Ortak Yarın - Süreç Analiz
Transkript
Ortak Yarın - Süreç Analiz
Editörden Kasım Aralık 2012 Sayı:3 Hatay “Ortak Yarın” Toplantısı Suriye İmtihanında Türk Medyası Suriye’de Terörizmi Kim Tanımlıyor? Tek Soru İki Cevap: Prof. Dr. Yasin Aktay & Doç. Dr. Veysel Ayhan Arap Baharından Kürt Baharına Doğru: Suriye Kürtlerinin Politik Kazanımları İÇİNDEKİLER Kasım-Aralık 2012 Sayı:3 Sosyal Üretim ve Eğitim Çalışmaları Derneği adına imtiyaz sahibi Murat Sofuoğlu Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Hüseyin Aksu Neden “Ortak Yarın”? ........................................ 5 Süreç & Ortak Yarın: “Hatay” Toplantısı Bilgi Notları...................... 8 Kelle Paça Ekonomisi........................................24 Yönetim Merkezi Sinanpaşa Mah. Şehit Asım Cad. No:2 Koç Han Kat:4 34353/Beşiktaş – İstanbul Tel: 0212 259 2045 Fax: 0212 259 2045 “Öteki” Ve “Beriki” Arasında Kalmak...........26 http://www.surecanaliz.org Suriye’de Terörizmi Kim Tanımlıyor?..........40 Yayın Türü Yerel Süreli Arap Baharından Kürt Baharına Doğru: Suriye Kürtlerinin Politik Kazanımları........43 Editörler Bilal UYAR, Hakan AYDIN Hüseyin AKSU, Kamuran YAVUZ Mehmet ALACA, Şükran BEKLİM Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar Murat Sofuoğlu, Halil İbrahim Uysal Gökhan Övenç, Mehmet Alaca Tarık Özkaraman, Melek Cevahiroğlu Ömür Ayşegül Sofuoğlu, Yusuf Ergen Deniz Çifçi, Hakan Çopur Clara Rivas Alonso, Hakan Aydın Gülmelek Alev, Gülsünay Uysal Suat Baran , Firdevs Yiğit Yasin Aktay, Veysel Ayhan, Kamuran Yavuz, Luay Gemu Grafik Tasarım Ridwan Xelîl [email protected] 2 Editör’den............................................................... 3 Linç Olgusu Ve Hukuk Devleti’nin İflası ...30 Modernleşme Ve Osmanlı Devlet Aklının Evrimi................34 Mezarlıkta İsyan Var.........................................38 Suriye İmtihanında Türk Medyası................47 Tek Soru İki Cevap: Türkiye’nin Suriye Politikası?........................50 Katalonya Nereye?............................................63 Arap Hareketlenmeleri Kompleksi...............67 Arap Baharı Düşünceleri ................................70 150 Yıl Sonra Yine Rus Silahları…................73 Ne Mutlu Modern Türk Erkeğine (!).............79 Ölümsüzlük Ardında İnsanoğlu Ve İnsanın Kendinde Boğulması...................82 “También La Lluvia” İçin Gecikmiş Birkaç Satır........................................85 Süreç Kitap...........................................................88 Çizik.........................................................................90 Murat Sofuoğlu [email protected] EDİTÖR’DEN Editörden Süreç Analiz 3. sayısı ile okuyucusunun önümüze çıkacak birkaç tanesi. Ermeni huzurlarında… Sorunu’ndan neşet tehcir-soykırım tartışÜlkemiz kendine has bir kültüre sahip ve malarından tutalım yüzyıllarca yıl Osmanlı bu kültür pek çok çatışmanın yaşandığı bir siyasası altında yaşamış olan ve Osmanlı coğrafyada oluşu dolayısıyla farklı mede- milletinin dört ana unsurundan biri olan niyetlerin etkileri ile tecessüs ediyor. Kuş- Yunanlıların Balkan toplumlarının daha kusuz kendine özgü bir medeniyet havza- sonraki başkaldırısının yolunu açacak isyasından neşet ediyor; ancak bu medeniyet nının bir bakıma sonuçlanmamış bir alanı havzası da karşılaştığı muarız medeniyet- olan Kıbrıs Meselesi’ne kadar her yerde lerle mücadele ve bir yandan da kendi iç bunları görebiliriz. Daha biraz içeri gelsek mücadelesi ile şekillenmiş vaziyette. Özel- Osmanlı’nın Yavuz Sultan Selim’in Şah İslikle son iki yüz yıllık Batılılaşma macerası mail’e karşı aldığı Sünni kararın II. Mahda Türkiye’deki kültürel, sosyo-ekonomik mut’un merkezileşme politikaları ve Yenive politik hayatın şekillenmesinde belirle- çeri Ocağı’nın Bektaşi tekkeleri ile beraber kaldırması neticesinde pekişmesi ve yeni yici etkiler yapmış durumda. kurulan Cumhuriyet’in Sünnilik üzerinden Bu haliyle güzel ülkemiz dışarıdan bir kurguladığı Diyanet İşleri Başkanlığı ile bu gözlemci için dışarıdan bakıldığında Batı- politikayı sürdürmesi ile günümüzdeki Alelı bir yüze sahip. Ancak biraz yaklaşmaya vi Meselesi’ne nasıl dönüştüğünü gözlembaşladığında resmin ayrıntıları daha bir leyebileceğiz. ortaya çıkıyor ve yüzeyin altındaki Doğulu Daha çapraşık olanı eski travmalarımızla tabakalar kendini belli ediyor. Psikanalizdeki bilinçüstü-bilinçaltı ayrımından yola yüzleşmemiz ve her şey yolundaymış gibi çıkarsak Doğulu bilinçaltımızın egemenliği bir tavır takınmamızla (yas tutmayı redaltında kendini Batılılaşmaya çalıştıran bir detme) ortaya çıkıyor ve bu hal yeni travbilinçüstü ile yaşamaya çalışıyoruz. Bu ki- maları da üretiyor. Kürt meselesi deyince şilik durumuna sahip yapı kendi kendisiy- herhalde kimse yabancılık çekmeyecektir. le yüzleşmeye çalıştığında da biraz nahoş Daha ilerisi eskileri yenileri ile birleştiriyodurumlarla karşılaşıyor. Batılı kurumlarla ruz. Kürt meselesinin aksiyon istikametikendi kurumlarımızı karşılaştırdığımızda nin bugün belirleyicisi olan PKK’nın kurubu durum kolaylıkla kendini ele veriyor. cularının Ermeni kökenli olduğu iddiaları Ne laikliğimiz, ne demokrasimiz ne siya- bunun iyi örneklerinden biri. Avrupa birliği si partilerimiz ne üniversitelerimiz ne de ile yaşadığımız aşk-nefret ilişkisi tüm travthink-tanklarimiz ve STKlarımız onlarınki- malarımızı belki de müşahhaslaştıran en ne benzemiyor. Doğulu bir kafa yapısına iyi örnek. Atalarımızın fethetmeye çalıştığı geçirilmiş Batılı bir takım elbise ile etrafta Frenk diyarının bir parçası olmak istiyoruz; bunun için bir sürü yasa çıkartıyoruz. Ama dolaşır gibi bir halimiz var. adamlar bizim travma meselelerimize biBu çatışma her zaman olduğu gibi bilin- raz dokununca ve ayak direyince hemen çaltının kendini rasyonel ya da irrasyonel adamların birliğinin esasında bir “Hıristiyollardan ifade etmesi ile kendine göre yan Birliği” olduğunu hatırlıyoruz. bir seyir arzedecek. Bilinçaltımız ne kadar Bu sefer yavaş yavaş neşvüneva eden saklasak da travmalarını açığa vuracak. Yaşadığımız sorunlara biraz bakalım hemen o Doğulu kimliğimizin de tecessüm etmesine paralel ve ayrıca ekonomik ve siyasi 3 yan ve sanki iyileşeceğine de pek inanmak istemeyen ülkelerin bize yardım etmeye mi yoksa travmalarımızı biraz daha arttıracak paranoid bir hal mi üretmeye çalıştıklarının da pek anlaşılamadığı bazı ahfada malum olmuyor değil. Ancak haddinden çok fazla komplo teoriye de inanmıyor değiliz. KenYaralı bilincimizin sarkacı bir tarafta dimizi yalnız hissediyoruz tekrar ama bu “herkesten ve her şeyden özür dileyelim” halle de yaşamak zorundayız diyoruz. Ne psikolojisi ile “Zinhar! Bre gafiller Erme- yapacağız? nilere ne yaptıysak Kürtlere de onu yapaTravmalarımızı tavan yaptıran acımasız rız” psikolojisi arasında tehlikeli salınımlar bir savaş –I. Dünya Savaşı- sonunda çiziyapıyor. Biraz çatışmaya ara verildiğinde len bir coğrafyanın kendi sınırları içinde veya çatışmanın yorgunluğu ile kendimiz- artık yaşayamaz hale geldiği baharla kışın den geçtiğimizde bir an uykuya dalsak rü- birbirine karıştığı bir zamanda bu kadim yalarımız “Biz kimiz?! Doğulu muyuz? Batılı coğrafyaya hükmetmiş bir imparatorluğun mıyız? Müslüman mıyız? Laik miyiz? Türki- merkez ülkesi olarak ciddi kararlar almanın yeli miyiz? Türk müyüz? Kürt müyüz? Ata- arifesindeyiz. Travmaları ile yüzleşerek türk’ü seviyor muyuz veya sevmeli miyiz?” hatası, günahı ile doğrusunu, sevabını birgibi türlü kimlik sorgulamaları ile geçiyor. birine karıştırmadan yani sapla samanı birBir yandan kendi psikolojimiz derin bir kim- birine karıştırmadan bu işin içinden çıkabilik bunalımı ve krizi içinde çırpınırken diğer lecek miyiz? Kendi sorunlarımızı evrensel yanda topluma karşı –bu toplum uluslar bir bakışla ve önyargısız bir etikle ve gearası toplum yani nam-ı diğer “dış güçler”- rekli tüm iç ve dış yardımları kabul ederek kendi şahsi bütünlüğümüzü, dik ve onurlu ancak kendi öz kapasitesini arttırma iradeduruşumuzu ve dahi saygınlığımızı koru- siyle çözebilecek erişkinliğe ulaşabilecek mak vaziyetindeyiz. miyiz? Kendisine malik bir hal içinde kendi Tabi tüm bunların hepsinin mükemmel öz kaynaklarına ve varlıklarına hiçbir ayrım bir senaryo dahilinde gerçekleşemeyece- yapmadan kendi öz evlatlarına inanan ve ği aşikar. Absürd durumlar oluyor. Ame- onların yaratıcı eylemelerinin gerçekleşrika’da Ermeni lobisinin tehcir dediğimiz mesinden korkmayan bir zihniyete ve yüşeyi soykırım tanımlaması ile Kongre’den rek genişliğine malik olabilecek miyiz? Editörden gücümüzün de Cumhuriyet tarihinde görülmedik bir pik yapmasının da güveniyle Yeni Osmanlıcılık yollarına düşebiliyoruz. Tabi bu bir gerçek durum mu yoksa bilinçaltımızın bize bir oyunu mu yani bir fantezi mi bunu da tam bilmiyoruz. Ama zaten kim biliyor ki değil mi? geçirme teşebbüslerini Yahudi lobisini mobilize ederek engellemeye çalışıyoruz. Ancak Müslüman Ortadoğu’da büyük güç olma yollarına düşünce de bu sefer mezkur Yahudi lobisinin desteklediği İsrail devleti ile papaz olabiliyoruz. Girmeye çalıştığımız Avrupa Birliği’ne tanımadığımız ve askeri bir harekat düzenleyerek bir kısmında başka bir Türk Cumhuriyeti ilan ettiğimiz bir ülke –“Kıbrıs Cumhuriyeti” denilen nev’i şahsına münhasır mahluk- dönem başkanı olduğunda durumu protesto ediyoruz. Bütün bunlar olurken garip bir şekilde bizi geçmişte “Avrupa’nın Hasta Adamı” olarak tanımlamaktan da özel bir haz du4 Sanırız kendi ülkesel geleceğimiz kadar içinde yaşadığımız bölgesel geleceği ve bir “Ortak Yarın”a sahip olup olamayacağımızı da belirleyecek olan bu sorulara vereceğimiz cevapların üreteceği paradigmada olacaktır. Hakikatin hepimizi ve her şeyi kuşattığı ve kaçınılmaz olduğu bilinciyle… Hakikat her şeyi kuşatır. Murat Sofuoğlu [email protected] Neden “Ortak Yarın”? Dosya İnsanlar için yapmaya çalıştığımız ve önerdiğimiz süreçleri kendi içimizde geliştiremedikçe, birbirimizle doğru ilişki biçimini kuramadıkça ve kendi eylemlerimizle yaşamımız arasında gerçekleşmesi gereken sahici tutarlılığa sahip olmadıkça bir bakıma içinde olduğumuz fasit daireden çıkamayacağımızı da gördük. Türkiye’de yeni bir şey yapılmak istendiğinde insanlar heyecanlanır, bu sefer farklı olacak diye düşünürler ve faaliyetlere başlanır. Bir süre hem yeniliğin hem insanlardaki iştiyak ve merakın da etkisiyle mesafe alınır. Ancak daha kısa bir zaman geçmeden hem ülkenin tarihinden mülhem hem de varolan konjonktürel nedenlerin etkisiyle siyasi kutuplaşmalar kendini ortaya koymaya başlar. Herkes birlik ve beraberlikten, Türkiye’nin büyüklüğünden, zengin tarihinden ve derin coğrafyasından bahseder; fakat yaşanan zaman kesitinde tüm bu olumlu sayılan olgular bir türlü ortak bir politika ve zeminde uzlaşılmasına ve birlikte hareket etmeye ve toplumsal 5 güçlerin sorunların çözümü için ortak mobilizasyonuna kanalize edilemezler. Klasikleşmiş ayrışmalar yeni geliştirilmeye çalışılan süreçleri sekteye uğratır ve daha kötüsü malul eder ve hep beraberce tekrar başa döneriz. Herkes birbirini suçlamaya başlar ve üslup gitgide sertleşir. Gitgide politik sürecin koridorları daralmaya ve bir fasit daireye dönüşmeye başlar ve insanlar umutlarını yitirirler. Bu sefer yeni arayışlar ortaya çıkar ve yeni politik hareketlenmelerin işaretleri etrafta görülür. Günümüz Türkiyesi yukarıda resmedilmeye çalışılan süreçlerin neresine denk düşüyor bunu bilmiyoruz. Biz yıllardır yeni Dosya SÜREÇ ekibi olarak kurmayı düşündüğümüz yeni bir sivil toplum platformu olan “Ortak Yarın” çatısı altında yalnızca farklı kesimlerin kendi kimliklerini özgürce ifade edebildiği bir platform değil aynı zamanda bu farklı kimliklerin karşılıklılık ve yeniden bir tanışma ortamında ortak bir yarını nasıl kurabileceklerini de konuşabilecekleri bir süreç başlatmak istiyoruz. sivil toplum süreçleri geliştirmeye çalışan SÜREÇ ekibi olarak toplumun içinde insanlarımız arasında hangi etnik kökenden gelirse gelsin, hangi mezhebe ya da hizbe ve dünya görüşüne yakın olursa olsun ve nerede yaşarlarsa yaşasınlar aralarında birbirlerinin seslerini duyabilecekleri ve birbirlerinin kaygılarını ve endişelerini hissedebilecekleri yakınlıklarda toplantılar ve bir araya gelişler organize etmeye çalışıyoruz ki sorunlarımızı çatışarak değil karşılıklı konuşarak çözebilecek bir yetkinlik, duygu, düşünce, ehliyet ve liyakatinin pratiğinin gelişebilmesine yardımcı olabilelim. Özellikle 2009 Temmuzunda başlayan “Demokratik Açılım” politik programının Türkiye için bir şans olabileceğini düşündük ve getirdiği bir takım imkanların oluşturduğu alanda yeni bir sivil toplum hareketi geliştirmeye çalıştık. Türkiye’nin farklı kesimlerinden önde gelen aydın ve aksiyon insanından mütevellit ülkesel çekirdek ekip çalışmamız ve bu çalışmanın lokal yansımaları olan yerel çekirdek ekip çalışmalarımız bünyesinde sorunlarımızı samimiyet ve iyi niyet kadar hakiki ama aynı zamanda gerçekçi atmosferlerin hakim olduğu yeni diyalog süreçleri geliştirmeye çalıştık. İstanbul başta olmak üzere Mersin, Hakkari, Malatya, Van ve Siirt şehirlerimizde farklı ve çoğu zaman zıt kutuplardan insanları bir araya getiren otuzu aşkın toplantı organize ettik. Faaliyetlerimizi daha önce çalışmalarımızı başlattığımız Kuzey Irak ve Kuzey Kıbrıs’a da yayarak sorunlarımızın bölgesel 6 implikasyonlarının izinde yeni rabıtalar geliştirebilmenin yollarını araştırmaya çalıştık. Tüm bu süreçte esasında önümüzdeki en büyük yegane engelin kendimiz olduğunu gördük. Kendimizi aşabildikçe, kendi yüreğimizle hesaplaşabildikçe ve kendi aklımızı kullanma cesaretimizde sebat edebildikçe şansımızın yaver gittiğine ve her şeyin ötesinde Allah’ın yardımına mazhar olabildiğimizi gözlemledik ve şahit olduk. İnsanlar için yapmaya çalıştığımız ve önerdiğimiz süreçleri kendi içimizde geliştiremedikçe, birbirimizle doğru ilişki biçimini kuramadıkça ve kendi eylemlerimizle yaşamımız arasında gerçekleşmesi gereken sahici tutarlılığa sahip olmadıkça bir bakıma içinde olduğumuz fasit daireden çıkamayacağımızı da gördük. Toplumsal ve bireysel hayatlarımızdaki fasit dairelerden toplumsal ve bireysel hayatlarımız arasında bir uyum ve tutarlılık sağlayabildiğimiz ölçüde çıkabiliriz. Yani kendi nefsimize hoş gelmeyen bir şeyi başkasına yapmaya ve teklif etmeye yanaşmamak meselesi. Bunu yapamadıkça iç çelişkilerin pençesine düşeceğiz ve ne kadar ertelense de kaçınılmaz kaderin ağına hangi pozisyonda olursak olalım yakalanacağız. Bu herkes ve hepimiz için bir zaman meselesi. Kendimizle öteki arasında kendi bilinçaltımızla yüzleşerek kuracağımız bilinçli köprüler kendimizde ve ilişkilerimizde müştereklik duygusunu arttıracak ve “karşılıklılı”ğın ve “yeniden tanışma”nın geliştireceği müşterek alanlar hem bireysel hem de toplumsal ortak yarınlar oluşturabilmenin katalizatörlerine dönüşebilecektir. Bu çerçevede SÜREÇ ekibi olarak kurmayı düşündüğümüz yeni bir sivil toplum platformu olan “Ortak Yarın” çatısı altında yalnızca farklı kesimlerin kendi kimliklerini özgürce ifade edebildiği bir platform değil aynı zamanda bu farklı kimliklerin karşılıklılık ve yeniden bir tanışma ortamında ortak bir yarını nasıl kurabileceklerini de konuşabilecekleri bir süreç başlatmak is- Dosya tiyoruz. Belki bu talep Türkiye’nin sertleşen ve tuhaflaşan politik atmosferinin ürettiği kuvvetli ama soğuk rüzgarlarının etkisi altında derin savrulmalara uğrayan ve sinikleşen ve sinikleştikçe de garip yorumların mahkumu haline gelen ve yorgun ve bezgin toplumsal zeminleri nezdinde ilk etapta çok bir karşılık bulmayabilir. Ancak ne olursa olsun bu talep son beş yılımıza damgasını vuran ısrarlı çabalarımızın karşılaştığımız tüm objektif ve sübjektif engellere rağmen hala Bu Ülke’de bir karşılığı olduğuna inanan insanlarına duyduğumuz sorumluluktan kaynaklandığının bilinmesini isteriz. arttıracak ve onların dertlerini paylaşmanın ötesinde beraberce sorunlarımıza ortak çözümler nasıl geliştirebiliriz düşünceleri tüm zorluklara ve ülkemizdeki kötümser ve karamsar kimi algılamalara rağmen bu faaliyetleri sürdürme ısrarımızın temelinde yatıyor. Bu temelin üstünde kendimize ve kendi coğrafyamızın insan kaynağına ve insanlığımıza olan zincirleme inanç faaliyetlerimizin taşıyıcı gücü oluyor. Bu açıdan herhangi bir siyasi hareket ya da hizbin himayesi altında değil ama ülkenin ve bölgemizin tarihinden neşet eden ve kendini ortaya koyan her ne kadar sınırları günümüzde büyük ölçüde belirsizleşmiş olsa da esasta kendinin var olduğunu hissettiren evrensel büyük çatısından aldığımız toplumsal güç bize bu işlere girişme kuvveti veriyor. Kendi tarihimizin ve insanlığımızın bize yüklediği misyon kadar kendi kendimizi gerçekleştirme duygumuz yeni ortak yarın çatıları kurabileceğimize bizi ikna ediyor. Her şeyin ötesinde insanları bir araya getirme, toplantılar organize etme ve ülkenin önünü açacak ve insan kaynağını daha yaratıcı kılacak ve bu yaratıcı insan kaynağını da etkili bir şekilde toplumsal dolaşıma sokacak faaliyetler yapma isteğimiz dışında yaşanılan her şeyi kendimiz için de bir süreç olarak değerlendirdiğimiz için bu işlerin peşindeyiz. Kendimizi daha iyi Bunun yaşadığımız ülke için ne kadar insanlar yapacak, kendimiz dışındakilerin ikna edici olduğunu da süreç içinde göredertleri ile hemhal olabilme imkanlarımızı ceğiz. 7 Süreç Analiz [email protected] SÜREÇ & Ortak Yarın: “Hatay” Toplantısı Bilgi Notları 17 Kasım 2012 Dosya SÜREÇ Araştırma Merkezi tarafından “Ortak Yarın” başlığı altında Antakya-Hatay’da 17 Kasım tarihinde düzenlenen çalıştay sonuçlanmıştır. Çalıştay boyunca Antakya, Samandağı, Yayladağı ve İskenderun gibi yerleşim merkezlerimizden olduğu kadar Alevi, Sünni, Hıristiyan ve Musevi gibi pek çok farklı kesimlerden gelen katılımcılarımız “Hatay” merkezinde olmak üzere ülkemizin sorunları üzerine karşılıklı konuşabilme imkanını bulabilmiştir. Çalıştayda ortaya konan daha geniş görüşler en kısa zamanda kamuoyu ve medya ile paylaşılacaktır. Bu bağlamda katılımcılarımızın kendilerine özgü geliştirdiği çözüm önerileri aşağıda kamuoyu ve medya ile paylaşılmıştır... Konuşmacılar: • Selim Kamacı (Oda Başkanı), • Ahmet Hamdi Ayan (Sivil Toplum), • Selim Matkap (Oda Başkanı), • Alaattin Taş (Sivil Toplum), • Serdar Güven (Antakya Belediye Başkan Yardımcısı), • Aşkın Demir (İşadamı), • Şaul Cenudi (Musevi Cemaati Başkanı), • Ayhan Kara (İşadamı), • Şemsettin Günay (Sivil Toplum), • Cem Çapar (Ermeni Cemaati Başkanı), • Yusuf Kılınç (Öğretmen) • Doğan Camuz (Öğretmen), • Erol Aygen (İşadamı), Gözlemciler: • Hatice Can (Sivil Toplum), • Ali Doğan (İşadamı & Mersin), • Hayrettin Neşeli (Avukat), • Ali Yaman (Akademisyen & Bolu), • İsa Aydın (Kültürler Arası Diyalog Merkezi Genel Sekreteri), • Çetiner Çetin (Gazeteci & Ankara), • Jozef Naseh (Arkeolog), • Gamze Güngörmüş Kona (Akademisyen), • Jan Dellüller (Ortodoks Cemaati Temsilcisi), • İnci Karahan (İşkadını & İstanbul), • Kenan Kahiloğulları (Yazar), • Kaan Dilek (Akademisyen & Ankara), • Lümeys Yetim (Sivil Toplum), • Murat Belge (Bilgi Üniversitesi & İstanbul), • Mahmut Sönmez (Türkiye-Suriye Dostluk Derneği Başk.), • Necdet Yıldırım (Avukat & Mersin), • Mehmet Aksu (Nehir Derneği Başkanı), • Ömer Laçiner (Yazar & İstanbul), • Mehmet Emin Okuyucu (Antakya Müftü Vekili), • Şenay Yıldız (Gazeteci & İstanbul), • Mehmet İstanbullu (Dini Önder), • Şener Aktürk (Koç Üniversitesi & İstanbul), • Mehmet Yalçın (Esnaf), • Veysel Ayhan (Akademisyen & Ankara) • Mithat Nehir (Samandağı Belediye Başkanı), • Mustafa Kemal Dağıstanlı (Yayladağı Belediye Başkanı), • Mustafa Öztürk (İdareci), • Nevin Zeytineli (Yazar), 8 Moderatör: • Murat Sofuoğlu (SÜREÇ Direktörü) I. OTURUM Dosya MÜZAKERELERE GİRİŞ Murat Sofuoğlu: Bizim toplantımız politik bir toplantı değil. Akademik bir toplantı da değil. Birbirimizi daha fazla nasıl anlayabiliriz diyerek bir araya geldik. Biz sizlerden bu işin nasıl yapıldığını da öğrenmek için buradayız. Ülkemizde bu konunun sıkıntılı olduğunu düşünmekteyim. 30 yıllık Kürt sorunu çözülmeden siyasi iktidar Kürt Açılımı, Alevi Açılımı ve Roman Açılımı yaparken nereye gelmişiz? Bir ötekileştirme yaşıyor muyuz? Evet sıkıntılarımız var. Hakikat hepimizi bireysel veya toplumsal hayatımızda bir şekilde yakalıyor. Biz de burada hakikatin ortaya çıkmasını istiyoruz. Sizler de bu sebeple içinizden geldiği gibi konuşursanız, burada bir ilerleme kaydedilebilir. Herkesin hikayesi bizleri yenileyebilir ve sürecimizi devam ettirebilir. Antakya’da çok kimlikli mozaik kendisini korusa da sürekli eksiliyor ve tutunmak için de kendisini zorluyor. Çoğunluk olanlar nasıl durumda? Alevilerin, Hıristiyanların, Musevilerin, Kürtlerin vb birbirleriyle sorunları yok. Sanıyorum ki anadilleri de Arapça. Anadil halkları birbirlerine yakınlaştıran bir araçtır. Ama hala kendilerini öteki gibi hissetmektedirler. Hatice Can: Hatay ve Türkiye savaş ortamlarında ne duruma düşüyor? Komşularla sıfır sorundan bugüne nasıl gelindi? Yanı başımızdaki savaştan Antakya nasıl etkilendi? Bunları konuşmamız gerekir. Ortak Yarının işlemesi için hukukun doğru işlemesi, yereli muhafaza ederken evrensel ile buluşulması gerektiğini düşünmekteyim. 9 Suriye’de Türkiye’nin savaşa lojistik destek veren rolünün arttığı bir dönemde burada yaşayan insanlar nasıl kendilerini ötekileştirilmiş hissetmesin? Bugün ortak yaşama iradesini halk kendisi koyacaktır. Yeter ki halkı ayrıştırmayalım. Halk kendi ortak yarınını kurabilecektir. Dosya Jozef Naseh: İnsanlara yaşamayı öğretmemiz, yaşamla nasıl mücadele edebileceğimizi öğretmemiz lazım. Ben HıristiyanOrtodoks Arabım. Eğitim hayatım boyunca sıkıntılar yaşadım. Birçok okul değiştirmek zorunda kaldım. Türkçeyi 7 yaşımda biraz da zorla öğrendim. tır. Çok kültürlülükten tek kültürlülüğe geçilmiştir. Halkların birbirleri ile bir sıkıntısı yoktur. Bu bir kurgudur ve bu kurgu Cumhuriyettir. Tehcir, mübadele gibi tarihsel olumsuzluklar modern kültürün bir parçası olan cumhuriyetten kaynaklanmıştır diye düşünmekteyim. Üniversitede okula en rahat giren çıkan da bendim. Ne sol, ne sağ grupları bana Kenan Kahiloğulları: Hatay’da Alevi, karışıyordu. Benim de bir kimliğim var di- Türk, Arap hepsini ve daha sonradan gelen yordum ama anladım ki bu karmaşayı ya- insanlarımızı da Hatay olarak kabul ediyoşamışım. rum. Biz Lazkiye’den geldik. Suriye’den naÖzal döneminde siyasete girdiysem de sıl kopabiliriz? kendisinden sonra partiden çıktım, CHP’nin Bazı söyleyemediklerimiz var. Ortak kurucu üyesi olmama rağmen düşüncele- yarını nasıl oluşturacağız? Bana göre birrimden dolayı oradan da çıkartıldım. İsmi- birimizle akrabalık, komşuluk kurarak birmin bile telaffuzunu Yusuf diye yapmam birimize dokunarak oluşturabiliriz. Biz Sagerektiği çokça söylenmiştir. mandağ’da yaşıyoruz. Ailelerin içerisinde Hangi örgütlenme içinde olacağımı dahi bir ayrımcılık yok. Yarısı Hıristiyan olan aibilemedim. leler birbirlerine hiçbir ayrımcılık yapmaz. Zaten kendileri de başkaları tarafından öyle algılanıyor. Şemsettin Günay: Hatay’da yakın tariİsrail, Gazze’yi vurup insanları öldürdühimizde etnik çatışmaların ortaya çıktığı 3 kırılma noktası var. Kozmopolit bir yapıya ğü halde, Suriye’de tank, top ile yığınak sahiptir. Birincisi Hatay’ın Fransızların işga- yapmışlar. Gücün yetiyorsa ve Müslümanlinde olduğu dönemdir. İkincisi ise 12 Eylül san İsrail’e karşı tepki vermelisin. öncesi olarak düşünüyorum. Hatay’da sorunlar sağ-sol kavgası olarak doğsa da alMehmet Yetmez: Hatay’da ötekileştirtında etnik çatışma vardır. Üçüncü kırılma menin ve mezhepler arasındaki ayrımın denoktası ise şu günlerde yaşadığımız Suriye rinleşmesinde Suriye meselesi önemlidir. meselesidir. Hatay’da cemaatler arasında bazı kırmıSuriye’deki savaş kendisine taraftar zı çizgiler oluşmuştur. Alış-veriş yapıyor, bulmak için mezhepsel bir rotaya evrilmiş, geziyor ve hayatı paylaşıyoruz ama bazı Hatay da bundan etkilenmiştir. Hatay’da şeylere geldiğimiz zaman ötekileştiriliyoinsanlar kendi dini ve mezhebinden insan- ruz. Ev tutarken Sünni olduğum için Alevi ların yaşadığı komşularının yanında yaşa- mahallelerinde bana ev vermediler. Sanımak istemektedirler. rım Sünni mahallelerinde de aynı şeyler Hatay’da ötekileştirme etnik yapılardan oluyordur. Bunlar doğru şeyler değil ben değil, aşiretler ve Çingeneler üzerinden bir herkes için üzülüyorum. ötekileştirme yaşanıyor. Seçime bir sene kala herkes taraflara Ahmet Hamdi Ayan: Alevilerin Cumhuriyet öncesi bir sorunları yok, Çanakkale’de çarpışmışlardır. Sorun Cumhuriyetle birlikte jakoben bakış açısından kaynaklanmış- 10 ayrılıyor ama ciddi anlamda bir ötekileştirme yok. Bu Lübnan’daki boyutlara varmıyor. Böyle bir ayrışma Hatay’da yok. Ama sosyal hayatın içinde bazı ötekileşme ve ayrıştırmalar görülüyor. Dosya Yusuf Kılınç: Ortaklık kurulur, evlilikler kurulursa yeni bir kültür kurulur. Hatay’da geçmiş dönemde yaptıklarımız ve atalarımızın yaşadıklarını göz önünde bulundurun. Burada Suriye’ye mi, Türkiye’ye mi katılım olacak diye geçmişte referandum yapıldığında dışarıdan bir sürü insanlar getirilmiştir. Burada yapılan toplantılarda Beşşar Esad’ın resmi taşınmaktadır. Burada mazlum olan 4 milyon insan mülteci durumda. Suriye’deki olaylara yaklaşırken daha fazla sorumluluk taşımalıyız. Hatay, etnik alanda Türkiye’nin mikro örneğidir. Haritasını ters çevirip Türkiye haritasının üzerine koyduğunuzda bile neredeyse aynısını bulursunuz. Lümeys Yetim: İlkokulda Arapça konuşanlardan toplanan paralar bir kutuya toplanırdı. Dilimiz unutturulmuş ve yok edilmiştir. Ortaokulda din dersinde öğretmen beni kaldırıp dua okutturacak ama ben bilmediğim için hocadan dayak yerdim. Hıristiyan çocuklar okumadığında ceza almazdı 11 ama biz Müslüman olduğumuz için alırdık. Dilim Arapça olduğu için telaffuzda sorun yaşardım aslında. Çocuklarımızda yaşadığımız ötekileştirme sıkıntılarını 80’lerde yaşadık. Bugünlerde de yaşıyoruz. Antakya’da insanlarımız oyuna gelmediler ama Başbakanımızın bazı sözleri bizleri incitmektedir. Buradaki mitinglere izin verilmiyor; ama yarın birgün insanlar patlama noktasına da gelebilir. Yağmur yağarsa kamplardaki insanlara ne olacak diye düşünüyorum. Selim Kamacı: Hatay’da yaşayan Arap Alevileri bürokratik engeller ile karşılaşacaklarından dolayı Ortadoğu’ya açılmış ve işçilikten başlayan bir süreçle ticarete kadar devam etmiş ve ticaretlerini geliştirmişlerdir. Arap ülkelerinden gelen turistler artmış, eğitimde öne çıkılmış, Suriye, Ürdün ve Lübnan’da önemli ticari atılımlar yapılmıştır. Dosya Bu 30-35 yılda oluşturulan sınır ticareti bugünkü politikalar sonrasında dağılmıştır. Farklı dil, din ve inanç yapısıyla bir arada yaşayabilme duygusunu tehlikeye sokmuşlardır. Hizbullah, Müslüman Kardeşler ve El-Kaide gibi grupların aramıza girmesini de çok tehlikeli buluyorum. 12 Erol Aygen: Süreç Analiz’i çalışmalarından ötürü kutluyorum. İnanıyorum ki Hatay çok çok analiz edilmeli ve üzerinde durulmalı. Hiçbir seçeneğim olmadan dünyaya Sünni olarak geldim ve Sünni olmaktan da bir çekincem yok. Hatay’da Alevi vatandaşlarımızın sıcak tavrı önemlidir. İzmir, İstanbul ve Ankara’da gece 1-1.5’da bir bayan tek başına yürüyemezken Hatay’daki hoşgörü dillere destan bir durumdadır. Çocukken Hz. Ali’yi rüyamda gördüğümde Anneme nedir bu Alevilik bu Sünnilik dediğimde annem; herkes Müslümandır Tıpkı Demokrat Parti ile CHP’nin arasındaki çekişme gibi bir şey vardır ama esasında hepimiz aynıyızdır demişti. Burada Hatay’ın diğer illere göre genel kültür seviyesi çok yüksektir. Ama Türkiye’nin genel kültürü düşük sosyo-ekonomik yapısı düşük, toplumların nüfus üretkenlikleri hızlı bir şekilde artmaktadır. Genel kültürü yüksek ve sosyo- ekonomik yapısı yüksek nüfusun da artış hızı azalmaktadır. Bu analiz edilmelidir. Türkiye burada BOP ile ayrıştırılmak istenen desenlerde kullanılmak isteniyor. Ama ırk bakımından farklılaştırılan din yönünden farklılaştırılan insanlarımız genel kültür ile göz ardı edilmemesi düşüncesindeyim. Bireyde biz aile fertleri olarak ihmal etmeyeceğimiz bir konu vardır. Ayıp, günah ve yasak. Bunlar öğretilmeli. Dini kurallarda günah, ahlak kurallarında ayıp, hukuk kurallarında ise yasak. Hatay’ın genel desenlerinde bunu görürsünüz. Bugün Mısır’da bazı güçler Mısır Piramitlerinin yıkılmasından bahsediyorlar. Ünlü bir Rus, bugün 3. bir dünya savaşı çıksa sadece Ortadoğu’da olur diyor. Hatay, bölgelere ayrıştırılmıştır. Mithat Nehir: Süreç Analiz’i temsilen bizi ziyaret ettiklerinde empati tabirini kullanmaları çok hoşuma gitmişti. Ben bu kavramı çok önemserim. Üniversite yıllarımda neredeyse oruç yedi diye bıçaklanan öğrenciler vardı. Tek taraflı değildi tabi bu ama empati kavramını değerli buluyorum. Burada benim inancıma göre herkes bu ülkenin sınırları içerisinde bir arayış içerisinde. Kavga etmeden, birbirimizi kırmadan bir şansımız var mı diye bunu aramalıyız. Kökleri çok öncelerden gelen sıkıntılar var. Daha çok devletin temsiliyetinin örneği olarak ve lütfediyorum psikolojisi içinde ortaya çıkan hoşgörü kavramını doğru bulmuyoruz. Bize gerçekten saygı duymalısınız. Kürtler, Ermeniler, Yahudiler, Hıristiyanlar ötekiydi. Peki bu ülkenin sahipleri kimdi? Bunun aşılması ve ortak bir irade oluşturulması gerekir. Buradaki ortam aslında buna müsaittir. Burada en uçlar, en altlar bile bir araya geldiyse ortak bir şeyler bulabiliriz. En azından aynı sınırlar içerisinde yaşıyoruz. Bu ülkede kim ne derse desin bir Kürt gerçeği var. Bugün geçmişe nazaran bu kabul ediliyor ve savaşın durdurulmasına dair en tepeden en diptekine kadar herkesin bir düşüncesi var. Bugünkü Suriye meselesinde, böylesine Türkiye halkından destek alan Başbakanın dili doğru değil, inciticidir. Alaattin Taş: Öncelikle böylesi bir araya gelişlerin çok önemli olduğunu belirtmek isterim. Sivil toplum kuruluşlarının zayıf olduğu ve etkisizleştirildiğini de çok iyi biliyoruz. Hem Hatay’da hem de Türkiye’de bu yetersizdir. Süreç Araştırma Merkezi’nin Ortak Yarın başlığını duyduğumda çok sevindim. Biz de Antakya’da bunu sağlamaya çalışıyoruz. Farklı kimlik, ideoloji ve dine Dosya sahip bir avuç insan birlikte oturup konuşmayı, Antakya’nın geleceği için neler yapabileceğimizi değerlendirmeyi düşündük. Tek düşüncemiz ortak yaşam zarar görmesin. Acı yaşaya yaşaya neredeyse güzel şeyleri de unutacağız. ler görünüyorsak bu işe yaramaz. Ama birisinin gözlerinin içine bakarak dinliyorsak işte o zaman anlıyoruz demektir (3.kulakla dinlemek). Bu anlamda bu camia gerçekten istisna ve mükemmel organize edilmiş. Bunu organize eden arkadaşlara gerçekten Derhal müzakere masasına oturulma- teşekkür ediyorum. lıdır Suriye meselesinde. İnsani açıdan bu Herkes hikayelerini anlatıyor burada. konuyu nasıl çözeriz diyebiliriz ama bir mü- Çocukluk dönemleri gerçekten önemlidir. dahaleyi ne Türkiye’den, ne NATO’dan ne Çocuklarımıza söylediklerimiz geleceği şede başka bir yerden doğru bulmuyoruz. killendirebilir. Kriz anında çözüm yaratmak “Dünyanın hiçbir toprağı bir insanın ca- biraz daha sıkıntılıdır. Geçmişe dönük bir sürü sıkıntı içimizde dolaşıyordur çünkü. nına değmez” diyor Gandhi. Birbirimize kaliteli zaman ayırarak, ne dediğini dinleyerek bir değişim yaşayabiliMehmet Aksu: Bir Sünni Türk olarak riz. Ailelerde bir değişim olursa toplumlarben de en az sizden 10 katı kadar mevcut da da bir değişim olabilir. düzenden rahatsızım. Bir an için bütün bayrakları ve sınırları Abdülhamit dönemi meclis zabıtlarında unutalım ve insanlık için bir tane gezegen Hatay’da Alevi topluluğun meclise bir yazı olduğunu hatırlayalım. Bu dünyanın kayyazıp dinlerini öğrenemedikleri, yaşayama- naklarını harcayarak savaşmak var ve bir dıkları ifade ettikleri yazar. Bunun üzerine de hepimizin bu gezegenin bir vatandaşı Abdülhamit 24 tane okul ve cami açmıştır olduğunu bilerek en faydalı bir şekilde bu ve hala devam etmektedir bir kısmı bunla- kaynakları kullanmak var. Barışçı çözümrın. Alevi çocukların bu okullarda okutulma- lere odaklanmak hepimize fayda sağlayaması için gayret sarf edilmiş ve mezunlara caktır.. iş verilmemiş. İstanbul’a giden bu bilgiler Harvard Üniversitesi’nin bir çalışmasınsonucunda bir rapor yazılmıştır. Raporda, da birbirinden farklı disiplinlerden gelen in3 tane Antakyalı toprak ağasının Alevilerin eğitim gördüğünde tarlalarda ırgat gibi yok sanlardan veya uzmanlardan oluşan ekipparasına çalıştırılmasının imkânsızlaştırıla- lerin yaptıkları çalışmaların daha yaratıcı cağını düşündüğü için bu okulların işletil- olduğu ortaya konmuştur. Tabi bunun için bu farklı kesimlerden gelen insanların ormesini engelledikleri ortaya çıkıyor. tak çalışma alanında güven ortamı içinde Hatay’da siyasi kaygılarla adım atılması olacağı duygusu sağlanmalı. Bu ekip, bu doğru değildir. Hatay’da bir Sünni belediye çalışma için iyi bir örnek olabilir. başkanı Alevi mahallesine hizmet götürdüğünde Sünni halk hemen “bak bu da bozuldu, bize bakmıyor” diyor. Yine aynı şekilde *** diğer inançtan insanlarda da bu görülüyor. Farklılıklarımızı mezhep gettolarına dönüştürmeden, birbirimizle yaptıklarımızı özel günlerimizi, inançlarımızı paylaşmalıyız. İnci Karahan: Dinlemek önemlidir. Biz 3 aşamada dinliyoruz. Anne ve baba olarak bir şeyle uğraşırken dinliyorsak ya da din- 13 II. OTURUM Dosya MÜZAKERELERİN AÇILIMI Ayhan Kara: Ortak bir yarından bahsetmeden önce ortak bir dünü konuşmamız gerekir. Hatay topraklarında 40 bin yıllık bir yaşam söz konusudur. Bu 40 bin yıl içerisinde ne yaşandıysa ben oyum. Bir mezhebe, zaman dilimine saklanıp kalmamak lazım. Dün, bugün ve yarın bir bütündür ve bunları ayırdığımız zaman tarih sayfaları içerisinde kaybolur gideriz. Yasaklar üzerine kurulmuş bir devlet geleneği vardı geçmişte. Pasaport almalarımız bile yasaklanıyor, ağabeylerimiz nüfuslarını İstanbul’da gösterip yurt dışına çıkabiliyordu. Bugün, kendi vatandaşına mermi doğrultan bir zihniyet ile karşı karşıyayız. Bu insanlar devletten savaş istemiyoruz talebinde bulunmuştur. Hatay’daki hoşgörüyü kaybetmemek için uğraşsak da kaygı içerisindeyiz. 14 98 yılında Demirel, Hatay’a geldiğinde bugünkü gibi o gün de Alevi olan Samandağlılar, Suriye’den Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ye teslim etmesi için bağırmıştı. Demek ki sadece mezhepsel bir politika benimsemiyor bu insanlar. Jozef Naseh: Biz din konularında eleştiri yaptığımızda hiciv kullanırız. Alt kimlikler geçmişte karşımızda değildi toprak altındaydı ve belirli bir demokratik sistem ve standartlaşan kültürel yapımız vardı. O kültürel yapı bozulunca toprağa gömdüğümüz sorunlarımız ortaya çıkmaya başladı. Şimdi bunları nasıl bir bahçenin içinde muhafaza edeceğiz diye düşünüyoruz. Kırsal alandan kente gelen yurttaşları eğer kent kültürüne uzlaştıramazsak, kendi küme kültürleri ile kente gelecekler ve bu da sorun oluşturacaktır. Dosya Ben biraz Yahudi, biraz Türk, biraz Erme- te Suriye’ye gittik ve başbakan Muhammet ni, biraz Arapım. Aklınıza ne geliyorsa ben Naci Itri bizi karşıladı. Kendisi Sünniydi. Babiraz ondanım. kanlar kurulunda da bir sürü Sünni vardı. Mehmet İstanbullu: Sorunlar ya mücadele yoluyla ya da müzakere yoluyla çözülür. Müzakere yoluyla çözülmesi daha medeni olduğu kesindir. Hangi inanç ve düşünceden olursa olsun insan toplulukları birbiriyle anlaşabilir ve ortak yarınlar kurabilir ancak buna engel olan şey; bazı yöneticilerin hırslarıdır. Yöneticilerin bazıları insanların en hassas olan milli ve dini duygularını kullanıyorlar. Bölgemizde de böyle bir fitne ile karşı karşıya bulunuyoruz. Uluslararası güçler bölgemize demokrasi getireceklerini söyleyerek kendilerine bağımlı yönetimler kurmak amacıyla çalışmalara başlamışlardır. İran, Suriye ve Irak gibi ülkelere Vahhabi ve El- Kaide gibi gruplar yoluyla zarar vermek istiyorlar. Monarşik yapılara karşı olduğumuz kadar oligarşik yapılara da karşı olmalıyız. Yanımızda bir kargaşa varken tabi ki bir şeyler yapmalıyız. Ama Hatay’ın da mozaiğini bozmamamız lazım. Burada yaşayan 30 bin vatandaşımızın korkması lazım. Esad’a düşman binlerce insanın bölge içinde olması doğru değildir. Biz de mağdura ve mazluma yardım etsek de bu kriterlere dikkat ederek bölgenin dışına taşınmasını istedik kampların. Başka bir ilde, bu kadar farklı inanç ve etnik gruba bağlı kişileri bir araya getiremezsiniz. Ama Hatay geçmişte çok sıkıntı yaşamış. Fransız işgali sırasında tek yürek olarak savaşmıştır. Hataylıların hoşgörüleri vardır. Başka ülkelerin sırtlarına dayanarak Enerji kaynaklarına hükmetmek ve İsra- özgürleşen ülkelerin ne hale geldiğini göril’i rahatlatmak için taşeronlarıyla birlikte dük. çalışıyorlar. Hükümetimiz ne yazık ki bu savaşta taraf olmuştur. Savaşan taraftarların arasını bulması yönünde bir görev üstlenmeliydi. Dış müdahale olmaksızın bir çözüm üretebilirlerse daha iyi bir gelecek olabileceğini düşünüyorum. Mehmet Yalçın: 2012 yılında Alevi-Sünni çatışması gibi bir tanımlama ile Suriye’de yaşananları tanımlamak doğru değildir. Saldırıya, tecavüze uğrayan ve tanıdığım Suriye’den gelenler var. Onlara kayıtsız kalamayız. Orada insanların başlarına her gün bombalar yağıyor ve biz, bize ne diyoruz. Bu doğru değildir. Nevin Zeytineli: Başlığımız çok güzel. Hatay’ı kurtarırsak Türkiye’yi, Ortadoğu’yu kurtarırız. Geçmişte Suriye, Hatay’ı haritalarda kendi sınırlarında gösteriyordu. Ticaret yaparak ekonomik durumumuzu güçlendirirsek insanlara bakışımız daha iyi olur. Zamanında biz de iş adamları ile birlik15 Hayrettin Neşeli: İyi bir Hıristiyan bana göre iyi bir Müslümandır. İyi bir Müslüman iyi bir Hıristiyandır. Türkiye’de ayrımcılık yapan bazı aydın grup ve yazarlar yüzünden toplumun birbirine düşmesini istemiyoruz. Mehmet Emin Okuyucu: Alevi kardeşlerimizle birlikte yemek yedik, cenazelerine gittik ve onlar da memnun kaldılar. Birlikteliğimizin açık bir ifadesidir bu. Biz nasıl bir toplum istiyoruz, öncelikle bunu düşünmeliyiz. Dil konusunda sıkıntı yaşayan bazı arkadaşlar vardır, bunlar hayatın cilveleridir. Jan Dellüller: Bir arada kardeşçe yaşama kültürünü içimize sindirmemiz insanları oldukları gibi kabul etmemiz ve onları sevmemiz lazım. Ortak Yarın Hatay güzel bir konu. Ama öncesinde Ortak Yarın Hatay’ın dününü iyi konuşmamız lazım. İnsanları Dosya hangi yargıyla yargılarsanız bir gün gelir o Kimsenin kimseyi ayrıştırmadığı, şeklini yargıyla siz yargılanırsınız. Olayın temelin- şemalini, dilini dinin sormadığı bir süreç bıde sevgi ve saygı çok önemlidir. rakabilirsek ne mutlu bize. Ancak o zaman Meydan Çarşısı’nın camisinin restoras- insan olduğumuza ve insanlık görevini yeyonu için çarşı esnafı maaş toplarken An- rine getirdiğimize inanabiliriz. takya’lı bir müslümana gitmişler ve kendisi para vermeyince bunu duyan gayri müslüm de neden bana gelmediniz demiş. Antakya’daki Hıristiyan doktorlar kendi kimlikleri ile değil Antakyalı olmanın kimliği ile işlerini yapmaktadırlar. Suriye konusunun bu kadar çok konuşulmasını doğru bulmuyor, zarar getirebileceğini düşünüyorum. Türk medyasının söylediği her 100 kelimenin 99’ı yalandır. Suriye’de savaşmak adına El-Kaide mensupları ülkelerinde hapishanelerden çıkarBenim yanımda Yahudi bir dostum da tılıyorlar. var. Bizleri görenler Araplar ile Yahudiler nasıl anlaşır, savaşıyorlar ne önerirsiniz Cem Çapar: Hatay’da bu kadar çeşitlidiyorlar. Ben de birbirlerini affetsinler ve liğin olması bize zenginlik katıyor. Hatay sevsinler diyorum. Yüreklerimizde Tanrı- mutfağı mesela. Arap, Hıristiyan, Akdeniz, nın sevgisini ekmemiz lazım. Burada, An- 20 yıl Fransız işgalinde kalmamızdan dolatakya’da insanların yüreklerinde Tanrı’nın yı Fransız, Türk mutfakları etkisi vardır. sevgisi vardır. Hatay’da yaşamak dilimize zenginlik katıyor. Arapça ve Türkçe biliniyor. Ben de 3 Şaul Cenudi: Ankara’da Hatay günleri dil biliyorum. Arapça, Ermenice ve Türkçeiçin gittiğimiz bir programda il müftümüz, yi gururla bildiğimi söylüyorum. İngilizce ben ve Ortodoks cemaati temsilcimiz bir- de biliyorum ama onu dilden saymıyorum. likte yemek yerken bizleri görüp konuşan Onun için çaba harcadım, kitap aldım, kursbayanlar hoşgörümüze şaşırırlardı. Her di- lara gittim. Ama Hatay’da öğrendiğim bu 3 nin bayramını küçükken kendi bayramımız dil farklı. gibi yaşardık. Neler oldu da böyle şeyler Hatay’da yaşamak maneviyatımıza da yaşanıyor. zenginlik katıyor. Biz aynı Allah inancını Mustafa Kemal Dağıstanlı: Gerek Hatay gerek Türkiye oyuna düşmemelidir. Bölgede bir oyun oynanmak isteniyor. Hatay bu oyuna düşmesin. Herkes ne söylediğine dikkat etmelidir. Masanın arkasında konuşan insanlar dikkat etmelidir. Mahmut Sönmez: Alevi ve Arap olduğum için çocukluğumda aşağılanma yaşadım ama bunun geçmişte kaldığına inanıyorum. Hatay’ın ortak yarını için bir şey yapmak gerektiğine inanıyorum. Sivil alanda toplumun örgütlenmesi için gerekli her çalışmayı yapmaya çalışıyorum. 16 yaşıyoruz. Bizim Paskalya Bayramımız Yahudi Cemaatinin de aynı gün bir bayramına denk geldi. Aynı hafta kutlu doğum haftasına da denk geldi. Aynı inancı 3 ayrı dinde yaşayarak birbirimizi öteki olarak görmüyor, insan olarak görüyor ve ilişkilerimizi öteki kavramı ile değil, komşuluk ilişkileri paydasında, sorundaşlık ilişkileri paydasında ilişkilerimizi kurup sağlıklı bir Hatay toplumu oluşturabiliyoruz. Hatay’da herkes birbirlerinin sorunlarını çok iyi biliyor ve bu durumda herkes birbirinin haklarını savunuyor. Burada kuvvetli bir yapı var. Hatay’da oluşan iftiraların genel vücutta bir önemi olmadığını düşünüyorum. Dosya Mustafa Öztürk: Ben Hatay-Yayladağlıyım. Okulumdaki Alevi öğretmenlerimizin taziyelerine, düğünlerine, bayramlarına gidiyoruz. Onlar da yine aynı şekilde bizlerin özel günlerine geliyorlar. Dolayısıyla yaratılmak istenen sorunların konjonkturel olduğunu düşünüyor ve suni olduğuna inanıyorum. Kimse Hatay’da birbirini farklı inanç ve dilden diye ayıplamaz ve kötü gözle bakmaz. Temel sorun birbirimize karşı acabalar ve meraklardır. Arkadaşlarımızla dostlarımızla bir araya gelip konuştuğumuz zaman aradaki buzlar eriyor ve diyalog ortamı oluşuyor. O da bizim gibi bir insanmış diyoruz ve dostluklar da ilerliyor. O yüzden bu tür toplantıların çoğalması gerekiyor. Özellikle Hatay’da çoğalması gerekiyor. Elbette ki kırmızı çizgilerimiz vardır. İnsanın olduğu yerde bunlar olacaktır tabidir. Herkesin aklı kendisine en iyidir. Herkes benim düşüncemde olacak diye bir yaptırım içine giremeyiz. Bu insanın tabiatına da aykırıdır zaten. Kullandığımız dil önemli. 17 İsa Aydın: Beraber yaşadığımız bir memlekette ortak dünümüzü tespit edelim. Tek maddeden yaratılmadığımız için sıkıntılar olabilir. Ebrunun ya da mozaiğin bir tarafını çıkartırsanız ebru ya da mozaik olmaktan çıkar o şey. Balkanlarda Türk okullarını açarken, sadece Boşnak öğrenciler için okul açılsın dendiğinde, biz her kesimi içine alacak bir okul kurmak istedik ve bugün 7 etnik gruptan öğrenciler eğitim alıyor bölgede. Birbirlerini tanımalılar diye düşündük ve şimdi aynı şarkıları söylüyorlar. Üslup çok önemlidir. Geçmişte yaşanan problemler vardır ama bunları dile getirirken de dikkat etmek gerekir. Devlet millet için vardır. Aşkın Demir: Ben bir Hıristiyanım. Babam 70’lerde sıkıntı çekmiş diye benim ismimi böyle koymuş. Ama ben çocuğumun adını Jan Piyer koyabilmişim. İnşallah o sıkıntılar geri gelmez. Dosya Hatice Can: Devletler halkının yararı için vardır ve insanın en temel haklarını güvence altına almak zorunda olan bir oluşumdur. Anadilimizi kullanma konusunda sıkıntı yaşadık. Arapçanın unutulmaması için çözüm üretmek zorundayız. Lümeys Yetim: Büyükşehir yasası Hatay’da problem oluşturacaktır. Alevilerin olduğu bir yere neden Sünni bir imam gönderiliyor? Bizden Alevilerden dini bilen yok mudur? Şam’da bir patrikhanesi var arkadaşımıDiyanet işlerinin olmamasını düşünü- zın, peki neden Antakya’da yok? Kendisi yorum. Aleviler yok sayılıyor. Anadolu Ale- burada hem de. vileri ile birlikte Arap Alevileri 15 milyonu Bir umudum var. Bir anayasa. Burada bebuluyor ama geçenlerde medeniyetler nim haklarımın yazılmasını istiyor ve hangi toplantısı oldu Hatay’da, dünyadan herkes iktidar gelirse gelsin değişmesin istiyorum. geldi ama Aleviler orada da yoktu. Hatay’ın Türkiye’ye katılma plebisitinde Suriye mi Türkiye mi diye bir ayrım yoktu. Türkiye mi, bağımsız diye mi bir plebisit yapıldı Hatay için. Hatay ismi de Türkleştirme operasyonunun adıdır. Eski Türk isimlerindendir. Antakya’yı da unutturmak isterler. O yüzden Hatay merkez yazar yeni doğan çocukların nüfus cüzdanında. Jozef Naseh: Suriye’de olayların yaşandığı bölgeler buranın bir parçası. Hepimizin bir parçası var orada. Suriye’nin yönetimi önceden nasıl kuruldu biliyor musunuz? Baas fikrini kuran üç kişiden biri Hıristiyan, biri Alevi biri Sünniydi. Baas fikrini ortaya atarak Irak’a kadar götürdüler. Bu kanatlardan birinin yok olması tüm dengeyi bozuMozaik ya da ebru evet, ben de Ebruyu yor ve biz de o dengeler üzerine çatışıyoseverim. Ama mozaikten farklı olarak Eb- ruz. ru’da geçiş vardır. Birbirini olumlu olarak Fransa işgal ettiğinde Hatay’ı, demoketkilediği bir ortamı yansıtır. rasiyi öğretti bize. Ermeni, Rum ve Alevi Amik Gölü kurutulduğunda tek santimi milletvekilleri vardı. Bu demokratik bilinçle Alevilere verilmemiştir. Nüfus planlaması Türkiye cumhuriyetine adapte olduk. Teryapılmaktadır burada. Şu anda Hatay’daki cih aydınlanmadan yanaydı. Atatürk’ün o demografik yapının değiştirilmesi için göç dönemde yaptığı harf devriminden diğer ettiriliyor. Afgan Özbekleri de var bu coğ- devrimlere kadar etkiliydi tercihlerde. rafyada ama onlar çok kapalılar sanırım geToplumsal uzlaşı olarak parada uzlaşalenek göreneklerini çok kapalı yaşıyorlar. biliriz. Devlet Hatay’ı hep yok saymıştır. Yurt dışı işçiliği refah seviyesini yükseltmektedir. Ailelerini götürmedikleri için parayı buMehmet Yatmaz: Hatay ismi esasında raya gönderiyorlardır. Hattilerden Hititlerden geliyor. Suriye’de sığınanlara karşı bir refleks olacağını düşünmüyorum. Sığınma hakkı en temel haktır. Ama Özgür Suriye Ordusunun etrafta dolaşıp buradan oraya gittiğinin konuşulduğu bir dönemde, Antakya sınırlarının savaşın aracı olarak kullanılması herkesin dikkatini çekecek bir konudur. Her toplum kendi demokrasisini kendisi üretmelidir. Irak örneği ortadadır. O yüzden kesinlikle işgal olmamalı, müdahale olmamalıdır. 18 III. OTURUM Dosya GÖZLEMLER & SONUÇLAR VE REÇETELER Ali Doğan: Kin insan yüreğinde çok büyük bir yüktür. Böyle mesafe alınmaz. Sevgi en güzel şeydir. Hatay’da bunu görebilmek güzel bir şeydir. Mersin de Hatay gibi zengin etnik ve dini yapılara sahiptir. Ben Alevidir kestiği yenilmez zihniyetine karşı olduğum gibi Sünninin içine Yezid kokusu sinmiştir yanına yaklaşma zihniyetine de karşıyım. le Diyanete yapılan harcamaları helal etmiyoruz. Başbakan herhangi bir kimlikle ilgili olumsuz bir açıklama yaparsa bu doğru olmaz. Aleviler olarak, inciniyoruz. Bu nedenle de böylesi ırkçı ve kin, içeren söylemi kınıyoruz, kabullenmiyoruz. Necdet Yıldırım: Belli ki Hatay’da yaşayan sizler bu durumdan son derece rahatsızsınız. Ben de birçoğunuz gibi Suriye’de demokrasinin olmadığına inananlardanım. Ne Türkiye’de ne de diğer Ortadoğu ülkelerinde demokrasi vardır. Dışarıdan kimileri ülkenizde demokrasi yok, biz ülkenizdeki muhalefete destek veriyoruz derlerse, biz dış etkiler, dış müdahale diye bağırıyoruz. Ülkemizdeki iç çatışmaları dış güçlere bağlıyoruz. Suriye olayında ise biz açıktan muhalefetle birlikte çalışıyoruz, Hatta Dışişleri Bakanı Katar’da muhalif örgütlerin liderlerini seçiyor. Bu nasıl Devlet politikasıdır, bu nasıl Dışişleri politikasıdır. Yarın öbür gün başka bir ülke bizim içimize müdahale ederse biz ne diyeceğiz. Devlet politikaları bölgesel, küresel ve ülkesel çıkarlar üzerine kuruludur. Devlet politikaları kin ve nefret üzerine, düşmanlıklar üzerine bina edilmez. İş adamları bölgesel çıkarlardan olumsuz etkilendi. Bölgede etkin olarak küresel güç olarak ABD orda etkin olacak. Bizim hiçbir çıkarımız yok. Şenay Yıldız: Burada sıkıntı çektiğini söyleyenler genelde Arap Alevileri. Devletin mezhepçi yaklaştığını söylüyorlar ama kendileri de bence bu konuda biraz mezhepsel bakıyorlar. Suriye olayında Arap Alevilerinin, Aleviliklerinden dolayı mı yoksa Arap oluşlarından dolayı mı daha çok etkilendiklerini merak ediyorum. Suriye’de yönetime getirilmesi için çabalananlar bari demokrat olsa. Küçücük çocukları ve teslim olan askerleri sivilleri yere yatırarak koyun gibi boğazlayan, El Kaidecilerin, Selefilerin, Vahabilerin, Müslüman kardeşlerin Demokrasiyi kuracaklarına nasıl inanabiliriz. Bu katilleri iktidara getirmek mi demokrasi olacak. Kısaca Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Suriye politikasını ülkesel çıkarımızla ve bölgesel çıkarımızla bağdaşır bulmuyoruz. Şener Aktürk: Çok boyutlu bir kimlik sorunu gördüm. Ortodoks vatandaşlarda, Yahudilerde, Alevilerde yaşadıkları ayrımcılığa dair sıkıntılarını paylaştılar. 1920lerde uygulanan ve empoze edilen Türkçe, Sünni Müslümanların da anlamadığı bir Türkçeydi. Patriğin ekümenliğini tanımayan zihniyeti de, Asuri Suryani patrikhanesini Suriye’ye yollayan zihniyeti de, Sünni Müslüman hanımın başını kapayarak kamuda çalışmasını engelleyen zihniyeti de, yani kamusal alanı her türlü etnik ve dini simgeden ayırmaya çalışan zihniyetle aynı görüyorum. Resmi politikayı gevşetmek gerekir. Türkiye’de eğitimim sırasında da Musevi arkadaşlarım vardı ama onların Musevi olduklarını hiçbir zaman öğrenemedim. Çünkü onlar kamusal alanda kimliği olmadığından soyut ve renksiz bir kimliği benimsemek zorunda kalarak kimliklerini saklamışlardı. Bu da psikolojik travmalara sebep olmuş olabilir. Amerika’da eğitimiBenim vergimle bana ayrımcılık yapıl- me devam ettiğimde de Musevi okul arkamamalı. Biz Aleviler bizden alınan vergiler- daşlarım vardı ama onları tanımış, Musevi19 Dosya liğe dair bir şeyler öğrenebilmiştim. Çünkü sayma şeklinde bir söyleme dönüştürmeyi onların orada kimliklerini yaşama hakları oldukça yanlış buluyorum. Sorunlarımızı vardı. görmezden gelme, erteleme şeklinde değil Yeni Osmanlıcığı da doğru bulmuyorum. de konuşarak ve her türlü sorunu ele alaOsmanlı millet sistemini temsil etme nok- rak çözüme gidebiliriz. Herkes bir şekilde tasında şu an sadece Müslümanlar var. Os- acı çekti diyerek özellikle de hakim kesimmanlı’da Müslüman, Yahudi, Ermeni ve Rum ler, çoğunlukçu bir mantıkla sorunları çözmilletleri vardı. Osmanlı hoşgörülü derken müyor, sürekli erteliyoruz. de yaşanan belirli problemler vardır. Daha Kürde ayrı, Araplara ayrı, Alevilere ayrı derin bir sorundur bu. O yüzden sadece tek çözümler üretmek doğru değildir. Ya insan Müslüman gruplarla yeni Osmanlıcılık ola- haklarını, inanç özgürlüğünü verirsin ya maz. vermezsin. Verirsen zaten her grup inancıHatay’ın şansı, Türkiye’ye geç katılma- nı yaşar. Güç mücadelesi yapılırsa ve güçlü sıdır. İlk 20 yılda yaşananları görmediği kimsenin dediği olursa çözüm olmaz. Oy için şanslıdır. Hatay’a eleştirel zeka ve gücüne dayalı bir yaklaşımla çözüm üreşans vermiştir bu yıllarda ülkeye katılma- tilemez, zaten üretilemiyor da. İnsanlığın mış ve ulus devlet inşasına şahit olmamış bugün ulaştığı aşamada, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, BM Medeni ve Siyasi olmaları. Haklar Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Anayasanın kardeşlik söylevinden çıka- Sözleşmesi gibi tarihsel birikimin ürünü rak bir kontrat olması lazım. Kardeş kavga- olan metinlerde yer alan ilkelerin ışığında ları da var. Amerika’da evlenenlerin %80’i çözüm üretmekten başka yol yok. kontrat yapıyor. Boşandıktan sonrası için. Suriyelilerin bulunduğu mülteci kamplaAnayasa da güçlü ve temel insan haklarını rının yoğunluğunun Hatay dışındaki illere ele almalı ve korumalıdır. Açıkça hangi duyönlendirilmesi kararını doğru bir yaklarumda neyin nasıl olacağı belirtilmeli. şım olarak görüyorum. Bu nedenledir ki, Hatay’da o ilk başlarda yaşanan gerilim Kaan Dilek: Burada toplumsal kesimle- nispeten azalmış gibi gözüküyor. Bugün rin tutumları ve davranışları daha net. Sı- Hükümetin politikasının daha realist bir çerçeveye oturduğu görülüyor. nırları içerisinde radikalleşmişler. Genel çözümler üretilmeli. Yamalar şekHatay Suriye meselesinden doğrudan lindeki Kürt Çalıştayı, Alevi Çalıştayı çabave çok boyutlu etkilenmiştir. larının bir sonuç üretmediği görüldü. SiyasiHoşgörünün özde mi sözde mi olduğuna ler tarafından pek çok sözler verildi, ancak dair bir endişeye kapıldım. bir sonuç çıkmadı. Temel insan haklarının hayata geçirilmesi durumunda herkesin Ali Yaman: Ayrımcılıkla mücadeleyi iba- de sorunlarına çözüm üretilmiş olacaktır. det olarak görüyorum ve bugün burada bu- 2012 Türkiyesinde ayrımcılık ve çoğunluknun yapıldığına inanıyorum. çu bir yaklaşım sorunlarımızın çözümüne Siyasiler ayrımcılık yapıyor ve ardından değil, daha da kronikleşmesine yol açar. takipçileri de bunu yapıyor. Sonra da bu yapılan davranış şekli bizlere normalmiş gibi Veysel Ayhan: Suriye ile ilişkilerin iyi geliyor. Ayrımcı dilin mutlaka önlenmesi, olduğu dönemde herkesin Suriye algısı aybu ülkede siyasiler ve hepimiz bunun kötü nıydı. Şimdi Hatay halkı arasında bir çözülbir şey olduğunu anlamamız gerekir. me, radikalleşme ve yakın çatışma unsuru Burada hepimiz kardeşiz şeklindeki ar- var. Ayrışma, derinleşme ve çatışma izlenizulanan bir durumu varolan sorunları yok yor. Saflaşma var. 20 Dosya Çoğunluk olan gruplarda buyurgan ve kutsadıkça da bir üstünlük meselesi olarak devleti sahiplenen bir üslup var. Bu 2 ay ele alıyoruz. öncesinde yoktu. Siyasal pozisyon alma Sorun yok biz çok kardeşiz dediklerinde var. bir sorun vardır zaten. Burada 30-40 yıl yaşamak bence bir Bizim konuşmamız gereken de şunlar Antakya kimliğine sahip olmayı getirmiyor. sorun, şunları çözelim olmalı. Burada yüzyıllardır oluşan bir ortak kültür Buralar iç dökme rehabilitasyon toplanalgısı olmalı. Saygı da değil, hoşgörü de değil ama içselleştirilmeli. Sizin gibi görmeli tıları gibi geliyor. Sorun alanları, alt sorun ve tanımalısınız eğer ortak bir kimlik varsa alanları, uygun stratejiler ve mikro makro senaryolar yazılmalı. içselleştirirsiniz. Her şeyçe rağmen insanların yarı yarıya Genel itibari ile bakarsanız gençleriniz ayrı sizler ayrı bir siyasallaşma yaşıyorsu- da olsa samimi olmalarını iyi görüyorum. nuz. Ortak bir tarih okumasına sahip değilsiniz. Herkesin Osmanlıyı okuması bir deÇetiner Çetin: Bu ülkede bir an önce ğil. Ortak nokta bu bölgede yaşıyor olmak. sivil bir anayasa olmalıdır. Çözüm için… Herkes kendi mahallesinde yaşıyor bu da Anadilde eğitimin önündeki engeller kaldıbunun göstergesi. Farklı grupların temsilirılmalıdır. yeti noktasında ayrımcılık var. Bu da temsiliyet noktasında adaletsizliğin olduğunu ortaya koyar. Hoşgörü ile bu sorunlar geHayrettin Neşeli: Türkiye’yi kuran iraçiştiriliyor. de Lozan antlaşmasında anadilde eğitimin Suriye meselesi Hatay’ı mutlaka etkileyecektir. Herkesin Suriye’ye bakışı farklıdır. Kendimizi hangi alt kimlikle tanımlıyorsak öyle konum alıyoruz. yapısını tespit etmiştir. Anadilde savunma azınlıklar için olabilir ve gerektiğinde tercüman yardımı alınır. Ancak bunların dışındakiler Türkçe savunma olarak yapmak zorundadır. Türkiye’de artık Türk’ün sorunu var. Gamze Güngörmüş Kona: İki katmanda değerlendirmeye çalışacağım. Kendimizin yarattığı sorunları başkasının yarattığı Ömer Laçiner: Çok ciddi bir şekilde sorunlar gibi gösterip başkalarını suçladık. problem var. Ve en son Suriye olayında bu Kimi ulus devleti suçladı, kimi kemalizmin problem ciddi derecede oynadı. Rahatsız tek partisinin olumsuz etkisi olduğunu etmeye başladı. söyledi. Kimi de üsluplarından dolayı poli15-20 yıl içinde Ortadoğu tekrar şekilletikacıları suçladı. necek o eski devletlerin hepsi gidecek. Biz kimliklerimizi bir araç olarak kullaOrtadoğu bir ameliyat yeridir. Şu anda nıyoruz. Bir yere taşımak için öncelikli rololan olay ameliyat yerini sızlatmaktadır. lerdir. Şu anda Suriye’de 20-30 bin kişi öldü. İnsanlar bu kadar bencil oldukça, kimlikBunlar kolay hazmedilebilecek şeyler değil. ler de hoyrat oluyor. Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi Biz hep “mış” gibi görünüyoruz. Bu toplantının isminin varlığı bile bir sorunu gös- şansı kullanılmalıdır. teriyor. Demek ki ülkenin ve Hatay’ın yarını Maalesef ki ne kadar yanlış da olsa biz ortak olamazmış gibi bir tehlike var. Suriye olayına dahil olduk ve artık gelecek Ait olduğumuz yerleri kutsuyoruz ve bir Ortadoğu’da öyle de olsa böyle de olsa 21 Dosya yer alacağız. Burada doğru yer almanın ka- sıkı sıkıya sahipleneceksek bunu hangi rarını vermeliyiz. yöntemle nasıl yapmalıyız. Biz bunu bulHatay Osmanlı’dan son kalan topraktır. malıyız. Eğer bunu yapamazsak bunu sadece bir felsefe olarak benimsemekten Farklı etnik gruplar açısından… öteye gitmez bunu sadece benimseyen bir Gerçekten eşit bir toplum olmak istiyor- toplum oluruz. sak toplumumuzun eşit zihniyetinin değişÖzgür eşit vatandaşlık bağıyla barışı mesi lazım. Gerçekten eşit olmalıyız. sağlayabiliriz. Mevcut siyasi yönetim yaYeni yollarla artık çözüm yolları bulmalı- pıyor mu yeteri kadar yapmıyor. Ancak yız. Çünkü artık büyük öldürme araçlarımız burada kızıp suçlamak yerine sivil topluvar. Bir anda 50-100 bin insan ölüyor. mumuzu geliştirerek burada öncü bir rol Suriye meselesi bir şeyin tetikleyicisidir. oynayabiliriz. Bunları görmemiz lazım. İnsanlığın ortak değerleri var. Bu değerleri hakim kılacak bir birliktelik şarttır. Tarih boyunca en büyük insiyatifleri Türkiye yapmıştır. Bu bölgede en kalabalık toplum biziz. Eğer bu bölgede biz yeni medeniyetin temellerini atacaksak eşitlik temelinde yapmalıyız. Böyle bir zihniyet devrimi yapmalıyız. Eğer bu olmazsa maalesef ki bizi hep bencilliğe kendi kimliğimizin yalnızlığına itecektir. Murat Belge: Konuştuklarımız bir dert dökme biçiminde cereyan ediyor. Biz hep sınırlar içinde kalıyoruz. Konuşulanlar hep belli bir sınırlar dahilinde konuşuluyor. Türkiye heterojen bir toplumdan homojen bir ulus devlete dönüşmüştür. Burada da yeni durumları kabullenmekte problemler yaşıyoruz. Hiçbir toplum tam mozaik bir toplum değildir. Her toplumda hem erimek isteyen bireyler vardır hem de erimek istemeyen bireyler vardır. Yani bazı insanlar (Yahudi, Çerkes, Laz ) kendiliğinden içinde bulundukları ulus devletle özdeşleşirler. Bazıları da kendi kimliğini korur ben hangi ulus devlette yaşarsam yaşayayım ben Yahudiyim, Çerkesim vs. der. Türkiye’de kurulan ulus devlet içinde de bir cemaatin ötesine geçilemedi. Sünni Türk vs tarzında kaldı. Biz Türkiye’de Ortak Yarın diye bir şeyi 22 *** Dosya “HATAY” TOPLANTISI REÇETELERİ 23 • Cehaletle savaşmalıyız, sevgi bağ• Dış politikamız Suriye konusunda larını arttırmalıyız, karamsar olmamalıyız. fevkalade ağır bir hareket izliyor. Ve bunun • Hatay’daki huzur dinler üzerinden bedelini Hatay halkı ödüyor. Türkiye mutyapılamaz. Bu Suriye olayının dinsel grup- lak ve mutlaka Suriye politikasını değiştirlar arasındaki bağı germesinden ortadadır. melidir. Ve biz bu toplantının sonucu olarak bunu istemeliyiz. • Hatay’da huzur dinler ve mezhepler • Üç bacaklı bir çalışmanın daha yoüzerinden sağlanmalıdır ve ancak böyle sağlanabilir. Solanda bunun yaşanmış ör- ğun olarak yapılması gerekli. Bunlardan bineklerle ispatı defalarca farklı kişiler tara- rincisi akademik olarak bir envanter çıkarılması. Farklı etnik grupların olduğu gelişmiş fından ifade edildi. ülkeleri incelemeliyiz. Bunu o ülkeler nasıl • Hatay’ın kendi kentsel sorunlarında yapmış bakmalıyız. Sivil toplum kuruluşlabir araya gelerek uzlaşalım. rının yaptığı çalışmaları da akademisyenle• Biz birlikte rahat olmalıyız; farklı rin entegre etmesi lazım. Karar vericiler de gruplar Hatay için, hepimiz için, namusu- uzun süreli değişmeyecek bir yol haritası muzdur, şerefimizdir. Onlara bir şey olma- yapmalılar. Müzakere teknikleri ve etkili iletişim teknikleri örgün eğitimin içine girsına izin vermeyiz. meli. • Yerleşim yerlerinin hala ayrı olması • Hatay’daki halk savaş istemiyor bapotansiyel olarak bir tehlike taşımaktadır. rış istiyor diye bütün sivil toplum kuruluş• Siyasetçilerin ve din adamlarının larıyla bir araya gelerek ısrarla bu düşüncekullandıkları dile çok dikkat etmeleri gereyi iletmeliyiz. kir. Çünkü bu kişilerin söylemleri toplumu • Hatay’daki zayıflayan ekonomik durahatlatır ya da gerer. rumu göz önüne alarak bir ekonomik des• Ötekileştirmek birbirimizi düşman tek paketi hazırlanmalı. yaptı. Biz birbirimize sahip çıkmalıyız; .di• Gerçeklerimizden korkmazsak soğer grupların dertlerini dert edinirsek sorunlarımızı çok daha kısa bir sürede çözebirunlarımız çözülür. Empati kültürünü gelişliriz. tirmeliyiz. • Hepimizi insani değerler bağlamın• Hep beraber nerelerde yanlış yapıda görmeliyiz. Herkesi olduğu konumda yorsak oraları birlikte çözmeliyiz. kabul etme ve bir araya gelerek çözme • Evrensel insan hakları, evrensel dealışkanlığını kazanmalıyız. Birbirimizi tamokrasi niyetiyle buradaki bütün sivil topnımaya çalışmalıyız. Kullanılacak üsluplar lum kuruluşlarıyla bir bildiri yayınlayarak ortak üsluplar olmalı. her sivil toplum kuruluşu imza atarak karar • Sevgi, dostluk, kardeşlik duyguları vericilere ulaştıralım. devam etmeli. • Komşu ülkede insanların kafasına • Farklılıklara tahammül etmeliyiz. bomba yağarken bizim buna bigane kalmamız mümkün olamaz; o yüzden doğru müdahillik üzerinde düşünmeliyiz. (Süreç Analiz, 23 Kasım 2012) Parabol Gökhan Övenç [email protected] Kelle Paça Ekonomisi Stockholm Uluslararası Su Enstitüsü’ne göre dünyada üretilen gıdaların yaklaşık olarak % 50’si yenilmeden çürümekte veya çöpe atılmaktadır. Sadece İngiltere’deki restoranlarda yılda 600 bin ton gıda çöpe atılmaktadır. Birçoğumuzun bildiği ama pek azımızın yere konuşmakta israf kategorisine girmektedir. O yüzden ekonomik anlamda neiçmek istediği bir çorba: Kelle paça. Büyükbaş ve küçükbaş hayvanların yin israf olup, olmadığına karar vermek ve özellikle kıkırdak ve eklem bölgelerinde bol israfı ölçmek kolay bir iş değildir. Genel anlamda iktisat teorisinde kaymiktarda protein bulunmaktadır. Bu proteinler zahmetli bir sürecin sonunda özenle nakların kıt ve sınırlı, insanların ise dohazırlanan enfes bir kelle paça çorbasıyla yumsuz olduğu kabul edilir. Bu varsayımlar içenleriyle buluşmaktadır. altında insanoğlundan beklenen şey kıt Kusura bakmayın, bu yazıda kelle paça kaynakları en etkin, faydalı ve verimli şeçorbasının tarifini veya faydalarını anlat- kilde değerlendirmeleridir. mayacağım. Ama özelden bu çorba nerede Peki kendi bireysel yaşantımızı ele alaiçilir diye sorarsanız birkaç yer tavsiye ede- cak olursak sahip olduğumuz kaynaklarıbilirim. mızı nasıl kullanıyoruz: Zaman, yemek, su, Bu yazıda kelle paça çorbası üzerinden elektrik, kılık ve kıyafet vs. hareketle israf ekonomisinden bahsetme Kamu kuruluşlarından sanayiye, bireygayreti içerisinde olacağım. sel yaşantılarımızdan evlerimize kadar Gereksiz, amaçsız ve yararsız yere yapı- her alanda israfla karşılaşmakta ve israfın lan her türlü iş ve harcamaya israf denil- bizatihi sebebi olmaktayız. Örneğin, ormektedir. Bu açıdan bakıldığında gereksiz talama 5 kişilik bir aile günde toplam 15 24 Parabol Kelle ve paçaya çöpe atılması gereken bir uzuv olarak değil, bir değer olarak bakılması ve nasıl bir yöntemle içerisindekilerden istifade edebiliriz arayışı sonucu bu zahmetli çorba ortaya çıkmaktadır. defa lavaboya gidip 10 litrelik sifonu çekse günlük 150 litre, aylık ise 4,5 ton su kullanmış olur. 10 litrelik sifon yerine 5 litrelik bir sifon kullanılması durumunda ayda 2,2 ton su israfı önlenmiş olur. Aile ekonomisi içerisindeki bu tabloyu İstanbul genelinde düşündüğümüzde aylık ortalama 5 milyon litre su israfından kaçınmış oluruz. Modern iktisat teorisinde arka planlarda kalmış olsa da iktisadi aktörün ve toplumun içerisinde bulunduğu veya sahip olduğu zihniyet konusu önemli analiz imkanları sunmaktadır. Kelle paça çorbası aslında bir bakış açısının ortaya çıkmış somut göstergesi yani zihniyetin reel yansımasıdır. Kelle ve paçaya çöpe atılması gereken bir uzuv olarak değil, bir değer olarak bakılması ve nasıl bir yöntemle içerisindekilerden istifade edebiliriz arayışı sonucu bu zahmetli çorba ortaya çıkmaktadır. Stockholm Uluslararası Su Enstitüsü’ne göre dünyada üretilen gıdaların yaklaşık olarak % 50’si yenilmeden çürümekte veya çöpe atılmaktadır. Sadece İngiltere’deki restoranlarda yılda 600 bin ton gıda çöpe atılmaktadır. Türkiye İsrafı Önleme Vakfı’nın açıklamalarına göre ülkemizdeki israfın tüm kategorilerdeki toplamı GSYH’nın ¼’üne denk gelmektedir. Başka bir ifadeyle kamu kuruluşlarımızdan özel sektörümüze evlerimizden sosyal yaşantımıza uzanan israfın büyüklüğü yaklaşık 200 milyar TL civarındadır. Büyükbaş ve küçükbaş hayvanların kelle ve paçaları kullanarak çorba yapma örneğinde görüldüğü gibi, bir tarafta bütünün en ufak parçalarını bile çöpe atmadan değerlendirerek ekonomiye konu etme kapasitesine ve itinasına sahip olan insanoğlu diğer tarafta içerisinde bulunduğu kaynakları rahat bir şekilde israf edebilen insanoğlu. İkisi de biziz. Kelle ve ayaklar ocak ateşinde iyice ütülür, tüyler hepsi yakılır. Hiç tüy kalmamalıdır. Sonra, hepsini beyazlayıncaya kadar, bıçakla kazımak gerekir. Ayakların kıl dağarcığı çıkarılır. Bir müddet suda ıslattıktan sonra, tekrar temizlenir. Burnun içi yere vurularak temizlenir ve yıkanır. Sonra tuz ve yeteri kadar su ilave edip kaynatılır. Kaynama esnasında köpük yığılır. Pişenden sonra et çıkarılarak iri kemiklerden ayrılır ve doğranıp yeniden piştiği suya koyulup 1-2 taşım kaynatılır. Sarımsaklar ayıklanıp havanda dövülür ve hazır yemeğin suyundan bir az götürülerek ona katılır ve yemek zamanı arzuya göre istifade olunur.1 Sahip olduğumuz kaynaklarımızla kelle İktisadi kaynakların etkin ve verimli paça ilişkisi kurmamız dileğiyle... kullanılmaması sonucu ortaya çıkan israf Afiyet olsun. ekonomisi doğrudan sosyal politikayla, gelir dağılımıyla, yoksullukla vs. ilişkilidir. Bu 1 http://tr.wikipedia.org/wiki/Kelle_pa%C3%A7a konulara ayrı bir yazıda değinmek daha yerinde olacaktır. Bu konulardan daha önem- Food Waste,Clean Plates http://www.economist. com/node/21561884 lisi zihniyet meselesidir. 25 www.israf.org Siyaset Mehmet Alaca [email protected] “Öteki” ve “Beriki” Arasında Kalmak Sistem kendinden olmayanı “pis Kürt, hain Arap, yobaz İslamcı, dinsiz Alevi, sahtekar Çerkes, Ermeni dölü” ifadeleriyle yaftalamıştır. Gariptir, bu acımasız törpülemeye rağmen Kürtler ve bir kısım Alevi dışında herkes “beriki” olacak ve milliyetçi bir retorik kullanmaya başlayacaktır. Kimlikleşme genel olarak kültürel kodlar üzerinden şekilleniyor olsa da daha çok siyasal ve toplumsal örgütlenme biçimlerinin ortaya çıkması ile beraber “görünür” ve “etkili” olmaya başlamıştır. Kimlikleşmenin kendisini en iyi ifade ettiği toplumsal örgütlenme biçimi “ulus”, milliyetçilik ideolojisi ile yakından ilişkilidir. Özellikle, 26 modern dönem sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik ilişiklerin bir ürünü olan ulus olgusunun, kendisini “homojen” bir “etni” üzerinden tanımlamaya çalışması farklı tarih, kültür, soy, mit ve inanca sahip olan bir çok toplumun da ötekileşmesine zemin hazırlamıştır. Böylece, daha önce var olan toplumsal ve siyasal örgütlenme biçimleri- Siyaset nin yerini ulus olgusuna bırakması, merkezi bürokrasi, dilde standartlaşma ve merkezi ordu gibi yeni anlayış ve yapıların ortaya çıkması ile doğrudan ilişkilidir. Belli bir gruba dayalı olarak “inşa edilen-hayali cemaat” kendisini daha çok merkez olarak görürken, kendi “siyasal, kültürel ve sosyal” yapısının dışında duranları ötekileştirmiştir. Bu bağlamda “biz” ve “öteki” kavramlarının gelişimi milliyetçilikle paraleldir. Zira milliyetçilik, sadece milli/ulusal kimliğin “öteki”lere göre inşasında ve “öteki” olarak kodlanan kategorilerden “düşman” imgelerinin devşirilmesinde değil ulusal kimliğin yeniden üretilmesinde hem hitap ettiği üyeler arasındaki benzerliğe hem de dışarıdakilerin farklılığına vurgu yapar. Yani “biz” ve öteki(ler) arasında bir ayrım yapılmasına işaret eder. Böylelikle insanların içinde yer aldıkları topluluğa ilişkin aidiyetin, bilincin ve duyarlılığın, yani “grup kimliği”nin hırçınca gelişmesine ortam hazırlanır. Bu noktadan hareketle “ulus”un yaratılması/ icat edilmesinde milliyetçilik en önemli sosyal dinamik olup, etnik farklılıklar üzerinden “biz” ve “öteki”nin oluşmasında ve aralarındaki sınırların keskinleşmesinde de belirleyici olmuştur. “Öteki” yoksa “biz” de mümkün olamaz. Milli “biz”in mümkün ol27 ması için mutlaka bir “öteki”ye ihtiyaç vardır, hatta öteki yoksa yaratılır. Ve bir adım ilerisi olan biriciklik ve aynılık düşüncesiyle milli aidiyet fikri desteklenir ve milli kimlik olgusu üretilir. Ülkemizde yaratılan militer milli kimliğin sivil olan her şeyi esir almasının derin kökleri cumhuriyete kadar uzanmaktadır. Çok dilli/kültürlü/etnisiteli bir imparatorluğun tasfiyesiyle ortaya çıkmasına rağmen, cumhuriyet tek tipçi bir siyasal, toplumsal ve düşünsel biçem üretmeye soyunmuştur. Bu monolitik yapı, eskiden var olan iletişim, diyalog ve halklar arası ülfeti tercih etmek yerine, resmi ideolojinin yapay ve tahrif edici prensipleriyle oluşturulmuştur. Cumhuriyet Türkiye’sinin bu dayatmacı, dışlayıcı ve ötekileştirici zihinsel havsalası kendi dışında herkesi ötekileştirip acı çektirirken kendi gibi olanı veya olmak yolunda temayül edeni ödüllendirmiş, ama araçlaştırmayı da ihmal etmemiştir. Bu havsala her üniter yapı gibi “öteki” gruplar üzerinde asimilasyon politikaları uygulamışsa da özellikle Kürtler ve Aleviler üzerinde pek başarı yakalayamamış ve gariptir bu iki kadim öteki grup direnişleriyle “beriki ötekilere” ilerleyen zamanlarda ilham olmuştur. Zira bu havsala azınlıkları kendine entegre etmek için zor ve rıza dilemmasını sistematik şekilde kullanmış ve “ötekiler”e karşı “beriki” kartını kuvvetlendirmiştir. Doğal olarak kendinden olmayanı da sistem dışına itmiştir. Bu dışlamadan dolayıdır ki kendini hâkim kültürel kimlik tarafından baskılanmış, “ötekilenmiş” hissedenlerin verdiği farklılık mücadelesi siyasal sistem içinde bölücülük, ayrılıkçılık olarak algılanmakta ve bu durum “ötekileşme” sürecini daha derinleştirmektedir. Bu süreç Kürt hareketiyle önü- Siyaset 28 ne geçilemez bir hal almışken diğer öteki- beklenirken ötekileri en çok ötekileştiren ler çeşitli gerekçelerle sistemle uzlaşma grup içinde yer almaları psikopolitik açıdan yolunu tercih etmişlerdir. ele alınmaya değer bir paradoksluk arz etMustafa Kemal, Birinci Meclis konuşma- mektedir. Mesela Çerkesler; Rusya’nın Kularında “Meclis’in yalnız Türk değil, yalnız zey Kafkasya’yı pasifize etmesiyle başlaÇerkes değil, yalnız Kürt değil, yalnız Laz yan 1864 sürgünün mağdurları. Sürgünün değil fakat hepsinden mürekkep anasır-ı Çerkesler açısından belirleyici olan sonucu İslamiye” tanımıyla meclisin Müslüman un- “vatan kaybetmişlik” hafızası yaratmasıdır. surlardan oluştuğunun altını çizse de bu Bir vatan kaybettiğini düşünerek geldikleri tavır kısa süre içerisinde değişmiş ve ken- toprakları -ikinci vatanını belki de son şandinden olmayan herkes “öteki” ilan edilmiş- sını- kaybetmemeye çabalamış; Osmanlıytir. Benedict Anderson, böylesi durumlarda la ilişkilerini ‘sadakat’ ve “vefa” kapsamınmilletin zamansal ve mekansal anlamda da kurmuşlardır. Bu dönemde Müslüman biricik bir varlık olarak tahayyül edildiğini tebaa paydasında bir kimlik tanımına büifade eder. Yeni cumhuriyette de “biriciklik” rünmüşlerken cumhuriyetle birlikte yeni vurgusu ön plana çıkmalıydı. Artık öteki ol- hakim etnik gruba bürünülmüştür. Bu bağmayan tek biricik grup: “Türk/Sünni/Kema- lamda bürünülen milliyetçi idelojik değişim list/laik”ti. Böylelikle Türkiye’de “ötekilik” monolitik bir tip vazetmese de Çerkeslere kavramı bütün etnik/dini/kültür gruplara dair iki güçlü paradigma ön plana çıkmıştır: acımasızca uygulanmıştır. Sistem kendin- “Vatansız olmak” korkusunu aşarak üzeden olmayanı “pis Kürt, hain Arap, yobaz İs- rinde yaşadıkları toprakların sahibi olmak lamcı, dinsiz Alevi, sahtekar Çerkes, Ermeni veya Çerkesliklerinden tamamen vazdölü” ifadeleriyle yaftalamıştır. Gariptir, bu geçerek, kendilerini herkesten daha çok acımasız törpülemeye rağmen Kürtler ve Türk ilan etmek. Çerkeslikten büsbütün bir kısım Alevi dışında herkes “beriki” ola- vazgeçemediklerinde ise “Çerkes Türkleri” cak ve milliyetçi bir retorik kullanmaya baş- kavramı bile ön plana çıkartılmış ve anavatanlarının kurtuluşunu Turan ülküsünde layacaktır. arama yolu da düşünülmüştür. Ya da daha Bu bağlamda her şeye rağmen Kürtler pasif bir söyleme çekilip uzaklaştırıldıkları ve Alevilerin verdiği mücadele bir arada ya- topraklarına yas tutmayı bırakarak üzerinşamanın imkân ve risklerin ortaya çıkması de yaşadıkları topraklara daha sıkı bağlarla bakımından çok büyük önem taşımaktadır. bağlanmışlardır. Çünkü hantallaşan yapıyı iten en büyük “Biz ve öteki” olguları daha yoğunlaşahareketler bu iki grubun içindeki saflardan neşv-ü nema etmiştir. Kürtler ve Aleviler, rak “ötekinin ötekisi” biçimine evrilir. Böyçoğunlukla toplumsal düzeyde yaşadıkları lece “öteki” sisteme entegre olur ve adeta ayrımcılık ya da baskıdan çok, devlet dü- bayraktarlık yapar. “Ötekinin ötekisi millizeyinde karşılaştıkları sorunlara işaret et- yetçiliği” örneğine İsmail Gaspıralı, Adalet mektedir. Toplumsal düzeyde ise Kürtlere Ağaoğlu, Yusuf Akçura vs. gibi ideologların karşı bu baskının sadece Türk milliyetçile- göçmen olması örnek verilebilir. Hatta Teşrinden değil, İslamcılar, Alevilerin ulusalcı kilat-ı Mahsusa’nın efsane ismi Kuşçubaşı kanadı, Kafkas ve Balkan göçmenlerinden Eşref’in Çerkes olması ve MİT’in içerisinde Çerkeslerin uzun süre etkili olmaları ya de geldiği ifade edilmektedir. da Türk ordusunun komuta kademesinin %30-40’a yakınının Çerkeslerden oluştuğu iddiası göz önüne alındığında sistemin en “Ötekinin öteki milliyetçiliği” kilit ve en stratejik kurumlarında aktif rol Vatanlarından öteki ilan edilerek süoynamaları hem çok ilginç hem de bahsetrülen halkların –Kafkas ve Balkan- doğal tiğimiz ruh haletiyle ilişkilendirilebilir. olarak ötekiliğin mağduriyetini anlamaları Siyaset Vatanlarından öteki ilan edilerek sürülen halkların –Kafkas ve Balkandoğal olarak ötekiliğin mağduriyetini anlamaları beklenirken ötekileri en çok ötekileştiren grup içinde yer almaları psikopolitik açıdan ele alınmaya değer bir paradoksluk arz etmektedir. Tabi sistemle barışık olmalarına rağmen kültürel bakımdan Çerkes milliyetçiliğini içten içe yaşayan çok güçlü bir kanat da mevcut, bu kesim için ümit asla bitmemiş sadece bir süreliğine rafa kaldırılmıştır. Zira bu yapı, 1990’lardan sonra Kürt hareketinin gelişmesi ve mezkur açılımlar sonrası yoğun biçimde filizlenecektir. Hükümetin Kürt, Alevi ve Roman halkları için yapmaya çalıştığı açılımlar ve Kürt hareketinin gelişimi şüphesiz Çerkesler dahil bütün azınlıklar için gerek itici bir güç olmuş gerekse kimliklerine duydukları özlemi gidermek için yeni bir fırsat oluşturmuştur. Zira birçok azınlık grup gibi Çerkes sol gruplarının da HDK (Halkların Demokratik Kongresi) çatısı altında toplanmaları veya açılımların Çerkeslerin kendi kimlikleriyle daha görünür hale gelmeleri, Çerkes soyadlarının iadesi, resmi tarihin içine Çerkeslerin dahil edilmesi, Çerkes dillerinin seçmeli ders olarak okullarda okutulması, 24 saat yayın yapan Çerkes televizyonu ve radyosu gibi taleplerin dillendirmeye başlaması bunların neticesidir. Çerkes örneğinde olduğu gibi “beriki”leşmede –haklı olarak belki de mecburi olarak- önemli paradigmalardan olan minnet duygusu ve “bir daha vatansız kalma korkusu” bakımından Kafkas ve Balkan göçmenlerinin geliştirdikleri savunma mekanizması kısmen kabul edilebilir bir durum arz etse de Kemalist sistemin en büyük ötekileri –İslamcılar- Kürt ve Alevi hakları konusunda neden uzun süre sessiz kalmayı tercih ettiler? Neden yaşanan haksızlıklar konusunda son dönemlere kadar hiçbir 29 çaba harcamadılar, ki aynı sorunları kendileri de yaşamaktaydı. Veya Dersim, Maraş, Çorum, Malatya, Sivas kıyımını yaşamış Alevilerin bir kısmının cumhuriyetin bekçiliğini üstlenmelerinin sebebi neydi hakikaten… Vatansız kalma korkusu mu, yoksa yok edilme korkusu mu?! Gelecek yazıda bu sorulara cevap aramaya çalışacağız. Hasılı, ülkemizin herhangi bir kültür, etnik ya da inanç grubuna karşı bir ötekilik yaratmayacak politikalar üretmesi gerekmektedir. Farklılıkları bastırmadan bir arada-oldukları gibi- var olabilecekleri bir Türkiye’nin inşası herkesi mutlu edecektir. Zira ülkedeki toplumsal ülfet, rabıta ve hakikat ancak böyle tekemmül edecektir. Siyaset Tarık Özkaraman [email protected] Linç Olgusu ve Hukuk Devleti’nin İflası İletişim çağında, bütün diğer eylem, olgu ve nesneler gibi, linç eyleminin de ihracı kolay olmuş; dünyanın diğer ülkelerindeki egemen sınıfların “vatan-millet düşmanlarını” yola getirmek için bütün illegalitesine rağmen kullandıkları bir “infaz” mekanizmasına dönüşmüştür. Linç Eyleminin Kökeni Linçin ortaya çıkış tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, bu konuda yapılmış az sayıda çalışmanın hemen hepsinin değindiği iki isim vardır: William Lynch ve Charles Lynch. İngilizce vikipedinin Amerikan Ulusal Biyografisi’ne dayandırdığı bilgiye göre, linç eyleminin kökeni olan “Linç Kanunu” (Lynch Law), ilk defa Amerikan Bağımsızlık Savaşı sırasında kraliyet yanlılarının karşı çıkışlarını bastırmak için, Virjinya’nın önde gelenlerinden Charles Lynch tarafından ortaya atılmış; 1811’de William Lynch tarafından Virjinya’da uygulanmaya devam edilmiştir1. Daha sonraları bu kural, ABD’deki toprak sahiplerinin “köleleri yönetmek” için başvurdukları bir yönteme; oradan da siyahilere karşı süre gelen katliam ve saldırılara evirilmiştir. İletişim çağında, bütün diğer eylem, olgu ve nesneler gibi, linç eyleminin de ihracı kolay olmuş; dünyanın diğer ülkelerindeki egemen sınıfların “vatan-millet düşmanlarını” yola getirmek için bütün illegalitesine rağmen kullandıkları bir “infaz” mekanizmasına dönüşmüştür. İnsanlar yaşamları boyunca çok ve çeşitli sayıda eylemde bulunurlar. Bu eylemler, yaşanılan toplumun normlarına göre birden fazla şekilde (günah, sevap, ahlaki, gayriahlaki, suç, nötr vs.) kategorize edilebilir. Hukuk devletlerinde bir yaptırıma tabi tutulan eylemler, “suç” kategorisine giren eylemlerdir ve yaptırım, evrensel hukuk normlarına uygun bir şekilde icra edilir. Ancak hukuku içselleştirememiş toplumlarda, egemen grup/sınıf üyeleri kendileri ve “kendilerine ait devlet” için zararlı/tehlikeli gördükleri kesimleri, grupları veya gruplardan bireyleri “hizaya çekmek amaçlı”, yeni caydırıcı yargılama ve infaz teknikleri üretirler. Linç, en sık başvurulan yöntemdir ve Türkiye bu illegal eylemin en sık rastlandığı ülkelerdendir. Bu çalışmada linç olgusunu tanımlayıp, kökenini, türlerini ve Türkiye’de 1 http://en.wikipedia.org/wiki/William_Lynch_ ortaya çıkış nedenlerini inceleyeceğiz. (Lynch_law) 30 Siyaset Bazı şehirlerde Alevi evlerinin işaretlenmesi, Zeytinburnu’nda Kürt işçilerin linç edilmesi, Manisa’nın selendi ilçesinde Romanlara yapılan saldırılar, Bursa’da Kürt mahallelerinde yeni 6-7 Eylül provalarının yapılmasıdır. Linç Eyleminin Tanımı ve Türleri/Yöntemleri mış; çok failli bir suç olarak, Ceza Kanunu’nun “iştirak hükümleri” doğrultusunda değerlendirilmiştir1. Doktrinde tartışma yaratan bu yaklaşıma muhalif hukukçular, Ceza Kanunu’ndaki ilgili maddelerin linç olaylarının değerlendirilmesinde yeterli olmayacağını ve asli failin belirlenmemesi durumunda olayın “faili meçhul” olarak kalabileceğini belirtmektedirler. Peki, linç eylemi, sadece, ölümle de sonuçlanabilen, fiziksel saldırılardan ibaret midir? Ya da daha doğrudan sorarsak, linç eylemi için sembolik/psikolojik saldırı kampanyaları bir yöntem midir? Yukarıda da atıfta bulunduğumuz Ahmet Özgür, yüksek lisans çalışmasında linç olgusunun güncel halini, “herhangi bir sebeple, bir grup insanın, bir veya birkaç kişiye, sembolik veya fiziksel olarak gayrimeşru şiddet uygulaması2” olarak tanımlamıştır. Tanımdan da anlaşılacağı üzere, “fiziksel linç”in dışında, kişinin zarar görmesine, sindirilmesine ve dışlanmasına yönelik yapılan ve süresi fiziksel linçten daha uzun olan ikinci yöntem, “sembolik linç”tir. Bu ikinci yöntem, basın-yayın organları sayesinde, sistematik olarak yürütülebilecek bir kara propaganda olabildiği gibi; günümüz teknolojisi sayesinde kitle iletişim araçları ve sosyal Linç olayının kökeni kadar tanımı da tartışma konusudur. Ülkemizde konuyla ilgili ilk bilimsel çalışmayı yapan Ahmet Özgür’ün aktardığına göre, Anabritannica Ansiklopedisi Linç olayını, “bir kitlenin, suçlu kabul ettiği kişinin yargılanmasına olanak tanımadan, kendi başına adaleti yerine getirme iddiasıyla gerçekleştirdiği şiddet eylemi” olarak tanımlarken; Türk Dil Kurumu sözlüğü, “birden çok kimsenin, kendilerine göre suç olan bir davranışından ötürü birini, yasa dışı ve yargılamasız olarak taş, sopa vb. araçlarla döverek öldürmesi” olarak tanımlamıştır. Özgür’e göre bu (TDK’nin tanımı), iki açıdan sıkıntılıdır: Birincisi, “taş, sopa vb. araçlarla…” ibaresiyle eylemin amatörce yapıldığı vurgulanmaya çalışılmakta; ikincisi, ölüm, linç eyleminin bir unsuru olarak değil, bir sonucu olarak değerlendirilmektedir. Bu durum, 2005-2006 yılları arasında Türkiye’de yapılan ve Anabritannica’nın tanımına göre linç kategorisine giren 75 eylemden sadece iki tanesinin linç eylemi olarak değerlendirilmesine sebep olmaktadır. Geri kalan yetmiş üç olay linç girişimi olarak kabul edilmektedir. Öte yandan, Türkiye hukuk sisteminde 1 http://ahmetozgur.com/akademik/Linc_2007. linç, bağımsız bir suç olarak tanımlanma- pdf s.80 2 Ahmet Özgür, age, s.11 31 Siyaset medya üzerinden de kolayca organize edilebilmektedir. Burada, doğrudan amaç, hedefteki kişinin/grubun marjinalleştirilmesi, dışlanması, itibarsızlaştırılması iken; fiziksel saldırı görmesi ya hedeflenmemiştir ya da ikincil hedeftir. (Bu her iki linç yöntemi de kendi içinde “siyasi linç” ve “adi linç” olarak ikiye ayrılır. Bu konuya “Türkiye’de Linç Eyleminin Nedenleri” bölümünde değineceğiz). Sembolik linç eylemi için, gazeteciyazar Ali Bayramoğlu’na yönelik, bir gazete tarafından yürütülen karalama kampanyası açıklayıcı bir örnek olabilir. Geçtiğimiz Haziran ayında bir gazete, Ali Bayramoğlu için “kripto Ermeni” demiş, Kürt sorunu ve Ermeni taktili konusundaki görüşlerinin, gizlediği Ermeni kimliğinden kaynaklandığı iddiasında bulunmuştu. Gazete, Ali Bayramoğlu’na yönelik başlattığı sembolik linçle, hem Bayramoğlu’nu karalamaya ve hedef göstermeye çalışmış hem de Ermeni kimliğine pejoratif bir anlam yükleyerek, dolaylı olarak da olsa Ermenilere yönelik nefret söyleminde bulunmuştur. 32 Türkiye’de Linç Eyleminin Nedenleri 2005-2006 yılları arasında, gazete haberlerine yansıyan linç eylemleri incelendiğinde, bunların çoğunun siyasi nedenlerden kaynaklandığı görülecektir. Ancak bunların yanında, hırsızlık, yaralama, kapkaç gibi adi suçlardan dolayı gerçekleşen linç eylemlerinin sayısı da gittikçe artmıştır. Bu noktada linç eylemlerini nedenlerine göre ayırmak gerekirse; “adi linç” ve “siyasi linç” olarak ikiye ayırabiliriz. 2004 yılında medyaya yansıyan linç olayı sayısı 6’dır ve bunların hiçbirisi siyasi linç değildir. 2005 yılından itibaren linç olayları enteresan bir şekilde tırmanışa geçmiş, 2005-2006 yıllarında bu sayı 75’i bulmuş ve bunların 31 tanesi siyasi linç olarak değerlendirilmiştir1. Bilim ve Gelecek dergisine röportaj veren Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, linç eyleminin ana nedenlerini, “engellenme” ve “kimliksizleşme” olarak açıklamıştır. ABD’de pamuk fiyatlarının düştüğü yıl1 http://cetinyilmaz.wordpress.com/2010/07/27/ turkiye-linc-cumhuriyeti/ Siyaset larda linç olaylarında artış olduğunu söyleyen Kağıtçıbaşı’na göre geliri azalan birey engellendiğini düşünür ve bu düşünce kişiyi saldırganlığa iter1. Öte yandan “kimliksizleşme”de saldırganlığı besleyen faktörlerdendir. Bir gruba dahil olan birey, birey olmaktan çıkıp “kimliksizleşir”. Yaptığı eylemin sorumluluğunu, gruptaki diğer kişilerle paylaştığını düşünür. Bunu örneklemek için de, 1860’lardan 1960’lara kadar ki yüz yıllık dönemde siyahilere katliamlar, saldırılar yapan Ku Klux Klan örgütünün yönteminden bahseder. Kağıtçıbaşı’na göre örgüt üyeleri, başlarına maske taktıktan sonra siyahileri linç etmeye başlıyorlar ve böylece sorumluluğu grubun diğer üyeleriyle paylaştıklarını düşünüyorlardı. Türkiye’de linç grupları, her türlü politik eylemi, sendikal hareketleri/protestoları “huzur bozma girişimi” olarak tanımladığı için ve egemen grupla, sistemle barışık olduğunu kanıtlamak için organize olurlar. Elbette ki bunda, medyanın, siyasal sistemin, toplumun bazı kesimlerini ötekileştiren, yaftalayan uygulamaları da etkili olmaktadır. Linç grupları, saldırdıkları Kürtleri “bölücü”, vatan haini”; Alevileri “dinsiz”; eşcinselleri ve transseksüelleri ise “ahlaksız”, “sapkın” olarak tanımlamakta ve eylemine toplum nezdinde, bu argümanlarla meşruiyet sağlamaya çalışmaktadır. Bunda, medyanın haber verme tarzı ile eğitim sistemi ve geleneksel yaşam tarzı etkili olmaktadır. Ancak asıl etken, önleyici hukuki yaptırımların olmamasıdır. Bütün bu verilere, linç olaylarından sonra, yetkililerin linç eylemini destekleyen demeç ve tavırlarını da eklediğimizde, durumun vahameti daha da artmaktadır. Bu konuda hafızalarda en çok yer edinen örnekler, başbakan Erdoğan’ın Trabzon’da bildiri dağıtırken linçe maruz kalan TAYAD’lılarla ilgili söylediği “Halkımızın hassasiyetleri vardır. Bir şey yapıldığında, bu hassasiyetleri dikkate alarak yapmak gerekir” sözleri ile aynı olayla ilgili Trabzon 1 http://www.bilimvegelecek.com. tr/?goster=166 33 valisi Hüseyin Yavuzdemir’in sarf ettiği, “huzur bozan cezasını çeker!” cümlesidir. Nisan 2005’te gerçekleşen bu saldırı ve yorumlar, “düzen sağlayıcılar” ile “düzen bozucular” arasındaki paradoksal işbirliğini göstermesi bakımından önemlidir. Elbette ki linç eylemleri ve idarecilerin, bürokratların bu linçlere prim veren demeçleri bunlarla sınırlı olmamıştır. Benzer şekilde, Rize’de eylem yapan TAYAD’lılar linçe maruz kalmış, Rize valisi “vatandaş tahrik oldu” demiş, milletvekili Abdulkadir Kart “devlete ve millete bağlı Karadeniz insanı gerekli dersi vermiştir” sözleriyle olayı meşru göstermeye çalışmışlardır. Her linç eyleminden sonra gelen bu tarz demeçler, saldırıların linç olarak kabul edilmesinin ölüm şartına bağlanması, linç eyleminin yasalardaki muğlak ve esnek tanımından dolayı –Ceza Kanunu’nda linç eyleminin müstakil bir suç olarak tanımlanmamış olmasından dolayı (yukarıda değinmiştik)- faillerinin yargılanmasının zorluğu gibi birbirini destekleyen nedenlerin bizi getirdiği nokta; bazı şehirlerde Alevi evlerinin işaretlenmesi, Zeytinburnu’nda Kürt işçilerin linç edilmesi, Manisa’nın selendi ilçesinde Romanlara yapılan saldırılar, Bursa’da Kürt mahallelerinde yeni 6-7 Eylül provalarının yapılmasıdır. Bu tablo, Türkiye’de yasaların ve yasa koyucuların tavrı ile egemen kitlenin psikolojisinin, linç eyleminin mağdurundan çok failini koruduğunu ve bu konjonktürde, linç olaylarının artmasa bile, engellenemeyeceğini öngörmemize yol açmaktadır. Hukukun egemen olduğu normal toplumlarda linç, normal olmayan bir “adalet ve düzen” sağlama arayışıdır. Dolayısıyla, ülkemizde de linç eylemlerinin –özellikle son yıllarda- bu kadar artmış olması, hem toplumun haletiruhiyesi açısından hem de hukukun ülkemizdeki işlevi/etkisi konusunda kuşku yaratmaktadır. Linç olaylarının ve nefret suçlarının önlenmesi için yapılması gereken, TCK’de bunun müstakil bir suç olarak tanımlanması ve caydırıcı cezai müeyyidelerin uygulanmasıdır. Aksi takdirde gidişat, daha vahim olaylara gebedir. Sada-i Tarih E. Melek Cevahiroğlu Ömür [email protected] Tipik hikmet-i hükümet üzerinden çalışan devlet aklına göre bir sorun ortaya çıktığında mesele önce soğutulmalıydı. Devlet aklı işletilmeliydi zira en büyük kazanç zamandı. Meseleler uhulet ve suhulet ile halledilmeliydi. Orta yol ahlaki olandı. Dünya tarihinde ilk toplumlar suyun etrafında öbeklenmişlerdir. Bu nedenle de ilk toplumların hidrolik toplumlar olduğunu söylenebilir. Tarım bu aşamada gelişir ve toplumu da zamanla dönüştürür. Siyaset tarihi de tam buna paralel olarak iki aşamada gelişmiştir; 1- Hidrolik toplumların ortaya çıkması, 2- toplumların kendi kendilerine yeterli olmamaya başlaması. Bu aynı zamanda ticari tarihin de başlangıcıdır. İpek Yolu, Baharat Yolu, Kürk Yolu, Amber Yolu, Köle Yolu buna en güzel örneklerdir. Ticaret yollarının ortaya çıkmasıyla bu yollar üzerinde denetim kurma meselesi de ortaya çıkar. Bu da siyasetin görevlerinden olur. Yönetme sanatının malzemelerinden olur. Hikmetlere doğru bir gidişattır bu. Bu yolun temelinde de “adalet” vardır. Adaletli olmak demek, adil olan her parçanın bütündeki yerini yine adil bir şekilde bulmasını sağlamak ve bütüne hizmet etmesini temin etmektir. Diğer bir ifadeyle adil olmak demek, aşama aşama, önce bütünü tanımlamak, ardından parçaları belirlemek, son34 Modernleşme ve Osmanlı Devlet Aklının Evrimi ra parçalar arasında uyumu sağlamak, ve son olarak bu adil parçaları bütüne adil bir şekilde entegre etmektir. “Çark-ı felek”in devamlılığı için de bu parçaları başkalarına karşı korumalı, parçaların kılıç kullanmasına izin vermemeli ve topraklardaki üretimin devamlılığı sağlanmalı ve üretimin artıklarından da hizmet verilmelidir. İşte bu adalet çarkıdır. Bu çarkın tesisi, adaletin tesisidir ve siyaset teorisinin de konusudur. Osmanlı’da klasik dönemden itibaren siyaset teorisi ile ilgilenilmiştir. Bu konuda siyasetname ve adaletname adı verilen zengin bir literatür mevcuttur. Siyasetnameler yöneticilere iktidarlarını sağlam bir şekilde tesis etmeleri ve korumaları için izlemeleri gereken yolu göstermeye çalışırlar. Genelde tek bir hükümdara özel olarak sunulan bu metinlerde ideal yönetici imgesi tasvir edilir ve adalet, mutluluk, itaat ve mücadele gibi temel nosyonlar üzerine inşa edilir. En önemli özellikleri de devlet mekanizmasının karmaşıklaşmasına sebep olacak bir takım siyasal ve toplumsal krizlerin etkisiyle yazılmalarıdır. (Türk 2012) Yöneticinin isteğiyle kaleme alınan siyasetnamelere de adaletname adı verilmektedir. Ahmed Dai, Aşıkpaşazade, Oruç Bey, Tursun Bey, Koçi Bey gibi şair, yazar ve tarihçilerin eserlerinde devlet yönetimiyle ilgili ipuçları ve siyasetnamelere özgü öneriler bulunmaktadır.(Levend 1963)Genelde kriz ortamında yazılan bu siyasetnameler adalet sisteminde meydana gelen sorun nedeniyle devreye girer ve siyaset teorisi Sada-i Tarih Doğu’nun zenginliği ve geleneksel yapı ile ilişkili olan Osmanlı yeni dünya düzeninde dünyanın gözbebeği olma konumundan düşer. Sermayenin yapılandığı dünya ile servetin yapılandırıldığı dünya çatışır ve başarı da siyasal seçkinlerin sermaye üretiminin içine girmeleriyle olabilirdi. Siyaset ise rasyonalize edilmelidir. Adalet siyasetin meselesi olmaktan çıkar ve ekonominin meselesi haline gelir. Hükümdarın rolü değişir ve siyaset bir sanat oluverir. ortaya çıkar. Ancak sistemdeki bu aksaklık arızidir. Sistem mükemmel olduğundan bu aksaklık geçicidir. Nizam-ı alem tartışılmazdır ve kusursuzdur. 1699 yılında imzalanan Karlofça Antlaşması ile “onarıcı siyasetname” türü ortaya çıkmıştır. Koçi Bey bunun en iyi örneği ve sipariş olmasından dolayı da bir adaletnamedir. Aynı zamanda bir menteşe metindir. Nizam-ı alem yerli yerinde olmasına rağmen sistemde ariza baş göstermiştir. Hazine boşalmış, isyanlar çıkmış, fiyatlar artmış, ordunun başı bozuktur. Balkanlar, Anadolu, Mezopotamya üzerinde yer alan, İpek Yolu ile Baharat Yolunun kesiştiği noktalarda bulunan ve emperyal bir yapı olması dolayısıyla dünyanın gözbebeği durumunda olan Osmanlı’nın çark-ı feleği ne oldu da dönmemeye başladı? Osmanlı’nın da içinde yer aldığı eski dünya 16. yüzyıl itibariyle değişmeye başlar. Yeni Dünya’nın yani Amerika’nın keşfi dünyanın merkezinin değişmesine sebep olur. Dünya Atlantik merkezli olmuştur ve Doğunun zenginliği Amerika’nın zenginliği ile yarışacak boyutta değildir. Neticede Balkanlar zengindir ancak doğuya doğru gidilince Anadolu kuraktır; Mezopotamya verimlidir ancak onun doğusunda da çöl vardır. Amerika ise kesintisiz bir zenginlik kaynağıdır. Doğu’nun zenginliği ve ge- 35 leneksel yapı ile ilişkili olan Osmanlı yeni dünya düzeninde dünyanın gözbebeği olma konumundan düşer. Sermayenin yapılandığı dünya ile servetin yapılandırıldığı dünya çatışır ve başarı da siyasal seçkinlerin sermaye üretiminin içine girmeleriyle olabilirdi. Siyaset ise rasyonalize edilmelidir. Adalet siyasetin meselesi olmaktan çıkar ve ekonominin meselesi haline gelir. Hükümdarın rolü değişir ve siyaset bir sanat oluverir. Bu minvalde Avrupa’da 1532 yılında bir kitap yayınlanır. Hükümdar aynası olarak da tanımlanan bir tür nasihatname olan bu kitap ünlü İtalyan diplomat Nicolo Machiavelli tarafından kaleme alınmıştı. Ahlak ve adaletin artık siyasetin meselesi olmadığının altını çiziyor ve ideal hükümdarın nasıl davranması gerektiğini açıklıyordu. Diğer bir ifadeyle politikanın üzerindeki ahlak ve hikmet örtülerini kaldırmış, devlet ve hükümdar üzerindeki dinsel kılıfı da söküp atmıştır. Machiavelli realpolitiki tanımlamış ve öne çıkarmıştır. Avrupa Realpolitik’e doğru yönelir. Rasyonel bir örgütlenme ile araçlar ile amaçlar arasındaki ilişki uzman ve nesnel bilgilere dayandırılır. Saray toplumu değişir ve aristokratlar siyasetten uzaklaştırılır. Raison d’etat yeni dünya siyasetindeki rolünü alır. Hikmet-i hükümet demek olan bu formül dünyevidir ve Tanrı’ya karşı da mesafelidir. Eski dünyanın aristokratları üretimdeki yerlerini alır ve yeni siyasal sınıfı oluştururlar, ki başarının sırrı da budur. Buna yeni bir sınıf olarak burjuvazi de eklemlenir. Bu yeni sınıf kraldan yeni taleplerde bulunurlar. Bu taleplerin karşılanması vergi sisteminin devreye girmesini gerektirir, ve bu vergilendirme yeni bir ekonomi pratiğinin doğmasını sağlar; kapitalizm. Modern dünya oluşmaya başlar. Uzun ve kanlı iç savaşların ve kurumlar arası çatışmaların ardından yeni bir toplum-devlet algısı ortaya çıkar. Devlet ve toplum birbirine eklemlenir. Egemenliğin tanımı yeniden yapılır ve sınırları belirlenir. Devletin ve toplumun bir Sada-i Tarih araya geleceği koşullar belirlenir. Siyasal ginlik olarak algılanan bu ikircikli durumda algı değişir. kendilerinin geleneksel bakış ile modern Osmanlı’nın bu dönüşümü mevcut kod- zamanı karşıladıklarını düşündüler. Hala nilarıyla anlamasına imkan yoktu. Bu gerçek zam-ı aleme inanıyor ve devlet dönüşünce ile kötü yüzleşti. Toprak sistemi çöktü, ithal herşeyin yoluna gireceğini düşünüyorlarmallardaki fiyat artışlarından dolayı kıtlık dı. Ekonomi, siyaset ve toplum arasındaki baş gösterdi, isyanlar ve ayrılıkçı hareket- bağı ilintili olarak okumadılar, sadece devlenmeler başladı. 3. Selim tahta çıktığında let kategorisinde düşündüler. Devletin beOsmanlı 100 yılını boşa harcamıştı. Deli kası başlıca amaçlarıydı ve okullar, mahkePetro 17. yüzyıldaki gelişimi doğru değer- meler ve yerel yönetimler ile değişime ön ayak oldular. Tanzimat ile din farkı toplum lendirmiş ve Rusya için gerekli dönüşümü gerçekleştirirken, Osmanlı bu yüzyılı harcamıştır. Hazine boşalmış. Celali İsyanları ortaya çıkmış. Vaka-i ardiye baş göstermiş. Ve yine onarıcı siyasetnameler gelmeye başlamıştı. Ancak nizam-ı alem algısı hiç değişmedi. Sorunun arızi olduğu düşüncesi devam etti taki Tanzimat’a kadar. 18. yüzyıl ise Osmanlı için ilginç bir yıldır. Devlet kabuk değiştirir fakat bu zaruri olarak algılanır. Aynı zamanda 3. Selim ile Fransız Kralı XVI. Louis arasındaki yazışmalar değişimin Avrupa modelli olduğuna dair bir fikrin varlığını yansıtır. (Ortaylı 2001)Yayınlanan ıslahat layihalarının çoğu değişen dünyaya ve bilhassa da değişen askeri teknolojiye işaret eder. Kısacası adı konmadan Batıcı bir siyasal düşünce cereyan eder. Ardından Tanzimat ile devam eden bu değişim fikri dönüşmeye devam etti. Tanzimat ile sorunun geleneksel kültürel ve siyasal kodlarda olduğu bilincine varıldı ve hakiki değişim başladı zira dönüşüm siyasal teori düzeyine taşındı. Tanzimat ile devlet yeniden şekillendi. Artık Zeyrek’te oturmayan devlet ricalinin mekanı değişti. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın romanlarında anlattığı bu sınıfın bir ayağı Doğu’da bir ayağı Batı’daydı. (Tanpınar 2012)Zaman zaman “cream de la cream” olarak nitelendirilen bu Tanzimat sınıfı ikircikli bir fikir içindeydi. Ancak bir zen- 36 arasında bir ayrıcalık olmaktan çıktı. Yasa önünde eşitlik sağlandı ve toplumsal farklılıklar sistem dışına itildi. Ancak yeterli gelmedi. Tanzimat aklı geleneksel devlet aklından kopamadı. (Alkan 2001) Tipik hikmet-i hükümet üzerinden çalışan devlet aklına göre bir sorun ortaya çıktığında mesele önce soğutulmalıydı. Devlet aklı işletilmeliydi zira en büyük kazanç zamandı. Meseleler uhulet ve suhulet ile halledilmeliydi. Orta yol ahlaki olandı. Tanzimat ile milletler eşitlendi ve millet yeniden tanımlandı. Osmanlıcılık ile devlet ile toplum arasındaki bağ yeniden kurulmak istendi ancak bu tereddütlü bir adımdı. Ulus merkezli bir kimlik oluşturulmak istendi ve Ahmet Cevdet Paşa bu kimliğin mimarlığına soyundu. 27 Mart 1823’te Lofça’da (Bulgaristan’daki Lovec) doğan Ahmet Cevdet, 16 Sada-i Tarih yaşındayken medrese eğitimi almak üzere büyükbabası tarafından İstanbul’a gönderilir. Akli ve nakli ilimlerin yanında, bir parça Fransızca içeren çok yönlü bir eğitimin ardından Sadrazam Mustafa Reşit Paşa’nın muhitine girerek onun ekolünde bir Tanzimat siyasetçisi olur. Olağanüstü zekası ve entelektüel birikimi sayesinde eserlerinde Tanzimat ekolünü en iyi yansıtan, ortaya koyan, açıklayan ve savunan isimlerinden olur. Cevdet’in siyasi düşünceleri devlet ekseninde döner. Daha önce de değindiğimiz gibi buradaki asıl sorun 18. yüzyıl itibariyle dünyada değişmeye başlayan devlet kavramının ve siyasi geleneğin Osmanlı’da mevcut olmamasıdır. Cevdet de bu bağlamda formüller üretmeye çalışır. Ahmet Cevdet’e göre devleti yeniden kurmak yetersizdi. Öncelikle devletin ruhu açığa çıkartılmalıydı. Bu anlamda Cevdet Paşa bir hukukçu yaklaşımıyla sivil yasaların yapılması ve şeriat ile fıkıh kanunların temeli olmasını önermektedir. Ardından odak devletten millete kaydırılmalıydı. Millet ise İslamdı. Medrese dönüşmeli ve yaratıcı ve yorumcu olmalıydı. Kısaca, toplum iyi tanımlanmalı, şeri devlet tesis edilmeli ve devletin esenliği sağlanmalıydı. Toplum olunmalı, Osmanlılık ve İslam bu toplumun kimliği olmalı ve ulusun ruhu devletin ruhunun üzerinde konumlanmalıydı. Cevdet’in devlete yüklediği iki ana görev vardır; ihkak-ı hukuk ve ülke savunması. 37 Yani devlet ya da yöneticiler tebaanın hak ve mükellefiyetlerini ikame etmeliydiler. Cevdet “mutfağın içinde” edindiği tecrübeler ile somut veriler üzerinden Osmanlı’nın problemlerine cevap aramaya çalıştı, bu bağlamda da Osmanlı’nın Machiavelli’siydi. (Neumann 1999) Tanzimat ikircikli ve sancılı bir dönemdi. Amaç parlayan Doğu Sorunu’nun içinde ayakta kalabilmek ve devletin eksikliğini giderebilmekti. Fakat 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan Kırım Savaşı ve dış müdahaleler, ardından Sultan Abdülaziz’in hali ve isyanlar ile Tanzimat hem iç hem de dış dünyanın tehdidiyle karşılaştı. 1876 yılında tahta çıkan Sultan 2. Abdülhamid döneminde göreceli bir yatışma dönemi başladığında Osmanlı alimleri arasında iki alternatif maarif ortaya çıkmıştı; Genç Osmanlılar ve Jöntürkler. Bu iki maarif ekolü yaklaşık 20 sene sonrasında kurulacak modern Türkiye’nin siyasal düşüncesinin de temeli olacaktır. Okuma Önerileri: Alkan, Mehmet Ö., ed. Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Cumhuriyet’e Devreden Düşünce Mirası: Tanzimat ve Meşrutiyet’in Birikimi. Vol. 1. İstanbul: İletişim Yayınları, 2001. Levend, Agah Sırrı. “Siyasetnameler.” In Türk Dili Araştırmaları Yıllığı. Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1963. Neumann, Christoph K. Araç Tarih Amaç Tanzimat Tarih-i Cevdet’in Siyasi Anlamı. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999. Ortaylı, İlber. Vol. 1, in Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce , edited by Mehmet Ö. Alkan. İstanbul: İletişim Yayınları, 2001. Türk, H. Bahadır. Çoban ve Kral. İstanbul: İletişim Yayınları, 2012. Tanpınar, Ahmet Hamdi. On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul: Dergah Yayınları, 2012. Sada-i Tarih Ayşegül E. Sofuoğlu [email protected] Mezarlıkta İsyan var; Melamet hırkasını giyen meftalar haykırıyor! Biz burdayız der o sesler, unutmadık der, affetmedik der, sen ordaysan biz de burdayız der... Bunu bir tek padişah duyar, hiddetlenir ancak haykıran mezar taşlarını nasıl susturabilir, bu savaşı nasıl kazanabilir ki? Kanuni sadece 3 kelle aldı, ama isyan baki kaldı... Sonraki melamiler alemi bekaya giderken “bi seru pa” olup, başsız ve ayaksız mezar taşları ile direndiklerini ve unutmadıklarını sonsuza dek seesizce haykırdılar. susturabilir, bu savaşı nasıl kazanabilir ki? İmparatorluk aslında bir tarikatlar mozaiğidir. Her çeşit, her usul, her inanış mevcuttur. Lakin bazısının çizmeyi aştığı düşünülür ve gazaba garkedilir. İşte Melami tarikatının kaderi de böyle mühürlenmiştir. En kudretli kılıcını takmış, en şatafatlı Bu gazap onların yüzyıllar boyunca alameti esvabına bürünmüş, seçme kul ve asker- farikaları olmuştur. lerini arkasına alarak olağanca debdebesi Kanuni Sultan Süleyman zamanında ile Divanyolunda mağrur bir şekilde iler- “Biz Allah’ız” diyerek zikreden bu tarikatın leyen padişahın gözü, tüm sevgi gösteri- şeyhi ve ileri gelenleri için ölüm fermanı lerinin arasından imparatorluğun bu ana bir hışımla yazılmıştır. Emir demiri, ferman caddesinden kendisine hem sessiz hem Melamilerin boynunu keser. Sultan Ahmet amansızca haykıran isyankarlara takılır. Biz Meydanına getirilen 3 Melamiye diz çökburdayız der o sesler, unutmadık der, af- türülür, Siyaset çeşmesinin yanı başında fetmedik der, sen ordaysan biz de burdayız cümle aleme ibret olsun diye boyunları der... Bunu bir tek padişah duyar, hiddet- vurulur, cesetleri de Sarayburnundan denilenir ancak haykıran mezar taşlarını nasıl ze atılır. Padişah zanneder ki bu iş burada 38 Sada-i Tarih biter, bu defter kapanır, bu korku herkese yeter. Oysa bizzat kendisi bu tarikatı unutulmayacaklar güruhuna dahil etmiştir, insanların boynunu vurmakla fikirleri nefessiz bırakamayacağını bilememiştir başında devlet kuşuyla yaşayan fakir. başkalarına ayan olmayacaktır. Sadece müritler birbirlerini bilecek, halkın içinde Allah’ı anmayan, oruç yiyen, namaz kılmayan melamet insanlar olarak bilineceklerdir. Bir de bu olay unutulmayacak, nesilden nesile aktarılacaktır. Melami müritleri cesur çıkar; şeyhlerinin cesedini güneş batana kadar denize emanet ederler ancak güneş batar batmaz takip ettikleri cesetleri, sürüklendikleri Rumeli hisarı kayalıklarından yukarı çeker ve Kayalar mescidine gömerler. O akşam bir karar verilir. Artık Melamiler kendilerinden Şimdi Divanyolunda dolaşanlar eski Osmanlı mezartaşlarına bakarken, kavuklu, fesli mezartaşlarının yanından küçük, başı olmayan mezartaşlarına rastlayabilirler. İşte bu boynu vurulmuş, sadece omuzları kalmış mezartaşları Kanuni dönemindeki travmayı kendine alameti farika edinmiş Melamilerin mezar taşlarıdır. Farsça “bi seru pa” yani “başsız ve ayaksız” diye adlandırılan bu taşlar iki yönlü mesaj taşır anlayana. İlk mesaj Melamilerden padişaha gider: Yaşarken haykırmadıysak ve varlığımızdan bile haberdar etmediysek de; kendini emin hissetme. İşte burdayız ve yaptığını unutmadık. Bu mezar taşı ile de sonsuza dek haykıracağız. İkinci mesaj ise padişahtan Melamileredir: Gözüme görünmeden var olun madem, ama eğer başınızı kaldırır da sesinizi çıkarırsanız başsız olan sadece mezar taşınız değil bizatihi cesediniz olur. Tarih ah tarih... Sesle, sözle, yazı ile değil de mezar taşı ile anlaşan tarih.... 39 Kapak Yusuf Ergen [email protected] Suriye’de Terörizmi Kim Tanımlıyor? Suriye bir egemen devlet midir? ya da Suriye PKK’yı bir terör örgütü olarak kabul etmesi bir yana, Suriye konusunda uluslararası toplumun çeşitli gerekçelerle, üzerinde mutabakata varamadığı terörizm tanımı, Suriye’de rejim ve Özgür Suriye Ordusu gibi yapılar arasında kalabilmektedir. 3201/1937 Sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu şemsiyesi ile kurulan Emniyet Genel Müdürlüğü terör ve terörizm ayrımında, terörizm tanımını; “Savaş ve diplomasi ile kazanılmayan sonuçları elde etmek, korkutmak ve itaat ettirmek için bir teoriye, felsefeye ve ideolojiye dayanılarak siyasi maksatlarla, iradi olarak terör ve şiddetin sistemli ve hesaplı bir şekilde kullanılmasıdır.” şeklinde yapılmaktadır1. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün kurumsal çatısı altında yapılan bu tanımlamanın, devlet sistematiği ve hiyerarşisi dahilinde önemli bir yeri vardır. Tanım ifadesinde geçen; Savaş, Diplomasi, Korku, İtaat, İdeoloji ve Siyasi 1 Emniyet Genel Müdürlüğü, http://www.egm. gov.tr/temuh/terorizm4.htm 40 maksatlar; öncelikle devlet sistematiğinin hangi alanlarına denk geldiğinin ortaya konulması gerekmektedir. Bu kapsam çerçevesinde terörle mücadele ile terörizmle mücadele arasında; üstten alta, alttan üste ve yatay olarak sistemik problemleri ve çatışma alanlarını besleyecek sorunlarla karşılaşılması mümkündür. Terörizm topyekun milli güvenlik sorunu olmakla birlikte, devlet sisteminin bütününü ilgilendirmektedir. Terörizmin tanımından yola çıkarak bir bütün olarak, devlet sisteminin işlerliğini varlık gerekçesini ve yönetim kapsamına dönük çerçevelerin çizilmesi mümkündür. Bu çerçevede ulaşılan son noktayı, Dönemin Genel Kurmay Eski Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın PKK ile müca- Kapak Suriye uluslararası terörizm anlaşmalarından ancak bir kaçına imza atmıştır. Bu durum Suriye’nin hem kendi iç güvenliğini hem de dış politika alanlarını hayli zayıf hale getirmektedir. dele konusunda yaptığı, “Terör hem siyasallaştı, hem de legalleşti, legalleşmeyen şey tek onun silahlı terör boyutu” açıklamasında görmek mümkündür. Bu nokta, devlet sistematiği içerisinde mutlak bir terör ve terörizmin tanımının yapılamamış olmasıdır. Genelkurmay ATASE Başkanlığı Stratejik Araştırma ve Etüd Merkezi SAREM’in düzenlediği “PKK Kongra/Gel Terör Örgütüne Yönelik Ekonomik ve İdeolojik Desteğin Kesilmesi” başlıklı toplantıda yapılan bu açıklamayla, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, PKK’nın uluslararası toplum tarafından da, bir terör olarak tavır alınması noktasında ‘silah bırakılmasına’ odaklanılmıştır1. Bu durum bir şekilde uluslararası toplumun tek ortak tanım noktasının, ilgili Suriye’deki bu durumu daha iyi anlamak terör yapılanmalarının silahla birlikte şidiçin, terörizmin ilk tanımlanmasına dönük dete başvurmaması gerektiğidir. girişim olan 1937 tarihli, “Terörizmle müHem egemen devletler sınırları içerisincadele ve Terörizmin Önlenmesine Dair de, hem de egemen devletlerin birbirleriySözleşme’nin gelişim sürecindeki tecrübele olan ilişkiler de terör tanımlamalarının lere bakmak yerinde bir yaklaşım olacaktır. gri alanlarının hayli fazla olması, yukarda Bu tecrübeler, dış politikadan diplomasiye, değinilmeye çalışılan tanımlama problemKamu Güvenliği’nden Siyaset Kurumlarılerini beraberinde getirmektedir. Benzer na kadar geniş bir yelpazeyi bünyesinde bir durum; Terörizmi; kim/kime karşı/ne barındırmaktadır. Sözleşmenin hazırlaniçin/ nasıl? Şeklinde tanımlamaları, hali haması sürecindeki ilk 5 toplantıda özellikle zırda 20 aydır Suriye’de devam olaylarda ‘siyasi suç’ kavramı ve hangi eylemlerin da görebilmek mümkündür. Her ne şekilde ‘terör’ eylemi olduğuna dair bir mutabayönetilirse yönetilsin, uluslararası toplum kata varılamamış ve bir terörizm tanımlatarafından konumlandırılan ‘egemen devması yapılamamıştır. Bir terörizm tanımlalet’ tanımlaması devletler arası ilişkilerin ması sonucuna ancak Yugoslavya Kralı I. de boyut ve çerçevesini çizmektedir. SuriAlexandre ile Fransız Dışişleri Bakanı Lois ye bir egemen devlet midir? ya da Suriye Barthou’nun suikastlar sonucunda öldürülmesinden sonra taraflar terörizmi; “Bir 1 Büyükanıt, Yaşar. Terör Siyasallaştı ve Ledevlete karşı yönetilmiş cezai nitelikte galleşti, Genelkurmay ATASE Başkanlığı Stratejik Araştırma ve Etüd Merkezi SAREM, 2007. Bkz: olan ve belirli insan veya insan gruplarınhttp://www.cnnturk.com/2007/turkiye/12/11/teda, kamuoyunda infial, korku ve dehşet yaror.siyasallasti.ve.legallesti/411011.0/index.html 41 PKK’yı bir terör örgütü olarak kabul etmesi bir yana, Suriye konusunda uluslararası toplumun çeşitli gerekçelerle, üzerinde mutabakata varamadığı terörizm tanımı, Suriye’de rejim ve Özgür Suriye Ordusu gibi yapılar arasında kalabilmektedir. Uluslararası toplumun bir kesimi, Suriye’yi bir egemen devlet olarak kabul ederek, Muhalifleri egemen bir devletin rejimini silah kullanarak devirmeye çalıştığını savunmakta, diğer kesimi ise, Suriye Devletini, tıpkı Irak için tanımlandığı gibi ‘terör devleti’ olarak kabul etmek suretiyle, Suriyeli muhalifleri özgürlük mücadelesi veren bir halkın meşru istekleri olarak kabul edebilmektedirler. Kapak ratmak için planlanmış eylemler” şeklinde dair suçlayıcı karşılıklar vermesi, Suriye hutanımlayabilmişlerdir1. kuk sistemiyle, uluslararası hukuk normları Suriye uluslararası terörizm anlaşmala- arasındaki bu 3uyuşmazlıktan da kaynaklarından ancak bir kaçına imza atmıştır2. Bu nabilmektedir . durum Suriye’nin hem kendi iç güvenliğini hem de dış politika alanlarını hayli zayıf hale getirmektedir. Suriye 1998 yılında Terörle Mücadele’de Arap Konvansiyonu mutabakatını kabul ederek, terörizmi; patlamalarla, yanıcı maddelerle, zehirli yada yanını materyallerle, salgın hastalık yada mikrobiyal yolla halkı tehlikeye atmaya yönelik her türlü eylem” olarak tanımlamıştır. 1998 yılında imzalanan bu konvansiyonla birlikte Suriye terörizm ile dış destekli müdahale arasında bir ayrım yapmanın hukuki zeminini aramıştır. Suriye Devleti’nin resmi ağızdan sıklıkla uluslararası sistem unsurlarına, terörizmi desteklediklerine 1 Daha Geniş Bilgi İçin Bkz: http://www.un.org/ terrorism/instruments.shtml 2 Suriye’nin terörizmle ilgili kendi yasaları ve uluslararası anlaşmalarını için bkz: http://www.law. depaul.edu/centers_institutes/ihrli/downloads/ publications/Syria.pdf 42 Uluslararası sistemin üzerinde mutabakata varılamayan konulardan biri de, her bir egemen devletin terörizm tanımlaması ve standardının farklılıklar arz etmesi olarak nitelendirilebilmektedir. Suriye’nin başta kendi bölgesi olmak üzere kurguladığı dış politika alanlarında, milli güvenliği kapsamında oluşturduğu terörizm üzerinden tehdit algısı, Arap ayaklanmaları sonrasında, özellikle uluslararası sistemin terörizm algısıyla çatışması Suriye’de insani kıyıma neden olmaktadır. Bu noktada başta BM olmak üzere uluslararası sistemin, terörizm yeni şartlara göre tanımlama standardını, Suriyeli Muhalifler üzerinden yeni boyuta taşımaları Suriye’de hâkim düzeni yeniden revize etmeye dönük bir yaklaşım olacaktır. 3 Syria: UN Chief Encourages Terrorism, http://www.aljazeera.com/news/middleeast/2012/04/2012428193327335303.html Kapak Deniz Çifçi [email protected] Arap Baharından Kürt Baharına Doğru: Suriye Kürtlerinin Politik Kazanımları Arap milliyetçiliğinin Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerleri Araplaştırma ve Kürt kimliğini inkar etme politikaları, Kürt-Arap ayrışmasının ve aralarında çatışmaların başlamasının da fitilini ateşledi. Ortadoğu gibi çok etnikli ve çok dinli bir bölgede siyasal bir “olguyu” tüm çıplaklığı ile açıklamaya çalışmak, o olgunun tarihsel arka planının çok iyi analiz edilmesi ile yakından ilişkilidir. Söz konusu metodolojik ilişki Kürtler söz konusu olduğunda daha da önem kazanmaktadır. 2- Tarihleri parçalanmışlık ile özdeşlesen bir halk nasıl olur da kendi içerisinde sosyal, kültürel, ideolojik vb. birçok çelişkiyi bir kenara bırakarak Ulusal bir Konsey -Kürt Ulusal Konseyi- kurmayı başardı? Suriye Kürtlerinin bugün ki siyasal mücadelelerini belirleyen temel faktörlerin başında, Arap milliyetçiliği ile tarihsel süreç içerisinde yasadıkları kültürel ve siyasal çatışmalar gelmektedir. Bu perspektiften ele aldığımızda, Suriye Kürtlerinin bugün ki siyasal kazanımlarını aşağıdaki iki soruya cevap bularak açıklamak mümkündür: Osmanlı devletinin yıkılması ve ulusdevletlerin Avrupa’dan diğer bölgelere ihraç edilmesi ile beraber Orta Doğu da irili ufaklı çok sayıda “devlet-ulus” modeli kuruldu.1 Devlet-ulus modelinin önemli bir örneği, Fransızlar tarafından farklı dini ve et- 1-Kürtler neden Baas iktidarına karşı Sünni Arap muhalefeti ile ortak hareket etmedi? 43 Kürt Kimliğinin Arap Milliyetçiliğine Karşı Mücadelesi 1 Gabriel Ben-Dor, ‘Etno-Politiakalar Ve Ortadoğu Devleti’, Ortadoğu’da Etnisite, Çoğulculuk ve Devlet, icerisinde ed. by Milton J. Esman and İtamar Rabinoviç, cev. by Zafer Avşar (İstanbul: Avesta, 2004), pp. 109–138 (pp. 109–138). Kapak Suriye Kürtlerinin bugün kurdukları özerk bölge iki açıdan oldukça önemlidir: İlki Kürtlerin kendi öz güçlerini esas alarak üçüncü bir yolu tercih etmeleri, ikincisi ise tarihi parçalanmışlık ve bölünmelerle özdeşlesen bir halkın kendi iç çelişkilerini bir kenara bırakarak ulusal bir siyaset izlemeyi başarmasıdır. ateşledi.3 Baas rejiminin Kürt inkârı üzerine kurulu Laik Arap kimliğini yayma politikasına karşı gelen Kürtler büyük bir baskı ile karşılaştılar. Suriye’nin Kürtlere karşı uyguladığı inkârcı politika 1963 yılında sistematikleşerek tam bir devlet politikasına dönüştü. 1963 yılında yapılan nüfus sayımı ile 1945 yılından önce Suriye’de ikamet ettiğini ispat edemeyen yaklaşık 120.000 Kürt tüm vatandaşlık haklarından mahrum edildi. Bu sayının bugün 300 bin dolayında olduğu tahmin edilmektedir.4 Vatandaşlıktan çıkartılan Kürtlerin büyük çoğunluğu 1920’den sonra özellikle Şeyh Sait İsyanı ile beraber Türkiye’den kaçmak zorunda kalan Kürtlerdi.5 nik kimliğe sahip gurupların yapay sınırlar üzerinde adeta zorla bir araya getirilerek oluşturulan Suriye’dir.1 Fransızlar, egemen oldukları bölgeyi daha rahat bir şekilde kontrol altında tutmak için önce Lübnan’ı Suriye’den ayırdılar daha sonra Nusayri ve Laik Arap Milliyetçiliğine Karşı Dürzîlere ait din eksenli federatif bir yapı Kürt Muhalefetinin Örgütlenmeye kurdular. Kürtlerin federasyon talebine ise Başlaması dini bir azınlık olmadıkları ve coğrafi olarak Suriye’nin laik Arap milliyetçiliğini yaydağınık bir şekilde yaşadıklarını gerekçe göstererek reddettiler. Kürtlerin daha faz- gınlaştırma politikasına karşı Kürtler 1957 la siyasi özerklik taleplerine sürekli karşı yılında Suriye Kürdistan Demokrat Partisini (SKDP) kurdular. Parti daha çok Molla çıktılar. 2 Mustafa Barzani liderliğinde ki Irak KürdisFransız manda yönetiminin hakim oltan Demokrat Partisi’nin Suriye kolu olup duğu 1922-1946 arası dönemde, Araplar Irak’taki Kürt siyasal mücadelesi ile yakın ile Kürtler arasında gerek askeri gerekse bir örgütsel ve ideolojik ilişki içerisindeydi.6 siyasi yönden çok ciddi bir çatışma yaşanSuriye Kürtlerinin örgütlenme tarihinde madı. Bu durum Suriye’nin 1946 yılında bağımsızlığını elde etmesi ve Arap milliyet- diğer önemli bir dönüm noktası ise PKK çiliğinin gelişmesi ile beraber bozulmaya lideri Abdullah Öcalan’ın uzun süre Suribaşladı. Suriye yönetimi, Arap milliyetçiliği- ye’de kalması ve PKK’nin burada faaliyet nin gelişmesini bir devlet politikası olarak yürütmesidir. Öcalan’ın Suriye’de kaldığı benimseyip Kürtleri inkar ve Araplaştırma 1999 yılına kadar, Suriye ile PKK arasınpolitikalarına yöneldi. Arap milliyetçiliği- da çok yakın ilişkiler söz konusu olup örnin Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerleri güt Suriye Kürtleri arasında çok geniş bir Araplaştırma ve Kürt kimliğini inkar etme tabana yayılma fırsatı buldu. Bugün PKK politikaları, Kürt-Arap ayrışmasının ve ara- militanlarının yaklaşık olarak yüzde 20’silarında çatışmaların başlamasının da fitilini 1 Musa Budeiri, ‘The Palestinians Tensions Between Nationalist and Religious Identities’, in Rethinking Nationalism in the Arab Middle East,, ed. by İsrael Gershoni and James Jankowski (New York: Colombia University, 1997) New York, http:// www.ciaonet.org/book/jankowski/biblio.html [8/9/2002 2:04:31 PM] 2 Gary C. Gambill, ‘The Kurdish Reawakening in Syria’, Middle East intelligence Bulletin, 6 (2004), http://www.meforum.org/meib/articles/0404_ s1.htm. 44 3 Harriet Montgomery, The Kurds of Syria An Existence Denied (Berlin: Zentrum for Kurdische Studien, 2005), pp. 8–9 . http://www.yasaonline. org/reports/The%20Kurds 4 Montgomery., s.10 5 Neşe Düzel’in Veysel Ayhan ile yaptığı görüşme, Kürtler Üçüncü Yolu Tercih Etti. Taraf’, 30.07.2012 <http://www.taraf.com.tr/nese-duzel/ makale-veysel-ayhan-kurtler-ucuncu-yolu-tercihetti.htm>. 6 Gambill, http://www.meforum.org/meib/articles/0404_s1.htm. Kapak nin Suriye’de yaşayan Kürtlerden oluştuğu tahmin edilmektedir. Öcalan’ın Suriye’de ikamet ettiği 1999 yılına kadar Suriye Kürtlerinin çoğunluğu PKK’nin etkisi ile Esad yönetimine karşı gelmekten kaçınıp daha çok kendi örgütlenmelerini tamamlamaya çalıştılar. Suriye ile PKK arasındaki ilişkiler, Suriye’nin Öcalan’ı sınırları dışına çıkmaya zorlaması ve daha sonrasında Türkiye ile 1998 yılında Adana Antlaşması’nın imzalanması ile bitme noktasında geldi. Adana Antlaşması ile Suriye kendi sınırları içerisinde PKK’nin tüm faaliyetlerini yasaklayıp örgüt ile arasına ciddi bir mesafe koydu. Baas yönetimi ile Kürtler arasındaki ilişkilerin gerilmesi 2004 yılında Kürtlerin yoğun olarak yasadığı Qamislo (Kamışlı) kentinde bir futbol maçı sonrasında çıkan olaylar ile etnik bir çatışmaya dönüştü. Kürt-Arap çatışması kısa sürede diğer Kürt kentlerine de yayıldı. Baas rejimi çatışmalar sırasında Kürt kentlerini askeri abluka altına alıp büyük bir baskı uyguladı ve yüzlerce kişiyi tutukladı.1 Sokaklarda Kürt-Arap etnik çatışmasına dönüşen bu olaylar ve Baas rejiminin Kürtlere karşı çok sert tedbirler alması, Kürtler arasında var olan örgütlenme ve kimlik bilincinin gelişmesini önemli oranda hızlandırdı. Suriye Kürtlerinde gelişen kimlik bilinci PKK ile aynı paradigmaya sahip Partiya 45 1 Christian Sinclar, ‘The Evolution of the Kurdish Politics in Syria’, Kurd net, 2011, http://www. ekurd.net/mismas/articles/misc2011/9/syriakurd348.htm. Yekîtiya Demokrat-PYD’nin (Demokratik Birlik Partisi-2003) kurulmasının objektif koşullarını hazırladı. PYD her ne kadar doğrudan PKK tarafından yönetilmese de tabanı PKK’ye büyük bir sempati duymaktadır. Bugün Suriye de yer alan irili ufaklı 18 Kürt partisi içerisinde de en örgütlü ve geniş tabana sahip olan partidir.2 Ne Sünni Arap Muhalefeti ne de Esad Rejimi: Kürtlerin Üçüncü Yol Tercihi ve Özerk Kürt Bölgesinin Kurulması Kürtler, bugün Suriye nüfusunun yaklaşık olarak yüzde 10 ile 15’ini oluşturmaktadır. Suriye’de ki toplam nüfus göz önüne alındığında Kürt nüfusun 2 milyonun üzerinde olduğunu söylemek mümkündür. Suriye Kürtleri yoğunluklu olarak, Suriye-Türkiye ve Suriye-Irak sınırlarına yakın yerlerde Sere Kanî ve Ciyayè Kurmanc bölgelerinde yaşamaktadır. Qamislo, Dèrik, Tirbè Sipîye, Amûde, Efrîn, Serè Kanyè, Heseka ve Kobanî Suriye’de ki önemli Kürt kentleridir.3 Sözü edilen kentlerin çoğunun yönetimi Arap baharının Suriye’ye sıçraması ile beraber bugün 11 Kürt partisinin birliğinden oluşan Suriye Kürt Ulusal Konseyinin elindedir. Kürtlerin ciddi bir çatışma yaşamadan 2 Gonul Tol, ‘Syria’s Kurdish Challenge to Turkey’, Foreign Policy, 18 November 2012, http:// mideast.foreignpolicy.com/posts/2012/08/29/ syrias_kurdish_challenge_to_turkey. 3 Kerim Yıldız, The Kurds in Syria The Forgotten People (London. Ann Arbor,MI: Pluto Press, 2005). Kapak bu kentlerin yönetimini ele geçirmesi Türkiye kamuoyunda büyük bir şaşkınlıkla karşılandı. Kürtlerin Sünni Arap muhalefeti ile ortak hareket etmemesi Kürt-Esad ittifakı olarak adlandırıldı. Bu noktada yapılan eleştirilerin hedefinde olan parti ise ideolojik olarak PKK’ye yakın olan PYD oldu. Oysa, yukarıda da belirtildiği gibi Kürtlerin Suriye’de verdikleri mücadelenin tarihsel arka planı ve isyanın Suriye’ye uzanması ile beraber Kürtlerin Sünni Arap muhalefeti ile ilişkileri objektif bir şekilde göz önüne alındığında, bugün Suriye’de oluşan siyasi denklemin göründüğünden daha farklı siyasi parametreler tarafından şekillendiği ortaya çıkmaktadır. Arap Baharının Ortadoğu’da filizlenmeye başlaması ile beraber gerek Kürtler gerekse Sünni Arap muhalefeti bu fırsatı kaçırmayarak Esad rejimine karşı daha güçlü bir şekilde muhalefet etmeye başladılar. Özellikle Sünni Arap muhalefeti 1982 yılında Baas rejimi tarafından Hama ve Humus’ta yapılan katliamları ve daha sonra uygulanan baskıları unutmamış olup kısa sürede oğul Esad yönetimindeki azınlık yönetimine karşı sokaklara döküldü. Sünni Arapların isyanı kısa bir süre içerisinde silahlı mücadeleye, sonrasında da bir iç savaşa dönüştü. İsyan dalgasının Suriye’ye sıçraması ile beraber, Sünni Araplar ile Kürtler önce ortak hareket etmek için bazı görüşmeler yaptılar. Yapılan bu görüşmelerde Suriye muhalefeti ülkenin en örgütlü güçlerinden biri olan Kürtleri yanına çekmeyi başaramadı. Aralarında ki en temel çelişki ise muhalefetin Kürtlerin siyasal taleplerine yaklaşımı noktasında ortaya çıktı. Sünni Arap muhalefeti Kürtlerin demokratik özerklik ve federasyon gibi siyasal taleplerine karşı gelip Kürtlerin daha çok kültürel haklarının tanınmasına olumlu bakıyordu. Sünni Arap muhalefeti, Kürtlerin taleplerini kolektif haklar çerçevesinden ve territoryal (toprak temelli) bir zeminden çıkartma noktasında kararlıydı.1 Muhalefetin bu tutumu 1 Aylin Unver Noi, ‘ The Arab Spring, its efefcts 46 almasında kendisini her türlü konuda destekleyen Türkiye’nin büyük bir etkisinin olduğunu unutmamak gerekir. Sünni Arap muhalefetin Kürtlerin territoryal haklarına karşı gelmesi ve Türkiye’nin PYD’yi dışlaması, Kürtlerin Suriye siyasetinde alternatif bir üçüncü yolu izlemelerine yol açtı. Böylece, Suriye Kürtleri hem seküler Baas milliyetçiliğine hem de Müslüman Kardeşlerin hâkimiyetinde kimlikleşen muhafazakâr Sünni Arap milliyetçiliğine karşı gelerek kendi öz gücüne dayalı ulusal bir politika izledi. Yukarıdaki açıklamalar gözüne alındığında, Suriye Kürtlerinin bugün kurdukları özerk bölge iki açıdan oldukça önemlidir: İlki Kürtlerin kendi öz güçlerini esas alarak üçüncü bir yolu tercih etmeleri, ikincisi ise tarihi parçalanmışlık ve bölünmelerle özdeşlesen bir halkın kendi iç çelişkilerini bir kenara bırakarak ulusal bir siyaset izlemeyi başarmasıdır. Bu noktada Azadi Partisi hariç, Suriye’deki Kürt partilerinin kendi aralarındaki bir çok çelişkiyi bir kenara bırakarak ortak hareket etmesini, tarih bilinci ışığında oluşan ulusal kimlik bilincinin güçlenmesi ile açıklamak mümkündür. Tüm bunlara Türkiye’nin kendi Kürt sorununu çözmedeki gönülsüzlüğü ve Suriye Kürtlerine karşı tehditkar bir üslup kullanması da eklendiğinde Suriye Kürtleri, ortak bir gelecek tasavvuru etrafında bir araya gelmenin zaruriyetinin bir kez daha farkına vararak ulusal bir siyaset izliyorlar. Bu durum aynı zamanda, Bengiou’nun da ifade ettiği gibi Kürtler arasında çizilen coğrafi sınırları daha da geçirgenleştirecektir.2 on the Kurds, and the approaches of Turkey, Iran, Syria, and Iraq on the Kurdish issue’, Middle East Review of International Affairs,, 16 (2012), 15–29 (p. 24). Also see: Fatih Akol and Idris Kardas, Suriye’nin Geleceği Ve Bölgeye Etkileri (http://pgchallenges. org/wp-content/uploads/2012/08/KSP-Suriye-14082012.pdf, 14 August 2012). 2 Ofra Bengio, ‘Kurdistan Reaches Toward the Sea’, Haaretz, 8 July 2012, http://www.haaretz. com/weekend/weekend-opinions/kurdistan-reaches-toward-the-sea-1.455675. Kapak Hakan Çopur [email protected] Suriye İmtihanında Türk Medyası Esasen bir “araç” olan medya (unsurları), bir noktadan sonra “karar veren”, “belirleyen” ve “amaç” değeri taşıyan bir güce dönüşebilir. Bu bağlamda Suriye, son dönemde Türk medyası için en ciddi sınavlardan biri olmuştur. Giriş hatta durumun bu noktaya gelmemesi için aylarca uğraşan Türkiye, ortaya koyduğu samimi çabanın karşılığını, Suriye’deki iç savaşın olumsuz yansımalarına maruz kalarak almaktadır. Bu kısa tahlil, Türk medyasının Suriye konusunda bazen iyi bazen kötü sınavlar verdiği bir ortamda meselenin arka planını açıklamak amacıyla paylaşılmıştır. Son dönemde Türk dış politikasındaki zenginleşme ve derinleşme, birkaç yıl öncesine kadar çok somut ve değerli meyveler veren bir zemin teşkil etmekteydi. Esasen bugün de aynı derinleşmenin değerli sonuçlarını görmek mümkündür. Ancak Arap Baharı süreciyle başlayan netameli gidişat Suriye’de zirve yapınca, bu ülkenin en yakın komşusu olarak Türkiye de yeni İnsanlara gerçeği aktarmak ve bunu yadurumdan en olumsuz etkilenen ülke nok- parken de 5N-1K kuralına göre ve temel tasına geldi. Suriye’deki kötü tablonun or- gazetecilik prensiplerine uygun habercilik taya çıkmasına herhangi bir dahli olmayan, yapmak; yazılı, görsel, internet vd. tüm medya unsurlarının en temel görevidir. Dolayısıyla insanlar ile gerçek arasında bir yerde durur medya ve bir prizma görevi görür. Bu bakımdan medya araçları, ister istemez, gerçeği okuma biçimlerine göre insanlara haber aktarır. Eğer ideolojik veya politik angajmanlarınız varsa, örneğin, Suriye tarafından düşürülen Türk jeti ile ilgili hikâyeyi farklı görürsünüz. Eğer alanda uzmanlığınız yoksa, biraz tarihî veya coğrafi bilgi gerektiren önemli bir haberde saçma bir pozisyona düşebilirsiniz. Bu örnekler çoğaltılabilir; asıl anlatmak istediğim husus şudur: Esasen bir “araç” olan medya (unsurları), bir noktadan sonra “karar veren”, “belirleyen” ve “amaç” değeri taşıyan bir güce dönüşebilir. Bu bağlamda Suriye, son dönemde Türk medyası için en ciddi sınavlardan biri olmuştur ve tartışılmaya değer birçok soruyu beraberinde getirdi. 47 Kapak Türkiye’de dış habercilik alanı, (teşbihte hata olmasın) sürekli teste tabi tutulan bir denek gibidir bir bakıma. İçinde bulunduğumuz inanılmaz hızlı, değişken ve çok katmanlı bölgesel yapı, Türkiye’yi ister istemez her gün değişen durumlara göre yeni pozisyonlar almaya itmektedir. Türk Medyasındaki Suriye Bölünmesi Türk medyasında, geleneksel olarak, iç haberler (bir diğer deyişle güncel siyaset haberleri) her zaman ağırlıklı olmuş ve medyada en çok bu tür haberler yer bulmuştur. Bu durumun, bana göre, iki sebebi vardır. Birinci sebep, medyanın önemli bir bölümünün eskiden beri siyasetle/devletle/rejimle yakın ilişkisinin olmasıdır. Diğer sebep de ülkedeki siyasal kültürün “çatışmacı” doğasından kaynaklanan mücadelenin medya üzerinden devşiriliyor olmasıdır. Bugün de geçerli olan bu durum, son dönemde yüzünü dışarıya dönmeye daha istekli olan karar vericilerin açtığı yolla biraz olsun değişmeye başladı. Uzun yıllardır unutulan coğrafyalara ulaşan açılım politikaları, birçok ülkede yeni büyükelçiliklerin açılması, bölgede komşularla yakın ilişkilerin tesis edilmesi gibi birçok adım, doğal olarak, ülke gündemini değiştirdiği gibi medyanın gündemini de değiştirdi. Bu süreç, dış haberlerin medyada daha fazla yer bulması sonucunu beraberinde getirdi. Genel anlamda gayet iyi gözüken bu tablo, Suriye gibi en uzun kara sınırına sahip olduğumuz komşumuzda iç savaşın çıkması ve Türkiye’nin birkaç krizle aynı anda karşı karşıya kalmasıyla bir anda kararmaya başladı. İşte Türk medyasının son 48 döneminde dış politika (özelde Suriye) üzerinden netleşmeye başlayan “çizgileri ayırma” süreci böyle başladı. Suriye, iktidara yakın olanlar ile iktidara uzak/muhalif olan medya grupları arasında adeta bir turnusol kâğıdı haline geldi. Bu noktada ortaya çıkan temel eleştiriler, Türkiye’nin Suriye’deki sürece fazla angaje olduğu, Batı’nın isteklerine göre hareket ettiği, jet krizinde hatalı davrandığı, on binlerce Suriyeli mülteciyi Hatay ve diğer illerde yanlış bir politika ile barındırdığı, Suriyeli muhaliflere silah temin ettiği ve bunlara benzer diğer eleştiriler şeklinde sıralanabilir. Tüm bu “malzeme” bazı gazete ve televizyonlar için hükümeti yıpratma vesilesi olarak kodlanırken, bazı medya grupları tüm bu maddelerde hükümetin attığı adımları tasvip eden bir habercilik çizgisi izlemişlerdir. Suriye Meselesinde Dış Habercilik Özne mi, Nesne mi? Dış habercilik, özünde, ülke sınırları dışında yaşananları belli bir bağlamda okura aktarma işidir. Ancak iç politika ile dış politika arasında artık bir ayrım kalmadığı ve ülkelerin kaderlerini belki de daha çok dış dünyadaki gelişmelerin tayin ettiği kaotik bir uluslararası düzende yaşıyoruz. Bu düzende dış habercilik özne olduğu kadar siyasi süreçlere yaptığı etki çerçevesinde bir nesne gibi kurgulanır. Örneğin Suriye’de yaşananların bizatihi kendisi önemlidir; ancak bu ülkede yaşananların Türk siyasetine doğrudan ya da dolaylı etkisi çok daha önemlidir. Bu da, tabii, Suriye’nin bizim en Kapak 49 önemli ve yakın komşularımızdan biri ol- beklemek pek de gerçekçi olmayacaktır. masıyla ilgilidir. Bu tür bir iç savaş durumu Elbette Türk medyası Suriye’de olan bitedaha uzak ve daha az ilişkide olduğumuz ni çok yakından takip etmektedir. Ancak hemen her medya grubu kendi pozisyonuna göre dış haberlere politik/ideolojik bir renk katarak habercilik yapmaktadır. Son bir yılda bunun sayısız örneğini, seçeceğiniz iki farklı medya grubunun gazetelerinde görebilirsiniz. Bu bakımdan dış haberlerle ilgili olabildiğince fazla sayıda güvenilir kaynaklardan meseleleri takip etmek, gerçeğe ulaşma amacı taşıyan herkesin ortak yöntemi olmalıdır. bir ülkede yaşansaydı Türkiye yine insani Sonuç Yerine: ve diğer hususlarda yardım ederdi, ancak Bir Taşla İki Kuş Vurulmaz iç politikaya yansımaları görece az olurdu. Dış habercilik, önemli ölçüde iç politiDolayısıyla meselenin bizatihi kendisinden daha önemli olan konu, o meselenin/süre- kayla ilişkili olarak kodlandığı için, “bir taşla cin “içeride” nasıl algılandığıdır. Ve medya iki kuş vurma” operasyonlarının mümkün bu algı sürecinin baş mimarlarından biridir. olduğu bir alandır. Örneğin Filistin meselesiyle ilgili bir haber gündeme geldiğinde, Türkiye’de dış habercilik alanı, (teşbihte ilgili haberi, hem Filistin davasına sahip hata olmasın) sürekli teste tabi tutulan bir çıkma hem de hükümetin bu konuyla ilgili denek gibidir bir bakıma. İçinde bulundu- çizgisini teyit etme şeklinde yapabilirsiniz. ğumuz inanılmaz hızlı, değişken ve çok kat- Böylece hem gerçekte kendi ideolojik pomanlı bölgesel yapı, Türkiye’yi ister iste- zisyonunuzu hem de iktidarın yanında durmez her gün değişen durumlara göre yeni duğunuzu göstermiş olursunuz. Tabii tersi pozisyonlar almaya itmektedir. Tüm bu sü- de mümkün; yaptığınız haber ile hem Filisreci medyanın, dış habercilik bağlamında, tin meselesine olan ideolojik mesafenizi sağlıklı bir şekilde takip etmesi, okuması, hem de iktidarın bu konudaki “yanlışlarını” anlaması, anlamlandırması ve yönlendir- topluma deklare etmiş olursunuz. Bunu mesi hayati derecede önemlidir. Çünkü İran, ABD ile ilişkiler vb. birçok örnek üzetoplumun büyük kesimi, kitle iletişim araç- rinden görebilirsiniz. Bu yaklaşımın doğru larında gördüklerine ve duyduklarına göre ya da yanlış olduğunu tartışmıyorum; sasiyasilere not vermektedir. Bu bakımdan dece Türkiye’de yoğun olarak uygulanan siyasilerin olduğu kadar ülkelerin kaderi de bir yönteme işaret etmek istiyorum. Belki medya ile yakından ilgilidir. Suriye bağla- de Türk siyasetinin yapısı, medyayı böyle mında Türk medyasındaki bölünmüşlüğü davranmaya itiyor. Ancak her halükarda bir eğer demokratik çoğulculuğun bir sonucu taşla iki hatta üç kuş vurma yöntemi, hem olarak görüyorsanız sorun yok demektir. kuşlara hem de sapanı tutan ellere uzun Ancak, eğer bu bölünmüşlük halinin ana vadede fayda vermeyecek bir yöntemdir. sebebi Türk siyasetindeki ayrışmanın med- Keşke medya sadece gerçeğin peşinden yaya yansıması ise, o zaman medyanın dış gitme yolunu tercih edip gücünü kendinhaberlerinde gerçek anlamda “tarafsızlık” den alan bir güç olabilse… Tek Soru İki Cevap Süreç Analiz [email protected] Süreç Analiz bu sayısında “Tek Soru İki Cevap” sorularının yönünü Suriye’ye yöneltiyor. Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE) Başkanı Prof. Dr. Yasin Aktay ve Uluslararası Ortadoğu Barış Araştırmaları Merkezi (IMPR) Başkanı Doç Dr. Veysel Ayhan aynı soruları farklı açılardan değerlendirdiler… Süreç Analiz: Suriye’de Arap Baharı’ndan mülhem bir demokratikleşme mücadelesi mi yoksa mezhepsel bir mücadele mi hakim? Türkiye’nin Suriye politikası mezhepsel bir tona sahip mi? Prof. Dr. Yasin Aktay: Türkiye’nin Suriye ile ilgili verdiği destek, Suriye’deki mücadeleye verdiği destek ve Suriye’deki iç gerilimlerle ilgisinin mezheple uzaktan yakından ilgisi yok. Türkiye’nin bir mezhepsel tercihi yok ancak Suriye’nin kendi içerisindeki mücadeleler süreç ilerledikçe bir takım mezhebi ayrışmaları da beraberinde getiriyor olabilir. Ama Türkiye’nin tercihi asla mezhep değil. Olayların başlangıcı da mezhebi değil, ama zamanla böyle bir alana evirilmesi böyle bir noktaya doğru evirilmesi Türkiye’nin kaçınılmaya ve kaçındırmaya çalıştığı bir sonuç veya bir gelişme olsa bile ne yazık ki sosyolojik bir sonuç oluyor. Olayların neticesi oluyor, ama Türkiye hala en son neticede bile orada mezhebi ayrışmayı engellemek gibi bir misyon yüklenmeye çalışıyor. Suriye’de olayların başlangıcı kesinlikle son derece barışçıl gösteriler ve barışçıl bir reform arayışı idi. Arap Baharının etkisiyle Suriye’deki halkın zaten öteden beri biriktiregeldiği birtakım taleplerini tekrar ifade etmek için bu dalganın etkisini bir fırsat olarak değerlendirmesi söz konusuydu. Ancak bu son derece barışçıl bir şekilde kendini ifade olarak ortaya konan bu harekete karşı Baas rejiminin ve Esad’ın sergilediği tepki olayları daha fazla büyüttü. Büyüyen olaylara tekrar rejimin sergilediği 50 Tek Soru İki Cevap: Türkiye’nin Suriye Politikası? daha keskin daha sert tepkiler tekrar bir tür sarmala yakalanmasını bir cendereye yakalanmasını beraberinde getirdi. Suriye’deki gelişmelerin ve bugün karşımıza çıkan hadise artık meşruiyetini tamamen yitirmiş halkın hiçbir şekilde razı olmadığı, halkına karşı savaşan halkına karşı savaştığı ölçüde de kendi varlık gerekçelerini varlık koşullarını da ortadan kaldıran bir rejimle karşı karşıyayız. Giderek bu rejim ülke içerisindeki diğer unsurlar ile güç yarıştırma noktasında da geriye düşme eğilimi taşıyor, dolayısıyla halihazırda Suriye’de bir anlamda kaotik bir duruma doğru gitmiş oluyor. Bu da sivil savaş yani iç savaş şartlarını da beraberinde getiriyor. Doç. Dr. Veysel Ayhan: Esasında tümünü içeriyor. Soru cevabını kendi içerisinde barındırıyor. Suriye’de elbette otoriter bir yönetim var, elbette bir demokrasi problemi var. Ve buna yönelik bir de muhalefet hareketi var. Ama aynı zamanda bunun mezhepsel yansımaları olduğunu da görmemiz gerekiyor. Sadece mezhepsel de değil, aslında son dönemde yaşananlara baktığınız zaman bu mezhepsel, dinsel, etnik bir çatışmaya doğru sürükleniyor. Ve bu çatışmalar Suriye’yi kapsadığı gibi Suriye dışı bölgeyi de kapsayabilecek bir hal ve mahiyet almaya başladı. Bakıldığı zaman 15 Mart 2011 olayların ilk başladığı tarihte, sivil ve demokratik taleplerle ortaya çıkan bir kitle vardı. Bu kitlenin geçmişine baktığınız vakit, Beşar Esad’ın iktidara geldiği ilk gün bile parlemento konuşmasına bakacak olursanız, Tek Soru İki Cevap 51 bazı parlementerler TV’de canlı yayında çok net bir şekilde protesto eylemi gerçekleştirmişlerdi. Ve ondan sonraki süreçte de bu eylemler devam etti. Toplantılar oldu, sivil gösteriler oldu vs. Ama sonrasında tabii rejim, Beşar Esad iktidarını belli ölçüde sağladıktan sonra olayları kontrol altına aldı ve bu tür taleplerin önüne geçti. Sonra 2004-2005 yıllarında tekrar bu tür talepler ortaya çıktı ama onlar da bir şekilde bastırıldı. Ancak, 2011 biraz daha farklı gelişti, talepler ilk önce 3. bir dalgaymış gibi ortaya çıktı. Ancak daha sonra 5-6 y gibi kısa bir süre içinde askeri bir çatışmaya, bir silahlı muhalefete dönüşmeye başladı. İşte o zaman Suriye’de işin çerçevesinin değişmeye başladığına dönük işaretler belirdi. Çatışmalar derinleştikçe saflar da belirginleşti. Artık Suriye’de evrimsel, sistem içi bir demokrasi mücadelesinden ziyade, devrimsel dönüşüm talep eden kesimler ortaya çıkmaya başladı. Bu kesimler dışardan askeri ve lojistik destek almaya başladılar. Bir süre sonra bu lojistik destek daha da öteye geçerek parti, örgüt, eleman desteğine dönüştü. Bugün bakıldığı zaman Suriye’de bir demokrasi sorunu, bir demokrasi talebi vardır. Ve buna bağlı olarak bir muhalefet hareketi vardır. Aynı zamanda mezhepsel güdülerle hareket eden bazı gruplar da vardır. Bunların ortaya koymuş oldukları bir yöntem, bir mücadele tarzı vardır. Ve Suriye’de öteki gruplara karşı çok ciddi bir baskı uygulayan taraflar da mevcuttur. Örneğin, bir kaç gün önce yayınlanan bir video da belli bir askeri bölgeyi ele geçiren muhalifler ordaki tüm askerleri teker teker infaz ettiler. Şimdi bu durum, bu insanlar Suriye’ye demokrasi getirebilir mi sorusunu getiriyor gündeme. Farklı şekillerde rejimle çalışan insanların sokak orta- sında öldürülmesi, sivillere yönelik bombalı saldırıların gerçekleştirilmesi.. Açıkça savaş suçu işliyorlar. Her iki tarafta aynı şeyi yapıyor, yani rejim de sivil bir bölgeyi vurduğu zaman o da savaş suçu işlemiş oluyor. Dolayısıyla bir yanlışı diğer bir yanlışla düzeltemezsiniz. Elimizde anti-demokratik, insan haklarına uymayan, Suriye’de demokrasiyi uygulama gibi bir derdi olmayan bir rejim var ama öte yandan onun karşısında duran, onu ortadan kaldırmaya çalışan yapının da ondan çok farklı bir ajandaya sahip olduğu söylenemez. Bir anlamda o da iktidara geldiği vakit diğerlerine aynı şeyleri uygulayacak. Yani bu mezhepsel bir nitelik taşıyor aslına bakılırsa. Türkiye’nin politikasına baktığımız zaman, dün Doha’da başlayan görüşmelerle Suriye Ulusal İnisiyatifi adında yeni bir muhalefet yaratılmaya çalışılıyor. Bu bize şunu gösteriyor; Suriye Ulusal Konseyi (SUK) varken neden böyle bir yapıya ihtiyaç duyuluyor? Bu hareket hem bölegeden hem Suriye içinden hem de Batı’daki en önemli destekçileri olarak görünen ABD’den- Clinton’ın açıklamaları ortada- böyle bir desteği neden görüyor? Bu şunu gösteriyor, demek ki Türkiye’nin içinde yer aldığı Suriye muhalefeti kapsayıcı değildi, bütün kesimleri içermiyordu ve bu nedenle bu yapının Suriye’ye demokrasi getirebileceğine dair Batı inancını kaybetti. Bu da Türkiye’nin izlediği politikaların tartışılmasına yol açtı. Şimdi SUK’u kimlerin kurduğu ve bugüne kadar yaptığı olaylar ortada. SUK’u Dişişleri Bakanlığımız kurmuştur, bu kesin. Çünkü yapılan açıklamalardan, söylemlerden bunu anlıyoruz. Ancak bu Konsey tüm tarafları kapsayıcı bir konsey olamamıştır. Dolayısıyla burada şunu sormalıyız, SUK’un tüm tarafları kapsayıcı bir yapı olamayışı kendi Tek Soru İki Cevap iç dinamikleriyle mi ilgilidir yoksa bu durum onu ortaya koyan iradenin Suriye’deki bütün tarafları kapsayan bir politikaya sahip olmayışının bir sonucu mudur? Eğer ikincisiyse dediğimiz noktaya geliyoruz. Türkiye’nin Suriye politikası, aslında Türkiye’nin politikası da dememek lazım, Suriye’ye yönelik bu politikayı oluşturan aktörlerin kafasındaki Suriye kapsayıcı bir Suriye değil. Belli kesimleri içine alan, belli kesimleri ise dışlayan bir Suriye’dir. Bu tespite de şuradan varıyoruz. Suriye’deki Hristiyanlar Türkiye’de geniş katılımlı bir konferans bir toplantı yapmışlar mıdır? Hayır. Suriyeli Dürziler? Bunlar muhalif unsurlardır. Ama bakıyorsunuz büyük çaplı bir örgütlenmeleri, organizasyonları yoktur. Bu da bir çelişkidir. Bunun da ötesinde Aleviler var, Esad’ın amcası bile muhaliftir. Bizim ülkemizde de Arap Alevileri var. Buna rağmen Arap Alevileri Türkiye’de bir toplantı gerçekleştirmiş midir? Son olarak Kürtleri örnek verelim. Kapsamlı bir şekilde, gelipte Türkiye’de kaç toplantı yapmışlardır? Yapmamışlardır. Bu saydığımız kesimler Suriye’nin %40ına yaklaşık bir oranı temsil ederler. Bunlar ülkemizde herhangi bir organizasyon yapmamış bir destek görmemişlerse bu Türkiye dar çerçeveli bir Suriye 52 politikasına sahip demektir. Dışişleri Baknlığımız böyle bir politikalarının olmadığını söylese de SUK adına yapılan toplantılardan kaç tanesi, buna İstanbul’da yapılan Suriye’nin dostları toplantısı da dahil, Suriye’de bu saydığımız kesimleri içine alacak şekilde organize edilmiştir? Neden bu kesimleri temsil edecek bir platform oluşturulmamıştır? Burada şu düşünüldü heralde, dünya Türkiye’nin bu politikasına alternatif bir politika oluşturamayacak, eninde sonunda kabul etmek zorunda kalacak, biz de bu sayede Suriye’de istediğimiz kesimle ilişki kurup istediğimiz kesimi dışlayabileceğiz. İstediğimiz grubu istediğimiz şekilde nitelendiririz, şu terörist bir gruptur vs. Suriye’de istediğimiz politikayı uygularız. Ama bu böyle değil. Gerçekte siyaset, hele hele iç savaş yaşanan bir ülkede, asla boşluk kaldırmaz. Sizin dışladığınız, boşluk bıraktığınız alanlarda birileri gelir daha kapsayıcı yeni bir yapı kurar. Neticede sizin yapınızda, sizi dışlayıcı olmak mezhepçi olmak gibi suçlamalarla karşı karşıya bırakır. O yüzden ben olayların bu şekilde yorumlanabileceğini düşünüyorum. Süreç Analiz: Ortadoğu’daki yeni blokların liderliğine soyunan İran ve Türkiye’nin tavrı çerçevesinde yaşanan Şii-Sünni geriliminden bir ‘Üçüncü Dünya Savaşı’ senaryosu yazılabilir mi? Prof. Dr. Yasin Aktay: Bir defa Şii-Sünni geriliminin bir savaşa dönüşmemesinin garantörü Türkiye’dir. Bu bağlamda bu sürecin konvansiyonel bir savaşa dönüşeceğini düşünmüyorum. Türkiye Sünni bir bloğun lideri olma görüntüsünü asla vermeye çalışmıyor, vermekten kaçınıyor. Türkiye, Arap Baharı süreci başladığında bütün bu rejimler devrildiğinde o rejimlerin hepsi Sünni’ydi. Bütün o Sünni rejimlerin devrilmesinde İran’la paralel bir tavır sergilemişti, yani bir Şii devleti olan İran’la paralel bir Tek Soru İki Cevap tavır sergilemişti. Dolayısıyla Türkiye’nin oradaki önceliklerinin veya hassasiyetinin Sünni bir hassasiyet olmadığı çok açık, çok aşikardı. Üstelik ilginç bir şekilde orada Suudi Arabistan buradaki rejimlerin değişmesine o kadar da çok sıcak bakmıyordu. Libya hariç diğer iki ülke Tunus ve Mısır’daki rejimlerin değişmesine o kadar da sıcak bakmıyordu. Buna mukabil İran sıcak bakıyordu ve Türkiye İran’la paralel, birçok ülke de İran’la paralel Suudi Arabistan’la ters düşüyordu. Libya’da bir tek üçü birden paralel düşmüş oldular. Suriye’de ise Türkiye ile Suudi Arabistan’ın tam anlamıyla paralel düştüğünü söylemek de çok mümkün değil. Suudi Arabistan’ın arayışları ve endişeleri farklı Türkiye’nin oradaki beklentileri çok daha farklı. Türkiye iç savaşın tamamen bitmesini ve yine demokratik, Suriye’deki bütün unsurlarını ihata eden bütün unsurlarını kucaklayan demokratik bir rejimin kurulmasını istiyor. Doğrusu demokratik bir rejimin kurulmasının Suudi Arabistan için ne kadar işlevsel olabileceği ne kadar arzulayabileceği bir rejim olacağı çok da tabi su götürür bir konudur. Suriye’de tek adam veya monarşik bir yapı artık bu saatten sonra kurulamaz. Monarşik bir yapı genellikle geleneksel bir temeli ve bir arka planı varsa olabilir bir şeydir. Suriye’de Baas rejimi kurulduğu andan itibaren geleneksel anlamda monarşik bir rejim kurma ihtimali kalmamıştır. Ancak yine de oradaki geleneksel unsurların da ihtiyaçlarını ve beklentilerini karşılayabilecek bir çok katılımlı demokratik bir yapı söz konusu olabilir. Türkiye’nin oradaki önceliği kesinlikle dediğim gibi bir mezhebi bir temsil veya bir hassasiyete dayanmıyor. Aksine bir mezhep çatışmasına dönüşmemesi için elinden geleni yapmaya çalışıyor Türkiye. Kaldı ki Türkiye bölgenin bir barış havza- 53 sı olması için bir takım formüllerin arayışı içerisinde yani İran’ın da süreç içerisinde rahatsız olmayacağı bir formülün arayışı içinde, yani aynı anda hem Suriye’yle hem Suudi Arabistan’la hem İran’la ilişkilerini ve diyalogunu iyi götürmeyi başaran bir ülke konumunda şu anda bile. Doç. Dr. Veysel Ayhan: Biz Uluslararası İlişkilerde herşey masada deriz. Yani eğer gelecek hakkında konuşuyorsak herşey olasılık dahilindedir. Burada kesin bir ifade kullanmak pek mümkün değil. Potansiyel veriler, işaretler önemli burada. Halihazırda çok kanlı bir çatışmanın yaşandığını görmekteyiz. Bu çatışmalar Suriye’de yaşanıyor, Irak’ta yaşanıyor, Lübnan’da yaşanıyor, Bahreyn’de yaşanıyor, Suudi Arabistan’da yaşanıyor. En son Kuveyt’te çatışmaya dönük bazı olaylar yaşandı. Toparladığınız vakit, şu an Ortadoğu coğrafyasında en az 3-4 ülkede, bu saydığımız ülkelerle sınırlayacak olursak, Şii-Sünni çatışması yaşanıyor. Bakın gerginlik değil çatışma yaşanıyor. Ama konvansiyonel bir çatışmaya dönüşmesi noktasında devletlerin rasyonel davranacağını düşünüyorum.Bunun içerisine sürüklenme ihtimalleri düşük. Ancak sorun şu ki devlet dediğimiz yapılar kalmıyor Ortadoğuda. Bu dediğimiz Tek Soru İki Cevap 54 noktalarda sorumlu olan ülkelerde devlet otoritesinin meşruiyetinin sorgulandığı bir süreç yaşanıyor. Yani şu an Irak’ta hangi devlet yapısından bahsedebiliyoruz? Veya Bahreyn’de? Elbette Anayasal bir yönetim mevcuttur ama bunun halk nezdinde, en Iraklılar, Lübnanlılar da var. Aynı şekilde muhaliflerin de safında Pakistan’dan Çeçenistan’a kadar farklı ülkelerden gelen gruplar var. Bakıldığı vakit devletin kendisi yok, devlet dışı diyebileceğimiz aktörler bu savaşın bir cephesini oluşturuyor. azından büyük bir çoğunlunun nezdindeki meşruiyeti tartışmalıdır. Bu ülkeler kamuda istediği politikaları üretip hayata geçirebiliyor mu? Hayır. Bir muhalefet hareketi var ve bu hareketler sürekli istikrarsız bir ortam yaratıyor. Suriye’ye bakıldığı zaman artık ülkede hakim tek bir rejim yoktur, kimi bölgelerde farklı grupların etkinliği söz konusudur. Her grup ele geçirdiği bölgede kendi yasasını kendi düzenini oluşturmuştur. Yemen’de de durum böyledir, Sahada bölgesinde Şiiler kendi yönetimlerini oluşturmuştur mesela. Aden ve alt bölgesine iniyorsunuz El Kaide’ye varana kadar farklı örgütlenmeler farklı yapılanmalar mevcuttur. Dolayısıyla devlet yapılarının çözüldüğü bir süreçten geçiyoruz. Özellikle Şii-Sünni çatışmasının yaşandığı ülkelerde bunu görebiliyoruz. Bu bir dönüşüm, çatışmacı bir dönüşmdür. Topyekün bir savaşa dönüşürmü? Suriye’deki duruma bakıyorsunuz, rejimin yanında savaşan İranlılar, Bir dönem Irak’ta Şiilere yönelik eylemler gerçekleştiren kesimler, bugün Suriye’de Şii olarak nitelendirdikleri rejime karşı savaşıyorlar. Aynı şekilde düne kadar Lübnan’da savaşan kesimler de bugün Suriye’deki savaşa dahil olmuş durumdalar. Dolayısıyla Şii-Sünni çatışması zaten halihazırda yaşanıyor. Daha kapsayıcı, daha şiddetli, artık orduların karşı karşıya geldiği bir yapıya dönüşür mü bunu da zaman bize gösterecek. Bu asla gerçekleşmez diyemeyiz, olabilecek bir şey çünkü. Çok basit bir örnek vereyim; Akçakale olayında ordular birbirlerine karşı irrasyonel bir tutum sergilemiş olsa bugün biz bir savaşın içindeydik. Savaş çok hızlı bir şekilde, yani ansızın cereyan edebilecek birşey. Küresel güçler doğrudan bu savaşın bir tarafı değiller, evet önemli aktörlerdir ama politik ve diplomatik anlamda. Rusya ve Çin gibi küresel güçler BM nezdinde olsun, lojistik ve silah desteği sağlama da olsun bir tarafın yanında dururken aynı şekilde Batı ülkeleri de istihbarat desteği verme, silah desteği sağlama noktasında bu savaşa dahil olmuş durumdadır. Ama cephede yer alanlar Ortadoğululardır, yani bizleriz. Aslında İslam alemi kendi içinde bir savaş yürütüyor. Batı doğrudan bu savaşın içinde değil, bunu ben gerçekten böyle görüyorum. Biz kendi içimizde bir savaşa giriştik ve Batı bu savaştan çok ciddi bir kazanç elde ediyor. İki kutuba da destek verilir ve bu nedenle savaş uzayıp gidiyor. Bu savaşta kaybeden bölge medeniyeti, bölge ülkeleri ve bölge halklarıdır. Bu savaşı derinleştiren de yine bölge ülkeleridir. Bir Proxy War (Vekalet Savaşı) örneği di- Tek Soru İki Cevap yebiliriz ancak bunun tarafları Batılı ülkeler değil, onlar oynatmıyor aktörleri yine bölge ülkelerinin kendileri yönetiyor aktörleri. Proxy’i yaratan da bölge ülkeleri olarak bizleriz. İran’ın desteklediği farklı aktörler var, Türkiye’nin desteklediği farklı aktörler var. Batı burada ancak olayların gidişatına göre pozisyon değişikliğine gidiyordur. Süreç Analiz: PKK ile PYD arasındaki ilişki göz önüne alındığında Suriye’nin kuzeyindeki mevcut yapının Ortadoğu’da oluşan yeni denklemde geleceğini nasıl görüyorsunuz? Özellikle Türkiye’nin duruşu nasıl olacak? Prof. Dr. Yasin Aktay: Ne yazık ki Esad rejimi Türkiye’nin içini karıştırmanın yolu olarak şu anda PKK’yı kullanıyor. Dolayısıyla aslında Esad’ın bir an önce gitmesi PKK’nın daha sağlıklı ki PKK’nın kendisi bir terör örgütü olarak sağlıklı zaten olamaz ama yine de gerçekleri görebilmesi açısından PKK’nın neyi yapıp neyi yapamayacağının sınırlarını görebilmesi açısından Esad’ın bir an önce gitmesi gerekiyor. Esad gittiği taktirde doğrusu şu anda Esad bütün diğer unsurlarla savaşırken Kürt unsuru PYD’yi Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanmak üzere önünü açıyor ve birçok alanı yani Kürt bölgelerinde Kürtlerin daha ağırlıklı olarak yaşadıkları bölgelerde silahlı PYD unsurlarına sahayı terk etmiş bulunuyor. Aslında sahayı terk etmesi Kürtlere yenilip çekilmesinden kaynaklanmıyor aksine Kürtlere alan açmasından kaynaklanıyor. Bu alan açmada Türkiye’ye karşı yapılmış bir hamle olarak değerlendiriliyor. Tabii Kürtler için bu çok kötü bir durum olacaktır. Çünkü eninde sonunda bölgede bir şey kurulacaksa -eğer bir Suriye sonrası Esad sonrası durumda- oradaki Kürtlerin Araplar karşısında çok zor durumda kalmalarına yol açacaktır. Nitekim aslında Kürtler Araplar karşısında zor durumda kalan özellikle kuzey Irak’ta Araplar karşısında zor durumda 55 kalan Kürtlerin sığınacakları bir yer lazım, o da Türkiye’den başka bir yer olmuyor. Yani PYD bugün Esad’a karşı tavrını net bir şekilde koymadığı taktirde Araplara ters bir duruma düşecektir. Araplarla ters bir duruma düşerse Türkleri tercih etmek zorunda kalacaktır. Yani hem Araplarla hem Türkiye’yle çatışma halinde bir Kürt bölge- si Kürtler için çok makul bir seçenek değil onun için PYD’nin Suriye’deki seçenekleri PKK’nın seçenekleriyle birebir örtüşmüyor. Dolayısıyla PYD ile PKK arasında nihai anlamda bir ittifakın oluşması bu saatten sonra zaten mümkün değil. Yani orada da bir ayrışma olmak zorunda zaten. Onun için PKK beni nihai anlamda çok da fazla kaygılandırmıyor. Türkiye’yi de çok fazla kaygılandırmıyor. Eninde sonunda PYD ya Araplara dayanmak zorunda kalacak veya Türklere dayanmak zorunda kalacak. Araplara dayanırsa zaten Araplarla Türkler arasında şu anda ciddi bir ittifak var. Araplarla çatışıp Türklere dayanırsa, Araplarla çatışmak zorunda kalırsa Türklere dayanmak kalacaktır. O zaman şimdi Türklerle gelecekte yaşamalarını daha da zorlaştıracak, uzlaşmayı daha da zorlaştıracak derin bir ihtilaf yaratmamak zorundadır. Bu PYD’nin Tek Soru İki Cevap 56 seçeneğidir. Ama PYD de tabi bu şuanda Esad’ı ilelebet kalacak gibi görmemesi gerekiyor. İlelebet devam edecek payidar kalacak bir Esad hesabı yapmaması gerekiyor PYD’nin. Yani bu hesabı yapıyorsa zararlı çıkacak olan PYD olacaktır. bütünleşme açısından bütünleşmenin istikameti açısından çok hayırlı sonuçlara yol açmaz tabii. Türkiye bir defa bir Kürt fobisini atlatmış durumdadır. Türkiye Barzani’yle yaptığı alışveriş şunu gösteriyor ki artık Türkiye 90’lı yıllar hatta 2000’li yılların ortalarına kadar devam eden Kürt fobisinden kurtulmuş durumda. Kürt Özerk Bölgesi hatta Kürt bağımsız devleti bile Türkiye için korkutucu veya Türkiye’yi kaygılandırıcı bir unsur değil. Bir tek açıdan kaygılandırıcı bir unsur olabilir. Türkiye Kürtlerin bölgede hiçbir ülke tarafından kabul görmeyen izole bir yapı olarak kalmasından Kürtlerin lehine olmak üzere istemez. Çünkü Türkiye böyle bütünleşmiş bir coğrafya içerisinde birbirine entegre olmuş bir coğrafya içerisinde dünyadan izole bir adacığın ortaya çıkmasını istemez. Bu bölgede Kürtlerin de aleyhine bir durum oluşturur çünkü. Bölge artık bölgenin geleceği bölgesel bütünleşmelere bağlı, yani sınırlarının öneminin kalmadığı bir yapıya doğru gidiyor dünya. Durum böyleyken Kürtlerin izole olması hem Kürtlerin işine yaramaz hem de bölgesel PYD’nin ideolojisi farklı olabilir. El Kaideci unsurlar da var ona bakacak olursanız. Dünya ve insanlık açısından düşündüğünüz vakit hangisinin ideolojisi daha tehlikeli? Burada bizim temel referans noktamız, Suriye’nin geleceğine Suriyelilerin karar vermesidir. Eğer PYD Suriyeli ise ki öyle olduğunu ve Suriye içindeki bir halk tarafından var edildiğini kabul ediyoruz, o zaman PYD’nin yeni Suriye’nin inşasında bir aktör olabileceğini kabul etmemiz gerekiyor. Dolayısıyla bu aktörün Suriye’nin Kuzeyinde oluşturacağı yapıyı da, eğer taraflar anlaşabiliyorsa, çünkü yeni modeli birlikte yaratacaklardır, kabul etmemiz gerekiyor. Dünyanın bugünkü merkezi ilke ve değerlerine baktığınız zaman, bu bölgede yaşayanlar kendilerini etnik mezhepsel vs farklı olarak nitelendiriyorlarsa bunların kendi kendilerini yönetme hakları vardır. Yerinden yönetim dediğimiz olgu artık mahallelere kadar ulaşmış durumda. Bir ilçe, bir mahalle bile farklı düşünüyorsa kendi Doç. Dr. Veysel Ayhan: Türkiye nasıl bir Suriye düşünüyor? Eğer demokratik, tüm Suriye halkını temsil eden, tüm Suriye halkının içinde yer aldığı kendi yapısını oluşturmuş bir Suriye arzuluyorsak Suriye’nin Kuzeyinde kimlerin olduğu bizi çok fazla ilgilendirmemeli. Eğer doğrudan Türkiye’yi tehdit edecek bir silahlı yapı oluşurda bu anlamda herhangi bir saldırgan tutum içine girilirse, Türkiye’nin kendini savunma hakkı, meşru müdafa hakkı tabiki de vardır. Uluslararası hukuk buna cevaz veriyor. Ama bunun dışında, ben şu etnik grubu ya da şu siyasal partinin düşüncesini beğenmiyorum diyip o siyasal partinin Suriye içerisindeki varlığını yok etmeye kalkışırsanız bu ne uluslararası hukuka uyar ne Suriye içerisindeki demokrasi mücadelesine katkı sağlar ne de Suriye içerisindeki grupların diyaloğuna ve uzlaşmasına katkı sağlar. Dolayısıyla Türkiye’nin burada net bir şekilde pozisyonunu ortaya koyması gerekiyor. Tek Soru İki Cevap kendini yönetme hakkına sahiptir. Farklı olan kesimlerden, birinin diğerini tahakküm altına aldığı bir yönetim biçimi ortaya koymamak lazım. Sonra Türkiye’nin kendi demokrasi sorunu.. Eğer Türkiye kendi demokrasi sorununu çözemezse başka ülkelerdeki bu tür gelişmeleri tehdit unsuru olarak görür. Kendi sorununu çözmüş olsa, Suriye’nin Kuzeyinde hangi sistem uygulanırsa uygulansın Türkiye açısından bir sorun teşkil etmez. Bizim kendi Kürt sounumuzu bölgedeki bütün bu gelişmelerden bağımsız olarak ele alıp çözmemiz gerekiyor. Biz A veya B ülkesindeki olaylara göre kendi Kürt sorunumuzu çözüp çözmemeye karar verecek olursak her gelişme bizim açımızdan sorun olarak görülür. Perspektifimiz farklı burada. Perspektif şu olmalı. Bizim böyle bir sorunumuz var mı var. Biz kendi sorunumuzu kendimiz çözdükten sonra Suriye’nin Kuzeyinde ne olursa bizi etkilemez. Bunu tehdit olarak algılamayız. Aksine bir kazanım olarak bile görebiliriz. Eğer bu bölge istikrarlı bir yapıya kavuşursa, bizim ekonomik olarak, kültürel olarak, siyasi olarak kazanımlarımız olacaktır. Bugün Irak Kürt Yönetimi ile 12 milyar dolarlık ticaret yapıyorsak bu bölgenin istikrarlı olmasından kaynaklanıyor. Bağdat’la ticaretimiz ne kadar? Basra gibi petrol zengini bir bölgede bırakın milyarı milyon dolarlık bir yatırımımız bile yok. Ama biz istikrarlı bir Kürt bölgesinden 12 milyar dolarlık bir kazanç elde edebiliyoruz. Aynı şey Suriye’nin Kuzeyi içinde mümkün olabilir. Öte yandan Suriye’de sadece Kuzey sorunu yok ki. Ben aynı şekilde Lazkiye sorunu vardır diyorum mesela, Suveyde sorunu vardır bunları nasıl çözeceğiz? Şimdi biz kendi iç sorunumuzdan kaynaklı bir bakış açısıyla Suriye’ye baktığımız için sadece Kuzeye odaklanıyoruz. Suriye’de yalnızca Kuzey Suriye’nin geleceği tartışılmıyor. Aynı zamanda Batısı da tartışılıyor. Ne olacak Lazkiye bölgesinin geleceği? Ne olacak Dürzilerin Suveyda bölgesinin geleceği? Ne olacak Şam’ın geleceği? Bunların hepsini birlikte ele almak lazım. Hepsi birlikte çö- 57 zülebilecek sorunlar bunlar. Çözüm ancak bütün bu bölgelerin istikrara kavuşturulmasıyla mümkündür. Yoksa bu toplumsal bir çözülmeye doğru gider ve Suriye gibi bir devletin ortadan kalkmasına yol açar. Süreç Analiz: Geçtiğimiz günlerde Hillary Clinton’ın SUK’un liderliğinin değişmesi gerektiği yönünde yaptığı açıklamadan hareketle ABD başkanlık seçimlerinden sonra yeniden şekillendirilmesi muhtemel Suriye muhalefetinin geleceğini ve Türkiye’nin konumlanmasını nasıl görüyorsunuz? KürtArap gerginliği süreci nasıl etkileyecek? Prof. Dr. Yasin Aktay: Zaten şu ana kadar bütün uluslararası toplumun yeterince ağırlığını koyamamasının en önemli sebeplerinden bir tanesi Esad sonrası oluşacak olan tablo sonrasındaki kaygılar. Yani Esad’ın gitmesi çok da kimseyi ilgilendirmiyor. Esad bu haliyle kalsa da kalabiliyor, ama esas Esad sonrası önemli herkes için tabi muhalif yapının bir karşılığının olması gerekiyor. Aslında SUK yeterince karşılığını buluyor, bayağı karşılığını buluyor. SUK’a alternatif arayışların SUK düzeyinde bir karşılığı eğer olmayacaksa veya SUK’u da ihata edecek bir karşılığı olmayacaksa yeni Tek Soru İki Cevap krizler yeni problemler ortaya çıkacak demektir. Sonuçta SUK bir şeye karşılık geliyor. Orada Özgür Suriye Ordusu’nun önemli bir kesimini temsil ediyor. Belki yeterli bir temsile sahip olmamakla eleştirilebilir ama eğer yeni yeterli bir temsil iddiası ortaya çıkan yeni bir yapılanma ortaya konulacaksa SUK’u da içermek zorunda kalacaktır, çünkü SUK bu bölgedeki yapılanmadan tamamen uzak bir yapılanma değil. Yeni bir temsil, bu uzlaşma sorunudur. Uzlaşma meselesidir, yani hiç bir zaman böyle, hele hele Suriye gibi çatışan ortamlarda, benim dediğim dedik sadece herkes benim dediğimi kabul edecek demeye kalkışırsa iç savaş devam eder. İç savaşın hiç kimseye bir faydası olmayacak ve iç savaşa da bir toplum ne kadar tahammül edebilir. O toplum kalmadıktan sonra iç savaş neyin savaşı olacak o da bir soru işareti. Sonuçta ÖSO’yu da ihata eden SUK’u da ihata eden biraz daha şeyi genişletecek bir yapılanma ancak söz konusu olabilir. destek vermiyorsa kaçınılmaz olarak Sünnilerden müteşekkil bir yapı ortaya çıkar, ama bu Esadın zulmünü görmezden gelmeyi gerektiren bir durum değil. Aslında Alevilere çağrı yapmak lazım buyurun siz de gelin. Alevilerin orada artık Esad’ın zulmünü sahiplenmemeleri gerekiyor. Esad gibi bir katilin, bir gaddarın, bir katliamcının, kendi halkını katleden bir unsurun yanında Alevilerin durmaması gerekiyor. Yani durmadıkları taktirde ÖSO’nun onları dışlamak gibi bir tercihi olmaz aksine onlardan bir katılım olduğu taktirde ÖSO’nun eli çok daha güçleneceği için onları dışlamayı tercih etmez. Dolayısıyla mezhepsel bir yapılanmayı zaten tercih etmez ama oradan bir destek gelmediği durum olursa kaçınılmaz olarak böyle bir mezhepçi, mezhepçi değilse bile mezhep ağırlıklı bir görüntü oluşur. Nitekim Esad rejiminin de Nusayri görüntüye sahip olması gibi. Yani bütün üst düzey elemanları Nusayrilerden teşekkül edecek şekilde oluşturduğunuz zaman o mezhebi Bütün bu unsurların içinde, yeni muha- bir görüntü olmuyor da öbür tarafta buna lefetin içinde Kürtler de olmak zorunda. Sa- karşı çıkan neden mezhepçi bir görüntü dece Kürtler değil Aleviler de olur Hıristi- oluyor. yanlar da olur oradaki Müslüman Kardeşler Bu mezhepçi iddialarından sıyrılmak için de olur, olmak zorundadır. Ama Amerika’nın bir takım garantiler verilebilir. Hem Türkiarayışı veya Avrupalı ülkelerin arayışı nere- ye olarak hem de tabii ki ÖSO veya SUK’un deyse Müslüman Kardeşlerin hiçbir şekilde verdiği çabalar aslında bunlar şimdiye kadahil edilmediği bir yapılanma. Bu da hiç dar verdiği mesajlar son derece sağlıklı sağlıklı bir şey olmaz. yerinde mesajlar, biraz da Türkiye’nin de Türkiye SUK’u desteklerken liderlerini telkinleriyle Suriye’de bütün kesimleri eşit desteklerken Dürzilerden bir temsilci gel- ve adil bir biçimde temsil edecek herkesin medi zannediyorum. Çünkü orada Dürziler kendini temsil etmesine imkan verecek bir neredeyse bir ekip olarak bir grup olarak demokratik yapılanma, yani hedef bu. tamamen bu olaydan uzak durmayı tercih ettiler, daha politik davranıyorlar. Alevilerden temsilciler bildiğim kadarıyla var, çünkü Alevileri de içine almak istediler. Hıristiyanlardan temsilciler var mı yok mu bilmiyorum, bildiğim kadarıyla yok. Çünkü Hıristiyanlar da uzak kalmayı tercih etti. Geçenlerde ÖSO’ya katılan Aleviler oldu. Bir yapılanma oluşturuyorsun ve Alevileri de temsil edilebilir diyorsun. Alevilerden kimse gelmiyorsa eğer böyle bir yapıya 58 Doç. Dr. Veysel Ayhan: SUK’un yeniden yapılandırılması değil, yeni bir muhalefetin yaratılması durumu söz konusu. Bu yapı yeni bir yapıdır. Buna bir şekilde 66 yaşındaki önemli bir muhalif olan Riyad Seyf’in planı lanse ediliyor. Az evvel değindiğim 2000 yılından önceki parlemento eylemlerini örgütleyen en önemli parlementerlerden biriydi. Burada temel eleştiri şuydu; SUK Suriye’deki muhalefeti temsil etmiyor, sürgündekileri temsil ediyor. Ve nitekim biz bunu geçmişte söylediğimiz vakit Tek Soru İki Cevap SUK’un temsilcileri çıkıp hayır biz Suriye’yi temsil ediyoruz diyorlardı ama bakıyorsunuz bunu söyleyenler yaklaşık 20-30 yıldır Türkiye’de yaşıyorlar. Türkiye’de meslek sahibi olmuş, çocukları Türkiye’de büyümüş isimler bunlar. Tamam yıllar önce çok sağlam bir direniş gösterdiniz ve sürgün edildiniz ama bu realiteyi kabul etmek zorundasınız. Bu isimler üzerinden bir Suriye muhalefeti örgütlenemez. 20-30 yıldır Avrupa’da olan liderleri getirip SUK’un başına koydular. İnanın bu isimleri bugün Halep’e gönderseniz belki sokaklarını karıştırırlar. Şam’ı görüp görmedikleri bile tartışmalıdır, şu an lider olarak öne çıkarılan isimlerin. Çağımızdaki hızlı değişim göz önüne alınacak olursa 20-30 yıl dışarıda kalan bir insan ülkesinden uzaklaşır, hem fiziksel olarak hem de zihinsel ve kültürel olarak büyük bir kopuş yaşanır. Bu nedenle SUK başarısız bir projeye dönüşmeye başladı. O yüzden Batı SUK’u bir köşeye atıyor. Bunu Türkiye’nin yarattığı bir yapı olduğu için değil, bu kadar sürede bütün Suriye halkını kapsayıcı bir yapı bir model ortaya koyamadığı için yapıyor. SUK başarısız olduğu için ona verilen destek çekiliyor. Ama acaba burada sorumlu SUK’un kendisi mi yoksa lider seçimine varana kadar yapıya müdahale eden Dişişleri Bakanlığı mı? Bu yaşanan süreçten sonra, Türkiye Suriye politikasında sadece belli askeri unsurları destekleyen bir ülke konumuna gelebilir. Ve bu da Türkiye açısından çok ciddi bir sorun teşkil eder. ABD’nin tavrına gelecek olursak; ABD şunu görüyor bölge ülkeleri tek başlarına Suriye’deki sorunu çözebilecek güce sahip değiller. ABD hala ciddi bir küresel etkiye sahip bir aktördür. Eğer Rusya ile uzlaşılarak orta bir yol bulunabilirse muhaliflerin kendi içinde yada rejimle olan mücadelelerinde bir gelişme sağlanabilir. Şu an 50 kişiden oluşan bir Konsey gündemdedir ve bu yapıda Suriye Kürt Ulusal Konseyi’ne (SKUK) de 3 sandalye önerilmiş. Suriye’deki tüm farklı grupları içerecek bir yapı olacaktır. Burada geçmiş hatalara düşülmeyeceğini, Kürtler de dahil bütün unsurların yeni yapının içine dahil edileceğini düşünüyorum. Yapısal detaylara gelecek olursak, silahlı muhalefet sürdürülecek ancak bir yandan da Libya modelinde olduğu gibi yerel meclisler oluşturulabilir, bunlar kendi fiili bölgelerini yaratır ve meclis eğer Konseye üye ise her meclis kendi bölgesinde herhangi bir savaş dışı uygulama olursa bundan sorumlu tutulur. Yani eğer bir taburu ele geçirdikten sonra kalkıp tümünü infaz ederseniz meclis olarak siz sorumlu tutulursunuz. Yapılar tek çatı altında toplanmaya çalışılacak. ÖSO’nun da bu bağlamda çatısı güçlendirilecek ve bugün o yapı ile birlikte çalışmayan tevhid gibi bazı hareketlerde adapte edilmeye çalışılacak. Bu çok zor bir iştir, kolay olduğunu söylemiyoruz tabi. On dokuz ay sonra yeni bir siyasi hareket oluşturup bütün askeri birimleri bununla birlikte hareket etmeye davet edeceksiniz. Kolay bir yol değildir ama buna rağmen böyle bir şeyin başlamış olması yeni bir şeylere duyulan ihiyaçı ortaya koymuştur. Nasıl ki Suriye artık 11 Mart öncesine dönemezse, bu tartışmanın başlamasıyla SUK’ta artık liderliğini kaybetmiştir, eskiye dönülemez. PYD ve ÖSO arasında son dönemde yaşanan gerilimlerin bir Arap-Kürt çatışmasına dönüşme riski konusunda da iki tespit ile başlamak lazım. Birincisi Kürtler ve Araplar arasında bir gerginlik gerçekten var mı? İkincisi varsa bu gerginlik devrim öncesine mi yoksa devrim sonrasına mı dayanıyor? Şimdi öncelikle Suriye’de tarihsel olarak Araplar ve Kürtler arasında bir gerginlik olduğunu görmekteyiz. Osmanlı döneminde bölgeyi yönetenler Kürtlerdi, Fransızlar döneminde kendi döneminde kültürel anlamda nispeten özerklikleri vardı ama anayasal, siyasi ve ekonomik bir özerklik yoktu. Ama özellikle 60’lardan sonra bölge Temel nokta şu; Hilary Clinton’un ve doğrudan Arap yönetiminin etkisinde kalFrançois Hollande’nin açıklamalarında da dı ve Araplaştırma sürecine girdi. İnsanlar belirtildiği gibi oluşturulacak yeni yapı yalnızca kimliklerini kaybetmediler aynı za59 Tek Soru İki Cevap manda topraklarını da kaybettiler. Araplar gelip bölgede kendi yönetimlerini kurdular. Dolayısıyla bu bir gerginliğe yol açtı. Kamışlı’yı örnek alalım mesela, polisten idarecilerine kadar yönetimin tamamı Araplardan oluşuyor ve size diledikleri yönetimi uyguluyorlar. Keyfi uygulamalara ve baskılara maruz kalıyorsunuz. 60’lardan itibaren yaşanan bunlar. Dolayısıyla bir Kürt-Arap gerginliğinin olduğunu söylemek mümkün. 2003 yılındaki Irak savaşından sonra Kürt Federe Bölgesinin kurulması ile bu gerginlik çatışmaya dönüştü. Örneğin Kamışlı ve Afrin’deki çatışmalar, Halep’te öğrenciler arasında yaşanan kavgalar vs. Dolayısıyla Kürt-Arap gerginliği vardır ve bu devrim öncesine dayanıyor diyebiliriz. Sonra değişim hareketi başladı ve Kürtler belli taleplerle ortaya çıktılar. En öncelikli talep, anayasada varlıklarının kabul edilmesi. Araplarla birlikte kurucu unsur olarak kabul edilmek, yani Suriye Arap Cumhuriyeti kavramından Suriye Cumhuriyeti kavramına geçiş isteniyor. Şimdi rejim zaten bunu kabul etmiyor, muhalifler de dağınık olmalarına, zayıf olmalarına rağmen Kürtlerin bu taleplerine olumlu cevap vermediler. Bu kadar zayıfken bile bu ta60 lepleri karşılamıyorsanız yarın iktidara geldiğinizde hiçbir şekilde karşılamazsınız. Bu da Kürtlerde Araplara karşı bir güvensizliğe yol açtı. Bir diğer nokta ise ideolojik olarak Kürt grupların örgütlenmeleri, toplumsal yapıları ve kültürleri ile bugün Suriye’de askeri muhalefete liderlik eden grupların ideolojik yapılanmaları farklıdır. Daha seküler bir yapı mevcut Kürtlerde, kadın erkek ilişkilerinden diğer ilişkilere kadar. Ama muhalefet unsurlarına baktığımız zaman İslami tonu daha baskın yapılar olduğunu görüyoruz. Öyle olunca Suriye’nin geleceği noktasında tasavvurları da birbirinden farklı oluyor. Bu sorunlu ilişki çatışmaya dönüşebilir mi? Bu taraflara bağlı. Eğer taraflar birbirlerinin varlığına saygı duyarlarsa ki içlerinde bu vardır; hem Arapların içinde hem Kürtlerin içinde karşılıklı birbirine saygı duyan aktörler vardır ve bunlar 2005 yılında bir deklarasyon imzaladılar, çatışma ihtimali ortadan kalkar. Bu biraz da dışardan Suriye’ye empoze edilmeye çalışılan, dışardan gelenlerin getirdiği fikirlerle bir Kürt-Arap çatışması gibi görülebilir. Bölge ülkelerinin bazı Kürt partileri dışlaması ve Türkiye’den yardım alan, almak zorunda kalan bazı partilerin Kürtleri sorun olarak görmeleri de ilişkileri olumsuz etkiliyor. Bir çatışma zemini oluşacaksa bu yüzden oluşacaktır. Süreç Analiz: Ortadoğu’daki Baas rejimleri ile Kemalizm arasında bir ilişki görüyor musunuz? Prof. Dr. Yasin Aktay: Var, şöyle ikisi de halkın değerlerine biraz uzak. Halka rağmen kurulmuş, halka rağmen devam eden halka rağmen devam ettirilen dar elit kadrolarla devam ettirilen kapalı rejimlerdir. Bu her iki tarz rejimler de aslında Tek Soru İki Cevap kendi aralarında ilginç organik ittifaklar da kurmuşlardır. Bu organik ittifak Türkiye’nin rejimiyle Suriye’nin rejimi arasında zımni anlaşmalar olmuştur. Bir tür Soğuk Savaş yıllarının zımni anlaşmalarıdır yani görünür de gerilimli ve kopuktur ilişkiler hatta düşmancadır, ama birbirleriyle ilişkileri simbiyotik çıkar ilişkilerine doğru evrilmiştir zamanla. Birbirlerine ihtiyaç duyan birbirlerini besleyen ilişkilere dönüşmüştür zaman zaman bu ilişkiler. Öyle zannediyorum ki bir takım organik ilişkilerde beraberinde getirmiştir. Türkiye’nin PKK’sını yıllarca Suriye barındırmıştır. PPK’yı barındırırken Türkiye’nin kendi içerisinde bir takım savaş lordları, savaş beyleri de Suriye’nin bu sergilediği düşmanca tutumundan dolayı Suriye’ye düşman muamelesi yapmak yerine bu ilişkiyi adeta bir emanet ilişkisi gibi görmüştür. Ve kendileri de PKK’yı aynı şekilde kullanmışlardır. Bu ilginç bir biçimde Suriye rejimiyle Türkiye rejiminin farklı gizli servisleri, derin yapıları arasında birtakım ittifak ilişkilerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Doğrusu Kemalizm sadece Mustafa Kemal’e nispet ediliyor olsa da Mustafa Kemal’le ilişkisi olmayan bir ideolojidir. Soğuk Savaş yıllarından sonra bütün İslam ülkelerinde aslında denenen bir rejimin adıdır. Gündelik hayatı, sosyal hayatı ve siyasal hayatı İslamsızlaştırma siyasetinin adıdır. Bir yandan da komşu rejimlerle komşu ülkelerle araya aşılmaz engellerin ve sınırların tesis edildiği kapalı ulus devlet rejimlerinin adıdır. Burada güçlü bir muhaberat sistemiyle ayakta duran rejimler söz konusudur. Türkiye’de belli bir zamana kadar demokratik rejimine rağmen muhaberat rejimi yani askeri vesayetle sürdürülen bir muhaberat rejimi tesis etmiştir. Bu muhaberat rejimi aslında bütün Ortadoğu rejimlerinin aynı zamanda temel karakteristiği olmuştur. Her birisi komşu iki ülke arasına aşılmaz sınırlar koymak suretiyle İslam ülkelerinde bir birliğin bir birleşmenin oluşmamasının da teminatı olmuştur. 61 Doç. Dr. Veysel Ayhan: Yani şimdi şöyle bakmak lazım. Öyle felsefi bir analiz yapmaya gerek yok. Şu aşamada, bu rejimlerin uygulandığı ülkelerde, özellikle Arap ülkelerini kastediyorum, Kürt sorunu çözülmüş müdür? Veya İslami şeriatla yönettiğini söyleyen İran’da bu sorun çözülmüş müdür? Burda Kemalizm olsun, Baasçılık olsun, İslami rejim olsun kavramlar üzerinde çok fazla durmaya gerek yok. Bu kavramlardan kaynaklanan bir sorun değil. Buradaki insanlar her ne isimle olursa olsun bir yönetim oluşturuyorlar. Burada insani bir sorun var. İslami rejimle yönetilen bir ülkenin, ya da medeniyet tasavvuru içerisinde demokratik bir yönetim benimsediğini öne süren bir ülkenin bu sorunu çözmesi gerekir. Hangi ideolojk çerçeveden bakarsanız bakın, burada bir sorun var ve çözülmesi gerekiyor. Kemalizm, Baasçılık, İslamcılık; bu kavramların malesef siyasette bir karşılığı yok. Mesela Kemalizm, bugüne kadar en çok tarşılan kavram olması açısından, sorun doğrudan ideoloji kaynaklı değil, yani baktığınız zaman başka ülkelerde başka ideolojiler vardı, İran’da İslamcılık vardı sonuçta sorun çözülmedi ve bugüne kadar geldi. Dediğimiz gibi ortada bir sorun var ve tek mesele bunu çözme iradesi gösteren ülkeler var ya da göstermeyen ülkeler var. İngiltere demokrasinin beşiği kabul ediliyor ama hala ciddi anlamda çözemediği içsel sorunları vardır. Dolayısıyla sorun yönetim felsefesi ve oradaki insanların gelişmişliği ile ilgilidir. Sorunu çözmek yerine ötelersen çatışma zeminine çekmiş olursunuz. Yani sorun doğrudan kavramlarla ilgili değil. Süreç Analiz: Türkiye’de İslamcı köklere sahip AK Parti iktidarı döneminde Ergenekon süreçleri ile gerilediği düşünülen Kemalist trend ile Ortadoğu’da Arap Baharları ile yükselişe geçen İslamcı hareketler ve partiler ile gerileme trendindeki Baas rejimleri arasında bir korelasyon görüyor musunuz? Tek Soru İki Cevap Prof. Dr. Yasin Aktay: Tam da demin söylediğim şekilde artık bu çağ yeni bir çağ ve bu çağda o muhaberat rejimleri dediğimiz Kemalist rejimlerin artık ayakta kalamayacağı bir kültürel ve toplumsal ortama girmiş bulunuyoruz. Küresel dünyanın ortaya çıkardığı yeni sosyalleşme biçimleri yeni iletişim biçimleri ve yeni zihniyetler o muhaberat rejimlerinin yeterince kontrol edemeyeceği yapılar ortaya çıkardı. Aynı zamanda kültürel dünyanın da yeterince ihata edemeyeceği, yeterince etkileyemediği ve silemediği bir durum ortaya koymuştur. Tek bir kanaldan beslenmekle hiçbir zaman yetinemeyecek olan kitleler dünya ölçeğinde, küre ölçeğinde beslenme ve iletişim kanallarına açılmış oldukları andan itibaren zaten Kemalizm gibi muhaberat rejimleri krize girmiş oldular. Bu durum ortaya yapılabilecek dünyanın da yapılabilecek her çeşit siyasal talebin ve siyasal İslam başlığı altında ve İslami değerlerle ifade edilebileceği yeni alanlar ortaya çıkarmıştır. Bu alanda da dolayısıyla küresel muhalefet küresel dünyaya karşı kapalı rejimlere karşı muhalefet biraz daha toplumun kültürel kodlarında en zengin ve en potansiyel olarak etkin olan yapıları gün yüzüne çıkarmıştır. Dolayısıyla Kemalizmin gerilemesiyle İslam’ın ön plana çıkması arasında doğrudan bir korelasyon var. Baas rejimlerinin gerilemesiyle İslam’ın daha rahat daha demokratik bir yapı olarak toplumsal taleplere cevap veren bir zihniyet olarak ortaya çıkması arasında çok yakın bir korelasyon var. rine İslami değerleri referans alan bir parti iktidara geldi deniliyor, Kürtler de İslami bir gelenekten geliyor ama bakıyorsunuz binlerce insan hapishanede. Binlerce insan her gün sokaklarda gaz bombası vesaireye maruz kalıyor. Tamam o dönemlerde de öldürülüyordu, katliamlara uğruyorlardı bu insanlar ama hangi dönemde daha rahatlardı? O dönemin faili meçhul cinayetlerini işleyenlerin, o uygulamaları gerçekleştirenlerin kaçı bu suçları nedeniyle cezalandırılıyor bugün? Ben henüz rastlamadım, gerçekten o eylemlerinden ötürü cezalandırılmış birine. Ama bakıyorsunuz bugün on binlerce insan hapiste, açlık grevleri 56. güne dayanmış. 680 küsür insandan bahsediyoruz. Bu muazzam bir rakam, dünyada bu kadar büyük çapta gerçekleştirilmiş benzer bir eylem görülmemiş. Dolayısıyla burada bu yüzden bu kavramların içi boş diyorum, uygulamada bir anlam ifade etmiyorlar çünkü. Bu nedenle bu kavramlar arasında pek bi fark göremiyorum. Ortadoğu’da zaten asıl sorun rejimlerin kendi toplumsal değerleri ile uyuşmamasıydı. Bu ülkelerde siyasal istikrar adına toplumsal istikrarsızlık yaratıldı. Farklı etnik gruplar, mezhepler, bazen aşiretler sistem tarafından dışlandılar, baskıya maruz kaldılar. Bütün bunlar neden kabul gördü? Siyasal istikrar olsun veya ittifak ilişkileri zarar görmesin diye. O yüzden insanlar da fırsatı buldukları zaman ayaklanıyorlardı, bugüne kadar bir şekilde bastırılıyordu başarılı olunamıyordu ama bugün itibariyle bazı yerlerde başarıya ulaşabildiklerini görüyoruz. Bu söz konusu ülkelere demokrasi getirir mi bilmiyoruz, çünkü bu kez iktidarı ele geçiren grupların diğerlerini dışlama ihtimali var. Farklı aktörlerle yeni otoriter rejimler de ortaya çıkabilir bunu bilemeyiz. Doç. Dr. Veysel Ayhan: Burada bir önceki soruyla da ilişkili olarak şunu söylemek istiyorum: Ergenekoncuların aktif olduğu bir dönemden bahsediliyor sürekli. O dönemlerde kaç bin Kürt, belediye başkanı veya seçilmiş, meclis başkanı veya milletvekili hapishanedeydi bugün kaç bin kişi hapishanede? Bakın bugün on bin kişiden (Süreç Analiz: Kamuran Yavuz – Mehmet Alaca) bahsediyoruz. Bütün şehirlerde gösterilerden bahsediyoruz. Ergenekoncular bitti ye62 Hariciye Clara Rivas Alonso* [email protected] Katalonya Nereye? Katalonya bir ulustur ve bağımsızlık üzerine düşüncelerinin sorulması reddedilemez bir haktır. İspanya demokrasiye geçiş süreci boyunca işe yaramış bir anayasaya sahip olmakla beraber aynı anayasanın zayıflıkları ile mücadele etme cesaretini göstermelidir. İspanya siyasetinde bağımsızlık, gücün Convergència i Unió Katalan parlamenmerkezileşmesi, federalizm veya duman tosunu yöneten partidir. Katalan hükügörüntüleri mi? Katalonya’daki mevcut ba- metinin şimdiki başkanı olan Artur Mas ğımsızlıkçı trend. tarafından yönetilen ve iki partinin fedeHaber kuruluşlarının en kompleks halleri rasyonuna dayanan bir yapıdır. Geleneksel bile değersizleştirme alışkanlıkları var. Re- olarak açıkça bağımsız bir devleti destekalitenin aktarımının basit görüntüler içinde lemedi ama İspanya Anayasası çerçevesi mümkün olabildiğine dair sahte algılama içinde bir kendi kendini yönetmenin azami altında biz reddedilemez bir hakikate tanık seviyesini de talep ediyor. Sosyal ve ekooluyormuşuz izlenimine kapılmaya yönlendiriliyoruz. Bu medya mekanizmaları farklı nedenlerden dolayı herhangi birinin ulusal ya da uluslararası medya kuruluşlarını takip imkanının arttığı bugünlerde çok daha görünür hale geldi. Görünüşe göre birdenbire Katalan Bağımsızlıkçılığı manşetlere taşınıyor ve farklı örnekler yan yana koyulup birilerinin siyasi amaçları için karşılaştırmalar yapılıyor. Kendim İspanya basınını tarayıp onun Katalonya’daki bağımsızlıkçı hareketin ipuçlarına bakan diğer ülkelerdeki basın yayın kuruluşlarında oluşturduğu etkinin titremelerini yakalamaya çalıştım. İlk reaksiyonum normal olarak hiçbir durumun göründüğü kadar basit olmadığı oldu. Aşağıda bu makale boyunca farklı pozisyonları özetlemeye, milliyetçiliklerin arkasındaki mantığı analiz etmeye ve yaşanan tecrübelerin daha kişisel hikayelerini aktarmaya çalışacağım. 63 nomik politikalarda neoliberal ve muhafazakar yönelimleri destekliyorlar ve birkaç durumda da şimdiki İspanya’yı yöneten Partido Popular ile ittifaklar kurdular. CiU şu an yolsuzluk davalarına karışmış durumda ve siyasi sınıfın hükümet partisi de dahil pek çok üyesini bu davalar ilgilendiriyor1. İspanya nüfusunun kendisini temsil edenlere karşı hissettiği hoşnutsuzluk ise geniş bir şekilde basın camiasında yer buldu. 1 http://elpais.com/elpais/2012/09/12/opinion/1347452463_372481.html Hariciye Bunların üstüne Katalonya ekonomik durumunun İspanya’nın geriye kalanında olduğu gibi içinde bulunduğu dehşetli haldir. Ağustos’ta onlar merkezi hükümetten iflastan kaçınmak için 5 milyar dolarlık kurtarma fonu talep ettiler1. Hala kamu çalışanlarının maaşları ve temel hizmetler ödemeleri zamanında yapılamamaktadır2. Milliyetçiliğe karşı milliyetçilik yapmak pek kalıcı ve uzun vadeli bir çözüm sunmuyor. Her iki taraftaki ulusal gururlara yapılan çağrılar normalde iyi düşünülmüş pozisyonlardan çok uzak ve popülist duygularda yüksek olan diskurları besliyor. zında yayılan dayanışmayı bölmek için iyi nedenler bulmak için çaresizce çabalıyordu. Bu noktada geçmiş politikaların hataları ve hükümetin tarihi bir sorunu cesaretle çözmede göstermesi gereken gerekli alakanın yokluğu bugün Katalonya ve İspanya’nın yüzyüze kaldığı durumu yarattı. İspanya ve Katalonya’daki hükümetler tarafından tetiklenen bir medya histerisine şu an mahkum edildik. Daha ötesi onlar bizim olanın, sanki İspanya Ligi’ndeki Barca ile Madrid arasındaki klasik maçlar gibi İspanya milliyetçileri ile bağımsızlıkçılar arasındaki problemlerin sahada ortaya çıktığı iki karşıt pozisyonun açık mücadelesi olduğuna inanmaya zorluyorlar. Kusura bakmayın fakat bu tam bir rezilliktir. İlk olarak insanların demokratik olarak kendi kaderlerini seçme hakkı tartışılmamalıdır. Katalonya bir ulustur ve bağımsızlık üzerine düşüncelerinin sorulması reddedilemez bir haktır. İspanya demokrasiye geçiş süreci boyunca işe yaramış bir anayasaya sahip olmakla beraber aynı anayasanın zayıflıkları ile mücadele etme cesaretini göstermelidir. Eğer anayasa mevcut ulusal kimliklerin taleplerine cevap vermek için değiştirilmeye ihtiyaç duyuyorsa o zaman bu yapılmalıdır. Referandumlar bunun içindir. Eylül ayında Katalonya ulusal bayramı olan Diada sonrası –ki Katalonya sokakları açık bir bağımsızlıkçı mesajın hakim olduğu büyük topluluklarla doldurulmuştu- Mariano Rajoy, Artur Mas tarafından Katalonya’daki vergi sistemini sürdürmek için daha fazla özerklik kuvveti almayı amaçlayan bütçe paktını kabul etmeyi reddetmişti. Daha fazla yönetme gücünü İspanya merkezi hükümetinden alamama haliyle yüzleşen Artur Mas 25 Kasım’da düzenlenecek bölgesel seçimlerde bir referandum yapılİkinci olarak faşist Franko rejimini asla masını anons etti. Referandum Katalanlara resmen lanetlemeyen bir parti tarafından Katalonya’nın self-determinasyonu ile ilgili bir soru soracaktı; Mas için bu sorunun içe- yönetilen İspanya’nın mevcut hükümeti etkili bir şekilde ilerlemeci taleplerin herriği henüz tam netleşmemişti. hangi biri karşısında kulaklarını tıkıyorlar. Katalonya’da siyasi sınıf kendi ulusunun İspanya’yı oluşturan farklı halklara nasıl bağımsızlıkçı istekleri ile mücadele eder- muamele ettikleri düşünülürse genel çerken İspanya hükümeti de ülkenin demok- çeveleri yeniden değerlendirme ihtiyacı ratik doğası, vatandaşların özgürlüğü ve tartışmasızdır. Onlarsa bu işleri kendilerisosyal politikalar üzerine görülmemiş bir ne uygun düştükçe, muhalefeti suçlama atakla uğraşmaktaydı. İç bir isyanla karşı- imkanı oluşturdukça ve elitleri korumak laştığını düşünen Rajoy hükümeti yapma- için yapıyorlar. Açık yalan ise eğer bağımyacağı sözünü verdiği tüm politikaları tek sızlıkçılıkla aynı kulvarda olmazsam benim tek uyguladığı için eyaletlerde sokak ba- İspanya merkeziyetçiliği ve milliyetçiliği 1 http://www.guardian.co.uk/world/2012/aug/28/ tarafında olacağımdır. Onların sosyal meselelere cevapları bütün İspanya’yı savaş catalonias-plea-brings-spanish-bailout-nearer 2 http://www.eldiario.es/catalunyaplural/Politisonrasından beri görülmemiş şartlarda ca-Catalunya-Mas-Finanzas_6_56754334.html 64 Hariciye yaşamaya itiyor. Popular Party İspanyolluk için yaptıkları histerik çağrılarla İspanya’nın nasıl bir durumda olması gerektiği ile ilgili olarak tek taraflı bir anlayış empoze ediyorlar. Bir ülke ki sosyal ve kültürel fakirlik içinde ama siyasi elitleri imtiyazlıların lehine çalışıyor ve geri kalanları da cezalandırıyor. bir ulusal kimliğe sahip değilse ne yapacak? Gerçek problem inancıma göre burada yatıyor. Milliyetçiliğe karşı milliyetçilik yapmak pek kalıcı ve uzun vadeli bir çözüm sunmuyor. Her iki taraftaki ulusal gururlara yapılan çağrılar normalde iyi düşünülmüş pozisyonlardan çok uzak ve popülist duygularda yüksek olan diskurları besliyor. Bu ufuk çizgisinde daha önce söylendiği gibi mevcut hükümetin İspanya sınırları içindeki milliyetçiliklerin gerçek amili olduğu söylendi1. Bu çok kolay sonuca varmak olur. Şahsen bazılarının kendisini böylesine ehliyetsiz bir ulusal hükümetten ayrı tutma isteklerini anlayabilirim. Fakat biri açık Kişisel bir not olarak kendim hiçbir zaman bir ulusun herhangi bir ayrılmaz nosyonunu tamamıyla anlayamadım. Barcelona’dan 1,000 km uzak bir sınır şehrinde doğmuş biri olarak çocukluğumun bazı yıllarını Katalan başkentinde geçirdim. Katalanca ve İspanyolca öğrendim ve oradaki tecrübemin her dakikasını sevdim. Şu ana kadar sahip olduğum hayat tecrübelerimi düşündüğümde kendimi birazcık Katalan 1 http://www.eldiario.es/politica/derechaespanola-maquina-fabricar-independentistas_0_57744352.html 65 Hariciye hissetmeye müsaade ediyorum. Oradaki yıllarımdan sonra politikacılar için hayatı kolaylaştıran basma kalıp yargıları ortaya koyan ifadelerle karşılaştım ve karşı çıktım. Hayır; bütün Katalanlar bağımsızlıkçı değil ve Madrid’de yaşayan herkes de sağcı değil. (Tıpkı bütün İspanyolların tembel olmadığı gibi) Ulusların bu temsillerinin yalnızca her toplumu oluşturan kompleks çok tabakalı gerçekliklerden çok uzak kurgular olduğu ne zaman unutuldu? Milliyetçilikler ilerlemeci sosyal temayüller olmaktan uzaktır. Katalanlar umut edilir ki kendi referandumlarını oylayabilirler. Sonuç İspanya’nın farklı halkları arasındaki gerçek kohezyon ile ilgili ipuçları temin edecektir. Düşünülmesi gereken başka çözümler de olmalıdır. Örneğin federalizm bütün İspanya toplumunun tüm tarafları arasındaki bir uzlaşmayı gerektirir. Federalizm İspanyol ulusalcı merkeziyetçiliğine (tehlikeli bir şekilde faşist olan) karşı oluşuyla karşılıklı saygı ve diyalogun hakim olduğu bir kültür içinde farklı ulusların kendi beklentilerini gerçekleştirebildiği bir platformu temin edecektir. Tabi bu zor seçimdir. Bu seçenek Katalanlardan köprüleri yakmak yerine yapacak yeterli cesareti göstermelerini talep etmektedir. Aynı seçenek yönettiği farzedilen insanlara gerçekten saygı duyan tamamıyla farklı bir İspanyol hükümetini ayrıca talep ediyor. Eğer milliyetçilik geçerli bir seçenek olursa ve daha fazla sınırlar yaparsak toplumların temelinin bencillik ve korku olduğunu kabul etmiş olmaz mıyız? (Bu şimdiki ana akım Avrupa siyasetinde hakim olan söylem değil midir? Gerici milliyetçiliklerin karşısında enternasyonalizmin hakiki bir şekilde parlaması zamanı değil midir?) Şahsen referandumun olmasını umut ediyorum. Bazılarının yutkunamadığı bazı gerçekleri gösterse de demokratik süreçlere her zaman saygı duyulmalıdır. 66 Baskı asla olumlu sonuç doğurmaz. Benim ayrıca bağımsızlıkçılık isteyenlere de sorularım var. Sınır nerededir? Katalan olmanın ne anlama geldiğine kim karar verecek? Bu sözde İspanyolluk faşist sağ kanat nedenler için kullanıldığında eğer ben bir İspanyol pasaporta sahip olmaktan dehşete düşüyorsam bu statüyü yeniden anlamlandırmak ve İspanyolluğu açık uçlu bir anlayışa kavuşturma yolunda çalışmak benim gibi düşünenlere kalıyor. Sonunda nerede doğduğun tamamıyla tesadüfidir. Aynı şekilde belki de Katalanlar da farklılıkları takdir etme ama araçsallaştırmama ve adaletsizlik üzerine değil ama eşitlik üzere bir toplum kurma amacıyla diğerleriyle rabıtalar geliştirmeyi istemek için ayağa kalkabilirler. Aksi halde onlar siyaseten doğru olmasına göre mutlulukla taraf değiştiren (CiU ve PP gibi okuyabilirsiniz) ve sinirli bir iklimde değil ama saygılı bir konuşma aracılığıyla çözülebilecek sorunlardan faydalanacak ve onları kullanabilecek güç sahiplerine av olacaklar. İspanya’nın içinde bulunduğu kriz şu an insani ölçütlerde, sınır ötesi karakterli ve çok dilli, hakların herkesçe kullanılabildiği ve düşüşteki tehlikeli piyasa rejimine karşı ittifakların kurulabildiği bir sivil uyanışa ihtiyaç duymaktadır. *Yazar bu yazıyı Süreç Analiz için kaleme almıştır. Çeviren: Süreç Analiz Hariciye Hakan Aydın [email protected] Arap Hareketlenmeleri* Kompleksi Batı referanslı özgürlük ve demokrasi söylemlerinin Arap hareketlenmeleri süresince kullanılması, bu hareketlenmelerin “Batı karşıtı” bir hal almasına engel olacaktır. Ayrıca bu durum ABD için de avantaj sağlamaktadır. Çünkü bu tarz söylemler üzerinden oyunun kuralları belirlenmekte ve oyunun gidişatı da şekillendirilmektedir. 2011 yılının başından beri Arap dünyasını etkisi altına alan siyasal ve sosyal gelişmelerin nereye vardığı ya da varacağı anlamlandırılmaya çalışılıyor. Kimilerine göre Arapların yıllardır özlem duydukları demokratik rejimlere sahip olma isteği mevzu bahisken, kimileri için bu hareketlenmeler, sadece demokratik rejimlere sahip olmayı amaç edinmiyor. Bir diğer kanı ise, çıkar odaklarının bu süreci sabote ve provoke etmeye çalıştıkları yönünde. Bu yazıda Arap dünyasını etkisi altına alan Arap hareketlenmelerinin kompleks bir kimliğe büründüğü tartışılacaktır. 67 Günümüz dünyasında kitlesel hareketlenmelerin varlığı ve etkisi yadsınamaz bir gerçektir. Demokratik anlayış çerçevesinde bireylerin taleplerinin önündeki tartışma duvarının esnekleşmesinin ve bireylerin taleplerini daha kolay dile getirebilmelerinin de bu durumda payı büyük. Bu hareketlenmelerle birlikte Ortadoğu’da kitlesel örgütlenmelerin potansiyelinin ötesinde, büyük bir etkisi olduğu görülmüştür. Hatta bu etkinin askeri yöntemleri kullanmaya kadar varabileceği açığa çıkmıştır. Bunun sebebi, siyasal kültürü itibariyle tartışmaların Arap dünyasını et- Hariciye kisi altına alması ve bölgedeki halk taba- arasındaki bağımsız gruplar tarafından da nında otoriter liderlik anlayışına olan mü- Mübarek karşıtlığı sert bir şekilde gösterilsamahanın kalmadığıdır. miştir. Ancak Tahrir Meydanı’nda toplanan Bölgede kötü giden ekonomi, hareket- kalabalığın Mısır’ın gerçek profilini yansılenmelerin kısa sürede etkili olmasına tıp yansıtmadığı tartışmalıdır. Yani iç veya neden olmuştur. Buna sosyal alanlardaki dış çıkar odaklarının süreci sabote ettikleri reform eksiklikleri de eklendiğinde durum göz önüne alındığında hareketlenmelerin daha bir çıkmaza girmiş, sosyal ağlar bün- masumiyetleri ya da amaçladıkları sorguyesinde örgütlenen insanlar tepkilerini lanmalıdır. protestolarla göstermişlerdir. Büyük ya da küçük çapta olmak üzere bu hareketlenmeler; Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Yemen, Bahreyn, Ürdün, Umman, Irak ve Lübnan gibi devletleri de etkisi altına almıştır. Temel anlamda hareketlenmelerin etkili olduğu Tunus, Mısır, Libya ve Suriye’nin fotoğrafı ortaya koyulup, hareketlenmelerin kompleks hali açıklanmaya çalışılacaktır. Kabilelere dayalı olan Libya’daki siyasal yapı da çok farklıdır. Muammer Kaddafi döneminde ülke Arap kabileleri bir hareketlenmelerinin içerisindeki arada tutma hususunda Batının değerlerini Kaddafi’nin rolü şüphesiz özümseme yolu çok önemliydi. Libya, iç açması, ABD’nin savaş içerisinde bu hareketlenmelerden nasibini bozulan imajını almıştır. Hatta bu durum düzeltmesine BM müdahalesini bile geimkan tanıyacak rekli kılmıştır. Libya’daki ve aşırı terörist durum tam anlamıyla ülke örgütlenmelerin içindeki ve dışındaki çıkar Tunus’ta başlayan hareodaklarıyla Kaddafi arade destek ketlenmelerin kısa sürede sındaki hesaplaşmanın görememesine başarılı olmasının sebebi, eseridir. Bu hesaplaşmaneden olacaktır. Buazzizi’nin kendini yakda petrolün rolü tartışmamasının halkta uyandırdığı ya açılmalıdır. Kaddafi’nin duygusal etkinin netice verpetrol kuyularını yaktığı mesi olarak gösterilebilir. Ayrıca Tunus’un laik ve ulusal yapıya sahip veya yaktırdığı yönündeki haberler, BM olması, hareketlenmelerin mezhep ya da müdahalesinin kağıt üzerinde olmayan geetnik hesaplaşmalara dönmesine imkan rekçesini oluşturmuş ve hareketlenmelerin tanımamıştır. Ordu ve halk nezdinde zayıf çıkmaza girmesini engellemiştir. kalan Zeynel Bin Abidin, direnç kuramamış Suriye’de ise hareketlenmeler, mezve ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. hep çatışmalarına dönüşmüş, Esad yanlıMısır’ı hareketlenmelerin etkili oldu- ları (Baasçılar) ve Esad karşıtları arasında ğu devletlerden ayıran faktör ise, askeri seyretmiştir. Her iki taraf da, büyük oranrejime sahip olmasıdır. Hareketlenmeler da güç kaybetmiş ve her geçen gün ölü öncesinde, rejimin ordusu ve dini oluşum- sayısının arttığı bir manzarayla karşı karlar arasında gerilim ön plandaydı. Siyasal, şıya kalınmıştır. Ancak ne gariptir ki, Libekonomik ve sosyal alanlardaki reformla- ya’yla karşılaştırılmayacak derecede bir iç rın eksikliği ve Hüsnü Mübarek tarafından savaşa sahip olan Suriye için BM herhangi verilen sözlerin yerine getirilmeyişi reji- bir müdahalede bulunmayıp, henüz çıkar min kredisinin git gide düşmesine neden odakları arasında bir anlaşmanın sağlaoldu. İhvan-ı Müslimin dini hareketi önemli namadığı izlenimini uyandırmaktadır. Bu bir muhalif kitleyi temsil ederken, kitleler sebeple, Suriye’deki durumun netleşmesi dış dinamiklere bağlı olarak şekillenecek- 68 Hariciye tir. Dış dinamikler arasında anlaşma zemini kurulamaması, fiilen bölünmüş durumdaki Suriye’nin kağıt üzerinde de bölünmesine sebep olacaktır. Fakat iç ve dış dinamiklerin uzlaşısı ulusal temelli bir Suriye’nin kurulmasına olumlu katkı sağlayabilecektir. Arap dünyasındaki otoriter rejimlere başkaldırı sürecinin Amerikan karşıtlığına dönüşmesinden endişelenen ABD, Amerikan çıkarları doğrudan tehdit edilmediği sürece devrimleri destekledi. Mısır örneğinde Mübarek yönetiminden vazgeçmek zorunda kalınması, ABD yönetiminin Suudi yönetimiyle arasını açtı. İleride de Suudi yönetiminden vazgeçilebilir anlamı taşıdı. Obama’nın çıkarlarla (Suudi Arabistan’la ilişkiler), idealler (insan hakları ve özgürlükler) çatıştığında, çıkarlarla idealler arasında denge kurma tavrı, ABD’nin Arap hareketlenmelerindeki ana çizgisiydi. Afganistan ve Irak müdahaleleri ABD açısından hem maliyetli olmuş hem de itibar kaybı anlamına gelmiştir. Ortadoğu dengeleri açısından iç hareketlenmelerle siyasetin şekillenmesi hem ABD açısından makbulken hem de yeni yönetimin halk tabanında benimsenmesine olanak tanımıştır. Batı referanslı özgürlük ve demokrasi söylemlerinin Arap hareketlenmeleri süresince kullanılması, bu hareketlenmelerin “Batı karşıtı” bir hal almasına engel olacaktır. Ayrıca bu durum ABD için de avantaj sağlamaktadır. Çünkü bu tarz söylemler üzerinden oyunun kuralları belirlenmekte 69 ve oyunun gidişatı da şekillendirilmektedir. Bir diğer husus da, Libya örneğinde görüldüğü gibi; Barack Obama yönetimi Libya müdahalesindeki tavrını ‘geriden liderlik’ olarak tanımlayarak yeni dönemde Amerikan politikalarını dikte eden bir görüntüden uzak durmaya çalıştı. Uluslararası koalisyonlarla çalışarak müdahalenin siyasi ve ekonomik maliyetlerinin bölge ülkeleri ve Amerikan müttefikleri tarafından paylaşılmasını tercih eden bir politika izledi. Arap hareketlenmeleri sürecinde El Kaide’yle birlikte İran’ında göreceli biçimde prestij kaybettiği öne sürülüyor. Usame Bin Ladin’in ölümüyle büyük bir darbe alan El Kaide’nin, çok daha pasif bir hal alacağı öngörülebilir. Arap hareketlenmelerinin Batının değerlerini özümseme yolu açması, ABD’nin bozulan imajını düzeltmesine imkan tanıyacak ve aşırı terörist örgütlenmelerin de destek görememesine neden olacaktır. İran’da 2013 genel seçimleri sonrasında ortaya çıkması muhtemel halk hareketlenmeleri, ileriki süreçte İran’daki siyasal yapıyı zorlayacak ve iç karışıklıklara sebebiyet verebilecektir. Sonuç olarak, Arap hareketlenmelerinin kompleks bir halde seyrettiği ve etkilenen devletler nezdinde de bu durumun net bir biçimde hissedildiği ortada. Hareketlenmelerin bu şekilde kalıp kalmayacağı, yeni gelen yönetimlere karşı da protestoların yükselmesi aslında tüm bunların ne kadar karmaşık bir biçimde gerçekleştiğinin göstergesidir. Dış çıkar odaklarının da sürece dahil olup siyasal ve ekonomik çıkarlarını öncelemeleri bu kompleksteki aktör ve çıkmaz sayısını daha da arttırmaktadır. Arap hareketlenmeleri sürecinin çok boyutlu biçimde ele alınması, durumun daha iyi anlaşılmasında katkı sağlayacaktır. *Yazı boyunca hareketlenmeler kelimesi kullanılmıştır. Çünkü Arap Baharı, Devrimi, İhtilali gibi kelimelerin bu durumu karşılamadığı düşünülmekte bu tarz kelimelerin söylemler oluşturmayı amaçladıkları savunulmaktadır. Hariciye Murat Sofuoğlu [email protected] Makalenin girişindeki italik giriş o şekilde kalacak olup ikinci spot makalenin içinde münasip bir yere yerleştirilecektir. 2010 Aralık ayında başlayan Arap Baharı pek çok farklı değerlendirmeyi haklı kılacak düşünceleri ilham etmeye aday ve Ortadoğu’da yalnızca geç başlamış bir demokratikleşme hareketi olarak görülmemelidir. Arap Baharı 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılışı ile sembolize edilen Komünist blokun çökmesi ile karşılaştırılabilecek hususiyetlere sahip olduğu gibi kimi açılardan da Avrupa’da kralları ve monarşileri deviren toplumsal ve politik hareketlerle de benzerlikler göstermektedir. İlkine benzerlik bir bakıma demokrasinin güçlü bir şekilde gelişmediği Balkanlar ile Ortadoğu’nun tarihsel deneyimlerine dayanmaktadır. Uzun bir zaman önemli bir kısmı Osmanlı İmparatorluğu yönetimi altında olmuş Doğu Avrupa’nın II. Dünya Savaşı sonunda da süper güç paylaşımının da bir sonucu olarak bir başka monolitik yapı olan Sovyet etkisi altına girişi ile Ortadoğu’da olanlar tarihen birbirine benzemektedir. Gene uzun bir zaman Osmanlı İmparatorluğu yönetimi altında olan Ortadoğu I. Dünya Savaşı’nda Düvel-i Muazzama’nın paylaşım planlarına konu olmuş ve sonrasında manda rejimle70 Arap Baharı Düşünceleri rinden çıkan ülkeler Amerikan ya da Sovyet etki alanları içinde Baasçı, Nasirist ya da benzer tanımlı sekülarist otokratik rejimlerce yönetilmiştir. Doğu Avrupa Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla bir bakıma demokrasi yoluna girerken Avrupa Birliği projesinin de uygulama alanı haline dönüşmüştür. Ortadoğu ise Arap Baharı ile demokrasi yoluna girme işaretleri vermekte ancak nasıl bir projenin uygulama alanı olacağı belirsizliğini korumaktadır. Ancak tahmin yapmak gerekirse adayların, kolonyalist zamanın mandacı ülkelerinden Osmanlı-İran güç mücadelelerinin günümüzdeki halefiyetini sürdürecek ülkelerin olduğu bir spectrumda gözler önüne gelebilir. Kuşkusuz I. Dünya Savaşı sonlarında kurulabilme ihtimali en azından konuşulan bir Birleşik Arap devleti de olasılıklar arasındadır. Hariciye Arap Baharı’nın Avrupa’daki devrimlere ile Arap Baharı dinamiklerinin benzeştiği benzeyen yanıysa meselenin sadece bir söylenebilir. Özellikle Fransız Devrimi’nde rejim değişikliği ve demokratikleşme ol- kristalize olan mezkur dinamikler demokmayıp aynı zamanda derin bir toplumsal rasi-monarşi, kapitalizm-feodalite ve kidönüşüm olduğuna dair özellikler taşıma- lise-sekülarizm karşıtlıklarında kendini sıdır. Doğu Avrupa’da Berlin Duvarı’nın yı- göstermiş; demokrasi isteyen kapitalist ve kılması ile daha çok Batı Avrupa-Amerika seküler burjuva hareketleri halk desteğini çizgisine yakın seküler-demokratik güçle- alarak monarşileri ya devirerek ya da dörin siyasi sistemlere egemen olduğu göz- nüştürerek iktidarı büyük ölçüde ele geçirlemlenmektedir. Aynı şeyin Ortadoğu’da miş ve günümüzde hala varlıklarını sürdüolduğunu söyleyemeyiz. Ortadoğu’da hali- ren ulus-devletleri kurmuşlardı. hazırda olan orijinal temelleri I. Dünya SaArap Baharı’nı Berlin Duvarı’nın yıkılışı vaşı sonrası başlayan ve Batılı devletlerce sonrası hadiselerden ayıran ve onu erken yürütülen istila hareketlerine karşıtlık ma- Avrupa devrimlerine daha çok yaklaştıran nasında atılmış, anti-embaşka bir yön ise ait olunan peryalist, anti-sekülarist büyük bir siyasi-ekonomikve esasında anti-kapitaArap Baharı’nı askeri birliğin (Varşova Paklist İslamcı hareketlerin tı) dağılması ya da korumaBerlin Duvarı’nın iktidara yürüyüşüdür. sı altında olunan büyük bir yıkılışı sonrası Bu haliyle İslamcılar tadevletin güçten düşmesi rafından domine edilen hadiselerden ayıran sonucu ortaya çıkmadığının Arap Baharı hareketleriaçık oluşundadır. Nihayenin –İranlılar “İslami Uya- ve onu erken Avrupa tinde Berlin Duvarı’nın yınış” diyorlar- toplumsal devrimlerine daha kılması Sovyet sisteminin dönüşüm dinamiklerinin Gorbaçov’un Glasnost ve çok yaklaştıran post-Berlin Duvarı süreci Perestroyka politikaları ile ile ortaya çıkan Doğu Av- başka bir yön ise ait kendi kendini tasfiyesi ile rupa’daki hareketlerden olunan büyük bir doğrudan bağlantılıdır. Vardaha güçlü olduğunu şova Paktı ülkeleri hami ülke siyasi-ekonomikhem ekonomik güçleolan Sovyetler Birliği’nin darin değişimi ve karşılıklı askeri birliğin ğılması ile çözülmeye girmiş güçleri bakımından yani ve bu durum doğrudan Doğu (Varşova Paktı) sınıfsal zaviyeden hem Avrupa’da politik sonuçlar dağılması ya da de politik dönüşüm bakıoluşturmuş; nihayetinde mından söyleyebiliriz. koruması altında Berlin Duvarı’nın yıkılması Ortadoğu’da daha İsile neticelenecek toplumsal olunan büyük bir lamcı köklere sahip bir hareketleri tetiklemişti. devletin güçten burjuvazinin ekonomik Arap Baharı ise yukarıda anlamda tedrici olarak düşmesi sonucu bahsedilen bir paktın Ortagüç sahibi olduğu göz- ortaya çıkmadığının doğu’da etkisini yitirmesi lemlenirken politik maya da hami bir devletin artık açık oluşundadır. nada da kendi inançlabu işi yapamaz hale gelmesi rının ve coğrafyasının sonucunda ortaya çıkmadı. hususiliği noktasında Arap Baharı çok iyi açıklanamayacak ama fazlasıyla ve özellikle hassas İslamcı ha- özellikle ülkelerin kendi iç insicamları ve reketlerin iktidara yürüdükleri gözlemlen- sosyal dokuları ve siyasi sistemleri ile alamektedir. Bu bakımdan Avrupa’da ulus- kalı pek çok etkinin kümülatif birleşmesi devletleri kuran devrimlerin dinamikleri ile kendini gösterdi. Bu yönüyle de sos71 Hariciye yal-ekonomik ve siyasi yönleri ağır basan ler’le kimi akrabalıklara sahip Milli Görüşçü erken Avrupa devrimlerine benzemektedir. bir İslamcılıktan neşvüneva etmiş olan ve Kuşkusuz Arap Baharı dinamiklerinin or- tüm Kemalist badirelerden sonra –henüz taya çıkmasında Irak’ta Saddam Hüseyin’in bitmediğine dair güçlü işaretler var- iktidaBaasçı rejiminin Amerikan Neocon dok- ra demokratik yollardan sağlam bir şekilde trinlerinin etkisi altındaki Bush yönetimi ulaşabilmiş AK Parti, Arap Baharı güçleritarafından askeri güç kullanımı yoluyla II. nin Batı dünyası ile ittifakının bazen aracısı Körfez Savaşı sonrası devrilmesinin ne ka- bazen destekçisi çoğu zaman da koordinadar etkili olduğu da düşünülmeye değerdir. törü olmaya çalışmaktadır. Sonuç olarak Troçkist “tek dünyada devrim” teorileri ile Türkiye başbakanı Davos’ta İsrail’e kafa tuStraussian dünya devleti tartışmaları te- tarak böyle bir koordinatörlük için Ortadomelinde gelişen Neocon doktrin askeri güç ğu’da ihtiyaç duyulabilecek yeterli krediye yoluyla Ortadoğu’ya Doğu Avrupa’dan son- sahip olduğunu da göstermiştir. ra demokrasinin ihraç –terimin kendisi paradoksal olarak Stalinist köklere sahip- edilebileceğini ve “sürekli ‘demokratik’ devrim” yoluyla tüm dünyanın demokratikleşebileceğini düşünüyordu. Bu düşünceler daha sonra Neocon hareketten ayrıldığını deklare eden Francis Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” olarak tanımladığı tezine de paraleldir. Başkaları ise Arap Baharı’nın I. Dünya Savaşı sonrası işgalci (Hıristiyan) Avrupa emperyalizmine karşı Ortadoğu’da ortaya çıkan İslamcı hareketlerin en teşekküllüsü olan Sünni Müslüman Kardeşler ile belki de bütün İslamcı hareketlerin içinde en erken sonuç alan 1979 İran Devrimcilerinin yolundan gittiği iddiasındaki Şii İslamcı hareketler arasındaki rekabet ve güç mücadelesinin gitgide alanı haline geldiğini düşünüyorlar. Bunun günümüzdeki jeopolitik manada doğal sonucu demokrasiye sadakatleri ölçüsünde saygı ve koruma gören İslamcı Müslüman Kardeşler ile Amerika liderliğindeki Batı dünyası arasında bir ittifakın oluşmasıdır. Bu rol dahilinde özellikle Sünniliği belirgin Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve İhvan-i Müslümin çizgisindeki İslamcı hareketlerin aktif desteğini alan Suriye’de Müslüman Kardeşler’in öncülüğünü yaptığı silahlı muhalefetin Şii İran desteği altındaki Alevilerin domine ettiği Esad rejimiyle mücadelesinin tarihi Sünni-Şii mücadelesini yeniden canlandırma imkanları ortaya çıkarttığı da gözlemlenmektedir. Son olarak tüm bu düşünceler eşliğinde Arap Baharı ile ilgili özellikle unutulmaması gereken kritik nokta Kissinger’ın ifade ettiği gibi “devrim(lerin) kökeni değil istikameti ve iddiaları değil sonuçları üzerinden Bu tabloda Türkiye Müslüman Kardeş- sorgulanacak” oluşudur. 72 Röportaj Gülmelek Alev [email protected] 73 Barışın sesi var mıdır? Duydunuz mu, nasıl seslenir barış? Ben duymadım. Sanırım barış sesini çıkarmaya korkuyor. İnsandan mı korkuyor? İnsana rağmen insan için gelir halbuki. Sessizce… Ama gidişi patırtılıdır. Daha doğrusu savaş patırtıyla gelir. Çok büyüktür onun sesi. Bu sefer de insan savaştan korkar. Her an yanı başındadır Azrail insanın. Hep mi ensesindedir nefesi savaş vakti? Azrail’den mi korkar insan yoksa savaşın koca sesinden mi? Savaşın gürültüsüdür korkutan, ölüm değil. Her kafadan, her silahtan ses çıkar. Savaşın karmaşasıdır korkutan insanı. Siyasiler konuşurlar, adamları savaşır. Zarar gören ise halktır. Kalmayınca başka şansı o da katılır bazen savaşa. Direnir rejime. Alır 150 yıl sonra yine Rus silahları… eline dedesinin emanetini, korumaya çalışır karısını, çocuğunu, anasını, babasını, kardeşini, komşusunu… Bakmaz cinsine, türüne, mezhebine koruduğu varlıkların. Çünkü bilir hepsi birer değerdir. Değerlidirler… Aynı topraklarda kardeşçe yaşamışlardır uzun yıllar ama bir gün bir insan evladı iradeyi eline alır almaz içine etmiştir bu kardeşliğin. Ya birbirine düşürmüştür onları ya da başlarını ezmeye çalışmıştır, kendine itaate zorlamıştır. Suriye’de rejimden memnun olmayan halk, devirmek istedi Esad’ı. İstediği sadece rejim değişikliğiydi. Esad ise silahla karşılık verdi halkına. Her hükümetle iyi ilişkiler kurabilmiş olan Çerkesleri de Rus yapımı bombalarından mahrum bırakmadı elbette. Çerkesler, 150 yıl sonra yine Rus silahları ile karşı karşıyaydı. Röportaj ► Biraz kendinden bahsedebilir misin zannetmiyorum. Demek istediğim özel ya Luay? da kişisel bir derdim yok. Olmayacak diye ➢ Suriyeliyim Babam Çerkes. Anne ta- de düşünüyorum. rafım Türk kökenli. Ailem Şam’da yaşıyor. 1982 doğumluyum. İstanbul’da yaşıyorum. Telekomünikasyon sektörüyle meşgulüm. Özellikle “voice over internet protocol” sistemi ile. Biz 3 yıl önce Limited şirketi kurduk. Benim okulum bitmedi. Sakarya Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı okuyorum. Okulumun bitmeme sebebi yaptığım işle ilgili olmaması tabii ki. ► Suriye’de nerede yaşıyordun? ➢ Bizim mahalle merkezden 20 dakika uzaklıkta ve merkezin güney tarafında. Halk mahallesi. Orada yaşayan insanlar çok karışık. Etnik açıdan, dini açıdan, bilinç seviyesi açısından... Her türlü insan bulunur bizim bölgede. 10 civarında Çerkes aile var. Dağınık halde yaşıyorlar. Türkmen, Alevi, ► Türkiye’ye ne zaman geldin? Dürzi… Suriye’nin başka şehirlerinden ge➢ 2007 sonunda geldim. Aşağı yukarı 4 len farklı gruplardan oluşuyor. Karışık ama yıldır Türkiye’deyim. toplu ve ayrı ayrı sokaklarda yaşıyorlar. Bir- Luay Gemu Suriyeli bir Çerkes. Ataları 150 yıl önce Karaçay’dan sürgün edilmiş Osmanlı topraklarına. Suriye’ye yerleştirilmişler. 150 yıl önce Ruslar tarafından topraklarından kovulan Luay ve onun gibiler şimdi Suriye’den kaçıyorlar. Çok istedikleri için değil tabii ki. Kim doğduğu, büyüdüğü toprakları terk etmek ister ki. Savaştan kaçıyorlar. Luay Gemu Suriye’deki bu olaylar başlamadan önce Sakarya Üniversitesi’nde eğitim almak için Türkiye’ye geldi. Ailesi Suriye’deydi ve olayların cereyan etmesiyle birlikte kendilerini güvende hissetmedikleri için Nalçik’e kaçtılar. Kardeşi hala Suriye’de. Bu aileyi böyle dağıtan bir savaşın hikâyesini şimdi Luay’den dinleyelim. ► Biraz bu kararı alma sürecini, göç yolunda yaşadıklarını ve Türkiye’deki ilk gün- kaç tane de Hıristiyan aile var. Onlar toplu halde yaşamıyorlar. lerini anlatabilir misin? ➢ Ben Türkiye’ye geldiğimde Suriye’deki durumlar normaldi. Sistemi ve rejimi zaten sevmiyordum. Onun dışında, ülkeden çıkmak için herhangi bir mecburiyetim yoktu. Türkiye’ye hızla alıştım. Bunun çok sebebi var tabii farkındayım ama bana kültür çok farklı gelmediğinden zorluk çekmedim. Dile biraz hâkim olana kadar zorlandım. Bu da normal bir şey. Yani Türkiye’de sıra dışı ya da farklı, büyük bir sıkıntı yaşadığımı 74 ► Çerkesler çoğunlukla Suriye’de hangi bölgede bulunuyorlar? ➢ Suriye’deki Çerkes köylerinin çoğu Golan tepesinde. Sonra Halep’te, Humus’ta, Şam’ın etrafında da var. Hama, Haseke ve Rakka illerinde. Şam’daki Çerkeslerin çoğu 1967 savaşından sonra Golan tepesinden Şam ve Şam etrafına göç edip yerleşmiş- Röportaj ler. Bazıları Amerika’ya göç etti. Tabii başka şehirlerden Şam’a gelip yerleşen Çerkesler de var. Bildiğimiz meşhur Çerkes bölgeleri Golan’da bulunan Bir Acem ve Bareka köyleri. Şam etrafında Mercu-Sultan köyü var. Çerkes sokakları da var: Kudsayya –Kisve. Şam’da Rukni, Adlin, Barza. Başka yerleşim yerleri de var. Ben en büyük yerleri söyledim. Humus’ta Bayyada, Dair –ful abo hammame –Asile köyleri var. Humus merkezinde çok yaşayan var. Halep’te Hanasir –Membij –Ayn Danka köyleri var. Halep merkezde çok var. Hama tel Sinan köyü. Haseke Raasul Ayn Çeçen yerleşimidir. Suriye’nin kuzeyinde bulunur. ► Arap Baharı konusunda ne düşünüyorsun? Suriye’de yaşanan olayları nasıl değerlendiriyorsun? ➢ Arap Baharı, kopmuş bir tespih nasıl savrulursa Arap halklarının da öyle savrulduğunu gösteriyor. Bu konuda hiç genelleme yapamayız. Yani Suriye, Mısır, Tunus, Libya, Yemen ve Arabistan tarafında tek tük olayların başlaması... Her ülkede başka ve farklı sistemler uygulanıyor. Ortak olan şey halkların bu sistemlerden memnun olmaması, sabırlarının doruk noktasına geldiğidir ve Arap Baharı diye bir patlama oldu. Senelerce biriken farklı sorunlar nedeniyle bence sokaklara dökülen insanlar, cahil bile olsalar, bir dertleri var. Oradaki hükümetler bunu düşünseydi daha akıllıca sindirebilirlerdi. 75 Suriye’deki olaylardan bahsedeyim: Güney tarafında Daraa diye bir il var. 13 yaşlarında birkaç çocuk duvarlara Mısır’da kullanılan sloganları yazmışlar. O dönemde bölgeye bakan istihbarat paşasının başkanla bir akrabalığı var. Şimdi çocuklar tutuklanmış. İşkence falan görmüşler. Hamze Alhatib Fotları zaten her yerde. İnternette görebilirsin. Araplarda aşiret kültürü var. Bunu hafife almamak lazım. Hükümetin bir şekilde aşiret başkanlarını bağlaması lazım. Bu daha önce yapılıyordu. Hafız Esed zamanında ne kadar diktatördü! Ama bir taraftan da gönülleri kazanabiliyordu. Aşiret başkanı geldi ve Atif Necib’e çocukları serbest bırakmasını, yaşlarının küçük olduğunu, cahilliklerine vermesi gerektiğini söyledi. Paşa reddetti ve çok saygısızca davrandı. Öyle olaylar başladı tabii. Bu paşa, Atif Necib, saldırıya uğradı. Bu gelişmelere karşı yine devlet çözüm bulmaya çalışmadı. Sert tepki gösterdi. Sanki şöyle bir mesaj verdi: Susup oturamazsanız ezeriz sizi. Çok aptalca davrandı. Ya da saray da ikiye bölündü. Şiddeti düşünen başkanın akrabaları da orduda. Siyasetle çözmek isteyen de birkaç kişi vardır diye düşünüyorum. Eski dışişleri bakanı gibi önemli ve çok iyi bir siyasetçi, Hafız Esed zamanında. Ama tabii şiddeti bu şekilde kullanmak ve hassas bir zamanda o kadar sert tepki göstermek... Mahkeme bir yargılama yaparak bu halkı susturabilirdi. Olaylar o kadar sıçramazdı. Ama sarayda başka şeyler dönüyor. Başkanın karakteri zayıf, acemi. Yönetim, asker ve istihbarat onun elinde. Kardeşi ve eniştesi. Bunun için daha iyi bir karar alınmadı ve büyük bir hata yaptılar. ► Olaylar başlamadan önce sen zaten Türkiye’deydin. Ailense Suriye’de. Nasıl bir duygu dışarıda olmak? Görüşebiliyor muydunuz? Anlatabilir misin o dönemde yaşadıklarınızı? ➢ Ailemi özlüyordum tabii. Zaten 3 yılda iki kere gittim, az süre kaldım. Her seferinde 3 hafta, bir ay kaldım. Olaylar baş- Röportaj layınca gidecektim, olmadı. Ama nerdeyse her gün arıyordum. Ya da internette yazışıyordum kardeşimle. Şuana kadar internet erişimi var. Tabii ki zordu ama babam ve annem Kafkasya’ya gidince rahatladım. O da tatil gibi bir şey oldu. Bir tek kardeşim eşiyle kaldı. Onu hala merak ediyoruz ve en yakın zamanda yanımıza getirmek istiyoruz. Aslında Suriye’yle ilgili böyle şeyler olacağını düşünüyordum ama bu kadar kötüye gideceğini tahmin edemezdim. Bazen şaşırıyorum. Olaylar başlayınca, tamam dedim, çok zor bir şey. Uzun süre gerekecek ama bu rejimden kurtulmamız lazım. Tabii dışardan kimsenin karışmasını istemedim. Halkın kendisinin kendi hakkını ve özgürlüğünü alabileceğini düşünüyordum ve dışarıdaki muhalefete güvenim vardı. Şimdi pek fazla güvenmiyorum. İç savaştan korkmadım. Suriye’de din ayrımı pek fazla olmaz. İnsanlar eskiden beri birlikte yaşıyorlar. Tarihte çatışma falan olmadı. Kendi görüşüm şu: Bir imtihan olarak görüyordum bunu. Özgürlük vadeden lider ya da hükümete hiç inanmadım. Bu hiç bir yerde olmadı çünkü. Olmuşsa sözde olmuştur. Özgürlüğün daha iyi oluşması için mücadele gerekiyor. Oradaki devlet bir tarafta şiddeti kullandı. Bunun yanı sıra reform yapacaklarını ve Olağanüstü Hali kaldıracaklarını söylediler. Onların siyasetini bildiğim için tabii ki bana gerçek ve inandırıcı gelmedi. Kısacası 76 uzun süreceğini biliyordum ama en fazla bir sene gibi düşünmüştüm. Ölü sayısı da aşırı derecede fazla. Hiç düşündüğüm gibi değil. Çok üzülüyorum. Uçakla ya da tankla girip her yeri bombalayacağını kim tahmin edebilir ki. İran’dan ve Rusya’dan o kadar silah, para, asker, uzman geleceğini nereden bilecektim. ► Suriyeli Çerkesler bu durumdan nasıl etkilendiler? Orada yaşananların canlı tanıklarıyla görüştün mü? Sana anlatılanlardan bahsedebilir misin bize? ➢ Şimdiye kadar bir kaç arkadaşımla konuştum. Suriye’de yaşıyorlar. Ara sıra soruyorum ne oluyor diye. Tabii haberlerde bahsedilenlerden farklı şeyler söylemiyorlar. Çerkes arkadaşlarımdan… Diyelim ki 10 arkadaşımdan 2si olaylar başladığında rejimi tutuyorken 3 kişi koyu muhalefette, 5’i tarafsız. Tabii bunlar da muhalefete güvenmedikleri için tarafsızlar. Katliamlar başlayınca ve şu üzücü olayları izleyince bizimkilerin çoğu muhalefet saffına geçtiler. ► Çerkeslerin tavrı nasıl Esad rejimine karşı? ➢ Çerkesler tarafsız sayılırlar. Muhalefette çok Çerkes var. Özgür Suriye Ordusu’nda çok kişi var. Ama Çerkes köyleri veya mahalleleri ayaklanmadı, isyan etmedi, eylem yapmadı. Tarafsız davranıyorlar. Bir tek Dayr ful Humus’ta ve Raasul Ayn Haseke’de Çerkesler iki muhalefet olarak ayaklandılar. Çok ölen oldu. Raasul Ayn şimdi bombalanıyor. Son haberlerde oradaki Çeçenler muhalefetle hareket etmişler ve isyan etmişler. En zarar görenler onlar ve hemen hemen hepsi mülteci oldu. Humus Çerkesleri… Tabii Humus il olarak tamamen yıkılmış. En çok zarar gören bölge Röportaj orası. Kısacası, Suriye’deki bütün Çerkesler ayaklanmadan, isyan etmeden mahallelerini boşalttılar. Çatışmadan bir yerden başka bir yere kaçış hayatı yaşıyorlar. Özgür Suriye Ordusu’nda da varlar ama şahsi iradeleriyle katılmışlar. ► Aileni Kafkasya’ya yerleştirmiştin. Suriye’deki iç savaşın bu kararı almanızda etkisi var mıydı? ➢ Bizim mahalle, babam ve annem ülkeden çıktıktan sonra karıştı. Kardeşim eşiyle birlikte teyzemin yanına gittiler. Onun evi bize yakın. 15 dk. Sonra orası da karıştı. Teyzem öbür teyzemin yanına kaçtı. Kardeşlerim halamın yanına gittiler bu sefer. Onlar da Şam’da oturuyorlar. Sonra tekrar Hama şehrine gittiler, kayınpederinin yanına kaçtılar. Bir süre sonra düzeldi mahallemiz biraz. Döndüler topladılar evi. Eksikleri falan tamamladılar tekrar. Onlar şuanda hala Hama’dalar. Nalçik’e gitmeleri için bazı evraklar gerekiyor. Evlilik kayıtlarını nüfusa daha yeni yaptırdılar. Rusya’da Benim ailem Temmuz 2012’de Nalçik’e gitti. Orda 3 ay kaldılar. Oturma izni için evraklarını verdiler ama bitene kadar 3 ay geçmesi gerekiyormuş. Onların vizesi bir yıl ama 3 ayda bir giriş-çıkış yapmak gerekiyormuş. Onun için Türkiye’ye geldiler. Ailem Nalçik’te mi kalacak yoksa Suriye’ye geri mi dönecekler bilmiyoruz. Hala konuşuyoruz. Henüz netleşmedi. Kardeşimin durumuna göre belli olur. Sonuçta babam ve annem tek başına Nalçik’te kalamazlar. Yani ailemiz dağıldı. Kardeşim eşiyle Nalçik’e de gidebilir. Bazen Türkiye’yi de düşünüyoruz. Çünkü Rusya zorluk çıkarıyor. ► Eviniz ne durumda? Çerkes yerleşim yerleri de bombalanıyor çünkü. ➢ Evimize rejimin kurduğu çeteler girdi. Sabiha deniyor onlara. Sokaktaki bütün evlere girip değerli eşyaları çalmışlar. Bizden pek fazla çalınmadı. Ailem evde önemli bir şey bırakmamıştı zaten. Suriye’nin genel olarak her yeri zarar görmüş. Tabii gayri Sünni ya da gayri Müslüman köyler ve mahallelerde herhangi bir zarar yok. Çerkes yerleşim yerleri genel olarak iki taraf arasındaki çatışmalardan dolayı bombalandı ya da zarar gördü. ► Türkiye’deki Çerkesler Suriye’dekiler için kampanyalar düzenlediler. Türkiyeli Çerkesler arasında para yardımı toplandı ki Çerkesler Suriye’den kaçabilsinler. Bunlar hakkında bilgin oturma izni almak için bazı evraklar gereki- var mı? yor: Sabıka kaydı, aile beyanı vs. Bunların ➢ Bazı dernekler, 6 aylığına bazı aileler hepsi tasdikli olmalı. Vize için davetiye geiçin ev kiralamışlar Gaziantep ve Mersin’de. rekiyor. Onları da engellediler. Ve Perit’ten Ama paraları Kafkasya’ya göndermişler. gelen davetiyeleri sanırım Temmuzdan beri konsolosluk artık kabul etmiyor. 77 ► Bu şekilde toplanan yardımların fay- ama adam diyor ki sağlık olsun. “O rejim dalı olduklarını düşünüyor musun? gitsin gerisi kolay. Muhalefet kazanmazsa ➢ Kafkasya veya Türkiye’de Suriye’den üzüleceğim.”, diyor. Röportaj gelen Çerkeslerin elini tutup yardım ede► Sen dönmeyi düşünüyor musun Suricek bir sivil toplum örgütünün olması çok ye’ye? Yoksa Kafkasya hayalin mi var? Belönemli tabii. ki de Türkiye’de olmaktan memnunsundur. 78 ► Kaç kişi gönderildi Kafkasya’ya bu ➢ Ben bunu daha önce çok düşündüm. yardımlarla birlikte? Türkiye’de kalmaktan memnun olmak için ➢ Kafkasya’da Perit Derneği’ne para çok sebebim var. Ben Suriye’yi olaylardan gönderildiğini biliyorum. Kafkasya’ya ai- 3,5 sene önce terk ettim. Dönmeyi düşünleler gönderildiğini duymadım. Suriye’den müyordum. Birçok zorlukları atlattım. Şimkendileri çıktılar. Ama Kafkasya’da 9 ev di dönmeye kalkarsam olmaz. Dönemem satın alınmış ve ilk gelenlere dağıtmışlar. artık. Oraya tekrar alışmak zor. Kafkasya Tabii parasıyla. Ama çok uzun vadeli öde- hayali her Çerkesin hafızasında vardır. Kafme imkânları sunmuşlar. 5 yıl falan. İlk yıl kasya güzel bir yer ama yaşamak çok farklı bir şey. Biz Kafkasya’ya dönmekten bahsealmıyorlar ve ikinci yıl başlıyor vade. diyoruz da bu proje çok uzun sürebilir. Belki torunlarımız için çalışıyoruz. Kafkasya has► İç savaştan sonra Türkiye’ye gelen ta bir adam gibi. Kafkasya’nın ruhunu kurtarmak lazım. Yani Suriyeli Çerkesler için Çerkeslerden tanıdıkların var mı? en büyük sıkıntı Kafkasya’daki işsizlik. Ta➢ 2 aile tanıyorum yakından. Biri Habii ki ilk gittiğinde standart sorunlar vardır: lep’ten öbürü Şam etrafından. Onlar nordil (Rusça) ve yeni ülkeye alışmak. Bunu mal pasaportla girdiler Türkiye’ye. Yani herkes biliyor. Kafkasya’ya dönen SuriyeHalep’ten gelen aile Temmuzdan sonra li Çerkes çok zaten. 1990’lardan bugüne gelmiş. Halep iyice karışınca Gaziantep’e kadar Kafkasya’daki Çerkeslere bakarsak kaçmışlar. Bu aileye göre, bu olaylardan çoğu Suriyeli. Daha rahat alışmışlar. Çoönce rahat yaşıyorlardı. Yani Suriye’yi terk cuklarının oradaki çocuklardan hiçbir farkı etmeye gerek yoktu. Öteki aile Ağustosta yok şimdi. Benim görüşüm şu: Suriye’den Mersin’e geldi. Oradan İstanbul’a geçtiler. giden dönüşçünün bildiğim ve gördüğüm Şu anda Yalova’da bir Çerkes köyüne yerkadarıyla ekonomik sıkıntıdan başka hiçbir leştiler. Ben bu aileyle bire bir ilgilendim ve sorunu yok. Türkiyeli Çerkeslerden orada burada oluşan komite onlara yardım etti. din yok, Müslümanlık yok, et domuz eti olaTürkiye’deki Çerkesler için ilk kez para topbilir diye korkan ve korkutan duydum. Ama landıktan sonra dernekler toplantılar falan Suriye’den giden Çerkesten öyle abartılı yapmaya başladılar. Maksat ileride gelecek şeyler duymadım. Hatta sürekli diyorlar ki: olan Çerkes mülteciler için hazırlıklı olmak. “Eğer anavatan olarak düşünüyorsanız, geTabii sonuçta bu son oluşan komite Çerkes liniz. Yaşayabilirsiniz.” Bu cümleyi Suriyeli köylerinde evler hazırladı. Para yardımı yadönüşçüden çok duydum. pıldı. Oturma izinleri için çaba sarf edildi. Ama tabii ki biz birçok şeyin farkındayız. Okul oralarda daha kolay olur diye düşünüldü. Komite başkanı Dr. Nusret Baş Bil- Onun için toplu dönüş istiyoruz. Zaten şuge. Komitede Nart Tamzouk ve Av. Lina İs- anda Suriyeli Çerkesler Kafkasya’da büyük lam da var. Bunlar Suriyeli Çerkes. Eskiden bir kitle oluşturuyorlar. Ve yaşamak istegelmişler buraya. Neyse. Bu aile Suriye’de yen yaşayabilir. Neden yaşanmasın ki orda. oturduğu evini kaybetti. Bir-Acem’de yeni Çok teşekkür ederim Luay, ev inşa ediyorlarmış ama bitmemiş henüz. Çerkes dostlarıma selam olsun… O eve bomba gelmiş çatışmalardan dolayı Sığ Gülsünay Uysal [email protected] Ne Mutlu Modern Türk Erkeğine (!) Aşinayız sokakta “mini etekli, kırmızı ruj sürmüş, topuklu ayakkabı giymiş” kadını “bakış”larıyla taciz eden erkeklere. Bakar, süzer, izler, takip eder, peşine düşer. Hükmeder. Bakmak sanki “öz”ü itibariyle erkeğe aitmiş gibi sineye çekeriz, bazen çekmeyiz. Bunu ise limitler belirler. Sevişmek ayıpsa okumayın. Bunu konuşmak ayıpsa yine okumayın. Vaziyetimizle yüzleşmeye biraz hazırsanız; afiyet olsun! 28 yaşında bir erkek. Türk. Beyaz yakalı. İstanbul’da yaşıyor. Deyim yerindeyse Anadolu’nun bağrından kopup gelmek ona tam denk düşüyor. Onun farkı diğerlerinden biraz daha şanslı olması. Daha zeki, daha yetenekli ve rakiplerinin farkında. Dolayısıyla da genç yaşında sosyoekonomik ve sosyokültürel anlamda bağlılıklarını aşarak bir sıçrama göstermiş geçmiş hayatından. Zihinsel anlamda da aidiyetlerinin tabularını kırmış diyebiliriz. En önemlisi hırsı, azmi ve inadı ona ekonomik rahatlığı sağlayarak sınıf atlatmış. Şimdiden “yeni yanlışlığına karar verdiğinde bile “çoğunorta sınıf”a dâhil. Uzun bir sohbet ettik. luk” yanlışı doğruladığı için onun ardından gitmeye devam eder. ‘Körü körüne’lik ayrı. Ama bu sefer daha derin. Bunlar galat-ı meşhurlarımıza benzer halModern Erkeğin İdeal Kadını lerimiz. ‘Hehe’ciliğimiz ise kolayı sevmeİdeal kadını tanımlar mısın? Diyorum. miz. Bir ideal tipi seçip, o ne derse doğruSevişmek için mi? Evlenmek için mi? Diye dur nasılsa diyerek aklımızın gözlerine bin soruyor. Çok yabancı ya da beklenmedik yıllık zift karası sürmeler çekişimiz. Konubir tepki değil. Yabancı ya da beklenmedik muz toplum değil, konumuz aslında daima olmaması onu doğrulamıyor elbette. Yanlış toplum. Uzatmayalım, bu yazıda toplumun bir davranış biçimi varsa ortada onu red- bir bireyinden yola çıkarak bir zihniyet sundetmek gerekir. Toplum bağımsız fikirleriy- maya çalışacağız. le yekûn bir yapı değildir. Toplumun yargı Aşinayız sokakta “mini etekli, kırmızı ruj mekanizmaları sürü psikolojisi ve ‘hehe’cisürmüş, topuklu ayakkabı giymiş” kadını likten oluşmuyor mu zaten? “bakış”larıyla taciz eden erkeklere. Bakar, Sürü psikolojisi bildiğimiz bir şey. Bunun süzer, izler, takip eder, peşine düşer. Hükiçin hayvanları gözlemlersek minimalize meder. Bakmak sanki “öz”ü itibariyle erkeedilmiş halimizi görebiliriz. Koyunlar, karın- ğe aitmiş gibi sineye çekeriz, bazen çekcalar vs. Keza zaman zaman insan aklının meyiz. Bunu ise limitler belirler. Otobüste bir durumun yanlışlığını süzdüğünde ve hiç “pandik” yememiş çok az kadın vardır. 79 Sığ Sorun soruşturun. Çok kadın bunu etkile- sustu çünkü “vurun kahpe”ye deyip taşlaşim alanlarının yoğun olduğu mekânlarda yabilirdi onu toplum. Adam gayet efendi yaşamıştır. Bir çarşıda mesela, herhangi efendi duruyor kaymamıştır eli bunca kalabir pazarda, yolda yürürken bir ara sokakta, balık arasında gidip de bir kadının iki bacak konserde, otobüste… Hadi ama kadınlar, hiç arasına. ‘Kaydıysa’ya mahal yok. mi başınıza gelmedi? Geldi Toplum vicdansız, kör. değil mi? Geldi ve sustuErkek bakan. Kadın bakıEvlenilecek nuz. Çünkü konuşsaydınız lan. Erkek yolda, bilmedigünah yine sizindi. Çünkü kadın da çoktan ği, tanımadığı kadına baksiz muhtemelen erkekleri belliydi çünkü. Çok tı. Utangaçça, aşkla veya cezbetmek için toplumun masumane değil; arzuladı. “normal”inin dışında bir kı- konuşmayan, sorun Olamaz mı? İnsani bir duyyafet giymiştiniz. Rujunuz, çıkarmayan, çok gu. Ama şehvetle baktı. ojeniz, saçınız, başınız da Kadın bundan hoşlanadagüzel olmasına cabası. Belki erkeklerin her bilir. Ama öyle olmadı. Kagerek yok ama şekildeki ufak bir detayla dın rahatsız oldu bir küfür insanlıktan çıkmasını kışçirkin de olmayan, patlattı. Dedikodu eli kulakırtacak bir şey giymemiştatminkâr, edepli, ğında: Ne pervasız ne aşiftiniz ama baktınız. Cilveyte kadın! Sonra toplum da le baktınız muhtemelen. sağlıklı genlere baktı kadına. Önce kıçına Haşa! Bakmak erkeğin. Kasonra başına. Ne giymişsahip ki sağlıklı dın, erkeğe bakıyorsa “gel” de ayartmıştı kim bilir? aslan oğullar, asker tiBuldu, diyordur. Taciz et diyordur. bulamadı, bir şeyler Öyle ya. oğullar… uydurdu. Nihayetinde erToplumun Vicdanı Ana Rahminden Ölü Doğdu Bakmayı erkeğe, bakılan olmayı ise kadına biçen toplum erkeği doğruladı. Kadın baktırmak istemezse baktırmaz dedi bir çırpıda. Çünkü toplumun vicdanı ana rahminden ölü doğdu. Kadın taciz edilince sustu. Susmadığında erdemsiz oldu. Lekeli oldu. Ellenmiş oldu. Hiçbir şey yapmamış olmasının anlamı olmadı. Zaten bu hiç sorulmadı. Diyelim ki kadın toplumun merhametli yanına rastladı. Olabilir. Toplumumuzun, merhamet ve vicdansızlık arasında ara renkleri olmadığı için bu sefer de incir çekirdeği dolmadan ya da dolar mı bilemedim kadına “pandik” atan erkeği eşek sudan gelinceye kadar dövdü, yetmedi öldürdü. Oh iyi mi oldu? Adamın canı çekti n’apalım? Ahlak bekçisi kesilip canına mı kıyalım? Namusu mu insan canını mı yabana atalım? Hem bir şey yapmazsak “erkek”liğimize leke sürülmez mi? Laf gelmez mi? O zaman her zamanki film başlasın: Üç maymun! Kadın 80 kek yine kazandı. Kazanıp durduğu için erkek, yeni yeni alışkanlıklar edindi: Yolda gördüğü kadına bakmak gibi, ellemek gibi… Sonra erkeğin zihninde kadın üzerine bir tipoloji daha gelişti ve kadın ikiye ayrıldı. Yolda bakılacak kadın. İleriye götürenler buna sevişilecek kadın dedi. Bu kadınlar güzel ve seksiydi ama evlenilmezdi. İsteme hakkı, karar hakkı erkeğe aitti ve o istediği kadını tanımladı. Güzel bir vücudu olmalıydı, kaşı, gözü, göbeği, kalçası vesaire vesaire detaylarıyla onu kafasında yarattı, onayladı, uyguladı. Diyelim ki: Erkeğe yolda gördüğü, beğendiği kadınla “git evlen” dedin: Ne münasebet! Bu kadınla nasıl evlenilir. Aile ne der? Elalem ne der? Konu ne der? Komşu ne der? Dedikodular mahallede gırla gider. Evlenilecek kadın da çoktan belliydi çünkü. Çok konuşmayan, sorun çıkarmayan, çok güzel olmasına gerek yok ama çirkin de olmayan, tatminkâr, edepli, sağlıklı genlere sahip ki sağlıklı aslan oğullar, asker oğullar… Sığ Erkek sevişmek istediği ve evlenmek istediği kadını işte böylece ikiye ayırdı ve tanımladı. Kadının sevişmek isteyeceği erkek diye bir şey zaten olamaz. Bu özgürlük sadece erkeğe ait yedi göbekten. Yaptıkça kahraman yaptıkça erkek. Kadın ise yaptıkça fitne, fücur. bütünlüğüyle bir ömür hayalini kurduğu kadına duyduğu his anlamında yer verdik.) hiç hesaba katmamaktadır. Erkek ikilemde kalmış, çabalamaktadır. Kafasında edinimler vardır. Bir de tecrübe ettikleri. Edinimler anneden aktarılanlarla biçimlendirilmişken Bazı erkekler erkeğe has bu davranış biçimlerini -kendileri böyle yapsın veya yapmasın- işte böyle anlatıyorlar: Türk erkeği bakar ama yolda baktığı kadınla evlenmez diyorlar, diyebiliyorlar. Kimileriyse kendi algısıyla sevişmek isteyeceği kadını tanımlayıveriyor. Şöyle olsun, böyle olsun, öyle olmasın diye. Kafası mı karışık, ikiyüzlü mü? O zaman Türk erkeği ikiyüzlüdür diyebiliriz. Tabii ki çok iddialı ve sadece bir genelleme. Ama değil de diyemeyiz. Aslında Türk erkeğine ait olarak benim kafamı kurcalayan asıl özellik: Çelişkileri! Türk erkeği geleneklerle kuşatılmış ataerkil bağlarını bir türlü yırtıp aşamamakla birlikte modern hayata ardılıyor. Buralarda bir yerlerde de sıkışıp kalıyor. İşin esası bu. Örneğimize dönecek olursak; ideal kadını sorduğumuz Türk erkeği: “Sevişmek için mi evlenmek için mi?” diye soruyla cevap verip ertesinde ikisini de anlatmasını istediğimizde ikisini de ayrı ayrı anlatırken sohbetin bir başka bölümünde ise şöyle söylüyor: “Beni kadının geçmişi ilgilendirmez. Huzur veriyorsa, seviyorsam hayat kadınıyla bile evlenirim.” Burada ise geleneklerden sıyrılmış, özgür ve modern bir zihniyetle karşı karşıyayız. Peki, ideal kadını tek parça görmeyip ikiye ayıran faşist akla ne oldu? Elbette Türk erkeği denen kimlik çok geniş bir kümeyi kapsadığı için bu kadar kolay tanımlayamayız. Ama açık olan bir şey vardır ki; bugün Türkiye’de Türk erkeği çelişkileriyle boğuşmaktadır. Annesi, yengesi, ablası ya da kısası ataerkisi bu erkeği evleneceği kadını seçeceği zaman orasından burasından çekerken; erkeğin kendini adadığı hayatı, duygularını, aşkını (Aşk çok soyut bir kavram, burada erkeğin akıl ve kalp 81 kendi tecrübeleri bambaşka yerlere düşmektedir. Kimlik bölünüp, parçalanmaktadır. Hiçbir şey o kapalı fanusların (ev, aile) içinde konuşulduğu gibi değildir. Hayat kadını kötü müdür? Belki de değildir. Modern hayatın içinde yıpranmış, parçalanmış milyonlarca kişilik ve kimlikle karşılaşıp, aldatılıp, terk edilen ve neticede yorulan erkek artık sadece huzur aramaktadır. (Huzurdan herkes farklı şey anlayabilir.) Topluma yerleşmiş namus değerlerinden kendini sıyırmıştır ama zaman zaman yine boşluğa düşüvermektedir. Onun sevişmek istediği bir kadın tipi vardır ve onu karısı olarak düşünememektedir. Karısı olarak düşündüğüyle ne yapmayı hayal etmektedir? Hepsi bir arada mümkün değildir erkek zihni için. Belki de sağlıklı cinsel hayatı olan evlilikler çok az olduğundan. Evlilik evliliktir. Kutsaldır. Seks hakkında konuşulmaz. Seks ayıp. Ama erkek bu ayıba bir hayli düşkün? Ya aldatmak? Eşi bunu karşılamıyorsa evet olabilir? Eşi tatmin oluyor mudur? Umurunda mı? Olmuyorsa kadın eşini aldatabilir mi? Haşa! Bugün Türkiye’de ‘Modern Türk Erkeği’ ikiyüzlü mü bilemem ama kafası bir hayli karışıktır. Vicdanı ise çoktan çıkmıştır aya. Herkes çağ atlıyorken kadınlar ise yine kaldı sınıfta. Derin Suat Baran [email protected] Ölümsüzlük Ardında İnsanoğlu Ve İnsanın Kendinde Boğulması* Herkesin kendi dünyası dışında kalan dünyalara yabancı kalma ve öteki hakkında yanılıyor olma hakkı vardır. Martin Lings, Öze Dönüş (s.44) Ivan Aivazovsky (1871-1900) Caucasus From Sea, 1899 Modern dünyanın “şanslı” insanları olarak okul sıralarından tutun, dost muhabbetlerine, televizyon ekranlarından gazete başlıklarına kadar bizlere hep ne kadar şanslı olduğumuz söylenmekte, bundan dolayı kendimizi tarihin gelmiş geçmiş en ileri, en güzide, en biricik “cemaati” saymamız gerektiği hissi aşılanmaktadır. Lakin bireysel-toplumsal, mikro-makro tüm topluluklar arasındaki diyalog ve ilişkilere şöyle bir yakından baktığımızda, esasında insan ruhunu sonsuz bir kara bulutun sardığını, kendine ve çevresine yabancılaşmanın “had safhaya” vardığını görebilmek ve duyumsamak için kâhin olmaya hiç gerek olmadığı aşikâr. Sanki bir delilik nöbetin82 den geçersine dipsiz ve sonu olmayan bir sanrı içerisinde yaşıyor gibiyiz. Bu histerik yalnızlık ve müzmin yabancılaşmanın birçok nedeni var, ancak, insanın derinliklerinde kayıtlı olan ve bilinçli veya bilinçsizce yaşamın her anında taşıdığımız “ölüm korkusu”nu bunların belki en temel nedeni olarak söyleyebiliriz. Freud thanatos ilkesi kuramını oluştururken Schopenhauer’dan ödünç aldığı “hayatın amacı ölümdür” sözünü kullanarak ölüm olgusunu çok daha biyolojik ve psikolojik yahut da daha da ileri götürürsek evrimsel bir çerçevede dillendirmiştir. Şüphesiz ki dile getirilen bu olgu çok Derin 83 anlamlıdır, her ne kadar olaya daha çok materyalist ve evrimsel bir noktadan bakılmış olsa da. Lakin vurgulamak gerekir ki, Hakikat/Veritas birdir, nerden bakarsak bakalım… İnsanın yaşarken kesin bilgisine vardığı en büyük hakikat de büyük bir olasılıkla ölümdür. İnsanoğlunun iliklerine dek yaşadığı ama kendisine karşı hep kör kalmayı tercih ettiği bu ölüm korkusunun ve bu korkuyu yenme arzu ve çabasının, insan yaşamı üzerinde gözle görülür birçok sonucu bulunmaktadır. Bilhassa yaşadığımız bu çağda bu sonuçlar çok net bir şekilde görülmekte, etkilerini de bir tehdit olarak, acımasız bir şekilde hem kendi bütünlüğümüz hem de kozmosun bütünlüğü üzerinde hissetmekteyiz. Bunlar arasında en göze çarpanları; tüketim çılgınlığı, hep genç kalma arzusunun sürekli kışkırtılması, teknolojiye duyulan tağutvari ve fetişsel bir hayranlık, betonlaşma, haliyle tabiattan kopma ve onu yok etme dürtüleri, hezeyanları… iyi haliyle de, betonlar arasında ağaçlandırma, yeşillendirme yaparak, yapay çimenler ekerek kontrol altına almayı deneriz. Lakin ne yaparsak yapalım, mezarların üzerinde açan ağaçlar, çiçekler denetimsiz ve korkutucudur, orada doğa yutucudur, ürkütücüdür, nefes tüketicidir. Çünkü kontrol edilebilirliğin dışındadır ve insanın en temel korkusunun nasıl olup da bir selvi haline girerek göğe değdiğini gösterir. Ünlü İngiliz yazar D.H. Lawrence St. Mawr adlı öyküsündeki kadın kahraman, insan beyninin hâkim olduğu medeniyet ile cazibesini kaybetmemiş, bakir ve saf doğa arasında sürekli içsel bir yolculuk, bir gel-git yaşar ama gönlü her zaman doğadan yana olur ki sonunda yönünü tamamen doğaya çevirip Las Chivas’a yerleşir. Aynen bunun gibi günümüz insanlarının da bir kısmı kendini bu dilemma arasında hissedip bir tercih yapma zorunluluğu hissetmektedir; ya var olacak yahut da yok olacaklardır. İnsanoğlu, ölüm korkusunu yenerek ölümsüzlüğü gerçekleştirmek ister, kendi varoluşsal anlamını kendinde bulmak arzusuyla da yıkılması, bozulması, yok edilmesi zor şeyler kurup bırakma isteğiyle yanıp tutuşur. Çünkü ancak böylelikle ölümü “alt edebilecektir”. Dahası insan evladı kendi eliyle yaptığı bir şeyi ne kadar çok görürse, onunla ne kadar çok hasbihal olursa, o kadar çok “içi açılacak”, çünkü inşa ederek, oluşturarak, yaratarak kendisinde de bir yaratıcı rolü oluşturma çabası gütmektedir. Bununla beraber son tahlilde insanlık ve dünya tarihi göz önüne alındığında, bütün bu çaba ve uğraşılar, insanın Tanrı’ya ve doğaya karşı giriştiği amansız ve beyhude bir çaba olarak da okunabilir. Peki, insan neden doğayı yok etmek ister? Şu nedenle; doğa tüm haliyle dokunulmamış, vahşi, korkutucu, sırlarla dolu bir âlem olarak tahayyül edildiğinden yahut algılandığından, insanda kontrol altına alınması ve ehlileştirilmesi gerektiği duygusu uyandırır. O yüzden kendi oluşturduğumuz asfaltlarla, çimento yığınlarıyla doğayı yok etmeyi, onunla aramızda sınırlar çizmeyi veya en Konuya biraz daha destekleyici bir perspektiften bakarsak, Sosyal Psikoloji’de Terror Management Theory adında ilginç bir teori mevcuttur. Bu teoriye göre insanoğlu, ölümün baskınlığı sonucunda kendi içinde oluşan korkuyu kontrol etmek ve sonsuza dek yaşamak için birtakım yollar bulmaya çalışır. Bu yollar, edebi bir eserde, bir mimari eserin inşasında yahut fiziki ölüm sonrasında bile uzun süre yaşayacak herhangi bir eserin oluşturulmasında kendini gösterir. Şöyle gözümüzü çevirip etrafımıza bir baktığımızda, sağım solum sobe yerine maalesef sağımızın solumuzun beton olduğu bir dünyada yaşadığımızı, etrafımızın “ucubelerle” çevirili olduğunu müşahede etmekteyiz. Ölümsüzlüğü alt etmek adına ölümsüz eserler yaratma arzusunun gerisinde insan kendisini, belli bir oranda, bir arzu nesnesi saydığından tamamıyla narsistik güdülerin egemenliğinden de söz edebiliriz. Çünkü hangi aynaya baksak kendi güzelliğimizi, muhteşemliğimizi ve yüceliğimizi göreceğiz ve de bizlere hayranlığını ifade eden, önümüzde gönülleriyle secdeye kapanan yığınları. Ne mutlu bu kibirden Derin Edmund Tarbell (1862-1938) yoksun insana! İnsanın kendisini doğadan ve parçası olduğu kozmos’tan koparma çabaları maalesef hiçbir zaman onun istediği şekilde olumlu seyretmeyecektir, her ne kadar kısa vadede bu böyle gözükse de, yıkıcı ve yok edici etkileri uzun vadede ortaya çıkacaktır. Bunu daha net anlamak için buzul çağdan itibaren dünya tarihine bakmak lazım. Allah insanı bu kâinatta, kozmos içerisinde uyumlu ve dengeli bir yaşayışa yönlendirmiş ve bunun altını çizerek insanlara doğru yolu göstermiştir. Yığınlarla betonların döküldüğü, doğanın yok edildiği, hayvanların, insanların hiçe giden arzular adına katledildiği veyahut bir süs nesnesine indirgendiği bu çağda en büyük ölümsüzlük herhalde insanın kendine olan sonu gelmez narsistik aşkı olsa gerek. İnsanoğlu Narkisos suretine bürünse de, bir süre sonra yardım ve çaresizlik çığlıkları bir Echo olarak yalnızca kendi kulağında çınlayacak ve karşılık bulmayacaktır. Kendine bu kadar tapan bir varlık haliyle yalnızca kendi sesini duymaya mahkûm olacaktır. 84 “Peki, (Allah’ın) göklerdeki ve yerdeki mutlak egemenliğini, yarattığı bütün o nesneleri hiç göz önüne almıyorlar mı? Ve [sormuyorlar mı kendilerine] ya vakt erişip ecelleri gelmişse? Artık bundan sonra, başka hangi habere inanacaklar?” (7:185) * Başlığı koyarken, Melih Cevdet Anday’ın meşhur Ölümsüzlük Ardında Gılgamış adlı şiiri esin kaynağım oldu. Ayrıca bu yazıyı yazarken bazı önemli noktalara dikkatimi çeken Yasemin Acar’a sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Yararlanılan Kaynaklar: —Kur’an Mesajı: Muhammed Esed MealiTefsiri (2009). Çev. Cahit Koytak ve Ahmet Ertürk. İstanbul: İşaret Yayınları —Lings, Martin (2012). Öze Dönüş. İstanbul: İnsan Yayınları. —Lawrence, D. H. (2005). St Mawr, “The Selected Works of D. H. Lawrence”. London: Wordsworth Editions. A4 Sinema Firdevs Yiğit [email protected] “También la Lluvia” İçin Gecikmiş Birkaç Satır Türkçe afişinde ‘su haktır, satılamaz’ sloganıyla izleyicisine göz kırpan film, aslında içeride çok daha derin bir sorunu, ‘beyaz adam’ ve ona karşı yerlilerin yüzyıllardır verdiği, vermek zorunda bırakıldığı varoluş mücadelesini, birbirine paralel iki farklı hikâyeyle harmanlıyor. ‘Gerçeğin birçok düşmanı vardır, yalanınsa pek çok dostu.’ İspanyol sinemasının 2011 yılında Oscar adayı olarak beyazperdede yer bulan filmi También la Lluvia’yı, İstanbul sinemalarında ‘Yağmuru Bile’ adıyla izleme şansına erişmiştik. Yönetmenliğini Icíar Bollaín’in üstlendiği filmin senaryosu “Carla’nın Şarkısı” ve “Ülke ve Özgürlük” gibi filmlerden tanıdığımız Paul Laverty’nin kaleminden çıkmıştı. Gael García Bernal ve Luis Tosar gibi, İspanyol sinemasının önemli isimlerini bir araya getiren Yağmuru Bile, ‘tarihin kaybedenlere karşı acımasızlığının’ altını bu kez Latin Amerika’nın kesik damarlarıyla1 çiziyor. Latin Amerika-Bolivya-Cochabamba üçgeninde, konvansiyonel bir kurgu olarak değerlendirilebilecek filmi, sömürgeciliğin sınır tanımayan tarihine ışık tutan bir dram olarak özetlemek mümkün. Türkçe afişinde ‘su haktır, satılamaz’ sloganıyla izleyicisine göz kırpan film, aslında içeride çok daha derin bir sorunu, ‘beyaz adam’ ve ona karşı yerlilerin yüzyıllardır verdiği, vermek zorunda bırakıldığı varoluş mücadelesini, birbirine paralel iki farklı hikâyeyle harmanlıyor. Hatırlayalım; Avrupa sömürge yayılma1 bkz Eduardo Galeano: Latin Amerika’nın Kesik cılığı ilk olarak 16 yy.ın başlarında, İspanDamarları kitabının sahibi, futbolcu olmayı umarken yol ve Portekizli denizcilerin öncülüğünde yazar olan Uruguaylı gazeteci. Bazı entelektüel çevrelerce ‘galeyana’ getiren kalem olarak da tanı- 85 nır. A4 Sinema ilerleyip, 19 yy.da sömürünün meşruiyeti- sızlığını kazanan, Simon Bolivar’ın adından ni hümanist argümanlarla1 neredeyse tüm ilhamla sonraları Bolivya olarak anılmaya dünyaya kabul ettirinceye dek sürdü. Orta başlanan Yukarı Peru topraklarında, BolivAmerika, Meksika ve yakın zamana kadar ya Devrim Hareketinin3 öncülüğünde, BoABD’nin arka bahçesi2 olarak anılan Latin livya Düzenli Hareketine karşı elde edilen Amerika’nın pek çok bölgesi, İspanyol sö- bazı başarıları saymazsak, 200’e yakın darmürgesi olan ülkelerden be ve anayasa değişikliği sadece birkaçıydı. Bu topsahne aldı. Sınır anlaşmazraklarda bağlı bulundukları lıkları sebebiyle katıldığı Sol popülizmi hükümet tarafından sö1879’daki Pasifik Savaşını üzerinden ilerleyen mürge askerlerine ve kâkaybederek okyanus kıyı şiflere (konkistador) belli senaryo, devrimlerin şeridini Şili’ye kaptırdığı bir ücret karşılığında topsınırlar içerisindeki tarihten itibaren bugüne rak edinme ve yerlileri işçi dek neredeyse tüm savaşçaresizliğini sıfatıyla çalıştırma hakkı larını en büyük yaşam kaytanınmıştı. çarpıcı bir şekilde nağı olan su için, su adına 2000’de Koçabamİspanyol bayrağı altınsunuyor. ‘Her şeye verdi. ba’daki Su Savaşı (La guerda o dönemin ilk konkisrağmen hayatta ra del agua de Cochabamtador’u olan Kristof Koba) olarak kayıtlara geçen kalmak’ yerlilerin lomb’un, 1492’deki kıta belediye suyunun özelAmerika’sına seyahatini yapabildikleri en iyi ve leştirilmesine karşı ayaklave sonrasında gelişen bir şeye dönüşüyor. nan halkın verdiği gerçek dizi haksızlığı filme konu mücadelenin zaferle soyapmak amacıyla 2000 nuçlanmasını konu edinen yılında Bolivya’da bulunan bir sinema ekibinin, Kolomb’un karşısında filmin ismine ilham kaynağı ‘nehirleri, kubir tavır geliştirerek sömürgeciliği bir nevi yuları, yağmuru bile satın alan kim?’ sorusu sorgulama ve ‘Tanrı seni korusun peder, is- olsa gerek. ‘Su varsa hayat var, su yoksa tersen bu masadaki yemeklerden artanları hiçbir şey yok’ değil mi? toplayıp plastik bir poşete koyup onları, o zayıf çocuklara vermek için götürebilirsin. Bu yemeği bir aylık maaşlarıyla bile yiyemezler. İşte o zaman peder, kendini bir misyoner gibi hissedebilirsin.’ ya da ‘onlara iyi davranın, yiyeceklerine ihtiyacımız var’ gibi ve benzeri cümlelerle yerme gayreti içinde olduğunu görüyoruz. Film içinde bir film olarak karşımıza çıkan bu senaryo ile birlikte devam eden asıl kurgu ise bugüne, 21.yy Bolivyasına ışık tutuyor. 1809’da İspanya’ya karşı bağım1 bkz Frantz Fanon: Yeryüzünün Lanetlileri. Dünyadaki tüm siyahî direnişin babası sayılabilecek olan, Ali Şeriati, Steve Biko ve Che Guevara gibi isimlere ilham kaynağı olan düşünür kişi. 2 bkz James Monroe: 1800’lerin ilk yarısında ABD başkanlığı yaparken ‘Amerika Amerikalılarındır’ cümlesiyle kayıtlara geçen adam. 86 Venezüella, Şili, Nikaragua, Paraguay ve Bolivya başta olmak üzere, devrimci geleneklerin ve halkçı hareketlerin Latin Amerika’sında, sosyalizmin kendi üslubuyla oluşmasını o günlere dayandıracak olursak, Küba ve Kolombiya gibi ülkelerin haricinde sosyalizm devrimlerinin Bolivya başta olmak üzere hemen her ülkede çok ağır yaralar aldığını söyleyebiliriz. Sol popülizmi üzerinden ilerleyen senaryo, devrimlerin sınırlar içerisindeki çaresizliğini çarpıcı bir şekilde sunuyor. ‘Her şeye rağmen hayatta kalmak’ yerlilerin yapabildikleri en iyi şeye dönüşüyor. 3 bkz Ernesto Che Guevara: Bolivya Devrim Hareketinin önemli aktörlerinden biri olan Arjantinli Marksist doktor, gerilla lideri. A4 Sinema Latin Amerika’da soykırımlarla birlikte İspanyolcanın, Hıristiyanlığın1 ve evliliklerin yaygınlaşmasıyla sömürgecilik ve yerli halkın direnişi kronik bir hal aldı. O günlerden 1970’lere dek uzanan sömürü zihniyeti, bugün yeni sömürgecilik2 kavramıyla kendini kolektif dünyanın kalbiyle yaşatma çabasını sürdürürken kan dökmüyor belki, ama ruhları öldürmeye devam ediyor. Filmin hemen her karesinde kaba ideolojilerin ve aşırılıkların tetikleyicisi olarak, sömürüler sonucunda ortaya çıkan açlık ve yoksulluklar, direniş tarihinin en kuvvetli kaleleri olarak Avrupa’ya, Avrupalı beyaz adama ilham kaynağı oluyor. Kendi filmini çekebilmek çıkarıyla yerli figüranlara, diğer bir değişle ucuz işçilere ihtiyacı olan film ekibinin, bu doğrultuda bir silah olarak parayı kullanmaları (günde 2 dolar veriyorsun ve kendilerini kral sanıyorlar), alaşağı edilen evrensel değerlerle çok daha önemli bir gerçeği, susuz bir hayatın var olamayacağı gerçeğini ıskalamalarına sebep oluyor. Juan Carlos Aduviri’nin canlandırdığı Daniel karakteri, halkçı direnişin 1 bkz Bartolomé de Las Casas: İspanya kralı tarafından Kolomb’un gemisiyle Hıristiyanlığı tebliğ için Latin Amerika’ya gönderilen papaz. 2 bkz Kwame Nkrumah: “Afrika’ya bir elle bağımsızlığını verip öteki elle geri alma metodudur. ... yeni-sömürgeci devletin eski sömürgesine, onu bir müşteri-devlet haline getirip politika dışı yollarla kontrol altına alabilmek için bir çeşit egemenlik tanıdığı yalancı bir bağımsızlıktır” tanımıyla emperyalist çağın değişmezini vurgulayan yenisömürgecilik kavramının mucidi, Gana’nın kurucusu Pan-Afrikacı lider. 87 su adına başlattığı isyanın bayrağını yüklenerek yaşamının mücadelesini verirken, Kolomb filminin idealist senaristi Sebastian için kabile reisini canlandıran vazgeçilmez bir oyuncu olarak her iki kurgunun da arada kalmış ve en belirgin ismidir. Temel haklarının varlığını sonuna kadar savunmaktan vazgeçmeyerek yenidünyanın hedefi olan ve ‘Sebastian, senin filminden daha önemli şeyler de var’ diyerek esaslı bir gerçeğe dikkat çekmek için ölümü göze alan Daniel, Kolomb filminin yönetmeni Costa’yı(Luis Tosar) etkileyerek, Kolomb karşısında vicdanın sesi olan, tek başına neredeyse tüm İspanya’ya haksızlıklarını haykırarak kafa tutan çağdaş bir Bartolomé de Las Casas’a dönüşütürüyor. Fakat bu, geri kalanların orada yaşanan insanlık dramına ve ayaklanan halka karşı kayıtsızlıklarını değiştirmeye yetmiyor elbette ve film beklenmedik bir şekilde, ekibin çekmeye çalıştıkları film aracılığıyla kıyasıya eleştirilen sömürü olgusunun farklı çıkarlar ve gerekçeler doğrultusunda gerçekçi ve esaslı bir taklidi haline dönüşürken izleyicisini huzursuz etmeyi başarıyor. Her iki kurgunun da filmin sonuna kadar devam etmesi ve 1492’deki sömürü unsurlarının bugün farklı ve hatta kişisel amaçlara hizmet eder halde gelmesi, insanlığın 21.yy da yalnızca araçları ve aktörleri değişen en kadim hikâyesine, sömürüler tarihine yeni bir gönderme olarak kendini güncelliyor. Cazibe İstasyonu Joan Wallach Scott Ahmet Büke Süreç Kitap Örtünmenin Siyaseti Kısacık öyküler, upuzun düşünceler… Fransız hükümeti, 2004 yılında, dine ait "çarpıcı simgeler"in devlet okullarında Ahmet Büke öykülerini okurken bir çırpıda kullanımına dair bir yasak başlattı. Yasak bitişine üzülüyor insan ama bir yenisi için herkese yönelik olsa bile, Müslüman kız- heyecanlanıyor bir yandan. Son öykü kitabı ların kullandığı başörtüsünü hedefliyor- Cazibe İstasyonu ise öykücünün kaleminin du. Yasak tarafında yer alanlar Fransa'nın gücünü ve yeteneğini ferahlıkla sunduğu seküler liberal değerlerini savunuyor ve bir çalışma olmuş. Ferahlık demişken okubaşörtüsünü İslamın moderniteye karşı yunca neden bu kelimeyi kullandığımızı direnişinin bir sembolü olarak yorumluyor- anlayacaksınız. Büke’nin öyküleri bembelardı. Örtünmenin Siyaseti bu bakış açısın yazdır. Acıların bile rengi beyazdır. Akar hararetli bir tartışmayla çürüten önemli gider. Bir çırpıda yazılan öyküler bir çırpıda bir kitap. Toplumsal cinsiyet araştırmaları- okunur ama bir anda üstünüzden gitmeznın öncüsü Joan Wallach Scott, söz konusu ler. Son zamanların en duru ve bir o kadar yasanın, Fransa'nın eski kolonilerinin te- tesirli öykücülerinden biri olan Büke’nin baalarını gerçek vatandaşlar olarak enteg- Cazibe İstasyonu yine büyülüyor. Kitaptan re etme sürecinin başarısızlığının bir gös- bir alıntıyla bitirelim: "İnsan bazen istese tergesi olduğunu öne sürmektedir. Scott, de olmaz. O kadar olmaz ki, istemez bile. yasanın ardındaki ırkçılığın uzun tarihinin Hem hayat insandan hızlıdır." yanı sıra Müslümanların asimilasyonuna yönelik ideolojik engelleri de incelemektedir. Tartışmanın kalbinde yatan cinselliğe yönelik yaklaşımlardaki çelişkileri ortaya koymakta; yasağın Fransız savunucularının cinsiyet konusundaki açıklığı normalliğin, özgürleşmenin ve ferdiyetin bir ölçütü olarak gördüklerini buna karşı başörtüsü ile ima edilen cinselliğin örtülmesini, Müslümanların asla gerçek Fransızlar olamayacağının bir kanıtı olarak gördüklerine dikkat çekmektedir. Scott, yasanın dini ve etnik farklılıkları uzlaştırmaktan öte, bilakis söz konusu farklılıkları daha da keskinleştirdiğini belirtmektedir. Homojenlik hususundaki diretmenin Fransa veya genel olarak Batı için artık mümkün olmadığını göstermekte ve bunun "medeniyetler çatışması" denilen gerilimlerin kökenini oluşturduğunu öne sürmektedir. Örtünmenin Siyaseti farklılıklarımızı ortak bir zeminde inşa eden, farklılıkları kuşatan, onları baskılamayan, toplumsal uyum için onları tanıyan yeni bir toplumsal vizyon çağrısı yapıyor. 88 Doğu'dan Uzakta Samuel Beckett Amin Maalouf Süreç Kitap Godot'yu Beklerken "Godot'yu Beklerken", 1969 Nobel Yazın Ödülünü kazanan ve 26 Aralık 1989'da seksen üç yaşında ölen "Samuel Beckett"in en önemli oyunu. "Beckett"in kişileri, temelde, ödün vermez akılcı kişilerdir. İnsanlığın çekmek zorunda olduğu acıların da bilincinde olan bu kişiler, kendilerinin belirsiz bir süreyle içine atıldıkları yaşamda kim tarafından mahkum edildiklerini öğrenmek isterler. "Beckett"in kişileri oyun boyunca karar veremeden beklerler. "Godot"yu beklerler. Onların dünyaları, Vladimir'in oyunun sonlarına doğru dediği gibi, mutlu mu mutsuz mu olduklarını tam kestiremedikleri, içinde gizini çözemedikleri zaman ile cebelleştikleri, renksiz bir düş-karabasan ortamıdır. Aslında hepimiz, Estragon ve Vladimir'le birlikte aynı soruyu soruyoruz. Gerçekte çekip gitmek istiyoruz, ancak nereye gideceğiz? Bir şey bekliyoruz, hepimiz, ancak neyi beklediğimizin bilincinde miyiz? Bizi ne bekliyor, biliyor muyuz? (Arka kapaktan) 89 Geçmiş aynı yerde bekler mi bizi? Amin Maalouf'un merakla beklenen yeni romanı Doğu'dan Uzakta, kaderin ve tarihin acımasızlığında terk ettikleri yurtlarına dönen bir grup arkadaşın hikâyesini anlatıyor. Doğu'dan Uzakta: Gençliklerinin en güzel dönemlerini bir arada geçiren, ülkelerinde patlak veren iç savaştan sonra farklı yerlere dağılan ve yıllar sonra, eski arkadaşlarından birinin cenazesi için tekrar ülkelerine dönen bir grup arkadaş. Lübnan İç Savaşı'nın getirdiği yıkımlara ve Ortadoğu coğrafyasının kültürel, tarihsel ve toplumsal sorunlarına dair gözlemlere de yer veren Doğu'dan Uzakta'da Maalouf, yine; Doğu'yu anlatıyor. 90 Çizik Bu eser, Sosyal Üretim ve Eğitim Çalışmaları Derneği bünyesinde hazırlanmıştır. © Copyright Bu eserin tüm yayın hakları saklıdır. Yayıncının yazılı izni olmadan eserin herhangi bir bölümü, metni ve fotoğrafları yeniden basılamaz, elektronik, mekanik ve fotokopi yöntemleri ile yeniden çoğaltılıp dağıtılamaz. SÜREÇ Sinanpaşa Mah. Şehit Asım Cad. No:2 Koç Han Kat:4 Beşiktaş - İstanbul Tel: 0212 259 2045 91 Editörden 92 Sinanpaşa Mah. Şehit Asım Cad. No:2 Koç Han Kat:4 Beşiktaş - İstanbul Tel: 0212 259 2045