Fiyat: 1 TL | Atılım Gazetesi`yle ücretsizdir.

Transkript

Fiyat: 1 TL | Atılım Gazetesi`yle ücretsizdir.
Fiyat: 1 TL | Atılım Gazetesi’yle ücretsizdir.
Gençler Barışa
8 Köprü Olacak
Cezmi Erzöz’le Röportaj
Gençlik N’apsın
Kılıçdar’ı
11 Kimdir aslında
Kılıçdaroğlu? Gerçekten
Gandi mi, in mi, cin mi?
Önüm Arkam Katliam
6 İsrail’e lanet okuyoruz. Peki
burası farklı mı?
Bir Dünya Meselesi:
DÜNYA KUPASI
15 Muhabirimiz Televizyon
başından bildiriyor.
SEVİNÇ ASLAN
“Her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur”.
Dostoyevski’nin bu sözü, harekete
geçen insanın yola çıkış serüvenini anlatmak için oldukça başarılı.
Yeniyi arama mücadelesine girişen,
gerçeğin hikayesini yazma peşinde
koşan insanın eylemi, hem kendine
hem de toplumsal varlığını belirleyen koşullara bilinçli bir müdahale
oluyor.
Değişime inanan, adalet için,
eşitlik ve özgürlük için mücadele
edenlerin yolu bir yerde sosyalizm
ile kesişir. Tarihsel bilgilerden,
tartışmalardan, sokaktan aldığı/
gördüğü deneyimlerden, hak mücadelesinin nasıl ve ne için verilmesi
gerektiğini kavrayan insan; yeniyi
oluşturmak adına mücadeleye atılır.
ESP üyesi olmamı koşullayan
nedenleri düşündüğümde bunlar
geliyor aklıma. Biraz daha hayatın
içinden, hayatın somut yanından
anlatmak gerekirse; Bir genç neden
ESP üyesi olur?
En başta geleceği için ESP’ye
üye olmalı bir genç. Kapitalizmin
insani değerleri ayaklar altına aldığı, dünyayı yok oluşa doğru götürdüğü gerçeği düşünüldüğünde gele-
NEDEN
GENÇLİĞE
ESP
GEREK?
kendi burjuvazisini yaratma peşinde koşan Türk burjuvazisi, baskıda,
işkencede, kitle katliamlarında,
kirli savaş politikalarında her zaman kirli yüzünü Türkiye halklarına göstermiştir. Deniz Gezmiş,
Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya
ve onlarca genç devrimci sosyalizm
mücadelesi verirken katledilmiştir.
ESP’li olmamın nedenlerinden
biri de şüphesiz Türkiye’nin karanlık geçmişinde işlenen suçlara karşı
mücadele etmek, darbeler düzenine
karşı tavır almak, emperyalizme
karşı mücadele vermiş devrimcilerin geleneğini sahiplenmek ve
mücadelelerin devamlılığını sağlamaktır.
Ezilenlerin Sosyalist Partisi
geçmişle bugün arasında kurduğu
bağ ile bir yandan sosyalizmin tarihsel mirasını sahiplenirken, bir
yandan da bugünün ihtiyaçlarına
uygun örgütlenme modellerini tartışan ve hayata geçiren yanı ile tıpkı bir genç gibi hareket etmektedir.
Tarihe bakarak tecrübe edinmekte,
bugüne bakarak geleceğini inşa
etmektedir. Biz gençler de daima
geleceğe bakmaz mıyız, geçmişte
ne olursa olsun hep güzel günlerin
hayalini kurmaz mıyız?
ESP Türkiye’de onlarca ilde,
onlarca ilçede örgütlülüğünü kurma yolunda ilerleyen yapısı ile güçlü bir faaliyet örgütlüyor. İşçilerin,
kadınların, gençlerin haklarını savunmak için politikanın içinde sürekli haksızlıklara karşı amansız
bir mücadele veriyor. Baskılarla
karşılaşmasına rağmen ezilen tüm
kesimler için emin adımlarla yürüyüşüne devam ediyor.
cekte bizler için yaşanacak bir dünyadan bahsetmek imkansız. Refah
içinde yaşayan bir avuç azınlığın
yanında açlıkla pençeleşen insanlık… Sömürü düzeninin alternatifi
ise: Sosyalizm. Tabii ki sosyalizmin hangi yoldan zafere ulaşacağı
onlarca farklı tartışmanın konusu.
Kesin olan bir şey var ki sosyalizme
ulaşmanın, geleceği kazanmanın,
yolu örgütlü mücadeleden geçiyor.
Gençliğin sorunlarına müdahale
etmek için kanallar oluşturan ESP,
gençleri kendi saflarında örgütlenmeye çağırıyor. Meclisler şeklinde
kendini örgütleyerek, her üyenin
parti işleyişine katılmasının olanaklı olduğu karar mekanizmaları
ile gençliğin dinamiğini, temsil ettiği “yeni” olanı bünyesine almak
ve gençleri bünyesinde barındırmak
için yeni örgütlenme-yönetme biçimlerini tartışıyor.
Kapitalizme/kapitalist üretim
biçimine geç geçmiş bir ülke olarak, Türkiye egemenleri kaybettiği zamanı kazanmak için azgınca
saldırıların gerçekleştirildiği ülkelerden bir olarak ön plana çıkar.
Darbeler tarihi olarak da adlandırabileceğimiz tarihi ile devlet eliyle
Gençlik kendine sunulan/reva
görülen hayatı yaşam alanı neresi
olursa olsun tartışır. Kabul etmeye alışık olmayan ret eğilimi güçlü
gençlik kitlesi, kendisine sunulanın
açlık, yoksulluk, yozlaşma, paralıezberci-gerici eğitim olduğunu görünce, zamanını birlikte geçirdiği
2
Kürt kardeşlerine düşman edilmeye
çalışıldığının farkına varınca, nasıl bir gerçekliğin içinde olduğunu
anlar. Bunların çözümünün ise her
zaman uzak tutulmaya çalışıldığı politik mücadeleden geçtiğinin
farkına varması, sorumluluk duygusunun başlangıç anıdır. Bu topraklarda yaşayan birçok genç, mücadelenin kendini sorgulatma aşamasından böyle geçer aşağı yukarı.
Ardından soluksuz bir mücadele
başlar.
Gençliğin bir siyasi partiden beklediği, örgütünün kendisi gibi genç
olması, politikada etkin, günün gerisinde kalmayan, yeni yöntemlerle
geleceği yakalayan politik bir çizgi yakalaması, mücadeleyi militan
bir hatta inşa etmesi ve şüphesiz ki
demokrasidir. Benim açımdan tüm
bu niteliklere sahip olan Ezilenlerin
Sosyalist Partisi yürüdükçe işleyişini daha da iyi hale getirme yolunda.
Kitlelerin partisinde yer almak
isteyen her genç, ESP ‘ye üye olmalıdır. Sonbaharda birinci kongresini binlerce üyesi ile toplamayı hedefleyen ESP, gençleri saflarında
örgütlenmeye çağırıyor. Yaz ayları
boyunca sürdürülecek üyelik kampanyası 1 Haziran’da başladı.
Değişimin vazgeçilmez gücü
olan biz gençler, politikada daha
etkin olmak için üyelik kampanyası
çalışmalarında aktif rol alabiliriz.
Gençlik kendi partisini kendi çabası
ve kendi üretkenliği ile inşaa etmek
için çalışmalara katılmalıdır.
Emperyalist barbarlığa karşı
mücadele eden, şovenizm zehrine
karşı kardeşlik politikası yürüten,
tüm ezilen uluslara ve onların mücadelesine karşı tutarlı enternasyonalist tutumundan taviz vermeyen,
taban demokrasisi için meclis tipi
örgütlenmeyi benimseyen Ezilenlerin Sosyalist Partisi kararlı, azimli
duruşuyla biz gençleri sosyalizm
mücadelesine çağırıyor. Şimdi yola
çıkma zamanı. “Her insan herkes
karşısında her şeyden sorumludur”.
Siirt’e
Kadın Barikatı
Siirt’te yaşanan tecavüz olaylarının ilk davası görüldü. Mahkemeye giden heyetin gözlemlerine yer veriyoruz.
ZEYNEP S. VAROL
İstanbul Üniversitesi | İstanbul Tıp Fakültesi
Geçtiğimiz Nisan ayında normalde bir ülkeyi sarsması beklenen
bir olay çıktı ortaya. Siirt’te bir
kız çocuğunun rehber öğretmenine başından geçenleri anlatmasıyla yün yumağı çözülmeye başladı.
Kız çocuğunun okuduğu ilköğretim
okulunun müdür yardımcısından
öğretmenlerine, kentin ileri gelenlerinden askerine, polisine, esnafına kadar yüzlerce erkeğin dört kız
çocuğuna iki yıl boyunca sistemli
olarak tecavüz ettikleri ortaya çıktı. Bu iğrençlik basında şöyle bir
yer ettikten sonra aniden siliniverdi
sanki hafızalardan. İki yıl boyunca
nasıl bir erkek dayanışması sergilendiyse aynı şekilde örtbas edilmeye çalışıldı bu mevzu. Basın, emniyet, valilik... Herkes sus pus oldu.
Bu patlaktan sonra Manisa’da benzer bir tecavüz vakası ortaya çıktı. Ve ardından Haziran ayı içinde
Van’da da benzer bir durumun yaşandığını duyduk.
Yatılı
İlköğretim
Bölge
Okulları’nda asimilasyon politiklarının yanı sıra çocuklara yönelik
taciz ve tecavüz olaylarının da iyice
Bizler de ESPSosyalist Kadın
Meclisleri olarak
erkek dayanışmasına
karşı kadın
dayanışması için
batıdan bir heyet
olarak gittik 36
erkeğin yargılandığı
Siirt’teki olayın ilk
davasına.
ayyuka çıktığı böyle bir dönemde,
kim bilir kaç ilde, kaç yıldır, kaç
çocuk taciz-tecavüz mağdurudur
diye soruyor insan. Zira Siirt’te
gerçekleşen tecavüz olayı herkesin
üç maymunu oynadığı bir olaydır.
İki yıl boyunca olan bitenin herkesçe bilinmesi ve hiç ortaya çıkmaması, kentin ileri gelenlerinden
çocukların sınıfındaki erkeklere kadar ‘sınıfsız’ bir tecavüz çetesinin
varlığı erkek egemenliğinin güçlü
köklerini ortaya koymaktadır. Buradan hareketle Siirt davasında
adalet istemek ve davanın takipçisi
olmak önemli bir yerde durmaktadır.
Bizler de ESP-Sosyalist Kadın
Meclisleri olarak erkek dayanışmasına karşı kadın dayanışması için
batıdan bir heyet olarak gittik 36
erkeğin yargılandığı Siirt’teki olayın ilk davasına. Davanın olduğu
gün çeşitli illerde eş zamanlı eylemlilikler düzvenleyerek her kadını tecavüzcülere karşı kadın barikatını
kurmaya çağırdık.
Siirt’e ulaştığmızda yüzlerce
kişi bekliyordu. Davanın görüleceği
Siirt Adliyesi’ne 2 km uzaklıktaydık. Üzerinde ‘Tecavüz Kültürünü
3
Aşalım’ yazan pankartımız emniyet yetkililerince ‘yasak’ ilan edildi
ve yürüyüşümüze izin verilmedi ilk
etapta. Aramızda bulunan BDP’li
vekiller ve SKM sözcüsü arkadaşımız her ne olursa olsun yürüyeceğimizi belirttiler. Tüm bu tartışmalar
yaşanırken İstanbul’da yüzbinlerce
insan İsrail’in katliamına karşı şehri adeta inletiyorlardı. Siirt’te de
bir insanlık suçu işlenmişti ve yürümemize izin verilmiyordu. Tam anlamıyla başka bir ülke muamelesi
görüyordu bölge. Bu durum kendisini yürüyüşe kadar yansıtmıştı aslında. Slogan atmadan yürümemizi
bir ‘lütuf’ gibi bize bildiren polis o
arada tecavüz olayı için kendi yaptıklarından dem vuruyordu. Oysa
tecavüzcülerin arasında polislerin
de ismi geçiyor, her ne kadar cezalandırılmasalar da.
İki yıl boyunca bilinen bu olayın
yurtsever halk tarafından ortaya
çıkarılamamış ve kentte tepkinin
bu kadar geç kalmış olması da bu
baskının ürünüdür diye düşünüyorum. Kadın çalışmasının kentteki
düzeyi de değiştirilmesi gereken
en temel noktadır. Tüm bunlar göz
önüne alındığında, tecavüz kültürü-
ne karşı kampanya yürütmeye başlayan yurtsever kadın hareketinin
kampanyaya Siirt’ten başlaması
bu açıdan önemlidir. Sosyalist Kadın Meclisleri’nin de tecavüzün her
yerde olduğunu fakat Kürt coğrafyasında savaşın bu kültürü daha da
meşrulaştırarak katmerleştirdiğini
söyleyerek orada bulunması oldukça anlamlıdır.
Polis ablukası altında tamamladığımız yürüyüşün ardından basın açıklamamızı yaptık. Kürt kadınları topraklarına, kültürlerine,
anadillerine, kadın-erkek demeden
bedenlerine tecavüz edildiğini, tecavüz kültürünü protesto etmekle
kalmayacaklarını ve mahkum edeceklerini dile getirdiler. Bizlerse
nerede bir tecavüz olayı olursa orada olacağımızı, tecavüze karşı kadın barikatını kurmak için olanca
gücümüzle mücadele edeceğimizi
belirttik.
Davanın ilk duruşmasında tahliyeler oldu. Bu demektir ki ikinci
duruşmada batıdan ve Kürt illerinden daha fazla kadın gitmeli, bu tür
davaların müdahili, öznesi olmalıyız.
Senior’s Letter | 2009-2010
Liselilerin
Ret Mektubu
İsrail’li lise son sınıf öğrencileri vicdani ret hareketini büyütüyor. Onlar kontrol noktaları yüzünden pek çok çocuğun okula
gidemediğini, genç Filistin’lilerin yok yere tutuklandığını ve öldürüldüğünü ifade ediyor ve bu savaşın bir parçası olmayı reddediyorlar.
Yapılanlar illegal, etik dışı ve bizim insani değerlerimize dünya görüşlerimize aykırıdır diyorlar.
İsrail’li kadın ve erkek tüm gençler lise eğitimlerini tamamladıklarında zorunlu askerlikle karşı karşıya ve lise son sınıfta vicdani
retlerini açıklıyorlar. Vicdani ret grubu Shimistim 2002’de bir mektup yayınlayarak bu mektubu imzalamaya çağırdı. Bu süreçte pek çok
genç vicdani retçi defalarca tutuklandı. 18 yaşındaki gençler “Bizi tutuklayacaklar o yüzden lütfen bugün bir mektup da siz yollayın”
diyorlar. Biz de en son yayınladıkları mektuba bu sayımızda yer veriyoruz.
Onları web siteleri olan www.shiministim.com’dan takip edebilir ve destek olabilirsiniz. Shiministim İbranice lise anlamına geliyor.
ÇEVİRİ
Süleyman Tatar | Boğaziçi Üni.
Biz, bu mektupta imzası olan
kadın ve erkekler, tüm ülkedeki
Arap ve Yahudiler olarak; burada
İsrail topraklarında ve işgal edilen
topraklarda, İsrail hükümetinin işgal ve baskı politikalarına karşı direneceğimizi, bundan dolayı İsrail
Savunma Bakanlığı’ının uyguladığı
bu politikalara bağlı faaliyetlerde
bulunmayacağımızı, adımızda belirttiğimiz gibi, reddettiğimizi ilan
ediyoruz.
Biz hepimiz İsrail’de farklı toplumsal alanlarda üretimlerde bulunuyoruz. Biz toplumsal katkı, işbirliği ve gönüllüğün yaşamın bir şekli
olduğunu ve 2-3 yılla sınırlandırılamayacağını düşünüyoruz. Bizim
vicdani reddimiz doğrudan bizim
gönüllük deneyimlerimizden, inandığımız değerlerimizden, yaşadığımız topluma duyduğumuz sevgiden,
tüm insanlığa saygımızdan ve tüm
canlılar için daha iyi bir ülke kurma amacımızdan geliyor.
İşgal özellikle Filistin’liler için
dayanılmaz koşullar üretiyor. kontrol noktası politikası, toprak ilhakı, Apertheid Duvarı, sadece İsrail
yollarının asfaltlanması, yerleşim
projeleri, suikastler, tüm bunlar
Batı Bank’ta kırk yıldan daha uzun
süredir yayılıyor. Gazze kuşatması ve ambargosu -ki bu ambargo temel ihtiyaçları da kapsıyorGazze’dekilerin minimum yaşama
koşullarını daha fazla zayıflatıyor.
Biz bu gerçekliğe göz yumamayız.
Ordu ve hükümet sözcülerinin
dile getirdiği işgalin güvenlik sorunundan kaynaklandığı iddiasının
hiçbir doğruluğu yoktur. Bağımısızlığı için savaşan hiçbir ülke silahlarla yenik düşürülemez. Mazlum Filistinliler ve onların boyundurukları şiddetli direnişlerin sebebidir. İsrail halkı Filistin toprakları
işgal altında olduğu sürece güvende
olamaz. Filistin-İsrail sorununun
askeri hiçbir çözümü yoktur. Barış,
Arap ve Yahudi halklarının hayatlarını güvenceye alacaktır.
İsrail
hükümeti
sık
sık
4
Ortadoğu’daki tek demokrasi olduklarını ifade edip böbürleniyor.
İşgal bu iddiaya tam olarak zıt. Seçimlerde oy kullanmayan milyonlarca insanın hayatını kontrol eden
bir ülke nasıl demokratik olabilir?
tekrar tekrar bastırmaya çalıştığında, sahne sivil insanların ölümü
ve savaş suçlarının işlenmesi için
açılıyor demektir. Bunları yapanlar
istisna ya da çürük elmalar değildir. İşgal bu durumların kokuştu-
Bağımısızlığı için savaşan hiçbir ülke
silahlarla yenik düşürülemez. Mazlum
Filistinliler ve onların boyundurukları
şiddetli direnişlerin sebebidir. İsrail halkı
Filistin toprakları işgal altında olduğu sürece
güvende olamaz.
Halkı yöneten bir ordu diktatörlükten başka bir şey olabilir mi?
İsrail ordusu dünyadaki en etik
ordu olduğunu iddia ediyor. Fakat
zaman ve gerçeklik etiğin ve işgalin birlikte anılamayacağını ispatlıyor. Silahlı gençlerin, haklarından
mahrum edilmiş insanların ortasına gönderildiğinde, hükümetin
bu mazlum insanların direnişini
ğu lağım çukurlarıdır. İşgal İsrail
ordusunun uluslarası sözleşmeleri, BM kararlarını ve uluslararası
mahkemelerin emsal davalarını,
hatta İsrail hukukunu ihlal ettiğini gösteriyor. Zaman ve gerçekler
doğruluyor.
Esas itibariyle yerleşim politikası ırkçıdır. Mesih ideolojisine
göre Batı Şeria’daki Apartheid Du-
Or Ben-David, 19, Kadın.
“Reddediyorum, çünkü fark yaratmak
istiyorum. Ben bunu umutlarını kaybetmiş
Filistin’li gençler için, fark yaratan İsrail’liler
olduğunu göstermek için istiyorum. Ben tüm
bunları askerde olan ya da gidecek olanlara bu
sistemi kabul etmenin, istemediğimiz şeyleri
yapmanın ve o askeri düzen içinde yaşamanın
tek yol olmadığını ve alternatifini göstermek
için istiyorum. Bir gün onlar da akıllarını ve
gözlerini yeryüzünde neler olduğunu görebilecek
kadar açacaklardır.”
varı yaratılmıştır. Ayrıcalıklı olanlar kendi yöneticilerini seçecekleri
seçimlere katılırken, Filistin’liler
askeri kurallara tabi oluyor.
Ayrıcalıklılar sosyal güvenceli
ve iktisadi rahatlık içinde yaşarken,
Filistinliler kölelik ve yoksulluk koşullarında yaşıyorlar. Ayrıcalıklılar
İsrail mahkemelerinde yargılanırken, Filistin’liler askeri mahkemelerde temel haklarından yoksun bir
şekilde sürünüyor. Irkçılığa karşı
olan herkes bu iğrenç ve arkasında
durulmaz tabloyu görmelidir.
En tutarlı retçi olarak barışı
reddeden İsrail hükümetine rağmen
kendisine vicdani retçi diyenler var.
İsrail ordusu savunma değil işgal
ordusudur. İsrail bir zeytin dalı
uzatmıyor aksine milliyetçi şiddeti
destekliyor.
İşgal İsrail toplumuna karşı işlenmiş sürekli bir cinayettir.
Filistin’lilerin kölelik koşullarında
İsrail’de istihdam edilmesi tüm işçilerin çalışma koşullarında büyük
bir kötüleşmeye ve herkesin hakkının gaspına sebep oluyor. Kamu
harcamalarına yatırım yapmak yerine İsrail hükümeti 40 yıldır toprak gerçekliğini değiştirmek için
villa yapımına ve kavşak yapımları-
5
na yatırım yapıyor. Taraflı normlar
ve genç askerlerin itiraf ettiği şiddet yeşil çizgiyi aştı ve İsrail toplumunda ırkçılık ve şiddet tırmandı.
Sorumluluk ve bu iki halkın bu
ülkede yaşama durumunu düşündüğümüzde biz suskun kalamayız. Biz
bu işgal gerçekliğinin içine doğduk
ve bizim jenerasyonumuz bunu doğal olarak gördü ve yaşadı. İsrail
toplumunda 18 yaşına basmış her
genç kadın ve erkeğin askerliğini
yapması gibi bir gerçeklik var. Öte
yandan gerçekliği göz ardı edemeyiz; işgal iki halkın da varlığını
tehdit eden olağanüstü bir şiddet,
ırkçılık, insanlık dışı, yasadışı,
anti demokratik bir durumdur. Biz
kendi düşüncelerimizi bağımsızlık,
adalet, doğruluk ve barış üzerine
kurduk, bu durumu kabul edemeyiz.
Bizim vicdani reddimizin kökleri bizi sarmalayan toplumun değerlerine olan bağlılığımızda, barış ve
eşitlik mücadelesi, Arap ve Yahudi
halkın birlikte yaşama mücadelesindedir. Bu bizim yolumuzdur, bedel ödemeye hazırız.
Senior’s Letter 2009-2010 Grubu
Üyeleri
TÜRKİYE
6–7 Eylül 1955 M. Kemal’in doğduğu evde bir ses
bombası patlaması üzerine İstanbul’da yaşanan ve Ermenilerle ve Rumların hedef alındığı saldırılarda 15
kişi öldü, birçok kadın tecavüze uğradı, gayrı müslimlere ait birçok iş yeri ve ibadethane tahrip edildi,
değerli mallarına ve taşınmazlarına el konuldu. Daha
sonrasında ses bombasını atanın Türk istihbaratı adına
çalışan biri olduğu ortaya çıktı. Dönemin Özel Harp
Dairesi sekreteri bu olayları “Harp Dairesinin önemli
bir başarısı” olarak niteledi.
Önüm
26 Aralık 1978 Maraş’da ülkücülerin film gösterimi yaptığı sırada sinemada patlayan bir dinamit
üzerine gerçekleşen olaylarda, daha öncesinden evlerinin kapısı kırmızı boyalarla işaretlenmiş, Alevilerin
yaşadığı evlere girilerek aralarında çocukların ve bebeklerin de bulunduğu 100’ün üstünde insan vahşice
katledildi. Sinemaya dinamiti atan ve o zamanlar ülkü
ocakları üyesi olan Ökkeş Şendiller (Kenger) milletvekili olarak TBMM’ye girdi.
Arkam
12 Mart 1995 Kontrgerilla güçleri tarafından Gazi
Mahallesi’ndeki Alevi kahvehanelerine yapılan saldırılarda iki Alevi emekçi hayatını kaybetti ve daha
sonrasında Gazi Mahallesi’nde yaşanan ayaklanma
Ümraniye’ye sıçradı. Olayları bastırmak isteyen kolluk
güçleri 22 insanı katletti.
KATLİAM
İSRAİL
İsrail’e lanet okuyoruz. Peki burası farklı mı?
22 Temmuz 1946 İsrail kontrgerilla örgütü İrgun’un Kral Davut Oteli’ne düzenlediği saldırıda
96 kişi hayatını kaybetti.
DOĞUKAN ÜNLÜ
İstanbul Üniversitesi | Maliye
Bu anlayış, 2,5 milyon Gazze’liyi birkaç çeşit gıdaya
mahkûm eden, camları kırılan evlere takılacak olan camlara
dahi izin vermeyen anlayıştır. Biz bu zihniyeti, “Türk, bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı.” diyen eski Adalet Bakanı Mahmut Esat
Bozkurt’tan tanıyoruz. Açılım’ı Türkiye’yi bölme planı olarak
belirten CHP’li Onur Öymen’in Kürt halk direnişini bastırmak
için izlenecek yolun Dersim katliamında izlenen yol olmasını
söylemesinden tanıyoruz. Yakılan köylerden, sürgün edilen insanlardan, 17 bine yakın faili meçhul cinayetten tanıyoruz.
Haziran 1982 İsrail devleti Lübnan’ı işgal etti ve İsrail kuvvetleri başkomutanı Ariel
Şaron’un emriyle mülteci kampları basılarak 2000’den fazla
Filistin’li öldürüldü. Daha sonraki
yıllarda Ariel Şaron İsrail devlet
başkanı oldu.
25 Şubat 1994 İsrail’li
kontrgerillalar tarafından Batı
Şeria’nın El Halil kentinde bulunan bir camiye yapılan saldırıda
50’nin üzerinde kişi hayatını kaybetti.
İsrail ve Türkiye Cumhuriyet’i Devleti kadar İsrail’li Yahudilerle Türkiye’deki Türkler de benzer. Aynı korkuyla, aynı
paranoyayla yaşıyorlar. “Kendilerinden başka dostları olmadığını” düşünüp, köşeye sıkışmış gibi hissediyorlar. Kendilerine
ait olduklarını sandıkları devletlerin bekası için ölmeyi ve öldürmeyi kabul ediyorlar. Yaşadıkları paranoya haliyle burunlarının dibindeki katliamları, sürgünleri, köy yakmaları görmezken İsrail’de aynıları yaşandığında sokaklara dökülüyorlar. Bir
çocuğu Gazze’de taş atarken başka görüyorlar, Amed’de (Diyarbakır) taş atarken başka. Birinin fotoğrafını bilgisayarlarına duvar kâğıdı yapabiliyorlar ama diğeri onlara hiç fotojenik
gelmiyor, nefretle bakıyorlar.
27 Aralık 2008 Onlarca masum insanın öldüğü Kurşun Dökme Harekâtı’nı “yeterli” görmeyen İsrail, Gazze’ye bir atom
bombası atılmasını talep ederek,
“Tüm Arapları hizmetçi seviyesine indireceğiz” açıklamasında
bulundu.
6
Mostar diyarından göçenler
Balkan göçmenleri anayurda gelirken neler umup, neler buldular?
SELİM SEZER
Galatasaray üni. | Doktıra
Balkan ülkelerinden Türkiye’ye
göç etmiş olan Türkler, ikili bir karakter taşırlar. Bir yandan, etnik
azınlık olarak yaşadıkları ülkelerde doğup büyümüş olmaları -belki
de kaçınılmaz olarak- milliyetçimuhafazakâr yönlerini beslemiştir
ve bu niteliklerini hâlâ güçlü bir
biçimde taşırlar. Diğer yandan,
göç etmelerinin üzerinden onyıllar geçmiş olmasına rağmen hâlâ
Türkiye’ye de tam anlamıyla entegre olamamışlardır; bir düzeyde özerk, ayrı bir topluluk olarak
yaşarlar ve kendi kültürel özgünlüklerini de korurlar. Taşıdıkları
kültürel renklilik ise, Balkanlarda
yaşayan tüm halkların sahip olduğu kültürlerin etkileşiminden doğan
karma bir renkliliktir aslında.
Benim babamın babası, sağcı Menderes hükümeti döneminde
Balkan Türklerine yönelik “Anayurda gelin” propagandasına aldanarak bütün ailesini İstanbul’a
getirmiş. Annemin babası ise çok
daha sonraki yıllarda, “buralarda
artık Türk ve Müslüman kalmadı”
diyerek aynı kararı almış. Annem
ve babamın her ikisi de o zamanki Yugoslavya’nın parçası olan
Makedonya’da doğmuşlar, ben ise
Türkiye’de doğan ilk kuşaktanım.
DENİZ KÜÇÜKBUMİN
İstanbul Üni. | Tarih
Türkiye’deki Balkan kökenli
insanlar birçok ulusal, mezhepsel
ve kültürel farklılığa sahip birçok topluluktan oluşur ve her birinin kendilerine ait bir kültürleri
ve onu yaşatmayla ilgili sorunları
vardır. Bugün Türkiye’de Arnavutlar, Boşnaklar ve Pomaklar en
büyük Balkan kökenli ulusal azınlıklardır ve her birinin 1-2 milyon
nüfusu vardır. Ayrıca özellikle Makedonya bölgesinden göçen Türk ve
Arnavut’larda Bektaşilik bir hayli
yaygındır. Türk ve Sünni olan-
Benim çocukluk yıllarım, Rumeli âdetleri, kültürü ve değerleri
içinde yoğrularak geçti. Türkiye’li
öteki halkların pek de yakından
tanımadığı, gerçekten de özgün
ve benim hâlâ değer verdiğim bir
kültürdür bu. Ancak daha o yaşlardan itibaren anlamakta zorluk
çektiğim şeylerden bir tanesi, “biz
muhacirler”in, neden her şeylerini
“buralı”lardan ayrı tutmaya çalıştığıydı. Neden ailenin tüm üyelerinin bir araya geldiği meclislerde tek gündem “Üsküp’teki güzel
günlerimiz” oluyordu? Neden bir
“muhacir”in bir “buralı” ile evlenmeyi düşünmesi bile garipseniyordu?
Bir dünya görüşüne sahip olmaya başladıktan sonra bu soruların
yanıtını daha iyi kavramaya başladım. Bizden önceki kuşak, söz
yerindeyse “kandırılmış”tı. Onlar
Menderes ve beraberindekilerin
iddia ettikleri gibi “anayurda”
gelmemişlerdi, tam tersine, anayurtlarını yüzlerce kilometre geride
bırakmışlardı. Beraberinde getirdikleri ise birer Yugoslavya minyatürüydü aslında. Diliyle, kültürüyle, kıyafetleriyle, yemekleriyle,
türküleriyle, Tito Yugoslavya’sının
halklar bahçesinden demetler ge-
tirmişlerdi. Ama iktidarların kirli
propagandalarına bir nebze de olsa
inandıkları da muhakkaktı. Her
şeyden önce, “komünizm” onlar
için en büyük tabuydu. İçten içe
doğdukları topraklara büyük bir özlem duysalar da, Türkiye’ye gelerek
Türk ve Müslüman kimliklerini yok
olmaktan kurtardıklarına inanmış
ya da inandırılmışlardı. Bu nedenle
Türkiye’de de “komünizm” peşinden koşanları her zaman garipsediler, hatta kimi zaman garipsemekle
kalmayıp lanetlediler. Oysa ki biraz
sohbet etseniz Tito’nun “koca bir
ülkeyi ne kadar iyi yönettiğini”,
yoksulluğun, işsizliğin hiç de kader olmadığını orada gördüklerini,
buraya geldikten sonra eğitimin,
sağlığın nasıl olup da paralı olduğunu hâlâ idrak edemediklerini
söyleyecek olanlar da onlardı. Hem
de Yugoslavya’nın “özyönetim” adı
altında uyguladığı piyasacı sosyalizmin bütün zaaflarına rağmen.
Elbette göçmenlerin de kendi
içinde kuşaktan kuşağa ve geldikleri ülkeye göre farklılıklar arz ettiklerini de söylemek gerekir. Herhalde hiçbir kesim, 1980’lerin ikinci
yarısında gelmiş olan Bulgaristan
göçmenleri kadar anti-komünist
olamaz. Bunda da anlaşılmayacak
lar ise yine önemli çoğunluktadır.
Göçmenler Türkiye’de genel olarak
Ege ve Trakya’da kırsalda ayrıca
Batı’da büyük şehirlerde yaşasalar
da Anadolu’nun değişik yerlerinde
de yerleşmiş topluluklar vardır.
(bkz. Samsun, Sivas, Nevşehir)
Balkanlar’da yaşama fırsatı kalmaması nedeniyle yapılmış, daha
sonrasında ise Türkiye’nin dini
kışkırtmaları, sosyalist rejimlerin
hataları, savaşlar, soykırımlar ve
asimilasyon denemeleri sonucu göç
dalgaları olmuştur.
Genellikle Balkan göçmenleri
Türkiye’ye dini ve ulusal baskılar
yüzünden gelmişlerdir. Tahminen
en yoğun göçler 1908-1912 Genel
Rumeli, 1923-1930 Yunanistan,
1950-1960 Yugoslavya, 19891995 Bulgaristan-Bosna döneminde olmuştur. İlk göçler Balkan
savaşı ve nüfus mübadelesi sonucu
Buraya geldiklerinde ise görece bir rahatlık, en azından hayatta kalma fırsatı bulmuşlar fakat
etnik ve mezhepsel kökeni Türk ve
Sünni olmayanlar hızlı bir şekilde
asimile edilmeye başlanmışlardır.
Bugün bu topluluklardan hiçbirinin
Türkiye’de anadilde eğitim hakkı
yoktur. Kültürlerini yaşatmak için
7
çok bir şey yok; Todor Jivkov hükümetinin uyguladığı asimilasyon
politikalarının da savunulabilecek
hiçbir tarafı yok. Ancak onların
içinde bile “Türkçe konuşamıyorduk ama en azından aç değildik”
diyenlerin sayısı hiç de az değil.
Çok daha önemlisi, söz konusu politikalara karşı etki-tepki ikilemi
içinde milliyetçi bir ideoloji yayılmış olsa da, Türkiye’nin ulusal sorunu konusunda bir empati kurma
şansına en fazla sahip olanlar da
onlar. Bizim Yugoslavya göçmenleri arasında bile Kürt sorununu,
kendilerini Kürtlerin yerine koymaya çalışarak anlamaya çalışan nice
insana bizzat tanıklık etmişimdir.
Sonuç olarak, Türkiye’de yaşayan Balkan göçmenleri her zaman
karmaşık ve çelişkili bir ruh halini
taşıyageldi. Ancak göçmen çocuklarının arasından yetişen eğitimli
kuşak, dünyaya çok daha net bakma şansına sahip. Bir zamanlar
Doğu Avrupa ülkelerinin taşıdığı
“halklar bahçesi” niteliğini Anadolu ve Mezopotamya coğrafyası içinde var etmenin mümkün olduğunu
düşünen insanlar yok değil. Evet,
hala göçmen çocukları içinde milliyetçi olanlar ağırlıkta, ama bizim
de sayımız giderek artıyor.
ise kendilerine ait çeşitli kurumları
ve örgütlenmeleri vardır.
Biz devrimciler ise bu meselede
eksikliklerle doluyuz. Bugüne kadar pek az yerde onların içlerinde
olduk ve dertlerini sorunlarını dile
getirdik. Türkiye’deki azınlıkların
tamamı önümüzdeki birkaç onyılda
ağır asimilasyon politikaları sonucunda tamamen yok olabilir ve bunun vebali de bizlerin omuzlarındadır. Sorunlarını sahiplenebilmek ve
onların ulusal, mezhepsel, kültürel
hakları için politika üretebilmek
önümüzde bir ödev olarak durmaktadır.
Gençlik
Barışa
Köprü
Olacak
69 yılında devrimci gençler tarafından Zap Suyu’na yapılan, 99 yılında bombalanarak yıkılan devrimci gençlik köprüsü, 2010 yazında bir müze
köprü olarak yeniden inşaa edilecek. Köprünün yapımı 3. Boğaz Köprüsü yapımına denk geliyor. Girişim sözcüsü Cezmi Ersöz’e projeyi sorduk.
RÖPORTAJ
Özgür Gençlik Dergisi
Neden “Barışa Köprü” ?
69 yılında gençler, 1. Boğaz
Köprüsü’nün yapılması kesinleştiği andan itibaren buna karşı çıkmışlar ve demişler ki “İstanbul’a
değil Hakkari’ye köprü yapalım”.
İstanbul’a köprü yapılırsa sermaye
batıya akacak. Doğu fakirleşecek,
batı hızla zenginleşecek ve arada
büyük bir fark oluşacak.
Bir diğer amaç köprü yapımında batıdan doğuya uzanan barış eli
olmak. Doğunun unutulduğu tek
başına çaresizce bırakıldığı, yok
sayıldığı, inkar edildiği dönemde
İstanbul’dan onlarca öğrencinin
iki buçuk aylık süre boyunca köprü
yapması bölgede çok büyük bir sevinç yaratıyor.
Ve ekolojik kaygılar… Diyorlar
ki o dönemin gençleri; İstanbul’a
köprü yapılırsa bu köprü yetmeyecek, diğer köprülere ihtiyaç duyulacak, rant kavgası yüzünden İstanbul betonlaşacak. Çevre yolları
doğal su havzalarını yeşil alanları
yok edecek, bölge coğrafyası eko-
lojik dengelerini kaybedecek, trafik
içinden çıkılmaz hale gelecek, ayrıca özel taşımacılık kışkırtılacak.
Şu anda gerçekten İstanbul doğallığını hızla kaybetti, kaybedecek. 3.
Boğaz Köprüsü’nden sonra şehrin
nüfusu 20 milyon olacak.
Hakkari’de köprünün yapılmasında ise bizler şöyle düşündük;
Kürtlerle Türkler bu zamana kadar
birlikte hiçbir şey yapmadılar. Otuz
yıldır süren bir savaş, toplumsal
8
dengeleri alt üst etti. Kürtler ve
Türkler arasında ruhsal ve duygusal bir kopuş ortaya çıktı. Birlikte
bir şey yapmak istiyoruz. Bunun en
büyük simgelerinden biri bu köprü
olacak. Bu köprüyü Hakkari’li insanlarla birlikte yapmak istiyoruz.
Ortak bir simgemiz olsun istiyoruz.
Köprü kadar barışa hizmet edecek
daha iyi bir sembol bulmak zordur.
Çünkü köprü birleştiricidir, köprü
kavuşturandır, bağlayıcıdır.
Gençlik bakımından bu projenin önemi nedir?
Kırk küsür sene önce kendi yaşlarındaki duyarlı demokrat devrimci öğrencilerin iki buçuk ay kadar
orada kalmaları ve oradaki insanlara bir hizmet götürmeleri çok
heyecanlandırdı gençleri. “Onlar
yaptı biz niye yapmayalım” dediler
ve inandılar. Çünkü barış öncelikle
gençler için çok önemli. Silahların susması kanın durması… Çün-
kü gençler savaşıyorlar dağlarda.
Türk ve Kürt gençleri savaşıyorlar.
Yirmili yaşlarının başında çiçek
gibi çocuklar kara toprağa gömülüyorlar, tabutlarla evlerine gönderiliyorlar. Bu yoksulların ve gençlerin savaşıdır. Tabii ki barışı gençler
isteyecekler. Çünkü onlar ölüyorlar. Gençler şunun farkında; bu
savaş kışkırtılıyor. Savaş her şeyin
önüne çıkıyor, savaş hep olağanüstü bir hal yaratıyor. Toplumsal harekete baskıları da meşrulaştırıyor
bu savaş. Sosyalizme açılan yolda,
örgütlü mücadelenin gelişmesi için
bu savaşın sonlandırılması gerekiyor. O yüzden gençlerin katılımını
çok önemsiyorum.
Henüz bu projeyle tanışmamış
ya da ilgilenmemiş gençlere ne
söylemek istersiniz?
Öncelikle şunu düşünmeliler;
bireysel mutluluk diye bir şey yok.
Acı çekiliyorsa bir toplumda, adaletsizlik varsa açlık, sefalet, işsizlik
Eray Güven
İstanbul Üniversitesi | Hukuk
Uzun ve hareketli bir dönemin ardından yine yoğun gündemlerle yaza girmiş bulunuyoruz. Barış İçin Vicdani Ret Platformu
olarak kurulduğumuz günden bu yana yaptığımız etkinliklerle
kardeşleşmenin önünü açmaya, Kürt halkına yönelik saldırıların
sona ermesine, Kürt ve Türk gençlerinin bu kirli savaşta yok olup
gitmemesine çalıştık. 15 mayıs Dünya Vicdani Retçiler gününde 28
arkadaşımızla yaptığımız toplu vicdani ret açıklamaları yaptığımız
etkinliklerin belki de en önemlisiydi.
Yaz dönemimde olmamıza rağmen gündemler aynı yoğunlukta
devam ediyor. 1 Haziran tarihi itibari ile Kürt Hareketi tek taraflı
olarak ifade ettiği ateşkesi bozduğunu açıkladı. Türk ordusunun
Kürt coğrafyasına yaptığı operasyonlar aynı hızıyla devam ediyor. Bu da her iki taraftan da ölümlerin artması anlamına geliyor. Kışlalarda şüpheli asker ölümleri devam ediyor. Platform
varsa mutluluğa ulaşamayacaklarını
düşünüyorum. Edip Cansever’in bir
dizesi vardır: “Gülmek bir halk gülüyorsa gülmektir”. İnsanların mutsuz olduğu bir toplumda tek başına
mutlu olmak bana etik gelmiyor.
Burada ülkesini düşünmeyen, ülkesinin sorunlarını düşünmeyen bir genç
benim için çok hazindir. Ben toplumsal mücadeleye katkı sunduğum
zaman kendimi mutlu hissediyorum.
Açlığın, sefaletin olduğu bir ülkede
bir yere kadar kaçabilirsiniz. O açlık, sefalet gelir herkesi bulur.
Hakari’ye gidiş planı
Hakkari’deki plan nedir?
bilir. Konseri de barış haftası içinde
düşünüyoruz. 1 Eylül yoğun bir gün
olduğu için o gün olamayacak.
Mühendislik/mimarlık öğrencilerinden sürecin tamamına katılacak olanlar var mı?
TMMOB’a gidip destek isteyeceğiz. Ayrıca gönüllüler çıkarsa
Hakkari’yi arayıp arkadaşlarımızı
karşılamalarını isteyeceğiz. Eğer
olursa çok sevindirici olur.
son bulması, zorunlu askerlik hizmetinin kaldırılması için mücadelemize yaz döneminde de devam edeceğiz.
Bildiğiniz gibi Enver Aydemir arkadaşımız Boğaziçi
Üniversitesi’nde yaptığımız Barış İçin Vicdani Ret etkinliğine
gelirken yolda tutuklanmış ve askeri cezaevine sevk edilmişti.
Geçtiğimiz hafta Enver arkadaşımız Ankara Gata’da psikolojik
olarak askerlik hizmeti yapmaya uygun olmadığı gerekçesiyle
verilen ‘çürük’ raporuyla askerlik hizmetinini yapmaktan “mahrum” oldu. Enver arkadaşımıza verilen ‘çürük’ raporu aslında
Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir?
ve
Köprünün yapımı başlayacak,
köprünün bitimine çok az kala
Haydarpaşa’dan gençler, üniversite öğrencileri, aydınlar, gazeteciler
Van Ekspresi’ne binecekler, otuz
sekiz saat süren bir yolculuk sonunda Van’a varacaklar, oradan onları
karşılayarak Hakkari’ye götüreceğiz. Çadırlarda veya misafirhanelerde konaklayacaklar. Sanatçılar köprünün bittiği akşam oraya varacaklar, ben de onlarla olacağım. Son iki
üç gün köprünün kalan kısmını buradan giden gençler yapacaklar. Bir
çeşme yapılacak, banklar yapılacak,
yoldan geçen insanların soluklandığı
küçük bir park yapılacak köprünün
ayaklarına. Tabii bu bir müze köprü
olacak, kullanılmayacak. Ardından
kurdele kesilecek ve akşam da konser verilecek. Bu iki üç gün içinde
bir takım resim, yazı, tiyatro gibi
atölyeler kurulması düşünülüyor.
Bazı sanatçı dostlarımız böyle akademilerin yararlı olacağını düşündü.
Tiyatro ekipleri müzik grupları gele-
olarak operasyonların durdurulması, kışlalarda asker ölümlerinin
sistemin kendi çürüklüğünü gözler önüne seriyor. Egemenler
vicdani ret mücadelesiyle başa çıkmak için ‘çürük’ raporu ver-
Bu projenin devamının gelmesini
istiyorum. Bölgeye dönük bir takım
projeler üretelim. Mesela yakılan
boşaltılan bir köye dersane yapalım,
kütüphane yapalım. Kürtler ve Türkler ortak eserler verelim. Bu konuda
herkesin desteğine açığız. Umarız
operasyonlar biter ve bölgede rahatça çalışırız. Çok ciddi bir güvenlik
sorunu olursa erteleyebiliriz. Çünkü
bizimle gelecek gençlerin canı her
şeyden önemli. Valilik ve bölgedeki
en büyük parti olan BDP destekliyor
projeyi. Hakkari milletvekilleriyle
görüştük. Olumsuz bir yanıt almadık.
erek kurtulacaklarını zannediyorlar. Türkiye imzalamış olduğu
uluslararası protokollere göre vicdani ret hakkını tanımak zorunda fakat ısrarla tanımamak için direniyor. Vicdani ret hakkının
tanınması için mücadelemiz devam edecek.
Platform olarak bu savaşın sona ermesi için mücadele yürüten
diğer kesimlerle birlikte etkinlikler yapmayı planlıyoruz. Enver
arkadaşımızın müslüman bir vicdani retçi olması bu sorunun
aslında her kesimden insanı ilgilendirdiğini bize net olarak ifade
ediyor. Bu savaşa karşı olan kesimlerle birlikte etkinlikler düzenleyip barış için vicdani ret mücalesini büyütmeye çalışacağız.
Avrupa Sosyal Forumu bu yıl 1-4 Temmuz tarihleri arasında
Türkiye’de gerçekleştirilecek. Avrupadan sol, sosyalist, demokrat
İlgilenmek isteyenler nasıl ulaşabilirler? Neler yapabilirler?
çevreler buluşup başka bir dünyanın nasıl mümkün olabileceğini
tartışacaklar. Bu etkinlikte platform olarak biz de yer almaya
Facebook’ta
Barışa
Köprü
Ol grubundan, yuksekovahaber.
com’dan takip edebilirler. Ayrıca
benim facebook sayfama da bakabilirler. cezmiersoz@superonline.
com’a mail atabilirler.
vicdani ret mücadelesini Türkiye ve Avrupa’dan gelen gençlerle
tartışıp ilerletmeye çalışacağız.
Platform olarak mücadelemize kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Bu kirli savaşı durdurmak için yürüttüğümüz vicdani ret mücadelesinde hepimiz üzerimize düşeni eksiksiz bir şekilde yapmalıyız.
Teşekkürler.
Yeni etkinliklerde görüşmek dileğiyle...
Ben de teşekkür ederim.
9
Kültürümüzü Yaşatmak İçin
Kartal Yakacık’ta bir araziyi işgal ederek kendi cem evlerini kuran alevi gençlerle sohbet ettik.
RÖPORTAJ
Hayriye Çiçek
Bugün alevi gençlerinin sistemden beklentileri nelerdir ?
Heval Demirtaş: Bugün bizler
alevi gençler olarak, en çok sorunu
eğitim kurumlarımızda ve toplu
yaşam alanlarımızda yaşıyoruz.
Mesela ben bir lise öğrencisi olarak en çok, beni anlatmayan ve
bana yararı dokunmayacak olan
din dersinde yaşıyorum bizlere
bakış sorununu. Beklentilerimiz de
bu açıdan yükseliyor. Okullardaki
din dersleri kaldırılmalı ya da bunun yerine herkesin dinini anlatıp
öğrenebileceği ders ortamları yaratılmalıdır diye düşünüyorum.
Çilem Erdoğan: Alevi kimliğimizden kaynaklı arkadaşlarımız
tarafından dışlandığımız anlar oluyor, bunların uzun bir süre farkında değildim ama alevi olduğumu
söylediğimde bana sorulan soruların saçmalığını görünce, aslında
toplumda bizim dinimizin tanınmadığını fark ettim. Bu tip yanlış
algılayışlar arkadaşlarımızla bizim
aramızda bir ayrım oluşturuyor.
Elbette bir öğrenme süreci gerekir bu anlayışın ortadan kalkması
için. Kendi kültürümüzü anlatabileceğimiz ve daha fazla öğrenip,
kendimizi de geliştirebileceğimiz
alanların yaratılması okullardan
başlayacaktır. Aslında en büyük
beklentilerimizin ve taleplerimizin
başında, okullardan başlayarak
dinimizi öğrenmemiz ve öğretmemiz, bunun dışında yaşamın diğer
alanlarında da dinimizi rahatça
yaşayabilmemiz için imkanların ve
olanakların yaratılması geliyor.
bir alana çevirmek istiyoruz ve bu
alanı elde etmek için işgal yolunu
seçtik.
Neden işgal ?
Heval Demirtaş: Bu mahallenin
çocuğuyuz. Burada onlarca camii
var ve yenileri yapılmaya devam
ediliyor. Bu mahallede yaşayan
onlarca alevi var ama onlar için
bir cem evi bile yok. Burada alevi
aileler cenazelerini kilometrelerce uzaklara giderek yıkatıyorlar.
Bunların dışında kültürümüzü yaşatabileceğimiz bir alanın olması
için de buradayız ve bu alanı kendi
kültürümüzü yaşatabileceğimiz
Çilem Erdoğan: Kendi kültürümüzü yaşatacağımız bir alanın
var olması için buradayız. Daha
önce mahallemizde Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri’nde toplanıp
kültürümüzün varlığını sürdürmeye
çalışıyorduk ama artık daha etkin
daha kapsayıcı bir alana ihtiyaç
duyduk ve bu araziye cem evimizi
kurduk. Sokaklarda yozlaşan bir
gençlik olmaktansa vaktimizi burada geçiriyoruz.
Bilindiği üzere Kartal Belediyesi CHP’ li ve alevilere yakınlığı
ile biliniyor. Peki sizlerin burada
işgal gerçekleştirmenizi nasıl karşılıyorlar?
Heval Demirtaş: Belediye Başkanı birkaç kere buraya gelerek
bu yaptığımızın ayıp olduğunu
söyledi. E-5 üzerinde bir cem evi
yapacağını ve burada yaptığımız
şeyi sonlandırmamız gerektiğini,
burasının belediyeye ait olduğunu
söyledi. Konu cem evi olunca belediyelerin tutumları aynı oluyor
10
burada. AKP’li bir belediye olsaydı
onlar da gelip ‘ayıp ediyorsunuz
burayı dağıtın’ diyeceklerdi. Bugün
CHP’lisi de gelip aynı şeyi söylüyor.
Çilem Erdoğan: Belediyenin
CHP’li olmasının burada cem evi
kurmamızda yararından çok zararı
bulunmaktadır. Sizin de söylediğiniz gibi alevilere yakınlığı ile bilinen bir belediye ile karşı karşıya
gelmek aslında ‘her şey söylendiği
gibi değilmiş’ dedirtiyor. Buradaki cem evine gelen ailelerin coğu
Eğer söylediği gibi
Cumhuriyet Halk
Partisi yanımazda
olsaydı bizim
partimiz olsaydı,
bizleri cem evi
için işgal yapmak
zorunda bırakmazdı.
oylarını seçimde CHP’ye attılar.
Benim ailem de oyunu CHP’den
yana kullandı fakat bugün hep
beraber gördük ki; CHP biz alevilerin yanında değil. Eğer söylediği gibi yanımazda olsaydı bizim
partimiz olsaydı, bizleri cem evi
için işgal yapmak zorunda bırakmazdı. Kendisi belediye olur
olmaz yapardı.
CHP’nin Genel Başkanı Kılıçdaroğlu en çok alevi kimliğiyle
yer etti. Sizce CHP’nin bundan
sonraki politikasını etkiler mi?
Heval Demirtaş: Aslında
CHP’nin politikasını etkileyeceğini düşünmüyorum ama oy
oranında bir artış olacaktır. Kılıçdaroğlu genel başkan olduktan
sonra biz burada işgali gerçekleştirdik ama CHP’nin bize karşı
tavrını etkilemedi. Ama buradaki
ailelerin coğu CHP’nin tavrından rahatsız olsalar da oylarını
Kılıçdaroğlu’na vermeyi düşünüyorlar. Sadece alevi kimliğine
sahip olması oyları alması için
yeterli görülüyor şu an.
Çilem Erdoğan:
Kılıçdaroğlu’nun genel başkan
olması CHP’yi değiştiren bir
şey olmayacaktır bence çünkü
şimdiye kadar da CHP alevilerin partisi olduğunu söylüyor ve
büyük oranda oy alıyordu. Fakat
burada yaşayanlar ve belediyeyle
cem evi meselesi yüzünden karşı
karşıya gelen aileler CHP’nin
gerçek yüzünü gördüler. Nasıl
burada belediyenin gerçek yüzünü gördülerse en kısa zamanda
da Kılıçdaroğlu’nun gerçek yüzünü göreceklerdir diye düşünüyorum. Bugün sadece alevi olmak,
alevileri savunuyorum demek
yetmiyor. Onların yanında hatta
içlerinde olmak gerekir.
Gençlik N’apsın
Kılıçdar’ı?
Gerçek Gandi mi çakma mı? Kimdir aslında Kılıçdaroğlu?
CHP’li gençler geçtiğimiz ay iki
perdelik bir oyunun figüranı oldular.
Malum görüntülerin yayınlanmasının ardından istifa eden genel başkanlarının geri dönüşünü sağlamak
amacıyla onun evinin önünde açlık
grevi yaptılar birinci perdede. İki
Deniz’li tişörtler giymişlerdi; faşistliği
ayyuka çıkmış Baykal’ı, faşizme karşı duruşun simgesi Deniz Gezmiş’le
özdeşleştiriyorlardı. İkinci perdede
ise, Kılıçdaroğlu’nun partinin başına
geçtiği kurultayda yeni genel başkanlarına tezahürat yaptılar huşu içinde.
“Faşizme geçit yok” diye bağırıyorlardı. AKP’ye karşı, fakat MHP’yle
bir koalisyon hükümetine hazırlandığı belli olan Kılıçdaroğlu’nu avuçları
patlarcasına alkışlıyorlardı aynı anda.
Adam Kürt ama, aslında Türkmen
olduğunu ispatlamaya çalışıyor, Soner
Yalçın ve Yusuf Hayaloğlu gibi tescilli
ırkçıların yardımıyla. Çoktan bayatlamış 80 yıllık o bildik teraneyi okuyor:
“Doğudaki Kürt kökenli vatandaşlarımızın sorunu kimlik değil kalkınma sorunudur.” Sahi, karnı daha iyi
doyan Kürt kendi anadili üzerindeki
yasakları unutuyor mu? Peki Kılıçdaroğlu, Kürtler bir millet midir sence,
açıkca cevap versene! İnkar ettiğin o
millet senin gibiler için “caş” sözcüğünü uygun görüyor hatırlatalım.
O bir alevi, fakat Alevilerin hiçbir
hakkını, zorunlu din dersinin kaldırılmasını bile dillendirmiyor. Ve tarihi
alevi katliamlarına imza atan kontrgerilla uzantılarıyla kol kola girmekten geri durmuyor. Aleviler arasında
senin gibilere “yol düşkünü” dendiğini
bilmiyor olamazsın Kılıçdar.
Üniversitede başörtüsü yasağına
değinmekten kaçınmak için merdivenaltı atölyelerde ucuz işgücü sömürüsüne uğrayan başörtülü genç işçileri
doluyor diline. Ey Kılıçdar, böyle kaçak oynayarak ve sapla samanı birbirine karıştırarak bu meseleden sıyrılabileceğini mi sanıyorsun?
İşsizlik yoksulluk ve yolsuzluk
Kılıçdar’ın ağzından düşmeyen mevzular. Ne ki, yolsuzluk batağında semiren Doğan Medya’ya sırtını dayayarak, TÜSİAD’çı sermaye sınıfına
kendini kabul ettirmek için çırpınarak varolmaya çalışıyor. Sermayenin
emekçiler için sömürü ve yoksulluk ile
kodlandığını ne yapsan da gözden kaçıramazsın Kılıçdar!
Buradan yaşıtlarınıza neler
söylemek istersiniz?
Biz burada cem evimizi kurduk, burası bizim en önemli
üretim alanımız, tüm ardakaşlarımızı buraya hem bize katılmaya
hem de ziyarete bekleriz.
Çok teşekkürler sohbet için.
Kılıçdar’dan, eline geçen yolsuzluk
belgelerini kamuoyuna açıklayarak
sükse yapan bir devlet müfettişi çıkabilir belki, lakin solcu ve halkçı bir
lider asla çıkmaz. Nazım’dan birkaç
dize okuması, hiçbir çözüm yolu sunmadan yoksulluk üzerine atıp tutması
buna yetmez. O sadece devletlü faşiz-
Biz de teşekkür ederiz.
11
min sol kanat oyuncusu olarak sahadadır bugün.
Yağmurdan kaçarken doluya tutulmaya, AKP’nin burjuva hükümetine karşı Kılıçdar CHP’sine bel bağlamaya gerek yok. Özerk-demokratik
üniversite isteyen üniversiteli, eşitparasız eğitim isteyen liseli, anadilde
eğiitm isteyen Kürt genci, zorunlu din
dersinin kaldırılmasını isteyen genç
alevi, üniversiteye devam hakkını isteyen başörtüü genç kadın ne yapsın
Kılıçdar’ı?! Her gün bu adamı mı dinleyecek özgürlüğe susamış gençlik?
Hindistan halkının kendi ülkesinin
kıyılarında biriken tuzu kullanma hakkını kazanması için onbinlerce yoksulun sömürgeci ingiliz namlularını aştığı ünlü Tuz Yürüyüşü’ne önderlik eden
bir ulusal bağımsızlık kahramanıydı
Gandhi. Onun karikatürü bile olamayacak Kılıçdar ise, bilimum milliyetçi
ve laikçi faşistin yakıştırdığı Gandi lakabını sömürerek yürüyor şimdi.
Ecevit’in kasketini de geçirdi başına. Hegel’e atıfla ne güzel vurgulamış Marx; tarihte tekerrür olarak
görünen olayların, aslında birincide
trajedi ikincideyse komedi olarak yaşandığını. Karaoğlan imajıyla başlayan Ecevit, Ha Dön saldırısının kanlı
mimarlığıyla tamamlanmıştı siyasi
güzergahını. Şimdi sırada Kılıçdar
komedisi var!
Ve tabii, CHP’nin oyununa alet
olan gençlerden başka, gerçekten
halkçı ve demokratik mücadeleyi yürüten, değişim için devrim ve sosyalizm bayrağını yükselten sayısız genç
var.
Ekinoks Projesi
2006 yılında danscamera “dans filmleri” festivali için bir araya gelen Ekinoks Projesi, görenlerin ve görmeyenlerin bir araya gelmesiyle oluştu.
Oluşturulan kısa filmin konsepti görenlerin ve görmeyenlerin birlikte dans etmesiydi. Yapılan festivalde Sınırlar filmi ile 150 film arasından ilk
20 arasına girdi. Sınırlar ile ilk defa sesini duyuran grup çalışmalarına devam etti. Proje kordinatörü olan Ulaş Yiğit Ekiz le sohbet ettik.
RÖPORTAJ
ESRA ÖZTÜRK
Projenin çıkış noktası nedir?
2009 yılında sınırları kaldırmak
fikri insanlara koyulan sınırları kaldırmaya yönelik ortaya çıktı. Kavramsal olarak görmenin iktidarının
kaldırılması, görsel algının yeniden
kurgulanarak hayata sunulmasıydı. Görsel algının kişileri yönlendirmesi, onlara bir bakış açısı yaratarak sınırlar koyması, insanlar
arasındaki empatinin yok olmasına
sebebiyet veriyor. Mesela eskiden
radyo tiyatrosu vardı ve insanların
duyumsal algıları ve hayal güçleri
daha gelişkindi diye düşünüyorum.
Şu an televizyonda reklamlar ve
birçok şey bize sınırlar çiziyor. Biz
de bu durumu bu şekliyle ortaya
koymayı uygun gördük.
te etmek için bir araya gelmedik.
Eğer ki öyle düşünüyor olsaydık
görenlerin de rehabilitasyonu üzerinden bir şey oluştururduk. Bizim
çalışmamızda genelde işin zorluğuyla ilgili sorular soruluyor. Fakat
bizim zorluk dışında avantajlı yönlerimizin olduğunu düşünüyorum.
Çünkü dansta temel olarak karşı
tarafı duyumsamak önemli. Son
zamanlarda dans teknik hareketlerin toplamı olarak görülüyor. Biz
birbirimizi duyumsayarak bunu da
ortadan kaldırmış oluyoruz. Çünkü
insanların birbirlerini anlaması gün
geçtikçe zorlaşıyor. Çoğu çatışmanın da bundan kaynaklandığını düşünüyorum.
Projeniz için herhangi bir yerden destek alıyor musunuz?
Proje için herhangi bir yerden
destek almıyoruz. Tamamen kendi
kişisel bütçelerimizle karşılıyoruz.
Son dönemde medyada da birkaç
programa çıktık. Televizyon programlarına katılmanın bize kişisel
katılımlar açısından çok fazla yararı oldu. Şu an üç bin beş yüz kişilik bir gurubumuz var. Bu projeyi
Projenizde genel olarak sokakları seçiyorsunuz bunun özel
bir nedeni var mı?
Evet var. Mekan olarak sokak
toplumdan soyutlatılmış. İnsanların yeniden üretebilecekleri bir alan
olarak sokağı yeniden üretmek gerekiyor. Sokağın özgürleştirici bir
yanı var. Biz dans biçimi olarak
çağdaş dans yapıyoruz. Bunun sebebi sınırların olmaması. Ben sokak dansını bir eylem biçimi olarak
görüyorum. Sokak performansları,
her bir anın yeniden üretilebilmesi
için ve sokaktaki insanın bu üretime katılması için bize çok fazla
alan tanıyor.
Projenizi görmeyen arkadaşlarla yapıyorsunuz bununla ilgili
olarak gelen tepkiler nasıl?
Bu projenin bir rehabilitasyon
olarak görülmesi biraz kötü; çünkü
biz görmeyen arkadaşları rehabili-
Kurumların maddi destekte bulunmamaları sebebiyle bunu karşılayamıyoruz. Fakat hem sanat kurumlarını hem de görmeyen, duymayanlara dair işleyen kurumları
bir araya getirip köprü olacak bir
kollektif olabiliriz.
Bundan sonraki projeniz nedir?
Zaten İtalya’da sergilediğim fotoğraf projesi, Körce sergisini bir
dans projesine evrilterek Köstebeği
uluslarası alana taşıma teklifi dahi
geldi. Fakat maddi destek için görüştüğümüz kurumların çoğundan
manevi destek dışında hiçbir destek
göremedik. Fakat özellikle belediyelerin ve diğer kurumların bu tarz
projelere destek vermesi gerekiyor.
Çünkü
görmeyen/duymayanların
duyusal algıları çok farklı işlediği
için sanat yapabilecekleri daha geniş alanlar olması gerektiğini düşünüyoruz.
Peki diğer illerde de bu projeyi yürütüyor musunuz?
12
Seviyorum’u hazırlamaya başladık. Bu proje görme dışındaki diğer
duyu organlarının farkındalığına,
yaratmaya dair olacak. İki aydır
6 görmeyen 9 gören arkadaşla bu
projenin çalışmalarını yürütüyoruz. Tüm sanatsal aktiviteleri gör-
meyen ve duymayanlarla üretmek
istiyoruz. Mesela İstanbul’da bir
mekan açma fikrimiz var. Bu mekanın görmeyenler ve duymayanlar
için dizayn edilmiş, üretim yapabilecekleri, tüm sanat dallarıyla
ilgilenebilecekleri bir istasyon haline getirmek istiyoruz. Ayrıca bu
mekanın çevresini de kabartmalı
yol tarifleri vs gibi duymayanlar
ve görmeyenlere uygun biçimde
tekrar şekillendirilmesine dair fikirlerimiz var. Şu anda bir mekan
arayışı içindeyiz. Tüm bunların
haricinde 12 Haziran’da İstanbul
Bilgi Üniversitesi’nde Pandomim
atölyemiz başladı. Herkesi oraya
bekliyoruz.
1968 Baharında Görülen
‘’Yetersiz, Zararlı ve Doğurgan Köprüler’’
BURCU DEMİRBAŞ
Yıldız Teknik Üniversitesi | Mimarlık
3. Boğaz Köprüsü, yani 1. ve 2.
köprülerden sonraki, 4. ve 5. köprülerden önceki köprü. Doğa derneklerinin, STK’ların, “yerinden
yurdundan edilecek halkın’’ isyanlarına ve çağrılarına aldırmadan,
zihnimizde şimdiden inşaa edilen,
hatta afilli isimler bile seçilen
3.Boğaz Köprüsü…
En başta sorulacak sorular tabii ki köprünün “Neden?’’, “Nasıl?’’ ve “Kimin İçin?’’ yapılacak
olduğudur. 1970’lerin başlarında
çalkantılı ve gerilimli yıllarda 1.si
için, 1980 sonrasının kasvetli ve
ziyan dolu yıllarında 2.si için sorulmuş bu sorular; devletin resmi
raporlarında da gereksiz görülen
bir 3.sünün gündemde olduğu şu
günlerde daha yüksek sesle, avaz
avaz soruluyor olmalıydı. Fakat
sesler yine olması gerekenden az
birikmiş ki, sorulara verilen gelişi
güzel cevaplara karşı koymakta yetersiz kalıyor. Hiçbir alanın uzmanı tarafından desteklenmeyen karayolu geçişleri, hiçbir bilimsel ya
da mesleki çalışmada faydaya dair
bir bulgunun bulunmaması, nerden
baksan tutarsızlık…
Var olan dünya düzeninde, hemen hemen bütün dünya kentlerinde karayolu gelişimine ve üretimine dayalı kent politikaları, kentsel
arazi üzerinden kapitalizmin yeniden üretilmesi amacı, devletin ve
sermayenin kentsel mekan üzerindeki ortak kontrol mekanizmaları,
sağlıksız ve dengesiz kentleşmenin
önüne geçilemeyecek bir gerçeğe
dönüşmesine sebep olmaktadır.
Kenti yaşama ve tasarlayıp dönüştürme hakkı maalesef küçük bir siyasal ve ekonomik elitin elindedir.
Geçmişten bugüne, boğaz köprülerinin yapılma ihtiyaçlarına
ve gerekçelerine baktığımızda ise
Boğaziçi’ni araç trafiğini özendiren
bir köprüyle yarmanın, iki yakayı
karayolu ve bağlantı yollarıyla bağlamanın kente getireceği yoğun yük
ve zarar, döneminde bir grup insana ve doğaya sahip çıkan genç tarafından ön görülmüştü. ’’68 Kuşağı
Devrimci Gençleri’’ 1.Boğaz Köp-
rüsü yapımının gündemde olduğu
yıllarda bir yandan bilimsel temelli
yanıtlarla karşı durdukları köprünün yapımını, diğer yandan insanlık
dışı ulaşım sorunlarını dillendirmek
için farklı bir protesto yöntemiyle
eyleme döktüler. Hakkari’de onlarca can verilen Zap Suyu’na 1. Boğaz Köprüsü’nün benzeri bir simge
köprü yapımı projesini hayata geçirdiler.
taşıyabileceğinin üzerinde göç yığılmaları başladı. Kentleşme oranı
arttı, -bununla birlikte işsizlik- ve
doğalında yasal olmayan barınma
alanlarına gerek duyuldu. Sanayi
yapıları ve endüstriyel kirlilik nedeniyle imara açılan orman alanları
arttı ve su havzaları azalmaya başladı. Kent ve insanlar, doğal olarak
birkaç on yıl önceden yavaş yavaş
nefessiz kalmaya başladı.
İstanbul, ilk köprünün yapıldığı zaman dilimine kadar doğu-batı
ekseninde büyüyüp, bu çeperde gelişme gösterirken, daha kuzeyde
yapılacak bir köprü şehrin kuzeye
doğru büyümesine sebep oldu. Yeni
karayolu koridorlarının açılması ve
köprü yapımıyla -bu büyüme fiziksel anlamda bakıldığında- orman
alanlarının ve su havzalarının zaman içinde yağmalanmasını getirdi, suyu daha pahalı, havayı daha
kirli, işsizi daha çaresiz, yoksulu
daha parasız, evsizi daha kötü koşullarda yaşatacak koşulları yarattı.
Kısaca birkaç on yıl öncesine
ve sorunun başlangıcına bakacak
olursak, Mimarlar Odası’nın geçtiğimiz günlerde yayınladığı Köprü
Değerlendirme Raporu’nda belirtildiği üzere‘’Ulaşımı ve ulaşım sorununu karayolu üzerinden değerlendiren bir anlayış, 1950’li yıllardan
başlayarak toplu taşımacılığı esas
alan yaklaşımları, demiryolu ve denizyolu ulaşımını dışlamıştır. Kentlerimizi otomobillere tutsak hale
getiren ulaşım politikaları sonucu,
tarihsel, doğal ve çevresel değerler
büyük oranda yok edilmiş ve yok
edilmeye devam edilmektedir‘’.
İlk boğaz köprüsünün yapımından hemen sonra, öngörülen her
1973 Boğaziçi Köprüsü ve 1988
Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün
Diğer metropol örneklerine bakıldığında
da apaçık okunabileceği gibi ulaşım sorunu
mümkün olduğunca deniz ulaşımı ile
beslenmiş raylı toplu taşıma sistemleri ile
çözülmelidir.
şey eş zamanlı ve hızla gerçekleşti.
50’lerden sonra başlayan dönemin
siyasi ve toplumsal koşulları dahilinde hız kazanan Anadolu kentlerinden İstanbul’un her iki yakasına
13
yapımından sonraki süreçlerde
her iki köprünün kent üzerindeki
olumsuz etkileri bizzat yaşanarak
görüldüğü halde, 3. Köprünün yapımında hukuki anlamda yerel ve
ulusal birçok sözleşmeye ve düzenleme planına aykırı olduğu halde,
sergilenen ısrarcı tutumun başka
bir açıklaması olmalıdır. Özellikle FSM Köprüsü, TEM Otoyolu ve
bağlantı yolları yapıldıktan sonra
kentin kuzeyindeki ormanlar, içme
suyu havzaları ve tarım arazileri büyük oranda zarar görmüştür.
Bilimsel raporlar tarafından reddedilen ve hukuka aykırılığı aşikar
3. Köprü inşaasının hiçbir anlamda
kamu yararını gözetmesi gibi bir
gerçek söz konusu değildir.
Bunun yerine kendi mesleki sorumluluğunu, iktidarın çıkarına
değişecek bir Büyükşehir Belediye
Başkanı’nın çelişkili, ikna edicilikten uzak ve bilimsel temeli olmayan
açıklamaları ile hukuka ve kentli
haklarına karşı, anti-demokratik
dayatmalar söz konusudur.
Köprüler yapıldıktan sonra, iddia edildiği gibi, her iki köprünün
de ulaşım sorununu çözmediği; iki
yaka arasında insan geçişini sağlamadığı; araç geçişini bir süre
sağladığı, ancak daha sonra tıkandığı ve yeni ulaşım sorunlarına ve
trafikte kaos yaşanmasına neden
olduğu görülmüştür. Yani yoğunlaşan ve kenti yaşanılmaz kılan trafik
sorununun çözümü hiçbir zaman
daha fazla karayolu yatırımı ve
araç tüketimi özendirmesi olmamalı. Diğer metropol örneklerine
bakıldığında da apaçık okunabileceği gibi ulaşım sorunu mümkün
olduğunca deniz ulaşımı ile beslenmiş raylı toplu taşıma sistemleri ile
çözülmelidir.
Hali hazırda bir devlet projesi
olan Marmaray Projesi devam etmekteyken fizibilite raporlarında
3. Köprü’nün gereksiz görüldüğü
yer alırken bu derece ısrarlı bir tutum ziyadesiyle düşündürücüdür.
“Bütün gerçekler ‘3. Köprü’ yapılmamasından yana olmasına rağmen, alınan kararı siyasal ve rant
beklentileri dışında değerlendirmek
mümkün müdür?” *
* Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu’nun 3. Köprü ile İlgili
Basın Açıklaması’ndan alınmıştır.
Bir Kuşağı Şekillendiren
Gizli Defterler
İpek Ongun 90’larda çocuk olanlara neler verdi, onlardan neler aldı?
ELİF AKGÜL
İstanbul Bilgi Üniversitesi | Sinema Televizyon
İpek Ongun’un “Bir Genç Kızın
Gizli Defteri” adlı serisi 90’larda çocuk olmuş kadınların hayatlarında bir
dönemdir. İlki 1990’da, 8.si 2010’da
basılmış olan seride Serra Noyan’ın
hayatını günlüklerinden okuruz. İpek
Ongun bu günlüklerle Serra’nın genç
bir kız olarak hayatla ilişkisini anlatarak bir rol model çizer. Peki Ongun’un
ideal genç kadını nasıldır?
Serra Noyan başarılı bir öğrencidir. Bir gün bile okuldan kaçmamıştır. Biri müsvedde biri asıl olmak
üzere her ders için 2 ayrı defter tutar. Tutumludur. Mutsuzken temizlik
yaparak rahatlar. Ailesi boşanmıştır
ve 2. kitap Arkadaşlar Arasında’da
annesi ile Ankara’dan İstanbul’a taşınır. Üniversite için Ankara’ya döner ve okulu bitince tekrar İstanbul’a
yerleşir. Ama onun asıl özelliği yoğun
yazma tutkusudur. Hayatını en ince
ayrıntısına kadar günlüklerine işler.
Ortaokulda en sevdiği TV dizisi Cosby
Show’un babası Cosby Baba hakkında
yazdığı bir yazı yüzünden okul yönetimiyle bile takışmış ama yazısının
arkasında durmuştur. Hatta lise birde
kazandığı bir kompozisyon yarışması
sayesinde Amerika yolculuğuna çıkar.
İlk günlükler boyunca Serra’nın
tek hayali yazar olmaktır. Peki Serra ne yapar? Turizmci olur. Serra’nın
aklına edebiyat okumak, yazar olmak
gelmez bile. Ongun Serra’nın tutkusu-
nun peşinden gitmesine izin vermez.
Çünkü bir insan önce para kazanmalı,
kendi ayakları üstünde durmalıdır (se-
İlk günlükler
boyunca Serra’nın
tek hayali yazar
olmaktır. Peki Serra
ne yapar? Turizmci
olur. Serra’nın aklına
edebiyat okumak,
yazar olmak gelmez
bile.
14
rinin 3. kitabının ismi de zaten Kendi
Ayakları Üstünde’dir). Tutkular para
kazanıldıktan sonra hobi olarak yapılacak uğraşlardır. Çünkü yazarlık
para kazandırmaz; Amerika’ya bir
gezi bileti kazandırsa ya da sadece
mutlu etse bile.
Peki ya başka tutkular. Serra da
her kadın gibi aşık olur. Cüneyt’e..
Cüneyt İzmir’de yaşadığı için sadece
telefonda görüşebiliyorlardır. 2 yıl boyunca bu telefon trafiğinde sevgili kalırlar. Bu süre içerisinde bir keresinde
Cüneytlerin okuluyla geziye giderler.
Serra ilk defa evden ayrılıyordur. Cüneytle el ele yaptıkları romantik yürüyüşte Serra’nın ayağı kayar, Cüneyt
onu yakalar, birbirlerine çok yaklaşmışlardır ve... Ayrılırlar. Serra odasına döndüğünde annesinin ona yazdığı
mektubu bulur. “Kızım sana güveniyorum. Bedenin sana başka şeyler
söyleyecek ama sana güveniyorum”
İpek Ongun Serra’yı annesinin sesiyle yine dizginler. “Kızım namusunu
koru” “iyi bir genç kız flörtüyle tabii
ki elele tutuşacaktır. Ama sadece o
kadar”.
Serra ile Cüneyt hiç öpüşmediler.
İki sene boyunca bir kere bile... Sonra
da ayrıldılar. Sonra üniversite geldi.
İpek Ongun bu sefer kıyak geçmek istediğinden mi yoksa onu sınamak için
bilinmez Serra’nın etrafını erkeklerle
doldurdu. Bir yanda Ege bir yanda
Oktay. Ege de şirin çocuk Oktay da.
Bir yıllık flörtün sonunda Oktay’la
Serra sevgili oldular; öpüştüler ya da
Ongun’un deyimiyle “birlikte bulutlara uçtular”. Halam bana hep “kızım
okula git; bir sene etrafına bak; sonra
birini bul. Mezun olunca da evlenirsiniz” derdi. Serra da aynı öyle yaptı.
Oktay ile 4 yıl sevgili oldu. Birlikte
hep bulutlara uçtular ama asla bulutların üstüne çıkmadılar. İpek Ongun Serra’nın özgür cinselliğini pek
desteklemez. Çünkü biz Serra’nın
Oktay’a olan arzusunu satır aralarında okuruz ama onlar sadece bulutlara
uçarlar. Sonra nişanlılık gelir. Artık
Oktay da Serra da turizmcilik yapıyordur. 2 yıldır nişanlıdırlar. Serra
evlenmek istiyordur. Oktay ise “işini
sevmediğini, değiştirmek istediğini,
mutsuz olduğunu” söyler. Peki Serra ne yapar? “Çok bencilsin Oktay.
Beni hiç düşünmüyorsun. Sen mutsuzsun diye evlenmemizi engelliyorsun”
Serra’nin içine İpek Ongun kaçmış gibidir. Öyle ya insan bir meslek edindi
mi onu yapar. Mutsuz olması mühim
değildir. Aslolan düzenli bir hayatı
olması, para kazanıp yuvasını kurmasıdır. Ve Serra Oktay’dan ayrılır.
2 ay sonra da üniversitede Oktay’la
ayrı kaldıkları bir dönemde babaannesinin tanıştırdığı Özgür’le evlenir.
Ne de olsa büyükler her zaman en iyi
bilenlerdir.
Ve politika. 1990’dan 2007’e
onca yıl, onca vak’a... Ama bir satırda
bile politikadan bahsedilmez. Serra
da İpek Ongun da suskundur.
Bir Dünya Meselesi
Dünya Kupası
Milyonların takip ettiği Dünya Kupası tüm hızıyla devam ediyor.
ALİ TEKTAŞ
Ve büyük maraton başladı. 63
maçlık maratonun bir kısmını geride bıraktık bile. Dünyanın dört bir
yanında tüm vaktini Dünya Kupası
maçlarını izlemeye harcayan milyonlarca kişi bu büyük şölenin tek
bir dakikasından uzak kalmamaya çalışıyor. Kupaya şu ana kadar
damga vuran ise ne bir takım ne de
bir yıldız oyuncu. Vuvuzela isimli
yerel Afrika çalgısı 2010 Dünya
Kupası’nın en çok konuşulan konusu. Çıkardığı sesle futbol izleme
zevkini düşürdüğü için yasaklanmasını talep eden de var kupanın
yapıldığı coğrafyanın rengini yansıttığı için destekçileri de var.
Kupanın bir ayrıntısı da şöyle;
stat güvenliğinde çalışan işçiler
maaşlarını alamadığı için organizasyon komitesini protesto ederek
hakları için iş bıraktı.
futbolu anlatan açıklamaların neredeyse tümünün önünde yer alan
bu söz, dünyanın en önde gelen
spor yazarlarından Simon Kuper’in
kitabının adıdır. Kuper yazdığı kitapla 90’ların ortalarından sonra
futbolda gelişen sürecin analizine
girişmişti. Küresel televizyon yayınlarıyla ve paralı kanallarla futbolun medya değeri birdenbire çok
arttı. Reklamlar, sponsorluklar,
ürün satışı ve nihayet Şampiyonlar
Ligi gibi düzenlemeler futbolun girdilerini astronomik ölçüde büyüttü.
Futbol takımları borsada dalgalanan şirketlere döndüler. Taraftarlık
algısı da değişen futbol anlayışına
göre yeni bir hale bürünmüştü artık; her durumda takımını sonuna
kadar destekleyen taraftar artık
başarı odaklı taraftar olmuştu. Rekabet, kazanma hırsı yani kapitalizmin kuralları…
Güncel gelişmeleri kenara bırakıp kupa tarihine kısaca göz atarsak; İlki 1930 yılında Uruguay’da
13 ülkenin katılımıyla gerçekleşen
organizasyon 1942 ve 1946 yıllarında savaş nedeniyle yapılamadı,
1950’den itibaren ise düzenli olarak yapıla geldi.
Televizyondan yayınlanan ilk
Dünya Kupası Almanya’nın ilk
şampiyonluğuna ulaştığı 1954 finalleri oldu. Futbol denen sihirli
oyunun en prestijli, en çok takip
edilen mücadelesi olan Dünya Kupası gün geçtikçe daha fazla insan
tarafından seyredilmekte. Şüphesiz
bunu sağlayan, televizyonun artık
dünyanın her yerinde izleniyor olmasıdır.
‘Futbol Asla Sadece Futbol Değildir’ sözü artık bir klişe olsa da
yazının niyeti açısından değinmeden geçmek olmaz. Endüstrileşen
15
İşte futbolun bugünkü halinin
arz-ı endam eylediği en büyük sahne Dünya Kupası’dır. Hollywood,
film sektörü açısından neyse Dünya
Kupası da futbol açısından odur desek yanlış olmaz.
Dünya Kupası’nı düzenlemeye
hak kazanan (lobi faaliyetleri ve
rüşvet var mı acaba işin içinde) ülkelerin ne kadar iyi çalıştığını hepimiz duymuşuzdur. Yoksul mahallelerin ziyaretçiler tarafından görülmemesi gerekir, o yüzden kocaman
duvarlar çekilir varoşların önüne,
bazen de yıkılır yoksul evleri. Oscar
törenlerinde kusur göreniniz olmuş
muydu hiç?
Dünya kupasının önemli konularından biri de kupanın yıldızının
kim olacağıdır. Pele ve Maradona
kupanın simgeleşmiş yıldızları ola-
rak hemen aklımıza geliyor değil
mi? Daha yakın geçmişten Romario, Zidane, Ronaldo… 2010’un
yıldız adaylarının başında ise gelmiş geçmiş en iyi futbolcu/futbol
dahisi Maradona’nın tahtını almaya aday, yakında 23 yaşına girecek olan, Lionel Messi geliyor.
Arjantin’li Messi oynadığı futbolla
bu oyunun ne kadar güzel olabileceğine dair hayal dünyamızı geliştiriyor sağolsun. Christiano Ronaldo,
Wayne Rooney, Kaka, Fernando
Torres ve diğerleri… Şampiyonluğun en büyük favorilerinin Brezilya, İspanya, Arjantin olarak gösterildiğini belirterek yazımızı Eduardo Galeano ile bitirelim: Ben basit
bir ‘iyi futbol dilencisiyim’. Elimde
şapkam, dünyanın dört bir yanını
geziyor ve stadyumlarda yalvarıyorum: “Tanrı rızası için, güzel bir
maç lütfen!”.
Avrupa Gençliği İstanbul’da Buluşuyor
PROGRAM
Açılış
30 Haziran 20.00 | Taksim Gezi Parkı
Forum
1-3 Temmuz | İTÜ Taşkışla Kampüsü
Yürüyüş
3 Temmuz 18.00 Harbiye’den Taksim’e
Sonuç Meclisi
4 Temmuz
Özgür Gençlik Eki | Varyos Yayıncılık Adına İmtiyaz Sahibi: Şenol Sağaltıcı | Yönetim
Yeri: Çakırağa Mah. Çakırağa Camii Sok. Birlik Apt. 8/10 Aksaray-İstanbul Tel: 0212
529 15 94 Fax: 0212 529 06 75 | Baskı: Gün Matbaacılık - Sefaköy Telsizler Mevkii
Beşyol Mah. Akasya sok. No:23/A Küçükçekmece-İstanbul. Tel: 0212 580 63 75

Benzer belgeler