10 sayfalar - Giriş Sayfası
Transkript
10 sayfalar - Giriş Sayfası
Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 1/124 Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu Turist Rehberliği Bölümü Eğitim Gezisi Programı Sorumlu Öğretim Üyesi : Y. Doç. Dr. İbrahim Hakkı Kaynak Görevli Rehberler : Faruk Bakırcıoğlu Tel : 0532-2744760 Muammer Çelik Tel : 0532-2643999 www.muammercelik.com 0542-6605331 Geziyi Üslenen Acenta : Karmina Turizm Seyahat Acentası Acenta Sorumlusu : Mustafa Çimen Tel : 0543-3178079 Şoförler : Ömer Sağ Tel : 0507-3410803 Ahmet Sağ Şevket Söylemez Tel : 0543-8431037 Hamit Atik Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 [email protected] Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun. Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 2/124 1. Gün: 23. 01. 2010 CUMARTESİ: KONYA – SEYDİŞEHİR – TOROSDAĞLARI – ALANYA Seydişehir: Klasik Antik Çağlarda Seydişehir’de Amblada, Vasada, Arvana, Elita, Dalisandus gibi klasik şehirlerin varlığı belirlenmektedir. 1970 yılında yapılan kazılarda İlçemiz Bostandere Kasabası yakınlarında Roma Devri Anfi Tiyatrosu kalıntıları ortaya çıkarılmıştır. Seydişehir’in Horasanlı Seyit Harun Veli tarafından 1310 yıllarında kurulduğu tahmin edilmektedir. Eşrefoğulları Beyliği, Anadolu Selçuklu Devletinin bir parçası olarak, Seydişehir bölgesini de kapsayacak şekilde 1327 Moğol istilasına kadar hayatiyetini sürdürmüştür. Daha sonra Seydişehir, yine bu bölgede hüküm süren Hamidoğulları Beyliğine bağlı küçük bir kasabadır. 14. y. y. ’ın sonlarına doğru bu bölgede hayatiyetini sürdüren Karamanoğlu Beyliği ile Gezi Güzergahı Osmanlılar komşu olmuşlardır. Yaklaşık: 250 km Osmanlı Padişahı Murad Hüdavendigar’ın kızı Melek Hatun ile Karamanoğlu Alaaddin Ali Bey evlenmiş ise de, iki hükümranlık arasındaki gerginlik devam etmiş ve Osmanlılar 80. 000 altın ödeyerek Seydişehir, Akşehir, Beyşehir yöresini satın almışlardır. Fatih Sultan Mehmet devrinde ise kesin olarak aralarındaki ihtilafa son verilmiş ve Seydişehir Osmanlı topraklarına katılmıştır. Seydişehir 1871 yılında belediye ve 1915 yılında ise İlçe olmuştur. Cumhuriyetin ilanında 3110 kişi olan nüfusumuz 1965 yılında 6683 iken, Alüminyum Fabrikasının İlçemizde kurulma aşamasından itibaren hızla yükselmiş ve 2000 yılında şehir merkezi 48487, İlçe toplam nüfusu da 85541 rakamına ulaşmıştır. Kaynak: Seydişehir Belediyesi resmi web sayfası. http://www. seydisehir. bel. tr/indexx. php?f=253edec87456961240d94a237b4dabeb&l=1&sayfa_id=101&g_id=13922&id=9087 ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------TOROS DAĞLARI Anadolu Yarımadasının güneyinde, kabaca doğu-batı doğrultusunda geniş yaylar çizerek uzanan dağ sıraları. Toros Dağları genç kıvrımlı silsilelerden meydana gelmiştir. İlim adamlarına göre, Üçüncü Jeolojik Zamanın özellikle ortalarında vukû bulan şiddetli kıvrılma hareketleri neticesinde teşekkül etmiştir. Bu dönem öncesinde bugünkü Akdeniz Havzası ile Alp Dağ sisteminin bulunduğu alanda geniş ve derin bir tortulaşma ortamı olan, Tetis jeoseklinali uzanmaktaydı. Özellikle İkinci Jeolojik Zamanın son devri olan Kretase ve Üçüncü Jeolojik Zamanın başlarında bu denizde meydana gelen tortul katmanlar daha sonra kuzey ve güneyden gelen yan basınçlarla kıvrılarak yükselmişlerdir. Böylece bugün değişik sıralar hâlinde, yer yer geniş yaylar çizerek kabaca doğu-batı doğrultusunda uzanan Alp sistemi teşekkül etmiştir. Akdeniz kıyılarına paralel bir uzanış gösteren Toroslar üç kısma ayrılır: Batıda Antalya Körfezinin her iki kıyısına paralel sıralar meydana getiren Batı Toroslar; Taşeli Platosunu da içine alacak biçimde doğuda Zamantı Suyu, Dumanlı Dağ yöresine kadar uzanan Orta Toroslar ve bu sıraların da doğusunda Tahtalı, Munzur, Karasu-Aras dağlarını içine alan Doğu Toroslar. Batı Toroslar: Antalya Körfezi batısında uzanan sıraları kabaca kuzeydoğu-güneybatı yönlüdür. Körfezin hemen batısındaki Beydağları en önemli sıralardır. Göller yöresinde karışık bir görünüm arz eden sıralar, Beyşehir Gölü ile Antalya Körfezi doğusunda belirgin sıralar hâlindedir. Burada dış kısımdaki Sultan Dağları, Dedegöl, Akdağ, Geyik Dağı sıraları en önemlileridir. Bu dağların uzanışı kabaca kuzeybatı-güneydoğu yönlüdür. Antalya Körfezi kuzeyinde Antalya ve çevresini Göller Yöresi ve diğer bölgelerimize bağlayan eksen üzerinde Çubuk Boğazı, önemli bir geçit sahasıdır. Batı Toroslar Taşeli Platosuna kadar uzanır ve orada gözden kaybolur. Orta Toroslar: Taşeli Platosu ile Uzunyayla Platosu arasında kalan Orta Toros sıraları başlangıçta Göksu Nehri ve kolları tarafından derince yarılmıştır. Orta Toroslarda irtifa kuzeydoğu yönde gittikçe artar. Toros sıralarının en yüksek noktalarına Bolkar Dağları(Medetsiz 3585 m) ve Aladağlar (Demirkazık 3756 m) üzerinde erişilir. Bu dağlar arasındaki Çakıt Vâdisi ve bu vâdinin batısındaki Külek Boğazı ilkçağlardan beri önemini muhâfaza eden bir ulaşım yoludur. Doğu Toroslar: Aladağlardan sonra Toros Dağları değişik kollar hâlinde doğuya doğru uzanır. Bu sıralardan Doğu Anadolu bölgesinin merkezî kesimine doğru uzananlar arasında Tahtalı, Munzur, Karasu-Aras dağları en önemli silsileler olarak görülürler. Kuzeyde Hınzır, güneyde ise Güneydoğu Toroslar diğer önemli sıradağları teşkil ederler. İklim ve bitki örtüsü: Akdeniz bölgesinde Toros Dağlarının denize bakan yamaçları tipik Akdeniz ikliminin etkisi altındadır. Bu yamaçlarda yüksekliğin artışına paralel olarak iklim karakteri sertleşir ve nitekim yüksek platolarda ve iç kesimlerde kara iklimi niteliği arz eder. Kış aylarında Torosların denize bakan yamaçlarında yer yer 2000 mmyi aşan yağışlar tespit edilebilir. Yüksek alanlarda kar uzun süre kalır. Doğu yönde iklim karakteri çok daha serttir. Akdeniz iklimi dar kıyı şeridi boyunca uzanır ve daha geniş bir alan olarak Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 [email protected] Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun. Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 3/124 Çukurovada bu iklime uygun ziraî ürünler yetiştirilir. Torosların Akdeniz iklimi hüküm süren bölümlerinde makiler, yer yer iğne yapraklı çam ormanları, hatta bazı korunabilen alanlarında sedir türleri bulunur. İç kesimler orman örtüsünün tahribi neticesinde çıplak ve kıraçtır. Bütün bunlara rağmen Türkiye orman varlığının % 25i Akdeniz bölgesinde, özellikle Toros Dağları üzerinde yer alır. Bu dağlarda kalker taşları fazlaca bulunur. Dolayısıyla bu taşların erimesine bağlı olarak zengin bir karst topoğrafyası, özellikle Batı ve Orta Toroslarda hâkim durumdadır. http://www. turkansiklopedi. com/cografya-ve-tarih/123-yeryuzu-sekilleri/16059-toros-daglari. html Türkiye'nin Dağları Oluşum ve görünümleri bakımından dağlar farklı özelliktedirler. Oluşumlarına göre dağlar şu şekilde gruplandırılabilir. 1. Orojenik hareketlerle oluşan dağlar: Dağ oluşum hareketlerine orojenez denir. Karalardan aşındırılan maddeler, okyanusların tabanlarında birikerek, tortul tabakalar oluştururlar. Bu tortulların büyük bölümü esnek (plastik) yapıdadır. Bu esnek tortullar, kıtaların birbirine yaklaşması sırasında, yanlardan sıkıştıklarında kıvrılır. Böylece antiklinal ve senklinallerden oluşan kıvrım dağları meydana gelir. Tortullarınma alanlarında (Jeosenklinal) biriken tabakaların bir bölümü kaim ve serttir. Bu tabakalar orojenik hareketler sırasında kıvrüamaz ve kırılırlar. Böylece fay denen kırıklar oluşur. Orojenik hareketler sırasında, çoğunlukla kıvrılmalar ve kırıklar bir arada oluşur. NOT: Fay denen tabakaların kırıldığı noktalar, yer kabuğunun en zayıf noktalarıdır. Bu nedenle fay hatları boyunca tektonik depremler oluşur. Volkanik hareketler meydana gelir. Ayrıca kaplıca suları da fay hatlarından yeryüzüne çıkar. a. Kıvrım Dağları: Türkiye'nin bulunduğu yerde 1. Jeolojik dönemde var olan Tethys denizi tabanında biriken ve binlerce metre kalınlığa erişen tortul tabakalar, 3. Zaman'da yerkabuğu hareketleri ile kuzeydeki ve güneydeki, eski kara kütlelerinin birbirine doğru yaklaşmasıyla sıkışarak kıvrıldı ve yüzeye çıktı. Alp-Himalaya orojenik kuşağını oluşturan sıradağlar meydana geldi. Bu oluşumla Türkiye'deki Kuzey Anadolu sıradağları ile, Toros dağları, Karasu-Aras dağları oluştu. NOT: Bu dağların olşumları 3. zamanda (Neozoik - Tersiyer) tamamlandı. Ancak bugünkü yüksekliklerine 4. zamanda (Kuaterner) ulaştı. b. Kırık Dağları: Sert tabakalar yan basınç karşısında kırılır. Kırık hatları arasında kalan blokların bazıları çökerek (Graben) çöküntü hendeklerini, bazıları da yükselerek (Horst) kırık dağlarını oluşturur. Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 [email protected] Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun. Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 4/124 Ege bölgesindeki dağlar kırılma sonucunda oluşmuştur. Bu dağlar kuzeyden güneye doğru: Kaz, Madra, Yund, Bozdağlar, Aydın dağlan ve Menteşe dağları olarak sıralanır. Bu dağların arasında ise Bakırçay, Gediz, Küçük Menderes ve Büyük Menderes Grabenleri bulunur. 2. Volkanik Dağlar: Yerin derinliklerindeki kızgın, erimiş ve basınç altında bulunan magmanın yeryüzüne çıkmasıyla oluşmuş, koni şekilli, tek tek dağlardır. Türkiye'de 3. zamanda başlayan volkanik faaliyetler 4. zamanda da devam etmiştir. Bu faaliyetle kırıklar (fay) boyunca çeşitli volkanik malzemeler yeryüzüne çıkmış ve volkanik araziyi oluşturmuştur. Günümüzde faaliyetleri sona ermiş olan volkanik oluşumlu dağlarımız şunlardır: a. Doğu Anadolu Bölgesi Volkan dağları: Volkanik arazinin en yaygın olduğu bu bölgede yer alan volkan dağları, Van gölünün kuzeyinde yer alır ve kuzeydoğu-güneybatı yönlü uzanır. Bunlar; Ağrı Dağı: 3896 m'lik Küçük Ağrı ve 5137 m'lik Büyük Ağrı dağlarıdır. Büyük Ağrı, Türkiye'nin en yüksek dağıdır. Tendürek Dağı: Van gölünün kuzeydoğusundadır. Yüksekliği 3533 m'dir. Süphan Dağı: Van Gölü'nün kuzeyindedir. Yüksekliği 4058 m'dir. Nemrut Dağı: Van Gölü'nün batısmdadır. Bu dağdan çıkan lav ve küller, akarsu önüne set yaparak Van Gölü'nü oluşturmuştur. Patlama ile dağm zirvesinde geniş bir çukurluk (kaldera) oluşmuştur. Bu çukurda sularm toplanmasıyla da bir göl meydana gelmiştir. Ayrıca, Doğu Anadolu'da yer alan Kargapazarı ve Dumlu (Erzurum'da) ile Bingöl dağı da volkanik yapıdadır. b. İç Anadolu Bölgesi Volkan Dağları: Bölgenin güneyinde yer alır. Kuzeydoğu-güneybatı yönünde uzanır. Bir kırık hattı boyunca sıralanmışlardır. Bu dağlar şunlardır: Erciyes: 3916 m. ile İç Anadolu'nun en yüksek noktasıdır. Bir çok yan koniden oluşmuştur. Doruk kesiminde buzul yer alır. Hasandağ: 3258 m'dir. Aksaray Hinde'dir. Melendiz: 2936 m'dir. Niğde ilinde yer alır. Karacadağ: Konya-Karapınar'da yer alır. Yakınlarında Meke dağı ve tuzlası gölü ile, Acıgöl yer alır. Bu göller volkanik gaz patlaması ile açılan ve maar denen çukurlukların içinde oluşmuştur. Karadağ: Karaman ilinde yer alır. 2271 m. yüksekliktedir. NOT: Ürgüp - Göreme yöresinde Erciyes'in faaliyeti ile geniş bir alan, tüf denen kolay aşınabilen tabaka ile kaplanmıştır. Tüf platolarının sel suları tarafından aşındırılması sonucunda peribacaları oluşmuştur. c. Ege Bölgesi Volkanları: Manisa'nın Kula ilçesi çevresinde 70 kadar küçük volkan konisi yer almaktadır. Bu volkanik oluşumlar, Türkiye'deki en yeni oluşumlardır. d. Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki Volkanlar: Karacadağ: Bölgenin ortasında yer alır. Türkiye'nin en geniş tabanlı volkan konisidir. Yüksekliği 1957 m'dir. NOT: Bu dağların dışında, Kızılcahamam - Gerede arasında Aladağ ve Işıkdağ ile Bursa'daki Uludağ'da patlama olmamış, iç püskürük dağlardır. DAĞLARIN COĞRAFİ DAĞILIŞI 1. Kuzey Anadolu Dağları: Alp-Himalaya sistemine bağlıdır. Karadeniz kıyılarına paralel uzanır. Orta Karadeniz Bölümünde alçalır. Doğu Karadeniz'de ise en yüksek değerlerine ulaşır. İki sıra halinde uzanan bu dağlar; kıyıda, Küre, Canik, Giresun, Gümüşhane, Kalkanlı, Trabzon ve Rize dağlarıdır. Rize dağlarında yükseklik 4000 m. ye yaklaşır. Üzerinde yer yer buzullar yer alır. Doğu ve Batı Karadeniz'de dağlar hemen kıyıdan başlar, dik yamaçlıdır. Kıyı ile iç kesim arasında ulaşımı güçleştirirler. Orta Karadeniz'deki Canik dağları ise, içeriden başlar. Yüksekliği çok azdır. Ulaşıma geçit verirler. İç kesimdeki ikinci sırada ise; Köroğlu, Ilgaz, Deveci, Çimen, Kop, Mescit ve Yalnızçam dağları yer alır. Bu iki dağ sırası arasında, Doğuda Çoruh ve Kelkit, batıda ise Devrez vadisi yer alır. Bu vadiler boyunca, Türkiye'nin en uzun ve en hareketli deprem kuşağı olan, Kuzey Anadolu Fay Hattı geçer. Doğu Karadeniz dağlan genellikle volkanik kayalardan oluşmuştur Diğer dağlar ise kalker ve killi tabakalardan oluşmuştur. Bu nedenle bölgede heyelan olayları sık gerçekleşir. Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 [email protected] Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun. Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 5/124 Kuzey Anadolu Dağlarının genel özellikleri şunlardır: Kıyıya ve birbirine paralel uzanan, sıradağlardır. Alp oroj enezi ile oluşmuşlardır. Çoğunlukla deniz kıyısından başlarlar. Orta Karadeniz'de kıyıdan uzaklaştıkları için Bafra ve Çarşamba gibi delta ovaları oluşabilmiştir. Kuzey Anadolu Dağlarının Türkiye Ekonomisine Etkileri Kıyıya paralel uzandıkları için, nemli havanın iç kesimlere ulaşmasını engelleyerek, kıyıda bol yağışlı bir iklimin oluşmasına; tütün, mısır, fındık gibi önemli ürünlerin yetişmesine yol açmışlardır. Kıyı kesiminde neme bağlı olarak gür orman örtüsünün oluşmasına yol açmışlardır. Deniz etkilerinin iç kesimlere girmesini engelleyerek, İç Anadolu'da karasal iklim oluşmasına, tarım ürünü çeşidinin az olmasına, verimin düşmesine yol açmışlardır. Kıyı ve iç kesimler arasında ulaşımın zor olmasına, kıyıdaki kentlerin büyüyüp gelişememesine yol açmışlardır. Yapılarında kil kayasının yaygın olmasıyla heyelanların fazla olmasına yol açmışlardır. Eğimin artmasına yol açtıklarından, kar erimeleriyle sellerin oluşumuna yol açmışlardır. 2. Güney Anadolu Dağları: Toros dağları da denir. Alp kıvrım sisteminin güney bölümüdür. Kalker tabakalardan oluşmuştur. Batı, Orta ve Doğu Toroslar olarak üç bölümden oluşur. a. Batı Toroslar: Antalya Körfezi'ni batıdan kuşatan Akdağlar ve Beydağları, doğudan kuşatan Dedegöl ve Geyik dağları kuzeyde Sultan dağlarından oluşur. Bu dağlar Antalya'nın kuzeyinde bir çatı oluşturur. b. Orta Toroslar: Taşeli platosundan başlar, Bolkar, Aladağ, Tahtalı, Binboğa dağları olarak kuzeydoğu yönüne doğru devam ederler. Aladağlar (Demirkazık) en yüksek noktayı oluşturur. Buzul oluşumları vardır. Antalya'da kuzeye doğru çekilen dağlar, Antalya kıyı ovalarının, İskenderun - Mersin Körfezi'nde kuzeye doğru kıyıdan uzaklaşan dağlar ise Çukurova'nın oluşumunu sağlamıştır. İskenderun Körfezi'ne paralel uzanan Nur (Amanos) dağları, Güneydoğu Toroslarının başlangıcını oluşturur. 3. Güneydoğu Anadolu Dağları: Bu bölgedeki dağlar Torosların devamıdır. Güneydoğu Toroslar da denir. Nur dağlarıyla başlar, bir yay çizerek Güneydoğu Anadolu'yu kuzeyden çevreler. Bu dağ sisteminde Malatya, Genç, Bitlis ve Hakkari dağları yer alır. Buzuldağları (Hakkari - Uludoruk) 4137 m. ile sıradağlar üzerindeki en yüksek noktayı bulundurur. Buzul oluşumları vardır. Bölgenin ortasında Karacadağ volkan konisi yer alır. 4. Doğu Anadolu Dağları: En dağlık bölgemizdir. Kuzey Anadolu dağları ve Toroslar bu bölgede birleşir. Bölgedeki dağların büyük bölümü Orta Torosların devamıdır. Başlıcaları; Tahtalı, Mercan, Karasu ve Aras dağlarıdır. Allahuekber dağları ise, Kuzey Anadolu dağlarının devamıdır. Doğu Anadolu'da, Türkiye'nin en yüksek volkanları da yer alır. Büyük ve Küçük Ağrı, Tendürek, Süphan ve Nemrut bu bölgededir. 5. İç Anadolu Dağları: Dağların az olduğu bir bölgedir. Kuzeybatıda Sündiken dağlan, Güneybatıda Sultan dağları yer alır. Bölgenin doğusu dağlıktır. Tecer, Çamlıbel, Hınzır ve Akdağlar buradadır. Ankara yakınında Elmadağ, Ayaş ve İdris dağları yer alır. Bölgenin güneyinde Erciyes, Melendiz, Hasandağ, Karacadağ ve Karadağ volkan konileri yer alır. 6. Batı Anadolu Dağları: Bu dağlar kırılma ile oluşmuş horstlardır. Kuzeyden güneye doğru Biga, Kaz, Madra, Yund, Bozdağlar, Aydın dağları ve Menteşe dağları olarak sıralanır. Bu dağlardan Biga ve Menteşe dağları kıyıya paralel, diğerleri ise denize dik uzanımlıdır. Yükseklikleri 1000 m ile 2000 m arasında değişir. İçbatı Anadolu Eşiğinde ise, Sandıklı, Eğriöz ve Murat dağları yer alır. Bursa'nın güneyindeki Uludağ, iç püskürük bir dağdır. Yapısında gnays, mermer, şist gibi metamorfik (başkalaşmış) taşlar vardır. Batı Anadolu Dağlarının Türkiye Ekonomisine Etkileri Doğu - batı yönlü olmaları ve denize dik uzanmaları, deniz etkilerinin iç kesimlere ulaşmasını sağlamış, bu durum içeriye doğru uzanan çöküntü ovalarında, tütün, pamuk, çekirdeksiz üzüm, incir, zeytin ve turunçgiller gibi önemli ürünlerin yetişmesini sağlamıştır. Kıyı ve iç kesimler arasında ulaşımın kolay olmasını sağlamıştır. Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 [email protected] Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun. Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 6/124 NOTLAR: Dağların, çok olması tarım alanlarının az olmasına yol açar. Dağlar, çevreleri için su depolarıdır. Dağlar, kış turizmi için uygun alanlardır. Dağlar ve yamaçları otlaklarıyla hayvancılık için önemlidir. Dağlar, ormanların büyük bir kısmının yer aldığı yerlerdir. Dağlar, yer altı kaynakları (maden) bakımından önemlidir. Dağlar, kaynak suları ve karların erimesiyle akarsularımızı besler. Avcılık ve dağ sporları için önemlidir. Kaynak: http://www. edebiyatforum. com/cografya-konu-anlatimi/turkiyenin-daglari. html ALANYA Alanya Kuzeyinde Toros Dağları Güneyinde Akdeniz’in bulunduğu küçük bir yarımada üzerinde kurulmuştur. Antik çağda Pamfilya ve Klikya arasındaki çizgide yer aldığı için bazen Pamfilya bazen de Klikya olarak anılmıştır. Alanya'nın ilk iskanı ile ilgili kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Prof Dr Kılınç KÖKTEN ‘in 1957 yılında Kent merkezine 12 Km uzaklıkta yer alan Kadıini Mağarasında yaptığı araştırmalar, bölge tarihinin Üst Paleolitik (M. Ö. 20, 000, -17, 000, ) dönemine kadar uzandığını göstermektedir. Alanya’nın ilk kez ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu henüz bilinmemektedir. Kentin bilinen en eski adı Korakesium dur. Bizans döneminde ise Kalanoros ismi verilmiştir. 13, YY da Anadolu Selçuklu Hükümdarlarından 1, Allaaddin Keykubat’ın (1200-1237) kaleyi alması ile şehrin ismini Alaiye olarak değiştirmiştir. 1935 yılında Kenti ziyaret eden Atatürk ise Alanya adını vermiştir. (Korekesium’dan İlk kez bahseden M. Ö. 4, Yüzyıl antik coğrafyacılarından Scylax’dır Bu dönemde bölge Anadolu’nun önemli bir bölümünü istila eden Perslerin egemenliği altındadır. Daha sonra ünlü antik çağ yazarı Strabon, Piri Reis, Seyyep, İbn-i Batuta ve Evliya çelebi bölgeyi gezen seyyahlar olup eserlerinde kentten bahsetmektedirler. Bölgenin ilk çağları ve Bizans dönemi hakkında fazla bilgimiz yoktur. M. S. 7. yüzyılda arap akınları sırasında kent savunması daha da önem kazanmış, akınlara karşı korunmak amacıyla kale yapımlarına öncelik verilmiştir. Bu nedenle Alanya ve çevresindeki pek çok kale ve kilise M. S. 6 ve 7. yüzyıla tarihlenmektedir. Anadolu Selçuklu hükümdarlarından 1. Alaaddin Keykubad, Alanya kalesinde hüküm süren ve hristiyan sülalelerinden olan Kyr Vart’ ı 1221 yılında yenilgiye uğratarak Kaleyi ele geçirmiştir. Hükümdar kendi adına burada bir saray yaptırmıştır. Selçuklu’lar başkent Konya’nın yanısıra Alanya’yı ikinci bir başkent ve kışlık merkez olarak kullanarak imar faaliyetlerinde bulunmuşlardır. 1243’deki Moğol saldırıları 1277’de Mısır Memlüklerinin Anadolu’ya girmeleri Selçukluları yıpratmış, 1300 yılında Selçuklu Devleti parçalanmış ve bölge Karamanoğulları tarafından beşbin altın karşılığında Memlük Sultanına satılmış daha sonra 1471 yılında Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlı Devleti sınırları içerisine alınmıştır. Alanya, Tarsus ile birlikte 1571 yılında Kıbrıs eyaletine bağlanmış, 1864 yılında ise, Konya vilayetinin sancağı olmuştur. 1868 yılında Antalya’ya bağlanmış, 1871 yılında bu ilin ilçesi olmuşturAlanya Kuzeyinde Toros Dağları Güneyinde Akdeniz’in bulunduğu küçük bir yarımada üzerinde kurulmuştur. Antik çağda Pamfilya ve Klikya arasındaki çizgide yer aldığı için bazen Pamfilya bazen de Klikya olarak anılmıştır. Alanya'nın ilk iskanı ile ilgili kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Prof Dr Kılınç KÖKTEN ‘in 1957 yılında Kent merkezine 12 Km uzaklıkta yer alan Kadıini Mağarasında yaptığı araştırmalar, bölge tarihinin Üst Paleolitik (M. Ö. 20, 000, -17, 000, ) dönemine kadar uzandığını göstermektedir. Alanya’nın ilk kez ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu henüz bilinmemektedir. Kentin bilinen en eski adı Korakesium dur. Bizans döneminde ise Kalanoros ismi verilmiştir. 13, YY da Anadolu Selçuklu Hükümdarlarından 1, Allaaddin Keykubat’ın (1200-1237) kaleyi alması ile şehrin ismini Alaiye olarak değiştirmiştir. 1935 yılında Kenti ziyaret eden Atatürk ise Alanya adını vermiştir. (Korekesium’dan İlk kez bahseden M. Ö. 4, Yüzyıl antik coğrafyacılarından Scylax’dır Bu dönemde bölge Anadolu’nun önemli bir bölümünü istila eden Perslerin egemenliği altındadır. Daha sonra ünlü antik çağ yazarı Strabon, Piri Reis, Seyyep, İbn-i Batuta ve Evliya çelebi bölgeyi gezen seyyahlar olup eserlerinde kentten bahsetmektedirler. Bölgenin ilk çağları ve Bizans dönemi hakkında fazla bilgimiz yoktur. M. S. 7. yüzyılda arap akınları sırasında Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 [email protected] Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun. Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 7/124 kent savunması daha da önem kazanmış, akınlara karşı korunmak amacıyla kale yapımlarına öncelik verilmiştir. Bu nedenle Alanya ve çevresindeki pek çok kale ve kilise M. S. 6 ve 7. yüzyıla tarihlenmektedir. Anadolu Selçuklu hükümdarlarından 1. Alaaddin Keykubad, Alanya kalesinde hüküm süren ve hristiyan sülalelerinden olan Kyr Vart’ ı 1221 yılında yenilgiye uğratarak Kaleyi ele geçirmiştir. Hükümdar kendi adına burada bir saray yaptırmıştır. Selçuklu’lar başkent Konya’nın yanısıra Alanya’yı ikinci bir başkent ve kışlık merkez olarak kullanarak imar faaliyetlerinde bulunmuşlardır. 1243’deki Moğol saldırıları 1277’de Mısır Memlüklerinin Anadolu’ya girmeleri Selçukluları yıpratmış, 1300 yılında Selçuklu Devleti parçalanmış ve bölge Karamanoğulları tarafından beşbin altın karşılığında Memlük Sultanına satılmış daha sonra 1471 yılında Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlı Devleti sınırları içerisine alınmıştır. Alanya, Tarsus ile birlikte 1571 yılında Kıbrıs eyaletine bağlanmış, 1864 yılında ise, Konya vilayetinin sancağı olmuştur. 1868 yılında Antalya’ya bağlanmış, 1871 yılında bu ilin ilçesi olmuştur ALANYA KALESİ Surlarının uzunluğu 6. 5 kilometreyi bulan Alanya Kalesi, denizden 250 metreye kadar yükselen yarımada üzerindedir. . . Kandeleri adıyla da bilinen Alanya yarımadasındaki yerleşim, Helenistik döneme kadar inmekle birlikte günümüze kalan tarihi dokusu 13. yüzyıl Selçuklu eseridir. Kale, 1221 yılında kenti alıp yeniden inşa ettiren Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından yaptırılmıştır. Ayrıca Kale içerisinde yapım tarihi kesin olarak bilinmeyen bir Bizans kilisesi mevcuttur. Yonca planli kiliselerin ilk örneklerinden olan bu yapida, orta mekanin üzeri kubbe ile örtülmüs, agirlik kuzey ve güneydeki yarim kubbeler ile karsilanmistir. Burada bazi fresk izleri dikkati çekmektedir. Orijinalinde kilisenin kubbe, pandantif ve yan apsidleri tamami ile fresklerle kapli idi. Bunlara ait bazi izler, pandantiflerdeki aziz figürleri bugün de görülebilmektedir. Kalenin 83 kulesi ve 140 burcu vardır. Ortaçağda surların içine yerleşmiş kentin su gereksinimi sağlamak üzere 400’e yakın sarnıç yapılmıştır. Sarnıçların bir kısmı günümüzde de kullanılmaktadır. Surlar, planlı bir şekilde Ehmedek, İçkale, Adam Atacağı, Cilvarda burnu üstü, Arap Evliyası Burcu ve Esat Burcu’nu inerek Tophane ve Tersane’yi geçip Kızılkule’de son bulacak şekilde inşa edilmiştir. Yarımadanın zirvesinde açık alan müzesi olarak değerlendirilen içkale bulunmaktadır. Sultan Alaaddin Keykubat sarayını burada yaptırmıştır. . . Kalede yerleşim günümüzde de sürmektedir. Ahşap ve kagir tarihi evlerin önünde tahta tezgahlarda ipek ve pamuklu dokuma yapılmakta, değişik figürlerde su kabakları boyanmakta, küçük bahçelerde otantik yemek servisi verilmektedir. Ayrıca kaleye çıkan yol üzerinde ve limana egemen yamaçlarında restoran ve kafeteryalar vardır. Kale taşıt trafiğine açıktır. Yürüyerek ise yaklaşık 1 saatte çıkılabilir. KIZILKULE Kentin sembolü olan sekizgen planlı yapı 13. yüzyıl Selçuklu eseridir. 1226 yılında Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından Sinop Kalesi’ni yapan Halepli yapı ustası Ebu Ali Reha el Kettani’ye yaptırılmıştır. İnşaat sırasında belli bir yükseklikten sonra taş blokları kaldırmak güç olduğu için üst kısmı pişmiş kırmızı tuğlalarla yapılmış ve bu nedenle Kızılkule adını almıştır. Kule duvarlarında antik çağdan kalma mermer bloklar görülmektedir. Sekizgen planlı ve her bir duvarı 12. 5 metre genişliğinde olan kulenin yüksekliği 33 metre, çapı 29 metredir. İçinde zemin dahil beş kat vardır. Kulenin üstüne yüksek aralıklı ve 85 basamaklı taş merdivenle çıkılır. Kulenin tepeden aldığı güneş ışığı birinci kata kadar ulaşır. Kulenin ortasında bir sarnıç bulunur. Kule denizden gelecek saldırılara karşı limanı ve tersaneyi korumak amacıyla yapılmış ve yüzyıllar boyunca askeri amaçla kullanılmıştır. 1950’li yıllarda onarılan kule 1979 yılında ziyarete açılarak birinci katı Etnoğrafya Müzesi’ne dönüştürülmüştür. TERSANE Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın kenti almasından altı yıl sonra Kızılkule’nin yakınında 1227’de yapımına başlanmış ve bir yılda bitirilmiştir. Kemerli beş gözden oluşan tersanenin denize bakan cephesi 56. 5 metre, derinliği 44 metredir. Tersane için seçilen yer, gün ışığından en fazla yararlanılacak şekilde planlanmıştır. Tersanenin giriş kapısındaki yazıt, Sultan Keykubat’ın armasını taşır ve rozetlerle süslüdür. Alanya Tersanesi, Selçukluların Akdeniz’deki ilk tersanesidir. Daha önce Karadeniz’de Sinop Tersanesini yaptıran Alaaddin Keykubat, Alanya Tersanesi ile “iki denizin sultanı” unvanını almıştır. Tersanenin bir yanında mescit öteki yanında muhafız odası bulunur. Gözlerden birinde de zaman içinde körlenmiş bir kuyu vardır. Denizden teknelerle ya da Kızılkule’nin yanındaki surlardan yürüyerek ulaşılan Tersane’ye giriş ücretsizdir. Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 [email protected] Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun. Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 8/124 TOPHANE Tersane’nin bitişiğinde denizden 10 metre yüksekliğinde bir kayaya tersaneyi korumak amacıyla yapılan Tophane vardır. 1227 yılında kesme taştan inşa edilen üç katlı ve dikdörtgen planlı yapıda aynı zamanda savaş gemileri için top döküldüğü bilinmektedir. Tersane ve Tophane’nin Kültür Bakanlığı ve Alanya Belediyesi tarafından bir Denizcilik Müzesi’ne dönüştürülmesi için çalışmalar sürmektedir. SÜLEYMANİYE CAMİSİ Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad tarafından kentin yeniden düzenlenmesi sırasında 1231 yılında kalenin zirve kısmında, İçkale’nin hemen dışında yaptırılmıştır. Ancak sonraki yıllarda cami yıkılmış ve 16. yüzyılda Osmanlı döneminde Kanuni Sultan Süleyman tarafından tekrar yaptırılmıştır. Tek minareli cami, Alaaddin, Kale ya da Süleymaniye adıyla anılır. Yapı moloz taştan ve kare planlıdır. Sekizgen kasnak üzerine, kiremitli bir kubbesi vardır. Kubbenin askılık görevi üstlenen kısmına akustiği sağlamak için 15 küçük küp yerleştirilmiştir. İbadet sırasında bu özellik ortaya çıkmaktadır. Son cemaat yeri, dört ayak üzerine kiremitli üç kubbe ile örtülüdür. Kapı ve pencere kapakları Osmanlı döneminin ahşap oyma işçiliğinin güzel bir örneğidir. BEDESTEN Kale içinde, Süleymaniye Camisi yakınındadır. 14. ya da 15. yüzyılda Karamanoğulları döneminde çarşı veya han olarak yapıldığı sanılmaktadır. Kesme taştan dikdörtgen planlı bir yapıdır. . . 26 odası vardır ve 13 metre genişliğinde 35 metre uzunluğunda bir avluya sahiptir. Tarihi bina günümüzde otel, restoran ve kafeterya olarak kullanılmaktadır. . . Avluya açılan orta çağ dükkanları, otel odası olarak düzenlenmiştir. Bahçe kısmında, merdivenle inilen büyük bir sarnıç vardır. Bahçenin manzarası, bir yanıyla yukarıdaki kale surlarına, aşağıdaki Akdeniz’e ve kumsala bir yanıyla da Toros dağlarına hakimdir. Bedesten, işletmecisinden izin alınarak gezilebilir. DARPHANE Yarımadanın ucunda, uzunluğu 400 metreyi bulan sarp kayalıklardan oluşan Cilvarda burnu üzerindeki yapılardır. Halk arasında “darphane” olarak anılmasına karşın kesme taştan inşa edilmiş binalarda para basılması söz konusu değildir. 11. yüzyıldan kalma taş yapılardan biri küçük bir kilisedir, diğerlerinin ise manastır olarak kullanılma olasılığı yüksektir. Küçük kilisenin kubbesi ayakta durmaktadır. Kayaların üstünde bir de sarnıç vardır. Cilvarda burnundaki yapılar topluluğuna İç Kale’den kayalara oyulmuş basamaklarla bir yol bulunmasına karşın yol günümüzde kullanılamaz durumdadır. Denizden çıkış ise zor ve tehlikelidir. Gerek İç Kale’den seyredildiğinde gerekse denizden teknelerle burnu dönerken, etkileyici bir görüntüsü vardır. ŞARAPSA HANI Alanya’nın 13 kilometre batısında şehirlerarası karayolu üzerinde 13. yüzyıldan kalma bir yapıdır. 1236-1246 yılları arasında Selçuklu Sultanı olan Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından tarihi ipek yolu üzerinde kervansaray olarak yaptırılmıştır. Bir dönüme yakın araziye inşa edilen yapının duvarları iri kesme taşlarla örülüdür. Orta çağın önemli konaklama merkezlerinden bir olan kervansaray günümüzde eğlence merkezi olarak kullanılmaktadır. ALARA KALESİ Alara Kalesi, Alanya’nın 37 kilometre batısında, denizden 9 kilometre içeride Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından 1232 yılında yaptırılmıştır. İpekyolu üzerindeki kalenin işlevi, Alara Çayı kenarındaki handa mola veren kervanların güvenliğini sağlamaktır. Kale 200 metreden 500 metreye kadar çıkan sarp bir tepe üzerinde kurulmuştur. Görkemli bir görüntüsü vardır. Dış ve iç kale olarak iki kısımdır. 120 basamaklı karanlık bir dehlizden kalenin içine girilir. Ören yeri olarak düzenlenerek ziyarete açılmadığı için yaban otları ve yıkıntılara dikkat etmek gerekir. Kalenin içinde kayalar oyularak tüneller yapılmıştır. Kalıntılar arasında küçük bir saray, kale görevlilerinin odaları, cami ve hamam vardır. Surları ve patikaları izleyerek Alara Kalesi’nin zirvesine çıkmak isteyenlerin en az bir saatlik tırmanışı göze almaları ve buna göre donanımlı olmaları gerekir. Zirvedeki manzara ise yorgunluğa değecektir. ALARAHAN Alara Kalesi’ne 800 metre uzakta bir düzlükte ve Alara Çayı kıyısındadır. Tümüyle kesme iri taşlarla 2 bin metrekare üzerine kervansaray olarak inşa edilmiştir. 1231 yılında yapılan han birkaç yıl önce onarılmış ve bugün restoran ve alışveriş merkezi olarak kullanılmaktadır. Kervansarayın nöbetçi kulübesi günümüzde de özelliğini korumaktadır. Kervansarayın ikinci kapısı, yolcuların kalacağı mekanlara açılır. Uzun bir koridorun iki yanında odacıklar bulunur. Kervansarayın içinde çeşme, mescit ve hamam vardır. Yapının onarımı sırasında ortaya çıkan taş ustaların imzaları da dikkat çekicidir. Alaaddin Keykubat, Alanya’daki kitabelerde kendisini “Kara ve iki denizin sultanı, Arap ve Acem ülkesinin sahibi” olarak nitelerken, Alarahan’daki kitabesinde “Rum, Şam, Ermeni ve Frenk memleketlerinin fatihi” ünvanını da almıştır. Alarahan’a giriş ücretlidir. Handaki restoranın yanı sıra Alara Çayı’nın kenarındaki küçük kır lokantalarında da yemek yenilebilir ve servis yapılıncaya kadar çayda yüzülebilir. Kaynak: http://www. alanya. adalet. gov. tr/alanya/alanya. html Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 [email protected] Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun. Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 9/124 2. Gün: 24. 01. 2010 PAZAR: ALANYA – SİDE – ASPENDOS – PERGE – ANTALYA (YAKLAŞIK 150 KM) Pamfilya Bölgesi Hititler’den önceki, yani İ. Ö. 2. binden evvelki devirlerde bu bölgedeki durumun ne olduğu hakkında şu ana kadar kesin bilgiler yoktur. Ancak Türk Tarih Kurumu'ndan İ. Kılıç Kökten tarafından Antalya'nın kuzeybatısında Yağca Köyü civarındaki Karain Mağarası'nda yapılan araştırmalarda Paleolitik (Yontulmuş Taş) Devre ait çakmaktaşı aletlere, hayvan hatta insan kalıntılarına rastlanmıştır. Aynı şekilde, Antalya'nın 25 km. batısında keşfedilen Beldibi Mağarası, bölgedeki tarih öncesi devirlere ışık tutacak niteliktedir. Yine bu bölgede bilinen, ancak daha araştırılmamış höyüklerin yüzeyinde elle yapılmış, siyah ve kırmızı renkte çanak, çömlek kırıkları bulunmuştur. Bu eserler, Antalya'nın kuzeyindeki, Göller Yöresi'ndeki höyüklerde bulunan Paleolitik ve Bakır Çağı vazolarına benzediğine göre bu bölgenin, bu erken devirleri de yaşadığı bir gerçek olabilir. Bu tarih öncesi devirlerinden sonraki tarih devirlerinin ilk evreleri hakkında elde aydınlatıcı bilgi yoktur. Ancak Hititler'in bütün Küçük Asya'yı içine alan büyük bir krallık kurdukları ve 2. bin yılın son yarısında Hitit yazılı belgelerinde sözü edilen Ahhiyava'nın (veya Arzava'nın) bu bölge içinde olduğu ileri sürülmektedir. Bölgenin Grek tarihi; diğer birçok yerde olduğu gibi, Truva Savaşları sırasında başlamaktadır. Homeros'un İlyada Destanı'nda Plepolem ve Sarpedon arasındaki bir konuşmada Sarpedon, Likya'nın öğütçüsü olarak gösterilmekte, yine aynı söylencede Tydeoğlu Diodemes ve Hippolokoğlu Glaukos arasında geçen bir konuşmada Glaukos, Likya'da Bellerofontes'in Chimera adındaki doğaüstü bir yaratıkla giriştiği korkunç mücadeleden söz edildiğine göre, antik kaynaklarca Truva'nın düşüşü olarak kabul edilen İ. Ö. 1184'ten önce bu bölgede bir yerli halkın varlığı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Ancak bu devirler ve halkı hakkında yeterli bilgi olmadığı için bölgenin Grek Tarihi'ni Truva'nın düşüşünden sonra başıboş bir grubun Anadolu'nun güneyine inerek çoğunluğunun Pamfilya'ya geri kalan kısmının da Kilikya'ya geçerek oraya yerleştikleri tarih olarak kabul edilen İ. Ö. 1100 olarak başlatmak gerekmektedir. Ancak bu kişiler hakkında Perge'deki birkaç heykel kaidesindeki yazıtlar dışında belge bulunamamıştır. Bunlar olsa olsa Perge kentinin sanal kurucuları olmalıdır. Çünkü eski kaynakların bazıları, Kalchas'ın Mopsos'a karşı yaptığı bilgi yarışmasında, yenilgisi sonucu üzüntüden daha Klaros'da öldüğü ve Pamfilya'ya asla ulaşamadığını kaydetmektedir. Yine bazı kaynaklar Mopsos ve Amphilochos'ta; onların Klikya'ya geçtiklerini ve orada Mailos kentini kurduktan sonra aralarında anlaşmazlık sonucu bir düelloda birbirlerini öldürdüklerini anlatmaktadır. Pamfilya, “Irkların Ülkesi” anlamına gelmektedir. Böyle Grekçe isimli bir bölge Küçük Asya'da çok azdır. Belki de bölgeye karışık ırklara ait toplulukların yerleşmelerinden dolayı bu ad verilmiştir. Kentlerinin kuruluşlarını sürekli mitolojik bir olayda aramayı gelenek haline getiren Grekler, Pamfilya isminin Mopsos'un kızı Pamphilia veya üvey kız kardeşi Pamhyle'e bağlayarak verilmiş olduğu savını benimsemişlerdir. Buna karşılık Plinus, Pamfilya'nın eski adının Mopsopia olduğunu bildirmektedir. Fakat Pamfilya'nın halkları tarafından bırakılan eserler, özellikle Mopsos'a ait olanları bunu doğrulamaktadır. Buradaki gerçek kendini sikkelerde ve taş yazıtlarda gösterdiği gibi, Pamfilya'daki Grek Ağzı, Dor göçünden önceki Atina ile sıkı bır ilişki göstermektedir. Truva Savaşları'ndan yüz yıl sonra gelen, Yunanistan'ın büyük bir bölümüne yayılan ve Pelepones'i egemenliği altına alan Dorlar, kendi ağızlarını da beraberlerinde getirmişlerdir. Yunanistan'dan gelen bu ilk göçü, sonraları ikinci bir göç izlemiş; Yunanistan ve Küçük Asya'nın batı kıyılarında İyonya ve Aiolis adını taşıyan bölgelerde oturan Grekler, Pamfilya'ya doğru etki ederek Perge, Aspendos ve Side gibi sömürge kentlerini oluşturmuşlardır. Yukarıda Pamfilya Ağzı'ndan söz edilmişti. Aslında eldeki bilgiler, İ. Ö. 200 yıllarına ait Sillyon'daki kapı desteklerinin üzerindeki tek uzun bir yazıttan doğmaktadır. Perge, Aspendos ve Sillyon'da aynı tarihlerde özel adlar dışındaki form ve harflerde aynı özellikler görülmektedir. Bu da bize İ. Ö. 2. yy'a kadar bu üç kentte ortak bir ağzın konuşulduğunu göstermektedir. Yalnız Side buna uymamaktadır. Side'de henüz çözülememiş bir dil ve alfabe kullanılmıştır. Büyük İskender'in bu bölgeleri ele geçirişinden sonra, buralarda konuşulan bölge ağızları yavaş yavaş kaybolmuş ve yerini “Koine” olarak adlandırılan Grekçe'ye terk etmiştir. Grekler'in Antalya bölgesine yerleşmesinden sonraki 500-600 yıl, adeta bir karanlık devri oluşturur. Edinilen kısa bilgiler, bu yıllarda meydana gelen olayları ayrıştırmaktan uzaktır. İ. Ö. 6. yy'dan başlayarak Lidya kralları topraklarını Batı Küçük Asya'ya kadar genişletmek istemişlerdir. Bu krallardan sonuncusu olan Krezüs, herhangi ekonomik fayda görmediği Likya ve Kilikya dışındaki bütün toprakları ele geçirmiştir. İ. Ö. 546'da Krezüs, Pers Kralı Kyros tarafından yenilince, bütün Lidya Krallığı Persler'in eline geçmiştir. Pers Kralı 1. Dairus tarafından gerçekleştirilen Satrap'lık bölüşümünde bu bölge, 1. Satraplığın içine alındı. Aspendos, Side Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 [email protected] Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun. Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 10/124 gibi bazı kentlerin sikke basmayı hala sürdürmüş olmaları, Pers egemenliği altında bu kentlerin oldukça geniş anlamlı bir bağımsızlığa sahip olduklarını göstermektedir. Kral Darius'un İ. Ö. 490'da ve on yıl sonra da Xerxes'in Yunanistan'da yurtlanma girişimlerinde Persler, bu bölgelerden de asker toplamışlardı. Heredot'un abartmalı sayıları ile 1. 700. 000 kişi olarak sandığı Xerxes'in ordusuna Pamfılyalılar Grek stilinde donanmış 30 parça gemi ile katılmışlardı. Tarihçiler onları Kalchas ve Amphilochos un torunları olarak belirtmektedirler. Kendi yurttaşlarına karşı savaşmak zorunda bırakılan Pamfilyalılar'ın, önemsiz bir bağlaşık olduklarına dair Kana Kraliçesi Artemisia Xerxes'e uyarıda bulunmuştu. Büyük bir olasılıkla, onlar da gerçekte isteyerek bu işe girişmemişlerdi. Bu nedenle savaş sırasında Pamfilyalılar'a ait herhangi bir başarıdan söz edilmemektedir. Persler İ. Ö. 479'da Grekler'i, Salamis ve Plataia'da toplu kırım halinde yenmişlerdi. Bu olay, Ege'de ve Anadolu'nun batısında yaşayan bütün kentleri, Atina yönetiminde kurulan bir Attika-Delos Birliği'ne katılmaya zorladı. Yalnız güney kıyılarındaki Likya, Pamfilya ve Kilikya buna katılmayıp, sürekli Pers askeri birliklerini kentlerinde bulunduruyorlardı. Xerxes İ. Ö. 469'da Aspendos yakınlarında bir ordu toplamayı başarmış ve aynı yıl içinde Atina Komutanı Kimon, güney sahillerinde başarılı savaşlara girişmişti. Kimon, Karla ve Likya'da Persler'in ellerinde bulundurdukları kentleri aldı ve onları buradan çıkardı. Daha sonra Eurymedon Nehri ağzında (bugünkü Köprüçayı) karışık düşman kuvvetlerine saldırdı. Uzun ve güç koşullarda karaya çıkarak, karadaki düşman ordusuna saldırmak için geceyi bekledi. Pers donanması büyük bir bozgunluk ve başıboşluk içinde olduğu için, Kimon bir savaş hilesini denedi. En iyi adamlarına Pers esirlerinin elbise ve başlıklarını giydirdi ve onları Pers esirleri görünümüne soktu. Böylece yağma edilen Pers gemilerine binen düzmece Pers askerleri karaya çıktılar. Bunu gören karadaki Pers birlikleri, onları serbest bırakılan savaş arkadaşları sandıklarından büyük sevinç gösterisi yaparken, bu kez Kimon geride kalan askerleri ile arkasından atılarak, bir zafer daha kazandı. Bir günde elde edilen bu çifte zaferden sonra Kimon için Atina'da adına bir heykel dikildi. Sonuç olarak Pers tehlikesi ortadan kalkmış ve güneydeki bazı kıyı kentleri Atina Deniz Birliği'ne katılmıştır. Pelepones Savaşları'na kadar, bir yüzyıldan daha az süren özgürlükten sonra, 356'da Persler, Ispartalılar'ın yönetimine geçmiş olan Attika Delos Deniz Birliği'ni ellerine geçirdiler ve böylece barışa zorlanan Grekler, Küçük Asya'daki bütün kentleri Persler'e vermek zorunda kaldılar. Bu değişikliğin Pamfilya bölgesini nasıl etkilediği konusunda bir şey söylenemez. Ancak Pers egemenliği altında Aspendos ve Side'nin daha önce İ. Ö. 5. yy'da sahip oldukları, kendilerine ait sikke basımı için yeniden izin koparmaları, Pers yönetiminin kolay dayanılabilecek nitelikte olduğu fikrini vermektedir. Fakat Persler'in en çok önem verdikleri konu, vergilerin zamanında ödenmesi olmuştur. Perslerin bu ikinci egemenlik devri, Büyük İskender'in 334 yılında Pers egemenliğini koparmak ve Grekler'in daha önce uğradıkları haksızlığın öcünü almak üzere Küçük Asya'ya geçmesine kadar sürmüştür. Büyük İskender'in Batı Anadolu'dan başlayarak güneye doğru inen seferinde, savunmalarını kendi orduları ile yapan kentler fazla direniş göstermeksizin teslim oldukları için, kış mevsiminde Büyük İskender direniş görmeden Likya'ya kadar sokuldu. Teker teker kentlerin yönetimini eline aldıktan sonra, ilkbahardan önce Pamfilya'ya vardı. Daha o devirde Antalya kenti kurulmadığı için Pamfilya içinde ilk durak Perge kenti oldu. Pergeliler kendisini dostça karşıladılar. Çünkü Pergeliler daha önce Likya'da kendisine rehberlik etmişlerdi. Büyük İskender, buradan doğuya doğru ilerlerken yolda Aspendoslular'ın elçileri ile karşılaştı. Elçilerin söylediklerine göre, Aspendos kendisine direniş göstermeyecekti. Ancak istekleri Aspendos'ta bir Makedonya Askeri Birliği bırakılmaması idi. Büyük İskender isteklerini onayladı; fakat buna karşılık ordusuna sürekli Pers kralına gönderdikleri atlarla 50 adet altın talent (1 Talent= 30, 2 Kg) vergi şart koştu. Elçiler bu koşulları kabul ettikleri için Büyük İskender Aspendos'a uğramadan Side'ye doğru yoluna devam etti. Side'de hiçbir direnişle karşılaşmayan Büyük İskender, bundan sonra Büyük İskender, tekrar batıya, Sillyon'a yöneldi. Burada ilk kez bir direnişle karşılaştı. Hazırlıksız yaptığı bir saldırıdan sonuç alamayınca, ikinci bir saldırı hazırlığı içinde iken, Aspendos'tan hoş olmayan birtakım haberler kendisine ulaştı. Aspendoslular, elçilerinin kabul ettiği koşulları yerine getirmekte ikirciklendiklerinden başka, bütün varlıklarını Akropolis'e taşımışlar; kalelerinin yıkık bölümlerini onararak, direniş için her şeyi hazırlamışlardı. Büyük İskender Sillyon'u ele geçirmekten vazgeçerek, bütün ordusuyla Aspendos üzerine yürüdü ve kentin aşağı mahallelerini ele geçirerek, asıl kentin bulunduğu Akropolis'i kuşattı. Aspendoslular, Büyük İskender'in bir kez batıya yöneldikten sonra tekrar geriye dönmesini hiç olası görmemişlerdi. Bugüne kadar Büyük İskender hiçbir yenilgiye uğramadığı için, Aspendoslular korktular ve teslim olmayı en iyi sonuç olarak kabullendiler. Bu yeni koşullara göre: Aspendos yıllık 100 altın talent vergi, her yıl Pers krallarına 4. 000 seçme at ve kentin ileri gelenlerinden bazıları rehin olarak verecek, bir Makedonya askeri birliği kentte bırakılacak ve Büyük İskender'in seçeceği bir valiye boyun eğilecekti. Aspendoslular bu koşulları kabul etmekten başka seçenek bulamadılar. Büyük İskender'in bu bölgeyi ele geçirmekteki amacı, Küçük Asya'nın güney kıyılarını Persler'e karşı bir deniz üssü olarak kullanmaktı. Sillyon'un ele geçirilmesinde fazla bir yarar görmeyen Büyük İskender, Sillyon'a Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 [email protected] Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun.