avrupa insan hakları mahkemesi

Transkript

avrupa insan hakları mahkemesi
CONSEIL DE
L'EUROPE
AVRUPA
KONSEYİ
AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ
GÜNGÖR - TÜRKİYE DAVASI
(Başvuru no:28290/95)
KARARIN ÖZET ÇEVİRİSİ
STRAZBURG
22 MART 2005
Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine açılan 28290/95 başvuru no’lu davanın nedeni,
Türk vatandaşı Erol Güngör’ün (Başvuran) Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’na, 14 Temmuz
1995 tarihinde, Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlükleri Sözleşmesi’nin (AİHS) eski 25.
maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur. Başvuran, İzmir Barosu avukatlarından G. Dinç
tarafından temsil edilmektedir.
OLAYLAR
DAVA KOŞULLARI
A. Başvuranın oğlunun öldürülmesi
20 Haziran 1991 tarihinde, başvuran ve eşi Ankara’da ikamet ettikleri Milletvekili
lojmanlarından ayrılarak İzmir’e giderler ve geride 22 yaşındaki üniversite öğrencisi oğulları
Mustafa Güngör’ü bırakırlar.
22 Haziran 1991 tarihinde, M. Güngör, üniversiteden arkadaşı Ç.T. adlı bir kız ile
karşılaşır ve iki gün sonrası için Güngör ailesinin lojmanında buluşmak üzere sözleşirler.
24 Haziran 1991 tarihinde, 12.00 ve 13.00 saatleri arasında başvuranın oğlu, Ç.T. ve
erkek kardeşi tarafından yatağında ölü bulunur. Bu iki kişi önce babalarına haber vermişler,
babaları da saat 17.00 sularında polisi haberdar etmiştir. 1991/52269 dosya numarası ile soruşturma açılmış, polis Ç.T. ve erkek kardeşini gözaltına almış ve bu kişiler, sorguları yapıldıktan sonra serbest bırakılmışlardır.
______________________________________________________________________________________
© T.C. Dışişleri Bakanlığı, 2005. Bu gayrıresmi özet çeviri Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan
Hakları Genel Müdür Yardımcılığı tarafından yapılmış olup, Mahkeme’yi bağlamamaktadır. Bu çeviri,
davanın adının tam olarak belirtilmiş olması ve yukarıdaki telif hakkı bilgisiyle beraber olması koşulu ile
Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Genel Müdür Yardımcılığı’na atıfta bulunmak
suretiyle ticari olmayan amaçlarla alıntılanabilir.
B. Yürütülen cezai ve meclis soruşturmaları
Aynı gün polisler, maktulün odasını video kaydına almıştır. Bu kayda göre etajer üzerinde bir çeşit kutu veya çanta ve parfüm şişeleri gibi çeşitli nesneler, yan odada da masa üzerine bırakılmış bir şövalye yüzüğü bulunuyordu. Ayrıca polisler, kınalı saç tellerine rastlamış
ve cesedin banyodan yatağa taşındığını tespit etmişlerdir.
25 Haziran 1991 tarihinde, soruşturma yapan polisler, başvurana, oğlunun göğüs, boyun ve
burundan bıçakla yaralandığını söyleyerek, şüphelendiği bir kişinin veya oğlunun düşmanının
bulunup bulunmadığını sormuşlardır.
Aynı tarihte, saat 21.00 sularında otopsiye başlanmış ve otopsi saat 00.30 sularında
tamamlanmıştır. Otopsi raporunun sonucuna göre, 22 kalibrelik bir tabancadan ateş edilen
kurşun burun kısmından girip kafa arkasından çıkmış, fakat olay yerinde hiçbir mermiye ve
kovana rastlanmamıştır. Adli tıp tabipleri ayrıca biri sağ boyun hizasında diğeri öldürücü
olduğu anlaşılan göğüs hizasında yer alan iki bıçak yarası tespit etmişlerdir.
Bu tarihten itibaren, cinayet olayı basında geniş bir şekilde yer almış ve çeşitli cinayet
senaryoları dile getirilmiştir.
2 Temmuz 1991 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı, Mustafa
Güngör’ün ölümü hakkında meclis soruşturmasının açılmasını emretmiş ve durum hakkında
bilgi almak için Ankara Emniyet Müdürü’nü davet etmiştir.
25 Temmuz 1991 tarihinde, Ankara Adli Tıp Kurumu Svcılığın talep ettiği toksikolojik
inceleme raporunu tamamlayarak Savcılığa iletmiştir. Bu rapora göre M. Güngör’ün kanındaki
alkol oranı % 8 olarak belirlenmiştir.
17 Ağustos 1991 tarihinde, başvuran bütün Milletvekilleri’ne mektup göndererek,
oğlunu öldürenlerin tespit edilmesi için polise yardımcı olmalarını rica etmiştir.
Başvuran, TBMM’nin 27 Ağustos 1991 tarihli oturumunda, oğlunun öldürülmesi olayı
ile ilgili söz almış, basında ve milletvekilleri arasında dolaşan söylentileri hatırlatarak, söylentilerin,
oğlunun aynı sitede oturan ve eşini kıskanan, milletvekillerinden birinin “adamları” tarafından
ya da yine aynı sitede oturan Milletvekili çocuklarından oluşan genç bir grup tarafından
öldürülmesi olduğunu dile getirmiştir. Başvuran, yine duyumlarına dayanarak, bu olayda adı
geçen bütün Milletvekillerinin doğu ve güneydoğu kökenli olduklarını belirtmiştir ve İçişleri
Bakanlığı’ndan soruşturmanın hangi aşamada olduğunu açıklamasını talep etmiştir.
Bunun üzerine İçişleri Bakanı söz alarak, polisin soruşturma çerçevesinde aralarında
maktulün on yedi arkadaşı, iki komiser ve Milletvekili lojmanlarının güvenliğinden sorumlu
on iki kişinin yer aldığı çok sayıda kişi ve görgü tanığını dinlediğini ifade etmiştir. Ayrıca
bütün Milletvekillerine olayla ilgili ifade vermeleri yönünde çağrıda bulunulmuş; fakat Milletvekillerinden hiçbiri, kendi isteğiyle ifade vermeye gelmemiştir.
19 Eylül 1991 tarihinde başvuran, Savcılık’tan cinayet günü nöbetçi olan polislerin
kimliklerinin tespit edilmesini talep etmiştir.
26 Kasım – 26 Aralık 1991 tarihleri arasında, ekim ayından itibaren artık Milletvekili
olmayan başvuran, Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a, Başbakan Yardımcısı’na, İçişleri ve
Adalet Bakanları’na ve diğer ilgili siyasi ve idari kişilere başvurarak yürütülen soruşturmanın
iyi işlemesi yönünde katkıda bulunmaları için başvurularda bulunmuştur.
Bir yıl sonuçsuz kalan bir soruşturma sürecinin ardından başvuran yeniden Meclis
karar mercilerine, İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı yetkililerine, 6 Ocak - 21 Nisan 1992
tarihleri arasında gönderilen yazılarla başvuruda bulunur.
Bu sırada, başvuranın talebi üzerine 21 Ocak 1992 tarihinde cinayet mahallinde
yapılan inceleme neticesinde etajer üzerindeki nesneler ve video kaydına alınan yüzüğün
kaybolduğu tespit edilmiştir. 10 Şubat 1992 tarihinde, polisler yeniden olay yerine gitmiş,
video kaydında yüzük olarak görünen nesnenin siyasi bir parti olan SHP’nin rozeti veya
mobilya montajında kullanılan haki renkli bir cıvata olduğunu gözlemlemişlerdir. Bu tespitler,
sözkonusu nesnelere ilişkin 28 Şubat 1992 tarihinde, hazırlanan arama tutanağınca da
doğrulanmıştır.
21 Nisan 1992 tarihinde, başvuran olay yerinde kaydedilen video kayıtlarının yeniden
incelenmesini talep etmiştir. 29 Mayıs 1992 tarihinde, Emniyet Müdürlüğü, bilirkişilere göre,
masa üzerinde görünen nesneyi kesin bir şekilde tanımlamanın imkansız olduğu, buna karşın
etajer üzerindeki nesnelerin birinin alet çantası olduğu yönünde başvurana bilgi vermiştir.
9 Şubat 1993 tarihinde, TBMM, Anayasa’nın 98. maddesi gereğince, «faili meçhul
siyasi cinayetler» konusunda bir tetkik komisyonunun incelemeler yapıp rapor hazırlamasını
kararlaştırmıştır.
27 Aralık 1994 tarihinde, Ankara Cumhuriyet Savcısı, Mustafa Güngör’ün
öldürülmesi ile ilgili olarak ilgili bütün Milletvekillerine görgü tanıklığı yapmaları için
çağrıda bulunmuştur. Oysa dosyadan, sadece beş Milletvekilinin bu konuda açıklama yaptığı
ortaya çıkmaktadır.
Nisan 1995’te sözüedilen TBMM İnceleme Komisyonu, 10/90 numaralı raporu
sunmuştur.
3 Nisan 1998 tarihinde başvuran, oğlunun ölümüyle ve yürütülen soruşturmalardaki
eksiklerle ilgili hazırlamış olduğu 57 sayfalık raporu Başbakan’a iletmiş, raporda resmi
evraklara ve beyanlara göndermede bulunarak adalet mekanizmasının işleyişi önünde engel
teşkil eden kimi noktalara da dikkat çekmiştir.
23 Nisan 1999 tarihinden önce, işlenen bazı suçlara ilişkin 4616 sayılı Af Yasası
Resmi Gazete’de, 22 Aralık 2000 tarihinde yayımlanmıştır. Bu kanun uyarınca, başvuranın
açmış olduğu davada soruşturmayı yürüten yetkililerin olası bütün ihmal ve kusurlarının
soruşturulması artık mümkün olmamaktadır.
Türkiye’de 7 Kasım 2003 tarihinde, basında yer alan bazı makalelere göre, o dönemki
İçişleri Bakanı, davayla ilgilenmiş olan Cumhuriyet Savcısı ile yapılacak işbirliği ile Ankara
Emniyet Müdürlüğü’nü, Mustafa Güngör’ün ölüm olayıyla ilgili cezai soruşturmanın yeniden
açılması amacıyla bünyesinde özel bir birim oluşturmakla görevlendirmiştir. Bu amaçla ilk
olarak, olayların meydana geldiği dönemde dinlenemeyen Milletvekili ve aile yakınlarının
isim listesinin oluşturulması öngörülmüştür.
8 Şubat 2005 tarihinde, TBMM, Mustafa Güngör’ün ölüm olayı hakkında soruşturma
komisyonunun oluşturulmasına karar vermiştir.
HUKUK AÇISINDAN
I. HÜKÜMET’İN ÖN İTİRAZLARI HAKKINDA
Hükümet, iç hukuk yollarının tüketilmediğini ileri sürmektedir, zira başvurunun
yapıldığı tarihte ulusal düzeyde, henüz hiçbir nihai kararın bulunmadığını öne sürmüştür.
Hükümet ayrıca, başvuranın iç hukuk yollarını tüketmekle yükümlü olmadığı
varsayıldığı durumunda, altı aylık sürenin, Mustafa Güngör’ün öldüğü 23 Haziran 1991
tarihinden itibaren hesaplanacağından dolayı, gecikmeli olduğu için başvurunun ret edilmesi
gerektiğini savunmaktadır.
Başvuran, bu olayda yetkililerin, AİHS’nin 2. maddesine göre re’sen soruşturma
başlatmakla yükümlü olduklarını ve soruşturma mekanizmasını hareketlendirmek için,
kendisinin bizzat birçok müracaatta bulunduğunu ileri sürerek, bu savlara itiraz etmektedir.
AİHM, daha önce işbu başvurunun kabuledilebilirliğine ilişkin kararında, Hükümetin
yaptığı ön itirazların, davada ulusal aşamada yürütülen ceza soruşturmasının etkinliğinin
incelenmesi, yani AİHS’nin 2. maddesinin incelenmesi ile bağlantılı olduğunu belirtmiştir.
Dolayısıyla AİHM, bu şikayetlerin esasına ilişkin vardığı sonuç ışığında, bu noktadaki
incelemeyi tekrar ele alacaktır.
II. AİHS’NİN 2. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
Başvuran, güvenlik güçlerinin çok iyi korunan bir sitede meydana gelen oğlunun ölüm
olayını engelleyemediğinden dolayı, bu hükmün maddi yönden açıkça ihlal edildiğini iddia
etmektedir. Başvuran ayrıca, 2. maddenin ölüm olayının ardından yürütülen soruşturmadaki
eksiklik nedeniyle usul bakımından ihlal edildiğini savunmaktadır.
A. Yaşam hakkının korunmasında Devletin pozitif yükümlülüğü hakkında
1. Tarafların savları
a) Başvuran
Başvuran, etkili şekilde uygulanmasının Meclis Başkanı’nın görevi alanına giren,
Milletvekili lojmanlarının bulunduğu site hakkındaki güvenlik yönetmeliği tarafından
öngörülen yönergelere güvenlik güçlerinin riayet etmediklerini ileri sürmektedir. Başvuran,
Osman-İngiltere kararına ( 28 Ekim 1998 tarihli karar, 1998-VIII, s. 3124) atıfta bulunarak,
yetkililerin oğlunun yaşamını koruma görevini yerine getiremediklerine kanaat getirmektedir.
b) Hükümet
Hükümet, başvuranın oğlunun yaşamı için gerçek ve doğrudan hiçbir riskin
bulunmadığını ve dolayısıyla güvenlik güçlerinin kurbanı korumak amacıyla özel tedbirler
almaları için bir nedeninin bulunmadığını savunmaktadır.
2. AİHM’nin takdiri
a) Genel ilkeler
2§1 maddesinin ilk cümlesi, devlete, hem kasıtlı ve usulsüz şekilde ölüme sebebiyet
vermekten sakınmayı hem de yargısına tabi kimselerin yaşam hakkını korumak için gerekli
tedbirleri almayı zorunlu kılmaktadır (9 Haziran 1998 tarihli L.C.B.-İngiltere kararı, 1998-III,
s. 1403, § 36). Bu da devlet için, kişi haklarının ihlal edilmesinde caydırıcı olan ve bu ihlalleri
öngörmek, önlemek ve cezalandırmak için tasarlanmış bir uygulama mekanizmasına dayanan
somut bir ceza hukuku oluşturarak yaşam hakkının tanınması temel görevi anlamına
gelmektedir. Sonuç itibariyle, AİHS’nin 2. maddesi, yetkililere, çok iyi tanımlanmış bazı
koşullarda, başkasının işlediği suç fiilleriyle yaşamı tehdit edilen kişiyi korumak amacıyla,
önleyici tedbir olarak pratik önlemler alma pozitif yükümlülüğünü getirebilir (sözüedilen
Osman, s. 3159, § 115).
Günümüz toplumlarında, ne polisin görevini yerine getirmekte karşılaştığı zorlukları,
ne insan tutumlarının öngörülemez olmasını, ne de öncelik ve olanaklar açısından yapılan
harekat tercihlerini gözardı etmeksizin, bu yükümlülüğü, yetkililer için katlanılamayacak veya
aşırı bir yük yüklemediği şeklinde yorumlamak gerekir. Dolayısıyla, yaşam hakkındaki her
tehdit, AİHS uyarınca, yetkililerin bunun gerçekleşmesini engelleyecek somut tedbirler
almalarını gerektirmemektedir. Pozitif yükümlülüğün varlığından söz etmek için, yetkililerin,
belirli bir kimsenin yaşamında gerçekten ve dolaylı olarak başkasının cinayet fiillerinden
dolayı tehdit altında olduğunu bildikleri veya o anda bilmelerinin gerektiği ortaya
konulmalıdır. Buna ek olarak, yetkililerin, bunu bilmelerine karşın, yetkileri çerçevesinde
makul olarak bu riski ortadan kaldırabilecek nitelikte olan tedbirleri almadıkları açığa
çıkarılmalıdır (sözüedilen Osman, s.3159-3160, § 116, Paul ve Audrey Edwards-İngiltere, no:
46477/99, 2002-II, § 55).
b) Davadaki uygulama
Mustafa Güngör’ün yaşamı için gerçek ve dolaylı riskin bulunması konusunda,
dosyadaki ne belgelerden ne de tarafların görüşlerinden Ankara’da yaşayan diğer herhangi bir
vatandaşa göre bu kişiye özgü bir tehdidin bulunmadığı görülmektedir. Üstelik devlet
lojmanlarına olan sınırlı ve kontrollü girişler gözönünde bulundurulursa, cinayetin işlendiği
yer yüksek risk taşıyan bir yer de değildi. AİHM önünde, kurbanın devlet görevlileri
tarafından öldürüldüğü veya devlet lojmanlarında oturanların ve ziyaretçilerinin yaşamı için
tehlike oluşturdukları iddia edilmemiştir.
Dolayısıyla, Mustafa Güngör’ün yaşamında gerçek ve dolaylı bir riskin olduğunu
savunmak makul olmayacaktır. Öyleyse yetkililerin benzeri bir riski ortadan kaldırmak
amacıyla özel tedbirler almalarının gerekip gerekmediğini araştırmaya lüzum yoktur.
Suç bölgesine sınırlı ve kontrollü yapılan girişin, cinayet faillerinin tespit edilip
yakalanmasını kolaylaştırması gerektiği yönündeki başvuranın iddiası, bu davada daha çok,
yürütülen ceza soruşturmasının etkinliği ile ilintilidir.
Dolayısıyla yaşamın korunmasına ilişkin pozitif yükümlülük konusunda AİHS’nin 2.
maddesinin ihlali bulunmamaktadır.
B. Etkin soruşturmaların yürütülmesine yönelik usul yükümlülüğü hakkında
1. Tarafların iddiaları
a) Başvuran
Başvuran, adli yetkililerin, bazı Milletvekillerinin veya yakınlarının olaya
karışmalarından korktuklarından dolayı, gerekli tanık ifadelerini toplamakta ve varolan izleri
takip etmekte yetersiz kaldıklarını savunmaktadır. Yetkililer, maddi kanıt unsurlarının
dosyadan kaybolmalarını engelleyememişlerdir. Ayrıca, ilgili, ceza soruşturmasına etkin bir
şekilde katılamamıştır.
Başvurana göre, unsurlar bazı Milletvekili veya aile fertlerinin sorumluluğunun
belirtisi olarak görünse de, TBMM Başkanlığı, etkin bir meclis soruşturmasının
yürütülmesine özen göstermemiştir.
b) Hükümet
Hükümet, sözkonusu cinayet olayının koşulları hakkında ceza soruşturmasının
Savcılık tarafından polislerle işbirliği halinde yürütüldüğünü savunmaktadır. Polisler, olası
bütün tanık ifadelerini toplamak için çaba sarf etmişlerdir. Yetkililer, kanıt unsurlarını
muhafaza etmek için gerekli tedbirleri almış ve ölüm nedenlerini ortaya koyan otopsiyi
yapmışlardır.
Bu davada, polisler cinayet silahlarını ele geçirmiş olmasalar, kovan bulamasalar veya
parmak izine rastlamasalar dahi, yetkililer olabilecek her türlü iddiaları gözönünde
bulundurmuşlardır. Milletvekili dokunulmazlığı, yetkililerin milletvekillerini tanık olarak
dinlemeleri için engel teşkil etmemektedir. Bu davada, dedektifler başvuranın oturduğu
sokağa yakın sokaklarda oturan Milletvekili ve aile fertlerini dinlemişlerdir. Hiçbir
Milletvekili tanık ifadesini vermemek için dokunulmazlığını ileri sürmemiştir. Ceza
soruşturması hala devam etmekte olup, 2. maddenin zorunlu kıldığı pozitif yükümlülüğüne
riayet edilmiştir.
2. AİHM’nin takdiri
a) Genel ilkeler
AİHS’nin 1. maddesinin devlet için zorunlu kıldığı “yargısına tabi her kişiye AİHS’de
tanımlanan hak ve özgürlükleri tanımak” olan genel görev ile beraber, AİHS’nin 2.
maddesinin yer verdiği yaşam hakkını koruma yükümlülüğü, sonuç itibariyle, bir kişi kuvvete
başvurmanın ardından yaşamını kaybettiğinde, etkili resmi bir soruşturmanın yapılmasını
gerektirir. Benzeri bir soruşturmanın başlıca amacı, yaşam hakkını koruyan ulusal yasaların
etkin bir şekilde uygulamaya konmasını sağlamaktadır. Bu amaçların gerçekleşmesini
sağlayacak nitelikte olacak ne tür bir soruşturma uygulanabilir konusuna gelince, bu konu
koşullara göre değişebilir. Ancak, ne şekilde yapılırsa yapılsın, yetkililer soruna dikkatleri
çekildiği andan itibaren re’sen harekete geçmelidirler. Yetkililer, şikayetin açıkça yapılması
veya soruşturma işlemini başlatma sorumluluğunu kurbanın yakınlarına bırakmamalıdırlar
(sözüedilen Paul ve Audrey Edwards, § 69).
Bir cinayet hakkında yürütülen soruşturmanın etkin olabilmesi için, genel olarak,
soruşturma yapmakla yükümlü kişilerin ve sorgulamaları yapanların olaylara karışanlardan
bağımsız olmaları gerektiği düşünülebilir (Bkz. örneğin, 27 Temmuz 1998 tarihli GüleçTürkiye kararı, 1998-IV, s. 1733, §§ 81-82 ve Oğur-Türkiye kararı, no: 21954/93, §§ 91-92,
1999-III). Bu da, hiyerarşi olarak veya kurumsal her türlü bağın bulunmamasıyla beraber,
uygulamada da bağımsızlık gerektirmektedir (Bkz. örneğin, 28 Temmuz 1998 tarihli ErgiTürkiye kararı, 1998-IV, s. 1778-1779, §§ 83-84 ve yakın zamandaki Kuzey İrlanda davaları,
örneğin Hugh Jordan-İngiltere, no: 24746/94, § 120, 4 Mayıs 2001 ve Kelly ve diğerleriİngiltere, no: 30054/96, § 114, 4 Mayıs 2001).
Yürütülen soruşturma, sorumluların tespit edilmesi ve cezalandırılmasını
sağlayabilmesi için etkin olmak durumundadır (sözü edilen Oğur, § 88). Davanın
sonuçlanmasından daha önemlisi bir sonuca ulaşmak için tüm yolları kullanmak hükümlülüğü
bulunmaktadır. Yetkililerin, olaya ilişkin kanıtların toplanabilmesi amacıyla, makul olarak
kendileri için ulaşılabilir olan tedbirleri almaları gerekir. Bu kanıtlar, özellikle görgü
tanıklarının verdiği beyanlar, teknik ve bilimsel alanda çalışma yapan polisin aldığı notlar ve
gerektiğinde, kurbanın maruz kaldığı yaralanmaların tam ve kesin tanımını yapan bir otopsi
ile beraber özellikle ölüm nedenine ilişkin klinik saptamalar üzerinde objektif olarak yapılan
analiz olabilir (Bkz. örneğin Salman-Türkiye, no: 21986/93, § 106, 2000-VII, TanrıkuluTürkiye, no: 23763/94, § 109, 1999-IV ve Gül-Türkiye, no: 22676/93, § 89, 14 Aralık 2000).
Kurbanın ölüm nedenini oluşturma yetisine veya sorumlu kişi veya kişilerin tespit edilmesine
zarar verecek yöndeki her türlü soruşturma hatası, bu soruşturmanın etkisiz olmasıyla
sonuçlanabilir (adli soruşturmayı yürüten memur için, ölüme sebebiyet vermiş kuvvete
başvurma olayına doğrudan karışan güvenlik güçleri mensuplarının tanık olarak karşısına
çıkmalarına zorlamanın imkansızlığı hakkında, bkz. yakın zamandaki Kuzey İrlanda davaları,
örneğin sözüedilen Hugh Jordan, § 127).
Makul olan ivedilik ve özen gerekliliği sözkonusudur (Bkz. örneğin, Mahmut KayaTürkiye, no. 22535/93, § 106-107, 2000-III). Bazen özel bir durumda soruşturmanın
ilerlemesini engelleyen engel veya zorluklar bulunsa da, ölüme sebebiyet veren kuvvet
kullanımı sözkonusu olduğunda yetkililer tarafından ani soruşturma açılması, genel olarak
kamu güvenini ve hukuk devletine olan inancını sağlamak ve de yasadışı eylemlere veya bu
eylemlerin yapılmasına yönelik gizli ittifaklara göz yumulduğu görüntüsünün önüne geçmek
için işin en önemli noktası olarak değerlendirilebilir (Bkz. sözüedilen Hugh Jordan, § 108,
136-140).
Aynı nedenlerden dolayı, sorumluların teoride olduğu kadar pratikte de hesap
vermelerini garanti etmek amacıyla, soruşturmanın veya sonuçlarının devlet tarafından
kontrolü için yeterli bir unsur bulunmalıdır. Yapılan devlet kontrolünün derecesi davadan
davaya değişmektedir. Her halükarda, mağdurun yakınlarının, mağdurun yasal çıkarlarının
korunması için gerektiği ölçüde usul işlemlerine katılmalıdır (Bkz. örneğin, McKerr-İngiltere,
no: 28883/95, § 148, 2001-III).
AİHM, Milletvekili dokunulmazlığı konusunda, Meclis oturumları sırasında yapılan
beyanları kapsayan ve meclis üyelerinin bireysel çıkarlarının tersine, genel anlamda Meclis
çıkarlarının korunması amacını güden bir dokunulmazlığın, AİHS ile bağdaştığı kanısında
olduğunu hatırlatmaktadır (A.-İngiltere, no: 35373/97, §§ 84-85, 2002-X). Buna karşın,
Devletin, dokunulmazlığın Meclis faaliyetleriyle önemli bir tutarlılık göstermeyen tedbirlere
kadar genişletilebileceği gerekçesiyle, 2 ve 13. maddeler uyarınca, pozitif yükümlülüklerini
üzerinden atması kabul edilemez bir durumdur (Bkz. mutatis mutandis, Cordova-İtalya (no:1),
no: 40877/98, §§ 60-65, 2003-I).
b) Davadaki uygulama
AİHM, Mustafa Güngör’ün, babasına ve ailesine ayrılan devlet lojmanı olan evinde
bulunduğu sırada cinayete kurban gittiğini hatırlatmaktadır. Bu cinayetin failleri, hala tespit
edilememiştir. Türk yetkilileri ölüm koşulları hakkında adli soruşturma açmıştır. Taraflar, bu
davada yürütülen soruşturmanın yukarıda belirtilen gerekliliklerini yerine getirmek için yeterli
olup olmadığı sorusu üzerinde anlaşmazlığa düşmüşlerdir.
i. Soruşturmayı gölgeleyen eksiklikler
Cinayetten on gün sonra, lojmanlarla ilgilenen işçiler, suçun işlendiği yeri
temizlemişler ve kurbanın cesedinin bulunduğu yatağı başka bir yatakla değiştirmişlerdir.
Başvuran, yapılan bu işlemlerden haberdar edilmemiştir.
Hükümet, yatak hakkında yapılan incelemenin tamamlandığını ve de bu temizliğin
güvenlik güçlerinin, olası kanıt unsurlarını korumak amacıyla gerekli tedbirleri almalarından
sonra yapıldığını savunmuştur.
AİHM, bu unsurlardan bazılarının, örneğin cinayetin hemen ardından yapılan video
kaydında açıkça görünen etajerin üzerindeki cisimler ve “şövalye yüzüğü” bulunamamış ve
soruşturma dosyasına konulamamıştır. Hiç kuşkusuz, bu cisimler cinayet günü başvuranın
evinde bulunan cinayet faili kişi veya kişileri tespit etmek için gerekli parçalar olabilirdi.
Daha sonra, polislerin ve Savcı tarafından atanan uzmanların, bu cisimlerin niteliği
üzerinde vardığı sonuçlar arasında farklılıklar olmuştur. Soruşturmayı yapan yetkililerin, bu
konuyu açıklığa kavuşturmak için hiçbir şey yapmadıkları ortadadır, ki bu da, kırk iki
Milletvekilinin toplu dilekçesinin de gösterdiği gibi, ceza soruşturmasının zayıflığını
oluşturmaktadır.
AİHM için, bu olaylar kendi başına, güvenlik güçlerinin aldığı tedbirlerin kanıt
unsurlarını korumakta yeterli olmadığını göstermektedir.
AİHM, birçok yetkilinin soruşturmacıların sözkonusu cinayeti açıklayabilecek değişik
varsayımları incelediklerini bildirdiklerini gözlemlemektedir. Eski Ankara Valisi’ne göre,
basında adı geçmektedir, cinayet faili güvenlik güçleri tarafından tanınmaktaydı fakat bu
kişiyi tutuklamak zorluk yaratmaktaydı. Ayrıca, Meclis önünde, başvuran, Milletvekili olarak
söz almış ve polisin izlemesi gereken yolları sunmuştur: Mustafa Güngör ya aynı sitede
oturan ve eşini kıskanan bir Milletvekili’nin “adamları” tarafından ya da yine aynı sitede
oturan Milletvekili çocuklarından oluşan bir grup genç tarafından öldürülmüştür. Bu
varsayımlar, TBMM Başkanı’na verilen kırk iki Milletvekili’nin toplu dilekçesinde resmi
olarak yinelenmiştir.
AİHM, hiçbir dosya unsurunun, soruşturmayı yapanların, değişik resmi veya gayri
resmi yollardan yetkililere bildirilmesine rağmen, faillerin kimlikleri ve cinayet koşulları
hakkındaki varsayımların doğruluğunu saptamak amacıyla ciddi tedbirler aldıklarını
göstermediğini ortaya koymaktadır.
ii. Tanıkları ifade vermeye zorlayacak kuvvet yoksunluğu
Soruşturmacılar, cinayet tarihinde Meclis lojmanlarında oturan milletvekillerinin tanık
ifadelerine başvurmanın gerekli olduğuna kanaat getirmişlerdir. Bu gereklilik, Ankara
Cumhuriyet Başsavcısı’nın 1992 yılı Mart ayında, TBMM Başkanı’na sunduğu bir mektupta
açıkça onaylanmaktadır.
AİHM, Milletvekili dokunulmazlığının, cezai soruşturma çerçevesinde tanıklık
etmeleri için yapılan bir davet durumunda uygulanmadığı yönündeki Hükümet’in
açıklamasını kaydetmiştir.
Oysa dosyanın incelenmesinden, soruşturmayı yapan yetkililerin, Ankara Valisi’nin
TBMM Başkanı’na açıkladığı gibi, tanık olarak Milletvekili veya yakınlarının çağrılıp
mahkemeye çıkarılması konusunda, en azından uygulamada, tereddüt içinde oldukları ve
kararsızlık gösterdikleri ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, 27 Ağustos 1991 tarihinde, İçişleri
Bakanı, TBMM’de milletvekillerinin yararlandığı dokunulmazlığın, Emniyet Müdürlüğü
tarafından çağrılmasını engellediğini ve bu tarihte, hiçbir Milletvekili’nin bu olay hakkında
tanıklık etmek için kendi isteğiyle gelmediğini belirtmiştir.
Savcılık, TBMM Başkanı’ndan, dinlenmeleri için, tekrar seçilmemiş olan eski
Milletvekillerinin adres ve telefonlarını vermesini rica etmiştir. Ancak Savcılığa, bunun
imkansız olduğu zira eski Milletvekilleri’nin yeni adreslerini bağlı oldukları partilere
bildirmedikleri yönünde cevap verilmiştir.
Savcılık tarafından tanıklık etmeye çağrılan tekrar seçilmemiş olan iki eski
Milletvekilinden; S.S. yaklaşık iki yıl sonra ifade vermiş, C.E. ise çağrıya yanıt vermemiştir.
Aynı şekilde, Ankara Cumhuriyet Başsavcısı’nın cinayet hakkında tanıklık etmeleri için
gelmelerini rica etmesinin ardından sadece beş Milletvekili yapılan çağrıya uymuştur.
Kırk iki Milletvekili, TBMM Başkanı’na verdikleri toplu dilekçede, halihazırda görev
yapan milletvekillerinin dokunulmazlığının ve yeniden seçilemeyen Milletvekillerinin
adreslerinin bilinmesinin imkansız olmasının, ceza soruşturmasının en iyi şekilde devam
etmesinin önündeki en önemli engelleri oluşturduklarını bildirmişlerdir. Dosyaya göre,
TBMM Başkanı’nın milletvekillerini bu davada tanıklık etmeye davet eden –hatta zorlayantedbirleri aldığı söylenemez.
Yukarıda belirtilenler tespitler ışığında, AİHM, hukuki hiçbir engel olmamasına
rağmen dava koşullarını aydınlatacak gerekli tüm tanık ifadelerinin soruşturmacılar tarafından
toplanmadığı sonucuna varmaktadır. AİHM, soruşturmacıların milletvekilleri ve yakınlarının
–sınırlı sayıdaki Milletvekili dışında- tanık olarak çağrılmasında gösterdikleri kararsızlık ve
tereddütler üzerinde durmayacaktır. İşbu davanın gereklilikleri nedeniyle, adli makamların
gerçeği ararken, olası tanık veya sanıklar karşısında ellerinde bulunan zorlayıcı tedbirleri
kullanmakta ihmalkarlık gösterdiğini saptamak AİHM için yeterlidir.
Zaten soruşturma Meclis faaliyetleriyle hiçbir bağı olmayan olaylar hakkında
yapıldığından dolayı, Milletvekili dokunulmazlığı, soruşturmacıların tanıkların çağrılması
hususunda bütün yetkilerini kullanmalarını engellememeliydi.
AİHM, daha sonra, 1994 yılı sonunda, yeniden seçilemeyen Milletvekillerinin tanık
olarak verdikleri ifadeleri incelemektedir. Bu metinlerden, değişik yollardan soruşturmacıların
bilgisine sunulan cinayet faillerinin kimlikleri ve nedenleri hakkındaki farklı varsayımlar
tanıklarla ispatlanamadığı ortaya çıkmaktadır. Dava hakkında hiçbir bilgi olmadığıyla sınırlı,
birbirine benzeyen ve yüzeysel olan ifadelerin, hiçbir şekilde gerçeğin araştırılmasına katkıda
bulunduğu söylenemez.
AİHM’ye göre, davayı aydınlatmak için gerekli tüm tanık ifadelerini etkili bir şekilde
toplamaktaki adli makamların gösterdiği eksiklik ve bazı Milletvekillerinden alınan ifadelerin
yüzeyselliği ve derin olmayışı temel dava koşullarının oluşturulmasını engellemiştir. 8 Şubat
2005 tarihinde, TBMM tarafından Mustafa Güngör’ün öldürülmesi olayı hakkında soruşturma
komisyonunun oluşturulması, bu sonucu değiştirmemektedir.
iii. Etkin soruşturma yürütme usul yükümlülüğü hakkında varılan sonuç
AİHM, kanıt unsurlarının muhafaza edilmesindeki yetersizliği, cinayet failleri ve
nedenleri hakkında ileri sürülen başlıca varsayımların dikkatle incelenmesi amacıyla elle
tutulur araştırmaların yoksunluğu, gerekli tüm tanık ifadelerinin toplanmasındaki eksiklik ve
tanıkların derinlemesine dinlenmediğini, AİHS’nin 2. maddesinin gerekliliklerinin
tanınmayışı olarak yorumlamaktadır. AİHS’nin 2. maddesi gereğince Mustafa Güngör’ün
ölümü hakkında etkin bir soruşturma yürütülmeliydi.
Yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı, AİHM, bu noktalarda AİHS’nin 2. maddesinin
getirdiği soruşturma zorunluluğunu ihlal edildiği sonucuna varmaktadır.
Ayrıca AİHM, aynı gerekçelerden dolayı, iç hukuk yollarının tüketilmemesine ilişkin
Hükümet’in ön itirazını reddetmektedir.
Başvurunun gecikmeli yapıldığına dair itiraz da reddedilmelidir, zira başvuran 1995
yılının başlangıcından itibaren, suç teşkil eden ceza soruşturmasının etkin olmadığını bilemez
çünkü, ceza soruşturmasıyla ilgili temel faaliyetler 1995 yılının sonuna kadar devam etmiştir.
III. 2. MADDEYLE BERABER 13. MADDENİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
Başvuran, oğlunun ölümüne ilişkin yapılan soruşturmadaki eksikliklere dayanarak,
AİHS’nin 2. maddesiyle beraber 13. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmektedir.
A. Tarafların savları
Başvuran, iç hukukta, cürümler hakkında etkili soruşturma yapma görevlerinde
ihmalkarlık gösteren devlet görevlilerinin kovuşturulmasını sağlayan hiçbir başvuru yolunun
bulunmadığını savunmaktadır. Başvuran ayrıca, ceza soruşturmasında bir sonuca
ulaşılamadığında, Türk hukukunda zararının tazmin edilmesi için hiçbir olanağının
bulunmadığına dikkati çekmiştir.
Hükümet, 2. maddenin usul açısından oluşturduğu görüşlerine atıfta bulunmakta ve
savcı ve müfettişlerin ulaşabildikleri bütün kanıt unsurlarını topladıklarını savunmaktadır.
Davada yürütülen ceza soruşturması cinayet faillerinin tespit edilmesini sağlamamış olsa da,
etkisiz olduğu söylenemez (Tanrıbilir-Türkiye, no: 21422/93, § 83-85, 16 Kasım 2000).
B. AİHM’nin takdiri
1. Uygulanabilir temel kurallar
AİHS’nin 13. maddesi, iç düzenin, ulusal mahkemenin AİHS’ye dayalı
“savunulabilir” şikayetin içeriğini incelemeye yetkili kılan etkin başvuru yolunu sunmasını
gerektirmektedir (Z. ve diğerleri-İngiltere, no: 29392/95, § 108, 2001-V). Bu hükmün konusu,
yargıya tabi kişilerin, AİHS’nin güvence altına aldığı hakların ihlallerinin, AİHM önünde
uluslararası şikayet mekanizmasını ortaya koymadan önce, ulusal düzeyde düzeltilmesini
sağlayabilecekleri bir olanak sunmaktır (Kudla-Polonya, no: 31210/96, § 152, 2000-XI).
Ancak, 13. maddenin sunduğu koruma, özel bir başvuru şeklini zorunlu kılmaya kadar
ileri gitmemektedir. Zira Sözleşmeci Devletler, bu hükmün getirdiği zorunluluklara riayet
etmek için takdir payından yararlanmaktadır (Bkz. örneğin, 19 Şubat 1998 tarihli KayaTürkiye kararı, 1998-I, s. 329-330, § 106).
Tartışma konusu hakkın niteliğinin, 13. madde uyarınca devletin sunması gereken
başvuru şekli üzerinde etkileri bulunmaktadır. 2. maddenin yer verdiği hakların ihlallerine
ilişkin iddialar konusunda ise, zararların tazmininin mümkün olması gerektiği gibi bu
bakımdan ortaya konulacak tazminat usulünün bir parçası olmalıdır (sözüedilen Paul ve
Audrey Edwards, § 97, Z. ve diğerleri, § 109 ve T.P. ve K.M.-İngiltere, no: 28945/95, § 107,
2001-V).
2. madde uyarınca yapılan şikayetlere ilişkin davalar konusunda, AİHM, başvuranların
etkin başvurudan mahrum bırakıldıkları sonucuna varabilir. Zira başvuranlar, cezai
yargılamada müdahil taraf olsa dahi, hukuk veya idari mahkemelere başvursalar da, açıklanan
olaylar hakkındaki sorumluların belirlendiğini görme ve sonuç olarak, uygun tazmini isteme
olanağına sahip olamamışlardır. Diğer bir deyişle, ceza soruşturması ile bu başvuranların
hukuk düzeninin tümünde ellerinde bulundurdukları başvurular arasında somut ve yakın bir
ilişki bulunmaktadır (Öneryıldız-Türkiye, no: 48939/99, § 148, 30 Kasım 2004).
Yukarıda belirtilenleri gözönünde bulundurarak AİHM, 2. maddenin yetkililere
getirdiği usul yükümlüğünü yerine getirme şeklinin, başvuranın etkin bir başvuru yapmasında
engel teşkil edip etmediğini 13. madde alanında araştırmak zorundadır (sözüedilen
Öneryıldız-Türkiye, § 149).
2. Davadaki uygulama
AİHM, davada yürütülen ceza soruşturmasının, usul işlemlerindeki eksiklikler
nedeniyle, AİHS’nin 2. maddesinden doğan usul yükümlülüğünü yerine getirmeyi
sağlamadığına kanaat getirmiştir. Üstelik AİHM, uygulanan mevzuatın, Milletvekili
dokunulmazlığının, uygulamada suçun kovuşturulmasını engellediği sürece, yeteri derecede
açık ve net olmadığını ortaya koymaktadır.
Böylece, ceza soruşturması, cinayet koşullarının ortaya konulmasını ve faillerinin
tespit edilmesini sağlamadığından dolayı, AİHM, başvuranın tazminat elde etmek için Türk
hukukunda mevcut olan başvuru yollarını kullanma durumunda olmadığını not etmektedir.
Ayrıca, Hükümet, mağdurların, ceza soruşturmasının etkisizliği veya bu soruşturmanın bir
sonuca ulaşmaması nedeniyle, üçüncü bir şahsın işlediği cezai suçun tazminini elde etmesini
sağlayacak başka da hiçbir usul işleminden bahsetmemiştir.
Bu koşullarda, AİHM, davada başvuranın, yetkililerin oğlunun ölüm olayı hakkında 2.
maddenin gerekliliklerini yerine getirecek bir soruşturma yapamadıklarına dair iddiaları
hakkında bir karar elde etmek için uygun bir yolunun bulunmadığına kanaat getirmektedir.
Dolayısıyla AİHS’nin 13. maddesi 2. madde ile bağlantılı olarak ihlal edilmiştir.
IV. AİHS’NİN 3. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
Başvuran, aynı olaylara dayanarak kendi adına AİHS’nin 3. maddesinin ihlal
edilmesinden şikayet etmektedir.
A. Tarafların iddiaları
Başvuran, davada, soruşturmanın gizliliğinin ihlal edilmesi ve sonuç itibariyle
soruşturmayı yapmakla görevli kişilerin cinayeti “ duygusal ilişkiden doğan kıskançlık
nedeniyle işlenen bir cinayet” olarak tanımlamaları Mustafa Güngör’ün ailesinin çektiği
acıları daha da artırdığını açıklamaktadır.
Hükümet, ilgilinin adli organlardan çok, meclis makamlarının yardımını istediğinden
ve bütün varsayımları kendisinin kamuya duyurduğundan dolayı eleştirmektedir. Bu
koşullarda başvuranın, 3. madde açısından soruşturmanın gizliliğinin ihlal edilmesinden
şikayetçi olması mantık dışıdır.
B. AİHM’nin takdiri
Kötü muamelenin 3. madde alanına girmesi için, değerlendirilme davaya ilişkin
verilerin tümüne ve özellikle muamelenin süresine ve fiziksel veya zihinsel etkileriyle beraber,
bazen mağdurun cinsiyetine, yaşına ve sağlık durumuna vs. bağlı olan asgari bir ciddiyete
ulaşmalıdır (Bkz. örneğin, 18 Ocak 1978 tarihli İrlanda-İngiltere kararı, seri A no:25, s. 65, §
162). Mağdurların “kayıp” davalarında, AİHM’nin daha önce, böyle bir durumda bir
ebeveynin mağdur olup olmadığının öğrenilmesinin bir takım faktörlere bağlı olduğuna
kanaat getirmiştir. Bunlar, başvurana, insan haklarının ciddi şekilde ihlal edilmesinden dolayı
mağdur olan bir kimsenin yakın akrabaları için kaçınılmaz olduğu varsayılan, duyulan
üzüntüden farklı karakterde ve ölçüdeki bir acıya neden olan özel faktörlerdir. Benzeri bir
ihlalden doğan mağduriyet, kendilerine bildirilen duruma karşı yetkililerin gösterdiği tutum ve
tepkilerde olduğundan daha fazla olarak, aile bireylerinden birinin “kaybolması” olayında
bulunmamaktadır (Çakıcı-Türkiye, no: 23657/94, § 98, 1999-IV).
Ancak, işbu dava, akrabaların çektiği acı bakımından “kaybolma” davasıyla bir
tutulamaz. İlk olarak AİHM, daha önce, Mustafa Güngör’ün yaşamını gerektiği gibi
korumadığından dolayı, Devlet’in 2. madde bağlamında sorumlu tutulamayacağını ortaya
koymuştur. Ayrıca, davada yürütülen ceza soruşturmasının yetersizlikleri, başvuranın kendi
adına, AİHS’nin 3. maddesinin, ek bir ihlal sonucunu kanıtlayacak hiçbir özellik
taşımamaktadır. Bu noktada ilgili, haklı olarak, cinayet nedeni (aşk) hakkındaki
varsayımlardan birinin bazı yetkililer tarafından dile getirilmesi olayına dayanamaz. Zira
ilgilinin kendisi, birçok farklı mahkemeyi, net bir şekilde mevcut olan bu olasılık da dahil
olmak üzere, dosyanın bütün unsurlarını incelemeye davet etmekteydi.
Dolayısıyla 3. madde ihlal edilmemiştir.
V. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI
AİHS’nin 41. maddesinde yer alan unsurlar.
A. Tazminat
Başvuran maddi zarar için hiçbir talepte bulunmamıştır.
Manevi zarar başlığı altında hiçbir tazminat talebinde bulunmamıştır. Başvuran buna
karşın görevli memurların davanın takibinde üzerlerine düşen yükümlülükleri yerine
getiremediklerini belirtmekte ve mevcut davada olduğu gibi adi suçlarda Milletvekili
dokunulmazlığına ilişkin yasanın değiştirilmesi ile oğlunun katil zanlılarının adalet karşısına
çıkarılmasını dilemektedir.
Hükümet bu talepler üzerine görüş bildirmemiştir.
AİHM, yukarıda da belirtildiği üzere yetkili mercilerin, AİHS’nin 2. maddesinde yer
alan zorunluluklar dahilinde Mustafa Güngör’ün ölümüne ilişkin yürüttükleri soruşturmada
yetersiz kaldıklarını hatırlatmaktadır.
AİHM, işbu davaya uygun olarak gerekli zamanda gerekli önlemleri alma inisyatifinin
Hükümetin yükümlülüğünde olduğunun ve bu yükümlülük çerçevesinde yasanın açık ve
belirgin olmasını sağlayarak bir adi suça Milletvekilleri ve yakınlarının tanık ya da taraf
olduğunda bu suçların soruşturulmasında Milletvekili dokunulmazlığını engel olmaması
gerektiğini hatırlatmıştır.
AİHM ayrıca, mevcut davanın koşullarında, ihlal tespitinin – ileride doğabilecek
sonuçları ile birlikte – adil tazmin olarak kabul edilmesi bakımından yeterli olacağına itibar
etmektedir.
B. Masraf ve harcamalar
Başvuran, temsilcisinin yapmış olduğu masraf ve harcamalar için 10.000 Euro talep
etmektedir.
Hükümet, başvuranın
gözlemlemektedir.
mezkur
talebini
kanıtlayıcı
belgeleri
sunmadığını
AİHM öncelikli olarak başvuranın avukatının çalışma saatlerine ilişkin detayları
belirtmediği ve masraf ve harcamalarla ilgili hiçbir notu sunmadığı tespitinde bulunmaktadır.
Mahkeme İçtüzüğü’nün 60 § 2 maddesine uygun olarak bu talebi kabul etmemektedir.
Bununla birlikte başvuranın temsil edilmesinde kimi karışıklıkları içeren harcamalar da kabul
görmemektedir.
Hakkaniyete uygun olarak AİHM, her türlü vergiden ve mali yükümlülükten muaf,
ödeme tarihinde T.L.’ye çevrilmek üzere başvurana 2.000 Euro ödenmesini kararlaştırmıştır.
C. Gecikme faizi
AİHM, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı % 3’lük
bir faiz oranının uygulanacağını belirtmektedir.
BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, MAHKEME, OYBİRLİĞİYLE,
1. Hükümet’in ön itirazlarının reddine;
2. Mustafa Güngör’ün ölümüne dair olaylar nedeniyle AİHS’nin 2. maddesinin ihlal
edilmediğine ;
3. Etkili bir soruşturmanın yokluğu nedeniyle AİHS’nin 2. maddesinin ihlal edildiğine ;
4. AİHS’nin 13. maddesinin ihlal edildiğine ;
5. AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edilmediğine ;
6. Başvuranın maruz kaldığı manevi zararla ilgili olarak ihlal tespitinin adil tazmin için yeterli
olduğuna ;
7. a) AİHS’nin 44 § 2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde,
miktara yansıtılabilecek vergilerle birlikte, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden T.L.’ye
çevrilmek üzere Savunmacı Hükümet’in başvurana masraf ve harcamalar için 2.000 (iki bin)
Euro ödemesine ;
b) Sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ve ödemenin yapılmasına kadar, Hükümet’in,
Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli faizinin üç puan fazlasına eşit oranda basit
faizi uygulamasına;
8. Adil tazmine ilişkin diğer taleplerin reddine ;
KARAR VERMİŞTİR.
İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77 §§ 2 ve 3 maddelerine
uygun olarak 22 Mart 2005 tarihinde yazıyla bildirilmiştir.

Benzer belgeler