İndirmek İçin Tıklayınız!

Transkript

İndirmek İçin Tıklayınız!
tutulmaz acıların hesabı
bir yılandır k ahpelik pusularda
susmak k ork ak harcıdır
ölmek yiğit işidir k avgalarda
(Mehmet Ercan)
Haziran '95'te
1
Merhaba
2
Aslaa Geri Dönmeyeceğimiz Bir Y olda
Y ürüy oruz/ Tav ır
5
Biz Hiç Teslim Olmadık Ki/ Hakan Alak
6
Y arsız ve Zamansız/ Cemil Altınkaya
7
Dev rimci Halk Kültürü/ Tav ır
14
Baba İshak Ayaklanması/ Sadun Can
18
Kan/ Hay ati Azim
23
Muhbir/Zeki Oğuz
24
Şimdi S a n a Kim Öldü Diyebilir?/
Gülnaz Taçyıldız
26
Onlardan Öğrendik Sevmeyi/Hülya Şenol
28
Kara Elmas Diyarında/ Hazal Tunç
35
Düşün- Uyan/Hatice Ş a p
36
Özgür Gelecek'in S a n a t Anlayışı ve
Devrimci Sanat/ Y asemin Özdemir
40
Sev dadır Bu/ Turan Altuntaş
42
Y üreklerimizi Ayaklanma Saatlerine
Ayarlayıp Çıktık Yola/ S a d ı k Çelik
44
Moskof Selim-G. Vizyinos/ İbrahim Karaca
45
Haber-Yorum
ön kap ak: Meh m et Ö Z E R
ar ka kap ak H ak an Dİ L E K
Gazi halkının yarattığı direniş ve ayaklanma ruhu giderek yükseliyor. Faşizmin
saldırısı, karşısında biranda onbinlerin
öfkesini ve barikatlarını buluyor. Halkın adalet
duygusu barikat savaşlarında bileniyor. Yeni direnişler "yeni insan"ı yaratıyor.
"Yeni insan kokuşmuşluğun, yozluğun arasından yeni değerleri; yoldaşlığı,
dayanışmayı, fedakarlığı, sahiplenmeyi, "biz asla teslim olmayız" diyenleri;
Sibeller'i yaratıyor. Düzenin kalemşörleri ise şaşkınlık içinde bir "teröristin"
halk tarafından sahiplenilmesini ve bir kahraman olarak görülmesini
hazmedemiyorlar. Ama anlayamadıkları, anlamak istemedikleri bir şey var.
Sibel Yalçın bugün yoksul Türkiye halklarının onuru, özgür vatan
topraklarında yeşerecek Devrimci Halk İktidarı'nın yeni bir simgesidir.
Sömürünün, katliamların, kayıpların, işkencelerin,kaçırılıp katledilmelerin
öfkesiyle dolu halklarımızın, adalet duygusunun adıdır. İşte bu yüzden
sahipleniliyor Sibel Yalçın; Bu yüzden cenazesi faşizme bırakılmıyor.
Sahiplenilen, halkın kendi onuru, namusdur. Polisiyle, kontrgerillasıyla,
sivil faşistiyle halka zulmeden faşist düzenin karşısında direnilmediğini,
savaşılmadığını, hep suskun kalındığını tarih yazmış mıdır? Hayır... Tarih
halkların onur, namus, adalet, özgürlük savaşının devrimcilerin ve halkların
kendi ellerinde yükseldiğini yazdı her zaman. Bugün de tarih Gazi'nin onurlu
ruhunun rengarenk, öfkeli, disiplinli bir coşkuyla 1 Mayıs'ta alanlara aktığını,
Nurtepe'de, Okmeydanı'nda faşist-burjuva politikalarını, oyunlarını barikat
direnişiyle boşa çıkardığını, Elbistan'da polisin analarımızın, kızlarımızın
ırzına, namusuna yönelik saldırısı karşısında, halkın namusu uğruna o
köhnemiş, çürümüş devlet aygıtına yönelik ayaklanmasını yazıyor. Onur için,
özgürlük için yürünen yol koşulsuz sosyalizmdir. Her türlü insani değer,
paylaşım ve kardeşlik; yeni bir hayat, yeni bir kültür, "Devrimci Halk Kültürü"
yürünen bu yolda şekileniyor. Bu yol "Asla Gerİ Dönmeyeceğimiz" bir yoldur.
Köklerimiz Anadolu'nun isyankar topraklarındadır. Bedrettinler'in,
PirSultanlar'ın, Dadaloğlular'ın, Baba İshaklar'ın, Kawalar'ın isyan ateşidir
bugün ellerde taşınan. Yüzyıllar öncesinin halk önderlerini, zalime karşı
yürüttükleri halk isyanlarını ve bunların nedenlerini bilmek; bugünün
Kürdistan'ını, Gazi'sini, Nurtepe'sini daha iyi kavratacaktır bize. Anadolu
topraklarındaki ilk örgütlü halk isyanını başlatan Baba İshak anlatımını, ileriki
sayılarımızda diğer halk önderleri ve isyan hareketleri izleyecek.
Devrimci sanatımız, geri dönmeyeceğimiz yolun savaşanlarını ve yarattıkları değerleri anlatmaya devam edecek. Üretimlerimiz, etkinliklerimiz yeni
mevzilerle, sahibi olan emekçi halklara ulaşacak. Dergimiz temsilciliği olarak
faaliyete başladığımız Gazi Halk Kültürevi daha açılış günü polis tarafından
basıldı. Baskında aralarında Grup Yorum ve Özgürlük Türküsü elemanlarının
da bulunduğu 66 kişi gözaltına alındı. Kültürevi bir hafta sonra da mühürlendi. Aralarında, dergimiz çalışanları Aynur Altın ve Aynur Cihan'ın bulunduğu
beş kişi tutuklanırken gözaltına alınan diğer misafir ve sanatçılar serbest
bırakıldı. Böylece dergimiz elemanlarından tutsak olanların sayısı altıya ulaşmış oldu. Faşizmin saldırganlığı arttıkça, dergimize ve temsil ettiğimiz devrimci sanata yönelik baskılar dalgalıyor. Dergimizin 33. sayısına beş yazı
nedeniyle soruşturma açıldı ve toplatıldı. Ancak hiçbir engel, hiçbir güç
sanatımızın ve Devrimci Halk Kültürü'nün gelişmesini engelleyemeyecek.
Yine türkülerimiz, marşlarımızla yeni direnişlerin, yeni barikatların içinde
olacağız.
MERHABA
Dostlukla!
T AV I R
1
K
uruluş Kongresi Raporu'nu
okurken "Bu kongreyi düzenleyebil me mi z için çok
uzun za man geçti "diy e
söze başlay an önderimiz
20 y ılı aşkın mücadeleci
bir süreçte savaşmay ı ve
örgütlenmey i öğrenen Kürt
v e Türk ulusuna, Arap,
Çerkes,
Laz,
Gürcü
ve
diğer
milliy etlerden halklara bağımsız, özgür
v e kardeşçe bir gelecek vaadeden
partimizi
müjdeliy ordu.
İdeolojik
sağlamlıkla,
güv enle,
sağa
sola
sav rulmadan, acıları v e sevinçleriyle
uzun v e dolambaçlı bir y ol aşılmıştır bu
za man içerisinde. Ödenmesi gereken
bütün bedeller tereddütsüz ödenmiş;
özv eriy le v e cesaretle, belki de hiç bir
dev rimde görülemeyecek özgünlüklerle
dolu bir tarih y aratılmıştır. İşte bu tarih
"esas olarak şehitlerimizin tarihidir".
Düny ay ı bir kere de Türkiye'den
sarsacağımıza söz v ermişsek
ve
dediğini y apan, sözüne güv enilir bir
hareketsek bu, özellikle şehitlerimizin en
zor
koşullarda
dahi
düşmana
başeğmey en, ölen ama y enilmeyen
nitelikleriy le kazanılmıştır. Hiç kimse
bize bahşetmedi; kolay ve ucuz değildi;
emekle, zorla koparıp aldık her şey i. Ve
y ürüyüşümüzü
hızlandıra cak,
önümüzdeki bütün engelleri aşacak olan
Partimiz şehitlerimizin bay raklaştığı
mücadelemizi zaf erle taçlandıracak.
Onlar bağımsızlık, demokrasi v e
sosy alizm için y ola çıkmışlardı. Eşit,
özgür
bir
düny a
kuracaklarına
inanmışlardı. Teslimiyet, güvensizlik v e
icazet
çemberinden
kopmuşlar,
halkların kurtuluş y olunu göstermişlerdi.
Tüm düny aya mey dan okuy acak kadar
cüretkardılar.
Elleri güneşe uzanıy ordu ama
ay aklarını sağlam basmışlardı v atan
topraklarına. Kökleri, tanrılardan ateşi
çalıp
insanlara
armağan
eden
Prometeus'lara; kölelere, emeğini artık
kölelik zincirini kırmak için kullanmay ı
öğreten Spartaküs'lere day anıy ordu.
Onlar, Pir Sultanların isy ankarlığını,
Bedrettin'lerin
özgürlük ve
eşitlik
duy gula-
2T A V I R
rını y akıcı bir tutkuya taşımışlar,
sosy alizmin ilk f ilizi Bolşev ik'lerin
geleceğini kuşanmışlardı.
Küba'da, Sierra Maestra'larda
kıv ılcım gibi parlay ıp ülkeyi
ay dınlatan Che v e y oldaşlarının
kararlılığı v e sav aşçılığı v ardı onlarda.
Onlar Ho Amca gibi inatçı v e
inançlıy dılar. Tüm imkansızlıklara
rağmen koca bir empery alist dünyay ı
karşısına alacak kadar Vietnam halkına
güv enen Ho Amca gibi güv eniyorlardı
Türkiy e halklarına.Y olu y ok, bu ülke, bu
halklar kendi ay akları üstünde
doğrulacak, emperyalist kuşatmay ı
kıracak, emeğin iktidarını kuracaktı.
Düny a yeniden kurulacak, tarih
yeniden yazılacaktı.
Tarihi y azmaya başladılar...Tarih
onları yazmaya başladı. 30 Mart 1972
uzlaşmacılıktan, teslimiyetten kopuşun
tarihidir. Kavga, halka sırtı dönük
masabaşı tartışmalarında değil
mey danlarda, f abrikalarda, dağlarda
halkla birlikte sav aşarak öğrenilir
diy enlerin bir manif estosudur. Hay ır!
Kızıldere son değil. Onun için Mahirler'i,
Hüsey inler'i, Ulaşlar'ı ağıtlarda
anmıy oruz. Gelişip serpilerek, bu
topraklara kök salarak
sav aşı sürdürüy oruz.
Onların
Kızıldere'de
akan kanı bu topraklarda
bereket, inatçı v e militan bir
gelenek oldu. Onların adları,
bay rağı devrime kadar taşıma
şiarının simgesi oldu.
1972'de halkların umudunu
yok
ettik
diye
düşünenler
y anıktılar. Bir kez tohum toprağa
düşmüş ilk filizini sürmüştü. Bundan
böy le derinlere kök salacak, gelişip
serpilecek.
Dev -Genç bu geleneğin sürdürücüsü
oldu. Y ok edilemey en gelenek kav ganın
içinde y eniden canlandı, v ücut buldu.
Emekçi y ığınların hak alma mücadelesinde ustalaştığı v e kitlelerin
iktidara y öneldiği bir dönemde f aşist
terör v e katliamlar, halkın Önünde en
büy ük engeldi. Siv as, Maraş, Çorum, 1
May ıs '77, 16
Mart katliamları f aşizme,
emeğin
düşmanlarına
karşı
amansız
bir
mücadele
sorumluluğu
y üklüy ordu
dev rimcilere.
12 Ey lül 1980... Halka açılan açık
sav aş. 12 Eylül 1980 sabahı 5 general
halka v e dev rimcilere sesleniy ordu:
Teslim Olun!".
Y erin
derinliklerinden
çıkartılan
kömürü, bakırı; toprağın rahminde
y eşeren pamuğu, tütünü, çay ı; üniversitelerde
bilimi;
fabrikalarda,
tornabaşlarında alınterini, insanlık adına
y aratılan tüm
güzellikleri v e bu
güzelliklerin sav aşçılarını, onuru, adaleti
teslim almak istiyorlardı.
Doğrultup namluları y oksul hal-
kın göğsüne bağırdılar: "Teslim
Olun!".
Karanlığın hükmü sürsün diye,
okyanus ötesinden sesi gelen Coni'nin
adına "teslim olun!".
Silahları işkence, darağacı ve
zindandı. Halkın önderlerini, devrimcileri teslim almak gerekiyordu
önce.
Necdet Pişmişler, Ahmet Karlangaç,
Mehmet Selim Yüce, Mazlum Güder,
Hayrettin Erenler teslimiyet çağrılarına
karşı örülen ilk barikatlardı. Onlarla
birlikte, 12 Eylül politikalarını bozguna
uğratacak direniş, kökleşerek geleneğe
dönüştü. Nerede, hangi koşullarda
Cunta'ya ve onların
halkı teslim alma politikalarına
direnmek.
Aslında 12 Eylül döneminde, direnme
ya da direnmeme olgusu, yaşamın tüm
alanları için geçerliydi. 12 Eylül
döneminde
direnmeyenler,
sınıf
mücadelesi arenasından çekilenler,
cezaevlerinde de direnme yolunu
terkettiler.İşçi ve emekçi halka en
büyük saldırının yöneltildiği 12 Eylül
döneminde direnmeyenler geçmişi,
geçmişlerini karaladılar; direnişe ait ne
varsa inkar ettiler. Giderek de bu
geçmişten
kopuş ve
inkarcılık
direnmemeyle
birleşince,
sözde
kendilerine ne derlerse desinler, özde
düzene, düzenin "sol"dan ürettiği
düşünce
akımlarına ve yaşam biçimlerine angaje oldular. Egemen
sınıflar için kabul edilebilir, zararsız bir
çizgiye geldiler.
Özgürlükler için ölüme yürümenin,
en yüce değerler için "Ölüm
Oruçları"nda
ölümü zaptetmenin
zamanı gelmişti. Bıraktılar kalemlerini,
diller sustu... Artık siyasi kimlik
konuşacak; savunulacak yaşamın
onuru; yürekteki inanç dövüşecek...
Daralan
kuşatma
çemberini
bedenleriyle yarmak, yeni bir direniş
cephesi açmak için kör dehlizlerde,
ışıklı bir kavga başlattılar.
Ölümü göze almak, yaşamı türkü
tadında sevebilenlerin, tüm dünya ve
insanlık için yaşamayı bilenlerin
yapabileceği türden bir fedakarlıktır.
Açlık yeryüzünden silinsin, insanlık
tüm insani ihtiyaçlarına doysun diye
açlığa yatanlar, bize bir gelenek miras
bırakmakla
kalmadılar,
faşizmin
cezaevlerinde
T AV IR 3
işkenceyle y ürüttüğü teslim alma v e
kimliksizleştirme
politikalarını
da
y endiler. Apo, Haydar, Haşan, Fatih
insanlık onurunun işkenceyi yeneceği
inancının ilk kıv ılcımlarıy dılar.
Cezaev leri ve "Ölüm Oruçları"y la
kendini y eniden yaratan devrimci
mücadelenin oluşturduğu y eni değerler
ve geleneklerle sessizliği ilk bozan,
toplumun
üzerine
serpilen
ölü
toprağından ilk silkinen analar oldu.
Y aprağın
bile
kıpırda madığı
bir
dönemde y üreklerinde kopan f ırtınay ı
kav ga alanlarına taşımay ı Dildiler.
Öğrenci gençlik uzun y ürüyüşleriyle,
Nisan Direnişiy le bir kıv ılcım gibi çaktı.
"Demokratik Üniv ersite" şiarıy la bitimin
gerçek sav unucusu olurken öte y andan
halkın sorunlarını sahiple nerek ay dın
sorumluluğunun örneklerini sergilediler.
Sessizlik bozulmuş, karanlık dağılmıştı
bir
kez.
Fabrikalardan
okullara,
kondulara kadar halk, örgütlü hak alma
mücadelesiy le zincirleri kırmay ı başardı.
Kök saldıkça y eni sürgünler v erdi
geleneğimiz. Her f ilizde çok geçmeden
meyv eye durdu dallar. 1 May ıs bir
hesaplaşmaydı.
Bu
hesaplaşma
alanlarda göğüs-göğüse, soluk-soluğa
y aşandı. Öztürk Acari, Salih Kul,
Mehmet Akif Dalcı alana y ürüy en
beşbinlerin inancını, iradesini temsil etti.
Kopartılıp alınan y asal 1 May ıs
hakkında,
üniv ersite
anfilerinde,
koridorlarında
karartı
bir
ses
y ankılanıy ordu. Day anışma, boykot v e
direnişler Birtanlar'ın, Seherler'in adıy la
anıla caktı. Y oksul gecekondu halkları
örgütlü bir direnişle sahip çıktılar
haklarına.
Dozerlerin,
panzerlerin
karşısına "emeği mle yaptığım kondu mu
yıktırma m"diy e dikildiler, ölüm pahasına.
Hüsnü İşeri, Armutlu'nun sokaklarına,
harcına, sof ralarına sindi. Şimdi polis
işgali altınday ken bile mey dan okuy orlar
"Şehidi miz var, kimse söküp atama z bizi
buradan"'diy e.
Kav gay ı
güzelleştiren,
onu
sanatlaştırabilendir. 12 Temmuz'da, 17
Nisan'da ve Bağcılar'da bu sanatın
doruklarına ulaşıldı. Kararlılık, cesaret
v e onur, en somut if adesini buldu
direnişlerde. Öldürü-
4T A V I R
y or düşman ama "y endik" diy emiy or.
Tankıy la, topuyla, tüf eğiyle saldırıy or
ama bitiremiy or. Bitiremey ecek. Çünkü
saldırdıkça bütün bir halkı karşısına
alıy or. Çünkü 12 Temmuz'da yazılan
manif esto,
direniş
geleneğinin
sürdüğünü bildiriyordu. 17 Nisan'da
göky üzünde dalgalandırılan bay rak,
Adana'da duv arlara kanla yazılan son
söz oluy or. Sabolar'ın, Edalar'ın "Ülkenin
dört bir yanında kızıl karanfiller olarak
açacağız!" hay kırışları y ankılanıy or,
ülkenin dört bir y anında uzlaşmazlığın,
y enilmezliğin y eni f ilizleri oluy or. 17
Nisanda dalgalanan bay rak elden ele
dolaşarak
Bağcılar'a
ulaşıy or.
Mücadelenin nabzı daha hızlı attıkça
adımlar sıklaşıy or. Ev lerde, kondularda,
dağlarda can bedeli ateşler y anıy or.
Y aratılacak olan dünya, silahı kav rayan
ellerde şekilleniy or. Bir bay rak elden ele
dolaşıy or daha f azla özveriy le, daha
fazla cesaretle. Umudun adı kanla
y azılıy or duv arlara. Bu umut, somunu
sıkan, demiri döven, yoksul sof ralarda
ekmeği bölen, çamurlu sokaklarda
gecey arısı duv ar örenlerin umudu.
Başak tanelerinde iz bırakan, üniversite
koridorlarında söz bırakan, May ıs
mey danlarında
kapıkulluğunu
kırıp
grev e uzanan ellerin umududur. Bu
umudu y ok edemezler, kavga mayalandı
bir kez. Gökyüzü, toprak sarsıldı. Bu
umut
ülkenin
dağlarına
serpilip
Malaty a'da, Sıv as'da ve Caniklerde
güneşi kıskandıracak parıltılarla açan
çiçek oldu, doruklarda çakan kıv ılcım.
Her kesilen dalından y eni y üzlerce f iliz
v eren gür bir f idanlık, ateş hattında
sınanmış çelik
bir yapı. Zafere
ulaşılacak.
Çünkü
gelenekleriyle,
şehitleriy le, ilkeleriy le halkına duyduğu
güv en v e halka verdiği güv enle kararlı
adımlarla y ürüy or mücadele.
Adım attıkça y ıkılan her köhnemiş
duv arın y erinde, tuğlaları kavganın
alev inde pişirilmiş, harcına halkın öfkesi,
coşkusu v e alınterinin katıldığı, y eni
insanın ellerinde şekillenen bir y apı
yükseliyor.
Adım
attıkça
v erimli
toprakları, ov aları; vadilerinde mitraly öz
seslerinin y ankılandığı dağları, dağların
ar-
dından
kızararak
beliren
şaf ağı
müjdeliy or hayat.
Tünelin ağzına, gün ışığına, eşsiz v e
engin eşitliklerin toprağına açılan y oldur
y ürünen. Kuşkusuz bu en kestirme, en
zahmetsiz y ol değil. Bilinçle tercih
edilmiş "engebeli, dolambaçlı ve sarp" bir
yoldur.
Y aşanan katliamların sonrasında
göğe dikilip kusturulan kara namlular,
amigo sloganları, "beynini dağıttık",
"kökünü
kazıdık"
açıklamalarının
ardından görülen; Eylül f ırtınalarında
sınanmış,
Haziran'da
Ölüm
Oruçlar'ından geçmiş, 12 Temmuz v e
daha nice ateşli sınavları aşmış
dağıtılamay acak
bir
bey in,
ülke
topraklarında
derinliklere
uzanan,
y ığınların dev inimini, y ürek v uruşlarını
damarlarında
hisseden
asla
kazınmay acak köklerdir.
Y ediv erenlerin, kardelenlerin, kendi
küllerinden y eniden doğarak cisimleştiği
bir gelenektir bu. Bu geleneği postal,
miğf er, işkence tezgahı v e demagojiy le
suskun v e karanlık bir ülke yaratmak
istey enlerin karşısına beden beden,
hücre hücre, mermi mermi dikilip
dirençle ay dınlığı çoğaltanlar bugüne
taşıdı..
Haine aman v ermez bu gelenek,
kirini pasını söküp atmay ı bilmiştir.
Değerlerine sahip çıkmış ideolojisine
güv enmiş
önderi,
savaşçılarıy la,
gençleri, y aşlıları çocukları, kadınları,
analarıy la gelmiştir bu güne.
Bu
geleneği
anlamak,
hayatı
anlamaktır. Bu geleneği taşımak, hay atı
coşkuyla sav unmak, zorun, zorbanın
karşısında cesareti bay raklaştırmaktır.
Bunun için orak ve çekicin süslediği
y ıldızlı bay rağımız düşmanlarımızın
korkulu düşüdür. Bunun için y ıldızımız
Kürt, Türk ulusları, Arap, Çerkes, Laz,
Gürcü tüm milliy etlerden halkımızın
gözbebeğidir; güv encesi, geleceği v e
mutluluğudur.
Gelecek, y alan ve demagojiden
başka kendilerini
ay akta tutacak
day anakları kalmay anların değil, halkın
güv enini v e umudunu taşıy anların,
halkın
adaletini
simgeley enlerin
olacaktır.
Biz Hiç Teslim Olmadık ki!
Hakan ALAK
U
yanıyor bir Haziran sabahında İstanbul sokakları. Gazi uyanıyor, Nurtepe uyanıyor, 1 Mayıs mahallesi uyanıyor.
Taze bir bahar havası var sokaklarda. Ayaklanma havası var, umut var. Uyanıyor İstanbul sokakları gencecik bir
kızın silahından çıkan kurşun sesleriyle. Komutan Sibel'in zafer sloganlarıyla uyanıyor Okmeydanı. Bu haykırış,
bu slogan, bu ses... tanıyor bu sesi insanlık. Binlerce yıl öncesinden tanıyor. Anadolu köylerinden tanıyor, Baba
İshak'tan tanıyor, Sarı Saltık'tan tanıyor. Köroğlu'ndan, Karayılan'dan. Pir Sultan'in sesi bu, yüzyıllar öncesinden bugüne
uzanan.
Geri çekiliyor vuruşa vuruşa. Gecekondular uzan mış yolu boyunca. Gözler arala mış perdeleri. Bakışlar korkuyu
değil, hayranlık dolu bir gülümse meyi anlatıyor. 18 'inde bir genç kız yeni bir sayfa ekliyor yiğitlik manzu me mi ze. Daha
18'inde ömrünün baharında. Ak renk değme miş daha tenine. Ölüm, daha çok uzak yaşına. Umut onunla, sevinç onunla,
gelecek onunla. 18'inde daha ömrünün baharındayken, halkının onuru özgürlüğü için silahı elinde.
Geri çekiliyor vuruşa vuruşa. Gecekondular sıralanmış yolu boyunca. Çiçekleniyor sokaklar o vuruştukça. Gözler
arala mış perdeleri. Sellere e gülümsüyor gözler Sibel'e, dağlarca...
"Bu rica değil, emirdir! Gideceksiniz." Bir ana nasıl korursa yavrularını kötülüklerden, bir güvercin nasıl çırpın ma
yavruları için, öyle koruyor yoldaşlarını. Daha onsekizinde, gencecik ama bir ana gibi sımsıcak.Sanyor yavrularını, alıyor
kanatları altına. Onun mayasında vefa var, özveri var. Onun damarlarında tereddütsüz feda etmek var kendini, yolunu
gözleyenlere. O, feda kuşağının evladı, o bir komutan. Attığı her adımda soru mlulu ğu var yoldaşlarına, halkına. Kaç kez
geçti de ateş çemberinden, kaç kez sınadı da yüreğini kavgada, öyle aldı bu yükü omuzlar ına.
Geri çekiliyor vuruşa vuruşa. Gecekondular sıralanmış yolu boyunca. Gözler aralamış perdeleri, korku yok
bakışlarda. Bir perde kapanıyor bir evde. Gözler çekiliyor perdenin arasından. Bir kapıyı açıyor gözler: "Gir içeri" diyor,
"Burası sana siper, burası sana vatan." Beyaz bir arabanın ardından çıkıyor, alnının üstünda terler birikmiş, gözleri
kısık. Hızla giriyor evden içeri. Odadalar; Ayşenur, İsmail, Lütflye, Yusuf, Hasan ve Rıdvan güç veriyorlar ona,
sıvazlıyorlar omzundan. "Sor bunların hesabını" diyorlar. Bir vakit orman kuytuluklarına atılma nın, dipsiz kuyulara
salın manın, tecavüzlerin, na mussuzlukların... "Sor bunlann hesabını!" Makinaya kaptırılan kol için sor, üzerine kurşun
yağan bedenler için sor, namusuna yellenilen genç kızlarımız için sor. Güç veriyorlar Sibel'e, silahına mer mi, da manna
taze kan oluyorlar. Akacaklannı bile bile...
"Siz çıkın" diyor evin sahiplerine. "Bir zarar gelsin isteme m size. Biz kalacağız. Yoldaşlarım ve ben çatışacağız son
mer mi mi ze dek".
Dışarıda 'Tesli m ol!' diye böğürüyordu sürüngenler, 'Teslim oll' Nasıl teslim olurdu? teslimiyet ihanetti, ölümdü
teslimiyet. Panzerin üstünde ölüme meydan okuyan, barikat olan, destan olan Gazi'ye ihanet. Alıp Gazi'nin selamın ı
sokaklarına taşıyan Elbistan'a ihanet. Dicle'sinden kan akan Kürt halkına, göçük altından "Hesabımı sorun!" diye
haykıran madenciye, inancı gaspedilmiş, özgürlüğünü gözleyen Alevi'ye, Sünni'ye ihanetti.
Nasıl teslim olurdu? Bir daha nasıl bakardı, gülen gözlerinin içine Ayşenur'un. Bir daha nasıl "Merhaba" der di,
Yenibosna'da onu sevenlere, dostlara. Bir buket çiçeği nasıl bırakırdı anacığ ının me zarına. O ana ki "Na muslu ol,
onurlu yaşa" diye büyütme miş miydi onu, gecesini gündüzüne katarak yıllar boyu. Nasıl teslim olur du, nasıl ihanet
ederdi yolunu gözleyenlere.
"Tesli m ol!" diye bağır ıyordu sürüngenler, "Tesli m ol!" Bi z hiç teslim ol mad ıkki. Pir Sultan teslim ol madıki Hızır
Paşa'ya, Mahir teslim ol mad ıki. Bedrettin bir kez bile el pençe divan durmad ı ö mrü boyunca. Seyit Rıza kendi çekti ya
ipini "Yaşasın bağımsız Kürdistan" diye diye. Dar etmedi mi İbrahi m Diyarbakır zindanlarını zebanilere.
Yazma z tarih kitapları başeğdiğimizi zul mün önünde. Ölü me, yarine hasret bir sevdalı gibi sarılıp, öylece ölürüz de,
boyun eğmeyiz yine de zulmün önünde.
"Tesli m ol!" diye bağırıyor sürüngenler. "Teslim ol!" Billur gibi bir ses yanıtlıyor onları, pürüzsüz bir haykırış: "Ancak
cesetlerimizi teslim alırsınız!"
Bir gün sonra ga zetelerdesin. Resmin var ön sayfada. Huzurlusun. Sözü mü yerine gelirdi m dercesine. Kavgadaki
adına bakıyoru m da yüreği mde bir kasırga kopup geçiyor, 'Özlem'. Ne kadar da yakışıyor sana. Bağcılardaki zılgıtı
taşıyorsun bugünlere. Özlem gibi direngen, Özlem gibi sevdalı, Özle m gibi onsekizinde. Şimdi çocuklar senin adınla
doğacak. Senin adınla gülecek o çocuklar özgür vatan topraklarında. Bugünümüzü, yarınımızı yaratan tüm şehitleri miz
gibi sen de olacaksın yanımızda zafer gününde.
O sabah bir ateş düştü canımıza. Ne etsek, nere gitsek çare yok. İlle içeceğiz 'abı hayat'tan, ille murat alacağız
hasretten. Çünkü sen saldın bu sevdayı yüreğimize Delal. Artık can çıkar, sevdan çıkmaz bedeni mi zden. Korku düşmüş
yüreğine sürüngen basının. Öfkeyle, korkuyla saldınyor etrafına. "Yetti" diyor, tehditler savuruyor. Sıktığın her kurşunda
sonunu görüyor, sıktığın her kurşun ölümüdür çünkü.
Bir kurşun da namussuza, ırz düş manına a man ver meyen Elbistan halkı için sık Delal. Bir kurşun da 'kanım yerde
kalmasın' diyen Ayşenur için, Hasan için, Rıdvan, İsmail için sık. Bir kurşun da yollarda ölen Berivanlarımız,
Rojdalarımız için sık Delal. Bir kurşun da, bir kurşun da, bir kurşun da...
T A V I R
5
YARSIZ VE
ZAMANSIZ
Cemil ALTUNKAYA
ölümün böylesi, soğuk
zamans ız Ve
kalleştir, can. Nereye koyalım
şimdi seni?
Neye yarar
Kimbilir kaç ihanet pususunu
birlikte atlattığımız
O koca kentin varoşlarına Bir
ış ığın gölgesine s ığınıp
ağlamak?
Sonra kopar ıp
yüreğimizi
ıtırlı bahçesinden Bir
avuç köz yutmuş gibi Göğsümüzü
yumruklayıp dağlamak? Ölüm
yeni bir şey değil. Asıl zoru muza
giden, s ıkıştır ması bir köşede
Böyle güpegündüz Böyle sinsi,
apansız Kucağımızda çiçekler
Düş mek bir yola Ve üstelik,
Bilinmedik Gidilmedik Ve yarsız...
6
T A V I R
DEVRİMCİ HALK
KÜLTÜRÜ
TAVIR
Halklar binlerce y ıl süren insanlık
tarihi boy unca, sınıf lar arası ilişkiler
içinde şekillenen üstyapı kurumlarını da oluşturarak kültürel birikimlerini yarattılar. Bu ay nı zamanda, ezilen v e toplumsal haklarından mahrum edilen y ığınların uygarlaşma (bizim anladığımız anlamıy la özgür ve
sömürüsüz bir dünya) y olunda egemen sınıf lara karşı v erdikleri mücadele birikimlerinin bütünüydü de.
Anadolu halkları egemen kültürün yanında feodal sömürü ve baskıya direnerek ilerici özü olan bir kültür
yaratmay ı başarmıştır. Empery alist
çağda ise, kapitalizmin y ukarıdan
aşağı inşa sürecinde işbirlikçi burjuv azi, emperyalist kültürü ikame etmey e çalışırken, kendi çarpık kültürünü de oluşturdu. Bu süreç halk kültürünün gelişme sey rinden saptırılmaya, şekilsizleştirilmeye ve düzene
uy durulmaya çalışıldığı bir süreçtir.
Ancak kapitalizm halkların kültürünü
ortadan kaldıramadı, kaldıramazdı
da. Çarpık kapitalizmin emekçi sınıf ları ortadan kaldırabilmesi mümkün
değildi. Çünkü yaşamını, ezdiği bu
sınıf lara day andırıy ordu. Y ani halklar, gelişme dinamiği burjuvazi taraf ından y ok edilmeye çalışılan kültürlerini bağrında y aşattı; f akat çarpık
ve kozmopolit yeni bir toplumsal y apının ortasında. Ama doğal ki, halk
kültürünün toplumsal bir mücadele
üzerinde y ürümeden günlük yaşamda zenginleşmesi ve gelişip serpilmesi mümkün değildi. Çünkü demokratik halk kültürünün kapitalist
toplumda özgürce gelişebilmesi, üretim araçlarına v e devlet aygıtına sahip burjuv azi taraf ından önleniyor,
yaşam olanağı bulmuyordu. Emper-
yalist çağ demokratik halk kültürüne
yeni bir dinamik ve içerik kazandırmıştır.
CUMHURİY ETTEN
GÜNÜMÜZE HALK KÜLTÜRÜ
Cumhuriyet döneminde 'reform'
niteliğinde atılan adımlar yüzeyseldi
ve halkın y aşamında köklü bir değişikliği başarabilecek nitelikte değildi.
Küçük burjuva devriminin, emekçi
halkların kültürünü korumak v e yaşatmak gibi bir kaygısı y oktu. Daha
çok
'Türk
milliy etçiliği'ni
sloganlaştırıp,
diğer
ulusların
kültürü üzerinde baskı kurarak
asimilasyona
hizmet
eden
politikalar
üretildi.
Toplumun
yaşamını belirleyen üretim ilişkilerinde değişiklik yapmadan, o toplumun
kültürünün özgürce gelişmesini beklemek hayaldi. Nitekim de oyla oldu.
Özellikle 1923 'İzmir İktisat Kongresi'
kararlarıyla burjuvaziy i oluşturmaya
çalışan, bunu da emperyalizmin desteğine bağlayan küçük burjuva diktatörlük, emekçi halkları uzun yıllar köleliğe sürükleyecek bir sömürü zinciri
kurdu. Halkları sefalete, açlığa, adaletsizliğe sürükleyecek temel politikaları dev rey e soktu. O dönemdeki
kültür politikaları diğer ulusların birikimlerini y ok say arak, 'Türk Milliyetçiliği' ekseninde 'ulusal' bir kültür bütünlüğü y aratma doğrultusundaydı.
"Türklük" öne çıkarılarak, dışındaki
ulusal değerler tahrip edilmeye başlandı. Y ağmalama v e asimilasy ona
uğratıldı. Ama doğal olarak Türk ulusunun değerleri de tahrip oluyordu.
Çünkü y üzy ılların ortak y aşamıy la
oluşturulan değerler de ortak kültürel
değerlerdi. Bununla birlikte ulusal bir
birikim y aratmak ve onu işlemekten
çok, 'Batı' hayranlığını y ansıtan uygulamalar gözlendi. Müzikten giy inmeye kadar hemen her konuda 'Batı'
taklitçiliği esas alındı, öy le ki; sözde
çağdaş olmak adına geleneksel değerler 'geri' olarak nitelenerek, bir
'dönem klasik ve geleneksel Türk
Müziğinin rady olarda çalınması y asaklandı. Şehir hatları v apurlarında
sürekli bati müziği dinletildi. Bazı
bölgelerde temel ulusal çalgı olan
bağlamalar f ırınlarda y akıldı. Ama
başarısızlık kaçınılmazdı. 'Tepeden
kondurma' anlay ış halkta y ankısını
bulmadı. Diğer y andan bu tür değişikliklere halkın bütününü katabilmek, iletişim ve teknolojinin düzey i
düşünüldüğünde de mümkün olamıyordu. Bu kez eğitim kurumlan, batıdan dev şirme aydın politikalarıy la
y eniden biçimlendirmenin odağına
oturtuldu. Batı pek rağbet görmey ince, yüzeysel bir araştırma sef erberliği başlatıldı. Aynı süreçte Batı okullarına da, y etiştirilmek üzere birçok
insan gönderildi. Gittikçe gelişen
burjuvazi halk kültürünün gelişme dinamiklerini kopartmaya, kendisinin
önündeki tüm değer birikimlerini tasfiy eye v e 'Cumhuriy etten' kalan tüm
kırıntıları da y ok etmey e başlamıştı.
Ay dınların tutuklanması, dev let kurumlarında ulusal kültürün ileri yanlarını temsil edenlerin ayıklanması gibi
belirgin saldırılar, özellikle 50-55'le
rastlıy ordu. Bu dönem, yeni sömürgeciliğin ülkeyi etkisi altına almay a
başladığı y ıllardır. Ülkenin ekonomik, siy asi v e her açıdan empery alizme bağlandığı, atılacak en küçük
adımın bile emperyalizmin izni olmadan y aşama geçirilemediği bir dönemin başlangıcıdır. Bu anlamda empery alizmin 'Demokratik Halk Kültürünü tasfiye politikaları bizzat dev let
kanalıy la hay ata geçirilmiştir. Silahlı
mücadelenin ancak 71 'de başlaması, yani emekçi halkların kurtuluşunu
sağlayacak önder gücün hayata ancak bu süreçte müdahale edebilmesi
de, dev letin yok etme politikalarına
karşı köklü bir mücadale içinde
bulunamamay ı, direnememeyi v e
halkların kültürünün yeni bir içerikle
işlenerek günlük yaşam içerisinde
yoğrulamamasını
beraberinde
getirmiştir.
Düzenin
kontrolü
altındaki sanatçıların, çürüy en bir
düzenin y ozlaşmış ürünlerini yeni ve
m o d e r n bir kültürün yansımaları
olarak
sunmaları kaçınılmazdı.
Alternatif ürünler ise bireysel
çabalarla oluşuyordu.
TAVIR
7
Sanatsal birikimler bazı kayda
değer çalışmaları içine alıyordu, ama
yetersizdi. Çünkü hayatın her alanına hakim ve emekçi halkların umudu
olma niteliğini taşıy an dev rimci bir
önderlik y aratılamamıştı.
EMPERY ALİST
Y OZ-ÇARPIK
KÜLTÜR
Bugün
tpplumsal
ev rimimiz
çarpık-kapitalist bir üretim sürecini
yaşıyorken, üsty apıda da kendi iç
dinamiği ile gelişemeyen aynı
karmaşık
ilişkileri
halkların
yaşamında
görmemek
düşünülemez.
Doğası
gereği
ömrünü uzatmak için didinen ve yaşam alanını hem iktisadi,'hem siyasal, hem de kültürel anlamda genişletmeye çalışan burjuvazi, halk kültü-
8
TA V I R
rünün karşısında kendi çarpık yaşamının if adesi olan yoz-kozmopolit
kültürünü biçimlendirmektedir. Asıl
kay nağı emperyalist kültürün ikame
ürünleridir. Örneğin Coco Cola tek
başına lüks bir tüketim maddesi değil, emperyalistlerin y aşamının somut, yapışkan v e medyayla desteklenen y oz bir imajıdır.
Aslında bu durum, kendi üst y apısını da kendi içi dinamiğiyle
oluşturamayan burjuvazinin köksüz,
ikame kültürünü açığa vermektedir.
Emperyalizmin kültürü yoz bir
imajdan ibarettir. Züppelik, ahlaki
düşkünlük, birey cilik gibi çürümüş
özelliklerle, merhabalaşmasından
oturup kalkmasına kadar her şey,
burjuv azinin
yaşamında
bolca
mevcuttur. Bu kültür özellikle yeni
kuşakları
etkilemekte, kimliksizliğe
v e kültürsüzlüğe
itmektedir. 12 Ey lül
süreciyle tam anlamıy la hız verilen
bu
politikalarla
emekçi
halklar
geçmişine ve sınıfsal özelliklerine
yabancı, edilgen
v e emperyalizme
ait bambaşka bir
kültür
denizinin
ortasında kuşatılarak, kaybedilmek
istenmektedir.
Alternatif kanalları
kapandıkça da, bu
dejenere değişim
hızlanmaktadır.
Burjuv azi bugün
halkların kültürünü
kimlik değişikliğine
uğratmaya çalıştığı
gibi, eğitimi genelleştirmesinden
kültürel kurumların
baskı
altına
alınmasına,
halk
kültür ürünlerinin
törpülenmesine v e
hatta
başkalaştırılma-
sına kadar yoğun bir uğraş içerisindedir. Y ine bugün halk kültürünün
korunması, geliştirilmesi v e özgür bir
y aratıcılık olanağının sağlanması
dev letin faşist mekanizmalarıyla durdurulmuş, tüm dev rimci hatta ilerici,
demokrat, ay dın-sanatçı v e bilim
adamlarına saldırılar başlatılmış,
hatta 80 öncesinde de olduğu gibi
birçoğu katledilmiş, hapse atılmış,
dev rimci halk kültür ürün ve etkinlikleri "terörist faaliyetler" olmaktan kurtulamamıştır. Buna karşın 'zararsız',
niteliksiz olanlarla içeriksiz v e salt
yüzeysel bir tarih araştırmasına dayalı ürünlere belli oranlarda izin verilmektedir.
İLERİCİ-DEMOKRATİK
HALK
KÜLTÜRÜNDEN, DEVRİMCİ HALK
KÜLTÜRÜNE
Halkların kültürlerinin kendi başına gelişme gösteremeyeceği ortadadır. Ay rıca bu kültürlerin yaşaması
için gerekli olan özgür bir ortam da,
faşist dev let yapılanması içerisinde
asla gerçekleşmey ecektir. Bundan
öte, dev let kültürel değerlerin içini
boşaltmakta ve bir süre sonra da o
kültürün sahipleri üzerinde egemenlik sağlayabilmek için bir araç olarak
kullanmaktadır. Alevi kültürünü genelleştirme çabası buna en çarpıcı örneklerden biridir. Bu erezy onun durdurulması v e kültürlerin yeniden hayat
bulabilmesi,
zenginleştirilebilmesi,
emekçi
halkların mücadele içindeki y erlerine
ve devletin tasfiye politikalarına
karşı alternatif politika ve kanalların
y aratılmasına bağlıdır.
Emekçi
halkların uy garlık yolunda, feodal
dönem
içinde
geliştirdikleri
demokratik halk kültür mirası, sınıf
savaşının göbeğinde bulunduğumuz
bugün, devrimci önderliğin devraldığı bir aşamadır. Bu nedenle halkların
iki seçeneği bulunuyor: Demokratik
halk kültürünü y a sınıf sız bir topluma, sosyalizme ulaşma mücadelesinde yenileyeceğiz v eya tepkisiz v e
köksüz bir toplum olarak emperyalizme
teslim
olacağız
ve
kültürsüzleşeceğiz.
Nitekim
bu
durum sadece Türk ve Kürt ulusal
kültürlerinde değil, tüm ezilen
ulusların
gerçeğinde
ortaya
çıkmaktadır. Diğer uluslar ve ulusal
azınlıkların tarihi kültürel birikimleriyle y aşay abilmeleri ve yeni
kültürü oluşturabilmeleri de devrimci
mücadele içinde yer alabilmelerine
bağlıdır.
İşte bu nedenle empery alizme
teslim olmayarak sömürüsüz bir dünya kurma mücadelesinin tüm zenginliğini, ona önderlik eden PartiCephe'mizle y eni bir toplumun
bağrına
taşımaktan
başka
alternatifimiz y oktur. Bugün bu y eni
kültürün ifadesi "Dev rimci Halk
Kültürü"dür. Y ani emekçi halkların
kendi kültürlerine sahip çıkması v e
onu y aşatması Devrimci Halk
Kültürü'nde ifadesini bulacaktır.
Aksi bir durum, yok olmanın
etkisizleşmenin adıdır. Tıpkı toplumsal kurtuluş perspektifi ekseninde hareket edemeyen ulusal azınlıkların düştükleri durum gibi.
DEVRİMCİ HALK KÜLTÜRÜ VE
DEVRİMCİ ÖNDERLİK
Emekçi halklar kendilerine öncülük eden Parti-Cephe'yle sav aşın bir
parçası olmaya başladıkça etraf ına
çevrelenen zincirler kırılacak, yarattığı y eni kültürde benliğinin yansımasını bulacaktır. Bu kültür bugünün
savaş kültürü olarak yarının sosyalist
kültürüne taşınacaktır. Emekçi halkların sav aşı omuzlamasıy la y eni bir
y aşam oluşacak, bu y aşam ortak
dev rimci kültürü halkların ortak malı
olarak y aşatacaktı r.
Halklarımız Anadolu toprakları
üzerinde yer yer örgüttü, kimi zaman
da bireysel çıkışlar gösteren isyanlara kalkışmıştır. Mücadele ivmesinin
bu noktaya ulaşmasına kadar geçen
süre içerisinde ilerici, demokratik ve
gelişmeye açık değerleriy le toplumsal değişimin örtünü, açan insanlar
y aşamıştır bu topraklar üzerinde.
Şey h Bedrettin, Köroğlu, Hacı
Bektaş Veli, Dadaloğlu, Pir Sultan
Abdal,
Çakırcalı
Ef e
ve
sıralanabilecek onlarca halk önderi...
Emperyalist çağda ise bağımsızlık,
özgürlük ve sosyalizm adına açılan
kurtuluş
bayrağı
Anadolu'da
yaşayan halklar arasında taraftar
bulmay a başladı. 71'de silahlı
mücadele
çağrısı
y apanlar,
yaşanan toplumsal krizin, sömürü ve
adaletsizliğin ancak gerçek anlamda
bir
devrim
mücadelesinin
büy ütülmesiy le ve sosyalizmde köklü
bir biçimde sona erdirileceğini
gösterdiler.
Halkların
kültürü
yeniden yaşam bu-
luy ordu. Çağdaş Pir Sultanlar, Şeyh
Bedreddinler tarihe adlarını altın
harf lerle işlediler. Mahirler, Denizler,
Kay pakkay alar, Sinanlar, Sabolar,
İbrahimler, Niy aziler v e kav gada
ölümsüzleşen onlarca şehidimiz yeni
bir toplumun habercisi olarak, halklara kurtuluş umudu taşıdılar. Devrimciler halkların kültüründe dumura uğratılmış değerleri tekrar canlandırdılar. Halkların faşizmin baskısı altında
dizginsiz bir sömürü ile yüzy üze gelmeleri karşısında, oligarşinin tüm
susturma v e sindirme araç, propaganda ve politikalarına karşı kurtuluş
savaşını yükselttiler. Halklara, yitirilmeye çalışılan ama tarihimizde eşsiz
örneklerine rastlanan 'dövüşmey i',
'ölüme meydan okumayı' ve 'kavgada y enilmezliği' öğrettiler.
Dev rimci hareket yarattığı y eni
kültürle bireycileşen insanı başkaları
için y aşamay a, korkaklığı cesarete,
bencilliği f edakarlığa, tereddütü kararlılığa, cehaleti bilince ve bilimselliğe, politakadan uzaklaştırılmay ı önderlik etmeye, edilgenliği söz sahibi
olmay a v e y önetmeye ev irdi; "y eni
insan"ı y arattı. Y eni insan savaşan
insandır. Sav aş; empery alizmin v e
işbirlikçilerinin halklarımıza taşıdığı
hastalıkların panzehiridir. Artık sömürüye boyun eğen, adaletsizlik karşısında suskun kalan değil hesap
soran, "halkın adaletini" temsil eden
insanlar vardı. Hak alma ve özgürlük
bilinci gelişmiş, mücadele ettikçe öğrenen v e kitlelere öğreten halk önderleri, y ani dev rimciler y eni kültürün; devrimci halk kültürünün taşıy ıcısı oldular. Sınıfsız bir toplumun ancak bedel ödenerek v e direniş destanları y aratılarak elde edileceğini
kanıtlamak üzere harekete geçtiler.
Peki dev rimciler 'yeni insan'ın
sahip olduğu özellikleri kazanmasını
nasıl bildiler ve emperyalizmin kültürel bombardımanına karşı dirençli
olabilmeyi nasıl başardılar?
Dev rimciler sahip oldukları değerleri, halk kültürünün saflığına
dev rimci bir bakışla eğilerek açığa
çıkardılar. Arındılar, arındırdılar. O
değerler halklarımızla birlikte yaşamaya devam ediyordu. Ama kendisine 'dev rimci' diyenlerin pek çoğu
halk kültür değerlerini tanıy ıp, yabancılaşmay ı y enemediği noktada
savruktular. Oysa asıl cevher halkların içindeydi. Halkların kültürü, ilerici
değerleri y aşatılarak ve mücadele
içinde
geliştirilerek
ölümsüzleştirilebilirdi.
Bugünün
savaşını yönetenler, tarihsel-kültürel
mirasa sahip çıkarak köklü bir
kimliğe kavuşabilirdi.
Örneğin "kardeşlik", "misafirperverlik", "v atanına bağlılık", "cüretkarlık" gibi özellikler halklarımızın kültürünü karakterize eder. Ay nı şekilde
"y iğitlik", "özü-sözü bir olmak", "eline, beline, diline sahip olmak" gibi sıralanacak say ısız halk değeri, dev -
T A V I R 9
rimcillerin savaş içinde işleyip y eniley erek, y eni kültür birikimleri olarak
halklara mal ettiği ve yabancılaşmayı
engelleyen demokratik kültür nüveleridir. Başka bir deyişle, devrimci kültür özelliklerimiz aslında tarihsel mirasımızda v e halkların y aşamında
kökünü bulmaktadır.
Topraklarımızın birikimlerini açıDEVRİMCİLER TARİHİ YAPAN
OLDUKLARI GİBİ YAZAN DA
OLMALILAR
"Seni Halk Adına Ölüme Mahkum Ediyoru m", "Yeraltı Yaşamından Anılar", "Ve Çeliğe Su Verildi"... Bu kitapların ortak özellikleri
tek tek devrimcilerin, yaşam anılarından oluşmalar ı ve çeşitli ülke
devrimlerinin öne mli tarihsel kesitlerine tanıklık etmeleri. Bu listeye
Che'nin "Bolivya Günlüğü", "Savaş
Anıları", "Dağdan Kopan Ateş" gibi
kitapları; devrimci kişilikleri anlatan
"Olga", "Kamo" gibi ro manları ve
hatta tarihsel deneylerin
genelinden alınıp birikim ve
derslerden oluşturulan MarksistLeninist klasikleri ekleyebiliriz.
Bunlardan sanatsal yan taşıyanları
da,
bilimsel
yönleri
ağırbasanları da, çeşitli dünya
haklarını ve devri mlerini anlayıp
kavrama da
önemli
araçlardır.
Bunu, Fransız yazar Romain
Rolland'ın "Ve Çeliğe Su Verildi'nin
yazarı Nikolay Ostrovski'ye yazdığı
mektupta da görebiliriz: "Siz,
dirilmiş ve özgürlüğe ulaşmış olan
büyük halkı-
10
TAV I R
ğa çıkartmak ve y aşatmak, demokratik halk kültürünü iy i tanıy abilmek
dev rimciler açısından kişilikleri dönüştürmede, saf ve ileri bir benliğe
kavuşmada önem taşımaktadır. Yani
bunlar
devrimci
değerlerin
içselleştirilmesinde üzerinde özel
olarak durulması ve y aşamla
bütünleştirilmesi gerekli konulardır.
Elde silah, dilinde sloganlarla
ölüme meydan okumak, halkları için
kendisini feda edebilmek, yani bir insanın, hay atını bile dav ası adına
gözden çıkartabilmesi kadar değerli
bir f edakarlık olabilir mi insan yaşamında? Düzenin kiri v e pasına bulaştırılan demokratik halk kültür değerlerini, üzerindeki tortuları kazıy arak tekrar açığa çıkartabilmek, ancak
kav gaya cesaretle atılıp sav aşarak
kazanılabilir. Aksi, halka ve onun değerlerine yabancılaşmak, düzen içinde y ok olmaktır.
ağırlıkta demokratik platf ormun muhalef etiy le parçalanırken, düşman
bombaları karşısında sloganlar atıp
inançla
marşlar
söyleyerek
savaşılabileceğini
kim
tahmin
edebilirdi? Takv imler 30 Nisan 88'i
gösteriyordu.
Gece
y arısıydı.
Öztürk Acari v e Salih Kul
kahramanlığın ilk örnekleri-
DEVRİMCİ HALK KÜLTÜRÜNÜN
Y ARATILMASINDA EN ÖNEMLİ
PAY ŞEHİTLERİMİZİNDİR
12 Ey lül'ün etkilerinin hala de-
vam ettiği 88'lerde, suskunluk y ılları
nızla kaynaşmış bulunuyorsunuz...
Biz, halkınızın güçlü sevincini ve
önünde durulma z atılımını sizde
gördük. Halkınız sizde, siz de halkınızda sür mektesiniz." Gerçekten
de dünya halklarını öncülerine
bakarak tanıyabilin. Bu, kendi halkımızı da tanımayı kolaylaştırır.
Bugün, bizi m ülke mizin çeyrek
yüzyıla varan devrim tarihi de sayısız özgün yanlar ve kişilikler üretiyor. Bu özgünlük, yalnızca devrim
stratejisinin yapısında değil, devrim tarihinin bütününün ayrıntılarında da görülüyor. Birbirinden çok
farklı kökenlerden gelip, ideolojik
ve yaşamsal bir birliğe varan
insanların her biri, bu ortak yaşama kendilerinden bir şeyler katıyorlar. Çok farklı bölge ve alanlardaki devrimci gelişi me, eylemlere,
yenilgilere ve kahramanlıklara tanıklık ediyor, hem de bu kahramanlıkların ya da olumsuzlukların
yaratıcısı oluyorlar.
Dünya halklarına ve gelecek
devrimci kuşaklara bugünümüzü n
değerlerini, yaşam özelliklerini ve
birikimlerini aktarmak, bir vefa
borcu olmasın ın yanında bir görevdir de. Yarına doğru gelişi m,
ancak geçmişin birikimleri ü zerine
şekillenebilir. Bugün yaşadığımız
günler aynı zamanda yarınlar ımızın
da temelleridir. Bu yüzden bugünleri
geleceğe ne kadar sağla m, doğru
ve
eksiksiz
taşıyabilirsek.
yomlar ımız da o kadar sağlam
temeller üzerinde kurulacaktır. İşte
tarihi yaparken, yazıya dökerek
kalıcılaştırmanın öne mi burada.
Yaşadığımız, yaptığımız her şey bir
deneyimdir. Çok iyi şeyler keşfetmiş,
çok yeni şeyler yaşamış olsak da
bunları kalıcı bir eser hali ne
getirmeyip
geleceğe
taşımadığımızda, yarın insanlar aynı deneyleri tekrar yaşamak zorunda
kalacaklardır. Oysa yaşantımızı,
birikimleri mi zi geleceğe dönük bir
eğitim aracına dönüştürebilmeliyiz.
Bizi m için, yaşarken "sıradan" gelen
bir
olay
başka
bir yerdeki
yoldaşlarımız veya gelecek kuşaklar
için önemli derslerin çıkarılacağı bir
örnek
olabilir.
Bu
nedenle
yaşadıklarımıza
öne m ver meli,
sistemleştirerek korumaya özen
gös-
ni, y üzlerce polise karşı sadece iki
kişi çatışarak gösterdiler halklarına.
Düşman onları kuşatmış, fakat esir
alamamıştı. Ve onurun adını kanlarıy la y azarak, kendilerinden sonra
gelen y oldaşlarına y ol açarak
ölümsüzleştiler.
Gerekirse silah da şart değildi.
Silah; cüret, cesaret ve atılganlıktı.
89'da 1 May ıs alanını kazanmak için
ileri atılan dev rimciler, polislerin kurşun y ağmurları altında, silaha karşı
taşla y anıt v ererek mücadelede
inançlı v e kararlı olduklarını kanıtladılar. Kuşkusuz Taş değil , y ürekti
ellerimizdeki" tasv iri, basit bir şiirsel
imge değildi. Dev rimciler, düşledikleri
yarınlara ulaşabilmek için dişe diş
bir inatla ve büy ük bir yürekle kavgay ı omuzlamaktadır. Dadaloğlu'nun
"Kalan sağlar bizimdir!" sözünü y üzy ıllar sonra şehit düşen Mehmet Akif
Dalcı v e her mev zide yitirdiğimiz değerli y oldaşlarımızın ardından da
söy leyebilmemiz öy le sıradan bir y ineley iş değildir.
"...Mütevazı ve kararlı bir kişiliği
vardı. Köyde onu herkes çok severtermeliyiz.
Devrim tarihinin
ilerle mesi;
devrimcilerin yaşamlar ının, biriki mlerinin,
deneyimlerinin
tarihe
maledil mesiyle mü mkündür. Bunu
yapacak olan bizleriz. Yoldaşlarımızın, tanıdık şehitlerimizin, kendi mizin yaşamından dersler çıkarabiliriz. Bugün, her gün vatan toprağına
düşen şehitlerimiz hakkında bildiklerimi z; özgeçmiş raporları ve
bir-iki yoldaşın anlatımlar ından
öteye gitmiyor. Halbuki onlarla
birlikte mücadeleyi paylaşmış sayısız yoldaşımız vardır. Yine çok yoğun tecrübe ve anılara sahip yaşayan yoldaşlarımız da bunları
aktarmayı raslantısal anlatımlarla
ya da "yeri geldikçe" anlatmayla
sınırlayabiliyor. Bu sınırlamaları kaldır mak için iradi çaba göstermeliyiz. "Moskova (Merinde" romanında Sovyet Generali Panfilov
"Beni m
askerlerim,
beni m
akademi mdir" diyor. Bizim her bir
insanımızın yaşamları da devri m
bili mi ne bir şeyler katacaktır. Yeni
insanı
yaratma
yolunda
şehitlerimizin yaşamının
çok
öne mli olduğunu
di... "
Kav gada ölümsüzleşen yoldaşlarımızın hepsi için söylenebilecek bu
sözler, bir kez de 92 Mart'ında
Malaty a-Kürecikte şehit düşeri
Sabit Ertürk y oldaş için de
yinelenmişti. Sabit'in diğer bir
özelliği, uzun y ıllarını cezaev inde
geçirmesine karşın, tutsaklığı sona
erince yine hemen sıcak safları
birlikte inançsızlık kimi sol içinde
olanca çirkinliğiyle hüküm sürerken,
kendisinin de bir gün karşılaşacağını
bildiği halde ölümün üzerine yürüyebilmesi, tüm sola onur dersi verecek
nitelikteydi. Tıpkı Pir Sultan'ın y ıllar
önce söylediği gibi:
"Dönen dönsün, ben dönmeze m
yolumdan!"
tercih edişiydi. 12 Eylül'le
söyleriz her zaman. Öyleyse şehitlerin ve yaşayanların yaşam deneylerini bir eğitiri) aracına dönüştürmek için; eli mizdeki verileri, hızla, incelenip-araştırılabilecek, üzerinde
çalışmalar
yapılabilecek
belgeler ve sanat ürünleri haline
getirmeliyiz.
Devrimciler tarihin nesnesi ve
öznesi -y ani yaşayanı ve yaratanıoldukları gibi, yazanı, belgeleyeni,
ürün haline getireni de olmal ıdır lar.
Burjuva tarih anlayışının devrimci
kişiliklere
popülist-duygusal-tek
yanlı yaklaşımların yarattığı bilinç
çarpıklıktan da az görülen bir
duru m değildir. "Lenin'in Fedaisi"
Ka mo'nun yer yer kahraman, yer
yer politik bilinçten ve zekadan
yoksun bir çılgın olarak lanse edilmesi, Che ile Castro arasında
"öne mli sorunlar" icat edil meye
çalışılması, bu tür çarpıklıkların hemen sayabileceğimiz örnekleri. Bizi m mücadele tarihimi z de daha
şimdiden bir çok spekülasyon ve
de mogojiyle karartılmaya çalışıl ıyor. Öyleyse tarihimizi yazmayı,
yalnızca kronolojik anlatımla ve
Sabit y oldaş, binlerce askere
en genel olu mluluk ve olu msuzların tahliliyle sınırlayıp, bununla yetinmeden, tek tek devrimcilerin
yaşam gözle mlerine dek yaymalıyız. Bu, devrim sonrasına ertelenebilecek bir iş de değildir. Özellikle
cezaevlerinin bu konudaki çok
zengin olanaktan değerlendirilmelidir. Cezaevlerinin hem derli toplu
bir çalışmaya imkan vermesi, hem
de mücadelenin çok farklı yerlerinden gelen insanların bir arada
bulun ması gibi olanakları vardır.
Ateş hattında bulunan yoldaşlarımız, sanatsal ürünleriyle, yorum
ve eleştirileriyle, kolektif üretimi mi ze
katılmal ıdırlar. Böylece devrimci
yaşam, deneyim, anılar yeniden
üretilecektir. Sorun çok edebi bir dil
kullanmak değildir. Kolektivizmi n
içinde
çok
nitelikli
ürünler
yaratabiliriz Yeter ki, pek çok konuda yarattığımız geleneklere bu.
geleneği de ekleyelim ve dünya
devrim tarihine kendi deneyimi mi zin
en ayrıntılı ö zgünlüklerini birer
mücadele bayrağı olarak miras
bırakalım.
T AV IR
11
omuz omuza kurşun sıktığı diğer
dört y oldaşı gibi, kıra yeni çıkan gerilla birliklerindendi. Kürdistan'da sav aşmanın, özellikle kır gerillasının
başlı başına y aşam zorluklan bilinir.
Bir de gerilla f aaliy eti daha önce
adım atılmamış, çalışma yapılmamış
bölgelerde sürdürülüyorsa, yani tüm
risk ve zorluklan göze alınarak 'ilk olmak', 'önder' olmak dikkate alınırsa,
düşmana karşı çatışarak yanıt verme cesaretini tereddütsüz gösteren,
gerillanın dev rime olan inancını v e
hareketine bağlılığını anlatmaya kelimeler yetmez. Bu nedenle tıpkı Sabit
yoldaş gibi, diğerleri de söküp atılamay acak bir bağla bölge halkı ile
Türkiy e halklarının y üreklerine gömülmüşlerdir.
İşte yeni insan... Tereddütsüz
kavgaya atılan, halklara verdiği söze
bağlı, inançlı, cesur yeni insan... Nazım diy or y a:
"Sen
yanmasan,
ben
yanmasa m, biz yanmasak,
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa"
"Yeni insan" verdiği söze sonuna
kadar bağlıdır. Bu saf lık ve temizliğin, dürüstlüğün, namusun ve halka
sunulan güv enin adıdır. Öy le y a,
ölüm y erine rahat, tehlikesiz hatta
bedelsiz y aşamak da vardı. Nasıl olsa kapitalist düzen "aklını kullan, köşeyi dön" diye f ısıldıy ordu. Düzenin
albenisi sonsuzdu. Devrimcinin; yeni
insanın düzenden yansıy an tüm cazibey i elinin tersiyle iterek zorlu bir
y aşamı omuzlaması, hatta ölümle
her an y üz y üze gelebileceğini bilerek kavgayı omuzlaması, ilk olması,
önderlik etmesi, gerçek anlamıy la
"uy gar", "çağdaş" bir insanı tanımlıy ordu aslında. Düzen 'olanakları'
içinde bulanıklaşan bilincin yerini,
özgürleşmiş ve güzelleşmiş bir bilinç
almay a başlıy ordu. Y ani uygarlık,
gerçekte politikleşen, İnancını koruy an, savaşan, üreten v e insani değerlerin temsilcisi bir beynin kazanılması v e yaratılmasıy dı. Özgürleşmek için "ben de yanarım" diy erek
mücadele saflarına koşanların bu
savaştan galip çıkacaktan, "karanlığı
aydınlığa taşıyacakları"tarihe ispatlanıy ordu.
"Fedakarlık etmek" halkın yaşamında yer etmiş, gerçekte içeriği dolgun, ama burjuv a ideolojisinde de-
12
T AV I R
magoji malzemesi haline gelmiş
anahtar kelimelerden biridir. Örneğin
İMF'nin dayattığı ekonomik politikay ı
uy gularken, sömürü karşısında tepki
duy ması kaçınılmaz olan emekçi sınıf ları y atıştırmak üzere bol bol "fedakarlık yapmaktan", "me mleketin,
vatanın gelişmesi için bunun zorunlu
hale geldiğinden" dem v urulur. Oysa
bilinir ki, burjuvazi bırakalım fedakarlık y apmay ı, emekçi halkların f edakarlığı ölçüsünde konf or v e rahata
kavuşan bir tahteravalli dengesi kurmuştur. Emekçi halklar ne kadar
aşağıda olursa, burjuvazinin y ukarıya erişmesi de o oranda olanaklı hale gelecektir.
Y aşamın her alanında beklediğine kavuşmay ı ümit ederek fedakarlık
yapmak zorunda bırakılan emekçiler
bu kelimeyi kutsallaştırırken, burjuvazi ise tüm değerlerinde olduğu gibi
kirleterek kullanmaktadır. Oysa "f edakarlık etmek", bir devrimci için hedef lediği y arınlara ulaşma amacı
içinde değerli kıldığı en sıradan görev if adesidir. Örneğin Beşiktaş'ta,
kaldığı hücre evi polis taraf ından tespit edilince, bir süre sonra ev e gelmeleri gereken yoldaşlarını uyarmak
v e ele geçmelerini önlemek üzere
kendisini çatışarak "feda eden" Perihan Demirer yoldaşın tavrı, karşılığı
hiçbir değerle ölçülemeyecek zenginlikte değil midir? İşte bu tavrın adı
da insanlaşmadır. Bu, devrimci halk
kültürünün; emekçi halkların kapitalizme son vermek üzere verdiği mücadele içinde geliştirip büyüttüğü kültürün, aslında halk kültürünün özünde bulunan kutsal değerlerin tam da
kendisidir.
Devrimci hareketin yetiştirdiği öyle insanlar v ardır ki, "her koşulda
mücadele"
şiarını
kişilikleriyle
özdeşleştirerek
zorlu süreçleri
cesaret, inatçı bir çalışma v e
yöneticilik yeteneğiy le aşmasını
bilmişlerdir. Y orulmak, gerilemek,
inançsızlaşmak yoktur onların
kitabında. Küçük iş, büyük iş
yoktur. Yeri geldiğinde düşmanın
açtığı bir gediği kapay an v e
yaralan onarmaya çalışan büy ük bir
önderdir, yeri geldiğinde ise çatışma
İçinde en öne geçerek y oldaşlarını
korumay ı bilen bir sıra nef eridir. Liderlik eder ama, görev gerektirdiğinde en sıradan işlere koşturur. Hare-
ketinin zarar görmesini engellemek
için güçlük v e risklerle dolu birçok
görev i bizzat sırtlar. Bir yoldaşı Niyazi
Ay dın yoldaşı şöy le anlatıy or: "Onun
yanında
bulunduğum za man lar
kendimi öyle güvenli ve rahat hissediyordum ki, en karmaşık işlerde
ve en zor duru mlar karşısında getirdiği çözümlerle tüm kafa karışıklığımı giderir, her şeyi yerli yerine koyardı. Mükemmel bir insandı..."
Niyazi yoldaş, 1985-89 ricat y ıllarında devrimci hareketin yeniden atılımını sağlay abilmesi için, asgari de
olsa sürmesi gereken f aaliyetlerin
kesintisiz biçimde devam etmesinde
ve hareketin dışarıdaki zor yaşantısını örgütley ebilmede olağanüstü bir
çaba harcamış, önder olduğunu bir
an bile gözardı etmemişti.
Tarihte, y aşamını kavgasıyla özdeşleştirmiş insanlara ender rastlanıy or. Öyle ki bugün bite büyük iddialara sahip birçok sol grubun yöneticileri sağcılaşarak devrimi ve davay ı
inkar edip düzene teslim oluyor. Oysa bu olumsuzluklardan birinin bile
harekete bulaşmasını önlemek, ancak tüm yaşamını tam bir proleter bilinçle donatıp, mücadele bayrağını
doruklarda dalgalandıran önderlerin
işiy di. 12 v e 13 Temmuz'da birlikte
şehit düştüğü diğer y oldaşları ile, tıpkı
Kızıldere'de toprağa tohumlar bırakan Mahirler gibi, y üzlerce devrimcinin mücadele saflarına katılmasında büy ük paya sahipti Niyazi y oldaş.
Ölümü y enerek şehit düşenler, ölümü sıradanlaştıranlar "kavganın
alevli rüzgarını dağların, başakların
üzerinden ılık ılık yayarak, buğdayın
bereketiyle bire bin verenlerdi". Onları hiçbir güç y enemezdi. Onların
ardından yeni Niyazi'ler, İbrahim'ler,
Nazmi'ler mücadelenin kesintiye uğramaması için kavgayı omuzlayarak
boşalan yerleri doldurdular.
Bir dev rimci hareket iktidara
ulaşma sürecinde darbeler yiy ebilirdi. Kavga her zaman düz bir hat izlemiy ordu. Bu anlamda, emekçi sınıf lara güv en veren bir güç olabilmek
ve onlara inanç taşıy ıp devrim motiv asy onunu her koşulda koruy abilmek de, ancak mücadelenin kesintisizliği ile başarılabilirdi. Devrimci Hareket, 12 Temmuz'un ardından y aralarını sardı. Ama sadece o süreçte
değil, her seferinde kaybettiği kadrolarının y erini y enileriy le doldurmuş
v e y ediği darbelerden sürekli galip
çıkmay ı başarmıştır. Devrimci Hareket, halkına güv en veren özellikleri
kendisinde
cisimleştirmiş
kadrolarıy la bu onur sav aşını
dev rime kadar taşıy abilirdi. Bu
y önüyle, "y eni insan"a o sürecin
yüklediği görev eskiyi aşarak
kendisini yenilemesi ve kav gay ı
ay nı kararlılıkla sürdürmesiy di.
Halklarımızın geleneksel y aşamında kadının y eri bilinir. Ezilen,
horlanan, ama bir o kadar da kutsal
değerdir kadınlarımız. Belki de bu
nedenle "at, av rat, silah", halklarımızın y aşamının kopmaz bir parçasıdır. Buna karşın kadın, toplum içinde
ezilen kimliğinden sıy rılamamıştır
henüz.
Dev rimci hareket bu konudaki
özenli y aklaşımıy la, kadınlarımıza
da özgürleşmenin kapılarını açmıştır. Bırakalım çekingen, feodal değerler timsali bir kadını; artık sav aşan, y aratan v e y öneten bir kadın
vardır.
Olcay lar,
Ferdalar,
Perihanlar. Hamiyetler ve onlarca
bay an
yoldaşımızın
örnek
yaşamlarıy la kazanılan yeni kadın
kimliği, "ölümü tümlerle karşılayan"
ve "Asıl siz halkın adaletine teslim
olun" diy en Güner v e Özlemler'in,
"Cesaretiniz varsa gelin" diy en Eda
Y üksellerin,
"kadının
na musu
beynindedir" diy en v e "hareketinin
ismini kanıy la duv ara y azan"
Esmalar'ın,
Nurhay atlar'ın
kazandırdıklarıyla en şerefli y erini almıştır. Artık düzen kadını y oktur.
Dev rimci v e özgür kadın halklarımızın gönlünde baş köşede y erini almıştır. Özellikle Sabo'nun örnek dolu
dev rimci yaşamının, önderlik eden
ve en zor koşullarda hareketi sahiplenen kişiliğinin, dev rimci kadınlarımızın y aratılmasında büy ük bir rolü
v ardır.
16-17 Nisan'da, yirmi y ıla yaklaşan dev rimci yaşamını, kendisini kuşatan binlerce polisin ölüm kusan silah ve bombalan karşısında savunan
oy du. Hareketine bağlılığın simgesiydi Sabo. Ölürken bile y oldaşlarına
yardımcı olabilmek, içinde bulunduğu operasyonun en az zararla atlatılabilmesi sağlamak ve gözleri üzerlerinde olan milyonlarca y oksul
emekçiye, kendilerine umut bağlayan dünya halklarına önemli mesajlar iletebilmek, ancak Sabo'nun f edakarlık, bağlılık dolu devrimci yaşamı irdelendiğinde anlaşılabilecek olgulardır. İlkeli bir kişilik, davasına
bağlanmış bir yaşam v e halklarımızın tutarlı geleneklerini, kültürünü
içselleştirmiş koca bir yürek...
işkencehanelerde "sizlere söyleyeceğim hiç birşey yok!" dedikten
sonra gözaltında kaybedilen Y usuf
Erişti, ser verip sır vermey en ve katledilmeden önce işkencecileri deliy e
çev iren Birtan Altunbaş v e halkları
için canlarını seve sev e ölüme sunan onlarca y oldaşı gibi, hareketini
ve y oldaşlarını sahiplenme bilinciyle
harekete geçen savaşçılar, 16-17
Nisan'ın
hemen
ardından
düşmanın y enilgisini sağlayan bir
dizi eylemlilik başlatmıştı.
Dev rimci değerleri savunmanın
y eri ve zamanı y oktu. Koşullar v e
olanaklar önemli değildi. Önemli
olan, bir dev rimcinin içinde sınıf kini
duy abilmesi ve mücadele ateşinin
canlılığım
yüreğinde
koruyabilmesiydi.
Bu
ateş
bulunduğu y eri yangına çevirmeli
v e düşmanı pişman edecek bir
güce dönüştürülmeliydi.
Y eni insan her geçen gün geleneklerine bir yenisini ekliy or. Kendisi
de y enileniyor ve kabuk değiştiriy or,
yenilendikçe halkları kazanıy or, kazandıkça da y eni değerlerin halklar
içinde kökleşmesini, büyüy üp serpilmesini sağlıy or.
Sav aşın
zorluklarını
göğüsleyemediği
halde
dürüst
dav ranmayanlar
'teoride
uzmandırlar'(!). Y itirdikleri tüm
değerleri gibi, siyasal tav ırları ve
kişilikleriyle de kokuşma içindedirler.
Değerlerine sahip çıkan, "adalet"
olarak gördükleri ve güven bağladıkları dev rimcilerle her geçen gün bütünleşen halklar, onlara kapılarını
kapatıyorlar. Aynı çev reler devrimcilerin y arattıkları direniş destanlarını
küçümsemekte, kan ve can bedeli
oluşturulan değerleri görmezden gelmekte ve hatta oligarşinin dev rimciler üzerinde y ürüttüğü kontrgerilla
propagandalarını 'sol' içinden desteklemektedirler.
onurunu
koruyanlar
tarihe
nakşettikleriyle
sonsuzluk
kazanabilirler. Devrimci Halk Kültürü
bizim
çabalarımızla
halkların
benliğinden söküp atılamay acak
derinliğe işlemekte, 'insanlaşma'
önündeki
dejenere
kalıntıları
sav urup atmaktadır. Y ani f aşizmin
zoruy la ezilen kişilikler, ancak ona
meydan okuyarak ölümsüzleşenlerin
mücadelesiyle özgür bir benliğe kavuşacaktır. Bu durum halkların bilincinde adım adım açığa çıkmaktadır.
"Y eni insan" statü tanımaz. Y aratıcı v e inatçıdır. "Y eni insan"ın hangi
zaman kesitinde, hangi gelenekle tarih içindeki y erini alacağı v e hangi
özellikleri halkların y aşamına kazandıracağını kestirebilmek kimi zaman
güçtür. Kır gerilla komutanlarından
Av ni Turan yoldaş, devrimci harekette darbe y apıldığı v e önderliğin
gaspedildiğini öğrenince darbecilere
meydan okuyarak, onları hak ettikleri
y ere gönderebilmek ve hareketten
tecrit etmek amacıy la hemen "Ölüm
Orucu"na başlamıştır. Ve ancak yoldaşlarının uzun ikna çabaları sonucu, hareketini f arklı şekilde koruy up
sahiplenebileceği
düşüncesiyle
vazgeçirilebilmiştir bu eyleminden.
Av ni Turan, Recai Dinçel v e İbrahim
Y atçın Arkan yoldaşlar, "darbecilik"
ihanetini y enebilmek
amacıy la
y oğun uğraşlar verdikleri aynı
süreçte,
kaldıkları ev in
polis
taraf ından sarılmasıyla çatışmay a
başlamışlar;
"Asla
teslim
olmayacağız!" diyen haykırışlarıy la
yine devrimcilerin mesajını v e
kararlılığını halklara ulaştırmışlardır.
Ve bugün Sibel Y atçın, ey lem
sonrası çatışmada "teslim ol!"ağrılarına, "Bizi m teslim olduğu muz n e
za man görül müştür?" diy erek yeni
insanın o doy umsuz erdemlerini
emekçi halklara ulaştırmıştır.
Ev et, Devrimci Halk Kültürü sosy alizmin kültürüdür ve savaşılarak
yaratılır. Bu kültürü yeni insan, savaşan insan yaratıyor. Y eni insan Devrimci Halk Kültürü'nü yeni gelenekleriyle oluşturmaya devam edecektir. -
Halklarımızın onlardan örnek
alacağı v e benimseyeceği değerleri
1
yoktur. Çünkü ancak namusunu v e
TAVIR
13
Sömürü ve zulmün hüküm sürdüğü vatanımızda, bu gerçeği değiştirme kaygısı ve kavgası taşıyan, ve halklarımıza onurlu bir gelecek vaat eden Partimiz köklerini, bereketli
Anadolu topraklarını hakça ve kardeşçe bir yaşam için kanlarıyla sulayan ve bizlere,
zali min sö mürü ve zul müne karşı isyan geleneğini miras b ırakan halk önderlerinden
almakladır. Bu köklere inerek bugünü kavramak ve kavratmak, "Devrimci Halk Kültürünü yaratma çabamızda bize esin kaynağı olacaktır.
Anadolu
Halk
Hareketleri
Tarihinde
İlk
Örgütlü
Başkaldırı;
BABA İSHAK
A Y A K L A N M A S I (1240)
Sa dun CAN
aba İshak, Şeyh
Bedrettin'den, hemen önceki tarihsel
sürecin
önderlerindendir.
Baba
İshak,
Selçuklu dev letinin
y oksul kitleler üzerinde
uyguladığı
ağır
zulüm
politikalarına karşı, Anadolu halkını
hakça ve kardeşçe bir y aşam için
örgütlenmeye, zalimlerin zulmüne
v e saltanatına karşı topyekün
ay aklanmaya çağırıy ordu.
Anadolu toprağı, çok çeşitli barbar hükümdarlıkların akın, yağma, talan v e katliamlarına maruz kalırken,
kanla sulanan kıraçlıklarında isyan tohumları da besliyordu.
Çıtır çıtır y anan ateşin etraf ında,
postlar üzerinde, müridleriyle diz kırmış oturuyordu Baba İSHAK. Alevlerin ay dınlattığı ışıl ışıl bir göz ile bakan Baba İSHAK, hararetle konuşmakta, kızıl sarıklı gencecik y üzlü
müridler, şey hlerinin y oksul ırgatlar
için söylediklerini dinlemektedir.
Baba
İSHAK:
"Sultan
Gıyasettin'in tımar vergisi, halka
(reayaya) zülüm eder olduğundan
gayrı dayanacak hal kalmamıştır.
Bundan ötürüdür ki, her din ve dilden
kardeşlerimize
gidilip,
Sultan
Gıyasettin'in sefahat hayatı ve zul mü
bir bir anlatılmal ı. Çocuk, genç, yaşlı,
kadın, kız demeden söz birliği, can
birliği edil meli. Gayrı zalımların
sarayına, tekmil kılıç kuşanıp, at
sürelim. Nic'olursa olsun. Dünya
halkının ıslahına, ganimetler-
14
TAVIR
den hissedar olmalarına girişelim".
Sultan Gıyasettin'in kılıç ve kırbaç
ile toplamaya çalıştığı tımar v ergisi,
yerli ve göçebe halkın yaşamını giderek zorlaştırmakta ve dev lete karşı
memnuniyetsizliklerini arttırmaktadır.
İşte bu koşullarda Baba İSHAK,
ezilen y erli v e göçebe halka, eşit,
hakça ve kardeşçe bir dünyanın yolunu göstermekte, onları, zalime karşı
kılıç kuşanmaya çağırmaktadır.
Şimdi gelin bir uzun yol eyleyelim.
Yoksulların ahını isyan eyleyen Baba
İSHAK'ın ve müridlerinin günlerini tazeleyelim: Kıraç, dağlardan uçsuz bucaksız ov alara, y eşil-kızıl ırmaklara,
dağlara tepelere inen meltem rüzgarlarının estiği Kefersud diyarını birazdan kâra bulutlar kaplayacak. Sultan
Gıy asettin'in süv arileri, nal sesleri
arasında kılıç ve gürzleri ve
kırbaçlarıy la, tozu dumana katıp,
yoksulların
dirliğini
tarumar
edecekler. Gıy asettin'in f ermanına
kusur eyley enlerin malları y ağma v e
talan edilip, kılıçtan, kırbaçtan
geçirilecek. Kadınların v e kızların
namusları kirletilecek. Sefahat ve
saltanatın ömrü böyle tazelenecek.
Ve dağlar, ovalar, ırmaklar, dereler, tepeler; ateş, kan ve f eryat ile bezendi. Y oksul ırgat başları, ağzı köpüklü kısrakların çığlıktan arasında
toz ve dumanlara karışıp bir bir yere
düştü. Süvariler naralar atıp kılıçlarını, mızraklarını kesik ırgat başlarıy la
süslediler. Vergi v e ganimetleri alıp,
kısraklarını Kefersud Kalesi'ne sürdüler. Sultan Gıyasettin huzurunda vergi
ve ganimetleri takdim ettiler. Sultan
Gıy asettin "ihtişamı v e memleketin
sahipliğini" böyle "hak" ediyordu. Göğü y ırtan şimşekler Samsat'ın
Kef ersud
Köyü'ne
y ağmurlar
indiriy ordu. Ağaçlar, otlar tıpkı
y oksul
ırgat
bedenleri
gibi,
zay ıftitrek v e boyunları bükük
sallandılar, ıslandılar uzun uzun...
Kayalıklardan inen sular Kefersud
Köy ü'nün yamaçlarındaki mağaranın
puslu gözlerinden süzülüp, yere indi.
Kara kaftanlı atlılar balçıklı yollardan, ovalardan, sulardan geçip hudut
boy larına v ardılar. Atlılar hudut boy unca sıra sıra dizildiler. Atlarının
başlarım yanyana getirdiler. Ön sıradaki atların sabırsız ayakları yeri eşelerken, hududun öbür yanında Türkmen Göçebeler yeşil otların üzerinde
rengarenk, salınarak, dalgalanarak
aç, çıplak ve bitap bir halde çocukları,
kadınları, bohçaları ve hayvanlarıyla
atların ayaklarına doğru ağır ağır yaklaşıyorlardı. Süvariler mızraklarını ve
kılıçlarını sımsıkı kav radılar. Gergin
bedenlerini gevşetmediler. Soğuk ve
kaskatıy dılar, av ını bekley en sırtlanlar gibi. Donuk gözlerini Türkmen göçebelerinden ay ırmadılar.
Okçu süv ariler atlarını rahman
adım öne sürdüler. Oklar yaylara yerleştirilirken güneş, hududa yaklaşan
göçebelerin gözlerine iniyordu. Oklar
yaylarından f ırladı. Hududu geçen ilk
grup göğüslerini delen okların vızıltısını bile duy madı. Hudut boy u, nal
sesleri, at kişnemeleri ve nara ve feryadı figan oldu. Atların ayakları altın-
da yüzlerce kadın, çocuk
başı ezildi. Kaçanlar düşenlerin ölü bedenlerine,
başlarına basarak kurtuldu. Sultan Gıyasettin'in
süvarileri, masum ve savunmasız bir halkı "bozguna" uğratıp, atlarını
dolu dizgin geldikleri yöne sürdüler. Ama Türkmen göçebeleri karıncalar gibi, Orta Anadolu y olunu takip edip y eniden,
yeniden akın ettiler. Sultan Gıyasettin'in ülkesine
bucak bucak, ova ova
doluştular, yerleştiler.
Y erleşim bölgelerinde Kürdü, Ermenisi,
Rumu,
Çerkesi v e
Gürcüsü ile kay naştılar,
zıtlaştıf ar
ya
da
çatıştılar. Ancak bütün
bunlar
Selçuklu
Sultanlığı'nın
asayişini
tehlikeye
attığında,
amansız baskı ve zulüm f ermanları
çıkartıldı.
Baba İSHAK ve müritleri Amasya,
Tokat, Sivas köylerine dağılıp Sultan
Gıy asettin'in halkına hıy anetini, sefahat hayatını, adaletsizliğini v e zalimliğini anlatıp, y oksul ırgatları din,
dil, mezhep, tarikat demeden ay nı
yolda; hakça ve kardeşçe bir y aşam
için birleşmelerini ve zalimlere aman
vermemelerini, vergi fermanlarına uymamalarını ve bunun için kılıç kuşanmalarını tembihlediler.
Baba İSHAK ve müritleri
Amasya'daki dergaha (mağaraya)
döndüklerinde, köylerden ve çevre
vilayetlerden gelen halk ve müritleri
Baba \SHAK'ın fikirlerini bellemenin
yanında, kendilerine ait her türlü
sorunu da ona danışıyor, çare
buluyorlardı. Artık Baba İSHAK
ezilen,
zulmedilen
mülkü
yağmalanıp talan edilen, tımar vergisiy le bezdirilen, her dilden, her dinden v e her mezhepten reay anın önderidir.
Baba İSHAK ve müridlerinin yıllar
süren bu derlenişi artık olgunlaşmıştır.
Ve ayaklanma (Cihad) karan...
Baba İSHAK, Tokat, Siv as ve
çevre vilayetlerde bulunan müritlerine
dergaha dönmeleri için haber saldı.
Onları
dergahında
beklemeye
başladı...Baharın ılık rüzgarlarında
salınan çiçekler, otlar, ağaçlar,
ötüşen kuşlar,
börtü böcek arasında, başında kızıl
sarığı, uzun bey az sakalı v e elinde
asasıyla ağır ağır geziniyor Baba
İSHAK.
Sivas'ın köylerinden, kasabalarından toplaşanlar Amasya hududunda.
Tokat'tan gelenlerle birleştiler. Dağları, ormanları, ov aları, dereleri geçip,
Baba İSHAK'ın dergahına iriştiler.
Müridler mağaranın (dergahın)
bulunduğu dağın yamaçlarına vardıklarında gün kızıla dönüy ordu. Atlılar
dizi dizi gölgeler halinde, batan günün
önünden geçtiler ve mağaranın önünde durup atlarından indiler. Mağaradan, ellerinde meşalelerle çıkan diğer
müridler gelenleri karşılarken, mağaradan çıkan Baba İSHAK meşalelerin
arasında yürüyüp, yol yorgunu
müridlerini teker teker kucakladı.
Bütün
müridler
hasretle
kucaklaştılar.
Atlar
mağaranın
çev resindeki ağaçlara bağlandı.
Dergaha geçildi. Baba İSHAK ve
müridleri y ıldızların v e ay ın altında,
çekirge sesleriyle çevrili mağarada
gün ışıy ıncaya kadar söyleştiler.
Baba İSHAK, planlanan ayaklanma
günü geldiğinde hangi müridler
nerede, nasıl davranacak, kendisi
hangi yörede olacak, buyruklarını kim
nasıl ulaştıracak? Ayaklanma ile ilgili
tekmil herşeyi, tane tane, usul usul
bütün bilgeliğiy le aktarıp, eksik söz
bırakmadı:
ayanın başına geçmeli. Cenge hazır
olun malı".
Baba İSHAK, oturduğu postun
üzerinden y avaşça doğrulup ayağa
kalkarken, ateşin etrafındaki müridler
de ay ağa kalktılar. Baba ISHAK'a
say gı v aziy eti aldılar. Baba İSHAK,
ellerini arkaya alıp mağaranın ortasında yanan ateşin etrafında şöyle bir
dönüp düşündü. Ve müridlerinden birinin yanına yaklaşıp bir elini omzuna
koyup, güvenle v e sevecenlikle ona
Kef ersud taraf ına gitmesini söy ledi.
Birkaç adım daha ilerleyip bir başka
müridine de aynı biçimde Maraş'a gitmesini söyledi. Her iki mürid de verilen görevi saygı ve de coşkuyla karşıladılar. İki müridinin de görevlerinin
mahiyet' oldukça önemliydi. Serkeşlik
gününden önce, Kefersud ve
Maraş'ta belirlenen gün v e saatte
Baba İSHAK'a sevgi v e bağlılık
gösterenlerin atlarına binerek sultan
Gıy asettin ülkesindeki şehir ve
kasabaların fethine y ürümeleri için
komut verecek, babanın adını işiten
ve kendisiyle birlikte zalimlerin
köklerini
kazımak
için
elele
verenlerin birçok haktan faydalanacaklarını, ona uymak istemeyenlerin ise hiç aman yerilmeden öldürüleceklerini anlatacaklardı.
Baba İSHAK her iki müridine de
şefkat ve güvenle sarılıp "uğurlar olsun"
dedi.
Dergahtaki
bütün
"Gayrı hak yolunda kılıç kınından müridlerle tek tek kucaklaşan iki
çıkmalı. Bilge, yiğit cenkdaşlar tekmil, serkeş mağaradan çıkıp at bindiler;
dergahın
bulunduğu
dağın
aç, çıplak, serkeş (başkaldıran) reeteklerine inip, atla-
T AV IR
15
rint ters istikamette yan yana getirdiler. Sonra birbirlerine bakıp el sıkıştılar. Atlarını iki yana sürüp tozu dumana kattılar..
Birkaç y ıl sonra Baba İSHAK'ın
müridleri serkeşlik hazırlıklarını tamamladılar, v e önderin f ermanını
beklemeye başladılar. Çok geçmeden
Baba
İSHAK'ın
fermanı
müridlerine ulaştı.
Varalım dilden dile, kulaktan kulağa, candan cana dört bir yana haber
salalım. Hakça ve kardeşçe bir hayat
için cengimiz var. Sultan Gıyasettin'in
zulmü ve sefası mutlak tarumar olana
dek kılıç kınında olmayacak!...
Ok yay dan f ırlar gibi başladı serkeşlik. Tekmil Türkmen, Kürt, Ermeni
, Urum, Gürcü ve daha birçok milliyetten reay a Amasya'da, Tokatta, Sivas'ta ve y akın yörelerde sözleşildiği
gün ve saatte serkeşlik bayrağını kaldırdılar. İlk önce Baba İSHAK'ın doğduğu Kefersut'u ateşe verdiler. Siyah
dumanlar her tarafa yayılmaya başladı. Babanın buyruğuna boyun eğenlerin canlarına aman verdiler. Onun yoluna gitmey ip karşı duranları ise hiç
bir tereddüt ve korku duymadan öldürdüler.
Alişiroğlu Muzafferüddin, bir kuvvet toplayarak üzerlerine yürüdü. Her
iki taraf arasında büy ük cenkler oldu.
Ve nihayet Muzaff erüddin kuvvetleri
bozguna uğradı. Alişiroğlu Malatya'ya
dönüp
Kürtlerden,
Kirman
Oy makları'ndan kalabalık bir süvari
toplayarak tekrar cenge tutuştu.
Baba
İSHAK'ın
kurmay larının
kararlılığı
ve
kahramanlığı,
ay aklananlara cesaret veriyordu.
Alişiroğlu ikinci def a mağlup oldu.
Müridler
haykırarak
ilerlediler.
Konakları, kaleleri ateşe verdiler.
Amasya hududundan çıkıp Siv as'a
doğru sel gibi aktılar. Siv as'ta iğdiş
başı" v e diğer ileri gelenleri öldürdüler. Karşı koyanları bozguna uğrattılar. Bu çarpışmalarda müridlerin ellerine bir çok ganimet geçti. Zafer naraları Siv as'ı y erinden sarstı. Şarkılar
ve şenliklerle zafer bayraklarını burçlara asıp, yüzlerini Tokat'a çevirdiler.
Siv as'ta olduğu gibi, Tokat'ta da düşman bozguna uğratılıp mağlup edildi;
Baba İSHAK'ın daha Önce Tokat'a
y erleşen cesur müridleri en önde
cenk ediyordu. Tokat ahalisine uzun
uzun sözler edip bu cenge katılmalarını sağlamışlardı.
Zaf er sahipleri, coşkun ırmaklar gibi
Amasya taraf ına yöneldiler. Hakça ve
kardeşçe bir hayat için yola çıkan ve
günlerdir dört bir y anda cenk edip,
yengilere yengiler
katan
bu kalabalık halk, birazdan Amasy a
içlerinde
diğer
cenkdaşlarıy la
buluşacaktı.
Uzunca
bir
ağaç dalına bağlanmış cenk bayrağını, üstü başı
y ırtıklar içinde bir
Türkmen kadını
taşıy ordu.
Alnı
terli, gözleri ışıl
ışıl
parlıy ordu.
Cenk
bayrağı,
y ırtıklarından
epeyce
onarılmış, ama güneş
kadar parlak ve
y akıcıy dı.
Kınalı saçlarını
rü zgarlara
katmış, okçuların
önünde, dimdik
yürüyor Türkmen
kadını.
16
TA VI R
Baba ISHAK ve en yakın müridleri,
dağdaki dergahta buluşmuş, gidişatı
değerlendirirlerken birkaç
mürid
daha geldi. Baba İSHAK gelenleri
alınlarından öptü ve kucakladı. Sonra
bütün müridlerine dönüp: "şimdi
yüreklerimizdeki kutsal cenk ateşini
daha bilgece ve daha soğuk kanlı
yayma vaktidir. Zafer sarhoşluğuna
izin vermeden şöyle bir durulalım. Ve
bizi
fitne fesat
bekleyenlerin
e mellerini belleyelim"dedi.
Tokat'tan dönenler Amasya'y a
girdiklerinde kuvvet v e kudretlerinin
ışığı her taraf ı tutmuştu. Suttan
Gıy asettin bu durumu haber alınca,
ihtiyaden Hububat Kalesi'ne çekildi.
Sonra da plan yapıp Amasya Asker
Serdarı Hacı Armağan Şah'a, Baba
İSHAK'ı ve kendisine en çok bağlı
olan müridlerini basıp esir etmesini
ve sonra da Amasya'y a getirip kale
burçlarında asılmasını f erman
ey ledi.
Amasya Serdarı süvarisiyle yola
çıktı. Gök kara bulutlarla kaplıydı. Baba İSHAK ve en y akın müridleri dergahta yeniden bir araya gelmişlerdi.
Müridlerden biri, Sultan Gıyasettin'in
ihtiyaden Hububat Kalesi'ne çekildiğini, ancak fitne fesat içinde olup planlar hazırladığını, Amasya Serdarı Armağan Şah'ı üzerlerine gönderdiğini
söylerken mağaranın dışında bekleyen müridlerden biri hızla içeri girdi ve
düşmanın mağaraya doğru yaklaştığını haber v erdi.
Müridlerden bir kaçı Baba ishak'ı
başka bir y ere kaçırmay ı önerdiyse
de, Baba İSHAK bunu tereddütsüz
reddetti. Kılıcını kınından çıkarıp: "
bundan gayrısından medet aramayacağız. Hak yolunda baş esirgemeyeceğiz. Bu cenk benden, sizden ötedir.
Bu cenk üstsüz başsızların, tekmil reayanın zaptı zor öfkesinde, candan
cana, devam eyleyecektir".
Amasya Serdarı Armağan Şah ve
süv arileri dört bir y andan mağaray ı
kuşattılar. Baba İSHAK v e müridleri
yenileceklerini biliyorlardı. Ancak
herşeye rağmen aman dilemeyecek,
Armağan
Şah'ın
ayaklarına
kapanmayacaklardı.
önce
kızgın
alev li
oklar
f ırladi...Gökten yağmur misali
ateşler yağdı. Kılıçlar kılıçlara
değende, her yan ateş duman içinde,
feryat nara ve de kan ile donandı.
Başlar gövdeleri
terk eyledi. Baba İSHAK ve müridleri
mağaranın ağzında kıstırıldılar. Son
bir hamleyle kılıçlar hav ada parlay ıp
çınladı. Ancak yankısı fazla sürmedi.
Baba İSHAK kendisine en çok bağlı
olan birkaç müridiyle birlikte esir alındı. Önde Baba İSHAK, arkada
müridleri, arka arkaya bileklerinden
v e ayaklarından zincire v urulup bir
atın
arkasına
bağlandılar.
Amasy a'y a
doğru,
durup
dinlenmeksizin, at arkasında y alın
ay ak yürütüldüler. Çok sonra
Amasya'ya varılıp kale burçlarına
çıkarıldılar, itile kakıla bir kenara
dizildiler. Tez kementler hazırlanıp
kale burçlarına bağlandı. Armağan
Şah ve diğer iteri gelenler, Baba
İSHAK v e müridlerini bir müddet
sey reylediler. Baba İSHAK ve
müridleri
cellatlar
eşliğinde,
ay aklarındaki Zincirleri sürüy erek
kalenin dışa bakan burçlarına doğru
yürüdüler. Sonra bir bir burçlara
dizilip
kementleri
boy unlarına
geçirdiler.
Baba
İSHAK v e
cenkdaşları serkeş diy arı Amasy a
dağlarına, ov alarına, köylerine son
kez baktılar. Deli rüzgarlar kara bulutların arasından sıyrılıp kale burçlarına
indiler.
Armağan Şah'ın işaretiyle, cellatlar Baba İSHAK v e müridlerinin
boy unlarındaki kementleri bir kez
daha sıktılar v e teker teker
arkalarından y aklaşıp, burçlardan
aşağı ittiler... Deli
rüzgarlar
uslanmaz ıslıklarıy la kapladılar her
yanı. Baba İSHAK ve müridleri kale
burçlarında sallanırken, kızıl ipekli
başlıkları,
sarıkları,
rüzgarlara
karışıp gitti.
Armağan Şah kendini galip sanıp
mahiy etindeki süvarileriy le ay aklananları takibe koyuldu. Çok geçmeden karşı karşıy a gelindi. Armağan
Şah elçi gönderip Baba İSHAK ve
ona en yakın olan müridlerinin Amasya'da asıldıklarını haber etti. Ancak
bunun faydası olmadı. Ateşte pervaneler gibi hep bir arada kılıç salladılar.
Sultan Gıyasettin, Hubadabat'tan
haberciler saldı. Takv iy e ordularını
çağırdı. Süvariler son süratle Sivas'a
geldi, teçhisat ve mühimmatını alarak
bir gün bir gecede Kayseri'ye yetişti.
Türediler, Kırşehir'in Malve Ovası'nda
toplanmışlardı. Gürcüoğlu Candar
Bermanşah Frenk büyüklerinden
Fardah'la yola çıktı; Serdarlar
arkadan
ağır bir orduyla yürüdü. Sultan
Gıy asettin'in
öncü
kuvvet
kumandanlığı arkadan gelecek
takv iye
ordularını
beklerken,
serkeş reay a bu durumu haber alıp,
ertesi gün cenge dev am etmek
üzere geri çekildi. Sultan Gıyasettin'in
takviye orduları bir bir gelip
bekleşirken, serkeşler ansızın bir tepeden göründüler. Sultan süvarileri
bir an şaşkın kalıp harekete geçtiler.
İlk safta Frenkler vardı. Baba İshak'ın
müridleri okları ve kılıçlarıyla kalkıştılar... Kılıçlar, hançerler, oklar, gürzler
birbirine girdi. Sultan süvarileri tekrar
geri çekildi ve tekrar hamle yaptı.
Baba İSHAK'ın y olundan giden
müridleri ve tekmil reaya, yanlarında
taşıdıkları çoluk çocukları v e eşy a
denkleri arasında siper almış, yüklerin, urganların arkasından sert yaylarla ok atmaya devam ediyorlardı.
Derken Sultan Gıyasettin'in diğer
takv iye orduları da geldi ve Baba
İSHAK'ın cenkdaşlarının etraf ını
çevirdi. Genç, yaşlı hiç kimseye
f ırsat v e aman vermediler. Arkadan
büy ük bir ordu daha geldiğinde Piştar
Kuvvetleri işi bitirmişlerdi. İki üç
yaşındaki çocuklardan başka hiç
birini sağ bırakmadılar. Müridlerin
kesik başlarını burçlara, hanlara
astılar.
Anadolu Selçukluları döneminde
Baba İSHAK ve müridlerinin, sömürü
ve zulme karşı ezilen halk kitlelerini
yanlarına alarak başlattıkları bu ilk örgütlü başkaldırı, bugüne kadar yüzlerce ayaklanmanın esin kaynağı olmuştur. İsyan bay rağı elden ele, candan
cana dev redilmiştir.
mız, halklarımızı "gerçek kurtuluş"a
götürecek sosyalizm bay rağına da
kavuşturulmuştur. Bu bayrak, 12 Mart
açık
f aşizm
koşullarında,
Kızıldere'de; "dönmeye değil ölmeye
geldik"
diyen
30
Mart
Manif estocularının,
12
Eylül
karanlığında, siy asi kimlik ve
halklarımızın onuru için f aşizm zindanlarında ölüm oruçlarına y atan
Apolar'ın, 12 Temmuz kuşatmalarında Niyaziler'in, İbrahimler'in, Malatya
kırlarında Şerafettinler'in, Sabitler'in,
17 Nisan'da Sabolar'ın, Sinanlar'ın,
Fazıllar'ın, Dersim'de Onikiler'in, Kemallerin, Karadeniz'de Bahattinler'in,
Toroslar'da
Tarıklar'ın,
Tokat'ta
Suatlar'ın v e Gazi ay aklanmasında
Sezginlerin,
Hasanlar'ın,
Fadimeler'in
ellerinde
dalgalandırıld ı.
Daha nice halk ayaklanmalarına
sahne olan bereketli isyan toprakları-
Çizi mler Sovyet resim kataloğundan
uyarlanmıştır.
1240'da Baba İSHAK'ın dergahından dev ralınıp dev rim kavgasına
taşınan isyan geleneği, vatan topraklarımız özgürleşene dek tereddütsüz
sürdürülecektir.
Kay nakça:
1. İbni BİBİ/
O. TURAN
2. İlk Mutasavv ıflar/ M.
F. KÖPRÜLÜ
3. Anadolu Selçukilerinde
Türkiy e/
M.F. KÖPRÜLÜ
T AV IR
17
K
ıpırday amıy orum.
Bacaklarımda ve sol
taraf ımda bir ağırlık...
ölü insan bedenlerinin
ağırlığı... Hissediyorum.
Bacaklarımın altındaki
oldukça soğuk. Öleli
birkaç
saat
olmuş
demek ki. Sol yanımda
kolumun
üstünde
y atansa sıcaktı daha: Onu y eni
getirdiler. Saçları da y üzüme
değiy or.
Tanıy or muyum
bu
insanları?
Gözlerimi
aralay ıp
bakabilsem y üzlerine. Zorluyorum
kendimi, olmuy or. Göz kapaklarım
y üzümden akan kanla y apışıp
kalmış birbirine. Acaba bu kan
olmasay dı aralayabilir
miydim
gözlerimi? Gözlerimi aralay abilsem
görebilir miy im? Bütün bunları
bilemiy orum ama, ölülerin herşey i
hissettiğini
biliy orum
artık.
Y aşayanların bilmediği birşey bu,
ben ölüy üm v e hissediyorum. Bacaklarım ve kolum uy uştu... Altımda kalmış bir kaç ölü v ar. Onların
her
taraf ı
uy uşmuştur.
Kıpırday abilsem, bacaklarımı v e
kolumu kurtarıp ölülerin üstünden
şöy le aşağı y uv arlan iversem.
Vey a konuşabilsem onlarla. Ben
ölüy üm
ve
kıpırday amıy orum.
Ötekiler de kıpırday amaz. Ölüler
kıpırday amaz.
Ölüler
sadece
hisseder. Ne diy e üstüste attılar
bizleri
böy le!
Hissettiğimizi
bitmediklerinden olsa gerek. Bilseler y ine üstüste atarlar mıy dı? Atarlar, hatta biraz daha tekmelerlerdi.
Ben daha ölmemiştim.
Annem balkonday dı. Kurşun
seslerine annemin çığlıkları karıştı.
Sonra
öteki
kadınların
sesleri...Balkona koştum; bir ticari
oto ev imizin önündeki caddeden
ağır ağır gidi yor. Otonun içinde
başından aşağı örme bir şapka
geçirmiş biri. Y üzü yok. Bir silah v e
bir şapka... Evimizin y üz metre
kadar
aşağısındaki
kahvenin
önünde durdular ve oray ı da
taray ıp uzaklaştılar. Bütün balkonlar insan dolu ve hepsi de çığlık
çığlığa. Abim de taranan kahvede.
Annemle y alınay ak dışarı f ırladık.
Kahv eye koşuy oruz. O taksi, silah
v e şapka yok artık. Zaman kahv ede donakalmış, insanlar hiç kıpırtısız, boş gözlerle çev rey e bakıy or,
ne olduğunu kavramaya çalışıy or.
18
T AV IR
Sanırım otoy u ve başlığı bile göremediler. Sadece kurşun sesleri...
Önce kanlar dev indi... İnsanların y üzlerinden, kollarından, bacaklarından süzülüp beton zeminde
gölettendi. Abim orada, direğe yaslanmış bana bakıy or konuşmadan.
"Birşeyin yok ya!" diy orum. Ellerini
bedeninde gezdirip "y ok" diyor. Annem dizlerine v ura v ura bağırıy or.
Birden herşey hareketleniyor. Y ere
yatanlar kalkıyor birer ikişer. Y aralıların inlemey le karışık bağırtıları,
dev rilen sandaly eler... telefonlar...
taksiler... ambulans... kucakta taşınan y aralılar... kalabalıkta y akınlarını aray anlar, kahv eye girip çıkanlar... Kıpırdamay an sadece Halil
Dede. Beyaz v e uzun sakallarıy la,
donuk bakan gözleriy le, açık kalmış ağzıy la oturduğu sandaly ede
kalakalmış. Başı arkaya kaykılmış.
Bastonuysa yan tarafta yerde. Kimi
kimsesi y oktu Halil Dede'nin. Kaç
y aşında olduğunu tam bilemiyorum
ama
oldukça
yaşlıy dı.
Hiç
ev lenmemiş derlerdi onun için. Bir
iki akrabası v ardı elbette ama sağ
etin sol ele yardım etmediği bu zamanda kim y ıkay ıp pullayacak karnını doy uracak Halil Dede'nin. Sokaklarda yatardı y akın zamana kadar. Daha inşaatı bitmemiş
Cemev i'nde bir oda temizlenip
boy andı
onun
için.
Masa,
sandaly e, yatak... Bir de çok
gezerdi; o Cemev i senin bu
Cemevi benim. Ölüp kalacak bir
y erlerde diy e endişelenirdik. O ise
Belediy e gömer beni dey ip gülüp
geçerdi.
Y aralılar hastaneye kaldırıldıktan sonra bir minibüs karakolcu
geldi. Karakolcular geldiğinde, orada bir kaç y üz kişi vardı. Kiminin
dilinde kocasının adı kiminin dilinde oğlunun adı... Hepsi de kurşunların kime değdiğini soruyordu. Önce baba, kardeş, koca... sonra da
hısım akraba. Karakolcular "Ev lerinize gidin!" dedi. Herkesin dilinde
bir isim olduğundan kimse ev ine
gitmedi. Kimse evine gitmeyince
de karakolcular oradan gitti. Bu
arada Halil Dede'nin şakağından
akan kan önce kahvenin içinde gölettendi, sonra kahveden taşıp İnönü Caddesi'nde bir aşağı aktı, döndü bir y ukarı aktı. Sonra da İnönü
Caddesinden ara sokaklara saptı.
Aka aka tüm Gazi'yi dolandı. Zaten
ay nı sokaklarda, ne zaman bir
karakolcu görünse; iki ay kadar
önce gözaltına alınan v e gözaltına
atmışının sabahında da babasına;
"Gelin oğlunuzun cenazesini alın
denilen simitçinin "i"leri uzata uzata
"sıcak simit" diy e bağıran sesi y ankılanır dururdu. Vücudundaki tekme tokat v e cop izlerinin morlukları, karnına akan kanın lekeleri y ine
Gazi'deki duv arlara yapışıp kalmıştı. Ne y ağmur silebilmiş, ne de çeşit çeşit boy a kapatabilmişti duv ardaki bu izleri. Birde bunlardan başka Siv as'taki Madımak otelinden
kopup gelen alevler Cemevi'nin hemen önünde sönmemecesine y anıp durur, kızl ı erkekli gencecik insanlar y iy ip içmeden alevlerin ortasında semah döner, onlar semah
dönerken şairler şiirlerini, ozanlar
türkülerini bırakırlardı rüzgara.
Kuşatmalarda; "sen teslim olbize ölü m" diy en savaşçıların tililileri
önce Gazi'den duy ulduğu gibi,
kay ıpların kokusu da önce Gazi'nin
sokaklarında tüterdi. Nerede bir
kurşun sağanağı olsa, her defasında olmasa da çoğunda Gazi'den
biri toprağa düşerdi: Çocuklar bile
çoktan bellemişti o andı:
"Ölü m nereden ve nasıl gelirse
gelsin... hoş geldi, sefa geldi..."
Üşüy orum. Dirilerin bilmediği
şey lerden biri de bu. Ölüler üşüyor.
Bilseler bir de battaniye sararlardı
ölülerine. Nerede olduğumu çıkarmay a çalışıy orum. Arada bir "cık
cık" diy e hay ıf lanan görev liler dolaşıy or biz üst üste y ığılmış ölülerin
etraf ında. Metal çekmeceler açılıp
kapanıy or. Soğuk. Ölmeden önce
f ilmlerde gördüğüm morg görüntüleriy le karşılaştırıy orum algılarımı.
Az çok örtüşüy or herşey. Morgday ım. Anlayamadığım şeyse bizleri
böy le üst üste atıv ermeleri. Kapı
açıldı. Birileri içeri girdi. Ay ak ses-
leri. Durdular. Metal
çekmecelerden
biri Senin
adını
başakların
savrulan
açıldı. "Bu mu?" Gelenlerden biri y akınını kokularından Denizin zincire vurulamayacak
teşhis ediy or olmalı. dalgalarından
Rüzgârların
bağımsızlık
Hey ecanlı v e biraz ür- türkülerinden aldım
kek. Y üreğinin atışlarını
çocuğu
duy ar
gibiyim.
Göğsünden dışarı çıkacak m Sen doğmadan daha sevgi koydum
gibi v uruy or. Soluğu yüreğine Barışın tohumlarını ektim ellerine
tutuk.
Annem
de
hastaneleri,
morgları Dokunduğun her yer yeşersin diye
dolaşıy ordur şimdi birer
birer. Geldiğinde ona Gazi Mahallesindeki hain pusuda hain
böy le
metal
bir
ellerin kurşunlarıyla şehit edildi Henüz
çekmece açmayacaklar, kapıdan girer gir- filizlenmiş çiçeğimizi kopardılar elleri
mez y üzleşecek be- kırılası kahpeler Sen ölmedin,
nimle. Annem böyle
ölmeyeceksin Yüregimizde yaşayacaksın
dav ranmaz.
Saçlarını
av uçlay ıp y olar, çığlık çığlık,
etlerini parçalar. "Bu değil" diy or
çekmecenin
önünde
dikilen
İçi içini yiy ordu. "Hep ölen biz, hep
gençten bir erkek sesi. Bu değil diDede'nin kanı ise önümüz sıra akıp
biz, biz... Bir yürek olmalı bir dur
y en sesinde azıcık bir rahatlama
gidiy or. Karakola y aklaştığımızda,
de meli" diy ordu kalabalığın içinde
v ar. Tanıy orum bu sesi. Sezgin'in
onbinlere karakolcunun karanlığı,
karakola y ürürken. Y anı başında
abisi Ergin bu. Şehitlerimizin hepsi
sokak lambalarının ölgün ışıklarını
y üzünü burnundan kapatmış bir
bizim şehitlerimiz der onun yüreği.
bastırıy or. Karanlığın içine içine yügenç "Dün Çoru m'da..." diye başlaSesindeki bu rahatlama bile üzrüy oruz. Birden karanlık üstümüze
yan bir sloganı haykırdı bir solukta.
müştür onu. Bu değil derken; ha
akmay a başlıy or. Bir dağınıklık.
Sonra da kalabalık..."Çözüm faşizSezgin ha bir başkası demiştir için
Sloganlar susuy or bir an, ağaç
me karşı savaşta" Fadime Ana da
için. O çekmece kapandı v e başka
copların v uruş sesleri, çığlıklar...
bağırdı onlarla beraber. Sustu sonbiri açıldı. Ergin: "Bu da değil" dedi.
Bir anlık bir bocalama... Geri mi
ra. Sav aşta sözcüğünü def alarca
Bizi gördü sonra. Üstüste y ığılmış
çekilsek... O kadar çokuz ki geri
tekrarladı için için. Sav aşta... saölüleri. Bir an donakaldı: "Bu" dedi
çekilmek
bile
güç.
Taşlar
v aşta... "Savaş" sözcüğünün y anısonra. Bu der demez dışarı çıkaruçuşmaya başlıy or az sonra.
na ölüm sözcüğü gelip oturdu. Çomay a çalıştılar onu. Kollarından tuSopalar
sav ruluyor.
Karanlık
cukları boy sırası geçip gittiler önü
tup sürüklüy orlar. "Gazi'nin hesabı
şaşkın.
Koşuyoruz
karanlığın
sıra. Bu mahalley e geldiklerinde
sorulacak!" diy e bağırdı. Kapı
üstüne. Köşeden üç panzer tazy ikli
Dilek bebekti daha. Y eni yeni yürükapand, itişme kapı önünde de desu f ışkırtarak dikiliyor karşımıza.
mey e başlamıştı. Büyüdü de evlenv am ediy or; genç, y aşlı, öfkeli sesHem
bunlar
daha
önceleri
di bile. Bir buçuk yıllık gelin...
ler ekleniy or onun sesine "Gazi'nin
gördüğümüz panzerlerden değil,
Dilek'in küçüğü Hasan, babasıhesabı sorulacak!.."
dev asa birşey. Bastığı y eri ezerek,
nın y anında lokantada çalışıy or.
nehirleri
boşaltarak
Onsekiz y aşında. Şengül lisey e üzerimize
Sezgin v e ben ölmeden önceygeliy orlar. Üçü birden kocaman
başladı
bu
y
ıl.
Fadime
Ana
çözüm
di.
Sezgin
kahv eden
İnönü
caddey i kaplamış. Y ine de dağıtasav aşta... derken içi rahattı. Bir
Caddesi'ne,
caddeden
ara
mıy orlar ölü görmüş, kan görmüş
sokaklara akan kanla y arışıy ordu. apartkondunun üçüncü katında
halkı. Sokaktaki kan bu kez
oturuy
ordu
v
e
çocukların
üstünden
Kanı gören Cem ev ine doğru
doğru
akmaya
kilitley ip gelmişti kapıy ı. Ölmek ür- Cemevine
y ürüyordu. İnsanların y üreğindeki
başlamıştı.
Akarken
de
cadde
kütmüyordu onu ama çocuklar akisimler de kay bolmuştu artık.
kenarındaki f aşistlerin işyerlerine
lından geçtikçe bir ürperti dalga
Y üreklerin her vuruşunda Çorum,
girip çıkıy ordu. Lokanta... bakkal...
Siv as
v ardı.
Çorumlar'da, dalga akıp geçiyordu içinden.
Sezgin sokakta akan kanla y aSıv aslar'da,
gözaltılarda,
Karakola y ürürken coşkuyu anrışıy ordu. İşyerlerinden göğe saçıinf azlarda, kay ıplarda... Çorum'da,
lattı.
lan alev ler geceyi gündüze çev irSiv as'ta... diyen y ürekler onbini
Geniş bir cadde, dillerimizde
mişti. Devasa panzerler v e karanbuldu. Öfke kınında bilendi y ol sloganlarımız, karakola doğru yülıksa üstümüze üstümüze geliy orboy unca,
yürekler
kenetlendi. rüy oruz. Onbeş-y irmibin kadar vadu. Taşlar, sopalar, molotoflar...
Fadime Ana da sokakta bir aşağı rız. Bir ay Önce işkencede ölen sihiçbirşey
durduramıy ordu
bu
bir y ukarı akan kanı görüp gelmişti.
mitçi de katılıy or sloganlara. Halil
dev asa panzerleri. Geri çekile
çekile cemevine yaklaşmıştık.
Bizleri
SEZGİN ENGİN
D: 12.02.1978
Ö: 13.03.1995
TAVIR
19
oradan da söküp atmak, dağıtmaktı
bu dev asa panzerlerin amacı. Geri
çekilme bitmişti artık. Gençten v e
öfkeli bir ses cadde boyunca
upuzun uzad ı, apartmanlarda y ankılandı "Barikat kuralım!..." Panzerler hala dev asa görünümdeydiler.
İnsanların öfkesi gelip pazularına
y erleşmişti. Herhangi bir zamanda
yirmi kişinin taşıy abileceği bir kalası iki kişi taşıy ordu. Bu insanlar
güçlerinin belki de y eni y eni f arkına
v arıy orlardı. Herşey birer oyuncak,
v eya maketti. Omuzlay ıv erseler
cadde kenarındaki ev leri tutup y olun ortasına bırakıv ereceklerdi. Y aya kaldırımındaki bir otoy u kaldıran
birkaç genç caddenin ortasına bıraktı. Oto lastiği satan bir dükkanın
camları kırılıp içeri girilmiş, lastikler
barikata taşınıy ordu. Birçok kadın
ev lerine koşmuş, karyola demirlerinden kapılara, hatta çeyiz sandığına v arıncaya kadar evde işe y arar ne v arsa barikata taşıy orlardı.
Mahallenin çocuklarıysa evden ev e
koşuy or, bulabildikleri piknik tüplerini barikata taşıy orlardı. Birden
ardarda patlay an silah sesleri,
öfkeli sloganları, gençlerin barikat
diy en seslerini, çocuk bağırtılarını
bastırdı. Kalas, lastik, tahta, demir
taşıyan eller, öfkey i haykıran
diller... Panzerin önüne kendini
siper edenler... herşey, herşey
donup kaldı. Panzerden çıkan
barut
kokusu tüm
mahalley i
kapladı,
Panzerin
önünde
dikilenlerden biri yerde yatan
gencin elini tuttu ve sessizce "bir
kişi öldü" dedi. Bu ses ön saflardan
arka saflara doğru dalga dalga
y ay ıldı. Bir kişi... bir kişi... bir kişi
öldü... öldü... Tam başından
v urulmuştu. Bu ölüden de çok kan
aktı. Zaten sokakta kan vardı. Bu
ölünün kanı da ona karıştı. Panzerlerin ikisi geri kaçtı, biri kanın tam
ortasında kaldı. Kanın etraf ında insanlar v ardı. Sezgin kana ateş tuttu. Kan tutuştu ama panzerin tekerlekleri tutuşmadı. Bu kez panzerin
üstüne çıktı. Panzerin çevresindeki
insanlar
onu
tekmeliyor,
y umrukluyorlardı. Uzağındakilerse
sey retmekten
başka
birşey
y apamamanın
burukluğunda,
bağrışıy orlardı. Sezgin panzerin
üstüne değil de masallardaki y edi
başlı dev irt sırtı-
20
T AVIR
na binmişti. Y edi başlı dev, başlarından biri kopsa bile ölmezdi. Tam
kalbine saplanmalıy dı bıçak. Sezgin dev in kalbini bulamadı. Elindeki
çekici gözlerine v urdu. Dev, acı acı
bağırdı. Işıkları karardı. Kör bir kelebek kadar güçsüzdü artık. Sağa
sola y alpaladı. Camdan dışarı çıkabileceğini sanan ve her def asında cama çarpan kelebekler gibi,
süratle elektrik direğine çarparak
durdu. Sezgin kibrit kutusu kadar
kalmış panzere, bir kez daha ateş
parçası uzattı. Kan tutuştu ama
panzer tutuşmadı. Öteki iki panzer
gerisin geri geldi v e kanın içinde
kalmış panzeri alıp götürdü. Sezgin
daha önce y olun ortasına atılan
otoy u ateşe v erdi. Alevler gecey i
gündüze çev irdi. Y anan arabay ı
karanlığa doğru itti. İçine bir de tüp
koymuştu. Etleri y andı. Bir daha itti
arabay ı. Tekrar y andı elleri. "Birazcık rampa olsaydı burası" diy e hay ıf landı. "Geri çekilin!" diye bağırdı
sonra. Tüp öy le bir patladı ki, ta
uzaklardan duy uldu. Karanlığa da
korku saldı bu patlama. Çocuklar
daha çok tüp taşıdı. .
Üşüy orum. Saat kavramını y itirdim artık. Ne zaman getirmişlerdi
beni bu morga. Dışarda "Gazi'nin
Hesabı Sorulacak!" diy e slogan
atanlar da yok. Annem neden gelmiy or? Gel ve y ıldızlı bay raklar getir gelirken. Kapı açıldı y ine. Tanımadığım bir ses: "İnsan bunlar, insan... neden üst üste attınız bu insanları?" diye bağırıy or. Beynimdeki görüntülerden biraz olsun uzaklaşmak v e uyumak istiyorum. Ölüler uy uyabilir mi, bilmiyorum henüz.
Bir uzaklaşabilsem o görüntülerden.
Y erde kan v ardı. Gece saat
dört civarınday dı. Panzerden açılan o ateşten sonra, daha da çoğaldı. Gazi Mahallesi'nden taşıp
Alibeyköy'e, Okmeydanı'na oradan
Boğaz'ın öte y akasına; 1 May ıs'a,
Gülsuy u'na kadar akıp gitti.
(Sabaha
karşı..Molotof
hazırlama-uy uma...)
İstanbul'un
dörtbir y anından
toplanıp gelen onbinlerce insan
Gazi'nin kapısına day andı. Gazi
mahallesinin tüm kapıları tutulmuştu v e Gazi'den çıkmak serbest, gir-
mekse y asaktı. Kapılar öyle bir tutulmuştu ki her taraf koyu y eşile
bürünmüştü.
Kapıy a
gelip
dikilenlerse y eşilden çok kara
görüy orlardı
etraf ı.
"Yasak!
Giremezsiniz!" dediler onlara da.
Kapılara dikilenler bu karanlığ ın
ardında sarılı kır mızılı, oraklı
çekiçli,
y ıldızlı
bay rakların
dalgalandığın ı biliy orlardı. "Biz ölü
gördük" dediler hep bir ağızdan.
Ölü gördük dey ip dayandılar
kapılara.
Koy u y eşil kapılar
aralandı. Koşarak geçtiler copların,
kalkanların
arasından.
Barikattakiler
de
gelenleri
karşılamay a çıktı. Y eni gelenler
barikata
varmamıştı
ki,
arkalarından
silahlar
patladı.
Karakolcuların otoları olanca hızlarıy la gelip barikatlara dayandı. Ezip
geçeceklerdi belki de önüne geleni,
kalabalığın içinde kalıv erme korkuları olmasa. Otoların ardından panzerler geldi y ine. Barikattakiler,
panzerler barikatları aşamaz sanıyordu. Bir gece önceki kadar dev asa görünümlüy dü panzerler. Barikatın en güçsüz y erinden tırmanıp
hiç de zorlanmadan aştığında,
barikattakiler bir anlık bir şaşkınlığa
düştüler. Durmaksızın ateş açıy ordu. Tüm mahalleyi barut kokusu
kapladı. Oradaki kitle geri kaçmay a
başladı. Kaçmak değil aslında geri
çekilmek. Ölümün adı y ok. Otobüs
duraklarının demirlerine v arıncay a
kadar, bulunabilen her şey ikinci bir
barikat kurabilmek için taşınıy or.
Bu
kez
daha
sağlam
bir
barikat...Çok şehit verdik orada,
çok. Cadde y aralılar, ölülerle dolu.
Ulaşabildiğimizi barikata taşıy oruz.
Karanlıkta kalanlarsa tekmeleniyor,
sürükleniy or.
Birkaç tahtanın uç kenarlarına
enlemesine çivilenerek yapılmış
üstü açık bir tabutun üstünde bir
ölü. Y üzü solmaya başlamış. Üstünde beyaz bir tişört v ar. Kana boy anmış bir tişört. Omuzunda, çok
küçük bir yeri bey az kalmış. Çok
kan akmış, çok. Taze daha,
kurumamış,
dokunabilsem;
kay ganlığını,
y umuşaklığını
hissedebileceğim parmaklarımda.
Öy lesine taze bir kan ki, buharı
tütüy or sanki üstünde. İşte o buhar
burnumdan
ağzımdan
içime
doluy or. İnsanı deli eden bir buhar.
Damarlarımda dolaştığı-
nı duyumsuyorum. Dolaşıyor, bedenimin her noktası titriyor. Tüylerim bile ayaklanmış. Tahtaların ü s
tündeki ölü omuzlarda yürüyor.
Çok kan akmış, çok. Gözlerim,
gözler...bu vahşeti yapanları arıyor. Panzerin üstünde üç genç,
panzerin beynini arıyor. Yok. Çekiçleri, sopaları vuruyorlar onun
gözlerine ve ellerine. Tazyikli sularını üstümüze fışkırtamıyor bu sopalardan sonra. Gökyüzüne fışkırıyor olanca suyu. Karanlığın ve kurşunların üstüne akıyor insanlar. Dilek iki kardeşinin elinden tutmuş.
Fadime ana uzaklardan görüyor
onları. "Ben sizi kilitlemiştim" diyerek fırlatıyor elindeki taşları karanlığa, Dilek tam başından vurulmuş.
Bir iki adım atıp düşüyor. Kızkardeşi
Şengül bilmiyor onun öldüğünü.
Botlar Dilek'i tekmeliyor. Ablasının
üstüne atıyor kendini. Fadime
Ana'nın içinden bir dal kırılıyor.
Erkek kardeşi Hasan'da bilmiyor
Dilek'in
öldüğünü,
diğerinin
kurşunla çenesinden yaralandığını.
Sayısız bot ve tekmeyi görüyor
sadece. Başa çıkamıyor onca botla
ve o da atıyor kendini kardeşlerinin
üstüne.
Postanenin hemen karşısındayız. Ellerimizde taşlar. Caddenin alt
tarafında eğimli ve boş bir arsa.
Cadde arsaya göre daha yüksek.
Caddeden aşağısı karanlık, siperlenmişler orada. Taşlar yağıyor karanlığa. Karanlık kaçışıyor. Yirmi
otuz kişi kovalıyor karanlığı. Karanlık bir başka evi siperleniyor bu
kez. Açık renk blucinli birinin elinde
makinalı, diğerlerinde tabancalar...
Nişan alıyor... Kurşunların vızıltısını duyuyorum. Caddenin alt tarafında bir gecekondu var. Cadde ile
arasındaki geçiş yeri çok dar. İki kişi geçebilir ancak. Kurşunlar üstümüze akmaya başladığında oradan geri kaçıyoruz. Sezgin! Sezgin
orada kaldı. Sırtından, tam sırtından vuruldu. Kurşunlar, kurşunlar...
Dört beş adım atabilse bu aralığa
ulaşacak. Hadi, koş Sezgin! "Sezgin düştü, Sezgin düştü" sözü
ağızdan ağıza, kulaktan kulağa yürüdü ve Sezgin'in abisi Ergin'e
ulaştı. Ergin o sırada bir yaralıyı taşıyordu. Bir yaralıya, bir kardeşinin
düştüğü yere baktı. Yaralıdan çok
kan akıyordu, yaralının kanı
Ergin'in ellerine, giysilerine, hatta
giy-
silerini geçip tenine bulaşmıştı. Ergin kucağındaki yaralıyı dispansere taşıdı.
Bir başkası Sezgin'in elini tuttu.
Sezgin ayağa kalktı. Kurşunların
ardı arkası gelmiyordu. Başından
vuruldu bu kez. Onun elini tutan da
vurulmuştu. İkisi beraber tekrar
düştüler. Çok kan aktı, çok... İstanbul'u kan kapladı, köpük köpüktü.
Hızla akan bir nehirdi. İzmir'e, Ankara'ya, Dersim'e...aktı.
Üşüyorum. Morglar neden soğuk olur ki!.. Annem gelmedi hala.
Kapı açıldı yine. Birileri geldi. "Şu
duvarın dibine tek tek dizin ölüleri"
dedi.
Az sonra da bana dokundu. Elinin titrediğini duyumsadım. Sesi de
titredi. Şaşkındı. "Bu kız yaşıyor.
Ölmemiş. Yaşıyor. Acile götürün
bunu" diye ekledi.
"Duydun mu Sezgini Ben, ben
ölmemişim. Ölüler duyamaz değil
mi Sezgin. Ölüler üşümez de".
TAV I R
21
KÖYLÜ KUMANDANA DEDİ Kİ
Barış YILDIRIM
He kumandan efendi he... Geçti o
dediklerin buradan. -Çıkınları boştu, biz
doldurduk- Çınlatıp türküleriyle tüm köyü
bir sabah Gittiler başka köyleri
uyandır maya.
Biri bizim köyde çobanlık yapard ı
Sen var düşün kaç yüz bin can?
Yine de kolla kendini
Bakarsın s ığdır mışlar bir orduyu bir
çalının ardına
Hem de namlular ı doğrulmuş sana
Olur ya...
Geçip gittiler bir tarafa -ben görmedim-A ma
Şu karşıki karlı dağda yurtlan
bizim kız diyor ki güneşe dönükmüş yüzleri.
Ellerinde bir bayrak-bayrak ki ne kır mızıBayrama gider gibi gitmişler kızlı erkekli.
Git indir, indirebilirsen.
Git ki kuyruğunu kıs ıp bacaklarının
arasına
Dövünmüş bir köpek gibi
dönebilesin. Yoksa delinmiş
postundan Papuç bile çıkmayacak
çocuklara. He kumandan he...
Kaç kişi dersen -ne deyim?Çoktular kumandan... Biri
İstanbul'un kondusundan
22
T AV IR
MUHBİR
Zeki OĞUZ
O
kara Reno'nun
y anı başından
son hızla geçip
gidişini düşünüyordu
hala.
Arka koltukta iki
iğrenç
sırıtış
gözlerinin
önündeydi. O
anki
öfkeyle
doluy du
içi.
Motorun gürültüsü ve o gülüşler.
"Hep tependeyiz, bizden kaçmak
mü mkün değil" der gibi bakan çirkin
iki çif t göz.
"Çayını içsene" diye bardağı önüne doğru sürdü arkadaşlarından biri.
"Neyin var?" der gibi gözlerinin içine
bakıy ordu. Ah, ona nelerin olup bittiğini bir anlatabilseydi. Başka zamanlar o pek sevdiği çay ın ikinci bardağı
bitmiş olurdu.
"Canım istemiyor" dedi keyifsizce.
"Elbette istemez" dedi kızlardan
biri, y anağından makas alarak.. Anlamlı anlamlı gülüyordu. "Bizimki aşık
bu günlerde. Aşık olan biri de yemeden içmeden kesilirmiş. Babaannem
anlatırdı çok zaman. Aşıklara sevdikleri kız rüyada görünür, yaşlı bir
pir de onlara dolu sunarmış. Kavuşacakları güne değin sararıp solarmış
garipler. Kime sevdalandığını bir
bilsek, sevgili arkadaşımız eli mi zden
uçup gitmeden bir çaresini bulurduk
ya".
"Haydi söyle bu şanslı kız kimmiş?" diy e sordu bir başkası
omuzuna vurarak.
Onların bu şakalarına karşılık v erecek gücü bulamıy ordu kendinde.
"Keşke aşık olsaydım" diy ordu içinden. "Gider söylerdim açıkça. Sevdiği mi, onunla ol mak istediğimi. Bundan doğal ne olabilir ki".
Çirkin bir anın görüntüsü v ardı
kafasında.
Gerektiği
gib i
dav ranamadığı, birilerinin y üzüne
tüküremediği uğursuz bir günün.
Y urdun herhangi bir yerinde edebiy at öğretmeni olacağı düşleri kurarak yürüdüğü bir gün tebelleş olmuşlardı başına. Bin y ıllık dost gibi koluna
girip çay içmey e çağırmışlardı. Çağırmak değil resmen yakapaça götürülmüştü. Daha çay bahçesine girer-
ken çaylar söylenmiş biri sigara uzatırken, diğeri çakmağa davranmıştı.
İlk dumanı çekerken sigara içmediği,
kokusundan bile nefret ettiği gelmişti
aklına. Sigaray ı ay ağının altında
ezerken "Kimsiniz, ne istiyorsunuz
benden?" demeyi akıl edebilmişti.
"Acele etme, birazdan öğrenirsin"
demişti iriyarı olanı. Kocamış çoban
köpeklerininki gibi bir suratı v ardı.
"Gülmek bu surata hiç yakışmaz" di ye
geçirmişti içinden o an. Öteki kibar v e
güleçti.
Konuşmay ı sevmiy ordu
herhalde hiç söze karışmıy ordu. Çaylar gelince ilk konuşan o oldu.
"Erdal bey, biz polisiz. Hakkında
herşeyi biliyoruz. Dürüst, namuslu,
yurtsever bir gençsin ama her nasılsa bölücülerin arasına düşmüşsün.
Zaten onların öyle çok taktikleri var
ki kim olsa yanlarına çekebilirler. Biz
onların seni daha çok kandırmalarına, kullanmalarına izin veremeyiz".
Bakakalmıştı adama. Ne demek
istediğini çıkarmaya çalışıy ordu. Daha çok düşünmesine izin vermemek
içinmiş gibi öteki konuşmaya başladı.
Bir etiyle kolunu bastırmıştı sıkı sıkı.
Kaçmasından korktuğu bir suçlu gibi.
"Bizi m için çalış manı istiyoruz.
Çok bir şey de istemiyoruz senden.
Sadece ufak tefek haberler getireceksin. Bunun karşılığında bi z seni
koruyacağız. Harçlığın eksik olmayacak cebinde. Haydi öyle bel bel bakıp durma yüzü me. Ailenin ne kadar
muhtaç durumda olduğunu biliyoruz.
Sen de buralarda kim bir bardak çay
ısmarlayacak diye başkalarına yamanıp duruyorsun".
Şaşkın bakışları arasında hızla
kalkıp kaldırıma yanaşan o kara Repoy a binip gitmişlerdi.
Sonra y eniden bulmuşlardı onu.
Biri kabalığı gittikçe artırarak öteki kibarlığından birşey yitirmeden ay nı
şeyleri yineleyip gidiyorlardı.
Utançla bakıyordu arkadaşlarının
yüzüne. Sanki onlara ihanet etmiş gibi hissediy ordu kendini. Bir kaç kere
açıklamayı düşünmüş ama yanlış anlayacaklarından korkarak vazgeçmişti. Nasıl bir tutum alacaklarını bilse,
belki daha kolaylaşacaktı açıklaması
ama bilemiyordu işte.
Uykularında bile o iki adamı görüyordu. O kara arabalarının içinde gülerek geçip gidiyorlardı yanından. Ar-
kadaşlarının sitemli yüzleri belirip
yitiyordu. Oturmak için masalarına
yöneldiği insanlar hemen masay ı
boşaltıy orlardı.
Arkadaşları ile buluşmak üzere
çarşıya indiğinde bir köşe başında yine kesmişlerdi y olunu. Kibar tav ırlı
olanı arabadan hiç inmemişti. Öteki
mahalle kabaday ısı gibi önüne dikilmişti. Yakasınıçekiştiriyordu öfkeyle:
"Kendini bir bok san ma oğlu m.
İki saat sonra olumlu cevabını bekliyoruz. Değilse ötekiler gibi senin de
ananı belleriz. Sadece iki saat anladın mı?"
"Bir sigara yakabilir miyim?" diy erek ortada duran paketlerden birine
uzanırken, ötekilerin şaşkın bakışları
arasında sigarasını yakmıştı bile.
"Hayrola Erdal" dedi kızlardan biri.
"Sen sigara içmezdin. Kokusundan
bile nefret ettiğini söylerdin. Gerçekten aşık mısın yoksa T
"Ne yani, olama z mıyım?" dedi
kızın saçlarını okşayarak. Sonra dudaklarını ısırarak başını öne eğdi.
Şu güzel insanları ne kadar sev diğini düşündü. Birileri yolunu kesip
onlara ihanet etmesini bekliy orlardı.
"Hoşçakalın" diy erek masadan
kalktı. Kitaplarının masada kaldığından bile habersizdi. Acemi bir tiryaki
gibi sigaray ı çekiştirip duruy ordu yürürken. Kalabalığın f arkında bile değildi. Akşamın telaşlı kalabalığı bastırmıştı caddeleri. Her zaman kitap
aldığı dükkanın vitrininin önü seyircilerle doluydu. Gençler sinema afişlerinin önünde birikmişlerdi. Sinema binasının yanına kitap sergisi açan çocuk yine kitaplarının başınday dı. Bir
kitabı bitirmey e çalışıy ordu. Başına
dert olan o iki adamın yaşamlarında
kaç kitap okuduklarını düşündü. Kibar olanı belki okumuş olabilirdi ama
karşısına her çıkışlarında o sinsi bakışları yakaladığını düşündü.
İki saat çoktan geçmişti. "Belki
artık bir daha rahatsız etmezler"diy e
düşündüğü sırada o kara araba tam
yanıbaşında durdu. Kibar olanı kapıy ı açmış ona bakıyordu. "Tamam,
sizinleyim"
demesini
bekliy or
gibiy di bakışları.
"Cehennem olun!" diyerek kapıyı
sertçe tekmeledi, yürüdü...
TAVIR
23
ŞİMDİ SANA KİM
ÖLDÜ DİYEBİLİR?
Gülnaz T A Ç YILDIZ
ömürülen, zulmedilen, k a çırılıp
katledilen,
kay bedilen, y akılıp
y ıkılan, yangın y erine çevrilen, göç
ettirilen v e onuru kirletilmeye
çalışılan v atan toprağını y ani,
"Y aşamı sav unmak için v ardık
ay nı ateşin kıy ısına".
B u ateş k i , yarını olacak; b i n y ı l l
ı k hasretin, kahırlı günlerin,
türkülerin.
Şimdi v aroşlardan v adilere,
dağ y amaçlarına tırmanır kahkaha
çiçekleri. K u ş a t ı r her yanı, güzel
olan, b i z i m olan namuslu,
kahraman
insan
ömrümüz..
Pürüzsüz, tereddütsüz ama acılarla yaşarız. K i m i m i z onbeşinde,
k i mimiz onsekizinde, kimimizde
kırkında karşılarız ölümü. Ölümü
tilililerle, türkülerle, bay raklarla;
ölümü, umu-
24 T A V I R
dun adını, y üreğimize banarak,
duv arlara y azarak... sokak sokak,
dağ dağ, barikat barikat...
Kimi zaman, zulmün karanlık k u y
tuluklarına kaçırılıp kurşuna dizilir, her
biri v atan parçası bedenlerimiz. Kimi
zaman, toprağın en kıraç koy aklarında, mitralyöz çığlıklarına karışır son
sözlerimiz.
Dersim'den başlay ıp,
Canik Dağları'na, Toroslar'a v aran,
To kat'ta Almus'un İshak diy arlarında
harlanan sev damızın y ankısı, çapraz
f işekli y üreklerin ellerinde yeniden, y eniden y inelenip, deli rüzgarlara karışır.
Rüzgarlar, çarık adımlı, tozlu y ollardan geçip, harmanda nasırlı eller ile
göğe kaldırılıp sav rulan yabalar dolusu berekete kavuşur. Bereketin andı
olur. K im i zaman ise, bir kentin yoksul
v aroşlarında, sokak sokak sürdürülen
direnişin adı olur.
Telsiz anonsları, besili katilleri
arar. Kuşatmalar kuşatmaları,
takv iyeler
takv iyeleri
kov alar.
Katliam naralarıyla v e kurşun v e
bombalarla k i r l e t i l i r şehrin
sokakları. H e r şey vatanın bölünmez
bütünlüğünü korumak adına, her
şey devletin bekası y ararına
manşete çıkarılır: Teslim ol"
anonslarına ateşle karşılık v eren
terörist silahıy la birlikte ölü ele
geçirildi.
K i m d i ölen, öldüren?..
Tarih 9 Haziran 1995.
I l ı k bir İstanbul sabahı. A ğ ı r ,
emin adımlarla, şehrin varoşlarını
adımlıy or onlar. Gencecik, pırıl pırıl
y üzlerinde sabah serinliği var.
Özlem, sabah rüzgarlarının
dalgalandırdığı saçlarını geriy e
doğru toplay ıp, anaç bir eday la,
geriden
gelen
y oldaşlarına
bakıy ordu. Y oldaş sıcaklığının o en
güzel anı belki de son kez
pay laşılıyordu. A y n ı anda ay nı
duy guları, a y n ı düşünceleri
taşıy orlardı: B i razdan yorgun,
y oksul kalabalıklar, sokaklara,
caddelere, otobüse v e dolmuş
kuy ruklarına çıkacak. Sonra da
balık istifi, sıkıştıkış doluşacaklar
otobüslere,
minübüslere,
serv islere...
Otobüslerde,
minibüslerde...
Kimilerinin başları, başkalarının
omuzlarına
düşecek.
Kimileri
kaçamak uykularda, gündüz düşleri
görecek; ekmek ve hürriyet arayacak.
Kimbilir , belki de bazıları, kabuslarla,
karabasanlarla inleyecek. Kimileri
terden sırılsıklam olmuş bedenleriy le,
sımsıkı kav radıkları askılıklara
tutunacak, uy uklay acak. İtişmeler
ve
küfürleşmelerden
sonra,
hararetle,
TV
dizilerinden,
Fenerbahçe-Galatasaray
karşılaşmalarından
ve
iktidardakilerin
düzeysiz
tartışmalarından
sözedilecek.
Durak
durak doluşacak v e
boşalacaklar, ev lere, f abrikalara,
ately elere... Grev günleri, direnişler, y ürüyüşler, işten atılmalar, iş
kazaları, gözaltılar, işkenceler,
kay ıplar, infazlar, katliamlar, özel
gündemleri olacak.
Kaldırımdan y ürüyen adımlar
y avaşlıyor. İşte v arılacak yer, o
büy ük bina önlerinde. Komutan
Özlem v e sav aşçıları son kez
etraf ı kontrol ediyorlar. Her şey
olağan. Hedef plana uygun
konumda.
A r t ı k v a k i t tamam. "Onlar için
her şey bitti." Y angın yürekli genç
sav aşçılar, genç komutanlarının
işaretiy le
harekete geçecek, aman v ermeyecekler düzenin bekçilerine.
Göğü delen tarakalarla yankılandı
gün. Yoksul sokakları, caddeler canlandı. Telefonlar, telsizler, gazeteler,
TVler, radyolar çalkalandı. Gencecik
savaşçılar
hızla
uzaklaştılar.Peşlerinden
gelenleri
Piyale Paşa Bulvan'nda, namlularını'
uzatarak karşıladılar. Siren sesleri,
namlulardan
çıkan
mermilerin
yankısına karıştı. Kısa süren bir
kovalamacanın ardından, savaşçılar,
bulundukları aracı terk ederek, Mahmut Şevket Paşa varoşlarına girdiler.
Dar ara sokaklardan, çıkmazlardan
geçtiler. Sıcacık bir ekmeği bölüşür gibi paylaştılar, yoksul kokulu bir sokağı-Telsiz anonslarını duy an bütün
ekipler, eli kanlı timler, tescilli işkenceciler, ağır silahlarını, bombalarını kuşanıp üşüştüler dört bir yandan... Komutan Özlem ve sav aşçıları, savaş
gerçeğine yeni boyutlar, yeni değerler
kazandırıyorlar. İstanbul ilk kez, göğüs
göğüse çarpışmanın boyutlarıyla karşılaşıyor ve şaşıyor. Y arın bu sokaklar, bu barınaklar, savaşın daha sıcak
coşkusuna da tanıklık edecek. Barikatlarda doğacak, barikatlarda büy üyecek çocuklarımız. Ve çok geçmeden, emeğin onurun, namusun ve özgürlüğün yükünü tereddütsüz omuzlayacaklar. Savaş kültürünün taşıyıcısı
olacaklar.
Komutan Özlem ve komutasındaki
sav aşçılar, çatışarak bir ilkokulun
köşesine geldiler. Soluk soluğa, alınlarında biriken teri silip konuşmaya
başladılar. Komutan Özlem "Duygusallığı bırakın. Bu bir rica değil, emirdir. Gideceksiniz!" dedi yoldaşlarına.
Özv erinin, f edakarlığın en soylu, en
anaç ve bize yakışan en güzel yeni örneğiy di bu davranış. Vakit kay bına
izin vermeden, yoldaşlarını, can bedeli,
anaç kollarıy la, son kez kucaklayıp
uğurladı. Savaşçılar hızla uzaklaştılar.
Mahallenin giriş ve çıkış noktalarında konumlandırılan yüzlerce ayyaş,
gergin ve panik atmosferinden
sıyrılayorlar.
Komutan
özlem,
okulun alt taraf ında bulunan kırmızı
renkli kamyonun bulunduğu yere inip,
mevzileniy or.
Onları,
halkın
düşmanlarını, bölge dışına çıkmakta
olan
savaşçılarına
zaman
kazandırmak için biraz daha
oy alamak istiyor. Sanki halkın bütün
barınaklarını y üreğine almışçasına
sav aşıy or. Bütün ustalığıy la, artık
kendi kendini komuta ediyor. Kurşunlar
kurşunlara karışıyor. Gecekondulardan, apartmanlardan insanlar pencerelere, kapı önlerine, balkonlara çıkıyor. Heyecan korku ve saygı duyguları iç içe yaşanıy or. Y üzlerce polis,
ara sokaklardan bölgeye akmaya devam ediy or. Komutan Özlem, bölgedeki yoğunluk üzerine, çatışarak geri
çekilmeye başlıy or. Alttan, y andan,
yukarıdan, her taraftan kurşun yağdırılıy or üzerine. Ama O, bütün bunlara
rağmen büyük bir soğukkanlılık ve ustalıkla, kendine manevra alanı yaratmaya çalışıyor. Ateş noktalarına karşılık v ermeyi sürdürüy or. Önce kamyonun ardından sonra da yukarıdaki
beyaz Şahin otoyu siper alarak, Y ıldırım Sokağı'nın içlerine doğru çekiliyor.
Gecekondu duvarlarından atlaya atlaya
bir gecekondunun bahçe duvarını
siper alıy or. Tabancasındaki ikinci
şarjör de boşalınca, omuzuna çapraz
olarak astığı otomatik silahı kullanmaya
başlıyor. Bir an duvar dibine yaslanıp
sokağı dinlerken, tarifsiz duygular,
düşünceler üşüşüyor aklına, yüreğine.
Sabolar'ı, Ferdalar'ı, Özlemler'i düşünüyor. Onların kahramanlıkları y üreğine güç katıyor. Eylem günü, komutanlarına "Partime layık olmak istiyorum.
Merak etmeyin yüzünüzü kara çıkartmayacağım. " derken bu ant düşünüyordu kuskusuz. Sonra kendi komutasındaki savaşçılarına "Biz Şeyh
Bedrettinler'in, Kaygusuz Abdallar'ın
soyundan geliyoruz. Onlar gibi
olmal ıyız, "sözlerini hatırlattı.
Etraf ında yoğun bir ateş çemberi
oluşuy ordu. O an belki de şöyle düşündü: "Savaşı uzatmalıyım. Yoldaşlarıma, halkıma layık olmalıyım."
Savaşı daha da uzatmak ve haykırmak için adını partinin, bir gecekonduy a girip mev zilendi. içerdekilere
"Halk Kurtuluş Savaşçısı" olduğunu
ve kendilerine zarar v ermey eceğini
söyleyip, çocukların gizlenmelerini istedi. Ateş çemberi evin çok yakınındadır artık. Evin camları, duvarları ve dış
kapının yüzey i delik deşik oldu. Kurşun sağanağı o kadar yoğun ve o kadar vahşi bir hal aldı ki, evdeki kadın
ve çocukların çığlığı neredeyse, kurşun seslerini bastıracak kadar yükseldi. Bu durumda onların y aşamlarını
riske atmamak için onları serbest bırakmaya karar verdi. Çok geçmeden
kadın ve çocuklar dışarıçıktılar.
Ve o her katliamda oynanan oyun
yeniden tekrarlanıyor Teslim ol." İçerdeki yoğun kurşun sesleri arasından,
gencecik, umudun sesi y ükseliyor
"Halk Kurtuluş Savaşçıları teslim olma z. Siz teslim olun!", "Ancak cesetlerimi zi teslim alırsın ız."
Ev in kiremitlerine büyük taşlar atıyorlar. Çatıy ı çökertip, çatıdan girmey e çalışıy orlar.Çelik yelekti katiller,
ev in çevresinde final vaktini bekliyorlar.
Bir anda binlerce mermi, kulakları
yırtarcasına boşalıyor konduya. Sonra
birkaç el tek tek silah sesi işitiliyor. Büyük bir sessizlik kaplıyor sokağı. Sonra genzi yakan barut kokusu yayılıyor
etrafa. Evin pencerelerinden, çatılarından dumanlar çıkıy or.
"Sürerim mavzere gençliğimi/
Şahan ömrümü/ Gün olur ışırırım
yarının gözlerine"
Ve Komutan Özlem'in ak bir örtüye sarılmış bedeni götürülüyor.
Tam bu saatlerde gazeteleri arayan bir ses şunları söylüyor: "DHKC
adına arıyoruz. Düzenin ayyaş bekçilerini cezalandırdık. Komutanımız bizi
bölgeden uzaklaştırdı. Şehit oldu.
Kendini feda etti. Ayşenur'un katilleri
nerede? ibrahim Yalçın Silahlı Propaganda Birliği."
Öyle bir kanar ülkem/ anız yangını/
Hançer saplanmış şah damarına/ Ölüm
vurgunu/ Dudaklarında acılı bir
gülücük/ çocuk gözlerinin/ Toprağım
benim emek verdiğim/ Hangi güne
kalmıştır/ sevginin vuslatı.
Ölümün bile hazmedilemedi günlerce. Rehin aldılar, kurşunlanmış
genç bedenini. Oysa sen, belki de en
güzel ölümlerden birini y akıştırdın
kendine, ülkene.
Ve sen rehin kalırken bile, kavgamızın en önünde direndin. Barikatlarla, pankartlarla dalgalandın. Daha da
ileri gittin. Egemenlerin "Kriz" gündemi
oldun.
Dayanışmanın ve sahiplenmenin
en güzelini y arattın.
Ölümünde bile, kav gamızın en
önünde çarpışan komutanımızdın.
Şimdi sana kim öldü diyebilir?
TAVIR
25
ONLARDAN ÖĞRENDİK
SEVMEYİ
Hülya ŞENOL
1 May ıs, işçi sınıf ının enternasyonal day anışma v e mücadele
günüdür.
Bütün
dünyada
emekçiler bu günü ululararası
day anışmay ı
ve
emekçilerin
birliğini
v urgulay arak
sınıfsal
bilincin beslendiği, mücadele
azminin tazelendiği bir ey lem
günü olarak kutlarlar.
Ülkemizde de, yirminci yüzy ılın
başından bugüne kadar emekçiler
taraf ından y a alanlara çıkılarak, ya
da önlerine çıkarılan engellere rağmen sokaklarda bayraklar açılarak,
barikatlar kurularak kutlanmıştır.
Türkiy e halklarının "üreten
biziz, y öneten de biz olacağız"
şiarını haykırdığı 77 1 May ıs'ında
34 şehit verildi. Ancak baskılar ve
y asaklamalar
emekçileri
y ıldıramadı. Y eniden y eniden
aktılar alanlara ..."Haklıy ız" dedi
emekçiler, "çünkü biz halkız.
Kurşunlar
yağdırılsa
da
üzerlerimize, er y a da geç biz
kazanacağız!".
1988'e doğru 12 Eylülün korku
karanlığı dağıtılmay a başlandı. 1
Ma y ıs öncesi Salih Kul v e Öztürk
Acari
dev rimci
bir
ey lem
hazırl ığınday ken katledildi. Ama
bombalar
patladı
tekellerin,
holdinglerin binalarında. Umuda
türkü y akanlar "titre geliy oruz" dedi
düşmana.
Özgür
topraklarda
özgürce y aşam f ikri, alanlarda
buluştu, y umruk oldu onların
sev dalan.
Ve Mehmet Akif Dalcı, elinde
taşlan, yüreğinde
emekçilerin
öfkesi ile y ürüdü düşmanın üzerine
1989'da.
Kuşanıp sev damızı, öf kemizi
alanlara döktüğümüz o gün,
Mehmet Akif Dalcı'nın taşıdığı
bay rakla dalga dalga âktık 1 May ıs
alanlarına. O gün bu gündür.
Mehmet en ön safta y erini almış,
kav gay ı öğretiyor. Bir eliy le
y üreğini, bir eliy le taşlan sav uruy or
düşmana. Bir değil, binlerce
Mehmet koşuy or güneşe...
"Öfke kabarır durmaz yürekte/
Kan boşanır akar Taksim'e/ Kavga
kurulur, yiğit vurulur Taksim'de/.
Sıkıtı yumruk açılmaz/ Umuda bayrak
açar, koşar Mehmet'ler.."
26 TAVIR
"Adliy enin y anına taşınmıştık.
Mehmet'le ilk tanıştığımızda sekiz
y aşınday dık. Onların sokağındaki
çeşmenin başında kızkardeşimle birlikteydik. Orada Mehmet'le ikiz kardeşi Lütfü de vardı. Sataştılar bize.
Dövmüştük onları. İşte öyle tanıştık
Mehmet'le, sonra da arkadaş olduk.
Ev lerimiz y akındı. Sokakta hep
birlikte oy nardık. Babası müftüydü,
'Hacı Abi' derlerdi. Okuldan sonraları
boş kaldığımızda birlikte gezerdik.
Mahalledeki diğer çocuklar süt çocuğu gibiydi. Mehmet'le Menekşeler'e,
Y eşilköy'e, Bey oğlu'na giderdik.
Mehmet, yerinde duramayan bir çocuktu. Gezip öğrenmey i, araştırmay ı
çok severdi. Daha sonra imam hatip
lisesine yazdırdılar Mehmet'i. Bir ay
sonra çıktı imamhatipten. Öğretmeni
onu dövmeye kalkıştığı için ayrılmıştı. Baskıy a gelecek çocuk değildi.
Ondan sonra Mehmet, abisinin y anında marangoz olarak çalışmay a
başladı. Komünizm f ikrini ilk orada
tanıdı. Sami diy e bir ustası v ardı.
Onu çok överdi. Bulgaristan'dan gelmişti. "Bir gün komünizm gelecek"
dermiş. Biz de o zamanlar komünizmi çok aşırı bir f ikir olarak değerlendirirdik.
Mehmet, ustasının ağzından konuşur, Bulgaristan'dan örnekler verirdi. Bir de gazetelere filan bakardık. O
zamanlar Kaşıkçı çok çıkardı gazetelere. Banyosunda altın kaplama olduğu y azardı. Mehmet komünizmde
böy le olmayacağını, herkesin eşit ve
tok olacağını anlatırdı.
14-15 y aşına geldiğimizde Mehmet sosyalizm üzerine yazılar, bildiriler, Deniz Gezmiş ve diğer devrimcileri anlatan kitaplar getirmeye başladı. Bu yazıları birlikte okuyor, tartışıyorduk. Daha sonra Zeytinburnu'nda
Halkevi açıldı. Orada sazlı-sözlü sohbetlerin yapıldığını anlattılar. Biz de
bir gün Mehmet'le birlikte oraya gittik.
Ondan sonra da sürekli gidip gelmey e başladık".
"Mehmet'i 1988 yılında tanıdık. O
yıl siyasi tutsakların cezaevlerinde
yürüttüğü açlık grevlerine destek
a macıyla Zeytinburnu Halkevi'nde
üç günlük bir açlık grevi yapıldı. Bu
eylemden he men sonra halkevinde
onlarca insanın katıldığı bir söyleşi
yapıldı. Toplantı çok akademik düzeyde sürüyordu. O sırada el kaldıran bir arkadaşın 'Biz bu konuşulanlardan bir şey anlamıyoruz. Biraz
halk diliyle konuşun' demesi ve bu
arkadaşla toplantıdan sonra görüşme miz sonucunda Mehmet Akif
Dalcı'yı tanıdık. Mehmet ve yakın
arkadaşı Nihat, neler yapmak
istediklerini ve niyetlerini anlattılar.
Bundan sonra başlayan bir dialog
sürecimiz ol du. Bu arkadaşlarla
halkevinde bir dizi çalışmalar
yürüttük. Mehmet kendisini sürekli
geliştiren ve aşan, verilen her görevi
kısa sûrede ve eksiksiz yapan bir
arkadaşımızd ı.
Sempatik
yÖnüyle,mûtevazitiğiyle kısa sûrede
halkevinde herkes tarafından sevilen
biri oldu.
Mehmet'le çeşitli gösterilerde
birlikte olduk. 1 Mayıs öncesi hazırlıklarda, bildiri dağıtımlarında, pankart asımlarında... Bir gösteride pankart asarken polisin bana saldırarak
götürmeye çalışması sırasında Mehmet'in pankart sopasını çıkarıp polise saldırarak beni kurtarmasıyla oradan uzaklaşmıştık. Bu da yoldaşlık
ilişkilerinin Mehmet için ne anlama
geldiğinin bir açıklamasıydı".
"Mehmet, f ikirlerini insanlara aktarmak için özel bir çaba harcardı. İlgilendiği, kitap v e gazete götürdüğü
insanları gizler, açıklamazdı. Birlikte
gittiğimiz bir berber vardı. Ona siyasetten hiç bahsetmemiştim. Mehmet
bu arkadaşla y akından ilgilenmiş,
hatta kitap, gazete bile v ermiş. Ben
cezaevinden çıktıktan sonra, o arkadaş gelip benden dergi istemişti.
'Mehmet dergileri getirirdi. Sen niy e
getirmiy orsun?' demişti.
İki hafta önce ise, çocukluk arkadaşımla karşılaştım. Bizim mahallenin çocuğu... Gazi olaylarına katıldığını söy ledi. Mehmet'in o dönemlerde kendisine kasetler ve kitaplar verdiğini söyledi. Demek ki o dönemlerde Mehmet'ten etkilenmiş, daha sonra da ilerlemiş. Bunun gibi daha birçok örnek var.
Kuşları çok sev erdi Mehmet.
Elinde beslediği bir sürü kuşu v ardı.
O dönemlerde Ruhi Su ve Grup
Y orum'un
kasetlerini
dinlerdi.
Herkese de bu kasetlerden verirdi.
1 May ıs öncesi çalışmalara katılmıştık. Kahve konuşmalarına, korsanlara katılıyorduk. Bir korsanda yazılama yapma görevi Mehmet'e verilmişti. Fabrikanın önünde sprey boyay la y azılama y apmıştı. 1 May ıs'a
'Zeytinburnu Halkı' imzalı pankart götürülecekti. Bu görevi Mehmet'le ben
üstlendik. Bu pankartı 1 Mayıs öncesi
ev imde saklamıştım".
"Fabrika önlerindeki gösterilerde,
afişlemelerde Mehmet önde yer alırdı. Fırsat buldukça DEM-KAD, TAYAD gibi kurumlarımıza gider, tamir
edilecek ne varsa yapar, her türlü işlere koştururdu. Ve şunu gördük: Bizi m tecrübe miz, bilgi biriki mi miz olmasına karşın bu arkadaşın gerisinde kalmıştık. Yetişmek mü mkün değildi".
"1 May ıs sabahı saat 07.00'de
Mehmet geldi. Birlikte kahvaltı yaptık.
Annem uyardı bizi: 'Sakın 1 May ıs'a
gitmeyin!'. Biz de: 'Y ok anne, dolaşacağız' dedik. Daha sonra yatağın altından pankartı çıkarıp, belime
doladım. Hemen evden çıktık.
Mehmet ikiyüz metre öteden
yürüy ordu. Çevirme olursa haber
verecekti. O şekilde Tarlabaşı'na
kadar gittik. Kitley le birlikte polisle
çatışarak Taksimi zorladık; olmadı...
Ara sokaklara girdik. Bir dükkanın
önünden geçiy orduk, çağırdılar:
'Gelin, gelin. Aradığınız şey ler
burada'. Sopaları alıp ilerledik.
Tarlabaşı'ndan aşağı inerken, yarım metrelik bir yükseklik vardı. Kimse çukuru göremiyor, düşüyordu. Bir
kızın e zildiğini gördük. Mehmet hemen koşup, kalabalığı aralayarak kızı
oradan
çıkardı.
Görmeseydik
ölebilirdi. Y ürürken y anımızda biri
vuruldu. Kanlar akıy ordu. Taksiye
bindirildi. Tarlabaşı caddesinden
Taksim'e yürümek isteğimiz, üst üste
iki deneme y apmamıza karşın
polisin kalas v e coplarla saldırısı
sonucu gerçekleştirilemedi. Ama
kav ga
şiddetli
bir
biçimde
sürüyordu. Polis arabaları taşlanıy or,
polisler kovalanıy ordu. Sonuçta
polisin kalabalık oluşu, Taksim'e
girişi engellediği için, kitle marş ve
sloganlarla Şişhane'y e y öneldi.
Kitley i korumakla görev li y oldaşlar
polislerle çatışmaya devam ediyordu.
Çok geçmeden önce havaya açılan
ateş, birazdan y önünü direkt kitlenin
üzerine çev irdi. Ben ve Mehmet zaman zaman çöp bidonlarını deviriyor,
barikat oluşturmaya çalışıyorduk. Zaman zaman da taş f ırlatıy orduk.
Şişhane'ye geldiğimizde üç taraf;
tan y aylım ateşine tutulduk. Mehmet
iki metre çaprazımda kafasından aldığı kurşunla vuruldu. Tek düşündüğüm şey, onu hastaneye kaldırmak,
yay lım ateşi alanından kurtarmaktı.
Bir taksiy i, önüne geçerek durdurdum. Ancak Mehmet'in başucuna gittiğimde taksi korkup kaçtı. Artık sadece Mehmet'e sesleniy or, cevap
vermesini beklerken alnından yüzüne
akan kanı silmeye çalışıy ordum. O
sırada polisler gelerek beni Mehmet'in yanından alıp, coplayarak şubey e götürdüler. Mahkemeden sonra da tutuklandım".
"89 1 Mayıs'ından sonra Mehmet'in vurulduğunu öğrendik. Polis
Mehmet'i he men hastaneye götürme miş, hastaneye götürmeye çalışanları da gözaltına almış, onu bilerek ölüme terketmişilerdi.
Mehmet'in Taksim İlk Yardım
Hastanesi'ne götürüldüğünü öğrendik. Biz de Zeytinburnu'ndan tüm arkadaşlar ve Mehmet'in ailesiyle birlikte hastanede sabahladık. Sabah
dokuzu geçerken, Mehmet'in ölüm
haberini aldık. O günkü siyasal iktidarda olan Turgut Özal'ın sürekli
'Mehmet Akif Dalcı'yı yaşatın' demesinin ardında yatan bir gerçek vardı.
89 1 Mayıs'ı tüm dünyada coşkuyla
kutlanırken, bir tek Türkiye'de bir
devrimci işçi polis kurşunlarıyia katlediliyordu. Halkların öfkesi büyüktü.
4 Mayıs'ta Mehmet'in cenazesi
kaldırılacaktı. 7-8 bin insan cenazeyi
al mak için toplanmıştı. Zeytinburnu
tarihinde görülme miş bir olaydı. Cenaze polis tarafından kaçırıl mıştı.
Halk cenazeyi polisten geri almak
için saldırıyordu. Bu çatışma sırasında pek çok kişi yaralanmıştı.
Zeytinburnu
savaş
alanına
dönmüştü. Hal-
kın yaralanan insanları sahiplendiğini, evlerine aldığını gördük. Hatta ihtiyar bir ninenin yaralı bir kızı evine
alıp tedavisini yaptığını gördük. Yaralılara yardım edil mesi, Meh met
Akif sahiplenildiği içindi.
Polisin cenazeyi kaçırmasına
karşın, insanlar akın akın mezarlığa
doluyordu. Kitle kalabalık olduğu
için de polis yaklaşama mıştı. Mehmet, bir devrimciye yakışır şekilde
toprağa verildi. Devrim andı içildi.
Haziran ayında Mehmet'i anmak
için Zeytinburnu'nda bir gece düzenlendi. Grup Yorum'un da olduğu
geceye üçbin kişi katıldı. Mehmet,
kısa ama onurlu yaşamıyla ve düşmanla girdiği çatışmada halkın
önünde yürekli bir savaşçı olarak yerini almıştı. Marşlar ve sloganlarla
anıldı.
Bir yıl sonra da Dalcı'nın katili
Kazım Çak makçı cezalandırıldı. Katilin cezalandırılması, Mehmet'in ailesi
tarafından sevinçle karşılandı. Çünkü
halkın adaleti yerini bulmuştu".
Bir değil Mehmet'ler, binlerce...
Kimi onüçünde, onbeşinde; kimi y irmisinde, otuzunda düştü, sarıldı v atan toprağına. Nice Mehmet'ler tarih
yazdı direnişlerle. Kimi elinde taşı ve
sopasıy la, kimi silahı v e y üreğiyle
yürüdü düşmanın üzerine.
Onlardan öğrendik sev meyi.
Hem de ölesiye sevmeyi. Özgür topraklarımızda özgür bir y aşamı kurabilmek için...
TAV IR
27
KARA ELMAS
DİYARINDA
Hazal T U N Ç
Z
onguldak,
Zonguldak
olmazdan önce şehrin
kurulu olduğu y er Ereğli 'ye
bağlı Gaca köyünün ekim
alanıydı. Bir tek y apı bile
yoktu tarlanın üzerinde.
Limanın bulunduğu koy
sazlıktı. Dik ve kıvrımlı kıy ı
şeridinin arkasında yaz, kış
yemyeşil bir orman örtüsü
uzanıy ordu. Dağlar 2000
metreden yüksek değildi ama nem li
rüzgarların döktüğü yağışlar kay ınları
ve meşe ağaçlarını beslerdi. Arazi
dağlık olduğu için karayolu ulaşımı
zordu o y ıllarda. Sert rüzgarlar
doğal korunaklara izin vermese de kıyı kentleri ve ilçe merkezleri deniz yoluy la birbirine ulaşabilirdi. Balıkçılık
gelişememişti, tahıl üretimi de azdı.
Toprak, baklagiller ve meyve ağaçlar ı
açısından bereketliydi. Ereğli çileğinin
lezzeti ünlenmişti.
Zonguldak, Zonguldak olmazdan
yüzbinlerce, belki de milyonlarca y ıl
önce o yörenin bitki ve orman örtüsü
çeşitli jeolojik nedenlerden dolay ı
kumlar altında kalmış, toprağın altı siyah taşlarla damar damar örülmüştü.
Düzgün bir eğimle başlayan damarlar,
madenci deyimiyle 'sıkma ve daralmalar' yaparak, bazen de basamaklarla
uzay ıp gider. Riv ayet odur ki, yanan
taşlann varlığının farkına 1829 yılında
varılmıştır. Ve 1848 y ılından itibaren
kazmalar inip kalkmaya, kuyular açılmaya, direkler dikilmeye başlanmıştır.
Y aşam törpüsü ter nehirleriyle, yerin
altında delhizler ve direklerden oluşan
sayısız şehir kurulmuştur. Sadece küfelere tıka basa doldurulan kara ağırlık değildir Ereğli erkeklerinin sırtına
binen y ük; deniz sev iyesinin 1000
metre aşağısında onbinlerce, milyonlarca insan yeryüzünü ısıtabilmek için
gençliğini, ömrünü tüketmiştir.
O güne kadar dışarıdan satın alı-
nan kömürün Ereğli toprağından çıkarılması ülke için dışalımı azaltan bir
kazanç gibi düşünülebilirdi. Ama padişah
1.
Abdülmecit
kazancı
kişiselleştirip
üretime
başlama
kararıyla birlikte Ereğli Taşkömürü
Havzası'nı "Hazine-i Hassa" vakıftan
arasına katarak kendi mülkü ilan
edivermiştir.
Kömür
dışalımı
İngiltere'den yapıldığı halde ülkedeki
üretim alanını "Kömür Kumpany ası"
adlı bir İngiliz şirketine kiralamakta
sakınca görmeyen padişah elde
edilen
gelirin
bir
bölümünü
şeyhlere,hocalara
ay ırmış
bir
bölümününde
haremine
harcanmasını uy gun bulmuştur.
Y anan kapkara parlak taşlar zaman içinde koskoca bir şehrin doğuşuna neden olmuş;bir rivay ete göre
yörenin talihi olmuş, bir rivayete göre
ise hastalık, baskı ve sömürü serüvenini başlatmıştır. Nüfus artmış, yapılar
çoğalmış Ereğli Sancağı'nın (il ile ilçe
arası bir y erleşim birimi) bir parçası
say ılan Zonguldak 1920'de ilçe,
1924'te il yapılmıştır. Demiryoluy la
Ankara'ya, karayoluyla Akçakoca'ya,
Yeniçağa'ya, Düzce'ye, Ankara ve İstanbul'a bağlanmıştır. Y aşam değişmiştir. Kıy ı şeridine hakim Fransız
Mahallesi'nde ki Saint Barba adına
"Maden Y ortusu* kutlamalarının Fransız, İngiliz, Alman kültürlerinin diğer
etkilerinin yanısıra; göçükleri ve
grızularıyla yeni acıların; grevlerle,
işgaller, uzun yürüyüşlerle mücadeleci
günlere uzanan yeni bir serüvenin
başlangıcıdır ilk kazma. Doğa ve
insan
yaşamı
zedelenmeye,
yıpranmaya
mahkumdur
artık.
Gencecik ağaçlar direk olmaktan,
gencecik yürekler kar
uğruna
kazmalara, küfelere eş olmaktan, onlardan değersiz tutulmaktan kurtulamay acaktır.
İşçiler kapısız, penceresiz, tavan ı
açık, ortasında ateş yanan barakalarda yatıyorlardı. Bu barakalar kırır dö-
28
T AV IR
kük tahta v e ağaçlarla toplanan çerden çöpten yapılmıştı. İşçiler gömleklerini sardıkları odun parçalarını yastık
yapar ateşin etrafında kıvrılıp yatarlardı. Bitlerin sardığı pislik içindeki bu
yoksul
insanlar
kaderleriyle
başbaşaydılar.
Doktor
y oktu,
yaralarını
sarmaya,
pansuman
yapmaya yarayacak temiz bezleri bile
yoktu. Hastalanan, sakat kalan işçiler
işletmecinin insafına göre y a kendi
başına kalır y a da bir katıra bindirilip
köyüne gönderilir, orda ölebilme
şansına kavuşturulurdu.
"13-14 yaşlarında küçük, cılız v e
sarı benizli 'küfeci' diy e adlandırılan
çocuklar, arkalarında 40-50 kiloluk küf elerle, y üzlerce metre dar ocak içi
y ollarından, y arı çıplak, dizleri kan
içinde ve sırtları "deynekçi" diye görev li nezaretçilerin sopalarından y ol
yol yürürlerdi. Birer ocak katırı gibi....
(Turgut Etingü)"
DİLAVER PAŞA NİZAMNAMESİ: İŞÇİ MÜKELLEFİY ETİ
Ereğli Taşkömürü Havzası Kırım
Savaşı sırasında Müttefik Ülkeler Donanmasının y akıtının temin edilmesi
için İngilizlere verilmiş; İngiliz ve Fransız donanmasının tüm ihtiyacı Ereğli'den karşılanmıştır. Havza bu savaştan sonra 1865 yılına kadar İngilizlerin
kurduğu özel bir şirketin y ağmasına
terk edilmiştir.
1865 yılına gelindiğinde ise Ereğli'ye yeniden şekil verme gereği duyan
padişah Hav za y önetimini Bahriy e
Nezareti'ne vermiştir. Dilaver adındaki
bir Osmanlı Paşası "Ereğli Maaden-i
Humay ın Nazır"ı unvanını alıp sancak
kaymakamlığını da üstlenerek iki yıllık
bir ön çalışma döneminden sonra özel
bir
komisyona
hazırlattığı
Nizamname'sini yürürlüğe koymuştur.
Dilaver Paşa Nizamnamesi y öre
ormanlarını Havzaya tahsis ediyordu;
ocak açılmasının, depolama ve nakliye işlemlerinin önündeki engelleri aşıyordu. Bu yasayla Ereğli Sancağı'na
bağlı ondört ilçe Hav za'nın denetimi
altına giriyordu. Paşa muhtarları direklerin vasf ından ve zamanında
taşınabilmesinden sorumlu tutarak
önemli
bir
sorunu çözmekle
yetinmiyor; on-dört ilçenin 13-50 yaş
arası sağlam erkeklerini ayda oniki
gün süreyle ocaklarda çalışmay a
mecbur ediyordu. Köy muhtarları
zorunlu işçi gruplarının
oluşturulması
ve
ocaklara sevk edilmesinden "sorumlu
tutularak cezai hükümler getiriliy ordu.
Bu, apaçık köle çiftliğine kahya tayiniydi.
Köleler gün doğumundan
gün
batımına
kadar
çalışıyordu; çalışma
mecburiyetlerinden
başka güvenceleri
yoktu;
"yeteneğe
göre" takdir edilen
ücretler
boğaz
tokluğuna bile yetmiyordu. Ücretlerin çoğu ayni olarak; kalay,
amerikan bezi, basma v.b'yle ödeniyordu.
Zatüre, verem,
tifo, sıtma ve frengi
kol gezdiği halde
işletmede bulunan
doktor
olur
vermeden iş bırakmak mümkün
değildi; cezai hükümler konulmuştu.
Kaçan işçilerin yerine onu kaçmay a
teşvik ettiği bahanesiyle başka
işçilere iki kat ceza verilmesi bile
hükme bağlanmıştı. Padişahın malı
olduğu için madene zarar vermek
devlete karşı işlenenden daha ağır bir
suçtu. İşletmeciler ocakları terk
edebilir ama başkalarına satamazlardı, çocukları yoksa işletme miras olarak akrabalara intikal edemezdi, Nizamname dünyanın çeşitti ülkelerinde uy gulandığı bilinen madenci
cezalarını da unutmamıştı. Göçük altında canını v eren canından oluyor,
kurtulan işçilere ise yeterli say ıda y a
da sağlam direk dikemedikleri için ceza v eriliyordu.
Dilaver Paşa Padişah ve Bahriye
Nezareti adına Ereğli Sancağı'nı
zaptu rapt altına almış; nizamnameyi
uyguladığı süngü zoruyla koca bir
kenti köleleştirmişti. Köleci baskı 1866
yılında 61.145 ton olan kömür
üretimini 1875 y ılında 142.321 tona
çıkarmıştı. Bu aşamada da, üretim
2 katından daha yüksek bir düzeye
çıkarılmışken
ne
y apılması
gerekiy orsa o y apıldı. Askerler
işletmeyi
özel
girişimcilere ve
şirketlere kiraladılar. Taşıma işi de
özelleştirilmiş v e bir Fransız şirketi
olan "Ereğli Şirketi" taşıma tekeli oluşturmuştu.
Havza'nın
kontrolü
Osmanlı
İmparatorluğu'nun hangi sömürgeci
devletle ittifak içinde olduğunun da bir
göstergesi
olagelmiştir.
Birinci
Pay laşım
Sav aşı
y ıllarında
Almanlar'ın elinde olan kömür
çıkarma işi sav aş sonrasında Fransız
yatırımlarının korunması bahanesiyle
"İtilaf Devletleri Kömür Komisyonu"na
verilmiştir. Bu dönemde y atırımları
asgari düzeyde tutan işletmeciler
Havza'yı y ağmalamay ı sürdürmüşler,
üretim beşyüzbin tonun üzerine
çıkmıştır.
Kurtuluş Savaşı yıllarında kısa süreli Fransız işgal girişimi olmuşsa da
küçük çapta bir direnişle karşılaşan
Fransızlar Zonguldak'ta uzun süre
kalmamışlar v e 1920 Haziran'ından
sonra Ankara Hükümeti yöreyi denetimi altına almıştır.
1922 yılında Ankara Hükümeti'min
İktisat Vekili Celal Bayar çalışma koşullarını iy ileştireceğini v aadettiği,
Zonguldak Amele Kanunu adlı tasarıy ı meclise sunarak y asalaştırmıştır.
Ancak bu yasanın da acımasız y ağmaya tanıklık etmekten, güvence vermekten başka bir işleri olmamıştır.
325 dirhem (1 dirhem=3.148gr) ekmek 20 kuruşa satılırken küfeci yevmiyesi 60 kuruştur. Üstelik işçiler "araba kesenesi" adı verilen götürü usülle
çalıştırılmaktadır. İşçi gruplarına o sayıda işçinin üstesinden gelebileceğin-
den daha fazla iş gösterip "bu yerden
şu kadar say ıda arabay ı doldurun
yevmiyeyi hakkedin" denilmiştir. Gazın tenekesi 300 kuruş, bir şalvarlık
bez 125 kuruş tutarken işçiler 60 kuruş y evmiy eyi hakedebilmek için bir
insanın sarfedeceğinden daha f azla
güç sarf etmekteydi. Beslenme olanakları kısıtlıy dı, barınma koşulları
çok kötüydü; işçiler her vardiya yıkanmaları gerekirken düzenli yıkanma yeri bulunmadığı ve su temin edemedikleri için kir pas içinde sefaleti paylaşmaktaydılar.
Bıçak kemiğe, can boğaza dayanmıştı.
İLK GREV
Hakları gaspedile edile, açlık sınırını da geçen insanlar bu yoksulluğu
alınyasızı mı sayacak? Kendi yaşamını, çocuklarının geleceğini düşünmeyecek mi? Sömürü sürecek onu sağlay an zulüm hep karşılıksız mı kalacak? İnsanlık tarihi gösteriyor ki ezilenler, yeniden direnmeyi seçmiş; boyun eğmemiş sınıfsal içgüdüleriyle de
olsa bir mücadele y olu bulmuştur.
20.yüzy ılda artık sınıfsız sömürüsüz
bir dünya kurma isteği düş olmaktan
çıkmıştır. İşçi sınıfı, inişli çıkışlı bir hat
izleme zorunda kalsa bile sömürüyü
ve zulmü ortadan kaldırmayı başaracaktır. O yıllarda yarı sömürge ve yarı
TAVIR
29
feodal bir yapıy a sahip oları
ülkemizde y eşermekte olan işçi
mücadeleleri,
sosyalizmin
rehberliğinde y ürümüyor olsa
bile
emekçilerin
tarih
sahnesindeki y erini almakta
olduğunun göstergesidir.
Y oksulluk içinde kıv ranan
Ereğli Kömür Hav zası işçilerine
bu
kadere
karşı
çıkmay ı
becerebilen
İstanbul'daki
işçilerden bir umut haberi
ulaşmıştı. İstanbul'da yay ınlanan
bir gazetenin Ereğli'y e ulaşıp
işçilerin eline geçmesi Ereğli
Hav zasındaki
kıpırdanmay ı
başlatmıştır. E l e k t r i k ve T r a m v a
y
işçileri'nin
grev
haberini
okuduktan
sonra
madenciler
günlerce o haberi tartıştılar, grev
üzerinde düşündüler. Elektrik
v e tramv ay işçilerinin talep ettikleri
hakları, kendi iş kollarına uy guladılar
v e sonunda on-onbeş arkadaş
biraray a gelip harekete geçmeye
karar v erdi. Hepside demiryolu
personelindendi. Gar şefi Lazeminzade
Emin Efendi'ye gittiler. Giritli Ahmet adlı
bir işçi daha sonra "Grev Düzenleme
Komitesl"nin sorumlusu olacak Emin
Ef endiye o İstanbul gazetesini uzatıp
"Siz bu işe önay ak olun da
insanlığımızı bilelim'' dedi.
Ne uzun söze gerek vardı, ne
uzunca tartışmay a. Herşey apaçık
ortaday dı.
Olası
gelişmeleri
hesapladılar. Grev öncüleri işten
atılırsa bütün işçiler iş bırakacaktı.
MADENCİ
Yarım kalan türkülerim '
Yarım kalan umutlarımla
indiğimde yeraltına
Belki de
Sesimi son kez duyduğunuzu
sandınız
Yanıldınız !
Ocağın ağzında bıraktım gözlerimi
Her akşam
nar çiçeği bir kız ıllık çöktüğünde
gökyüzüne
Yorgun dizlerim üstünde doğrulup
Bakışlar ımı kente salıyoru m
Ve yoksul madenci sofralarında
Dumanı tüten s ıcak çorbadan
Bir kaş ık da ben alıyoru m
Yüzümde beşik dolusu çocuk gülüşü
Başımda baretim
sıkılı yumruğum
Ve acılı bedenimle
Göçük altında derin bir
uykuya dalıyorum...
Sema Gökçen
3 0 TAV I R
grev için çalışma yapma kararına
v ardılar. Grev ay başından sonra
başlayacaktı ki day anma güçleri
olsun. Herkes alacağı ay lıktan
olanağı kadar v erecek v e grev için
bir f on oluşturulacaktı. Grev komitesi
bir bildiri kaleme aldı v e 1924
Temmuzunda asgari ücret, 8
saatlik çalışma süresi, hafta da b i r
gün izin v e Hav za'da çalışmaları
y asaklanmış y abancı uy rukluların
çalıştırılmamasını
kapsayan
isteklerini işletme şef lerine iletti.
Hazırlık
çalışması
grev
düzenley icileri
arasında
gizli
tutulabilmiş işletme y öneticilerine
sızdır ılmamıştı. İşletme şefleri
bildirin i n altında imzası bulunan Em in
Efendi'y e hemen işten el çektirdiler
v e bu girişimin yatışacağını
sandılar. Oysa öğlene doğru tüm
taşıma işi durmuş araçlar depo
önüne bırakılmıştı. İsteklerinin
ciddiy e alınmaması v e Emin
Ef endi'nin işten atılması üzerine
binlerce işçi, ateşçiler, makasçılar,
şef trenler, kancacılar, makinistler,
kazmacılar, küfeciler, atölye işçileri
ve diğerleri grev e çıkmıştı.
İşletme
şef lerinden
sonra
polisler, hükümet görev lileri ve
Valiy le birlikte bütün kent grevde,
taraf oluv ermişti. İşletme müdürleri,
hukuk danışmanları, v ali v e polisler
grev i kırmak
için
her y olu
denemey e
kararlıy dılar.
Emin
Ef endi kendisine teklif edilen 300
lira gibi astronomik bir rüşveti
reddetmişti. İşçilere veresiye mal
v eren esnaf veresiyey i kesmişti
ama, grev in yardım sandığı üç
kişilik-bir komitenin kontrolünde
muhtaç grevcilere para dağıtmay a
başlamıştı bile. Grevciler birde
"iaşe komitesi" kurmuştu. İşletme,
grev e katılmay anlardan v e bir grup
idari
personelden
polis
korumasında y eni bir vardiya
oluşturmuştu. A m a grev kırıcıları
acemiydi üstelik grevciler makinaların
y ağ depolarına kum atmış, hem de
makasları
bozmuştu.
Grevci
işçilerin
eşleri
kucaklarında
bebeleriy le ray lara yatıy or, çocuklar
katarların frenlerini sıkıştırarak işi
engelliy orlardı. Y ani madenciler
kadınları v e çocuklarıy la bütün
güçlerini
kullanarak
mücadele
ediy ordu.
İşçilerin kararlılığı sonucunda
vali uzlaştırıcı rolü üstlenmek ve
işletme de pazarlık masasına
oturmak zorunda kalmıştı. İşçiler
de açık oy lamayla seçtikleri üç
kişilik
komitey i
uzlaşma
görüşmelerine göndermeye karar
v er-
di. Toplantı belediy e binasında
y apılmış, işçiler 5 saat boyunca
binanın
önünde,
kaldırımlarda
beklemiş zorlu pazarlıklardan sonra
elde ettikleri uzlaşma şartlarını y ine
hep birlikte onaylamışlardı. Bu ilk
grev di, ilk pazarlıktı v e zaf er
tadılmıştı.
Kir, pas içindeki alınlardan, çizgi
çizgi
boy unlardan,
y ıpranmış
av uçlardan damlamıştı ter pınarları,
kazma
saplarından,
küfelerden
sızmıştı; sel olmay a, köpürmeye
toplanmıştı. Denize nazır lüks
ev lerinden,
gösterişli
döşenmiş
bürolarından
parlak
kumaştan
giysileri içinde, biry antinli saçları v e
küçümser tav ırlarıy la bu acizler kalabalığın ı sey reden egemenlerin hiç
beklemediği bir anda nasıl olmuşsa
bentler
y ıkılıv ermişti.
Toprağı,
kay aları eşerek mercaina oturtmuştu
deli su. Y olu engelli, dolambaçlı
olabilirdi, hatta v arılacak yer buğular
içinde olduğu için seçilemiyor
olabilirdi. Varsın olsun... Atılmıştı ilk
adım, y ol bellenmişti y a. tik grevi
gerçekleştirenler
de
ufku
seçememişti, ondan sonra gelenler
de... Hatta işçiler çok sonra bile el
y ordamıy la hareket edeceklerdir.
Ancak o grev günlerinde gelecek bir
kez daha v aredilmiştir. Sömürüsüz
bir düny a vadeden gelecek, iktidarla
taçlanana dek emekçi ellerinde
y orgunluktan v e umuttan çiçekli bir
hale gibi duracaktır.
Daha önceki bir kaç günlük direnişten sonra gerçekleşen bu ilk grev
başarıy la sonuçlanmıştı ama zaman
içinde kazanılan hakların birer birer
y ok say ılacağı görülecekti. Ereğli yöresi grev den sonra da durulmadı. İstanbul'da
örgütlenmekte
olan
"Umum Türkiy e Ameleler Birliği'nin
grev sırasında y örey e gönderdiği
y öneticileri vasıtasıy la birliğin Ereğli
şubesini
açmay ı
amaçlaması
patronları
harekete
geçirmişti.
Patronlar işbirlikçilerine "Hav za-i
Fakmiy e
Amele
Birliği"ni
kurdurtmuş, aldıkları bir kararla
Hav za işçilerini Birliğe zorunlu üy e
say mıştı; bununla da yetinmemiş
"Zonguldak Amele Birliği"ni de
örgütlemişlerdi. Y ine 1924 y ılında
Üzülmez bölgesinde Maden Kömürü
İşçileri Türk Anonim Şirketi adlı bir
dev let işletmesi kuruldu. 1929
y ılında da Kozlu'da İş Bankası'nın
kurduğu Kömür-İş f aaliyete geçirildi.
1940 y ılında ise Ereğli Şirketi de
satın alınarak bütün şirketler birleş-
tirilip tek bir dev let işletmesi haline
getirildi.
Ereğli Hav zası'nda y öre işçilerinden başka Trabzon, Vakf ıkebir, Rize
v e Kürdistan'dan gelen işçilerin de
daimi
işçi
olarak
çalıştığını
görmekteyiz. Ancak y oğun emek
grubuna dahil olan işçiler sadece
Ereğli'den v e civar köylerindendi.
Onbeş gün ocaklarda, onbeş günde
tarlada
çalışan
köylü
işçiler
y evmiyelerini bile hesaplamaktan
acizdiler.
Çünkü
sömürücüler
ücretleri kendi tespit ettikleri bir
randıman
hesabına
göre
belirlemekteydi. Ocak sahiplerinin
randıman zarf ından daha az ekmek,
daha az y emek, daha az elbise,
okumamak,
gezmemek,
hastalanmışsan beklemey e mecbur
olmaktan başka ne çıkabilirdi ki? En
y oğun emeği harcayan amele ne y er
ne içerdi bilir misiniz? Onlar ocaklara
girerken "hüriy e" adlı torbalarının
içine çalışma süresince yetebilecek
kadar mı-
sır unu koyabilirlerdi sadece. Bazlamaç adlı ekmek yaparlardı bu
undan, unu ekmeğe katık y aparlardı,
çorba kay natırlardı. Y arı aç, y arı tok
da olsa katlanmay a çalışırlardı y eter
ki sağlık olsun; göçük olmasın,
başka bir kaza bela gelmesin başa.
Ama temenniler neye y arar, gerçek
acıdır: sadece 1927 v e1932 y ılları
arasında 282 ölü ve 3109 yaralı
v ermiştir madenciler. BİR KEZ
DAHA AÇIK KÖLELİK BU KEZ
SİVİL BİR PAŞA
1940 y ılının 28 Şubat'ı Ereğli v e
Zonguldak yöresinin
en kara
döneminin
başlangıcı
olarak
geçmiştir tarihe. Hükümet o y ıl
Şubat'ın son günü Kömür Hav zası
için y eni bir "İş Mükellef iyeti"
kararnamesi yay ınlamay ı uy gun
görmüştür.
Birincisinden
daha
insaf sız v e acımasız olacak bu y eni
uy gulama için gerekçe y aratmak
sorun bile say ılmamıştır. Uluslararası
durum, savaş koşullarının oluşması
v e y urt sav un-
Aşkın
AYRANCIOĞLU
T AV IR 31
masını güçlendirme
gereği gibi halkın duy a duya kanıksadığı
gerekçelerle devlet, ülkenin bir bölümünde
cenderey i daha da
sıkıştırmış ve halkı acımasızca
ezmiştir.
Dilav er
Paşa'nın
yerinde bu kez bir
cumhuriy et
münevv eri,
maden
mühendisi
İhsan
Soy ak v ardır. Tarihin
bir cilvesi olacak ki
Cumhuriy et
Hükümeti'nin
görev lendirdiği şahsiyet de seçildiği sırada
askerdir, Yedek Subay
Okulu'nda öğrencidir.
Cumhurbaşkanı emretmiş ve Soy ak, okuldan alınarak Ereğli ve
Zonguldak y öresine
hükmetmey e memur
edilmiştir.
Olağanüstü yetkilere sahip Soyak v e
ekibi ilk iş olarak iş
Mükellefiyeti
Müdürlüğü'nü kurmuş
v e bu müdürlüğün
görevlileri, muhtarlar
aracılığıyla köy lerde
işçi
gruptan
oluşturmaya başlamıştır. Jandarma ve polis,
işletmenin zaptiye gücüdür. Ne var ki Soyak
onları y eterli görmemiş, Tahkimat Komutanlığı adı altında özel
ünif orması olan y eni
bir silahlı güç de oluşturmuştur. Kömür Orduları Başkomutanı
Soy ak, bu girişimlerden sonra iktisadi meseleye de eğilmiş, bütün hakların rafa kaldırıldığ ını ilan etmiştir.
Krallığın ın hududları
32
T AV I R
içinde geçerli olan özel bir para basmay ı bile akıl edebilen bu zalimin yasaları kapitalizmin inşasına ucuz yakıt
sağlama adına halkı 8 y ıl süreyle parya gibi ezmiştir. Saklanacak dağları,
ormanları, tarlalarıyla köyler; kadınları, çocukları, yaşlılarıy la köylüler esir
alınmıştır. Erkeklerin mükellef iyetten
kaytarmaları kolay değildir. Jandarma
kaçan işçiler teslim olana dek onların
eşlerini, çocuklarını karakollarda rehin
tutacaktır. Evler basılacak, yağmalanacak, kadınların ırzına bile geçmekte
sakınca görülmeyecektir. Sakat ya da
hasta raporu alıp Soy ak'ın elinden
kurtulmak hiç de kolay değildir. Esaretten kurtulma y olları bile yeni zenginler türetilmesine hizmet edecektir.
Sivil Dilaver Paşa, 1400 olan işçi sayısını 3600'e çıkarmayı başarmış; hükümranlığı süresinde lüks yaşamıyla
ünlenen işletme içi bürokrat bir kesim
de oluşmuştur.
Mükellefiyet Kararnamesi henüz
yürürlükteyken, 1946 y ılında uzun çabalar sonucu sınıf sendikacılığı y apacak yetenekte olmasa bile, bir sendika
kurma girişimi gerçekleşecektir. Ancak yine aynı y ıl İstanbul Sıkıyönetim
Komutanlığı "Maden Kömürü Havzası
İşçileri Sendikası" adlı bu fesat örgütlenmesini lağvettiğini duyurarak kapısını mühürletmiştir.
İKİNCİ MÜKELLEFİYETTEN
GÜNÜMÜZE
1959 y ılında kaldırılmış olan kıdem, ehliyet ve likayat zammının
1963 yılında yürürlüğe giren yeni Çalışma Y asaları'na göre yapılan Toplu
Sözleşme'yle y eniden uy gulanması
gerekiyordu. İşçiler kendi yaptığı kanunlara uymayan işvereni 1965 y ılında Gelik'te başlayan, Karadon ve
Kilimli'y e
sıçrayan
direnişlerle
uy ardı. 1965 y ılındaki direnişte
madenciler jandarma kurşunlarına
iki şehit verdiler.
1966 Armutçuk, 1968 Kozlu v e
Üzülmez, 1970 Gelik ve 1973 Armut-
çuk direnişlerinden sonra maden işçileri 1990 yılının sonunda başlayan (30
Kasım), 59 gün sonra Bakanlar Kurulu
Kararıyla durdurulan bir grev ve uzun
y ürüyüş gerçekleştirmiştir.
BÜYÜK GREVE DOĞRU
Y eşilin her tonunun Karadeniz'in
köpüklü mavilikleriyle buluştuğu, laciverdi sularda gökyüzünün berrak tonlarıy la kucaklaştığı Zonguldak y öresinde y aşam bunca renk bolluğuna
rağmen, kömürün karasıyla biçimleniy ordu. Kazmaların çarptığı kütlede
demirden ve kömürden kıv ılcımlar çakarken çatlaklar ve yarıklar oluşuyor,
yıllar boyu durmaksızın süren v ardiyalarda koparılan parçalarla y erin altı
oy uluyor, eski delhizlere yenileri ekleniyordu. Her delhiz, hatta her oyuk kömürün kazmaya gösterdiği dirençten
başka, türlü zorluklara ve tehlikelere
de gebeydi. Ocakların girişine
"Bismillahirrahmanirrahim"
y azılı
tabelaların asılması kar etmiyordu.
Ölüm, patlamalarla, su baskınlarıy la,
göçüklerle ama apansızın geliyordu.
Ölüler kefen bile giyemiyordu çoğu
kez.
1990 y ılının Ocak ayının son günüydü. Amasya Kömür İşletmeleri'nin
dördüncü ocağında büyük bir patlama
oldu ve 5 işçi öldü. Ölüm o patlamadan çok önce yerleşmişti dehlizlere;
gaz olup sızmış, koku olup birikmişti.
İşletme işçileri kömür parçaları, vagonlar dolusu kömür ya da kömür y ığınları olarak gördüğü için kuyularda
grizuy a karşı etkili bir önlem alındığı
görülmemiştir. Onun için grizuda,
ölüm de kaçınılmazdır. Murat 43, Hasan 40, Mehmet 39 yaşındaydı, üçü)
de kazmacıydı. Niyazi'de 39'undaydı,
o barutçuy du. Beşinci işçi Recep
Açan'ın ise ne y aşı ne de y aptığı iş
kay ıtlarda yer alıy ordu.
Tespih çözülmüştü sanki. Kara
haberler birbirini takip etti. 7 Şubat'taki
grizu haberi 68 madencinin Yeni
Çeltek'teki
ocaklara
diri
diri
gömüldüğünü
duy uruyordu.
Amasy a v e Y eni Çel-
tek'in maden şehitleri, Zonguldak'tı
madencileri de harekete geçirdi. "Ölmek istemiyoruz" pankartı açan işçiler, Şubat'ın 24'ünde "İnsana Saygı"
adını v erdikleri mitingle öfkelerini dile
getirdiler. İnsan Hayatı Parayla Ölçülür mü?" diye soruyorlardı vahşi kapitalizme. Sendikay a "Ağıt Y akmay ın
Çare Bulun" diye sesleniyorlardı. Sendikanın bu dileğe cevap olması mümkün değildi. Çünkü sendika yöneticileri
çözümü düzen içinde arıyorlardı. İşçiler de çarenin kendi ellerinde olduğunu ülkey i yönetme hakkına sahip
oldukları zaman çare bulacaklarını bilmiyorlardı. Onun için işçilerin zaman
zaman hep bir ağızdan haykırdıktan
"İşçiyiz, Haklıyız, Kazanacağız" sloganının anlamını tam olarak kavradıktan
söylenemezdi. Zonguldak Havzası işçileri 1990 y ılı toplu sözleşme görüşmelerine, ücret isteğinin yanısıra can
güv enliğini sağlamaya yönelik taleplerle gittiler. İşveren umursamadı bite.
Sıra işçi ücretlerine gelince bin dereden su getirilirdi hep. Ülkenin menf aatleri gereği işçilerin talepleri reddedildi. Y atırım yapmayan devlet işletmelerin verimsiz olduğunu bahane ediyor,
ocakları kapatmakla tehdit ediy ordu
işçileri. Sendika ise kendi anlay ışına
göre girişimlerde bulunuyordu. Valiyi,
siyasi parti temsilcilerini, kamu yöneticilerini, y öre milletvekillerini, belediye
başkanlarını, İl Genel Meclisi ve Belediye Meclisi üyeleriyle köy muhtarlarını bir araya getirerek topladığı Zonguldak Kurultay ı'na demokratik kitle örgütlerinin temsilcilerini de katıp dekoru
tamamlayarak siyasi parti temsilcilerine ve milletvekillerine bir kurultay belgesi imzalatmıştı. Bu belge "maden işçilerinin onuruna yaraşır düzeyde ve
gerçek değerde" ücret alması gerektiğini tespit ediyordu. Böylece sendika
yöneticileri halk demokrasisini işletmiş
(I) oluyordu. Hırsızların güvenlik önlemi alınması gerektiğini vurguladıkları
bu belge de kurultay gibi oyalama işlev inden başka bir işe yaramamıştı.
Sonunda 30 Kasım'da Zonguldak'ta
hay ata büy ük bir nokta kondu. Madenci grevi, Zonguldak Greviydi işçilerini bütün ülkeyi etkileyen yeni başlıklarının adı.
GREV GÜNLERİ
Alnına düşen saçlarını sıvazlaya-
rak yerinden doğrulan genç kadın, şehirlerarası otobüslerde alışık olmadık
biçimde otobüs henüz garajlara bile
girmeden kapıya doğru yürüdü. Meşin
bir kılıf ın içindeki gitarının koltuklara
çarpmamasına özen gösteriyordu. Arkadaşları da bir yandan meraklı gözlerle etrafı seyrederken, enstrümanlarını ve çantalarını toplamışlardı. On kişiy diler; ellerinde entrümanlarını olmasa gurbetten dönen üniversite öğrencileri oldukları şüphe götürmezdi.
Önce otobüsün teybine yerleştirdikleri
kasetten duyulmuştu sesleri. Birkaç
türkü sonra teybi kapatıp kendileri çalmaya başlamış ve sevecen tavırlarıyla
diğer y olcuların da eşlik etmelerini
sağlamışlardı. Yolcular motor sesi ve
rüzgar ıslığına karışan direniş türkülerinin onları ve bütün Zonguldak asfaltını ülkenin atardamarına doğru çektiğinin farkındaydı. Zonguldak bir kaynay an kazana benzetilebilirdi. Ama
"bir gün gelir yeraltından y ürüyünce
göky üzüne" diy e türkü söy leyen bu
genç sanatçılar Zonguldak'ı kaynayan
kazandan çok baraj gölüne benzettiklerini söylemişlerdi. Taşkına hazırlanan, beton bentlerin demir kafeslerini
zorlayan bir akarsuyla, koca bentin ne
kadar benzeştiğini çok geçmeden
hepsi de görecekti.
Genç kadın otobüs durur durmaz
kapıyı açtı ve yollarını gözleyen üç kişilik grubun ortasına atlay ıverdi. İşte
böyle sevinçli bir kucaklaşmayla başladı Grup Yorumun Zonguldak Grevi
macerası. 40 gün boyunca y er alacakları grev ve yürüyüş günlerine
Üzülmez'den adımını atıy ordu Grup
Y orum ve Ortaköy Halk Sahnesi
(daha sonraki adıyla Ayşe Gülen
Halk Sahnesi) sanatçıları.
Grev 30 Kasım 1990 Cuma günü
başlamıştı. Sabah saat 8'de Gelik İşletmesi önünde toplanan işçiler v e
sendikacılar bir süre elden ele dolaştırdıktan "grev" pankartım alkışlar arasında işletme girişine asmışlardı.
Kırkikibin taşkömürü ve altıbin MTA
işçisi "hak alma kavgası, namus
kavgası" için greve çıkıyordu. İşçiler
ne pahasına olursa olsun, haklarını
alıncaya kadar direneceklerini her
fırsatta dile getiriyordu: "Kuru
ekmekle, tarhanayla, kömeçle de
kalsak direneceğiz"
Zonguldak sokakları grev boyunca görülmemiş kalabalıklara tanık ol-
du. Bütün kent ay aktaydı. Geceler
gündüzlere karışmış, uykular unutulmuştu. Sinirlerin, kasların hep gerili olduğu, y üreklerin ve solukların hep
yüklü olduğu sevinçli ve hüzünlü grev
günlerinin ilk gecesi bir çırpıda
geçiv ermişti. İkincigün işçilerin
eşleri v e anaları üçüncü gün
çocuktan grev yollarına dökülmüştü.
Çocuklar üçüncü gün süreyle okula
gönderilmeyecek babalarıy la birlikte
anaların ve ninelerinin yanı başında
grev sözcüsü önlüğü giyeceklerdi.
Dördüncü
gün
esnaf kepenk
kapatıyordu. Grev bir anda ülke
gündemini belirler duruma gelmişti.
Zonguldak, daha grevin ilk gününden başlayarak bir çok ünlü ismin uğrak yeri oldu. Yörenin DYP milletvekilleri, işçilerin ANAP hükümetine v e
ÖZAL'a yönelik tepkilerinden cesaret
alarak ikinci gün ASMA'da grevci önlüğü giymişti. Erdal İnönü, Süleyman
Demirel gibi parti başkanları ve bazı
milletv ekilleri grevcileri ziyaret etme
ihtiyacı duydular. Sendikacılar, belediye başkanları, ünlü gazeteciler, gazete yayın yönetmenleri, televizyoncular
ve bir çok sanatçı sendika merkezinde
işçilerle boy gösterdi, konuşmalar
yaptı. Ama yalnız devrimci sanatçılar
bütün grev süresince işçilerin içinde,
direniş ve yürüy üş boyunca y er aldı
v e "sağ-sol değil, davamız ekmek
kav gamız" diy e kısırlaştırmay a çalışılan mücadeleyi "al silahını kuşan da
gel... Gel ki şafaklar tutuşsun" çağrılarıy la iktidar mercaina oturtmaya çalıştı.
O sabah daha gün ağarmadan işe
koy uldular. Sloganlarla, marşlarla,
pankartlarla, ateşli konuşmalarla
emekçilerin gücü söze ve eyleme bürünmüştü. Her yere yetişmeye çalışıyorlardı. Bedenleri bir geriliyor bir boşalıy ordu. Akşam üstü Kozlu'da bir
kahvede toplandılar. Kalacakları işçi
ev lerine dağılmadan önce, gece geç
v akitlere kadar mahallelerde ev v e
kahve toplantılarına katılıy orlardı. O
akşam da çaylı, ekmek aralı y emek
molasından sonra, sigara dumanlarına aldırmadan madencilerle sohbete
koyulmuşlardı. Herkes sabahı ve daha sonraki günleri düşünüyordu. Çaylar ara v ermeden tazelense bile günün y orgunluğu giderek gözlerine
çökmeye başlamıştı ki, bağlama kılıf ından çıkarıldı. Türküler birbirine ek-
T AV IR
33
lendikçe kahvede kalabalıklaşıyordu.
Türkü aralarında yorumlar y apılıy or
ama söz dönüp dolaşıp greve geliyor
ve konuşmalar daha da hararetleniyordu. "Y ardımlaşma komiteleri kurmalıy ız" dedi zay ıf, kısa saçlı bir delikanlı. "Yeni Çeltek'deki grizudan sonra bestelenen ağıtın belki beşinci tekrarı yeni bitmişti. "Y ardımlaşma komiteleri her bölgede ayrı ayrı kurulmalı
ama bir merkezden koordine edilmeli.
Hem bu da yetmez. Eğitim komiteleri
oluşturmalıy ız. Eylemi yönlendirecek
bizi saldırılara karşı koruyacak örgütlenmelere de ihtiyacımız v ar." Tane
tane konuşan bu gencin adı Erbil Sarıydı."' 21 yaşındaydı Erbil, Trabzon
Çay kara doğumlu bir emekçiydi. Madende çalışmıyordu ama grevi mücadele okuluna dönüştürecek; grev günlerinde sosyalizmi, örgütlenmey i v e
mücadeley i yönlendirebilmeyi öğrenmek v e öğretmekle görevli devrimcilerden biriy di,
O gece işçilerle v e Yorumcularla
türkü söyleyip halay lar çeken Erbil'in
bir yılı aşkın bir süre sonra madenciler
uğruna
öleceğini
söyleseler,
kahvedekilerden hiç kimse onun
eşitliğe ve kardeşliğe inanmışlığı v e
kazanma
azmiyle
ölümü
yenebileceğinden
kuşku
duymay acaktı.
Grev, eksilmeyen bir coşku ve katılımla sürüyordu. Madenciler kendi isErbil SARI
34
TAV IR
tekleriniduyurmaya, haklarını almaya
çatışırken körfez bunalımını bahane
ederek, eylemlerini ezmeyi tasarlayan
egemen güçlere karşı sav aş karşıtı
kampanyalara da katılmıştır. Grevin
onuncu günü on otobüsle İzmit'teki işçi mitingine giden madenciler, grev
süresince emekçi sınıf larla birlik v e
dayanışma içinde olmayı istemişlerdir.
Grevin otuzbeşinci günü emekçi kardeşleri Zonguldak madencilerini yaygın bir genel grevle desteklemişlerdir.
ANKARA YÜRÜYÜŞÜ
Sabah erkenden buluşulacaktı.
Buluşma yerleri tespit edilmişti. Herkes kendi yiyeceğini yanına alacaktı,
herkes kimlik bulundurmalıy dı. Yürüyüş uzun süreceği ve çetin geçeceği
için çocuklar getirilmeyecekti. 4 Ocak
sabahı Ankara'ya yürümek için Üzülmezde,
Karadon'da,
Kozlu'da,
Çaydamar'da, Başlarkadı'da, Çukur
yol ayrımında ve diğer yerlerde
toplanan
kalabalıklar
yürüyüş
boyunca birleşerek, kilometreleri
bulan insan ve slogan yolları
oluşturdu.
İşçilerin
otobüslerle
Ankara'ya gitmelerini engelleyen
iktidar bir öf ke seliyle karşılaşmıştı.
Altmışbine, seksenbine, hatta barikatlar önünde yüzellibine ulaştıkları söyleniyordu. Y ol boyunca ve Devrek'te,
Mengen'de halkın büyük desteğini almışlardı. Kadınlar ve yaşlılarda yürüy or, geri dönmeyi reddediy orlardı.
Mengen'in 8 km ilerisinde daha Deller
Köprüsüne ulaşmadan barikatlarla
karşılaştılar. Beşbin asker ve polis
yolları kesmiş, E-5'e çıkarmamak için
barikat önünde işçileri gözaltına almaya başlamıştı. İşçiler kararlıydı ama
sendika 197 işçinin gözaltına alınmasını işçileri ey lem y apmay a iten bir
provakasyon olarak değelendiriyor ve
geri çekilmey i y eğliyordu. Sendika
başkanı yürüyüşün beşinci, barikatlar
önünde v e Mengen'de bekley işin
üçüncü gününde eylemin yasal sınırlar içinde kalması gerektiğini vurgulayarak yürüyüşü bitirdi. Eylemin amacının "anlaşma ortamı y aratmak" olduğunu iddia eden Şemsi Denizer "beni
iy ice dinleyin, ben böyle istiy orum...
Bizler Ankara'ya, sizler Zonguldak'a"
diyerek işçileri geri gönderdi. Grev ve
yürüyüş Şemsi Denizer'in yaşamında
yeni ufuklar açmıştır. Denizer yaşamının Türk-iş Genel Sekreterliği, futbol
kulübü yöneticiliği, kooperatif organi-
zasyonları, D Y P ve SHP'den milletvekili pazarlıkları, v e Milli Prodüktivite
Merkezi Başkanlığı'na ulaştığı; Jaguar
marka süper lüks bir makam otomobiline binebilmeye cesaret edebileceği
yeni bir dönemine başlamıştır. 1990
grev i ve 1991 4 Ocak y ürüyüşü Zonguldak yöresi madencileri açısından
ise uzun vadeli bir gelecek için şüphesiz bir dönemeç olarak anılacaktır.
25 Ocak 1991 gecesi Milli Güvenlik Kurutu Körfez Bunalımını gerekçe
göstererek Bakanlar Kurulu'na bütün
grev lerin ertelenmesi niyetini iletti ve
Bakanlar
Kurulu'da
Zonguldak
Grev i'ni 60 gün sürey le erteledi.
İşçiler grevin ellidokuzuncu günü 27
Ocak 1991 pazar günü 16-24
vardiyasında
işbaşı
y apmak
zorunda
bırakıldılar.
Sendika
yöneticileride Ankara'da sürdürülen
görüşmeler sonucunda anlaşmaya
vararak 6 Şubatta toplu sözleşmey i
imzalay ıp, grevi resmen bitirdiler.
Daha grevin üzerinden bir yıl
geçmemişti.ki 1992'nin soğuk kış
günlerinde
Zonguldak'ta
yerin
yaklaşık 600 metre altında müthiş bir
patlama gerçekleşti. Delhizler cayır
cay ır yanmaya başlamıştı; toprak ve
kömür "çöküyor ortalığı alevler ve
kömür tozu kaplıy ordu. Yerin altında
da üstünde de korku, endişe ve
çığlıklar birbirine karışmıştı. 1992'deki
grizuda 300 hatta daha fazla
madenci yerin derinliklerin de yitip
gitti. Bütün Zonguldak, çoluk çocuk
ağıtlara, yaslara büründü. Büyük
grev boyunca hak isteyen, bunun için
direnen, Ankara yollarına dizilen
madenciler kader denen illetin her nasılsa değişmemiş olduğu gördüler. İşçiler iktidarı alıp, vatan topraklarını özgürleştirmedikçe acılar içinde kalacaklarını da görecekler.
(1) Erbil Sarı, 15 Mart 1992'de
Kozlu katliamının sorumlularına
karşı girişilen devrimci bir
eylemde şehit düşmüştür.
KAYNAKÇA
Kömür Havzasında İlk Grevi
T. Etingü
Zonguldak Havzasında İşçi
Hareketlerinin Tarihi (1. kitap)/
S. Çiledir
Zonguldak
Türkiye'nin
Kamburu mu?l S, Çiledir, S.
Erdağ
DÜŞÜN
Hatice ŞAP
Yüreğin daraldığında
Susuz bir fidanı
Solan bir gülü
Ölmekte olan bir bebeği
düşün
Sonra,
Yeşermeyi
Doğrulmayı
Yürümeyi
Koşmay ı, konuşmayı düşün
İnsan ki
peşindedir Bir
büyük düşün
İnsanı düşün...
UYAN
Hatice Ş A P
Uyan sesim uyan
Yık ortalığı
Uyan yüreğim uyan
Uyan ve gör
Çalışanı, aç
kalanı
Aç
bırakanı
Dök içini
Uyan bilincim
Kucakla halkı
Ve haklıyı
Uyan ellerim
Sar göğsümü
Acıyı ateşe verip
Doğrulan
vatanı...
T AV IR
35
ÖZGÜR GELECEK'İN SANAT ANLAYIŞI
VE
DEVRİMCİ SANAT
A
radan epey zaman
geçmiş olmasına
karşın Özgür Gelecek
Gazetesi'nin
115 Ocak 1995
tarihli 42. sayısında
sanat
üzerine
y apılan
değerlendirmelere
değinmek
ihtiyacı
hissediyoruz. "Sanat Üzerine Ya Da
Partizanca Sanat" adlı bu y azı sanat
ve mücadele adına hiç birşey
söy lememenin
ötesinde
ciddi
yanlışlar içermektedir.
"Sanat gerçeğin estetize edilmesidir. Ormandan kesilip kereste haline getirilen ağaç bir gerçekliktir. Kerestenin daha sonraki durumu ise
estetiğin tanımını v ermektedir bize.
Onun bir kalem haline gelmesi, ok
olması, mızrak olması, gemi haline
dönüşmesi, kitaba dönüşmesi, Urdan olması... İşte estetik budur. Bu,
gerçeğin estetize edilmesidir. Bu
noktada her kereste, ağaç bir gerçeklik
olduğu
halde,
her
işlemey eniden üretme bir estetik
değildir. Buradaki ipucu, gerçeğin
taraflı olarak estetize edilmesidir.
İşte gerçeklikle estetize arasındaki
diy alektik
ilişki
sanatta
somutlanmaktadır böy lece..."
Sanatı ve estetiği tanım olarak bir
kerestenin işe y arar bir eşy aya dönüştürülmesi olarak ortaya koyan anlay ış, müziği, tiyatroyu, edebiyatı, sinemayı, plastik sanatları ve sanatsal
yöntemleri bir anda yok saymaktadır.
Y azar en basit açıklamayla sanat ile
zenaati birbirine karıştırmakta ve tüm
teorisini bu en temel ve basit yanlışlık
üzerinde sürdürmektedir. Bir güzellik
bilimi olarak estetiği v e onunla ilgili
tartışmaları 21. yüzy ılın eşiğinde
noktalayarak bilinçlerimizi sonsuz bir
ay dınlığa kavuşturmaktadır!
"Gerçeğin estetize edilmesi"ni
böy lece anladıktan sonra kerestenin
her türlü istenmesinin bir 'estetik' ol-
36
TAVIR
Yasemin ÖZDEMİR
madığına dikkat çekerek bizleri uyarmakta ve doğruyu y akalay acağımız
ipucunu da belirterek tarihsel yanılgılara düşmemizi engellemektedir! Kerestenin yeniden üretilirken taraf lı
olarak y apılması gerektiğini, ancak
böy le olduğunda gerçeklikle estetik
arasındaki
diy alektik
ilişkiyi
somutlayabileceğimizi öğreniyoruz!
Bu uy arı da olmasa belki de
emekçilerin ucuz, basit sandalyeleri
yerine, burjuvaların o şatafatlı koltuk
takımlarını, mobilyalarını gerçek
güzellik olarak algılay ıp sanat adına
tarihsel
bir
ihanete
sürüklenecektik! Bu uy arıy a teşekkür
etmekle birlikte, okuy ucunun bir konuda teredütte kalacağını belirtmek
istiyoruz. Şu kürdan meselesi. Kürdanın taraf larını nasıl anlayacağına
dair bir ipucu yok elimizde!
Y azar tüm bunları yazının girişinde belirttiği üzere; devrimci mücadelenin, yaşamın her alanında olduğu
gibi 'sanata da yay gınlaştırılması'
adına söy lemese dikkate dahi
alınmay abilirdi.
Ancak
ezilen
emekçi sınıf lar-adına y apılan her
yanlışa karşı sorumluluğumuz bizi
bu y azıy ı yazmay a
zorunlu
kılmaktadır.
Y azar "devrimin sanatta beslenmesi" adına en çok bilen edalarıy la
bakın neler söylüy or:
"Sanatla beslenmeyen devrimler
uçsuz bucaksız çöllerdir; kuru, yakıcı, soluksuz ve sıkıcı. Bu nedenle sanat için devrimin canlandırılması,
sulanmasıdır diy ebiliriz."
Y azar, işin önemini anlatmak için
edebiy at yapmaya kalkışmış, ama
sanatı kerestenin kürdana dönüşmesi olarak anladığı için edebiy atı da
eline yüzüne bulaştırmış. Sormak gerekiyor, 'sanatla beslenmeyen' hangi
dev rim v ar ve hangi devrimler uçsuz
bucaksız çöldür? Tek bir örneği var
mıdır? Y oksa; o devrimler için kullanılan kuru, yakıcı, soluksuz ve sıkıcı
sıf atları tam da yazarın kendi cümle-
leri için söy lenebilir. Gereksiz, boş
laf larla süslenmeye çalışılan (aslında
gizlenmey e çalışılan) en basit bilgiden
y oksunluk,
birikimsizlik,
teorisizlik
sanatı
"dev rimin
canlandırılması, sulanması" olarak
görmektedir. Böylece sanatı da,
dev rimi de böylesi ciddi konularda
yazı y azma işini de "sulandırmış"
olmaktır.
Sanat dev rimin canlandırılması
değildir. Dev rimin canlandırılması
doğru stratejinin, yaşamın her alanında doğru politikalarla adım adım gerçekleşmesi, ilerlemesidir. Sanat eseri, y ine dev rimci yaşamın bir başka
boy utta y eniden y aratılmasıdır. Sanat, y eni insanın v e y eni toplumun
yaratılması savaşımında bugünden
yarına yaratılan geleneklerin, değerlerin kalıcılaştırılmasına, bilince v e
yüreğe seslenerek insanın yenilenmesine katkıda bulunur. Tüm bunları
sanatsal araçlarla gerçekleştirir. Gerçeğin olumlu-olumsuz, güzel-çirkin
tüm yönlerini sanatsal düzlemde yeniden üretme eylemidir. Ve bu eylemin sanatsal araçların kullanılma biçimlerinden doğan kendine özgü yapısal özellikleri v ardır. Estetik, "sanatsal güzellik" olarak burada ortaya
çıkar.
Estetik, y aşamın f arklı alanlarında iyilik, erdemlilik ol arakta ifade edilebilecek olan güzellik anlamında kullanıldığında niteliği de farklıdır, tanımı da... Maddenin insan için yararlı
birer araç haline dönüştürülmesi ile ilgili çalışma alanı 'ergonomi'dir. Ve
"sanatsal güzellik" olarak estetik ile
hiçbir ilişkisi y oktur. Sanatsal üretimin kendine özgü y apısal özellikleri
vardır ve herhangi ekonomik üretimden (zenaat, endüstri) çok ayrıdır.
Örneğin, resimde renk, form, boyut, hareket gibi yapısal özellikler anlatılmak istenene göre biçimler alır.
Müzikte ise melodik y apı, armoni,
enstrümanların kullanışı, söz, yorum
gibi özelliklerin kullanılmasıy la bir
eser ortaya çıkar.
Y azar, konuya girerken "sanatın
sanat için mi, halk için mi olduğu üzerine girişilen polemiklerde, sorunun
özü gözlerden kaçırılmakta ve dünya
üzerindeki tüm "şey lerin insan için
olduğu yadsınmaktadır. "Evet, sanat
insan içindir" diy erek sorunu ilk v e
orta
okullarda
y aptırılan
tartışmalardaki gibi ele almakta,
hala bu noktada tartışmaktadır.
Üstüne üstelik "sanat insan içindir"
diy erek yine "en çok bilen"
edalarıy la
tartışmayı
noktalamaktadır. Sanatın taraflı olması
gerektiğini (mantık hatalarıy la dolu
cümlelerle de olsa) savunan yazar,
burjuv a sanatçılarının da "sanat insan içindir"i burjuva hümanizmi ile
sav unduğunu bilmiy or olsa gerek.
Dolay ısıy la, y azar 'sanat insan içindir' demekle, gerçekte hiçbir şey söylemiş olmuy or.
Sanatın işlev ini söy le dile getirmekte: "Sanatın devrimci mücadeledeki işlevini v e önemini kim yadsıy abilir? Parti-Ordu-Cephe üçgeninde
sanata düşen, bu üçgenin estetize
bir yolla içini doldurmaktır."
Birincisi: parti-ordu-cephe üçlüsünü bir üçgen olarak tanımlamak
yanlıştır. Bu üçü asla birbirinden ayrı
düşünülemez. Parti, orduy u ve cephey i y aratan, yeni toplumu y aratma
doğrultusunda onu savaştıran kurmaylıktır. Ordu ve cephe yaratılıp geliştikçe parti büy ür. İkincisi, sanatın
işlev i asla bu "üçgenin içini doldurmak değildir. Parti-Ordu-Cephe yaratılma sürecinde kendi içini dolduramadıkça varolamazlar. Sanatın işlevine gelince, sanat eseri öncelikle iletişim sağlar. Y aratıcısı ile, algılay ıcısı
arasında, içerdiği konu ile toplumsal
yaşamın bütünü arasında bir iletişim
aracıdır. Öte y andan, sanat bilgilendirme işlev ini de görür. Anlattığı konunun bilgisini taşır kitlelere. Aydınlatma işlevi vardır sanatın. Bir bakış
açısı sunar v e y orumlar. Gerçeğin
üstünün örtülmeye, çarpıtılmaya çalışıldığı koşullarda sanat gerçeği doğru yorumuyla gözler önüne serer. Sanat dönüştürücüdür. Toplumsal yaşama müdahale ederek alışkanlıklara,
kültüre, duygulara yön verir.
Sanat, bu işlevleriyle dünyayı değiştirme eylemini etkiler, v e onun et-
kisindedir. Eğer sanat Parti-OrduCephe (içi boş) üçgenini doldurma
misyonuna sahip ise, sanat herşey
demektir. Öyleyse, Parti, Orduy u ve
Cephey i oluşturmak ona v ücut kazandırmak (içini doldurmak) için gücünü sanat alanına y ığıp, sanatın
tüm dallarında yetkin çalışmalar yaparak sorunu çözebilir. Diğer çalışmaları ikincil olarak sürdürmekte sakınca yoktur. Evet, böylesi saçmalığa
varan önermeleri devrimcilere mal etmey e çalışmaları gerçekte tam bir
sağcılıktır.
Y azar yazının en başında sanat
ile zanaati birbirine karıştırmıştır.
Devrimci mücadele ile sanatın ilişkisini kurarken bakın neleri birbirine
karıştırıy or:
"Sav aşın bir sanat olduğunu sıkça dile getiririz. Sav aşmanın bile insana haz v eren bir yönü v ardır. Y a
da öy le olmalıdır.
Giy im kuşamdan silah tutmaya,
bir çatışmada çember y armaktan
pusu atmay a, gez-göz-arpacıktan
hedef seçmeye, kay aların üzerinden
ceylan gibi sekmeye değin, o kan ve
barut kokan dehşetli olgu böylesi bir
algılay ış v e gözlemle bir sanattır
gerçekte, ona dönüşür."
Sav aşmanın "insana haz v eren
yönü"nden söz ediliyor ve bu sanatsal haz ile bir tutuluyor. Dev rimciler
zulme, sömürüye, insanlık dışı olana
karşı savaşmaktan onur duyarlar ancak, bunu aynı zamanda tüm savaşları ortadan kaldırmak için bir zorunluluk olarak kavrarlar. Yazarın dediği
gibi sav aşmanın kendisi haz v erici
ise, devrimciler ne şimdi, ne de tarihin ilerleyen sürecinde savaşmaktan
vazgeçmeyecekler, dolayısıyla böylesi bir dünyayı kuramayacaklar demektir.
bu kadar da olmaz.
Sav aşın bir sanat olduğunu söy lerken binbir güçlük içinde yürütülen
titiz, disiplinli ye ustalık gerektiren
ciddi bir iş olduğunu vurgulamış oluruz asla yazarın söylediklerini kastetmey iz.
Sanat ile dev rimci mücadelenin
"diy alektik ilişkisini" kurmaya kalkan
yazar, anlayış sanatı ve de sanatsal
hazzı asla kavramamıştır.
Y azı başından sonuna böy lesi
bilgisizliği en uç noktalarda ortay a
koymaktadır. Gerçekten sanatla ilgili
olarak y azılan cümleler arıyoruz. Bir
bölümde buna rastladığımızı düşünüy oruz; .
"Sanatın çeşitli dallarında; edebiy atta, plastik sanatlarda, resimde,
müzikte, tiy atroda... Düzenle bir
karşıkarşıya geliş, bir hesaplaşmay a
giriş v ardır." Böy le bir hesaplaşma
ve karşı duruş ancak sanatın
dev rimci y aklaşımla ele alınışında
mümkündür. Oysa yazar çok
genelleştirerek sanatsal üretimde
bulunan,
ancak
düzenle
Hesaplaşmada çekingen davranan
eleştiri de kalan, dolay ısıyla bir çok
çelişkiye karşın düzenle uzlaşma
noktasında olan sanatın ayrımını
yapmıy or. Daha da ötesi sanatın
düzene karşı çıkış özelliğini dile
getirirken sanatın hangi düzene v e
niçin karşı çıktığı da muğlaklaşıy or.
Bu konuda yine burjuva, küçük burjuva entellektüelizminin "özgür sanat"
adına her türlü düzene, organizasyona, her türden iradeye ve dolay ısıy la
örgütlülüğe karşı çıkıp, anarşizmin
teorisini yaptıklarını da bilmiy or olsa
gerek. Bu bilgisizlikle tam da onların
sloganı olan bir önermey le sonuç
yargıy ı koy uyor:"... çünkü sanat, v erili düzene karşı duruştur".
Öte y andan yazar, dev rimci savaşın silahlı boyutunu, gerilla savaşını sanatın ne olduğuna bir açıklama
olarak getiriy or. Sav aş çok ciddi bir
iştir. Olanaksızlıklar içinde y aratarak,
binbir güçlük ve zorluk aşılarak, bedeller ödenerek ilerler. Olanaksızlıklar içinde olup düzgün bir giysisi olmay an savaşçılar, çatışmada çember y ararken düşenler, kayalardan
ceylan gibi seke(mede)n y aralanan,
şehit düşen savaşçıların sanatsal yeteneği ile ilgili ne söylenecektir. İşte
Bugün arabeskçilerden tutun,
burjuv azinin en sadık kuklası olan
sanatçılar da aynı şey i söylemektedirler. Ayrıca, yazar sosyalist düzene
karşı çıkan sanatçıları da onaylamış
olmuyor mu? Yazar daha sonraki paragraf larda devam ederken sosy opolitik bazı düzlemde genel doğruları
if ade etmekte v e çeşitli ülkelerde
farklı devrim koşullarında mücadelenin tüm alanlarında da farklı yöntemler ve örgütlenmeler gerektirdiğini belirtmektedir.
"Sanatın, baştan itibaren silahlı
T A V I R 37
mücadele koşullan olan ülkelerdeki
şekillenişi v e seyri empery alist kapitalist ülkelerdeki toplu ayaklanma
y olu arasında f arklı tarzları gündeme
getirmektedir. Bir başka dey işle
sosy o-ekonomik,
sosyo-politik
y apının sanat alanına da, bu
alandaki mücadele ve örgütlenmeye
de
y ansıdığını
söy liyebiliriz.
Y ansımaktan da öte, ülkelerin
y apıları, sanatsal alana ilişkin
mücadeley i de belirlemektedir."
Y azı da nihay et doğruy a y akın
bir bölüm bulduğumuzu düşünürken,
y azar bu genel y aklaşımı sanata
indirgerken estetize(!) bir üslupla
sanatı en kaba, mekanik bir biçimde
y orumlay arak
y ine
yanlışa
düşmüştür.
"...Özellikle bağımlı ülkelerde
sanatsal
alandaki
mücadele,
silahların tuv al üzerinde özgür
geleceği resmetmesiyken, şiirin altın
çağın
manif estosunu
y ansıtmasıy ken, toplu ayaklanma
y olu izley en ülkelerde sanat, genel
bir uy um, barışçıl mücadele de
bilinçlendirmey e hizmet etmekte, bu
tür ülkelerde sanat, kav gay ı son ana
saklamakta, biriktirmektedir. Y ani,
birinde daha baştan itibaren bir
didişme söz konusuyken, diğerinde
sukünet
ve
hazırlanış
söz
konusudur."
"Sanatsal alandaki mücadele;
silahların tuv al üzerinde özgür
geleceği resmetmesi" ne demektir?
Sanatın y ukarıda belirttiğimiz
işlev leri dünyanın her yerinde
ay nıdır. Farklı olan şey sanat
alanının dev rimci mücadele içinde
örgütlenme, kurumlaşma ve f aaliy et
sürdürme
tarzlarıdır.
Örneğin
bilinçlendirme işlev i sanat için her
durumda temel bir işlev dir. Gerilla
sav aşının olmadığı bir ülkede gerilla
tiy atrosu elbette olmay acaktır. Bizim
gibi toplumsal çelişkileri en derin
y aşay an ülkelerde dev rimci tiy atroda
y öntem örneğin sokak tiyatrosunu
gerekli
kılıy or
ve
zorluyorken,
emperyalist metropol ülkelerde sahne
koşulları y aratılabilir. Ancak her iki
ülkede de sanat eseri nesnel
gerçekliği, y ani baskıy a dayalı sınıf
köleliği
düzeninin
y ıkılamazlığı
y erine, şu v eya bu evrelerden
geçerek ama mutlaka sınıfsız bir
toplumun kurulabileceğini göstermek
zorundadır.
Empery alist
dünya
sisteminin hüküm sürdüğü hiçbir
ülkede dev rimci sanatçı "sükunet
içinde" de-
38
T AV I R
ğildir, olamaz.
Buray a kadar sürdürülen sanat
söy lemi genelden çıkıp, daha açık
bir if adey e bürünüyor. 'Partizanca
Sanat' kavramı ortay a çıkarılıy or.
Gerçekten de parti ye sanat, partili
sanatçı gibi üzerinde ciddi tartışma
v e belirlemelerin y apılması gereken
konulardan
söz
edildiğini
düşünüy oruz.
Y ine y anılıy oruz.
Partizanca Sanat için edebi(!)
öv güler ve y ersiz böbürlenmeler
dışında sanat adına herhangi bir
açılım bulamıy oruz: "Oysa bizim
sanat
anlay ışımız
Partizanca
sanattır. Bu ev renselden özgüle
doğru bir içselleşmedir. Y a da içsel
sanat anlay ışımızın doğuşudur. Bu,
ay nı zamanda enternasy onalist sınıf
hareketi ile özgül sınıf hareketi arasındaki diy alektiğin sanatsal alana
y orumlanışı/y ansıtılışıdır."
Partizanca
sanatın
açılımı
hemen sonraki bölümde bakın nasıl
dile getiriliy or: "Partizanca sanat,
sanatsal
alana
ilişkin
çalışmalarımızın
(mücadelemizin,
örgütlenmemizin)
ülkemiz
koşullarına
ay arlanmış
şeklidir.
Daha özele inersek, bu proletery a
partisinin mücadele tarihinin v e
geleceğe y önelik y üzünün estetize
edilmesi uğraşıdır. Göze hoş, kulağa
hoş y üreğe hoş, bey ne hoş bir tarzın
y akalanması sorunudur bu. Gerilla
sav aşının
imgelendirilmesi,
betimlendirilmesi, çizgilendirilmesi,
renklendirilmesi, seslendirilmesi..."
Sanatı "hoş"lukla, "hoş"la bir tutan cehalet, müziği "kulağa hoş
gelen seslerdir" diy e tanımlay an
sözlüklerden y ola çıkıp resim
sanatını göze hoş gelen renkler, şiiri
insana hoş gelen sözcükler v b.
olarak değerlendirip sanattan ne
anladığın ı giderek daha açıkça
ortay a koymaktadır. Oysa sanat
hoşluk değildir. Aynı zamanda acıy ı,
hüznü, sev inci, coşkuy u, öfkeyi...
kısaca insanın y aşayabileceği tüm
duy guları içerir.
"Hoşluk" laf ı özellikle savaşın ve
mücadelenin olumlu propagandası
amacıy la zorlana zorlana kutlanılmış
v e sanatı neredey se y ok etmiştir.
Ev et, gerilla sav aşını anlatacaktır.
Örneğin, karşı dev rimin sav aştaki en
iğrenç y öntemlerini teşhirini de
y apacaktır.
Köy
yakmaları,
gerillaların
kulaklarını
kesip
kemerine takacak kadar öldürme
makinası olmuş, 'hay -
v an'laşmışları v e onların nasıl
hayvanlaştırıldıklarını da... Bunu
anlatırken hiçte "hoş" olamaz
insan.
Gereksiz edebiy at y apmay a
kalkışarak
y anlışını
ısrarla
sürdürüy or yazar: "Hayatı salt
soğuk namludan ibaret Sayma
değil, merminin dans ederek
süzülüşüdür partizanca sanat..."
Gerilla sav aşından, sıcak çatışma
ortamında y aşananlardan
örnekler v erirken birden bire
"soğuk
namlu"y a
geçiliyor.
Sav aşanların namluları sıcaktır. Ve
mermi dans ederek süzülmez,
y aşatmak için öldürür. Çatışmay ı
betimlerken sanatçıy ı saçmalamay a davet ediy or yazar. Gerilla
sav aşının propagandasını y apmak
adına, sanatı hay al gücünün
idealist girdaplarında kay bediy or
v e tam da kendisinin dey imiy le
sanatı "soğuk namlu"dan ibaret
görüy or.
Ardından
kendisini
reddeden bir genelleme y apıy or.
"Sanat çoğu kez genel teorik
bilgilerde v eremediği coşkuyu v e
bilinç dönüşümünü kendine has o
estetiksel
güzellikle
insana
v erebilmektedir." Teorik bilgilenme
ile sanatın bilinç dönüşümüne
etkileri açısından karşılaştırarak
sanatı belirley ici ele alıy or. Oy sa
sanat, teorik bilgilenmeye canlılık
kazandırmay a, onu içselieştirmey e
katkıda bulunabilir, o kadar. Y oksa
ekonomi-politiğin genel yasalarını
gerilla sav aşının taktik unsurlarını
v b... Sanat anlatmaz. Bu bilgilerde
uy umlu bir etki yaratır.
Y azar, bir y andan sanatı
olmadık ölçüde güdükleştirirken,
öte taraftan ona olmadık misy onlar
biçerek
neredey se
toplumsal
mücadelenin
merkezine
koy maktadır.
Parti-Ordu-Cephe
üçgeninin "içini dolduran" sanat
giderek daha neler y apacaktır."
"...Y ani,
genel
sınıf
mücadelesinin
iv mesinin
düşüklüğüne
karşın
sanat
cephesinde daha iç bir noktadan
kav gay a tutuşmak gerekmektedir.
"Proletary a partisinin kuşatma,
parça parça kurma, lokma lokma
y utma stratejisi sanatsal mücadeley le de sürmelidir..."
Sanatçı,
toplumsal
mücadelenin içinde önce etkilenen,
sonra üreten özelliğiy le y er alır.
Dev rimci sanatçı örgütlü insan
olarak süreci tüm y ön-
leriy le ele alıp, günün v e koşulların
gerektirdiği çalışmalara y önelir.
Sanatı da buna göre şekillenir.
Mücadelenin
iv mesinin
düşük
olduğu koşullarda tüm dev rimcilerin
görev i ivmeyi yükseltmek için
çalışmaktadır. Sanatçının da en
önemli v erilerinden birisi bu
olacaktır. Y oksa "ivme düşük olsun, bu ne kadar sürerse sürsün,
sanatçı uç noktadan kav gaya
tutuşsun". Bu nasıl olacaktır? Uç
noktadan kasıt ne olabilir? H i ç bir
dev rimci verdiği mücadele biçimini
uç noktalar olarak değerlendirmez.
Bir
parti
düşünün
ki,
mücadelede gerilemiş, hareket
alanı daralmış, bunu aşacak
politikalar üretmek üzere çaba
içinde olmak bir yana, sanat
alanındaki çalışmaları için, ısrarla
abartmalar öneriyor. Bu anlay ış,
y aşadığı sorunları v e süreci içinde
hep birlikte aşma sorumluluğu ve
cesareti gösteremey en kendisiyle
ve
süreçle
radikal
tarzda
hesaplaşamayan,
sorunları
gizley en, herşeyi güllük gülistanlık
göstererek
halkı, taraftarlarını
gerçeklerden, dolay ısıy la gerçek
bir gelişmeden alıkoy an, hatta
aldatan bir yaklaşımı savunuy or.
Mücadeley i
omuzlamakta
y etersizliklerini sanatın ekti gücüne
sarılarak aşacağını zannedenler
y anılıy orlar. "Sanat gerçekliğin
estetize edilmesidir" diy eceksin,
sonra da gerçeğin çok ötesinde "uç
noktalarda" misy onlar yükleyerek
sanatı gerçeklikten koparacaksın.
Pes doğrusu. Y azı, sanat adına
alabildiğine
kaba
v e y anlış
önermelerle sürerken, yeni keşf edilmiş gibi öne sürülen 'Partizanca
Sanat' v urgusuy la sona eriyor.
"Artık y aşamın partizanlaşması
gönü gelmiştir" denilerek, geçmişte
partizanlaşmay a
pek
gerek
olmadığı ama bugün nihay et
zamanın geldiğini de öğretiy or.
Y azı da herşey e değinmiş
olmakla birlikte y ine de y eterince
anlaşılmamış
olabilecek
bazı
konular ise BİRKAÇ NOT başlığı
ile eklenmiş. Önce bütün yazı da
konu edinilen sanatın y aratılması
sürecini de ç o k i y i bildiğini
ortay a koymak için y azar inciler
döktürüy or. "...İnsanın sanat f aaliy eti algısal Olarak yüzey sel
düzeyde görünenin, ussal'a oradan
da
estetiğe
uzanışıdır".
Bu
cümleleri de okuy unca böy lesi
derin entellektüel
birikimle ele alınmış y azıy a ilişkin
tüm eleştirilerimiz için az kalsın
pişman olacaktık. Demek ki y azar,
y azının birçok y erinde konuy u
anlatırken "algısal olarak yüzey sel
görünen'!"
"ussal'a"
getirmiş,
oradan da "estetiğe uzatarak"
estetik bir dille olayları v urgulamış.
Ama işte o "ussal"da ne
olmuşsa olmuş, ortay a ne akılcı,
ne bilimsel ne de estetik olan bir.
sonuç çıkmıştır. Çünkü yazar aklın
y önlendiricisi
olan
düny a
görüşünün sığ sularından boğulmuştur. B u n u y aparken
boğulmamak için y ılana sarılmış,
bakın nerelere v arılmış:
"Bu kombinasyonda (PartiSanatçı-Halk
b.n.)
parti
sanatçısına y aslanarak
halka
ulaşır, halk da sanatçı da partiyi
tanır". Halk
partiyi sanatçıda
tanıy acaksa, kırlarda gerillaların
y aptığı çalışmalara, şehirlerde kitle
örgütlenmelerine, alan örgütlenmelerine v e tümünün y ürüttüğü örgütlenme,
bilinçlenme
çalışmalarına ne diy eceğiz. Gerek
y ok muy du? Boşa mı uğraşıldı.
"Meğer sanatçılar bu işler i ç i n
yeterliymiş, onca enerji boşa
gitmiş"mi
diy eceğiz.
Burada
hemen bir soru geliyor akla:
Sanatçısı olmayanlar y a da
sanatçısıy la
her
y ere
ulaşamay anlar ne olacak? Y azık,
v ay hallerine o zaman(l)
Sanatın v e sanatçının partili
mücadele de işlevinin abartılması,
sınıf mücadelesinin keskinleştiği
koşullarda, küçük
burjuv azinin
giderek
sağcılaştığının
bir
göstergesi
olarak
gündeme
gelmiştir. Burada ise sanatın işlevi
öy lesine abartılmaktadır ki sanat,
mücadelenin merkezine konulmaktadır. Küçük burjuva y aklaşım
köy lü-f eodal
kültürü
ile
de
birleşince sanata ilişkin cehaletin
v ahim sonuçlarıy la karşı karşıy a
gelinmektedir. Bu cehalet oradan
buradan alınmış bilgi kırıntılar ıy la
gizlenmey e çalışılmakta, "algısal
olarak
y üzey sel
düzey de
görünen"...vb. gibi olabildiğine
zorlama bir l a f dizisi ortaya
çıkmaktadır.
Politik bir anlay ışın halka,
kendi
örgütlü
insanlarına,
gerillay a,
köydeki
çiftçiye,
emekçilere v e sanatçılara parti v e
sanatçı ilişkisi konusunda şu
anlattıklarını ibretle okuy oruz:
"Parti-Sanatçı ilişkisi dev rimin
estetize edilmesidir. Bu nedenle
(hangi nedenle?) biz bu ilişkiy i bir
kadınla bir erkeğin sevişmesi bir
çocuk meydana getirme olarak görmekteyiz.
Buradaki
sev işme
sanatta if adesini bulurken bu, her
iki cinse de dehşetli zevkler v eren
v e her birinin hem kendini hem de
diğerini
y eniden
keşfetmesi
olurken; çocuk, devrimi sembolize
eder. Ama bu noktada, sev işme bir
aşk sev işmesidir. (Sakın y anlış
anlaşılmasın, başka türlü sev işme
değilmiş) Ve sorun sıkça çocuk
y apmak değildir. (Y ani sıkça
dev rim y apmak değilmiş) İhtiyaca
göre çocuk, ama bitmez tükenmez
bir aşk ve sevişme. Bu açıdan
(hangi açıdan?) biz parti-sanatçı
sevişmesinden, aşkından ve onun
ürünü olan çocuktan söz ediy oruz.
Bir diğer söy lemde aşkın estetize
edilmesidir sev işme".
Parti-Sanatçı ilişkisini bir kadın
ve
bir
erkeğin
ilişkisine
benzetmekle başlayan saçmalama
burada kalmay ıp dehşetli hazlarla
anlatılan sev işmey le bir tutuluyor.
Okuy ucu, y azarın dehşetli hazlar
duy duğu aşk sev işmesinin y aşıy or
olduğunu mu düşünsün, y oksa
bunu y aşay amadığı için özlem
duy arak böylesi anlatıma başv urduğunu mu?
Sanatsal üretim ile doğal üremeyi
hangi ruh hali aynılaştırabilir.
Partili sanatçının üretimi İle bu
anlatımlar çok ayrı şeylerdir. Partili
sanatçı
herşey den
önce
dev rimcidir. Dev rimci ideoloji ile
partinin önderliğinde sürdürülen
mücadelenin bire bir parçasıdır.
Y alnızca sanatçılar değil, diğer
alan çalışmalarında bulananlar da
üretimleriy le, çalışmalarıy la partiy i
geliştirirler. Parti-Sanatçı ilişkisi ay nı
ele alınırsa, ay nı şekilde partimühendis, parti-muhabir, partimemur v b. ay rımlar ile tüm
meslekle de örgütlü insanlar ile
parti ilişkisi sorgulanabilir. Oy sa
hangi meslekten olursa olsun parti
dev rimci
uzmanlardan
oluşur,
onların kurumlaşmasıdır.
B i r politik anlay ışın yay ın
organı,
sanat
ve
mücadele
konusunda
bunca
y anlışı
sav unarak halka sunuy orsa, başta
kendi örgütlü insanları, sanatçıları
olmak üzere tüm okuyucular ciddi
ciddi düşünmeli ve özeleştiri istemelidir.
TAVI R
39
ektepliyi
SEVDADIR"
yakaladık,
e mirlerinizi
"Ta ma m!
BU
Turan ALTUNTAŞ
Ah med Arif'e armağanımd ır
40
TAV I R
Merkez
konuşuyor... getirin buraya,
gerekli
mua meleyi yapın".
"Anlaşıldı, tama m! Muamele olarak kıskaç mı uygulayalım?
Ütüle me mi yapalım?"
"Mektepli şair çözülene dek devam. "
"Ta ma m, anlaşıld ı...hareket ediyoruz".
İki komiser, dört polisle trende
gidiy oruz. Hastayım, boğazımda kanama y ar. Hiçbir şey y iyemiyorum.
Zaten zay ıf tım... büsbütün zay ıf lamıştım. Serçe kadar canım av cılar
adasında çırpınarak gidiy ordu.
Kompartımanda bizden başka,
bir teyze ile bir amca var. Sivil polisler, dut yemiş bülbül gibi susuyorlar.
Sessizliği tey ze bozdu:
"Beyler, nereden gelir, nereye
gidersiniz?"
"Koyun tüccarıyız, Erzuru m'a
gittik, hayvan aldık. İstanbul'da satacağız"
"Genç hanginizin? Sanırım hasta."
"Arif mi? Beni m oğlan... üniversitede felsefe okuyor teyzesi. Bana
pek düşkün de... ayrılmaz yanımdan".
Bu mavraları tey ze yutmadı. Kaçamak göz kırptı. Mahzunca baktım
y üzüne...
Diğer polis, gazetesini sesli okumay a başladı: "...dişinin altına
ceryan verilince, adam kendinden
geçti. Işıklı odaya sürükleyip attılar".
Aklınca, psikolojik parazit yapıy ordu.
Trenimiz, dağlar arasından karay ılan gibi akıy ordu. Kompartımanın
penceresinden sey re daldım. Dağlar, y eşil üzerine renk cümbüşüne
boy anmıştı. Çocukluğumda kuş av ladığım memleketimin dağlarını özledim. Katırtırnaklarını, ballıbabaları,
şalgabaları, kekikleri, yavşanları
göresim geldi. "Bahar gelmiş
me mle ketimin dağlarına". Tatlı,
düşsel dünyamdan uy anır gibi
oldum. Polis amcalar horluy orlardı.
Tey ze, f ısıltıyla:
"Oğlum nedir halin" demez mi?
Ne y anıt v ersem? Siyasi ey lemci, sosyalistim desem. Tey ze için bir
anlam ifade eder mi? Üniversite öğrencisiyim, şairim desem. Teyze, ne
der acaba? Beş on saniye müthiş bir
sıkıntı çektim. Birden, "Sevdadır bu
tey ze" dey iverdim.
Bir anne gibi ay dınlandı kadıncağızın y üzü. Beni kucaklay ıp, öpmek istedi. Çıkınını açtı, para v ermek istedi. Cebimde de param yok.
Almadım. Keşke alsay dım. Çok
utandım... O da ayrı bir garip duy gu.
İstasy on sessizliğine karanlık
çökmüştü. Teyze ile amca bu durak-
ta indiler. Umudum, sevgim, y üreğim kasabanın ölgün ışıklarında
kay boldular.
Herkes uyudu. Uyku tutmadı gözümü. Kendi kendime düşünmeye
başladım. Usuma, Fontamara'lı
Berardo Viola geldi: Fontamara, hiç
bir
coğrafya
haritasında
bulunmay an Güney İtalya'da bir
köy . Bu köyde insanlar oturur, uyur;
erkekler üretir, kadınlar çocuk
duğurur. Fontamara köyünde bir
takım acay ip şey ler geçmesey di,
bu
köy den kimsenin
haberi
olmayacaktı. Öyle olaylar oldu ki
köy
İtalya'nın
ve
düny anın
sembolü oluverdi.
Birgün köye hükümetin temsilcisi
bir adam geldi. Adamın ipesapa gelmez laf larıy la köy lüler alay ettiler.
Bu duruma krzan "Kara Gömlekli":
"Yakında beni m ki m olduğu mu
öğrenirsiniz...bunu bilmiş olsun!"
diy e
bağırdı.
Varıp,
günün
hükümetine şikay et etti. O günden
sonra,
Fontamaralılar'ın
başı
dertten kurtulmadı. Köyün elektrikleri
kesildi.
Topraklarını
suladıkları
Fucino Gölü'nün sularını, ağaların
topraklarına akıttılar. Şüpheli köylü
ölümleri
başladı.
İşkenceler,
tutuklamalar köy lüleri birlik olmaya
zorladı.
Fontamara'da
geçen
olay ları İtaly an kamuoyuna iletmek
için, köylüler, "Gizli Basılmış
Gazete" çıkardılar. Hükümet gazetenin y erini saptay amadı. Bu sırada,
Fontamaralı Militan Berardo Viola işkencede öldü. Hapisanedeki köylüler, gazetenin adını, "Ne Y apalım"
koydular. Bir de şöyle makale yay ınladılar: "Berardo Viola'yı öldürdüler,
ne yapalım? Suyu mu zu eli mizde n
aldılar, ne yapalım? Papa z ölülerimi zi kaldır mak istemiyor, ne yapalım? Kanun na mına karılarımızın ırzına geçiyorlar, ne yapalım ?.."
Bir gece, Fontamara köyünden
silah sesleri işitilmey e başladı. Hükümet, köye harp açtı. Evler yıkıldı...
insanlar kurşuna dizildi... kurtulanlar
dağlara kaçtılar... Fontamara köy ü
y andı, dağıldı... "Bu kadar kinden,
bu kadar ümitsizlikten sonra; "ne yapalım" diy ordu köy lüler.
"Lan mektepli, sen daha uyumadın mı?'
"Uyku tutmadı, abi."
"Sen uyumana bak oğlum, birkaç gün sonra eline geçmez."
Ne demek istiy ordu bu baykuş
suratlı? Birkaç gün sonra uyku elime
geçmezmiş... Fontamaralı Berardo
Viola, Praglı Julius Fuçik libas döşeklerde, atlas y organlarda mı yattılar?...
Faşizmin
hücrelerinde,
gestaponun tabutluklarında yattılar
ve de öldüler. Ulusunun mutluluğu
adına. Şair Arif in uyku eline
geçmese de olur...
Env er Gökçeler, Ahmed Arif ler v e
daha nice şair ve y azarlar y aşamlarının uzunca bir bölümünü hapishane hücrelerinde geçirdiler. Mektepli
Şair Arif bunlardan biri olamaz mı?
Merkezde işkence görebilirim...Ölüp
Viola'nın, Fucik'in, Alleg'in yanına
gidebilirim. Korkmamalıy ım bunlardan. Usumdan geçirdiğim düşsel
dostlarım yüreklendirmişti beni.
Julius Fuçik'i usumdan geçirmey e başladım: Fuçik, Nazi işgaline
karşı direnen Çekoslav aky a'lı direnişçilerden. Gestaponun Prag Hapishanesinde yatarken, başından
geçenleri not tutmuş. Tüm işkencelere rağmen dostlarını ele v ermey en
yiğit Çekoslov ak aydını. "Gerçek yasamda seyirci yoktur" diyen Fuçik, 8
Ey lül 1 9 4 3 y ılında Berlin'de idam
edildi. Kompartımanın ortasında
ay ağa kalktım. Hazırol durumunda,
başkalarının mutluluğu adına işkencede ölen ilk köy lü Fontamaralı
Viola'y ı; Gestapo taraf ından idam
edilen ulusal direnişçi Praglı Fuçik'i,
başımı öne eğerek, say gıyla
selamladım.
Uy umuşum. "Kalk, iniyoruz!" dediler. Sonbahar rüzgarların ın estiği
bozkırın ortasına indik. Garip kalmış
istasyon binası ile kırmızı şapkalı
frencilerden başka kimse görünmüyor burada. İri gövdeli, kocaman dallı
"Cuhmuriy et Okaliptüsü'nün arkasından biri göründü. Bizi çağır ıy ordu. Oraya doğru yürüdük. Döşünde,
"Resmi Hizmete Mahsustur" y azılı
arabay a binip, bilinmey en bir y öne
doğru hareket ettik. Sessizlik tümümüze bulaşmış, 'tıs' çıkmıy ordu kimseden.
Polis amca gözlerini açtı:
"Pencereden kime işaret veriyorsun, öyle?"
"Boynum tutuldu abi, eksersiz
yapıyorum"
"Neyse, otur yerine de çok derine dalma... sonra kafayı üşütürsün".
Gözlerini kapadı... Horlamay a başladı.
Aklıma, "Sorgu'da ölen, Henri
Alleg'in çektikleri geldi. Alleg, yurtsever Cezay ir halkının y anında
yeralan, bir Fransız ay dını.
1943 Fransız işgalinde, Alman
gestaposu taraf ından işkence gören
Fransızlar, y üselen acı çığlıklarını
çabuk unuttular ki... 1958'de işgal
ettikleri Cezayir halkına aynı işkencey i uy guladılar. Bu haksızlığa, bu
insanlık suçuna, tüm Fransız halkı
adına işlenen cinayetlere Alleg katılmadı. Emperyalist Fransa'ya karşı,
Bağımsız Cezayir'i savunan Fransız
ay dını Alleg, düny a uluslarının bağımsızlığ ı adına işkence gördü v e
öldürüldü.
Fantomara'lı Viola, Praglı Fuçik,
Fransız Alleg insanlık adına işkence
görüp öldüler. Nazım Hikmetler,
Pablo Nerudalar, Pötöf iler, Lorcalar,
Uzay ıp giden tren y ollarının kenarına y apılmış istasy on binaları,
hep birbirine benzer. Kesme taştan
y apılmış bu binaların çev resi dev
göv deli Okaliptüslerle (sıtma ağaçlarıy la) çevrilidir. Hepsinin ön cephesinde çeşmesi vardır. Anadolu
yalnızlığındaki istasyon binaları ve
okaliptüsler, Anadolu halkına, Atatürk'ün teberiğidir. Bunlar, "Cumhuriy et istasy onlaradır.
Arabamız, acı bir frenle, bey az
badanalı uzunca binanın önünde
durdu. Anlatacaklarımın bundan
sonrası insanlık suçudur. Y ıllarca,
çektiklerimi kimseye anlatmadım
ki... dinley enlerin gözlerinin kirişi kırılmasın... yüreklerinde korku yumağı oluşmasın, diy e...
"Konuş! Konuş!... Bu şiirinle ne
demek istediğini anlat!" diy e,
bağırıy orlardı.
Anlattıklarıma
inanmadılar. "Bilirkişi Raporu"ndan
okumaya başladılar:
"...klorofil, bitkilere yeşil rengini
veren maddedir. Güneş ışınlarının
etkisiyle klorofil taneleri bitkiyi yeşile
dönüştürür. Şairin şiirinde ki "AntiKlorofil" sözcüğü, toplumu yeşilden
kızıla dönüştürme i mgesidir. Sonuç:
Şair bu şiiriyle kızıl komüni zm propagandası yapmıştır".
Hoşçakalın dostlarım! Tümünüze kelepçeli selamlar...
T AV IR
41
ŞUBE
NOTLARI
yüreklerimizi ayaklanma saatlerine ayarlayıp
çıktık
Sa dık ÇELİK
ömürü v e zulmün sahipleri, kitlelerin gündemine
y eni provakasy on ve
katliam prov alarıy la girmey e çatışmakta. Ancak
Gazi halkının ın can bedeli y arattığı ay aklanma
bilinci, yeni Gazi barikatlarına taşınıy or.
Varoşlar, genç, y aşlı, kadın, kız,
çoluk çocuk, hısım, akraba koşar
adım sokaklara boşalıy or. Sokaklar
sokaklara akıy or adım adım...
İşte pankartları, bay rakları, alnı
kızıl bantlılar ı, f ularları, molotofları,
sopaları, sapanları v e taşlarıy la
haykırarak yürüy orlar. "Faşizmi
Döktüğü
Kanda
Boğacağız"...
Sesler seslerle y ankılanıp çoğalıy or, yay ılıy or. Y oksul sokaklardan
taşıp Okmey danı v aroşlarına ulaşıy or. Ay aklanma ay aklanmayla selamlanıy or. Çitler sökülüp taşınıyor, inşaatlardan iskeleler v e pazar
y erlerinden tezgahtar alınıy or.
Canlar karıncalar gibi sıra sıra,
öbek öbek, durup dinlenmeden,
coşkuyla örüyorlar barikatlarını.
Sıkılı y umruklar, zaf er işaretleri
arasında haykıran, konuşan, çağıran kalabalıktan y ıldızlı bir pankart
y ükseliyor, dalgalanıy or bayrak
bay rak, barikatlaşıy or. Üzerinde:
'Gazi Ayaklanması Onuru muzdur.
Nurtepe Ayaklanması'yla geliyoruz.
DHK C y azıy or.
Canav ar sirenleriyle panzerler,
ekip otoları çevik otoları geliy or.
Sonra kalkanları, İsrail sopaları v e
silahları v e çelik yelekleri ve gaz
bombalarıy la doluşuyorlar sokak
başlarına.
Birazdan hayv ani bir korku y önlendirecek onları. Saly alar saçarak
42
TAV I R
yola
saldıracaklar halka. Fakat barikatlara çarpacak v e kaçacaklar sonrada. Daha da sonra, cambazlığa
y eltenenler
nasiplerini
alacak
molotof yangınlarından, taşlardan.
Telef onlar çalıştı birden. "Alo!.
Nurtepe ve Okmeydanı'nda ayaklan ma ... "v e, y üreklerimizi ay aklanma saatlerine ayarlay ıp çıktık
y ola. Y üreklerimiz ay aklanma anı
gibi, sımsıcak.
Ay karanlık gecede, sessiz v e
sakin sokaklar boy u ilerley en bir
takside beş dev rimci gazeteciyiz.
Gözlerimiz y ollarda, parmaklarımız
deklanşörde, sabırsız suskunluklar
içindey iz. Birazdan, kalabalıklarla
karşılaştığımız o ilk anda bozulacak bu suskunluk. Deklanşör sesleri v e flaş patlamaları süsleyecek
geceyi. Kameramızın ışığı, hiç
sönmemecesine
kaydedecek
gerçeği, öfkeyle kuşanan halkın
gerçeğini...
Okmey danı'nda, bir park alanının y akınında..
Tarif siz duy gular, düşünceler
içinde attık bedenlerimizi ıssızlığın
ortasına. Kulaklarımızı sokaklara
day ay ıp ilerliyoruz adım adım... Kılav uzsuz, gözy ordamı y ürüy oruz.
İşte, ilerde köşe başını tutmuş bir
çev ik otobüsü. Az sonra anlay amadığımız bir y önden gelen silah sesleri y ankılanacak v e aldatacak y önümüzü.
Varoşların karanlık ara sokaklarından süzülüp, ana y ola doğru
y ürüyoruz. İçimizden biri, iterde bir
ekip otosunu farkedip uy arıy or. Ancak ay nı anda bir başkası taksiyle
ana y ola çıkıp dolaşmay ı önerince,
ekip otosunun riski unutuluyor. Karar vermeye çalışırken taksi geliy or
v e biniyoruz. Gerisi malum. Y olumuz, f osf orlu "dur!" tabelasıy la ke-
siliy or. Kahretsin... Araba sağa y anaşıy or. "Kimlikler..." Basın tanıtım
karttan uzatılıy or. Ancak boşuna...
Taksiden indirilip üst aramasına tabi tutuluyoruz.
Ve o bildik gözaltı faslı başlıy or.
İtirazlar sonuç v ermiy or. Beyoğlu
Emniy et Müdürü küly utmaz bir
eday la "Hadi bakalım doğru karakola" diy or v e Feriköy Karakoluna
bağlı polis ekibine talimat verip
uzaklaşıy or. Minibüsün kapılarını
açan polisler hepimizi "Buyur" ediy orlar. Telsiz konuşmaları, talimatlar birbirini izliy or. Hızla Feriköy yönüne doğru hareket ediy oruz.
Feriköy Karakolu'nday ız...
Rahatız. Meşruluğumuzu savunacağız. Onları susma hakkımızla
ve açlık greviy le yanıtlay acağız. İşlemlerimiz hızla bitirilirken muhabirlerden biri "Makinamın kapağı açık
kalmış" diyerek soğukkanlı bir şekilde makinasını alıp f ilm kapağını
açıy or. Y arım makara çekilmiş f ilmin bot miktarda ışık almasını (y ani y anmasını) sağladıktan sonra,
makinanın kapağını kapatıp tekrar
görev li polis memuruna uzatıy or.
Diğer muhabirlerin y üzlerinde gizli
bir tebessüm hakim. GBT(Genel
Bilgi Toplama) için alıkonuluyoruz.
Ertesi gün... Sabah...
Daha önceleri ay nı gerekçelerle def alarca alınmış olmamız y enisine gerekçe oluşturduğundan, hemen TEM'e (Terörle Mücadele
Şubesi'ne) çağrılıy oruz. Tim gelip
bizi alıy or. Kelepçeler hemen
bileklerimizle buluşuyor. Sivil bir
minibüsle, hani şu birkaç y ıl önce
bombalarla mühürlenmiş olan,
Vatan Caddesindeki "Emniy et
Saray ı"na getiriliy oruz.
İşkencehane v e işkenceciler
değişiy or, ancak işkence ve işkenceci kimliği hiç değişmiy or.
Daha kapıdan girer girmez psikolojik ve fiziki saldırılara başlıy orlar. Bu, insan bedeni taşıy an y aratıklar sürüsünün örselediği bedenlerimiz, yerlerde sürüklenerek, itilerek, kakılarak, küfürler y ağdırılarak
atılıy or hücrelere. Hücreler Amerikan standartlarına göre y apılmış
bir tür kaf es.
İkinci gün...
Bütün hücreler dolu. Arada bir
hücreler arası yer değişiklikleri yapıy orlar. Her zamanki gibi kimileri
celladı, kimileri ise papazı oy nuyor.
Kaf eslerde
çoğunlukla
Gazi
Halkı'nın evlatları v ar. Seanslar
seansları
kov alıy or.
Bazen,
koridorlardan yankılanarak gelen
işkence çığlıklarıy la uyanıy oruz.
TEM'e ilk kez gelen biri, "En kötüsü
beklemek" diyor. Başını etlerinin
arasına
geçiriyor.
Oysa
ne
olacağını bildirmeden bekletmek
işkencenin kurbanlarına uyguladığı
ilk v e önemli psikolojik saldırısıdır.
Bütün y aptırımlarını bunun ü zerine
inşa eder.
Ev et neler olacağı bellidir. Önce hay alara sonra da gırtlağa saldıracaklardır. Askıy a almak ise bazen psikolojik bir blöf, bazen de kısa süreli bir girişimden öte bir şey
olmay acaktır.
Her günün aç bedenlerimize
y üklediği o büy ük sorumluluk
y alnızlaştırılmay a
çalışılan
bey nimizi, yüreğimizi her geçen
gün daha bir koruy or. Her şey o
kadar yalınlaşıp berraklaşıy or ki,
kay gılar, korkular y a da tereddütler
y er bulamıy or kendilerine. Y eter ki
insan
içindeki
maymunun
üremesini, üremey e yeltenmesini
önley ebilme cüretini göstersin. Bu
bilinçle
donandığında
alınıp
getirilen mekanı kav ramak, ona
karşı setler oluşturmak, dahası
buraları birer mev zi haline getirmek
hiç de zor olmamaktadır.
"Hadi çıkarabiliyorsan çıkar
bakalım"...
Böbreklerinden rahatsız olan bir
muhabir arkadaşın tuvalet ihtiy acını
belirtmesinden rahatsızlık duy an v e
onu
aşağılamay a,
hakaretler
y ağdırmaya çalışan işkenceci (ona
Sırttan
lakabı
taktık)
diğer
hücrelerdeki bir kaç dev rimci gazetecinin müdahalesiy le karşılaşınca
çılgına dönüy or. Aynı üslupla hakaretler y ağdırmay a, tehditler sav urmay a başlıy or. İki nolu hücrede, i
dirseklerini parmaklıklara day amış,
ellerini dışarı sarkıtmış diğer bir
muhabirin "Neden insanların ihtiyaçlarını karşılamıyorsun?... sözüne
karşı hışımla muhabirin ellerine
tekme savurup küf ürler v e tehditler
yağdırmay a başlıy or. Dahası, hırsını alamay ıp, muhabirin ismini öğrenmey e çalışıy or. "Git kayıtlardan
bul" y anıtı onu çılgına çev iriy or,
parmaklıklara saldırıy or. Hemen
sonra da biraz korkuy la karışık,
hücrenin kapısını açıp içeri giriy or
ve muhabiri dışarıy a çıkartmak için
"Dışarı gel sana göstereceğim" diy erek onu zorla dışarıy a çıkartmak
istiy or, ancak muhabirin "Hadi
çıkarabiliyorsan çıkar bakalım'
diy erek
direnmesi ve
dışarı
çıkmaması, "Siz burda acizsiniz.
Burada her şeyimi ze uyacaksınız"
diy en
işkenceciyi
çileden
çıkartmaya
yetiyor.
İşkenceci
bunun üzerine hücre kapısını
kilitley erek koşa koşa takviy e güç
istemeye gidiyor.
Bu arada muhabir koridora seslenerek durumu arkadaşlarına işkencecinin takviy e güç çağırmaya
gittiğini, birazdan zorla çıkartılıp işkencey e götürülebileceğini söylüy or. Çok geçmeden "Sırtlan" önde,
diğer işkenceciler arkada olmak
üzere geliy orlar. Küf ürler ve tehditlerle iki nolu hücrenin kapısını açıp
içeri dalıy orlar. Muhabiri tekme, tokat ve yumruklarla sürükley erek dışarı çıkartıy orlar. Ancak bu arada
muhabirin, karşı hücrenin parmaklıklarına y apışıp direnmesi üzerine,
parmaklarını ancak tekme darbeleriy le ezerek çözebiliy orlar. Y erlerde
sürükleyerek, tekme v e y umruklarla başka hücreye atıy orlar.
İşkencecinin benliği yoktur. O,
her anını şef lerin komutlarına göre
ay arlayan, densiz, karaktersiz bir
kişiliğin sahibidir. Şefleri taraf ından
aşağılanmay a
alıştırıldığından
komplekslidir. Bu yüzden kurbanlarını aşağılamaktan v e onlara sonsuz acılar çektirmekten haz duy ar.
Kendini kanıtlamak, (iy i bir işkenceci aday ı olduğunu göstermek için
olağan üstü saldırganlık örnekleri
sergiler) onun müzmin nöbetidir.
Y alnızken son derece korkaktır.
Korkusunu bastırmak için en hay v ani güdüleriy le saldırmaktan başka bir yol y oktur. Saldırdıkça korkusunu bastırdığını sanır. Oysa her
anına y aydığı "insanlık suçlan" bu
korkuy u daha da büy ütür. Ve bu
durum böy le sürüp gider. Ta ki,
halkın adalet duygusunun, öfkeye
dönüşüp, kendisini bulana dek..
Ancak kimi zaman, kendilerini güv ende hissettikleri en korunaklı y apılarında öf keyle haykıran tek bir
ses bile onları y erlerinden sarsabilir.
"Sen iğrenç bir işkencecisin!"...
Ses, koridorlar boy u yankılanıy or. İşkence odalarını dolaşıp geri
dönüy or, işkencecinin (Sırtlan'ın)
etraf ında dolaşıp, onun esrardan
sapsarı kesilmiş eğri büğrü kemikli
ellerine çarparak duruy or. İnsan
bedenleri üzerinde ihtisas yapan
bu çirkin eller bir anlık hareketsizlikten sonra, ilk kez, elektrik veren
eller olmaktan çıkıp elektriklenen
bir ele dönüşüy or. Uzun uzun titriy or. Sanki bütün sinirleri ellerine
üşüşüyor. Gözleri y uvalarından f ırlay ıp dona kalıy or.
Kekeley erek "Bu, bu... bunu
unutma... seni TİM Ve aldıracağım" diy erek tehditler sav ururken
bir diğer işkenceci gelip onu zorla
uzaklaştırıy or. Bu esnada bütün
hücrelerden sesler y ükseliyor. İşkenceci koridordan uzaklaştırılırken, hırıltıy la açılıp kapanan ağzından adeta lağım akıy or. Şenleniyoruz. Hep bir ağızdan söylenen devrimci türküler, ağız dolusu gülmeler, espriler, sohbetler kaplıy or koridorları. Hücreler ay dınlanıy or.
Özgürleştiriliy or.
Gazeteciy iz ama önce dev rimciy iz ve halkın taraf ınday ız.
Bu y üzden halkın düşmanlarının hedef iyiz; Bu y üzden cehenneme çevrilmeye çalışılıy or halklar
ev imiz. Bu yüzden, işkenceler, katliamlar, inf azlar, gözaltında kay ıplar. Kaçırıp katletmeler..
İşte sömürü v e zulmün bütün
day anağı, v arlığı...
Dev rimci gazeteciler olarak, onların bu day anaklarını Gazi,
Nurtepe, Okmey danı v e Elbistan
halklarının onuruy la karşılıy oruz.
Ve tekrar ediy oruz: Kameralarımız,
y eni ayaklanmaların coşkusunda
buluşmay a dev am edecek...
T AV IR
43
KİTAP
MOSKOF SELİM
Georgios Vizyinos
İbrahim KARACA
y nı toprakları y urt
edinmiş iki f arklı ulus
y ada dinsel kimliğin,
insanlar
arasında
herhangi
nedenle
başlay an, gelişen v e
zamanla bir olgu
halini alan, y er y er
çatışmalara ve
aşağılamalara
v aran soğukluğun, her iki taraf ın
sıradan insanlarında da bir çekim
alanı oluşturabilmesi, onları da
çemberine alabilmesi öteden beri
acı v ermiştir bana... Bu acının,
Dido Sotiriy u'nun "Benden Sela m
Söyle Anadolu'ya" adlı kitabını
okurken, üstelik rebet müziği eştiğinde okurken, içimde y eniden nasıl depreştiğini hatırlıy orum. Oysa
herşey i bir an bile olsa kenara koy up insani boy utunu düşündüğümüzde; sabahley in ay nı taş kaldırımları geçip ay nı sokağın iki y anında dükkan açan Türk manav
Sey it ile, bazen mey hanede iki tek
attığı Rum bakırcı ustası Manoli
arasında daha değerli ne v ar ki
pay laşılacak, dostluktan başka?
Onları ki aynı hay atı benzer acılarla
göğüslemişlerdir; kapalı kapılar ardında tezgahlanmış bir uğursuzluk,
hüzünlü bir tortudan başka ne bırakır geriy e?.. Ay nı tortu Alev i v ey a
Hristiy an, Çingene v eya Çerkes,
Ermeni v ey a Y ahudi, Kürt v eya bir
başkası sözkonusu olduğunda
f arklı zamanlarda v e y erlerde daha
mı az y oğunluklu acaba?..
Türkiy e'de adımız Rum Gavuru
idi; Atina'ya göçtük, burada bize
Türk Tohumu diy orlar... " serzenişini, bu serzenişe kay naklık eden
hüznü nasıl anlatırız, sav rulan ömrümüzün neresine yerleştirebiliriz?
Peki, ben bunları neden anlatıyorum? Belge Y ay ınlarından çıkan
"Moskof Selim" adlı kitabı elime al-
44
TAVIR
dığımda, daha ilk sayfalarda kitabın y azarı Georgios Vizy inos'un
y aşam öyküsü beni bu duy gulara
itti.
Traky a'da Vizy i adlı bir kasabada doğan y azarın Paris v e Londra'da eğitim gördükten sonra döndüğü Atina'da düşmanlıklarla karşılaşması, çektiği türlü sıkıntılar v e
acılar sonucunda önce akıl
hastahenesine v e sonra da daha
47 y aşındayken mezara girmesi,
tam da Rebet şarkılarındaki insanı
y aralayan o atmosf eri görüntülüy or.
Peki, y azdığı bu kitabın ilk ve en iy i
öyküsü olan Moskof Selim'in
öyküsü ondan daha mı farklı?
Y azar, Selim'in öyküsünü kaleme alırken, halktan insanların bey nine sokulan ve aslında kendilerine
tamamen y abancı olması gereken
o lanetli düşmanlığın f arkındadır.
Öykünün girişi, bir Türk'ü değil de
bir insanı anlatmanın o güzelim
duy gulu ifadeleriyle bezeli...
"... sen, ey iyi kalpli Türk, ruhunu yeterince acıya boğdun.
(...) Soydaşların arasında hoşgörü sahibi olmayanların, bir "mümi n" kalbinin gizliliklerini bir
"katir'in edepsiz bakışları önüne
serdi
diye
seni
lanetle
anacaklarından şüphem yok...
Korkarım,
beni m soydaşlarım
arasındaki hoşgörüsüzler de (...)
senin hikayene bir Hristiyan
kahraman katmad ığım için beni
suçlayacaklar.
Ama
üzülme.
Hayatının
tecrübelerini
bana
anlatmış olmakla senin değerinden
bir şey eksilmeyecek. Ve ben de,
basit bir gazete yazarı olarak
sende milleti min can düş man ını
değil de sadece bir insan gördüğü m için vicdan azabı çekmeyeceğim..."
Ev et... Doğduğu topraklara
döndüğünde ve esirlik günlerini her
anlattığında adı bira z daha "moskof 'a çıkan, dışlanan Selimin öy küsü bu... Türk Selim'in...
Ev lat edindiği kızının y akalandığı hastalığa dinsel saplantılardan
medet umarak çare aray an, bu
arada öz oğlu ile zaman zaman tatsızlıklar y aşayan bir annenin debelenişi üzerine kurulu olan "Annemin
Günah'ı adlı öy küdeki hümanizma
da Selim'in öy küsünden daha az
duy gulandırmıy or insanı... Kitap,
"Kardeşimi kim öldürdü" v e "Hayatının Tek Y olculuğu" adlı öykülerle
bitiy or.
Rumlarla
Türklerin
y oğun
olarak birlikte y aşadıkları 1870'ler
İstanbul'undan insan kesitleri veren
bu öyküleri okuy up bitirdiğimizde,
Osmanlı toplumundaki o şatafatlı
saray y aşamının dışındaki halkı
çev reley en ve çare bulamamanın,
kendini av utmanın diğer adı olan
kaderciliğin her şeyden önce bir
psikolojik
çıkmaza
kıstırdığı
"insan"ın
özeti
y erleşiyor
bilinçaltımıza.
BELGE YAYINLARI:
Kavga Sürecek:
D. ACEBEY
Jenosid:
V.N. DADRIAN
Hepi mi z Katiliz:
J. P. SARTRE
İşçi Hareketi, Marksizm
ve Ulusal Sorun:
H.B. DAVİS
İran'da Soluyor Çiçekler:
B. NİRUMAND
Kapetanios:
D. EUDES
RÖP ORTAJ
MKM Tiyatro Topluluğu
JIYANA NÜ
tüst oluş süreci içerisinde ihtiyaç duyduÖncelikle çalışmalarınızdan dolayı
ğu şeyi savaşarak
sizleri kutlarız. "Jiy ana Nû" hangi
yaşatır, artık eski
amaçla ve ne zaman oluşturuldu?
olanın yaşam şansı
Ülkemi zde verilmekte olan ulusal yoktur. Biz de bu
ve toplumsal mücadele halkımızın
doğrultuda
Ulusal
kendi gerçekliğini, kendi kimliğini,
Kürt
Tiyatrosu'nu
kültürünü, geleceğini sorgulamaya ve'
kurumlaş tırmak
sahip çıkmaya başlamasını sağladı.
a macıyla
koyulduk
Bu doğrultuda halk olarak başkasını
yola. Bunun ulusal ve
değil kendimizi yaşama istemi miz bir
toplumsal
çok gerekliliği de beraberinde getirimücadeleye büyük
yordu. Bunun ilk adımı olarak 1991'de
katkıları olacağını dü şünüyoruz.
kurulan Mezopotamya Kültür
Ayrıca her ulusun kültürünün kendine
Merkezi'nde çalışmalarımıza
özgü bir gerçekliği ve rengi vardır.
başladık. İlk oyunumuz olan
Bu açıdan bakarsak doğru temeller
Mişko'nun sergilenmesinden sonra
üzerine kurulmuş bir Kürt Tiyatrosu,
gerçekleştirilen Akdeniz turnemi zde
varolan aşamada tiyatroya yeni
"Jiyana Nû" adını aldık. O günden
açılımlar
getirebilir,
diye
beridir çalışmalarımız aralıksız
düşünüyoruz.
devam etmektedir.
Düzenin vermeye çalıştığı kozmoA macımıza gelince; öncelikle
polit kültüre karşı sanat cephesi olaiçinde bulunduğumuz savaş bir ulusal rak verdiğiniz mücadele ulusal ve sıvaroluş ve kurtuluş mücadelesidir.
nıfsal mücadeleye hangi noktada hizKendini var etme mücadelesidir. Kim- met ediyor?
liği, kültürü, dili talan edilmiş, özünKitleler her an emperyalist kültüden boşaltılmış ya da yok edilmek isrün yoğun baskısı altında yaşamaktatenmiştir. Bu bin yıllardan beri süredır. Hatta kitlelerin bu anlamda korgel miş bir tahribattır. Buna bir karşı
kunç bir şekillenişi de vardır.
koyuş gerçekleştirilmiştir. Savaşla,
Tiyatro sorunsalımızın kaynağını
serhıldanlarla... İşte bu noktada tiyatinsan oluşturmaktadır. Onun ulusal ve
ronun ya da sanatın gerekliliği ortaya
sınıfsal duruşudur tama men üzerinde
çıkmaktadır. Bir ulusun varlığını ortayoğunlaştığımız. Bir taraftan kendiya koyan şey onun dili, kültürü ve sasine dayatılan sömürgeci kültür, diğer
natıdır. Christof Coudwell'in dediği gitaraftan ise emperyalist kültür karşıbi "Sanatı güçlü olmayan kültürler,
sında kendi toplumsal ve sınıfsal gersanatı güçlü olan küttürler içinde kayçeği. İşte böyle çelişkiler yumağı içebolup giderler." Toplumsal mücaderisinde nasıl bir tavır aldığının, nasıl
lenin yaşandığı her yer de bir canlanbir rol aldığının kendisinde sorgulanma, bir üretim, yaratım ve hatta domasın ı başarmaktır. Her denilene boğuş vardır. Eski olan yokedilip yerine
yun eğen, aldığıyla yetinen bir kişiliği
yenisi konulur. Sürekli bir devrimsel
devinim yaşanır. Her halk böyle bir al-
parçalamak yerine sürekli kendisiyle
hesaplaşan ve yarınları için kafa yoran bir insan tipinin gelişmesine katkı
sunmaktır. Toplu msal gerçekliği ile
kendisi arasında gerçekleştireceği
hesaplaşma onu doğru bir yere
götürücektir.
Oyunlarımız sonunda anketler,
söyleşiler v.b. şekillerde izleyiciyle
sürekli iletişim halinde bulunma mız
tama men böyle bir yönelimin ürünüdür.
Bu çalışmalarınızda ne tür zorluklarla karşılaşıy orsunuz?
Bugün ülkemizde kirli savaş yaşanmaktadır. Doğup büyüdüğümüz
yerler yakılıp, yıkılmakta. Aynı evleri,
aynı yolları paylaştığımız insanlar hiç
haberimi z olmadan yitip gitmekteler.
Sanatçı olarak, yaşananların uzağında ama bunları anlatmaya çalışmak
elbetteki bizim için çok büyük bir zorluk. Yani kendi ülkemizin, kendi gerçekliğimizin uzağında yaşıyoruz.
Kabullenemediği miz bir yaşamla
içiçe yaşıyoruz.
Teşekkür ediyoruz ve çalışmalarınızda başarılar diliy oruz.
ÇAĞRIMIZDIR
Devletin, bilim-kültürsanat merkez ve derneklerine saldırıları yoğunlaşarak artmaktadır. Eylül
1994'te ARYA KÜLTÜR MERKEZİ (İzmir), Mayıs 1995'te MED-KOM (Diyarbakır Merkez), Haziran 1995'te
GAZİ HALK KÜLTÜREVİ (İstanbul) ve son olarak yine Haziran 1995'te MKM( (Mezopotamya Kültür
Merkezi) İzmir Şubesi kapatıldı ve mühürlendi! Çalışanları gözaltına alındı, tutuklandı! SÖZÜMÜZDÜR!
Devletin her türlü saldırısına ve baskısına karşı DİRENECEĞİZ! Kültür-sanat evlerimizin kapılarına vurulan
mühürleri söktüreceğiz! Eşit ve özgür temellerde birlikte serpilip
güzelleşmenin koşullarını yaratacağız. Halkların kardeşliğini gerçekleştireceğiz. Yurtsever- devrimci
halklarımızı, tüm kültür- sanat- bilim kurum ve kuruluşlarını, demokratik kitle örgütlerini, aydınları, sosyalistde mokrat basını dayanışmaya çağırıyoruz.
MEZOPOTAMYA KÜLTÜR MERKEZİ, MEZOPOTAMYA AİLE BİRLİĞİ, REWŞEN DERGİSİ,
KÜRT ENSTİTÜSÜ, ORTAKÖY KÜLTÜR MERKEZİ, GAZİ HALK KÜLTÜREVİ, YAPI
SANAT EVİ, YÜZ ÇİÇEK AÇSIN KÜLTÜR MERKEZİ, GENÇ EKİN SANAT MERKEZİ
T A V I R 45
HABER
YORUM
NOKT A HABER
GRUP YORUM
ERTUĞRUL ÖZKÖK'E AÇIK MEKTUP
PEKİ Sİ Z N EYİ SEVİ Y ORS U NU Z?
"... İnsanların içindeyim/Seviyorum insanları/Hareketi seviyorum/Düşünceyi
seviyorum/Kavgamı seviyorum... Sen kavgamın içinde/Bir insansın sevgilim/Seni
seviyoru m... Aydınlığın içindeyim/Seviyorum aydınlığı/Paylaşmayı
seviyorum/Eşitliği seviyoru m/Kavgamı seviyorum... Sen kavgamın içinde/ Bir
insansın sevgilim/Seni seviyo- rum..."
Yukarıdaki şiir, eminiz size pek yabancı değildir. Kızkulesi'ni, Boğaz'ı silik bir görüntü
haline getiren sakin boğaz gecenizi kabusa çeviren şarkının, "Seni seviyorum "isimli
şarkımızın sözleri. Hani şu pazar y azınıza konu olan şarkının.
"Gece 03.00'tü ve o kız söylüyordu" başlıklı yazınızı tebessümle okuduk. Okurken,
kaleminizden akan korkuyu gördük. Okurken, insana ait değerlere, ahlaka, namusa, erdeme nasıl yabancılaştığınızı gördük.
Say ın Özkök, yazınızdan da anladık ki; siz insanları sevmiyorsunuz, siz halkı sevmiyorsunuz, siz düşünceyi sevmiyorsunuz, siz aydınlığı sevmiyorsunuz, paylaşmayı, eşitliği
sev miyorsunuz...
Peki siz neyi seviyorsunuz?
Biz söyleyelim... Siz, masa başında kazandığınız dolarları seviyorsunuz, çürümüşlüğü
seviyorsunuz, çanak yalay ıcılığı, efendinizin dizinizin dibinde önünüze atılacak bir kemiği
beklemekle geçen günleri seviyorsunuz. Siz namussuzluğu seviyorsunuz.
Say ın Özkök, "Seni Seviyorum "y alnızca bir "aşk baladı" değildir. "Seni Seviyorum"
dünyay ı, memleketini ve insanları; uğruna ölebilecek denli sevenlerin sarkısıdır. Paylaşımı, eşitliği, onurlu bir y asam biçimi haline getirenlerin, devrimcilerin sarkısıdır. Sizin
Çırağan'lardaki, Hilton'lardaki kokteyllerde y a da menfaat kavgası içinde
tanıyamayacağınız bir sevgiyi anlatıy or "Seni Seviyorum". Sosyalizmin, kurtuluşun
anlatımıdır "Seni Seviyorum". Bu yüzden, ne kadar çabalarsanız çabalayın, "bu şarkıyı
yaşamınızdan silemeyeceksiniz!" "Şarkıyı söyleyen kimdi bilmiyorum"diy orsunuz. Birkaç
kişiye sormuşsunuz, onlar da tanımamış, işten atılan, alanlarda coplanan işçiye,
memura sorsaydınız, onlar tanırdı bizi. Yoksul gecekondululara sorsaydınız, onlar da
tanırdı bizi. Ekmeğini kazanmak için yaşam savaşı verenlere sorsaydınız, köyünü,
yurdunu yakıp yıktığınız Kürt halkına sorsaydınız, onlar da tanırdı bizi. Ha, bir de DGM
savcılarına, mahkeme tutanaklarına sorsaydınız, onlar da yakından tanırdı bizi. Çünkü
onlar da sizin gibi korkuyorlar türkülerimizden.
Say ın Özkök, siz değil miydiniz yazılarınızda "Büyük şair" diyerek Nazım'ı öven. İşte
bu şiir, Nazım'ın şiiri. Y alanlarla, hileyle örtmek istediğiniz Nazım'ın gerçekyüzü bu şiir.
Namuslu, onurlu, paylaşımcı, sosyalist yüzü. İşte sizi hayal kırıklığına uğratan bu "manasız" sözler Nazım'ın.
Bu şarkıyı yaşamınızdan silemeyeceksiniz. Çünkü sömürünün yaşandığı her karış
toprakta, devrimcilerin kurtuluş türküleri yankılanacaktır. Tıpkı Gazi Mahallesi'nde, Cizre'de, Botan'da, Bağcılarda y ankılandığı gibi.
Korkuyorsunuz...Boğazdaki villanızda, dolara endeksli maaşınızla gününüzü gün
ederken, bir şarkımız dahi uykunuzu kaçırıyor. Bütün satılmışlar gibi, korkaklar gibi, sömürücüler gibi...Korkmakta da haklısınız. Çünkü
ŞARKILARIMIZI YAŞAMINIZDAN ASLA SİLEMEYECEKSİNİZ!
GrupYORUM
46
T A V I R
Avrupa Konserleri;
"Türkülerimiz Kazanacak/ Grup
Yorum Avrupa Konserleri"
kapsamında 5 Mart'ta
Paris'te (Fransa), 12 Mart'ta
Londra 'da (İngiltere) 18 Mart'ta
Darmstadt(Almanya)
19 Mart'ta Zwolle'de (Hollanda)
21 Mart'ta Frankfurt'ta (Almanya)
24 Mart'a Berlin 'de (Almanya)
25 Mart'a Nürnberg'de (Almanya)
26 Mart'a Viyana'da (Avusturya)
yaklaşık onbin kişiye seslenen
Grup Yorum 6 Mayısla da Frankfurt'ta
Gazi Mahallesi Halkıyla Dayanışma
Gecesi'ne katıldı. 28 Mayıs 1995; Gazi Halk Kültür evi açılış şenliğinde
yeralan Grup Yorum yaklaşık 500 kişiye
seslendi. Açılış sonrasında gözaltına
alınan Grup Yorum ve Özgürlük
Türküsü üyeleri 2 gün gözaltında
tutuldular. 2 Hazfımı 1995; 9.
Geleneksel İTÜ Şenliği'ne katılan Grup
Yorum yaklaşık 700 kişiye seslendi.
12-13 Haziran 1995; Polisle girdiği
çatışmada şehit düşen Sibel Yalçın'ın
cenazesinin verilme mesi üzerine evi
önünde başlatılan direnişte yeralan
Grup Yorum, türkülerini barikat
direnişçileri ile birlikte söyledi. 15
Haziran 1995; Eminönü
Belediyesi'nde işten atılan işçilerin
sürdürdüğü direnişe katılan Grup
Yorum küçük bir dinleti verdi. 16
Haziran 1995; Şişli Belediyesi'nde
devam eden işçi direnişine katılan Grup
Yorum küçük bir dinleti verdi. Aynı
etkinlikte Deniz Güler İşçi Tiyatrosu da
işçilerle ilgili bir sokak oyunu sergiledi.
16 Haziran 1995; Polisle girdiği
çatışmada şehit düşen Sibel Yalçın 'ın
cenaze törenine katılan Grup Yorum
Sibel Yalçın'ın mezarı başında "Hızır
Paşa" ve "Bize Ölüm Yok"adlı parçaları
seslendirdi. 18-19 Haziran 1995; Grup
Yorum ve Özgürlük Türküsü
Okmeydanı 'nda polis-faşist saldırılarını
protesto etmek için Halk Komitesi 'nin
düzenlediği protesto gösterilerine
katıklı.
H A B ER
NOKT A HABE R
Y OR U M
YA SA K LA MA LA R, SORU ŞTUR MA LAR, GÖZA LTI LA R, C E Z A L A R
DEVRİMCİ SANAT SUSTURULAMAZ
ÖZGÜRLÜK TÜRKÜSÜ
22 Mart 1995;
Özgürlük Türküsü İTÜ Ayazağa 'da
düzenlenen Newroz Şenliği'nde
yaklaşık 200 kişiye seslendi.
7 Nisan 1995; İstanbul'da Haklar ve
Özgürlükler Derneği Çağdaş ÖzgürDer'in açılışına katılan Özgürlük
Türküsü yaklaşık 60 kişiye bir dinleti
verdi. 9 Nisan 1995; Özgürlük
Türküsü gözaltında kaybedilen Hasan
Ocak için Ferahevler Pir Sultan Abdal
Derneği'nde başlatılan açlık grevi
ziyaretinde bir dinleti verdi.
13 Nisan 1995;
Özgürlük Türküsü Kartal'da 1500
kişinin izlediği Pendik İşçileriyle
Dayanışma Gecesi'ne katıldı.
14 Mayıs 1985;
Özgürlük Türküsü Nurtepe'de
Kurban Bayramı'nı kutlamak ve
gözaltında katledilen Ayşenur Şimşek'i
anmak için düzenlenen etkinlikte bir
dinleti verdi.
21 Mayıs 1995;
Özgürlük Türküsü Marmara
Üniversitesi Göztepe Kampüsü'nde
düzenlenen Bahar Şenliği'nde 500
kişiye seslendi.
23 Mayıs 1995;
Özgürlük Türküsü Zonguldak
Ereğli'de yaklaşık 1000 kişinin izlediği
"Özelleştirmeye Hayır" isimli
geceye katıldı.
24 Mayıs 1995;
Özgürlük Türküsü İstanbul
Üniversitesi Avcılar Kampüsü'nde
düzenlenen kapanış şenliğinde 200
kişiye seslendi. 28 Mayıs 1995;
Özgürlük Türküsü Gazi Halk
Kültürevi'nin açılışına katıldı. 2
Haziran 1995; Özgürlük Türküsü
Esenler'de yaklaşık 700 kişinin
katıldığı Pir Sultan Abdal Canlar
Derneği'nin açılışında bir dinleti verdi.
16 Haziran 1995; Özgürlük Türküsü
Çağlayan'da hasta bir bayanın tedavi
masraflarını karşılamak için
düzenlenen gecede yaklaşık 200
kişiye seslendi. 18 Haziran1995;
Özgürlük Türküsü Okmeydanı
Cemevi'nin açılışına katıldı.
GAZİ HALK KÜLTÜREVİ KAPATILDI
28 May ıs 1995 tarihinde sanatımızı emekçi halklarımıza götürme, onları sanatsal
faaliyetlerimizin içine çekme bilinciyle açtığımız dergimiz temsilciliği Gazi Halk Kültürevi
açıldığı gün, polis taraf ından basıldı. Misafirler, sanatçılar, kültürevi çalışanlarından 66
kişi gözaltına alınıp, Küçükköy Terörle Mücadele Şubesi'ne götürüldüler. İyi bir işkence merkezi olan Küçükköy Terörle Mücadele Şubesi'nde küfür, dayak, hakaret ve
cinsel taciz gibi bir çok psikolojik, fiziki işkence yöntemine maruz kalındı. 46 kişi aynı
günün gecesi serbest bırakılırlarken, içerisinde, Grup Yorum, Özgürlük Türküsü elemanları ve dergimiz çalışanlarının da olduğu 15 kişi iki gün gözaltında tutuldular. Gazi
direnişi içerisinde yeralan iki muhabirimizin de içinde bulunduğu beş kişi Aksaray'daki
Siy asi Şube'ye götürülerek onbeş gün işkence gördüler. 15 kişi iki gün sonunda serbest bırakılırken, şubeye götürülen beş kişi "örgüt üyesi oldukları" gerekçesiy le tutuklandılar İki çalışanımız, Aynur Cihan ve Aynur Altın'ın da tutuklanmasından sonra cezaev lerindeki Tav ır çalışanı say ısı altıy a yükseldi.
Gazi Halk Kültürevi'miz on gün sonra da Valilik taraf ından "yasadışı örgüt üyelerinin buluşma yeri" olduğu gerekçesiyle mühürlendi. Kültürevi'mizi mühürlemeye gelen
polisler, etraf ı ablukay a alarak korktuklarını bir kez daha gösterdiler. O anda içeride
bulunan Grup Yorum elemanı Özcan Şenver ve FOSEM elemanı Arzu Kuzeyi gözaltına alıp, bir saat tuttuktan sonra serbest bıraktılar.
"Y asadışı örgüt üyesi, örgüt üyelerinin buluşma yeri" demogojileriyle, saldırılarını
meşrulaştırmaya çalışan ve sesimizi susturmak isteyen siyasi iktidarın çabaları boşunadır. Bizi susturamayacaklar. Onlara v ereceğimiz en güzel yanıt, en kısa zamanda
Gazi Mahallesi'nde yeni bir kültürevi açmak olacaktır. Kalemlerimizle, türkülerimizle,
resimlerimizle, repliklerimizle, fotoğraflarımızla emekçi halkın içinde sanat y apmaya
dev am edeceğiz.
Aşağıdaki karikatür Leman Dergisi'nden alınmıştır.
33. SAYIMIZ TOPLATILDI
Dergimizin geçen sayısında yeralan "Halkın Üstüne Kalksa da Faşist Namlular
Na mert Ellerdir En sonda Bir Bir Kırılacak", "Evlatlarınızdan Mektup Var", "Mizah Dergilerinde Eleştirideki Anarşimi", "İleri" adlı y azılar v e "Merhaba" mıza "Halkı mezhep
farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığı açıkça tahrik etmek ve Türkiye Cumhuriyeti
devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü hedef alan propaganda
yapmak " ve "Devrimci Sanat Susturulamaz" adlı sayfamızda y eralan yazımıza "bitmemiş dava hakkında yorum yapmak" gerekçeleriyle soruşturma açıldı ve dergimiz
toplatıldı. İddia edildiği gibi "Halkı mezhep farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığı açıkça
tahrik etmeyi" değil, "halkların kardeşliğini" ilke edinmiş dergimiz, tüm baskılara rağmen
ezilen, katledilen ve kahramanca direnen halklarımızın yanında olacaktır.
T AV IR
47
HABER
Y O RU M
Polis tarafından basılıp, Valilikçe mühürlenip kapatılan Gazi Halk Kültürevi en kısa zamanda
Gazi emekçi halkıyla tekrar kucaklaşacaktır.
S
HALKIMIZI
G A Z İ HALK KÜLTÜREVİ'NE
DAVET EDİYORUZ
inlerce yıl önceden binlerce yıl öteye uzanacak uzun soluklu bir düştür insanın
insanca yaşama özlemi. Sömürücülerin en şiddetli zulmüne karşın, ağır basmaktadır
halkların özgürlük tutkusu. Set olmak mümkün değildir. Savaş yükseliyor hayatı
yaratanların ellerinde. Birbirine kilitlenmiş emekçi halklar dişle, tırnakla söküp
alıyorlar egemenlerin ellerinden mevzileri tek tek, savaş içinde öğrenip öğretiyorlar.
Zulüm tutunamıyor, iflas ediyor. Sonlarının yaklaştığını hisseden egemenler yüzlerce, hatta binlerce kez denedikleri iğrenç taktikleriyle halklarımızın kurtuluş özlemini
boğmaya çalışıyorlar. Pervasızca saldırıp katlediyorlar.
Halklarımız buğdayın bereketi gibi bire bin vererek kavgaya yiğitler sunuyor. Savaş
ustalığı Pirsultan'dan Mahirlere, Sabo'lara, Sinan'lara uzanıyor. Devrimciler, halklarımızın
bağrında büyüyen yeni gelenekler yaratarak zaferin müjdesini iletiyorlar. "Yeni insan"
sınır tanımıyor.
Devrimci kültür,inanç ve gelenekle yazdığımız tarih bizim; emekçi halklarımızın tarihi
olacaktır.
Acı, özlem ve sevinçlerimizle biz halkız. Ne emeğimizin sömürülmesine, ne de kültürümüzün yağmalanmasına izin vermeyiz. İşkencehaneleriyle, hapis cezalarıyla, panzer
ve tanklarıyla da dikilseler önümüze, ezer geçeriz hepsini. Katledip kırdırmaya çalışsalar,
bozarız oyunlarım. Sezgin'imizi, Zeynep'imizi, Genco'muzu da şehi t versek, Fadime'mizi
de yitirsek geri durmayacağız bu kavgadan. Ve onurla savunacağız yarattıklarımızı.
Biz halkız. Kültürümüzün kökleri binlerce yıla uzanıyor. Bu tarihi kim silebilir?
Sanatımız direniş destanlarımızın içinde doğdu. Kavgada filizlendi ve yoksul gecekondularda, dağlarda ve fabrikalarda çınar gibi serpildi, güçlendi.
Kültür-sanat bir avuç ayrıcalıklının veya aydının değil, halkın malı olmalıdır. Küçük
dünyalara sıkışmış sanatsal duyarlılıklar değerli değildir. Bu bizim değil; küçük düşünmeyi seven insanların, halkını sevmeyenlerin sanatıdır. Sanatla halka inilmez; aksine
halkın sevgisine layık bir sanatı üretebilmek gerekir. Bu ise sanatçının çalışma odasında
veya stüdyosunda yakalanamaz. Halk içinde ve halktan birisi olarak üretmek, halkı ve
onun saf kültürünü tanımak gerekir.
Egemenlerin yoz kültürüne karşı savaşmak, onlara karşı savaşma ktan geçiyor. Bizim
sanatımız savaşın bir parçasıdır. Yoksul halkın sanandır.
Gazi Mahallesi'nde açtığımız HALK KÜLTÜREVİ bu amaçla kuruldu.
GAZİ HALK KÜLTÜREVİ SİZİNDİR, HEPİNİZİ BEKLİYORUZ!
kültür ve ortaköy kültür
yazı
yazışma adresi
ankara
izmir
adana
diyarb akır malatya
abon e
almanya için
ofset
sanatta
ve sanatişleri
ortaköy kültür
ekin
ege kültür
İnönü cad.
koşulları
hazırlık:
TAVIR
bilimsel müdürü
merkezi
sanat
ve sanat
aydın
İnönü cad.
İnönü
(6 ayrık)
(1 yıllık)
tavır
aylık sanat
araştırma
dereboy u cad.
merkezi
merkezi
işhanı
temiz apt.
cad.
120.000-TL
60.-DM
yayınlan
dergis i
yay. org. filmahmet
no:110/55
sağlık
859 sok.
kat:5 no:55 kat:6 no:5 leblebici
yapı kredi
tic. san. ltd.
latif
ortaköy/istanb ul
sok.
no:5/Atel:(322)
apt.
bankası hs.no:
baskı:
haziran'95
tiftikçi
tel-fax:
no: 28/7 saray işha nı35217 44
no:36/6
or ta kö y- is tşb .
3004646-6
gürtaş o fse t
say ı 34
ad ın a s a hib i :
(212)2586987
sıhhi ye
konak
he sap n o :
sadı k çeli k
8583
48
T AV IR

Benzer belgeler