S‹YAS‹ BECKETT M‹?* Terry Eagleton

Transkript

S‹YAS‹ BECKETT M‹?* Terry Eagleton
S‹YAS‹ BECKETT M‹?*
Terry Eagleton
gh
Eylül 1941’de, yirminci yüzy›l›n görünüflte en siyasi olmayan sanatç›lar›ndan biri faflizme karfl› silaha sar›ld›. 1906’n›n Kutsal Cuma
günü (ayn› zamanda 13. Cuma) do¤an ve 1937’den beri Paris’te yaflamakta olan ünlü bir kötümser için enfes bir zamanlamayla Samuel Beckett, gözde ‹rlandal› yazarlar›n pek ço¤unun yapt›¤› flekilde
kendini bilerek anavatan›ndan sürgün etmiflti.
Asl›nda ‹rlandal›lar, bir zamanlar›n sömürgeci mülk sahiplerinden farkl› olarak, ortaça¤lar›n göçebe keflifllerinden Kelt Kaplan›**
döneminin flirket yöneticilerine kadar her zaman kozmopolit bir
ulus olagelmifltir. E¤er sömürge yönetiminin bask›c› rejimi ‹rlanda*) NLR (II) 40, Temmuz-A¤ustos 2006.
**) Kelt Kaplan›, ‹rlanda Cumhuriyeti’nde 1990’l› y›llardaki h›zl› büyme dönemine at›f
yapan bir tabirdir. (ç.n.)
157
l›lar›n baz›lar›n› milliyetçi hale getirdiyse, baz›lar›n› da dünya vatandafl› yapm›flt›. Zaten iki ya da üç kültür ile dil aras›nda yakalanm›fl
olan Joyce, Synge, Beckett ve Thomas MacGreevy gibi yazarlar, az
çok yar›m yüzy›l sonra Avrupa Birli¤i’ni yürekten benimseyecek
olan hemflerilerine benzer flekilde, yüksek modernist Avrupa’n›n
köksüz ve çok dilli atmosferinde serpileceklerdi. Bu e¤ilim, dilsel
aç›dan bilinçli bir modernizme ayak uydururken, bir ulusun içinden
-siyasal bir may›n tarlas› olarak- dilin hiçbir zaman verili olarak al›namamas›na katk›da bulunmufltur.
Beckett, 1940 y›l›nda Frans›z güçleri ad›na gönüllü olarak bir
ambulansta floförlük yapm›flt›; fakat Almanlar ülkeyi iflgal ettiklerinde, Naziler kaz ad›mlar›yla Paris sokaklar›nda yürümeye bafllamadan sadece k›rk sekiz saat önce, kar›s› Suzanna’yla beraber güneye
kaçt›. Kar› koca, Toulouse’daki mülteci kamp›nda k›sa süre kald›ktan sonra, yorgunluktan tükenmifl ve neredeyse tek kuruflsuz bir
halde Atlantik k›y›s›ndaki Arcachon’da yaflayan bir arkadafllar›n›n
evine vard›lar. Birkaç ay sonra çift, k›smen Almanlar›n baflkentteki
tutumlar›yla ilgili güven verici söylentilere kanarak, bir avuçtan biraz fazla sebzeyle yetinip 1940-1941 k›fl›n›n sert koflullar›na gö¤üs
germeye, Paris’teki dairelerine geri döndüler.
Beckett’in resmi biyografisinin yazar› James Knowlson, iflte bu k›fl›, Vladimir ile Estragon’un Godot’yu Beklerken’deki havuçlar, turplar ve flalgamlarla ilgili nefleli tart›flmalar›n›n kökeni sayar.1 Beckett’in kendi savafl zaman› tecrübelerine tamamen sad›k olarak çizilen karakterleri, öznellik kadar görkemli bir fleye biyolojik olarak
kendilerini kapt›rmayacak kadar çok meflgul, kaba materyalistlerdir.
Onlar ‘ruh’tan ziyade ‘beden’dirler –Swift, Sterne veya Flann O’Brien’›n Üçüncü Polis Memuru’ndaki gibi insan bedenlerinin, ›st›rapl›
bir flekilde bisikletlerin içine kar›fl›p kaybolma e¤ilimine ihanet eden
beden parçalar›n›n mekanik birer montaj›ndan oluflmaktad›rlar.
Tipperary do¤umlu Laurence Sterne için yaz›lm›fl bir sayfadaki siyah
iflaretlerin esrar› gibi insan bedeninin esrar› da bu hareketsiz madde
parças›n›n nas›l kendinden daha fazla bir fley haline geliflinde yatmaktad›r –normalde bir tafl kadar sessiz olmas› gerekirken, nas›l sürünmeye ve c›l›z bir sesle inlemeye devam etmesidir bize esrarengiz
gelen. Beckett’in oyunu Ben De¤il’in odakland›¤› noktan›n insan a¤1) James Knowlson, Damned to Fame: The Life of Samuel Beckett, Londra 1996, s. 361.
158
z› olmas›n›n sebebi, anlam ile maddeselli¤in esrarengiz bir flekilde
birbirine yak›nlaflmas›d›r.
Tekrar Paris’e dönüp de Rezistans’a kat›l›nca Beckett’in Nazi rejimine duydu¤u nefret, bir Yahudi dostunun toplama kamp›na götürülmesiyle birlikte en üst raddesine ulafl›r. Nitekim, kendine has
cömertli¤iyle, zaten yetersiz olan karne hakk›n› dostunun kar›s›na
ba¤›fllayacakt›r. Kendisinin de üye oldu¤u ve kurucular› aras›nda
ünlü Dadac› ressam›n sayg› ve korku uyand›ran k›z› Jeannine Picabia’n›n da bulundu¤u seksen kiflilik, güçlü Rezistans hücresi,
Britanya Özel Operasyonlar Komutanl›¤›’n›n bir parças›yd›. Resmi
düzlemde tarafs›z kalm›fl olan ‹rlanda devletindeki Nazi yanl›s›
Cumhuriyetçilerin bak›fl›yla, Dublinli sürgün art›k siyasal düflmanla ittifak halindeydi.
Beckett’in grup içindeki rolü, edebi vas›flar›na dayanmaktayd›:
Ajanlar›n Alman birliklerinin hareketleri hakk›nda toplad›klar› (ve
daha sonra mikrofilme al›n›p Fransa’dan kaç›r›lan) bilgileri tercüme etmek, s›raya koymak, düzeltmek ve daktiloya çekmekle u¤rafl›yordu. T›pk› Godot’yu Beklerken’deki o¤lan çocu¤u gibi ajanlar›n
mesajlar›n›n bir k›sm›n›n güvenilmez bilgilerden olufltu¤u k›sa sürede anlafl›l›yordu. Yapt›¤› ifl, masa bafl›nda oturup durmaktan ötesini gerektirmemesine ra¤men, oldukça tehlikeliydi; nitekim, savafltan sonra, savafl s›ras›ndaki hizmetlerinden ötürü hem Croix de
Guerre hem de Médaille de la Reconnaissance niflanlar›na lay›k görülecekti. Sanat›nda da göze çarpan nitelikleri olan suskunlu¤u ve
gizlili¤e yatk›nl›¤›, bir maki’nin* dikkate de¤er üstünlükleri haline
gelmiflti.
Buna ra¤men, hücrenin s›rr› çok geçmeden ortaya ç›kt›. Bir
yoldafl iflkencede çözülünce gruptan elliyi aflk›n kifli tutukland› ve
yakalananlar›n ço¤u toplama kamplar›na gönderildi. Baflkentten
hemen ayr›lmalar› tavsiye edilen Beckett’ler, hücrenin öteki mensuplar›n› uyarmak üzere bask›na u¤rama tehlikesini göze alarak
yola ç›kmay› ertelediler; hatta Suzanne bu dönemde Gestapo taraf›ndan tutukland›, fakat bafl›na bela açmadan ellerinden kurtulmay› baflard›.
Beckett çifti, gizli polisin kap›lar›n› çalmaya gelmesinden önce
dakika fark›yla dairelerini boflalt›p k›l pay› kaçmay› baflard›lar. Sah*) Frans›z direniflinde özellikle k›rsaldaki direniflçilere Maki ad› verilmekteydi. (ç. n.)
159
te isimlerle küçük oteller aras›nda cirit att›ktan sonra, bir süre yazar
Nathalie Sarraute’un evinde bar›nd›lar; daha sonra da usulüne uygun olarak haz›rlanm›fl sahte belgelerle silahlanm›fl bir flekilde Provence’teki Roussillon köyünde sakland›lar. Burada yaflayanlar›n ço¤u, Beckett çiftinin mülteci Yahudiler oldu¤unu zannediyordu.
Beckett 1944’te burada, yeniden bir Rezistans hücresine kat›ld›;
evinin mahzeninde patlay›c› saklad›, tüfek kullanabilmek üzere temel e¤itimden geçti ve baz› geceler Almanlara kurulan pusulara kat›ld›. Vladimir’le Estragon nas›l hendeklerde uyudularsa, yarat›c›lar›
da ayn› yerlerde uyudu. Do¤rusunu söylemek gerekirse, Beckett onlar›n oldu¤undan daha serseriydi; çünkü oyun asl›nda bizlere Vladimir’le Estragon’un aylak serseriler oldu¤unu anlatmaz.
Beckett çifti, savafl bitip de Paris’e döndüklerinde, flehir halk›n›n
geri kalan› gibi kendilerini gene bir deri bir kemik ve yar› aç halde
buldular. Beckett kalemine sar›ld›¤›nda bazen parmaklar›n›n ucunun so¤uktan morard›¤›n› görüyordu. ‹flte, Beckett’in o dönemin bir
noktas›nda a¤›r bir psikolojik çöküntüye u¤rad›¤› da söylenmektedir –Wilfred Bion’dan psikoterapi seans› almadan on y›l önce.
Angst ve Sürgün
Beckett o zamanlar, sa¤dan ziyade solun militan› haline gelen çok
az say›daki modernist sanatç›dan biriydi. Nitekim, James Knowlson
çok yerinde bir saptamayla flöyle demektedir: “Beckett’in daha sonraki düzyaz› ve oyunlar›n›n birço¤unun kayna¤›, do¤rudan onun
ciddi belirsizlik, yönelimsizlik, sürgün, açl›k ve muhtaçl›k tecrübeleridir.”2 Onun eserlerinde gördü¤ümüz, zamand›fl› bir insanl›k durumu (condition humaine) de¤il, savafl›n harabeye döndürdü¤ü yirminci yüzy›l Avrupa’s›d›r.
Bu -Adorno’nun iflaret etti¤i üzere-, ciddi bir minimalizm ile suskunluk, dehflet ve var olmaman›n efllik etti¤i kal›c› bir kasvete iliflkin inanc›n› koruyan Auschwitz’den sonraki sanatt›r. Beckett’in yaz›lar› güç bela kavranabilecek ölçüde seyreltilmifltir. Hatta, kendimizde yanl›fl olan› adland›rabilmeye yetecek kadar anlam dahi söz
konusu de¤ildir. Perspektifsiz bir anlat›, sadece baflka, eflit derecede
beyhude bir hikâyeyi bofla ç›karmak için hayli zahmetli flekilde ken2) Knowlson, Damned to Fame, s. 416.
160
dini yerden kald›rmaya çal›flmaktad›r. Art›k ihtiyatl›l›k ve k›l› k›rk
yaran bir kesinlik, hakikate en çok yaklaflabilenlerdir.
Bir keresinde Beckett, dostu James Joyce’un elindeki materyale
sürekli olarak bir fleyler ekledi¤ini belirtmifl ve flöyle devam etmiflti:
“Halbuki ben kendi tarz›m›n yoksullaflmada, bilgi yoksunlu¤unda,
al›p götürmede, eklemekten çok ç›karmakta yatt›¤›n›n fark›na varm›flt›m.”3 Beckett, memleketlisi Swift’le birlikte, eksilmekten al›nan
vahfli bir hazz› paylaflmaktad›r.
Beckett’in sanat›, Nazi utkuculu¤uyla do¤rudan örtüflen baflar›s›zl›¤›, onun ölümcül mutlakiyetini, müphemlik ve belirsizlik silahlar›yla mahvederek tamamlar. Kendi yorumunca, en çok sevdi¤i sözcük ‘galiba’yd›. Faflizmin megalomanyak totalliklerine karfl›, parçal›
ve bitmemifl olan› mücadeleye dahil ediyordu. Kendine özgü Sokratesçi tavr›yla -muhtemelen çok daha az cesete yol açt›¤›ndan- cehaleti bilgiye tercih etmekteydi. E¤er eserleri somurtkanca bulunuyorsa, belki de hiçbir zaman var olmayabilecekleri gerçe¤inin nefleyle
bilincinde olarak -ki evrenin kendisi kadar onlar›n varl›¤›n›n da gülünç flekilde mant›kl› hiçbir sebebi yoktu-, bunun sebebinin komik
oldu¤u kadar trajik ve gereklili¤in cani mitolojilerine karfl› duyulan
olumsall›k hissi oldu¤unu söyleyebiliriz.
Ortaça¤›n büyük filozofu ve menfi teologu John Scotus Eriugena’dan, yücelik esteti¤ini haiz Edmund Burke’e, Flann O’Brien’a ve
ça¤dafl ‹rlandal› filozof Conor Cunningham’a4 de¤in pek çok ‹rlandal› yazar gibi Beckett’in de, hevesli bir Heraklitos okuyucusu olarak, ‘hiçlik’ nosyonuna karfl› yok edici bir ilgisi vard› –Sterne’e göre
bu ilgi hayli zarars›zd›, gözlemledi¤i kadar›yla Beckett, “dünyada nelerin kötü oldu¤unu düflünmekle meflguldü”.
“Biz ‹rlandal›lar,” diye yaz›yordu Piskopos Berkeley, “‘bir fley’ ile
‘hiçbir fley’i yak›n komflular saymaya yatk›n›z”. Beckett’in endifle verici flekilde Lacanc› anlam›yla meyilli karakterlerle dolu seyreltilmifl
dünyas›, bütün belagatl› fliflirmelere ve ideolojik taml›¤a alerjik bir
anti-edebiyat formu olarak, bu alacakaranl›k bölgenin bir yerlerinde
varl›¤›n› sürdürmekteydi. Godot’yu Beklerken Londra’da 1955’te ilk
defa sahnelendi¤inde, bir skandalla karfl› karfl›ya olduklar›n› düflünen dinleyici s›ralar› aras›ndan yüksek sesle, “Sömürgeleri böyle
kaybettik!” hayk›r›fllar› duyulacakt›.
3) Knowlson, Damned to Fame, s. 417.
4) Bkz. Conor Cunningham, Genealogy of Nihilism, Londra, 2002.
161
‹rlandavari Çöküfller
Yine de Beckett’in içi boflalm›fl, s›f›r derece -Shakespeare’inkine
k›yasla Descartes ile Racine’in dilinin ona daha dostane göründü¤üyaz›s›, Hitlervari olana k›yasla çok daha merhametli bir milliyetçilik
flekli olan ‹rlanda Cumhuriyetçili¤inin gösteriflli retori¤ine karfl› bir
misillemedir de. Joyce gibi Beckett’teki güçlü ‹rlandal›l›k duygusu
da asla mekâna kök salmadan y›llar boyunca varl›¤›n› sürdürmüfltür
ve onu sersemleten, k›smen ‹rlanda’ya özgü say›lan bir tür umutsuzluk ve kolayca incinebilirlik karfl›s›nda ç›plak gözle fark edilen bir
güçsüzlü¤ü her zaman olmufltur.
Beckett, Paris’ten geçerken bir ülkedafl›yla iki kadeh içmekten
her zaman mutlu oluyordu; zaten onun kara mizah duygusu ve i¤neleyici esprileri, kiflisel hasletleri (erken eserlerinden birisi, Dream
of Fair to Middling Women bafll›¤›n› tafl›yordu) oldu¤u kadar kültürel hasletlerini de yans›tmaktad›r. Eserlerinde açl›¤›n kol gezdi¤i,
dura¤an ve cans›z manzaralar Auschwitz sonras›n› temsil etmekle
beraber, y›pranm›fl, tekdüze sömürge kültürü ve kay›ts›zca, asla gelmeyen Mesiyanik kurtuluflu bekleyen yabanc›laflm›fl kitleleriyle birlikte, açl›ktan k›r›lan ‹rlanda’ya dair bilinçalt›yla alg›lanan bir haf›zay› oluflturur. Bu aç›dan bakt›¤›m›zda ‘Vladimir’ ismine herhalde
özel bir ironi yüklenmifltir.
Böyle bile olsa, 18. yüzy›l Hugenot göçmenlerinin soyundan gelen Güney ‹rlandal› bir Protestan olarak Beckett, ba¤›ms›zl›k savafl›
esnas›nda evleri yak›l›p y›k›lan ve 1922’den sonra birço¤u Londra
çevresindeki semtlere göç etmek zorunda kalan kültürel haklar›ndan mahrum, kuflat›lm›fl bir az›nl›¤a mensuptu. Orta s›n›flar›n yaflad›¤› Foxrock’tan gelen münzevi, genç bir Trinity Koleji ö¤rencisinin
abart›l› bir Gal ba¤nazl›¤› olarak hakir bak›fl›yla kuflat›lan Güney ‹rlandal› Protestanlar, daha sonra kendilerini Serbest Devlet bölgesinin Katolik darkafal›l›¤›na s›k›flm›fl halde bulmufllard›.
Babas›n›n ölürken belki de siyasal bir t›n›yla Beckett’e söyledi¤i
son sözlerin ‘savafl, savafl, savafl’ olmas›na ra¤men Beckett, bu savafl
ça¤r›s›n› oldu¤undan hafif gösteren bir ifade -“Ne kadar güzel bir sabah!”- ile birlikte okuyarak hükümsüz k›lm›flt›r. Bu, tam olarak o¤luna yak›flan bir flekilde, çok önemli bir düflünceye aniden dudak
büküfltür. Tecrit edilen ve yaflad›¤› yeri terk etmek zorunda kalan
Beckett, teokratik ve otoriteryan De Valera iktidara geldikten bir y›l
162
sonra, 1933’te bir süreli¤ine ‹rlanda’y› terk eder ve Londra’ya gider.
Bundan sonra hayat›n›n di¤er bir-iki y›l›n› daha ‹rlanda’da geçirmek
durumunda kalacakt›r.
Yaflad›¤› ülke içinde göçmen olan herkes gibi, ülke d›fl›nda oldu¤u kadar içinde de evsiz olmak ona mant›kl› görünüyordu. ‹rlandal› sanatç›n›n geleneksel yabanc›laflmas›, daha çok Avrupa avangard›n›n hayli göz al›c› Angst’›na* tercüme edilebilirdi. Sanat veya dilin,
modern zamanlar›n en huzursuz milliyetçili¤i ufukta belirirken, birkaç dilin konufluldu¤u bohem kafelerinde bir modas› geçmifl olarak
nitelendirilen ve alay konusu olan ulusal kimli¤in yerine ikame edilmesi hayli mümkün bir fenomendi bu.
Ayn› zamanda, ironik bir flekilde Beckett’teki çöküntünün ay›rt
edici ‹rlandal› niteli¤inin, bugünlerde ‘Oirishness’ olarak adland›r›lmas› mümkündür. Öncelikle, hiçbir fley kirli çamafl›rlar›n ortaya ç›kar›lmas›ndan daha ‹rlandavari de¤ildir. Baflka bir nokta da, Beckett’in t›pk› Joyce gibi ulusunu reddetmesinin, tuhaf flekilde özel ve
aile içinde kalmas› gereken türden bir durumu yans›tt›¤›d›r. Kendini afla¤›lamak, sadece içeriden olanlar›n yerine getirebildi¤i (ve ‹ngilizlere kesinlikle izin verilmeyen), zaman›n taçland›rd›¤› eski bir ‹rlanda görene¤idir.
Bu görenek, ‹rlanda aç›s›ndan söz konusu yerin d›fl›na ç›kmak
kadar yerli bir niteli¤e sahiptir. Karfl›t görüfllü birçok ‹rlandal›, t›pk›
‹rlanda Katolik Kilisesi’nin ateizmi teflvik etti¤i iddias›na benzer flekilde milliyetçi olarak tasvir edilip çarpt›r›lm›fllard›r. Beckett ise daha çok Oscar Wilde gibi, iddial› ve yeni bir kültürel ortodoksinin
içinde yaln›z kalm›fl marjinal bir non-konformist olarak, ‹rlandal›
Protestan nüfustan olman›n üstünlü¤ünü daha derin bir flekilde
mülksüzlü¤e sadakate tercüme etmenin yollar›n› bulmufltur. Wolfe
Tone ve Thomas Davis’ten Parnell ve Yeats’e kadar birçok ‹rlandal›
Protestan figürün radikal amaçlar u¤runa fikirlerini de¤ifltirdi¤i güçlü bir nesil tan›mlamak mümkündür.
Beckett’teki fliflkin retori¤in sönmesine yard›mc› olan fley, ayn›
zamanda içten ve s›cak hümanist duyarl›l›klar›n gizini a盤a ç›karmaktad›r. Bu, içinde az say›da ayn› tekdüze tuhafl›k ve sonucun klinik bir gayr› kiflisellikle farkl› flekillerde s›raland›r›ld›¤› -daha sonra*) Kierkegaard’dan mülhem ’angst’ (kayg›, tedirginlik) kavram›, Heidegger’e göre insani varoluflun (Dasein’›n) ’temel bulunufl olgular›’ndan biri, hatta en önemlisidir. (ç.n.)
163
dan yap›salc›l›k diye adland›r›lacak olan- birleflim (combinatoire) ayg›t›d›r. Beckett’in sanat›nda kefliflvari bir bilgiçlik vard›r; baflka fleylerin yan› s›ra mecnun bir titizlik, dikbafll› Protestan rasyonalizminin surat›nda bir tokat gibi patlar.
Benzer bir boyut, teskin edici Kelt düfllerini büyünün nevrotik
flekilde sistematize edilmifl dünyas›yla s›k› f›k› olan Dublinli orta s›n›f Protestan meslektafl› Yeats için de söz konudur. Beckett’in Molloy’u emece¤i tafllar›, elbisesine özel biçimde dikilmifl ceplerin içine
dizer ve emilen her tafl› farkl› bir cebe geçirir, böylece hiçbir tafl belirli bir s›ran›n d›fl›nda emilmifl olmayacakt›r. Burada akla, Sterne’nin deli profesörü Walter Shandy veya Swift’in kaç›kça projeleri
gelmektedir. S›n›rlar›na dek zorlanan rasyonalizm, alt üst edilmifl ve
karfl›t›na dönüfltürülmüfltür. Felsefi olarak idealist bir kültürde, asla
esasl› bir rasyonalizm veya ampirisizm yaratmam›fl k›ymetli bir ‹rlanda hiciv gelene¤i vard›r.
Bütün Beckettci metinler birbirine benzer az say›da parça ve döküntünün marifetli bir el çabuklu¤uyla kar›flt›r›lmas›yla yarat›lm›flt›r. Bu cimrilik teatral olarak y›k›c› iken, dramatik aç›dan da çekici
ve al›ml›d›r. Okur veya tiyatro izleyicisini pek kuvvetli olmayan bir
flekilde ama dürüstçe sarmalar.
Bizleri çarpan, insanlar› cahil b›rakma yanl›s› oldu¤u farz edilen
adam›n rüzgâr› kovalamaya kalk›flt›¤› s›rad›fl› kesinlik; hiçli¤i somutlaflt›rd›¤› ve kendi ifadesiyle ‘anlat›lamayan› anlatma’ya çal›flt›¤›
aç›k görüfllülüktür. Tak›nt›l› bir titizlik tamamen flekilsiz görünenden daha ince nüanslar ç›karabilir. Beckett’in malzemeleri ifllenmemifl ve gelifligüzel seçilmifl olabilir; fakat onun bu malzemeleri, t›pk› birçok Anglo-‹rlanda sanatç›s› gibi, ele al›fl üslûbu balevari bir zarafet ve tutumlulukla süslüdür. ‹çeri¤i uzun süredir s›zd›r›yor olmas›na ra¤men bütün flekilsel hakikat, ak›l ve mant›k ayg›t›n›n eksiksizmifl gibi varl›¤›n› sürdürmesi e¤er ‹rlanda afl›r›l›¤›na karfl› bir panzehirse, bu durum ‹rlanda-Katolik okuluna çok fley borçludur.
Auschwitz-sonras› dünyada her fley müphemdir ve belirlenimsizdir; fiziksel ac›n›n neden bu derece kabaca varl›¤›n› sürdürmesi gerekti¤ini anlamay› zorlaflt›r›r. Belirsizlik derinlefltikçe gerçekleflen,
hiçbir fleyin olmamas› de¤il, herhangi bir fleyin olup olmad›¤›ndan
veya neyin hadise olarak say›laca¤›ndan emin olman›n zorlaflmas›d›r. Beklemek bir fley yapmak m›d›r, yoksa bunun ertelenmesi mi?
Bu kesinlikle bir tür ertelemedir, fakat ayn› zamanda Beckett’in gö164
zünde, t›pk› nihai bir anlam›n sürekli olarak ertelenmesiyle varl›¤›n› devam ettiren Derridac› ‘farkl›l›k’ gibi insan varoluflunun kendisine dair bir gerçektir. Tek bilebildi¤imiz, teleolojinin bütün karfl› konamaz gücüyle fakat herhangi bir manadan yoksun, Endgame’deki
Clov’un ifadesiyle, “bir fleyler olaca¤›na varmaktad›r”.
Nihaili¤i Reddetmek
Belki de nihai anlam ‘ölüm’ olacakt›r ve bu, ac›n›n tek afyonunun
al›flkanl›k oldu¤u, sayg› duyulan Burkevari bir görenekten mekanik
bir reflekse dönüflerek de¤ersizleflmifl bir dünyada arzu edilebilir.
Asl›nda, Beckett’in eserinde hâlâ ölüm yoktur; daha çok, vücut kaskat› kesilip soyulmaya devam ettikçe düzenli bir parçalanma söz konusudur. Ölüm bu içi boflalm›fl figürlerin bafla ç›kabilece¤inden çok
daha mühim ve kati bir olayd›r. Hatta intihar bile bu figürlerin bir
araya toplayabildi¤i kimlik hissinden daha fazlas›n› gerektirir.
Dolay›s›yla, Beckett’in karakterleri gülünç baflkahramanlar›n bütün öldürülemezli¤ine, kurnazca edinilen hiçbir baflar› veya nefleli
bir gayret olmaks›z›n sahip olmaktad›r. Bir saç tokas› ya da melon
flapka yüzünden dikkati da¤›lan bu karakterler, sadece repliklerini
yanl›fl okurlar ve aptalca hatalarla büyük an› mahvederler. Burada,
Lucky’nin önemli metafizik konuflmas›, a¤z›ndan ç›kt›¤› anda parçalara ayr›l›r. Yüce bir dramadan ziyade ucuz bir maskaral›¤›n ya da siyah bir karnaval›n huzurunday›zd›r.
Kuflkusuz Godot’nun er geç gelifli büyük bir an olacakt›r. Fakat
bu gerçekleflti¤i zaman, had safhada kavramsal k›tl›¤›n içinde herkese yetecek kadar anlam›n mevzu bahis oldu¤u bir dünyada, bunun
öneminin kavranabilir oldu¤unu kim söyleyebilir?
Belki de Godot, asl›nda Pozzo’dur; Vladimir ile Estragon, onun
ismini pekâlâ yanl›fl duymufl olabilirler; bu mümkündür. Veya belki
de, geçmiflin silindi¤i ve her an kendinizi s›f›rdan bafllayarak yeniden tan›mlamak zorunda oldu¤unuz zaman›n bütün bu ›st›rap verici donuflu, Walter Benjamin’in tarihin büyük felaketini Mesih’in yak›ndaki tehdidi olarak tarif etti¤i anlam›yla Godot’nun geliflidir. Belki de kefaret dilenerek yalvarmaktan daha önemli bir fley hiç olmam›flt›r ve bu, karakterlerin hatas›d›r. Mesiyanik düflüncenin bir nesline göre, Mesih dünyay› küçük uyarlamalar yaparak de¤ifltirecektir.
165
Asl›nda sorun, Beckett’in evreninin, kefaret fikrinin gerçekten
anlam tafl›d›¤› fakat ayn› zamanda ve ac› bir flekilde bundan yoksun
bir yere benzemesidir. Bu ac›nas› durumun tam ortas›nda anlam› flekillendiren bir delik vard›r, çünkü daha tecrübesiz postmodern torunundan farkl› olarak modernizm, çok say›da hakikat ve gerçeklik
oldu¤unu hat›rlayacak kadar yafll›d›r ve bunun ortadan kaybolmas›
ona ›st›rap vermeye devam etmektedir. Burada afl›r› bir nostalji tehlikesi yoktur, fakat bellek ve dolay›s›yla kimlik baflka her fleyle birlikte darmada¤›n olmufltur.
Birinin teselliyle kurtarmay› düflünebilece¤i tek fley -gerçeklik
hakikaten belirsizse- umutsuzlu¤un mümkün olmad›¤›d›r. Belirlenemeyen bir evren, mant›ki olarak umuda yer b›rakmak zorundad›r;
bunu bir kenara not etmek gerekir. E¤er birtak›m mutlaklar yoksa,
Godot’nun gelmeyece¤ine veya Nazilerin zafere ulaflaca¤›na dair
herhangi bir mutlak kesinlik olamaz. E¤er dünya geçiciyse, bu durum bilgimiz aç›s›ndan da geçerlilik tafl›mak durumundad›r. Bu
noktada, tamamen farkl› bir aç›dan ele al›nan hilkat garibelerinin,
sakatlar›n ve üst üste y›¤›l› vücutlar›n dünya de¤ifltirmenin efli¤inde
olmad›¤›n› söyleyebilmek söz konusu de¤ildir.
Kefaret ihtimaline tutunman›n en az›ndan böyle bir faydas› bulundu¤unu bilelim: Bu neyi sa¤lar, kederli bir flekilde ondan ne kadar uzaklaflt›¤›m›z› ölçmemizi. Beckett, herkesin bildi¤i üzere, bazen nihilizmle suçlanmaktad›r; fakat e¤er onun evreninde herhangi
bir flekilde alt› çizilebilecek bir de¤er duygusu yoksa, bu derece feryat etmenin de asl›nda herhangi bir sebebi yoktur.
Dolay›s›yla, bir de¤er duygusu olmadan çekti¤imiz ac›y›, itiraz
edilebilir olarak tan›mlayabilmemiz bile söz konusu de¤ildir; bu sebeple, içinde bulundu¤umuz kötü durumu farkl› flekilde de¤il de
normal olarak kavrar›z.
Böylesi bir de¤er ideolojiklefltirilme, duygusal bir hümanizm kat›na yükseltilme korkusu yüzünden aç›kça konuflulmaz ve dolay›s›yla çözümden ziyade sorunun bir parças› haline gelir. Bunun yerine
de¤er, kendini negatif bir flekilde ve de¤iflmez bir berrakl›kla ortaya
koymal›d›r; böylelikle yaz›, konuflulamaz olan› karfl›s›na al›r.
Çünkü yaz›n›n bu karfl›s›na alma için ihtiyaç duydu¤u ayr›lma,
ayn› zamanda komedi ile maskaral›¤›n birbirinden ayr›lmas›d›r; bizim zekâ olarak bildi¤imiz de¤er de -‹rlanda yaz›n›nda s›k s›k görül166
dü¤ü gibi- hazin bir flekilde bask›c› olan dünyan›n bu anl›k ve aç›klanamaz aflk›nsall›¤›nda yatar.
Delilik, ukalal›k, beden, kendiyle istihza, keyfilik, sonsuz tekrar,
mekanik bir indergemecilik: Burada s›ralanan bütün bu motifler, ayn› zamanda çok e¤lenceli olabilecek ac›mas›z motiflerdir ve dolay›s›yla, post-insan›n gülünç maestrosu Samuel Beckett’in pay›na uygun birer besin olufltururlar.
Sonuç olarak, e¤er Beckett bir komedyen olarak nitelenebiliyorsa, bunun aç›kça gösterilebilecek sebebi, en az›ndan trajediyi bir ideoloji formu olarak reddetmemesinden kaynaklanmaktad›r. T›pk›
Freud ve Adorno gibi Beckett de, umutlu ütopyac›lardan ziyade
temkinli ve cesaret k›r›c› bak›fllara sahip realistlerin, insan özgürleflmesi davas›na daha sad›k bir flekilde hizmet edeceklerini çok iyi bilmektedir.
(Türkçesi: Osman Ak›nhay - Aykut Tunç K›l›ç)
167

Benzer belgeler