Azadiya Rêbertiya Me Azadiya Me Ye An Azadî An Azadî

Transkript

Azadiya Rêbertiya Me Azadiya Me Ye An Azadî An Azadî
P
di
n
ile
STÊRKA CIWAN
K o v a r a
C i w a n a n
a
Nîsan 2012
Hejmar:107
M e h a n e
n
an
j
Ro
a
ciw
ye
Azadiya Rêbertiya Me Azadiya Me Ye
An Azadî An Azadî
Ömer KOÇ
:)
:)
MİZAH
İçindekiler
Editörden
Üveyş Ana bilinçsiz bir isyan doğurucusu................................................ 2
Abdullah ÖCALAN
Merhaba Güneş’in genç yoldaşları!
Kürt gençleri Newroz ateşinin coşkusuyla
direnişi yükseltiyor ........................................................................................................................... 6
Stêrka CIWAN
Direniş zafere götürür.............................................................................................................. 10
Hidar FERAT
Genç kalmaya dair......................................................................................................................... 15
Nupelda ENGİN
Apocu ruhla donanmış gençlik zaferin garantisi,
özgürlüğün teminatı olacaktır................................................................................... 19
Stêrka CIWAN
Komalên Ciwan ara dönem toplantısı
sonuç bildirgesi .................................................................................................................................. 22
Komalên Ciwan AVRUPA
Kürdistan tarihi ve meşru savunma.............................................................. 24
Serxwebûn’dan
Önderlik gerçekleşmesi......................................................................................................... 31
Stêrka CIWAN
Gerçek bir sanatçı Halil Dağ........................................................................................ 39
Berîtan CÛDÎ
Di sîstema Kapîtalîst de jin............................................................................................. 46
EDESSA
Pirsgirêka Şoreş ê ya civaka rojhilata navin ................................. 50
Agît AMED
Kawayê hemdem Mazlum Doğan ..................................................................... 52
Berivan Dicle
Hevaltî tucar jibîr nabe ....................................................................................................... 54
Berivan Dicle
Nationalstaat und Demokratie ............................................................................... 57
von Hannah ARENDT
Le Confederalisme democratique......................................................................................... 61
Stêrka CIWAN
Başta özgürlüksel doğuşunun baharını
yaşayan halkımızın ve halkımızın özgür
geleceğini yaratan Önder Apo'nun doğum
gününü kutluyoruz.
Êdî Bes e, An Azadi An Azadi” şiarıyla
Kürdistan’ın dört bir yanında, Avrupa’da
ve zindanlarda başlatılan ölüm orucu
açlık grevleriyle karşılanan 2012 Newrozu,
Rêber Apo’nun özgürlüğünün habercisi
ve halkların baharlaşmasının müjdecisidir.
Kürdistan halkı yediden yetmişe, her
alanda Newroz direnişini yükselterek geleceğini yaratacağını göstermiştir.
Bilindiği gibi bugün Ortadoğu kaynayan kazan gibidir. Ortadoğu'nun bu
kaynama durumundan Kürdistan'ın da
kendisini özgürleştirebilme koşullarının
her zamankinden daha fazla olduğu görülmektedir. Kürt halkının bu gerçeği
görüp, bundan etkilenmemesi için büyük
çaba harcanmaktadır. Bu anlamda Kürt
halkının iradesini kırmak isteyen sömürgeci güçler, bu baharda gelişecek olan
özgürlük hamlesini engellemek için birçok
Kürt siyasetçiyi, akademisyeni, gazeteciyi
hapislere kapatarak gelişecek olan bu
hamlenin önüne geçmeye çalışmaktadırlar. Ancak Kürt halkının, Önder
Apo’nun özgürlüğü ve Demokratik Özerk
Kürdistan’ın her parçada kurmasının
önüne hiçbir güç geçemeyecek ve engel
olamayacaktır.
Amed'd halkımız bir araya gelerek sömürgeci güçler karşısında iradeli bir bir
biçimde durmuş ve sonuç almıştır. Kürt
gençleri olarak bu süreçte bize düşen
devrimci rollerimizi yerine getirmek, bu
baharı Önder Apo'nun ve Kürt halkının
özgürlük baharı yapmak olmallıdır.
Amed’de buluşmak dileğiyle...
Genç kalın...
Mail adresi; [email protected]
STÊRKA CİWAN
ÖNDERLİK
Üveyş Ana
Bilinçsiz Bir İsyan Doğurucusu
Abdullah ÖCALAN
“Üveyş ana o kadar bilinçsiz, o kadar plansız;
fakat kendine göre bir
isyan anası.
Denilebilir ki, gerçekten
aynı zamanda erkeğin
de kontrolüne fazla
girmemiş bir kadın”
Nîsan 2012
Olumlu veya olumsuz yönleriyle
özgür kadın hareketi üzerinde etkide
bulunan bir kadın da benim anamdır.
Bugün anamın ölümünün birinci yıldönümü oluyor. Şimdi bu kadın için
de birkaç cümle ile değerlendirmede
bulunmam yararlı olabilir.
Bu kış değerlendirmelerinde ana
gerçeği üzerine bir takım değerlendirmeler yaptım. Kürdistan’da üzerinde
durmamız gereken bir gerçeklik de
ana gerçeğidir. Analık genellikle bir
doğuş ifadesidir. Analığın bizdeki en
basit anlamı, birçok çocuk doğurur
ve neslini devam ettirirsin biçimindedir.
Ben başından itibaren buna itiraz
ettim. Denilebilir ki, anama en sert
cevabı kendim verdim. O bir ana
olarak evdeki bütün hakkını beni doğurmaya bağlı olarak ileri sürüyordu.
Ben de “şu tavuk ile civcivi görüyor
musun? Tavuk civcivi için ne kadar
anaysa, sen de benim için o kadar
anasın” diyordum. Bu çok kaba bir
benzetmeydi ama bunu yaptık. Hatta
“senin böyle çocukların olacağına,
benim hiç olmasın daha iyi” denilecek
anlamda bir yaklaşımı sıkça vurguladım. Neden? Çünkü o herhangi bir
ana işte, ben de herhangi bir çocuk.
Bu bir çelişki. Çocuk istediği gibi yaşayamıyor, ana da çocuğuyla kendini
sürdürmek istiyor. Bu bir çelişki.
2
Şehitlerden söz ederken, müthiş ölçüde bilinçli ve planlı olduklarını söyledim. Üveyş ana da o kadar bilinçsiz,
o kadar plansız; fakat kendine göre
bir isyan anası. Denilebilir ki, gerçekten
aynı zamanda erkeğin de kontrolüne
fazla girmemiş bir kadın. Tabii benimle
olan ilişkilerini hatırlıyorum. Ne istiyor?
Aslında ne istediğini de fazla bildiği
kanısında değilim. İşte memur olur,
biraz para kazanır, bana birkaç metrelik
bez alır, birkaç giyecek alır’ diye düşünüyor. Bunlar öyle fazla içeriği olmayan talepler. Kendisinin hayırlı evlattan kastettiği şey, onun o ruh haline
biraz anlayış göstermek, maddi ve
manevi anlamda işte böyle kendisine
karşılık vermek oluyor. Birçok çocukta
bu anlamda herhalde karşılık verir.
Anasının iyi oğlu ya da kızı olmaya
özen gösterir sanırım. Kanımca sizin
gerçeğiniz de, ağırlıklı olarak biraz
böyledir.
Şimdi her şeyde aksilik burada başladı. Böyle bir çocuk olmanın ayrıcalığı
mı dersiniz, talihi veya talihsizliği mi
dersiniz, onu yaşadık. Kendime göre
en erkenden anaya karşı böyle bir savaşım verdim. İnsan anasına karşı
savaş verir mi? Biz verdik. Gerçekten
çok tuhaf, halen de hepiniz görüyorsunuz. Anasının çok sevdiği çocukları,
çocuğun çok sevdiği anası... Bu du-
STÊRKA CİWAN
rumlara çok az düştüğümü sanıyorum
veya görmedim. Öyle olmaya çalıştık.
Acaba suç muydu, gerçeklik ne dedi
bana, doğrusu sizinki mi, benimki
mi? Üzerinde durmaya değer. Neden
erken yaşlarda böyle bir mücadele
doğdu, onu da birçok değerlendirmede
anlattım. Tabii burada kalkıp böyle
bir çocukluk döneminde bir teori çıkaracak değiliz. Ama çocukluktaki
şekillenmenin de daha sonraki bütün
gelişmeleri etkilediğini psikologlar
söylüyorlar. Biz de buna eminiz. Bu,
bilimsel bir doğrudur aslında. O dönemin mücadeleciliği olmazsa daha
sonraki dönemin mücadeleciliği de
pek olmayacak. Ben mi çok akıllıydım
veya karar mı çok değişikti. Bu mücadeleciliği dayattı. Bu da ayrı bir
konu. Burada çok olağanüstü, bilmem
çok özel durumlardan bahsetmeye
de gerek yok. Bu herhalde her anaçocuk ilişkisinde yaşanan bir durum.
Ama bizim başlattığımız süreç, çelişkinin biraz açığa çıkarılması süreci
oluyor. Bu, erken yaşlarda o anlama
geliyor. Hesaplaşmayı çok erken başlatıyoruz. Onun bir egemenlik anlayışı
var; etkilemesi var, kendisine göre
bir takım aile geleneklerini egemen
kılacak. Benim bir takım özgürlük
taleplerim var, ben de onları dayatacağım. Aile gelenekleri nedir? Onun
bellediği neyse odur. Benim özgürlük
diye bellediğim şey nedir? Canımın
istediği neyse odur. Çok ilkel bir
egemenlik ve ona karşı gelişen bir
özgürlük savaşı...
Anam, babama karşı çıktığına
göre, neden ben de bazılarına
karşı çıkmayayım
Burada önemli olan nokta, baba
etkisinin fazla egemen olmamasıdır
sanırım. Bu dikkate alınabilir. Çok
güçlü bir baba otoritesi durumu kesinlikle farklı kılacaktır. Babanın
aileyi tam bir kontrol altına alması
ve onu öyle tümüyle etkisiz kılmasının
benim üzerimde de bazı sonuçları
olacaktır. Örneğin bir çelişki durumunu görmeyebilirdim. Muhtemelen
ana-baba çelişkisi benim çıkış yapmamama fırsat veriyor. Etkisiz bir
baba; yine de babalığını ve erkekliğini
götürmek istiyor. Kolay bırakmak istemiyor. Ama diğer yandan da anaerkil
düzeyine kendini artık böyle taşıtmak
isteyen veya anaerkil bir kadın olarak,
ana olarak ailede yer bulmak isteyen
ve bu konuda kendine göre bir uğraşısı
olan bir kadın var. Bu gerçekten
önemli bir çelişki. Bu çelişki bana
biraz olanak sunuyor. Bir yerde daha
sonraki süreçlerde çelişkilerden yararlanmayı herhalde ilkin bu aile ocağında öğreniyorum. Yani baba otoritesine karşı ana gücü denilen bir kavramla tanışıyorum. Bu, ailede bir etkisizliğe yol açıyor. Buna yol açtığı
için de, ben de kendi kendime erken
yaşta özgür davranabilirim diyorum.
Anam, babama karşı çıktığına göre,
neden ben de bazılarına karşı çıkmayayım? Diğer kadınlara göre böyle
bir ana hem cesaret veriyor, hem de
beni biraz daha serbest ve kendime
göre kılmaya götürüyor. Hani derler
ya, iki güç birbiriyle uğraşırken üçüncü gücün gelişme durumu söz konusu
olabilir. Bunlar birbirleriyle böyle
uğraşırken, adeta birbirlerini etkisizleştirirken, bir üçüncü çocuk gücü
gelişim gösterebiliyor. Bu durum üzerimizde etkili oluyor. Ben bundan
herhalde biraz etkileniyorum. Mevcut
durum ana-baba otoritesine fazla girmeden de kendimi bulabilmemi ve
kendimi biraz daha özgür hissetmemi
mümkün kılıyor.
Ana ile babanın birbirleriyle çokça
savaşması, rahat ve huzurdan eser
bırakmaması, ana kucağı, baba himayesi gibi kavramlara fazla yer bırakmıyor. Sen aslında bunlarda fazla
3
yer bulamazsın, himaye aramazsın,
sevgi bulamazsın. Bunlar zaten birbirlerine her türlü saygısızlığı dayatıyorlar. Bu konuma fazla güvenilmez
veya bu haliyle fazla güvenilmez.
İşte erkenden aileye güvenmeme veya
aile değerlerine karşı kuşku gelişiyor.
Zaten bunun daha sonra nasıl anlamlı
ve önemli olduğu anlaşıldı. Çünkü
ailenin çocukları üzerindeki etkisi
gerçekten çok belirleyicidir. Çoğunuzun halen bir aile çocuğu olduğunu
söylemek gerekir. Siz aile ile ve
ailenin değer yargılarıyla savaşarak
büyümediniz. Ben şimdi halen onlardan aldığınız yanlışları düzeltmeye
çalışıyorum. Bu köleleştirici, abartıcı,
hırsızlaştırıcı ve kendini çok sahte
bir biçimde adam yerine koyucu değerlere ve değer yargılarına nasıl
açıklık kazandırdığımı ve bunlarla
her gün nasıl savaştığımı göz önüne
getirirseniz aile gerçekliğiniz kendisini
biraz daha iyi açığa çıkarır. Hepinizin
“ailenin iyi çocuğu” olarak büyüme
ihtimali çok yüksek.
Evet, ben buna bir şey demiyorum.
Ama bu büyüme tarzının içinde çok
kir var. Çok bağımlılık var, çok kölelik var, çok abartma var. Onun
acılı veya kabul edilemez sonuçlarını
partiye taşırıyorsunuz. İşte çoğunuz
“partiyi bir aile olarak görüyorum”
diyorsunuz. Tıpkı ailenizin ilişkilerini
parti ortamında aradığınızı, kendinizi
partinin iyi bir çocuğu, parti ailesinin
iyi bir çocuğu, ailenin iyi bir çocuğu
gibi değerlendirdiğinizi belirtiyorsunuz. Tabii bunların örnekleri ortaya
çıkıyor. Partiyi aile örgütü gibi görürsen, partinin başına bela olursun.
Aile ilkel bir kurumdur; bu kurumun
değerlerini ulusal ve siyasal değerlerle karşılaştırırsan, oradaki bencilliği, ucuz ve beleşten yaşamayı
partiden de beklersen orada bulduğun
yüzü, saygı ve sevgiyi hiç emek harcamadan parti içinde de ararsan bir
Nîsan 2012
STÊRKA CİWAN
baş belası olursun. Nitekim bir kısmınız baş belası. Neden? Çünkü
sizin aile gerçekliğiniz çok kötü işlemiş. Bu baş belası durumun altında
hala çıkamıyorsunuz. Buradan çıkarılacak önemli bir sonuç budur.
Ben inkar etmiyorum; ailelerin verdiklerine, ailenizin sizi büyütmesine
hele bir ananın sizi büyütmesine büyük
değer veriyorum. Bu çok zor bir büyümedir. Yani Allah bana her işi yaptırsın da, bir ananın bir çocuğu yetiştirme işini vermesin derim. Çocuk yetiştirmek çok zor bir iştir. Burada geçerken onu da vurgulamalıyım. Zaten
ben olsam, gerçekten her gün silletokat girişirim. Yani çocuk yetiştirmeye
tahammül edemem. O koşullarda tahammül edemem. Tabii çocuklara
karşı değilim. Onu da geçerken belirteyim. Övünmek gibi olmasın çocuklarla ilgilenmeyi yine en çok arkadaşça
ben sürdürüyorum. Bir çocuğa çocuk
gibi değil, gelişecek bir insan gibi
yaklaşmayı en özlü bir biçimde ben
hayata geçirmeye çalışıyorum. Ama
yine de çocuklara böyle sinirliyim.
Bir gün bile onların ağlayıp sızlamasına
dayanmak mümkün değildir. Analar
müthiş dayanıyorlar. Tabii bu dayanma
onları da düşürüyor ve mahvediyor.
Anaların bütün o gerilikleri biraz da
bu çocukların yüzündendir.
Nîsan 2012
“İntikamını almazsan, kesinlikle
eve gelemezsin”
Hayır, bunlar bambaşka çelişkilerdir ve bambaşka ele alınabilirler.
Dikkat çekmek açısından bunları
söylüyorum. Yani Kürt gerçeği içinde
ailedeki bu büyüme tarzı çok ağır
sonuçlara yol açıyor. Ne kadar hızlı
büyütüldünüz, ne kadar emek dışı
büyütüldünüz, aileler yoksul oldukları halde sizi ne kadar paşa gibi
büyüttü? Bunlar büyük çelişkidir,
büyük sorundur. Zaten çocuklar hep
“oğlum büyür paşa olur” tekerlemesiyle büyütürler. Karşımızda hiç
emek harcamayan bir general gibi
duruyorsunuz. Bu, büyütülüş tarzınızın bir sonucudur. Sizi öyle alıştırmışlar. “Çocuğun en iyisi, çocuğun
en güzeli, çocuğun en paşasıdır”
demişler. Sizin şimdi hiç emek harcamadan oldukça yırtıcı bir teorik
ve pratik çabayla sağlayabileceğiniz
gelişmenin kenarından bile geçmeden kendinize rütbeyi layık görmeniz, kendinize militanlığı yakıştırmanız bu yetiştirme tarzınızla bağlantılıdır. Benim bütün iyiliğim, işte
yetiştirme tarzına dahil olmamak,
böyle bir yetiştirmenin talihi ve talihsizliğini yaşamamaktır.
4
Demek ki, benim bu aile konumumdaki çelişkili durumum veya çelişkinin çok erkenden açığa çıkması
daha sonraki gelişmelerin üzerinde
tayin edici bir etkide bulunmuştur.
Bu kurumdan duyulan kuşku beni
geleneklere, himayelere onlara dayanarak ayakta kalmalara karşı da
kuşkuya götürdü. Zaten herkes “Babam beni şöyle korur, anam beni
şöyle korur” diyerek yetişir. Anasına
ve babasına dayanmadan bir çocuğun
yetişmesi zaten mümkün değildir.
Ama bunun bizim yaşadığımız biçimiyle erken yaşta karşılanması ve
çok erkenden bir kopuş, bizim daha
sonraki bağımsızlaşmamıza büyük
katkı sunuyor. Toplumdaki çelişkileri
anlamamıza, aile değerlerine göre
değil, ulusal ve toplumsal değerlere
göre özen göstermemize ortam sunuyor. Beni erkenden ona açık tutuyor.
Yani onların beni himaye etmelerini
inkar etmemeliyim. Şunu da hatırlatmalıyım ki, ben boyun eğmeci bir
çocuk da olabilirdim. Ama hala hatırlıyorum. Anam beni kendi çelişkilerine göre bir savaşçılığa itmede
müthişti. Hatta en büyük terbiyeyi
oradan aldığımı söyleyebilirim. Yani
şunu gördüm; sen düşmanlarınla uğraşmazsan, ekmek yiyemez veya asla
yaşayamazsın! Bu önemli bir eğitim
özelliği olsa gerekir. Çünkü kendine
göre düşman bellediklerine karşı mücadeleciydi; örneğin bir çocuk bana
tokat vurmuşsu, “intikamını almazsan,
kesinlikle eve gelemezsin” diyordu.
İntikam almadan geldiğimde beni
kovuyordu. “Mutlaka gidip sende
karşılık vereceksin” diye zorluyordu.
Bazı çocuklarla kavgamı hala hatırlıyorum. Bu kavgalar kesinlikle onun
zorlamasıydı. Bana kalsaydı, çocuklar
beni vurduklarında, ağlayıp sızlayarak.
“Beni korumalısınız, ana git sen intikamımı al, baba sen al” derdim ve
zaten öyle yapıyordum. Bütün ço-
STÊRKA CİWAN
cukların durumu böyledir. Yani dayak
yediklerinde ve kendilerine bir zarar
geldiğinde, ağlaya sızlaya, koşa koşa
önce babalarına, sonra analarına sarılırlar. Öyle karşılık verdirmeye çalışırlar. Burada böyle bir karşılık söz
konusu değil. Sen gidip karşılık vereceksin. Bu, doğru bir eğitim tarzı
olsa gerek. O da bir çocuktur, sen de
bir çocuksun. Kaldı ki kendisi de gidiyordu, onların sahipleriyle savaşıyordu. “Senin çocuğun böyle yapmışsa, ben de böyle yaparım” diyordu.
Ama bize de yaptırıyordu.
da mümkündü. Bu anlamda değerini
takdir etmek gerekir sanıyorum.
Bunu dışında bize verebilecekleri
fazla bir şeyleri yoktu. Okul sürecine
Anam bana şöyle bir duygu
vermiş oldu; bana sığınarak
yaşayamazsın
Kısaca anam bana şöyle bir duygu
vermiş oldu; bana sığınarak, hep benden destek alarak, yardım görerek,
böyle ağlayıp sızlayarak, özellikle
böyle davranarak yaşayamazsın. Mutlaka bir cevabın olacak! Çok ilkeli
de olsa, bu bir öç alma veya bir yetişme duygusu gibi oluyor. Baba tarafından güçlü değil, ana tarafından
çok daha güçlü. Baba tarafından da
var, ama ana tarafı biraz belirleyici
oluyor. Yaşarken mücadeleci olma
özelliğidir bu. Tabii bizi fazla ezdirmedi de. Çünkü biz o çocukları daha
gücü vardı, yaman bir kendini koruma
savaşı da veriliyordu. Yani şunu hissettiriyordu; ben öyle kolay boyun
eğmem; büyük kavga ederim, kıyameti koparırım! Köyde de ondan
daha hamlı bir kişilik yoktu. Böyle
tam bir isyan tufanı. Bağırıp çağırmada, küfürde üstüne yok; erkek
yada kadın kim olursa olsun, korkusuzca üzerine giderdi, köpürür dururdu. Yani olay bir kişilikti. Biraz
da koruma yönünden bir paylaşmam
olmuştur. Yoksa çok silik biri olabilirdik. Onların deyişi ile çok silik ve
her şeye boyun eğen bir çocuk olmak
girdikten sonra, anadan öğreneceğim
fazla bir şey yoktu. Bir kopuş sürecidir sürüp gider. Analardan kopuş
ne kadar doğrudur, ne kadar yanlıştır?
Örnek ana çocukları genellikle daha
sonradan olanakları elverdiğinde ve
paraları olduğunda, analarına hediye
alırlar. Ben öyle bir yönteme başvurmadım. Aslında paramda vardı,
biraz para kazanmama rağmen, akrabalarıma veya anama şöyle bir hediye alayım diye düşünmedim. Belki
bunu yadırgamışlardır. Evet, bu konuda biraz inkarcı davranıyordum,
ama bana göre oğulluk farklı olmalıydı, onların istedikleri gibi bir oğul
olmamakla birlikte, bende başka
türlü iyi bir oğul olma arayışı vardı.
Ben hiçbir zaman dost ilişkilerine
öyle ucuz hediyelerle yaklaşmadım.
Halen de öyleyim. Size her şeyi söyledim; arkadaşlığa ne kadar bağlı
olduğumu, erken yaşlarda ne kadar
çocuk arkadaşlıklarının büyük arayıcısı olduğumu, onlarla olmak için
ne kadar can attığımı, hata öyle arkadaşlıklar oluşturmak için nasıl büyük bir güç zaptettiğimi vurguladım.
Tabii bunun ucuz hediyelerle olmayacağını görüyorum. Bu da fazla
5
ilgi çekici olmuyordu. Güçlü arkadaşlıkların oluşumuna, güçlü ilişkilerin oluşmasına fırsat vermiyordu.
Onun için daha erken yaşlarda insanları bağlamanın değişik yollarını
aklıma getirdim. Aileye bağlı olmanın
da değişik büyüklük yollarını düşünmeye çalıştım.
Basit maddi ilişkilerle, hediye ilişkileriyle, akrabalık ve kirvelik ilişkilerle olsa olsa birkaç ahbap çavuş
kazanırsın. İnsanlığın kitlesini kazanamazsın, bütün halkını kendine kazanamazsın. Çünkü o zamanlar sorun
buydu. Bütün halkı kazanmayı bir
yana bırakalım, komşularımızı bile
çekemiyorduk. Sen nasıl bir kişisin
ki, komşularını bile anlamlı bir biçimde kendinle bütünleştiremiyorsun?
Çok istemene rağmen, köylülerini
bile kazanamıyorsun? Tabii bu duygu
bizi o zaman erkenden daha derin
bağlar arama sürecine soktu. İnsanları,
kapı komşuyu, bütün köylüleri, giderek bütün bir halkı, mümkünse insanlığı nasıl birleştireceksin? İlgi derinliğini nasıl yaratacaksın? Bizdeki
ideolojik arayış, siyasi arayış, parti
arayışı işte böyle olmuştu. Yani insanlar o kadar ilgisizler ve birbirlerinden o kadar kolay vazgeçiyorlar
ki, sen derin bağlanmak zorundasın.
Evet, ucuz hediyelerle sağlanan
bağlar, feodal usullerle kurulan bu
bağlar bana fazla güçlü gelmediği
için, ben de ilgi göstermedim. Din
bağlılığı bana biraz daha derinlikli
geliyordu. O zaman ona sarıldım. O
bağlarla topluluğa bağlanmaya, topluluğa güç vermeye ve güç olmaya
özen gösterdim. Ardından bilim, felsefe, ideoloji, sosyalist ideoloji, siyasi
ilişkiler dediğimiz ilişkiler, örneğin
siyasi ilişkinin bendeki büyüklüğü
nasıl oluştu? Bunlar aslında bu büyük
zayıflıklara bir tepki olarak oluştu...
***
Nîsan 2012
STÊRKA CİWAN
HABER
Kürt Gençleri Newroz Ateşinin
Coşkusuyla Direnişi Yükseltiyor
Stêrka CİWAN
“Avrupa’nın bir çok
alanında
gerçekleştirilen
eylemlerde gençler
Kürt Halk Önderi
Abdullah öcalan’a
özgürlük
talebinde bulunurken,
gerçekleştirdikleri
eylemlerde bahar
direniş hamlesine tüm
güçleri ile
katılacaklarının
mesajını verdiler”
Nîsan 2012
Avrupa’da yaşayan Kürt gençleri Mart
ayında gerçekleştirdikleri eylemlerde
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi ve Kürdistan’da Kürt halkına yönelik saldırıları protesto etti. Avrupa’nın bir çok alanında gerçekleştirilen
eylemlerde gençler Kürt Halk Önderi
Abdullah Öcalan’a özgürlük talebinde
bulunurken, gerçekleştirdikleri eylemlerde
bahar direniş hamlesine tüm güçleri ile
katılacaklarının mesajını verdiler. Newroz
ile beraber artış gösteren eylemlerin ilerleyen süreçte artarak geliştirileceği bu
eylemlerden anlaşılmaktadır.
Marsilya ve Paris’te gençler
özgürlük taleplerini yükselttiler
Marsilya: Fransa’nın güneyindeki
Marsilya kentinde bir grup Kürt genci
6
polis karakolu karşısındaki bir köprüye
“Öcalan’a özgürlük, Kürdistan’a özerklik” yazılı pankart astı.
Yine Marsilya’da bir araya gelen
40’a yakın Kürt genci Kürt Halk Önderi
Abdullah Öcalan’ın üzerindeki tecridi
ve İstanbul’da Newroz kutlamalarında
BDP yöneticisi Hacı Zengin katledilişini
kınamak için korsan yol işgal eylemi
gerçekleştirildi.
Canabiere Meydan’ında toplanan
gençler burada bulunan altı yol kavşağını
işgal ederek, oturma eylemi başlattı.
Yaklaşık 40 dakika süren eylemin Kürt
halkı ve Önderliğine yönelik tecride
kaşı gerçekleştiği belirtilirken, gençler
ayrıca Strasbourg kentinde Kürt Halk
Önderi Abdullah Öcalan’a özgürlük talebiyle süresiz açlık grevinde olan eylemcileri de selamladılar.
STÊRKA CİWAN
Marsilya’daki Kürt gençleri gerçekleştirdikleri bir diğer eylemdeyse,
Draginya Valiliğine yürüyerek Öcalan’a özgürlük taleplerini dile getirdiler. 50 Kürt genci Kürt Halk Önderi
Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi
protesto etmek amacıyla bir araya
gelerek, Draginya Valiliğine doğru
korsan bir yürüyüş gerçekleştirdi.
Sık sık Öcalan lehine sloganlar atan
gençler, Uzun süre Marsilya’nın en
işlek caddelerinde yürüdüler. Dranginya Valiliğine ulaşan gençler burada eylemlerini sonlandırdılar.
Paris: Paris’te bir araya gelen 150
genç Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi protesto etmek
için korsan yürüyüş düzenledi. Gençler
düzenledikleri eylemde Strasbourg’ta
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a
özgürlük talebiyle süresiz açlık grevine
giren grevcilerin direnişlerini selamladıklarını belirtiler.
Yine Paris’de Kürt gençleri öncülüğünde gerçekleştirilen Newroz yürüyüşüne yüzlerce Kürdistanlı katıldı.
Çoğunluğu gençlerden oluşan yürüyüş
Bastille Meydanı’nda başladı. PKK
bayrakları, Öcalan posterleri, Kürdistan özgürlük mücadelesinde yaşamını yitiren şehitlerin resimleri ve
Newroz’a ilişkin pankartlarla taşıyan
kitle ellerinde meşaleler ile Bastille
Meydan’ından Stalingrad Meydanı’na
doğu yürüyüşe geçti.
Ulusal kıyafet giyen kadınlar, gençler Newroz’un coşkusunu Paris sokaklarına taşırken, yine dillerinde
“Öcalan’a özgürlük” sloganı vardı.
Stalingrad Meydanı’na kadar yürüyen
kitle, burada devrim şehitleri anısına
yapılan saygı duruşunun ardından,
Newroz’un coşkusuyla halaya durdu.
Stalingrad Meydanı’nı havai fişekler
ile renklendiren gençler, çekilen halaylar ve atılan sloganlar eşliğinde
eylemlerini sonlandırıldı.
Darmstadt’da Kürt gençleri
AF Örgütü ile görüştü
Dramstadt :Avupa’da yaşayan Kürt
gençleri Kürt Halk Önderi Abdullah
Öcalan üzerindeki tecride Kürt halkı
üzerinde uygulanan baskı ve şiddete
dikkat çekmek amacı ile uluslararası
AF örgütü ile görüştüler.
baskılara değindiler. Yetkililerden duyarlılık sözü alan gençler kurumdan
ayrıldı.
Hollanda’da misilleme eylemi
Rotterdam: Hollanda'nın Rotterdam
kentinde kendilerine Baz Mordem İntikam Tugayı adı veren bir grup genç,
İstanbul'da yapılan Newroz kutlamalarında BDP Arnavutköy ilçe yöneticisi
Hacı Zengin'in polis tarafından vurularak şehit edilmesini protesto etmek
için Zaman gazetesi bürosuna eyleme
gerçekleştirdi. Büronun tüm camlarını
kıran gençler, ayrıca Schiedam'da bulunan ülkü ocaklarını da hedef aldı.
Kürt gençleri Ulusal Kürt Gençlik
Konferansı’nda bir araya geldi
Almanya'nın Darmstadt ve Frankfurt
kentinden gelen Kürt gençlerinden oluşan15 kişilik grup uluslararası AF Örgütü yetkilileri ile görüştü. AF örgütü
yetkileri tarafından kabul edilen gençler
yaptıkları görüşmede yetkililere, Türk
devletinin tutuklamalarla ve askeri operasyonlarla Kürdistan'da estirdiği terör
ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan
üzerinde yürütülen tecrit hakkında bir
dosya sundu. Gençler Uluslararası AF
Örgütünün konuyla ilgilenmesini ve
gündeme getirmesini beklediklerini
dile getirerek Kürt halkının yaşadığı
7
Hewler: Ulusal Kürt Gençlik Konferansı’nın Güney Kürdistan'ın Hewler
kentinde 15 ile 17 Mart tarihleri arasında
gerçekleştirildi.
Üç gün süren Konferansa başta Federal Kürdistan Bölgesi, Türkiye, Suriye, İran ve dünyanın birçok yerinde
delegeler katıldı. Avrupa ve farklı
alanlardan konferansa 300'ye yakın
delegenin davet edildiği Konferans
Ey Raqîp marşı ve Kürt halkının özgürlük mücadelesinde yaşamını yitirenler anısına saygı duruşuyla başladı.
Hazırlık komitesi adına Omît Xoşnav
Nîsan 2012
STÊRKA CİWAN
yaptığı konuşmada; Kürdistan'ın dört
parçasından Kürt gençlerinin bir araya
gelmesinin Kürt siyasi partilerine bir
mesaj olduğunu belirtirken. Daha sonra
Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzanî yaptığı konuşmada Kürt halkının
bir ulus olarak kendi kaderini tayin
hakkının meşru bir hak olduğunu söyledi. Barzanî konuşmasında "Artık
Kürtlerin tek stratejisi vardır o da
ulusal stratejidir" dedi. Barzani konuşmasının sonunda Kürt halkının
bölge halklarıyla kardeşlik içinde yaşamak istediğini belirtirken, Kürtlerin
öz savunma hakkının olduğunu da
vurguladı. Barzani “Öz savunma meşru bir haktır. Kürtler şimdiye kadar
Türk, Fars ve Araplarla savaşmadılar.
Eğer savaştılarsa egemen devletlerle
savaştılar. Umuyorum ki bu yıl
gerçekleştirdiğiniz Ulusal Kürt
Gençlik Konferansı tüm
Nîsan 2012
dünyaya barış mesajı verecektir.
Konferansta Kuzey Kürdistan Gençleri adına Hasan Topalan yaptığı konuşmada "Bugün gençler burada Kürdistan 4 parçası arasında bir köprü
oldu" dedi. Topalan " Her ne kadar
Kürtler arasında sınırlar konmuş olsa
da artık Kürtler bunu ne tanıyor ne de
bu sınırların anlamı kaldı" şeklinde
konuştu.
Konferansta KCK Yürütme Konseyi
de bir mesaj gönderdi.
Konferansa BDP ve
PYD üyeleri, Doğu
Kürdistan ve Güney Kürdistan
partileri, çok sayıda aydın ve
siyasetçide ka-
8
tıldı. Konferansın birinci bölümünün
sonunda Doğu Kürdistanlı Koma Jîwar
sahneye çıkarak şarkılarını konferans
katılımcıları için söyledi.
Kürt gençleri 16 Mart 2011'de Kürtler
arası birliğin güçlendirilmesi amacıyla
Amed'de "Birinci ulusal Kürt Gençlik
Konferansı" gerçekleştirilmişti. Konferans sonunda gençler 21 maddelik
bir sonuç bildirgesi açıkladı.Sonuç bildirgesinde yer alan maddelerden bazıları
şöyle;
1) Kürt gençleri Kürdistan'ın dört
parçasında Kürt halkına karşı saldırılara
karşı mücadele eder.
2) Kürt dili üzerindeki asimilasyoncu
politikaları kınar ve asimilasyona karşı
kendi diline sahip çıkar.
3) Bütün Kürt siyasi kesimlerin katılımıyla Kürt ulusal birliğinin geliştirilmesini gerekli görür.
4) Kürdistan'ın her dört parçasında
Kürt sorununun çözümü için barışçıl
ve demokratik yöntemin uygulanması
gereklidir.
5) Kürt gençlerinin çalışmalarının
daha da güçlendirilmesi için Gençlik
federasyonunun kurulmasını gerekli
görür.
6) Suriye, türkiye ve İran hapishanelerinde, aralarında Kürt Halk Önderi
Abdullah Öcalan’ın
da bulunduğu tüm
Kürt Özgürlük
STÊRKA CİWAN
mücadelesi tutsaklarının serbest bırakılmasını talep eder.
7) Her yıl Gençlik Konferansı’nın
düzenlemesini ve imkanlar oluşursa
konferansın Batı Kürdistan'da gerçekleştirilmesini gerekli görür.
8) Kürtler arası kardeş kavgasının
hiç bir şekilde tekrar etmemesi gerektiğini belirtir ve her türlü kardeş kavgasını kınar.
9) Kadına karşı he türlü
katliam, işkence, cinayet, recm
ve fuhuş dayatmalarına karşı
mücadele eder ve Kadın özgürlüğü için direnişte olur.
10)Diğer halklar gibi Kürt
halkı da kendi kaderini tayin
etme hakkına sahiptir.
Rojaciwan Newroz ile yenilendi
Rojaciwan sitesi Kürt ve Ortadoğu
halklarının diriliş bayramı Newroz'la
birlikte takipçi kitlesinin karşısına yenilenmiş bir format ve dizayn ile çıktı.
Kürt sanal basınının en büyük üye
ve izleyicisine sahip sitelerden biri olan
Rojaciwan, Kürt geçliğinin sesi olmaya
devam ediyor. 2004 yılında bir grup
gencin çabalarıyla yayın hayatına başlayan Rojaciwan tüm saldırı ve engellemelere karşı 8 yıldır kesintisiz yayınını
sürdürüyor.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın
Türkiye’ye teslim edildiği 15 Şubat
komplosunu protesto amacıyla 15 şubat
2004'te yayın hayatına başlayan Rojaciwan, bu güne kadar Kürt gençliğini
güncel gelişmelerden haberdar etmenin
yanında Kürt kimliğine, tarihine, kültürüne, yönelik yayın ve çalışmalarıyla
Kürt gençliğinde ulusal ve özgürlük
bilincinin gelişmesinde önemli bir rol
üstlene bir site olmuştur.
Şimdiye kadar sitede emeği geçen
onlarca çalışan ve yüzlerce genç olmakla birlikte Rojaciwan sitesi üze-
rindeki emeğin sembolü Hidar Ferat
(Muhammed Bahçeci) olmuştur. Kürt
özgürlük mücadelesinde şehit düşen
Hidar Ferat sitenin kuruluşundan itibaren site çalışmalarına büyük bir
emek ve değer katmıştır. Onun çabası
ve yaratıcı düşünceleriyle site 63 bin
üye sayısını aşarak dünyadaki 140
milyon site içinde ilk 20 binin arasına
girmeyi başarmıştır.
ancak zaman ile bu eksiklerin giderileceğini belirtirken, bu konuda üye
ve takipçilerinin önerilerinin kendileri açısından önemli olduğunu
dile getirdi.
“Sitemiz Rojaciwan “Genç başladık
genç başaracağız” şiarıyla başladığı
yayın hayatını sürdürmektedir. Bu ilkeyi esas alarak özel savaş basınına
karşı gerçek, özgür, toplumcu ve genç
Hidar Ferat’ın siteyi bir Kürt ulusal
gençlik ajansı haline getirme hayallerinin
bu gün daha kapsamlı hedeflendiğini
belirten site yönetimi yapmış olduğu
açıklamada: “Amacımız Hidar Ferat’ın
hayallerine bir adım daha yaklaşarak
sitemizi daha zengin, içerikli ve kullanışlı hale getirmektir. Daha fazla gence
ulaşmaktır. Siteye Kürtçenin Kurmanci
lehçesi ve Türkçe dili üzerinden olan
haber ve yazı yayınına Kürçe’nin Zazaca
lehçesini de eklendiğini belirtti.
Yine sitede birçok yeniliğe de yer
veren Rojaciwan sitesi, genç kadın bölümü ile genç kadın kitlelerinin taleplerine yanıt olmaya çalışırken, sitede
video ve resim bölümleri ile görselliği
ön pılana çıkarmayı hedefliyor. Sitede
bir diğer yenilik de Avrupa’da 94 yılından bu yana yayın yapan Sterka Ciwan dergisinin tüm arşivinin siteye
alınması çalışmasının yürütüldüğü belirtildi. Bunların dışında birçok yeniliği
içerisinde barındıran Rojaciwan sitesi
önümüzdeki dönemde oldukça ciddi
çalışmalara imza atacağa benziyor.
Site yönetimi son olarak sitede
henüz bir çok eksiğin bulunduğunu
basıncılık çizgisini esas alacaktır” denilen açıklamada yeni dönemde birçok
yenilik ile Kürt gençlerin sanal alemdeki merkezi görevini daha güçlü yerine getirileceği belirtildi.
9
Den Hang’ta gençler Newroz’u
kutladı
Hollanda'nın Den Haag kentinde
Schalkburgstraat'ta kendilerine Rustem Cudi intikam tugayı adını veren
yaklaşık 20'ye yakın Kürt genci, faşistlerin yoğun yaşadığı ve Ülkü Ocağının bulunduğu meydanda ateş yakarak Newroz'u kutladı.
Ellerinde KCK, Komalên Ciwan,
PKK ve Kürt Halk Önderi Abdullah
Öcalan'ın bayraklarını taşıyan gençler
sık sık "Den Hang ovası, Apocular
yuvası", "Apocular burada, faşistler
nerede", sloganlarıyla meydanı inlettiler. O sırada Ülkü ocaklarının
içerisinde bulunan yaklaşık 40 kişi
içeriden çıkamayarak gençleri izlemekle yetindiler.
***
Nîsan 2012
STÊRKA CİWAN
PERSPEKTİF
Direniş zafere götürür
Hidar FERAT
“Avrupa’da yaşayan
Kürt gençleri örgütsel
alanda da ülkedeki
gelişmelere paralel
kendi örgütlülüklerini
ve eylemselliklerini
geliştirmelidir.
Amed Newroz ruhuna
yakışır bir duruşla
Newroz atılımına
Avrupa cephesinde
cevap olmaldır.
Nîsan 2012
2012 Newrozu Kürdistan’da yeni
bir süreç başlatmıştır. Bu yeni sürece
girişin büyük adımı Amed Newroz’unda
atılmışıdır. Kürdistan ve Ortadoğu’da
büyük alt üst oluşların yaşandığı, büyük
tarihsel gelişmelere gebe bir süreçte
Newroz bundan sonraki gelişmelerin
gidişatını etkileyecek bir öneme sahipti.
Newroz’da ortaya konulacak tavır ve
ortaya çıkacak sonuç bundan sonraki
süreci de belirleyecek ve gelişmelere
yön verecekti. Başta bölge güçleri
olmak üzere özellikle Kürdistan üzerinde
hesabı olan tüm siyasi güçlerin de gözü
Newroz’da çıkacak sonuçtaydı.
Kürt halkı açısından da bu Newroz
tarihi bir anlama sahipti. Çünkü Ortadoğu’nun içinde bulunduğu koşullar
ve gelişmeler Kürtlerin kaderini yakından ilgilendiren gelişmelerdir. Bir
yılı aşkın süredir Arap baharı adı verilen
ve bölgedeki gerici rejimlerin bir bir
yıkılmasına yol açan süreç bütün hızıyla
devam ederken, bölge üzerinde hesabı
olan her güç de bölgenin yeni şekillenmesinde etkili olmak için mücadele
içinde bulunmaktadır. Bölgenin yeniden
şekillenmesinde en çok etkilenecek ve
etkileyecek bölgesel güç Kürt halkıdır.
Etkilenecek çünkü yıkılmakta olan
bölge statükosunda Kürtlerin yeri yoktu.
Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesi
ve Kürtlerin inkarı üzerinden şekillenen
10
statüko yüz yıldır devam etmekteydi.
Bunun yıkılması yeni bir durum oluşturmaktadır. Etkileyecek çünkü bu gün
Ortadoğu’da en örgütlü ve etkili, devrimci bir ideolojik çizgi ve siyasal
duruşa sahip halk Kürtlerdir. Öder Apo
öncülüğünde yürütülen Özgürlük mücadelesi, Kürt halkını inkar ve imha
statükosuna karşı uyandırmış, ayağa
kaldırmış ve özgürlük yürüyüşünde
önemli mesafeler aldırmıştır. Bu yılıki
Newroz’da da ortaya çıkan durum
bunun en somut göstergesi olmuştur.
Tüm baskı, yasaklama ve tehditlere
rağmen milyonlar Newroz ateşi etrafında
kenetlenerek özgürlük kararlılıklarını
göstermiştir.
Demirci Kawa’dan Çağdaş Kawa
Mazlum Doğan’a, Rahşan ve Berivanlara, Semalara kadar özgürlük tutkunu
Newroz şehitlerinin mirasını yaşatan
Newrozlaşan özgür bir halk duruşu ortaya konmuştur.
Hiçbir güç, egemenlik aracı ve yöntemi özgürlük tutkunu bir halka geri
adım attıramaz
Bu gelişmeler karşısında çılgına dönen sömürgeci güçler 30 yıldır her
türlü yöntemini kullanarak bu gelişimin
önünü tutmaya çalışmış fakat bunu
durdurmak bir yana gelişmeleri hızlanmıştır. 2012 Newroz bunun en
somut ifadesidir. Hiçbir güç, egemenlik
STÊRKA CİWAN
aracı ve yöntemi özgürlük tutkunu
bir halka geri adım attıramaz ve
esaret altına alamaz. Bu her yıl bir
kez daha kanıtlanmaktadır. Fakat
bunu anlamak istemeyen sömürgeci
egemen güçler ömürlerini biraz daha
uzatmak uğruna saldırılarına devam
etmektedir. Bunların son temsilcisi
AKP hükümetidir.
Uluslarası sermaye güçleri ve özellikle ABD’nin bölgede ılımlı islam
projesi temelinde iktidara getirilen
AKP hükümetine Kürtler üzerindeki
sömürgeci sistemi yeniden kurma
görevi de verilmiş ve bu görevini yerine getirmesi için her türlü destek
sunulmuştur. Kürt özgürlük mücadelesini tasfiye konusunda her türlü imkan sunulmuştur. Özgürlük mücadelesinin paramparça ettiği klasik sömürgeci sistemi, ılımlı İslam adı
altında halkın dini duygularını kullanarak yeniden kurmaya çalışan
AKP’nin de maskesi artık düşmüştür.
Teşhir olmuştur. Bunu sağlayan en
başta Önder Apo’nun İmralı’daki direnişi, Özgürlük mücadelesinin ve
Kürt halkının mücadelesidir. Bu teşhir
karşısında AKP-Fethullah Gülen Cemaati ittifakı hırçınlaşarak Kürtler
üzerindeki saldırılarını tırmandırmışlardır. Kürt halkının siyasi iradesi olarak kabul ettiği Önder Apo üzerindeki
tecridi en üst aşamaya çıkarmış 7 ayı
aşkın bir süredir dış dünyadan tamamen koparmıştır. Yine Kürt özgürlük
gerillalarına karşı kimyasal silah dahil
her türlü vahşet yöntemini kullanmaktan geri durmamış, Roboski’de
sivil Kürt çocuklarının üzerine savaş
uçaklarıyla ölüm kusmuştur. 7 bin
Kürt siyasetçisini tutuklayarak cezaevine atmış Kürt halkının iradesini
kırarak özgürlük mücadelesinden koparmayı amaçlamıştır. Kürt çocuklarını
hiçbir gerekçe olmadan cezaevlerine
atıp orada onlara karşı her türlü işkence,
taciz ve tecavüzü sistematik bir şekilde
uygulamaktadır. Cemaatin Pensilvanyalı imamı Gülen oturduğu yerden
Kürt halkının katliamına fetva çıkarmıştır. Son uygulama da Kürt halkının
Demirci Kawa’dan beri direniş bayramı olan Newroz’u engelleme veya
kutlanma biçimi ve zamanını kendisi
belirleme cüretine kadar gitmiştir.
Açlık grevleri Amed zindan
direniş ruhunun yeniden
canlandırılmasıdır
Bütün bu baskı politikalarına
karşı bu yılın ilk hamlesi Önder
Apo’nun uluslararası komployla
korsan bir şekilde kaçırılıp esaret
altına alınmasının 13. yıldönümü
15 Şubat’ta başlamıştır. Kürdistan
ve Türkiye’nin dört bir tarafında
Kürt halkı ayağa kalkmış komployu
kınamış ve Önderliğinin özgürlüğünü talep etmiştir. “Artık yeter
ya özgürlük ya özgürlük” diyerek
faşizan uygulamalara karşı direnişi
yükseltmiştir. Tüm sokaklar, alanlar,
eylem yeri haline getirilirken en
anlamlı fedaice eylem cezaevlerinden gelmiştir. Aralarında dört BDP
milletvekilinin de bulunduğu yüz-
11
lerce özgürlük tutsağı Önder Apo
üzerindeki uygulamalar ve Kürt
halkına karşı yürütüle soykırım politikalarını protesto etmek amacıyla
süresiz dönüşümsüz açlık grevine
başladıklarını duyurarak Amed Zindan direniş geleneğini canlandırarak
cezaevlerini de bir direniş kalesi
haline getirmişlerdir.
Zindan geleneğinin bir devamı
olan bu tavır Kürt halkı tarafından
da sahiplenilmiş ve desteklenmiştir.
Kürdistan ve Türkiye kentlerinde
binlerce kişi destek amaçlı açlık
grevine girerek bu direnişin etrafında kenetlenmiştir
Avrupa’da da 15 kişilik “Önderliğe özgürlük inisiyatifi” üyeleri
Başta Önder Apo üzerindeki politikalar olmak üzere Kürtlere uygulanan soykırım politikalarını Avrupa ve dünya gündemine sokmak
için “Öcalan’a özgürlük Kürt halkına siyasi statü” şiarıyla 1 Mart’tan
itibaren süresiz dönüşümsüz açlık
grevine başlamıştır. Kürt halkı bu
eylemlerle dosta düşmana teslimiyete hayır direnişe evet mesajı vermiştir. Bıcağın kemiğe dayandığı
baskıcı faşizan politikalar karşı-
Nîsan 2012
STÊRKA CİWAN
operasyonları, gözaltı tutuklama, işkence tehdit dayatmalarına karşı halka
hiçbir geri adım attırılamamıştır.
2012 Newroz’u ulusal birliği
pekiştirmiştir
sında Kürt halkı direniş bayrağını
her alanda yükseltmiş ve egemen
sömürgeci güçlerin yüzüne bir şamar gibi indirmiştir.
hiçbir baskıyı ve dayatmayı kabul etmez. Hiçbir devlet ve egemen güç
bir toplumun özgürlük ruhunu, bayramlarını tasarrufu altına alamaz.
Bu anlamda buna en iyi cevap
Newroz’da sömürgeci sistem AKP 2012 Newrozu’nda verilmiştir.
şahsında son yenilgisini almıştır Amed’te verilmiştir, İstanbul’da verilmiştir, Batman’da, Cizre’de, Wan’da,
Gever’de Kürdistan’ın dört bir taraKürt halkı ve öncüleri her zerresini fında verilmiştir. Tüm engelleme,
direne direne yarattıkları bu değer- tehdit ve baskılara rağmen milyonlar
lerden hiçbir tehdit ve saldırı karşısında alanlara çıkmış ve Newroz’u, anlamına
taviz vermeyeceklerini ortaya koy- yakışır bir şekilde direne direne önmuştur. Newroz yasaklama ve egel- lerine çıkan tüm engelleri yıka yıka
lemeleri karşısıdan Kürt halkının kutlamıştır. Kürt halkı tüm dünyaya
ortaya koyduğu tavır bu direniş gele- mesajını net iletmiştir.
neğinin zirvesidir. Kürt halkı şimdiye
Özgürlük tutkusuyla serhıldana
kadar Newroz’u kutlamak için kim- kalkmış Kürt halkı taleplerini çok net
seden izin ve onay beklemedi. Demirci bir şekilde ortaya koymuştur. An
Kawa ilk direniş ateşini Dehak’tan Azadi An Azadi, Öcalan’a özgürlük
izin alarak yakmadı. Mazlum Doğan Kürdistan’a statü.
Amed zindanında Newroz’u üç kibritle
Bu taleplerle alanlara çıkan halk
kutlarken faşist cuntadan izin alarak önlerine çıkan polis barikatlarını aşarkutlamadı, Sema Yüce hiç kimseden ken aslında sömürgeci sistemin son
izin alarak bedenini Newroz meşalesi kalıntılarını yerle bir etmiştir. Artık
haline getirmedi. Kürt halkı 90’lı yıl- tam bir acz durumuna düşen soykılarda devlet terörü altında Newrozu rımcı sömürgeci sistem AKP şahsında
serhildanlarla karşılarken özel savaş son yenilgisini almıştır. Devlet polihükümetlerinden izin almadı. Bu gün tikaları Kürdistan’da iflas etmiştir.
de Kürt halkı Newrozunu kutlamak
Bu newroz’un en önemli özelliği
için çağdaş Dehaq AKP hükümetinden ve farkı devletin yasaklamalarına rağonay beklemeyecekti ve beklemedi men Kürdistan tarihinde yapılan en
.Newroz’un kendisi bir direniş ve öz- kitlesel sivil itaatsizlik eylemidir. Devgürlük bayramıdır. Özgürlük ruhudur, letin yıllardır süren siyasal soykırım
Nîsan 2012
12
Bu Newroz’un ortaya koyduğu bir
diğer gerçekse Önder Apo şahsında
gelişen özgür Kürt duruşu toplumsallaşmıştır. Mazlumların, Kemallerin,
Agitlerin, Zilanların, Rahşan ve Berivanların, direniş çizgisi milyonlara
mal olmuş halklaşmıştır. Toplumun
öncüleri olan siyasetçilerin hepsi tutuklansa da, engellense de, tecrit altına
alınsa da bu özgürlük ruhu halklaştığı
için halk gereken yerde gereken tavrı
koymasını öğrenmiştir. Bu halk özgür
yaşamda ısrarlıdır. Birileri tarafından
sürüklenen bir halk değil, kendi bilinciyle öz iradesiyle ve özgürlük tutkusuyla hareket eden bir halktır. Bu
gerçek toplumsal bir devrim gerçekleştiğinin ifadesidir. Bu anlamda 2012
Newroz’u bu devrimin ilanıdır. KCK
operasyonları adı altında yürütülen
soykırım operasyonları politikası bu
gerçek karşısında çökmüştür.
Bu anlamda Amed Newrozu’nda
sembolleşen ama Kürdistan’ın dört
bir tarafında, Türkiye kentlerinde Batı
Kürdistan’da, Güney Kürdistan’da ve
dünyanın her tarafında aynı ruhla kutlanan Newroz tarihi bir Newroz olmuştur. Bundan sonraki gelişmelere
yön veren, Özgürleşme yönünde ilerleyen bir süreci başlatmıştır.
Bu Newroz’un diğer bir önemli
özelliği ise Kürt ulusal birliğini sağlayan Newroz olmasıdır. İlk defa bu
Newrozda Ulusal duruş ve birliktelik
bu düzeyde yakalanmıştır. Özellikle
son dönemlerde yürtülen ulusal birlik
çalışmalarının heyecanı Newroz’a
yansımıştır. Batı’da Güney’de ve Kuzey’deki kutlamalar birbirini selamlamış ve ulusal duygu birlikteliğini
STÊRKA CİWAN
yakalamıştır. Özellikle Batı Kürdistan’daki kutlamalar Devrimsel bir gelişmeyi açığa çıkarmıştır. Batı Kürdistan’da Newroz bir referanduma
dönüşmüştür. Batı Kürdistan halkı
yediden yetmişe kutlamalara katılarak
2012 Newroz’unda Demokratik
Özerkliği’ni fiili olarak ilan etmiş ve
kutlamalarda bunun pratiğini uygulamıştır. Önümüzdeki aylar
Batı Kürdistan’ın statüsünün belirleneceği
aylar olacaktır.
Orada da
k a -
O açıdan dikkati ve duyarlı olmakta
da gerekir. Yenilen bir güç son bir
can havliyle saldırganlaşabilir. Bu anlamda 2012 yılı dişe diş topyekun bir
mücadele yılı olacaktır.
Bu anlamda hazırlıklı olmak gerekmektedir. Kürt gençliği Newrozun
verdiği mesajı doğru okuyarak örgütlenmeli, ve süreci karşılayacak eylemsel bir duruş içinde olmalıdır.
Süreç devrimsel bir süreçtir. Çok kısa
süreye çok büyük gelişmelerin sığdırılabileceği devrimsel sürçlerin sorumluluğu gençliğin omuzlarındadır.
Bunun için süreci en doğru okuması
zandıracak duruş Newroz
direniş duruşudur. Oradaki
gelişmeler diğer parçalardaki
Kürt sorununun çözümünün gidişatını belirleyecektir.
ve hazırlıklı olmadı gereken genliktir.
Devrimsel süreçler geçliğin öncülüğünde ancak zafere ulaşabilir. Kürdistan’da da devrim gençlik ve kadının
öncülüğünde zafer ulaşacaktır. Gençliğin süreci karşılaya bilmesi için en
başta güçlü bir örgütlülüğe kavuşması
gerekir.
Devrimsel hamle sürecini zafere
götürmek kadar başta Önder Apo ve
Kürt halkına yönelik saldırıları karşılayıp etkisiz kılmak ve yenilgiye uğratmak gençliğin en temel görevidir.
Kürt halkı her zamankiden
daha fazla özsavunmaya
ihtiyacı vardır. Yenilgi
alan sömürgeci
sistemin
saldırıları
arttı ve artacaktır. Önderliği
yönlik tecrit bu saldırıların en
önemli boyutudur. Kürt toplumsal
alanına yönelik siyasi soykırım
operasyonları saldırıların ikinci
boyutudur. Gerillaya yönelik kimyasal silah dahil her türlü teknikle
gerçekleştirilen saldırılar yanında Roboskî’de gerçekleşen sivillere yönelik
saldırı, katliam provalarını ifade etmektedir. Kürt çocuklarına yönelik
tutuklama ve cezaevlerinde uygulanan
işkence taciz ve tecavüz Kürt halkının
geleceğine bir saldırıdır. Yine son
dönemlerde Türkiye kentlerinde ve
üniversitelerde devlet destekli sivil
faşist odakların Kürtlere yönelik linç
girişimi bu saldırıların diğer bir boyutudur. Bu anlamda gençliğin temel
görevi olan öz savunma bu süreçte
üzerinde ciddiyet durmayı gerektiren
bir örgütlenme ve eylem alanıdır.
Başta Halk Savunma Güçlerine katılım
olmak üzere Demokratik Özerk Kürdistan toplumunun her mahallesinde,
semtinde, köy ve kentinde ve yurtdışında Kürtlerin yaşadığı her yerde bu
2012 yılı dişe diş topyekun
bir mücadele yılı olacaktır
Bu anlamda 2012 Newrozunda
Kürt halkının duruşu dost düşman
herkese net mesajını vermiştir. Bu
halkı özgürlük yürüyüşünden hiçbir
güç alıkoyamaz. Bu halkı hiçbir güç
Öndeliğinden koparamaz. Bu halkı
hiçbir güç özgürlük mücadelesinden
vazgeçiremez. Bu halk özgür onurlu
bir yaşamdan başka hiçbir yaşamı
kabul etmeyecektir. Bu Newroz direniş
zafere götürür mesajı vermiştir
Özgürlük Hareketini tasfiye ederek
bu baharda onun kutlamasını yapmayı
planlayan AKP devleti uğradığı yenilginin şokuyla kimyası bozulmuştur.
Artık Newroz net mesajını vermiştir:
Direniş. Direnişin devam ettirilmesiyle
AKP şahsında Kürdistan üzerindeki
Sömürgeci sistemin hiçbir hükmü
kalmayacaktır. AKP bu sistemin son
kartıydı ve bu kaybedilmiştir. AKP’nin
bu aşamada hata üstüne hata yapıp
sonunu hızlandırması kaçınılmazdır.
13
Nîsan 2012
STÊRKA CİWAN
temelde bir örgütlenme kaçınılmazdır.
Kürt halkına, siyasetçilerine, kadınına
ve çocuklarına yönelen her saldırıya
Kürt gençliği anında gereken cevabı
vermelidir.
Gençlik, Newroz ruhuna yakışır
bir duruşla Newroz atılımına Avrupa cephesinde cevap olmaldır
Diğer taraftan Demokratik özerk
Kürdistan’ın inşasında temel güç
olan gençlik başta kendini ideolojik
olrak donatarak bunu yapabilcek
bir ideolojik-politik düzeyi kendinde
yaratmalıdır. Bir taraftan sömürgeci
sistemin kurumlarını işlemez hale
getirirken, demokratik özerklik sistemini köy, mahalle semt, kent
meclis ve komünlerinden, öğreci,
işçi, gençlik meclis ve komünlerine
kadar inşa etmeyi kendine görev
bilmelidir.
Gençlik tek başına sömürgeci
sistemin kurumlarını tamamen işlemez kılabilir. Sistemin okullarını
boykottan tutalım, zorla dayatılan
Türkçe dilini boykota, ve en önemlisi askerliği redde kadar, sömürgeci
sisteme son darbeyi vuracak eylemsellikler bizzat gençliğin planlayıp gerçekleştirmesi gereken eylemselliklerdir.
Özellikle bu süreçten sonra hiç
bir Kürt genci Türk ordusuna askere
gitmemelidir. Kürt halkına katliam
provalarının yapıldığı, operasyonların
aralıksız devam ettiği ve her gün
askerliğini yapan bir Kürt’ün, kaza
süsü verilerek katledildiği bir süreçte
Türk ordusuna askere gitmek bu
katliam politikalarına güç vermek
anlamına gelecektir. Bu temelde bedeli ne olursa olsun askerliği reddetmek hatta sömürgeci ordu yerine
kendi halkının meşru savunma güçlerine katılmak en onurlu tavır olacakatır. Bu temelde Türkiye ve KürNîsan 2012
distan’da gelişen Vicdani Red hareketine Onlarca, yüzlerce kişiyle katılımlar sömürgeci orduyu Kürdistan’da tamamen geçersiz kılacakatır.
Vicdani red hareketinin Avurpa’da
yaşayan Kürt gençleri tarafındanda
geliştirilmesi gerekmektedir. Avrupa’da yaşayan Kürt gençlerinin bedelli askerlik adı altında Türk ordusuna aktardıkları milyonlarca Euro
Kürt halkının tepesine bomba olarak
atılmaktadır. Bunun içni Vicdani
Red hareketi sadece Kürdistan ve
Türkiye’de yaşayana gençlerin değil
Avrupa’da yaşayan Kürt gençlerinin de vicdani redlerini kamuoyuna
duyurmaları gerçekleştirmeleri gereken bir eylem biçimidir
Avrupa’da yaşayan Kürt gençleri
örgütsel alanda da ülkedeki gelişmelere paralel kendi örgütlülüklerini
ve eylemselliklerini geliştirmelidir.
Amed Newroz ruhuna yakışır bir
duruşla Newroz atılımına Avrupa
cephesinde cevap olmaldır. Kürt
halkı Newroz’da Demokratik
Özerk’liğini fiili olarak ilan etmiştir.
Avrupa’da da Kürt toplumunun yaşadığı her yer Demokratik Özerklik
sistemi temelinde örgülenmelerin
geliştiği alanlar olmalıdır. Kürt gençleri Sürece cevap olabilmek için
mutlak anlamda örgütlülüklerini bu
temelde geliştirmelidir. Sürekli bir
eylemsellik için örgtülülük şarttır.
Gençler Avrupa’nın her bölgesinde
gençlik meclisleri veya komünler
şeklinde kendi örgtülülüklerini oluşturmalıdır. Nerde iki Kürt genci
varsa orada bir gençlik komünü kurulabilir. Bu ögütlenmeyle bir taraftan orada yaşayan gençleri bilinçledirip eğitir ve ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırken diğer yandan
sürece denk eylemsellikler içine girilebilmelidir. Bu komünlerin birleşiminden de gençlik meclisleri
oluşur. Böyle bir örgütlülük hem
14
Demokratik Özerkliğin ruhuna uygundur hem de sürece cevap olabilecek bir örgütlenme biçimidir. Kürt
gençleri bunu gerçekleştirmek için
inisiyatifli olmalıdır. Kadro bulunmayan yerlerde hiç beklenti içine
girilmemelidir. Bu temelde bir beklenti gençlik ruhuna aykırıdır. Gençlik ruhu öncü ruhtur, gerekli tavrı
ve çalışmayı gereken yerde ve zamanda yapma iradesi, özgüveni ve
kararlılığıdır. 35 yıllık mücadelenin
yarattığı birikim ve günümüzün teknolojik iletişim imkanları üzerinden
her genç istediği kişiye veya kaynağa
ulaşabilir ve kendini eğitip Önderliğin ideolojik çizgisini kavramaya
çalışabilir. Çalışmalıdır. Böylece
yapması gereken çalışmalar hakkında
bir perspektif sahibi olabilir.
Bu temelde Avrupa kapitalist sistminin Kürt gençliğine dayattığı kendi
değerlerine yabancılaşmayı, erime
ve yozlaşmayı tersine çevirip özgür
ruhlu, devrimci, öz değerlerine bağlı
ve onurlu bir gençlik olunabilir.
Süreç gençliğe bunu dayatmaktadır. 2012 Newroz’u önümüze zaferi
kazandıracak bir tarz ve tempoyu
dayatmaktadır. Tüm saldırı ve tasfiye
politikalarına karşı Mazlum Doğan
ruhuyla direnmek, bizi zafere ulaştıracaktır. Mazlum Doğan’dan tam
30 yıl sonra bir Newroz günü Amed
halkının dilinden bize tekrar “Direniş
Zafere Götürür” mesajını vermiştir.
Onun üç kibritle başlattığı Newroz
direnişi 30 yıl sonra zafere ulaşarak
2012 Newroz duruşunu yaratmıştır.
Onun üç kibritle başlattığı direniş
bugün dünyanın her tarafına yayılan
Newroz ateşine dönüşmüştür. Gençliğe düşen bu ateşi daha da büyüterek bu yılı Önderliğin özgürleştiği
ve halkımızın bir statüye kavuştuğu
bir yıl haline getirmektir.
***
STÊRKA CİWAN
MÜCADELE
GENÇ KALMAYA DAİR
Nupelda ENGİN
“Kürtlük bilinci sağlam
temellere dayanmıyor,
evet Kürtsünüz,
Kürtlüğünüzü inkâr
etmiyorsunuz ama kaba
bilinçle bunlara yanıt
olamazsınız.
Kendi tarihinizi iyi
bilmelisiniz.
Kendi hakikatinizi iyi
bilmelisiniz.
Bu konuda müthiş
Bir kirlilik var.”
Rêber APO
Kürt gençleri olarak kendi toplumsal-ulusal tarihimizi bir kere daha anlamaya ve de bu tarihten anladığımız
oranda kendimiz olmaya doğru yönelmekteyiz. Tarihini bilmek kendini yönetme sanatını geliştirebilmeyi de getirmektedir. Kürt gençlerinin en önemli
misyonu uygarlığın tüm yönelimlerine
rağmen demokratik moderniteyi bütün
boyutlarıyla gerçekleştirebilme, inşa
edebilme mücadelesinde gençlik örgütü
olarak örgütsel öncülük yapabilmektir.
Sistem tüm boyutlarda bir imha, soykırım ve bitirme savaşına yöneliyorsa
o halde kendi sistemini inşa etmek gerekmektedir. Tüm bunların dışında en
önemli savaşın kendi sistemini inşa
etme savaşı olduğunu görmek gerekmektedir. Gençlik bu noktada demokratik konfederalizmi en rahat koşullarda
da olsa, en zor koşullarda da olsa inşa
etme görevi ile karşı karşıyadır.
Yani için de bulunduğumuz dönem
her ne olursa olsun kendi sistemini
inşa etme, geliştirme, örgütlemeyi içeren
bütünlüklü-derinleşen bir mücadele dönemini dayatmaktadır. İçinde bulunduğumuz dönem her üç dönemin kazanımlarıyla elde edilen ama kesin başarıya ulaşmayan duruşu bertaraf ederek
kendini örgütlemeyi içermektedir.
Kendi sistemini bütünlüklü bir şekilde inşa edebilmenin gerekli tüm
kazanımları elde edilmiş bu noktada
gerekli aşamaya gelinmiştir. Böylesi
15
anlayışı içeren bu dönemin savaşının
adını Devrimci Halk Savaşı olarak
ele almaktayız. Bu en çetin ve en
zorlu aşamayı da ifade etmektedir.
Çünkü başarmaktan başka yol yoktur.
Ya başarılacak ya da kaybedilecektir.
Buna göre normal-olağan bir dönemden değil uzmanlaşan, derinleşen, bu
boyutlar da güçlenmenin olmazsa olmaz olduğu bir süreçtir. Keskin geçecek olan Devrimci Halk Savaşı ancak ve ancak örgütlü, belli bir stratejiye programa, planlı hareket yeteneğine sahip, taktik ustalıkla hareket
etmeyi gerekli kılmaktadır. Yani oldukça bilinçli, disiplinli, kapsamlı
olduğu için de derinlik gerektiren bir
dönem olmaktadır. Daha öncesinden
üstümüze gelen düşmanla ölümümüz
pahasına savaşmak yetmekteydi ama
şimdi öyle bir sürece geldik ki ölümümüz pahasına katılmak yetmemektedir, her ne olursa olsun düşman
artık Kürdistan topraklarından kovulmalıdır, düşman gerçekliğine Kürdistan’da yaşam alanı bırakılmamalıdır. Eskiyi taklit geçmişi anlamamayı
getirmektedir. Geçmişte yapılması
gerekenler kimi zaman eksik kalsa
da sonuçta yapılmış ve sonuçları alınmıştır, şimdi yapılması gereken bunu
kat be kat aşan bir durumda olabilmeyi
gerektirmektedir. Kısacası kendimizi
ölümüne vermemiz bile yetmemektedir. Her ne pahasına olursa olsun
Nîsan 2012
STÊRKA CİWAN
kendi sistemimizi oluşturabilmek
gerekmektedir. Tekrarlamak da fayda
var Devrimci Halk Savaşı kendi sistemimizi yaratmanın mücadelesi olmaktadır. Bu başarılmadığı sürece
diğer dönemlerin bütün başarısı da
sonuca ulaşmamış ve en önemlisi
de Önder APO’nun İmralı direnişi
anlaşılmamış olacaktır.
Direnişin PKK ile birlikte köklü
bir kültür halini aldı
PKK gerçekliği ilk çıktığı günden
beri kendi içindi demokratik öğeleri
barındırmıştır. Ama bu öğelerin stratejik olarak oldukça saf bir şekil de
ortaya çıkarıldığı bu dönemde bizlere
düşen bu mücadeleyi kazandıracak,
örgütsel öncülük düzeyini ideolojik
öncülüğü tamamlayacak ve diğer
stratejik bir ayak olan kadının örgütsel-öncülük düzeyiyle bütünlüklü
bir şekilde yürütecek bir tempo yakalamaktır.
Demokrasi mücadelemizde stratejik
bir konumu ve bu yönlü yoğun kazanımı olan gençlik; varoluşta ve bir o
kadar da varoluşunu kayıp etmede
de önemli bir hakikate sahiptir.
Devrimci mücadelenin başlangıcı
ve tohumları gençlik ruhu ve erdemleri
Nîsan 2012
ile atılmıştır. Kemal Pir gibi, Haki
Karer gibi, Mehmet Karasungur gibi
gençleri olan mücadelenin sahipleri
olmak, kendi başına eşsiz bir olay,
muazzam bir mirastır.
Böyle başlayan, filizlenen, bir büyük
yürüyüşe dönüşen çıkış demokratik
paradigmaya, felsefeye, eylemselliğe
şimdi de öncülük etme sorumluluğu
ile karşı karşıyadır. Özde genç olmak
sorumlu olmak demektir.
Halen Kürt halkının ve toplumsal
değerlerinin en temel savunmasını
yürüten güç içerisinde; bu savaşı
yüklenen bedel olan, Kemallere, Hakilere, Beritanlara, Erdallara doğru
koşan bir gençlik var. Devrimci Halk
Savaşının ruhunu büyük koşuya dönüştüren eylemselliğinin, taktik girişimciliğinin savaşçıları gençlerdir.
Tüm bunlara rağmen bir halk olarak
demokrasi savaşımımızı örgütlü olarak büyük ve yaratıcı bir tempoyla
sahiplenen gençlik örgütlenmesi tam
oluşamamaktadır.
Her şeye rağmen bunun düşmanın
işini kolaylaştıran ve stratejik kazanım
elde ettiği, temel bir çalışmamızın
çürütüldüğü, var olma savaşının hafifletildiği, çözümsüz kişiliklerin ve
kendini öz gerçeklerine adamadan
yoksun; doyuma, tatmine alıştırılmış
16
bir gençlik şekillenmesi gelişmektedir.
Kendini çok bağımsız sanırken aslında bir o kadar tutuk, çabuk pes
eden bilinç ve duygularını diri tutamayan; kendini savunma örgütlülüğünden yoksun kişilik örgütün militan
değerlerine de temel bir saldırı ayağını
oluşturmaktadır.
Genç yaşta olmak genç olmaya
yetmediği gibi gençlik ayakta yürüyen “cahil” konumuna düşürülerek
yüce amaçları büyütememektedir.
Koşullar her ne olursa olsun düşmanın her bir saldırısı da binlerce
kez balyoz etkisi yapacak düzeyde
olsa bile asla ve asla var olma direnişinden taviz verilmedi. Direnişin
PKK ile birlikte köklü bir kültür halini aldığı aşikârdır. Bunun direncini
Devrimci Halk Savaşı içinde de birçok biçimde vermekteyiz. Lakin toplumsal dinamiklerden biri olan gençliğin kendi örgütlü-öncülük düzeyiyle kendi farkındalığını hareket
haline getiremediğini de oldukça iyi
görebilmeliyiz…
Yaşça genç ama en soylu düşüncelere bile kimi zaman anlam yükleyemeden bakan ve örgüt dışı alışkanlıklara açık bir boğulmayı da yaşayabilmektedir. Örneğin en çok bilinen özgür kadın-erkek ilişkilerine
bile büyük bir anlam verememekte
ve hatta soyut gelebilmekte lakin tatmine dayalı sıradan duyguları kendine
büyük bir gerçeklik sanabilmektedir.
Ne kadar rahat olursa bağımsız olduğunu sanan, kendini böyle özgür
sanan, bu yaşam dışılığa yaşamak
adına katlanabilmektedir.
Ayrıca anlamlandırmama arayış
zayıflığını, zihinsel ağırlığı, her şeyle
yaşayabilen bir ruhu gerektirir ki;
tüm bunlar genç olmamak anlamına
gelir. Genç yaşta genç olmamanın
ruhundan nasibini alamamış bireydir
bunun diğer bir ifadesi de.
Oysaki savaş Apocu kişilik ister.
STÊRKA CİWAN
Apocu kişilik de kendini beğenmeyi,
kendini ölçü gören bireyci davranışları
derin bir özeleştiriyle aşıp kolektiftoplumsal iradeye katılan, adanan birey istemektedir. Nihayetin de kendisi
ile savaşan insan yaşamı basitleştirmez; yaşamı basitleştirmeyen, onu
savunabilecek ruha ve bu ruhun en
temel kritiği olan örgütlülüğe açık
olmayı gerekli kılar.
“En soylu eğitim kendini bilme
eylemidir”
Bir diğer yandan bu dönemin en
önemli görevlerinden biri de Önderlik
gerçeği gereklerine göre yaşayarak
kendin olmanın bilincini ve özyönetimini gerçekleştirip sürdürebilme
ruhuna sahip olabilmedir. Öncelikle
PKK’nin bir kişilik partisi olduğunu;
partileşen kişilikle bütünlük kazanan
hareket olmanın özgürlük iddiamızı
başarıya taşıyacağını görmek önemli
bir rol vermektedir gençliğe. Her
alanda verilen savaşa katılımda ki
eşsiz cesareti kadar özgürlük yeteneklerinde ustalaşan; kendi sistemini
yaratabilecek bir düzey de olabilen,
değerlere müthiş bir ilgi ile yönelebilen, mücadelenin gerekliliklerine
göre olabilen durumda olmayı da
gerektirmektedir. Önder APO “En
soylu eğitim kendini bilme eylemidir”
demektedir. Bunun için içtenlikli ve
iddialı olanların hiçbir zaman Önder
APO’nun gerçeği ile kendisini eğitmekten vazgeçmeyeceğini de bilerek
kişiliklerimizi dönemin ruhuna ve
de gerekliklerine göre yetkin kılmaktan asla ve asla vazgeçmemeliyiz.
Ve kendi tarihimizden de öğrendiğimiz gibi güçlü ideolojik-örgütsel yürüyüş; güçlü-yılmaz kişiliklerle olabilmektedir.
Diğer bir yandan gençlik hareketinin öncü kadrolarının savaş içindeki
katılımlarında çok önemli kadrosal
bir katılım da gerçekleşebilmektedir.
Geçtiğimiz pratikte bu yönlü değeri
asla hiç bir şey ile ölçülemeyecek
şahadetlerimiz de olduğunu gördük
ve yaşadık. Son dönemde şehit düşen
birçok yoldaşımız özgür gençlik ruhunu en güçlü bir biçimde temsil
ediyordu. PKK şehitler gerçeğine
baktığımızda göreceğimiz bir gerçek
var, o da bu topraklar uğruna can
verenlerin genç olmanın bilincini,
moralini, heyecanını en derinden ve
en güçlü yaşayanlar olduğudur. O
yüzden bütün Kürt gençleri kendi
şehitlerine, kahramanlarına sahip çıkma, onların izinde yürüme sorumluluğu ile karşı karşıyadır.
mez, kökleşmez. Bu bakımdan temel
nokta genç sayısının çok olması
değil; temel ölçü ideolojik-parti, örgütsel-eylemsel hata sahip gençlik
hareketinin dar kalması ve yeterli
olmamasıdır.
Kendi sorunlarını görebilen, gördüklerini tartabilen, özgücüne güvenen bir gençlik hem kendi sorunlarına çözüm olabileceği gibi; etrafına, aynı zamanda yaşadığı topluma
da birçok değerli katkıları olabilen
bir gençlik olur.
Rol ve misyondan bahsederken
şunu görebilmek de öneme haizdir.
Kapitalist modernitenin toplumu sömürmeden en büyük zafer kazanma-
Demek ki stratejik olarak gençlik
demokratik halk savaşının güçlenmesinde ivme kazanmasında temel
bir dinamik öğedir. Gençlik hareketinin zayıflığı örgütün zayıflığı; gençliğin kendini bir hareket olarak örgütleyebilmesi demokratik bir direngenlik, dirilik olmaktadır.
Gençlik hareketi oluşamazsa ya
da bir hareket olarak somut perspektif
ve eylemselliğe sahip olmazsa demokrasi toplum içerisinde derinleş-
sının bir yönü de rolsüz-misyonsuz;
rol krizi ve misyon kaçışı yaşayan
veyahut hakkını vermekten oldukça
uzak, güdülmeye daha açık gençlik
kuşağı yaratıyor olmasıdır. Öncelikle
toplumda demokrasi mücadelesinden
ve meşru savunma savaşı içinde bir
rol, görev sahibi olduğumuzu hissetmemiz, sezmemiz, bunun bilinciyle
kendi gençlik örgütlememizi yapmamız gerekmektedir. Önder APO’da
Kürt’ün kendine karşı en sorumsuz
17
Nîsan 2012
STÊRKA CİWAN
ve bu halk adına hiç bir misyon sahiplenilmediği bir dönem içerisinde
kendine biçtiği rol ve misyon ile özgürlük değerlerini bu günlere kadar
getirmiştir. Önderlik; kendine rol ve
misyon veren ve buna göre olmayı
başaran kişilik demektir. Bundan dolayıdır ki öncü-örgütlülük böyle olmayı gerektirmektedir.
Kürt gençleri olarak bizi zorlu,
dolu dolu ve görkemli bir
mücadele dönemi beklemektedir
Öyle ki bir gençliğin hareket olabilmesi için özellikle de içinde olduğumuz bu dönemde hiçbir bahaneye sığınmadan, kendi ayakları üzerinde durup kendi sistemimizi kurabilmemiz için kimi temel özelliklere
sahip olması gerekmektedir. Örneğin
beklentili, ağır-aksak, alıngan-kırılgan
değil; devrimciliğin kolay elde edilen
değil bunun içinde hak ederek, başarıya kilitlenerek kazanmak isteyen
Nîsan 2012
gençlik; amacı olan, disiplinli-çalışkan, sağlam karakteri kendine esas
alan iradeli gençlik bu halkın geleceği
olabilecek olan gençliktir.
Yakınan, sorumluluğun birilerince
üstlenilmesini özde bekleyen, bundan
dolayı da çözüm olmaya, çözümü
üretmeye ve de tam anlamıyla kendini gerekli kıldığı örgütsel arayışlara
yani Önderlik özelliklerine yatırmayan bir gençlik olmaktan kurtulmak
gerekmektedir. Önder APO’nun özgür insan savunmalarında kendisi
için ilke olarak şu sözü hatırlamakta
fayda var.“Yaşlıların tecrübelerine
sürekli saygılı yaklaşır. Gençliğin
coşkusundan hayatın hiçbir döneminde vazgeçmez”. Önderliğin bu
özelliği bizler için daha fazlasıyla
güncel olmaktadır. İhtiyacı gören,
bunun gerekli düşünsel donanımına
bir bakıma eğitsel düzeyine ulaşabilen ve de en önemlisi de düşündüğünü yapabilen gençlik olmak gerekli ve önemlidir. Bu da elbette
18
güçlü bir hareket olmakla, örgütsel
öncülüğü yakalamakla olur.
Sonuç itibariyle genç olmanın vicdanı gür olmalıdır. Üretildi, çalışıldı,
bedel verildi; yeni bir yaşam, ilişki,
yürüyüş; özgürlük çınarına dönüştürüldü ve halen de devam etmektedir.
Gençliğin en önemli rollerinden biri
de bu değerleri korumadır. Ve bu değerleri korumak da bağlılıkla olur.
Bağlı olduğunu hissetmekle ve anlamakla olur. Kürdistan’da genç kalmaya dair en yaman gerçeklik bu olmaktadır. Bu gerçeklik içerisinde asla
vazgeçmeyeceğimiz temel değerlerimizden biri şehitlerimizdir. Şehitler
amansız bir varoluş çiçeklenmesidir,
baharlaşmasıdır. Nihayetin de Devrimci Halk Savaşı verilen bedellerle
bugüne kadar getirildi. Bu var olma
görkemliliğini her yönüyle karşılarken
nerde olursak olalım; şehit vicdanımıza dokunabilmelidir.
O yüzden Kürt gençleri olarak bizi
zorlu, dolu dolu ve görkemli bir mücadele dönemi beklemektedir. 2012
yılı baharını yaşadığımız bugünler
Kürt serhildanlarının en güçlü olduğu,
dur durak bilmediği bir gerçekliğe
sahiptir. Bu gerçekten yola çıkarsak
aynı zamanda Kürt halkı ve onun
özgürlük gerillasının işte bu gerçeklik
içerisinde ne kadar ayrılmaz bir bütünü
oluşturduklarını da görürüz. Kürt
gençleri hem gerillanın güçlendirilmesinden hem de halk ayaklanmalarının öncü gücü olma misyonu taşımasından ötürü bu rolünü en güçlü
bir biçimde yerine getirmekten sorumludur. O yüzden bu temel iki görevine daha çok sahip çıkarak Devrimci
Halk Savaşını daha yükseklere taşımalıdır. Dönem gençliğin daha fazla
mücadele eden, aktif, canlı, coşkuyla
devrimci değerlere sahip çıkan bir
dönemdir.
***
STÊRKA CİWAN
İZLENİM
Apocu ruhla Donanmış Gençlik Zaferin Garantisi,
Özgürlüğün Teminatı olacaktır
Stêrka CİWAN
“Toplantıda bu sürecin
tüm süreçleri aşan bir
önemde olduğu ortaya
konulurken,
mücadelenin de tüm
süreçleri aşan
bir nitelikte olması
gerektiği vurgulandı.
Bu temelde tüm kadro
ve çalışan yapısının
‘Azadiya Önder Apo
azadiya me ye, an azadi
an azadi’ şiarı ile
direnişi yükseltmesi
gerektiği belirtildi”
1 Mart sabahına doğru toplantıya
katılacak olan bütün delegeler toplantının yapılacağı salonun bulunduğu
alanda toplanmıştı. Toplantıya katılan
birçok kişi daha önce gerçekleşen
toplantılardan, ya da çalışma alanlarında beraber çalışmış olmaktan kaynaklı birbirlerini tanımaktaydılar. Bu
tanımanın getirdiği rahatlık ve toplantı
vesilesi ile bir araya gelmiş olma fırsatından istifade her köşede bir sohbet
grubu oluşturulmuştu. Alan çalışmaları, siyasal süreç ve paylaşılması gereken tüm birikmişleri birer birer heybelerinden çıkaran delegelerin sohbetleri oldukça koyuydu.
Kimi arkadaşlar ise ilk defa böylesi
bir toplantıya katılmış olmanın heyecanını yaşamaktaydılar. Biraz tedirgin, oldukça meraklı gözler ile toplantı
öncesi yapılan sohbetleri dinleyen bu
yeni arkadaşlar, sohbete katılmak için
bir aralık beklemekte oldukları izlenimini veriyorlardı. Adeta bir cümle
bekliyorlardı ki bu renkli sohbete
dahil olmak için. Ve o an grubun içerisinde gelen ses bu fırsatı bir anda
yaratıvermişti.
-Merhaba Heval siz nerden geliyorsunuz.
Böylece sohbete katılan yeni arkadaşlar üzerlerindeki çekingenliği atarak
gruba dahil oluyorlardı. Sohbetin iler19
leyen zaman diliminde nihayetinde beklenen çağrıcı ses geliyor
-Heval em destpedıkın
Avrupa Komalen Ciwan örgütü ara
dönem toplantısını 1-7 Mart tarihleri
arasında 65 delegenin katılımı ile gerçekleştirdi. Avrupa’nın birçok sahasında
delegelerin katılımı ile gerçekleştirilen
ara dönem toplantısından özgürlük için
direnişi yükseltme kararlılığı ortaya
çıktı.
Komalen Ciwan Avrupa örgütü oldukça yoğun ve hassas bir süreçte gerçekleştirdiği ara dönem toplantısında
almış olduğu karlar ile önümüzdeki
dönemde Avrupa sahasında görkemli
direniş hamlesine öncülük yapma iddiasını bir kez daha ortaya koydu.
Avrupa’nın hemen hemen tüm sahalarından delegeler 1 Mart tarihinde toplantının yapılacağı alana ulaşırken, bir
kaç istisna dışında hedeflenen delege
sayısının üzerinde bir bileşen ile ara
dönem toplantısına başlandı.
Toplantı yapılan açılış konuşmasının
ardından, Komalen Ciwan’ın toplantıya
göndermiş olduğu mesajın okunması
ile başladı. Siyasal süreç, örgütsel
durum ve planlama gündemleri etrafında gerçekleştirilen toplantıda özellikle
siyasal süreç ve örgütsel durum gündemlerinde oldukça yoğun tartışmalar
yapıldı.
Nîsan 2012
STÊRKA CİWAN
Yapılan siyasal süreç değerlendirmelerinde, dünyadaki, Ortadoğu’daki ve Kürdistan’daki gelişmeler ele
alınırken, yapılan değerlendirmelerde
oldukça kritik bir eşikte olunduğu
tespiti ortaya çıktı. Özellikle “Kürt
Halk Önderi Abdul-lah Öcalan üzerinde sürdürülen tecrit ve Kürdistan’daki gelişmeler tarihi bir mücadelenin gerekliliğini orta-ya koymaktadır” denilen toplantıda, bu
tarihi sürece yanıt olabilmek için
bu sürece denk bir yaklaşımın olması
gerektiği vurgulandı.
Toplantıdan açığa çıkan siyasal
tespitlerde:
Ortadoğu’da gerçekleşen ve dalga
dalga yayılan ‘Arap Baharı’nın son
olarak Kürtlerin bulunduğu coğrafyaya ulaştığı vurgulanırken, bu durum
haliyle Ortadoğu’nun en kritik coğrafyasında mücadele yürüten, yürütmüş
olduğu mücadele ile Ortadoğu’daki
siyasal gelişmeleri etkileyen Kürt
Özgürlük Hareketi’ni de etkilemektedir tespitine varılmıştır.
Buna göre ilerleyen süreçte başta
Suriye olmak üzere, yine Kürtlerin
yaşadığı tüm coğrafyalarda, siyasal
Nîsan 2012
ve konjonktürel bir değişimin açığa
çıkacağı, bu değişim sürecinde en
fazla etkilenecek olan gücün Kürtler
olacağıdır. Özellikle Suriye cephesinde yaşanan gelişmeler Kürtlerin
özerklik mücadelesinde yeni bir cepheyi ortaya koymuştur. Kuşkusuz
Suriye’de geçmişe dayanan bir mücadele gerçeği mevcuttu. Ancak ortaya çıkan Bu durum adeta Marks’ın
devrimi Avrupa’da beklenirken, devrimin Çarlık Rusya’sından ortaya
çıkması gibi bir duruma benzemektedir. Bu anlamı ile Güneybatı Kürdistan’daki gelişmeler oldukça önemlidir. Hatta Kürdistan devrim mücadelesinin gidişatını belirleyecek bir
önem taşımaktadır.
Yine ilerleyen süreçlerde başta ulusal konferans çalışmaları olmak üzere,
Güney Kürdistan’da da oldukça kritik
gelişmelerin yaşanacağı bilinmektedir.
Özelikle ABD’nin Irak’tan çekilmesi
ile beraber artarak gelişen Şia-Arap
çelişkisine Kürtlerin de dahil edilmek
istenmesi, Güney Kürdistan’da da
siyasal ve askeri anlamda bir hareketlenmenin gelişmesi durumunun
an meselesi olduğunu göstermekte.
Bu süreçte Kürtlerin ulusal birlik
20
mücadelesinin büyütmemesi halinde
Ortadoğu’daki gelişmelerden olumsuz
etkilenme riski oldukça yüksektir.
Zira bu süreç parçalı bir duruşu kaldıramayacak kadar hassas bir süreç
olacaktır.
İran cephesindense baharla birlikte
yeniden bir hareketlenmenin olma
olasılığı oldukça yüksek. İran ile
her ne kadar karşılıklı bir ateşkes
durumu yaratılmışsa da, İran gibi
bir güç kendisine tehdit olarak
gördüğü PJAK’ın silahlı mücadelesini sonlandırmak için önümüzdeki
süreçte elinden geleni yapacaktır.
Bu anlamı ile Doğu Kürdistan’da
var olan ateşkes sürecinin bozulması
ihtimali oldukça yüksektir. Hele ki
AB ülkeleri ve ABD’nin İran’a ambargoyu artırma arayışlarının olduğu
bir süreçte, İran bir sonraki hamlenin
kendisine dönük olacağını çok iyi
bilmektedir. Bundan kaynaklı sınırları içerisindeki muhalif güçleri ilerleyen süreçte hedefine alacağından
şüphe yoktur.
Türkiye cephesindeyse başta
Başkan Apo üzerindeki tecrit olmak
üzere, AKP hükümetinin Kürt sorununu PKK’yi tasfiye etme projeleri
ekseninde çözme arayışları kaçınılmaz
bir savaşı önümüze koymaktadır. Ancak bu savaş tüm zamanlardan daha
kapsamlı ve görkemli bir direnişi gerektirmektedir. Askeri alanda olduğu
kadar, serhildan alanlarında ve politik
anlamda görkemli bir direniş süreci
Türkiye sahasında önümüzdeki dönemde gelişecektir. Özgürlük mücadelemizin zafere ulaşması açısından
kilit öneme sahip olan Türkiye cephesinden gelişecek bu direniş hamlesinin dört parça Kürdistan’ı etkileme
durumu da söz konusu olacaktır.
Bu anlamı ile Kürdistan’ın dört
parçasındaki bu gelişmeler hiç şüphe
yok ki Avrupa sahasını da etkileyecektir. “Avrupa gençlik hareketi
Gulan 2010
STÊRKA CİWAN
olarak gerçekleştirdiğimiz bu toplantının bu sürece giriş anlamını
taşıdığını ele alacak olursak, bu toplantıya neden tarihi bir misyon atfettiğimiz anlaşılacaktır” denilen
toplantıda hemen hemen tüm delegeler siyasal süreç tartışmalarına
dahil oldu. Delegelerin değerlendirmeleri ile oldukça kapsamlı sonuçlara ulaşılırken, yürütülen bu siyasal
süreç tartışmaları temelinde önümüzdeki dönemde bu değerlendirmelere denk bir örgütsel mücadele
geliştirilmesi gerektiği belirtilerek,
örgütsel durum değerlendirmelerine
geçildi.
Örgütsel durum gündeminde: Tüm
alanlardan ve çalışma sahalarından
gelen raporlar okunduktan sonra, pratik çalışmalar üzerine tartışmalara
geçildi. Yürütülen tartışmalarda özeleştirisel bir yaklaşım ortaya çıkarken,
mevcut örgütsel durumun önümüzdeki
süreci kaldırabilecek düzeyde olmadığı vurgulandı.
Bu temelde tüm alan ve saha çalışmalarında bahar direniş hamlesine
denk bir örgütsel, eylemsel hattın
yakalanması gerektiği belirtildi. Yürütülen tartışmalarda Avrupa gençlik
hareketi olarak bu süreçte güçlü eylemselliklerin ortaya konulduğu, ancak bu eylemselliklerin süreci yönlendirecek, Önderliği özgürleştirecek
düzeyde olmadığı vurgulandı. Bundan kaynaklı gerçekleştirilen eylemler üzerinden yetinmeci yaklaşımların ortaya çıkmaması gerektiği belirtildi. Tam aksine mevcut
güçten yetinmek yerine bu gücü
daha da artırmak gerektiği, önümüzdeki dönemde tüm alan örgütlerimizin iki katı, hatta daha ötesinde
bir büyümeyi hedeflemesi gerektiği
tespitine varıldı.
Ara dönem toplantısında gündüz
bu tartışmalar yürütülürken, akşam
ise oluşturulan komisyonlar bir yan-
dan eylem ve karar tasarıları üzerine
tartışmalar yürüttüler. Yine oluşturulan kominler günlük tekmillerini
alarak günlük yaşamı değerlendirerek, yaşamda açığa çıkan eksikleri
giderme arayışında oldular. Elbette
tüm tartışmalar örgütsel durum üzerine değildi. Tüm gün yürütülen tartışmalardan sonra akşamları oluşturulan kimi gruplar sportif faaliyetler
yaparken, sessiz sinema oyunu toplantının gece aktiviteleri içerisindeki
en renkli aktivite olarak oldukça
izleyiciyi topladı. Ancak hiç şüphe
yok ki Komalen Ciwan toplantılarına
rengini katan bir arkadaşın toplantıda
olmayışı en temel eksiklikti. Arkadaşın ismini deşifre etmek yerine
bu toplantıda sucuklu yumurtanın
yapılmadığı bilgisin verecek olursak
bu arkadaşı tanıyan arkadaşlar kimden bahsettiğimizi bileceklerdir.
Örgütsel durum tartışmalarının ardından planlama gündemine geçilerek
komisyonların hazırlamış olduğu öneriler platformun onayına sunuldu.
Platformdan gelen öneriler ile genişletilen karar teker teker oylamaya
sunularak Komalen Ciwan Avrupa
örgütünün altı aylık planlaması oluşturuldu. Buna göre alınan kararların
kimileri şunlar :
1-“Önder Apo’nun özgürlüğü
özgürlüğümüzdür, ya özgürlük ya
özgürlük” şiarı ile Önder Apo’nun
özgürlüğünü hedefleyen bir kampanyanın başlatılması
2- 7-8 Nisan tarihlerinde iki günlük
nöbet eylemlerin yapılması
3- Her yıl merkezi olarak düzenlenen Önderlik yürüyüşünün 21 Nisan’da Frankfurt’ta yapılması
4- Tüm alanlarda süreci aktaracak
kitlesel toplantıların yapılması, toplu
alanlarda propaganda faaliyetlerinin
yürütülmesi
5-Mazlum Erenci anısına bir fotoğraf yarışmasının düzenlenmesi
21
6- Tüm alanlarda basın komitelerinin oluşturulması
7- 31 Mayıs 1 Eylül tarihlerinde
gerçekleştirilecek anti-faşistlerin yürüyüşüne gençlik olarak aktif katılımın
sağlanması.
8- Yılda bir Önderlik gündemli bir
sempozyumun organize edilmesi.
9- Paris’te bir gençlik merkezinin
açılmamsı için çalışmaların başlatılması
10- Sterka Ciwan dergisinden en
az 15 sayfanın Kürtçe ve lehçelerine
ayrılması
11- Bu Kararlara ek olarak Avrupa
Komalen Ciwan 6. Kongresi’nde alınan kararların uygulanması
Planlamanın delegasyonda oy birliği ile kabul edilmesinin ardında,
toplantının kapanış konuşması yapılarak toplantıya son verildi.
Toplantıda ayrıca tüm Komalen
Ciwan kadroları iki gün boyunca
platformalardan geçti. Gerçekleştirilen platformlarda tüm kadro yapısı
çalışma pratikleri ve bu dönem içerisinde içerisine girmiş olduğu eksiklerin özeleştirisini verdi. Oldukça
güçlü gerçekleşen platformlarda tüm
kadro yapısı kendisinde güçlü bir
yenilenmeyi yaratırken, önümüzdeki
pratik sürece eksiklerini aşarak zafer
militanlaşmasının sözünü vererek
dahil olma kararlılığına ulaştı.
Yürütülen tüm tartışmalarda, alınan kararlarda, gerçekleştirilen platformlarda açığa çıkan temel husus,
bu sürecin tüm süreçleri aşan bir
önemde olduğu ortaya konulurken,
mücadelenin de tüm süreçleri aşan
bir nitelikte olması gerektiği vurgulandı. Bu temelde tüm kadro ve
çalışan yapısının ‘Azadiya Önder
Apo azadiya me ye, an azadi an
azadi’ şiarı ile direnişi yükseltmesi
gerektiği belirtildi.
***
Nîsan 2012
STÊRKA CİWAN
BASINA VE KOMUOYUNA
Tüm dünya, Reber Apo şahsında Kürt halkı üzerindeki, tecrit ve katliamlara sesiz kalmaktadır.
Kürt halkını dünyaya tanıtan PKK’dir. Dünya PKK'yi de Reber Apo ile tanımıştır.
Dolayısıyla devlet Kürt’ünü, köle Kürt’ü reddeden özgür Kürt’ün tek temsilcisi Reber
Apo'dur. Reber Apo Kürt halkının varlık yokluk meselesidir. Reber Apo'nun İmralı’daki
ağır koşulları Reber Apo'dan haber alınmaması Kürt halkını oldukça kaygılandırmaktadır.
Devlet ağır tecritle Reber Apo'yu ve Kürt halkını tehdit etmektedir. Bununla Reber Apo'nun
imhasını hızlandırıp, Reber Apo şahsında, Kürt halkının özgürlük mücadelesini tasfiye
planını sonuca götürmek istemektedir.
Herkes tarafından bilinmelidir ki; çözümün gelişmemesi halinde amansız bir savaş gelişecektir.
Mevcut durumda zaten kapsamlı ve amansız savaş süreci başlamıştır. Bu noktada damarlarnda
Kürt kanı dolaşan her Kürt’ün, insan haysiyeti taşıyan her insanın özgürlük mücadelesi
etrafında kenetlenmesi ve ulusal onurunu koruma görevini yerine getirmesi boynunun borcudur.
Kürt halkı ve yiğit Kürt gençliği Reber Apo üzerindeki alçakça uygulanan tecride sessiz kalmayacaktır. Bu katliama sessiz kalmak, onurumuzun çiğnenmesine, köleleştirilmeye, tüm
insani ve değer yargılarımızın düşman tarafından gasp edilmesine sessiz kalmaktır. Bunun
karşısında durmak ise insanlık onuruna, özgürlük değerlerine sahip çıkmaktır. Kürt halkı
üzerinde uygulanan katliamı parçalamak ve ters yüz etmenin yolu Reber Apo’yu sahiplenmek
tecridi kırmaktan geçmektedir. Yiğit Kürt gençliği bu görevi insani ve onursal bir görev
olarak ele almalıdır. Reber Apo'nun özgürlüğü sağlanıncaya kadar her gün, her yer bir
eylem alanı, bir eylem anı haline getirmelidir.
Biz Kürdistanlı gençler bu dönemi böyle ele almalıyız. Reber Apo'yu savunmanın tek yolu
ise bu alçakça imha planını yürürlüğe koyanlara bunun bedelinin ne olacağını dün olduğu
gibi bugün de göstermeliyiz. Her Kürt genci öz savunma çizgisi doğrultusunda, bulunduğu
her yerde yapacağı eylemlerle bu seferberliğe katılmalıdır. Reber Apo'nun üzerinde ağır
tecridi kırmada etkisi olacak her eylem biçimi ve türü meşrudur. Bütün Avrupa’da yaşayan
Kürdistanlı gençlik bu çerçevede eylemlerini yaygınlaştırıp, büyütmeyi, Reber Apo şahsında
özgürlük değerlerine sahip çıkmayı yaşamın vazgeçilmez bir parçası haline getirmelidir.
Yiğit Kürdistan halkı olarak özgür bir ülkede özgür bir gelecek uğruna çok bedeller ödedik.
Ama en ağır bedeller bile bizi yıldırmadı. Mevcut saldırılar karşısında sinmek, geri çekilmek
ve sessiz kalmak bütün geçmişimize ihanet olacaktır. Halk olarak var olan katliamı
kabullenmek olacaktır. Dolayısıyla her Kürt ferdinin büyük bir direniş azmiyle ulusal
direniş seferberliğine katılmasının zamanın gelmiştir.
Nîsan 2012
22
STÊRKA CİWAN
Geçmişte olduğu gibi bugün de halkımızın tek dayanağı ve güç kaynağı onun direnen
kahraman ve yiğit gençliğidir. Böylesi süreçlerde Kürdistanlı gençliğin Apocu direniş ruhunun
şahlandığı ve düşmanların emellerini kursaklarında bıraktığı süreçleridir. Mevcut saldırılar
karşısında yiğit Kürdistan gençliği sessiz kalmamalıdır.
T.C'nin teslimiyet ve onursuzca boyun eğmek dışında bize sunduğu tek seçenek imhadır.
Buna karşı bizim için yaşamın tek yolu onurluca direnmektir. Direnişin başarısı ise güçlü
örgtülülük ve eylemle gerçekleşebilir.
Tüm bu gerçekliklerden yola çıkarak bizler açısından hayati öneme sahip, varlık ve yokluk
gerekçemiz olan Reber Apo'ya karşı uygulanan bu tecrit karşısında sessiz kalmamız
beklenemez. Buradan sadece AKP hükümetini uyaran, sadece bir çağrıda bulunan ve
bekleyen bir tutumda olmayacağımızı belirtiyoruz. Bu temelde AZADIYA REBER APO
AZADIYA MEYE AN AZADI AN AZADI şiari ile bir eylemsellik kampanyasını başlatmış
olduğumuzu herkese duyuruyoruz.
Başta Reber APO üzerinde uygulanan tecrit olmak üzere, Kürdistan'da gelişen ve
derinleştirilmek istenen askeri ve siyasi operasyonlara karşı başlatılan bu eylemsellik
kampanyası kapsamında onurlu Kürdistan gençliğini direnişi yükseltmeye ve zafere yürümeye
çağırıyoruz.
Sonuç olarak; bir kez daha olağanüstü ve tarihi görevlerle karşı karşıya olduğumuz bir dönemdeyiz. Her Kürdistanlı gencin kendi ulusunu koruması ve saldırılara karşı direnmesi, en
temel namus, şeref ve onur gorevidir. Halk olarak bu süreçten zaferle çıkacağımıza olan
inancımızı genç Kürtlerin direniş azminden ve örgütlenme gücünden almaktayız. Halkımızın
bize bağladığı umutları boşa çıkarmadan bir an önce harekete geçmek temel görevimizdir.
Bu tarihi görevlerimizi yerine getirdiğimizde faşistlerin azgın saldırılarını kırıp bozguna uğratacağımız gibi halkımıza özgür yarınlar yaratmanın da en büyük adımını atmış olacağımızı
ifade ediyor,
Kürt gençliğini Kürt halkı şahsında ezilen tüm halkların çığlığına kulak verip direnişe ve
eyleme geçmeye çağırıyoruz.
REBER APO'NUN ÖZGÜRLÜĞÜ ÖZGÜRLÜĞÜMÜZDÜR
YA ÖZGÜRLÜK YA ÖZGÜRLÜK
GENÇLİK EYLEME, EYLEMLE ÖzGÜRLÜĞE ZAFERE
YA REBER APO’YLA ÖZGÜR YAŞAM YA DA ASLA
BE SEROK JÎYAN NABE
BIJÎ REBER APO
BIJÎ PKK
Komalên Ciwan Avrupa
23
Nîsan 2012
STÊRKA CİWAN
MEŞRU SAVUNMA
Kürdistan Tarihi ve Meşru Savunma
Serxwebun’dan
“20. yüzyılda Kürt birey
ve toplumuna dayatılan
onu yok etme amacı
temelindeki dış saldırı
olduğuna göre, PKK
gerçeği de bütün bu
alanlarda Kürt birey ve
toplumunun kendi
öz dinamikleriyle
kendisini savunması
hareketi olma gerçeği
vardır. Bu bakımdan
PKK beyinsel
köleleştirmeye,
sömürgeleştirmeye
uğratılmak istenen Kürt
bireyi ve toplumunda,
özgür var olma ve
kendini savunma bilinci
yaratmıştır”
Nîsan 2012
Kürtlerin tarihin en eski, en kadim
halklarından birisi olduğu tartışma götürmez bir gerçek. Yine insanlık tarihinin
en büyük ilk devrimsel adımı olan
neolitik devrimin geliştiği alanın da,
Kürdistan ve çevresi olduğu iyi biliniyor.
Sınıflı cinsiyetçi toplum uygarlığının
neolitik devrimin gücünden beslendiği,
o devrimin sonuçları üzerinde geliştiği
de iyi bildiğimiz bir husus oluyor. Buradan şu sonuç çıkıyor; Kürdistan merkezli gelişen neolitik devrimden beslenerek sınıflı cinsiyetçi toplum uygarlığı
doğup gelişme göstermiştir. Bir başka
ifadeyle, hiyerarşik devletçi toplum sistemi oluşmuş ve farklı evrelerden geçerek
günümüze kadar gelmiştir. Bu tespitlerin
önemi şurada; devletçi toplum sisteminde
güç kazanan, egemen olan her sistem,
her fatih bu sistemin beslendiği ana
merkez olan Kürdistan’ı ele geçirmek
istemiştir. Kürdistan üzerinde hakimiyet
kurarak, kendisini hiyerarşik devletçi
toplum sisteminin ana kaynaklarına sahip
olur hale getirdiği gibi uygarlık tarihinin
doğuşuyla da birleştirmek istemiştir.
Yani bir yandan daha büyük ve çeşitli
kaynakları ele geçirme istemi vardır bunun altında, diğer yandan da tarihin
kendisiyle başladığını ilan edebilme,
dolayısıyla egemen olduğu toplumsal
yapılara kendisinin gücünü kabul ettirebilme istemi söz konusudur. Bu da şu
anlama geliyor; Kürdistan’ın sürekli gelişen, güçlenen devletçi sistemlerin işgal,
istila ve egemenlik alanı haline gelmesini
24
ifade ediyor. Her güçlenen devletçi sistemin Kürdistan’ı işgal etmeye yönelmesini içeriyor. Bu da Kürdistan’ın sürekli bir savaş haline geldiği anlamına
geliyor.
Kürdistan uygarlığa en geç açılan
alanlardan birisidir
Şimdi dıştan gelen yabancı devlet
güçlerinin saldırısı olan bu işgal, istila
ve savaş hareketleri karşısında, Kürdistan’daki toplumun durumu nedir? Tarihe
baktığımızda biz şunu görüyoruz; Kürt
toplumu kendi içerisinde bir devletleşme,
dolayısıyla sınıflaşma sürecini yaşamıyor.
Yani toplumun iç dinamikleri ve çözülüşüyle bir sınıflaşma ve onun üzerinde
devletleşmeye tanık olmuyoruz. Bu bakımdan belki de uygarlığa en geç açılan
alanlardan birisi Kürdistan ve Kürt toplumu oluyor. Acaba bu neden böyledir?
Sadece bu kadar yabancı saldırının, işgalin, istilanın güçlü olmasından mı
kaynaklanıyor? Yalnızca buraya mı dayanıyor? Böyle bir yabancı saldırı durumu
buna tek başına yol açabilir mi? Yoksa
toplumun kendi içyapısıyla, özellikleriyle
de bağlı bir olay mı? Kürt toplum yapısı
temel dokularıyla acaba sınıflaşmaya,
devletleşmeye çok açık, yatkın bir toplum
değil mi?
Tabii bu hususlar araştırılmaya, incelenmeye değer konular. Hemen doğrusu şudur diyemediğimiz hususlar.
Fakat her ikisinin de pay sahibi olma
STÊRKA CİWAN
durumu mümkün olabilir. Bir kere yabancı saldırının bu kadar yoğun, sürekli
olmasının bu konuda önemli bir pay
sahibi olduğu tartışma götürmeyen bir
doğrudur. Çünkü sürekli bu topraklarda
yaşayan toplumsal yapı saldırıya uğramış, kendi dinamikleri sürekli dağıtılmış, dış baskıyla yüz yüze kalmıştır.
Fakat toplumun iç dokusunun da bunda
bir rolü olabilir. Neticede şu çıkıyor
ortaya; tarihin en kadim halklarından
birisi olmasına rağmen, kendi içinde
köleleşmeye en geç uğrayan, kendi
içinde sınıflaşma, sınıf baskısı, devlet
egemenliğini en geç yaşayan toplumlardan birisi oluyor Kürt toplumu. Elbette bunun bir diğer ifadesi de şu;
özgür yaşamda ısrarlı oluyor, arayışçı
oluyor. Sınıflaşmayı, dolayısıyla kendi
içinden devlet egemenliğini ve onun
baskısını yaşamaması demek, toplum
içyapılanışıyla doğal komünal özellikleri fazla taşıması, özgürlük özellikleriyle çok daha uzun süre ve dolu
yaşaması anlamına geliyor. Bu Kürt
tarihinin önemli ve ayırt edici bir özelliği, tarih incelemelerinde bunu görmek,
anlamak gerekli. Böyle bir toplumdaki
iç yapılanış dıştan gelen işgal, istila
ve saldırılar karşısında bir direnme
konumunu yaşamasına yol açıyor.
Bu direniş kendisini iki biçimde
ortaya koymuştur. Bir tanesi, etnisitenin
güçlü yaşanmasıdır. Kürt toplumu birkaç yüzyıl öncesine kadar kendi içinde
sınıflaşma yaşamamış olan, dolayısıyla
sınıflaşmayı içermeyen bir toplumsal
yapılanışı vardı. Kabile, aşiret düzeninin
güçlü oluşu ve bu kadar uzun yaşayışı
bu anlama geliyor. Ve bu toplumsal
sistem, kabile ve aşiret düzeni kendi
içinde sınıfsal ayrışmayı ve egemenliği
reddediyor. Bu da toplumun kendi
içinden bir baskıya, saldırıya maruz
kalmaması, yine toplum yaşamı içinde
bireyler arasında benzer bir baskı ve
saldırının olmaması anlamına geliyor.
Önemlidir bu durum, burada esas iş-
leyen doğal komünal toplum özellikleridir, doğal özelliklerdir. Bireyin toplumsal yaşama eşit, özgür katılımının
sağlanması toplumsal sistem içerisinde
bir eşitliğin korunmasıdır. Toplulukların,
kabile aşiret sistemlerinin yönetimi
daha çok bir bilgeliğe, çabaya, Önderliğin savunmada “yararlı veya olumlu hiyerarşi” diye tanımladığı toplum
ileri gelenliğine, büyüklüğüne dayanmaktadır. Binyıllar boyunca Kürt toplumunun bu biçimde yaşadığı tartışma
götürmeyen bulgularla iyice kesinleşmiş
bulunan bir sonuçtur. Kürt toplumunun
kendi içinde devletleşmemesi ve dışarıdan sürekli bir işgal ve saldırıya
maruz kalmasının diğer önemli bir sonucu, bunlar karşısında direnmeyi
içeren diğer duruş hareketliliğidir. Kendisine yönelen saldırılar karşısında
kendini korumak için çeşitli savaş etkinlikleri gösterdiği gibi daha çok da
hareket etmeyi, dağlık zeminlere sığınmayı, stratejik dağlık coğrafyayla
ileri düzeyde bütünleşme gücü göstererek kendine yönelen işgal ve saldırılarını boşa çıkartmayı bilmesidir. Bu
da her ne kadar Kürdistan sürekli savaş
alanı olsa da, Kürt toplumunun işgal
ve istila geliştiren yabancı egemenlerin
tahakkümü altına girmemesine ve soykırıma uğramamasına yol açmıştır.
Böyle bir hareketlilik ve tarzla, toplum
hem savunmasını yapmış toplumsal
varlığını korumuş, hem de özgür kalmayı başarmıştır. Bu da Kürt tarihinin
ve Kürt toplumsal yapısının temel
özelliğinden birisini oluşturuyor. Onu
da bu çerçevede net bilmemiz gerekli.
Kürdistan’da sınıflaşma
islamla birlikte başlıyor
Kürt tarihi ve toplumsal yapısının
bu özelliğindeki değişim, esas olarak
feodalizmin olgunlaşma aşamasında
başlıyor. İslam feodalizminin Kürdistan’ı fethedip Kürt toplumuna ideolojik,
25
örgütsel bakımdan nüfuz etmeye başladığı dönemle birlikte gelişiyor. İslam
ideolojisi Kürt toplumu içinde de bir
ayrışma, sınıflaşma yaratıyor. Bir yandan kendini islamın sahibi sayan, Arap
toplumunun uzantısı olarak gören,
“kavmi necip” olarak ifadelendiren
aşiret, kabile ileri gelenleri veya böyle
kişilerin toplulukları var olurken, diğer
yandan serfleşme gelişiyor. Bu durum
Kürt toplumu içindeki sınıflaşmanın
başlangıcıdır. Böyle bir sınıflaşmaya
dayalı olarak feodal aşiret önde gelenleri
güç sahibi olur, kendini bir beylik
içinde belli bir topluluk üzerinde hükümran kılarken, elbette geniş halk
kesimleri de serfleşiyor, köylü haline
geliyor. Kürt toplumunun o zamana
kadarki var olan özgürlüğe ve eşitliğe
dayanan iç yapısı böylece bozuluyor.
Dengesi sarsılıyor, dağılıyor, yeni bir
topluma doğru dönüşüm yaşanıyor.
Giderek bu durum 19. yüzyılda aşiret,
kabile dışına çıkmaya da yol açıyor.
Kurmançlaşma denen bu olay, bir
yerde kendi içinde sınıflaşmaya ve
sınıf egemenliğine dayanan toplumsal
yapıdan koparak emekçileşmeyi, doğrudan içinde yer alınan devlet sisteminin
emekçisi haline gelmeyi ifade ediyor.
Bu da tabii Kürdistan’da yaşanmış
olan sınıflaşmanın bir biçimidir.
Bir de egemen sınıfa, kesime dayanan örgütlenmenin özelliği var. Beylik düzenlerinin kendine has özellikleri,
bu tür üst toplum örgütlenmesi var.
Devletçiliği ifade ediyor. Fakat hep
böyle ikinci sınıf kalmadır. Belki Osmanlı ve İran imparatorlukları gibi
büyük devletlerin içinde yer almak,
onlara büyüme imkanı vermiyor. Daha
baştan o şansı ellerinden alıyor. Ama
buradan kaynaklanan kolaycı tarz olacak ki, Kürt beyleri de öyle bir arayış
içinde çok olmuyorlar. Kendilerini büyük devletler haline getirecek bir politik
yönelim içine girmiyorlar. Hep dışta
birilerine bağlanma ve ona dayanarak
Nîsan 2012
STÊRKA CİWAN
kendi çevresindeki beyler karşısında
büyüklük, üstünlük sağlama tutumu
izliyorlar. Politikayı bu düzeyde esas
alıyor, yürütüyorlar. Bu da onları küçük
bırakıyor, işbirlikçi yapıyor, birbirine
düşman kılıyor. Kürt beylerinin birbirine
düşmanlığı kadar, Kürdistan ve Kürt
toplumu üzerindeki yabancı egemenlere, devletlere düşmanlıkları yoktur,
olmamıştır. Zaman zaman merkezi
otoriteyle çelişmiş, çatışmaya girmişlerdir. Onlara karşı isyan da etmişlerdir,
ama bunlar belli zamanlarla sınırlıdır.
Tarihin uzun bölümü ise daha çok
Kürt beylerinin, birbirlerine karşıtlık,
birbirlerine düşmanlıkla geçmiştir. Bu
da Kürt feodalleşmesinin bir özelliği
olmalı. Günümüzde de devam ediyor
bu durumu hala aşamıyoruz işte. “Uluslararası komplo” dediğimiz olay aslında
bir yerde tarihte hep işbirlikçilik yaparak
yanında, yöresindeki beye saldıran
Kürt beylerinin durumunu yansıtıyor.
Güney’deki feodal aşiretçi önderliklerin
uluslararası komplo karşısında izledikleri politika, aldıkları tavır tarihte
yaşanmış bu durumun günümüzde devam ettirilmesinden başka bir özellik
taşımıyor.
19. yüzyıl çatışma ve
isyanlarla geçmiştir
Şimdi 17.-18. yüzyıldan itibaren
gelişen bu sürecin temel sonuçları 19.
ve 20. yüzyılda ortaya çıkıyor. 19.
yüzyılda imparatorluğun güçsüz düşmesi ve Batı’da gelişen kapitalizm
karşısında zayıf kalarak daha çok vergi
alma ve asker toplama ihtiyacı duymaları, var olan beylik sistemleriyle
yeni bir çatışma sürecine girmelerine
sebep oluyor. Bu da Kürt toplumu
içerisinde yeni gelişmeler ve değişiklikler, ortaya çıkarıyor. O zamana kadar
birbiriyle çatışan, birbirine karşı üstünlük sağlamaya çalışan onun içinde
hep merkezi otoriteye, padişahlık sistemine dayanmayı, işbirlikçiliği meslek
Nîsan 2012
edinen bu beylikler, bu sefer merkezi
otoritenin daha çok vergi ve asker
istemi karşısında ellerindekini de kaybetme tehlikesiyle yüz yüze gelince
bunları korumak için isyan etmek zorunda kalıyorlar. 19. yüzyıl böyle bir
isyan yüzyılıdır, çatışma sürecidir. Hep
birbiriyle çelişip çatışmalı oldukları
için birlik olamadıkları, dolayısıyla
merkezi otorite karşısında Kürt beylerinin hep yalnız kalarak yaşadıkları
çatışma sürecidir. Sonuç tabii zayıf
durumda olan beyliklerin, geliştirdikleri
isyanların Osmanlı merkezi otoritesi
tarafından ezilmesi olmuştur. Böylece
birkaç yüzyıl içerisinde büyümüş, gelişmiş olan beylik sistemleri, 19. yüzyıl
boyunca merkezi otoritenin Kürdistan’ı
yeniden işgal edercesine geliştirdiği
saldırılar altında ezilmişlerdir.
20. yüzyıl Kürtler için
‘ulusal yok oluş süreci’dir
Burada elbette Avrupa’da gelişen
kapitalist sistemin etkisini görmek gerekiyor. Osmanlı ve İran sistemlerinin
bu gelişme karşısında içine düştükleri
zayıflığın, güçsüzlüğün etkisini görmek
gerekiyor. Fakat bir de Avrupa’da gelişen kapitalist sistemin Ortadoğu’yu
ele geçirme, dünyayı fethetme, paylaşma politikasının etkisini de görmek
gerekiyor. Sadece güçlenen kapitalizm
karşısında merkezi otoritenin zorlanması
değil, aynı zamanda bu toprakları ele
geçirebilmek için kapitalist devletçi
sistemin geliştirdiği emperyalist politikaların da büyük etkisi vardır. Nitekim
bu politikaların 20. yüzyılın başında
bir emperyalist savaşa yol açtığını biliyoruz. I. Dünya Savaşı’nda İngiltere’nin başını çektiği blokla, Almanya’nın başını çektiği blok dünya hegemonyası savaşına giriyorlar. “I. Dünya Savaşı” denen savaş gerçekleşiyor.
Bu savaşta Osmanlı İmparatorluğu Alman bloğundadır. Savaş sahası Osmanlı
26
topraklarıdır, yani Ortadoğu’dur. Sonunda yenilen Alman bloğu olmuştur.
Her ne kadar kendi içinde yer alan
Rusya’da, Ekim Devrimi’yle bir kopuş
yaşansa da İngiltere, Fransa ittifakı I.
Dünya Savaşı’ndan galip çıkmıştır ki,
bu 19. yüzyıl boyunca İngiltere ve
Fransa'nın, Ortadoğu’yu ele geçirmek
için geliştirdikleri politikanın pratikte
hayat bulması için uygun zemininin
sağlanması anlamına gelmektedir.
Sonuçta savaş galibi olan devletler
kendi çıkarları doğrultusunda yeni bir
Ortadoğu siyasi coğrafyası yaratmışlardır. Bu coğrafyanın birkaç önemli
sonucu var. Bir tanesi, Arabistan’ın
bölünüp parçalanması ve bir sürü Arap
devleti ortaya çıkartılarak buraların
emperyalizme bağımlı alanlar haline
getirilmesidir. Diğer bir sonuç, Kürdistan’ın parçalanması, her parça üzerinde bir devlet egemenliğinin kurulmasıdır. Bu öyle bir sistemdir ki, sadece
Kürdistan üzerinde ekonomik, siyasi
tahakküm kurmayı değil, Kürt toplumunu inkar edip, yok sayarak yok etmeyi hedefleyen bir kültürel soykırım
sistemidir. Kürdistan’ı bölüp, parçalayan, bu tarzda egemenlik altına alınmasını gerçekleştiren devletler böyle
bir statü de oluşturmuşlardır. Bir diğer
sonuç İsrail’in kuruluşudur. Doğrudan
I. Dünya Savaşı ardından olmasa da,
aslında dünya savaşından sonra gelişen
süreçte bu kuruluş gerçekleşmiştir.
Çünkü I. Dünya Savaşı’na ilk itiraz
eden, savaşta yenilen Almanya olmuştur. Bu itirazı ortaya çıkartıp, sonuca
götüren de Hitler önderliğidir. Hitler
önderliğinin Almanya’yı yeniden toparlayarak, dünya egemeni olmak üzere
yeni bir savaşa, yani II. Dünya Savaşı’na sokması İsrail’in oluşumuyla
doğrudan ilgilidir, ilişkilidir. Bu süreçte
gerçekleşen Yahudi katliamı ardından,
İsrail’in Ortadoğu’da bir devlet olarak
şekillendirilmesi kapitalist, emperyalist
sistemin öncü güçleri tarafından sağ-
STÊRKA CİWAN
lanmıştır. Şimdi Kürdistan için, Kürt
toplumu için baş aşağıya gidiş aslında
hızlı bir biçimde yaşanan süreciyle
19. ve 20. yüzyıldır. Tabii özgürlük ve
komünal yaşam açısından değerlendirilirse, kendi içinde sınıflaşmanın başladığı süreçten itibarendir. Bu da ondan
birkaç yüzyıl öncesine gitmektedir.
20. yüzyıl başında, I. Dünya Savaşı
ardından Kürdistan’ın siyasi olarak da
parçalanması ve yok sayılarak, imha
süreci altına alınması bu gidişi çok
daha hızlı ve tehlikeli hale getirmiştir.
Bu durum biliniyor. Artık eski Kürt
kabile, aşiret düzeni parçalanmıştır,
kalmamıştır. Dolayısıyla bu saldırılar
karşısında Kürt toplumunun daha önce
gösterdiği refleksi gösterebilmesi mümkün değildir. Yani dış saldırı karşısında
hareketli olması, dağlara çekilmesi,
kendini bu temelde koruyabilmesi artık
imkansız hale gelmiştir. İki nedenle
bu böyledir. Birincisi, kendisinin o
düzeydeki kabile, aşiret sisteminin yaşamının dağılmış, artık eskisi gibi hareket edemez hale gelmiş olmasıdır.
İkincisi ise, yabancı egemenliğin kapitalist sistem temelinde olmasıdır.
Kapitalizm kendinden önceki sistemler gibi dağlık alanlar da olsa
boşluk tanımamaktadır. Nerede olursu
olsun, kim olursa olsun egemenlik
altına almayı oraları da işgal, istila
etmeyi dolayısıyla kendi karşıtı hiçbir
gücün yaşamasına izin vermemektedir.
Kapitalist devletçi egemenliğin, sömürge sisteminin daha öncekilerden
temel farkı buradadır. Bu bakımdan
artık eskisi gibi kendini yaşatma imkanı
ve gücü yoktur Kürt toplumunun.
Buna Kürdistan’ın siyasi parçalanmışlığı ve toplumu yok sayarak imha
etmek isteyen bir egemenlik sisteminin
kurulması eklenince, artık Kürdistan
üzerinde yeni bir süreç gelişmiştir.
Buna Önderlik “ulusal yok oluş süreci”
dedi. 20. yüzyılda Kürdistan üzerinde
kurulan egemenlik, ulusal yok oluş
egemenliğidir. Her
ne kadar buna karşı
var olduğu kadarıyla aşiret yapıları,
dini liderlikler tepki
göstermişler, isyan
etmek istemişlerse
de, 19. yüzyıl feodal beylerin askeri,
siyasi güçlerinin
yok edilmiş olması,
geriye kalan güçlerin bu saldırı karşısında direnip,
ayakta kalabilmeleri için gerekli güce ulaşmalarına
fırsat vermemiştir. Onun için de bir
kere ulusal yok oluş süreci altına alındıktan sonra, toplumun içinden bu tür
itiraz ve isyan girişimlerinin etkili
olma, ulusal yok oluşu durdurma,
yani kendini koruma, savunma gücü
gösterme şansı yoktur. Sonuçta sözkonusu isyanlarda katliamlarla ezilmekten kurtulamamıştır. Özellikle Kuzey’de, giderek Doğu’da bu isyanların
ezilmesi ardından ulusal yok oluşu
gerçekleştirmeyi hedefleyen çok yönlü,
örgütlü bir yabancı sistem hızla geliştirilmeye çalışılmıştır. Bu sistemin
özelliklerini tanımak gerekiyor.
Biz her ne kadar parti olarak buna
“sömürgeci sistem” dediysek de, Önderlik her zaman şuraya dikkat çekti;
Kürdistan üzerinde bu biçimde geliştirilen sömürgeciliğin, emperyalist Avrupa devletleri tarafından dünyanın
başka yerlerinde geliştirilen sömürgecilikle derinden farklılıkları vardı. Her
ne kadar aynı terimle hepsi sömürgecilik
biçiminde ifade edilse de, Kürdistan’daki sömürgecilik diğerlerine benzememektedir. Diğer sömürgeciliklerin
temel amacı ekonomik sömürüdür. Pazara hakim olmak, ham madde kaynaklarına hakim olmak, böylece dünya
sistemi haline gelen kapitalizmin pazar
ve ham madde ihtiyacını ucuzca kar27
şılamak. Daha sonra buna eklenen
yeni sömürgecilik de, ucuz işgücünü
kullanmayı ifade etmektedir. Yine ekonomik içeriklidir. Böyle bir ekonomik
sömürüyü yapabilmek için gerekli
olan, onu sağlatacak özellikler taşıyan
siyasi ve askeri egemenliğin kurulmasıdır. Bunlar emperyalist devletlerin
sömürgeci uygulamalarıdır. Oysa Kürdistan üzerinde kurulan yabancı egemenliğin ekonomik sömürü amacı birincil esas amaç değildir. Kuşkusuz
“ekonomik sömürü hiç yok, pazar ve
hammadde kaynakları üzerinde egemenlik kurma arayışı, istemi hiç yoktur”
denemez. Bunlarda var ve önemlidir.
20. yüzyıldan bu yana büyük enerji
kaynaklarına sahip olan Kürdistan üzerinde, ekonomik paylaşım savaşı her
zaman olmuştur. Bugün bu daha da
şiddetlenmiş düzeydedir. Petrol savaşı,
su savaşı, yeraltı, yerüstü zenginlikler
savaşı, bir de ticaret yollarına hakim
olma savaşı. Bunlar dünya kapitalist
sisteminin geliştiği ölçüde dün de vardı,
bugünkü gelişmişlik düzeyiyle daha
had safhaya çıkmış bulunuyor. Fakat
Kürdistan’ın parçalanması, paylaşılması, egemenlik altına alınması 20.
yüzyılda I. Dünya Savaşı ardından öngörülen statünün Kürdistan’a biçilmesi
esas olarak bu amaç doğrultusunda
değildir. Bu ikinci, üçüncü sırada gelen
Nîsan 2012
STÊRKA CİWAN
amacı oluşturmaktadır. Birinci amaç
ulusal yayılmadır.
Kürdistan’a sömürge
statüsü bile verilmemiştir
Kürt tarihi, Kürt kültürel birikimi,
Kürt nüfusu, kısaca Kürt toplumu tarihiyle, diliyle başka uluslaşmaların
ham maddesi yapılmak istenmektedir.
Kürdistan üzerinde kurulan sömürgeci
egemenliğin birinci amacı budur. I.
Dünya Savaşı ardından yaratılan ulusal
yok oluş sisteminin temel yörüngesi
böyledir. Şimdi bu biçimde
o amaç böyle olunca araç
ve yöntemlerde bu amaca
göre düzenlenmiştir tabii.
Sömürgeleştirmedeki amacın
ekonomik kaynakların sömürüsü olduğu yerlerdeki
araç ve yöntemler ile sömürgeleştirmedeki amacın
ulusal yayılma, ulusal yok
oluşu sağlama olduğu gibi
Kürdistan’daki sömürgeleştirmenin araç ve yöntemleri
çok çok farklı olmuştur. Buradan baktığımızda Kürdistan’a bir sömürge statüsü
verilmemiştir. Yani adı olmamıştır, bir sistemi olmamıştır. Her
şeyiyle dağıtılması öngörülmüştür.
Çünkü kendi varlığını sürdürmesi ve
kendi varlığı etrafında örgütlenme yaratması demek, ulusal yok oluşa karşı
direnmek demektir. Ulusal yok oluşu
başarısız kılmak demektir. Eğer ulusal
yok oluş süreci başarılacaksa o zaman
bu ancak toplumun tarih, dil, kültür
alanında, örgütlülük alanında kendine
ait ne varsa hepsinin yok edilmesi,
parçalanmasıyla ancak mümkün olabilir.
Kürdistan üzerinde 20. yüzyılda uygulanan sistemin toplumdaki yarattığı
etkiler, toplumu içine aldığı süreç işte
budur. Bunun için kimlik yasaklanmıştır, bunun için kendini inkar gelişNîsan 2012
tirilmiştir, bunun için her türlü horlanma,
kötülenme, yani kendinden kaçış yaratılmıştır. Bunun için düşünce üzerinde
baskı kurulmuş, beyin tahakküm altına
alınmaya çalışılmıştır. Bunun için Kürt
toplumunun her türlü örgütlülüğü paramparça edilmiştir. Bunun için Kürdistan’daki her türlü yaşam ekonomik,
ticari, sosyal, kültürel, eğitsel, siyasal
yaşamın hepsi üzerinde şekillenmek
isteyen ulusal yapılanmaya bağlanmıştır.
Yani Türkiye sistemine bağlanmıştır,
tabii parçalanarak bağlanmıştır. Bu da
paramparça edilmiş, kendi değerlerin-
den kopmuş, kendi değerlerini kaybetmiş, her türlü dengesini kaybetmiş,
Önder Apo’nun deyimiyle “atomlarına
kadar egemenlik altına alınmış” bir
toplum gerçeği ortaya çıkarmıştır. Bu
uygulamaların toplumda yarattığı en
önemli yanlardan bir tanesi, yine Önder
Apo’nun tanımladığı “beyinsel sömürgecilik” olmuştur.
Kürt insanı beyniyle, düşüncesiyle
sömürgeleştirilmek, bir başka ulus için
düşünür, onun çıkarına hizmet eder
bir beyin haline getirilmek istenmiştir.
Kendinden kaçış, kendini ret, kendini
inkar bu düzeydedir. Bireyin bireye
dönük saldırı düzeyi böyledir. Onun
her türlü düşünce, duygu, ruh gücü
28
üzerinde saldırı geliştirmiştir. Sadece
örgütlenmesi ekonomik, sosyal, kültürel
yaşamı üzerinde değil beyinsel, ruhsal,
duygusal varlığı üzerinde de saldırı
geliştirerek tümüyle tahakküm altına
alınmak, ezilmek, değiştirilerek bir
başka ulusal potada eritilmek istenmiştir.
Bu Kürt toplumuna ve bireyine dönük
saldırının en kapsamlı, derin, ağır duruma gelmesini ifade ediyor. Aslında
insanlık tarihinde birey ve toplumlar
üzerinde uygulanan en ağır saldırı sistemidir, en kapsamlı saldırı sistemidir.
Tarihte eşi bulunmayan bir saldırı sistemidir. Tarihin en ağır suç saydığı,
gördüğü saldırı soykırımdır, fiziki
imhadır. Bir toplumun kılıçtan geçirilerek yok edilmesidir. Onun da
bir anlamı vardır, anlaşılırlığı söz
konusudur. Fakat ortada posa gibi
insanlar ve toplumun varlığı korunup ama ruhuyla, duygusuyla,
düşüncesiyle, beyniyle tüm ekonomik, sosyal, kültürel değerleriyle
kendini inkar edip bir başkasına
dönüştüğü, onu yaşar hale geldiği
bir örnek yoktur. Buna yine Önder
Apo; “kendi çıkarlarını göremeyen,
kendi çıkarları için düşünemeyen,
çıkarları doğrultusunda plan, proje
geliştirip eyleme geçemeyen bir
insan gerçeğinin ortaya çıkartılmasıdır”
demiştir. Burada beynini kaybetmiş,
kendini düşünce düzeyinde inkar eden,
düşüncesiyle de başkasına bağlanan
beyinsel sömürgecilik diye de tanımlanan bir köleleşmeyi yaşayan insanla,
temel örgütlenmesi aile olan, aileden
başka hiçbir örgütlülüğü ve gücü kalmayan, bu nedenle de her şeyini ailede
bulmak isteyerek, aileye dört elle sarılan
bir örgütsel yapı kalmıştır. Kendini bu
biçimde ifade eden bir erkek, böyle
bir erkeğin hizmetçisi olan, köle bile
denilemeyecek, kölelik statüsü bile
edinemeyen bir kadın duruşu ortaya
çıkmıştır. Ailecilik bu düzeye getirilmiştir.
STÊRKA CİWAN
Kürtler
herkesin askeri haline gelmişti
Şimdi burada artık meşru savunmanın tüm yönleriyle kaybedilmesi
vardır. Meşru savunma kendisini tanıma, çıkarlarını görme ve savunma yol
yöntemlerini bulma bilinciyse, böyle
bir sistem altında Kürt toplumu ve
bireyi bu bilincin hepsini kaybetmiştir.
Meşru savunma böyle bir bilinçaltında,
birey ve toplumun örgütlülüğü ise bu
sistem altında, böylece her türlü geriliğin
ve gericiliğin ocağı haline gelen başa
bela aile dışında Kürt bireyinin ve toplumunun örgütlülük adına hiçbir şeyi
kalmamıştır. Ailede bir örgütlülük değil
aslında, egemen devletçi düzene ve
yabancı egemenliğe erkek ve kadının
en ileri düzeyde hizmetçiliğini ortaya
çıkartan bir örgütlülüktür. Yoksa kendine ait, yüce değerler temelinde herhangi bir amacı ve duruşu olmayan
bir örgütlülüktür. Burada kendini korumak için zaten bir eylem, mücadele
yoktur. Kendini yok etmek için kendi
kendini bitirme vardır. Önderlik, toplumun duruşunu bu dönemde akrebin
kendisini zehirlemesine benzetti. Kekliğin kendi kendini avlamasına benzetti.
Yani bu da meşru savunma denen
şeyin zerresinin bile kalmadığı bir durumun oluşmasını, ortaya çıkmasını
ifade etti. Şimdi bu kadar tarihin eski
bir halkı olan, devlet egemenliğini bu
denli uzun süre kabul etmeyen, devletçi
sistem karşısında dağlara çekilip, uygarlıktan uzak durma pahasına da olsa
özgür yaşamayı esas alan, benimseyen,
içte ve dışta egemenlik sistemini dolayısıyla ondan kaynaklanan saldırıyı
en geç tanıyan bir toplum olarak Kürt
toplumunun, birkaç yüzyıl içerisinde
böyle bir duruma düşürülmesi tabii ki
ilginç bir durumdur. Dikkatle değerlendirilmesi, iyi incelenmesi gereken
bir durumdur. Acaba neler böyle bir
duruma gelmesine yol açmıştır? Daha
önceki duruşla, sonradan ortaya çıkan
sürecin birbiriyle ilişkisi, bağı var
mıdır? Yoksa toplumun o duruşu hiyerarşik devletçi sistem tarafından çok
büyük tehlike görülerek, en ileri düzeyde birliği ve gücü ifade eden bir
saldırı bu toplum üzerinde mi yürütülmüştür? Bunların incelenmesi, değerlendirilip anlaşılması kuşkusuz gerekiyor. Fakat sonuçta 20. yüzyılın
son çeyreğine girerken Kürdistan’ın
ve Kürt toplumunun içine çekildiği
durum budur.
Artık orada bir meşru savunma bilinci, örgütlülüğü, eyleminin zerresi
bile yoktur. Tam tersine her şeyini
kaybetmiş, yok olma sürecine girmiş,
başkalarının hizmetine koşulmuş bir
toplumsal duruş vardır. Buna herkesin
“askeri olmak” deniliyordu. Bu süreçte
Kürt toplumu, kendisinin olamayan
ama herkesin askeri olan bir toplum
olarak tanımlanmıştır. Avukatsız bir
halk olarak tanım görmüştür. Yani örgütlülüğü olmayan, çıkarını göremeyen,
kendini savunamayan, her türlü saldırıya
açık, yok oluş sürecinde olan bir halk.
Bu tabii bir toplumun içine düşeceği
en ağır durum, en kötü durum, en tehlikeli durumdur. 20. yüzyıl sistemi
içinde, I. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı sistem dahilinde Kürt birey ve
toplumunun böyle bir duruma getirilmiş
olduğu açıktır ve bunun doğru ve derinliğine anlaşılması, kavranması çok
çok önemlidir. Böyle bir durumun
özgür birey ve toplum karşısında taşıdığı
tehlikenin derinden anlaşılması da çok
çok önemlidir. Çünkü bu tehlike söz
konusu durumu yaşayan birey ve toplum açısından bir tehlike olduğu gibi
aslında insanlığın özgür duruşu açısından da ciddi bir tehlikedir. Çünkü
insanlık katledilmektedir. İnsanlığa
dair hiçbir değer bırakılmamaktadır.
Birey ve toplumun bu kadar kendini
inkar eder, kendine karşıt hale getirilip,
kendini tüketir noktaya çekilir olması
29
insanlığın tüketilmesi anlamına gelmektedir. Bir insanlık katliamının yaşandığını göstermektedir. Tabii bu noktada en büyük tehlike, hiçbir ferdinin
bunu göremez durumda olmasıdır. Bu
durumu doğal sayan, kabul eden bir
beyne kavuşturulmuş olmasıdır bireylerin. Yani neredeyse isteyerek, benimseyerek, içselleştirilerek bu durumu
yaşar kılınmasıdır. Elbette baştan isteyerek, gönüllü böyle bir şeye girme
olmamıştır, ama yüz yıllar süren baskı,
katliam, saldırı, geliştirilen oyunlar nihayetinde Kürt bireyi ve toplumuna
bu gerçeği kabul ettirmiştir. Bu düzeyde
bir teslimiyetçilik, kırılma birey ve
toplumda ortaya çıkartılmıştır. Bu elbette ki ciddi bir tehlikeye olumsuz
duruşa işaret ediyor.
PKK Kürt toplumunda
meşru savunma bilinci yarattı
İşte böyle bir süreç derinliğine ve
genişliğine işletilirken, buna karşıt bir
duruşla I. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı sistemin Kürt birey ve toplumunda yok etmek istediklerini tersine
çevirerek, Kürt bireyi ve toplumunu
özgürlük düşüncesi, örgütlülüğü ve
eylemiyle kendisi haline getiren ve
yeni bir yaşam çizgisine yöneltmeyi
öngören PKK gelişmesi ortaya çıkmıştır. PKK’nin böyle bir tarihsel sürecin tersine çevrilmesi ve ona karşıt
olarak geliştiği bir gerçektir. Kürt bireyi
ve toplumu üzerinde uygulanan her
türlü yok edici saldırıya karşı bir tepki
ve var olma hareketi olduğu, özgürleşme sürecini ifade ettiği tartışma götürmez bir gerçektir. Tamamen Kürt
toplumu ve bireyi üzerinde uygulanan
bu yok etme sürecinin karşıtı olarak
ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla her bakımdan birey ve toplumu kendine getirme, kendisi için yapma, özgür birey
ve toplum gerçeğine çekme, böylece
baş aşağıya gidişi tersine çevirerek
Nîsan 2012
STÊRKA CİWAN
özgürlük çizgisinde, Kürt bireyi ve
toplumu için yeni bir yaşam sürecini
başlatmayı ifade eder PKK gerçeği.
Bu anlamda ruhu, duygusu, düşüncesinden maddi ekonomik yaşamına kadar, Kürt birey ve toplumuna yöneltilen
her türlü saldırı karşısında birey ve
toplumun özgürlük ve demokrasi çizgisinde savunulması hareketidir PKK.
Saldırı ne kadar kapsamlı, derin, çok
yönlü ve sarsıcıysa savunma da aynı
düzeyde kapsamlı, derin ve sarsıcı olmuştur. Buradan baktığımızda PKK’nin
20. yüzyılda Kürt toplumuna dayatılan
sürecin karşıtı olduğu, tersi olduğu,
toplumsal gidişi onun tersine çevirmeyi
öngördüğü açıktır. 20. yüzyılda Kürt
birey ve toplumuna dayatılan onu yok
etme amacı temelindeki dış saldırı olduğuna göre, PKK gerçeği de bütün
bu alanlarda Kürt birey ve toplumunun
kendi öz dinamikleriyle kendisini savunması hareketi olma gerçeği vardır.
Bu bakımdan PKK beyinsel köleleştirmeye, sömürgeleştirmeye uğratılmak
istenen Kürt bireyi ve toplumunda,
özgür var olma ve kendini savunma
bilinci yaratmıştır. Her şeyden önce
bir meşru savunma bilincidir. Hem de
çok yönlü bir bilinç, sadece öyle kaba
saldırılar karşısında kendini savunma
ekonomik, sosyal baskı ve sömürü
karşısında birey ve toplumu savunma
değil ruhuyla, kültürüyle, duygusuyla,
düşüncesiyle bütün yaşam özellikleriyle
birey ve toplumun özgürlük temelinde
savunulmasıdır. Bu anlamda derin bir
savunma bilincini ifade ediyor. PKK
böyle bir süreçte ortaya çıkan ve bir
savunma gerçeği oluyor. Her şeyden
önce bir savunma bilincini ifade ediyor.
Çok yönlü ve kapsamlı bir bilinç, Kürt
birey ve toplumunu kendine getiren
ve özgürlük temelinde yürüme gücü,
iradesi kazandıran bir bilinç. Önderlik
gerçeği tamamen böyle bir Kürt bilincinin ortaya çıkmasını içeriyor. Bunu
iyi bilmemiz gerekli.
Nîsan 2012
PKK
bir meşru savunma gücüdür
Diğer yandan bu bilinçle birlikte,
tabii Kürt toplumunun kendini örgütlemeye yönelmesini ifade ediyor. Atomlarına kadar parçalanıp, örgütsüz kılınmış Kürt toplumunu Önderlik düşüncesi etrafında dar bir gruptan başlayarak bir öncü özgürlük partisine,
oradan da temel savunma gücü olarak
gerillaya, ulusal kurtuluş cephesine,
ulusal bilinç ve direnişte kendini var
etmeyi esas alan yeni bir halk duruşu
ve birliğine ulaştıran bir örgütlenme
durumudur. Kürt toplumu temel örgütsel açıdan PKK’yle yeniden bir örgütlenme süreci içerisine girmiştir.
İnkar ve imha sisteminin toplumun
dağıttığı bütün örgütlenmelerine karşılık
demokratik uluslaşma temelinde, yine
ulusal özgürlük ve demokrasi temelinde
yeni bir örgütlü birey ve toplum yaratma
sürecinin başlatılmasını içeriyor. Bu
örgütlenme düzeyi en azından bilinç
düzeyinde, Kürt insanının yeniden ulusal demokratik çizgiye kavuşturulması
çerçevesindedir. Her türlü inkarcı ve
imhacı bilinci reddetmeyi içermektedir.
Buna karşı büyük bir ulusal diriliş
devrimini ruhta, duyguda, bilinçte ve
iç ilişkilerinde yaşamasıdır. Böyle bir
örgütlülük düzeyine toplumsal çapta
ulaşmayı ifade ediyor. Tabii bu örgütlenmenin bilince dayalı bir irade bütünlüğü, birlikte yaşam isteme haline
gelen, böyle bir örgütlülüğün sürükleyici, öncü sağlam örgütleri var, partisi
var, cephesi var, gerillası var. Bunlar
temel örgütlerdir ve önemli örgütlerdir.
Buna dayalı olarak çeşitli kurum ve
kuruluşları gelişiyor. Kadın, gençlik
örgütlülüğü ortaya çıkıyor. Bir de böyle
bir bilinç ve örgütlülüğe dayalı savunma
eylemini ifade ediyor PKK.
PKK pratiğinin baştan sona bir savunma eylemi olduğunu kimse inkar
edemez. O konuda herhangi bir yanlış
30
anlama ve tartışma söz konusu olamaz.
Çünkü tümüyle bir savunma bilincini
içeriyor. Bütün örgütlenmeler, toplumun yok edilmek istenen gerçeğinin
tersine çevrilmesi ve kendini yaşar
bir toplum haline gelmesini hedefleyen
örgütlenmelerdir. Bu temelde geliştirilen eylemin de ideolojik, siyasi,
askeri bütün boyutlarda bir savunma
eylemi olduğu tartışma götürmez. Kısaca I. Dünya Savaşı ardından yok
edilme sürecine sokulan ve bilinç, örgütlülük ve eylemsel duruş bakımından
her şeyi kaybederek, adeta kendisi olmaktan çıkan Kürt toplumunun özgürlük ve demokrasi bilinci temelinde,
yeniden kendine getirilerek örgütlü
ve eylemli kılınmasını sağlayan bir
harekettir PKK. Bu bakımdan her düzeyde Kürt toplumuna ve bireyine dayatılmış saldırı karşısında aynı kapsamda ve derinlikte bir meşru savunma
duruşu, eylemi, bilinci, hareketi oluyor,
örgütlülüğü oluyor. PKK’yi böyle bir
meşru savunma gerçeği olarak tanımamız, anlamamız gerekli. Şöyle de
ifade edebiliriz; 20. yüzyılın başından
itibaren dayatılan inkar ve imha süreci
altında her şeyini kaybetmekte olan
Kürt toplumu, Önder Apo gerçeği ve
PKK’yle yeniden kendine geliyor.
Kendinin olmaya ve özgür bir duruş
kazanmaya yöneliyor. Yani yeniden
kendi çıkarlarını gören, o temelde örgütlenip direnen bir halk gerçeği haline
geliyor. Özgür bir halk olarak imha
sürecine karşı direniş içerisinde, dünyaya yeniden doğuyor. ’90’ların başında gerçekleşen ulusal diriliş devrimi
kesinlikle bunu ifade ediyor. Bu bakımdan da PKK’yle birlikte Kürt bireyi
ve toplumu yeniden kendine geliyor.
Kendisi için oluyor. Bir meşru savunma
bilinci, örgütlülüğü ve eylemi kazanıyor. Kısaca meşru savunma duruşu
kazanıyor.
***
STÊRKA CİWAN
DOSYA
ÖNDERLİK GERÇEKLEŞMESİ
Stêrka Ciwan
“Bu Önderlik sıradan
bir önderlik değil.
Bu Önderliğin çıkışı öyle
sıradan bir çıkış değil.
Çıkış, biraz da
yürüyüşü belirler.
Genel anlamda tabii. Bu
açıdan önemlidir.
Yine öldü,
bitti denilen bir halkı
ayağa kaldırmak, onu
tarih sahnesine koymak,
sadece onunla da
yetinmemek, bugün bir
sistemi zorlamak elbette
ki sıradan bir önderliğin
başaracağı iş değildir
Parti Önderliği, tarihin belli bir kesitine damga vurmuş önder bir kişiliktir.
Parti Önderliği'nin hayat hikayesi aslında
çağdaş Kürdistan tarihidir. Çağdaş Kürdistan tarihini şekillendiren, ona düşüncesiyle, pratiğiyle, eylemiyle yön
veren bir kişilik oluyor. Bazı bilim
adamları ve yazarlar çağdaş Çin tarihini,
Mao'nun hayat hikayesi olarak değerlendiriyorlar. O açıdan biz de Parti Önderliği'nin yaşam hikayesini çağdaş
Kürdistan tarihi olarak değerlendirebiliriz. PKK tarihi de Parti Önderliği'nin
yaşam öyküsüdür ama onu da aşıyor.
Urfa, eski tarihi bir kent. Kültür merkezi olmasının yanı sıra peygamberler
diyarı olarak da değerlendiriliyor. Ortadoğuda bir çok önder Urfa'daki kültür
ortamında doğmuş, büyümüş ve tarihe
belli ölçülerde damgasını vurmuşlardır.
Halil İbrahim'den tutalım, Eyüp peygambere hatta Yakup peygambere kadar
bir çok peygamberin öyküleri oralarda
anlatılıyor. Hatta mahallelerine peygamber ismi vermiş bir kenttir Urfa.
Parti Önderliği'nin doğup büyüdüğü
ortam Urfa'dan ziyade Antep'e daha
yakın. Ticari, ekonomik ve sosyal ilişkiler daha çok Antep oradan da Çukurova üzeri geliştiriliyor. Halfeti, hem
uzaklık bakımından hem de sosyal,
ekonomik, siyasal ilişkiler bakımdan
Antep'e daha yakındır. İlişkileri Antep'le
daha yoğundur. Urfa ile ilişkileri daha
çok devlet bürokrasisi temelindedir.
31
Üst düzeyde valilikle halkın bir sorunu
olduğu zaman Halfeti'den Urfa'ya gidilip
gelinir. Yoksa Halfeti'den Urfa'ya çok
nadir gidilir. Hatta bugün Bozova, Urfa'ya Halfeti'den daha yakın olmasına
rağmen daha çok Antep'le ilişkilenmektedir. Bu durum belli ölçülerde
etkili olmakla beraber Antep kadar ön
planda değildir.
Halfeti Bizanslar döneminde hatta
daha öncesinde kurulmuş bir yerleşim
merkezidir. Nizip'ten, Birecik'ten ve
çevredeki birçok ilçe merkezinden daha
eski ve tarihidir. Oralar yokken veya
köy iken Halfeti bir ilçe merkezi olup
Antep'e bağlıdır. Antep ise Osmanlılar
döneminde Halep'e bağlıdır. Böylesi
bir idari sistem içerisindedir. Halfeti
ve çevresinin sosyal dokusu Kürdistan
olmasına rağmen diğer yerlere göre
biraz farlılık arz ediyor. Orada bir
dönem Ermeniler, Türkmenler ve Kürtler
yaşamış. Böyle iç içe bir sosyal yapı
var. Halfeti'nin kırk civarında köyü var.
Bu köylerin sekiz tanesi Türkmen köyüdür. Otuz iki köy Kürt’tür. Bu Türkmen köyleri ile Kürt köyleri içiçedir.
En fazla içiçe geçtiği yer Önderliğin
doğup büyüdüğü alandır. Sekiz Türkmen
köyünün hepsi o alandadır. Önderliğin
doğup büyüdüğü Ömerli Köyü de bu
Türkmen köylerinin arasındadır. Köyün
doğu, güney ve batı tarafları Tükmen
köyleriyle çevrilidir. Sadece kuzeyde
Kürt köyü var. Böyle bir karışık yapı
Nîsan 2012
STÊRKA CİWAN
var. Hatta Fırat'a birbuçuk saat mesafe
yakındır. Fırat'ın karşı tarafında da
karışık bir sosyal yapı var. Türkmenler
ve Kürtler var. Hatta mezhep farklılıkları bile var.
"Sen bu hızla gidersen yakında
uçarsın"
Önderlik böylesi bir ortamda
Ömerli Köyü'nde dünyaya geliyor. Ömerli Köyü de, feodal
ağalığın ve çok büyük toprak
sahiplerinin bulunmadığı daha
çok orta ölçekte fıstıkçılıkla
uğraşan ailelerin olduğu ama
esasta da yoksul köylülerin
ağır bastığı Çukurova'ya gidip
amelelik yapan inşaatlarda çalışan, pamuğa, ırgatçılığa giden
insanlardan oluşan bir köydür.
Hatta Başkanın kendisi de ırgat
olarak pamuğa gitmiştir. Ailesi
gittiği için kendisi de gitmiş,
Çukurova'da pamuk toplamıştır.
O zaman bütün aileler geçimlerini onunla sağlıyorlardı. Parti
Önderliği'nin anası, Türkmen
köyünden gelen bir kadın. Babası Kürt ama aile ortamı içerisinde anası daha etkin bir konumdadır, daha otoriterdir. Aile içi ilişkilere, yaşama anası daha hakimdir.
Babası biraz daha siliktir. Önderliğin
de ifade ettiği gibi etkisiz bir konumdadır. Ama temiz, kendi işinde
gücünde çalışan, başkalarıyla kavga
etmeyen, kendi halinde aile yaşamını
sürdüren bir kişiliktir. Ana ise otoriter
ve gerektiğinde dış etkilere karşı
tavır koyan, tepki gösterendir. Önderlik çocukken kavga ettiğinde annesi, "çocuklar seni dövdüğünde gidip intikamını alacaksın" diyor. Böyle bir otoriterliğe ve aynı zamanda
da sağlam bir kişiliğe de sahip. Önderlik "Ben mücadeleci kişiliğimi
annemden aldım" diyor. Hem otorite
Nîsan 2012
olma hem de baskılara karşı mücadele etme özelliğini anasından almış.
Cibin, daha çok Ermenilerin uzun
süre yaşadığı ve kültürel değerler yarattıkları bir köydür. Katliamlar döneminde Cibin'de var olan bütün Ermeniler mallarını, mülklerini ve kızlarını orada bırakarak Halep ve Lübnan'a doğru gitmişler. Bu yüzden o
köy Türkmen olmasına rağmen oradaki insanların hemen hemen yüzde
sekseninin neneleri Ermenidir. Otuza
yakın ermeni kız orada bırakılmış.
Onlar da Türkmenlerle evlenmişler.
Dolayısıyla etnik açıdan böyle karışık
bir sentez durumu da var orada. Onların çoğu yaşıyorlar. Ermeni kadınların çoğu tarihin canlı tanığı. Köyün
geçmişini, Ermenilerin nasıl göçtüğünü
anlatıyorlardı. Başkan o köyde okul
okurken bütün bu gerçeklerle yüz
yüze geliyor. Bunlardan hareketle bir
arayışa giriyor. Bir de daha çocukluğundan itibaren bir arayış özelliği
var. Anasıyla çelişkileri var. Küçükken
anasına "Sen beni doğurmuşsun ama
ilgin zayıf. Bir tavuğun arkasına takılan
32
civcivler gibi yaklaşıyorsun insanlara"
diyor. Daha çocukken bile bu tür şeyleri fark edebilecek bir zeka düzeyi
var. Yani ileri ve olağanüstü bir zeka
düzeyi var.
O dönemde ideolojik etkilenme
açısından arayışlara tekabül edebilecek
ne var? O dönemde devrimcilik ve
sosyalizm yok. Bir tek okullarda öğretilen Kemalizm ve Türkçülük var. Bir de köylerde camilerde İslamiyet öğretiliyor.
Yani o dönemde iki ideolojik
akım var. Başka her hangi bir
şey yok. Başkan çocukluk
döneminde biraz dine ilgi duyuyor, imamın yanında kuran
kursuna katılıyor. Hatta imam
"sen bu hızla gidersen yakında
uçarsın" diyor. Hızlı bir öğrenme ve ilerleme durumu
söz konusudur. Ondan dolayı
o köye gidip gelirken de tek
değil. Ömerli'den bir grup öğrenci gelip gidiyor. Başkan o
öğrenciler üzerinde de bir otoritedir, daha çok lider durumundadır. Gelirken öndedir,
onun dediğine göre gelip gidiyorlar. Bir nevi onları yönetiyor. Bazı yaşlılardan dinlediğim
kadarıyla dine ilgi duyduğu dönemlerde Cibin Köyü'nden Ömerli'ye gidiş
geliş hattında düz kayalar var. Bu kayaların üzerine kaynatılan bulgur ve
toplanan fıstık serilir. Başkan ve arkadaşları gelip giderken bu kayaların
üzerinde namaz kılarlarmış. Başkan
onların önünde onlara namaz kıldırırmış. İlgi duyduğu, yöneldiği bir
şeye çok ciddi bir yaklaşımı, kendini
tam katma ve verme var. Öncülük
düzeyinde bir yaklaşım var. Orada
dine ilgi duyuyor ama öncülük düzeyinde bir yaklaşımı var.
Okulda da öncülük düzeyinde bir
yaklaşım var. Derslerine çok üst düzeyde çalışıyor, notları çok iyidir.
STÊRKA CİWAN
Aynı zamanda kendi köyünden gelen
çocukları da getirip götürüyor. Onlara
öncülük etmektedir. Başkan anlatımlarında; "Ömerli'deyken kıra geziye giderdik. Yılan öldürür, kuş
avlar ve çocukları bu temelde yanıma
çekmeye çalışırdım" diyor. Onların
ilgisini çekerek, elde ettiği her şeyi,
neyi varsa onlarla paylaşarak sürekli
onları çevresinde toplama yaklaşım
ve özelliği söz konusudur. Aileler
çocuklarının onunla oynamasına izin
vermezler. Başkan için ipini koparmış, çizgiden çıkmış diyorlar. Yani
"bizim çocuklarımız da gidip onunla
oynarsa, onlar da çizgiden çıkar"
diyorlar. Böyle bir engelleme olmasına rağmen yine de ilgi merkezi
olduğu için, yani onların dikkatini
çekmeyi, onlara belli konularda umut
vermeyi ve onları yönlendirmeyi
becerdiği için çocuklar yine de Başkanın etrafında toplanır, oynarlar
ya da kıra geziye giderler. Başkan
beş yıl bu okulda okumuş ve okulunu
üstün başarıyla bitirmiştir. Benim
tanıdığım okul arkadaşları var. Beraber ilkokul okumuş, aynı sınıfta
yer almışlar. Birini Hollanda'da gördüm. Başkanla beraber okul okumuş.
Cibin Köyü'nde bir camideki hutbede
hoca bölücülerin aleyhinde atıp tutuyor, PKK'yi suçluyor ve "Abdullah
Öcalan Ermenidir, gavurdur. Memleketi bölmeye çalışıyor" O adam
dinci olmasına rağmen el kaldırıyor
"Sen yanlış anlatıyorsun. Herhalde
senin bilgin yok ya da tanımıyorsun.
Ben onu tanıyorum, ailesini, anasını
tanıyorum. Okulu beraber aynı sırada
okumuşuz. Senin dediğin gibi değil.
O Kürt'tür, Ermeni değil hatta anası
Türkmen'dir. Bizlerdendir, Müslümandır. Sen karalamak için böyle
söylüyorsun" diyor. Yüzlerce namaz
kılan gerici insan arasında bunu söyleyebiliyor. Bu da Başkanın çocukluk
döneminde bile insanları ne kadar
etkilediğinin, onları ne kadar kazanabildiğinin bir ifadesi olabilir.
"Muhammet kaybetti, Marks
kazandı"
Başkanın ilkokulu bitirdikten sonra
Nizip'te ortaokula gitme durumu var.
Bu, köy yaşamına, köydeki ilişkilere
bir tepki olarak gelişiyor. Köyde kardeşiyle kavga ediyor. Mehmet'e yönelik eleştirileri var. Kendisinden küçüğü çalışma konusunda hep sorun
çıkarırdı. Kavga edince kardeşi kendisinden küçük olduğundan aile de
tepki gösterir. Aileye, oradaki ilişkilere,
genel anlamda köy ilişkilerine ve köy
yaşamına tepki duyarak küçük yaşta
çekip İzmir'e gider. Bu bir çıkıştır.
Başkan bu çıkışının zor olduğunu
söylüyor. Ömerli'den çıktıktan sonra
tepelerin üzerine çıkıp köye doğru
bakıyor. Memleketten, köyden ilk kez
kopuş insanı zorlar. Başkan; "O çıkış
beni de zorladı ama ben bir kez o yaşama tavır koymuştum" diyor. Başkan
sıradan bir çocuk olsa gider orada
yorulur, biraz susuz kalsa ondan sonra
"ana ana" der geri dönebilir ama Başkan dönmüyor, orada tavrını koyuyor.
Duygusal olarak zorlanmasına rağmen
duyguları üzerinde bir kontrol kurabiliyor, bir irade gösterebiliyor. Sonra
Nizip'e gidiyor, orada çalışıyor. Ondan
sonra Nizip'te akrabalarının yanında
ortaokula başlaması söz konusudur.
Ortaokulu da birincilikle bitiriyor.
Derslerinde çok başarılıdır. Orada
dine ilgisi devam ediyor. Ortaokulda
da namaz kılıyor, dini kitaplar okuyor,
araştırıyor da.
O dönemde din etkili bir ideoloji
olduğu için toplumun sorunlarını dinle
çözebilirim mantığı ile dine ilgi duyuyor. Öğretmenlerinden de etkileniyor. "Milli güvenlik dersine gelen
bir subay vardı. Kişilikli, etkileyici
ve çekici bir insandı, ondan etkilen33
dim" diyor. Bir de güç kuvvet olma
arzusuyla birleşince ortaokuldan sonra
subay olmak istiyor. Astsubay okuluna
kayıt yaptırmak istiyor ama Kürt olduğu için almıyorlar. Okula alsalar,
belki imtihana girip kazanacak. Çünkü
dersleri çok yüksektir. Asker olma,
asker olarak güç kudret olma, onun
gücü kudretiyle toplumun sorunlarına
çözüm arama yaklaşımı mevcut sistemin Kürtleri dışlaması, askeri okula
alınmaması ya da imtihan hakkı tanınmaması nedeniyle sonuçsuz kalıyor.
Önderlik ortaokul bittiğinde de arayışını sürdürüyor. Arayışı her boyuttadır. İdeolojik, felsefi boyutta yoğunlaşıyor. Sosyal alanda da arayışı
var. Kendisini geliştirmek istiyor. Bir
yerlere gelmek istiyor ama o dönemde
bir yerlere gelmek ancak devlet sistemi
içerisinde olabiliyor. Başka sistemde
gelişme imkanı ve olanakları yoktur.
Ortaokuldan sonra erkenden tapu
kadastro imtihanlarına giriyor. Ortaokuldan sonra kısa bir süre okuyarak
memur olma anlayışı da bir duraktır.
Bu durum, o dönemde genelde toplumda var olan bir taleptir. Hatta o
çevrede çok yoğundur. O köylerin
hepsinde herkes öğretmen veya memur
olmuştur. O alanda öyle bir kültür
var. Okuldan hemen sonra bir yaşam
kapısı bulma biçiminde bir yaklaşım
var. Ama Önderlikte bu durak daha
ilerisine gidebilmek için bir basamak
oluyor. Daha ilerisine gidebilmek için
biraz para, bir iş güç gerekiyor. Çünkü
arkasında ciddi bir aile gücü, maddi
güç yok. Kolundan tutup ona imkan
ve olanak sağlayan bir çevre de yok.
Bu nedenle ilk etapta geçim sağlayabilecek belki de daha ileri basamakları
tırmanmada ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir durak. O temelde tapu ve
kadastro imtihanlarına giriyor, kazanıyor ve orada okuyor.
Tapu kadastrodan mezun olduktan
sonra Önderlik Diyarbakır'a tayin
Nîsan 2012
STÊRKA CİWAN
ediliyor. Diyarbakır'da tapu kadastro
memurluğu yapıyor. Fakat Önderliğin dine ilgisi devam ederken Ankara'da Necip Fazil Kısakürek'in
konferanslarına katılır. Necip Fazıl
sağcıların, dinci kesimin üstadıdır.
Ajitatif konuşmalar yapan, gençliği
o yönlü etkileyen, yönlendiren bir
şair, aynı zamanda bir ajitatör. Böylesi politik bir yönü de var. Parti
Önderliği "Etkilenirdim" diyor. Hatta
o süreçlerde Maltepe camisine namaza gidip geliyor. Yurtta Sosyalizmin Alfabesi kitabıyla karşılaşıyor.
Bir arkadaşının yastığının altındaymış. Parti Önderliği'nin kitap okuması farklıdır. Önderlik Sosyalizmin
Alfabesi'ni okuduğunda dine yönelik
arayışları duruyor. "Muhammet kaybetti, Marks kazandı" diyor. Kendini
böyle bir ideolojik değişikliğe yöneltebiliyor. Başkan ne kadar İslamiyet'e yönelse, okusa incelese,
onunla toplumun sorunlarına ve kendi iç çelişkilerine, felsefi çelişkilerine
çözüm arayışını onunla yapsa da
tatmin edici bir şey yok. Arayışları
devam ediyor, tatminsizlik, yetersizlik var. Sosyalizmin Alfabesi'ni
okuyunca İslami arayıştan daha tatmin edici, daha ileri bir sistem olduğu ve bir ideolojik felsefi yaklaşım
olduğu için sosyalizmi benimsiyor.
Önderlik onunla da yetinmiyor. Diyalektik materyalizmi de aşıyor,
Marksizm, Leninizmi bile aşıyor,
ona katkıda bulunabiliyor.
Başkan tapu kadastro memurluğunda ilişkilere girebiliyor ve rüşvet
olayını çözüyor. "Öyle bir sistem
vardı ki, herkes getirip rüşvet veriyordu" diyor. İster istemez getirip
Başkanın da cebine koyuyorlar. Parti
Önderliği "Cebime ilk kez rüşvet
koyduklarında alıp almama konusunda çok zorlandım" diyor. "Ama
biraz para biriktirsem fena olmaz.
Sosyal ve devrimci amaçlar için
Nîsan 2012
kullanılabilir diye düşündüm. Bu
gerekçeyle aldım, biraz para biriktirdim" diye belirtiyor. Başkan tapu
kadastro memurluğuyla tatmin olacak, yetinecek, sıradan bir memurluğu kabul edecek bir kişilik değil.
İleriye gitmek istiyor. Onun için de
en azından daha yüksek bir okulda
okuyup daha ileri bir açılım sağlaması gerekiyor. Bu para gelecekte
düşündüğü siyasal, örgütsel ya da
ideolojik çalışmalar için olduğu kadar okul okuması için de önemlidir.
En azından tahsil ihtiyaçlarını karşılayacak. Zaten o imkanlarla toplumla ilişkiler geliştirmiş, öğrencilere
yardımda bulunmuş, öğrencilerle
ilişkisini ilerletmişti. Aynı zamanda
da üniversite imtihanlarına girmiş,
üniversiteyi kazanmıştır.
Önderlik, çocukluğundan beri
hep bir arayış içindedir
Başkan İstanbul hukuku kazanır,
orada okula başlar ama avukatlıkla
yetinmez. Başkan daha yüksek bir
sorumluluk taşıdığı için toplumun
çok önemli problemlerinin çözümünün
siyasetten geçtiğini görür ve avukatlığa
geçmez. Sınavlara bir daha giriyor.
Bu sefer Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni
kazanıyor. Türkiye devletini yöneten
insanlardan çoğu bu bölümde okumuştur. Önderlik çocukluğundan itibaren bir arayış içerisinde olduğundan,
sorumluluk duyduğundan dolayı böylesi bir okulda okuyarak kendisini
daha da geliştirme ve daha da elverişli
bir konuma getirmeyi hedefliyor. Bu
nedenden dolayı da siyasal bilgiler
fakültesini birincil sırada tercih ediyor.
Yüksek bir puanla okula giriyor. Zaten
siyasal bilgiler fakültesinden sonraki
süreçte, devrimci yaşam, o dönemdeki
'68 kuşağıyla ilişkiler, onlara sempati
duyma, yani artık ideolojik siyasal
çalışmalar başlamaktadır.
34
Önderlik ve PKK
Bu Önderlik sıradan bir önderlik
değil. Bu Önderliğin çıkışı ki birazdan
bunu biraz inceleyeceğiz öyle sıradan
bir çıkış değil. Çıkış, biraz da biliyorsunuz yürüyüşü belirler. Genel anlamda tabii. Bu açıdan önemlidir.
Yine öldü, bitti denilen bir halkı ayağa
kaldırmak, onu tarih sahnesine koymak, sadece onunla da yetinmemek,
bugün bir sistemi zorlamak elbette ki
sıradan bir önderliğin başaracağı iş
değildir. Ve bugün ABD'sinden tut,
Avrupa'sından tut birçok güç PKK'ye
karşı tutum geliştiriyorsa, bu nedensiz
değildir. Çünkü PKK'nin geliştirdiği
mücadele, Türkiye hükümetini, rejimini ve o rejimin içinde yer aldığı
sistemi zorlar bir düzeye gelmiştir.
Başkan Apo'nun Kürdistan'a, Kürdistan devrimine sahipliği hangi koşullarda gelişiyor? Bunu iyi anlamak
lazım. '70'ler ortamı nasıl bir ortam?
Emperyalizmin yumuşama sürecine
girdiği bir dönem. Yani reel sosyalizmin önemli ölçüde tıkandığı ve giderek
kapitalizmle bütünleşmeye adım attığı
bir dönem. Bunun için sosyalizmde
ciddi karışıklıkların, sapmaların, Parti
Önderliği’nin deyimiyle; "sapkınlıkların ortaya çıktığı bir dönem." Bilimsel sosyalizm nedir? Üzeri örtülmüştür. Ne sosyalizmdir, ne değildir;
bunu anlamak bile güçtür. Çeşitli merkezler oluşmuş, her biri kendisini sosyalizmin merkezi olarak görüyor.
Bunu kabul edeni sosyalist görüyor,
kabul etmeyi karşı-devrimci görüyor.
Yani sosyalist hareket kendi içinde
parçalanmış. Bin bir sorunla boğuşur
durumda ve bu sorunların içinde boğulma tehlikesi ile karşı karşıya.
Bu reel sosyalizmin Kürdistan'a
bakışına bakalım; Kürdistan diye bir
sorunu yok. Ne böyle bir ülkeyi, ne
böyle bir halkı tanıyor, ne de bu halk
adına mücadeleyi kabul ediyor. Em-
STÊRKA CİWAN
peryalizmin Kürdistan politikası zaten
biliniyor. Bu anlamda reel sosyalizm
ile emperyalizmin Kürdistan politikası,
inkar politikasıdır. Yani bu halkın
işinin bittiğidir. Artık böyle bir halk
yoktur, böyle bir sorunu gündemleştirmemek gerekir, gündemleştirmek
tehlikelidir. Yaklaşımları, politikaları
budur.
Parti Önderliği'nin üzerinde
durduğu, yoğunlaştığı;
sosyalizmin özünü yakalamaktır
Şimdi Türk devletine bakalım.
Türk devletinin politikası belli. Zaten
Kürdistan denen bir olay yoktur. Geçmişte vardı, ancak betonlaşmıştır ve
artık yeşermez. Bu sorun bitmiştir.
Bakışı, politikası, uyguladığı budur.
Türk solunun tutumuna bakalım; her
ne kadar Kürt dense de Kürdistan
gerçeğini, onun halk gerçeğini, ulus
gerçeğini, bağımsızlık gerçeğini, özgürlük gerçeğini en az Türk devleti
kadar, en az emperyalizm kadar kabul
etmeyen bir Türk solu gerçeği ile
karşı karşıyayız. Yani sosyal-şovenizm
egemen, Kemalizm egemen, resmi
ideoloji egemen. Dolayısıyla bunlar
açısından da Kürdistan diye bir sorun
yoktur. Emperyalizmin politikasını
anlamak mümkün, bir anlamda reel
sosyalizminkini de anlamak mümkün,
Türk devleti, zaten mümkün ve sömürgeci devletlerinkini, Türk solunu
da anlamak mümkün. Anlaşılması zor
olan Kürdistan halkının kendisi. Öyle
bir halk ki, gerçekten kendisi de kendisini kabul etmiyor. Kendisi de artık
işinin bittiğini söylüyor. Sadece dünya
demiyor, "Bu iş bitti." Halkımızın
kendisinde direnme takadı görmüyor.
Artık yok olmayı doğal bir süreç gibi
görüyor, bu sürece de girmiş. En zor
olanı, en anlaşılması gerekeni de bu.
İşin zorluğu da biraz buradan kaynaklanıyor. Dünya insanı kabul etmese
buna anlam verilebilir ama insanın
kendisini kabul etmemesi çok farklı.
'70'lerde yaşanan durum budur.
Dikkat edilirse hiç kimsenin kabul
etmediği bir halk gerçekliği var. Bu
halkın da kendi kendisini kabul etmemesi durumu var, kendisi ile çelişki
içinde yaşaması durumu var, başkasının hesabına yaşama durumu. Böylesi durumlarda bir halka sahiplik
öyle kolay bir şey değildir. Bu halk
gerçekliğini ortaya çıkarmak, bu halkı
ayağa kaldırmak, bu halk adına bir
mücadele geliştirmek öyle herkesin
başarabileceği bir iş değildir. Zorluk
buradan geliyor. Zorluk sadece bununla sınırlı değil tabii. Kürdistan
gerçekliğini kavrayıp ortaya çıkarmak,
gelişen bu baş aşağıya yok oluş sürecini tersine çevirmek. İşin neresinden
başlamak gerekiyor, nasıl başlamak
gerekiyor. Bunu cevaplamak da oldukça zor ve herkesin cevaplayabileceği bir soru da değil.
Bu dönemde Türkiye'deki devrimci
hareketin ezilmesi, faşist ordunun iktidarda olması, faşizmin ordu eliyle
örgütlendirilmesi halkta, devrimciler
de umutsuzluğu alabildiğine geliştirmiştir. Yine Sovyet Çin Arnavutluk
tezlerinde olduğu gibi tartışılması da
var. Yani böyle bir dönemde doğru
35
nedir, yanlış nedir, neye sahiplik yapmak gerekiyor, neyi reddetmek gerekiyor? Bunu bile bulmak oldukça zor.
Bunu bulmak da yine herkesin başarabileceği bir olay değil.
Bu dönemde dikkat edilirse koşullar
hep aleyhtedir, pek lehte koşul yoktur.
Böyle dayanabileceğin, güvenebileceğin güçlü veriler de yok. Böylesi
bir dönemde Parti Önderliği, Kürdistan
gerçeğini sahiplenmek istiyor sahipleniyor. Bu dönemde tektir. Ankara'da
üniversite öğrencisidir. Bir arayış içerisindedir ve bu arayışında da kendisine
destek olacak kimse yoktur. Tek başına
bütün bu sorunların altından kalkmaya
çalışır. Kurtuluşun ancak sosyalizmde
olduğunu, başka bir ideolojinin buna
cevap vermediğini görür. Neden?
Çünkü daha öncesi de vardır. Parti
Önderliği yaşamını çeşitli yerlerde
dile getiriyor. Daha çocukluktan itibaren arayış içindedir. Düzenle çelişki
içindedir, bu çelişkiyi çözmek için
çabaları vardır. Dinde arar, memurlukta
arar, birçok şeyde arar. Bulamaz, en
son sosyalizmde bulur. Fakat sosyalizmin de özü kirletilmiştir, örtülmüştür. O özü yakalamak bile başlı başına bir meseledir. Parti Önderliği'nin
bu dönem üzerinde durduğu, yoğunlaştığı; sosyalizmin özünü yakalaNîsan 2012
STÊRKA CİWAN
maktır. Sovyet, bilmem Arnavutluk,
Çin çizgilerinden bağımsız, onların
etkilerini de kendini kapatarak, sosyalizmi bizzat sosyalizmde öğrenmeye
çalışır. Tabii ki bu zor olur ama başarır.
Yani sosyalizmin özünü, bilimsel özünü yakalar. Bu, devrimci tarza ulaşmadır. Daha işin başında kendine güveni esas alır. Bu Parti Önderliği'ndeki
önemli ve güçlü bir özelliktir.
PKK'nin özellikleri
Önderliğin özellikleridir
Tarihsel bir sorun vardır. Madem
var olan tarih kabul edilmiyor, reddediliyor, o zaman tarihi değiştirmek
için tarihi de çok iyi bilmek gerekiyor.
Bu gerçekliği yakalayan Parti Önderliği
Nîsan 2012
tarihi inceler. Yöntemi tarih bilincidir.
Tarih bilincini iyi yakalamak, tarihi
iyi kavramak gerekiyor. Parti Önderliği
bunu başardığı için, insanlık tarihinden
Türk tarihini aydınlatıyor, oradan Kürdistan tarihini aydınlatıyor. Kürdistan
gerçeğini böyle ortaya çıkarıyor. Onun
sömürge gerçeğini, nasıl bir sömürge
gerçeğini yaşadığını ve buna dayatılması gerekenin ne olduğunu böyle
ortaya çıkarır. O dönemde böyle kitap
yoktu, Kürdistan kelimesinin geçtiği
tek bir eser yoktu. Ama Kürdistan
gerçeğini aydınlatıyor, neye dayanarak?
Bilimsel sosyalizme dayanarak, bilimsel sosyalizmin de tarih bilincine
dayanarak, tarihi çok iyi yorumlayarak.
Bu şekilde insanlık tarihinden Türk
tarihini, ondan sonra da Kürdistan tarihini aydınlatıyor.
Kürdistan gerçeği böyle ortaya çıkıyor. Bu
herkesin başarabileceği bir olay mıdır? Olmadığı çok açık. Bizim önümüzde 20 yıllık mücadelenin bu
kadar tecrübesi var,
hepsi yazılı, çizili Parti
Önderliği'nin kendisi
bunları bize veriyor
biz bunları bile almasını bilmiyoruz. Bırakalım ki dünyanın hiç
kabul etmediği, hakkında tek kelimenin
konuşulmadığı, halkın
bile kendisini kabul
etmediği, aleyhinde
veya lehinde tek bir
şeyin yazılmadığı bir
halk gerçekliğini ortaya çıkaracaksın. Burada bu Önderliğin nasıl bir Önderlik olduğunu anlamak gerekiyor ve herkesin, bırakalım herkesi, normal
36
bir önderliğin bile göremeyeceği bir
olay olduğunu görmek gerekiyor. Bu
kadar kıt olanaklar içerisinde -ki,
olanak denilirse olana- bir halkın gerçeğini yakalıyor aynı zamanda. Bu
konuda kendisine yükleniyor. Başka
yerden yardım istemiyor, istese de
zaten yardım edebilecek ne bir yer
var, ne bir kurum var.
Bu dönemi yoğun bir araştırma,
inceleme ile geçiriyor. Adeta kendisini
parçalayıncaya, eritinceye kadar, yüklendikçe yüklenir. İşte "Kendisini
yaratma" diyor Parti Önderliği buna.
Kendisini de böyle yaratır, kendisine
yüklenerek yaratır, kendisine yüklenerek bir gerçeği ortaya çıkarır. Dünyayı tabiki kendisine zindan eder.
Yaşamı bizim bildiğimiz anlamdaki
yaşamı kendisine zindan eder. Bu
gerçeği böyle yakalayıp ortaya çıkarır.
Zaten başka türlü de ortaya çıkarmak
mümkün değil. Demek ki daha
PKK'nin ortaya çıkışında zorluklarla
boğuşması söz konusu. Zorlukları
esas alması, zorluklarla yaşamayı
bilmesi, savaşmayı bilmesi ve yenmesi söz konusudur. Bu PKK'nin bir
özelliğidir, Önderliğin bir özelliğidir.
Anlaşılacağı gibi PKK'nin özellikleri,
Önderliğin özellikleridir. Eğer PKK'li
olacaksak bu özelliklere ulaşmak zorundayız. PKK, zorlukları yaşayan,
zorluklarla savaşan ve yenmesini bilen bir hareket olacak, biz onun mensupları olarak zorluklardan kaçacağız,
rahat yaşama iyi yaşama göz dikeceğiz. Ve PKK'li olacağız, olabilir
miyiz? PKK rahatı reddeden bir harekettir. Her şeyi zorluklarla savaşarak
kazanan bir harekettir, özelliği budur.
PKK'li biri de tutup rahat yaşamı,
rahat devrimciliği seçemez. Bunu
seçen, PKK'li olamaz, ters düşer.
Demek ki PKK'nin çıkışı, şekillendiği
koşullar oldukça zor koşullardır. Zorluklarla boğuşa boğuşa bir çıkış, bir
doğuş gerçekleşiyor. Çünkü denile-
STÊRKA CİWAN
bilir ki Kürdistan sorunu dünyanın
en ağır sorunudur. Kürdistan'a sahip
çıkmak adeta dünyayla savaşmak
demektir. Kürdistan sorunu böyle bir
sorun, uluslararası düzeyde bir sorun.
Yaratacağı sorunlarla uluslararası düzeydedir. Şimdi, sorunun düzeyi buysa, sorunu çözecek önderliğin de bu
düzeyde olması gerekiyor. Soruna
bu düzeyde yaklaşmayan bir önderlik
bu sorunu çözemez. Kürdistan'da en
ufak bir gelişmeyi açığa çıkaramaz.
Eğer PKK gelişmiş, bu düzeye ulaşmışsa, bu kadar gelişmeye yol açmışsa ve bugün tüm dünyanın hesaba
kattığı bir hareket olmuşsa, sıradan
bir olay değildir, sıradan bir önderlikle
başarılabilecek bir olay değildir. Bunu
da iyi anlamak gerekiyor.
duruma getirmiş. Yani Kürdistan'da,
Kürdistan halkının çıkarlarını temsil
edecek, Kürdistan gerçekliğine dayalı
bir hareketin gelişme şansını hemen
hemen ortadan kaldırmış, bunun için
rahattı. Hala da "Böyle bir gelişmenin
olmaması gerekir, bu hareket nasıl gelişti?" diyor, bunu anlamaya çalışıyor.
Gerçek biraz böyle. İşte bu dönemde
böylesi yoğun bir inceleme araştırmayla
Kürdistan gerçeğini ortaya çıkardı. Bu
üst düzeyde, eşit koşullarda birliğini
temsil ediyor, yine bu Önderliğin nasıl
bir önderlik olduğunu ortaya koyar.
Bu Önderliğin salt Kürdistan’la sınırlı
olmadığını, salt Kürdistan'da bağımsızlığı hedeflemediğini, özgürlüğü hedeflemediğini burada görmek gerekir.
Şekillenen önderliğin bir uluslararası
nitelik taşıdığı, somutta Kürdistan'da
üstlense de, esasta tüm insanlık sorununa çözüm getirmek için yola çıkan
dönemde, tek başına. Daha sonra Haki
ve Kemal arkadaşlarla tanıştı. Birlikte
kaldılar ve o tanışma sonuna kadar
devam etti. Bu da çok önemli bir olaydır, Parti Önderliği’nin ilk yol arkadaşlarının Haki ve Kemal arkadaşlar
olması anlamlıdır. Neden ilk yol arkadaşları Kürtler değil de Türkler oluyor?
Öyle olsa da yine bunun anlamı farklıdır. Bu iki önder arkadaş da Türkiyelidir, Türk’tür. Hiç kimsenin cesaret
etmediği dönemde Parti Önderliği ile
yol arkadaşlığı yapan insanlardır. Parti
Önderliği de bu iki insanla yola çıkar,
bu nokta iyi kavranmalı. Bu, yeni
doğan bu Önderliğin, doğarken enternasyonalist bir önderlik olarak şekillendiğini gösterir. Bu, Önderliğin bir
özelliğidir. Bu iki arkadaşla Parti Önderliği’nin birlikteliği, iki halkın en
bir Önderlik olduğunu ilk şekillenmesinde görmek mümkün. Bu iki arkadaşın Parti Önderliği ile arkadaşlık
yapmaları yine bu iki arkadaşın gerçekliğini ortaya koyuyor. Evet, dünyada
birçok enternasyonalist devrimci vardır
ve bunlardan saygı ile bahsedilir. Dikkat
edin, bu devrimciler, mücadelenin beli
bir düzeyinde bu mücadeleye katılan
devrimcilerdir. Hemen hemen hepsinde
durum böyledir. Haki ile Kemal arkadaşların durumu farklıdır; Kürdistan'da
en ufak bir gelişmenin olmadığı, hatta
böyle bir gelişmenin olacağının en
ufak bir belirtisinin olmadığı durumda
ve hiçbir Kürdistanlının Kürdistan gerçeğine sahip çıkmadığı bir dönemde
böyle bir soruna sahiplikleri vardır.
Bu arkadaşların büyüklüklerinin burada
yine görmek gerekiyor. Yine, Başkan
Önderlik, Kürdistan'da üstlense
de, esasta tüm insanlık sorununa
çözüm getirmek için yola çıktı
Demek ki PKK'nin çıkışı böylesi
zor koşullarda gerçekleştirilen bir
çıkış. Parti Önderliği bunun için "biz
hiçbir şeyi kolay kazanmadık, her
şeyi zorla kazandık" diyor. Bu bir
gerçeğin çok çarpıcı dile getirilmesidir.
Çünkü düşman Kürdistan halkını yenmiştir, her şeye el koymuştur, her
şeyi kazanmıştır, insanını da kazanmıştır. Gerçek budur. Parti Önderliği'nin düşmanın kazandığı bu halka
sahipliği vardır, kazanılan bu insanı
düşmandan koparma vardır, bu ülkeyi
koparma vardır. Bu öyle kolay bir
şey değil. Yer yer kendisini ortamda
konuşturabiliyor. Geriliklerimiz, düşmanın kazandırdığı ruh, özellikler yer
yer kendini konuşturabiliyor.
PKK ile düşman adeta kazanmak
için yarışıyor. İnsan şunu şimdi daha
iyi anlıyor: Türk devleti neden bu
kadar rahattı? Niye "betonladım, artık
bu topraklarda bir şey yeşermez" diyordu? Nedensiz değil, gerçekten o
37
Nîsan 2012
STÊRKA CİWAN
Apo ile yol arkadaşlıklarını iyi anlamak
gerekiyor. Bu arkadaşlar neden -o dönemde Türk solunda bir sürü örgüt
varken- Parti Önderliği ile yol arkadaşlığı yaptılar? Kemal arkadaş daha
sonra, Diyarbakır Zindanlarında, mahkemelerde dile getirecektir. PKK'de
zaferi gördüğü için, PKK'de sosyalizmi
gördüğü için, PKK'de insanlığın kurtuluşunu gördüğü için, Kürdistan halkının, dolayısıyla Türkiye halkının
kurtuluşunu gördüğü için PKK'yi seçtiğini söyler ve doğrudur bu. Bu iki
arkadaş en ufak gelişme imkanının
görünmediği dönemde Parti Önderliği
ile yol arkadaşlığı yapmışlarsa, bu
Parti Önderliği’nde çok şeyi gördüklerini ortaya koyar. Yani sosyalizmi
Önderlikte gördükleri için, Türk halk
gerçekliğinin kişiliğini burada yakaladıkları için -ki onlar kendi gerçekliklerini burada yakalıyorlar- yol arkadaşlığı yapıyorlar. Bu buluşma anlamlıdır, manevi açıdan Parti Önderliğine büyük bir destektir. Bu iki arkadaşın desteğini alır. Bu arkadaşlık,
daha sonraki yıllarda da Önderliği en
iyi anlayan, Önderlik çizgisine baştan
giren devrimciliğe dönüşür.
Başkan Apo bilimsel sosyalizmi
esasa alan bir önderdir
Çevresinde kimse yoktur. Manevi
anlamda da destek verecek kimsesi
yoktur. Değerli bir araştırma, inceleme
döneminden sonra, Kürdistan Devrimi
teorisini kabataslak da olsa ortaya çıkarır. Bununla yetinmez şüphesiz,
daha da derinleştirme, bir yandan da
ortaya çıkardığı gerçekleri başka insanlara verme biçiminde çalışması
başladı. Bu dönemde benim tanışmam
var. Beni tanıştıran Kemal Pir arkadaştır. Bir anlamda beni bu harekete
kazandıran bu arkadaşa bazı şeylerimi
borçluyum. Esas anlamda da Önderliğe
borçluyum. Parti Önderliği ile tanıNîsan 2012
şıncaya kadar Kürdistan gerçekliği
gibi bir gerçeği bilmiyordum, kendimi
de bilmiyordum. Benim doğuşum, bu
mücadeleyle birlikteliğim ile başlar,
Önderlikle tanışmamla başlar. Bu yüzden insanlığımı da, her şeyimi de Önderliğe borçluyum. Tabii ki Kemal
arkadaşın şahsında Önderliğe borçluyum. Ben tanıştığımda küçük bir
gruptu. Kürdistan Devrimi teorisi yaratılmıştı, yaratan da Önderliğin kendisiydi. Önderlik, bu düşünceleri çevresindeki insanlara veriyordu. Hem
kendi eğitimiyle uğraşıyor, hem bir
halkın geleceğini aydınlatıyor, hem
de bunun yoğun çalışması içindeyken,
yanındaki arkadaşları da en az kendisi
kadar eğitmeye çalışıyordu. Burada,
PKK Önderliği'nin bir özelliğini daha
belirtmekte yarar var; bir kere insanı
esas alır. İnsanı ele alış tarzı vardır.
İnsana yüksek bir değer verişi vardır.
Bunun iki nedeni var: Bir, PKK sosyalist bir hareket, Başkan Apo bilimsel
sosyalizmi esasa alan bir önderdir.
Bilinir ki sosyalizmde esas öğe insandır. Eğer reel-sosyalizm kaybetmişse, bir de bu yüzden kaybetmiştir.
Yani insanı esas almadığı için, insana
gerekli değeri vermediği için kaybetmiştir. Biz kaybetmeyiz çünkü PKK'de
insan esastır. İnsana gerektiği değeri
vermeyen, insanoğlunun yarattığı hiçbir değere değer vermez. Reel-sosyalizm insana değer vermiyordu, insanoğlunun yarattığı değerlere değer
vermeye çalışıyordu. Daha çok da
onun tekniğine değer vermeye çalışıyordu. Bu, sosyalizmle bağdaşmayan
bir durum. Çünkü sosyalizmde insanlık, en üst aşamasına ulaşmıştır.
Sosyalizm, diyelim insanlık tarihinin
en üst evresi oluyor, en olumlu özellikleri kazandığı düzey oluyor. Bu
açıdan bir kere insanı esas almak gerekiyor. İkincisi, Kürdistan halkının
adına bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi yürütülüyor. Buna kazandırmak
38
denir. Parti Önderliği'nin tarzı budur.
Bu kadar görev arasında her arkadaşla
azami ölçüde ilgileniyor. Onun gerçekliğini tanımak için, ona güç, enerji,
moral vermek için, onda gelişmeyi
sağlayabilmek için gerektiğinde hayatını bile tehlikeye sokabilmektedir.
Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir
önderliğe rastlamak mümkün değil.
Yani bir devrimin liderliği bu kadar
insanla haşır-neşir olmadı. Hemen hemen bütün devrimlerin tarihinde, örgütlerin tarihinde önderlere bakıyorsun,
belli düzeylerdeki insanlarla ilgilenmişler. Dünyada Başkan APO kadar
insanlarıyla ilgilenen bir önder yoktur.
Bu da bu önderliğin insanı esas alma
ve her şeyin üzerinde tutma özelliğini
ortaya koyuyor. İnsana bu kadar değer
vermeyen, insanla bu kadar ilgilenmez,
insana bu kadar ilgi duymaz. Eğer
PKK'li olacaksak, bizim de bu özelliği
kazanmamız gerekir. Madem PKK
insana bu kadar değer veriyor, bizim
de bu tarzı esas alma-mız gerekir.
Başka türlü PKK'lileşme olmaz. PKK,
insanı ayaklandıracak, yükseltecek,
sen PKK adına insanın moralini bitireceksin, insanın savaşma, çalışma
istemini kıracaksın, hatta savaş dışı
bırakacaksın. Ve PKK'li olacaksın,
hele hele bir de yönetici olacaksın. O
zaman neyin yöneticisi olacaksın?
PKK'nin yöneticisi olabilir misin?
Hayır! Olsa olsa TC yöneticisi olabilirsin, PKK içinde TC'nin yöneticiliğini
yapmış olursun. Eğer PKK'lileşeceksek
her gün, her saat kendimize şu soruyu
sormamız gerekiyor: "PKK nedir, ben
neyim? Hangi yönüm gerçekten PKK
ile bağdaşıyor, hangi yanım ayrıksı
kalıyor?" Bu soruyu sürekli sorup cevaplandıran kişi sanıyorum PKK'yi,
PKK'nin düzeyini yakalar. Çıkışında
bazı özelliklerle şekillenen, giderek
yeni özellikler kazanan bir Önderlik.
***
STÊRKA CİWAN
PORTRE
Gerçek bir sanatçı;
Halil Dağ
Beritan Cudî
“Sanatçının dili gölgeli
bir dil değil, gerçeği
haykıran açık ve çığlıklı
bir dildir sanat dili.
Görünmezi görülür
kılan, duyulmazı
duyulur kılan”
Herhangi bir gerçeği içten yaşayan,
gerçeği tüm yakıcılığıyla hisseden ve
o gerçek uğruna ser verenlerin hikayesini anlatmak çok zor bir iş. Çünkü
onlar gerçeği olduğu gibi yaşadılar.
Ne yalanı vardı ne dolanı. Ne kaygılı
oldular ne de hesaplı. Ondandır ki hakikat, gerçeklikleriyle örtüşmüştü. Gerçeklik hakikatin yapılanmasıdır. Ve
bugüne dek hiçbir hakikate kolayca
ulaşılmadığı gibi hiçbir hakikat de
ucuzca gerçekleşmedi.
Gerçeğin serüveni uzun ve zahmetli
bir yol aldı hep. Çok çetrefilli, dikenli,
tuzaklı ve sisli oldu ama içlerindeki
mutlak gerçek bilgeliği ne olursa olsun
hep yol almalarını öğütlüyordu. İşte
gerçeği bu kadar yalın ve özlü yaşayanları -onların yaşadığı gibi- o denli
gerçekçi anlatmak zor ve sarsıcı bir iş
ama sanırsam her birimiz bu gerçeklikleri bir köşesinden alıp işlersek birbirimizi tamamlamış oluruz.
İşte dile gelen bu gerçeği sanat olgusunda, bunu somut yaşayan birini anlatmak istiyorum. Sanatı gerçeklikle işlemiş, hakikate kavuşturmuş birini…
Dağ gibi Halil’i Halil Dağ’ı anlatmak
istiyorum. Dediğim gibi işim zor ama
onun gerçeğine hayran biri olarak, en
çok da bu gerçeğe yakından tanık olmanın şansını yakalamanın sorumluluğuyla bazı şeyleri yazma gereğini duyuyorum. Bütün gücümü onun gerçeğine
39
dokunma cesaretinden alıyorum. Onu
anmak bana ilham veriyor. Çünkü ancak
gerçeği bu kadar güzel ve derinlikli yaşayanları belli bir anlamla tarif edebiliriz.
Onun için ustalık benim kalemimde
değil ustalık onun yaşam gerçeğinde ve
bu yaşamı yalın sunmada gizli.
Evet, O gerçek bir sanatçıydı. Çünkü
yaşamın her alanına nüfus eden, gerçekliklere dokunan ve yaşamı dokuyan
biriydi. Zaten sanatçılık denen şey de,
yaşam gerçeğini ince elleyip sık dokuyan ve bunu güzel bir ürüne çeviren
hüner değil midir? Bunu yaparken de
daha ince ve daha ayrıntılı bir yaklaşımla farklılığını koruyordu. Evet, O
sadece yaşamın değil savaşın da sanatçısıydı. Anlam sanatçısı, fikir sanatçısı, fotoğraf-film sanatçısı. İnsanlarla derin bağlar kurmanın, doğru ilişkilenmenin sanatçılığı. Doğanın sanatçısıydı, edebiyatın, simgelerin ve
imgelerin sanatçısı... Durum bu olunca
elinden kaçan, görmezlikten gelinen
hiçbir olgu kalmazdı. İşte bu yüzden
herkesi, her kesimi sanatçı duyarlılığıyla
ele almasını bilen ve sanatında bunları
konu eden özelliği beni hep hayrete
düşürmüştü. İnsan nasıl o kadar geniş
ruhlu olup herkesi kapsayabilir ve nasıl
o kadar sonsuz bir ufukla ince düşünceli
olabilir? Bazen hiç umulmadık birini
yazılarında veya görüntülü programlarında öyle ele alırdı ki, insan hiç
Nîsan 2012
STÊRKA CİWAN
durmaksızın büyük bir heyecanla o
kişiyi görmek isterdi. Aynı şekilde
üstünden geçtiğin, umursamadığın
bir olayı öyle hoş, öyle anlamlı bir
çerçeveye kavuştururdu ki, ben niye
bu bakışla ele almadım diye hayıflanarak tekrar o yaşanılana yüzünü
döndürürdü insanın. İşte o anlarda
imrenirdim ona, O’nun o anlamla
bakan yaşam felsefesinden bir nebze
soluk alırdık.
Yaşam onun elinde bir sanatçı duyarlılığıydı. Yaşam onun elerinde
yoğrularak güzel şekiller kazanan bir
alandı. Sanatıyla harikalar yaratıyordu.
Anlamın dili, gizin bulmacası, problemlerin denklemi ve hayallerin gerçekleştirileniydi O. Yaşamı asla köşe
bucaklara sıkıştırıp gölgelemezdi. Sanatçının dili gölgeli bir dil değil, gerçeği haykıran açık ve çığlıklı bir
dildir sanat dili. Görünmezi görülür
kılan, duyulmazı duyulur kılan…
Böylece anlamlı bir bileşke kurularak
hem geçmişi, hem bugünü hem de
geleceği en güzel bir biçimde buluşturan bir yetkinlik vardı sanatında.
Acaba diyorum geçmişine yönelik
hiç pişmanlık duyduğu anları oldu
mu? Hayır, zannetmiyorum çünkü
her anı duyumsayarak geçirilmiş, kararla içerilmiş, hayata hakkını vermiş
Nîsan 2012
bir kişilik keşke’lerle yaşayamaz.
Böyle kişilerin kitabında pişmanlık
yoktur, olsa bile ‘daha iyisi nasıl olabilirdi’ üzerinden gelişir. Bunun için
tarihi duyumsamanın, gelecekte umutlu olmanın yoğunluğuyla bugüne
yükleniyordu. Dıştaki savurgan, köreltici fırtınaya karşı, içinde onu alıkoyan her türlü ölgünlüğe karşı ve
zamana karşı bir yarış içindeydi. O
kendi yarışında koşuyordu. Bütün
enerjisiyle, dur durak tanımayan,
canlı, akışkan bir ruhla güne yüklenerek yarışmadaydı. Sırf bir şimşek
görüntüsü için ‘daha iyisi olmalı’
diye diye gece uyumadan sabahlara
dek yağmurun altında bekleyişinden
sonra o geceyi sanki hiç yaşamamış
gibi sabah erkenden çekimlere gidişini
mi anlatayım, yoksa savaşın gerçekliğini en iyi biçimde vermek için kamerasıyla birlikte saldırıya gitme ısrarını mı anlatayım!..
İşte her şeyi dolu dolu hakkıyla
yaşamak derler ya, tam da kendi yaşam
tarzının tercihini bu iki kelimeyle formülleştirmişti; tutkulu kişilik. Tutkun
ve vurgun. Gerçeğe tutkun ve güzelliğe
vurgun. Gerçek için derviş olan güzellik
için deli-divane dolanan. İşte bu yüzden
her şeyi secd edercesine büyük bir
inançla, aşkla ele alırdı. Bu tutkulu
40
kişilikte sevgi en erişilmez yüceliklerde
ve güzelliklerde yuvalanmıştı. Çünkü
hayatın hakkını vermiş bir insan çok
sağlam ve güzel sever. O her şeyi severdi. Rüzgârın uğultusunu, suyun sesini, yüksek kayalıkları, yağmurdan
sonraki toprağın kokusunu, kuşların
cıvıltısını, haşarı- uslu, kirli ve temiz
her kesimden çocukları, yağmurlubulutlu, güneşli- kapalı ve sisli her
renkten göğü, ülkeyi, kadını, kavgayı-dinginliği, çılgın veya durgun karakterli insanları her şeyi ama her şeyi
kendi ahenginde severdi. Yoksa yumuşak iklimli bir deniz çocuğunun
dağların asi-sert zirvelerini sevebilmesi
mümkün müydü? Hepsini teker teker
hisseden, tüm bu faklılıklara, çeşitliliklere anlam biçen ve kendine özgü
bir yorumla bunların hepsini kapsayan
ve kucaklayan zengin bir dünyası
vardı onun. Sonuçta içindeki bu güzel
dünyasıyla her şey bir bir sanat eserine
dökülürdü. Böylece sanatçı ruhuyla
geçici olanı ölümsüzleştirmeye, acıları
anlam olgusuna, an denileni destansı
kılmaya ve hayatı serüvenleştirme peşinde koşardı. Serüvenleştirirken de
her şeyi olası tadında yorumlayan
bakış açısıyla her olgu kendi çapında
ne eksik kalırdı ne fazla, ne biçimsiz
dururdu ne de yersiz. Yani anlaşılan
onun sanatında her şey yerli yerine
otururdu.
Başka bir yönüyle ince bir mizaca
sahipti. ‘Yaşam düşünenler için bir
komedi, hissedenler için bir trajedidir’
diyor bilgeler. Ve komedi ile trajedi
çok ince bir hat ile düşünce merkezine
oturmuştu. Yaşamın bazı gerçeklerine
yabancı değildi ama hani bazı gerçekler iç karartıcıysa, alıkoyarsa onu
hayallerinden işte o zaman anlamlı
bir komedi ile ‘arkadaşım badem
ağacı’ deyip dalga geçerdi hayatın
bu yüzüne. Bu yönüyle hayalleri
mutlu ve umutluydu. Mutlu yolcu
dedi kendine. Hayatın peşinde koşarak
STÊRKA CİWAN
hiç umulmadık gerçekleri yaratıyordu.
‘Gerçekçi ol imkânsızı iste’ diyor ya
büyük devrimci Che Guevera. İşte
O da gerçeğin büyük takipçisi olarak
hep bir yaratım pratiği içerisindeydi.
Bunu yaparken esas dayandığı nokta,
kendi amacında yoğunlaşmış ve netleşmiş hedefleri oluyordu. Kuşkusuz
beklentileri vardı ama beklentileri
kendine dönüktü. Eğer bireyin kendisinden beklentileri varsa doğal olarak o kişi yapar, girişir, yaratır ve sunar. Tersinden dışarıdan beklentisi
olan hep şu bu engeldir deyip ve ya
oradan -buradan dilenme pozisyonuna
girdiklerinden yaratma eylemine girişemezler. İşte bu noktada Halil arkadaş ancak kendinden insanlara bir
şeyler kattıktan sonra, büyük paylaşımlar sonrasında karşıdakinden bir
şeyler beklerdi. Ama önce kendi kendine yönelik belirlediği beklentileri
karşılamak şartıyla. Yeri değil bunu
da biliyorum ama aklıma gelmişken
yazayım; Bunu da herhalde hayatında
ilk defa birilerinden bir şeyler istemiş
olmasından kaynaklı içimde yer edindiğinden yazma gereğini duyuyorum.
Botan’a giderken arkadaşlardan
bir M-16 silahını istemişti ve ilk defa
öylesi bir şeyi istemenin mahcupmütevazi bakışı yüzüne oturmuştu.
Onu da hep ağır olan sırt çantasının
yükünü azıcık da olsa hafifletmek
için istemişti. İnanılmaz gelebilir ama
o kadar film çalışmalarını hep kıtkanaat imkanlar içerisinde yürütürdü.
Tıpkı Partimizin ideolojik döneminde
imkanlara dayanmadan kendi yaratıcı
akıllarıyla, yürekleriyle her çalışmayı
başarması gibi. Bir ermiş derecesindeki mütevazı hayatında fazla hiçbir
şeye yer yoktu. Bazen elbiselerine
takılırdık ‘sen hiç yeni elbise giymez
misin?’ derdik o da ‘bu konuda yenilikçi değilim’ diyerek kendi çizdiği
yaşam ölçülerinde ısrar ederdi. Özellikle deriden olan gazeteci yeleği yok
mu onu tanıdığımdan beri hep üzerindeydi. Ve sanırsam Botan'a giderken onu indirdi çünkü artık cep diye
bir şey kalmamış, lime lime olmuştu
her tarafı. İşte bir bütün olarak hayatın
trajik-komik gerçeğine karşın birey
olarak duruşunu kendine has özgün
bir tarzda belirlemişti. Bazen bir
çocuk gibi katıla katıla gülerken bazen
de ciddi- olgun bir tavır ile düşündüren
bir bilgelik takınırdı.
Hatırlıyorum da buz devri animasyon filmini izlerken nasıl da büyük bir kahkaha ile seyrederdi. İçindeki cıvıl cıvıl çocuk bahçesiyle tüm
kırları aşmak için rüzgârı arkasına
bırakarak, yalınayak koşan film kareleri gibi bazı manzaraları vardı
hayatının. Hayatının ellerinden tuttuğu ve kendisiyle beraber koşturduğu keyifli anları… Yaşamın trajik
olan yönünü de, en etkin ve en dokunaklı sahnelere çevirerek topluluğu
aynı duygu atmosferinde buluştururdu. Böylece günümüz dünyasının
donmuş, duyarsız yanlarına ve yaşam
umursamazlığına ayna tutardı. Tıpkı
gizlere ayna tuttuğu gibi.
Tabi bu sanatçı ruhu kadının gizine
kayıtsız kalamazdı. Kadınla arkadaşlığı
çok öncelere dayansa da esas olarak
bir sanat eserinde kadınla buluşmayı
daha 2000’li yıllarda Mani rolünü
oynarken düşlemişti. Kuşkusuz bu
rolü oynarken Denaq’la olan yoldaşlığını sadece rol olsun diye oynamadı.
Rol ile gerçek ancak bu kadar bağdaşabilirdi. Çünkü O sanat dünyasını
rolden öte gerçekler üzerine kurmuştu.
Ve oynadığı o rol ile gerçek arası bu
durum usunda hep bir sorumluluk
yüklemişti; Bu da ancak kadının büyüklüğünü yansıtacak bunu herkese
duyuracak bir proje ile karşılanabilirdi.
Ama bu konu kadını araçsallaştıracak,
onu sanata bir meze gibi, bir süs gibi
kullandıran ve sunan modernite mantığını ciddi bir biçimde aşacak bir
41
içerikte olmalıydı. İşte bu noktada
her anlamıyla teslimiyetçi çizgiye
karşı bir duruş olan, kendisini kullandırmayan büyük ve gerçekçi bir
tema vardı. Kadının direngen onuru
Beritan… Beritan’ı işlemek, o gerçeğe
dokunmak, onun gerçeğinde arınmak
büyük bağlayıcı bir sözdü onun için.
Üstelik bunu da kadın arkadaşlarıyla
ortak çalışacağı ve kuracağı işbölümüyle başarmak istiyordu. Böylece
Beritan’dan O’na bir akış, Ondan Beritan’a bir yönelişle cevap olmayı başardı. Ve sonunda kadınla güzel bir
yoldaşlığın buluşmasını yine sanatkâr
bir ifadeye kavuşturmuştu.
Sanatçı kişiliği, yaratım kişiliği
usta elleri, işlek zihni ve duyarlı yüreğiyle aramızda hepimizin sesi ve
yaşam soluğu oldu. Ve halen de yaratımlarıyla gerilla çok renkli ve çok
sesli olma imkânını korumaktadır.
Onunla beraber birçok arkadaş eğitildi.
Eğer birçok arkadaş şu an elinde kamerasıyla bir şeyler yapıyorsa bunda
kesinlikle Halil arkadaşın imzası vardır. Ve Halil arkadaş bunu yaparken
bunu tek yönlü bir kameramanlıkla,
bir-iki yazım çizimle yapmadı. Gerillayı hem yaşadı, hem yansıttı. Teriyle, emeğiyle, yorgunluğa direnen
bedeniyle, canla-başla yaşadı, telaşla
koştu koşuşturdu. Anlamlı bir yaşam
için ne gerekiyorsa onu içsel olarak
inandığı için yaptığından sanatı harikalar yarattı. Bu yönüyle en azından
şimdilik tüm Kürt halkı nezdinde
gerçek bir sanatçı olarak değer kazandı. O hem bir savaşçı hem bir yönetmen hem de bir yazar olduğu
kadar anı doludizgin kılan bir fotoğrafçı ve kameraman, kahraman ve
cesur yürek, serüvenci ve devrimci
olarak mücadelede yer edinerek efsaneleşti. Seni çok özlüyoruz ölümsüz
sanatçı…
***
Nîsan 2012
STÊRKA CİWAN
ANI
Gülüşleri Gökyüzü Maviliğinde
Yankılanırdı
Berivan DİCLE
“Keşke mümkün
olsaydı Ciwana, sevdiğin gamzemi yüzüne
yerleştirseydim, avuçlarıma sığdırmış olduğun
oyuncak gibi yüreğimi
senin avuçlarına armağan etseydim. Ruhumu
seni küle dönüştüren
alevlerin ortasına koyabilseydim”
Nîsan 2012
“Yazmak arınmaktır” derler. Yazdıklarımızla yaşamın farkına varır,
farkına vardıklarımızla geçmişimizi
arındırıp geleceğimizi aydınlatırız.
Kalemi elime alıp beyaz sayfalara
baktığım zaman henüz yaşanmamış
bir günün şafağında olduğumu hissederim. Bir heyecan kaplar yüreğimi,
yeni doğmuş güneşi selamlarım sonra.
Doğanın armağan ettiği havayı solarım
bütün hücrelerime değin. Güne başlarken, güneş daha bir güzel doğmak
için çırpınırken, bir güne sığdırdıklarım bembeyaz yaşamın sayfalarına
yazdıklarım oluyor. Yaşanmışlıklar,
zamanın duru ruhuna yazılanlar oluyor. Mekân değişse de zaman ruhunda
bir mekân haline geliyor. Doğup büyüdüğün yurdun oluyor zaman… Yazmak da zaman gibidir. Durmadan
akan ırmak misali akar durur… Bunun
için olsa gerek “yazmak arınmaktır”
derler. Bu anlamıyla yazdıklarımızla
yaşamın anlamına ulaşmak istiyorsak,
kendimizi bilmeyi hedefliyorsak, ruhumuzdaki kirleri yazdıklarımızın anlamıyla yıkamak istiyorsak, bunu hakikat aşkına bir adım daha yakınlaşmak uğruna yapıyorsak, “Yazmak
arınmaktır” diyebiliriz.
Ben de bu yazdıklarımla Ciwana
ve Dilara arkadaşların yaktıkları ateşinin ışığıyla ruhumu bir nebze daha
aydınlatmak, arındırmak istiyorum.
42
15 Şubat karanlığının “yine geldim”
dediği yerde Ciwana ve Dilara’nın
aydınlığına sığınıyorum. Kutsal bir
mekâna yürür gibi, yüzümü onların
suretindeki güzelliğe dönüyorum.
Çünkü biliyorum ki, onlar güneşin
ısısıyla ruhumuzu yakan ateşlerdir.
Öyle bir ateş ki çağlar boyu varlığını
sürdürerek, güneşin aşkını alevlerle
dillendirerek, bizim de ruhumuza dokunurlar. Her yürek kaldırır mı bu
dokunuşları bilemem. Küçük gerilla
Ciwana arkadaşın üzerine bir şiir yazdım, onu da dağların yüreğine gömdüğümü sandım. Durmadan sesini
duydum. Ciwana’nın sesi bilinçaltıma
yerleşince, ruhumun da beni yaktığını
gördüm. Bütün bedenim yanmıştı.
Yanmanın acısını iliklerime kadar
hissettim. Öyle yakıcı bir gerçek ki
uyandığımda bile hiç bir şeye dokunamıyordum. Sanki dokunsam yanmış
olmanın acısını daha fazla hissedecektim. Çünkü dokundukça yaşadığım
acıların daha fazla farkına varacaktım.
Bunun için de hiç bir şeye dokunamıyordum. Benim için ise Ciwana’yı
yazmak ona dokunmak gibidir. Onu
düşünmekse, alevler ile kendilerini
ölümsüz kılan tüm yoldaşların resimlerine bakmak gibidir. Sadece onların
sesinde kaybolmak, gerçek anlamıyla
kendini bulmak istersin. Bir an kendini
tarihin derinliklerinde bulursun. Ana
STÊRKA CİWAN
tanrıçalar sevdiği çocukları doğar
doğma, onları ateşlerle yıkayıp ölümsüz kılmak isterler. Ana tanrıçaya,
kızlarının aşkını ateşle kutsamasından daha yakıcı bir sesleniş olabilir
mi? Tıpkı Mevlana’nın felsefesinde
anlattığı gibi “aşkı yaşamayan aşkı
bilmez, aşkı yaşayan ise tarif edemez
ancak yaşar”... Anlam ki ilk insandan
son insana kadar sonsuz ve ölümsüz
olandır. Anlam ki taşlarına, ağaçlarına, ırmaklarına, dağlarına sinmiş
ülkemin.
Kutsal topraklarımızın en nadide
çiçeklerinden birisi olan Ciwana’yı
ilk kez 2000 yılında, her biri bir
güzellik abidesi olan Sorxwîn, Berîtan ve nice güzel kadınların dostlukla sonuçlandırdıkları voleybol
maçı sırasında görmüştüm. Ciwana
yaşının küçük olmasından dolayı
bütün arkadaşların ilgisini üzerine
çekmişti. Benim de dikkatimi çekmişti. Siyah ve kıvırcık saçları, gözbebeklerindeki siyahlıkla bütünleşmişti. Sevgi dolu gülümsemesiyle
çocukluğun heyecanı açılıveriyordu
yanaklarında. Esmer yüzünde görülmeyen ama hissedilen bir aydınlanma yayılırdı. Onu tanımak istemenin merakıyla yanına gittim. Adını
ve nerden geldiğini sordum. Nereden
gelmiş olduğundan çok özgür dağlarda olmanın sevincini anlattı. Gelmek için ne kadar ısrar ettiğini söyleyiverdi. “İsmim Ciwana” demişti.
Anlamını sorduğumda çekingen bir
tavır takınarak “güzel” anlamına
geldiğini söyledi. İsmini söyleyince
daha bir güzelleşti Ciwana.
Kısacık sohbetimizde Ciwana’nın
Kobanili olduğunu öğrendim. Ona
karşı içimde büyük bir sevginin geliştiğini hissettim. Onunla birlikte
kalmayı çok istemiş olmama rağmen,
kalamamanın hüznü çökmüştü üzerime. Bu yüzden ayrılırken bir şeylerin eksikliğini ruhumda hissedi-
yordum. Onunla yaşamanın heyecanı
yarım kalmıştı. Araya çok uzun bir
zaman girmeden Ciwana, Sorxwîn
arkadaşın yanında kalmaya başlamıştı. Sorxwîn arkadaş takımları
gezmiş olduğundan dolayı Ciwana’yı
daha yakından tanıma şansını bir
nebze de olsa yakalayabilmiştim.
Birlikte kaldığımız zamanın seyri
leğine hep gülerdik. Cebinde duran
küçük cihazın anteni başının yüksekliğini aştığından “Ciwana bu
uzun anteni nasıl taşıyorsun?” derdik,
kahkahalarla gülerdi Ciwana yoldaş
ve gülüşlerini gökyüzünün maviliğiyle paylaşırdı. Heval Sorxwîn
“ben artık cihazı taşımayacağım”
derdi. Yıldızların saklı olduğu top-
içinde Ciwana’yla çok güzel sohbetlerimiz olurdu. Birlikte yaşamak
güzeldi. Bulunduğumuz ortamın
neşe kaynağıydı. Yerinde durmazdı.
Küçük bedeni yorgunluk nedir bilmezdi. Küçük bedenine sığmazdı
büyük ruhu. Suyun olmadığı yerlerde
arkadaşlar Ciwana arkadaşın küçük
bedeni yorulmasın diye gitmesini
istemezlerdi. Ama o suya gitmek
için kendini hep dayatırdı. Yazın
kavurucu sıcağında, küçük taşlardan
fırın yaptığımız sacın üzerinde ekmek pişirirdi. Esmerliği kırmızıya
bürünürdü ateşin alevleriyle. Zor
bela uzaklaştırsak da bu kez hamuru
açarken küçük ellerinde dolandırır,
oyun oynardı. “Bakın ekmeği ne
kadar da güzel açıyorum” derdi.
Sorxwîn arkadaş ile uzun yollar kat
edip geldikten sonra zayıf omuzlarından dizlerine kadar sarkmış ye-
rakları çiçekler ile süslerdi bazı zamanlarda. Saatlerce konuşur gibi
dururdu, yıldızların parlaklığına bakarken kimsenin duymadığı dilsiz
sözcükler kurardı. Ciwana’nın yalnız
kaldığı zamanlar olurdu. Yalnız kaldığı zamanlarda sadece ruhunun derinliklerinden gelen sesleri dinlerdi.
Özgürlük arayışlarını, iç yoğunlaşmasını büyütürdü.
Sıcak bir yaz günü kayalığın gölgesinde oturmuş, defterine bir şeyler
yazıyordu. Neden yalnız oturduğunu
merak edip küçük gerillanın yanına
gitmiştim. O an karşımda her zamankinden farklı bir Cıwana görmüştüm. Defterine bakmak isteyince
hemen uzattı. Yüreğinde biriktirdiğini
paylaşmak, dayanılmaz acısını anlatarak hafifletmek istercesine... Yazdıklarının çoğu güneşe dairdi. Duygularını şiirsel bir ruhla yazmıştı.
43
Nîsan 2012
STÊRKA CİWAN
Sözcüklerin duyguları anlatmadığı
ve sustuğu yerlerde simgeleri seçmişti. Ruhunun ve yüreğinin aynası
olan bir kalp çizmişti. Çizmiş olduğu
resme bakınca hiçbir şey söylemeden
suskunluğu seçtim. Söylenecek hiçbir sözün değeri suskunluk kadar
anlamlı olmayacaktı. Onun kalbini
duymak için susmam gerekiyordu.
Güneşe sevdalı olanların yüreğindeki
kanayan yarayı, Ciwana’nın çizmiş
olduğu resimde görmüştüm. Ciwana
bu kalbi çizmişti, kalbin içerisine
güneşin ve kendisinin ismini yazmıştı. Güneşe duyduğu aşkı böyle
anlatmıştı, aşkının yüceliğini böyle
tanımlamak istemişti. Yüreğine vurulmuş, yüreğini kanatan okları çizmeyi de ihmal etmemişti. Zalim
sistemin küçük yüreğine yaşattığı
acıları da oklar ile simgelemişti.
‘99 yılında yüreğine yüklenilmiş bu
acının tarifini bu şekilde yapıyordu.
Bu büyük acı birçok kadını alevlerle
sarmıştı. Ciwana’yı ise özgür dağlara
yolcu etmişti. Ciwana en çok sevdiği
türküyü söylerken -Ey Wah Limin
Wax Ev Çi Dem Çi Çağ, Baze Ezmana Kete Zindana- bu türkünün
sözcükleri ile sorguluyordu bu çağı.
Bu çağı, sorguladığı gözlerinden
okunuyordu. Sayfanın sonlarına doğ-
Nîsan 2012
ru iki kalp çizmişti, bu iki kalbi neden böyle çizdiğini sorunca “yanlış
olan kalp benim, doğru olan kalp
ise heval Sorxwîn’indir” demişti.
Heval Sorxwîn’in yüreğini de küçük
yüreğine katmış, heval Sorxwîn’e
duyduğu sevgisini böylece yüreğine
nakşetmişti. Ciwana bu sözcüklerin
anlamında sevginin yüceliğini, erdemini ifade etmişti.
Ailesinden söz edilince ülkemizde
her çocuğun yaşadıkları gibi bir yaşam
hikâyesi vardı. Ve bunları bizlere anlatmıştı. Küçük yaşta babası cezaevine
girmişti. Yaşadığı hüzün gözlerindeki
buğulanmalarla ifadesini bulmuştu.
Ve suskunlaşmıştı aniden hüznün gelgitlerinde yaşarken… Bir an Kürt
çocuklarının yüreğinde biriken acılar,
Ciwana’nın kirpiklerinin arasında birikti ve durdu. Gözyaşlarını silmek
için gelmişti. Kendi gibi ağlayan çocukların acılarını dindirmek için, koşarcasına yüzünü güneşin aydınlığına
dönmüş, yaşam soluğunu dağlarda
almıştı. Gün geçtikçe bu dağlarda
yaşamanın ne kadar değerli olduğunun
farkına varıyordu. Yaşama kattığı
coşku ile yaşamı güzelleştirerek bunu
gösteriyordu. “Vadilerde yankılanan
gülüşlerini unutmamıştır dağlarımız
bilirim...”
44
Ciwana, Sorxwîn arkadaş ile her
yolculuğa çıktığında, uçurumun başına geldiği zaman kayaları aşağıya,
vadiye doğru yuvarlardı. Her yuvarlanan taşla yüzüne öyle gülücükler yer edinirdi ki tıpkı sabahın
ilk ışınlarıyla açılan narin bir çiçek
gibiydi. Ve insanın içinden o an kayaları vadiye yuvarlama istemi doğardı. Vadi boyunca gördüğüm her
kaya bana Ciwana’yı hatırlatırdı.
Her o noktaya geldiğimde işitirdim
Sorxwîn ve Ciwana’nın sesini. Her
an onları görecekmiş, karşıma çıkacaklarmış gibi olurdum.
En son Ciwana’yı görmüş olduğum yer yüksek bir tepenin yamacındaki patikaydı. Ciwana tepeye
tırmanırken ben tepeden aşağıya
doğru iniyordum. Uzak ve derin
yolculuklara çıkmıştım tepeden aşağıya inerken. Ve arkadaşlarımdan
ayrılmanın hüznünü yaşıyordum.
Ciwana beni öylesin etkilemişti ki
bunu kelimelerle ifade etmek mümkün değildi. Mücadelemizde bizlerin
hiçbir zaman alışmadığı ve alışamayacağı bir ayrılık olgusu vardı.
Bu bizim mücadelenin bir parçasıydı.
Sevdiğin ve birlikte kaldığın yoldaşlarından bir gün mutlaka ayrılacağın ama bu ayrılığın fiziki olduğunu ve ruhsal anlamda hep birlikte
yaşanıldığını her arkadaş gibi Ciwana arkadaş da biliyordu. Fakat
yine de duygusal anlamda çok etkilenmişti. Ciwana bana, “nereye gidiyorsun, bak bak heval Sorxwîn’den
de ayrılmışım, senin yanına geliyorum” deyince ben, “gitmek zorundayım” diyebildim ağlayarak. “Heval Ciwana!” deyip yeniden sustum,
başka bir şey diyemedim. Gözlerinden yaşlar süzüldü yağmur damlaları gibi. Aceleyle bir yandan da
gözyaşlarını silerek çantasını açtı,
içi oyuncaklar ile doluydu. Sırtında oyuncak taşıyan küçük gerilla,
STÊRKA CİWAN
bana bir Noel babayı hatıra olarak
armağan etti. Avuçlarıma aldım küçük oyuncağı ve sımsıkı kucakladık
birbirimizi.
O, kayboluncaya kadar el salladı
bana, ben de el salladım. İçimde
onun “gitme” diyen sesi yankılanıp
duruyordu. Yanında kalamayarak
istemini yerine getirememiştim. Bunun içindir duyarım sesini ve içimde
tarif edilemeyen bir sızı belirir. Nasıl
anlatayım sana Ciwana bilemem,
gitmelerin nedenlerini…
Hep içimde bir gün onu görmenin
umudunu taşırdım. Gitmelerin bir
dönüşü de olacaktı elbet, yürek Ciwana’yı ateş topuna çevirmiş olsa
da, buluşmalar olacaktı... Ayrıldığımız mekâna geldim, yer aynıydı,
patika aynıydı. Heyecanla tırmandım, sanki orada Ciwana’yı yine
görecektim. Onu sımsıkı kucaklayacaktım. Bu kez onunla gülecektik.
Gülümsemelerimize dağlar da katılıp
o da bize ortak olacaktı. Ciwana’nın
verdiği Noel babayla yeni yılı kutlayacaktık. Mümkün olsaydı –yanlış
ve doğrusuyla- avuçlarına yüreğimi
verecektim.
Sen olmayınca daha çok anladım, yer aynı olsa da zaman keskin
bir bıçak gibi ayırmıştı bizi. Bir
daha görüşemeyecektik. Ne kadar
acı! Ama ayrılma gücünü gösterdiğimiz için ruhumuz sonsuzluğa
kadar buluşmuştu. Bizi ayıran zaman
başka bir yerde buluşturuyordu.
Çünkü güneşe doğru yol alanların
hiçbir zaman ayrılmadığını öğrendik
bu yol ayrımlarında. Güneşe daha
yakın olmak için ayrıldık, bunun
için tüm yüreğimle ayrılmadığımıza
inanıyorum.
Özgürlük sevdamızın Prometeuslaştığı ayda yüreğimizi bir ateş sardı.
Gözyaşlarımızla bile söndüremediğimiz bir ateşi Ciwana ve Dilara tutuşturmuştu. Ruhumuzu saran alev-
lerden kaçamazdık. Yeniden doğmak
için onların bedenleriyle tutuşturduğu
bu ateşe yürek gerekiyordu. Hem
ateşe dokunmadan yanmak mümkün
mü? İki küçük beden yüreklerine evreni sığdırmışlardı. Evrenin tüm güzelliklerini bir demet çiçek gibi toplayıp ateşin üzerine attılar. Arkadaşlar
kurtarmak istediler, alev topundan
önce Ciwana’yı almak istediler. Ciwana bir cümle kurdu. Hiç bir alevin
yakıcı olamayacağı kadar yakıcı bir
cümle, cümleye anlam olarak bir
tarih sığdırdı. Kavrulmuş acılar içinde
titreyen bedenini unuttu, güneşin kızlarına has olan bir şeyler fısıldadı,
büyülü anlamlar döküldü dudaklarından “beni bırakın önce Dilara’yı
kurtarın” dedi. Öyle kararlı durmuşlardı ki alevlerin dansına zamanın
ve mekânın ötesine uçmuşlardı. Kanatlanmıştı ruhları özgürlüğe ve ölümsüzlüğün anlamına doğru…
Ciwana yıldızların mekânlarını
çiçekler ile süslerdi. Saatlerce oturur
izler, düşünürdü, bir dili vardı konuşurdu yıldızlarla. Şimdi çocuklar
süslüyor, sonsuzluk uykusuna uyuduğunuz yerleri.
Ama hep seni, ayrıldığımız yerdeymişsin gibi hatırlıyorum. Bir de
45
“Dilara’yı kurtarın” deyişindeki erdeminde. Sen ki ülkemizin kutsal
kızısın, sizler ki sevginin ve aşkın
hakiki tanımısınız. Ne zaman sizleri
düşünsem ateşin ortasında alevlerin
sırlarına eren dördüncü kelebek gelir
aklıma. Ateşe atılmadan önce üç
kelebek ateşe yaklaşsa da, her birisi
bir anlamını keşfetse de, asıl anlamını çözen sizler, yani yanmayı bilenlersiniz. Sizler güneşin ruhunda
doğan özgürlüğün suretisiniz.
Keşke mümkün olsaydı Ciwana,
sevdiğin gamzemi yüzüne yerleştirseydim, avuçlarıma sığdırmış olduğun oyuncak gibi yüreğimi senin
avuçlarına armağan etseydim. Ruhumu seni küle dönüştüren alevlerin
ortasına koyabilseydim. Keşke diyorum… Çünkü sen, sen olacaksın.
Biliyorum seni güzel kılan sevdiklerindi Ciwana… Sizler aşkı kutsayanlarsınız. Büyüleyici ruhlarınız
yaşamın çağrısıdır bizim için.
Evet, sevgili Ciwana, şimdi senin
bana vermiş olduğun Noel babayı
senin kadar güzel yürekli bir gerilla
taşıyor sırtındaki çantasında. Senin
çocuksu düşlerine yürüyor.
***
Nîsan 2012
STÊRKA CİWAN
JIN
DI SÎSTEMA KAPÎTALÎST DE JIN
Edessa
“Jin û zarok di reklaman
de, weke parçeyeke meta
tên pêşkêşkirin.
Nûçe, nûçeyên girêdayî
jinê bi qasî ku mirov
bibêje nîn in, kêm in.
Yan jî, di rêza rojevên
pêncemîn û şeşemîn de
ne. Jinên ku bi tundî û
destavêtinê re rû bi rû
dibin tên populîzekirin û
tên bêwatekirin”
Nîsan 2012
Mirov dikare pênaseya zîhniyeta
kapîtalîzmê ji gelek aliyan ve bike.
Di serî de, pêwîste were nirxandin,
pozîtîvîzm û lîberalîzma ku dikare
bikeve her qalibekî, metirsiya xapandinê tê de bilind, li aliyekî ve jî ji
hemû qalibên hişk ên olî dogmatîktir,
ji felsefeyên herî razber bêwatetir,
spekulatîf(ketim û fesadî), bi qasî tu
caran putperestî neketiye putperestiyê.
Li aliyekî pozîtîvîzm û zanistê dike
pişgirê hev û li hemberî exlaq û baweriyê derdixe (radike), li aliyê din
bi lîberalîzmê jî netewdewleta ku
ruhê civakê derxistî, ezezîtî gihandî
asta qirkirinê vegerandiye xwedayekî.
Tu zîhniyetên olî bi qasî zîhniyeta
kapîtalîzmê şer û çewisandinê dernexistiye holê. Kesayeta tu civakê bi
qasî zîhniyeta kesê ku di civaka kapîtalîzmê tê de bi ser ketî, bêberpirsiyarî, miriyê berjewendiyên xwe,
zalim, qirker, bişafker û dîktator neafirandiye.
Kapîtalîzma weke sîstema têkel a
ku li ser mal û pereyan hatî avakirin,
dema zîhniyeta fînansgerî ya di roja
me de ava dike, civaka mirovahî bi
hinek zîhniyetên ku tu Nemrûd û Fîrewnan di hişê xwe re jî derbaz nekirin
girê dide û tevayê mirovahiyê li hemberî putên xwe yên herî ketî neçarî
secdeyê dike. Di rewşeke wiha de
tenê mirov dikare qala îflaseke fikirîn
û rizandinekê bike.
46
Di sîstema kapîtalîzmê de tevî ku
cihê zora leşkerî û ramyarî girîng e jî
di bingeh de ya wî li ser lingan digire,
teslîmgirtina civakê bi endustriya çandî,
heta felckirina wê ye. Mirov dikare
bibêje ku zîhniyetên komikên di bin
bandora pergalê de aniye rewşekê wisa
ji yê meymûnan(ku herî nêzikî mirovan
in) hîn paşketîtîr û ji pêleyîstinê re hîn
destdayîtir e. Sazûmaniya di kotanên
lawiran de, di rastiyê de jî bi sazûmaniya
civakan a bi awayê kotanên a lawiran
hatiye avakirin, nimûneyeke gelek vekirî ye. Çawa ku lawirên di kotanên
lawiran de ji bo temaşekirinê ne, civak
jî veguheriye xwepêşandanê. Ev, ji
aliyê gelek felsevanan ve hatiye ziman
û hatiye diyarkirin. Di serî de sê ‘S’
‘yan, endustriya seksê, li pey wê bi
rêzê ve di heman demê de di nav hev
de endustriya spor û çand û hunerê bi
kampanyayeke fireh a reklama medyatîk bi awayekî kûr timî aqilê hestî û
analîtîk bombebaran dike. Bi tevahî
bêbandor dike û dagirkeriya zîhniyeta
civaka xwepêşaniyê temam dike.
Ev civak ji teslîmgirtinê hîn xirabtir,
bûye civakek bê îrade û kole. Di serî
de Sumer, Hînd, Çîn û Roma û hemû
pergalên împaratoriyên bihêz, bi qasî
sîstema kapîtalîzmê li ser civakan bandor nekirine. Kapîtalîzma ku bûye lûtkeya desthilatdariya pêvajoya împaratoriyan, her çiqas bi awayekî objektîf
nîşaneyên rizînê yên kaotîk bi kûrahî
STÊRKA CİWAN
jiyan bike jî, baş tê femkirin ku pergal
bi gel leyîstinê, bi desthilatdariya
xwe ya zîhnî dixwaze bandorên xirabiyên xwe kêm bike.
Di hatina wê ya vê qonqxê de,
weke hatî diyakirin pêşkêşkirina seksê
bi awayê endustriyel, ji faktorên diyarker e. Mirov kirine rewşeke wisa
ku di hêza seksê de li serkeftinê
digere. Halbukî di tevahiya zindiyan
de ev têkilî(seks) ji bo ferqkirina
jiyanê û ew bêdawî kirinê de di erka
çalakiyeke fêrker de ye. Ji zindiyên
yekhucreyî bigire heta mirov, mirov
dikare erka zayendiyê bi vî awayî
pênase bike. Herwiha watedar û heta
pîroz e jî. Di bikaranîna vê têkiliyê
de di vê rewşê de, bi watekirin
gengaz e.
Komikên mirovan jî di pêvajoya
dîrokê de şîroveyeke bi vî şêwazî
bingeh girtine. Tevahî lêkolînên
antropolojîk vê şîroveyê piştrast
dikin. Ger hinek têkiliyên nayên
metakirin hebin, têkiliyên zayendî
ji vana yên sereke ne. Ji ber ku ev
têkilî bi pîroziya jiyanê re, bi mezinahiya wê re, bi dewamkirina wê
re têkildar e.
Di Sîstema Kapîtalîst De
Rewşa Jinê
Îstimara zayendî yek ji amûrên
bingehîn ên desthilatdariya pergalê
ye. Tenê nehatiye metakirin û veguherandina endustriyeke mezin; aniye
rewşekî wisan ku Xwedawenda fallos
a Hindî jî li paş hiştiye. Aniye rewşa
ola serdestiya zayendî ya zilam. Bi
taybet di her zilamekî de ev xwe nîşandana olî, di serî de wêje, li cihê
herî bi wate yê hunerê hatiye rûnandin
û weke amûreke tiryakê (tevzîner)
hatiye veguherandin. Heyberên tiryakê
yên kîmyasal li pêşberê ve ola nû ya
zayendparêz ne tu tişt in. Tevayê endamên civakê bi kampanyayên reklaman anîne rewşa rêşaşên, xerifiyên
(sapik) zayendî. Ciwan, pîr, kal heta
zarok jî ferq nake her kes tê bikaranîn.
Jinê veguherandine weke heybera
herî pêşketî ya seksê. Mahkûmî zîhniyeteke wisa hatiye kirin ; ger her
hucreya wê ji bo seksê xizmet neke
tu qîmeta wê nîn e. Xêzana pîroz veguherandine dergeha seksê. Li şûna
dayîka pîroz û xwedawend, jineke
nekêrhatî, vala û ‘pîrejinên’ ku avêtine
quncikekê maye. Ev, rewşeke pir bi
jan û êş e. Bi bergirtina sunî ya jinê
pêvajoya amûrbûna seksê gihîştiye
lûtkeyê.
Di rewşeke berevajî de ji ber ferzkirinê, pergal, hebûna xwe bi zorê
dikare berdewam bike. Di cewher de
kevneşopiyeke civaka baviksalarî ku;
di serkêşiya vê de zilam heye, bi alîkariya teknîkên tenduristî, rola makîneya pirbûna zarok dane jinên çînên
bindest. Bi vî awayî mezinkirina
zarok ku pir zehmet e, kirine wek
bare feqîran. Bi vê yekê li aliyekî
pêwîstiya bi karkerên ciwan tê bicîhanîn, li aliyê din jî, xêzaneke xirab
ya ku ji nav nayê derketin tê afirandin.
Bi kevirekî çend teyr tên kuştin?
Zilam û jina çîna serdest êdî bi çêkirina zarokên sunî, xwedîkirina zarokên
ji yekê din peydabûyî û xwedîkirina
lawiran, têgihîna zarok ji wateya wî
derxistine û bi vê re jî kêmasiyên
xwe pê derbaz dikin. Heta dawî xwe
xweşik û balkêş digirin. Bi vê rewşa
47
xwe olên nû yên seksê dihilberînin û
ji xwe ve diçin. Di encamê de, şêniyeke bêwate ya ku ji bin barê wê
nayê derketin, bêkariyeke ku di tu
pêvajoyên dîrokê de nehatî dîtin û
derdoreke êdî nikare barê mirovan
hilgire derdikeve holê.
Di nava jiyanê dikin de rewşa herî
xirap tê serê jinan, zarokan û pîranan.
Ji dema avakirina hiyerarşiyê û vir
ve jin di bin nîrê pergalên zilamserdest
de hezar car hatiye kolekirin. Bi sîstema kapîtalîst re, li ser nefsa zilamê
serdest ya ku têrbûn çi ye nizane û
bêberpirsiyariya wî qetek din hatiye
pêçan. Heyîna ku zilam der barê wê
de herî zêde derew kiriye jin e.
Xefka pir xete ya li ber jinê hatiye
vedan, encameke bîrdoziya zilamserdest e.
Zilamê serdest ê ku qet naxwaze
jinê nas bike, ji bo vê rewşa xwe
veşêre serî li wêjeya evîna sexte
dide. Ji bo zilamê serdest evîn tê
wateya, daîmiya ajoyên hindirîn
ên bêwate, veşartina derewên xwe
û zanebûna kor. Sedema pêjirandina
vê rewşê ji aliye jinê ve, xwe
dispêre kûrbûna bêçarebûnê ya ku
çavkaniya xwe ji çewisandinê digire.
Ew qas ji mercên jiyanê yên madî û
rewanî hatiye qutkirin, gotinên herî
xirap ên zilam, êrişên wî, weke rewşeke xwezayî dibîne.
Gelo jin di bin statuyek vê astê
de jiyankirinê çawa li xwe qebûl
dike? Lê rastiyeke bi vî awayî heye
ku her kes bûye şahidê wê; ev, dişipe
rewşa jinê ya li pêşberî zilam: Dema
qesap lawiran ji bo serjêkirinê amade
dike, lawir bi xwe dihese ku wê bê
serjêkirin û bi ta û lerzê dikeve. Zilam, heta ku jin li ber nerecife xwe
zilam nahesibîne. Şerta sereke ya
zilambûna serdest ev e. Qesap di
yek carê de ser jê dike, lê zilam tevahiya jiyana jinê ser jê dike. Rastiya
ku bê dîtin ev e. Vê yekê bi sitranên
Nîsan 2012
STÊRKA CİWAN
êvînê veşartin tevgereke herî ketî
ye. Di şaristaniyê de tişt û gotinên
herî bêqîmet ji bo evînê hatine bikaranîn, tişta ku zilamekî qet bi ser
nexistî, nexwestî bi ser bixe, li gorî
xwezaya xwe nêzikatî li wê kirin e.
Zilamê ku bikare vê helwestê nîşan
bide weke qehremanekî bê nirxandin
di cih de ye.
Jin û Malbat (Xêzan)
Malbat(xêzan): ger klan bi xwe
weke malbat neyê destgirtin jî nêzikê
wê ye. Xêzan di nava klanê de yekem
saziya ciyewazbûyî ye. Civaka mirovahiyê demeke pir dirêj weke xêzana li dora dayîkê kombûyî jiyan
kiriye. Pîştî şoreşa çandinî ya
(BZ.5000 sal) bi pêşketina rêveberiya
hiyerarşîk a bi serdestiya zilam, derbazî dema xêzana baviksalarî dibe.
Rêveberî û zarok ji zilamê mezin ê
xêzanê re hate hiştin. Xwedîbûna li
ser jinê bû bingehê hizra mulkiyeta
yekemîn. Piştre li ser civakê sîstema
koledarî hate avakirin.
Di dema şaristaniyan de bi awayê
xanedan em rastî şêwayên fireh û
demdirêj ên xêzanê tên. Xêzanên
gundî yên hêsanî, pîşekar, sin’etkar
her dem hebûna xwe parastine. Dewlet
û desthilatdariyê ji bo bav ê di nav
xêzanê de weke kopyayekedesthilatNîsan 2012
dariyê rolek amade kiriye. Bi vî awayî
xêzan bû amûreke herî girîng a serdestbûnê. Her dem ji bo şebekeyên
desthilatdar û sermayedar rola çavkanî
ya kole, serf, karker, kedkar û leşker
lîstiye. Ji ber vê sedemê girîngî ji bo
xêzanê hat dayîn û ew hat pîrozkirin.
Şebekeyên kapîtalîst tevî ku kara herî
zêde li ser jina di xêzanê de bi dest
dixist, viya veşartî kirine û barekî
din jî dane ser milên xêzanê. Xêzanê
anîne rewşa sîgorteya pergalê û bi vî
awayî ew mehkûmî jiyana herî paşverû kirin.
Rexneya li ser xêzanê girîng e.
Tenê li ser esasên vê rexneyê, dikare
bibe hêmana bingehîn a civaka demokratîk. Ne tenê jin, heta tevahî
endamên xêzanê weke tovika desthilatdariyê neyên dîtin, wê hizir û
pêkanîna şaristaniya demokratîk ji
hêmanên herî bingehîn bêpar bimîne.
Xêzan ne saziyeke civakî ya wisa ye
ku derbaskirin an jî ji holerakirina
wê pêwîst bibe. Lê dikarê bê veguherandin. Pêkanîna şaristaniya demokratîk ji hêmanên herî bingehîn
bêpar bimîne. Îddîaya mulkiyetê ya
li ser zarok û jinê ya ji hiyerarşiyê
maye divê bê derbaskirin û di têkiliyên
hevjînan de têkiliyên sermaye û desthilatiyê rol neleyîze. Pêwîst e nêzikatiyên ji bo berdewamkirina tov tên
48
nîşandan bên derbazkirin. Nêzikatiya
herî rast bi hev re jiyankirina jin û
mêr, girêdayî civaka exlaqî û polîtîk
bingehgirtina felsefeya azadiyê ye.
Xêzana ku di vê bingehê de veguherînê jiyan bike, wê bibe cihê baweriya
herî qayîm a civaka demokratîk û
wê bibe yek ji têkiliyên din ên bingehîn ên şaristaniya demokratîk. Ji
hevjîneke fermî zêdetir hevjîneke
xwezayî girîng e. Pêwîst e her du alî
jî, ji bo pejirandina mafê tenê jiyankirinê amade bin. Di têkiliyan de
weke kole, çavkor tevgerkirin ne rast
e, nayê pêjirandin. Veguherîna herî
biwate ya xêzanê di jiyankirina şaristaniya demokratîk de pêk tê. Jina
ku hezar salan e rêzdariya xwe winda
kiriye heta rêzdarî û hêzeke mezin
qezenc neke, yekîneyên bi wate yên
xêzanê nikare pêş bikeve. Xêzana
ku li ser nezaniyê hatiye avakirin nikare rêzdar bibe. Ji bo şaristaniya
demokratîk ji nû ve were avakirin,
para dikeve ser xêzanê girîng e.
Tiştên ku li ser ar û namûsa zewacê
tênê gotin di rastiyê de kêşana tevayê
qehrên ‘împaratorên biçûk e”. Her
çawa ku împaratorê mezin dewletê
weke namûsa xwe qebûl dike vê
weke sedemê şer nîşan dide, împaratorên biçûk(zilam) jî dema tiştek li
jinê tê, ku weke namûsa xwe dipêjirinê, vê weke pirsgirêka namûsê dinirxîne û dike sedema şer. Ya hîn
balkêştir jî ruhê jinê bi temamî hatiye
valakirin, weke şikil jî zêde jinane
hatiye nîşankirin. Bi reng û deng
weke çûkeke di qefesê de lê hatiye
kirin. Sazûmaniya deng û makyajê,
ji derveyî xwezaya jinê, nasnameya
wê ya cewherî ya ku hatî windakirin,
kesayeta wê dikuje.
Rêzefîlmên televîzyonan: Rewşa
jinê ya di xêzanê de bi awayekî erênî
pêşwazî dike. Yan jî weke ku jin her
tim hewceyî rizgarkirinê be dide nîşandan. Her tim bi wêjeyeke sexte
STÊRKA CİWAN
ya evînê tê xapandin, bi îxanetê re rû
bi rû dimîne yan jî di rewşa xwexapandinê de ye.
Pîroziya saziya xêzanê û mezinahiya wê her tim bi kar anîne. Amûrên ragihandina giştî yên jin û mêran
her tim bandor dikin û şikil dide
wan, ji bo xwe berdewamkirina çîna
serdest û pergalê girîng in. Pêşketina
teknolojiya malê û hilberandina heyberên mezaxtinê bû sedema ku bazar
ji bo firotina malên xwe bere xwe
bide jinê. Di warê makîneyên cilşûştin
û firaxşûştin, moda û kozmotîkê de
afirînerên kapîtalîst, feydeyên bêhempa bi dest xistine. Ji bo firotina
van berheman, dîsa jin tê bikaranîn.
Dîsa çapemeniya ku armanca wê jinê
di malê de di nav çar dîwaran de
girtî bihêle, polîtîkaya weşanê ava
dike û nasnameya hevjîn û dayîka
baş û binamûs her tim derdixe pêş.
Bi kurtasî çapemenî herî zêde zayendiya civakî bi kar tîne ji bo ku
pergal xwe li ser piyan bigire.
Metakirina (Malkirina) Jinê
Ji binî de ketina jinê bi kolêkirina
wê, dest pê kiriye. Ev pêvajo bi helandin, çewisandin, destavêtin, heqaret
û qirkirinê dagirtiye. Rola ku ji wê
re hatî diyarkirin, ji bo sazûmaniya
pergalê û bi qasî ku pêwîst e zarok
çêkirin e. Bîrdoziya xanedanî bi vê
re girêdayî ye. Di nav vê statuyê de
jin mulkê teqez(mutlaq) e. Bi qasî
ku nikare rûyê xwe nîşanî kesekî din
bide, mal û namûsa xwediyê xwe
ye. Marks ji bo pere dibêje “Xwedawenda metayan”. Di rastiyê de ev
rol hîn zêdetir ya jinê ye. Xwedawenda rastîn a meta jin e. Tu têkiliyên
jinê yên ku nehatî pêşkêşkirin nîn e.
Tu herêmên ku tê de jin nehatibin
bikaranîn jî nîn in. Ciyewaziyek heye
ku li beranberê her malekî nirxek(pere)
tê diyarkirin, tê dayîn; lê dixwazin
jinê bi sextekariya ku jê re ‘evîn’ di-
bêjin û bi wê derewa mezin a ku
dibêje “keda dayîkan nayê dayîn”
bixapînin.
Ya duyemîn; jin weke amûreke
seksê tê pêjirandin. Têkiliyên zayendî
yên zindiyên li xwezayê, tenê ji bo
domandina cureyê zindî ye. Bi vê,
berdewamiya jiyanê hatiye armancgirtin. Di mirovê mêr de bi taybet
tevî girtîbûyîna jinê û bi giranî di
pêvajoya şaristaniyê de rola bingehîn
ji bo seksê, ji bo xwesteka zayendî û
berevajî pêşxistina vê hatiye qetandin.
Di lawiran de pêvajoyên cotbûnê pir
bi sînor û piranî salane ye. Dixwazin
di mirovê mêr de vê bixin 24 demjimêran. Di roja me de jin amûreke
ceribandina nefsa zayendî ye. Cudakirina malên giştî û taybet bêwate
ye. Êdî her cih malen giştî (kerxane),
malên taybet e; her jin jî weke jinên
malên giştî û malên taybet lê hatiye.
Ya sêyemîn; kedkareke wisa ye
ku bê pere û bê mûçe kar dike (bi
taybet li mala xwe). Di malê de karên
herî zehmet ew dike. Lê pêşberî vê
keda xwe bi gotina “jina aqilê wê
kêm” biçûk tê dîtin. Ew qas hatiye
biçûkxistin ku bi rastî jî xwe kêmaqil
dihesibîne, pêkanîna xizmeta zilam
ji xwe re weke çarenûs dipejirîne.
Dikare bi çar destan xwe bi destê zilam û desthilatiya wî bigire.
Dema her tişt eşkere dibe, tê
hêvîkirin ku jin jî hebûna xwe bi
hemû awayan nîşan bide. Mijokdarî
û çewisandina sîstema kapîtalîst bi
hebûna jinê ve girêdayî, tê xwestin
bi berfirehî were fêmkirin. Êdî hema
hema jin qaşo metaya herî binirx e.
Tu sîsteman jin ev qas nekiriye meta.
Di serdemên yekem û navîn de li
gel koletiya giştî ev jî parçeyek bû.
Cariyekirin jî ji bo pergalê ne ciyewaz
bû. Bi taybet girêdayî jinê, koletiyek
yan jî metakirinek tune bû. Di pergalê
de têgihîna zayendparêzî cara yekem
kapîtalîzmê danî. Hema hema tu le49
batên wê yên nehatî metakirin tune
ye. Dixwaze qaşo vê armanca xwe
bi riya wêjeyê bi awayeke hîn jî
‘nazik û estetîk’ pêk bîne. Lê rola
bingehîn a vê hunerê di rakirina barê
pergalê yê giran de, barê herî giran ji
jinê re veqetandine. Di her karekî de
mûçeyek(destheq) tê veqetandin. Hemilbûn ku barekî giran e dîsa ji xwedîkirina zarok û her curê karê malê
re mûçe tune ye. Bûyîna koleya mêr
ji bo seksê jî bê mûçe ye.
Mûçe û nirxa ku jinên di malên
giştî de (kerxane) digirin, di gelek
malên taybet(malên şexsî) de ji bo
jinê nayê dayîn.
Di cîhanê de çapemenî weke
hêza herî mezin a çarem tê pêjirandin.
Cihê ku zayendparêziya civakî herî
kûr tê bikaranîn, ew bi jin û zilam tê
pêjirandin qada çapemeniyê ye. Medya jinê her tim wek tişteke ku kar li
ser tê meşandin nîşan dide. Wê weke
meta û heyber-obje dide naskirin. Di
civaka zilamserdest de, bi bernameyên
statu û cîhê jinê diyar dikin û bi bîrdoziya zilam tê xurtkirin. Di nûçe û
rûpelên rojnameyan de cihê jinê hîn
baştir carek din tê diyarkirin. Jin û
zarok di reklaman de weke parçeyeke
meta tên pêşkêşkirin. Nûçe, nûçeyên
girêdayî jinê bi qasî ku mirov bibêje
nîn in, kêm in. Yan jî di rêza rojevên
pêncemîn û şeşemîn de ne. Jinên ku
bi tundî û destavêtinê re rû bi rû
dibin tên populîzekirin û tê bêwatekirin.
Di bernameyên magazîn ên televolayan de û di rûpelên dawî yên
rojnameyan de weke ku tenê jin
heybereke zayendiyêye tê bikaranîn.
Tevayê amûrên weşanê yên weke
TV, rojname û kovar, ji bo reytîng
an jî tîrajên fotografên jinan ên rût
û tazî ku heta pornoyê diçin pêşkêş
dikin.
***
Nîsan 2012
STÊRKA CİWAN
CİVAK
PİRSGİRÊKA ŞOREŞÊ YA
CİVAKA ROJHİLATA NAVÎN
“Pirsgirêkên civakê
çawa yekpare ne, divê
şoreş û şoreşger jî, di
tevahiya gotin û
çalakiyên xwe de,
bernameya siyasî,
plansaziya taktîk û
stratejîk, di zikhev de,
pêk bîne. Hînbûyîna
jiyanê yekpare ye”
Nîsan 2012
Ez ê hewl bidim cîhê şoreşê bi
nav bikim û bidim naskirin. Dîroka
şaristaniyê ya Rojhilata Navîn ji aliyekî ve mirov dikare weke dîroka
dij-şoreşê şîrove bike. Li beramberî
çi dij-şoreş? Li dijî tevahiya hêmanên
civakî yên li derveyî sîstema şaristaniyê têne hiştin, dij-şoreşek. Li dijî
jinê, ciwanan, civaka gund-cotkariyê,
eşîr û qebîleyên koçer, ehlê mezheb
û baweriyên veşartî, û kolekiriyan,
dij-şoreşek. Şaristanî ji bo hêzên xwe
yên berjewendiyê şoreş an jî nîzamekî
nû ye, lê ji bo hêzên dijberî wê, talan
û dij-şoreşeke nû ye. Ji bo min jî maneya şoreşê ev e: sîstema şaristaniyê
timî qad û kirinên civaka exlaqî, polîtîk û demokratîk tengav kirine, ji
nû ve û bi awayekî hê berfirehtir paşvedayîn an jî lêvegerandina van xisletên civakê, şoreş e. Ji bo şoreşgerekî
sosyalîst ê Marksîst şoreş ‘civaka
sosyalîst’ e. Ji bo şoreşgerekî Îslamî
‘civaka Îslamî’ ye. Ji bo bûrjûwayê
jî ‘civaka lîberal’ e.
Ya rastî civakên bi vî awayî tinene.
Ev bi tenê binavkirin in: çawa ku di
Serdema Navîn de jî wisa bû. Mirov
etîketeke îdeolojîk bi civakan ve ke,
civak naveroka xwe naguherine. Mînak piştî hilweşîna Sovyetê pirr baş
hat fêhmkirin ku di navbera mirovekî
sosyalîst ê Sovyetê û mirovekî lîberal
50
ê Ewrûpayê de cudahiyeke zêde nîne.
Di navbera Misilman û Xirîstiyanekî
de jî cudahiyên ji ber dîn hene, bandora wan li ser jiyanê zêde cuzî ye.
Ger civak ê ji aliyê naverokê ve ji
hev bêne cihêkirin, ev yek bi tenê li
ser hîmê binavkirina civaka polîtîk,
exlaqî û demokratîk dikare pêk were.
Me hewl da bû vê binavkirinê terîf
bikin. Mirov cudahiyên bi kok, dikare
bi van têgîn û diyardeyên wan nîşan
didin, bi awayekî hê rastî diyar bike.
Bêguman civakên exlaqî, polîtîk û
demokratîk hê xwedî derfet û îmkanên
bi jiyaneke azad û wekhev bi tamijin.
Yên bixwazin dikarin ji vê re civaka
sosyalîst jî bibêjin.
Şîroveyeke rastî ya civaka Rojhilata
Navîn, di warê tespîtkirina xisletên
exlaqî, polîtîk û demokratîk ên şoreşa
divê pêk bê de, zehmetiyê nekişîne.
Rewşa tevahiya îdeolojiyên modernîst
û rêûresmî yên hatine ceribandin, mirov dikare ji bûyerên kirine pirsgirêk,
fêhm bike. Ev encam, bivê nevê rastiya demokrasiya exlaqî û polîtîk piştrast dikin. Siyaseta bê demokrasî,
ango civaka ji exlaq jî mehrûm pirsgirêka wê ya bingehîn a şoreşê, bi
destxistina van xisletan e. Kengî pirsgirêka şoreşê li ser vî hîmî hat danîn,
bernameya siyasî, çeperên taktîk û
stratejîk û gavên pratîk ên rast jî wê
STÊRKA CİWAN
li gorî vê bêne diyarkirin. Têgihiştineke şoreşê ya bi vî şêwazî, ji helwestên şoreşê yên Îslamî, sosyalîst
û milletgir gelekî cuda ne. Ev helwest di nava modernîteya kapîtalîst
de li gorî tehlîla dawî, nemaze bi
dewleta netewe bi encam dibin. Modernîteya kapîtalîst jî amûrê çareseriya pirsgirêkan nîne, amûrê mezinkirin û belavkirina pirsgirêkan
li tevahiya civakê ye.
Berevajî, şoreş çiqasî di qadên exlaqî, polîtîk û demokratîk de rêya li
ber xwe bikudîne, wê ji modernîteyê
dûr bikeve û wê dest pê bike modernîteya demokratîk berçav bike, pêşde
bibe. Girîng e ku mirov der barê
pirsgirêka şoreşê de cudahiyeke din
di şêwazê jiyan û çalakiyê de diyar
bike. Helwestên li ser xeteke rast çiqasî şaş bin, zêde ji hevkirina teorîpratîkê jî wê mirov ber bi çalakiyên
şaş û çewt ve bibe. Divê baş bê
zanîn ku ji bo berî û paşê şoreşê şêweyên jiyanê yên cihê tinene. Nexasim ev ji bo şoreşgerekî/ê wisa
ye. Mirov xwe bi teoriyê gurçûpêç
bike, dibe mirovê çalakiyê. Ji kesê/a
xisletên exlaqî, polîtîk û demokratîk
di jiyana xwe ya rojane de bi gotin û
çalakiyê nîşan nede, şoreşger nayê
gotin. Kesên bi vî rengî, jiyaneke
wan a mîlîtanwarî û şoreşgerane
nabe. Her weha bi tenê bi iyê, bi parastina civakê, mirov nabe çalakger.
Eger bi avakirina civaka exlaqî, polîtîk û demokratîk re neke yek, her
cure î û şerê xweparastinê şensê xwe
yê serketina mayînde nîne. Pirsgirêkên civakê çawa yekpare ne, divê
şoreş û şoreşger jî di tevahiya gotin
û çalakiyên xwe de bernameya siyasî,
plansaziya taktîk û stratejîk di zikhev
de pêk bîne. Hînbûyîna jiyanê yekpare
ye. Divê mirov yeqîn neke ku mirov
dikare qonaxan ji hev qut bijî. Eger
hewce dike ku em ji hin mînakên
dîrokî dersê bigirin, mirov dikare
têra xwe ji mînakên Zerdeşt, Mûsa,
Îsa û Muhemmed hîn bibe û dersan
bigire. Mînakên em behsa wan dikin,
ji bo şoreş û şoreşgerên civaka Rojhilat Navîn ji beriya hezar salan ve
me hişyar dikin ku divê mirov çawa
bi tevahî rahêje meseleyan, bi tempoyeke çawa bimeşe, çawa bi pratîk
û pîvan be. Şoreşên Rojhilata Navîn
eger ne li gorî qalibên modernîteya
kapîtalîst, belê li gorî nirxên xwe
yên dîrokî rabûn û bi zanista aktuel
Zerdeştî ji bo bersivdanê hewldan
çêbûne. Qonaxa duyemîn, sîstema
şaristaniya navendî gava xwe ya dawî
bi şaristaniya Îslamê avêt û ber bi
salên 1200’î ve li dijî pirsgirêkên
ketin serhevdu hewldana Ronesansê
ket rojevê, lê ji ber ku ev hewldan
tam bi serneket û pêşengî bi destê
gavavêtinên şaristaniya bajêr a li Nîvgirava Îtalyayê berda, vê yekê hişt
ku pêxîrtengî û pirsgirêk bikevin pêvajoyekê têde girantir bibin.
re bûn yek, şensê wan ê serketinê
mumkîn e ku hebe.
Weke encam mirov dikare pêxîrtengî û pirsgirêkên civaka Rojhilata
Navîn di sê qonaxan de xulase bîne
ziman. Qonaxa yekemîn, di salên
3500 B.Z. de bi xanedan, hiyerarşî,
bajar, dewlet û diyardeya çînî yên
ku hebûna xwe baş diyar kirine li
dora sîstema şaristaniya navendî pêş
ketine. Bi vî awayî sîstema şaristaniya
navendî mezin û xurt bûye. Ev sîstem
çavkaniya pirsgirêkên civakî ye. Ji
derve bi sîstema qebîleyan, ji hundir
ve jî bi sîstemên dînî yên Brahîmî û
Qonaxa sêyemîn a ber bi roja me
ya îro ve di bin navê ‘Pirsgirêka
Şerqê’ de tê, kengî sîstema şaristaniya navendî ya Ewrûpayê hegemonya kir destê xwe û berê xwe da
herêmê, ji salên 1800’î ve dest pê
kir. Lêgerînên çareseriyê yên modernîst û kevneşop ên xwe disipêrin
modernîteya kapîtalîst jî bi girantirkirina pirsigirêkan bi encam bûne;
rê li ber neyêniyên welê vekirine,
rewş gihandine ber krîz, qirkirin û
întîharan.
51
***
Nîsan 2012
STÊRKA CİWAN
Wene
KAWAYÊ HEMDEM MAZLUM DOGAN
Agît AMED
“Hîn jî banga Mazlum «
Berxwedan Jiyan e » li
tevayî Kurdistanê bilind
e û gelê Kurd ji berxwedanê jiyanek hemdem û
azad afirandin”
Ew ji mirinê natirsin, bi îradeya xwe
ya polayîn destpêka dîrokeke nû ne û
di dîroka tijî rezalet û bindestiya Kurdan
da rûpelekî nû vedikin. Canê şirîn dibexişînin lê teslîmiyetê napejirînin. Ew
ne heqareta hakim û generalên sîtemkar
û ne jî serdestiya ala sîstema serdest û
şovenîst dipejinînin.
Lewra ew bi dengekî bilind qêriyan:
Berxwedan Jiyan e.
Di girtîgeha Amedê de êşkenceyên
giran, sivkatîya bi netewe û dîroka
Kurdan, lêdan û bêedaletî tev bûn yek,
lê Mazlum û hevalên xwe li ser doza
xwe berdewam û baweriya wan ya bi
serkeftinê qet nehat şikandin.
Kurte Jiyana Mazlum Dogan
Mazlum Dogan di sala 1955’an de
li gundê Teman yê girêdayî Depê li
wilayeta Elezîzê li bakûrê Kurdistanê
di nava malbateke nîvhalxweş de çavên
xwe li vê cîhana tijî zilim û neheqî
vekir. Ji şeş xwişk û biran: Arife, Asiya,
Nezaket, Fewzî, Mazlum û Delîl ew
zarokê malê yê pêncane. Navê bavê
wî Kazim û di nava xelkê da wek
Hosata Kazim mirovekî bi disîplîn û li
ser torekirina zarokên malê pir bi îsrar
bû ku di civakê de kesên jêhatî bin.
Dayîka malê Kebîre Dogan jineke zana
û hertim li ser dîroka Kurdistan, serhildana Seyîd Rizayê Dêrsimî û zor û
Nîsan 2012
52
zordariyên ku ji aliyê dewleta Tirkiyê
ve rastî gelê Kurd hatine, li ser wan
diaxive.
Serdema zarokatiya M. Dogan di
nava etmosfêrekî germ û xweş de derbas
bû. Ji biçûkatiyê heya temenê ciwaniyê
Mazlum û Delîl zarokên jîr û xwedî
hinek taybetmendiyên cûda bûn. Yek
bêdeng û mîna navê xwe mazlum û yê
din tev liv û lebat, coş û bizav bû.
Delîl rewşa jiyana gundiyan bû.
Mazlum piştî bidawîanîna xwendina
xwe ya destpêk, navîn û amadeyî (lîsê)
çû zankoya perwerda mamostatiyê ya
binavê Balikkesîr ê. Piştre di sala
1974’an de bi pileya herî bilind li zanîngeha Hacettepeyê di beşa aboriyê
de hat pejirandin. Ji sala 1976’an û
pêde ku hêdî-hêdî agirê şoreşeke nû li
bakûrê Kurdistanê hildibû, bandora
xwe ya şiyarkirinê li ser ciwanên Kurd
jî çêkir. Ew ref bi ref diçûne nava şorşgerên Apocî. Di dawiya sala 1976’an
de M.Dogan xwendin terikand û di
nava koma yekê ya endamên damezrînerên PKKê de cîh girt. Di destpêka
karê xwe yê di nava partiyê de jî, Mazlum bêrawestan dixwend û dixebitî.
Mazlum çendî ku pir ciwan bû jî, lê
bi kesayet, zanabûn û xebata xwe ya
bêhempa bala hemû rêhevalên xwe
dikşînê ser xwe. Mazlum di heman
dem de, ji aliyê gel ve jî pir tê hezkirin.
STÊRKA CİWAN
Cîhê ku Mazlum lê kar û xebat bikirbûya, li wir aliyên dijber nediman û
ji wir direviyan. Mazlum hemû derên
ku diçûyê vedikir û dost û heval
qezenç dikir.
Apociyan ji destpêka xebata xwe
de bala hemû aliyan kişandin û derdorên dijber û dewleta faşîst dest bi
plan û êrîşan kir. Di aliyekî de grûbên
çep û nejadperest û di aliyê din de jî
xayînên Kurd êrîşî ciwanên apocî dikirin. Şehadeta rêheval Hakî jî encama
vê yekê bû. Ji xwe dewlet jî destgirtî
ranediwestiya. Her tim dixwest ku
vê tevgera ciwan ji holê rake.
Derbeya Leşkerî û Şehadet
Sîstema serdest li bakûrê Kurdistanê
sîstemeke sîtemkar û hebûna Kurd û
Kurdistanê jî, di manîfestoya wan ya
şovînîstî da qedexe û xwedî derketina
ji mafên netewî heya roja îro hê jî
gumehekî mezin tê hesibandin. Ji
wan re jin û mêr, keç û xurt û hemû
azadîxwaz dijminên komara Tirkiyê
ne.
Sala 1980’an Kenan Evrên bi derbeyeke leşkerî desthilatdariya Tirkiyê
xiste destê xwe û li Kurdistanê rewşa
awarte welat ber bi wêraniyê û Kurdistan jî kirin girtîgehek mezin. Bi
sedhezaran şoreşgerên Tirk û Kurd ji
tirkiyê derketin derve û bi sedhezaran
jî ketin zindanên faşîstan, bi êşkence
û hemû cure nêzikatî û kiryarên ku
rûmeta mirovan dişkînê re rû bi rû
man.
Eşkencekaran hemû rê û rêbazên
derveyî exlaq û dûrî pîvanên mirovahiyê li hemberî şoreşgeran bikar dianîn.
Ew jî rûmeta wan dixistin, ji mirovahiyê qutdikirin û jiyan li wan dikirin
dojeh.
Di aliyê din de, bi taybetî li ser şoreşgerên PKK hemû cureyên êşkenceyê bikar dianîn û teslîmiyet li wan
dihat ferzkirin. Helbet şoreşgerên
PKK'ê mirovên bilind û şanazin û bi
êşkenceyan teslîmnayên girtin. Li
aliyê din jî, hin kesayetên lewaz û
pûç teslîmbûn, ketin rewşa îxanetê û
rêhevalên xwe firotin. Dewletê dixwest
ku hemû girtiyên PKK bi êşkence û
hin sozan bixapînin û teslîm bigrin û
berxwedaniya wan bişkînin. Li himberî
êşkence û ferzkirina teslîmiyetê rêhevalên me yên qehreman dest bi çalakiyan kirin.
Helwesta şorşegerên PKK di dadgehan û li himberî hakiman pir bi
wate bûn û di tevayî cîhanê de deng
vedida. Edî li cihê ku hakimê dadgehê
hevalan bidarizînê, hevalan ew dad-
Êdî ji wê û şûnda di 14’ê tîrmeha sala
1982’an de endamên komîta navendiya
PKKê Kemal Pîr, Xeyrî Durmuş, Alî
Çiçek û Akîf Yilmaz jî dest bi girava
biçîbûnê kirin û yek bi yek tevlî karwanê şehîdên riya azadiyê bûn.
Jiyana ku wan ji nû ve li Kurdistanê
afirand, jiyaneke watedar e. Xwîna
wan vala neçû û serhildanên ku îro li
Kurdistana mezin berdewamin, berhemê dilop-dilopên xwîna wan qehremanên me ne. Newroz newroza
wan e, PKK, PKKya wan e,
Kurdistan a wan e, gerîlla yên wa-
rezandin. Parêzname û goftûgoyên
di navbera heval û dadgeran de vê
yekê bi eşkere radixe ber çavan.
21’ê Adara sala 1982’an M.Dogan
li girtîgeha leşkeriya Amedê bi sê darikên şixartê(kibrît) agir berda canê
xwe û ji bo protestokirina cinayetên
bêsinor û bilindkirina dengê azadîxwazên Kurd cejina millî ya Newrozê
pîroz kir. Piştre jî, di 18’ê Gulana sala
1982’an de Eşref Anyik, Ferhat Kurtay,
Necmî Oner û Mahmut Zengîn bi armanceke wiha canê xwe dan ber agir.
nin, azadî berhema xwîna wan e.
Iro jî, bi hezaran Mazlum li çiyayên
Kurdistanê li himberî dewleta faşîst
a Tirk şer dikin. Bi hezaran Mazlum
li kolanên bajarên Kurdistanê li himberî dewleta dagirker serhildanan dikin…
Hîn jî banga Mazlum « Berxwedan
Jiyan e » li tevayî Kurdistanê bilind e
û gelê Kurd ji berxwedanê jiyanek
hemdem û azad afirand.
53
***
Nîsan 2012
STÊRKA CİWAN
BÎRANÎN
Hevaltî tûcar jibîr nabe
Jiyan ŞER
“Heger ji min bipirsin:
taybetmendiya herî balkeş a heval Faîk çiye?
Bersiva ku ez
bidim ev e; pakrewanî û
agîdî ye.” Heger ji min
bipirsin; hevaltî û azweriya li hember
têkoşînê çiye? Eze bêjim
ku “Rastiya kesayeta
heval Faîk e”
Nîsan 2012
Bêrî ku ez dest bi nivîsê bikin, em bi
pênûsa heval Faîk, rastiya heval Faîk
bibînin. Ancax bi awayekê rast heval
Faîk dikare rastiya xwe ji me re bêje.
“Ez tûcar ji mirinê natirsim lê tiştê
ku min ditirsîne, ez carekê din hevalên
xwe yên bedew nebînim. Di nava PKK’ê
de tûcar nêzîkatiya min ê şaş dernekete
holê, ez tûcar nahêlim di dilê min de
tiştekî wisa pêşbikeve. Ez tûcar weke
karkerekî ku her dem di nav hesaba de
ne nêzî têkoşînê nabim, çûnkî ev têkoşîn
eydê min e û ez tûcar şaş nêzî cîh û
warê xwe nabim. Di cîhanê de serweta
herî mezin, hezkirin û girêdana rast e.
Tiştê ku cesaretê di dilê min de zêde
dike, girûr û înada min e. Ez naxwazim
bê sedem bimirim û ez naxwazim bê
sedem cûdabûnekî jiyan bikim. Tiştê
ku min tûcar nexwest ez bihizirim, qûtbûna hevaltiyê ye.
Ez ji Efrînê, di gûndê hêssê de hatim
dinê. Ez sala 94 tevlî qadên gerîlla
bûm. Ez ji 51 çalekiyan beştarî bûm û
min 43 pevçûn û şerên dijwar jiyan
kir e. Ez 12’e cara li himber mirinê
hatim û di nava mirin û jiyanê de
hestên pir dijwar jiyan kir e. Di nava
têkoşînê de 226 heval li gel min gîhaştin
asta şahadetê. Di van şerên pir dijwar
de ez pir caran birîndar bûm. Di giştî
heremên Botanê, Garisa, Girê Barana,
Haftanîn, Metîna de salên têkoşînê
min derbas kir.
54
Heger mirinekê min hebe, bila ew jî
li Botanê be. Li pêşberî Girê Barana, li
gel hevalên xwe ez dixwazim şehîd
bikevim. ” Ş. Faîk.
Dema ez dest bi nivîsê dikim di nava
dilê min de pir pêvçûn tê jiyîn. Hest û
ramanên min, di nava pêvçûnekî dijwar
de têdikoşin. Piştre paşeroja min tê bîramin. Tiştên ku min di paşerojê de
jiyan kir, hemû weke filmekî di ber
çavê min de derbas dibin. Bi vê ez dikevim nava lihûrbûnekî kûr. Rêhevalê
min tê bîramin. Rêhevalê ku me pir tişt
bi hev re jiyan kir, an jî demên pir bi
wate derbas kir. Belkî pir tişt niha mirov
nikare pênas bike, lewre ew demên
pîroz ji min re pir tişt da naskirin. Dilê
min û hestên min niha di demekî pir
dijwar de jiyan dikin. Çimkî rêhevalekî,
ji me pir dûrket. An jî ez dikarim bêjim
gîhaşte armancê xwe. Lê belê dîsa jî
windakirina wî hevalî, ji min re pir zor
tê û ez nikarim vê rastiyê bi pejrînim.
Ez dema her rêhevalê xwe winda dikim,
ji xwe pir bêzar dibim. Bi vê pir raman
û hestên din jî bibîrtînim.
Belkî me di dîroka têkoşînê de pir
şehît da. Pir hevalên bedew di rêka
azadiyê de heta dawî têkoşiyan. Heta
hênasa xwe ya dawî mînakên pîroz ê
berxwedaniyê derxistin holê. Pir rêhevalên ku bi çalekiya xwe destanên efsanevî nivîsandin. Pir hevalên me yê
ciwan jî jiyana xwe di rêka têkoşîna
STÊRKA CİWAN
azadiyê de feda kirin. Pir tiştên din jî
mirov dikare binivisîne. Her ku hevalekî min digîje asta şahadetê, di dilê
min de perçeyekê qut dibe. Weke ku
agirekî mezin di hewirdorê min de
gûr dibe. Zor e heval, pejrandina vê
rastiyê, windakirina hevalekî pir zor
e. Çimkî her şahadet ji me re, erkên
nû derdixe holê û barê me pir giran
dike. Hêvî û baweriya wan hevalan,
weke erkekî li benda serkeftinê û pêkanînê ye.
Di demekî wisa de bû kî, min şahadeta rêheval bihîst. Min di destpekê
de bawer nekir, min nexwest ez vê
rastiyê bipejirînim. Çimkî me pir demên bi wate bi heval Faîk re derbas
kir. Rêhevalekî ewqas bedew û bi
wate windakirin pir zor e. Ji
bo wî ez pêwîst dibînim ku
di derbarê heval Faîk de nivîs
binîvîsînim. Ez vê weke erkekî
li ser xwe dibînim û pêwîste
ez vê erkê pêkbînim. Heger ji
min bipirsin taybetmendiya
herî balkeş a heval Faîk çiye?
Bersiva ku ez bidim ev e; eze
bêjim, "Pakrewanî û agîdî ye.”
Heger ji min bipirsin; hevaltî
û azweriya li hember têkoşînê
çiye? eze bêjim ku, “Rastiya
kesayeta heval Faîk e.” Çimkî
di kesayeta wî de ev taybetmendî pir
balkeş bû. Di milê girêdan û nêzîkatiya
hevaltiyê de heval Faîk ti pirsgirik
jiyan nedikir. Di vê warî de hevalekî
ewqas xweser, hevalekî ewkas saf û
paqij min nedît. Demekî ewqas dirêj
di nava têkoşînê de cîh digirt, pir taybetmediyê xwe yê bedew winda nedikir
û herdem li himber her cûran şaşîtî û
xirabiyê van taybetmendiyê xwe diparast. Ji bo vê jî ez nikarim heval
Faîk bi ti mirovekî din re bişîpînim.
Ez ji bo rastiya vê hevalê pênas bikim
û binirxînim, ti peyv û hevok nikarim
bibînim. Dema ku ez dihizirim nivîsa
min jî ji min re pir kêm tê.
Di milê kiryarî û şer de ti pirsgirika wî nînbû. Ji ber vê yekê jî her
dem di qadên şer ên pir zor de dima.
Milên wî yên fedaqar û kedkarî pir
pêş de bûn. Di van milan de ti pirsgirik jiyan nedikir. Di nêzîkatiya jiyan û têkoşînê de taybetmendiyên
wî yên pir bedew hebûn. Herdem
bi xwestek û azweriyekê mezin nêzî
xebat û erkên xwe dibû. Di xebatên
kiryariyê de herdem cîh digirt. Ti
tişt nedikarî wî paşve bikşîne an jî
ji xebatê xwe dûr bixwe. Heval Faîk
rastiyekî bi awayekî zelal pêşberî
me kir, ew jî ev bû ku li himber her
cûran nêzîkatiyê şaş û zordariyê
heta dawî bi baweriya xwe xurt
girtin û herdem têkoşîn domandin
bû. Hevaltiya wî pir girêday bû û ji
bo hevaltiyê dikaribû jiyana xwe jî
feda bike. Ew sembola fedakarî û
pakrewaniyê bû. Weke min di jor
de bilêvkire, hevalekî ewqas fedaqar
û xweser min tûcar nedît an jî ez
dikarim bêjim ku hevalên weke wî
pir kêmin û avakirina hevaltiyekî
wisa jî pir zor e. Dema ku ez heval
Faîk bibîr tînim an jî dihizirim, pir
tiştên ku me windakiriye tê bîramin.
Ev windakirin bi taybetmendî û nêzîkatiya me ya hevaltiyê ve derdikeve pêş. Çimkî em nikarin di demê
xwe de pir tişt bi wate bikin. Belkî
carna em pir tiştên bi wate nabînim.
55
Tiştê ku êş dide dilê min an jî tiştê
ku ez bêzar dibim jî ev e. Piştî vê
lihûrbûnê, ez pir tişt derdixim zanebûnê, lê belê ez dibînim ku em
pir dereng mane.
Heval Faîk di cîh û warê pakrewanan de jiyana xwe ji dest da. Girêdana wî li himber Botanê, girêdana
wî li hember Cûdî pir balkeş derdikete
pêş. Di Botanê de jî cîhê ku pir hesdikir, Girê Barana bû. Çimkî di wir
de pir hevalên xwe şehîd dabû û
heval Faîk tûcar van hevalan jibîr
nedikir. Her çiqas di demekê dirêj jî
li qada Botanê têkoşiya, dîsa jî herdem
dixwest li Botanê têkoşîna xwe bidomîne. Li himber vê xwestek û girêdanê mirov nizane çi binivisîne.
Wî baş dizanî ku dem dema
têkoşînê ye. Cîhekî têkoşîn
pir dijwar û tûnd e, dixwest
li wir bimîne. Di dawî de jî
gîhîşt armanca xwe. Di cîh
û warê dîrokê de jiyana xwe
ji dest da û gîhîşte asta şahadetê. Ew jî kete nava kerwanê
şehîdan. Kerwana şehîdan
her ku diçe mezin dibe.
Tiştê ku ez di dawî de di
derbarê heval Faîk de bibêjim
ev e; ew sembola hevaltiyê
ye. Lê belê şahadeta wî pir
zû bû. tiştê ku mirov nikare bipejrîne
ev e. Dema şahadeta heval Faîk hê
mabû, pêwîstbû ku ewqas zû şehîd
nekevê. Lê belê dîsa jî mirov li himber
girêdan û azweriya heval Faîk dikare
pir encam ji bo xwe derbixe holê. Encamê ku em derbixin ev e; hêvî û
bendewariyê şehîdan pêkanîn û armancê wan berbi serkeftinê ve birine.
Em ancax dikarin, bi têkoşîn û di têkoşînê de jî bi serkeftinê ve bibin
bersiv. Weke din ti maf û haqê me
nîne. Weke din em nikarin girêdana
xwe bi hevaltiyê ve bilêv bikin.
***
Nîsan 2012
STÊRKA CİWAN
KİRDKİ
Zon û Perperikî
"Eke jû ca de çıqas cısnê perperıku esto, uca de hende
zoni qesey benê"... Vatoğê na qesa nêno mı viri, la çı
waxt ke zonê şaranê bındestu sero qesey beno, na qesa
yena mı viri. Cao ke ez ameyo dinya, zaf-zonın, zaf-itıqatın, zaf-kulturın bi... Uca Dêrsım bi. Dêrsım jû baxçe
bi; zazaki, kırdaski, hermeniki u tırki perperıkê ni baxçey bi. Ma zerrê ni baxçey de bime pil...
Kalıkanê ma vatêne ke "Zonê ma, zonê Xızıri yo".
Heni aseno ke, zonê ma ke merd, ma ki Xızır ki bêwayir
manenime. Ewro Zazaki zaf tenge dero. Çıke, şarê ma
endi zê verêni qesey nêkeno zonê ma. Vanê nae ra 2030 serri raver ma cografyaya xo de pêro zonê xo qesey
kerdêne, ma nıka ? Nıka ki oyo ke zonê ma qesey keno
be bêçıke yeno musnaene. Herkes derdê werdê xo, dilıgê keyê xo dero. Heqa inan ki
esta, şarê ma qet roştiye nêdiya.
A ri ra, asimilasyon ra zêde xoasimilasyon esto. Yanê, ma be xo
kişenime zonê xo.
Vanê ke çı xêrê zonê ma ma rê
esto. Vanê mekerê zonê ma vindi
bo. Vanê vengê kalıkanê ma vindi
bo, bıxenekiyo vengê qirrayisê
kalık u pirıkanê ma... Vanê; domani memusê zonê ma, tırkiyê xo
beno xırabe... Vanê, domani memusê zonê ma, zonê ma
ki şêro bımıro, vanê... Heya way u bıraê mı, halê şarê ma
u zonê ma nia wo. Endi torni, zonê pirıkanê xo nêzanenê,
pirıku be tornu ra nêşikinê jûbini de qesey bıkêrê, jûbini
fam nêkenê...
Zon, weşiya jû şari de, mabênê pirbab u domananê
ma de jû pırdo. No pırdo ke mabênê vızêri be meşte
dero, waxto ke bırıjiyo... No pırd ke rıjiya, endi renganê
na dinya ra jû reng beno vindi. Vengê qirrayisê jû şari
tarixê ri-siyay de maneno, zonê ma şono bınê herre...
Zonê ma thılsımê welatê mao, zonê ma kilıtê koanê
mao. Zonê ma zonê mılaketanê yabanê welatê mao. Zonê
Nîsan 2012
ma zonê Pepugi yo... Zonê ma, koanê welatê ma de zonê
dar u beri, zonê kemer u kuçi, zonê mar u mılawuni, zonê
tija homete, zonê araqê çarê dewıci, zonê genımê hegayio
çeqeri... Zonê ma welatê mao...
Her zon rındeko, her zon bımbareko. Her zon jû şaro,
jû mıleto. Her zon jû şahidê tarixiyo, her zon vengê vızêriyo. Her zon wayirê jû ro u caniyo. Her zon riyê na
dinya de, baxçê erd u asmêni de jû vengo weşo. Her zon
jû merdumo, her zon jû çemo. Zon jû welato, zon jû cano,
zon jû tarixo, zon jû şaro, zon ferqê mao, zon kamiya
mao.
Ma be zonê xo estime, zon be ma esto. Zonê xo rê
wayir bıvecime. Zonê ma memıro, zonê ma guneko. O
ke merd, se beno, ma se kenime?
Zonê ma ke merd;
kes nêvano "Ya tija homete, to
ra kenu rica u mınete "
kes nêvano "Şanê to xêr bo"
Kes nêvano "Ma be xêr di"
Kes nêvano "Elqajiye..."
Kes nêvano "Bıra heqa xo helal
ke.."
Domani nêvanê "Dayê, wayê,
bıra, xalo, dedo..."
Pepug nêvano "Pepo, keko, kam kişt, mı kişt..."
Zonê ma ke merd; welatê ma mıreno, sanıkê ma mırenê, kılam u şiwarê ma mırenê. Zonê ma ke merd, jû
dinya mırena, erd u asmên ma rê beno tari. Zonê ma ke
merd, toze erzenê rêça sarê ma...
Zonu rê mezele mekınê. Perperıki cografyaya ma ra
bar mekerê, baxçey ma vêran mebê. No zon memıro, zoni
memırê. Endi goşanê xo akerê, qirrayisê zonanê ma pêhesiyê...
***
56
STÊRKA CİWAN
POLİTİK
Nationalstaat und Demokratie
von Hannah ARENDT
“Dass Nationalstaat und
Demokratie etwas
miteinander zu tun
haben, bezeugt schon
dieser Ursprung.
Die Ehe, die sie
miteinander eingingen,
sah – wie viele Ehen –
am Anfang, zu Ende des
18. Jahrhunderts, noch
recht vielversprechend
aus; sie hat dann doch,
wie wir wissen, ein recht
trübes Ende genommen”
Unter den legitimen Staatsformen –
zu denen ich natürlich weder die verschiedenen Formen totaler Herrschaft
noch die imperialistischen Verwaltungsapparate rechne – ist der Nationalstaat
historisch und chronologisch der jüngste. Er entstand in Frankreich im Verlauf
der Französischen Revolution, und er
ist bis heute die einzige unbezweifelbare
Errungenschaft dieser Revolution geblieben. Dass Nationalstaat und Demokratie etwas miteinander zu tun haben,
bezeugt schon dieser Ursprung. Die
Ehe, die sie miteinander eingingen,
sah – wie viele Ehen – am Anfang, zu
Ende des 18. Jahrhunderts, noch recht
vielversprechend aus; sie hat dann
doch, wie wir wissen, ein recht trübes
Ende genommen. Gerade das demokratische Element im Nationalstaat,
nämlich die Volkssouveränität, die sich
an die Stelle der Souveränität des absoluten Fürsten setzte, hat sich sehr
schnell, bereits in der Napoleonischen
Herrschaft, als höchst brüchig erwiesen.
Die Nation, das heisst das durch den
Nationalstaat politisch emanzipierte
Volk, hat bereits sehr früh eine verhängnisvolle Neigung gezeigt, seine
Souveränität an Diktatoren und Führer
aller Arten abzutreten. Das Parteiensystem, das bis heute die einzige Form
ist, in welcher die Volkssouveränität
im Nationalstaat zur Geltung kommen
kann, ist doch von eben diesem Volk
57
eigentlich seit seinem Entstehen in der
Mitte des vorigen Jahrhunderts stets
mit einigem Misstrauen betrachtet worden, und es hat in vielen Fällen und
immer unter Zustimmung breitester
Volksmassen mit der Errichtung einer
Parteidiktatur und der Abschaffung gerade der spezifisch demokratischen
Institutionen des Nationalstaates geendet. Wir vergessen heute manchmal,
dass lange vor Hitlers Machtergreifung
die weitaus grösste Zahl europäischer
Länder Parteidiktaturen unterstanden,
also weder demokratisch noch dynastisch regiert wurden. Und wir sollten
nicht vergessen, dass damals wie wohl
auch wieder heute die Diktatoren sich
gerade auf die nationalen Gefühle der
von ihnen entmündigten Völker stützen
konnten.
Diese historischen Reminiszenzen
wie auch gegenwärtige politische Beobachtungen innerhalb der nationalstaatlichen Systeme sind beunruhigend
für jeden, dem es mit der Demokratie
ernst ist. Wobei ich hier unter Demokratie die aktive Mitbestimmung öffentlicher Angelegenheit[en], und nicht
nur die Wahrung gewisser Grundrechte,
verstehe. Gerade die Erfahrungen der
letzten Jahrzehnte haben vielfach gezeigt, dass das in der Nation geeinte
Volk in vielen Ländern bereit scheint,
sich nahezu jede Zwangsherrschaft gefallen zu lassen, solange seine natioNîsan 2012
STÊRKA CİWAN
nalen Belange gewahrt bleiben, und
dass ernsthafter Widerstand überhaupt
nur da zu erwarten ist, wo eine Fremdherrschaft die Zügel in die Hand bekommt. Das Volk hat, mit anderen
Worten, seine im voll entwickelten
Nationalstaat vollzogene politische
Emanzipation, seine Zulassung in
den öffentlichen Raum, in dem jeder
Bürger das Recht haben soll, gesehen
und gehört zu werden, zumeist für
erheblich weniger wichtig erachtet,
als dass ihm durch seine eigene ihm
zugehörende Regierung das nationale
Zusammenleben auf dem ererbten,
historisch gewordenen Gebiet garantiert werde. Die Rede von dem Primat
der Aussenpolitik oder auch die gängige Überzeugung, dass nur Aussenpolitik wirklich Politik sei, drückt
auf ihre Weise diesen Tatbestand aus.
Der europäische Nationalstaat, der
das Erbe des Absolutismus antrat,
beruht auf der Dreieinigkeit von Volk
– Territorium – und Staat. Zu seinen
Voraussetzungen, die keineswegs
selbstverständlich sind, gehört erstens
ein geschichtlich gegebenes, mit einem bestimmten Volk verbundenes
Territorium; diese Bodenständigkeit
war zur Zeit seines Entstehens und
bis in unser Jahrhundert hinein in
den mittel- und westeuropäischen
Ländern durch die Bauernklasse repräsentiert. Sie stellte auch für die
Städte gleichsam das Modell der Verbundenheit von Volk und Boden dar.
Die Nazi-Parole von Blut und Boden
kam zwar wie alle spezifisch chauvinistischen Parolen erst auf, als diese
Verbundenheit ganz offensichtlich
sich löste und der Bauernstand im
Gefüge der Gesellschaft seinen Vorrang längst verloren hatte; aber sie
appellierte in nationalistischer Weise
doch an spezifisch nationale und nationalstaatliche Gefühle. Die zweite
wesentliche Voraussetzung des NaNîsan 2012
tionalstaates westlicher, und das heisst
vor allem und vielleicht sogar ausschliesslich französischer, Prägung ist,
dass auf dem nationalen Territorium
nur Angehörige des gleichen Volkes
leben und dass möglichst alle Glieder
dieser Nation auf diesem Territorium
sich befinden. Sofern sich innerhalb
der Nation auch Menschen anderer
volksmässigen Abstammung befinden,
so verlangt das Nationalgefühl, dass
sie entweder assimiliert oder ausgestossen werden. Dabei kann das Kri-
terium, wer zum eigenen Volk gehört,
durchaus verschiedener Art sein. Je
höher der kulturelle und zivilisatorische Stand des Volkes ist, desto
eindeutiger wird die sprachliche Zugehörigkeit entscheidend sein, je barbarischer das Volksleben ist, desto
mehr werden sich rein völkische Gesichtspunkte geltend machen. Aber
das Prinzip, dass Bürger nur sein
kann, wer zum selben Volk gehört
oder sich ihm doch völlig assimiliert
hat, ist in allen Nationalstaaten das
gleiche. Hieraus ergibt sich schliesslich die vielleicht wichtigste unausgesprochene Voraussetzung dieser
Staatsform, und das ist, dass der Staat
selbst, sowohl als Rechts- oder Verfassungsstaat wie als Verwaltungsapparat, weder über die Grenzen des
58
nationalen Gebietes hinauslangen
kann – der Nationalstaat ist unfähig,
Eroberungen zu machen –, noch Einwohnern, die nicht seine Bürger sind
beziehungsweise nicht der gleichen
Volksgruppe angehören, staatlichen
Rechtsschutz sichern kann.
Ich will dies kurz erläutern. Ich
darf wohl voraussetzen, dass wir uns
alle darüber einig sind, dass Volk
und Nation nicht dasselbe sind, dass
es sehr viel mehr Völker als Nationen
gibt, und dass wir von Nation nur
dann sprechen, wenn ein Volk in dem
ihm zugehörigen öffentlichen Raum
auf einem nur ihm eigenen Territorium
zusammenlebt. In diesem Sinn ist
die Nation natürlich älter als der Nationalstaat, es gab Nationen bereits
im Zeitalter des Absolutismus. Der
Nationalstaat entsteht, wenn die Nation sich des Staates und des Regierungsapparates bemächtigt.
Ferner sind in diesem Sinne weder
Amerika noch England Nationalstaaten. England ist kein Nationalstaat
im Sinne des durch die Französische
Revolution geprägten Modells, weil
grosse Teile des englischen Volkes
ausserhalb des Territoriums des Vereinigten Königreichs leben, weil also
das englische Volk in der Commonwealth, die sich über die Welt erstreckt, und nicht auf dem national
begrenzten Territorium der britischen
Inseln vereinigt ist. Die Vereinigten
Staaten von Nordamerika wurden bereits in der Amerikanischen Revolution als ein föderatives Staatssystem
gegründet, und dies föderale Prinzip,
das darauf beruht, dass die Staatsgewalten geteilt sind und dass Macht
nirgends zentralisiert ist, war von
Anfang an bewusst im Gegensatz zu
dem Prinzip der Zentralisierung der
Macht, wie sie sich in Europa im
Verlauf des Absolutismus herausgebildet hatte, entworfen und etabliert
STÊRKA CİWAN
worden. Hiermit hängt aufs engste
zusammen, dass in Amerika ein Völkergemisch das Staatsvolk bildet und
dass nationale Zugehörigkeit keineswegs, weder theoretisch noch praktisch, ein Erfordernis des Staatsbürgertums bildet. Das Nationale, nämlich
der jeweilig verschiedene nationale
Ursprung, ist in den Vereinigten Staaten, könnte man sagen, zur Privatsache
geworden – wie die religiöse Zugehörigkeit in allen Staaten, in denen
das Prinzip der Trennung von Staat
und Kirche durchgeführt und rechtlich
verankert ist. Das Nationale spielt
dann in Amerika in der gesellschaftlichen Sphäre eine sehr grosse Rolle,
die sich in der ja allgemein bekannten
Diskriminierung am deutlichsten äussert; politisch aber ist auch diese Diskriminierung ohne Bedeutung – ausser
im Falle der Neger, die aber ein besonderes Problem bilden.
Wie ausserordentlich limitiert die
Anwendbarkeit des nationalen Prinzips für Staatsgründungen de facto
ist, stellte sich sofort nach dem ersten
Weltkrieg heraus, als die Völker Ostund Südeuropas nach dem Prinzip
des Selbstbestimmungsrechts der Völker nationalstaatlich organisiert werden sollten. In dem Gürtel gemischter
Völkerschaften, der sich von der Ostsee bis zur Adria erstreckt, gab es
weder eine geschichtlich gefestigte
Bodenständigkeit, nämlich die Zweieinigkeit von Volk und Territorium,
noch gab es eine irgendwie volksmässig gesicherte Homogenität der
Bevölkerungen. Jedes der zwischen
den beiden Weltkriegen entstandene
Staatsgebilde in diesem Raum enthielt
mehrere Volksgruppen, deren jede
den Anspruch auf nationale Souveränität stellte, also auf keinen Fall
assimilierbar war. Der damals gefundene Ausweg, den Völkern, die
es nicht zum eigenen Staat gebracht
hatten, Minderheitenrechte zu garantieren, hat sich bekanntlich nicht bewährt. Die Minderheiten waren immer
der Meinung, dass diese Rechte eben
mindere Rechte sind, während das
Staatsvolk in den Minderheitenverträgen entweder ein Provisorium sah
– gültig, bis die vom Nationalstaat
prinzipiell geforderte Assimilation
erreicht sein würde – oder eine Konzession an die westlichen Mächte,
deren man sich bei der nächst besten
Gelegenheit entledigen würde, um
den Minderheiten so oder anders den
Garaus zu machen.
Ungleich schwerwiegender, wiewohl
viel weniger augenfällig und daher
gemeinhin auch kaum beachtet, war
die Erschütterung, die dem nationalstaatlichen Prinzip durch das Auftreten
der massenhaften Staatenlosigkeit
zwischen den beiden Weltkriegen zugefügt wurde. Sie entstand durch die
Wellen von Flüchtlingen aus Ost- und
Zentraleuropa, welche dem nationalstaatlichen Prinzip zufolge nirgends naturalisiert werden und so nirgends den
verlorenen Rechtsschutz des Heimatlandes kompensieren konnten. Da sie
ausserhalb aller Gesetze standen und
da ihnen weder Aufenthaltsrecht noch
59
Arbeitsrecht gesichert waren, wurden
sie die Beute der ansässigen Polizeiapparate, die auf diese Weise in den
jeweiligen Ländern einen ungeheuren
und illegitimen Machtzuwachs erfuhren.
Wieder stellte sich die ausserordentliche
Limitiertheit des nationalstaatlichen
Prinzips heraus – insofern nämlich,
als der verfassungsmässig garantierte
Rechtsschutz des Staates und die im
Lande herrschenden Gesetze ganz offenbar nicht für alle Einwohner des
Territoriums galten, sondern nur für
diejenigen, die dem Nationalverband
selbst zugehörten. Der Einbruch der
Staatenlosen und die ihnen zugefügte
schlechthinnige Rechtlosigkeit gefährdeten den Nationalstaat als Rechtsund Verfassungsstaat, d.h. sie gefährdeten ihn in seinen Grundlagen.
Denn dass der Nationalstaat in seinem Wesen ein Rechts- und Verfassungsstaat und nur als solcher lebensfähig war, hatte sich bereits in Anfängen
vorher erwiesen und sollte vor allem
nach dem zweiten Weltkrieg ganz offenbar werden. Bereits zu Ende des
vorigen Jahrhunderts stellte es sich
heraus, dass die moderne industrielle
und wirtschaftliche Entwicklung der
europäischen Völker eine Kapazität
Nîsan 2012
STÊRKA CİWAN
erreicht hatte, die weit über die nationalen Grenzen hinauswies. Aus diesem
Widerspruch zwischen national eng
begrenztem Territorium und nahezu
unbegrenzter wirtschaftlicher Kapazität
war der Imperialismus entstanden, dessen Zeichen die „Expansion um der
Expansion willen“ war, nämlich eine
Ausbreitung, die weder auf Eroberung
noch auf Annexion irgendwelcher Gebiete aus war, sondern die ausschliesslich dem Gesetz einer sich ständig
erweiternden Wirtschaft folgte. Imperialismus war das Resultat der Versuche
des Nationalstaates, unter den Bedingungen moderner Wirtschaft und Industrie, also unter den neuen Lebensbedingungen der europäischen Völker,
die sehr bald die Lebensbedingungen
des gesamten Erdballes werden sollten,
als Staatsform zu überleben. Das Dilemma, in das der Nationalstaat damit
geriet, war, dass die wirtschaftlichen
Interessen der Nation in der Tat eine
solche Ausbreitung notwendig machten,
dass aber weder der traditionelle Nationalismus dieser Staatsform, die geschichtlich gewordene Dreieinigkeit von
Volk, Staat und Territorium, noch ihr
spezifischer Rechtscharakter, der Unterdrückung des Volkes durch staatliche
Organe nicht zuliess, sich mit den Erfordernissen einer konsequent imperialistischen Politik vereinigen liessen.
Das imperialistische Experiment hat
die Grundlagen des Nationalstaates
aufs schwerste erschüttert, vor allem
auch durch die ideologische Erweiterung und Pervertierung des Nationalismus in ein mehr und mehr bestialisches Rassebewusstsein, aber die legalen und politischen Institutionen des
Nationalstaates haben, jedenfalls was
den überseeischen Imperialismus angeht, schliesslich doch den Sieg davongetragen und das Schlimmste, nämlich den „Verwaltungsmassenmord“,
den englische Imperialisten in den
Nîsan 2012
zwanziger Jahren als einziges Mittel
vorsahen, durch das die Herrschaft
über Indien sich würde halten lassen,
fast immer verhindert. Die berechtigte
Furcht der europäischen Völker vor
einer Rückwirkung imperialistischer
Herrschaftsmethoden auf das Mutterland hat den Imperialismus zum Scheitern gebracht, was natürlich nicht heisst,
dass er ohne Folgen geblieben wäre.
Im Gegenteil – gerade in seinem Scheitern hat das imperialistische Experiment
des Nationalstaates die allergrössten
und keineswegs nur verhängnisvollen
Folgen gehabt. Es hat, um es so kurz
wie möglich zu sagen, zu dem nur
scheinbar paradoxen Resultat geführt,
dass Europa gerade in dem Augenblick,
wo es selbst die Unzulänglichkeit des
Nationalstaates und die Gefahren des
Nationalismus am eigenen Leibe erfuhr,
in der ganzen nicht-europäischen und
nicht-amerikanischen Welt mit Völkern
sich konfrontiert sieht, deren grösste
Ambition noch darin besteht, sich im
Sinne eines europäischen Nationalstaates zu organisieren und deren stärkster politischer Motor ein Nationalismus
europäischer und letztlich französischer
Prägung ist. Dabei ist die Tatsache,
dass die Völker Afrikas und auch
Asiens sich politische Freiheit nur am
Modell des bereits gescheiterten Nationalstaats vorstellen können, noch
die geringste der Gefahren, die das
Erbe des imperialistischen Zeitalters
uns hinterlassen hat. Ungleich ernster
und bedrohlicher ist, dass das ebenfalls
aus dem Imperialismus stammende
Rassedenken so grosse Schichten der
farbigen Völker überall erfasst hat.
Wie steht es nun um die uns gestellte
Frage: Ist der Nationalstaat ein Element
der Demokratie? Sofern man unter
Demokratie nicht mehr versteht als
die konsequente Wahrung der bürgerlichen Grundrechte, zu denen wohl
das Recht auf Interessenrepräsentation
60
und vor allem die Pressefreiheit gehören, aber nicht das Recht der politischen, direkten Mitbestimmung, so
scheint es mir ausser Zweifel zu
stehen, dass die Frage historisch
positiv zu beantworten ist. Selbst die
verhängnisvolle Neigung des Nationalstaats um nationaler Belange willen
die eigentlich politische Freiheit zu
opfern und in Diktaturen verschiedenster Art und Provenienz eine einstimmige, uniforme öffentliche Meinung zu erzwingen, braucht nicht in
allen Fällen die Gefährdung der elementaren bürgerlichen Rechte zu bedeuten – wie wir es ja augenblicklich
deutlich in Frankreich sehen können.
Verstehen wir aber unter Demokratie
die Herrschaft des Volkes oder, da
das Wort Herrschaft in dieser Zusammensetzung seine eigentliche Bedeutung eingebüsst hat, das Recht
aller, an öffentlichen Angelegenheiten
teilzunehmen und im öffentlichen
Raum zu erscheinen und sich zur
Geltung zu bringen, so war es um die
Demokratie im Nationalstaat selbst
historisch nie sonderlich gut bestellt.
Der europäische Nationalstaat entstand
unter den Bedingungen der Klassengesellschaft, und wiewohl es gerade
ihm zu danken ist, dass auch die unteren Volksschichten emanzipiert wurden, so hat es in ihm gerade in seiner
gewissermassen klassischen Zeit immer eine nicht nur herrschende, sondern vor allem auch regierende Klasse
gegeben, welche die öffentlichen
Geschäfte der Nation stellvertretend
erledigte.
Aber all diese unbezweifelbaren
Vorzüge des Nationalstaats sind heute,
wie mir scheint, Dinge der Vergangenheit, welche in der heutigen Weltlage nicht mehr sehr schwer ins Gewicht fallen dürfen.
***
STÊRKA CİWAN
POLİTİQUE
Le Confederalisme democratique
Stêrka CİWAN
“Le confederalisme
democratique n’est en
guerre avec aucun
Etat-nation, mais il ne
restera pas passif face
aux tentatives
d’assimilation.
Des changements
durables ne peuvent etre
accomplis par
la revolution ou bien la
fondation d’un
Etatnation
supplementaire”
On peut qualifier ce type de gouvernance d’administration politique
non-etatique ou encore de democratie
sans Etat. Les processus democratiques de prise de decision ne doivent
pas etre confondus avec les processus
auxquels les administrations publiques
nous ont habitues. Les democraties
gouvernent, la ou les Etats se contentent d’administrer. Les Etats sont
fondes sur la force, les democraties
se basent sur le consensus collectif.
Les postes de responsabilite de l’Etat
sont attribues par decret, bien qu’ils
soient en partie legitimes par des
elections. Les democraties fonctionnent avec des elections directes. L’Etat
considere legitime l’usage de la coercition, tandis que les democraties
reposent sur la participation volontaire.
Le confederalisme democratique
est ouvert aux autres groupes et factions politiques. Il s’agit d’un systeme
flexible, multiculturel, antimonopoliste
et fonde sur le consensus. L’ecologie
et le feminisme comptent parmi les
piliers de celui-ci. Dans le cadre de
ce type d’auto-administration, il sera
necessaire de mettre en place une
economie alternative permettant d’augmenter les ressources de la societe,
au lieu d’exploiter celles-ci, et qui
sera ainsi mieux a meme de repondre
aux multiples besoins de la societe.
61
a. Participation et diversite
du paysage politique
Le caractere contradictoire de la
composition de la societe exige des
groupes politiques qu’ils soient organises en formations a la fois verticales
et horizontales. Qu’il s’agisse de groupes locaux, regionaux ou centraux, il
est important que cet equilibre soit
respecte. Chacun a leur maniere, ces
groupes doivent etre capables de gerer
les situations concretes auxquelles ils
se trouvent confrontes et de developper
les solutions adequates aux problemes
sociaux les plus divers et varies. Exprimer son identite culturelle, ethnique
ou nationale par le biais d’une association politique est un droit naturel.
Cependant, ce droit ne peut s’exercer
qu’au sein d’une societe ethique et
politique. En ce qui concerne les
Etats-nations, republiques ou democraties, le confederalisme democratique
est ouvert au compromis par rapport
aux traditions etatiques ou gouvernementales. Il privilegie la coexistence
egalitaire.
b. L’heritage de la societe
et l’accumulation du savoir
historique
Le confederalisme democratique repose sur le vecu historique de la societe
et son heritage collectif. Il ne s’agit
pas d’un systeme politique moderne
Nîsan 2012
STÊRKA CİWAN
et arbitraire mais bien du resultat de
l’histoire et de l’experience accumulee
par la societe - c’est-a-dire du vecu
de celle-ci.
L’Etat se dirige constamment vers
toujours plus de centralisation, et ce,
afin de soutenir les interets des monopoles du pouvoir. Le confederalisme
fonctionne de maniere exactement
inverse. Dans ce systeme, ce ne sont
pas les monopoles, mais la societe
qui est au centre de la reflexion politique. La structure heterogene de la
societe entre en contradiction avec
toutes les formes de centralisation,
et une centralisation prononcee ne
fait que provoquer toutes sortes de
revoltes sociales.
Aussi loin que l’on remonte, les
humains ont toujours forme des groupes flexibles tels que les clans, tribus
ou autres communautes aux caracteristiques federalistes. C’est ainsi qu’ils
parvenaient a preserver leur autonomie
interne. Les gouvernements imperiaux
eux-memes employaient differentes
methodes d’auto-administration pour
les diverses parties de l’empire - il
pouvait s’agir d’autorites religieuses,
de conseils tribaux, de royaumes,
voire meme de republiques. Il est
donc important de comprendre que
meme les empires en apparence centralisateurs fonctionnaient en fait
selon une structure organisationnelle
confederee. La societe ne veut pas
du modele d’administration centralisateur, qui a pour seule fonction de
permettre aux monopoles de preserver
leur pouvoir.
c. Ethique et conscience politique
La division de la societe en categories et en termes correspondant a un
modele donne n’est que le produit
artificiel des monopoles capitalistes.
L’apparence supplante l’essence dans
ce type de societe, et l’alienation puNîsan 2012
tative de la societe par rapport a sa
propre existence y encourage les gens
a se retirer de toute participation active, reaction souvent qualifiee de «
desenchantement » vis-a-vis de la
politique. Les societes sont cependant
des entites fondees sur des valeurs,
et donc, essentiellement politiques.
Les monopoles economiques, politiques, ideologiques et militaires ne
sont que des constructions, contredisant la nature de la societe en se
contentant de viser l’accumulation
de surplus. Ils ne creent pas de valeurs,
tout comme une revolution ne peut
creer une nouvelle societe - elle peut
taux de la modernite. Ceci place
l’Etat-nation en contradiction avec
la democratie et le republicanisme.
Notre projet de « modernite democratique » se veut une pro- position
alternative a la modernite telle que
nous la connaissons. Le confederalisme democratique est son paradigme
politique fondamental. La modernite
democratique est le cadre d’une
societe politique et ethique. Tant que
nous ferons l’erreur de croire que les
societes doivent etre des entites homogenes et monolithiques, il nous
sera difficile de comprendre le
confederalisme.
simplement influer sur le tissu social
et politique d’une societe donnee.
Pour le reste, ceci est du ressort de la
societe politique et ethique.
Comme evoque precedemment, la
modernite capitaliste contribue a renforcer la centralisation de l’Etat. Les
centres du pouvoir politique et militaire au sein de la societe ont ete
prives de leur influence. L’Etat-nation,
substitut moderne a la monarchie, a
laisse derriere lui une societe affaiblie
et sans defense. A cet egard, l’ordre
juridique et la paix publique ne renvoient qu’a la domination de la classe
bourgeoise. Le pouvoir se concentre
au sein de l’Etat central et devient
alors un des paradigmes fonda- men-
L’histoire de la modernite represente quatre siecles de genocide physique
et culturel au nom d’une societe unitaire imaginaire. Le confederalisme
democratique, en tant que categorie
sociologique, constitue le contrepoint
a cette histoire et repose sur la volonte
de lutter si necessaire, ainsi que sur
la diversite ethnique, culturelle et
politique.
La crise du systeme financier est
une consequence inherente a l’Etatnation capitaliste. Tous les efforts
deployes par les neoliberaux pour
transformer l’Etat-nation sont, cependant, demeures sans succes. Le
Moyen-Orient en est un exemple
edifiant.
62
STÊRKA CİWAN
c. Confederalisme democratique
et systeme politique democratique
Contrastant avec l’interpretation
centraliste et bureaucratique de l’administration et de l’exercice du pouvoir, le confederalisme propose un
type d’auto-administration politique
dans lequel tous les groupes de la
societe, ainsi que toutes les identites
culturelles, ont la possibilite de s’exprimer par le biais de reunions locales,
de conventions generales et de conseils. Cette vision de la democratie
ouvre ainsi l’espace politique a toutes
les couches de la societe et permet la
formation de groupes politiques divers
et varies, ce qui constitue de ce fait
un progres dans l’integration politique
de l’ensemble de la societe. La politique y fait alors partie de la vie quotidienne. Sans une vision politique,
la crise de l’Etat ne peut etre resolue,
car celle-ci est alimentee par le manque de representation de la societe
au sein de la politique. Les concepts
de federalisme ou d’auto-administration existant dans certaines democraties liberales doivent etre repenses,
non plus en terme de niveaux hierarchiques au sein de l’administration de
l’Etat-nation, mais en tant qu’instruments principaux de participation et
d’expression sociale. En retour, ceci
fera avancer la politisation de la
societe. Pour ce faire, nul besoin de
pompeuses theories, seule suffit la
volonte de permettre aux besoins sociaux de s’exprimer, en renforcant
l’autonomie structurelle des acteurs
sociaux et en creant les conditions
necessaires a l’organisation de l’ensemble de la societe. La creation
d’un niveau operationnel ou toutes
les sortes de groupes politiques et
sociaux, de communautes religieuses
ou de tendances intellectuelles s’expriment directement dans les processus
locaux de prise de decision est ce
que l’on appelle la democratie participative. Plus la participation est importante, plus ce type de democratie
est fort. La ou l’Etat-nation entre en
contradiction, voire meme en conflit,
avec la democratie, le confederalisme
democratique constitue un processus
democratique continu.
Les acteurs sociaux, etant chacun
en eux-memes des unites federatrices,
sont les cellules souches de la democratie participative. Selon les besoins,
ils peuvent s’associer et former de
nouveaux groupes et confederations.
Chacune des unites politiques impliquees dans la democratie participative
se doit d’etre de nature democratique.
Ainsi, ce que nous appelons democratie se resume a l’application de
processus democratiques de prise de
decision depuis le niveau local jus63
qu’au niveau global, et ce, dans le
cadre d’un processus politique continu.
Ce processus influera la structure et
le tissu social de la societe, au contraire
de l’homogeneite voulue par l’Etatnation et qui ne peut s’accomplir que
par l’usage de la force, entrainant
ainsi la perte de la liberte.
J’ai deja evoque le fait que le niveau local est le niveau ou les decisions doivent etre prises. Cependant,
la vision sous-tendant ces decisions
doit etre en lien avec les questions
globales. Nous devons nous rendre
compte que meme les villages et
les quartiers urbains ont besoin
d’une structure confederale. Tous
les domaines de la societe doivent
s’auto-administrer et tous les niveaux
de la societe doivent etre libres de
participer.
e. Confederalisme democratique
et autodefense
L’Etat-nation est une entite a structure principalement militaire. Les Etatsnations sont toujours plus ou moins
les produits de guerres interieures et
exterieures. Aucun des Etats-nations
existants n’est apparu de lui-meme.
Ils ont invariablement un historique
de guerres a leur actif. Ce processus
n’est pas limite a l’etape de leur fondation, mais s’appuie bel et bien sur
la militarisation de l’ensemble de la
societe. Le gouvernement civil de
l’Etat n’est qu’un accessoire de l’appareil militaire. Les democraties liberales vont encore plus loin en camouflant
leurs structures militaristes sous des
couleurs liberales et democratiques.
Cela ne les empeche cependant pas de
rechercher des solutions autoritaires
au summum d’une crise provoquee
par le systeme lui-meme. L’exercice
fasciste du pouvoir est dans la nature
de l’Etat-nation ; le fascisme est la
forme d’Etat-nation la plus pure.
Nîsan 2012
STÊRKA CİWAN
Seule l’autodefense peut permettre
de repousser cette militarisation. Les
societes qui ne possedent pas de mecanisme d’auto- defense perdent leur
identite, leur capacite a la prise de
decision democratique et leur nature
politique. Par consequent, l’autodefense de la societe ne se limite pas
qu’a l’aspect militaire des choses.
Elle presume egalement la preservation
de l’identite, l’existence d’une conscience politique propre et un processus
de democratisation. Alors seulement
peut-on parler d’autodefense.
Dans ce contexte, on peut qualifier
le confederalisme democratique de
systeme d’autodefense de la societe.
Seuls les reseaux confederes peuvent
fournir une base permettant de s’opposer a la domination globale des
monopoles et du militarisme de l’Etatnation. Face au reseau des monopoles,
il nous faut construire un reseau de
confederations sociales tout aussi puissant.
En particulier, cela signifie que le
paradigme social du confederalisme
n’implique pas que les forces armees
aient le monopole de la chose militaire,
celles-ci n’ayant la tache que d’assurer
la securite interieure et exterieure.
Elles sont placees sous le controle
direct des institutions democratiques.
La societe elle-meme doit etre capable
de determiner leurs devoirs, et une
de leurs taches principales sera donc
de defendre le libre arbitre de la
societe contre les interventions interieures et exterieures. La composition
du commandement militaire doit etre
determinee a parts egales par les institutions politiques et les groupements
confederes.
f. Le confederalisme
democratique face a l’hegemonie
Le confederalisme democratique
est fermement oppose a tout type
Nîsan 2012
d’hegemonie, et ce, notamment dans
le domaine ideologique. Tandis que
les civilisations classiques s’appuient
generale- ment sur le principe
d’hegemonie, les civilisations
democratiques refusent les puissances et les ideologies hegemoniques.
Toute forme d’expression depassant
les limites de l’auto-administration
democratique reduirait jusqu’a l’absurde les principes meme de l’auto-administration et de la liberte
d’expression. La gestion collective
des affaires de la societe necessite
la comprehension et le respect des
opinions divergentes, associes a des
processus de prise de decision
democratiques. Par contraste avec
la modernite capitaliste, ou les institutions dirigeantes des Etats-nations
prennent des decisions bureaucratiques arbitraires, les institutions dirigeantes du confederalisme democratique fonctionnent sur des bases
ethiques et n’ont donc pas besoin
de legitimation ideologique. Par
consequent, elles ne recherchent pas
l’hegemonie.
g. Les structures democratiques
et confederees a l’echelle
mondiale
Bien que le confederalisme democratique se concentre sur le niveau local, il n’est pas exclu d’organiser le
confederalisme a l’echelle mondiale.
Au contraire, il nous faut etablir une
plate- forme de societes civiles nationales, c’est-a-dire une assemblee
confederee, afin de s’opposer aux
Nations Unies, qui sont une association d’Etats-nations sous la direction
de superpuissances. Nous parviendrons ainsi, peut-etre, a prendre de
meilleures decisions permettant de
faire progresser la paix, l’ecologie,
la justice et la productivite dans le
monde.
64
h. Conclusion
Le confederalisme democratique
est un type d’auto-administration
qui contraste avec l’administration
par un Etatnation. Cependant, dans
certaines circonstances, la coexistence pacifique entre ces deux entites
est possible, aussi longtemps que
l’Etat-nation n’interfere pas avec ce
qui releve de l’auto-administration.
S’il s’y risquait, en effet, la societe
civile serait en droit d’assurer son
autodefense.
Le confederalisme democratique
n’est en guerre avec aucun Etat-nation, mais il ne restera pas passif
face aux tentatives d’assimilation.
Des changements durables ne peuvent etre accomplis par la revolution
ou bien la fondation d’un Etat-nation
supplementaire. Sur le long cours,
la liberte et la justice ne peuvent
prevaloir qu’au sein d’un processus
dynamique
de
democratie
confederee.
Ni le rejet total de l’Etat, ni sa reconnaissance pleine et entiere ne servent les efforts democratiques de la
societe civile. Le triomphe sur l’Etat,
et notamment sur l’Etat-nation, est
un processus de longue haleine.
L’Etat ne sera vaincu que lorsque
le confederalisme democratique aura
prouve sa capacite a resoudre les
questions sociales. Cela ne signifie
cependant pas que l’on doive se soumettre aux attaques des Etats-nations.
Les confederations democratiques
maintiendront en permanence des
forces d’autodefense. Les confederations democratiques ne seront pas
forcees de s’organiser au sein d’un
territoire unique. Elles pourront prendre la forme de confederations transfrontalieres, lorsque les societes concernees le souhaiteront.
***

Benzer belgeler