Sercesme 5.qxp - Hacibektaslilar

Transkript

Sercesme 5.qxp - Hacibektaslilar
SERÇESM
¸ E
BÝLÝMLE GÝDÝLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR
TARÝHÝMÝZÝ UNUTMAYALIM
BU SAYIDA
VELÝYETTÝN ULUSOY
Alevi-Bektaþi
Yolunda
Sürek
Farklýlýðý
FÝKRET OTYAM Aleviler ve Dahi Aczmendiler
ESAT KORKMAZ Aleviliðin Felsefe Boyutu - II
ÝSMAÝL KAYGUSUZ Þemseddin Tebrizi - II
ALÝ BALKIZ Toplumsal Barýþ Nasýl Saðlanýr
CENGÝZ YILDIRIM ‘Raymond” ve “Kýzýlbaþlýk”
ÝSMAÝL ÖZMEN Tasavvuf - II
AHMET TAÞÐIN Ayetten Nefese
AHMET KOÇAK Yaser Arafat’ý Yitirdik
ÖLÜMÜNÜN 3. YILDONÜMÜ
ESEN USLU Yitirdiðimizin
Kýymetini Bilmek
RIZA YÜRÜKOÐLU Alevi
Toplumunun Derleniþ Yollarý
LÜTFÝ KALELÝ Aleviler Diyanette Yer Almalý mý?
BURHAN KOCADAÐ Lolanlarýn Tarihçesi - I
MUHARREM TEMÝZ ile Söyleþtik
MEHMET TURAN Yola Birlikte Gidilir
AYHAN AYDIN Anadolu Erenlerinin Dergâhlarýnda
ESAT KORKMAZ Niçin Eðitim, Nasýl Eðitim
ESAT KORKMAZ Bedreddin’in Toplumsal Kimliði
AYLIK DERGÝ
Genel Yayýn Yönetmeni: Esat Korkmaz
Sahibi: Genel Ajans Basým Daðýtým Organizasyon
Ltd. Þti. adýna Ahmet Koçak
Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü: Ahmet Koçak
Yönetim Yeri: Divanyolu Cad. No: 54,
Erçevik Ýþhaný 102, 34110 Eminönü - Ýstanbul
Tel/Faks: +90.(0)212.519 5635
E-posta: [email protected]
Baský: Mart Matbaacýlýk, Ceylan Sk. No 24, Nurtepe,
Kaðýthane, Ýstanbul - 0212.321 2300
Yayýn Türü: Yerel - Süreli
FÝYATI: TL 3M / € 3 / £ 3
ARALIK 2004 SAYI:
ISSN 1304-986
9 771304 986000
5
Aleviler-Bektaþiler tarihlerine bireysel,
ötesinde toplumsal “katýlým” saðlamak istiyorlarsa
“geçmiþi þimdinin bilincinde” yoðurmalarý gerekir.
Ancak o zaman Alevi-Bektaþi bilinci, henüz
“gerçek olmayan gerçeðe” uzanabilir, yani tarihi “aþabilir”.
Kahramanmaraþ Can Kýyýmý
Esat Korkmaz, Genel Yayýn Yönetmeni
Baðlarbaþý Camii imamý Mustafa Yýldýz cemaate þöyle sesleniyordu: “Oruç tutmak namaz
kýlmakla hacý olunmaz, bir Alevi öldüren beþ sefer hacca gitmiþ gibi sevap kazanýr.”
1978’in son ayýna girilirken “ortalýk”, þeriat özlemi çeken köktendincilerin, “Türk-Ýslam
Sentezi”ne “yatýrým” yapan ve devleti ele geçirmek isteyen faþistlerin, bunlarý yönlendiren
ve güden CÝA ajanlarýnýn, MÝT ve Kontrgerilla görevlilerinin kitle katliamlarýna “gebe” idi.
Bu noktaya “dün”den gelmiþtik; uzak geleceðe umutla bakmakla birlikte yakýn “gelecek”
için ayný þeyi söylemekte zorlandýðýmýz da bir gerçekti. Menemen’de Kubilay’ýn kör bir
testereyle þehit edilmesi; emperyalizme karþý ulusal kurtuluþu gerçekleþtiren Kemalistlere,
Kemalistlerin yaþama geçirmeye çalýþtýðý “demokratik devrime” karþý, hukuk yaný geçersiz
kýlýnarak vicdanlara itilen/sýkýþtýrýlan, iktidardan alaþaðý edilen köktendinciliðin, yani þeriatýn, umutsuz bir “kalkýþmasý”ydý. Egemenliðin Tanrý’dan alýnarak halka verildiði süreci tersine çevirmek isteyen köktendinci bir “cüret”ti. Cumhuriyeti kuranlar Menemen’de; “ahlak
ve öte dünya öðretisi” olarak “hapsedildiði” vicdanlara “dar gelerek” sokaklara taþan þeriatçý þiddete, kurulan ve yaþatýlmak istenen demokrasinin gereði, devrimci þiddet uyguladý;
onu, yeniden olmasý gereken yere, “vicdanlara” itti. Çünkü yaþama geçirilmeye çalýþýlan
demokratik devrim, feodal bir rejim yýkýlarak, ona son verilerek, emperyalizmin egemenliði
kýrýlarak gerçekleþtirilmiþti. Sokaða taþan þeriat yoluyla Ortaçað’ýn yeniden hortlatýlmasýna;
gericiliðe ve gerici þiddete izin vermek, ona özgürlük tanýmak devrimin boðulmasý demekti.
Demokrasi, Ortaçað gericiliðinin tasfiyesi temelinde ve egemenliðin halkta olduðu; bireyin
ulaþamadýðý/bilemediði/bilemeyeceði ilahi bir gücün tartýþýlamaz/esnetilemez buyruklarý yerine kendi özgür iradesinin seçeneklerine göre davrandýðý bir zeminde kurulur/boy
atar/yapýlanýrdý; toplumsal-ekonomik, siyasal ve kültürel bir devrim olarak kendini örgütlerdi. Bu yolla, feodal siyasal egemenlik sistemini kýrar; feodal iktidarýn temelini oluþturan
iliþkileri çözer/daðýtýr/temizler; emekçiyi/üreteni, topraða ve dinsel kurumlara baðýmlýlýktan
kurtarýr; ruhbanlýðýn zincirlerini parçalar; feodal baðýmlýlýklarý, Ortaçað deðerlerini yeniden
üreterek Ortodoks dinin deðerlerini toplumun düþüncesine katan, giderek ilahi bir toplumsal
bilinç oluþturma yoluna giren þeriatçý ideolojiyi kökünden kazýrdý. Ýþte özgürlük denilen þey,
böylesi bir mücadelenin, kan akýtýlarak, bedel ödenerek verilen bir kavganýn yol açtýðý
toplumsal düzeydeki devrimci deðiþmenin/dönüþmenin ürünü olabilirdi.
Eðer Ortaçað gericiliði tasfiye edilemezse, günümüze uzanan Ortaçað deðerleri kýrýlamazsa özgürlük de, özgür birey de olamaz. Kul zemininde ve kaderin, tevekkülün belirleyiciliðinde adým adým bireyin/topluluðun/toplumun tavrýna, ilahi bir ideolojinin “dikte ettirdiði” bir süreç egemen olmaya baþlar. Özgürlüðün boy vereceði, özgür bireyin doðacaðý/yetiþeceði/devineceði alanlar daralýr ya da ortadan kalkar.
Sonuçta öyle oldu: Ortadan kalktý. Anadolu topraðýnda bu hesaplaþma süreci bir türlü
yaratýlamadý. Oradan buraya uzanan tarihe baktýðýmýzda, devrimin/demokrasinin “boðazlanmasýný” izliyoruz; kýyýmlarý, katliamlarý yaþýyoruz. Kahramanmaraþ can kýyýmý bunun
en çarpýcý örneklerinden biri durumundadýr.
Koþullar CIA Ajaný Peck’in kitle katliamlarý yaratma planýnýn “kanalýna oturduðunu”
gösteriyordu: 19 Aralýk 1978 günü, Kahramanmaraþ’ta, bir ülkücü, saat 21 sularýnda Çiçek
sinemasýný bombaladý; bombalama olayý, katliama giden olaylar zincirinin ilk adýmý oldu.
Sinemada o anda “Güneþ Ne Zaman Doðacak” adlý “Sovyetler Birliði’nde komünist zulmü”
(Devamý Sayfa 2’de.)
(Baþtarafý 1. sayfada)
Kahramanmaraþ
Can Kýyýmý
anlatan bir film oynuyordu; bombanýn atýlmasýyla birlikte, Türkoðlu ilçesinden gelen bir
grup faþist, “Kanýmýz Aksa da Zafer Ýslam’ýn”,
“Ya tam susturacaðýz, ya kan kusturacaðýz”;
“Müslüman Türkiye”, vb., sloganlar atarak seyirci kitlesini galeyana getirdi; harekete geçen
kitle CHP il binasýna saldýrdý. Ýzleyen gün,
Kahramanmaraþ’ta, Alevilere ait bir kýraathane
bombalandý. 21 Aralýk’ta, Kahramanmaraþ’ta,
iki TÖB-DER’li öðretmen öldürüldü. Ertesi
gün, öldürülen öðretmenlerin cenazesini taþýyan kalabalýða faþistlerin yönlendirdiði bir topluluk, “Komünistlerin, Alevilerin cenaze namazý kýlýnmaz” diyerek saldýrýya geçti.
Gerilimin çatýþmaya dönüþmesi üzerine törene katýlanlar daðýlýnca cenazeler ortada kaldý.
Güvenlik güçlerinin herhangi bir müdahalesiyle karþýlaþmayan saldýrgan kitle, kent çarþýsýna
yöneldi: Alevilere ve CHP’lilere ait birçok iþyeri tahrip edildi; 3 kiþi öldürüldü. Ayný günün
gecesi, faþist ajitatörler kent sokaklarýnda dolaþarak “Solcu Alevilerin silahlý saldýrý yapacaðýný” yayarak herkesin silahlanmasýný saðladýlar. Aralýðýn 23’ünde, Kahramanmaraþ’taki
olaylar karþýlýklý çatýþma boyutunu aþarak solculara ve Alevilere yönelik tek yönlü bir katliama dönüþtü: Henüz kente askeri güç sevk edilmemiþti. Saldýrýlarýn yer yer polis kuvvetlerine
yönelmesi üzerine “polis-halk çatýþmasýný önleme” gerekçesiyle sabah saatlerinde kentteki
tüm polisler görev dýþý býrakýldý. Ýzleyen gün,
Kahramanmaraþ’ta sokaða çýkma yasaðý ilan
edildi: Sokaða çýkma yasaðý vardý ama buna
görev dýþý býrakýlan “güvenlik güçleri dýþýnda
uyan” da pek yoktu. Faþistlerin çevre köy ve
ilçelerden taþýdýðý silahlý gruplarýn da takviyesiyle iyice azgýnlaþan saldýrganlar, “Komünistleri býrakmayalým, Allah yoluna kesin, Sütçü
Ýmam aþkýna vurun”, “Bugün cihad günüdür,
bir Alevi öldüren cennete gider”, “Alevileri
öldürelim, memleketten temizleyelim, “Alevileri öldürün, þahit kalmasýn” naralarýyla Alevilerin yaþadýðý Yörükselim, Yenimahalle, Serintepe, Maðaralý, Karamaraþ mahallelerine saldýrýya geçti; sokak sokak tarandý, bombalandý;
önceden iþaretlenen Alevi evleri özel olarak
kundaklandý; “Alevilerin dinsiz ve sünnetsiz
olduðu” yayýldýðýndan erkeklerin pantolonlarý
indirilerek sünnetli olup olmadýðý kontrol edildi; ölülerin ve yaralýlarýn taþýnmasý engellendi;
tedavi edilmesin diye hastaneler kuþatýldý; insanlar kadýn-erkek, hamile, çocuk-yaþlý, hasta,
yaralý ayrýmý yapýlmadan katledildi. Kayseri’den getirilen Hava Ýndirme Birlikleri, Gaziantep’ten getirilen jandarma, gökte uçan uçaklar bile olaylarý önleyemedi; sözde kent havadan kontrol ediliyordu; yerde ise eli kanlý faþistler ve provokatörler Alevi caný, devrimci
caný “alýyorlardý.”
Aralýðýn 25’inde akþama doðru Kahramanmaraþ olaylarý yatýþtý: Resmi rakamlara göre
111 kiþi öldü; yüzlerce kiþi yaralandý; 210 ev
ve 70 iþyeri yakýlýp yýkýldý. Katliamýn ardýndan
Alevilerin büyük bir çoðunluðu kenti terk etti.
Ertesi gün, Kahramanmaraþ olaylarý nedeniyle
13 ilde sýkýyönetim ilan edildi.
Ð
2
DÝYANET ÝÞLERÝ SAYIN BAÞKANI, BUNLAR ARASINDA TEK BENZERLÝK ÝKÝSÝNÝN DE
(A) HARFÝ ÝLE BAÞLAMASIDIR EFENDÝM, ARZ EDERÝM!
“Aleviler ve Dahi Aczmendiler!”
Fikret Otyam
DIYANET Ýþleri Baþkaný Sayýn Prof. Dr. Bardakoðlu, Alevilerin azýnlýk deðil Ýslam’ýn alt inanç
grubu olduðunu söyledi ve ekledi: “Alt gruplarýn taleplerine göre hizmet oluþturduðumuz taktirde
sorun çýkar. Ýki gün sonra Aczmendiler talep getirdikleri taktirde o vakit ne olur? Bir baþka
kültürel tarikatýmsý örgütler talepte bulunabilirler!”
Yýllar önce Ýran toraklarýnda Çetin Altan ile yürürken bir kadýn elini uzatmýþ, gözleri gözlerimizde sesleniyordu: “Öksüzem..Fakirem..Naçizem!.” Hiç çýkmaz kulaðýmdan bu sözcükler ve
avucunu uzatmýþ kadýnýn bu sesleniþi.
El uzatsýn/uzatmasýn, öksüzlere/fakirlere ve hele hele naçizlere yardým etmek bir insanlýk borcudur; sizler þu yazýmý okurken 79 yaþýma basmýþ olacaðým, bildim bileli bu insanlýk borcumu
yerine getirmeye çalýþtým elimden geldiðince. Ol nedenle Diyanet Ýþleri Baþkaný sayýn Prof. Dr.
Bardakoðlu olaylar karþýsýnda “naçiz” ki, “Ýki gün sonra Aczmendiler talep getirdikleri vakit ne
olur?”, diye sýzlanýyor!
Bakýn bay Baþkan, insanlýk ölmedi, “naçiz”lere yardým insanlýk borcudur dedik, yardým etmek
istiyorum efendim, Aczmendiler talep getirdikleri taktirde “Aidiyeti mucibince Fadime’ye” havale
edersiniz olur biter!. Böylelikle, tek benzerliði adlarýnýn (A) harfiyle baþlamasýndan gayrý hiç, ama
hiç ortak bir yaný olmayan ve olmayacaklarý ayný torbaya koymak gaflet, delâlet hatta sürç-ü lisandan kurtulmuþ olursunuz.
Þu dünya’ya geldim gidiyorum, hep merak etmiþimdir okumaya baþladýðýmdan bu yana; diyelim ki Þeyh-ül Ýslam Ebussuut efendi hazretlerinden bu yana, bu makama gelenler yani “Diyanet
Ýþleri Reisleri” son deyimle baþkanlarý, neden neden hep “üst inanç”lýlar ve milyonlarca baþka
inançlarý hep “alt inanç” grubu olarak görmüþler ve iþlerini hep alt/üst etmiþlerdir, etmedeler?
Aleviler, bu zat-ý muhteremlere göre Ýslam’ýn “alt inanç grubu” dur ve böyle olduðundan naþi,
Bardakoðlu da ayný cübbenin okumuþ bir fendi olarak çok haklý talepleri olan bu ülkede yaþayan
milyonlarca Alevinin haklý isteklerine deðinerek “Her gruba hizmet götüremeyiz. Ýlerde
Aczmendiler isterse ne olur?” diyebiliyor! Kimse alýnýp darýlmasýn ve asla ve kat’a gönül komasýn,
þu ahir ömürde deðil bir Baþkan Profesörü, zýr deliyi bile kýrmak istemiyorum; istemiyorum ama,
Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’na kadar yükselmiþ, üstelik minaresi kýrýk Etyemez Camii’nin ilkokul
mezunu imamýna bile yakýþmayacak þu benzetmeyi/örneði Profesör bir adama yakýþtýramýyorum.
Unutulmaz Elli/Parmaklý Ey Eski Ustalar!
ÝSLAM’DA resim yasak olduðundan, çizme haklarý olan inanmýþlar, bu bu yasaðý minyatürlerle
ve hat ve taþ kabartmalarla delmiþler, dünya güzellikleri yaratmýþlardýr asýrlardan beri ne güzel, ve
sürmektedir hünerli el ve parmaklarla ve yüreklerle!..
Yýllardan bu yana incelerim bu usta iþlerini, hele birisindeki o müthiþ, seyri doyumsuz çizgileri, biçimleri unutmam; hep gözümün önündedir Arapça bu hat, ne mi bu güzel çizimdeki sözcük?
Okudu yaþlý dostum: “Edep yahu!”
Eminim sizlerde görmüþsünüzdür bu levhayý ya da benzerini…
Þu yaþadýðým zamanda bu levhayý çok kiþi hak ediyor neyleyim.
“Alevilik Tartýþmasý”
ÝZMIR’DE bir yurttaþýmýz kimliðine “Ýslam” yerine “Alevilik” yazýlmasý isteminde bulunmuþ; acýdýr, reddedilmiþ bu isteði! Alevi Bektaþi Kuruluþlarý Birliði Federasyonu Genel Baþkaný Sayýn Ali
Doðan, konuya deðinerek Aleviliðin Ýslam’ýn bir mezhebi deðil, dinlerden etkilenen bir yaþam
biçimi olduðunu söyledi, “Tek ortak noktamýz ‘Allah/Muhammed/Ali’ üçlemesidir”, dedi.
Alevilik “Ýnsaný, merkezine koyan Anadolu’ya özgü, eþi ve benzeri olmayan bir felsefe/bir
Ýnanç/bir yaþam biçimi/bir kültür/bir öðreti ve hatta bunlarýn tümünü de aþan bir toplumsal olgu”
sözleriyle tanýmlayan Ali Doðan bu özellikleriyle Ýslam’dan farklý bir yerde durduðunu belirtti.
Can Dostum/Iþýðým/Aydýnlatýcým Nejat Birdoðan Caný/Özlemle
Anýyorum
HEYECANLA açmýþtým gönderdiði paketi, içinde, yýllarca uðraþýp/araþtýrýp kafa yorup, ince eleyip sýk dokuduðu o kitabý vardý: “Anadolu Aleviliði’nde Yol Ayrýmý/Ýçerik-Köken”
Ýthafý mý? O, ayný zamanda bir ozandý, yazývermiþ bir dörtlüðünü:
“Fikret Aðabey, Hû dost!..
Varayým mý bir gönülde dergâha?
Gideyim mi güzel gözlü bir þaha?
Hak yoluna engel koyan Allah’a
Kýlýç çekip çalayým mý, ne dersin?
Ellerinden öperim. Güzel insan büyük dost..10/12/1995”
Sayý 5
Mozaik yayýnlarý arasýnda çýkan bu kitap 660 sayfa. 656-57-58-59-60. sayfalar Kaynakça.
(Metin içerisinde gösterilenden baþka) A’dan baþlýyor Z’de sonlanýyor ki tastamam 132 kitap!
Onca kitaptan alýntý/belgeler/bilgiler/yorumlar/iddialardan özetin özeti þu çýkýyordu ortaya:
“Alevilik Ýslam dýþýdýr.”
Kýlý kýrk yararcasýna okunmasý gerekli bir kitap Birdoðan canýn çok kapsamlý bu çalýþmasý. Ne
ki haftalýk bir dergi, Nejat’ýn demecinin/anlattýklarýnýn sadece “Alevilik Ýslam dýþýdýr”ýný alýp karýþtýrmaya çalýþmýþtý ortalýðý! Tepkiler gördü azýcýk ve gelip geçti, küfürler kaldý yadigâr!..
Almanya’da bir Alevi–Bektaþi toplantýsýndan önce konuk olduðumuz altý bin kiþilik salonun
bir odasýnda canlarla söyleþiyoruz, beþ dakika sonra hýnca hýnç dolu salonun sahnesine sýralanacaðýz söyleþi için. Odaya bazý canlar gelmiþti, kimileri dede imiþ, bu konu tartýþýldý, özetin özeti aðýr
tehditler oldu, ucunda “ölüm” bile olan! Nejat can hepsine yanýt verdi o sakin haliyle ve “sakinlik”
aðýr basmýþtý.
Kitabýn 13. bölümü: “Ýslam Kurallarýnda Güzel Sanatlara Çizilen Sýnýrlar ve Anadolu Aleviliðinin Güzsel Sanat Anlayýþlarý.”
Bu Can “Yaratýklarýn En Kötüsü” Sýnýfýndandýr!
ULU KITABA göre “...Allah, kýyamette bir resim yapandan ceza olarak yarattýðý þeye yaþam vermesini isteyecektir. Ancak, o , bunda asla baþarýlý olamayacaktýr:”1
“Bu resimleri denilerek cezalandýrýlacaktýr.”2
“Allah’ýn kýyamet gününde en þiddetle cezalandýracaklarý, Allah’ýn yarattýklarýný taklit edenlerdir.”3
Bu can, 1944 yýlýndan bu yana “yaratýklarýn en kötüsü” sýnýfýna dahildir ve sizler bu satýrlarý
okurken bu kötülüðün 60. yýlýný kutlamaktadýr. Ankara TESK Sanat Galerisi’nde açtýðý “Boyalarla
60. Yýl Sergisi,”
Keza Filiz Hatun da yoldaþýmdýr. O da “Fotoðrafta 30. Tezgâh’ta 25. Yýl” yapýtlarýyla! Yani
gitmiþiz gayyanýn dibine ey canlar, bir zahmet arkamýzdan azýcýk aðlar mýsýnýz, ricam olacak!
Anadolu Alevisi
BIRDOÐAN’ÝN kitabýnýn 268. sayfasýndaki “Ýslam Kurallarýnda Güzel Sanatlara çizilen Sýnýrlar
ve Aleviliðin Güzel Sanat Anlayýþlarý” bölümü þöyle bitiyor:
“Olgular þunu göstermektedir. Anadolu Alevi’si, sanata küsmeyen ve onda tehlike görmeyen
eski inanç ve geleneklerini sürdürmektedir. Ne denli yadsýnýrsa yadsýnsýn Aleviliðin Ýslam’la bir
ilgisi olmadýðýna belirgin bir kanýt da burada yatmaktadýr. Aklýný ve özgürlüðünü kullanan Alevi,
sanata kutsal bir görev ve ilaç gibi bakmaktadýr.”
Þu Bektaþi Denen Canlar
ÞU, BEKTAÞI hat ustasý denen canlarýn en güzel yazdýklarý da “Edep Yahu” dur dedik ki “valla”
doðrudur, yani gerçeðe Hû!
Alevilik Tartýþmasý
SN. ALI DOÐAN can, Alevi/Bektaþi Kuruluþlarý Birliði Federasyonu Genel Baþkaný’dýr... Yani
nice Alevi/Bektaþi kuruluþlarý birlik olmuþ, olunca da federasyona kadar ulaþmýþ, birilerinin “elindeki kaðýdý okumaktan aciz” dediði bu caný, binlerce kiþi oy verip o makama uygun/lâyýk görmüþler. Aleviliðin “Ýslam’ýn bir mezhebi deðil, bütün dinlerden etkilenen bir yaþam biçimi olduðunu”
söyleyince en aðýr/en çirkin/en yakýþýksýz/en haksýz/en hazmý güç/Alevi-Bektaþi topluluðunun vazgeçilmez hoþgörüsünden nasipsiz yani yoksun saldýrý yine bir profesörden geldi! “Bu iddiayý savunmak zýr cahilliktir” sözleriyle baþlayan ve baþkalarý: “Alevi-Sünni çatýþmasýna çanak tutmak..”,
“Diyanet ajanlýðý” ve burada tekrarlamaktan resmen ve alenen “hicap duyduðum” akýl almaz suçlamalar ve sevgisizlik/saygýsýzlýk!
Diyanet Ýþleri Baþkaný Sayýn Bardakoðlu için söylediklerimi yineliyorum, bu sözleri söyleyen
kiþi Minaresi kýrýk Etyemez Camii imamýna bile yakýþmayacak “zýr cahillik” suçlamalarýyla baþlayan çirkin suçlamalar/yakýþtýrmalar ayný inançta olan (öyle sandýðým) bir bilim adamýndan gelmesi, inanmanýzý isterim bu satýrlarýn yazarýný iyice düþ kýrýklýðýna uðrattý! Ne oldu, evet ne oldu
o câným “hoþgörü/sevgi/saygý/inanç birliði/dirliði?”
Þu Bektaþi dediðimiz elleriyle/dilleriyle marifetli hat ustalarýnýn yazdýðý “Edep Yahu” levhalarý
bazý evlere lâzým, hem de çok lâzým!
Not: Eti sizin, kemiði benim efendim!...
Tabii tam “sünnet” hariç...
NOTLAR
1
2
3
Buhari, Buyu / Bab 104 Müslim, Libas, Hadis 100.
Buhari, Tevhid-bab s.56.
Ahmet bin Hambel VI, s.36.
ÖZÜR: Fikret Otyam’ýn 4. sayýmýzda yayýmlanan “Küçüktüm, Nereden Bileyim Yezid de Kim?” adlý
yazýsýnda 4. paragraf, satýr 5’te “Ýsraili”, “Ýsrailli”; satýr 7’de “imam nikahý”, “nikah”; satýr 8’de
“bilenler”, “bilmeyenler”, paragraf 5, satýr 4’te “Yemen çöllerinde”, “Yemen köylerinde”, paragraf 7,
satýr 2’de “bizim saatle”, “bizim saatler” biçiminde yazýlmýþ. Düzeltir, özür dileriz.
Aralýk 2004
Serçeþme
2005 Takvimi
Fikret Otyam’ýn
yayýn hakkýný baðýþladýðý
birbirinden güzel
renkli resimleriyle
hazýrlanan
Serçeþme’nin
2005 yýlý takvimi
çýktý.
Edinmek isteyen canlar,
telefon, faks ya da e-postayla
yönetim yerimize
baþvurabilir.
Tel/Faks: +90.(0)212.519 56 35
E-posta: [email protected]
Duyuru
Genel Yayýn Yönetmenimiz
Esat Korkmaz’ý
Cuma akþamlarý
saat 21:00-22:00
arasýnda
YAÞAM RADYO’da
(87.5 FM)
“Dört Kapý” programýnda
dinleyebilirsiniz.
3
Aleviliðin Felsefe Boyutu - Bölüm III
Esat Korkmaz
Bu yazýnýn ikinci bölümü dergimizin Kasým ayýnda çýkan 4. sayýsýnda yayýmlanmýþtýr
Tüm evren, gizil nesnellik durumunda tanrýsal
güçlerle dolu olduðundan, duyu organlarýyla
algýlanýr nesneler de ruhlar kadar ruhsaldýrlar.
B
âtýni hareketlere gelinceye deðin “akýlcý felsefe”nin konusu,
“metafizik ve doða bilimleri” idi: Bâtýni hareketlerle birlikte felsefe, “toplum ve toplum sorunlarýyla” ilgilenmeye
baþladý. Bu anlayýþ üzerine bir toplum felsefesi yapýlanýp
biçimlendi. Alevilik-Bektaþiliðin özgünlüðü, söylencelerinin bolluðunda deðil, “organik ve toplumsal doðalarý”ndadýr: Bu baðlamda her Alevi-Bektaþi, sözcüðün gerçek anlamýyla “inançlý”dýr; inanç,
tüm doðasal süreçlere, tüm bireysel ve toplumsal davranýþlara “sinmiþ”
durumdadýr; çünkü, varoluþun bile “büyülü” olarak ortaya çýktýðý bir
dünyada yaþar. Amacý, bir bütün olarak nesnel süreci ya da toplumsal/bireysel yaþamý “kutsama”dýr; yaþamýn tek karþýtý ölüm, ölümün tek
karþýtý yaþam olduðundan Alevi-Bektaþi tasarýmlarýnda, yapýsýnda “karþýtlýk” taþýmayan “evrensel kötü” anlamýnda bir “Þeytan”ýn yeri yoktur.
Alevilik-Bektaþilikte “ruhlar”a yönelik tapýnma, ruhlarýn ölümsüzlüðüne dayanýr ve bu bir tür “canlýcýlýk”týr: Canlýcýlýk Alevilik-Bektaþilikte, söylenceye dönüþmüþ “atalar tapýmýndan” baþka bir þey deðildir.
“Çocukça” olmasa da “çocuksu” bir yaný vardýr; bu nedenle “yitik çocukluðu”nun elde edilmesini “cennet” olarak betimler.
Canlýcýlýk kapsamýnda Alevilik-Bektaþilik, tüm çevrebilim tasarýmlarýný yapýsýnda toplayan “kozmobiyolojik” bir felsefi dindir. Evren bilincine doðrudan katýldýklarý için, özünde “doðayla birliðin” bilimsel/inançsal tasarýmýdýr. Doðaldýr ki bir Alevi-Bektaþi, doðanýn “efendisi” deðildir; insan, evrenin bir parçasýdýr, ona dahildir, ona baðlýdýr, onun
sahibi olmaktan öte, onun “kullanýcýsý”dýr. Tasarým bütününde “dünya”,
yaþam ya da onun tersi ölümden yola çýkýlarak kavranmaya çalýþýlýr.
Evren bilincine katýlmanýn insana yüklediði temel yükümlülük
“doðal ve toplumsal düzeni” korumak olduðu için, dünyanýn baþlangýç
saflýðýnda nasýl sürdürülebileceðinin hesabýný yapmaya yönelir.
Kozmobiyolojinin bir “parçasý” olan Alevi-Bektaþi insaný, “Bütün”ün
olduðu kadar “Bir”in de parçasýdýr: Arada bir “kopukluk” olmadýðýndan
“kutsal” olanla iliþkilerinde ancak “hata” yapabilir, “günah” ise yoktur.
Ölümlü olarak tanrýsallýðýn bir parçasýdýr; tanrýsal olarak suyun
þýpýrtýsýnda, rüzgârýn uðultusunda, çiçeðin kokusunda, meyvenin tadýnda, koyunun melemesinde ve aslanýn kükremesindedir.
Yaþayan Alevilik, toplum felsefesini
ve toplumsal projelerini canlandýramayacaksa
tarihi de soysuzlaþacak demektir.
Bâtýni Toplum Felsefesi
Bâtýni toplum felsefesine göre toplum þöyle tanýmlanabilir: Toplum,
maddi gereksinmelerle koþullanmýþ insanýn birleþmiþ üretici etkinliðidir.Toplumsal yaþamýn bütün öteki görüngüleri politika, kültür. vb.,
toplumsal yaþamýn “içeriðini” oluþturur ama “özünü” belirlemez. Toplumun özü, üyelerinin “ortak emeði”nde yatar; “ortak emek” yaþama araçlarýnýn saðlanmasýna yöneliktir ve bu insanlar arasýnda bir iþbölümünü
zorunlu kýlar. Doðal olarak farklý nesneler, “ortak” bir insan emeði içerir.
Böylesi bir durumda insanlarýn çalýþma biçimlerinin tek olasý þekli “mal
deðiþimi” dir; emek araçlarýnýn ve ürünlerinin sahibi üreticilerdir. “Zorunlu olan” devlet, özel mülkiyet ve sýnýflar deðil, “toplumun
kendisi”dir.
Nasýl bâtýni doða felsefesinde doðanýn temeli “hava-su-toprak ve
ateþ” ise bâtýni toplum felsefesinde de toplumun temeli “coðrafya-tek-
4
nik-tarih ve insan” üretici güçleridir. Bu üretici güçler arasýndaki iliþkiden toplumun “maddi” temeli olan ekonomi biçimlenir. Geçim ve besine
yönelmenin toplumsal yaþamdaki iliþkileri ise “kültür”ü yaratýr.
Sýnýfsal çeliþkiler taþýnamayacak duruma geldiðinde toplumsal geliþme durur: Bu hiçbir toplumun “kaçýnamayacaðý” bir “yasa”dýr. Üretim
güçleriyle üretim iliþkilerinin “uygunluðu” durumunda toplum geliþir.
Üretim iliþkileri, üretim güçlerinin geliþimine “engel” olmaya baþladýðý
zaman toplum çöker; üretim güçlerinin geliþmesine uygun yeni bir
sosyo-ekonomik biçimlenmeye dönüþür.
Üretim iliþkilerinin üretim güçlerinin geliþmesine “sürekli” destek
olacak bir toplumsal örgütleniþte “sýnýflara, özel mülkiyete ve devlete”
gereksinme yoktur. Toplum için “yokoluþ” yok iken, sýnýflar, özel mülkiyet ve devlet, zamaný geldiðinde “yokolup” gider.
Alevilik-Bektaþilik felsefesi, inanç alanýnýn dýþýnda yapýlanýp biçimlenen doðacý/insan-toplum merkezli bir felsefedir. Ýçinde yaþadýðý dünyanýn karþýsýna konulan insanýn, doðanýn ve toplumun bir parçasý olarak,
doðayla ve toplumla bir hesaplaþmasýdýr. Metafizik düþünceyi “dönüþüme” uðratarak aklý belirleyici kýlmanýn çileli bir çabasýdýr.
Alevilik-Bektaþilikte bireyin önemi, eylemlerinde ve uðraþlarýnda
Alevi-Bektaþi topluluðuyla ne ölçüde ilgili olduðuna, ortak esenliðe ne
ölçüde katkýda bulunduðuna göre belirlenir. Görüldüðü gibi belirleyicilik topluluktadýr.
Bu savý biraz açalým: Alevi-Bektaþi düþyapýsý olarak öne çýkarýlan ve
insanlýða kesin kurtuluþ getirecek düþsel proje olarak tasarýmlanan
“kâmil toplum projesini”, çaðdaþ koþullara taþýyarak güncelleþtirmeye
çalýþalým. Ama önce Þeyh Bedrettin’de çarpýcý tümcelerle tanýmlanan
kâmil toplum projesinin belki de ilk örneði durumunda bulunan ve
Buyruk’ta “Rýza Þehri” anlatýmýyla kurgulanan tasarýmý görelim.
Kendini yetiþtirerek “kâmil insan” durumuna yükselen insan, artýk
kendini toplum hizmetine adayacak ve kâmil toplum projesinin gerçekleþmesi için bütün gücüyle çalýþacaktýr. Bu düþsel proje, kent-toplum
baðlamýnda ele alýnýp tasarýmlanmýþtýr. Buyruk’taki “Rýza Kenti”, Aleviliðin geleceðe yönelik kestiriminde, düþsel kâmil toplumun bir anlatýmý
olarak algýlanabilir. Topraðýn temel üretim zemini, köylülüðün egemen
ezilen sýnýf olduðu Ortaçað koþullarýnda; sýnýflý toplum öncesinden taþýnan ilksel eþitlikçi toplum deðerlerinin güdücülüðünde, gelecekte insanlýða kesin kurtuluþ getirecek olan düþsel kurtuluþ projesidir bir bakýma.
Sýnýflarýn olmadýðý, paranýn ortadan kalktýðý, herkesin yeteneðine göre
ürettiði, gereksinimine göre tükettiði, özlemine göre yaþadýðý, söylencenin yüzyýllardýr canlý tutmaya çalýþtýðý geleceðe yönelik rüyanýn projeye
baðlanmýþ bir biçimidir.
Kâmil Toplumun Geçmiþteki Örneði
Buyruk’taki düþþel tasarýma dönelim:
“Bir zamanlar bir sûfi dünyaya seyahate çýkar. Bir gün yolu, bir kente
düþer. Bu kent, þimdiye deðin gördüðü kentlere benzemiyordur.
Sabah zamaný herkes iþine gücüne gitmekte, sessizlik içinde yaþam
sürmektedir. Kentin alýþýlmamýþ bir düzeni vardýr. Sûfi kentin bu
düzenini görünce þaþar kalýr. Öyleki yaklaþýp birine bir þey sormaya
cesaret edemez. Karný acýkmýþtýr. Kenti gezerken bir fýrýn görür.
Ekmek almak için içeri girer. Fýrýncýya para uzatarak ekmek ister.
Ama fýrýncý hayretle paraya bakar:
‘Nedir bu? Biz bunu kaldýrmak için yýllarca uðraþtýk, büyük savaþlar
verdik. Anlaþýlan sen rýza kentinden deðilsin, Dünyalý olmalýsýn’, der.
Sûfi: ‘Evet ben bu kentten deðilim’, diye karþýlýk verir.
Fýrýncý: ‘Belli oluyor. Dur, öyleyse seni görevlilere teslim edeyim.
Onlar seninle ilgilenirler. Bizim kentimizde para pul geçmez’, der. Ve
sûfiyi görevlilere teslim eder. Görevliler önce kendi aralarýnda
tartýþýrlar. Ýçlerinden biri:
‘Meclise götürelim. Ulular karar versin’, der. Diðerleri de bu görüþe
katýlýrlar. Bunun üzerine tümü meclisin yolunu tutar. Yol boyu sûfi
Sayý 5
düþünür. Ýçinden: ‘Paranýn geçmediði bir kent. Görevliler, ulular
meclisi. Ne büyük, ne görkemli yerdir Ulular Meclisi’, diye kurar.
Neyse bir süre yürüdükten sonra divana varýrlar. Ama sûfi bu kez
iyice þaþýrýr. Çünkü Divan denilen meclis, hiç de düþündüðü gibi
büyük ve göz kamaþtýrýcý deðildir. Düþündüðünün tam karþýtýdýr.
Sessiz bir köþede küçük bir yapýdýr. Yerlere basit kilimler serilmiþtir.
Ak sakallý ulular, baðdaþ kurmuþ kentin sorunlarýný tartýþmaktadýrlar.
Görevliler ulularý selamladýktan sonra:
den bahçeden birkaç nar koparýr. Yakalanýrým korkusuyla acele
davranýp aðacýn birkaç dalýný kýrar. Ama ne gelen vardýr, ne de soran.
Sûfi narlarý toplayýp bacý ile bulaþacaklarý yere gelir. Henüz bacý
ortalýkta yoktur. Narlarý bir tabaða koyar. Masanýn üzerine yerleþtirir.
Bacýnýn gelmesini bekler. Bir süre sonra bacý gelir. Narlarý görmesine
karþýn, hiç ilgilenmez. Oysa sûfi bacýnýn narlarý görüp ilgilenmesini,
sevinmesini bekler. Her zamanki gibi yerine oturur. O zaman sûfi
dayanamaz ve bacýya narlarý gösterir. Bacý:
‘Bu Dünyalý kentimize girmiþ. Acýkmýþ. Ekmek almak için bir fýrýna
girmiþ. Fýrýncýya para vermeye kalkmýþ. Yabancý olduðunu anlayan
fýrýncý gelip bize teslim etti. Ne yapalým?’, diye sorarlar. Ulular:
‘Bunlarý nereden aldýn?’ diye sorar. Sûfi narlarý nereden kopardýðýný
söyler. Bunun üzerine bacý:
‘Neden buraya getirdiniz? Törelerimizi biliyorsunuz. Konakta bir yere yerleþtirin, Aþevine götürün, gerekeni yapýn!’, diye buyururlar.
Bunun üzerine görevliler sûfi ile birlikte geri dönerler. Önce Aþevi’ne
götürürler. Karnýný doyururlar. Sonra konuklar için yapýlmýþ konaða
götürürler. Bir odaya yerleþtirirler. Sûfiye kentte ne yapmasý, nasýl
yaþamasý gerektiðini anlatýrlar.
‘Burada para pul geçmez. Burasý rýza kentidir. Rýzalýkla her istediðini alýr, her istediðini yaparsýn’, derler. ‘Yeter ki rýzalýk olsun. Bunu
unutma’, diye de uyarýrlar.
Sûfi konaða yerleþir, gezip dolaþýr. Rahatý yerindedir. Ýstediði yerde
yiyip içer. Hiç kimse ‘Ne arýyorsun?’, diye sormaz. Birkaç gün sonra
eþyalarýný toplar. Kentten ayrýlmak ister. Ama görevlileri karþýsýnda
bulur.
Görevliler: ‘Gidemezsin’, derler. ‘Bu kent rýza kentidir, adý üstünde.
Sen buraya rýzan ile geldin. Biz de sana yiyecek verdik, yatacak yer
saðladýk. Bu kentte kaldýðýn sürece bizden razý kaldýn mý?’
Sûfi: ‘Kuþkusuz razý kaldým, sað olun!’, diye karþýlýk verir. Görevliler: ‘Þimdi bizim de sizden razý kalmamýz gerek. Bu yiyip içtiðin,
yattýðýn günler için çalýþman gerek’
Sûfi: ‘Madem ki töreniz böyle çalýþayým’, der ve kabul eder.
Görevliler sûfiye yapabileceði bir iþ verirler. Konakladýðý odadan
alýp daha büyük bir eve yerleþtirirler. Artýk o da rýza kentinin bir
insaný olmuþtur. Her sabah iþine gider; akþama deðin çalýþýp evine
döner. Yavaþ yavaþ dost, arkadaþ edinme çabasýna girer. Ama her
kiminle konuþmaya kalksa ilk sorulan; ‘Sen Dünyalý mýsýn?’ olur. Bu
kentin insanlarý kavga, çekememezlik, kendini beðenmiþlik gibi tüm
kötülüklerden arýnmýþ durumdadýr. Böylece günler, aylar geçer. Sûfi
kenti iyiden iyiye sever. Dünyayý gezme düþüncesinden vazgeçer. Bu
kentte kalmaya karar verir. Ama hâlâ yalnýzdýr. Bir gün yakýn bulduðu bir arkadaþýna açýlýr:
‘Sizin bu kentte nasýl evlenilir?’, diye sorar. Arkadaþý: ‘Kentin ortasýndaki bahçe var ya, iþte orada her cuma günü tanýþmak, dost edinmek
isteyenler toplanýr. Gençler gelirler. Herkes orada beðendiði, anlaþtýðý
biri ile evlenme yolunu arar. Orada tanýþýrlar. Anlaþýrlarsa evlenirler’, der.
Sûfi cuma günü söylenilen bahçeye gider. Kocaman bahçe týklým týklým doludur. Türlü giysiler içinde genç kýzlar kelebek gibi dolaþmaktadýr. Genç kýzlar, oðlanlar sohbet etmektedir. Birbirini beðenip anlaþanlar uzaklaþmaktadýr. Anlaþamayanlar ayrýlýp baþkasýna yaklaþmaktadýr.
Sûfi olup bitenleri bir süre hayranlýkla izler. Sonra kanýnýn kaynadýðý
bir kýza yaklaþýr. Ama o bacýnýn ilk sorusu: ‘Sen Dünyalý mýsýn?’
olur. Sûfi aylardan beri bu sözü duymaktan iyiden iyiye býkmýþtýr:
‘Evet, Dünyalýyým, ne olacak?’, diye karþýlýk verir.
Bacý: ‘Davranýþlarýndan hemen belli oluyor. Ama alýnma zararý yok.
Sen ki beni kendine eþ seçmek istiyorsun, bu konuda ben de sana
yardýmcý olurum, davranýþlarýný düzeltirsin’, der.
Bacý ile sûfi arkadaþ olmaya karar verirler. Ýþten artan zamanlarýnda
buluþup konuþurlar. Sûfi bir gün bacý ile buluþmaya giderken yolun
kýyýsýnda kocaman bir nar bahçesi görür. Bahçenin ne duvarý, ne
bekçisi, ne de korucusu vardýr. Hemen bahçeye dalar. Kimse görme-
Aralýk 2004
‘Beni düþündüðün için sað ol. Ama o bahçenin yerini, varlýðýný ben
de biliyorum. Caným isteseydi gidip ben de alabilirdim. Þimdi benim
caným istemiyor. Bu narlar burada boþuna çürüyecek. Baþkalarýnýn
hakkýný boþuna çürütmüþ olacaðýz. Gelirken öðrendim. Narlarý
koparýrken bahçeye de büyük zarar vermiþsin. Oysa daha dikkatli
davranýp bahçeye zarar vermeyebilirdin. Burada senden kimse bir
þey kaçýrmýyor ki.. Bunca zamandýr rýza kentinde yaþýyorsun. Bu
kentte rýzalýkla her þeyin serbest olduðunu bilmeliydin. Þimdi anlýyorum, sen bu kente ayak uyduramayacaksýn’.
Bunlarý söyledikten sonra bacý sûfiyi býrakýp gider. Görevlilere söylemiþ olmalý ki, görevliler sûfinin yaptýklarýný divana bildirirler. Divan
sûfinin durumunu tartýþýr. Sonunda sûfinin rýza kentine uyamayacaðýna karar verir. Bunun üzerine görevliler Dünyalý sûfiyi rýza kentinden
atarlar.”
Bir örnekle incelediðimiz “Düþsel Toplumsal Projeye” baktýðýmýzda;
bireyin önemi, eylemlerinde ve uðraþlarýnda toplumsal grupla ne ölçüde
ilgili olduðuna, ortak esenliðe hangi katkýda bulunduðuna göre belirlendiðini görürüz. Yani, bireyin yaptýðý her þey için topluluk ön-koþuldur.
Topluluðun önkoþul olmasý, bireysel mülkiyetin olmadýðý, her þeyin herkese ait olduðu ve gereksinmelere göre paylaþtýrýldýðý toplumsal tasarýmý
öne çýkarýyor. Bu baðlamda Alevi-Bektaþi ütopyasý, göksel deðil, bireyin
topluluða ve doðaya karþý sorumluluklarýndan ve toplumsal/doðasal
yükümlülüklerinden doðar. Böyle olmasýna karþýn öðreti, bireycilikle
karþýtlýk içinde bulunmaz; topluluk üyesi birey, kendi varlýðýný kanýtlamak için, kendi “özerkliðini” talep eder.
Görüldüðü gibi Alevi-Bektaþi düþyapýsý, kendi geleneksel yaþama
biçimlerinin bir parçasýdýr. Yaþama biçimi eðitim, toplumsal denetim ve
ritüellere katýlýmla iletilir ve içselleþtirilir. Bu nedenle geleneksel yaþama
biçiminin terk edildiði yerlerde bu düþyapý yer yer örselenir; “Ýslamlaþtýrýlmasýna” koþut olarak parça parça yok olur; onun yerini “Cennet” alýr.
Alevilik-Bektaþilikte topluluk dendiðinde temelde iki þey anlaþýlýr:
a) Yaþayan bireylerin oluþturduðu topluluk; ve
b) Ölmeden evvel ölmek zemininde Hakk’a yürümüþ olanlarýn yeni
don’daki kimliklerinin oluþturduðu can birliði anlamýnda topluluk.
Alevi-Bektaþi düþyapýsý kaynaðýný, bireyin, topluluðun yaþayan ve
Hakk’a yürümüþ olan üyelerinin oluþturduðu topluluða karþý düþünce ve
eyleminden alýr. Ortodoks Tanrý’dan deðil. Burada bir düþünme aracý
olarak, bireyin topluluða karþý iliþki aracý olarak söylence devreye girer.
Demek ki, bireyin, ötesinde halkýn “hayal dünyasý” olan söylenceler, onlarýn “tek” gerçeðidir.
KAYNAKÇA:
Esat Korkmaz, Alevi Felsefesi, Pencere Yayýnlarý, Ýstanbul, 1997.
Esat Korkmaz, Anadolu Aleviliði, Berfin, Ýstanbul, 2000.
Max Horkheimer, Theodor W. Adorno, Aydýnlanmanýn Diyalektiði - II, Çev.: O. Özügül,
Kabalcý Yayýnlarý, Ýstanbul, 1996.
Dr. Hikmet Kývýlcýmlý, Tarih-Devrim-Sosyalizm, Tarihsel Maddecilik Yayýnlarý,
Ýstanbul, 1965.
Ýbn Haldun, Mukaddime, (Çev. Turan Dursun), Onun Yay., C. 1, 1977, C. 2, 1985,
Ankara
Jean Paul Roux, Orta Asya/Tarih ve Uygarlýk, Çev.: L. Arslan, Kabalcý Yayýnevi,
Ýstabul, 2001.
Sina Akþin (Yayýn Yön.), Ümit Hassan, Halil Berktay, Ayla Ödekan; Türkiye Tarihi (I) /
Osmanlý Devletine Kadar Türkler, Cem Yayýnevi, Üçüncü Baský, Ýstanbul.
Esat Korkmaz, Yorumlu Ýmam Cafer Buyruðu, Anadolu Kültür Yay. Ýstanbul, 2002.
5
Þemseddin Tebrizi, Hacý Bektaþ Veli ve Ýliþkileri Üzerine
Bölüm II
Ýsmail Kaygusuz
Bu yazýnýn birinci bölümü dergimizin Ekim ayýnda çýkan 3. sayýsýnda yayýmlanmýþtýr
Hacý Bektaþ ailesiyle birlikte, doðduðu kent olan
Niþabur’dan en geç 1221’in Mart ayýnda ayrýlmak zorunda
kalmýþtýr. Çünkü kent Nisan ayýnýn ikinci haftasýnda Moðol
ordusu tarafýndan kuþatýldý.
Hacý Bektaþ 12-13 yaþlarýndadýr. Belki de Vilayetname’de
anlatýldýðý gibi, babasý “Ýbrahim el-Sani, Tanrýnýn rahmetine vardý.” Ayrýca ayný paragrafta, “padiþahlýðý Hacý
Bektaþ Veli’ye arzettiler, kabul etmedi.
Padiþahlýðý, amcazadelerinden olan ve Musa-el Sani
evladýndan Seyyid Hasan’a verdiler” denilmektedir.
Hacý Bektaþ Veli Niþabur’u Dönmemek Üzere
Terk Ediyor
B
u gerçek Niþabur padiþahlýðý deðil, gönül padiþahlýðýdýr. Aile
bireyleri, Muhammed-Ali soyundan olmasý dolayýsýyla kendilerine baðlý Ehlibeyt’i ve Ýmamlar’ý sevenler için bir padiþah,
yani inançsal önderdi.
Moðollar Türkistan’dan Azerbaycan’a kadar Horasan’ý baþtanbaþa
iþgal etmiþlerdi. Konar-göçer Oðuzlar, kentli-kasabalý Türkmen topluluklarý, Doðu’ya deðil Batý Ýran ve Irak’a doðru gidiyorlardý. Moðollarýn
önünden kaçan çok sayýda Horasanlý göçmen Alamut’a baðlý Kuhistan
bölgesindeki Nizari Ýsmaili kalelerine sýðýndý. Hacý Bektaþ ailesi ve yandaþlarý en geç 1222 yýlý içinde, Kuhistan’daki Ýsmaili kalelerinden birine
sýðýnmýþlardý. Büyük olasýlýkla bu yer, Kuhistan valisinin oturduðu Þahdiz kalesiydi. Hacý Bektaþ burada önemli biriyle tanýþacaktýr.
Ýlk kez Sünni Selçuklu önderi Tuðrul 1038’de Niþabur’u alýp kendini orada sultan ilan etti. Nasýr Husrev, 1052 yýlýnda Horasan hücceti
(Ýmamýn tanýðý) ve Fatými Ýsmaili baþ dai’si olarak karargâhýný Belh’de
kurmuþ; oradan Niþabur ve Horasan’ýn diðer kentlerine Ýsmaili propagandasýný yönetiyordu. Onun baþarýlarý, Selçuklu yöneticilerinin desteðini alan Sünni ulemanýn düþmanlýðýný yükseltmiþ ve kuþkusuz heterodoks
Ýslam inançlý Türkmenler ve Ýranlýlar bu ortamda kendilerini gizlemek
zorunda kalmýþlardý.1
Ancak Hasan Sabbah’ýn Alamut Nizari devletini kurmasýndan ölümüne kadar (1090-1124) ve ölümünden sonraki Alamut þeflerinin,
Melikþah (1063-1092) ve oðullarýyla mücadeleleri boyunca Ýsmaili dai’leri Ýsfahan’da Belh ve Niþabur’da çok geniþ propagandaya giriþmiþler
ve Onikiimamcý Þiilerden kendilerine büyük katýlýmlar olmuþtu. Bunlar
Sünni Selçuk oðullarýnýn baskýlarýndan ötürü akýn akýn Hasan Sabbah’ýn
kalelerine (darül hicralara) gidip yerleþiyorlardý. Kentlerde kalanlar da
gizli iliþkiler içerisindeydiler. Ayrýca bu Selçuklu prenslerinden Bagrýyaruk’un kardeþlerine karþý mücadelesi sýrasýnda bir dönem Ýsmaili inancýna girmesi ve 5000 kiþilik fedayin birliði kullanmasý da Ýsmaililiðin yayýlmasýna hizmet etmiþtir. Hacý Bektaþ Veli’nin babasýnýn ve dedesinin
bu olaylarla iliþkileri olmadýklarý söylenemez. Ayrýca çocukluk dönemi
hocasý olduðunu sandýðýmýz Lokman Perende’nin bile bu ortam içinde
Yesevici olduðu iddiasý bile geçersiz olabilir.
“10 Nisan 1221’de þehir zapt edilince 400 sanatkar hariç bütün
halk katledildi. Þehir tamamýyla tahrip edilerek çift sürüldü. Gizlenerek sað kalanlarý da imha etmek için bir Mogol komutaný 400 Tacik
ile harabeler arasýna býrakýldý.”2
Kuþkusuz Hacý Bektaþ ailesi ve yandaþlarýnýn, yerle bir edilmiþ, tarla
gibi sürülmüþ Niþabur’a bir daha geri gelmiþ olmalarý düþünülemezdi. O
zaman bu aile nereye yerleþmiþ ve ergenlik çaðýna yeni girmiþ (ya da girmemiþ) bulunan Hacý Bektaþ, eðitimini nerede görmüþtü? Farid Daftary,
6
Moðollarýn Horasan’ý istila ettikleri yýllar ve Horasan’ýn batý sýnýrýný
oluþturan Kuhistan bölgesindeki Nizari kalelerinin durumu hakkýnda þu
bilgileri veriyor:
“Alaaddin Muhammed III’ün (1221-1255) ilk yýllarýydý. Moðollarýn önünden kaçan çok sayýda Horasanlý göçmenler gelerek Kuhistan
bölgesindeki Nizari Ýsmaili kalelerine sýðýndýlar. Moðollar istilalarýnýn baþlangýcýndan itibaren, Alamut Nizari Ýsmaili devletinin, diðer
küçük prensliklerden daha güçlü olduklarýný deneyerek anlamýþlardý.
Ayrýca Nizari Ýsmaili önderleriyle Moðollar arasýnda bir antlaþma
yapýldýðý anlaþýlýyor; çünkü Celaleddin Hasan III (1210-1221) Moðollarýn batýya hareketinin baþlangýcýnda, Talikan’da bulunan Cengiz Han’a barýþ istemiyle gizli bir elçi heyeti gönderdiði biliniyor.”
“Kuhistan Nizari Ýsmailileri Mogol istilasýndan etkilenmedi.
Güçlerini, geliþim ve özgür yönetimlerini sürdürdüler. Aralarýna
katýlmýþ olan sýðýnmacýlarla her þeylerini paylaþtýlar. Doðrusu,
Kuhistan Nizarilerinin bilgin önderi Þihabeddin (Shihab-al Din)
mültecilere öylesine iyi ve cömert davrandý ki bu, Nizari bölgesinden
Alamut’a þikayetler oldu; hazinenin kaynaklarý üzerinde olumsuz
etkilenmelerden yakýnýlýyordu. Alamut’tan onun yerine atanmýþ olan
yeni muhtaþim (Kuhistan Nizari önderlerine verilen genel ad Ý.K.)
Þemseddin de mültecilerde eþit derecede saygý ve hayranlýk uyandýrdý. Bu olaylarý ve Kuhistan’daki Nizarilerin o zamanki durumunun
ayrýntýlarýný, Minhac-i Sirac adýyla tanýnan, 1224-1226 arasýnda üç
kez Kuhistan’ý ziyaret etmiþ bulunan Sünni kadý Minhac al-Din
Osman bin Sirac al-Din al Cuzcani anlatmaktadýr. Cuzcani, hem yüksek övgüler yaptýðý Þihabeddin’i hem de Þemseddini’i tanýmýþ. Hatta
Þemseddin ile Sistan adýna diplomatik görüþmeler yapmýþtý.”
Þemseddin Muhammed ve Hacý Bektaþ Veli
Y
ukarýda söylediðimiz gibi Hacý Bektaþ’ýn aile çevresi ve yandaþlarý en geç 1221 yýlý ortalarýnda, Kuhistan’daki Ýsmaili
kalelerinden birine sýðýnmýþlardý. Büyük olasýlýkla burasý,
Nizari valisinin oturduðu Þahdiz kalesiydi. 1221-1223 yýllarý
arasýnda tanýnmýþ bilgin ve Ýsmaili ozanlarýnýn övgü þiirleri yazdýðý Þihabeddin, muhtaþim idi. Bu Ýsmaili valisi, Ýsmaililiðin kurucusu, büyük
Ýmam’ý Ýsmail’in kardeþi Musa Kazým soyundan gelmiþ olan Hacý Bektaþ ve ailesine saygýda kusur etmemiþ, özel bir deðer vermiþ olmalýdýr.
Hemen ardýndan Hacý Bektaþ’ýn, ertesi yýl 1224’te Alamut tarafýndan
Kuhistan yöneticisi olarak atanan Þemseddin Muhammed ile kurduðu
iliþki yaþamlarýnýn sonuna kadar sürecektir.
Yaþamý tamamýyla aydýnlanmamýþ ve (Bâtýni Ýsmaili) inancýnýn
gerektirdiði sýrrý hâlâ koruyan Þemseddin Tebrizi’nin, Alamut Ýmamý
Celaleddin Hasan III’ün (1210-1221) oðlu olduðu ve Ýmam Ýsmail soyundan geldiði üzerinde kaynak ve kayýtlar bulunmaktadýr.3
Þems’in, 12.yüzyýlýn son çeyreði içinde doðmuþ olmasý olasýdýr ve
kendisi Þemseddin Muhammed ya da Þemseddin Hasan el Ýhtiyar olarak.
babasýnýn adýyla çaðrýlmaktaydý. Baðdad halifesiyle anlaþma yaparak
þeriatý benimsemiþ görünen ve Yeni Müslüman takma adlý Celaleddin
Hasan’ýn öldürülmesinin ardýndan 9 yaþýnda yerine Ýmam olarak geçirilen Alaaddin Muhammed ile ayný anadan olmadýklarý anlaþýlýyor. Hasan
III’ün ölümünde (1221) parmaðý bulunan baþvezir ile Alaaddin Muhammed’in anasýnýn anlaþmasý sayesinde küçük kardeþ Ýmam olarak Alamut
tahtýna oturtuluyor.
Üç yýl sonra onun Kuhistan bölge valisi olarak atandýðýný görüyoruz.
1224-1226 yýllarý, göçmen sorunlarý ve yýllardýr süren Sistan savaþlarýnýn
sonuçlandýrýlmasýnda gösterdiði baþarýlarla hem tanýnýyor, hem de Alamut yönetimi tarafýndan sýk sýk önemli görevlere atanýyor. 1227’den
1235’e kadar Kuhistan valisinin, Nasiruddin Tusi’nin koruyucusu, Nasuriddin Abdurrahman bin Mansur olduðunu görüyoruz. Bu yýllar Þemseddin’in Hindistan’da Multan, Pencap ve Gucerat bölgelerinde Ýsmaili
Sayý 5
davasýný yaydýðý yýllardýr. Yukarýda deðindiðimiz gibi, buralarda daha
sonra Multan’da mezarý bulunan Þemseddin Sebzvari Multani (ö.1356)
ile Þemseddin Tebrizi’nin söylenceleri birbirine karýþmýþ. Halk arasýnda
daha çok Þemseddin Tebrizi tanýnmaktadýr.
Genç Hacý Bektaþ’ýn Þemseddin gibi birinin korumasý altýna girmiþ
olmasýyla, batýni eðitimini bir devlet olarak örgütlenmiþ Nizari Ýsmaililerden, Kuhistan ve Alamut’ta almýþ olduðu bir gerçeklik olarak karþýmýza çýkýyor. Hacý Bektaþ’ýn durumu, 1227’de Kuhistan baþ dai’si Nasuriddin Abdurrahman’ýn korumasýna girmiþ büyük Ýsmaili bilgini Nasýruddin Tusi’nin (1202-1274) iliþkisine benzer görülmektedir. Bu iliþki
sayesinde, onun yaptýðý gibi, Alamut kitaplýðýndan ve dai öðretmenlerden yararlanarak eðitimini tamamlamýþtýr. Konuþmakta olduðu Türkçe
ve Farsça’yý geliþtirdiði gibi Arapça’yý da öðrenmiþtir. Üç dil ile dava’yý
sözlü ve yazýlý yayacak dereceye yükselmiþ olmalýdýr. Olasýdýr ki, Bizans
dilini, yani o dönemin Yunancasýný da öðrenmiþti.
Hacý Bektaþ’ýn Makalat’ýnda bilim ve akýl-usun tanýmlarý, onsekiz
bin alem; büyük evren (makro kosmos) ve küçük evren (mikro kosmos=Ýnsan) iliþkisi, yani evrenin tüm özellikleriyle insanda varoluþu,
(“Ýnsan küçük bir alemdir; alemde olan herþey, hatta artuðu insanda
vardýr”) insan-evren-tanrý birliði; gökte asýlý yetmiþ bin kandilin (yýldýzýn) her birinin birer dünya büyüklüðünde oluþu; kabe insan gönlüdür ve
insandan ulusu olmadýðýndan Hac ibadetinin aþamalarýnýn insana hizmet
olarak algýlanmasý-anlamlandýrýlmasý (Örneðin: “Ve hem yoldan taþ arýtmak, Kabe’de Arafat’ta taþ atmaya benzer; sakinlikle yürümek, Arafat’a
varmaktýr.”, Makalat, s.75), vb., inanç ve anlayýþ, eðitimini yaptýðý Ýsmaili yapýtlarýna dayanmaktadýr.
Hacý Bektaþ, Alamut kitaplýðýnda Kuran’ýn batýni yorumunu, diðer
bir deyimle tevil edilmiþ Kuran’ý okuyup öðrenmiþti.Ve o, diðer tüm
dai’lerin okuduðu Ummu’l kitab, Mansur el-Yamani’nin Risalat el-alim
ve’l Ghulam, Ýhvan-ý Safa Risaleleri, Nasýr Husrev’inkileri, Hasan Sabbah’ýn Dört Faslý ve Sergüzeþt’ini,1166’de Büyük Kýyameti ilan etmiþ
Zikri Selam Hasan II’nin, Ýsmaililiðin yeniden düzenlenip açýklýða
kavuþturulmuþ ilke ve buyruklarýný içeren Haft bab-i Baba Sayyidina’yý,
yola giriþ ilke ve törenleri, dereceleri açýklayan Tusi’nin Rawdat-ül Taslim’ini, vb. yapýtlarý okuyarak yetiþmiþ bir Ýsmaili dai’siydi...
Ayrýca Hacý Bektaþ’ýn Ýsmaili fedayin birliklerinde savaþlara da girmiþ olduðunu düþünüyoruz. Vilayetname’de, Ahmet Yesevi’nin onu,
sözde oðlu Kutbeddin Haydar’ý kurtarmak için gönderdiði Bedehþan
savaþýna iliþkin keramet söylencesi, gerçekte Þemseddin Tebrizi’nin
1226 yýlýnda yönettiði ve zaferle sonuçlandýrdýðý, Sünni Sistanlýlarla
yapýlan savaþtan baþkasý olamaz.
Bâtýni Ýsmaili Dai’si Hacý Bektaþ Veli
B
abasýnýn amcasý oðlu Seyyid Hasan ailesi ve bazý yandaþlarýyla Azerbaycan’da Hoy kentine yerleþtiklerinde, belki anneleri
de ölmüþ bulunan Hacý Bektaþ ve kardeþi birlikte Nizari Ýsmaili eðitim kamplarýnda eðitim ve öðretimlerini sürdürüyorlardý. Hacý Bektaþ, Ýsmaililer arasýnda 15 yýldan az kalmamýþtýr. 1230’lu
yýllarýn ortalarýnda genç bir Ýsmaili dai’si olarak Dava misyonu yüklenip
seyahatlere çýkmýþtýr. Bu görevleri de, Alamut Ýmamý Alaeddin Muhammed III’nin (1221-1255) onayýyla yüklenmiþtir. Dai’ler listesinin çýkartýlmasý ve görevlerin onaylanýp icazet verilmesi, Fatými Ýsmailileri zamanýnda gelenekselleþmiþ-resmileþmiþti. Alamut kitaplýk ve arþivlerinin
1257’de toptan yakýlýp yok edilmesi dolayýsýyla bunlar günümüze kadar
gelmemiþtir.
Hacý Bektaþ önce Hindistan’a gitmiþ olabilir. Bu dava gezisi, Þemseddin Tebrizi’nin Multan, Pencap ve Gucerat’ta Ýsmaililiði yaydýðý
döneme rastlar. Onun Hindistan’ý gezmiþ olabileceði, Vilayetname’deki
Güvenç Abdal söylencesinden anlaþýlmaktadýr. Söylencede Hacý Bektaþ
Veli, Güvenç Abdal’ý Delhi’deki kuyumcu müridinden bin altýn neziri
(adaðý) almaya göndermiþtir.
Otuz yaþlarýndaki genç Ýsmaili dai’si olarak batýni derviþ Hacý Bektaþ’ýn son duraðý Rum diyarý, yani Anadolu olmuþtur. Ancak onu Anadolu’ya gönderen Ahmet Yesevi deðil, Alamut Ýmamý Alaeddin Muhammed III’ün (1221-1255) onayýyla kendi Huccet’i, yani baþ Dai’lerinden
Þemseddin Muhammed Tebrizi olmuþtur. Alamut’tan Horasanlý Baba
Ýlyas’a yeni bilgiler getirmiþ ve onun hizmetine girmiþtir.Aþýk Paþaoðlu’nun söylemiyle “Bu Hacý Bektaþ... kardeþiyle Anadolu’ya gelmeye heves ettiler... O zamanda Baba Ýlyas gelmiþ, Anadolu’da oturur olmuþtu.
Aralýk 2004
Meðer onu görmeðe gelmiþler. Onun dahi hikayesi çoktur...” Aþýk Paþa
gibi saray uþaðý tarih ve menakib yazýcýlarý, “bu çok hikayeleri” alabildiðine kýsaltmýþ ve gerçeklikten uzaklaþtýrarak Baba Ýlyas’ýn, Hacý Bektaþ’ýnkileri deðil, kendi hikayelerini aktarmýþlar.
Hacý Bektaþ’ýn baþýndan beri içinde ve stratejik katkýlarda bulunduðu
Baba Ýlyas ve Baba Ýshak’ýn yönettiði Babai halk hareketinden Alamut’un habersiz olduðu düþünülemez. Baba Ýlyas’ýn dahi Dede Garkýn’ýn yerine geçirilmiþ bölge dai’si olmasý çok mümkündür. Suriye
Ýsmaili kalelerinden yardým gelmiþ olmasý da doðaldýr. Bu arada Selçuklu Sultanlarýnýn Alamut’a her yýl belli miktarda vergi verdiklerini Ýsmaili
kaynaklarýndan öðreniyoruz. En büyük Selçuk Sultanýnýn da Alamut’a
vergi vermiþ olmasý düþündürücüdür.
Baba Ýlyas’ýn piri olan Dede Garkýn’ýn Abu’l Vefa yolaðýndan olduðunu ve dolayýsýyla Baba Ýlyas ile Baba Ýshak’ýn Abu’l Vefa’ya baðlý
bulunduklarýný Osmanlý tarihçileri ve menakýbname yazarlarý da söylemektedirler. Abu’l Vefa, Fatými Ýsmaililerin 995 yýlý listesinde Daylam
baþ dai’si olarak geçiyor. Yaþamýnýn son zamanlarýnda ise Irak’ta Baðdad baþ dai’si görevinde bulunmuþ olup, Abu’l Vefa Baðdadi adýyla anýlmaktadýr. Baþtan beri verdiðimiz tüm bu tarihsel bilgi ve olaylar, Hacý
Bektaþ’ýn ve Babai ayaklanmasý önderlerinin batýni Ýsmaililerle iliþkileri
bulunduðunu göstermektedir. Unutmayalým ki, halk arasýnda Alamut
önderleri “Baba Seyyidina” diye çaðrýlýyordu.
Vilayetname’de Hacý Bektaþ Veli’nin yaþamýna iliþkin anlatýlanlar,
yazarýn halkýn arasýndan ve baþka menakýbnamelerden derlediklerinin,
dönemin yöneticisinin inançsal ve siyasal istekleri doðrultusunda kaleme
almýþ olduklarýdýr. Oysa Vilayetname’de Hacý Bektaþ’ý ziyarete gelmiþ
olduklarýndan söz edilen Horasanlý Kalenderiler, Ýsmaililerden baþkasý
deðildir. Ayrýca Vilayetname’ye sokulan bazý keramet öðeleri, çok daha
önce yaþamýþ veliler tarafýndan gösterilenlerin yinelenmesidir.
Hacý Bektaþ Veli, Nizari Ýsmaililerle iliþkisi bir yana içinden geldiði
Babailerden bile uzaklaþtýrýlmýþ ve hala Babai ayaklanmasýna katýldýkatýlmadý tartýþmasý yapýlýyor. Onu Sünni göstermek için Nakþibendiler
Hacý Bektaþ’a “amcazade” diyor ve onun batýniliðini-Aleviliðini “iftira”
kabul ediyorlar.
Hacý Bektaþ Veli’nin Makalat’ý karþýlaþtýrmalý incelendiðinde, Ýsmaili kitaplarýndaki Tanrý inancý, din ve felsefe anlayýþý, yola giriþ kurallarý
aynen bulunabilir. Bazýlarýnýn ise üstü örtülmüþ, farklý adlarla verilmiþ,
takiyyeye gerek duyulmuþtur.
Hacý Bektaþ’ýn Selçuklu prenslerinin çatýþmalarýnda, Moðollara karþý
olan Ýzzeddin Keykavus’a destek vermesi ve Bizans’a yakýnlýk duymasý,
Anadolu’da merkezi birliðin kurulmasý amacý kadar, antik Ege Uygarlýklarýnýn son mirasçýsý olan ileri Bizans uygarlýðýndan yararlanma ve
Ýslam-Hristiyanlýk ayýrýmý yapmadan insanlýðý birleþtirme hedefi taþýr.
Hacý Bektaþ Veli, 1257’de Alamut’un Moðollar tarafýndan yerle bir
edilmesi sonucu Ýsmaililerle iliþkisini kesmiþ, ama batýni inancýn doruðunda; zamanýn kurtarýcý imamý olarak ortaya çýkýp, Alamut Ýmamlarýnýn
temsil ettiði (Haft bab-ý Baba Seyyidina’ya göre Alamut Ýmamý Ali’yi
temsil ediyor, bütün Ýsmaili inançlýlarýn her biri de Salman’nýn makamýnda bulunuyordu, yani birer Salman idiler.) Ali’nin donuna bürünmüþtür. Bunu pek çok Alevi-Bektaþi ozaný iþlemiþtir. Biz Sadece Hasan
Dede’den (Ö.1469) bir tek dörtlükle örnekleyelim:
Yerlerin göklerin binasýn düzen
Ak üstünde kara yazýlar yazan
Engür þerbetini Kýrklara ezen
Hünkar Hacý Bektaþ Ali kendidir
NOTLAR:
1
2
3
4
Farhad Daftary, Ýsmailis, their history and doctrines, s.204,216.
V.V. Barthold, Türkistan,s. 472, 558,560; dpnt.385.
Tezkire-i Devletþah’da, (Nefahat çevirisi, Ýst. 1289, s.195), Þems’in bir Ýsmaili prensi
olduðu kayýtlýdýr. Devletþah’a göre Þemseddin bir prensestir, Celaleddin Nev-Müsülman’ýn (ö.1221) oðludur ve gizlice Tebriz’de okumuþtur; al-Shushtari, Majalis al-Muminin, C. 2, s.110. Ayrýca A. Semenov, Þeyh Celal-ud-Din-Rumi po predstavleniyam
Þughnanþikh Ýsmailitov adlý yapýtýnda, Orta Asya ve diðer bazý bölgelerin Nizarileri
tarafýndan, kendileriyle ortak inançta olduðu düþünülen, Mevlana Celaleddin üzerinde
Þuðnan Nizarilerinin fikirlerinin geniþ analizini yapýyor. (F. Daftary, The Ismailis,
s.414, 695.)
Konu hakkýnda bilgi “Þemseddin Muhammed Tebrizi (1183/4-1247/8) Þems’in Tarihsel, Ýnançsal ve Siyasal Sorunsalýnýn Çözümü Üzerine Bir Deneme” incelememizde
daha geniþ biçimde bulunmaktadýr: (www.alewiten.com)
7
Aleviler Açýsýndan Toplumsal Barýþ Nasýl Saðlanýr?
Ali Balkýz
[Aleviler], kimselerin tahmin edemeyeceði denli
Cumhuriyetçi, laik ve devrimciydiler,
Atatürk’e ve onun devrimlerine gönülden baðlýydýlar.
Hatta, kimi ileri gidenlere göre O bir “Mehdi”ydi.
Çünkü henüz ileride nelerin olabileceðini
bilemiyorlardý.Gelecek yýllarda Diyanet kimlerin
kurumu haline gelecek ve neye hizmet edecek.
Varsýn tekkemiz kapatýlsýn, varsýn dedemiz, pirimiz,
mürþidimiz, çelebimiz yasaklý olsun,
yeter ki þeriat olmasýn diye düþünüyorlardý.
Henüz bilmiyorlardý.
C
umhuriyet ülkemizde her þeyi altüst etti. Bu altüst oluþta
600 yýllýk Osmanlý zulmünden kurtulmanýn sevinciyle,
Alevilerin Cumhuriyeti sahiplenmeleri kadar doðal bir
davranýþ olamazdý. Çünkü Osmanlý bütün tarihi boyunca
Alevileri “mürted” (dininden dönen) kabul etmiþ,
dolayýsýyla Alevinin malýný, canýný ve namusunu kendisine helal kabul
etmiþti. Bu zulmü parçalayan Mustafa Kemal Atatürk, bu tür yaklaþýmlarýn bundan böyle olmayacaðý bir yana, ayrýca yeni þeyler vaad
ediyordu. Önce onlarý dikkate alýyor, desteklerini istiyor ve güveniyordu.
Bunun için olmalý, Erzurum Kongresi amacýyla, Erzurum’a giderken yol
güvenliðini, Erzincan-Tercan-Dersim çevresi aþiretlerinden olan Balaban aþiretine emanet ediyordu. 23 Aralýk 1919’da Hacý Bektaþ Dergâhý’ný, Çelebi Cemalettin Efendi’yi ziyaret ediyor, ondan destek istiyor,
bu talep üzerine kendisine sunulan 1800 altýný kabul ediyor, hatta bir
iddiaya göre, ceme katýlýyor, ikrar veriyor, kýlýç kuþanýyor ve yola giriyordu.1 Ýlk meclise Aleviler, baþta Ferhat Uþaðý Aþireti’nden Diyap Aða
olmak üzere, Dersim, Erzincan ve Kars yörelerinden 8 temsilci gönderiyorlar; Çelebi Cemalettin Efendi, 1. Meclis’te Baþkan Yardýmcýsý oluyor.
25 Nisan 1923 tarihli Yeni Gün gazetesinde bir bildiri yayýnlayan Veliyettin Çelebi, “Anadolu’da bulunan soyum Hacý Bektaþ dergâhý veli hazretlerine içten saygýsý olan tüm sevenler ve temiz yürekli hanedan yanlýlarýna” hitap ediyor; onlara “M. Kemal Paþa’nýn gösterdiði adaylardan
baþkasýna oy vermeyin” diye çaðrýda bulunuyor ve bir müeyyide koyuyordu; “Bu öðüdüme uymayanlar bizden deðildir”2
Bu tür iliþkilerin örnekleri daha da çoðaltýlabilir kuþkusuz. Bunlardan
daha da önemlisi ise; Alevilerin bütün Kurtuluþ Savaþý boyunca ve onun
her cephesinde, diðer kardeþleriyle birlikte canla baþla vuruþmuþ; þehit
veya gazi olmuþ olmalarýdýr.
Tüm Bunlarýn Bir Nedeni Vardý
Çünkü onlar Atatürk’ün vaad ettiði Cumhuriyet’i zaten yüzyýllardýr biliyor ve yaþýyorlardý. Osmanlý, “Allah-kul”, “Padiþah-tebaa” iliþkisi içerisinde yaþarken, Aleviler kendi bölgelerinde ve iç örgütlülüklerinde
“Hak-can”, “dede-talip”, “musahip-musahip” iliþkisini yaþýyorlardý. Her
birey bir can’dý ve toplumun temel taþýydý. Kýsa çöpün hakký uzun çöpte
kalamazdý, 72 millet birdi; Kâbe-kitap insandý, ibadetin yeri baþka, iþin
yeri baþkaydý, gözlüye gizli deðildi, bilim silahtý, gönül bir kent, orada
da “akýl” diye bir sultan vardý, Hac’ca gitmek dünyayý gezmekti, asýl iþ
gönül fethetmekti ve halký Hakk’a ýsmarlamak gammazlýktý.
Yaþam felsefeleri ve hayat tarzlarý bu olan Aleviler, Cumhuriyet’i
yadsýmadýlar. Onu izlemeye, anlamaya ve özümsemeye çalýþtýlar. Çünkü
artýk herkes yurttaþ’tý, herkes, “baþkalarýnýn hudud-u hürriyeti” ile sýnýrlý da olsa hür’dü ve Egemenlik Kayýtsýz Þartsýz Milletindi.
Cumhuriyet kendini var etmek için önlem üstüne önlem alýyordu:
„ 20 Ocak 1921 tarihli Teþkilatý Esasiye Kanunu, “Hakimiyet bila kaydû þart milletindir” hükmüyle baþladý.
8
„ 8 Nisan 1924 günü dinsel yargý kaldýrýlýp yargý tekliði saðlandý.
„ 3 Mart 1924 günü, Þeriye ve Evkaf Bakanlýðý kaldýrýldý, Tevhidi Tedrisat Kanunu çýkartýldý, Hilafet kaldýrýldý, “Hanedan-ý Osmani Türkiye Cumhuriyeti Memaliki Haricine” çýkartýldý. Baþbakanlýða baðlý
Diyanet Ýþleri Reisliði kuruldu, ilk reisliðe de Börekçizade Rýfat
Efendi atandý (Börekçizade, Cumhuriyet’ten sonra baðýmsýzlýktan
yanadýr, hurafelere de karþýdýr, bu nedenle de Osmanlý hükümetince
gýyabýnda idam cezasýna çarptýrýlmýþtýr).
„ 1924 yýlýnda, ilk ve ortaöðretim programlarýndan “Ahlak Dersleri” çýkartýldý, yerine “Yurttaþlýk ve Sosyoloji” dersleri konuldu.
„ 30 Kasým 1925 günü tekke, zaviye ve türbeler kapatýldý.
„ 10 Nisan 1928 günü, 1222 sayýlý yasa ile, Anayasa’daki; “Türkiye
Cumhuriyetinin dini Ýslam’dýr” hükmü çýkarýldý. Cumhurbaþkaný ve
Milletvekillerinin yemin ederken söyledikleri “Vallahi” sözcüðü yerine, “Namusum üzerine söz veririm” biçimi getirildi.
„ 1930’da Ýmam Hatip Okullarý, 1933’de ise Ýlahiyat Fakülteleri öðrenci bulamadýklarý için kapatýldý.
„ 1933’de öðretmenlikle, imamlýk ve hatiplik görevlerinin birlikte yapýlamayacaðý kabul edildi.
„ 1925-1927 yýllarý arasýnda ortaöðretim kurumlarýndan, 1930’da kent
ilkokullarýndan, 1939’da da köy ilkokullarýnda “Din Dersi” kaldýrýldý.
„ 1935’deki Milli Eðitim Þurasý’nda din eðitim ve öðretimine hiç yer
verilmedi, böylece 1933’den 1949’a kadar geçen 16 yýl süresince,
devlet okullarýnda hiçbir dini eðitim yapýlmadý.
„ 5 Þubat 1937 günü, CHP’nin “altý ok”u Anayasa’ya alýndý. Böylece
devlet; cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçý, devletçi, laik ve inkýlapçý
sýfatýyla tanýmlandý.
„ 5 Þubat 1937 günü, Anayasa’nýn; “Hiçbir kimse mensup olduðu din,
mezhep, tarikat ve felsefi içtihadýndan dolayý kýnanamaz” biçimindeki 75. maddesi deðiþtirildi ve buradaki “tarikat” sözcüðü çýkartýldý.
Böylece tarikatlar üzerindeki Anayasa korumasý kaldýrýldý ve 30 Kasým 1925 tarihli, tekke ve zaviyelerle türbeleri kapatan ve bütün tarikatlarý yasaklayan yasa arasýnda uyum saðlandý.
Yukarýda andýðýmýz ve elbette anamadýðýmýz bunca önlemin bir tek
nedeni vardý: Cumhuriyet’i yerleþtirmek. Bu ise; Osmanlý’yla Hilafet’le,
þeriatla ve yobazlýkla hesaplaþýlmadan olanaklý deðildi. Bir hesaplaþma
sürüp gidiyordu. Ýþte bu süreç içerisinde Aleviler açýsýndan durum neydi?
Tekke, zaviye ve türbeler kapatýlýrken, Bektaþi tekkeleri ve Alevi
dergâhlarý bunun dýþýnda tutulmamýþtý. Öteki bütün tarikatlarla birlikte
anýlýyor ve þöyle tanýmlanýyordu:
“Ölülerden yardým istemek, uygar bir toplum için utanç vericidir.
Mevcut tarikatlarýn amacý, kendilerine baðlý olan kimseleri dünyevi
ve manevi olan hayatta mutluluða eriþtirmekten baþka ne olabilir?...
Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, þeyhler,
derviþler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doðru, en hakiki tarikat, uygarlýk tarikatýdýr.” 3
Buna kim itiraz edebilir, kim yanlýþ bulabilir. Ama bir þey daha vardý.
Tekke ve Zaviyelerin Kapatýlmasýna Dair Kanun’un bir maddesi þöyleydi:
“Genel olarak tarikatlarla, þeyhlik derviþlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalýk, emirlik, nakýplýk, halifelik, büyücülük, üfürükçülük ve gayýptan haber vermek ve murada kavuþturmak maksadýyla
nüshacýlýk gibi unvan ve sýfatlarýn kullanýlmasýyla bu unvan ve sýfatlara ait hizmet vermek, kisve giymek yasaktýr.”
Bu maddeden anlaþýldýðýna göre “dedelik”, “üfürükçülük”, “muskacýlýk” ve “gayýptan haber vericilik” ile eþ tutuluyor, dolayýsýyla bunlarla
birlikte yasaklanýyor.
Ve Atatürk diyor ki:
“Bir takým þeyhlerin, dedelerin, seyidlerin, çelebilerin, babalarýn,
derviþlerin arkasýndan sürüklenen... kitleye uygar bir millet gözüyle
bakýlabilir mi?”4
Sayý 5
Þimdi hem yasa maddesinde, hem de Atatürk’ün söylevinde geçen
“þeyh” sözcüðünün sadece Sünni tarikatlarda var olan bir mertebenin adý
olduðunu; “mürit”, “emir” ve “halife” sözcüklerini hem Alevi-Bektaþi
hem de Sünni tarikatlarca kullanýldýðýný bir yana býrakacak olursak; geriye kalan; “derviþ”, “dede”, “seyit”, “çelebi”, “baba” ve “nakýp” sözcüklerinin sadece Alevi-Bektaþi öðretisinde ve iç örgütlülüðünde bir anlam
ifade ettiðini görürüz.
Diyanet Ýþleri Reisliði’nin kuruluþunu ve iþlevselliðini düzenleyen
yasa ve kararnamede de ayný tutuma tanýk oluyoruz.
3 Mart 1924 tarihli Þeriye ve Evkaf Vekaleti’nin Kaldýrýlmasýna Dair
Kanun’un (Ayný Kanun’la “Diyanet Ýþleri Reisliði Makamý”da kuruluyor) önemli iki maddesi þöyledir:
“Türkiye Cumhuriyeti’nde topluma ait iþlerle ilgili hükümlerin konmasý ve uygulanmasý, TBMM ile onun oluþturduðu hükümete ait olup
Ýslam dinine inananlarýn, bunun dýþýndaki inanç ve ibadetlere iliþkin
bütün hüküm ve meselelerin yönetimi ve dinsel kurumlarýn yönetimi
için Cumhuriyetin merkezinde bir Diyanet Ýþleri Reisliði makamý
kurulmuþtur.”
“Türkiye Cumhuriyeti ülkesi içindeki bütün cami ve mescidi þerifenin
ve tekkelerin ve zaviyelerin yönetiminde, imam, hatip, vaiz, þeyh,
müezzin ve kayyýmlarýn ve diðer müstahdemin atanmasý ve iþten
çýkartýlmasýnda Diyanet Ýþleri Reisliði görevlidir.”
Bu iki yasa maddesinin yanýna konumuzun daha iyi anlaþýlabilmesi
açýsýndan, 2 Eylül 1925 tarihli, “ilmiye sýnýfý ve ilmiye kisvesi hakkýndaki kararname”yi de eklemek gerekecek. Kararnamede, ilmiye sýnýfýndan
kimlerin nasýl ve neler giyeceðinden bahsedilirken þu makam ve görevliler sayýlýyor: Diyanet Ýþleri Baþkaný, Danýþma Kurulu, Müftüler, Müsevvidler, Ýmamlar, Hatipler, Vaizler ve Köy Hocalarý...
Dikkat edilecek olursa; yukarýdaki iki madde de dinsel kurum olarak;
cami, mescit, þerife, tekke ve zaviye sayýlýrken, buralarda görevli kiþiler
ise müftü, imam, hatip, vaiz, müezzin, kayyým ve köy hocalarý olarak
sýralanýyor.
Ýþte tam da burada sormak gerekiyor. Nerede Alevi-Bektaþi dergâhlarý, tekkeleri, ocaklarý, türbeleri; mürþitleri, pirleri, dedeleri, seyitleri,
çelebileri. Yurdu kurtarýrken muhteremler, yurt kurtulduktan sonra ise
meczuplarla, üfürükçülerle, muskacýlarla, yobazlarla müsaviler...
Bu Niçin Böyledir?
Çünkü Alevilik-Bektaþilik, Ýslamiyet’in içinde görülmekte, öyle kabul
edilmekte ya da öyle sanýlmakta, dolayýsýyla, Diyanet Ýþleri Reisliði ayný
zamanda onlarýn da reisliði olarak görülmektedir.
Bu görüþü, belki þu durum kuvvetlendirmektedir: Hilafetin kaldýrýlmasý tartýþmalarý içerisinde, halifeliðin tüm dünya Müslümanlarýný temsil eden bir makam olduðu düþüncesi ortaya atýldýðýnda, þunlarý söylemektedir Atatürk:
“Bu kuruntunun hiçbir zaman gerçekleþmemiþ olduðunu bilirsiniz.
Müslüman topluluklarýnýn birbirinden büsbütün baþka amaçlarla
ayrýldýklarý, Emevilerin Endülüs’te, Alevilerin Maðrýp’ta, Fatimilerin
Mýsýr’da, Abbasilerin Baðdat’ta birer halifelik ve saltanat kurduklarýný...”5
Sonuçta olan Alevi-Bektaþi tekkelerine, dergâhlarýna, türbelerine olmuþtur. Sonuçta cemler yasaklanmýþ, kolluk kuvvetleri marifetiyle basýlmýþ, Aleviler cem günlerinde köy çýkýþlarýna gözcüler koymak zorunda
kalmýþ, Alevi dedelerinin kasabalara iniþlerinde sakallarý yolunmuþ ve
bir daha TBMM’ne de girememiþlerdir.
Ýlginçtir, Aleviler bu durumdan þikayetçi de deðildiler. Çünkü onlar,
kimselerin tahmin edemeyeceði denli Cumhuriyetçi, laik ve devrimciydiler, Atatürk’e ve onun devrimlerine gönülden baðlýydýlar. Hatta, kimi
ileri gidenlere göre O bir “Mehdi”ydi. Çünkü henüz ileride nelerin olabileceðini bilemiyorlardý. Ya da gelecek yýllarda Devrim Yasalarý hangi
Aralýk 2004
hale gelecek, nasýl ters yüz edilecek, Diyanet kimlerin kurumu haline
gelecek ve neye hizmet edecek. Bunu sezdikleri için o yýllarýn kýymetini
biliyorlardý. Varsýn tekkemiz kapatýlsýn, varsýn dedemiz, pirimiz,
mürþidimiz, çelebimiz yasaklý olsun, yeter ki, þeriat olmasýn diye
düþünüyorlardý. Henüz bilmiyorlardý. Alevilik hakkýnda kimler hangi
raporlarý düzenleyecek, onlara kimler hangi tuzaklarý kuracak, kimler
nasýl kullanmaya kalkýþacak ve hangi katliamlar düzenlenecek?...
Sonraki süreçte ise þunlar oldu:
„ 1947’de CHP Kurultayý’nda okullara din dersi konulmasý kararý
alýndý. Köy Enstitüleri kapatýldý. Ýlahiyat fakülteleri açýldý.
„ 1948-1949 öðretim yýlýnda, ilkokullarýn 4. ve 5. sýnýflarýna seçmeli
din dersi konuldu.
„ 1948’de “Ehli Din Adamý” yetiþtirmek üzere imam hatip kurslarý açýldý. Bu kurslar, 601 sayýlý müdürler kurulu kararý ile Ýmam Hatip
Okullarý’na dönüþtürüldü.
„ 1950’de ezan tekrar Arapça okunmaya baþlandý.
„ 1953 yýlýnda, ilköðretim okullarýna zorunlu, 1956 yýlýnda, ortaokullarda zorunlu,1967 yýlýnda, liselerde isteðe baðlý olmak üzere din dersi
yeniden konuldu.
„ 1973 yýlýnda, MSP-CHP koalisyonu sýrasýnda Ýmam-Hatip liselerinin
orta kýsmý yeniden açýldý.
„ Ve nihayet; 1982 Anayasasý’nýn 24. maddesi ile bu iþ kökünden halledildi.
Kuþkusuz bu dini eðitim ve öðretimin içeriði ve biçimi Sünni, hatta
Hanefi anlayýþýna göre düzenlendi ve tüm öðrencilere zorunlu kýlýndý.
Alevilik, 3 Mart 1924’te Diyanet Ýþleri Teþkilatý’nýn kuruluþundan beri,
hayatýn her alanýnda yok sayýldý. Tam bir inkâr politikasýyla görmezden
gelindi.
Olanlar Karþýsýnda Aleviler Ne Yaptýlar?
Þöyle kýsaca anýmsayacak olursak: Tek parti dönemindeki CHP zulmüne
karþý DP’yi, DP zulmüne karþý 27 Mayýs’ý desteklediler. DP’nin mirasçýsý AP karþýsýndaki tercihleri CHP ve TÝP’ti. Ýþin içine TÝP girince iþler
deðiþti ve Birlik Partisi kuruldu. BP’ne Alevilerin uzun boylu destek vermeyecekleri baþýnda belli oldu. BP’li kimi milletvekillerinin kritik bir
güven oylamasý sýrasýnda politika uzmaný Demirel’le anlaþmalarý da
eklenince, Alevi seçmen bu partinin iþini bitirdi. TÝP de kapatýlýnca,
Alevilerle CHP yine baþ baþa kaldý.
Bu baþ baþa kalma ve ona mecbur olma durumu CHP tarafýndan o
kadar uzun süre ve o kadar çok istismar edildi ki Aleviler hep oy deposu ve sadece seçmen olarak görüldüler. Ýçlerinden kimileri seçilmeye
teþebbüs ettiklerinde de baþlarýna gelmedik iþ, haklarýnda söylenmedik
söz kalmadý.
Aleviler, Osmanlý’ya karþý Cumhuriyeti, DP’ye karþý 27 Mayýs’ý hangi nedenlerle destekledilerse, 12 Mart’a ve CHP’ye karþý 68’i de o nedenle, sosyalizmi de o nedenle desteklediler. Ama ne yazýk ki, nasýl ki CHP
Alevileri sadece seçmen kitlesi olarak gördü ise kimi sosyalist yapýlar da
Alevi toplumunu sadece militan kaynaðý olarak gördü ve onlarýn tarihsel
süreçten taþýyýp getirdikleri sorunlarýna eðilen olmadý. Bugün kimi gerici çevrelerin, sosyalist hareketlerin bu eksiðini nasýl kendi anlayýþ ve
çýkarlarý doðrultusunda kullandýklarýna bakmasak da gerçek ne yazýk ki
buydu.
Aleviler, kendilerinin iþçi, iþsiz, küçük memur, esnaf, köylü olduklarýný biliyorlar. Kurtuluþlarýnýn gerçek demokrasi ile giderek sosyalizm ile
olabileceðini de biliyorlar. Bu ülkeye gerçekten demokrasi geldiðinde,
en çok kendilerinin yararlanacaðýný (En az Kürtler kadar) da biliyorlar.
Sadece “Alevi” sýfatlarýyla düþündüklerinde þunu da biliyorlar: Kendilerine emekçilerden ve emek mücadelesinden yana olanlardan daha dost
kimse yoktur.
Gerek tarihsel süreç boyunca, gerekse Cumhuriyet tarihi boyunca,
hele de son yýllarda Alevilere yöneltilen saldýrýlar karþýsýnda gösterdikle(Devamý Sayfa 10’da)
9
(Baþtarafý 9. sayfada)
ri tepki, ne yazýk ki sadece “tepki”dir. Saman Alevi gibi yanýp sönen,
saðanak yaðmur gibi gelip geçen. Bu anlamda Alevi hareketi bir tepki
hareketidir. Ne yazýk ki henüz bilinç düzeyine ulaþmýþ ve esas itibarý ile
bir talep hareketi olamamýþtýr. Ancak AB süreci ile baþlayan tartýþmalar
çoðu kez amacýndan saptýrýlmaya, “azýnlýk” kavramýna indirgenerek asýl
sorun görmezden gelinmeye çalýþýlsa da süreç saðlýklý geliþmektedir.
Aleviler açýsýndan bugün arzu edilen þey: Gerçekten demokratik,
gerçekten laik bir Türkiye’de “T.C. Yurttaþý” olmak bilinciyle, baþka
inançlardan (ya da inançsýz) tüm yurttaþlarla birlikte, kaderde, kývançta,
tasada, varlýkta, yoklukta, eþit, hür yurttaþlar olarak yaþamaktýr.
Bunun için Önerilen Model Þudur
Öncelikle Aleviliðin þu tanýmýnda uzlaþma saðlanmalýdýr, Alevilik, Orta
Asya Þamanizm’inden izler taþýyan, Horasan’da köklenen; Mani, Zerdüþt, Budizm ve Ýslamiyet’in tasavvufi yorumundan etkilenen; Türkler
öncesi Anadolu uygarlýklarýyla buluþan; tüm bunlarla ortak bir senteze
ulaþan; insaný yaþamýn merkezine koyan; 72 millete bir bakan; cinsiyet
ayrýmý gözetmeyen; inançsal yönleri de olmakla birlikte; bir yol, felsefe,
yaþam biçimidir. Doðayý ve insaný algýlama ve yorumlama biçimidir.
Bu taným yerine; “Ali’yi sevmekse Alevilik...” diye baþlayan tümceler,
ne bilimseldir ne de gerçekçi. Sadece politiktir ve inkâr geleneðinin bir
sonucudur. Ayný zamanda Alevilere raðmen Aleviliði tanýmlama gayretidir.
„ Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý kaldýrýlmalýdýr. Hilafetin kaldýrýldýðý bir dönemde böyle bir kurumun ihdasý anlaþýlabilir ama aradan 80 yýl geçtikten, “laiklik” kavramý tüm dünyada yeni boyutlar kazandýktan sonra
DÝB’ný da yeniden deðerlendirmek gerekecektir.
Kaldý ki Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý ilk kuruluþundan bugüne Sünni bir
kurumdur. Ýnançlý, inançsýz herkesten toplanan vergilerden önemli bir
bölümünün Sünni yurttaþlara transfer aracýdýr. “Laik Devlet” yapýsý içerisinde olmamasý gereken bir yapýdýr. Üstü örtülü de olsa bir fetva kurumudur. Bir zamanlarýn Diyanet’ten Sorumlu Devlet Bakaný Ekrem Ceyhun’un; “Devletin emrinde bir din deðil; dinin emrinde bir devlet istiyoruz” cümlesini anýmsadýðýmýzda; bu üstü örtülü halin zaman zaman
açýða çýktýðýný görürüz. Kaldý ki ne devlet dinin, ne de din devletin hizmetinde olmalýdýr.
Bunun yerine; devlet, dini hayattan elini çekmeli, yasalar yoluyla
düzenleyici olmalýdýr. Bu düzenlemenin boyutu müdahale düzeyinde
olmamalýdýr. Her inançtan (ve inançsýz) tüm yurttaþlarýn hak ve hukukunu koruma, gözetme biçiminde olmalýdýr.
Birçok AB üyesi ülkede olduðu gibi “Dini Vergi” ihdas edilmelidir.
Bu vergi yurttaþlardan beyan esasýna göre alýnmalý ve ayrý ayrý havuzlarda toplanmalýdýr. (Sünni, Alevi, Hýristiyan, Yahudi, Nusayri, vb.)
Toplanan bu vergiler bu dini gruplarýn demokratik yöntemlerle oluþturacaklarý Sivil Toplum Örgütleri’ne devredilmeli, bu örgütler de mensuplarýna hizmet sunmalýdýrlar.
Bu modeldeki hassas nokta; dini gruplar arasýnda olabilecek olasý
çatýþma ve çeliþmelerdir. Ki bu tehlike, devletin yansýz olmasý, laikliðe
sarýlmasý, “T.C. Yurttaþlýðý” temel öðesini öne çýkarmasý ve her þeyin üstünde tutmasý halinde kolayca aþýlabilecektir. Kaldý ki Sünni’nin Sünni
gibi, Alevinin Alevi gibi yaþamasýnýn saðlanmasý toplumsal barýþa da
ayrýca hizmet edecektir.
„ Zorunlu Din dersleri kaldýrýlmalýdýr. 12 Eylül Anayasasý’nýn 24.maddesi gereði zorunlu olarak okutulan bu ders ne yazýk ki Alevi çocuklarýný
Sünnileþtirme aracýdýr. Alevi çocuklarýnýn bu derste öðrendikleri ile
evlerinde ve daha ileriki yaþlarýnda yaþadýklarý arasýnda bir paralellik, bir
benzerlik bulunmamaktadýr. Bu ders ya kaldýrýlmalý ya da içeriði yeniden
düzenlenerek; dinler tarihi, din sosyolojisi, din felsefesi, dinler-inançlar
arasý diyalog ve hoþgörü, Alevilik, vb., konularýný da kapsamalý ve seçmeli olmalýdýr.
„ Cemevleri’nin Alevilerin ibadet yeri olduðu kabul edilmelidir. Buna
baðlý olarak imar yasasýnda gerekli düzenlemeler yapýlmalýdýr.
10
Cemevleri “cümbüþ evleridir” veya “kültür merkezleridir” gibi çýkýþlar keza inkâr politikalarýnýn bir yansýmasýdýr. Cemevleri’ne Alevi yurttaþlarýn gereksinimi vardýr ve bu bir sosyal olgudur.
Dün köyde, köyün en büyük odasý bu görevi görüyor iken; bugün
kentte böyle bir þey olasý deðildir. Kaldý ki bugün bir çok kentimizde
Alevi yurttaþlar cemevleri inþa etmekte ve ibadetlerini buralarda yapmaktadýrlar. Ama ne yazýk ki, bu yapýlar ne imar açýsýndan ne de diðer
yasalar açýsýndan yasaldýr. Sadece fiili ve meþrudur.
„ “Hacýbektaþ Müzesi” ibadete açýlmalý ve yönetimi Alevi kurumlarýna
býrakýlmalýdýr. “Hacýbektaþ Müzesi”; Alevi-Bektaþilerin dergâhýdýr. Bu
yolun kurucusu Hacý Bektaþ Veli orada yatmaktadýr. Bu yapý Alevi-Bektaþiler açýsýndan bir “Müze” deðil Serçeþme’dir, Kâbe niteliðindedir.
Dünyanýn dört bir yanýndan her yýl milyonlarca gönül erince ziyaret edilmektedir ve bu ziyaretçiler bu yapýya para ödeyerek ve ancak mesai saatleri içerisinde girebilmektedirler. Bu çeliþki düzeltilmelidir.
„ TRT yayýnlarý düzeltilmelidir. TRT de dini yayýnlar açýsýndan týpký
DÝB gibi bir Sünni kurumudur. TRT nasýl ki Sünni yurttaþlara her Ramazan’da veya diðer dini günlerde yayýnlarýyla hizmet veriyorsa, Alevi yurttaþlara da Muharrem ayýnda benzer hizmetler vermelidir. Zira onlar da
vergi veriyorlar ve onlar da bu yurdun insanlarý. Üstelik sayýlarý AB’ne
göre 12-20 milyon kadar.
Bu ve benzer reformlar; rekabet, ayrýþma, baþkalaþma gibi olumsuzluklar deðil, buluþma, kaynaþma, barýþma gibi olumluluklara vesile olacaktýr. Alevilerde bu yurdu, bu devleti daha da benimseme, sahiplenme
duygusunu geliþtirecektir. Ayrýca yakýn tarihimizde ne yazýk ki sýkça
yaþadýðýmýz Sivas, Çorum, Maraþ, Gazi vb. toplu katliamlarýn da önüne
geçecektir. Aleviler, “Katli vacip mürtetler” olarak deðil, bu yurdu birlikte paylaþtýðýmýz eþit yurttaþlar olarak görülecektir.
Kaldý ki tüm bunlar laikliðin de bir gereðidir.
DÝPNOTLAR
1
2
3
4
5
Ayhan Yalçýnkaya, Alevilik’te Toplumsal Kurumlar ve Ýktidar, Ankara 1996,
Mülkiyeliler Birliði Vakfý Yayýnlarý
Daha geniþ bilgi için bkz: Age, s.157.
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c. 11, s. 215.
15-20 Ekim 1927, Nutuk, c. 11, s. 1193.
15-20 Ekim 1927, Nutuk, c. 11, s. 937.
Sayý 5
‘Raymond’ ve ‘Kýzýlbaþlýk’
Cengiz Yýldýrým
En eski masallar, en eski insan topluluklarý,
çoktanrýcýlýk dönemi...
Ýnsan topluluklarý arasýnda ana baba, erkek kardeþ,
kýz kardeþ duygusu ve bilincinin
henüz geliþmemiþ olduðu bir çað...
Evet, tartýþmacýlar ne diye Kýzýlbaþlýk’tan söz etsinler?
Burada bir yanlýþlýk yok mudur?
Üstelik elin Fransýzlarý din ile hiç ilgisi olamayan
bir konuyu ele alýrlarken
ne diye Kýzýlbaþlýktan söz etsinler?
Yoksa bizim çevirmenin ve Milli Eðitim Bakanlýðý
Yayýnlarý’nýn bir bildiði mi var?
D
ört yýl kadar oluyor; bir yayýnevi benden, Anatole France’ýn deðiþik tarihlerde dilimize çevrilmiþ bazý yapýtlarýný
yayýna hazýrlamamý istemiþti. Bu yapýtlardan biri de Safiye Hatay çevirisiyle 1990 yýlýnda Milli Eðitim Bakanlýðý
(MEB) Yayýnlarý arasýnda ikinci baskýsý yapýlmýþ olan
“Dostumun Kitabý”ydý. Kitabýn dili son derece eski ve donuktu; akýl almaz bilgi yanlýþlýklarý da onu yayýna hazýrlama iþini anlamsýz kýlýyordu.
Olsa olsa bu kitap yeniden çevrilirdi. Öyle yapmaya karar vermiþtik.
Yapýtýn “Peri Masallarý Üzerine Diyalog” adlý son bölümünde üç kiþi
(Laure, Octave, Raymond) arasýnda son derece ilginç bir tartýþma geçer.
Peri masallarýnýn kökeni, masallar ve gerçeklik, masallarda simgesel
anlamlar... felsefi düzeyde ele alýnarak çözümlenmektedir.
Raymond, konuþmasýnýn bir yerinde Max Müller’den þu alýntýyý yapmaktadýr:
“Masallar mitolojinin modern lehçesidir; eðer bilimsel bir incelemeye konu olacaklarsa, ilk iþ, her modern masalý en eski söylenceye, her söylenceyi de ilkel bir mite kadar götürmeye giriþmektir.”1
Otuz sayfa kadar tutan diyalog (tartýþma) boyunca bu yapýlmaktadýr.
Tartýþmanýn akýþý içerisinde Laure’un, “Homeros’un tanrýçalarýyla Perrault’nun perilerini ne kadar birbirine karýþtýrýyorsunuz” þeklindeki sözlerine Raymond þöyle yanýt vermektedir:
“Her ikisinin de hem kökeni hem doðasý birdir de ondan. O krallar, o
sevimli prensler, gün gibi güzel o prensesler, küçük çocuklarý eðlendiren ve korkutan o devler bir zamanlar tanrý ve tanrýça oldular ve
insanlýðýn çocukluk dönemini dehþet ya da neþeyle doldurdular. Parmak Çocuk, Eþek Derisi ve Mavi Sakal uzaktan, çok uzaktan gelen
eski ve saygý uyandýran masallardýr.”2
Bu kýsa açýklama ve uzun sayýlabilecek alýntýlardan sonra, sanýrým,
söz konusu üç kiþi arasýndaki tartýþmanýn konusu ve çerçevesi yeterince
ortaya çýkmýþ ve belirginleþmiþtir. Þimdi MEB yayýný “Dostumun Kitabý”na dönelim. Tartýþmanýn bir yerinde Raymond’a þunlar söyletiliyor:
“... Yo itiraz etmeyin, Kuzinim, cebrin kanunlarý zarurî kýlmasý gibi
ahlaksýzlýk ta ahlâkýn mevcut olmasýna sebep olur. Kralýn kýzýna karþý duyduðu, gelenek ve Perrault’nun da dinî bir safiyetle saygý gösterdiði bu his, masalýn hürmete lâyýk mazisine þahadet eder ve onu
Ariadne’ýn pederþahî kabilelerine kadar çýkarýr. Kýzýlbaþlýk, babaya
‘himaye eden’, erkek kardeþe ‘yardým eden’, kýz kardeþe ‘teselli
eden’, kýza ‘inekleri saðan’, koca ile karýsýna ‘kuvvetliler’ diyen bu
masum çoban ailelerinde nefretle karþýlanmazdý. Güneþ memleketlerinin bu sýðýr çobanlarý, utanmayý icat etmemiþlerdi. Onlarda kadýn,
sakladýðý bir þeyi olmadýðý için tehlikesizdi. Kocaya beyaz iki öküzün
koþulu olduðu arabada bir zevce götürüp götürmemesine karar veren
tek kanun kabile reisinin iradesiydi.”3
Aralýk 2004
Burada nasýl bir çeviriyle karþý karþýya olduðumuzu anlatabilmek
açýsýndan dil ve yazým yanlýþlarýný düzeltmiyorum...
En eski masallar, en eski insan topluluklarý, çoktanrýcýlýk dönemi...
Ýnsan topluluklarý arasýnda ana baba, erkek kardeþ, kýz kardeþ duygusu
ve bilincinin henüz geliþmemiþ olduðu bir çað... Evet, tartýþmacýlar ne
diye Kýzýlbaþlýk’tan söz etsinler? Burada bir yanlýþlýk yok mudur? Üstelik elin Fransýzlarý din ile hiç ilgisi olamayan bir konuyu ele alýrlarken ne
diye Kýzýlbaþlýktan söz etsinler? Yoksa bizim çevirmenin ve MEB’in mi
bir bildiði var?
Çevirmen ve MEB yetkilileri sosyoloji ve tarih bilgisinden bütünüyle
yoksun olsalar bile, yukarýda sözü edilen iliþkilerin çok eski, tektanrýlý
dinlerin ortaya çýkýþýndan çok önceye dayandýðýný kestirmek güç mü?
Kafamýz karmakarýþýk bir durumda biz bu sorularý sormaya devam
ederken, “Kýzýlbaþlýk” teriminin hangi sözcük karþýlýðýnda kullanýlmýþ
olduðunu bulmayý akýl ediyoruz... Ne dersiniz? Bizim çeviriye, çevirmene ve MEB’e göre Fransýzca inceste (ensest) sözcüðünü karþýlýyordu
Kýzýlbaþlýk! Olur þey deðildi. Ýnsanýn dudaklarý uçuklatan bu cahilliði mi
yoksa kasýtlýlýðý mý diyelim düzeltmek için çaba göstermeyi bir yurttaþlýk görevi saymýþ, bir dergiye bu konuda bir yazý da yazmýþtým. Yazýnýn
bir yerinde þöyle denmektedir:
“Cahil dedesinden duyduklarýný ‘bilgi’ zanneden su katýlmamýþ Sünni yobazý, büyük olasýlýkla kendi bildiði günden baþlayarak Kýzýlbaþlýk hakkýnda kulaðýna üflenen bir konuda zahmet edip de bir sözlüðe,
bir ansiklopediye baþvurmaya gerek görmemiþ. Bilgisinden o kadar
emin, kafasýnda en ufak bir kuþkuya yer yok. MEB yetkililerinin
kumaþý da ayný; onlar da böyle bir çeviriyi yayýnlayarak ‘yüce Türk
milletine’ büyük bir hizmette bulunmakta kusur etmemiþler!”4
Bu yazýnýn üzerinden üç buçuk yýl geçti; hiç kimseden en ufak bir ses
çýkmadý. Özellikle MEB yetkililerinden çýt yok! Tabii çevirmen (Safiye
Hatay) hayatta mýydý, deðil miydi; hayatta ise yanýt verebilecek durumda
mýydý orasýný bilemem, ama MEB evelallah Ankara’da lök gibi oturmaktaydý. Kendi yayýnýna sahip çýkmasý “milli bir vazife” sayýlmaz mýydý?
Ben þimdi bu iþin kolayýný biliyorum. Oturup Fransa Cumhurbaþkaný
Jacques Chirac’a bir mektup yazarak bizimkileri þikâyet edeceðim. MEB
yetkilileri yüzünden, diyeceðim, Fransýz Akademisi üyesi, 1921 yýlý
Nobel edebiyat ödülü sahibi, sizin büyük yazarýnýz ne hallere düþürülüyor! Koskoca Anatole France ensestin ne olduðunu bilmez mi? Çevirideki yanlýþlýk okuyucu tarafýndan Anatole France’a mal edilmektedir. Bu
sorunu lütfen çözün, Bay Chirac...
Bunu yaptýðým zaman iyi biliyorum ki MEB yetkilileri gelip benim
ayaklarýma kapanacaklar; çevirideki yanlýþýn derhal düzeltileceðine söz
vereceklerdir. Sonra da bir yetkili TRT ekranlarýnda gerdan kýra kýra þöyle seslenecektir: “Biz bu düzeltmeyi baþkalarý istediði için deðil, Alevi
yurttaþlarýmýz buna layýk olduðu için yaptýk.”
Öyle olsun!
Son olarak þunu ekleyelim:
Safiye Hatay çevirisi Dostumun Kitabý 1990 yýlýnda 20 bin adet basýlmýþ. Caðaloðlu’ndaki MEB kitap satýþ yeri görevlileri, bu kitabýn ellerinde bulunmadýðýný belirtiyorlar. Yirmi bin kitap tükenmiþ! 90’lý yýllarda Türki denen cumhuriyetlere bizim yöneticiler kültürel yardým adý
altýnda ne bulurlarsa gönderiyorlardý. Bana öyle geliyor ki bunca eleþtirdiðimiz çeviri Türkiye ile sýnýrlý kalmayýp, “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne
kadar” uzanan bölgeye yayýlmýþtýr!
DÝPNOTLAR:
1. Anatole France, Dostumun Kitabý, çev.: Cengiz Yýldýrým, Pencere
Yayýnlarý, Birinci Baský, Mayýs 2002, Ýstanbul, s. 158-159.
2. Agy., s. 152.
3. Anatole France, Dostumun Kitabý, çev.: Safiye Hatay, MEB Yayýnlarý, Ýkinci Baský, Ýstanbul, 1990, s.: 210-211.
4. Cengiz Yýldýrým, Çeviride Gaddarlýk ve Yobazlýk, Berfin Bahar, s. 39.
11
TASAVVUF
Bölüm - II
Ýsmail Özmen
Batýnilik, bir açýdan doðu sosyalizmi sayýlabilir.
Çünkü tasavvufun amacý;
insanlar arasýndaki barýþý, eþitliði, kardeþçe yaþamayý,
çok yönlü dayanýþmayý, yardýmý saðlamak;
dahasý
“yarin dudaðýndan özge her þeyde”
toplumsal ortaklýðý kurduktan sonra
sömürüsüz bir paylaþým sistemini gerçekleþtirip
yaþama geçirmektir.
Mistisizmin deðiþmeyen yönü,
her türlü haksýzlýðý yok etmeye
yönelik olmasýdýr;
özü ise,
hep eþitlikçi-toplumcu bir öðretiden kaynaklanýp güç alýr.
G
Tasavvufun Tanýmý
enel olarak mistisizm, literatürde gözlem ve muhakemeden çok duygu ve sezgiye dayanan bir öðreti biçimi þeklinde nitelendirilir.Dahasý bir baþka anlatýmla, mistisizm,
Tanrý’yý “sezgi” yoluyla kavrama ve Tanrý ile birleþme
olup vecd hâli bu birleþmenin en yüksek derecesidir. Bir
baþka görüþe göre, Ýslam tasavvufu, dinin “þeriat kurallarýna” karþý, yeni
bir yorum ve anlayýþ olarak geliþti, zira Ýslamiyet çeþitli kavim ve uygarlýklarý kendi bünyesi içine alýyordu. Elbette bir süre sonra, yeni yorum ve
görüþlerin doðup geliþmesi, düþünce bazýnda bazý anlaþmazlýklarýn baþ
göstermesi doðal ve beklenen bir olguydu. Ýþte bütün bu karýþýk olgularýn
birikimi sonucunda mezhepler ortaya çýktý; tasavvuf inancýnýn öncülerini “ehl-i sünnet” ulemasý denilen þeriatçýlar tepkiyle karþýladýlar, reddettiler. Yaklaþýk üç yüz yýl boyunca süren çaba ve çalýþmalarýn semeresi olarak, ancak Hicret’ten 500 yýl sonra, Ýslamiyet’te tasavvuf yorumlarýnýn þeriat kurallarýna, sünnet ve Kuran esaslarýna ters düþmediði kabul
edildi. Ýslam tasavvufunun kökleri Kuran’da ve Hz. Muhammet’in hadislerinde aranmaya baþlandý. Özellikle de, görüldü ki Mekke’de indirilen ayetler tasavvuf inançlarýný destekler nitelikteydi. Bu ayetler ve
hadisler yeni bir görüþ ve anlayýþla yorumlanýp deðerlendirildikçe, her
düþünce sisteminde olduðu gibi, tasavvuf akýmýnda da yavaþ yavaþ özel
terim ve kavramlar oluþmaya baþladý. Bu terimler, gerek tasavvuf akýmýnýn birer uygulama alaný olan bazý tarikatlarda, gerekse de ayný akýmýn
etkilediði eski edebiyatta özel ve özgün bir nitelik kazanarak yaþadý, geliþti, oradan da halk diline ve kültürüne ulaþtý. Bu konuda örnekler vermek gekirse; maþuk, Allah; saki, Tanrý sevgisini onu isteyenlere sunan
mürþit; kadeh, mürþidin talibe sunduðu Tanrý biliminin kalýbý; þarab,
Tanrý biliminin özü; meyhâne, Tanrý ilminin sunulduðu yer; tekke, dergâh; sarhoþ, mürþidin verdiði mânâ þarabýyla kendinden geçen derviþ...v.s.
Ana görüþ olarak Ýslam tasavvufu, “Tanrý’dan baþka mevcut yoktur”
(Lâ mevcudu illâllâh) kuralýný temel sayar. Varlýk tektir, birdir. Vücud-u
mutlak olan Tanrý varlýðýndan ibarettir. Mutlak varlýk, ayný zamanda
mutlak iyilik (hayr-ý mutlak) ve mutlak güzelliktir (hüsn-ü mutlak).
Aslýnda felsefede her þey “zýddý” ile bilinir, tüm düþünce sistemlerinde
bilinen temel öðe budur. Mutlak varlýðýn zýddý yokluk; mutlak hayrýn zýddý þer; mutlak güzelliðin zýddý çirkinliktir. Bütün bunlar Tanrý’nýn “yokluk” suretindeki ifadeleridir, aslýnda bu varlýðýn zýddý olarak düþünüle-
12
bilir. Kudsî bir hadiste bildirildiði gibi, Allah’ýn, “Ben gizli bir hazineydim; istedim ki bilineyim” sözü tecellinin özü ve ana nedenidir. Mutasavvýflar, her þeyin Allah’ýn bir adýnýn tecellisi, bir mazharý olduðunu anlatmak için çeþitli benzetmeler yapmýþlardýr. Bunlarýn içinde en yaygýn
olaný “ayna” örneðidir: Allah karþýlýklý konmuþ yokluk aynasýnda bakan
bir varlýk gibidir. Bu karþýlýklý aynalar ortadaki varlýðýn binlerce hatta
sayýsýz görünümlerini, yansýmasýný verirler. Ortadaki gerçek varlýk,
aynalarýn önünden çekilirse aynalar “boþ” kalýr. Ýþte Tanrý ile yaratýlmýþlar âlemi arasýndaki temel iliþki de buna benzer.
Görülen odur ki bu anlayýþta bir “tecelli” söz konusudur. Böyle bir
âlem vacib, yani kendi kendine var olan deðil, mümkün, yani Allah’ýn
varlýðýndan dolayý tecelli eden, bir baþka söyleyiþle var görünen bir
âlemdir. Bu tecelli, Allah’ýn “ol” (kün) buyurmasýyla oluþtu. Özetlersek,
tecellinin öncesi sözdür(kelâm). Bu görüþe göre, “kün” buyruðu olmasaydý bu tecelli âlemi olmayacaktý. Bilinen ezel ve ebed kavramlarý,
aslýnda ‘ân-ý daimî’ denilen sürekli anýn içindedirler, her iki kavramda
hâlâ bitmiþ deðildir, sürmektedirler ve O’nun istediði an’a ve yere kadar
da sürüp gideceklerdir. Kün (ol) buyruðu verilip tecelli oluþmadan önce
bütün nesneler gerçekte yoktu, yani oluþmamýþtý, ama Tanrý’ya oranla
kavram olarak vardý, bir baþka anlatýmla, Tanrý’nýn ezeli bilgisinde bilinen, yani malûm ve sabittiler. Aslýnda bu kavramlar, eþyanýn gerçeði ve
özü olarak bilinir. Tasavvuf dilinde bunlar, ’âyan-ý sabite’ denilen niteliklerdir. Bu terimi biraz açýklamakta yarar görüyoruz. Þöyle ki, âyan-ý
sabite olgusu, mutasavvýflara göre, eþyanýn vücuda gelmeden önce ilm-i
ilahide sabit olan suretleridir. Çünkü Allah mutlak varlýktýr, Allah’ýn zâtý,
özel ve özgün bir bilimi gerektirir, bu nedenle eþyanýn gerçekleri
(hakaik-ül-mümkinât) O’nun bu ilminde vardýr; O’nun Levh-i Mahfuz’unda yazýlýdýr. Varlýk âlemi, yani bilinen evren Allah’ýn zâtýnda bulunan ve Levh-i Mahfuz’unda yazýlý olan gerçeklerin ve kavramlarýn tecellisinden, oluþumundan, yansýmasýndan meydana gelmiþtir. Ýþte bu âlem
âyan âlemidir; Allah’ýn ayrý bir varlýðý yoktur. Bunun için mutasavvýflar
“âyan varlýk kokusunu duymamýþtýr” derler. Onlar bu büyülü ve simgesel söyleyiþle, bilinen âlemin gerçekte yok olduðu halde var göründüðünü, gerçekte ise var olan âlemin Allah’ýn bizzat kendisinde var olup sabit
bulunan özgün ve özel biliminin suretleri olduðunu anlatmak ve vurgulamak isterler. Hatta Allah dilerse derler bu bilimindeki eþyanýn suretlerini deðiþtirebilir, onlarý baþka þekillerde tezahür ettirebilir, çünkü böyle
bir kudret ve yetki O’nundur. Tasavvufta buna “tebdil-i âyan” adý verilir,
tecelli ancak bu sýfatlarla oluþup meydana çýkar, yani, tecelli kendilerine
ezelde, Tanrý’nýn verdiði sýfat ve yeteneklerle oluþup ortaya çýkar; bu hâl
kerametin en yüksek derecesi olarak kabul edilir. Tasavvufta bu derece
ve aþamaya varmak zevkine, ancak maddi varlýðýndan tamamen kurtulmuþ, Alah’a yakýnlaþmýþ olan kimseler ulaþabilirler.
Ýslam’da tasavvufun deðiþik tanýmlarý bazý büyük ve ünlü mutasavvýflarca þu þekilde yapýlmýþtýr:
-Cüneyd Baðdadî (öl.200/815): Tasavvuf, sulhü olmayan bir savaþtýr.
Daðýnýk olmayan zihinle Allah’ý zikretmek, sema ile vecde gelmek, sünnete uygun þekilde amel etmek, maddi þeylerden ilgiyi keserek Allah ile
beraber olmaktýr. Hakk’ýn seni sende öldürmesi, kendisi ile diriltmesidir.
Halka uymak, kirinden, pasýndan arýnmak, süfli huylardan ayrýlmak,
beþeri, bencil ve adi tüm nitelikleri söndürmek, nefsanî davalardan uzaklaþmak, olgun güzel ruhanî vasýflar kazanmaya çaba harcamak, hakiki
ilimlere sarýlmak, daima uygun olana göre hareket edip yaþamaktýr. Herkese nasihatta bulunmak, Allah’a Elest Bezmi’nde verilen söz üzerinde
ödünsüz ve içtenlikle durmak, Resulullah’a ve þeriatýna uymaktýr. Aslýnda tasavvuf kulun içinde oturduðu bir sýfattýr.
-Ebu Hüseyin Nuri (öl.295/907): Tasavvuf, makamý yaymak ve kýyama hazýr olmaktýr. Nefsin nasibini terk etmek, Hakk’ýn nasibini aramaktýr. Hürriyettir, fütüvvettir, cömertliktir. Ünvan ve bilgi iþi deðil, salt
ahlâktan ibarettir.
-Ebu Ali Ruzbari (öl.322/933): Tasavvuf, baþtan sona ciddiyettir. Ona
þaka türünden hiçbir yabancý þey karýþtýrmayýnýz.O, kovsa bile sevgilinin kapýsý önünde diz çökmek ve oradan ayrýlmamaktýr.
-Müzeyyin (öl.328/939): Tasavvuf bilerek ve inanarak Hakk’a boyun
eðmektir.
-Ebu Necip Suhreverdi’ye (öl.563/1168) göre: Tasavvufun baþlangýcý
ilim, ortasý amel, sonu mevhibedir.
-Fazlullah b.Ahmed’e (öl.440/1048) göre: Tasavvuf, ubudiyete nefsi
terk etmek, rububiyetle kalbi baðlamak, bütüniyetle Allah’a bakmaktýr.
Sayý 5
-Ebu Amr Dýmýþkî (öl.320/931): Tasavvuf, âlemi noksan görmektir. Hatta âleme karþý gözü
kapatýp noksan olmayan varlýðý müþahede etmektir.
-Semnûn Muhib (öl.297/909): Tasavvuf, hiç bir þeye sahip olmaman, hiç bir þeyinde sana sahip
olmamasýdýr. Cömertlik, fakr ve hürriyettir. Gerçekte nefse kul, þeytana zebun olmamaktýr.
-Ýbni Cella: O bir hakikattýr. Resmi ve þekli yoktur, onda þekil ve kýyafet asla aranmaz.
-Bundar b. Hüseyin Þirazî (öl. 353/966): Tasavvuf, ahde vefa etmektir. Bezmi eleste sadakattir.
-Ebu Hasan Harakanî (öl.425/1033): Sûfi, hýrka ve seccadeye, þöhret ve kurala sýðýnan deðil,
fenâ-fillâh olandýr. Gündüz güneþ, gece ay aramayan kiþidir.
Bu ünlü mutasavvýflarýn yukarýya aldýðýmýz tanýmlarý karþýsýnda görülen odur ki tasavvuf,
Ýslamî kaynaklardan hareketle, temel dinsel ilkelerin konuyla ilgili yönlerini çeþitli açýlardan inceleyen, derinleþtiren, yaþayan ve baþkalarýna aktarýp yansýtma yollarýný gösteren bir çalýþma türüdür. Bir baþka söyleyiþle tasavvuf, Kuran ve hadislerde yer alan, insanýn mistik yönünü ve gönül
terbiyesini iþaret eden, fiziksel maddenin ve dünyanýn geçiciliðini iþleyen, gönülsel davranýþlarý
esas alan kurallara deðiþik yorumlarla yaklaþan bir aktöre ve düþünce dizgesidir. Tasavvuf, Ýslam
mistisizmini simgeleyen bir sözcük olup Batý dillerinde ki karþýlýðý Sûfizim’dir. Tasavvuf, þeriata,
yerleþik kurallara karþý elsiz ayaksýz karþý çýkma, bir tür sessiz ayaklanmadýr; tasavvuf bu özelliðinden hiç bir zaman ödün vermemiþtir, verseydi zaten tasavvuf olmazdý...
Ýslam mistisizmi, yani tasavvuf, “düþünce biçimleri” açýsýndan son derece özgür ve özgün bir
görünüm sergilerken hep özüne ve yapýsýna uygun davranmýþtýr.
Aslýnda Ýslam, tasavvufu ve genelde de felsefeyi yüzyýllar boyunca yadsýmýþ, kabul etmemiþ,
reddetmiþtir. Daha sonralarý tasavvuf açýsýndan iþi yoðun biçimde incelemiþ ve iþine geldiði
biçimde yorumlayýp kullanmýþtýr. Gerçekte Ýslam dini, iliþki kurduðu tüm kültürlerden dolaylý-dolaysýz ya da açýk-gizli biçimde yararlanmasýný bilmiþtir. Bu baðlamda örnek olarak göstereceðimiz
“Ihvanu’s Safa” risaleleri felsefi bir yapýt olup Ýslam düþünce tarihinin en büyük ürünlerinden
biridir. Bu yapýttan tüm Ýslam düþünce ekolleri ve düþünürleri yararlanmýþtýr. Ýbn-Arabî gibi mutasavvýflar baþta olmak üzere, tasavvufu budayarak Sünnilikle baðdaþtýrmaya çalýþan Ortodoks
görüþlü Ýmam Gazali bile bu yapýttan yararlanmayý ihmal etmemiþtir.
T
Tasavvufun Konusu
emelde tasavvufun konusu insandýr. Ýnsan-Tanrý iliþkilerinin temel aðýrlýk teþkil ettiði
tasavvufun amacý, yüce Tanrý’ya ulaþmaktýr; bu baðlamda tasavvuf, evren ile insaný
her yönüyle derinlemesine tanýmak ister, insan-ý kâmil kavramýný somutlaþtýrarak güncelleþtirmeye büyük çaba harcar, bütün insanlarýn doruk düzey yükselmelerini saðlayacak, dahasý giderek insanlýðý düþtüðü çýkmazlardan kurtaracak öneri ve önlemleri
kendi içeriðinde tezgâhlayýp sergiler, bütün bunlarý ve benzerlerini onlarýn hizmetlerine sunar.
Bir baþka açýdan, Ýslam’ýn dýþýndaki Mistisizm, sözlük anlamýyla “görünürde olmayan, gizli,
öteki dünyaya ait bilgiler” demektir. Kiþinin dünya ile ilgisini kesip Tanrý sevgisine baðlanmasý, o
ummana dalmasýdýr. Ýslam’da mistisizmin toplumla iliþkisi ilginç bir durum ve görünüm sergiler.
Gizemcilik, insaný toplumdan koparmayý amaçlar, ama zamansal süreç içinde, uygulamanýn bir
kaç örnek dýþýnda böyle olmadýðý açýktýr. Görülen odur ki, mistisizm, Sünniliðin yasakladýðý felsefe ve teolojiden bilgi edinme, çeþitli felsefî sorunlara gerçek ve doðru yanýtlar arama, zorba
yönetimlere karþý özgürlüðü ve yoksul halký savunma, toplumla bireysel düzeyde, derinlemesine,
sürekli ve yoðun iliþki içinde olma cesaretini gösterme gibi ödevleri üstlenmesini bilmiþtir. Mistikler, her türlü þekli, bu arada camileri reddetmiþler, kendi içlerindeki mabetlerine çekilerek Tanrý ile
haþýr-neþir olmuþlardýr.
Yine Ýslam mistisizminde genel olarak “evlenmeme” kuralý geçerli deðildir. Tarikat üyelerinin
büyük çoðunluðu iþinde, gücünde, halkýn yanýnda ve içinde yaþamayý tercih ederler. Dünya
iþlerinden el-etek çekme kuralý çok küçük bir çevre tarafýndan uygulanmýþ ise de, gerçekte, tasavvuf,Ýslam dininde geçerliliði olmayan, þeriat dýþý, hep felsefe içinde oturan bir sistem sanýlarak
medrese çevrelerince hep yasaklanmýþtýr.
Tarihsel açýdan tasavvuf olgusuna baktýðýmýzda Ýslam ülkelerindeki irili-ufaklý tüm ayaklanmalarýn önderliðini mistikler veya yandaþlarý yapmýþlardýr.
Genel olarak, mistisizm (tasavvuf, sufizm, gizemcilik) Kuran’ýn zâhiri denilen açýk anlamlarýna pek önem verip derinliðine inmez. Gizli anlamlarýný asýl ve gerçek anlam sayar. Bu konularda
Batýnilik, bir baþka açýdan doðu sosyalizmi sayýlabilir. Çünkü tasavvufun amacý; insanlar arasýndaki barýþý, eþitliði, kardeþçe yaþamayý, çok yönlü dayanýþmayý, yardýmý saðlamak; dahasý
“yarin dudaðýndan özge her þeyde” toplumsal ortaklýðý kurduktan sonra sömürüsüz bir paylaþým
sistemini gerçekleþtirip yaþama geçirmektir. Bütün dünyada mistisizmin deðiþmeyen yönü, her
türlü haksýzlýðý yok etmeye yönelik olmasýdýr; özü ise, hep eþitlikçi-toplumcu bir öðretiden kaynaklanýp güç alýr. Tasavvufun Batýni kolu, hiç bir zaman dünya iþlerinden el çekmemiþ, açýk ve
örtülü biçimde hep politikanýn içinde yer almýþtýr. Dünyanýn daha güzel, daha yaþanýlýr bir dünya
olmasý için yoðun ve sürekli bir savaþým içinde bulunmuþ, bu savaþýmý Tanrý ile birlikte yapmayý,
O’nu da bu tür savaþlara sokmayý ana kural saymýþtýr. Özetle; Ýslam tasavvufu insaný, tam ve özgün
ve kendi içinde özgür bir kul olarak tam anlamýyla gerçek ve özgür bir insan yapmaya yöneliktir.
Bu baðlamda tasavvuf, kulu özgürlüðün vahþi atýna bindirip kul olgusunun bilinen tutsaklýk zincirlerini onun içinde otururken kýrdýrmasýný bilmiþtir.
Mistisizmin bütün bunlarý gerçekleþtirmek için çeþitli tarihsel nedenlerle Þii’likle yoðun bir
iliþkiye girdiði, yakýnlaþtýðý ve çoðu yerde özdeþleþtikleri, ancak çoðu yönlerden de ayrýldýklarý,
örtüþmedikleri yadsýnamaz tarihsel gerçeklerdir diyebiliriz.
Aralýk 2004
AÞÝK HÜSEYÝN KAÇIRAN,
Aktaran Aþýk Kul Hasan
Yoksulluk
Evde otururdum kendi halýmda
Bir akþam kapýyý vurdu yoksulluk
Gelen kimdir diye açýp bakarken
Süzülüp içeri girdi yoksulluk
Misafir zannettik birde sevindik
Merhaba sultaným hoþ geldin dedik
Rahat otur diye bir minder verdik
Köþede mekaný kurdu yoksulluk
O gece gitmedi beraber yattýk
Alta hasýr, üstümüze çul örttük
Gelmiþten, geçmiþten muhabbet ettik
Yedi sülalemi sordu yoksulluk
Bir kuru ekmeði doðradýk suya
Ýþtah ile yedik hem doya doya
Ölünceye kadar böyle kal diye
Elime fermaný verdi yoksulluk
Dedi ki, Kaçýran muradýn alma
Senden ayrýlamam kusura kalma
Dedim defol burdan bir daha gelme
Vurunca belimi kýrdý yoksulluk
Duyanlar Gelsin
Bugün doðum günümdür duyanlar gelsin
Dostlarýma büyük ziyafetim var
Herkes yesin, içsin, gülsün, eðlensin
Beþ yüz koyun kestim, on ton etim var
Böyle ziyafeti tarihler yazsýn
Aþýklar, þairler destanlar düzsün
Karadan, denizden isteyen gelsin
Kimse daðýlmasýn böyle þartým var
Maþallah diyelim deðmesin nazar
Ýsmim beþ kýtada dillerde gezer
Hesapsýz gemim var, denizde yüzer
Yirmi beþ tane de özel yatým var
Beþ bin katýrým var, hep hecin boylu
Beþ bin kýsraðým var, üç bin’i taylý
Hepside safkandýr, Ýngiliz soylu
Bin beþ yüz tane de binek atým var
Sýðýrlarým biner biner sayýlýr
Koyunlarým sürü sürü yayýlýr
Her biri yüz tane misafir alýr
Ýki bin tane de üç’er katým var
Yüz bin sandýk üzüm çýkar baðýmdan
Avcýlarým aslan avlar daðýmdan
Otuz bin solumdan kýrk bin saðýmdan
Arkamda da yüz bin aþiretim var
Garip Kaçýran’ým hakikat sandým
Gördüðüm rüyaymýþ birden uyandým
Sað yaným uyuþmuþ, sol yana döndüm
Hasýra sarlandým ne rahatým var
13
ALEVÝ-BEKTAÞÝ EDEBÝYATINDA YENÝ ARAYIÞLAR
Ayetten Nefese
Ahmet Taþðýn
B
bu sözlü kültürü aktarmada önemli iþleve sahip “dede” dini otorite kayu makale sözlü ve yazýlý kültür arasýndaki farklýlýðý ortaya
býna uðramýþ ve yazýlý kültürle oluþan seküler eðitimden geçmiþ entelekkoyarak Alevi-Bektaþi edebiyatýnýn sözlü kültüre dayalý
olduðu ve yazýlý kültürle beraber yeniden biçimleniþini antüel dedenin otorite alaný ceme sýkýþtýrýlmýþtýr. Bunun yaný sýra yazýlý küllatmayý hedeflemektedir. Bu bakýmdan sözlü kültür bir tatürün yaygýn hale gelmesiyle Alevi-Bektaþi kimliðinin temelini teþkil
ným olarak- olumsuz bir anlam içermemekle beraber heteeden dedenin yerine gazete ve dergilerle belirginleþen yeni “Alevi Literarodoksi baðlamýnda Alevi-Bektaþilik lehinde bir anlamda da kullanýlmatürü” geçmektedir. Alevi literatürü, Alevi kimliðini oluþtururken kültürel
maktadýr. Çünkü sözlü kültür, ilkellere ait bir sosyal yapýnýn geliþmemiþ
olarak yeni iletiþim araçlarýyla “yeniden hayal etmek” tedir.6 Esasen ünibiçimi olarak kabul görmektedir. Ayrýca bir önceki ifadeden yola çýkarak
versite mezunu eðitim görmüþ Alevilerden oluþan orta sýnýf, dedenin dini
sözlü kültürün yazýlý kültüre nazaran Alevi-Bektaþi düþüncesinde “ daha
fonksiyonunun dýþýnda -çoðu zaman bu alana da müdahale ettiler- daha
özgür” bir yapý oluþturduðu savunusu ikili kurgu içerisinde tutarsýzdýr1.
ön plana çýktý. Öyle ki son on yýlda gerçekleþen Alevi-Bektaþi örgütlenSözlü kültür, kendi ifade biçimi ile ihtiyaç duyulduðu oranda kendimelerini de bu orta sýnýf gençler yönlerdi.7
ni yenilemektedir. Söz, sahibinden muhataplarýna birebir ulaþmaktadýr.
Alevi-Bektaþi edebiyatýnýn yazýlý kültür ile tanýþmasý son yarým yüzSorgulanabilen, deðiþtirilebilen ve hep ayný ifade biçimini koruyabilen
yýlda gerçekleþmiþtir. Buna karþýn Alevi-Bektaþi edebiyatýnýn yazýya
bir seyir izlemektedir. Bu haliyle sözün muhataplarý edilgendir ama bir o
aktarýmý çok daha önceki yüzyýllarda baþlamýþtýr. Yazýya aktarýlan bu
oranda da bütündürler. Alevi-Bektaþiler tarafýndan yapýlan çalýþmalar ve
eserler, sözlü kültür biçimini tamamýyla yansýtmaktadýrlar. Bazý istisnaçalýþmalarýn isimlendirilmelerine varýncaya kadar yazýlý (kültürün) tarzýlara raðmen yol ve göreneklerin yazýlý olduðu kitaplar az deðildir. Buna
na uygun olarak ortaya çýkmýþtýr. Kayda geçen bu yapýtlar üzerinde araþkarþýn bu eserler sözlü geleneðin en güzel örnekleri olarak ele alýnmalýdýr.
týrmacý ya da eseri hazýrlayan istediði gibi söz
Sözlü kültürün bütün özelliklerini taþýyan bu
söyleyebilmektedir. Artýk yazýlý metin, metnin
kaynaklar, yazýlý kültür içerisinde eski ihtiAlevi-Bektaþi kültürü için
sahibinden ayrý olarak deðerlendirilmekte ve
þamýný kaybetmiþtir. Bu eserler arasýnda: Cönk,
eleþtirilmektedir.
Erkânname, Buyruk, Menakýbname sayýlabilir.
“asýl devrim” sözlü kültürden
Yazý, bir nesne, imal edilmiþ bir ürün; zihni
Bu eserlere binaen Alevi-Bektaþi edebiyatýnýn
yazýya geçilmesidir.
zayýflatan; metne soru sorulunca cevap
önemli parçasý olan nefeslerin, taným ve içerik
veremeyen; kendini savunamayan özellik- Yazýlý kültür, sözlü kültüre mukabil deðiþimi Aleviliðin son yýllarda aldýðý seyri
leriyle insan bilincini deðiþtiren en büyük
bize verir. Bu tarihsel süreç ayný zamanda zioluþturduðu farklýlaþmayý hem
buluþtur.2 Çünkü sözlü kültürden sonra
hinsel dönüþümün veya zihinsel inþanýn boyudüþünceyi sürekli olarak biriktirmekte ve
Alevi-Bektaþi geleneði içerisinde tu/uzantýlarý þeklinde gerçekleþmektedir.
metin üzerinden daha da derinleþtirmektedir.
Sadece Alevi-Bektaþi yazýmýnýn son on yýlBunun sonucu olarak metin üzerinde sürekli “dini otorite” oluþturmada hem de lýk dönemi deðerlendirildiðinde yazýlý kültürün
sorgulamayý da saðlamaktadýr. Matbaanýn bu yeni durumda “Alevi kimliðinin” sözlü kültüre karþý nasýl bir parçalanmýþlýk
icadýndan bu yana yazýnýn artan hakimiyeti,
içinde bulunduðu açýkça gözlenebilir. Alevitarihselleþtirilmesini ve yazýya
kendisine mecbur ettiði bir toplum oluþtururBektaþi–yazý- yazarlarý, Alevilik ve Bektaþilik
konusunda Alevi-Bektaþiliðin dini bir tanýmýnken benliði de keskinleþtirmektedir.3 Yazý,
geçirilmesini saðlamýþtýr.
dan-ki bu taným ya Ýslam’ýn özü ya da Ýslam
sözü nesneleþtirirken edilgen hale getirir.
Geleneksel anlamda sürdürülen
dýþý olarak belirginleþir-hümanist, milliyetçi ve
“ Belirli sözlü metinlerin yazýya aktarýlsosyalist bir içeriðe sahip olduðu tezi üzerinde
masý, daha geniþ bir din sahasýnda ortaya
sözlü kültür ve bu sözlü kültürü
odaklanmýþlardýr. Bu eserlerde, Alevi-Bektaþiçýkan yer deðiþtirmelerin sadece bir parçasýyaktarmada önemli iþleve sahip
liðin kökeni ve doðuþu, inançlarýnýn temelleri
ken, dinin daha kapsamlý olan sözlü ifadesinin,
pratiðinin ve kurumlarýnýn yazýya geçirilmesi “dede” dini otorite kaybýna uðramýþ ve kökenleri, mahiyeti, niteliði hakkýnda tezler
ise, hem dindeki dönüþümün belirtisidir, hem
ileri sürmüþlerdir.8 Bu çabalardan da görüle4
ve
yazýlý
kültürle
oluþan
de dinin dönüþmesini hýzlandýrýr.” Burada,
ceði üzere, sözlü kültürün birleþtirmesi ve bir
matbu metinlerin kendine özgü gücü kendini
cemaat olarak tanýmlamasýna karþýn yazýlý külseküler eðitimden geçmiþ
gösterir; öyle ki sözün matbu metin haline
tür parçalayýcý ve bireyseldir. Bu durum hem
entelektüel dedenin otorite alaný tanýmlar hem kimlik olarak “belirsizleþtiren”
gelmesiyle, bir dinsel sözlü gelenek biçimi,
ritüel yoluyla aktarýlan, hayatý yönlendiren bir
bir yapý oluþturmaktadýr.
ceme sýkýþtýrýlmýþtýr.
model olmaktan çýkar, standartlaþtýrýlmýþ bir
Makalenin “Ayetten Nefese” þeklinde belirdoktrine dönüþür. Dini öðretilerin yazýya dölenme amacý, sözlü kültürden yazýlý kültüre
külmesi, yaþanan bir dini, sistematik ve nesnelleþtirilmiþ basýlý metinler
Alevi-Bektaþi edebiyatýndaki deðiþimi vurgulamaktýr. Birincisi (Ayet),
topluluðuna dönüþtürebilir. Artýk bilgi miras olarak kuþaktan kuþaða
sözlü kültüre gönderme yaparak kentleþme öncesi bir durumu tanýmladevredilmez, bu metinler kullanýlarak edinilir, öðrenilir. Dini bilgi
mada kolaylýk saðlamaktadýr. Buna karþýn ikincisi (Nefes), yazýlý kültüre
gönderme yaparken bu süreçte Alevi-Bektaþi edebiyatýnýn Türk Halk9
aktarýmý artýk farklý bir araçla ve farklý bir konumu olan bir toplumsal
5
pratikle gerçekleþmektedir.” Bu durum Alevilik kurumlarý üzerinde etki
Þiiri veya Türk Halk Edebiyatý içerisinde yer alan bir türe karþýlýk geederken ayný zamanda sosyal yapýyý da etkilemiþtir. Böylece Aleviler,
mektedir. Artýk nefes, Alevi-Bektaþi edebiyatý -geleneksel tarzýnýn ortaya
Aleviliði yeniden kurarak/uyarlayarak/dönüþtürerek ele almak zorunda
çýktýðý bir þekil olmaktan ziyade- dünyevi-seküler bir anlama karþýlýk
kaldýlar veya ele almak zorunda hissettiler kendilerini. Bu yeni durum
gelmektedir. Öyle ki nefes geleneksel Alevi-Bektaþi edebiyatý tarzýndaki
hem modernizmin itici bir güç olarak zorlamasý hem de Alevilerin Tansözlü kültür etkisini de yansýtmamaktadýr. Çünkü nefes, hem biçim itibazimat sonrasý oluþan ortama kendilerini uyarlama veya bu deðiþimi
riyle yazýlý kültür hem de içerik itibariyle güncel ve toplumsal olaylara
kendileri için bir imkan olarak algýlamalarýyla sonuçlandý.
yöneldi. Çünkü Alevi-Bektaþi topluluk üyelerinin önemli bir kýsmý geleAlevi-Bektaþi kültürü için “asýl devrim” sözlü kültürden yazýya geneksel yapýyý yansýtan dini kurumlarýn etkisinin dýþýnda kaldý.10
çilmesidir. Yazýlý kültür, sözlü kültüre mukabil oluþturduðu farklýlaþmaAlevi-Bektaþi edebiyatý içerisinde bu terimin kazandýðý anlamlarý
yý hem Alevi-Bektaþi geleneði içerisinde “dini otorite” oluþturmada hem
terimleri ile beraber verelim. Alevi-Bektaþiler inanç ve ibadetlerine “Yol”
de bu yeni durumda “Alevi kimliðinin” tarihselleþtirilmesini ve yazýya
ve “Sürek” adý verirler. “Sürek Sürmek” adý verdikleri yol ve görenek, þigeçirilmesini saðlamýþtýr. Geleneksel anlamda sürdürülen sözlü kültür ve
fahi rivayetlere dayanmaktadýr. Yol ve gelenekler, grup içinde büyük-
14
Sayý 5
lerden, dini liderlerden öðrenilir. Hece vezni ile yazýlmýþ, “Deyiþ”, “Buyruk”, “Ayet” , adý da verilen “Nefes” ler, “Hayýrlý” adý verilen gülbanklar
özellikle cem törenlerinde ve çeþitli toplantýlarda saz eþliðinde veya
sözlü olarak okunur; Yol’un ve Sürek’in esaslarý bunlar vasýtasýyla öðrenilir ve öðretilir11. Melih Duygulu bu tanýmlarla ilgili:
“Deyiþ teriminin karþýlýðý olarak bazý Aleviler, Deme, Beyit, Dime,
Deylem, Ayet (italikler yazara ait) gibi sözcükleri de kullanmaktadýrlar. Örneðin, Erzincan’da Beyit, Sivas’ta Ayet, Malatya’da Deme sözcükleri hep deyiþ teriminin yerine kullanýlýyor. Bunlarýn arasýnda Ayet
son derece ilgi çekici bir adlandýrma olarak karþýmýza çýkýyor. Bazý
Aleviler’in Kur’an ayetleriyle halk þairlerinin (âþýklarýn) deyiþlerinin
ayný manalarý içermesinden kaynaklandýðýný söyledikleri bu terimi,
pek çok Alevi grubun bilmediðini de eklemekte yarar vardýr.”12
Makale, Alevi-Bektaþi edebiyatýnýn geleneksel yedi saz þairine gönderme yaparak son dönem yedi ozaný örnek olarak vermekle yetinecektir.
Alevi-Bektaþilerin yedi saz þairi: Þah Hatayi, Fuzuli, Nesimi, Virani, Yemini, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet13. Buna uygun olarak son dönemde
yaþamýþ ve Aleviler arasýnda hüsnü kabul görmüþ yedi ozaný þöyle sýralayabiliriz: Davut Sulari, Âþýk Daimi, Âþýk Zamani, Nesimi Çimen, Âþýk
Ali Ýzzet, Hüseyin Çýrakman, Mahsuni Þerif. Burada dile getirilmeden
geçilmeyecek bir baþka nokta: Alevi-Bektaþi edebiyatý için Cumhuriyet’in ilk yýllarýndan 1960’lý yýllara kadar geçen süre ara dönem sayýlýr.
Bu ara dönemde Alevi-Bektaþi saz þairleri kýrsal alanda “ melez” bir yapý
oluþturdular. Yani hem geleneksel ürünleri hem modern ürünleri birlikte
sundular. Bu her iki yapý, birbirinden baðýmsýz olarak ayný bünye içerisinde taþýndý. Bu dönemin en güzel örneklerinden birisi Âþýk Veysel’dir.
Âþýk Veysel, þiirlerinde geleneksel temalara yer verirken güncel konulara
da yer verdi. Buna karþýn kendisinden sonra gelen ve makalenin konusu
olan ozanlar tarafýndan eleþtirildi.14
DÝPNOTLAR:
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
Reha Çamuroðlu, Tarih, Heterodoksi ve Babailer, 2. Baský, Ýstanbul: Metis Yayýnlarý,
1992, s, 64; Reha Çamuroðlu, Sabah Rüzgarý, Ýstanbul: Metis Yayýnlarý, 1992, s. 14.
Yazar, gösterilen her iki yerde de “... yazýlý iletiþimin birincil iþlevi köleliði kolaylaþtýrmaktýr” cümlesini Claude Levi-Strauss’dan alýntýlayýp Alevi-Bektaþi sözlü edebiyatýna olumlu bir anlam yükleyerek Alevi-Bektaþiler lehine sonuçlandýrmaktadýr.
Walter J. Ong, Sözlü ve Yazýlý Kültür, 2. Baský, Ýstanbul: Metis Yayýnlarý, 1999, 9798.
Walter J. Ong, Age., s. 208-210.
Tord Olsson, Agm., s. 268.
Tord Olsson, Agm., s. 265.
Hakan Yavuz, Alevilerin Türkiye’de Medya Kimlikleri, Ortaya Çýkýþ’ýn Serüveni,
Tarihi ve Kültürel Boyutlarýyla Türkiye’de Aleviler Bektaþiler Nusayriler, Ýstanbul:
Ensar Neþriyat, 1999, ss. 71-76.
Kristina Kehl, “Tarih Mitosu ve Kolektif Kimlik”, Çev. Tanýl Bora, Tarih ve Toplum,
Sayý 88, 1996, s. 55; 57.
Ahmet Yaþar Ocak, Alevilik ve Bektaþilik Hakkýndaki Son Yayýnlar Üzerine (1990)
Genel Bir Bakýþ ve Bazý Gerçekler, Türk Sufiliðine Bakýþlar, Ýstanbul: Ýletiþim
Yayýnlarý, 1996, ss. 191-223.
“Halk” kelimesinin üretilmiþ ve ideolojik bir taným olduðunu vurgulamalýyým.
Esasen Alevi-Bektaþi edebiyatýnýn kurgulanmýþ bir yapýya uygun hale gelmiþ olmasý
“ayetten nefese” dönüþümünün en güzel örneklerinden biridir.
Kristina Kehl, Agm., s. 54.
Mehmet Eröz, Türkiye’de Alevilik Bektaþilik, Ýstanbul: 1977, s. 88-89.
Melih Duygulu, Alevi-Bektaþi Müziðinde Deyiþler, Ýstanbul,1997, s. 8.
Irene Melikoff, Uyur Ýdik Uyardýlar, Çev. Turan Alptekin, Ýstanbul: Cem Yayýnevi,
1993, s. 39.
Bu konuda daha fazla bilgi için bakýnýz: Ahmet Taþðýn, “‘Ayetten Nefese: AleviBektai Edebiyatýnda Dönüþüm’, Alevi-Bektaþi Edebiyatý Sempozyumu”, Yol Dergisi,
Sayý 18, ss. 28-43.
Aralýk 2004
Yaser Arafat’ý Yitirdik
Ahmet Koçak
Efsane Önder Ebu Ammar artýk yok. Filistin yasta. Yerini dolduracak
lider, kolay yetiþmeyecektir.
1929 yýlýnda Kudüs’te dünyaya gelen Yaser Arafat’ýn babasý Mýsýr
asýllý eski bir Osmanlý zabiti olan Abdurrahman Bey idi. Gençliðinde
neþeli ve enerji dolu bir kiþi olarak tanýnan Arafat, Kahire Üniversitesi’nde okurken Filistinli Öðrenciler Birliði’nin liderliðine seçildi.
1958’de El Fetih’in kuruluþunda yer alan Arafat, bu dönemde örgütün
Ýsrail topraklarýna düzenlediði vur kaç eylemlerinde sorumluluk üstlendi. 1967 Arap-Ýsrail Savaþý’ndan sonraysa artýk bir efsaneydi.
FKÖ Liderliðine…
1969’da “Ebu Ammar” kod adýyla uluslararasý üne sahip olan Arafat, bütün Filistin örgütlerini çatýsý altýnda toplayan Filistin Kurtuluþ Örgütü
(FKÖ) liderliðine getirildi. Filistin hareketini, Arap ülkelerinden herhangi birinin denetimi altýna sokmamak, komünistlerden kökten dincilere
deðin farklý Filistinli gruplarý bir arada tutmak konusundaki kararlýlýðýndan hiç ödün vermedi.
Filistin Devleti Kuruluyor…
Filistinlilerin “taþlý direniþi” Ýntifada 1987’de baþladý. Arafat, bir yýl
sonra, direniþin sýcak günlerinde Filistin Devleti’nin kurulduðunu ilan
etti. Bir ay sonra ise Ýsrail; “Güvenlik içinde var olma hakkýný tanýdýklarýný” açýkladý. Aradan birkaç saat geçince ABD yönetimi, FKÖ’yü
Ortadoðu sorununun taraflarýndan biri olarak algýladýklarýný duyurdu.
Arafat, Körfez Savaþý sýrasýnda Saddam Hüseyin’in yanýnda yer aldý:
Bu tavrý, petrol zengini Körfez ülkelerinden gelen ekonomik desteði
yitirmesine neden oldu. Savaþýn ardýndan, ABD’nin belirleyiciliðinde
Ortadoðu barýþ süreci gündeme geldi: Madrit’te açýk, Oslo’da gizli
biçimde yürütülen görüþmeler 1993’te sonuç verdi. Oslo’da varýlan,
Washington’da imzalanan anlaþmayý yaþama geçiren liderler olarak
Ýsrail Baþbakaný Ýzak Rabin ve Filistin Lideri Arafat, 1994 Nobel Barýþ
Ödülü’ne layýk görüldü. Arafat, daha önceleri gizlice girdiði Gazze’ye,
bu kez, Filistin Devlet Baþkaný olarak döndü. Ýzleyen yýllarda tüm
çabasýný Filistin Devleti’ni kuracak anlaþmayý imzalamak üzerinde
yoðunlaþtýrdý. Ne var ki Oslo süreci, Eylül 2000’de ABD’de sürdürülen
görüþmelerde týkandý. Eylül sonunda dönemin Ýsrail muhalefet lideri
Ariel Þaron’un Kudüs’teki El Aksa Camii’ni ziyaretiyle birlikte Filistin
halkýnýn “Ýkinci Taþlý Savaþý”, yani “Ýkinci Ýntifada”sý patlak verdi. 2001
baþýnda, Þaron’un baþbakanlýða gelmesinin ardýndan Ýsrail saldýrýlarý
yoðunlaþýrken Arafat, “teröre destek verdiði” gerekçesiyle Ýsrail yönetimi tarafýndan “istenmeyen kiþi” ilan edildi.
20 Ekim’de mide aðrýlarý þikayetiyle baþlayan son hastalýðýnýn
tedavisi için 29 Ekim’de Fransa’ya götürülen Ebu Ammar, Aralýk
2001’den bu yana Ramallah’taki karargâhýnda Ýsrail kuþatmasý altýnda
yaþýyordu.
15
Alevi-Bektaþi Yolunda Sürek Farklýlýðý
1
Veliyettin Ulusoy
A
levi-Bektaþi inancýnýn özüne inmemiþ veya yeteri kadar inceleme yapmamýþ araþtýrmacýlar, bu toplumu Aleviler, Kýzýlbaþlar,
Bektaþiler ve hatta Þehir Bektaþileri, Köy Bektaþileri, Sýraçlar,
Tahtacýlar, Abdallar, Çepniler, Avþarlar, Nalcýlar gibi bir çok bölümlere
ayýrýyorlar.
Bütün bu saydýklarýmýz, temel inançlarýnda birbirinden farksýz olup
tümü ile Alevi-Bektaþi toplumunu oluþturmaktadýrlar. Mesela, Kýzýlbaþlýk diye Alevi-Bektaþilikten ayrý bir inanç olmadýðý gibi, ayrý bir Kýzýlbaþ
toplumu da yoktur. Bu Alevi-Bektaþileri kötülemek isteyenler tarafýndan
uydurulmuþ bir sözcüktür. Diðer deyimler de çeþitli bölgelerde o çevre
halkýnýn Alevi-Bektaþi topluluklar için kullandýklarý isimlerdir veya eski
boy isimlerinin kalýntýlarýdýr.
Hacý Bektaþ Veli’den önceki Þiilik anlayýþý ve kurallarý ile ondan
sonrasý arasýnda oldukça önemli farklýlýklar vardýr. Hacý Bektaþ Veli’den
sonra O’nun güçlü ve saygýn kiþiliðinde Alevi-Bektaþi topluluklarýnýn,
aslýnda bir kaynaktan çýkan inançlarý bütünleþmiþse de zamanla bölge,
kültür düzeyi ve benzeri nedenlerle ayrýntýlarda farklýlýklar ortaya çýkmýþtýr.
Tekkelerin kapatýlmasýna kadar Alevi-Bektaþi toplumu baþlýca üç
grupta toplanýyordu:
B
Birinci Grup
irinci Grup: Hacý Bektaþ Veli soyundan gelen Mürþid’e baðlý olan
Alevi-Bektaþiler. Hacý Bektaþ Veli’nin yaþadýðý çaðda O’na yardýmcý olan Horasan Pirleri’nin ve Rum Erenleri’nin soyundan
gelenler ve “Ocakzade” olarak tanýnanlar, kendilerini Hacý Bektaþ Veli
soyundan gelen Mürþid’e manen baðlý sayýyorlar ve onun icazetiyle
ocaklarýna baðlý olan taliplerin görgülerini yapýyorlardý. Bunlardan baþka, bir ocaða baðlý olmayýp da doðrudan doðruya Hacý Bektaþ Veli’ye ve
16
O’nun soyundan gelenlere baðlý olduklarýný kabul eden Alevi-Bektaþiler
de vardý. Mürþid, gene bir ocakzade olmakla beraber, her sene deðiþtirebileceði bir dede’ye icazet vererek bunlarýn dini hizmetlerini (görgülerini) yaptýrýyordu.
Doðrudan doðruya veya ocakzadeler vasýtasýyla Hacý Bektaþ Veli’ye
baðlý olan bu grup, Anadolu’daki (Balkanlar, Suriye, Irak dahil-VU)
Alevi-Bektaþi toplumunun yüzde doksanýný belki de daha fazlasýný oluþturuyordu.
Bu gruba dahil olanlar kendilerini hem Alevi hem de Bektaþi sayýyorlardý. Onlara göre Alevi ile Bektaþi arasýnda fark yoktur. Ýkisi müþterek isimdir. “Alevi misin?” veya “Bektaþi misin?” diye ayrý yöneltilen sorunun ikisini de “Eyvallah” diyerek müspet olarak cevaplar. Ýçten inancý
da böyledir. Süreðinde de farlýlýk yoktur. Onlar için Hacý Bektaþ Veli çað
ve ad deðiþtirmiþ Ali’dir. Serçeþme’dir. Bütün ocaklarýn uyandýrýldýðý
ana ocaktýr. Hacý Bektaþ Veli yolu Ali yoludur, Ehlibeyt yoludur.
Bu gruptan olan Alevi-Bektaþilerin görgü sýrasýnda, yani ayin sýrasýnda, sýrtlarý “dede” tarafýndan elle sývazlanýr. Buna “Pençe-i Âl-i Âbâ”
denir. Aslýnda, “Âl-i Âbâ Beþlisi” anlamýna “Pençe-i Âl-i Âbâ” olmasý
muhtemel olan bu deyim, ayinlerde, beþ parmaðý olan insan el ile temsil
edildiði için, “pençe” þekline dönüþtürülmüþ, Muhammed-Ali-HasanHüseyin ve Fatma’yý temsil eden anlamlý yol ýstýlah’ý olmuþtur.
Bu grupta görgü’yü “erkân” ile yapan, talibi onunla sývazlayanlar oldukça azdýr. Birbirlerine “pençeci”, “deðnekci” gibi þaka hududunu aþmayan sözler atarlarsa da temel inançta ve diðer yol hizmetlerinde hiçbir
farklýlýk yoktur.
Dede ister kendi taliplerinin görgüsünü yapsýn, isterse doðrudan Hacý
Bektaþ Veli’ye baðlý olan taliplerin görgüsünü yapsýn mürþidin vekilidir.
Onun icazetiyle görev yapmaktadýr. “Karakazan hakký” ve sair baðýþlar
Mürþid adýna alýnmaktadýr. Mürþid’den icazeti olmayan dedenin, Hacý
Bektaþ Veli’ye atfedilen bir buyruða göre “yediði haram, yuduðu murdar, tacý delik, kendi murtad” sayýlýr.
Ý
Ýkinci Grup
kinci grup: On iki Ýmamlar’ýn soyundan geldiðine inandýklarý ocaklara baðlý Alevi-Bektaþilerdir. Bu grupta olanlar da Hacý Bektaþ Veli’yi Serçeþme yani yolun menbaý ve tüm evliyalarýn önderi, baþý kabul ederler. Deyiþlerde, düvazlarda, dualarda Hacý Bektaþ Veli’nin adý
Muhammed, Ali, On iki Ýmam adlarý ile beraber saygý ile anýlýr. Kendilerinin baðlý bulunduklarý ocaðýn, ondan ilham aldýðýný, onun tarafýndan
uyarýldýðýný kabul etmekle beraber, dedelerin ve Ocakzadelerin Hacý
Bektaþ Veli’den veya onun soyundan gelenlerden icazet almalarýný gerekli saymazlar. Soylarýnýn On iki Ýmam’a çýkýþý nedeniyle, doðuþtan
görgü yapmaya yetkili olduklarýna inandýklarý ocaklardan gelen dedelere
görülürler.
Birinci gruptakiler görgüde yapýlan dualarda Muhammed, Ali, Hacý
Bektaþ Veli’den yardým ve himmet isterlerken. ikinci gruptakiler, bunlarýn yanýnda kendi ocaklarýnýn büyüklerinin veya kurucularýnýn da adlarýný zikrederler.
Görgü sýrasýnda, bu grupta bulunanlarýn sýrtlarý, “tarik, erkân, serdeste” veya “alacadeðnek” gibi çeþitli adlarla anýlan ve melheb veya kayýn
aðacýndan yapýlmýþ bir deðnekle sývazlanýr. Bu törenin Þamanlýktan geldiðini söyleyen yazarlar vardýr. Cuveyni “Cihan-Güþa” adlý kitabýnda,
Uygurlarýn yaratýlýþ menkýbesine uyarak evlerinde bir deðnek bulundurduklarýndan bahsediyor. Bu suretle, “tarik” kullanmak totemcilik törelerine baðlanýyor.
Sayý 5
Genel inanç, “tarik” kullanma geleneðinin, Ýslam’ýn ilk yýllarýnda Hz.
Muhammed’in bir aðaç altýnda ümmetinin biat’ýný almasýna baðlý olduðudur. Deðnek Hz. Muhammed’in altýnda oturduðu aðacý temsil etmektedir.
“Ey Muhammed, Allah inanlardan, aðaç altýnda sana baþ eðerek el
verirlerken, and olsun ki hoþnut olmuþtur. Gönüllerde olaný da
bilmiþ, onlara güvenlik vermiþ, onlara yakýn bir zafer bahþetmiþtir.”
(Kuran, Fetih Suresi, Ayet 18)
Ü
Üçüncü Grup
çüncü Grup: “Babagan Kolu” diye anýlan daha çok Ýstanbul ve
Arnavutluk’ta bulunan Alevi-Bektaþilerdir.Sayýlarý çok az olan
bu gruba dahil olan Alevi-Bektaþilerin inancýna göre Hacý
Bektaþ Veli evlenmemiþtir. Bu yolda bulunanlar, Hacý Bektaþ Veli’nin
yolunu izleyenler evlenmemiþ, kulaklarý küpeli derviþlerdir. AleviBektaþi olmak doðumla olmaz ancak bir derviþ veya babadan nasip
almakla mümkün olur.
Babagan Kolu’nun ünlülerinden Yusuf Fahir Baba’nýn Bektaþilik
konusunda düþüncelerini þu þekilde açýkladýðýna tanýk oluyoruz:
“Bektaþi olduklarýný söyleyen, ‘Ben Bektaþiyim’ diyenlerin de kanaatlarý ve itikatlarý ayrý ayrýdýr. Bunlarý da dört kýsma ayýrabiliriz:
1. Týpký bugünün Müslümanlarý gibi ana ve babasýndan kalma Bektaþiliktir. Bunlar baba ecdatlarýnýn yoluna girmiþ olmaktan baþka bir
gaye gütmezler. Bektaþilik’i yalnýz tevella ve teberra’dan yani Hz.
Muhammed ve Hz. Ali’yi sevmek ve onlarýn düþmanlarýný sevmeyip
buðz etmek; bir de onlarca malum olan erkân ve ayni cem meydanýna girerek meydan görmek, nasip almaktan bilirler.
2. Bu ikinci kýsým Bektaþilik’i serbest bir kanaat ve meslek olarak görenlerdir. Orada içki, saz, kadýn âlemleri bulunduðu için, hayvani hislerini ve hevesat-nefislerini tatmin edeceklerini düþünürler, bunun
için Bektaþilik yalnýz sarhoþluk ve zevktir.
nedeniyle, Yusuf Fahir Baba’nýn anlattýðý þekilde düþünen kiþiler olabilir.
Çok az sayýda olan bu kiþilerin tutum ve davranýþlarýný genelleþtirerek,
Yusuf Fahir Baba’nýn yaptýðý gibi bunlarý Alevi-Bektaþilerin bölümleri
gibi göstermek, gerçeklere tamamen ters bir anlatým olur. Hacý Bektaþ
Veli’nin mücerret (evlenmemiþ) bir derviþ olduðu, Balým Sultan’ýn, bir
Sýrp prensesi ile evlenen Sersem Ali Baba’nýn oðlu olduðu, Bektaþi ayinlerinin Hýristiyan akidelerine benzer bir yöne çevrildiði gibi uydurma ve
gülünç söylentiler de, rasgele yola alýnmýþ, Alevi-Bektaþi inancýný hazmetmemiþ bu “bilgisiz” çevrelerden kaynaklanmýþtýr.
“Derviþ Bektaþiliði” veya “Babagan Kolu” çok sýnýrlý bir çevrede
kalmýþ, özellikle Anadolu’daki büyük Alevi-Bektaþi toplumunca ciddiye
alýnmamýþ olmasýna raðmen, Ýstanbul’da aydýn çevre ile temas kurmuþ
Bosnalý Vahdeti, Mir’ati, Vehbi, Mehmet Ali Hilmi ve Ýbrahim Mihrabi
gibi güçlü þairler yetiþtirmiþtir. Bu nedenle, Alevi-Bektaþi yolu ile ilgili
bilgiler bu kanaldan dýþarýya yansýmýþ, kitaplarda ve ansiklopedilerde bu
konudaki bilgiler babalardan onlarýn çevrelerinden iþitilen sözlerden
oluþmuþtur. Ansiklopedilerde ve bu konuda yapýlan bazý bilimsel araþtýrmalarda, Alevi-Bektaþi yolunun kurallarýna uymayan hayali bilgilerin
verilmiþ olmasýný bu nedene baðlamak gerekiyor.
Bektaþiliðin bu bölümünün yaygýnlaþmamýþ olmasýnýn baþlýca sebebi, temelinden soydan gelen bir Alevi-Bektaþi topluluðunun bulunmamasýdýr. Bu kolda mücerretlik (evlenmemek) Hacý Bektaþ Veli’nin
yaþantýsýndan örnek gösterilerek, önemli bir yol kuralý olarak kabul edilmiþtir. Ailenin teþekkülüne olanak vermeyen bu “mücerret derviþlik”
müessesesi, toplum yaþantýsýný zaafa götüren bir yöntem olarak, küçük
insan gruplarýný bir tekkenin içine veya bir babanýn çevresine sýkýþtýrmýþtýr. Anadolu Alevi-Bektaþiliðinin de “musahiplikle” de ayrýca güçlendirilen aile sisteminden yoksun kaldýðý, doðuþtan ailenin bilinçli ve
geleneksel inancýndan faydalanamadýðý için “Derviþ-Bektaþiliði”, Hacý
Bektaþ Veli’nin felsefesinin hayata uygulanmasýnda çok sýð ve yüzeysel
kalmýþtýr. Baþka bir deyimle, Hacý Bektaþ Veli’yi bir “Mücerret Derviþ”
gibi yanlýþ tanýmladýðý için, onun yoluna paralel bir tutum içine, tabii,
içinden yetiþen müstesna kabiliyet ve anlayýþtaki kiþiler dýþýnda, pek
girememiþtir.
Derviþlik dedikleri bir acaip tuzaktýr
Derviþ olan kiþiye evvel dirlik gerekir
3. Bu yoldan menfaat teminini düþünenlerdir ki, o zaman tekkelerde
karýn doyurmak için oturanlarýn ve sonunda baba olmak suretiyle
kendilerine mürþid süsü verenlerin ekserisi bu nevidendir. Bunlar,
babalýða mezuniyet demek olan bir “icazetname” alarak baba olduktan sonra evini tekke yapmak veyahut mevcut olan tekkelerden birinin babalýðýný kaparak geçinmesini temin etmeðe çalýþmaktan baþka
bir þey bilmezler.
Çün erde dirlik ola Hak ile birlik ola
Varlýðý elden koyup ere kulluk gerekir
Kulluk ile erene bakýp Hakk’ý görene
Senden haber sorana key miskinlik gerekir
4. Ya ecdadýndan veya babasýndan intikal eden bir meslek ve itikat
olmasý ve bu itikatlara baðlý bulunmasý sebebiyle, Bektaþilik’i sevip,
bu tarikata girenler ve tarik hakkýnda lazým geldiði kadar derin ve
hakiki bilgilere sahip olanlar veyahut bir tasavvuf yolu olarak kabul
ettikleri bu tarikte tarikin ananelerine ve imkanlarýna uyarak feyz
almaða çalýþanlardýr ki, bizce hakiki Bektaþi bunlardýr.”2
Bir derviþ Bektaþisi olan Yusuf Fahir Baba’nýn yazýsýndan aynen
aldýðýmýz bu satýrlar anlatýlan nitelikte bazý kiþilerin Alevi-Bektaþi toplumunda olacaðýný sanmýyoruz. Alevi-Bektaþi toplumunun tamamýna yakýn büyük çoðunluðu, yüzyýllardan beri bu yol içinde bulunan ailelerden
gelmektedir. Soyun yüzyýllardan beri Alevi-Bektaþi olduðu için inancý,
yaþantýsý, kiþiliði o yolun kuralý ile bütünleþmiþtir. “Babagan Kolu”, baþka deyimle “Derviþ Bektaþiliði”nde, soyu Alevi-Bektaþi olmayan kiþilerin yola alýnmasý ve bunlarýn giderek baba ve dede-baba olmalarý
Aralýk 2004
Hak ere benim didi varlýðýn erde kodu
Erenlerin himmeti yerden göðe direktir
Bu derviþlik beratýn okumadý müftiler
Anlar bilsün aný bu bir gizli varaktýr
Yunus sen arif isen anladým bildim deme
Tut miskinlik eteðin ahýr sana gerekir
Yunus Emre
NoTLAR:
1
Ali Celalettin Ulusoy, Hünkar Hacý Bektaþ Veli ve Alevi-Bektaþi Yolu.
2
Yusuf Fahir Baba, “Bektaþilik”, Tarih Dünyasý, sayý 25.
17
ÖLÜMÜNÜN ÜÇÜNCÜ YILDÖNÜMÜNDE RIZA YÜRÜKOÐLU’NU SAYGYLA ANIYORUZ
Yitirdiðinin Kýymetini Bilmek, Gerçeðe Varmaya Yarar
Esen Uslu
O
kurlarýnýn Rýza Yürükoðlu adýyla tanýihraçlar ve ayrýlýklarla TKP, 12 Eylül cuntasý öncesinde
dýklarý Ýsmail Nihat Akseymen, bir
önemli bir yara aldý.
memur ailesinin çocuðu olarak 4 Kasým
Nihat ve yoldaþlarý, otuz yýlý aþkýn süredir yapýlma1945 tarihinde Ankara’da doðdu. Ýlk ve
yan TKP Kongresi’nin toplanmasýný ve orada kendi
orta öðrenimini Ankara’da Maarif Koledurumlarýnýn görüþülmesi istemini öne sürerek bir
ji’nde tamamladý. Gençliðinde yaz tatillerini anne taraEþgüdüm Komitesi kurdular ve Ýþçinin Sesi gazetesi
fýndan baðlarý olan Ýstanbul’da, Heybeliada’da geçirdi.
çevresinde örgütlenme yoluna girdiler.
Orada denize sevdalandý, iyi bir yüzücü, yelkenci oldu.
O yýllarda Nihat, bir dizi makale ve kitapla ideolojik
1963-64 eðitim yýlýnda Ankara Üniversitesi, Siyakavgasýný sürdürdü. Proletarya Enternasyonalizmi
sal Bilgiler Fakültesi’ne girdi. Bu dönemde edebiyatla,
(1979), Üçüncü Program ve Görevlerimiz (1979), Sýnýf
müzikle, resim ve plastik sanatlarla da ilgiliydi. ÖðrenSavaþýnýn Vardýðý Aþama ve Komünist Partinin Takciliði sýrasýnda Ankara Radyoevi’nde metin yazarý ve
tikleri (1980), Sosyalizm Üstün Gelecektir (1980), Bu
prodüktör olarak çalýþtý.
Kavga Gelecek Kavgasýdýr (1981), Kankun Konferansý
1972 yýlýnda Londra’da bir eylemde
27 Mayýs sonrasýnda yükselen iþçi hareketinin,
ve Düþündürdükleri (1982), Yaþayan Sosyalizm (1982),
1965 yýlýnda Türkiye Ýþçi Partisi’nin seçimlerde kazandýðý baþarýnýn
Sosyalizm ve Demokrasi (1982), Durum ve Görevlerimiz (1982), Ýyi
ardýndan yükselen sosyalist dalganýn etkisi ile Türkiye Ýþçi Partisi’ne üye
Öncü Deðil, Kötü Artçý Bile Deðil (1984), Faþizmin Çözülüþü (1984),
oldu. TÝP Ankara Çankaya ilçe örgütünde çalýþtý.
Örgüt ve Örgütçü (1986) adlý çalýþmalarý bu dönemde yayýmlandý ve
Üniversitelerde yükselen öðrenci hareketinin içinde yer aldý. Mahir
TKP-Ýþçinin Sesi’nin ideolojik-politik platformunun temelini oluþturdu.
Çayan ve Sinan Cemgil ile birlikte Fikir Kulübü’nde çalýþtý. Fikir KulüpBu platform, TKP içindeki muhalefetin odaðý olurken, farklý ülkelerde
leri Federasyonu’nun bölünmesinin ve yerine kurulan Dev-Genç’in kenSBKP oportünizmine baþkaldýrmýþ komünist gruplar için de bir çekim
di içinde “ayrýþmasý” sýrasýnda, TÝP’li gençlerin kurduðu Sosyalist Gençmerkezi oldu.
lik Örgütü’nün (SGÖ) ilk genel sekreteri oldu. SGÖ, Türkiye Komünist
TKP’nin “resmi” kanadýnýn yaptýðý 5. Kongre, atýlma kararlarýna
Partisi’nin Yakub Demir öncülüðünde yeniden örgütlenme çabalarýný yokarþý yapýlmýþ itiraz baþvurularýný gündeme bile almayýnca, iki ayrý parti
ðunlaþtýrdýðý bir odak oldu. Nihat, 1970 yýlýnda Türkiye Komünist Partiolarak çalýþmak kaçýnýlmaz oldu. Ýþçinin Sesi çevresinde 1985 yýlýnda
si’ne üye oldu. SGÖ’nün yetiþtirdiði kadrolar, Türkiye Komünist Partoplanan TKP 5(1). Kongresi, Nihat’ý ölümünden kýsa bir süre önceye
tisi’nin 1973 Atýlýmý adýyla anýlan yeniden örgütlenme döneminde önemkadar sürdüreceði TKP Genel Sekreterliði görevine seçti.
li görevler üstlendi.
80’li yýllarýn ikinci yarýsýnda baþladýðý Alevilik konusundaki araþNihat, kýsa bir süre sonra 12 Mart muhtýrasý ile sonuçlanacak olan ve
týrmasý, “Okunacak En Büyük Kitap Ýnsandýr-Tarihte ve Günümüzde
gittikçe yoðunlaþan sola saldýrý ortamýnda varlýðýna yönelik tehditlerle
Alevilik” adlý kitapla sonuçlandý. Sol harekette Aleviliðe yeni bir bakýþ
karþý karþýya kaldý. Bir dost eliyle ulaþan haberle, bir suikasttan son anda
getiren bu çalýþma, Kavga ve Kervan dergileri ile TKP’nin güncel çalýþkurtuldu. Ocak 1971’de yurtdýþýna çýktý ve Ýngiltere’ye yerleþti.
masýnýn bir parçasý oldu. Bu dönemde, tartýþmalý bir toplantýnýn ardýndan
Nihat, yarým kalan öðrenimini Ýngiltere’de tamamlarken Ýngiltere
söz alan yaþlý bir Alevi dedesinin önerisini benimseyerek “R. Yürükoðlu”
Türkiyeli Öðrenciler Federasyonu’nda gençlik çalýþmalarýna katýldý.
olan yazar adýnýn ilk bölümünü “Rýza” olarak deðiþtirdi.
Göçmen iþçilerin, özellikle Ýngiltere’de yaygýn olan kaçak iþçilerin örDoksanlý yýllarda özellikle Sovyetler Birliðinde sosyalizmin çözülügütlenme çalýþmalarýnda yer aldý. TKP Ýngiltere parti örgütünün ve daha
þünün nedenleri ve bu deneyim temelinde günümüzde komünistlerin ve
geniþ bir çevreyi kucaklayan Ýngiltere Türkiyeli Ýlericiler Birliði’nin
iþçi sýnýfýnýn programý ne olmalýdýr sorunu üzerine yoðunlaþtý. Bu çalýþkuruluþunda yer aldý. Wimpy hamburger zincirinde çalýþan Türkiyeli
malarýnýn ürünü, üç ciltlik “Sosyalizm” kitabý oldu. Saðlýðýnda bu çalýþkaçak iþçilerin yaptýðý bir grev sýrasýnda, grevci iþçilerle birlikte “Grev”
manýn yalnýz “Sosyalizm Nedir” baþlýklý birinci cildini yayýmlayabildi.
adlý bir yerel gazete çýkardý. Bu gazete kýsa bir süre sonra “Ýþçinin Sesi”
Bu çalýþmanýn ikinci cildi “Ütopik ve Bilim-dýþý Sosyalizm” ile üçüncü
adýný aldý. Nihat, bu gazetede kullandýðý yazar adý olan “R. Yürükoðlu”
cildi “Günümüz ve Türkiye”, hastalýðýnýn hýzlý ilerleyeceðini öðrendikten
ile tanýndý. Bu gazete daha sonra TKP içinde önemli bir rol üstlendi.
sonra kendisinin görevlendirdiði bir komite tarafýndan, varolan yazý,
Nihat, TKP’nin, Sovyetler Birliði Komünist Partisi’nin Moskova’da
alýntý ve notlarýnýn kendi yazý planýna uygun olarak derlenmesi yoluyla
bulunan Uluslararasý Lenin Okulu’na uzun yýllardan sonra gönderdiði ilk
ölümünden sonra yayýmlandý.
öðrencilerden biri oldu. 1974-1976 yýllarý arasýnda burada eðitim gördü.
Ýkinci eþinden bir kýzý olan Nihat Akseymen, özel yaþamýnda çok
TKP Merkez Komitesi’ne alýndý. TKP’nin Ýngiltere parti örgütünün sekyönlü bir insandý. Araþtýrma ve yazý çalýþmasý gereði uzun saatler masa
reterliðine üstlendi. TKP’nin Konya Konferansý diye 1975 yýlýnda Moskova’da Uluslararasý baþýnda oturmanýn bedene getirdiði gevþemeye karþý
bilinen 1977 konferansýna katýldý.
fiziksel çalýþmaya önem verirdi. Bahçe iþi yapmayý
Lenin Okulu’nda konferans verirken.
Ýþçinin Sesi’nin ve Ýngiltere parti örgütünün gösterseverdi. “Doðanýn muazzam kuvvetine karþý direnerek
diði baþarý nedeniyle TKP’nin tüm yayýnlarýnýn sorumdeðil, onu anlayýp, onun kurallarýna uyarak, onu kendi
luluðu ona verildi. Ancak çeþitli sudan gerekçelerle bu
amacýn için kullanmak” diye nitelendirdiði yelkenciligöreve baþlatýlmadý. Bu dönemde yazdýðý “Emperðe tutkundu. Kafasýný dinlendirmek için tahta iþleri ve
yalizmin Zayýf Halkasý Türkiye” adlý kitap, Türkiye’de
özellikle torna oymacýlýðý yapardý. Müziðe çok düþküngeliþen siyasi ortam ve komünistlerin görevleri üzerine
dü, baðlama çalmak ve yakýn yoldaþlarý ile cem olup,
TKP içinde yoðunlaþan tartýþmalara bir açýlým getirdi.
dem çekip, çalýp söylemek en sevdiði dinlencesiydi.
Bu kitabýn önerdiði devrimci çizgi, Sovyetler Birliði
2001 yýlýnýn Haziran ayýnda, hýzlý geliþen ve tedaKomünist Partisi’ni ve onun TKP içindeki temsilcilerivisi bulunmayan bir karaciðer kanseri tanýsý kondu ve
ni rahatsýz etti. Kýsa bir süre sonra parti tüzüðüne aykýrý
11 Aralýk 2001’de Ýngiltere’de öldü. En verimli olabileve son derece çirkin yöntemlerle tüm parti görevlerinceði bir yaþta erken gelen ölümü cesaret, metanetle ve
den alýndý ve Ýngiltere parti örgütünün onu destekleyen
dirençle karþýladý. Son günlerinde siyasi kavga içinde
üyeleri ile birlikte partiden uzaklaþtýrýldý. Tüm dünya
kýrdýðý kalpleri onarmaya çabaladý, kendisine en affekomünist hareketine, “emperyalizmin ajaný” ilan edilen
dilmez saldýrýlarý yapanlarý bile baðýþladý.
bu grupla iliþkiyi kesme talimatý yollandý. Bu “cadý
Özcesi, “ölmeden ölmüþ, hesabýn görmüþ” bir er
avý” Türkiye’deki parti örgütlerinde de izlendi. Bu
kiþiydi.
18
Sayý 5
RIZA YÜRÜKOÐLU’NUN ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE, ALEV YAYINLARI’NDAN 1990 YILINDA YAYIMLANAN
“OKUNACAK EN BÜYÜK KÝTAP ÝNSANDIR - TARÝHTE VE GÜNÜMÜZDE ALEVÝLÝK”
KÝTABINDAN GÜNÜMÜZLE ÝLGÝLÝ BÝR BÖLÜMÜ KISALTARAK SUNUYORUZ.
Alevi Toplumunun Derleniþ Yollarý
Rýza Yürükoðlu
A
nadolu Aleviliði inanç birliði içindedir ama farklý süreklerle
günümüze gelmiþtir. (…) Farklýlýklarýn tarihsel nedenleri vardýr.
Yine bununla yakýndan baðlý, kültürel nedenleri vardýr. Ve kapitalizmin sýnýflarý kesin çizgilerle ayýrdýðý bir toplumda, sýnýfsal nedenleri
vardýr. Dolayýsýyla baþlangýçta farklýlýklar olacaktýr. (…)
Son dönemde (…) Alevi kökenli pek çok devrimci Aleviliklerini
hatýrladýlar ve derneklerde çalýþmaya baþladýlar. Kötü bir þey deðil bu
bazý yanlýþlarý yapmasalar. Bana öyle geliyor ki, Aleviliklerini hatýrlayarak devrimci hareketten Alevi derneklerine gelip çalýþmaya baþlayan
bu kadrolarýn bir temel zaafý, nasýl bir toplum içinde çalýþtýklarýný farketmemiþ olmalarýdýr. Alevi toplumu içinde çalýþtýklarýný farketmemiþ
gibidirler. Eski alýþkanlýklarý, devrimci hareketin çeþitli örgütlerinde
çalýþmýþ insanlarýn eski alýþkanlýklarý sürüyor. Dolayýsýyla, “sýtký bütün”
Alevilerin bu derneklerde caný sýkýlýyor. Rahatsýz oluyorlar. Zorla, geri
düþüncelerin yanýna itiliyorlar.
Sonuçta, bir çeþit “Dedeleri köylerden kovma”, bugün derneklerde
tekrar ediyor. Dün Dedeleri köylerden kovdu devrimci gençler, þimdi de
derneklerden kovuyor. (…)
Bu aþamada (…) gelenekçi, namuslu, sýtký bütün Alevileri toplumun
ileri kesimlerinden koparacak her türlü tutum büyük bir yanlýþ, çok
büyük bir tehlikedir. Saðýn elini güçlendirmektedir. (…)
Kapitalizm altýnda yaþýyoruz ve sýnýfsal bir ayrýþma biz istesek de
istemesek de yürüyor. Ama bunu kendi dinamiði içinde geliþmesine
býrakmazsak, iteklersek, yapay olarak zorlarsak, haketmeyen insanlara
gerici damgalarýný vurursak, o zaman Alevi düþüncesinin özü gereði
solda olmasý gereken milyonlarca emekçiyi saðýn yanýna ileriz. Ýþte
tehlike buradadýr. (…)
Devrimci örgütlerin çoðunluðu zaman zaman yersiz ve yanlýþ tutumlarla Alevi toplumunun üstüne gittiði halde, Aleviler devrimci harekete
dosttur. (...) Devrimci hareket Alevi toplumuna karþý yanlýþlarýný
düzeltirse, o zaman çok daha saðlýklý bir geliþme olacaktýr. Çünkü Alevi
toplumu devrimcilere dosttur ama kýrýlmýþtýr.
A
Dernekler
levi toplumundaki farklýlýklar dernekleþmede de ortaya çýkýyor.
Bugün çok sayýda dernek var. Bir þehirde birkaç dernek de var.
(…) Sorun, dernekler arasýndaki çeliþkilerin ortadan kaldýrýlmasýdýr. Sorunlarý kýsa sürede çözmek olanaksýz, sabýr ve zaman iþidir,
doðru ama mutlaka birlik noktalarýný öne çýkartmak ve bu çeliþkili
durumlarý ortadan kaldýrmaya uðraþmak gerekiyor. Dernekler, anlaþamadýklarý deðil, anlaþtýklarý, kendilerini birliðe götürecek noktalarý öne
çýkartmalýdýrlar. Ortak çalýþma zemini aramalýdýrlar. En ývýr zývýr nedenlerden ortaya çýkan bölünmelerin zaman içinde büyüdüðünü, bir daha da
birleþmeye engel olduðunu biz devrimci harekette çok gördük. Alevi
toplumunun bu yanlýþa düþmemesini diliyorum. (…)
Bugün bir Alevi-Bektaþi derneðinin ilk yapmasý gereken þey cemevi
açmaktýr. (…) Dedeler çaðýn gerisinde kaldý diyenler, cemevi açmamakla tam da Dedelerin çaðý yakalamasýnýn önüne engel getirmiþ oluyorlar.
Kim neredeyse toplanýp cemevi açarsa, Dedeler bugünün toplumu
karþýsýna çýkacak. Günün sorunlarýyla tanýþacak. Avrupa’nýn,
Türkiye’nin her yanýnda gençler kalkýp sorular soracaklar. Dede bunlarý
yanýtlamak zorunda kalacak, dolayýsýyla bilgisi, erkâný ve deneyimi
günün koþullarýyla bütünleþecek. Yarýn biraz daha iyi yanýt verecek. (…)
Tekke ve Zaviyeler Yasasý kalkmadan gerçek demokrasinin
gelmesinin olanaðý yoktur. Bu yasa yalnýzca Alevilerin zararýna kesmiþ
bir býçaktýr. Bu yasa 20 milyonluk bir toplumun örgütlenmesini darmadaðýn ediyor. (…) Laik bir devlette bu tür yasaklar da olmamalýdýr.
Devlet dinden tümüyle elini çekmelidir. (…) Bu yasanýn kaldýrýlmasý
için demokratým, devrimciyim diyen herkesin mücadele etmesi gerekir.
Aralýk 2004
Rýza Yürükoðlu
(Ýsmail Nihat Akseymen)
4 Kasým 1945 - 11 Aralýk 2001
Alevilik dernekler eliyle örgütlenemez. Aleviliði günümüz koþullarýna uyarlama konusunda derneklerin büyük yardýmý olabilir. Bir de
Aleviliðin özüne dönük, tarihine dönük tartýþmalar için dernekler çok
daha uygundur ve dernekler eliyle Alevi düþüncesi hem toplumumuza
hem dünyaya tanýtýlabilir. Cumhuriyet dönemindeki büyük kopukluk
nedeniyle Alevi insanýnýn önemli bir kesimi de Aleviliði yeterince
bilmiyor. Bu alanlarda derneklerin önemli katkýlan olur. Ancak Alevi
toplumu bir inanç toplumudur. Kendi tarihi içinde, çýkardýðý kurumlar
eliyle örgütlenir. Dergâh’ý ve dedeleri eliyle örgütlenir. (…)
Derleniþin Tek Yolu: Dergâh ve Çelebiler
D
erleniþin tek yolu; tarihsel olarak da kanýtlanmýþ, Dergâh ve
Çelebilerdir. Dergâh, 750 yýldýr Aleviliðin serçeþmesidir,
serçeþme Hacýbektaþ’tadýr. Çelebiler ise Dergâh’la birlikte ne
badireler atlatarak bugünlere gelebilmiþ Aleviliðin manevi lideri bir
ailedir. (…)
Yýllardan beri Dergâh’a karþý bilinçli, kasýtlý bir unutma ve unutturma,
hatta yok sayarak yoketme tutumu vardýr. Bu tutum, 1925 Tekke ve
Zaviyeler Yasasý ile baþlamýþtýr. Bu yasayla Dergâh müze yapýlmýþtýr.
Ama her yýl yüz binin üzerinde insan Hacý Bektaþ Þenlikleri’nde müzeye
gitmiyor. Ankara’da Etnografya Müzesi var, müze o. Neden yüz binler
akýn akýn oraya gitmiyor?
Þu basit doðrularý anýmsamakta yarar var: (…) Bu devlet Dergâh’tan
korkuyor. Osmanlý’nýn yýkýlýþýnda Dergâh’ýn oynadýðý rolü çok iyi biliyor. Cumhuriyeti getiren, laikliði de olduðu kadarýyla getiren ana güç
Aleviliktir. Aleviliðin baþý da, Hacý Bektaþ Veli Dergâhý’dýr, Çelebilerdir. Böyle olduðu için, Alevilikten ve Aleviliðin baþý olan Dergâh’tan,
Sünni devlet her zaman korktu, her yolla Dergâh’ý zayýflatmaya çalýþtý,
çalýþýyor. Yapabilirse, oraya, Sersem Ali Baba türünden kendi adamlarýný
yerleþtirmeye çalýþýyor. Aleviler olarak bu oyunu biz bozacaðýz. Dergâh
güçsüz kaldýðý sürece Alevilik bölüktür. (…)
(Devamý sayfa20’de)
19
(Baþtarýfa 19. sayfada)
Dergâh’ýn güçlenebilmesi için bugünden el vermek gerekir. Kenarda
durup bekleyip, Dergâh güçlendikten sonra o otoriteyi kabul etmek doðru olmasa gerek. En azýndan geliþmenin hýzýný keser. Yapýlmasý gereken,
herkesin Dergâh’a baþvurmasýdýr. Derneklerin de, Dedelerin de...
Dergâh konusunu öne getirmeye baþladýðýmýzdan bu yana çeþitli itirazlar ortaya getirilmeye baþlandý. Bunlarýn en önemlilerini kýsaca ele almaya çalýþacaðým.
Birinci itiraz: “Dergâh bugün yok, orasý müze oldu, ama yeniden kurulmalý.” Dergâh yoksa, Postniþini nasýl oluyor? Müzenin postniþini olur
mu? Demek ki, Sünni devletin orayý müze yapmasýyla Dergâh ortadan
kalkmýyor. Nasýl olur da bir Alevi böyle konuþabilir? Tabii müze oldu,
kapatýldý ama Alevi toplumu böyle þeyleri geçmiþte defalarca yaþamýþ,
birliðini bozmamýþtýr. Orada bir insan yaþýyor, Postniþin Efendi, hepimizin saygýsý üstüne ve çalýþmalarýný tüm olumsuz koþullara raðmen sürdürüyor.
Ýkinci itiraz: “Dergâh’ta kimse kalmadý.” Dergâh’ta çok deðerli, çok
iyi yetiþmiþ insanlar var. Ve de Dergâh’ýn ülkenin çeþitli bölgelerine Dede çýkardýðýný biliyorum. Bu itiraz doðru bile olsa, insana sorarlardý, kimse kalmadýysa sen ne güne duruyorsun, diye. Dergâh’sýz Alevi-Bektaþi
yolu olur mu? Kimse kalmadýysa bizler varýz, gidelim ardýna dizilelim.
Üçüncü itiraz: “Ýcazet, hüccet veren bir merci yok.” 1992 yýlýna ait
böyle bir icazeti gözlerimle gördüm. Dergâh icazet veriyor. Bu itiraz için
söylenebilecek bir þey yok. (…)
Dördüncü itiraz: Ulusoy-Çelebi çeliþkisi var deniyor ve þöyle sürdürülüyor: “Onlar daha kendi birliklerini kuramadýlar, hele bir kursunlar,
toplumun önüne öyle çýksýnlar.” Burada büyük bir yanýltma çabasý var.
Tarihten gelen bir Ulusoy-Çelebi çeliþkisi vardýr ama (…) bunlarýn
Dergâh’a baðlanmamak için gerekçe olabilecek bir tarafý yoktur. Dergâh
dendiði zaman posta oturan kol (…) yani Ulusoylar önemlidir.
Beþinci itiraz: “Pasif duruyor, görevini yapmýyor, bir þeyler yapabilirdi” Bu da ortamý yeterince bilmeyen insanlarý yanlýþ düþüncelere götürebilir. Dergâh’ýn yýllardýr ne büyük badireler atlattýðýný hepimiz biliyoruz. Görevini yapmadýðýný kimse iddia edemez. Yaþanan bütün olumsuzluklara raðmen Aleviliði bugünlere kadar getiren bir kurum için söylenen bu. sözlerin haksýzlýðý ortadadýr. Yukarýda Dergâh konusunda yazýlanlarýn hepsi de haksýzlýk yapýldýðý görüþünü güçlendirmektedir.
Altýncý itiraz: “Bilinmez belki yerine daha iyisi gelir.” Bu itiraz söylenenin niyeti açýsýndan beni en çok düþündüren noktadýr: Bilinmez ne olur,
belki Dergâh’ta toplanýlýr, belki enstitüde toplanýlýr deniyor. Bu olamaz.
Dernek yönetim kurulunu görevden alýp, yenisini seçmiyoruz. Dergâh’tan
söze diyoruz. Alevi-Bektaþi yolundan, bir inanç birliðinden söze diyoruz.
Koca bir tarihi ve kendine özgü kurumlarý olan Alevilikten söze diyoruz.
Bunlara el uzatýldýðýnda, Aleviliði toparlamanýn olanaðý kalmaz. (…)
Yapýlmasý gereken toplum olarak Hacý Bektaþ evlatlarýnýn çevresini
sarmaktýr, eksiðiyle doðrusuyla yardýmcý olmaktýr, öneriler götürmektir,
R. Yürükoðlu, 1978 yýlýnda Ýþçinin Sesi Kütüphanesi’nin açýlýþýnda saz çalarken
20
destek olmaktýr. Bunun dýþýndaki her türlü yol, bu toplumun daha çok
bölünmesini getirir. Dergâh’ý baþa alan yol, belki yine küçük ayrýlmalar
yaþayabilir ama toparlanmanýn en büyüðü bu þekilde olur. (…)
Alevilik nasýl örgütlensin ki, bu örgütlenme Aleviliðin ilerici özüne
yarasýn, Alevi emekçiye yarasýn, Türkiye iþçilerine yarasýn, yani tüm
emeði ile geçinen topluma yarasýn? (…) Þöyle bir öneri tablosu ortaya
çýkýyor:
1. Anadolu Alevilerinin serçeþmesi Pir Hacý Bektaþ Veli’nin yerleþip
yaþadýðý Hacýbektaþ ilçesi, Alevi Kültürünün Merkezi olarak kabul edilmelidir.
2. Hacý Bektaþ soyu Çelebilere tüm toplum tarafýndan saygý gösterilmeli ve bu ailenin, Aleviliðin manevi lideri olduðu kabul edilmelidir.
3. Alevi toplumunu Hacý Bektaþ düþüncesi ile uyumlu bir zeminde
geliþtirmek için, en tepede, danýþma nitelikli bir kurul oluþturulmalýdýr.
Yýl içinde belli aralarla Hacýbektaþ’ta toplanacak olan bu Danýþma Kurulu’nda, her biri bir ocaðý temsilen gelen 12 dede, Bektaþiliði hakkýyla bilen bilim adamlarý, Aleviliðin özünü dinsel çarpýtmaya boðmadan yaymakta olan ünlü sanatçýlar, Postniþin Efendi’nin manevi liderliði altýnda
yer almalýdýr. Bu kurul, kendi içinde sürekli bir örgütlenmeye ve iþbölümüne sahip olmalý, düþünsel ve örgütsel konularda, topluma raporlar,
öneriler sunmalýdýr. (…)
Bu en tepedeki danýþma kurulunu kurma süreci nasýl baþlar? Bu süreci baþlatma görevi, sayýsýz tarihsel, güncel ve moral nedenlerden dolayý
Çelebilerindir. Bu, onlarýn tarihe, bugüne ve Alevi toplumuna karþý tarihsel sorumluluklarýdýr.
Böyle bir kurulun önerisinin gücü dehþetli olur. Zorlama yoktur,
iknaya dayanýyor, gönüllüdür ama önerisinin gücü dehþetli olur.
4. Bu tepe örgütlenmenin altýnda, Dedelik kurumunun durumu geliyor. Bir kere cemevlerinin açýlmasý mutlaka hýzlandýrýlmalý. Tüm dernekler, kim nerdeyse cemevleri açmalýdýr. Bu, Dedeliðin de canlanmasý
demektir.
5. Dedelik kurumunu çaðýn gereklerine uyarlamak için, Hacýbektaþ’ta Danýþma Kurulu’na baðlý olarak çalýþacak bir Eðitim Enstitüsü kurulmalýdýr. (Bu da, Timurtaþ Ulusoy’un önerilerinden biridir.) Dedeler ve
Dede çocuklarý burada eðitilmelidir. Tabii, bizce burada Dede soyundan
gelmeyenler de eðitim görmeli ve bu kültüre hizmet edecek yeterliliðe
geldiklerinde bunlar da Dedelik yapabilmelidirler.
6. Bu çatý altýnda eðitilen Dedeler daha sonra maaþlarýný Alevi toplumundan almak koþuluyla maaþlý görev yapmalýdýrlar.
7. Hizmet yapan dedeler, her yýl yenilenmek yoluyla icazet almalý ve
talip üzerine öyle gitmelidirler. Ýcazet almaya gelen Dedelere icazet,
Postniþin tarafýndan, yani bir kiþi tarafýndan deðil, Eðitim Enstitüsü’ne
baðlý olarak Dergâh’ta kurulacak olan Eðitim Kurulu tarafýndan, önce o
Dedenin bilgi düzeyi tartýlarak verilmelidir. (Bu da Timurtaþ Ulusoy’un
önerilerinden biridir.)
8. Hacýbektaþ’ta Danýþma Kurulu’na baðlý olarak, bir de Yayýn Kurulu oluþturulmalýdýr. Bu kurulun temel görevi, Aleviliðin her yönünü araþtýrmak ve geliþtirmek üzere bilimsel çalýþmalarý desteklemek, öncelik
taþýyan konularý belirlemek ve bu konularda araþtýrma burslarý vermek
olmalýdýr.
9. Türkiye’deki ve Avrupa’daki tüm dernekler geniþ görüþlü, sabýrlý
ve ardýcýl bir tutumla çalýþacak olan bir Genel Koordinasyon Kurulu
altýnda toplanmalýdýr. Bu kurul, ayrýlýk noktalarýndan çok, ortak noktalarý
öne çýkararak çalýþmalýdýr.
10. Bu Genel Koordinasyon Kurulu tarafýndan tüm derneklerin önüne
þu üç çalýþma alaný temel görevler olarak konmalýdýr:
a. Cemevleri açmak,
b. Arasý belirli süreyi geçmemek koþuluyla, paneller, konferanslar
düzenlemek.
c. Alevilik konusunda bilimsel araþtýrmalarý somut olarak teþvik etmek ve desteklemek.
Bunlar Aleviliði candan seven insanlar olarak bizim Alevi toplumuna önerilerimizdir.
„
Sayý 5
Aleviler Azýnlýk mý?
Diyanette Yer Almalý mý?
Lütfi Kaleli
6
Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’ný devletin resmi kurumu
olmaktan çýkarýp özerk hale getirmelidir. Bu görüþe
karþý çýkanlar, “Efendim o zaman Diyanet bildiðini
okur” diyorlar. Þimdi bildiðini okumuyor mu?
Ekim 2004 günü açýklanan AB Ýlerleme Raporu’nda Alevilerin azýnlýk olarak gösterilmesi, özelde Aleviler arasýnda, genelde kamuoyunda büyük tepki alýrken; konuya
olumlu bakanlar da oldu. Olumlu bakanlarýn görüþleri özet olarak þöyledir.Aleviler,
etnik kimlikleriyle deðil, farklý inançlarýyla bu toplumda yaþamaktadýrlar. Ancak bu
farklý inançlarý nedeniyle devlet erkini elinde bulunduranlar tarafýndan hiçbir devirde
kabul görmemiþlerdir. Türkiye Cumhuriyeti yurttaþlarý olarak, yurttaþlýk görevlerini eksiksiz yerine getirdikleri halde, haklarýný alamamýþlardýr. Örneðin, ibadethaneleri olan Cemevleri; cami gibi,
kilise, Sinegog ve havra gibi ibadet yerlerinden sayýlmamýþtýr. Hatta Diyanet Ýþleri eski Baþkaný
Mehmet Nuri Yýlmaz, “Müslüman’ýn tek mabedi vardýr, o da camidir. Cemevleri bölücülüktür”
derken; Diyanet Ýþleri eski Baþkan Yardýmcýsý Tayyar Taþ da “Cemevleri cümbüþ yeridir” demek
suretiyle Cemevlerini suçlayýp aþaðýlamýþtýr...
Bu suçlamalara ve aþaðýlamalara son verilmesi ve de inançlarýný özgürce yaþamalarý için
Aleviler azýnlýk statüsüne tabi tutulmamalýdýr..
Olumsuz bakanlar ise emperyalistlerin “Böl, parçala yönet” mantýðýnýn Ýlerleme Raporu’na
yansýdýðýný ileri sürmekte ve Alevilerin bu oyuna gelmemeleri gerektiðini söylemektedirler.
Aleviler ne Türk etnik kimliðiyle, ne de Kürt etnik kimliðiyle tanýmlanýrlar. Aleviler, Türk ve
Kürt etnik kimlikli olabilirler; ama inanç bakýmýndan bu etnik kimliklerinden sýyrýlýrlar, salt Alevi
olduklarý için egemen Sünni Türk ve Kürt etnik kimlikler tarafýndan horlanýrlar, hakarete uðrarlar
ve hatta katledilirler.
Bu gerçek Osmanlý döneminde de Cumhuriyet döneminde de hiç deðiþmemiþtir.
Alevileri azýnlýk olarak tanýmlamak doðru deðildir. Gerçekten laik, demokratik cumhuriyet
ilkeleri ödünsüz olarak uygulanýrsa eðer, Alevi-Sünni, Türk- Kürt, Çerkez- Laz, Ermeni- Rum,
Süryani-Yahudi ve Hýristiyan – Müslüman ayrýmý yapýlmadan bu ülkede her etnik grup ve her
inanç sahibi eþit koþullarda özgür yaþama hakkýný kullanacaklardýr. Devlet, herkese eþit mesafede
duracaktýr, birisinin inancýna katrilyonlar akýtýp beslerken, diðerine üvey evlat muamelesi yapmayacak, hatta hakaret edip onlarý yok saymayacaktýr..
ugün laik devlet yapýsýnda yer almamasý gereken Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý, genel
bütçeden aldýðý katrilyonluk bütçesiyle salt Sünni inancýna hizmet vererek büyük bir
adaletsizlikle hak gaspý yapmaktadýr. Demokratik Avrupa ülkelerinin hiç birinde
devlet bütçesinden kiliseye para akýþý yapýlmamaktadýr. Ýnanç sahipleri Katolik ise
Katolik kilisesine, Protestan ise Protestan kilisesine, Ortodoks ise Ortodoks kilisesine
kendi rýzasýyla katký sunmaktadýr. Katký sunmayanlara da baský yapmýyorlar. AB üyeliði için çýrpýnan Türkiye’de de bu uygulama mutlaka yapýlmalýdýr. Bu uygulama yapýlýrsa inançlar arasýnda
çatýþma da çýkmaz, rýzasýz hak gaspý da yapýlamaz...
Bu baðlamda Türkiye, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’ný devletin resmi kurumu olmaktan çýkarýp
özerk hale getirmelidir. Bu görüþe karþý çýkanlar, “Efendim o zaman Diyanet bildiðini okur” diyorlar. Þimdi bildiðini okumuyor mu? Hatta Hizbullah gibi Ýslamcý terör örgütlerinin camilerde karargâh kurduklarýna, camide pusu kurup Diyarbakýr Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okhan ile beþ yardýmcýsýný öldürdüklerine; camiden çýkýp Madýmak Oteli’ni ateþleyerek 35 aydýný yaktýklarýna tanýk
olmadýk mý? Yine laik cumhuriyet düzenini yýkýp þeriat düzenini kurmak isteyenlerin vaazlarýný
gazetelerden okumadýk mý? Atatürk, dini kullanarak çýkar saðlayan ve iktidarlarý etki altýna alan
Osmanlý mantýðýný disiplin altýna almak için Diyaneti devlet içinde kurumlaþtýrmýþtýr. 1932’de ibadet dilini, hutbeyi, ezaný Türkçeleþtirmiþ; Kuran anlaþýlsýn diye, din bilgini Elmalý Hamdi’ye
çevirtmiþtir. Yani Diyanet, o yýllar devlet kontrolünde halka olumlu hizmetler vermiþtir. 1950’den
sonra ihanet politikasý baþlamýþ, din siyasallaþtýrýlarak Diyanet amacýndan saptýrýlmýþtýr....
Þimdi biz diyoruz ki, Diyanet özerkleþtirilmeli ve diðer özerk kurumlarda olduðu gibi Diyanet
de kendi olanaklarýyla yaþamalý; Devlet ise, burada denetleme hakkýný ciddi bir biçimde kullanmalýdýr.
Diyanet’te yer almak, pay almak isteyen kimi Aleviler vardýr. Bunlar Alevilere ihanet ettikleri
gibi laiklik ilkesine de ters düþmektedirler. 80 bin camisi, 100 bin cami personeli olan Diyanet’e
üç-beþ yüz kiþiyle yer almak isteyen basiretsiz Aleviler, Diyanet’in haksýzlýðýný meþrulaþtýrmakta
ve de haklý olan muhalefetin sesini keserek Alevi asimilasyonuna katký sunup olumsuzluklara çanak tutmaktadýrlar.
Biz saðduyu sahibi Alevilerin, bu menfaat grubunun isteklerine itibar etmeyeceklerine ve Diyanette yer almak gibi bir akýlsýzlýða saplanmayacaklarýna ve kendilerini bir azýnlýk gibi görmeyip
gerçekten laik devlet yapýsýný tesis ederek inançlarýný özgürce yaþayacaklarýna inanýyoruz.
B
Aralýk 2004
BÝR KÝTAP
Alevilik, Diyanet, Siyaset
Ýsmail KAYGUSUZ
Alev Yayýnlarý, Haziran 2004
ISBN: 975-335-047-3
13 cm x19 cm, 140 Sayfa
Türkiye’de, Cumhuriyetin Laik ve demokratik
devlet yapýsýna, dolayýsýyla bu iki ilkeyi
Cumhuriyetin temeli kabul etmiþ Anayasasýna
aykýrý bir teokratik yapýlanma vardýr: Diyanet
Ýþleri Baþkanlýðý!
Çaðdaþ-laik-demokratik bir devletin, insan
haklarý, toplum-birey iliþkilerini, düþünce,
inanç ve eylem özgürlükleri, hatta öz sistemini
belirleyen bilimsel felsefesi vardýr, fakat asla
resmi dini yoktur. Ama ülkemizde, laiklik
kavramýnýn özüne ve anlamýna aykýrý, “Türkiye
tipi bir laiklik”, devletin yapýsý içinde inatla
sürdürülmekte ve ýsrarla savunulmaktadýr.
Türkiye’de devlet gizli bir resmi din uygulamasý içindedir: bu din Ortodoks Ýslam’ýn, yani
Sünniliðin Hanefi Mezhebi’dir. Devlet, bu
mezhebin inanç sistemi ve þer’i ilkelerini,
Ýslam dininin kendisiymiþ gibi anlatmakta ve
ilkokuldan üniversiteye kadar eðitiminin yapýlmasýna aracý olmaktadýr.
Diyanet Ýþleri, resmi bir devlet kurumu
olarak, devlet içinde, sýnýrsýz olanaklarý, bütçesi ve kadrolarýyla bir din devleti gibi siyasete
egemen olmuþtur. Alevi inançlý toplumu,
Ortaçaðýn din devletleri anlayýþý çerçevesinde
deðerlendirmektedir. Kendine özgü bir Tanrý
anlayýþý ve ibadet kurumlarýyla bir Ýslamî ve
felsefi inanç sistemi olan Aleviliði kabul
etmemektedir. Aleviliði, Hanefi mezhebinin
bir tarikatý olarak tanýmlamakta, dolayýsýyla bu
mezhebin ilkelerine uymayý dayatmaktadýr.
Bu kitapta, Diyanet kurumu ve Ýlahiyat
Fakülteleri aracýlýðýyla yürütülen iþte bu bilinçli siyasete karþý yorumlar ve açýklamalarý
toparlanmýþtýr.
21
Lolanlýlarýn Tarihçesi - Bölüm I
Burhan Kocadað
L
olan kelimesinin anlamý ne kitaplarda vardýr ne de yaþanmýþ
büyükler arasýnda bilinmektedir. Ancak, Lolan dendi mi, bir
büyük oymaðýn ya da boyun adý akla gelir; “an” eki Türkçe
gramerde yer almakla beraber genelde Farsça’dan geçen
iþlek bir ektir. “Lol” kökü ise “Lal-Lâl-Lul-Lol” deðiþimi
ile “Lol” olduðunu göstermekte ise de kanýmýzca bu kök “Lul” dan
bozma olsa gerek.
Orta Asya’da ve þimdiki Çin topraklarý içinde olan Doðu
Türkeli’ndeki Altýn Dað’ýn kuzeyinde bulunan Lop gölü yakýnlarýnda
yapýlan kazýlarda “Lul-an” kasabasýnýn ortaya çýkýþý da doðrularý ve söylentileri pekiþtirmektedir.
Yerli halk, Lolan oymaðýnýn halkýmýza ve halktan olan kiþilere “Lol”
veya “Lolýc” demektedir. “Lolýc” ise Lolan oymaðýndan bir fert veya o
soydan gelen bir kiþi anlamýný taþýmaktadýr. Çin kaynaklarý Lolan kelimesini, “Lul-an” olarak göstermektedir. 1985 yýlýnda yayýmlanan “Ýpek
Yolu” dizisinde de Lulanlýlar, ayný þekilde “Lou’lan” olarak yayýmlandý.
Yöre halký, Lolanlýlar’la meskun olan bölgeye de “Lola” demektedir.
Günümüzde Varto’da, Pülümür’de, Bingöl’de ve Kars’ýn Göle/Selim
köylerinin yer adlarý ile kabile halklarýnýn soy adlarýnda da görüldüðü
gibi Doðu Türkeli’nde “Lou-lar Lu-lan”, Doðu Avrupa’da Valday bölgesinde “Neu Danzig”, Polonya’nýn kýyý þeridinde Danzing kenti bulunmaktadýr. Ayný þekilde Pülümür, Bingöl ve Varto’da “Danzig” adýnda
köy ve nahiyelerin bulunuþu, Lolan oymaðýnýn Hun göçleriyle birlikte
bu yerlere gittikleri ve yerleþtikleri yerlere kendi adlarýný verdiðini göstermektedir. G.Antep /Araban ilçesinde birbirine yakýn iki köy, LolanAþaðý Lolan adlarýný taþýr. Bunlarýn da Varto-Bingöl-Tunceli ve Erzincan’daki Lolanlýlar ile akraba olup olmadýklarý bilinmemektedir. Ancak,
ayný soydan ve ayný kökenden geldikleri bir gerçek. Bu konuda Fýrat
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi-Tarih Bölümü Öðretim üyesi Seydi
Özyiðit, hazýrlamýþ olduðu lisans tezi araþtýrmasýnda þu bilgiyi vermektedir:
“Anadolu’daki Lolan aþiretinin küçük bir kýsmý da Antep ilinin
Araban ilçesine baðlý Lolan ismiyle bilinen iki küçük köyde yaþamaktadýr. Her iki köyde de tamamen Lolanlýlar oturmakta olup, birbirlerine çok yakýn akrabadýrlar”.
Araban ilçesinin birkaç kilometre doðusunda verimli ovada yaþayan
Lolanlýlar, çiftçilik yapmakta olup az da olsa büyük ve küçükbaþ hayvan
beslemektedirler. Türkçe konuþan bu Lolanlý köyler, Sünni-Hanefi
mezhebindendirler. Fakat, Aþaðý Lolan köyü eski muhtarý olan Mustafa
Demir ve Lolanlý Mehmet Özyiðit’in verdiði bilgiye göre, çok eskiden
Alevi olduklarýný, dedelerinden iþittiklerini tespit ettim. Biz de buna
dayanarak, bu iki Lolan köyünün ilk sakinleri olan Lolanlýlar’ýn Alevi
olan Erzincan ve Varto Lolanlýlar’ý ile ilgilerinin olduðunu tahmin
etmekteyiz. Araban’daki Lolanlýlar’ýn eskiden Alevi olmalarý ve konuþmalarý da gösteriyor ki, bu Lolanlýlar, çok büyük bir ihtimalle Yavuz
Sultan Selim zamanýndan önce ayrýlmýþ ve buralara gelmiþ olmalarý
muhtemel.i
Varto’daki lolan kabilesinin bütün büyükleri, Erzincan’ýn ve þimdiki
Tunceli’ye baðlý Pülümür-Danzing bölgesinden Varto’ya geldiklerini,
bunu babalarýndan ve de dedelerinden duyduklarýný söylemektedirler.
Danzing bölgesine ise Ýran’ýn Horasan bölgesinden göç ettiklerini, bu
göçün Selçuklu akýnlarý ile birlikte veya sonra olduðunu belirmektedirler.
Halen Pülümür’ün Danzig bucaðý ile Bingöl, Göle, Selin ve
Varto’daki Lolanlýlar biri birine gidip gelmekte ve biri birlerini yakýndan
tanýmaktadýrlar.
Kaynaklar, Lolan Aþireti’nin, miladi dördüncü yüz yýlda anayurtlarý
olan Türkistan’daki “Lu-lan” Lolan kentinden batýya göç etmiþ olduðunu belirtmektedir. Lolan þehrinin harabeleri, halen Lop gölü yakýnlarýndaki kazýlardan anlaþýlmaktadýr.
Hicri tarihin 10.uncu yüz yýlýnda Varto’ya gelen ve ilçenin yerli halkýndan sayýlan bu aþiret halký, Dersim ve Erzincan bölgelerinden Var-
22
to’ya geldiklerini ve Akkoyunlular zamanýnda buraya yerleþik bir kabile
olarak Karaballý oymaðýna mensup olduklarý bilinmektedir. Bu kabile
halký, Varto’da kalýbal-Kacer- Kasým ve Hýdan boylarýna ayrýlmýþ olup
eski gelenek ve göreneklerini, inanç ve yaþam özeliklerini korumaktadýrlar.ii Ayný þekilde emekli bir araþtýrmacý olan rahmetli Salih San da Hun
göçleriyle birlikte Orta Asya’dan Batý Türkistan’a ve Horasan bölgesine,
oradan da Selçuklu akýnlarýyla Anadolu’ya, Erzincan bölgesine geçtiklerini, Varto’daki Lolanlýlarý’ýn ise miladi 16.cý asýrda Varto’ya yerleþtiklerini bildirmektedir. iii
Bu üç ayrý açýklama, birbirinden alýntýlý olsa bile gerek Profesör Dr.
Osman Turan’ýn Selçuklular Tarihi ve gerekse T. Yýlmaz Özturan’ýn
Türkiye Tarihi ile Hunlar’ýn parçalanmasýndan sonra Batý Hunlarý’nýn
Ön Asya’ya ve Doðu Avrupa’ya göçleri, göç yollarý, birbirlerini tamamlayan tarihi olgulardýr. Hunlar zamanýndaki Lolan þehir devletinin yeri
üzerinde yabancý araþtýrmacýlar tarafýndan çeþitli görüþler ileri
sürülmüþtür. Bu araþtýrmacýlardan: Albert Herman, Condray, Sven Hedin
ve Aurel Stein, araþtýrmalarýyla bu konuya deðinmiþlerdir. Lolan þehri,
Hunlar zamanýnda Lobnor-Tuslu bataklýklarýnýn(þimdiki Lop gölü)
kuzeyinde olup, ayný gölün güneyinde de “Þanþan” adýnda bir þehrin
olduðu belirlenmiþtir.
Halen Lop gölü civarýnda bulunan Lolan harabeleri meþhur olup,
birçok doðulu ve batýlý þarkiyatçýnýn ilgisini çekmiþ, üzerinde çeþitli
yayýnlarla birlikte, defalarca kazýlar yapýlmýþtýr.
Doðu Türkistan’ýn doðu kapýsý olan Lolan’dan ticaret kervanlarý,
Çin’den Türkistan’a batýdan Ýran, Anadolu v.s. den Çin’e geçmek zorunda kalmýþlardýr. Lobnor bataklýklarýnýn kuzeyinde, çöllerin ortasýndaki
Lolan þehri, çöllerden geçen kervanlarýnýn bir sýðýnaðý ve ayný zamanda
ihtiyaçlarýný karþýlayabilecekleri tek durak durumunda idi. Bu nedenle
Orta Asya’da kendi hakimiyetlerini saðlamlaþtýrmak ve Türkistan ticaretine sahip olmak isteyen bütün Asya büyük devletleri ve zaman zaman
güçlenen Yarkent-Turfan gibi þehir krallýklarý da Lolan’a sahip olmak
istemiþlerdir.
u sebepledir ki Büyük Hun Ýmparatorluðu ile Çin’liler
arasýnda Lolan için uzun yýlar savaþlar eksik olmamýþ,
bazen Hunlar ve de Çin’liler buraya hakim olmuþlardýr.
Meta Han’ýn M.Ö 176 da Çin Ýmparatoru’na gönderdiði
meþhur mektupta, Lolan’ý aldýðýný belirtmesi, Lolan’ýn ne
kadar önemli olduðunu ve Lolan’a verdikleri deðeri göstermiþtir.
Hunlar’ýn M. Önceki yýllarda Lolan’a bir asýr dolayýnda hakim olmalarý
ve Lolanlýlar’ýn da Çin’de kervanlarýna Hunlar’ýn emriyle saldýrmalarý
ve bunun sonunda Çin kervanlarýnýn acý feryadý, Çin’in batýya, yani
Türkistan’a yönelmesine neden olmuþtur. Çinliler’in yapýlan mücadelede
yenik düþerek geri çekilmeleri sonucunda Hunlar, Lolan’a ve diðer
Türkistan þehirlerine inmiþlerdir.
Çin kaynaklarýnda sýk sýk Lolan þehri, Hunlar’a casusluk yapýyor
denilmesinin büyük bir önemi vardýr. Gerçekten Lolan’lýlar, Hunlar’a bir
nevi gözcülük yaptýklarý gibi, Hunlar’ýn emriyle Çin kervanlarýnýn önünü
zaman zaman kesmiþlerdir. Böylesi durumlarda Çinliler de boþ durmamýþ, kimi zaman Lolanlýlar’ýn üstüne ordular göndererek Lolanlýlar’ý
cezalandýrmýþ ve kimi zaman da buralarda ticaret kolonilerini kurmuþlardýr. Ancak, kimi zaman Çin’in kuvvetten düþerek zayýfladýðýný ve buralardan çekildiði görülmüþtür. M. Önceki yüz yýllarda iki büyük devlet
arasýndaki sýkýþýp kalan Lolan krallýðý, çoðu zaman bir þehzadesini Çin
sarayýna rehin býrakýrken, diðer bir þehzadesini de Hunlar’a rehin göndermek zorunda kalmýþtýr. Çinliler’in bazen Lolan prenslerini geri göndermesi veya öldürmeleri sonucunda halk, Hunlar’ýn tarafýný tutmuþtur.
M.S. üçüncü yüz yýlda Turfan ile Hami þehirleri yakýnýnda bir baþka
Lolan’ýn kurulduðunu görmekteyiz. Ancak, bu yüz yýllarda ne yeni kurulan Lolan’dan, ne de Lobnor gölünün kuzeyindeki Lolan’dan söz
edilmez. Lobnor’daki Lolan’ýn eski stratejik önemini niçin kaybettiðini
bilmiyoruz. Tarihler bu konuda pek bilgi vermemektedir. Buna karþýn
Lobnor’un güneyindeki Þanþan þehrinin önem kazandýðýný görmekteyiz.
Acaba, Lolan, gerçekten önemini yitirdi mi? Yoksa, Þanþan adýyla mý
B
Sayý 5
anýlmaya baþlandý? Ancak bu konuda kaynaklar her iki þehir halkýný ve
krallýðýný birbirine karýþtýrmaktadýr. Kesin olmamakla beraber bir doðal
afetin Lolan’ýn önemini kaybettirdiði olasý. Bunun sonucunda büyük bir
göçün yapýldýðý sanýlmaktadýr.
Bu göç ileridir ki, Lolanlýlar, büyük bir olasýlýkla Horasan ve Harzen
üzerinden Anadolu’ya gelip vatanlarýnda yerleþmiþlerdir. iv
T. Yýlmaz Öztuna, Hun Türkleri’nin Mete Han’dan sonraki durumlarýný anlatýp 10. hükümdarý Ho-lo-ku (Hulogu)-( Hulagu) ( M.Ö. 96-85)
ya geldiðinde þu bilgiyi vermektedir:
“Hulugu Yabgu’nun üç erkek ve iki kýz kardeþini daha biliyoruz.
Bunlardan biri “Doðu Çjuki” ülkesinin prensi olup M.Ö. 96’da
imparatorluk naibi olmuþtur. Serehenþan adýnda bir de oðlu vardý.
Diðer kardeþi M.Ö. 85’te öldürüldü. Üçüncü erkek kardeþi de Batý
Kali-Loli prensi idi.”v
Ve yine yapýtýnýn bir baþka yerinde “Batý Loli-(Kali) denen ülkenin
prensi olduðu malumdur.”6 demekle Türkistan’da “Lu-lan” þehrinden
baþka Doðu Loli ve Bsatý Loli bölgelerinin olduðunu, burada
Lulanlýlar’ýn yaþadýðýný kanýtlamakla birlikte daha önce açýkladýðýmýz
gibi Hun imparatorluðu içinde bir prenslik olan Lu-lan’lýlarýn Batý
Hunlar’ý ile birlikte Ön Asya ve Doðu Avrupa’ya göç ettikleri, Ön
Asya’ya gelenlerin Balkan ve Ýran Horasan’ý bölgelerine yerleþtikleri,
buralarda hayvancýlýk yaptýklarý ortaya çýkmaktadýr.
Varto’da, günümüzde de yerli halk, Lolan aþireti ile meskun olan bölgelere “Loli”-“Lola” demektedir. Yine Kali ismi de Lolanlýlar’da bir
erkek adý olarak kullanýlmaktadýr. Soy þecerelerinde 3 ila 6. dedelerinin
adlarýnýn “Kali” olmasý, bunu kanýtlamaktadýr.
Erzincan’da olan Yabgular’dan Baranlý aþiretinin günümüzde de
Lolan-Balhan, Baranlý ve Alanlar’la yan yana oturmalarý, ayný gelenek
ve töreyi sürdürmeleri, bütün bu aþiret ve oymaklarýn ayný kökenden
geldiklerini ve köklerinin Hun Ýmparatorluðu içinde yer alan 32 kavimden veya ulustan birine dayandýðýný göstermektedir.
Yýlmaz Öztuna, yapýtýnýn bir baþka yerinde, Hunlar’dan
Göktürkler’e kadar Türk hanedanlarýnýn yönetiminde 32
prenslik ve hanedanlýktan oluþan bir konfederasyonun kurulduðunu, Asya’daki büyük imparatorluðun bu konfederasyondan oluþtuðunu belirttikten sonra bu prenslikler
arasýnda “Lolan” “Lu-Lan” Veya “Lou-Lan” prensliðinin bulunduðunu
yazmaktadýr. Bu durum, bir rastlantý deðildir. Batýya yapýlan göçün, Hun
Ýmparatorluðu’nun parçalanmasýyla Hazar kýyýlarýna, Horasan’a ve
oradan da Urmiye gölünün güney batýsýndaki Yukarý Mezopotamya’nýn
daðlýk sahalarý ile Doðu Anadolu’ya, bir baþka koldan da Hazar
Denizi’nin kuzeyinden, Karadeniz ve Azak Denizi’nin üst taraflarýndan,
Valday platolarýndan Orta Avrupa içlerine ve Baltlýk kýyýlarýna kadar
yapýlmasý, Doðu Avrupa’da Azak Denizi’nin tam kuzey istikametinde
Valday Ýçlerinde “Neu Danzig”, Polonya’da “Danzik” kentlerinin
kurulmasý, Kuzey Irak’ta “Lolan” bölgesinin oluþturulmasý,
Türkistan’da yapýlan kazýlarda “Lu-Lan” kasabasýnýn ortaya çýkarýlýþý,
ayný yörede “Doðu Loli” ve “Batý Loli” bölgelerinin olmasý ve bu bölgelerde “Lu-Lan” veya “Lou-Lan” prensliðinin kurulmasý, birbirini zincirleme izleyen tarihi gerçekler olup, Lolanlýlar’ýn Hunlar ile ortak
devlet kuran bir boy olduðu, onlarla birlikte göç yolarýnýn izlerini
taþýdýðý ortaya çýkmaktadýr.“Lolan” prensliðinin içinde bulunduðu ve
Hun Ýmparatorluðu’na baðlý bulunan bu prenslikler þöyle sýralanýr:
Tölüs Krallýðý, Tunghu (Dunghu) Krallýðý, Tim-lin (Dim-lin-Dimlic)
Krallýðý (Bu krallýk, günümüzde Varto-Bingöl-Tunceli-Erzincan bölgelerinde konuþulan Zazaca yine Zazalar’ýn Dimlic dedikleri Palomaden- Lice-Hani-Siverek- dolaylarýnda konuþulan ayný dilin bir baþka
þivesi olan Dimliki–Eski Daylemiler-dilini konuþurlardý. Kýrgýz Krallýðý,
Usun Krallýðý, Hu-te Krallýðý, Kanklý Krallýðý, Fergana Krallýðý, Alan
Krallýðý, Tü-on-çin Krallýðý, Kaþgar Krallýðý, Yarkent Krallýðý, Hoten
(Hotan) Prensliði ( Hotan adýnda Varto’da bir köy ve bölge bulunmaktadýr), Yü-mi (Kiü-mi) Prensliði, Tsim-Tsiue Prensliði, Aksu prensliði,
Kü-me (Kie-me–Polo-kia) prensliði (Çinliler’in tek heceli dil gruplarý
özelliðinden ötürü böyle heceli isim taþýyan prenslik olmuþtur.),Wen-so
Prensliði, Karaþar Prensliði (Bu isim altýnda Varto Lolanlýlar’ý arasýnda
benzer bir köy bulunmaktadýr–Karacer- Ýsmi, beklide Karaþar’ýn
deðiþmiþ bir biçimi olabilir.), Þan-kue Prensliði, Goey-li Prensliði,
Goey-Siü Prensliði, Kiü-li Prensliði, Tsie-Mo Prensliði, Lu-lan (lou-lan)
Prensliði. Bu pranslik Lop gölü yakýnlarýndaki Loli bölgesinde olup,
T
Aralýk 2004
baþkenti, yine Lop gölü kýyýlarýndaki (Kan-ni-çing) idi. M.Ö.177’de
Kunlar (Hunlar) tarafýndan büyük Türk hakanlýðýna katýlmýþ, M.S.72’de
Çinli’lerin egemenliði altýna girmiþtir. M.S. IV. yüzyýlda bir grubun
Hazar kýyýlarýna ve Balhan bölgesine göç ettiði anlaþýlmaktadýr. Kamul
Prensliði, Kio Prensliði,Pi-lu Prensliði, Yu-li – Ya-Su Prensliði, Tsie-mi
Prensliði, Tan-pe Prensliði, U-tan – Tsü-li Prensliði
Lolanlýlar, Hunlar ile birlik olup kurulmuþ olan konfederasyon içinde
25. Prenslik olduktan sonra gerek ipek yolunun ellerinde bulunuþu ve
gerekse Çin ile Hun Ýmparatorluðu arasýnda olmalarý nedeniyle önemleri
bir kez daha arttý. Lolan-Þanþan þehirleri bu önemin merkezini oluþturuyordu. Bu konuda Seydi Özyiðit, yaptýðý araþtýrma sonucunda kimi
kaynaklara dayanarak þu bilgileri vermektedir:
“Lolan, Doðu Türkistan’ýn da doðusunda, çöllerin ve tuzlu bataklýklarýn ortasýnda kalmýþ bir yerdir. Çin’den batýya giden ipek yolu ile
diðer ticaret yollarý, Lolan’ýn içinden geçmek zorunda idiler. vii
Kervanlar buradan çýktýktan sonra, büyük çöllerin içinden geçeceklerinden, su ve yiyeceklerini Lolan kentlerinden almak zorunda idiler. Orta Asya kültürünün en parlak çaðlarýný temsil eden bu iki kültür
merkezinin yerleri henüz daha kesin olarak tespit edilememiþtir.
Çölden geçip Lobnor gölüne dökülen ýrmaklarýn zamanla yatak
deðiþtirmesiyle þüphesiz bu iki þehir de yer deðiþtirmek zorunda
kalmýþtýr. Buna raðmen bu konuda pek çok yayýn yapýlmýþ ve konu
olarak incelenmiþtir. Lolan ve Þanþan bölgesini Sven Hedin ve Aurel
Stein gibi iki büyük araþtýrmacý araþtýrmýþ ve yayýnladýklarý eserlerinde bu iki kültür merkezinin yerlerini bulabilmek için büyük
gayretler sarf etmiþlerdir.”
Eski Çin kaynaklarýnda Lolan, Lobnor ve Þanþan olarak bilinen bölge
14. yüzyýlda Lop-teke, Sarý Uygur adlarýyla tanýnmýþtýr. viii
Mete Han çaðýndaki Lolan, Lobnor gölü veya tuzlu bataklýk kýyýsýnda bulunuyordu. Fakat. M.S. üçüncü yüz yýlda iki Lolan doðmuþtu.
Birincisi güney yolunda, Lobnor kýyýsýndaki Lolan idi. Ýkincisi ise Hami
kentinin 120 mil güney batýsýnda kurulandýr ki, bu þehir, Þanþan’dan
kaçan kiþiler tarafýndan kurulmuþtur. Eski Lolan veya Þanþan, Çin tarafýna geçtikleri için Hunlar ve diðer yabancýlar, bu þehre kendi dillerinde
Na-chi adýný takmýþlardý.ix
Lolan’dan geçen Ýpek Yolu’na gelince:“Çin- Loulan-Kuça yolu”
1956 yýlýndan sonraki araþtýrmacý Natsuda ile önem kazanmaya
baþlamýþtýr.Bu yolun uðradýðý baþlýca kentler þunlardý:Tuhuan-LolanKuça ve Pamir yolu. x
Bu bahsettiðimiz yol, sadece Lolan’ý ilgilendiren yoldur. Batý
dünyasýndaki ipek yolu güzergâhý, Roma Süriyesi’nin baþkenti
Antakya’dan baþlar, Fýrat nehrini aþar, Ýran’daki Part Ýmparatorluðu’ndaki hanedana ve Merv’e uðruyordu. Belh þehrinden Pamire geçen bu ipek
yolu Kaþgar’a vardýktan sonra ikiye ayrýlýr. xi Kuzeye giden yol, Albert
Herman’a göre, Kuça’dan Karaþar’dan ve Lolan’dan geçiyordu. Güney
yolu ise Kaþgar’dan, Yarkent’e Hotan’a, Niya ve Miran’a (Bu son þehir
Lobnor’daki Lolan Krallýðý içinde bulunuyordu.) uðruyordu. Her iki yol,
buradan geçip, en son duraðý olan Lo-yang’a varýyordu. xii
DÝPNOTLAR:
1
Seydi ÖZYÝGÝT, Fýrat Üniversitesi- Fen/Edebiyat Fakültesi/Tarih Bölümü/ Lisans
Tezi S.48-49.
2 Kadri Kemal Kop, Doðu Anadolu’da Araþtýrmalarým ve Mehmet Þerif Fýrat, Varto
Tarihi.
3
M. Salih San, Doðu Anadolu ve Muþ’un Kronolojik Tarihi- s.205.
4 Seydi Özyiðit, Fýrat Üniversitesi- Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Lisans Tezi
s. 8-9-10-11
5 T.Yýlmaz Öztuna,Türkiye Tarihi, C.1.s.130.
6 T.Yýlmaz Öztuna A.g.e. s. 132
7 B.Ögel, Büyük Hun Ýmparatorluðu, C.1.s. 450.
8 M. Emin Buðra,“Doðu Türkistan’a Dair”, Türk Kültürü, Sayý.21, Haz. 1964-Ankara.
1964.S.100.
9 B.Ögel. A.g.e C.1. S.453.
10 B. Ögel-A.g.e C11. s. 434.
11 Rene Grousset, Bozkýr Ýmparotorluðu, Çeviren: Reþat Uzmen- Ýst. 1980 s. 58.
12 V.V. Barhold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkýnda Dersler,Ankara. 1975 s.120R.Grousset. s.59 A.g.e.
23
SEYÝT MEFTUNÝ
SANATÇI MUHARREM TEMIZ ILE SÖYLEÞTIK
Arguvan’ýn Çocuðuyum
Ahmet Koçak
Melul Mahsuni
Melul mahsun duran güzel
Aþkýn beni de kurban deleyledi
El âleme de kul eyledi
Giyin libasý güzel
Aþkýn beni kurban deleyledi
El âleme de kul eyledi
Seyit Meftuni de bilmez
Her güzele de kurban meyil vermez
Seni seven asla ölmez
Aþkýn beni de kurban deleyledi
El âleme de kul eyledi
Muharrem Temiz kimdir; seni kýsaca tanýyabilir
miyiz?
1962 yýlýnda Arguvan’ýn, Kuyudere köyünde doðmuþum. Ýlkokulu köyde, ortaokul ve liseyi
Adana’da tamamladým. 80 yýlýnda Ýstanbul Teknik
Üniversitesi, Türk Musikisi Devlet Konservatuarý
Þan Bölümü’ne girdim. 88’de mezun oldum. Öncelikle Arguvan ve çevresini kapsayan Alevi
Bektaþi müziðini, sonra din dýþý halk türkülerini. Bu þekilde devam ediyorum müzik yaþantýma.
Müziðe aþinalýðýnda usta çýrak iliþkisi var. Baban Seyit Meftuni’nin yanýnda geçti çýraklýðýn.
Evet. Seyit Meftuni’nin oðluyum. Halk Müziðinde geçmiþten günümüze kadar usta çýrak iliþkisi,
olmazsa olmazlardan biridir. Her þeyi tarif edebilirsiniz. Ben þimdi sizlere bir yemek tarifi sunabilirim. Ama yemeðin tadýný nasýl tarif edeceðiz? Yemeðin tadý þöyledir, böyledir; tarif edemem,
mümkün deðil. Tek yolu size onu tattýrmamdýr.
Ýþte âþýklýk geleneðinde, usta çýrak iliþkisinde de böyledir. Tavrý, üslubu, tarzý seyrede seyrede,
yaþayarak insan kendini geliþtirir. Gözleminiz iyi ise, tarif edilmesine gerek yoktur. Arguvan’da
âþýklýk geleneði çok yaygýn. Halk âþýklarý içinde büyüdük. Çýraklýk döneminde iyi piþtik. Dedem
Âþýk Hasan Hüseyin Orhan ve babam Seyit Meftuni de bu geleneðin temsilcilerindendi.
Arguvan’ý bir de senden tanýyalým. Coðrafi, kültürel ve ekonomik yapýsýný dinleyelim. Neyle
geçiniyor insanlar, durumlarý nedir? Geçmiþten bu güne yaþam tarzý nasýldýr?
Küçük Yaþta
Küçük yaþta gurbet elde
Gezer divana divana
Defteri kalemi elde
Yazar divana divana
Minnet eylemem feleðe
Âþýðým ben bir meleðe
Süt oldum girdim eleðe
Süzer divana divana
Seyit Meftuni’nin dili
Ayan olsun Hakk’a hali
Taþa deðse aþkýn yeli
Tozar divana divana
Dost Cemalin
Dost cemalin benzer Güneþ’e Ay’a
Bakamam yüzüne yandýrýr beni
Âþýðý kül eyler sendeki ziya
Gonca güller gibi soldurur beni
Beni beni sevdalým beni belalým beni
Kaþlarýn bismillah gözler harami
Vurdun yüreðime derdi veremi
Bir tabip olup da gel sar yaremi
Bu senin aþkýn da öldürür beni
Beni beni sevdalým beni belalým beni
Seyit Meftuni’yem hayraným sana
Acý þu halime merhem et bana
Kara toprak oldu bize öz ana
Sarar sinesine buldurur beni
Beni beni sevdalým beni belalým beni
24
Arguvan Malatya iline baðlý, Malatya’ya 60-70 km. uzaklýkta, kýraç bir bölge. Arguvan’ýn 46 köyü
var. 1954 yýlýnda ilçe oluyor. Küçük platolar, küçük sular, daðlarda, tepelerde ufak-tefek aðaçlar
ayrý bir güzellik katýyor, Aguvan’ýn coðrafi yapýsýna.
Arguvan’ýn pek fazla ticarete dönük üretimi yok. Hayvancýlýk çok geliþmiþ deðil. Hayvancýlýktan elde edilen, süttür, peynirdir, yoðurttur. Hayvanlarýn yeþilliði bulabileceði alan olmadýðýndan bunlarý elde etme þanslarý yok. Doða buna müsait deðil. Kayýsýcýlýk ve arýcýlýk son zamanlarda ufak tefek yapýlmaktadýr. Baþka gelir kaynaðý yok.
Asýl önemli olan kültürel yapýsý. 46 köy içersinde 22 köy, tamamen Türk-Alevi,. 9-10 köy KürtAlevi. Arguvan, okuma yazma oraný en yüksek bölgelerimizden bir tanesi.
Yüzde 98-99’larý buluyor, Arguvan’da okuma yazma oraný. O yönden iyi. Ben bunu kültürel yapýya baðlýyorum. Bu bölgede birkaç köy var ki, buralara dedeler köyü deniyor. Minayik, Emirler
Mezrasý, Germiþi, Gürge, Apasý, Sinemili gibi yerler. Dedeler, özellikle saz çalýp türkü-deyiþ
söylemeleri, gittikleri bölgelerden, gittikleri yörelerden çeþitli kültürel nüveleri kendi bölgelerine
getirmeleri, kendi bölgelerinden baþka yere götürmelerinden dolayý seyyar kültür elçileri olmuþlar.
Halk dilinde bunlara biz ayný zamanda Tulubadur da diyoruz.
Alevi-Bektaþi müziðinde deyiþlerin, düvaz-ý imamlarýn, semahlarýn bulunmasý, Alevilerin ibadet þekli olan cemlerin yaygýn olmasý ve hâlâ devam ediyor olmasý o bölgenin müzikal yapýsýna,
müzikal kültürüne âdeta damgasýna vurmuþ.
Son yýllarda Alevi-Bektaþi kültürü çok etkin. Özellikle benim albüm çalýþmalarýmla Arguvan’ýn Alevi-Bektaþi müzik kimliði ortaya çýktý. Asýl olan buydu. Asýl olana kavuþtuk.
Bunun yanýnda din dýþý türküler var. Dinsel tema ve o inançla paralellik gösteren müzik yapýsýna Alevi-Bektaþi müziði, onun dýþýndakine de din dýþý müzik diyorum. Arguvan genelde uzun havalarýyla biliniyor. Arguvan’ýn din dýþý türkülerinin temeli de uzun havalardýr. Din dýþý türkülerin,
kýrýk havalarýn asýl beslendiði melodik temel uzun havalardýr.
Arguvan’da çok enteresan bir yapý var. Baðlamayla çalýnan, söylenen oyun havasý hiç yoktur.
Neþeli hava zaten hiç yok. Orda ki insanlar hüzünlerini, sevinçlerini, her türlü hallerini uzun hava
ve içe dönük acýklý, lirik türkülerle dile getirirler. Eðlenceye giderler, çok neþelidirler. Ama aðýtlar
okurlar, onunla coþarlar.
Yani eðlencelik müzikleri de ritmik deðil, hareketli deðil diyorsun?
Mesela “Fýrat Kenarýnda Yüzen Kayýklar”ýn versiyonlarý var. Sonuçta “Fýrat Kenarýnda” bir aðýt.
Orada, o bölgede yaþanan bir ölüm olayýný dile getiriyor. Bu, din dýþý bir müzik türü olan aðýt. Ama
insanlar bunu, herhangi bir yerde, hadi eðlenelim filan denildiði zaman söyleyebiliyorlar. Bizim
neþemiz de, üzüntümüz de hep ayný. Arguvan’a komþu noktalar var. Arapkir, Hekimhan, Divriði,
Kangal, Ýmranlý, Elbistan, Afþin’in köyleri, Akçadað, Doðanþehir. Doðu Anadolu’daki o çekirdek
bölge insanýn hepsi için geçerli bu söylediklerimiz.
Üretimdeki iliþkileri birbirine çok benziyor. Bunun sanata, kültüre yansýmasý da ayný oluyor.
Tabii. Bunun da en belirgin nedeni o bölgede Alevi-Bektaþi inancýnýn hakim olmasý. Dolayýsýyla
birbirlerine gidip gelmeler, akraba iliþkileri, kýz alýp vermeler iyice pekiþtirmiþ. Bugüne kadar da
taþýmýþ. Hâlâ da korunuyor, bu iliþkiler.
Sayý 5
ARGUVAN TÜRKÜSÜ
Arguvan’da ozanlýk geleneði olduðunu, sizin köyün dedeler köyü olduðunu söyledin. Sen de bu
gelenekten gelip, bu kaynaktan beslenen sanatçýlarýndan birisisin.
Ben o noktada þanslý olduðumu düþünüyorum. Arguvan’ýn âþýklýk geleneðinde bilinen belli baþlý
isimler var. Derviþ Muhammet, Âþýki, Þah Sultan Senem Bacý, Hasan Hüseyin Orhan, Âþýk Bektaþ
Kaymaz, Seyyit Meftuni ve diðerleri var. Âþýklýk geleneði içinde yaþayan, tescilli yüzün üzerinde
kiþi var. Ve bir de bilinmeyenler var.
Arguvan türkülerine toplumun bütün kesimlerinde ilgi var. Bu türkülerde herkes kendinden bir
þeyler bulabiliyor.
Halk müziðinin çýkýþ noktasý bu. Ýlk baþlarda yerel olarak çýkýyor. Halkýn her deyiþde, her dörtlükte kendini bulmasý ile yayýlýyor. Halkýn kendisinin yaratmýþ olduðu, isteyerek ya da istemeyerek,
bilerek ya da bilmeyerek, belirli bir süreç içinde zamanda ve mekânda yaygýnlýk ve derinlik kazanýyor. Bu süreç içerisinde halkla bütünleþtiriyor.
‘Arguvan aðzý’, ‘Çamþýhý aðzý’ nedir? Burada ‘aðýz’ ne demek?Çamþýhý aðzý ile Arguvan aðzý
arasýndaki farklar, benzerlikler nelerdir?
Aðýz, terminolojik bir deyim sadece. Bir bölgenin aðýz yapýsýnýn, dilinin (lehçesinin) nasýl kullandýðýnýn, diyalekt yapýsýnýn, konuþma þeklinin türkülerle, melodik yapýlarla birleþtirilmesi o bölgenin aðýz yapýsýný ortaya çýkarýyor. Kerkük aðzý, Azeri aðzý, Çamþýhý aðzý, Barak aðzý...
Arguvan da bölgeye özgü bir diyalekte, þive yapýsýna sahip olduðu ve bunlar türkülerle
melodik yapýlarla bütünleþtiði için o özel sýfatý alýyor.
Çoðu zaman müzikteki aðýz deyimi sözle, þekille tarif edilemez. Az önce bir örnek verdim. Bir
yemek tarifini kolayca verirsiniz. Ayný yemeðin tadýný nasýl tarif edeceksiniz? Tattýrmadan onu
anlatamazsýnýz.
Arguvan aðýzýnýn, Çamþýhý’yla, Baraklarla benzeþtirilmesinin asýl temeli müzikal. Uzun hava
okurlar. Gözünüzü kapattýðýnýz zaman zannedersiniz ki, ritmik bir yapýda, ritmi varmýþ gibi.
Enstrüman devamlý ritim halindedir. Uzun hava açýþý yapýlýr. Ondan sonra þana, vokale gireceði
zaman mutlaka ritmik bir yapýya gidilir. Aslýnda serbest okunur, çabuk çabuk okunur.
Bizim aðýz yapýmýz da, müzikal kimliðimiz de konuþma þeklinin bire bir aynýsý. Bunu din dýþý
türküler için söylüyorum. Mahalli deyimlerde “geliyim, gediyim, eyi misin” gibi günlük konuþma
þekli, din dýþý türkülere aynen, bire bir yansýmýþtýr. “El ediyi, el ediyi; kaþlarý gel gel ediyi” gibi.
Ama Alevi-Bektaþi müziðinde ayný dil kullanýlmýyor. Bu sefer edebi, yani o þiirdeki dil ne ise
o kullanýlýyor. “Ýndim koç babayý tavaf eyledim/Bu gün yaylýmýndan geliyor koçlar.” “Geliyi
goçlar” demiyor. Dolayýsýyla þiirin bütünlüðünü bozmuyor.
Kendi bölgenin türkülerini, deyiþlerini, duvazlarýný, þiirini kapsayan derleme çalýþmalarýn var.
Derlemecilik nedir, herkes derlemecilik yapabilir mi, bunun bilimsel eðitimini almak þart mý?
Türkiye’de her þey birbirinin içine girmiþ, herkes her iþi yapýyor. Herkes derlemecilik yapýyor. Ben
kýsaca söyleyeyim, derleme yapýyorum demiyorum. Çok þansým, avantajým var. O bölgenin insanýyým. Kültürünü, coðrafyasýný, sosyal yapýsýný iyi biliyorum. Ýletiþimim, diyaloglarým çok iyi.
Dededen, babadan ve çevreden kalma bir miras var elimde benim.
Benim yaptýðým tek þey, elimdeki olan o materyallerin yerini gidip görmek ve o insanlarla sohbet etmek. Sadece derleme, toparlama, dizayn etme. Ben onu yapýyorum. Gidip o insanlarýn önüne
teypleri, kayýt cihazlarýný koyup da “hadi türkü söyleyin” demiyorum. O kültürel yapýyý, o müzikal
yapýyý, inanç yapýsýný çok iyi biliyorum. Onun içinde büyüdüm. O bakýmdan bir sýkýntým yok.
Derlemecilik o kadar kolay deðil. Derleme bilimsel bir metottur. Sahada inceleme araþtýrma
tekniðidir. Tek baþýna yapýlmaz. Derleme ekibi içersinde bir sosyolog, bir hekim, bir antropolog,
bir kadýn, bir erkek, vb., olacak. Kadýnlarýn giremediði yerlere erkekler, erkeklerin giremediði yerlere kadýnlarýn girmesi için. Yani en az beþ-altý kiþiden oluþan bir ekipten söz ediyorum.
O zaman bunun þu andaki koþullarda ekonomik, sosyal boyutunu bir tahmin edin. Ondan sonra
ben size soruyorum, “derleme yapýyorum” diyenler nasýl yapýyormuþ? Bir yere gidip bir-iki kaset
doldurup, bunun da derleme olduðunu söylüyoruz.
Arguvan vakfý ve derneklerinin faaliyetlerinden de kýsaca bahseder misin?
On sekiz derneðimiz, üç vakýfýmýz ve bunlarý kapsayan Eðitim Kültür Vakfýmýz var. Bu kurumlarýn
güzel faaliyetleri var. Mesela Türkiye’de ilk defa Arguvan türkü festivali yaptýk. Bu sene beþincisi
yapýlacak. Arguvan türküleri ses yarýþmasý yapýyoruz. 1997 yýlýnda derleme çalýþmalarý yapýldý.
Arguvan halk oyunlarý ve halk müziði alanýnda tüm köyleri kapsayan, Arguvan türkülerini bir
arada toplayan kitaplarýmýz çýktý. Arguvan Vakfý, halk âþýklarýna ölenlerin ve yaþayanlarýn kendi
aðýzlarýndan kaset çalýþmasý yaptý.
Dördüncü albümün “Firkat” ismiyle Arda Müzik’ten çýktý. Albümünü bize tanýtýr mýsýn?
Ben Firkat kelimesini çok seviyorum. Firkat, kendi içersinde hem ayrýlýðý, hasreti barýndýrmasýnýn
yanýnda bir de yeni yerlere uyum saðlamayý, yaþamayý da dile getiriyor. Arguvan’dan uzaðým,
oranýn hasretini çekiyorum. Ýstanbul’da yeni bir yaþamla savaþým halindeyim. Yeni yeni insanlar
tanýyorum. Ama dileðim, insanlar sevdiði yerlere hasret kalmasýn, uzak kalmasýn.
Aralýk 2004
Fýrat Kenarýnda
Fýrat kenarýnda esvap yumuþlar
ölem yumuþlar
Yuyup yuyup gül dalýna asmýþlar
ölem asmýþlar
Sevmediðim yerde sevdi demiþler
ölem demiþler
Sevem de kurtulam elin dilinden
köyün dilinden
Fýrat kenarýnda kayýk deðilem
ölem deðilem
Yardan ayrýlalý ayýk deðilem
ayýk deðilem
Bir çift selamýna layýk deðilem
ölem deðilem
Kuruya kaderim yardan ayrýldým
yardan ayrýldým
ARGUVAN AÐZÝ BIR TÜRKÜ
El Ediyi
El ediyi aman aman el ediyi
Kaþlarýn gel gel ediyi
Senin o güzel duruþun
Beni burda delediyi
Geçti gelin el eyleme amon
Dýlo daðlar dýlo dýlo yollar dýlo
ah dýlo da hancým dýlo
Su yolunda aman aman su yolunda
Kalaylý bar haç kolunda aman anam
Eller gibi bir yar sevdim
O da herkesin dilinde
Geçti gelin el eyleme aman
Dýlo daðlar dýlo dýlo yollar dilo
ah dýlo da hancým dýlo
ÂÞIK BEKTAÞ KAYMAZ
Ben Yolcuyum
Ben yolcuyum helallaþak sabahtan
Bu ayrýlýk devam eder bir zaman
Bir buse alayým o gül yanaktan
Bu ayrýlýk devam eder bir zaman
Seher yeli gibi sineme esme
Ben sana gücenmem sen bana küsme
Gurbette kalýrsam mektubun kesme
Bu ayrýlýk devam eder bir zaman
Gene dumanlandý daðlarýn baþý
Durmayýp akýyor gözümün yaþý
Hatýrdan çýkarma Âþýk Bektaþý
Bu ayrýlýk devam eder bir zaman
25
ALÝ ULVÝ ÖZTÜRK
GÖRGÜ CEMLERÝNÝN GÖRGÜ ÝÇERÝÐÝ
Yola Birlikte Gidilir, Görgüye Devam Edilir Canlar
Serçeþme’nin Abdalý
Mehmet Turan
Ýnsan
Ýkrar ile baþlayan yol.
Sürer gider o ahd ile, bozulmaz.
Ýkrar ile girilen hal,
Yürür gider baþka yolda gezilmez.
Canlarla bir koklanan gül,
Gönüllere ab-ý hayat gibidir.
Erenlerden tutulan el,
Hep açýktýr, vericidir, büzülmez.
Bir damlayýz þu âlemde
Bize derya derler
Yoktur malýmýz mülkümüz
Bize derviþ derler
Tartýmýz noksan tartmaz
Bize dürüst derler
Dilimiz, belimiz pektir
Bize namus derler
Cahille söz tutmayýz
Bize akýl derler
Demi çeker sarhoþ olmayýz
Bize ehil derler
Türkçe yakarýrýz tanrýya
Bize Türkmen derler
Malumdur dünya hali
Bize abdal derler
Sevdalýyýz Türkülere
Bize âþýk derler
Gönlümüz toprakla bir
Bize ermiþ derler
Sultanlara kafa tuttuk
Bize deli derler
Kýblemiz aynaya dödük
Bize kâmil derler
“Kuzu kurt ilen yaydýk”
Bize veli derler
Ariflerle dem tuttuk
Bize Bektaþ derler
Erenlerle cem birledik
Bize Ali derler
Gönlümüzle görürüz
Bize sevgi derler
Paylaþýrýz acýyý kaderi,
Paylaþýrýz ölümü ve yaþamý
Bize dost derler
Semah döneriz turnalarla
Bize Kýrklar derler
Yetmiþ iki millet eþittir, birdir
Bize insan derler
ÖZÜR:
Ali Ulvi Öztürk’ün dergimizin 4. sayýsýnda
yayýmlanan “Ýnsan” adlý þiirinde anlamý
bozan dizgi hatalarý yapýldýðý için þiiri tekrar
yayýnmlýyor, özür diliyoruz
26
G
örgü; yolaðýn ikrarlýsýnýn eli erdiði gücü yettiði dönemlerinde, ikrarýný tazelemek anlamýna gelen “Ölmeden evvel ölmek”, düsturunu yerine getirme ve yürütme amaçlý görgüden
geçme, “Yol hizmeti görme” isteði ile
* Canlarý çaðrýlayýp erkânýný açtýðý,
* Baðlý olduðu ocaðýn dedesi/babasý, rehberi ve canlar birlikteliðiyle, (Ayin-i cemini topladýðý),
gönüllerin birlenip, Selman hizmetinin, Ferraþ hizmetinin yerine getirilmesinden sonra delilcinin,
delili (çeraðý) uyandýrýlmasýnýn ardýndan meydancýnýn (Postcu) kutsayýp dede/baba önünde serdiði,
*Görgüden geçecek can ya da canlarýn post üzerinde özünü dâr’a çektiði
*Sorgudan geçerek (dirimde iken Hakk’a yürümüþçesine ) ayin-i cem canlarýnýn rýzalýðýný aldýðý,
* Ölmeden evvel ölmeyi simgesel olarak yerine getirdiði Cem’de uygulanan yol hizmetidir.
Önceden de söz ettiðimiz gibi cem içeriðinde, genel cem düzeni ve yürütülen cem erkânýnda,
görgü hizmetinin (Yol Hizmeti) dýþýnda baþkaca farklýlýk yoktur. Ancak; “Yol bir sürek bindir” diye nitelediðimiz, bölgesel ve yöresel biçimselliklerinde farklýlýklar bulunan deðiþik cem uygulamalarý vardýr. Bunlarý da zenginliðimiz olarak görmemiz gerekmektedir ve öyledir de. Çünkü,
hiçbir cem yoktur ki (Olmamalýdýr ki) biçimsel farklýlýklarýnýn dýþýnda, ayný tasavvuf anlayýþýyla
yürütülmesin. Alevi/Bektaþi yolaðýnýn “Edep–Erkâný”na uygun olmasýn. Ama yine unutulmamalýdýr ki tasavvufi anlayýþ farklýlýklarý, kimi yol yürütücülerindeki (Alevi/Bektaþi yolaðýnýn içsellik kaynaðý olan) tasavvuf felsefesinin sýðlýk ve derinliði de cemler içeriðindeki uygulamalarýn ve
biçimselliðin dýþýnda içsel, düþünsel ve inançsal, farklýlýklara da yol açmaktadýr. Olmasý gereken
ve uygulanan cemler ile(içerisinde yaþanýlan toplumun, baskýcý inançsal deðerlerine, güya saygý
duyma amaçlý, fakat kendi kültürel ve inançsal deðerlerine saygýsýz, örselemeci yaklaþýmlarýn
sonucunda; önceleri saklama (takiyye) ve hoþ görünme çabasý güden pek çok cem içi uygulamalarýn, sonraki kuþaklarca da doðru uygulamalarmýþ gibi görülüp, anlaþýlýp, benimsenmesiyle
ortaya çýkan ve çizgiyi özünden saptýran) olmasý gerekiyormuþ anlayýþý ile sürdürülen cemlerin
farklýlýklarýný, biçimsel farklýlýklar dýþýnda tutmamýz ve göz ardý etmememiz de gerekmektedir.
Ýleriki birlikteliklerimizde bunlar üzerine gönül büyütecimizi gezdirip irdeleme ve ayýklamalarýmýzý da paylaþacaðýz.
Görgüden geçme (Yol hizmeti görme) cemleri, ikrara baðlanmýþ canlarýn Hakk’a yürüyene
deðin geçirdikleri yaþamlarý sürecinde (Yýlda bir, iki yýlda bir, ya da en uzun aralýkla üç yýlda bir)
özlerini yoklayýp, Ayin-i Cem huzurunda, (“En büyük cezanýn, kiþiyi kendi vicdani rahatsýzlýðý ile
baþ baþa ve yalnýz býrakma þeklinde verildiði” Halk Mahkemesi’nde) sorgulanýp, aklanýp sitemden (Penç-Tarik) geçtikleri cemlerdir.
Tüm cemlerde olduðu gibi görgü cemine de gönüller birlenerek baþlanýr. Canlar arasýnda (orada
bulunmayan canlar dahil olmak üzere) küs, dargýn, kýrgýn can bulunmamalýdýr. Aralarýnda gönül
karartýsý bulunanlar ya daha önceden ya da cem baþlangýcýnda Dede/Baba huzurunda barýþtýrýlýr.
Oniki hizmet sahiplerinin ayin-i cem meydanýnda kutsanýp gülbanklanýp yerlerini almalarý, meydana, görevlisi tarafýndan süpürge çalýnmasýnýn ardýndan, birleþmiþ gönüllerin ve düþüncelerin aydýnlýðýný temsil eden Hak- Muhammet-Ali birleminin nur’u olan çerað/delil hizmet ehlince kutsanarak uyandýrýlýr. Delilci/çeraðcý, Dede’den/Baba’dan hizmet gülbangýný alýr. Her hizmet gülbankk
ile kutsanýr.
Sýra meydan postu’nun serilmesine gelmiþtir. Post hizmetlisi Debe’nin/Baba’nýn önüne kutsama tercemaný ile postu serer. (Terceman-Tercüman: Hizmet sahiplerinin yerine getirecekleri hizmeti anlatan, içinde o hizmetin Pir’inin de adýnýn geçtiði, kýsa ve uyaklý tümcelere denir. O anda
yapýlan hizmeti, bulunan durumu açýklama -Hal tercümesi- anlamýndadýr). Postun dört köþesine,
“Yücelikler sana/size olsun Ya Ali”, “Cömertlik atasý sensin aya Ali”, “Tüm gönüllerin barýþýna
rehbersin ya Ali”, “Nimetlere gösterdiðin yolla ulaþýlýr Ya Ali”, diyerek niyaz eder. postun ortasýna niyazdan sonra, “La feta illa Ali, La Seyfe illa Zülfikâr” deyip temsili Zülfikâr varlýðýný koyarak
postu kutsar ve yerine geçer.
Görgüden geçecek/hizmet görecek canlar postun önüne gelip niyaz verir otururlar. Görgüden
geçecek can tek kiþi ise ona Rehberi bendini (kemerbest) kutsayýp baðlar. Erli bacýlý çift baþlý ise
bacý, erinin bendini baðlar. Canlar musahipli (dört baþlý) ise musahip bacýlar musahip erlerin bend-
Sayý 5
lerini baðlarlar. Belbaðý, kemebest, peþkir diye de adlandýrýlan bendler, genelde ikrarlý canlarýn
ikrar kurbanlarýnýn yününden eðrilip bükülmüþ, örme bend olarak hazýrlanýrsa da günümüzde kýrmýzý kordela ya da bezlerden de yapýlmaktadýr. Bazý cemlerde, hizmette ve semahta, bacýlar
baþörtülerini sýyýrýp erlerine bend olarak baðlarlar.
Kemebest baðlamasýndan sonra, canlar hep birlikte, önce giriþ kapýsýndan yana Eþik niyazý,
Dede/Baba’dan yana Ocak niyazý ve postun önünde Post niyazý verirler ve post üzerine çýkýp ayaklarýný mühürleyip (Sað ayak baþ parmaðý, sol ayak baþ parmaðý üzerine gelecek þekilde ayak baðlama) kollarýný yanlarýna sallayýp, Dâr-ý Mansur olurlar. Can tek ise kendisi, çift ya da musahipli ise
yaþlýsý veya gurup adýna birisi Görgü/Yol hizmeti tercemanýný okur:
“Elimiz erde, yüzümüz yerde, özümüz dâr’da, Hak Muhammet Ali erkânýnda, gerçekler meydanýnda, Pir divanýnda, Dâr-ý Mansur’dayýz. Bu fakirlerden aðrýnmýþ, incinmiþ canlar var ise dile
gelsin, bile gelsin, hakkýný Hak’tan talep eylesin. Küllü kusurun sahibiyiz. Medet Mürvet kapýsýndayýz. Kem bizden kerem erenlerden. Eksik bizden tamam erenlerden Allah eyvallah”derler (Ýçeriðin ayný olmasýna dikkat edilerek deðiþik biçimlerde de okunabilir).
Bunun üzerine Dede/Baba cem canlarýndan, huzurdaki canlar hakkýnda söyleyecek sözleri olup
olmadýklarýný, canlarýn ikrarýndan, yollarýndan izlerinden, toplum içindeki hal ve hareketlerinden
hoþnut olup olmadýklarýný sorar. Eksik noksan görülen halleri var ise meydanda yüzlerine söylenip,
eksiklerinin kusurlarýnýn giderilmesine çalýþýlýr/öðütlenir. Yok ise hoþnutluk sorusu cem canlarýnca Eyvallah ile yanýtlanmýþsa, Dede/Baba tüm canlarý niþan göstermeye davet eder. Canlar da
niyaz ederek niþan göstermiþ (onaylamýþ, aklamýþ) olurlar.
Dede/Baba bu kez huzurdaki caný ya da canlarý kendilerinden sorgular. Bu öz sorgusudur:
“Canlar, Ayin-i Cem sizlerden hoþnut ama, bir de sizi sizden sual eyleyelim. Cesedinizde can,
gönlünüzde iman, çýktýðýnýz erenler postu, durduðunuz pir divaný, çektiðiniz Mansur Dâr’ý, dýþýnýz
bizim, içiniz özünüz, Hak birlikteliðiyle sizin. Ne gördünüz, Ne tuttunuz.?” der.
Canlar: “Eyvallah erenler Hak gördük”, derler.
Dede/Baba: “Siz kendinizden memnun musunuz? Ýkrarýnýzda yolunuzda, gönül hatasý, eksik kusur var mýdýr? Yýktýðýnýz varsa yapýn. Eksiðiniz varsa bildirin, aðlattýðýnýz varsa güldürün. Kini
kibri, gönül karanlýðýný öldürün, tüm benliðinizi muhabbet aþký, cemallerin nuru ile doldurun”, der.
Canlar özlerini yoklayýp Ayin-i Cem’e arz etmek, fark edebildikleri eksikleri, kusurlarý var ise
çekinmeden söylemek, kusurlarýn affýný Ayin-i Cem’den dilemek durumundadýrlar. Çünkü meydan ar meydaný deðil, er meydanýdýr. Özlerinden hoþnut, vicdanlarý rahat ise Eyvallah derler. Post
üzerine Zülfikâr önüne niyaz ederek niþan gösterirler. Dede/Baba önünde eðilirler, eline yapýþýrlar.
Üzerlerine kefeni temsilen bir örtü örtülür. Dede/Baba kendilerini kutsayýp, sýrtlarýný “Pençe” ya
da “Tarik” ile sývazlayýp, sitemden geçirilir.. Ayaða dikilirler ve gülbanklarýný alýrlar. Canlar Dede,
Rehber ve tüm canlara özür niyazý edip tekrar dikilir, özür niyazý gülbangýný aldýktan sonra bendlerini çözdürüp yerlerine/ diðer hizmetlerine çekilirler. Meydan postu kutsanarak kaldýrýlýr ve
süpürge çalýnýr. (Car) Selman hizmeti, leðen ibrik ile yerine getirilir. Görgü hizmeti tamamlanmýþ,
huzura çýkan canlar gönül huzuruna kavuþmuþlardýr.
Cem, bütünselliði içindeki diðer görev ve hizmetlerin yerine getirilmesi ile devam eder.
Zâkirler hizmetle ilgili nefesleri, düvaz-ý imamlarý tellendirir, dillendirir. Tevhitler, mersiyeler
okunur. Cem dolularý daðýlýr “Aþk ile Aþk için” içilir, semahlar dönülür, Þah Hüseyin ve Kerbelâ’da
ser veren yetmiþ iki þüheda için saka sularý daðýlýr, serpilir, lokmalar yenir ve Cem Birlemesi
(Oturan Duran) gülbangý Dede/Baba tarafýndan okunarak tamamlanýr.
Görgü yol hizmetinin arasý uzun süre almamalýdýr. Âþýðýn “Senede bir kurban talibin borcu”
demesinden yola çýkarak, talibin, ikrarlý canýn, her yýl mutlaka bir kurban kesip lokma sermesi,
anlamý çýkarýlmamalýdýr. Varlýk durumlarý iyi olanlar bunu yerine getirebilirler. Ancak, aslý olan;
ikrarlý canlarýn yolda bir, en fazla üç yýlda bir, Pir divanýnda, Ayin-i Cem huzurunda, kendi özlerini sorgulayýp görgüden geçmeleridir. Süregiden yanlýþlarý varsa düzeltmeleridir, özünde gönlünde
sýyýramadýðý insana yaramayan huylarý atmalarý, özlerini temizleyip nefislerini kurban
etmeleridir.
Her can bir-iki yýlda bir, kurban kesip lokma seremeyebilir. Durumu buna el vermeyebilir ama
unutmamalýdýr ve unutulmamalýdýr ki, kurban ve lokma yerine sunacaklarý bir avuç tuzlarýna
banýlarak da canlarýn hizmeti görülür. Görgüden geçirilir. Yeter ki canlar, sorgularýný sordurmak,
yol hizmetlerini sürdürmek istesinler.
Ýkrar ile baþlayan yol, görgü ile sorgu ile sürmelidir. Görgü arasý süreyi çok fazla uzatanlar,
devamsýzlýktan sýnýfta kalan öðrenci durumuna düþerler. Çünkü Alevi/Bektaþi yolaðýnýn yolcusu
yaþamýný Alevi/Bektaþi felsefesine göre sürdürendir. Sorgusunu Hakk’a yürüyüþten sonrasýna
býrakmaz. Öyle bir kaygýsý da yoktur zaten.
O Hakk’ý da, hakikati de (bedenlenmiþ yaþamýnýn dünyadaki süresi ne olursa olsun) önsüz ve
sonsuz dirim birliðinde arar. Ýkrar verip sürdürmeyi, görgü ile Alevi/Bektaþi yolaðýný götürmeyi
arama amaçlý çýktýðý yolda, kendini arama öðrenme aþamalarý olarak nitelendirilir. Bunu hissetmek, sezmek arzusu ile yürür/yürütür yolunu.
Bu süreç; tarikat kapýsýndaki ulaþýlacak makamlarý damla damla özümseyip kavrama sürecidir.
Ýkrarlý can yolaðýn talibidir. Hizmet edip himmeti talep eden, bunu candan isteyendir. Hünkâr-ý Pir
Bektaþ Veli’nin kýrk kulplu kazanýna piþmek için girmiþ nefes ateþi ile kendini kaynatmaktadýr. O
kazanda hamlar olgunlaþýp erer, çiðler kaynayýp yanýp piþer. Yolun yolcusu ikrarlý yaþamý
sürecinde Hakk’a yürüyene deðin o kazandadýr. Kazandan taþar, posttan ayaðý kayar ise (ikrarýna
leke getirirse) düþkün olur/edilir. Hak saklaya.
Yol hizmetini, Þahi’nin ikrar hizmeti ile ilgili nefesine paralel (nazire gibi) yazýlmýþ, Þükriya’nýn dörtlükleri ile sonlandýralým þimdilik.
Aralýk 2004
ÞÜKRÝYA
Dörtlükler
Akþamlar oldu da gülbenk çekildi,
Çýraklar uyandý niyaza geldim.
Erenler erkâný meydan açýldý,
Ayn-ý cem kuruldu ihsana geldim.
Hakikat abdestin birden aldýlar,
Mürþidin emrine beli dediler.
Dâr-ý Mansur olup þunda durdular.
Talibi hak olup meydana geldim.
Ol demde halinden sordular canýn,
Var mýdýr kusuru dediler anýn,
Ayn-ý cem gösterdi yere niþanýn,
Üryan püryan olup dizara geldim.
Sofralar kuruldu hizmet görüldü.
Hakikat nurundan cemaller güldü.
Mümin olanlar da ölmeden öldü.
Geçip gýli galden divane geldim.
Seyredip cümlede bu güzel hali,
Þükür gördük anda nuru cemali,
Nefesler okuyup bülbül misali,
Terkedip riyayý meydana geldim.
Koç kuzu kurbanlar meydana geldi,
Nefesler düvazlar ayana geldi,
Aðlarken bu gönlüm þad olup güldü,
Can baþ feda seyrana geldim.
Engür þarabýný ezip içtiler,
Mest olup cümlesi serden geçtiler.
Þah Hüseyin deyip hep aðlattýlar.
Ýçip ol þarabý mestana geldim.
Týðlandý kurbanlar semahlar oldu.
Kalp evimiz nuru imanla doldu.
Anda nasibini alanlar aldý.
Ýnandým sýdkile imana geldim.
Edep erkân tamam oldu sürüldü,
Pervaneler geldi nasip verildi,
Hatmoldu hizmetler, destur denildi.
Þükriya özümle sultana geldim.
Aþk-ý muhabbetle, hüü gerçekler demine
27
GEZÝ NOTLARI
Anadolu Erenlerinin Dergâhlarýnda...
G
Ayhan Aydýn
olaðandýþý mezarýnda da göstermiþ. Metrelerce uzanan büyük mezarý
örten kubbeye bakarken insanýn aklý gidiyor. Bu güzelliði tüm dünya insanlarý görmelidir diye düþünüyorum.
Sultan Süceattin Veli
eçen sene içinde önemli inanç merkezlerimize birçok kez ziyaretlerim oldu.
Buralarda yapýlan anma etkinliklerini
izledim. Olaný biteni not etmeye çalýþtým.
Hacý Bektaþ, Abdal Musa, Topçu Baba,
Sultan Süceattin Veli anma etkinlikleri on binlerce insaný bir araya getirmiþti. Bu coþku bu sene de sürdü. Ben ayný zamanda yine ayný bölgelerde
inanç ve kültür içerikli geziler yaptým. Bunlarý sizlerle paylaþmak beni
mutlu kýlacaktýr.
Bu sefer Alevi Bektaþi yoluna gönül vermiþ canlarýn organize ettiði
bir seferle yine kutsal mekânlara doðru yol alýyorum. Bir otobüs dolusu
insan; dünyayý aydýnlatmýþ erenlerin izinde kutsal ziyaretlerde bulunmak
için yola çýkýyor.
Sultan Süceattin Veli Dergâhý’nda her zaman olduðu gibi herkesi ayný
þekilde karþýlayan Nevzat Demirtaþ ve Nadire Demirtaþ bizi kucaklýyorlar. Anadolu’daki yine en büyük inanç merkezlerinden ve büyük külliyelerden olan Sultan Süceattin Veli’ye sadece Türkiye’den deðil, Bulgaristan’dan da binlerce insan baðlý. Onun adýný cemlerinde, dualarýnda anýyor, gelip kurbanlar týðlayýp onun aþkýyla cem yapýyorlar.
Bizler de ayný þekilde lokmalarýmýzý yedikten sonra nefesler, düvazlarla, bir akþam okumasýyla ibadete katýlýyoruz. Yine benzersiz nefesleri
özellikle analarýn seslerinden dinliyoruz.
Bu gece yola çýkarsak sabah Mevlana’ya varýrýz düþüncesiyle yine
Nevzat Dedelerle vedalaþýp yola çýkýyoruz.Günün ilk ýþýklarýyla Mevlana’nýn huzuruna varýyoruz.
Seyyid Battal Gazi (28 Haziran 2003)
Mevlana (29 Haziran 2003)
Tüm Türkiye’de belki de en iyi korunabilmiþ, en büyük inanç mekânlarýndan birisi olan ve tüm Türklerin belleklerine kahramanlýklarý kadar
hoþgörüsüyle ve bir Hýristiyan’la da evlenerek önemli olanýnýn sevgi
olduðunu göstermesiyle de, anýlan büyük alp eren geleneðinin en büyük
temsilcilerinden Seyyid Battal Gazi’nin Dergâhý’ný bilmem kaçýncý kez
ziyaret etsem de yine ayný aþký, heyecaný yaþýyorum, bu kutsal mekâný
gezerken.
Yolculuk için bizimle gelen ve binayý ilk kez gören canlar da ayný
þekilde bu muhteþem yapý karþýsýnda çarpýlýyorlar. Seyitgazi Ýlçesi’nde
kente hakim yüksekçe bir tepe üzerinde yükselen bu büyük külliye aslýnda bir Ýnançlar Abidesi.
Bektaþi Meydanevi, Türbeleri, Kilisesi, Camisi, Sunaklarý, Mezarlarý,
Aþevi, Müzesi ile buraya gelen herkesi büyüleyen bu külliyedeki þaheserleri gezmek, inanç tarihine de bir yolculuk anlamýna geliyor. Muazzam bir kubbe altýnda Hýristiyan eþiyle yatan büyük Seyyit Battal Gazi,
Türk toplumu üzerinde öyle büyük, öyle derin bir iz býrakmýþ ki bu toplum onun büyüklüðünü sadece destanlarda, türkülerde, þiirlerde deðil,
T
üm Ýslam âlemind ismi en çok bilinenlerden birisi hiç þüphesiz Mevlana Celalettin Rumi’dir. Ünü sadece Müslümanlar
arasýnda deðil tüm diðer dinlerle ilgilenen araþtýrmacýlarýn,
Tanrý’ya varmada farklý yollar arayan milyonlarca insanýn
fikir ve görüþlerinden etkilendikleri Mevlana, Türkiye’nin
sahip olduðu büyük manevi miraslardan birisidir. O çaðýný aþan görüþleri
nedeniyle kimi yobazlar tarafýndan eleþtirilmiþ; “her ne olursan ol, yine
gel” felsefesi nedeniyle kendine dindar denilen yobazlar tarafýndan kýnanmýþ olsa da bugün þiirlerinden, yaratmýþ olduðu tasavvuf yorumundan
etkilenmeyen kimse yok gibi. O yokluklarý var eden Yaradan’ýn, var ettiði
her þeyin görüntüsünde yansýdýðýna inanan bir mutasavvýf olarak tüm
yaratýlmýþlarý seven bir büyük ozandýr; aynen Yunus gibi, aynen Hacý
Bektaþ Veli gibi.
Bugüne kadar bu büyük þahsiyetler ve onlarýn kendi aralarýndaki iliþkiler hakkýnda çok þey söylendi, çok þey yazýldý. Þahsen benim kaným,
aralarýndaki iliþki ne olursa olsun; o üç büyük aþk eri, üç büyük ozan, üç
büyük yürek; yaratýlaný sevmiþ, dünyaya sevgiyle bakmýþ insanlardýr.
Serçeþme Sizlerin Katkýsýyla Çýkýyor ve Daðýtýlýyor
Serçeþme’nin arkasýnda medya ve iþadamlarý yoktur. Gerçek sahibi
Serçeþme’den niyaz alan okuyucularýdýr. Serçeþme’yi çýkaranlar yurt
içinde ve dýþýnda çalýþan, emeðiyle geçinen insanlardýr. Serçeþme okuyucusunun özverisine, paylaþýmcýlýðýna, çalýþkanlýðýna güvenerek ve zorluklarý birlikte çalýþmayla aþma gücüne dayanarak yola çýkýyor.
Eli kalem tutan tüm canlardan yazý, haber, fotoðraf, yorum, yazýlar ile
nefeslerinizi, deyiþlerinizi bekliyoruz. Tüm canlarý, Serçeþme’ye abone
olmaya, abone yapmaya, temsilcilik görevini üstlenmeye, bulunduklarý
yöreye derginin toplu getirtilmesini, elden daðýtýlmasýna el vermeye
çaðýrýyoruz.
BUGÜNE DEK TEMSÝLCÝLÝK GÖREVÝNÝ ÜSTLENEN CANLAR:
Yurtdýþý - Almanya: Berlin Zeki Konuk +49.172.305 92 29; Bremen Adnan Kýlýç
+49.174.448 49 59; Darmstad Hüseyin Akýn +49.179 107 88 56; Frankfurt Sedat
Bican +49.170.751 25 35; Gladbach Behcet Soguksu; Hamburg A. Varol
+49.172.453 14 62; Hanau Kemal Nayman +49.173.667 7291; Kassel Hüseyin
Öztürk +49.162 153 33 20; Oberhausen Mehmet Kaz +49.173 612 01 95; Stuttgart
Kýlavuz Bakýr +49.162 909 70 70; Avusturya: Tirol Hüseyin Polat +43.650 841 55
99; Belçika: Brüksel Kazým Bakýrdan +32.473 49 37 12; Danimarka: Aarhus
Yücel Tanrýverdi +45.5124 0283; Fransa: Paris Ahmet Kesik +33.672 96 33 44;
Hollanda: Gelderland Ali Rýza Aðören +31.651 25 63 19; Ýsviçre: Basel Ýbrahim
Bakýr +41.78 808 40 07; Norveç: Oslo Ali Kýlýnç +47.9208 6450.
Yurtiçi - Adýyaman: Merkez Ýmam Bakýr 0532.791 03 20; Gölbaþý Kenan Tezerdi
0535.949 43 13; Amasya: Merkez Ali Kiziroðlu 0535.644 27 25; Gümüþhacýköy
Feruz Oruç 0542.664 35 14; Ankara: Sýhhiye Timur Özmen 0532.313 87 78;
Merkez Ýsmail Metin 0532.644 95 37; Antalya: Merkez Ýlyas Þimþek 0544.578 22
99; Burdur: Merkez Mehmet Turan 0248.234 37 17; Denizli: Merkez Tekin Özdil
0546.237 32 96; Diyarbakýr: Merkez Mehtap Ürer 0535.872 63 03; Eskiþehir:
28
Odunpazarý Cafer Karataþ 0533.719 36 54; Ýstanbul: 4. Levent Hüseyin Düzenli
0555.204 73 79; Acýbadem Koray Berktaþ 0533.244 61 25; Alibeyköy Veysel Köse
0544.305 39 23; Avcýlar Mustafa Kýlçýk 0536.552 68 75; Bahariye Zehra Ünder
0533.722 03 91; Beyazýt Bekir Delibaþ 0212.516 23 14; Çaðlayan Ali Ulvi Öztürk
0212.224 22 42; Fatih Rukiye Delibaþ 0536.396 83 56; Ýçerenköy Yýlmaz Gürbüz
0535.524 49 12; Kadýköy Kazým Erol 0216.347 14 41; Kaðýthane Aydýn Deniz
0212.320 18 18; Kayýþdað Veli Göynüsü 0532.687 31 09; Sarýgazi-Taþdelen Ergül
Þanlý 0532.410 51 79; Soðanlýk Hasan Harabati 0532.787 7098; Sultanbeyli
Sadegül Çavuþ 0535.491 07 58; Ümraniye Ýsa Polat 0536.968 99 75; Üsküdar
Sabri Karaman 0533.263 02 43; Yenidoðan Salih Arslan 0535.941 15 09; Ýzmir:
Merkez, Hüsniye Çýnar 0532.59 62; Konya: Beyþehir Hüseyin Kutlu 0535.522 75
11; Beyþehir Salman Zebil 0542.431 56 91; Maraþ: Elbistan Ali Kaya 0535.466 38
43; Nurhak Hasan Çadýr 0535.511 12 99; Nevþehir: Hacýbektaþ Erhan Çetin
0536.426 94 33; Samsun: Merkez Cem Sultan Ermiþ 0532.700 49 61; Terme
Emrah Çolak 0542.341 33 03; Tekirdað: Merkez Hasan Arslan 0282.263 05 79;
Urfa: Kýsas Ahmet Aykut 0536.777 63 47; Sýrrýn Sadýk Besuf 0537.392 6375.
Sayý 5
DAVUT SULARÝ
Yunus Emre, Hacý Bektaþ-ý Veli, Mevlana ayný çaðýn adamlarýdýr. Ayný sorunlu, sýkýntýlý coðrafyanýn insanlarýdýr. Bu topraklarda büyümüþlerdir, ürünlerini bu topraklar da vermiþlerdir. Belki
dilleri farklý olabilir, belki görüþleri farklý olabilir, belki aþklarýnýn renkleri farklý farklý olabilir ama
onlar ve onlar gibi onlarýn yolundan giden veya ayný topraklarda yetiþip, ayný havayý soluyan daha
yüzlerce ozan, eren, veli.hep bu topraklarýn kültür mayasýndan mayalanmýþlar; bu topraklarda
yaþayan insanlara seslenmiþlerdir. Onlarýn kalbi birdir, ruhlarý birdir; yani tüm yeryüzü insanlýðýnýn kalplerinin birleþtiði bir denizi beslerler veya o denizden beslenirler.
Sonuçta hep ayný insan sevgisi, katýksýz, karýþýksýz tüm insanlarý bir görme anlayýþý vardýr,
onlarda. Mevlana’nýn þiirlerindeki bilgelik, incelik, aþk, yanmayla; Yunus’un þiirlerinde bilgelik,
incelik, aþk, yanma arasýnda öz itibariyle bir fark mýdýr?
Yunus halktan birisi olarak halkýn dilini kullanmýþ, halkla halkýn diliyle sohbet etmiþ, þiirlerini Türkçe’nin duruluðunda yazmýþtýr. Mevlana Farsça yazsa da ayný gönül dilini kullanmýþ, ayný
sesle dünyaya seslenmiþtir. Onun kalp dili Türkçe’dir.
Aþk harmanýnda savruldum diyen Pir Sultanlarý yaratan Anadolu topraðý kendi üzerinde yaþayan tüm uygarlýklara kendi rengini vermiþ, kendi kokusu sinmiþtir tüm insan ürünlerine.
Hacý Bektaþi Veli bir eren olarak bugün tüm Alevi/Bektaþi/Mevlevi kesimi tarafýndan saygý
gösterilen bir veliyse bu onun bu topraklarýn insanýnýn dilinden konuþmasýndan dolayýdýr.
Yoksa burada nice sultanlar, vezirler, paþalar... eðlenmiþtir ama bu topraklar kendinden olmayaný yok etmiþ, kendinden olaný ölümsüzlük aðacý yaparak meyvelerinden tüm dünyanýn tattýðý,
tüm insanlýðýn yararlandýðý çaðlarý aþan insanlar var etmiþtir.
Þiirlerini çok sevdiðim, dünya görüþünü benimsediðim, büyük mutasavvýf Mevlana’nýn
türbesini bundan çok uzun yýllar önce teyzem, þimdi beden eðitimi öðretmeni olan Mevlüde
Aydýn’la ziyaret etmiþtik. Ama ziyaretimiz müze kapalý olduðu için sadece kapýsýna kadar gelip
uzaktan gönül gözüyle bakmak þeklinde kalmýþtý. Þimdi ise büyük bir hazinenin içinde saklý ýþýklar içindeki türbeyi geze geze bitiremiyorum. Öyle ki üçüncü turu tamamlarken, otobüsün hareket
halinde olduðunu ve herkesin beni beklediðini bir ulakla bildiriyorlar.
Gerçekten muazzam güzellikte bir þaheser burasý. Buranýn güzelliðini anlatmakla bitiremem.
Gidip görmek lazým o muhteþem binayý, türbeyi, müzeyi. Sayýsýz kýymetli eski yazmalar, iþlemeler, tarihten bize yadigâr kalan kutsal emanetler... ta Selçuklu’ya gidiyorsunuz, ta Anadolu’nun
Hititlerine, ta yedi yüz yýl öncesine gidiyorsunuz... gözleriniz kamaþýyor, ýþýktan, nurdan... ruh tenden ayrýlýp; cümle erenlerle sohbete baþlýyor, inançla, imanla türbeyi ziyaret edip dua edenler,
medet dileyenler, sonsuz bir vakur içinde önünde saygýyla eðilen yüzleri, binleri, on binleri gördükçe daha da duygulanýyor, mutlu oluyorum.
Ne mutlu ona kendini seven milyonlar var; ne mutlu bana onun þiirlerini okudum; ne mutlu bu
topraklara onun gibi bir büyük ozan yetiþtirmiþ, ne mutlu ona kendine baðlý insanlar bu topraklarda onu sonsuza kadar yaþatacaklar...
Bir garip sarhoþlukla ayrýlýyorum buradan, bedenimin bir parçasý orada kalýyor; zaten hiçbir
zaman ayrý deðilim ki onlardan, o velilerden, o ozanlardan, o erenlerden. Kalbimde hep o aþk, o
sevgi, o özlem.
Hilafetçi
Vatandaþtan oy almaya
Gelecekmiþ hilafetçi
Bir erkeðe dört tane avrat
Verecekmiþ hilafetçi
Afyon Eskiþehir gözler
Konya Adana da özler
Her ilimiz bunu izler
Erecekmiþ hilafetçi
Bir erkeðe dört tane hatun
Verecekmiþ hilafetçi
Beþ yüz sene gerisin geriye
Gidecekmiþ hilafetçi
Kilidi Cennette kalmýþ
Anahtarý emre almýþ
Softanýn birisi vermiþ
Açacakmýþ hilafetçi
Bir kocaya dört tane avrat
Verecekmiþ hilafetçi
Yetmiþ huri hizmetini
Kýlacakmýþ hilafetçi
Çarþaf peçe giydirecek
Sulari der ayrýlacak
Gericilik uyduracak
Þer atçýymýþ hilafetçi
OKUNACAK EN BÜYÜK KÝTAP ÝNSANDIR
Alevilik Dizisi
Alevilik, Diyanet,Siyaset – Ýsmail Kaygusuz
YENÝ ÇIKTI
Musahiplik – Ýsmail Kaygusuz 2. BASKI
Sivas Katliamýnýn Onuncu Yýlýnda
Onlar Iþýk Oldular – Ahmet Koçak
Okunacak En Büyük Kitap
Ýnsandýr - R Yürükoðlu
Hünkar Hacý Bektaþ Veli - Ýsmail Kaygusuz
Alevilikte Ýnanç Kültür Siyaset
Tarihi ve Ulularý - Ýsmail Kaygusuz
YENÝ ÇIKAN KÝTAPLARIMIZ
Þiir
Yirminci Yüzyýlýn Ýnsanlarýyýz – Kul Hasan
Atatürk Aydýnlýðýný Karanlýkçý Diþler
Kesmez – Ali Yüce
Öykü
Dünden Bugüne Alevi Olmanýn
Bedeli – Ýsmail Kaygusuz
Divanyolu Cad. No 54, Erçevik Ýþhaný 102,
34110 Eminönü-Ýstanbul
Tel/Faks: +90.(0)212.519 5635
www.alevyayinlari.com
Siyaset Dizisi
Kafa Tutan Günler - Esat Korkmaz
Ya Sosyalizm Ya Barbarlýk – Y. Zamir
TKP, Doðuþu, Kuruluþu, Geliþme
Yollarý – S. Üstüngel
Ýrtica ve ABD Kýskacýnda
Türkiye – Lütfi Kaleli 2. BASKI
Küreselleþmeyi Anlamak – Yusuf Zamir
Sosyalizm – R. Yürükoðlu
1. Cilt: Sosyalizm Nedir
2. Cilt: Ütopik ve Bilim-Dýþý Sosyalizm
3. Cilt: Günümüz ve Türkiye
TOPLU SÝPARÝÞLERDE %40 ÝNDÝRÝM YAPILIR
Aralýk 2004
29
Niçin Eðitim? Nasýl Eðitim?
Esat Korkmaz
A
bizden. Çünkü hizmet nöbeti þu anda bizde;
levilik-Bektaþilik bugün, sözel kültürDUYURU
yarýn, sizlerin içinden kimileri üstlenecek bu
den yazýlý kültür durumuna dönüþme
aþamasýný yaþadýðý için bir bakýma
görevi: O zaman katký, katýlým bizden, hizmet
Yönetim Kurulumuz,
kendine “baþkaldýrý” içindedir. Anonim yaný
sizden olacak.
Vakýf Merkezimizin bir eðitim kurumu
egemen olan bu felsefe/öðreti büyük aðýrlýkla
1. Oniki Hizmet Sahibini Yetiþtirme Eðidurumuna dönüþmesini
sözeldir. Yazýlý yaný kimi özgün yapýtlarýn
timi: Eðitimin amacý, cemdeki 12 hizmet sýrave diðer vakýf hizmetlerinin
sayfalarýnda “gizil” durumda saklýdýr. Ve
lamasýnda ilk sýrada yer alan “cemi yönetme”
özlenen düzeye yükselmesini
ancak bir aydýn katkýsýyla açýða çýkarýlabilir.
hizmetinin ve diðer hizmetlerin sahibini yetiþsaðlamak üzere
Bunu gerçekleþtiremezsek þeriatçý dinler
tirmektir. “Soy” ve “cinsiyet” koþulunun aranYazar-Araþtýrmacý Esat Korkmaz’ý,
karþýsýnda Alevi-Bektaþi felsefesi yalýnýz býramadýðý eðitimde, deðerli öðretmenler ve eyBaþöðretmen olarak atamýþtýr.
kýlmýþ olur. Köktendincilik “lehine” bu felsefe
lemli dedeler ders verecektir. Öðrenciler, iki
Canlarýmýzýn,
“kurban” edilir. “Yaþarken yeniden dirilmek”
öðretim dönemi arasýnda, yani yaz aylarýnda,
Esat Korkmaz sorumluluðunda
temel diyalektiðiyle yaþama geçecek olan bu
Hacýbektaþ ilçesinde ve Hacý Bektaþ Veli Dergerçekleþtireceðimiz
felsefe, yaþama olanaðý verilmeden “boðugahý’nýn öðretmenlik katkýlarýyla 15 günü geç“eðitim çalýþmalarýna” katýlacaðýný,
lur”. Alevi-Bektaþi felsefesinin “ölmeden evmemek üzere “eylemli ders” görecektir. Ýki (2)
diðer hizmetlerin yerine getirilmesinde
vel ölmek” tasarýmý þeriatçý inancýn “öldükten
yýl süreli eðitimi baþarýyla tamamlayan öðrenkatkýlarýný esirgemeyeceðini umuyor,
sonra dirilmek” biçiminde kemikleþtirilen
cilere “Hizmet Sahibi Yeterlik Belgesi” verileesenlikler diliyoruz.
“mahþer” tasarýmýna dönüþtürülmüþ olur.
cektir. “Dedelik Yeterlik Belgesi” alanlar, Hacý
Þimdi bu sözlü gelenek yazýlý bir iletiþim
Bektaþ Veli Dergâhý’nýn “icazetli” dedesi olaOkmeydaný Hacý Bektaþ Veli
durumuna dönüþtürülmeye çalýþýlýyor. Bu bir
rak görev yapacaklardýr. 1 Ocak 2005’te baþlaAnadolu Kültür Vakfý
altüst oluþ getirecektir. Sözlü geleneðin dünyacak ve Cumartesi-Pazar günlerini kucaklayYönetim Kurulu
den gelen saygýn kimlikleri ya da kurumlarý
acak olan eðitime 25 yaþýný doldurmuþ canlar
ile yer yer bir “çeliþki” yaþanacaktýr. Bunu bir
katýlabilecektir. Dede adayý öðrencilerin baðölçüde doðal karþýlamak gerekir. Çünkü, bu da
lama çalmayý bilmeleri, bilmiyorlarsa öðrenmkendi içinde bir “baþkaldýrý”dýr. Toplumsal tarihte her baþkaldýrýnýn bir
eye istekli olmalarý koþuldur.
“bedeli” vardýr. Demek ki bu altüst oluþ da bir “bedel” ister.
2. Alevilik-Bektaþilik Temel Eðitimi: Eðitimin amacý, katýlýmcýlara teAlevi-Bektaþi felsefesini, öðretisini ve inancýný Alevi-Bektaþi yaþamel Alevi-Bektaþi deðerlerinin, Alevi-Bektaþi kültürünün ve Alevi-Bekmýn “hizmetine” sunabilmek için “yazýlý kültür”e geçmenin gerekliliðine
taþi yaþama biçiminin olmazsa olmaz ilkelerinin aktarýlmasýdýr. Yaþ ve
tanýk oluyoruz. Görüyoruz ki sözel geleneðin taþýyýcýsý durumundaki
cinsiyet koþulunun aranmadýðý eðitimde deðerli öðretmenler ders vere“bellekler” Hakk’a yürümelerle sayýca azalýyor; sözlü kültür geleneðinin
cektir. Ýki (2) yýl süreli eðitimi baþarýyla tamamlayan öðrencilere “Temel
yaþam alaný her geçen gün biraz daha daralýyor.
Eðitim Yeterlik Belgesi” verilecektir. Belgeye hak kazanan öðrencilerden
“Biz her gün konuþuyoruz, biz her gün dinliyoruz; bu sözel kültür
istekli olanlar, “öðretmen” olarak deðerlendirilecektir. Eðitim Cumarsözel olarak sonsuza dek var olacaktýr”, diyenlere bir sözümüz var: Kotesi-Pazar günlerini kucaklayacak biçimde 1 Ocak 2005’te baþlayacaktýr.
nuþma sadece birtakým sözcükleri ses aracýlýðýyla baþkalarýna iletme
3. Düþünce Atölyesi: Alevilik-Bektaþiliðin felsefe-öðreti ve inanç boolmadýðý gibi, dinleme de sadece iþitme demek deðildir. Böyle konuþuyutunun topluca tartýþýldýðý; Alevi-Bektaþi felsefesinin-öðretisinin ve
lup böyle iþitildikçe her geçen gün “biraz daha az þey” bilinecektir. Az
inancýnýn “eylemli” biçimi olarak algýlayabileceðimiz Alevi-Bektaþi yaþey bilen zor öðreneceðinden “açýðý” kapatabilmek için sürekli yalana
þama biçiminin yine topluca irdelendiði üst düzey eðitim. Eðitim, zaman
baþvuracaktýr.
zaman “konuk” öðretmenler katýlacak olmakla birlikte temelde tek öðretmenli olarak Esat Korkmaz tarafýndan geçekleþtirilecektir. 19 Aralýk
2004 Pazar günü saat 14-17 arasý gerçekleþtirilecek olan “Atölye” çalýþÖyleyse Yapýlmasý Gereken Nedir?
masýna belli birikimi olan canlarla, yönetici durumunda bulunan arkadaþlar katýlacaktýr.
Yapýlmasý gereken; sözel geleneðin taþýyýcýsý olan “bellek” körelmeden
4. Seminer Çalýþmalarý: Gençlere ve kadýnlara yönelik olarak on beþ
aydýn katkýsýyla Anadolu Aleviliði olarak adlandýrdýðýmýz felsefi dini ya
günde bir yapýlacaktýr. Seminer kapsamýnda gençlere ve kadýnlara özgü
da bilgelik öðretisini, sözel malzemeden süzüp yazýlý malzeme durumusorunlar tartýþýlacak, varýlan sonuçlar yaþama geçirilmeye çalýþýlacaktýr.
na getirmektir. Bunu baþarabilirsek Alevi-Bektaþi felsefesi, dünya felse15 Ocak 2005’te baþlayacak seminer çalýþmalarý herkese açýktýr.
fe literatürünün, Alevi-Bektaþi öðretisi dünya bilim literatürünün bir par5. Panel-Konferans-Dinleti: Vakýf Merkezi Konferans Salonu’nda
çasý olacaktýr.
her ay Serçeþme dergisi ve diðer örgütlerimizle ortak bir panel-dinleti ya
Sonuç olarak eðitim için “aydýn katkýsý” koþuldur. Eðitim etkinlikleri
da konferans-dinleti etkinliði yapýlacaktýr. Etkinliklerle Alevilik-Bektaörgütlenirken gelenek ya da yol örgütlerinde, yani dergâhlarda, cemevleþiliðin “yaþamsal” ya da “güncel” sorunlarýna düþünsel açýlýmlar getirilrinde, daha açýk bir anlatýmla “doðrudan demokrasi kurumlarý”nda
meye çalýþýlacaktýr. Bu kapsamda ilk etkinlik 18 Aralýk 2004 Cumartesi
“yüzyüze eðitim” temel alýnmalýdýr. Çünkü, sözel kültürün sözel yolla
günü Þeyh Bedreddin’i Anma Etkinliði olarak gerçekleþtirilecektir.
taþýndýðý kurumlarda yazýlý kültüre alýþkanlýk ya da yatkýnlýk yoktur,
Hünkârýmýzýn dediði gibi;
varsa bile sýnýrlýdýr. Aþabilmek için uzunca bir zamana gereksinmemiz
vardýr. Çaðdaþ demokratik örgütlenmelerde eðitim etkinlikleri hem
“Bir Olalým,Ýri Olalým, Diri Olalým”
yazýlý ürünü ulaþtýrma, okuma alýþkanlýðýný geliþtirme biçiminde hem de
“doðrudan”, yani “yüzyüze” eðitim karma olarak gerçekleþtiril-melidir.
Bir olmazsak, iri olmazsak, diri olmazsak Alevi-Bektaþi aydýnlanmaHacý Bektaþ Veli Anadolu Kültür Vakfý Okmeydaný Þubesi (Okmeysýný, Alevi-Bektaþi hümanizmini ve Alevi-Bektaþi ahlakýný dünden budaný Cemevi) hem “çaðdaþ” geleneðin hem de “yol” geleneðinin hargüne taþýyamayýz; þeriattan özgürleþemeyiz; topraðýmýzý ve insanýmýzý
manlandýðý bir “yer”dir. Bu nedenle burada yaþama geçirilecek eðitim
Ortaçað deðer ve kurumlarýndan kurtaramayýz.
etkinliði, aðýrlýklý olarak “yüzyüze eðitim” biçiminde gerçekleþtirilmek
Bir olalým, iri olalým, diri olalým ki, Alevi-Bektaþi felsefesi, inancýdurumundadýr.
öðretisi, kültürü ve edebiyatý önce örgütlerimizde boy versin, sonra tüm
Gelecekte daha güçlü olacaðýmýz inancý içinde baþlatacaðýmýz eðitim
dünyaya yayýlsýn. Bizi geleceðe hazýrlayacak kurumlarýmýz, örgütlerimiz
çalýþmalarýný kýsaca tanýtmak istiyoruz. Katký, katýlým sizden; hizmet
canlanabilsin.
30
Sayý 5
Eðitim Programý
* Alevilik Nedir? Bektaþilik Nedir?
a) Alevilik Teriminin Kökeni.
b) Geçmiþte Alevilik Terimi Yerine Kullanýlan Terimler.
c) Bektaþilik Teriminin Kökeni.
d) Geçmiþte Bektaþilik Terimi Yerine Kullanýlan Terimler.
* Bâtýnilik Nedir?
a) Batýniliðin Tektanrýcý Dinler Öncesi Kaynaklarý.
b) Yahudilikte Bâtýnilik.
c) Hýristiyanlýkta Bâtýnilik.
d) Ýslamlýkta Bâtýnilik.
e) Bâtýnilik ve Alevilik-Bektaþilik.
* Heterodoksi Nedir?
a) Heterodoksinin Kaynaklarý.
b) Yahudilikte Heterodoksinin Örgütlenmesi.
c) Hýristiyanlýkta Heterodoksinin Örgütlenmesi.
d) Ýslamiyet’te Heterodroksinin Örgütlenmesi.
e) Ýslam Heterodoksisi Olarak Hz. Ali Hareketi.
f) Heterodoksi ve Alevilik-Bektaþilik.
* Tektanrýcý Dinlerin Yaradýlýþ Tasarýmýna Karþý Alevilik-Bektaþiliðin
Varoluþ Tasarýmý
a) Nesnel Doða Tasarýmý ve Doðada Deðiþim-Dönüþüm.
b) Ýnançsal Doða Tasarýmý ve Doðada Deðiþim-Dönüþüm.
c) Tanrý-Doða-Ýnsan Üçlemesinin Açýlýmý.
d) Nesnel Ýnsan Tasarýmý ve Ýnsanda Deðiþim-Dönüþüm.
e) Ýnançsal Ýnsan Tasarýmý ve Ýnsanda Deðiþim-Dönüþüm.
f) Hak-Muhammet-Ali Üçlemesinin Açýlýmý.
* Alevilik-Bektaþiliðin Yapýlanýp Biçimlenmesi.
a) Alevilik-Bektaþiliðin Besleneme Kaynaklarý.
b) Felsefi Bilgelik Olarak Alevilik-Bektaþilik.
c) Felsefi Bilgeler.
d) Halk Bilgeliði Olarak Alevilik-Bektaþilik.
e) Halk Bilgeleri.
* Aleviliði-Bektaþiliði Kucaklayan Felsefe Yapýsý.
a) Bâtýni Doða Felsefesi.
b) Bâtýni Tarih Felsefesi.
c) Bâtýni Topulum Felsefesi.
* Yaþama Biçimi Olarak Alevilik-Bektaþilik.
a) Alevi-Bektaþi Yaþama Biçiminin Olmazsa Olamaz Koþullarý.
b) Laiklik. c) Demokrasi.d) Aydýnlanma. e) Hümanizm.f) Ahlak.
* Alevilik-Bektaþiliðin Evrensel Ýlkeleri.
a) Dünyanýn Dünyayla Açýklanmasý.
b) Doðanýn, Ýnsanýn ve Toplumun Özgürleþtirilmesi.
c) Vahiyle Dünya-Topulum Ýþlerinin Kesin Biçimde Birbirinden
Ayrýlmasý.
d) Doðrudan Demokrasinin Yaþatýlmasý.
e) Aydýnlanma, Hümanizm ve Ahlakýn Toplumsal Olmasý vb.
f) Batý Kaynaklý Evrensel Ýlkelerle Alevilik-Bektaþiliðin Özünden
Kaynaðýný Alan Evrensel Ýlkelerin Karþýlaþtýrýlmasý.
* Alevilik-Bektaþiliðin Ýnanç Boyutu.
a) Bâtýni Ýnanç.
b) Ortodoks Ýnanç.
c) Bâtýni Ýnanç-Ortodoks Ýnanç Karþýtlýðýnýn Açýlýmý.
d) Bâtýni Ýnançta Deðiþim-Dönüþüm.
e) Alevi-Bektaþi Ýnancýnýn Dünyalaþmasý.
f) Alevilik-Bektaþilikte Ýnanç Yükümlülükleri.
* Alevi-Bektaþi Edebiyatý.
a) Nefesler.
b) Ýçeri Nefesleri.
c) Dýþarý Nefesleri.
* Alevilik-Bektaþilikte Cem ve Oniki Hizmet.
a) Cem Teriminin Kökeni.
b) Cemin Toplumsal Kökeni.
c) 12 Hizmet.
e) 12 Hizmet Sahibi.
f) Temel Cemler.
g) Cemlerde Okunan Nefes, Gülbank vb.
* Alevilik-Bektaþilikte Örgütlenme.
Aralýk 2004
a) Gelenek ya da Yol Örgütlenmesi. b) Çaðdaþ ya da Demokratik Örgütlenme. c) Geleneksel Örgütlenme ile Çaðdaþ Örgütlenme Arasýndaki Ýliþkiler.
* Alevi-Bektaþi Müziði
* Alevi Kültürü-Halk Kültürü
* Alevi-Bektaþi Tarihi:
a) Bâtýni Tarih Felsefesinin Açýlýmý. b) Babai Hareketi. c) Hacý Bektaþ Veli Hareketi. d) Þeyh Bedreddin Hareketi. e) Þahkulu Ayaklanmasý. f) Nur Ali Halife Ayaklanmasý. g) Bozoklu Celal Ayaklanmasý.
h) Þah Veli Ayaklanmasý. ý) Süklün Koca-Zünnun Baba Ayaklanmasý. i) Atamaca Ayaklanmasý. j) Zünnunoðlu Ayaklanmasý. k) Veli
Halife Ayaklanmasý. l) Kalender Çelebi Ayaklanmasý. m) Pir Sultan
Abdal. n) Düzmece Olaylarý. o) Safevi Devleti. ö) Yavuz’un Alevi
Kýrýmý. p) Ebusuud Efendi Fetvalarý.r) Osmanlýnýn Alevi-Bektaþi
Politikasý. s) Yeniçeriliðin Kaldýrýlmasý. þ) Kurtuluþ Savaþý’nda Aleviler-Bektaþiler. t) Aleviler-Bektaþiler ve Cumhuriyet. u) Atatürk
Dönemi ve Aleviler-Bektaþieler.
Öðretmenler ve Vereceði Dersler
Baþöðretmen: Esat Korkmaz
Öðretmenler:
1) Lütfi KalelÝ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Güncel Alevilik
2) Veliyettin Ulusoy . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Ýnanç Erkâný/teorik
3) Esat Korkmaz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Felsefe
4) Dertli Divani . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Ýnanç Erkâný/uygulamalý
5) Mehmet Turan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Ýnanç Erkâný/uygulamalý
6) Ergül Þanlý . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Ýnanç Erkâný/uygulamalý
5) Burhan Kocadað . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Tarih
6) Metin Turan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Kültür
7) Attila Erden . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Örgütlenme
8) Ýsmail Özmen . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Tasavvuf
9) Ali Balkýz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Örgütlenme
10) Hasan Harmancý . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Kültür
11) Ýlhan Cem Erseven . . . . . . . . . . . . . . . .Alevi-Bektaþi Edebiyatý
12) Ali Öztürk . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Baðlama
13) Erdoðan Gündoðdu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Baðlama
14) Tuncay Kýnýk . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Semah
Serçeþme’nin Yýllýk Abone Bedeli
M
Türkiye 40 TL - Avrupa Birliði 50 Euro - Ýngiltere 40 Sterlin
Adý
Soyadý
Kuruluþ
Telefon - Ýþ
Telefon - Ev
Telefon - Cep
Faks
E-posta
Posta Adresi
Sokak No
Semt - Ýlçe
Posta Kodu
Þehir - Ýl/Eyalet
Ülke
Abone bedelini Genel Ajans Basým Daðýtým Organizasyon Ltd Þti
adýna Posta Çeki Hesabýna (No 1629127) yollayýn. Lütfen yukarýdaki
formu okunaklý doldurun ve dekont ile birlikte bize faks ile iletin:
+90.(0)212.519 5635
31
SERÇESM
¸ E
BÝLÝMLE GÝDÝLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR
OKMEYDANI CEM VE KÜLTÜR EVÝ’NDE DÜZENLENEN ÞEYH BEDREDDÝN’Ý ANMA ETKÝNLÝÐÝ
Bedreddin’in Toplumsal Kimliði
Esat Korkmaz
1
400’lerinbaþýnda, Anadolu’da/Trakya’da/Balkanlar’da, feodal bir
“söylence” durumuna dönüþür. Bu noktadan sonra artýk tarih gerçekleþdevletin egemenliði altýndaki coðrafyada, temel üretim zemininde,
tiði gibi anlatýlmaz-yorumlanmaz da “özlendiði” gibi kurgulanýr. Ortada
yani toprak-otlak üzerinde belirleyici üretici güçler, yani köylülertarih diye iki þey vardýr artýk; ya “öven” masal ya da “söven” masal.
çobanlar-zanaatkârlar Þeyh Bedrettin’in önderliðinde; Ýsa-MusaÜretici güçler, var olan üretim iliþkilerinin yarattýðý toplumsal çeliþMuhammet þeriatýna, bu þeriatý ideoloji edinen ve yerleþik yaþamý güden
kileri kullanarak “yeni bir toplum” yaratmaya “soyunduðunda” ya kendi
devlete/devletin kurumlarýna “tavýrlý” bir kanalda, “ilksel eþitlikçe topyaratýcýlýðýný “taþýyabilecek” bir önder yaratýr ya da bunu önceden sezen
lum deðerlerini” yeni bir yorumla yaþama geçirerek, tarihte “ilk kez”
yaratýcý önderi bulur. Kimdir bu yaratýcý önder? Bu önder “çaðýnýn dýþýkapitalizmi ve sosyalizmi de “öteleyen” ve insanlýða kesin kurtuluþ
na çýkabilme” yeteneðini ya ada henüz “tarih olmayan geleceðe uzanma”
getirecek olan “kâmil toplum”un kurulmasýna cüret edildi.
becerisini gösterebilendir; tarihinin sýnýrýna gelmiþ deðerleri-kimlikleri
Toplumsal çeliþkiler, yeni bir toplum yaratmaya “tohumsa” eðer, bu
yadsýmasýný bilendir. Bu yetenek ve becerilerden yoksun olan bir insan
tohumun çimlenme gücünü temsil eden
ne denli “önder” kabul edilirse edilsin o
bir toplumsal kimliði “bulmak” zorun“çaðýnýn sýnýrlarý içinde” kalan, “baþCanlara Çaðrý
da. Ýþte bu toplumsal kimlik Þeyh
kalarýnýn izini süren”, zamanýn “verBedreddin olmuþtur. Resmi tarihin bize
Sorumsuzluðumuz “suçluluða” dönüþmeden, idam dikleriyle yetinen”, yokolacaðý-siliulaþtýrdýðý bilgileri ölçü alýrsak Þeyh
neceði sonuna kendini hýzla “tüketerek”
ediliþinin 586. yýldönümünde Þeyh Bedreddin’i
Bedreddin’i “yakalama” olanaðýný elde
analým istedik:18 Aralýk 2004 Cumartesi günü saat yaklaþan bir kimliktir.
edemeyiz. Doðu’da resmi tarih deyince
Ýþte Þeyh Bedreddin, çaðýnýn sýnýr14-18 arasý, Hacý Bektaþ Veli Anadolu Kültür Vakfý
bilimden çok “söylenti” anlaþýlýr; tari- Okmeydaný Þubesi (Okmeydaný Cemevi) Konferans larýný aþacak bir kimliðin arandýðý bir
hçi bilgin deðil, “anlatýcý”dýr; Salonu’nda; Vakýf Þubesi, Serçeþme dergisi, Pir Sultan tarih kesitinde ortaya çýkmýþ bir önder“anlatýcý”nýn kýlavuzu da inançtýr. Bu
dir.
Alibeyköy ve Gaziosmanpaþa þubelerinin birlikte
tür tarih anlayýþý Ortaçað’a egemendi
XIV. yüzyýl Osmanlý toplumunda
düzenleyeceði etkinliðe tüm canlar davetlidir.
aslýnda; inancýn “denetimi” elden
baþat
öðe dindi; bu nedenle Ýslam inançEtkinlik kapsamýnda Esat Korkmaz ve Hasan
kaçýrdýðý gün bu çað sona erdi ve egelarýnýn
dýþýnda, onlarý aþan yeni bir
Harmancý’nýn katýlacaðý bir panel yapýlacak, Dertli
menlik “deney”in, aklýn ilkelerinin Divani dinleti sunacak ve Pir Sultan Alibeyköy Semah atýlým beklenemezdi. Böylesi bir ortameline geçti.
da Þeyh Bedreddin’in düþüncelerinde
Ekibi semah dönecektir.
Tarihin görevi “soyutlanmýþ” kiþi
görülen “diyalektik materyalizm” yani,
Hacý Bektaþ Veli Anadolu Kültür Vakfý Okmeydaný Þubesi
serüvenlerini anlatmak deðil, olaylarý
“maddeci özellik” dýþa vuramamýþ, “diPir Sultan Abdal Alibeyköy Þubesi
yaratan toplumsal dönüþümleri araþtýryalektik idealist” bir inanç aðý içinde
Pir
Sultan Abdal Gaziosmanpaþa Þubesi
mak, olaya egemen olan düþüce örgükalmýþtýr. Eðer bu çember kýrýlabilmiþ
Serçeþme Dergisi
olsaydý Þeyh Bedreddin, bir “dinsiz”
sünü, bu düþünce örgüsünün geliþim
olarak
deðil
toplum
düzenini
çizgisini geçmiþten geleceðe doðru
izlemektir. Þeyh Bedreddin olayýnda bu yapýlmýþ mýdýr? sorusuna olum“maddeci” bir yaþama anlayýþý üzerine oturtmak isteyen bir devrimci
olarak yargýlanýrdý.
suz yanýt vereceðiz. Anlatýlanlara biraz yakýndan baktýðýmýzda olaylarýn
içinde ya da kýyýsýnda Þeyh Bedreddin adýnýn “gezindiðini” görürüz:
Þeyh Bedreddin’i “dillendiren” toplumsal olaylar “örtüktür”; bütün
Bedreddin’in Kemiklerinin Öyküsü
eylem gücü, mistik bir zemine taþýnan Þeyh Bedreddin’in kiþiliðinde
toplanývermiþtir. Üretim iliþkileri, üretici güçlerin durumu, toplumsal
edreddin’in yaþamý kadar, mezarýndan çýkarýlan kemiklerinin öybunalýmlar, sarsýntýlar, çalkantýlar; toplumsal kurumlarda gözlenen
küsü de hüzün vericidir: Serez’den Sultan Mahmut Türbesi’nin
çözülmeler; yaþama koþullarýyla, yaþam deðerleriyle inanç koþullarý,
bahçesindeki su oluðunun altýna uzanan düþündürücü öykü. Bedinanç deðerleri arasýndaki uyuþmazlýk, karþýtlýk gözlerden “ýrak”týr.
reddin, bugün Yunanistan sýnýrlarý içinde kalan Serez’de idam edilmiþti.
“Kök”e inmek yerine “görüntü”yle yetinildiði hemen algýlanýr.
Naaþý oradaki tekkesinin bahçesine gömüldü ve beþ asýr boyunca
Asyalý kandaþ insanlarýn Anadolu topraðýna ayak basmasýyla “kurgu
Serez’de kaldý.
dünyasý”na, yani ahirete “gönderilen” güzellik, erdem, iyilik, yiðitlik,
Lozan Anlaþmasý’ndan sonra uygulanan “zorunlu göç” sýrasýnda
mutluluk, doðruluk, saygý, sevgi, vb., oradan yaþanýlan dünyaya taþýnýSerezli Bedreddiniler, mezarý açtýlar ve Ýstanbul’a pirlerinin kemikleriyle
vermiþtir. Doða ötesi inançlara karþý, doðaya yönelik inançlar “fýþkýrbirlikte geldiler. Çinko bir kutu içindeki kemikler, on altý yýl boyunca
mýþ”; metafizik inanç deðerleriyle yaþamsal bir kavgaya girilmiþtir; eski
Sultan Ahmet Camii’nde bir dolapta saklandý. Daha sonra Topkapý Sarayeninin içinde, yeni eskini içinde “erimiþ”; ne eski ne de yeni olan bir
yý’na gönderildi ve yirni yýl da orada bir depoda “bekledi.”
“bireþim”e ulaþýlmýþtýr; inançla yaþam arasýndaki “çeliþki” düþünebilSimavna Kadýsý’nýn oðlu ikinci mezarýna ancak 1961 yýlýnda kavuþamenin aracý olmuþtur.
bildi. Kemikler, Bakanlar Kurulu’nun 23 Ekim 1961’de aldýðý 5/1840
Tarih bilincinden yoksunluk “akýldan inanca atlama”yý zorunlu olaSayýlý kararýyla Caðaloðlu’ndaki Sultan Mahmut Türbesi’nin bahçesinrak öne çýkarýr; bilinç “nesnel koþullarýný” terk ederek “masal” ya da
deki su oluðunun altýna törenle defnedildi.
Ð
B

Benzer belgeler