması
gereken Enver-Talat-Cemal paşalar, Türkiye'de HÜRRİYET’i ilan ettiler. Ama kapitalizmi
geliştiremediier. Mustafa Kemal Paşa, CUMHURİYET’i ilan etti. Fakat ileri bir kapitalizmi
kurup Türkiye'yi geri ülke olmaktan kurtaramadı. Neden?
Şu Türkiye örneği, pek güzel ispat ediyor ki, öyle iki derebeyinin "büyük rol"
oynayıp yahut birkaç savaşçı samurayın "eser" vermeye kalkışması, bir memleketin en ileri
kapitalizme kavuşmasına yetmez.
Japon "HARİKA" sı yahut "MUCİZE sının anahtarı bütünüyle Japon toplumunun
tarih ve insan üretici güçlerinde gizlidir. Gerçek sosyal devrim, birkaç kişinin veya
birkaç zümrenin eseri olmak şöyle dursun; en belli başlı büyük sosyal sınıfın bile, toptan ve
bilinçli davransa dahi, tek başına kalırsa başarabileceği bir iş değildir. Sosyal devrim: bir
toplumdaki bütün sosyal menfaatlerin hep birden içine girdikleri üretici güçlerin üretim
biçimleriyle olan çelişkilerinin hat safhaya çıktığı sosyal bir krizle ansızın doğar. Bu en az
yüzyıldan beri açıklanmış gerçek, çok yanlılığıyla ele alınmadıkça, Japon mucizesi üzerine
yapılacak gerekçeli iddialar, birbirini tutmaz yakıştırmalar olur.
2- MUCİZE’NİN İNSAN TEMEL!-. KOMÜNAL DİNAMİZM
Japon gelişmesini, "mucize" sayanların ve olmayacak nedenlere bağlayanların
yanıldıkları başlıca noktalar, şu büyük görünüşe aldanmalarda yatar:
a) Batıda kapitalizm için, yüzyıllarca sürelik bir sermaye birikişi gerekmiştir.
Bu birikişten sonra ansızın gelen sosyal devrimlerle kapitalizm doğmuştur. Japonya’da
öyle bir birikiş olmaksızın,
gökten yıldırım düşercesine,
birden bire kapitalizm
başlamıştır.
b) Kapitalizm için yüzyıllarca sürelik oluşum savaşını vererek güneşin altındaki
yerini yapmış bir kapitalist sınıfı güçlenmiş ve bu sınıf, batı derebeyliğinin müstebit
iktidarlarını iskambilden şatolar gibi birer-birer yıkarak siyasi iktidarı ele geçirmiştir.
Japonya'da öyle bir kapitalist sınıfı doğmadan,
"akıllı"
birkaç ulu derebeyinin
yurtseverliği ile 3000 savaşçı samurayın yıkılmaz beceri ve davranışları sayesinde
kapitalizm kurulmuştur.
c) Tarihsel determinizm: modern dünyada bütün geri kalmış ülkeler, önce
sömürge ve yarı sömürge durumuna girdiler. Ondan sonra, dünya işçi sınıfının modern
sosyalist devrimlerinden yararlanarak, kendi milli kurtuluşlarını gerçekleştirmek zorunda
kaldılar.
Bütünüyle Amerika devletleri, bütünüyle Afrika ve bütünüyle Asya ülkeleri, hep
ilkin sömürge yahut yarı sömürge oluş süreçini(sürecini) geçirmek zorunda kaldılar.
Japonya, sömürgeleşmeksizin doğrudan doğruya bağımsız kapitalizm düzenini kurabildi.
Çin, Yakın Çin Hindi, hatta Kore ve benzeri ülkeler, kapitalizm ile aşna fişne eder
etmez yarı veya tam sömürgeleştiler. Fakat Japonya sömürgeleşmeden klasik orijinal
yoldan kapitalizme geçti.
d) Rejim determinizmi: Bugün geri ülkeler, sömürge ve yarı sömürge kurtuluşlarını
başarırken, dünya işçi sınıfının sosyalist davranışlarından yararlandı. Geri ülkelerin milli
kurtuluşlarını başarması için, sosyalizme girmek bir zaruretmiş gibi öne sürülüyor. Diyelim
ki, Birleşik Amerika örneği çok eskidir, işte Japon örneği ortada; hiç de sosyalizm konağına
bakmadan, hem milli kurtuluşunu hem de kapitalizmini yaratıverdi. Öyle geri ülkeler için
sosyalizmin kaçınılmazlığı diye bir rejim prensibi ile oyalanmadı.
Bu "benzeri" görüşleri daha çok sıralayıp uzatmayalım. Bu tür görünüşe
aldanmalar; bütün bu komünal KOMATO Japon sosyal yapılarını, tarih öncesini ve Japon
tarihinin derinliklerini, rol oynayan geniş yığınlardan gelme insan-tarih üretici güçlerini
oldukları gibi değerlendirmemekten ileri gelir.
Burada en başta Japon tarihini ele alırken, göze batarca beliren olayları, sanki hiç
önemsiz şeylermiş gibi yan yana dizerek toplum biçimlerinin tasnifi yapılmaksızın
sıralamak, ne Japon tarihini ne de Japon mucizesini açıklar. Japon tarihinde de, Japon
mucizesinde de başlıca rolü oynayan temel; tıpkı İngiltere'de olduğu gibi ilkel biçimde de
olsa komünal dinamizm veya ilkel sosyalizm kalıntılarıdır.
3- KOMÜN BİLİMİ (MORGAN) VE JAPONYA
Toplumun ancak kabuğu demek olan politikadan daha derinlere inememiş resmi
tarihleri, bir duman perdesi kaplamıştır. O perde, UÇ DOĞU DÜNYA ÜLKESi Japonya'yı
büsbütün karanlığa boğmuştur.
Japonya'da 15. yüzyılların sonlarında görülen olaylar: ilkel Japon toplumundan
(komünal geleneklerden) modern kapitalizme geçiş, aydınlatılmak istenirse; önce Japon
tarih öncesi, Morgan'ın Komün Bilimi'ne göre geçirdiği konaklar bakımımdan incelenmelidir.
Japon tarihine dokunan bütün tarihçiler, Japon tarih öncesiyle (komünayla) modern Japon
kapitalizmi arasındaki bağlantılara pek basma kalıp yorumlar yakıştırırlar.
Bu yorumların biçimsizleştirmelerine yol açan birinci çıkmaz: "barbar" ve
"medeniyet" sözcükleriyle "kültür" gerçekliğini birbirine karıştıran terim ve anlam
soysuzlaştırmalarından ileri gelir. Medeniyet tarihinde bir ilk çağ, bir orta çağ, bir de uzun
çağ tanınıyor. Bu çağlar arasında medeniyetlerle barbarlığın tarihsel devrim münasebetleri
olur:
a) Her 3 çağ arasındaki organik bağlar bulunup konulmalıdır
b) "Orta Çağ” denen duruma "Feodalizm" adını vermekle her şey aydınlatılmış
sanılıyor.
Oysa yazılı tarihte orta çağlar çoktur. Gerçekte her orta çağ, bir antika medeniyet
biçiminin üzerinde tarihsel devrimle doğar. Eğer bir ülkede daha önce medeniyet
sözcüğünün tam karşılığı olan sınıflı toplum doğmamışsa;
orada medeniyetin
bulunamayacağı gibi, ardından gelen orta çağ da, klasik anlamıyla bir orta çağ olamaz.
Ona rağmen pek ciddi sosyal tarih denemeleri, Japon tarihini birbirlerine bakarak
ele alınca, tarih sırasıyla bir zincirin halkaları gibi akıp giden tarihi, önce paramparça
ediyorlar: olaylar arasındaki bütün organik bağları kopararak Japon tarihini, ipliği kopmuş
tespih taneleri gibi darmadağın ediyorlar. O yüzden Japon tarihi sürü halinde "yanlışlıklar
komedyası" gibi peş peşe gelmiş niçin öyle olduğu anlaşılmaz bir sürü derebeylik
koleksiyonu biçimine sokuluyor.
Historia Mundi'nin bilginleri, bu çeşit anlaşılmadıkları verirler. Onlara göre Japon
tarihi, bitmez tükenmez 3 türlü derebeyliğin birbirine kenetlenmiş karışık iplik yumağıdır.
Japon tarihinde, kendi tarihi içinde değişebilir fakat kendisi pek az değişen bir savaşçılar
tabakası (Krugestemo) vardır. Buna BUŞl adı verilir. Fransızların SAMURAY dedikleri bu
toprağın savaşçıl tabakası Buşiler, Japon derebeyliğinin üzerine dayandığı temel idi.
Derebeylik gelişiminde 3 tabaka ayırt edilebilirdi:
1) Shoen(Şoen)'ler sistemi üzerine kurulmuş erken derebeylik ( Frük Feodalizm
);
2) Shugo (Şugo) ile idare edilen eyaletlerdeki orta derebeylik;
3) Daimyo topraklarına yaslanmış geç derebeylik.
(Historia Mundi c 8, s 199)
Historia Mundi'ye göre, Japonya ebedi ve ezeli bir derebeylik dünyasıdır. Şoen çağı
da, Şugo çağı da, Daimyo çağı da, hep birer "derebeylik'"tir. Bu hem değişen; hem de
değişmeyen derebeylik nasıl bir şeydir? Klasik tarih, kendi metodunun çıkmazı ile
darmadağın ettiği tarih olaylarını, biraz daha birbirine karıştırıp çorbaya çevirmekle karşılık
verir. Japon kapitalizminden önce bütün Japon tarihi, "derebeylik" ve Japon politika
yüzeyinde ikide bir patlak veren alt üstlükler nereden çıkar?
Çünkü, Japonya'nın ister siyasi tarihi, ister edebiyat tarihi üzerine yazanlar, böyle
alt üstlüklerin getirdiği bir sürü basamaklar ayırt etmekten geri kalamıyorlar. Nitekim,
Japon gazeteci ve edebiyatçısı Kuni Mautsu ile işbirliği yapan Kyuko Kavvaji ile Alfred
Sonoular'ın koyduğu Japon tarihînde şu dönemler göze çarpar:
1) Arşaik Çağ, 2) Nara Çağı, 3) Heian Çağı, 4) Kamakura Çağı, 5) Namboku Çağı,
6) Marumaçi Çağı, 7) Yedo (Tokugava) Çağı.
Rene Grausette de, büyük "Doğu Medeniyetleri" babında, Japon medeniyetini
anlatırken, aşağı yukarı aynı konakları sayar. Bu konakların sosyal tarihine değil, siyasi
tarihine bile, edebiyat tarihi kadar olsun yer vermez. Bütün o çağlarda, hiç durmaksızın
siyasette de edebiyat değişmiştir. Toplumun siyaset kabuğunda ve kültür cilasında görülen
değişiklikler, elbet daha derin ekonomik, sosyal yapısındaki değişikliklere paraleldir. Bu
paralellikler nasıl olmuştur? Ona bakılmaz. O zaman Japon tarihi bulmacalaşır. Objektif ve
konkret (somut) kendi hareketi ile ele alınmadığı için bu sosyal mucize, herkesin kendine
göre çözmeye çalıştığı bir sır yahut mucizeler dergisi haline girmiştir.
Japon tarihini önce kargaşalıktan kurtarmak için bütün insanlık tarihindeki
gelişmeleri göz önünde tutmalıyız.
4- JAPON ADALARI: BARBARLAR HALİTA'SIDIR.
Japonya denilen ülkede uzun süre, bir "Japon Medeniyeti" yoktur. Japon
medeniyeti adı verilen birçok kültür basamakları vardır. O basamaklarda ilk göze çarpan
özellikler de şudur:
Japon kültürü, coğrafya üretici güçleri bakımından, İngiltere'deki olaylara şaşılacak
veya şaşılmayacak kadar benzer. İngilizler gibi Japonlar da:
'' İngiltere'ninkini andıran bir coğrafya durumunda yerleşmiş, yavaş yavaş
fethedilerek her türlü istila teşebbüsüne karşı daima başarıyla savunulmuş bulunan
adalarının sığınağında yaşarlar."
(Kuni.M. s:8. Historia 2 1935)
Bu coğrafya içinde; okyanus ortasında, Japonya'nın alınyazısmı çizmekte başlıca
rolü oynayan insan ve tarih üretici güçleri, Ingiltere'ninkinden aşağı kalmaz. Daha düne
kadar: İngiltere Japon vasalları üzerine hemen hiç bir şey bilmiyoruz" deniliyordu. Ne
mitoloji ne arkeoloji kalıntıları, hatta ne Linguistik (dil kökü) bilinmezdi.
"Risu-Kiou dili bir yana bırakılırsa, Japon dilinin akrabası yoktur."
(Kisoji Kiya s: 28)
Büyük Britanya adalarında olduğu gibi, Japon adalarını rüzgârın her estiği yoldan
sayılmayacak kadar çeşitli ve pek büyük yığın teşkil eden "perakende", "serpinti"
denilebilecek, ikide bir üst üste karmakarışık doğal afetler (barbar göç ve akınları)
gelmiştir. Japonya'nın ahalisi, bu sürekli akıntıların halitası olmuştur:
" Şurası muhakkak görünüyor: Japonların asılları, Malezya'dan, Asya kıtasının
kuzeyinden, hatta Polinezya'dan veya başka Pasifik adalarından, belki daha başka
gruplardan kadim bir çağda, adaları Aynu'ların elinden almaya gelmiş çeşitli ahalinin bir
kümeleşmesidir Bundan sonra Japonya'da Amerikalılar, tarzında yavaş yavaş yeni bir ırk,
biçimlenmiştir."
(Kuni. Keza.)
Daha sonra arkeoloji araştırmaları, Kotlemezolitik belirtili Neolitik kültür olarak
bulundu:
"İlk Japonların barındığı yerler henüz bilinmiyor." "Neolitiklerin toprak kaplan
vardır, lomen insanları denilen kimselerin kapları güzel çizgili (Sennur T Matten) seramiktir
Neolitiklerin kendileri, olabildiğine göçebelerdir. Hiçbir ekim işleri yoktur. Avcı, balıkçı,
toplayıcı (Sanber)dırlar. İş aygıtları,cilalı taş ve geyik boynuzundan yapılmadır. Barınak
olarak dörtgen-elips biçiminde mesken çukurlarını kullanırlar Taş döşemeli zeminin
ortasında ocak bulunur Dam, köşe kazıkları (eckrofoston) biçimindedir Bu tarz yapı, onu
yapanların Japonya'ya daha soğuk bir yerden gelmiş olabileceklerini düşündürüyor"
(Ottos:184)
En ele dokunur belgelere göre Japon tarihi, budur. Japonya'da ilk eser bırakan
toplum biçimi, toprak kap kullanan göçebelerdir. Bu tip toplum, Aşağı Barbarlık Konağıdır.
Avcı ve balıkçılar arasında toplayıcıların bulunuşu, Japonya'da barbarlıktan önceki vahşet
çağının kalıntılarının da bulunduğunu gösterir. Ancak bütün yeryüzünde olduğu gibi,
Japonya'da dahi barbarlık toplumu en aşağı konağında başlar başlamaz; vahşet çağı insanı
için, yeryüzünde yaşama alanı kalmamıştır. Problemin sosyal yüzü budur.
5- ÜMMET-MİLLET-IRK YERİNE TOPLUM BİÇİMLERİ
Şimdi, Japonya'nın aşağı barbarlık konağı ile başlayan toplum hayatının nasıl
geliştiği araştırılabilir.
"Tabii Avrupa İnsanları", barbarlıktan kurtulup da Avrupa'daki antika medeniyet
yığınları üzerinde modern kapitalizmi kurmadan önce; Avrupa'nın topografya ve tarih
üretici güçler bakımından belirledikleri bölgelerde (hangi ekonomi-dil-zihniyetten olursa
olsun) aynı inancı benimseyen toplum insanlarına, ÜMMET deniyordu. Kapitalizm, ilk defa
Avrupa'da, aynı Hrıstiyan inancı benimsedikleri halde, ekonomi-dil-zihniyet bakımından
farklı toplulukları, ayrı milletlere böldü. Demek, bir ülkede MİLLETten konu açmak: orada
kapitalizmin geliştiğini gösterir. Kapitalizm bulunmayan bir yerde millet aramak:
saçmalıktır.
Kılıbık batı bilginleri, kapitalist bilginleri oldukları ve kafa yapıları millet kavramı ile
dolu bulundukları için: değil dünkü, orta çağda medeniyet külçesinde bile, millet
aramaktan ve bulmaktan hoşlanırlar. Japon tarihini mi yokluyorlar? Onlar için en önemli
konu: Japonya'da hangi milletin bulunduğunu, seçmektir. Japon milletinin 1868 yılından
sonra oluştuğunu, unuturlar. 1868 yılından önce Japonya'ya has bir millet bulamayınca:
kalkıp IRK peşine düşerler. Japon toplumunun sosyal-siyasi yapısını bir yana atıp, hangi
ırktan geldiğine saplanırlar. O yüzden her milletin tarih öncesi gibi, Japon toplumunun tarih
öncesi de, bulmacalaşır. Dördü büyük olmak üzere 500 adadan derleşik Japonya ülkesinde,
kimler oturdu? Etnoloji araştırmaları “Hipotez"den öteye geçmez.
Bunun için ümmet-millet-ırk yerine, toplum biçimlerinin gelişimini prose ve
kanun olarak arayıp bulmak, en doğru yoldur.
6- JAPONYA'DA AŞAĞI BARBARLIK KONAĞI
Japon bilginlerinden Tsibai'ye göre, Japonya'da Neolitikler (barbarlar), iki başka
ırkı içlerine aldılar:
"Birisi RlU-KlU ile Formoza'yı tutmuştu. Bunlar başka etnografya karakteristikleri
arasında taştan ok ucu yapmayı biliyorlardı. Hondo, Yeza adasında oturan ahali ise, daha
ileriydi. Taş balta imal ediyorlardı. Kemik ve geyik boynuzunu işliyorlardı. Topraktan insan
biçimcikleri yapıyorlardı. Taş baltalar, güney adalarında çeşitli biçimler alıyordu." (Eugene
Pitiaro: Leş Races et L'istoire s:498, Paris:921)
Bu açıklama, Japon tarihi öncesi kültürünün, Çin'den atlama olduğunu gösterir,
Bildiğimiz gibi, ilk Çin kültürü, Batı İpek Yolu'ndan San Irmak (Huang Ho) boyuna geldiği
için, Kuzey Çin'de açıldı. Kuzey Çin'in, Kore aracılığıyla tam karşısına düşen, Kuzey
Japonya'dır, Güney Çin, medeniyete çok sonraları girdiği için, Güney Japonya kültür
etkilerine, Kuzey Japonya'dan sonra girmiştir.
Aynu'lar,
onlardan
önce;
Koropogianlar,
hatta
Charency'ye
göre,
Koropogurulardan önce; Kuzey Amerika yerlileriyle akraba olan Lit-Dweller'ler; onlardan
önce, Negritolar oturuyorlardı. Tek sözle, Japonya dünyanın her yeri gibi; sayısı belirsiz
IRK'ların mozaiğidir. Varlığı en iyi ispat edilmiş en ilk Japon yerlileri, Aynular'dır. Bunlar
henüz Mısır tarih öncesindeki Mezimdeler gibi deniz kabuklularını yemekle geçinen
(kjökkenmoddin) aşağı barbarlık çağında, idiler:
" Bu kabukluların çeşitli devrelere ait birikimleri Kuzeye gittikçe daha az kadim
görünürler. Yenilmiş kabuklu yığınları, Aynu göçlerinin gittiği güney-kuzey yolu üzerinde
konulmuş Jalonlar (yol göstericiler) gibidirler."(E.P.keza s:499)
Baelz ve başka Japon, Amerikan ve Avrupa bilginlerine göre:
"Aynular, Japon nüfusunun substratum'ını (en ilk ve yoğun temelini) oluştururlar.
Bunlar, Kafkaslı uluslara akraba olan bir uluslar topluluğundandıriar. Bu uluslar
topluluğunu, Türk-Moğollann gelişi parçaladı. Parçalanan nüfusun bir bölüğü batıya yürüdü.
Böylece bir bölük Ruslar, bunların halkı oldular, öbür bölük, Pasifik kıyılarına vardılar Denizi
geçip, Japon takım adalarına yerleştiler."(E.P. keza s:500)
s:501)
"Aynuların dil ve etnografyaları kendilerini Japonlardan bütünüyle ayırır."(E.P. keza
"Özellikle, Japonlar Kore'de, Çinli elemanlara karışarak, Hrıstiyan çağının ilk
zamanlarında Nippon (Japon) adalarına yerleştiler" (E.P. keza s:500)
M.Rams Red der ki:
" Eski Japonca ile Korece ve Altay'lı dilleri arasında akrabalık görürüz."
Matsumato Mobuhiro ise,
"Daha başarılı bir ispatlama yaparak, Japonca ile Austroasiatique (malezyaca,
Hintçe, Çince) dilleri arasında Avustralya folkloruyla, Japon mitolojisi arasında akrabalık
kaydeder."
(Rene Groussat Leş Civilisation de L'o^ient, çil 4 Le Japon, Paris MLM XXX s: 7)
Doktor Magel'in bulduğu bir atasözü der ki: "iyi bir samuray olmak için,
insanın damarlarında yarı yarıya kara kan bulunmalıdır" (E.P, s: 502)
"Hrıstiyan çağında, İsa'nın doğum yılında, Avustralyalı, Malezyalı, Hintli, Çinli gibi
yan yarıya kara kanlı insan: belki de Hint, Malezya toplumundan Japonya'ya gelmiş
insanların melezleşmesi olabilir."
Bugünkü Japonya'nın insanları 2 beylidirler:
1) İnce-şehirli Japon beyi; üst sınıftır: daha uzunca boylu, dolikosefal (uzun
kafalı)- lephoprosope (çıkık dudaklı) olur.
2) Kaba, köylü Japon tipi; alt sınıftır. Daha az uzun kafalı ve yassı burunlu olur.
İnce tip "ahali bölüğü içinde bazı kadınlar hariç göz çekikliğı yoktur." (E.P. s: 497)
denildiğine göre, sonradan gelen fatih tipler, hiç değilse, barbar usulü ile kadın alarak eski
yerli Japonlara karışmış bulunurlar.
Klasik tarihe göre Aynular, Doğu Sibirya'dan göçmüş, birbirine düşman aşiret
durumundadırlar. Zamanla, Kiyişu adasına Malezler sokulurlar. Japonca'nın kan
bakımından siyah Malez'inki gibi; dil bakımından Malezce karışığı olması bu karışıma
bağlanabilir.
Kargaşalı ırklar ortasında Japon ülkesi, bütün tarih öncesi toplumları ve ülkeleri
gibi, toptan bir TANRILAR TOPLUMU'nu taşır. Japon mitolojisi, Irak ve Mısır tarih
öncelerinde gördüğümüz TARİHİN BAŞLANGIÇ MASALLARI'nı kısaca tekrarlar:
"Dünyanın yaratılışından önce, birçok tanrı kuşakları gelmiştir. En sonuncu tanrı
çifti, güneş tanrıçası Zanai ile Nazamis'den takım adalarının çeşitli ataları doğdu."(Hepdes
P. III s:381)
Güneş tanrıçası Izanagi'den, güneş tanrıçası Ameteragu ile erkek tanrı Susa-Neo
dünyaya geldi. Bu geliş, ilk Japon toplumunun, aşağı barbarlık toplumunda (ana hanlık
düzeninde) yaşadığını gösteriyor. Çünkü, toplum gibi tanrılık da ana hukuku kurallarınca
gelişiyor.
7- ORTA BARBARLIK KONAĞI
Demek, İsa doğumuna bağlanan yıllarda, Japonya'nın tarih öncesi, aşağı barbarlık
konağını henüz aşmış görünüyor. Belki, aşağı barbar toplumun üzerine akın edenler, orta
barbarlık konağına erişmiştirler. Çünkü, o sıralar Japonya'da tarih, bir takım
merkezleşmeler buluyor. Kajiki ve Nihangi, geleneklerin sosyal yapısını anlatıyor.
Japonya'da henüz barbar dünyasının yukarı barbar kentleri şöyle dursun; Sarı Irmağın orta
mendireğinde belirmiş kentler bile yoktu. Onun için Japon merkezleşmelerini, olsa olsa
keşfedilmeden önceki Amerika yerli kan ve aşiret teşkilatlarına benzetebiliriz. Hepsinin ayrı
tanrıları vardır. En büyük Japon adası Honda veya Honşo merkezi, güneş tanrıçası
Amaterasu'ya tapar. Buraya, Tenno sülalesi yahut "gönül hükümdarları" adını alan ve
Japon birliğini kuran (ki bir kadın olan) Yamato tanrının, tek sülalesi bağlanır.
:
R.Grousset, bir yanda bu merkezleri üçe indirir, ötede şöyle yazar:
"Kiyişu adası aşiretlerinden Kumaro-Havate gibi başka merkezler oluştu. Bu
sonuncular, Latsuma ve Hiuga eyaletlerinde oturuyorlar, çeşitli deniz bitkileri topluyorlardı.
Matsungu'ya göre Japon mitolojisi, o çeşitli mezheplerin kaynaşmasından Kamato
prensliğinin başka aşiretlere dayandığı Amaturama; o aşiretlerin boyun eğmelerinden
Sonuç olarak doğdu. Birleşim işi, Aynu barbarlarına karşı yapılan ırkçıl (kabilecil) savaşla
ahenkli olarak halledilmiş olmalıdır. Nitekim efsaneler bize Yamatatake prensini (isa'dan
sonra 81–113), güneyde Kiyuşulu Kumasularınayaklanmalarını bastırdıktan sonra, kuzeyde
Aynaların üzerine gidip şimdiki Tokyo bölgesini fetih ederken gösteriyor. O sıralar, artık
Kore'ye karşı deniz seferleri de başlamıştır Milli göreneklere göre, bu seferlerden birincisi,
ımparatohçe Ingo-Kogo'nun eseri imiş."
(Rene Grousset aynı eser s: 8)
Burjuva bilgininin eğilimi böyledir. Nerede bir insan kültürü görürse, ona hemen
"medeniyet" damgasını vurduğu gibi, nerede bir otorite görse ona da hemen bol keseden
"imparatorluk" sıfatını vermekte sakınca bulmuyor.
Japonya'da imparatorluk ve imparatoriçe sözcüklerinin kullanılışı, o alışkanlığın
yaratıklarıdır. Bu hesaba kalırsa, yabancı bir aşireti yenen bir askeri aşiret şefi, hemen bir
imparator olur. Yalnız modern imparatorların tersine, Japonya'da ilk imparatorluğu
kuranlar gibi, sonra fütuhat yapan ünlü kişilerin de, neden hep kadın imparatoriçe olduğu
üzerinde hiç durulmaz. Aşiretin egemenliği nerelere dek yayılırsa, oraları da derhal birer
imparatorluk oluverir.
Burjuva biliminin bilerek bilmeyerek yaptığı terim kakafonileri ile başımız
dönmezse, klasik tarihin anlattıklarını, şöyle tasnif edebiliriz:
O çağlarda, değişen Japon toplumu, henüz aşağı barbarlıktan orta barbarlığa
geçmek üzeredir. Onun için, aşağı barbarlıktaki CİNSEL İŞ BÖLÜMÜ içinde, erkek cinsi,
yavaş yavaş ağır basmaya kalkışmıştır.
Klasik tarih, bunu, şöyle anlatır:
"Kız kardeş ile oğlan kardeş, uzun bir kavgaya düştüler. Bundan, şüphesiz Japon
halkını biçimlendirmiş barbar akımları arasındaki mücadelenin anılarını görmek gereksinimi
ile en sonra iktidar Amateras'ın nesline teslim olundu. Halkları, Kiyişu adasına yerleştiler.
Bunların dölleri, ilk insancıl imparator olan Komu-Yamato'ya vardı. Bu imparatorun daha
çok bilinen ölümden sonraki adı YlMMU TENNO'dur. Ve Japonya'da hala egemen olan
sülalenin kurucusu sayılır."(H.GJ.P. keza)
İmparator denilen Yimmu, besbelli Kiyişu adasının oymak askeri şeflerinden biridir.
Osaka körfezi, Yamato bölgesiyle birleşir. Uydurma kronolojiler, Nihangi tarihini, İsa'dan
önce 660 yılına çıkarıyor. H.G.J.P.'ce olay, İsa'nın doğum yıllarında geçer. Kabile askeri
şefleri, İzuma KAN'larmı boyunduruk altına almış görünürler. Yimmu'dan birkaç yüzyıl
sonra, 12.imparator Keiko'nun oğlu Yamato-Take, henüz bir efsane kahramanından öteye
geçemez.
Kuzeyin Aynularını, boyunduruklar. Belki bir ara Kiyuşular, Kumasuları da emri
altına sokar. Derken, sahneyi yeniden bir kadın tutar. O, Perslerin efsane kahramanı Kirus
zamanında, Orta Asyalı Mesajetlerin Heradotça ünlendirilmiş ana hanı Tomris'e, İsa'nın
doğum yıllarında Büyük Britanyalılarm ana hanı Baudicex'e, pek benzer. Ancak, klasik
tarihin cömertçe imparatoriçe rütbesini verdiği ana han Yingo, İsa'dan birkaç yüzyıl sonra
görülür.
"Kore devletleriyle, hele Lakçei ile temas kurulması, Japonlar için hatırı sayılır bir
önem taşır. Bu devletler, Japonya'ya yalnız endüstri ürünlerini değil fakat loncalar kuran
esnaflarla birlikte, Çin dili ile Çın yazısını sokup, ilk kara kıtası medeniyetinin elemanlarını
ifşa eden ulemaları da gönderdi."(H.G.J.P. s:382)
8- JAPONYA'YA MEDENİYETİN İĞRETİ GİRİŞİ
Demek Japonya, Persler'den 900 yıl sonra; İngilizlerden 40–50 yıl sonra; sırf Asya
kıtası medeniyeti ile ilişkiye girebilmiştir. Roma medeniyeti çökerken, Büyük Britanya
barbarlığıyla karşılaştı. Japonların ilişkisi, Çin'de 2.Han ile (Doğu Hanları sülalesinden
sonra) patlak vermiş barbar sülaleleri çağı ile başlar.
"Çin'de Tobas zamanı Budizm, en kudretli ilerlemelerini yaptı. İmparatoriçe Hu,
batıda ipek yolu üzerinde Çin prestijini(saygınlığını) yeniden kurmayı denemek için, dinsel
hizmetleri kullandı. Ama, 5.yüzyılda en büyük seviyesini bulan Çin parçalanışı, her türlü
büyük politikaya eğildi."(H.'GJ.P. c l, s: 376)
Böylece, tıpkı Roma medeniyeti karşısındaki İngiliz adaları gibi; çöken ve dağılan
Çin medeniyeti karşısındaki Japonya, tek tük medeniyet tohumları almıştır. Roma, hiçbir
zaman, İngiliz adalarını tamamıyla ele geçirememişti. Çin medeniyeti, Japonya'yı, kendi
sosyal sınıflarına parçalanmış toplumuyla, ondan daha az işleyebildi.
Ancak, Japon aşiretlerinin güdücü tabakaları arasında, Çin mukallitliği başladı. O
zamana dek hayli "durgun" olan olaylar, klasik tarihin deyimiyle, "BİRDEN BİRE
ACELELEŞTİ". 6.yüzyıl ortasında Mahayamiste, kuzey boylamında, yıllarca sürecek
savaşlarına girişti:
"(Bu durum) Kudretli bir faktör olan Şugolarca kabul edildi. Sözü edilen birkaç
yılda gözler, yabancı dünyaya açıldıktan sonra Japonya'nın deri değiştirmesi çağdaş
zamanlardaki kadar tam ve çabuk oldu."(H.G.J.P. s: 382)
Demek Japon toplumu, modern kapitalist medeniyetle olduğu gibi, antika
medeniyetle de ilişkiye geçer geçmez, çabuk değişiklikler geçirdi. Japonya'nın bu deri
değiştirmesi, ondan 600 yıl önce Britanya adasına, hrıstiyanlığın giriş ve işleyişine benzedi.
Bu işleyiş, tam bir tarih aydınlığı içinde geçmedi. Medeniyet taklit edilerek, ilkel
toplum "kral”arının, tarihteki kralları andırması başladı.
Suhotaku Taishi: 593–622 zamanı, Avrupa'daki azizleri andıran yabancı ülke
rahipleri çağırıldı. Kore'den artistler getirildi, bir sürü tapınaklar kuruldu. Çin'e, ilk Japon
elçisi gönderildi. Japonya'deki Kan teşkilatlı toplumları sürüleştirmeye çalışacak, Çin usulü
idare kuralları; Çin saraylarmdaki seremonyalar, ecnebi matahı olarak ithal edildi.
Fakat, kan teşkilatının şefleri, kolayca boyun eğmemiş olmalıdırlar. Çünkü, İngiliz
MAGNA KARTA'sı gibi olmasa bile, ilkel barbar demokrasisinde kalıntı sayılacak bir anayasa
çeşidi ortaya çıktı, ilk memleket anayasaları kaleme alındı. Derken, barbar İngiltere'nin
"BÜYÜK EGBERT ", "BÜYÜK ALFRED" türü ayarında yerli kahramanlar türedi. Japon
barbar toplumuna medeni devleti sokmak girişimini başaran "BÜYÜK TAİKWE"nin
reformu doğdu: İsa'dan sonra 645–649.
"Hükümet,
merkeziyetçi Çin hükümetinin modeline uyduruldu." (H. G J. P.)
"Halk önünde sorumlu bakanlar sistemi kuruldu.
Zamanın Çin hukukuna göre, aktarma
Japon "CODE'siyapıldı."(H.G.J. P.)
Mutlak hükümdarlıkları andıran düzende, Japon aristokrasi tabakası, en ufak
ayrıntılarına dek, örgütlenmeye çalışıldı. Merkezden idare edilen taşra valileri ile eyalet
idaresi belirdi ve ilh.
Görünüşte Japonya'da, dış ve üst kabuğunun üstünde, kara kıtası medeniyetine
benzetilmek
için
her
şey
yapılmıştı.
Ama
antika
medeniyetlerin
klasik
"imparatorluk”larından henüz ne kadar uzak bulunduğu, göçebelik ile sırıtıyordu: Japon
sözüm ona "devlet” düpe düz göçebe idi: Köyden köye geziyordu. Bu seyyar satıcı göçebe
devlete, Çin örneğine uygun bir oturganlık verilmek istendi. Japon toplumu, orta
barbarlıktan adeta zorla, yukarı barbarlığa doğru itildi. Bütün gelişim konaklarına dikkat
edilirse, şunu görürüz: Japon toplumu, kendi yavaş yürüyüşüyle tarih öncesini yaşarken,
attığı her adım ona hep dışarıdan sokulmuştur.
Japon insan yığınları üzerinde ince bir zar teşkil eden tarih öncesi Kan şefleri; kimi
dini şef, kimi askeri şef kılığına girerek, kâh yavaş, kâh hızlı adımlarla kara kıtasından
(Çin-Kore'den) aldıkları devlet sistemini, karasabanla çalışan köylüyü en son sistem ziraata
sokar gibi, Japonya'ya sokmak çabasını göstermişlerdir.
Fakat, bütün o uzun bin yıllar içinde, Japon geniş halk yığınları, kendi tarih öncesi
toplum hayatlarını hemen hemen hiç değiştirmeksizin yaşamışlardı.
İngiltere'ye Romalıların yaptıkları gibi, zorla medeniyet aşısı yapan bir Çin
medeniyeti akını da, Japonya üzerine saldırmış görülmediği için, Japon toplumu ilkel
komün yapısını temelinden alt üst edebilecek istila sarsıntıları geçinmeden kalmıştır.
9-MEDENİYET ÖNCESİ KISA JAPON TARİHİ: BARBAR AKINLARI
Japon adaları, batıya açık bir hilale benzetılirse, hilalin güney ucunda Kyüşü adası,
Kore ile bitişecek gibidir. Hilalin kuzey ucunda Hokkaido, Doğu Sibirya'ya en yaklaşık, ikinci
büyük Japon adasıdır. Bugün, Hokkaido'nun kuzey batısında sıkıştırılmış gibi yaşayan
Aynu'lar, Doğu Sibirya insanıyla akraba görünüyorlar. Belki ilk Asya kara kıtasından Japon
adalarına göç eden barbarlar, bunlardır.
Japon arşipelieri (adaları: hilalin ortası), birden bire Asya'dan Japon denizine kadar
uzaklaşır. Asya'dan bu orta yere göç, imkânsız gibidir. Ama hilalin hemen hemen bütününü
oluşturan Japon arşipelinin en büyük adası Hondo, güney ucuna doğru Asya'ya pek
yaklaşır. Ve göç olanağını hazırlar gibidir.
Gelişleri bilinemeyecek kadar eski olan Aynular bir yarıa bırakılırsa; İsa
doğumundan önce Japon adaları hilalinin güney ucuna, iki göç yapılmış bulunur:
1) Hondo adasının güney batısında İzuma bölgesine MOĞOLLAR;
2) Kiyişu adasına MALEZYALILAR...
Bunlar içinde Malezyalı göçebeler, baskın çıkmış olacaklar. Kendilerini tanrıça Ama
Turama’nm dölünden gelmiş sayanlar; içlerinden imparator Kamu Yamata’yı çıkaranlar,
Kiyuşu adasına göçenlerdir.
Kamu Yamata’ya, ölümünden sonra Yimmu Tenno denildi.
Kiyişu adası kan şeflerinden biri (Hondo adası güneyde 4.büyük Şikoku adasını
kucaklar), Osaka körfezinin Yarnato bölgesine Yamato şefleri adını vererek yerleşti,
izumoda yaşayan Moğol Kan'larına boyun eğdirmeyi becerdi. Japon dünyası için en
stratejik ve sosyal güvencenin püf noktası, bu bölgeydi. Bu olayları Nıhangi uydurma tarihi,
İ.Ö. 660 yıllarına çıkartırsa da, bu, lsa"nm doğumu sıralarına yaklaşır.
İmparator Han Keike'nin oğlu efsane kahramanı Yamato-Take, daha kuzeydeki
Aynuları boyunduruk altına aldığı gibi, burada belki Kyüşü adasındaki Kumasolan da
emrine aldı. Ve bu dinamizimle "imparatoriçe", Kumasolara karşı açtığı ikinci seferden
yararlanarak, Kore'ye elattı. İsa'dan 3 yüzyıl sonra Kore'nin Mimane Semti, kolonileştirilmiş
olmalıdır.
İkinci Bölüm
GÖÇEBE KOMÜN'ÜN MEDENİYET BULAŞIĞI
1-MEDENİYET ÖNCESİ
SOSYALİST KUNİ'LER
JAPON
TOPLUM
BİÇİMLERİİNİN
ÖZÜ:
İLKEL
Bu olaylarda rol oynayan Japon insanlığı, nasıl bir toplumda yaşıyordu?
A- Yukarıda anlatılan olayları yorumlarken, sosyal yapının ne kadar determinist rol
oynadığını görüyoruz, İ.S. 7.yüzyıl Japonya'sı, Ceqretienler Fransa'sına hiç benzemez.
Cegretien çağında, Hrıstiyanlık, Roma kilisesine; oradan Magua Capis krallığına alınmak
sayesinde, oğullara miras bırakılabildi.
Tenno Japonya'sında ise (din ve dünya) aynı idare altındadır. Japon Tennosunu
(Mikadosunu) anlamak için, Roma'nın ilk efsane krallarına; Semid peygamberlerine; en ilk
Sümer İşakku'larma kadar çıkmak icap eder. Tenno, islamlıktaki ilk peygamber ve ilk
halifelere bile çok benzemez. Onlar, görece yeni zaman kurumlandır. Tenno'nun hem din
hem dünya şefliği, besbelli öteki kan aşiret ve konfederasyonların seçile gelmiş şefleri
üzerinde, sırf ruhani bir üst makam roiünü oynar, imparatoriçenin kotarılabilecek bir siyasi
birlikte, konfederasyonu seçilerek temsil etmesi, Japon siyasi birliğinde gayet tabiidir.
B- Yazar Kuni'nin "DEVLET" adıyla andığı oluşumlar, Japonca "KUNİ" adını alır.
Kunilerın bir devlet olmadıkları; birçok Kuni merkezleri oldukları sayılarından anlaşılır. Çin
medeniyetinin Han Devrimi, Anallar, (İ.Ö. 108–115 yılları) görebildikleri kadar Japonya'da
160 kadar Kuni sayarlar. 600 yıl sonra imparator Japon adalarının bir kısmını ele
geçirebiliyordu. Çağımızın 20.yüzyılında imparator Keiko, generallerini fetih eserini
tamamlamaya yolluyor. Ve bütün ülkeyi boyunduruk altına aldığı ile övünüyordu. Halkları
ve bölgeyi, kaza ve vilayetlere bölerek, idare taksimatına uğraştılar ve kanunlar
yerleştirdiler: Bu kanunların çoğu, Japonlarca ilk tanınmış Çin ve Kore kültürlerinden ödünç
alınmışlardır. Besbelli tarihçilerin "İMPARATORLUK" dedikleri şey, barbarlığın kan
teşkilatlı aşiretlerinin kurduğu konfederasyonlarıdır. Barbar federasyonları, sık sık yer ve
tali: önder değiştirdikleri gibi; her zaman dağılıp toplaşabilen az çok oynak ve değişken
oluşumlardır.
2- İĞRETİ MEDENiYET İLiŞKiLERi
Nitekim, Japon tarihini İ.Ö. 660 yılında başlatan yazarlar da, Japon tarihi gibi,
Japon imparatorluklarını da bildiğimiz tarihten daha kısa ömürlü ve başka türlü bir oluşum
olduğunu şöyle anlatırlar:
" Japonların daha önce çoktan beri Koreliler ve Çinliler ile ilişkileri vardı. Çin'de Wei
Han sülalelerinin kronikçileri, Japonları anarlar."(Kuni. 31)
" 285 yılı, Konfüçyüsçülük moral kurallarıyla birlikte Japonya'ya girdi. 7. Yüzyıl
başında, Japon imparatorlarının Presenyortan (hocaları) olan Koreliler Çin yazısı bilgisini
getirdiler. Ve 552'lere doğru, BUDİZM, Japonya'ya gelerek, ondan sonraki Japon
düşüncesi üzerine büyük nüfuz kazandı."(Kuni Matsuo s:32)
Japon taş çağı, kendi gerçekliği içinde yaşıyordu. Oraya dışarıdan gelen her sosyal
etki, yeryüzünün bir noktasına düşen göktaşı gibi lokal(yerel) kaldı. Ve yerli toplum
ilişkileri içinde çarçabuk eritildi. Bu olayı, Japon kültürünü inceleyenler şöyle
deyimlendiriyorlar:
"Japon kültürü, bir takım ödünç almalardan yapılmadır Japonlar, çok şeyi ödünç
almışlarsa bile, burada "YARATIŞ" denilebilecek bir adaptasyon işi yaptıklarını söylemek,
elden gelmez.”(Kuni Matsuo Historia De La Literator Japonaisse 1935 s:29)
Kara kıtasının büyük antika Çin medeniyeti, Japonya'ya doğrudan doğruya Roma
usulü bir istila seferi yapmadı. Ancak, Kore aracığıyla barışçıl alışveriş: ticaret ilişkisi kurdu.
Japon taş çağı, ancak han sülalesi zamanında, Çin'den metal ve ekin ürünleri ithal edildiği
için yavaş yavaş açılmaya başladı:
" Özellikle, İ.Ö.108 yılı Çin imparatoru Wu, kuzey Kore'ye kolonlar gönderdi. Bu
kolonlardan bazıları Kiyuşu'da oturan Japonlar ile doğrudan doğruya alışverişe başladılar.
Ondan sonra Çin etkisi şiddetlendi, ilk çağlar Japonya'sında taş ve demir yan yana
kullanıldı." (Otto Berkelbach Van Die Sprenkel: Die Überceische Welt und Ihre
Erschliessung c,8 1950, Bern. S: 184)
Yani İngiltere, Roma istila ve sömürgeleştirme çabalarına rağmen HASTlNGS
savaşına gelinceye dek, nasıl Neolitik (barbarlık) devrini yaşadıysa, Japonya'ya tıpkı öyle
dışarıdan ticaretin hatta ziraatın sokulması yeni taş devrinin (Neolitik Çağının) Japon
toplumuna temel oluşunu kaldırmadı.
Japonya, İ.Ö. 2. yüzyıla ait süslü çiniler biçimini aldı: "Yogai şeyli kaplar o kadar
ayırtlı idiler ki, dışarıdan ithal edildikleri kabul ediliyor" (Otto s: 186)
Bu gibi şeylerin, batı Japonya'dan Orta Japonya'ya doğru yayılışları da, kara
kıtasından geldiklerini gösterir.
Bu arada rastlanan tunçtan yapılmış müzik aletleri, kılıçlar ve teberler, Japon
halkının günlük hayatına girebilecek kadar bulunmaz yabancı nesnelerdi.
Bu nesneler, Aşağı Barbar toplum yapısında, yeni yeni sivrilen elemanlarca, birer
üstünlük ve kutsallaştırma belgesi gibi kullanılıyordu:
"Bu nesneler, pratik amaçla kullanıldığından belki dini ve siyasi bir sorumluluk
(veramotaldung) ve otorite sembolü yerine geçtiler."(Otto s: 186)
Haritaya bakılırsa, Kore yarımadası Çin medeniyetinin kaynağı olan Sarı Irmağının
döküldüğü Sarı Denizi batıda kapatır. Çin medeniyetinin geliştiği Kuzey Kore'ye kolonlar
göndermesi, bu bakımdan bir coğrafya zaruretidir. Kore yarımadasının güney ucuyla
Japonya'nın güney batısındaki büyük Kuyışu adası, burun buruna denecek kadar birbirine
karşılıklı bir durumda, pek yakın bulunurlar. Hele Kore Pusan ile Japonya'da Nagazaki
arasına serpilmiş adacıklar, Kore boğazını, kara kıta Kore'ye doğru aşmak üzere
atlayıvermek için konulmuş basamaklardır.
İlk Japon sosyal ve siyasi gelişimi, bu Kıyuşu adasında belirdi. Çin medeniyeti ile
Japon barbarlığı arasındaki etki tepki ilişkisi Kore boğazı köprüsü üzerinde gidip geldi. İ.Ö
3.yüzyıl başında, Japon kraliçesi Himike ile Çinli Wei sülalesi arasında elçilik gönderilişti.
Alman bilgini klasik imparatoriçe veya kraliçe sözcüğünün pek yerinde olmadığını sezer gibi
şunları yazar:
"Başka bir teoriye karşı benim kanaatim şudur ki, Himike, Japon imparatorluk
sülalesinin öncüsü değil, Hiyuşku da bir prenses (Hersciherin) değildi. Monarşi belki
Yamato bölgesindeki yerel idare güdücüleri tabakasından kaynak almış ve bir sürü
fütuhatla en sonra Japonya'ya egemen olmuştu. Kanaatimce, bu olay, güney Kore'de iki
büyük devletin Shiraki Kudara krallıklar oluşumu ile aynı zamanda olmuştur. Yamato
egemenliği, güney Kore'de Mimmanayı kendi savunma alanı haline getirdi. Ve sonra başlıca
yarımadanın batısıyla Shikoko'yu ve Kyüshü'yu idaresi altına aldı. 4. yüzyılın ikinci
yarısında Kudara ile Shiraki'yı ele geçirdi. Ve 4.yüzyıl döneminde kuzey Kore'de Mançurya
devleti ile savaştı. Daha sonraları Mimmana idaresi Shiraki tarafından darmadağın edildi.
Ve 660 yılı Birleşik Kudara idaresi T'ang Çinlileriyle Shiraki tarafından yenildi. Bunun
üzerine Japonlar Kore'den tamamen atıldılarsa da, Çin, Kore nüfuzu Japon kültürü üzerinde
izlerini bıraktı: böylece örneğin Çince yazı işaretleri ve Budizm kabul edilmiş oldu. Yamato
idaresince boyunduruk altına alınan bölük pörçük devletler (Telstakten), pek gevşek olarak
idarenin emri altına girmişlerdi. Ve daha ziyade kendi büyüklerinin egemenliği altında
bulunuyorlardı. Hür köylülerin egemenliği altında bulunan köleler, sayıca az oldukları için,
henüz pek ufak bir rol oynuyorlardı. Merkezi hükümet, geçmiş Kore fütuhatıyla paralel
olarak belli başlı adanın kuzey doğusunda, kültürce alt durumundaki Aynularla, güney
Kıyuşu'da ki savaşçı Hayato'yu sindirmeye girişti. Bu sindirim, 9.yüzyılda tamamlanmış
sayılıyordu. Çinliler, alışveriş tekniği bakımından önemli kuzey Kiyuşu küçük devletin
adından kinaye olarak "Wa" adını verdiler. . Japonların kendileri, ilkin idare merkezlerinin
makam sahibi (Süzer) adı olan Yamato'yu ülke adı olarak kullandılar. 7.yüzyıla doğru,
Nippon (Doğan Güneş) adını aldılar."(OttoB. s: 185–186)
3-CILIZ TARİHSEL DEVRİM MED-CEZİRLERİ: İLKEL SOSYALİZMİN "YAZI"
VE "DİN" ELEMANLARI’NA BULAŞMASI
Bu anlatılan olaylar şu gerçeklen açıklıyor:
1Himike, bugün medeni insanların anladığı çeşitten bir imparatoriçe veya
kraliçe değil; ' Kiyuşu adasındaki aşiretlerden en önemlisinin ana hanıdır. Bizim Tomris ana
gibi savaş ve siyaset dehası kumandan, kadındır. Bunu söylerken İsa doğumunun
3.yüzyılında, en ileri Japon toplumunun henüz aşağı barbarlığı aşmak üzere bulunduğunu
anlatmış oluruz.
Tam o sıralar,
Çin medeniyetinin
(imparator Wu’nun)
kolonileştirmeye çalışırken, ava giden avlanır misali, Hunlarm saldırılarıyla ufalanan Çin
derebeyliği, allak bullak edilmiştir.
2Japonya ile Çin medeniyeti arasında, besbelli barbarların içinde iyice
kolonileştirmelerle doğmuş iki basamak siyasi santralizasyonlar vardır.
Kore'de,
Kudara,
Shiraki ülkeleriyle Mançurya ülkesi, Japon toplumuyla Kore üzerinden, Çin
medeniyetine doğru gelişen münasebetler, yüzyıl içinde büyük sonuçlar verir Anahanın
açtığı çığır, Yamato egemenliği biçiminde Güney Japonya’nın iki büyük adasını (Şikoku ile
Kiyuşu) kapladığı gibi, Kore'ye de atlamış Mimana’yı üs yapmıştır. 4.yüzyılın ortasına
geçilince, Çin'in noktaladığı Kurada ile Shiraki'yi de alır ve aynı yüzyılın sonunda Çin'e
doğru son aşama (merhale) olan Mançurya ile döğüşür.
3- Gerek Japon, gerekse Kore toplumlarında etnik sınıflı toplumundaki zıtlıkları
dengeleyen DEVLET, henüz kökleşmemiştir. Onun için, Yamato'nun fetih ettiği yerlerde
egemen oluşu, tarih öncesi Kan teşkilatları metodundan öteye geçti. Teülsiatin denen
toplulukların, üstün gelmiş idareden çok "kendi büyüklerinin egemenliği altında"
bulunuşu, onu gösterir. Barbar toplumda yenilgiye uğrayan toplum, ya yok edilir, ya
sürülür yahut yenenlerle kaynaşır. Esir edilip sömürülmez. "hür köylülerin" idaresindeki
kölelerin sayıca az oluşları bundan ileri gelir. Köleliğin bir sosyal sınıf haline gelmeyişi,
barbar toplumun gücünü ispat eder.
4Böyle bir "idare"nin fethettiği ulusları uzun süre emri altında tutamayacağı,
kendiliğinden anlaşılır. Onun için Ana Çin Medeniyeti, kendisini derleyip toplayınca,
Kore’deki kolonilerini harekete geçirir.
Siragir ve Mimana’yı dağıtır ve 660 yılı
Kudara’lılarla birleşen Tanu sülalesi, Japon barbarlığını Kore'den sürüp atabilir.
5- Japon barbar toplumunun Kore üzerinden Çin medeniyetine doğru yaptığı bu
geniş ve uzunca med ve cezir hareketi (onun da hiç değilse güdücü tabakalar
arasında)
medeniyetin iki büyük silahını yapar: Medeniyet Yazısı (Çin yazısı) ve
Medeniyet Dini Japonya'ya girer. O zaman, deniz aşırı maceralarda edindiği
tecrübesini, Japonya adalarında uygulamaya başlar. Bütün Japonya'yı bir merkezde
toplamak ister. Çünkü, Yamato idaresi, daha içinde bulunduğu Kiyuşu adasındaki-Hajato ile
en büyük Hondo adası, kuzey doğusuna doğru
sıkıştırdığı
Aynuları
bile
hazım
edememiştir. Bu hazım ediş, 9.yüzyıla dek sürecektir. Japonya toplumu, 7.yüzyıla kadar
"Wa" diye anılacak Nippon (Japon) adını alamayacaktır.
4- GÖÇEBELiKTEN MEDENİYETE: TİCARET-DEVLET VE TOPRAK REFORMU
Kore'ye akın eden Japonyalılar, henüz "Japon" adını almadıkları gibi medeniyet
konağına da çıkamamış Kan teşkilatlı bir toplum halinde yaşıyorlardı. Fakat klasik tarih
onlar için, kendi bildiğini okur:
"Hatta, Yamato idaresi bile siyasi bakımdan birleşmiş Japonya için büyük önem
taşımadı. Devlet işleri kudretli asil hanedanların elinde idi. Otama ve Soga aileleri gibi, o
sırada mahalli idare kır asillerinin büyüklerine düşüyordu."(Otto B. s: 187)
Japonların Kore akını, örneğin Hunların Roma medeniyeti üzerine yahut Moğolların
Çin ve İslam medeniyetleri üzerine saldırışları kadar, büyük tarihsel devrimler yaratacak
halde olmadı. Bu bakımdan Japonyalılar, çöken bir medeniyet denizi içine düşüp yok
olmadılar. Kore'ye giderken, kültür değerlerini ve toplum biçimlerini fazla değiştiremediler.
Hala "aile” temeline dayandırılan Japonyalı idarecilik, henüz en basit bir kentleşme
yerleşikliğine kavuşmamıştı. O bakımdan içlerinde "Asil Hanedanlar" aramaktansa, geniş
aile demek olan Kan teşkilatlı orta barbarların asker ve ruhani şeflerini görmek gereklidir.
Nitekim, Japonların Kore'de "yerleşmeleri" kadar, Kore'den "kovulmaları" da, onun için
pek kolay, adeta "iz bırakmadan" oldu.
Yalnız Çin medeniyeti, Japonyalı barbarları kendi içinden kovduysa da; Japonyalı
barbarlar, Çin medeniyetini kendi içlerinden kovamadılar:
"Kore devletleriyle, hele Pak-çei ile temas kurulması, Japonlar için hatırı sayılır bir
önem taşıdı: O devletler, Japonya'ya yalnız endüstri mamullerini değil, fakat lonca kuran
esnaflarını da Japonya’ya Çin dili ile yazısını sokan ve ilk kara kıtası medeniyetinin
elemanlarını açıklayan ulemasını (bilginlerini) da gönderdi."(H.G.J.P. s: 382)
Bütün barbarların pek önem verdikleri "ölüm"den sonrası için mezarlara süssüz
kaplar koydular. Hatırı sayılanlara balçıktan lahit yaptılar.
"İmparator Nintako (ölümü 427) için, 480 x 350 metrelik bir mezar kurup içine
kılıç, ayna ve balçıktan insan-hayvan biçimleri yerleştirdiler. Pirinç ekmeyi de öğrendiler
ama "pirinç ekimi yanında av, balık, meyve derleme büyük rol oynadı." (Otto B. s: 186)
Bey, "asil"lere mahsus kenevir kırfetinden yapılmış kumaşlı elbise yaptılar.
6.yüzyıl ortasında Budizm ile vaftiz oldular. Yıllarca mücadele eden Budizm, "kudretli bir
fonksiyon" olan Şugo'larca kabul edildi. Japonya'nın değişmesi, "birden bire aceleleşti".
593 yılında, naip olan Shotoku Taishi (593-622) : rahipleri çağırdı. Kore'den artistler
getirtti, bir sürü tapınaklar kurdurttu, ilk defa 607 yılı Tang'lar sülalesinin egemen
bulunduğu Çin'in kudretli imparatoru Sui'ye (Souei T'ang'a) elçi gönderip, merkeziyetçi
idarenin yollarını inceledi. Çin'in idare kurallarının seramonilerini öğrendi. Bir çeşit anayasa
çıkarttı, ilk Japon Anallarını kaleme aldırdı:
"Bu birkaç yılda Japonya'nın geçirdiği değişim, çağdaş Japonya'da gözler
yabancılara açılınca görülen değişim gibi, tam ve çabuk oldu." (H.G.J.P. s:382)
En sonra, bütün saray devrimleri altında, sıra Japonyalı toplumların ekonomik
ilişkilerine geldi. 645 yılı büyük ve Almanların "korkunç" dedikleri Taıke (Taikvva) devri
reformu, başladı. 645-649'da kabul edilen Nengo reformu, hem toprak temelini, hem
devlet yazısını ilgilendiriyordu. Toprak Devrimi, tıpkı Osmanlı fütuhatı sıralarında
uygulanan DİRLİK DÜZENİ gibi oldu:
"Toprak, devlet mülkü olarak ilan edildi. Köylüler, eşit ölçüde bölünmüş toprakları
içine, mal ile vergisini ödeyecekleri kadar, pirinç ve benzeri ürünler ekecekler daha sonra
mülkiyetleri olabilecek bayındırlık işleri yapacaklardı."(Otto B. s: 188)
Alman bilginleri, anlaşılan Japonya'da daha önce özel kişi mülkiyeti bulunduğunu
sandıkları için Taikvva reformunu bir çeşit sonradan devletleştirme sanmışlar, gerçekte
yapılan reform, o zamana dek orta malı olan toprak, küçük ekinciliğe uygun biçimde
KİŞİLERİN TASARRUFU'na bırakılıyordu. ORTA BARBARLIK KONAĞINI YENİ
AŞMAKTA olan, geniş Japon yığınlarının hayatı için böyle bir tedbir, büyük bir devrimdi.
Toprak temeli üzerinde sıkı idare baskısı da gerekti:
645-649'da kabul edilen Nengo Reformu'yia; "hükümet tamamıyla santralize-Çin
hükümetinin modeline uyduruldu." (H.G.J.P. s: 382/2)
Artık, Japon imparatoru önünde sorumlu bakanlar sistemi icat edildi. Zamanın Çin
kanunlar sistemi üzerine kurulmuş bir Japon mecellesi (code), mutlak hükümdarlığı küşad
etti. Eyalet idaresi: merkezce atanan valilere verildi. En ufak ayrıntısına kadar teşkilatlı bir
demokrasi yükseltildi.
Güya, "KUVVETLİ HÜKÜMET" kurulmuştu. Her şey yolunda gidecekti. Üzerinden
15 yıl geçmedi: Japonya'nın Kore üzerindeki egemenliği ansızın tepesi üstü yıkıldı. 663
yılında, Japonyalılar Kore'den kovuldu. Kore halkı, Japon barbar demokrasisine razı olmadı.
Asıl maksat, medeni efendiliği kurmaksa, medeniyetin daha büyük efendisi Çin nüfuzu
dururken, yarı barbar Japon Tenno'suna niçin kul köle olarak boyun eğilsin idi?
5- JAPON "KUNİ"LERl "DEVLET" DEĞİL, KOMÜN "KANALARIDIR.
Japon tarihini anlamak için, Japon tarih öncesinin öteki ulusların tarih öncesine
paralel bulunduğu, unutulmamalıdır. Az çok, Orta Barbarlık konağını yaşayan Amerikan
yerlisi Senekalarda (bak: Tarih-Devrim-Sosyalizm s:73) gördük; Kan teşkilatının iki tip
ileri geleni seçilir:
1) Şasem (Kan Başkanı)
2) Şef (askeri kumandan)
Japon tarih öncesi Kuni’leri, klasik tarihin zannettiği gibi, "devlet" ile en ufak ilgisi
bulunmayan Kan Teşkilatıdır. Yeryüzünde bugün varolan bütün insan topluluklarında
hemen hemen aynı "can" sözcüğünü andırır: Latince GENS, Yunanca GENES, Sanskritçe
CANAS, Anglo-Saksonca KYN, ingilizce KİN, Almanca KÜNNE, Türkçe KAN'ın karşılığıdır.
(Bak: Tarih-Devrim-Sosyalizm s:70) Onun için, Gotça ile Japonca'da, aynı Kuni
sözcüklerinin yaşamış olması pek şaşılacak şey değildir?
Japon Kuni'lerinin Kan olduğu kavranılınca, onun da içinde daima seçilen Kan
başkanı ve askeri kumandanı bulunacaktır.
6- JAPON TARİHİNİN ANAHTARI: KUNİ = KAN; TENNO = ŞASEM
Her Kan'da olduğu gibi, askeri şef seçilmiş de olsa, sivil başkan muhakkak
bulunacaktır. Kanların bir araya gelmesinden Fıratri Sıbt'lar; Fıratrilerin bir araya
gelmesinden kabileler; kabilelerin bir araya gelmesinden konfederasyonlar doğmuştur.
İşte, Japon Tenno'su, görülen bütün özellikleriyle Çin klasik tarihinin ona
yüklemek istediği biçimde, medeniyet kralı yahut imparatoru değil, kabileler
konfedarasyonunun sivil başkanı en büyük Saşemidir.
Irakua "inanç savunucuları" gibi, Japon Tenno'sunun da, Saşemler gibi kutsal
ruhanilik görevleri vardır. Kan Şasemi gibi Tenno'nun da zor kullanma gücü, önemli
değildir Yalnız babaca öğüt ile ve gördüğü saygı sevgi halesiyle etki yaptığı için, şu veya bu
askeri kumandan veya siyasi şef zorbasının kılıcı da, onu kesemezdi.
Japon tarihinde bir türlü açılamayan kilidin anahtarı: Kuni'nin Kan Teşkilatı
oluşunda ve Tenno'nun en yüce ve kuvvetli Şasem oluşunda gizlenir
Bu anahtarı elimize alırsak, Japon tarihinde açılamayacak kapı kalmaz.
Üçüncü Bölüm
SEYREK VE CILIZ KENTLEŞMELER'DEN (YUKARI BARBARLIKTAN) GEÇ
MEDENİLEŞMEYE
1-
GEÇ MEDENİLEŞME: 1208 YIL
İlkel de olsa sosyalist bir toplumu, sınıflı bir topluma (medeniyete)
sürükleyebilmenin ne kadar güç, hatta yaman ve korkunç bir macera olduğunu
bize en iyi anlatan örnek: Japon insanlığının başından geçenlerdir.
Kendi başına kalabildikçe (medeniyet ne kadar parlak üstün görünürse görünsün)
insanlık, yaşadığı sosyalizmi kolay kolay bırakamıyor.
Bu kuralın en yaygın göçebe örneği, Çingenelerdir: Medeniyet dünyası, atom
çağından yıldızlara göçüyor: Çingenelerimiz dileniyorlar, çalıyorlar, vuruyorlar fakat karda
kışta yel üfüren göçebe çadırlarını; orada yaşadıkları ilkel sosyalizmlerini kendilerine kalsa
kıyamete dek bırakamıyorlar.
Dünyanın bütün öteki barbarları, içine düştükleri medeniyet denizinde boğuldular
Japonlar, bir ara yanılıp karşılarındaki yarı barbar Kore'ye atladılar. Çok geçmedi, orada
medeniyetin rezillikleriyle çürümeden, gerisin geri kendi adalarına püskürtüldüler.
Ne çare ki, Taike Reformu, altlarındaki ortak toprağı Osmanlı dirlik düzenine;
üstlerindeki kan teşkilatlarını ve güçlü Saşemlerini, Çin fağfuru taklitçiliğine çevirmişti.
Ondan sonra bu çevriliş, Japon kâğıdı üzerine düşen yağ damlası gibi boyuna
yayılacaktı. Ama ne kadar güçlüklerle ve kaç yüzyılda?
Yalnız arada geçen yılları alalım: Japonların Kore'den kovuluşları 660 yılı ile
kapitalizme geçişleri 1868 yılı arasında 1208 yıl geçer. Bu 1208 yılda Japon toplumu, bir
türlü ilkel sosyalizmini; Kuni adlı kan teşkilatlarını, Tenno adlı yüce Saşemlerini elinden
bırakamadı
Elinden bıraktırabilmek için oynanan oyunlar, sonsuzdu. Japonya'da ilkel
sosyalizmi iktidardan düşürme baskıları, Taike reformu ile başladı: orada Japon toplumu
rejim olarak, henüz orta barbarlık konağını aşamadığı için, kişi mülküne çevrilmesi fiilen
olanaksız bulunan ortak kamu toprakları, ilk defa Osmanlı dirlik düzenindeki biçimde,
ailelere eşitçe bölünüp tefviz edilmişti: tasarruflarına verilmişti.
Japonlar kıvramadıkları medeniyet ile Kore'den kovulduktan 34 yıl sonra; Taike
reformundan 56 yıl sonra, 701 yılında; Taike Ritsu Riayı (Taike devrinin emirlerini ve
yasaklarını) Çin'den Japonya'ya 150 maddesiyle aldılar. 1200 yıl hükmünü sürdürecek olan
bu yasa, Çin'deki T'ang sülalesi hukukunun sıkı sıkıya tercümesi sayıldı.
Sosyal temelleri medeniyetten o kadar uzak bulunan Japon barbarlığında, bir avuç
üst güdücü tabakasının alt yığınlardan aldıkları güce dayanarak özendikleri "Medeniyet",
tam bir "TAŞIMA SUYLA DEĞİRMEN DÖNDÜRMEK" idi.
Bu çabaların bizce kolay anlaşılması için en yakın benzerini; Türkiye'de
Tanzimat'tan önce öteberi yapılanlarla kıyaslamak mümkündür. Türkiye'de antika tefeci
bezirgân medeniyeti batarken, modern kapitalizmi getirme çabalan 2–3 yüzyıldır boyuna
geri tepmelerle çalkalandı.
Çünkü, geniş memleket insanlığı, Babil çağının ekonomik ve sosyal şartları içinde
yaşıyordu. Bir avuç üst tabakanın Batı Avrupa'nın savaş tekniğini benimsemeye çalışarak;
batı siyaseti, batı kapitülasyonunu, batı kanunlarını, perakende veya toptan Türkçe'ye
tercüme yahut en kötü soysuzlaştırmalarla adapte etmeleri: Türkiye'de kapitalizmin
doğmasını, taşıma suyla değirmen döndürmekten beter etti.
Japonya'nın geniş memleket insanlığı, ilkel sosyalizm çağının ekonomik ve sosyal
şartları içinde yaşıyordu. Bir avuç üst tabakanın Asya kara kıtasının savaş tekniğini
benimsemeye çalışarak, antika bezirgân medeniyeti siyasetini, Çin yazısını, Çin anayasası
ve kanunlarını, bir çeşit sosyal politika demek olan Hint Budizm'ini Japonya'ya aktarmaları:
Japonya'da bezirgân medeniyetinin doğuşunu derinlere indiremedi.
Kabuğun kabuğu arasında bir debelenme haline girdi. Türkiye'yi son 2–3 yüzyıldır
geciktiren "değişiklik" çabaları nasıl hep "BATILILAŞMAK" lafının açıkladığı gibi dışarıdan
taklitçilik olmuşsa, Japonya'nın 1208 yıllık bütün "MEDENİLEŞME" çabalan hep bir başka
çeşit "BATILILAŞMA" oldu.
2- JAPON-OSMANLI ZITLIĞI
Japonya'nın batısı, Kore ve Çın idi. Japon tarihini, Çin kara kıtası medeniyetinin
taklitçiliğini memlekete sindirmek çabaları doldurdu. Kimse Japon tarihinin dışarıdan
taşındığında
ikircilliğe
düşmemektedir.
Bezirgân
medeniyetinin
"Üçüz"ü:
Yazı-Para-Devlet idi.
Osmanlı göçebeliği, daha çadırlarını Bilecik'te kurarken, bu üçüzü birden
benimsedi: İslam yazısı, islam şeriatına uygun devletiyle yola çıktı. Ve kendi parasını bastı.
Fakat medeniyet üçüzü, aslında sosyal bezirgân sınıfı temeline dayanması gerekti.
Antika bezirgân sınıfı, Kayı Han aşiretinden kopmuş Osman Gazilerin 400 savaşçısı
içerisinde bulunmasalar bile; ortalığı 6 bin yıldan beri kaplamışlardı.
Gerek islam, gerekse Bizans medeniyetleri, tefeci bezirgân ilişkilerin, en soysuz
derebeylikleşmeleriyle yıkılıyordu, öyle çökkün bir ortama, 400 kadar savaşçının yapacağı
aşı: en sonunda bir santim öteye geçemezdi. Bu Rönesans'ın sağlıklı ömrü, en çok 100 yıl
sürebilirdi.
Ve neticede 400 savaşçı, koca bir toplumu kendi düzenine sokacağına, çevre
toplum (medeniyet) ister istemez 400 savaşçıyı (komün geleneklerini) kendi düzenine
sokacaktı.
Japonya'da iş, tam bunun tersi oldu. Japonya toplumu, bütünüyle orta barbarlığı
bile aşamamış bir düzende idi. içlerinde birkaç bin savaşçı SAMURAY veya BUSHİ, Kore
gibi medeniyet aşısı görmüş ama henüz tam sosyal sınıflara parçalanmamış; yarı barbar bir
ülkeye fatih olarak girmişlerdi, içlerinde belki birkaç yüz savaşçı, az çok uzak Çin
medeniyetinin yazı-para-devlet üçüzüne bulaşmıştı.
Fakat, Osmanlı Alpleri (savaşçı gazileri), nasıl bütün çevreleri tefeci bezirgan yüklü
bir toplum iken, tam 500 yıl boyunca bezirganlığı "HÂŞÂ MİN HUZUR" (yanımdan uzak
olsun) diye bir pislik gibi görmüşlerse, Japon samurayları da, tıpkı öyle fatih olarak içlerine
girdikleri Kore'nin ve uzaktan sesini işittikleri Çin medeniyetinin tefeci bezirgan ilişkilerini
öyle bir tepkiyle görmüş olabilirlerdi.
Medeniyetin yazısı-dili-devleti hatta az çok konfor sağlayan parası, hizmetlerine
girmiş bile olsa, bu kurumlan geniş Japon ilkel sosyalist toplumuna kabul ettiremezlerdi. Ve
ettiremediler.
Onun için, Osmanlı, "400 aslanının" içlerine düştükleri 4 milyon, bazen 40 milyon
derebeylikleşmiş medeniyet sığır sürüleri ortasında, zamanla kendileri medenileşip
sığırlaşmışlardır.
Fakat, 400 medeniyet özentisi Japon barbar aslanı, 40 milyon Japon barbar
aslanını sığırlaştıramamışlardır. Çin medeniyetinin derebeylikleşmiş sığırlığını, taşıdıkları
yazı-para-devlet kurumlarını, bir türlü tümüyle kabul ettirememişlerdir
Kara kıtası medeniyetlerinin bütün tekabül ettikleri şeyler, köklü ve bozulmamış
Japon ilkel sosyalist yaşantısını 1200 yıl damla damla aşındırmasına rağmen kökünü
kazıyamamıştır.
Japonların Kore’den kovulmalarıyla, modern batı kapitalizmine girişleri arasında
geçen 1208 yıllık tarihleri, bu açıdan ele alınırsa kavranılabilir.
3- JAPON TARİHÎ BASAMAKLARI: GÖÇEBELİKTEN KENTLER ÇAĞINA
SÜRÜKLENİŞ
1208 yıllık Japon tarihi sürecini klasik bilimin soyutlaştırdığı 3 başlıklı
ERKEN-ORTA-GEÇ derebeylikler bölümünden çok; Japon, Fransız bilginlerinin edebiyat
tarihi bölümlerine göre izlemek daha aydınlatıcı olur.
Edebiyat tarihi, Japon toplumunun temel ilişkilerini gözden kaçırmasa bile, o
ilişkilerdeki en küçük ayrıntılı değişiklikleri daha göze çarptırıcı bir dev aynası olduğu için;
dolayısıyla Japon gerçekliğini daha somut biçimde anlatabiliyor.
Yazılı pre-kapitalist Japon tarihinin, 660 ile 1868 yılları arasında geçen maceraları:
cılız Japon güdücü tabakalarının devletleştirme çabaları ortasında geniş Japon halk
yığınlarını, orta barbarlıktan yukarı barbarlık konağına doğru gelişim evrimleri olarak
özetlenebilir.
O 1208 yıl içinde, Japon barbar şefleri kendi yapılarını ve yönetimlerini antika
medeniyetinin devleti biçimine sokmaya çalışmışlar; Japon orta barbar halkını ise ancak
antika Grek dünyasındaki kentleşme çağma (yukarı barbarlığa) doğru sürükleyebilmişierdir
Japon barbar şeflerinin medeniyetleri sahici bir sosyal sınıflı toplum kuramamış,
özenti halinde kalmıştır. Çünkü, büyük Japon barbar yığınları, ancak bir basamak üstteki
yukarı barbarlık düzeyine doğru bir gelişme yapabilmişlerdir. Onun için, 1208 yıllık Japon
pre-kapitalist tarihi, barbarlığın politika yüzeyinde ara sıra parlayıp sönen tek tük birkaç
kent egemenliğinin alt-üstlükleri biçiminden kurtulamamıştır.
Bütün bu alt üstlükler, hep kabuk değiştirme kabilinden bir kentin üstünlüğünü
yitirip öbürüne başka bir kent üstünlüğünün geçmesi olarak bakıldığından; ekonomik ve
sosyal yapıdaki temelli değişikliklerden çok; siyasi ve din alanlarındaki değişiklikler göze
çarpar.
Bu değişikliklere az çpk bir ifade veren edebiyat cilası, Japon kılık değişikliklerinin
sözcülüğünü etti. Basamak basamak gelişen edebiyat değişiklikleri, Japon sosyal gelişimini
acayip büyülenmelerle aksettiren dev aynalar oldu.
Japon edebiyat tarihindeki basamaklar şöyle sıralanır:
1)
NARA ÇAĞI: 710–784 yılları arasında 74 yıl sürdü: ilk kent tohumu çağı
oldu.
2)
HEİAN ÇAĞI: 795–1185 yılları arasında 390 yıl sürdü: Kentlerin açılımı çağı
oldu.
3)
KAMAKURA ÇAĞI: 1185–1332 yılları arasında 147 yıl sürdü: Medeniyet
yazısının-parasının-devletinin-dininin bulaştığı çağ oldu.
4)
NAMBOKU ÇAĞI: 1332-1392 yılları arasında 60 yıl sürdü: derebeylikleşme
ve anarşi (fetret) geldi.
5)
MORUMAÇİ ÇAĞI: 1392–1603 arasında 211 yıl sürdü: Ürün iradının geç
aşınması, para iradının geç gelişimi çağı oldu.
6) TOKUGAVVA ÇAĞI: 1603–1868 yılları arasında 265 yıl sürdü: En son Yedo
Şogunluğu çağı idi. Sınıflaşma, bezirgânlaşma ile kapitalizme geçiş için hazırlık çağı oldu.
Edebiyat değil mi? Fesat yahut münafık çocuk: Toplum temellerinden değil
çatısından bir şeyler kekeler. Onlardan çıkarabileceğimiz ders şudur: Arşaik (eski komünal)
çağlardan sonra gelen bu 6 Japon prekapıtalist çağı Japon orta barbar çağından; Çin
medeniyetinin antik tefeci bezirgan etkilen olan yazı-para-devlet nüfuzu altında, yukarı
barbarlık konağına geçmesi dönemleridir.
4-ŞİNTO-TENNO: KOMÜN'ÜN İNANÇ VE YÖNETİM ŞEFLİĞİ
Japonya, uç doğunun hemen batısında olan Çin medeniyetiyle temas etmeden
önce, aşağı barbarlıktan çıkmış orta barbarliğa geçmek üzere olan "KAN'lar Düzeni"
yaşıyordu.
Bu düzende inançlar, ŞİNTOİZM adı altında toplanıyordu. "JAPON İNANÇ
SAVUNUCULARI" bugün bizim "İMAM" dediğimiz kişinin tarih öncesindeki adıyla TENNO
çevresinde toplanıyordu.
Başka deyimle, Japon inanışının birleşiminde kayıtsız şartsız egemen olan 2 şey
vardı:
1) ŞİNTOİZM, 2) TENNO:
İnanç güdücüleri teşkilatında, bütün tarih öncesi toplumlarda olduğu gibi, bu 2
şey, ilkin birbiriyle ayrılmaz: kaynaşmış idi. Hepsi birden Kan SAŞEM'inin uyguladığı inanç
görevleri ' içinde toplanıyordu.
Buna gerçek anlamıyla "DİN" demek fazladır, ilkel toplumun inanç sistemi,
medeniyet dininden ayrılır. .
5- ŞİNTO VE TENNO'NUN CILIZ SARAYLAŞMASI
En eski Japon edebiyatı sayılan NARİTO, Hint Vedaları gibi ŞİNTO inanç
sisteminin ritüel ve tapınç (güneş) bayramlarında okunan dualardan sonra ortaya çıkan
KOJİKİ - OTOKİ - NARİTO' dur. Kendisi, 6.yüzyıldan kalma NARlTO'nun, 8,yüzyılda
derlenmesinden başka bir şey değildir. (Otto)
Sonraları en yaygın ve etkin oluşu, kan ve kabile konfederasyonunun meşrutiyet
kazanmasmdandır. Dinsel SAŞEM'leri en büyük olan TENNO, öteki kan ve kabile
Şaşemlerini çevresinde temerküz ettirmiş (derlemiş) olacaktır. Bunun, kendiliğinden ve
aşağıdan yukarıya doğru olması, tabii idi.
Sonradan TENNO'nun emir ve tayinleriyle ortaya çıkmış sayılabilecek Nakatomi
adıyla teşkilatlanışı bir "SARAY LONCASI" olduğunu anlatır.
Gerçekten "NAKATOMİ" : İslam'da halifenin yani büyük imamın ülke içerisinde
temsilcisi olan imamlara benzer.
"NAKATOMİ" adını alan ve sarayın bir çeşit rahip ve memurlarının loncası olan
teşkilat mensuplarıdır. Çeşitli törenlerde imparatoru (TENNO’yu ) temsil etmekle
görevlidirler.
6- KOMÜNAL ŞlİR-MÜZlK VE DANSININ SARAYLAŞMASI
Onların "NARİTE" yahut "KONUŞULMUŞ SÖZLERİ" adı verilen; 16.yüzyılda
ENGHl-SHKl (Enghi çağında) Çin'de derlenmiş bulunan ritüellerden(ayinlerle ilgili)
kimilerini, elimizde bulunduruyoruz. Bunlar muhakkak daha kadim (eski) sayılmalıdır.
(Kuni M. s: 33)
"ENGHİ SHKl", 901 yılında kaleme alınmıştır. 1927 yılında yayınlananlar içinde 75
dua sayılır. Bunlardan 27'sinin metni bulunuyor:
"Bu Noritolar, broşür REVOU'n pekiyi gördüğü gibi, özellikle bir takım dualar
olmaktan ziyade, büyü desturları, kudretli ritüellerle (ayinle ilgili) bir arada merasimli
afsunlamalardır. Onlarla büyücü rahipler, tanrıları dizginlerler. Ritüel desturların amacı, bol
ürün almak vb. dir. Bu gibi seremoniler, bugün bile hala vardır. "
"Fraza'nm anlattığı “yelken kürek" dünyanın başka uluslarında görülen papazları
örneklendiriyor."(Kuni M. S:33)
Norito’nun sözleri, bugün unutulmuş bütün bir ilkel sosyalizmi gizliyor. Edebi yahut
nesir oldukları halde bugün kullanılan üslup yüzünden nesir mi, şiir mi sayıldıklarını
söylemek güçtür. Tasvirler (conjuratria), zikir ve tespih formülleri, (müveverai-öteki)
bilinmezleri ve Lithurgie-kabe hizmetleri gibi endikasyonlan; bütün bunlar, o şeyleri elde
bulunan birkaç kantodan daha şairane metinler kılığına sokuyor.
Bütün bunlar, Sümerlerden, Grek ve Roma kentlerine dek gelmiştir. Bugün
Anadolu'muzda hala dipdiri yaşayan (benzer folklorik yapılar), tarih öncesi toplum
ilişkilerinin kalıntılarıdır.
Bu afsunlama örnekleri, kökü büyücülüğe karışmış barbar insanlığın hep birden
katılıp kolektifçe yarattığı birleşik (şiir-müzik-dans) güzel sanat üçüzünden; sonraki
destanlar da, o ilkel sosyalist insanın kolektif yaratışlarından kaynak almışlardır.
Kojiki yahut Nihangi destanlarının şurasına burasına yerleştirilmiş ilkel poemler
(manzumeler), kronikler, poem: şiir oldukları kadar destan şarkı" (şanson: chanson)'dırlar
da.
"İlkin her ilkel ahalide görüldüğü gibi şiir-müzik ve dans, sıkı sıkıya birleşiktirler.
Japonca'da aynı deyim hem destan, hem şarkı anlamına geliyor. Bazen Norito'lardan daha
nesir halinde (Pozaik) görünen bu destanlar (savaşlar, kahramanlıklar, aşk gibi) her çeşit
konulara değinirler. Bu gibiler, dolaysız "ve barbar bir üslup taşırlar."(Kuni M. s: 35)
"Noritalar’dan sonraki destanlar üslubu bile tıpkı Tevrat ve Kuranı Kerimin serbest
nâzımını andırıyordu.
Ho! Geldi zaman
Ho! Geldi zaman
Ha ha şa!
Hemen
Çocuklarım
Hemen
Çocuklarım" (Kuni M. s:35)
7- GEÇ VE TOPYEKÜN GELEN SEYREK JAPON KENTLEŞMESİ
Arsaik orta barbar Japon toplumu, yukarı barbarlığa yani kentleşmeye kitle halinde
geçiyordu. Onun için Japon prekapitalist yaşantısı Rene Grausset'in benzettiği o benzetiş,,
Kum Matsu nün da kabul ettiği kadar, antik Yunan kentleşmelerine hiç benzemede Japon
ülkesi Akdeniz: Fenike-Yunan-Roma medeniyetler gibi, adım başında karınca gibi kaynaşan
vıcık vıcık kentler mahşerine hiçbir vakit bürünmedi.
1208 yılda Japon dünyasının çevresinde döndüğü bütün sayılı kentler, bir elin beş
parmağm. bile dolduramayacak kadar az sayıda idiler. En eski Nara, sonra Heian (Kiyoto)
en sonra Yedo (Tokyo) kentleri; hep o Kiyusu adasından kalkmış ilk Japon tanrılarının
seçtikleri kuytu ve güvenli Osaka körfez, çevresinde, güneyden başlayıp kuzeye doğru
uzaklaşmış kurumlar oldular.
Antik tarihte bir benzeri aranacaksa, Japon kentleşmesi, Yunan kentleşmesini
değil, Arap - islam kentleşmesini andırır. Arabistan'da nasıl en başta Mekke-Medine gelmek
üzere birkaç çöl kenti varsa; Japonya'da da hemen hemen tıpkı böyle başta Kiyoto ve
Tokyo gelmek üzere birkaç denizle ilgili, ada kenti vardı.
Arabistan'da Mekke (Kâbe)'yi ve Medine (Yesrip)'i ele geçiren nasıl bütün Arap
dünyasına egemen oluyorsa; Japonya’da da tıpkı öyle Kiyoto (Heian)'yı ve Tokyo (Yedo)'yu
ele geçiren, bütün Japonya'ya egemen oluyordu:
"Kim Kento Kamakura ve Edo bölgesinin sahibi ise, tarihsel bir hak olarak Japon
takım adalarının (Arşipel'in) askeri şefi oluyordu." (Rene Grousset s:214)
8- JAPON-İSLAM KENTLEŞME FARKI: CILIZ MEDENİYET İLİŞKİLERİ
Arada şu fark vardı. Tarihin öyle bir çağı geldi ki, Arabistan, orada bilinen evrensel
bütün ekonomik ilişkilere geçit oldu. Acem -Bizans medeniyetleri, cihan tarihinin
geleneksel büyük orta ticaret yolunu azıcık ağırlıklarının yıkıntısıyla çöküp tıkadıkları vakit;
yeryüzünün uzak doğu Hint-Çin medeniyetleriyle, Batı Akdeniz-Avrupa medeniyetleri
arasındaki alışverişlerin biricik geçidi, Güney Ticaret Yolunda (Umman Denizi ile Akdeniz
arasındaki en dar geçit olan Kızıl Denizin güney ucunda), toplandı.
Kızıl Deniz korsanlığı, mevsim rüzgârlarının mekanizmasıyla o büyük cihan
tarihinin kervanları için en emin yolu; Cidde limanından başlayarak, Mekke Antreposu
üzerinden Medine yoluyla Şam'a uzanan Hicaz karayolunda, buldu.
Bu yüzden, ideal olan din, yeryüzünün Budizm ve Konfüçyonizm gibi
durgunluk-çöküş dini olmayan-en dinamik dini- İslamiyet oldu. Arap İslam medeniyeti,
Arabistan'dan bir güneş gibi doğup, tekmil insanlığı kapladı.
Japonya'da ise, öyle bir şey asla olmadı. Japonya, en büyük iki cihan medeniyet
arasında, dünyadan bir haber çocuktur. Türk ve Moğollar kadar olsun, din ve ticaret
portörlüğü (taşıyıcılığı) yapamamıştır. Bu yüzden, süreceği kadar kısa bir süre olsun
muhteşem bir bezirgân köprüsü rolünü oynayamazdı. Yeryüzünün en sapa yerinde, uç
doğunun en uzağında idi. Çin'in doğusunda Pasifik denizinin esrarlı sulan arasında yitikti.
Batısında kaçıncı tarihsel devrimle en berbat derebeylikleşme batağından
kurtulamamış seleksiyona uğrayıp; fosilleşmeye Ikvatodonlar gibi mahkûm olmuş antika
Çin medeniyeti, ölüm döşeğinde soluğan yatıyordu.
Bu şartlar, Japonya'yı ticaret ve din merkezi bir Hicaz geçidinin tavrına getirip,
orijinal Japon medeniyetine ulaştıramazdı. Orijinal Çin medeniyetinin rönesansı olmasına
gelince: Japon barbarlığı, Kore'ye atlaması sonucunda boyunun ölçüsünü almıştı...
Uç doğu medeniyetleri, ancak Konfüçyonizmin kırtasiyeci devlet kapıkulluğu
sistemini, fütuhat ve başarı ile gözleri kamaşmış bir avuç güdücü Japon savaş şefine kabul
ettirebilirlerdi. Uç doğu medeniyetleri, ancak Budizm'in bozguncu dervişlik psikolojisini,
Kore'den kovulmanın sancısıyla kıvranan Japon güdücü barbar şeflerine, bir gönül alma
macunu gibi yutturabilirdi.
Medeniyet, ne de olsa geri barbarlıktan üstün üretim ve tüketim metodlan
sağlamıştı. Japon barbar, bu medeni metodların etkisini ve sonuçlarını yok sayamazdı. Bu
etkilerle, tıpkı yakın doğuda muazzam Irak ve Mısır medeniyetlerine komşu Hicaz
vahalarında ve geçitlerinde, Mekke-Medine'nin ilkel barbar yerleşim noktaları oluşu gibi;
Japonya da, birkaç yukarı barbarlığa özenti kentçikler kurabildi. Hicaz da, Japonya gibi,
büyük orijinal Irak ve Mısır medeniyetlerine şapa bir bucaktı.
Ama Japonya'nın büyük orijinal Çin ve Hint medeniyetlerine olduğu kadar sapa
düşmüyordu. Çok daha erkenden Sümer medeniyeti çağından beri UR kenti çevresinde,
İbrahim adlı göçebe bir Semit peygamber çıkıyor; Fırat, Suriye vadilerinden Mısır'a
iniyor, oradan aldığı cariyeyi, Mekke geçidine bırakıyor. Kâbe, (Yunan Delfi tapınağında
görülen siyah güvercin misyoneri gibi) Hacer tarafından ilk Kureyşli Çit subaşı durağı olarak
kuruluyor.
Oradan çevre barbarlara, yakın doğu medeniyetlerinin erdemlığını anlata
anlata bitiremeyen, bir ibrahim oğlu: İsmail geleneği doğuyordu.
Japonya'da
böyle
kervan
geçitlerinin
stratejik
noktalarına,
çökkün
medeniyetlerin istihbarat merkezleri olarak kurulmuş ve çevre barbarlarını sıkıyönetim
altında tutan kadim kehanet (Orakl) yuvaları görülmüyor.
Dördüncü Bölüm
İLK KENT TOHUMU: NARA ÇAĞI (710–784: 74 YIL)
1- PARA VE KENT İĞRETİLİĞİ
Onun için, Japonya'da antika medeniyetlerin klasik “RÖNESANSI" bile, hiçbir
zaman ekonomik sosyal derinlikte bir etki gösteremedi. Bütün parlaklıkları, hep zoraki
siyaset kabuğunda asaletin cilası olan edebiyat ve sanat lostracılığında kendini gösterdi.
"Japonya da trampa alışverişi (Taus cihanciel) egemendi, ilk para 718 yılında
basıldı. Hükümet, para tedavülü yapılması için çok uğraştı. Ama ilkin pek az başarı
kazandı."(Otto B. s: 197)
Siyasi devlet özentiliği ve para naklinin arkasından, Çin usulü kent de kendisini
gösterdi:
"Nara kenti, 710 yılında Çin başkenti Hisiun gibi surların ardında kuruldu. Geniş ve
düz caddelerle kesilmiş bir düzlükte yayılmıştı... Desenlemeler, bu kentin ortasında yabancı
kurumların esintisinin Japonya'ya girdiğini anlatıyordu. " (KuniM. s: 34-35)
Ancak, modern medeniyetin geri ülke çocuklarını, batılı ahlak anlayışıyla yetiştirip
kendi kanunlarının ateşi altına alışı gibi bir afsunlama; antik Çin medeniyetinden barbar
Japonya'ya karşı hiçbir zaman başarılamadı. Para-ticaret-yazı-devlet ve kent özentiliği
olsa da, Japon barbar çocukları daima ehlileştirilemez-medenileştirilemez kaldı
2- ÇÖKEN MEDENİYET DlNİ BUDİZM'E KARŞI, KOMÜNAL ŞİNTOİZM
Çünkü, Uç Doğu Medeniyetleri, o kocaman barbar çocukları Kore'de iken
"BUDİZM" dervişliğiyle afsunlamaya girişmişti. Tıpkı Bizans'ın Moskof Slavlarına
Ortodoksluğu belletecek 2 allame papaz gönderdiği gibi; Çin'e vekâlet eden Kore de Japon
idaresine 2 Budist allame derviş eliyle barbarlara pek insanüstü şeyler gibi görünecek
tanrı heykeller ve tanrı yazısı iletmişti;
" Japonya, ulaşımda bulunduğu Kore krallığı yolundan Çin ile Çin kurumlarıyla, Çin
yolunu güderek; Hindistan'dan gelmiş Almanlarla Budizm'i tanıdı, önce Koreliler, sonra
Çinli Preseptörler (hocalar) genç Japon prens ve beylerine kendi tüketimlerini getirmişlerdi.
5. yüzyılda, "AÇHİKİ" ve "WANİ" adında 2 allame (eridüt: araştırmacı bilgin) Kore
krallığmdaki AOUKCHE'den gelmişlerdi. 552 yılında, Japonya aynı kaynaktan bir Buda
heykeli ile Buda doktrinini kabul etme öğüdü yazılmış bir mektubu aldı. Bu gönderiye bir
miktar SUTRA (Hintçe) ciltleri de ilişikti. Kitaplar, asil sınıf arasında yayılınca büyük nüfuz
kazandı." (Kuni M. s:36)
Ancak, Budizm, tekrar edelim: çöken bir medeniyetin dünyasından vazgeçme
inancı idi. Japon toplumu ise, henüz medeniyetin eşiğinde bile değildi. Toplum şefleri,
medeniyetle düşe kalka medeniyetin bazı biçimlerini ve kazançlarını benimsemeye
kalkmışlardı. Fakat şeflerin toplum ile olan bağlan sıkı idi. İçlerinde Japon yığınlarını
sarmamış inançları reddedenlerle-kabul edenler birbirlerine girdiler.
Daha doğrusu aranırsa, Japon halk yığınlarının hayatı, barbarlığın derinliklerinde
kaldıkça, Budizm Japon inançlarının yıldızı bile olamadı.
Japon kan kardeşliğine dayanmayan Japon şefi nasıl ayakta duramazsa, tıpkı öyle:
Japon Şintoizminin izin vermediği Budizm de, bir avuç medeniyet özentisi üst tabaka
dışında ciddiye alınamazdı:
" Doktrinin (Budizm'in) kabulü lehinde ve aleyhinde olan klanlar arasında ve taç
çevresinde geçen bir mücadele döneminden sonra nihayet 8. yüzyılda Budizm, Japon
ruhuna işledi. Ve bir daha da Japon ruhunu bırakmayacaktı. Bununla birlikte Budizm'in,
Şintoizm ile mücadele ettiğini sanmamalı. Her 2 inanç, birbirini tamamlayarak-bir arada
varolarak Japon ruhunu biçimlendirdiler. Şinto, hele mitolojisi dışında ele alınınca, "RUH
HALi" onurdan başka bir şey değildir. Kendi yanından Budizm, Japon düşüncesini kalıbına
dökerek düzenlemiş ve işlemiş bir felsefe sistemidir." (Kuni M. s:37)
Japon kan teşkilatlan, Budizm'e karşı "MÜCADELE" ediyorlar da, Budizm Şintoizm
ile mücadele etmiyormuş! Japon bilginleri böyle yazıyorlar. Ne demektir bu? Biraz
anlaşılması güç iddia olmakla birlikte, başımızdan geçmeyen bir şey değildir:
Türkler, Orta Asya'dan gelip de islamlıkla karşılaştıkları vakit, Şaman inancı
taşıyorlardı. Şamanlık, tıpkı Tennoların Şintoizmi gibi bir tabiat dini; ilkin anaları-ataları
kutsallaştıran ANİMİZM idi. islamlık, çöl politikasıyla Türklerin içine girdikten yüzlerce yıl
sonra bile Şamanizm tekke ve tarikat gösterilen biçiminde islamlığın "HARAMLARINI"
kapalı bir yerde "HELAL" ederek yaşadı
Bu, islamlıkla Şamanizmin birbiriyle "MÜCADELE" ettiğini değil; bu mücadelede
islamlığın savunduğu ilmi kurallar içinde Şamanizmi sönümlendirdiklerini gösterir.
Türkiye'de Şamanizmin kalıntıları ancak Cumhuriyet idaresinden sonra tekkelerin
kapanmasıyla yasaklanabildi. Fakat, Şamanizm hiçbir vakit dirilerek İslamlığı yenemedi.
Çünkü, Altaylar'dan kopmuş göçebe kayıhan aşiretinin Osman Gazi oymağı, ilkel sosyalist
Türk Kan'ı, çöle düşen bir yağmur çisenticeğizi gibi muazzam; fakat çökmüş İslam ve
Bizans medeniyet kalıntıları arasında eriyip gitmişti.
Japonya'da olaylar, bunun tersine gitti:
Medeniyet "hocalarından" allameler, geniş Japon barbar yığınları içinde, çöle
düşmüş yağmur çisentisi gibi endiler. Onun için Budizm, hiçbir zaman, İslam'ın Şamanizmi
erittiği gibi, Şintoizmi yok edemedi.
Başka deyimle, Japon yığınlarının hayatını, gerçekte Şintoizm şekillendirmiştir.
Şintoizm, büyükçe laf etmekle rol oynarken sırf Şintoizm olduğu için etki yapmamıştır. Tam
tersine Japon halk yığınlarının hayatı, Şintoizmi gerektirdiği için, karşılık olarak Şintoizm,
halk hayatının gelişimini şu veya bu yüzden etkileyebilmiştir.
Japonya'nın kapitalizme geçişinde Şintoizmin bayrak yapılması, Japon
toplumunun büyük çoğunluğuyla, medeniyet soysuzlaşmasında çürümemiş barbar
gelenek-görenek ve kollektif aksiyon gücüne sahip olmasından ileri geldi:
" Şintoizm, en ilkel halk dini olarak çok geniş yer tutmuştu. Şehirlerin ve köylerin
mahalli tanrıları olarak halk içinde derin köklüydü. Yeniçağın Konfüçyusçuluk teorisyenleri
ve Kokugakalan yardımıyla uyuşmaya baktı. Ve özellikle milli duyguyu, ekip geliştirdi.
"(OttoB. 8/s:216)
Eğer halk hayatı Şintoizmi gerekli kılmasaydı, Şintoizmin halk hayatında önemli rol
oynaması, su üstünde yazı yazmaya dönerdi. Bizim üniversite anlayışımız ise, bunun tersini
ortaya sürmüştür:
" Japonların en ilkel dini olan Şinto, bütün Japon tarihinde olduğu gibi, Japon
kalkınmasında da en geniş rolü oynamıştır. Nitekim 1868 yılında Şinto dini resmen devlet
dini kabul edilerek kalkınma hamlesine girişilmiştir. Şintoizm ise, yalnız Japonlara özgü bir"
dindir. (Alp Kuran İ. Ü. Asistanı Ekim 1965, Cumhuriyet g. Yazı serisi 3)
Derken, Şintoizmi bir barbar inancı değil, bir ulus imtiyazı gibi koymuştur.
Şintoizm, Türklere özgü olmayınca ise, Türkiye kalkınmasında, yazık ki böyle bir etkiden
yararlanamayacaktır, kanısına varılır. Ve bütün teşhisimiz, toplumu böyle tepesi taklak
görmek ve göstermekle başlayınca; ondan çıkacak sonuçlara göre, toplum kalkınması için
öne sürülecek bütün "reçeteler", asıl temel gerçeklerinden uzaklaşır.
3- MEDENİYETİN YAZI DİLİ
Nara çağında, tıpkı islamlığa yeni giren butun göçebe ulusların kurdukları
devletlerde olduğu gibi; resmi dil, yazı dilinin alındığı medeniyetin dili oldu. Son günlere
dek Selçuklularda resmi dil Acemce idi. Osmanlılarda pek öyle kültür döktürmeye vakti
bulunmayan padişahların fermanları dışında, edebiyat dili Acemce, bilim dili Arapça olarak
kaldı. Japonya'da da işler böyle oldu:
" Çin alfabesi, daha doğrusu Çin harfleri kabul edildr " ilk Japonca Kojiki (kadim
şeyler) Kırk Ambarı (komplasyon) imparatorluk emriyle 712 yılında sağlandı.”
"Efsane Mitlerden 629 yılında imparator Yomci'nin tahta çıkışına kadar dikte eden
Katarita, hikâye eden Areve Nloda, yazan allame Yaçomaro, birinci kısım memleketin yani
imparatorluk ailesinin kuruluşunu; ikinci kısım ilk imparatorların kroniki; üçüncü kısım 628
yılma kadar geçmiş kronikleşmelerdi. Ama Japon barbarlarının kendi deyimleriyle
başlangıç, aşağı yukarı 7. yüzyıl iken, Japon kronolojisi ve yıl tarihlemesi pek görülmeye
gelmez. (Su Jatles a Cantin) özel notlamalardır. " (Kuni M. s: 37-38-39)
En önemli Japon yazısı Nihangi, 720 yılında Yasamaro prensi Tenroi tarafından
aynı şeyleri 607 yılına dek Çin'ce kaleme almıştır.
4- "ORTA ÇAĞ" YAKIŞTIRMASI YERİNE, TARİH BİLİMİ
Japonya'da ilk kent Nara kurulunca, hiç değilse "EGEMEN" çevreler denebilecek
kan şeflerinin çevresinde toplanan Kanlar, kent yukarı barbarlığını aşmak çabasına
girdiler.
Bu çaba, Naranın kurulduğu 794 yılından; Tenno Yedo'nun kurulduğu 1593 yılına
dek (daha doğrusu Tokugava çağını açan Hidegaşinin, Yedodaki sivil şef tarafından Soğun
tayin edildiği 1603 yılma dek), tam 893 yıl sürdü.
893 yılının sonuna kadar olan Japon egemen sosyal sistemini, klasik batı orta çağı
benzeri hep "DEREBEYLİK" saymak; Heian ve Kamakura çağlarını erken derebeylik,
Namboku ve Morumaçi çağların- orta ve geç derebeylik saymak; Japon Yedertosunu
"İMPARATOR" saymak kadar yersiz olur.
893 yıllık 4 basamaklı Japon gelişimi sırasında, Japon toplumunun ekonomik
temeli ve sosyal yapısı, medeniyet ilişkileri içinde ancak barbarlık kültürünün belirli
basamaklarını aştı.
Yazarları kararsızlığa sürükleyen şey: Japon toplumunda egemen olan bir avuç
güdücü kan şefleri arasında, medeniyet elemanlarının oynadığı önemli roldür. Bu rol ne
kadar büyük ve göze batıcı olursa olsun, Japon toplumunu sosyal sınıflara bölen klasik
efendi-köle ilişkilerini getiren medeniyet biçimine hiçbir zaman tamamıyla giremedi.
Antika tefeci bezirgân, yani, köle-efendi medeniyetiyie; modern kapitalizmin
işçi-işveren medeniyeti arasında, Batı Avrupa'yı kaplamış bulunan klasik batı feodolizminin
derebeyi-toprak bent sınıf ilişkileri bile, ancak 265 yıl süren Yedo yahut Tokugava
çağında ortaya çıktı
Tarihçileri en çok yanıltan özellik Japonya'nın ne üretim temelini, ne sosyal yapısını
hesaba katmayarak ele alınan üst yapı (ki siyasi ve kültürel) gösterilendir; zayıf bir zümre
olan medeniyetçi elemanların büyük rol oynamış gibi görünmeleridir.
Bunun sebebi, Japonya’nın henüz Orta Barbarlığını tamamlayamadan (Hun ve
Germenlerin Akdeniz medeniyeti üzerine; Türk ve Moğolların uzak doğuda Çin-Hint
medeniyeti üzerine-yakın doğuda İslam medeniyetleri üzerine yaptıkları akınlara benzer)
Kore üzerine akın etmeleridir.
Bu Kore macerası, oldukça iğreti veya gelgeç bir medeniyet rönesansı bile
yaratabilmiş değiidir. Ancak bu macera bozgunla sonuçlandıktan sonradır ki; Japonya'da
medeniyet kelebeğini kanatlandıracak bir koza olması gereken KENT biçimli bir gelişme
başlamıştır.
5- NARA ÇAĞI = "KÂBE ÇAĞI" = YUKARI BARBARLIK TOHUMUDUR
Nara çağı, Japonya'nın ilk ve tipik kentleşme çağı olabilmiş midir? Hayır. Çünkü
Nara kurulurken, Japon toplumu Yukarı Barbarlığa henüz ulaşamamıştır.
Nara çağına, yakın doğuda en iyi bilinen örnek, Hicaz Arabistan'ının Mekke veya
Bekke'sidir. Mekke, ilk doğuşunda tipik bir kent olmaktan ziyade, göçebe orta barbar
babahanlarının kutsallaştırma merkezi idi.
Japon orta barbar toplumunun üzerinde Naranın egemenliği, tıpki Mekke'deki
Kabe'nin sembolik egemenliğine benzer. Onun için Nara çağına Japonya'nın Kâbe çağı
denilebilir.
"Mekke çağı" ise Mekke gelişmeden önce, daha UR kentinin Irak'tan ve Mısır'dan
göçmüş İbrahim'den beri var olan; bir antika tefeci bezirgân istihbarat-kehanet ileri
karakol noktacığı olarak doğmuştu. O, ilkin KÂBE biçimindeydi.
Bütün karışıklık burada başlar. Kâbe’yi kuran Hacer, hayli "kültürsüz", yazıyı
bilmeyen orta barbar babahan İbrahim'in eline düşmüş bir Mısır cariyesi idi. Ancak,
binlerce yıllık medeniyet geleneği Semitlerden İbrahim'e ve çevresine intikal etmişti.
6- EVRENCİL BİRİKİMİN YILDIRIM HIZIYLA HAZMEDİLİŞİ
Japonya, daha Nara çağında ilk matbaayı tanımıştı. Tokugava çağında bile,
devletleşmiş görülen matbaa, 8.yüzyıldan beri Japonya'ya girmişti:
"8.yüzyıldan beri varolan matbaa, aynı zamanda okullar açan 1. Soğun'un
himayesi altına girdi."(Kuni M. s:75)
Teknik elemanını. Japon kültüründe tarihi bir kültür yaraşığı gibi görmeye alışkın
metafizik metodlu yazarlarda, medeniyet yalabıklığı vardı.
Japon toplumunun gerçek sosyal yapısını görmekten alıkoyan şey, bu parlaklığın
verdiği göz kamaşmasıdır. Bu göz kamaştırıcı yüzey olayları, Japon tarihin 710 yılından
1868 yılına dek on bir buçuk yüzyılı (1158 yılı), metafizik bilim için kolayca tanınmaz
duruma sokmuştur.
Çin'den öğrendiği kâğıt matbaa ve pusula ile Avrupa barbarlığının ne hale
(kapitalizme nasıl) geldiği göz önüne getirilirse; Japon toplumunun 12.yüzyılda kapitalizme
atlamamış olması anlaşılmaz kalır.
Ancak, batı Avrupa'nın kapitalizmi, geliştirdiği bütün teknik kültürel etkilerle,
Japon toplumunu yukarı barbarlıktan alıp modern medeniyete dek getirdi. Bu her iki
medeniyetin etkileri, ayrıca ikişer büyük bölüme ayrılır: Japon tarihinin altı basamağına,
Japon ehramının en üst güdücüler tepesinden bakılırsa, her şey "MEDENİYET" imiş gibi
görülür. Bu görünüş kadar aldatıcı pek az sosyal olay vardır Aynı Japon ehramına, toplum
oturağından tepesine doğru bakılırsa, antik tarihin toprak üretim temeliyle karşılaşılır.
Bu temelin üzerine antika tefeci bezirgân medeniyet de modern kapitalizm de önce
çarçabuk yüzeysel teknik ve siyasi ölçüde, sonra daha çok ve derin ekonomik-sosyal
ölçüde etki yaparlar. Bu bakımdan 6 Japon çağının ilk ikisi, antika medeniyetin teknik
siyası etkisi altındadır:
Heian Çağında, Japonya'ya matbaa tekniği; Kamakura Çağında, Çin parası girer.
Bu iki tekniğe uygun siyasi özenti kurumlar yavaş yavaş yüzeysel ekonomik etkilerle
birleşir. Ama ticaret gelgeçlikten öteye geçemez. Japon toprakları, ŞOEN (dirlik)
sisteminden, ŞOĞUN sistemine doğru gelişir.
Namboku ve Morumaçi çağlarında Japonya'nın Çin ile ekonomik ilişkileri,
muntazam ticaret biçimine girer. Sosyal değişiklikler, Tennoluk ve Şogunlukları da
parçalar. Bu iki çağın sonuna doğru, Japonya'da bir çeşit büyük arazi derebeyliği belirir.
Japon üretim temelinde, derebeyi toplumunun sınıflaşma perdesi başlar.
Ancak, bütün bu gelişmeler, yakın doğuda. Irak ve Suriye gibi medeniyet
serhatlerindeki küçük Arap devletleri, çökkün büyük Roma ve Acem medeniyetlerini taklit
ederken; Arabistan toplumlarının "BEDEVİLİK" temellerinden hiçbir vakit ilerleyememiş
bulunmasını andırır. Gassani benzeri devletler, ne kadar medeni oldularsa, Japonya da o
kadar medeni oldu.
Tokugava Çağında ise, kapitalizm Japonya'ya ateşli silah tekniği soktuğundan
onun yarattığı siyasi merkeziyet, batının mutlak istibdatlı hükümdarlıklarını andırdı. Toprak
ekonomisinde ilk defa, para iradı üstün geldi: Japon köylüsü, çil akçe ile mal satmaya
alışık Meiji çağı ile birlikte, Japonya kendi ekonomik yapısını çarçabuk değiştirerek,
klasik-orjinal yoldan kapitalizme geçti.
Bu genel gidiş içinde, Japon toplumu ta orta barbarlık konağından, kapitalizme
değin kayarak nasıl gitti? Onu ancak 74 yıllık sürede, Nara başlangıcından sonra geçmiş
çağlara, kısaca bakarak izleyebiliriz.
Beşinci Bölüm
KENTLER AÇILIMI:
HEİAN ÇAĞI VE GEÇ MEDENİLEŞME
(795–1185 = 390 YIL)
1- SEYREK VE CILIZ KENTLEŞME + EDEBİYAT CİLASI
Ossaka eyaletinin doğu güneyinde Çin kopyası Nara; aynı limanın doğu kuzeyinde, tam 35
derece paralel üzerine yerleşen Kiyoto: antika Yunanistan'ın Korint kenti benzeridir. Ossaka limanı ile
Pasifik'e açılan ve Ezraka'dan daha içerlek bulunan Goari körfezi ile Japonya'nın en büyük gölü olan
Freyse, Japon denizine açılacak Bimaka suları arasında eşsiz bir yer tutar. Böylece üç denizin ortasında
ideal bir korsanlık antreposu oluşuyla, Yunanistan'ın Korint'ini de, Atina'sını da içine almış olur.
İşte, modernleşme çağına dek Japon dünyasının biricik rakipsiz ulu kenti Heiankyo (BARIŞ
KENTİ) veya Kiyoto olacaktı.
Besbelli, bu çağ Japon kanları içinde Heike'nin egemenliği ile başlar.
Heian Çağı, kültür bakımından Japon klasik çağı sayılır. Bir egemen kanla doğup, kan
kavgalarıyla aşınarak ölür:
"794 yılı, imparator Kammu, başkentini Heiankio barış kentine; şimdiki Kiyoto'ya taşıdı. Burası
1868 yılı Meijl restorasyonuna(yenileme) kadar, yani 1000 yıla yakın zaman imparatorların durağı:
rezidansı oldu. 1184 yılı, Heike klanının çöküşüyle sona erdi. 9.yüzyıl ile birlikte Fuji Wara ailesi
imparatorlar sarayında birinci mevkii tutuyor ve siyasette-edebiyatta seçkin adamlar belirtiyordu: 10. ve
11. Yüzyıl saz şairleri (Hruar) için en parlak yüzyıl oldu. Sona doğru, Taira ile Minamola klanları
arasındaki mücadele, her birinin öncülük iddiasında bulunduğu o medeniyet çağının sonuna işaret oldu
"(Kuni M. s:47)
Görüyoruz: hep medeniyetten dem vurulur. Beride ise "AİLE" ve "KLAN'"ların kavgasından
söz edilir. Burada hatta "İMPARATOR SARAYI" denilen Japon kurumunda bile, klasik anlamda bir
sınıflı toplum doğduğuna bir delil de, edebiyat akımlarının henüz kadınlar elinden çıktığı ile açıklanır: şiir
ikinci derecede gelir. Kuranı Kerimin seci ve kafiyeli ayetleri gibi, akıcı bir nesir, birinci yeri tutar. Yalnız
bu edebiyatın, Çin ve Kore özentisi bir avuç kapalı egemen kast ulularının zevkine göre olduğu,
unutulur. Gerçekte, kadınların egemenliğinin sarayda bile yansıyışı, Japon anahan geleneklerinin
baskınlığını gösterir. Erkek üstünlüğü, saray edebiyatında çok sonraları görülecektir.
Şimdiki tarihçilerin Deyimiyle:
" Saraylı aristokrat yazarlar, Bonlar (bilgin memurlar) ve özellikle kadınlar elinden çıktığı için
"zarafet" (eğlence-biçim güzelliği) ve kılı kırk yaran latif eğilimleriyle doludur, ikinci derece hatıralar,
Nikiki adlı küçük anonim eserleri, başvekil notlan, akıl kurmalar, kişi zevklen, meşaka gibi insancıl
çabalara yönelim; 11.-12.yüzyılda Kekinşu denen şiir: geziler aşklar üzerine klasik Japon edebiyatının
en yüksek iki eseri, iki kadın tarafından yazıldı. Bunlar, Şikunu Murasakinia Manogaiar Genjl ile
Suagoh-Yei'in Mokurano Soşi adlı eserleridir."(Kuni M. s:48)
Heian çağında ikinci göze çarpan yazarlar, kültür olayı (inançlar) alanında belirdi. Çin
medeniyeti, kendi çökkün inançlarını, barbar Japon'a uzaktan göstermekle kalmadı. Japonya'ya giren
Budizm, su içinde zeytinyağı gibi, ayrı ve yabancı kalmamak istedi:
" İki büyük tarikat kurucusu Kabe Daişi ile Denkyo Daişi, Çin Budizm'ini Japonlaştırmayı
başardılar." (Kuni M. s:46)
Sarayın din ve edebiyat açılışları, Anadolu köylüsünün dediği gibi "VAKFA HAVLAMIYOR" lar
idi. Bütün edebiyat ve din gösterileri altında yapılan iş, Japon barbarlığın ilkel sosyalist yapısının
medeniyet özentili ruhlarda aşındırılmasıydı.
Saray denen kapalı kast içindeki yapınmalar, edebiyat ve din perdesi altında, çökkün Hint ve
Çin medeniyet doktrinini sızdırıyordu.
Ne kadar iikel olursa olsun, bir kentin kurulması, toprağın önem kazanması, Japonya'da o
zamana dek görülmemiş yeni üretimin yükselmesi; küçük ekincilik temelinin, eskilere dayanmasından
ileri geldi.
Yukarı barbarlığa geçişin bütün tekniği hemen hemen Heian çağında Japonya'ya girdi:
"Heian çağından beri, demir saban ve orağın yapılması üzerine, tarım üretimi gittikçe yükseldi
Tarla sürmekte öküz kullanıldı ve tarımın yıllık pirinç-buğday gibi değişik hasatları yapılmaya alışıldı."
(OttoB. s: 197)
Tarım ve saban tekniği, yukarı barbarlığa küçük ekinci üretimini dayattı. Japon toplumu ise,
kişi mülkiyetini bilmeyen ilkel barbar sosyalizmini yaşıyordu. Onun ıçm kurulan tek tük kentlerde toprak
mülkiyeti, her yukarı barbar toplumunda olduğu gibi tanrıya adanmış sosyalist ve kutsal bir karakter
aldı
'
Bu ilerleyiş, TAİKE TOPRAK REFORMU ile oldu.
Kenti, hep devlet sanan klasik tarih ise, o sosyalist toprak mülkiyetine, devlete ait toprak
sahipliği (Staatseigenen Landbesitzer) adını veriyor.
2- TAİKE TOPRAK REFORMU
" Heian çağının ortasından beri, devlete ait toprak mülkiyetinin yıkılması ve saray asaleti
(Hofadel) Şoenlerinin (dirliklerinin) şekilleşmesi, BUŞl'nin toplum suyunun yüzüne çıkmasına (Austieg)
elverdi."
" Buşiler, Şoenleri kısmen benimserdiler ve Heian çağında, 12.yüzyıl ortalarında güçlendiler."
(OttoB. s: 199–200)
Klasik tarihin şu üç sözcükle işaretlediği 2 olay nedir? Çin-Hint medeniyetleri taklidinin etkisi,
Heian çağında kısmen bir saray özentisi yaratmıştır. Bu sözde saraycılık, barış gösterisi altında ruhlara
medeniyet düzenini üfler gibi, saraydan çevresine doğru kutsallığa bürünmüş bir gidiş yapılandırıyordu.
Bu gidiş, gerçek hayatta zamanla iki sonuç verdi:
1) BUŞİ: savaşçı (SAMURAY) tipin ortaya çıkışı;
2) Sosyalist mülkiyetin yıkılışı.
Orta barbarlık çağında, herkes silahlı ve bütün kan teşkilatları askercil demokrasi kurallarına
göre yetişti.
Asker-savaşçı tip BUŞİ, nedir? İlk kan kardeşi savaşçılar arasında, kara Avrupa medeniyetinin
üretim etkileri arttıkça, başkasını çalıştırma koşulları ve olanakları doğmuştur. Sivrilen savaşçılar
yönünün gösterdiği örneğe göre, kan şefleri savaşta beğendiklerini köle yerine koymasalar bile, tek tük
de olsa, kendilerinin yanında çalıştırmaya başlamışlardır.
Bir yol çalıştırıcılarla, kandaş olmayan (YABANCI) çalışanlar ortaya çıktı mı, eski toplum
içinde kandaş savaşçılar arasında da farklılaşma belirecektir. Neticede, kan teşkilatları toplumu içinde,
sosyalist insan ilişkileri gevşeyecektı.
Klasik tarih, daha Heian çağının ortalarında "DEVLET ARAZİ MÜLKİYETİ" dediği ortak
toprakları öne sürüyor; fakat, yine kendisi, Heian çağından sonraki üç çağ üzerine anlattıklarıyla, ilkel
sosyalist mülkiyetinin ve kan kardeşliği ilişkilerinin bir türlü yıkılamamış olduğunu belgeleriyle
tekrarlayacaktır.
Altıncı Bölüm
İLKEL ŞOEN'LERDEN (Dirlikten) GEÇ DEREBEYLEŞMEYE:
KAMAKURA ÇAĞI
(1185–1332 = 147 YIL)
1-DİRLİKÇİ ŞOEN TOPRAKLAR VE JAPONYA ORİJİNİ: DAYANIKLI KUNl (KAN)
ŞARTLARI
Heian çağına girilirken yapılan Taike reformunda, toprak mülkiyeti, Osmanlılıktaki miri toprak
düzeninden daha ilkelce toprak, toplumun mülkü sayılmıştı. Daha doğrusu, orta barbarlıkta bir mesele
olmayan toprak, değerlenen bir sosyal problem kılığına sokulmuştu.
Zamanla kabileler arasındaki savaşlar ve kan rekabetleri gittikçe arttı. Tıpkı Hunlarm
Avrupa'da; Türklerin Asya'da yaptıkları çeşitten dirlik düzenini andırır bir durum ortaya çıktı.
Zaferi kazanan kan şefleri toprağın bir bölüğünü paylaştılar. Taike toprak reformunda, toprak
mülkiyeti, devletleştirilmiş olmasına rağmen; yüksek memurlar, siyasi hizmetlerine karşılık kişi olarak
toprak ve yer elde ettiler. Ondan başka, asil kişi, arazi satın aldı. Ve köylülerden çoğu vergi yükünün
baskısı yüzünden, ASİL'lik uyduluğunu kabul etti. Böylece devlet gelirlerinin azalması, vergiden
yararlanan asilin zenginliğini ve kudretini gerektirdi.
Bu yoldan ortaya çıkan özel topraklara, ŞOEN adı verildi. Bunlar örneğin, FUJlVARA
iktidarının temelini kurdu. Bu ŞOEN'ler ya toprak sahibinin kendisince iştetildi, ya da toprak sahibi o
yerleri sözde bir takım MİYOŞU' ların idaresine bıraktı.
Gitgide güçlenen MlYOŞU iktidarı ile derebeyi toplumu gelişti. (OttoB. s: 191–192)
Alman yazarlar, ortak toprak mülkiyetini, sonradan "DEVLETLEŞTİRİLMİŞ" sayıyorlar. Hep
ilkel toplum sosyalizmini bilmezlikten geliyorlar. Toprak ilişkilerinde anlatılan olay: Osmanlı dirlik
düzeninin medeniyet çöküntüleri ortasında değil de, geniş barbar yığınları ortasında (Japon Kum
orijinalitesi içinde) geçen sistemin başlangıcıdır.
Osmanlı için aşındırılmış islam Şeriat'i kadar, çevre şartları da bir tek hükümdar ve halife
emriyle merkezcil idare prensibini hazırca gerçekleştiriyordu. Japonya'da imparator denilen kişi, daha
çok manevi etkisine dayanan, peygamberdi. Onun çevresinde saray denilen topluluk, bir tarikat
tekkesinden pek farklı görünmeyen; şiir-edebiyat ve kültür merkezi idi.
Savaş genişledikçe, siyasi iktidarın askeri şefleri, yavaş yavaş kılıç hakkı olarak kendi kandaş
toplumunun dışındaki topraklardan, kendi kişilikleri için özel toprak edinebildiler.
Osmanlılıkta, o kadar sıkı tahrir (yazılım) kontrolü ve padişahın mutlak yetkisi varken bile; dirlik
düzeni ilkin Yıldırım Beyazıt zamanı; sonra Kanuni devrine varmadan, derebeyileşmeye
uğramıştı.
Japonya'da ne tahrir usulü vardı; ne de imparatorun yetkisi, değişken ilişkileri kontrol etmeye
uygundu. Onun için daha Heian çağı sona ermek üzere iken, Şoen tipi dirlikçi mülkiyet, imparatoru
kuşatmaya başlamıştı.
İslam tarihçilerinin kanlı rakamı ile yüzyıl içinde Japon derebeyileşmesi, Japon toplum
hayatında bir problem oldu. Derebeyileşme, ekonomik temelde, sınıflaşmayı gerektiriyordu. Sosyal yapı
ise, sıkı barbar sosyalizmini muhafaza ediyordu. Aynı zıtlığı Şoen mülkiyeti ile Tenno (imparator)
arasındaki hiçbir zaman ilan edilemeyecek olan savaş temsil ediyordu.
İlkel barbar krallar, her yerde olduğu gibi, Japonya'da da halkın adamı idiler. Şoen mülkiyeti ile
gelişen Buşi farklılaşması; Japon halkının maddesini, kılıçla baskı altında tutuyordu.
Edebiyat-maneviyat gücü, daima üstün olan Tenno, Japon halkının ruhunu elinde tutuyordu. Budizm,
Japon yığınlar içinde sönmüyordu. Yığınların desteğine sahip olan Tenno'ya, maddi güç kazanan hiçbir
derebeyi karşı çıkamıyordu.
Heian çağı ortalarında, Şoen (özelleşmiş dirlik toprakları) temeli en güçlü olan Fujivara ailesi
(yani kanı), Tenno'nun kurucusu iken; Heian çağından sonra, Fujivaraların egemenliği, Tenno yanında
yerlerini almak için birbirine giren iki rakip (Minamato, Taisa) kanları arasındaki savaşlarla bitti.
Bu savaşlar ortasında: Tayso-Ritsu'ya göre, bir hür köylüler ordusu, imparatorluğun güvenliğini
üzerine alması gerekiyordu. Bununla birlikte böyle bir ordu, henüz kurulmadığı için ve taşrada baş
kaldırma hüküm sürdüğü için, güvenlik sağlanamadı. Bu yüzden, Miyoşularca yaratılmış savunma
çabasından, Buşi denilen tip gelişti.
2- KOMÜN GÜCÜ'NÜN GEÇ AŞINMASI VE ÇiN PARASI
Şurada burada patlak veren ayaklanmalar, ancak savaşçılar tabakasının yani BUŞlLERlN özel
ordularıyla bastırılabildi. Eski imparatordan (1086 yılından) beri devlet işleri, FUJİVARA iktidarının kan
çarpışmaları arasında eriyip bitmesine vardı.
Bununla birlikte, BUŞl gücüne rağmen Japon derebeylikleşmesinde rol oynayan güç, yine
antika medeniyetinin tekniği: ÇİN PARASI oldu.
Kamakura çağından beri, Japon-Çin alışverişinin başlıca sebeplerinden birisi, Çin paralarının
Japonya'ya sokulması oldu. Çin'deki Sung-Yuan-Ming sülalelerinin ödeme araçları (paraları),
Japonya'ya akarak orada para ekonomisini geliştirdi.
13.yüzyıl sonunda, parayla tfcaret yapanlar, Daımyo (derebeyi) şehirlerinin (Burgstadtenlerin)
yanı başında, bir hayli TİCARET ŞEHİRLERİ meydana getirdiler.
İleride göreceğiz. Burada alışkanlıkla kolayca söylenivermiş olan alışveriş, hiçbir zaman klasik
medeniyetin veya orta çağın ticareti değildir Yüzyıllarca sonra, Avrupa kapitalizminin kendi modern
ticaretlerini, Japonya'ya ulaştırdığı zaman dahi, Japon "DIŞ TİCARETİ", Japon hükümetinin tekelinde
yürütüldü; yani, "DEVLETLEŞTİRİLMİŞ" kaldı.
Japonya'da "İÇ TİCARET" adını alabilecek olan ticaret şehirlerinin seviyesine varan alışveriş,
Kamakura çağında değil; ondan 300 yıl sonraki Yedo çağında klasik şeklini alabildi.
Çağların karakteristiklerini bulmaktan çok, erüdisyon (araştırma) yapmayı seven Alman
bilginlerinin birbiriyle karıştırılmış cümlelerinden bunu ayırt etmek güçtür.
Yalnız Çin parasının Japonya'ya akması, toprak ilişkilerinde kısmi de olsa elbet bir takım
farklılaşmalar yapmıştır. Bu farklılaşmalar, bir kent veya medeniyet içinde görülen klasik sınıflaşma
olmadığı gibi, düpedüz tek bir yönde de olmadı.
Buşiler (Samuraylar), ŞOGUNLUK sistemi altında, 12.yüzyıl ortasından beri, başkente kadar
uzanmayı; en sonunda saray idaresinin (Hofadel) elinden hükümet idaresini almayı başardılar:
"Buşinin en önemli kuşakları, doğu Japonya ile batı Japonya'dakı Minamoto (yahut Genjilerte)
Taira ( yahut Helke veya Hoiskiler) idi. Tairoho Kiyamoti, Kiyoto'da bir sivil savaşı bastırdıktan bir süre
sonra, Fujivara'nm yerine otokrat (despot) kesilir kesilmez; Fujivara'nm kuşağı Minomato tarafından yok
edildi. Genji'nin ata kökü, Sıdanvata olan Minomatonoyoritano 1192 yılında, imparator tarafından Soğun
tayin olundu. Seitai-Şogun başlangıçta, Aynuları banşçılaştırma hareketi (befriedung) gören subayın
unvanı idi. sonlan bu subay, ilkin en yüksek Buşi güdücüşü: Seita oldu. Ve sonunda imparatoru temsilen
idare işlerini üzerine aldı. Ve Kamakura'ya yerleşti." (Otto B. s: 192)
Bu tarz, ortak toprak ilişkilerindeki çatlağın nerelere nasıl vardığını anlatır. Taike toprak
reformumda, toplumun ortak mülkiyeti sayılan topraklardan bir kısmı; Heian çağı boyunca küçük üretim
ile fütuhat tekniği yüzünden, fatihlerin özel toprağı ŞOEN biçimine girer.
Bu özel toprak zenginliği sayesinde, yeni bir savaşçı tip olan BUŞİ ortaya çıktı Aynuları barışa
zorlama: pasifikasyon biçiminde ezen savaşçı tip, güçlü insanın güçsüz insanı sömürebileceğini
öğrenince; kendi toplumunun kandaş üyelerine karşı da zor kullanma yollarını buldu.
Bu acı gücü elinde tutan sivrilmiş BUŞİLER, sözde Tenno'yu ve onun dirlik düzenini andıran
ŞOEN sistemini korumakla görevlendiler.
Tenno'nun kendisi, tıpkı mütareke yıllarında İstanbul'daki padişaha benziyordu. Padişah
saltanatın bütün askeri ve sivil güçleriyle fiili idaresini bir emirname ile üçüncü ordu kumandanı yaptığı
yaveri Mustafa Kemal Paşaya nasıl teslim ettiyse; Tenno da aynı mekanizma ile
ayaklanmalar-fütuhat-karışıklıklar ortasında, küçük silahlı kuvvetleri ve fiili memleket idaresini gelgeç bir
yetki, bir memuriyet gibi SOGUN adıyla bir generale emanet etti.
:
Artık, Tenno-Şogun ikiliği, su yüzüne çıkacaktı.
2-
UZAYAN TENNO-ŞOGUN DİYARŞİ'Sİ: ÖZEL TOPRAK MÜLKİYETİNİN MÜZMİN
GELİŞİMİDİR
Bizde, Ankara'da yerleşen ilk milli hükümet, zaferin sonuna kadar: "MAKAM-I HİLAFET-İ
İSTİHLAS" amacını slogan gibi kullanmıştı. Anlaşılıyor ki, Japon Şogunluğu da böyle bir amaçla;
Tenno'nun egemenliğini kurmak-yükseltmek parolasıyla işe başladı.
Fakat, padişah, aciz kaldığı mütareke Türkiye'sinde, geri kalmış bütün silahlı kuvvetlerle sivil
makamları (Anadolu'da yer yer kurulan şur'aları ve pontusçu hrıstiyan azınlık kuruluşları bastırmak
üzere) has yaverinin emrine fiilen geçirdiği gün, bindiği dalı kesmiş; ve bir korkuluk manevi güç (hilafet)
halinde heyulalaşmıştı. Türkiye'de dört, beş mütareke ve milli mücadele yılları kadar kısa sürede, önce
padişahlığı sonra hilafeti ortadan kaldıran gidiş; Japonya'da yüzyıllar boyu dağların yavaş yavaş
kayması kadar belli belirsiz değişikliklerle uzadı durdu.
Milli mücadele Türkiye'sinde, birisi İstanbul’a' sarayın çevresine toplanmış "PAYİTAHT"
kabinesi, ötekisi Ankara "BÜYÜK MİLLET MECLİSİ" unvanını kullanan milli hükümet olmak üzere, iki
idare ikiliği vardı. Japonya'da da, tıpkı öyle bir DİYARŞİ (çifte hükümet) sahneye çıktı.
Kamakura çağı, Japon toplumu üzerinde, Tenno'nun hilafet gibi, sırf manevi iktidarına karşı
Şogunun maddi iktidarının açılış çağı oldu. Bu açılış çağı, eski saray kabinesi demek olan Fujivara
kan'ının yüce silahlı güçlerinin en büyük güdücüsü: Aynuların fatihi Yortomo, resmen Tennoca Şogun
tayin edildiği gün, Kamakura çağı başladı.
Ancak, Japonya, Türkiye değildi. 1192 yılı, 1919 yılından 727 yıl erkendi. Onun için Japon
olayları büsbütün başka karakteristikler gösterdi. Türkiye'deki dört yıl yerine, Japonya'da 1192'den
1868'e Kadar 676 yıl, ya Tenno, ya da Şogun ortadan kalkmaksızın yürüyüp gitti.
Bu gidişin ekonomik ve sosyal işleyişi, ne kadar karışık ve batıp çıkmalar içinde olursa olsun,
ne bir bulmaca ne de bir mucize değildir. Mustafa Kemal'in dört yılda kesip attığı kör düğüm, Japonya'da
700 yıla yakın süre bitmedi. Bitemezdi. Şöyle başladı:
“Buşiler, Şoenleri bölük bölük benimsediler. Ve Heian çağında, yani 12.yüzyıl ortalarında
güçlendiler. Güçlendikçe, saray asaletinin nüfuzunu ilkin henüz bütünüyle havaya uçuramadılarsa da: o
nüfuza karşı başarıyla kafa tuttular Saray asaleti egemenliği ile savaşçı egemenliği; Tenno ile Şogun
ikiliği Kamakura çağının (1192-1333) erken derebeyiliği zamanı, Buşinin sıkı teşkilat eksiği ile birlikte
bulundu.
Kamakura çağının son yıllarında, Buşilerin toprak sahipliği büyüyerek zincirleme savaş
huzursuzluğu ile at başı gitti.
Bu gidiş, en sonra imparatorluk hanedanlığının kuzey ve güney sülaleleri halinde bölünmesine
vardı. 14.yüzyılın kargaşalıklarından çıkagelen büyük toprak beyleri: Şugo-Daimyolardır Bunlar
Japonya'nın orta derebeyliğine temel oldular. Şugolar, aslında Şogunlann hizmetine girip, eyaletleri
gözetmeyi üzerlerine almışlardı; sonraları sayısız Buşileri kendi idare bölgeleri içinde, altları durumuna
soktular. Ve saray asaleti ile tapınakların Şoenlerini kendilerine aldılar. Böylelikle büyük toprak sahibi
daimyo haline geldiler. Ve Şoen topraklar önemlerini yitirdiler. Ancak, Şoen sistemi elemanlarının
kalıntılarını taşıyan Şugolarla idare edilen eyaletler (Bonkoku) vardı. Bu toprak beyliğinin yeni çıkmış
biçimine biz, Şugo Bonkoku adını veriyoruz." (OttoB. s:200)
Şoenlik, önce tıpkı dirlikçi SAHİB-ÜL ARZ gibi bir memuriyetti. Sahibülarz'dan farkı: o
sistemin bir savaşçı barbar fatih ile değil, kan teşkilatıyla toplumun sivil kutsal Saşemine bağlı olması idi.
Şoen sistemi şeylerin gidişi icabı, kuşaktan kuşağa geçerken, toprak sahipliğine doğru
soysuzlaştı. Tennolar ile Şogunluk arasındaki zıtlık, Kamakura çağının kültür alanında daha açıkça
belirdi.
4- EDEBİ DİYARŞİ VE BABAHANLIK
Heian Çağında edebiyat, Tennonun "SARAY" denilen çevresinde, kadınların başı çektiği bir
çabaydı. Kamakura çağında ise, kadının yerini erkek tuttu. Bu erkekler, saray dışında Tennoya karşı
cephe aldılar Bunlar, Budist papazlarla Japon eyaletlerinin İlba'larıdır:
"Edebiyat, Samuraylar yani Buşiler ile Buda rahiplerinin elindeydi."(Kuni M. s:68)
Ama saray edebiyatı da ikiliydi. Hayatta nasıl Tenno ile Şogun zıtlığı varsa, edebiyatta da aynı
şey görüldü:
"Kamakura çağı, samurayların asıl
savaşçılar hükümetinin zaferini gördü. Bu çağ
süresinde, iki çeşit edebiyat görülecektir. Birisi, sırf Kiyota'daki imparatorluk
sarayında
çökkün
(dekadan) aristokratik şiiridir, ötekisi, erkeksel barbar ve çökkün ama yine de çok
güçlü ve o kargaşalı devrin siyasi ve sosyal şartlarından ilham almış edebiyatıdır. O zamana
değin, dar çerçeveli latif ve ince bir tabakaya mensup edebiyat modelini takip eden üretimler vardı.
Şimdiki edebiyat, biraz daha halka doğru yayılır. Eserler kahramanca ve kavgacı çeşitten savaşçılar
sanatının hoşuna gitmek için yazılmış konulardır. Birkaçı istisna edilirse, kadınlar, hemen hemen
edebi bir rol oynamazlar. Yalnız imparatorluk sarayı, şiir bakanlığını muhafaza eder"(Kuni s:59)
Tenno taklitçiliği, antika medeniyet saraylarının bütün soysuzluklarına saplandığı için, gerçek
iktidarı; siyasi ve askeri güçleri elinden kaçırmıştı. Fakat, buna rağmen onu, ilkel sosyalizmin kutsal
insanı olarak tanıyan Japon yığınları vardı. Bunlar, Japon köylüsü idiler. Buşiler ve Şogunlar da o ilkel
köylü barbar yığınları içinden fışkırmışlardı:
" Vaktiyle, köylerde toprak sahibi olarak mülkiyeti, seri takımıyla bizzat kendisi işleten küçük
toprak beyleri, evvelkilerin vasatları ve alt sınıftarı Buşileri vardı. Demek, savaşçı tabaka ile köylü
tabakası arasında pek öyle bir fark da yoktu." (Otto. s:200)
"Yeni Monogotari doğdu: klanlar arasındaki geçmiş aile (retrospektif) ve romansa edilmiş
menkıbeler (recih) de dövüşürken Boşido 'denilen samurayların şövalyelik mecellesi, itina ile saygı
gördü. Dinamik ve meşruluk seven irap Japon karakterinin temsilciliğini yapan yeni edebiyat, güzel
davranışların bütün değerlerini kazanmalarına el verdi. Şimdi Japon gelenekleriyle bir araya gelen
Budizm, yığınların içine işleyerek beşeri toplumcul bir fırça oldu: kanlı bir savaşın tasviri ortasında,
şeylerin gelgeç hayatı üzerine yapılmış derin bir düşünce, Japonya'nın üzüntü-acı duyguların
kalıntılarından hiçbir şeyi yitirmediğini sezdirdi." (Kuni M. s:59)
Bulduğumuz yekpare kan teşkilatının savaşçı elemanları içinde, Asya kara kıtası
medeniyetlerinden kıvılcımlar; Moğol salgını ile Japon barbarlığının yanıcı maddelerini tutuşturdu.
Bundan 3 türlü kültür çıktı:
1) Yabancı medeniyete meydan okuyuş;
2) Tarihi medeniyete boyun eğiş;
3) Her şeye boş veriş
Bu 3 akım, bütün kadim zaman siyasetleri gibi, tarikat biçimindeydi. Her tarikat, kurulu
medeniyet ile barbarlığın ilişkiye geçtiği yerde, Şasem peygamber veya ilah kanalından "BUDİZM"
kılığına girip, Budizm'i değiştirdiler:
“1205 yılı, Hojo ailesi, Kam akü ra ve Minomato ailesinin yerine geçtiği vakit, bir zamanlar
yalnız aristokrat ve aydın seçkinleri çeken Budizm, vulganze edildiği (bayağılaştırıldığı) için, pek geçerli
oldu. Doktrin, samuray sınıfının hatta genel olarak ulusun içine doğru derinden derine işledi. Henüz
imparatorluk sarayının duaları, seramonileri ve ince duyulan halinde olan şey, halka mal edildi. Budizm,
herkesin oldu: Yodoşu (Yodo-Ninshu) adıyla iki büyük aziz Honen ile Şinzan eliyle tarikata insan
sokuldu."(Kuni M. s:60)
“1) Şinzan Doktrini: pasifist ve demokratikti: Şinzan, Buda'ya karşı mutlak boyun eğmeyi vaaz
ediyordu."'(Kuni M. s:60)
Kamakura çağı, bu bakımdan Kan'ın kapalı toplumunda ufak tefek gedikler açtı. Alışveriş ile
kapalı ekonomi nasıl çatlaklıklar vermeye başladıysa, tıpkı öyle daha çok edebiyat ve din alanını
kaplayan kültür de, saraydan Buşiler'e, Buşiler'den halka doğru sızmalar yapmaya başladı. Heian
çağının yekpare ince saray edebiyatı yerine, ilk defa gerçeğe daha yakından bağlı barbar yiğitliğine
özendi. Fakat, bu etki önünde eğilmiş barbar Japon ruhunu hemen isyan ettirdi ve hemen antitezini
buldu.
" 2) Nişiren Doktrini: Şinzan'ın açıkça zıt olduğu bir tarikat ve tarikat kurucusu Nişiren, yiğitcil
(heronik) bir bonez (ulema) savanarayı andıran bir hakperest idi. Nişer milliyetçiliğini temsil eden bir
Budist hareket yarattı. Nişiren kendisini peygamber sayıyordu. 1274 ve 1281 yıllarında patlak veren ve
püskürtülen Moğol saldırılarını önceden haber verdiği vakit, pek büyük bir başarı kazandı. Moğol olayı,
geçici bir siyasal birlik yaratmaya yaradı. Bu birlik ruhani bakımdan daha uzun ömürlü oldu. Nişiren,
memurların parayla satın alınmalarına saldırdı; yarattığı hareket, yurtseverlik oldu." (KuniM. s:61)
Antik çağın anlatılan bu akımını, ilkel sosyalist kan kardeşliği toplumundan başka bir şey
yaratamazdı. Böylesine gür ve yığınları bir bütün olarak sürükleyen akım karşısında, özenti kalan
Şinzan Budizmi kılık değiştirip yerleştikçe ayakta duramamıştı.
" 3) Zeni Doktrini: Hades (Intuituoh) ve imsak (solriete) doktrinidir Zenizm, sadeliği ve
Ispartalıca Stoisyenliği teşvik eder." (Kuni M. s:62)
5- PARÇALANAMAYAN DAYANIKLI KOMÜN GÜCÜ
Nara çağından sonra Heian çağı, Japon toplumunda anahanlık kalıntılarının bulunduğu çağ
idi Kamakura çağı, Japon toplumunda anahanlığı genişçe bastıran babahanlığın egemenlik çağı oldu.
Bununla birlikte, Japon toplumunun tümü "İDARE" bakımından barbar toplumuna-kan teşkilatlı aşiret
sistemine bağlıydı.
Gittikçe koyulaşan medeniyet etkileri altında kan bağları yerine ülke bölümleri kurulmadıkça,
gelişen sosyal farklılaşmalar "İDARE" edilemezdi. Bu durumda herhangi bir davranış kimden gelirse
gelsin, kandaşlık bağlarının gücüyle yaşayan Japon toplumunda, genel direniş ile karşılanırdı:
“İdari taksimatı sevindirmek için klan toplumunun saygı beslediği Tennodan yetki almak
gerekti. Onun için Minomoto kanın şefi Yoratimomo, imparatordan izin alarak, Şogunluğa tabii olan
bütün imparatorluğa; Şugo ve Jita adlı özel memurlar yerleştirmeyi başardı. Şogunun memurluğu
Yoritomonun durumuna kadar gitti. Şogunluk sistemi içinde miras kaldı. Ondan sonra, iktidar kuşaktan
kuşağa Shikken görevini Lorunn Innekalian'a ve o zamanki Şugo'yu alt gibi kutlanan Hojolann fiilen eline
geçti." (OttoB. s: 192)
Tenno'nun kudreti, ruhani olduğu kadar, toplumda kimi toprakların sosyalist ortaklığına
dayanıyordu Askeri şeflerin zorbalıkları, bu kudreti toptan gidermek gücünü hiçbir zaman bulamadı, ilk
şoğun Yoritomo, 1192 yılında, Tenno'nun siyasi iktidarını çekip almıştı. Tenno, 20 yıl sonra kaptırmış
olduğu siyasi iktidarı gen almayı denedi:
" 1221 yılında, imparator Gotoba, hükümet idaresini ele geçirmeye kalkışıp da başarısızlığa
uğrayınca, Şiken Hojo Yositaki saray asaletinin mülklerinden çoğunu müsadere ederek, Jitalann
imtiyazlarını arttırdı. Bu tedbirler sayesinde, savaşçının (samurayların) asalet karşısındaki durumu,
kuvvetlendi. 1232 yılı, Sikken Hojo Yositaki, savaşçı tabaka için 53 maddelik bir Kzelkanun
(Goseibaithikimaku) ilan etti. Bu kanun, kolay anlaşılır biçimiyle uzun süre Buşi hukuku oldu. Derebeylik,
dirlik beyleri, alt dirlik beyleri (Sublehnsherren) ile vasalları toplumunun tepesine, en büyük dirlik beyleri
olarak Şogun geçti. İmparatorun kendisi bu sistemin dışında kaldı.
(Otto B. s: 102)
Bu olaylar, uzaktan uzağa, Barbar Avrupa'da Roma papalığıyla, dünya derebeyleri arasındaki
zıtlıklara benzetilebilir. Fakat, hemen yine hatırlatalım: Hrıstiyanlığın papalığı, çökkün Roma
medeniyetinin ruh-u habisi idi. Japonya'da çökmüş hiçbir medeniyet yoktu. Çökertilmek istendi. Ama
iktidarı ancak, parça parça koparılırken dahi, kendisinden izin alınan Tenno, ilkel sosyalist toplumun
dokunulmaz-kutsal-en büyük Şasem mülkünü, muhafaza ediyordu.
Bu bakımdan, Japonya'deki olayları antika din derebeyliği ile dünya derebeyliği arasındaki
ilişkilere benzetmek, fazla kolaylığa kaçmak olur. Gerçekte, sosyal yapı bakımından Tenno-Şogun
çekişmeleri: Japon toplumunda, hiç kimsenin yok edemediği kan teşkilatı yanında; şimdilik yine kan
şefliğinin yetki şartıyla, askeri kan şeflerinin yetki ve dayanak elde etmeleri demekti.
Bu prose, hiçbir vakit çözülmemiş kan teşkilatı içinde, ruhani-sivil idare ile siyasi-askeri
idare arasında bir iş bölümü yapmaktı. Bu iş bölümünü gerektiren sebepler: içeride Çin parasının kapalı
Japon ekonomisini işlediği ve yarattığı sosyal farklılaşmalar; dışarıda, Çin'i ele geçiren tarihsel devrimci
başka barbarların Japonya'ya saldırmaları önünde, gereken siyasi savunma zaruretleridir.
1272 ile 1281 yıllan arasında, Moğolların Japonya'ya saldırışları karşısında Japon
savaşçılarının başarılı savunmaları, Japon ilkel sosyalizminden imtiyazlar kopartmalarını, kılıçlarının
hakkı gibi göstermişti.
Kamakura çağında, Japon toplumunun kendi sosyal basamaklarından hangisini tırmanmak
üzere olduğuna, edebiyat göstermeleri daha toyca tanık olur. Japon kültürü, henüz Mısır tarih öncesi
kalıntılarının ve firavunlar çağının mitolojik öykülerini yaşar:
" 12. yüzyıl başında, kırk ambar yığını (komplasyon) olan Konyaku Monogatar adlı efsane
dergisinde, Ramses ve kırk harami (Dıeb-Heredot) masalı (Saze), başka bir biçimde bulundu."(OttoB. s:
190)
Tennoluk, ilkel kan saşeminin büyücü-sihirbaz vb. tabulu yetkileriyle, kapalı bir kültürü temsil
eden bir Japon kutsal ailesi (Saserdos) idi. Tarihin "SARAY ASİLİ: HODOFEL" dediği kan şefleri ve
kandaş savaşçılar içinde sivrilenler, ister istemez daha halka doğru açılmış bir kültüre destek oldular:
" Savaşçı tabakadan ve köylülerin üst tabakasından çilekeş ve halkçı olanları, kültürce önemli
sonuçlar verdi: Tarikatlar türedi."" Kamakura kültürünün burada temsil edilen karekteristliği: savaşçı ve
ruhban elemanlarının buluşmalarıdır (zuzammenfiliessen)." (OttoB. s: 194–195)
Böyle bir kültür, gerçi "ASALET MAHFİLİ"'nin nazik yaratışlarını, kır zevkinin güçlü etkisi
altında bıraktı. Ama, Tenno'nun ve Hofodel denilen asalet çevresinin ruhani alanında olduğu kadar
edebiyat alanında da, eski derin etkisini kaldırmadı:
" Bu ara, şiir bakımından saray asaletinin Kiyoto'daki önder durumunu yitirmedi."(OttoB. s:
194)
Nitekim, ilk kutsal kent Nara’nın ruhlar üzerindeki eski egemenliğine toz kondurulmadı.
Budizm'in "TARİKAT" biçiminde kamufle-melez sokuluşlarına, gereğince Şintoizm’in yumruğu
indirilmekten geri kalınmadı:
" En meşhur Jodo-Sihin tarikatını kuran Hönen (ölümü 1192), Nara'daki Hiçi rahiplerinin
şikâyetiyle sürgün edildi." (OttoB. s: 194)
Japon ilkel sosyalist toplumu, daima, bu kadar güçlü kalacaktır.
Yedinci Bölüm
GEÇ DEREBEYLEŞME'DEN FETRET'E
NAMBOKU ÇAĞI
(1332–1392 = 60 YIL)
1- FETRETİN HABERi: TENNO-ŞOGUN (DİYARŞİ) AZITMASI
Kamakura çağı (1332–1392); 1221 yılı, Tenno Gotoba'nın yazdığını, 100 yıl sonra 1333 yılı,
Tenno Godaigo'nun tekrarlamaya kalkmasıyla sona erdi. Bu bir "YUKARIDAN DEVRİM" idi. Tenno,
Moğol saldırılarının püskürtülmesinden sonra, askeri şeflerinin görevlerini bitmiş sayıp, onlara kaptırdığı
yetkilerini geri almak istedi:
" Para ekonomisi ile Moğolları karşı savaşın gelişimi, Buşileri yoksulluğa sürükledi. Şogunun
durumu biraz daha gevşedi, imparator Gudaigo, 1333 yılında, Şogunluğun elinden iktidarı koparıp
alabileceğini hesapladı. Ama çarçabuk hesabından caymak zorunda kaldı. Yamato da, Yoshino 'ya gitti"
(OttoB. s: 195)
Demek, toplum bir daha geri gelmemecesine farklılaşmaya girmişti. O yüzden, en bölünmez
kutsallık sayılan Tennoluk bile, KUZEY İMPARATORLUĞU-GÜNEY İMPARATORLUĞU adıyla ikiye
bölündü.
1392 yılma dek süren edebiyat tarihinde, Namboku çağı denilen 60 yıl, bize bir şeyi ispat
ediyor: imparator Gotabo zamanında, sarayın elinden alındığı söylenen topraklar, hiç de kesin bir
müsadere olmamıştır Nitekim, 100 yıl sonra, Tennoluk ile Şogunluk arasında geçen siyasi iktidar
çekişmesi; Tenno'nun bir kez daha savaşçılara yenildiği zaman dahi, yapılan şeyin: Tenno elindeki
toprakların müsaderesi değil; yani toprak gelirinin tamamını değil, ancak yarısını ele geçirmek olmuştur
" Aşağı yukarı, bu zamandan (Namboku çağından) beri, savaşçılar durumlarını asaletin
zararına yükseltirlerken, Şogu ile Jito'tar, tekmil toprak mülkiyetini kontrol ettiler. Ve asalet yetkilerini
gittikçe genişlettiler. Bunun üzerine, Aşkaga Takan asaletinin toprak mülkiyetinden çektiği gelirlerin
yarısını savaşçıların eline geçirtti." (OttoB. s: 195)
60 yıl gibi kısa bir süre içinde, Japon toplum toprakları, Osmanlı dirlik düzeninde görülen
dirlikçilerin derebeylikleşmesine uğramıştır. Osmanlıda dirlikçilere "SAHİP ÜL ARZ" deniyordu.
Bunların bütün yetkileri toprak gelirini toplayıp, savaş zamanı toplum adına hizmete koşmaktı.
Osmanlı dirlikçilerinin başında bir tek efendi vardı: PADİŞAH. Din ve dünya yetkisi: SALTANAT VE
HİLAFET padişahındı.
Bu kadar muazzam ölçüde merkezileşmiş idarede bile dirlikler, "SEPETLENMEK" sonucuna
vardı. Japonya'nın dirlikçileri: Buşiler-anlatılanlara göre Buşilerin üstünde Jitola'-onların da üstünde
Şugolar idi.
Osmanlı ile kıyaslarsak: Jitoları "BEYLER"; Şugoları "BEYLERBEYİ" sayabiliriz. Japonya'da
hepsinin üstünde bir çeşit bağımsız kumandan Şogun bulunuyordu. Şogun'u SADRAZAMa
benzetebiliriz.
Ana konularda Şoğun, Tenno'nun tasvibini alır. Şugo ve Jitolarla, kan teşkilatları dışında, ilk
idare taksimat taslağını yapmak için, Şogun, Tenno'dan izin almıştır. Çünkü, laik yürütüm işlerinde,
sadrazamdan çok daha bağımsızdır.
Tenno, bir bakıma padişahtır. Bildiğimiz halife gibi, ruhların padişahıdır. Dünya saltanatını
kendi rızasıyla, Şoguna bırakmış gibidir. Daha doğrusu bırakmış değil bırakmak zorunda kalmıştır. Her
yüzyılda bir, laik idareyi ele geçirmek için ileri atılmak zorunda kalır.
Japon toplumunun siyasi idaresi, daha ziyade içeride isyanlara; dışarıda harplere karşı
kurulmuş yüzeysel bir cihazdır. Tenno, bu cihazın idaresini daha uzman ve becerikli görünen Şogun'a
bırakmıştır. Ortada herkesçe en büyük yetkili kat, yine Tenno'dur. Tenno ile Soğun arasındaki çıkacak
çekişmelerde, Buşiler de, Şugolar da, Jitolar da kesin olarak Şogun'un emrinde olsalar bile, yüzde yüz
adamı olmayabilirler. Durumları bunu gerektirir. Yalnız çıkarları daha çok, Şogun'un elindedir.
Bu kuruluş, Japon üst yapısının Osmanlı padişahlığındakinden aşırıca dağınık ve zayıf
kaldığını gösterir. Osmanlı idaresindeki "DEVLET SINIFLARI"ndan İlmiye: Papazlara; Seyfiye:
Buşıler'e; Mülkiye: Şugo-jitolar'a denk düşer. Osmanlıdakinden ayrılan yan: santralize yani merkezi
Tenno (padişah) idaresinin altındaki silahlı Buşiler'in de, Şugo ve Jitolar'ın da hem kendi alanlarında
başlarına buyruk, hem de Şogun'un da üstünde bütün yetkilerin kaynağı olan Tenno'ya ruhça bağlı, yani
tam sistemleşmemiş bir tabaka oluşlarındadır
Böyle bir sistemin Osmanlı devleti yanında "DEVLET" adını almaktan ne kadar uzak bir
istikrarsızlık demeti olduğu ortadadır.
Namboku çağında, devlet ' yok; Asya kara kıtası medeniyetlerinden kopma, "ÖZENİLMİŞ" bir
devlet taslağı vardır: O taslak da bir devlet değil; iki devlet, devlet içinde devlettir; bu tümüyle ikili
diyarşi halinde işler.
3-
FETRET’İN MADDİ TEMELİ: PARÇALANAMAYAN KOMÜN VE "SEPETLENEMEYEN"
ŞOEN TOPRAKLAR
Bu durumun sebebi, Japon sosyal temelinin henüz tümüyle kandaşlık düzeninden
çıkamamasında toplanır
Osmanlılıkta toplumun temelini, toprak iradını dahi eline geçiren mutlak egemen çiftçi
üretmenler oluşturur. Çiftçiler Hrıstiyan ise Monogami; Müslüman ise Poligami biçiminde aile birlikleriyle
üretim yaparlar.
Japonya'da klasik tarihin aile veya klan diye tanımladığı "KUNİ" ler, sosyal temeldir. Kuni,
klasik tarihin yakıştırdığı gibi bir "DEVLET" değil; Japon KAN'ıdır. Kunilerin yapısı, Japonya'da Nara
çağından Tokugava çağı sonlarına gelinceye değin, hemen hemen değişmeden kandaşlık düzeni olarak
sürüp gidecektir.
Kunilerin üretmen köylü yığınları içinde, savaşlarda sivrilmiş ve belki şu veya bu sebeple Kuni
dışında kalmış elemanları, zamanla önce Buşi, sonra Şugo ve Jito hizmetlerine karışmışlardır.
Kendilerini yeterince kontrol edebilecek bir merkezi devlet bulunmadığı için, bu elemanların en
üsttekileri, Şugolara; yavaş yavaş altlarındaki Jitolara ve Buşilere vasallık verdiler Bu vasallarının acı
gücüne dayanarak, bir veya birçok Kuni üzerine, yargı yetkilerini dayadılar.
Hepsine birden "SAVAŞÇIL TABAKA" denen bu zümrelerin ortak çıktıkları: Tennoluğun
toprak gelirlerinden yarısını ele geçirmek savaşı idi. Tennoluğun toprak gelirlerinden yarısını Şogunla
birlikte kim kontrol edecekti?
İslamlıkta Aşar: onda bir (1/10) iken, sonra yarıya; üçte ikiye kadar arttırıldığı gibi, Japonya'da
da toprak gelirlerinin yarısı Tenno'dan kopartılınca, o bahane altında, bütün toprakların üzerinde kontrol
koymak işten bile değildi.
Silahlı güç, savaşçılar tabakası elinde toplandığından, onların egemenliğini sınırlandırmak,
ancak daha üstün bir acı güç edinmekle olabilirdi:
Acı gücünü arttıran Şugolar, Japon toplumunun kan temel birlikleri olan Kuniler'e egemen
oldukça, Daimyo adını alarak artık kendilerine hükmetmek isteyen Şogun'a karşı da kafa tutabilirdi.
Namboku çağı, bu gelişme içinde tam bir anarşi, yani, FETRET içinde son buldu.
Sekizinci Bölüm
URUN IRADI'NIN (ŞOENLER'IN)
GEÇ GELEN SONU: PARA İRADI'NIN GEÇ GELİŞİMİ
MORUMAÇİ ÇAĞI
(1392–1603 = 211 YIL)
1- FETRET'İN BİRİNCİ SONUCU: DEREBEYİ VE SAMURAY'IN TENNO'YA KARŞI
YUMUŞAK ÜSTÜNLÜĞÜ
Namboku çağı: 1332–1392 = 60 yıl içinde, S.Şogunluğa (Yoshimitsu) gelince, Morumaçi
Şogunluğu kuvvetlendi. Jitolar, tüm toprak mülkiyetini kontrol ettiler. Ve Şugolar, Kuniler'i kendi adliye
yetkileri (eroridiksiyonları) altına aldılar. Yahut, Jitoların efendisi kesildiler. Kısa zamanda, bir veya
birçok Kuni'ye hükmeden Daimyo haline geldiler. Kendi alanlarında mutlak egemenlik iktidarını elde
ederek, böylece Şogun'a karşı bağımsızlaştılar.
Daimyolar, sık sık ayaklandılar. En büyük iç savaş, Ohimnosan 11 yıl sürdü: 1467-1477. 100
yıl içinde kargaşalıklar ve boğuşmalar, günün konusu oldu. Ve bir idare biçimi ortaya çıktı: bu idarede
Daimyo, konu edilen Kuni'ye kendi mülküymüşçesine egemen oldu.
Saray ve dirlik asaleti (Dof und schusade) ikiliği, derebeyi toplumu içinde, savaşçıların
egemenliği altında eridi, imparator ile saray asaleti, Kiyoto'da şeref dolu mevkiini yine muhafaza
ettirseler de; toprak egemenliklerini yitirdikleri için, ekonomice iflas etmiş oldular.
2- FETRETİN İKİNCİ SONUCU: KÖYLÜ İSYANLARININ (DOİKKl'LERİN) KISMİ BAŞARISI
VE DAİMYO ŞEHİRLERİ
Anılan tabakalaşma (Umschuhtung) ve atalardan kalma devlet idaresine karşı direnme,
eyaletlerdeki basit köylülere dek yayıldı. Köylüler, köylerini otonomca kontrol edebilecekleri uyuşmayı:
dökommon elde ettiler. Az refahlı (minderbemitolk) köylüler, DOİKKİ adı verilen yığın direnişleri
göstererek, hükümeti her türlü borçlardan vazgeçmeye zorladılar.
1482 yılında, şimdiki Kiyota eyaleti içinde patlak veren köylü direnişi, bu ülkede savaşçıların
barınmalarını söküp attı.
Bununla birlikte, ileri gelenler, savaşçıların durumlarını kuvvetlendirdiler.
Savaşçılar,
asaletin toprak egemenliğini kurtardıktan sonra,
köylüleri kendi buyrultuları altına soktular
(bodmanigkeit):
" Koskoca bir ülkenin bütününe hükmeden daimyonun savunma noktalarında kurduğu burçları
yükseldi. Sonra, o burçların çevresinde şehirler gelişti. Bu durum, yüksek bir kültürün memleket içinde
yayılmasını gerektirdi. Eskiden kültür merkezleri, sırf Kiyota, Ramakara iken, şimdi kültür, daimyoların
burç ve şehirleri ile birçok sayıda eyaletler üzerine dağıldı." (OttoB. s: 196)
3- TENNO (SARAY)-DAİMYO (DEREBEYİ)-ŞOGUN VE BUŞİ (SAVAŞÇI ORDU) VE KÖYLÜ
BÜTÜNLÜĞÜ: KUNİ (KAN) BAĞLARI
Morumaçi Çağı, barbarların batı Avrupa'ya geldikleri çağı andırıyor Fakat, gerçekte, Japon
sosyal kutuplaşmaları, barbar Avrupa'dakinden çok daha başka oldu. Şintoizm, ne kadar Hrıstiyanlığa
benzemiyorsa, Tenno da o kadar papaya benzemez. Dolayısıyla. Şoğun da yine en az o kadar, barbar
krala benzemez.
Oradaki, başkalık: hep Japon toplumunun sosyal temelini yaşayan köylü yığınlarının, henüz
hiçbir medeniyet silindiri altında dört kat ezilmemiş olmalarından ileri gelir.
O yüzden, Tennoluk, ne denli siyasetten, askerlik gücünden hatta bir kısım toprak gelirinden
tecrit edilmiş olursa olsun; burçlarda şerefiyle hüküm sürüyordu. Toplumun tepesindeki Tennoluk
temelinde, köylü yığını, ilkel sosyalizm yapısını yitirmemişti.
Alman bilginleri, tepe ile bu sosyal yapı gereklerini göz önünde tutmayınca 196.sayfada
söylediklerini, 201.sayfada çürütmek durumuna geldiler.
196.sayfada görüyoruz:
" Şugolar, birçok Molan ve Kümleri kendi mülküymüş gibi kullanarak, gerek Tenno'yu gerek
Şogun'u zayıf düşürüyorlardı; öteki köylüler direnmeleriyle borçtan kurtuluyorlar hem de Buşileri
barındırmayacak kadar iktidarsız bırakıyorlardı."
201.sayfada ise bunların tam tersini görüyoruz:
“Birçok köylüler, durumlarını kurtarmaya çalışan toprak beylerinin uyduluğu altına girdiler.
Bunun sonucu, sosyal altüstlükler oldu: sınıflar sistemi biçimlendi. Bu sistemde, Buşi iktidarının bir hayli
güçlenmesi ve Şogunluk merkezi idaresinin sağlamlaşmasıyla birlikte, Tenno'nün ve asaletinin
iktidarsızlığı gittikçe arttı." (Otto B. s:200)
Bu sefer, yalnız Tenno zayıfladı; Soğun ile Buşiler, iktidar kazandılar. Böyle 4 sayfa arayla
birbirlerini çürüten iddialar nereden çıkıyor? Alman bilginlerinin bütün Japon tarihini, peşin peşin bir
derebeylik sistemi saymalarından, çıkıyor. Batı orta çağında gözüken köylü-feodal ilişkisi, Japonya’ya
kolaylıkla adapte ediliyor. Ne var ki, hemen ondan sonra söyleyecekleri, Japon toplumunun hala
"SINIFLAR SİSTEMİNİN BİÇİMLENMESİ" gelişiminden uzak olduğunu açıklar:
" Morumaçi çağının bu orta derebeyliği, iki sebeple köklü istikrardan yoksundu. Bir yol, Buşinin
sosyal durumu yeterince güvensizleşmişti. İkincisi, Şogun-Daimyo iktidarı, karışık Şoen sisteminin
kalıntıları yüzünden sınırlanabilecekti. Köylülerin tamamıyla düzenlenebilme olanaksızlığı, lokal
grupların bağımsızlıkları, Şogun-Daimyolara karşı dirençleri ve bizzat Şogun-Daimyo arasındaki zıtlıklar
ve gerek daimyoların Şoguna karşı boyun eğmezlikleri (Anhrössuzkail) öyle durum yaratıyordu ki,
Marumaçi Şogunluğu bununla baş edemiyordu. Baş edebilmek için köklü hanedan kudreti (mausmacht)
eksikti." (Otto B. s:201)
4- 800 YIL BOYUNCA PARÇALANAMAYAN KAN VE ŞOEN TOPRAKLARI SİSTEMİ
Olayların kargaşalığı ve yüzeyi içinde bunalmamak için, iç yüzlerine bakalım: Ne görüyoruz?
Şoen sistemi ta Nara çağından beri (8.yüzyıl), toprak konusuna doğru yönelmiş orta barbarlığın
determinizmi ile bir Çin-Japon dirlik düzeni olur. Bu düzen Morumaçi (17.yüzyıl) çağına kadar Japon
toplum hayatından silinememiştir.
Alman bilginleri, Şoenleri ve Kanları "KALINTI" olarak göstermek istiyorlar. Bu kalıntılar,
öylesine güçlü ve köklüdür ki, Japon politika kabuğu olan siyaset; ve o kabuğun cilası olan edebiyat
alanında 8–9 yüzyıl, kızılca kıyametler koparmış görünen "SAVAŞÇI TABAKA" kabadayıları; toplum
bakımından bir bardak suda fırtına olmaktan öteye geçememişlerdir.
900 yıllık kanlar içinde ince bir zar tabakası olan şefler; çabalamalarına-dehşetli
debelenmelerine rağmen, henüz kendi durumlarını dahi sağlama bağlayamamışlardır.
En tepedeki zorba Şoğun gibi, onun altında gelişen Şugo ve Jito memurları, Osmanlı eşraf ve
ayanı gibi palazlanıp kaşarlandıkça Daimyolaşırlar; hepsi, bu kahraman zorbaların içinden çıkmış ve
sivrilip yükselmiş bulundukları-daha adsız ve kalabalık savaşçıl Buşiler veya Samuraylar ile birlikte; o
Şoen "KALINTILAR" yanında, Alman bilginlerine göre dahi, İKTİDARSIZ" ve "EMNİYETSİZ"
kalmaktadırlar:
İkide bir bastıkları yerin sallandığını ve kendilerinin çarçabuk altüst olduklarını görmektedirler.
Neden? Çünkü, henüz ne Soğun ne Daimyo ve ne de Buşi, toplumdan yukarıdaki yerlerine iyice
oturamamışlardır.
5-JAPON-SÜMER-İSLAM FARKI: DEMOKRATİK ZAYIF) KUTSALLAŞTIRMA-İĞRETİ
DEVLET = ÖRSELENMEMİŞ KOMÜN GÜCÜ
Japon topraklarının Kuni (Kan) mülkiyetini, kendilerine kişi mülkiyeti yapamamışlardır. Bu
topraklardaki kutsal dokunulmazlığı (yani toplumsal karakteri): yukarıdan Tenno ile "SARAY ASALETİ"
denilen asil güçler tarafından, bir çeşit İslam Şeriati denilebilecek yazılmamış, gelenek ve göreneklerle
korunmaktadır.
İslam ülkesinde mülkiyet, Allah'ındır. Miri topraklardaki "RAKABE", Beytül Mal-i Müslümin'in;
yani Müslümanların ortak mal evinindir. O topraklar üzerinde üretim yaparak alın teriyle yaşayan köylü,
sadece onda bir ürün vergisini verir idi. Tıpkı bunun gibi, Japonya'da da ister Soğun ister Şugo veya Jito
yahut Daimyo olsun; isterse çeşit çeşit Buşi olsun; köylüleri kendi içlerinden şu veya bu savaş
maceraperestlikleriyle, bıçağı zoruyla sivrilmiş savaşçıl zorbalara "buyurun, bu topraklar babanızın
malıdır. Biz de size kul köle olmaya hazırız" demiyor.
İslam miri arazisinde, toprağın tasarrufu, tarlada bir fiil çalışan çiftçiye aittir. Toprak üzerinde
emek harcayarak yapılan bayındırlıklar, üretmen çiftçiye karşılıklı ilişkilerinde özel mülk olarak, o kadar
verilmez. Ve devlet başkanı, padişah tarafından bu durum, sorumlulukla korunurdu. Ancak, böyle bir
devlet teşkilatı, Allah'ın tüm topraklarına ve insanlarına tepeden kayıtsız şartsız egemen olan bir
insanüstü DEVLET kurumuna dayanıyordu: Nemrut ve Firavundan beri, kuvvetlerini ard arda
ülküleştirip, yarı tanrı: "ALLAHIN YERYÜZÜNDEKİ GÖLGESİ": -Zillullahu Fil Arz" sıfatını haksız yere,
peygamber geleneklerinden aşırmış bir despot: mutlak şart hükümdarı (padişah-şehinşah ve ilh),
toprakların ve insanların hepsine babasından kalma miras hakkı olarak, sahip çıkmıştı.
Japonya'da ise, bu yoktu. Devlet taslakları kuruluyordu-bozuluyordu Alman bilginlerinin öz
olarak farkına vardıkları gibi, padişahın sadrazamı kadar olsun, Şogun'un "HANEDAN iKTiDAR!" yoktu.
En küçük Buşi gibi, "ASİLZADE" kesilen Daimyo ve Soğun dahi, aslında kandaş bir savaşçıdır. Ancak,
isminden çıkarabildiğimiz kadarıyla, kendi kan teşkilatının bir üyesi olarak vardır. Kişi olarak ne kadar
sivrilmiş görünürse görünsün: kendi kanına karşı bağımsız toplum üstü-egemen bir DEVLETLU
olmaktan uzaktır. Daimyolara özenti olmaktan bir türlü öteye geçemezler. Kendi kandaşlarının
"BURUNLARINI KIRMAYI" , işret taassuplarını yani, kandaşlık bağlarını kaldırmayı akıllarının
kenarından geçiremezler.
Öyle ki, Marumaçi çağında, klasik antika medeniyetlerde görülene benzer, dört başı mamur bir
devlet (bütün benzer ve paralel gösterilerine rağmen), henüz egemen değildir. İslamlığın ilk Hulefayu-i
Raşid'in devirleri gibi, peygamber ve halife emrinde iktidarı güden bir takım kumandanlar türer ve batar.
Tenno'ya gelince, o ise bir Nemrut, bir Firevun, bir padişah veyahut batılı deyimiyle bir
imparator olmak şöyle dursun; her gün bir yetkisini elinden kaptıran, neticesiz bir peygamberi andırır.
Eğer medeniyet içindeki devlet ilişkileri bakımından bir kıyaslama yapmaya özenirsek:
diyebiliriz ki, Tenno, sadrazamı tarafından siyasi yetkileri zorla elinden alınmış bir savaş esiri
durumundadır. Yalnız toplum yapısı, Tenno'nun kişiliğinde temsil edildiği için; geniş halk yığınları, daha
doğrusu kan toplulukları, toptan Tenno'nun varlığını tartışmasız bir kutsallık bildikleri ve tanıdıkları için,
kimse Tenno'nun kılına dokunamamaktadır.
Eğer, Japon toplumu, islam Araplarının Hicaz'dan kalkıp içine girdikleri Suriye, Irak, Mısır, İran,
Berber, Maşrık ve Magrip toplumları kadar "MODERNLEŞMİŞ" bulunsaydı; Tenno'nun ne güneş
tanrılığı kalır, ne peygamber sülalesi sayılırdı
İslamlığın büyük kurtarıcısı Hz. Muhammed'e en yakın akraba halefi, kendi iratları (buyruğu)
değildi Her tabaka, dirliğe göre belirli ölçüde akçe karşılığı, savaşçı yetiştirmek üzere dırlikçilere emanet
edilmişti. Bugünkü ihalelerde 'EMANET" inşaat sarfiyatı ne ise, Tımar veya Zeamet veya Has sahibinin
dirlik gelirini harcayışı da, o idi: Kamu yararına en elverişli biçimi kullanma, esas prensipleri, devlet
sınıflarının üst yapıları olan ilmiye-seyfiye-mülkiye-kalemiye adıyla bir çeşit resmi iş bölümü anlamındaki
idareci tabakalardan ibaretti. Her tabaka kendi alanında ne kadar özel yetkiliyse, birbirleriyle toplum
olayları önünde o denli sorumlu ve bağıntılıydı.
"ALLAH'IN ASLANI", Ali idi: Muaviye, Suriye valiliğine konar konmaz, Ali'yi öldürttü.
Çocuklarını Kerbela'da (bütün yakın doğu medeniyetlerinin beşiği Irak topraklarında) inanılmaz bir
vahşetle kılıçtan geçirtti.
Tenno'yu, Japonya'da binlercesi "GÜNEŞİN OĞLU" diye kutsallaştırdı. Onun gerçekten,
tanrılardan gelen bir sülaleyi temsil etmiş olduğu için değil; Japon toplumunun kan teşkilatları koşullarını
yaşamakta devam ettiği içindir.
Bazı böcekler, avlarının etini her zaman canlı tutup, taze yemek için, onların sinir sistemlerini
felce uğratarak bitkisel hayatlarını yaşamalarına imkân bırakırlar: Tenno, kendi rızasıyla, Şogunlar
elinde, bunlar gibi felce uğratılarak bir kabirde gibi, etkilerinden ve yetkilerinden tecrit edilmiş olarak
yaşatılırlar.
Şogunluk, Tennoluğu büsbütün yenebilecek midir? Morumaçi çağında, bu henüz hiç belli
değildir. Bu durum, ortadadır: Japon toplumunu 800 yıla yakın zamanda, antika medeniyetler,
ekonomik-politik-dinsel-kültürel top atışı altında tutmuşlardır. Bu top atışı altında 660 yılından 1390
yılma dek, tam 730 yılda, ancak Marumaçi çağına gelinebilmiştir.
Uzun yüzyıllar boyu, antika medeniyetin teknik üstünlüğü, jeopolitikçe korunaklı-bağımsız
Japon barbarlığının ilkel sosyalist toplum yapısını, kökünden söküp atamamıştır. Japon hayatının temeli
olan kan teşkilatları, bir türlü yıkılamamıştır. Sosyal sınıflar, hiçbir zaman klasik biçimiyle kurulamamıştır.
"DEVLET" denilen şey bile, bir aşiretler konfederasyonudur.
Yalnız, Japon kandaş toplumunun dış kabuğu üzerinde bir hayli çatlaklar belirmiştir. O
çatlakların aralıklarından sızmış barbar savaşçılar, kadim medeniyetlerden aldıkları silahlarla kah
Tenno'ya, kah köylülere kafa tutmuşlardır.
Ama kendilerinin de içeriden bağlı oldukları Japon barbarlığının aşınmaz ilkel sosyalist
geleneğine, bir kalenin sertlik taşlarına çarpar gibi kafalarını vurdukça sersemleyerek en sonunda yine
birbirleriyle dövüşmüşler-kendi aralarında birbirlerini aşındıracak savaşlarla uğraşmışlardır.
Batı kapitalizminin ilk mal bezirgânları, yani korsan tüccarları ile ruh bezirgânları olan
misyonerleri, Japonya'ya gelmek üzere bulundukları sıralar, Japon toplumu, bu merkezde idi:
"Kır güçlüleri, bu durumun çaresini savaşarak birbirlerini yıpratmakta ve her şeyi oluruna
bırakmakta buldular. Köylüler, küçük Buşilerin mutlak egemen oldukları kendi alanlarından çıkamadılar.
Buşiler köylü içinde aşağıdan yukarıya doğru iktidarlarını gerçekleştirdiler. Vasalları sayesinde
kendilerini savaş gücü bulunan bey haline getirdiler. Egemenlik alametlerini sürüp giden savaşlarla
yaptılar Böylece 16.yüzyılda çoğu, Şugo-Daimyolar gibi, Morumaçi Şogunluğu da temelden yıkılabildi.
"(OttoB. s:201)
"Namboku çağı geçtikten sonra, Morumaçi çağının son dönemleri, ister istemez en karmaşık
devirleri olan Japonya ile Mingler (Çin), arasında mücadeleler ile geçmiştir."(Kuni M. s:67)
"Bu devirler esnasında,
birçok savaşçı aileler, Şogunluk biçiminde iktidara geldi." (Kuni
M. s: 64)
6-JAPON KÜLTÜRÜ: SARAYLAŞAMAYAN ASALET VE SAVAŞÇI KÜLTÜRÜ
Japon kültürü de ona göre idi. Başlıca 3 tip olarak görülüyordu:
1) Siyasi polemik: yazar Kibakieno Çikafuşa Minamota Noçikafuşa (1293-1354), kendi
sülalesinden gelme imparator olan Gudaygoların bakanı idi. Yazdığı 6 ciltlik Jimosotota adlı tarihsel
eserinde, kuzey hükümdarlarının zorba olduklarını ispata çalıştı:
"Zamanın bütün ukalaları gibi, Çin'in pek etkisinde kaldı."(Kuni M. s:65)
Yazar Masu-Kagami de konuşmada ona benzedi (1350'ler).
2) Tarihsel menkıbeler: 4 ciltlik büyük barış tarihinin ilk adı Anki Yuraiki: Barış ve Tehlike
Sebeplerinin Bildirilişi idi. (1370) Sonra Kobuka Jiranki: Devlet içinde Sivil Kargaşalıklar ve Çin
Çarelerinin Anlatılışı oldu. Konu:
"yalnız, 1181 yılında Norita Şogunluğunun başlangıcından beri, Japonya'nın sahne olduğu
kargaşalıkları ve zorbalıkları anlatıyordu."(Kuni M. s:65)
3) Güzel sanat: En önemli edebiyat eseri, Isure-Tuyeguşa'dır. Yazarı, Kaneyazı benzen
olunca, Kenko adını aldı. Konu:
Hind'in Buda doktrini ile karışık Çin filozoflarının düşüncelerine kadim Japon edebiyat
bilgisini katar.
" Büyük realiteler, kitle içinde ünlüdür."(Kuni M. s:66)
Edebiyat üzerinde en büyük etkiyi, Zenimizm yaptı:
" Zenizm etkisinin yararsız karmaşıkları bulunmayan sade-ağırbaşlı eserleri, insan
duygularının gelgeçliğini hesap katıp tercih ediyordu. O dönem, edebiyat ve güzel sanatlar, büyük
ölçüde gelişti."(Kuni M. s:64)
Zenist mimarlık ve Çin mürekkebiyle nepitörlüğü gibi.
" Morumaçi çağında entilijansiya (aydınlar) sayılan benzer bir yapıcı istiğrak (comtemphdch)
alanında katılma eğilimini gösterdiler. Samuraylar da kendi yanlarında barış aralıklarında bir çeşit
aristokratça yaşam eğilimi gösterdiler. Ama onların pek halka yaygın (popülente) ve vulgarize (halk
diline çevrik) olan artistik zevklen dramatik güzel sanata doğru yöneldi ve Kuagen yahut komik prederç
eğlencelikler yanında No, yahut Yokyo Ku piyeslerini yarattı. Bu piyesler, sırf Şogunlarla samurayların
kulluğuna elverişlidir." (Kuni M. s:68)
7- SAĞLAM KOMÜN-SAĞLAM DİRLİK = AŞILAMAYAN ÜRÜN İRADI
Japon tarihinin antika medeniyet etkisi altında geçen Nara çağından sonraki Heian ve
Kamakura çağları, Çin ile sadık siyasi ilişkili, son Namboku ve Monumaçi çağları, yine Çin ile daha çok
ticari ilişkilidir.
Doğrudan Nara çağıyla birlikte, Japonya'da artık ziraat adını almaya elverişli tarım ekonomisi,
toprağı, üretim aracı olarak bir değer-problem haline getirince; Şoen toprak düzeni ve 1191 yılında
Buşi teşkilatının doğması kaçınılmaz oldu.
Bu sistem, Osmanlılığın dirlik düzenine benzer. Dirlik düzeni, Japonya'da tıpkı Osmanlılıkta
olduğu gibi, ilkin Heian ve Kamakura çağlarında henüz bozulmamış yani derebeylikleşmemiş dirlik
düzenini; sonra gelen Namboku ve Morumaçi çağlarında çok bozulmuş yani derebeylikleşmiş dirlik
düzenini andırır.
Ekonomi politik bakımından dirlik düzeni, saf olmamakla birlikte, ÜRÜN İRADI sistemidir.
Göçebe bir toplum, tarihsel devrimle fetih ettiği geniş medeniyet toprakları gibi, üretmen köylü yığınları
üzerinde kendi egemenlik idaresini kurunca; antika ulemadan ürün iradı alma usulünü öğrenip uygular.
Bu ürün iradı toplama sistemine DİRLİK DÜZENİ derler. Japonya'da köylü üretmenler, öyle
dışarıdan gelmiş bir göçebe barbar akını altına düşmediler. Kendi aralarında ve kendi içlerinde, Kore
macerasından kalma olayların akışıyla gelişmiş Buşi savaşçılar tabakasını ayakta tutmak üzere, Şoen
sistemi kuruldu. Yalnız memleketin siyaset kabuğunda kalan Şoen sistemini, dirlik düzenine benzettiği, o
bakımdan Nara ve sonra gelen her 4 çağı, aynı dirlik düzeninin düşe kalka geliştiği 4 basamak
sayabiliriz.
Şoen sisteminin ancak Morumaçi çağı sonlarında, o çağla birlikte ortadan kalktığını Alman
bilginleri de pekiştirirler. 4 basamaklı Şoen (dirlik: benefice) çağında, Çin parasının bütün baskılarına
rağmen, Japon kan teşkilatlarında yaşayan küçük üretmenler, parayla mal alıp satmaya alışamadılar.
Onun için dirlikle geçinilerek aldıkları nesneler, genel olarak MAL İRADI biçimine girebildi.
Morumaçi çağı biter bitmez, Japonya ansızın kapitalizm ile yüz yüze geldi. Ve Japon toprak
ekonomisi birden bire mal iradı yerine, PARA İRADI sistemine geçmeye başladı. Osmanlı ile
kıyaslarken, Japonya'daki Şoen sistemine Osmanlıda DİRLİK DÜZENİ; Batı Avrupa'da: BENEFİCE
DÜZENİ denildiğine işaret ettik.
Osmanlılık, muhteşem Kanuni 1.Süleyman zamanı, KESİM DÜZENİ'ne girdi. Başka deyimle:
Türkiye'de, küçük üretmenden mal iradı yerine para iradı alınması üstün biçim oldu. Osmanlı kesim
düzenine yani, Avrupa'daki FlEF SİSTEMİ'ne. Alman bilginleri Japonya'da BAKU HAN SİSTEMİ adını
veriyorlar
Dokuzuncu Bölüm
DİNAMİTLEŞEN SOSYAL SINIFLAŞMA VE PARA İRADI GRİZÜSU İLE KAPİTALİZME
GEÇİŞ
TOKUGAVA ÇAĞI
(1603–1868 = 265 YIL)
1- PARA İRADI + ATEŞLİ SİLAHLAR = KAPİTALİZME HAZIRLIK
Yedo (Tokyo) kenti, 1590 yılında kuruldu. 13 yıl sonra, YEDO çağı yani, TOKUGAVA Çağı
başladı. Buna Şogunun oturduğu yerin adıyla, Tokugava çağı denildi.
Tokugava çağının batı kapitalizmiyle temastan doğduğu, şununla da anlaşılır: Portekizliler,
1592 yılında, Japonya'yı keşfettiler. Daha doğrusu, Japonya, o yıl ateşli silahı keşfetti.
Japonya, yukarı barbarlık düzenini rahat rahat ve kendi başına yaşamamıştı. Antik Asya kara
kıtası medeniyetlerinin etkisi altında, kent sistemini karma karışık etmişti.
Japonya'ya, önce maddi-yercil "MUCİZE"lerini yani, "ATEŞLİ SİLAHI" : 7 yıl sonra manevi-göksel
"HARİKA'larını yani, "MlSYONERLER"ini gönderdiler: 1549 yılında, Saint François Xavier, Japon
toprağına ayak bastı.
Yedo yahut Tokyo kenti, Japonya'ya ateşli silahın girmesinden 48 yıl, misyonerlerin
girmesinden 41 yıl sonra kuruldu. Japonya'da genel KESİM DÜZENİ'nin kesimcilerine
("MUKATAACriarma) karşılık düşen Daimyoları, daha Morumaçi çağının sonlarında belirmeye başladı.
Yedo, yahut Tokugava çağını nedense gerek Japon gerekse Batı bilginleri, yanlış
değerlendirirler. Yerli yabancı yazarlar, Yedo çağını; Japon hayatı için kendi içine kapanma: donma ve
taşlaşma sayarlar.
2- KAPİTALİZM KARŞISINDA KOMÜN GÜCÜ VE JAPON AYDINININ KOMPLEKSİ
Batılı yazarlar, kendi yönlerinden ve batı çıkarları bakımından haklı sayılabilirler:
" O kadar beylikler türeyip de, bir köylünün kendisini hakikaten diktatör yapabileceği kadar
istikrarsız olan Japonya, rönesans yapabilir mi? Tokugavalar çağında, kastlara (niegung) özenilerek
hiyerarşilendirilmiş ağır bir etiketle birbirinden ayrı sınıflar halindedirler"(Rene Groussette s:216)
Çünkü, rönesans sayılan Yedo çağı öncesinde, Japonya batılı tüccarlarla misyonerlere kucak
açmışken, Yedo çağında, birden bire bütün kapıları kapamıştı. Fakat yerli Japon yazarları bugün şöyle
derler:
" Çoğu batılılar sanıyorlar ki, Japonya'nın şimdiki ilerleyişi, bugün içinde bulunduğu medeniyet
yalnız MElİJİ RESTORASYONU'ndan ben, yani şu son 60 yıl sırasında gerçekleşmiştir, ilerlemeyi biraz,
bugünler Avrupa ve Amerika'sında olduğu gibi, yalnız maddi-teknik yönde göz önüne getirirsek, o kanı
doğrudur. Ne var ki, şunu da unutmamalıdır Japonya daha önce, maneviyatla ilerlemişti. Hem bu
manevi (ruhsal) medeniyet temelini küçümsemekten sakınmalıdır. Muhakkak olan bir şey var Japonya,
geleneksel ruh değeri sayesinde, maddi fütuhatı yapabildi." (KuniM. s: 103)
Bu satırlar, batı Avrupa kapitalizminin öteki geri kalmış ülkelerde yarattığı aşağılık
kompleksinin örneğidir. Japonya: maddi medeniyetçe geri kalmış olsa bile, ruhsal medeniyetçe ileriymiş!
Yeryüzünün bütün zavallı sömürge ve yarı sömürgeleri, bu övünç ile avunabiliriz.
Çin fağfuru da, Rus çarı da, Acem şeyhin şahı da. Osmanlı padişahı da, hatta Yemen imamı
ve Habeş Haile Selasiye'si de memleketlerindeki maddi geriliği, "RUHSAL MEDENİYET" yücelişleriyle
telafi ettiklerini öne sürebilirler.
Medeniyet, RUH dışında kuru bir MADDE ve TEKNiK yükselişi değildir Kapitalizm, batıya
tekmil madde üstünlüğü getirmekle kalmamış; bütün sosyal körlüklerine ve aykırılıklarına rağmen,
tarihte görülmedik bir ruhsal üstünlük de sağlamıştır. Demek bir memleketin maddi geriliği, hiçbir ruhsal
yücelme gerekçesiyle savunulamaz.
Ondan sonra. Japon yazarları bir şey kekeliyorlar. "Japonya geleneksel ruhi değeri sayesinde
maddi fütuhat yapmış" burası doğrudur. Ancak işte, asıl o, "GELENEKSEL RUH DEĞERİ'"nin ne
olduğu meselesi önemlidir.
Maddi gerçek yanında, Japonya'nın "RUHSAL İLERİLİK'"i medeniyet midir? Gördük: Japonya,
Nara çağından önce, ta Kore'ye ayak bastığı; Çin'in Weiler ve Hanlar sülaleleriyle temas ettiği günden
beri, İsa doğumundan az sonra birden bire medeniyet ile ilişkiye girmiştir. Ve çokça etkilenmiştir
Ancak, bu medeniyet maddi bakımından ne kadar ilen üretim elemanları getirmiş olursa olsun,
kendisi artık çökkünlüğün bütün arızalarıyla hasta bulunduğu için; bu hastalığını, Japon toplumuna bir
türlü tümüyle bulaştıramamıştır. Japon halkı, tarih öncesi barbar hayatını yaşamaya devam etmiştir
Japon yazarların övünmeleri gerekir, övünmekte halklı olabilecekleri tek durum: Britanya
Adalarında sonradan İngiliz adını alacak olanların ayakta, çökkün medeniyetten uzak kalabildikleri gibi,
Japon toplumunun da Allah'a şükredelim Asya kara kıtası çökkün bezirgan medeniyetinden oldukça
uzak durabilmişti. O sayede, ilkel sosyalizmin "GELENEKSEL-RUHSAL GÜCÜnü koruyabilmiş ve onlar
sayesinde kapitalizmin "MADDi FUTÜHAT"ını o kadar çabuk zamanda başarabilmişti. Bu gerçeği
kavramayan Japon yazarları, Japon olaylarının Yedo çağında aldığı tavrını, ister istemez, kendilerini
"ÇOĞU BATILILAR" gibi görmekten alıkoyamazlar O zaman şöyle yakınırlar:
" Japonya, Tokugava çağının mağrur ve dar kafalı bir derebeyliği içine gömüldüğü 300 yıllık
donmuştuk sırasında memleket, hiç şüphesiz Çinli ve Hintli elemanların Japonlaştırılması yoluyla bir
çeşit temizlik ameliyatı geçirmişti. Bununla birlikte, en sonra, bir soysuzlaşma ile karşılaşıyoruz. Ve bu
çağın son yılları, örf ve adetlerin (marrlerin) veya medeniyet ifadelerin genel bir gevşeyişi île
karakterleşme oluyor."(KuniM. s: 104)
Japon yazarları, yalnız Japon edebiyat tarihine önem verdikleri için, Yedo çağını yalnız
"MAĞRUR VE DAR KAFALI" bulabilirler. Bu olumsuz biçim altında bile, kendi söyledikleri gibi ortaya bir
"TEMİZLENME AMELİYATI" çıkmıştır.
Siyaset kabuğunun edebiyat cilası altında ise, Japon toplumu, ondan önce 1603 yılında
yapamadığı derin ekonomik ve sosyal değişiklikleri, 283 yılda geçirmekten kurtulamamıştır.
Yazarlar, yalnız 1868 ile başlayan Meiji çağındaki kapitalizme atlayışı göz önünde tutuyorlar:
Bu atlayışı "MUCİZE" saymaları ise, ondan önce 300 yıl süren uzun Yedo çağındaki birikişleri
görmemelerinden;' kuru bir "TECERRÜT" (soyutlama) saymalarından ileri gelir.
Mağrur kapitalizm, batıda da, doğuda da içinden çıktığı "DEREBEYLİK" çağını inkâr ederek
doğduğu için; derebeylik sadece bir olumsuzluk-donmuşluk-ölüm çağıymış gibi, alerjik duygusallıkları
biçimlendirmiştir.
Derebeylik, gerçi ne antika medeniyet, ne modern medeniyet değildir. Tam ve orijinal bir
"ORTA ÇAĞ" olduğu için, bol bol kötülenir. Gerçekte derebeylik, her yerde-her zaman bir medeniyetini
TARİHİN GELİŞİM YOLUNU tıkayacak kadar çökkünleştiği sıralar, o medeniyete COUP DE GRACE'nı
(öldürücü vuruşunu) indiren barbarlığın yarattığı geçit çağıdır.
Bu geçit çağlar, yalnız "DAR KAFALI" olmakla kalmazlar: ne kadar "MAĞRUR" (barbar)
olurlarsa, o kadar orijinal ve gerçek yeni gelişmelere yol açarlar.'
Japonya, eğer Çin veya Hint yahut yakın doğu medeniyet ülkeleri gibi “BOL KAFALI" veya
"GENiŞ MEZHEPLİ" olsaydı; , tecavüzü hiç sayan alçak davranışlara katlansaydı; kurnazca kapısını
çalıp evine giren ve nice bön'daimyoları hrıstiyanlaştırmayı beceren batı kapitalizminin kolayca
sömürgesi yahut yarı sömürgesi olurdu. Tokugava çağının 300 yıl sürmesinde dirliğini yitirmemiş olması,
Japon toplumunun ilkel sosyalist insan kolektif aksiyonu ile tarihsel gelenek göreneklerinde
"MAĞRUR" bulunması, büyük rol oynamıştı.
3-NAPOLYON VE HlDEYAŞl ZITLIĞI: JAPON MiLLi SAVUNMASI
Yedo çağı, bu açıdan bir ön yargı ile çarpıtmaksızın incelenmelidir. Yedo çağının dışından ve
üstün körü edebiyatçı gözüyle görülüşü, çok başka yorumlar getirir:
" Morumaçi çağının doruğuna doğru Sengoku zamanı, Japonya bir savaş meydanına döndü.
Ve birçok bölgelerin şefleri iktidar uğruna dövüştüler."(Kuni M. s:72)
" Nakumaga'dan sonra Japonya'nın Napolyon'u Hideyaşi, muzaffer oldu. 1598 yılı, bugün
Tokyo adını alan Yedo kentinde, Hideyaşi lyeyasa, halef oldu. Ve 1603 yılında, Soğun tayin edildi."(Kuni
M. s:73)
Morumaçi'den Yedo çağına geçiş, edebiyat bülbülleri için bu kadar basit görünen Yedo
değişikliğinin oluş sebeplerine yukarıda biraz dokunduk.
Napolyon, kapitalist sınıfının iktidara gelir gelmez başlayan halk düşmanlığını temsil eder.
Japonya'da 1603 yılında kapitalizm yoktu ki sermaye iktidara gelsin; halka karşı derebeyiler ile uzlaşsın
ve Napolyon gibi bir maceraperesti Allahlaştırsın.
Hideyaşi, Napolyon değildi; tam tersine önce kendisi bir köylü çocuğu idi. Sonra kapitalizme
karşı Japon MİLLİ SAVUNMASINI başardı:
"Tokugavaların ortaya çıkışı, Japonya'nın Avrupa'ya karşı durumunda tarihsel yöneliş
değişikliği yaptı. Sözcüğün en sıkı anlamıyla Tokugavalar, memleketlerini gemici olsun, misyoner olsun
bütün yabancılara kapattılar." (Rene Groussette Le Civilisation... s:217)
4- YENİDEN TOPRAK DEVRİMİ: DİRLİKLERİN CANLANIŞI
Yedo çağının karakteristiği, toprak ilişkilerine getirdiği düzenle anlaşılabilir. Bu düzen, 1600
yıldır geçirilmiş bin bir altüstlüklere rağmen, görmüş olduğumuz gibi, ancak Osmanlı dirlik düzenini
yaşayan Japon topraklarında beliren derebeylikleşme durumunu, bir daha altüst etmek idi.
Tokugava kahramanı:
" Kişisel rakiplerini, idam ettirdikten sonra taraftarlar lehine Fief (gerçekte dirlik)lerin yeniden bir
genel paylaştırılmasını yaptı. 1603 yılında, imparatordan Soğun unvanını alarak, zuhurunun (ortaya
çıkışının) kutsal değerini yaptırdı." (Rene Groussette keza s:211)
Bu davranış bize, Japonya topraklarının hangi durumda olduğunu açıklar. Topraklar, batı
kapitalizmi anlamında değil; batı derebeyliği anlamında bile bir kişi mülkiyeti olmaktan fersah fersah
uzaktır.
Haddine mi düşmüş! Bütün bir milletin kendisine temel yaptığı kişi mülkiyetini, herhangi bir
savaş kabadayısının bir vuruşta herkesin elinden alıp kendi adamlarına dağıtabilsin? Burada
dağıtabiliyor. Demek, halk yığını toprak üzerinde istikrarlı bir kişi mülkiyetini henüz benimsememiştir.
Aslında dağıtılan şey “DİRLİKLER"dir. Besbelli Tokugava çağına dek, mülkiyeti topluma ait
bulunan topraklar, üretim ve mülkiyet ilişkilerine dokunulmaksızın yalnız iratları bakımından el
değiştirmiştir. Gördüğümüz gibi Japon toplumunda 1600 yıldır, bu el değiştirme sık sık yapılır
Tokugavaların aynı şeyi yapmaları yadırganamaz. Ancak, gelirlerin (iratların) el değiştirmeleri,
toprakların kutsal toplum orta malı durumunu ortadan kaldırmamıştır.
Bunu da şuradan anlıyoruz. Tokugavalar, yaptıklarını meşrulaştırmak için, hala TENNONUN
TASVİBİNİ (onayını) almaya muhtaçtırlar.
Bu toprak temeli anlaşıldıktan sonra, Tokugavaların öteki olayları seçilebilir:
" Şoen sistemi, artık tamamıyla bir yana atıldı. Ve yeni bir toprak sahipleri tabakası ortaya
çıktı. Bunlar ekonomi icaplarıyla yasallarını burçları içinde topladılar. Köyler üzerinde sıkı kontrollerini
yürütmek üzere, tarım kontrolörleri kullandılar. Eski biçimin ortadan kalkıp yenisinin ortaya çıkması artık,
BUŞl-KÖYLÜ arasında, apaçık bir farklılaşmaya yol açtı Hatta Buşi olmayan halkın içinde bile, şimdi
KÖYLÜLER ile TACİRLER ve ESNAFLAR birbirlerinden ayrılıştılar." (Otto B. s:201)
5- KOMÜNATE'NlN CANLANIŞI ALTINDA PARA İRADI VE DEVLET
Ancak, bu parçalanış, komün ruhunu birden bire ortadan kaldırmaz. Japon komün gücü, düz
mantığı her zaman şaşırtacak diyalektik ile gelişir:
" Geç derebeylik mümessilleri olan yeni Daimyolar, büyük arazileri içinde sınırsız hüküm
sürdüler. Aralarında şimdiye kadar yaptıkları savaşlar yalnız alanların- genişletmek amacını güderken,
şimdi artık hegemonya için savaşma haline geldi. Bu savaşı, Oda Nabunaga (ölümü: 1582) büyük
başarıyla yürüttü. Ama ancak, onun başbuğu olan Toyatomi Hideyaşi (ölümü:1598) bu savaşı, 1591
yılında bir egemenlik altında, biricik bir Japonya ile sonuçlandırabildî. Hideyaşi, Daimyo'nun mülkiyetini
müsadere etti (toplumcullaştırdı). Bir bakıma göre, tekrar kiraya verme hakkını elinden aldı. Tarım
kontrolörleri sayesinde, şehirdeki sahip olma (mülkiyet) ilişkilerini tanımıştı. Nitekim, daha sonra,
Daimyolara genel olarak mülklerini tamamen dirlik olarak bu akmak, yoluna döndü. Kendilerine bir çeşit
bağımsızlık tanıdı ve onlar imparatorluğun idare teşkilatı içinde organlaştılar En sonra düzensizliğe
düşmüş bulunan vergi sistemini birleştirdi. Hükümet içinde ölçü ve tartıları ahenkli birliğe kavuşturdu,
öteki tedbirleri arasında* tekelli loncalar (za) kurmak, para basma hakkını sınırlandırmak, düzenli bir
alışveriş ağı yaratmak vardı. Yine o arada bir takım reform işlerine girişti ve merkeziyetçi idarenin
ekonomik temellerini attı. Şimdi, memleket ve halk, Daimyo'nun arazisi üzerine serpilmiş
bulunuyordu Orada Buşi’nin egemenliği, tamamıyla alt edilmişti. Dami dirlik (Yehus) sistemi ile
derebeylik son basamağına ulaştı. Erken derebeylik çağı param parça
oldu.
Tokugava
lyeyazu
(ölümü: 1616), Toyatomi düzenini 1604 yılında, bir yana attı. Ve bugün Tokyo denilen
Yedo’yu,Tokugava şogunluğunun idare merkezi haline getirdi Artık iyice güçlenmiş derebeylik içinde,
devlet teşkilatı ortaya çıktı. Geç derebeylik çağı, Japon tarihinin en canlı çağı oldu. Her tek kişinin
kabiliyeti, itibar ve gelenek sınıflandırılmalarından kurtulup, serbestçe açılıp gelişti. Bu Japon oluşumu,
onu gören 3000 önder kişinin çıkageldikleri kökten (menşe-ilerinden) belli oldu. Oda, hanedan Şiba
kuşağının vasalı durumunda idi. Tokugava hanedanı, ilkin küçük bir köy asili ailesindendir."(Otto
B.s:201)
Buradan anlaşılan gelişme: Osmanlı dirlik düzeninden kesim düzenine geçişi hatırlatır.
Yalnız, Osmanlı gelişimi: bütünüyle kaşarlanmış tefeci bezirgân medeniyet ilişkileri içinde olur.
Japonya'da henüz hiç öyle bir toplum gelişimi yoktur. Herhangi bir kan şefi (Alman bilginleri için "Şiba
kuşağının vasalı" yahut "küçük bir köy asili") üstün gelir gelmez, o zamana değin Japonya toprakları
üzerinde FUZULİ İŞGAL" gibi yerleşmiş görülen derebeyleri (daimyoları), Tenno'dan izin almak şartıyla,
bir anda dirliklerinden uzaklaştırabiliyordu.
Sonra, bir yol sarsılmış bulunan kan anayasası düzeni yetmeyince (tıpkı Franklardan
Saylonların, kadım Roma devleti yanma kandaşlar geçirmeleri gibi), yeniden o daimyoların ellerinden
alınmış topraklar üzerine, büsbütün tabi dirlikçiler-vasallar olarak yukarıdan buyrultuyla getirildiler ve
Japonya'da ilk defa gerçekten kan teşkilatları üzerinde, yerli malı bir devlet teşkilatı taslağı belirdi.
Yalnız, Tokugavalarm kendileri de henüz birer kan teşkilatından çıkageldikleri için, içinden çıktıkları
yumurtanın kabuğunu beğenmemek durumuna düşemezlerdi.
Yani, yeni doğan bir devlet veya idare taslağı, Tokugava çağında dahi, kan anayasası dışına
çıkmayı düşünemeyecekti. Kan teşkilatlarını, kendisine sosyal temel yapmaktan kurtulamayacaktı.
Siyasi iktidarda, el değişmesi vardı Ama, yapı değişmesi inanılmayacak kertede belli belirsiz
olacaktı. "HER TEK KİŞİNİN KABİLİYETİ" denilen şey, kan sınırları dışına doğru taşmanın
(parçalanmanın) başladığını gösteriyordu. Ama, bunun yavaş gelişimi, kan teşkilatını aşındırmaktan,
daha yüzyıllar boyu uzak kalacaktı.
Yalnız, ilkel Japon dirlik düzeni (Şoen sistemi), Tokugava çağı ile birlikte artık bir daha gen
gelmemecesine tarihe karışmıştır.
6- KOMÜN RUHU + PARA İRADI + DEVLETÇİLİK +KAPİTALİZM
Yeni sisteme, Alman bilginleri, BAKU-HAN SİSTEMİ adını verdiler. Bakufu Soğun, dirlik
devletinin ve derebeyinin yerini aldı, 'Tokugava Soğun, halefi Daimyo'yu devirerek, onun yeni durumuna
geldi." Arazinin (Dami) büyük bölümü üzerinde doğrudan doğruya gözetim hakkının gücüne
(kapıkullarına) sahip oldu. Han ise, Şogunluğun alt katı olan Zimmanlık'ın alanı içinde, yarı bağımsız bir
durum kazanarak, çok sayıda vasallara sahip oldu. Üçüncü Tokugava Şogunun Isutak (1622-1681)
zamanında BAKUHAN SİSTEMİ pek güçlüce biçimlendi. 5. Soğun Tisunayaşi (1680-1700 zamanı),
büyük çiçeklenişine erdi:
" Tokugava şogunluğu, Buşi'nin yarattığı en güçlü rejim oldu. Tokugava, ne yaptığını bilerek
(zieibement) bir ev: hanedan iktidarı kurdu: bu ona, egemenliği için gerekli ekonomik gereci: inzibat
kuvveti (rudahalt) sundu.1600 yılında,Tokugava ile yasal hasım Daimyocular birleşik ordusunu
Yagihara'da yendikten sonra, 1603 yılında, Tennoca kendisine soğun unvanı verildi. Daha sonra,
üzerinde dolaşır kontrol usulünü gördüğü alanı öylesine genişletti ki, bütün Japon üretiminin %23 ü onun
kasasına aktı. Ondan başka, şogunun yerleri ve topraklan, belli başlı askerlik ve ekonomi bakımından
en önemli alan haline geldi. Maden işletmeleri (bonkwerksbatribe) de, tekel olarak şogunluğun ekonomik
iktidarı altına girdi."
" Vaktiyle, Japonya 'da iyi gelişmemiş olan para basma sistemi (münzussen), ticaretin alıp
yürümesi üzerine, gereken para ihtiyacını kapatıyordu. Kimi daimyolar, altın para bastırdılar Ve Evi
Toyotomı, bu yolda ekonomik bakımından güçlük çekmişti. Tokugavalar, kanunca ödeme aracı olarak,
altın-gümüş ve bakır sikkeler çıkardılar. Ve para basma sistemi üzerinde kontrol yürütme yolundan
zenginliklerini çoğalttılar. Dış ticaret kazançları da Şogunluk kasasına girdi." (Otto B. s:202)
Bundan anlaşılanlar, çok açıktır. Japonya'da para ve devlet, yerli birer kuruluş olarak ancak,
Tokugava çağında sahneye çıkabilmiştir. Tokugava çağı ise, bir tesadüf gibi gösterilmek istenen
biçimde açıkça, Japonya'nın BATI KAPlTALİZMİYLE TANIŞMAYA BAŞLADIĞI günlerden beri sahneye
çıkmıştır.
Başka deyişle, Kamakura-Heian-Namboku-Morumaçi çağlarında, nasıl Japonya, Asya
kıtasındaki antika medeniyetlerin 800 yıl top atışı altında gelişime uğradıysa; tıpkı öyle, Tokugava
çağında da Japonya, BATI AVRUPA MODERN MEDENİYETİ'nin uzaktan uzağa top atışı altında
gelişime uğradı.
7- ATEŞLİ SİLAHLAR + HRISTİYANLIK + KAPİTALİZM+ KOMÜN RUHU
Hatta hiç üzerinde durulmayan bir nokta var: küçük bir "KÖY ASİLİ" sayılan adsız kan şefi Evi
Tokugava, nasıl oldu da, Japon krallıkları içinde ansızın sivrilip, Japonya göklerinde 283 yıl parlayan
emsalsiz bir yıldız olabildi?
Bu sorunun karşılığı bize, Japon mucizesinden önceki 300 yıllık macerasını oldukça
açıklayabilir. Klasik tarih, konunun bu öz problemi üzerinde hiç durmuyor. Yalnız ara sıra, ağızdan
kaçırırcasına, bir iki olay veriyor: Tokugavalarm sahneyi tutmalarında, batı kapitalizminin ne kadar
önemli rol oynadığına, şu iki su götürmez belge tanıktır:
1) Savaş tekniği; 2) Politik ilişkiler.
1) Savaş tekniği, en yalınkat ve en kesin belgeyi verir:
" Kamakura çağına dek, savaşlar şövalyece-ATLA yapılıyordu. 100 yıllık allak bullak oluşlar
sırasında, en altı halk tabakalarından büyük sayıda YAYA askerler savaşa katıldılar. Kesin faktör, 1543
yılı Portekizlilerin ATEŞLi SİLAHLARI ithal edişleri oldu."Otto B. s: 196)
Kamakura çağı, 1185–1332 arasında, 147 yıl sürer. O çağdan sonra Japon Buşilerin arasına,
Japon yayaları katılmıştır. Sebebi de besbelli: kan şefleri arasında Şogunluk rekabetlerinin yarattığı
kargaşalıklardır. Fakat, bütün o "ALLAK BULLAK OLUŞLAR" (wirren und faden), Japon toplumunda,
medenilerde görülen istikrarlı ve köklü bir devlet teşkilatı kurulmasını sağlayamamıştır.
"KESİN FAKTÖR”: ateşli silahlardır. Onlar da batı kapitalizminin yadigârıdır. Ve sahneye 1543
yılında çıkarlar.
Tokugavalarm 1603 yılı, resmen Japonya tarihinde ilk defa tartışmasız merkezileşmesini
temsil eden ve "EVİ HANEDAN" egemenliğini kuran bir sistem yaratabildikleri göz önüne getirilirse;
modern batı medeniyetinin teknik alandaki etkileriyle, Japon toplumuna aşıladığı sonuçları daha iyi
sezilebilir.
Japonya'da ilk ateşli silahın satıldığından 60 yıl sonra, Japonya'da görülmedik derecede
merkeziyetçi ve görülmedik derecede bir aile tekeline geçebilmiş; dolayısıyla 300 yıl sürebilmiş bir devlet
teşkilatı kurulmuştur. Bu teşkilatın kadrocuları, Tokugava kan şefleri olur.
2) Politik ilişkiler, Morumaçi 1332-1392 çağında, Şoen sistemi değişince, savaş profesyoneli
Buşiler, işsiz kaldılar. Kamakura çağından beri, Japonya'ya akmış bulunan Çin parasının etkisi altında,
sivil ekonomi işlerine özendiler, iç pazardan çok dış ticaret, az çok açıktı. Ancak bu ticaret, hiçbir vakit
kapitalizmin anladığı "ÖZEL İŞ GİRİŞKENLİĞİ" biçiminde değildi.
Bugün devletleştirilmiş denilen şekilde bir çeşit resmi alışveriş, "DENiZDEN MAL ALIŞVERİŞİ"
gelişti. Ve deniz ticaretine katılanların kudretleri arttı, iç ülke pazarı, Çin ile ve Kore ile yapılan resmi
ticaret/n özelliklerine (ansfüche) yetmez oldu. (Otto B. s:206)
Japonlar, güney Çin'e dek uzanan gezileri denedikleri sırada, batı kapitalizmi, Hint yollarını
zorlamaya başlamıştı 1410 yılı Portekiz, Hindistan'da Goa'ya sonra Makao'ya, 1592 yılı Kiyuşu
adasında Tanagasimo'ya geldiler. Büyük halk yığınları, tabii ekonomi içinde yaşayan Japonya ile,
bezirganca ve vurguncu alışverişte rakipsiz kalan ispanya ile Portekiz:
" Hele baharat ticaretinden büyük karlar çektiler. Tüccarlar ki, sıkıca olarak uzak doğuya
Katolik misyonerleri özellikle Cizvit tarikatları çıkageldiler."(Otto B.s:206)
Japonya'nın ithalatı; Çin'den: ham ipek, giysi, kurşun, demir, cıva; güneyden: deri, ilaç,
baharat; Avrupa'dan: ateşli silah, barut, pamuk, giysi idi.
Japonya'nın ihracatı; gümüş, metal, sanat işleri, lale işi, kesici silahlar idi.
Tabii, bu alışveriş, halkın "KAPALI" duran dondurulmuş ihtiyaçları için değildi. Batı orta
çağındaki derebeyleri gibi gelişen Daimyoların silahlanma ve lüksleri için yapılıyordu.
Bu yeni maddi ilişkiler üzerine, yeni manevi ilişkiler gerekti. Eski manevi ilişkiler, tefeci
bezirgânlığın derebeylikleşmiş, yalnız acı güç ve zorbalığa güvenen antika medeniyet denilen cinstendi.
Budizm, din derebeyliğine karmıştı. Silahlı adamlarla, "DEREBEYİ KARAKTERLİ BİR SOĞUN" idi. (Otto
B. s:206)
Kapitalizmin girişken kişisi, daha insancıl, maneviyatta insanı gönülden avlayan hnstiyanlığa
dayanıyordu:
" Şehit olmaya hazır bulunuş, hekimlik bilgisi ve şefkatlilik gibi toplumu eğitici, kendini verici ve
başka kültür ilerleyişi gerektiren faaliyetleri sayesinde hrıstiyanlık misyonerleri, Budizm sayesinde büyük
itibar kazandılar."(Otto s:207)
Bu sokuluş tarzıyla, batı kapitalizmi, Japon kodamanlarını birden bire avladı. Tokugavadan
önce başarı kazanan Oda Nabu Naga, ateşli silahla kendilerini beklerken, hrıstiyaniığa yaklaştı. Böylece
yeniçağın alın yazısı: ateşli silah + hrıstiyanlık + kapitalizm kuvvetleriyle çizildi.
Tokugava çağının doğrudan doğruya kurucusu Hideyaşi de, Alman tarihçilerine göre,
hrıstiyanlığı yani batı kapitalizmini iLKiN HOŞ GÖRDÜ". Açık niyetleri için, yeterli belgeler elimizde
bulunmamakla birlikte, yalnız bu gidiş bile Tokugava gelişmesinin Kapitalizm etkilen altında determine
olduğunu ispata yeter.
Şu var ki, 17.yüzyıl Japon toplumuyla batı kapitalizmi, gerek ekonomik ve gerekse sosyal
bakımdan tam: " KIRK YIL BİR KAZANDA KAYNASALAR DA, ET SULARI BİRBİRLERİNE
KARIŞMAZ" denilen tipte iki ayrı ve zıt dünya idi.
Osmanlı antika medeniyeti tefeci bezirgân ilişkilerine ibret olarak, derebeyliğe batıp
boğulurken; Japon yığınları bütün Çin ve Hint etkilerine rağmen, yekpareliğiyle Çinlilere parça
kopartmamış kaya gibi, tarih öncesi barbar sosyalizminin içinde idi.
8- TEFECİ BEZİRGÂNLIK VE SOSYAL SINIFLAR AÇILIMI
Portekiz ve İspanya, 200 ve 100 yıldan beri, modern kapitalizme girmiş batı Avrupa
toplumunun uzak dış ticaret yollarında, atalet halkasıyla büyük rol oynayan öncüleriydiler. Başka
deyimle: Japon toplumunun siyasi üst tabakalarının ardında ilkel sosyalizm yatıyordu. Portekiz ve
İspanya, bezirgân hrıstiyanlığının ardında kapitalizm yatıyordu.
Ne kadar İLKEL" bulunursa bulunsunlar, bu iki zıt güç: sosyalizm ile kapitalizm, er geç
doğrudan doğruya kapitalizm etkileri olan maddi ateşli silah ve manevi hristiyanlık etkileri altında iktidara
gelmiş bile olsalar, Japonya:da dayandıkları geniş insan yığınlarının da sosyal yapıları, kendilerini
çarçabuk ve ister istemez kapitalizmden kopmak zorunda bıraktı. *
-Osmanlı Islahatçıların (reformcularının) bütün batı taklitçiliklerine rağmen, en sonra, yine bu
çığırın içine düşüp boğuldukları gibi, Japonya'da da kapitalizmin "ZAMANI GELECEK" idi.
Daha 300 yılık uzun bir hazırlık devri yaşanacaktı. Tokugava çağı. Japonya'nın o kapitalizme
hazırlanış çağı oldu. Bunu Tokugava liderlerinin "BİLİNÇ" lerine bağlamak, çocukları bile güldürür. Ama,
tarihin kuklaları olarak, Tokugava;nın yaman beyleri sahnede görüleceklerdi. Yaptıklarını kendileri dahi
bilmeksizin şimdilik günü gününe çevre etkileri altında kalarak, iktidarlarını sağlar sağlamaz destek
gördükleri batı kapitalizmine dirsek çevirmekten geri kalmadılar:
Şogun'un da, Daımyo'nun da kökü, Buşi'dir (samuraydır).
Hepsi savaşçıl kan şefleridirler. Buşiler içinde "TALİYAR" (maddi manevi üstünlük kazananlar),
Daimyo olurlar. Daimyolar içinde "TALlYAR" olanların bir tanesi de Soğun kesilir.
Bu idareci kadronun altında üretmen sınıflar yaşar. Onların esas işleri ve savunmaları, tıpkı
Osmanlı reayasında olduğu gibi, Buşilere düşer. Buşilerin geçimi ise, doğrudan doğruya üretmen
köylüler tarafından sağlanır, ilkin Buşiler de üretmen köylülerden başka bir şey olmadıkları için; Japon
köylüsü, hiç değilse ilk zamanlar, Osmanlı reayasından çok farklıdır. Osmanlı reayası, göçebe
katılmalarının ilkel sosyalist gelenekleri sayesinde, kendiliğinden bağışladıkları eşit ve adaletli dirlik
düzeni içinde yaşarlar. Japon köylüsü, kendi iç teşkilatı doğrudan ilkel sosyalist yaşantıya dayandığı
için, kendilerini kandaşları Buşilerden çok aşağı bulmazlar.
Esnaflar ve bezirgânlar: çok sonra meydana gelen zümrelerdir. Para iradıyla iş bölümü aranıp
da, köylüler arasında zengin-züğürt farklılaşması olunca; normal kapalı köy komünası ve ekonomisi
dışında, Avrupa orta çağının şefleri gibi toplum dışına kaçmış insanlar, ziraat dışında yalnız esnaflık
yahut alışverişle uğraşırlar.
Onun için, ilkel Japon toplumunun en aşağı ve hor görülen insanları, bu sonunculardır
Tokugava çağı ilerledikçe, Avrupa'da burjuva sınıfının yüze çıkması gibi bezirgân ekonomisi
gelişimi ile roller tersine döner. Köylüler, toprağın esirliğine iner (sertleşir). Daimyolar, Buşiler iflas etmiş
olur. Sivrilen satıcı-davacı 'tefeciler, "SAYGIDEĞER BEZİRGÂN" sınıfı durumuna girerler. Bu bakımdan
Alman bilginler şunu belirtir
" BAKUHAN (kesim) sisteminin getirdiği sosyal değişiklik: Buşiler, köylüler, esnaflar ve tacirler
arasında, tabaka basamaklarıyla birlikte sınıf farklılaşmasıdır."(Otto $:205)
Bu görüş kısmen doğrudur. Sosyal sınıflaşma, Tokugava çağında başlamıştır. Yalnız, o çağın
başında, tabaka basamaklaşmasından başka bir şey yoktur. Köylüler, parayla alıp satıma başladıktan
sonra, Japonya'da bütün öteki sosyal kümeler dışında tamamıyla yerli sayılabilecek yeni ilk sosyal sınıf:
BEZİRGÂNLIK doğmuştur. Fakat, bezirgan sınıfı, memleket kaderinde rol oynamaktan, çağın sonuna
kadar uzak kalmıştır. Bunu, yine aynı belgelerden anlayabiliriz:
" Normal olarak her yeni Soğun makamına çıkar çıkmaz biriliklerine bir buyrultu (ziehmbisef:
dirlik fermanı) ile tayin ederek, Daimyolanın da kendi malına sahip olduklarını özellikle tescil eyler."
Bu sistem, dirlik düzeninde yapılan miri toprak tasarruflularının, vakıf dahi olsalar, dilerlerse
sahiplerinin alabilme yetkisine benzer, İslam dünyasında, bu sosyal şeriat (kanun), ancak Fatih Sultan
Mehmet gibi büyük çığır açan hükümdarlar tarafından uygulanmıştır. Onlar dışında, ölü düstur olmaktan
çıkamamıştır.
Çünkü, üzerinden geçilmiş bin bir medeniyet çöküntüsü üzerine gelmiş barbarların etkisi, bu
kökleşmeye çarçabuk uymuşturlar
Japonya'da Tokugava çağında gördüğümüz gibi, her yeni Soğun, toplumun toprak mülkiyetini
temelinden değiştirebilir. Bu özellik, Japon toplumunda bu çağın sonuna kadar geniş yığınlar
bakımından böyle istikrarlı bir kişi mülkiyeti ilişkisi ve dolayısıyla sosyal sınıf ilişkilerinin birleşmediğini
anlatan Japon hiyerarşisindeki insan durumlarında ve ilişkilerinde okuruz:
“Baku Han sisteminin sağlamlaşması, merkezileşmesi, alt dirlik teşkilatı biçiminde olur."
Japon toplumunda ilk defa Tokugavalar, kişiyi "AİLE" adı verilen kan teşkilatından kopartmaya
çalışırlar.
“ Buşiler, öteki halk tabakalarından farklı bir güdücü tabaka oldular. Daimyo sisteminin gelişimi
sonucunda, Buşi hayatının temeli, artık toprak tasarrufu ile bağlı köy hayatı değil: belki Daimyo şehrinde
maaşlılık (gehalt) oldu. Ve sınıf teşkilatı içinde, prensler ile adamları arasındaki- bağlılık: aile birliğine
mensup olmaktan daha sıkı idi. Herhangi bir sebeple, hiçbir Daimyo'ya hizmet etmeyen Buşi, Ronin
(KAPISIZ) sayılarak toplumdan kapı dışarı edilmiş haline gelirdi. Ehram gibi kurulu Buşiler teşkilatının
tepesine Şoğun otururdu." (Otto s:205)
Bu durumda, eski Kan şeflerini artık kan bağlılığı yerine sivrilmiş kişi kulluğuna çevirmişlerdi.
Ama bunu yapabilmek için bile, sivrilen kişiler (daimyo veya şogunlar), hala "AiLE BiRLiĞi" gerçeğinden
bir yol çıkmaya karşı ihanet edişleri yerine koyuyordu. Ve bu suçu işleyenleri, hrıstiyanlıkfa "AFOROZ"
kılığında soysuzlaştırılmış bulunan kadim Yunan kentlerinde, Oskrasizm adını alan biçimde bütün
kandaşlık haklarından yoksun ediyordu.
Ronin adını alan, Osmanlı deyimiyle "KAPISIZ" kalmış Buşı, kol kuvvetiyle çalışmak üzere
"TOPLUMDAN KAPI DIŞARI" ediliyordu Bu yaman cezanın yanında, Buşilerı verimleştıren ödül, onların
artık öteki kandaşları olan köylülerden ayırtlı imtiyazlara kavuşturulmaları oldu
" Buşi yoldaşlar, hakim sınıf olarak büyük itibar görüyorlardı. Sadece onlar aile adı taşıma
hakkına sahiptiler. Onların iki kılıcı: üstün sınıf ve karısını temsil adıyordu. Kuvvet, terbiye (oluşum:
bildung), keskin zekâlılık ve ahlaklılık, onlarda her şeyden önce varsayılan özelliklerdi. Onların hayat
prensibi: kahramanlık, şeref, meşruluk (yogolitat) ve fedakârlık (kendini veriş) idi. Baku Han sisteminin
savaşçı grupları içinde (geisteshaitung) geleneğinden kaldı. Ve konfüsçuluğun etkisi altında, bir sınıf
terbiyesi olan BUŞİDO: savaşçı yolu denilen durum ortaya çıktı. Japonların gemi gezisiyle deniz üstü
seyahat yapmalarını ve dış ülkelerde oturmuş Japonların geri dönmelerini yasak etti." (Otto s:210)
9- SÖMÜRGE OLMAYIŞ: "MiLLi" SAVUNMA
İlkel sosyalist yaşantısını henüz yitirmemiş bulunan Japon barbar insanı, bireyci-özel girişken
batı çıkarcısı kapitalist insanını: necaset (pislik) görmüş Müslüman gibi, tiksintiyle yok ediyordu. Ancak,
300 yıl sonra, 1945 yılında, batılı kapitalizminin ilk atom bombasıyla öcünü çıkarabileceği olaylar,
Nagazaki'de geçti:
" 1637 yılında, Simabasa yarımadasında, hrıstiyan ayaklanması bastırıldı. 1639 yılında, bütün
Portekizliler, Japonya'dan kovuldu. Nagazaki, tek dış ticaret yapılan şehir olarak seçildi. Orada yalnız,
Hindlandlılar ile Çinliler, sınırlı çapta ve sıkı kontrol altında ticaret yapabileceklerdi. O zamanki Japon
halk ekonomisinde, dış ticaretin rolü o kadar aşağı kertede idi ki, Şogunluğun aldığı bu tedbirler, en ufak
bir direnç ile karşılaşmadı." (Otto210)
Alman bilginleri, bu manzara önünde "JAPONYA GERi KALDI" kanısına varıyorlar. Oysa
burada, "GERi KALMAK-İLERl GiTMEK" gibi duygusal hükümlere yer yoktur. Olayın kendisi:
1)Tefeci bezirgan antika medeniyetinin, Japonya’da bir türlü sınıflaşma soysuzlaşmasına
gidemediğidir.
2) Japon ilkel sosyalizm kalıntısının, ateşli silah gibi üstün başarılı teknik harikalarıyla ve
sınıf çatışmalı soysuzlaşmayı, din kılığında sokmaya çalışmış modern kapitalizme karşı bile
kendisini her silahla savunmasıdır.
Dış ticaretin Japon ekonomisinde rol oynamayışı sürecini, bundan başka hiçbir şey
ispatlamaz.
10- JAPONYA'DA KAPİTALİZME GEÇİŞ PATLAMASI: PARA İRADI + SOSYAL
SINIFLAŞMA + ABD KAPİTALİZMİ
Japon tabii ekonomisi, bezirgân ekonomiye düşmandı, ilkel sosyalizm halkı, sınıflı medeniyete
karşı kendi varlığını koruyacaktı. Bu savunma, kapitalizmin yüzüne karşı Japonya'nın kapıların, kapama
şeklinde oldu.
Bu kapanma, Japonya'yı kendi ilkelliği içinde 280 yıl kapalı tuttu. Bu durum sonuna kadar
başarı olamazdı elbette. Çünkü, modern kapitalizm, antika tefeci bezirgan medeniyetinden çok farklıydı
Bir yandan makineleşmeyi geliştirme, muazzam teknik devrimlerle dayanılmaz bir kuvvet oluyordu.
Antika medeniyetler gibi, üretici güçlere arpa boyu yol aldırdıktan sonra, tekniği batağa saplayıp yerinde
saydırmıyordu, öte yandan, ne de olsa, sosyalizmin eşit-kardeş insanını yaratamasa bile, üretim
temelinde köle iş gücü yerine, hür işçi kullanıyor; bir sınıfın kayıtsız şartsız egemenliğini de sağlasa
sosyal devrimler çağıyla, insanlığa bir burjuva hürriyeti getiriyordu.
Japonya'da 1600 yıldan beri, ilkel sosyalist toplumun sırtında sivrilmiş Buşilerin yerinde sayıcı
babahanca baskı sistemleri, halka karşı ne kadar haklı meşruiyetlerini sürdürürlerse sürdürsünler,
önünde sonunda kontrolü elden kaçırabilirdi. Modern kapitalizm gelişimi, bir yol Japon toplumunun içine
düşmüştü. Antika medeniyetlerin Japon toplumunda binlerce yıl yapamadığı mayalanmayı, batı
kapitalizmi birkaç yüzyıl içinde başaracaktı.
Tokugava çağı boyunca, Japon ekonomisi bir yer altı kömür madeni, bezirgân ilişkiler ise o
madeni kazmayla ufak ufak kazabilen madenciler oldu. Tokugava veya Yedo diye bilinen çağ, yerinde
saymadı. Kapalı maden kuyusu içinde, dünya gözünden uzakta bir çalışmaya uğradı. Bu uğraşta 1868
yılına dek, Japon havasını bezirgân ilişkilerin grizusu doldurdu.
Sonunda, 1868 yılı, batı kapitalizminin en zıpçıktı külhanbeyi olan Amerikan kapitalizmi,
Japon toplumu içine modern kıvılcımı çaktırır çaktırmaz, ansızın müthiş bir patlama oldu: Japon
toplumu, birkaç 10 yıl içinde kapitalizme geçiverdi.
Bütün bilginleri şaşırtan şey Japonya'da kapitalizme geçişin bir patlama şeklinde yıldırım
çabukluğuyla oluşunu görüp; ondan önceki 300 yıllık Tokugava çağı boyunca, o patlamayı hazırlamış
olan bezirgân grizusunu göz önünde tutmamak yahut gereği gibi değerlendirememek olmuştur.
Japon toplumunun ansızın paldır küldür kapitalizme geçişi: ilkel sosyalizm yüklü bir toplum
içinde patlama olur olmaz; tıpkı İngiltere’de kral firavunlaşmasına karşı Tenyler'in halkla birleşmeleri gibi
bir sosyal mekanizma ile bütün Buşiler, bir yanda yabancı kapitalizme; öte yanda yabancı kapitalizmin
desteği olan Soğun firavunluğuna karşı, kendi ilkel ve kutsal Saşemleri olan Tenno: Mikadoları
çevresinde birleşip, Japon kurtuluş savaşını bir sosyal devrim ile gerçekleştirdi.
Japon hayatında bütün İNANILMAZ" gibi görünen şeylerin mekanizması, Tokugava çağı
boyunca sınıflaşma grizusunun memlekette birikişine dayanır. Bu durum, çok önceden başlamıştı.
Çökkün antika medeniyetinin ruh cenneti olan BUDİZM, Japonya'da yarı kastlaşmış üst tabakalardan,
Buşilerden daha aşağıya halk yığınlarının derinlerine inemeyişleri uzun sürdü.
Çünkü, Japon toplumu ilkel sosyalizmin kan kardeşliği zırhıyla kapalıydı. Bu zırhı, modern
kapitalizmin ateşli silahından başkası delip çatlatamazdı.
11- KOMÜNAL GELENEKLER VE KÜÇÜK EKİNCİ + KÜÇÜK ESNAF + HÜR İŞÇİ =
VERİMLİLİK BİRİKİMİ VE KAPİTALİZM
Kan kardeşliğinin ilkel sosyalist zırhı, bir yol delilince, batı kapitalizminin maddi manevi
ilişkileri, öne çıkar. Köstebek gayreti ile, Japon topraklarının altından girip üstünden çıkmazlık etmez. Bu
bakımdan, 1603-1868 yılları, Japonya'da boşuna geçmedi. Hiçbir vakit "YERİNDE SAYMA" olmadı.
Tam tersine, Japon toplumunun modern sosyal devrimi ile kapitalizme atlaması için gerekli en büyük
birikim çağı oldu. Bunu en çok inkâr etmek isteyen klasik tarih yazarları ispatlar:
" Takugava çağının birinci adımı: ilkel sosyalist yaşantılı Japon toplumunu, kendi kandaşlık
anayasasına dokunmaksızın az çok egemen devlet idaresine göre "DÜZENLEMEK" oldu. Bu
düzenleme (neglman) için varılacak en iyi amaç, ona karşılık düşen örgütlenme için can alacak
noktalara (geistpunkten)göre, köy komünalarını teşkilatlandırmak oldu. Herkes için bu muhtar
(schulthas), biricik köy makamı oldu. Onun yanı başında oturanların toplantısı, komünal ve politik
bakımından önemli idi. Muhtarların durumu, toprak beyinin iktidarına dayanıyordu. Buşi toplumu içinde,
karşılıklı gözetimlerle bölümlenmiş bulunan köy komününün çevresinde oturanlar, kendi küçük köy
komünaları içinde kapalı varlıklarını yaşıyorlardı."
“ Toprağın alım satımı (handal) ipotek altına alınması, yasaktı. Yetiştirilecek meyve çeşitleri,
tüketim için tescil edildi. Vergilerini tümüyle ödemeyenler, sert cezalara çarptırıldı, ödenecek vergilerin
top yekûnu, aile gelirinin yüzde altısını tutuyordu. Ama angarya hizmet işleri, yürürlülükte değildi. Her
mülk sahibinin pirinç tarlası ekonomisi geç derebeyliğe dayandığı zemindir. "(Ottos:210)
Böyle bir toprak düzem nedir? Dirlik düzeninden başka bir şey değildir. Göçebe aşiret
çağındaki kandaş toplumun, ziraat üretimine göre, yukarı barbar ortaklığına kaçınılmaz geçişidir. Selçuk
ve Osmanlı Türklerinin Anadolu topraklarına; Batı Roma medeniyeti üzerine çullanmış barbarların ise
Avrupa topraklarına yerleştikleri zaman görülen ilk DİRLİKÇİ TOPRAK DÜZENİ'dir.
Bu düzenin üstündeki Tokugava Şogunluğu, batıda Şarimayn'ın; doğuda Osmanlı
padişahlarının; 14.yüzyıl İngiltere krallığının siyasi iktidarlarına benzer.
Toprak, hür köylülerin tasarrufundadır. Ancak bu köylüler, yarıya kadar, gelir vergisi ödedikleri
halde, henüz SERF: yarı köle değildirler. Hatta, serfleşmiş dahi değillerdir.
Siyasi iktidarın beyi, köyler üzerinde muhtar yoluyla gözetim kurmuştur. Köy komünaları
ayakta ve önemlidir. Onun Sçin Tokugava çağı Japon tarihinde küçük üretmenlerin cennet çağı ve tarım
için geniş kalkınma çağı olmuştur. Japon nüfusunun karınca gibi kaynaşması; uç doğunun çoğalma
kabiliyetinden değil; bu yeni düzen tarım üretiminden doğmuştur.
Japon siyaset güdücüleri, gittikçe büyük ölçüde vergi alırlar. Ama hiç değilse ilk zamanlarda bu
vergiyi kendi lüksleri için değil; tümüyle Japon toplumunun yeniden geliştirdiği tarım üretimini yükseltmek
için Kullanmışlardır.
Tokugavaların kendileri, küçük köy kandaşlığından çıkageldikleri için, Japon köylüsünün ne
istediğini herkesten iyi biliyor ve ona göre teşkilatlandırıyorlardı. Tokugava çağı, batı kapitalizmine karşı
kapıyı kapattıktan sonra, tek Nagazakı deliğinden dünyayı gözetlemeye başladı. Kendi evi içinde
barınacaktı. Hep Japon toprağının üretim güçlerini arttırmak zorunda kaldı. Sulama, su taşmalarını
önleme, kanallar açma, yeni köyler kurma ve ihl., Tokugava çağının başlıca işi gücü idi.
Bu gerçeği, klasik tarih de görmezlikten gelemiyor:
" Tarım için toprak kazancı öylesine yamanlaştı ki, Tokugava Şogunluğunun ilk 150 yılında
tarım ekonomisine yararlı yerlerin genişliği yüzde yüz arttı. Tarla işleme tekniği, ilerleme gösterdi. Yeni
yeni aletler keşfedildi. Gübre maddelerine mükemmellik verildi; işletme akılcılaştırıldı. Bu durum, ekim
topraklarının verimini yükseltti. Bunun yanı başında yetiştirilen kır meyvelerinin sayısı yükseldi.
Ekonomide özellikle önemli olan şey, gizli gizli ipek böceği yetiştiriciliğinin geliştirilmesi oldu. Bu olay,
dışarıdan ipek ithal etmeyi gereksiz kıldı. Ve pamuk ipliği üretimini, çoğalttı. Tarım bilginleri: 1850 yılında
ölen Nabuhiro ve 1855 yılında ölen Ninomiya gibi olumsuz gelişmelerden başka; balıkçılık ve
madencilikte ilerlemeler yapıldı."
Tokugava çağının, başarılı bir çağ olduğunu; bu çağın yaratıcılığını, bu kadarı bile ispatlamaya
yeter. Tokugavalar, Japonya'nın açık bir rönesans çağını getirmişlerdir. Batının orta çağından
kapitalizme atlamak için geçirdiği önemli rönesans ile; Japon Tokugava çağı arasında pek az fark vardır.
Tarihte, toprak ekonomisinin kavuştuğu böyle her rönesans, temel üretimi geliştirdikçe; kadim çağ için
ikinci derecede kalan tarım dışı sanayilerde de kalkınma görülmüştür. Japonya'da, bu çağda da aynı
şey oldu. 18.yüzyıl boyu, yerli Japon dokuma sanayii çok ilerledi. Ve onun iş bölümünün sonuçlan yavaş
yavaş belirdi:
" İpek, pamuk, keten, kumaş, dokuma, boyama işleri mükemmelleştirildi. Üretimleri arttı."
" Bugünkü Japon dokuma sanayisini işleten şehirlerin çoğu, sonradan gösterecekleri sıçrama
için gereken temelleri o zaman yarattılar, işletme, ilkin basit aygıtlı ev sanayii idi. Çoğu köylülerce, evde
uğraş olarak işleniyordu. Yine de dokumacılık, meyvecilik, metal dökümü sanayii, tefecilik sisteminin
biçimlenmesini ortaya çıkardı. Ama, erken kapitalist manifaktörünün (el imalathanesinin) hür gelişimi için
gerekli şartlar, henüz verilmiş değildi: çünkü, dış ticaret hemen hemen ağırlığı duyulan bir şey teşkil
ediyordu ve nüfusun en büyük bölümü olan köylülerin züğürtlükleri yüzünden iç Pazar yeterince elverişli
(anfnahmeföhig) değildi. Daimyo'nun üretime el koyuş ve işletmenin bir tekel sistemi altında
düzenlenmiş bulunması, özel teşebbüsün güdümünü (anqaisung), imkansız kılıyordu. Sanayii
işlercilerinin derebeylikte tabiatlarını kuvvetlendiriyordu." (Ottos:211)
Görülüyor ki, batılı bilginlerin Yedo çağını yadırgayışları, Japon toplumunun: barbarlar gibi
"PAZARSIZ" kalışından ötürüdür.
Oysa dünyada ve batı Avrupa'da etki yapan aynı sebepler, ister istemez Japonya'da da aynı
sonuçlara doğru gidecekti. O zamanki dünyanın sapa Japon adalarına sıkışık kalmış bulunan ilkel
sosyalizm düzeni, yeryüzüne kapitalizm biçiminde egemen olmuş bezirgan etkilerinden sonuna değin
uzak kalamazdı.
Biraz daha geç, daha güç Japonya insanlığı da, üst tabakalarının binlerce yıldan beri o kadar
dört elle sarıldıkları bezirgân ilişkilerinden yakasını kurtaramayacaktır.
İlkel sosyalizm, kendi başına doğrudan doğruya modern sosyalizme geçemezdi. Fakat her
toprak üretmenlerinin arasına: sanayii-ticaret iş bölümü girer girmez, "TEFECİLİK" sokulacaktı.
Tefecilik, ilkel sosyalizmin kanseridir. Ona katılan bir toplum, er geç şu iki sosyal sonuca
varırdı:
1) Hür üretmenlerin züğürtleşmesi
2) Üretmen olmayan aracıların türeyip zenginleşmesi.
Alman tarihçileri, Tokugava çağındaki ziraat ve sanayii kalkınmasını ararlarken şöyle derler:
" Buna rağmen köylülerin yaşama standartları hemen hemen, pek az yükseldi. Yalnız olsa
olsa, yaşama ilişkilerinde belirli bir düzelme fark edildi."(Ottos:211)
Her yerde olduğu gibi Japonya'da da, iş bölümü: aracılar (tefeci bezirgânlar), sahneye çıkardı.
Pazar kanunu, üretmenin elinin kazancını ve alın yazısını çizdi. Tokugava çağının ekonomik kalkınma
ile Japon toplumuna soktuğu beylik, bu oldu. Asya kara kıtasını, antika medeniyetlerinden "İTHAL
MALI" olarak sokulmuş "ÇİN PARASI" Japon tabii komünal kapalı ekonomisini yıkamamıştı. Çünkü,
Japon halkına yararlı bir ekonomik gelişme sağlamamıştı.
Tokugava çağında, batı Avrupa mallarının, misyoner ve bezirgânlarının Japonya'ya soktukları
maddi-manevi yeni ilişkiler, ziraatla sanayiinin gelişimine kapı açan tepkileri, alışveriş ve parayı zorladı.
Tokugava çağının ortalarına doğru bu gelişim iyice yerleşti:
" Her ne kadar hükümet, kendi içine kapalı köy komünleri içinde para alışverişini engellemeye
çalıştıysa da; paranın tarım toprağı kazancını şehirlerin finanse ederek katılması yolundan köylere dek
ulaştı. Köyler, Tokugava çağının ortasından beri, ürünlerini çil para ile satmaya başladılar. Çerçiler ve
başka satıcılar, eyaletleri dolaştılar, işgüzar köylüler kazançlı ek hizmetlere: kiracılığa-rehin karşılığı
ödünç vermeye-tek tük ticaret işine ve ihl., giriştiler. Bu durum, gerek büyük toprak sahibi gruplar içinde,
gerekse kır halkı içinde köklü sosyal yapı değişikliklerine yol açtı. Ve züğürtleşen köylüler, çoğaldı, ilkin
uşaklar köyden kaçıştılar ve köy işsizliği arttı. Köyde, kadim sosyal düzen yitirildikçe; bakuhan sisteminin
temel direkleri yıkıldı."
" Buşiler, ekonomi bakımından köylülerin ödedikleri vergilere bağımlı idiler. Şimdi,
dondurulmuş dirlik sistemi alanlarının ve her bir araziden gelmekte olan vergilerin düşmesi dolayısıyla,
Buşilerin gelirlerini genişletmek hemen hemen olanaksız kalıyordu. Fakat buna karşılık, Buşilere düşen
görevler boyuna çoğalıyordu." (Ottos:210)
12- HÜR BURJUVA ŞEHİRLERİ-SOSYAL SINIFLAŞMA VE KAPİTALİZM TEMELİ
Bu durum, bildiğimiz bütün doğu ve batı orta çağlarında: tarihsel devrimlerden sonra başlamış,
irili ufaklı rönesanslar ardından derebeylikleşme ile birlikte görülen tefeci bezirgân soysuzlaşmalarıdır.
Japon güdücüleri: bezirgânlığın bu sonuçlarını, bir ekonomi bilgisine dayanarak değil; içten
bağlı oldukları toplumun bilinçaltı etkileriyle önlemeye çalıştılar. Karşılarında çökkün kara kıtası antika
medeniyetleri bulunduğu sürece, bezirgânlığı gereğince silah zoruyla kırıp geçirebildiler.
Çin'in Ming-Yuan-Song sülaleleri zamanı, Japonya'ya akan Çin paraları, ancak birkaç kıyı
kentinde burjuvalaşmaya yol açmıştı. Bu yerli ön kapitalistler, tıpkı yakın doğunun kompradorları gibi,
büyük limanlarda güçlendiler: bu gelişmeden alışverişin egemenliği sayesinde, liman yerlerinden
özellikle yararlandılar.
Bu bezirgân şehirleri, olağanüstü hallerde Daimyo'nun egemenliğinden yakalarını sıyırmayı
başardılar: örneğin, Ujiyomada ve Saka şehirleri, özerktiler. Yani bu şehirler, kendi kendilerini idare
ediyorlardı. Ticaretin ve el işinin (esnaflığın) birbirinden ayrılması gittikçe zorlaştı. Tüccarlar, esnaflar
lonca tarzında dernekler kurarak, alışverişin tekelini ellerine geçirdiler. (Otto s: 197)
Fakat, bu muhtariyetler, Japon toplumunun "DIŞINDA" iğreti kaldılar. O sayede, Japon
idarecileri ancak sivil savaşta birbirleriyle kaynaşıp zayıf düştükleri vakit, onlara göz yumdular, ilk
fırsatta, hepsini en gaddarca yollardan ezdiler. (Otto not. 11,17)
Batı kapitalizmi ile ilk temastan sonra da aynı şey tekrarlandı. Gördüğümüz gibi bir ara
Japonya dışında, Vikingler gibi maceralara açılmış Japonlar bile, memleketin ahlakını bozmasınlar diye
Kamakuralarca içeriye alınmadılar.
Dışarıya karşı başarılı görülen bezirgan düşmanlığı, Japonya'nın içinde türeyince iş değişti.
Kapitalizmin beşinci Koluna karşı hiçbir tedbir alınamadı. Bezirgân, derebeyliği yumuşak karnından iyice
bir vurmayı bildi:
" Köy üretiminde verimin yükselmesi, sanayiinin çiçeklenmesi ticaret gerektirdi. Ticaret, Baku
Han sistemi zamanında görülen ekonomi politikası yüzünden dikkati çekecek değerde bir gelişim
gösterdi. Ve geç derebeylik karakterimi belirledi. Toprak beylerinin, köle (vasal) gruplarının, kapıkulu
efendilerinin yüksek yaşayışları; Sankyan Kotei düzeni içinde, toprak beylerinin ve Daimyoların boyuna
parasız kalmalarını gerektirdi. Bunun üzerine Daimyolar, ticaret ile yararlandıkları bezirgânları bu
yüzden kentlerine çektiler. İktidarlarının ticaret kollarını sağlamlaştırmak için, limanlara yerleşimler
(postation) kurarak, daha başka tedbirler aldılar. Para basmanın standartlaştırılması ve ölçü-tartılarda
normlandırılması yoluyla teker teker Daimyolukların sınırları üzerinde, uzaktan uzağa şişen bir İÇ
PAZAR biçimlendi. Tedavül eden malların miktarı artınca, arz ile talep arasındaki denkleşme daha
güçleşti. Yapım (verthel) ile sürümün (herstellung) birbirinden ayrılışı ortaya çıktı. Bunun üzerine
toptancı ve orta ticaretin teşkilatlanması ile bankalar doğdu." (Ottos:21)
" Şehirler gelişti Tokugava, Edenin 16 yüzyıl sonu gidip orasını savunma noktası haline
getirdiği vakit, henüz küçük bir köylü idi. 18.yüzyıl sonu hemen bir milyon nüfus oldu. Ticaret limanı
Osaka Yuobin Tenno'nun kadim kenti olan Kyota, 500 bin nüfuslu idi. Şehirliler çarçabuk bir takım
sınıflara ayrılıp şekillendiler.Birçok milyonerler, Şogun’un yahut Daimyo’nun müteahhidi (mal tedarik
edilmesi-yieferant) haline geldiler. Kambiyocu yahut toptan tüccar sıfatıyla dev gibi servetler yığdılar.
Geniş nüfus kazandılar. Buşiler, Şogunlar, Daimyolar sürüp giden parasızlıkları yüzünden zengin
bezirgân beylerin himayeleri altına girdiler. Böylece genel olarak şehirlerin sosyal durumu da daha iyi
olmaktan uzak kalmadı. Şehirde oturanlar, ekonomi kurtaranlarının gücüyle kendi özel dünyalarını
yarattılar. Bu dünya, Buşilerin baskısına da hürleşmişti."(Ottos:218)
Sosyal ve siyasi sınıflaşma Tokugava Kan'ın sosyal politikası:
1) Eski idareci tabakaları, sosyal sınıflar haline getirmek;
2) Eski siyasi idareyi devletleştirmek yönünde gelişti.
" Şogunluk, bir yanda evlenme bağlan ve birçok armağanı (Yohenkung) yoluyla yakınlaşma
(versöhmung uzlaşma) ları gidermeye çalışmıştı, öte yanda Buşi nizamını (Buko-Şohotto) yerleştirmeye
uğraştı. Buşi nizamına göre: Daimyolar, idarelerini ve davranışlarını kontrol amacıyla kendilerini her
ikinci yıl Şogun'un başkenti olan Edo'da barınmaya (Sankin Kötaisu) mecbur tutacakları beylik burçlarını
yüz üstü (anlageh) bırakacaklar; Şogun'un izni olmaksızın istihkamlarını onaramayacaklar; büyük
gemiler inşa ettirmeyecekler Şogun'un izni olmadıkça evlenme bağları koparamayacaklardı. Bu
düzenlemelerde en ufak kusur, sıkı sıkıya ele alınıyor ve bu şartlar dirlikleri kısaltmak ve uygunsuz
Daimyoları yerinden atmak için bahane sayılıyordu." (Otto s:203)
" 1600 yıllarında 3 Soğun, 215 Daimyo'nun dirliğini kısaltmış veya kendisini yerinden atmıştı.
Bundan başka, Şogunluk Daimyo topraklarını zorla üleştirme planını işliyordu."(Otto s: 203)
Bu durum, biraz da Anadolu derebeylerini birbirine düşürerek temizleyen ilk Osmanlı tutumuna
benziyordu. Kavgacı Daimyolar, birbirleriyle kapıştırılınca üzerlerine hükmediliyor ve kendi kendilerini
daha iyi gözetliyorlardı. Sankin Kötaisu usulüne göre, her Daimyo 2 yıldan birini Edo kentinde
geçiriyordu:
" Karısı ile çocukları ise besbelli rehine olarak orada daima oturmaya mecburdurlar." (Otto
s:209)
Bu durum, Fransız krallarının, derebeyleri saray asaleti haline getirmesini andırır. Yalnız
Fransa'da bu asalet çarçabuk KAPI KULLUĞUNA düştü. Japonya'da sonuna kadar direnecek ve en
sonra Şogunluga devirecektir.
Tokugava Kan'ın düzenlediği Japon toplumunda, saray denilen Tenno'nun papalık makamı ve
teşkilatı bir yana bırakılırsa, tam Osmanlı dirlik düzeninin, Yıldırım Beyazıt-Timurlenk olayından sonra
aldığı biçim bulunabilir
İlkin sosyal sınıflardan ziyade, sosyal iş bölümü vardır. Tenno'nun kutsal tasvibiyle düzenlenen
bu iş bölümüne göre, Soğun en başta biricik siyasi iktidarı temsil eder. Onun altında Daimyolar,
Daimyoların altında Buşiler bulunur. Bunlar üst idareci tabakalardır.
Bezirgân sınıfı, Japonya'da doğmuş ve ekonomi temeline el atmıştı. Ondan sonra, Japon
toplumunun bütün üst yapısı: sosyal sınıfları-aile teşkilatı-politikası-ahlakı-dini-edebiyatı, o sınıfın
eğilimlerine göre yönelecekti.
********************
SON ANI-Sülayman Şaşmaz
Teknik sebepler, ancak kısa bir anma ile bitirmemizi gerektiriyor: Japonya ile ilgili "Moğol"
(yani çekirdekaltı) bağlantılı epey uzunca yıllara dayanan; en sonunda özet bir sentez haline
getirebildiğimiz çalışmamızı, burada veremiyoruz; ancak düşünen beyinlere bir anıştırma dahi
yapmadan son noktayı koyamadık.
Kıvılcımlı Bilimi'nin nirengi noktası veya dayandığı kaldıraç gücü: Komün'ün parçalanış
kanunlarıydı. Başka deyişle: Komünler ile Medeniyetlerin Diyalektiği idi. Bütün insanlık tarihini ve teoriyi,
bu ana halkadan asılarak yorumlamıştı: ortaya düşünen beyinlere muazzam İNANÇ gücü aşılayan ve
gerçekliği yeryüzüne indiren muhteşem cazibede biyografisi ve teorisi çıktı.
Fakat, dahası vardı. Bilhassa Marks-Engels ve Kıvılcımlı, daima daha derin sebeplere inme
yeteneklerini kullanmadan yapamıyorlardı: Komün'ün Doğa'dan gelen dönüşümündeki temel kanunların
cazibesiyle ciddi işaretlere ulaştılar. Kıvılcımlı, çekirdekaltı dediğimiz o temellere en çok yaklaşanı oldu.
Ancak kendi asıl keşfinin o'na yüklediği (determinizmi gereği tükenmez) görevleri yüzünden, bu
yaklaşımının değerini çoğu zaman yitirdi.
Oysa, Japonya konusu, çekirdekaltı veya Siklus Temeli'ne en yakın konusuydu. Ama O,
Japonya'yı, Tarih Tezi'nde yoğunlaştığı aynı yılda (1965 sonunda) kaleme almıştı. Oysa Gründrisse
eleştirisiyle, biraz daha Siklus'a yaklaşmıştı.
Grundriss'in eleştirisinden ve aynı zamanda eğildiği: Siklus Temeli eskizlerinden sonra,
Japonya'yı ele alabilseydi; temize çekme fırsatını kendisi bulabilseydi çok daha derin zenginliklere
ulaşacağı şüphesizdi...
İnsanlık Tarihinin bütününü çekirdekaltı kanunlarıyla (Sıklus Temeli'nden) ele almanın nirengi
noktası veya kaldıracının dayandığı güç merkezi ise, en kaba deyişle şudur: Vahşet Çağı'nın (3 milyon
yılda) genetikleştirerek-gelenek görenekleştirerek bize armağan ettiği Beyin (ve Beden) temellerinin
BARBARLIK ve MEDENİYET ile çarpışma diyalektiği bize en temelli gerçekliğimizi verir.
Bu alanda bütün doğa ve insan bilimlerinin sentezi saklıdır. Dolayısıyla Tarihsel Maddeciliğin
şahikalaşacağı (zirveleşeceği) ele alış da, bu alanın bilinçlere çıkarılışı ve geldiği yere (hayata)
uygulanışıyla olacaktır.
Şükür ki, Kıvılcımlı, bize TAPINÇ ile SAPINÇ'ın diyalektiğini bizzat kendi yaşamı ve teorisiyle
verdi. Düşünen başlar, bir yandan Kıvılcımlı Bilimi'ni hazmederlerken, diğer yandan tıpkı o'nun yaptığı
gibi; 150 yıldan beri durmaksızın geliştirilen bilimi " Bana Farz-ı Kifaye değildir" demeksizin, bir adım
daha ileri götürülmesine hizmet etmelidirler.
Çekirdekaltı veya tarihin devirdaim şifresi olan Siklus Temeli'nden bakılınca; Japonya'nın
Komüncül Dayanıklığının, sadece Medeniyetlerle (sınıflı toplumlarla) yaptığı güreş ile izah edilme zorluk
ve yetersizliklerinden kurtulunur. Ve bununla da kalınmaz, her toplum gibi Japon toplumunun da
gelecekte ulaşabileceği "SON" Siklus Halkası da elimize geçer.
Japon Komünleri, MOĞOL temellidirler. Moğolluk ise Vahşet'e (Siklus Kanunlarına) en
yakın-en eski-en geniş komünal toplulukların en eski, en vahşi temellerine uzanır. Moğolluk, bu
zeminiyle, dogmalaştırılmadan ele almak koşuluyla; yeryüzündeki bütün komünlerin ve
halkların-ulusların genetik ve gelenek görenek temeli olur. 30-40 bin yıl süren barbarlık çağında olsun, 7
bin yıllık antik ve modern medeniyetler çağında olsun o en ESKİ-en SAF-en DAYANIKLI Komün (Siklus)
Temellerini insanlığa doz doz aşılamaktan geri durmaz: Uluslar Göçleri'nin ve Tarihsel Devrimler'in
KAYNAĞI bitmez-tükenmezcesine hep MOĞOL ASYASI'dır
Japonya'nın dayanıklı olduğu kadar demokratik komün oluş özellikleri, ne doğulu despotik, ne
de batılı demokratik komün geleneklerinden gelmez. Çünkü o'nun öyle bir medeniyet tarihi olmamıştır.
O, Siklus Temeli'ne en yakın-en eski-en saf-en YEKPARE komün genetiğine ve geleneklerine
sahip oluşuyla, DAYANIKLI ve DEMOKRATİK'tir.
O temeller, barbar ve medeni toplum biçimleriyle çarpıştıkça en verimli antik ve sosyal
devrimlere bir "Dâhi”nin veya "Devrim Ustası"nın hazırlandığı gibi uzun yıllarda milim milim-her şeyi
hazmederek hazırlanır. Yeryüzünde ve insanlık içinde "TEK" örnektir ve bu yüzden Kıvılcımlı gibi deha
paralellikleri içinde aydınlanabilir. .
O en eski Vahşi Komün (Siklus) temelleri, sadece Japonya ve İnsanlık Tarihi ile doğrudan ilgili
değildir. Her toplum biçimi ve her kişi ile doğrudan ve hayati (ölüm-dirim) derecesinde ilgilidir.
Omuzlarımız üzerinde taşıdığımız beyinlerimiz, 3 milyon yıllık Vahşi Siklus Temellerinin bize
armağanıdır. Her çocuğumuz, o temellerle yeni baştan doğar. Sınıflı toplum bu yüzden canlılık kazanır
ama ölümü de onun ellerinden olacaktır. Çünkü, o temeller, daima kendi dengesini: en ilk temel şifresini
ultra modern biçimlerde kurmak ister.
Dolayısıyla, insan Toplumu'nun çekirdekaltı keşfi bize; içine girdiğimiz Evrendi Kişiler Çağı'nın
bütün Strateji-Taktik (Azami Programatik) aydınlatılışını ve Sosyal-Eğitsel-Kültürel bütün iç içe geçmiş
yeni devrimlerin diyalektiklerini-çözümlemelerini verirken bütün doğa ve insan bilimlerinin ölüş ve Tarih
Bilimine DOĞUŞ sentezlerini de sunar.
Evren ölçüsünde, dost-düşman bütün cephelerin aradığı şey: Yeni Çağ'ın Stratejik aşamaları
ve Azami Programıyla, teşkilat biçimleriyle aydınlatmasıdır
"Yeni bir Felsefe" vb. arayışlarının bilinçaltında yatan derin-yakıcı gerçek budur.
Her türlü yeni arayışların biricik çözümü: İnsan Toplumunun Çekirdekaltı Kanunları'nın
tartışmalarından çıkacak Teorik-Pratik Sentezlerdir.
Buna uyanabilirsek, yıldırım hızıyla tüketilen eski düşünce ve davranış molozları arasında yitip
gitmekten kurtulabilir; "İnsan" sentezine yücelebiliriz.
www.solplatform.org