EB TET - Ebitet - Balıkesir Üniversitesi

Transkript

EB TET - Ebitet - Balıkesir Üniversitesi
Kendinizi ve hayatı keşfetmeniz için
Bilim-Teknoloji Dergisi
EBİTET
Yıl : 4 Sayı : 2 Nisan 2004
Başkan
M. Kürşat Gümüş
Genel Yayın Yönetmeni
Selçuk Kaba
Yayın Kurulu
Erkin Karakaya
Nurettin Sezgin
Didem Kaya
F.Betül Güney
Pınar Öner
Tevfik R. Akbaş
Mehmet Doğan
Turgay Sert
Reklam Kurulu
Kadir Oruç
Ferahnaz Tırnaklı
Esra Toptaş
Özgür Artar
Adres
T.C.
Balıkesir Üniversitesi
Müh-Mim Fak. Endüstri Mühendisliği
EBİTET
İletişim
Tel : 0 266 612 11 94
ebitet@balıkesir.edu.tr
Merhabalar;
Ayrılık meğer ne zormuş…BAÜ Endüstri
Bilimleri ve Teknoloji Topluluğu olarak nisan
bültenimizde yine sizlerle birlikteyiz ve en az
önceki bültenimizdeki kadar mutluluk ve heyecan
duyuyoruz.
Bu sefer biraz daha tecrübelendik ve
kadromuzu genişlettik. Daha titiz çalışmaya ve
daha güzel ürünler ortaya çıkarmaya uğraştık.
Bu bültende yine ayrılmaz bir bütün olan bilim
ve teknoloji konularından bahsettik. Yurtdışında
eğitime bu sayımızda da yer verdik. Mart ayı
içersinde gerçekleştirdiğimiz E.C.A teknik gezisine
de bir sayfamızı ayırdık ve sizin için bölüm
başkanımızla çok özel bir röportaj yaptık.
Ayrıca iletişimin bizim için ne kadar önemli
olduğunu araştırdık.
Sizi çok yormalıyım istedik. Rahat okunan ilgi
duyduğunuz konulardan , geniş yelpazede (ve
sayıda) haberlerden oluşan bir çalışma yapalım
dedik.
Her zaman mükemmelin peşindeyiz ve
okurlarımızın,
günlük
yaşamın
insanı
sınırlayıcılığının ötesine geçerek, hep daha
fazlasını istediğini bilmekteyiz.
Bültenimizin
ikinci
sayısının
okurlara
ulaşılabilmesi için her türlü fedakarlığı gösteren
ve maddi manevi desteğini bizden esirgemeyen
bütün arkadaşlarımıza teşekkür eder ve bundan
sonraki sayımızda tekrar birlikte olmayı temenni
ederiz…
“ÇİN”SEL PROBLEMLERİNİZ VE ÇÖZÜM
YOLLARI
nceleri ucuz oyuncak satışı ile
başlayan ve çoğumuzun hoşuna
giden Çin malları kısa sürede ciddi
bir tehdide dönüştü. 30 ayrı sektöre geçen
gün artan oranlarda Türk mallarının yerini
Çin malları almaktadır.Ankara Ticaret
Odası tarafından yapılan araştırma,
Türkiye’de 30 sektörün Pazar payını ele
geçiren Çin mallarının piyasayı istila ettiği
belirlendi.
Ö
Araştırmaya göre, piyasadaki 100
oyuncaktan 95’i, 100 armatürden 45’i, 100
halının 25’i, 100 kilimin 50’si Çin’den
kaçak olarak ülkeye getiriliyor. Yasal
ithalat da dikkate alındığında Çin malları
istilasının maliyetinin 5-7 milyar dolar
arasında olduğu belirlenen araştırmanın
sonucuna göre,
2003
‘de
Çin’den yapılan
ithalatın
2
milyar
dolara
tahminen
ulaştığı belirtiliyor. Yapılan araştırmaya
göre Çin malları, Türkiye’de en çok
oyuncak sektörünü ve inşaat malzemeleri
sektörünü etkiledi. Ayrıca, pamuklu
mensucatın yüzde 75’i, kadifenin yüzde
50’si Çin malı. Elektrikli cihaz ve malzeme
sektöründe de malların yüzde 60-70’i Çin
malı. Ayrıca, Çin’den yapılan camdan
tencere, tava, çaydanlık kapakları ve
halkalı zincir ithalatına, dampingli olduğu
gerekçesiyle vergi konuldu. Kaçakçılık
yöntemleri arasında, ithal edilen malın
miktarını düşük göstermenin yanı sıra ücra
gümrük kapılarından giriş yapılması ilk
sırada yer alıyor. Elektronik alanında
faaliyet gösteren Türk markalarının, Çin
firmaları tarafından taklit edilerek İran,
Irak ve Ortadoğu ülkelerine satıldığına da
dikkat çekiliyor. Konu ile ilgili olarak
Devlet bakanı Kürşad Tüzmen bir yandan
Çin’in çok ucuz ürünlerine karşı TL’nin de
değerlenmesiyle, gelecek malların çok
daha ucuzladığının görüldüğünü
vurgulayarak, Türkiye olarak başka
tedbirler alınması gerektiğini söyledi.
Bu sorunun ciddiyetinin bütün
kurum, kuruluş ve özel sektör tarafından
bilincinde olunmasına rağmen, henüz ortak
bir çözüm planı geliştirilebilmiş değil
Kamu Kuruluşlarının alacağı önlemler,
esastan çözümü için tek yol. Bu bağlamda
malların yurda girişini kontrol altına almak
için sadece belli gümrüklerin (ihtisas
gümrüklerinin)
kullanılması
sorunun
önemli bir kısmını çözmüş olacak. Ayrıca
ithal edilen malda aranacak standartlar her
türlü malın yurda girişini engelleyecektir.
Bu sayede yakın geçmişteki yüksek
enflasyonist dönemin etkisi altında
bulunan tüketicimizin, bu tür ucuz malları
alarak kısa süre sonra mağdur olmasının da
önüne geçilecek. Konu tüketici açısından
bu şekilde önlemler ile çözülebilir, ancak
burada asıl tehlike Türk Üreticiler ve
özellikle KOBİ olarak tanımladığımız
işletmeler için.Varlıklarını sürdürebilmek
için ülkedeki tüm olumsuz koşullarla
mücadele ederken, birde ürettikleri
malların maliyetinin de altında muadili
malların piyasada gittikçe artan oranda
çoğalması birçok işletmenin ne yazık ki
kapanmasına yol açıyor.
Ayakkabıdan oyuncağa, gözlükten
halıya, televizyondan fotoğraf makinesine
kadar 30 sektör Çın mallarının istilasına
uğradı.
Öyle
ki,
sofralarımızın
vazgeçilmezlerinden
sarımsağın
bile
Çin’den geliyor olması vahim bir
durumdur. 2002 yılında Çin’den yapılan 1
milyar 125 milyon dolarlık ihracatın
2003’ün sadece ilk 6 ayında 1 milyar 37
milyon dolar olarak gerçekleşmesi sanırım
tehlikenin boyutlarını ortaya koyuyor.
Kaçak yollarla giren mallar da hesaba
katıldığında Çin istilasının Türkiye
ELEKTROMANYETİK DALGALARIN İNSAN
SAĞLIĞINA ETKİLERİ
1-Elektromanyetik Dalgaların İnsan
Sağlığına Nasıl Bir Etkisi Vardır?
2-Baz İstasyonları Nükleer Radyasyona
Sebep Olur mu?
E
Nükleer Radyasyon, çok yüksek
enerjiye sahip ışınların yol açtığı ısıl bir
etkidir.Baz istasyonlarının neden oldukları
ışınım ısıl olmayan (antiiyonlaştırıcı)
olduğundan nükleer radyasyona sebep
olmazlar. Normal bir nükleer radyasyonun
ışınım derecesi baz istasyonunkinden 1
milyon kere daha etkilidir. Bu konu ilgili
olarak cep telefonunun etkileri ile ilgili
ayrıntılı broşürü Karahallılar Cep Tel.
Center’inden temin edebilirsiniz.
lektromanyetik
dalgalar
foton
enerjileri, atomları ve molekülleri
iyonlaştıracak düzeyde değildir.
Günümüzde güncel olarak bilinen bu
tarzdaki radyasyonlar görünen ışık,
kızılötesi,radyoaktif dalgalardır.
Canlılar radyasyon altında iki tür
etkinin altında kalırlar. Bunlar, ısıl etkiler
ve ısıl olmayan etkilerdir.
Isıl etkiler vücut tarafından absorbe
edilen enerjinin ısıya dönüşmesi ve vücut
sıcaklığının artmasıdır. Bu artış kan
dolaşımı
sayesinde
vücut
içinde
dengelenir.Cep telefonlarının yaydığı
elektromanyetik ışınlar ise vücut ısısını
ancak 0,2 C° artırır. Aynı şekilde
konuşurken kulağımıza dayadığımız cep
telefonlarımız ise beynimizin sıcaklığını
ancak 0,1 C° kadar artırmaktadır.
Isıl olmayanlar ise daha çok fiziksel
ve
psikolojik
eksikliklere
sebep
olmaktadır. Ancak bunlar deneme amaçlı
yüksek dozda elektromanyetik dalgalara
maruz kalan insanlarda tespit edilmiştir.
Cep telefonu ve günlük hayatımızda
kullandığımız mikrodalga fırın,bilgisayar
…vs. gibi araç ve gereçler ise bu etkiyi
yaratacak kadar yüksek etkiye sahip
değildirler.Ancak aşırı radyasyona maruz
kalan canlı yapıların DNA’larında ve
genetik malzemeyi taşıyan biyolojik
dokularda hasarlar meydana gelmektedir ki
bu
yapısal
bozukluklar
genetik
olduklarından kalıtsal olurlar ve nesilden
nesile değişerek iletilmektedir.
3-Baz İstasyonları ve Cep Telefonlarının
Kanserojen Etkisi Ne Derece Doğrudur?
Isıl (İyonlaştırıcı) radyasyonun DNA ve genetik
yapılarda mutasyon (Zaralı
kalıtsal değişiklik.) etkisi
oluşturduğundan bu yapılarda
kansere yol açtığı bilinmektedir.Ancak
elektromanyetik
dalgaların
da
bu
etkilerinin olduğu ispatlanmamıştır. Her ne
kadar günümüzde cep telefonlarının beyin
tümörlerini artırdığı söylense de bu kesin
bir şekilde ispatlanmamıştır. En son A.B.D
ve Danimarka’da yapılan araştırmalarda
cep telefonlarının beyin tümörlerini
artırmadığı açıkça ortaya koymuştur.
Ancak bu bilgiler yine de cep telefonu ve
diğer günlük kullanılan eşyalarla kanser
arasında bir ilişki yoktur dedirtmez. Bunun
için Dünya Sağlık Örgütü bu konu ile ilgili
kapsamlı bir çalışmaya başlamıştır.
YAŞAMDAN GERÇEK
BİR HİKAYE
ğrenci gecmeli mi?
Bu
soru
Kopenhag’daki
bir
üniversitenin
fizik
sınavından
alınmıştır:
Bir gökdelenin yüksekliğini barometre
ile nasıl bulursunuz?
Öğrencilerden birinin cevabi:
"Barometrenin ucuna bir ip bağlarsınız.
Sonra gökdelenin tepesinden asıp
sallarsınız. Barometre yere değdiğinde
ipin boyuyla barometrenin boyunun
toplamı
gökdelenin
yüksekliğini
verecektir."
Bu oldukça orjinal cevap hocayı
çileden çıkartmaya yetti ve öğrenci dersten
kaldı. Öğrenci cevabının doğruluğu
konusunda itirazda bulundu ve üniversite
durumu çözmek için başka bir hoca
gönderdi.
Yeni hoca, cevabın aslında doğru
olduğuna, fakat kayda değer bir fizik
bilgisinin varlığını göstermediğine karar
verdi. Sorunu çözmek üzere öğrenciyi en
azından asgari bir temel fizik bilgisi olup
olmadığını anlamak için, ona altı dakika
vererek sorunun sözlü cevabını vermesi
kararını aldı. İlk beş dakika, genç
sessizliğe gömüldü. Alnı düşünceden kırış
kırış olmuştu. Hoca zamanın tükenmekte
olduğunu hatırlattığında genç çeşitli
cevaplarının olduğunu, fakat hangisini
kullanacağına karar veremediğini söyledi.
Tekrar acele etmesi tavsiye edilince genç
şöyle cevapladı:
"İlk olarak, barometreyi gökdelenin
tepesine çıkartıp kenarından aşağı bırakıp
yere inene kadar geçen süreyi ölçersiniz.
Binanın yüksekliği
H = 0.5 x g x t2
formülü uygulanarak hesaplanabilir. Fakat
barometre için kötü bir seçim."
"Veya güneş parlıyorsa, barometrenin
yüksekliğini ölçersiniz. Sonra onu bir yere
dikip gölge uzunluğunu ve sonra da
gökdelenin
gölge
uzunluğunu
ölçebilirsiniz. Bundan sonrası basit bir
orantıyı çözmek olacaktır. "Fakat bu
konuda gökbilimsel bir cevap istiyorsanız,
barometrenin ucuna bir sicim bağlayıp onu
Ö
bir sarkaç gibi sallandırabilirsiniz. Önce
yer seviyesinde, daha sonra da gökdelenin
tepesinde. Yüksekliği, T=2 kvk (I/g)
formülündeki
farktan
yararlanarak
bulabilirsiniz.
"Yahut da gökdelenin dışarısında bir
yangın merdiveni varsa, barometreyi bir
cetvel gibi kullanarak yukarıya çıkarken
gökdelenin boyunu barometre yüksekliği
biriminden sayıp bunları toplayabilirsiniz."
"Eğer ille de sıkıcı ve Ortodoks olmak
istiyorsanız, tabii ki barometre ile
gökdelenin tepesindeki yer seviyesindeki
basıncı ölçer, milibar cinsinden çıkan farkı
feet'e çevirebilirsiniz ve yüksekliği
bulursunuz. Ancak bizler daima zihnin
bağımsızlığı ve bilimsel metotlar kullanma
konusunda teşvik edildiğimiz içindir ki, en
iyi yol şüphesiz hademenin kapısını
çalmak ve yeni bir barometre isteyip
istemediğini
sorarak,
gökdelenin
yüksekliğini söylemesi durumunda, ona bu
barometreyi
vereceğimizi
söylemek
olurdu."
Niels Bohr, Fizik'te Nobel ödülü kazanan tek
Danimarkalı
1943’ten Bugüne…
Bir soğan soyulurken yaşarıyor da gözler
Hazine soyulurken aldırmıyor öküzler
Hayadan eser yoktur nafile bütün sözler.
Beyhude inat etme, salla hemen başını
Gerdan kır, belini bük, al gitsin maaşını"
Bir yolsuzluk görünce köpürme, isyan etme
Bir hak için kendine, dik başlıdır dedirtme
Doğru yolu dostuna göster ama, sen gitme.
Ne derlerse huuu... diye salla hemen başını
Dilini tut, uslu dur, al gitsin maaşını.
Bu güvercin eder mi atmacalarla yarış
Öğrenmeden dünyayı gezdim de karış karış
Vazgeç hak sevdasından sende kervana karış,
Ne derlerse huuu diye, salla hemen başını
Gerdan kır, belini bük, al gitsin maaşını"
Unutma bu ocağın adı asiyaptır
Sen de bir dolap çevir, apartmanlar yaptır.
Hakikat nene gerek o memnu bir kitaptır.
Sana lazım olan şey, sallayarak başını
El öpüp, etek öpüp almaktır maaşını."
Abdullah Çağlayan / 1943
Kadir ORUÇ
GÖRMEDİM, DUYMADIM, SÖYLEMEDİM...
E
n eski uygarlıklardan beri insanoğlu
hemcinsleriyle iletişim içindedir.
Bunda topluluk halinde yaşamanın
getirdiği sorumluluklar, ihtiyaçlar ve her
an kendini ifade etme arzusu oldukça
büyük rol oynamaktadır. Bilinen şu ki;
gerçekte bizler, hal ve davranışlarımızı,
duygularımızı, fikirlerimizi ve kişiliğimizi
sözlü ya da sözsüz şekilde ortaya çıkararak
iletişim kurarız.
İletişim,
farklı
şekillerde
tanımlanmıştır ancak temel olarak “insan
ilişkilerini düzenleyen çok önemli bir
süreçtir.” diyebiliriz. Bir başka şekilde D.
Cüceloğlu ise iletişimi; “kişiler arasında
yer alan düşünce ve duygu alışverişini dile
getiren bir sistem” olarak tanımlar. Yani
iletişim insanlara anlamak, anlatma k ve
anlaşılmak
fırsatı
veren,
böylece
insanoğlunun toplumsal bir varlık olarak
yaşayabilmesini sağlayan bir sistemdir.
Daha önce de
belirttiğim
gibi
iletişim, sözlü ve
sözsüz olmak üzere
ikiye ayrılıyor. Sözlü
kısmını
‘konuşma
dili’ ve ‘ses tonu’;
sözsüz kısmını ise;
‘beden dili’ oluşturuyor. Sanılanın aksine,
süslü cümlelerin, uzun teşbihlerin etkisi
iletişimde yaklaşık %7. Coşkulu, dingin,
duru
ya
da
buğulu
tonlarıyla
karşımızdakini etkilemeye çalıştığımız
sesimizin ise %28. Yani karşımızdaki
kişiye onun derdini ne kadar iyi
anladığımızı müşvik bir ses ve teselli
sözleriyle anlatma çabamızın başarısı
sadece %35. Çünkü asıl mesajı beden
dilimiz veriyor. Yani karşımızdaki kişi
bakışlarımızdan, jest-mimiklerimizden, vb.
hareketlerimizden anlıyor derdini ne
oranda paylaştığımızı.
Madem iletişim kurmak bu kadar
kolay, herşey bu kadar açık o halde neden
milletçe bu konuda böylesine başarısızız
dersiniz? Belki suçu yine ekonomik
krizlere, bitmeyen işsizliğe, düşük eğitim
seviyesine atabilirdik ama, bu aslında tüm
dünyaya egemen bir sorun bence,
küreselleşen bu dünyaya...
Artık
Sanayi
Devrimi’nin
bitip Teknoloji
Devrimi’nin
başladığını
savunanlar
sanırım
oldukça
haklılar. Nasıl
ki
Sanayi
Devrimi ile isanların gözünü para
bürümüş, fabrikalara tapılmış ve tek amaç
daha çok kazanmak olmuştu; işte Teknoloji
Devrimi ile birlikte de yeni güçler elde
etmek isteyenler, dünyaya böyle hakim
olmayı
düşleyenler
-teknolojinin
nimetlerinden faydalanarak güzel yaşamlar
sürdürmek yerine gittikçe birbirinden
kopuk, iletişimi zayıf, mailler ve chatlerle
selamlaşannesiller
mi
yaratmaya
çalışıyorlar
acaba?
Elbette
birer
mühendis/yönetici adayı olarak teknolojiye
sırt çevirmemiz düşünülemez ancak
“herşeyin bir dengesi olmalı” felsefesi
bunları sorgulamaya yöneltiyor insanı.
Yada diğer bir değişle Üstün Dökmen’in;
AKIL ÇALIŞTIRMA
Bir tren istasyonunda şekildeki gibi makaslar
bulunuyor. A ve B vagonları sol ve sağ bağlantı
yollarında , D lokomotifi ise ana yolda
bulunmaktadır. C kısmı ancak bir vagon ya da
lokomotif alacak büyüklüktedir. Lokomotif ,
vagonları birlikte veya tek tek itebilir ya da
çekebilir. Bu lokomotife gerekli manevraları
yaptırarak A ve B vagonlarının yerini değiştirin.
Koşulumuz manevralar sonunda lokomotifin ilk
konumda bulunması.
[ Sorunun yanıtı bir dahaki sayımızda]
BİRAZ DA MİZAH
HAKKATENDE
SICAKMIŞ LAN
SIRADIŞI BİR SÖYLEŞİ
Bu ay ki sayımızda Bölüm Başkanımız Doç. Dr. Ramazan YAMAN ile çok özel
bir ropörtaj yaptık.
Soru: Hocam ilk olarak kişisel
bilgilerden başlayalım kendiniz ve
özgeçmişiniz hakkında biraz bilgi
verir misiniz?
Cevap:
1963
yılında
Çanakkale’nin Çan ilçesinin Çakıl
köyünde doğdum. İlk ve orta öğrenimimi
tamamladıktan
sonra
üniversiteyi
Uludağ
üniversitesi
Balıkesir
Mühendislik
Fakültesi
Makina
Mühendisliği bölümünde tamamladım.
1986 yılında Balıkesir üniversitesinde
Mak. Müh. Bölümünde araştırma
görevlisi olarak çalışmaya başladım.
1989 yılında burslu olarak İngiltere’ye
doktora öğrenimi için gittim. Tesis
düzenleme de bilgi temelli yaklaşım
konusunda doktora tezimi tamamladım
ve üniversiteme geri döndüm. 1993
yılında Muzaffer Hocamızla birlikte
Endüstri
Mühendisliği
bölümünün
kurulum çalışmalarına başladık ve 1994
yılında ilk defa öğrenci almaya başladık.
Sonuçta yaklaşık on yıldır bölümde
sizlere hizmet vermeye çalışıyorum. Bu
arada üretim planlama ve tesis planlama
gibi dersleri geliştirmeye çalıştım.
Soru: Balıkesir Üniversitesi
Endüstri Müh. Bölümünün ve
öğrencilerinin
Türkiye’deki diğer
üniversitelilerle
karşılaştırıldığında
yeri nedir?
Cevap:
Bölümümüzün
değerlendiril-mesini genellikle tercih
sırasına bağlı olarak yapmaktayız.
Tercih sıralaması da bölüm panomuzda
mevcuttur. Ancak bizi memnun eden
mezun olan öğrencilerimizin objektif
olarak bize ilettiği bilgiler olup bunlarda
genellikle olumlu sonuçlar bulmaktayız.
Bu durumda bölümümüz yetiştirdiği
endüstri
mühendisleri
açısından
memnuniyet verici bir genel görünüş
sergilemektedir. Bunun olumlu yönde
gelişerek devam etmesi için bölüm
elemanları ve öğrencilerle beraber gayret
içindeyiz.
Soru: BAÜ Endüstri Müh.
öğrencilerinin potansiyellerini nasıl
görüyorsunuz?
Cevap: Öğrencilerimiz ÖSS’nin
yerleştirmesi sonucu bize katılmakta
ancak, çoktan seçmeli sınav sisteminin
sıkıntılarıyla başlamakta fakat kısa
sürede kendilerini ve düşüncelerini
(projelerini) ifade etme yeteneğini
geliştirmekte ve bunu okullarını
tamamlarken rekabet açısından önemli
bir
avantaj
olarak
yanlarında
götürebilmektedirler.
Soru: Mezun olan öğrencilerle
iletişiminiz hala devam ediyor mu?
İletişimde olduğunuz öğrencilerden
tanınmış firmalarda çalışan var mı?
Cevap:
Mezun
olan
öğrencilerimizle bir aile ferdi gibi
iletişim içinde olup onların sevinç ve
sıkıntılarını paylaşmaya çalışıyoruz.
Ancak çok düzenli bir haberleşme ve
iletişim ortamımız oluşmadı. İletişim
içinde olduğumuz mezunların devlet ve
özel sektörde (şahinler holding, dışbank,
citybank)
başarılı
çalışmalar
4
ADI : TEKNİK GEZİ
B
u ismin amaçladığı şeyi, tam olarak ifade ettiğini düşünmüyorum. Manisa
gezisinden bahsedince sizde hak verirsiniz herhalde;
Sabah saat 7:15 de herkes belirlenen buluşma noktasındaydı, arabamız da geldi,
gezinin heyecanından gece
uyuyamayanlar dolayısıyla zamanında yetişemeyen
arkadaşlarımız vardı tabi, neyse birkaç dakika rötardan sonra yola çıktık.
Okul ortamından biraz uzak, öğretmenle öğrencinin beraber yolculuk ettiği, güldüğü,
muhabbet ettiği, oynadığı, bürokrasinin tatile çıktığı bir ortam...
Malum buluşma saatinin erken oluşundan, bir çoğumuz kahvaltı yapamamıştık (geç
kalanlar dahil), hemen arabayı bir dinlenme tesisine çektik, çaylarımızı içtik, insanın bir
bardak daha içesi geliyor ama daha yapacak çok işimiz var, ”haydi gençler arabaya”...
Tekrar yoldayız. Çok süre geçmeden sesi güzel (!) arkadaşlar ve vokalistleri bizler
üstümüze düşeni yapmaya başladık, şarkılar, türküler...
Şarkının, türkünün tadına varamadan yavaş yavaş üzümlükler kendini göstermeye
başlamıştı, Manisa’ya giriyoruz...
Doğruca ELGİNKAN VAKFI’na. Daha “biz geldik, ne yapacağız” demeye fırsat
bulamadan, kılavuzumuz Ziya Bey bizi bulmuştu bile, çok süre geçmeden artık bizden birisi
olmuştu.
Hemen arabaya atladık, ve E.C.A’ nın armatür fabrikasındayız... Bir yandan Ziya Bey, bir
yandan uzman arkadaşı bilgi bombardımanına başlamışlardı, hocalarımız ve biz can kulağıyla
dinliyorduk. Bilgiye (tecrübe) aç bir endüstri mühendisliği grubu için öylesi bir ortamda
sürenin nasıl geçtiğini tahmin edebilirsiniz. Öğlen olmuştu, içeride her ne kadar açlığımızı
hissedemesek de yemek için vakfa dönünce ne kadar acıktığımızı anladık. ELGİNKAN
VAKFI’ nın ikramı bir öğle yemeğiyle karnımızı doyurduk. Kurucularına rahmet diliyoruz.
Konusu açılmışken bahsetmek isterim;
ECA’nın kurucuları Ekrem Elginkan, Cahit Elginkan ve Ahmet Elginkan, vasiyetleriyle
tüm mal varlıklarını kurmuş oldukları ELGİNKAN VAKFI‘na bağışlıyorlar ve sahip
oldukları kurumlar vakıf tarafından işletilmeye başlanıyor. Ve ilginçtir ki vakıf üyeleri
arasında ELGİNKAN ailesine mensup hiç kimse yok. Vakıf işlettiği kuruluşlardan elde ettiği
gelirleri, ailenin vasiyeti olarak, seminerler, eğitim programları, burs… vb. şekillerde halka
dağıtıyor. Bir benzeri daha yoktur diye düşünüyorum.
Vakıfta karnımızı doyurduktan sonra arabaya binip VALFSAN ve SEREL’i gezmek için
yola koyulduk. Derslerde adı çok zikredilen “döküm, pres, torna, bant tipi akış...” gibi
terimlerle tanışma, daha önce tanışanlar özlem giderme fırsatı bulduk. Yaklaşık 2-2,5 saatlik
tanışma-özlem giderme faslından sonra artık dönüş faslı gelmişti, resimler çekildi, Ziya Bey
sanki bir akrabasını yolluyormuşçasına bize el sallayarak misafirlerini uğurladı.
Arabanın içindeki yoğun sese kulağınızı verip dinlediğinizde en çok işitilen iki sözcük
vardı “yoruldum”ve “acıktım”.
“Hazır Manisa’ya gelmişken...” biraz açlığımızı erteleyip “BOZYAKA” fabrika satış
mağazasına uğramayı da ihmal etmedik.
Ve sıra karnımızı doyurmaya gelmişti, yolda bir o köfteci bir bu köfteci pazarlık yapıyoruz
hiç birinde muvaffak olamıyoruz, sonunda 3 kuruşa 5 köfteye razı olan bir yer bulduk ve kim
tutar bizi...Yemekten sonra çaylar içildi, enerji toplandı, tokluğun vermiş olduğu haz ve
mutlulukla tekrar arabaya...Sıra toplanılan enerjinin tahliye edilmesine gelmişti, arabada
herkes hep bir ağızdan şarkı söylüyordu, bunlara hocalarımızın da eşlik etmesi ve ilerleyen
saatlerdeki stand-up lar eklenince... vur patlasın, çal oynasın... Emeği geçen kabiliyetli (!)
arkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz...
Geziye gelmeyenler kıskanabilirler bir mahsuru yok... bir dahaki TEKNİK (MORAL)
GEZİSİ’nde buluşuruz inşallah...
Tevfik Rüştü AKBAŞ
BİLİM VE
TEKNOLOJİ
ÜZERİNE
G
elin sizinle zamanda yolculuk yapıp
birkaç bin yıl geri gidelim. Güneş
batmış, hava kararmakta. Günlük
işlerimizi bitirmiş, yağ kandillerimizi yakıp
ocaktaki ateşin çevresinde oturmuşuz. Yerel
konuları tartışıyor ve kırsal etkinlikleri
yıldızların
konumuna
göre
nasıl
planlayacağımızı konuşuyoruz. Köyümüzden
gelip geçen gezginlere ve konuştukları garip
dillere ilişkin öyküler anlatıyoruz. Bazen çeşitli
tanrıların nelere kadir olduğu, yeni bir yasanın
yaşamımızı nasıl etkileyeceği, veya belli bir
bitkinin hangi hastalığa iyi geldiği gibi bir
konuda tartışma çıkıyor. Bugün olduğu gibi
zamanda yolculuk yaparak gittiğimiz bu
geçmişte de insanlar birtakım şeyleri merak
ediyorlar ve içinde yaşadıkları dünyanın
sırlarını, çeşitli olguların nedenleri ve
nasıllarını araştırıyorlar. Ve yine bugünkü gibi
çözümler
arıyorlar.
Düşlerin
nasıl
yorumlanabileceği,
gökyüzünde
görülen
belirtilerin anlamı ya da bir parça iple nasıl bir
üçgen yapılabileceği gibi konularda sorular
soruyor ve yanıtlar aranıyor.
Bugün bulunduğumuz yerden birkaç
bin yıl geriye baktığımız zaman eski tartışma
konularının bir bölümünün artık unutulmuş
olduğunu görüyoruz. Örneğin binlerce yıl
öncesinin
tanrıları
bizi
artık
fazla
ilgilendirmiyor. Gerçi bazı soruları bugün de
soruyoruz: Gerçek sanat nasıl olmalı? Bilinç
nedir? Gelecek önceden bilinebilir mi? Diğer
yandan, birtakım başka sorulara yanıt
bulunması yolunda o zamandan bu yana
yapılmış
olan
araştırmalar
bilim ve
teknolojinin dev adımlarla ilerlemesini
sağlamış ve insanlığın konumunu tümüyle
değiştirmiştir. İnsanlık bir ip parçasıyla bir
üçgen oluşturmaya çalışırken matematiği
bulmuş, yıldızların hareketini merak ederek işe
koyulup mekaniği ve fiziği var etmiş, bitkilerin
sağaltıcı gücünü araştırmaktan yola çıkarak
çağdaş biyoloji ve tıp bilimlerine varmıştır.
Görüldüğü gibi bilim ve teknolojinin ortaya
çıkışının temelini insanlardaki merak duygusu
oluşturmuştur.
Bilim adamları bilimsel araştırmalar
yaparak teknolojiye katkıda bulunurkenki
davranışlarında, kendi ahlak kuralları ve
sorumluluk duyguları ya da bunların yokluğu
tarafından yönlendirilirler ama sonuçta
kendilerini bilimin temsilcileri değil, insan
olarak görür ve buna uygun bir davranış biçimi
gösterirler. Örneğin, bir zamanlar Doğa adını
verdiğimiz şeyi bugün Çevre’ ye indirgemiş
bulunuyoruz ve yakında belki de Çöplük
adlandırmamız gerekecektir. Peki bu bilimin
ve teknolojinin suçu mu? Doğru, Bu iki öğe
doğanın ölümüne yol açan koşulların ortaya
çıkmasında rol oynayabilir ama unutmamalıyız
ki doğa’yı yaşatacak çözümler de yine bilimin
elindedir. Bilim bize ancak çevrenin korunması
ya da kirliliğin önlenmesi için gereken
önlemleri sağlayabilir ve karar insanlarındır.
Bilim soruları (en azından bazılarını) yanıtlar,
ama karar alamaz. Kararları ( en azından
bazılarını) ancak insanlar alabilir.
İnsanlığa hangi seçeneklerin açık
olduğunu belirlemek kolay değildir. Dünyanın
sonu gerçekten yakın mı? Yoksa sonsuza dek
ertelenebilir
mi?
Bugün
kullanmakta
olduğumuz
beynimiz
Taş
Devrindeki
atalarımızın beyninden farklı değildir. Ancak
koşmak ve mızrakla avlamak yerine araba
kullanıyor ve sigorta satıyoruz. Eğer yakında
bizi bir felaket beklemiyorsa yeni buluşlar
yapmayı ve daha iyiye giden yolda ilerlemeyi
sürdüreceğiz. En azından, ciddi teknik
araştırmalar için Taş Devrinden kalma
beyinlerimizin yerine giderek daha hızlı, daha
güçlü
ve
daha
güvenilir
makineler
kullanacağız. Bilim antikalaşmış genetik
kopyalama
mekanizmalarımızı
da
güncelleştirecek ve bu yoldan birtakım
korkunç hastalıklardan da kurtulmuş olacağız.
Bunlara hayır diyemeyiz. Tüm bu olumlu
değişiklikleri geri çevirmeyi düşünsek bile
sosyolojik nedenlerle bunu
yapabilme
seçeneğine sahip değiliz. Ama fiziksel ve
kültürel çevremize vermekte olduğumuz
zararlara karşın varlığımızı sürdürebilecek
miyiz? İşte bunu bilmiyorum.
Geçmişte olduğu gibi bugün de
insanlığın geleceğini kestirebilme olanağına
sahip değiliz ve daha güzel bir geleceğe mi
yoksa önüne geçilemez bir sona mı
yaklaşmakta olduğumuzu bilmiyoruz.
Bu konunun ne kadar çetrefilli ve
derinlemesine tartışılması gereken bir konu
olduğunu hepimiz biliyoruz. Derginin şartları
gereği çok genel olarak düşüncelerimi
paylaşmak istedim.
Didem KAYA
YURTDIŞINA KAPAĞI
ATTIKTAN SONRA
NELER OLUYOR?
B
u yazımız ABD’de yüksek lisans
veya doktora yapmayı düşünen
veya "yurtdışına kapağı attıktan
sonra neler oluyor" şeklinde aklında
sorular bulunan arkadaşlarımıza hitap
etmeyi amaçlıyor.
Çoğunlukla ABD’de okuyanlara
"Türkiye’ye
dönmeyi
düşünüyor
musunuz?" diye sorulur. Cevap genellikle
olumsuzdur. Yurtdışına geldikten sonra 2
tür öğrenci ortaya çıkıyor:
1)
Eğitimi tamamlayamayanlar
veya tamamlamayanlar: Bu türden
öğrenciler,
(a) Türkiye’de burs aldıkları
makama (YÖK, MEB vb.) tazminat ödeyip
dönmüyor.
(b) GATA aracılığı ile gelmişlerse
Türkiye’ye tamamen veda edip firar
ediyorlar.
(c) Ya da yurda dönüyor.
2) Eğitimini tamamlayanlar: Bu
türden öğrenciler,
(a) Mecburi hizmetlerini yapmak
için dönüyorlar.
(b) Dönmeyip ABD’de çoluk çocuk
sahibi oluyorlar. Yazımızın konusu bu
sonuncular. Sonra neler oluyor? Konuyu 3
açıdan ele alacağız. (1) İş, (2) Aile ve (3)
Günlük Yaşam.
(1) İş: Para kazanma, meslekte
yükselme ve iş olanakları açısından
ABD’de ekmek aslanın ağzında ve
ekonominin
yasaları
işlediği
için
üretiminizin
kalitesine
göre
ücret
alıyorsunuz. Adam kayırma, torpille iş
bulma, en azından biz Türkler için
olmadığı
için,
ABD’de
kalırsanız
gerçekten ölesiye çalışmak zorundasınız.
Akademide kalmak istiyorsanız,
ABD’de doktoranızı en parlak dereceyle
tamamlamış bile olsanız okul değiştirmek,
yani iş aramak zorundasınız. Daha
sonrasında yükselmek için en iyi dergilerde
yayın yapmanız ve verdiğiniz derslerdeki
öğrenci değerlendirmelerinden iyi notlar
almanız gerek.
ABD’de iş dünyası akademiye
oranla daha zor ve
rekabet çok fazla.
Türklerin
ABD’de
eşik
kitlesi
henüz
mevcut olmadığı
için (yani iş ve
akademi
çevrelerinde yeterli yoğunlukta Türk
olmadığı için), örneğin, ABD’deki
Hindistan vatandaşları gibi birbirleriyle
yardımlaşamıyorlar. Bu yüzden iş çevresi
edinmeleri ve işlerinde yükselmeleri zor
oluyor. Hani derler ya, "Roma'da ikinci
olmaktansa iki evlik köyde birinci olmak
yeğdir." ABD doktoralı bir insanın
Türkiye’de yıldız olması kolaydır. Bu, hem
aldıkları öğrenim kaliteli olduğu için hem
de maalesef Türk halkımız yabancı menşeli
her şeye önem verdiği için böyledir.
(2) Aile: Biliniz ki, ABD’de doğan
ve okula giden çocuklarınız İngilizce
konuşacak. Bunun nesi
kötü
diyenleriniz
olacaktır. Bir Türk ile
bile
evli
olsanız
çocuklarınız
Türk
diline ve kültürüne yabancılaşacaktır.
Örneğin, Atatürk’ü, Nazım Hikmet’i,
Orhan Veli’yi, Zeki Müren’i vb.
bilmeyecek, sevmeyeceklerdir. ABD,
Almanya gibi Türk yoğunluğu fazla olan
SESİN FENDİ KLAVYEYİ YENDİ!
Bilim ve teknoloji asrı olan 20.yy da değişimler olanca hızıyla devam ediyor. Bu
değişim her gün yeni buluş ve yeniliklerle gündemimizi meşgul ediyor. Bilgisayar teknolojisi
hem donamım hem yazılımda bu yeniliklerde ilk sırayı alıyor. En son Microsoft un kurucusu
Bill Gates in yaptığı açıklamalar yenilik ve değişimde gelinen aşamayı gösteriyor.
Microsoft’un kurucusu Bill Gates
“bilgisayarların yakın gelecekte ses ve el
yazısını tanıyacağını ve donanımların 10
yıl içerisinde neredeyse bedava olacağını”
söyledi.
Gates, San Diego da
düzenlenen
teknoloji
sempozyumunda
yaptığı
konuşmada “donanımların tam olarak
bedava olacaklarını söylemiyorum; ama
serverların gücü dikkate alındığında,
şebekenin gücü kısıtlayıcı bir faktör
olmaktan çıkacak” diye konuştu. Gates in
bu sözler ile bir şebeke sistemi içinde
birbirlerine bağlı bilgisayarları kastettiği ve
internet hızındaki artıştan söz ettiği ifade
edildi. “yakın gelecekte, sesle komut alan
ve el yazısını tanıyan bilgisayarların,
günümüzdeki Windows işletim sistemi
kadar yaygın hale geleceğine” işaret
eden Gates, “üzerinde 30 yıldır
çalıştığımız pek çok mesele önümüzdeki
10 yıl içinde çözüme kavuşacak”
açıklamasında bulundu.
Uzmanlar
Microsoft un daha şimdiden ses ve el
yazısını tanıyan yazılımlar üreterek iş
alemine sattığına dikkat çekiyor. Gates
“bilgisayar programı yazanlarında, yakın
gelecekte
binlerce
satırdan
oluşan
programlar yazmak yerine “görsel sunum”
adı
verilen
teknikten
yararlanarak
şimdikinden çok daha kısa sürede program
yazabileceklerini”
sözlerini
ekledi.
“Microsoft un araştırma-geliştirme için bu
yıl içinde 6,8 milyar dolar harcamayı
planladığını”
ifade
Bill
Gates,
konuşmasında “yazılımların güvenilir ve
güvenlikli olmasının kendileri
açısından hala birinci önceliği
koruduğunu”
vurguladı.
Gates en son işletim sistemi
olan Windows-XP için
çıkartılacak olan 2. hizmet
paketinin “SP-2” de bu yıl
yayınlanacağını kaydetti.
SP-2 nin, Windows işletim
sisteminin
güvenliğini
artırmayı
hedeflediği
belirtiliyor.
Tüm bu gelişmeleri şaşkınlıkla
izlerken acaba gün geçtikçe daha nelere
tanıklık edeceğiz diye merakla bekliyoruz.
Temennim odur ki bu gelişmeleri izlerken
aynı zamanda “ben ne yapabilirim?”, “bu
çorbada benimde biraz tuzum olabilir mi?”
diye yeniliklere merakı olan arkadaşlar
kafa yorarlar ve gayret gösterirler.
Mehmet DOĞAN
[email protected]