ANKARA ÜNİVERSİTESİ DİLBİLİM TOPLULUĞU| ADİT

Transkript

ANKARA ÜNİVERSİTESİ DİLBİLİM TOPLULUĞU| ADİT
MAYIS 2012 SAYI:9
DİLİM
ANKARA ÜNİVERSİTESİ DİLBİLİM
TOPLULUĞU | ADİT
EDİTÖRDEN
KÜNYE
Hiç kuşkusuz bir arada yaşayan
insan topluluklarının “toplum” niteliğine
kavuşabilmesi
için
gerekli
en
temel
öğelerden biridir, dil. Dil topluma bağlıdır,
toplumla birlikte yaşayıp gelişir. Çünkü
toplumlar, aralarında kültür, tarih, soy,
SAYI:9 MAYIS 2012

DANIŞMAN
Prof. Dr. İclâl Ergenç

SEÇİCİ KURUL
Damla Elif TİRYAKİ
Aliye Nazlıhan SEFACI
Gülşen UYAR
Elvan EKİM

DERGİ SORUMLUSU
Damla Elif TİRYAKİ
Gülşen UYAR
http://linguistics-adit.tr.gg/
inanç ve dil gibi temel yapı taşlarından
“ortaklık”
bulunan
oluşturduğu
bireyler,
gelenek
toplulukların
yapılardır.
kültürlerini,
ve
Dili
inanç
oluşturan
yapılarını,
göreneklerini,
yaşayış
biçimlerini ve bunun gibi bütün toplumsal
değerlerini
dillerine
yansıtırlar.
Dil
toplumsal bir varlıktır ve dilsiz bir insan
topluluğu düşünülemez. Dili toplumdan
ayrı bir varlık olarak değerlendirip, ondan
ayrı olguymuş gibi düşünemeyiz. Bizde bu
yılki dosya konumuzu “dil ve toplum”
konusu olarak belirledik. Yalnızca bu
başlığa bağlı kalmayıp dille ilgili farklı
konulara,
kurultay
duyurularına
ve
ve
sempozyum
film
tanıtımlarına
dergimizde yer verdik, karikatürlerle de
dergimizi eğlenceli kılmaya çalıştık.
Ankara
Üniversitesi
Dilbilim
Topluluğu adına derginin hazırlanmasında
yardımlarını
eksik
etmeyen
tüm
arkadaşlarımıza teşekkür ederim.
[email protected]
Damla Elif TİRYAKİ
İÇİNDEKİLER
TOPLUMSAL CİNSİYET ROLLERİNİN TÜRKÇE ATASÖZLERİ VE DEYİMLERE
YANSIMASI .......................................................................................................................................... 1
AKRABALIK İLİŞKİLERİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME................................................. 4
DİL FARKLILAŞMALARI ................................................................................................................. 7
ELEŞTİREL SÖYLEM ÇÖZÜMLEMESİ ........................................................................................ 9
İRAN’DA AZERBAYCAN TÜRKÇESİNİN KONUMU ................................................................ 13
DİSLEKSİ VE DİLSEL GÖRÜNÜMLERİN BETİMLENMESİ .................................................. 17
İKİDİLLİLİK (BILINGUALISM) .................................................................................................... 21
İLETİŞİM ÜZERİNE ......................................................................................................................... 25
APRAKSİ ............................................................................................................................................. 27
BEYİN FIRTINASI............................................................................................................................. 29
TOPLUMDİLBİLİMDE KADINA DAİR KULLANILAN ATASÖZLERİ ................................. 33
TÜRKÇEDEKİ VE ALMANCADAKİ ZAMANLARIN KARŞILAŞTIRILMASI ..................... 36
İNSAN HER YAŞTA YABANCI BİR DİL ÖĞRENEBİLİRMİŞ! ................................................ 41
DİLLE TAŞINAN ZEKA İZLERİ .................................................................................................... 43
FİLM TANITIMI: İKİ DİL BİR BAVUL ........................................................................................ 46
FİLM TANITIMI: PROJECT NİM .................................................................................................. 47
DUYURULAR ..................................................................................................................................... 48
Öykü ÖZSOYKAL
TOPLUMSAL CİNSİYET ROLLERİNİN TÜRKÇE ATASÖZLERİ VE DEYİMLERE
YANSIMASI
Toplum kısaca, belirli amaçlarla bir araya gelen bireylerdir. Dil ise, bu amaçlarla bir
araya gelmiş bireylerin iletişim için kullandıkları araçtır. Bu iki tanıma bağlı olarak, dilin
tanımını topluma dayanmadan yapmanın pek mümkün olmadığını görebiliriz. Dilbilimde, diltoplum ilişkisini inceleyen toplumdilbilim (sosyolinguistik) alanı, dil ve kültür, dil ve cinsiyet
gibi konuları ele almakta, bireyden bireye ve toplumdan topluma farklı dil kullanımlarıyla
anlamın nasıl değiştiği üzerinde durmaktadır. Toplumdilbilimcilerin yaptıkları çoğu
araştırmada, toplumun kültürel özelliklerinin, gelenek ve göreneklerinin dile yansıdığını
kolayca görebiliriz. Bir toplumun kültürünü gelecek kuşaklara aktarabilmesi için dile ihtiyaç
duyduğu kesindir. Toplumdaki bireylerin değer verdiği olgular dili de etkilemekte ve o dilde
oluşacak olan çeşitli yapılara yön vermektedir.
Dilde var olan sözcüklerin, mutlaka varoluş sebepleri vardır. Bu sebepleri, o dilin
kullanıldığı toplumun günlük yaşantısına, kültürüne göre saptayabiliriz. Türk toplumunda
akrabalık ilişkilerine verilen değerden, akrabalık ilişkilerini tanımlayan sözcüklerin oldukça
fazla ve ayrıntılı olduğunu görürüz. Örneğin; teyze, hala, amca, dayı, bacanak, elti, yeğen,
kuzen gibi. Diğer yanda bunun İngilizcede bu kadar ayrıntılı olmadığı görülmektedir.
Örneğin; teyze ve hala için tek sözcük ‘aunt’, amca ve dayı için de ‘uncle’, sözcüklerinin
kullanılması gibi. Kültürün dile yansıdığını açıkça gösteren bir diğer örnek ise, İspanyolcada
boğaların ayaklarını gösteren sözcük ile insan ayağını gösteren sözcüğün birbirinden farklı
olmasıdır. Verilen örneklerle, dilbilimci Doğan Aksan’ın da belirttiği gibi ‘’Dil kültürün bel
kemiği sayılabilir’’ denilebilir.
Türk Dil Kurumu’na göre atasözünün tanımı şu şekilde verilmektedir; ’uzun deneme
ve gözlemlere dayanılarak söylenmiş ve halka mal olmuş, öğüt verici nitelikte söz.’ Deyim ise
; ‘çoğunlukla gerçek anlamından ayrı bir anlam taşıyan, en az iki sözcükten oluşan
kalıplaşmış söz ya da sözcük grupları.’ olarak verilmektedir. Türk toplumunun ataerkil bir
yapıya sahip olduğunu düşündüğümüzde, Türkçede bulunan atasözleri ve deyimlerin erkeği
yücelten, onu daha güçlü konuma getiren, aileye ve millete egemen kılan, iktidar sahibi
bireyler olarak yansıtan anlamlar taşıdığını görürüz. Diğer yandan aynı dile ait olan benzer
kavramların kadın ve kız çocukları ile ilgili olanları, daha çok eve bağlılık, namus, ailenin
devamlılığını sürdürebilme, doğurganlık gibi özelliklere dayalıdır. Türk toplumunda, kız ve
1
erkek çocuğu doğdukları andan itibaren onlara toplumsal rolleri dayatılmakta, kız çocuğu
büyütülürken alınan ‘bebek, oyuncak ev, yemek yapma aletleri’ gibi oyuncaklarla ilerde
‘evinin kadını’ ‘çocuklarının annesi’ rolleri en başta onlara adeta birer etiket gibi
yapıştırılmaktadır. Erkek çocuklarına alınan ‘araba’ ‘silah’ gibi güç denetimine sahip olan
oyuncaklar ise, erkekler çocuklarını ilerde ‘evin babası’ gibi bir rol üstlenmeye, söz sahibi
yapmaya, ataerkil sistemde daha da yüceltmeye ve iktidar konumuna yöneltmektedir.
Kadın, bahsedeceğimiz söz konusu kavramlarda birey olarak değil, aile olarak
görülmektedir. Kadının cinselliğine yapılan bir müdahale üzerinden örnek verecek olursak,
toplumda kadınların bekaretini simgeleyen kız-kadın ayrımından yola çıkarak, daha önce hiç
kullanılmamış olan bir nesneyi nitelerken ‘kız gibi’ deyişi kullanılır. Bu kavramın erkekleri
küçük düşürmek için de kullanıldığı zamanlar olur. Örneğin; ‘kadın gibi adam’ tümcesinde
kadının, erkeğin küçük düşürülmesinde bir ‘araç’ olarak kullanıldığını görüyoruz. Bazı
atasözlerinde ise, kadın ikincilleştirilir, ’alınıp verilen’ olarak nitelendirilir: ‘kız almak’, ‘kız
vermek’ gibi.
Türk toplumunda erkek çocuğunun babasını rol alması, kız çocuğunun ise annesini rol
alması kaçınılmaz olarak beklenilen diğer bir durumdur. Toplumda benimsenen görüşe göre,
babanın özelliklerinin oğlu tarafından sürdürülmesi beklenir. Bu durumun yansıdığı atasözleri
de şu şekildedir; ‘’Babanın sanatı oğula mirastır’’, ‘’Babasının oğlu’’ gibi. Aynı durum annekız ilişkisi için de geçerlidir. Buna örnek verecek olursak; ‘Ananın bahtı kızına’ ‘Kız anadan
öğrenir sofra düzmeyi, oğlan babadan öğrenir sokak gezmeyi.’ ‘Anasının kızı’, ‘Anasına bak
kızını al, kenarına bak bezini al’ gibi. Ataerkil sistemin getirdiği görüşlerden biri, erkeğin
‘iktidar rolü’ ve ailede egemen durumda olması, kadının ise daha çok yapabileceği işler ev,
aile hayatı ile sınırlandırılmış olmasıdır. Yani erkek çalışarak parayı kazanan, kadın ise o
parayla evi geçindirmek zorunda olan kişi konumuna itilmektedir. Bu durum atasözlerine de
açıkça yansımıştır: “Evi ev eden avrat, yurdu şen eden devlet.’’, “Yuvayı yapan dişi kuştur.’’,
“Erkek getirmeyi, kadın yetirmeyi bilmeli.” gibi. Kadının görevi olarak görülen ‘annelik’
figürünü yansıtan atasözleri aynı zamanda toplumda kadını övermiş gibi bir yanılgı yaratır;
çünkü ev yönetiminin, ev kurmanın devlet kurmaya benzetildiği Türk toplumunda devlet,
erkek egemen sistem tarafından ne denli önemli sayılıyorsa, kadının da aileyi kurması o
derece önemli sayılmaktadır.
Kadının doğurganlık haklarına yapılan müdahaleyle de bireysel özgürlüğü
kısıtlanmakta, ailenin sürdürülebilmesi için erkek çocuk doğurması yönünde baskılar
2
yapılmaktadır. Atasözleri ve deyimlerde kız çocuğu doğurmak bir dert sahibi olmaya eşit
nitelikte verilmektedir. Örneğin ; ’’Gelin eşikte, oğlan beşikte’’ ‘’Oğlan doğuran övünsün, kız
doğuran dövünsün’’ , ‘’Kızın mı var derdin var’’, ‘’Kızını dövmeyen dizini döver’’ . Aynı
zamanda, toplumda oluşan çeşitli tabular arasında, genç kızların belirli bir yaşa geldiklerinde
mutlaka evlenmeleri gerektiği görüşü oldukça yaygındır. Hatta toplum tarafından belirlenen
yaşın üstünde ve evlenmemiş olan genç kızlar için de çeşitli atasözleri ve deyimler
bulunmaktadır. Örneğin; ‘’Evde kalmış’’ deyimi yaygın olarak genç kızların evlenme
yaşlarına yönelik kullanılan bir kavramdır. Bu deyim tamamen kadına yönelik beklentileri
ortaya koymaktadır. Türkçede yaygın olarak karşımıza çıkan yapılar arasında, güç ve olumlu
bir durum betimlenirken hep erkek temelli deyimlerin kullanılması bulunmaktadır. (‘adam
gibi’, ‘adam olmak’) Buna karşın, korkak olan erkekleri yermek, dedikodu yapan ve ağzı laf
tutmayanları eleştirmek, nazik yapılı bir erkeği tasvir etmek için kullanılan deyimlerde ise
kadın üzerinden gidildiğini görürüz. (‘karı gibi’ , ‘karı ağızlı’ , ‘hanım evladı’).
Yukarıda belirtilen örneklerle, dilin cinsiyet rollerine yansıdığı ve dili kullanarak bu
rollerin bireylere nasıl dayatıldığı görülmektedir. Son zamanlarda atılan olumlu ve yapıcı
adımlarla, dildeki cinsiyetçiliğin bir nebze azaltıldığı ve toplumlarda artık farkındalık
yaratılmaya çalışıldığı da bir gerçektir. Yönergeye göre artık kadınların evli/ bekar olduğunu
simgeleyen ‘matmazel’ sözcüğü resmi evraklarda kullanılmayacak. Matmazel sözcüğüyle
birlikte , ‘kızlık soyadı’ , ‘evlenmeden önceki soyadı’ gibi kullanımlar da yürürlükten kalktı.
Resmi evraklarda artık, kadının medeni halini açıkça belli etmeyen ‘madame’ sözcüğü
kullanılacak.
Bu tür değişimler, toplumda genel olarak oluşan, kadının ataerkil sistem
tarafından ötekileştirildiği, ikincilleştirilip pasif duruma itildiği, toplum tarafından baskı altına
alınmaya çalışıldığı görüşünün azalmasına büyük ölçüde yardımcı olmaktadır. Örneklerdeki
atasözleri ve deyimlerde kullanılan tabirler, günlük hayatta sıkça kullanıldığında kadının
kendini değersiz görmesine, ona bir etiket gibi yapıştırılan rolleri zamanla içselleştirmesine
yol açar. Bu yüzden dildeki cinsiyetçi yapılarda gidilen değişiklikler kadının kendini birey
olarak daha değerli görmesinde ve kendi bireysel haklarının olduğunun farkına varmasında
son derece önemlidir.
KAYNAKÇA
Külebi, O. 1989. Kadın Hakları Konusuna Toplumdilbilim Açısından Bir Yaklaşım, Hacettepe
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 1-2.
Türk Dil Kurumu Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü
Kocaman, C. 2012 . Dili Cinsiyetsizleştirmek mi? BİA Haber Merkezi, Ankara.
3
Asuman DÖNMEZ
AKRABALIK İLİŞKİLERİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
Kültür, tarihsel süreçte pek çok topluluğu etkilemiştir. Bireyin bir toplumun üyelerince
kabul edilebilir davranışlarıyla eleştirilmesidir.1 Bu makalede kültürün Urduca ve Türkçe ile
ufak bir denemesi yapılmıştır. Urdu dilinin, Türkçe ile ilişkisi nedir, akrabalığı nedir,
bunlardan kısaca söz edilecektir.
Urduca nedir, ne zaman doğmuştur?
Urdu dili, Müslümanların Hindistan’a gelmelerinden sonra, yerli halkla aralarında
toplumsal ve sosyal gereksinimleri karşılamak ve iletişim kurabilmek için, Arapça, Farsça ve
birçok yerli dili karıştırarak ortaya koydukları bir dildir.
Eski Türkçede “ordo/ordu” kelimesinden gelen Urdu, “hakanın konağı”, “ordugâh”,
“askeri kamp” anlamına gelir. Bu kelime Hindistan topraklarına Türklerle beraber girmiştir.
Moğol sultanlarının Delhi ya da başka bölgelerin Pazar yerlerinde kurdukları askeri kamplar
“Ordubazaar”, “Ordugâh” olarak adlandırılmış ve daha sonra halk tarafından kısaltılarak
“Urdu” şeklinde yer etmiştir.2
Türkçede, İngilizcede ve Urducada akrabalık ilişkilerini incelediğimizde pek çok
farklılık görmekteyiz. Anne tarafı ele alındığında Türkçede sözcük çeşitliliğine bakıldığında:
Örnek: Anne  ammi, amman, vaalidah -> ،‫ امی‬،‫وال دہ اماں‬
Baba abba, baap, vaalid, abbu -> ،‫ اب ا‬،‫ ب اپ‬،‫اب و وال د‬
Anne tarafına 
anneanne/ anane
büyükbaba/ dede
Baba tarafına babaanne/ babanne/ebe
büyükbaba/ dede
İngilizcede bunu  “grandmother” her iki şekilde de söylüyoruz ve kullanıyoruz.
“grandfather”
4
Peki Urducada?
Anne tarafına anneanne/anane
“naanii” -> ‫ن ان ی‬
büyükbaba/dede
“naanaa”-> ‫ن ان ا‬
Baba tarafına babaanne/babanne/ebe
“daadii” -> ‫دادی‬
büyükbaba/dede
“daadaa” -> ‫دادا‬
Farklılıklar yalnızca bununla bitmemektedir. Türkçede, teyze, hala, dayı, amca, yenge,
torun gibi kavramları herkes için özdeşleştirilip kullanılırken Pakistan’da (Urducada) ise 2’ye
ayrılmaktadır. Anne, babaya, amcaya kadar değişiklik görülmektedir..
Örneğin;
Türkçede  amca
İngilizcede uncle
Urducada taayaa -> “babanın büyük kardeşi”
 ‫ت ای ا‬
chaachaa -> “babanın küçük kardeşi” ‫چاچا‬
Türkçede yenge
İngilizcede sister-in-law
Urducada taa’ii -> “babanın büyük kardeşinin eşine”
 ‫ت ائ‬
chaachii -> “babanın küçük kardeşinin eşine” ‫چاچ ی‬
Türkçede  ‘dayı’ ve ‘yenge’
İngilizcede ‘uncle’ and ‘sister-in-law’
Urducada  ‘maamoon’ aur ‘maamoonii’
 ‫‘ ماموں‬dayı’
‫‘ مان ی‬dayının eşi’
Urducada bu kadar çok farklılık varken ‘torun’ için de farklılık görülmektedir. Şöyle ki;
İngilizcede grandson
Urducada  erkek torun -> navaasah  ‫ن وا سہ‬
İngilizcede granddaughter
Urducada  kız torun
-> naavaasii  ‫ن وا سی‬
Bunlar, anne tarafının torunlarına sesleniş biçimleridir.
Urducada erkek torun -> pootaa  ‫پ وت ا‬
kız torun -> pootii  ‫پ وت ی‬
5
Bunlar, baba tarafının torunlarına sesleniş biçimleridir.
Sonuç olarak, kültürün her topluluğu etkilemiş olduğu, üzerinde etki kurduğu
görülmektedir. Türkçede, hepsi aynı anlama gelmekte ve hiç sözcük ayrım yapılmamaktadır.
Aynı şekilde İngilizcede de hiç ayrım yokken, bir Doğu dili olan Urdu dilinde pek çok
farklılıklar gözlenmiştir. Bu da bölgenin kültürel olarak ne kadar zengin olduğunu
göstermektedir.
KAYNAKÇA
Arıca Akkök, E. 2011. DBB305 Toplumdilbilim, yayınlanmamış lisans ders notları.
Ayverdi,İ. 2011. Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Milliyet: İstanbul.
Dictionary of Contemporary English, Longman.
Hameed, F. 2009. Türkçe-Urduca, Urduca-Türkçe Sözlük, Ankara
Hameed, F. 2008. URD108 Konuşma I, yayınlanmamış lisans ders notları.
Özcan, A. 2005. Doğu Kültüründe Anlatı Geleneği Urdu Nesri, s.23-24, Ankara.
Urdu- English Dictionary
6
Dilek DAYIOĞLU
DİL FARKLILAŞMALARI
Ölçünlü Dil
Ölçünlü dil, ağız farklılıklarından kaynaklanan problemleri gidermektedir. Ölçünlü dil
ile bu farklılıklar kaybolmakta ve birleştirici özellik olgusundan söz edilebilmektedir. Vardar
(2002, s.153), ölçünlü dili şöyle tanımlamaktadır: “Çeşitli yerel ya da toplumsal
değişkenliklerin dışında kalan ve dilsel bir topluluğun ortak paydası olarak görülen dil”.
Ateş’e göre (2009) ölçünlü dil, belli bir bölgenin dili esas alınarak, eğitimde,
edebiyatta kullanılan ve ayrıca aydınlarca benimsenmiş olan dildir. Anlaşıldığı üzere ölçünlü
dil, bir dili konuşan ve yazanların belirli ölçü ve kurallara uyarak kullandıkları ortak dildir.
Ağız
Ateş’e göre (2009:25) ağız, bir dildeki çeşitli bölgelere göre değişen söyleyiş
farklılıklarıdır. Korkmaz, Ercilasun, Gülensoy, Parlatır, Zülfikar ve Birinci’ye göre (2005:37)
ağız, bir dil veya lehçenin daha az konuşma ayrılıkları gösteren ve bölgeden bölgeye veya
şehirden şehre değişebilen küçük kollarına verilen addır.Tanımlardan da anlaşılmaktadır ki
ağız bir dilin yalnız söyleyiş farklılığı gösteren koludur. Bu fark yazı diline girmemektedir.
Söyleyiş farklılığının oluşumunda kişilerin konuşma ve işitme organlarından coğrafi
özelliklere, toplumsal yaşayışa kadar çeşitli etkenler söz konusudur. Konuşmada bu ayrımlar
olabilir fakat yazıda ortak bir dil yani yukarda sözü edilen ölçünlü dil kullanılmaktadır.
Tiyatro,
roman,
öykü
gibi
edebi
eserlerde
kişiler
konuşturulurken
ağza
başvurulmaktadır. Bu, konularını toplumsal olaylardan alan ve belli bir bölgede geçen
yapıtlarda başvurulan yaygın bir biçimsel özelliktir. Bu bağlam çerçevesinde Vardar
(2002:14), ağzı şöyle tanımlamaktadır: “Bir dil alanı içinde görülen konuşma biçimlerini,
söyleyiş türlerini, kimi durumlarda da toplumsal özellikleri yansıtan kullanımların her biri.”
Günlük kullanımda birazdan incelenecek olan şive ile ağız birbirine karıştırılmaktadır.
Örnek vermek gerekirse Türkiye Türkçesi bir şivenin, Muğla ağzı ise bu Türkçe içinde bir
bölgede görülen söyleyiş farklarının adıdır. Söyleyiş farkları da salt bölgeler ya da kentler
arasında görülmez. Köyler arasında bile bu tür farklılıklara rastlanabilmektedir. Ağızla
ölçünlü dil arasında genellikle ses düzleminde farklılıklar vardır. Ölçünlü Türkçeyi bilen kişi
örneğin Muğla ağzı konuşan kişiyle rahatlıkla iletişim kurabilmektedir.
Şive
Bir anadilin içinden çıkmış, yakın tarihte ondan ayrılmış ve ayrıldığı dilden ses
bakımından değişiklikler içeren koludur. Şiveler dilin geneldeki değişimiyle birlikte kendi
7
içlerinde özel bir gelişim çizgisi izlemektedirler. Vardar (2002:188), şiveyi şöyle
tanımlamaktadır: “Aynı dil çevresinde, bir yöreye, bir topluluğa, vb. özgü konuşma biçimi;
söyleyiş özelliklerinin tümü.”
Bir dilin çeşitleri sadece gramer ve sözcük düzleminde birbirinden ayrılmamakta ritim
ve uyum da dahil olmak üzere telaffuz ile de farklılık gösterebilmektedir. Eğer farklılıklar
telaffuz ve seslendirmeden oluşuyorsa “şive” terimi kullanılmaktadır.
Lehçe
Lehçe bir dilin belli bir coğrafi bölgedeki insanlar tarafından konuşulan çeşididir.
Kendi sözcük dağarcığı ve grameri olan sözel bir iletişim sistemidir. Lehçeyi konuşan
kişilerin sayısı ve bölgenin büyüklüğü değişebilmektedir. Bu nedenle geniş bir bölgede çok
sayıda lehçe olabileceği gibi o lehçelerin konuşulduğu daha büyük bölgelerde de farklı
lehçeler olabilir.
Korkmaz ve diğerlerine göre (2005) lehçe, bir dilin kendi içinde ait kollara
ayrılmasıdır. Lehçeler, coğrafi ve sosyal ayrılıklar dolayısıyla, bir dilin ses yapısı, şekil yapısı
ve söz varlığı bakımından, zamanla birbirinden ayrılmış olan dallarına verilen addır. Çok
geniş bir coğrafi alana yayılmış olan Türkçe, lehçe dallanmasının belirgin örneklerini
verebilmektedir. Türkiye Türkçesi, Kazak, Kırgız, Özbek ve Altay Türkçeleri Türkçe’nin ayrı
alanlarda gelişmiş olan lehçeleridir.
Ateş’e göre (2009:25) lehçe, “Bir dilin tarihsel, bölgesel, siyasal nedenlerle ses, yapı
ve sözdizimi özellikleriyle ayrılan kollarıdır.” Lehçeler dilin çok eski, bilinmeyen
dönemlerinde anadilden ayrılmış kollarıdır. Tanımlardan da anlaşıldığı gibi lehçede ses ve
söyleyiş farklılığıyla birlikte dilin sözdizimi de değişmektedir. Bu farklılıklar zamanla
lehçelerin birer dil olmasına da yol açabilmektedir: Latincenin lehçeleri arasındaki farklılık
zamanla büyümüş ve sonunda Fransızca, İtalyanca, İspanyolca gibi diller ortaya çıkmıştır.
Lehçenin ayrı bir dile dönüşmesine Türkçede de rastlanmaktadır. Yaşayan Türk Sibirya’da
yaşayan Yakut Türklerinin konuştuğu Yakutça ve Çuvaş Türklerinin dili olan Çuvaşçadır.
KAYNAKÇA
Ateş, K. (2009). Türk Dili. Ankara: İmge Kitabevi Yayınları.
Korkmaz, Z. , Ercilasun, A.B. , Gülensoy, T. , Parlatır, İ. , Zülfikar, H. ve Birinci, N. (2005). Türk
Dili ve Kompozisyon. Ankara: Ekin Kitabevi Yayınları.
Vardar, B. (2002). Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü. İstanbul: Multilingual Yabancı Dil
Yayınları.
8
Aliye Nazlıhan SEFACI
ELEŞTİREL SÖYLEM ÇÖZÜMLEMESİ
1. Söylem Çözümlemesi
Eleştirel dilbilim ve eleştirel söylem çözümlemesi yaklaşımlarının “toplumsal
bir pratik” olarak tanımladığı söylem, Kress 1985’ e göre “bir kurumun değerlerini
ve inançlarını dile getiren sistemli bir biçimde düzenlenmiş önermeler kümesidir.’’Bu
tanıma göre her söylemsel olay –yani bir metin olarak incelenebilen her dil kullanımı
ya da toplumsal pratik- ideolojik olarak kullanılmakta ve bunun bir sonucu olarak da
söylem, dilbilimsel işaretler arasındaki sınıf mücadelesi alanı olarak görülmektedir
( Yağcıoğlu, 2002 ve Wodak, 2000, Yarar, 2006 içinde s. 33).
Fairclough’a göre (1989, 1992) eleştirel söylem çözümlemesi, söylem olarak dilin
kavramlaştırılmasını merkez aldığı ve daha açık olarak eleştirel dil çözümlemesini toplumsal
bilimlerde konumlandırdığı için ‘‘eleştirel dilbilim’’ üzerine kurulmuştur.
Fairclough’a göre eleştirel söylem çözümlemesi; verili bir tarihsel ana ait
söylemsel pratikler, olgular ve metinlerle daha geniş toplumbilimsel ulamlar olan
toplumsal ve kültürel yapılar, ilişkiler ve süreçler arasında örtük olan nedensellik ve
belirleyicilik bağıntılarını sistematik bir biçimde açığa çıkarmayı; bu pratiklerin,
olguların ve metinlerin güç ilişkileri ve güç mücadelesiyle nasıl biçimlendiğini
araştırmayı ve toplumu oluşturan öznelerarası bu güç ilişkilerinin söylem aracılığıyla
nasıl örtükleştirildiğini ve bu nedenle egemen söylemin bizzat kendisinin bir güç ve
hegemonya aracı olduğunu açıklamayı amaçlamaktadır (Yağcıoğlu; 2002).
Eleştirel söylem çözümlemesine göre söylem; belli bir olay ile durum(lar),
kurum(lar) ve kendisini çevreleyen toplumsal yapı(lar) arasındaki diyalektik ilişkiye
işaret etmektedir: olay; durumlar, kurumlar ve toplumsal yapılar tarafından
şekillenmektedir ama aynı zamanda onları da şekillendirmektedir. Bu karmaşık dil ve
toplumsal gerçekler ağında çoğunlukla, güç ilişkilerinin etkileri kadar, dil
kullanımındaki kapalı ve gizli ideolojik etkiler de gözlemlenebilmektedir (Wodak,
2000, Yarar, 2006 içinde s.35).
Söylem kendi içerisinde farklı ulamlara sahip ve çok disiplinli birçok düzeyde yapı
sunması sebebi ile oldukça karmaşık bir oluşum sergilemektedir. Kimi yapılarda oldukça net
bir görünüm sergileyen ideolojik söylemler, kimi yapılarda daha opak kalarak parçalarüstü
sesbirimler ya da dilbilgisel bazı ulamlarla kendini göstermektedir.
 Buradan hareketle söylem çözümlemesinin sosyal ve toplumsal sorunlarla ilgili
olduğu gözlemlenmektedir. Yani söylem çözümlemesi sosyal ve kültürel
etkileşimlerin sonucunun incelenmesini içermektedir. Taşıyıcı olan dil ile ya da
9
onun kullanımı ile değil ancak yukarıda bahsedilen etkileşimlerle ve yapıların
dilbilimsel görünümleriyle doğrudan bağlantılıdır.
 Güç, baskınlık ve sosyal eşitsizlik eleştirel söylem çözümlemesinin ayrılmaz
parçalarıdır. Eleştirel söylem çözümlemesi hem dil içi hem de dil dışı güç
üzerine yoğunlaşmaktadır.
 Toplum ve kültür ile söylem karşılıklı olarak birbirini etkileyen unsurlardır.
Dilin kullanımı ve sözcüksel kimi seçimler, güç ve sosyal durumlar toplum ve
kültür yapılarını da farklılaştırabilmektedir.
 Dil bir taşıyıcıdır ve ideolojik birimler de dil aracılığı ile taşınabilmektedir.
Yani
dil,
ideolojinin
aktarımını
gerçekleştirmek
amacıyla
da
kullanılabilmektedir. Bunu belirlemek için toplumsal, metinsel ve yorumsal
ilişkileri analiz etmek gerekmektedir
 Söylemler geçmişe dayanan bilgi içeriklerine sahiptir ve bağlamlar söylemlerin
anlaşılabilir olmasında önemli bir yer tutmaktadır.
 Metin-toplum ilişkisi doğrudan değil, dolaylı bir yapıdadır.
 Söylem çözümlemesi, anlamı netleştirmesi ve bağlamla değer kazanması
özelliğiyle açıklayıcı ve yorumlayıcıdır.
 Eleştirel söylem çözümlemesi konuşma, sosyal biliş, güç, toplum ve kültür
ilişkilerini içeren ve bu yönüyle dilbilim, toplumbilim ve psikoloji gibi alanları
içeren çok disiplinli bir alandır.
2. Söylem ve Metin
Önceki bölümde de belirtildiği gibi dil ideolojinin taşıyıcılığını yapıp onu tikelleştiren
bir işleve sahiptir. Bu yönüyle ideoloji dili hem bir araç olarak kullanan hem de kuşatan bir
oluşumda karşımıza çıkmaktadır. Aynı biçimde, söylem kimi dilbilgisel ve dilsel yapılar
tarafından
biçimlendirilirken,
yapıların
biçimlendirilmesine,
yeniden
üretimine
ve
dönüşümüne de katkıda bulunmaktadır. Bir başka deyişle yapılar ve söylem birbiri ile
karşılıklı alış veriş halindedir.
Böylesi yapılar ideolojiyi içine sindirmiş söylemsel/ ideolojik yapılardır ancak politikekonomik yapılar, devlet, eğitim vb. kamusal ilişiler ve cinsiyet ilişkileri gibi derin yapıda
sezdirilmiş ve açık olarak belirtilmemiş bir biçim de içermektedirler.
10
İdeoloji, kimi tikelleşmiş görünümlere sahiptir; söylem ise sosyal ilişkilerin ve
toplumsal bağların, özne ve nesnelerin oluşturulmasında ve bunlar arasındaki ilişkilerin
belirlenmesinde yardımcı bir unsur olarak etkilidir. Ailenin ebeveyn-çocuk ilişkileri, işçiişveren ilişkileri ve onların kendi içlerindeki konumlanışları söylemin ideolojik boyutu da
içerme
durumu
ile
açıklanabilmektedir.
Gerçek,
ideolojik
ve
söylemsel
açıdan
şekillendirilmiştir ve bu şekilleniş gerçeğin oluşum noktasında ona etkide bulunmuştur.
Toplumsal pratik, söylemsel pratik( metin üretimi, dağıtımı ve tüketimi) ve metin,
söylemi oluşturan üç bileşen olarak görülebilir. Söylem çözümlemesi çerçevesinde bu üç
boyutun kendi içerisindeki ve karşılıklı olarak birbirleri ile olan ilişkilerinin ne olduğuna karar
verilmelidir.
İdeoloji, ilk olarak, bu resme, metinlerin üretimi ya da yorumlanmasında kullanılan
öğelerin ideolojik yatırımlarında ve bunların söylemin düzeninde birbirine eklemlenme
yöntemlerinde, girer: ve ikinci olarak bu öğelerin birbirine eklemleniminde ve söylemsel
olaylarda ki (aşağıda ayrıntılandırılacak) söylemin düzeninin yeniden-eklemlenimi
yöntemlerinde. İlk bağlantıda, belirtilmelidir ki, bir metnin üretimi ve yorumlanmasını
gerçekleştiren ideolojik öğelerin zenginliği seyrek olarak bir metinde yansıtılabilir. [ Bu
bağlamda] metinde yansıtılmayan ideolojiler(söylemler) arasındaki karşılaşma [çatışma]
noktasını işaret etmek için solcu bir gazetedeki ‘’genç insanların ‘kişisel’ sorunları ‘’
ifadesindeki ‘’kişisel’’ sözcüğü etrafında [kurgulanan yazı] ( onlara göre birçok ‘’kişisel’’
sorun toplumsal olabilir) (Fairclough, 2003).
Biçim ve içerik ayrı ayrı kendi başında değerlendirilecek unsurlar olarak ele
alınmamalıdır. İçerik biçime ve biçim de içeriğe göre şekillenen olgulardır.
‘’Gerçekte, değişik düzeylerdeki metinlerin resmi özellikleri ideolojik olarak
kuşatılmış olabilir. Örneğin, ekonomik kriz ve işsizliğin doğal felaketlere benzer sunumu
geçişli tümce yapılarından daha çok geçişsiz ve niteleyici tümce yapılarını içerebilir.’’ (
Fowler vd., 1979, Fairclough, 2003 içinde s.161).
3. Söylem ve İdeoloji
Van Dijk a göre (2003) nasıl ki bireysel dilleri konuşmuyorsak, bireysel
ideolojilerimiz de yoktur. Öyleyse ideolojiler kişisel düşüncelerden değil, ortak, toplumsal
inançlardan oluşmaktadır.
Van Dijk ve Wodak, öznenin toplumsallaşma sürecinde, ait olduğu toplumun
ideolojisini söylem aracılığıyla, paylaşılan toplumsal temsiller sayesinde
içselleştirirken ürettiği her söylemde aynı toplumsal temsilleri grup içi üyeleriyle
iletişim kurabilmek için yeniden ürettiğini ve dış grup üyelerine karşı tartışma,
savunma ve meşrulaştırma bağlamında yine söylem aracılığıyla bu temsilleri
11
savunduğunu ve sürdürülmesini sağladığını belirterek söylem ve ideoloji arasındaki
ilişkiye işaret etmektedir (Yağcıoğlu, 2002).
Dilin bütün bileşenleri ideolojiden etkilenmektedir. Ancak anlambilimsel anlam ve
biçemin, biçimbilim ve sözdizim bileşenlerine göre daha yoğun bir biçimde ideolojiden
etkilenmesi beklenmektedir. Çünkü biçimbilim ve sözdizim anlam ya da biçem kadar
bağlama dayalı değildir. Ancak tabii ki ideoloji, söylemde, kendisini leksikal (sözcüksel)
olarak da belirtecek bir unsurdur. Metin üreticisinin metninde kullandığı sözcükler rastlantısal
değildir. Üreticinin ‘özgürlük savaşçısı’, ‘isyancı’ ya da ‘terörist’ sözcük seçimlerinden
herhangi birini gerçekleştirmesi, karşısındaki bireyle ilgili neler düşündüğünü oldukça açık
bir biçimde ortaya koyan bir durumdur. Bu durum da anlatıcının tutumuna ve yine anlatıcının
hangi gruba bağlı olduğuna doğrudan işaret etmektedir.
Toplumsal olarak paylaşılan tutumları belirleyen ve söylemde kendilerini ‘‘biz’’ ve
‘’onlar’’ karşıtlığıyla kodlayan ideolojilerin çözümlenebilmesi için uygulanan dört strateji
aşağıda belirtildiği gibidir:




Bizim hakkımızda olumlu şeyleri vurgula
Onlar hakkında olumlu şeyleri vurgula
Bizim hakkımızda olumsuz şeyleri vurgulama
Onlar hakkında olumlu şeyleri vurgulama
Bu dört olasılık ‘ideolojik [ dördül alan] kare’ olarak adlandırabileceğimiz
kavramsal bir alan oluşturur. İçeriklerine gelince, anlamsal ve sözlüksel çözümlemeye
uygulanabilirler, ancak ‘vurgula’ ve ‘vurgulama’ zıt ikilisinin kullanımı birçok yapısal
değişme biçimini olanaklı kılar: Bizim iyi, onların kötü şeyleri hakkında uzun uzadıya
ya da kısaca, belirgin ya da belirgin olmayan, açık ya da üstü kapalı bir biçimde,
abartılarla ya da örtmecelerle büyük ya da küçük manşetlerle, vb. konuşabiliriz.
Başka bir ifadeyle, söylem, anlamları vurgulamak ya da vurgulamamakta pek çok
yönteme sahiptir ve bunlar ideolojik bir temele oturur oturmaz, (….) pek çok söylem
düzeyinde nasıl ifade edildiğini çözümleyebiliriz ( Van Dijk, 2003).
KAYNAKÇA
Fairloucgh,N. (2003). Dil ve ideoloji. Çoban, B. (çev.) , B.Çoban ve Z. Özarslan , ( Yay.), Söylem ve
ideolojimiteoloji-din-ideoloji içinde (s.155-171) ; İstanbul :Su Yayınevi.
Van Dijk, T. (2003).Söylem ve ideoloji çok alanlı bir yaklaşım. Ateş, N. (çev.), B.Çoban ve Z.
Özarslan (Yay.) , Söylem ve ideoloji mitoloji-din-ideoloji içinde (s.42-59); İstanbul: Su Yayınevi.
Yağcıoğlu, S. (2002).Eleştirel söylem çözümlemesi: Disiplinler arası bir yaklaşım ‘’ 1990 sonrası laik
antilaik çatışmasında farklı söylemler’’. İzmir: Dokuz Eylül Yayınları.
Yarar, Ö.(2006). Anlatı Metinlerinde Metin Dünyasını Belirginleştiren Dilsel Düzenlemeler.
(Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). Ankara Üniversitesi/ Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
12
Damla Elif TİRYAKİ
İRAN’DA AZERBAYCAN TÜRKÇESİNİN KONUMU
İran toplumu çok etnik kökenli bir yapıya sahiptir ve bundan dolayı karmaşık bir
çokdillilik örneği sunmaktadır. Nüfus bakımından olduğu kadar, tarihte oynadıkları siyasal
rolleri bakımından da önemli bir yere sahip olan Türklerin dilleri bu çokdilliliğin en önemli
parçalarından biridir. Farklı yapılanmalarla bir araya gelen ve daha çok kırsal özelliğin ağır
bastığı çevre bölgelerde yerleşmiş bulunan Türk etnik kökenli topluluklar tarafından
konuşulan bu dil, belli bir ölçüde canlılığını ve diğer İran dilleri karşısında kendine has
özelliklerini koruyabilmiştir.
İran milletine katılımda İslam’ın belirleyici rolü olduğundan Azeri Türklerini bir
azınlık olarak görmek zordur; zaten azınlık olarak yalnızca dini azınlıklar yani Müslüman
olmayan topluluklar tanımlanmaktadır. Azeri Türkleri bu durumda Fars kökenli vatandaşlar
ile eşit konumda bulunmaktadır ki bu durum İran nüfusundaki sayısal konumları ile de
güçlenmektedir. İran Türklerinin nüfusu hakkında İran’ın Türkiye’den sonra en kalabalık
Türk nüfusuna sahip ülke olduğu veya İran nüfusunun %40 Türk, %40 Fars geri kalanı ise
diğer etnik gruplardan oluştuğu söylenmektedir. Bunlar Türkler tarafından söylenen sözler
oldukları için ilk başta inanılmaz ve abartılı gelse de güvenilir kaynaklar Türk oranının
ülkenin toplam nüfusunun %30’a vardığını belirtmekte bu da söylenenlerin yanlış olmadığını
gösterir niteliktedir. Sonuç olarak Türklerin İran nüfusunda önemli bir yer teşkil ettiği
kesindir (Bosnalı, 2004).
İran halkının resmi ve ortak dili ve ayrıca alfabesi Farsçadır. Resmi dokümanlar,
mektuplar, metinler ve okul kitapları bu dilde ve alfabede yazılmalıdır. Yerel ve etnik dillerin
basın ve yayın organlarında Farsçanın yanında kullanımı ve bu grupların edebiyatlarının
okullarda öğretimi serbesttir. İran’ın çokdilli yapısı resmen tanınmakta ve Farsçanın dışındaki
dillerin bazı formel alanlardaki kullanımına görece bir serbestlik getirilmektedir. Sözü edilen
diller arasında ilk önce “resmi dil” (Farsça) ve “yerel veya etnik diller” olmak üzere ikiye
ayrıldığı görülmektedir. Bunların yanında “Kur’an, İslam bilimi ve eğitim dili” olarak özel
statüsü olan Arapça bu iki grup arasında ayrı bir konuma sahiptir. Ayrıca bu dilin lise sonuna
kadar bütün okulların tüm sınıflarında öğretimi öngörülmektedir. Bu durumda Farsça İran’da
kullanılan yüksek değişke konumundaki dil, diğer etnik kökenlere ait diller ise alçak değişke
13
konumundaki dil olduğu görülmektedir. Çünkü devletin resmi dili “Farsça”, saygın bir ölçün
edinmekte ve bu ölçünün bütün toplum içinde yayımı ve benimsenmesi sağlanmaktadır. Diğer
yandan, devlet yerel dillere sadece sınırlı işlevler tanımaktadır ve bu işlevler Farsçanın
yanında kullanılma koşuluna bağlanmaktadır. Diğer diller diğer iletişim alanlarındaki
işlevlerden yoksun bırakılmaktadır. Bu da göstermektedir ki bir tarafta devletin desteğini alan
bütün iletişim alanlarından işlev bulan “baskın dil” Farsça, diğer tarafta da devletin
desteğinden ve bazı
önemli alanlardaki
işlevlerinden
yoksun
“bastırılmış diller”
bulunmaktadır. Böyle bir durumun alçak değişkeler için olumsuz bir ortam oluşturulduğu
açıkça görülmektedir.
Yerel dillerin demografik durumu konusunda ilk önemli kaynak İran Milli İstatistik
Merkezi tarafından yapılmış olan ve İran’ın en önemli dokuz yerel dilini göz önünde
bulunduran 1956 sayımları verileri olarak kabul edilmektedir. Bu verilere göre toplam nüfus
sayısı 18.955.000 iken yerel dilleri konuşan toplulukların sayısı 9.270.000 kişiyi bulduğu
görülmektedir. Toplam nüfusun %51’ini oluşturan yüksek değişke konumundaki Farsçayı
konuşan topluluk, alçak değişke konumundaki diğer dillerin konuşucularına karşı bir
çoğunluk oluşturmaktadır. 3.910.000 kişilik bir nüfusla, %21’ini oluşturan Azerbaycan
Türkçesi, Farsçanın ardından en önemli ikinci dil olarak görülmektedir. İran dilleri ailesinden
olan Gilaki, Lori, Kürtçe ve Mâzandarâni dillerini konuşan toplulukların nüfusları birbirlerine
çok yakındır. Bununla birlikte, 1.600.000 nüfusu olan Gilaki dilini konuşan topluluk ülke
nüfusunun %6,1’ini oluşturmaktadır, Lori dilini konuşanların önünde üçüncü sırada yer
almaktadır.1.080.000 kişilik bir nüfusa sahip olan Lorlar ulusal nüfusun %5,6’sını
oluşturmaktadır. Beşinci sırada ise 1.060.000 kişinin konuştuğu ve toplam nüfusun %5,5’ini
oluşturan Kürtçe almaktadır. Hemen ardından 9.200.000 nüfuslu Mâzandarâni dili
gelmektedir, bu dili konuşanların oranı %4,8’dir. Baluç, Arap ve Türkmen dillerini konuşan
toplulukların nüfusları ise sırasıyla 430.000, 380.000 ve 330.000 dolaylarında olup ülke
nüfusundaki oranları yine sırasıyla %2,2 , %2 ve %1,7 olarak görülmektedir. Son olarak
Hristiyan azınlık dilleri olan Ermenice ve Asurice’yi 115.000 kişinin konuştuğu
görülmektedir, bu ikisinin oranı %0,6’dır. Buradan Türk dillerini konuşan toplulukların nüfus
bakımından toplumun önemli bir kesimini oluşturdukları görülmektedir. Türk dilleri diğer
azınlık dilleri içinde ayrıca değerlendirildiğinde bu konumun önemi açık bir şekilde ortaya
çıkmaktadır. Türkmenler ile Azeri Türkleri, 4.240.000 kişilik bir nüfusla azınlık dillerini
konuşan toplam nüfusun %46’sını oluşturmaktadır. Ayrıca Türkmen Türkleri ve Azeri
14
Türkleri dışında kalan Türk dilli toplulukların nüfusu hakkında herhangi bir belirti
bulunmamaktadır (Bosnalı, 2004).
1993 nüfus sayımı, alçak değişke konumundaki dillerin yanı sıra yüksek değişke
konumundaki Farsça konuşabilme yetisiyle de ilgili sorular içermektedir. Ermenice başlığı
altında Hristiyan azınlık dillerini de kapsayan bir önceki sayımın tersine yalnızca sekiz yerel
dili ele almaktadır. “Diğer” başlığı altında da Farsça ile birlikte göz önünde bulundurulmayan
bütün diğer dilleri de kapsamaktadır.
Farsçanın ülkenin bütün topraklarına yayılması ve bunun için de ilkokullar inşa ederek
zorunlu ve parasız öğretimin kurulması gerektiği düşüncesiyle İran’da okur-yazar ve
okullaşma düzeyinin iyileştirilmesi alanında önemli yol kat edilmiştir. 1956 yılında İranlıların
yalnızca %15’i okur-yazar iken kırk yıl gibi bir sürede İran’ın okur-yazar oranı beş ile
katlanmıştır. Bu okur-yazarlık durumu ile toplumun sosyal konumu arasında yakın bir ilişki
bulunmaktadır (Bosnalı, 2004). Farsçanın başka okullarda öğretilen tek dil olduğu göz önünde
bulundurulursa
okur-yazarlığın
yaygınlaştırılması
Farsçanın
yaygınlaşması
anlamına
gelmektedir. Her okur-yazar Fars dilini bilen demektir. Dolayısıyla yerel dilleri konuşan
toplulukların okur-yazarlık düzeyine değinmek Farsçanın bu toplulukları arasındaki
yaygınlığı konusunda bazı ipuçları vermektedir.
İslam Cumhuriyetinin ilk nüfus sayımı olan 1986 genel sayımlarına kadar İranlıların
Farsçayla olan ilişkileri konusunda bilgiler daha çok özel bir bölgeye odaklanmış nitel
incelemelerden ortaya çıktığı görülmektedir. İran İstatistik Merkezi ilk olarak bu sayımlarda
İranlılara Farsçayı bilip bilmedikleri hakkında soru yöneltmiş ve yanıt olarak üç seçenek
önermiştir: “Farsça konuşuyorum.”, “Farsçayı sadece anlıyorum.” ve “Farsça anlamıyorum.”
(Bosnalı,2004).
Yayınlanan bir makalede ve bu ülkenin kültürel coğrafyasını incelemeye yönelik bazı
çalışmalar çerçevesinde değerlendirilen bu sayımların sonuçları, İran’ın ikidillilik yüzünü
daha iyi kavranmasını sağlamaktadır. Bununla birlikte deneklerin ana dilleri belirtilmediği
için yerel dil topluluklarının ikidilliliğini ayrıca irdelemek mümkün olmamaktadır. Bunu
yapabilmek İran Milli Nüfus Sayım Merkezinin 1993 yılında “Farsça kullanımı” üzerine
gerçekleştirdiği ve deneklerin ana dillerinin göz önünde bulunduğu bir anketin sonuçlarıyla
mümkün hale gelmiştir. 1986 sayımının sonuçlarına göre, İranlıların %83’ü Farsçayı
konuşabilmekte, %3’ü sadece anlayabilmekte, %14’ü ise Farsçayı bilmemekteydi. Farsça
konuşabilme ile coğrafi ve sosyal parametrelerin yakından ilişkisinin bu veriler ile ortaya
15
çıktığı görülmektedir. Kentsel alanda Farsça konuşabilme düzeyi %91’lik bir oranla kırsal
alandakinden çok daha yüksektir. Kırsal alanda bu oran %73 olduğuna göre iki alan
arasındaki farkın %18’lere vardığı gözlemlenmektedir (Bosnalı, 2004).
Yüksek değişke konumundaki dili konuşabilme düzeyi yaşa ve cinsiyete göre de
farklılıklar sunmaktadır. Farsça konuşabilme düzeyinin erkekler arasında çok daha yaygın
olduğu görülmektedir. Farsçayı en fazla bilen yaş grubu ise %89 oranıyla 15-30 yaş
arasındaki topluluktur. 5-15 yaş grubunda bu oran %86’ya düşmektedir. Bu düşüşü okullaşma
ile Farsça öğrenimi arasındaki bağla açıklamak mümkündür. Diğer taraftan, yaş arttıkça
Farsça konuşma düzeyi azalmaktadır. Bu azalma ise yüksek değişke konumundaki dil
Farsçanın yayılma sürecinin son çeyrek yüzyılda geçmiş dönemlerden çok daha etkin
olduğunu göstermektedir. Farsça konuşabilmenin coğrafi konumla da ilişkisi olduğu göz ardı
edilmemesi gereken bir durumdur. Merkez ve Güney bölgelerindeki durum ile çevre
bölgelerindeki durum arasında önemli farklılık öne çıkmaktadır. Farsça konuşma düzeyinin
%99’lara vardığı Yazd, Kerman, İsfahan ve Fars eyaletlerinin ayırt edilmesi gerekmektedir.
Bu oranın %98 oranında olduğu diğer eyaletler ise Tahran ve Bahtiyari’dir. Bu dili hiç
bilmeyen topluluklara bakılması gerekirse Batı Azerbaycan ilk sırada yer almaktadır. Bu
bölge halkının %57’si bu dili bilmemektedir. Bu oran Kordistan ve Doğu Azerbaycan’da
Farsça konuşabilme düzeyi nispeten daha yüksektir.
İslam Cumhuriyeti’nin siyasal tutumu, teorik olarak herhangi bir etnik grubu ön plana
çıkarmıyor gibi görünse de yasalar daha dikkatli okunduğunda ülkenin resmi dili olan
Farsçanın yerel kültür ve dillere göre daha avantajlı durumda olduğu açıktır. Bu durum
Farsçanın İran’da yüksek değişke konumunda diğer dillerin ise alçak değişke durumunda
olduğunun göstergesi sayılmaktadır.
Azerbaycan Türkçesinin önemli bir demografik konumu bulunmaktadır ve
doğurganlık oranı ile bu konum sağlamlaşmaktadır. Ancak yüksek seviyedeki kentleşme
süreci Azerbaycan Türkçesini olumsuz etkilemektedir. Çünkü bu süreçle birlikte okullaşma ve
okur-yazarlık oranı artmaktadır. Okullaşma ve okur-yazarlığın Farsça olduğu göz önünde
bulundurulursa Farsçanın yerel dil toplulukları içerisinde yüksek değişke konumunu
sürdürmesi söz konusudur.
KAYNAKÇA
Bosnalı, S. 2004. http://www.anadilitv.com/tr/index.php/makaleler/242-ran-azerbaycantuerkces.html . Son Görüntülenme Tarihi: 22.04.2012
16
Elvan EKİM
DİSLEKSİ VE DİLSEL GÖRÜNÜMLERİN BETİMLENMESİ
“Zayıf” veya “yetersiz” anlamına gelen dys ile “sözlü dil” ya da “sözcükler”
anlamına gelen lexia sözcüklerinin birleşmesinden meydana gelen DİSLEKSİ terimi genel
anlamda nöroloji temelli yapısal bir bozukluktur (Çiftçi, 2003; Aytaç, 2001, Aytaç, 1999).
Disleksi, dinleme, konuşma, yazma, akıl yürütme ile matematik yetilerin
kazanılmasında önemli güçlüklerle kendini gösteren bir tür öğrenme bozukluğudur. Bir
hastalık değildir. Dil kazanımının farklı derecelerde etkilenmesi durumudur. Dislektik
çocukların zeka düzeylerinde bir sorun yoktur. Bu çocukların özel yeteneklere sahip oldukları
bilinir hatta zeka düzeyi yüksek çocuklarda da görülmektedir.
Terminolojik olarak kökeni Latin – Yunan dillerine dayanan disleksi veya benzer
problemler tıp tarihinde ilk olarak 18. yy’ de ortaya çıkmıştır. İlk tipik öğrenme vakası
1896’da İngiltere’de Morgan tarafından Konjenital Kelime Körlüğü tanısıyla yayınlanmıştır.
Morgan bu yayınında 14 yaşındaki “Percy” nin yaşıtları kadar sağlıklı olduğu halde hiçbir
sözcüğü doğru okuyamadığını ve dikte edilen yazıyı hatasız yazamadığını, adını bile “Percy”
yerine “Precy” diye yazdığını ancak matematikte başarılı olduğunu bildirmiştir. Morgan bu
sorunun beyinde meydana gelen bir problem olduğunu düşünmüş ve yazılı sözcükleri görsel
hafızada depolayamamaktan kaynaklandığını ileri sürmüştür. Ayrıca Morgan bu vakada,
Percy’nin beyninde hiçbir hasar olmamasına rağmen belirtilerin yetişkinlerdeki sol angüler
girus bozukluklarındaki belirtilere benzediğini ve bu tablonun beynin bu bölümünün
gelişimindeki aksaklıktan kaynaklanan doğuştan gelen bir bozukluk olduğunu belirtmiştir
(Morgan, 1996).
Disleksinin nedenleri konusunda kesin veriler yoktur. Disleksinin bireyin içsel
özelliği olup, merkezi sinir sistemindeki aksaklıklardan kaynaklandığı varsayılmaktadır.
Yapılan genetik çalışmalarda, çocuklarda fazladan X kromozomunun disleksiye yol
açtığı ileri sürülmekte, dislekside genetik geçişin var olduğu bildirilmektedir. Büyük olasılıkla
geçişin 6. ve 15. kromozom ile olduğu, bu kromozomların dislektiklerde baskın olduğu
düşünülmektedir.
Etiyolojiye yönelik araştırmalarda işin içine nörolojik muayene EEG (elektro
ensefalografi) nin girmesiyle, disleksi nörolojik bir kavram özelliği de kazanmıştır. Beyin
17
üzerine yapılan çalışmalar, sağlıklı bireylerde sağ yarıkürenin sol beyin yarıküresine göre
daha küçük, dislektiklerde ise eşit büyüklükte ya da sol yarıkürenin daha küçük olduğunu
ortaya koymuştur (Yorgancı, 2006).
Dislektik kişilerde eksik olduğu saptanan en önemli dilsel yapı; sesbilimsel yapı ya da
sesbilimsel kodlama becerisidir. Bir sözcüğü tanıyıp anlamak için beynin sesbilimsel
bileşenin sözcüğü sesbirimlerine ayırması gerekir. Örnek: e.l.m.a > elma. Beyindeki
sözlükçeden seçilen birimler zihinsel dilbilgisi kuralları çerçevesinde seçme-birleştirme
işlemiyle bir araya getirilir. Konuşma dilinde bu süreç otomatik olarak gerçekleşir.
Dislektikler sesbilimsel bileşendeki sorun nedeniyle sembolü (harfi) sese dönüştürmede
güçlük çekmektedirler.
Dislektik çocuklarda bir metni okurken, gözlerinin hareketlerinde duraklamalar, geri
dönüşler, satır atlamalar, satırın başını yakalayamama gibi aksamalar görülür.
Yazı hatalarında ise, sözcüğün seslerinin yerini değiştirme, ses ekleme, ayna yazımı,
ses yerine koyma, vb. yer almaktadır.
Bu hataların nedeni, görsel-algısal yetersizlik diye bilinen, sözcükleri bütün olarak
görememe, sembolleri algılama ve kaydetmedeki temel bir yetersizliktir. Bu çocuklar sözcüğü
yazdıklarında harfleri doğru sıralasalar da, bazen aynı sözcüğü okurken hata yapmaktadırlar:
‘t-a-s’ yazıp, bu sözcüğü ‘s-a-t’ diye okumaktadırlar.
Disleksinin temelinde seslerle, seslerin ilişkili olduğu grafemi eşleştirememe veya
sözcüğü işitsel bileşenlerine ayırma yetersizliğinin olduğu işitsel algılama süreci yer
almaktadır.
Disleksili çocukların okuma ve yazmada yaptıkları yanlışlar eş değerli değildir.
Okuma yanlışlarına bakıldığında, dislektikler çoğunlukla, yineleme yanlışları yapmaktadırlar;
yazma yanlışlarına bakıldığında ise, yerine koyma yanlışlarının çoğunlukta olduğu
gözlemlenmektedir.
Okuma yanlışları çerçevesinde,
- Yineleme (sözcük yineleme, ses yineleme ve yineleyerek düzeltme);
Okulun okulun (okulun) : (sözcük yineleme (2X))
Gü güzel (güzel) : (yineleyerek düzeltme)
18
Şeh şehrin şehrin (şehrin): (yineleyerek düzeltme ve sözcük yineleme)
- Silme (sözcük, ek silme);
Girişinde (girişindeki): (ek silme)
Balonlayla (balonlarıyla): (ses silme (2X))
- Değiştirme (ek değiştirme);
Okulda (okula): (ek değiştirme)
- Duraklama;
Ü ze ri ne (üzerine)
- Çaprazlama;
Histesti (hissetti): (ses çaprazlama)
- Sesletim;
Balonlaar (balonlar) / sss annessiyle (annesiyle): (sesletim)
Yazma yanlışları çerçevesinde;
- Yerine koyma;
Cözuyoruz (çözüyoruz): (ses yerine koyma (2X))
- Ek ekleme;
Onun (onu): (ek ekleme)
Okuma ve yazmada görülen yanlışların sebebi, dislektiklerin seçme ve birleştirme
yapamamalarından kaynaklanmaktadır. Dislektiklerin, sözcükleri sesbirimlerine ayırmada
yaşadıkları güçlük, sözlükçelerine yeni sözcükler eklemeyi yavaşlatmaktadır. Bu yüzden,
dislektiklerin sözlükçelerinde kimi sözcükler olmadığından, dislektikler bu sözcüklerle
karşılaştıklarında sorun yaşamaktadırlar.
19
KAYNAKÇA
American Psychiatric Association:DSM-III-R. (1987). Diagnostic and Statistical Manual of
Mental Disorders. Third ed.- Revised. APA, Washington. USA
Çiftçi, Z. (2003). Dislektik Çocukların Yazım Sırasında Yaptığı Hatalar: Türkçe Veri
Tabanına Dayalı Bir Çalışma. (Yayınlanmamış Lisans Tezi). Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi, Ankara.
Turgut, S. (2008). Özgül Öğrenme Güçlüğünde Nöropsikolojik Profil. (Yayınlanmamış
Yükseklisans Tezi). Hacettepe Üniversitesi, Ankara.
Vardar, B. (1998). Dilbilimin Temel Kavram ve İlkeleri. İstanbul: Multilingual.
20
Gülşen UYAR
İKİDİLLİLİK (BILINGUALISM)
İkidillilik, iki farklı dilde iletişim kurabilme becerisi anlamına gelmektedir.
Doğdukları andan itibaren iki farklı dil konuşulan ortamda büyüyen çocuklar doğal bir şekilde
iki dili de edinmektedirler. Bazı durumlarda üç ya da dört farklı dil konuşulan aile ortamında
büyüyen çocuklar söz konusu olmaktadır. Bu gibi durumlar çokdillilik (multilingualism)
olarak tanımlanır.
Aksan (1998), ikidillilik ve çokdillilik kavramlarını genellikle, çeşitli sebep ve şartlara
bağlı olarak bireylerin birden fazla edinip kullanması veya ikinci bir dili ana diline yakın
düzeyde öğrenmesi olarak tanımlamaktadır.
İKİDİLLİLİK TÜRLERİ
İkidillilik birey ve toplum açısından değer yüklenen bir olgudur. Bu nedenle, alandaki
akademik çalışmalara bakıldığında bu olgunun tanımına yönelik iki düzeyden söz edildiği
göze çarpar: Bireysel ikidillilik (individual bilingualism) ve Toplumsal ikidillilik( socıetal
bilingualism) (Hammers ve Balanc, 2000).
İkidilliliğe bireysel bir nitelik olarak bakıldığında, karşımıza iki ayrı dili iletişimsel
amaçlarına hizmet etmek üzere kullanmayı ruhsal açıdan kabullenmiş, bu durumu
içselleştirmiş bireyler çıkar. İkidilliliğe toplumsal bir nitelik olarak bakıldığındaysa iki ayrı
dilin kullanıldığı bir toplum ve bu iki dili kullanabilen çok sayıda birey vardır.
1.BİLİŞSEL YAPILANIŞ AÇISINDAN İKİDİLLİLİK TÜRLERİ
Bilişsel yapılanış boyutuyla ikidillilik, bileşik ikidillilik, sıralı ikidillilik ve alt sıralı
ikidillilik kavramlarını açıklamamızı gerektirmektedir
( Weinreich,1953; Ervin ve
Osgood, 1954; Grosjean, 1982).
1.1. BİLEŞİK İKİDİLLİLİK ( COMPOUND BILINGUALISM)
Tek bir anlam dizgesine bağlı iki ayrı dilsel koda sahip olma durumudur. Bileşik
ikidilli kavramı, genellikle iki dili eş zamanlı olarak ve ortak çevrede, ancak bu diller için
özerk bağlamlar oluşturmadan, yani aynı bağlamı kullanarak edinen bireylere gönderim
yapar. Birey, diller arasındaki kavramsal farklılıkları fark etmeksizin her iki dil için ortak bir
anlam evreni oluşturur. Bu nedenle, örneğin Türkçedeki 'ekmek' sözcüğü ile Almancadaki
21
'brot' sözcüğü onun için aynı çağrışımlara sahiptir.
1.2. SIRALI İKİDİLLİLİK (COORDINATE BILINGUALISM)
Her iki dilin de beyinde kurallar ve anlam evreni açısından özerk ama ilişkili bir
yapılanma göstermesidir. Sınırlı ikidillilik türü, iki dili de ayrımlaşmış özel bağlamlarında
edinmiş bireylere gönderim yapar.
1.3. ALT SIRALI İKİDİLLİLİK ( SUBORDINATE BILINGUALISM)
Dillerden birinin diğerine göre daha güçlü olması durumudur. Zayıf olan dil, daha
güçlü olan dile göre yorumlanır. Bir başka deyişle, bu durum iki dilin beyinde özerklik
taşımayan bir ilişki içinde yapılanmasıdır. Dillerden biri diğerini yapısal kurallar ve anlam
evreni açısından biçimlendirmek üzere çekirdek rolü üstlenir. Yani, baskın hale gelir.
2. DİL BECERİ DÜZEYLERİ AÇISINDAN İKİDİLLİLİK TÜRLERİ
2.1. DENGELİ İKİDİLLİLİK ( BALANCED BILINGUALISM)
Bireyin iki dilin kullanım bağlamlarını ayırt ederek, dilleri birbirine karıştırmadan her
iki dili de eşit yetkinlik düzeyinde ve başarıyla kullanabilmesi durumudur. Birey her iki dilde
de kaliteli bir edinim süreci geçirmiş ve bu süreci her iki dilin de doğal konuşucusu olacak
şekilde bilişsel olarak tamamlamıştır.
2.2. BASKIN İKİDİLLİLİK
Bireyin iki dilden birinde temel dilsel beceriler açısından daha yetkin olması ve yetkin
olduğu dili daha sık kullanmayı yeğlemesi durumudur.
2.3 SINIRLI İKİDİLLİLİK ( SEMILINGUALISM)
Bireyin her iki dilde de düşük düzeyde gelişim göstermesi durumudur. Sınırlı
ikidillilik, bireyin aynı yaşta her iki dilin de doğal konuşucusu olmasına karşın, bu dillerde
geçirilen dil edinim sürecinin kalitesizliği nedeniyle bilişsel olarak tamamlanamamış olmasına
işaret eden dengeli ikidilliliğe karşıt bir durumdur.
22
İKİDİLLİLİK KAVRAMLARI
1. GİRİŞİM ( INTERFERENCE)
Bir dilin dil içi dünya görüşüyle ya da anlatım yoluyla ve yapısıyla başka bir dili
kodlamaktır. Girişim olgusu, hem sözlük ve sözdizim hem de sesbilim düzleminde görülür.
Aktarım ve Ödünçleme olgularıyla sözdizim kurallarında ve sesbirimlerde ortaya çıkan kimi
değişimler bu olguya bağlanır ( Vardar, 2002). Girişim olgusu edinim sürecinde gerçekleşir.
Bu süreçte girişimi gerçekleştiren bireyin iki dile sahip olduğu için iki dil arasında geçişler
yağması kaçınılmazdır. Ödünçleme ve aktarım doğrudan edinim ile ilgili değildir. Aktarım,
öğrenme sürecinde görülür. Ödünçleme, dışarıdan etkilenme, duyma ile gerçekleşir.
2.KOD DEĞİŞTİRME ( CODE SWITCHING)
Durum bağlamıyla ilişkili olarak dili değiştirmedir. Birçok ikidilli bireyde belirli
konuların D1' de, bazı konuların da D2'de ele alındığını söyleyebiliriz. Konuşucu bunu bilinçli
olarak değiştirmez. Ancak, kod değiştiriminin uzun süreli değiştirimi, ilgili iki dili birbirinden
ayıramama bireyin edinç düzeyinin yetersizliğine işaret eder. Birey iki dilin kod değiştirimini
en iyi biçimde gerçekleştirebiliyorsa dengeli ikidillilikten de söz edilebilir.
3. KOD KARIŞTIRMA
İki
dildeki
yapısal,
sesbilimsel,
sözcüksel
birimlerin
tamamen
birbirine
karıştırılmasıdır. Kod karıştırma bir anlamda sınırlı ikidilliliğin başlangıcı olarak görülür.
Bireyde tam kavramlaştırma varsa kod değiştirimi, yarı kavramlaştırma varsa kod karıştırma
olur.
Ben var gitmek
Benden schreıben yapıyorum
23
Birey örneklerdeki gibi kod karıştırma yapmakta ve bu durumun farkında değildir.
Ben gitmeye devam ediyorum
Bu örnekte kod değiştirimi yapılmıştır. Kod değiştirimi dış etmenlerden etkilenir ancak kod
karıştırma içsel bir olgudur.
İKİDİLLİLİĞİN YARARLARI
İkidillilik, gelişmiş medeniyetlerde hukuki bir değer, toplumsal bir zenginlik ve bireye
kimi bilişsel ve toplumsal ayrıcalıklar sunan bir olgu olarak görülmektedir.
Toplum içerisinde ve günlük sosyal yaşam alanı içerisinde kullanılan hakim dil diğer
dile göre daha prestijli bir dil olma avantajını da kazanacaktır. Bireyin toplum içerisindeki
yerinin belirlenmesi, sosyal statü, ait olduğu bölge gibi saptamaların yapılmasına olanak
sağlaması ve sosyal kimliğin ortaya koyulması gibi özelliklerinin yanı sıra birbiri ile iç içe
geçmiş dil karışması ve kelime ödünç alma gibi durumları da beraberinde getirmektedir. Bu
nedenle de bireyin konuşmalarında diğer dile ait unsurlardan faydalanması veya kelime ödünç
alması gibi durumlar da doğal olacaktır.
Blanc ve Hammers' a göre ikidillilik bireyler için avantaj yaratan bir durumdur. Bu avantajlar;

İkidilli bireyler, algılama süreçlerinin yapılanmasında daha yeteneklidirler. Zihinsel
algıları her iki dili birden algılar.

Sözel ve sözel olamayan ifade biçimlerinde zeka yönünden daha iyi sonuçlar elde
edilir.

Sözcükler arasında anlamsal tutarlılık daha rahat sağlanır.
Steinberg ise ikidilliliğin yararlarından şu şekilde bahsetmiştir;

İkidilli birey sürekli kod değiştirimi yaptığı için tek dillilere göre daha gelişmiş bilişsel
süreçlere sahiptir.

Kod değiştirimi sayesinde farklı çevrelere daha rahat uyum sağlarlar.
KAYNAKÇA
Aksan, D. 1998. Her Yönüyle Dil. Ana Çizgileriyle Dilbilim. Ankara: TDK
Vardar, B. 2002. Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü
Uzun, L. İkidillilik Üzerine Genel Bilgiler 1.2.3.
24
Aliye Nazlıhan SEFACI
İLETİŞİM ÜZERİNE
İnsan vücudunu oluşturan sistemlerin hepsi karmaşık bir görünüm sergilemektedir ve
biz tüm bu sistemlerin öncüsü olarak görülebilecek bir ‘’yönetim merkezine’’ sahibiz:
beynimiz. Bizi biz yapan; emirler vererek sistemlerimizi aktif eden; yaşamsal ve insansal tüm
faaliyetlerimizi gerçekleştirme aracımız olan beynimiz; sistem mekanizmalarımızı, ‘’nöron’’
adını verdiğimiz sinir hücreleri, bunların oluşturduğu sinaptik bağlantılar ve yaymış olduğu
elektriksel dalgalar sayesinde işler hale getirmektedir.
Dil, beynin kullanımsal açıdan bakıldığında en somut, zihinsel ve bilişsel açıdan
bakıldığında ise en soyut görünümlerini içermektedir. Yani dil beynin bir üretimi ise de aynı
zamanda onu açıklayan ve zihinsel bir süreç olan dili performansa çevirerek ‘’iletişim’’
kurmamızı sağlayan bir birimidir. Bu açıdan bakıldığında şöyle bir sonuca ulaşılabilinmelidir:
bizler beynimizle üretip, beynimizle çözümlemekteyiz.
Yukarda bahsettiğimiz gibi soyut olan dilden veri almak isteyen bilim insanları beyin
dalgalarını kullanarak basit düzeyde iletişimin gerçekleştiği sonucuna ulaşmışlardır. İngiliz
bilimciler, birbirinden uzak iki insanın beyin dalgalarını kullanarak, internet aracılığıyla,
birbirileriyle iletişim kurmalarını sağlamıştır. Deneyde amaçlanan esas; beynin elektriksel
akımını kullanarak sinyallerin çözümlenip ‘’mesaj’’ halinde alıcıya gönderilmesidir.
Araştırmada insan beynindeki elektrik sinyallerini alan elektrotlar ve özel yazılım yüklü
bilgisayarlar kullanılmıştır. İlk denekten sırayla sol ve sağ elini kaldırdığını yalnızca
düşünmesi istenmiştir ve bu kişi elini kaldırma eylemini gerçekleştirmemiştir. Cihaz, denek
sol elini düşününce ‘’0’’ , sağ elini düşününce ‘’1’’ yazmıştır. Bu veriler internet aracılığıyla
ikinci deneğin bilgisayarına gönderilmiştir. Bu kişinin bilgisayarındaki uyarı ışığı ‘’0’’
geldiğinde bir kez;’’ 1’’ geldiğinde iki kez yanmaya programlanmıştır. Araştırmacılar
çalışmanın ilerleyen evrelerinde hedef kişiye bu bilgilerin ne anlama geldiğini göndermeye
çalışacaklardır.
Bildirişim(iletişim) bir bilginin, bir niyetin İLKEL ya da ERGİN bir işaret dizgesinden
yararlanılarak bir zihinden başka bir zihne ya da bir merkezden başka bir merkeze
ulaştırılması olarak tanımlanmaktadır (Aksan, 2007:44).
Yukarıda
belirtilen
iletişim
tanımı
açısından
bakılacak
olursa
İngiltere’de
gerçekleştirilen çalışma ‘’iletişim’’ için gerekli olan ‘’verici’’ ve ‘’alıcı’’ görünümlerini
25
gerçekleştirmiş görünmektedir. Öte yandan sağlıklı bir iletişimden bahsedebilmek için
iletişimde verici ve alıcı rolünün etkisi kadar ‘’kodlanan mesajın çözümlenmesi’’ eyleminden
de büyük ölçüde söz etmemiz gerekli görünmektedir. Bu yaklaşımla, bahsedilebilecek olan,
iletişimin aslında GERÇEKLEŞMEDİĞİDİR. Çünkü yapılan çalışma bir bilgi ya da niyet
aktarımını, ilkel bile olsa, henüz gerçekleştirmemiş görünmektedir.
İletişimde beyinin rolünün yadsınamayacak ölçüde bir önem taşıdığına değinilmişti.
Yaşamın tümünde var olan beyin, diğer eylemlerin yanı sıra, kabaca, anlatma ve anlama
eylemlerini de yönetmektedir. Anlama ve anlatmayı da içeren iletişim sürecinde bilinmesi
gereken; iletişimin tek beyinle gerçekleşemeyeceği gerçeğidir. Bu yönüyle çalışmada adı
geçen
‘’iletişim’’
kavramı
çalışmanın
‘’iletileni’’
çözümleme
evresinin
henüz
gerçekleştirilmemiş olması sebebiyle eksik bir görünüm sergilemektedir. Bu da yapılan ve
henüz bitirilmemiş bir çalışmanın ‘’Beyin Dalgalarıyla İletişim Deneyi Başarılı’’ başlığı
altında duyurulmasından ileri gelen bir ‘’iletişimsizliğe’’ yol açıyor gibi görünmektedir. Bu
görünüm de toplum/ toplumların ‘’iletişim algısını’’ gözler önüne sermektedir.
KAYNAKÇA
Aksan, D. 2007. Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim. Ankara: Türk Dil Kurumu
Yayınları.
Beyin Dalgalarıyla İletişim Deneyi Başarılı. http://www.ntvmsnbc.com/id/25011143/, Son
Görüntülenme Tarihi: 19.04.2011.
26
Ece ÖZEK
APRAKSİ
Apraksi, istemli konuşmanın üretiminde sıralı konuşma hareketlerinin motor
planlanmasında oluşan bozukluk sonucu ortaya çıkan motor konuşma bozukluğudur. Bu
bozuklukta normal kas tonusu ve koordinasyonuna rağmen, amaca yönelik hareketler yerine
getirilemez. Seslerin çıkarılması için gereken kasların pozisyonlanmasında güçlük vardır.
Konuşma organlarında amaca yönelik davranışların ortaya konulamamasıdır. Kişi ifade etmek
istediği şeyi söylemekte zorlanmaktadır.
Bilinci yerinde, anlaması normal bir kişinin motor, duyusal ve koordinasyon kusuru
olmaksızın bildiği amaçlı bir hareketi yapamamasına apraksi denir. Apraksi bulunan kişiler
genellikle ne yapmak istediklerini bilirler ama hareketi başarmak için gerekli davranış dizisini
hatırlayamazlar. Beyinde apraksiye neden olan hasar; kafa travması, enfeksiyon, inme(beynin
bir kısmının kan akımının kesilmesi ile hasara uğraması) veya bir beyin tümörü sonuncunda
ortaya çıkabilir.
APRAKSİ TÜRLERİ
Düşünce-Hareket Apraksisi: En sık rastlanılan apraksi türüdür. Bu hastalıkta, beyinde
düşünce sistemiyle hareket sistemi arasındaki bağlantılar kopmuştur; hasta düşündüğü bir
hareketi taklit edemez. Bu tip apraksi sıklıkla afaziyle beraberdir. Apraksi yüzde, kolda ve
bacaklarda olabilir. Düşünce apraksisinde hasta hareketlerin sırasını şaşırır; örneğin kalemin
yazmayan ucuyla yazmaya çalışır. Bu duruma Alzheimer hastalığında rastlanır. Beynin
premotör alan ya da beyin kabuğu-bazal gangliyonlar bağlantılarının hasarında, hasta bir aleti
doğru dürüst kullanamaz.
Giyinme Apraksisi: Hasta elbisesini giyemez, onunla uğraşıp durur. İki taraflı veya sağ yan
lob hasarında ortaya çıkar.
Konstrüksiyon Apraksisi: Hasta bir çiçek resmi çizemez, basit bir Türkiye haritası yapıp
belli başlı şehirleri yaklaşık olarak yerlerine yerleştiremez, tahta oyuncak bloklarının yan yana
getirip istenen şekli yapamaz. Sağ yan lob hasarında ortaya çıkar.
Okülomotor Apraksisi (Göz hareketleri apraksisi): Balint sendromunda hasta çevreyi
incelemek için gözlerini gerektiği gibi çeviremez.
27
İdeasyonel Apraksi: Hastadan paketinden bir sigara çıkarıp çaktığı bir kibritle yakması
istendiğinde bu hareketleri parça parça doğru olarak yerine getirebilir, fakat sıralarında
yanlışlıklar yapar.
Sözel Apraksi (Konuşma apraksisi): Konuşma seslerinin üretilmesi için herhangi bir
fiziksel engel veya eksiklik olmamasına rağmen, konuşma için gerekli seslerin istemli olarak
üretilmesindeki güçlüktür. Hasta sesleri ve seslemleri oluşturacak hareketleri ve bunların arka
arkaya sıralanışının planlanmasını yapamaz. Çocukluk ve gelişim çağında görülür.
Çocukluk Apraksisi: Çocuğun duyduğu sesleri doğru olarak üretebilmesi için sahip olması
gereken motor plan ve programlamada oluşan koordinasyon sorunlarıdır. Apraksik çocukların
genellikle dili iyi anladıkları ama konuşmak için plan ve program güçlüğü çekmelerinden
ötürü daha çok mimik, jest ve beden dilini kullanmaya yatkınlık gösterdikleri görülür. Bu tip
bir konuşma sorunu olan çocuğun otomatik olarak hiç düşünmeden seslettiği sözcüklerde
daha başarılı olduğunu ama bir sözcüğü tekrar etmesi istendiğinde bunun neredeyse imkansız
olduğu görülür. Tekrar ettikleri sözcükler her seferinde farklı bir şekilde üretilebilir (yumurta
yerine bıyıtta, muyuta gibi). Apraksik çocukların kısa, tek ses veya tek seslemli sözcükleri
daha rahat sesletebildikleri, konuşurken birçok sesi çıkaramadıkları, yanlış ürettikleri, ses ve
hece düşmesine neden oldukları seslemlerin yerlerini değiştirebildikleri, ünlü üretimlerinde de
farklılık olduğu görülebilir. Bu yüzden kendilerini anlatabilmeleri oldukça güç olabilir.
KAYNAKÇA
Alsan,
S.
2003.
Bellek
Bozuklukları
Bilim
ve
Teknik,
430:
13-14
http://www.biltek.tubitak.gov.tr/bdergi/yeniufuk/icerik/beyin.pdf Son Görüntülenme Tarihi:
15.04.2012
http://tr.wikipedia.org/wiki/Apraksi Son Görüntülenme Tarihi: 15.04.2012
http://www.pdrciyiz.biz/dil-konusma-bozukluklariapraksi-diatri-t4072.html
Görüntülenme Tarihi: 15.04.2012
Son
28
Ceyda PEKÖZER
BEYİN FIRTINASI
Buluş fırtınası olarak da adlandırılan beyin fırtınası, ilk olarak Alex Osborn tarafından
ortaya atılmıştır. Herhangi bir sorun veya problemin çözülmesi için hayal gücünü kullanarak
çok sayında fikir ve düşünce üretme işi olarak tanımlanmakta olan beyin fırtınası, yaratıcı ve
orijinal fikirlerin doğmasına yardımcı olmaktadır ve hiçbir yargılamanın olmadığı ortamlarda
gerçekleştirilmelidir.
Beyin fırtınası, bir gruba ait katılımcıların/öğrencilerin açık fikirli olarak bir konu,
olay veya problem durumu hakkında düşünmelerini ve mantıklı olup olmadığı endişesine
kapılmadan olabildiğince çok sayıda fikir üretmelerini istemek olarak tanımlanabilmektedir.
Buradaki problem illa da bir sıkıntılı durum olmayabilir (Olumsuz problem). Olumlu bir
problem de olabilir. Meselâ bir şirket, yılsonunda elde ettiği karı en verimli şekilde nasıl
kullanacağını bir beyin fırtınası seansı ile halledebilir. Beyin fırtınası seanslarında üretilen
fikirler mantıksız, sıra dışı, çılgınca ve görünüşte imkânsız olabilirler. Burada temel kural,
kesinlikle eleştiri ve kritik olmamasıdır. “Nasıl olur? Bu da mı olur? Yahu, hadi be sen de!
Kafayı mı yedin!” türünden sözler henüz yeni ortaya çıkmış veya çıkacak olan fikirleri hemen
yok edebilir.
Dahası başlangıçta aptalcaymış gibi görünen bir fikir, beyin fırtınası ekibinin diğer
üyeleri üzerinde müspet tesirler oluşturabilir. Beyin fırtınası seansında görüşler yüksek sesle
söylenmeli ve hemen kaydedilmelidir. 30-40 dakikalık bir seanstan sonra bütün fikirler üyeler
29
tarafından
değerlendirilerek
en
iyi
fikir
çözüm
olarak
seçilir.
Rehberlik
Gruba beyin fırtınası sırasında rehberlik edecek bir kişi belirlenir. Rehber, beyin
fırtınası uygulaması süresince akışı yönetir. Rehber, fikirlerin sırayla gelmesini izler, gelen
fikirlerle ilgili herhangi görüş belirtmez ve katılımcıların rahatça görebileceği bir tahtaya veya
panoya yazar. Sadece gerekmesi halinde iletilen fikri açık ve anlaşılır yazmak için fikri
iletenden onay alarak kısaltma veya düzenleme yapabilir.
Beyin fırtınasının oluşabilmesi için başlıca dört faktör vardır. Bunlar:

Öğrencilerin/katılımcıların ileri sürdükleri fikirler asla eleştirilmemelidir.

Katılımcılara sınırsız düşünme özendirilmelidir.

Katılımcıların fikirlerine nitelik yerine nicelik aranarak çok sayıda fikir üretmeye
cesaretlendirilmelidir.

Katılımcıların amaçları gelişme ve geliştirme olmalıdır.
Beyin fırtınası yaparken gürültülü bir ortam oluşturulmalıdır ki katılımcılar kendilerini
daha rahat hissedebilsin. Beyin fırtınasında ortaya sürülen fikirler numaralandırılmalı ve en
fazla üç dakika içinde tahtaya not edilmelidir. Fikirlerin değerlendirilmesi daha sonra
yapılmalıdır ki değerlendirme zamanlaması da büyük önem taşımaktadır. Çalışmanın serbest
ve neşeli bir ortamda yürütülebilmesini sağlamak için ısınma turu uygulamasından
30
yararlanılmaktadır, çalışmanın sonu ise akla en gelmeyecek bir şeyle bitirilmektedir. Bunlar
beyin fırtınası sırasında yapılması gereken şeylerdendir.
Diğer taraftan beyin fırtınası uygulanırken yapılmaması gereken şeyler de vardır. Örneğin;
çalışma sırasında asla ses kaydı kullanılmamalı, yazı tahtasından yararlanılmalıdır. Sürece
katılan kimseyle dalga geçilmemeli, çalışmaya fiilen katılmayan hiç kimsenin süreci kesintiye
uğratmasına hatta izlemelerine de izin verilmemelidir.
Beyin fırtınası, üç farklı şekilde yapılabilmektedir. Bunlar:

Listeleme

Kavram haritaları oluşturma

Örümcek ağı haritalardır.
Beyin fırtınasında en çok listeleme yöntemi( A’dan Z’ye) kullanılmaktadır.Örnek verecek
olursak;
İletişim
A=alıcı, amaç
B=belirli bir konu
C=cevap
V=verici gibi.
Burada da görüleceği gibi listeleme yönteminde önce bir kavram seçilir daha sonra bu
kavram ile ilgili A’ dan başlayarak Z’ye kadar seçilen kavramla ilgili çağrışımlar belirlenip
not edilir. Sonra da bu kavram ve çağrışımlarıyla arasında bağlantılar kurularak kavram
açıklamasına yer verilir.
Beyin fırtınasının aşamalarını kısaca özetlemek gerekirse;

Sorunun belirlenmesi ve tartışılması

Sorunun yeniden tanımlanması

Yeni tanımlardan birinin temel alınması

Isınma turu

Beyin fırtınası

Akla en gelmeyecek düşünce
31
Okullarımız açısından bu tekniğe bakacak olursak, okullarda genellikle meraklı sorular
pek teşvik edilmemekte, aksine, çocuklardan kalıplar içinde düşünmeleri ve önceden
hazırlanmış cevapları vermeleri istenmektedir. Yeri gelmişken tarihimizdeki duruma kısaca
bir göz atıp Mimar Sinanların, Itrılerin, Fatihlerin, Hazerfenlerin, Gazalilerin nasıl yetiştiğini
daha iyi anlayabiliriz.
Fatih Sultan Mehmet’in kurduğu, Sahn-i Seman Medreselerinde fizik, kimya, biyoloji,
matematik, astronomi, mantık, felsefe, edebiyat gibi fen ve sosyal bilimler birlikte
öğretilmekte, mucit ve kaşifler yetiştirilmekteydi.
Süleymaniye Kütüphanesi halen dünyanın en çok el yazması eser bulunduran
kütüphanesidir. Ancak mazide kalmış bu hamasi destanlara bakıp iç geçirmektense, gayrete
gelmenin zamanın çoktan geldiğini ve geçmek üzere olduğunu fark etmeliyiz.
Sonuç olarak beyin fırtınası tekniği, fikir üretme ve geliştirme amacıyla
kullanılabilecek sosyal bir tekniktir. Fikir yürütme sırasında katılımcıların dinlenme ve ifade
etme odaklı iletişim yeteneklerini geliştirmesi sağlanır. Aynı zamanda da analiz ve
değerlendirme disiplininin oluşması ve geliştirilmesinde çok etkili bir tekniktir. Fikir ve
düşüncelerin rahat ve özgür bir ortamda kurallara uygun olarak ifade edilmesi katılım,
paylaşım ve etkileşimin pekişmesini sağlamaktadır. Tüm bu koşullar sağlandığında etkili ve
verimli bir şekilde beyin fırtınasından yarar sağlanabilmektedir.
KAYNAKÇA
Şahin, Ö. 2008. Beyin Fırtınası Tink Tank. http://www.kendinigelistir.com/beyin-firtinasitink-tank/#ixzz1siBac8SMom/beyin-firtinasi-tink-tank/#ixzz1si5smcuM Son görüntülenme
Tarihi:29.04.2012
Beyin
Fırtınası,
http://w3.gazi.edu.tr/web/alperal/bey.pdf
Son
Görüntülenme
Tarihi:
29.04.2012
Beyin
Fırtınası
Nasıl
istesob.org.tr/egitim/toplantidosyalari/BeyinFirtinasiNasilYapilir.pps
Yapılır,
Son Görüntülenme
Tarihi: 29.04.2012
32
Asuman DÖNMEZ
TOPLUMDİLBİLİMDE KADINA DAİR KULLANILAN ATASÖZLERİ
Türkiye’de kadına dair kullanılan atasözleri her toplumda olduğu gibi kültürün
kaçınılmaz bir meyvesidir. Toplumun kadına verdiği değerler, gördüğü koşullar başından bu
yana etkili olmuştur.
Atasözleri Türk’ün bilgeliğini/ zengin düşünce ve ruh dünyasının ürünlerini,
karşılaşılan durum ve olaylardan çıkarılan yargıları dile getirmek için kullanılmaktadır. Bu
bakımdan atasözleri ulusal varlıklardır.
Türkçede kadın ve erkek hakkındaki atasözleri anlam yönünden toplumsal rolleri
belirler. Geleneksel roller başta olmak üzere kadınlar için şüphesiz annelik görevi öncelik
taşımaktadır.

Evi ev yapan avrat; yurdu şen eden devlet.

Yuvayı dişi yapar.

Ananın bastığı kuzu incinmez.

Kuşa süt nasip olsa anasından olurdu.
Atasözlerinde kadının ev ve aile için iyi sonuçlar doğurmayacağı da belirtilir.

Avrat var ev yapar, avrat var ev yıkar.

Kadının sofusu şeytanın maskarasıdır.
Kadının tek güvencesi erkek çocuk doğurması ile statüsünün artmasıdır. Kadından
zaten bu beklenmektedir.

Doğuran avrat Azrail’i yenmiş.

Kız beşikte, çeyiz sandıkta.

Oğlan beşikte, gelin eşikte.
Kadının mal-mülk edinemeyeceğini gösteren eğer malı varsa bunun da değersiz
olduğunu gösteren ya da değerli olduğunu gösteren atasözleri de vardır:

Avrat malı, kapı mandalı.
33

Karı (kadın) malı, kapı mandalı.

Gelin altın kürsü getirmiş, çıkmış üstüne kendi oturmuş.
Erkeklerin bakış açısına göre kadının durumunu belirten atasözleri de vardır:

Atta,avratta uğur vardır.

At besle, avrat besleme.

İtte vefa olur, avratta vefa olmaz.

El ağzına bakan karısını tez boşar. ( ele uyan karısını tez boşar.)
Bundan şu anlaşılmaktadır ki, erkekler için değerli olan üç kavram “at, avrat ve
silah” atasözlerinde kolaylıkla yer edinmiş ve benimsenmiştir.
Almanca ve Urducada atasözlerinin kullanımları üzerine;
Urducadaki atasözleri tıpkı Türkçedeki gibi kadının ikinci planda kaldığını ortaya
koymaktadır. Urducada anne olmaya dair atasözü şu şekilde verilmiştir.
“ Kadın ve onun tohumu hızlı büyür.”
Bir diğeri ise erkeklerin kadınlara verdiği değerle alakalıdır. Pakistan’daki kadınların
statüsü ve hak edinimi maalesef Türkiye’deki gibi değildir. Erkeğin kadına verdiği değerle
ilgili atasözü aşağıya alınmıştır:
“ Avrat ve at senin kontrolündedir, dizginler senin elindedir.”
( ‘avrat aur ghoRaa raan talee.)
‫عورت اور گ ھوڑا ران ت لے۔ ۔‬
Almancada ise kadına ziyadesiyle önem verilmektedir ve bunlarla ilgili bilgiler
aşağıdadır:
34
 Mädchen für alles: Her şey için kız çocuğu. Burada kız çocuğunun üstün yeteneklere
sahip olduğu anlatılır. Ev işi, tarlada ve her yerde çalışmasına vurgu yapmaktadır.
 Das schöne Geschlecht: Latif, güzel cins, hoş cins ve narin anlamını taşımaktadır.
 Vorsicht ist die mutter der Porselenkiste! : Dikkatli ol! Anne porselen kutu gibidir.
Kırma sakın,değerini bil.
Almancada birçok çiçek ismi kadına lütfedilmektedir. “Frau” kelimesine ek
getirilerek yeni türetimler yapılmıştır.
Örneğin:
frau + enherz = Frauenherz  kadın kalbi anlamına gelmektedir.
 Frauenkäfer : Uğur böceği
 Frauenschuhe: Yine kadına lütfedilmiş bir çiçek ismidir.
Kısaca, toplumun gelişmişliği ve arka planda kalışı her şekilde olduğu gibi
atasözlerinde kadına da yer vermiştir. Pakistan’da, Türkiye’de olduğu gibi kadınlara
ehemmiyet verilmemektedir, yeri geldiğinde ilk eşin üzerine gelen ikinci eş, kezzap döküp
kocasının ilk eşine kolaylıkla zarar verebilmektedir. Fakat Almancada şu gözlemlenmektedir
ki, o toplumun kültürü kadına değer vermiş ve sürekli onu yüceltmiştir. Türkçenin de bu
şekilde değer taşıyan anlamlarla kadını betimlemesi dileğiyle…
KAYNAKÇA
Arıca Akkök, E. 2011. DBB305 Toplumdilbilim yayınlanmamış lisans ders notları.
1986, Temmuz. Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi.
Erkek, Didem. Alman Dili ve Edebiyatı.
Külebi, Oya. 1989. Kadın Hakları Konusunda Toplumdilbilimsel Bir Yaklaşım: Cilt 6.
Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Dergisi, 1-2, 7-20.
Soydan, Celâl. Urdu- English Dictionary, Lahore.
35
Gülçin AŞIK
TÜRKÇEDEKİ VE ALMANCADAKİ ZAMANLARIN KARŞILAŞTIRILMASI
1. Şimdiki Zaman ve Geniş Zaman’ın Karşılaştırılması
Almancada şimdiki ve geniş zaman iç içeyken, Türkçede bu zamanlar ayrı olarak ifade
edilir. Ancak şimdiki zamanda anlam kayması olup geniş zaman anlamında da kullanılabilir:
Ich gehe ins Kino. Sinemaya giderim/gidiyorum
Televizyon izliyorum. Şimdiki zaman
Her gün okula gidiyorum. Şimdiki zaman zaman kaymasıyla geniş zaman
Her gün okula giderim. Geniş zaman
Not: –yor zamanında konuşmacı eylem olayıyla içli-dışlıdır, olaya “karışmıştır (involviert).”
Olaya bakışı özneldir, anlıktır, dolaysızdır, mesafesizdir.
-(I)r zamanında konuşmacı olayıyla içli-dışlı (veya “involviert”) değildir. Dolayısıyla,
olaya bakışı nesneldir, genellemeye eğilimlidir, mesafelidir.
Not: ‘lernen’ –en mastar ekini atınca, Türkçedeki gibi, Almancada da bir emir durumu ortaya
çıkar : lern! (Öğren!)
Ich
lerne
öğreniyorum/
öğrenirim
Du
lernst
öğreniyorsun/
öğrenirsin
Er/sie/es
lernt
öğreniyor/
öğrenir
Wir
lernen
öğreniyoruz/
öğreniriz
Ihr
lernt
öğreniyorsunuz/
öğrenirsiniz
Sie
lernen
öğreniyorlar/
öğrenirler
(sie)
(lernen)
-------
------
Her iki dilde de eylemlere bazı biçimbirimler getirilir. Ancak Almancada 1.çoğul ve 3.
çoğul kişilerde –en biçimbiriminin farklı işlevlerde kullanıldığı görülür. Yine, Almancada
36
‘sie’ kişisinin kullanımı daha çok resmi ortamlarda olur. Türkçedeki ‘öğreniyorsunuz’ 2.çoğul
kişisi hem resmi hem de çoğul anlamı karşılar.
Geniş zaman kapsamında incelenecek olursa, yine aynı durumlar söz konusudur.
Bağlam çevresinde zamanlar belirlenir. Ayrıca Türkçedeki geniş zaman, zaman kayması
yoluyla gelecekte olacak, yapılacak, bulunulacak bir olayı, işi de gösterebilir:
― Yarın bize gelirsin, değil mi?
― Evet, gelirim.
Örneklerde de görüldüğü üzere daha çok bağlam ve zaman belirteciyle gerçekleşen bir
zaman aktarımıdır. Örneğin, ‘Sabah beşte kalkarım.’ tümcesinde bir gelecek durumu söz
konusudur. Ancak, –AcAk zamanında bu tümce daha bir kesinlik belirtebilecekken, -(I)r
zamanında kararsızlık daha çok söz konusudur.
Türkçede –yor zamanı, yine, geniş zaman etkisi yarattığı gibi gelecek etkisi de yaratır.
Ancak gelecek zaman için değil, –(I)r zamanında olduğu gibi dilsel bağlam ya da durumsal
bağlam yoluyla açık olmalıdır. Bunu da çeşitli zaman belirteçleriyle ya da bir soru karşılığı
olarak belirtiriz: ‘Yarın alışverişe gidiyorum.’
–yor zamanında “yargı daha kesin” olmak zorunda değildir. Ancak, –yor zamanının
gelecek zaman yerine kullanılmasının şartları arasında, zaman içinde belli bir anla ilintili
olması vardır. Örneğin, ‘Günün birinde Güney Kutbu'na gideceğim.’, cümlesini oybirliğiyle
geçerli sayarız, ancak, ‘Günün birinde Güney Kutbu'na *gidiyorum.’, tümcesinde çoğu
konuşmacı bir bozukluk olduğunu düşünür.
Ayrıca, hem –yor, hem –AcAk zamanı emir kipi yerine kullanılabilir, ancak –yor'da
emredilen konunun (şimdiki zaman çağrışımından ötürü) hemen yapılması isteniyormuş,
–AcAk'ta ise biraz olsun gelecek zamana itilebilirmiş gibi bir durum söz konusudur.
Almancadaki şimdiki/geniş zamanın geçmiş bir olayı anlatma durumu da söz konusudur. Bu
geçmiş bir olayı daha canlı ve yakından anlatmak için kullanılır: ‘Schalke 04 schlägt Werder
Bremen 3:2.’
Türkçede de böyle bir durum söz konusudur: ‘Fatih Sultan Mehmet tüm hazırlıklarını
yapar ve İstanbul’u fetheder.’
37
2. Geçmiş Zaman Karşılaştırılması
Almancada üç tür zaman vardır ki bunlardan präteritum ve plusquamperfekt Türkçedeki
bileşik zamanlı kiplere denk gelir, geçmişte olmuş, yaşanmış bitmiş olayları ifade eder.
Almancadaki perfekt zamanı Türkçedeki –DI zamanına karşılık gelir. Perfekt zamanı daha
çok konuşma dilinde kullanılır. Öncelikle Türkçedeki –DI zamanı ve Almancadaki perfekt
zaman karşılaştırılacak olunursa:
Perfekt zaman ‘haben’ ve ‘sein’ yardımcı eylemleriyle yapılırken, Türkçede eylemlerin
sonuna –DI biçimbirimi gelir, ancak haben ve sein eylemleri präsens çekimleriyle kullanılır.
Onun dışında eylemlere gelen bazı biçimbirimler de vardır. Yardımcı eylemlerin özneye göre
çekimlenmesi zorunludur, çünkü özne-yüklem uyumluluğu esastır, Türkçedeki gibi. Ama
hangi yardımcı eylemin kullanılacağı eyleme bağlıdır. Genel olarak haben kullanılsa da,
özellikle düzensiz eylemlerde sein yardımcı eylemi kullanılır. Perfekte kullanılan eylemlerin
partizip perfekt hâlleri kişi çekimleri esas alınarak yapılan değişimler değildir. Eylemin
köküne kişilere göre ekler gelmezken, Türkçede durum tam tersidir. Eylemler kişilere göre
zaman-sayı-kişi eklerini alır. Almancada bunu karşılayan ise yardımcı eylemlerdir. Esas
eylemlere, yani partizip perfektlere bazı ekler eklenerek meydana gelir ancak düzensiz
eylemlerde bu ekin nereye ekleneceği belli olmadığından bu eylemleri bilmek gerekir.
Almanca gramerinde bolca istisnalarla karşılaşılabilir. Burada da geçerli olan birkaç istisna
vardır:
1. Bazı düzenli eylemler önlerine ‘ge–’ takısı almazlar.
2. Kökleri d, t, m, n yazıbirimleriyle biten eylemlere “t” biçimbirimi eklerken, “t”
biçimbirimiyle eylem kökü arasına bir “e” yazıbirimi girer. Dolayısıyla bu gruba giren
eylemlerin de bilinmesi gerekir. Düzensiz eylemlere gelince; düzensiz eylemler için böyle bir
kural verilemez.
ich habe gehört.
Duydum.
ich: Özne (1. Tekil kişi)
habe: Yardımcı eylem (haben eyleminin 1. tekil kişiye göre çekimi)
gehört: Esas eylem (hören eyleminin Partizip Perfekt hâli)
Burada “haben” yardımcı eylemi kullanılır.
38
hast du gehört?
Duydun mu?
Ich habe aufgeräumt.
Topladım.
düzensiz eylemlerle
Ich bin eingeschlafen.
Uykuya daldım.
Türkçedeki –DI biçimbiriminin kişilere göre allomorphları vardır. Geçmişi ifade
etmesinin dışında, şimdiki zamanı da ifade eden durumları da vardır. ‘İşte geldi!’ gibi. Yani
eylemlerin üzerine imek’li –DI gelmedikçe geçmiş-dışılık söz konusu olur.
Almancadaki präteritum zamanına gelecek olursak, daha çok yazı dilinde kullanılan
bir zamandır. Perfekt anlamı da taşır ancak ama daha çok Türkçedeki bileşik zamanlı
eylemleri karşılığıdır, yani Almancada ‘gittim, gitti okudular…’ gibi durumlarını belirtirken,
‘giderdim, gidiyordu, okurlardı’ biçiminde de kullanılabilir. Ancak –mIş zamanını hiçbir
şekilde karşılamaz.
Präteritum; eylemlerin büyük çoğunluğunun köküne –t eklenerek yapılır.
suchensuchte
weinenweinte
lebenlebte
liebenliebte
küssenküsste
Bazı eylemlerin kökleri değişir.
Bazı eylemlerin hem kökleri değişir, hem de –t eklenir.
gehen ging
bringen brachte
trinkentrank
brennenbrannte
essen aß
denken dachte
sitzen saß
kenen kannte
lesen las
Türkçede geniş/şimdiki zamanın hikâyesi bileşik zamanı olarak kullanılır: ‘Çocukken
yüzerdim’ tümcesinde geçmişte yapılan bir işe gönderme söz konusudur.
Ya da dilsel
çerçevede, bağlamdan dolayı ya da bulunulan ortamdaki durumda dolayı ‘Çocukken
yüzüyordum’ biçiminde de dile getirilebilir. –(I)r hikâye bileşik zamanı daha çok geçmişte
yapılan ama artık yapılmayan bir olayı anlatır. Ama yine dilsel bağlam çerçevesinde, –AcAk
zamanının hikâyesi de geniş zamanın hikâyesine kayabilir: ‘Seninle gelirdim ama bir sorun
çıktı.’daki gibi. ‘Seninle gelirdim/gelmek isterdim, ama yapmam gereken ödevlerim var’
tümcesinde ise daha çok istek/dilek söz konusudur.
39
Almancada plusquamperfekt yapmak için de 'sein' ve 'haben' yardımcı eylemlerinin
Präteritum şeklini kullanırız. Asıl eylem partizip hâlde tümcenin sonuna gider.
Plusquamperfekt
genel
–mIş’lı
olarak
geçmiş
zaman
olarak
tanımlanır.
Aslında
Plusquamperfekt için “Geçmişte Bitmiş Zaman” demek daha doğrudur.
Ich hatte aufgeräumt
Ich hatte gespielt.
Toplamıştım.
Oynamıştım.
Sie war nach Hause gegangen.
Er hatte einen Ball gekauft.
O eve gitmişti.
O bir top satın almıştı.
Ancak Almancadaki bu zaman daha çok Türkçedeki bileşik zaman gibi durmaktadır: –
mIş’lı geçmiş zamanın hikâyesi
Türkçede sadece eylemlerin sonuna eklenen kişi-zaman ekler vardır. Bunu dışında
yapısal bir değişim yoktur.
‘Ali eve gelmişti’ de –mIş’ın belirli zaman olmasının da etkisi vardır. Ali’nin geldiğinden
haberimiz yoktur.
KAYNAKÇA
Hoberg, R.&U. (çev.Çatak, M.&M.) (2003), Duden Almanca Gramer, İstanbul: Alfa Yay.
40
Damla Elif TİRYAKİ
İNSAN HER YAŞTA YABANCI BİR DİL ÖĞRENEBİLİRMİŞ!
Yabancı dil öğrenimi konusunda en yaygın mazeretlerden biri yabancı dil öğrenmenin
zor olduğudur. Aslında bu bir bahane olup asıl sorunun genellikle bireyin konuyla ilgili belli
bir hayalin olmaması ve konuya odaklanmaması veya odaklanamamasıdır.
Yabancı dil öğreniminde yaş önemli bir etmendir. Yetişkin öğreniciler utandırıcı
hatalar yapmaktan veya akılsız olarak yargılanmaktan korktukları için genellikle
çekingendirler ve yabancı bir dil öğrenmekten korkmaktadırlar. Yabancı dil öğreniminde
artan yaşla beraber dile daha çok maruz kalınması gerektiği ve alıştırma yapmaya daha fazla
ihtiyaç duyulduğu bir gerçektir ancak bu, dili öğrenememe olarak sonuçlanmamaktadır.
Uzun bir zaman önce gazetelerde gördüğüm bir haberi sizinle paylaşmak istiyorum.
Haber, yabancı dil öğrenmek konusunda engel olarak “artan yaş” etmenini geçersiz kılan bir
örnek olarak ilgimi çekti.
Yaşlı bir kadın 70 yaşından sonra Fransızca öğrendi ve herkesin dikkatini çekti. Fakat
bu kadını teşvik eden bir hayali vardı. O da bir gün Eiffel Kulesinde, bir Fransız’la Fransızca
sohbet edebilmekti. Bu azimli kadın, hayalini gerçekleştirebilmek için Fransızcayı öğrendi.
41
Karabük’te, 70 yaşından sonra Fransızca öğrenen emekli sınıf öğretmeni 83 yaşındaki
Cavide Cömert’in ortaokul sıralarında öğrendiği Fransızcayı, yoğun meslek hayatında
ilerletemediği, ancak emekli olduktan uzun bir süre sonra Fransızcasını kitaplardan
geliştirdiği haberleri, Turkish Daily News Gazetesi’nde ve CNN Türk’te yer almıştır. Bunun
üzerine Cömert, Fransa Büyükelçiliği tarafından Fransa’ya davet edilmiştir.
Fransa’nın Ankara Büyükelçiliği yetkilileri, Cömert’i telefonla arayıp teşekkür ederek
Fransa’ya davet etmiştir. Teşekkür ve davet telefonu ile çok duygulandığını belirten Cömert,
“Rahatsızım, ancak sağlığım el verirse gitmeyi düşünürüm. Bana Fransızca kitaplar
göndereceklerini söylediler. Bu kitapları okuyup, dilimi daha da geliştireceğim. En büyük
hayalim Fransa’ya gidip, Eiffel Kulesi’nde Fransız bir madamla sohbet etmek” diye
belirtmiştir.
KAYNAKÇA
Atay, A.F. (2005, 23 Şubat) Emekli öğretmene Fransa daveti. Hürriyet Gazetesi.
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2005/02/23/603946.asp Son Görüntülenme Tarihi: 28.04.2012
42
DİLLE TAŞINAN ZEKA İZLERİ
İngiliz lordu, Atatürk'ün daveti üzerine
İstanbul'a gelir. İngiliz lordu şerefine
verilen yemekte servis yapan Türk,
elindeki tepsiyi devirir. Herkes büyük bir
şaşkınlık içinde kalmıştır ve Atatürk'ün ne
tepki vereceği beklenirken, Atatürk
İngiliz lorduna dönerek:
"Halkım her şeyi beceriyor da bir tek
uşaklığı beceremiyor."
Kulaklarının büyüklüğü ile ilgili olarak,
Galileo'ye hasımlarından biri: “Efendim”,
demiş. "Kulaklarınız, bir insan için biraz
büyük değil mi?"
Galileo: "Doğru", demiş. "Benim
kulaklarım bir insan için biraz büyük ama
seninkiler bir eşek için fazla küçük
sayılmaz mı?"
Napolyon
savaşta
İspanya'yı
yenmiş.
İspanya Kralı, “ Siz ancak para ve mal için
savaşırsınız,
biz
ise
namusumuz
ve
şerefimiz için savaşırız. ” demiş.
Bunun üzerine Napolyon:
43
“ Evet. İnsan, neyi eksikse onun için
savaşır.”
Yahya Kemal'e "Ankara'nın en çok hangi
tarafını seviyorsunuz" diye sorduklarında
şu cevabı vermiş:
“İstanbul'a dönüşünü.”
Yahya Kemal, dostlarından birine:
“Bu akşam yemeği benimle yer misin?”
diye sorunca,
Arkadaşı: “ Hay hay!” der. “Çok memnun
olurum. Hiçbir mazeretim yok!”
Yahya Kemal gülümseyerek karşılık
verir: “ İyi öyleyse, bu akşam size
geliyorum.”
Sokrates ölüme mahkûm edildiğinde, eşi:
“Haksız yere öldürüyorsunuz!” diye
ağlamaya başlayınca, Sokrates'in cevabı
gecikmemiş:
“Ne yani, bir de haklı yere mi
öldürülseydim? ”
Sokrates ve eşi bir türlü iyi
geçinemezlermiş. Bir gün eşi Sokrates'e
verip veriştirmiş, ağzına geleni söylemiş.
Bakmış kocası hiç bir tepki göstermiyor;
bir kova suyu alıp başından aşağı
boşaltmış. Sokrates, gayet sakin: "Bu
kadar gök gürültüsünden sonra, bir
sağanak zaten bekliyordum" demiş.
44
Mehmet Akif, Baytar Mektebi'nde müdür
yardımcısı olarak çalıştığı bir dönemde,
muhasebeden gelen bir yazıyı anlayamaz.
Yazıyı kaleme alan Salih Efendi'yi
arayarak yazıda ne demek istediğini sorar.
Salih Efendi: “İki türlü mana çıksın diye
böyle yazdık efendim." cevabını verince,
Akif dayanamaz ve: “Hayret doğrusu” ,
der. “Biz birini bile çıkartamadık da.”
Tanıdıklardan biri, yazdığı romanın
müsveddelerini Neyzen Tevfik'e göstererek
fikrini sorar. Neyzen, beğenmediğini ifade
edince;
Adam: “İyi ama” der.” Siz hiç roman
yazmadınız ki!”
Neyzen Tevfik şu cevabı verir: “ Ben
yumurtanın tazesini bayatını iyi anlarım.
Ama bu güne kadar hiç yumurtlamadım.”
İsmail Dümbüllü, sahnedeyken bir seyirci
protesto etmek için sahneye ‘hıyar’
fırlatıyor.
Dümbüllü, yere düşen hıyarı alıp
kalabalığa dönüyor ve şöyle diyor:
"Beyefendi kartvizitini yollamış."
45
FİLM TANITIMI: İKİ DİL BİR BAVUL
İki Dil Bir Bavul, 2008 yapımı filmdir. Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan'ın
yönetmenliğini ve yapımcılığını üstlendiği film, bir Türk öğretmenin, Şanlıurfa'nın Siverek
ilçesine bağlı Demirci köyündeki ilkokula atanmasını ve orada Türkçe bilmeyen Kürt
öğrencileriyle geçirdiği bir yılını anlatır. 23 Ekim 2009 tarihinde gösterime girmiştir.
Orijinal adı Okul Yolunda olan filmin adı daha sonradan İki Dil Bir Bavul olarak
değiştirilmiştir ve filmin adında geçen "bavul" metaforu, "bizzat sınıfın kendisi, köyün
kendisi, bölgenin kendisi, ülkenin kendisi’dir. İki Dil Bir Bavul'un dili Kürtçe ve Türkçedir.
Filmin dünya gösterimi 25 Kasım 2008 tarihinde 21. Amsterdam Uluslararası Belgesel Film
Festivali'nde yapılırken Türkiye'de ilk kez İstanbul Film Festivali'nde gösterilmiştir ve galası
ise 21 Ekim 2009 tarihinde Atlas Sineması'nda yapılmıştır. Adana Altın Koza Film
Festivali'nde "En İyi Film" ve "Büyük Jüri Özel Ödülü", Antalya Altın Portakal Film
Festivali'nde "En İyi İlk Film Ödülü" ve Abu Dabi Uluslararası Ortadoğu Film Festivali'nde
"En İyi Ortadoğu Belgeseli" ödülü dahil olmak üzere birçok festivalde çeşitli dallarda ödül
kazandı. Gösterime girdikten sonra ilk üç gün içinde 88.642,50 TL'lik bir hasılat elde eden İki
Dil Bir Bavul, eleştirmenler tarafından olumlu tepkiler aldı ve filmin biçimi hakkında çeşitli
görüşler ortaya sunuldu.
46
FİLM TANITIMI: PROJECT NİM
Bilimsel bir deney amacı ile insan gibi davranılan ve insanlar tarafından yetiştirilen Nim'in öyküsü,
Proje Nim.
"Bir bez bebek değil, bir oyuncak değil, bir insan değil. O bir şempanze." Nim'i yetiştirenlerin
ağzından çıkan sözcükler bunlar. İnsanlarla yaşayan, içki içmeyi, hızlı arabalarla seyahat etmeyi seven bir
şempanzenin ve onun yetiştiricilerinin öyküsünün anlatıldığı film, gerçek bir öyküyü yıllar sonra sinema
salonlarına taşıyor. İşaret dili öğretilerek iletişim kurulan şempanze Nim, 1970'li yıllarda bilim dünyasını
sarsarak belki de direkt iletişime geçilince cevap alan ilk insan dışı canlı oldu. Man on Wire/Teldeki Adam
belgeselinin yaratıcısı James Marsh'ın yine inanılmaz bir konuyu alarak rafların arasından önümüze sunması
ile ortaya çıkan bir belgesel, Proje Nim.
47
5–6 Temmuz 2012
48

Benzer belgeler