türk dünyasının ses bayrakları,türksoy dergisi,sayı

Transkript

türk dünyasının ses bayrakları,türksoy dergisi,sayı
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
NAMIK MEMMEDOV
KALİOLLA AHMETJAN
JIRGAL MATURAİMOV
ORTİKBAY KAZAKOV
BÜNYAMİN KARA
AYLİN BEYOĞLU
FATİH ÇAPKAN
LALE OKYAY
TAYYİP YILMAZ
DÖRTKOLİ MAMİJİKOV
RİNAT MİNNEBAYEV
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
VİTALİ MANJUL
SALİH MUSTAFA ÇİZEL
DÜLUSTAN BOYTUNOV
RİYATMUHAMMETDİNOV
ŞOY ÇURUK
AGRON POLOVİNA
KAMBER KAMBEROĞLU
MERİMA TURBİÇ
ABAZ DİZDAREVİÇ
ETHEM BAYMAK
Editörden
Bu yılın ilk yarısı TÜRKSOY için oldukça yoğun bir kutlamalar serisiyle geçti. 15’nci yıl kutlamaları, Nevruz derken Yaz mevsimi geldi
çattı bile, ama geleneksel hale gelmiş buluşmalarımızı, bilimsel
toplantılarımızı ve işbirliklerimizi hız kesmeden sürdürdük.
Bunların arasında 12’nci TÜRKSOY Ressamlar Buluşması sergisinin Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül tarafından açılması bizlere
gerçekten büyük bir onur verdi. Böylesi bir şerefin yanında, Genel
Müdürümüz Düsen Kaseinov’un UNESCO, Avrupa Komisyonu ve
Avrupa Konseyi nezdinde bulunduğu uluslararası temaslar TÜRKSOY
tarihinde dönüm noktaları oluşturacak nitelikteydi. Bunları sizlere,
ilk defa bu sayıda hazırlamış olduğumuz ‘TÜRKSOY Günlüğünden’
bölümünde sunduk.
Teşkilatımız, Türk Dünyasını ilgilendiren sorunlara yönelik
her zaman akademik bir yaklaşım izlemiştir. Bu dönemde, Türk
Cumhuriyetlerinde temel bir sorunla ilgili olarak geçtiğimiz aylarda düzenlediğimiz ‘Türk Lehçeleri Arasında Aktarma Sorunları’
adlı Sempozyumu kapsamlı bir dosya halinde hazırladık. Konunun
tekniğiyle ilgili olarak Prof. Dr. Mehman Musaoğlu’nun rehber niteliğindeki değerlendirme yazısını da eklemeyi ihmal etmedik.
Bu dönem TÜRKSOY’un düzenlediği bir başka kayda değer
toplantı, Almatı’daki ‘Uygarlıklar Diyaloğunda Türk Dünyasının
Rolü Sempozyumu’ dâhilindeki ‘Somut Olmayan Kültürel Miras
Semineri’nin ikincisi oldu. Nitekim Seminere başkanlık eden
UNESCO Türkiye Milli Komisyonundan Prof. Dr. Öcal Oğuz’la Somut
Olmayan Kültürel Mirasa ilişkin kapsamlı bir röportaja sayfalarımızda ayrıca yer verdik.
Geleneksel TÜRKSOY Buluşmalarından 5’nci Fotoğrafçılar
Buluşmasının ilk etabı olan Kıbrıs etkinlik programını ve izlenimleri, seçilmiş kareler eşliğinde sayfalar boyunca sergiledik.
Şenliklerle dolu geçen bu sezonda, Teşkilatın organizasyonlarında
yer aldığı İstanbul’daki Tatar ve Başkurt Kültür Günleri ile bu iki
cumhuriyetin yine aynı şehirdeki Kültür Evlerinin Açılışlarını dergimizde aktardık.
Tarihe izini bırakmış ve artık ‘Dünya kişiliği’ olarak anılan Türk
Dünyasının fikir ve sanat ustalarına vefa borcumuzu ödemeye bu
sayıda da devam ettik: 2009’da 70’inci yaşını kutlayan Rüstem
İbrahimbeyov’la 80’inci yaşını kutlayan Tahir Salahov’un hayatlarına ve miraslarına fener tuttuk.
Okuyucularımızı bu dolu ve derin sayıyla baş başa bırakmadan
önce, Türk Dünyasının pek çoğu gün ışığına dahi çıkarılamamış
sözlü kültür miraslarından biri olan ‘Han Mirgen’ Alplık Destanı
kitabının tanıtım yazısını okumadan geçmeyin deriz… Sizlere Türk
Dünyasından yeniden seslenene kadar hoşçakalın!
4
TÜRKSOY Günlüğünden
6
Türk Dünyası
Edebiyatının Ses
Bayrakları
14
Türk Lehçelerinin
Bilgisayar Ortamında
Aktarımı Mümkün mü?
20
Türk Lehçeleri
Arasında Aktarma
Sorunları
24
Türk Dünyası
Objektifinden Fotoğraf
Karelerine Yansıyanlar…
Elvin İNCE
[email protected]
ISSN 1302-6569
Genel Yayın Yönetmeni
Elvin İNCE
Sayı : 29 ● Temmuz 2009
Yaygın Süreli Yayın,
Üç ayda bir yayımlanır
İmtiyaz Sahibi ve
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
TÜRKKÜLTÜR VE SANATLARI
ORTAK YÖNETİMİ Adına
Doç. Dr. Fırat PURTAŞ
Yayına Hazırlayan
Zhanar TEMİRBEKOVA
Danışma Kurulu
Prof. Dr. Ahmet Bican ERCİLASUN,
Prof. Dr. Ülkü Çelik ŞAVK,
Prof. Dr. Sema Barutçu ÖZÖNDER,
Ali AKBAŞ
Yayın Kurulu
Elçin GAFARLI (Azerbaycan),
Askar TURGANBAYEV (Kazakistan),
Güler FEDAİ (KKTC),
Ahat SALİHOV (R.F. Başkurdistan Cum.),
Zemfira HASANOVA (R.F. Tataristan Cum.),
Sancar Mülazımoğlu
Timur Davletov
Dağıtım ve Abonelik
Eşref ÖZDEMİR
34
48
1500 Yıllık Halk Bilgeliği Kaynağı
‘Han Mirgen’ Destanı
İnsanda
İnsanlığın Arayışı
36
52
2’nci Bin Nefes Bir Ses
Uluslararası Türkçe Tiyatro
Yapan Ülkeler Festivali
Nevruz: Türk Kozası
40
54
‘Uygarlıklar Diyaloğunda
Türk Dünyasının Rolü’
Sempozyumundan Notlar
İstanbul’da Başkurdistan
Kültür Günleri ve Başkurt
Kültür Evi Açılışı
43
56
2’nci Uluslararası
Türk Şöleni
Tatar Kültürü İstanbul’da
Neşe İçinde Kutlandı
44
58
Somut Olmayan Kültürel
Mirasın Korunmasının
Yol Haritası
Tahir Salahov 80 yaşında
61 Kazakistan Kültür Şöleninde Gördüklerim
68 ‘Bitmeyen Hazan’ın bahar kokusu...
64 Herkesten Kalır Bir Yadigâr
70 Nikolay Gavriloviç Zolatarev-Yakutskiy
Görsel Yönetmen
Yunus Emre YÜCE
Kapak: Fail ABSATAROV
Dergi Baskı
Öncü Basımevi Basım Yayım Tanıtım Ltd. Şti.
Kazım Karabekir Caddesi
Ali Kabakçı İşhanı, No:85/2
Telefon: 0312 384 31 20 - Faks: 384 31 19
Basım Tarihi: 10/08/2009
Dergi Yönetim Yeri ve Adresi
Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi
Ferit Recai Ertuğrul Caddesi No. 8
Oran 06450, ANKARA
Telefon : +90 312 491 01 00 pbx
Fax : +90 312 491 01 11
www.turksoy.org
Dergimizde yayımlanan yazı ve fotoğraflardan yayıncının izni alınmadan, kaynak belirtmeden tam ve özel alıntı yapılamaz. Yayımlanan
yazıların sorumluluğu yazarın kendisine aittir. Yayımlanan yazılar tekrar telif ödenmeksizin TÜRKSOY’un diğer yayın organlarında kullanılabilir.
TÜRKSOY GÜNLÜĞÜNDEN
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 12’nci TÜRKSOY Ressamlar Buluşması
Sergisini Onurlandırdı ve Açtı
Bu yıl 12’ncisi düzenlenen TÜRKSOY Ressamlar
Buluşması, 16-30 Mayıs tarihleri arasında Samsun’da ve
1-12 Haziran tarihleri arasında da Amasya’da gerçekleştirildi. Buluşmaya, Türk dünyasının 16 ayrı ülkesinden
ressamlar katıldı. Kısa süre içerisinde hazırlanan değerli
çalışmalar sonucu düzenlenen serginin, Cumhurbaşkanı
Sayın Abdullah Gül tarafından açılışının gerçekleştirilmesi gerek sanatçılara gerekse TÜRKSOY’a büyük bir
onur verdi. Sergi, 18 Haziran tarihine kadar Saraydüzü
Kışla Binasında sanatseverlerin beğenisine açık tutuldu.
Gagavuz Yeri Özerk Bölgesi Yüksek Protokolünden TÜRKSOY’a Ziyaret
Moldova’ya Bağlı Gagavuz Yeri Özerk Bölgesi’nden
gelen ve Başkan Mihail Formuzal, Başkan Yardımcısı
Nikolay Stoyanov; Ekonomi, Ticaret ve Dış İlişkiler
Bakanı Vitaliy Kürkçü; Kültür ve Turizm İdaresi
Başkanı Dmitriy Kambur ve Tarım İdaresi Başkanı Iliya
Topçu’dan oluşan heyet TÜRKSOY’u ziyaret etti.
Başkan Formuzal, Ağustos ayı içerisinde 2’ncisi
düzenlenecek olan Dünya Gagavuzları Kongresine
TÜRKSOY’un aktif katılımlarını beklediklerini ve
TÜRKSOY’la ilişkilerine özel hassasiyet gösterdiklerini ifade etti.
Türk Dünyası Âşıkları Bir Araya Geldiler
Geçtiğimiz Mart ayının başında TÜRKSOY’un davetlileri olarak Türkiye’ye gelen ozanlar, âşıklık sanatıyla ilgili olarak TRT’deki özel bir programa ve ilk
defa düzenlenen panele katılıp çeşitli yerlerde konserler verdiler. Etkinliğe Azerbaycan’dan Ramin Garayev,
Kazakistan’dan Amanjol Altayev, Kırgistan’dan Ailı
Tutkışov, Özbekistan’dan Narbek Bakşı Qurbannazarov,
Türkmenistan’dan Abdılkerim Ilmatov ve Türkiye’den
Şeref Taşlıova katıldı.
Nevruz 2009 Coşkuyla Kutlandı
TÜRKSOY tarafından organize edilen ‘Türk Dünyası
Nevruz Buluşması’ bu sene 15-24 Mart tarihleri arasında 12 ülkeden 150’den fazla sanatçının katılımı ve otuzu aşkın yerde düzenlenen müzik ve dans gösterileriyle
gerçekleştirildi. Sanatçılar, Nevruz Bayramı kapsamında
düzenlenen ve TRT’den canlı olarak yayınlan konser ve
etkinliklere katıldılar. Etkinlikler sonunda TÜRKSOY tarafından bir Nevruz kataloğu hazırlandı.
UNESCO’da Anlamlı Buluşma
TÜRKSOY Genel Müdürü Düsen Kaseinov, UNESCO
Genel Müdürü Koiçiro Matsuura’yı ziyaret etti ve
TÜRKSOY’un faaliyetlerinin tanıtımı amacıyla UNESCO
merkez binasında 2009 yılı sonuna kadar TÜRKSOY üyesi ülkelerin sanatçılarının konser vermesi ve bir resim sergisinin açılması konusunu gündeme getirdi. Matsuura,
TÜRKSOY’un UNESCO nezdinde tanıtım etkinliği gerçekleştirmesine sıcak baktıklarını ifade etti ve UNESCO
2010 Kültürlerin Yakınlaşma Yılına verdiği önem ve destekten ötürü Kaseinov’a teşekkür etti.
Avrupa Konseyi’yle TÜRKSOY arasında geleceğe dönük verimli buluşma
Avrupa Konseyi Eğitim, Kültür ve Kültürel Miras,
Gençlik ve Spor Genel Müdürü Gabriella BattainiDragoni ile Strasburg’da temasta bulunan TÜRKSOY
Genel Müdürü Düsen Kaseinov, TÜRKSOY’un iki üye ülkesi Azerbaycan ve Türkiye’nin Avrupa Konseyi’ne üye
olduğuna, bu sebeple TÜRKSOY’a üye diğer ülkelerin de
Avrupa ülkeleriyle kültürlerarası diyalog geliştirebileceğine işaret etti. Battaini-Dragoni, Kaseinov tarafından
yapılan işbirliği teklifine sıcak baktıklarını ifade ederek
ortak Faaliyet Memorandumu hazırlamayı teklif etti.
Kaseinov’dan Avrupa Komisyonuna İşbirliği Ziyareti
TÜRKSOY Genel Müdürü Düsen Kaseinov, Brüksel’deki
Avrupa Komisyonu Kültürel Politikalar ve Kültürlerarası
Diyalog Dairesi Başkanı Xavier Troussard’la görüşerek
kültürlerarası diyalog ve işbirliği geliştirme teklifinde bulundu. Troussard, UNESCO’nun 2005 yılında kabul ettiği Kültür ve Kültürel Çeşitliliğin Geliştirilmesi
Sözleşmesinin bu diyaloğun hukuksal zeminini oluşturabileceğinin altını çizdi ve TÜRKSOY’u AB’nin Kültürel
Çeşitlilikle İlgili Ortak Faaliyetlerine aktif olarak katılmaya davet etti.
Kırgız Heyetinden TÜRKSOY Ziyareti
Van’da yaşayan Kırgızların 8’nci Ulupamir Şenliklerine
katılmak üzere Kırgızistan’dan gelen Kırgız Cumhuriyeti
Hükümeti Devlet Dili Milli Komisyon Başkanı Taşboo
Jumagulov başkanlığındaki heyet TÜRKSOY’u ziyaret
etti. Heyeti kabul eden Genel Müdür Düsen Kaseinov,
Van’da yaşayan Kırgızların her sene düzenlediği
Ulupamir Şenliklerinin önemine değindi. Soydaşlarının
ana dilinin ve kültürünün korunmasıyla ilgili yaşadıkları sorunları dile getiren heyet, onlara çok yönlü destek
sağlayan TÜRKSOY Genel Müdürlüğüne şükranlarını
sundu.
TÜRK DÜNYA SI
EDEBİYATININ
SES BAYRAKLARI
Dr. Muammer GÖÇMEN *
Çalışmamızın konusu Türk dünyası edebiyatına yön veren önemli şahsiyetlerdir. Konumuza
geçmeden önce Türk Dünyası Edebiyatı kavramını açıklamak daha doğru olacaktır. Bu kavramın
neleri içerdiğine doğru cevap verdiğimiz takdirde, aşağıda kendilerine genişçe yer vereceğimiz
kıymetli edebiyatçıların ne demek istediklerini
daha iyi anlamış olacağız.
Mustafa Özkan’a göre Türk Dünyası Edebiyatı
kavramı; “Türk boylarının geniş coğrafî yayılışları, tek bir yazı halinde devam eden Türk dilinde bazı farklılaşmalara sebep oldu ve Türkçe
birtakım dallanmalara uğradı. Ancak her kol bir
yazı dili kurma imkânını bulamadı. Gelişme imkânı bulan Türk dil kolları da taşıdıkları özellikler bakımından birbirinin aynısı olmadı. İşte
farklı özellikler göstererek gelişen Türk yazı
dilleri, ortak bir kaynaktan beslenmekle birlikte, farklı edebi gelişmelere de sahne oldu. Türk
dünyası edebiyatları da bu yeni gelişmelere sahne oldu. Türk dünyası edebiyatları bu yeni gelişmelerle ortaya çıkan edebiyattır.”
Ali Akar ise Türk dünyası edebiyatı kavramını
şu şekilde tanımlar; “Türk dünyası kavramı, siyasi, tarihi, kültürel ve ekonomik boyutları olan
ve bu boyutlarla düşünülmesi, mütalaa edilmesi
gereken bir kavramdır. İşin edebi ve kültürel boyutu ise daha çok arka planlarıyla ele alınması
gereken önemli bir noktadır. Malzemesi “dil”e
dayanan bu müessese, Türk dünyası edebiyatları kavramını da oluşturmuştur. Böylece, Türk
diliyle yaratılan edebiyata biz, bu adı vermekteyiz.”
Burada zikredeceğimiz Türk dünyası edebiyatına yön verenler de, bu dünyanın insanlarıdır.
Yaşadıkları coğrafyanın sesini duyurmak için
kalemleriyle ağıtlar yakarken, Türk dilinin sadece Türk dünyasının duvarlarında değil tüm
dünyada yankılanmasını da sağlamışlardır.
Burada zengin bir birikimin eseri olan tüm edebi
unsurları ve yazarlarını yer darlığı sebebiyle sunamıyoruz. Ama bunlardan yaptığımız bir seçkiyi, içinde doğdukları coğrafyanın birer örneği
olarak vermeye çalışacağız. Bu isimler, Cengiz
Dağcı, Olcas Süleymanov, Bahtiyar Vahapzade,
Ergeş Uçgun ve Cengiz Aytmatov’dur.
CENGİZ DAĞCI
Kırım Türklerinden olan Cengiz Dağcı kendi
ülkesinde olduğu kadar tüm Türk dünyasında
da bir edebiyatçı ve yazardır. 9 Mart 1919’da
Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlı bir yönetim birimi olan Kırım’ın Gurzuf kasabasında
doğmuştur. Yazarın çocukluğu kıtlık, deprem
gibi felaketlerin yanında komünist güçlerin
Kırım Tatar halkına uyguladıkları baskı ve eziyetler altında geçti. Akmescit’te ortaokulu bitirdi (1938). Daha sonra Pedagoji Enstitüsüne
* Süleyman Demirel Üniversitesi Öğretim Üyesi/Isparta,
[email protected]
devam etti. 1940 yılında askere alınmasıyla enstitüyü yarıda bıraktı. 1941’ de Almanlara esir
düştü. Savaşın son yıllarında Almanların bozguna uğraması üzerine esir kampından kurtuldu ve müttefikler tarafına geçti. 1946’ da mülteci
olarak Polonyalı eşiyle birlikte Londra’ya gitti.
Londra’nın Chelsea kentinde bir lokanta işleterek yaşamını idame ettirirken edebi faaliyetlerini
de sürdürdü. Yakınlarda eşini kaybeden Dağcı,
hâlen yaşamını Londra’da sürdürmektedir.
Edebiyat Dünyasına Girmesi
İlk edebi zevkini, amcası Seyit Ömer Dağcı’nın
aile içinde Ömer Seyfettin’den okuduğu hikâyelerden almıştır. Ortaokul yıllarında yoğun
bir okuma faaliyetine giren Dağcı, Abdullah
Tokay, Bekir Çobanzade, Puşkin gibi güçlü yerli
ve Rus yazarların eserlerinden beslenmiştir. İlk
edebî mahsullerini Gençlik Dergisinde yazmıştır.
Ardından Kırım-Tatar Yazarlar Birliğinin yayın
organı olan Edebiyat Mecmuasında çıkan şiirleriyle edebiyat hayatına ciddi bir adım atmıştır.
Enstitü yıllarında tarihe duyduğu yoğun ilgiyle,
Kırım ve Türkistan Türklerinin Rusların bölgeye
uyguladıkları haksızlık ve zulümlere dair bazı
trajedilerini eserlerine yansıtmıştır. Eserlerinde
bu olayları sıkça dile getirmesinin amacı bu
acıklı olayları tüm dünyaya duyurmak ve mal
etmekti.
Şiirle başladığı hayatına bir ara gazeteciliği de
eklemiştir. Çalıştığı gazetede kendi şiirlerinin
yanında Kırım halk şiirlerini ve Kırım folkloruna ait kültürel ürünleri tanıtma ve yayınlama
imkânı bulmuştur. 1940’lı yıllardan itibaren romana yönelmiş, şiirlerinde olduğu gibi romanlarında da Kırım Türklerinin sözcüsü olmuştur.
Dağcı, şiir ve roman dışında da hikâye, deneme
ve anı türünde eserler vermiştir.
Eserleri
Romanları: Korkunç Yıllar, Yurdunu Kaybeden
Adam, Onlar da İnsandı, Ölüm ve Korku Günleri,
O Topraklar Bizimdi, Kolhozda Hayat, Dönüş,
Genç Temuçin, Badem Dalına Asılı Bebekler,
Üşüyen Sokak, Anneme Mektuplar, Benim Gibi
Biri, Yansılar: 1, 2, 3, 4, 5; Ben ve İçimdeki Ben,
Biz Beraber Geçtik Bu Yolu, Ölüm Düşünüldü,
Beni Biraz Yönetir Misiniz?
Hikayeleri: Anneme Mektuplar, Bay Markus
Burton’un Köpeği, Bay John Marple’in Son
Yolculuğu, Oy Markus Oy!
Denemeleri: Yoldaşlar.
Anı kitapları: Hatıralarda Cengiz Dağcı.
Türk Halklarına Olan Tesirleri
Cengiz Dağcı doğumundan itibaren, Kırım
Türklüğünün yirminci yüzyıldaki macerasını adeta şahsında toplamış bir insandır.
Romanlarındaki dünya, Dağcı’nın kişisel tarihi olduğu kadar, mensubu olduğu Kırım
Türklüğünün de tarihidir. Romanlarında sadece Kırım Türklerini değil, Sovyet coğrafyasında
yaşayan Türklerin çoğu zaman bilinmeyen veya
duyulmayan acısını da anlatır. Dağcı bir anlamda eserleriyle çekilen bu acılar üzerine bir ağıt
yakmıştır. Kendi eserlerini her zaman Türkçe
yazarak, milli kimliğini korumaya çalışmıştır.
Bu çabalarıyla, bir milletin yok olma noktasında
dilin ehemmiyetini gelecek nesillere göstermiş
ve öğretmiştir.
Bütün eserlerini Türk dilinde yazmıştır. Türkçe
yayınlanan bazı eserleri İngilizceye de tercüme
edilmiştir. Eserlerinin İngilizceye çevrilmesiyle birlikte İngiltere’deki edebiyat çevrelerinin
dikkatini çekmiştir. ‘Onlar İnsandı’ romanının
on sayfalık bir kısmının İngilizce yayınlanması
Londra edebiyat çevrelerinde derin yankı bulmuştur. Indeks dergisi kendisi hakkında yaptığı bir yorumda Dağcıyı “[…] En az Soljenitsin
kadar büyük bir romancı” olarak tanıtmıştır.
Adı geçen bu romanının on sayfalık kısmının
bu denli yankı bulması, Dağcı’nın eserlerinde
oldukça fazla dile getirdiği ağıtlarının sınırları
aştığını gösterir.
Yapılan sürgünler sonucunda, kendi öz vatanlarından koparılan halkının durumunu eserlerinde sıkça işleyen Dağcı, Nisan 2003 tarihli
Karadeniz gazetesinde “Milli edebiyatımızın bir
dev adamı: Kırım’ın ebedi savaşçısı” adlı makaleye konu olarak Türk okuyucularının ve aydınlarının dikkatini çekmiştir. Adı geçen makale,
Dağcı’nın edebi ve siyasi görüşlerini bizlere
sunarken, Kırım halkının bu çileli yazarına olan
inanç ve bağlılığını da dile getirmektedir.
Cengiz Dağcı’nın ağıtlarının kendi neslinde
ve dünyada nasıl yankılandığını görmek için,
Yazar hakkında ve onun öğretileri üzerine ya-
Olcas Süleymanov, Rüstem İbrahimbeyov ile birlikte bir toplantıda
pılan çalışmalara bakmak gerekir. Kendi coğrafyasında yeni nesil tarafından ne kadar ve nasıl
bilindiğini yine o coğrafyada yaşayan yeni neslin üzerinde çalışmalar yaparak ortaya koymak
mümkün olacaktır. Kendi halkının ifadesiyle
Cengiz Dağcı, Kırım’ın silahı kalem olan ebedi
bir savaşçısıdır.
OLCAS SÜLEYMANOV
Dilci, yazar, şair, jeolog ve diplomat olan
Olcas Süleymanov Kazak Türklerindendir.
1936 yılında Almatı’da dünyaya gelmiştir.
Sovyetlerdeki klasik ilk ve ortaöğrenimini bitirdikten sonra Kazak Devlet Üniversitesi jeoloji
bölümüne girmiştir. Küçük yaşlarda yazmaya
başladığı şiirlerinin dikkat çekmesi üzerine sağlam bir edebiyat eğitimi almak üzere Moskova
Edebiyat Enstitüsüne gönderilmiştir. Bundan
sonraki yıllarda edebiyat, bilim ve diplomasi
çalışmalarını sürdürmüştür. Akademik ve idari çalışmalarının sonucunda kendisine pek çok
üyelik ve nişanın verildiğini görüyoruz. Bu
nişanlar: SSCB Yüksek Sovyet Üyeliği, Sovyet
Halk Temsilciliği, Kazakistan Yazarlar Birliği
Genel Sekreterliği, Asya Afrika Yazarlar Birliği
Komite Başkanlığı, Anti-Nükleer Semey-Nevada
Hareketi Başkanlığı, Türk Halkları Birliği
Kurucu Üyeliğidir. Son derece entelektüel bir
şöhrete sahip olan Süleymanov, Kazakistan ba-
ğımsız bir cumhuriyet olunca, Cumhurbaşkanı
Nazarbayev tarafından dış göreve elçi olarak
atanmıştır. Hâlen Kazakistan’ın İtalya sefiri olarak Roma’da bulunmaktadır.
Edebiyat Dünyasına Girmesi
Edebiyat ve şiire yönelmesi, üvey babası olan
gazeteci Abdül Ali Bey’i takip etmesiyle olmuştur. Yazmış olduğu ilk şiir ve yazılarının dikkat
çekmesi neticesinde edebiyat enstitüsüne gönderilmiştir. Daha sonraki yıllarda çoğu edebiyatçı, şair ve devlet adamıyla tanışıklıklar ve
dostluklar kurması, edebiyat çalışmaları açısından kendisine yeni ufuklar açmıştır.
Olcas Süleymanov’un hayatını belirli dönemlere ayırmak güç olacaktır. Çok çalışkan
ve verimli bir dünyası olan yazarın pek çok işi
birlikte yaptığını görüyoruz. Bu çok yönlü kişilik kendisine ve eserlerine bir derinlik kazandırmıştır. Hayatı boyunca bütün çalışmalarını
iç içe devam ettirmiştir. Kendisinin ifadesiyle
“Günümüzde bir Türk şairi ve edebiyat adamı aynı zamanda araştırmacı bir bilim adamı
da olmak zorundadır. Eserlerini bir bilim adamının titizliği ve inceliği içinde yazmalıdır.”
Süleymanov, hangi alanda olursa olsun çalışma
kavramına vurgu yaparak kendi hayatını şekillendirmiş ve birçok alana imzasını atmıştır.
Çalışma kavramına yaptığı bu vurgu, tembellik
ve cehaletten çok çeken Orta Asya’nın halklarına ciddi bir uyarı olmuştur. Olcas Süleymanov
edebiyat alanında en fazla dil çalışmalarıyla ön
plana çıkmıştır.
Eserleri
Şiir: Seherin Güzel Vakti, Parisli Bir Kızdır
Gece.
Roman: Maymun Yılı.
Destan İnceleme: Kil Kitabı, Az i Ya.
Dil Felsefesi: Yazı’nın Dil’i.
Türk Halklarına Olan Tesirleri
İlk edebi ürünlerinde, daha çok göçebe Kazak
hayatının temel motiflerinden, Kazak tarihinden ve sözlü kültür varlıklarını içeren destan
ve efsanelerden bahseden yazar, giderek tüm
zamanını ve çalışmalarını kendi toplumunu ilgilendiren sosyal antropoloji, dil ve tarih konularına yöneltmiştir. Geniş ilgi dünyasının içerisinde sadece kendi toplumunu değil, bunların
yanında Etrüsk tarihini ve Sümer arkeolojisini
de incelemiştir. Bunların dışında Mahenjo-Doro
yazıtlarını anlamaya, İskandinav ülkelerinin sırlarını da çözmeye kendini adamıştır.
Süleymanov’un dil çalışmaları da geniş yankı
bulmuştur. Aziya adlı çalışması, Moskova İlimler
Akademisinde tartışmalara sebep olmuştur. Rus
karakteri ağır basan Sovyet tarih ve kültür hayatında derin izler bırakan bu eser, 80’li yılların
Türk soylu Sovyet aydınları arasında büyük etki
yaratmıştır. Hatta bu kitapta dile getirilen tezlerin sonucunda, Rusya’da yaşayan Türk halklarının aydınları kendi kültürleriyle Rus kültürünü
kıyaslar hale gelmişlerdir. Bu anlamda bu kitapta sunulan tezlerin, ortak bir Sovyet ideolojisi
yaratma ülküsüne rağmen, Türk ve Rusları bir
ayırma noktasına getirdiği iddiası söz konusudur.
1990’da Sovyet sistemi çökerken yaptığı bilimsel inceleme ve araştırmalar sırasında dünya çapında yankı bulan çalışmalara imzasını atmıştır.
Kendisinin yaptığı jeolojik tetkikler neticesinde
Semey eyaletindeki Sovyet nükleer çalışmalarının Türkistan’a verdiği zararı görmüş ve milletlerarası bir sivil direniş olarak ‘Anti Nükleer
Semey-Nevada’ hareketini kurmuştur. Orta
Asya’da kendi yaşadığı bölgenin maruz kaldığı
radyo-aktif kirlenmeye, kurduğu sivil örgütler
ve yazılarıyla dikkat çekmeyi başarmıştır.
1990’da ilk defa 1’nci Türk Halkları Kongresini
düzenlemesi de Türk Dünyası için yeni bir yapılanma anlamı taşımaktadır. Süleymanov, Sovyet
sistemi çatırdarken, yeni kurulacak dünyanın
da temel taşlarını atmaya çalışmıştır. Yaptığı çalışmalardan da görüldüğü gibi Kazak halkı ve
Türk Dünyasının geleceğiyle ilgili çalışmalara
imzasını atmıştır. Verdiği eserlerde Türklerin tarihini, geleceğini ve dilini koruma çabaları göze
çarpmaktadır. Şu anda da geleceği inşa etme ve
en iyi noktaya taşıma hususunda diplomatik faaliyetlerini sürdürmektedir.
Türkiye’de şiirlerinin çevrilmesinin dışında
dil çalışmaları konusunda kendisi önemli bir
yere sahip olup konuyla ilgili yapılan çalışmalarda görüşlerine geniş yer verilmektedir. Kazak
bilgini ve aydını Olcas Süleymanov, Sümer-Türk
dillerini karşılaştırmalı bir şekilde tetkik etmiş
ve Sümerceyle Türk dili arasında ciddi bağlar
ve akrabalıklar tespit etmiştir. Bu iki dilin sözlüğünde altmış kelimede yakınlık olduğunu
saptamıştır. Sonuçta Sümer diliyle eski Türk dili
arasında kültürel bağlılık olduğunu yaptığı incelemeleriyle kanıtlamaya çalışmıştır.
BAHTİYAR VAHAPZADE
Bahtiyar Vahapzade, 16 Ağustos 1925 tarihinde Şeki’de doğmuştur. İlk ve ortaöğrenimini Bakü’de tamamlamıştır. Bakü Devlet
Üniversitesi Filoloji Bölümünden 1947’de mezun olmuş, aynı bölümde öğretim üyesi olarak ders vermeye başlamıştır. 1964’de filoloji
doktoru olmuştur. 1980’de Azerbaycan İlimler
Akademisi üyeliğine seçilmiştir. 1990 yılında emekli olana kadar bu üniversitede ders
vermiştir. 1980-2000 yılları arasında beş defa
milletvekili seçilen Vahapzade, 13 Şubat 2009
tarihinde Azerbaycan’ın başkenti Bakü’deki
evinde vefat etmiştir.
Edebiyat Dünyasına Girmesi
Bir şair olarak okuyucular arasında ilk itibarını
Yeşil Çemen, Ağaç Altı Bir de Tünd Çay şiiriyle kazandı Vahapzade. O’nun sanat faaliyetlerindeki
ilk basamağı “Mektep Şiirleri” oluşturur. Şairin
Muammer Göçmen, Bahtiyar Vahapzade’nin evinde söyleşide
kendi şiir ekolü de Mektep Şiirleriyle kimlik kazanır zaten. 60’lı yıllarda şiir anlayışını geliştirerek kendine göre bir tavır ve tarz yaratmıştır.
Bu edebi ekolde sanatsal detaylarını görerek
ufkunu genişletmeye çalışmıştır. 80’li yıllarda
şiirleri, tam kıvamına gelerek estetik ve sanat
boyutunda daha da gelişmiştir. Felsefi derinlik,
ince lirizm, edebi narinlik Vahapzade’nin nazari-estetik görüşlerinde, özellikle edebi çalışmalarında iyice ön plana çıkmıştır ve eserlerindeki
estetik kaygı daha da artmıştır.
Eserleri
Şiirler ve manzum hikâyeleri: Yücelikte
Tenhalık, Menim Dostlarım, Bahar, Dostluk
Nağmesi, Çınar, Ceyran, İnsan ve Zaman, Tan
yeri, Şehitler, Sandıktan Sesler.
Türkiye’ de basılan eserleri: Vatan, Millet,
Ana Dil; Soru İşareti, Ömürden Sayfalar.
Türk Halklarına Olan Tesirleri
Azerbaycan özgürlük hareketinin de öncülerindendir Vahapzade. Bu konuda kaleme
aldığı Gülistan isimli şiirinde Azeri halkının
felaketlerini duygulu ve lirik bir biçimde anlatmıştır. Sovyet rejiminin baskılarına rağmen
özgürlük mücadelesinden asla vazgeçmemiştir.
1984 yılında ülkesinde Halk Şairi seçilmiştir.
Eserlerinde Azeri Türkçesini en temiz şekilde
kullanmaya özen göstermiştir. Azeri özgürlük
mücadelesine katkılarından dolayı İstiklal nişanıyla da ödüllendirilmiştir. Ülkesinin özgürlük
10
simgelerinden biri olan Vahapzade, şiirlerinde
yüksek Azeri hissiyatının bayraktarıdır.
Şiirleriyle
Vahapzade,
İkinci
Dünya
Savaşından sonraki ilk on yıl ve onu takip eden
senelerde Azerbaycan Türk toplumunun bir
tercümanı haline gelmiştir. Sadece idari sistemdeki çarpılıkları değil, aynı zamanda milli-manevi konuları, insan meselelerini ele alma hususunda da oldukça başarılı eserler vermiştir.
Vahapzade’nin ana dil üzerine yazdığı eserlerinde, yarım asrı geçen bir mücadelenin seyrini
görmek mümkündür. Vermiş olduğu haklı mücadelenin bahtiyarlığını kendisi şu anda kuşkusuz yaşamaktadır.
Vahapzade, Azeri halkının duygularını eserlerine yansıtarak hislerine tercüman olmak istemiş
ve bunda da başarılı olmuştur. Eserleri Türkçe,
Rusça, Farsça, Ermenice, Özbekçe, Almanca,
İngilizce ve Türkmence gibi pek çok dile çevrilmiştir.
ERGEŞ UÇGUN
Şahimerdankuloğlu
Ergeş
Uçgun,
Afganistan’ın Meymene vilayetinde 21 Şubat
1927’de doğmuştur. 1944’de Andhoy İlkokulunu
bitirmiş, 1950 yılına kadar Kâbil’deki
Darülmuallimin’de okumuştur. 1950-1952 yılları arasında Kâbil Darülfünûnunu kimya ve
biyoloji şubelerinde okumuştur. 1952-1954 yılları arasında Antkhoy’da öğretmenlik yapmıştır. Siyasi çalkantılar yüzünden Meymene’ye
gönderilmiştir. 1957 yılına kadar Abu Ubeyd
Türk Halklarına Olan Tesirleri
Kışlağı Horasan, menzili Bakü, yaylası
Almatı, sevgilisi Ankara, aşkı Aşkabat, gönlü
Taşkent ve Semerkand olan şair Ergeş Uçgun’un
Türkiye’de basılmış iki eseri vardır. Biri Tajik mi
Taljik mi?, diğeri de bulunabilen şiirleri ve kendi kaleminden kısa hayat hikâyesiyle birlikte
Afganistan’daki Türk gelenek ve göreneklerinin anlatıldığı uzunca makalesinin yer aldığı
Ergeş Uçgun ve Yurt Koşukları eseridir.
Tajik mi Tajlik mi? adlı eserinde Taciklerin
Türk olduklarını açıklamakta, Türklerin uyanışını geciktirip, birleşmelerini engellemek amacıyla oynanan oyunları ele almaktadır. Uçgun,
1996 yılı Türkçenin Uluslararası Şiir Şöleni üç
büyük ödülünden biri olan Şeyh Galib Ödülüne
layık görülmüştür.
Şiirlerinde ve yazılarında daima ortak bir
Türk Dünyası fikrini anlatan Ergeş Uçgun,
içinde sürekli bir Turan fikrini barındırmıştır.
Ergeş, Türkiye’de çeşitli yayın organlarında
Türk Dünyası ve Türklük meselelerine ilişkin
pek çok araştırma ve inceleme yazıları da neşretmiştir ve Afganistan’daki Türk kardeşlerimizin meselelerini anlatırken aynı zamanda ortak
bir dünyanın oluşturulması için de fikirlerini
ortaya koymuştur.
CENGİZ AYTMATOV
Cengiz Aytmatov, Dünya edebiyatının en
büyük yazarlarından biridir. 1928 yılında
Bişkek’e bağlı Şeker köyünde doğmuştur.
İlköğrenimini doğduğu köyde tamamlamıştır. 1946’da Jambul Veteriner Teknik Okuluna
girmiştir. Bu okuldan mezun olduktan sonra
Kırgızistan Tarım Enstitüsüne devam etmiş ve
buradan 1953’te veterinerlik diplomasıyla mezun olmuştur. 1956-1958 yılları arasında Gorki
Yüksek Edebiyat Bölümünde okumuştur.
Daha sonra, Moskova Üniversitesi Edebiyat
Fakültesine devam etmiştir. Çeşitli gazete ve
dergilerde çalışmıştır. Bu arada eserler vermeye başlamış ve dikkatleri üzerine çekerek
Cengiz Aytmatov
Cüzcani Lisesi müdür muavinliği yapmıştır.
O zamanki Afgan Hükümetinin Türklere karşı
açtığı yok etme siyasetine isyan ederek vatanından ayrılmıştır. Pakistan ve İran’a kaçak olarak
geçmiş ve buradan “Ay-yıldızımıza kavuştum”
dediği Türkiye’ye sığınmıştır. Adana’da öğretmenlik yapmıştır. Mersin’de Ataş Rafinerisinde
çalışmıştır. 1974’te Türkiye’den ayrılarak
Amerika’ya göçmüştür. Çeşitli işlerde çalışmıştır ve halen emekli olarak ABD’nin New Jersey
eyaletinde yaşamaktadır.
11
önemli derecede ödüllere layık görülmüştür.
1968’de Kırgızistan milli yazarı seçilmiştir.
Gorbaçov döneminde Sovyet Parlamentosu
Kültür ve Ulusal Diller Komitesi Başkanlığı ve
Sovyet Yazarlar Birliği Sekreterliği görevlerinde bulunmuştur. Sovyetler Birliği dağılmadan
önce ilgili Komitenin beş danışmanından biri
olmuştur. Bağımsızlık sonrası Kırgızistan’ın
Lüksemburg, Hollanda ve Belçika büyükelçilikleri görevlerini yürütmüştür. 10 Haziran
2008’de vefat etmiştir. Çok verimli bir yazı hayatı olan Aytmatov’un pek çok romanı da filme
aktarılmıştır. Ölümünden sonra kendi coğrafyasına ve edebiyat dünyasına büyük bir kültür,
sanat ve edebiyat mirası bırakmıştır.
Eserleri
Aytmatov, sayısız eser kaleme almıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: Dağlar
Devrildiğinde-Ebedi Nişanlı, Darağacı-Dişi kurdun Rüyaları, Gün Olur Asra Bedel, Fujiyama,
Beyaz Gemi, Elveda Gülsarı, Dağlar ve
Steplerden Masallar, İlk Öğretmenim, Cemile,
Yüz Yüze, Zorlu Geçit, Toprak Ana, Cengiz
Han’a Küsen Bulut, Çocukluğum, Kızıl Elma.
Türk Halklarına Olan Tesirleri
Cengiz Aytmatov’un edebiyata yönelmesinin
temeli çocuk yaşlarda babaannesinin anlattığı
halk hikâyeler, köyüne gelen Manasçıların söyledikleri destanlar ve halk şarkılarıdır. Bunları
dinleyerek, ana diline olan sevgisini ve halk
kültürü birikimini edinmiştir. Sonraları aldığı eğitimle gönlünde ve beyninde bir kazan
gibi kaynayan yerel duygu ve düşüncelerini
daha da arttırmıştır. Yazdığı eserler ve ülkesi
için yaptığı işlerle dikkat çeker ve ülkesinde
milli yazar seçilir. Bir yazar olarak ülkesinde
böyle bir unvanla ödüllendirilmesi önemlidir.
Sovyetler Birliğinin en büyük ödülü olan Lenin
ödülünü ve Toktogul Milli Şeref Ödülünü aldıktan sonra Sosyalist İşçi Kahramanı ödülüne
layık görülmüştür.
1983’te Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ödülünü tekrar kazanmıştır. Avrupa İlimler, Sanat
ve Edebiyat Akademisine asil üye, Dünya İlim
ve Sanat kurumuna muhabir üye, Issık-Köl
Forumuna da başkan seçilmiştir. Uluslararası
platformdaysa Etruriya (İtalya), Javaharlal
12
Nehru (Hindistan) ödüllerinin sahibi olmuştur. Japonya’nın Doğu Felsefe Enstitüsü ve
Amerika’nın İmanlılığa Davet Kurumu tarafından da ödüllendirilmiştir. Roma Klubüne Üye
kabul edilmiştir. Türkiye’de İLESAM tarafından
Turan Ülkesinin Edebiyatına Hizmet ödülüne
layık görülmüştür. Avustralya Cumhuriyeti
Devlet ödülünü almış, Gorbaçov döneminde
Sovyet Parlamentosu Kültür ve Milli Diller
Komitesi Başkanlığı, Sovyet Yazarlar Birliği
Sekreterliğinde bulunmuştur. Aytmatov’un
yaptığı işler ve aldığı ödüller onun kendi ülkesinde ve dünyada nasıl dikkatle takip edildiğini gösterir. Yazar adına hayatı boyunca çeşitli
yerel ve uluslararası etkinlikler düzenlenmiştir. Kendi biyografisi dışında romancılığı ve
hikâyeciliği üzerine çeşitli ülkelerde makaleler
ve kitaplar yazılmıştır. Geçmişine, kültürüne ve diline sahip çıkması eserlerinde daima
rastlanılan bir özelliktir. Aytmatov tarihten
bahsetmeden Türkistan topraklarına ışık tuttu.
Eserlerinde, zulüm karşısında geçmişine bağlı,
tarih ve kültürlerini hiç bozmadan yaşayan insanları yazdı ve romanlarında bu insan manzaralarını uzun uzun tasvir ederek, tüm dünyaya
bu güzellikleri gösterdi.
Abdılcan Akmataliyev; Dante, Shakespeare,
Goethe, Dickens gibi önde gelen ve dünya
edebiyatına damgasını vuranları her yönüyle
tanıtan ansiklopediler olduğuna dikkat çektikten sonra Aytmatov’un da kendi adına bir
ansiklopedi hazırlanmasını hak ettiğini söyler. Buradan hareketle iki ciltlik Aytmatov
Ansiklopedisini hazırlayıp yayınladığını edebiyat dünyasına duyurmuştur. Kırgız halkı
Aytmatov’u yaşamlarının ayrılmaz bir parçası
olarak kabul etmiştir. Adını ve eserlerini yaşatmak için her türlü girişimde bulunmuşlardır.
Yazar adına ülkesinde vakıflar ve okullar kurulmuştur. Aytmatov’un yaptıklarına karşılık
kendi halkı da bu şekilde vefa borcunu ödemek
istemiştir.
Uluslararası Aytmatov Kulübü 1989’da kurulmuştur. Kurucusu da Prof. Dr. Akmataliyev’dir.
Aytmatov adına bir Kültür Vakfı da kurulmuştur. 1993’te Uluslararası Aytmatov Akademisi
kurulmuştur. Çeşitli etkinlikler düzenleyen bu
kulüp, yazar onuruna edebiyat ve sanat ödülleri vermektedir.
Aytmatov’un dünya edebiyatına yaptığı katkı
küçümsenemez. Onun eserleri hakkında bütün
dünyada geniş incelemeler yapılmıştır. Yazarın
kendisi ve fikirleriyle edebi dünyası hakkında
yüzlerce doktora ve yüksek lisans tezi yazılmış
ve yapılmaya da devam etmektedir. Bu bilimsel teşebbüslerin sonucunda ‘Aytmatov taannu’ (Aytmatovşinaslık) şeklinde ifade edilecek
olan bilimsel terim, dünya leteratüründe kullanılmaya başlanmıştır.
Çeşitli toplumsal faaliyetlerde yer alması ve sosyal derneklere üye olması nedeniyle
kendi halkı tarafından yazar olmanın dışında bir halk adamı olarak da görülmektedir.
Yazarın hayatını ve eserlerini okutmak üzere
1961–1962 okul yılında programlara yeni bir
müfredat eklendiğini görüyoruz. Ayrıca eserlerinden alınan metinler ve pasajlar, Sovyet
Birliğinde yaşayan halkların okullarıyla birlikte, Batı dünyasındaki kimi okul programlarında da yer almaktadır.
Çağımızda
milli
romantizm,
Cengiz
Aytmatov’un duyarlı ve dikkatli eliyle
Kırgızistan’da edebi eserlere ulaşma şansını
yakalamıştır. Aytmatov’un bakış açısı, daha
çok Gökalp’ın bakış açısına yaklaşır. Gökalp’ta
görülen Türk milletinin kadim tarihine ve kültürüne duyulan özlem Aytmatov’da da vardır.
Aytmatov, milletinin tarih boyunca kazandığı sosyal, kültürel, ahlâki, edebi, askeri maddi
ve manevi zenginliğini eserlerine yansıtmıştır.
Yaşadığı coğrafyanın insanının tarih içinde
kazandığı değerleri, acıları, kahramanlıkları,
tecrübeleri yazıya döküp ölümsüzleştirmiştir.
Halkının içine düştüğü zor durumları eserlerinde en güzel şekilde anlatmış ve eserlerinde
kendi ifadesiyle ‘tipik insan’ı ortaya koymaya
çalışmıştır.
SONUÇ
Türk Dünyasında önemli bir yere sahip olan
kıymetli yazarlar aynı duygunun, aynı toprağın
evlatlarıdırlar. Hepsinin eserlerinde anlatmak
istedikleri, içinde doğdukları ve kültürel yönden beslendikleri kendi halkları ve kültürleridir.
Halklarının ağıtlarını dünyaya yankılandırmaktı istedikleri. Bugün eğer eserleri üzerine edebi
ve tarihi incelemeler yapılıyorsa, bu yazılar ya-
zılıyorsa, bu yazarların ağıtları duyulmuş demektir.
Bir toplumu var eden dili, kültürü ve coğrafyasıdır. SSCB’nin Türk halkı üzerinde şiddetli
bir baskı ve zorlamayla yürüttüğü politikalar
dil, kültür ve vatan üzerineydi. Elbette bu coğrafyanın insanları, bu kıyıma sessiz kalamayacaklardı ve içlerinden halkının sesini, duygularını duyuracak birileri olacaktı. Çalışmamızda
yer verdiğimiz değerli isimler böyle bir ortamın ürünüydüler. Halklarının sözcüsü olarak
bilinmektedirler. Vahapzade’nin dilin önemini
vurgulamak için yazdığı şiirler bir milletin yok
olmaması içindi. Çünkü bir milletin yok olması
dilinin yok olmasıyla başlar. Sovyetler Birliği’nin
yürüttüğü politikaların en başında eğitim dilini
Rusça yapmak gelmekteydi. Türklerin yaşadığı
topraklarda Türkçe yerine Rusça konuşulması
için her türlü tedbir alınmıştı. Bu olanlar karşısında ‘kalemler’ susmamıştı. Yaşanılan trajediyi dünya halkına ve gelecek nesillere göstermek ve unutturmamak için ‘kalemler’ etkili ve
keskin bir şekilde konuşmuştu. Tarih kitapları
bu duyguların ne kadarını yazabilir ki? Türk
Dünyasının şöhretleri, dünyaya yayılmış güzide
edebiyatçıları, bu duruma izin vermedi. Sayısız
eserler kaleme aldılar ve vatanlarına unutulmaz
bir miras bıraktılar.
Onlar, eserlerini gördükleri ve yaşadıkları
gerçeklere bağlı kalarak yazmışlardır. Hüznü,
kederi, sevinci, halklarının psikolojileri dâhilinde vermişlerdir. Onlar, kendi ferdî tarihlerine eğilmekle aslında milletlerinin tarihine de
eğilmişlerdir. Bugün, milli edebi yazarlar olarak
anılmaları kendilerini anlatmalarının yanında
halklarının tercümanı olmalarındandır. Cengiz
Dağcı’nın şu sözleri aslında her şeyi güzel ve fasih bir şekilde anlatmaktadır.
“Yurdunu kaybeden adam için hürriyetin bile
bir manası kalmadığını şimdi anlıyorum. İçinde
doğduğum, gülüp oynadığım yerlerde benim
dilim konuşulmuyor artık. Bir zamanlar, o topraklarda dilini konuşan insanların ne olduklarını bilmiyorum.
Son fırtına, ağacı devirdi. Bizler, uçurduğu
birkaç yaprak, boşlukta yolunu şaşırmış, ümitsiz ve şaşkın, meçhul bir geleceğe doğru, yalpa
vurup duruyoruz.” (Cengiz Dağcı)
13
Türk Lehçelerinin
Bilgisayar Ortamında
Aktarımı Mümkün mü?
Prof. Dr. Mehman MUSAOĞLU *
Çeviri mi, Aktarma mı?
Akrabalık ilişkileri olmayan dillerde, herhangi bir sözlü ve yazılı metnin bir dilden diğerine yapılan aktarımı çeviridir. Yabancı dillerden Türkçeye ve Türkçeden yabancı dillere
yapılan aktarım gibi. Birbirine akraba diller
olan İngilizceden Almancaya ve birbirine biraz daha uzak akraba diller olan İngilizceden
Rusçaya veya tersine yapılan sözlü ve yazılı aktarımlar da çeviridir. Anlaşılabilirliği birbirine
çok yakın olan Türk yazı dillerindeyse sözlü ve
yazılı metinlerin aktarımı çeviri değil, aktarmadır. Bu bakımdan aktarma nitelikli dil aynılıkları, farklılıkları, varyantları ve şekilce eşsesli, anlamca farklı kelimeler (yalancı eşdeğerler)
Türkçenin ortak yazı ve konuşma göstergeleri
olarak değerlendirilmektedir.
Kaynak ve Hedef Diller,
Metinler ve Aktarma Süreci…
Kaynak dil aktarılan, hedef dil ise aktarma
yapılan dildir. Kaynak metin, aktarılan dilden
alınır ve hedef dile aktarılır. Kaynak metnin
hedef metne dönüştürülmesi, aktarma sürecini oluşturur. Aktarma sürecinde kaynak metin
konu ve içerik bakımından incelenir. Kaynak
ve hedef dillerdeki aynı ve farklı olan ve birbiriyle dil-üslûp varyantları ve yalancı eşdeğerlik
14
* Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bl. Öğretim Üyesi
[email protected]
oluşturan kelimeler, dil bilgisi unsurları, deyimler, kelime grupları, basit ve birleşik cümlelerin kullanımı, aktarılan dile ve düzenlenen
metne göre belirlenir. Bunlar, metnin içeriğine
göre seçilir; kaynak ve hedef diller ilâ metinlerin kendine özgü kültürel bağlamında değerlendirilerek aktarma sürecine alınır ve kaynak
dilden hedef dile ikincinin yazım ve üslûp
kurallarına göre aktarılır. Söz konusu süreçte
aktarmayla ilgili gerçekleştirilen zihinsel faaliyetler, aktarma bilimi kavramının bileşenleri
olarak belirlenir.
Aktarıcı, Aktaran, Aktarman ve
Aktarma Örnekleri
Çağdaş Türk yazı dillerinden birbirine metin
düzeyindeki her türlü sözlü ve yazılı aktarmaları yapan kişi aktarıcı, aktaran veya aktarman
olarak bilinmelidir. Eğer çeviri ikinci yaratıcılıksa, aktarma her yönüyle özel bir edebî ya-
zarlık işidir. Bu bakımdan aktarıcı kaynak ve
hedef dilleri bilmenin yanı sıra, geniş bir dünya görüşüne, yeterli ölçüde kültür ve yazarlık
yeteneğine sahip olmalıdır.
Türk Yazı Dilleri Arası Edebî Aktarmalar, çeşitli edebî metinlerin eski Türk yazı dillerinden
çağdaş Türk yazı dillerine ve ikincilerde birbirine aktarılmasıyla gerçekleştirilmekte olup
1990’lı yıllardan beri hız kazanmıştır. Söz konusu metinler, eski ve yeni Türk yazı dillerinden Türkiye Türkçesine, ondan da diğer Türk
yazı dillerine aktarılmaktadır. Türkiye Türkçesi
dışındaki Türk yazı dilleri arasındaysa, aktarma çalışmalarının yaygın olduğu söylenemez.
Aktarma çalışmalarının belirtilen yazı dilleri
arasında da sürdürülmesi ve bu süreçte Türk
yazı dillerinden birinin ortak bir bilişim ve iletişim dili olarak öne çıkması hedeflenmelidir.
Günümüz koşullarında bu dil Türkiye Türkçesi
olabilir.
15
Türk Dünyası ünlü yazarlarının eserleri ve
folklorik örnekleri, aktarma sürecinde üstünlük kazanmaktadır. Kırgızcadan Manas,
Özbekçeden Alpamış, Türkmenceden Köroğlu
destanları; bugünümüzü, yakın ve uzak geçmişimizi Türklük bilinci, inançları ve mitolojisi
folklorik temelinde çağdaş roman tekniğiyle
yorumlayabilen eserler, Türkiye Türkçesine aktarılmaktadır. Cengiz Aytmatov’un eserlerinin
Türkiye Türkçesine çevrilmesi, bunun bir örneğidir. Bu bağlamda, Azerbaycanlı yazar Kemal
Abdulla’nın Azerbaycan Türkçesinden Türkiye
Türkçesine aktarılmış Eksik El Yazması ve
Büyücüler Deresi romanları, özgün konuları,
dilleri ve sanat teknikleriyle dikkatleri çekmektedir.
Azerbaycan edebiyatı örneklerinin Türkiye
Türkçesine aktarılması, 1950’li yıllara dayanır. Aktarma çalışmalarının ivme kazanmasında Azerbaycanlı ve Türkiyeli bilim adamları, araştırmacı-yazarlar çaba göstermiştir. Bu
bakımdan Azerbaycan’dan Hamit Araslı’nın,
Abbas Zamanov’un, Türkiye’den Ahmet
Caferoğlu’nun, Muharrem Ergin’in, Ahmet
Bican Ercilasun’un, Yavuz Akpınar ve Kardeş
Edebiyatlar dergisinin faaliyetleri örnek olarak gösterilebilir. Günümüzdeyse bu görevi,
Avrasya Yazarlar Birliği ve onun yayımladığı
Kardeş Kalemler Dergisi üstlenmektedir.
Çeviri ve Aktarma Çalışmalarıyla
İlgili Bilişim Uygulamaları…
Bilişim uygulamalarının en klâsik örneklerinden biri olarak metnin otomatik çevirisi
çalışmaları gösterilebilir. Otomatik çevirinin mümkün olabilirliği görüşü, 1946 yılında
Amerikan bilim adamlarınca ileri sürülmüştür.
Bilgisayarda Rusçadan İngilizceye ilk çeviri
1954 yılında Amerika’da, Fransız ve İngiliz dillerinden Rusçaya ilk çeviri örnekleri ise 1956
yılında Moskova’da yapılmıştır. Günümüzde
otomatik çeviri çalışmaları çok ilerlemiştir.
Buna rağmen, her türlü metnin otomatik çevirisinin yapılması ve artık bilgisayarın bir çevirmenin görevini yerine getirebilmesi henüz
söz konusu değildir. Sadece bilimsel, teknik
ve bazı resmî veya gazetecilik metinlerinin
otomatik çevirisi yapılabilmektedir. Bugünkü
Hint-Avrupa dilleri temelinde metnin otomatik
16
çevirisine ilişkin çalışmalarda geliştirilen yazılım programlarının eklemeli Türk yazı dillerinde uygulanmasındaysa şimdiye kadar önemli
bir sonuç elde edilmemiştir. Bu, bir yandan
söz konusu çalışmalarda en uygun yazılımların henüz geliştirilmemiş olmasına; öte yandan Türkçenin Hint-Avrupa dillerinden farklı
bir ses uyumuna, eklemeli yapıya ve değişmez
sözcük sıralanmasına sahip olmasıyla ilintilidir. Bilişim uygulamaları, Türk yazı dillerinde
çeviri değil aktarma mantığı ve kendine özgü
yazılım tekniğiyle yapılmalıdır.
Sovyetler
Birliği
döneminde,
SSCB
Bilimler Akademisi Özerk ve İttifak Türk
Cumhuriyetlerindeki
Bölümlerinde
ve
Üniversitelerinde Uygulamalı Dilbilim adıyla
Rusçadan Türk yazı dillerine ve Türk yazı dillerinden Rusçaya metnin otomatik çevirisine ilişkin çalışmalar yapılmıştır. Şöyle ki; bazı düz ve
ters sıklık sözlükleri ve kelimelerde kök-gövde
ve ek sıralanmasına ilişkin çeşitli morfolojik ve
sentaktik analiz programları düzenlenmiştir.
Lâkin bütün bunlar teorik düzeyde gerçekleştirilen bilişim çalışmaları olarak kalmıştır.
Belirtilen diller arasında metnin herhangi bir
otomatik çevirisi bugüne kadar net olarak yapılamamıştır. Türkiye’deyse bilişim çalışmaları,
1960’lı yıllarda Prof. Dr. Aydın Köksal’ca başlatılmıştır. O, Türkiye Bilişim Derneğini kurmuş,
‘bilişim’ sözcüğünü türetmiş ve Türkçe bilişim
terimlerini (yaklaşık 2. 500 yeni sözcük) geliştirmiştir.
1990’lı yıllardan beri aktarma bilimi kavramı
ve uygun çalışmaları, yeni bir filolojik disiplin
alanı niteliğinde ele alınmakta ve özellikle uygulanmaya yönelik olarak yapılmaktadır. Bu
bakımdan günümüzde edebî aktarmaya bağlı
bilgisayar destekli dilbilim ve bilişim çalışmalarına ve elektronik yazılımlarına ilişkin çeşitli
bilgi şölenleri ve toplantıların düzenlenmesi
bir rastlantı olmasa gerek…
Günümüzde Türk yazı dilleri arası bilişim uygulamaları Türk Dil Kurumu, Ahmet
Yesevi Üniversitesi, Türkiye Bilişim Derneği,
Boğaziçi Üniversitesi, Orta Doğu Teknik
Üniversitesi, Bilkent Üniversitesi ve Türkiye
Cumhuriyetlerindeki uygun kurum ve kuruluşların çabalarıyla Türkiye Türkçesi ve diğer
Türk yazı dilleri temellerinde bilgisayar destekli ortak bir iletişim Türkçesinin gelişimine
yönelik çalışmalarla yoğunlaşmaktadır (IV.
Bilişim İşbirliği Forumu, Türk Cumhuriyetleri
Bilgi Teknolojileri Grubu, Bakü, 14-15 Aralık
2004; Bilgisayar Destekli Dil Bilimi Çalıştayı
Bildirileri 2006; VI. Türk Dünyası Ekonomi,
Dil ve Bilişim İşbirliği Forumu. KırgızistanTürkiye Manas Üniversitesi, Bişkek, 2006
vb.). Bu çalışmalarda her şeyden önce dikkatleri çeken, genel ağda Türk yazı dilleri
arası otomatik aktarma yazılımının hazırlanması için uygun bir dil belirlenmesi sorunlarının tartışılmasından ve somut olarak da
Türkiye Türkçesi-Azerbaycan Türkçesi, Tatar
Türkçesi, Türkmen Türkçesi vb. aktarma-deney yazılımları projeleri düzenlenmelerinin
gündeme getirilmesinden ibaret olduğudur.
Söz gelimi, Bilkent Üniversitesinde Doç. Dr.
İlyas Çiçekli’nin cümlelerin aktarımına dayalı
Türkçe-Tatarca bir çeviri sistemi (http://www.
tdk.gov.tr. 27.12.2008; 22.10) ve Azerbaycan’da
Atatürk Merkezi, Azerbaycan Milli İlimler
Akademisi Nasimi Dilcilik Enstitüsü ve
Enformasyon Teknolojileri Enstitüsü ve ‘İn Ko
Tek’ Enformasyon-Komünikasyon Birliğinin
‘Azerice-Türkçe ve Türkçe-Azerice Otomatik
Aktarma Sistemlerinin Oluşturulması’ adlı bir
proje hazırladığı bilinmektedir.
Türk yazı dilleri arası bilgisayar destekli
dilbilim çalışmaları ve elektronik aktarma yazılımı programlarının hazırlanması başlangıç
aşamasındadır. Otomatik aktarma şu demektir: Bilgisayarda yazılmış herhangi bir metin
önceden seçilmiş dillerin verileri temelinde
elektronik sözlükleri ve net olarak tespit olunmuş dilbilgisi kurallarını içeren, kelimelerde
çokanlamlılığı ve eşsesliliği belirten somut
algoritmaların yazılımıyla bir Türk yazı dilinden diğerine aktarılması. Böyle bir çalışma henüz yok. Elde olan veriler, sadece bazı cümle
ve kelimelerin otomatik olarak bir Türk yazı
dilinden diğerine aktarılması veya elektronik
sözlük örneklerinin düzenlenmesinden ibarettir. Bu bağlamda, en somut çalışmalardan
biri olarak Ahmet Yesevi Üniversitesi, Türk Dil
Kurumu ve T.C. Kültür Bakanlığının genel ağda
Türk Lehçeleri Elektronik Sözlüğünü yayımlaması dikkatleri çekmektedir. Prof. Dr. Ahmet
Bican Ercilasun’un Türk Cumhuriyetlerinden
gelmiş türkologlarla düzenlediği sözlük, 1992
yılında T.C. Kültür Bakanlığınca yayımlanmıştır. Aşağıda Türkiye, Azerbaycan, Başkurt,
Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar, Türkmen, Uygur
Türkçeleri ve Rusça karşılıklarıyla yedi bin
sözcüğü içeren Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri
Sözlüğü elektronik yayımından okul, dayı ve kol
kelimelerinin aktarmaları örnek olarak verilmiştir.
Yazı-Konuşma
Aynılıkları,
Farklılıkları,
Varyantları ve Yalancı Eşdeğerler olarak adlandırılan dil özelliklerinin bilgisayar algoritmalarının düzenlenmesiyle Türkçe otomatik aktarma yazılımı gerçekleştirilebilecektir. Acaba bu
dil özellikleri ne demektir?
Türk yazı dilleri aynılıkları, birbirinden fonetik, morfolojik, yazım ve yabancı dillerden
alınmış bazı kelimelerin karşılıklarının kullanımlarıyla seçilmektedir. Bu, “Ali (bir) öğretmen (dir)” cümlesinin diğer Türk yazı dillerine
yapılmış aktarmalarından açıkça gözükmektedir. Azerî: Əli bir müəllimdir; Türkmen: Aly
bir mugallymdyr; Özbek: Ali (bir) o‘qituvchi;
Uygur: Éli bir okutkuçi olur; Kazak: Əли
(бир) mұғaлим; Kırgız: Ali mugalim; Tatar:
Aли (бeр) укытучы; Başkurt: Aли уkытыусы;
Hakas: Ali ügremçi poladır vb.
17
Yukarıda belirtilen söz varlığı çeşitliliği,
Türkmen Türkçesinde uzun ünlülerin (değil
yerinde de:l) yer alması, Türkiye Türkçesinde
fiilin sürerlik birleşik şeklinin (gidedur-, çıkagel- vb.) veya geniş zaman çekiminin (-r, -Ar,
(I)r/Ur: ağla-rbak-ar vb.) kullanımı gibi diğer
Türk yazı dillerinde de bulunan değişik olgular, yazı-konuşma farklılıklarıdır. Belli bir
anlamın ifadesiyle seçilen, ama değişik kelime ve çeşitli dil bilgisi biçimleriyle belirlenen
yazı-konuşma varyantlarıysa, kalıp sözler, atasözleri ve deyimlerde gözlemlenmektedir. Söz
gelimi, düşmək/düşmek deyim kurucu sözcüğüyle türeyen “Düşər düşməzi olar” deyimi
Azerbaycan Türkçesinde ‘Düşmez kalkmaz bir
Allah’ deyimi, Türkiye Türkçesinde özgün biçimleriyle yer almaktadır. Kazak Türkçesinde
yer alan Berewdiki birewge qızday kerinedi. ‘Birisinin karısı diğerine kız gibi görünür.’
deyiminin Türkiye Türkçesindeki varyantı
“Komşunun tavuğu komşuya kaz, karısı kız
gibi görünür” biçimindedir.
18
Türkiye ve Azerbaycan Türkçeleri kelime hazinesindeki ‘düşmek, subay, kişi’ gibi sözcükler, yalancı eşdeğerler olarak adlandırılan kelimelere örnektir: ‘Düşmek’ kelimesi, Türkiye
Türkçesinde ‘yıkılmak, çökmek’, Azerbaycan
Türkçesinde ‘inmek’; ‘subay’ kelimesi birincide ‘asker’, ikincide ‘bekar’; ‘kişi’ kelimesiyse
birincide ‘nefer’, ikincide ‘erkek’ anlamlarını
ifade eder. Belirtilen dillerde istatistik hesaplamalarımıza göre üç bin, Sahaca ve Çuvaşça
dışındaki diğer bütün Türk yazı dillerindeyse
yalancı eşdeğerlerin sayısının yaklaşık on bin
civarında olduğu varsayılmaktadır.
Yapılacak Çalışmalar…
Türk yazı dilleri arası aktarma yazılımı programları, ilk aşamada yazı-konuşma aynılıkları,
farklılıkları ve varyantlarının Türkçenin genel
ve özel ses değerleri, dil bilgisi ve kelime hazinesine göre bilgisayarda algoritmalarının
belirlenmesi ve yalancı eşdeğerlerin elektronik
sözlüklerinin düzenlemesiyle gerçekleştirilebilecektir. Elektronik aktarma yazılımı uygulanmalarının nihai sonuçlandırılması içinse bilgisayar destekli aşağıdaki dilbilim ve bilişim
çalışmalarının yapılması gerekmektedir:
-Türk yazı dilleri alfabeleri, dil-konuşma
özellikleri ve ses değerleri temelinde Türkçe
geliştirilmiş yeni bir Uluslararası Fonetik
Transkripsiyon düzenlenmelidir.
-Türkçenin aktarma nitelikli aynılıklarındaki
farklılıkların, varyantların ve yalancı eşdeğerlerin üst ve alt başlıklarıyla tanımlandığı işlevsel bir karşılaştırmalı dilbilgisi, el kitabı olarak
hazırlanmalıdır.
-Dünyada çeşitli dillerin eğitimi, öğretimi,
incelenmesi ve küresel dil siyasetinin kurulması, şimdiye kadar Fransızca devlet ve İngilizce
iletişim dili geleneğine dayanmaktadır. Avrupa
merkezli çağdaş dil-kullanım modellenmesi,
her iki geleneği bütünleştirmektedir. Söz konusu modellenme, dil hafızası ve yetisi bankasında önceden hazır bulunan kelime biçimlerinin
seçilerek kullanılmasıyla gerçekleşen iletişime
göre kurulmaktadır. Türkçedeyse kelime şekli,
yukarıda belirtilen kullanım biçimlenmesinden farklı olarak çeşitli sözcük kökü-gövdesi
ve eklerinin ifade ettiği işlev ve anlam alanlarının ardı ardına dizgisiyle gerçekleşmektedir. Söz gelimi, Rusçada ‘v ego tvorçestve’nin,
İngilizcede ‘in his works’ olarak sözcüklerin
söz dizimi sırasına göre bildirebildiği anlam,
Türkçede tek bir ‘yaratıcılığındaki’ kelimesinin ‘yarat’ sözcük kök-gövdesi ve -ıcı, -lık, -ın,
daki ekleriyle biçimlenen morfolojik dizgisiyle
ifade edilmektedir. Bu bakımdan ünlü Rus dilcisi Aleksandr Reformatskiy Türkçeyi bir trene
benzetmiştir. Önce söz kökü, sonraysa eklerin
sıralandığı bütünleşik bir diziye yani! Türkçede
kökler ve ekler; düz, yan ve gramer anlamlarının yer aldığı ardı ardına bölünmeyen bir
dizgiyle dizilmektedir. Söz konusu dizim, somut bir iletişim ihtiyacına bağlı olarak dil faaliyetinde gerçekleşmektedir. Böylece bükünlü
dillerde kelime hazinesine ve söz sırasına göre
iletişim öncesi durum düzeyinde belirlenen kelime biçimlenmesi, Türkçede iletişim anı ve dil
içi faaliyet olgusu olarak nitelendirilmektedir.
Böyle bir kelime biçimlenmesiysa, dünyanın
dil haritasını oluşturan üst ve alt kavramların
algılanmasını yapım, biçim ve çekim eklerinin
mantıksal sıralanmasıyla mümkün kılabildiğinden Avrasya merkezli ikincil dil modellenmesinin anlamsal, yapısal ve işlevsel olarak
kurgulanmasında bilişsel algılanma temelinin
oluşturulmasını ve özgün bir bilişimsel yazılım örneğinin düzenlenmesini sağlayacaktır.
Böylece şimdiye kadar mantıksal bir dil olarak
nitelendirilen Türkçenin potansiyel olanakları
nihayet gerçekleştirilmiş olacak ve onun ses
uyumuna, eklemeli yapısına ve sözdizimine
dayalı yeni bir dil modellenmesi, bilişsel algılanma temelinde kurulabilecektir. Böyle bir
modelin oluşturulabilmesi için madde başı kelimeleri Türkiye Türkçesinde verilen, karşılıkları ve anlamlarıysa çeşitli Türk yazı dillerinde
en azı 500.000 bin kelime ve deyimle açıklanan
ve eşzamanlı olarak düzenlenen Büyük Türkçe
Aktarmalı-Açıklamalı Sözlük’ün hazırlanması
artık şarttır. Bu, Mahmut Kaşgarlı’nın Divanü
Divânu Lûgati-t-Türk Sözlüğü gibi bir eserin
günümüz koşullarında Türkçe olarak yazılması anlamına gelmektedir.
19
TÜRK LEHÇELERİ
ARASINDA AKTARMA
SORUNLARI
Doç. Dr. Abdulvahap KARA
Dışarıdan bakıldığında, Türk lehçeleri arasında aktarma yapmanın kolay olduğu düşünülür.
Çünkü akraba dillerdir; gramerleri aynı, kullandığı birçok kelime de ortaktır. Oysa Türkçeyle
akraba olmayan dillerden yapılan çevirilerde
rastlanmayan türde, kendine özgü önemli zorlukları vardır. İşte bu konular ilk defa ve geniş
kapsamlı olarak 31 Mart – 05 Nisan 2009 tarihleri arasında gerçekleştirilen ‘Türk Lehçeleri
Arasındaki Aktarma Çalışmalarının Bugünkü
Durumu ve Karşılaşılan Sorunlar’ konulu uluslararası sempozyumda enine boyuna tartışıldı.
20
TÜRKSOY’un
önderliğinde,
Maltepe
Üniversitesi, TİKA, Gazi Üniversitesi ve
Avrasya Yazarlar Birliği işbirliğiyle gerçekleşen
Sempozyumda atölye çalışması de gerçekleştirilerek aktarma uygulamaları yapıldı. Bu toplantıya Türk Dünyasının çeşitli ülkelerinden onlarca
bilim adamı katılarak yaklaşık yirmi beş bildiri
sundular. Sempozyum boyunca dikkatimi çeken husus Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan,
Türkmenistan, Özbekistan, Tataristan ve Kırım
gibi Türk Dünyasının hangi ülkesinden gelirlerse gelsinler, tüm bilim adamlarının istinasız
Azerbaycan Yazarlar Birliği Başkanı Anar Rzayev
Türkiye Türkçesinde bildiri sunmaları ve tartışmalara katılmalarıydı. Bu dilbilimciler açısından önemli bir aşamadır.
Böylesine önemli bir toplantıya öncülük
eden TÜRKSOY’un Başkanı Düsen Kaseinov
Sempozyumu düzenlemekle amaçlarını şu sözlerle ortaya koydu: “Bazen çevirmenin yazarını
geçtiği olur. Puşkin ‘çevirmenler medeniyetin
posta atlarıdır, köprüleridir’ der. Louis Aragon,
Cengiz Aytmatov’u dünyaya tanıtmıştır. Orhan
Pamuk’un kitabını Rusça çevirisinden okudum.
Rus çevirmenlere teşekkür ediyorum. Türk
Cumhuriyetlerinin yeni nesilleri Rusça da bilmiyor. O zaman ne olacak? Artık Türk lehçelerinden aktarma zamanı gelmiştir. Bu konunun
sorunlarını tartışın. Lehçelerden aktarımları
arttırın, yeni aktarımcıları yetiştirin diye bu
sempozyumu düzenledik. Aramızdaki sınırlar
kalktı. İletişim imkânları arttı. Beş günlük bu
çalışmanın sonunda sizlerden bir yol haritası
bekliyoruz.”
Gerçekten de bu beş günlük bilimsel çalışmada önemli sonuçlara ulaşıldı. Mesela, bilişim
teknolojilerindeki gelişmelere paralel olarak
özellikle Batı dilleri arasında bilgisayar destekli çeviri programları geliştirilmesine rağmen,
Türk lehçeleri arasında bu tip programların niçin hâlâ geliştirilmediği, yıllardır beni düşündüren bir konuydu. Nihayet bu konuda somut
çalışmaların başladığını bu etkinlikte öğrenerek
mutlu oldum.
Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü
Haluk Akalın Sempozyumun ilk gününde yaptığı konuşmasında lehçeler arasındaki aktarı-
mın karmaşık olduğuna dikkati çekti. Akalın’ın
belirttiğine göre, aktarmalarda bazen gülünç
ifadeler ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple gelişigüzel aktarma yapılmamalı, bunun ilkeleri ve
terimleri belirlenerek geliştirilmeli ve yaygınlaştırılmalıdır. Lehçeler arasında aktarma bir
bilim dalı haline getirilmelidir.
Akalın, Türk lehçeleri arasındaki aktarmalar
üzerine bu seviyede ve bu çapta bir sempozyumun bugüne kadar yapılmadığını ifade ederek,
etkinliğin önemini vurguladı.
Bu yazımızda, Türk lehçeleri arasındaki aktarma sorunları konusunda bilim adamlarının
önemli bulduğumuz görüşlerini sunacağız.
Aktarmalar ve Sorunları
Bakü Devlet Üniversitesiden Prof. Dr. Ramiz
Asker, aktarma sorunlarına değinerek Sovyet
dönemi Rusçasının bazı Türk lehçelerine etkisini gözler önünü serdi:
“Lenin’in elli beş ciltlik tüm eserleri Sovyet
ülkelerinin hepsinde kendi dillerine çevrilmiştir. Bu ve diğer zorunlu çeviriler sonucunda,
Türk lehçelerinde Rusçaya yakın cümle yapıları ortaya çıktı.
Bu ve Rus dilinin diğer etkileri eski Sovyet
Türk Cumhuriyetlerindeki Türk dillerinin
Türkiye Türkçesinden uzaklaşmasında kendini gösterdi. Bu sebeple bir Azerbaycanlı olarak
Özbeklerin Türkçesi bana daha yakındır, ancak
Türkiye Türkçesinden daha uzaktır. Diğer taraftan Rusça eski Sovyet Türk lehçelerini birbirine yakınlaştırmış ve bunlar arasında bir dinamizm oluşturmuştur.
21
Sözcük dağarcığına gelirsek, eski Sovyet Türk
Cumhuriyetlerinin Türkçelerinde Rusçadan
doğrudan alınmış kelimeler olduğu gibi, Rusça
aracılığıyla Batı dillerinden alınmış kelimeler
de var. Bunun güzel bir örneği ‘kamernaya muzıka’ sözüdür. Türkiye Türkçesinde ‘oda müziği’ olan bu sözü biz Azerbaycan’da ‘otag musikisi’ diye alabilirdik. Ama Ruslar Fransızlardan
olduğu gibi aldığı için biz de “Rusların bir bildiği vardır” diyerek aynen aldık. ‘Oda müziği’
demedik.
Kazakistan Uluslararası Türkoloji Merkezi
Başkanı Prof. Dr. Yerden Kazhybek, aktarmalar
konusunda ilginç bir noktaya değinerek tüm
lehçeler arasında aktarma yapmanın yersizliğine dikkat çekti. “[…] Çünkü, lehçeler arasında
birbirine çok yakın ve birbirini anlayan gruplar var. Bunlar arasında aktarma yapılmamalıdır. Orhan Pamuk’un eserlerinin Azerbaycan
diline aktarıldığını duydum. Acaba bu gerekli
miydi? Azerbaycanlılar onu orijinalinden okusa daha iyi değil mi? Belki alfabe değiştirerek
okumak yerinde olabilir. Türkiye Türkçesinden
Azerbaycan Türkçesine aktarmak çok yanlıştır.
Bizim amacımız dilleri birbirine yaklaştırmak
olmalıdır. Sadece birbirinden uzak, birbirini aktarmasız anlaması zor lehçeler arasında çeviriler yapılmalıdır.”
Yeditepe Üniversitesinden Prof. Dr. Kamil
Veli Nerimanoğlu da Kazhybek’in fikirlerini
destekleyerek şunları dile getirdi: “Ankara’da
22
otuz ciltlik Türk Edebiyatları Antolojisini çevirmeye gerek yoktur. Nutuk’u Azerbaycan’da
herkes anlıyor. Çevirmeye gerek yok.”
Türkmenistan’dan
Sempozyuma
katılan
araştırmacı-yazar Oraz Yağmur, önemli eserlerin aktarılmasının önemine şöyle değindi:
“Kamil eserler aktarılmalıdır. Mevlana aktarılmalıdır. Mesnevi ve Rubai’den çeviriler
yaptık Türkmenceye. Karacaoğlan’ı çevirdik.
Türkmenistan’da çok sevildi.”
Özbek yazar Tahir Kahhar, herkesin aktarma
yapmaması gerektiğine değindi. Kahhar şunları
ifade etti: “Her önüne gelen çeviri yapmamalı.
Usta çevirmenler baldan helva yapar. Çeviriden
çeviri veya amatörlerin çevirileri eksik olur.
Çorbanın çorbası, suyunun suyu olur.”
Sempozyumda, aktarmacıları en çok yanıltan
ve hatta zaman zaman gülünç duruma düşüren
meselenin lehçeler arasındaki biçimce aynı, manaca farklı kelimeler olduğuna sıklıkla vurgu
yapıldı. Türkçede bu tip kelimeler için üzerinde
anlaşılmış ortak bir terimin de olmadığı ortaya çıktı. Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesinden
Vehbi Başkapan, Kazakça ve Türkçe arasında
böyle üç bin civarında kelime bulunduğunu
tespit etmiş ve kendisi bu tip kelimelere ‘tuzak
kelimeler’ adını takmış.
Ortak Dil Meselesi
Etkinlik boyu tartışılan önemli meseleler-
den biri de Türk Dünyasında ortak dil meselesiydi. “Acaba Türk halkları arasında ortak
dil meselesi bir hayal midir? Eğer hayal değil,
bir gerçekse, ortak dile geçildiğinde Kazakça,
Kırgızca ve Tatarca gibi diller artık konuşulmayacak mıdır?” şeklindeki sorular burada
açıklığa kavuştu. Tabi ki, ortak dil meselesini
hayalden ibaret bulan katılımcılar da yok değildi. Bunlardan biri Azerbaycan Yazarlar Birliği
Başkanı Anar Rzayev’di. Rzayev şu görüşteydi: “Ortak dile inanmıyorum. Bir Kazak ‘jibek’
yerine ‘ipek’ demez. Türk de ‘yıldız’ yerine
‘juldız’ demez. Türkiye Türkçesi hepimizin ortak dili, iletişim dili olabilir. Eski Sovyet Türk
Cumhuriyetlerinde Rusça iletişim dilidir. Türk
dili de neden olmasın? Burada Kırgız, Gagavuz,
Tatar hepsi Türkçe konuşuyor. Ortak terimler
oluşturulmalıdır.”
Rzayev’e destek Prof. Dr. Yerden Kazhybek’ten
geldi: “Ortak dil irtibat dilidir. Ortak dili bildiğinde Kazaklar Kazakçayı unutacak değildir. 1930’lı yıllarda Zeki Velidi Togan, Ahmet
Baytursun, Mir Yakup Duvlat birbirlerini anlıyorlardı. Kazakların özgürlük savaşçılarından
Mahambet Ötemisov, Rus Çar’ına mektuplarını
ortak edebi dilde yazıyordu.”
Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun ise Türkler
arasındaki ortak dilin hayal olmadığını, hatta
tarihte bunun var olmuş olduğunu şu sözlerle
kanıtladı: “Türk adı bizden önce Türkistan’da
kullanılıyordu. Kaşgarlı Mahmut yazdığı sözlüğe Divanü Lügati’t-Türk demişti. Memlüklerin
adı Devlet’üt Türkiyye’ydi. Azerbaycan diline
‘Oğuz’ diyor. Şimdi tersine dönmüş.”
Prof. Dr. Yavuz Akpınar: “Türk dillerinin belli
bir dönemden sonra birbirini zor anladığı anlaşılıyor. Abuşka ve Nevai lügatleri Türk dillerini
anlama gayretlerinin meyveleridir. Türk dilleri,
13 ilâ 14’üncü yüzyıllarda birbirinden uzaklaşmış.” diyerek tartışmaya katıldı ve sözlerine tarihi bir açılımla devam etti:
“Osmanlı Padişahları Çağatay dilinde şiir
yazarlardı. Osmanlılarda Tanzimat nesline kadar Çağatay edebiyatıyla ilişki kopmadı. 2’nci.
Abdülhamit döneminde Orta Asya’yla ilişkiler
tekrar başladı. Şeyh Süleyman Efendi tarafından Lügat-ı Çağatay yazıldı.
Ancak, 19’uncu Yüzyılda başlayan Batılılaşma
ile Osmanlı gözünü Batı’ya, Orta Asya ise yüzünü Rusya’ya döndü. Daha sonra uluslaşma süreci
başladı. Tanzimat’la birlikte Türkiye’de köklerini Orta Asya’da arama süreci başladı. Süleyman
Efendi’nin, Ali Suavi’nin eserleri rağbet gördü.
Batılı araştırmacılar Orhun Kitabelerini buldu.
Osmanlı’da Genel Türk tarihine ilgi arttı. İsmail
Gaspıralı da Rusya’daki Türklerin İslam ümmetinden Türk toplumuna dönüşmesini istiyordu.
Böylece tek bir ‘Türk Milleti’ oluşmasını arzuluyordu. Türklük üst kimlik olarak kalırken, alt
kimlikler Osmanlı, Kazak, Özbek vs. olacaktı.
Hac ve ticaret için İstanbul’a gelenler Osmanlı
kitaplarını aldılar. Aydın kesim okuyordu ve
Arapça ve Farsça bildiğinden, Osmanlıcayı rahat anlıyordu. İstanbul ve Kazan’da basılan kitaplar tüm Orta Asya’ya yayılıyordu.
Kısacası Türk Dünyasının 1992’deki tarihi yakınlaşmasının böyle bir geçmişi vardır. Ama biz
bunu fark etmedik. Azerbaycan’daki ilk gazete
ve dergiler Osmanlı Türkçesincedir. Bu, 1924
yılında Azerbaycan Komünist Partisi kurulana
kadar devam etti. Gaspıralı’ya ‘hayalci’ diyenler,
‘kayboldu’ diyenler yanılıyorlar. O’nun fikirleri
1926’ya kadar devam etti. Dilde tatarlaşma, özbekleşme, azerbaycanlaşma Sovyet Döneminde
başladı.
Bir zamanlar Azerbaycan’la birlikte matbuatı
bütün Türk Dünyasına öncülük eden Tataristan,
bugün kendi dilini kaybetme tehlikesiyle karşı
karşıyadır. Türkiye Türkçesinden uzaklaşmak
ve Rusça’ya yaklaşmak, hepsine zarar vermiştir.”
Son olarak, Sempozyum katılımcılarından
Ercilasun, Hakas dilini konuşanların azaldığını ve onun “artık ölüme yakın dillerden biri”
olduğunu ileri sürdü. Bu sebeple Hakasçanın
UNESCO tarafından koruma altına alınması
gerektiğini savundu.
İstanbul’da gerçekleşen Sempozyum her yönüyle faydalı oldu. Türk Dünyasının birlik ve
beraberliğinin pekişmesinde dilin önemli bir
yönü olduğu düşünülürse, Türk lehçeleri arasındaki aktarmaların hızlandırılmasının gerekli
olduğunu söylemeye bile gerek yoktur. Bunun
farkına varıp böyle bir girişimde bulunmuş olmasından ötürü TÜRKSOY’u tebrik etmek gerekir.
23
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde
TÜRK DÜNYASI OBJEKTİFİNDEN
FOTOĞRAF KARELERİNE
YANSIYANLAR…
24
* KKTC Ülke Temsilcisi
FOTOĞRAF: Sultan İSHAKOV
FOTOĞRAF: Fail ABSATAROV
Türk dünyasının
önemli Uluslararası
kuruluşlarından
TÜRKSOY, Türk dili
konuşan ülkelerin
fotoğraf sanatçılarını
04-14 Mayıs
2009 tarihinde
Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nde,
16-22 Mayıs 2009
tarihinde Samsun’da,
22-26 Mayıs 2009
tarihinde Ağrı’da
sanatseverlerle
buluşturdu.
FOTOĞRAF: Güler FEDAİ
Güler FEDAİ *
FOTOĞRAF: Yavuz ALATAN
Türk Dünyası Fotoğraf Sanatçıları ilk
kez bir başka üye ülkede buluştular;
TÜRKSOY’un geleneksel hale getirdiği Türk
Dünyası Fotoğrafçılar Buluşması Kapadokya,
Mersin, Karadeniz, İstanbul ve ardından ilk
kez bir başka üye ülke Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nde “5. TÜRKSOY Fotoğrafçılar
Buluşması” adı altında toplamda 11 ülkeden
19 fotoğraf sanatçısının katılımıyla gerçekleştirildi. Sürdürülen bu çalışmalar etkinliğin yürütüleceği yörelerin, ülke halklarının, tarihi, doğal ve kültürel zenginliklerin tüm TÜRKSOY’a
üye ülkelere tanıtılmasına vesile olduğu gibi
yetenekli fotoğraf sanatçılarının birbirinin yaratıcılık deneyimleri ile zenginleştirilmiş çekimleriyle gelecek nesillere belgesel kanıtlar
bırakılması gibi bir misyonu da üstlendi.
Yavru Vatan’dayız….
Yemyeşil bitki örtüsünün beş parmak dağlarıyla birleştiği, güneş ışığının senenin üç yüz
günü gönülleri ısıttığı, tertemiz havası eşsiz
kumsalları, zengin arkeolojik kalıntıları ve tarihi dokusu ile batı medeniyetlerine tükenmez
bir kültür kaynağı sunan, sahip olduğu bunca
kültürlerden süzülmüş birikimle doğu ve batı
sentezlerinin lezzetine ulaşmış nadide mutfağıyla misafirlerini ağırlayan Kuzey Kıbrıs, bu
kez Türk Dünyası Fotoğraf Sanatçılarına ev sahipliği yaparak Türk konukseverliğinin en karakteristik özelliklerinden birini yaşattı.
“5. TÜRKSOY Fotoğrafçılar Buluşması”nın
Kuzey Kıbrıs ve halkının görülmeye ve paylaşılmaya değer bu özelliklerinin objektiflere
yansıtılarak tüm dünyaya tanıtmasında vesile olacağı duygu ve düşüncesiyle başladığımız etkinliği KKTC Turizm, Çevre ve Kültür
Bakanlığı, Kültür Dairesi Müdürlüğü’nce hazırlanan program kapsamında 3 aşamalı olarak
gerçekleştirdik. Yolculuğumuzun birinci durağı Mağosa idi.
25
FOTOĞRAF: M. Tevfik İLERİ
FOTOĞRAF: İsmail HAYKIR
Adaya ulaştıktan sonraki günde sabah saatlerinde ve ilk günün ışıklarıyla yeni keşfedilecek bir mekanı tanıyacak olmanın verdiği heyecanla başlayan etkinlikte, Mağosa Limanı, Lala
Mustafa Paşa Cami, Otello Kalesi, Canbulat
Müzesi, Salamis Harabeleri, Snt. Barnabas
Müzesi, Kral Mezarları gibi birbirinden estetik
mekânlarda yapılan çekimler sanatçılar üzerinde büyük hayranlık uyandırdı. İlk günlerde
hem birbirlerini hem bulundukları mekânları
tanımaya çalışan sanatçılar fotoğrafladıkları
yerlerin özelliklerine göre tavır alıp, Salamis
Harabelerinde serbest çekim anında birbirlerini
fotoğraflarken, bir başka mekân Snt. Barnabas
Müzesi’nin gizemli atmosferi ve derin sessizliğinde ise birbirlerinin karelerine girmemek
için özel bir titizlik gösterdiler.
Adanın en uç burnu Dipkarpaz bölgesinde
yöreye özgü serbest dolaşan yaban eşeklerinin yol boyunca hangi ağaçların arkasından
görülebileceğinin heyecanlı takibiyle ulaşılan
Apostolos Andreas Kilisesi ardından Zafer
Burnu’nda bütün haşmetiyle dalgalanan Türk
ve KKTC Bayraklarının değişik versiyonlu
fotoğrafları çekildi. Sosyal yaşamdan ziyade
doğal yaşamın sürdürüldüğü yörede beraberimizde getirdiğimiz yiyeceklerimiz ve içeceklerimizle çalışmalar arasında bir mola verip
denize nazır kayaların üstünde gerçekleştirdiğimiz piknik, bu etkinliğin anısı olarak sanırım
uzun süre unutulmayacaktır.
FOTOĞRAF: Sayana MONGUSH
Üç yüz yirmi yıllık tarihi
mekanda konaklama…
26
İkinci durağımız İskele yöresi idi. Kumyalı
Köyü’nde, The Nitovikla Garden Hotel’e yerleştik. Mekan Karpaz’da köyün içerisindeydi.
Araştırmacı-Yazar Sayın Zekai Altan’a ait olan
Kıbrıs kültürüne özgü eski etnografik malzemeler, unutulmuş yok olmuş kültürel eşyalar
ile dekore edilmiş ev, üç yüz yirmi yıllık bir
kültür mirası olup personel üniforması bile
orijinal Karpaz donu, entarisi ve yemenisi ile
ayrı bir özellikti.
Hotelin mutfağında yok olmuş, unutulmuş,
değişik nedenlerle kültürel erozyona uğramış
Kıbrıs mutfak tatlarının ve kültürünün her çeşit örneğini yaşatmaya özen göstermişlerdi.
FOTOĞRAF: Mehmet GÖKYİĞİT
Sanatçılarımız Kıbrıs El
Sanatları Sergisinde…
Fotoğraf
Sanatçılarımız,
Kumyalı
ve
Büyükkonuk köyünde Kuzey Kıbrıs’a özgü el
sanatlarından köy kadınlarının zembil dikme,
çember oyası yapımı, çöp süpürge bağlama,
sökme işi, Lefkara, dantel işleme gibi el sanatlarından örnekler izleyip fotoğraflama imkânı
buldular. Köy içerisinde zeytinyağı değirmenini köy kilise ve doğal yaşamı ile insan manzaralarını içeren fotoğraflar çektiler. Güzergâhlar
üzerinde zaman zaman doğal güzellikleri de
fotoğraflama isteğinde bulunan sanatçılar yemek molalarında ise Kıbrıs mutfağından değişik ürünlerin yapımını hem izleme hem de
tatma fırsatı buldular. Yöreye özgü yiyeceklerin tadımında hiçbir çeşidi yadırgamayan sanatçılarımız özellikle el yapımı zeytinyağında
çakıstes ve basit bir ekmek kızartma aracı olan
kabiralıkta hellim kebabının tadını çok beğendiler.
Birinci bölgemizin en anlamlı ziyaretlerinden
birini Geçitkale’ye gerçekleştirdik. Altan ve
Soyel ailesinin evine konuk olduğumuzda ge-
rek aile fertlerinin gerekse yakın çevre ve köy
insanlarının sıcak ilgisi ve misafirperverliği sanatçılarımızı çok mutlu etti. İkram yarışına giren yöre halkı birbirleriyle yarışırken fotoğraf
sanatçıları da onları fotoğraf karelerine yansıtma yarışı içersindeydi.
Yöreye özgü yiyecekler yenildi, ev yapımı,
dalından henüz koparılmış gibi narenciye tüten konsantre limonatalar içildi. Kahve fallarına bakıldı. Diller yabancıda olsa duygular tercümanlık yapıyor, herkes birbirinin ne demek
istediğini anlıyordu. Uygun bir zeminde bir
merdiven tepesinde profesyonel fotoğraf sanatçılarına özenip tüm gurubun topluca fotoğraflarını çekmeye çalışırken bu sıcak ortamdan
dolayı çok duygulanmış, içimden işte gerçek
anlamda bir Türk konukseverliği diye yorumlamıştım.
Mağosa yöresinin fotoğraf çekimleri Giçça La
Caverna Restorant’ta yöre halkının katılımıyla
gerçekleştirilen halk dansları gösterileri ve kına
gecesi çekimleri ile tamamlandı, TÜRKSOY
Genel Müdürlüğü’nün anı plaketinin Kumyalı
Belediyesi yetkililerine, ve Sayın Zekai Altan’a
takdimiyle sona erdi.
27
FOTOĞRAF: Nikolay POSTNİKOV
Sahil şeridini takip edip, üçüncü yerleşim bölgesi olan Girne’ye ulaştık ve Girne Öğretmen
Evi’ne yerleştik. Kuzey Kıbrıs’ın turistik bir
yerleşim bölgesi olan Girne’de Girne Kalesi’ni
Batık Gemi ve Arkeolji Müzesini gezdik, kale
üzerinden Girne Limanı’nın çekimlerini gerçekleştirdik.
Baldöken Mezarlığı, Ağa Cafer Paşa Camii,
Hz. Ömer Türbe ve Mescidi’ni gezip, Bellapaıs
Manastırına gittik. Sanatçılarımız bir yandan
manastır hakkında bilgi edinirken diğer yandan bir sonraki gün Devlet Hastanesi Onkoloji
Servisi yararına verilecek konserin provalarını
ve KKTC’li genç sanatçısı Eser Öktem’in piyano resitalini izleme olanağı buldular. Konserin
provası dahi olağanüstü güzeldi. Soluksuz izlendi.
Bir sonraki gün Girne Karaoğlanoğlu Barış ve
Özgürlük Müzesini, akabinde Kıbrıs Özgürlük
Anıtı (Yavuz Çıkarma Plajı)’nı fotoğraflayan
sanatçılar bir yandan tablo gibi bir doğal güzelliğin ihtişamı karşısında heyecanlanırken diğer
yandan tarihi bir geçmişe şahit oldular.
FOTOĞRAF: Agdes BAGHIRZADE
Portakal bahçelerinin
süslediği Güzelyurt...
28
Güzergah boyunca fotoğraf makinalarını ellerinden bırakmayan, hareket halindeki araçların
içerisinden bile deklanşöre basmak için değişik
pozisyonlar alan, zaman zaman bir pencere karesine 3 objektif sığdırmaya çalışan sanatçılar gittikleri her yörede gördükleri doğal doku karşısında
hayranlıklarını gizlemeyip, bir sonraki yörede bir
öncekini unutur hale geldiler. Yine böyle bir ortamda sahil şeridi üzerinden Güzelyurt Yerleşim
bölgesine hareket ettik. Sanatçılar bu yörede de
birbirine çok yakın mekanlar olan Güzelyurt
Doğa ve Arkeoloji Müzesi, Atatürk Heykeli
ve hemen yanında St. Mamas Kilisesi ve İkon
Müzesi’nin çekimlerini gerçekleştirdi.
Güzelyurt yöresindeki etkinliğimizde Kuzey
Kıbrıs’ı temsil eden fotoğraf sanatçımızın yani
Gökyiğit ailesinin evine konuk olduk. Gökhan
kardeşimizin nefis gitar müziği eşliğinde yöresel
ikramları tatma fırsatı bulan sanatçılarımız anlamlı bir konukseverliği daha yaşamış oldular.
FOTOĞRAF: Yevgeniy KANAYEV
Güzelyurt’u takiben Yedidalga, deniz sporları
ve Vuni Ören Yeri ve Sarayı’ndan görüntülerin
çekimleri yapıldı. Deniz manzarası eşliğinde
öğle yemeği yenilirken aynı anda su sporlarından görüntüler izlenmesi ile bir anda etrafa dağılan sanatçıların görüntüsü fotoğrafçılığın bir
anlamda aksiyon ve heyecan işi olduğunu akla
getirdi. O an bu heyecanı sanatçılarımıza doğal
yoldan yani programlamadan yaşatmış olduk.
Yemek, ardından peş peşe basılan deklanşör
seslerinin ve deniz motorlarının şeffaf deniz
suyunda köpüren, kabaran dalgalar yaratan hareketli görüntülerinin akabinde Yedidalgadan
ayrılarak ulaştığımız Lefke yerleşim bölgesinde sokaklardan tarihi konut görüntüleri, insan
manzaraları tarihi ve doğal doku çekimleri
gerçekleştirdik. Karadağ bölgesinden izlenen
göletli manzara seyrinden sonra dönüş için
Girne’ye hareket ettik.
Etkinlik süresinde bir anda gördükleri bir
detayı araçları durdurarak fotoğraf karelerine yansıtan sanatçılar zaman zaman çektikleri
kareleri birbirlerine göstererek ve uyararak en
ufak bir detayın bile atlanmasına fırsat vermediler. Dayanışma da vardı, kaynaşma da.
Fotoğraf çekimlerinden fırsat buldukça Girne
Alagadi Halk Plajında denize giren sanatçılarımıza dinlenme ve uygun saatlerde bir araya
gelme fırsatlarının yaratılmasına da çalıştık.
Özellikle geceleri guruplar halinde bir araya
gelinip, sanatçıların geçmiş dönem arşivlerinin
bilgisayarlarda izlenmesi ve bir renk armonisi
içerisindeki o eşsiz fotoğraf kareleri hala gözümün önündedir.
Tarihi Belediye Pazarı Bandabuliya’da
serbest fotoğraf çekimleri…
Lefkoşa merkezini, yöredeki son günlere
denk getirmeye çalıştık. Programda bu yöndeydi. Bilindiği gibi kültürel ve tarihi doku ile
halk yaşamından kesitlerin fotoğraflanabileceği en müsait yer nüfus yoğunluğu olarak da
Lefkoşa merkezi olduğu için farklı çekimleri
orada gerçekleştirebileceğimizi düşündük.
Sanatçılarımızın talepleri doğrultusunda halkın günlük yaşamından kesitler elde etmek
amacıyla Lefkoşa’da Tarihi Belediye Pazarı
Bandabuliya’da serbest fotoğraf çekimleri gerçekleştirdik.
29
FOTOĞRAF: Shıbek DZHEKSHENBAEV
FOTOĞRAF: Alexandr İSHKININ
Gıda ürünleriyle giyim kuşam ve aksesuar
satışlarının bir arada yapıldığı birbirine bitişik
nizam dükkanların arasında küçük kare masalarda tavlaların oynandığı, Türk kahvesinin
içildiği mekanlar…otantik, mistik…..
Bir yandan ikramları kabul edip diğer yandan çekimlerini tamamlayan sanatçılarımızdan
bir grup, Büyük Han’da diğer grup Çetinkaya
Burcu’nda çekim yaptı. Buluşma noktalarımızı
ve saatlerini önceden belirttiğimizde tekrardan
toplanma imkânımız daha kolay oluyordu.
Aynı zamanda ara sıra bu yola başvurarak
tüm sanatçılarımızdan aynı mekânda aynı fotoğraf karelerini alma olasılığını da en aza indirmeye çalıştık. Üstelik bazı sanatçılarımız
panoramik görüntüler elde etmeye çalışırken
bazıları insan yüzlerini bazıları da doğal ortamı karelerine yansıtmayı tercih ettiler. Bu da
bir anlamda arşivimizi çeşitli çekim konularıyla zenginleştirmemizi sağladı. Sonuç itibariyle
katalog ve sergi çalışmaları amacıyla bu kareleri tek tek taramanın ne anlama geleceğini o
zamanlar tahayyül edemediğimden o günlerde her bir sanatçının arşivimize ne kadar çok
fotoğraf vereceğinin ince hesaplarını yapıyordum. Şimdi bile tüm yorgunluğuna rağmen o
kareleri izlerken tattığım hazzın her türlü cefaya değeceğini düşünüyorum.
Sanatçılarımız Devlet Arşivleri Karma
Resim Sergisi’nde…
FOTOĞRAF: Ernest URAKOV
Etkinlik kapsamında çekimlerimizi sürdürürken günlük yaşam içinde KKTC’nin kültür
ve sanat çalışmalarını tanımak ve tanıtmak
amacıyla farklı etkinlikler için davetler aldık.
Heyetimiz böyle bir davetle İsmet V. Güney
Sanat Merkezi’nde Kültür Dairesi Müdürlüğü
tarafından organize edilen Devlet Arşivleri
Karma Resim Sergisi açılışına tam grup olarak
katıldı.
30
Bu katılımla bir anlamda Türk Dünyası
Fotoğraf sanatçıları, KKTC’nde Resim sanatçılarını eserleriyle birlikte fotoğraflamak imkânı
da buldu. Kısaca etkinlik içinde başka bir etkinliğin çekimlerini de gerçekleştirdik.
Bir günün süre olarak yetmeyeceğini düşündüğümüz Lefkoşa’da Girne Kapısı, Saman
Bahçe, Lefkoşa içi, Metropol bölgesi tekrarlanan bir turla bir başka gün yeniden gezildi.
FOTOĞRAF: Aygül AKMANOVA
Kültür Dairesi Müdürlüğüne
TÜRKSOY Anı Plaketi
Etkinliğimizin son günlerinde ”5.TÜRKSOY
Fotoğrafçılar Buluşması”na ev sahipliği yapan Kültür Dairesi Müdürlüğü ziyaret edildi, Daire Müdürü Sayın Mustafa Hastürk ve
Müdür Yrd. Sayın Candaş Yolga ile yapılan
sohbetin ardından kendilerine TÜRKSOY
Genel Müdürlüğü’nün anı plaketini takdim
ettik. Sayın Mustafa Hastürk ülkesinde böyle
anlamlı bir organizasyonu üstlenmiş olmaktan duydukları memnuniyeti dile getirerek
Uluslararası TÜRKSOY Teşkilatı’nın etkinliklerinden “5. TÜRKSOY Fotoğrafçılar Buluşması”
ve gelenekselleşen ve bu yıl on ikincisini programladığımız TÜRKSOY Opera Günleri’ni ülkemizde gerçekleştiriyor olmaktan duyduğu
memnuniyeti dile getirerek, Kuzey Kıbrıs sanatından bir örnek olan ipek koza işlemesi bir
tabloyu TÜRKSOY Genel Müdürlüğü’ne ulaştırmak üzere heyetimize takdim etti.
Türkiye Cumhuriyeti Lefkoşa
Büyükelçiliği’ni ziyaret….
Aynı
gün
Lefkoşa’da
“5.TÜRKSOY
Fotoğrafçılar Buluşması” Kuzey Kıbrıs etabında heyetimizi kabul eden T.C. Lefkoşa
Büyükelçisi Sayın Şakir Fakılı’yı makamında
ziyaret ettik. Sayın Büyükelçi, sanatçılarımıza
hitaben yaptığı konuşmada etkinliğin amacının çok yararlı olacağı inancında olduğunu belirterek bu etkinliği organize eden TÜRKSOY
Genel Müdürlüğü’ne teşekkür etti ve bir anı
plaketi sundu.
“5.TÜRKSOY Fotoğrafçılar
Buluşması“ halka
açık slayt gösterisi…
Kuzey Kıbrıs’ta tamamladığımız çalışmalarımızın ardından bize çekimlerimiz süresince her
türlü kolaylığı gösteren, bizleri evlerine konuk
ederek en özel ikramlarıyla ağırlayan Kıbrıs
Türk halkına çalışmalarımızdan birer örnek
sunmak üzere bir sunum gerçekleştirmeyi düşündük.
31
Atatürk Kültür Merkezi’nde “5.TÜRKSOY
Fotoğrafçılar Buluşması“ etkinliğinde çekilen
fotoğrafların slayt gösterisi, eski Milli Eğitim ve
Kültür Bakanı Sayın Canan Öztoprak’ın da katılımıyla basının ve halkın beğenisine sunuldu.
Basının yoğun ilgisiyle karşılaşan heyetimiz için
görsel basında Uluslararası TÜRKSOY Teşkilatı
ile ilgili olarak tanıtıcı bilgiler verildi.
FOTOĞRAF : Ramil KİLMAMATOV
Bakanlığımız Kültür Dairesi Müdürlüğü tarafından etkinliğe katılan fotoğraf sanatçıları
onuruna son akşam Girne Öğretmen Evi’nde
bir veda yemeği daveti gerçekleştirildi. Bu etapta aramızdan ayrılarak ülkelerine dönecek iki
sanatçımıza sayın müdürlerimiz tarafından verilen katılım belgeleri takdimi ve karşılıklı iyi
dilek ve temennilerle güzel bir günü daha geride bıraktık.
Artık yola çıkma vakti gelmişti. Önümüzde
Samsun ilimizde gerçekleştirilecek anlamlı
bir etkinlik ile Ağrı’da çekimleri sürdürülecek
bir başka program daha vardı. Çalışmalarımız
çok yoğun ve bir ay gibi uzun süreliydi. Her
şeye rağmen sanatçılarımızın gezilen ve çalışılan her mekânda ilgi odağı olmaları, Kuzey
Kıbrıs halkının yoğun misafirperverlik anlayışı
ile ağırlanmaları ve karşılıklı bir yakınlaşmanın, kaynaşmanın doğal görüntüsü hepimizi
mutlu etti. Ümit ederim ki Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nin tarihi, doğal, sanatsal ve kültürel görüntülerinin, insan yüzlerinin, sıcacık
ilginin, dostluk ve yardımseverliğin misafirperverliğin fotoğraf karelerine yansıttığı güzellik,
katılımcı sanatçılarımızın yüreklerine de aksetmiştir.
TÜRKSOY’un Türk Dünyası’na
Büyük Hizmeti…
FOTOĞRAF : Aygül AKMANOVA
Türk Dünyasına hizmeti ilke edinmiş bir kurum olan TÜRKSOY’un her türlü imkanı yaratarak yürüttüğü organizasyonlardan birini
daha bu satırlara sığdırmaya ve anıları sizlerle
paylaşmaya çalıştık. Dergimizin bundan sonra
çıkacak diğer sayılarında da Samsun ve Ağrı
İllerimizde karşılaştığımız tarihi, sanatsal ve
kültürel dokuyu fotoğraf karelerine yansıtmaya çalışırken yaşadığımız anıları tekrar sizlerle
paylaşma imkânı bulmayı ümit ederiz.
Tüm bu güzellikleri sizlerinde yaşamanız dileği ile...
32
FOTOĞRAF: Andrey VERETENNİKOV
Aygul AKMANOVA, Sultan ISKHAKOV, Andrey VERETENNİKOV, Alexandır ISHKININ, Yevgeniy KANAYEV, (Tataristan), Ernest URAKOV, Fail ABSATAROV,
Ramil KILMAMATOV, (Başkurdistan), Nikolay POSTNİKOV, (Kazakistan), Shıbek DZHEKSHENBAEV, (Kırgizistan), Agdes BAGHIRZADE, (Azerbaycan),
Sayana MONGUSH, (Tıva), İsmail HAYKIR, Yavuz ALATAN, (Türkiye), Mehmet GÖKYİĞİT, Tevfik İLERİ, (KKTC), Zemfira KHASSANOVA, (TÜRKSOY Tataristan
Ülke Temsilcisi), Güler FEDAİ, (TÜRKSOY KKTC Ülke Temsilcisi), T.C. Lefkoşe Büyükelçisi Sayın Şakir Fakılı ile birlikte
33
İnsanda İnsanlığın Arayışı
Rüstem İbrahimbeyov, 2009’da 70’inci yaşını kutladı
Anar RZAYEV *
Elçin GAFARLI **
İbrahimbeyov Rusça yazıyor, bu da bazen tartışma konusu oluyor: “Başka dilde yazan bir yazara nasıl milli yazar diyebilirsiniz?” deniliyor.
Üst makamdakiler, sadece kendi dilinde yazan
yazarın kendi halkının yazarı olduğunu söylüyorlar. Bence bu çok yanlış bir düşüncedir. Tabii,
-ki bunu ben defalarca söyledim ve yazdım- her
edebiyat ilk önce kendi dilinden yararlanır; öykülerin, şiirlerin esas yolu ana dilden geçer. Fakat
tarihî, toplumsal, ailevi, kadersel sebeplerden
dolayı başka dilde okumuş, öğrenmiş insanları
milli edebiyatımızdan uzak tutarsak çok büyük
kayıplara sebep oluruz. O zaman, tüm eserlerini Farsça yazmış olanı Nizami’yi, Hakani’yi,
Mesheti’yi de edebiyatımızdan çıkaralım.
Peki ya Fuzuli? Türkçe yazdığı şaheserlerinde
Azerbaycan; Arapça yazdıklarında Arap; Farsça
yazdıklarında da Fars edebiyatının üyesi haline
mi gelir? Ya Mirza Fatali Ahundzade, Puşkin’in
ölümü üzerine yazdığı ‘Şark Poeması’yla Fars,
‘Hacı Kara’yla da Azerbaycanlı bir şair mi oluyor? Yirminci asırda yetişmiş, Rusça eğitim
görmüş ve Rusça yazan yetenekli şairleri edebiyatımızdan dışlamalı mıyız? Veya kim Rusça
yazdıkları için Cengiz Aytmatov’un Kırgız yazarı, Oljas Süleymanov’un da Kazak şairi olmadığını söyleyebilir? Yine tekrar ediyorum: dil
unsuru edebiyatta en gerekli, esas unsurdur,
ama tek unsur da değildir. Yazarın milli aidiyeti,
eserlerinin içeriği, konusu, ruhu, kendinde gösterdiği milli sorunlar, yarattığı milli karakterler
onun hangi edebiyatın üyesi olduğunun kesin
göstergesidir.
Herhangi bir edebiyatın iftiharı sayılabilecek
Rüstem İbrahimbeyov’un dünyevi konularda
yazdığı piyesleri, senaryoları ve başka eserleri
ona aralarında Oskar ödülü de dâhil olmak üzere SSCB’nin, şimdiki Rusya’nın, birçok Avrupa
ülkesinin ve ABD’nin ödüllerini kazandırmıştır.
Halk yazarı, Azerbaycan Devlet Ödülü sahibi
Rüstem İbrahimbeyov’un Azerbaycan hayatından esinlenerek yazdığı öyküleri; Rusça kelimelerle ifade edilmiş karakterlerin Azerbaycan
özellikleri, topyekûn eserlerinin havası yazarı
milli edebiyatımızın altın mertebesine eriştirmiştir. ‘9’ncu Hrebtovıda’, ‘Unutulmuş Ağustos’,
‘Park’, ‘Doğum Günü’, ‘Müzik dersi’, ‘Tayinde’
kanımca çağdaş nesrimizin şaheserlerindendir.
Uzun yıllar önce İbrahimbeyov’un ‘9.
Hrebtovıda’ nehir-hikâyesini okurken yazarın
bu ilk büyük eserine hayran kalmıştım: en acı
toplumsal ve milli sorunlara dokunan genç yazarın cesareti; aile sahnelerini bu kadar güzel
tasvir etme yeteneği; insan karakterini bu denli
ustalıkla açma yeteneği övgüye layıktı. İlk yazılarından itibaren kendisini ciddi bir kalem olarak ortaya koyan yazar, ömür boyu bırakmadığı
manevi boyutu daha ilk yazılarında belli etmişti.
Ben bu boyutu, ‘insanda insanlık arayışı’ olarak
belirledim. İbrahimbeyov gördüğü, tanıdığı her
bir insanda, ilk önce insani yönleri; bazen ilk bakışta görülmeyen, çok derinlerde saklı insanlık
unsurlarını arar ve ortaya çıkarmaya çalışır.
Rüstem İbrahimbeyov
Aynı zamanda yazar, insanlığa ölüm kesilen
tarafları da -kötülüğü, zorluluğu- gösterebiliyor.
Sade bir şehir avlusunda veya şehir kenarındaki harabelerde gençler arasında çıkan kavga
(‘Unutulmuş Ağustos’), fedakârlıkla kötülüğün
karşılaşması (‘Yeşil Kapı Arkasındaki Kadın’)
daha dünyevi sorunların, insanlıkla faşizmin
karşı karşıya gelmesinin modelidir.
34
* Azerbaycan Yazarlar Birliği Başkanı
** Türkiye Türkçesine Aktaran/TÜRKSOY Azerbaycan temsilcisi
‘Tayinde’ adlı hikâyesinde anlatılan olaylar
‘9’ncu Xrebtovı’da oluşan olaylardan çok uzaktır. Geçtiği yerler de ayrıdır. Hikâyenin kahramanı bilim adamı Merdanov, Moskova’da tayindedir. ‘9’ncu Hretovı’daysa karakterler kendi
mahallelerinden dışarı çıkmayan insanlardır.
Böylelikle anlatılan mekânlar, ortamlar, istekler ve davranışlar tamamen farklı. Buna karşın
eserler, derin manevi bağlarla birbirine bağlıdır
ve birbirini tamamlayıcı niteliktedir. Bunların
ortak yönü, yazarın ‘insanda insanlık arayışlarının’ sonucudur. Yani hedef aynıdır: insanın
hakiki niteliği; kendine öğretilen yalancı ahlâk
ve davranış kurallarına karşı şahsiyetin doğal
özlülüğü; sahte hareketlerle perdelenmiş, dış
görünüşün altında veya arkasındaki insanın
gerçek varlığı…
‘Tayinde’ hikâyesinin konusunu açıklamayacağım. Buna karşın her okuyuşumda beni heyecanlandıran sonundan bahsetmek istiyorum.
Merdanov’un buzlu Moskova sokaklarında,
karlı bir kış gecesinde küçük çocuğu çağırmasına değinmek istiyorum:
“O, gidiyor ve çocuğu çağırıyordu. Gidiyor ve
çağırıyordu.”
Hikâye bu cümleyle bitiyor. Soğuk Kuzey.
Gece. İki yalnız insan, ihtiyar erkek ve küçük
çocuk. Fırtınanın uğultusu ve bu uğultuda duyulup sonradan kaybolan ses: insanlık sesi.
“9’ncu Hrebtovı”nin havası bambaşkadır.
Bana öyle geliyor ki, yazıldığı devirde amansız
ve adaletsiz eleştirilere hedef olmuş bu eserin
böylesi bir direnişle karşı karşıya kalması esas
olarak bu karaktere bağlıydı. Sanki milli adetlerimizi tarif etmesi, halkımızın menfi yönlerini kabartması, ışıklı hayatımızı siyah boyalarla tasvir
etmesi gibi suçlamaların arkasında, resmî fikirlerin ve ona hizmet eden eleştirmenlerin başka
bir korkusu, bir sinmesi vardı: yazar, genellikle
yaşadığımız toplumun ayıplarını açığa çıkarıyor
ve insan doğasına karşıt olan fikirleri damgalıyordu. Bu hikâyeye dayanılarak çekilmiş olan
‘Bir Güney Şehrinde’ filmi de (yönetmen: Eldar
Guliyev, kamera: Rasim Ocagov) sırf bu sebepten
ötürü resmî fikir sahiplerini ürkütüyordu. Ama
ne mutlu ki o dönemde hem hikâyenin hem de
filmin asıl değerini anlayan ve savunan insanlar
ortaya çıktı. Azerbaycan’da bile.
Bu üretken yazar niteliği, İbrahimbeyov’un
eserler bütününe ve türlerine (hikâye, dram,
film) yansımıştır.
SSCB Devlet Ödülünü almaya hak kazanmış
“Sorgulama” filminde olsun (yönetmen: Rasim
Ocagov); ‘Yeşil Kapı Arkasındaki Kadın’ piyesinde olsun; Bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti’nin
trajik kaderini ilk kez -devrin imkânları çerçevesinde- tüm gerçekliğiyle sahneye koyan
‘Uyarı’ piyesinde olsun; ‘Doğum Günü’; ‘Müzik
Dersi’ gibi hüzünlü hikâyelerde olsun; Rüstem
İbrahimbeyov, insanda insanlığı arıyor.
Ben, Rüstem İbrahimbeyov hakkında defalarca konuştum ve yazdım. ‘9. Hrebtovı’ haksız saldırılarla karşı karşıya kaldığında, ‘Literaturnaya
Gazeta’da (Edebiyat Gazetesi) konuyla ilgili
yazım yayınlanmış; ‘Uyarı’ piyesi hakkında
yine o gazetede yazılarım çıkmıştır. Yazarın
50’nci doğum günündeyse, Bakü basınında
‘Gönderilmemiş Mektup’um basılmıştır.
Bu yazımı da, hayatın ve yılların sillesinden
geçmiş arkadaşımın insanî karakteri hakkında bir-iki sözle bitirmek istiyorum. Sade bir
dille konuşacak olursak diyebiliriz ki Rüstem
İbrahimbeyov gerçek bir asilzâdedir: mert, cesur, sadık, hiçbir şeyden korkmayan, hiçbir zorluktan kaçınmayan. Sibernetik üzerine lisans
eğitimi almış olan yazar, Allah vergisiyle sanatçıdır. Onun yüksek sanatkârlık yeteneğine dakikliği ve her şeyi güdümsel bir araç gibi çabucak anlayıp sonuç çıkarma becerisi de eklenince
benzersiz bir Rüstem İbrahimbeyov varlığı, çağdaş sanatımızın ve hayatımızın biricik unsuru
haline geliyor. İbrahimbeyov’un ömrünün bir kısmı uçaklarda
geçiyor, bir hafta içinde şehirden şehre, ülkeden
ülkeye, kıtadan kıtaya uçuyor. Yetenekli bir organizatör, bir iş adamı gibi de çalışıyor. Tabii ki,
esas olarak farklı konularda ve türlerde değerli
eserler yaratıyor, ama hiçbir zaman da bir dost
teklifini, dost meclisine daveti geri çevirmiyor.
Ben her zaman iki şeye şaşırıyorum: Şehrimize
geri döndüğü zamanlar İbrahimbeyov, burada
olup biten hakkında bizlerden daha bilgili oluyor. Bakü’de olduğu zamanlar eser yazmak, yarattığı İbrus tiyatrosuyla ilgilenmek, Filmciler
İttifakına başkanlık etmek ve burayla ilgili tüm
sorumluluklarını yerine getirmek dışında dostlarıyla da görüşmeye zaman ayırabiliyor yazar…
35
2. ‘Bin Nefes Bir Ses’
Uluslararası Türkçe Tİyatro
Yapan Ülkeler Festİvalİ
Tomris ÇETİNEL *
“Bugünden sonra divanda, dergâhta, mecliste
Türkçeden gayrı dil konuşulmaya…”
Karamanoğlu Mehmet Bey
Binlerce yıldır dünyanın çeşitli coğrafyalarında insanlar, kökü aynı olan Türkçenin farklı
lehçeleriyle söyleşmişler, anlaşmışlar; şenliklerde, türkülerde, ölümlerde, ağıtlarda, sevdalarda yüreklerinin seslerini Türkçeyle dile getirmişler. Kimi ‘söyle’ demiş, kimi ‘yırla’; kimi
‘yiğit’, kimisi de ‘cigit’; ama her durumda kökü
aynı olan dilde, ‘Türkçe’de buluşmuşlar. Şimdi
de, yüzyıllar sonra, Konya’da Türkçe tiyatro ile
buluşuyorlar.
KKTC, “21:15 TRENİ”
KOSOVA, “ÇIKMAZ SOKAK ÇOCUKLARI”
36
Zengin tarihi geçmişinin yanı sıra müziğin,
bilginin, güzel sanatların da merkezi olmuş
olan bu kentin artık bir de Festivali var. Devlet
Tiyatroları Genel Müdürü Sayın Lemi Bilgin’in
büyük desteğiyle Konya Devlet Tiyatromuzun
düzenlediği festivale geçen yıl ‘Bin Nefes Bir
Ses Uluslararası Türkçe Tiyatro Yapan Ülkeler
Festivali’ adını vermiştik.
14-24 Nisan 2009 tarihleri arasında tiyatronun birleştiren, eleştiren, yansılayan yanıyla
oyuncuların ve seyircilerin sevgi dolu hoşgö-
* Konya Devlet Tiyatrosu Müdür Vekili/Sanat Yönetmeni
rülü kocaman yüreklerinin buluştuğu festivalimizde, konuklarımızı on gün boyunca kentimizde ağırlamanın mutluluğunu yaşadık.
Bu yıl 2’ncisini düzenlediğimiz Festival, giderek daha da gelişip hem ülkemize, hem de
Konya’ya yaraşır bir görünüm kazandı. Geçen
yıl altı ülkenin katıldığı festivale bu yıl on ülke
konuk oldu. Katılımcı topluluklar Azerbaycan
Cumhuriyeti’nden Devlet Akademik Milli
Drama Tiyatrosu, Kazakistan Cumhuriyeti’nden
Juusipbek Aymautov Kazak Drama ve Müzik
Tiyatrosu,
Kırgızistan
Cumhuriyeti’nden
Devlet Oş Milli Drama Tiyatrosu, Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’nden Girne Belediyesi
Tiyatro Stüdyosu, Moldova Gagavuz Yeri’nden
Mihail Çakır Gagavuz Yeri Milli Tiyatrosu,
Rusya Federasyonu Başkurdistan Cumhuriyeti
M. Gafuri Akademik Drama Tiyatrosu, Rusya
Federasyonu Tataristan Cumhuriyeti’nden
Sabir Amutbaev Drama Tiyatrosu, Bulgaristan
Cumhuriyeti’nden Kırcaali Kadriye Latifova
Devlet Müzik ve Drama Tiyatrosu, Kosova
Cumhuriyeti’nden Prizren Kültürevi Nafiz
Gürcüali
Türk
Tiyatrosu,
Makedonya
Cumhuriyeti’nden
Milli
Kurum
Türk
Tiyatrosuydu. Irak Kerkük Türkmeneli
Tiyatrosundan beş kişilik bir heyet de gözlemci
olarak Festival boyunca Konya’daydılar. Konya
Devlet Tiyatrosuysa sanatseverler için Racine’in
‘Bayazıt’ ve Gogol’ün ‘Evlenme’ oyunlarını
sergiledi. 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk
Bayramının kutlandığı gün Festivalde Gökhan
GAGAVUZ YERİ (MOLDOVA), “OGLAN HEM LYANKA”
MAKEDONYA, “ROMEO VE JULİET”
AZERBAYCAN, “ÇIĞ”
TATARİSTAN, “SÜNNETÇİ DEDE”
37
Aktemur’un yazdığı, Konya Devlet Tiyatrosu
oyuncularınca oynanan ‘Düşlerim Benim’ isimli çocuk oyunu yer aldı.
TÜRKİYE, “BAYAZIT” (Baiazet)
38
Bu yılki festivalimizi düzenlerken TÜRKSOY
Genel Müdürlüğünün katkılarından da söz
etmemiz gerekir. TÜRKSOY, üye ülkeleriyle
bağlantıların kurulması ve o ülkelerdeki tiyatroların Türkiye’ye getirilmesi konusunda inanılmaz bir çaba gösterip bizimle işbirliğinde
bulundu. Teşkilat neredeyse 2’nci Bin Nefes Bir
Ses Uluslararası Türkçe Tiyatro Yapan Ülkeler
Festivalinin ana sponsoru görünümündeydi.
Buna ilaveten, Festivalimizin açılışı dışında da
sık sık Konya’ya gelerek bizi yalnız bırakmayan Genel Müdür Sayın Düsen Kaseinov’a binlerce teşekkürü borç biliriz.
BAŞKURDİSTAN, “SHAURAKAY”
Pek çok uygarlığa; Mevlana’nın hoşgörüsüne, Nasrettin Hoca’nın zeki gülmecelerine ve
“Bugünden sonra divanda, dergâhta, mecliste
Türkçeden gayrı dil konuşulmayacaktır…” diyen Karamanoğlu Mehmet Bey’e ev sahipliği
yapmış, Türkçeyi ilk kez resmi dil olarak ilan
etmiş olan Konya’ya dünyanın her yerinden
gelen tüm dostlara tiyatroyla “Hoş geldiniz”
demenin mutluluğunu yaşadık.
KAZAKİSTAN, “AİMAN SHOLPAN”
TÜRKİYE, “DÜŞLERİM BENİM”
BULGARİSTAN, “HÜRREM SULTAN”
KIRGIZİSTAN, “GÜLSARAT”
Soyum Bir Türk Kardeşe
Kayırbek Kemenger
Tübi Bir Türki Bavırğa
Kayırbek Kemenger
Aktaran Mikail Cengiz*
(Türkiye-Elazığ şehrinden gelen
(Türkiyanın Elazığ Kalasınan
misafirlere okunan şiir)
Konaktar Kelgende okılğan jır)
Dinimiz, kökümüz bir, bir atadan çıkmışız,
Dinim bir, tübim bir, şıkkan bir negizim,
Babamız, dedemiz bir, sanki ikiz doğmuşuz.
Babam bir, danam bir, tuğanday egizim.
Hoş geldin, kardeşim, Seksen Göl yurduna,
Koş keldin, bavırım, seksen köl eline,
Cennet Akdeniz’den kalkıp, atayurduna ,
Jaylağan jumaktay Jerorta tenizin.
Birlikteyiz bugün de, bir idik geçmişte,
Birgemiz buginde, bir boldık burında,
Köklerim Altay’da, ata yurdum Sırım’da.
Tamırım Altayda, atajurt Sırımda.
Kahraman Türk, saçıldın dört bir yana,
Er Türik, urpağın tarıday şaşıldı-
Oğulların Rum’a, kızların Kırım’a…
Uldarın Urımğa, kızdarın Kırımğa.
Geçmişte yayıldık hür ve bağımsız
Ejelden en jaylap tusavsız, kurıksız
Turan ülkesinde mutlu günler yaşadık,
Turanın jerinde tınış kün sürippiz.
Kısmetini toplayıp dağılsak da etrafa,
Enşi alıp jan-jakka şaşırap ketsek te,
Kökleri derinlerde, soyu bir Türk’üz biz.
Tamırı terende tübi bir türikpiz.
Seyhun kıyılarında inleterek kopuzu,
Sır boyı- Seyhunda sarnatıp kobızın,
Ömür ile ölümü kavratan Ulu
Ömir men ölimdi uktırğan abızım
Bilge Korkut’um Türk’ün gururu.
Danışpan Korkıtım- Türikke maktanış.
Destanım korudu atamın ruhunu.
Babamnın beynesin saktadı anızım.
Vahşiyken bugünkü Batı,
Jabayı jürgende bügingi Batısın,
Yokken dünyada büyük Amerika,
Jok kezde alemde alpavıt Akş-ın,
Dirliği düzeni Korkutlar anlatırdı.
Tirşilik sırların tanıptı Korkıttar.
Övünürüm, Korkut’a uzanır benim bağım.
Maktanam, Korkıtka bar menin katısım.
Birçokları ezip geçmiştir başköşemi,
Talaylar törimdi ejelden taptadı,
Ama korumuştur Tanrım Kazak’ı,
Alayda Kudayım kazaktı saktadı.
Bizi ilk dünyada Türkiye tanıdı,
Tanığan bizderdi birinşi Turkiya,
Bağımsızlığın göründüğünde ışıkları…
Tavelsizdigimnin atkanda ak tanı!
Yurdumda şenlik bugün; toprağımda bereket, kut!
Elimde- toy bügin, jerimde- ırıs, kut!
Gelecek dâim olsun, başköşemde huzur!
Bolaşak- bayandı, törimde- tınıştık!
Olsun yolumuz, bilgelerin izlediği yol,
Aynalsın ulılar salğan jol danğılğa,
Ulaşsın kuşaktan kuşağa eşsiz kardeşliğimiz!
Ulasın urpakpen bakıttı tuıstık!
Kökşetav- Kazakistan
Kökşetav-Kazakstan
* H.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Araştırma Görevlisi
39
‘Uygarlıklar Diyaloğunda
Türk Dünyasının Rolü’
Sempozyumundan Notlar
Zhanar TEMİRBEKOVA
27 Nisan - 1 Mayıs 2009 tarihleri arasında Almatı’da
(Kazakistan) ‘Uygarlıklar Diyaloğunda Türk Dünyasının Rolü’
konulu uluslararası sempozyum düzenlendi. Organizasyona
TÜRKSOY üye ülkelerinden delegeler de katıldı ve TÜRKSOY
Genel Müdürü Düsen Kaseinov bir bildiri sundu.
40
Kazakistan Cumhuriyeti ‘Kültürel Miras’
Ulusal Programı kapsamında ortak Türk kültürü temasını oluşturmak, Türk halklarının ortak
tarihini güncelleştirmek ve Kazak kültürüyle
milli geleneğini dünyaya tanıtmak projeleri
çerçevesinde, Kazakistan Cumhuriyeti Kültür
ve Enformasyon Bakanlığı, Kültür Politikaları
ve Sanat Bilimi Enstitüsü önderliğinde ve
TÜRKSOY’ün desteğiyle 27 Nisan - 1 Mayıs
2009 tarihleri arasında Almatı’da ‘Uygarlıklar
Diyaloğunda Türk Dünyasının Rolü’ adlı uluslararası sempozyum gerçekleştirildi.
Türk halklarının kültürel mirası üzerine odaklanan bu bilgi şölenine TÜRKSOY Teşkilatına
üye ülkelerden ve dünyaca ünlü Şarkiyat araştırma merkezlerinden birçok değerli akademisyen ve misafir katıldı. Sempozyumun başlıca amaçları Kültürel Miras Ulusal Programını
uluslararası düzeyde tanıtmak, Kazakların
tarihsel ve kültürel mirasını dünya kamuoyuna ve bilim insanlarına duyurmak, Türk
halklarının ortak tarihini güncelleştirmek ve
Türk dünyasında tarih ve sanat dallarında bilimsel araştırmaları teşvik etmekti. Kazakistan
Cumhuriyeti Kültür ve Enformasyon Bakanı
Muhtar Kul-Muhammed, Sempozyum katılımcılarına ilettiği tebrik mesajında “Türk halklarının kültürel değerlerini korumak, kültürel ve
tarihi değeri olan mimarileri restore etmek ve
onları bilimsel açıdan araştırmak üzere ortak
projeler üretmek, gelecek için büyük bir önem
arz etmektedir” dedi.
Türk halklarının kültürel mirasının tanıtımında uluslararası TÜRKSOY Teşkilatının
rolü hakkında bildiri sunan TÜRKSOY Genel
Müdürü Düsen Kaseinov, Teşkilatın bugüne
kadar yüzlerce önemli kültürel faaliyete imza
atarak Türk halkları arasındaki kültürel bağların gelişmesin önemli katkı sağladığını ifade
etti. Kaseinov, UNESCO’nun Somut Olmayan
Kültürel Miras listesine Aytıs (Âşıklar atışması), Hömey (Gırtlak Sesiyle şarkı söyleme) ve
Mugam gibi Türk sanatının özel türlerini birlikte sunmanın daha verimli olacağına işaret
etti ve: “Köroğlu, Alpamıs, Yedige gibi Türk
halklarının ortak destanlarını neden beraber
sunmuyoruz?” diyerek sözlerine şöyle devam
etti:
“Ülkeler, ortak miraslarını tek başlarına
sunmakla ne kazanırlar ki? Ulusal kültür, sanat ve bilim alanında emeği geçen büyük şahısların yıl dönümlerini neden hep beraber
kutlamıyoruz? Daha önce Manas Destanının,
Mahmut Kaşgarlı’nın ve Abay Kunanbay’ın yıl
dönümlerini hep beraber kutladığımız gibi, ileride de ortak mirasımızı ve büyük şahsiyetleri
şereflendirmek geleneksel hale getirebiliriz.
Maalesef, ortak mirası tanıtmak konusunda
işbölümünün çok zayıf olması, bunun plansız
ve danışılmadan yapılması bizi üzüyor. Bazı
durumlarda, bir ülkenin milli hırsı, ortak mirasın dünya çapında tanıtılmasına engel oluyor. Biz TÜRKSOY olarak Türk Dünyasının
UNESCO’suyuz diye övünürüz. Ancak gerçekten böyle bir unvana layık mıyız? TÜRKSOY’u
UNESCO seviyesine getirmek için daha çok çalışmamız lazım. Onun seviyesine layık olmak
için, UNESCO’nun dünya çapında gerçekleştirdiği faaliyetleri Türk halkları arasında paylaştırmalıyız.”
Sempozyuma Türkiye’den katılan UNESCO
Türkiye Milli Komisyonu Somut Olmayan
Kültürel Miras İhtisas Komitesi Üyesi Prof. Dr.
Metin Ekici’yse “Türk Dünyası, ortak bir folklor mirası olan Köroğlu destanını ele almalıdır;
gelecek nesiller, dedelerinin Destanlarını bilmeli ve korumalı, geçmişten ve tarihten ders
alarak Türk halklarına hizmet etmenin önemini
kavramalıdır.”
‘Konservatör’ dergisinin genel yayın yönetmeni Rustam Arifcanov, “Her birimizin kendi
dillerimize sadece destan ve masalları değil,
günümüz Türk edebiyatını da çevirmesi şart.
Çünkü, günümüz Türk edebiyatında olup bitenleri bilmeden, halklarımızın nasıl yaşadığını
öğrenemeyiz. Elbette, milli gelenekler ve müziğe de önem vermeliyiz, ancak gençlerle yeteri
kadar ilgilenmezsek, gençler arasında bunun
gibi sempozyum, toplantı ve festivaller organize edemezsek, Türk gençlerine ait bir internet
sitesi oluşturamazsak, TÜRKSOY’un geleceği
de parlak olmaz” dedi.
Kazakistan Cumhuriyeti Milli Eğitim
Bakanlığı Edebiyat ve Sanat Enstitüsü Müdürü,
tanınmış bilim insanı Seyit Kaskabasov, sadece edebiyat ve sanatla sınırlı kalmayıp, ulusal
41
tarihi de kapsayacak ve çok yönlü araştırmalar yürütebilecek Dünya Türkoloji Araştırma
Merkezini kurmayı teklif etti.
Sempozyum çerçevesinde
“TÜRKSOY Somut Olmayan
Kültürel Miras Semineri”nin
ikincisi toplandı ve Seminere
UNESCO Türkiye Milli Komisyonu
Üyesi, Somut Olmayan Kültürel
Mirasın Korunması Komitesi
Başkanı Prof. Dr. Öcal Oğuz
Başkanlık etti.
Seminere
Başkurdistan’ı
temsilen
Cumhuriyet Bilimler Akademisi Sosyal
Bilimler Araştırmaları Enstitüsünden Prof. Dr.
İlgiz Sultanmuratov, Kuray müzik aletinin ve
Ural Batır destanının Başkurtların somut olmayan kültürel mirası olarak TÜRKSOY envanterine dâhil edilmesini önerdi. Tataristan’ı
temsilen Tataristan Cumhuriyeti Kültür
Bakanlığı Tatar Folklorunu Toplama, Koruma,
Okuma ve Tanıtma Devlet Folklor Metodoloji
Merkezi Müdürü Doç. Dr. Fanzilya Zavgarova,
2011 yılının ünlü Tatar edebiyatçısı Abdullah
Tukay’ın doğumunun 125’nci yıl dönümü olması vesilesiyle ortak etkinlikler düzenlenmesi
teklifinde bulundu. Tıva’dan katılan Bakanlık
temsilcisi, Hömey Uluslararası Bilim Merkezi
Müdürü Zoya Kırgıs, gırtlak müziğini tanıttı.
Kırgıs, Tıva’da bulunan ve Türk tarihine ışık
tutan yazılı anıtların ciddi tehlike altında bu-
lunduğunu ve konuyla ilgili acil önlemlerin
alınması gerektiğini de belirtti. Toplantı sırasında, Taşkent’te bulunan UNESCO Orta Asya
Araştırmaları Merkezi Müdürü Prof. Dr. Şahin
Mustafayev kurumunun faaliyetlerinden bahsetti. Azerbaycan Kültür ve Turizm Bakanlığı
temsilcisi Yaşar Hüseyinli, somut olmayan kültürel mirasın korunmasına ilişkin dört aşamalı
bir planlamanın yapılmasında eğitimin önemini vurguladı.
Seminere Türkiye’den davet edilen Hacettepe
Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nebi
Özdemir, kültür endüstrisi hakkında bilgi verdi. Batılı ülkelerde kültür endüstrisinin ne ka-
dar gelişmiş olduğunu, bu örnek alınarak, son
derece zengin bir somut olmayan kültürel mirasa sahip olan Türk Cumhuriyetlerinin kâra
geçirilebileceğinin altını çizdi. T.C. Kültür ve
Turizm Bakanlığı Uzmanı Solmaz Karabaşa,
Türkiye’nin dünya miras listesine kazandırmış
olduğu Türk Dünyasının ortak değerlerinden
bahsetti ve UNESCO sürecini anlatarak, seminerin sonunda ortak bir envanter oluşturulmasının, UNESCO’ya ortak dosyalar sunulması
açısından önemli olduğunu vurguladı.
İki günlük konferansın sonunda düzenlenen değerlendirme toplantısında söz alan
TÜRKSOY Genel Müdür Yardımcısı Doç. Dr.
Fırat Purtaş, Kazakistan’ın milli kültür ve milli
tarih politikasını ortak Türk kültürü ve tarihi
temeli üzerine inşa ettiğini öğrendiğini, bu anlayışın diğer Türk devletleri ve topluluklarında
yaygınlaşması durumunda gelecek nesillerin
birbirlerine daha yakın hissederek yetişeceğini
ifade etti.
42
2’nci Uluslararası
Türk Şöleni
20-23 Mayıs 2009 tarihleri arasında Erzurum’da
geniş katılımlı ‘Türk Şöleni’ gerçekleştirildi.
Mayıs ayında Erzurum’da gerçekleştirilen Türk Şölenine halkın geniş katılımı, bu
adlandırmanın hakkını verir nitelikte oldu.
Erzurum’da 21 yıldır faaliyet gösteren Güneş
Vakfının düzenlediği ve TEMA Vakfıyla
TÜRKSOY’un da destek verdiği Şölende ağaç
dikimi, Âşıklar gösterisi, Şairler gecesi, Türk
Dünyasının Sorunları Paneli, Geleneksel Türk
sporları ve atlı spor müsabakaları gerçekleştirildi. Şölenin açılışında konuşan TÜRKSOY
Genel Müdür yardımcısı Doç. Dr. Fırat Purtaş,
Güneş Vakfına böylesi önemli bir toplumsal
sorumluluk projesini gerçekleştirdiği için teşekkür etti. Purtaş, ortak Türk kültürünün yaşatılması konusunda çok ağır bir yükümlülük
üstlendiklerini, Güneş Vakfı gibi sivil toplum
kuruluşlarının bu tür girişimlerde bulunarak
Türk topluluklarının arasındaki kardeşliğin
güçlendirilmesine olduğu kadar evrensel kültürün zenginleştirilmesine de büyük katkı sağladığını ifade etti.
Etkinlikler ağaç dikimiyle başladı ve ‘Türk
Mitolojisi’ konulu sergiyle devam etti. Akşam,
Âşıklık geleneğinin geniş bir coğrafyadan güzel örnekleri halkın ve öğrencilerin beğenisine
sunuldu.
Şölenin ikinci günü ‘Bütün Yönleriyle Türk
Dünyası’ konulu panel düzenlendi. Yazar Yahya
Akengin’in yönettiği oturumlarda Özbekistan,
Türkmenistan,
Azerbaycan,
Kazakistan,
Batı Trakya, Irak Türkmen Cephesi, Kıbrıs,
Tacikistan, Kırgızistan ve Doğu Türkistan’dan
katılan katılımcılar Türk Dünyasıyla ilgili bildiriler sundular.
Şölenin üçüncü ve son günü 23 Mayıs’ta
program Cirit stadyumunda Gökbörü, cirit ve at üzerinde ok atma spor etkinlikleriyle başladı. Türklerin en eski atlı oyunlarından
olan Gökbörü özellikle Türkistan, Özbekistan,
Türkmenistan, Kazakistan ve Kırgızistan’da 12
ilâ 40 atlı ile oynanan bir oyundur. Oyun, kısaca, alanın ortasına çizilen ‘halhal’ veya ‘adalet
çizgisi’ adı verilen daire etrafına dizilen atlıların, daire içine bırakılan koyun postunu alarak
rakip sahadaki dairenin içine bırakmasını esas
alır.
Şölenin son günü, Gagavuz yazar Todor
Zanet’in kaleme aldığı ‘Açlık Kurbanları’ adlı
piyes sahneye kondu. Bu dramı bizzat yaşamış
olan konukların gözyaşları içinde izledikleri piyes büyük ilgi gördü. Kutlamalar aynı akşam
Müzik Şöleniyle sona erdi. Kazakistanlı âşıkların kısa ama zevkli ‘kız-oğlan atışması’ndan
sonra Kaşkay, Doğu Türkistan ve Azeri grupların birbirinden güzel parçalarıyla geceye devam
edildi. Program, Mugam söyleyen Azeri (K.
İran) iki küçük sanatçının ilginç sunumlarıyla
sona erdi.
43
SOMUT OLMAYAN
KÜLTÜREL MİRASIN
KORUNMASININ
YOL HARİTASI
Zhanar TEMİRBEKOVA
UNESCO Türkiye Milli Komisyonu
Üyesi, Somut Olmayan Kültürel
Mirasın Korunması Komite Başkanı
Prof. Dr. Öcal Oğuz ile TÜRKSOY’un
Somut Olmayan Kültürel Mirasın
Korunmasındaki rolünü konuştuk.
Genel olarak Somut Olmayan Kültürel Mirasın tanımını yapabilir misiniz?
Somut Olmayan Kültürel Miras, UNESCO tarafından icat edilen bir terimdir. 2003 yılında Somut
Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi
imzalanmıştır. Bu Sözleşme şu unsurları bu mirasın
bileşenleri olarak sayıyor:
İlk olarak, Somut Olmayan Kültürel Mirasın
aktarılmasında taşıyıcı işlevi gören dille yaratılan sözlü gelenekler ve anlatımlar dünyası, yani
masallar, hikâyeler, fıkralar, atasözleri, deyimler,
türküler, destanlar v.b; bunların yanı sıra gösteri
sanatları adı altında müzik performansları, halk
oyunları ve folklorik gösteriler; Toplumsal uygulamalar, ritüeller ve şölenler de bu sayılanlara
eklenebilir. Dolayısıyla insan doğumundan, ve
hatta doğumu sağlamaya yönelik çocuk edinme
pratiklerinden ölüme ve ölüm sonrasına kadar
doğum, sünnet, evlenme, hacca uğurlama gibi
bizim yaşamımızda ve başka kültürlerde de
44
Prof. Dr. Öcal Oğuz
benzerleri olan geleneklerin tamamı bu mirası
oluşturur. Festivaller, şölenler, kutlamalar ve
şenlikler de bileşen olarak sayılabilir.
Buna ilaveten doğa ve evrenle ilgili bilgi ve
uygulamalar adı altında insanın doğayı tanımlayarak çevreyi kültüre dönüştürme pratiği de
mirası oluşturur. Örneğin bir bitkiyi iyileştirme
için kullanmak; yabani bir bitkiden yemek yapmak; vahşi doğayı tanımlayarak ona karşı tedbirler almak ve korunmak; evreni, yıldızları ve
gök cisimlerini tanımak gibi birçok deneyim ve
ona yönelik bilgiler söz konusu mirasta payını
alır. Son olarak, el sanatları geleneği de Somut
Olmayan Kültürel Mirasın içinde yer alır.
Böylece UNESCO, bu bileşenler bütününü
Somut Olmayan Kültürel Miras olarak tanımlıyor ve bunların korunmasını hedefliyor.
Türk Topluluklarının Somut Olmayan
Kültürel Miras bakımından oldukça zengin
olduğunu biliyoruz. Bu konuda genel olarak
bizi aydınlatabilir misiniz?
1972 UNESCO Dünya Doğal ve Kültürel
Mirasın Korunması Sözleşmesi insanlığın ırmak, vadi ve kendiliğinden oluşan dağ veya
kanyon gibi doğal varlıklarını korumaya yöneliktir. Bunlarla birlikte mimarî ve tarihsel
olarak da değerli olan yapıları, sit alanlarını,
köprüleri, hanları ve hamamları korumaktadır.
Bunlar, Avrupa medeniyetinde sıklıkla karşımıza çıkan miras unsurlarıdır. Türk soylu halklar
da bu bakımdan zengindir. Ancak Türk halkları bizim Somut Olmayan Kültürel Miras olarak
tanımladığımız ve kuşaktan kuşağa sözle aktarılan yaratımlar bakımından da çok zengindir.
Türklerin bayramlarını, destanlarını, Âşıklık
sanatını, tiyatro geleneklerini, halk oyunlarını
ve el sanatlarını düşünecek olursanız dünyaya
çok önemli zenginlikler sunabilecek ve dünya
kültürüne çok önemli katkılar sağlayabilecek
bir kültür ekseninde olduğumuzu görürsünüz.
Bu bakımdan 1972 Sözleşmesi, daha da önemlisi 2003 Somut Olmayan Kültürel Mirasın
Korunması Sözleşmesi Türk topluluklarını yakından ilgilendiriyor.
Örneğin, Tivalıların gırtlak müziği olarak
bilinen Hömey müzik formu ya da Kırgızların
Manas Destanı hâlâ kuşaktan kuşağa aktarılan
önemli kültürel miras unsurları olarak karşı-
mıza çıkar. Öte yandan Anadolu’da hala sürdürülegelen Karagöz geleneği dünyanın kültürel
çeşitliliği bakımından çok büyük bir zenginliktir. Aynı şekilde Âşıklık dediğimiz sanat kimi
zaman akın olarak karşımıza çıkar, kimi zaman
bir başka Türk topluluğunda bahşı ya da yırçı
olarak karşımıza çıkar, veya ozan adıyla elinde
sazla, şiiri doğaçlama yaratan bir eylemci olarak karşımıza çıkar. Bu bakımdan bizim dünyaya sunabilecek, dünyanın da bizden öğrenerek
zenginliğine zenginlik katabileceği çok geniş
bir alanımız var.
Somut
Olmayan
Kültürel
Mirasın
Korunmasının önemi ve bu konuda
TÜRKSOY’a düşen görevler nelerdir?
UNESCO Sözleşmesinin imzalanmasının
başlıca nedeni, dünya çapında ciddi bir soruna
hitap etmesidir. Bu sorun, gün geçtikçe insanlığın tektipleşmesi ve kültürel çeşitliliği kaybetmesidir. Bu yüzden toplumlar, kültürel zenginliklerini gelecek kuşaklara aktarma yeteneğini
kaybediyor. Çocuklar, tektip fast food kültürünün parçası olan hamburgeri öğreniyor, ama
Kayseri mantısını, Kazak milli mutfağına ait
olan beşparmak yemeğini veya bir başka Türk
topluluğunun zengin mutfak kültürünü bilmiyorlar.
Türkler de hızla bu tektipleşmeden nasiplerini alıyor ve gittikçe kültürlerini kaybediyorlar. Örneğin Romeo ve Jülyet’i bir dünya
klasiği olarak öğretiyoruz, ama acaba bizim
kendi coğrafyalarımızda Romeo ve Jülyet’lere
benzer kimler vardı, hangi aşk hikayeleri anlatılıyordu? Kerem’le Aslı, Leyla’yla Mecnun
gibi aşk hikayeleri tek tek unutuluyor mu?
Onların operalarını ve sanat ürünlerini gelecek
kuşaklara yeni gösterilerle aktarmak, Türk kültür ve sanatlarının ortak yönetimine talip olan
TÜRKSOY’un öngörmesi ve öncülük etmesi
gereken bir noktadır.
Bana göre TÜRKSOY’un kuruluş ruhu Somut
Olmayan Kültürel Miras çalışmalarına son derece uygundur. Çünkü biz burada Türk dünyası camilerini, Türk dünyası köprülerini, Türk
dünyası sanatsal yapılarını koruma kurulundan söz etmiyoruz. Kültür (müzik, dans, gelenek, ritüel veya festival) ve sanat (tiyatro veya
gösteri sanatları) her zaman somut olan alanda
45
oluşmaz. Bu bakımdan TÜRKSOY kendi tüzük ve yönetmeliğini Somut Olmayan Kültürel
Mirasla ilişkilendirmek durumundadır. Bana
göre TÜRKSOY bunu yapmaya mecburdur,
mecbur olmanın da ötesinde TÜRKSOY için
Somut Olmayan Kültürel Miras, kendisini var
etme ve ifade etme alanıdır, bu nedenle de son
derece önemlidir.
Sizin rehberliğinizde TÜRKSOY Somut
Olmayan Kültürel Miras seminerleri düzenlendi. Bu seminerlerden beklenilen sonuçlar
alındı mı? Genel olarak neler hedeflenilmiştir?
TÜRKSOY’un desteği ve öncülüğüyle son
derece başarılı iki seminer gerçekleştirdik.
Kazakistan’ın eski başkenti Almatı’da düzenlenen ikinci seminere UNESCO Milli
Komisyonumuz da dâhil olmuştur.
TÜRKSOY üyesi ülkeler olarak iki seminerde
şunu gördük: Ortak envanterler yapmalıyız ve
Somut Olmayan Kültürel Miras Sözleşmesini
UNESCO Hükümetlerarası Komitesi nezdinde ya da Sözleşmeye taraf devletler Genel
Kurulunda aktif olarak savunmalıyız. Bu süreçleri TÜRKSOY üyesi ülkeler olarak takip etmeliyiz ve sonuçlarından birbirimizi haberdar
etmeliyiz. Bu iki seminer, birbirimiz arasında,
yani TÜRKSOY’a üye ülkeler arasında bilgi
46
paylaşımına ne denli ihtiyaç duyulduğunu
gösterdi.
TÜRKSOY üyesi ülkeler olarak birçok alanda
ortak mirasa sahibiz. Gerek Âşıklık geleneğinde olsun, gerek destan söyleme geleneğinde olsun, gerekse de festivallerde (örneğin Nevruz)
olsun. Bu ortaklıkları belirleyerek TÜRKSOY
üyesi ülkeler olarak UNESCO’ya çoklu dosyalar sunup, bu ortak mirası dünyanın daha iyi
ve daha yakından tanımasını sağlayabiliriz.
Bu seminerlerin kurumsallaşmış olması bu büyük bilgi ve belge paylaşımını sağlamaktadır.
Bir inisyatif alarak bu süreçleri başlatmış olan
TÜRKSOY’u can’ı gönülden kutlamak gerekiyor.
UNESCO’nun Somut Olmayan Kültürel
Mirasın Korunması üzerine çalışmaları içerisinde TÜRKSOY’un girişimlerinin yeri nedir?
Yukarıda belirttiğimiz gibi, TÜRKSOY’un
hareketiyle bölgesel bir eylem planı oluşmuş
bulunuyor. UNESCO’ca yakın gelecekte ilan
edilecek Acil Koruma Gerektiren Miras listesine yazılacak öğelerin değerlendirilmesi, kriterlerin belirlenmesi, Sivil Toplum Kuruluşlarının
bu süreçlere akreditasyonu gibi birçok önemli
konularda TÜRKSOY, üye ülkeleri adına bilgi
ve bellek yönlendirici işlevini üstlenecektir.
Dolayısıyla Türk kültürünün ve Türk kültürel
mirasının dünyada daha fazla tanınmasına bu
işler ve eylemlerle katkıda bulunulmuş olunacak ve TÜRKSOY da bu yönüyle önemli bir
hizmeti üstlenmiş olacak.
Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi hakkında bilgi verir misiniz? Müzeniz çok güzel,
gerekli ilgiyi görüyor mu?
Bizim müzemiz her şeyden önce Türk Halk
Bilimi Bölümü öğrencileri için bir uygulama
müzesidir. Birinci sınıf öğrencilerimiz, eğitimleri boyunca doktoraları bitinceye kadar
o müzede uygulama yaparak, çalışarak, konsept oluşturarak bir laboratuarda gibi çalışırlar. Aynı zamanda bu laboratuar bizim için
bir bilgi ve belge üretim merkezidir. Bu müzemize dâhil edilen objelerin arka planını ve
kültürel bellekteki yerini göstermek amacıyla
onlarca kitap yayınladık. Burası aynı zamanda Üniversitemizin öğrencilerine ve halka açık
bir müzedir. Burada Somut Olmayan Kültürel
Mirasın ne olduğuna dair bir toplumsal duyarlılık oluşturmaya çalışıyoruz. Müzemiz gün
geçtikçe tanınıyor, özellikle ilköğretim ve lise
çağındaki öğrenciler öğretmenleriyle müzemizi ziyaret ediyorlar.
Müzenizdeki objelerle ilgili demeçler verilmesi ya da fıkralar anlatılması oldukça ilgi
çekici ve öğretici olsa gerek…
Evet, müzemizde 2500 civarında obje var,
ama biz bunların kendisini sergilemiyoruz ve
bu anlamda bir etnografya müzesi değiliz. Biz
aslında objenin arkasındaki kültürü anlatmak
istiyoruz. Bu nedenle amacımıza ulaşmak için
teknoloji ve mekânın genişletilmesi gerekiyor.
Ayrıca insanların da katkısı gerekmektedir.
Örneğin, daha geniş bir müzede herhangi bir
geleneksel kutlamayı bir piyes gibi canlandırmayı düşünüyoruz. Bunun yanında video gösterileri, dijital ortamlar, ses kayıtları gibi birçok
yöntemle objenin arkasındaki dünyayı ve asıl
kültürü aktarmak ve anlatmak istiyoruz.
Bildiğiniz üzere TÜRKSOY, üye ülkelerin
önde gelen müzelerini sanal alanlara dönüştürmek üzere geniş kitlelere ulaşmayı amaçlayan bir proje hazırlamaktadır. Bu projeyle
ilgili görüşünüzü alabilir miyiz?
Son derece isabetli olur, çünkü fizikî bir
mekânda müze kurmanın ne denli pahalı ve
zor olduğunu biliyoruz. Bu bakımdan sanal
bir müze, fizikî bir müzeden çok daha kolay
ziyaret edilebilen bir yer olduğu için dünyanın neresinden olursa olsun bu müzeyi ziyaret
edebilirsiniz. Görünürlük ve yaygınlaştırma
bakımından böyle bir müze harika bir proje
olur ve sürekli de geliştirilebilir.
Sohbetiniz için teşekkür ederiz!
47
1500 YILLIK HALK
BİLGELİĞİ KAYNAĞI
“HAN MİRGEN” DESTANI
Timur B. Davletov *
Her toplumun sosyal yaşamında tarih
önemli bir yere sahiptir. Türk halklarında da
bugünü anlamak ve geleceğe yönelik sağlam
temelli düşünceler üretmek için atalar tarafından bırakılan miras büyük bir önem arz
etmektedir. Türk sosyo-kültürel mirasın içerisinde ise kahramanlık destanlar geçmişle
48
* [email protected]
günümüzü birbirine bağlayan, kuşaklar arası
köprü işlevini gören stratejik bir katman oluşturmaktadır. Sözlü halk kültürünün bir ürünü
olan destanlar sayesinde kayda alınan ve en
önemlisi kayıtlarda yer almayan tarihi geçmişimiz daha iyi aydınlatılabilmekte ve anlaşılabilmektedir.
Diğer halklarda olduğu gibi Türk uluslarında
mitoloji olarak değerlendirilse de kahramanlık
destanlar aynı zamanda Türklerde bilinmeyen
geçmişten yakın yüzyıllara kadar geleneksel
dünya görüşü, kültür ve inanç, toplum-insandoğa ilişkileri, sosyal-ekonomik düzen hakkında
araştırmacılar için kaynaklık edebilmektedir.
Aslında halk bilgeliği ya da kodlanmış olduğundan çözülmesini bekleyen halk bilgeliği ansiklopedisi biçiminde kabul edilebilecek
olan destanlar bu alanda incelemeler nicel ve
nitel artış göstermesiyle birlikte Türk kültür ve
tarihinin çok daha yaraşır düzeyde gün ışığına
çıkarılması ve dünya çapında daha etkin tanıtılmasına nesne olarak hizmet edebilecektir.
Ortak geçmişimizle kucaklaşmada bu denli
önemli bir işlev gören destanlar alanında 1993
yılında kurulan uluslararası TÜRKSOY teşkilatı da ilk günlerinden beri çalışmalarıyla katkıda
bulunmaktadır. Kendi yayınlarıyla bu kuruluş
Türk dünyası sözlü halk mirasının korunması,
araştırılması ve tanıtılmasında öncülük etmektedir. Bu bağlamda özellikle nüfus açısından az
sayılı Türk halklarının kültüründen eserlerin
yayınlanması bu halklara yönelik olarak yürütülen sosyal sorumluluk çalışmaları da olarak nitelendirilebilir. TÜRKSOY yayınlarının
ücretsiz bir biçimde okurlara ulaştırılması da
yine bu kapsamda değerlendirilebilir.
Az sayılı Türk halklarından biri olan Hakaslar
çok zengin bir kültür ve tarihe sahiptir. Rusya
Federasyonu dâhilinde Güney Sibirya’da yaşayan bu halkın özellikle sözlü folkloru araştırmacıların ilgi odağındadır. Hakas milli folklorun
tanıtılması kapsamında uluslararası TÜRKSOY
teşkilatı kendi yürütme uzvu olan TÜRKSOY
Genel Müdürlüğü vasıtasıyla 2008 yılın sonunda toplam 5.114 dizeden oluşan Hakas
Türklerinin “Han Mirgen” Alplık Destanı kitabını gün ışığına çıkarmıştır. Tanınmış Hakas
destan anlatıcısı Anna V. Kurbijekova (19131990)’nın anısına ve TÜRKSOY’un kuruluşunun 15. Yıldönümüne ithaf edilen bu destanın
Türkçeye aktarımı dünya dillerine tercüme açısından bir ilktir.
TÜRKSOY’un insanlığın ortak Türk kültür
mirasının araştırılması, korunması ve tanıtılmasına ilişkin kültür siyaseti bağlamında
atılan başka somut bir adım niteliğini taşıyan
“Han Mirgen” kitabı, kuşkusuz, Türklük bilimcileri, halkbilimci, dilbilimciler vd. için yeni bir
inceleme kaynağını olarak hizmet edecektir. Bu
amaçla Türkçeye aktarım metninin yanı sıra bu
eserde Latince olarak destanın Hakasça metnine, TÜRKSOY yayınlarında yine bir ilk olarak
tanımlanabilecek kısa Hakasça-Türkçe Sözlük
ile destan kahramanlarının ad dizini, ayrıca
Türkçe ve Kirill Galetski tarafından redakte edilen İngilizce olarak hazırlanan özetlerle
“Han Mirgen” alplık masalının sosyo-kültürel,
tarihsel ve içeriksel çözümleme yazısına da yer
verilmiştir.
Kitabın kapak ve iç sayfalarının tasarımı
Aykut Koçoğlu tarafından uygulanan bu kahramanlık destanı için özellikle Türk kültürünü
yansıtabilmek amacıyla M.Ö. 3000’li yıllara dek
inen kaya resimlerinden yararlanılmış, KülTegin yazıtından bir kesit yazıya yer verilmiştir. Ayrıca kahramanlık destanın adı olan “Han
Mirgen” eski Türkçe harflerle kapağın üzerinde
yazılmış, üç yüz adet hediyelik kutunun üzerinde ise destanın yalnızca gerçek Türkçe harf-
49
lerle yazılmış “Han Mirgen” adı ve üzerinde
de Okuneff kültürüne ait güneş tamgası konulmuştur. M.Ö. 3000’li yıllardan günümüze gelen
bu simge sahip olduğu resmi itibariyle güneşi,
güneş galaksisini, üç katmanlı evreni, yani, üst,
orta ve alt dünyayı, üç zamanı, yani, geçmiş,
şimdiki ve gelecek zamanları, üç kuşağı, yani,
atalarımızı, bizleri ve çocuklarımızı, üç varoluş
ortamını, yani, doğumdan önceki yaşamı, doğumdan sonraki yaşamı ve ölümden sonraki
yaşamı, dünyanın dört yönünü, dört mevsimi, dört temel unsuru, yani, hava, su, toprak
ve ateşi, güneş sisteminin kabaca üçgen ya da
dörtgen olmadığını, gezegenlerin yuvarlak yörüngelerinden oluştuğun temsil ettiği söylenebilir. Eski Türkçeye yer verilmesinin nedeni de
bu zengin kültürerl mirasımızın tanıtılmasına
küçük de olsa bir katkıda bulunabilmektir.
Dış ön ve arka kapakta kullanılan iki resmin müellifi birçok kez TÜRKSOY Ressamlar
Buluşmasına katılan, kuruluşumuz vasıtasıyla Londra’da kişisel sergisi açılan ve
TÜRKSOY Resim Ödülünü kazanan Aleksey
Ulturgaşev’tir.
Önsözü Prof. Dr. F. Sema Barutcu Özönder’e,
aktarma metnini gözden geçirip düzeltiler Yrd.
50
Doç. Dr. Gülsüm Killi’ye ait olduğu bu kitabın
içinde TÜRKSOY Genel Müdürü Prof. Düsen
Kaseinov ile Hakas Cumhuriyeti Kültür Bakanı
Svetlana Okolnikova’nın sunuş yazıları yer almaktadır.
Yayına hazırlığı ve akademik çevirisi Hakas
Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı TÜRKSOY
Temsilcisi Timur B. Davletov tarafından gerçekleştirilen bu destanın tanıtımı da Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
Farabi Salonunda TÜRKSOY ve AÜ Çağdaş
Türk Lehçe ve Edebiyatları Bölümü işbirliğinde 04 Mart 2009 günü saat 14:00’te gerçekleştirilmiştir.
Tanıtım etkinliği bağlamında Türkiye’nin
önde gelen akademik çevrelerin katılımıyla “Türk Destancılık Geleneği İçinde Hakas
Destancılığı” konulu bilimsel bir oturum ve
tanınmış Hakas ressamlarından, Uluslararası
TÜRKSOY Resim Ödülü sahibi Aleksey
Ulturgaşev’in çalışmalarından oluşan “Şaman
Arkeoart’ı” konulu TÜRKSOY Resim Sergisi
açılmıştır.
Söz konusu etkinliğe TÜRKSOY Genel
Müdürlüğü, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı,
Ankara Üniversitesi Rektörlüğü ve Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi, Türk bilim adamları ve üniversite öğrencilerinden oluşan birkaç
yüz kişilik dinleyici kitlesi katıldı. Burada belirtilmesi gereken Hakas “Han Mirgen” destanının TÜRKSOY yayın politikasında yapıtların
tanıtılmasına dönük etkinliklerin bir ilki olduğudur.
Bu tanıtım etkinliği Hakas Cumhuriyeti
Hükümet Başkanı Viktor Zimin’in daveti üzerine Abakan’da ziyaretle bulunan TÜRKSOY
Genel Müdürü Düsen Kaseinov’un öncülüğünde NG.Domojakov Hakas Ulusal
Kütüphanesinde 02 Temmuz 2009 günü düzenlenmiştir.
Bu tanıtım toplantısı hem Türkiye hem de
yurtdışındaki bilim çevrelerinin büyük ilgisini
uyandırmıştır. TÜRKSOY’a dünyanın birçok
ülkesinden olumlu tepki ve insanlığın Türk
kültür mirasının korunması ve araştırılmasına
yönelik böylesine önemli katkıdan ötürü kutlama ve minnettarlık yazıları ulaşmıştır. Türkiye
Cumhuriyeti üst düzey yetkilileri etkinlik vesilesiyle gönderdikleri kutlama telgraflarında
Avrasya’da yaşayan Türk halklarının kültürel
zenginlik ve manevi güzelliklerinin dünya çapında yaraşır bir düzeyde tanıtılmasında bu
tür akademik çalışmalarının ne denli önemli
olduğunu özellikle vurgulamıştır.
Hakas Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı’yla işbirliği halinde düzenlenen ve Hakas bilim ve
sanat dünyası çevrelerinin katılımıyla gerçekleşen bu “Han Mirgen” destanı tanıtım etkinliği sırasında tanınmış Hakas ressamlarından
Richard Subrakov’un Abakan’da yayınlanan
bu destanın kitap sayfalarını süsleyen kara kalem çalışmalarından oluşan bir sergi açılmıştır. Han Mirgen destanını A.V.Kurbijekova’dan
kayda alıp Hakas ülkesinde yayına hazırlayan tanınmış Hakas yazarlarından Galina
Kazaçinova da kitabın tanıtımına katılmıştır.
Açış konuşmasında TÜRKSOY Genel Müdürü
Prof. Düsen Kaseinov Hakas Türklerinin “Han
Mirgen” destanının Teşkilatımızın yayın politikasında nitel olarak yeni bir dönemin başlangıcını simgelediği, bu dönemde Türk kültür
değerlerinin tanıtılmasında önceliğin yararlanabilirlik tabanının genişletilmesi esaslı yüksek
profesyonel ve bilimsel yaklaşıma verileceği ve
TÜRKSOY yayınlarının seviyesinin sürekli olarak artacağının altını çizmiştir.
Tanıtım etkinliği kapsamında Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan,
TBMM Başkanı Köksal Toptan, TBMM
Başkanvekili Meral Akşener, T.C. Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, T.C.
Devlet Bakanı Prof. Dr. Mehmet Aydın, T.C.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları
ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün vd.
kutlama mesajlarıyla katılmıştır.
Hakas kahramanlık destanı “Han Mirgen”in
TÜRKSOY yayın politikasında bir başka ilki
de kurumumuzun yayınlamış olduğu eserlerden biri olarak ilk kez Rusya Federasyonu
topraklarında TÜRKSOY Genel Müdürünün
katılımıyla Sibirya bölgesinde tanıtım etkinliği
düzenlenip okurla buluşmuş olmasından ileri
gelmektedir.
Hakas Türklerinin sözlü kültürel mirasının
bir eseri olan bu destanın imza atmış olduğu
bir başka ilk daha vardır. Bu da TÜRKSOY
yayınlarından birinin ilk kez uluslararası bilim camiasına dünyanın en önde gelen eğitim
kurumlarından Harvard Üniversitesi Avrasya
Araştırmaları İnternet İletişim Ağı vasıtasıyla
duyurulmuş olmasıdır.
Görüldüğü gibi 2008 yılının sonunda yayınlanan ve Japonya ve Çin’den Batı ve Kuzey
Avrupa’ya dek dünyanın birçok bilim merkezinden olumlu tepkiler alarak edinen bu en az
1500 yıllık Hakas “Han Mirgen” kahramanlık
destanı Türk kültürü ve sanatı alanında ilk ve
tek başarılı uluslararası kurumsallaşma örneği olan TÜRKSOY’un yayın politikasında
birçok ilke imza atmış, Türkiye ve Rusya’nın
Sibirya topraklarında kitap tanıtım etkinlikleriyle yoğun gündem yaratmış, TÜRKSOY kuruluşunun tanıtımına bir vesile olmuş, Türk
Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi Teşkilatını
yayınladığı eserin okurlarıyla kucaklaştırmış,
Türklük bilimi alanındaki araştırmacılarla bir
araya getirmiş, Türk kültür mirasının korunması, araştırılması ve gelecek kuşaklara aktarılmasına önemli katkı yapmış, Hakas kültürünün tanıtılmış ve Hakas destan anlatıcısı Anna
Kurbijekova’nın aziz ruhu anılmıştır.
51
NEVRUZ:
TÜ RK KOZASI
Sezai ÇAĞLAYAN *
52
Özgürlük, sevgi ve kardeşliğin güneşle birlikte doğduğu; gaile, hengâme ve baskının ezici
gücüne karşı direnç gösteren Şarkın umudunu
perçinlediği; akil insan ruhunu okşayan baranların Mezapotamya’dan Kafkaslara, oradan da
tüm cihana uzandığı; Türk tuğunun ayak bastığı yeşil tanın her deminde işlenen, hayat bulan ve yüreklerde de aynı coşkuyu filizlendiren
Nevruzla birlikte, dünya barışı için gerekli olan
hoşgörü ve samimiyet yeni bir yaşamın başlangıcını, eskinin geride kalan sığlığının miladını
oluşturmaktadır.
bağlayıcı özelliğiyle bir gelenek haline gelerek
ortak kültür mirasının değişmez bir unsuru
olmuştur. Orta Asya’da tohumlanıp giderek
tüm yarım kürede yeşeren; içinde ayrı tatları
barından bir meyve bahçesindeki salkımlar
gibi damıtılmayı bekleyen; oradan da tarihin
gizli kavlarında bekletilip, en bilinmemiş yerlerine servis edilen; kimini eteğiyle kimini sepajıyla etkileyen; kimine aroma kimine buke
hazzı veren ama mutlaka bir şeyler kazandıran
Nevruz, Türk toplumlarında ayrı bir öneme sahip olmuştur.
Kürenin kuzeyindeki insanlığın ortak bayramı olan Nevruz, yüzyıllardır birleştirici ve
Medeniyetlerin harmanlandığı, eşsiz kültür
mozaiğinin ilmik ilmik işlendiği, sayısız mil-
* Gazi Üniversitesi İdari ve İktisadi Bilimler Fakültesi/Kamu Yönetimi/1. Sınıf Öğrencisi
lete ev sahipliği yapan Orta Asya’yı mesken
edinen Türklerin asi, kabına sığmaz nitelikleri
gereği dağı taşı eriterek Ergenekon’dan çıkmaları, esaretin palangasından sıyrılarak doğayla
birlikte yeniden doğmaları bugünü kutlu kılmıştır. Dünya üzerindeki birçok medeniyetin
yol göstericisi olan; sadelik içinde görkemi,
sükûnet içinde ihtişamı faziletli bir şekilde icrâ
edebilen; devlet yıkıp devlet kurmakta üstat
olan; en imkânsız olanı bile kat’i bir lisanla olur
kılan; düşmanlarını dahî kendisine elmas bir
bağ ile bağlayabilen; mazisinde ve istikbalinde
ender olmayı başararak kâinata tabiatın bir hediyesi olan Türkler, gelişmiş zevk ve sanat anlayışlarıyla de kendi farklarını ortaya koyarak
Orta Asya’nın bozkır rengi olan buğday sarısını benlikleriyle; yeşili, güneşin doğduğu yerle,
ilkbaharla; kırmızıyı ise birlikte doğdukları güneşin sıcaklığıyla özdeştirmişlerdir. Geçmişine
bugünü gibi sahip çıkan, destanlarında da anlatıla gelen gelenekleriyle Türkler, temizlenmenin, kötülüklerden arınmanın değişmez bir koşulu olarak gördükleri ateşi bu mânâlı günde
yeşil bir zeytin dalına, bir dilek ağacına atfederek içlerinde mayalanan en samimi isteklerinin
pişmesinde, yeni umutlarının doyurmasında
kullanmışlardır. Bu farklılık; kürenin her köşesine giden, her milleti biçimlendiren Türk’ün
Nevruz geleneğini zenginleştirerek ona ayrı
bir tat ihtiva etmiştir.
Gecesinin ve gündüzünün eşit olduğu, yeni
bir başlangıca adalet ve hakkaniyet içinde girilen bugün, gerek Siyasetnamesinde gerekse
Lügatinde belirtildiği üzere resmî bir özellik
de taşımaktadır. Türklerde Ergenekon’dan çıkış, Kürtlerde Demirci Kava’nın zalim Dehak’a
isyanı ve Zerdüşt’ün takriri gibi, çeşitli ırk ve
kültürlerin bugünü farklı temellere dayandırmaları bir kimlik inşası olsa da Nevruz genel
bağlamda bir tür kordon bağı, bir kardeşlik emsali olmuştur. Kızıl çemberin hamele girmesiyle, hercai aşkından ayrılan kardelenin küskün
bakışlarının tercümanı olan mimoza, soluk,
kirli göğün yırtılışının habercisi, sonsuz maviliğe uzanan yerin ve göğün ortak kaderinin aynası olmuştur. Beyaz örtünün altına gizlenmiş
güzelliklerin çehresini göstermeye başladığı ve
uzun inzivadan sonra şâşâlı bir düğünle süslenmiş doğanın kanat çırpışları ile dalgalanan
Tavus kuşunun renkli yelpazesi eşliğinde süzülen gökkuşağının altındaki mutlu tebessümler,
kelimelerin kifayetsizliğinde imdada koşmaktadır. Seherin sarı sıcağında yükselen çiğin,
özlem kokulu toprak ananın bağrında patlayan
yeşil tomurcukların oluşturduğu masalsı görüntüler eşliğinde, mis kokan çiçeklerle yaptığı
valsin vermiş olduğu haz, Affan Dede’den aldığı çocukluğuyla hiçbir şeyden habersiz horoz
şekerini yiyen çocuğun dilindeki tat kadar güzel ve eşsizdir. Satılan güzün ahıyla zor edilen
sabah ve ardından güneşin tatlı gülüşüyle baharın şartsız tutkusuna uyanan maşuk, kaldığı
yerden devam eder güle olan aşkına.
Paylaşım, sevgi, kardeşlik ve barışın meyvelerinin olgunlaşmasının uzun sürdüğü dünyamızda, bir damla mutluluğa aç, umudunu kaybetmiş insanların acı gerçeğinin tam ortasında
bulduğumuz; kendimize edindiğimiz misyonun farkına vardığımızı bilmek ve bildirmek
için çalıştığımız; iç karartıcı matlaşmış günlerin sona erdiği; kara bulutlar ardındaki pırıl
pırıl güneşin sessiz çığlığını duyurduğu; kuş
cıvıltıları, hayvan sesleri ve yaprak hışırtılarından kurulu orkestranın en güzel besteleriyle
insan ruhunu okşayan nağmelerini kulaklara
fısıldadığı bu günde yakılan ve binlerce yıldır
hiç sönmeyen, gücünü sevgiden alan kardeşlik
ateşi geçmişte olduğu gibi bugün ve gelecekte
de gönülleri ısıtmaya devam edecektir.
53
İstanbul’da Başkurdistan
Kültür Günleri ve Başkurt
Kültür Evi Açılışı
Ahat SALİHOV *
Başkurdistan Kültür Günleri, 18-21 Haziran
tarihleri arasında İstanbul’da düzenlendi.
Etkinliklere katılmak üzere Türkiye’ye gelen heyet, başta Başkurdistan Başbakanı Rail Sarbayev
olmak üzere Başbakan Yardımcısı Kültür ve
Ulusal Siyaset Bakanı İldus İlişev; Başbakan
Yardımcısı Sanayi ve Dış İlişkiler Bakanı Yuriy
Pustovgarov; Ufa Belediye Başkanı Pavel
Kaçkayev; Ufa Kirov ilçesi Belediye Başkanı
Yulay İlyasov; Dünya Başkurtları Kurultayı
Başkanı Rumil Aznabayev ve bilim adamlarıyla sanatçılardan oluşuyordu.
Heyet, ilk olarak Uluslararası İslam Tarihi,
Kültürü ve Sanatını Araştırma Merkezini
54
* R.F. Başkurdistan Ülke Temsilcisi
(IRCICA) ziyaret etti. IRCICA Genel Başkanı
Halit Eren, Ufa’da 2008 yılında gerçekleştirilen Uluslararası İdil-Ural Bölgesinde İslam
Medeniyeti Sempozyumuna verdiği destekten
ötürü Başkurdistan Cumhurbaşkanı Murtaza
Rahimov’a şükranlarını sundu.
Ertesi gün, İstanbul Üniversitesinde ‘Rusya
İçinde Başkurdistan Özerk Cumhuriyeti’nin
Kuruluşunun 90’ncı Yılı Konferansı’ düzenlendi. Konferansa İldus İlişev’in yanı
sıra Başkurdistan Cumhurbaşkanlığı Sivil
Toplum Kuruluşlarıyla İlişkiler Dairesi Başkan
Yardımcısı Emir Yuldaşbayev ve Başkurdistan
ve Türkiye’den bilim adamları da katıldılar. Bu
bağlamda Başkurdistan örneğine dayanarak
Rusya’daki federatif ilişkilerin gelişimiyle ilgili
konuların değerlendirilmesi için bir yuvarlak
masa etkinliği gerçekleştirildi.
Aynı akşam, Cemal Reşit Rey Konser
Salonunda Başkurt sanatçılarının konseri sahnelenirken, ‘Başkurdistan Cumhuriyeti’nin 90
Yılı’ ve ‘Ahmetzeki Velidi Togan’a Armağan’
resim sergileri yer aldı. 20 Haziran’daysa heyet, Rusya Federasyonu Ankara Büyükelçisi
Vladimir İvanovskiy ve Rusya Federasyonu
İstanbul Başkonsolosu Aleksandr Krivenko’yla
görüştü.
TÜRKSOY Genel Müdürü Düsen Kaseinov,
Başbakan’a
cevaben
“Başkurdistan,
TÜRKSOY’un
en
aktif
üyelerindendir.
TÜRKSOY, Başkurtların önemli değerleri olan
Salavat Yulayev’i, Akmulla’yı, Ural Batır’ı,
Kuray’ı tanıtmak için pek çok etkinlik düzenlemiştir. İstanbul’da dördüncüsü düzenlenen
Başkurt Sabantoyuna destek vermekten de
onur duymaktayız” dedi.
Başkurdistan Kültür Günleri çerçevesinde resmi heyet, Topkapı Kültür Parkı Başkurt
Kültür Evinin 21 Haziran’daki açılış törenini
gerçekleştirdi. Törene Büyükelçi İvanovskiy,
Başkonsolos Aleksandr Krivenko, Halit Eren,
İstanbul Kültür A.Ş. Başkan Yardımcısı Nevzat
Bayhan, Başkurdistan’ın İstanbul’daki Ticaret
Temsilcisi Kanşaubiy Miziyev de katıldılar.
İvanovskiy açılış konuşmasında Kültür Evinin
Rusya ve Türkiye arasında gittikçe gelişen ilişkilerin kanıtı olduğunu ifade etti. Tören sonrasında heyet, ünlü Başkurt bilim adamlarından
Prof. Dr. Ahmet Zeki Velidi Togan’ın kabrine
çelenk bıraktı.
Fotolar: Alik Şakirov
Aynı gün, Mehmet Akif Ersoy Parkında
‘Başkurt Sabantoyu’ düzenlendi. Şenlik sırasında Başkurt oyunları sergilenip katılımcılara ve izleyicilere Başkurt milli yemekleri ikram edildi. Şenliğe TÜRKSOY Genel Müdürü
Düsen Kaseinov, Türkiye Cumhuriyeti Kültür
ve Turizm Bakanı Müsteşarı İsmet Yılmaz,
İstanbul Belediyesi Temsilcileri ve daha nice
konuk katıldı. Açılış konuşmasını gerçekleştiren Başbakan Sarbayev, katılımcıların bayramlarını kutladı ve TÜRKSOY Teşkilatının
Türkiye ile Başkurdistan arasındaki ilişkilerin
geliştirilmesindeki önemli etkisine değindi.
55
Tatar Kültürü
İstanbul’da Neşe
İçinde Kutlandı
Ünlü Tatar şairi Abdullah Tukay’ın doğumunun 123’üncü
Yıl dönümü ve ‘Ana Dili Günleri’ İstanbul’da kutlandı.
Zemfira Hasanova *
Rusya Federasyonu Tataristan Cumhuriyeti
Kültür
Bakanlığı,
TÜRKSOY
Genel
Müdürlüğü ve İstanbul Valiliğinin katkılarıyla, İdel-Ural Tatar Kültür ve Yardımlaşma
Derneği tarafından 21-23 Nisan tarihleri arasında Tatar şairi Abdullah Tukay’ın 123’ncü
Doğum yıl dönümü ve Ana Dili Günleri bü-
56
* TÜRKSOY R.F. Tataristan Temsilcisi
yük bir coşkuyla kutlandı. Buluşmada, ulu
şairin Tatar kültürüne katkıları ve Tatar dilinin gelişmesindeki önemini anlatan bildiriler
sunulurken, şiir ve yapıtlarının Tatar halkının
manevi mirası ve tarihine etkilerinden söz
edildi. Toplantının bir diğer önemli amacı,
yurtdışında yaşayan Tatarların ana dillerini,
kültürlerini ve geleneklerini korumaya yönelik faaliyetlerin tartışılmasıydı. Bu çerçevede,
Türkiye’de her sene düzenli olarak kutlanan
milli bayramların ve özellikle Tatar Sabantuy
kutlamalarının geleneksel bir hal almasının,
Tatar gençlerine tanıtımı açısından son derece
önemli olduğu vurgulandı.
TÜRKSOY davetlisi olarak Türkiye’de bulunan ve Konya’da düzenlenen 2’nci Bin Nefes
Bir Ses Uluslararası Türkçe Tiyatro Yapan
Ülkeler Festivaline Tataristan’dan katılan Sabir
Amutbaev Tatar Devlet Drama Tiyatrosu,
Türkiye’de yaşayan Tatarlar için büyük bir anlam ifade eden bu etkinliğe özel olarak hazırladığı programla ayrı bir renk kattı. Oyuncular,
Tukay’ın hayatı ve sanatı hakkında müzikal bir
kompozisyon sundu ve klasik Tatar oyunlarından örnekler sergilediler.
Kutlamalara katılan kalabalık misafir topluluğu içinde Türkiye Cumhuriyeti Hükümet
Danışmanı Birol Dok, Dünya Tatarlar Ligası
Başkanı Gönül Pultar, İdel-Ural İstanbul Tatar
Kültür ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Atilla
Küntüz, İdel-Ural Eskişehir Tatar Kültür ve
Yardımlaşma Derneği Başkanı Abdulvahit
Erden, İdel-Ural Kütahya Tatar Kültür ve
Yardımlaşma Derneği Başkanı Abdullah
Atasever, R.F. Tataristan Cumhuriyeti’nin
Türkiye Cumhuriyeti’nde Yetkili Temsilcisi,
TÜRKSOY Genel Müdürlüğü yetkilileri ve basın-yayın mensupları yer aldı.
Kadir Toptaş, İstanbul Vali Yardımcıları
Murat Kocabaş ve Mustafa Altıntaş, Rusya
Federasyonu’nun Ankara Büyükelçisi V.Y.
İvanovskiy, Rusya Federasyonu İstanbul
Başkonsolosu A.İ. Krivenko, T.C. Kültür ve
Turizm Bakanlığı temsilcileri, TÜRKSOY
Genel Müdürü Düsen Kaseinov, IRCICA
Genel Müdürü Halit Eren, Belediye ve Valilik
yetkilileri, Rusya Federasyonu Büyükelçiliği
ve Bağımsız Devletler Topluluğu ülkelerinin
Konsolosluk temsilcileri, Türkiye ile Rusya arasındaki iki taraflı ekonomik ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesine katkıda bulunan sivil toplum örgütlerinin başkanları hazır bulundular.
Tataristan’dan gelen resmi heyetse R.F.
Tataristan Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı
ve Kültür Bakanı Zilya Valeyeva, Tataristan
Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanlığı
Kültürel
Gelişime Destek Vakfı Başkanı N. Valiullina,
Tataristan Besteciler Birliği Başkanı R.
Kalimullin, Tataristan Cumhuriyeti Devlet
Dans ve Müzik Topluluğu Üyeleri ve ülkenin
önde gelen sanatçılarından oluştu.
Kültür Evini ziyaret eden İstanbul halkı, burada sergilenen Tatar dekoratif sanat eserleriyle tanışma imkânı buldu.
Tatar dilinde Abdullah Tukay Müzelerine
Seyahat belgeselinin izlenmesinin ardından yazarın sözlerine yazılan ‘Ana Dili’ (‘Tugan Tel’)
şarkısıyla etkinlik son buldu.
Tataristan Cumhuriyeti Kültür Evinin
Açılışı ve Sabantuy Kutlamaları
İstanbul’da bulunan Topkapı Kültür Parkı
Türk Halkları Müzesinde 6 Haziran 2009’da
Tataristan Cumhuriyeti Kültür Evinin Açılışı
ve Sabantuy Kutlamaları gerçekleştirildi. Bu
sene 15’ncisi düzenlenen Sabantuy Bayramı,
Türkiye’de yaşayan Tatar diasporası için büyük
şenliklerle geleneksellik kazanmış bir bayram
niteliğindedir. Kutlamalarda, Türkiye’nin çeşitli yerlerinden katılan Tatarların yanı sıra aralarında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı
57
Tahir Salahov
80 yaşında
Bu günlerde 80’nci yaş gününü kutlayan dünyaca ünlü
Azerbaycan ressamı Tahir Salahov, kendine has yeteneği
sayesinde son 50 yılı aşkın bir sürede 20’nci Yüzyılın önemli
sanatçıları arasında hak ettiği yeri bulmuştur.
Galip KASIMOV *
Elçin GAFARLI **
Tahir Salahov, 1928’de Bakü’de doğmuştur.
Resim çizmeye daha ilkokul Birinci sınıftayken
başlayan Salahov’un, 8 yaşına geldiğinde kütüphanede kişisel sergisi açılmıştı bile. Ressam,
sanata attığı ilk adımlar hakkında şöyle yazar:
“… Kütüphaneden kitap aldığımda bana dediler ki: “Okuduklarını resimlerle anlatmaya
çalış”. Ben ise bir buçuk aya kadar kitabı iade
etmedim ve “Bak, ben çalışkanım, çok çalıştım
ve çok resim çizdim.” diyebilmek için, benden
istenilmemesine rağmen başka kitaplara da resimler yaptım. Daha sonra Bakü’deki Belinski
Kütüphanesinde ilk sergim açıldı”.
Önceleri
Bakü’deki
Pionerler
Evi’nin
Görsel Sanat Stüdyosuna ve Azim Azimzade
Ressamlık Okuluna giden genç Salahov, ikinci
Dünya Savaşı sonrasındaki zor yıllarda şehir
parkı için asfalt üzerine reklam kompozisyonları çizerek kalabalık ailesinin geçimine katkıda bulunuyordu. Daha sonra, Saint Petersburg
ve Moskova’daki ressamlık okullarında
V.P.Yefanov, P. İ. Kotov ve ünlü savaş sahneleri ustası P. D. Pokorjevski’nin yanında eğitim
gördü ve yağlı boya tekniğinde olduğu kadar
diğer resim tekniklerinde de bilgi ve becerisini
arttırarak yeteneğini ortaya çıkardı.
58
Onun resimlerini de başka ressamlar gibi
birkaç grupta analiz etmek mümkündür. Bu
sıralamaya portre, eskizler, sulu boya ve edebi
özelliği bulunan resimler dahildir.
Ressam, yurtdışına çıktığı zamanlarda durmadan resim yapar, Bakü’ye dönünce de bu
eserlerin bir kısmını kişisel sergilerinde gün
ışığına çıkarırdı. Tahir Salahov’un çok yönlü
yaratıcılık deneyimini gözler önüne seren ve
yurtdışında yapıp getirdiği resimler neredeyse sayısızdır. Salahov, 1960 yılından itibaren
birçok ülkeye iş gezisine gider ve her seferinde içerisinde onlarca, yüzlerce resim bulunan
albümlerle dönerdi. Azerbaycan’ın ünlü sanat
eleştirmeni ve bilim adamı Mürsel Necefov bu
konuda şöyle yazar: “Bugün onun resim albümlerinde ve sulu boya serilerinde Çekoslovakya
ve Almanya, Fransa ve İtalya, Norveç ve Büyük
Britanya, Yunanistan ve İsviçre, Hollanda ve
Belçika, İspanya ve Meksika, Küba ve Amerika
Birleşik Devletleri, Finlandiya ve Danimarka,
Hindistan ve Suriye, Irak ve İran, Macaristan
ve Yugoslavya, Kanada ve Japonya gib ülkelerin manzaralarına, bu ülkelerde çizdiği portrelere ve müsvedde resimlere rastlamamız tesadüf değildir.”
* Azerbaycan Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı/Sanat eleştirmeni
** Türkiye Türkçesine Aktaran/TÜRKSOY Azerbaycan temsilcisi
Sanatçının çok sayıdaki resimleri, eskizleri,
çizgi çalışmaları arasında tanıdığı insanların
portreleri özellikle dikkate değerdir. Portre
tarzı onun yaratıcılığında geniş yer tutar. İster
yağlı boya ister diğer resim teknikleriyle ürettiği eserlerde olsun, Salahov’un portre türündeki
onlarca eserini dikkatle incelediğimizde zahiri
benzerliğin, ciddi realizmin, resmedilen insanın iç dünyasının, şahsi özelliklerin, duyguların, şahsın mekân ve çevreyle ilişkisinin karakterize edildiğini görürüz. “Fikir ve Tecessüm”
adlı makalesinde ressam şöyle yazar: “Portrede
benzerlik tabii ki her zaman gereklidir; ama
bununla birlikte bu belirleyici bir başlangıçtır.
Beni insanın özelliği, onun iç dünyası ilgilendirir ve ben özellikle bunu anlatmaya çalışırım”.
yeteneğini ustalıkla sergilemişti. Şu gerçeği
unutmamak gerekir ki Çin mürekkepli gazlı
kalemle resim çizmek, kalem ve kömürle çalışmaya oranla çok daha zordur. Çünkü bu süreçte ressamın yaptığı hatayı silerek düzeltmesi
imkânsızdır. Bu yüzden sanatçı, resmin görüntüsünü öncelikle hayalinde canlandırmalı ve
onu bir defaya mahsus olarak kaydetmelidir.
Salahov’un çizgisinden yetenekli Azerbaycan
ressamı Hüseyin Aliyev’in Portresi (kâğıt üzerine gazlı kalem, 1970) insan psikolojisini, düşüncelerini, onun simasında ifade edilen maneviyatı bizlere tecessüm ettirmektedir.
Genç Filistinli Faiz Rabah’ın Portresinin (kara
kalem, 1976) tasvirinde Salahov, aynı grafik
yöntemle portreyi yapmış, Rabah’ın kıvırcık
Tahir Salahov
Salahov, bugüne kadar onlarca önemli ödüle, madalyaya ve nişana layık görülmüştür.
Meşhur fırça ustasının yaptığı
her eser başlı başına tartışma
konusu olacak düzeydedir.
Herkesçe bilinen Kara Karayev’in Portresi
üzerinde çalışmaya başladığında (1960) kendisinin de belirttiği gibi ressam, bestekârın
yanında defalarca bulunmuş; eskizler, çizgi
çalışmaları yapmış; onu çok yönlü olarak tanımaya çalışmıştı. “Ben Kara Karayev’i ihtiraslı
çalışma ortamında çizmek istiyordum. Çünkü
ilham geldiği zaman üreten insan için bunun
olağanüstü, dâhiyane ve gergin bir süreç olduğunu göz önünde bulundururdum.”
Daha sonraları F. Emirov’un (1967), R.
Rıza’nın (1971), M. A. Sabir’in (1962) portrelerini yaparken de ressam aynı yönteme başvurmuştu. M. A. Sabir’in portresi için babasına
çok benzeyen oğlu model olmuştu.
Tahir Salahov, gazlı kalem tekniğini de mükemmel bir şekilde kullanarak bu konudaki
saçlarını, çatık kaşlarını, sıkıca kapalı dudaklarını çizerek onun çevresini, yaşadığı dönemin
onun yüzünde ve alnında daha gençken bıraktığı kırışıklıkları, bütün bunlarla onun var olmaya dair ilişkisini betimlemiştir.
Ünlü yazar-şair Resul Hamzatov’un zengin
psikolojik portresini yaparken sanatçı farklı
bir tekniğe -sanginaya- başvurmuştur. Bence
bu portre, Tahir Salahov’un yaptığı portreler
yelpazesinde kendini ifade edişini, konu seçimi ve biçimini, son derece aydın ve düzenli
resmini açıkça yansıtırken; resme konu olan
mütefekkir şahsiyetin zengin iç âleminin, duygu ve düşüncelerinin bütün ayrıntılarının sergilenmesi bakımından en başarılı çalışmasıdır.
Bir insanın portresini böyle azamî benzerlikte;
onun iç âlemini, psikolojisini bu denli başarılı
bir şekilde kâğıda geçiren yaratıcı ve gözlem-
59
Ünlü Besteci Kara Karayev’in Tablosu
ci ressam, insanlar arasında sanki bir psikolog
gibi dolaşmalıdır. Bence Tahir Salahov yaşadığı
dünyaya, çevresindeki gerçeklere daima yaratıcı bakışlarla bakmıştır.
Kadın güzelliğine hayranlık; onun ifadeli,
yorucu olmayan, sade ve lakonik tasvir araçlarıyla yansıtılması; bu arada anın ve psikolojinin
de vurgulanması Tahir Salahov’un çizdiği çok
sayıdaki kadın resimlerinde kendini belli eder.
Bu özellikler, Hemşire Portresi (kâğıt üzerine
kalem, 1978), Marina’nın Portresi (kâğıt üzerine kalem, 1983), aktris İ. Miroşniçenko’nun
Portresi (kara kâğıt üzerine tebeşir, 1980) vs.
gibi çok sayıda portrede merkezi çizgi olarak
kendini göstermektedir.
Aktris İ. Miroşniçenko’nun Portresini sanki
aktris oynadığı rolde seyirciye seslenecek veya
hareket edecekmişçesine kara kâğıt üzerine tebeşirle çizmiştir. Bu portrede de, diğerlerinde
gördüğümüz gibi insanın bu dünyadaki yeri
ve düşüncelerinin, varlığın mahiyetinin, çeşitli
insan tiplerinin tasvir ve ifade araçlarıyla betimlendiğini görüyoruz.
Tahir Salahov’un resimleri arasında ‘Atölyede
model’ serisinden olan ve doğrudan modele
bakılarak çizilmiş resimler de dikkat çeker, ki
bunların da birçoğu gazlı kalem tekniğiyle icra
edilmiştir.
60
Salahov, sanatçılığının yanı sıra pedagojik
faaliyeti ve organizasyon becerisiyle genç ressamlar kuşağının yetiştirilmesine ve milli ressamlığın gelişmesine büyük ölçüde katkıda
bulunmuştur.
Tahir Salahov’un Türkiye Cumhuriyeti’ndeki
sanatı ve Kurtuluş Savaşı, Büyük Taarruz,
Sakarya Meydan Muhaberesi ve Çanakkale
Savaşıyla ilgili işleri de takdir edilenlerdendir. 2001 yılından itibaren Salahov’un
başkanlığındaki
Rus
sanatçılar
heyeti,
Ankara Anıtkabir’deki Atatürk ve Kurtuluş
Savaşı Müzesinde çalışmaya başlamışlardı.
Çalışmaları sonucunda, 26 Ağustos 2002’de
Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi büyük bir
törenle açıldı ve Türk milletine sunuldu.
Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesinde Tahir Salahov’un başkanlığındaki
heyetin hazırladığı Çanakkale Savaşı panoramasından bir görüntü.
KAZAKİSTAN
KÜLTÜR ŞÖLENİNDE
GÖRDÜKLERİM
Âşık Şeref TAŞLIOVA
Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi
(TÜRSOY), Kazakistan’ın Almatı şehrinde bulunan konservatuarın yirminci kuruluş yıldönümü programına Türkiye’yi temsilen katılmamı önerdi. Orta Asya Türk devletleri içinde
sadece Kazakistan’a gidememiştim. Benim için
hem sanatımı icra etme anlamında hem de görmeyi isteyip de fırsat bulamadığım bu Türk
yurdunu görme açısından önem taşıdığı için
öneriyi kabul ettim. Benimle beraber, Kültür ve
Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel
Müdürlüğünden Timur Yılmaz da gelecekti.
Gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra, 24 Eylül
gece yarısı Almatı havaalanına indik. Bizi, in-
ceden yağan sonbahar yağmuru altında Almatı
Oteline yerleştirdiler.
İstanbul Almatı arası, uçakla da olsa, birkaç
saatlik zaman farkı nedeniyle yorucu olmuştu.
Sabah, program hazırlığını yapmak üzere otelden ayrılıp konservatuara geçtik. Yol boyu bu
güzel Türk yurdunun her köşesini dikkatle izleme imkânı buldum. Konservatuardaki tanışma
faslı ve prova için yapılan karşılama gerçekten
çok anlamlıydı. Bizi, şaşırtacak derecede samimiyet ve itinayla hazırlanmış program öncesi
güler yüzleriyle Konservatuar Rektörü Prof.
Dr. Jania Yahyakızı, Dekan Kerima Sündetkızı
ve eski Kazakistan Kültür Bakanı ve TÜRKSOY
61
Genel Müdürü Düsen Kaseinov karşıladılar.
Sevinç içinde sohbetler başladı…
Ramazan ayı içinde olduğumuz için Kutsal
Ayın güzellikleri devam ediyordu. Program
günü hazırlıklar ve provalar bittikten sonra bir
sempozyum yapıldı. Burada konservatuarın
yetkilileri ve TÜRKSOY Genel Müdürü Düsen
Kaseinov birer konuşma yaptılar. Türkiye
Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay’ın tebrik mesajını benim okumam uygun bulundu. Ben de, uzun yıllar mensubu
olduğum ve 2003 yılında emekli olduğum kurumun Bakanı’nın söz konusu mesajını okudum. Araştırmacı Timur Yılmaz da, ‘Türkiye’de
Âşıklık Geleneği’ üzerine görüntülü bir sunum
gerçekleştirdi. Etkinlik dâhilinde, benden kısa da
olsa bir fasıl icra etmemi istediler. Programımın
sonunda da o günümüz tamamlanmış oldu.
Kazakistan’dan davet edilen bir müzik grubunun Gazi Üniversitesinde sunmuş olduğu programı Ankara’da beğeniyle dinlemiştim. Benimle
beraber salonda bulunan davetlilerin de takdirini kazanan bir icraydı. Gazi Üniversitesinin
bünyesinde böylesine iyi hazırlanmış bir program, Kazakistan’daki icram için bir örnek oluşturmuştu. TÜRKSOY Genel Müdür Yardımcısı
Yrd. Doç. Dr. Fırat Purtaş’ın Kazakistan’dan
gelen sanatçılar için verdiği iftara Kosova’dan
gelen sanat grubu da katılmıştı. Ben de davet
edilmiştim. Purtaş’ın misafirlere hitaben yapmış olduğu konuşmasında Türk dünyasıyla ilgili söyledikleri, üzerinde durulacak nitelikteydi.
62
Almatı’daki programın ilk gününde Türk
Dünyasından birçok atışmacı dombıra çalarak
kendilerine özgü müzik türlerini icra ediyorlardı. Türk Dünyasında, Kazakistan sahasında
atışmanın çok gelişmiş olduğu bilinmektedir.
Özellikle Altay’dan gelenler, kendi kıyafetleriyle geçmişin güzelliklerini sergiliyorlardı. Gerek
Türkiye’de, gerekse İngiltere’de katıldığım
programlarda ve Türk ülkelerinde rastladığım
örneklerde, her bir atışmanın ayrı bir sanat
türü oluşturması ve ses yapısına sahip olması
dikkatimi çekmişti. Sıra bana geldiğinde, alkışlar arasında sahneye çıktım. Anadolu âşıklığının icra töresine uygun olarak dinleyenleri
selamladım ve kısa bir konuşma yaptım. Aynı
dili konuşsak da, anlaşmakta biraz güçlük çektiğimiz için, Ak Erke ismindeki Kazak öğrenci,
benim Türkiye Türkçesiyle söylediğimi sahnede
Kazakistan Türkçesine aktardı. Ak Erke, daha
önce Türkiye’ye 23 Nisan Çocuk Bayramı vesilesiyle gelmiş bir kızımız.
Programımı ayakta çalıp söyleyerek gerçekleştirdim. Gelenek gereği, doğaçlama söylediğim ve Kazakistan’ı işleyen bir ‘güzelleme’yle
başladım. Bu doğaçlama deyişten sonra, ‘Asyalı
Güzel’ isimli deyiş türkümü söyledim. Bu ikisinin ardına sıraladığım eserlerimle, Anadolu
âşık sanatının çeşitli türlerini ve icra şekillerini
orada temsil ettim. İcramı bitirdikten sonra, sahneden inmeden önce bana Kazakistan’ın millî
kıyafeti olan ‘Çapan’ı giydirdiler. Protokolde
bulunanlarla birlikte bu kıyafet içinde fotoğraflar çektirdik. Ardından, katılımcı atışmacılar
ve sanatçılar olarak el ele tutuşarak Türk dünyasının ve TÜRKSOY’un sesini bir bayrak gibi
dalgalandırdık. Orada kaldığım üç gün içinde
kültür ve sanatın Kazakistanlı yetkililerce çok
önemsendiğini gördüm. Bu durum beni fazlasıyla mutlu etti. Kültürünün bilincinde olan
yetkililer… Beni, söylediğim türkülere ve Ak
Erke’nin aktardığı şiirlerimin sözlerine bakarak
büyük bir hayranlıkla dinlediler ve alkışladılar.
Orada bulunduğum bu kısa süre içinde Almatı
şehrinin önemli yerlerini gezdim. Bunların arasında müzik aletleri müzesi beni çok etkiledi.
Müzenin görevlisi, gezimizin sonunda sunduğu
eserlerle Asya’daki geleneğin seslerini aktardı.
Buradan, akşam iftarına oturmak için rektörlüğe
döndük. O gece, Müslüman âlemin en kutlu gecesi olan Kadir Gecesi’ydi. Almatı’daki Ortalık
Mescidi’ne Yahyakızı, Sündetkızı ve misafirlerle
birlikte gittiğimde mekân tıklım tıklım doluydu.
Herkeste bir Ramazan ve bayram sevinci vardı.
Gelenlerin bir kısmı çocuklarını omuzlarında
taşıyarak namaz kılmaya çalışıyorlardı.
Dönüş akşamında, bir gala gecesi gibi adeta, katılan misafirlere ziyafet verildi. Düsen
Kaseinov’un konuşması, Türk birliğinin kültürden ve sanattan geçtiğini vurguluyor ve bu sebeple büyük anlam taşıyordu. Kasseinov bu tür
programların faydasına da değindi. Coşkuyla
başlayan ve gururla nihayetlenen programdan
sonra, bizi gece yarısı otelden alarak Almatı
havaalanına götürdüler. Almatı’dan İstanbul’a,
İstanbul’dan da Ankara’ya geçtim.
Gezdiğim ve gördüğüm güzel günler sırasında, bu tür kültürel faaliyetlerin Türk Dünyasında
daha geniş kapsamlı olarak ve sık sık yapılmasının önemini bir kez daha hissettim.
Kazakistan’daki güzelliklerin ve gördüğüm
misafirperverliğin bende uyandırdığı duygularla, içimden gelenleri şiirimde anlatmaya çalıştım.
KAZAKİSTAN’DA
Ata yurdu gördüm gönlüm hoş oldu,
Kardeşliğin yolu Kazakistan’da.
Ruhum sevdalandı muhabbet buldu,
Uzanan dost eli Kazakistan’da.
Bunlar ecdadımın millî varisi,
Çiçeklerin yeşil pembe sarısı,
Almatı’ya indim gece yarısı,
Kudretin hoş seli Kazakistan’da.
Konservatuarın yirmi yılında,
Türk dünyası türkü söyler dilinde,
Tatlı nağme dombıranın telinde,
Kültürün her kolu Kazakistan’da.
Rektörü Jania Yahyakızı’yla,
Düsen Kaseinov tatlı sözüyle,
Bizi konuk etti güler yüzüyle,
Duydum tatlı dili Kazakistan’da.
Dekanı Kerima Hanım hoş insan,
Sevilay bizimle eyledi devran,
Türlü hüner ile açıldı meydan,
Esti sanat yeli Kazakistan’da.
Hepsi benim kardeşlerim canlarım,
Konuşunca sözlerini anlarım,
Beraberce geçti güzel günlerim,
Sevgi hürmet dolu Kazakistan’da.
Asya’dan Altay’dan gelenler gördüm,
Aşk ile dombıra çalanlar gördüm,
Söyledikçe yüzü gülenler gördüm,
Açılmış can gülü Kazakistan’da.
Ramazanda yücelerin yücesi,
Ortalık Mescit’te Kadir gecesi,
Kadın erkek cemaati hocası,
İslam’ın bülbülü Kazakistan’da.
Şeref der, çok hürmet ettiler bize,
Kısmet olsa bir de gelsek yüz yüze,
Tarifi sığmıyor ağza söze,
Coştu sazın teli Kazakistan’da.
Âşık Şeref TAŞLIOVA
Almatı/Kazakistan
63
Herkesten
Kalır Bir
Yadigâr
Ahat SALIHOV *
Puşkin’in ‘Bahçesaray Çeşmesi’ni Türkçeye
Çeviren İlk Şair Muhametselim Ümitbaev
Muhemetselim Ümitbaev (1841-1907)
Muhametselim Ümitbaev, Başkurtlar soyundan gelenlerin ‘yıldızları’, ‘rivayetleri’ ve ‘destanları’ bilmesi gerektiğini söyler. Bir Başkurt
aydını olan Ümitbaev, 21 Ağustos 1841’de
Orenburg bölgesinin Ufa bucağının İbrahim
köyünde doğmuştur. İlk eğitimini köylerinin
medresesinde alan Ümitbaev, 1852’de Orenburg
Kadet Birliği askeri okuluna geçmiştir. Burada
askeri eğitimin yanı sıra Rusça, Farsça, Arapça,
Türkçe, Matematik, Coğrafya ve Tarih dersleri
de almıştır. Sekiz senenin sonunda, babasının
isteği üzerine okuldan mezun olmadan ayrılmış ve 1863 yılında Yumran-Tabın ilçesindeki
Başkurt Askeri İdaresinde tercümanlık yapmaya başlamıştır. Dört sene sonra Kırmıskalı
ilçesi sulh hâkiminin sekreterliğine atanmış
ve 1869’da da ilçenin başkanı seçilmiştir. 18791880 yılları arasında Sterlitamak şehrinin okulunda Rusça ve Matematik dersleri vermiştir.
O yıllarda Farsça-Türkçe-Rusça Sözlük’ünü ha-
64
* R.F. Başkurdistan Ülke Temsilcisi
zırlamakla da meşguldür. Sonrasında yaklaşık
on sene boyunca Ufa’daki Orenburg Müslüman
Mahkeme’i Şer’iye’de tercüman olarak çalışmıştır. Aynı tarihlerde Ufa’nın çocuk yurdunda da öğretmenlik yapmaya devam etmiştir.
Müslüman Mahkeme’i Şer’iye nezdinde çalışırken, İçişleri Bakanlığı Kırım Komisyonunda
ihtilaflı vakıf işleriyle uğraşmak üzere Kırım’a
gönderilmiştir.
Kırım’da yaşadığı dönem oradaki hayatını
anlatan birçok şiir yazmıştır. ‘Kırım’a Sefer’de,
Kırım Tatar Hanlıkları devrinde inşa edilmiş
tarihi eserleri anlatmıştır:
Bırakıp Yumran ilini burada,
Geldik Petersburg şehrine,
Ömür sürdük iki ay orada...
Hoşa giden olayları,
Seyreyledik, ay, can...
***
Kırım yurduna oradan
Ulaştık, çünkü yeniden
Geldik Simferopol’a çabucak.
Yani Akmescit dediğimize,
Vakıflar Komisyonunda biz
İşe başladık emir ile.
***
Bulup fırsat hocalardan,
Yürüyüp çok güzel yerlerden,
Ulaştık şehri Akyar’a –
Sevastopol dediklerine.
***
Geri döndük bu Akyar’dan,
Geldik Başçesaray’a oradan,
Saraylar ve nice çeşme
Seyreyledik biz bir an.
***
Tatar Hanları inşa ettirmiştir,
Etrafları bahçe, meyvedir.
Saray yanında bulunarak
1900 yılında Muhametselim Ümitbaev tarafından kopyalanan ve kendi
mensubu olduğu Yumran-Tabın ilçesi Başkurtları şececeresinden
Yatıyor kimi ömrü geçmiştir.
***
Her yerde akıyor çeşme,
Onlar kalmış Girey Han’dan.
Kayalıkta şanlı yer,
Güzel yer görmedik ondan...
***
Acayip türbeler, bahçeler,
Değildir görmediklerimizden.
Gönül görmek ister,
Eğer olsan sen erkeklerden...
Kırım’dayken meşhur İsmail Gasprinskiy’le
görüşen Ümitbaev’in seyahati sırasında yazdığı mektuplar ve ailesinin bunlara cevapları kısmen günümüze ulaşmıştır. O zamanlar,
Başkurtlar arasındaki yazışmalarda şiirle iletişim kurma geleneği çok yaygındı. Bu ge-
65
leneklere uyan ve şairlik yeteneğine sahip
Muhametselim Ümitbaev de mektuplarında
özlemini şiirle ifade etmiştir:
Bahar günü guguk ötüyor mudur
Akidil boyundaki büyük kavakta
Bir görmeye sizi ben zâr oldum
Mahrum zâr olup uzakta.
***
Ural dağlarını geçtiğinde,
Dönerek bakar yiğidi.
Hak Teâlâ yazıp, rızık olunca
Çok yerlerde daha yürüttü...
Ümitbaev’in eşi Abide Hanım da 13 Nisan
1887’de yazdığı cevabında iki şiire yer vermiştir:
Özlemekten sarı oldu çehrem,
Kavuşmayı nasip etsin Huda’yım.
Eğer bilseydin benim özlediğimi,
Senin için gözyaşımı akıttığımı.
***
Seninle görüşmektir muradım,
Muradıma eriştirsin Huda’yım.
Bu mektubumu kabul edip alsana,
Bana da birkaç satır yazsana.
***
Okursam değerli sözünüzü,
Bir görmüş gibi olurum kendinizi.
Bıktırsam da yazayım birkaç satır,
Yanmış kalbimi biraz dinlendirir.
***
Muhemetselim Ümitbayev
Orenburg Şubesi üyeliğine seçilmiştir. Bu görevi sırasında, Ufa’nın kuruluşunun 300’üncü;
meşhur Rus şair Aleksandr Puşkin’inse doğumunun 100’üncü yılı kutlamaları komitelerinde yer almış ve başarılı çalışmalarından ötürü
çeşitli unvanların sahibi olmuştur.
Yazar, yayınlanmamış ilmî ve edebî eserler
bırakmıştır ardında. Bunların arasında zamane
Türkçesini öğreten ‘Tatar Nahfinin Muhtasarı’
adlı gramer kitabı ve kendi belgesel yazılarını, halk edebiyatı örneklerini ve şiirlerini içeren ‘Yadigâr’ (1897) kitabı oldukça ünlüdür.
‘Yadigâr’da Başkurtların Ak ve Kara Günleri, Küçük
Tabın Boyunun Şeceresi, Eski Başkurt Türküleri,
Aktaş Han Hakkında Bir Rivayet, General Mirsalih
Biksurin, Medhiya, 3’üncü Aleksandr’ın Tahta
Geçmesi, Akidil Havzasında Yaşayan Ulemalar,
Felsefeye Dair, Marifet Hakkında, Başkurt Düğün
Gelenekleri, Rum Şehri Hakkında, Eski Takvim,
Başkurtça Hesap Öğretimi, Nasihatler gibi yazılarına yer vermiştir.
Yine neler yazayım, sözüm bitti,
Yaşla doldu benim iki gözüm.
Sözüm bitti sana, canı ulaşır mı,
Bu mektupla aramızda söz biter mi...
Şair, kendi memleketini anlatan Yumran ili
adlı şiirinde:
<< Bize Yumran ili derler,
Akidil’in boyu derler,
Ümitbaev, 1883’te Rusya Coğrafya Derneği
66
Bizim de var güzel yerlerimiz,
Kulak ver, dinle bizi.>> demiş ve memleketinin nehir, göl, ova ve dağlarının güzelliğini
övmüştür. ‘Şikâyet’ adlı eserindeyse, Başkurt
topraklarının fakirleşmesini yermiştir:
Zamanında zengin olan bu topraklarda,
Orman dolu kuşlar ve mallarla,
mektupları arasında Kırım seferi sırasında yazılmış olanlar da vardır.
Ümitbaev’in eserleri, başta Giniyet Kunafin
olmak üzere birçok Başkurt bilim adamının
doktora tezi ve kitabı için konu oluşturmuştur.
Kendisi bir şiirinde dediği gibi:
Çok asker ve kanun yardımıyla
Karar kıldı tüccar ticarette.
Herkesten kalır bir yadigâr...
Bunun için inciler saçılır sedeften,
Ayaklı mal tamam bitmek üzere,
Bunun için zenginler inşa eder binalar,
Ağaçlar aktı Astrahan’a gitti.
Bunun için yazıyorlar hayret bilginler.
Uçtular kuşlar ve arılar,
Gel, ey, çocuk, kendini iyi oldurmaya çalış,
Artık yoktur dağ gibi büyük ağaçlar.
Kötüye uzak ol, iyi yoldan gitmeye çalış...
Bu Başkurt ormanı tamamen kesilince
Dubaları mal çokluğundan kırılınca,
Düşünerek buldular başka şey:
Gerçekten de Muhametselim Ümitbaev, bu
eserinde de anlattığı gibi iyi bir insan olmaya,
kusurlarını gidermeye çalışmış ve kendisinden
yadigâr çok güzel eserler bırakmıştır.
Kara söğüt kabuğunu, kuşu ve yumurtayı...
1880-1890’lı yıllarda Ufa’daki Müslümanlarla
ilgili kanunlar kitabı Rusçadan Türkçeye çevrilmiş ve yayınlatılmıştır. Puşkin’in doğumunun 100’üncü yıl kutlamaları sırasında onun
meşhur ‘Bahçesaray Çeşmesi’ adlı şiirini ilk kez
Türkçeye çevirmiş ve 1901’de de Kazan’da yayınlatmıştır Ümitbaev. 1903’te Rusça ve Türkçe
‘Orenburg Mahkeme’i Şer’iası’ adlı eserini yazmıştır.
Muhametselim Ümitbaev’in ‘Âlem’, ‘YumranTabın İlçesinin Planı’, ‘Farsça Nahif’, ‘Hac
Seferi’ gibi yayınlanmamış eserlerinden sadece
‘Farsça Nahif’ kitabı günümüze kadar ulaşabilmiştir. Rus bilim adamlarından Lossievskiy,
Gurviç ve Volkov; Macar âlimi Prele; Polonyalı
aydın Ursın vb. kendi eserlerinde Ümitbaev’in
yazılarından ve şahsen anlattıklarından faydalanmışlardır. Yazarın arşivinden geriye kalan
el yazmaları bugün Rusya Bilimler Akademisi
Ufa Bilim Merkezi İlim Arşivinde muhafaza
edilmektedir. Bunlar, Minligali Nadergulov
tarafından yayınlatılmıştır. Burada bulunan
Muhametselim Ümitbaev’in ‘Yadigâr’ Kitabı (Kazan, 1898)
67
‘Bitmeyen Hazan’ın
bahar kokusu...
Sema Reksİ
Tanrı mevsimlerini bizler için yarattığında
hangisinin insanlar için daha tatlı, daha sevimli, daha cana yakın olacağını düşünmemiştir
herhalde... Bana göre her mevsimin bir başka
güzelliği, bir başka çekiciliği var... Uzun yaz gecelerinde ailenle, arkadaşlarınla sohbetler eder,
sıcaktan bunaldıkça ılık deniz suyunu veya
havuzların lezzetini tadarsın; yağmurun, gök
gürültüsünün, okullardaki çoçukların neşeli
68
seslerini duyar, sonbaharın gelişini karşılarsın...
Mevsimleri sıralamak, her mevsimde neler hissettiklerimizi anlatmak istemiyorum; hepimiz
biliyoruz zaten bunları... Ama insan kendi yapısına, içine yakın olan mevsimi seçer ve daha fazla sever onu; gelmesini bekler, giderken özler...
Sonbahar romantik kişilerin mevsimidir derler... Böylece rüzgarın esmesini, yağmurun yağmasını, ya da yağmurdan hemen sonra güneşin
ılık nefesini vermesini seven kalpler bir köşeye
çekilerek beraber seyreder, ondan zevk alır...
“Yazarlar da sonbaharı sever” derler...
Hazangül isminin anlamı ‘Sonbahar’, ‘Hazan
çiçeği’dir. Demek ki, adının kendinden doğan bir akıcılık, bir hüzün var Hazangül’ün
şiirlerinde. Hazangül, Azerbaycan’ın Gence
kentinde yaşamakta ve Azerbaycan Yazarlar
Birliğinin üyesidir. Azerbaycan’da, Türkiye’de,
Irak’ta, Gürcistan’da ve Romanya’da iyi tanınır. Hazangül’ü okurken Şairin kalbinin atışını
ve aklının, duygularının içeriğini hisseder gibi
olursun. O kadar doğal, o kadar içten anlatır
ki...
Türkiye-Azerbaycan ilişkileri devletler ve
halklar çerçevesinde dinamik bir şekilde sürdürülüyor, buna yaratıcı insanların katkılarını da
eklersek ilişkilerimizin seviyesini tahmin edebiliriz.
Hazangül’ün geçen sene Türkiye’de ‘Bitmeyen
Hazan’ adlı şiir kitabı yayınlandı. Bu kitap
Hazangül’ün Türk okuruyla ilk tanışmasıdır.
Tabi bundan önce birçok Türk gazetesinde tanıtılmıştır Hazangül. Ama bu kitabı bir ilktir.
O’nun şiirlerine Türkiye sevgisi; Türkiye’nin
acısına, sevincine ortak olmak; tüm duyguları
paylaşmak eksenleri hâkimdir. Bu da halklarımızın, kültürümüzün, sevgi ve saygımızın karşılıklı olduğunu gösterir. 17 Ağustos 1999’daki
büyük depreme bigâne kalamayan Şair,
Ey Türkiye’m! Neynim ahı,
Nisgilini gözlerime tökdüm bele,
Derd ahıtdım, gem boşaltdım gile gile.
Döne döne “Allah, Allah, yandım!” dedim,
Döne döne döndüm küle.
diyerek haykırır ve İstanbul’daki kardeşlerinin acısına ağlar.
Kitaptaki tüm şiirler insanın ruhuna, kalbine
bir yol açmayı başaracak nitelikte. Okurların
O’nu benimseyeceğini umarak Hazangül’e yaratıcılık ve sağlık diliyorum.
69
Nikolay Gavriloviç
Zolatarev-Yakutskiy
(22 Kasım 1908 – 11 Aralık 1995)
Hamza Soysal
Türk Dünyası edebiyatının önemli şahsiyetlerinden ünlü
Saha’lı yazar Nikolay Gavriloviç Zolatarev-Yakutskiy’in
100’ncü doğum yıldönümünde hayatı ve geriye
bırakmış olduklarına dair…
Yakutistan’nın Verhniy Vilyüysk (Yukarı
Vilyuysk) vilayetine bağlı Kharbalah yerleşminde 22 Kasım 1908’de dünyaya gelen Nikolay
Gavriloviç’in çocukluğu yokluk içinde geçer.
İlk ve ortaöğrenimini Bülüü’de tamamladıktan
sonra 1927 yılında Rusya’nın Çin sınırındaki
Viladivastok şehrine askeri eğitim almaya gi-
70
der ve bu okuldan iyi bir dereceyle mezun olur.
Bu sayede Saha Türkleri arasında yetişen ilk
sınır muhafız subayı olarak tarihe geçer. Daha
sonra, görevi gereği Moldova’ya gönderilen
yazar, yeşil ve şirin şehir Tiraspol’e yerleşir ve
orada hayat arkadaşı Sofya ile tanışıp evlenir.
Bu evlilikten Vilyuy adında bir erkek çocuğu
Yakutskiy’den bir görüntü
ve Lena adında bir kız çocuğu dünyaya gelir.
Moldova’da geçirdiği yıllar vatan özlemiyle geçer. Doğduğu topraklara karşı yüreğinde beslediği bu kavuşma iştiyakının tazyikini, yavrularına verdiği bu iki ırmağın adını duyarak
törpülemek ister sanki… Adlarını her anışında
kulaklarını adeta bir anne ninnisinin şefkatli
tınısı çınlatır ve rakik gönlünü teskine çalışır.
Vilyüy ve Lena ırmakları bir manada Nikolay
Yakutskiy’in mecralarını değiştirmiştir. Hunlar
gibi Asya’yı baştan başa geçip kardeşleri İtil’e,
Yayık’a ve Nazli Tuna’ya selam verdikten sonra
yazarın içini yakıp kavuran hasret ateşini habire söndürmeye çalışır. Gurbette yaşadığı bu
bast hali, bir nevi onun yazarlığının da doğum
sancılarıdır. Sonunda, on dokuz yıl yaşadığı
Tiraspol’den ayrılma vakti gelir ve ailesiyle birlikte vatanı Saha Yeri’ne döner.
Rusça ‘Polyarnaya Zvezda’ (Kutup Yıldızı)
adlı dergilerde başredaktörlük görevlerinde
bulunur. 1948-1953 yılları arasında Saha Yeri
(Yakutistan) Yazarlar Birliği Başkanlığı yapan
yazar, 1956 yılında Maksim Gorkiy Edebiyat
Enstitüsünde Yüksek Edebiyat kursunu bitirir.
1958-1961 yılları arasında yeniden Saha Yeri
Yazarlar Birliği Başkanlığı görevinde bulunur.
İlk edebi yazıları Sovyetler Birliği dönemindeki savaş ve kahramanlık hikâyelerini konu
edinir; ‘Muzaffer Ölüm: Ölümsüzlük’, ‘Keşa
Beryözkin’ gibi makaleleri Tiraspol’ün yerel gazetelerinde Rusça ve Moldovca yayınlanır. 1947
yılında ilk romanı ‘Tölkö’ (Kader) gün yüzü görür. Yazar bu romanında, zor tabiat koşulları ve
yoksulluk karşısında hayat mücadelesi veren
Sahaların devrim öncesi Çarlık dönemindeki
hayatlarından kesitler sunar. Halkının örf ve
Yazarlık hayatı 1938 yılında Moldova’da
adetlerini, gelenek ve göreneklerini, karakter
başlayan Nikolay Gavriloviç’in 1939 yılında
ve inanç yapısını abartısız, yalın ve edebi dilin
Tiraspol gazetesinde Nikolay Yakutskiy adıyzirvesinde okuyucuya aktarır. Yakutskiy bu rola ilk makaleleri yamanıyla edebi kariyeyınlanır. ‘Osobnyak
rinin zirvesine çıkar.
Lübı
Odesskoy’
Bu eser yayınlandık(Lüba Odesskaya’nın
tan sonra edebiyatseMalikânesi) adlı maverlerce çok beğenilir
kale bunlardan birisive kısa sürede Saha
dir. Ülkesine duyduedebiyatının başyağu sevgi ve özlemin
pıtları arasındaki yesaikıyla yazılarında
rini alır. 1948 yılında,
‘Yakutskiy’
adını
yazarın İkinci Dünya
kullanmaya
başlar.
Savaşı sonrası Saha
Saha Yeri’ne dönnesrinin en kayda dedükten sonra Sahaca
ğer yapıtlarından bi‘Khotugu
Sulus’
risi olan ‘Kömüsteekh
1986 yılında Şair Lev Lvoviç Gabışev ile ‘Yazarlar Isıah (Yeni Yıl)
(Kutup Yıldızı) ve Bayramı’ esnasında (soldaki) (fotograf: A.İ. Binokurov)
Örüye’ (Altınlı Çay)
71
adlı eseri yayınlanır. Bu eser
daha sonra ‘Tayna Predkov’
(Ataların Gizemi) adlı sanat
filmine de konu olacaktır.
şanı, madalya ve takdir belgesinin sahibidir. Ayrıca kendisine, hayatının son on dokuz
yılını yaşadığı ve çok sevdiği
Tiraspol şehri yönetimi tarafından onursal vatandaşlık
payesi verilmiştir.
Nikolay Yakutskiy’i Sahalı
yazarlar arasında farklı kılan
en önemli özelliklerinden birisi, onun ülkesinde gelişmeye
Nikolay Yakutskiy’in çok
başlayan endüstrinin tabiatta
beğenilen bir başka eseri ise
ve toplumda meydana getir‘Ütüö Umnullubat’ (İyilik
diği değişiklikleri irdelemesi,
Unutulmaz) dır. Bu hikâye,
bu alanda çalışan kesimin ya19’ncu Yüzyılın ortalarında
şam koşullarını ve sorunlarını
Yakutistan’da yaşamış olan,
Başpiskopos İnnokentiy Veniaminov
eserlerinde işleyen ilk yazar
o dönemde bölgenin dini idaolmasıdır. Yazar, geleneksel
resinden sorumlu Ortodoks
Saha kültüründe büyük bir saygı ve ilgi gören
Başpiskoposu İnnokentiy Veniaminov (İvan
tabiatın, zengin olma hırsı karşısında sorumYevreseyeviç Popov)’un hayatını ve Saha halsuzca tahrip edilmesine olan eleştirel yaklakına yaptığı iyilikleri konu edinir. İnnokenti
şımıyla dikkat çeker. ‘Almaas Kördööççüler’
Veniaminov Yakutsk’a geldikten sonra kendi(Elmas Arayıcıları), ‘Almaas uonna Taptal’
sine bağlı din görevlilerinden Sahaların dilini
(Elmas ve Aşk), ‘Mañnaygı Khamnas’ (İlk Maaş)
öğrenmelerini ve ayinlerini onların anlayacave 1958 yılında yayınlanan, kolhoz adı verilen
ğı dilde yapmalarını şart koşar, aksi takdirde
devlet ziraat çiftliklerinde çalışanların hayatlabaşka yere gitmelerini söyler. Halkın diline ve
rını konu edinen ‘Sir’ (Yer) adlı romanları bu
kültürüne saygı gösterilmesinin, onlarla daha
konuyu irdeleyen diğer belli başlı eserleridir.
iyi diyalog kurulabilmesi için şart olduğunu ve
Bir başka romanı olan ‘Karaña Tüün’ (Karanlık
mutlaka bu dilin öğrenilmesi gerektiğini etraGece), komünist sistemin Saha Yeri’nde yerfındaki görevlilere anlatır. Romanda, yaşayışı
leşme ve yayılma mücadelesini anlatmaktadır.
bir İslam büyüğünün yaşantısıyla benzer özelHayatının son döneminde kaleme aldığı eserleri
likler taşıyan bu erdemli, irfan ve gönül ehli din
ise şunlardır: ‘İlin uonna Arğaa’ (Doğu ve Batı),
adamı, halka çok sıcak ve candan davranır ve
‘Adağa’ (Zincir), ‘Sütük’ (Yitik), ‘Mañnaygı
onlar için birçok hayır faaliyetlerinde bulunur.
Saalanıı’ (İlk Tüfekleniş), ‘Cükeebil Uoata’
Yaptığı iyilikler ölümünden sonra unutulmaz
(Cükeebil’in Ateşi), ‘Sir Kııha’ (Yerin Kızı) ve
ve halk arasında uzun yıllar
‘Toğus Muora Udağatınan’
anlatılır durur. İşte Nikolay
(Dokuz Deniz Ötesinden),
Yakutskiy’in bu romanı, hal‘Olokh Oskuolata’ (Hayat
kı adına bu Hıristiyan aziziOkulu),
‘Khorsunnaakh
ne duyulan minnet ve şükran
Suruk’ (Cesur Mektup),
borcunun adeta bir teşekkür‘Serekhteekh
Semelikeen’
namesidir.
(Çekingen Semelikeen).
Saha edebiyatı tarihine adı‘Khotoy Doğoro’ (Kartalın
nı altın harflerle yazdıran
Dostu) gibi, yazarın çocukNikolay Yakutskiy, sonunda
lara yönelik kaleme almış
her faninin mukadder akıbeolduğu eserleri de vardır.
tiyle karşılaşır ve tüm sevenKısa bir süreliğine milletvelerini arkasında bırakarak
killiği görevinde de bulunan
11 Aralık 1995’de Yakutsk’ta
Yakutskiy, birçok devlet niebediyet âlemine uğurlanır…
Nikolay Yakutskiy
72

Benzer belgeler

3.TÜRKSOY Basın “Onur Ödülleri” Töreni

3.TÜRKSOY Basın “Onur Ödülleri” Töreni gelen ve Başkan Mihail Formuzal, Başkan Yardımcısı Nikolay Stoyanov; Ekonomi, Ticaret ve Dış İlişkiler Bakanı Vitaliy Kürkçü; Kültür ve Turizm İdaresi Başkanı Dmitriy Kambur ve Tarım İdaresi Başkan...

Detaylı