Henüz lise çağımda iken gönülsüz bir şekilde ders - E

Transkript

Henüz lise çağımda iken gönülsüz bir şekilde ders - E
Bu e-kitap sizin yaratıcı düşünce sürecinizi derinden etkileyeceğini düşündğüm bir
bakış açısının çalışmasıdır . Bu kitabı okurken kendi fikirlerinizle örtüşmeyen pek çok
düşünceyle karşılaşabilirsiniz. Bu hiç sorun değil. Ben bu duruma “Egoyla
yüzleştirmek” diyorum. Ama lütfen istediğiniz ve inandığınız şeylere neden
inandığınızı derinden sorgulayın. Ancak bu şekilde gelişip olgunlaşabiliriz. Bu
çalışmanın her satırında inançlarınızı sürekli sorgulamak hissine kapılabilirsiniz.
Düşünsel olarak git-gel ler yaşayabilirsiniz. Bu çok doğaldır. Kişisel gelişimizin olmasa
olmazıdır.
Bu e-kitap çalışması sizi sıfır noktasına getirmeyi amaçlar. İnternette “kendini
gerçekleştirmek” diye arama yaparsanız. Bir piramit resmi ile karşılaşırsınız. Bu
piramitin en altında fiziksel ihtiyaçlar daha sonra, güvenlik, sevgi, saygı ihtiyacı
sıralanmıştır. Piramitin en üstünde ise “Kendini gerçekleştirme” vardır. Yani
ihtiyaçsızlık ve tam doyumlu bir hayat… Ama artık bilmeliyiz ki bu piramitte tersten
başlamalıyız. İlk önce kendimizi gerçekleştirdiğimizde geri kalan her şey hayatımıza
akacaktır. Bu kimi zaman zor kimi zaman kolay bir yolculuktur. Bu süreçte
seçimleriniz, farkındalığınız, arınma isteğiniz büyük etkenlerdir.
The Secret belgeselini 25 kere izlediniz. Bolca kitaplar okudunuz. Herseferinde en
doğrusunu bulduğunuzu ve anladığınızı düşündünüz.
Birbirinize anlatmakta
yarıştınız. Kitaplardaki, web sitelerindeki, seminerlerde öğrendiğiniz yöntemlerin
hepsini 3er 5 er gün denediniz. Tezahür ettirme konuları en çok ilginizi çeken konular
oldu. Okuduğumuz kitapların etkisi ile zaman tamponu bir nebze olsun ortadan
kalktığında yaşanan farkındalıklar için “ben denedim oluyor” dediniz Bu bilgilerin
ışığındayız sanıp, sizin gibi düşünmeyenleri garipsediniz Kiminiz Osho taklidi yaptı,
kimimiz Louise hay oldu... Bilincin önemini hiçe sayıp, subliminal görüntü ve sesler
gibi antidepresan etkisi yapan yöntemlerle kuantum sıçrama yapmayı beklediniz.
Grup psikolojisinin yarattığı placebo etkisi ile etrafınıza, ya da forum iletilerinize
“mutluyum” “seçiyorum” “ediyorum” dediniz. Ama hala gerçekleşmeyen
beklentileriniz vardı. Gece yatağınıza döndüğünüzde yüzleşemediğiniz gerçekler
vardı. Hala siz haklı olduğunuz halde sizi anlamayan sevgiliniz, arkadaşınız, aileniz
vardı. Hala yetmeyen paranız vardı. Affolmuş zannettiğiniz ama bir rüya ile ya da bir
şarkı ile tetiklenen geçmişiniz vardı. Bilmeyi, olmak zannedip bilmenin rolünü
oynadınız. Pozitif düşünmeye çalışarak yaşananlar günlük Ya da geçici mucizelerdi.
Gelen sevgili, para, iş geldiği gibi gitti.. Hatırladınız mı ? =)
Bu ve benzeri hislerden kabul ediyorum ki bende geçtim. Yukarıdaki gözlemlerimi
referans aldığım iki yıllık bir gözlem var. Yüzlerce msn sohbeti ve mailler, forum
araştırmaları, web sitemden bana sorulan, özel mesajlar, okulda yaptığım gözlemler
ve tabiki kendim. Çok masum bir örnek vermek gerekirse, forumdaki binlerce
mesajında pollyannacılık oynamış, değiştiğini sanmış ama sorduğum Birkaç soru ile
çekirdek inançlarına indiğimizde koskocaman ve büyümeye devam eden acı bedeni
olan onlarca kişi tanıdım. Ve üzülerek belirtiriyorum ki, bilmek ve olmak dengesini
keşfedemeyen, ve gün içinde “seviyorum”, “seçiyorum” “uçuyorum” gibi olumlama
cümleleriyle değiştirmeye çalışan ama bi türlü sevip, seçip, uçamayan bir sürü kişi
görebiliyorum.
Tabi ben bu çalışmayı hazırlarken, daha değişik bir hitap şekli kullanmayı seçtim.
Biraz, silkeleyen, sorgulayıcı, hatırlatıcı bir hitap tarzı... Aynı zamanda “ego”
kelimesini bolca ve yer yer büyük harflerle yazdım. Bundaki amacım şimdi bu satırları
okuduğunuzda yapmanızı istediğim çapalamadır. Her ego kelimesini gördüğünüzde
kendinizi izleyin ve kendinize karşı dürüst olun. Bu çalışmadaki en son göreceğiniz
şeyin imla hataları olmasını temenni ediyorum. İmla hataları görücek olursanız, evet
benim hatam. Bunu baştan kabul edeyim ki, en azından değerlendirmelerin bu kısmını
atlayalım. Evrenin Eşzamanı, imla hataları ilede çok ilgi çekmişti =) İmla hatası ne
güzel bişeydir yahu dedim sonra... özgünlük katıyor yazıya...
Bu ve benzeri kitaplarla karşılaştıysanız, yeni bilinc değişiminin işaretini almaya
başladığınız demektir. Bu dakikadan sonra karşınıza çıkan her kitaba ve öğretiye
dikkat edin. Tezahür ettirme öğretilerinden, “kendi içine dönme” “ego” “yükseliş”
“teklik” ile ilgili konulara bir geçiş gözlemleyeceksiniz. Bu süreç tahmin ettiğim gibi
2010 – 2012 arası etkisini gösterecekti. Ya BEN bilincimin gözlemlediğim dünyayı
etkilemesi, Ya da dünyanın BEN bilincim ile dans etmesi... Dolanık zihindeki hepimizde
meydana gelecek olan yükseliş... Ya hepsi Ya da hiç biri... Gerçek şu ki, yoğun bir
tekamülden geçmekteyiz. Bana işaretleri çıkaran, kitapları okutan, gözlem yaptıran,
web sitesi açtıran, bu satıları yazdıran ve benim gibi bir çok insanı bir bir ortaya
çıkaran bilinç değişimi...Bu satıları her kim okuyorsa hissettiği teklik bilinci dahi şu
anda evrensel bir iyileşme sağlamakta...
Bu çalışmadan göreceğiniz fayda farkındalığınızla doğru orantılıdır. Bu çalışmayı
okuyan hemen hemen herkesin belli bir bilgi birikimiyle bunu okuduğunu biliyorum.
Zero Limit kitabında sözü geçen “eski anı tekrarı, tanrısal zeka) ile anlatmak
istediklerimin bağlantılarını göstermek açısından faydalandım. Bu çalışma sayesinde
sizin şifalanmanıza yardımcı olabilirsem ve bu düşünce yapısını sizde başkalarına
yardımcı olabilirseniz bu evrensel iyileşmeye büyük katkı olucaktır. Bu yüzden sizde
bu çalışmadan öğrendiklerinizi “içsel olarak” doğru kabul ederseniz, çevrenizdeki
insanları şifalandırmak, onları hatalarıyla yüzleştirmek için kullanın. Başkaları için
yaptığımız şifalandırma kendi hayatımızada yansıyacaktır. Bu çalışmayı defalarca
okuyabilirsiniz. Her seferinde size ilk kez okuyormuşsunuz gibi gelir. Bu kitap hiçbir
öğretiyi ya da dini görüşü inkar etmez. Tam tersine tüm öğretileri birbirine bağlamayı
amaçlar. Hangi dine mensup olursanız olun, hangi tür yöntemleri ya da ibadetleri
yaparsanız yapın sizin yaptıklarınızı destekleyecek ve hatta ışık tutma eğilimine
sahiptir. Çünkü doğrular tek bir noktaya işaret eder. Her bölümde ara verebilir,
sessizce düşünebilirsiniz. Kendinizi gözlemleyebilirsiniz. Düşlerimizin sahnelendiği bir
tiyatroyu izleyen bir gözlemci gibi…
Bu sahnede gelecek hayali kurmayacağız. İzleyeceğiz sadece… İzledikçe sahnelenen
oyun değişmeye başlayacak… Bu oyunu izlerken kendimizi keşfedeceğiz. Keşfettikçe
arınacağız… Kendimizi daha çok seveceğiz aslında… Keşfetmediğimiz yönlerimizle
yüzleşmek, farkında olmak iyileşmenin ilk adımıdır. Gelişimin bu basamağına
gösterdiğimiz dirençler olacaktır. Kendimizi keşfetme yolunda yoğun duygular
yaşayabiliriz. Gözlemci ve Yaşayan adında iki his arasında gidip geleceğiz. O sahneyi
sevgi ile dolduracağız… Sevgimiz sahnedeki herkesi ve her şeyi değiştirecek. Bu sahne
gözlerinizi açacak, yüreğinize dokunacak ve yepyeni bir farkındalığın kapısını
aralayacak. Düşler sahnesinin sonsuzluğunda, bulunduğunuz noktada her şey
mükemmel ve tam olacak.
Başlanıngıçta zor gibi gelebilir, kendimizle yüzleşmek. Cennet diye tabir edilen
boyut bir bilinç boyutudur. Önce dünyada sağlanmalıdır. Yeryüzü üzerindeki cennet
kavramı hem bireysel hemde evrensel barışla ilgilidir. Fakat ilk olarak
içözgürlüğümüzü kazanmalı, kişisel dönüşüm yoluyla kendimizi toparlamalıyız.
Yeryüzünün cennete dönmesi insanın kendisinde başlar ve biter.
Herhangi bir alemdeki yaşam biçimi; bitkiler, hayvanlar, insanlar “aydınlanma”
sürecinden geçmektedir. Tüm spiritüel kaynaklar çok yakın gelecekte bilinç
değişiminden söz ediyor ve adına filmler dahi yapılmaya başlandı. 2012 fenomeninden
bu kitapta bahsetmek istemiyorum. Zaten o başlı başına bir araştırma konusu. Fakat
bizim ilgilenmemiz gereken gelecekte olacak somut değişimler değildir. Olsa bile
ondan kaçmamız yada engellememiz söz konusu olmayacaktır. Bizi ilgilendiren bu
döneme işaret eden insan bilincindeki evrim. Peki insan bu bilinç evrimine hazır mı ?
İnsanlar şartlanmış zihin yapılarının yoğunluğunu terk ederek kendilerini kendi
benliklerine mahkum eden egodan kurtulabilirler mi ? Böyle bir değişimin mümkün
olduğu yeryüzüne inen dinlerin ve öğretilerin öncelikli mesajı olmuştur. Eğer bizler bu
değişimi yaptığımız çalışmalarla ya da herhangi bir şekilde bunu yayabilirsek hem
bize geri dönüşümü olacaktır hem de yeteri kadar insan bu bilince eriştiğinde
diğerlerinin işi daha da kolaylaşacaktır. Uyanışın temel parçası, uyanmamış sizi
uyandırmaktır. Başka bir deyişle egonuzu… Egonuzun nasıl düşündüğünü, nasıl
konuştuğunu anladıkça hem onu tanımış olacaksınız hem de onu eritmeye
başlayacaksınız. Ego bir çoğunuzun tahmin ettiğinden daha usta ve gizli çalışan bir
sahte benliktir. Bu yüzden egoyu tam olarak kavrayamazsanız ve onun temel
dinamiklerini çözemez iseniz onun sizi tekrar tekrar kandırmasına izin verirsiniz.
İçinizden bir ses “benim egolarım yok zaten, ben bunları çoktan aştım” diyor ise
aldanmayın bu egosal içsesinizdir. Egonun yok edilmeye çalışılması onunla
savaşılması yanılgıdır. Sadece karanlıkla savaşmış olursunuz. Sadece var olmanın
farkına varabilirseniz Egonuz kendiliğinden erimeye başlayacaktır.
Bu kitabı, hemen hemen her insan için işe yarayabilecek bir vizyonu sizlere anlatmak
için hazırladım… Hayallerinizi bir kenara koyup kendinizi keşfetmeyi düşündünüz mü
hiç ? Hayalleriniz daha mı çekici geliyor size ? Ya kendinizi keşfetmeden hayal
ediyorsanız….
Bu ekitap bir kişisel gelişim kitabı mıdır ? Bir tamamlayıcı kitap mıdır? Cevabını iki
türlü verebilirim… Ya hepsi yada hiç biri… Bunu sizin önyargılarınız belirler…
Bir dizi seyrettiğinizde, bir roman okuduğunuzda, bir maç izlediğinizde, tüm dünyayı
unutur onlara odaklanırsınız. İnançlarınızı askıya alırsınız ve anı yaşarsınız. Hatta
kendinizi hikayenin bir parçası bile hissedebilirsiniz. Bu işleyişin keyifli ve eğlenceli
olmasını sağlar. Bu kitabı okumadan önce tüm bildiklerinizi unutun demiyorum.
Sadece tüm inançlarınızı askıya alın. Daha sonra ister inanın ister daha önce
öğrendiklerinizin tamamlayısı olarak görün… Ama bu soruları hemen yanıtlamayın…
Ya da hiç yanıtlamayın… Cevaplarınızın zamana bağlı bir şekilde değiştiğini
göreceksiniz çünkü….
Şu anda içinizde ne olup bitiyor ? Şu anda düşündüklerinizi düşündüren nedir?
Kurduğumuz hayaller neden o hayaller ? “Ego” nedir ? Zaman bir ilizyonmudur ?
Neden Acı çekiyoruz… Sohbetleriniz hep geçmiş ve gelecek zamanla ilgili mi?
Çektiğiniz acılar, sıkıntılar mı sobhetlerinizin temeli , ya da başardığınız şeyler ya da
gelecekteki hayalleriniz mi?
Bu e-kitabın sayfalarında, fevkalade güçlü, şifa, korunma, arınma ve pozitif değişim
sağlayan bir anlayış bulacaksınız. Bu anlayış, kutsal kitaplardaki, doğu
felsefelerindeki ya da bildiğimiz bilmediğimiz her türlü öğretideki anlayışın tek bir
bakış açısıyla “TEK” in sahnesindeki bir gösterisidir. Bu e-kitaptaki bilgiler herhangi
bir öğretiden değildir, “TEK”lik bilincine ulaşmanın bir anlayışıdır… Her neye
inanıyor ve uyguluyorsanız onun ruhuna erişebilmeniz için bir anlayış…
Vurgulayacağım en önemli konu “Tek”liğin karşıtı olan EGO ile ilgili zorluklardır.
Yaşamımızda güdülerimizi egonun yönetmeye başlaması bizi gelişim ve dönüşümden
uzaklaştıran EGO nedir ?
Mutlu, doyumlu bir hayat nasıl yaşanır, isteklerin altında yatan güdü nedir. Nasıl
gerçek olurlar ya da olmazlar sorularını kendime sorduğum zamanlarda EGO konusu
adeta heryerde karşıma çıkmış bana göz kırpmıştı. Bu çalışmanın oluşmasında bana
ilham veren, maddi ve manevi yardımı dokunan bir çok kişiye teşekkürlerimi sunmak
istiyorum…
Ego konusuda bana ilham veren Cem Akıncı'ya… ve yine EGO konusunda kendimle
yüzleşmemi sağlayan ve kitabın ismi konusunda ilham veren dostum Gökhan
Pakkanlılar’a… açtıkları başlıklarla, danıştıkları özel konularla, paylaştıkları
problemleri ile kendime derinden sorular sormamı sağlayan AkinBerk.com
üyelerine…. “Evrenin Eşzamanı” e-kitabını okuyan binlerce okuyucuma… Bu 2 yıllık
süreçte egolarımından arınma zamanımda, hayatıma girmiş iyi, kötü paylaşımlarda
bulunduğum, bazen hatalarına maruz kaldığım ya da hatalarımla üzdüğüm
insanlara, beni yetiştiren aileme, öğretmenlerime… Duygusal acı ve mutluluklar
paylaştığım hayatıma girmiş olanlara… Bana inanlara, inanmayanlara beklide bu
yazılardan hiç haberi olmayacak olanlara…
Hepinize sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Yaşamımdaki varlığınız bana daima daha
iyiye ulaşabilme ilhamını verdi. Her nerede olursanız olun benim bir parçamsınız…
Yazılarımı takip eden sevgili dostlarım, yaşamınızı geliştirme isteğiniz ve
öğrendiklerinizi bütün insanlar ile paylaşmanız benim için bir esin kaynağıdır. Her
geçen gün hepinizde gördüğüm olumlu gelişmeler, bana yaptığım her şeyin,
harcağıdığım emeğe değdiğini gösterdi…
Bu e-kitabı ücretli olarak dağıtıyorum. Gelirini belirlediğimiz derneklere bağış için
kullanmayı planladım. Bu kitabı kopya yoluyla ücretsiz edinmek isteyenler elbetteki
içindeki bilgilere okumak suretiyle ulaşabilirler. Fakat okumak ile “O” hale gelmek
arasında bir fark vardır. Bu fark evrene ödediğiniz bedeldir. Emeğe ödediğiniz
bedeldir. Bedel bir öğle yemeğine verdiğiniz miktarı yılların deneyimi ile değişmektir.
Bedelini ödediğinizde hem maddi hemde manevi mislini geri alacaksınız… Bir şeyi
bedel ödemeden edindiğinizde bilinçaltınıza “benim param yok” mesajını iletirsiniz…
Bedel olmadığında bu kitabı sadece okumuş olursunuz… bedelini ödemeden sahip
olunan her şey gibi…
Bu kitaptaki bilgileri gözü kapalı kabul etmeyin… Belki bir kere okuyun, beklide elli
kere okuyun… Okuduğunuz her şeyi test edin… bugüne kadar okuduğunuz tüm
kitaplarla bağdaştırın. Bu yazıları ister tamamlayıcı bilgi, yada tamamlamak
istediğiniz bilginin bir parçası olarak görün… Bu kitabı okuduktan sonraki hisleriniz,
hayata bakış açınız ve hayatınızdaki gelişmeler bu yazıların etkisini ölçme konusunda
sizin tek kıstasınızdır…
Bir an için on yaşına geri döndüğünüzü düşünün. Öyle bir hayal kurun…
Arkadaşlarınızla saklambaç oynadığınızı hayal edin. Gözlerinizi kapatıp ona kadar
sayın ve dönüp arkanıza bakın. Ve hiçbir arkadaşınızın saklanmadığını öylece size
baktığını düşünün. O oyundan hiçbir zevk almazdınız. Ve muhtemelen de birdaha
oynamazdınız. Bu durum fiziksel evrenimizi gözlemlerken de böyledir.
Evrenin doğuşundan önce sadece “TEK” olmanın ışığı vardı. Orada istediğimiz her
şey vardı… Işık bizim için sonsuzdu. Fakat Eksik olan bir şey vardı. Saklambaç
oynamaktan aldığımız zevk... Bizi yaratan saklambaç oynamaya karar verdi. O ışığını
sakladı ve bize bulmamızı istedi…
Fakat, bu oyunda bizlere çokça ipuçları verdi. Kendini anlatan işaretleri heryere
koydu… İnsanlar bu ışığa her ismi taktılar. Ona ulaşmak için bugüne kadar sayısız
öğreti ve dini bilgiler buldular. Ve inandıkları ölçüde ona ulaştılar. Ulaştıkları ölçüde
ikilik kalktı ve onunla TEK oldular…
Ya ışığı göremediğimiz zamanlar, neden göremiyorduk. Onunla aramızda ikilik
yaratan neydi? Bizi ondan ayıran sahte benliğimiz neydi ? Bizi olduğumuzdan başka
biri yapan, öyle ya da öbür türlü olduğumuzu düşündüğümüz neydi ? Neydi bizi
yaratanın saklambaçtaki hilesi… ? Mesela benim dinimde buna “nefs” deniyor… Ama
gerçek pek bilinmediği için bilgiler bize farklıymış gibi geliyor. Diğer dinlerde ve
öğretilerde bu isim değişiyor. Ama hepsi O sahte benliği işaret ediyor. Keşfetmemiz
gereken sahte benliğimiz. Işığın arkasına saklandığı yer…
“Herkeste bir tane vardır” espirisi Aykut Oğut'un kitabından bir espiri.. Egonun
açılımı tabiki bu değil =)
Kitaplar okuyoruz, hayaller kuruyoruz ve seçme şansına sahip olduğunuzu
düşünüyoruz. Diyoruz ki “aha bak bilinçli istedim, özgür iradem var benim…” Bu en
büyük yanılgılardan biridir. Tek özgür irademiz Egosal bilincinize direnip
direnmemeye karar verdiğiniz seçiminizdir. Ego tamamen yok olduğunda Özgür
iradeye ulaşırız. Ego varsa, düşüncelerinizin ve doğuştan gelen davranışınızın
üzerinde tam bir bağımlılık hali vardır. Hayallerinizi, isteklerinizi, aşklarınızı kısacası
“özgür irade” sandığınız her şeyimizi Ego yönetir. Saklambaç oyunun farkında
değiliz. Ego bize saklambaçıda unutturdu. Rasyonel zihnimizden sakladı ve bizi baskı
altında tutarak ona boyun eğmemizi sağladı. Işık, Egonun ilizyonunun arkasına
saklandı.
Ne yazık ki her birimiz sürekli bir şeyler isteme, elde etme ve bir şeylere çekmeye
çalışmaya inandırılıyoruz. Geçmişimizi ve karanlık yüzümüzü hatırlayıp yüzleşmek
yerine unutmaya, en derinlere itmeye çalışıyoruz. Hatta bunlarla yüzleştiğimizde
yalanlıyoruz ve inkar ediyoruz. Hayallerini bir çok yöntemle tezahür ettirmeye
çalışanların yaptıkları en büyük hata budur. Geçmişlerini SIFIR lamadan geleceğe
hükmetmek isterler. Adeta EGOnun esiri olurlar.
Bunun nedenleri çok basittir.
Geçmişi unuttuklarını sanırız Ama gördüğümüz bir rüya ya da olumsuz bir olay,
işittiğimiz bir söz yelkenlerimizi suya indirmeye yetecektir. Sürekli yapacağım
dediğimiz yöntemleri, olumlamaları, teknikleri, meditasyonları 1-2 hafta geçmeden
bırakırız. Kendimizce sebeplerimiz çoktur. Ya zamanımız yoktur, yönteme olan
inancımız zamanla kaybolmuştur. Arada bir şeyi tezahür ettiririz ama kısa süreli
olarak mutlu olmuşuzdur. Ama hayatlarının diğer kısımlarında hala gerçekleşmeyen
isteklerimiz, sürekli akla gelen kötü anılarımız vardır. Bir hayali nasıl kolayca
çekeceğimiz ile ilgili kitapları okumaya bayılırız. Yaptığımız en ustaca şey
öğrendiklerimizi etrafımızdaki insanlara anlatmamızdır. “Denedim oluyor” sözünü
çok kullanırız… Fakat hayatımızn her alanına “NEDEN UYGULAYAMADIĞIMIZ” ile
yüzleşmek istemeyiz. “Denedim oluyor” daki kastımız ise bir miktar artan
farkındalığımızdan başka bir şey deildir. Affetmek, geçmişle yüzleşmek, sıfır noktasına
yaklaşmak, Anı yaşamak gibi konu ve kitaplar yerine, hayal panoları, Şimdiki
zamanda Pozitif Afirmasyonlar, Gözümüzde canlandırma gibi konularla DAHA çok
ilgilenme eğiliminde oluruz. Çünkü egomuz hala bizi yönetmektedir.
ÖZGÜR İRADEMİZ YOKTUR. Egomuzla hareket ettiğimizde ışığı biraz daha önleriz,
engelleriz. İsteklerimizin gerçek olması uzunca zamanı alır… olurda gerçek olursa
anlık mutluluk getirir. Hayal panomuzdaki tüm herşeyin gerçekleşince mutlu
olacağınızı sansak bile hala egonun sesine hapsolmuşuz demektir. O panodakiler
gerçek olsa bile doyumsuzluk ve mutsuzluk devam edecektir. Çünkü siz geçmiş ve
gelecek odaklı yaşıyorsunuz ama farkında değilizdir. Ego böyle şeylerle sizi
oyalamayı çok sevecektir.
“Yapabilmekten” önce “olmalıyız” ve sadece “olduğumuz” kadar “yapabiliriz.” Ve ne
“olduğumuz”da “kendimizle” ne derece yüzleştiğimiz ile doğru orantılı olarak ortaya
çıkar. Dış dünyada canımızı sıkan şeyler devam ediyorsa, Ya da bitmiş gibi görünüp
başka bi yerden tezahür ediyorsa egomuz vardır. Dış dünya iç dünyamızın
yansımasıdır. Dışarıda gözlemlenen tüm insanların karakterleri sizin içinizdeki
iyilikleri ve kötülükleri size hatırlatmak için sizin kuantum alanınıza girerler. Dış
dünyada tezahür eden uyumsuzluklar, iç dünyamızdaki uyumsuzluğun göstergesidir.
Eğer iç dünyamızdaki bu saklılıkları kabul edersek dış dünyamızda, sonsuz bilgelik ve
sonsuz gücün ışığı dolmaya başlayacaktır. Eğer iç dünyada bilgeliği bulursak, bu
bilgeliği ve gücü dış dünyada ortaya çıkarma özellikleri ile donatılırız. Tüm
yaşananlar bilince dayanır. Kazançlar, birikmiş bilincin sonucudur. Kayıplar dağılmış
bilincin sonucudur. Çekim yasası sadece pozitif düşünmeye çalışmakla çalışmaz.
Temelinde bir çok katman vardır. Ve onu iyi kullanmak tekamül gerektirir.
Senin, ego olmadığını anlayıncaya kadar, yeniyi kabul etmen mümkün olamaz.
Egonun sadece geçmiş hafızan olduğunu ve başka bir şey olmadığını gördüğümüz
zaman ve kendinin hafızadan ibaret olmadığını gördüğümüz zaman mümkün olur.
Hafıza, biyolojik bir bilgisayar gibidir; o bir makinedir. Kullanışlı bir mekanizmadır;
ama siz bunu aşan bir şeysiniz. Siz hafıza değil, bütünsel bir benliksiniz. Hafıza, bu
benliğin bir içeriği ise sizde bu benliğin kendisisiniz.
Karşılaştığınız zorluklar çoğunlukla karışık fikirlerden ve çıkarımlarımız
konusundaki bilgisizliğimizden kaynaklanır. Teslimiyet duygusundan uzak
olduğumuzda ve kendi bildiklerimize direnip karşı koyduğumuzda istedinildiği kadar
kitap okunsun; bu evreni “mum alevi ile aydınlatmaktan” başka bir şey olmaz. En
büyük iş kendimizi keşfetmektir. Ve yaratıcının arkasına gizlendiği egoyu izlemeye
başlamaktır. Ego izlendikçe hayalet benlik yok olmaya, erimeye başlayacak ve yerine
yaratcının ışığı dolmaya başlayacaktır. Bu olursa düşüncelerimiz, sezgilerimiz,
isteklerimiz ve karşımıza çıkan olaylar birbiri ile dans etmeye başlar. Siz sadece
hayranlıkla izler ve yaşarsınız. Hayatınızda herşey rayına oturmaya başladığı gibi
dolanık evrensel yapıyıda iyileştirmeye başlarsınız.
Kendimiz, eşimiz, çocuklarımız, anne ve babamız ve yaşamımızda karşımıza
sürekli çıkan diğer insanlar hakkında hissettiklerimiz egonuz hakkında doğrudan
bilgiler verir. Başımıza gelen her olaya vereceğimiz tepkiyi seçebiliyoruz. Ama
başımıza gelen her olayı kontrol edemeyiz. Bu derinliği olan başka bir konudur. Bu
yüzden insanların çoğuna “herkes kendi gerçekliğini yaratır sözü” “yabancı ve
imkansız” gelir. Kendi gerçekliğimizi yarattığımız ve kontrol ettiğimiz inancı; zengin,
karmaşık, gizemli ve destekleyici bir yaşama başlamak yerine gibi görünsede
geçmişteki 20-30-40 yılı inkar ettiğimiz anlamına gelecektir. Bu yüzden spritel
öğretilerle karşılaşmış ve kitapları okumuş olmak egoyu yok etmez. Bu dönemlerde
her olumsuzlukta “olumlu düşünmeyi öğrendim, olumlu düşünmeliyim” diye o an için
seçim yapsanızda içinize attığınız sıkıntı, yani egonuzun sesi sizi başka bir an başka
bir şekilde üzücektir. Ego yok olmamış sadece şekil değiştirmiş olucaktır.
Ben Artık mutluyum dediğimizde bile EGO kendini gizlemiştir. Oysa dış dünyamızda
olumsuzluklar devam eder. Ailemizle hala çatışıyoruzdur. İş ortamımızda hala
istemediklerimiz vardır. Kocamız, karımız, sevgilimiz bizi anlamıyordur.
Öğrendiklerimizi çevremize istekle yaysak bile EGO bilmenin hazzıyla dış dünyayı
içten içe suçlamaya devam eder. İnsanlara “Hayır” diyecek bile insiyatifimiz yoktur
bazen. Tek yaptığımız şey, bilmek, anlatmak forumlarda polyannacılık oynamaktır.
Çok kitap okuduğumuzda çok biliriz zannederiz. İnançlarımız değişir şekillenir. Hangi
yeni düşünce ile tanışsak doğru olduğuna kesin inançlar gösteririz. ÖZGÜR İRADEMİZ
var sanarız.. EGOMUZ bir kimlik üstleniyor ve O olduğumuzu düşünüyoruz. BUNA
“ANLAMSIZLIK MODELİ” deniyor.
Şimdi hayallerinizi bir kenara koyup, kendimizle dürüstce konuşmayı deneyelim.
Eski sevgililerinizi, sizin için geçmişte değerli olduğunu düşündüğünüz insanları
düşündüğüzde ne hissediyorsunuz. Hatta bunu denemek için eski sevgilinizi ve o
günleri anımsatacak şarkılardan resimlerden yardım alabilirsiniz. Biliciniz şu anda
eski günlerin acısını çekmiyor olabilir. Böyle bir durumda o olayı bir aile üyesiyle, ya
da çok yakın arkadaslarınızla içtenlikle konuşmak egonun belirmesi açısından bir kilit
olabilir. Bunlarla yüzleştiğinizde huzurlu bir şekilde gevşiyormusunuz, yoksa
miğdenizin ortasına krampmı giriyor. Boğazınız mı düğümleniyor. Ailenizde yaşanmış
olan şiddeti düşünün, okulda alay edildiğiniz anı düşünün. Bedenizin hangi bölgeleri
hangi şekilde sızı ya da tepki veriyor. Çocukluğunuzdan beri düzelmeyen, ağrılarınız,
ya da kronik rahatsızlıklarınız var mı?
Gizli duygularınıza yüzeye çıkmasına olanak vermek, aydınlanma yolculuğunun ilk
ve en önemli adımlarından birisidir. Çoğu insan bu konularla yüzleşmekten korkar ve
geleceğe umutla bakmak ister. Ama hala içlerini kemiren şeyler vardır. “Olumsuz
düşünmüş olmuyor muyum ?” diye sorabilirsiniz.
Hayır! Herşeuden önce, ilk adımda sorununuzla yüzleşmek, onun gözlerinin içine
bakıp onunla kucaklaşmak, onun acısını derinden hissedip olduğu gibi kabullenmek,
sonrasında olumlu düşüncelerin en güzellerini çekecektir. Bu kendinizle en kadar
samimi olduğunuzla doğru orantılıdır.
Ego benlik bizimle hayatımızdaki belirtiler aracılığı ile kendini gösterir. Bu
belirtileri görebilmek için, ego benliğin kimliklerini tanımalı, kurnazlıklarını
öğrenmeli ve her ortaya çıktığı anda onu izleme ve direnç göstermeden serbest
bırakma bilgeliğine sahip olmaıyız. Benim egolarım yok diye inanılmaz bir şekilde
direnen insanlarla karşılaşıyorum. Hayır !
Bana sordukları bir şey var. Sen egolarından arındın mı ? Elbette tam arınmadım.
Yani şunu diyemem “Egolarımdan arınayım, sonra insanlara bilgelik sunayım.” bu
düşünce dahi evrensel sisteme terstir. Bir şeyler paylaşılmadan gelecekte beklenen
temennilerde aslında egonun kendisidir. Ben egolarımdan arındığım ve işaretleri
keşfettiğim oranda bunu diğer insanlarla paylaşmalıyım ki, başka insanları
şifalandırdırdığım ve bu bilinci yaydığım için bunun geri dönüşü olabilsin. Bu herşeyde
böyledir. Örnek vermek gerekirse elinizde olan para için şükredip, onu onurlandırmaz
iseniz, onu paylaşmaz ve evrensel düzene iyi niyetle bişeyler kazandırmaz iseniz
bolluk bilinciniz olmayacaktır ve gelen para geldiği gibi gitmeye devam edecektir. İşte
bunu yapabilmemiz için sahte benliğimizin özelliklerini tanımamız gerekiyor. Çünkü
her birimizin farklı konuşma tarzı olduğu gibi ego bedenimizinde kendine özgü bir dili
vardır. Onun oluşturduğu belitiler kendiliğinden ortaya çıkmaz. Geçmiş koşullardan ve
olaylardan kaynaklandığına göre geçmişle mutlaka bir bağlantısı vardır. Etkilerini şu
an hissettiğimize göre şimdiki zaman ilede bağlantılıdır. Gelecek şimdi oluşuyor ise
ego benliğin somut etkileri gelecekte de görülecektir. Atalarımızdan gelen düşünsel
RNA dizimleri, buna bağlı olarak ailemizin bizi şekillendirmesi, bizimde uyanmamış
olduğumuzdan dolayı, karşımıza çıkan bu olaylar karşısında kurban rolü oynayıp
güçlendirmemiz egonun oluşmasında en büyük etkenlerdir. Bu benlik çok ustaca
kendini gizlemiştir. Hatta ve hatta en iyi olduğunuzu düşündüğünüz özelliklerinizin
altına bile... Hatta en ruhsal olduğumuz özellikerimizde dahi...
Çoğu ruhsal ve kişisel gelişimci egonun aslında iyi olduğunu ve sadece doğru
şekillendirilmesi gerektiğini söyler. Burda iki seçenek mevcut olabilir. Bu kişiler ya
egonun tanımını bilmiyorlar ve aslında şifalandırdıkları insanların egolarını
erittiklerinin farkında deiller; Ya da, hayal tezahür ettirmeye odaklı olduklarından
yanlış bir yol içerisindeler. En basit örneği ile “kendimi seviyorum ve onaylıyorum”
dediğinizde egonuz erimeye başlar.
Çevresi tarafından çokça tanınan ve reiki ile ilgilenen orta yaşlı biri hakkında
inanılmaz bir tespitim olmuştu. Yazılarına baktığımızda inanılmaz bir mütevazilik,
alçakgönüllülük ve sevgi gösterisi vardı. Ama her nedense yazılarını derinden
hissettiğimde, o yazıların altına katman katman gizlenmiş derin bir isyan vardı.
İnternetteki yazılarının binlercesi, bu şekildeydi ve bu ruh durumu kendisini “çok
sevildiği” büyük bir platformdan koparmıştı. Yani ruhsallığı çok bilen ama o hale
gelemeyen için çok güzel bir örnekti. Bu da ruhsallığın altına gizlenmiş gizli egoydu.
Bunun bir benzerini bende kendi hayatımda deneyimlemiştim. Bu örnek dahi Ego
benliğin kurnazlığı hakkında çok önemli bir gözlemdir.
Şu anlarda kendinizi gözlemlediğinizi ve sorguladığınızı biliyorum. Aklınıza ne
geliyorsa olduğu gibi kabul edin. İç sesimizden gelenleri inkar etmek, hatta buna
çevremizi inandırmak mümkündür. Bilmelisiniz ki buda egonun oyundur. Bu şekilde
onu dahada derinlere itersiniz ve güçlenmiş olarak olarak geri gelirler. Aklınıza en
saçma ve inanılmadık şeylerde gelse kabul edin. Onlar boşu boşuna zihninize
gelmezler. Derinlerinde yine seçimleriniz yatar. Direnmeden izleyin...
Joe Vitale’nin ZERO LİMİT kitabında Hayatın iki türlü yaşandığı konusu ilgimi
çekmişti.
Birincisi “Eski Anı reaksiyonu”…
İkincisi “Tanrısal Zeka”
EGO ile ilgili düşünürken çok anlamlı bir işaretti bu. EGO yu ve doğal olarak şimdiki
gerçekliğimizi oluşturan Eski anılar… EGO nun sıfırlandığı Tanrısal Zeka… bunlar ne
demekti ? Bunları kendi tecrübelerimle birleştirdiğimde şöyle tanımlar ortaya çıktı..
EGOmuz 0-10 yaş arası ailemiz, çevremiz ve okulumuz tarafından şekillendiriliyor. 1015 yaş arası daha bir doğrulanıyor anlam kazanıyor. Biz zamanla bize öğretilenleri
unutsak dahi bilinçaltımız bunlar unutmuyor ve birer çekirdek inanç haline geliyor.
Ve tüm hayatımız boyunca bu paradigmaları döndürüp duruyoruz. Bunlara birde
biten aşklarımız ve duygusal acılar eklenince Egomuz git gide acı bedene dönüşüyor…
Zamanla bu sıkıntı ve acıların duygusal acıları Bilincimizde yok olsa dahi bilinçaltında
duygusal acılar hep kalıyor. Görülen bir rüya, geçmişi hatırlatan bir şarkı, bir ortak
arkadaş bizi hemen geçmiş anlara götürmeye yetiyor. Bildiklerimizi unutuyoruz.
“SANKİ O POZİTİF DÜŞÜNCE KİTAPLARINI OKUYAN BİZ DEĞİL MİŞİZ” gibi bir acıya
sokuyor bizi… Bu anlarda EGO devrededir. Ve kendini besliyordur… İŞTE geçmişteki o
ego sıfırlanmadan Düşündüğümüz her şey, hayalini kurduğumuz pozitif şeyler dahil
hepsi eski anının reaksiyondur.
Hayal panomuzdaki, yada şimdiki zamandaymış gibi imgelediğiniz her şey… “Beni
mutlu edecek ama” dediğimiz her şey… Eski anı reaksiyonu, eski anılarınızın
benzerlerinin Size tekrar yaşatılması için SİZE POZİTİFMİŞ gibi gelen hayallerin
kurdurulmasıdır. Gerçek olsalar bile size asla mutluluk vermeyecek, eski
paradigmaların ve insanların benzerlerini beraberinde çekecektir. Geçmişi
düzeltmediğinizde ÇEKİM YASASI sizin için ancak böyle çalışacaktır.
Kendinize şunu sorun… “İçimde neler olup bitiyor?” Neden bu hayalleri kuruyorum…
Parasız günlerin inadına mı zengin bir hayat istiyorum ? Gezemediğim günlerin
inadına mı Mavi tura çıkmak istiyorum ? Beni terk edenleri unutmak içinmi yeni bir
aşk istiyorum ? NEDEN BU HAYALLERİ KURUYORUM…. Yani Kurduğunuz hayallerin
formülü
GEÇMİŞİM YÜZÜNDEN = İSTEDİĞİM GELECEK …. Mi ?
İşte bu durumda EGO devrededir. Sizi yönetiyordur. EGO geçmiş ve gelecekte
yaşamayı çok sever. Sürekli size geçmişinizi hatırlatır ve onu yok etmeniz için gelecek
hayali kurdurur. Şu anda kalmayı hiç sevmez. Çünkü Şimdinin Işığında yaşayamaz.
Şimdi bir deneme yapın rahat bir yere uzanın ve zihninizi susturun… Derin derin nefes
alıp ŞU ANA odaklanmaya çalışın. Nefesinizin sesini dinleyin. Uzandığınız yatağinizi
hissedin… AMA Sakın geçmiş ve gelecekle hatta bu kitapla ilgili hiç bişey düşünmeyin.
Sadece var olun… saniyeleri hissedin... fark edeceksiniz ki en fazla 1-2 dakika sonra siz
istemedende olsa zihninize geçmiş ve gelecekle ilgili düşünceler doluşmaya
başlayacaktır. EGO şu anı sevmez çünkü...
Yaşamımızda deneyimlediğimiz ve denemekte olduğumuz negatif olan her şey ego
muzun bir ürünüdür. “ama benim bir suçum yoktu ki” dedikleriniz dahi her şey
egomuzun dış dünya olarak bize yansıtılmasıdır. Bu yansımalar eski anılarımızla
bağlantılıdır. Bu anı reaksiyonlarınızı Ya sistemli şekilde yok ederiz ya da yok ederiz.
Evrendeki birliği hissedememe, kendinizden çevrenizden ve dünyadan ayrı
olduğunuz ilizyonuna yol açar. Bu durumda suçluluk duygusu ve korku iç içe sizi içten
içe kemirir. Ve dışarda yaşadığınız çatışma normal günlük yaşantınız haline gelir.
Bunun sebebi Ben sandığınız zihninizle özdeşleşmenizdir. Onun istediği kimliğe
bürünmemizdir. Örnek vermek gerekirse hatırladıkça üzüldüğünüz eski bir duygusal
ilişkinizi hatırlatacak bir işaretle karşılaştığınızda, EGO bize tüm bildiklerimizi
unutturup “acısı geçti” dediğimiz anlara geri döndürücektir. Biz o anda özleyen,
üzülen, nefret eden bir insan haline döneriz ve bunu “BEN” zannederiz. Bu olduğunda
ego bundan beslenecektir ve istediğini başarmış ve kendini gelecekte tekrar
göstermek için güç kazanmıştır. Zihnizinden geçenleri BEN sandığınızda tüm gerçek
ilişkinin önünü kesen etiketler ve yargılar perdesi içine girersiniz.
Bu sizinle yaratıcının arasına girer. Fiziksel dünyanın, fiziksel görünümleri altında,
aslında TEK olan varlıklar bütünü ile bir olduğunuz gerçeğini unutursunuz İŞTE
özgür irade burada başlar. EGO nuzu izlemeyi seçtiğinizde şu ana odaklanırsınız.
Hayalet Benlik olan EGO şu an hissine ve onu izlememize direnemeyecektir. EGO muzu
keşfederken “Evet bir EGOM var ve yüzleşiyorum” diyemeyiz. EGO sahtede olsa bir
benliktir ve onu oluşturan bir sürü etmen vardır. Onu oluşturan etmenleri tanıyıp
keşfettikçe egomuzu izleyemeye başlarız. İyi haber ise bu hapishaneden kurtulmak
mümkündür. Bunu asla egoyu yok etme hedefi olarak algılayıp bir beklenti içine
girmeyin. O ancak ve ancak ŞİMDİ yok olur. Geriye kalan bütün hedefler zaten onun
oyundur.
Ego imajinasyon yolu ile varolur. Geriye bakmak isterseniz eğer, geride diye bir şey
olmadığını anlayabilirsiniz. Yani mazi diye bir şey yok. Sadece gelecekmi var? Çünkü
geçmişi düşündüğün anda onu imajine etmeye başlıyorsun. O asla geçmişte bulunan
değildir. Siz geçmişi düşündüğünüzde aslında ileriye doğru bir imajinasyon
yaparsınız. İleriye doğru imajinasyonuda her an yenilemek zorundasın. Buda geçmişe
bağlı gelecek oluşturur . Öyleyse sadece An vardır. An, en sakin ve statik durumu ifade
etmektedir. An kendini daima ileriye doğru yönlendiren bir imajinasyon merkezidir.
Hareket, bu merkezden kaynaklanarak hiç durmadan ilerler.
Direnç gösteren inançlarımızın gitmesine izin vermek zamanıdır. Bu da zor ve
meydan okuyucu olacaktır. Ama dostlarım, eğer tutunmaya devam ederseniz, yaşam
dokumasının dokunuş şeklini anlamak zor olacaktır. Bir zamanlar size hizmet etmiş
ama şimdi, ağzınızda büyüyen bir lokma halini almış olan kavram ve inanç
sistemlerinize tutunmaya devam ederseniz, yaratılışı anlamanız zorlaşacaktır.
Değişimin başında size meydan okunacaktır. Egoyla yüzleşmeyi bırakmanız için
meydan okunacaktır. Bazılarınız bunlar için yürekten göze alacaktır. Uçuruma
kaymaktan sizi kurtaracağını ve koruyacağını zannettiğiniz kavram ve inançlar için
yüzleşeceksiniz. Neden söz ettiğimi biliyorsunuz. Değişim kolay olmayabilir.
Geçmişimizin oluşturduğu egomuzla yüzleşip yavaş yavaş yok etmeye
başladığımızda, TEK liğin ışığı hayatımıza dolmaya başlar. Hayatınızın hemen hemen
her alanında işlerimiz yoluna girmeye başlar. Kurduğumuz hayaller değişmeye
başlayacaktır. Çünkü ister istemez kendimiz olmaya başlayacağız. Kendimiz
olduğumuzda eski anıların hiçbir hükmü kalmayacaktır. Kurduğumuz hayallerin
egomuzla bağlantısı olmadığı için hem hızla gerçekleşecektir hem de mutluluğu kalıcı
ve doyumlu olacaktır. Tüm dinler bize “Yaratıcının Sureti”nde yaratıldığımızı
söylüyor. Bu dünyaya gelme amacımız onun gizlenen ışığını bulup onun suretinde
olmaktır. Potansiyelimizin farkına vardığımızda anlamsızlık modeli yerini yavaş
yavaş sevgiye bırakacaktır. Sevgi ise tüm enerji tıkanıklını yok eder. Geçmişi nötr bir
geçmiş yapar. Tüm duygusal ağırlıkla yok olmaya başlar…
Bize sorulduğunda, “yaşamdan en çok ne istersiniz” dendiğinde, genellikle şu
cevapları veririz. Mutluluk, huzur, neşe, bilgelik, özgürlük, kararlılık... Ama bunun için
Başarının, bolluğun, aşkın gerekli olduğunu söyleriz. Mutluluk, huzur, neşe, bilgelik,
özgürlük, kararlılığın ortak özelliği elle tutulmuyor olmasıdır. Ve bunlar tek bir
kelimle ile tanımlanabilir. IŞIK... Bizim için doyumlu bir hayatın tek yolu, bütün neşe
ve doyumun kaynağı olan yaratıcının birliğine ulaşmaktır.
Düşüncelerin kaynağı aslında fiziksel beynimiz değildir. Beyin sadece,
inandıklarımızla oluşan rasyonel zihnimizin düşünceleri yayınladığı bir radyo gibidir.
Peki gerçek yayın nereden gelir, kaynak nedir ? Özgür irade ile istediğinizi sandığınız
şeyleri size isteten nedir.
Öyleyse, gelecek ile ilgili olan beklentilerinizi bir kenara bırakıp aydınlanmaya
başlayın. Gelecekteki zenginliği, aşkı, hırsları bir kenara koyup içinize dönün. Varsın
herşey olumsuz ve bırakılması zor görünsün. Sadece ŞİMDİ var olmayı öğrenin.
ŞİMDİYİ ONURLANDIRIN. Yaratıcı ile ancak şimdi temasta olabilirsiniz. Bu insanların
en çok anlamakta zorlandığı kısımdır. Hayatta geleceği düşünmemiz gerektiği, bu
olmassa hayattan ve insanlardan kopacağı hissi verir. ASIL ilizyon budur. Siz şu anda
olma bilgeliğini elde ettiğinizde, gelecek dediğimiz zaman dilimlerinde hayal dahi
edemeyeceğiniz doyumlu gerçeklikler yaşayacaksınız.
Şimdi EGOnun ne gibi Hallerde Ortaya çıktığına Konu başlıkları halinde bir bakalım…
Öfke genellikle şikayet etme ile oluşan enerjik açıdan çok yüklü negatif bir duygudur.
Öfkenin ardından tepkisellik gelir. Buda egonun haklı çıkmak için başvurduğu bir
yoldur. Bir şeye öfkelendiğinde tepki vermek için başka bir olayı bile bekleyen çok
insan vardır.
Eskiden her toplumda heykellere ya da başka objelere tapan insanlar vardı. İlahi
dinler ve son olarakta İslam dini bu anlayışı yıktı… TAPILAN PUTLAR sadece heykeller
yada objelermiydi… Bazen imgelere, özelliklede başkalarına yansıtmamız gerektiğine
inandığımız kendi görüntümüze hayranlık duyarız.
Bilgisayarımız çöker ve en önemli dosyalarımızı kaybederiz, öfkeleniriz. İşyerinde
bize karşı oyunlar oynanır öfkeleniriz. Ailemizin bizi anlamadığını düşünür, onlarla
kavga ederiz. Tuttuğumuz takım gol kaçırır, söver, sayar lanet ederiz… Cep
telefonumuzun şarjı biter, öfkeleniriz. Plastikten yapılmış telefon parçasının önünde
eğiliriz… Plastikten bir tanrıyı putlaştırırız. Arabamız bozulur… metalden bir tanrıyı
putlaştırız… İlahi dinlerde ve öğretilerde ÖFKE en büyük duygusal zaaftır.
Yaratıcıdan uzaklaştıran en karanlık güçtür. İslamda nefs denilen olgunun en kötü
yaptırımdır. Herhangi bir şeyi putlaştırdığınızda “Allaha Şirk koşmak” anlamına gelen
olayı devreye sokarsınız. Burada bahsedilen put davranışlarınıza egemen olan bir
nesne, bir insan yada bir durumdur. Size zararı olsun yada olmasın birilerine
öfkeleniyorsanız Yaratıcıdan uzaklaştınızın bir işaretidir. Burada öfke Egosu
devrededir. Haberleri izlediğinizde bile dünyanın herhangi bir yerinde bir insana ya
da topluma duyduğunuz öfke dahi hem bizi yaratıcıdan uzaklaştıracak hemde daha
büyük öfkeler çekecektir. Dışımızda meydana gelen olayların veya diğer insanların
eski anı reaksiyonu ile içimizde öfke ve hiddet oluşturmasına izin veriyorsak, yaratıcı
ile olan bağlantımızı kesmiş oluruz. Başka dinden olduğu için kötü gözle baktığımız
insanlar bize ilahi yolda geriye itecektir.
Ulusların arasındaki savaş ve çatışmalar, bireylerin arasındaki anlaşmazlıklardan
başlar. Bir ulusun savaşın içinde olması, sadece o ulusu meydana getiren bireylerin
arasındaki, kinden,düşmanlıktan ve hoşgörüsüzlükten doğmuş sevgisizliğin
ürünleridir. İçimizde sevgi eksikliği olduğu sürece uluslar savaşmak için mutlaka bir
neden bulacaktır.
Toplumumuzu incelersek bize zarar veren en büyük şeyin “gizli ego” olduğunu
bilincine varırız. Hepimizin fark edebildiği ve de gözlemleyebileceği gerçeklerden yola
çıkalım. Türk toplumu son çağlarda “gelenekçi din” ve “milliyetçilik” üzerine
kemikleşmiş inançlara sahip bir yapıdadır. Çok eski çağlardan beri övündüğümüz
milliyetçiliğimiz ve eski çağlardan gelen savaşçı bir millet olmamız bizde sürekli
düşmanlar yaratan bir anlayışa sebep oluyor… Gelenekçilik anlayışımız ise içimizde
sürekli farklı bölünmelere yok açan bir anlayışa sebep oluyor. Dini düşünce olarak,
siyasi düşünce olarak, etnik kimlik olarak sürekli bir bölünme korkusu ve eğilimi
içinde oluruz. Ve bugünkü iç ve dış tehditleri toplumumuz kendisi yaratmaktadır.
Şimdi bu tür toplumsal olayları sosyolog ve tarihçiler somut nedenlerle
açıklayacaklardır. Fakat dolanık yapıdakı evrensel bilinci bir bütün olarak incelersek
eğer, tüm ideolojik fikir ayrılıklarının birer illüzyon olduğunu keşfederiz. Savaşa karşı
savaşmayı, kine karşı kin gütmeyi ve bunu milliyetçilik adı altında yapmayı devam
ettirdiğimizde aynen bugünde olduğu gibi istenmeyen görüntüleri fazlalaştırmaktan
ve geliştirmekten başka bir şey yapmayız. Farkına varmalıyız ki savaş bir zihin
yapısıdır. Bu zihin yapısından kaynaklanan tüm eylemler, kötü olarak algılanan
düşmanı güçlendirecektir. Olurda bu savaşı kazandığımız takdirde en az eskisi kadar
ve eskisinden daha fazla güçlü, üzücü, yıpratıcı düşmanlar ortaya çıkacaklardır ve
yeni bir kötülük yaratacaklardır. Egonun savaş kimliğine büründüğünüzde, bu zihin
yapısının tutsağı olursunuz ve algılarınız son derece seçici bir hal alır. Siz davanızda
çok ama çok haklı olduğunuzu düşünebilirsiniz. Bu yine ama yine bir illüzyondur. Öfke
egonuzu test etmek için sadece akşam haberlerini izlemeniz yeterlidir. Siyasi, uluslar
arası, toplumsal, magazinsel tüm haberleri tarafsız izlemeye dahi kalksanız iç
güdünüz size olaylar konusunda kişisel yargılara sürükleyecektir. Güçlü bir öfke
hayatınızın büyük bir bölümünü kirletmeye ve sizi egonun tutsağı yapmaya devam
eder.
Toplumuzun misafirperverliği hakkında yaygın bir ifade vardır. Derinine
indiğimizde altında gizli bir egonun yattığını görebilirsiniz. Sevgisizlik ve
onaylanmama ile yetiştirmenin çok olduğu toplumumuzda kendini ifade edebilme ve
bununla övünebilmek kavramları önemli yer tutar. İşin göründüğü gibi olmadığını,
test etmek oldukça basittir. Kadınların gün yaptığı bir sohbette bulunmak ya da
erkeklerin kahve sohbetinde bulunmak ve objektif gözlem yapmak size toplumuzun
gizli egosunu ortaya koyacaktır. Fakat herkes için bu durum böyle değildir. Köy gibi
egosal unsurların hemen hemen hiç olmadığı yerlerde insanların sıcaklığı yüzlerinden
okunur. Paylaşma eğiliminde olduklarını görürsünüz. Çünkü öfkeyle büyümedikleri
için egosal kimlikleri de aşırı büyümemiştir.
Egonun öfke kimliğini keşfettiğinizde ve herkesin aynı hastalığın pençesinde
olduğunu fark ettiğinizde ister istemez bu ego kaybolmaya başlar. Ve hayatınız şevkat
ile dolmaya başlar
Ülkemizin en büyük sorunu olan sevgisizlik, onaylanmama, öfke ile yetiştirme
ileride ülkenin kaderini hep düşmanlar var, bölünme var paradigması ile
döndürücektir. Siyasi olarak bölünür birbirimizden nefret ederiz. Etnik olarak
bölünür birbirimizden nefret ederiz. Takım taraftarı oluruz birbirimizden nefret
ederiz.
Bizler önce kendimizi ve sonra dünyayı şifalandırdığımızda bu ilizyonların hepsi yok
olur… Sevgi yerini bütünlük duygusuna bırakır. Işık doyumun ve derin arzularımızın
gerçek kaynağı olduğu için onunla bağlarımızı koparmak çok büyük hatadır… “ne
yani hiç mi bişeyden haberimiz olmasın” diyebilirsiniz. Elbette olmalı ama Objektif bir
bakış açısı ile görmelisiniz. Olayla özdeşleşen değil, objektif bir gözlemci gibi
olmalısınız. Dünyayı bizim dünya hakkında düşüncelerimiz şifalandırıcaktır. Siz, dil,
din, ırk ayırmayıp koşulsuz sevdiğinizde etrafınıza bunu yayacaksınız. Şifanız tüm
dünyayı etkileyeceğinden izlediğiniz haberler tam istediğiniz gibi olmaya
başlayacaktır. Ülkemizin tarih boyuncaki düşmanlarından, siyasi sebeplerden aslında
ne kadar haklı olduğumuzdan Yani dünyevi sebeplerden falan bahsedecekseniz beni
anlamamışsınız demektir…
Dünya üzerinde yeteri kadar insan, diğerindeki iyiyi bulmak için gayret sarfedip
emek verdiğinde, zamanla tüm uluslar aniden mucizevi bir şekilde uyuma ulaşan yolu
bulucaklardır. Unutmayın başkasına olan her davranışınız evrensel düzende
reaksiyon başlatır ve tüm dünyayı etkiler…
Evrensel düzen geniş bir kozmik yankı odası gibidir. Her şey bir birine tek bir şeyle
bağlıdır. Yaratılışın harekete geçirici dansıyla… Neslimizi üzen kaos ve çekişme,
evrende dolanan negatif güçlerden oluşur. Bu negatif güçlerde insan oğlunun hem
toplu hemde biraysel eylemlerinden kaynaklanır. Eğer evrene kıskançlık titreşimleri
yollarsak bu bizim ve dünyamız için yıkıcı bir eylemdir. Her ne kadar bunu kabul
etmek zor gelsede, kıskanç bakışlar ve hisler Sahte benliğmizi besleyen ama
yaşamımız için yıkıcıdır. Yoksulluk, kıtlık, hastalıklar, terör, kin ve nefret bunun temel
nedeni olan kendi kıskançlığımızdır… Dünyanın öbür ucundaki bir savaş dahi bizim
içimizdeki yanlış bir inanç programından dolayı bize algılatılıyordur. Siz kendinizi
şifalandırdığınızda tüm dünyanın gidişatına bir reaksiyona başlatırsınız.
Birde kıskançlığın daha ileri boyutu olan halk arasında “Kem göz” diye tabir edilen
bir olay vardır. Göz olağan üstü güçlere sahiptir. Kuantum boyutunda gözlemlediğiniz
olaya enerji yollarsınız. Bir insanın negatif bakışları, hem bize, hemde dünyaya karşı
yıkıcıdır. Aynı şekilde başkasına kötü düşüncelerimizi, kötü duygularlarımızı ve kötü
bakışlarımızı yolladığımızda kendi içimizde büyük bir boşluk yaratırız. Bu evrende
yankı yapacak ve aynı negatiflikleri ve daha fazlasını hayatımızda deneyimleyeceğiz.
Spiritüel savunmamız azalır. Daha kolay üzülebilir ve incinebilir duruma geliriz.
Ego’ya göre ölüm daima köşe başında beklemektedir. Sahte benliğimiz ölmekten
içten içe korktuğu içindir ki, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamak isteği hissi verir. Çünkü
beden ölürse dünyevi isteklerde yok olacak ve hiçbir anlamı kalmayacaktır. Bu sebeple
sahte benliğiniz size hiçbir zaman ölümü hatırlatmayacaktır. Yakınlarınızın
cenazesine gittiğinizde ise durum birazcık değişir. Cenaze evinde bulunmak, camide
bulunmak, defin işleminde bulunmak içinizi bir tuhaf yapmıştır hatırlasanız. O birkaç
gün boyunca ölüm fikrini, dünyanın geçici olduğunu düşünür zihniniz… Bu yüzden
ölüm haberleri şoktur bizim için.
Yakınlarımızı da kaybedeceğimize inanmayız. Bilincimiz inansa dahi haberi
aldığımızda darbeyi yiyen egomuzdur. Ölen eğer çok yakınımız ise egomuz daha da
bir darbe yiyecektir. Ölümü hemen hemen herkesin yaşayacağını bile bile genellikle en
son düşündüğümüz ve duyunca garip duygular girdiğimiz gerçeğini hissettiren
egomuzdur. Hissettiğimiz garip duygu ise darbe yiyen egomuzun olayı kabullenmesi
ve bir miktar yok olmasından dolayı üzerimize bir süreliğine gelen iyimserlik,
yardımseverlik, dünyevi olaylarına bir süreliğine çok önem vermeme durumudur.
Egonun darbe yemesinden sonra tekrar çıkışa geçmesi olayı vardır ki, buna ayrı bir
konuda yer vermek istiyorum.
Bir çok spritüel öğreti ve kutsal kitaplar ölümün aslında bir son olmadığını bir
boyut değiştirme olduğunu söyler. Ama egomuz aynı zamanda bir bedensel zeka
olduğu için ölüm gerçeğinden her zaman kaçacaktır. Ego aslında bedenin ölmesinden
değil “kendisinin ölmesinden” korkacaktır. Çünkü ego iki yolla ölür… Birincisi fiziksel
yani yukarıda anlattığım şekilde korktuğumuz şekilde ölümle yok olur. Egonun ikinci
yok olma şekli ise “ruhsal dönüşümle” yok olma biçimidir. Yani “ölmeden önce ölmek”
deyiminin gerçek olduğu, arınmış, günahsız bilinç şeklidir. Sahte benliğimiz her
ikisinden de korkacaktır. Normal bedensel ölümü bir kenara koyalım. Ruhsal
dönüşümle egoyu yok etme süreci bile bedeni ve zihnen zor bir süreç olması bile ego
için dayanılmazdır.
Örnek vermek gerekirse, Herkes oruç tutmayı, yanlış bir tanımla öğrenmiştir.
Tasavvufla ilgilenenler bilirler ki oruç sadece, açların halinden anlamak değildir.
İnsan potansiyel enerjisini, yemeğe, içmeye, cinselliğe, öfkelenmeye ve diğer dünya
işlerine harcar. YANİ EGOSUNA… İşte oruçluyken egomuzu ya hiç beslemeyiz, yada
çok az besleriz. Bu sebeple tüm potansiyel enerji insanın beynine depolanacaktır. Bu
egonun yok olması insan bilincinin “sıfıra yaklaşması” demektir. Bu sebeple
“oruçlulunun yaptığı dua hemen kabul” dendiğini duymuşsunuzdur. 1 ay oruç
tuttuysanız eğer o bütün sene işlerin yolunda gittiğini fark edenlerde olmuştur.
Burada anlamanızı istediğim şey EGO çok sıkıntılar çekeceğini bildiği için ve
kendisinin öleceğini bildiği için o bir ay orucu size tutturmaz. Mantıklı sebepler
bulucaktır. Mesela ders çalıştığınız için, sigara bağımlısı olduğunuz için yada bir çok
sebepten dolayı bunu yapamayacağınızı söylersiniz. Oysaki bunları düşündüren ve
hissettiren egonun kendisidir. Oruç konusu egoyu yok etmenin sayısız yönteminden
biridir. Ama bilmelisiniz ki sahte bilinciniz ne kadar büyükse yok olurken de verdiği
sıkıntılar büyük ama geçici olacaktır. Egoyla özdeşleşirseniz anı rahatlatırsınız ama
ömür boyu acı ve sıkıntı devam eder. Ama onu yok ederseniz sadece yok olma
döneminde geçici bir sıkıntı çekersiniz ve güzel doyumlu hayallerin gerçekleştiği bir
gelecek yaşarsınız…
Aslında hayatımızdaki tüm korkularımız egonun ölüm korkusuna çıkar.
Başarısızlık korkusu, ayrılık korkusu, incinme korkusu, reddedilme korkusu, aç kalma
korkusu, sigarasızlık ve alkolsüzlük korkusu, yakınlarımızın ölüm korkusu hepsi
egonun darbe yemesinden dolayı kendisinin ölüm korkusuna çıkar. Korkularımız
bizim en büyük engellerimizdir. Kafamız onlarla sürekli başa çıkmak için meşgul
olduğundan korkularımız varlığımıza sıkıntı verirler ve bize devamlı güçlük
çıkaracaklarından istediğimiz türden doyumlu bir hayata bir türlü kavuşamayız. Eğer
bunu kontrol altına alamasak bu korkular yaşamımızın her veçhesini etkiler. Bunu siz
anlamazsınız bile…Aslında korkan bu “ben”dir; gerçek sen değil. Varlığın korkusu
yoktur, ama ego korkaktır; çünkü ego ölmekten çok korkar. O sunidir, geçersizdir,
montajlanmıştır; her an dağılabilir. Ve yeni girdiği zaman, korku ortaya çıkar. Ego
dağılmaktan korkar. Bir şekilde, kendini bir arada, tek parça halinde tutabilmektedir
ve şimdi yeni bir şey geliyor. Bu, parçalayıcı olur. O yüzden yeniyi coşkuyla kabul
etmiyorsun. Ego kendi ölümünü coşkuyla kabullenemez. Kendi ölümünü nasıl
kabullensin?
Cennete ve bolluğa ulaşmak için çorak bir çölden geçmemiz gerekebilir. Karanlığın,
içinden ışığa ulaşmak için gösterdiğimiz şahsi gayretlerimiz, insanlığın derin özlemini
ve en büyük arzusunu ifade eder. Eğer bir konuda canınız sıkılmışsa ya da
korkuyorsanız ego devrededir. Ruhumuzdaki tüm negatiflikler, hayatımızda
gerçekleşen tüm olumsuzluklar egomuzun oyundur. O yok olduğunda hayatınıza ışık
ve sevgi dolmaya başlayacaktır. Korku ve beraberindeki tüm olumsuzluklar
hayatımızdan ışığın az ve eksik olmasıdır.
Egonun ölüm ile ilgili ürettiği korku kimliği değişik arayışlarla kendini beslemek
isteyecektir. Bunların en göze çarpanıda “Reankarnasyon” felsefesidir. Bu konuda son
yıllarda büyük iddalar ortaya atılmaktadır. Hatta bu görüş, bilimsel bulgularla,
ayetlerle, yaşanmış hikayelerle, hipnoz seansında söylenenlerle destekleniyor. Bunda
farkedeceğimiz en önemli faktör, Egonun bilimi, hukuku ve gözlemleri yine kendini
beslemek adına olmadık şekillere sokmasında ibarettir. Reankarnasyon Aile Dizimine
bağlı RNAların taşıdığı bilgilerden ve algısı açık olanların etkilendikleri duygu beden
göçünden başka bir olay deildir. Bu konu ile ilgili gerçekleri “Kısa Notlar” bölümünde
anlatacağım.
Sahip olduğumuz sahte benliğimizi oluşturan bizi yetiştiren çevrenin bize
inandırdıklarıdır. Para, başarı, aşk, mutluluk, arkadaslıklar, ülkemizle ilgili
görüşlerimiz bize çocuklukta empoze edilirler. Bizlerde bunlara dair bir inanç
geliştirdiğimiz için bu gerçeklikleri çekeriz. Çektiğimiz bu gerçeklikler hem tek taraflı
görüş sahibi yapar, hemde inandıklarımızı çektiğimiz ve yaşadığımız için kendini
gerçekleştiren bir kehanete dönüşür. Bu sebeple iyi yada kötü bişeylere inanırız.
Başımıza gelincede “Ben haklıymışım” deriz. Bu sebepledir ki, kuantum düzene göre
herkes haklıdır.
Haklı çıkmak konusundaki hatayı yakın geçmişte çok yapıyordum. Okuduğum
kitaplar bana yepyeni bir bakış açısı sunmuştu. Öğrendiklerimle ilgili gerçeklikleri
çekiyordum. Buda beni ve inandıklarımı haklı çıkartıyordu. Çevremdeki insanlara
hayat hakkında yanlış düşündüklerini aslında işin gerçeğinin böyle olmadığını
anlatıyordum. Okuduğum kitapları ve hayallerin nasıl gerçek olacağı ile ilgili
öğretilerden bahsediyordum. Bazıları inanmıyor ve ilgilenmiyordu. Buda bende
“gerçeği göremiyorlar” inancına yol açıyordu. Aslında en büyük hatayı ben
yapıyordum. Yanlış bir egoyu, kendi yanlış egomla kıyaslıyordum.
Şimdi, benim egolarım yok diyenlerle karşılabilirsiniz. Biri egosu olmadığını inkar
ederse egosu işe koyulur ve asıl işi olan hapisane sahasında gururla devriyeye çıkar.
Bu olayın başka bir yönüde var. Birinde gözlemlediğiniz ego, aslında sizin egonuzun
bir aynasıdır. O kişi ile tartışıp direndiğinizde kendinizle bir tartışmaya girmiş
olursunuz. Ve bu olayın bambaşka bir yönüde karşınıza çıkan her ego belirtisini
iyileştirmeniz gerektiğidir. Bu olmadığında bu sahte benlik hep benzer insanlar
şeklinde sizin karşınıza çıkarlar.
Kişisel ve ruhsal gelişim konuları ile ilgilenenlerde dahi bu tuzağa düşüyorlar.
Secreti okuyan evrensel düzeni, onun diliyle, Osho okuyan onun diliyle, Antony robins
okuyan onun diliyle anlatıyor. Her kitapta “aa tamda beni anlatıyor” ları gördükleri
için o kitabı en doğru yazılmış kitap yada kitaplar olarak görebiliyor.
İnandıklarımız bizde zihinsel bir pozisyon oluşturur. Örneğin kendimizi bir
tartışmanın içinde bulmak, özdeşleştiğimiz zihinsel pozisyonun bizi “tartışmada haklı
çıkmak” hissiyle bizi ateşlemesidir. Gerçekten haklı olup olmadığınızdan söz
etmiyorum. Tartışmaya girdiyseniz egonuz zaten “ben haklıyım” dedirtecektir zaten..
Burada kasteddiğim şey bizi tartışmaya sokan şey egonun kendisinin ciddi bir şekilde
yok olma tehdidi hissetmesidir.
Siz neyi savunuyorsunuz ? Her neyi savunursanız savunun ilizyoni bir kimliktir.
Zihninizdeki bir imajdır. Hayali bir varlıktır. Egonuzun bu sesine kulak verirseniz
onunla özdeşleşirsiniz ve onu beslemeye devam edersiniz. Bu yüzdendir ki bu kitabı
bile %100 gerçek olarak kabul edip herşeyini içselleştirmeyin. Bende herkes gibi
tekliği tam anlatamam... onu işaret eden parmaklardan biri olabilirim. İçindeki
bilgiye değil, işarete bakın... Bundan sonrası sizin işiniz. Kendi tekamül yolunuzda
parçaları birleştirecek olan sizin içgüdülerinizden başka bir şey değildir.
Bir çok insan ölüm döşeğine düşene ve sahip olduğu her şey ellerinden akıp gidene
kadar bunun bir illüzyon olduğunu anlamazlar. Ölüm anı gelmeden henüz önce sahip
olma kavramının hiçbir anlamı olmadığını anlarlar. Çünkü bedeni ölüm, egonunda
ölümüdür. Egosal bilinci sıfırlanan insan için bütün değerler önemini yitirecek sadece
ve sadece ŞU AN kavramı geçerli olacaktır. Şu anda yaşayan herkes tüm zamanın
bilgisine hakim olabildiği gibi zamanı anda izleme yeteneğinede sahip olur… Ölüm
tehlikesi yaşayanların bir hikayesi vardır bilirsiniz. “tüm hayatım gözlerimin önünden
geçti” derler. Ve bu saniyeler içinde olmaktadır. Zamanın izafi olduğunuda göz önüne
alırsak bilincin yılların bütün bilgisine anında ulaşması mümkündür. Bunun sebebi
ölüm anında %100 farkındalık içinde olmak ve anında tüm zamanın bilgisini
okumaktır. Zaman “ŞİMDİ”dir geriye kalan herşey ilizyondur.
Şimdi sizin için çok ama çok değerli bir eşyanın çalındığını, kaybolduğunu ve ya
birinin ona hasar verdiğini düşünün… Bu geçen hafta aldığınız çanta, çizme, giysi
olabilir… Annanenizden kalan çok değerli bir yüzükte olabilir. Henüz birkaç hafta
önce aldığınız yeni dizüstü bilgisayarınızda olabilir. Sevgilinizden aldığınız ve uzun
süredir sakladığınız hediyede olabilir... Düşünmeyin, yaşayın… İçiniz cız ettiyse egonun
mülkiyet hissi kimliği devrededir. Bunun temel nedeni, eşyanızı mülküyet kurgusu ile
tanımlarken o maddi nesnenin gözle görülür sağlamlığının ve kalıcılığının, sizin
benlik duygunuzda sağlamlık ve kalıcılık kazandıracağını sanmaktır.
Bir aile dostumuz var… Kendi alanında çok büyük başarılara imza atmış uzman bir
doktor… Kendisini gözlemlediğimde bir çok şey fark etmiştim. Hayat, insanlar, aile
yapısı hakkında inanılmaz bir karamsar yapıya sahip olduğu için; yani egosunun o
alanlarla ilgili acı bedenini beslediği için kötü paradigmalardan bir türlü
kurtulamamakta olduğunu gözlemledim. Fakat maddi durumu ise toplumumuzun
standartlarının çok üstünde… Bunun nedenine indiğimiz zaman ise, muhtaçlara
yardım eden, gösterişi sevmeyen, parası olmayan hastalardan muayene ücreti
almayan bir insanla karşılaşıyoruz. Egosunun sosyal kimliği karamsar olarak aşırı
beslenmişti, ama mülkiyet hissi ise “kendi için alma arzusundan uzak, paylaşımcı” yani
egosal bilinçten uzaktı. Yani egosunun oluşturan bir çok kimlikten, mülkiyet hissi ile
olanı hemen hemen hiç beslenmemişti… Bu düşünce tarzı ona sosyal olarak doyumsuz,
maddi olarak doyumlu bir hayat yaşatmaktaydı… Kendi gerçekliklerimizi de bu bakış
açısı ile gözlemleyebiliriz. Yukarıdaki gözlemlediğim insanı gözlemlediysem bu benim
ozmanki egomun bir dışa vurumuydu elbette. Yani ben bu olayı gözlemlediysem,
bilmeliyim ki; bu benim egomun dış dünyadaki tezahürüdür.
İnsanları gözlemlediğinizde onlarda bir ego belirtisi görürseniz, bilin ki içinizdeki
egosal bilincin başka insan olarak size görünmesidir. Kendinizi şifalandırdıkça
çevrenizde size ve dünyaya karşı daha farklı davranmaya başlayacaklardır.
Ben sürekli olarak egonun kimliklerinden bahsediyorum. Ama sakın olaki “ben
egomdan kurtulmak istiyorum, ona karşı olayım, egomun istediklerini yapmayım”
diye işe kalkışırsanız başarısız olursunuz. Egosal kimleri yok etmenin yolu, egoya
savaş açmak, ondan kaçmak değildir. Mesela; mülkiyet bağımlılığından nasıl
kurtulabilirsiniz. Bir klübeye taşınmanızın, tüm eşyalarınızı bağışlamanın hiçbir
faydası olmayacaktır. Mülkiyet bağımlığından kurtulmanın yolu ancak kendinizi
onlarda aramadığınızda mümkün olacaktır. Bu sebeple her şeyiniz varken de egosal
bilincinizi eritebilirsiniz. Ben size bolluktan ve zenginlikten kaçmak gibi bir şey
öğütlemiyorum… Çünkü varlığın ışığında zaten bolluk ve bereket bolca bulunur.
Konu bolluktan açılmışken, çoğu kişi dünyaya bir şeyler vermeden alma eğilimine
girerler. Dolar resimlerine bakıp, niyet cümleleri söylerler. Bu düşünce yapısı elbette
parayı “çeker gibi” görünür. Ama geldiği gibi gidecek, yine maddi sıkıntılar devam
edecektir. Çekim yasasının temelindeki hak yasası devrede olucaktır. Şimdi
kendinizden bir şeyler vermeye başlayın. Dolabınızdaki giymediğiniz eşyalarınızı,
ayakkabılarınızı kullanmadığınız makyaj malzemelerini, okumadığınız kitapları
verin... Arkadaslarınıza ufakta olsa hediyeler alın. Bunu para gelmesi için yapmayın.
SADECE YAPIN. Evrensel düzen size nasıl bolluk getireceğini zamanında bilir.
0-10 yaş arası ailemizden ve çevremizden gördüğümüz bazı kalıpları seçeriz ve
bunları doğru kabul ederiz. Bu yaşlar arası beyin dalgalarımız alıcı bir konumdadır.
Ve kabul ettiği herşeyi GÜVEN olgusuyla etiketler. Yani bu böyle olursa GÜVENDE
OLURUM mekanizması oluşturur. Bu sebepledir ki, ego kurnaz olduğu kadar da karşı
çıkılması gereken bir olgu deildir. Sadece kabul edilmesi ve izlenmesi gereken bir
olgudur. Ben bu çalışmada sahte benliğinize karşı koymanız gerektiğini
öğütlemiyorum. Bu geçmişinizi affetmemeniz ve direnmeniz demektir. Egonun oluşma
sebeplerinden biride bizden önceki atalarımızdan kalan RNA düzeyindeki düşünce
kalıplarıdır. Onların yaşamlarındaki sorunlarıda bizim egomuz olarak tezahür
edecektir. Bedene yayılan Ego benlik, çok büyük oranda tüm geçmiş nesillerin
çevrelerinin uyumlu hareketsiz yaşam güçleri üzerindeki sonucu olarak kalıtsaldır. Bu
gerçeği anlamak aile diziminin olumsuz getirilerini durdurur. Bu onların hatalarını
yok etmemiz için bir fırsattır. Bu evrensel bir iyileşme sağlar. Geriye kalan tüm
insanlar bunlardan etkilenir.
Atalardan gelen aile dizimi etkisi hipnoz esnasında reankarnasyon yanılgısı yaratır.
Ama reankarnasyon yanılgısının sebebi sadece aile dizimi deildir. Sadece
nedenlerinden biridir. Bunu kitap sonunda kısa notlar şeklinde anlatacağım.
Sahte benliğin gelişip büyüdüğü en önemli dönem olan çocukluğunuzda örneğin
“param olursa güvende olmam” diye bir etiketme yaparsanız. İleride istediğiniz kadar
zenginlik tasavvur edin bu gerçekleşmeyecektir. Bu yüzden yaptığınız olumlamalarda
çok önemlidir. Güven etiketlemesi burada önemli yer tutar.
Çocukluğunuzda yaptığınız kabullenmeler, tüm hayatınız boyunca sistemli bir
paradigmaya giricektir. Bu sizin bilincinize size doğruymuş gibi gelen önermeler
sunar. Eğer, kabullendiğiniz şeyler kötü ise bu hayatınızda bir tehlikeye mal olur.
Hayatınızdaki hala devam eden büyük paradigmalar, bilinçaltınıza hala nasıl
güvende olacağını öğretmediğinizdendir. Bu ileride kötü biten ilişkilerede sebep
olabilir. Ve Birkaç başarısız ilişki deneyiminden sonra artık ilişki kuramaz hale
gelirsiniz. Çok istersiniz ama ilişkisiz güvende olacağını anlayan gizli egonuz size asla
ilişki çekmeyecektir. Çektikleri ise yine aynı bitişlere gebedir.
Aynı şeyler, bağımlılıklar içinde söylenebilir. İçki, sigara, cinsel bağımlılık kendimizi
onlarda aradıkça büyüyen bir sahte benliktir. Erkeklerin şöyle dediğini duyarız. “ben
gençliğimde bolca yaşayayım, evlenince nasıl olsa bırakırım” buda bir ilizyondur.
Evlendikten bir süre sonra ya büyük bir boşluğa düşülecektir. Bu eski günlere dönme
içgüdüsü Ya da evlilikte yaşanan sorunlar olarak şekil değiştirir. Unutmayın
yaşadığınız gerçekliğin %95 i bilinçaltıdır. Geri kalan %5 ise günlük hislerinizin
dansıdır. Bu demek oluyor ki sadece POZİTİF DÜŞÜNCE hayatı deiştirmez. Size max
%5 lik bir değişim sunar. Bu sebeple herzaman bilinçaltı galip çıkacaktır. Ve
istediğiniz kadar pozitif düşünmeye gayret edin, bilinçaltı sizi aletmek durumunda
olduğunda pozitif düşüncenizde yerle bir olur.
Tüm bu anlattıklarım psikolojik gerçekliklerdir. Bu konularda teori ya da tahmin
yoktur. Nereye baksanız bu gerçeklikle karşılaşırsınız. İnandığınız dinden bile yola
çıkabilirsiniz.
Aslında o kadar sadedirler ki, herkes onları anlayabilir. Yapılması gereken zihinsel
temizlikliktir. Ben burada ciddi bir değişimden söz ediyorum. Herhangi bir kitaptan ya
da yöntemin gücünden bahsetmiyorum. Yöntemler sadece size lazım olduklarında
görünürler ama aylarca sabırla yapılmadıklarında sadece görünmüş olurlar. Sağa
sola şifa yollayarak, enerji üfleyerek o veya bu sevyeyim falanca masterim diyerek
hayatların kökten düzelmediğini görmek mümkündür.
Bunları doğru olarak kabul etmekle, düşüncelerimizi sistematik bir biçimce
yönlendirmek arasında büyük bir fark olduğunuda anlamalıyız. Eğer bunu
yapamıyorsanız, gerekli olan çabayı göstermediğiniz içindir.
ŞİMDİ çaba gösterme zamanı... Şu soruyu Sorun... İÇİMDE NELER OLUP
BİTİYOR... BU DUYGULAR KİME AİT ? Bunu her tekrarladığınızda “BEN” in kim
olduğunu farkedin. Eğer başarırsanız evrenin yaratıcı ilkesi ile uyumlu olması
ile birlikte yenimez olacaksınız.
En çok sorulan soru ne yapmalı ve nasıl düşünmeli... Elimden geldiğince bu konuda
açıklama yapıcam. Aynı zamanda faydalı olduğunu düşündüğüm bazı kitapları size
tavsiye edececeğim. O kitaplarda bu bilgilerin paralelinde bilgiler bulacaksınız.
İlk yapmamız gereken şey, bir süre bu anlattıklarımız üzerinde düşünmek ve
bunların hayatımızdaki yeri, bizi içine hapsettiği paradigmaları keşfetmektir. Eğer bir
bilgi birikimi ile bunları okuduysak bildiklerimiz ile bağlantılarını kurmaktır Bu
bağlantıları dilerseniz inandığınız din ilede rahatlıkla kurabilirsiniz. Bu imanınızıda
artıracaktır. Bu süreçte vereceğiniz karar aşamasıda önem taşır. Bağlantıları
keşfettiğinizde, bir karar aşamasında olursunuz. Bu karar aşamasında bu konu ile
yüzleşmek isteyip istemediğinizi kendinize sorun. Bunu gelecekte halledilmesi gereken
bir sorun olarak görmeyin. Sadece farkında olabiliceğiniz ihtimaller üzerinde durun.
Ego benliği daha çok tanımak ve onu eritmek kararı verdiğinizde, bir süre boyunca
bunun bedellerini ödemeye hazır olduğunuz konusunda kendinizi ikna edin. Çünkü bu
en zor dönemdir. Ego erime aşamasında size değişik yollardan karşı koyacaktır. Bu
etkiler hem içsel sezgi hemde dış dünya tezahürü olarak kendini belli edecektir. Aynı
zamanda bu karar hayal panosu ve niyet cümlelerinize bir süreliğine belkide hepten
veda etmeniz gerektiği anlamına gelir. Para, sevgili, iş... herneyse bu hayallere şimdilik
veda edin. Önce “kendimiz olmak” üzerinde durmalıyız ki bu olursa zaten hayalleriniz
fazlası ev daha doyumlusu şeklinde olur. Ama bu karar aşamasında düşünceyi
durduracağız. Çünkü şu anki niyetlerimiz ve isteklerimiz egosal bilincimizin ürünüyse
artık onu beslemeyeceğiz. Geçmişteki acılarınız ile de içtenlikle yüzleşme isteği içinde
olmalısınız. Gerekirse ağlayın, üzüntüsünü çekin ama sakın olaki direnmeyin.
Acılarınızın zihninize gelmesini bir fırsat olarak görün. Hatta eski şarkılarla dahada
depreştirin. İşte bu anlar arınma çalışmaları için ideal zamanlardır.
Şimdiki zaman bilgeliği bu konuda çok önemli yer tutar. Başlarda bunu gün içinde
çok az yapabiliceksiniz. Ama çalıştıkça ve inandıkça bu süre artacaktır. Bu hayatınıza
bambaşka renk getirecektir. Bu çalışmayı başlarda günde 5 dakika yapın. Ve gün
içindede olayların farkında olmaya çalışın. 5 dakikalık çalışma ise şöyledir.
Yatağınıza uzanın, Ya da sessiz ve rahat bir yere oturun. Derin nefesler almaya
başlayın. Bu nefesler esnasında sakın olaki geçmiş ve gelecek zamanla Ya da
kendimizle ilgili bir düşünce içinde olmayın. Sadece şimdiki zamandaki sesler, hisler
içinde olun. Derin nefes alırken karnınızın iniş çıkışını hissedin. Bir süre bunu
yaptıktan sonra bir müddet ayaklarınızı hissedin... ve ellerinizi... üzerinizdeki elbiseyi
hissedin vücudunuza değdiği her yeri... odadaki sessizliği dinleyin... Bunu yaptığınızda
her 10 – 20 saniyede bir egonuz içten içe düşünce fısıltıları yollayacaktır. Direnmeyin
bırakın akıp gitsin içinizden... her koptuğunuzda tekrar tekrar nefesinize odaklanın.
Bu hem şimdiki anın farkındalığı için güzel bir çalışmadır. Hemde egonun nasıl açık
kapı bulduğunda sizi sardığını anlamanız açısından güzel bir gözlem. Evet ilk
başlarda 10 – 20 saniye dayanabilieceksiniz... Üzülecek bir şey yok. Siz artık
farkındasınız...
Bu çalışmanın dışında ise, otobüste, okulda, derste, arkadaslar arasındada bu
uygulamayı yapabilirsiniz. Hatta elinizi yıkarken bile... sadece o an var olun. Suyun
soğukluğu, sabunun kokusu, ellerinizi ovuşturmanızı hissedin. Yorumlamayın... sadece
hissedin... yorumlarınız ve düşünceleriniz değil 5 duyu organınız hissetsin sadece.
Bu olaylar düşünceyi kısa bir süreliğine durduracaktır ve o anlarda bedenize enerji
dolacaktır. Bunu ne kadar başarırsanız geleceğiniz o kadar renkli oluşmaya başlar.
Zihninize gelecek ile ilgili düşünceler geçtimi o an Birkaç kere derin nefes alıp Ya da
Birkaç kere nefesinizi tutup bırakın “şimdi ve buradayım” diyin ve tekrar o ana dönün.
Gelecek nasılsa gelecekte belli olacak. Siz şu anı ne kadar onurlandırırsanız gelecekte
okadar anlamlı olacak. Şimdi bu satırları okumayı burda kesin. Ve derin derin nefesler
alıp “ŞİMDİ VE BURADA” olduğunuzu kendinize söyleyin. Odanın içinde olup bitenlere
bakın %100 orada olun. Daha önce göremediğiniz ayrıntıları görmeye çalışın.
Yorumlamayın sadece hissedin.
Koptuğunuzda ise üzülmeyin ego bedeniniz size karşı koymak isteyebilir. Sizi
üzebilir, size üzücü kötü rüya gösterebilir ya da eski anılarınız ile ilgili işaretler
karşınıza çıkarabilir. Üzücü olaylar karşımıza çıktığında ise ŞİMDİKİ ZAMANda kalma
çalışması pek mümkün olmaz. Bu durumlarda nötrleştirme çalışmaları yapmalıyız. Bu
gibi durumlarda ne yapmamız gerektiğini anlatacağım...
Bir dakikalık samimi bir yoğunlaşmanın yoğunluğu ile; olmak ve başarmak özlemi,
sizi uzun yılların yavaş, normal ve zorlanmış çabalarından özgürleştirip daha ileriye
götürebilir. İnançsızlığın, zayıflığın, güçsüzlüğün ve kendini aşşağılamanın demir
zincirlerini çözebilir ve hayatın keyfini yaşarsınız.
Gerçek bilgeliğin sırrı Tekliğin bilincinde olmaktır. Evrensel zihin koşulsuzdur. Bu
yüzden zihin ile birliğimizin ne kadar bilincine varırsak, şartlar ve kısıtlamalar bizim
için okadar oranda yok olur. Bunun sebebi herşeyin ileri geldiği kaynak olan
yaratıcının tek ve bölünmez olması ve her bireyin bu sınırsız gücün ortaya konduğu
bir birey olmasıdır.
Diyelim ki eski anılarınız bazı tetiklemelerle su yüzüne çıktı ya da eski anı olmasa
bile dış dünyada biri size haksızlık yaptı ve sizin canınızı sıktı. Bu durumda hemen
şunu aklınıza getirin. “Bu benim egomun tetiklediği bedensel zekam ve onu
izlemeye alıyorum” “yaşadığımı olduğu gibi kabul ediyorum” “bu duygu bana
değil bedenime ait “ deyin... Bu sözleri tekrarladıkça ve yaşayandan gözlemciye
doğru bir geçiş yapacaksınız. Bedeninizdeki sızıya odaklanın. Size bu üzüntüyü
yaşatan kişi Ya da durumu düşünmeyin. Sadece ve sadece bedeninizde meydana gelen
sızıyı izleyin. Bırakın aksın içinize, yudumlayın acınızı.... Bütün bunları yaparken derin
derin nefesler alın ve tüm bedeninizi serbest bırakın... görmeye başlıcaksınız ki Birkaç
dakika içinde rahatlayacaksınız. Tabiki bu sıkıntı size devinimler halinde az olsa
kendini hatırlatabilir. Aynı şeyleri bir daha yapın. Bir süre sonra hatırlamacaksınız
bile. Bu durumları EFT, Ho'oponopono Ya da Günahlarınızdan affolma duaları ilede
destekleyebilirsiniz. Bu konuda araştırmalar yapın yöntemleri deil, bu yöntem ve
duaların altındaki bilinci ve anlayışı öğrenin. Bu sayede etkisi artacaktır.
Meditasyon için ilk başlarda zaman bulamayabilirsiniz. Birkaç günde bir 10-15
dakika meditasyonlar yapın. Bu meditasyonlar size nefesinize odaklanmanız ve
gevşemeniz için iyi bir alıştırma metadu olacaktır. Derin nefes almayı alışkanlık haline
getirin
İbadetler ilahi sevgiye açılan kapıdır. Ve insandaki irade sıfatını artırarak tüm
hayatının doyumlu hale gelmesinde çok önemli yer tutar. Örneğin bazı dönemlerde
tutulan oruçlar hayatınızda büyük değişimlerin kapısını aralar. Zaten tüm ibadetlerin
temelinde Bir adıda NEFS olan egonun yok olması üzerinedir. Tutmakta zorlanıyorum
diyenler oruç tutmaya en çok ihtiyacı olanlardır. İnsan bedeni bir öğünle bile sağlıklı
bir şekilde fonsiyonlarını sürdürür. Bağımlılıkları ve yemeğe karşı zaafları olanlar
içinde önemlidir. Bilinçli tutulan oruç ne sizi derslerinizden nede güçten düşürür. Bu
oluyosa bile iç direncinizin karşı koymasıdır. Bir süre sonra rahatlıkla tutabildiğinizi
anlarsınız. Namaz kılmak titreşimlerinizi pozitife çevirir ve üzerinizdeki menfi enerjiyi
yok ederek sizin aklınıza kötü hislerin gelmesini frenler.
Hayattan bolluk istemeden önce “kendimiz için alma arzusu”ndan vazgeçmeyi
öğrenmeliyiz. Beklenti içine girmeden sadece vermeyi öğrenin. Bu sizin tüm enerji
blokajlarınızı yıkmanızda yardımcı olucaktır. Sakın karşılık beklemeyin... iyi niyetle
verin... Önce kendinizden vermeyi öğrenin. Dolabınızda kullanmadığınız herşeyi verin.
Gerekirse yürüyerek gidin yol paranızı o an için ihtiyacı olana verin. Kime verdiğinizin
ve bunu nasıl değerlendirdiklerinin önemi yok. Siz evrensel düzene veriyorsunuz. Ve
bu düzen size nasıl karşılık vereceğini bilir. Sadece bolluk olumlaması yapmayın...
Çünkü siz bağış yapmadığınızda zaten “benim param yok” diye içsel olumlama
yapıyorsunuz. Siz korsan bir yayın okuduğunuzda Ya da kullandığınızda “zaten benim
param yok” diye mesaj yolluyorsunuz. Bugüne kadar verdiğiniz mesajların serbest
kalması için bile verin... Kendinizden dünyanın iyişeşmesi için bir şeyler verin...
Bu dönemde belirli kalıplar dışında olumlama yapmamızını hatta şu anda
yaptıklarınızı bile bırakmanızı tavsiye ediyorum. Zaten muhtemelen bugüne kadar
çok olumlama deiştirdiğinizi göze alarak bunu rahatlıkla tavsiye edebilirim. Bu
durumda ego bedenimizin direncini kırıcak ve tüm hayatımızın temelini
oluştuturacak olumlamalar yapacağız. Aşşağıda vereceğim olumlamayı günde en az
100 defa yapmalısınız. Bunu yapılması gereken bir iş olarak değil hayat amacınız
olarak yapın. Tekerleme gibi söyleyin. Şarkı gibi söyleyin. İnanarak söyleyin. Aynaya
bakarak söyleyin. İstediğiniz kadar bölümlere ayırın söyleyin. Bu size kalmış. Ama
kişisel disiplininiz olsun.
Tanıdığım biri benden olumlama istemiş ve 100 defa olduğunu duyunca çok
olduğunu söylemişti. Zamanının olmadığından şikayet etmişti. “50 olsa olmaz mı “
dedi. Peki dedim. Sonra onuda yapmadı. Sakın kendinizi 21 gün falan bilmemne diye
şartlamayın. 21 gün olayı, çoğu kişinin yanlış bildiği apayrı bir olaydır. Biz istediğimiz
hayatın temelini sevgi, güven ve yeterlilikle ve 2-3 ay boyunca oluşturmalıyız. Bu tüm
hayatta kalıcı sevgi ve güven demektir. Bunun üstüne istediğinizi inşa edin. Emekli
maaşı için 30 – 40 yıl çalışıyorsunuz. Ama 3 ay olumlama yapmak zor geliyor. Ve
sürekli yeni çıkan kitapları alıyorsunuz. Belkide okuduklarınızın sayısı 90-100 ü
geçti... Ama sadece 90-100 gün aynı olumlamayı yapmış olsaydınız inanılmaz bir
kuantum sıçrama yaşayacaktınız... Bu yüzden iş yöntemin kendisinde değil sizde biter.
Temel olumlamamız.
Ben kendimi olduğum gibi ve derinden kabul ediyorum.
Kendimi seviyorum ve kendimi onaylıyorum.
Kendimi ve geçmişimi sevgi ile affediyorum.
Ben herzaman ve tamamen yeterliyim
VE BÖYLECE GÜVENDEYİM
Bu süreçte bana ulaşıp, şunla desteklesem, bunla desteklesem olurmu demeyin. Siz
sadece bu olumlaları yaşam biçimi haline getirin.
Bu oluşturduğum olumlama formülündeki kelimelerin bilinçaltınızda yaptığı
açılımlara bir bakalım.
Kendimizi kabullenmek ve sevmek kolay bir iş değildir. Çoğumuz yeterinde, yeterince
uzun, yeterince güzel, zeki , yeterince başarılı olmadığımız inancıyla büyürüz. Buda
evrene ben yetersiz, bilgisiz ve çirkinim mesajını yayar. Ve tüm hayatımız boyunca
eksikliğimiz yüzünden birşeyler olmayacaktır.
Bizler birşeyleri başarabilmemiz için, daha zengin olmamız, daha iyi okullara
gitmemiz, daha fazla sertifika sahibi olmamız, daha zeki, daha yakışıklı olmamız
gerektiğine inandırıldık. Doğanın kanunu gereği birileri bizden ve biz birilerinden
zaten daha fazla sahip olacak bu özelliklere. İnsan kendini kabul edip kendisi
olduğunda ve kendi varlığını olduğu gibi ifade ettiğinde, hayattaki herşeye yetmeye
başlar. Eğer bunlar için Bir şey gerekiyorsa bunu kolaylıkla önümüze çıkartır. Ve
sahip olmamızı sağlar.
Kendini olduğu gibi kabul etmek aynı zamanda olumsuz özelliklerinizi ve
duygularınıda kabul etmek anlamına gelir. Bu direnci yok eder ve egosal bilinciniz
artık size fısıldamaz hale gelir. Aynı zamanda karşımıza çıkan insanlarıda tüm
özellikleri ile olduğu gibi kabul eder hale geliriz. Bedenimizi takdir ederiz. Tüm içsel
varlığımızı olduğu gibi şevkatle kabul edersiniz. Ve evrenle bir bütün olmaya
başlarsınız. Hayata karşı karşı doyumluluk hissi çoğalır.
Kendimizi kabullenmek, duygularımızı bastırmadan gün ışığına çıkarmak
anlamınada gelir. Bu aynı zamanda sizde bu çekirdek inançları oluşturan kişileride
rahatlatır. Çünkü onlarıda kabullenmiş affetmiş olursunuz. Şu anda hayatta
olmasalar bile bu sizin için ve o frekansın rahatlaması için gereklidir.
Çok önemli bir konu daha varki, siz içinizdeki herhangi bir şeyi iyileştirirseniz eğer,
o frekansı evrensel düzende de iyileştirirsiniz. O frekans iyileştiği için o frekansa sahip
olan tanımadıklarınız dahil iyileşmeye başlarlar. Siz geri kalan 6 milyar insana
frekanslarla bağlısınız.
İnsanları herşeye rağmen değil, olduğu gibi sevmeyi öğrenin. Çünkü onlar sizsiniz.
Koşulsuz sevin. Olumsuz özelliklerini sevin... Çünkü olumsuz diye bişey yoktur. Anlamlı
raslantılar vardır ve olumsuz diye düşündüğünüz her ne varsa hepsi şifalanmak için
size gelirler.
Normal sevgi anlayışımız çoğunlukla bencilcedir. Ve olumsuzlukların hemen hemen
hepsi içimizde sevgi eksikliğinin olduğu yerlerden açığa çıkar. Ve biz kendimizi nasıl
görüyorsak evrende bize öyle hitap edecektir. Bu dini olarak gerçektir. Sen kendini
tanımladığında aslında Allahın seni nasıl yarattığını tanımlıyorsun. Bu dolaylı olarak
Allahı tanımlaman anlamına gelir ki oda sana öyle bir hayat sunacaktır. “Şems”in şu
sözleri çok anlamlıdır.
Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze
ayna tutar. Şayet Tanrı dedi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık
geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok,
eğer, Tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu
vasıflardan bolca mevcut demektir.
Sen evsensel düzene, yaratcıya ne kadar inanırsan inan onu içsel olarak
sevemediğin ve tekliğe ulaşamadığın için olumsuzları deneyimlemeye devam
edeceksin.
Kendini sevmeye başladığında tüm insanlar bilinçdışı olarak bir mesaj alırlar. Ve
seni sevmeye başlarlar. Herşey senin hayrına olur. Kendini sevmek asla egosal bir
kelime değildir. Bu aslında kendini olduğu gibi sevmek anlamına gelir. Kendimi
seviyorum sözünü hayat amacın haline getirirsen bu tüm beyninde nörolojik açılımlar
yapacak ve tüm hayatındaki gerçeklikleri sevgi ile kurmaya başlayacaktır.
Kendini onaylamak ise, sabit ve gizli saplantılarımızı değiştirmekte kullandığımız
bir olumlama ve düşünce yapısıdır. Buradaki amaç kesinlikle herşeyin mükemmel
görünmesini sağlamak değildir. Kendinizi, umutsuz ve çaresiz hissettiğiniz anlarda,
içsel direnç kazanmaya, daha çok kabullenmeye eğilim duyarsınız.
Aynı zamanda onaylanma hissi bizim değerimizi bize daha çok hissettirecektir.
İnsanlar bizim düşüncelerimize daha çok saygı duyacak ve geri planda kalma hissi
kendini değer gören bir hisse dönüştürecektir. Kimsenin size değer vermediğini
düşünmekten vazgeçin.
Onaylama mekanizmasını bizler hayatımız boyunca hep kötü şekillerde kullandık.
Öfkelenmeyeceğim dediğimizde dahi, öfkeyi onaylarız. Ailemizin bizim üzerimizdeki
düşüncelerini onaylarız. Akşam haberlerinde tüm haberleri onaylarız. Dizi izlerken
dizideki olayları onaylarız. Sonra yaşadıklarımıza anlam veremeyiz. Hatırladınız mı ?
Bu olumlama cümlesini diğer cümlelere destek amacıyla koydum. Bu düşünce
yapısını edindiğinizde hayatta yetersiz hissettiğiniz tüm herşey için yeterli olmaya
başlarsınız. Hemde kendiniz olarak... İş görüşmesinde yeterli bulunursunuz. Aileniz
sizi yeterli bulur. Sizi arkadas çevresine almak isteyenler sizi yeteri kadar eğlenceli ve
çekici bulur. Bunun için beklentide olmassınız bile. Sadece kendiniz olarak herşey size
yetmeye başlar.
Affetmek kelimesi “hadi affettim gitti” denmeyecak kadar ciddi ve adına kitaplar
yazılacak kadar derin anlamı olan bir olgudur. Affetmek bu sürecin en zor ama en
özgürleştirici sürecidir. Bana en çok sitem edilen konudur. Bakış açınızı deiştirerek bu
süreci hızlandırmanız size iyi gelecektir. Bu sözlerden sonra bana ulaşıp AMA larla
kendinizi haklı çıkarmak isterseniz bu kitabı anlamamışsınız demektir. Affetmeye
karar verip vermemek aslında hayatımızda daha çok sevgi isteyip istememeye karar
vermektir. Başkasını affedememek aslında kendini affetmemektir. Unutmayın size
kim ne yaşattıysa o sizin bir aynanızdı. Öfke, nefret, intikam arzusu, sevgisizlik Yani
kısacası affedememenin etkileri hayatında nasıl yaşıyorsun ? Tandığın insanlar nasıl
yaşıyor ? Dünyada neden bu kadar olumsuzluk ve şiddet var. Duygusal, fiziksel, cinsel...
Hepsi affedememektendir.
Egoyu büyüten ve enerji tıkanıklarımızın en büyük sebebi affedememek... Çekim
yasasının istediğimiz gibi çalışmamasının sebebi affedememek... Çoğu hastalıkların ve
en önemlisi kanser hastalıklarının çoğunun düşünsel sebebi affetmemek... Sigara ve
alkole bağımlı hale gelmemizin sebebi affedememek... Depresyonun nedeni
affedememek... düşük özsaygının nedeni affedememek... mutlu aşklar çekememenizin
nedeni affedememek... değersizlik duygusununun nedeni affedememek... ailemize ve
çevremize verdiğimiz sitemlerin nedeni affedememek... YANİ EGONUN EN ÇOK
BESLENDİĞİ OLGU AFFEDEMEMEKTİR.
Kabul etmemiz gerekir ki bu kolay bir süreç değildir. Affetmeye hazır olmayabiliriz.
Öfkeniz hala dinmemiş olabilir. Sanki bu olduğunda yapanın yanına kar kalacakmış
hissi de duyuyor olabilirsiniz. Bunda bir gariplik yoktur. Bu ağır süreci de şimdilik
sadece yüzleşerek deilde olumlamalarla geçirmeniz süreci hızlandırıcaktır.
Tüm ruhsal öğretmenler affetme üzerinde çok ciddi bir biçimde durmuşlardır. Zaten
islam dininde ve diğer kutsal dinlerde dahi yaratıcının en çok affedici, bağışlayıcı
özelliği vurgulanmıştır. Günahlarınızdan affolma duaları ettiğinizde, bunu tam bir
kabulleniş ve teslimiyetle yaptığınızda geçmişin üzerinizdeki etkilerinin yavaş yavaş
ortadan kalktığını hissedebilirsiniz. Affetme işlemi sabırla ve teslimiyetle uygulanması
gereken en önemli aşamadır. Kabul etmeliyimki kolay geçmeyecektir.
Affetmek geçmişi değiştirmez, yaşanan olayları ve kişileri değiştirmez. Biz affetme
bilincine girdiğimizde bilincimizde bir değişme meydana gelir. Affettiğimizde
üzerimizdeki bizi engelleyen negatif enerjiyi serbest bırakır ve nötrleşiriz. Aynı
zamanda o kişiye bilgelikle yaklaşırız. Bize bunları yapmasının sebebinin onun
egosunun ve cahilliğinin bir sonucu olduğunu biliriz. Ve en önemlisi o kişiyi biz
çektiğimiz için kendimizle yüzleşir ve barışık hale geliriz.
Affetme meditasyonlarından yardım alabilirsiniz. Sadece bu kitabı referans almayın
affetme ile ilgili tüm öğretileri okuyun. Arınma çalışmaları hakkında bilgi sahibi olun.
Gün içinde aklınıza geldiğinde Direnmeden kabulleniş çalışmaları yapabilirsiniz. Ki
bundan yukarıda bahsettim. Anı aklınıza geldiğinde konuşun anınızla... Sarılın ona...
deyin ki... “Ey anılarım, sizi seviyorum, siz benim bir parçamsınız, ben sizden bugüne
kadar hep kaçtım. Ama sizi olduğunuz gibi seviyorum” gibi sözlerle anınıza seslenin.
Bolca yapın. Sevgi ve affetmek serbest bırakan bir güçtür. Bu satırları okurken Artık
kendinizi affettiğinizi seçtiğnizi söyleyin...
Olumlamaya “ve böylece güvendeyim” kısmını özellikle ekledim. Çünkü bilinçaltı
egosal bilinci güvende olmak hissi ile etiketler ve hayatta başımıza ne geliyosa
bilinçaltının kendini öyle güvende hissetmesindendir. Yokluk, sevgisizlik, yanlızlık
yaşıyorsanız bu olgular “Böyle olursa güvende olurum” şeklinde etiketleme
yapmasındandır. Yeni düşünce kalıplarımızı güvende olmak üzerine kurduğumuzda
hayatımızda daha kalıcı hale gelecektir. “Kendim Olduğunda Güvende olurum”
gibi...
Bu kitapta yazılan her ne varsa, kendinize bir hedef olarak koymayın. Sadece
farkında olun. Bilinçli olarak daha fazla ve daha derin bilgiyi bu çalışmada vermedim.
Eğer bu konular hakkında akıcı ve derin bilgiye sahip olmak isterseniz Bu çalışmanın
sonundaki yöntemlerin hepsini gün içinde yapamayabilirsiniz. Bu zamanla gelişicek
bir pratiktir. Ama sadece ve sadece olumlamanızı hayat alışkanlığınız haline getirin.
Sakın ne zaman değişecem diye beklentide olmayın sadece yapın. Şimdiki anı
onurlandırın, izleyin, direnmeyin... Sadece orada olun...