İlkel Sosyalizmden Kapitalizme Son Geçiş: Japonya
Transkript
İlkel Sosyalizmden Kapitalizme Son Geçiş: Japonya
TARİH TEZİ IŞIĞI NDA İlkel Sosyalizm’den K a p i t a l i z m 'e Son Geçiş JAPONYA Dr. Hikmet KIVILCIMLI ÖNSÖZ- Süleyman ŞAŞMAZ Hz. İbrahim çağını (Tek Allah Keşfi'ni) saymazsak; Marks-Engels'ten (Tarihsel Maddeciliğin Kuruluşu'ndan) bu yana 150 yıldır; insanlık, hiçbir döneminde, bu denli "İNANÇSIZLIK” veya "İNANÇ" (teori) problemiyle karşı karşıya kalmamıştır. Hatta şöyle demek, daha doğru olur: İnsanlık, hiçbir çağında, inançsızlık ve inanç diyalektiğinin (sosyal hayvanlık ve gerçek insan çarpışmasının) yarattığı ve yaratacağı TEORİ problemiyle bu denli karşı karşıya kalmamıştır. Çünkü insanlık, en bencil (sosyal hayvan) genleriyle, en "İNSAN"; toplumcul-fedakâr-sorumlu-hoşgörülü-doğru-demokratik-yiğit yanlarını, ÖLÜM-DİRİM kertesinde savaştırarak hazırlandığı "SON ZAFERİ"ne ilerlerken; TEORİ'nin “EN ÜSTÜN ZAFERİ"ni elde etmek zorunluluğuyla karşı karşıyadır. Çünkü en bencil genlerinin tatmini için, bütün inanç ve toplumcul baskılardan "BOŞ DÜŞMEK" (kurtulmak) zorundadır. Hayvanlıktan insanlığa geçerken bastırdığı bütün bencil genlerine, kişiler çağı ile birlikte, yıldırım hızıyla geri dönecek ve bu kez bir daha geri dönmemek üzere; o ilk SİKLUS TEMELİ'ni; yani insan toplumunun çekirdek altında yatan insanlaşma kanunlarını; yani boyuna modernleşerek devir daim (siklus) eden Temel Şifre'sini bilincine çıkararak, her türlü hayvanlığını yenecek ve Siklus Temeli'nin son halkası olan Modern Komün: Gerçek İnsan olacaktır. Bu yüzden içine girdiğimiz Finans Kapitalizminin Evrensel Kişiler Çağında, İNSANLIĞIN BAŞLICA ZEHIRİ: muhalefetsizlik zehridir; kişi mülkiyeti kanalından, her kişinin finans kapitalizm ile kırıştırma çocukluğu veya dozuna göre Nemrutluğudur: Yani, Toplumun ve Doğa'nın görülmemiş bir hayâsızlık ve süratle, her kişinin katre katre suç ortaklığıyla kemirildiği bu gözü dönmüş AKIN'a karşı, "İNANÇSIZ" : "teorisiz ve siyası teşkilatsız", yani "MUHALEFETSİZ" kalışıdır. Muhalefetsizlik zehri: bütün insanlığın; bütün sosyal sınıf ve zümrelerin ve her Kişi'nin, sırf kişiler çağının hortlayıp evren ölçüsünde yaygınlaştırdığı kişi mülkiyeti ve bencil çıkarcılığı yüzünden; kendi kendilerine, doğaya ve insanlığa karşı zaman zaman göbek ata ata ağızlarının suları aka aka yaptıkları, ÖLÜM SABOTAJI'dır: Sosyal İntihar'ın en çocukcası ya da bu hayasızca akımın başı finans kapitalizm ile kırıştırdığı ölçülerde en Nemrutçası ve en dramatik olanıdır. Sosyal intiharlarımız, her zümre-sınıf-tabaka ve kişi ölçüsünde, insanlık kadar geniş bir yelpazede sahnelenir. Yeri geldikçe ibretleştireceğiz. Bunu, ömrünü seve seve (madden ve manen "EN ALTTA" bulunarak) en zehirli-en hayvan yanlarımızdan, en tesirli-en insancıl panzehirleri yaratmaya vakfetmiş olanlarımız, gerektiği gibi anlayabilirler. Anlayabildikçe, ÖLÜM SABOTAJLI muhalefetsizlik zehrinden kurtulup, PANZEHİR YARATIŞI savaşına katılabilirler. Bu yüzden çağımız, her kişi ölçüsünde bir ÖLÜM-DİRİM çağıdır. Her kişi doz doz ve belki de defalarca ölümün yüzünü görerek, ya gerçekten ölecek ya da gerçekten dirilecektir. "DÜŞMAN", artık herkesin kendi içerisindeki en hayvancıl bencil genlere dek tutunmuştur. Kişi, ya en derin bencilliği içine gömülerek finans kapitalizm ile birlikte yozlaşıp toplum hayatından silinecek, ya da en derin DOĞA VE İNSAN yanlarıyla yeniden doğacaktır. Kişi, her şeyiyle toplum ile damgalıdır: toplumu sonuna dek hiçe sayamaz; toplum her şeyiyle doğa ile damgalıdır, doğayı sonuna dek hiçe sayamayacağını 1998 yılından ben içine girdiği yeniçağın evrensel krizleriyle anlayacak ve yeniden doğuşunu, Siklus Temeli'nin son halkasını örgütleyişini, kuşakları içine alan bir yavaşlıkta (bir ileri iki geri) da olsa hızlandıracaktır. Ancak daima, o yeniden doğuşların baş tacı, kendisine layık bir TEORİ (ölümleri göze aldıran inanç) üstünlüğü olur: yeniden doğuşlar (teşkilatlanmalar), prematüre: neredeyse ölümle damgalı değillerse, önlerindeki 50-100 yılı gören yüksek teoriyle veya o teoriye yatkın olarak doğarlar. Çağın Strateji ve Taktiği, yani programı, Teori'den çıkar. Teşkilatı yani Tüzük prensipleriyse, programdan (stratejik aşamanın enine-boyuna dupduruca değerlendirilişinden) çıkarlar. Can alıcı yakıcı gerçek ise şudur: bütün bunların hepsi de; eskinin içinden doğup gelişen devrimci pratik hayatın, ta göbeğinde, hiçbir çıkar gütmeksizin savaşarak yaşamayı sonuna dek isterler. O hayattan bir santimi sapanlar, belki ömür boyu gerçek teori ve pratiğin alt mertebelerine düşerler; her düşüş bir yabancılaşma-yozlaşma ve ölüşle buluşmadır... Bu yüzden çağımızda İNSANLIĞIN BAŞLICA PANZEHİRİ: en derin hayvanlıklarımızla birlikte en derin insanlıklarımızı bilinçlere çıkararak, bize iki kere ikinin dört ettiği kadar KESİN ve YALIN çizgilerle, bütün hayatın anlamını gösteren ve YAŞAMA GÜCÜ ile birlikte MUHALEFET GÜCÜ veren, TEORİ'dir. Bu teori, çağımızda: Doğanın ve İnsan Toplumunun en temel gidiş kanunlarını veren "ÇEKİRDEKALTI" bilimlerinin SENTEZİ'dir. Tarihsel Maddecilik Kurucuları: Marks-Engels, daha çocuk yaşlarında-işin henüz başlarındayken bile, bunu sezdiler. Ve meseleyi hep o en derin ve toptan yanından ele almayı pek çok istediler. Alman İdeolojisi'ni yazdıkları yıllarda, bu görüş ve isteklerini taslak biçimde ve ham olarak da olsa, doğa ve insanın kanuncul aydınlatılışı anlamında "TARİH BİLİMİ" adıyla algıladılar. Ne var ki, buna ömürleri yetemezdi. Problemin çözümü, sandıklarından çok daha fazla emek ve keşifler sentezi gerektirdi. 150 yıl boyunca aranan hep oydu: ÇEKİRDEKALTI KANUNLARI.. İnsan Toplumu'nun ÇEKİRDEKALTI: Siklus Temeli kanunları, "SON'"dan başa doğru çözümlenmeye başlamıştı. Çünkü Siklus Şifresi, "BAŞ"'tan "SON'"a doğru Seleksiyon (eleşim) ile gelişiyordu. Marks-Engels: Modern Klasik Kapitalizm gelişkinliği içinde, "ÜRETİCİ GÜÇLER"'i; aydınlatabildiler. Morgan: birkaç on yıl arayla, Devrimci Amerika'da, burjuva-komun çelişkilerinin yarattığı hızla, Kızılderili Komün KAN'ları içinde, “KOMÜN"ü aydınlattı. Kıvılcımlı: 100 yıl sonra, gerilerin en ilerisi bir rönesans halkasına sahip Osmanlı artığı Türkiye'de "KOMÜN'ÜN PARÇALANIŞ KANUNLARI”nı aydınlattı. Ve insan toplumunun Çekirdekaltı: Siklus Temeli kanunlarına yaklaştı. Ancak, vakit dolmamıştı. Kişiler Çağı açılmadan bütünlük kurulamayacaktı. Çünkü kişilerin Parçalanışı Kanunları'nın düğümü, Siklus Temeli'nin en sağlam en ilk halkasında atılmış; çözümlenişi de en son halkası olan içine girdiğimiz Kişiler Çağı'nda yapılabilirdi. Kıvılcımlı, bu yüzden şaşmaz matematik diyalektiğiyle ne denli çekirdekaltı bilimlerini zorlasa da, Komünün parçalanış kanunlarında ustalaşabildi. Beş kitap bir arada tek cilt halinde yayma hazırlamaya çalıştığımız "Osmanlı Tarihi Maddesi ve Ruhu", onun 'Tarih Tezi"ne temel olmuş, aynı zamanda Tarih Tezi’ni uygulayıp ispatladığı en sağlam çalışmasıdır Ustalıklı mücadelesi ve Türkiye aydınlatmaları, o sağlam temellere dayanır İkinci Uygulaması: İslam Tarihi Maddesidir. Osmanlı çalışmasında ve çeşitli eskizlerden derlediğimiz "Allah-Peygamber-Kitap" çalışmasında aydınlanır. Tarih Tezi'ni uyguladığı üçüncü alan Komün'ün İngiltere’deki parçalanışıyla kapitalizme "İLK" geçişidir. Tarih Tezi'nin dördüncü uygulaması: Japon Komünlerinin parçalanışı ve kapitalizme "SON" geçişidir. Japon Komünleri, en az belgeli ve tarihin "mucize" sanılabilecek "en zor" çözülüşü olduğu ölçüde, Kıvılcımının en zor konusunu oluşturur. Ancak, ortalarda pek görülmeyen-bütün çalışmalarından hız alıp onlara hız veren ve bütün teorisine sinmiş temel bir çalışması vardır ki: eğer öyle bir derinliğe iniş ile toptan ele alışı olmasaydı, ne Tarih Tezi ne de Dört Başlı Uygulama’sı bu denli şahikalaşamazdı. O çalışma, kendisinin de değerini tam anlayamadığı; 50 yıl boyunca derinleştirmekten kendisini alamadığı halde, bir ÖN ÇALIŞMA (eskiz) olmaktan kurtulamayan; "Hayvandan İnsan'a Geçiş" sırasında oluşmuş, "Komün Gücü: Siklus Temeli" yani, Çekirdekaltı Kanunlarıdır. Çünkü, insan toplumunun boyuna etrafında döndüğü (aşamadığı) fakat biricik yaratıcı temel şifresi; o siklus temelindedir. Ve doğanın çekirdekaltı kanunlarını da içerisinde derler: doğa ve insan bilimleri o kesişme ve dönüşme alanında en yüksek sentezlerini bulacaklardır... Japonya Çalışması: Kıvılcımının dehasının ve metod gücünün parladığı en tipik ve en zorlu uygulamasıdır. Fakat ne yazık ki, "Allah-Peygamber-Kitap" ve "Komün Gücü: Siklus" gibi temize çekmeye vakit bulamadığı; taslak veya ham yazı seviyesini aşamadığı 100 sayfalık Osmanlıca elyazmasıdır. Kitabın ne ana başlığı, ne bölümlemeleri ve alt başlıkları, ne didaktik kurgulanışı vardır. Paragraflar bile ham külçeler halindedir. Neredeyse her şeyi temize çekeceği zamana bıraktığı bir ön çalışmasıdır. Biz her zamanki tutumumuzla, yazıyı kılına dahi dokunmadan: hiçbir yorum düzeltmesine (revizyona) kalkışmadan; ancak konunun anlaşılmasını sağlayabilmek için ana bölümlemeler alt başlıklar ve paragraflamalar içinde verdik. Üzerinde sıkı bir etüt yapılabilirse, Kıvılcımlı'nın Tarih Tezi ve Uygulamaları (onun orijinalliğini sağlayan temel keşfi), daha kolay ve duru bir aydınlık kazanabilir. Bu, Japon Komünü'nün özelliğinden kaynaklanır: Kıvılcımlı'yı Komün'ün parçalanışı kanunları üzerine daha çıplak ve karşılaştırmalı, düşünmeye iter... 1 Mayıs 2000 "Gödürmüsü" Sülayman Şaşmaz * "Japonya Elyazmaları’nı; hiçbir grup-fraksiyon-kişi çıkarına ve kıskançlığına sapmaksızın; tersine bana karşı iyi dileklerle ve istediğim süratle ulaştıran Alattin Orhan'a ve Suat Şükrü'ye herkes adına sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. ************************ Birinci Bölüm "YAMATO" ya da "NİPPON" (Doğan Güneş) ADALARI: BARBARLAR (Komünler) HALİTASIDIR (7. yüzyıldan önce Kan Şeflerinin adı olan Yamato'yu ülke adı olarak kullanıyorlardı, 7.yüzyıla doğru Çin deyişinden esinlenerek ve animist inanışlarıysa kaynaştırarak Nippon: Doğan Güneş adını, ülke ismi olarak benimsediler) *** Yeryüzünde modern kapitalizme ilk giren ülke İngiltere ise, son giren ülke de Japonya'dır. Japonya'dan sonra kapitalizme giren ülkeler olmuştur. Ama onların girişi, hiçbir zaman Japon başarısını gösterememiştir. Neden? Japonya 10 yıl içinde kapitalizmin temelini attı; 30 yıl içinde öteki ileri kapitalist ülkeler seviyesine çıktı. Buna, bugün hâlâ "Japon Mucizesi" gibi bakılıyor. Bütün işi gücü, her yerde her zaman, "mucize" görmek olan Türkiye'nin, Japonya ile ilgisi Meşrutiyet çağlarında başladı. Bu ilgi, Japon olayını gerçekçi bir izaha kavuşturamazdı. "Mucize"ye en az inanmak isteyen batı düşüncesi, bütün sosyal konularda yaptığı gibi, Japonya konusunda da aşırı tek yanlılıktan, eksik ve yanlışlıktan bir türlü kurtulamadı. Japon başarısının, Japon sosyal yapısından çıktığını söylemek: "ölmeden bir saat önce yaşıyordu" diyen, Lapalis'in hakikatidir. Sosyal yapının hangi özelliği, Japon harikasını yarattı? Asıl yapılacak iş, bu soruyu objektif ve somut (konkret) ayrıntıları içinde aydınlatmaktır. Aydınlatırken verilen karşılıklar, okuyanı şaşırtmamalıdır. 1-TARİHİ KİŞİ'LERE YAPTIRIŞ (KLASİK BİLİM) VE TÜRKİYE SOSYALİTESİ "Kültür için kültür" diyen en tutkun Fransız düşüncesinin sayılı enstitüsü şöyle demekten çekinmez: "Japon devrimi, birkaç Samuray'ın eseri olmuştu" (Pierre de Renauvin. s:99) Fransız burjuvazisine göre, bu ülkede devrim, birkaç kahraman kişinin eseri olabiliyordu; yani birkaç yiğit istedi mi, bir ülkenin altını üstüne getirebilirdi! Sosyal ve ekonomik faktörlerin başı üzerine en çok cephe alan Alman düşüncesi ise, Fransız düşüncesinden aşağı kalmadı; kalabalık Alman bilginler şöyle demekten çekinmedi: "Japon devrimi böyle başladı. Halktan değil, küçük bir gruptan yola çıktı. Bunda Satrumo ve Chasu Daymiyoları (derebeyleri) büyük rol oynadılar" (Historia Mundi c.10, 364) Alman burjuva bilimi, bir memleket tarihinde ne toplum bütününü, ne de sosyal sınıfı rol oynar görüyordu: "Küçük bir grup" her şeyi yapmıştı. Hatta o grupçuğun içinde bile ikinci daimyo (kodaman toprak beyi) kişi, her işi becerivermişti. Alman Bismark'ı gibi. Sayın batılı bilginlerin yaptıkları izaha, en çok şu paradoks şaşırtıcı oluyor: Bütün dünyada herkesin bildiği gibi, KAPİTALİZM rejim olarak derebeylikleri iktidardan devirerek doğmuştur. Japonya'da bunun taban tabana zıttı bir olayla karşılaşıyoruz. İki büyük derebeyi Daimyo, kapitalist sınıfı iktidara çıkarıyor! Resmi batı bilimi, tarihi, kişilere yaptırdıktan sonra, Türkiye gibi geri bir ülkede kültür yüzeyine itelenmiş "düşünücü" 'lerimizin varmayacakları acayip sonuç kalır mı? Ancak yerli-yabancı bütün tarihi, "kahramanlara" yaptıranların önüne, Türkiye'nin yakın tarihi dağ gibi dikiliyor: Türkiye'de, Japon MlKADO'sunun yerini tutan HALİFE PADİŞAH vardı. Padişah halife, Genç Osmanlı'da 3.Selim, en ufak bir sosyal ve politik değişikliğe kalkıştıkları gün, öldürülebilirdi. Japonya'da savaşçılara SAMURAY veya BURHI deniyordu.Türkiye de savaşçılar, YENİÇERİ adını aldılar: Osmanlı'da 3. Selim ilerici bir adım attığı için, öldürenler YENİÇERİLER oldu. İstersek Japon daimyoların tek benzeri olan büyük paşalarımızı, Türkiye yenileşme tarihinde de bulabiliriz: 3.Selim'i kurtarmaya koşan Alemdar Mustafa Paşa, pekâlâ o çeşit daimyo olan taşra eşrafına "RUSÇUK AYANI" idi. Yeniçeriler, onu da sarayında baruthanesiyle birlikte havaya uçurdular. Tanzimat çağının büyük lideri Mithat Paşa, pek o kadar daimyoya benzetilemez mi? Kendi eliyle hazırladığı anayasanın bir maddesi gereğince, bir sabah bir ecnebi vapuruna bindirilerek, italya'nın Prenzidi limanında rıhtıma bırakılıverdi. Türkiye'de kapitalizmi kurmak şöyle dursun, Mithat Paşa kellesini kurtaramadı: Sonunda Taifde boğuldu. O trajedinin acı dersini alması gereken Enver-Talat-Cemal paşalar, Türkiye'de HÜRRİYET’i ilan ettiler. Ama kapitalizmi geliştiremediier. Mustafa Kemal Paşa, CUMHURİYET’i ilan etti. Fakat ileri bir kapitalizmi kurup Türkiye'yi geri ülke olmaktan kurtaramadı. Neden? Şu Türkiye örneği, pek güzel ispat ediyor ki, öyle iki derebeyinin "büyük rol" oynayıp yahut birkaç savaşçı samurayın "eser" vermeye kalkışması, bir memleketin en ileri kapitalizme kavuşmasına yetmez. Japon "HARİKA" sı yahut "MUCİZE sının anahtarı bütünüyle Japon toplumunun tarih ve insan üretici güçlerinde gizlidir. Gerçek sosyal devrim, birkaç kişinin veya birkaç zümrenin eseri olmak şöyle dursun; en belli başlı büyük sosyal sınıfın bile, toptan ve bilinçli davransa dahi, tek başına kalırsa başarabileceği bir iş değildir. Sosyal devrim: bir toplumdaki bütün sosyal menfaatlerin hep birden içine girdikleri üretici güçlerin üretim biçimleriyle olan çelişkilerinin hat safhaya çıktığı sosyal bir krizle ansızın doğar. Bu en az yüzyıldan beri açıklanmış gerçek, çok yanlılığıyla ele alınmadıkça, Japon mucizesi üzerine yapılacak gerekçeli iddialar, birbirini tutmaz yakıştırmalar olur. 2- MUCİZE’NİN İNSAN TEMEL!-. KOMÜNAL DİNAMİZM Japon gelişmesini, "mucize" sayanların ve olmayacak nedenlere bağlayanların yanıldıkları başlıca noktalar, şu büyük görünüşe aldanmalarda yatar: a) Batıda kapitalizm için, yüzyıllarca sürelik bir sermaye birikişi gerekmiştir. Bu birikişten sonra ansızın gelen sosyal devrimlerle kapitalizm doğmuştur. Japonya’da öyle bir birikiş olmaksızın, gökten yıldırım düşercesine, birden bire kapitalizm başlamıştır. b) Kapitalizm için yüzyıllarca sürelik oluşum savaşını vererek güneşin altındaki yerini yapmış bir kapitalist sınıfı güçlenmiş ve bu sınıf, batı derebeyliğinin müstebit iktidarlarını iskambilden şatolar gibi birer-birer yıkarak siyasi iktidarı ele geçirmiştir. Japonya'da öyle bir kapitalist sınıfı doğmadan, "akıllı" birkaç ulu derebeyinin yurtseverliği ile 3000 savaşçı samurayın yıkılmaz beceri ve davranışları sayesinde kapitalizm kurulmuştur. c) Tarihsel determinizm: modern dünyada bütün geri kalmış ülkeler, önce sömürge ve yarı sömürge durumuna girdiler. Ondan sonra, dünya işçi sınıfının modern sosyalist devrimlerinden yararlanarak, kendi milli kurtuluşlarını gerçekleştirmek zorunda kaldılar. Bütünüyle Amerika devletleri, bütünüyle Afrika ve bütünüyle Asya ülkeleri, hep ilkin sömürge yahut yarı sömürge oluş süreçini(sürecini) geçirmek zorunda kaldılar. Japonya, sömürgeleşmeksizin doğrudan doğruya bağımsız kapitalizm düzenini kurabildi. Çin, Yakın Çin Hindi, hatta Kore ve benzeri ülkeler, kapitalizm ile aşna fişne eder etmez yarı veya tam sömürgeleştiler. Fakat Japonya sömürgeleşmeden klasik orijinal yoldan kapitalizme geçti. d) Rejim determinizmi: Bugün geri ülkeler, sömürge ve yarı sömürge kurtuluşlarını başarırken, dünya işçi sınıfının sosyalist davranışlarından yararlandı. Geri ülkelerin milli kurtuluşlarını başarması için, sosyalizme girmek bir zaruretmiş gibi öne sürülüyor. Diyelim ki, Birleşik Amerika örneği çok eskidir, işte Japon örneği ortada; hiç de sosyalizm konağına bakmadan, hem milli kurtuluşunu hem de kapitalizmini yaratıverdi. Öyle geri ülkeler için sosyalizmin kaçınılmazlığı diye bir rejim prensibi ile oyalanmadı. Bu "benzeri" görüşleri daha çok sıralayıp uzatmayalım. Bu tür görünüşe aldanmalar; bütün bu komünal KOMATO Japon sosyal yapılarını, tarih öncesini ve Japon tarihinin derinliklerini, rol oynayan geniş yığınlardan gelme insan-tarih üretici güçlerini oldukları gibi değerlendirmemekten ileri gelir. Burada en başta Japon tarihini ele alırken, göze batarca beliren olayları, sanki hiç önemsiz şeylermiş gibi yan yana dizerek toplum biçimlerinin tasnifi yapılmaksızın sıralamak, ne Japon tarihini ne de Japon mucizesini açıklar. Japon tarihinde de, Japon mucizesinde de başlıca rolü oynayan temel; tıpkı İngiltere'de olduğu gibi ilkel biçimde de olsa komünal dinamizm veya ilkel sosyalizm kalıntılarıdır. 3- KOMÜN BİLİMİ (MORGAN) VE JAPONYA Toplumun ancak kabuğu demek olan politikadan daha derinlere inememiş resmi tarihleri, bir duman perdesi kaplamıştır. O perde, UÇ DOĞU DÜNYA ÜLKESi Japonya'yı büsbütün karanlığa boğmuştur. Japonya'da 15. yüzyılların sonlarında görülen olaylar: ilkel Japon toplumundan (komünal geleneklerden) modern kapitalizme geçiş, aydınlatılmak istenirse; önce Japon tarih öncesi, Morgan'ın Komün Bilimi'ne göre geçirdiği konaklar bakımımdan incelenmelidir. Japon tarihine dokunan bütün tarihçiler, Japon tarih öncesiyle (komünayla) modern Japon kapitalizmi arasındaki bağlantılara pek basma kalıp yorumlar yakıştırırlar. Bu yorumların biçimsizleştirmelerine yol açan birinci çıkmaz: "barbar" ve "medeniyet" sözcükleriyle "kültür" gerçekliğini birbirine karıştıran terim ve anlam soysuzlaştırmalarından ileri gelir. Medeniyet tarihinde bir ilk çağ, bir orta çağ, bir de uzun çağ tanınıyor. Bu çağlar arasında medeniyetlerle barbarlığın tarihsel devrim münasebetleri olur: a) Her 3 çağ arasındaki organik bağlar bulunup konulmalıdır b) "Orta Çağ” denen duruma "Feodalizm" adını vermekle her şey aydınlatılmış sanılıyor. Oysa yazılı tarihte orta çağlar çoktur. Gerçekte her orta çağ, bir antika medeniyet biçiminin üzerinde tarihsel devrimle doğar. Eğer bir ülkede daha önce medeniyet sözcüğünün tam karşılığı olan sınıflı toplum doğmamışsa; orada medeniyetin bulunamayacağı gibi, ardından gelen orta çağ da, klasik anlamıyla bir orta çağ olamaz. Ona rağmen pek ciddi sosyal tarih denemeleri, Japon tarihini birbirlerine bakarak ele alınca, tarih sırasıyla bir zincirin halkaları gibi akıp giden tarihi, önce paramparça ediyorlar: olaylar arasındaki bütün organik bağları kopararak Japon tarihini, ipliği kopmuş tespih taneleri gibi darmadağın ediyorlar. O yüzden Japon tarihi sürü halinde "yanlışlıklar komedyası" gibi peş peşe gelmiş niçin öyle olduğu anlaşılmaz bir sürü derebeylik koleksiyonu biçimine sokuluyor. Historia Mundi'nin bilginleri, bu çeşit anlaşılmadıkları verirler. Onlara göre Japon tarihi, bitmez tükenmez 3 türlü derebeyliğin birbirine kenetlenmiş karışık iplik yumağıdır. Japon tarihinde, kendi tarihi içinde değişebilir fakat kendisi pek az değişen bir savaşçılar tabakası (Krugestemo) vardır. Buna BUŞl adı verilir. Fransızların SAMURAY dedikleri bu toprağın savaşçıl tabakası Buşiler, Japon derebeyliğinin üzerine dayandığı temel idi. Derebeylik gelişiminde 3 tabaka ayırt edilebilirdi: 1) Shoen(Şoen)'ler sistemi üzerine kurulmuş erken derebeylik ( Frük Feodalizm ); 2) Shugo (Şugo) ile idare edilen eyaletlerdeki orta derebeylik; 3) Daimyo topraklarına yaslanmış geç derebeylik. (Historia Mundi c 8, s 199) Historia Mundi'ye göre, Japonya ebedi ve ezeli bir derebeylik dünyasıdır. Şoen çağı da, Şugo çağı da, Daimyo çağı da, hep birer "derebeylik'"tir. Bu hem değişen; hem de değişmeyen derebeylik nasıl bir şeydir? Klasik tarih, kendi metodunun çıkmazı ile darmadağın ettiği tarih olaylarını, biraz daha birbirine karıştırıp çorbaya çevirmekle karşılık verir. Japon kapitalizminden önce bütün Japon tarihi, "derebeylik" ve Japon politika yüzeyinde ikide bir patlak veren alt üstlükler nereden çıkar? Çünkü, Japonya'nın ister siyasi tarihi, ister edebiyat tarihi üzerine yazanlar, böyle alt üstlüklerin getirdiği bir sürü basamaklar ayırt etmekten geri kalamıyorlar. Nitekim, Japon gazeteci ve edebiyatçısı Kuni Mautsu ile işbirliği yapan Kyuko Kavvaji ile Alfred Sonoular'ın koyduğu Japon tarihînde şu dönemler göze çarpar: 1) Arşaik Çağ, 2) Nara Çağı, 3) Heian Çağı, 4) Kamakura Çağı, 5) Namboku Çağı, 6) Marumaçi Çağı, 7) Yedo (Tokugava) Çağı. Rene Grausette de, büyük "Doğu Medeniyetleri" babında, Japon medeniyetini anlatırken, aşağı yukarı aynı konakları sayar. Bu konakların sosyal tarihine değil, siyasi tarihine bile, edebiyat tarihi kadar olsun yer vermez. Bütün o çağlarda, hiç durmaksızın siyasette de edebiyat değişmiştir. Toplumun siyaset kabuğunda ve kültür cilasında görülen değişiklikler, elbet daha derin ekonomik, sosyal yapısındaki değişikliklere paraleldir. Bu paralellikler nasıl olmuştur? Ona bakılmaz. O zaman Japon tarihi bulmacalaşır. Objektif ve konkret (somut) kendi hareketi ile ele alınmadığı için bu sosyal mucize, herkesin kendine göre çözmeye çalıştığı bir sır yahut mucizeler dergisi haline girmiştir. Japon tarihini önce kargaşalıktan kurtarmak için bütün insanlık tarihindeki gelişmeleri göz önünde tutmalıyız. 4- JAPON ADALARI: BARBARLAR HALİTA'SIDIR. Japonya denilen ülkede uzun süre, bir "Japon Medeniyeti" yoktur. Japon medeniyeti adı verilen birçok kültür basamakları vardır. O basamaklarda ilk göze çarpan özellikler de şudur: Japon kültürü, coğrafya üretici güçleri bakımından, İngiltere'deki olaylara şaşılacak veya şaşılmayacak kadar benzer. İngilizler gibi Japonlar da: '' İngiltere'ninkini andıran bir coğrafya durumunda yerleşmiş, yavaş yavaş fethedilerek her türlü istila teşebbüsüne karşı daima başarıyla savunulmuş bulunan adalarının sığınağında yaşarlar." (Kuni.M. s:8. Historia 2 1935) Bu coğrafya içinde; okyanus ortasında, Japonya'nın alınyazısmı çizmekte başlıca rolü oynayan insan ve tarih üretici güçleri, Ingiltere'ninkinden aşağı kalmaz. Daha düne kadar: İngiltere Japon vasalları üzerine hemen hiç bir şey bilmiyoruz" deniliyordu. Ne mitoloji ne arkeoloji kalıntıları, hatta ne Linguistik (dil kökü) bilinmezdi. "Risu-Kiou dili bir yana bırakılırsa, Japon dilinin akrabası yoktur." (Kisoji Kiya s: 28) Büyük Britanya adalarında olduğu gibi, Japon adalarını rüzgârın her estiği yoldan sayılmayacak kadar çeşitli ve pek büyük yığın teşkil eden "perakende", "serpinti" denilebilecek, ikide bir üst üste karmakarışık doğal afetler (barbar göç ve akınları) gelmiştir. Japonya'nın ahalisi, bu sürekli akıntıların halitası olmuştur: " Şurası muhakkak görünüyor: Japonların asılları, Malezya'dan, Asya kıtasının kuzeyinden, hatta Polinezya'dan veya başka Pasifik adalarından, belki daha başka gruplardan kadim bir çağda, adaları Aynu'ların elinden almaya gelmiş çeşitli ahalinin bir kümeleşmesidir Bundan sonra Japonya'da Amerikalılar, tarzında yavaş yavaş yeni bir ırk, biçimlenmiştir." (Kuni. Keza.) Daha sonra arkeoloji araştırmaları, Kotlemezolitik belirtili Neolitik kültür olarak bulundu: "İlk Japonların barındığı yerler henüz bilinmiyor." "Neolitiklerin toprak kaplan vardır, lomen insanları denilen kimselerin kapları güzel çizgili (Sennur T Matten) seramiktir Neolitiklerin kendileri, olabildiğine göçebelerdir. Hiçbir ekim işleri yoktur. Avcı, balıkçı, toplayıcı (Sanber)dırlar. İş aygıtları,cilalı taş ve geyik boynuzundan yapılmadır. Barınak olarak dörtgen-elips biçiminde mesken çukurlarını kullanırlar Taş döşemeli zeminin ortasında ocak bulunur Dam, köşe kazıkları (eckrofoston) biçimindedir Bu tarz yapı, onu yapanların Japonya'ya daha soğuk bir yerden gelmiş olabileceklerini düşündürüyor" (Ottos:184) En ele dokunur belgelere göre Japon tarihi, budur. Japonya'da ilk eser bırakan toplum biçimi, toprak kap kullanan göçebelerdir. Bu tip toplum, Aşağı Barbarlık Konağıdır. Avcı ve balıkçılar arasında toplayıcıların bulunuşu, Japonya'da barbarlıktan önceki vahşet çağının kalıntılarının da bulunduğunu gösterir. Ancak bütün yeryüzünde olduğu gibi, Japonya'da dahi barbarlık toplumu en aşağı konağında başlar başlamaz; vahşet çağı insanı için, yeryüzünde yaşama alanı kalmamıştır. Problemin sosyal yüzü budur. 5- ÜMMET-MİLLET-IRK YERİNE TOPLUM BİÇİMLERİ Şimdi, Japonya'nın aşağı barbarlık konağı ile başlayan toplum hayatının nasıl geliştiği araştırılabilir. "Tabii Avrupa İnsanları", barbarlıktan kurtulup da Avrupa'daki antika medeniyet yığınları üzerinde modern kapitalizmi kurmadan önce; Avrupa'nın topografya ve tarih üretici güçler bakımından belirledikleri bölgelerde (hangi ekonomi-dil-zihniyetten olursa olsun) aynı inancı benimseyen toplum insanlarına, ÜMMET deniyordu. Kapitalizm, ilk defa Avrupa'da, aynı Hrıstiyan inancı benimsedikleri halde, ekonomi-dil-zihniyet bakımından farklı toplulukları, ayrı milletlere böldü. Demek, bir ülkede MİLLETten konu açmak: orada kapitalizmin geliştiğini gösterir. Kapitalizm bulunmayan bir yerde millet aramak: saçmalıktır. Kılıbık batı bilginleri, kapitalist bilginleri oldukları ve kafa yapıları millet kavramı ile dolu bulundukları için: değil dünkü, orta çağda medeniyet külçesinde bile, millet aramaktan ve bulmaktan hoşlanırlar. Japon tarihini mi yokluyorlar? Onlar için en önemli konu: Japonya'da hangi milletin bulunduğunu, seçmektir. Japon milletinin 1868 yılından sonra oluştuğunu, unuturlar. 1868 yılından önce Japonya'ya has bir millet bulamayınca: kalkıp IRK peşine düşerler. Japon toplumunun sosyal-siyasi yapısını bir yana atıp, hangi ırktan geldiğine saplanırlar. O yüzden her milletin tarih öncesi gibi, Japon toplumunun tarih öncesi de, bulmacalaşır. Dördü büyük olmak üzere 500 adadan derleşik Japonya ülkesinde, kimler oturdu? Etnoloji araştırmaları “Hipotez"den öteye geçmez. Bunun için ümmet-millet-ırk yerine, toplum biçimlerinin gelişimini prose ve kanun olarak arayıp bulmak, en doğru yoldur. 6- JAPONYA'DA AŞAĞI BARBARLIK KONAĞI Japon bilginlerinden Tsibai'ye göre, Japonya'da Neolitikler (barbarlar), iki başka ırkı içlerine aldılar: "Birisi RlU-KlU ile Formoza'yı tutmuştu. Bunlar başka etnografya karakteristikleri arasında taştan ok ucu yapmayı biliyorlardı. Hondo, Yeza adasında oturan ahali ise, daha ileriydi. Taş balta imal ediyorlardı. Kemik ve geyik boynuzunu işliyorlardı. Topraktan insan biçimcikleri yapıyorlardı. Taş baltalar, güney adalarında çeşitli biçimler alıyordu." (Eugene Pitiaro: Leş Races et L'istoire s:498, Paris:921) Bu açıklama, Japon tarihi öncesi kültürünün, Çin'den atlama olduğunu gösterir, Bildiğimiz gibi, ilk Çin kültürü, Batı İpek Yolu'ndan San Irmak (Huang Ho) boyuna geldiği için, Kuzey Çin'de açıldı. Kuzey Çin'in, Kore aracılığıyla tam karşısına düşen, Kuzey Japonya'dır, Güney Çin, medeniyete çok sonraları girdiği için, Güney Japonya kültür etkilerine, Kuzey Japonya'dan sonra girmiştir. Aynu'lar, onlardan önce; Koropogianlar, hatta Charency'ye göre, Koropogurulardan önce; Kuzey Amerika yerlileriyle akraba olan Lit-Dweller'ler; onlardan önce, Negritolar oturuyorlardı. Tek sözle, Japonya dünyanın her yeri gibi; sayısı belirsiz IRK'ların mozaiğidir. Varlığı en iyi ispat edilmiş en ilk Japon yerlileri, Aynular'dır. Bunlar henüz Mısır tarih öncesindeki Mezimdeler gibi deniz kabuklularını yemekle geçinen (kjökkenmoddin) aşağı barbarlık çağında, idiler: " Bu kabukluların çeşitli devrelere ait birikimleri Kuzeye gittikçe daha az kadim görünürler. Yenilmiş kabuklu yığınları, Aynu göçlerinin gittiği güney-kuzey yolu üzerinde konulmuş Jalonlar (yol göstericiler) gibidirler."(E.P.keza s:499) Baelz ve başka Japon, Amerikan ve Avrupa bilginlerine göre: "Aynular, Japon nüfusunun substratum'ını (en ilk ve yoğun temelini) oluştururlar. Bunlar, Kafkaslı uluslara akraba olan bir uluslar topluluğundandıriar. Bu uluslar topluluğunu, Türk-Moğollann gelişi parçaladı. Parçalanan nüfusun bir bölüğü batıya yürüdü. Böylece bir bölük Ruslar, bunların halkı oldular, öbür bölük, Pasifik kıyılarına vardılar Denizi geçip, Japon takım adalarına yerleştiler."(E.P. keza s:500) s:501) "Aynuların dil ve etnografyaları kendilerini Japonlardan bütünüyle ayırır."(E.P. keza "Özellikle, Japonlar Kore'de, Çinli elemanlara karışarak, Hrıstiyan çağının ilk zamanlarında Nippon (Japon) adalarına yerleştiler" (E.P. keza s:500) M.Rams Red der ki: " Eski Japonca ile Korece ve Altay'lı dilleri arasında akrabalık görürüz." Matsumato Mobuhiro ise, "Daha başarılı bir ispatlama yaparak, Japonca ile Austroasiatique (malezyaca, Hintçe, Çince) dilleri arasında Avustralya folkloruyla, Japon mitolojisi arasında akrabalık kaydeder." (Rene Groussat Leş Civilisation de L'o^ient, çil 4 Le Japon, Paris MLM XXX s: 7) Doktor Magel'in bulduğu bir atasözü der ki: "iyi bir samuray olmak için, insanın damarlarında yarı yarıya kara kan bulunmalıdır" (E.P, s: 502) "Hrıstiyan çağında, İsa'nın doğum yılında, Avustralyalı, Malezyalı, Hintli, Çinli gibi yan yarıya kara kanlı insan: belki de Hint, Malezya toplumundan Japonya'ya gelmiş insanların melezleşmesi olabilir." Bugünkü Japonya'nın insanları 2 beylidirler: 1) İnce-şehirli Japon beyi; üst sınıftır: daha uzunca boylu, dolikosefal (uzun kafalı)- lephoprosope (çıkık dudaklı) olur. 2) Kaba, köylü Japon tipi; alt sınıftır. Daha az uzun kafalı ve yassı burunlu olur. İnce tip "ahali bölüğü içinde bazı kadınlar hariç göz çekikliğı yoktur." (E.P. s: 497) denildiğine göre, sonradan gelen fatih tipler, hiç değilse, barbar usulü ile kadın alarak eski yerli Japonlara karışmış bulunurlar. Klasik tarihe göre Aynular, Doğu Sibirya'dan göçmüş, birbirine düşman aşiret durumundadırlar. Zamanla, Kiyişu adasına Malezler sokulurlar. Japonca'nın kan bakımından siyah Malez'inki gibi; dil bakımından Malezce karışığı olması bu karışıma bağlanabilir. Kargaşalı ırklar ortasında Japon ülkesi, bütün tarih öncesi toplumları ve ülkeleri gibi, toptan bir TANRILAR TOPLUMU'nu taşır. Japon mitolojisi, Irak ve Mısır tarih öncelerinde gördüğümüz TARİHİN BAŞLANGIÇ MASALLARI'nı kısaca tekrarlar: "Dünyanın yaratılışından önce, birçok tanrı kuşakları gelmiştir. En sonuncu tanrı çifti, güneş tanrıçası Zanai ile Nazamis'den takım adalarının çeşitli ataları doğdu."(Hepdes P. III s:381) Güneş tanrıçası Izanagi'den, güneş tanrıçası Ameteragu ile erkek tanrı Susa-Neo dünyaya geldi. Bu geliş, ilk Japon toplumunun, aşağı barbarlık toplumunda (ana hanlık düzeninde) yaşadığını gösteriyor. Çünkü, toplum gibi tanrılık da ana hukuku kurallarınca gelişiyor. 7- ORTA BARBARLIK KONAĞI Demek, İsa doğumuna bağlanan yıllarda, Japonya'nın tarih öncesi, aşağı barbarlık konağını henüz aşmış görünüyor. Belki, aşağı barbar toplumun üzerine akın edenler, orta barbarlık konağına erişmiştirler. Çünkü, o sıralar Japonya'da tarih, bir takım merkezleşmeler buluyor. Kajiki ve Nihangi, geleneklerin sosyal yapısını anlatıyor. Japonya'da henüz barbar dünyasının yukarı barbar kentleri şöyle dursun; Sarı Irmağın orta mendireğinde belirmiş kentler bile yoktu. Onun için Japon merkezleşmelerini, olsa olsa keşfedilmeden önceki Amerika yerli kan ve aşiret teşkilatlarına benzetebiliriz. Hepsinin ayrı tanrıları vardır. En büyük Japon adası Honda veya Honşo merkezi, güneş tanrıçası Amaterasu'ya tapar. Buraya, Tenno sülalesi yahut "gönül hükümdarları" adını alan ve Japon birliğini kuran (ki bir kadın olan) Yamato tanrının, tek sülalesi bağlanır. : R.Grousset, bir yanda bu merkezleri üçe indirir, ötede şöyle yazar: "Kiyişu adası aşiretlerinden Kumaro-Havate gibi başka merkezler oluştu. Bu sonuncular, Latsuma ve Hiuga eyaletlerinde oturuyorlar, çeşitli deniz bitkileri topluyorlardı. Matsungu'ya göre Japon mitolojisi, o çeşitli mezheplerin kaynaşmasından Kamato prensliğinin başka aşiretlere dayandığı Amaturama; o aşiretlerin boyun eğmelerinden Sonuç olarak doğdu. Birleşim işi, Aynu barbarlarına karşı yapılan ırkçıl (kabilecil) savaşla ahenkli olarak halledilmiş olmalıdır. Nitekim efsaneler bize Yamatatake prensini (isa'dan sonra 81–113), güneyde Kiyuşulu Kumasularınayaklanmalarını bastırdıktan sonra, kuzeyde Aynaların üzerine gidip şimdiki Tokyo bölgesini fetih ederken gösteriyor. O sıralar, artık Kore'ye karşı deniz seferleri de başlamıştır Milli göreneklere göre, bu seferlerden birincisi, ımparatohçe Ingo-Kogo'nun eseri imiş." (Rene Grousset aynı eser s: 8) Burjuva bilgininin eğilimi böyledir. Nerede bir insan kültürü görürse, ona hemen "medeniyet" damgasını vurduğu gibi, nerede bir otorite görse ona da hemen bol keseden "imparatorluk" sıfatını vermekte sakınca bulmuyor. Japonya'da imparatorluk ve imparatoriçe sözcüklerinin kullanılışı, o alışkanlığın yaratıklarıdır. Bu hesaba kalırsa, yabancı bir aşireti yenen bir askeri aşiret şefi, hemen bir imparator olur. Yalnız modern imparatorların tersine, Japonya'da ilk imparatorluğu kuranlar gibi, sonra fütuhat yapan ünlü kişilerin de, neden hep kadın imparatoriçe olduğu üzerinde hiç durulmaz. Aşiretin egemenliği nerelere dek yayılırsa, oraları da derhal birer imparatorluk oluverir. Burjuva biliminin bilerek bilmeyerek yaptığı terim kakafonileri ile başımız dönmezse, klasik tarihin anlattıklarını, şöyle tasnif edebiliriz: O çağlarda, değişen Japon toplumu, henüz aşağı barbarlıktan orta barbarlığa geçmek üzeredir. Onun için, aşağı barbarlıktaki CİNSEL İŞ BÖLÜMÜ içinde, erkek cinsi, yavaş yavaş ağır basmaya kalkışmıştır. Klasik tarih, bunu, şöyle anlatır: "Kız kardeş ile oğlan kardeş, uzun bir kavgaya düştüler. Bundan, şüphesiz Japon halkını biçimlendirmiş barbar akımları arasındaki mücadelenin anılarını görmek gereksinimi ile en sonra iktidar Amateras'ın nesline teslim olundu. Halkları, Kiyişu adasına yerleştiler. Bunların dölleri, ilk insancıl imparator olan Komu-Yamato'ya vardı. Bu imparatorun daha çok bilinen ölümden sonraki adı YlMMU TENNO'dur. Ve Japonya'da hala egemen olan sülalenin kurucusu sayılır."(H.GJ.P. keza) İmparator denilen Yimmu, besbelli Kiyişu adasının oymak askeri şeflerinden biridir. Osaka körfezi, Yamato bölgesiyle birleşir. Uydurma kronolojiler, Nihangi tarihini, İsa'dan önce 660 yılına çıkarıyor. H.G.J.P.'ce olay, İsa'nın doğum yıllarında geçer. Kabile askeri şefleri, İzuma KAN'larmı boyunduruk altına almış görünürler. Yimmu'dan birkaç yüzyıl sonra, 12.imparator Keiko'nun oğlu Yamato-Take, henüz bir efsane kahramanından öteye geçemez. Kuzeyin Aynularını, boyunduruklar. Belki bir ara Kiyuşular, Kumasuları da emri altına sokar. Derken, sahneyi yeniden bir kadın tutar. O, Perslerin efsane kahramanı Kirus zamanında, Orta Asyalı Mesajetlerin Heradotça ünlendirilmiş ana hanı Tomris'e, İsa'nın doğum yıllarında Büyük Britanyalılarm ana hanı Baudicex'e, pek benzer. Ancak, klasik tarihin cömertçe imparatoriçe rütbesini verdiği ana han Yingo, İsa'dan birkaç yüzyıl sonra görülür. "Kore devletleriyle, hele Lakçei ile temas kurulması, Japonlar için hatırı sayılır bir önem taşır. Bu devletler, Japonya'ya yalnız endüstri ürünlerini değil fakat loncalar kuran esnaflarla birlikte, Çin dili ile Çın yazısını sokup, ilk kara kıtası medeniyetinin elemanlarını ifşa eden ulemaları da gönderdi."(H.G.J.P. s:382) 8- JAPONYA'YA MEDENİYETİN İĞRETİ GİRİŞİ Demek Japonya, Persler'den 900 yıl sonra; İngilizlerden 40–50 yıl sonra; sırf Asya kıtası medeniyeti ile ilişkiye girebilmiştir. Roma medeniyeti çökerken, Büyük Britanya barbarlığıyla karşılaştı. Japonların ilişkisi, Çin'de 2.Han ile (Doğu Hanları sülalesinden sonra) patlak vermiş barbar sülaleleri çağı ile başlar. "Çin'de Tobas zamanı Budizm, en kudretli ilerlemelerini yaptı. İmparatoriçe Hu, batıda ipek yolu üzerinde Çin prestijini(saygınlığını) yeniden kurmayı denemek için, dinsel hizmetleri kullandı. Ama, 5.yüzyılda en büyük seviyesini bulan Çin parçalanışı, her türlü büyük politikaya eğildi."(H.'GJ.P. c l, s: 376) Böylece, tıpkı Roma medeniyeti karşısındaki İngiliz adaları gibi; çöken ve dağılan Çin medeniyeti karşısındaki Japonya, tek tük medeniyet tohumları almıştır. Roma, hiçbir zaman, İngiliz adalarını tamamıyla ele geçirememişti. Çin medeniyeti, Japonya'yı, kendi sosyal sınıflarına parçalanmış toplumuyla, ondan daha az işleyebildi. Ancak, Japon aşiretlerinin güdücü tabakaları arasında, Çin mukallitliği başladı. O zamana dek hayli "durgun" olan olaylar, klasik tarihin deyimiyle, "BİRDEN BİRE ACELELEŞTİ". 6.yüzyıl ortasında Mahayamiste, kuzey boylamında, yıllarca sürecek savaşlarına girişti: "(Bu durum) Kudretli bir faktör olan Şugolarca kabul edildi. Sözü edilen birkaç yılda gözler, yabancı dünyaya açıldıktan sonra Japonya'nın deri değiştirmesi çağdaş zamanlardaki kadar tam ve çabuk oldu."(H.G.J.P. s: 382) Demek Japon toplumu, modern kapitalist medeniyetle olduğu gibi, antika medeniyetle de ilişkiye geçer geçmez, çabuk değişiklikler geçirdi. Japonya'nın bu deri değiştirmesi, ondan 600 yıl önce Britanya adasına, hrıstiyanlığın giriş ve işleyişine benzedi. Bu işleyiş, tam bir tarih aydınlığı içinde geçmedi. Medeniyet taklit edilerek, ilkel toplum "kral”arının, tarihteki kralları andırması başladı. Suhotaku Taishi: 593–622 zamanı, Avrupa'daki azizleri andıran yabancı ülke rahipleri çağırıldı. Kore'den artistler getirildi, bir sürü tapınaklar kuruldu. Çin'e, ilk Japon elçisi gönderildi. Japonya'deki Kan teşkilatlı toplumları sürüleştirmeye çalışacak, Çin usulü idare kuralları; Çin saraylarmdaki seremonyalar, ecnebi matahı olarak ithal edildi. Fakat, kan teşkilatının şefleri, kolayca boyun eğmemiş olmalıdırlar. Çünkü, İngiliz MAGNA KARTA'sı gibi olmasa bile, ilkel barbar demokrasisinde kalıntı sayılacak bir anayasa çeşidi ortaya çıktı, ilk memleket anayasaları kaleme alındı. Derken, barbar İngiltere'nin "BÜYÜK EGBERT ", "BÜYÜK ALFRED" türü ayarında yerli kahramanlar türedi. Japon barbar toplumuna medeni devleti sokmak girişimini başaran "BÜYÜK TAİKWE"nin reformu doğdu: İsa'dan sonra 645–649. "Hükümet, merkeziyetçi Çin hükümetinin modeline uyduruldu." (H. G J. P.) "Halk önünde sorumlu bakanlar sistemi kuruldu. Zamanın Çin hukukuna göre, aktarma Japon "CODE'siyapıldı."(H.G.J. P.) Mutlak hükümdarlıkları andıran düzende, Japon aristokrasi tabakası, en ufak ayrıntılarına dek, örgütlenmeye çalışıldı. Merkezden idare edilen taşra valileri ile eyalet idaresi belirdi ve ilh. Görünüşte Japonya'da, dış ve üst kabuğunun üstünde, kara kıtası medeniyetine benzetilmek için her şey yapılmıştı. Ama antika medeniyetlerin klasik "imparatorluk”larından henüz ne kadar uzak bulunduğu, göçebelik ile sırıtıyordu: Japon sözüm ona "devlet” düpe düz göçebe idi: Köyden köye geziyordu. Bu seyyar satıcı göçebe devlete, Çin örneğine uygun bir oturganlık verilmek istendi. Japon toplumu, orta barbarlıktan adeta zorla, yukarı barbarlığa doğru itildi. Bütün gelişim konaklarına dikkat edilirse, şunu görürüz: Japon toplumu, kendi yavaş yürüyüşüyle tarih öncesini yaşarken, attığı her adım ona hep dışarıdan sokulmuştur. Japon insan yığınları üzerinde ince bir zar teşkil eden tarih öncesi Kan şefleri; kimi dini şef, kimi askeri şef kılığına girerek, kâh yavaş, kâh hızlı adımlarla kara kıtasından (Çin-Kore'den) aldıkları devlet sistemini, karasabanla çalışan köylüyü en son sistem ziraata sokar gibi, Japonya'ya sokmak çabasını göstermişlerdir. Fakat, bütün o uzun bin yıllar içinde, Japon geniş halk yığınları, kendi tarih öncesi toplum hayatlarını hemen hemen hiç değiştirmeksizin yaşamışlardı. İngiltere'ye Romalıların yaptıkları gibi, zorla medeniyet aşısı yapan bir Çin medeniyeti akını da, Japonya üzerine saldırmış görülmediği için, Japon toplumu ilkel komün yapısını temelinden alt üst edebilecek istila sarsıntıları geçinmeden kalmıştır. 9-MEDENİYET ÖNCESİ KISA JAPON TARİHİ: BARBAR AKINLARI Japon adaları, batıya açık bir hilale benzetılirse, hilalin güney ucunda Kyüşü adası, Kore ile bitişecek gibidir. Hilalin kuzey ucunda Hokkaido, Doğu Sibirya'ya en yaklaşık, ikinci büyük Japon adasıdır. Bugün, Hokkaido'nun kuzey batısında sıkıştırılmış gibi yaşayan Aynu'lar, Doğu Sibirya insanıyla akraba görünüyorlar. Belki ilk Asya kara kıtasından Japon adalarına göç eden barbarlar, bunlardır. Japon arşipelieri (adaları: hilalin ortası), birden bire Asya'dan Japon denizine kadar uzaklaşır. Asya'dan bu orta yere göç, imkânsız gibidir. Ama hilalin hemen hemen bütününü oluşturan Japon arşipelinin en büyük adası Hondo, güney ucuna doğru Asya'ya pek yaklaşır. Ve göç olanağını hazırlar gibidir. Gelişleri bilinemeyecek kadar eski olan Aynular bir yarıa bırakılırsa; İsa doğumundan önce Japon adaları hilalinin güney ucuna, iki göç yapılmış bulunur: 1) Hondo adasının güney batısında İzuma bölgesine MOĞOLLAR; 2) Kiyişu adasına MALEZYALILAR... Bunlar içinde Malezyalı göçebeler, baskın çıkmış olacaklar. Kendilerini tanrıça Ama Turama’nm dölünden gelmiş sayanlar; içlerinden imparator Kamu Yamata’yı çıkaranlar, Kiyuşu adasına göçenlerdir. Kamu Yamata’ya, ölümünden sonra Yimmu Tenno denildi. Kiyişu adası kan şeflerinden biri (Hondo adası güneyde 4.büyük Şikoku adasını kucaklar), Osaka körfezinin Yarnato bölgesine Yamato şefleri adını vererek yerleşti, izumoda yaşayan Moğol Kan'larına boyun eğdirmeyi becerdi. Japon dünyası için en stratejik ve sosyal güvencenin püf noktası, bu bölgeydi. Bu olayları Nıhangi uydurma tarihi, İ.Ö. 660 yıllarına çıkartırsa da, bu, lsa"nm doğumu sıralarına yaklaşır. İmparator Han Keike'nin oğlu efsane kahramanı Yamato-Take, daha kuzeydeki Aynuları boyunduruk altına aldığı gibi, burada belki Kyüşü adasındaki Kumasolan da emrine aldı. Ve bu dinamizimle "imparatoriçe", Kumasolara karşı açtığı ikinci seferden yararlanarak, Kore'ye elattı. İsa'dan 3 yüzyıl sonra Kore'nin Mimane Semti, kolonileştirilmiş olmalıdır. İkinci Bölüm GÖÇEBE KOMÜN'ÜN MEDENİYET BULAŞIĞI 1-MEDENİYET ÖNCESİ SOSYALİST KUNİ'LER JAPON TOPLUM BİÇİMLERİİNİN ÖZÜ: İLKEL Bu olaylarda rol oynayan Japon insanlığı, nasıl bir toplumda yaşıyordu? A- Yukarıda anlatılan olayları yorumlarken, sosyal yapının ne kadar determinist rol oynadığını görüyoruz, İ.S. 7.yüzyıl Japonya'sı, Ceqretienler Fransa'sına hiç benzemez. Cegretien çağında, Hrıstiyanlık, Roma kilisesine; oradan Magua Capis krallığına alınmak sayesinde, oğullara miras bırakılabildi. Tenno Japonya'sında ise (din ve dünya) aynı idare altındadır. Japon Tennosunu (Mikadosunu) anlamak için, Roma'nın ilk efsane krallarına; Semid peygamberlerine; en ilk Sümer İşakku'larma kadar çıkmak icap eder. Tenno, islamlıktaki ilk peygamber ve ilk halifelere bile çok benzemez. Onlar, görece yeni zaman kurumlandır. Tenno'nun hem din hem dünya şefliği, besbelli öteki kan aşiret ve konfederasyonların seçile gelmiş şefleri üzerinde, sırf ruhani bir üst makam roiünü oynar, imparatoriçenin kotarılabilecek bir siyasi birlikte, konfederasyonu seçilerek temsil etmesi, Japon siyasi birliğinde gayet tabiidir. B- Yazar Kuni'nin "DEVLET" adıyla andığı oluşumlar, Japonca "KUNİ" adını alır. Kunilerın bir devlet olmadıkları; birçok Kuni merkezleri oldukları sayılarından anlaşılır. Çin medeniyetinin Han Devrimi, Anallar, (İ.Ö. 108–115 yılları) görebildikleri kadar Japonya'da 160 kadar Kuni sayarlar. 600 yıl sonra imparator Japon adalarının bir kısmını ele geçirebiliyordu. Çağımızın 20.yüzyılında imparator Keiko, generallerini fetih eserini tamamlamaya yolluyor. Ve bütün ülkeyi boyunduruk altına aldığı ile övünüyordu. Halkları ve bölgeyi, kaza ve vilayetlere bölerek, idare taksimatına uğraştılar ve kanunlar yerleştirdiler: Bu kanunların çoğu, Japonlarca ilk tanınmış Çin ve Kore kültürlerinden ödünç alınmışlardır. Besbelli tarihçilerin "İMPARATORLUK" dedikleri şey, barbarlığın kan teşkilatlı aşiretlerinin kurduğu konfederasyonlarıdır. Barbar federasyonları, sık sık yer ve tali: önder değiştirdikleri gibi; her zaman dağılıp toplaşabilen az çok oynak ve değişken oluşumlardır. 2- İĞRETİ MEDENiYET İLiŞKiLERi Nitekim, Japon tarihini İ.Ö. 660 yılında başlatan yazarlar da, Japon tarihi gibi, Japon imparatorluklarını da bildiğimiz tarihten daha kısa ömürlü ve başka türlü bir oluşum olduğunu şöyle anlatırlar: " Japonların daha önce çoktan beri Koreliler ve Çinliler ile ilişkileri vardı. Çin'de Wei Han sülalelerinin kronikçileri, Japonları anarlar."(Kuni. 31) " 285 yılı, Konfüçyüsçülük moral kurallarıyla birlikte Japonya'ya girdi. 7. Yüzyıl başında, Japon imparatorlarının Presenyortan (hocaları) olan Koreliler Çin yazısı bilgisini getirdiler. Ve 552'lere doğru, BUDİZM, Japonya'ya gelerek, ondan sonraki Japon düşüncesi üzerine büyük nüfuz kazandı."(Kuni Matsuo s:32) Japon taş çağı, kendi gerçekliği içinde yaşıyordu. Oraya dışarıdan gelen her sosyal etki, yeryüzünün bir noktasına düşen göktaşı gibi lokal(yerel) kaldı. Ve yerli toplum ilişkileri içinde çarçabuk eritildi. Bu olayı, Japon kültürünü inceleyenler şöyle deyimlendiriyorlar: "Japon kültürü, bir takım ödünç almalardan yapılmadır Japonlar, çok şeyi ödünç almışlarsa bile, burada "YARATIŞ" denilebilecek bir adaptasyon işi yaptıklarını söylemek, elden gelmez.”(Kuni Matsuo Historia De La Literator Japonaisse 1935 s:29) Kara kıtasının büyük antika Çin medeniyeti, Japonya'ya doğrudan doğruya Roma usulü bir istila seferi yapmadı. Ancak, Kore aracığıyla barışçıl alışveriş: ticaret ilişkisi kurdu. Japon taş çağı, ancak han sülalesi zamanında, Çin'den metal ve ekin ürünleri ithal edildiği için yavaş yavaş açılmaya başladı: " Özellikle, İ.Ö.108 yılı Çin imparatoru Wu, kuzey Kore'ye kolonlar gönderdi. Bu kolonlardan bazıları Kiyuşu'da oturan Japonlar ile doğrudan doğruya alışverişe başladılar. Ondan sonra Çin etkisi şiddetlendi, ilk çağlar Japonya'sında taş ve demir yan yana kullanıldı." (Otto Berkelbach Van Die Sprenkel: Die Überceische Welt und Ihre Erschliessung c,8 1950, Bern. S: 184) Yani İngiltere, Roma istila ve sömürgeleştirme çabalarına rağmen HASTlNGS savaşına gelinceye dek, nasıl Neolitik (barbarlık) devrini yaşadıysa, Japonya'ya tıpkı öyle dışarıdan ticaretin hatta ziraatın sokulması yeni taş devrinin (Neolitik Çağının) Japon toplumuna temel oluşunu kaldırmadı. Japonya, İ.Ö. 2. yüzyıla ait süslü çiniler biçimini aldı: "Yogai şeyli kaplar o kadar ayırtlı idiler ki, dışarıdan ithal edildikleri kabul ediliyor" (Otto s: 186) Bu gibi şeylerin, batı Japonya'dan Orta Japonya'ya doğru yayılışları da, kara kıtasından geldiklerini gösterir. Bu arada rastlanan tunçtan yapılmış müzik aletleri, kılıçlar ve teberler, Japon halkının günlük hayatına girebilecek kadar bulunmaz yabancı nesnelerdi. Bu nesneler, Aşağı Barbar toplum yapısında, yeni yeni sivrilen elemanlarca, birer üstünlük ve kutsallaştırma belgesi gibi kullanılıyordu: "Bu nesneler, pratik amaçla kullanıldığından belki dini ve siyasi bir sorumluluk (veramotaldung) ve otorite sembolü yerine geçtiler."(Otto s: 186) Haritaya bakılırsa, Kore yarımadası Çin medeniyetinin kaynağı olan Sarı Irmağının döküldüğü Sarı Denizi batıda kapatır. Çin medeniyetinin geliştiği Kuzey Kore'ye kolonlar göndermesi, bu bakımdan bir coğrafya zaruretidir. Kore yarımadasının güney ucuyla Japonya'nın güney batısındaki büyük Kuyışu adası, burun buruna denecek kadar birbirine karşılıklı bir durumda, pek yakın bulunurlar. Hele Kore Pusan ile Japonya'da Nagazaki arasına serpilmiş adacıklar, Kore boğazını, kara kıta Kore'ye doğru aşmak üzere atlayıvermek için konulmuş basamaklardır. İlk Japon sosyal ve siyasi gelişimi, bu Kıyuşu adasında belirdi. Çin medeniyeti ile Japon barbarlığı arasındaki etki tepki ilişkisi Kore boğazı köprüsü üzerinde gidip geldi. İ.Ö 3.yüzyıl başında, Japon kraliçesi Himike ile Çinli Wei sülalesi arasında elçilik gönderilişti. Alman bilgini klasik imparatoriçe veya kraliçe sözcüğünün pek yerinde olmadığını sezer gibi şunları yazar: "Başka bir teoriye karşı benim kanaatim şudur ki, Himike, Japon imparatorluk sülalesinin öncüsü değil, Hiyuşku da bir prenses (Hersciherin) değildi. Monarşi belki Yamato bölgesindeki yerel idare güdücüleri tabakasından kaynak almış ve bir sürü fütuhatla en sonra Japonya'ya egemen olmuştu. Kanaatimce, bu olay, güney Kore'de iki büyük devletin Shiraki Kudara krallıklar oluşumu ile aynı zamanda olmuştur. Yamato egemenliği, güney Kore'de Mimmanayı kendi savunma alanı haline getirdi. Ve sonra başlıca yarımadanın batısıyla Shikoko'yu ve Kyüshü'yu idaresi altına aldı. 4. yüzyılın ikinci yarısında Kudara ile Shiraki'yı ele geçirdi. Ve 4.yüzyıl döneminde kuzey Kore'de Mançurya devleti ile savaştı. Daha sonraları Mimmana idaresi Shiraki tarafından darmadağın edildi. Ve 660 yılı Birleşik Kudara idaresi T'ang Çinlileriyle Shiraki tarafından yenildi. Bunun üzerine Japonlar Kore'den tamamen atıldılarsa da, Çin, Kore nüfuzu Japon kültürü üzerinde izlerini bıraktı: böylece örneğin Çince yazı işaretleri ve Budizm kabul edilmiş oldu. Yamato idaresince boyunduruk altına alınan bölük pörçük devletler (Telstakten), pek gevşek olarak idarenin emri altına girmişlerdi. Ve daha ziyade kendi büyüklerinin egemenliği altında bulunuyorlardı. Hür köylülerin egemenliği altında bulunan köleler, sayıca az oldukları için, henüz pek ufak bir rol oynuyorlardı. Merkezi hükümet, geçmiş Kore fütuhatıyla paralel olarak belli başlı adanın kuzey doğusunda, kültürce alt durumundaki Aynularla, güney Kıyuşu'da ki savaşçı Hayato'yu sindirmeye girişti. Bu sindirim, 9.yüzyılda tamamlanmış sayılıyordu. Çinliler, alışveriş tekniği bakımından önemli kuzey Kiyuşu küçük devletin adından kinaye olarak "Wa" adını verdiler. . Japonların kendileri, ilkin idare merkezlerinin makam sahibi (Süzer) adı olan Yamato'yu ülke adı olarak kullandılar. 7.yüzyıla doğru, Nippon (Doğan Güneş) adını aldılar."(OttoB. s: 185–186) 3-CILIZ TARİHSEL DEVRİM MED-CEZİRLERİ: İLKEL SOSYALİZMİN "YAZI" VE "DİN" ELEMANLARI’NA BULAŞMASI Bu anlatılan olaylar şu gerçeklen açıklıyor: 1Himike, bugün medeni insanların anladığı çeşitten bir imparatoriçe veya kraliçe değil; ' Kiyuşu adasındaki aşiretlerden en önemlisinin ana hanıdır. Bizim Tomris ana gibi savaş ve siyaset dehası kumandan, kadındır. Bunu söylerken İsa doğumunun 3.yüzyılında, en ileri Japon toplumunun henüz aşağı barbarlığı aşmak üzere bulunduğunu anlatmış oluruz. Tam o sıralar, Çin medeniyetinin (imparator Wu’nun) kolonileştirmeye çalışırken, ava giden avlanır misali, Hunlarm saldırılarıyla ufalanan Çin derebeyliği, allak bullak edilmiştir. 2Japonya ile Çin medeniyeti arasında, besbelli barbarların içinde iyice kolonileştirmelerle doğmuş iki basamak siyasi santralizasyonlar vardır. Kore'de, Kudara, Shiraki ülkeleriyle Mançurya ülkesi, Japon toplumuyla Kore üzerinden, Çin medeniyetine doğru gelişen münasebetler, yüzyıl içinde büyük sonuçlar verir Anahanın açtığı çığır, Yamato egemenliği biçiminde Güney Japonya’nın iki büyük adasını (Şikoku ile Kiyuşu) kapladığı gibi, Kore'ye de atlamış Mimana’yı üs yapmıştır. 4.yüzyılın ortasına geçilince, Çin'in noktaladığı Kurada ile Shiraki'yi de alır ve aynı yüzyılın sonunda Çin'e doğru son aşama (merhale) olan Mançurya ile döğüşür. 3- Gerek Japon, gerekse Kore toplumlarında etnik sınıflı toplumundaki zıtlıkları dengeleyen DEVLET, henüz kökleşmemiştir. Onun için, Yamato'nun fetih ettiği yerlerde egemen oluşu, tarih öncesi Kan teşkilatları metodundan öteye geçti. Teülsiatin denen toplulukların, üstün gelmiş idareden çok "kendi büyüklerinin egemenliği altında" bulunuşu, onu gösterir. Barbar toplumda yenilgiye uğrayan toplum, ya yok edilir, ya sürülür yahut yenenlerle kaynaşır. Esir edilip sömürülmez. "hür köylülerin" idaresindeki kölelerin sayıca az oluşları bundan ileri gelir. Köleliğin bir sosyal sınıf haline gelmeyişi, barbar toplumun gücünü ispat eder. 4Böyle bir "idare"nin fethettiği ulusları uzun süre emri altında tutamayacağı, kendiliğinden anlaşılır. Onun için Ana Çin Medeniyeti, kendisini derleyip toplayınca, Kore’deki kolonilerini harekete geçirir. Siragir ve Mimana’yı dağıtır ve 660 yılı Kudara’lılarla birleşen Tanu sülalesi, Japon barbarlığını Kore'den sürüp atabilir. 5- Japon barbar toplumunun Kore üzerinden Çin medeniyetine doğru yaptığı bu geniş ve uzunca med ve cezir hareketi (onun da hiç değilse güdücü tabakalar arasında) medeniyetin iki büyük silahını yapar: Medeniyet Yazısı (Çin yazısı) ve Medeniyet Dini Japonya'ya girer. O zaman, deniz aşırı maceralarda edindiği tecrübesini, Japonya adalarında uygulamaya başlar. Bütün Japonya'yı bir merkezde toplamak ister. Çünkü, Yamato idaresi, daha içinde bulunduğu Kiyuşu adasındaki-Hajato ile en büyük Hondo adası, kuzey doğusuna doğru sıkıştırdığı Aynuları bile hazım edememiştir. Bu hazım ediş, 9.yüzyıla dek sürecektir. Japonya toplumu, 7.yüzyıla kadar "Wa" diye anılacak Nippon (Japon) adını alamayacaktır. 4- GÖÇEBELiKTEN MEDENİYETE: TİCARET-DEVLET VE TOPRAK REFORMU Kore'ye akın eden Japonyalılar, henüz "Japon" adını almadıkları gibi medeniyet konağına da çıkamamış Kan teşkilatlı bir toplum halinde yaşıyorlardı. Fakat klasik tarih onlar için, kendi bildiğini okur: "Hatta, Yamato idaresi bile siyasi bakımdan birleşmiş Japonya için büyük önem taşımadı. Devlet işleri kudretli asil hanedanların elinde idi. Otama ve Soga aileleri gibi, o sırada mahalli idare kır asillerinin büyüklerine düşüyordu."(Otto B. s: 187) Japonların Kore akını, örneğin Hunların Roma medeniyeti üzerine yahut Moğolların Çin ve İslam medeniyetleri üzerine saldırışları kadar, büyük tarihsel devrimler yaratacak halde olmadı. Bu bakımdan Japonyalılar, çöken bir medeniyet denizi içine düşüp yok olmadılar. Kore'ye giderken, kültür değerlerini ve toplum biçimlerini fazla değiştiremediler. Hala "aile” temeline dayandırılan Japonyalı idarecilik, henüz en basit bir kentleşme yerleşikliğine kavuşmamıştı. O bakımdan içlerinde "Asil Hanedanlar" aramaktansa, geniş aile demek olan Kan teşkilatlı orta barbarların asker ve ruhani şeflerini görmek gereklidir. Nitekim, Japonların Kore'de "yerleşmeleri" kadar, Kore'den "kovulmaları" da, onun için pek kolay, adeta "iz bırakmadan" oldu. Yalnız Çin medeniyeti, Japonyalı barbarları kendi içinden kovduysa da; Japonyalı barbarlar, Çin medeniyetini kendi içlerinden kovamadılar: "Kore devletleriyle, hele Pak-çei ile temas kurulması, Japonlar için hatırı sayılır bir önem taşıdı: O devletler, Japonya'ya yalnız endüstri mamullerini değil, fakat lonca kuran esnaflarını da Japonya’ya Çin dili ile yazısını sokan ve ilk kara kıtası medeniyetinin elemanlarını açıklayan ulemasını (bilginlerini) da gönderdi."(H.G.J.P. s: 382) Bütün barbarların pek önem verdikleri "ölüm"den sonrası için mezarlara süssüz kaplar koydular. Hatırı sayılanlara balçıktan lahit yaptılar. "İmparator Nintako (ölümü 427) için, 480 x 350 metrelik bir mezar kurup içine kılıç, ayna ve balçıktan insan-hayvan biçimleri yerleştirdiler. Pirinç ekmeyi de öğrendiler ama "pirinç ekimi yanında av, balık, meyve derleme büyük rol oynadı." (Otto B. s: 186) Bey, "asil"lere mahsus kenevir kırfetinden yapılmış kumaşlı elbise yaptılar. 6.yüzyıl ortasında Budizm ile vaftiz oldular. Yıllarca mücadele eden Budizm, "kudretli bir fonksiyon" olan Şugo'larca kabul edildi. Japonya'nın değişmesi, "birden bire aceleleşti". 593 yılında, naip olan Shotoku Taishi (593-622) : rahipleri çağırdı. Kore'den artistler getirtti, bir sürü tapınaklar kurdurttu, ilk defa 607 yılı Tang'lar sülalesinin egemen bulunduğu Çin'in kudretli imparatoru Sui'ye (Souei T'ang'a) elçi gönderip, merkeziyetçi idarenin yollarını inceledi. Çin'in idare kurallarının seramonilerini öğrendi. Bir çeşit anayasa çıkarttı, ilk Japon Anallarını kaleme aldırdı: "Bu birkaç yılda Japonya'nın geçirdiği değişim, çağdaş Japonya'da gözler yabancılara açılınca görülen değişim gibi, tam ve çabuk oldu." (H.G.J.P. s:382) En sonra, bütün saray devrimleri altında, sıra Japonyalı toplumların ekonomik ilişkilerine geldi. 645 yılı büyük ve Almanların "korkunç" dedikleri Taıke (Taikvva) devri reformu, başladı. 645-649'da kabul edilen Nengo reformu, hem toprak temelini, hem devlet yazısını ilgilendiriyordu. Toprak Devrimi, tıpkı Osmanlı fütuhatı sıralarında uygulanan DİRLİK DÜZENİ gibi oldu: "Toprak, devlet mülkü olarak ilan edildi. Köylüler, eşit ölçüde bölünmüş toprakları içine, mal ile vergisini ödeyecekleri kadar, pirinç ve benzeri ürünler ekecekler daha sonra mülkiyetleri olabilecek bayındırlık işleri yapacaklardı."(Otto B. s: 188) Alman bilginleri, anlaşılan Japonya'da daha önce özel kişi mülkiyeti bulunduğunu sandıkları için Taikvva reformunu bir çeşit sonradan devletleştirme sanmışlar, gerçekte yapılan reform, o zamana dek orta malı olan toprak, küçük ekinciliğe uygun biçimde KİŞİLERİN TASARRUFU'na bırakılıyordu. ORTA BARBARLIK KONAĞINI YENİ AŞMAKTA olan, geniş Japon yığınlarının hayatı için böyle bir tedbir, büyük bir devrimdi. Toprak temeli üzerinde sıkı idare baskısı da gerekti: 645-649'da kabul edilen Nengo Reformu'yia; "hükümet tamamıyla santralize-Çin hükümetinin modeline uyduruldu." (H.G.J.P. s: 382/2) Artık, Japon imparatoru önünde sorumlu bakanlar sistemi icat edildi. Zamanın Çin kanunlar sistemi üzerine kurulmuş bir Japon mecellesi (code), mutlak hükümdarlığı küşad etti. Eyalet idaresi: merkezce atanan valilere verildi. En ufak ayrıntısına kadar teşkilatlı bir demokrasi yükseltildi. Güya, "KUVVETLİ HÜKÜMET" kurulmuştu. Her şey yolunda gidecekti. Üzerinden 15 yıl geçmedi: Japonya'nın Kore üzerindeki egemenliği ansızın tepesi üstü yıkıldı. 663 yılında, Japonyalılar Kore'den kovuldu. Kore halkı, Japon barbar demokrasisine razı olmadı. Asıl maksat, medeni efendiliği kurmaksa, medeniyetin daha büyük efendisi Çin nüfuzu dururken, yarı barbar Japon Tenno'suna niçin kul köle olarak boyun eğilsin idi? 5- JAPON "KUNİ"LERl "DEVLET" DEĞİL, KOMÜN "KANALARIDIR. Japon tarihini anlamak için, Japon tarih öncesinin öteki ulusların tarih öncesine paralel bulunduğu, unutulmamalıdır. Az çok, Orta Barbarlık konağını yaşayan Amerikan yerlisi Senekalarda (bak: Tarih-Devrim-Sosyalizm s:73) gördük; Kan teşkilatının iki tip ileri geleni seçilir: 1) Şasem (Kan Başkanı) 2) Şef (askeri kumandan) Japon tarih öncesi Kuni’leri, klasik tarihin zannettiği gibi, "devlet" ile en ufak ilgisi bulunmayan Kan Teşkilatıdır. Yeryüzünde bugün varolan bütün insan topluluklarında hemen hemen aynı "can" sözcüğünü andırır: Latince GENS, Yunanca GENES, Sanskritçe CANAS, Anglo-Saksonca KYN, ingilizce KİN, Almanca KÜNNE, Türkçe KAN'ın karşılığıdır. (Bak: Tarih-Devrim-Sosyalizm s:70) Onun için, Gotça ile Japonca'da, aynı Kuni sözcüklerinin yaşamış olması pek şaşılacak şey değildir? Japon Kuni'lerinin Kan olduğu kavranılınca, onun da içinde daima seçilen Kan başkanı ve askeri kumandanı bulunacaktır. 6- JAPON TARİHİNİN ANAHTARI: KUNİ = KAN; TENNO = ŞASEM Her Kan'da olduğu gibi, askeri şef seçilmiş de olsa, sivil başkan muhakkak bulunacaktır. Kanların bir araya gelmesinden Fıratri Sıbt'lar; Fıratrilerin bir araya gelmesinden kabileler; kabilelerin bir araya gelmesinden konfederasyonlar doğmuştur. İşte, Japon Tenno'su, görülen bütün özellikleriyle Çin klasik tarihinin ona yüklemek istediği biçimde, medeniyet kralı yahut imparatoru değil, kabileler konfedarasyonunun sivil başkanı en büyük Saşemidir. Irakua "inanç savunucuları" gibi, Japon Tenno'sunun da, Saşemler gibi kutsal ruhanilik görevleri vardır. Kan Şasemi gibi Tenno'nun da zor kullanma gücü, önemli değildir Yalnız babaca öğüt ile ve gördüğü saygı sevgi halesiyle etki yaptığı için, şu veya bu askeri kumandan veya siyasi şef zorbasının kılıcı da, onu kesemezdi. Japon tarihinde bir türlü açılamayan kilidin anahtarı: Kuni'nin Kan Teşkilatı oluşunda ve Tenno'nun en yüce ve kuvvetli Şasem oluşunda gizlenir Bu anahtarı elimize alırsak, Japon tarihinde açılamayacak kapı kalmaz. Üçüncü Bölüm SEYREK VE CILIZ KENTLEŞMELER'DEN (YUKARI BARBARLIKTAN) GEÇ MEDENİLEŞMEYE 1- GEÇ MEDENİLEŞME: 1208 YIL İlkel de olsa sosyalist bir toplumu, sınıflı bir topluma (medeniyete) sürükleyebilmenin ne kadar güç, hatta yaman ve korkunç bir macera olduğunu bize en iyi anlatan örnek: Japon insanlığının başından geçenlerdir. Kendi başına kalabildikçe (medeniyet ne kadar parlak üstün görünürse görünsün) insanlık, yaşadığı sosyalizmi kolay kolay bırakamıyor. Bu kuralın en yaygın göçebe örneği, Çingenelerdir: Medeniyet dünyası, atom çağından yıldızlara göçüyor: Çingenelerimiz dileniyorlar, çalıyorlar, vuruyorlar fakat karda kışta yel üfüren göçebe çadırlarını; orada yaşadıkları ilkel sosyalizmlerini kendilerine kalsa kıyamete dek bırakamıyorlar. Dünyanın bütün öteki barbarları, içine düştükleri medeniyet denizinde boğuldular Japonlar, bir ara yanılıp karşılarındaki yarı barbar Kore'ye atladılar. Çok geçmedi, orada medeniyetin rezillikleriyle çürümeden, gerisin geri kendi adalarına püskürtüldüler. Ne çare ki, Taike Reformu, altlarındaki ortak toprağı Osmanlı dirlik düzenine; üstlerindeki kan teşkilatlarını ve güçlü Saşemlerini, Çin fağfuru taklitçiliğine çevirmişti. Ondan sonra bu çevriliş, Japon kâğıdı üzerine düşen yağ damlası gibi boyuna yayılacaktı. Ama ne kadar güçlüklerle ve kaç yüzyılda? Yalnız arada geçen yılları alalım: Japonların Kore'den kovuluşları 660 yılı ile kapitalizme geçişleri 1868 yılı arasında 1208 yıl geçer. Bu 1208 yılda Japon toplumu, bir türlü ilkel sosyalizmini; Kuni adlı kan teşkilatlarını, Tenno adlı yüce Saşemlerini elinden bırakamadı Elinden bıraktırabilmek için oynanan oyunlar, sonsuzdu. Japonya'da ilkel sosyalizmi iktidardan düşürme baskıları, Taike reformu ile başladı: orada Japon toplumu rejim olarak, henüz orta barbarlık konağını aşamadığı için, kişi mülküne çevrilmesi fiilen olanaksız bulunan ortak kamu toprakları, ilk defa Osmanlı dirlik düzenindeki biçimde, ailelere eşitçe bölünüp tefviz edilmişti: tasarruflarına verilmişti. Japonlar kıvramadıkları medeniyet ile Kore'den kovulduktan 34 yıl sonra; Taike reformundan 56 yıl sonra, 701 yılında; Taike Ritsu Riayı (Taike devrinin emirlerini ve yasaklarını) Çin'den Japonya'ya 150 maddesiyle aldılar. 1200 yıl hükmünü sürdürecek olan bu yasa, Çin'deki T'ang sülalesi hukukunun sıkı sıkıya tercümesi sayıldı. Sosyal temelleri medeniyetten o kadar uzak bulunan Japon barbarlığında, bir avuç üst güdücü tabakasının alt yığınlardan aldıkları güce dayanarak özendikleri "Medeniyet", tam bir "TAŞIMA SUYLA DEĞİRMEN DÖNDÜRMEK" idi. Bu çabaların bizce kolay anlaşılması için en yakın benzerini; Türkiye'de Tanzimat'tan önce öteberi yapılanlarla kıyaslamak mümkündür. Türkiye'de antika tefeci bezirgân medeniyeti batarken, modern kapitalizmi getirme çabalan 2–3 yüzyıldır boyuna geri tepmelerle çalkalandı. Çünkü, geniş memleket insanlığı, Babil çağının ekonomik ve sosyal şartları içinde yaşıyordu. Bir avuç üst tabakanın Batı Avrupa'nın savaş tekniğini benimsemeye çalışarak; batı siyaseti, batı kapitülasyonunu, batı kanunlarını, perakende veya toptan Türkçe'ye tercüme yahut en kötü soysuzlaştırmalarla adapte etmeleri: Türkiye'de kapitalizmin doğmasını, taşıma suyla değirmen döndürmekten beter etti. Japonya'nın geniş memleket insanlığı, ilkel sosyalizm çağının ekonomik ve sosyal şartları içinde yaşıyordu. Bir avuç üst tabakanın Asya kara kıtasının savaş tekniğini benimsemeye çalışarak, antika bezirgân medeniyeti siyasetini, Çin yazısını, Çin anayasası ve kanunlarını, bir çeşit sosyal politika demek olan Hint Budizm'ini Japonya'ya aktarmaları: Japonya'da bezirgân medeniyetinin doğuşunu derinlere indiremedi. Kabuğun kabuğu arasında bir debelenme haline girdi. Türkiye'yi son 2–3 yüzyıldır geciktiren "değişiklik" çabaları nasıl hep "BATILILAŞMAK" lafının açıkladığı gibi dışarıdan taklitçilik olmuşsa, Japonya'nın 1208 yıllık bütün "MEDENİLEŞME" çabalan hep bir başka çeşit "BATILILAŞMA" oldu. 2- JAPON-OSMANLI ZITLIĞI Japonya'nın batısı, Kore ve Çın idi. Japon tarihini, Çin kara kıtası medeniyetinin taklitçiliğini memlekete sindirmek çabaları doldurdu. Kimse Japon tarihinin dışarıdan taşındığında ikircilliğe düşmemektedir. Bezirgân medeniyetinin "Üçüz"ü: Yazı-Para-Devlet idi. Osmanlı göçebeliği, daha çadırlarını Bilecik'te kurarken, bu üçüzü birden benimsedi: İslam yazısı, islam şeriatına uygun devletiyle yola çıktı. Ve kendi parasını bastı. Fakat medeniyet üçüzü, aslında sosyal bezirgân sınıfı temeline dayanması gerekti. Antika bezirgân sınıfı, Kayı Han aşiretinden kopmuş Osman Gazilerin 400 savaşçısı içerisinde bulunmasalar bile; ortalığı 6 bin yıldan beri kaplamışlardı. Gerek islam, gerekse Bizans medeniyetleri, tefeci bezirgân ilişkilerin, en soysuz derebeylikleşmeleriyle yıkılıyordu, öyle çökkün bir ortama, 400 kadar savaşçının yapacağı aşı: en sonunda bir santim öteye geçemezdi. Bu Rönesans'ın sağlıklı ömrü, en çok 100 yıl sürebilirdi. Ve neticede 400 savaşçı, koca bir toplumu kendi düzenine sokacağına, çevre toplum (medeniyet) ister istemez 400 savaşçıyı (komün geleneklerini) kendi düzenine sokacaktı. Japonya'da iş, tam bunun tersi oldu. Japonya toplumu, bütünüyle orta barbarlığı bile aşamamış bir düzende idi. içlerinde birkaç bin savaşçı SAMURAY veya BUSHİ, Kore gibi medeniyet aşısı görmüş ama henüz tam sosyal sınıflara parçalanmamış; yarı barbar bir ülkeye fatih olarak girmişlerdi, içlerinde belki birkaç yüz savaşçı, az çok uzak Çin medeniyetinin yazı-para-devlet üçüzüne bulaşmıştı. Fakat, Osmanlı Alpleri (savaşçı gazileri), nasıl bütün çevreleri tefeci bezirgan yüklü bir toplum iken, tam 500 yıl boyunca bezirganlığı "HÂŞÂ MİN HUZUR" (yanımdan uzak olsun) diye bir pislik gibi görmüşlerse, Japon samurayları da, tıpkı öyle fatih olarak içlerine girdikleri Kore'nin ve uzaktan sesini işittikleri Çin medeniyetinin tefeci bezirgan ilişkilerini öyle bir tepkiyle görmüş olabilirlerdi. Medeniyetin yazısı-dili-devleti hatta az çok konfor sağlayan parası, hizmetlerine girmiş bile olsa, bu kurumlan geniş Japon ilkel sosyalist toplumuna kabul ettiremezlerdi. Ve ettiremediler. Onun için, Osmanlı, "400 aslanının" içlerine düştükleri 4 milyon, bazen 40 milyon derebeylikleşmiş medeniyet sığır sürüleri ortasında, zamanla kendileri medenileşip sığırlaşmışlardır. Fakat, 400 medeniyet özentisi Japon barbar aslanı, 40 milyon Japon barbar aslanını sığırlaştıramamışlardır. Çin medeniyetinin derebeylikleşmiş sığırlığını, taşıdıkları yazı-para-devlet kurumlarını, bir türlü tümüyle kabul ettirememişlerdir Kara kıtası medeniyetlerinin bütün tekabül ettikleri şeyler, köklü ve bozulmamış Japon ilkel sosyalist yaşantısını 1200 yıl damla damla aşındırmasına rağmen kökünü kazıyamamıştır. Japonların Kore’den kovulmalarıyla, modern batı kapitalizmine girişleri arasında geçen 1208 yıllık tarihleri, bu açıdan ele alınırsa kavranılabilir. 3- JAPON TARİHÎ BASAMAKLARI: GÖÇEBELİKTEN KENTLER ÇAĞINA SÜRÜKLENİŞ 1208 yıllık Japon tarihi sürecini klasik bilimin soyutlaştırdığı 3 başlıklı ERKEN-ORTA-GEÇ derebeylikler bölümünden çok; Japon, Fransız bilginlerinin edebiyat tarihi bölümlerine göre izlemek daha aydınlatıcı olur. Edebiyat tarihi, Japon toplumunun temel ilişkilerini gözden kaçırmasa bile, o ilişkilerdeki en küçük ayrıntılı değişiklikleri daha göze çarptırıcı bir dev aynası olduğu için; dolayısıyla Japon gerçekliğini daha somut biçimde anlatabiliyor. Yazılı pre-kapitalist Japon tarihinin, 660 ile 1868 yılları arasında geçen maceraları: cılız Japon güdücü tabakalarının devletleştirme çabaları ortasında geniş Japon halk yığınlarını, orta barbarlıktan yukarı barbarlık konağına doğru gelişim evrimleri olarak özetlenebilir. O 1208 yıl içinde, Japon barbar şefleri kendi yapılarını ve yönetimlerini antika medeniyetinin devleti biçimine sokmaya çalışmışlar; Japon orta barbar halkını ise ancak antika Grek dünyasındaki kentleşme çağma (yukarı barbarlığa) doğru sürükleyebilmişierdir Japon barbar şeflerinin medeniyetleri sahici bir sosyal sınıflı toplum kuramamış, özenti halinde kalmıştır. Çünkü, büyük Japon barbar yığınları, ancak bir basamak üstteki yukarı barbarlık düzeyine doğru bir gelişme yapabilmişlerdir. Onun için, 1208 yıllık Japon pre-kapitalist tarihi, barbarlığın politika yüzeyinde ara sıra parlayıp sönen tek tük birkaç kent egemenliğinin alt-üstlükleri biçiminden kurtulamamıştır. Bütün bu alt üstlükler, hep kabuk değiştirme kabilinden bir kentin üstünlüğünü yitirip öbürüne başka bir kent üstünlüğünün geçmesi olarak bakıldığından; ekonomik ve sosyal yapıdaki temelli değişikliklerden çok; siyasi ve din alanlarındaki değişiklikler göze çarpar. Bu değişikliklere az çpk bir ifade veren edebiyat cilası, Japon kılık değişikliklerinin sözcülüğünü etti. Basamak basamak gelişen edebiyat değişiklikleri, Japon sosyal gelişimini acayip büyülenmelerle aksettiren dev aynalar oldu. Japon edebiyat tarihindeki basamaklar şöyle sıralanır: 1) NARA ÇAĞI: 710–784 yılları arasında 74 yıl sürdü: ilk kent tohumu çağı oldu. 2) HEİAN ÇAĞI: 795–1185 yılları arasında 390 yıl sürdü: Kentlerin açılımı çağı oldu. 3) KAMAKURA ÇAĞI: 1185–1332 yılları arasında 147 yıl sürdü: Medeniyet yazısının-parasının-devletinin-dininin bulaştığı çağ oldu. 4) NAMBOKU ÇAĞI: 1332-1392 yılları arasında 60 yıl sürdü: derebeylikleşme ve anarşi (fetret) geldi. 5) MORUMAÇİ ÇAĞI: 1392–1603 arasında 211 yıl sürdü: Ürün iradının geç aşınması, para iradının geç gelişimi çağı oldu. 6) TOKUGAVVA ÇAĞI: 1603–1868 yılları arasında 265 yıl sürdü: En son Yedo Şogunluğu çağı idi. Sınıflaşma, bezirgânlaşma ile kapitalizme geçiş için hazırlık çağı oldu. Edebiyat değil mi? Fesat yahut münafık çocuk: Toplum temellerinden değil çatısından bir şeyler kekeler. Onlardan çıkarabileceğimiz ders şudur: Arşaik (eski komünal) çağlardan sonra gelen bu 6 Japon prekapıtalist çağı Japon orta barbar çağından; Çin medeniyetinin antik tefeci bezirgan etkilen olan yazı-para-devlet nüfuzu altında, yukarı barbarlık konağına geçmesi dönemleridir. 4-ŞİNTO-TENNO: KOMÜN'ÜN İNANÇ VE YÖNETİM ŞEFLİĞİ Japonya, uç doğunun hemen batısında olan Çin medeniyetiyle temas etmeden önce, aşağı barbarlıktan çıkmış orta barbarliğa geçmek üzere olan "KAN'lar Düzeni" yaşıyordu. Bu düzende inançlar, ŞİNTOİZM adı altında toplanıyordu. "JAPON İNANÇ SAVUNUCULARI" bugün bizim "İMAM" dediğimiz kişinin tarih öncesindeki adıyla TENNO çevresinde toplanıyordu. Başka deyimle, Japon inanışının birleşiminde kayıtsız şartsız egemen olan 2 şey vardı: 1) ŞİNTOİZM, 2) TENNO: İnanç güdücüleri teşkilatında, bütün tarih öncesi toplumlarda olduğu gibi, bu 2 şey, ilkin birbiriyle ayrılmaz: kaynaşmış idi. Hepsi birden Kan SAŞEM'inin uyguladığı inanç görevleri ' içinde toplanıyordu. Buna gerçek anlamıyla "DİN" demek fazladır, ilkel toplumun inanç sistemi, medeniyet dininden ayrılır. . 5- ŞİNTO VE TENNO'NUN CILIZ SARAYLAŞMASI En eski Japon edebiyatı sayılan NARİTO, Hint Vedaları gibi ŞİNTO inanç sisteminin ritüel ve tapınç (güneş) bayramlarında okunan dualardan sonra ortaya çıkan KOJİKİ - OTOKİ - NARİTO' dur. Kendisi, 6.yüzyıldan kalma NARlTO'nun, 8,yüzyılda derlenmesinden başka bir şey değildir. (Otto) Sonraları en yaygın ve etkin oluşu, kan ve kabile konfederasyonunun meşrutiyet kazanmasmdandır. Dinsel SAŞEM'leri en büyük olan TENNO, öteki kan ve kabile Şaşemlerini çevresinde temerküz ettirmiş (derlemiş) olacaktır. Bunun, kendiliğinden ve aşağıdan yukarıya doğru olması, tabii idi. Sonradan TENNO'nun emir ve tayinleriyle ortaya çıkmış sayılabilecek Nakatomi adıyla teşkilatlanışı bir "SARAY LONCASI" olduğunu anlatır. Gerçekten "NAKATOMİ" : İslam'da halifenin yani büyük imamın ülke içerisinde temsilcisi olan imamlara benzer. "NAKATOMİ" adını alan ve sarayın bir çeşit rahip ve memurlarının loncası olan teşkilat mensuplarıdır. Çeşitli törenlerde imparatoru (TENNO’yu ) temsil etmekle görevlidirler. 6- KOMÜNAL ŞlİR-MÜZlK VE DANSININ SARAYLAŞMASI Onların "NARİTE" yahut "KONUŞULMUŞ SÖZLERİ" adı verilen; 16.yüzyılda ENGHl-SHKl (Enghi çağında) Çin'de derlenmiş bulunan ritüellerden(ayinlerle ilgili) kimilerini, elimizde bulunduruyoruz. Bunlar muhakkak daha kadim (eski) sayılmalıdır. (Kuni M. s: 33) "ENGHİ SHKl", 901 yılında kaleme alınmıştır. 1927 yılında yayınlananlar içinde 75 dua sayılır. Bunlardan 27'sinin metni bulunuyor: "Bu Noritolar, broşür REVOU'n pekiyi gördüğü gibi, özellikle bir takım dualar olmaktan ziyade, büyü desturları, kudretli ritüellerle (ayinle ilgili) bir arada merasimli afsunlamalardır. Onlarla büyücü rahipler, tanrıları dizginlerler. Ritüel desturların amacı, bol ürün almak vb. dir. Bu gibi seremoniler, bugün bile hala vardır. " "Fraza'nm anlattığı “yelken kürek" dünyanın başka uluslarında görülen papazları örneklendiriyor."(Kuni M. S:33) Norito’nun sözleri, bugün unutulmuş bütün bir ilkel sosyalizmi gizliyor. Edebi yahut nesir oldukları halde bugün kullanılan üslup yüzünden nesir mi, şiir mi sayıldıklarını söylemek güçtür. Tasvirler (conjuratria), zikir ve tespih formülleri, (müveverai-öteki) bilinmezleri ve Lithurgie-kabe hizmetleri gibi endikasyonlan; bütün bunlar, o şeyleri elde bulunan birkaç kantodan daha şairane metinler kılığına sokuyor. Bütün bunlar, Sümerlerden, Grek ve Roma kentlerine dek gelmiştir. Bugün Anadolu'muzda hala dipdiri yaşayan (benzer folklorik yapılar), tarih öncesi toplum ilişkilerinin kalıntılarıdır. Bu afsunlama örnekleri, kökü büyücülüğe karışmış barbar insanlığın hep birden katılıp kolektifçe yarattığı birleşik (şiir-müzik-dans) güzel sanat üçüzünden; sonraki destanlar da, o ilkel sosyalist insanın kolektif yaratışlarından kaynak almışlardır. Kojiki yahut Nihangi destanlarının şurasına burasına yerleştirilmiş ilkel poemler (manzumeler), kronikler, poem: şiir oldukları kadar destan şarkı" (şanson: chanson)'dırlar da. "İlkin her ilkel ahalide görüldüğü gibi şiir-müzik ve dans, sıkı sıkıya birleşiktirler. Japonca'da aynı deyim hem destan, hem şarkı anlamına geliyor. Bazen Norito'lardan daha nesir halinde (Pozaik) görünen bu destanlar (savaşlar, kahramanlıklar, aşk gibi) her çeşit konulara değinirler. Bu gibiler, dolaysız "ve barbar bir üslup taşırlar."(Kuni M. s: 35) "Noritalar’dan sonraki destanlar üslubu bile tıpkı Tevrat ve Kuranı Kerimin serbest nâzımını andırıyordu. Ho! Geldi zaman Ho! Geldi zaman Ha ha şa! Hemen Çocuklarım Hemen Çocuklarım" (Kuni M. s:35) 7- GEÇ VE TOPYEKÜN GELEN SEYREK JAPON KENTLEŞMESİ Arsaik orta barbar Japon toplumu, yukarı barbarlığa yani kentleşmeye kitle halinde geçiyordu. Onun için Japon prekapitalist yaşantısı Rene Grausset'in benzettiği o benzetiş,, Kum Matsu nün da kabul ettiği kadar, antik Yunan kentleşmelerine hiç benzemede Japon ülkesi Akdeniz: Fenike-Yunan-Roma medeniyetler gibi, adım başında karınca gibi kaynaşan vıcık vıcık kentler mahşerine hiçbir vakit bürünmedi. 1208 yılda Japon dünyasının çevresinde döndüğü bütün sayılı kentler, bir elin beş parmağm. bile dolduramayacak kadar az sayıda idiler. En eski Nara, sonra Heian (Kiyoto) en sonra Yedo (Tokyo) kentleri; hep o Kiyusu adasından kalkmış ilk Japon tanrılarının seçtikleri kuytu ve güvenli Osaka körfez, çevresinde, güneyden başlayıp kuzeye doğru uzaklaşmış kurumlar oldular. Antik tarihte bir benzeri aranacaksa, Japon kentleşmesi, Yunan kentleşmesini değil, Arap - islam kentleşmesini andırır. Arabistan'da nasıl en başta Mekke-Medine gelmek üzere birkaç çöl kenti varsa; Japonya'da da hemen hemen tıpkı böyle başta Kiyoto ve Tokyo gelmek üzere birkaç denizle ilgili, ada kenti vardı. Arabistan'da Mekke (Kâbe)'yi ve Medine (Yesrip)'i ele geçiren nasıl bütün Arap dünyasına egemen oluyorsa; Japonya’da da tıpkı öyle Kiyoto (Heian)'yı ve Tokyo (Yedo)'yu ele geçiren, bütün Japonya'ya egemen oluyordu: "Kim Kento Kamakura ve Edo bölgesinin sahibi ise, tarihsel bir hak olarak Japon takım adalarının (Arşipel'in) askeri şefi oluyordu." (Rene Grousset s:214) 8- JAPON-İSLAM KENTLEŞME FARKI: CILIZ MEDENİYET İLİŞKİLERİ Arada şu fark vardı. Tarihin öyle bir çağı geldi ki, Arabistan, orada bilinen evrensel bütün ekonomik ilişkilere geçit oldu. Acem -Bizans medeniyetleri, cihan tarihinin geleneksel büyük orta ticaret yolunu azıcık ağırlıklarının yıkıntısıyla çöküp tıkadıkları vakit; yeryüzünün uzak doğu Hint-Çin medeniyetleriyle, Batı Akdeniz-Avrupa medeniyetleri arasındaki alışverişlerin biricik geçidi, Güney Ticaret Yolunda (Umman Denizi ile Akdeniz arasındaki en dar geçit olan Kızıl Denizin güney ucunda), toplandı. Kızıl Deniz korsanlığı, mevsim rüzgârlarının mekanizmasıyla o büyük cihan tarihinin kervanları için en emin yolu; Cidde limanından başlayarak, Mekke Antreposu üzerinden Medine yoluyla Şam'a uzanan Hicaz karayolunda, buldu. Bu yüzden, ideal olan din, yeryüzünün Budizm ve Konfüçyonizm gibi durgunluk-çöküş dini olmayan-en dinamik dini- İslamiyet oldu. Arap İslam medeniyeti, Arabistan'dan bir güneş gibi doğup, tekmil insanlığı kapladı. Japonya'da ise, öyle bir şey asla olmadı. Japonya, en büyük iki cihan medeniyet arasında, dünyadan bir haber çocuktur. Türk ve Moğollar kadar olsun, din ve ticaret portörlüğü (taşıyıcılığı) yapamamıştır. Bu yüzden, süreceği kadar kısa bir süre olsun muhteşem bir bezirgân köprüsü rolünü oynayamazdı. Yeryüzünün en sapa yerinde, uç doğunun en uzağında idi. Çin'in doğusunda Pasifik denizinin esrarlı sulan arasında yitikti. Batısında kaçıncı tarihsel devrimle en berbat derebeylikleşme batağından kurtulamamış seleksiyona uğrayıp; fosilleşmeye Ikvatodonlar gibi mahkûm olmuş antika Çin medeniyeti, ölüm döşeğinde soluğan yatıyordu. Bu şartlar, Japonya'yı ticaret ve din merkezi bir Hicaz geçidinin tavrına getirip, orijinal Japon medeniyetine ulaştıramazdı. Orijinal Çin medeniyetinin rönesansı olmasına gelince: Japon barbarlığı, Kore'ye atlaması sonucunda boyunun ölçüsünü almıştı... Uç doğu medeniyetleri, ancak Konfüçyonizmin kırtasiyeci devlet kapıkulluğu sistemini, fütuhat ve başarı ile gözleri kamaşmış bir avuç güdücü Japon savaş şefine kabul ettirebilirlerdi. Uç doğu medeniyetleri, ancak Budizm'in bozguncu dervişlik psikolojisini, Kore'den kovulmanın sancısıyla kıvranan Japon güdücü barbar şeflerine, bir gönül alma macunu gibi yutturabilirdi. Medeniyet, ne de olsa geri barbarlıktan üstün üretim ve tüketim metodlan sağlamıştı. Japon barbar, bu medeni metodların etkisini ve sonuçlarını yok sayamazdı. Bu etkilerle, tıpkı yakın doğuda muazzam Irak ve Mısır medeniyetlerine komşu Hicaz vahalarında ve geçitlerinde, Mekke-Medine'nin ilkel barbar yerleşim noktaları oluşu gibi; Japonya da, birkaç yukarı barbarlığa özenti kentçikler kurabildi. Hicaz da, Japonya gibi, büyük orijinal Irak ve Mısır medeniyetlerine şapa bir bucaktı. Ama Japonya'nın büyük orijinal Çin ve Hint medeniyetlerine olduğu kadar sapa düşmüyordu. Çok daha erkenden Sümer medeniyeti çağından beri UR kenti çevresinde, İbrahim adlı göçebe bir Semit peygamber çıkıyor; Fırat, Suriye vadilerinden Mısır'a iniyor, oradan aldığı cariyeyi, Mekke geçidine bırakıyor. Kâbe, (Yunan Delfi tapınağında görülen siyah güvercin misyoneri gibi) Hacer tarafından ilk Kureyşli Çit subaşı durağı olarak kuruluyor. Oradan çevre barbarlara, yakın doğu medeniyetlerinin erdemlığını anlata anlata bitiremeyen, bir ibrahim oğlu: İsmail geleneği doğuyordu. Japonya'da böyle kervan geçitlerinin stratejik noktalarına, çökkün medeniyetlerin istihbarat merkezleri olarak kurulmuş ve çevre barbarlarını sıkıyönetim altında tutan kadim kehanet (Orakl) yuvaları görülmüyor. Dördüncü Bölüm İLK KENT TOHUMU: NARA ÇAĞI (710–784: 74 YIL) 1- PARA VE KENT İĞRETİLİĞİ Onun için, Japonya'da antika medeniyetlerin klasik “RÖNESANSI" bile, hiçbir zaman ekonomik sosyal derinlikte bir etki gösteremedi. Bütün parlaklıkları, hep zoraki siyaset kabuğunda asaletin cilası olan edebiyat ve sanat lostracılığında kendini gösterdi. "Japonya da trampa alışverişi (Taus cihanciel) egemendi, ilk para 718 yılında basıldı. Hükümet, para tedavülü yapılması için çok uğraştı. Ama ilkin pek az başarı kazandı."(Otto B. s: 197) Siyasi devlet özentiliği ve para naklinin arkasından, Çin usulü kent de kendisini gösterdi: "Nara kenti, 710 yılında Çin başkenti Hisiun gibi surların ardında kuruldu. Geniş ve düz caddelerle kesilmiş bir düzlükte yayılmıştı... Desenlemeler, bu kentin ortasında yabancı kurumların esintisinin Japonya'ya girdiğini anlatıyordu. " (KuniM. s: 34-35) Ancak, modern medeniyetin geri ülke çocuklarını, batılı ahlak anlayışıyla yetiştirip kendi kanunlarının ateşi altına alışı gibi bir afsunlama; antik Çin medeniyetinden barbar Japonya'ya karşı hiçbir zaman başarılamadı. Para-ticaret-yazı-devlet ve kent özentiliği olsa da, Japon barbar çocukları daima ehlileştirilemez-medenileştirilemez kaldı 2- ÇÖKEN MEDENİYET DlNİ BUDİZM'E KARŞI, KOMÜNAL ŞİNTOİZM Çünkü, Uç Doğu Medeniyetleri, o kocaman barbar çocukları Kore'de iken "BUDİZM" dervişliğiyle afsunlamaya girişmişti. Tıpkı Bizans'ın Moskof Slavlarına Ortodoksluğu belletecek 2 allame papaz gönderdiği gibi; Çin'e vekâlet eden Kore de Japon idaresine 2 Budist allame derviş eliyle barbarlara pek insanüstü şeyler gibi görünecek tanrı heykeller ve tanrı yazısı iletmişti; " Japonya, ulaşımda bulunduğu Kore krallığı yolundan Çin ile Çin kurumlarıyla, Çin yolunu güderek; Hindistan'dan gelmiş Almanlarla Budizm'i tanıdı, önce Koreliler, sonra Çinli Preseptörler (hocalar) genç Japon prens ve beylerine kendi tüketimlerini getirmişlerdi. 5. yüzyılda, "AÇHİKİ" ve "WANİ" adında 2 allame (eridüt: araştırmacı bilgin) Kore krallığmdaki AOUKCHE'den gelmişlerdi. 552 yılında, Japonya aynı kaynaktan bir Buda heykeli ile Buda doktrinini kabul etme öğüdü yazılmış bir mektubu aldı. Bu gönderiye bir miktar SUTRA (Hintçe) ciltleri de ilişikti. Kitaplar, asil sınıf arasında yayılınca büyük nüfuz kazandı." (Kuni M. s:36) Ancak, Budizm, tekrar edelim: çöken bir medeniyetin dünyasından vazgeçme inancı idi. Japon toplumu ise, henüz medeniyetin eşiğinde bile değildi. Toplum şefleri, medeniyetle düşe kalka medeniyetin bazı biçimlerini ve kazançlarını benimsemeye kalkmışlardı. Fakat şeflerin toplum ile olan bağlan sıkı idi. İçlerinde Japon yığınlarını sarmamış inançları reddedenlerle-kabul edenler birbirlerine girdiler. Daha doğrusu aranırsa, Japon halk yığınlarının hayatı, barbarlığın derinliklerinde kaldıkça, Budizm Japon inançlarının yıldızı bile olamadı. Japon kan kardeşliğine dayanmayan Japon şefi nasıl ayakta duramazsa, tıpkı öyle: Japon Şintoizminin izin vermediği Budizm de, bir avuç medeniyet özentisi üst tabaka dışında ciddiye alınamazdı: " Doktrinin (Budizm'in) kabulü lehinde ve aleyhinde olan klanlar arasında ve taç çevresinde geçen bir mücadele döneminden sonra nihayet 8. yüzyılda Budizm, Japon ruhuna işledi. Ve bir daha da Japon ruhunu bırakmayacaktı. Bununla birlikte Budizm'in, Şintoizm ile mücadele ettiğini sanmamalı. Her 2 inanç, birbirini tamamlayarak-bir arada varolarak Japon ruhunu biçimlendirdiler. Şinto, hele mitolojisi dışında ele alınınca, "RUH HALi" onurdan başka bir şey değildir. Kendi yanından Budizm, Japon düşüncesini kalıbına dökerek düzenlemiş ve işlemiş bir felsefe sistemidir." (Kuni M. s:37) Japon kan teşkilatlan, Budizm'e karşı "MÜCADELE" ediyorlar da, Budizm Şintoizm ile mücadele etmiyormuş! Japon bilginleri böyle yazıyorlar. Ne demektir bu? Biraz anlaşılması güç iddia olmakla birlikte, başımızdan geçmeyen bir şey değildir: Türkler, Orta Asya'dan gelip de islamlıkla karşılaştıkları vakit, Şaman inancı taşıyorlardı. Şamanlık, tıpkı Tennoların Şintoizmi gibi bir tabiat dini; ilkin anaları-ataları kutsallaştıran ANİMİZM idi. islamlık, çöl politikasıyla Türklerin içine girdikten yüzlerce yıl sonra bile Şamanizm tekke ve tarikat gösterilen biçiminde islamlığın "HARAMLARINI" kapalı bir yerde "HELAL" ederek yaşadı Bu, islamlıkla Şamanizmin birbiriyle "MÜCADELE" ettiğini değil; bu mücadelede islamlığın savunduğu ilmi kurallar içinde Şamanizmi sönümlendirdiklerini gösterir. Türkiye'de Şamanizmin kalıntıları ancak Cumhuriyet idaresinden sonra tekkelerin kapanmasıyla yasaklanabildi. Fakat, Şamanizm hiçbir vakit dirilerek İslamlığı yenemedi. Çünkü, Altaylar'dan kopmuş göçebe kayıhan aşiretinin Osman Gazi oymağı, ilkel sosyalist Türk Kan'ı, çöle düşen bir yağmur çisenticeğizi gibi muazzam; fakat çökmüş İslam ve Bizans medeniyet kalıntıları arasında eriyip gitmişti. Japonya'da olaylar, bunun tersine gitti: Medeniyet "hocalarından" allameler, geniş Japon barbar yığınları içinde, çöle düşmüş yağmur çisentisi gibi endiler. Onun için Budizm, hiçbir zaman, İslam'ın Şamanizmi erittiği gibi, Şintoizmi yok edemedi. Başka deyimle, Japon yığınlarının hayatını, gerçekte Şintoizm şekillendirmiştir. Şintoizm, büyükçe laf etmekle rol oynarken sırf Şintoizm olduğu için etki yapmamıştır. Tam tersine Japon halk yığınlarının hayatı, Şintoizmi gerektirdiği için, karşılık olarak Şintoizm, halk hayatının gelişimini şu veya bu yüzden etkileyebilmiştir. Japonya'nın kapitalizme geçişinde Şintoizmin bayrak yapılması, Japon toplumunun büyük çoğunluğuyla, medeniyet soysuzlaşmasında çürümemiş barbar gelenek-görenek ve kollektif aksiyon gücüne sahip olmasından ileri geldi: " Şintoizm, en ilkel halk dini olarak çok geniş yer tutmuştu. Şehirlerin ve köylerin mahalli tanrıları olarak halk içinde derin köklüydü. Yeniçağın Konfüçyusçuluk teorisyenleri ve Kokugakalan yardımıyla uyuşmaya baktı. Ve özellikle milli duyguyu, ekip geliştirdi. "(OttoB. 8/s:216) Eğer halk hayatı Şintoizmi gerekli kılmasaydı, Şintoizmin halk hayatında önemli rol oynaması, su üstünde yazı yazmaya dönerdi. Bizim üniversite anlayışımız ise, bunun tersini ortaya sürmüştür: " Japonların en ilkel dini olan Şinto, bütün Japon tarihinde olduğu gibi, Japon kalkınmasında da en geniş rolü oynamıştır. Nitekim 1868 yılında Şinto dini resmen devlet dini kabul edilerek kalkınma hamlesine girişilmiştir. Şintoizm ise, yalnız Japonlara özgü bir" dindir. (Alp Kuran İ. Ü. Asistanı Ekim 1965, Cumhuriyet g. Yazı serisi 3) Derken, Şintoizmi bir barbar inancı değil, bir ulus imtiyazı gibi koymuştur. Şintoizm, Türklere özgü olmayınca ise, Türkiye kalkınmasında, yazık ki böyle bir etkiden yararlanamayacaktır, kanısına varılır. Ve bütün teşhisimiz, toplumu böyle tepesi taklak görmek ve göstermekle başlayınca; ondan çıkacak sonuçlara göre, toplum kalkınması için öne sürülecek bütün "reçeteler", asıl temel gerçeklerinden uzaklaşır. 3- MEDENİYETİN YAZI DİLİ Nara çağında, tıpkı islamlığa yeni giren butun göçebe ulusların kurdukları devletlerde olduğu gibi; resmi dil, yazı dilinin alındığı medeniyetin dili oldu. Son günlere dek Selçuklularda resmi dil Acemce idi. Osmanlılarda pek öyle kültür döktürmeye vakti bulunmayan padişahların fermanları dışında, edebiyat dili Acemce, bilim dili Arapça olarak kaldı. Japonya'da da işler böyle oldu: " Çin alfabesi, daha doğrusu Çin harfleri kabul edildr " ilk Japonca Kojiki (kadim şeyler) Kırk Ambarı (komplasyon) imparatorluk emriyle 712 yılında sağlandı.” "Efsane Mitlerden 629 yılında imparator Yomci'nin tahta çıkışına kadar dikte eden Katarita, hikâye eden Areve Nloda, yazan allame Yaçomaro, birinci kısım memleketin yani imparatorluk ailesinin kuruluşunu; ikinci kısım ilk imparatorların kroniki; üçüncü kısım 628 yılma kadar geçmiş kronikleşmelerdi. Ama Japon barbarlarının kendi deyimleriyle başlangıç, aşağı yukarı 7. yüzyıl iken, Japon kronolojisi ve yıl tarihlemesi pek görülmeye gelmez. (Su Jatles a Cantin) özel notlamalardır. " (Kuni M. s: 37-38-39) En önemli Japon yazısı Nihangi, 720 yılında Yasamaro prensi Tenroi tarafından aynı şeyleri 607 yılına dek Çin'ce kaleme almıştır. 4- "ORTA ÇAĞ" YAKIŞTIRMASI YERİNE, TARİH BİLİMİ Japonya'da ilk kent Nara kurulunca, hiç değilse "EGEMEN" çevreler denebilecek kan şeflerinin çevresinde toplanan Kanlar, kent yukarı barbarlığını aşmak çabasına girdiler. Bu çaba, Naranın kurulduğu 794 yılından; Tenno Yedo'nun kurulduğu 1593 yılına dek (daha doğrusu Tokugava çağını açan Hidegaşinin, Yedodaki sivil şef tarafından Soğun tayin edildiği 1603 yılma dek), tam 893 yıl sürdü. 893 yılının sonuna kadar olan Japon egemen sosyal sistemini, klasik batı orta çağı benzeri hep "DEREBEYLİK" saymak; Heian ve Kamakura çağlarını erken derebeylik, Namboku ve Morumaçi çağların- orta ve geç derebeylik saymak; Japon Yedertosunu "İMPARATOR" saymak kadar yersiz olur. 893 yıllık 4 basamaklı Japon gelişimi sırasında, Japon toplumunun ekonomik temeli ve sosyal yapısı, medeniyet ilişkileri içinde ancak barbarlık kültürünün belirli basamaklarını aştı. Yazarları kararsızlığa sürükleyen şey: Japon toplumunda egemen olan bir avuç güdücü kan şefleri arasında, medeniyet elemanlarının oynadığı önemli roldür. Bu rol ne kadar büyük ve göze batıcı olursa olsun, Japon toplumunu sosyal sınıflara bölen klasik efendi-köle ilişkilerini getiren medeniyet biçimine hiçbir zaman tamamıyla giremedi. Antika tefeci bezirgân, yani, köle-efendi medeniyetiyie; modern kapitalizmin işçi-işveren medeniyeti arasında, Batı Avrupa'yı kaplamış bulunan klasik batı feodolizminin derebeyi-toprak bent sınıf ilişkileri bile, ancak 265 yıl süren Yedo yahut Tokugava çağında ortaya çıktı Tarihçileri en çok yanıltan özellik Japonya'nın ne üretim temelini, ne sosyal yapısını hesaba katmayarak ele alınan üst yapı (ki siyasi ve kültürel) gösterilendir; zayıf bir zümre olan medeniyetçi elemanların büyük rol oynamış gibi görünmeleridir. Bunun sebebi, Japonya’nın henüz Orta Barbarlığını tamamlayamadan (Hun ve Germenlerin Akdeniz medeniyeti üzerine; Türk ve Moğolların uzak doğuda Çin-Hint medeniyeti üzerine-yakın doğuda İslam medeniyetleri üzerine yaptıkları akınlara benzer) Kore üzerine akın etmeleridir. Bu Kore macerası, oldukça iğreti veya gelgeç bir medeniyet rönesansı bile yaratabilmiş değiidir. Ancak bu macera bozgunla sonuçlandıktan sonradır ki; Japonya'da medeniyet kelebeğini kanatlandıracak bir koza olması gereken KENT biçimli bir gelişme başlamıştır. 5- NARA ÇAĞI = "KÂBE ÇAĞI" = YUKARI BARBARLIK TOHUMUDUR Nara çağı, Japonya'nın ilk ve tipik kentleşme çağı olabilmiş midir? Hayır. Çünkü Nara kurulurken, Japon toplumu Yukarı Barbarlığa henüz ulaşamamıştır. Nara çağına, yakın doğuda en iyi bilinen örnek, Hicaz Arabistan'ının Mekke veya Bekke'sidir. Mekke, ilk doğuşunda tipik bir kent olmaktan ziyade, göçebe orta barbar babahanlarının kutsallaştırma merkezi idi. Japon orta barbar toplumunun üzerinde Naranın egemenliği, tıpki Mekke'deki Kabe'nin sembolik egemenliğine benzer. Onun için Nara çağına Japonya'nın Kâbe çağı denilebilir. "Mekke çağı" ise Mekke gelişmeden önce, daha UR kentinin Irak'tan ve Mısır'dan göçmüş İbrahim'den beri var olan; bir antika tefeci bezirgân istihbarat-kehanet ileri karakol noktacığı olarak doğmuştu. O, ilkin KÂBE biçimindeydi. Bütün karışıklık burada başlar. Kâbe’yi kuran Hacer, hayli "kültürsüz", yazıyı bilmeyen orta barbar babahan İbrahim'in eline düşmüş bir Mısır cariyesi idi. Ancak, binlerce yıllık medeniyet geleneği Semitlerden İbrahim'e ve çevresine intikal etmişti. 6- EVRENCİL BİRİKİMİN YILDIRIM HIZIYLA HAZMEDİLİŞİ Japonya, daha Nara çağında ilk matbaayı tanımıştı. Tokugava çağında bile, devletleşmiş görülen matbaa, 8.yüzyıldan beri Japonya'ya girmişti: "8.yüzyıldan beri varolan matbaa, aynı zamanda okullar açan 1. Soğun'un himayesi altına girdi."(Kuni M. s:75) Teknik elemanını. Japon kültüründe tarihi bir kültür yaraşığı gibi görmeye alışkın metafizik metodlu yazarlarda, medeniyet yalabıklığı vardı. Japon toplumunun gerçek sosyal yapısını görmekten alıkoyan şey, bu parlaklığın verdiği göz kamaşmasıdır. Bu göz kamaştırıcı yüzey olayları, Japon tarihin 710 yılından 1868 yılına dek on bir buçuk yüzyılı (1158 yılı), metafizik bilim için kolayca tanınmaz duruma sokmuştur. Çin'den öğrendiği kâğıt matbaa ve pusula ile Avrupa barbarlığının ne hale (kapitalizme nasıl) geldiği göz önüne getirilirse; Japon toplumunun 12.yüzyılda kapitalizme atlamamış olması anlaşılmaz kalır. Ancak, batı Avrupa'nın kapitalizmi, geliştirdiği bütün teknik kültürel etkilerle, Japon toplumunu yukarı barbarlıktan alıp modern medeniyete dek getirdi. Bu her iki medeniyetin etkileri, ayrıca ikişer büyük bölüme ayrılır: Japon tarihinin altı basamağına, Japon ehramının en üst güdücüler tepesinden bakılırsa, her şey "MEDENİYET" imiş gibi görülür. Bu görünüş kadar aldatıcı pek az sosyal olay vardır Aynı Japon ehramına, toplum oturağından tepesine doğru bakılırsa, antik tarihin toprak üretim temeliyle karşılaşılır. Bu temelin üzerine antika tefeci bezirgân medeniyet de modern kapitalizm de önce çarçabuk yüzeysel teknik ve siyasi ölçüde, sonra daha çok ve derin ekonomik-sosyal ölçüde etki yaparlar. Bu bakımdan 6 Japon çağının ilk ikisi, antika medeniyetin teknik siyası etkisi altındadır: Heian Çağında, Japonya'ya matbaa tekniği; Kamakura Çağında, Çin parası girer. Bu iki tekniğe uygun siyasi özenti kurumlar yavaş yavaş yüzeysel ekonomik etkilerle birleşir. Ama ticaret gelgeçlikten öteye geçemez. Japon toprakları, ŞOEN (dirlik) sisteminden, ŞOĞUN sistemine doğru gelişir. Namboku ve Morumaçi çağlarında Japonya'nın Çin ile ekonomik ilişkileri, muntazam ticaret biçimine girer. Sosyal değişiklikler, Tennoluk ve Şogunlukları da parçalar. Bu iki çağın sonuna doğru, Japonya'da bir çeşit büyük arazi derebeyliği belirir. Japon üretim temelinde, derebeyi toplumunun sınıflaşma perdesi başlar. Ancak, bütün bu gelişmeler, yakın doğuda. Irak ve Suriye gibi medeniyet serhatlerindeki küçük Arap devletleri, çökkün büyük Roma ve Acem medeniyetlerini taklit ederken; Arabistan toplumlarının "BEDEVİLİK" temellerinden hiçbir vakit ilerleyememiş bulunmasını andırır. Gassani benzeri devletler, ne kadar medeni oldularsa, Japonya da o kadar medeni oldu. Tokugava Çağında ise, kapitalizm Japonya'ya ateşli silah tekniği soktuğundan onun yarattığı siyasi merkeziyet, batının mutlak istibdatlı hükümdarlıklarını andırdı. Toprak ekonomisinde ilk defa, para iradı üstün geldi: Japon köylüsü, çil akçe ile mal satmaya alışık Meiji çağı ile birlikte, Japonya kendi ekonomik yapısını çarçabuk değiştirerek, klasik-orjinal yoldan kapitalizme geçti. Bu genel gidiş içinde, Japon toplumu ta orta barbarlık konağından, kapitalizme değin kayarak nasıl gitti? Onu ancak 74 yıllık sürede, Nara başlangıcından sonra geçmiş çağlara, kısaca bakarak izleyebiliriz. Beşinci Bölüm KENTLER AÇILIMI: HEİAN ÇAĞI VE GEÇ MEDENİLEŞME (795–1185 = 390 YIL) 1- SEYREK VE CILIZ KENTLEŞME + EDEBİYAT CİLASI Ossaka eyaletinin doğu güneyinde Çin kopyası Nara; aynı limanın doğu kuzeyinde, tam 35 derece paralel üzerine yerleşen Kiyoto: antika Yunanistan'ın Korint kenti benzeridir. Ossaka limanı ile Pasifik'e açılan ve Ezraka'dan daha içerlek bulunan Goari körfezi ile Japonya'nın en büyük gölü olan Freyse, Japon denizine açılacak Bimaka suları arasında eşsiz bir yer tutar. Böylece üç denizin ortasında ideal bir korsanlık antreposu oluşuyla, Yunanistan'ın Korint'ini de, Atina'sını da içine almış olur. İşte, modernleşme çağına dek Japon dünyasının biricik rakipsiz ulu kenti Heiankyo (BARIŞ KENTİ) veya Kiyoto olacaktı. Besbelli, bu çağ Japon kanları içinde Heike'nin egemenliği ile başlar. Heian Çağı, kültür bakımından Japon klasik çağı sayılır. Bir egemen kanla doğup, kan kavgalarıyla aşınarak ölür: "794 yılı, imparator Kammu, başkentini Heiankio barış kentine; şimdiki Kiyoto'ya taşıdı. Burası 1868 yılı Meijl restorasyonuna(yenileme) kadar, yani 1000 yıla yakın zaman imparatorların durağı: rezidansı oldu. 1184 yılı, Heike klanının çöküşüyle sona erdi. 9.yüzyıl ile birlikte Fuji Wara ailesi imparatorlar sarayında birinci mevkii tutuyor ve siyasette-edebiyatta seçkin adamlar belirtiyordu: 10. ve 11. Yüzyıl saz şairleri (Hruar) için en parlak yüzyıl oldu. Sona doğru, Taira ile Minamola klanları arasındaki mücadele, her birinin öncülük iddiasında bulunduğu o medeniyet çağının sonuna işaret oldu "(Kuni M. s:47) Görüyoruz: hep medeniyetten dem vurulur. Beride ise "AİLE" ve "KLAN'"ların kavgasından söz edilir. Burada hatta "İMPARATOR SARAYI" denilen Japon kurumunda bile, klasik anlamda bir sınıflı toplum doğduğuna bir delil de, edebiyat akımlarının henüz kadınlar elinden çıktığı ile açıklanır: şiir ikinci derecede gelir. Kuranı Kerimin seci ve kafiyeli ayetleri gibi, akıcı bir nesir, birinci yeri tutar. Yalnız bu edebiyatın, Çin ve Kore özentisi bir avuç kapalı egemen kast ulularının zevkine göre olduğu, unutulur. Gerçekte, kadınların egemenliğinin sarayda bile yansıyışı, Japon anahan geleneklerinin baskınlığını gösterir. Erkek üstünlüğü, saray edebiyatında çok sonraları görülecektir. Şimdiki tarihçilerin Deyimiyle: " Saraylı aristokrat yazarlar, Bonlar (bilgin memurlar) ve özellikle kadınlar elinden çıktığı için "zarafet" (eğlence-biçim güzelliği) ve kılı kırk yaran latif eğilimleriyle doludur, ikinci derece hatıralar, Nikiki adlı küçük anonim eserleri, başvekil notlan, akıl kurmalar, kişi zevklen, meşaka gibi insancıl çabalara yönelim; 11.-12.yüzyılda Kekinşu denen şiir: geziler aşklar üzerine klasik Japon edebiyatının en yüksek iki eseri, iki kadın tarafından yazıldı. Bunlar, Şikunu Murasakinia Manogaiar Genjl ile Suagoh-Yei'in Mokurano Soşi adlı eserleridir."(Kuni M. s:48) Heian çağında ikinci göze çarpan yazarlar, kültür olayı (inançlar) alanında belirdi. Çin medeniyeti, kendi çökkün inançlarını, barbar Japon'a uzaktan göstermekle kalmadı. Japonya'ya giren Budizm, su içinde zeytinyağı gibi, ayrı ve yabancı kalmamak istedi: " İki büyük tarikat kurucusu Kabe Daişi ile Denkyo Daişi, Çin Budizm'ini Japonlaştırmayı başardılar." (Kuni M. s:46) Sarayın din ve edebiyat açılışları, Anadolu köylüsünün dediği gibi "VAKFA HAVLAMIYOR" lar idi. Bütün edebiyat ve din gösterileri altında yapılan iş, Japon barbarlığın ilkel sosyalist yapısının medeniyet özentili ruhlarda aşındırılmasıydı. Saray denen kapalı kast içindeki yapınmalar, edebiyat ve din perdesi altında, çökkün Hint ve Çin medeniyet doktrinini sızdırıyordu. Ne kadar iikel olursa olsun, bir kentin kurulması, toprağın önem kazanması, Japonya'da o zamana dek görülmemiş yeni üretimin yükselmesi; küçük ekincilik temelinin, eskilere dayanmasından ileri geldi. Yukarı barbarlığa geçişin bütün tekniği hemen hemen Heian çağında Japonya'ya girdi: "Heian çağından beri, demir saban ve orağın yapılması üzerine, tarım üretimi gittikçe yükseldi Tarla sürmekte öküz kullanıldı ve tarımın yıllık pirinç-buğday gibi değişik hasatları yapılmaya alışıldı." (OttoB. s: 197) Tarım ve saban tekniği, yukarı barbarlığa küçük ekinci üretimini dayattı. Japon toplumu ise, kişi mülkiyetini bilmeyen ilkel barbar sosyalizmini yaşıyordu. Onun ıçm kurulan tek tük kentlerde toprak mülkiyeti, her yukarı barbar toplumunda olduğu gibi tanrıya adanmış sosyalist ve kutsal bir karakter aldı ' Bu ilerleyiş, TAİKE TOPRAK REFORMU ile oldu. Kenti, hep devlet sanan klasik tarih ise, o sosyalist toprak mülkiyetine, devlete ait toprak sahipliği (Staatseigenen Landbesitzer) adını veriyor. 2- TAİKE TOPRAK REFORMU " Heian çağının ortasından beri, devlete ait toprak mülkiyetinin yıkılması ve saray asaleti (Hofadel) Şoenlerinin (dirliklerinin) şekilleşmesi, BUŞl'nin toplum suyunun yüzüne çıkmasına (Austieg) elverdi." " Buşiler, Şoenleri kısmen benimserdiler ve Heian çağında, 12.yüzyıl ortalarında güçlendiler." (OttoB. s: 199–200) Klasik tarihin şu üç sözcükle işaretlediği 2 olay nedir? Çin-Hint medeniyetleri taklidinin etkisi, Heian çağında kısmen bir saray özentisi yaratmıştır. Bu sözde saraycılık, barış gösterisi altında ruhlara medeniyet düzenini üfler gibi, saraydan çevresine doğru kutsallığa bürünmüş bir gidiş yapılandırıyordu. Bu gidiş, gerçek hayatta zamanla iki sonuç verdi: 1) BUŞİ: savaşçı (SAMURAY) tipin ortaya çıkışı; 2) Sosyalist mülkiyetin yıkılışı. Orta barbarlık çağında, herkes silahlı ve bütün kan teşkilatları askercil demokrasi kurallarına göre yetişti. Asker-savaşçı tip BUŞİ, nedir? İlk kan kardeşi savaşçılar arasında, kara Avrupa medeniyetinin üretim etkileri arttıkça, başkasını çalıştırma koşulları ve olanakları doğmuştur. Sivrilen savaşçılar yönünün gösterdiği örneğe göre, kan şefleri savaşta beğendiklerini köle yerine koymasalar bile, tek tük de olsa, kendilerinin yanında çalıştırmaya başlamışlardır. Bir yol çalıştırıcılarla, kandaş olmayan (YABANCI) çalışanlar ortaya çıktı mı, eski toplum içinde kandaş savaşçılar arasında da farklılaşma belirecektir. Neticede, kan teşkilatları toplumu içinde, sosyalist insan ilişkileri gevşeyecektı. Klasik tarih, daha Heian çağının ortalarında "DEVLET ARAZİ MÜLKİYETİ" dediği ortak toprakları öne sürüyor; fakat, yine kendisi, Heian çağından sonraki üç çağ üzerine anlattıklarıyla, ilkel sosyalist mülkiyetinin ve kan kardeşliği ilişkilerinin bir türlü yıkılamamış olduğunu belgeleriyle tekrarlayacaktır. Altıncı Bölüm İLKEL ŞOEN'LERDEN (Dirlikten) GEÇ DEREBEYLEŞMEYE: KAMAKURA ÇAĞI (1185–1332 = 147 YIL) 1-DİRLİKÇİ ŞOEN TOPRAKLAR VE JAPONYA ORİJİNİ: DAYANIKLI KUNl (KAN) ŞARTLARI Heian çağına girilirken yapılan Taike reformunda, toprak mülkiyeti, Osmanlılıktaki miri toprak düzeninden daha ilkelce toprak, toplumun mülkü sayılmıştı. Daha doğrusu, orta barbarlıkta bir mesele olmayan toprak, değerlenen bir sosyal problem kılığına sokulmuştu. Zamanla kabileler arasındaki savaşlar ve kan rekabetleri gittikçe arttı. Tıpkı Hunlarm Avrupa'da; Türklerin Asya'da yaptıkları çeşitten dirlik düzenini andırır bir durum ortaya çıktı. Zaferi kazanan kan şefleri toprağın bir bölüğünü paylaştılar. Taike toprak reformunda, toprak mülkiyeti, devletleştirilmiş olmasına rağmen; yüksek memurlar, siyasi hizmetlerine karşılık kişi olarak toprak ve yer elde ettiler. Ondan başka, asil kişi, arazi satın aldı. Ve köylülerden çoğu vergi yükünün baskısı yüzünden, ASİL'lik uyduluğunu kabul etti. Böylece devlet gelirlerinin azalması, vergiden yararlanan asilin zenginliğini ve kudretini gerektirdi. Bu yoldan ortaya çıkan özel topraklara, ŞOEN adı verildi. Bunlar örneğin, FUJlVARA iktidarının temelini kurdu. Bu ŞOEN'ler ya toprak sahibinin kendisince iştetildi, ya da toprak sahibi o yerleri sözde bir takım MİYOŞU' ların idaresine bıraktı. Gitgide güçlenen MlYOŞU iktidarı ile derebeyi toplumu gelişti. (OttoB. s: 191–192) Alman yazarlar, ortak toprak mülkiyetini, sonradan "DEVLETLEŞTİRİLMİŞ" sayıyorlar. Hep ilkel toplum sosyalizmini bilmezlikten geliyorlar. Toprak ilişkilerinde anlatılan olay: Osmanlı dirlik düzeninin medeniyet çöküntüleri ortasında değil de, geniş barbar yığınları ortasında (Japon Kum orijinalitesi içinde) geçen sistemin başlangıcıdır. Osmanlı için aşındırılmış islam Şeriat'i kadar, çevre şartları da bir tek hükümdar ve halife emriyle merkezcil idare prensibini hazırca gerçekleştiriyordu. Japonya'da imparator denilen kişi, daha çok manevi etkisine dayanan, peygamberdi. Onun çevresinde saray denilen topluluk, bir tarikat tekkesinden pek farklı görünmeyen; şiir-edebiyat ve kültür merkezi idi. Savaş genişledikçe, siyasi iktidarın askeri şefleri, yavaş yavaş kılıç hakkı olarak kendi kandaş toplumunun dışındaki topraklardan, kendi kişilikleri için özel toprak edinebildiler. Osmanlılıkta, o kadar sıkı tahrir (yazılım) kontrolü ve padişahın mutlak yetkisi varken bile; dirlik düzeni ilkin Yıldırım Beyazıt zamanı; sonra Kanuni devrine varmadan, derebeyileşmeye uğramıştı. Japonya'da ne tahrir usulü vardı; ne de imparatorun yetkisi, değişken ilişkileri kontrol etmeye uygundu. Onun için daha Heian çağı sona ermek üzere iken, Şoen tipi dirlikçi mülkiyet, imparatoru kuşatmaya başlamıştı. İslam tarihçilerinin kanlı rakamı ile yüzyıl içinde Japon derebeyileşmesi, Japon toplum hayatında bir problem oldu. Derebeyileşme, ekonomik temelde, sınıflaşmayı gerektiriyordu. Sosyal yapı ise, sıkı barbar sosyalizmini muhafaza ediyordu. Aynı zıtlığı Şoen mülkiyeti ile Tenno (imparator) arasındaki hiçbir zaman ilan edilemeyecek olan savaş temsil ediyordu. İlkel barbar krallar, her yerde olduğu gibi, Japonya'da da halkın adamı idiler. Şoen mülkiyeti ile gelişen Buşi farklılaşması; Japon halkının maddesini, kılıçla baskı altında tutuyordu. Edebiyat-maneviyat gücü, daima üstün olan Tenno, Japon halkının ruhunu elinde tutuyordu. Budizm, Japon yığınlar içinde sönmüyordu. Yığınların desteğine sahip olan Tenno'ya, maddi güç kazanan hiçbir derebeyi karşı çıkamıyordu. Heian çağı ortalarında, Şoen (özelleşmiş dirlik toprakları) temeli en güçlü olan Fujivara ailesi (yani kanı), Tenno'nun kurucusu iken; Heian çağından sonra, Fujivaraların egemenliği, Tenno yanında yerlerini almak için birbirine giren iki rakip (Minamato, Taisa) kanları arasındaki savaşlarla bitti. Bu savaşlar ortasında: Tayso-Ritsu'ya göre, bir hür köylüler ordusu, imparatorluğun güvenliğini üzerine alması gerekiyordu. Bununla birlikte böyle bir ordu, henüz kurulmadığı için ve taşrada baş kaldırma hüküm sürdüğü için, güvenlik sağlanamadı. Bu yüzden, Miyoşularca yaratılmış savunma çabasından, Buşi denilen tip gelişti. 2- KOMÜN GÜCÜ'NÜN GEÇ AŞINMASI VE ÇiN PARASI Şurada burada patlak veren ayaklanmalar, ancak savaşçılar tabakasının yani BUŞlLERlN özel ordularıyla bastırılabildi. Eski imparatordan (1086 yılından) beri devlet işleri, FUJİVARA iktidarının kan çarpışmaları arasında eriyip bitmesine vardı. Bununla birlikte, BUŞl gücüne rağmen Japon derebeylikleşmesinde rol oynayan güç, yine antika medeniyetinin tekniği: ÇİN PARASI oldu. Kamakura çağından beri, Japon-Çin alışverişinin başlıca sebeplerinden birisi, Çin paralarının Japonya'ya sokulması oldu. Çin'deki Sung-Yuan-Ming sülalelerinin ödeme araçları (paraları), Japonya'ya akarak orada para ekonomisini geliştirdi. 13.yüzyıl sonunda, parayla tfcaret yapanlar, Daımyo (derebeyi) şehirlerinin (Burgstadtenlerin) yanı başında, bir hayli TİCARET ŞEHİRLERİ meydana getirdiler. İleride göreceğiz. Burada alışkanlıkla kolayca söylenivermiş olan alışveriş, hiçbir zaman klasik medeniyetin veya orta çağın ticareti değildir Yüzyıllarca sonra, Avrupa kapitalizminin kendi modern ticaretlerini, Japonya'ya ulaştırdığı zaman dahi, Japon "DIŞ TİCARETİ", Japon hükümetinin tekelinde yürütüldü; yani, "DEVLETLEŞTİRİLMİŞ" kaldı. Japonya'da "İÇ TİCARET" adını alabilecek olan ticaret şehirlerinin seviyesine varan alışveriş, Kamakura çağında değil; ondan 300 yıl sonraki Yedo çağında klasik şeklini alabildi. Çağların karakteristiklerini bulmaktan çok, erüdisyon (araştırma) yapmayı seven Alman bilginlerinin birbiriyle karıştırılmış cümlelerinden bunu ayırt etmek güçtür. Yalnız Çin parasının Japonya'ya akması, toprak ilişkilerinde kısmi de olsa elbet bir takım farklılaşmalar yapmıştır. Bu farklılaşmalar, bir kent veya medeniyet içinde görülen klasik sınıflaşma olmadığı gibi, düpedüz tek bir yönde de olmadı. Buşiler (Samuraylar), ŞOGUNLUK sistemi altında, 12.yüzyıl ortasından beri, başkente kadar uzanmayı; en sonunda saray idaresinin (Hofadel) elinden hükümet idaresini almayı başardılar: "Buşinin en önemli kuşakları, doğu Japonya ile batı Japonya'dakı Minamoto (yahut Genjilerte) Taira ( yahut Helke veya Hoiskiler) idi. Tairoho Kiyamoti, Kiyoto'da bir sivil savaşı bastırdıktan bir süre sonra, Fujivara'nm yerine otokrat (despot) kesilir kesilmez; Fujivara'nm kuşağı Minomato tarafından yok edildi. Genji'nin ata kökü, Sıdanvata olan Minomatonoyoritano 1192 yılında, imparator tarafından Soğun tayin olundu. Seitai-Şogun başlangıçta, Aynuları banşçılaştırma hareketi (befriedung) gören subayın unvanı idi. sonlan bu subay, ilkin en yüksek Buşi güdücüşü: Seita oldu. Ve sonunda imparatoru temsilen idare işlerini üzerine aldı. Ve Kamakura'ya yerleşti." (Otto B. s: 192) Bu tarz, ortak toprak ilişkilerindeki çatlağın nerelere nasıl vardığını anlatır. Taike toprak reformumda, toplumun ortak mülkiyeti sayılan topraklardan bir kısmı; Heian çağı boyunca küçük üretim ile fütuhat tekniği yüzünden, fatihlerin özel toprağı ŞOEN biçimine girer. Bu özel toprak zenginliği sayesinde, yeni bir savaşçı tip olan BUŞİ ortaya çıktı Aynuları barışa zorlama: pasifikasyon biçiminde ezen savaşçı tip, güçlü insanın güçsüz insanı sömürebileceğini öğrenince; kendi toplumunun kandaş üyelerine karşı da zor kullanma yollarını buldu. Bu acı gücü elinde tutan sivrilmiş BUŞİLER, sözde Tenno'yu ve onun dirlik düzenini andıran ŞOEN sistemini korumakla görevlendiler. Tenno'nun kendisi, tıpkı mütareke yıllarında İstanbul'daki padişaha benziyordu. Padişah saltanatın bütün askeri ve sivil güçleriyle fiili idaresini bir emirname ile üçüncü ordu kumandanı yaptığı yaveri Mustafa Kemal Paşaya nasıl teslim ettiyse; Tenno da aynı mekanizma ile ayaklanmalar-fütuhat-karışıklıklar ortasında, küçük silahlı kuvvetleri ve fiili memleket idaresini gelgeç bir yetki, bir memuriyet gibi SOGUN adıyla bir generale emanet etti. : Artık, Tenno-Şogun ikiliği, su yüzüne çıkacaktı. 2- UZAYAN TENNO-ŞOGUN DİYARŞİ'Sİ: ÖZEL TOPRAK MÜLKİYETİNİN MÜZMİN GELİŞİMİDİR Bizde, Ankara'da yerleşen ilk milli hükümet, zaferin sonuna kadar: "MAKAM-I HİLAFET-İ İSTİHLAS" amacını slogan gibi kullanmıştı. Anlaşılıyor ki, Japon Şogunluğu da böyle bir amaçla; Tenno'nun egemenliğini kurmak-yükseltmek parolasıyla işe başladı. Fakat, padişah, aciz kaldığı mütareke Türkiye'sinde, geri kalmış bütün silahlı kuvvetlerle sivil makamları (Anadolu'da yer yer kurulan şur'aları ve pontusçu hrıstiyan azınlık kuruluşları bastırmak üzere) has yaverinin emrine fiilen geçirdiği gün, bindiği dalı kesmiş; ve bir korkuluk manevi güç (hilafet) halinde heyulalaşmıştı. Türkiye'de dört, beş mütareke ve milli mücadele yılları kadar kısa sürede, önce padişahlığı sonra hilafeti ortadan kaldıran gidiş; Japonya'da yüzyıllar boyu dağların yavaş yavaş kayması kadar belli belirsiz değişikliklerle uzadı durdu. Milli mücadele Türkiye'sinde, birisi İstanbul’a' sarayın çevresine toplanmış "PAYİTAHT" kabinesi, ötekisi Ankara "BÜYÜK MİLLET MECLİSİ" unvanını kullanan milli hükümet olmak üzere, iki idare ikiliği vardı. Japonya'da da, tıpkı öyle bir DİYARŞİ (çifte hükümet) sahneye çıktı. Kamakura çağı, Japon toplumu üzerinde, Tenno'nun hilafet gibi, sırf manevi iktidarına karşı Şogunun maddi iktidarının açılış çağı oldu. Bu açılış çağı, eski saray kabinesi demek olan Fujivara kan'ının yüce silahlı güçlerinin en büyük güdücüsü: Aynuların fatihi Yortomo, resmen Tennoca Şogun tayin edildiği gün, Kamakura çağı başladı. Ancak, Japonya, Türkiye değildi. 1192 yılı, 1919 yılından 727 yıl erkendi. Onun için Japon olayları büsbütün başka karakteristikler gösterdi. Türkiye'deki dört yıl yerine, Japonya'da 1192'den 1868'e Kadar 676 yıl, ya Tenno, ya da Şogun ortadan kalkmaksızın yürüyüp gitti. Bu gidişin ekonomik ve sosyal işleyişi, ne kadar karışık ve batıp çıkmalar içinde olursa olsun, ne bir bulmaca ne de bir mucize değildir. Mustafa Kemal'in dört yılda kesip attığı kör düğüm, Japonya'da 700 yıla yakın süre bitmedi. Bitemezdi. Şöyle başladı: “Buşiler, Şoenleri bölük bölük benimsediler. Ve Heian çağında, yani 12.yüzyıl ortalarında güçlendiler. Güçlendikçe, saray asaletinin nüfuzunu ilkin henüz bütünüyle havaya uçuramadılarsa da: o nüfuza karşı başarıyla kafa tuttular Saray asaleti egemenliği ile savaşçı egemenliği; Tenno ile Şogun ikiliği Kamakura çağının (1192-1333) erken derebeyiliği zamanı, Buşinin sıkı teşkilat eksiği ile birlikte bulundu. Kamakura çağının son yıllarında, Buşilerin toprak sahipliği büyüyerek zincirleme savaş huzursuzluğu ile at başı gitti. Bu gidiş, en sonra imparatorluk hanedanlığının kuzey ve güney sülaleleri halinde bölünmesine vardı. 14.yüzyılın kargaşalıklarından çıkagelen büyük toprak beyleri: Şugo-Daimyolardır Bunlar Japonya'nın orta derebeyliğine temel oldular. Şugolar, aslında Şogunlann hizmetine girip, eyaletleri gözetmeyi üzerlerine almışlardı; sonraları sayısız Buşileri kendi idare bölgeleri içinde, altları durumuna soktular. Ve saray asaleti ile tapınakların Şoenlerini kendilerine aldılar. Böylelikle büyük toprak sahibi daimyo haline geldiler. Ve Şoen topraklar önemlerini yitirdiler. Ancak, Şoen sistemi elemanlarının kalıntılarını taşıyan Şugolarla idare edilen eyaletler (Bonkoku) vardı. Bu toprak beyliğinin yeni çıkmış biçimine biz, Şugo Bonkoku adını veriyoruz." (OttoB. s:200) Şoenlik, önce tıpkı dirlikçi SAHİB-ÜL ARZ gibi bir memuriyetti. Sahibülarz'dan farkı: o sistemin bir savaşçı barbar fatih ile değil, kan teşkilatıyla toplumun sivil kutsal Saşemine bağlı olması idi. Şoen sistemi şeylerin gidişi icabı, kuşaktan kuşağa geçerken, toprak sahipliğine doğru soysuzlaştı. Tennolar ile Şogunluk arasındaki zıtlık, Kamakura çağının kültür alanında daha açıkça belirdi. 4- EDEBİ DİYARŞİ VE BABAHANLIK Heian Çağında edebiyat, Tennonun "SARAY" denilen çevresinde, kadınların başı çektiği bir çabaydı. Kamakura çağında ise, kadının yerini erkek tuttu. Bu erkekler, saray dışında Tennoya karşı cephe aldılar Bunlar, Budist papazlarla Japon eyaletlerinin İlba'larıdır: "Edebiyat, Samuraylar yani Buşiler ile Buda rahiplerinin elindeydi."(Kuni M. s:68) Ama saray edebiyatı da ikiliydi. Hayatta nasıl Tenno ile Şogun zıtlığı varsa, edebiyatta da aynı şey görüldü: "Kamakura çağı, samurayların asıl savaşçılar hükümetinin zaferini gördü. Bu çağ süresinde, iki çeşit edebiyat görülecektir. Birisi, sırf Kiyota'daki imparatorluk sarayında çökkün (dekadan) aristokratik şiiridir, ötekisi, erkeksel barbar ve çökkün ama yine de çok güçlü ve o kargaşalı devrin siyasi ve sosyal şartlarından ilham almış edebiyatıdır. O zamana değin, dar çerçeveli latif ve ince bir tabakaya mensup edebiyat modelini takip eden üretimler vardı. Şimdiki edebiyat, biraz daha halka doğru yayılır. Eserler kahramanca ve kavgacı çeşitten savaşçılar sanatının hoşuna gitmek için yazılmış konulardır. Birkaçı istisna edilirse, kadınlar, hemen hemen edebi bir rol oynamazlar. Yalnız imparatorluk sarayı, şiir bakanlığını muhafaza eder"(Kuni s:59) Tenno taklitçiliği, antika medeniyet saraylarının bütün soysuzluklarına saplandığı için, gerçek iktidarı; siyasi ve askeri güçleri elinden kaçırmıştı. Fakat, buna rağmen onu, ilkel sosyalizmin kutsal insanı olarak tanıyan Japon yığınları vardı. Bunlar, Japon köylüsü idiler. Buşiler ve Şogunlar da o ilkel köylü barbar yığınları içinden fışkırmışlardı: " Vaktiyle, köylerde toprak sahibi olarak mülkiyeti, seri takımıyla bizzat kendisi işleten küçük toprak beyleri, evvelkilerin vasatları ve alt sınıftarı Buşileri vardı. Demek, savaşçı tabaka ile köylü tabakası arasında pek öyle bir fark da yoktu." (Otto. s:200) "Yeni Monogotari doğdu: klanlar arasındaki geçmiş aile (retrospektif) ve romansa edilmiş menkıbeler (recih) de dövüşürken Boşido 'denilen samurayların şövalyelik mecellesi, itina ile saygı gördü. Dinamik ve meşruluk seven irap Japon karakterinin temsilciliğini yapan yeni edebiyat, güzel davranışların bütün değerlerini kazanmalarına el verdi. Şimdi Japon gelenekleriyle bir araya gelen Budizm, yığınların içine işleyerek beşeri toplumcul bir fırça oldu: kanlı bir savaşın tasviri ortasında, şeylerin gelgeç hayatı üzerine yapılmış derin bir düşünce, Japonya'nın üzüntü-acı duyguların kalıntılarından hiçbir şeyi yitirmediğini sezdirdi." (Kuni M. s:59) Bulduğumuz yekpare kan teşkilatının savaşçı elemanları içinde, Asya kara kıtası medeniyetlerinden kıvılcımlar; Moğol salgını ile Japon barbarlığının yanıcı maddelerini tutuşturdu. Bundan 3 türlü kültür çıktı: 1) Yabancı medeniyete meydan okuyuş; 2) Tarihi medeniyete boyun eğiş; 3) Her şeye boş veriş Bu 3 akım, bütün kadim zaman siyasetleri gibi, tarikat biçimindeydi. Her tarikat, kurulu medeniyet ile barbarlığın ilişkiye geçtiği yerde, Şasem peygamber veya ilah kanalından "BUDİZM" kılığına girip, Budizm'i değiştirdiler: “1205 yılı, Hojo ailesi, Kam akü ra ve Minomato ailesinin yerine geçtiği vakit, bir zamanlar yalnız aristokrat ve aydın seçkinleri çeken Budizm, vulganze edildiği (bayağılaştırıldığı) için, pek geçerli oldu. Doktrin, samuray sınıfının hatta genel olarak ulusun içine doğru derinden derine işledi. Henüz imparatorluk sarayının duaları, seramonileri ve ince duyulan halinde olan şey, halka mal edildi. Budizm, herkesin oldu: Yodoşu (Yodo-Ninshu) adıyla iki büyük aziz Honen ile Şinzan eliyle tarikata insan sokuldu."(Kuni M. s:60) “1) Şinzan Doktrini: pasifist ve demokratikti: Şinzan, Buda'ya karşı mutlak boyun eğmeyi vaaz ediyordu."'(Kuni M. s:60) Kamakura çağı, bu bakımdan Kan'ın kapalı toplumunda ufak tefek gedikler açtı. Alışveriş ile kapalı ekonomi nasıl çatlaklıklar vermeye başladıysa, tıpkı öyle daha çok edebiyat ve din alanını kaplayan kültür de, saraydan Buşiler'e, Buşiler'den halka doğru sızmalar yapmaya başladı. Heian çağının yekpare ince saray edebiyatı yerine, ilk defa gerçeğe daha yakından bağlı barbar yiğitliğine özendi. Fakat, bu etki önünde eğilmiş barbar Japon ruhunu hemen isyan ettirdi ve hemen antitezini buldu. " 2) Nişiren Doktrini: Şinzan'ın açıkça zıt olduğu bir tarikat ve tarikat kurucusu Nişiren, yiğitcil (heronik) bir bonez (ulema) savanarayı andıran bir hakperest idi. Nişer milliyetçiliğini temsil eden bir Budist hareket yarattı. Nişiren kendisini peygamber sayıyordu. 1274 ve 1281 yıllarında patlak veren ve püskürtülen Moğol saldırılarını önceden haber verdiği vakit, pek büyük bir başarı kazandı. Moğol olayı, geçici bir siyasal birlik yaratmaya yaradı. Bu birlik ruhani bakımdan daha uzun ömürlü oldu. Nişiren, memurların parayla satın alınmalarına saldırdı; yarattığı hareket, yurtseverlik oldu." (KuniM. s:61) Antik çağın anlatılan bu akımını, ilkel sosyalist kan kardeşliği toplumundan başka bir şey yaratamazdı. Böylesine gür ve yığınları bir bütün olarak sürükleyen akım karşısında, özenti kalan Şinzan Budizmi kılık değiştirip yerleştikçe ayakta duramamıştı. " 3) Zeni Doktrini: Hades (Intuituoh) ve imsak (solriete) doktrinidir Zenizm, sadeliği ve Ispartalıca Stoisyenliği teşvik eder." (Kuni M. s:62) 5- PARÇALANAMAYAN DAYANIKLI KOMÜN GÜCÜ Nara çağından sonra Heian çağı, Japon toplumunda anahanlık kalıntılarının bulunduğu çağ idi Kamakura çağı, Japon toplumunda anahanlığı genişçe bastıran babahanlığın egemenlik çağı oldu. Bununla birlikte, Japon toplumunun tümü "İDARE" bakımından barbar toplumuna-kan teşkilatlı aşiret sistemine bağlıydı. Gittikçe koyulaşan medeniyet etkileri altında kan bağları yerine ülke bölümleri kurulmadıkça, gelişen sosyal farklılaşmalar "İDARE" edilemezdi. Bu durumda herhangi bir davranış kimden gelirse gelsin, kandaşlık bağlarının gücüyle yaşayan Japon toplumunda, genel direniş ile karşılanırdı: “İdari taksimatı sevindirmek için klan toplumunun saygı beslediği Tennodan yetki almak gerekti. Onun için Minomoto kanın şefi Yoratimomo, imparatordan izin alarak, Şogunluğa tabii olan bütün imparatorluğa; Şugo ve Jita adlı özel memurlar yerleştirmeyi başardı. Şogunun memurluğu Yoritomonun durumuna kadar gitti. Şogunluk sistemi içinde miras kaldı. Ondan sonra, iktidar kuşaktan kuşağa Shikken görevini Lorunn Innekalian'a ve o zamanki Şugo'yu alt gibi kutlanan Hojolann fiilen eline geçti." (OttoB. s: 192) Tenno'nun kudreti, ruhani olduğu kadar, toplumda kimi toprakların sosyalist ortaklığına dayanıyordu Askeri şeflerin zorbalıkları, bu kudreti toptan gidermek gücünü hiçbir zaman bulamadı, ilk şoğun Yoritomo, 1192 yılında, Tenno'nun siyasi iktidarını çekip almıştı. Tenno, 20 yıl sonra kaptırmış olduğu siyasi iktidarı gen almayı denedi: " 1221 yılında, imparator Gotoba, hükümet idaresini ele geçirmeye kalkışıp da başarısızlığa uğrayınca, Şiken Hojo Yositaki saray asaletinin mülklerinden çoğunu müsadere ederek, Jitalann imtiyazlarını arttırdı. Bu tedbirler sayesinde, savaşçının (samurayların) asalet karşısındaki durumu, kuvvetlendi. 1232 yılı, Sikken Hojo Yositaki, savaşçı tabaka için 53 maddelik bir Kzelkanun (Goseibaithikimaku) ilan etti. Bu kanun, kolay anlaşılır biçimiyle uzun süre Buşi hukuku oldu. Derebeylik, dirlik beyleri, alt dirlik beyleri (Sublehnsherren) ile vasalları toplumunun tepesine, en büyük dirlik beyleri olarak Şogun geçti. İmparatorun kendisi bu sistemin dışında kaldı. (Otto B. s: 102) Bu olaylar, uzaktan uzağa, Barbar Avrupa'da Roma papalığıyla, dünya derebeyleri arasındaki zıtlıklara benzetilebilir. Fakat, hemen yine hatırlatalım: Hrıstiyanlığın papalığı, çökkün Roma medeniyetinin ruh-u habisi idi. Japonya'da çökmüş hiçbir medeniyet yoktu. Çökertilmek istendi. Ama iktidarı ancak, parça parça koparılırken dahi, kendisinden izin alınan Tenno, ilkel sosyalist toplumun dokunulmaz-kutsal-en büyük Şasem mülkünü, muhafaza ediyordu. Bu bakımdan, Japonya'deki olayları antika din derebeyliği ile dünya derebeyliği arasındaki ilişkilere benzetmek, fazla kolaylığa kaçmak olur. Gerçekte, sosyal yapı bakımından Tenno-Şogun çekişmeleri: Japon toplumunda, hiç kimsenin yok edemediği kan teşkilatı yanında; şimdilik yine kan şefliğinin yetki şartıyla, askeri kan şeflerinin yetki ve dayanak elde etmeleri demekti. Bu prose, hiçbir vakit çözülmemiş kan teşkilatı içinde, ruhani-sivil idare ile siyasi-askeri idare arasında bir iş bölümü yapmaktı. Bu iş bölümünü gerektiren sebepler: içeride Çin parasının kapalı Japon ekonomisini işlediği ve yarattığı sosyal farklılaşmalar; dışarıda, Çin'i ele geçiren tarihsel devrimci başka barbarların Japonya'ya saldırmaları önünde, gereken siyasi savunma zaruretleridir. 1272 ile 1281 yıllan arasında, Moğolların Japonya'ya saldırışları karşısında Japon savaşçılarının başarılı savunmaları, Japon ilkel sosyalizminden imtiyazlar kopartmalarını, kılıçlarının hakkı gibi göstermişti. Kamakura çağında, Japon toplumunun kendi sosyal basamaklarından hangisini tırmanmak üzere olduğuna, edebiyat göstermeleri daha toyca tanık olur. Japon kültürü, henüz Mısır tarih öncesi kalıntılarının ve firavunlar çağının mitolojik öykülerini yaşar: " 12. yüzyıl başında, kırk ambar yığını (komplasyon) olan Konyaku Monogatar adlı efsane dergisinde, Ramses ve kırk harami (Dıeb-Heredot) masalı (Saze), başka bir biçimde bulundu."(OttoB. s: 190) Tennoluk, ilkel kan saşeminin büyücü-sihirbaz vb. tabulu yetkileriyle, kapalı bir kültürü temsil eden bir Japon kutsal ailesi (Saserdos) idi. Tarihin "SARAY ASİLİ: HODOFEL" dediği kan şefleri ve kandaş savaşçılar içinde sivrilenler, ister istemez daha halka doğru açılmış bir kültüre destek oldular: " Savaşçı tabakadan ve köylülerin üst tabakasından çilekeş ve halkçı olanları, kültürce önemli sonuçlar verdi: Tarikatlar türedi."" Kamakura kültürünün burada temsil edilen karekteristliği: savaşçı ve ruhban elemanlarının buluşmalarıdır (zuzammenfiliessen)." (OttoB. s: 194–195) Böyle bir kültür, gerçi "ASALET MAHFİLİ"'nin nazik yaratışlarını, kır zevkinin güçlü etkisi altında bıraktı. Ama, Tenno'nun ve Hofodel denilen asalet çevresinin ruhani alanında olduğu kadar edebiyat alanında da, eski derin etkisini kaldırmadı: " Bu ara, şiir bakımından saray asaletinin Kiyoto'daki önder durumunu yitirmedi."(OttoB. s: 194) Nitekim, ilk kutsal kent Nara’nın ruhlar üzerindeki eski egemenliğine toz kondurulmadı. Budizm'in "TARİKAT" biçiminde kamufle-melez sokuluşlarına, gereğince Şintoizm’in yumruğu indirilmekten geri kalınmadı: " En meşhur Jodo-Sihin tarikatını kuran Hönen (ölümü 1192), Nara'daki Hiçi rahiplerinin şikâyetiyle sürgün edildi." (OttoB. s: 194) Japon ilkel sosyalist toplumu, daima, bu kadar güçlü kalacaktır. Yedinci Bölüm GEÇ DEREBEYLEŞME'DEN FETRET'E NAMBOKU ÇAĞI (1332–1392 = 60 YIL) 1- FETRETİN HABERi: TENNO-ŞOGUN (DİYARŞİ) AZITMASI Kamakura çağı (1332–1392); 1221 yılı, Tenno Gotoba'nın yazdığını, 100 yıl sonra 1333 yılı, Tenno Godaigo'nun tekrarlamaya kalkmasıyla sona erdi. Bu bir "YUKARIDAN DEVRİM" idi. Tenno, Moğol saldırılarının püskürtülmesinden sonra, askeri şeflerinin görevlerini bitmiş sayıp, onlara kaptırdığı yetkilerini geri almak istedi: " Para ekonomisi ile Moğolları karşı savaşın gelişimi, Buşileri yoksulluğa sürükledi. Şogunun durumu biraz daha gevşedi, imparator Gudaigo, 1333 yılında, Şogunluğun elinden iktidarı koparıp alabileceğini hesapladı. Ama çarçabuk hesabından caymak zorunda kaldı. Yamato da, Yoshino 'ya gitti" (OttoB. s: 195) Demek, toplum bir daha geri gelmemecesine farklılaşmaya girmişti. O yüzden, en bölünmez kutsallık sayılan Tennoluk bile, KUZEY İMPARATORLUĞU-GÜNEY İMPARATORLUĞU adıyla ikiye bölündü. 1392 yılma dek süren edebiyat tarihinde, Namboku çağı denilen 60 yıl, bize bir şeyi ispat ediyor: imparator Gotabo zamanında, sarayın elinden alındığı söylenen topraklar, hiç de kesin bir müsadere olmamıştır Nitekim, 100 yıl sonra, Tennoluk ile Şogunluk arasında geçen siyasi iktidar çekişmesi; Tenno'nun bir kez daha savaşçılara yenildiği zaman dahi, yapılan şeyin: Tenno elindeki toprakların müsaderesi değil; yani toprak gelirinin tamamını değil, ancak yarısını ele geçirmek olmuştur " Aşağı yukarı, bu zamandan (Namboku çağından) beri, savaşçılar durumlarını asaletin zararına yükseltirlerken, Şogu ile Jito'tar, tekmil toprak mülkiyetini kontrol ettiler. Ve asalet yetkilerini gittikçe genişlettiler. Bunun üzerine, Aşkaga Takan asaletinin toprak mülkiyetinden çektiği gelirlerin yarısını savaşçıların eline geçirtti." (OttoB. s: 195) 60 yıl gibi kısa bir süre içinde, Japon toplum toprakları, Osmanlı dirlik düzeninde görülen dirlikçilerin derebeylikleşmesine uğramıştır. Osmanlıda dirlikçilere "SAHİP ÜL ARZ" deniyordu. Bunların bütün yetkileri toprak gelirini toplayıp, savaş zamanı toplum adına hizmete koşmaktı. Osmanlı dirlikçilerinin başında bir tek efendi vardı: PADİŞAH. Din ve dünya yetkisi: SALTANAT VE HİLAFET padişahındı. Bu kadar muazzam ölçüde merkezileşmiş idarede bile dirlikler, "SEPETLENMEK" sonucuna vardı. Japonya'nın dirlikçileri: Buşiler-anlatılanlara göre Buşilerin üstünde Jitola'-onların da üstünde Şugolar idi. Osmanlı ile kıyaslarsak: Jitoları "BEYLER"; Şugoları "BEYLERBEYİ" sayabiliriz. Japonya'da hepsinin üstünde bir çeşit bağımsız kumandan Şogun bulunuyordu. Şogun'u SADRAZAMa benzetebiliriz. Ana konularda Şoğun, Tenno'nun tasvibini alır. Şugo ve Jitolarla, kan teşkilatları dışında, ilk idare taksimat taslağını yapmak için, Şogun, Tenno'dan izin almıştır. Çünkü, laik yürütüm işlerinde, sadrazamdan çok daha bağımsızdır. Tenno, bir bakıma padişahtır. Bildiğimiz halife gibi, ruhların padişahıdır. Dünya saltanatını kendi rızasıyla, Şoguna bırakmış gibidir. Daha doğrusu bırakmış değil bırakmak zorunda kalmıştır. Her yüzyılda bir, laik idareyi ele geçirmek için ileri atılmak zorunda kalır. Japon toplumunun siyasi idaresi, daha ziyade içeride isyanlara; dışarıda harplere karşı kurulmuş yüzeysel bir cihazdır. Tenno, bu cihazın idaresini daha uzman ve becerikli görünen Şogun'a bırakmıştır. Ortada herkesçe en büyük yetkili kat, yine Tenno'dur. Tenno ile Soğun arasındaki çıkacak çekişmelerde, Buşiler de, Şugolar da, Jitolar da kesin olarak Şogun'un emrinde olsalar bile, yüzde yüz adamı olmayabilirler. Durumları bunu gerektirir. Yalnız çıkarları daha çok, Şogun'un elindedir. Bu kuruluş, Japon üst yapısının Osmanlı padişahlığındakinden aşırıca dağınık ve zayıf kaldığını gösterir. Osmanlı idaresindeki "DEVLET SINIFLARI"ndan İlmiye: Papazlara; Seyfiye: Buşıler'e; Mülkiye: Şugo-jitolar'a denk düşer. Osmanlıdakinden ayrılan yan: santralize yani merkezi Tenno (padişah) idaresinin altındaki silahlı Buşiler'in de, Şugo ve Jitolar'ın da hem kendi alanlarında başlarına buyruk, hem de Şogun'un da üstünde bütün yetkilerin kaynağı olan Tenno'ya ruhça bağlı, yani tam sistemleşmemiş bir tabaka oluşlarındadır Böyle bir sistemin Osmanlı devleti yanında "DEVLET" adını almaktan ne kadar uzak bir istikrarsızlık demeti olduğu ortadadır. Namboku çağında, devlet ' yok; Asya kara kıtası medeniyetlerinden kopma, "ÖZENİLMİŞ" bir devlet taslağı vardır: O taslak da bir devlet değil; iki devlet, devlet içinde devlettir; bu tümüyle ikili diyarşi halinde işler. 3- FETRET’İN MADDİ TEMELİ: PARÇALANAMAYAN KOMÜN VE "SEPETLENEMEYEN" ŞOEN TOPRAKLAR Bu durumun sebebi, Japon sosyal temelinin henüz tümüyle kandaşlık düzeninden çıkamamasında toplanır Osmanlılıkta toplumun temelini, toprak iradını dahi eline geçiren mutlak egemen çiftçi üretmenler oluşturur. Çiftçiler Hrıstiyan ise Monogami; Müslüman ise Poligami biçiminde aile birlikleriyle üretim yaparlar. Japonya'da klasik tarihin aile veya klan diye tanımladığı "KUNİ" ler, sosyal temeldir. Kuni, klasik tarihin yakıştırdığı gibi bir "DEVLET" değil; Japon KAN'ıdır. Kunilerin yapısı, Japonya'da Nara çağından Tokugava çağı sonlarına gelinceye değin, hemen hemen değişmeden kandaşlık düzeni olarak sürüp gidecektir. Kunilerin üretmen köylü yığınları içinde, savaşlarda sivrilmiş ve belki şu veya bu sebeple Kuni dışında kalmış elemanları, zamanla önce Buşi, sonra Şugo ve Jito hizmetlerine karışmışlardır. Kendilerini yeterince kontrol edebilecek bir merkezi devlet bulunmadığı için, bu elemanların en üsttekileri, Şugolara; yavaş yavaş altlarındaki Jitolara ve Buşilere vasallık verdiler Bu vasallarının acı gücüne dayanarak, bir veya birçok Kuni üzerine, yargı yetkilerini dayadılar. Hepsine birden "SAVAŞÇIL TABAKA" denen bu zümrelerin ortak çıktıkları: Tennoluğun toprak gelirlerinden yarısını ele geçirmek savaşı idi. Tennoluğun toprak gelirlerinden yarısını Şogunla birlikte kim kontrol edecekti? İslamlıkta Aşar: onda bir (1/10) iken, sonra yarıya; üçte ikiye kadar arttırıldığı gibi, Japonya'da da toprak gelirlerinin yarısı Tenno'dan kopartılınca, o bahane altında, bütün toprakların üzerinde kontrol koymak işten bile değildi. Silahlı güç, savaşçılar tabakası elinde toplandığından, onların egemenliğini sınırlandırmak, ancak daha üstün bir acı güç edinmekle olabilirdi: Acı gücünü arttıran Şugolar, Japon toplumunun kan temel birlikleri olan Kuniler'e egemen oldukça, Daimyo adını alarak artık kendilerine hükmetmek isteyen Şogun'a karşı da kafa tutabilirdi. Namboku çağı, bu gelişme içinde tam bir anarşi, yani, FETRET içinde son buldu. Sekizinci Bölüm URUN IRADI'NIN (ŞOENLER'IN) GEÇ GELEN SONU: PARA İRADI'NIN GEÇ GELİŞİMİ MORUMAÇİ ÇAĞI (1392–1603 = 211 YIL) 1- FETRET'İN BİRİNCİ SONUCU: DEREBEYİ VE SAMURAY'IN TENNO'YA KARŞI YUMUŞAK ÜSTÜNLÜĞÜ Namboku çağı: 1332–1392 = 60 yıl içinde, S.Şogunluğa (Yoshimitsu) gelince, Morumaçi Şogunluğu kuvvetlendi. Jitolar, tüm toprak mülkiyetini kontrol ettiler. Ve Şugolar, Kuniler'i kendi adliye yetkileri (eroridiksiyonları) altına aldılar. Yahut, Jitoların efendisi kesildiler. Kısa zamanda, bir veya birçok Kuni'ye hükmeden Daimyo haline geldiler. Kendi alanlarında mutlak egemenlik iktidarını elde ederek, böylece Şogun'a karşı bağımsızlaştılar. Daimyolar, sık sık ayaklandılar. En büyük iç savaş, Ohimnosan 11 yıl sürdü: 1467-1477. 100 yıl içinde kargaşalıklar ve boğuşmalar, günün konusu oldu. Ve bir idare biçimi ortaya çıktı: bu idarede Daimyo, konu edilen Kuni'ye kendi mülküymüşçesine egemen oldu. Saray ve dirlik asaleti (Dof und schusade) ikiliği, derebeyi toplumu içinde, savaşçıların egemenliği altında eridi, imparator ile saray asaleti, Kiyoto'da şeref dolu mevkiini yine muhafaza ettirseler de; toprak egemenliklerini yitirdikleri için, ekonomice iflas etmiş oldular. 2- FETRETİN İKİNCİ SONUCU: KÖYLÜ İSYANLARININ (DOİKKl'LERİN) KISMİ BAŞARISI VE DAİMYO ŞEHİRLERİ Anılan tabakalaşma (Umschuhtung) ve atalardan kalma devlet idaresine karşı direnme, eyaletlerdeki basit köylülere dek yayıldı. Köylüler, köylerini otonomca kontrol edebilecekleri uyuşmayı: dökommon elde ettiler. Az refahlı (minderbemitolk) köylüler, DOİKKİ adı verilen yığın direnişleri göstererek, hükümeti her türlü borçlardan vazgeçmeye zorladılar. 1482 yılında, şimdiki Kiyota eyaleti içinde patlak veren köylü direnişi, bu ülkede savaşçıların barınmalarını söküp attı. Bununla birlikte, ileri gelenler, savaşçıların durumlarını kuvvetlendirdiler. Savaşçılar, asaletin toprak egemenliğini kurtardıktan sonra, köylüleri kendi buyrultuları altına soktular (bodmanigkeit): " Koskoca bir ülkenin bütününe hükmeden daimyonun savunma noktalarında kurduğu burçları yükseldi. Sonra, o burçların çevresinde şehirler gelişti. Bu durum, yüksek bir kültürün memleket içinde yayılmasını gerektirdi. Eskiden kültür merkezleri, sırf Kiyota, Ramakara iken, şimdi kültür, daimyoların burç ve şehirleri ile birçok sayıda eyaletler üzerine dağıldı." (OttoB. s: 196) 3- TENNO (SARAY)-DAİMYO (DEREBEYİ)-ŞOGUN VE BUŞİ (SAVAŞÇI ORDU) VE KÖYLÜ BÜTÜNLÜĞÜ: KUNİ (KAN) BAĞLARI Morumaçi Çağı, barbarların batı Avrupa'ya geldikleri çağı andırıyor Fakat, gerçekte, Japon sosyal kutuplaşmaları, barbar Avrupa'dakinden çok daha başka oldu. Şintoizm, ne kadar Hrıstiyanlığa benzemiyorsa, Tenno da o kadar papaya benzemez. Dolayısıyla. Şoğun da yine en az o kadar, barbar krala benzemez. Oradaki, başkalık: hep Japon toplumunun sosyal temelini yaşayan köylü yığınlarının, henüz hiçbir medeniyet silindiri altında dört kat ezilmemiş olmalarından ileri gelir. O yüzden, Tennoluk, ne denli siyasetten, askerlik gücünden hatta bir kısım toprak gelirinden tecrit edilmiş olursa olsun; burçlarda şerefiyle hüküm sürüyordu. Toplumun tepesindeki Tennoluk temelinde, köylü yığını, ilkel sosyalizm yapısını yitirmemişti. Alman bilginleri, tepe ile bu sosyal yapı gereklerini göz önünde tutmayınca 196.sayfada söylediklerini, 201.sayfada çürütmek durumuna geldiler. 196.sayfada görüyoruz: " Şugolar, birçok Molan ve Kümleri kendi mülküymüş gibi kullanarak, gerek Tenno'yu gerek Şogun'u zayıf düşürüyorlardı; öteki köylüler direnmeleriyle borçtan kurtuluyorlar hem de Buşileri barındırmayacak kadar iktidarsız bırakıyorlardı." 201.sayfada ise bunların tam tersini görüyoruz: “Birçok köylüler, durumlarını kurtarmaya çalışan toprak beylerinin uyduluğu altına girdiler. Bunun sonucu, sosyal altüstlükler oldu: sınıflar sistemi biçimlendi. Bu sistemde, Buşi iktidarının bir hayli güçlenmesi ve Şogunluk merkezi idaresinin sağlamlaşmasıyla birlikte, Tenno'nün ve asaletinin iktidarsızlığı gittikçe arttı." (Otto B. s:200) Bu sefer, yalnız Tenno zayıfladı; Soğun ile Buşiler, iktidar kazandılar. Böyle 4 sayfa arayla birbirlerini çürüten iddialar nereden çıkıyor? Alman bilginlerinin bütün Japon tarihini, peşin peşin bir derebeylik sistemi saymalarından, çıkıyor. Batı orta çağında gözüken köylü-feodal ilişkisi, Japonya’ya kolaylıkla adapte ediliyor. Ne var ki, hemen ondan sonra söyleyecekleri, Japon toplumunun hala "SINIFLAR SİSTEMİNİN BİÇİMLENMESİ" gelişiminden uzak olduğunu açıklar: " Morumaçi çağının bu orta derebeyliği, iki sebeple köklü istikrardan yoksundu. Bir yol, Buşinin sosyal durumu yeterince güvensizleşmişti. İkincisi, Şogun-Daimyo iktidarı, karışık Şoen sisteminin kalıntıları yüzünden sınırlanabilecekti. Köylülerin tamamıyla düzenlenebilme olanaksızlığı, lokal grupların bağımsızlıkları, Şogun-Daimyolara karşı dirençleri ve bizzat Şogun-Daimyo arasındaki zıtlıklar ve gerek daimyoların Şoguna karşı boyun eğmezlikleri (Anhrössuzkail) öyle durum yaratıyordu ki, Marumaçi Şogunluğu bununla baş edemiyordu. Baş edebilmek için köklü hanedan kudreti (mausmacht) eksikti." (Otto B. s:201) 4- 800 YIL BOYUNCA PARÇALANAMAYAN KAN VE ŞOEN TOPRAKLARI SİSTEMİ Olayların kargaşalığı ve yüzeyi içinde bunalmamak için, iç yüzlerine bakalım: Ne görüyoruz? Şoen sistemi ta Nara çağından beri (8.yüzyıl), toprak konusuna doğru yönelmiş orta barbarlığın determinizmi ile bir Çin-Japon dirlik düzeni olur. Bu düzen Morumaçi (17.yüzyıl) çağına kadar Japon toplum hayatından silinememiştir. Alman bilginleri, Şoenleri ve Kanları "KALINTI" olarak göstermek istiyorlar. Bu kalıntılar, öylesine güçlü ve köklüdür ki, Japon politika kabuğu olan siyaset; ve o kabuğun cilası olan edebiyat alanında 8–9 yüzyıl, kızılca kıyametler koparmış görünen "SAVAŞÇI TABAKA" kabadayıları; toplum bakımından bir bardak suda fırtına olmaktan öteye geçememişlerdir. 900 yıllık kanlar içinde ince bir zar tabakası olan şefler; çabalamalarına-dehşetli debelenmelerine rağmen, henüz kendi durumlarını dahi sağlama bağlayamamışlardır. En tepedeki zorba Şoğun gibi, onun altında gelişen Şugo ve Jito memurları, Osmanlı eşraf ve ayanı gibi palazlanıp kaşarlandıkça Daimyolaşırlar; hepsi, bu kahraman zorbaların içinden çıkmış ve sivrilip yükselmiş bulundukları-daha adsız ve kalabalık savaşçıl Buşiler veya Samuraylar ile birlikte; o Şoen "KALINTILAR" yanında, Alman bilginlerine göre dahi, İKTİDARSIZ" ve "EMNİYETSİZ" kalmaktadırlar: İkide bir bastıkları yerin sallandığını ve kendilerinin çarçabuk altüst olduklarını görmektedirler. Neden? Çünkü, henüz ne Soğun ne Daimyo ve ne de Buşi, toplumdan yukarıdaki yerlerine iyice oturamamışlardır. 5-JAPON-SÜMER-İSLAM FARKI: DEMOKRATİK ZAYIF) KUTSALLAŞTIRMA-İĞRETİ DEVLET = ÖRSELENMEMİŞ KOMÜN GÜCÜ Japon topraklarının Kuni (Kan) mülkiyetini, kendilerine kişi mülkiyeti yapamamışlardır. Bu topraklardaki kutsal dokunulmazlığı (yani toplumsal karakteri): yukarıdan Tenno ile "SARAY ASALETİ" denilen asil güçler tarafından, bir çeşit İslam Şeriati denilebilecek yazılmamış, gelenek ve göreneklerle korunmaktadır. İslam ülkesinde mülkiyet, Allah'ındır. Miri topraklardaki "RAKABE", Beytül Mal-i Müslümin'in; yani Müslümanların ortak mal evinindir. O topraklar üzerinde üretim yaparak alın teriyle yaşayan köylü, sadece onda bir ürün vergisini verir idi. Tıpkı bunun gibi, Japonya'da da ister Soğun ister Şugo veya Jito yahut Daimyo olsun; isterse çeşit çeşit Buşi olsun; köylüleri kendi içlerinden şu veya bu savaş maceraperestlikleriyle, bıçağı zoruyla sivrilmiş savaşçıl zorbalara "buyurun, bu topraklar babanızın malıdır. Biz de size kul köle olmaya hazırız" demiyor. İslam miri arazisinde, toprağın tasarrufu, tarlada bir fiil çalışan çiftçiye aittir. Toprak üzerinde emek harcayarak yapılan bayındırlıklar, üretmen çiftçiye karşılıklı ilişkilerinde özel mülk olarak, o kadar verilmez. Ve devlet başkanı, padişah tarafından bu durum, sorumlulukla korunurdu. Ancak, böyle bir devlet teşkilatı, Allah'ın tüm topraklarına ve insanlarına tepeden kayıtsız şartsız egemen olan bir insanüstü DEVLET kurumuna dayanıyordu: Nemrut ve Firavundan beri, kuvvetlerini ard arda ülküleştirip, yarı tanrı: "ALLAHIN YERYÜZÜNDEKİ GÖLGESİ": -Zillullahu Fil Arz" sıfatını haksız yere, peygamber geleneklerinden aşırmış bir despot: mutlak şart hükümdarı (padişah-şehinşah ve ilh), toprakların ve insanların hepsine babasından kalma miras hakkı olarak, sahip çıkmıştı. Japonya'da ise, bu yoktu. Devlet taslakları kuruluyordu-bozuluyordu Alman bilginlerinin öz olarak farkına vardıkları gibi, padişahın sadrazamı kadar olsun, Şogun'un "HANEDAN iKTiDAR!" yoktu. En küçük Buşi gibi, "ASİLZADE" kesilen Daimyo ve Soğun dahi, aslında kandaş bir savaşçıdır. Ancak, isminden çıkarabildiğimiz kadarıyla, kendi kan teşkilatının bir üyesi olarak vardır. Kişi olarak ne kadar sivrilmiş görünürse görünsün: kendi kanına karşı bağımsız toplum üstü-egemen bir DEVLETLU olmaktan uzaktır. Daimyolara özenti olmaktan bir türlü öteye geçemezler. Kendi kandaşlarının "BURUNLARINI KIRMAYI" , işret taassuplarını yani, kandaşlık bağlarını kaldırmayı akıllarının kenarından geçiremezler. Öyle ki, Marumaçi çağında, klasik antika medeniyetlerde görülene benzer, dört başı mamur bir devlet (bütün benzer ve paralel gösterilerine rağmen), henüz egemen değildir. İslamlığın ilk Hulefayu-i Raşid'in devirleri gibi, peygamber ve halife emrinde iktidarı güden bir takım kumandanlar türer ve batar. Tenno'ya gelince, o ise bir Nemrut, bir Firevun, bir padişah veyahut batılı deyimiyle bir imparator olmak şöyle dursun; her gün bir yetkisini elinden kaptıran, neticesiz bir peygamberi andırır. Eğer medeniyet içindeki devlet ilişkileri bakımından bir kıyaslama yapmaya özenirsek: diyebiliriz ki, Tenno, sadrazamı tarafından siyasi yetkileri zorla elinden alınmış bir savaş esiri durumundadır. Yalnız toplum yapısı, Tenno'nun kişiliğinde temsil edildiği için; geniş halk yığınları, daha doğrusu kan toplulukları, toptan Tenno'nun varlığını tartışmasız bir kutsallık bildikleri ve tanıdıkları için, kimse Tenno'nun kılına dokunamamaktadır. Eğer, Japon toplumu, islam Araplarının Hicaz'dan kalkıp içine girdikleri Suriye, Irak, Mısır, İran, Berber, Maşrık ve Magrip toplumları kadar "MODERNLEŞMİŞ" bulunsaydı; Tenno'nun ne güneş tanrılığı kalır, ne peygamber sülalesi sayılırdı İslamlığın büyük kurtarıcısı Hz. Muhammed'e en yakın akraba halefi, kendi iratları (buyruğu) değildi Her tabaka, dirliğe göre belirli ölçüde akçe karşılığı, savaşçı yetiştirmek üzere dırlikçilere emanet edilmişti. Bugünkü ihalelerde 'EMANET" inşaat sarfiyatı ne ise, Tımar veya Zeamet veya Has sahibinin dirlik gelirini harcayışı da, o idi: Kamu yararına en elverişli biçimi kullanma, esas prensipleri, devlet sınıflarının üst yapıları olan ilmiye-seyfiye-mülkiye-kalemiye adıyla bir çeşit resmi iş bölümü anlamındaki idareci tabakalardan ibaretti. Her tabaka kendi alanında ne kadar özel yetkiliyse, birbirleriyle toplum olayları önünde o denli sorumlu ve bağıntılıydı. "ALLAH'IN ASLANI", Ali idi: Muaviye, Suriye valiliğine konar konmaz, Ali'yi öldürttü. Çocuklarını Kerbela'da (bütün yakın doğu medeniyetlerinin beşiği Irak topraklarında) inanılmaz bir vahşetle kılıçtan geçirtti. Tenno'yu, Japonya'da binlercesi "GÜNEŞİN OĞLU" diye kutsallaştırdı. Onun gerçekten, tanrılardan gelen bir sülaleyi temsil etmiş olduğu için değil; Japon toplumunun kan teşkilatları koşullarını yaşamakta devam ettiği içindir. Bazı böcekler, avlarının etini her zaman canlı tutup, taze yemek için, onların sinir sistemlerini felce uğratarak bitkisel hayatlarını yaşamalarına imkân bırakırlar: Tenno, kendi rızasıyla, Şogunlar elinde, bunlar gibi felce uğratılarak bir kabirde gibi, etkilerinden ve yetkilerinden tecrit edilmiş olarak yaşatılırlar. Şogunluk, Tennoluğu büsbütün yenebilecek midir? Morumaçi çağında, bu henüz hiç belli değildir. Bu durum, ortadadır: Japon toplumunu 800 yıla yakın zamanda, antika medeniyetler, ekonomik-politik-dinsel-kültürel top atışı altında tutmuşlardır. Bu top atışı altında 660 yılından 1390 yılma dek, tam 730 yılda, ancak Marumaçi çağına gelinebilmiştir. Uzun yüzyıllar boyu, antika medeniyetin teknik üstünlüğü, jeopolitikçe korunaklı-bağımsız Japon barbarlığının ilkel sosyalist toplum yapısını, kökünden söküp atamamıştır. Japon hayatının temeli olan kan teşkilatları, bir türlü yıkılamamıştır. Sosyal sınıflar, hiçbir zaman klasik biçimiyle kurulamamıştır. "DEVLET" denilen şey bile, bir aşiretler konfederasyonudur. Yalnız, Japon kandaş toplumunun dış kabuğu üzerinde bir hayli çatlaklar belirmiştir. O çatlakların aralıklarından sızmış barbar savaşçılar, kadim medeniyetlerden aldıkları silahlarla kah Tenno'ya, kah köylülere kafa tutmuşlardır. Ama kendilerinin de içeriden bağlı oldukları Japon barbarlığının aşınmaz ilkel sosyalist geleneğine, bir kalenin sertlik taşlarına çarpar gibi kafalarını vurdukça sersemleyerek en sonunda yine birbirleriyle dövüşmüşler-kendi aralarında birbirlerini aşındıracak savaşlarla uğraşmışlardır. Batı kapitalizminin ilk mal bezirgânları, yani korsan tüccarları ile ruh bezirgânları olan misyonerleri, Japonya'ya gelmek üzere bulundukları sıralar, Japon toplumu, bu merkezde idi: "Kır güçlüleri, bu durumun çaresini savaşarak birbirlerini yıpratmakta ve her şeyi oluruna bırakmakta buldular. Köylüler, küçük Buşilerin mutlak egemen oldukları kendi alanlarından çıkamadılar. Buşiler köylü içinde aşağıdan yukarıya doğru iktidarlarını gerçekleştirdiler. Vasalları sayesinde kendilerini savaş gücü bulunan bey haline getirdiler. Egemenlik alametlerini sürüp giden savaşlarla yaptılar Böylece 16.yüzyılda çoğu, Şugo-Daimyolar gibi, Morumaçi Şogunluğu da temelden yıkılabildi. "(OttoB. s:201) "Namboku çağı geçtikten sonra, Morumaçi çağının son dönemleri, ister istemez en karmaşık devirleri olan Japonya ile Mingler (Çin), arasında mücadeleler ile geçmiştir."(Kuni M. s:67) "Bu devirler esnasında, birçok savaşçı aileler, Şogunluk biçiminde iktidara geldi." (Kuni M. s: 64) 6-JAPON KÜLTÜRÜ: SARAYLAŞAMAYAN ASALET VE SAVAŞÇI KÜLTÜRÜ Japon kültürü de ona göre idi. Başlıca 3 tip olarak görülüyordu: 1) Siyasi polemik: yazar Kibakieno Çikafuşa Minamota Noçikafuşa (1293-1354), kendi sülalesinden gelme imparator olan Gudaygoların bakanı idi. Yazdığı 6 ciltlik Jimosotota adlı tarihsel eserinde, kuzey hükümdarlarının zorba olduklarını ispata çalıştı: "Zamanın bütün ukalaları gibi, Çin'in pek etkisinde kaldı."(Kuni M. s:65) Yazar Masu-Kagami de konuşmada ona benzedi (1350'ler). 2) Tarihsel menkıbeler: 4 ciltlik büyük barış tarihinin ilk adı Anki Yuraiki: Barış ve Tehlike Sebeplerinin Bildirilişi idi. (1370) Sonra Kobuka Jiranki: Devlet içinde Sivil Kargaşalıklar ve Çin Çarelerinin Anlatılışı oldu. Konu: "yalnız, 1181 yılında Norita Şogunluğunun başlangıcından beri, Japonya'nın sahne olduğu kargaşalıkları ve zorbalıkları anlatıyordu."(Kuni M. s:65) 3) Güzel sanat: En önemli edebiyat eseri, Isure-Tuyeguşa'dır. Yazarı, Kaneyazı benzen olunca, Kenko adını aldı. Konu: Hind'in Buda doktrini ile karışık Çin filozoflarının düşüncelerine kadim Japon edebiyat bilgisini katar. " Büyük realiteler, kitle içinde ünlüdür."(Kuni M. s:66) Edebiyat üzerinde en büyük etkiyi, Zenimizm yaptı: " Zenizm etkisinin yararsız karmaşıkları bulunmayan sade-ağırbaşlı eserleri, insan duygularının gelgeçliğini hesap katıp tercih ediyordu. O dönem, edebiyat ve güzel sanatlar, büyük ölçüde gelişti."(Kuni M. s:64) Zenist mimarlık ve Çin mürekkebiyle nepitörlüğü gibi. " Morumaçi çağında entilijansiya (aydınlar) sayılan benzer bir yapıcı istiğrak (comtemphdch) alanında katılma eğilimini gösterdiler. Samuraylar da kendi yanlarında barış aralıklarında bir çeşit aristokratça yaşam eğilimi gösterdiler. Ama onların pek halka yaygın (popülente) ve vulgarize (halk diline çevrik) olan artistik zevklen dramatik güzel sanata doğru yöneldi ve Kuagen yahut komik prederç eğlencelikler yanında No, yahut Yokyo Ku piyeslerini yarattı. Bu piyesler, sırf Şogunlarla samurayların kulluğuna elverişlidir." (Kuni M. s:68) 7- SAĞLAM KOMÜN-SAĞLAM DİRLİK = AŞILAMAYAN ÜRÜN İRADI Japon tarihinin antika medeniyet etkisi altında geçen Nara çağından sonraki Heian ve Kamakura çağları, Çin ile sadık siyasi ilişkili, son Namboku ve Monumaçi çağları, yine Çin ile daha çok ticari ilişkilidir. Doğrudan Nara çağıyla birlikte, Japonya'da artık ziraat adını almaya elverişli tarım ekonomisi, toprağı, üretim aracı olarak bir değer-problem haline getirince; Şoen toprak düzeni ve 1191 yılında Buşi teşkilatının doğması kaçınılmaz oldu. Bu sistem, Osmanlılığın dirlik düzenine benzer. Dirlik düzeni, Japonya'da tıpkı Osmanlılıkta olduğu gibi, ilkin Heian ve Kamakura çağlarında henüz bozulmamış yani derebeylikleşmemiş dirlik düzenini; sonra gelen Namboku ve Morumaçi çağlarında çok bozulmuş yani derebeylikleşmiş dirlik düzenini andırır. Ekonomi politik bakımından dirlik düzeni, saf olmamakla birlikte, ÜRÜN İRADI sistemidir. Göçebe bir toplum, tarihsel devrimle fetih ettiği geniş medeniyet toprakları gibi, üretmen köylü yığınları üzerinde kendi egemenlik idaresini kurunca; antika ulemadan ürün iradı alma usulünü öğrenip uygular. Bu ürün iradı toplama sistemine DİRLİK DÜZENİ derler. Japonya'da köylü üretmenler, öyle dışarıdan gelmiş bir göçebe barbar akını altına düşmediler. Kendi aralarında ve kendi içlerinde, Kore macerasından kalma olayların akışıyla gelişmiş Buşi savaşçılar tabakasını ayakta tutmak üzere, Şoen sistemi kuruldu. Yalnız memleketin siyaset kabuğunda kalan Şoen sistemini, dirlik düzenine benzettiği, o bakımdan Nara ve sonra gelen her 4 çağı, aynı dirlik düzeninin düşe kalka geliştiği 4 basamak sayabiliriz. Şoen sisteminin ancak Morumaçi çağı sonlarında, o çağla birlikte ortadan kalktığını Alman bilginleri de pekiştirirler. 4 basamaklı Şoen (dirlik: benefice) çağında, Çin parasının bütün baskılarına rağmen, Japon kan teşkilatlarında yaşayan küçük üretmenler, parayla mal alıp satmaya alışamadılar. Onun için dirlikle geçinilerek aldıkları nesneler, genel olarak MAL İRADI biçimine girebildi. Morumaçi çağı biter bitmez, Japonya ansızın kapitalizm ile yüz yüze geldi. Ve Japon toprak ekonomisi birden bire mal iradı yerine, PARA İRADI sistemine geçmeye başladı. Osmanlı ile kıyaslarken, Japonya'daki Şoen sistemine Osmanlıda DİRLİK DÜZENİ; Batı Avrupa'da: BENEFİCE DÜZENİ denildiğine işaret ettik. Osmanlılık, muhteşem Kanuni 1.Süleyman zamanı, KESİM DÜZENİ'ne girdi. Başka deyimle: Türkiye'de, küçük üretmenden mal iradı yerine para iradı alınması üstün biçim oldu. Osmanlı kesim düzenine yani, Avrupa'daki FlEF SİSTEMİ'ne. Alman bilginleri Japonya'da BAKU HAN SİSTEMİ adını veriyorlar Dokuzuncu Bölüm DİNAMİTLEŞEN SOSYAL SINIFLAŞMA VE PARA İRADI GRİZÜSU İLE KAPİTALİZME GEÇİŞ TOKUGAVA ÇAĞI (1603–1868 = 265 YIL) 1- PARA İRADI + ATEŞLİ SİLAHLAR = KAPİTALİZME HAZIRLIK Yedo (Tokyo) kenti, 1590 yılında kuruldu. 13 yıl sonra, YEDO çağı yani, TOKUGAVA Çağı başladı. Buna Şogunun oturduğu yerin adıyla, Tokugava çağı denildi. Tokugava çağının batı kapitalizmiyle temastan doğduğu, şununla da anlaşılır: Portekizliler, 1592 yılında, Japonya'yı keşfettiler. Daha doğrusu, Japonya, o yıl ateşli silahı keşfetti. Japonya, yukarı barbarlık düzenini rahat rahat ve kendi başına yaşamamıştı. Antik Asya kara kıtası medeniyetlerinin etkisi altında, kent sistemini karma karışık etmişti. Japonya'ya, önce maddi-yercil "MUCİZE"lerini yani, "ATEŞLİ SİLAHI" : 7 yıl sonra manevi-göksel "HARİKA'larını yani, "MlSYONERLER"ini gönderdiler: 1549 yılında, Saint François Xavier, Japon toprağına ayak bastı. Yedo yahut Tokyo kenti, Japonya'ya ateşli silahın girmesinden 48 yıl, misyonerlerin girmesinden 41 yıl sonra kuruldu. Japonya'da genel KESİM DÜZENİ'nin kesimcilerine ("MUKATAACriarma) karşılık düşen Daimyoları, daha Morumaçi çağının sonlarında belirmeye başladı. Yedo, yahut Tokugava çağını nedense gerek Japon gerekse Batı bilginleri, yanlış değerlendirirler. Yerli yabancı yazarlar, Yedo çağını; Japon hayatı için kendi içine kapanma: donma ve taşlaşma sayarlar. 2- KAPİTALİZM KARŞISINDA KOMÜN GÜCÜ VE JAPON AYDINININ KOMPLEKSİ Batılı yazarlar, kendi yönlerinden ve batı çıkarları bakımından haklı sayılabilirler: " O kadar beylikler türeyip de, bir köylünün kendisini hakikaten diktatör yapabileceği kadar istikrarsız olan Japonya, rönesans yapabilir mi? Tokugavalar çağında, kastlara (niegung) özenilerek hiyerarşilendirilmiş ağır bir etiketle birbirinden ayrı sınıflar halindedirler"(Rene Groussette s:216) Çünkü, rönesans sayılan Yedo çağı öncesinde, Japonya batılı tüccarlarla misyonerlere kucak açmışken, Yedo çağında, birden bire bütün kapıları kapamıştı. Fakat yerli Japon yazarları bugün şöyle derler: " Çoğu batılılar sanıyorlar ki, Japonya'nın şimdiki ilerleyişi, bugün içinde bulunduğu medeniyet yalnız MElİJİ RESTORASYONU'ndan ben, yani şu son 60 yıl sırasında gerçekleşmiştir, ilerlemeyi biraz, bugünler Avrupa ve Amerika'sında olduğu gibi, yalnız maddi-teknik yönde göz önüne getirirsek, o kanı doğrudur. Ne var ki, şunu da unutmamalıdır Japonya daha önce, maneviyatla ilerlemişti. Hem bu manevi (ruhsal) medeniyet temelini küçümsemekten sakınmalıdır. Muhakkak olan bir şey var Japonya, geleneksel ruh değeri sayesinde, maddi fütuhatı yapabildi." (KuniM. s: 103) Bu satırlar, batı Avrupa kapitalizminin öteki geri kalmış ülkelerde yarattığı aşağılık kompleksinin örneğidir. Japonya: maddi medeniyetçe geri kalmış olsa bile, ruhsal medeniyetçe ileriymiş! Yeryüzünün bütün zavallı sömürge ve yarı sömürgeleri, bu övünç ile avunabiliriz. Çin fağfuru da, Rus çarı da, Acem şeyhin şahı da. Osmanlı padişahı da, hatta Yemen imamı ve Habeş Haile Selasiye'si de memleketlerindeki maddi geriliği, "RUHSAL MEDENİYET" yücelişleriyle telafi ettiklerini öne sürebilirler. Medeniyet, RUH dışında kuru bir MADDE ve TEKNiK yükselişi değildir Kapitalizm, batıya tekmil madde üstünlüğü getirmekle kalmamış; bütün sosyal körlüklerine ve aykırılıklarına rağmen, tarihte görülmedik bir ruhsal üstünlük de sağlamıştır. Demek bir memleketin maddi geriliği, hiçbir ruhsal yücelme gerekçesiyle savunulamaz. Ondan sonra. Japon yazarları bir şey kekeliyorlar. "Japonya geleneksel ruhi değeri sayesinde maddi fütuhat yapmış" burası doğrudur. Ancak işte, asıl o, "GELENEKSEL RUH DEĞERİ'"nin ne olduğu meselesi önemlidir. Maddi gerçek yanında, Japonya'nın "RUHSAL İLERİLİK'"i medeniyet midir? Gördük: Japonya, Nara çağından önce, ta Kore'ye ayak bastığı; Çin'in Weiler ve Hanlar sülaleleriyle temas ettiği günden beri, İsa doğumundan az sonra birden bire medeniyet ile ilişkiye girmiştir. Ve çokça etkilenmiştir Ancak, bu medeniyet maddi bakımından ne kadar ilen üretim elemanları getirmiş olursa olsun, kendisi artık çökkünlüğün bütün arızalarıyla hasta bulunduğu için; bu hastalığını, Japon toplumuna bir türlü tümüyle bulaştıramamıştır. Japon halkı, tarih öncesi barbar hayatını yaşamaya devam etmiştir Japon yazarların övünmeleri gerekir, övünmekte halklı olabilecekleri tek durum: Britanya Adalarında sonradan İngiliz adını alacak olanların ayakta, çökkün medeniyetten uzak kalabildikleri gibi, Japon toplumunun da Allah'a şükredelim Asya kara kıtası çökkün bezirgan medeniyetinden oldukça uzak durabilmişti. O sayede, ilkel sosyalizmin "GELENEKSEL-RUHSAL GÜCÜnü koruyabilmiş ve onlar sayesinde kapitalizmin "MADDi FUTÜHAT"ını o kadar çabuk zamanda başarabilmişti. Bu gerçeği kavramayan Japon yazarları, Japon olaylarının Yedo çağında aldığı tavrını, ister istemez, kendilerini "ÇOĞU BATILILAR" gibi görmekten alıkoyamazlar O zaman şöyle yakınırlar: " Japonya, Tokugava çağının mağrur ve dar kafalı bir derebeyliği içine gömüldüğü 300 yıllık donmuştuk sırasında memleket, hiç şüphesiz Çinli ve Hintli elemanların Japonlaştırılması yoluyla bir çeşit temizlik ameliyatı geçirmişti. Bununla birlikte, en sonra, bir soysuzlaşma ile karşılaşıyoruz. Ve bu çağın son yılları, örf ve adetlerin (marrlerin) veya medeniyet ifadelerin genel bir gevşeyişi île karakterleşme oluyor."(KuniM. s: 104) Japon yazarları, yalnız Japon edebiyat tarihine önem verdikleri için, Yedo çağını yalnız "MAĞRUR VE DAR KAFALI" bulabilirler. Bu olumsuz biçim altında bile, kendi söyledikleri gibi ortaya bir "TEMİZLENME AMELİYATI" çıkmıştır. Siyaset kabuğunun edebiyat cilası altında ise, Japon toplumu, ondan önce 1603 yılında yapamadığı derin ekonomik ve sosyal değişiklikleri, 283 yılda geçirmekten kurtulamamıştır. Yazarlar, yalnız 1868 ile başlayan Meiji çağındaki kapitalizme atlayışı göz önünde tutuyorlar: Bu atlayışı "MUCİZE" saymaları ise, ondan önce 300 yıl süren uzun Yedo çağındaki birikişleri görmemelerinden;' kuru bir "TECERRÜT" (soyutlama) saymalarından ileri gelir. Mağrur kapitalizm, batıda da, doğuda da içinden çıktığı "DEREBEYLİK" çağını inkâr ederek doğduğu için; derebeylik sadece bir olumsuzluk-donmuşluk-ölüm çağıymış gibi, alerjik duygusallıkları biçimlendirmiştir. Derebeylik, gerçi ne antika medeniyet, ne modern medeniyet değildir. Tam ve orijinal bir "ORTA ÇAĞ" olduğu için, bol bol kötülenir. Gerçekte derebeylik, her yerde-her zaman bir medeniyetini TARİHİN GELİŞİM YOLUNU tıkayacak kadar çökkünleştiği sıralar, o medeniyete COUP DE GRACE'nı (öldürücü vuruşunu) indiren barbarlığın yarattığı geçit çağıdır. Bu geçit çağlar, yalnız "DAR KAFALI" olmakla kalmazlar: ne kadar "MAĞRUR" (barbar) olurlarsa, o kadar orijinal ve gerçek yeni gelişmelere yol açarlar.' Japonya, eğer Çin veya Hint yahut yakın doğu medeniyet ülkeleri gibi “BOL KAFALI" veya "GENiŞ MEZHEPLİ" olsaydı; , tecavüzü hiç sayan alçak davranışlara katlansaydı; kurnazca kapısını çalıp evine giren ve nice bön'daimyoları hrıstiyanlaştırmayı beceren batı kapitalizminin kolayca sömürgesi yahut yarı sömürgesi olurdu. Tokugava çağının 300 yıl sürmesinde dirliğini yitirmemiş olması, Japon toplumunun ilkel sosyalist insan kolektif aksiyonu ile tarihsel gelenek göreneklerinde "MAĞRUR" bulunması, büyük rol oynamıştı. 3-NAPOLYON VE HlDEYAŞl ZITLIĞI: JAPON MiLLi SAVUNMASI Yedo çağı, bu açıdan bir ön yargı ile çarpıtmaksızın incelenmelidir. Yedo çağının dışından ve üstün körü edebiyatçı gözüyle görülüşü, çok başka yorumlar getirir: " Morumaçi çağının doruğuna doğru Sengoku zamanı, Japonya bir savaş meydanına döndü. Ve birçok bölgelerin şefleri iktidar uğruna dövüştüler."(Kuni M. s:72) " Nakumaga'dan sonra Japonya'nın Napolyon'u Hideyaşi, muzaffer oldu. 1598 yılı, bugün Tokyo adını alan Yedo kentinde, Hideyaşi lyeyasa, halef oldu. Ve 1603 yılında, Soğun tayin edildi."(Kuni M. s:73) Morumaçi'den Yedo çağına geçiş, edebiyat bülbülleri için bu kadar basit görünen Yedo değişikliğinin oluş sebeplerine yukarıda biraz dokunduk. Napolyon, kapitalist sınıfının iktidara gelir gelmez başlayan halk düşmanlığını temsil eder. Japonya'da 1603 yılında kapitalizm yoktu ki sermaye iktidara gelsin; halka karşı derebeyiler ile uzlaşsın ve Napolyon gibi bir maceraperesti Allahlaştırsın. Hideyaşi, Napolyon değildi; tam tersine önce kendisi bir köylü çocuğu idi. Sonra kapitalizme karşı Japon MİLLİ SAVUNMASINI başardı: "Tokugavaların ortaya çıkışı, Japonya'nın Avrupa'ya karşı durumunda tarihsel yöneliş değişikliği yaptı. Sözcüğün en sıkı anlamıyla Tokugavalar, memleketlerini gemici olsun, misyoner olsun bütün yabancılara kapattılar." (Rene Groussette Le Civilisation... s:217) 4- YENİDEN TOPRAK DEVRİMİ: DİRLİKLERİN CANLANIŞI Yedo çağının karakteristiği, toprak ilişkilerine getirdiği düzenle anlaşılabilir. Bu düzen, 1600 yıldır geçirilmiş bin bir altüstlüklere rağmen, görmüş olduğumuz gibi, ancak Osmanlı dirlik düzenini yaşayan Japon topraklarında beliren derebeylikleşme durumunu, bir daha altüst etmek idi. Tokugava kahramanı: " Kişisel rakiplerini, idam ettirdikten sonra taraftarlar lehine Fief (gerçekte dirlik)lerin yeniden bir genel paylaştırılmasını yaptı. 1603 yılında, imparatordan Soğun unvanını alarak, zuhurunun (ortaya çıkışının) kutsal değerini yaptırdı." (Rene Groussette keza s:211) Bu davranış bize, Japonya topraklarının hangi durumda olduğunu açıklar. Topraklar, batı kapitalizmi anlamında değil; batı derebeyliği anlamında bile bir kişi mülkiyeti olmaktan fersah fersah uzaktır. Haddine mi düşmüş! Bütün bir milletin kendisine temel yaptığı kişi mülkiyetini, herhangi bir savaş kabadayısının bir vuruşta herkesin elinden alıp kendi adamlarına dağıtabilsin? Burada dağıtabiliyor. Demek, halk yığını toprak üzerinde istikrarlı bir kişi mülkiyetini henüz benimsememiştir. Aslında dağıtılan şey “DİRLİKLER"dir. Besbelli Tokugava çağına dek, mülkiyeti topluma ait bulunan topraklar, üretim ve mülkiyet ilişkilerine dokunulmaksızın yalnız iratları bakımından el değiştirmiştir. Gördüğümüz gibi Japon toplumunda 1600 yıldır, bu el değiştirme sık sık yapılır Tokugavaların aynı şeyi yapmaları yadırganamaz. Ancak, gelirlerin (iratların) el değiştirmeleri, toprakların kutsal toplum orta malı durumunu ortadan kaldırmamıştır. Bunu da şuradan anlıyoruz. Tokugavalar, yaptıklarını meşrulaştırmak için, hala TENNONUN TASVİBİNİ (onayını) almaya muhtaçtırlar. Bu toprak temeli anlaşıldıktan sonra, Tokugavaların öteki olayları seçilebilir: " Şoen sistemi, artık tamamıyla bir yana atıldı. Ve yeni bir toprak sahipleri tabakası ortaya çıktı. Bunlar ekonomi icaplarıyla yasallarını burçları içinde topladılar. Köyler üzerinde sıkı kontrollerini yürütmek üzere, tarım kontrolörleri kullandılar. Eski biçimin ortadan kalkıp yenisinin ortaya çıkması artık, BUŞl-KÖYLÜ arasında, apaçık bir farklılaşmaya yol açtı Hatta Buşi olmayan halkın içinde bile, şimdi KÖYLÜLER ile TACİRLER ve ESNAFLAR birbirlerinden ayrılıştılar." (Otto B. s:201) 5- KOMÜNATE'NlN CANLANIŞI ALTINDA PARA İRADI VE DEVLET Ancak, bu parçalanış, komün ruhunu birden bire ortadan kaldırmaz. Japon komün gücü, düz mantığı her zaman şaşırtacak diyalektik ile gelişir: " Geç derebeylik mümessilleri olan yeni Daimyolar, büyük arazileri içinde sınırsız hüküm sürdüler. Aralarında şimdiye kadar yaptıkları savaşlar yalnız alanların- genişletmek amacını güderken, şimdi artık hegemonya için savaşma haline geldi. Bu savaşı, Oda Nabunaga (ölümü: 1582) büyük başarıyla yürüttü. Ama ancak, onun başbuğu olan Toyatomi Hideyaşi (ölümü:1598) bu savaşı, 1591 yılında bir egemenlik altında, biricik bir Japonya ile sonuçlandırabildî. Hideyaşi, Daimyo'nun mülkiyetini müsadere etti (toplumcullaştırdı). Bir bakıma göre, tekrar kiraya verme hakkını elinden aldı. Tarım kontrolörleri sayesinde, şehirdeki sahip olma (mülkiyet) ilişkilerini tanımıştı. Nitekim, daha sonra, Daimyolara genel olarak mülklerini tamamen dirlik olarak bu akmak, yoluna döndü. Kendilerine bir çeşit bağımsızlık tanıdı ve onlar imparatorluğun idare teşkilatı içinde organlaştılar En sonra düzensizliğe düşmüş bulunan vergi sistemini birleştirdi. Hükümet içinde ölçü ve tartıları ahenkli birliğe kavuşturdu, öteki tedbirleri arasında* tekelli loncalar (za) kurmak, para basma hakkını sınırlandırmak, düzenli bir alışveriş ağı yaratmak vardı. Yine o arada bir takım reform işlerine girişti ve merkeziyetçi idarenin ekonomik temellerini attı. Şimdi, memleket ve halk, Daimyo'nun arazisi üzerine serpilmiş bulunuyordu Orada Buşi’nin egemenliği, tamamıyla alt edilmişti. Dami dirlik (Yehus) sistemi ile derebeylik son basamağına ulaştı. Erken derebeylik çağı param parça oldu. Tokugava lyeyazu (ölümü: 1616), Toyatomi düzenini 1604 yılında, bir yana attı. Ve bugün Tokyo denilen Yedo’yu,Tokugava şogunluğunun idare merkezi haline getirdi Artık iyice güçlenmiş derebeylik içinde, devlet teşkilatı ortaya çıktı. Geç derebeylik çağı, Japon tarihinin en canlı çağı oldu. Her tek kişinin kabiliyeti, itibar ve gelenek sınıflandırılmalarından kurtulup, serbestçe açılıp gelişti. Bu Japon oluşumu, onu gören 3000 önder kişinin çıkageldikleri kökten (menşe-ilerinden) belli oldu. Oda, hanedan Şiba kuşağının vasalı durumunda idi. Tokugava hanedanı, ilkin küçük bir köy asili ailesindendir."(Otto B.s:201) Buradan anlaşılan gelişme: Osmanlı dirlik düzeninden kesim düzenine geçişi hatırlatır. Yalnız, Osmanlı gelişimi: bütünüyle kaşarlanmış tefeci bezirgân medeniyet ilişkileri içinde olur. Japonya'da henüz hiç öyle bir toplum gelişimi yoktur. Herhangi bir kan şefi (Alman bilginleri için "Şiba kuşağının vasalı" yahut "küçük bir köy asili") üstün gelir gelmez, o zamana değin Japonya toprakları üzerinde FUZULİ İŞGAL" gibi yerleşmiş görülen derebeyleri (daimyoları), Tenno'dan izin almak şartıyla, bir anda dirliklerinden uzaklaştırabiliyordu. Sonra, bir yol sarsılmış bulunan kan anayasası düzeni yetmeyince (tıpkı Franklardan Saylonların, kadım Roma devleti yanma kandaşlar geçirmeleri gibi), yeniden o daimyoların ellerinden alınmış topraklar üzerine, büsbütün tabi dirlikçiler-vasallar olarak yukarıdan buyrultuyla getirildiler ve Japonya'da ilk defa gerçekten kan teşkilatları üzerinde, yerli malı bir devlet teşkilatı taslağı belirdi. Yalnız, Tokugavalarm kendileri de henüz birer kan teşkilatından çıkageldikleri için, içinden çıktıkları yumurtanın kabuğunu beğenmemek durumuna düşemezlerdi. Yani, yeni doğan bir devlet veya idare taslağı, Tokugava çağında dahi, kan anayasası dışına çıkmayı düşünemeyecekti. Kan teşkilatlarını, kendisine sosyal temel yapmaktan kurtulamayacaktı. Siyasi iktidarda, el değişmesi vardı Ama, yapı değişmesi inanılmayacak kertede belli belirsiz olacaktı. "HER TEK KİŞİNİN KABİLİYETİ" denilen şey, kan sınırları dışına doğru taşmanın (parçalanmanın) başladığını gösteriyordu. Ama, bunun yavaş gelişimi, kan teşkilatını aşındırmaktan, daha yüzyıllar boyu uzak kalacaktı. Yalnız, ilkel Japon dirlik düzeni (Şoen sistemi), Tokugava çağı ile birlikte artık bir daha gen gelmemecesine tarihe karışmıştır. 6- KOMÜN RUHU + PARA İRADI + DEVLETÇİLİK +KAPİTALİZM Yeni sisteme, Alman bilginleri, BAKU-HAN SİSTEMİ adını verdiler. Bakufu Soğun, dirlik devletinin ve derebeyinin yerini aldı, 'Tokugava Soğun, halefi Daimyo'yu devirerek, onun yeni durumuna geldi." Arazinin (Dami) büyük bölümü üzerinde doğrudan doğruya gözetim hakkının gücüne (kapıkullarına) sahip oldu. Han ise, Şogunluğun alt katı olan Zimmanlık'ın alanı içinde, yarı bağımsız bir durum kazanarak, çok sayıda vasallara sahip oldu. Üçüncü Tokugava Şogunun Isutak (1622-1681) zamanında BAKUHAN SİSTEMİ pek güçlüce biçimlendi. 5. Soğun Tisunayaşi (1680-1700 zamanı), büyük çiçeklenişine erdi: " Tokugava şogunluğu, Buşi'nin yarattığı en güçlü rejim oldu. Tokugava, ne yaptığını bilerek (zieibement) bir ev: hanedan iktidarı kurdu: bu ona, egemenliği için gerekli ekonomik gereci: inzibat kuvveti (rudahalt) sundu.1600 yılında,Tokugava ile yasal hasım Daimyocular birleşik ordusunu Yagihara'da yendikten sonra, 1603 yılında, Tennoca kendisine soğun unvanı verildi. Daha sonra, üzerinde dolaşır kontrol usulünü gördüğü alanı öylesine genişletti ki, bütün Japon üretiminin %23 ü onun kasasına aktı. Ondan başka, şogunun yerleri ve topraklan, belli başlı askerlik ve ekonomi bakımından en önemli alan haline geldi. Maden işletmeleri (bonkwerksbatribe) de, tekel olarak şogunluğun ekonomik iktidarı altına girdi." " Vaktiyle, Japonya 'da iyi gelişmemiş olan para basma sistemi (münzussen), ticaretin alıp yürümesi üzerine, gereken para ihtiyacını kapatıyordu. Kimi daimyolar, altın para bastırdılar Ve Evi Toyotomı, bu yolda ekonomik bakımından güçlük çekmişti. Tokugavalar, kanunca ödeme aracı olarak, altın-gümüş ve bakır sikkeler çıkardılar. Ve para basma sistemi üzerinde kontrol yürütme yolundan zenginliklerini çoğalttılar. Dış ticaret kazançları da Şogunluk kasasına girdi." (Otto B. s:202) Bundan anlaşılanlar, çok açıktır. Japonya'da para ve devlet, yerli birer kuruluş olarak ancak, Tokugava çağında sahneye çıkabilmiştir. Tokugava çağı ise, bir tesadüf gibi gösterilmek istenen biçimde açıkça, Japonya'nın BATI KAPlTALİZMİYLE TANIŞMAYA BAŞLADIĞI günlerden beri sahneye çıkmıştır. Başka deyişle, Kamakura-Heian-Namboku-Morumaçi çağlarında, nasıl Japonya, Asya kıtasındaki antika medeniyetlerin 800 yıl top atışı altında gelişime uğradıysa; tıpkı öyle, Tokugava çağında da Japonya, BATI AVRUPA MODERN MEDENİYETİ'nin uzaktan uzağa top atışı altında gelişime uğradı. 7- ATEŞLİ SİLAHLAR + HRISTİYANLIK + KAPİTALİZM+ KOMÜN RUHU Hatta hiç üzerinde durulmayan bir nokta var: küçük bir "KÖY ASİLİ" sayılan adsız kan şefi Evi Tokugava, nasıl oldu da, Japon krallıkları içinde ansızın sivrilip, Japonya göklerinde 283 yıl parlayan emsalsiz bir yıldız olabildi? Bu sorunun karşılığı bize, Japon mucizesinden önceki 300 yıllık macerasını oldukça açıklayabilir. Klasik tarih, konunun bu öz problemi üzerinde hiç durmuyor. Yalnız ara sıra, ağızdan kaçırırcasına, bir iki olay veriyor: Tokugavalarm sahneyi tutmalarında, batı kapitalizminin ne kadar önemli rol oynadığına, şu iki su götürmez belge tanıktır: 1) Savaş tekniği; 2) Politik ilişkiler. 1) Savaş tekniği, en yalınkat ve en kesin belgeyi verir: " Kamakura çağına dek, savaşlar şövalyece-ATLA yapılıyordu. 100 yıllık allak bullak oluşlar sırasında, en altı halk tabakalarından büyük sayıda YAYA askerler savaşa katıldılar. Kesin faktör, 1543 yılı Portekizlilerin ATEŞLi SİLAHLARI ithal edişleri oldu."Otto B. s: 196) Kamakura çağı, 1185–1332 arasında, 147 yıl sürer. O çağdan sonra Japon Buşilerin arasına, Japon yayaları katılmıştır. Sebebi de besbelli: kan şefleri arasında Şogunluk rekabetlerinin yarattığı kargaşalıklardır. Fakat, bütün o "ALLAK BULLAK OLUŞLAR" (wirren und faden), Japon toplumunda, medenilerde görülen istikrarlı ve köklü bir devlet teşkilatı kurulmasını sağlayamamıştır. "KESİN FAKTÖR”: ateşli silahlardır. Onlar da batı kapitalizminin yadigârıdır. Ve sahneye 1543 yılında çıkarlar. Tokugavalarm 1603 yılı, resmen Japonya tarihinde ilk defa tartışmasız merkezileşmesini temsil eden ve "EVİ HANEDAN" egemenliğini kuran bir sistem yaratabildikleri göz önüne getirilirse; modern batı medeniyetinin teknik alandaki etkileriyle, Japon toplumuna aşıladığı sonuçları daha iyi sezilebilir. Japonya'da ilk ateşli silahın satıldığından 60 yıl sonra, Japonya'da görülmedik derecede merkeziyetçi ve görülmedik derecede bir aile tekeline geçebilmiş; dolayısıyla 300 yıl sürebilmiş bir devlet teşkilatı kurulmuştur. Bu teşkilatın kadrocuları, Tokugava kan şefleri olur. 2) Politik ilişkiler, Morumaçi 1332-1392 çağında, Şoen sistemi değişince, savaş profesyoneli Buşiler, işsiz kaldılar. Kamakura çağından beri, Japonya'ya akmış bulunan Çin parasının etkisi altında, sivil ekonomi işlerine özendiler, iç pazardan çok dış ticaret, az çok açıktı. Ancak bu ticaret, hiçbir vakit kapitalizmin anladığı "ÖZEL İŞ GİRİŞKENLİĞİ" biçiminde değildi. Bugün devletleştirilmiş denilen şekilde bir çeşit resmi alışveriş, "DENiZDEN MAL ALIŞVERİŞİ" gelişti. Ve deniz ticaretine katılanların kudretleri arttı, iç ülke pazarı, Çin ile ve Kore ile yapılan resmi ticaret/n özelliklerine (ansfüche) yetmez oldu. (Otto B. s:206) Japonlar, güney Çin'e dek uzanan gezileri denedikleri sırada, batı kapitalizmi, Hint yollarını zorlamaya başlamıştı 1410 yılı Portekiz, Hindistan'da Goa'ya sonra Makao'ya, 1592 yılı Kiyuşu adasında Tanagasimo'ya geldiler. Büyük halk yığınları, tabii ekonomi içinde yaşayan Japonya ile, bezirganca ve vurguncu alışverişte rakipsiz kalan ispanya ile Portekiz: " Hele baharat ticaretinden büyük karlar çektiler. Tüccarlar ki, sıkıca olarak uzak doğuya Katolik misyonerleri özellikle Cizvit tarikatları çıkageldiler."(Otto B.s:206) Japonya'nın ithalatı; Çin'den: ham ipek, giysi, kurşun, demir, cıva; güneyden: deri, ilaç, baharat; Avrupa'dan: ateşli silah, barut, pamuk, giysi idi. Japonya'nın ihracatı; gümüş, metal, sanat işleri, lale işi, kesici silahlar idi. Tabii, bu alışveriş, halkın "KAPALI" duran dondurulmuş ihtiyaçları için değildi. Batı orta çağındaki derebeyleri gibi gelişen Daimyoların silahlanma ve lüksleri için yapılıyordu. Bu yeni maddi ilişkiler üzerine, yeni manevi ilişkiler gerekti. Eski manevi ilişkiler, tefeci bezirgânlığın derebeylikleşmiş, yalnız acı güç ve zorbalığa güvenen antika medeniyet denilen cinstendi. Budizm, din derebeyliğine karmıştı. Silahlı adamlarla, "DEREBEYİ KARAKTERLİ BİR SOĞUN" idi. (Otto B. s:206) Kapitalizmin girişken kişisi, daha insancıl, maneviyatta insanı gönülden avlayan hnstiyanlığa dayanıyordu: " Şehit olmaya hazır bulunuş, hekimlik bilgisi ve şefkatlilik gibi toplumu eğitici, kendini verici ve başka kültür ilerleyişi gerektiren faaliyetleri sayesinde hrıstiyanlık misyonerleri, Budizm sayesinde büyük itibar kazandılar."(Otto s:207) Bu sokuluş tarzıyla, batı kapitalizmi, Japon kodamanlarını birden bire avladı. Tokugavadan önce başarı kazanan Oda Nabu Naga, ateşli silahla kendilerini beklerken, hrıstiyaniığa yaklaştı. Böylece yeniçağın alın yazısı: ateşli silah + hrıstiyanlık + kapitalizm kuvvetleriyle çizildi. Tokugava çağının doğrudan doğruya kurucusu Hideyaşi de, Alman tarihçilerine göre, hrıstiyanlığı yani batı kapitalizmini iLKiN HOŞ GÖRDÜ". Açık niyetleri için, yeterli belgeler elimizde bulunmamakla birlikte, yalnız bu gidiş bile Tokugava gelişmesinin Kapitalizm etkilen altında determine olduğunu ispata yeter. Şu var ki, 17.yüzyıl Japon toplumuyla batı kapitalizmi, gerek ekonomik ve gerekse sosyal bakımdan tam: " KIRK YIL BİR KAZANDA KAYNASALAR DA, ET SULARI BİRBİRLERİNE KARIŞMAZ" denilen tipte iki ayrı ve zıt dünya idi. Osmanlı antika medeniyeti tefeci bezirgân ilişkilerine ibret olarak, derebeyliğe batıp boğulurken; Japon yığınları bütün Çin ve Hint etkilerine rağmen, yekpareliğiyle Çinlilere parça kopartmamış kaya gibi, tarih öncesi barbar sosyalizminin içinde idi. 8- TEFECİ BEZİRGÂNLIK VE SOSYAL SINIFLAR AÇILIMI Portekiz ve İspanya, 200 ve 100 yıldan beri, modern kapitalizme girmiş batı Avrupa toplumunun uzak dış ticaret yollarında, atalet halkasıyla büyük rol oynayan öncüleriydiler. Başka deyimle: Japon toplumunun siyasi üst tabakalarının ardında ilkel sosyalizm yatıyordu. Portekiz ve İspanya, bezirgân hrıstiyanlığının ardında kapitalizm yatıyordu. Ne kadar İLKEL" bulunursa bulunsunlar, bu iki zıt güç: sosyalizm ile kapitalizm, er geç doğrudan doğruya kapitalizm etkileri olan maddi ateşli silah ve manevi hristiyanlık etkileri altında iktidara gelmiş bile olsalar, Japonya:da dayandıkları geniş insan yığınlarının da sosyal yapıları, kendilerini çarçabuk ve ister istemez kapitalizmden kopmak zorunda bıraktı. * -Osmanlı Islahatçıların (reformcularının) bütün batı taklitçiliklerine rağmen, en sonra, yine bu çığırın içine düşüp boğuldukları gibi, Japonya'da da kapitalizmin "ZAMANI GELECEK" idi. Daha 300 yılık uzun bir hazırlık devri yaşanacaktı. Tokugava çağı. Japonya'nın o kapitalizme hazırlanış çağı oldu. Bunu Tokugava liderlerinin "BİLİNÇ" lerine bağlamak, çocukları bile güldürür. Ama, tarihin kuklaları olarak, Tokugava;nın yaman beyleri sahnede görüleceklerdi. Yaptıklarını kendileri dahi bilmeksizin şimdilik günü gününe çevre etkileri altında kalarak, iktidarlarını sağlar sağlamaz destek gördükleri batı kapitalizmine dirsek çevirmekten geri kalmadılar: Şogun'un da, Daımyo'nun da kökü, Buşi'dir (samuraydır). Hepsi savaşçıl kan şefleridirler. Buşiler içinde "TALİYAR" (maddi manevi üstünlük kazananlar), Daimyo olurlar. Daimyolar içinde "TALlYAR" olanların bir tanesi de Soğun kesilir. Bu idareci kadronun altında üretmen sınıflar yaşar. Onların esas işleri ve savunmaları, tıpkı Osmanlı reayasında olduğu gibi, Buşilere düşer. Buşilerin geçimi ise, doğrudan doğruya üretmen köylüler tarafından sağlanır, ilkin Buşiler de üretmen köylülerden başka bir şey olmadıkları için; Japon köylüsü, hiç değilse ilk zamanlar, Osmanlı reayasından çok farklıdır. Osmanlı reayası, göçebe katılmalarının ilkel sosyalist gelenekleri sayesinde, kendiliğinden bağışladıkları eşit ve adaletli dirlik düzeni içinde yaşarlar. Japon köylüsü, kendi iç teşkilatı doğrudan ilkel sosyalist yaşantıya dayandığı için, kendilerini kandaşları Buşilerden çok aşağı bulmazlar. Esnaflar ve bezirgânlar: çok sonra meydana gelen zümrelerdir. Para iradıyla iş bölümü aranıp da, köylüler arasında zengin-züğürt farklılaşması olunca; normal kapalı köy komünası ve ekonomisi dışında, Avrupa orta çağının şefleri gibi toplum dışına kaçmış insanlar, ziraat dışında yalnız esnaflık yahut alışverişle uğraşırlar. Onun için, ilkel Japon toplumunun en aşağı ve hor görülen insanları, bu sonunculardır Tokugava çağı ilerledikçe, Avrupa'da burjuva sınıfının yüze çıkması gibi bezirgân ekonomisi gelişimi ile roller tersine döner. Köylüler, toprağın esirliğine iner (sertleşir). Daimyolar, Buşiler iflas etmiş olur. Sivrilen satıcı-davacı 'tefeciler, "SAYGIDEĞER BEZİRGÂN" sınıfı durumuna girerler. Bu bakımdan Alman bilginler şunu belirtir " BAKUHAN (kesim) sisteminin getirdiği sosyal değişiklik: Buşiler, köylüler, esnaflar ve tacirler arasında, tabaka basamaklarıyla birlikte sınıf farklılaşmasıdır."(Otto $:205) Bu görüş kısmen doğrudur. Sosyal sınıflaşma, Tokugava çağında başlamıştır. Yalnız, o çağın başında, tabaka basamaklaşmasından başka bir şey yoktur. Köylüler, parayla alıp satıma başladıktan sonra, Japonya'da bütün öteki sosyal kümeler dışında tamamıyla yerli sayılabilecek yeni ilk sosyal sınıf: BEZİRGÂNLIK doğmuştur. Fakat, bezirgan sınıfı, memleket kaderinde rol oynamaktan, çağın sonuna kadar uzak kalmıştır. Bunu, yine aynı belgelerden anlayabiliriz: " Normal olarak her yeni Soğun makamına çıkar çıkmaz biriliklerine bir buyrultu (ziehmbisef: dirlik fermanı) ile tayin ederek, Daimyolanın da kendi malına sahip olduklarını özellikle tescil eyler." Bu sistem, dirlik düzeninde yapılan miri toprak tasarruflularının, vakıf dahi olsalar, dilerlerse sahiplerinin alabilme yetkisine benzer, İslam dünyasında, bu sosyal şeriat (kanun), ancak Fatih Sultan Mehmet gibi büyük çığır açan hükümdarlar tarafından uygulanmıştır. Onlar dışında, ölü düstur olmaktan çıkamamıştır. Çünkü, üzerinden geçilmiş bin bir medeniyet çöküntüsü üzerine gelmiş barbarların etkisi, bu kökleşmeye çarçabuk uymuşturlar Japonya'da Tokugava çağında gördüğümüz gibi, her yeni Soğun, toplumun toprak mülkiyetini temelinden değiştirebilir. Bu özellik, Japon toplumunda bu çağın sonuna kadar geniş yığınlar bakımından böyle istikrarlı bir kişi mülkiyeti ilişkisi ve dolayısıyla sosyal sınıf ilişkilerinin birleşmediğini anlatan Japon hiyerarşisindeki insan durumlarında ve ilişkilerinde okuruz: “Baku Han sisteminin sağlamlaşması, merkezileşmesi, alt dirlik teşkilatı biçiminde olur." Japon toplumunda ilk defa Tokugavalar, kişiyi "AİLE" adı verilen kan teşkilatından kopartmaya çalışırlar. “ Buşiler, öteki halk tabakalarından farklı bir güdücü tabaka oldular. Daimyo sisteminin gelişimi sonucunda, Buşi hayatının temeli, artık toprak tasarrufu ile bağlı köy hayatı değil: belki Daimyo şehrinde maaşlılık (gehalt) oldu. Ve sınıf teşkilatı içinde, prensler ile adamları arasındaki- bağlılık: aile birliğine mensup olmaktan daha sıkı idi. Herhangi bir sebeple, hiçbir Daimyo'ya hizmet etmeyen Buşi, Ronin (KAPISIZ) sayılarak toplumdan kapı dışarı edilmiş haline gelirdi. Ehram gibi kurulu Buşiler teşkilatının tepesine Şoğun otururdu." (Otto s:205) Bu durumda, eski Kan şeflerini artık kan bağlılığı yerine sivrilmiş kişi kulluğuna çevirmişlerdi. Ama bunu yapabilmek için bile, sivrilen kişiler (daimyo veya şogunlar), hala "AiLE BiRLiĞi" gerçeğinden bir yol çıkmaya karşı ihanet edişleri yerine koyuyordu. Ve bu suçu işleyenleri, hrıstiyanlıkfa "AFOROZ" kılığında soysuzlaştırılmış bulunan kadim Yunan kentlerinde, Oskrasizm adını alan biçimde bütün kandaşlık haklarından yoksun ediyordu. Ronin adını alan, Osmanlı deyimiyle "KAPISIZ" kalmış Buşı, kol kuvvetiyle çalışmak üzere "TOPLUMDAN KAPI DIŞARI" ediliyordu Bu yaman cezanın yanında, Buşilerı verimleştıren ödül, onların artık öteki kandaşları olan köylülerden ayırtlı imtiyazlara kavuşturulmaları oldu " Buşi yoldaşlar, hakim sınıf olarak büyük itibar görüyorlardı. Sadece onlar aile adı taşıma hakkına sahiptiler. Onların iki kılıcı: üstün sınıf ve karısını temsil adıyordu. Kuvvet, terbiye (oluşum: bildung), keskin zekâlılık ve ahlaklılık, onlarda her şeyden önce varsayılan özelliklerdi. Onların hayat prensibi: kahramanlık, şeref, meşruluk (yogolitat) ve fedakârlık (kendini veriş) idi. Baku Han sisteminin savaşçı grupları içinde (geisteshaitung) geleneğinden kaldı. Ve konfüsçuluğun etkisi altında, bir sınıf terbiyesi olan BUŞİDO: savaşçı yolu denilen durum ortaya çıktı. Japonların gemi gezisiyle deniz üstü seyahat yapmalarını ve dış ülkelerde oturmuş Japonların geri dönmelerini yasak etti." (Otto s:210) 9- SÖMÜRGE OLMAYIŞ: "MiLLi" SAVUNMA İlkel sosyalist yaşantısını henüz yitirmemiş bulunan Japon barbar insanı, bireyci-özel girişken batı çıkarcısı kapitalist insanını: necaset (pislik) görmüş Müslüman gibi, tiksintiyle yok ediyordu. Ancak, 300 yıl sonra, 1945 yılında, batılı kapitalizminin ilk atom bombasıyla öcünü çıkarabileceği olaylar, Nagazaki'de geçti: " 1637 yılında, Simabasa yarımadasında, hrıstiyan ayaklanması bastırıldı. 1639 yılında, bütün Portekizliler, Japonya'dan kovuldu. Nagazaki, tek dış ticaret yapılan şehir olarak seçildi. Orada yalnız, Hindlandlılar ile Çinliler, sınırlı çapta ve sıkı kontrol altında ticaret yapabileceklerdi. O zamanki Japon halk ekonomisinde, dış ticaretin rolü o kadar aşağı kertede idi ki, Şogunluğun aldığı bu tedbirler, en ufak bir direnç ile karşılaşmadı." (Otto210) Alman bilginleri, bu manzara önünde "JAPONYA GERi KALDI" kanısına varıyorlar. Oysa burada, "GERi KALMAK-İLERl GiTMEK" gibi duygusal hükümlere yer yoktur. Olayın kendisi: 1)Tefeci bezirgan antika medeniyetinin, Japonya’da bir türlü sınıflaşma soysuzlaşmasına gidemediğidir. 2) Japon ilkel sosyalizm kalıntısının, ateşli silah gibi üstün başarılı teknik harikalarıyla ve sınıf çatışmalı soysuzlaşmayı, din kılığında sokmaya çalışmış modern kapitalizme karşı bile kendisini her silahla savunmasıdır. Dış ticaretin Japon ekonomisinde rol oynamayışı sürecini, bundan başka hiçbir şey ispatlamaz. 10- JAPONYA'DA KAPİTALİZME GEÇİŞ PATLAMASI: PARA İRADI + SOSYAL SINIFLAŞMA + ABD KAPİTALİZMİ Japon tabii ekonomisi, bezirgân ekonomiye düşmandı, ilkel sosyalizm halkı, sınıflı medeniyete karşı kendi varlığını koruyacaktı. Bu savunma, kapitalizmin yüzüne karşı Japonya'nın kapıların, kapama şeklinde oldu. Bu kapanma, Japonya'yı kendi ilkelliği içinde 280 yıl kapalı tuttu. Bu durum sonuna kadar başarı olamazdı elbette. Çünkü, modern kapitalizm, antika tefeci bezirgan medeniyetinden çok farklıydı Bir yandan makineleşmeyi geliştirme, muazzam teknik devrimlerle dayanılmaz bir kuvvet oluyordu. Antika medeniyetler gibi, üretici güçlere arpa boyu yol aldırdıktan sonra, tekniği batağa saplayıp yerinde saydırmıyordu, öte yandan, ne de olsa, sosyalizmin eşit-kardeş insanını yaratamasa bile, üretim temelinde köle iş gücü yerine, hür işçi kullanıyor; bir sınıfın kayıtsız şartsız egemenliğini de sağlasa sosyal devrimler çağıyla, insanlığa bir burjuva hürriyeti getiriyordu. Japonya'da 1600 yıldan beri, ilkel sosyalist toplumun sırtında sivrilmiş Buşilerin yerinde sayıcı babahanca baskı sistemleri, halka karşı ne kadar haklı meşruiyetlerini sürdürürlerse sürdürsünler, önünde sonunda kontrolü elden kaçırabilirdi. Modern kapitalizm gelişimi, bir yol Japon toplumunun içine düşmüştü. Antika medeniyetlerin Japon toplumunda binlerce yıl yapamadığı mayalanmayı, batı kapitalizmi birkaç yüzyıl içinde başaracaktı. Tokugava çağı boyunca, Japon ekonomisi bir yer altı kömür madeni, bezirgân ilişkiler ise o madeni kazmayla ufak ufak kazabilen madenciler oldu. Tokugava veya Yedo diye bilinen çağ, yerinde saymadı. Kapalı maden kuyusu içinde, dünya gözünden uzakta bir çalışmaya uğradı. Bu uğraşta 1868 yılına dek, Japon havasını bezirgân ilişkilerin grizusu doldurdu. Sonunda, 1868 yılı, batı kapitalizminin en zıpçıktı külhanbeyi olan Amerikan kapitalizmi, Japon toplumu içine modern kıvılcımı çaktırır çaktırmaz, ansızın müthiş bir patlama oldu: Japon toplumu, birkaç 10 yıl içinde kapitalizme geçiverdi. Bütün bilginleri şaşırtan şey Japonya'da kapitalizme geçişin bir patlama şeklinde yıldırım çabukluğuyla oluşunu görüp; ondan önceki 300 yıllık Tokugava çağı boyunca, o patlamayı hazırlamış olan bezirgân grizusunu göz önünde tutmamak yahut gereği gibi değerlendirememek olmuştur. Japon toplumunun ansızın paldır küldür kapitalizme geçişi: ilkel sosyalizm yüklü bir toplum içinde patlama olur olmaz; tıpkı İngiltere’de kral firavunlaşmasına karşı Tenyler'in halkla birleşmeleri gibi bir sosyal mekanizma ile bütün Buşiler, bir yanda yabancı kapitalizme; öte yanda yabancı kapitalizmin desteği olan Soğun firavunluğuna karşı, kendi ilkel ve kutsal Saşemleri olan Tenno: Mikadoları çevresinde birleşip, Japon kurtuluş savaşını bir sosyal devrim ile gerçekleştirdi. Japon hayatında bütün İNANILMAZ" gibi görünen şeylerin mekanizması, Tokugava çağı boyunca sınıflaşma grizusunun memlekette birikişine dayanır. Bu durum, çok önceden başlamıştı. Çökkün antika medeniyetinin ruh cenneti olan BUDİZM, Japonya'da yarı kastlaşmış üst tabakalardan, Buşilerden daha aşağıya halk yığınlarının derinlerine inemeyişleri uzun sürdü. Çünkü, Japon toplumu ilkel sosyalizmin kan kardeşliği zırhıyla kapalıydı. Bu zırhı, modern kapitalizmin ateşli silahından başkası delip çatlatamazdı. 11- KOMÜNAL GELENEKLER VE KÜÇÜK EKİNCİ + KÜÇÜK ESNAF + HÜR İŞÇİ = VERİMLİLİK BİRİKİMİ VE KAPİTALİZM Kan kardeşliğinin ilkel sosyalist zırhı, bir yol delilince, batı kapitalizminin maddi manevi ilişkileri, öne çıkar. Köstebek gayreti ile, Japon topraklarının altından girip üstünden çıkmazlık etmez. Bu bakımdan, 1603-1868 yılları, Japonya'da boşuna geçmedi. Hiçbir vakit "YERİNDE SAYMA" olmadı. Tam tersine, Japon toplumunun modern sosyal devrimi ile kapitalizme atlaması için gerekli en büyük birikim çağı oldu. Bunu en çok inkâr etmek isteyen klasik tarih yazarları ispatlar: " Takugava çağının birinci adımı: ilkel sosyalist yaşantılı Japon toplumunu, kendi kandaşlık anayasasına dokunmaksızın az çok egemen devlet idaresine göre "DÜZENLEMEK" oldu. Bu düzenleme (neglman) için varılacak en iyi amaç, ona karşılık düşen örgütlenme için can alacak noktalara (geistpunkten)göre, köy komünalarını teşkilatlandırmak oldu. Herkes için bu muhtar (schulthas), biricik köy makamı oldu. Onun yanı başında oturanların toplantısı, komünal ve politik bakımından önemli idi. Muhtarların durumu, toprak beyinin iktidarına dayanıyordu. Buşi toplumu içinde, karşılıklı gözetimlerle bölümlenmiş bulunan köy komününün çevresinde oturanlar, kendi küçük köy komünaları içinde kapalı varlıklarını yaşıyorlardı." “ Toprağın alım satımı (handal) ipotek altına alınması, yasaktı. Yetiştirilecek meyve çeşitleri, tüketim için tescil edildi. Vergilerini tümüyle ödemeyenler, sert cezalara çarptırıldı, ödenecek vergilerin top yekûnu, aile gelirinin yüzde altısını tutuyordu. Ama angarya hizmet işleri, yürürlülükte değildi. Her mülk sahibinin pirinç tarlası ekonomisi geç derebeyliğe dayandığı zemindir. "(Ottos:210) Böyle bir toprak düzem nedir? Dirlik düzeninden başka bir şey değildir. Göçebe aşiret çağındaki kandaş toplumun, ziraat üretimine göre, yukarı barbar ortaklığına kaçınılmaz geçişidir. Selçuk ve Osmanlı Türklerinin Anadolu topraklarına; Batı Roma medeniyeti üzerine çullanmış barbarların ise Avrupa topraklarına yerleştikleri zaman görülen ilk DİRLİKÇİ TOPRAK DÜZENİ'dir. Bu düzenin üstündeki Tokugava Şogunluğu, batıda Şarimayn'ın; doğuda Osmanlı padişahlarının; 14.yüzyıl İngiltere krallığının siyasi iktidarlarına benzer. Toprak, hür köylülerin tasarrufundadır. Ancak bu köylüler, yarıya kadar, gelir vergisi ödedikleri halde, henüz SERF: yarı köle değildirler. Hatta, serfleşmiş dahi değillerdir. Siyasi iktidarın beyi, köyler üzerinde muhtar yoluyla gözetim kurmuştur. Köy komünaları ayakta ve önemlidir. Onun Sçin Tokugava çağı Japon tarihinde küçük üretmenlerin cennet çağı ve tarım için geniş kalkınma çağı olmuştur. Japon nüfusunun karınca gibi kaynaşması; uç doğunun çoğalma kabiliyetinden değil; bu yeni düzen tarım üretiminden doğmuştur. Japon siyaset güdücüleri, gittikçe büyük ölçüde vergi alırlar. Ama hiç değilse ilk zamanlarda bu vergiyi kendi lüksleri için değil; tümüyle Japon toplumunun yeniden geliştirdiği tarım üretimini yükseltmek için Kullanmışlardır. Tokugavaların kendileri, küçük köy kandaşlığından çıkageldikleri için, Japon köylüsünün ne istediğini herkesten iyi biliyor ve ona göre teşkilatlandırıyorlardı. Tokugava çağı, batı kapitalizmine karşı kapıyı kapattıktan sonra, tek Nagazakı deliğinden dünyayı gözetlemeye başladı. Kendi evi içinde barınacaktı. Hep Japon toprağının üretim güçlerini arttırmak zorunda kaldı. Sulama, su taşmalarını önleme, kanallar açma, yeni köyler kurma ve ihl., Tokugava çağının başlıca işi gücü idi. Bu gerçeği, klasik tarih de görmezlikten gelemiyor: " Tarım için toprak kazancı öylesine yamanlaştı ki, Tokugava Şogunluğunun ilk 150 yılında tarım ekonomisine yararlı yerlerin genişliği yüzde yüz arttı. Tarla işleme tekniği, ilerleme gösterdi. Yeni yeni aletler keşfedildi. Gübre maddelerine mükemmellik verildi; işletme akılcılaştırıldı. Bu durum, ekim topraklarının verimini yükseltti. Bunun yanı başında yetiştirilen kır meyvelerinin sayısı yükseldi. Ekonomide özellikle önemli olan şey, gizli gizli ipek böceği yetiştiriciliğinin geliştirilmesi oldu. Bu olay, dışarıdan ipek ithal etmeyi gereksiz kıldı. Ve pamuk ipliği üretimini, çoğalttı. Tarım bilginleri: 1850 yılında ölen Nabuhiro ve 1855 yılında ölen Ninomiya gibi olumsuz gelişmelerden başka; balıkçılık ve madencilikte ilerlemeler yapıldı." Tokugava çağının, başarılı bir çağ olduğunu; bu çağın yaratıcılığını, bu kadarı bile ispatlamaya yeter. Tokugavalar, Japonya'nın açık bir rönesans çağını getirmişlerdir. Batının orta çağından kapitalizme atlamak için geçirdiği önemli rönesans ile; Japon Tokugava çağı arasında pek az fark vardır. Tarihte, toprak ekonomisinin kavuştuğu böyle her rönesans, temel üretimi geliştirdikçe; kadim çağ için ikinci derecede kalan tarım dışı sanayilerde de kalkınma görülmüştür. Japonya'da, bu çağda da aynı şey oldu. 18.yüzyıl boyu, yerli Japon dokuma sanayii çok ilerledi. Ve onun iş bölümünün sonuçlan yavaş yavaş belirdi: " İpek, pamuk, keten, kumaş, dokuma, boyama işleri mükemmelleştirildi. Üretimleri arttı." " Bugünkü Japon dokuma sanayisini işleten şehirlerin çoğu, sonradan gösterecekleri sıçrama için gereken temelleri o zaman yarattılar, işletme, ilkin basit aygıtlı ev sanayii idi. Çoğu köylülerce, evde uğraş olarak işleniyordu. Yine de dokumacılık, meyvecilik, metal dökümü sanayii, tefecilik sisteminin biçimlenmesini ortaya çıkardı. Ama, erken kapitalist manifaktörünün (el imalathanesinin) hür gelişimi için gerekli şartlar, henüz verilmiş değildi: çünkü, dış ticaret hemen hemen ağırlığı duyulan bir şey teşkil ediyordu ve nüfusun en büyük bölümü olan köylülerin züğürtlükleri yüzünden iç Pazar yeterince elverişli (anfnahmeföhig) değildi. Daimyo'nun üretime el koyuş ve işletmenin bir tekel sistemi altında düzenlenmiş bulunması, özel teşebbüsün güdümünü (anqaisung), imkansız kılıyordu. Sanayii işlercilerinin derebeylikte tabiatlarını kuvvetlendiriyordu." (Ottos:211) Görülüyor ki, batılı bilginlerin Yedo çağını yadırgayışları, Japon toplumunun: barbarlar gibi "PAZARSIZ" kalışından ötürüdür. Oysa dünyada ve batı Avrupa'da etki yapan aynı sebepler, ister istemez Japonya'da da aynı sonuçlara doğru gidecekti. O zamanki dünyanın sapa Japon adalarına sıkışık kalmış bulunan ilkel sosyalizm düzeni, yeryüzüne kapitalizm biçiminde egemen olmuş bezirgan etkilerinden sonuna değin uzak kalamazdı. Biraz daha geç, daha güç Japonya insanlığı da, üst tabakalarının binlerce yıldan beri o kadar dört elle sarıldıkları bezirgân ilişkilerinden yakasını kurtaramayacaktır. İlkel sosyalizm, kendi başına doğrudan doğruya modern sosyalizme geçemezdi. Fakat her toprak üretmenlerinin arasına: sanayii-ticaret iş bölümü girer girmez, "TEFECİLİK" sokulacaktı. Tefecilik, ilkel sosyalizmin kanseridir. Ona katılan bir toplum, er geç şu iki sosyal sonuca varırdı: 1) Hür üretmenlerin züğürtleşmesi 2) Üretmen olmayan aracıların türeyip zenginleşmesi. Alman tarihçileri, Tokugava çağındaki ziraat ve sanayii kalkınmasını ararlarken şöyle derler: " Buna rağmen köylülerin yaşama standartları hemen hemen, pek az yükseldi. Yalnız olsa olsa, yaşama ilişkilerinde belirli bir düzelme fark edildi."(Ottos:211) Her yerde olduğu gibi Japonya'da da, iş bölümü: aracılar (tefeci bezirgânlar), sahneye çıkardı. Pazar kanunu, üretmenin elinin kazancını ve alın yazısını çizdi. Tokugava çağının ekonomik kalkınma ile Japon toplumuna soktuğu beylik, bu oldu. Asya kara kıtasını, antika medeniyetlerinden "İTHAL MALI" olarak sokulmuş "ÇİN PARASI" Japon tabii komünal kapalı ekonomisini yıkamamıştı. Çünkü, Japon halkına yararlı bir ekonomik gelişme sağlamamıştı. Tokugava çağında, batı Avrupa mallarının, misyoner ve bezirgânlarının Japonya'ya soktukları maddi-manevi yeni ilişkiler, ziraatla sanayiinin gelişimine kapı açan tepkileri, alışveriş ve parayı zorladı. Tokugava çağının ortalarına doğru bu gelişim iyice yerleşti: " Her ne kadar hükümet, kendi içine kapalı köy komünleri içinde para alışverişini engellemeye çalıştıysa da; paranın tarım toprağı kazancını şehirlerin finanse ederek katılması yolundan köylere dek ulaştı. Köyler, Tokugava çağının ortasından beri, ürünlerini çil para ile satmaya başladılar. Çerçiler ve başka satıcılar, eyaletleri dolaştılar, işgüzar köylüler kazançlı ek hizmetlere: kiracılığa-rehin karşılığı ödünç vermeye-tek tük ticaret işine ve ihl., giriştiler. Bu durum, gerek büyük toprak sahibi gruplar içinde, gerekse kır halkı içinde köklü sosyal yapı değişikliklerine yol açtı. Ve züğürtleşen köylüler, çoğaldı, ilkin uşaklar köyden kaçıştılar ve köy işsizliği arttı. Köyde, kadim sosyal düzen yitirildikçe; bakuhan sisteminin temel direkleri yıkıldı." " Buşiler, ekonomi bakımından köylülerin ödedikleri vergilere bağımlı idiler. Şimdi, dondurulmuş dirlik sistemi alanlarının ve her bir araziden gelmekte olan vergilerin düşmesi dolayısıyla, Buşilerin gelirlerini genişletmek hemen hemen olanaksız kalıyordu. Fakat buna karşılık, Buşilere düşen görevler boyuna çoğalıyordu." (Ottos:210) 12- HÜR BURJUVA ŞEHİRLERİ-SOSYAL SINIFLAŞMA VE KAPİTALİZM TEMELİ Bu durum, bildiğimiz bütün doğu ve batı orta çağlarında: tarihsel devrimlerden sonra başlamış, irili ufaklı rönesanslar ardından derebeylikleşme ile birlikte görülen tefeci bezirgân soysuzlaşmalarıdır. Japon güdücüleri: bezirgânlığın bu sonuçlarını, bir ekonomi bilgisine dayanarak değil; içten bağlı oldukları toplumun bilinçaltı etkileriyle önlemeye çalıştılar. Karşılarında çökkün kara kıtası antika medeniyetleri bulunduğu sürece, bezirgânlığı gereğince silah zoruyla kırıp geçirebildiler. Çin'in Ming-Yuan-Song sülaleleri zamanı, Japonya'ya akan Çin paraları, ancak birkaç kıyı kentinde burjuvalaşmaya yol açmıştı. Bu yerli ön kapitalistler, tıpkı yakın doğunun kompradorları gibi, büyük limanlarda güçlendiler: bu gelişmeden alışverişin egemenliği sayesinde, liman yerlerinden özellikle yararlandılar. Bu bezirgân şehirleri, olağanüstü hallerde Daimyo'nun egemenliğinden yakalarını sıyırmayı başardılar: örneğin, Ujiyomada ve Saka şehirleri, özerktiler. Yani bu şehirler, kendi kendilerini idare ediyorlardı. Ticaretin ve el işinin (esnaflığın) birbirinden ayrılması gittikçe zorlaştı. Tüccarlar, esnaflar lonca tarzında dernekler kurarak, alışverişin tekelini ellerine geçirdiler. (Otto s: 197) Fakat, bu muhtariyetler, Japon toplumunun "DIŞINDA" iğreti kaldılar. O sayede, Japon idarecileri ancak sivil savaşta birbirleriyle kaynaşıp zayıf düştükleri vakit, onlara göz yumdular, ilk fırsatta, hepsini en gaddarca yollardan ezdiler. (Otto not. 11,17) Batı kapitalizmi ile ilk temastan sonra da aynı şey tekrarlandı. Gördüğümüz gibi bir ara Japonya dışında, Vikingler gibi maceralara açılmış Japonlar bile, memleketin ahlakını bozmasınlar diye Kamakuralarca içeriye alınmadılar. Dışarıya karşı başarılı görülen bezirgan düşmanlığı, Japonya'nın içinde türeyince iş değişti. Kapitalizmin beşinci Koluna karşı hiçbir tedbir alınamadı. Bezirgân, derebeyliği yumuşak karnından iyice bir vurmayı bildi: " Köy üretiminde verimin yükselmesi, sanayiinin çiçeklenmesi ticaret gerektirdi. Ticaret, Baku Han sistemi zamanında görülen ekonomi politikası yüzünden dikkati çekecek değerde bir gelişim gösterdi. Ve geç derebeylik karakterimi belirledi. Toprak beylerinin, köle (vasal) gruplarının, kapıkulu efendilerinin yüksek yaşayışları; Sankyan Kotei düzeni içinde, toprak beylerinin ve Daimyoların boyuna parasız kalmalarını gerektirdi. Bunun üzerine Daimyolar, ticaret ile yararlandıkları bezirgânları bu yüzden kentlerine çektiler. İktidarlarının ticaret kollarını sağlamlaştırmak için, limanlara yerleşimler (postation) kurarak, daha başka tedbirler aldılar. Para basmanın standartlaştırılması ve ölçü-tartılarda normlandırılması yoluyla teker teker Daimyolukların sınırları üzerinde, uzaktan uzağa şişen bir İÇ PAZAR biçimlendi. Tedavül eden malların miktarı artınca, arz ile talep arasındaki denkleşme daha güçleşti. Yapım (verthel) ile sürümün (herstellung) birbirinden ayrılışı ortaya çıktı. Bunun üzerine toptancı ve orta ticaretin teşkilatlanması ile bankalar doğdu." (Ottos:21) " Şehirler gelişti Tokugava, Edenin 16 yüzyıl sonu gidip orasını savunma noktası haline getirdiği vakit, henüz küçük bir köylü idi. 18.yüzyıl sonu hemen bir milyon nüfus oldu. Ticaret limanı Osaka Yuobin Tenno'nun kadim kenti olan Kyota, 500 bin nüfuslu idi. Şehirliler çarçabuk bir takım sınıflara ayrılıp şekillendiler.Birçok milyonerler, Şogun’un yahut Daimyo’nun müteahhidi (mal tedarik edilmesi-yieferant) haline geldiler. Kambiyocu yahut toptan tüccar sıfatıyla dev gibi servetler yığdılar. Geniş nüfus kazandılar. Buşiler, Şogunlar, Daimyolar sürüp giden parasızlıkları yüzünden zengin bezirgân beylerin himayeleri altına girdiler. Böylece genel olarak şehirlerin sosyal durumu da daha iyi olmaktan uzak kalmadı. Şehirde oturanlar, ekonomi kurtaranlarının gücüyle kendi özel dünyalarını yarattılar. Bu dünya, Buşilerin baskısına da hürleşmişti."(Ottos:218) Sosyal ve siyasi sınıflaşma Tokugava Kan'ın sosyal politikası: 1) Eski idareci tabakaları, sosyal sınıflar haline getirmek; 2) Eski siyasi idareyi devletleştirmek yönünde gelişti. " Şogunluk, bir yanda evlenme bağlan ve birçok armağanı (Yohenkung) yoluyla yakınlaşma (versöhmung uzlaşma) ları gidermeye çalışmıştı, öte yanda Buşi nizamını (Buko-Şohotto) yerleştirmeye uğraştı. Buşi nizamına göre: Daimyolar, idarelerini ve davranışlarını kontrol amacıyla kendilerini her ikinci yıl Şogun'un başkenti olan Edo'da barınmaya (Sankin Kötaisu) mecbur tutacakları beylik burçlarını yüz üstü (anlageh) bırakacaklar; Şogun'un izni olmaksızın istihkamlarını onaramayacaklar; büyük gemiler inşa ettirmeyecekler Şogun'un izni olmadıkça evlenme bağları koparamayacaklardı. Bu düzenlemelerde en ufak kusur, sıkı sıkıya ele alınıyor ve bu şartlar dirlikleri kısaltmak ve uygunsuz Daimyoları yerinden atmak için bahane sayılıyordu." (Otto s:203) " 1600 yıllarında 3 Soğun, 215 Daimyo'nun dirliğini kısaltmış veya kendisini yerinden atmıştı. Bundan başka, Şogunluk Daimyo topraklarını zorla üleştirme planını işliyordu."(Otto s: 203) Bu durum, biraz da Anadolu derebeylerini birbirine düşürerek temizleyen ilk Osmanlı tutumuna benziyordu. Kavgacı Daimyolar, birbirleriyle kapıştırılınca üzerlerine hükmediliyor ve kendi kendilerini daha iyi gözetliyorlardı. Sankin Kötaisu usulüne göre, her Daimyo 2 yıldan birini Edo kentinde geçiriyordu: " Karısı ile çocukları ise besbelli rehine olarak orada daima oturmaya mecburdurlar." (Otto s:209) Bu durum, Fransız krallarının, derebeyleri saray asaleti haline getirmesini andırır. Yalnız Fransa'da bu asalet çarçabuk KAPI KULLUĞUNA düştü. Japonya'da sonuna kadar direnecek ve en sonra Şogunluga devirecektir. Tokugava Kan'ın düzenlediği Japon toplumunda, saray denilen Tenno'nun papalık makamı ve teşkilatı bir yana bırakılırsa, tam Osmanlı dirlik düzeninin, Yıldırım Beyazıt-Timurlenk olayından sonra aldığı biçim bulunabilir İlkin sosyal sınıflardan ziyade, sosyal iş bölümü vardır. Tenno'nun kutsal tasvibiyle düzenlenen bu iş bölümüne göre, Soğun en başta biricik siyasi iktidarı temsil eder. Onun altında Daimyolar, Daimyoların altında Buşiler bulunur. Bunlar üst idareci tabakalardır. Bezirgân sınıfı, Japonya'da doğmuş ve ekonomi temeline el atmıştı. Ondan sonra, Japon toplumunun bütün üst yapısı: sosyal sınıfları-aile teşkilatı-politikası-ahlakı-dini-edebiyatı, o sınıfın eğilimlerine göre yönelecekti. ******************** SON ANI-Sülayman Şaşmaz Teknik sebepler, ancak kısa bir anma ile bitirmemizi gerektiriyor: Japonya ile ilgili "Moğol" (yani çekirdekaltı) bağlantılı epey uzunca yıllara dayanan; en sonunda özet bir sentez haline getirebildiğimiz çalışmamızı, burada veremiyoruz; ancak düşünen beyinlere bir anıştırma dahi yapmadan son noktayı koyamadık. Kıvılcımlı Bilimi'nin nirengi noktası veya dayandığı kaldıraç gücü: Komün'ün parçalanış kanunlarıydı. Başka deyişle: Komünler ile Medeniyetlerin Diyalektiği idi. Bütün insanlık tarihini ve teoriyi, bu ana halkadan asılarak yorumlamıştı: ortaya düşünen beyinlere muazzam İNANÇ gücü aşılayan ve gerçekliği yeryüzüne indiren muhteşem cazibede biyografisi ve teorisi çıktı. Fakat, dahası vardı. Bilhassa Marks-Engels ve Kıvılcımlı, daima daha derin sebeplere inme yeteneklerini kullanmadan yapamıyorlardı: Komün'ün Doğa'dan gelen dönüşümündeki temel kanunların cazibesiyle ciddi işaretlere ulaştılar. Kıvılcımlı, çekirdekaltı dediğimiz o temellere en çok yaklaşanı oldu. Ancak kendi asıl keşfinin o'na yüklediği (determinizmi gereği tükenmez) görevleri yüzünden, bu yaklaşımının değerini çoğu zaman yitirdi. Oysa, Japonya konusu, çekirdekaltı veya Siklus Temeli'ne en yakın konusuydu. Ama O, Japonya'yı, Tarih Tezi'nde yoğunlaştığı aynı yılda (1965 sonunda) kaleme almıştı. Oysa Gründrisse eleştirisiyle, biraz daha Siklus'a yaklaşmıştı. Grundriss'in eleştirisinden ve aynı zamanda eğildiği: Siklus Temeli eskizlerinden sonra, Japonya'yı ele alabilseydi; temize çekme fırsatını kendisi bulabilseydi çok daha derin zenginliklere ulaşacağı şüphesizdi... İnsanlık Tarihinin bütününü çekirdekaltı kanunlarıyla (Sıklus Temeli'nden) ele almanın nirengi noktası veya kaldıracının dayandığı güç merkezi ise, en kaba deyişle şudur: Vahşet Çağı'nın (3 milyon yılda) genetikleştirerek-gelenek görenekleştirerek bize armağan ettiği Beyin (ve Beden) temellerinin BARBARLIK ve MEDENİYET ile çarpışma diyalektiği bize en temelli gerçekliğimizi verir. Bu alanda bütün doğa ve insan bilimlerinin sentezi saklıdır. Dolayısıyla Tarihsel Maddeciliğin şahikalaşacağı (zirveleşeceği) ele alış da, bu alanın bilinçlere çıkarılışı ve geldiği yere (hayata) uygulanışıyla olacaktır. Şükür ki, Kıvılcımlı, bize TAPINÇ ile SAPINÇ'ın diyalektiğini bizzat kendi yaşamı ve teorisiyle verdi. Düşünen başlar, bir yandan Kıvılcımlı Bilimi'ni hazmederlerken, diğer yandan tıpkı o'nun yaptığı gibi; 150 yıldan beri durmaksızın geliştirilen bilimi " Bana Farz-ı Kifaye değildir" demeksizin, bir adım daha ileri götürülmesine hizmet etmelidirler. Çekirdekaltı veya tarihin devirdaim şifresi olan Siklus Temeli'nden bakılınca; Japonya'nın Komüncül Dayanıklığının, sadece Medeniyetlerle (sınıflı toplumlarla) yaptığı güreş ile izah edilme zorluk ve yetersizliklerinden kurtulunur. Ve bununla da kalınmaz, her toplum gibi Japon toplumunun da gelecekte ulaşabileceği "SON" Siklus Halkası da elimize geçer. Japon Komünleri, MOĞOL temellidirler. Moğolluk ise Vahşet'e (Siklus Kanunlarına) en yakın-en eski-en geniş komünal toplulukların en eski, en vahşi temellerine uzanır. Moğolluk, bu zeminiyle, dogmalaştırılmadan ele almak koşuluyla; yeryüzündeki bütün komünlerin ve halkların-ulusların genetik ve gelenek görenek temeli olur. 30-40 bin yıl süren barbarlık çağında olsun, 7 bin yıllık antik ve modern medeniyetler çağında olsun o en ESKİ-en SAF-en DAYANIKLI Komün (Siklus) Temellerini insanlığa doz doz aşılamaktan geri durmaz: Uluslar Göçleri'nin ve Tarihsel Devrimler'in KAYNAĞI bitmez-tükenmezcesine hep MOĞOL ASYASI'dır Japonya'nın dayanıklı olduğu kadar demokratik komün oluş özellikleri, ne doğulu despotik, ne de batılı demokratik komün geleneklerinden gelmez. Çünkü o'nun öyle bir medeniyet tarihi olmamıştır. O, Siklus Temeli'ne en yakın-en eski-en saf-en YEKPARE komün genetiğine ve geleneklerine sahip oluşuyla, DAYANIKLI ve DEMOKRATİK'tir. O temeller, barbar ve medeni toplum biçimleriyle çarpıştıkça en verimli antik ve sosyal devrimlere bir "Dâhi”nin veya "Devrim Ustası"nın hazırlandığı gibi uzun yıllarda milim milim-her şeyi hazmederek hazırlanır. Yeryüzünde ve insanlık içinde "TEK" örnektir ve bu yüzden Kıvılcımlı gibi deha paralellikleri içinde aydınlanabilir. . O en eski Vahşi Komün (Siklus) temelleri, sadece Japonya ve İnsanlık Tarihi ile doğrudan ilgili değildir. Her toplum biçimi ve her kişi ile doğrudan ve hayati (ölüm-dirim) derecesinde ilgilidir. Omuzlarımız üzerinde taşıdığımız beyinlerimiz, 3 milyon yıllık Vahşi Siklus Temellerinin bize armağanıdır. Her çocuğumuz, o temellerle yeni baştan doğar. Sınıflı toplum bu yüzden canlılık kazanır ama ölümü de onun ellerinden olacaktır. Çünkü, o temeller, daima kendi dengesini: en ilk temel şifresini ultra modern biçimlerde kurmak ister. Dolayısıyla, insan Toplumu'nun çekirdekaltı keşfi bize; içine girdiğimiz Evrendi Kişiler Çağı'nın bütün Strateji-Taktik (Azami Programatik) aydınlatılışını ve Sosyal-Eğitsel-Kültürel bütün iç içe geçmiş yeni devrimlerin diyalektiklerini-çözümlemelerini verirken bütün doğa ve insan bilimlerinin ölüş ve Tarih Bilimine DOĞUŞ sentezlerini de sunar. Evren ölçüsünde, dost-düşman bütün cephelerin aradığı şey: Yeni Çağ'ın Stratejik aşamaları ve Azami Programıyla, teşkilat biçimleriyle aydınlatmasıdır "Yeni bir Felsefe" vb. arayışlarının bilinçaltında yatan derin-yakıcı gerçek budur. Her türlü yeni arayışların biricik çözümü: İnsan Toplumunun Çekirdekaltı Kanunları'nın tartışmalarından çıkacak Teorik-Pratik Sentezlerdir. Buna uyanabilirsek, yıldırım hızıyla tüketilen eski düşünce ve davranış molozları arasında yitip gitmekten kurtulabilir; "İnsan" sentezine yücelebiliriz. www.solplatform.org