mimarlıkta forma dayalı algı kavramı, metal malzemeler üzerine bir

Transkript

mimarlıkta forma dayalı algı kavramı, metal malzemeler üzerine bir
MİMARLIKTA FORMA DAYALI ALGI KAVRAMI, METAL
MALZEMELER ÜZERİNE BİR İNCELEME
Begüm Mozaikci *
ÖZET
Özellikle 19. Yüzyılın ikinci yarısında mimari yapılarda çelik başta olmak üzere aluminyum ve titanyum
gibi metaller yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Yeni metallerin de keşfedilmesiyle mimari
yapılarda artan malzeme çeşitliliği beraberinde farklı mimari formların ve yüzeylerin de kullanılmasını
getirmiş ve yeni algısal çeşitlilklere ve yorumlara zemin hazırlamıştır. Bu sebepten bu çalışmanın amacı
çelik, alüminyum ve titanyum gibi mimari uygulamalarda yeni kullanılan metallerle yapılmış yapıların
bitmiş ürün olarak dıştan bina ölçeğinde görsel olarak incelenip nasıl algılandığını sorgulamak ve
yorumlamaktır. Binalarda algı konusu incelenirken yapının formu ve kullanılan malzeme yönüyle algı
sistemine ve algıya olan katkısı, yapının sembolikliği ve sergilediği imajı tartışılıp, yorumlanacaktır.
Ayrıca, mimaride gelinen son nokta olan çağdaşlaşma içerisinde form ve malzemenin gelişimindeki ana
etken olan teknolojik değerler de göz ardı edilmeyecektir.
Anahtar Kelimeler: Yapı Malzemeleri (Çelik, Alüminyum ve Titanyum), Form, Mimarlıkta Algı
Kavramı,Teknoloji.
FORM BASED PERCEPTION CONCEPT
INVESTIGATION ON THE METAL MATERIALS
IN
THE
ARCHITECTURE,
ABSTRACT
Especially in the second half of 19.century, to stand first steel, aluminum and titanium has been started to
be used extensively in architectural projects. With the discoveries of new materials, increasing material
diversities in the architectural buildings has been carrying with itself the usage of the different forms and
surfaces, and also laying a ground for a new perceptional diversities and interpretations. Therefore the
aim of the study is investigating on the newly used metals such as steel, aluminum and titanium in the
architectural practices and questioning and interpreting how they are percept as an end product through
the building scale from exterior. While the perception concept in the buildings is investigating, the
contribution of used form and material of the building to the perception system, the buildings’
symbolization facts and displayed image of the buildings will be discuss and interpret. Furthermore
within the modernization, the technological values which are the main factor of the development of the
form and material will not be unconsidered.
Keywords: Construction Materials (Steel, Aluminum and Titanium), Form, Concept of Perception in
architecture, Technology.
*
Yüksek Mimar, Doğu Akdeniz Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü, Gazi MağusaKIBRIS
1. GİRİŞ
Mimarlık insan davranışlarını ve algı sistemini birçok yönde şekillendirir. Winston
Churchill’in gözlemlediği gibi, “önce biz yapılarımızı şekillendiriyoruz, daha sonra
da onlar bizi şekillendiriyor” (Roth, 2000).
Temelde işleve, malzemeye ve yapım sistemi şekillerine bağlı olarak mekanların
formları belirlenir. Mimarinin sonuç ürünü olan form, dışarıdan bir mimari esere
bakan insanın algılama / değerlendirme ölçütlerinin binanın dış yüzeylerine ve bu
yüzeylerin biçimlenişine yönelik olarak ortaya çıkması ile mimariye yönelik tüm
tartışmaların form temel alınarak yapılmasına neden olmuştur ve böylece biçim,
hem kuramsal anlamda, hem de pratikte mimari için önemli duruma gelmiştir
(Jenks, 1997).
Mimarlıkta belli bir düşüncenin aktarılması, yapı malzemesine teknik olanaklarla
verilen biçim aracılığı ile mümkün olmaktadır. Malzemenin katkısıyla soyut
düşünce mimari yapıda somutlaşır. Bu bağlamda malzemenin, formun oluşmasında
ve görsel olarak algılanıp, kavranmasında somut bir etken ve belirleyici olduğu
söylenebilir.
Metal malzemeler günümüz mimarisinde, özellikle stürüktürel sistemlerde ve cephe
konstrüksiyonunda, çok çeşitli amaçlar için kullanılabiliyor. Bu metallerden çelik,
özellikle kolon – kiriş gibi stürüktürel elemanlar olarak kullanılırken; aluminyum
veya titanyum gibi metaller de dış cephe kaplamasında levhalar halinde
kullanılabilmektedir. Metallerin dış cephe kaplaması olarak kullanılmasındaki en
önemli faktörler, bilgisayar teknolojisi sayesinde istenilen formda üretilebilmesi ve
yapıya kolay uygulanabilmesidir. Metal cephe kaplamaları ve sistemleri özellikle
makine çağının simgesi olan ‘İleri Teknoloji’ ve ‘Çağdaş Mimari’ kavramlarını
simgelemek amacı ile yapıların cephelerinde yaygın olarak kullanılmaktadır.
Tarihi süreçte yaygın olarak mimari yapılarda kullanılan ilk metaller; demir, bakır,
bronz, pirinç, çinko ve kurşundur. Günümüzde ise yapı endüstrisindeki teknolojik
gelişmelerle çelik, alüminyum ve titanyum gibi metallerin farklı alaşımları
keşfedilmiştir. Özellikle çelik, alüminyum ve titanyum gibi yeni keşfedilip,
kullanılmaya başlanan çagdaş yapı malzemelerinin, farklı formlar ve bu formların
farklı yüzeylerle düzenlemesi ile farklı mimari algılamalara ve yorumlara neden
olunmaktadır. Bu çalışmanın amacı çelik, alüminyum ve titanyum gibi yeni
keşfedilmiş metaller kullanılarak yapılmış yapıların bitmiş ürün olarak dıştan bina
ölçeğinde incelenip nasıl algılandığını sorgulamak ve yorumlamaktır.
46 2. ALGI KAVRAMI VE MİMARLIKTA FORMA DAYALI ALGI:
Algılama, beş duyu ile elde edilen her türlü bilginin beynimizde şekillenmesi ve
görünüm kazanmasıdır. Algılama, çevremizdekilerin anlaşılabilmesi, anlamlandırma
/değerlendirmeler yapılabilinmesi için gerekli ve önemli bir süreçtir. Bir mimari
nesnenin insanoğlu tarafından duyular yoluyla fark edilip, bir imaj olarak kabul
edilmesi ve bu olayın bir sonuca ulaşana kadar geçirdiği sürece algılama süreci denir
(Aydınlı, 1986).
Herhangi bir yapıya yaklaştıkca algıladığımız ilk olarak yapının kütlesi, biçimi ve
cephesinin boyutsal oranlarıdır. Bu durumda binanın biçimi yapının insanoğlu
tarafından algılanma sürecinde büyük rol oynamaktadır (Ertürk, 1991).
Oluşturulan biçimin çözümlenmesi, insanoğlunun algıladığı yapıya belirli anlamlar
yüklemesi ile gerçekleşir. Biçimin çözümlenmesi aşamasında biçimle (mimari
nesne) iletilen mesajın birey tarafından alınması ve yorumlanması gerekmektedir.
İnsanoğlu bir yapıyı bazı belirleyici etkenlere göre farklı özellikleriyle algılamakta;
ve bu olay bireyden bireye farklılılar göstermektedir. Appleyard “birey bir yapıyı ya
da yeri, “dört nedenin” bileşkesi olarak algılamaktadır” (Rasmussen, 1994) diye
ifadelendirir. Bu dört nedeni aşağıdaki gibi özetlenebilir:
Birey bir yapıyı ya da yeri,
* Fiziksel biçimin belirleyici özellikleri ile (imgelenebilirliği ile),
* Kent çevresine bakıldığında yapının görülebilir olma özelliği ile,
* Kullanımı, kişisel etkinlikleri ve diğer davranışlar için üstlendiği rol ile,
*Genel anlamda algılayıcının kültürel anlamına ilişkin yaptığı çağrışımlar ile,
algılayabilmektedir (Rasmussen, 1994).
Mimari bütünün algılanmasında en önemli etkenlerden biri, biçimden gelen
uyarıcılardır. Algılayıcının biçimden gelen uyarıları kavraması ve değerlendirmesi
algılayıcının kültürüne, deyemlerine ve psikolojik durumuna göre değişir (Ertürk,
1991).
Farklı formlar ve bu formların farklı yüzeylerle düzenlenmesi bireyin yapıyı farklı
algılamasına sebep olmaktadır. “Dikdörtgen formlar dengeli ve dinamik etki, dar
açılı formlar dengesiz ve rahatsız etki, dairesel formlar rahatlatıcı ve dinlendirici etki
yaratmaktadır. Eğri veya çapraz yönler, görsel etki açısından enerjik ve dinamik
olarak algılanırlar” (Ertürk, 1991). Bu doğrultuda yapıyı oluşturan formun
geometrik veya serbest form olması, görsel algılamada önemli rol oynamaktadır.
Mimarlıktaki en temel algılama yöntemlerinden olan görsel algılama, kişi tarafından
algılanan her sahneyi, figür ve zemin olarak ikiye ayırır ve bu figür zemin ilişkisini
sorgulayarak yorumlar (Aydınlı, 1986).
Algılanan yapının sınırlarının büyük bir bölümünü oluşturan bileşenlere (duvarlar,
pencereler, kapılar) ve öğelere (döşeme, tavan, duvar) ait yüzeyleri Francis Ching
üst yüzey, alt yüzey ve yan yüzey olmak üzere üç ana başlık altında irdelemektedir
(Ching, 1979). Biçimi oluşturan çeşitli bileşenler ve öğeler sınırladıkları aktivitenin
47
niteliklerine bağlı olarak şeffaf/opak, düzenli/düzensiz (organik), sert/yumuşak,
belirli/belirsiz özelliklere sahip olabilirler. Bu bileşenler ve öğeler gerek biçimleri
gerekse de yüzeyleri ile mekansal örgütlenmede sınırlayıcı, birleştirici, yönlendirici
ve odaklayıcı roller üstlenirler. Bu bileşenler ve öğeler bir taraftan mekanın formunu
tarif edip, o mekanın deneyimlenilmesinde etkili olurken, diğer taraftan görsel,
dokunsal, sessel, ışıksal ve ısısal algılanmasını sağlayarak, mekanın formunun ve
yüzeylerinin kavranmasına yardımcı olurlar.
Hersberger “mimar ve kullanıcı arasında algılama farklılaşması göz ardı edilemez”
der (Rasmussen, 1994); mimarların bir yapının estetik yanı ile ilgilendiğini, mimar
olmayanların genelde konfor ve hoşluk nitelikleri ile ilgilendikleri belirtir. Mimarlık
eğitimi almış kişiler çevreyi, fiziksel özellikleri ön planda, kullanıcılar ise anlam ve
yararsal boyutu ön planda algılamaktadırlar. Aydınlı ise mimar ve kullanıcı arasında
olan bu farklılaşmaların, çeşitli yaş grupları, etnik ve meslek grupları, o çevreyi
sürekli kullananlar ve geçici kullananlar arasında da gözlenebileceğini belirtiyor
(Aydınlı, 1986).
Yapılar biçimleri, kullandıkları malzemeleri, strüktürleri ve işlevleri ile
deneyimlenebilir. Yapıların bu özellikleri fiziksel deneyimleri teşkil eder, fakat
yapılar sadece fiziksel olarak var olmaz metaforik olarak da vardır. Yapılar da tıpkı
giyilen kıyafetle veya dekore ettiğimiz evimizle kendimiz hakkında başkalarına
mesajlar ilettiğimiz gibi, anlama sahiptir ve bir takım mesajlar verirler. Buna göre
çevre tasarlanırken dört önemli öğe örgütlenmektedir. 1) mekan 2) anlam 3) iletişim
ve 4) zaman (Giedion, 1971). Mekanın örgütlenmesi ve formun oluşması aynı anda
bir anlam da taşır. Bir ortam içerisinde mimari eseri oluşturan ve onu kullanan,
onunla iletişim kuran insan, onu biçimlendirirken ve kullanırken sadece biçimi değil,
ifade ettiği şeyi, yani anlamını da sorgular. Burada mimarın sorumluluğu saf biçimle
ilgilenip, biçimsel boyutu ortaya koyarken anlamı da gözardı etmemektir. Zira
genellikle yapılar işlevselliğin ötesinde bu anlamsal değerleriyle öne çıkar ve
tartışılır. Bu anlamsal değerler teknolojinin, gereksinimin, mühendisliğin ötesinde,
belki de tamamen anlaşılması olanaksız, belirsiz bir karmaşıklığı kendi içlerinde
barındırırlar (Aydınlı, 1986).
Öyledir ki artık “Mimarlık yalnızca barınma sorununu çözmekle sınırlı görmez
kendisini. Her yapı bir heykeldir aynı zamanda” (Aydınlı, 1986); bir iletişim değeri
taşır; çevre içerisindeki algısal ve anlamsal değerleri simgeler.
2.1.Çagdaş Mimaride Form – Metal Malzemeler
Endüstri Devrimini izleyen dönemde gerçekleşen sosyo-ekonomik gelişmeler,
mimari üretim alanını derinden etkileyerek, bir yandan yeni yapı malzemelerinin ve
tekniklerinin, diğer yandan yeni bir mekan ve biçim üretme anlayışının ortaya
çıkmasına yol açmıştır. Mimari yapılaşma süreci, insanlığın gelişimine paralel
gelişmiş, farklı toplumlarda farklı öneme sahip olan formun şekillenmesinde,
tarihsel süreç içinde günün teknik koşulları, malzemesi, mimari üslubunda meydana
gelen bu değişimlerle eş zamanlı olarak bir değişim ve gelişim göstermiştir.
48 Çağdaş mimari akım içerisinde, binanın formsal ve sembolik imajı mekansal
sistemden bağımsız bir özellik kazanmıştır. 20. yy. ikinci yarısından sonra yeni
meydana gelen mimari akımlarla çevrelediği mekanı yansıtmak zorunda olmayan
soyut değerler taşıyan ve kendi kendine sembolik bir imaj yaratan yeni yapılar
tasarlanıp, inşa edilmiştir. Tabii ki tarihteki pek çok ilkin gerşekleşmesini sağlayan
malzemenin ustaca kullanılma yöntemi yine bu imajın yaratılmasında büyük rol
oynamıştır. İlk olan eserler malzemenin performansını maksimumda zorlayarak var
olmuşturlar. Joseph Paxton tarafından tasarlanan, cam ve çeliğin sınırlarının
maximumda zorlandığı Londra’daki Kristal Palas (Crystal Palace) her ne kadar da
kaybolmuş bir eser olsa da; malzeme kullanımındaki sınırların zorlanmasına en
güzel örnektir ve mimari değerinden her zaman söz ettirecektir (Banham, 1978).
Mimarlık ve teknoloji arasındaki dönüşüm endüstri devriminin sonucu olarak
açıklanabilir. Artık mimari ürün bir sanat eseri olduğu kadar, bir mühendislik
harikasıdır. Nasıl bir kalem mimarın herşeyi ise, artık teknoloji mimarın ve
mimarinin vazgeçilmez bileşenidir. Fakat geçmişten farklı bir şekilde, bilgisayar
programlarının da yardımıyla, hayal dahi edilemez karmaşıklıkta profil tasarımları
söz konusudur. Strüktür, artık yapının mimari tasarımını taşıyan bir zorunlu sistem
değil, tasarımın ta kendisidir.
Günümüzün çağdaş mimarlık akımı, varolan imkanların sınırlarını zorlayarak
malzeme ve formun ayrılmaz bir bütün olarak bir araya gelmesini sağlayan her
işleve kendi gereksindiği biçim ve nitelikte bir kılıf yapma ve bunları da yine
işlevsel gereklilikler doğrultusunda bir araya getirme iddiasında olmayan bir
düşüncenin eseri olarak yorumlanabilir. Bu mimari akımda hiç bir önyargıyla
kısıtlanmamış geniş bir biçimlendirme özgürlüğü kullanılmaktadır. Burada biçim
malzemenin de verdiği katılımla heykelleşen bir tavır sergilemektedir. İlk bakışta
rastgele bir araya gelmiş bir parçalar yığınını andıran, arkasında kolay anlaşılabilir
geometrik bir düzen barındırmayan, hatta zaman zaman yerçekimini bile inkar eder
tavırla kendini var eden bu mimarlık örneğini herhalde hiç bir sınıra sığdırmak olası
görünmemektedir.
Bu yeni gelişen mimari akımın öndegelen düşünür ve uygulayıcılarından olan
Gehry’ye göre bu sanatsal yorumlanışta “ana kurgunun kısmen algılandığı inşa
aşaması, bitmiş yapıdan daha şiirseldir” (Burnus, 1990). Frank Gehry projelerinin
tasarım ve üretim aşamasında uçak üretiminde kullanılan bir yazılım programı olan
CATIA adlı programı kullanmıştır. Bu programın kullanılmasıyla tasarım aşaması
tam anlamıyla iki boyuttan üçüncü boyuta yükseltilmiştir. Her bir yapı bileşeni bu
programla modellenmiş, üretim boyutları belirlenmiş ve malzemenin üretimi
gerçekleştirilmiştir.Yapının inşa aşaması ise tüm parçaların adeta bir lego gibi
birleştirilmesi ile son bulacaktır. Sonuç olarak kullanıcının göz zevkine sunulan ürün
adeta teknolojinin sanatla buluşmasıdır. Geometrik düzenin kırıldığı, strüktüre farklı
yaklaşıldığı, eğrisel ve birbiri ile eklemlenen yüzeyleriyle Frank O. Gehry’nin
Guggenheim Müzesi bu anlayış için iyi bir örnektir. Işığı yansıtarak günün her
saatinde farklı etkiler doğuran titanyum kaplı yüzeyi, yapının dikkat çeken
özellikleri arasındadır. Gri heykelsi bu tavır, eğilip, bükülüp bozularak aklın soyut
49
dilinden konuşmaktadır. Mimar, klasik porifiller kullanmak yerine, malzemenin,
yani çeliğin ve titanyumun da getirdiği kolaylıkla çökertilmiş, çarpıtılmış, kırılmış,
çürümüş olanı tercih etmektedir. Belki de bu tavrı Dekonstrüktivizm diye
adlandırmak daha doğru olacaktır (Tanyeli, 2000 /b).
Şekil 1 Guggenheim Müzesi, Frank Gehry, Bilbao, İspanya (Fotoğraf Kaynak:
web, http://www.students.sbc.edu/muglia07/arthsrsem/GBacrossrvr.jpg)
Deokonstrüktivizmi kısaca formalizmin kısıtlayıcılığından uzak asimetrik
strüktürlerle kurgulanıp sıradışı tasarımlar ile buluşan çağdaş mimarlık akımı olarak
tanımlayabiliriz (Jenks, 1997). Bu akımın önderlerinden Daniel Libeskind, Zaha
Hadid, Frank O. Gehry, Rem Koolhaas, Bernard Tschumi ve Peter Benmar
alışageldiğimiz mimari kalıpları kırarak dinamizm ve Dekonstrüktivizmi sorgulayan
aykırı bir mimari sunmaktadırlar.
Kullandıkları radikal formlarla mimarlığın sınırlarına dikkat çeken dekonstrüktivist
mimarların tasarımlarını tanımlamak gerçekten kolay değildir, çünkü projeleri
çoğunlukla karmaşık ve çok parçalıdır. Ancak Tanyeli “bu karmaşıklığın nedeni
biçimsel bir kaygı değil, aksine projelerinin arkasında yatan güçlü tasarım
fikirleridir” der (Tanyeli/b, 2000).
Asimetrik geometrik düzenleri ve strüktürleri ile varolan Dekonstrüktivizm
tasarımcılarından Gehry bir söyleşide kendi performanslarının bir kuralsızlık
mimarlığı olduğunu söylemiştir (Papadakis, 1991). Fakat Tanyeli Calatrava’nın
Dekonstrüktivist tavrının, Gehry’ye kıyasla daha belirgin olduğunu savunmaktadır.
Calatrava’nın yapılarında ortaya konan ‘biyomorfik’ tutum (canlı strüktürlerde
rastlanan biçimlenme) ve iskelet biçimlenmesi, bir estetik amaç çerçevesinde en
karmaşık sorunlarla uğraşarak ve gıpta edilecek kadar zarif ve şaşırtıcı yalınlıkta
çözümlere ulaşmanın bir örneğidir (Tanyeli, 2000 /a).
50 Şekil 2 Santiago Calatrava’nın Planatarium Binası, Valencia, İspanya
(Fotoğraf Kaynak: web,
http://www.fohd.nl/Images/CalatravaCiutadValencia.jpg)
Benzer tavırları N. Foster’ın Londra Şehir Merkezi (London City Hall) ve N.
Grimshaw & ortaklarının Leicester Ulusal Bilim Merkezi tasarımlarında da görmek
mümkündür. İzleyene cephe ve çatı ikilemi yaşatan, sonuç ürün olarak ‘kabuk’
etkisi veren (cephe ve çatının birlikte algılandığı durum) bu Dekonstrüktivist
yaklaşımlar malzemenin performans birlikteliği ile teknolojinin sınırlarını
maksimumda zorlamaktadırlar.
Şekil 3 Norman Foster’ın tasarladığı Londra Şehir Merkezi Binası (Fotoğraf
Kaynak: Begüm Mozaikci)
Duvarların düşey, köşelerin dik açılı olmadığı, çatının nerede başlayıp, dış duvarın
nerede bittiğinin anlaşılamadığı, hangi inşai öğenin taşıyıcı, hangisinin taşınan
olduğunun bile ayırt edilemediği bu örneklerin algılanma süreci içerisinde her tür
statik ve belirgin yorumu red ettiği bir gerçektir. Bu yaklaşımda ortaya konan
‘kabuk’ tekil bir yapı gibi kendini oluştursa da ‘iç’ çeşitliliği barındırır. Bu
tasarımlarda ne, nerede başlıyor, nerede bitiyor tanımsızdır ve neyin, neyi taşıdığı
51
da belli degildir; çeşitliliğin, farlılaşmanın ve belirsizliğin merak uyandıran anlamsal
algısı kullanıcının binaya odaklanmasını sağlar ve serüvenimsi bir algılama süreci
başlar.
Benzer tavırlarla tasarlanmış tüm bu yapıların, oluşan çağdaş malzeme kullanımı ve
form anlamsallığı ile bulunduğu çevre içerisinde de farklı algısal niteliklere yol
açtığı kanıtlanmış bir gerçektir. Herhangi bir çevre içerisinde oluşturulan formun,
başka bir deyişle bir mimari ürünün veya nesnenin o çevre içinde öne çıkmasını
belirleyen kurallardan başlıcası yüzey farklılığıdır.
Mat yüzeylere karşı parlak olan yüzeylerin daha çok göze çarptığı bilinen bir
gerçektir (Ertürk, 1991). Metal malzemenin maddesellik özelliği olan gri rengi ve
parlaklığı bulunduğu çevre içerisinde yapının öne çıkmasında büyük rol
oynamaktadır. Yüzey farklılıklarıyla sağlanan belirlilik, aynı çevre içerisinde farklı
yüzeylerin farklı renk ve dokularıyla ortaya çıkabileceği gibi, bir mimari ürünün
cephesi olan aynı yüzey üzerinde farklılaşan ölçü, renk, ton, doku gibi
biçimlendirme elemanları yardımı ile de etkili kılınabilir.
Işığı yansıtarak günün her saatinde farklı etkiler doğuran metal kaplı yüzeylerin,
algılama süreci içerisinde bir yapının dikkat çeken özellikleri arasında olduğunu
söyleyebiliriz. Günün farklı saatlerinde metal yüzeyler üzerinde oluşan görsel
farklılaşmalar yapının sürekli olarak farklı algılanmasına da sebep olmaktadır. Metal
malzemelerin fiziksel özeliklerinden dolayı kaynaklanan bu görsel farklılaşmalar
kullanıcıya sunulan cephedeki çeşitliligi artırmaktadır. Ayrıca metal malzemelerin
günümüzdeki kullanımı tüm mimari tasarımların amacı olan, malzemeyi malzeme
olmaktan çıkarıp görsel bir anlatım aracı haline dönüştürmektedir.
Şekil 3 Günün farlı saatlerinde F. Gehry tarafından tasarlanan Walt Disney
Konser Salonu Binası (Fotoğraf Kaynak:web, http:// www.wikipedia.com,
http://www.greatbuildings.com)
Bütün bu belirlilik ve farklılaşmalar, biçimlerin temel tasarım ilkeleri, Gestalt biçim
yasaları ve şekil-zemin anlatımları ile de açıklamak olasıdır (Giedion, 1971).
Aydınlı, Gestalt biçim kavramını “aralarında dinamik bağlar olan parçaların
oluşturduğu anlamlı bir bütün” şeklinde yorumlamaktadır (Aydınlı, 1986). Gestalt
biçim yasasına göre aralarında dinamik bağlar olan parçalar kullanıcı tarafından bir
bütün olarak algılanabilmektedir.
52 3.SONSÖZ VE DEĞERLENDİRMELER:
‘İleri Teknoloji’’nin ve ‘Çağdaş Mimari’’nin görsel simgesi olarak gösterilen ve
binalarda yaygın olarak kullanılmaya başlanan metal malzemeler, özellikleri ile
binaların forma dayalı algılanmasında farklılıklar yarattıkları yapılan incelemeler
sonucu kanıtlanmıştır. Metal malzemelerin kullanımıyla mimarlıkta gelinen son
nokta olan dinamik, farklı ve tanımsız formlar yaratma isteği ile günümüzde
yapının görselliği artmış ve tabii ki görsel olarak algılanmasının da aynı oranda
arttığını; işlev, kullanım, gibi bazı özeliklerin ise ikinci planda kaldığını
söyleyebiliriz. Binalar, metal malzemelerin olanakları ile heykelsi formlarda
tasarımlara dönüşmektedir; ve görüldüğü üzere sanki mühendislikle mimarlığın
henüz ayrışmadığı endüstri dönemi öncesine geri dönülmüş gibidir.
Bir çok araştırmacıya göre mimarlık günümüzde farklı ve çok boyutlu girdileri
barındıracak bir karmaşıklık, belirsizlik olarak ele alınmaktadır. Bu karmaşıklıklar
ve belirsizlikler insanoğlu tarafından çeşitli algılamalara sebep olmaktadır. Daha
önce de belirtildiği gibi Yapılar biçimleri, kullandıkları malzemeleri, strüktürleri ve
işlevleri ile deneyimlenip ve algılanabilirler. Örnekler üzerinde yapılan inclemelerde
de ortaya konduğu gibi günümüzün çağdaş mimarlık tavrı, elbette ki mimarlığa ve
mimarlık tarihine yeterince aşina olmayanlar için alışılagelmişin dışında kalmış
olarak nitelendirilebilir. Ancak bu alışılmadık durum sunulan ürünün kuralsız,
rastgele bir tarif olduğu anlamına kesinlikle gelmediği, örnekler üzerinde yapılan
incelemeler sonucu kanıtlanmıştır. Bitmiş ürün olarak yapı, varolan diller yerine
kendi ‘karşı dil’’ini kurmayı amaçladığı gözlemlenen bir gerçektir. Güncel mimarlık
eğilimlerinde varılan sonuç ne olursa olsun farklılığını ortaya koyma, özgün olma en
temel çaba olmaktadır. Yapılar adlarından, şaşırtıcı ve sıra dışı oldukları oranda söz
ettirebilmektedirler. Bu durumda hem kullanıcı hem mal sahibi hem de tasarımcı
tarafından hedeflenen noktaya varılabilinmiştir.
4. KAYNAKLAR
Aydınlı, S., (1986), “Mekansal Değerlendirmede Algısal Yargılara Dayalı Bir
Model”, Doktora tezi, İ.T.Ü. Fen bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
Banham, R., (1978) “Theory and Design in the First Machine Age”, Oriel Press,
Londra.
Burnus, C., (1990), “The Gehry Phenomenon”, Thinking the Present, New York.
Ching, F.D.K., (1979), “Architecture, Form-Space & Order”, New York: Van
Nostrand Reinhold.
Ertürk, S., (1991), “Mimarlık Eğitiminde Algılanma ve Temel Tasarım ilişkileri”,
Yem Yayınları, Yapı Dergisi, Sayı: 116, Sayfa: 61-62.
Giedion, S., (1971), “Architecture and the Phenomena of Transition: The Three
Space Conceptions in Architecture”, Cambridge, Matt.: Harvard Univ. Press.
Jenks, C., (1997), “Nonlinear Architecture: New Science=New Architecture?”,
Architectural Design, Sayı: 129, Sayfa: 22.
53
Papadakis, A., J., (1991), “A Decade of Architectural Design”, Academy Editions,
Londra, .
Rasmussen, S., T., (1994) “Yaşanan Mimari”, (Çeviren:Ö. Erduran), Remzi
Kitabevi, İstanbul, 1994.
Roth, L., M., (2000), “Mimarlığın Öyküsü”, (Çeviren: E. Akça), Kabalcı Yayınları,
İstanbul.
Tanyeli, U., (a), (2000),“Calatrava, Boyut Kitapları / Çağdaş Dünya Mimarları 3”,
Boyut Matbaacılık A.Ş.
Tanyeli, U., (b), (2000) “F. Gehry, Boyut Kitapları / Çağdaş Dünya Mimarları 11”,
Boyut Matbaacılık A.Ş.
54 

Benzer belgeler

Neo-Konstrüktivism ve Analojik Bir Anlatım

Neo-Konstrüktivism ve Analojik Bir Anlatım deneyimlenmemizi teşkil eder, fakat yapılar sadece fiziksel olarak var olmaz metaforik olarak da vardır. Yapılarda tıpkı giydiğimiz kıyafetle veya dekore ettiğimiz evimizle kendimiz hakkında başkal...

Detaylı