Ermenistan Seyahatinden Notlar

Transkript

Ermenistan Seyahatinden Notlar
Deşifreden fazlası kalsın elimde istedim. Bu Mine Gencel Bek, Hasan Gedik ve
Özlem Şendeniz‛in Ermenistan seyahatinin benim nazarımda aktarımıdır;
Bu seyahat Ortak Hafıza‛nın bir 2015 yıllı içinde neler yapabiliriz arayışlarından
birinde benim 2014 Kasım ayında Hrant Dink Vakfı‛nın düzenlediği Mühürlü Kapı
Türkiye-Ermenistan Sınırının Geleceği konferansı için hazırlamış olduğum bir
makaleden feyz alınarak projelendirilmiştir. Ortak Hafıza gönüllüleri olarak
tarihe küçük küçük notlar almayı, yaşanan anın tanığı olmayı önemsiyorduk.
Bahsettiğim makalede Iğdır ilinde yaşayan halkların Ermeni algısı üzerine
odaklanmış ve kapalı sınırın gölgesinde şu anda yaşayan halkın belleğinde
komşuluğun izini bulmuştu. Bunun sınırın öte tarafında karşılığının olup olmadığını
konuşurken karşımıza Beyond Borders, Sınırları Aşıyoruz Fonu çıktı.
100. yılda Ermenistan‛a gitmek bizim için önemli idi, Reelde kapalı bir sınırı
aşmanın da ötesinde, simgesel olarak “kapalı” bir geçmişi aşıyorduk. Birçok his
aynı anda hücum ediyordu heyecanlıydık, sabırsızdık, umutluyduk, tedirgindik,
acabalar vardı, kesinlikler vardı… ve aştık sınırı.
Elbette yolculuğumuz bir yol hikayesidir. 18 Ağustos gecesinde düştük yollara
başka başka şehirlerden. Ben Rize‛den Trabzon‛a geçtim 02‛deki uçuşum için.
Hasan Mersin‛den Adana‛ya Mine Hoca ise Ankara üzerinden İstanbul‛a geldiler.
Sabah 7 civarındaki uçuşumuz Tiflis‛e idi. Zira diplomatik ilişkilerimizin olmadığı
Ermenistan‛a bordo pasaportla gidebilirsiniz, ama gri ve yeşil pasaport için önce
konsolosluğa uğramanız gerekir! Ve Mine hocanın yeşil pasaportu, bizim Tiflis‛i bir
durak olarak kullanmamıza vesile oldu ​
☺ Uçuşlarımızın senkronizasyonu şahane
idi. Benim, Mine hocanın ve Hasan‛ın inişleri arasında 10-15 dakika fark vardı. İlk
ben indim ve süremi ‘fresh up‛ için kullanmaya karar verip gelen yolcu girişinin
oradaki lavabolara yöneldim ve Mine hoca ile sobeleştik tuvaletlerde. Atatürk
havalimanının büyüklüğü düşünüldüğünde bence bu seyahatimizde yıldızların
parlak olacağının göstergesi idi!
Uyuklayarak geçen bir uçuşun ardından Tiflis Havalimanına saat 10 civarında iniş
yaptık. Ülke girişinde Gürcü şarabı hediye ettiler, Batum‛dan içki çıkarmaya dair
gelen katı kurallar düşünülünce, ironi hoştu. Maalesef uçuşta yan koltuktaki yol
arkadaşıma teyit ettirdiğim üzere, internette yazdığı gibi idi, merkeze sadece
taksi ile geçiş vardı. Larileri aldık ve 30-40 lari arasında tutması gereken
yolculuğumuza 50 lari vererek başladık! Taksici bizi Ermenistan konsolosluğunun
önüne getirdi. Ancak buradan sonra işler ilginçleşti. Valizlerimiz ile giriş
yapmamız mümkün değilmiş. Tamamam bu anlaşılır diyelim, nitekim güvenliğin dile
getirdiği gibi “konsolosluktu orası” öyle valizle giriş mümkün değildi! Ancak
Hasan‛ın şortunun onu yasaklı kısmına yerleştirmesi ​
☺ işte bu ayrıca trajikomikti.
Neyse ben Hasan ile dışarıda beklerken Mine hoca içeri geçti, belki bir ihtimal
bizimde işimiz hal olur diye heveslendik. Pek tabii kısa sürdü hevesimiz. Mine
hoca içerde “suratsız ve sinirli” bir görevli ile uğraşırken, vize için sevdiği bir
vesikalık fotoğrafının son kopyasını cüzdanından çıkartırken, biz yoğurt getiren
Azeri teyze ile sohbet ettik. Teyze yoğurt getirip satıyordu konsolosluktaki
çalışanlara, altın dişi parlarken “güvenmezler bunlar, bana alıştılar dedi” (pek
tabii mealen yazıyorum) Kendi Azeri idi, Kars ile bağlantısı varmış, kendi savaşını
anımsattı bize, ama Ermenistan-Azerbaycan savaşını… Velhasıl Mine hoca vizesini
aldı, öğrendiğimiz üzere Gürcistan Ermenistan arasında dolmuşlar vardı –en son
araç 3 te idi ve biz 3 kişi idik bu açıdan ücrette pek fark yaratmayacak diğer
seçeneğimiz taksi idi. Bu seçimi yapmadan evvel Kısa bir Tiflis turuna çıktık ​
☺
Önce ayakların götürdüğü yere sonra olmuyor böyle diyerek taksi aracılığı ile
turist information ofise… ve bir Hop on Hop of ile şehir turuna…
Tiflis küçük bir şehir, bizim gezdiğimi yerler ​
old town​
‛ı içeriyordu tabii.
Gürcü‛lerin koruyucu Annesi, bir kadın heykeli dağın birinde, elinde kılıcı var,
Asya‛ya, Çine‛e bakıyormuş… O dağda bir eğlence parkı varmış, çok niyetlendik
oraya çıkmaya, ama aynı zamanda da zaman ile yarışmaya başladık. Mine hocanın
dediği gibi o gece Tiflis‛te kalsaydık olabilirdi aslında, ancak uçuş ayarlamalarımız
hep son dakika şeklinde gelişti, bir de benim ‘yaa gidince görürüz‛ tavrım etkili
olmuş olabilir tabii.
Herhalükarda sokakta eski öğretmenler kitap satarken, biz Gürcistan‛ın
başkentinde turistçilik oynadık. Eski Sovyet mimarisi ve modernize edilmiş evler
yan yana, geniş sokaklar vs.
Sonra Ermenistan‛a illa taksi ile gitmemiz için çalışan bir çeşit simsar sandığımız,
sonradan taksicinin arkadaşı olduğu anlaşılan amca bizi Kamil abi‛nin aracına
bindirdi. 50 euroya anlaştık. Saat 15 sularında.
Sınıra vardığımızda vize alma sırası Hasan ile bana
geldi. Güneş sıcak, ne yaptığımızı çok da bilmiyoruz
ve ortam kesinlikle gergindi! Buna rağmen araya
“gardaş” gibi bildik hitaplar sızıyor bir hoşluk
rüzgarının estiği anlarda oluyordu.
Herneyse, sevgili Kamil abi euroları AMD, ermeni dramına bir türlü
çeviremediğimizi görünce bize borç verdi ve işlerimiz hızlandı. Sonraki 3 saat
oldukça hızlı geçti ve bir an fark ettik ki kamyon bize yol vermeyince sinirlenip
acayip sollamalar, hızlanmalar yaptığında da, virajlarda da korkmuyoruz,
şoförlüğüne adapte olmuş durumdaydık.
Gürcistan Ermenistan arasındaki yol
Artvin‛i andırdı, belki Hopa tarafındaki
kadar vahşi yeşil hiç olmadı, ama Olur ile
Ardanuç arasındaki bozkırımsı halden
Murgul tarafındaki yeşillenmelere kadar
ve hatta yola eşlik eden dereye kadar
hepsi vardı. Kamil abi yolların piri idi, ilk
yarım saat hafif korku ile ‘bu nasıl sürüş yahu?‛ diye yol aldık. Ani frenler,
hızlanmalar, yolun durumuna göre sağa sola sapmalar ve hatalı sollamalar eşliğinde
ilerledik. (Mine hoca ön koltukta yakınen takip etti ve “Bir tane doğru sollamamız
yok” dedi! Heyhat :S )
Kamil abi‛nin müzik zevki tam bir curcuna idi, İngilizce poptan Ermeni arabeskine,
Kürtçe türkülerden, Rus folkuna daldan dala geçti. Hatta bir ara şemam be
çaldığında halay çeksek nasıl olur diye bir düşünce fısıltısı yükseldi. Üstelik
Hasan‛ın “Ama İbrahim Tatlıses‛ten başkası olsaydı bari” çemkirmesine rağmen :)
Hasan ile ben arka koltukta yayılmakta idik, Mine hoca önde. Arada inekler
önümüzü kesiyordu. Bir ara korkma ile ilgili mevzuyu Hasan‛a tercüme ettirdik,
Kamil abi torpido gözüne yöneldi, pasaportunu çıkartmaya, ve bize bu yolda ne
kadar fazla sehayat ettiğini göstermeye çalışırken gözler yoldan ayrıldı, o anda
Mine hoca –‛No no no Kamil noooo, ben bakarım no!‛ diye öne atıldı. Ve bu replik
daha sonra gezimizde çokça kullanıldı. Bir laz, bir göçmen, bir melez ve bir yezidi
kırsalda ilerliyordu.
Kamil abi …
Erivan‛a – Yerevan‛a girdiğimiz andan itibaren 100. Yıl afişleri, hatırlatmaları ile
karşılaştık.
Yol kenarların
tabelalarda,
duraklarında, köprülerde vs. vs.
otobüs
İzini
sürmeye
niyetli
olduğumuz
sorularımız vardı Ermenistan‛da. “Göç
etmişler mi?” cevap olumlu ise “Nereden
geldiler?”, “Ne getirdiler yanlarında?”,
“Türklerle, Türkiye ile bir komşuluk
deneyimleri var mı?”, “Sınır onlar için ne anlama geliyor?”, “Türkiye sınır ötesi
mi?”, “Türkiye ile olan ilişkiler?”, “Ortak bir kültür var mı?”, “Sınır açılsın mı?”
Görece yapılandırılmış sorularımız vardı fakat Mine hocanın daha sonra
vurgulayacağı gibi görüşmeler gösterdi ki reelde işler öyle yürümüyordu. Bizim
etrafında dolandığımız konu, ‘biz soralım siz cevaplayın‛ın dışına çıkıyordu.
Görüşmecilerin kendi soruları, yorumları vardı. Sonuçta bu diyaloga daha açık
tarz hepimize daha uydu. Amaç, veri toplamaktan ziyade birbirimize dokunmaktı.
Kaldığımız üniversite konuk evinin kahvaltı salonu.
20 Ağustos‛ta kahvaltıdan sonra Matenadaran‛a gittik.
Milli kütüphane& Müze karışımı bir yer. Hasan kitapların peşine düştü. Mine
hoca sergilenen bir belgenin fotoğrafında BEK soyadına rastladı, kıyımdan
Ermenileri kurtaran bir askerin soyadının Bek olduğu haberini hemen eşiyle
sosyal medya üzerinden esprili bir yoldan paylaştı sevinerek.
Ayrıca içeride Sevan‛dan Van‛a Ermeni izlerinin arasında dolandık.
İnsanların yüzünde ise yas vardı, hüzün vardı.
Bit pazarına Vernisaj‛a doğru yola çıktık.
Her yerde “forget me not” (mine) çiçekleri vardı: okulların girişinde, parklarda.
Mor çiçekler, Nar‛lar, Ararat… üç simge fotoğraflardan magnetlere,
anahtarlıklardan bilekliklere kadar heryerde işleniyordu. Gerçek anlamda sokağın,
daha sonra yapacağımız görüşmelerde olduğu gibi kurumsal kimlikleri olmayan
‘sıradan insan‛ın nabız tutuğumuz yer o Pazar oldu bence. Mine hoca yüzük
bakarken ​
Garik​
ile tanıştık;
Garik,Uluslararası ilişkiler okuyor ve geçen ay otobüs ile Gürcistan üzerinden
İstanbul‛a gitmiş. Kapı açılırsa ekonomik açıdan daha iyi olacaklarını düşünüyor ve
bu yüzden kapının açılmasını istiyordu.
Bu esnada ​
Nareg ile tanıştık. Bizimle görüşme yapmaya gönüllü oldu. Ancak ses
kaydı almadan önce “bi durun bakalım siz şu konuda, bu konuda ne
düşünüyorsunuz” vs dedi ve görüşme not alarak gerçekleşti. Enteresan bir
sohbetti.
23 yaşında ve Almanya‛da öğrenci. Annaanne Urfa‛dan, Anne Halep‛ten, baba ise
Van civarından Samsun‛danmış. Annesi Türkçe biliyor ve kendisi de öğrenmek
istemiş ama olmamış. Osmanlı zamanında annesi Ermenice ya da Arapça değil,
Türkçe (n. burada muhtemelen Osmanlı Türkçesi kast edilmiştir) öğrenmiş. Öyle
zorundaydı, benim amcalarım da Türkçe bilir dedi. Onlar diasporada ama.”
Göç eden aile yanlarında dili getirmişler.
Savaş hakkında ne düşünüyorsun?
“Ben vatanseverim, Ermenistan ile Türk askerleri savaşa girebilir, öyle olursa
Türkiye kocaman ülke! Ben asker değilim ama savaş çıkarsa ölmek umrumda olmaz.
Ben vatanseverim, savaşırım ve bundan onur duyarım.”
Sınır?
“Markete gidince Türk ürünlerini görebilirsin. Sınır kapalı ama aşılıyor.”
1915?
“Annemin teyzesi genocide‛ta kayboldu.
“bu ciddi bir mesele. Ele geçirilen toprakları demiyorum ama en azından bize
üzgün olduğunu söyle. Never forget never forgive var burada. Ama ben never
forget but forgive diyorum artık, I will forgive. Özür bekliyorum, özür istiyorum.
Değişim için bir şeyler olmalı, deprem olunca 2 yıl önce biz yardım gönderdik
Van‛a. Siz de bişey yapın!”
Ararat dağını görüyorum ama ona erişememek hayatımın en zor şeyi.
“I can see Ararat but I can‛t reach that one of the dificult things in my life.
“Gençler onlara lanet edelim diyorlar. İşte Ermeni dolması daha güzel. Fuck
Turkey” “Aniye gideceğim. Eskiden politik tavır olarak konuşmaz, giderdim ama
artık konuşuyorum. Gençlere de onu söylüyorum, dene en azından dene
beğenmezsen konuşmayı kesersin ama en azından denemiş olursun.
Türkiye‛ye gittin mi, biliyor musun?
Ajda Pekkan benim Diva‛m.
Gündeş‛i severim.”
Ve Ebru
“Sınır açılsın istiyorum”
İstanbul‛a geliş çok sıkıntılı.
Nareg Ermeni ve milliyetçi bir Ermeni,
kolunda Armani ayı taşıyanlardan o
yüzden bu görüşme tavır değişikliğinin güzelliği açısından önemli. Nareg ayrıca
bizim gibi Türklerle karşılaştığı ve konuştuğu için de çok memnun olduğunu
defalarca söyledi. Konuşma bir saatten daha da fazla sürdü: Pazarda, sonra
pazarın kenarında bir bankta ve bir kafede onun ısmarladığı içeceklerle...
Kaset satan Kemal abi ve oğlu.
“Faşizm nedir bilir misin? Erdoğan da faşistir Sarkizyan da. Sen sınır açılsın
istersin, ben sınır açılsın istiyorum, o sınır açılsın
istiyor ama yukarıdakiler istemiyor.”
“Ayda iki kere İstanbul‛a gidiyorum, Gürcistan‛dan.
Moskova‛da yaşıyorum aslen. Yoldaşım, eşim
Moskova‛dan. 1918‛de gelmiş, neredeyse 100 yıl
olacak. Ermeni olsun Türk olsun ama insan olsun. “
“Buradan 500 eurodur gitmek, mecburen otobüs.
Sınır açılsa 4 saat. Batum, Sarpi, Hopa, Samsun 31-32 saat buradan‛.
Sonra Kemal amca bize ‘kofe‛ ısmarladı, tatlı tatlı kısıtlı Türkçesi ile türk kahvesi
demememiz gereken kofeleri içtik. Kemal abinin oğlu da sınır açılsın diyen ekipte.
Bize sister diye hitap etti. Bir CD hediye etti. Biz de ayrıca Cd aldık ve yola
devam ettik.
Seyran Vernisaj​
şuga ressam… Onu dinlerken ne üzgün çıkmışız. Nedeni belli:
Türkiye‛ye dinlenmek için bile gitmem,
gölgesine gitmem. İran‛a her zaman
giderim. Türkler bizim atalarımızı kesti
(eli ile boyun vurma işareti yapar) fakat
işte belki seyahatimizin en heyecanlı anı
bu oldu. Epey konuştuktan sonra Hasan‛dan telefon numarası da aldı, kendi
numarasını verdi. ‘Konuşalım, görüşelim‛ dedi. ‘Bir daha gelirseniz bekleriz‛ de ve
hatta resimlerde indirim bile yaptı
İsmi notlarımız arasında kaybolan Kavalcı;
Hasan pazar yerinde kendi yaptığı müzik aletlerini satan bir Kavalcıdan kaval
alırken bir yandan telefon uygulaması ile sesi kontrol edip bir yandan da sohbet
etti. Konuşmadan geriye kalanlar özet olarak şöyledir;
Ataları Muştan gelen Kavalcı o taraftan kimseyi tanımıyordu. Türkiye‛den
gelişimizden etkilendi ve ticaretle uğraştığı için sınırın açılmasının ticaret
konusunda olumlu olacağını bu yüzden de sınırın açılmasını içtenlikle istediğini
söyledi. Ona göre insanlar arasında birşey (sorun) yoktu ne varsa siyasilerden
kaynaklanıyordu. Dindardı. Sınır açılırsa Türkiye‛de ki kiliseleri ziyarette
gidebileceğini söyledi. Ve bir cümle ile aslında tacir bakış açısını ve iletişimin
ticaret yönünü yansıttıverdi bizlere, ‘Sınır açılsın, ticaret yapalım. İyi olur dünde
kalmayalım‛
Aç insanlar artık yemeğe geçmeliydiler, alt katına indiğimiz bir
restorandaydık. Sevan gölünden bir balık denedim, Mine hoca Hıngel
ve Hasan ciğer denedi. Ararat biralarımız vardı. Iğdır‛da yapmış
olduğum çalışmada bir görüşmeci ‘orada her şeyin adı Ararat,
otellerin, suların, bütün büyük binalar Ararat‛a bakıyor, .zlüyorlar‛
demişti… Binalara dikkat etmedim ama Ararat sık kulanılan bir isim.
Evet özlüyorlar ve bu sadece mal, mülk, toprak özlemi değil. Bir çeşit saadet
dönemi özleniyordur belki, ama en çok kayıplar özleniyor, aile fertleri ve
belki komşular kim bilir? Yaşananlar yaşanmasaydı yaşanabilecek olanlar, işte
onlar özleniyor ve bir özür, bir kabul aslında o yitip gidenlerin anısını
canlandırıyor. Sonra müzik çaldı ‘Sari gelin‛ de vardı… öyle daldık bir an,
gözlerimiz doldu. Ermenistan‛da 100.yılda oradaydık ve Sari gelin‛i söylediler.
Restorandan çıkarken “God bless you” diye uğurlandık.
O günün akşamında yorgun olmasına yorgunduk ama günler sayılı olunca Opera
binasının önündeki parkta oyalandık.
Çimlerin üzerinde otururken ben ayan
beyan gelip geçen kadınlara baktım. Ne
güzel bir aura vardı etraflarında!
Yürüyüşlerinde, giyimlerinde, hallerinde
kendini belli eden, bizim buralarda çok
yaygın görmediğimiz bir özgüven ve
kadınlıklarıyla barışıklık olma hali...
Ve Cascade‛ye çıktık ilk kez. Ermeni folk müziği konseri devam ederken bir
basamak, bir basamak daha ​
☺ en üste yaklaştığımızda bir kız ile konuştu Hasan
“Sahi yukarıda ne vardı?” “Merdivenler çok dik ve hiç bir şey yok, soykırım mı
hımm bi fikrim yok” dedi. Ve böylece aşağıya inmeye başladık. ‘Evimize‛
vardığımızda Hasan kapıda kendine birtakım ahbaplar edindi ​
☺ biz ise, sanırım
benden geçti yaaaa ekibi diyebiliriz kendimizi yatağa zor attık!
21 Ağustos Cuma
Kahvaltıdan sonra Hrant Dink Vakfı‛nda çalışan ​
Anush geldi. Ancak maillerden
anlaşılanın tersine sadece bizimle vakıf adına görüşme yapmak ve kaydetmek için
gelmişti. Bizim görüşme sorularımıza ise yanlı olacağı için yanıtlamasının uygun
olmadığını söyledi. Oysa ‘kapalı bir sınırın gölgesinde yaşamak sana ne
hissettiriyor‛ açıklamasını yapmak yanlı olmazdı bence. Video kaydımızda Türkçe,
İngilizce ve Ermenice, her birimiz ayrı dilde konuştuk. ‘Ortak hafıza‛ ile
makalenin ve seyahat fonunun kesişiminden ve sokakta değişen sorular ve
yaklaşımımızdan söz ettik.
Oradan sonra ​
Seda Muradyan​
ile görüşmeye ilerledik.
anlayışı vardı.
Yolda bir kitapçıda mola verdik, Hasan
kitap peşinde ​
☺ çıkarken kitapçı çocuk ile
Hasan arasında bir konuşma gerçekleşti,
biz ne uzun konuşma, sorular uzun
cevaplar uzun derken aslına neo faşist
savların havada uçtuğunu bilmiyorduk.
Yani ‘ölsünler, onlar da ölsün‛ o zaman
Burada bir dip not açmak lazım. Kürdistan Türkiye‛den daha sıcak bakılan bir yer
ve kelime. Kürtçe sempati tercihine konu oluyor. Bu beni şaşırttı çünkü 1915 ve
sonrasında Kürtlerin Ermeni katlinde önemli görev aldığı biliniyor. Sonra 1919‛da
Ermenilerin öldürdüğü Kürtler (ve bölgedeki diğer halklar) var. Devlet ve
çeteleşmenin arasında kalan halkların tarif edilemez acıları,kayıpları olmuş. Ama
bugün bu halklardan en sistematik kaybı yaşayanlardan biri olan Ermeniler
Kürt‛lere Türk‛lerden daha ılımlı. Yani belkide kabul etme ve af dileme/ af etme
çok şeyi değiştirebilir. Neredeyse bütün bir bakış açısını.
Seda Muradyan ile olan görüşme en çok Mine Hoca‛yı gelecekteki muhtemel
işbirlikleriadına heyecanlandırdı. Media Center‛da gerçekleşen görüşmede
gazetecilik, medya ve değişime dair nüansları bulduk. Belki daha sonra Mine hoca
Ermenistan ve Türkiye‛den gazetecilik öğrencileri arasında bir değişim
programına aracılık eder ve Hasan da staja başlar. Evet Hasan, o güzel
Ermenicesi ve sıcak kişiliğiyle, Ermeni edebiyatına dair coşkusu ve kararlılığıyla
muhtemelen Erivan‛da yaşamanın bir yolunu bulacak ​
☺
Seda “çocukluğumdan beri ​
soykırımı​
biliyorum. Aslında korku hikayeleri olan aile
hikayelerinin içinde yetiştirildim. Hayatta kalanların hikayeleri,
kayıpların hikayeleri, acı vs. aile Harput ten kaçmayı başardı
bir kısmı ABD‛de ama önemli bir kısmı Ermenistan‛da. Benimki
ikinci el bilgi büyük babam yaşadı bunları, ben 2 yaşında iken
öldü, fakat bana onun hikayelerini babam anlattı.
Biz açık sınırlarda yaşamalıyız, yaşananlar unutulmamalı,
tanınmak özellikle bunu yaşayanlar için önemli ama kuşaktan
kuşağa aktarılanlar için de çok önemli. Ve sınırların açılması da önemli. Biz 100
yıldır kapalı sınır psikolojisindeyiz. Komşumuz ile sınır kapalı. Böyle yaşadığınızda
sınırların kapalı olmasına alışıyorsunuz. Ama şanslıyız ki Ermenistan‛da ve
Türkiye‛de fark yaratmak isteyen insanlar var.”
Peki Ermeni medyası?
“Ermenistanda her ses var medyada. Devlet tek sesli ama tabiî ki başkan ile ilgili
ağır bir eleştiri bulmak zor ama genelde eleştiri televizyon yayınlarında yaygın.
Tabular yok. Bu bir tabu değil. Ermenistan-Azerbaycan meselesi çok daha hassas.
Tam bir tabu değil ama çok daha taze. Ama Ermenistan Türkiye normalizasyonu,
normal, yaygın. 50 yıl önce tek tük tü ama. Şimdi küçük küçük değişiklikler var.”
“Türkiye çok büyük olduğu için insanların tavırlarını değiştirmek çok daha zor”
“Büyükbabam Harputtan. Harputta Türklerde vardı pek tabii bu açıdan ve
komşuydular. Ben maalesef çok fazla ayrıntı bilmiyorum nasıl kaçtıklarına,
hayatta kaldıklarına dair. Babam büyük annesinin yani benim büyük büyük babamın
annesinin, kocasını kaybettiğini ve sessizliğe gömüldüğünü anlatıyor. Acı çok
büyüktü ve o hiçbir şeyi anlatmıyordu. Konuşmamayı tercih ediyordu.
-olaylardan önce bu yakada Türkler var mıydı?
“tarihçiler daha iyi bilir ama benim bildiğim kadarıyla çok az olmalı, Azeriler daha
çok.
-hala birlikte yaşıyoruz. Ben her zaman aileni seçemesin, komşunu seçemezsin
derim ​
☺ çünkü coğrafyamızı değiştirmezsin. Sınırlarımız kapalı bile olsa
insanlarımız birlikte. Yaz tatillerini Antalya‛da geçiriyorlar. Bu yıl düşük ama
normalde çok. 99. Yılında böyle değildi.”
“haftada iki kez İstanbula direkt uçuş var. bu uçuşların %90 ını tüccarlar yapıyor.
Ürün alım satımı. Biz Türk malları alıyoruz burada. Ticaret var. Sivil toplumdan
sivil topluma ilişkiler aktif olarak var.
“Gürcistan sınırı aynı anda Türkiye sınır bavra ​
☺ sınır. Hergün bir sürü otobüs
gidiyor oradan, bavra‛dan! –Tanrııımmm Bavraaa​
☺ - iletişimimiz, temasımız var
yani. Söz gelimi meslektaşımın kızı evlendi ve balayına İstanbul‛a gittiler. Bunun
50 yıl önce olduğunu hayal etmek zordu. Bu genç insanların komşularını keşfetmek
istediğini gösteriyor. Bu onların köklerine, atalarının yaşadıkları yere gitmek
istediklerini gösteriyor. Bu gidişlerde komşular da keşfediliyor. ‘Aman Allahım
Dolma var. Orada Yalanci Dolma var‛. Bizim ailemiz yalanci dolma derdi. İnsanlar
dolmanın sadece Ermeni yemeği olduğunu söylerdi oraya gittiklerinde öyle
olmadığını gördüler. İçli köfte – ayran-… Ben topikin Türk yemeği olduğunu
düşünürdüm ama İstanbuldayken topik Ermeni yemeği dediler. Yani her şey öyle
iç içe ki! Evet sınırlar kapalı ama biz seyahat ediyoruz, bu çok yardımcı oluyor.
Bizim daha değişik aşamalarda daha doğrudan irtibat kurmaya ihtiyacımız var
diye düşünüyorum.
“yani her zaman olağan şüpheliler var gidip gelen organizasyonlarda yer alan bizim
skalayı genişletmemiz gerek. … hala hiç buluşmamış alanlar var, meslekler var
diyalogla.” “ama sınırın kapalı olması ile hiç ilgilenmeyen insanlar var, onları içeri
almalıyız çünkü hiçbir hükümet geniş bir toplum desteği olmadan değişiklik
yapmaz.”
“Bir keresinde Almanya‛dan İstanbul‛a gittim inanabiliyor musnuz? Çılgınca, önce
Münih‛e sonra İstanbul .”
Daha sonra Opera binasının orada insan hakları üzerine haber yazan ve Hrant
Dink Vakfı desteğiye Türkiye‛de de çalışmalar yapan gazeteci ​
Anna Muradyan ie
görüşme yaptık Anna “Babamın babası Kars‛tan. Aile bilmiyordu ama o Türkçe
biliyordu. 1915‛dee Gürcistan üzerinden gelmişler. Gürcistan da “Bostia gibi bir
isim” köy var Türkçe konuşulan. Babam bana dedemin nasıl soykırımdankaçtığını
anlattı. “Sınırın açılmasını istiyorum. Çünkü biz komşuyuz ve bu anlamsız. Coğrafi
olarak birbirimize bağlı olacağım doğu bölgesi ile iletişim, irtibatdaha basit
olacaktır merkez Türkiyeye göre ve bu sağlanmalı. Ayrıca İstanbul‛da Ermeni
topluluğu var yaşayan ve tarihi yerler var anlamlı görmek isteyebileceğimiz.
Ataların köyleri var, diasporanın da bizim de görmek istediği. Türkiye‛de
bulundum tabii.”
“Normalizasyona çoktan başladık diye düşünüyorum ve tabiî ki ortak kültür bir
başlangıç noktası. Siyasiler bizi o kadar da temsil etmiyor.”
“Yerevan sınıra yakın ama bir sınır şehri değil. Ermenistan küçük bir şehir, senin
açından Erivan sınıra yakın ama biz Erivan‛ı sınır şehri saymıyoruz. Bizim için
Ermenistanın merkezi ve nüfusun yarısı burada.
Bu iki görüşmeden sonra Lunapark avına çıktık. Dağda
gördüğümüz dönme dolap için. Aldığımız yol tarifi bizi
şehrin kenarına götürdü. Dolmuş deneyimimiz oldu. Giyim
değişti. Bizim “ev” tam merkezde idi. Yanlış Lunaparkta
olduğumuz anlayınca taksi ile dağa çıktık. Doğal bırakılmış
park, ağaçlar ve çimenlerle başlıyordu, bir yapay göl ve
dönme dolap ve sönmeyen ateş ve bir koruyucu kadın
heykeli daha… ben dönme dolaba bindim tabii.
Sonra Ararat ve masis olarak adlandırılan Ağrı ve küçük Ağrı‛nın görüldüğü bir
alana, kilise benzeri bir bina ile önündeki ateşin olduğu yere geçtik. Milliyetçiliğin
inşa edildiği mekanlardan birinde idik. Tanklar, füzeler vs. Ararat‛a doğrulmuştu
ve sönmeyen ateş ortada idi. Bir daha asla demenin bir yolu gibi. Tam bir bellek
mekanı. Neredeyse bir yıldır Ağrı‛nın eteğinden Alagöz dağlarına doğru bakıp,
neresi Erivan acaba diye düşünüyordum ve o anda Erivan‛dan bakıp Ararat‛a doğru
bakıp
neresi
Iğdır
acaba
dedim.
Sınır dediğin şey bir küçük adım aslında, oradan oraya atlayıp geçtikten sonra hep
diğer taraf olur…
Sonra yürüdük yeniden Cascade‛de idik. Ve bu kez caz konseri
vardı​
☺ benim limonata aşkım da bir çeşit sapkınlık olunca, hoş bir
akşamüzeri geçirdik.
Veee 22 Ağustos.
Ahh Karen ah!!! Hasan Ermenice söyledi, ben haritayı gösterdim. Iğdır sınır, araz
var. Bagaran‛a gidiyoruz diye bindik araca… 1972 model bir beyaz taksi.
Benzincide gördük ki kapısında gölde bir ada ve kilise fotoğrafı var. Yoksa Van
mı? Hayır Svan çıktı! Boğaziçi Üniversitesi‛nden Mustafa beyin tezindeki konuyu
gördük yani. Onun tezinde mekan ve bellek ilişkisi olacak. Van‛dan giden Ermeniler
bir başka göl kenarına yerleştiler. Sevan‛a. Benzer biçimde ada ve kilise vardı.
Doğu beyazıttan gelenler ise alagöz dağlarının eteklerine yerleşirler. Benzer
mekan arayışı!
Benzincide şöyle bir dialog geçmiş aktarılan “Bak
orası Türkiye işte, komşuyuz işte”
Sonra az gitmeye uz gitmeye başladık. Karen‛in hikayesini sorduk. “VanMuştan geliyor ataları. Kendi de ziyaret etmek istiyor oraları ama vize sorun
diyor. Avrupa‛dan gelenlere izin var da diyor bizde sıkıntı. Ani, Muş, Iğdır, Ararat
bunlar hep bizimdi. Ama şimdi Tiflis‛ten gidebiliriz. Babamın babası oradandı.
Türklere mi daha yakın hisediyorsun Azerilere mi denince Türkler diyorTürklerle
barış daha kolay çünkü demiş. Bu esnada arabada ben;
Sonra Gümrü‛yü geçtik. Ne işimiz vardı Kars sınırında? Derken bir dükkan
camında yansımamızı gördüm. Herkesin kolu kafası dışarıda idi. Tam bir Hint filmi
gibi. ​
☺​
Anlatırken de böyle anlatıyorum o günü!
Kırsaldayız. Etrafta hiçbirşey yok. elimi uzatıyorum camdan, güneş
sıcak, rüzgarı yakalıyorum bazen. Bazen de güneşi. Müziği ikide bir
kapatsa da Karen, yavaşlığı ile Kamil abiyi ahh ahh diye özlemle
anmamıza neden olsa da bize gidiyoruz.
Bir an bir fark yaratıyormuşuz gibi geliyor. Hasan var, Mine hoca var… öyle işte o
an var ya, o an mutluyum işte. Sonra bize Karen diyor ki Gürcistan sınırındaki son
köy. Herhalde bu sınırdan paralel gideceğiz Aras‛a. Derken Bavra diyor, indiriyor
bizi rastgele bir köyde. Dağların arasındayız. Hani karşı kıyı nerede? Aras
nerede? Derken bir harita var yerimizi gösteren. Olmamız gereken ile olduğumuz
yer arasındaki farkı gösteren. Şok oluyoruz. Ben bayağı üzülüyorum.
​revik Şahbazyan ile karşılaşıyor, ​
A
onunla
konuşuyoruz. Köye gelin olarak gelmiş ve
ataları Van‛dan göç etmişler. Hala Van‛da
yaşayan akrabaları var ve Tiflis üzerinden
köye gelmekteler. Böylece akrabalık
ilişkilerini sürdürebiliyorlar. Anne baba
tarafı farklı yerlerden dini olarak
farklılıklar var sadece etnik olarak yok. Köylülerin geneli ne taraftan gelmişler?
“Çoğu bu taraflardan.” Akraba mısınız köylüler olarak? “Akraba olanlarda var
olmayanlarda.” Komşularınızın ataları ne taraftan gelmiş, Türkiye‛den var mı
gelen? “Evet farkı yer den var Muş‛tan gelenler vardı ama şimdi onlar Aşdarak
köyünde yaşıyorlar Erevan tarafında.” Türkler yaşıyor muydu burada? “Çok
önceleri yaşıyorlardı şimdi Amasia köyünde hala yaşayanların olduğunu biliyorum.”
Türkçe biliyorlar mı? “Evet.” Sınırın açılmasını istiyor musunuz? “Evet.” Kapalı
sınır ardında yaşamanın ne gibi zorlukları var ya da burada yaşamanın? “Sadece
tarım var burada toprak işleyebiliyoruz onun dışında başka bir şey yok.”
Kaçakçılık var mı? (Hasan‛ın notu: tam soramadım bu soruyu) “Hayır.” Komşuluk
var mı? “Gürcistan‛dan var Türkiye‛den yok.” Önceden var mıydı? “Çok önceleri
vardı buralarda az Leninakan ve Aras nehri kıyılarındaki köylerde yaşayanlar
vardı. Amasia tarafında.”
Mine hoca eşarp hediye ediyor. Sevinci görüyorum. Kendime not: bundan sonraki
alan araştırmalarında ellerimde küçük hediyeler olsun. Araca biniyoruz. Bagaran
adını kontrol ediyorum. Evet. Bagaran var. Bavra değil sadece mesele. Demoralize
halimizi Mine hoca toparlıyor. Hasan açıktı, Karen acıktı, yemek yemeye karar
veriyoruz ​
☺ ahhh ne karar ne karar! Yol üzerinde çeşitli restoran benzeri
mekanlara yanaşıyoruz.
Hani Yılmaz Erdoğan‛ın bir şiirinde varya “sadece bilmek zorunda kalanların bildiği
bir yol üstü lokantasında” arayışlarımızı sürdürüyorduk.
Hasan ve Karen kuzu yemek istiyordu. Yanaştığımız mekanda mangalın yanıp
yanmadığına bakıp oradan sonra soruyorduk. Gezinin favori anlarından biri bu
esnada yaşandı. Bir mekana yanaştık.
Hasan indi gitti konuştu.
Karen‛in
kolu
camda,
Hasan‛abakıyordu. –Kebab? Diye
sordu, Hasan da cevapladı
–Davar! Ren eliyle bin işareti
yaptı ve söylendi. Kebap? Davar?
☺​
yani o anı yansıtamıyorum kelimelerle ama olsun. Haliyle kuzu eti olmadığından
oradan ayrıldık.
Sonra bir motele “çekti” Karen, yine
mangal yanmıyordu. Mine ‛valla tam
Amerikan yol filimleri gibi seri katil eksik‛
espris yapıverdi. Sahiden de bütün
kilişeler bizdeydi. Bir hollywood yapımı
gibi. Ve en sonunda yolculuğun en önemli
ayağı gibi davrandığımız yemek sorunu
çözüldü. Karen bir gürme imiş meğer :D Mine hoca ve ben etten çok közlenmiş
patlıcan, biber, domates ve peynirlerle kendimizden geçtik. Öbürleri de kuzu
etine kavuştu.
Yollar ve yollar. Şimdi huzurla anıyor olabilirim ama o anlarda içim içimi
kemiriyordu biraz biraz. Acaba köyün adına yanlış mı bakmıştım? Karşılaştığım
her yerde Bagaran deniyordu ama işte o acaba vardı ya işte! Neyse bizim açık
havalarda çıplak gözle gördüğümüz nükleer santrallerin yanından geçtik, gittik…
ve Bagaran
Ahh Karen ahhh, bu pozların çekiminin
ardından hadi demez mi! eee gördünüz Bagaran bu tamam! Tengri ​
☺ evet gördük,
halıkışla ve Bagaran dipdibeler gerçekten, sınır var, iki ayrı ülke var, düşmanlık
var değil aslında… neyse şansızlıklar yakamızı bırakmayacaktı… burada dip notum
var; Köye doğru giderken karşıda yeni bir yoldan geçen kamyon-tır gördük. Zaten
Mine hoca ile benim takıldığımız nokta idi niye aynı yolu teperek buraya gelmiştik
ki? Kıyıdan, sınır boyu gelinmiyor muydu ki? Mine hoca –eee işte yol, bari dönüşte
kullanalalım dedi. Bende –eveettt evet yaa bu yola bak ona bak dedim. Hasan- ya
bilmiyor bilmediği yola girmiyor dedi. Biz böyle konuşurken araç malum yola
yaklaştı, efenim orası Türkiye idi. Bizim güzel yol, karşı kıyıda kalmıştı. Sınırda
olduğumuzu bildiğimiz halde karıştırdık biz, peki bu köylerde yaşayanlar ne
yapıyorlardı sahi??
Köye vardığımızda karşılıklı iki evden insanlar ile konuştuk. Rus askerlerinin
gözetlediği kulenin gölgesinde… Görüşmelere beni göstererek, Iğdır‛da yaşıyor”
diye başladık. Karşı kıyıda. Yoldan gelmiş, susamıştık bize sularından ikram
ettiler. Karen yol sordu ve vakkamız olan Bavra seyahatimizi anlatıı. Öğrendik ki
aslında Yerevan ile Bagaran arası 80km idi! ​
Köyde kiminle görüşebileceğimizi
soruyoruz. Köy muhtarının -başkanının- kardeşi öldü bugün deyip birbirlerine
bakıp olumsuz bir ifade ile yas yeridir gitmeniz doğru olmaz deniyor.
Samuel(samvel) Pedrosyan
Eskiden Komşularınızın var mıydı?
“Evet vardı. Azeriler vardı Karabağ savaşı sonrası hiç kalmadı.”
Sınırdan tanıdığınız kimseler var mı?
“ Askerler izin vermiyor eskiden Azeriler varken vardı.”
Dere kenarında karşılaşıyor musunuz?
“Görüyoruz uzaktan biri birimlerimizi konuşamıyoruz ama.”
Balık tutarken karşılaşıyor musnuz?
“Çok fazla yaklaşmamızı istemiyor buradaki askerler.”
Dedeleriniz nereden gelmişler?
“Kars‛tan gelmişler.
Ayrılıklar var mı kültürel olarak yaşayış olarak?
“Hemen hemen aynı, iklimde benzer.”
Karşıda düğün olduğunda davul zurna sesi geliyor mu?
“Düğün sesi geliyor evet ezgiler aynı azeri ezgileri. Amasia, Leninakan tarafına
yani Kars‛ın karşılarına denk gelen taraflarda Kürt köyleri, Aras kıyısı boyunca
Iğdır taraflarında Azeri köyleri vardır Nahcivan‛a kadar.”
“Bu köy hep ermeni mi?”
“Azeriler bizden fazlaydı savaşa kadar ama şimdi hiç yok.”
Bu köyde şimdi karşıda akrabaları olanlar var mı?
“Yok yok hayır.”
Türkçe bilen var mı?
“Hayır”
“Nereye gidebiliriz?”
Muhtara soru sormak istiyoruz biraz.
“Kardeşi ölmüş bu gün yas var onun için doğru olmaz bugün karışık biraz askerler
var köyün içinde.
Aslan Bey bizi kendi evinin bahçesine götürür ısrarla;
“Ben de ermeniyim başka millet yok burada.”
Türklerle sınırda karşılaşıyor”musunuz?
(Tedirgin evedoğru)” Hayır.”
Göçtünüz mü siz bu tarafa?
“Zamanında yaşadık Azerilerle babamlar falan hep buradan o taraftan kimse yok
bizim.
Sınır açılsın istiyor musunuz?
“Evet insanlar arası bir şey yok.”
Bu köy ve o köye akrabalık var mı?
“Hiç kimse yok.”
Karşı köyden bir dede düğün olunca oturup dinler, kimin olduğunu merak edermiş
kim o aileler yarısı o tarafta kalan?
“Önceden, azeriler buradayken düğünleri olurdu onların akrabaları olabilir.”
Askerlerle yaşamak zor oluyor mu sizin için?
“Problem değil.”
Tarlalara gidiyor musunuz?
“Hayır çok yakın olan araziler yasak, hem de yerimiz yok o tarafta. Hiç ilişkiniz
yok karşıyla,” Ama umduğumuz yoktu. Yani benim umduğum anlatılanlar okunanlar gibi değildi.
Köyün şefinin kardeşi ölmüş o gün, yani yas var, mezarlıkta taze çiçekler var,
adamlar kuleyi gösteriyor, giremezsiniz diyor, saat geç askerler var. Tutuklamayı
tarif ettiler işaretlerle. Sürekli bizi evlerine sokmak istediler. Görünmek
istemediler. Sonra sonra gitmeyelim dedim o zaman ​
☹
Yine de sınıra kadar geldik. Günü arabada geçirdik. Çok yorulduk ama
pahabiçilemez bir deneyim oldu. Erivan‛a vardığımızda akşam olmaktaydı. Karen ile
ertesi gün için sözleştik. Ve biz misler gibi açık havada parkta iken yağmur
yağmaya başladı. Bir çeşit bira festivali vardı. Ve garip bir mutluluk vardı
üzerimizde. Bütün bu anılar boyunca bahsetmediğim Türkiye‛nin içinde bulunduğu
dozu artırılmış faşizm hali, aramıza katılamayan Metin hocanın eksikliği, günün
yorgunluğu, acaba çalışma kayda değer bir biçimde mi ilerledi, eksik gedikler
nelerdi soruları havada idi ve bizler gülümsüyorduk.
Biraz müzik eşliğinde sohbet ettik. Bir fark yaratmış mıydık bilmiyorum, ama ben
kendimde biraz daha bir şeyler öğrenmiş, biraz daha bir şeyler hissetmiş olmanın
farklılığını görüyordum ve hala görüyorum. Demek ki olmuş!
Ertesi sabah ben erkenden kalkıp Yerevan‛da ki son günümü değerlendirmeye
koyuldum. Bir kilise ve bir ayin hazırlığını gördüm. Ve geri döndüm hızlıca Karen
ile saat 10 için sözleşmiştik. Acı gerçek,Karen çoktan gelmişti :S…
Ve odamızdan ayrıldık, son kahvaltıya doğru ilerledik.
Mine hocanın belirttiği gibi, sanki bir yataktı bizim yataklar. Kilimanın
varlığı hayat kurtarıcı idi.
Sonra Karen erken gitmek için bize kızsa da daha önceden Mine hocanın görüp
beğendiği ama fırsatsızlıktan giremediğimiz pastaneye yürüdük. Çok da iyi
yapmışız. Biz seçimlerimizi yaparken ödemesini yapan bir müşteri İngilizce –Türk
müsünüz? Ben de Antalya‛daydım yeni geldim dedi. ‘Erivan‛ı çok beğendik‛ dedik.
‘Antalya daha güzel‛ dedi, çok sıcak gülümsedi ve gitti. Bu kadar. İletişimimizin,
temasımızın önüne geçilmezse ben de oradaydım deyip gülümsenebilir. Son kez
Cascade‛nin önünden geçtik –en azından bu gezi için. Ki en yüksek ihtimal
Hasancan döner gelir buralara.- Yola düştük. Havaalanına gitmeden evvel
Soykırım Anıtı‛na gittik. Gezinin duygu yoğunluğu en yüksek anları idi.
Bi kere anıt Iğdır‛dakinden çok farklıydı. Iğdır‛daki anıtın kısaltılması kılıçlardır.
Ateşi, mezarı, yası koruyan kılıçlar tarihi Türk savaşçılarının motifler ile
bezelidir. Burada ise sadelik vardı, her yerde düz taş. İsmi de küçük kırlangıçlar…
ateşin yanına giderken bir kadın gördük, çiçek bırakan. Sonra çiçeklerini bizimle
paylaşan. Mine hoca bir tek ona Türkiyeden geldiğimiz söylemedi, söyleyemedi… o
anda, o yerde o kadına… söylenecek ne vardı ki?
​
Sonra müzeye girdik. Biraz hızlı gezdik
ama görece adilane bir müze idi. Nefsi
müdafa olarak da olsa savaşın iki yüzünü
de anlatıyordu. Ancak anılar… onlar fena
idi. Ve Hrant Dink de vardı.
Deftere yazdık sonra;
Mine hoca görevlilere deftere yazdığımızı söyledi, birilerinin okuyacağından emin
olmak için, çünkü o deftere yazdık biz. Biz oradaydık ve öyle işte… Sonrası hava
alanı, dutyfree… aaa neredeyse unutuyordum Hasan‛ın kaval aşkı bizi bir
gazetecilik öğrencisi ile tanıştırdı.Bu genç kadın aslında Türkiye‛ye gelmek istiyor
ama güvenli olup olamayacağından emin olamıyordu. Bize de rahastız edilip
edilmediğimizi sordu. Öğrenci ısrarla İstanbul‛a değil Ankara‛ya gelmek istediğini
söyledi. Mine hoca ‘Ama daha güzel olan şehir İstanbul, Karıştırdın galiba‛
dediğinde ise ‘Siz oradasınız diye Ankara‛ya gelmek istiyorum‛ dedi. Mine hocanın
çekim gücüne kapılan kızımız “sınır soykırım tanındıktan sonra açılsın” katılığını
yumuşat mışmıdır acaba? Siyaset ile insani ilişkiler arasındaki farkı ve bizim
ilişkilerimizin gücünün siyaseti değiştirebileceğini düşünmüş müdür?
Ortak hafıza ve Hrant Dink Vakfı güzel insanlar ile güzel ve çok özel
bir yolculuk fırsatını sundu bana. Mine hocam ve Hasan‛cım başka
seyahatlerimizde olsun isterim ve 100. Yılda kapalı bir sınırı sizlerle aşmış olmak
büyük mutluluktu. Çokça teşekkürler ve ondan da çok sevgiler…

Benzer belgeler