Furuğ Ferruhzad`tan Şiirler O Şirazlı Türk( güzel

Transkript

Furuğ Ferruhzad`tan Şiirler O Şirazlı Türk( güzel
İran (Fars) Edebiyatı Üzerine
Fars edebiyatı, İslam öncesi dönemlere ait eserlerin
çoğu kaybolmuş olsa da, yaklaşık 2500 yıllık bir dönemi
kapsayan edebiyattır. Kaynakları bugünkü İran sınırlarının
ötelerine, Orta Asya'ya kadar uzanır. Gaznelilerin Orta ve
Güney Asya'yı fethinden sonra Afganistan, Pakistan, Hindistan ve Orta Asya'ya yayılmıştır. Farsça yazılmayan ama
etnik Perslerin yazdıkları da bu türde sayılmaktadır.
Eski ve Orta Farsça'da korunmuş eserler MÖ
650'ye kadar tarihlenmektedir. Ama yazılı edebiyat eserlerinin çoğu Pers krallığının MÖ 650'deki İslamik fethinden
sonradır. Abbasiler'in yönetimi ele geçirmesinden sonra
İranlılar islam İmparatorluğunun yazıcıları ve bürokratları
oldular, yazar ve şairdiler, hem Arapça hem Farsça yazdılar. Rumi, Sa'di, Hafız, Ömer Hayyam gibi şairler bütün
dünyada tanınmaktadır.
Sohrab Sepehri ve Füruğ Ferruhzad'ın eserleri de
Türkçe'ye kazandırılmıştır.
İslâmlığı kabul ettikten sonra yüzyıllar boyunca
edebiyatımıza büyük etkileri olmuş olan ve Divan edebiyatımızın başlıca kaynağını meydana getirmiş olan Iran edebiyatı, İslâmlığın kabul edilmesinden önce ve İslâm medeniyetinin etkisi altında olmak üzere başlıca iki bölüme ayrılır.
İran'da İslâmlığın kabul edilmesinden önceki devirlere ait dil ve edebiyat hakkında kesin bilgi, hemen yok
gibidir, İslâmlığın kabul edilmesine kadar geçen devrede
yazılan eserler, bir takım faraziyelerden ibarettir.
İslâmlığın kabul edilmesi ile başlayan İran edebiyatı, başlıca şu bölümlere ayrılabilir:
I - Kahramanlık şiiri devri : (10. yüzyıl)
Bu devrin başlıca şairleri, en eski Acem şairi sayılan Rûdegî, Keygâvus, Ulusrî, Dakikî ve Şehname adlı
Acemlerin en büyük kahramanlık destanını yazan
Firdevsî'dir.
II - Saray şiiri devri (11. yüzyıl)
Arap medeniyetinin İran'da yer etmeye başlaması
üzerine zümre edebiyatı olan yeni bir şiir meydana gelmiştir. Bu devrin en ünlü şairleri Anyarî ve Nizamîdir.
III - Mistik ve moral devir (13. yüzyıl)
Selçuk devri Iran edebiyatının en parlak devri olan
bu yüzyılda, Tasavvuf edebiyatı yolunda. şiirler yazan
Senasî ve Attar önemli şairlerdendir. Lirik ve melânkolik
bir şair olan Selman ve Gülistan adlı eserin şairi Sadî, bu
yüzyılda yetişmiş önemli şairlerdendir.
IV - Lirik şiirin parlak devri (14. yüzyıl)
Bu yüzyılda İran saray şiiri, en parlak devrini yaşamış ve Hafız. Vassaf gibi şairler, yalnız İran edebiyatının
değil, dünya edebiyatın da en büyük lirik şairleri olduklarını gösteren eserler meydana getirmişlerdir.
V - Duraklama devri (15. - 16. yüzyıllar)
İran şiiri, artık eski parlak devrini kaybetmiştir. Bu
yüzyılda yetişen Cami, İran edebiyatının son büyük, şairidir.
O Şirazlı Türk( güzel) bize iltifat eder,
gönlümüzü alır,aşkımızı kabul ederse,
onun siyah benine Semerkant’ı da
bağışlarız Buhara’yıda.”
Hafız
VI - Yeni devir (17. - 19. yüzyıllar)
Eski önemini kaybetmesine rağmen İran edebiyatı
şiir ve nesir alanında önemli sanatçılar yetiştirmiştir. Sadî,
Seyyit Yahya, Kelim, Mirza, Sadık yetişen ünlü şairlerdendir. Bu devirde-Iran nesiri Hace Abdullahîî Ensarî tarafından kurulmuştur.
VII - Çağdaş devir
Bu çağda yetişen İran sanatçıları, eski geleneği devam ettirmek isteyenler, modern Avrupa edebiyatı yolunda eserler
vermek, isteyenler ve bu iki grubun arasında kalanlar olmak üzere başlıca üç ayrı gruba ayrılmış gibidirler. Bu
bakımdan çağdaş Iran edebiyatında ,eski Fars şiir ve nesir
geleneğini devam ettirerek o yolda eser veren sanatçıların
yanında; İran dilini Arapça ve Türkçe kelimelerden kurtararak yalın bir Fars dili meydan getirmek isteyen sanatçılar
da eserlerini vermektedirler. Bunlar arasında, eski geleneği
tamamen yıkmak, Arap yazısını değiştirmek taraftarı olanlar da bulunmakta, İran dilinin ve edebiyatının değişmesi
zorunluluğunu savunmaktadırlar. Bu İki grubun arasında
kalan bazı sanatçılar da eski gelenekleri tamamen muhafaza
etmedikleri gibi, yenileşmenin de savunmasını yapmamaktadırlar
Furuğ Ferruhzad’tan Şiirler
İranlı kadın şair, yazar, oyuncu, yönetmen ve ressamdır. Bu genç yaşta Azrail''i tanıyan kederli ve hüzünlü,
kadın sorunlarını da şiirlerinin tadı yapan şairin şiirlerinde
derin bir yalnızlık egemendir. Ayrıca nakış nakış işlediği
aykırılık; yaşadığı hayata uyum gösterememe ve içinde
yaşadığı toplumun o dokunulması güç değer yargılarına
şiddetle karşı çıkma olarak kendisini gösterir. Bu yüzden
şiirleri toplumda soğuk duş etkisi yapmış, kolay kolay kabul görmemiş, çok şedit ve kabuk bağlamış eleştirilere
maruz kalmıştır. Füruğ, sanatı; kendini ebedi kılma ve
ölümü yoksama çabası olarak görür. İnsanın şiir ve sanat
dışında başka bir yolla ''ben de varım'' yahut ''ben de
vardım'' diyemeyeceğini söyler. Bu şekilde Füruğ, dünyaya
mühürler basmış, mühürler imal etmiştir.
bir başka doğuş
ve bu benim
yalnız bir kadın
soğuk mevsimin eşiğinde
yeryüzünün kirli varlığını anlamanın başlangıcında
göğün kederli ve yalın ümitsizliğinin
ve bu çimentolu ellerin güçsüzlüğünün
mutlu insanlardanım
mutlu insanlardanım
pencerenin yanına gittim, hevesle
altı yüz yetmiş sekiz defa
ince toz, çöp ve idrar kokusuyla
yüklü havayı içime doldurdum
ve altı yüz yetmiş sekiz borç senedinin
ve yeryüzü
geri kalıyor dönüşünden
bu pencerenin arkasında bir bilinmeyen
beni ve seni bekliyor
ey baştan ayağa yeşil olan sen
ellerini, yakıcı hatıralar gibi benim aşık ellerime bırak
ve dudaklarını, sıcak bir his gibi senden benim aşık
dudaklarımın okşayışlarına teslim et
rüzgar bizi kendisiyle götürecek
rüzgar bizi kendisiyle götürecek
cuma
sessiz cuma
terk edilmiş cuma
eski sokaklara benzer hüzünlü cuma
hastalıklı tembel cuma
sünen sinsi esnemeler cuması
bekleyişsiz cuma
teslim olmanın cuması
boş ev
sıkıntılı ev
gençliğin baskınına kapalı ev
karanlık ev ve güneşin hayali ev
yalnızlık, fal ve kuşku evi
perde, kitap, dolap ve resimler evi
ve altı yetmiş sekiz iş başvurusunun
altına yazdım
rüzgar bizi götürecek
benim küçük gecemde
rüzgar ağaçların yaprağına son kez süre tanıyor
benim küçük gecemde viran olmanın korkusu var
kulak ver
karanlığın esintisini duyuyor musun?
ben garipçe şu talihime bakıyorum, ümitsizliğe alıştım
kulak ver
karanlığın esintisini duyuyor musun?
gecede, şu an bir şey geçiyor
ay kızıl ve karmaşık
ve her an düşme korkusu yaşanan bu damda
bulutlar yaslı kalabalıklar gibi
sanki yağmurun yağacağı anı bekliyor
bir tek an
ondan sonra hiç
bu pencerenin arkasında gece titriyor
ah ne denli dingin ve gururla geçiyordu
garip bir su akıntısı gibi
bu terk edilmiş sessiz cumalarda
bu sıkıntılı evlerde
benim yaşamım
aaah ne denli dingin ve gururla geçiyordu...
kızıl gül
kızıl gül
kızıl gül
kızıl gül
o beni kızıl gül bahçesine götürdü
ve ıstıraplı saçlarıma kızıl gül taktı karanlıkta
ve sonunda
kızıl gül yaprağı üstünde benimle yattı
ey felçli güvercinler
ey adetten kesilmiş deneyimsiz ağaçlar, ey kör
pencereler
yüreğimin altında ve derinliğinde uyluklarımın, şimdi
kızıl bir gül sürgün vermekte
kızıl gül
kızıl
bir bayrak gibi
ayaklanmada
ah, ben gebeyim, gebeyim, gebe
öpücük
her iki gözünde onun günah gülüyordu
yüzüne ay ışığı gülüyordu
o suskun dudakların geçişinde
sığınmasız bir yalaz gülüyordu
utangaç ve silik bir istekle dolu
bakışları sarhoşluk renginde olmalı
gözlerine baktım ve söyledi:
aşktan bir ürün almalı
bir gölge eğildi diğer gölge üstüne
gecenin gizlisine saklandı
bir soluk kaydı bir yüze
iki dudak ortasında öpüş yalazlandı
gazel
benim sesimi taşlarca dinliyorsun
taşsın hemen dinlediklerini unutuyorsun
ilkbahar sağanağısın ve pencerenin uykusunu
dürtü darbeleriyle kaçırıyorsun
okşayışın yeşil dalı olan elimi
ölü yapraklarla seviştiriyorsun
şaraptan daha sapkınsın ve gözü
yalazlara oturtuyor döndürüyorsun
ey kanımın bataklığının altın balığı
hoş olsun sarhoşluğun beni içiyorsun
sen gün batımının mor derelerisin ve gündüzü
göğsüne bastırıyor söndürüyorsun
gölgelerde, oturdu senin furug’un ve uçuklaştı
gölgelerle onu neden karaya bürüyorsun?
soluk almak için
oturmaya kalksam
işte yıkıldı diye
saldırıyor yüzüme
onu vurmak için
anlayınca fırsat beklediğimi
hızla dönüyor gökyüzüne
kuşaktan kuşağa
onca insanlar öldü
yem olarak, şu ihtiyar akbabaya
deneyimlerim sesleniyor ki
bitimindeyiz zamanın
yaklaşan bir sonu var
ya senin, ya ihtiyar akbabanın
bu cadı, bu kocamış
leş yiyenin yazgısı, sana bağlı
başaramazsan eger
sıran geldi demektir
tepemde bir akbaba
hırsla bekliyor ölmemi
vay eğer
fırsatı ben kaçırırsam
dökülüyor suskunluğuna akşamın
ezanin ayak sesleri
kent akşamının hayalinde yanıyor
altın ormanları düşlerin
ve odamın suskunluğunda
cuma akşamıyla uğraşıyor
ezanin ayak sesleri
benim elimde kitap
cuma akşamı sessiz
kopuk kopuk geliyor kulağıma,
ezan
kime söylüyor
ne diyor
kent
ugraşıyor cuma akşamıyla
ve o garip ses
yalın bir köylü gibi
yitiyor kentin çağıltısında
ben yine
kitap okuyorum
türkçesi: sobhi babek
pencere
türkçesi: haşim hüsrevşahı
akbaba
tepemde bir akbaba
hırsla ölmemi bekliyor
ben ise düşünüyorum
nasıl bir tuzak kurayım ki
bana yaklaşsın da
onu vurayım
bir pencere, bakmaya
bir pencere, duymaya
bir pencere yeryüzünün yüreğine ulaşan tıpkı bir kuyu gibi
tekrarlanan mavi şefkatin enginlerine açılan.
yalnızlığın küçücük ellerini
cömert yıldızların verdiği gece bahşişi kokularıyla
dolduran bir pencere
belki de konuk etmek için güneşi şamdan çiçeklerinin gurbetine
bir pencere, yeter bana
oyuncak bebeklerin ülkesinden geliyorum ben
bir resimli kitap bahçesinde
kağıt ağaçların gölgesi altından
toprak yollarında geçip giden
kuru mevsiminden, kısır aşk ve dostluk deneylerinin
sıralarında veremli okulların
alfabelerin soluk harflerinin büyüdüğü yıllardan
ve kara tahtaya taş sözcüğünü yazar yazmaz çocuklar
ulu ağaçlardan sığırcıkların çığlık çığlığa kanat çırparak
uçup gittikleri
o andan
etobur bitkilerin köklerinden geliyorum ben
ve hala başım
dopdolu
bir deftere toplu iğnelerle
çakılan
o kelebeğin yabansı sesiyle
asılınca güvenim adaletin koptu kopacak ipiyle
ve bütün kente
parıldayan ışıklarımın yüreğini parça parça edince onlar
koyu renk mendiliyle yasanın, bağladıklarında
aşkımın çocuksu gözlerini
ve isteğimin acili şakaklarından
fışkırdığında kan
yaşamım artık
hiçbir şey olmadığında, hiçbir şey olmadığında duvardaki
saatin tiktaklarından başka
anladım birden yolum yok yolum yok yolum yok
çılgınca sevmekten başka
bir pencere yeter bana bir tek pencere
bilince ve bakışa ve suskunluğa
ışte öylesine boy atmış ki ceviz fidanı
anlatabilir artık genç yapraklarına tüm bir duvarı
ve sor aynadan
adini kurtarıcının
ve işte senden daha yalnız değil mi
ayaklarının altında titreyen gökyüzü?
yıkıntı elçiliğini, peygamberler
kendileriyle birlikte getirmediler mi çağımıza?
ve yankıları değil mi o kutsal metinlerin
bu patlamalar ardarda
bu zehirli bulutlar?
ey dost, ey kardeş, ey herkes!
yazın tarihini gül soykırımının
yeniden merhaba diyeceğim güneşe
yeniden merhaba diyeceğim güneşe
gövdemde akan nehirlere
bulutlar gibi uzayıp giden düşünceme
benimle birlikte kuru mevsimlerden gecen
bahçemdeki ağaçların hüzünlü büyümesine
gecenin kokusunu hediye eden kargalara
yaşlılık biçimim olan ve aynada yaşayan anneme
tekrarlanan şehvetimle döllenen yeryüzüne
yeniden merhaba diyeceğim
geliyorum, geliyorum, geliyorum,
saçlarımla: yeraltı kokularının devamı
gözlerimle: karanlık tecrübesiyle
duvarların ötesinden kopardım dallarımla,
geliyorum, geliyorum, geliyorum,
ve aşkla dolu avluda bekleyen kıza
yeniden merhaba diyeceğim.
Farsça’nın Türkçe Yüreği: Haşim Hüsrevşahi
Prof.
Dr.
Haşim
Hüsrevşahi
(d.
1950, Tebriz, İran), yazar, şair, çevirmen ve aktivist. İlk
eğitimini Tebriz'de, lise eğitimini Tahran'da bitirdi. 1974
yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun olduktan sonra İran, Almanya, Kanada ve Amerika'da tıp
eğitimine devam etti. 1990 yılında ailesiyle birlikte Kanada'ya göç etti. Ontario Azerbaycan Kültür Merkezi ve Kanadalı-İranlı Yazarlar Birliği kurucu üyesidir. Fikir ve ifade
özgürlüğü aktivisti ve insan hakları savunucusu olarak uzun
yıllar bu yolda mücadele vermiştir. Azerice, Farsça ve
Türkçe şiir, kısa öykü ve denemelerinin yanı sıra çeviri şiir
ve öyküleri değişik ülkelerde yayımlandı. Komşu Aç Kapıyı Uluslararası Edebiyat Şenliği'nin fikir babası ve bu şenliğin düzenleme komitesi başkanlığını yapmıştır. Bahar,
Laçın ve Ali adlı üç çocuk babası. PEN Türkiye üyesidir
Dil Tutulmalarım ve Dil Açmalarım adlı iki toplu şiir kitabı
ve Ölümü Gözlerinden Gördüm ve Azalya adlı iki romanı
yayımlanmıştır. Kitaplaştırdığı şiir çevirileri Yaralarım
Aşktandır(FuruğFerruhzad),
Bana
Aydınlıktan
Söz
Et(AhmedŞamlu), Kelebeklere(Rıza Beraheni), Dolunayda
Kızıl Tef Çalan Kadınlar (İran kadın şiir seçkisi) olmak
üzere başta Sadık Çubek’in Sabır Taşlı adlı romanı olmak
üzere beş roman, SamedBehrengi’nin tüm öykülerini ve
ayrıca İran Kısa Öykü Antolojisi olmak üzere 25 ciltten
fazla eser Farsçadan çevirerek Türkçeye kazandırmıştır.
Şeş Yanımız Haziran
Deli ve karmaşık
deli bak bana
deliliğini özledim
bir sabah vaktiydi sanırım
kayınların ucu kızıldı belki
zincirleri kopardık
dağ doruğundan boşalan sel yani
siyah ve biber
el çırpmaların keklik çırpınması
saçların
yavaşça yanaklarıma
gizlice kulaklarından
azca unut beni
azca anımsa
delice ve karmaşık
evimi terk edince arkandan bakıyorum bakmıyorum
sırt çantan sırtında
yollara mahur
evimi terk edince bak delice ve şebboy
başka şarkılar da var ezberimde!
koyu harflerle dişlerinin arasında şiirler
kaşını çatınca gözlerinde cesedim çalkar
koyu harflerle yan yat bu yana süt yanına
öpmeliyim bir daha sıla yerini
öpmeliyim bir gurbet…
bir görsen
ne kayalar vardı akışımıza öykünen
postallarımızın altında ne uçurumlu aşklar
küstah bir hünnap rengi bulaşmıştı göğsümüze
dilimiz kızılca kılıca kuşanmış kalem
dişlerimiz asırların kilitli dişlisi
hoh desek orman yanacak
he desek asır dönecek
öyle köpüklü şarkılar yani!
mart bir yanımızda mayıs diğer yanımızda
şeş yanımız Haziran!
demem o ki
sokakta bir tuhaf
ormanda bir tuhaf
dağda ovada deli dolu başka çarpardı yürek
yani ki aha
ölmedik daha!
kağıtlarımda unutulmuş mürekkep kırmızısı!
Terraincognita’m yaz dedi, yazdım
selamlarımla geldim sana
ezberlediğim aşk şiirleriyle
en şehvetli öpüşmelerle geldim
gözyaşlarımla
ayetlerimle
inlemelerimle
sana alevlerden çaldığım söylencelerle geldim
/dualarımla
sana kırık bir güz akşamıyla
leylak kokulu
/sokaklarımla geldim
alın terimle geldim sana
yalanlarımla
sana
ihanetlerimle
sana öldürdüğüm havarilerimin kanı elimde
sana unutulmuş dağ kovuklarındaki son kibritle
sana şahin inişlerimle geldim
/güvercin korkularımla!
suskularımla geldim sana
saksılarımdaki bahar sözcükleriyle
ağrılarımla geldim
fırtınalarımla…
yattığın sere serpe yatağına
ölümlerimle geldim
her bakışında yeniden dirilmelerimle
dokunamadığım
dokundukça doyamadığım benim
sen benim buldukça yitirdiğim
ben en ustalığımda bir siteminle çaylak keşifçi
sen benim yüzyıllarımın terraincognita’m
hepterraincognita’m sevgilim
sonra bir kurşun sesi geçti sigaramızın dumanından
dağ da dumandı hani
yürek de…
sonraki kayaya vurdu
sonraki tam da şurama
dedim yeşildir her hal akan sular
dedim ne güzel gülüyorsun
dedim iyi ki de sen sarmıştın son sigaramı
ağzını ağzıma dayadı
bildiği ne çok masal vardı
anlattı teker teker ağzımın içine
saçının ucunda kırmızı kurdele
eli kan kırmızı
gülüyordu ağlarken
sonra güneş kayınların tepesinden düştü
vurulmuş bir turna gibi
kızıl ve mahzun
dedik ki göç edelim öyleyse
ormandan ormana
sokaktan sokağa
buluttan buluta
ne de olsa anaların rahmi duyar ölen çocuklarını
rüzgar olmaya karar verdik kalktık
sel olmaya karar verdik aktık
bir de yangın
demem o ki
semender girdi mi cildinize
Simurg gelir diz çöker oturur karşınıza
ak sakallı dede sigara elinde
ya da beyaz türbanlı nine
ya da omuzunda namlusu sıcak daha
bir masal…
Pervin İstisami’den…
Çiftçi oğluna öğüt verdi; ey oğul!
Bu iş benden sonra sana kalacak
Bizim ömrümüz sıkıntı eziyetle geçti
Senin sıkıntı eziyet çekme vaktin geldi
… … …
şöyle dedi oğul; ey iyi kalpli, ileri görüşlü babam!
Bizim yıldırımımız zenginlerin sitemi zulmü
Onların işi ancak rahatlık ve yatmak
Bize düşen dert, acı ve eziyet
Biz fakirler her şeyden herkesten uzağız
Zengin herkesle aşina her şeye sahip
Yatağı samurdan rahat mı rahat
Bizim çektiğimiz kışı soğuğu nerden bilsin
Kalpleri kararmışlara karanlıktan ne korku
Yaratanı bilmeyenler ne bilsinler ki
‫ايي پيشَ پس اس هي تو راست‬
‫هدت ها جولَ بَ هحٌت گذش ت‬
‫ًوبت خوى خوردى و رًج شواست‬
‫ کاي پدر ًيک راي‬، ‫گفت چٌيي‬
‫صاعقَ ي ها ستن اغٌياست‬
‫ ُوَ آرام و خواب‬، ‫پيشَ آًاى‬
‫ درد و غن و ابتالست‬، ‫قسوت ها‬
‫ اس ُوَ بيگاًَ اين‬، ‫ها فقزا‬
‫ با ُوَ کس آشٌاست‬، ‫هزد غٌي‬
‫خوابگَ آى را کَ سوور و خشست‬
‫کي غن سزهاي سهستاى هاست‬
‫تيزٍ دالى را چَ غن اس تيزگيست‬
‫بي خبزاى را چَ خبز اس خداست‬
.
Yusuf Öztoprak
İran Şiiri''nin Tozlarını Kaldıran Silkiniş
Yeni Şiir Akımı1
İran''da Yeni Şiir akımı ölçü ya da ritme bağlı anlayıştan kopuş akımıdır. Akım İran''daki şiir anlayışını değiştirmiş, yepyeni bir kıyafet biçmiştir. Beş öncü şairi Nima
Yusic, Ahmed Şamlu, Sohrab Sepehri, Füruğ Ferruhzad ve
Mehdi Akhavan-Sales (İhvan Salis)''tir. Bu şairler, değişen
İran şiiri bayrağının ilk desenlerini işleyenlerdir.
-NİMA YUSİCAsıl adı Ali İsfendiyari''dir. Nima, bu akımın en önemli
öncülerindendir. Akım onun aktığı yönde ilerlemiştir, yönünü o belirlemiştir denilebilir. İran şiirine; yeni bir bakış
açısı, yeni ifadeler, farklı benzetme ve betimlemeler kazandırmıştır. Kendisinden sonraki hemen hemen tüm şairlerin
şiirlerinde ruhu, etkisi vardır. Nima''nın edebiyatı, köyde
babasının hayvanlarını otlatırken çobanların ve sezonluk
işçilerin anlattığı öykülerle şekillenmiş ve mayalanmıştır.
İlk önce tarzında Sadi ve Hafız silueti belirse de köyden
ayrılıp Tahran''a gittiğinde sürdüğü yaşam, onun yeni edebiyata doğmasını sağlamıştır. Eserlerindeki dil; sadedir,
konuşma dilidir.
Nima, şiirindeki düzensizlikte bile bir düzen olduğunu ve
bunun diğer şekillerde şiir yazmaktan daha zor olduğunu
söyler. Şiirlerinin panoraması ele alındığında dikkati ilk
celb eden yaşantılar, acı ve ıstıraplar olur.
Senin İçin Gözlerim Yolda*
Senin için gözlerim yolda, akşamları
Gölgeler ağaç dallarında siyah renkler alırken
Ve gönül yorgunlarını sararken hüzün
Senin için gözlerim yolda.
Akşamları, dereler ölü yılanlar gibi yatarken
Ve demetlenirken dağ selvilerinin eteğinde nilüferler
Anıların sımsıcak kucağında, seni hatırlamadan duramam
ben
Gözlerim senin için yolda.
1
Alıntı: http://www.hikayeler.net/yazilar/yazi-yazici.asp?id=179840
(Nima ve Sonrası, 1984)
*Nima Yusic''ten Devrim''e Çağdaş İran Şiiri Antolojisi/Sabah Kara
Ahmed Şamlu
İranlı devrimci şair, yazar, eleştirmen, gazeteci ve yönetmendir. Nima ile şiirinde devrim yapmadan önce kaside ve
folklorik şiirler yazar. Daha sonra tarzı tamamen değişir ve
klasik tarzdan uzaklaşıp kendi ruhunu ellerinden dökeceği,
has bir tarz oluşturur. Eluard, Rilke, Aragon, Neruda ve
Mayokovski gibi ustalardan çeviriler yaparken onlardan da
şiirine bulaşır fakat şiirinin yörüngesini oturtan Nazım
Hikmet''tir. Şiirlerindeki kanda ağırlıklı olarak adaletsizliğe, zulme ve ihanetlere tepki vardır. “Şiir ninni değil borazan olmalı!" der.
Şamlu, şiirinin kendisinin içinde oluştuğunu fakat kendisinden ayrı olduğunu düşünür. İçinde oluşan şiir olgunlaştığında yazma ihtiyacı hissettiğini ve nasıl oluştuysa öyle
kaleme aldığını söyler. Şiirin, okuyucuya bir mesaj olduğunu ve kendisinin de, o mesaja kendisinden bir şeyler ilave
ederek onu boş yere bozmamaya çalışan güvenilir bir aracı
olduğunu söyler.
Ölümden...
Ölümden korkmuş değilim hiç
pespayeliğinden
kırılgan gerçi
elleri.
Tek korkum
insan özgürlüğünün
mezarcının ücretinden
ucuz olduğu
bir ülkede
ölmek.
Aramak
bulmak ve
karar vermek
özgürce
ve
bir
kale yapmak
kendi özünden.
Değil mi ki ölüm daha
değerli bütün bunlardan
hiç ama hiç korkmuş
değilim
ölümden ...
Çeviri: Ayşegül SÜTÇÜ - Hamit TOPRAK
üzümün doğmasına kaç saat yol kaldı?
bu gece gitmeliyim!
bu gece
yalnızlık gömleğimin sığacağı kadar olan
bavulu almalıyım
ve bir semte gitmeliyim
hamasi ağaçlar bulunan semte…
Sohrab Sepehri
bana hep seslenen sözcüksüz o genişliğe gitmeliyim
İranlı şair ve ressamdır. Bu yüzden şiirlerinden boya kokuları süzülür; resmi şiirsel olduğu gibi şiiri de resim gibidir.
''Batının bilgisi resimle başlar, doğununki şiirle...'' der.
rinde baş rolü insancıllık oynar. Doğaseverdir ve bu sevgi,
şiirlerinde okura el sallayarak kendisini hissettirir.
sediği şiir tarzı sebebiyle kimilerince dalga konusu olmuş
fakat bu faydasız muhabbetler onun umurunda bile
mıştır. Bu gözü kapalı yenilikçilik anlayışıyla Orhan
Veli''yi andırır. Suyun Ayak Sesleri isimli şiiri, onun kendisini çizmesidir.
Ayakkabılarım Nerede?
ayakkabılarım nerede?
kimdi çağırdı “Sohrab" diye
tanıdıktı o ses; yaprağın teniyle rüzgar gibi ses
annem uykudadır
ve “Menuçehr" ve “Pervane" ve belki de hepten bu şehir
Haziran gecesi, bir ağıt dinginliğiyle geçiyor saniyeler üstünden
ve serin bir meltem, uykumu yeşil battaniyenin kıyısından
çalıyor
birisi yine seslendi: Sohrab!
ayakkabılarım nerede?
Çeviri; Haşim Hüsrevşahi
Mehdi Akhavan-Sales (İhvan Salis)
Dilin inceliklerine hakim ve onu ustaca kullanan, epik bir
tarzı olan İranlı kırgınlıklar ve umutsuzluklar şairidir. Klasik tarz saflarında kalem taraftarlığı yapmasına rağmen,
Nima ile tanıştıktan kısa süre sonra bu yeni tarzın bağlılarından olmuştur. Zemestan (Kış) isimli şiiri, tarzının en pak
aynası niteliğindeki eserlerindendir. Eski biçimleri yeni
kelimelerle ya da eski kelimeleri modern şekillerde ifade
etmesi Turgut Uyar''ı anımsatır. Eleştirel yanı, şiirlerinin
gözleri gibidir; etkileyici ve dikkat çekici.
Susamış Bir Testi Gibi*
Doluluğun boşluğundan
Anların nehri akar.
hicret kokusu gelmededir:
yastığım kırlangıç kanadı şarkılarıyla doludur
sabah olacak
ve bu su kasesine
gökyüzü hicret edecek
Susamış bir testi gibi, uykuda su, suda taş gören
Dostları düşmanları tanırım ben.
bu gece gitmeliyim.
Ah, bunu kime söylemeli bilmem?
Düşmanıma sığınmak isterim,
Sevdiğimden.
ben ki kanatları en açık pencereden bu yöre insanlarıyla
konuştum
zaman cinsinden bir söz duymadım
hiçbir göz sevdalıca yeryüzüne dalmadı hiç!
kimse vurulmadı bir bahçeyi görmekle
kimse bir kargayı bir tarlada ciddiye almadı hiç
yüreğim bir bulutça sıkılıyor
pencereden gördüğümde Huri''yi
-komşunun ergen kızınıyeryüzünün en nadide karaağacı altında
fıkıh okuyorken
başka şeyler de var
doruk anları
örneğin bir kadın şair gördüm
öyle dalmıştı ki gökyüzüne
gökyüzü gözlerine tohum attı onun
ve bir gece
bir adam sordu bana
Hayatı severim, dostum o benim
Düşmanımdır ölümse.
Anların nehri akar.
(Nima ve Sonrası, 1984)
*Nima Yusic''ten Devrim''e Çağdaş İran Şiiri Antolojisi/Sabah Kara
Heftmurg Dergisi Asır:1 Yıl:1 Sayı:3
Sâdık Hidâyet
17 Şubat 1903 tarihinde Tahran'da dünyaya geldi
ve bu kentteki Fransız Lisesi'nde eğitim gördü. 1925 yılında eğitimini sürdürmek amacıyla Avrupa'ya gitti. Bir süre
diş hekimliğine ilgi duyduysa da mühendislik okumak için
diş hekimliğinden vazgeçti. Fransa ve Belçika'da geçirdiği
dört yılın ardından İran'a döndü ve kısa sürelerle çeşitli
işlerde çalştı.
İlk hikâyelerini
Paris'teyken
yazdı. 1936'da Hindistan'a
giderek
Sanskritçe öğrendi.
Buradayken
Budizm'i inceledi ve
Buda'nın kimi yazılarını Farsça'ya çevirdi.
Sadık Hidayet sonunda tüm
hayatını Batı Edebiyatı çalışmalarına ve
İran tarihi ile folklorunu
araştırmaya
adadı. En çok, Guy
de Maupassant, Çehov, Rilke, E.A. Poe ve Kafka'nın eserleriyle ilgilendi. Hidayet birçok hikâye, kısa roman, iki
tarihi dram, bir oyun, bir seyahatname ile bir dizi yergili
komedi ve taslak kaleme aldı. Yazıları arasında ayrıca birçok edebiyat eleştirisi, İran folkloru ile ilgili araştırmalar ve
Orta Farsça ile Fransızcadan yapılmış çeviriler yer alır.
Sadık Hidayet, İran Dili ve Edebiyatını uluslararası çağdaş
edebiyatın bir parçası haline getiren yazar olarak kabul
edilir.
Sonraki yıllarda, zamanın sosyo-politik problemlerinin de etkisiyle, İran'ın gerilemesinin sebebi olarak gördüğü monarşiye ve ruhban sınıfına yoğun eleştiriler yöneltmeye başladı. Eserleri aracılığıyla bu iki kurumun su-i
istimallerinin İran milletinin sağırlığının ve körlüğünün
sebebi olduğunu gösterme çabasına girdi. Çevresine, özellikle de, çağdaşlarına yabancılaşan Hidayet, son eseri Kafka'nın Mesajı'nda ancak ayrımcılık ve baskı sonucunda
yaşanabilecek bir melankoli, umutsuzluk ve ölüm halinden
bahseder.
Sadık Hidayet'in en tanınmış eseri 1937 yılında
Bombay'da yayımlanan Kör Baykuş'tur.
Beethoven ve Çaykovski dinlemeyi seven ve afyon
tiryakiliği bilinen Sadık Hidayet, resimle de uğraştı. Günümüze kalabilen resimleri Hassan Qa'emian tarafından bir
araya getirildi. Kimileri bu eserlerde sanatsal bir değer
bulmazken, kimilerine göre de bunlar geleceğin resimleridir.
Ölümünü yirmi beş yıllık arkadaşı Bozorg Alevi
şöyle anlatır: "Paris`te günlerce, havagazlı bir apartman
aradı, Championnet caddesinde buldu aradığını. 9 Nisan
1951 günü dairesine kapandı ve bütün delikleri tıkadıktan
sonra gaz musluğunu açtı. Ertesi gün ziyaretine gelen bir
dostu, onu mutfakta yerde yatar buldu. Tertemiz giyinmiş,
güzelce tıraş olmuştu ve cebinde parası vardı. Yakılmış
müsveddelerin kalıntıları, yanıbaşında yerde duruyordu."
Yılmaz Güney`in de yattığı Père Lachaise (okunuşu: per laşez) mezarlığında gömülüdür.
Sadık Hidayet'in eserleri günümüzde Avrupa'daki
politik İslamcı çevrelerden yoğun eleştiriler almaktadır ve
birçok romanı (özellikle de Hacı Ağa) artık Fransa'daki
kitapçılarda ve kütüphanelerde bulunamamaktadır. Kör
Baykuş ve Hacı Ağa adlı romanları 2005 yılında düzenlenen 18. Uluslararası Tahran Kitap Fuarı'nda yasaklanmıştır.
Kasım 2006 itibariyle Sadık Hidayet'in tüm eserleri
geniş çaplı bir tasfiye politikası kapsamında İran'da yasaklı
durumdadır.
Sâdık Hidâyet’in Kör Baykuş Kitabından…
“Onun bu mucizeli suskunluğu, aramıza kristal bir
duvar dikmişti. Bu anda bu saatte, bu ebediyette boğuluyordum.”
“Tutsağı
olduğum
sefaletten
kaçıyordum.
Sokaklarda belli bir amacım olmaksızın, rasgele yürüyor;
para ve şehvet peşinde koşan, o tamahkâr suratlı ayaktakımını
arasından
rahat,
umarsız
geçiyordum.
Onları görmeye ihtiyacım yoktu, biri ötekinin kopyasıydı.
Hepsi bir ağız, ağza asılı bir avuç bağırsaktan oluşuyor,
cinsel organlarında bitiyorlardı.”
“Dadıcık dıştan değişmişti ya, içten hep aynı kalmış, yalnız hayata bağlılığı artmıştı, ölümden korkuyordu,
güz gelince evlere sığınan sinekler gibi. Bana gelince, benim hayatım her gün, her dakika değişiyordu.”
“Hayat, soğuk kayıtsız, herkesin maskelerini çeker
alır zamanla; maskeleri de hani çoktur herkesin. Fakat bazıları hep aynı maskeyi kullanırlar, ister istemez kirlenir,
yıpranır bu maske. Tutumlu kimselerdir bunlar. Bir kısmı
evlatlarına saklarlar maskelerini; bir kısmı da vardır ki boyuna maske değiştirirler, ama yaşlandıklarında görürler ki
bir sonuncu maske kalmış ellerinde, ve bu da pek çabuk
eskir, o zaman maskenin gerisinden gerçek yüzleri çıkar
ortaya.”
“Şimdiye kadar tasarladığım haliyle dünya, değerini yitiriyor, geçersizleşiyordu; gecenindi söz; dünyanın
yerine gecenin karanlığı hüküm sürüyordu (bana öğretmemişlerdi geceye bakmayı, geceyi sevmeyi)”

Benzer belgeler

RENGİN ÖLÜMÜ (مرگ رنگ), Sohrab Sepehri, Çeviren

RENGİN ÖLÜMÜ (مرگ رنگ), Sohrab Sepehri, Çeviren Güney Asya'yı fethinden sonra Afganistan, Pakistan, Hindistan ve Orta Asya'ya yayılmıştır. Farsça yazılmayan ama etnik Perslerin yazdıkları da bu türde sayılmaktadır. Eski ve Orta Farsça'da korunmu...

Detaylı