sohbet (söyleşi) - Gaziantep Üniversitesi
Transkript
sohbet (söyleşi) - Gaziantep Üniversitesi
SOHBET (SÖYLEŞİ) SöyleĢi anlamındaki Arapça’dan dilimize geçmiĢ olan sohbet kelimesi, iki anlam içerir: 1. ArkadaĢlık, yârenlik; 2. KonuĢma, görüĢme, birlikte oturup söyleĢme. Makalelerin bir konuĢma havası içinde daha senli benli olarak yazılan tarzına SöyleĢi (Sohbet) denir. Gazete ve dergi yazılarındandır. Bu tür yazılarda, samimiyet esastır. Yazar, düĢüncelerini muhakkak kabul ettirmek için okuyucularını zorlamaz. O, daha çok kendi kiĢisel düĢüncelerini ileri sürer. SöyleĢilerde, küçük fıkralar ve anılar da malzeme olarak kullanılır. SöyleĢi türünün genel özelliklerini Ģöyle sıralayabiliriz: * Kompozisyon türü olarak söyleĢi; makale plânıyla, fakat bir karĢılıklı konuĢma havası içinde yazılan yazılardır. * SöyleĢiler, genellikle günlük sanat olaylarını konu olarak ele alır. * Gazete ve dergi yazılarındandır. * Yazarın, okuyucu ile bir sohbet havası içinde senli benli konuĢtuğu yazı türüdür. * Yazar, düĢüncelerinin doğruluğunda ısrar edici olmaz. * SöyleĢide, daha çok yazarın kiĢisel düĢünceleri ağırlık kazanır. * SöyleĢilerin en önemli özelliği, yazarın samimi, içten bir ifade tarzını ortaya koymasıdır. * Ayrıca, bu tür yazılarda anılar, fıkralar ve çeĢitli güncel olaylar verilerek yazarın duygu ve düĢünceleri desteklenebilir. Sohbet Türünün Türk Edebiyatı'ndaki Önemli Temsilcileri Ahmet Rasim - Ramazan Sohbetleri, Suut Kemal Yetkin - Edebiyat SöyleĢileri, ġevket Rado - EĢref Saati, Melih Cevdet Anday - Dilimiz Üzerine SöyleĢiler, Nurullah Ataç - Karalama Defteri. Cenap ġahabettin, Refik Halit Karay, Hasan Ali Yücel, Attila Ġlhan gibi yazarlarımız da bu türde eserler vermiĢlerdir. Örnek: Sözden Söze / Nurullah Ataç Mektuptan açılmıĢ talihim, bir tane daha geldi. Öteki gibi değil bu. Bir kere yazan gizlemiyor kendini, kim olduğunu söylüyor: Ġsmet Zeki Eyüboğlu adında bir genç. Ġstanbul Bilim Yurdunda yani Üniversitesinde okuyormuĢ. Sonra da benimle eğlenmiyor, alaya almıyor beni, över gibi gözüküp alttan alta iğnelemeğe kalkmıyor. ÇıkıĢıyor bana, çıkıĢıyor ya, haklı olarak çıkıĢıyor. Eski yazılarımı, Ģu Öz Türkçe yazılarımı beğenirmiĢ, yenilerine sinirleniyor, Ģöyle diyor: "Geçen günkü Nokta dergisinde Ulus'tan aktarılmıĢ bir yazınızı okudum. Ne çok üzüldüm bilseniz! Yoksa sizi de mi elden kaçırdık? Nerde o eski güzelim Öz Türkçe sözler, nerde o yazınızdaki edebiyat, ahlâk, hak, sanat, merak, Ģiir gibi tatsız tutsuz Osmanlıca sözler. Niçin Ģunun bunun sözüne bakıp da düĢüncelerimizi değiĢtiriyorsunuz? O yeni sözleri beğenmeyenler var diye mi yazmak istemiyorsunuz? Günün birinde bir kiĢi çıkıp size: "Beğenmedim bu sesinizi" dese ona bakıp da sesinizi değiĢtirecek misiniz? Ne derse desin el gün. Biz yolumuza bakalım. Daha böyle çok Ģeyler söylüyor. O mektubu okurken tatlı bir duygu sardı içimi, "mektup" değil de "beti" dediğim günleri andım. Doğru söylüyor, iyi söylüyor o genç. Utandım kendi kendimden inandığım yoldan dönmenin yeri mi vardı? Bu çıkıĢmalarına karĢılık ne diyeyim de bağıĢlatayım suçu mu? Var benim de bir özrüm, gelgelelim gençler anlamaz, anlamamaları daha da iyidir. Gene söyleyelim ben. A çocuğum, ben yaĢlandım, kocadım da onun için saptım yolumdan. Bilin ki sevinerek olmadı bu. Gene durup durup o yola özlemle bakıyorum. Bir sevgilinin bir daha evine varamayacağınız bir sevgilinin yoluna nasıl bakılırsa öyle bakıyorum. Biliyorum ki doğru oradadır; güzel oradadır, ancak ben yoruldum, dizlerim kesildi. Bir de o iĢi baĢaramayacağımı anladım. Yalnızdım, pek yalnız kaldım. Beni tutanlar, benim o yolda gitmemi dileyenler vardı, uzaktan seslenmekle yetiniyorlardı. Beni özendirmek istemelerine ne denli sevinirsem sevineyim, yanımda kimseyi görememek üzüyordu beni. Doğrusu, büsbütün de bırakmadım o yolu. Böyle Arapça, Farsça tilcikleri kullandığım yazılarımda gene o sevdiğim, kimini de kendim uydurduğum tilciklere yer veriyorum. Biliyorum, yetmez bu, en doğrusu gene eskisi gibi özTürkçe yazmaktır. Onu yakında, bir dergide gene deneyeceğim. Çok sevindim o mektuba. Birkaç yıl benim yürüdüğüm bir yolu bırakmak, istemeyenler olmasına çok sevindim. Gençler unutsun benim emeklerimi, onları hiçe saysınlar, Arapça, Farsça tilciklerden kaçınmadığım bir suda sevgiliden geliverecek bir esenleme gibi yüreğimi aydınlatır, güneĢler doğurur gönlümde. Ġtalyan yazarı LuigiPirandello'nun bir iki oyununu görmüĢsünüzdür, hikâyelerini okudunuz mu? Bay Feridun Timur onlardan otuz altısını dilimize çevirmiĢ, Millî Eğitim Bakanlığı da bastırmıĢ. Hepsini okumadımsa da okuduklarım çok hoĢuma gitti, diyebilirim ki o yazarın oyunlarından daha çok beğendim hikayelerini. Oyunlarında yüksekten atmayı andırır bir hal vardır. Hikâyeleri öyle değil, Pirandello onlarda kiĢilerini daha iyi gösteriyor, canlandırıyor. Oyunlarında hep bir görüĢü savunmak, okuyanları, yahut seyircilerini düĢündürmek ister. Hem de çözümlenemeyeceğini söylediği meseleler üzerinde düĢündürmek ister. Bir gerginlik vardır oyunlarında, hikâyeleri ise öyle değil, onlardaki kiĢiler daha canlı, okuyana daha yakın. Herhalde bana öyle geldi. Bay Feridun Timur da iyi çevirmiĢ dilimize. Belli ki Ġtalyanca cümleye bağlı kalmak istememiĢ, her yerde değilse bile çok yerde: "Bizim dilimizde nasıl söylemeli?" diye düĢünmüĢ. Örneğin bir yerde: "Don Lollo hiddetten küplere biniyordu." diyor. "Küplere binmek" deyimi sanmam ki Ġtalyancada olsun. Daha böyle çok buluĢlar var Bay Feridun Timur'un çevirisinde. Ama belli ki daha genç bir yazar, o cesareti daima gösteremiyor, bazan acemiliklere düĢüyor. ĠĢte bir örnek: "Don Lollo bu sözlere olmaz diyordu. Nafile; olan olmuĢtu; fakat nihayet kabul etti ve ertesi sabah Ģafakla beraber, âlet ve edevat torbası s ırtında olduğu halde, ZiDima Locası Primosole'ye geldi. Nihayet kabul etti." den önce bir "fakat" koymanın ne yeri var? Hele: "avandanlığı s ırtında" demek dururken "âlet ve edevat torbası s ırtında olduğu halde" demenin cümleye bir ağırlık verdiğini nasıl anlamıyor? Daha böyle kusurlar var Bay Feridun Timur'un çevirisinde, "haykırmak" sözünü çok kullanıyor, hem de "bağırmak" yerine kullanıyor. Gene o hikâyenin bir yerinde: "Küpten olmamak için ihtiyarı orada mevkuf mu tutacaktı?" diyor. Burada "mevkuf" sözü hiç yakıĢıyor mu? "kendisi küpten olmasın diye ihtiyarı hürriyetinden mi edecekti" diyemez miydi? Bir de Ģunu söyleyelim. "Ciddi Bir ġey Değil" adlı hikâyede Ģöyle bir cümle var: "Her defasında bir daha aynı hataya düĢmeyeceğine dair yemin üstüne yemin ediyor, ahdüpeyman ediyor, yeniden âĢık olmamak için kahraman bir deva araĢtıracağını söylüyordu." Bay Feridun Timur böyle konuĢmaz elbette "düĢmeyeceğine yemin etti ."der. DüĢmeyeceğine dair yemin etti." demez. Belki Ġtalyanlar öyle der, biz demeyiz. "Kahraman deva" da ne oluyor? belli, Fransızların "remèdehèroique" dedikleri, Ġtalyancada tıpkısı olabilir, Türkçede öyle denmez, baĢka bir Ģey arasın. LuigiPirandello'dan "Seçme Hikâyeler" de böyle ufak tefek kusurlar var, gene de o kitap tatlı tatlı okunuyor, Bay Feridun Timur'u iyi çevirmenlerimizden, yani mütercimlerimizden sayabiliriz. Hele bir Ģeye çok sevindim: ikinci ciltte dil birinci cilttekinden çok daha iyi. Demek ki Bay Feridun Timur'un çevirileri günden güne iyileĢecek. Ben adını yeni duyduğuma göre kendisinin bir genç olduğunu sanıyorum, bundan sonraki çevirileri elbette daha kusursuz olur. Siz de okuyun o hikâyeleri, eğlenirsiniz, hele ikinci cildin baĢındaki DonnaMimma'dan baĢlarsanız, bütün kitabı okumak hevesi uyanır içinizde. (Nurullah ATAÇ. SöyleĢiler, TDK, 231, Ankara 1964 ) DENEME Yazarı konuda, iĢleyiĢ biçiminde en özgür bırakan edebiyat türüdür. Bir yazarın bilim, felsefe, edebiyat, sanat, v.b. konuları üzerinde Ģahsi duygu ve düĢüncelerini içinden geldiği gibi dile getirdiği düzyazı türüdür. Bu tür yazılarda bilimsel yazılardaki ciddi anlatım gibi zorunluluklar yoktur. Yazar düĢüncelerini günlük konuĢma diline yakın bir dille içinden geldiği gibi, içten bir anlatımla yazar. Herhangi bir Ģeyi kanıtlamak gibi zorunluluğu yoktur. Deneme türünün ilk temsilcisi ve öncüsü “Montaigne’dir.” Türk edebiyatında deneme türünün ilk temsilcileri; Ahmet HaĢim, Nurullah Ataç, Sebahattin Eyüboğlu, Mehmet Kaplan, Hilmi Yavuz, Cevdet Kudret, BeĢir Ayvazoğlu, Oktay Akbal, Tahsin Yücel’dir. Tanzimat döneminde ortaya çıkmıĢtır. Örnek: DOSTLUK - Montaigne Denemeleri Dost ve dostluk dediğimiz, çokluk ruhlarımızın beraber olmasını sağlayan bir rastlantı ya da zorunlulukla edindiğimiz ilintiler, yakınlıklardır. Benim anlattığım dostlukta ruhlar o kadarderinden uyuĢmuĢ, karıĢmıĢ kaynaĢmıĢtır ki onları birleĢtiren dikiĢi silip süpürmüĢ ve artıkbulamaz olmuĢlardır. Onu (Etienne de la Boetie: Montaigne'in en iyi dostu. Ġyi yürekliliği ve bazıĢiirleriyle tanınmıĢtır. ) niçin sevdiğimi bana söyletmek isterlerse bunu ancak Ģöyle anlatabilirimsanıyorum: Çünkü o, o idi; ben de bendim. Ruhlarımız o kadar sıkı bir birliktelikle yürüdü, birbirini o kadar coĢkun bir sevgiyle seyretti ve en gizli yanlarına kadar birbirine öyle açıldılar ki ben onun ruhunu benimki kadar tanımaklakalmıyor, kendimden çok ona güvenecek hale geliyordum. Öteki sıradan dostlukları buna benzetmeye kalkıĢmayın: Onları, hem de en iyilerini ben de herkes kadar bilirim. O dostluklarda insanın, eli dizginde yürümesi gerekir: Aradaki bağ,güvensizliğe hiç yer vermeyecek kadar düğümlenmiĢ değildir. Chilon(Eski Yunanistan'ın ünlübilgelerinden biri. ) dermiĢ ki: «Onu (dostunuzu), bir gün kendisinden nefret edecekmiĢ gibisevin; ondan, bir gün kendisini sevecekmiĢ gibi nefret edin. » Benim anlattığım yüksek ve yalındostluk için hiç yerinde olmayan bu davranıĢ, öteki dostluklara uyabilir. Bunlar için, Aristoteles'insık sık tekrarladığıĢu sözü de kullanabiliriz: «Ey dostlarım, dünyada dost yoktur... » (DENEMELER, Michael De MONTAIGNE, Türkçesi: Sabahattin EYUBOĞLU, Cem Yayınevi, 29. Basım, 1997, Sf. 53-55, 2.) Örnek: … Dün akĢam genç bir Ģairin evinde toplandık. Misafirlerinden biri kitaplıktan çekip çıkardığı bir kitaba daldığı, bir baĢkası da limonata ve böreklerin verdiği hoĢlukla gevĢediği sıra, ev sahibi bana taslak halindeki bir Ģiirini okuyarak Ģiir üzerindeki düĢüncemi sordu. Ben Ģiir bitmeden bir Ģey söylememe imkân olmadığını anlattım. O üsteledi ve taslak halindeki Ģiiri değil de içindeki fikirleri nasıl bulduğumu söylememi istedi. Salah BİRSEL MAKALE Bilim, sanat, kültür ve herhangi bir konuda bilgi vermek, bir düĢünceyi ortaya koymak ya da savunmak amacıyla yazılan gazete ve dergilerde yayımlanan yazılara makale denir. Makale de öne sürülen konu giriĢ bölümünde yer alır. Makalenin Amacı: Halkı aydınlatmak, belli konularda yönlendirme ve kamuoyu oluĢturmaktır. Makale, Edebiyatımıza Tanzimat dönemiyle girmeye baĢlamıĢtır. Gazeteye ilk makale yazan “Şinasi’dir.” Bu yazı Tercüman-ı Ahval’de, “Mukaddime” adıyla yayımlanmıĢtır. 1. Ġlk gazete M.Ö, 1750 yılında ilk defa Mısır’da yazılmıĢtır. 2. Bugünkü anlamda ilk gazete 1609 yılında Stuttgart’ta yayınlanan “Avizo – Relation den Zeitunga’dır.” 3. Bizde 1831 yılında yayımlanan ilk gazete “Takvim-i Vekayi’dir.” 4. Bizde yayımlanan ikinci gazete 1840 yılında “Ceride-i Havadis’dir.” 5. Ġlk özel gazete 1860 yılında ġinasi ve Agah Efendi tarafından çıkarılan “Tercüman-ı Ahval’dır.” Örnek: KonuĢmada olsun, yazıda olsun kullandığımız kelimelerin, bilhassa terim mahiyetindeki sözlerin iyi manalandırılması anlaĢmayı kolaylaĢtırır, düĢüncede geliĢme sağlar. Filozoflar, fikir adamları mefhumları açık ifade etmek zaruretini daima belirtmiĢlerdir. Bugünkü Türkçe’mizde sık kullanılan, fakat ne kastedildiği kesin olarak bilinmediği için içtimaî ve eğitim meselelerimizde karıĢıklıklara sebep olan kelime-terimlerin baĢında “kültür” sözü gelmektedir. Prof. Dr. İbrahim KAFESOĞLU Örnek: İLKÖĞRETİM ÜÇÜNCÜ SINIFLARDA TÜRKÇE DERSİ ÖĞRETİMİNDE KARŞILAŞILAN SORUNLARIN ÖĞRETMEN GÖRÜŞLERİNE GÖRE BELİRLENMESİ Taha YALAR1 Bu araĢtırmada, ilköğretim okullarında uygulanan 3. sınıf Türkçe Dersi Öğretiminde karĢılaĢılan sorunların öğretmen görüĢlerine göre belirlenmesi amaçlanmıĢtır. AraĢtırma verileri, 3.sınıf öğretmenleriyle görüĢme metodu ile elde edilmiĢtir. GörüĢme sırasında kaydedilen görüĢler ayrıntılı bir biçimde incelenerek değerlendirilmiĢ ve belirtilme sıklıklarına göre sıralanmıĢtır. Elde edilen bulgulara göre, öğretmenlerin, Türkçe Dersi Öğretim Programının uygulanmasında sınıf mevcutlarının kalabalık olması ve buna bağlı olarak her öğrenciye yeterince zaman ayrılamaması, bilgisayar ve internet ağı baĢta olmak üzere araç- gereç eksikliği gibi bazı sorunlarla karĢılaĢtıkları ortaya çıkmıĢtır. Elde edilen sonuçlar ıĢığında Türkçe Dersi Öğretim Programının uygulanması ile ilgili bazı öneriler geliĢtirilmiĢtir. Bu araĢtırmanın amacı, ilköğretim okullarında uygulanan 3. Sınıf Türkçe dersi öğretiminde karĢılaĢılan sorunları öğretmen görüĢlerine göre belirlemektir. Bu araĢtırmanın çalıĢma grubunu Diyarbakır il merkezinde bulunan Mehmet Akif Ersoy ve 5 Nisan Ġlköğretim Okulları’nda görev yapan öğretmenler oluĢturmuĢtur. AraĢtırmada evren- örneklem tayinine gidilmemiĢtir. AraĢtırma kapsamında 13 öğretmenle görüĢülmüĢ ve bu görüĢler değerlendirilmeye alınmıĢtır. AraĢtırmaya katılan öğretmenlerin 8’i kadın, 5’i erkektir. AraĢtırmada yarı yapılandırılmıĢ görüĢme metodu kullanılmıĢ ve araĢtırmanın amacında yer alan sorulara yanıt oluĢturabilecek verilere ulaĢmak için öğretmenlere altı açık uçlu soru sorulmuĢtur. Ġlköğretim Türkçe Dersi öğretiminde karĢılaĢılan sorunların neler olduğu ile ilgili öğretmenlerin görüĢ ve düĢüncelerini belirlemek için 5 sınıf öğretmeni ile ön görüĢme yapılmıĢtır. Öğretmenlerle yapılan ön görüĢmede elde edilen veriler doğrultusunda sorular düzenlenerek veri toplama aracı geliĢtirilmiĢtir. Bu soruların geçerliliği için uzman kanısı alınmıĢtır. Güvenirlik çalıĢması için görüĢmeye katılan öğretmenlerin bir kısmı soruĢturmaya tabi tutulmuĢ ve belirttikleri görüĢler teyit edilmiĢtir. Makalede örneklem grubu belli bir kritere göre seçilmemesi geçerliliği yüksek sonuçlar elde edilmesine engel olacaktır. Bu nedenle herhangi bir okuldan farklı farklı öğretmenlerin seçilmesi makalede örneklem grubunun evreni temsil etme oranını arttıracak ve makaleyi daha güvenilir bir hale getirecektir. 1 Mersin Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Eğitim Programları ve Öğretim Bilim Dalı Doktora Öğrencisi, Mersin-Türkiye [email protected] Ayrıyeten seçilen öğretmenler arasındaki cinsiyet dağılımı da tam manasıyla dengede değildir. Bu dağılım da göz önüne alınarak cinsiyet faktörünün etkisinin sonuçlara etki etmesinin önüne geçilmelidir. FIKRA Belli bir amacı, savunulan bir düĢünceyi ele alan ve bunu en kısa yoldan anlatan, mizah ve hiciv unsurlarını da içinde barındıran sözlü ya da yazılı hikâyelerdir. Bu özlü hikâyeler tek baĢına olabildiği gibi, sözün geliĢine uygun her hangi bir yazı içinde de düĢünceyi daha çekici hâlde ifade etmek amacıyla kullanılır. Bir yazarın günlük olaylara ya da ülke ve toplum sorunlarına ait her hangi bir konu üzerinde kiĢisel görüĢ ve düĢüncelerini, akıcı bir dille anlatan düz yazılara Fıkra denir. (K.GARĠPOĞLU, Kompozisyon Bilgileri, s.239) Fıkraların baĢlıca özellikleri; hareketli, ilgi çekici olması, savunulan bir düĢünceyi içine almasından baĢka bir devrin, bir insanın, belli bir zamanın ya da sınıfın özelliklerini, siyasî, sosyal vb. günlük her türlü olay ve sorunları canlandırmasıdır. Türk edebiyatında fıkra, XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ilk gazetelerle (Ġlk özel gazete 1860 yılında yayın hayatına giren "Tercüman-ı Ahvâl" dir.) birlikte görüldü. BaĢlangıçta sadece siyasî ve sosyal konular etrafında yazılan fıkralar, zaman içinde sınırlarını geniĢletmiĢ, bugün sanattan spora, ekonomiden siyasete kadar toplumun günlük bütün sorunlarını kuĢatmıĢtır. Fıkra yazarken şu özelliklere dikkat etmek gerekir: * Konu; okuyucunun duygu, düĢünce ve zekâsını okĢayan günlük olaylardan seçilmelidir. *Yazının plânı hazırlanmalıdır. * Gerekiyorsa, baĢkalarına ait deyiĢler saptanmalıdır. * Anlatımın açık, fakat ustalıklı olmasına dikkat edilmelidir. * Yazı, gereksiz yere uzatılmamalı; elden geldiğince kısa tutulmalıdır. Örnek: KAHRAMAN EBE MaraĢ'ın Bertiz Bucağına bağlı köylerdeki 10 tifoluçocuğu tedavi ederken 20 yaĢındaki genç ve güzel köy ebesi aynı hastalığa yakalanarak ilaçsızlık yüzünden ölmüĢtür. Yolları, belleri kartutmuĢ, köyün Ģehirle bağlantısı kesilmiĢtir. Elinde ancak çocukları tedavi edecek kadar ilaçbulunan DöndüÇomar adındaki genç ve güzel ebe çocukları kurtarmıĢ, fakat kendini kurtaramamıĢtır. DöndüÇomar hatıra defterine Ģunları yazmıĢtır: "Doktor yüzü görmeyen, senenin 6 ayında dıĢ dünya ile her türlü bağlantısı kesik olan bu masum insanlara elimden geldiğince yararlı olmaya çalıĢıyorum. Çevrede 10 tane tifolu yavruvar. Doktor olmadığı için aileleri ile birlikte bu yavrular hayat umutlarını bana bağlamıĢlar.Onların yüzüne baktıkça üzüntüden kahroluyorum. Elimde çok az sayıda ilaç var. Yollaraçılıncaya kadar bunlarla idare etmeme imkân yok. Güç bir görev yüklendiğimin farkındayım.Ama kendimi çok kuvvetli hissediyorum." Issız ve sahipsiz Anadolu... AĢağı yukarı bütün köyleriböyledir. KıĢ geldi mi, Ģehirlerle bağlantısı kesilir, yalnızlığa ve kaderine bürünür. Bertizbucağına bağlı köylere bir ebe gidebilmiĢ nasıl gidebilmiĢse. BaĢkalarında ebe de, ilâç yoktur.Ġnsanlar, hayvanlar, kırılır da kimsenin haberi bile olmaz. Tuhaf bir raslantı, genç ebe DöndüÇomar'ın ölüm haberinin geldiği gün gazeteler Tıp Bayramını yazıyordu. Ankara'da veĠstanbul'da kutlanan bayram sırasında köylerimizin sağlıktan yoksun durumunu bildiren ölümhaberi de geldi. Bilmiyorum, doktorlarımızın yüreğini bu kahraman genç ebenin hayat hikâyesiburkmuĢ mudur? Gözleri ağlamaklı okudum ben haberi. Ebe, çocukları tedavi ederken kendinin de hastalığa yakalandığını anlıyor. Elinde ilâç yoktur. Çaresizdir. Çaresizliğini biliyor, fakat ne yapsın? Oturuphatıra defterine ölmeden Ģunları yazıyor: "Tanrıya binlerce teĢekkür, 10 yavru yeniden hayatakavuĢtu. Bu arada elimde ilâç da kalmadı. Üç gündür hastayım. Tifoya yakalandığımı sanıyorum. Yollar kapalı, Ģehre inemem. Ayrıca çocukları uzaktan da olsa kontrol etmemgerekiyor. Her an, her dakika ölüme biraz daha yaklaĢtığımı hissediyorum. Ölüm beni hiç, amahiç korkutmuyor. Görevini yapan insanların iç huzurunu duyuyorum. Bu arada bana inanan, beniseven insanların arasında rahatça ölebilirim." Ne bilinçli, ne görev duygusu ile dolu bir ölüme gidiĢtir bu!... Ġnsanların kafasında bu bilinç oldu mu, ölüme gidiĢ değil, ölümsüzlüğe gidiĢ oluyor. Bütün tarihe geçen kahraman hemĢirelerinĢanlı destanları arasına bu da katılacaktır. Bu köylerden birine, ikisine veya Bertiz bucağına bukahraman ebenin adı konmalıdır. Bir de heykeli dikilmelidir. baĢka bir türlü kahramana minnetborcumuzu ödeyemeyiz. Köylüler çok sevdikleri bu ebenin anısına saygı örneği olarak ĠçiĢleriBakanlığı'na baĢvurmalı, adının bucağa konmasını ve heykelinin dikilmesini istemelidirler. (Mehmed Kemal) KÜRK Nereden geldiği ve nasıl baĢladığı belli olmayan bir kürk modası, Ġstanbul’un hemen bütün kadın tabakalarına yayıldı. Bu moda, dedelerimizin ve ninelerimizin bilinen kürkünü tersine çevirip sırtına geçirmek ve kurt veya goril gibi, iri yapılı bir hayvana benzemek tuhaflığından ibarettir. Bu moda, o kadar yayılmıĢ ki Ģimdi kastor mantosu olmayan hanımın hiç olmazsa kedi veya fare derisinden bir kürkü olması gerekiyor. Tırnaklarını uzatıp sivrilten ve vücudunu baĢtanbaĢa tüylü göstermek isteyen Kadın, belli ki insandan baĢka bir hayvana benzemek için uğraĢıyor. Kadınlarda bu insan Ģeklinden uzaklaĢma eğiliminin sebepleri ne olsa gerek? (Ahmet Haşim, Bize Göre) ELEŞTİRİ Günümüzde eleĢtiri eleĢtirme denilen bu türe eskiden tenkit, eleĢtiri yazan kimseye de “münekkit” denilirdi. Bugün eleĢtiri yazan kimseye; eleĢtirmen, eleĢtirici denilmektedir. Tenkid sanat eserlerini konu almasına rağmen kendisi sanat eseri değildir. Ele aldığı her türün bir sistemi ve kuralları olduğundan eleĢtirmen bunları bilmek zorundadır. Bununla birliktedoğuĢları büyük ölçüde edebiyat akımlarına bağlı olan baĢlıca eleĢtiri yöntemleri Ģunlardır. Tarihi Eleştiri: Bu yöntem; edebi eseri, yazarın hayatına, yetiĢme Ģartlarını ve devrin özelliklerine göre inceleme esasına dayanır. Burada eserden çok sanatçı önemlidir. Eser, bunabağlı olarak açıklanmaya çalıĢılır. Sosyolojik Eleştiri: Bu görüĢ, edebiyatın kendi baĢına var olmadığı toplumla var olduğu ve toplumun bir ifadesi olduğu ilkesinden hareket eder. Buna göre eleĢtirmen; eseri ve okuyucuyusosyal koĢullardan soyutlamadan değerlendirme yapacaktır. İzafî Eleştiri: Bu anlayıĢa göre eleĢtiriye sınır koymak mümkün değildir. Herkes kiĢisel zevkine ve düĢüncesine göre eseri değerlendirir. İzlenimci Eleştiri: Bu anlayıĢa göre eleĢtiri “kitaplardan zevk almak, onlarla duyguları inceltmek ve zenginleĢtirmek sanatı”dır. Bu anlayıĢın belli bir yöntemi yoktur. Eserlerin vetürlerin sınıflaması da yoktur. Eseri okurken alınan zevk, eserin tek ölçüsüdür. Yapısal Eleştiri: Bu görüĢ eserin bağımsız bir yapı, bir bütün olduğu anlayıĢından hareket eder ve eserin açıklanmasının ancak kendi yapısıyla mümkün olduğu görüĢünü benimser. Buna göre her eserin kendine has bir yapısı vardır ve bu yapı çeĢitli parçalarınorganik bir biçimde birleĢtirilmesiyle oluĢur. EleĢtiri de temeli düĢünce olan yazı türüdür. Konu sınırlaması yoktur. Sanat, edebiyat ya da düĢünce yazılarının içeriği ile bu içeriğin iĢleniĢini, değerli ve değersiz yönlerini ortaya koyan biryazı türüdür. Yazarın yazıyı kendine göre, yazıyı ilgilendiren topluma göre, kendi alanındakidiğer çalıĢmalara göre değerlendirdiği yazılardır. EleĢtirmeci, bir sanat eserinin gerçek değerini, özünü yapılıĢını, değerli-değersiz yanlarını ortaya koyar. EleĢtirmecinin görevi güzellik yaratmak değil, yaratılmıĢ güzelliği yargılamak, okurlaratanıtmaktır. EleĢtiriler; okura dönük eleĢtiri, topluma dönük eleĢtiri, sanatçıya dönük eleĢtiri, yapıta dönük eleĢtiri… olmak üzere türlere ayrılır. Türkiye’de Eleştiri Tanzimat dönemi Romantikleri ġinasi, Namık Kemal, Recaizade Ekrem, Abdülhak Hamid; Realistleri SamipaĢazade Sezai, BeĢir Fuad, Nabizade Nazım, MizancıMurad’tır. Serveti Fünun döneminde, Cenap ġahabettin intikad (sahte parayı gerçeğinden ayırmak)anlayıĢıyla tenkit eder. Halit Ziya, Mehmet Rauf, Nabizade Nazım, Hüseyin Cahitdönemin eleĢtiricileridir. Cumhuriyetin ilk yıllarında eleĢtiri Yahya Kemal ve Ahmet HaĢim’le baĢlar. Ġsmail Habip Sevük ve Ahmet Hamdi Tanpınar eleĢtiriyi edebiyat tarihi içinde ele alırlar. Nurullah Ataç, Suut KemalYetkin iki öznelci eleĢtirmendir. Sistematik eleĢtirmenler Asım Bezirci, Fethi Naci, Hüseyin Cöntürk bağımsız yöntemi geliĢtirdi. Sabahattin Eyüboğlu ile Vedat Günyol hümanist eleĢtirmenlerdir. ÇağdaĢ eleĢtirmenler MehmetKaplan, Tahsin Yücel, AkĢit Göktürk, ġara Sayın, Ünsal Oskay, Murat Belge, Orhan Burian,Tahir Alangu, Memet Fuat, Mehmet Doğan, Bedrettin Cömert, Enis Batur, Nihat Sami Banarlı,Cemil Meriç, Kenan Akyüz, Melih Cevdet, Konur Ertop, Orhan ġaik Gökyay, Alpay Kabacalı,Cevdet Kudret, Agah Sırrı, Berna Moran, Rauf Mutluay, YaĢar Nabi, Ahmet Oktay, AtillaÖzkırımlı, Nermi Uygur ve Fuat Köprülü. Dünya edebiyatında Boielau, A. France, Türk edebiyatında ise Mehmet Kaplan, Nurullah Ataç, Cemil Meriç ve Hüseyin Cahit yalçın eleĢtiri türünün önemli temsilcileridir. Edebiyatımızdaki ilkeleĢtiri Namık Kemal’in Tahrib-i Harabat’ıdır. Örnek: Halikarnas Balıkçısı Halikarnas Balıkçısı takma adıyla tanınan Cevat ġakirKabaağaçlı (1886-1973), öykücü ve romancı olarak, Ege ve Akdeniz kıyılarımızın, ekmeğini çekiĢe dövüĢe denizden çıkaran yoksul, ama namuslu insanlarının yaĢam serüvenini, bu bölgelerin taĢı toprağı, ormanı dağı, mitolojisi efsanesiyle birlikte, Ģiirsel bir anlatımın bütün sıcaklığında coĢataĢa edebiyatımıza mal eden ilk ve tek sanatçıdır. Daha babasının (ġakir PaĢa) elçi olarak bulunduğu Atina’da geçen çocukluk günlerinde filizlenip, Oxford’daki tarih öğreniminde daha bir geliĢerek bilinçlenen mitoloji merakı,meraktan da öte tutkusu, o taĢkın deniz sevgisiyle sarmaĢ dolaĢ olarak, hikâye veromanlarına yansır. Cevat ġakir, Oxford’dan klasik kültür yüküyle yurda dönünce (1910), resim karikatür, dergi kapağı resimleri, çevirilerle baĢlar gazetelerde çalıĢmaya. 1925’te Resimli Aydergisinde, asker kaçaklarının yargılanmadan kurĢuna dizilmelerini konu alan bir öyküsü, Doğu Ġsyanı günlerine rastlaması kasıtlı bir eleĢtiri sayılarak sanatçı üç yıl Bodrum’da kalebentlik cezasına çarptırılır. Daha Bodrum’a ayak bastığı ilk gece ile sanatçının yaĢamında, ömrünün sonuna kadar sürecek olan, yepyeni bir dönem baĢlar. Yurt gerçeklerinden uzakta, varlıklı, alafranga bir çevrede, Batı kültürüyle beslenmiĢ çıtkırıldım genç aydının, görüp yaĢadığı, alıĢıp benimsediği dünyadan apayrı, yoksul ama mert deniz insanları ile karĢılaĢmasıdır bu. Cevat ġakir, Bodrum’da geçirdiği bir buçuk yıl içinde, daha baĢlangıçtan beri kafasından yüreğine, yüreğinden kafasına akıp ona gerçek kiĢiliğini aydınlatan her Ģeyi bulur. Denizle sarmaĢ dolaĢ doğa güzelliği yanında, taĢı toprağıyla boğazına kadar mitolojik anılarla dolu bir dünya, o anılardan habersiz, günlük ekmek tasası içinde çırpınan yoksul ama dürüst, temiz deniz insanlarının imrenilesi yaĢamı. Kalebentlik cezası biter ama, ondaki deniz sevgisi, deniz insanlarına duyduğu hayranlık, sevgi bitmez. Ġstanbul’lardan kalkıp, evini barkını, kolay hayatını, rahatını elinin tersiylebir yana iter ve gelip tam yirmi yıl Bodrum’da yaĢar, ekmeğini alnının teriyle kazanan deniz insanlarının arasında. Önce sokaklara palmiyeler dikip, yurtdıĢından getirttiği bitkilerle Ģehrin dört bir yanını donatmak, bilgisini, görgüsünü bütün cömertliğiyle çevresine saçmakla baĢlar iĢe. Sonra, karĢılıklı sevgi ve duygu alıĢveriĢinin potasında oluĢturduğu zengin izlenimleri, hayal gücünün bütün yetisiyle dile getirir hikâye ve romanlarında… (Vedat Günyol, “Çalakalem”) KAYNAKÇA 1. Alper, Y. Türk Dili Notları I, II. (Basılmamış ders notları.). Gaziantep 2013. 2. Arıcı, A. F., Ungan S. Yazılı Anlatım El Kitabı. Pegem A Yayıncılık. Ankara 2012. 3. Asiltürk, B. Yazılı Anlatım Metin inceleme ve Oluşturma. İkaros Yayınevi. Ankara 2011 4. Doğan, M. ve diğerleri. Türkçe 1 Yazılı Anlatım/Üniversiteler İçin. Bilge Yayınevi. Ankara 2005. 5. Gündüz, O. Aktaş, Ş. Yazılı ve Sözlü Anlatım. Akçağ Yayınları. Ankara 2011. 6. Özbek, Y. Okumak Anlamak Yorumlamak. Çizgi Kitabevi, Ankara 2007. 7. Özdemir, E. Yazınsal Türler. Bilgi Yayınları. Ankara 2002. 8. Yakıcı, A. ve diğerleri. Türkçe 1 – Yazılı Anlatım. Gazi Kitabevi. Ankara 2010. 9. Yıldırım, M. Yazınsal Türler. Çizgi Kitap Evi. Konya 2009. 10. Yücel , Tahsin. Yazın ve Yaşam. Yol Yay, İstanbul 1983.