Yeşil Ufuklar

Transkript

Yeşil Ufuklar
01_KapakYU4.3.qxp:1CoverGH4.1
12/16/08
11:38 AM
Page 1
BÖLGESEL ÇEVRE MERKEZİ DERGİSİ - ÜÇ AYDA BİR YAYIMLANIR
Yıl 4 Sayı 3 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 5,00 YTL
Karadeniz havzasında sürdürülebilir kalkınma,
ekonomik refah ve kalıcı barışın sağlanması için
bir dizi yaşamsal sorun acil çözüm bekliyor
vurgunun eşİğİnde
karadenİz
M
sayfa 5
Polonya’daki yerel bir girişim, bedava
poşetlerden vazgeçmeleri için
perakendecileri işbirliğine çağırıyor
sayfa 10
Yenilenen yasal altyapı
Yeni Vakıflar Kanunu, çevre
oluşumlarının vakıflaşma olanağını
artırıyor
sayfa 28
M
Dünya Politika Enstitüsü’nün başkanı
ve Plan B 3.0’ın yazarı Lester Brown,
sorularımızı yanıtladı
Poşetlere veda
M
Değişim bizim elimizde
01_KapakYU4.3.qxp:1CoverGH4.1
12/16/08
11:38 AM
Page 2
Yeşil Kutu projesi
devam ediyor
Yeşil Kutu Çevre Eğitimi Seti
BOSCH Ev Aletleri desteğiyle
Yeni Öğretmenlerle buluşuyor
Yeşil Kutu Projesi; Bölgesel Çevre Merkezi
(REC), Millî Eğitim Bakanlığı ile Çevre ve
Orman Bakanlığı ortaklığında yürütülüyor.
Projenin sponsoru olan BOSCH Ev
Aletleri’nin desteğiyle Yeşil Kutu’nun tüm
illerde kullanılması hedefleniyor.
Nisan 2008’de başlayan proje kapsamında
2009 yılı sonuna kadar 5.500 öğretmene
ulaşılacak.
Öğretmen eğitimlerine başvuru ve
konu ile ilgili daha fazla bilgi için:
www.yesilkutu.net
yeşil UFUKLAR
İÇİNDEKİLER
Yıl 4 Sayı 3 | TEMMUZ-EYLÜL 2008 | ISSN 1305-5232
Yeşil Ufuklar, Orta ve Doğu Avrupa için Bölgesel Çevre Merkezi
(REC)’nin üç ayda bir yayımlanan ve özgün adı Green Horizon
olan dergisinin Türkiye uyarlamasıdır.
Yeşil Ufuklar, Green Horizon dergisinde yer alan haber ve
makalelerin yanı sıra Türkiye’den haber ve makalelere de yer
vermektedir.
Yeşil Ufuklar, REC’in karar alma süreçlerine katılımı destekleme,
bölgesel paydaşlar arasında işbirliğini teşvik etme gibi amaçlarına
hizmet eder.
Yeşil Ufuklar, Orta ve Doğu Avrupa’da çevre ve sürdürülebilir
kalkınma alanında önemli konulara ve gerçek öykülere yer
vermektedir. Dergi, iş dünyası, uluslararası kuruluşlar,
hükümet, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları, akademik
kurumlar ve basın için yararlı bir kaynaktır.
Yeşil Ufuklar’da yer alan fikir ve görüşlerin Orta ve Doğu
Avrupa için Bölgesel Cevre Merkezi (REC) ve REC
Türkiye’nin görüşlerini yansıtması gerekmez.
Yeşil Ufuklar, elektronik olarak www.rec.org.tr adresinden
incelenebilir.
Yeşil Ufuklar
Yayın Sahibi: REC Türkiye adına Dr. Sibel Sezer Eralp
Editör: Nafiz Güder
Çeviri: Özge Gezerler
Özgün Tasarım ve Uyarlama: Turgay Arık
Yayın Hizmetleri: Bayt Bilimsel Araştırmalar Basın Yayın
ve Tanıtım Ltd. Şti., Ziya Gökalp Cad. 30/31, Kızılay,
Ankara. Tel. 0312 431 3062
Baskı: Miki Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Matbaacılar Sitesi 560. Sok., No:27, İvedik, Ankara
Tel. 0312 395 2128
Baskı Tarihi: 16 Aralık 2008
KATKIDA BULUNANLAR
Oya Ayman I Sibel Sezer Eralp I Başak Ersen
I Ali Cemal Gücü I Sedat Kadıoğlu I
Wojciech Kosc I Kenan Kuri I Kerem Okumuş
I Nilüfer Oral I Canan Saraç I Tuna Türkmen
I Yüksel Üstün
GÖRSELLER
Avrupa Komisyonu Arşivi I Ellen Baltzar I
BP2.BLOGGER.COM I Bulgaristan Kuşları
Koruma Derneği I Doğa ile Barış Derneği Arşivi I
EBRD I FLICKR.COM I Greenpeace Akdeniz
Ofisi I WWW.GREENPEACE.ORG I Ali Güder I
Nafiz Güder I Nathan Johnson I Cem Orkun
Kıraç I Michal Kosc I Aleksander Lesoki I
WWW.MECLISHABER.GOV.TR I REC Türkiye
Arşivi I WWW.RESSIAD.ORG.TR I Still Photos
Green Horizon
MAGAZINE TEAM
Editor in Chief: Pavel Antonov
Editor: Nathan Johnson
Designer: Patricia Barna
Proofreader: Michael Lindsay
Administrative officer: Zsuzsa Tovolgyi
Webmaster: Tamas Bodai
Intern: Alice Walton
DOĞA İLE BARIŞ DERNEĞİ ARŞİVİ
FORUM
5
Değişim bizim elimizde
Plan B 3.0 kitab›n›n dünyada tan›t›m› kapsam›nda Türkiye’ye de gelen
Dünya Politika Enstitüsü’nün baflkan› ve dünyaca tan›nan çevre analisti
Lester Brown, Yeflil Ufuklar’›n sorular›n› yan›tlad›.
MERCEK
10
Poşetlere veda
Polonya’daki yerel bir giriflim, bedava pofletlerden vazgeçmeleri için
perakendecileri iflbirli¤ine ça¤›r›yor.
KAPAK KONUSU
Vurgunun eşiğinde:
Karadeniz
K A PA K K O N U S U
12
Vurgunun eşiğinde: Karadeniz
14
Sürdürülebilir Karadeniz: Düş mü? Mümkün mü?
Bulgaristan sahilinde, Silistar’›n
kuzeyindeki Lipite sahilindeki
Kaya oluflumlar›. Önemli
ekonomik ve stratejik önem
tafl›yan Karadeniz’i çevreleyen
ülkeler, çevresel tahribat
nedeniyle, t›pk› denizin kendisi
gibi ciddi sorunlarla karfl›
karfl›ya.
Karadeniz isminin kökenine dair aç›klamalar hem çok çeflitli hem de
mu¤lak. Ancak bugün Karadeniz’in, bölgedeki siyasi ve ekonomik
sorunlar›n yan› s›ra, çevresel aç›dan da acil çözüm bekleyen sorunlar›
var.
Karadeniz konusunda çal›flan resmi, akademik ve sivil paydafllar;
Karadeniz’in mevcut durumu, sürdürülebilirli¤i, öncelikli hedefler ve
kurumlar›n sorumluluklar› konusundaki görüfl ve önerilerini
Yeflil Ufuklar’a anlatt›.
Flickr.com
KAPAK GÖRSEL
DİĞER BÖLÜMLER
Forum 4
R E C B Ü LT E N İ
22
Dış Haberler 6
Çevre dostu şirketlere AB'den yeni ödüller
Türkiye’den Haberler 8
REC Bülteni 24
Türkiye dâhil 28 ülkede uygulanan AB Çevre Ödülleri program›,
sürdürülebilirlik ilkelerini esas al›yor.
Yasal Boyut 28
Bilişim Teknolojileri 29
EDITORIAL BOARD
Kitaplık 30
Climate and energy: Zsuzsa Ivanyi
Environmental law: Stephen Stec
Environmental policy: Oreola Ivanova
Environment and security:
Marta Szigeti Bonifert
EU member states: Beata Wiszniewska
Green financing: Ruslan Zhechkov
Information and research: Jerome Simpson
Public participation: Magdolna Toth Nagy
REC PR: Zsolt Bauer
South Eastern Europe: Radoje Lausevic
Sustainable development: Janos Zlinszky
Turkey: Sibel Sezer
İLETİŞİM
22
REC TÜRKİYE ARŞİVİ
M
M
M
Editör
[email protected]
Abone işlemleri
[email protected]
Bölgesel Çevre Merkezi
REC Türkiye
İlkbahar Mahallesi, 15. Cadde,
296. Sokak, No: 8, 06550 Yıldız
Çankaya, Ankara-Türkiye
Tel: (90-312) 491 95 30
Faks: (90-312) 491 95 40
Web: www.rec.org.tr
M
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Yeşim A. Çağlayan
M
DERGİ EKİBİ
3 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | yeşil UFUKLAR
14
FORUM
editörden
İster bir yer, ister bir iş, ister hayatın bir
evresi olsun, bir şeyleri geride bırakmak, insanın önemsediği konular hakkında daha açık
konuşabilmesi için bir özgürlük hissi verir. Bu
bağlamda, Avrupa İmar ve Kalkınma
Bankası’nın (EBRD) görevini tamamlayan
başkanının veda sözlerine değinmeye değer.
Bankanın en üst makamına 2000 yılında gelen
Jean Lemierre, bu süre zarfında bankayı en katı
eleştirenlerin bile saygısını kazandı; bu başarısında, yetkiyle çalışan bir bankanın ne yapıp
ne yapmaması gerektiğine dair farklı görüşleri
dengeleme becerisinin özellikle payı vardı.
EBRD’nin yıllık toplantılarının Kiev’de
düzenlenen sonuncusu, bankanın 1991’den
beri yatırım yaptığı bölgenin çelişkilerle dolu
fotoğrafını gözler önüne serdi. Birkaç istisna
dışında, eski Sovyet bloğundaki ülkelerden
çoğunun ekonomisi yükselişte. Bankanın
piyasa ekonomisi alanındaki en iyi öğrencisi
olan Çek Cumhuriyeti, 2007’de resmen
‘mezun’ olarak Orta Avrupa’nın ‘2010
Sınıfı’ndaki diğer ülkelerine de öncülük etti.
Ancak, asıl çarpıcı değerler daha da doğudan
geliyor; 2008 için %20’lik büyüme öngören
Azerbaycan gibi.
Lemierre, veda için düzenlediği basın
toplantısında bir bankacıdan beklenmedik
şekilde, yalnızca sayılardan değil insanlardan
da söz etti. Bunun nedenlerinden biri belki
de, bankanın kısa süre önce yürüttüğü ‘Geçiş
Sürecinde Yaşam’ başlıklı araştırmanın, geçiş
süreci sonunda bölgedeki çoğunluğun yaşamının iyileşip iyileşmediğinin net olmadığını
ortaya koyan sonucuydu. Bu sonuç,
EBRD’nin bölgede ekonomi alanında çizdiği
parlak tabloya önemli gölge düşürüyor.
Memnuniyet seviyeleri ülkeden ülkeye
değişiyor, ancak genel bir hayâl kırıklığı hissi
ortada. Araştırmaya göre, hayâl kırıklığı sadece
yeni yollar, daha yüksek ücretler ya da alım
gücü konusunda değil; daha çok, ekonomik
geçişe rağmen yaşam koşullarının hemen hiç
değişmemesi –hatta daha da zorlaşmasından
kaynaklanıyor. En önemli etkenlerden biri,
bölgeye has ve birçok ülkede 1989’dakinden
daha fazla olduğu düşünülen yolsuzluklar.
Siyasetçilere, kamu görevlilerine ve hemşehrilere duyulan güven azalmış durumda; öte yandan genel talep, sağlığa, eğitime ve sosyal yardımlara daha fazla yatırım yapılması yönünde.
Hükümetler olumlu makroekonomik
göstergeler sunsa da, geçiş süreci olarak
adlandırılan dönem, bölgede yaşayan birçok
insan için sancılı ve sürekli bir günlük gerçeğe dönüştü. Tezat belki de en çok, ekonomik
büyüme ve piyasa ilkelerinin; insan hakları,
iyi yönetişim ve işleyen bir demokrasiye
hemen hiç yansımadığı eski Sovyet toplumlarında görülüyor. Fakat benzer sorunlar, yolsuzlukla mücadelede hâlâ somut ilerleme kaydetmeye ve Avrupa’nın hukukî normlarına
uyum sağlamaya çalışan Bulgaristan ve
Romanya gibi AB’nin en yeni üye ülkelerinde
yeşil UFUKLAR | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 4
EBRD
İnsana yapılan
yatırım
SICAK KARŞILAMA: Ukrayna başbakanı Yulia Tymoshenko, EBRD’nin veda eden başkanı Jean Lemierre’i bankanın
Mayıs’ta düzenlenen yıllık toplantısında karşılıyor. EBRD’nin istikrarlı bir ekonomi ve işleyen bir demokrasi olarak
tanımladığı Ukrayna’nın, çözmesi gereken önemli siyasî, toplumsal ve çevresel sorunları var.
de sürüyor. Transparency International’ın
kısa süre önce yürütüğü araştırmaya göre yolsuzluk, son beş ilâ on yıl içinde Macaristan’da
da arttı. Yabancı yatırımın akın ettiği bölgede
akıllara şu soru geliyor: Kârlılık, bütün bu
sosyal ve çevresel bedellere değer mi?
EBRD’nin misyonu başından beri
demokrasi ile serbest piyasa arasında bağlantı
kurmak olmuşsa da; banka bugüne dek otoriter olarak nitelenen ülkelere, çevreci ve toplumsal eylemcilerin eleştirdiği projelere de
yatırım yaptı. Ancak Lemierre, eski kuruluşunun, “EBRD için değil bölgenin insanları
için standardlar koyduğu,” konusunda ısrarlı.
Standardlar oluşturmak, özellikle yerel
yöneticilerin bunu başaramadığı veya buna
isteksiz olduğu toplumlarda çok önemli. Doğa
koruma da dahil, birçok sektörün AB üyelik
sürecinde öğrendiklerinden biri de tamı tamına
buydu. Kamu bankaları ile uluslararası finans
kurumlarının buradaki rolü çok önemli, özellikle de AB üyeliğini hedeflemeyen ülkelerde.
Yatırımcıları, toplumsal, çevresel ve güvenlikle
ilgili ilkelere uymaya zorlamak, hem yaşam
kalitesinde hem de kurumların hesap verebilirliğinde kayda değer değişimler gerçekleştirebilecek az sayıdaki etkenden biri.
EBRD, çevresel ve toplumsal politikalarında kısa süre önce yaptığı yenileme kapsamında, bölgedeki müşterilerine uygulamayı
planladığı kurallara dair geri bildirim alabil-
mek için takdire şayan bir çaba sarf ediyor.
Macaristan Çevre Bakanlığı’ndan Tibor
Farago, EBRD’nin bu açıdan iyi bir örnek
oluşturduğunu ve yatırım kurumlarının daha
sıkı kurallar ve daha çok sorumluluk taşıyan
uygulamalar benimseyeceği bir sürece katkıda bulunmayı sürdürmesi gerektiğini belirtiyor. Bununla birlikte, CEE Bankwatch yaptırım grubundan Klara Sikorova’ya göre, yenilenen bu politika tatmin edici değil, hatta
bazı alanlarda bankaya, sorumluluğunu yerel
yatırımcılara ve ulusal düzenleme kurumlarına devretme kolaycılığı sağlıyor.
Lemierre’in son sözleri, “finansal türbülans, enflasyon, siyasî tartışmalar ve bunlara
bağlı belirsizlikler,” olarak tanımladığı oynaklıkla ilgiliydi. EBRD’ye veda eden başkan,
kendini bölgenin istikrarına adamış ve bunu
pekiştirecek güçlü bir kuruluş olma sözü
verdi, ki istikrarın gerçekten hayatî önem taşıdığı düşünülürse, halefi adına iyi bir söz verdiği söylenebilir. Ancak bu istikrar, sadece
kazanç ve yatırımların değil; güçlü bir
demokrasi, toplumsal haklar, insan hakları,
hukukun üstünlüğü -ve tabii ki çevreyi korumanın- yararına bir istikrar olmalı.
Pavel P. Antonov
FORUM
Plan B 3.0 kitabının dünyada
tanıtımı kapsamında
Haziran’da Türkiye’ye de
gelen Dünya Politika
Enstitüsü’nün başkanı ve
dünyaca tanınan çevre
analisti Lester Brown, Yeşil
Ufuklar’ın; ‘uygarlığı
kurtarma’nın nasıl mümkün
olacağı konusundaki
sorularını yanıtladı.
ALİ GÜDER
söyleşi
Değişim bizim elimizde
Nafiz Güder
Biz çevreciler son otuz yıldır ‘gezegeni
kurtarmak’tan söz ediyoruz, [ama] gezegen
daha uzun bir süre varlığını sürdürecek.
Demek istediğim, gezegen ‘başka bir yerde’
[bizden bağımsız olarak] varlığını sürdürüyor. Mesele artık bu değil. Mesele şu: biz daha
ne kadar burada olacağız? 2020 yılına kadar
karbon salımlarını %80 azaltmamız gerekiyor. Bu bir savaş seferberliğini andırıyor
adeta, ama aynı zamanda gerçekten de bir
savaş zamanı halindeyiz. Uygarlığa yönelmiş
bir tehditle karşı karşıyayız.
Uygarlığı kurtarmaktan söz ettiğimizde
ise, bu kurtuluşun hepimizin yararına olacağı
ortada. Bunda hepimizin çıkarı var. Bu
düşünce, birkaç ay önce üniversitelerle ilgili
bir telefon konuşması sırasında aklıma geldi.
‘Sürdürülebilir kalkınmayı’ vurgulamaları
gerektiğinden söz ediyorlardı; birden, sürdürülebilir kalkınmanın alternatifinin sürdürülemeyen kalkınma, bir diğer deyişle gerileme
ve çöküş olduğunu ayrımsadım. Oysa sürdürülebilir kalkınma çok da çekici bir terim
değil. Çok fazla şey ifade edemiyor.
Üstümüzdeki baskı giderek çoğalıyor ve
başarısızlığa uğrayan devletlerin sayısı artıyor. Bu gidişatı tersine çevirmemiz gerekli.
Bu da çok büyük bir çaba gerektiriyor, ancak
uygarlığı kurtarmak, oturduğumuz yerden
seyredeceğimiz bir spor karşılaşması değil.
Bunda hepimizin çıkarı var. Yani ‘uygarlığı
kurtarmak’ insanlara bir şey ifade ediyor.
Bence insanlarda işin içinde yer almaları
gerektiği hissini uyandırıyor. İşte bu yüzden,
uygarlığı kurtarma stratejisinin, sorunu
tanımlamak için doğru yol olduğunu düşünüyorum.
Plan B 3.0 adlı kitabınızda uygarlığı
kurtarmak için neler öneriyorsunuz?
Plan B 3.0’te yaptığımız şeylerden biri,
bugün tek bir süper güçten kaynaklanan alışıldık anlamda askerî bir tehdidin var olmadığını sergilemek. Buna rağmen, sanki soğuk
savaş dönemindeymişiz gibi hâlâ silah sistemleri kuruyoruz. Oysa bugün güvenliğimizi
tehdit eden şeyler küresel iklim değişimi,
"Güvenlik anlayışını
yeniden tanımlamaya
gerçekten ihtiyacımız
var. Tehlikeler
tamamen gerçek ve
yanı başımızda."
nüfus artışı, yoksulluk, toprak erozyonu, gitgide yaygınlaşan su kıtlığı vd. ‘Güvenlik’ anlayışını yeniden tanımlamaya gerçekten ihtiyacımız var. Tehlikeler tamamen gerçek ve yanı
başımızda.
Kitapta geleceğimizi tehdit eden genel
gidişata karşılık bir plan taslağı öneriyoruz.
Bu planın dört unsuru var: karbon salımlarının 2020 yılına dek %80 azaltılması; dünya
nüfusunun 8 milyarı aşmayacak şekilde sabitlenmesi; tarihte ilk kez yoksulluğun tamamen
yok edilmesi –ki gerçekten istersek yoksulluğu yok edecek kaynaklara sahibiz. Nüfusun
istikrara kavuşturulması ile yoksulluğun ortadan kaldırılmasını birlikte ele alıyoruz,
çünkü ikisi birbirini tetikliyor. Dördüncü
unsur da ekonominin doğal destek sistemlerini; yani ormanları, otlakları, toprakları, yer
altı su rezervuarlarını ve su ürünleri havzalarını eski haline getirmek. Bunların tümü
bozulmakta; hatta kimi yerlerde tamamen
çökmüş durumda.
Nüfusu istikrara kavuşturmak, yoksulluğu sona erdirmek ve doğal destek sistemlerini
eski haline getirmenin yıllık maliyeti 190
milyar Amerikan doları. Artık “bu çok maliyetli,” dememiz de mümkün değil. “Çok
maliyetli,” dediğimiz takdirde, söz gelimi
dünya enerji ekonomisinin yeniden yapılandırılması söz konusuysa kendimize; “bunu
yapmazsak bize kaça mal olur,” diye de
M
Mesajınızı neden ‘gezegeni kurtarmak’
yerine ‘uygarlığı kurtarmak’ şeklinde
değiştirdiniz? Bunun somut sonuçları
neler oldu?
Devamı sayfa 21’de
5 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | yeşil UFUKLAR
HABERLER
SINIRAŞAN SORUNLAR
Belene nükleer projesinin ‘yan etkileri’ Makedonya’da
jesi 1980’lerden bu yana ülkede tartışma
konusu oldu; ancak Avrupa Komisyonu’nun
Aralık 2007’de aldığı kararla santralin yapımına yeşil ışık yakması, komşu ülke Eski
Yugoslavya Cumhuriyeti Makedonya’da da
endişe yarattı. Makedonya sınırına 275 km
uzaklıktaki Belene, sadece deprem kuşağında
bulunmakla kalmıyor, aynı zamanda her iki
ülkedeki gruplar santralde kullanılması planlanan Rus yapımı, ancak daha önce denenmemiş iki reaktöre de güvenmiyor.
Bulgar yetkililer 2005 yılında, Makedon
yetkilileri Belene projesine ortak olmaya
davet etmiş; ancak bu girişim, halkın karar
alma sürecinden bilinçli biçimde dışlanması
yüzünden Makedon toplumunda büyük tartışmalara yol açmıştı.
Makedonyalı eylemci Marija Jankovska o
zaman, “Belene’de ciddi bir kaza meydana
gelmesi ya da santrale terörist bir saldırı
düzenlenmesi halinde Makedonya da bundan etkilenecektir,” demişti. “Eğer ülkem bu
projede yer almayı tartışıyorsa, biz de bunun
olası etkilerini araştırabilmeli, Belene’nin
kurulup kurulmamasına ilişkin nihaî kararda
endişelerimizi yansıtabilmeliyiz.”
Merkezi Makedonya’da bulunan Ekosvest (Eko-duyarlılık) adlı STK, Makedonya
Çevre ve Fiziksel Planlama Bakanlığı’ndan
(MoEPP), hem Bulgaristan hem de Makedonya’nın taraf olduğu, sınıraşan etki değerlendirmesine ilişkin Espoo Sözleşmesi ilkeleri doğrultusunda, toplumun proje değerlendirilmesine katılması teminatını istedi. Yine
Eko-svest’ten Ana Colovic ise, MoEPP’nin
konuyu Espoo Sekreteryası ile görüştüğünü
ve bu görüşmede Espoo Sözleşmesi ilkelerinin, söz konusu mesafenin 100 km veya daha
yakın olması halinde geçerli olduğuna dair
ALEKSANDER LESOKI
Bulgaristan’ın Belene nükleer santrali pro-
tartışmalar yaşandığını ileri sürdü. Green
Horizon’ın temas kurduğu MoEPP ise, iddialara resmi bir yanıt vermedi.
Eko-svest ayrıca, Bulgar hükümetinden
resmen iki talepte bulundu: “projeyle ilgili
tüm bilgilerin (ÇED çalışması) açıklanması;
ve Makedonya yurttaşlarının proje değerlendirmesine katılması. Her iki teklifi de geri
çevrilen örgüt, Espoo ve Aarhus sözleşmelerinin ilkelerinin ihlâl edildiği gerekçesiyle Bulgaristan Yüksek İdarî Mahkemesi’ne başvurdu. Mahkeme bir yıl sonra, projeyle ilgili bilgilerin Makedonya’ya açıklanması talebini
kabul ederken, yurttaşların katılımı konusunda bir karara varmadı.
Kısa bir süre önce yaşanan bir gelişmeyle,
yedi Güney-Doğu Avrupa ülkesinin çevre
bakanları ile üst düzey temsilcileri, 20 Mayıs’ta
Bükreş’te bir araya geldi ve Espoo Sözleşmesi’nin uygulama hükümlerinin süresini uzatacak bir anlaşmayı kabul ederek imzaladı.
Anlaşmayı kabul ederek imzalayan bu yedi
ülke şunlar: Bulgaristan, Hırvatistan, Karadağ,
Eski Yugoslavya Cumhuriyeti Makedonya,
Romanya, Sırbistan ve Yunanistan.
Balkanlar’da çevre konusunda daha fazla
bilgi için <rerep.rec.org> adresindeki REReP
Record’a bakınız
D O Ğ A L H AYAT I K O R U M A
Hırvatistan’dan önemli sulak alanları koruma teklifi
Hırvatistan Kültür Bakanı Bozo Biskupic’in geçen Şubat’ta,
Mura-Drava sulak alan sisteminin öncelikli olarak korunması
kararnamesini imzalamasıyla, Avrupa’nın en önemli nehir ekosistemlerinden biri, uzun süredir beklediği desteğe kavuştu. Yaklaşık
150,000 hektarlık bir alanı kaplayan bu eşsiz doğal miras, hâlen
Avrupa’nın bozulmamış en büyük akarsu rezervi.
Hırvatistan Kültür Bakanlığı’nın; Tuna, Mura ve Drava nehirlerinin öncelikle korunmasını öngören bu kararnamesi, uzmanların ve Devlet Doğa Koruma Enstitüsü’nün ayrıntılı bir çalışmasına dayanıyor. Bakanlık, AB doğa koruma standardlarını uygulama
sorumluluğunu üstlenirken, hükümetin, bütün sahayı ‘bölgesel
park’ ilan etme yönündeki sözü, nehir sisteminin gelecekteki
güvenliğini sağlama açısından hayatî önemde.
Hırvatistan Yeşil Eylem’den Irma Popovic, “nehirlerden çakıl ve
kum alma gibi hâlen süren faaliyetler, hem nehirlere zarar veriyor
yeşil UFUKLAR | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 6
hem de Hırvatistan ve AB’nin çevre mevzuatını ihlâl ediyor,” diyor.
“Bu karardan sonra, bu tür zararlı faaliyetler mümkün olmayacak.”
Yaklaşık 600 km uzunluğundaki Tuna, Drava ve Mura nehir
ekosistemleri, Avusturya, Slovenya, Macaristan, Hırvatistan ve
Sırbistan topraklarına yayılıyor ve nesli tükenme tehlikesindeki
bitki ve hayvan türleri açısından büyük bir çeşitlilik gösteriyor.
Örneğin Drava Nehri’nin çakıl ve kum kıyıları, Küçük Sumru’nun
neredeyse ortadan kaybolan karasal popülasyonu için uygun bir
kuluçka alanı.
Drava Liga’nın başkanı Ivan Darco Grlica, Dünya Doğayı
Koruma Vakfı’na (WWF) yaptığı açıklamada, “tehlikedeki tür ve
habitatların geleceğe kalmasını sağlayacak bu tür yasal düzenlemelerden gurur duyuyoruz,” diyor.
Balkanlar’da çevre konusunda daha fazla bilgi için
<rerep.rec.org> adresindeki REReP Record’a bakınız
HABERLER
AB’den Güncel Haberler
Verheugen’den yeşil teknoloji çağrısı
KORUNAN ALANLAR
Natura 2000 ağı genişliyor
Orta ve Doğu Avrupa’nın AB’ye yeni katılan üç ülkesi, Polonya, Slovakya ve Slovenya’nın, Natura 2000 koruma altındaki alanlar ağına OcakMart döneminde yeni bölgeler eklemesiyle, ağ nihayet, AB üyesi olmayan
ülkelerin deniz alanlarını da içine alarak genişlemiş oldu.
WWF Tuna-Karpat Programı müdür yardımcısı Andreas
Beckmann’a göre, “bu karar, Avrupa’da doğayı koruma yolundaki dönüm
noktalarından biri olmasının yanı sıra; AB’nin yeni üye ülkelerinin Natura 2000 ağı kapsamına alınması hazırlıklarına yıllardır destek veren WWF
için de büyük bir başarı. Avrupa Komisyonu’nun ağı genişletme yönünde
almış olduğu bu karardan son derece memnunuz” yorumunu yaptı.
Kayın ormanlarıyla kaplı Gory Slonne dağlık bölgesi, Polonya’nın
Natura 2000 ağına dahil ettiği 18 alandan sadece biri. Slovakya da; Beskyd
ve Karpatlar’da 220 km2’lik geleneksel bir tarım alanı olan Mala Fatra’yı
ağa dahil ederek payına düşeni yerine getiriyor. Slovenya’nın, iyi biçimde
korunan; orman, otlak ve kalkerli araziden oluşan 750 hektarlık alpin ekosistemi Julian Alpleri de yakında ağa katılacak.
Natura 2000 ağındaki mevcut alanlar, AB’nin eski üye ülkelerindeki
toprakların yaklaşık %20’sini kapsıyor. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinden
daha fazla bölgenin koruma altına alınması, sürdürülebilir olmayan
ekonomik faaliyetler yönünde artan baskılara direnmek için çok önemli
bir gereç. WWF’ye göre, Natura 2000 deniz alanlarına, hatta GüneyDoğu Avrupa ülkeleri ve Türkiye dahil olmak üzere AB üyesi olmayan
ülkelere doğru da genişliyor.
Natura 2000 çerçevesinde ve Türkiye’nin Bern Antlaşması’na taraf
olmasıyla birlikte Türk hükümeti, önemli doğal alanların sürdürülebilir
kullanımını garantilemek için önleyici tedbirler geliştirmeyi hedefleyen
bir program olan ‘Elmas Ağı’ stratejisini uygulamaya başladı.
Avrupa Komisyonu’nun Sanayiden Sorumlu Vekili Gunter Verheugen, Mayıs’ta Ljubljana’da düzenlenen Avrupa Patent Forumu’nda, yeşil teknoloji patentlerinin Avrupa patent tescil sistemi ile hızla izlenmesi gerektiğini söyledi. Verheugen bunun,
iklim değişikliğiyle mücadelenin ötesinde, AB’nin, ekolojik açıdan dünyanın en verimli ekonomisi olma hedefine ulaşmasına
yardımcı olacağını belirtti.
Şubat’taki Avrupa iş dünyası zirvesinde açıklanan bulgulara
göre AB, temiz teknoloji patent tescilinde uluslararası alandaki
rakiplerinden daha iyi performans göstermekle kalmıyor; bütün
yenilenebilir enerji ve temiz taşıt patenlerinin yarısını da AB
veriyor.
Ends Europe Daily’nin haberine göre, forumu düzenleyen
Avrupa Patent Ofisi’nden (EPO) Alison Brimelow, mevcut AB
patent düzenlemelerinin temiz teknolojiler lehine değiştirilmesine sıcak bakılmadığını söyledi, bunun nedeni ise iş dünyasının
mevcut sistemle ilgili ‘genel memnuniyeti’.
Yasa dışı kerestecilik AB gündeminde
Avrupa Komisyonu, mevzuatın çok zayıf olduğu ve fazla
boşluk içerdiği eleştirisine karşı, yasa dışı kereste kesimiyle
mücadele için yeni düzenlemeler getirmeyi önerdi.
Komisyon’un Çevreden Sorumlu Vekili Stavros Dimas,
geçen Kasım’da, kerestenin yalnızca belgeli kaynaklardan alınmasını sağlayacak bağlayıcı bir şart konmasından yana
olduğunu söylemişti. Ends’in Nisan’daki haberine göre, yeni bir
kereste yasasını Fransa da destekliyor.
AB’nin 2005’te onaylanan FLEGT kuralları, üye ülkelerle
kereste ihraç eden ülkeler arasında işbirliği anlaşmalarına dayanıyor, ancak kurallar yalnızca taraf olan ülkeleri bağlıyor. AB
halen, önde gelen kereste ihracatçısı Endonezya ile bir belgeleme programının müzakerelerini iki taraflı olarak yürütüyor.
Endonezya’nın ihraç ettiği kerestelerin %80’e yakınının yasa
dışı yollarla kesildiği tahmin ediliyor.
Sağlık araştırması IPPC için kilit olabilir
İsveç Asit Yağmuru Sekreteryası ve Avrupa Çevre Bürosu; AB
Çevre Komitesi’nin, birliğin 1996 tarihli Entegre Kirliliği
Önleme ve Kontrol Direktifi’ni (IPPC) gözden geçirme
görüşmelerinin hemen öncesinde yayımlanan araştırma sonuçlarına dayanarak, Avrupa’nın en büyük elektrik santrallerinin
azalan sülfür dioksit ve nitrojen oksit salımlarının sağlık açısından ‘kayda değer’ fayda sağlayacağı sonucuna vardı.
Yeşil gruplara göre, zararlı salımları azaltmanın maliyeti,
kirliliğin azalmasıyla sağlık açısından elde edilecek kazancın
yalnızca üçte biri. Sorunlu bölgelerde Mevcut En İyi Teknikleri (BAT) kullanmanın kirliliği büyük ölçüde azaltacağı da
dikkat çeken bir başka görüş.
Araştırma sonuçları, parlamento raportörü Holger Krahmer’in, büyük yanmalı tesislere daha katı kesintiler önermeye
ikna olmasını kolaylaştırabilir. AB elektrik sektörü ise bu tür
önerilere sert biçimde karşı çıkıyor.
FLICKR.COM
Reddedilen GDO’lara yeni inceleme
Avrupa Gıda Güvenliği Kurumu’ndan (EFSA), daha
önce güvenli bulduğu genetiği değiştirilmiş iki mısır türü ile
bir patates türünü yeniden incelemesi istendi.
Yeşil gruplar, EFSA’nın GDO’ların güvenli olduğu
yönündeki iddialarını; EFSA’nın genetiği değiştirilmiş ürünlerin güvenliğini usulüne uygun biçimde değerlendirme
kapasitesi konusunda ciddi şüpheler olduğu gerekçesiyle reddettiği 7 Mayıs tarihli Avrupa Komisyonu kararını memnuniyetle karşıladı.
7 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | yeşil UFUKLAR
HABERLER
Türkiye’den kısa kısa
Çevresindeki yerleşim birimlerinden bırakılan
atıklarla kirlenen Tuz Gölü’nü kurtaracak en
önemli adım olan Konya Atık Su Arıtma Tesisi
tamamlanma aşamasında. Temeli 2004
Eylül’ünde atılmasına karşın yapımına ancak
Ağustos 2005’te başlanan tesisin inşaatının
2008 sonunda tamamlanması planlanıyor. Van
Gölü’nden sonra Türkiye’nin ikinci büyük gölü
olan Tuz Gölü’nün karşı karşıya bulunduğu en
önemli tehlikeler sularının azalması ve kentsel
atıklar. Konya, Kulu, Cihanbeyli, Eskil ve Şereflikoçhisar ile birçok beldenin atık suları, herhangi bir arıtma tesisi bulunmadığı için doğrudan Tuz Gölü’ne bırakılıyor. Konya Büyükşehir
Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel
Müdürü Ahmet Sorgun, 28.5 milyon dolara
mal olan ve günde 140,000 metreküp atık su
işleyecek olan tesisin yıl sonundan önce faaliyete geçeceğini söyledi. Ayrıntılı bilgi için,
<www.konya.bel.tr/detail.php?id=2102>
İEF’in teması küresel ısınma
Türkiye'nin ilk ve genel ticaret fuarı İzmir Enternasyonal Fuarı (İEF), 22 Ağustos-31 Ağustos
tarihleri arasında 77’nci kez düzenlendi. İEF’nın
bu yılki ana teması ‘Küresel Isınma ve İklim
Değişikliği’ oldu. Sanat ve spor etkinliklerinin
düzenlendiği fuarı ziyaret eden yaklaşık 1.5 milyon kişi küresel ısınma konusunda bilgilendirildi
ve “ben ne yapabilirim?” sorusunu kendilerine
sorarak, harekete geçmeleri hedeflendi. “Yaşam
yok mu oluyor?”, “Dünyaya ne yaptık?”, “Tehlikeli ilişkiler” ve “Birlikte kurtaralım” başlığını taşıyan etkinliklerde, küresel ısınma konusunda
öncü ve uzman isimler İzmir’e gelerek, görüşlerini paylaştı. Kamu kurumlarından sanayi tesislerine, kuruluş ve işletmelerde alınacak tedbirlerin
yanı sıra, bireysel mücadele ve koruma yöntemleri üstünde duruldu; çevre bilinci ve duyarlılığı
uygulamalı yöntemlerle artırılmaya çalışıldı. Geri
dönüşüme uygun, çevreye zarar vermeyen yeni
nesil teknoloji ve buluşlar sergilendi. Ayrıntılı
bilgi için, < http://www.izfas.com.tr>
BP2.BLOGGER.COM
Tuz Gölü’nde temizlik
YÖRENİN ÜRÜNLERİ, YÖRENİN TÜKETİCİSİNE:
Samsunlular'ın ekolojik ürünlere kolay ulaşmasını
sağlayan pazarın önemli özelliklerinden biri ağırlıklı
olarak yerel üreticilerin katılması ve yol maliyetlerinin
düşük olması.
TARIM
Üçüncü ekolojik pazar Samsun’da
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin yerel yönetimlerle işbirliği içinde 2006’da
İstanbul Şişli’de, Mart 2008’de Antalya’da hayata geçirdiği %100 Ekolojik Pazarların üçüncüsü, 12
Temmuz Cumartesi günü Samsun Gazi’de açıldı. Gazi Belediyesi tarafından Buğday Derneği’nin
danışmanlığı ve denetiminde yürütülecek %100 Ekolojik Pazar’ın açılışını Samsun Valisi Hasan
Basri Güzeloğlu ve Gazi Belediye Başkanı Süleyman Kaldırım yaptı. Pazar, Cumartesi günleri Gazi
Kılıçdede Mahallesi’ndeki Ekolojik Yaşam Alanı’nda kuruluyor.
Süleyman Kaldırım, Samsun’un ekolojik tarıma öncülük eden iller arasında yer aldığını belirterek, “sağlıklı ürünleri ve üreticilerini, tüketiciler ile buluşturuyor olmanın mutluluğunu ve gururunu yaşıyoruz,” dedi. Her Cumartesi günü kurulacak ekolojik pazarda, doğa ve canlı sağlığına
zararlı hiçbir yöntem, kimyasal ilaç, gübre ve katkı maddesi kullanılmadan üretilen kontrollü ve sertifikalı organik ürünler satılıyor.
Buğday Derneği’nin tescilli markası olan %100 Ekolojik Pazarlar bu markaya ait ilke ve standardlar doğrultusunda yönetilip denetlendiği için tüketiciye ek bir güvence veriyor. Bafra, Çarşamba Ovaları, Gümüşhacıköy, Terme, 19 Mayıs, Alaçam, Ağcagüney’den birçok üreticinin katılacağı pazarda, çoğu birlik ve kooperatiflerden oluşan 30 tezgâh var. Samsun Pazarı’nın en güçlü tarafı, ağırlıklı olarak yerel üreticilerin katılıyor olması ve pazarın lokomotifi olan sebze grubu için uzun
yol maliyetlerinin eklenmemesi. <www.bugday.org/article.php?ID=2588>
Okullarda enerjik yarışma
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), 2008’in ‘Enerji
Verimliliği Yılı’ olması dolayısıyla, öğrencilerin
enerji kullanımındaki bilincini artırmak için
‘Geleceğe Enerjin Kalsın’ adlı yeni bir yarışma projesi başlattı. Haziran 2008’de başlayan proje iki yıl
sürecek. Amacı, okullarda enerji israfının önlenmesi, elektrik, su ve ısınma konusunda duyarlılığın
artırılması, öğrencinin enerji verimliliği bilinci ile,
araştırma, sorgulama becerilerinin geliştirilmesi
olan proje kapsamında, projeye katılan ve enerjinin verimli kullanımında duyarlılık gösteren okullar MEB’e başvuracak. Başvurular; Elektrik, Su,
Isınma ve Bilinçlendirme Çalışmaları ana başlıkları altında toplam 29 adet kıstas çerçevesinde
değerlendirilecek. Yerinde yapılacak incelemlerde
ise okulların su depoları, depoların bakımı, aydınlatma sistemi, musluklar, pencerelerin yalıtımı,
ıslak zeminlerde su kaçağının olup olmadığı değerlendirilecek. Başarılı bulunan okullara sertifika ve
bayraklar verilecek ve sonuçlar MEB web sitesinden duyurulacak. <www.meb.gov.tr>
yeşil UFUKLAR | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 8
ÇEVRE ANALİZİ
Türkiye çevresel açıdan kırılgan
Dünya Ekonomik Forumu’nun ‘Geleceğin Küresel Liderleri Çevre Çalışma Grubu’,
Columbia Üniversitesi Yerbilimi Bilgi Merkezi ile Yale Üniversitesi Çevre Hukuku ve
Politikası Merkezi’nin birlikte hazırladığı Çevresel Performans Endeksi (Environmental
Performance Index), 149 ülkeyi altı politika kategorisinde 25 göstergeye göre sıralıyor.
Çevre sağlığı, hava kirliliği, biyoçeşitlilik ve doğal yaşam alanı, doğal kaynaklar ve iklim
değişikliği politikaları kategorilerinin yer aldığı endekste Türkiye 2008 yılında 75.9
puanla 72. sırada yer alıyor.
Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi’nden
(BETAM) Barış Gencer Baykan’ın endeksle ilgili yaptığı analize göre, Türkiye çevre
konusunda kırılgan bir ülke ve vasat bir çevre performansı sergiliyor. Analizde ayrıca,
doğa ile insan arasındaki ilişkinin dengesinin son 50 yılda giderek daha da bozulduğu ve
bunun sonucunda oluşan bilincin gerek siyasî partileri gerek iş dünyasını bu konuda
önlem almaya ve somut adımlar atmaya yönlendirdiği vurgulanıyor. Ayrıntılı bilgi için,
<www.betam.bahcesehir.edu.tr>
HABERLER
türkiye
YEŞİL BİNALAR
NÜKLEER ENERJİ
Yapılarda
yeni yaklaşımlar
Pek çok ülke tarafından uzun zamandır kullanılan ve tartışmalara neden olan, Türkiye’nin de 50 yıldan beri ilgilendiği nükleer enerji konusu yeniden gündemde. Haziran ayında Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığı tarafından, Türkiye’nin Mersin Akkuyu’dan sonra ikinci nükleer santralinin Sinop’ta kurulması
ile ilgili ihale hazırlıklarına başlandığı açıklanmıştı.
İhale işlemleri süren Akkuyu santrali için ise Türkiye Elektrik Ticaret Anonim Şirketi (TETAŞ) tarafından Mart 2008’de ihaleye çıkılmıştı. Dördüncü kez düzenlenen ve teklif teslim tarihi 24 Eylül 2008
olan ihaleye girmek için şartname alan uluslararası şirketler ve konsorsiyum oluşturdukları yerli gruplar,
piyasa koşullarının kredi bulmak için uygun olmadığı gerekçesiyle ve ihale şartnamesindeki bazı belirsizliklerin giderilmesi için altı aylık erteleme talep etti; ancak bu talep geri çevrildi. İhale için 13 yatırımcı şartname aldığı halde, tek teklif Rus devlet şirketi Atomstroyexport, Inter Rao ve Park Teknik’ten oluşan Ortak Girişim Grubu’ndan geldi. Enerji Bakanlığı önünde toplanan çevre grupları ise, ihaleye sadece bir teklif verilmesini gösteriler yaparak kutladı.
Teklifi inceleyen ihale komisyonu, dosyadaki bilgi ve belgelerin eksiksiz olduğunu onayladı ve dosyayı, değerlendirmeyi yapacak olan Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’na (TAEK) teslim etti. Bu değerlendirmenin ardından, grubun, yıllara göre elektrik üretim miktarları ve satış fiyatlarının yer aldığı diğer zarfı açılacak. İhale komisyonu tarafından uygun bulunması halinde, teklif Bakanlar Kurulu’nun onayına sunulacak. Ayrıntılı bilgi için, <http://www.tetas.gov.tr>
GREENPEACE AKDENİZ OFİSİ
Kentsel yaşam alanlarına değer katmak,
binanın değerini artırmak, yapım aşamasında
çevre tahribatını en aza indirmek, enerji tasarrufu sağlamak, temiz teknolojilerin kullanımı
ve geliştirilmesine ortam yaratmak
da dahil olmak üzere pek çok yararı olan ‘yeşil
bina’ uygulaması Türkiye’ye de geliyor.
Amerikan Yeşil Bina Konseyi’nin
(USGBC) verdiği yeşil bina sertifikası
danışmanlığını Türkiye’den alan ilk kişi, Alarko Carrier’ın Genel Müdür Yardımcısı Hırant
Kalataş oldu. Enerji ve Çevre Tasarımı Liderliği (Leadership in Energy and Environmental
Design - LEED) programını tamamlayan
Kalataş, ilk etapta ticarî binalara danışmanlık
yapacak.
Dünyada enerji tüketiminin yaklaşık
üçte biri binalarda gerçekleşiyor. Yeşil bina
uygulamaları, enerji tasarrufu, doğayı koruma
ve konforlu bir yaşam ortamını hedefliyor.
Belli standardlara göre sertifikalanan yeşil
binalar yapı sektöründe daha değerli, doğaya
saygılı, ekolojik, konforlu ve enerji tüketimini
azaltan binalar olarak yeni bir yönelim ve sektör ortaya çıkarıyor. Binaya ‘yeşil bina’ özelliklerini; yer, tasarım, kullanılan yapı malzemeleri, yapım tekniği ve atık malzemelerin yeniden kullanımı veriyor. Sertifika alarak yeşil
bina statüsü kazanan binaların normal binalara göre satış bedelleri %64, kira bedelleri ise
%36 artıyor.
Kalataş, yeşil bir binanın maliyetinin
yeşil olmayan bir binaya göre %2-7 oranında
daha yüksek olduğunu kaydediyor. Türkiye’de Siemens’in Gebze Organize Sanayi Bölgesi’nde yapılan idarî binası, LEED sertifikası
alma çalışmalarını sürdürüyor, <www.arkitera.com>, <www.yesilbina.com>
Nükleer santrale rağbet yok
İSTENMEYEN İHALE:Küresel Eylem Grubu
ve Greenpeace'den otuza yakın eylemci,
23 Eylül günü Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığı önünde ölü benzetmesi yaparak
nükleer ihaleyi protesto etti.
YENİLENEBİLİR ENERJİ
Rüzgâra talep beklemede
WWW.RESSIAD.ORG.TR
Türkiye genelinde, özellikle çevre ve enerji sektörlerinde gerçekleştirilecek küçük ve orta ölçekli yatırımların finansmanı amacıyla Türkiye Sınai Kalkınma Bankası’nın (TSKB) Avrupa Yatırım Bankası'ndan (EIB) Hazine Müsteşarlığı garantisiyle sağlayacağı toplam 200 milyon avro tutarındaki ‘Çevre ve Enerji Kre-
disi’ne ilişkin sözleşme, Mayıs ayında Ankara'da imzalandı. TSKB, Alman Sanayileşme Fonu, Fransız Kalkınma Ajansı ve Dünya Bankası gibi kaynaklardan
sağlanan kredilerle pek çok çevre yatırımını finanse ediyor. Atık su arıtma tesisi, filtre, toz alma ve gaz emisyonu azaltma yatırımları, yakıt dönüşümleri, katı
atık toplama ve ayrıştırma tesislerinin kurulması, üretimde su kullanımının
azaltılmasına yönelik projeler, yeni yatırımlar ile mevcutta çevre kirliliğine sebep olan üretim teknolojilerinin ikâmesi ve Çevre Yönetim Sistemi kurmaya
yönelik çalışmalar, TSKB tarafından kredi kullandırılan yatırımlar arasında.
TSKB Genel Müdürü Halil Eroğlu, bankanın son beş yılda 120’nin üstünde
yenilenebilir enerji projesini değerlendirdiğini, bunların içinden 70’inin finansmanına katıldığını, bu projelerin toplam kapasitesinin ise Türkiye'nin yenilenebilir kaynaklarla elektrik üretim kapasitesinin %17'sini oluşturduğunu belirtti. Türkiyenin en büyük rüzgâr enerjisi santrali olan ve Bilgin Enerji A.Ş. tarafından kurulan Balıkesir Rüzgar Enerji Santrali (BARES) bu projelerden biri.
2006 Mayıs ayında üretime geçen 30 MW kurulu güçteki BARES’te yıllık ortalama 120 milyon kWh enerji üretilerek serbest piyasaya satılıyor. TSKB projeye 26 milyon dolarlık bir katkı sağladı.
Yetkili ve yatırımcıların olumlu görüş ve desteğine rağmen, yerli ve yabancı yatırımcıların Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu'na (EPDK) yaptığı, 78,000
MW’lık rüzgâr enerjisi lisans başvuruları ise hâlâ beklemede. <www.tskb.com.tr>
9 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | yeşil UFUKLAR
M E R C E K | iyi örnekler
Polonya’daki yerel bir girişim, bedava poşetlerden vazgeçmeleri için
perakendecileri işbirliğine çağırıyor
Poşetlere veda
P
Wojciech Kosc
oşet ister misiniz? Müşterilerin işitmeye pek alışık olmadığı bu soru,
Polonya’daki tüm dükkân, market ve
hipermarketlerde soruluyor. Aslında
kasiyerler yakın zamana dek, -alınan
sadece bir elma veya müşteri özellikle poşet istememiş bile olsa-, ürünleri doğrudan naylon
poşete koyardı.
Müşteri istese de istemese de poşet verilmesi, bu poşetlerin çoğunun kısa sürede
sokaklarda, ağaç ve çalıların üstünde yerlerini
alması, telefon tellerinden sallanması ya da
rüzgârda savrulması demekti. Göze hiç de hoş
görünmeyen bu atıkların bütün suçlusu, işe
yarasın yaramasın, kendilerine ücretsiz olarak
verilen bir şeyi geri çevirmek istemeyen müşteriler değil. Öte yandan, poşetlerin böyle
gelişigüzel dağıtılmasına şiddetle karşı çıkanların, tüketicileri bu amaç doğrultusunda bir
araya getirmesi de pek kolay değil. Bu yüzden,
Polonya’da her gün yapılan milyonlarca alışverişte kullanılan milyonlarca poşeti ortadan
kaldırmak için yasal bir girişim ve kapsamlı
bir medya kampanyası başlatıldı.
Polonya Hukuk ve Adalet Partisi’nin
Lodz şehri belediye meclisi üyesi olan ve
poşet karşıtı kampanyayı başlatan Krzystof
Piatkowski’ye göre her gün Lodz’da müşterilere verilen poşet sayısı yaklaşık 600,000.
Varşova’da bu sayı 1.8 milyonu bulurken, tüm
ülkede 18 milyona ulaşıyor.
Piatkowski, “bu poşetlerin büyük bölümü geri dönüşüme veya yeniden kullanıma
kazandırılmıyor, dönüp dolaşıp atık sahalarındaki yerlerini alıyor,” diyor.
Varşova Belediyesi çevre dairesinin verilerine göre, Varşova’daki bir hipermarkette
müşterilere verilen tek kullanımlık poşet sayı-
sı ayda yaklaşık 500,000. Aynı hipermarket,
yeniden kullanılabilir poşetler de satıyor ve
olağan bir ayda bu poşetlerden yaklaşık
9,000’i alıcı buluyor.
Naylon poşet karşıtlarına göre, tek kullanımlık bu poşetlerin neredeyse anında atık
olmalarının yanı sıra başka mahsurları da var.
Naylon poşetlerin doğada yok olması neredeyse 400 yıl sürüyor ki bu, bozunurken
zehirli maddeler salmasının yanında, doğanın görünümünü bozan ve sürekli büyüyen
atık yığınlarına dönüşmesi; ve zaman zaman
yağmur tahliye kanallarını tıkaması demek
oluyor. Piatkowski’ye göre, kirliliğe yol açan
en önemli etken, naylon poşetlerin üretiminde, hemen tüm dünyanın küresel ısınmaya yol
açmak ya da bunu hızlandırmakla suçladığı
fosil yakıtların kullanılması.
Girişim başlıyor
Piatkowski’nin, bölgedeki mağazaların
ücretsiz naylon poşet vermesinin yasaklanması için geçen yaz oylamaya sunduğu yerel
düzenleme, Lodz Belediye Meclisi tarafından onaylandı. Bu yasağı başka belediyelerde
de uygulama girişimi Tychy, Zabrze,
Inowroclaw ve Gdansk belediye meclislerinden onay almıştı, ancak uygulama Lodz’ta
engellerle karşılaştı.
İlk olarak, Lodz valisi, Lodz düzenlemesini, ekonomik serbestlik ilkesini ihlâl ettiği ve
anayasa aykırı olduğu gerekçesiyle geri çevirdi.
Piatkowski’ye göre, “valinin bu kararı, sadece
Lodz girişimini değil, Polonya’da benzer
düzenlemelerin oylamaya sunulacağı diğer
şehirleri de etkiledi. Çünkü yerel mülkî idarî
amirler Lodz valisinin kararını bekliyordu.”
Lodz bölge valisi Jolanta Chelminska,
verdiği bu hukukî karara gerekçe olarak,
poşetlere getirilecek böyle bir yasak kararının
“kamu için önemli bir yarar” sağladığı taktirde ancak Sejm (Polonya Parlamentosu) tarafından alınabileceğini belirtti. Karşılaştıkları
bu engelin ardından Piatkowski ile diğer
kasaba ve şehirlerdeki yerel siyasetçiler, kampanyalarında, bu yasağın gerçekten de kamu
yararına olduğuna ikna edecek bir gerekçe
ortaya koymaya odaklandı.
‘Poşet karşıtı hareket’in temsilcileri, çok
daha etkili bir strateji başlatabilmek amacıyla 17 Şubat’ta Lodz’ta toplandı. Bu arada,
Polonya’nın dört bir yanında belediye meclisi temsilcileri uyum içinde hareket ederek,
bugün yürürlükte olan Ambalaj Kanunu’nun
bazı maddelerinin değiştirilmesi için ‘yurttaşların kanun tasarısı’ adını verdikleri bir
belgeye 1,000 imza toplamayı başardı.
Bu, Sejm’i, söz konusu tasarıyı gündemine almaya ikna etmek için atılan ilk adımdı;
ancak parlamentoya resmi bir tasarı sunabilmek için 100,000 imza toplanması gerekiyordu. Milletvekilleri, ancak ondan sonra
tasarı üzerinde müzakerelere başlayabilirdi.
Piatkowski, “100,000 imza toplanması
şartının çok sorun olacağını düşünmüyorum, içim bu yüzden rahat,” diyor. “Lodz
girişimi medyada yer bulduğundan beri
Polonya’nın her köşesinden destek veren
yüzlerce telefon ve e-posta aldım. Çevre
STK’larının da desteğini almış durumdayız.”
Piatkowski’nin, Sejm’e resmen sunulmasından önce bir nüshasını Green Horizon’a
gösterdiği, naylon poşetlerin yasaklanmasını
öngören bu tasarıda, “perakende satış yapan
ve hizmet sunanların, biyolojik olarak çözü-
yeşil UFUKLAR | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 10
MICHAL KOSC
EVDEN ONSUZ ÇIKMAYIN: Sağlam bir
alışveriş çantası, herkesin alışveriş
listesinin ilk sırasında yer almalı.
iyi örnekler | M E R C E K
ORMAN MANZARASI: Çöpler, naylon poşetler ve metal kutular,
kuzeydoğu Polonya’da, Bialystok yakınlarındaki ormanı çirkinleştiriyor.
MICHAL KOSC
Madalyonun öteki yüzü
İş dünyasını etkileyen bütün çevresel
düzenlemelerde olduğu gibi, naylon poşetlerin serbestçe dağıtımını sınırlamaya çalışan
kampanyadan herkesin hoşnut olduğu söylenemez; en güçlü muhalif ses ise poşet üreticilerinden yükseliyor. Üreticiler, ‘Ekolojik
Ambalaj Koalisyonu’ isimli bir lobi kurmuşlar bile. Koalisyon, naylon poşetlerin yasaklanmasının hem müşteriler hem de çevre için
yarardan çok zarar getireceğini öne sürüyor.
Tüm ülkeye yayılan Lodz girişimi,
Avrupa Plastik Dönüştürücüleri’ni (EuPC)
bile konu hakkında söz söylemeye itti. EuPC,
Piatkoswki’nin Lodz’taki çalışmalarına dair
kendi hukukî incelemesini yaptıktan sonra,
“Lodz kararının arkasında yatan nedenlerin,
temelde görsel olup, bilimsel gerçeklere değil
toplumun algısına dayandığı; kirliliğin nedeninin ürünlerin bizzat kendileri değil, bu
poşetleri sokaklara, parklara atan tüketiciler
olduğu,” sonucuna vardı.
EuPC ayrıca, “şu an tek geçerli mevzuat
olan, ve hukukî açıdan bakıldığında bütün
yerel veya ulusal mevzuatın üstünde bulunan
‘Ambalajlama ve Ambalaj Atık Direktifi’ne
dayanarak, AB ülkelerinin ve yerel yetkililerin, AB’de üretilmiş bir ürünün piyasasına
yasak getiremeyeceğini,” söyledi.
Bu ikinci gerekçe, yasa tasarısı Sejm’de
görüşülmeye başlamadan önce Polonya
Çevre Bakanlığı’nın mutlaka hesaba katması
gereken türden. Bakanlık şimdiye dek konuya ilişkin net bir açıklama yapmamış olsa da,
Çevre Bakanı Maciej Nowicki ve yardımcılarının yapmış olduğu çeşitli açıklamalardan,
ücretsiz naylon poşetlerin tamamen yasaklanmasının ‘izlenecek yol olmayabileceği’ sonucu çıkarılabilir.
‘Polonya’nın her
köşesinden, destek
veren yüzlerce
telefon ve e-posta
aldım. Çevre
STK’larının da
desteğini almış
durumdayız.’
— Lodz belediye meclisi üyesi
Krzystof Piatkowski
Görünüşe bakılırsa bakanlık, EuPC’nin,
Polonya kentlerinin ve taşrasının poşet atıklarıyla kirlenmesindeki asıl sorumlunun, poşetlerin bu şekilde üretilip bedava verilmesi
değil, tüketicilerin tutumu olduğu yönündeki
düşüncesine atıfta bulunuyor. Bu nedenle,
söz konusu yaklaşımı benimseme yolunda,
Ocak ayında yeni bir medya kampanyası başlatıldı. Bakanlık sözcüsü Michal Milewski,
“tekrar kullanılabilecek poşetlerin moda
olmasını sağlamak istiyoruz,” diyor.
Polonya Çevre Bakanlığı diplomatik bir
dille, naylon poşetlere yasak getirmenin, karmaşık bir sorunun tek bir unsurunun payını
abartmak anlamına geldiğini söylüyor.
İngiltere kökenli iki kuruluştan, Carrier Bag
Consortium ve The Packaging and Films
Association’dan alınan verilere bakıldığında,
bakanlığın duruşu doğru olabilir. Bu kuruluşların yaptığı hesaba göre, naylon poşetler
Britanya’daki toplam atığın yalnızca %1’ini
oluşturuyor ve tüketicilerin %80’i, dükkân
veya süpermarketten aldığı poşetleri yeniden
kullanıyor.
Polonya’daki Nazsa Ziemia (Bizim
Dünyamız) adlı çevre sivil örgütüne göre;
tartışmaya yol açan düzenlemeler getirmek
veya maliyetli bir medya kampanyası yürütmek yerine, büyük perakende zincirlerinin
yuvarlak sayılarını gözden geçirmesi, yani
ayrıntılı bir maliyet-kazanç analizi yapması
daha etkili bir çözüm olabilir. Örgüt, müşterilere parasız dağıtılacak milyonlarca naylon
poşet satın almak yerine, perakendecilerin,
müşterilerine basit iki seçenek sunarak bu
maliyetleri neredeyse tamamen ortadan kaldırabileceği görüşünde: “Ya bizden yeniden
kullanılabilir bir poşet satın alın, ya da torbanızı yanınızda getirin.”
Ve yine, müşterilere şöyle bir soru sorulacak olsa, zamanla yaklaşımları değişebilir:
“Bedava çöp ister miydiniz?”
Q
nemeyen ambalaj ürünlerini ücretsiz olarak
vermesi yasaktır,” deniyor. Ancak taslak
metinde, Çevre Bakanlığı’nın, bu tür ambalajın kullanılabileceği ürünlerin (taze balık
v.b.) bir listesini oluşturması gerektiğine dair
bir şart da düşülüyor.
11 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | yeşil UFUKLAR
12-21_KapakKonusu_G_YU4.3.qxp:4.1
12/15/08
2:52 PM
Page 12
Karadeniz isminin kökenine dair
açıklamalar hem çok çeşitli hem de muğlak.
Ancak bugün Karadeniz’in, bölgedeki siyasî
ve ekonomik sorunların yanı sıra, çevresel
açıdan da acil çözüm bekleyen sorunları
var.
Sibel Sezer Eralp
aradeniz’in benzersiz ekolojisi, Tuna, Dinyester, Don ve diğer büyük nehirlerin
taşıdığı kirleticilerle son birkaç on yılda büyük ölçüde bozulurken; kıyılarında
gerçekleşen ekonomik kalkınma, çevre üstündeki baskıyı giderek artırıyor.
Uzmanlar ve siyasîler, enerji arzının Doğu’dan Batı’ya aktarılmasında önemli bir
koridor haline de gelen Karadeniz’de işlevsel bir çevre-ekonomi dengesi kurulabilmesi
için, altı kıyı ülkesinin tamamının (Bulgaristan, Gürcistan, Romanya, Rusya, Türkiye ve
Ukrayna’nın) yer aldığı daha güçlü bir girişim gerektiği konusunda hemfikir.
Gürcistan Dışişleri Bakanı, Gürcistan ile Rusya arasındaki askerî çatışmanın yaşandığı bölgenin çevresel durumunu tanımlamak için, “çevresel bir felaketten başka bir şey
değil,” diyor. Aslında savaş halinde, ilk kurban edilen ve yaraları en son sarılan unsur
doğa oluyor; ancak Karadeniz, yazın sonunda Kafkaslar’da silahlar patlamadan çok
önce de çevre açısından kaygı uyandırıyordu.
Sürdürülebilir kalkınma konulu bir seminere katılmak için Haziran ayında
İstanbul’da bir araya gelen bir grup üst düzey uzman, sürdürülebilir kalkınma kavramının kendisinin Karadeniz bölgesinde hem karar mercileri hem de toplumlar tarafından
yanlış anlaşıldığı sonucuna vardı. Örneğin, Ukrayna Sürdürülebilir Kalkınma
Enstitüsü’nden Zoriana Mishchuk; siyasîlerin, kısa vadeli hedefler peşinde koşarak,
uzun vadeli sürdürülebilir kalkınma hedeflerini zora soktukları görüşünde.
Karadeniz kıyısındaki ülkeler, endişe verici bir dizi toplumsal ve ekonomik güçlükle karşı karşıya. Makro-ekonomik güçlükler, sağlık ve ilköğretimin bugünkü durumu;
bu ülkelerin sosyo-ekonomik boyutta ilerleyebilmesi için daha zaman gerektiğini gösteriyor. Bölgede, yıllık kişi başına GSYİH, Avrupa Birliği’ne kıyasla oldukça düşük;
örneğin Gürcistan’da 4,700 dolar iken, Rusya’da 14,692 dolar. AB’de yıllık kişi başına en
yüksek GSYİH ise Lüksemburg ve Danimarka’ya ait, (sırasıyla 83,456 dolar ve 38,864
dolar). AB’nin geri kalanıyla karşılaştırıldığında Karadeniz ülkelerinde işsizlik oranı da
yüksek. Karadeniz ülkeleri içinde en yüksek enflasyon %11 ile Rusya’da; en düşük
enflasyon ise %4.5 ile Bulgaristan’da. Kayıt dışı ekonomi ve yoksulluk bölgede yaygın
olarak görülürken; kadın-erkek eşitsizliği, toplumsal dışlanma ve toplumsal katılımın
zayıflığı da yaşanan diğer sorunlar.
Brundtland Raporu’na göre (1987) sürdürülebilir kalkınma, bugünün nesillerinin
ihtiyaç ve isteklerini, gelecek nesillerin ihtiyaç ve isteklerini tehlikeye atmadan karşılamayı gerektirir. Rapora göre bunu sağlamanın en iyi yolu, çevre koruma ile toplumsal
adaleti, ekonomik kalkınmayla bir arada götürmekten geçiyor, ancak bölgedeki sürdürülebilir kalkınma çabalarının çoğu, planlama aşamasının ötesine geçemiyor. Kimi
ülkeler, ulusal sürdürülebilirlik stratejilerini, 2002 Johannesburg zirvesinde kararlaştırıldığı gibi son tarih olan 2005 itibariyle sonuçlandırsa da diğerleri hâlâ bu konuda
çalışmaya devam ediyor.
K
Savaşın faturası
yeşil UFUKLAR | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 12
M
Bölgenin çevresel açıdan savunmasızlığı, Gürcistan ve Rusya arasında patlak veren
silahlı çatışmadan sonra, iki tarafın birbirine yönelttiği suçlamalar vesilesiyle ortaya çıktı.
Gürcistan, Gürcü gemilerinin, Karadeniz’deki limanlarından biri olan Poti’de, Rus güçleri tarafından bombalanıp batırılması sonucu büyük miktarda hidrokarbonun (motorin ve benzin) ve hidrolik yağın denize karıştığını iddia etti. Gürcistan Dışişleri
Bakanlığı, 50 ilâ 70 ton petrolün denize döküldüğünü ve bu miktardaki bir kirliliğin
Devamı sayfa 15’te
ÜST SIRADAKİ GÖRSELLER: FLICKR
K A PA K K O N U S U | karadeniz ve sürdürülebilirlik
DEĞERLİ KAYNAKLAR, HASSAS DENGELER
Karadeniz birçok insan için geçim kaynağı olurken, birçok kişi için d
(Soldan sağa) Samsun sahilinde bir gezinti yolu; Karadeniz dalgalar
Eforie’deki bir iskele gezmeye çıkanların uğrak yeri; Alaplı sahilinde
tersane. (Altta) bir atlı araba, Romanya Vama Veche’deki kalabalık b
VURGUNUN EŞ
12-21_KapakKonusu_G_YU4.3.qxp:4.1
12/15/08
2:52 PM
Page 13
ÜST SIRADAKİ GÖRSELLER: FLICKR
karadeniz ve sürdürülebilirlik | K A PA K K O N U S U
UNN EŞİĞİNDE
STILL PICTURES
ken, birçok kişi için de dinlenme ortamı sunuyor.
u; Karadeniz dalgalarının tadını çıkaranlar; Romanya
yeri; Alaplı sahilinde gemi gövdesi onarılan bir
Veche’deki kalabalık bir plajın yanından geçiyor.
KARADENİZ
13 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | yeşil UFUKLAR
K A PA K K O N U S U | karadeniz ve sürdürülebilirlik
Yeşil Ufuklar, Karadeniz konusunda çalışan resmî akademik ve sivil paydaşların; Karadeniz’in
mevcut durumu, sürdürülebilirliği, öncelikli hedefler ve kurumların sorumlulukları konusundaki
görüş ve önerilerini öğrendi.
SÜRDÜRÜLEBİLİR KARADENİZ:
DÜŞ MÜ? MÜMKÜN MÜ?
Sedat Kadıoğlu
CEM ORKUN KIRAÇ
Karadeniz’in doğal kaynaklarındaki problemler, altı
kıyı ülkesi başta olmak üzere, Karadeniz’in drenaj alanı
içinde bulunan tüm bölgeyi kapsar. Özellikle, su ve
hava kirliliği kontrolü konularında diğer 11 ülkenin de
sorumluluğu paylaşması gerekiyor. Kaynakların yoğun
kullanımından dolayı su kalitesinin bozulmasını, biyolojik çeşitliliğin azalmasını engellemek; su kalitesini,
deniz ve kıyı ekosistemini iyileştirmek; bölgede sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak için ulusal (kurumlar
arası) ve uluslararası işbirliği önem taşıyor.
Sürdürülebilirliğin sağlanması için; kara kökenli kirleticilere ilişkin Ulusal Eylem Planı’nda tanımlanan kirletici unsurlar, bölgenin özellikleri ve insan aktivitelerinin
gözden geçirilmesi; su kullanımının ekonomik analizi;
koruma alanlarının belirlenmesi ve önleme programları
uygulanması; ekonomik araçların geliştirilmesi; etkin bir
izleme sisteminin oluşturulması; tüm sektörleri
bilinçlendirme çalışmalarının ulusal düzeyde gerçekleştirilmesi ve çıktıların uluslararası ve bölgesel düzeyde
entegrasyonu gerekiyor. Avrupa Komisyonu’nun bir girişimi olan ve Karadeniz bölgesinde su ve suyla ilgili ekosistemlerin korunması için işbirliği platformu oluşturmayı amaçlayan Tuna-Karadeniz (DABLAS) Görev Gücü
buna bir örnektir.
Bakanlık olarak Karadeniz ile ilgili çalışmalarınız, geleceğe yönelik planlarınız neler?
Taraf olduğumuz Bükreş Sözleşmesi altında imzalanan “Karadeniz Stratejik Eylem Planı” kapsamında
etkin bir çevre yönetiminin sağlanması için ülkemizin
Karadeniz kıyısı boyunca mevcut kirlilik durumunun,
kirlilik kaynakları da göz önüne alınarak ortaya konması ve önceliklerin belirlenmesi amacıyla “Karadeniz’de
Kirlilik İzleme Projesi” 2004’ten itibaren Bakanlığımızca
yürütülüyor.
yeşil UFUKLAR | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 14
Gemilerin normal operasyonlarından kaynaklanan
kirliliğin önlenmesi çalışmaları çerçevesinde
“Gemilerden Atık Alınması ve Atıkların Kontrolü
Yönetmeliği” 2004’te yürürlüğe girdi. Karadeniz’de 10
tane lisanslı atık kabul tesisi bulunuyor. Ülkemiz, MARPOL 73/78 Sözleşmesi’ne taraftır; EK I, II ve V imzalanmıştır. EK III, IV ve VI’e taraf olma çalışmaları ise
sürmektedir.
“Deniz Çevresinin Petrol ve Diğer Zararlı
Maddelerle Kirlenmesinde Acil Durumlarda Müdahale
ve Zararların Tazmini Esaslarına Dair Kanun” kapsamında Karadeniz bölgesinde toplam 33 tane kıyı tesisine Risk Değerlendirmesi ve Acil Müdahale Planları
hazırlaması yükümlülüğü getirildi. Ayrıca bölgesel acil
müdahale planları hazırlanacak ve bölgesel acil müdahale merkezleri oluşturulacak.
Karadeniz’in
Kirliliğe
Karşı
Korunması
Komisyonu’na ve Daimi Sekreterya’ya Türkiye ev
sahipliği yapıyor; Karadeniz Sekreteryası’nın yıllık bütçesinin %40’ı ülkemiz tarafından ödeniyor. Karadeniz
Çevre Programı kapsamındaki Stratejik Eylem
Planı’nın hükümleri çerçevesinde kurulan altı faaliyet
merkezinden Kara Kökenli Kirleticilerin Kontrolü
Faaliyet Merkezi’nin çalışmaları Türkiye tarafından
koordine edilmekte.
BSEC altında faaliyet gösteren 15 çalışma grubundan biri olan Çevre Koruma Çalışma Grubu’nun
faaliyetleri de Bakanlığımız tarafından yürütülmektedir.
Karadeniz’in sürdürülebilirliği için üç öneride
bulunmanız gerekse bunlar neler olurdu?
1) Öncelikle, yapılan çalışmaların ulusal (kurumlar
arası) ve uluslararası işbirliği içinde olması önemli.
Karadeniz’e dökülen nehir deşarjları 17 ülkeden geliyor.
Avrupa’nın 2., 3. ve 4. büyük nehirlerin tümü (Tuna,
Dinyeper ve Don) Karadeniz’e dökülüyor. Dolayısıyla
Karadeniz sadece kıyısı olan altı ülkeden değil,
Karadeniz’e ulaşan nehirlerin geçtiği tüm bölgelerden
etkilenmekte. Bu yüzden altı ülkenin yanı sıra, bu geniş
etkilenme alanındaki tüm ülkelerle işbirliği yapılarak,
kirliliği önleyerek ve ekosistemi koruyarak gelecek
nesiller için devamlılık sağlanabilir.
2) Bütünsel havza yönetimiyle, nehir ve havzalarının şimdiki ve gelecek kuşaklar için çok yönlü kullanımının devam ettirilmesi (sürdürülebilir gelişme) amaçlanmalı. Bütünsel havza yönetimi; havza bazında bir
yaklaşımı; farklı tip ve biçimlerdeki suları ayrı değerlendirmeyi; arazi ve su kaynakları ilişkisini göz önüne
almayı; doğal sınırlamaların, sosyal ve ekonomik ihtiyaçların, politik ve idarî süreçlerin entegrasyonunu içerir. Avrupa çapında entegre su yönetimine çerçeve oluşturmayı amaçlayan Su Çerçeve Direktifi (WFD), 2000
yılında Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Komisyonu
tarafından yürürlüğe kondu. WFD nehir havzası yönetimi gibi yeni unsurlar da getirmiştir; her bir nehir havzası için bir Nehir Havzası Yönetim Planı (NHYP) oluşturulmasını gerektirir. NHYP birçok analiz sonucunda
ortaya çıkar ve 2015’de iyi duruma ulaşmak için alınması gereken önlemleri gösterir. Ülkemizdeki çalışmalar Bakanlığımız ve DSİ Genel Müdürlüğü öncülüğünde, ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği yaparak yürütülüyor.
3) Özel sektör çevre yatırımlarına dahil edilmeli ve
teşvik edilmelidir. Özel sektörün çevre yatırımlarındaki
payının artırılması, kamu-özel sektör işbirliğinin daha
etkin devreye girmesi ve Yap-İşlet-Devret gibi finans
kaynaklarının daha yoğun kullanılması, kamu harcamalarına rahatlama getirecektir. Özel sektörün, çevresel
altyapı hizmetleri sağlamaya katılımının, işletme ve
yönetim uzmanlığı yanında finansal kaynak açısından
da katkı yapması bekleniyor.
Q
Karadeniz havzasında sürdürülebilir bir koruma-kullanma dengesi sağlamanın koşulları
neler?
Sedat Kadıoğu, Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşarı
karadeniz ve sürdürülebilirlik | K A PA K K O N U S U
Önce yasal zemin
AT VE TUT: Amatör balıkçılar İstanbul Boğazı’nda,
Karadeniz’den gelen sulara oltalarını atmış
şanslarını deniyor; bir sivil toplum kuruluşunun
gönüllüleri, Bulgaristan’daki Burgaz yakınlarında
ekositem temizleme çalışmalarına yardım ediyor.
Nilüfer Oral
Karadeniz havzasında sürdürülebilir bir
koruma-kullanma dengesi sağlamanın
koşulları neler?
STILL PICTURES
Karadeniz’in, deniz ve kıyısal yaşam alanlarının
sürdürülebilirliği güçlü bir yasal çerçeve oluşturulmasına bağlı. Karadeniz’de koruma ve kullanmayla ilgili mevcut yasal çerçeve 1992’de oluşturuldu. Ancak
bu yasal çerçeve, bence yetersizdir. Akdeniz’in
korunmasına yönelik yasal çerçeveyle kıyaslandığında, Karadeniz’inki daha yetersizdir. Karadeniz’de,
özellikle kıyıdaş ülkelerin işbirliğini gerektiren yerlerde deniz koruma alanları oluşturmak için bölgesel
hukukî bir çerçeve yok. Oysa Akdeniz’de, deniz koruma alanlarını, sınır aşan ya da açık deniz kapsamına sokan SPAMI Protokolü var.
Akdeniz ülkeleri, bölgesel düzeydeki yasal
yükümlülüklere uyulması için de yasal bir mekanizma geliştiriyor. Bu, özellikle denizlerin sürdürülebilir
korunması söz konusu olduğunda, ülkeleri yasal
yükümlülüklere uymaya zorlamak açısından çok
önemli. Önemli olan, sistemin mutlaka cezalandırıcı
değil, ülkelerin yasal yükümlülüklerine uyması anlayışı üstüne kurulması. Karadeniz’de böyle bir mekanizma yok. Bu öncelikle ele alınmalı.
Bu süreçte hangi aktörlere ne tür işler
düşüyor? Türkiye’nin Karadeniz havzasında önemi ve yükümlülükleri neler?
felaketine yol açabileceği uyarısında
bulundu.
“İşte bu yüzden NATO’yu,
Karadeniz’de gövde gösterisi yapmaması
için uyarıyoruz,” diyor Rogozin.
“Gürcistan’a insanî yardımda bulunduklarını söylüyorlar, peki ama neden askeri
gemilerle? Biz, Rumenler’in, Bulgarlar’ın
ve Karadeniz kıyısındaki bütün ülkelerin
kendi sularında ne yaptığına ya da ne
yapılmasına izin verdiğine çok dikkat
etmesini istiyoruz. Karadeniz, ticaret ve
turizm amacıyla kullanılmalı, askerî amaçlar için değil.”
Karadeniz’in ve kıyılarının korunmasının yanı sıra, biyolojik çeşitlilik ve peyzaj mirasına yönelik bölgesel tehditlerin
de acilen ele alınması gerekiyor. Bölgenin
en ciddi çevre sorunları arasında; organik
maddelerin artışının doğal bir sonucu
olan, ancak Karadeniz’e dökülen büyük
nehirlerin taşıdığı yüksek miktardaki
Karadeniz'in sürdürülebilirliği için üç öneride bulunmanız gerekse bunlar neler olurdu?
1) Öncelikle, toplumun katılımını artırmak ve
STK’ların rolünü güçlendirmek gerek. Karar mercii
olan kamu kurumları tam anlamıyla hesap verebilir
olmadığı sürece, çevresel sürdürülebilirliği sağlayacak önlemler eksiksiz ve doğru biçimde uygulanamayacak.
2) İkincisi, bir hukukçu olarak, çevre hukuku
konusunda uzmanlaşmış avukatlar ve yargıçlardan
oluşan güçlü bir kadro olması gerektiğine inanıyorum.
Avukatlar kanunun bekçisi, yargıçlar da garantörüdür.
Bu nedenle, çevre hukuku konusunda Karadeniz
ülkelerinin yasal kapasitesini güçlendirmeliyiz.
3) Son olarak, Karadeniz ülkelerinin, Karadeniz
Komisyonu Sekreterliği’ne desteğini artırması gerek.
Kıyı ülkeler, sekreterliğe daha fazla siyasî ve maddî
destek verdiği takdirde, Komisyon çok daha etkin olabilir. Karadeniz’de sürdürülebilir çevresel koruma ve
kullanmayı sağlamak için bölgesel işbirliği kilit unsurdur, bölgesel yönetişimdeki kilit kurum da Karadeniz
Komisyonu Sekreterliği’dir.
Q
“Gürcistan kıyılarında bir ilk,” olduğunu açıkladı. Sonrasında ise, deniz akıntıları, bu sızıntıyı kuzeye, Kolkheti Millî
Parkı’na ve onun koruma altındaki kıyısına doğru sürükledi.
Bakanlığa göre, “Kolkheti Millî
Parkı’nın koruma altındaki alanı ve çevresi ekolojik bir felaket yaşıyor ve bu durum,
Karadeniz’in bütün ekolojik sistemini
olumsuz etkileyebilir.” Bakanlığa göre,
temizleme çalışmaları da engellendi;
çünkü Rus ordusu, süzgeçlerin ve alanı
çevirecek engellerin kullanılmasını yasakladı ve yetkili mercilerin bölgeye girişine
izin vermedi.
Rusya’nın
NATO
büyükelçisi
Dimitrii Rogozin, merkezi Sofya’da bulunan haftalık dergi Capital’den bir gazetecinin sorusuna verdiği yanıtta,
Karadeniz’in yüzeyinin hemen altında
bulunan yüksek miktardaki sülfür klorürün, bir silahlı çatışma durumunda çevre
BULGARİSTAN KUŞLARI KORUMA DERNEĞİ
M
M
Baştarafı sayfa 12’de
Karadeniz’in koruma-kullanımında anahtar
aktörler, bütün kıyıdaş ülkeler, Karadeniz
Komisyonu, BSEC ve Avrupa Birliği’dir. Açıkçası,
AB’nin daha ciddi bir rol üstlenmesi gerektiği kanısındayım. AB’nin öncelikle Bükreş Sözleşmesi’ne
taraf olması gerek. Kıyı ülkeleri, AB’nin benzersiz bir
deneyime sahip olduğu balıkçılık ve ulaşım konuları
başta olmak üzere, AB ile etkin ve uygulanabilir
işbirliğinin yollarını aramalı. Deniz taşımacılığı,
AB’ye üye ülkelerin de uyması gereken uluslararası
anlaşmalara bağlı olduğundan, ulaşım konusu daha
az sorunlu. Balıkçılık ise, üye olmayan kıyı ülkelerinin, AB politikalarına uyum sağlamasını gerektirecek. Bu bağlamda, Karadeniz balıkçılığında etkin bir
aktör olan Türkiye’nin önemi artacak. AB ile işbirliği
konusunda, aday ülke konumundaki Türkiye’nin
yükümlülüğü, diğer Karadeniz ülkelerine kıyasla
daha fazla olacak.
Dr. Nilufer Oral, İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi;
IUCN Çevre Hukuku Komisyonu, Okyanuslar Eşbaşkanı
15 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | yeşil UFUKLAR
K A PA K K O N U S U | karadeniz ve sürdürülebilirlik
kurtulmak gerek
Murat Sungar
NAFİZ GÜDER
Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü (BSEC),
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla yeni doğacak ülkeler
arasında kurulacak işbirliğinin ve Türkiye’nin buna
öncü olmasının yararlarının gündeme geldiği bir
dönemde, dönemin Cumhurbaşkanı Özal’ın da ön
ayak olması ve siyasî destek sağlanmasıyla 1992’de
İstanbul deklarasyonu ile hayata geçiyor. Kuruluş belgesine baktığınızda, BSEC, tamamiyle ve sadece
ekonomik işbirliğine yönelik bir örgüt olarak öngörülüyor, fakat tam manasıyla örgüt olması aşağı yukarı 10
sene sürüyor. 1998’e kadar BSEC bir deklerasyon, bir
niyet beyanı iken, 1998’de Yalta’da bir esas kuruluş
belgesi kabul ediliyor; 1999’da da, tam manasıyla bir
bölgesel örgüt niteliği kazanıyor ve BM’ye de tescil
ediliyor. Zaman içinde de bu, ‘sadece ekonomik ilişkiler’ hedefi ele alınıyor. O dönemde ortak payda ekonomik işbirliği; kimse karşı çıkamıyor, yararına inanılıyor. Ancak o dönemde Karadeniz’den kimsenin pek
bahsettiği yok. Hakikaten 10 sene öncesine kadar,
Balkanlar var, Kafkaslar var Orta Asya var ama
Karadeniz’den hiç kimse bahsetmiyor. O dönemin
koşullarında bir takım projeler üretilse de hayata geçirilemiyor, işbirliği kâğıt üstünde kalıyor. BSEC’in en
büyük başarısı, taraf olan bütün bu ülkelerin bir anlaşmaya imza atmış olmasıdır.
Son 10 sene içinde ise Karadeniz, önemli bir
bölge haline gelmeye başladı. Amerikalılar’ın mevcudiyet göstermek istedikleri bir bölge oldu. ABD’nin
ilgi gösterdiği her bölge sonuçta hareketleniyor, bir
heyecan doğuyor ve o bölgenin değeri artıyor. Bölge
içinde Amerika’ya çok yakın ülkeler var. Romanya
mesela, Türkiye ile ABD’nin 1950’lerdeki ilişkisine
benzer bir ilişkileri var, özellikle kredi konusunda.
ABD’nin Ukrayna ile, Gürcistan ile özel ilişkileri var;
ABD böyle yakınlaştıkça ve siyasî konulara el attıkça, bölge ülkeleri daha dikkatli davranmaya başlıyor.
Karadeniz’e ilginin artmasının esas sebeplerinden bir tanesi de enerji kaynakları ve enerji güvenliği
konuları. Dolayısıyla, BSEC olarak Karadeniz’e ilişkin
düşüncemiz, artık yavaş yavaş ekonomik ilişkilere ilaveten, güvenlik ve enerji güvenliği gibi bir takım başka
sorunlara el atmamızın yararlı olduğu şeklinde.
BSEC’in en önemli kazanımları neler?
Aralarında ciddi ihtilaflar olan ülkelerin böyle bir
örgütte bir araya gelebilmiş olması, işbirliğini hâlen
sürdürmeleri BSEC’in en büyük başarısıdır. Bütün o
toplantılar sayesinde birbiriyle anlaşamayan insanları bir araya getirebilen bir örgüt oldu BSEC. Örneğin
Türkiye ve Ermenistan. Burada bir daimî temsilcileri
var, bayrakları var; Türk Ermeni ilişkileri açısından
yeşil UFUKLAR | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 16
bence çok önemli bir işlev görüyor. Bir turizm ve kültür komitesi kurduk. Bu alanlarda, Türkiye ve
Ermenistan olarak sınır aşırı bir etkinlik yaptık.
Kimse rahatsız olmuyor bu tip etkinliklerimizden.
Gürcüstan ve Rusya, Ukrayna ve Rusya, birbirlerine
kendilerini anlatacak bir forum ortamı buluyor. Bence
bugüne kadar gelmemiz önemli bir kazanım; bundan
sonraki varlığımızı ise, biraz daha derinliği olan
konulara el atmamız belirleyecek. Ayrıca BSEC’in
AB ile daha yakın ilişki kurmasında yarar görüyorum.
Bir anlamda, “sizin Doğu’da yapmaya çalıştığınız
pek çok şeyi sizin adınıza biz yapalım, elimizde bu
imkânlar var,” demeye çalışıyoruz. AB de bunu anlamaya başlıyor.
Bir diğer önemli ve başarılı gördüğümüz gelişme de, Avrupa Birliği’nin BSEC’e ilgi göstermeye
başlamasıdır. Hem ‘AB Komşuluk Politikası’ çerçevesinde, hem de bizim gayretlerimiz sonucunda, AB
Komisyonu bize gözlemci oldu ve ilk kez 14 Şubat
2007’de AB bakanları ile BSEC bakanları Kiev’de bir
araya geldi. Bu çerçevede, adeta AB’nin bir alt-sözleşmesi niteliğinde bir statüye kavuşmaya çalıştığımızı söyleyebilirim.
BSEC’in güncel projeleri neler?
Yeni profilimiz biraz daha değişik olacak. Yeni
genel sekreter ile ben iki sene önce göreve başladığımızda, BSEC’i tamamen proje odaklı bir organizasyon haline getirmeyi düşündük, büyük projeler
yürüten bir organizasyon. Şu anda odaklandığımız
iki önemli proje var:
Birincisi, Karadeniz’i çevreleyecek bir yol projesi. Yani Karadeniz’in etrafında, hali hazırdaki yollardan da yararlanarak bir yol yapmak. Bunun iki önemli veçhesi var. Bir tanesi turizm. Bölgenin çok büyük
bir turistik potansiyeli var. Baktığım zaman, dolaştığım zaman fantastik bir iklim ve tabiat görüyorum.
İkincisi de ticaret. Ticaret için yeterli yol yok. Böyle
bir yol olursa hem turizm hem ticaret canlanır düşüncesiyle bu projeyi başlattık. İlke olarak ülkeler arasında anlaşmaya varıldı, şimdi bunun ülkeler tarafından tasdiki bekleniyor ki hayata geçsin. Bu tip büyük
projelere el atıp hayata geçirebilirsek hiç olmazsa
BSEC’in bu bölgedeki insanlara bir yararı olduğunu
göstermiş oluruz. Bu yol projesi de böyle bir yaklaşımla doğdu.
İkinci büyük proje ise, Karadeniz’de limanlar arasında seyrüsefer. Tarihte Karadeniz, farklı limanlar
arasındaki deniz trafiği açısından çok hareketli bir
bölge. Biz bu trafiği yeniden canlandırmayı hedefliyoruz. Bu iki proje ile ilgili çalışmalarımız sürüyor. Özetle, Karadeniz ülkelerinin, mümkün mertebe ticaret
odaklı olarak kurmuş olduğu bu örgütü; şimdi daha
çok büyük projelere el atan, belki de kısa süre sonra,
daha başka alanlara, güvenlik alanına belki siyasî
alanlara girecek bir örgüt haline getirmeye çalışıyoruz. Böylece BSEC daha etkili bir örgüt olabilecek.
Karadeniz’in sürdürülebilirliği açısından
önümüzdeki dönem nasıl olacak?
Bir kere ülkelerin buna inanması ve bir takım ihtilafları bir tarafa atabilmeleri lazım. Geçiş ekonomilerinde pek çok konu yeni yeni anlaşılmaya başlanıyor;
çevre de bunlardan biri. Bölgede çevre konusundaki
farkındalığın oluşabilmesi için ihtilaflardan kurtulmak
gerek. Dolayısıyla BSEC var olduğu sürece, çevresel
farkındalık açısından da yarar sağlayacaktır.
Q
BSEC’in kuruluş amacı ve misyonu nedir?
gübre nedeniyle hızlanan ötrofikasyon da yer alıyor. Denizin diğer çevre
sorunları, kirlilik, yabancı türlerin ortaya
çıkması ve deniz kaynaklarının aşırı tüketimi olarak sıralanabilir.
1990’ların başında bu tür sorunlar,
altı kıyı ülkesinin, Bükreş Sözleşmesi’ni
imzalamasını sağladı. Bu anlaşma, ihtilaf
dönemlerinde bile işbirliği yapılabileceğini gösteren çok anlamlı bir örnekti;
çünkü o dönemde Rusya ve Ukrayna,
Karadeniz’deki donanmanın kime kalacağı konusunda uzlaşamıyordu. Kısa süre
önce Gürcistan’da yaşanan silahlı çatışma
ise, Karadeniz kıyısında yeni bir uluslararası kimliği, şimdiye dek yalnızca
Rusya’nın ve az sayıda ülkenin tanıdığı
Abhazya Cumhuriyeti’ni ortaya çıkararak
sürece bir belirsizlik getirdi. Rusya ve
Gürcistan’dan farklı olarak, Abhazya
Cumhuriyeti, çevre korumayı ya da sürdürülebilir kalkınmayı teşvik etmeye
yönelik hiçbir uluslararası anlaşmaya veya
hukukî norma taraf değil.
M
Çevre farkındalığı için ihtilaflardan
Murat Sungar, Karadeniz Ekonomik İşbirliği
Örgütü (BSEC) Genel Sekreter Yardımcısı
Büyüme ve bozulma
Karadeniz bölgesi sakinleri, zengin
doğal kaynaklardan hep yararlandı ve
yararlanmaya da devam ediyor. Doğal
kaynakların sunduğu ürün ve hizmetler,
doğal gaz ve enerjiden, ulaşım yollarına
dek çeşitlilik gösteriyor. Özetle kalkınma,
doğal çevreyle yakından ilgilidir. Genel
bir kurala göre, ekonomik bir faaliyet
doğal kaynaklara ne kadar bağımlı ise,
çevresel bozulma da o kadar çok ve tahribat da o denli geri dönülemez olur- ki bu
da tabii olarak, doğal kaynaktan beslenen
ekonomik faaliyeti çok ciddi biçimde
olumsuz etkiler.
Karadeniz’de balıkçılık, Akdeniz’de
ise turizm, doğal bir kaynağa dayanan
ekonomik faaliyetlerin çevreye nasıl zarar
verebileceğini gösteren en bildik örneklerdir; ayrıca her ikisi de sürdürülebilir
kalkınma stratejilerinin neden uygulanması gerektiğini de açıkça gösterir.
Doğa ile Barış Derneği’nden Yüksel
Üstün, Karadeniz’de ‘sonuçlarına bakmadan, ne pahasına olursa olsun üretim
yapma’ anlayışının yerini nihayet, ‘sürdürülebilir çevre’, ‘doğal kaynakların
etkin kullanımı’, ‘sürdürülebilir tüketim’
gibi yeni kavramlara bıraktığına dikkat
çekiyor. Üstün’e göre bu sağlıklı değişim, doğal kaynakların sürdürülebilir ve
etkin biçimde kullanılmasını, yatırımların maliyet-fayda çerçevesinde yapılmasını, teknolojik ilerlemeyi ve gerekli
kurumsal düzenlemeleri de beraberinde
getirecek.
Karadeniz’deki çevre tahribatı, özellikle deniz yaşamındaki yoksullaşmada
göze çarpıyor. Daha 1960’larda
Karadeniz’de 170 balık türü bulunuyor,
karadeniz ve sürdürülebilirlik | K A PA K K O N U S U
M
Çevresel iyileştirmelerin maliyet/
fayda analizlerinin dâhil edilmesinin,
merkezî ve yerel yönetimler için daha iyi
maliyet karşılama mekanizmaları sağlaması mümkün. Daha temiz teknolojilerin kullanılması, ‘kirleten öder’ ve ‘kullanan öder’ ilkelerinin daha yaygın biçimde benimsenip uygulanması, bölgenin
sürdürülebilirliğe doğru giden yolda ilerlemesini kolaylaştıracaktır. Ekolojik
turizmin teşvik edilmesi de, bölge sakinlerine iş imkânları yaratması bakımından
bir çözüm olabilir.
Karadeniz bölgesi, büyüyen bir ekonominin gelişen bir pazarı olarak, uzun
vadede barış ve istikrar sağlandığı takdirde, bugünün zorluklarından ve fırsatlarından yararlanmaya hazır durumda.
Hükümetlerin şeffaflığı, hesap verebilirlik ve karar alma süreçlerine etkin paydaş
katılımı, bunların hepsi de aynı yapbozun parçaları. Bölgenin zengin doğal
kaynakları benzersiz fırsatlar sunarken,
insan kaynaklı çevresel tehlikeler ciddi
engeller oluşturuyor.
Ali Cemal Gücü
Kirlilik hangi aşamada, önlemek ve geriye
döndürmek için neler yapılabilir?
Deniz kirliliğinin oldukça farklı çeşitleri var;
ancak Karadeniz'i ölümün eşiğine getiren ötrofikasyon ya da basin ağı yüklemesi; yani denizdeki birincil üretim için gübre görevi gören besin tuzlarındaki
(nütrientlerdeki) artış. Evsel, tarımsal ve bazı endüstriyel atıklar yüksek oranlarda besin tuzu içeriyor. Bu
tuzların denize ulaşması denizdeki üretimin artmasına neden oluyor. Önce bitkisel planktonlar artıyor.
Bunlarla beslenen hayvansal planktonun besini artıyor ve çoğalıyorlar. Bunları balıklar ve Karadeniz'de
de hamsi tüketiyor. “Bu durumda üretimin artmasının
ne zararı var” diyeceksiniz? Aslında belli bir noktaya
kadar yok zaten. Ancak üretilen organik madde besin
zinciri boyunca yukarı doğru taşınamaz seviyede ise
işte o zaman kirlilik ortaya çıkmaya başlıyor. Örneğin, bitkisel plankton hayvansal plankton tarafından
kontrol edilemez seviyede ürerse, tüketilemeden ölüyor, zemine çöküyor, burada biyolojik parçalanma
sonucunda sudaki oksijeni tüketiyor. 1980'lerde kıta
sahanlığının çok geniş olduğu ve bu nedenle de
Karadeniz'in biyolojik olarak can damarı sayılan
kuzey batı sahanlığında ötrofikasyon nedeni ile çok
ciddi oksijen yetersizliği yaşandı.
Oksijensiz sular, bazı noktalarda yüzeye sadece 1 metreye kadar yaklaştı. Bunun sonucunda
Karadeniz'in ormanı sayılan Philophora çayırları
hızla yok olmaya başladı. Bu çayırlarda can bulan
midye yatakları bunu izledi. Tabii bu alanları üreme
ve gelişme için kullanan başta balıklar olmak üzere
diğer deniz canlılarının durumunu anlatmaya gerek
yoktur sanırım. Ancak belirtmekte yarar var:
Karadeniz'in en önemli balık türlerinden olan hamsi
ve kalkan da, oksijensiz kalan bu sahanlık alanını
üreme için kullanan türler arasında.
Kirletici kaynaklar neler? Orta vadede bunlar kesilebilir mi?
Besin tuzlarını Karadeniz'e taşıyan kaynaklar
başta Tuna olmak üzere nehirler. Başta evsel ve
tarımsal faaliyetler olak üzere insan tarafından üretilen bu maddeler önce nehirlere sonra da Karadeniz'e
boşalıyor. Bu yolla Karadeniz'de meydana çıkan
ötrofikasyonun boyutları 1980'lerde katastrofik
boyutlara ulaştı.
Örnek verecek olursak, Türkiye'nin Karadeniz'den elde ettiği hamsi miktarı 300,000 tondan
60,000 tona kadar düştü. Ötrofikasyon sonucu
Karadeniz ekosistemindeki dinamikler alt üst oldu ve
meydana gelen bu ekolojik karmaşa fırsatçı türler
için Karadeniz'i cennete çevirdi. Taraklı medüz olarak
bilinen jelimsi canlı Karadeniz'e bu dönemde musallat oldu.
Aslında Karadeniz için hiç birşey yapılmıyor
değil. Örneğin ekosistemin çökme noktasına geldiği
yıllarda Karadeniz için başlıca kirletici kaynaklarından biri olan Tuna nehrinin korunması ve kullanımının yönetilmesi amacıyla Tuna havzasındaki ülkeler
arasında Tuna Nehri Koruma Sözleşmesi kuruldu.
1994 yılında imzalanan antlaşma 1998’de yürürlüğe
girdi. Bu antlaşmanın Karadeniz ekosistemi üzerine
en olumlu etkisi Tuna havzasındaki ülkelerin
Karadeniz’deki ötrofikasyonun baş aktörü olan nitratın salınımını azaltmaları olmuştur. Karadeniz’de
Tuna yolu ile boşaltılan nitratın azaltılması Kuzeybatı
sahanlığında olumlu etkiler göstermiştir. Bunların
başında Philophora çayırlarının tekrar genişlemeye
başlaması gelmektedir. Kıta sahanlığı ekosisteminin
anahtar türlerinden olan bu bitkinin kendini yenileye-
bilmesi umut verici bir gelişmedir. Olumlu gelişmeler
bununla da kalmadı, 1980’lerin sonunda kaybolduğu
sanılan bazı balıkların bugün ticarî olarak tekrar
avlanmaya başladığı rapor edilmekte. Tuna nehri
Karadeniz ekosistemindeki hastalığın nedenlerinden
sadece biri. Bu nehir yolu ile Karadeniz’e boşaltılan
kirleticilerin kontrol altına alınması herşeyin yoluna
girdiği anlamına gelmiyor; ancak diğer taraftan
Karadeniz’in kurtarılması için çok geç kalınmadığını
ve orta vadede Karadeniz’in tekrar üretken bir deniz
olmasının mümkün olduğunu da artık biliyoruz.
Karadeniz’in sürdürülebilirliği için öncelikli
önerileriniz nelerdir?
Karadeniz’in sürüdürülebilirliğine inanmıyorum;
sebebi de Karadeniz ekosistemi olgun bir ekosistem
değil zaten. Karadeniz çok genç bir deniz. Var olduğu günden bu yana şekilden şekile girmiş. Kâh balinalara ev sahipliği yapan uçsuz bucaksız bir okyanus
olmuş, kâh bölünmüş tatlı su gölüne dönmüş.
Bildiğimiz formunu ise ancak 6,000-7,000 yıl önce
almış; yani Akdeniz ile bağlantısı en son tekrar bu
dönemde kurulmuş. O günden bu yana da
Akdenizleşme sürecinde. Küresel ısınma da bu süreci hızlandırıyor. Her geçen gün Karadeniz’e yeni türler giriyor. Her yeni gelen türle de ekosistem yeniden
şekilleniyor. Ancak yine de Karadeniz için öneride
bulunacak olursam: 1) Tuna havzasında uygulanan
ve nehre bırakılan kirleticilerin azaltılması için alınan
önlemlerin başta Türkiye olmak üzere tüm Karadeniz
ülkelerinde yaygınlaştırılması; ve 2) Ötrofikasyonun
sebep olduğu dengesizleşmenin Karadeniz ekosistemine verdiği hasarın katlanarak artmasına neden
olan aşırı avcılığın kontrol altına alınabilmesi için
balıkçılık baskısının azaltılması gerektiğini söyleyebilirim.
Q
Uzun ama emin yol
Karadeniz’in tekrar üretken bir deniz
olması mümkün
WWW.GREENPEACE.ORG
bunlardan yaklaşık 25’i ticarî amaçla avlanıyordu. Otuz yılda ticarî amaçla avlanan
balık türü beşe düştü. Bu türlerden bazıları ise çok az miktarda yakalanabiliyor.
Adnan Menderes Üniversitesi
Biyoloji Bölümü’nden su ürünleri uzmanı
Murat Bilecenoğlu, “yakalanan hamsi
miktarının 1999–2004 yılları arasında
yıllık ortalama 345,000 ton civarında
olduğunu, bu miktarın 2005’te âni bir
biçimde 235,000 tona düştüğünü,” belirtiyor.
Bu düşüşün nedenlerinden biri, ticarî
amaçla avlanan balıkçı teknelerinin sayısının artmış olması. Karadeniz Çevre
Programı’nın (BSEP) yayımladığı bir
rapora göre avlanan tekne sayısı 1980’de
3,000 iken 1994’te 4,500’e çıkmış. Buna
karşın, aynı dönemde avlanan balık miktarı yılda 850,000 tondan 410,000 tona
düşmüş. Tahminlere göre bugün
Karadeniz’de ticarî amaçla avlanan 8,000
balıkçı teknesi bulunuyor.
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Su
Ürünleri Fakültesi’nden Prof. Levent
Bat’a göre, balık nüfusundaki bu düşüşün
bir diğer sebebi de henüz üreme yaşına
gelmemiş balıkların avlanması.
Karadeniz’in kıyı bölgesi, günümüze
özgü bir başka sorundan, nüfus artışının
etkilerinden de mustarip. Nüfus artışının
en çarpıcı özelliklerinden biri, bir bölgesel ve çevresel kullanım biçiminin (örneğin balıkçılık), başka bir kullanımla
(örneğin turizm) çatışması. Bu yüzden,
hem her iki faaliyetten de ödün veriliyor,
hem de çevre üstündeki bileşik tahribat
artıyor.
Doç. Dr. Ali Cemal Gücü, ODTÜ-Erdemli, Deniz
Bilimleri Enstitüsü
17 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | yeşil UFUKLAR
K A PA K K O N U S U | karadeniz ve sürdürülebilirlik
M
Çevresel yıkım, ekonomik ilerlemeyi
engelliyor
GREENPEACE AKDENİZ OFİSİ
Tuna Türkmen ve Canan Saraç
Özellikle Tuna Nehri'nin onlarca yıldır Karadeniz
havzasına taşıdığı endüstriyel kirlilik, zaten kendine
has kırılgan bir ekosistem olan havzayı ekolojik anlamda ölümün eşiğine getirdi. Karadeniz havzasının
Türkiye sınırları içinde kalan bölümünde sanayileşme,
ülkenin diğer bölümlerine kıyasla oldukça sınırlı. Ancak
artan nüfus ve plansız kentleşme sonucu, Karadeniz
sahilindeki kentlerde evsel atık su ve katı atıklar doğrudan denize ve akarsulara boşaltılıyor. Öte yandan,
çevrecilerin bütün uyarılarına rağmen inşa edilen
Karadeniz sahil yolu, kıyı ekosistemini kelimenin tam
anlamıyla dozer gibi ezip geçti. İç bölümlerde de, yol
için kullanılan dolgu malzemesinin sağlandığı taş
ocaklarının lokal yıkıcı çevresel etkileri oldu.
Birçok endemik türü barındıran eşsiz dağ ekosistemleriyle Karadeniz dağları paha biçilmez bir yeryüzü mirası. Dünyada son 30 yılda kaybedilen orman
varlığı son 10,000 yılda kaybedilen orman varlığının
dörtte birini oluşturmakta. Karadeniz havzasında yer
alan ülkeler dünyanın sadece %10’unu oluşturan el
değmemiş ormanlarını koruma konusunda daha dikkatli davranmalı, ormanların yok edilmesi ve biyoçeşitlilik arasında doğrudan bağlantı bulunduğunu unutmamalıyız.
1) Baraj yapımı için, Akdeniz ikliminin hakim
olduğu Yusufeli ve Çoruh vadileri gibi çok özel mikroklima alanlarının yok edilmesi, birçok bitki ve hayvan türünün varlığını tehdit ediyor ve gelecekte bölgenin iklimini daha da değiştirerek daha nice türlerin
yaşamını etkileyecek. Ciddi yerel muhalefete rağmen
çaışmalar sürüyor. Bunun yerine; sayıca fazla, ama
küçük, baraj gölü gerektirmeyen ve çevreyi daha az
tahrip eden küçük barajların yapımına yönelmek, bölgedeki biyoçeşitliliği koruyacağı gibi doğa turizminin
baltalanmasını da engelleyecek. Ayrıca bölgedeki
biyogaz gibi diğer alternatif enerji kaynaklarına yatırım yapmak bölgenin geleceği açısından büyük önem
taşıyor.
2) Yerel balıkçılık kültürünün yerini donanımlı
gemilere ve aşırı avlanmaya bıraktığı bölgede, balık
nüfusu ve tür sayısı alarm veriyor. Geçtiğimiz avlanma sezonunda ortaya çıkan hamsi bolluğu ne balıkçılara ne de ekosisteme bir şey kazandırmadı. Kota
talep eden balıkçılar, tam kapasiteyle avladıkları
hamsileri düşük fiyat nedeniyle ücretsiz dağıtmak
zorunda kalırken, aşırı avlanmanın orta ve uzun
vadedeki etkilerinden bahseden pek olmadı. Tarım
Bakanlığı sirküler hazırlarken endüstrinin baskısı ve
beklentileri yüzünden, bilim adamlarınının önerilerini
ihmal etmemeli ve kararların takibi konusunda daha
aktif rol oynamalı.
yeşil UFUKLAR | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 18
3) Karadeniz halkının yaşam tarzını bozmadan,
sürdürülebilirlik esasıyla oluşturulacak dağ turizmi,
ekoturizm çalışmaları çok önemli. Bu yaklaşım turizmin yarattığı çevresel etkileri minimuma indirebilir.
Yerel yönetimlerin girişimleriyle yürütülen küçük ve
sınırlı projelerin yerini entegre planlamanın esas
olduğu, merkezi yönetim tarafından da tanınan ve
desteklenen çalışmalara bırakması hayatîdir. Ancak
bu şekilde turizmin ekonomik getirisi aynı zamanda
koruma faaliyetlerine yönlendirilebilir.
Bu süreçte hangi aktörlere neler düşüyor,
bunlar gerektiği gibi yapılıyor mu?
Planlama ve kalkınma süreçlerinde göz ardı edilen çevresel öncelikler, bir koruma-kullanma dengesinin oluşması önündeki en büyük engel. Öte yandan
çevresel yıkım, umulan ekonomik ilerlemelerin de
önünü keserek kısır bir döngü yaratıyor. Merkezi ve
yerel idarelerin bu durumu bir an önce farketmesi,
koruma kullanma dengesini oluşturma yönünde adım
atması gerekiyor. Zira bölge insanı bu dönüşümü gerçekleştirecek duyarlılık düzeyine erişeli oldukça uzun
zaman oldu. Halkın karar alma süreçlerine katılması
ve karar alma mekanizmalarının şeffaflaştırılması
sağlanmalı. Bütün bu unsurlar gözönüne alınarak
adım atılmadan Karadeniz havzasında sürdürülebilirlikten bahsetmek mümkün değil.
Greenpeace’in Karadeniz ile ilgili çalışmaları, geleceğe yönelik planları neler?
Greenpeace olarak geçmişte Karadeniz sahillerine vuran, İtalya kaynaklı zehirli varillerle ilgili yıllarca
süren bir mücadele yürüttük. Sinop ve Samsun'daki
depolarda zehir saçan bu kimsayasal atıkların sorumluları tarafından bertaraf edilmesinin takipçisi olduk.
Çernobil kaynaklı radyasyon kirlenmesinin sonuçlarının yeni yeni ortaya çıktığı bölgede planlanan nükleer santrale karşı yoğun çalışmalar yürüttük. Sinop’taki
yerel muhalefet ile birlikte yürütülen çalışmalar
devam edecek. Tüm dünyadaki denizlerin ve okyanusların %40’ı deniz rezervi ilan edilirse gelecek
kuşaklara sağlıklı denizler bırakılacağı anlayışıyla;
Akdeniz için hazırladığımız açık deniz haritasının bir
benzerinin Karadeniz için hazırlanması gerektiğini
düşünüyoruz. Greenpeace'in bölgeye ilişkin yürüteceği çalışmalar, ulusal çevre politikaları üzerinden
olacak. Karadeniz havzasına yönelik doğrudan bir
çalışmamız olmasa da sürdürülebilirliğin sağlanması
için yürüttüğümüz savunuculuk, kampanya ve bilgilendirme faaliyetleri; dolaylı olarak bölgeyi de daha
makro düzeyde olumlu yönde etkileyecektir.
Q
Karadeniz'in bugünkü durumu nedir?
Sürdürülebilirlik için üç öneride bulunmanız
gerekse bunlar neler olurdu?
Tuna Türkmen ve Canan Saraç, Greenpeace
Akdeniz Ofisi
Karadeniz bölgesindeki başlıca ekonomik faaliyetlerin hepsi de doğal kaynaklara bağımlı ve turizm, birçok kıyı
bölgesi için en önemli sektörlerden biri.
Karadeniz kıyıları, Sovyet döneminde
altı Karadeniz ülkesinden beşi için
–Türkiye hariç- önde gelen bir turistik
bölgeydi. Ancak turizm Karadeniz’de
beklendiği gibi gelişmedi; buna karşın
gemicilik ve taşımacılık gibi “rakip” sektörler daha başarılı bir grafik çizdi.
Kıyıdaki nüfus ile çeşitli ekonomik sektörler arasındaki arazi rekabetinin talihsiz bir sonucu da çarpık kentleşmenin
hızlanması oldu. Türkiye’nin Karadeniz
kıyılarında giderek artan plansız kentsel
yerleşimler, buna örnek gösterilebilir.
Kıyı şeridi boyunca inşa edilen ve çevreye
büyük zarar veren ring kara yolu bu
durumu daha da kötüleştirdi.
Söz konusu kara yolunun inşa edilmesine öncülük eden kurumlardan biri
de merkezi İstanbul’da bulunan
Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü
(BSEC). Örgütün genel sekreter yardımcısı Murat Sungar, kara yolunun hem
turizm sektörünü geliştireceği, hem de
bölgedeki ticarî faaliyetleri hızlandıracağı, her iki sektörün de yetersiz ulaşım altyapısı nedeniyle şimdiye dek gelişememiş
olduğu görüşünde. BSEC, Karadeniz
Ring Kara Yolu ve Denizler Otoyolu
Projesi’yle Karadeniz limanları arasındaki deniz taşımacılığını da canlandırmayı
hedefliyor. Karadeniz boyunca uzanan
gaz ve petrol geçiş hatları da, özellikle
AB’nin, enerji tedarik kanallarının çeşitlendirilmesine öncelik verilmesine yönelik açıklaması kapsamında yatırımcıların
ilgisini çeken bir başka konu.
Ring kara yolu projesi, hem halkın
hem de çevre örgütlerinin güçlü direnişine rağmen şimdiden epey ilerledi.
Greenpeace Akdeniz ofisi, projeyi kıyı
ekosistemini yerle bir eden bir buldozere
benzetirken, kara yolunun inşasında kullanılan hammaddelerin de daha önce eşi
görülmemiş bir tahribata yol açtığını
vurguluyor.
REC Bulgaristan Ofisi başkanı
Gerassim Gerassimov, “Bulgaristan’ın
Karadeniz kıyısındaki ekonomik faaliyetlerde son zamanlarda yaşanan canlanma,
geçiş dönemindeki bir ekonomide doğanın değerlerini korurken kalkınmayı başarabilmenin ne denli zor olduğunu gösteren
bir örnek,” diyor. Gerassimov’a göre, çevre
dostu gibi görünen projeler bile tam tersi
nitelikte olabiliyor. Bulgaristan’da buna
örnek olabilecek iki projeden biri, kısa süre
önce inşa edilen rüzgâr santralleri, diğeri
ise Karadeniz kıyısındaki, ekolojik olduğu
iddia edilen turizm faaliyeti; bunların her
ikisi de peyzajı değiştirecek ve çevreye
zarar verecek nitelikte.
karadeniz ve sürdürülebilirlik | K A PA K K O N U S U
M
2002 Johannesburg planı, durumun
aciliyeti ile hükümetlerin taahhütlerine
‘sahip çıkması’ ve bölgesel ortaklıklar
yoluyla sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmak için daha fazla sorumluluk
gerektiriyor. Bugün bölgesel işbirliği, yaygın biçimde temel bir zorunluluk olarak
kabul edilse de, hükümetlerin, ulusal ve
yerel ölçekteki olumlu örnekleri hem
toplum hem de özel sektörle paylaşması,
bölgesel başarı için son derece önemli.
Karadeniz kıyısındaki ülkelerin yanı
sıra, BSEC, Karadeniz Komisyonu ve
Avrupa Birliği de bölgenin kilit aktörleri.
İki Karadeniz ülkesi Bulgaristan ve
Romanya, Ocak 2007’de AB’ye katıldı ve
Avrupa Komisyonu, bu üyeliklerin
Komisyon ve ona ait programlar nezdinde Karadeniz’i bir ‘Avrupa’ denizi haline
getirdiğini kabul etti. Bundan başka,
Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakerelerin
sürdüğünü de belirtmek gerek.
Bunun yanı sıra, Karadeniz bölgesi
artık AB Bölgesel Politika fonlarından
da yararlanabilecek; Bulgaristan ve
Romanya’nın, bu fonlar sayesinde bölgenin sürdürülebilir kalkınma göstergelerini iyileştirmesi muhtemel. Bulgaristan ile
Romanya ve Bulgaristan ile Türkiye arasında sınır aşan işbirliği programları da
gerçekleştirilecek. AB’nin sağlayacağı
fonlarla birlikte, hâlen Küresel Çevre
Fonu (GEF) ve çeşitli ulusal programlar
tarafından sağlanan fonlara yenileri
eklenmiş olacak.
Şu an BSEC’in 12 üye ülkesi bulunuyor, AB ise gözlemci statüsünde. Altı kıyı
ülkesinden ikisi, Rusya ve Türkiye kurucu üye. GEF’in Karadeniz Çevre
Programı (BSEP), altı Karadeniz kıyı
ülkesinin imzaladığı Karadeniz’in
Kirliliğe Karşı Korunması Anlaşması’nın
hayata geçirilmesine ve protokollerine
destek vermek amacıyla 1992 yılında
hayata geçti.
Karadeniz ülkeleri, Uluslararası
Denizcilik Örgütü’nün (IMO) MARPOL Sözleşmesi ve Rio Sözleşmesi gibi
başka önemli uluslararası anlaşmalara da
taraf. Ülkeler aynı zamanda, Rio
Yüksel Üstün
Karadeniz havzasında, sürdürülebilir bir
koruma-kullanma dengesi sağlamanın
koşulları neler?
Çok uluslu havzalarda sürdürülebilir koruma-kullanma dengesini sağlamak mümkün olsa bile
Karadeniz’i bu havzaların dışında değerlendirmek gerekir. Karadeniz havzası barındırdığı Türk Boğazları sisteminin de benzersiz konumu itibarı ile tüm bölge ülkelerinin sonunu getirebilecek tehlikeleri bünyesinde taşıyor: a) Kıyısında altı ülke olmasına rağmen, Avrupa ve
Asya’daki akarsular; havzalarındaki 17 ülkenin (toplam
2.3 milyon km2) tüm atıklarını Karadeniz’e taşıyor; b)
Karadeniz havzası ve Türk Boğazları sistemi, özellikle
Tuna-Rhein-Main kanalının açılıp Baltık-Kuzey Denizi
ile birleştikten sonra trafiği giderek artan bir su yolu oldu;
c) Karadeniz dip sularında 3 milyon ton kadar hidrojen
sülfür (H2S) bulunuyor. Ölçümler bu kütlenin yüzeye
kimi zaman 100 m kadar yaklaştığını gösteriyor; d)
Kıyısındaki ülkeler organize olamadıkları için, tüm dünyanın radyoaktif atıkları, kimyasal ve zehirli çöpleri sahibi yokmuşçasına Karadeniz’e dökülüyor.
Bütüncül havza koruma planları ve uzun vadeli bir
koruma programı ile kullanma sözleşmesi, tüm havza
ülkeleri tarafından kabul edilmeli ve uygulanmalıdır.
Karadeniz ve Tuna havzaları için bir an önce bütüncül
iyileştirilme ve koruma tedbirleri alınmalı, orta vadede
uluslararası havza koruma ve kullanma planları hazırlanmalı; uzun vadede ise entegre havza yönetimi oluşturulmalıdır.
Böyle bir süreçte hangi aktörlere neler
düşüyor, bunlar gerektiği gibi yapılıyor mu?
Bu süreçte yapılması gereken tabandan tavana
organize olmaktır. İş çevreleri, akademisyenler, yerel
yönetimler, meslek odaları, sendika ve STK’lar gibi
aktörlerin havza ölçeğinde sınırlar ötesi organize olması gereklidir. Bugün merkezî ve yerel yönetimler, meslek
odaları ve iş çevreleri bu konuda üzerine düşenleri
gereğince yapamıyor. Bu durumda, siyasî veya ticarî
çıkar gözetmeden halkı bilinçlendirmek ve örgütlemek,
ve çevresel değerleri sınır tanımadan korumak amacıyla çalışan STK’lar en önemli aktörler haline gelmektedir.
Karadeniz'in sürdürülebilirliği için üç öneride
bulunmanız gerekirse bunlar neler olurdu?
Havzada bulunan tüm ülkelerin karar verici mercileri dâhil, tüm sektörlerine ve yaşayanlarına üç aşamalı önerimiz var:
1) Bölgede yaşanabilecek olumsuzluklardan halkın ve tüm sektörlerin ciddi bir şekilde etkileneceklerinin farkına varmaları, farkındalığı artırmak için de bilinçlendirme çalışmalarının yapılması;
2) Tehlikenin farkına varanların, uzun vadede
yaşamsal çıkarlarını ön planda tutan tüm havza ülkelerini içerecek şekilde koruma-kullanma dengesini gözeten bir yapıyı oluşturmaya öncülük etmesi;
3) Giderek Karadeniz havzası ülkelerinin tüm sektörlerine yayılacak, hatta yerel, bölgesel ve küresel
karar mercilerini etkileyebilecek lobi mekanizmalarını
geliştirerek ortak bir örgütlenme sürecine girilmesi ile
havza ölçeğinde bilgili, bilinçli ve örgütlü halkları oluşturmak gereklidir.
1993’ten beri Karadeniz havzası ve Türkiye
Boğazları sistemi ile ilgili çalışmalar gerçekleştiren
Doğa ile Barış Derneği’nin Karadeniz havzası için
temel hedefi, yaşanabilecek olumsuzlukların ve felaketlerin önlenmesi ile bu bölgenin sürdürülebilir kalkınması için hükümetlerin, STK’ların, iş organizasyonlarının ve havza halklarının katılımını sağlayacak, maddî
ve yönetimsel açıdan bağımsız ve özerk Uluslararası
Karadeniz Ortakları (UKOR/ IBSP) gibi bir yapılanmanın gerçekleştirilmesidir.
Q
Uyum arayışı
Sınır tanımayan çevre koruma
Yüksel Üstün, Doğa ile Barış Derneği, Uluslararası Karadeniz
Ortakları Genel Sekreteri
Ekolojik ölümün uluslararası galerisi
Kenan Kuri
Karadeniz havzasında, sürdürülebilir bir
koruma-kullanma dengesi sağlamanın
koşulları neler?
Tabii ki mümkündür, bunun için gerekli koşullar
şunlardır: 1992 Bükreş Sözleşmesi, 1993 Odessa Bildirgesi ve 1996 Karadeniz Stratejik Eylem Planı’nda verilen
sözler yerine getirilmeli. Ekosistemi tehdit eden her türlü
tehlikenin engellenmesi için uluslararası tedbirler acilen
artırılmalı. En önemli ve vazgeçilmez doğal varlık olan
denizin korunmasına ve potansiyel olarak daha iyi
değerlendirilmesine öncelik verilmeli. Karadeniz havzasındaki koruma statülü alanların sınırları tekrar gözden
geçirilmeli, dışarda kalan hassas alanlar ve tür yaşam
alanları koruma alanlarına dahil edilmeli. Uluslararası
enerji projelerinin çevresel etkileri ve toplumsal maliyetleri mutlaka göz önüne alınmalı, ÇED’leri ve toplumsal
maliyetleri yapılmadan bu projeler uygulanmamalı.
Karadeniz ekolojik ölümün uluslararası galerisi
haline gelmiştir. Karadeniz insanlarını korumak için ne
yaptıysa, insanlar da Karadeniz’i korumak için onu yapmalı. Karadeniz’e yaşama şansı tanımalı. Karadeniz
ekosisteminin havza bazında korunması ve
sürdürülebilirliğinin reçetesi Karadeniz Çevre Programı
(BSEP) çalışmaları ile ortaya konmuştur. Karadeniz’e
kıyı her ülke, bir an evvel kendi ulusal Karadeniz
Stratejik Eylem Planı’nı hayata geçirmeli. STK’ların
rolü ve katkısı da göz ardı edilmemeli.
Karadeniz Çevrecileri’nin Karadeniz ile ilgili
çalışmaları, geleceğe yönelik planları neler?
Karadeniz Çevrecileri, Doğu Karadeniz’de bölgesinde 400’e yakın ilköğretim okulunda binlerce
öğrenciye görsel materyal destekli olarak, yararlandığımız doğal kaynaklar, besin zinciri, bilinçsiz
avcılık, erozyon, temel çevre sorunları ve çözümleri
konularında eğitim verdi. Ulusal Karadeniz Stratejik
Eylem Planı çalışmaları içinde yer aldı. Doğu
Karadeniz’de, ulusal ve uluslararası işbirlikleriyle, Kıyı
ve Deniz Kirliliklerinin Minimizasyonu, Trabzon-Rize
Katı Atık Projesine Halkın Katılımı, Uzungöl Tabiat
Parkının Sorunları ve Rehabilitasyonu, Çevre
Kirliliklerinin İnsan ve Yaban Hayat Üzerindeki Etkileri
gibi projeleri yürüttü. Doğu Karadeniz Eğitim Projesi,
Kaçkar Dağları - Dağ Alanları Yönetimi ve “KarDoğa:
Ulusal Doğa Koruma Ağı’na Doğru Karadeniz’de
Doğa Koruma İşbirliği Ağı Pilot Projesi projelerinde
aktif rol oynadı.
Geleceğe yönelik çalışmalar ise, aşırı ve plansız
turizm yapılaşması, yaylalar arası yol ağının engellenmesi ve her yere yol yapılmasının kontrol altına alınması konularında olacak.
Q
Gerassimov, diğer ülkelerin, her ikisi
de yerel toplulukların yararına olan, kısa
vadeli ekonomik kazançlar ile uzun vadeli kalkınma planları arasında dengeyi sağlayacak en iyi çözümü bulma konusunda
Bulgaristan deneyiminden ders alacağına
inanıyor ve ekliyor: “aslında Karadeniz’deki her ülke ve her toplum bu ikilemi
çözmek için kendine özgü çözümler bulabilir ve bulmalıdır da; ancak işbirliğinin
yanı sıra, iyi ve kötü uygulamaların paylaşılması, daha sürdürülebilir bir geleceğe
ulaşabilmeyi mutlaka hızlandıracaktır.”
Kenan Kuri, Karadeniz Çevrecileri
19 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | yeşil UFUKLAR
SUYUN İKİ YAKASI: Ukrayna’nın liman şehri Sivastopol yakınlarındaki Crimea’da bir çocuk denizin tadını çıkarıyor, denizin karşı kıyısındaki Sinop marinası ise
balıkçı teknelerini ve yatları ağırlıyor.
yeşil UFUKLAR | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 20
ve oluşturmaktı. 1996 BS-SAP, 2002’de
gözden geçirildi ve bitiş tarihlerini uzatmak için bazı değişiklikler yapılmakla birlikte, özel politika önlemlerine değinilmedi ve eylem konusunda bir görüş birliği de
henüz sağlanamadı.
Beklentiler ve paydaşlar
Karadeniz Çevrecileri’nden Kenan
Kuri’ye göre, 1992’de imzalanan Bükreş
Sözleşmesi, 1993’te imzalanan Odessa
Deklarasyonu ve 1996 BS-SAP’ye ulusal
düzeyde daha fazla sahip çıkılması ve
uygulanması; ayrıca, enerji projelerinin de,
ayrıntılı çevresel ve toplumsal etki değerlendirmeleri tamamlandıktan sonra hayata
geçirilmesi gerekiyor. Kuri, STK’lara
düşen kritik rolde sivil toplumun önemini
de vurguluyor.
GEF bünyesinde su konusunda uygulanan en iddialı proje, Tuna-Karadeniz
Havzasında Besin Kirliliğinin Azaltılması
için Stratejik Ortaklık (2001-07) idi.
Tuna Karadeniz Uygulama Ekibi’nin
günümüzdeki misyonu, Karadeniz bölgesinin daha geniş bir bölümünde kirliliği
azaltmak ve ekosistemi iyileştirmek için
projelere yatırım yapılmasını sağlayacak
finansal mekanizmaları geliştirmek.
GEF’in de desteklediği Karadeniz
Ekosistemini İyileştirme Projesi; TunaKaradeniz Stratejik Ortaklığı, Tuna
Bölgesel Projesi (DRP) ve Dünya
Bankası’nın Karadeniz Besin Kirliliğini
Azaltma Fonu ile bağlantılı bir proje.
Bölgesel girişimlerin başarılı olmasını
sağlamada siyasî kararlılık kilit önem taşıyor, bu da kimi zaman daha fazla malî destek ile kendini gösterebilir. Örneğin hükü-
metler, kıyı ülkeleri arasında güçlü bir bölgesel işbirliğiyle kurulmuş olan Karadeniz
Komisyonu Sekreteryası’na verdikleri malî
desteği artırabilir. Böylece sekreterya daha
etkin hale gelebilir ve daha güçlü siyasî
desteğin göstergesi olabilir.
Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşar
Yardımcısı Sedat Kadıoğlu, ulusal sahiplenme ve bölgesel işbirliğinin önemini
vurguluyor. Kadıoğlu, Avrupa’nın ikinci,
üçüncü ve dördüncü büyük nehirlerinin,
yani kıtanın nehir sularının neredeyse
üçte birinin döküldüğü Karadeniz’in
adeta dev bir havuz işlevi gördüğünü
belirtiyor. Kadıoğlu’nun, yalnızca altı kıyı
ülkesinin değil, Karadeniz’in çevresel tahribatında sorumluluğu olan 17 ülkenin
tümünün bölgesel işbirliği yapmasının
önemini vurgulamasının nedeni de işte
bu. Kadıoğlu, bu görüşten yola çıkarak,
bölgede sürdürülebilir kalkınma hedefine
ulaşabilmek için havza temelli bir yaklaşıma ve içinde özel sektörün de yer aldığı
bütün paydaşların sahiplenmesine inanıyor.
Karadeniz’in, sadece bölge için değil
AB’ye üye komşuları için de ekonomik ve
stratejik önem taşıdığı çok açık. İyi bir
yönetişimle, silahlı çatışma olmadan ve
sağlam, uzun vadeli sürdürülebilir kalkınma stratejileriyle bölge, daha önce erişilmemiş bir ekonomik refah düzeyine erişebilir ve bir gün çevre tahribatı durdurulabilir, hatta tersine bile çevrilebilir.
Q
M
Sözleşmesi’nde
ve
Karadeniz
Stratejik Eylem Planı’nda (BS-SAP)
vurgulanan çeşitli çevresel sorunların
çözümü için birlikte hareket etmeyi de
taahhüt etmiş durumda.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk
Fakültesi’nden Nilüfer Oral, Karadeniz’in
ve kıyı çevresinin sürdürülebilir biçimde
korunması ve yaşatılması için, sağlam bir
hukukî çerçeve gerektiği görüşünde. Oral,
mevcut hukukî çerçevenin yetersiz olduğunu ve Karadeniz’de, korunan deniz
alanları oluşturmak için bölgesel bir yasal
çerçeve bulunmadığını belirtiyor.
Oral, öte yandan Akdeniz bölgesi için,
Akdeniz’in Yararına Özel Koruma
Alanları (SPAMI) protokolü bulunduğunu, bu protokolün sınır aşırı bağlamda ve
açık denizlerde deniz koruma alanları
oluşturduğunu belirtiyor. Oral, Akdeniz
ülkelerinin, mevcut yasal zorunlulukların
bölgesel düzeyde uygulanmasını ve bu
zorunluluklara uyulmasını teşvik etmek
için yasal bir mekanizma oluşturduğunu
da ifade ediyor. Oral, ülkelerin denizlere
karşı yasal zorunluluklarını yerine getirmesini sağlayacak bir sistem olması gerektiği için bunun son derece önemli olduğunu söylüyor. Maalesef Karadeniz böyle bir
mekanizmadan yararlanamıyor ve bunun
öncelikle ele alınması gerekli.
Bununla birlikte, bütün kıyı ülkelerinin 1996’da kabul ettiği Karadeniz’in
Islahı ve Korunması için Stratejik Eylem
Planı (1996 BS-SAP) gibi başka girişimler de var. Buradaki hedef, Karadeniz’de
ekolojik bozulmaya ve sürdürülebilir
olmayan kaynak kullanımına karşı ortak
hareket etmeyi sağlayacak temel bir çerçe-
GÖRÜNTÜLER: FLICKR
K A PA K K O N U S U | karadeniz ve sürdürülebilirlik
Dr. Sibel Sezer Eralp, REC Türkiye ve Karadeniz
Bölge Direktörü
FORUM
söyleşi
sormamız gerekir. Ödenecek bedel,
başlı başına uygarlığın geleceği; buna nasıl bir
fiyat biçebilirim, bilemiyorum? İşte bugün
geldiğimiz nokta bu.
Çevresel destek sistemlerinin sürekli
bozulması ve çöküşü sonucunda şimdiye dek
hiçbir uygarlık ayakta kalamadı. Biz de kalamayız. Şu an çevre açısından sürdürülebilir
olmayan bir ekonomi yolundayız ve sorun
gerekli yön değişikliklerini zamanında yapıp
yapamayacağımızla ilgili. Bizim yaptığımız, A
Planı yerine B Planı’nı koymak. Bir ‘B Planı’
ya da ona çok benzer bir şey benimsemezsek,
uygarlığımızın ayakta kalması neredeyse
imkânsız.
Plan B 3.0’ı hayata geçirmek için ne tür
kurumsal değişiklikler gerekiyor?
Bugün bulunduğumuz yerden 2020’nin
yeni enerji ekonomisine, vergi sistemini yeniden yapılandırarak ulaşabiliriz. Piyasa birçok
şeyi iyi yapıyor, ancak yapmadığı şeylerden
biri, fosil yakıtların kullanımından doğan
dolaylı maliyetleri hesaba dahil etmemesi.
Örneğin benzin aldığımızda, petrolün çıkarılmasının, rafineriye götürülmesinin ve benzin istasyonuna taşınmasının maliyetini ödüyoruz. Ama iklim değişiminin, asit yağmurlarının yarattığı hasarın, solunum hastalıklarının ve bu hastalıkların tedavi maliyetlerini
ödemiyoruz.
Stern Raporu’na göre iklim değişimi,
piyasanın topyekün bir başarısızlığıdır.
Sosyalizm, piyasanın, ekonomik gerçeği söylemesini engellediği için çöktü. Kapitalizm
ise, piyasanın ekolojik gerçeği söylemesini
engellediği takdirde çökebilir.
Yapmamız gereken, piyasanın gerçeği
söylemesini sağlamak ve bütün maliyetleri
hesaba katmaktır. Bunu yapmanın yolu;
iklim değişimi, hava kirliliği, asit yağmurunun verdiği zararların maliyetlerini tahmin
etmek ve bu maliyetleri, vergi sistemini yeniden yapılandırarak benzin ve kömürle üretilen elektriğin fiyatına dahil etmekten geçiyor.
Vergi gelirinin miktarını artırmamıza gerek
yok; bu düzenleme, iş olanakları yaratmayı ve
karbondan daha fazla vergi almamızı kolaylaştıracak, böylece fosil yakıtlardan yenilenebilir enerji kaynaklarına ve verimliliğe yatırıma geçiş de hızlanacaktır.
Çok uluslu şirketler, piyasanın verdiği
sinyallere göre hareket eder. Kararlarını alırken fiyatları hesaba katarlar. Ekonomi alanındaki karar alıcılar olarak onlar, tüketiciler
olarak da bizler için sorun, piyasanın fiyatlar
konusunda yanıltıcı bilgiler vermesidir. İşte
bu yüzden, piyasanın doğruyu söylemesi için
vergi sisteminin yeniden yapılandırılması
gerektiği üstünde bu kadar ısrarla duruyorum. İklim değişimin maliyetlerini fosil
yakıtların fiyatına dahil etmeye başlarsak çok
uluslu şirketler de davranışlarını değiştirir.
Eğer piyasanın doğru fiyat sinyalleri vermesini sağlarsak, davranışlarda köklü değişiklikler
meydana geldiğini görebiliriz.
Karbondan vergi almak önemli, ancak
bu kaynağın doğru amaçla, yani sera
gazlarının azaltılması için kullanılması
da önemli. Mevcut siyasî düzenlerde
bunun sağlanabileceğini düşünüyor
musunuz?
Burada iki nokta var: ilki, kaynak sağlamak için vergi koymak, ikincisi elde edilen
vergi gelirini nasıl kullanacağımız? Bana
göre ABD’de, demokratik bir başkan göreve
gelinceye dek bu sağlanamayacak; umuyorum çok yakında bu başkana kavuşacağız.
Kongre son iki yıldır, petrol sübvansiyonlarini azaltıp, bunu yenilenebilir enerjiye kaydırmaya çalışıyor. Dolayısıyla mâli bilançoda bir değişiklik olmuyor, ama
Cumhuriyetçiler, petrol sübvansiyonunun
azaltılmasına karşı çıktı.
Temel soru, ülke kaynaklarını nasıl kullanacağımızdır. Vergi sisteminin yeniden
yapılandırılmasının öteki cephesi, sübvansiyonların yeniden yapılandırılmasıdır; sübvansiyonların yeniden yapılandırılması da,
vergilerinki gibi, tamı tamına aynı amaca
hizmet etmelidir. Bu da ekonomiyi sürdürülebilir bir yöne çevirmek içindir.
Dolayısıyla, petrol ya da kömür sübvansiyonlarını azaltır, rüzgâr enerjisi sübvansiyonlarını artırırsınız.
“Gezegeni siz ve ben değiştireceğiz,”
diyorsunuz. Paradigma değişiminde
öncülüğü kimler yapacak? Yoksul
halklar, zengin ülkeler, entelektüeller,
iş adamları ya da devlet adamları mı?
Bunu söylemek zor. Yani, bazı durumlarda, Amerika’daki kömürle işleyen yeni elektrik
santrallere karşı çıkan ve gün geçtikçe büyüyen
siyasî hareketi, bir anlamda bireyler ortaya
koyuyor, tanımlaması zor. Bu insanların bir
bölümü çevreci, ama birçoğu da kirlilikten
endişe duyan topluluklar. Bugün sadece alışıldık tanımıyla çevreciler değil, birçok insan
iklim değişiminden endişe duyuyor. Bu yüzden değişimin bir çok yerden yeşerebileceğini
düşünüyorum ve bence önderlik hiç umulmadık yerlerden ve hiç umulmadık şekillerde
gelebilir. Örneğin ABD’nin, kömür santrallerine muhalefet konusunda öncülük ediyor
olması gerçekten çok heyecan verici bir gelişme. Bu, uluslararası toplantılarda yaşanan,
‘hangi ülke ne yapacak’ pazarlıklarından çok
farklı bir durum. Bu tür toplantılar neredeyse
bir yanılsama, çünkü hiçbir ülke temsilcisi ‘çok
fazla ödün verdi’ izlenimi vermek istemiyor;
bu da kazanımları sınırlıyor. Başarıya ulaşacaksak bu, ülkelerin gerçek anlamda tek tek öne
çıkmaya başlaması ve kendi başlarına bir şeyler
yapmasıyla gerçekleşecek. Bunun gerçekleşmekte olduğuna dair belirtiler var.
Enerji bakanları dünyanın en önemli işini
yapıyor, çünkü ne kadar iklim değişimi yaşayacağımızı onlar belirleyecek. Bundan daha
önemli bir sorumluluk düşünemiyorum. Bu,
geleceği biçimlendirecek, ama gerçekleşmesi
bize bağlı.
Çok kısa bir süre öncesine kadar, yiyecek
kıtlıkları, tarım bakanlarının halledilebileceği
bir sorundu. Bugünkü gerçek şu ki, tarım
bakanları tek başlarına gıda güvenliğini sağlayamaz. Dünyadaki enerji bakanlıklarında alınan kararlar, uzun vadedeki gıda güvenliği
üstünde, tarım bakanlıklarında alınan kararlar
ve yapılan uygulamalardan çok daha etkili olabilir. Sağlık ve aile planlamadan sorumlu
bakanlıkların başarı ya da başarısızlığı, gelecekteki gıda güvenliği üstünde, dünya çiftçilerinin
yapabileceklerinden çok daha etkili olabilir.
Bugün, geçmişte bildiğimiz dünyadan çok
farklı bir dünya var karşımızda. Bu da çok
büyük bir seferberlik gerektiriyor, yalnızca
çiftçiler değil, yalnızca tarım bakanları değil,
en genel anlamıyla insanlığın tamamınına ihtiyacımız var.
Birçok sebepten dolayı, sanayi ülkelerinin
iklim değişiminde çok büyük bir payı olduğunu düşünüyorum. Bunlardan biri, bugün
atmosferdeki CO2’nin büyük bölümünün son
iki yüz yıldır sanayileşmiş ülkelerin salımlarından kaynaklanması. İkincisi, sanayileşmiş ülkelerin alternatif üretme konusunda kalkınmakta olan ülkelerden daha fazla kaynağa, daha
fazla bilime ve mühendislik bilgisine sahip
olması. Sanayileşmiş ülkelerin, büyük oranda
fosil yakıtlara dayanmayan alternatif bir ekonomik model yaratma sorumluluğu taşıdığı
kanısındayım.
Sırası gelmişken, günümüzde medya da
son derece büyük bir sorumluluk taşıyor.
Çünkü toplum içinde, toplumsal farkındalığı
artırma ve etkili politikaları destekleme
yönünde sorunların yeterince kısa sürede kavranmasını sağlayacak medyadan başka bir
kurum yok.
Önemli insanlar, yaptıklarımızla --ve yapmadıklarımızla-- dünyanın kaderini belirleyen
altı milyar insan. Siz, ben ve dünyanın dört bir
yanındaki birkaç milyar insan bu sürece dahil
olmak zorundayız; çünkü gelecekten bir beklentimiz var. Çoğumuzun çocukları, birçoğumuzun torunları var, bugün karar verdiğimiz
onların dünyası ve onların geleceği.
Bugün Plan B 3.0’ı gerektiği gibi
hayata geçirmeye başlarsak 2040 yılında insan yaşamı nasıl olacak?
Sanayileşme başladığından beri ilk kez,
büyük oranda kirlilikten arınmış büyük
şehirlerde yaşıyor olacağız. Yaşadığımız şehirler sessiz olacak çünkü şarjlı hibrid otomobiller fazla gürültü yapmıyor. Bugün içinde
yaşadığımızdan çok daha güzel bir dünya olacak ve işin heyecan verici tarafı da işte bu.
Türkiye’ye özgü bir gözleminiz var mı?
Bir sürü ülke, modası geçmiş, verimsiz
elektrik ampullerini artık kullanmıyor. Bu,
Türkiye için bir hedef olabilir. Bir tarih belirleyip, harekete geçin. Kömürle çalışan yeni
santrallerin yasaklanması da bir diğer konu.
Bunlar gibi pek çok konu var; dünya standardlarında bir geri dönüşüm sistemi örneğin. Ancak bütün bunlar bize bağlı, bunu
başarmak zorundayız.
Q
M
Baştarafı sayfa 5’te
21 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | yeşil UFUKLAR
R E C B Ü LT E N İ | özel programlar
Çevre dostu
şirketlere AB'den
yeni ödüller
A
Kerem Okumuş
vrupa Komisyonu tarafından, ilki
1987 yılında “Çevre için Avrupa
Sanayi Sektörü Ödülleri” adı altında gerçekleştirilen “Avrupa Birliği
(AB) Çevre Ödülleri”, sürecin içinde 2006 yılından bu yana yer alan Türkiye’de
20 Mayıs 2008; Avrupa’da ise 5 Haziran 2008
tarihlerinde düzenlenen ödül törenleri ile
sahiplerini buldu.
Geride kalan 20 yıllık dönemde, hem
küresel düzeyde hem de Avrupa’da çevre koruma anlayışında çok önemli değişiklikler oldu.
Özellikle “yasa çıkar – denetle”, “kirleten öder”
ve “boru sonu” (end of pipe) gibi konvansiyonel çevre koruma yöntemleri yerine; “kaynakta kirlilik önleme”, “temiz üretim” ve “tedbirli
olma/ ihtiyat” gibi yeni prensipler, son yıllarda
çevre koruma anlayışının temelini oluşturmaya başladı. Bugün, çevresel önlemlerin diğer
politika alanları ile bütünleştirilmesini, piyasa
ile daha yakından ilişki kurulmasını, bireylere
önem verilerek davranış değişikliğini destekleyen, temelinde sürdürülebilir kalkınma anlayışını teşvik eden yeni bir sürecin içerisinde yer
alıyoruz.
Çevre koruma alanında değişen bu yaklaşım değişikliği, Avrupa düzeyinde 1987 yılından bu yana gerçekleştirilen “AB Çevre Ödülleri”nin değerlendirme ölçütlerinin de yaşanan
değişiklikler ışığında yeniden gözden geçirilmesini ve sürekli güncellenmesini gerektiriyor.
Bugün, Türkiye dâhil 28 ülkede düzenlenen
ödüllerin dağıtımında, 20 yıl önce sadece çevresel performans göstergeleri dikkate alınırken, bugün sürdürülebilirlik ilkeleri çerçevesinde, ödüle aday olan şirketlerin çevresel, sosyal ve ekonomik performansları bütüncül bir
yaklaşımla değerlendiriliyor.
Ödül sürecinde şirketler artık, sürdürüle-
yeşil UFUKLAR | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 22
bilir kalkınma çerçevesinde gerçekleştirdikleri
uygulamaları içselleştirmiş olduklarını ve tüm
iş süreçlerine sürdürülebilir bir şekilde yansıttıklarını kanıtlamak zorunda. Şirketlerin, bu
çerçevede, çevresel iyileştirme çalışmalarının
ve uygulamalarının sürdürülebilirlik açısından
şirket bilânçosuna olumlu yansımalarını göstermesi gerekiyor. Ayrıca, çalışanların sosyal
hakları, tedarik zinciri içerisinde benzer çevresel yaklaşımların uygulanmasını desteklemek
ve çalışma önceliği haline getirmek, sosyal
sorumluluk çalışmaları ve yerel halkın görüşlerinin alınmasına kadar birçok faktör AB
Çevre Ödülleri’nin değerlendirme ölçütleri
içerisinde yer alıyor.
Diğer yandan, AB’nin çevresel kamu
politikaları, ilgili çevre mevzuatları ve uygulamaları artık şirketlerin çevreyi tüm iş süreçlerine dâhil etmelerini gerektiriyor. Piyasanın
çevre için çalışmasını teşvik eden bir süreçte,
enerji ve karbon vergileri gibi uygulanan
çeşitli ekonomik araçlar, şirketlerin çevresel
etkilerini muhasebe sisteminde faaliyete bağlı
ana gider kalemlerden biri olarak görmelerini, dolayısıyla çevreyi temel iş süreçlerinin bir
parçası olarak tanımlamalarını sağlıyor. Bu
nedenle, şirketleri çevre için daha yenilikçi
bir anlayışa, yeni çevre teknolojilerini ve tekniklerini kullanmalarına ve çevre koruma için
buluşçuluğa dayalı bir çalışma sürecine yönlendiriyor.
AB Çevre Ödülleri, işte bütün bu unsurların ışığında, sürdürülebilir bir çevre yöntemi
uygulayan şirketlerin sürdürülebilirlik ilkeleri
doğrultusunda gerçekleştirdikleri en yenilikçi
uygulamaları (teknoloji, teknik, ürün, yönetim modeli, vb.) ödüllendirmeyi amaçlıyor.
Bu doğrultuda, Türkiye’den ulusal ödülleri kazanan şirketlerin de Avrupa ödüllerine
katılımıyla 5 Haziran 2008 tarihinde Brük-
AVRUPA KOMİSYONU ARŞİVİ
Türkiye dâhil 28 ülkede uygulanan AB Çevre Ödülleri
programı, sürdürülebilirlik ilkelerini esas alıyor
AB Çevre Ödülleri, Avrupa Programı,
2007–2008 Dönemi Dereceye Giren Şirketler
Ödül kategorileri
Yönetim Kategorisi
Co-operative
Group Ltd.
(İngiltere)
Ödül gerekçesi
Jüri, iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak için şirket içindeki tüm iş süreçlerini yeniden tasarlayan
ve bu konuda sosyal sorumluluk çalışmaları ile
öne çıkan Co-operative Group’u yönetim kategorisinde ödüle layık gördü. Jüri, ayrıca yönetim kurulu seviyesinde çevresel ve sosyal taahhütlerin en
güçlü şekilde tanımlanmış olmasını ve sürdürülebilirlik hedefi doğrultusunda yeni bir iş anlayışı geliştiren bu şirketin ödüllendirilmesi gereğini belirtti.
Bunun yanında, çalışanların performans değerlendirmesinde kişisel çevresel hedeflerin belirlenmiş
olmasının fark yaratacak önemli bir yaklaşım olduğunu ve şirketin rüzgâr santrali ile birlikte yeşil
enerji satın almasını önemli başarı ölçütleri olarak
değerlendiri.
Jüri, şirketin fotovoltaik güneş pillerini lamine edilÜrün Kategorisi
Ertex Solar GmbH. miş camlar ile bütünleştirmesini ödüle değer
gördü. Ürünün muhtemel kırılmalara karşı yüksek
(Avusturya)
güvenlik özellikleri, ısı yalıtımı, gün ışığından daha
çok faydalanarak enerji tasarrufu sağlamasını ve
ürünün ticarî olarak birçok binada uygulanabilir
olması, yenilenebilir enerji teknolojilerinin kullanım
alanının yaygınlaştırılması açısından çok önemli
ve yenilikçi bir çalışma olarak görüldü.
Süreç Kategorisi
Choren GmbH.
(Almanya)
Uluslararası
İşbirliği Kategorisi
KIT (Royal Tropical
Institute) Holding
(Hollanda)
Jüri, çevre koruma için şirketin etkin bir biyo-yakıt
üretimi geliştirmiş olmasını ödüle lâyık gördü. Katı
biyo-kütle atıklarından geliştirilen yeni yakıtta,
kükürt ve CO2 olmaması, ödül için en önemli başarı ölçütü olarak değerlendirildi. İkinci kuşak biyoyakıt olarak nitelenen bu üründe, gıda amacıyla
kullanılabilecek hiç bir bitki türünün bulunmaması
ürünün bir diğer özelliği.
Jüri, AB üyesi bir ülke (Hollanda) şirketi ile gelişmekte olan diğer bir ülke (Mali) şirketinin sürdürülebilir enerji kullanımı için yapmış olduğu işbirliğini
ödül için yeterli gördü. İki şirketin tarım arazileri
dışında gıda olarak kullanılmayan bitkilerden (jatropha nuts) ürettikleri biyo-dizel, Mali’de bugün
önemli bir enerji kaynağı olarak kullanılıyor. Ürün,
Mali’de halka gelir kaynağı sağlayarak sürdürülebilir bir yerel ekonomik kalkınmayı desteklerken,
Mali’nin ihraç ettiği ürünlerden biri haline geliyor.
AB Çevre Ödülleri, Türkiye Programı,
2007–2008 Dönemi Dereceye Giren Şirketler
Ödül kategorileri
Yönetim Kategorisi
1. Çelik Enerji (İÇDAŞ) A. Ş.
2. Ford Otomotiv A. Ş.
3. Aygaz A. Ş.
Ürün Kategorisi
1. Ford Otomotiv A. Ş.
2. Çanakkale Seramik A. Ş.
3. verilmedi.
Süreç Kategorisi
1. Metro Asset Management -
2. ASAŞ Ambalaj A. Ş.
3. verilmedi.
Ödül gerekçesi
Yer altı suyu kullanımını %99 oranında azaltan kullanma suyu tesisi inşası; enerji
verimliliği için soğutmada kullanılan deniz suyunun tekrar denize deşarj edildiği
noktalara 3 MW ve 6 MW gücünde iki hidroelektrik santral inşasına başlaması.
Üretilen araç başına su ve enerji kullanımında önemli ölçüde tasarruf sağlaması; su
bazlı boya kullanımı ve solvent yakma sistemi sayesinde uçucu organik bileşik
emisyonları 35 gr/m2'ye düşürmesi (limit Avrupa ve Türkiye'de 90 gr/m2); iki yılda bir
çevre raporu yayımlayarak paydaşlarını bilgilendirmesi.
Sürdürülebilir kalkınma raporu yayımlayan ilk Türk şirketlerinden birisi olması; işçi
sağlığı, iş güvenliği ve risklerin tüm iş süreçlerinde değerlendirilmesi; tüm süreçlerin
risk yönetiminin bir parçası olarak değerlendirilmesi.
Öncelikle ticarî araç segmentinde kullanıma sunmak üzere, şehir içinde 60 km/h hız
seviyesinde elektrik motoru ile çalışacak ve sıfır emisyon yayacak, yakıt tasarrufu
sağlayan hibrid araç geliştirmesi.
Enerji tüketimini düşürmek, binaların ısıtılmasında açığa çıkan zararlı gazların
atmosferde oluşturduğu etkileri azaltmak ve ekosisteme zarar verecek atıkların geri
kazanımı için alternatif çözüm üretmesi. Seramik atıklarından inşaat sektörü, gemi
yapım, savunma sanayiinde kullanılabilecek alternatif malzeme üretmesi.
Küresel ısınmaya karşı çok önemli bir proje olarak değerlendirilen, hiçbir şekilde fosil
yakıt kullanılmayan ve kirletici gaz emisyonu sıfır olan 'Toprak Kaynaklı Isı Pompası
Sistemi'nin bir alışveriş merkezinde uygulanarak merkezin tüm ısıtma ve soğutma
ihtiyacının karşılanması.
Baskı mürekkebi, laminasyon tutkalı ve lak gibi girdilerin içinde bulunan solventler
için geri kazanım tesisi kurarak, solvent üretimi için gerekli petrol bazlı hammadde
kullanımının azaltılması; petrolden solvent üretme ve saflaştırma sırasındaki enerji
tüketiminin minimize edilmesi; baca gazlarından kaynaklanan hava kirliliğinin
azaltılması.
SICAK BULUŞMA: Son 20 yıl içinde ödüllendirme ilkeleri
de çevre kavramına paralel olarak değişen AB Çevre
Ödülleri'nin 2008 töreni, Avrupa Komisyonu’nun çevreden
sorumlu üyesi Stavros Dimas’ın yönetiminde,
Brüksel'deki Solvay Kütüphanesi'nin sıcak ortamında
gerçekleşti.
sel’de düzenlenen AB Çevre Ödülleri’nde
dört ayrı kategoride ödüller sahiplerini
buldu.
Avrupa Komisyonu’nun çevreden
sorumlu üyesi Stavros Dimas’ın yönetiminde
düzenlenen törende ödülleri; yönetim kategorisinde İngiltere’den Co-operative Grooup Ltd., ürün kategorisinde Avusturya’dan
Ertex Solar GmbH., süreç kategorisinde
Almanya’dan Choren GmbH., ve uluslararası işbirliği kategorisinde ise, Mali’de BioCarburant SA şirketiyle ortak çalışma yürüten
Hollanda’dan KIT (Royal Tropical Institute)
Holding aldı.
REC Türkiye’nin de yer aldığı AB Çevre
Ödülleri yürütme kurulu çalışmalarında gelecek dönem ödüllerin isminin “AB Sürdürülebilirlik Ödülü” ya da “AB Sürdürülebilir Kalkınma” ödülü gibi çeşitli isimler altında yeniden tanımlanması konusunda bazı görüşler
bulunuyor. Çevre ödüllerinin geliştirildiği ve
uygulandığı ilk dönemlerde şirketlerin sadece
çevresel performansların ölçümlendiği günlerden artık şirketlerin başarısının çevresel, sosyal
ve ekonomik ölçütler ile bütüncül bir şekilde
değerlendirildiği günümüzde ödüllerin bu
çerçevede yeniden tanımlanması ihtiyacı ortaya çıkıyor.
Avrupa Komisyonu tarafından iki yılda
bir düzenlenen ve AB üyesi tüm ülkeler ile
Türkiye’den şirketlerin katılımına açık olan
ödüllere başvurmak için öncelikle ulusal
düzeyde gerçekleştirilen ödül programlarında
dereceye girmek gerekiyor. Türkiye’de Bölgesel Çevre Merkezi REC Türkiye’nin ulusal
sekretarya olarak yürüttüğü ulusal ödüller
için yeni dönem başvuruları Ocak 2009 tarihinde açılacak.
Q
AVRUPA KOMİSYONU ARŞİVİ
AVRUPA KOMİSYONU ARŞİVİ
özel programlar | R E C B Ü LT E N İ
Kerem Okumuş, REC Türkiye Direktör Yardımcısı
23 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | yeşil UFUKLAR
Sürdürülebilir Kalkınma için Ortaklıklar başlıklı seminer dizisi,
Karadeniz’de sürdürülebilirlik yolunda önemli bir adım oldu.
Ortak eylem vakti
K
Yeşim Çağlayan
aradeniz’e kıyısı olan ülkelerde yaşanan hızlı ekonomik kalkınma bölgeye pek çok fırsat sunmanın yanı sıra
beraberinde zorluklar da getiriyor.
Bir iç deniz niteliğindeki Karadeniz,
kıyısında bulunan ülkelerin kalkınmasından
doğrudan etkilenen ve sürdürülebilirliği de bu
ülkelerin çevre ve kıyı yönetimi politikalarına
doğrudan bağlı olan bir deniz. Hem bölge
ülkeleri hem de Karadeniz’in kendisi için sürdürülebilir kalkınma politikalarının uygulanması büyük önem taşıyor. Dünyada, sürdürülebilir kalkınmayı kendi sınırları içerisinde en
etkin şekilde uygulayan siyasî yapıların başında
gelen Avrupa Birliği (AB), 2007 yılı genişleme
sürecinde Romanya ve Bulgaristan’ı bünyesine
katarak, en yeni Karadenizli oldu. Karadeniz’le ilgili her türlü süreçte özne konumundaki Türkiye ise, tarihî kökleri ve AB uyum süreciyle bu yeni Karadeniz kurgusunda da artan
bir öneme sahip.
İşte bu gerçekler ve gerekçeler göz önünde
bulundurularak hazırlanan ‘Sürdürülebilir
Kalkınma için Ortaklıklar’ başlıklı seminer
dizisinin ilk ayağı 15-24 Haziran 2008 arasında Bilgi Üniversitesi Santral İstanbul kampüsünde, ikinci ayağı ise 28 Eylül–7 Ekim 2008
arasında Venedik Uluslararası Üniversitesi
Kampüsünde gerçekleştirildi. Bulgaristan,
Gürcistan, Moldovya, Romanya, Rusya,
Ukrayna ve Türkiye’den 30’dan fazla katılımcının buluştuğu seminer Bölgesel Çevre Merkezi’nin (REC) koordinasyonunda, Bilgi Üniversitesi, Venedik Uluslararası Üniversitesi ve
Agroinnova`nın işbirliğiyle düzenlendi. Seminer katılımcılarından Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Enerji Kaynakları ve İstatistik
yeşil UFUKLAR | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 24
Daire Başkanı Handan Zeynep Dönmez’in,
“hem Karadeniz ülkelerinin birbirleriyle olan
işiklilerini geliştirme açısından, hem sürdürülebilir kalkınmanın Karadeniz bölgesi itibarıyla geliştirilmesi anlamında, hem de yeni enerji
kaynaklarına diğer ülkelerin de bakışını görme
anlamında uygun bir program olarak,” değerlendirdiği seminer; İtalya Çevre, Arazi ve
Deniz Bakanlığı’nın ana sponsorluğu, ve
AT&T, İstanbul Çevre Koruma ve Atık Maddeleri Değerlendirme A. Ş. (İSTAÇ) ve Dış
Ekonomik İlişkiler Konseyi’nin (DEİK) desteği ile hayata geçirildi.
Her iki ayağında da, ilk gününden son
gününe katılımcılara yoğun bir program
sunan seminerin içeriği sürdürülebilir kalkınmanın hedeflerine ulaşmak için kamu ve özel
sektör ortaklığının önemini ortaya koymak
üzere çok yönlü olarak şekillendirildi. Katılımıcılardan, Ukrayna Kyiv-Mohyla Akademi
Üniversitesi Doğa Bilimleri Fakületisi Dekanı
Prof. Iryna Vyshenska, bir akdemisyen olarak
programın çok iyi hazırlandığı düşüncesinde.
Vyshenska, “seminerde herşey vardı: iyi hazırlanmış bir ders programı, pek çok saha ziyareti ve grup çalışmaları. Eğitmenler de kendi
alanlarında çok deneyimli kişilerdi,” diyor.
İstanbul, denizlerin, kıtaların, kültürlerin
buluşma noktası olması nedeniyle, böyle bir
buluşma için de ideal bir kent olarak öne çıktı.
Akdeniz’in en özgün su kentlerinden biri olan
Venedik ise, Akdeniz havzasında sürdürülebilirlik adına elde edilen deneyim ve derslerin,
Karadeniz ülkeleri ile paylaşılmasında son
derece önemli bir işlev üstleniyor.
Seminer programları hazırlanırken teorik
ve pratik bilgi arasındaki denge korunarak sür-
dürülebilir kalkınma politika ve araçları ile ilgili bilginin aktarılmasına özen gösterildi. Seminerde ayrıca, AB üye ülkelerinden iyi uygulamalara ve örnek çalışmalara da yer verildi.
İstanbul ve Venedik ayaklarında 3’er adet
olmak üzere seminerde toplam altı modül
bulunuyordu.
Seminerin her iki ayağında da birer modül
İklim Değişikliği ve Sürdürülebilir Doğal Kaynak Yönetimi’ne ayrılırken; İstanbul’daki bir
modülde AB Sürdürülebilir Kalkınma Yaklaşımları ve Venedik’teki bir modülde Sürdürülebilir Kalkınmanın Ekonomik ve Politik Araçları işlendi.
Gerek İstanbul’da gerek Venedik’teki dersler, uzmanlıkları uluslararası ölçekte bilinen ve
saygı gören akademisyenler, kamu ve özel sektör temsilcileri tarafından verildi. İstanbul
2010 Kültür Başkenti Yürütme Kurulu Başkanı Nuri Çolakoğlu, Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Soli Özel, Boğaziçi
Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden Prof.
Fikret Adaman, Avrupa Komisyonu Uyum
Politikaları ve Çevresel Etki Analizi birimi
başkanı Georges Kremlis, George Washington Üniversitesi’nden çevre hukukçusu Prof.
Lee Paddock, Macaristan Başbakanı Çevre
Politikaları danışmanı ve REC uzmanı Prof.
Janos Zlinszky, seminer boyunca ders veren ve
konuşma yapan 50’nin üstünde uzmadan
sadece bir kaçı.
Karadeniz, katılımcıların tümü için önemli bir kaynak ve bu kaynağın korunması da
hepsi için bir öncelik durumunda. Seminer bu
açıdan da, ülkeler ve kurumlar arasında ortaklıkların oluşması ve yeni projelerin tohumlarının atılması için eşsiz bir fırsat sundu. Gürcistan Çevre Koruma ve Doğal Kaynaklar
Bakanlığı, Sürdürülebilir Kalkınma Birimi
Başkanı Revaz Enukidze, “seminerin en faydalı yönü yeni insanlarla tanışıp bir iletişim ağı
oluşturulması oldu,” diyor ve ekliyor, “bu alanda çalışan kişilerle doğrudan, yüz yüze konuşmak her zaman daha iyi.”
Seminerin kayda değer başka bir çıktısı
da özellikle Türkiye’de konu ile ilgili özel sektörün ilgisinin artırılması oldu. Karadeniz’e
en uzun kıyısı olan ve Karadeniz’deki olumsuzluklardan en çok etkilenen ülke konumunda olması, Karadeniz’in sürdürülebilirliğini sağlama sürecinde Türkiye’nin öncü bir
rol üstlenmesini gerektiriyor. Seminer, özel
sektör ile yakından çalışarak Türkiye’nin bu
süreçteki önderliğini ve etkinliğini de sağlamayı amaçladı. Seminer’in son gününde gerçekleşen panel, seminerin başlıca hedeflerinden biri olan özel sektörün katılımını sağlamak adına da önemli bir adım niteliğindeydi.
Panele Zorlu Enerji, Türkiye İş Bankası, Türkiye Sınaî Kalkınma Bankası gibi Türkiye’de
özel sektörün öncüleri yer aldı ve Karadeniz’in sürüdürlebilirliğini konuştu.
REC, semineri her yıl tekrarlayarak, bu
etkiyi daha da güçlendirmeyi ve kalıcı kılmayı
hedefliyor. Seminerin İnternet sitesi sayesinde
katılımcılar tüm seminer programına kolaylıkla erişebiliyor. Ayrıca seminer sonrası kurulan
iletişim ağı da yakın gelecekte sitede etkin hale
gelecek. Daha fazla bilgi için, <www.sustainabilityseminars.info>
Q
REC TÜRKİYE ARŞİVİ
R E C B Ü LT E N İ | türkiye
REC TÜRKİYE ARŞİVİ
türkiye | R E C B Ü LT E N İ
KAPASİTE GELİŞTİRME
Sivil toplum AB yolunda
I 10 Eylül’de gerçekleşen, “Rio Sözleşmeleri’nin
Uygulanması; AB Uyum Süreci Işığında, Sinerji
için Fırsatlar” başlıklı seminerde Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (UNCBD), Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi (UNCCD) ve İklim Değişikliği
Çerçeve Sözleşmesi’ne (UNFCCC) yönelik
sinerji ve etkilişimin artırılması amaçlandı.
Seminerin hedef kitlesi, ulusal çevre STK’ları ile
özel sektör temsilcileriydi. Katılımcılar, bu üç
sözleşmeyi esas alarak AB katılım sürecinde sürdürülebilir kalkınma stratejileri ve yaklaşımlarını tartıştı.
Proje kapsamındaki ‘Kamu–STK Diyalog
Toplantısı: Çölleşme ile Mücadelede Ortaklıklar, AB Deneyimi ve CRIC7 için Fırsatlar’ başlıklı toplantı ise 11 Eylül’de düzenlendi. 3-14
Kasım 2008’de Çevre ve Orman Bakanlığı’nın
ev sahipliğinde, geniş bir uluslararası katılımla
İstanbul’da yapılacak BM Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi 7. Gözden Geçirme Komitesi
(CRIC) ile Bilim Teknoloji Komitesi’nin
(CST) toplantılarına hazırlık niteliğindeki bu
toplantıya, çölleşmeye karşı Türkiye genelinde
çalışan STK temsilcileri ile ilgili bakanlık görevlileri katıldı. Toplantıda, çölleşmeyle mücadele,
konunun sürdürülebilir kalkınmayla ilişkisi,
AB’nin konuya yaklaşımı, Çölleşmeyle Mücadele Ulusal Eylem Planı kapsamında gerçekleştirilen çalışmalar ele alındı. Grup çalışmalarında ise,
CRIC7 ve CST toplantılarına yönelik ülke
görüş ve önerilerinin neler olacağı tartışıldı.
17 Eylül’de İstanbul’da gerçekleşen son toplantı, ‘Avrupa Birliği Karar Alma Süreçlerine
Sivil Toplumun Katılımı’ başlığını taşıyordu.
Toplantıya Türkiye’de ulusal ölçekte çalışan
STK temsilcileri ile önde gelen özel sektör temsilcileri katıldı. Yuvarlak masa düzeninde
soru–cevap şeklinde yapılan toplantıya katılanlar; TUSİAD, Türkiye Avrupa Birliği Derneği,
İktisadi Kalkınma Vakfı, TRPlus gibi kuruluşların; AB üyelik sürecinde AB kurumlarıyla etkin
bir iletişimi nasıl sağlayıp sürdürdüğünü öğrenme olanağı buldu. Eğitimler hakkında ayrıntılı
bilgi ve sunumlar için, <www.rec.org.tr>
ÇEVRE EĞİTİMİ
Yeşil Kutu 60 ile ulaştı
REC TÜRKİYE ARŞİVİ
I Yeşil Kutu Projesi kapsamında, 2008 yılının ilk döneminde Yeşil Vagon ile Malatya, Elazığ, Muş
ve Van’da gerçekleştirilen ‘Formatör Öğretmen Eğitim Seminerleri’nin ardından, Eylül ayında 17 il
daha projeye dâhil edildi. Böylece, yeni başlayan öğretim yılında, geçen yıllardaki eğitimlerle birlikte toplam 60 ilde binlerce öğretmen tarafından çevre bilinci oluşturma ve artırma yolunda yüz
binlerce öğrenciye ulaşıldı.
Milli Eğitim Bakanlığı Erzurum Hizmet İçi Eğitim Enstitüsü’nde 1–4 Eylül 2008 tarihlerinde
gerçekleştirilen seminere; Erzurum, Bayburt, Hakkâri, Bitlis, Siirt, Batman, Gümüşhane, Kars ve
Şırnak’ta görev yapan öğretmenler katıldı. Çanakkale Öğretmenevi’nde 17 öğretmenin bilgi ve
deneyimlerini paylaştığı eğitim ise 8–11 Eylül 2008 arasında ise yapıldı. Bu eğitim seminerine;
Çanakkale, Bartın, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Kütahya, Uşak ve Bilecik’ten öğretmenler katıldı.
Bu iki eğitime katılan toplam 38 öğretmenin her biri, görev bölgelerinde 20’şer öğretmene Yeşil
Kutu Eğitim Seti’ni uygulama eğitimleri verecek. 2009 yılı için, yine dört ilde Yeşil Vagon ile gezici eğitimler ve geriye kalan 17 ilde de sabit eğitimlerin gerçekleştirilmesi, böylece yaygınlaştırma
çalışmalarının, Türkiye’nin 81 ilinin tümünde tamamlanması planlanıyor. Daha fazla bilgi için,
<www.yesilkutu.net>
HİBE PROGRAMI
Rapor hazırlama eğitimi
I İzleme ve değerlendirmesi REC Türkiye tarafından yürütülen
ve AB tarafından desteklenen “Katılım Öncesi Süreçte Sivil Toplumun Güçlendirilmesi: STK Hibe Programı/Bileşen A5: Çevrenin Korunması” programı kapsamında hazırlanan 17 proje, Aralık 2008 tarihinde tamamlanıyor. Proje sahiplerinin nihaî raporlarını hazırlamasını kolaylaştırmak amacıyla 14-15 Ağustos 2008
tarihlerinde bir eğitim programı düzenlendi. Merkezi Finans ve
İhale Birimi’nin ilgili bölümlerinden uzmanların sunumlar yaptığı eğitime, proje yöneticileri ile proje uzmanları katıldı. Teknik
rapor, malî rapor ve nihaî raporların hazırlanışı ile ilgili ayrıntıların anlatıldığı toplantının ikinci gününde katılımcılar, gruplara
ayrılarak hibe programını ve çalıştıkları konu hakkında ne tür
kazanımlar elde ettiklerini değerlendirdi ve diğer katılımcılarla
paylaştı.
25 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | yeşil UFUKLAR
PARLAK GÖRÜNTÜ: Bişkek yakınlarındaki harika
peyzaj üstüne güneş doğuyor. Kırgız başkenti geçen
Şubat ayında, EBRD’nin bölgesel olarak düzenlediği
topluma danışma toplantılarından birine ev
sahipliği yaptı.
FLICKR.COM
R E C B Ü LT E N İ | haber
KAPASİTE GELİŞTİRME
Yenilenen EBRD politikaları halka soruldu
I Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası
(EBRD) geçtiğimiz şubat’ta, STK’ları, müşterilerini, ortaklarını ve ilgilenen bireyleri ‘Çevresel ve Toplumsal Politikası’ ile ‘Toplumsal
Bilgilendirme Politikası’nı birlikte gözden
geçirmeye davet etti. EBRD, ilgilenen tüm
tarafların bu topluma danışma sürecine serbestçe katılımını sağlamak ve revizyondan en
verimli sonucu almak için, altı adet danışma
toplantısı düzenledi. REC Toplumsal Katılım
Programı; Belgrad, Bişkek, Budapeşte, Londra, Moskova ve Tiflis’te bölgesel topluma
danışma toplantıları gerçekleştiren bir konsorsiyuma öncülük etti.
Toplantılara; çoğu çevre, şeffaflık, insan
hakları, toplumsal cinsiyet ve toplumsal
sorunlarla ilgilenen STK’ları ve iş dünyasını
temsil eden yaklaşık 150 kişi katıldı.
EBRD’nin maddî desteğiyle 40 STK bu toplantıya katılabildi. Katılanlar arasında pek çok
bakanlık temsilcisi ile gazeteciler de vardı.
EBRD Çevre ve Sürdürülebilirlik
Kurumsal Müdürü Alistair Clark, “Müşterilerimiz, kendilerinden beklenenin daha net
olmasını ve kendi sorumlulukları ile
EBRD’nin sorumluluklarını ayırt etmek istiyor. Bu yüzden, yeni Çevresel ve Toplumsal
Politikamızı, bu sorumlulukların daha net
tanımlanmasını sağlayacak şekilde yapılandırarak en iyi uygulamayı hayata geçirmek istiyoruz,” dedi.
Tartışılan ikinci politika ise, üç yıllık olağan değerlendirmesi 2009’da yapılacak olan;
ancak çevre politikası ile eş zamanlı değerlendirilmek üzere EBRD’nin öne aldığı Toplumsal Bilgilendirme Politikası (PIP) idi. Bazı
değişikliklerin yanı sıra, yeni PIP taslağına
bankanın çevresel bilgiyi kamuya açıklamasıyla ilgili bir bölüm de eklendi. Danışma toplantılarının ardından, her iki politika da kabul
edilerek Mayıs’ta Kiev’de düzenlenen
EBRD’nin yıllık toplantısında açıklandı.
Clark, yönetişim politikaları konusunda
olabildiğince eksiksiz ve işlevsel bir danışma
süreci gerçekleşmesinin büyük önem taşıdığını belirtirken; EBRD’nin bunu hem içerde
hem de dışarda başardığını, kendisinin ve
mesai arkadaşlarının hem bankanın üst düzey
yöneticilerine ve yönetim kuruluna, hem de
ilgili departmanlara danıştığını söyledi.
Kurumsal müdür, EBRD’nin dışarda da, müşterilerine, diğer bankalara, Uluslararası Çalışma Örgütü ve Dünya Sağlık Örgütü gibi uluslararası kuruluşlara ve sivil topluma danıştığını sözlerine ekledi. Mart-Nisan döneminde
de Rusya’nın çeşitli yerlerinde yerel halkın
katıldığı ve özel politika ihtiyaçlarını konu
alan üç atölye düzenlendi.
Gözden geçirilmiş ‘Çevresel ve Toplumsal Politika’ ve ‘Toplumsal Bilgilendirme Politikası’ ile paydaş danışma raporları EBRD’nin
web sitesinde görülebilir:
<www.ebrd.org/about/policies/enviro/policy/
index.htm> ve <www.ebrd.org/about/policies/
pip/index.htm>.
SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA
Kazakistan, 5. Sürdürülebilirlik Kursu’na ev sahipliği yaptı
I ‘Sürdürülebilirlik Kursu: Kazakistan için Stratejiler, Yöntemler, Politikalar, Eylemler’ başlıklı konferans, Kazakistan’ın başkenti Astana’da 14 Nisan’da resmen başladı. Hafta boyunca süren eğitime Kazak hükümetinden 40 üst düzey yetkili katıldı. Kursun açılışı dolayısıyla, bir açılış oturumu ve basın toplantısı düzenlendi ve bir akşam yemeği verildi.
Açılış konuşmacıları arasında, BG Group Politika ve Kurumsal İşler Başkan Yardımcısı Charles Bland, İtalya’nın Kazakistan büyükelçisi Bruno Antonio Pasquino ve REC İcra Direktörü Marta Szigeti Bonifert bulunuyordu. İtalya Çevre, Arazi ve Deniz Bakanlığı
Genel Müdürü Corrado Clini adına konuşmayı İtalyan Tröst Fonu’ndan Stefania Romanio yaparken; Kazakistan Çevre Bakanı Nurlan
Iskakov adına konuşmayı da bir bakanlık yetkilisi yaptı. Oturumu, proje ortağı olan Orta Asya Bölgesel Çevre Merkezi’nden Talaybek
Makeev yönetti.
Kursta; Sürdürülebilirlik Kursu’nun, sürdürülebilir kalkınmaya sadece çevreyle ilgili yetkililerin değil, farklı aktörlerin katılımını sağlama yönündeki hedefini desteklercesine, dokuz farklı bakanlık ve kurumdan katılımcı bulunuyordu. Kursta, küresel eğilimlere genel bir
bakışın yanı sıra, karar verme gereçlerinden iyi yönetişim ilkelerine kadar pek çok konu ele alındı.
Beşincisi Kazakistan’da düzenlenen sürdürülebilirlik kursuna, BG Group ve IMELS malî destek sağladı. IMELS’in tek destekçi
olduğu önceki dört kurs, Orta ve Doğu Avrupa’daki resmi yetkililere yönelikti. Bundan sonraki ikinci-dördüncü modüller ise Venedik
Uluslararası Üniversitesi’nde (VIU) gerçekleşiyor.
yeşil UFUKLAR | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 26
haber | R E C B Ü LT E N İ
ELLEN BALTZAR
DEĞİŞİME YAPILAN YATIRIM: REC’ten
Dusan Sevic, Belgrat’ta PEIP temsilcilerine
hitap ediyor.
KAPASİTE OLUŞTURMA
PEIP, su ve atık yasalarını iyileştirmeye yardımcı oluyor
I Küresel ölçekteki çevresel bozulma konusun-
da duyulan endişe ve sorunla ilgili farkındalık
Güneydoğu Avrupa’da giderek artıyor. Ancak
asıl soru şu: Yapılan çevresel düzenlemeler
anlamlı bir çevresel değişime nasıl
dönüştürülebilir? Bölge, bu sorunun yanıtlarını
bulmak için Avrupa Komisyonu’ndan malî destek alan ve Öncelikli Çevre Yatırım Programı
(PEIP) isimli yeni bir programdan yararlanıyor.
PEIP en genel anlamda, AB standartlarına uyum için gereken kapasiteyi oluşturarak
çevre üstündeki baskıyı azaltmak için Arnavutluk, Bosna-Hersek, Hırvatistan, Karadağ,
BM yönetiminin tanımıyla Kosova 1244,
Eski Yugoslavya Cumhuriyeti Makedonya ve
Sırbistan’da gerçekleştirilebilir yatırım projelerini belirlemeyi amaçlıyor.
Gerçekçi çevresel yatırım altyapı projelerinin belirlenmesi, geliştirilmesi, uygulanması ve bunlara malî destek sağlanması; öncelikli stratejik yatırım projelerini saptayarak,
somut proje yaklaşımları geliştirerek, donör
kuruluşları ve nakit akışını belirleyerek ve
REC Türkiye, Orta ve Doğu Avrupa Bölgesindeki çevre sorunlarının
çözümüne yardımcı olmak amacıyla çalışan, siyasî görüşlerden ve
çıkar guruplarından bağımsız, kâr amacı gütmeyen, uluslararası bir
kuruluş olan Orta ve Doğu Avrupa için Bölgesel Çevre Merkezi’nin
(REC) Türkiye’deki temsilcisidir. REC bu hedefe ulaşabilmek için sivil
örgütler, resmi kurumlar, özel sektör ve diğer çevre paydaşları arasındaki işbirliğini teşvik etmekte, serbest bilgi paylaşımını ve çevre
yönetimine toplumsal katılımı desteklemektedir.
REC 1990 yılında ABD, Avrupa Komisyonu ve Macaristan tarafından
kurulmuştur. Bugünkü yasal zemini, 29 ülke hükümeti ve Avrupa
Komisyonu tarafından imzalanan bir sözleşmeye ve Macaristan
Hükümeti ile yapılan uluslararası bir anlaşmaya dayanmaktadır.
REC’in merkezi Macaristan’da Szentendre’dedir. Hizmet verdiği 17
ülkede; Arnavutluk, Bosna Hersek, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti,
Estonya, Hırvatistan, Karadağ, Letonya, Litvanya, Macaristan, Makedonya, Polonya, Romanya, Sırbistan, Slovakya, Slovenya ve Türkiye’de ülke ofisleri bulunmaktadır.
REC’in mevcut bağışçıları, hükümetlerarası ve özel pek çok kurumun
yanı sıra Avrupa Komisyonu ile ABD, Almanya, Avusturya, Çek Cumhuriyeti, Hırvatistan, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Macaristan,
Makedonya, İtalya, Japonya, Letonya, Litvanya, Hollanda, Norveç,
Polonya, Slovakya, Slovenya, İsveç, İsviçre, Türkiye ve Birleşik Krallık hükümetleridir.
paydaşlar arasında iletişimi sağlayarak gerçekleştiriliyor. REC, PEIP’in genel uygulama
organı olarak faaliyet gösteriyor. Sırbistan’daki uygulama ortağı ise, Sırbistan Çevre Koruma Bakanlığı (MoEP).
Bu yıl Sırbistan’ın PEIP temsilcileri, 8-9
Mayıs tarihlerinde Belgrad’ta gerçekleşen
“Sırbistan’daki Su ve Atık Sektörlerinde Çevresel Altyapı Projeleri Geliştirme” başlıklı
ulusal atölyeye katıldı.
Etkinlikte, proje hazırlama yatırımı ile
amme hizmetlerinin işletme verimliliğini ve
kalitesini artırmaktan, fiyatlandırma reformuna dek pek çok konuda 26 panel ve sunum
yapıldı. Yapılan her tartışma, Sırbistan’daki
çevresel altyapı projelerine malî kaynağı artırmayı amaçlıyordu. İki gün süren etkinlik,
proje sahipleriyle, Uluslararası Finans
Kurumlarını (UFK) ve donör kuruluşları,
merkezî ve yerel yetkilileri aynı masa etrafında toplayarak ortak çıkarların, ihtiyaç ve beklentilerin tartışılmasını sağlamak gibi önemli
bir işlevi de yerine getirdi.
ARNAVUTLUK
Rr. Ismail Qenali, No.27,
Third Floor, Tirana
Tel/Faks: (355-4) 223-2928
BOSNA HERSEK
Kalemova 34
71000 Sarajevo
Tel/Faks: (387-33) 263-050, 209130
E-posta: [email protected]
Banya Luka Saha Ofisi
Slavka Rodica 1
78000 Banja Luka, RS
Bosnia and Herzegovina
Tel/Faks: (387-51) 317-022
E-mail: [email protected]
BULGARİSTAN
Tzar Simeon 42, Ap. 2
1000 Sofia
Tel: (359-2) 983-4817
Faks: (359-2) 983-5217
E-posta: [email protected]
ÇEK CUMHURİYETİ
Senovazna 2,
11000 Prague
Tel/Faks: (420) 224-222-843
E-posta: [email protected]
ESTONYA
Ravala str 8 10143 Tallinn
Tel/Faks: (372) 646-1423
E-posta: [email protected]
HIRVATİSTAN
Djordjiceva 8a Br.
10000 Zagreb
Tel: (385-1) 481-0774
Tel/Faks: (385-1) 481-0844
E-posta: [email protected]
KARADAĞ
Ivana Crnojevica 16/2
81000 Podgorica
Tel: (382) 020-210-235
Faks: (382) 020-210-236
Kosova Saha Ofisi
Kodra e Diellit Rruga 3
Lamela 26, PO Box 160
10000 Pristina
Tel/Faks: (381-38) 552-123
E-posta: [email protected]
LETONYA
Peldu 26/28, 3 LV-1050 Riga
Tel/Faks: (371-7) 228-055
E-posta: [email protected]
LİTVANYA
Svitrigailos g. 7/16
03110 Vilnius
Atölyeye katılanların vardığı önemli
sonuçlar şunlardı: Çevresel altyapı projelerine sağlanacak malî desteğin stratejik ve yasal
çerçevesi güçlendirilmeli. Bazı strateji, plan
ve yasalar hâlen mevcut olmasına rağmen,
daha başkaları tasarlanmalı, güncellenmeli
ve/ veya yürürlüğe girmeli. Merkezî ve yerel
yetkililer ile amme şirketleri, yatırım projeleri
belgelerinin hazırlanması konusunda kapasite oluşturma programlarına ve daha fazla desteğe ihtiyaç duyuyor. Stratejik, yasal ve
kurumsal kapasite boşluğunu doldurmak,
malî açığın kapanmasını da sağlayacak.
Donörler, UFK’lar ve bilhassa özel bankalar,
karşılığını aldıklarına inandıklarında fon
aktarımlarını artıracak. Son olarak finansörler, önerilen projelerden hangilerinin yatırıma en uygun olduğunun yanı sıra, ‘ulusal
öncelik’ taşıyan projelerin hangileri olduğunu net olarak bilmek istiyor.
Balkanlar’da çevre konusunda daha fazla
bilgi için <rerep.rec.org> adresindeki REReP
Record’a bakınız.
Tel: (370-5) 231-0067
Tel/Faks: (370-5) 233-5451
E-posta: [email protected]
MACARİSTAN
Ady Endre ut 9-11
2000 Szentendre
Tel: (36-26) 504-075
Faks: (36-26) 302-137
E-posta: [email protected]
MAKEDONYA
Ilindenska 118 1000 Skopje
Tel/Faks: (389-2) 309-0135,
309-0135, 306-0146
E-posta: [email protected]
POLONYA
ul. Grojecka 22/24
02-301 Warsawa
Tel: (48-22) 823-8459, 823-9629
Faks: (48-22) 822-9401
E-posta: [email protected]
Web: www.rec.org.pl
ROMANYA
Str Episcop Timus nr.
4, Sector 1, Bucharest
Tel: (40-21) 316-7344, 316-7345
Faks: (40-21) 316-7264
E-posta: [email protected]
SIRBİSTAN
Primorska 31
11000 Belgrade
Tel: (381-11) 329-2899
Faks: (381-11) 329-3020
E-posta: [email protected]
SLOVAKYA
Vysoka 18, 81106 Bratislava
Tel: (421-2) 5263-2942
Faks: (421-2) 5296-4208
E-posta: [email protected]
SLOVENYA
Slovenska cesta 5
1000 Ljubljana
Tel: (386-1) 425-6860
Faks: (386-1) 421-0939
E-posta: rec-slovenia@
guest.arnes.si
TÜRKİYE
İlkbahar Mahallesi, 571.Cadde,
617.Sokak, No:8,
06550 Yıldız-Çankaya, Ankara
Tel: (90 312) 491 9530
Faks: (90 312) 491 9540
E-posta: [email protected]
27 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | yeşil UFUKLAR
YEŞİL BAKIŞ
Yenilenen yasal altyapı
Yeni Vakıflar Kanunu, çevre oluşumlarının vakıflaşma olanağını artırıyor
VAKIFLARA MODERNLİK: Yeni yasa, sivil toplum
kuruluşlarının daha modern bir yapıya kavuşması
için gerekli yasal altyapıyı sunuyor.
toplum kuruluşlarının daha modern bir yapıya
kavuşması için gerekli yasal altyapının oluştuğunu söylemek artık çok iddialı değil. Bu
durum, ülkemizde etkili fakat sayısı oldukça az
olan çevre vakıflarının sayısının artmasına
zemin de hazırlayabilir.
Her ne kadar ülkemizdeki çevre kuruluşlarının büyük çoğunluğu dernek yapısı çerçevesinde örgütlenmiş olsa bile, Anayasa
Mahkemesi’nin 2008/ 92 sayılı ve henüz
kamuoyunda pek tartışılmamış kararıyla vakıflarda üyeliğin önünü açması da STK’lar için
yeni açılımlar getirebilir. Ülkemizde birçok
vakfın yeni üye alamamaları sebebiyle maddî
zorluklar yaşıyor olması bilinen bir gerçek.
Diğer taraftan, dernek olarak örgütlenmiş
yapılarda da yönetim organları ile üyeler arasında zaman zaman anlaşmazlıklar olması ve
bunun dernekleri iş yapamaz hale getirmesi de
sıklıkla rastladığımız bir durum.
Bu karardan sonra, yeni ortaya çıkacak
kuruluşların dernek yerine vakıf modelini tercih etmesine önümüzdeki günlerde belki daha
sık rastlayacağız. Böyle bir gelişmenin ülkemizdeki sivil toplum kuruluşlarına etkisinin
olumlu mu yoksa olumsuz mu olacağına ise
ancak zaman içinde tanık olacağız.
Kuruluşun türü, büyüklüğü veya maddî
gücünden bağımsız olarak üstünde istisnasız
çalışılması gereken konu ise toplumun desteğinin kazanılması gerçeği olarak öne çıkıyor.
Özellikle çevre kuruluşlarının göreceli olarak az
sayıda olmaları toplumdan arzu edilen düzeyde
maddî ve manevî destek görmemeleri, geniş bir
kesim tarafından pek tanınmamaları, birkaç
büyük vakıf ve dernek haricinde yaptıkları işlerin kamuoyu tarafından bilinmemesi, üstünde
durulması ve değiştirilmesi için çaba sarf edilmesi gereken konuların başında geliyor.
Bu noktada hepimize, özellikle de çevre
gibi hayatî bir konuda ülkemizde önemli bir
bilinçsizlik olduğunun farkında olan ve bu
amaç için çabalayan kişilere büyük bir görev
düşmekte: Yılmadan çalışmak ve ülkemizde
çevre bilincinin kazanılması için gerekli olan
her şeyi yapmak. Şu gerçeği aklımızdan hiç
çıkartmamalıyız: mevzuat mükemmel olmayabilir, uygulamadaki sorunlar veya bürokratik
engeller bizi yıldırabilir fakat tüm bu sorunlar
son kertede aşılabilir ancak çevre sorunlarına
ilgisizlik, bu konulardaki bilgisizlik hakkında
bir şeyler yapamazsak yakında değiştirebileceğimiz bir çevremiz de kalmayacak.
Q
Avrupa Birliği uyum sürecinde sivil toplum ve STK’lara yönelik iyileştirmeler kapsamında yeni Dernekler Kanunu’nun 2004
yılında yürürlüğe girmesi sivil toplum tarafından heyecanla karşılanmıştı. Dernekler
Dairesi’nin sivilleşerek polis kontrolünden
çıkarılması, dernek kurucuları üstündeki kısıtlamaların azaltılması ve kuruluş şartlarının
hafifletilmesi, özellikle uygulamada karşılaşılan keyfî muamelenin giderilmesi ile birlikte
dernek sayısında dikkate değer bir artış olmuştu. Dernekler Dairesi Başkanlığı’nın
<www.dernekler.gov.tr> adresli web sitesindeki resmi verilere göre, 2004’te 69,439 olan faal
dernek sayısı 2008’de 79,661’e yükselirken;
derneklerin üye sayısı da 5,250,000 seviyesinden 8 milyon seviyesine yükseldi. O dönemde
gelişen birçok çevre girişimi de faaliyetlerini
bugün dernek çatısı altında sürdürüyor.
Dernekler için edinilmiş kazanımların
vakıflara yansıması ise 27 Şubat 2008 tarihinde yürürlüğe giren yeni Vakıflar Kanunu ile
sağlanmış gibi gözüküyor. Vakıflar Kanunu
kamuoyunda genel olarak siyasî bir çerçevede
tartışılmış ve genel bir kafa karışıklığı yaratmış
olmakla birlikte, özellikle Cumhuriyet döneminde kurulmuş ‘yeni vakıflar’ olarak tanımlanan ve hepimizin gündelik hayatımızdan bildiği, hatta çalışmalarına destek verdiği vakıflar
için getirdiği yenilikler tartışılmaz nitelikte.
Eski mevzuatla kıyaslandığında ve özellikle anti-terör ve kara para aklama tedbirleri
nedeniyle Batı ülkelerinde bile hızla artan
denetleyici uygulamalar ile karşılaştırıldığında,
yeni kanunun oldukça iyi bir yerde durduğunu
rahatlıkla söyleyebiliriz. Hatta Türkiye’de sivil
WWW.MECLISHABER.GOV.TR
Başak Ersen
Yasal Boyut
Başak Ersen, Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı (TÜSEV)
Proje Koordinatörü/ STK hukuku uzmanı
Türkiye’nin çevre yoluna ışık tutan belgesel…
Türkiye’nin ilk belgesel kanalı İZ TV liderliği ve REC Türkiye danışmanlığında hazırlanan “Avrupa’nın Çevre Yolu” belgeseli, Avrupa Birliği’ne
yeni üye Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Bulgaristan ve
Romany’nın üyelik sürecinde edindikleri tecrübeyi, Türkiye’nin çevre
alanındaki problemeleri ve çözüm yolları, AB’nin destek ve yaptırımlarını
özetleyen kapsamlı bir belgesel.
Belgesel, AB üyeliğinin hafife alınacak kadar kolay ve göz korkutacak
kadar da zor olmadığını vurguluyor.
İZ TV Digiturk 88. kanalda
yayın yapmaktadır.
yeşil UFUKLAR | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 28
Üç bölümden oluşan belgeselin yayın tarih ve saatleri; 1. Bölüm; 28 Kasım - 02.55, 04
Aralık - 08.10, 06 Aralık - 09.00, 07 Aralık - 18.00 / 2. Bölüm: 26 Kasım - 22.05,
27 Kasım - 09.00, 29 Kasım - 13.45, 30 Kasım - 22.40, 05 Aralık - 03.15 /
3. Bölüm: 29 Kasım - 21.50, 30 Kasım - 13.00, 03 Aralık - 22.05, 04 Aralık - 09.00.
Daha fazla bilgi için: www.iztv.com.tr
YEŞİL BAKIŞ
Bilişim Teknolojileri
Oya Ayman
İnternet’te aralanan kapılar
Portalların eyleme dönük işlevler üstlenmesi, katılımcılığın artışıyla doğru orantılı
şim ve iletişim ortamı sağlayan interaktif portallar var. Tüm işlevlere sahip tek bir portal
olmasa da, bir kısmını kapsayan portallar bunlar. Örneğin, <cevreciyiz.com>’da haber ve
makaleler dışında, çevre STK’larına ulaşmak
mümkün. Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme
Derneği’nin <bugday.org> sitesinde haber ve
makalelerin yanı sıra doğal ürünler, sertifikasyon şirketleri ya da evde doğal temizlik yöntemleri gibi rehberler <iklimlerdegisiyor.
info>’da iklim değişikliği hakkında bilgiler var.
<acikradyo.com.tr> günceli izlemenin yanı sıra
katılımcılığa ve aktivizme zemin oluştururken;
<ekolojistler.org>’da makale ve araştırmalara
ulaşabiliyorsunuz.
Facebook’ta funclub türü gruplar oluşturup mesajlaşmak mümkünse de, Türkiye’de
henüz bir grup ve ortak değerler oluşturabilmeye, görüş alış verişi yapmaya ve forum-tartışma zeminleri oluşturmaya yönelik bir portal yok. Bazı portallar interaktif tartışma ve
buluşma zeminleri yaratıyor. <yesil.
ntvmsnbc.com>’un Yeşil Ekran kapsamında
başlattığı, ‘Bugün çevre için ne yaptın?’ bölümü yeni grup ve örgütlenmelere doğru bir
adım olabilir. Kullanıcılar, burada hem
sorunları ve çözümleri paylaşıyor; hem de iletişim sağlıyor. Portal, çevre haberlerinin yanı
sıra, doğa dostu tüketim alışkanlığının yaygınlaşmasında önemli rol üstleniyor.
<http://forum.arkitera.com> adresindeki
Arkitera Forum da, bağımsız çalışan Arkitera
Mimarlık Merkezi <http://www.arkitera.
net/>'nin interaktif platformu. Forum, daha
nitelikli bir çevrede yaşamak isteyenlerin kullanabileceği bir tartışma ortamı sunuyor.
Benzer bütün portalların listesini vermek
mümkün olmasa da bu örnekleri vermemin
bir nedeni, Türkiye’de çevre ve doğa konusundaki sitelerin özellikle kentli tüketicinin
bilinçlenmesinde en az TV, radyo ve gazete
kadar etkili olabildiğini anlatmak.
Yine de çevre hareketine sanal alemden
katılımımız, e-posta grupları ya da çevreci
dostlardan gelen kampanya ve haberleri birbirimize iletmekle veya İnternet’ten imza
kampanyalarına katılmakla sınırlı henüz.
Mail gruplarının etkisi üyelerle sınırlı olduğundan yaygınlaşamıyor.
Sonuçta, geniş bir İnternet izleyicisini portallar aracılığıyla çevre hareketinde aktif kılmak
mümkün. TEMA’nın ‘Suyunu boşa harcama’
kampanyasıyla İstanbul’da %15’e varan su tasarrufu sağlanması gibi; Buğday’ın, interaktif gruplar oluşmasını sağlayan, ‘Evde doğal temizlik
yöntemleri’ gibi bireye yönelik çalışmaları;
<yesil.ntvmsnbc.com>’un insanları katılımcı
kılma çabası, toplamda değişime katkı sağlayabiliyor. Bireysel girişimler küçük değişimler
yaratırken, sanal alemde dolaşanları bir araya
getirecek toplu ve örgütlü hareketler de kamuoyu çalışmalarında önemli bir ivme yaratacak.
Çevre hareketinde bilinçlendirme ve bilgilendirme işlevi ile henüz yeni boy göstermeye
başlayan çevre ve ekoloji portallarının yakın
gelecekte daha eyleme dönük işlevler üstlenmesi de, toplumdaki katılımcılık ve etken
olmaya yönelimin artmasıyla doğru orantılı
olacak. O zaman İnternet’in sanal dünyasının
kapıları, gerçek dünyada olup bitenlere izleyici
kalmayıp bir şeyler yapma konusunda adım
atmamız için aralanabilecek.
Q
Yirmi yıl önce gazeteciliğe başladığımda
bilgi almak bazen onlarca telefon gerektirir
ve günler sürebilirdi. Değil Google veya
İnternet, gazetede bilgisayar bile yoktu.
Kilitlenen telefonlarla aradığımız kişiyi bulmak mucizeydi.
Bugün İnternet’te bilgi ararken aklımda o
deneyimler var. Artık “Google’layarak” pek
çok bilgiye ulaşılıyor. Ama bu bilgi ne kadar
yeni, güvenilir, tarafsız ya da yeterli? Veri
yetersizse, konuya hâkim değilseniz; konudan
sapmanız, aldanmanız, yeşil bir vadi yerine
bir çöle düşmeniz, saatler harcayıp sonuç alamamanız mümkün. Özellikle de çevre ve ekoloji başlığında.
Türkiye’de çevre, doğa koruma veya ekoloji konularındaki bilgi ve haberlere, bu alandaki kamu kurumları ve STK’ların sitelerinden ulaşılabiliyor. Ama bu siteler çoğunlukla
kurumun faaliyetleriyle sınırlı. En iyisi, sizi
dolaşmak istediğiniz sulara götürecek kapıları aralayabileceğiniz bir web sitesi: popüler
tabiriyle portal.
Yabancı portallara bakınca, uzmanlaşmış,
gerçek kapılar açan sanal mekânlar görürüz.
Örneğin <cat.org.uk>’da ev tipi bir rüzgâr
santralinin özelliklerinden, yenilenebilir
enerji kurslarına dek pek çok bilgiye ulaşılabilir. <bioneers.com> biyo çeşitlilik, tarım,
gıda güvenliği gibi konularda bilgi verirken;
konferans, kampanya ve etkinliklere yönlendirerek İnternet kullanıcısını etken kılıyor.
<thegreenguide.com> her alanda başvurulabilecek bir yeşil rehber.
Az da olsa, Türkiye’de çevre ve ekoloji
konusunda sinerji ve ortak akıl oluşturmaya
çabalayan, gündemi ve görüşleri ileten, etkile-
Oya Ayman, Gazeteci ve Buğday Derneği
İletişim Koordinatörü
İleri doğru bir adım!
Küreselleşen Dünyada Avrupa
Güvenlik ve refah için siyasi seçenekler
Kitap bugün içinde yaşadığımız yeni dünyanın ana hatlarını açık bir biçimde
ortaya koyuyor. Yüzleşilmesi gereken yeni güçlükler gibi, yeni fırsatlar da
olduğunu vurguluyor. Avrupa Birliği’nin yeni küresel güçlükler karşısında
oynayacağı rolün ivedi olarak tanımlaması gereğinden yola çıkan kitap, verdiği
mesajla bizi, doğrudan uygulamaya geçirilebilecek somut eylemler üstünde
daha derin düşünmeye sevkediyor.
Daha fazla bilgi için
Yeşim Çağlayan, REC Türkiye Çevresel Bilgi Programı
Tel: (90-312) 491 95 72, E-posta: [email protected]
29 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | yeşil UFUKLAR
YEŞİL BAKIŞ
Dönüm noktasındaki uygarlık
Uygarlığı kurtarma planı, bize çözümün maliyetini de söylüyor
Plan B 3.0
Uygarlığı kurtarmak için
harekete geçmek
Lester R. Brown, TEMA Vakfı Yayınları,
2008
Earth Policy Institute’ün kurucusu ve
başkanı Lester R. Brown’ın öncülüğündeki
uzman bir ekibin eseri olan Plan B 3.0’ın,
kendinden önceki sürüm olan Plan B
2.0’dan en önemli farkı, ‘baskı altındaki bir
gezegeni ve sıkıntıdaki bir uygarlığı kurtarmak’ çıkış noktasının yerine artık ‘uygarlığı kurtarmak için harekete geçmek’ anlayışı üstüne
kurgulanması. Lester R. Brown, bu strateji değişikliğini Yeşil
Ufuklar’a verdiği mülakatta “Biz çevreciler son otuz yıldır gezegeni
kurtarmaktan söz ediyoruz, [ama] gezegen daha uzun bir süre varlığını sürdürecek. Mesele şu: biz daha ne kadar burada olacağız?
Uygarlığa yönelmiş bir tehditle karşı karşıyayız,” şeklinde özetliyor.
Plan B 2.0 iki yıl önce yayımlandığında, buzulların erimesi endişe verici idi; bugün ise korkutucu bir düzeyde. Yine geçen iki yıl içinde çöken devletlerin sayısı giderek arttı; bu da uygarlığın çöküşünün
ilk işaretleri. Plan B 3.0’ın dayandığı gerçeklerden biri, eski kalkınma
zihniyetinin artık sürdürülemez olduğu. Gelecek hakkında bilmediğimiz pek çok şey var; emin olduğumuz konu ise, bugünkü gidişatın
sürdürülebilir olmadığı.
Plan B 3.0, uygarlığı kurtarmak için dört temel hedef belirliyor,
bunlar: iklimi istikrara kavuşturmak; nüfusu istikrara kavuşturmak;
yoksulluğu ortadan kaldırmak; ve dünyanın bozulan ekosistemlerini onarmak. Kitap, bütün bunların da eşzamanlı olarak uygulanması gerektiğini vurguluyor, üstelik büyük bir süratle. Bu aciliyeti ifade
etmek için de ‘savaş seferberliği’ benzetmesini kullanıyor.
Kitap üç ana bölümden oluşuyor. İlk bölüm olan ‘Sıkıntıdaki
uygarlık’ta, petrol ve gıda güvenliği, küresel iklim değişimi, su kıtlığı
ve doğal sistemlerin yaşadığı baskılar ayrıntılı olarak irdelenerek,
dünyanın mevcut durumu gözler önüne seriliyor. ‘Çözüm’ başlıklı
ikinci bölümde, yoksulluk ve nüfus, doğal sistemlerin onarılması,
gıda güvenliği, enerji ve sürdürülebilir kent tasarımı konularında
seçeneklerimizin neler olduğu anlatılıyor. Kitabın en çarpıcı yanlarından biri ise, uygarlığı kurtarmanın yıllık maliyetini hesaplaması
ve bunun dünya ülkelerinin yaptığı askerî harcamalarla kıyaslaması.
Kitabın, ‘Heyecan verici yeni bir seçenek’ başlıklı üçüncü bölümünde işte bu malî analiz yapılıyor. Karşılaştırma, uygarlığı kurtarmanın
sadece gerekli değil aynı zamanda mevcut kaynaklarımızla mümkün
de olduğunu gösteriyor.
Plan B 3.0’a göre, dünya ekonomisini yeniden yapılandırmak ve
iklimi istikrara kavuşturmak olağanüstü zorluklar içerse de, iyimser
olmak için pek çok nedenimiz var. Çünkü karşılaştığımız tüm
sorunları çözmek için aslında gerekli teknolojiye sahibiz ve bu teknolojiler, dünyanın çeşitli yerlerinde uygulanmaya başladı bile.
Bunların arasında, yenilenebilir kaynaklardan enerji üretimi, enerji
tasarrufu, bitkilendirme, melez otomobiller gibi uygulamalar var.
Asıl sorun, eyleme geçecek siyasî iradeyi oluşturmakta. Bu da, dünyanın her yanındaki bireylerin harekete geçmesini ve yöneticileri
zihniyet değişimine zorlamasını gerektiriyor.
Plan B 3.0, bütün yetkinliğine karşın aynı zamanda mütevazi.
Brown’ın, önsözdeki ifadesiyle, “Plan B kutsal bir girişim değil.
Sadece, mevcut modele, uygarlığı kurtarmamızı sağlayacağını
umduğumuz bir seçenek oluşturma girişimi. Daha iyi bir planı olan
varsa memnuniyetle karşılarız. Çünkü dünyanın, mümkün olan en
iyi plana gereksinimi var.” Kitabın İngilizce aslı, <http://earthpolicy.org/Books/PB3/Contents.htm> adresinden indirilebiliyor.
Avrupa’dan haberler EurActiv ile
1 yıldır parmaklarınızın ucunda!
AB konusunda 10 sitede 10 farklı dilde yayın yapan ve ayda
500 bin kişi tarafından izlenen EurActiv uluslararası haber
ağının Türkiye ayağı EurActiv.com.tr, şimdi 1 yaşında!
Türkiye’deki özel sektörün, resmi kuruluşların ve sivil toplum
örgütlerinin AB karar mekanizmalarını
etkilemesini sağlayacak bir bilgi
paylaşım ortamı yaratan EurActiv.com.tr
ile siz de AB platformuna seyirci
kalmayın, sesinizi duyurun!
yeşil UFUKLAR | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 30
Q
Nafiz Güder
Kitaplık
01_KapakYU4.3.qxp:1CoverGH4.1
12/16/08
11:38 AM
Page 3
Doğal kaynakları verimli kullanıyor, çevresel
düzenlemelere uyuyor, kimyasal atıklarınızı
gereği gibi yönetebiliyor, musunuz?
Çevresel, sosyal ve etik değerlerin yönetimi
şirketinizin temel politikalarından birisi mi?
O halde Avrupa'nın en saygın şirketlerinden
biri siz olabilirsiniz.
Avrupa Komisyonu Çevre Genel Müdürlüğü
tarafından 1987 yılında verilmeye başlanan
“Avrupa Birliği Çevre Ödülleri”, çevre dostu
politika ve ürünlere öncülük eden şirketlerin
başarılarını ödüllendiriyor.
REC Türkiye’nin eşgüdümünde yürütülen programla
Türkiye’den şirketler de bu yarışa katılma ve bu saygın ödülü
kazanma fırsatını elde ediyor.
2009 - 2010 ödülleri için başvurular 16 Şubat 2009 tarihinde başlıyor.
Sizi de çevre ve sürdürülebilir kalkınmaya olan duyarlılığınızı
ödüllendirmeye davet ediyoruz.
Ayrıntılı bilgi için
www.abcevreodulleri.info adresini ziyaret edebilirsiniz.
BÖLGESEL ÇEVRE MERKEZİ
REC Türkiye
01_KapakYU4.3.qxp:1CoverGH4.1
12/16/08
2:33 PM
Page 4

Benzer belgeler