Yeşil Ufuklar
Transkript
Yeşil Ufuklar
01_KapakYU4.3.qxp:1CoverGH4.1 12/16/08 11:38 AM Page 1 BÖLGESEL ÇEVRE MERKEZİ DERGİSİ - ÜÇ AYDA BİR YAYIMLANIR Yıl 4 Sayı 3 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 5,00 YTL Karadeniz havzasında sürdürülebilir kalkınma, ekonomik refah ve kalıcı barışın sağlanması için bir dizi yaşamsal sorun acil çözüm bekliyor vurgunun eşİğİnde karadenİz M sayfa 5 Polonya’daki yerel bir girişim, bedava poşetlerden vazgeçmeleri için perakendecileri işbirliğine çağırıyor sayfa 10 Yenilenen yasal altyapı Yeni Vakıflar Kanunu, çevre oluşumlarının vakıflaşma olanağını artırıyor sayfa 28 M Dünya Politika Enstitüsü’nün başkanı ve Plan B 3.0’ın yazarı Lester Brown, sorularımızı yanıtladı Poşetlere veda M Değişim bizim elimizde 01_KapakYU4.3.qxp:1CoverGH4.1 12/16/08 11:38 AM Page 2 Yeşil Kutu projesi devam ediyor Yeşil Kutu Çevre Eğitimi Seti BOSCH Ev Aletleri desteğiyle Yeni Öğretmenlerle buluşuyor Yeşil Kutu Projesi; Bölgesel Çevre Merkezi (REC), Millî Eğitim Bakanlığı ile Çevre ve Orman Bakanlığı ortaklığında yürütülüyor. Projenin sponsoru olan BOSCH Ev Aletleri’nin desteğiyle Yeşil Kutu’nun tüm illerde kullanılması hedefleniyor. Nisan 2008’de başlayan proje kapsamında 2009 yılı sonuna kadar 5.500 öğretmene ulaşılacak. Öğretmen eğitimlerine başvuru ve konu ile ilgili daha fazla bilgi için: www.yesilkutu.net yeşil UFUKLAR İÇİNDEKİLER Yıl 4 Sayı 3 | TEMMUZ-EYLÜL 2008 | ISSN 1305-5232 Yeşil Ufuklar, Orta ve Doğu Avrupa için Bölgesel Çevre Merkezi (REC)’nin üç ayda bir yayımlanan ve özgün adı Green Horizon olan dergisinin Türkiye uyarlamasıdır. Yeşil Ufuklar, Green Horizon dergisinde yer alan haber ve makalelerin yanı sıra Türkiye’den haber ve makalelere de yer vermektedir. Yeşil Ufuklar, REC’in karar alma süreçlerine katılımı destekleme, bölgesel paydaşlar arasında işbirliğini teşvik etme gibi amaçlarına hizmet eder. Yeşil Ufuklar, Orta ve Doğu Avrupa’da çevre ve sürdürülebilir kalkınma alanında önemli konulara ve gerçek öykülere yer vermektedir. Dergi, iş dünyası, uluslararası kuruluşlar, hükümet, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları, akademik kurumlar ve basın için yararlı bir kaynaktır. Yeşil Ufuklar’da yer alan fikir ve görüşlerin Orta ve Doğu Avrupa için Bölgesel Cevre Merkezi (REC) ve REC Türkiye’nin görüşlerini yansıtması gerekmez. Yeşil Ufuklar, elektronik olarak www.rec.org.tr adresinden incelenebilir. Yeşil Ufuklar Yayın Sahibi: REC Türkiye adına Dr. Sibel Sezer Eralp Editör: Nafiz Güder Çeviri: Özge Gezerler Özgün Tasarım ve Uyarlama: Turgay Arık Yayın Hizmetleri: Bayt Bilimsel Araştırmalar Basın Yayın ve Tanıtım Ltd. Şti., Ziya Gökalp Cad. 30/31, Kızılay, Ankara. Tel. 0312 431 3062 Baskı: Miki Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. Matbaacılar Sitesi 560. Sok., No:27, İvedik, Ankara Tel. 0312 395 2128 Baskı Tarihi: 16 Aralık 2008 KATKIDA BULUNANLAR Oya Ayman I Sibel Sezer Eralp I Başak Ersen I Ali Cemal Gücü I Sedat Kadıoğlu I Wojciech Kosc I Kenan Kuri I Kerem Okumuş I Nilüfer Oral I Canan Saraç I Tuna Türkmen I Yüksel Üstün GÖRSELLER Avrupa Komisyonu Arşivi I Ellen Baltzar I BP2.BLOGGER.COM I Bulgaristan Kuşları Koruma Derneği I Doğa ile Barış Derneği Arşivi I EBRD I FLICKR.COM I Greenpeace Akdeniz Ofisi I WWW.GREENPEACE.ORG I Ali Güder I Nafiz Güder I Nathan Johnson I Cem Orkun Kıraç I Michal Kosc I Aleksander Lesoki I WWW.MECLISHABER.GOV.TR I REC Türkiye Arşivi I WWW.RESSIAD.ORG.TR I Still Photos Green Horizon MAGAZINE TEAM Editor in Chief: Pavel Antonov Editor: Nathan Johnson Designer: Patricia Barna Proofreader: Michael Lindsay Administrative officer: Zsuzsa Tovolgyi Webmaster: Tamas Bodai Intern: Alice Walton DOĞA İLE BARIŞ DERNEĞİ ARŞİVİ FORUM 5 Değişim bizim elimizde Plan B 3.0 kitab›n›n dünyada tan›t›m› kapsam›nda Türkiye’ye de gelen Dünya Politika Enstitüsü’nün baflkan› ve dünyaca tan›nan çevre analisti Lester Brown, Yeflil Ufuklar’›n sorular›n› yan›tlad›. MERCEK 10 Poşetlere veda Polonya’daki yerel bir giriflim, bedava pofletlerden vazgeçmeleri için perakendecileri iflbirli¤ine ça¤›r›yor. KAPAK KONUSU Vurgunun eşiğinde: Karadeniz K A PA K K O N U S U 12 Vurgunun eşiğinde: Karadeniz 14 Sürdürülebilir Karadeniz: Düş mü? Mümkün mü? Bulgaristan sahilinde, Silistar’›n kuzeyindeki Lipite sahilindeki Kaya oluflumlar›. Önemli ekonomik ve stratejik önem tafl›yan Karadeniz’i çevreleyen ülkeler, çevresel tahribat nedeniyle, t›pk› denizin kendisi gibi ciddi sorunlarla karfl› karfl›ya. Karadeniz isminin kökenine dair aç›klamalar hem çok çeflitli hem de mu¤lak. Ancak bugün Karadeniz’in, bölgedeki siyasi ve ekonomik sorunlar›n yan› s›ra, çevresel aç›dan da acil çözüm bekleyen sorunlar› var. Karadeniz konusunda çal›flan resmi, akademik ve sivil paydafllar; Karadeniz’in mevcut durumu, sürdürülebilirli¤i, öncelikli hedefler ve kurumlar›n sorumluluklar› konusundaki görüfl ve önerilerini Yeflil Ufuklar’a anlatt›. Flickr.com KAPAK GÖRSEL DİĞER BÖLÜMLER Forum 4 R E C B Ü LT E N İ 22 Dış Haberler 6 Çevre dostu şirketlere AB'den yeni ödüller Türkiye’den Haberler 8 REC Bülteni 24 Türkiye dâhil 28 ülkede uygulanan AB Çevre Ödülleri program›, sürdürülebilirlik ilkelerini esas al›yor. Yasal Boyut 28 Bilişim Teknolojileri 29 EDITORIAL BOARD Kitaplık 30 Climate and energy: Zsuzsa Ivanyi Environmental law: Stephen Stec Environmental policy: Oreola Ivanova Environment and security: Marta Szigeti Bonifert EU member states: Beata Wiszniewska Green financing: Ruslan Zhechkov Information and research: Jerome Simpson Public participation: Magdolna Toth Nagy REC PR: Zsolt Bauer South Eastern Europe: Radoje Lausevic Sustainable development: Janos Zlinszky Turkey: Sibel Sezer İLETİŞİM 22 REC TÜRKİYE ARŞİVİ M M M Editör [email protected] Abone işlemleri [email protected] Bölgesel Çevre Merkezi REC Türkiye İlkbahar Mahallesi, 15. Cadde, 296. Sokak, No: 8, 06550 Yıldız Çankaya, Ankara-Türkiye Tel: (90-312) 491 95 30 Faks: (90-312) 491 95 40 Web: www.rec.org.tr M Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Yeşim A. Çağlayan M DERGİ EKİBİ 3 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | yeşil UFUKLAR 14 FORUM editörden İster bir yer, ister bir iş, ister hayatın bir evresi olsun, bir şeyleri geride bırakmak, insanın önemsediği konular hakkında daha açık konuşabilmesi için bir özgürlük hissi verir. Bu bağlamda, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’nın (EBRD) görevini tamamlayan başkanının veda sözlerine değinmeye değer. Bankanın en üst makamına 2000 yılında gelen Jean Lemierre, bu süre zarfında bankayı en katı eleştirenlerin bile saygısını kazandı; bu başarısında, yetkiyle çalışan bir bankanın ne yapıp ne yapmaması gerektiğine dair farklı görüşleri dengeleme becerisinin özellikle payı vardı. EBRD’nin yıllık toplantılarının Kiev’de düzenlenen sonuncusu, bankanın 1991’den beri yatırım yaptığı bölgenin çelişkilerle dolu fotoğrafını gözler önüne serdi. Birkaç istisna dışında, eski Sovyet bloğundaki ülkelerden çoğunun ekonomisi yükselişte. Bankanın piyasa ekonomisi alanındaki en iyi öğrencisi olan Çek Cumhuriyeti, 2007’de resmen ‘mezun’ olarak Orta Avrupa’nın ‘2010 Sınıfı’ndaki diğer ülkelerine de öncülük etti. Ancak, asıl çarpıcı değerler daha da doğudan geliyor; 2008 için %20’lik büyüme öngören Azerbaycan gibi. Lemierre, veda için düzenlediği basın toplantısında bir bankacıdan beklenmedik şekilde, yalnızca sayılardan değil insanlardan da söz etti. Bunun nedenlerinden biri belki de, bankanın kısa süre önce yürüttüğü ‘Geçiş Sürecinde Yaşam’ başlıklı araştırmanın, geçiş süreci sonunda bölgedeki çoğunluğun yaşamının iyileşip iyileşmediğinin net olmadığını ortaya koyan sonucuydu. Bu sonuç, EBRD’nin bölgede ekonomi alanında çizdiği parlak tabloya önemli gölge düşürüyor. Memnuniyet seviyeleri ülkeden ülkeye değişiyor, ancak genel bir hayâl kırıklığı hissi ortada. Araştırmaya göre, hayâl kırıklığı sadece yeni yollar, daha yüksek ücretler ya da alım gücü konusunda değil; daha çok, ekonomik geçişe rağmen yaşam koşullarının hemen hiç değişmemesi –hatta daha da zorlaşmasından kaynaklanıyor. En önemli etkenlerden biri, bölgeye has ve birçok ülkede 1989’dakinden daha fazla olduğu düşünülen yolsuzluklar. Siyasetçilere, kamu görevlilerine ve hemşehrilere duyulan güven azalmış durumda; öte yandan genel talep, sağlığa, eğitime ve sosyal yardımlara daha fazla yatırım yapılması yönünde. Hükümetler olumlu makroekonomik göstergeler sunsa da, geçiş süreci olarak adlandırılan dönem, bölgede yaşayan birçok insan için sancılı ve sürekli bir günlük gerçeğe dönüştü. Tezat belki de en çok, ekonomik büyüme ve piyasa ilkelerinin; insan hakları, iyi yönetişim ve işleyen bir demokrasiye hemen hiç yansımadığı eski Sovyet toplumlarında görülüyor. Fakat benzer sorunlar, yolsuzlukla mücadelede hâlâ somut ilerleme kaydetmeye ve Avrupa’nın hukukî normlarına uyum sağlamaya çalışan Bulgaristan ve Romanya gibi AB’nin en yeni üye ülkelerinde yeşil UFUKLAR | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 4 EBRD İnsana yapılan yatırım SICAK KARŞILAMA: Ukrayna başbakanı Yulia Tymoshenko, EBRD’nin veda eden başkanı Jean Lemierre’i bankanın Mayıs’ta düzenlenen yıllık toplantısında karşılıyor. EBRD’nin istikrarlı bir ekonomi ve işleyen bir demokrasi olarak tanımladığı Ukrayna’nın, çözmesi gereken önemli siyasî, toplumsal ve çevresel sorunları var. de sürüyor. Transparency International’ın kısa süre önce yürütüğü araştırmaya göre yolsuzluk, son beş ilâ on yıl içinde Macaristan’da da arttı. Yabancı yatırımın akın ettiği bölgede akıllara şu soru geliyor: Kârlılık, bütün bu sosyal ve çevresel bedellere değer mi? EBRD’nin misyonu başından beri demokrasi ile serbest piyasa arasında bağlantı kurmak olmuşsa da; banka bugüne dek otoriter olarak nitelenen ülkelere, çevreci ve toplumsal eylemcilerin eleştirdiği projelere de yatırım yaptı. Ancak Lemierre, eski kuruluşunun, “EBRD için değil bölgenin insanları için standardlar koyduğu,” konusunda ısrarlı. Standardlar oluşturmak, özellikle yerel yöneticilerin bunu başaramadığı veya buna isteksiz olduğu toplumlarda çok önemli. Doğa koruma da dahil, birçok sektörün AB üyelik sürecinde öğrendiklerinden biri de tamı tamına buydu. Kamu bankaları ile uluslararası finans kurumlarının buradaki rolü çok önemli, özellikle de AB üyeliğini hedeflemeyen ülkelerde. Yatırımcıları, toplumsal, çevresel ve güvenlikle ilgili ilkelere uymaya zorlamak, hem yaşam kalitesinde hem de kurumların hesap verebilirliğinde kayda değer değişimler gerçekleştirebilecek az sayıdaki etkenden biri. EBRD, çevresel ve toplumsal politikalarında kısa süre önce yaptığı yenileme kapsamında, bölgedeki müşterilerine uygulamayı planladığı kurallara dair geri bildirim alabil- mek için takdire şayan bir çaba sarf ediyor. Macaristan Çevre Bakanlığı’ndan Tibor Farago, EBRD’nin bu açıdan iyi bir örnek oluşturduğunu ve yatırım kurumlarının daha sıkı kurallar ve daha çok sorumluluk taşıyan uygulamalar benimseyeceği bir sürece katkıda bulunmayı sürdürmesi gerektiğini belirtiyor. Bununla birlikte, CEE Bankwatch yaptırım grubundan Klara Sikorova’ya göre, yenilenen bu politika tatmin edici değil, hatta bazı alanlarda bankaya, sorumluluğunu yerel yatırımcılara ve ulusal düzenleme kurumlarına devretme kolaycılığı sağlıyor. Lemierre’in son sözleri, “finansal türbülans, enflasyon, siyasî tartışmalar ve bunlara bağlı belirsizlikler,” olarak tanımladığı oynaklıkla ilgiliydi. EBRD’ye veda eden başkan, kendini bölgenin istikrarına adamış ve bunu pekiştirecek güçlü bir kuruluş olma sözü verdi, ki istikrarın gerçekten hayatî önem taşıdığı düşünülürse, halefi adına iyi bir söz verdiği söylenebilir. Ancak bu istikrar, sadece kazanç ve yatırımların değil; güçlü bir demokrasi, toplumsal haklar, insan hakları, hukukun üstünlüğü -ve tabii ki çevreyi korumanın- yararına bir istikrar olmalı. Pavel P. Antonov FORUM Plan B 3.0 kitabının dünyada tanıtımı kapsamında Haziran’da Türkiye’ye de gelen Dünya Politika Enstitüsü’nün başkanı ve dünyaca tanınan çevre analisti Lester Brown, Yeşil Ufuklar’ın; ‘uygarlığı kurtarma’nın nasıl mümkün olacağı konusundaki sorularını yanıtladı. ALİ GÜDER söyleşi Değişim bizim elimizde Nafiz Güder Biz çevreciler son otuz yıldır ‘gezegeni kurtarmak’tan söz ediyoruz, [ama] gezegen daha uzun bir süre varlığını sürdürecek. Demek istediğim, gezegen ‘başka bir yerde’ [bizden bağımsız olarak] varlığını sürdürüyor. Mesele artık bu değil. Mesele şu: biz daha ne kadar burada olacağız? 2020 yılına kadar karbon salımlarını %80 azaltmamız gerekiyor. Bu bir savaş seferberliğini andırıyor adeta, ama aynı zamanda gerçekten de bir savaş zamanı halindeyiz. Uygarlığa yönelmiş bir tehditle karşı karşıyayız. Uygarlığı kurtarmaktan söz ettiğimizde ise, bu kurtuluşun hepimizin yararına olacağı ortada. Bunda hepimizin çıkarı var. Bu düşünce, birkaç ay önce üniversitelerle ilgili bir telefon konuşması sırasında aklıma geldi. ‘Sürdürülebilir kalkınmayı’ vurgulamaları gerektiğinden söz ediyorlardı; birden, sürdürülebilir kalkınmanın alternatifinin sürdürülemeyen kalkınma, bir diğer deyişle gerileme ve çöküş olduğunu ayrımsadım. Oysa sürdürülebilir kalkınma çok da çekici bir terim değil. Çok fazla şey ifade edemiyor. Üstümüzdeki baskı giderek çoğalıyor ve başarısızlığa uğrayan devletlerin sayısı artıyor. Bu gidişatı tersine çevirmemiz gerekli. Bu da çok büyük bir çaba gerektiriyor, ancak uygarlığı kurtarmak, oturduğumuz yerden seyredeceğimiz bir spor karşılaşması değil. Bunda hepimizin çıkarı var. Yani ‘uygarlığı kurtarmak’ insanlara bir şey ifade ediyor. Bence insanlarda işin içinde yer almaları gerektiği hissini uyandırıyor. İşte bu yüzden, uygarlığı kurtarma stratejisinin, sorunu tanımlamak için doğru yol olduğunu düşünüyorum. Plan B 3.0 adlı kitabınızda uygarlığı kurtarmak için neler öneriyorsunuz? Plan B 3.0’te yaptığımız şeylerden biri, bugün tek bir süper güçten kaynaklanan alışıldık anlamda askerî bir tehdidin var olmadığını sergilemek. Buna rağmen, sanki soğuk savaş dönemindeymişiz gibi hâlâ silah sistemleri kuruyoruz. Oysa bugün güvenliğimizi tehdit eden şeyler küresel iklim değişimi, "Güvenlik anlayışını yeniden tanımlamaya gerçekten ihtiyacımız var. Tehlikeler tamamen gerçek ve yanı başımızda." nüfus artışı, yoksulluk, toprak erozyonu, gitgide yaygınlaşan su kıtlığı vd. ‘Güvenlik’ anlayışını yeniden tanımlamaya gerçekten ihtiyacımız var. Tehlikeler tamamen gerçek ve yanı başımızda. Kitapta geleceğimizi tehdit eden genel gidişata karşılık bir plan taslağı öneriyoruz. Bu planın dört unsuru var: karbon salımlarının 2020 yılına dek %80 azaltılması; dünya nüfusunun 8 milyarı aşmayacak şekilde sabitlenmesi; tarihte ilk kez yoksulluğun tamamen yok edilmesi –ki gerçekten istersek yoksulluğu yok edecek kaynaklara sahibiz. Nüfusun istikrara kavuşturulması ile yoksulluğun ortadan kaldırılmasını birlikte ele alıyoruz, çünkü ikisi birbirini tetikliyor. Dördüncü unsur da ekonominin doğal destek sistemlerini; yani ormanları, otlakları, toprakları, yer altı su rezervuarlarını ve su ürünleri havzalarını eski haline getirmek. Bunların tümü bozulmakta; hatta kimi yerlerde tamamen çökmüş durumda. Nüfusu istikrara kavuşturmak, yoksulluğu sona erdirmek ve doğal destek sistemlerini eski haline getirmenin yıllık maliyeti 190 milyar Amerikan doları. Artık “bu çok maliyetli,” dememiz de mümkün değil. “Çok maliyetli,” dediğimiz takdirde, söz gelimi dünya enerji ekonomisinin yeniden yapılandırılması söz konusuysa kendimize; “bunu yapmazsak bize kaça mal olur,” diye de M Mesajınızı neden ‘gezegeni kurtarmak’ yerine ‘uygarlığı kurtarmak’ şeklinde değiştirdiniz? Bunun somut sonuçları neler oldu? Devamı sayfa 21’de 5 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | yeşil UFUKLAR HABERLER SINIRAŞAN SORUNLAR Belene nükleer projesinin ‘yan etkileri’ Makedonya’da jesi 1980’lerden bu yana ülkede tartışma konusu oldu; ancak Avrupa Komisyonu’nun Aralık 2007’de aldığı kararla santralin yapımına yeşil ışık yakması, komşu ülke Eski Yugoslavya Cumhuriyeti Makedonya’da da endişe yarattı. Makedonya sınırına 275 km uzaklıktaki Belene, sadece deprem kuşağında bulunmakla kalmıyor, aynı zamanda her iki ülkedeki gruplar santralde kullanılması planlanan Rus yapımı, ancak daha önce denenmemiş iki reaktöre de güvenmiyor. Bulgar yetkililer 2005 yılında, Makedon yetkilileri Belene projesine ortak olmaya davet etmiş; ancak bu girişim, halkın karar alma sürecinden bilinçli biçimde dışlanması yüzünden Makedon toplumunda büyük tartışmalara yol açmıştı. Makedonyalı eylemci Marija Jankovska o zaman, “Belene’de ciddi bir kaza meydana gelmesi ya da santrale terörist bir saldırı düzenlenmesi halinde Makedonya da bundan etkilenecektir,” demişti. “Eğer ülkem bu projede yer almayı tartışıyorsa, biz de bunun olası etkilerini araştırabilmeli, Belene’nin kurulup kurulmamasına ilişkin nihaî kararda endişelerimizi yansıtabilmeliyiz.” Merkezi Makedonya’da bulunan Ekosvest (Eko-duyarlılık) adlı STK, Makedonya Çevre ve Fiziksel Planlama Bakanlığı’ndan (MoEPP), hem Bulgaristan hem de Makedonya’nın taraf olduğu, sınıraşan etki değerlendirmesine ilişkin Espoo Sözleşmesi ilkeleri doğrultusunda, toplumun proje değerlendirilmesine katılması teminatını istedi. Yine Eko-svest’ten Ana Colovic ise, MoEPP’nin konuyu Espoo Sekreteryası ile görüştüğünü ve bu görüşmede Espoo Sözleşmesi ilkelerinin, söz konusu mesafenin 100 km veya daha yakın olması halinde geçerli olduğuna dair ALEKSANDER LESOKI Bulgaristan’ın Belene nükleer santrali pro- tartışmalar yaşandığını ileri sürdü. Green Horizon’ın temas kurduğu MoEPP ise, iddialara resmi bir yanıt vermedi. Eko-svest ayrıca, Bulgar hükümetinden resmen iki talepte bulundu: “projeyle ilgili tüm bilgilerin (ÇED çalışması) açıklanması; ve Makedonya yurttaşlarının proje değerlendirmesine katılması. Her iki teklifi de geri çevrilen örgüt, Espoo ve Aarhus sözleşmelerinin ilkelerinin ihlâl edildiği gerekçesiyle Bulgaristan Yüksek İdarî Mahkemesi’ne başvurdu. Mahkeme bir yıl sonra, projeyle ilgili bilgilerin Makedonya’ya açıklanması talebini kabul ederken, yurttaşların katılımı konusunda bir karara varmadı. Kısa bir süre önce yaşanan bir gelişmeyle, yedi Güney-Doğu Avrupa ülkesinin çevre bakanları ile üst düzey temsilcileri, 20 Mayıs’ta Bükreş’te bir araya geldi ve Espoo Sözleşmesi’nin uygulama hükümlerinin süresini uzatacak bir anlaşmayı kabul ederek imzaladı. Anlaşmayı kabul ederek imzalayan bu yedi ülke şunlar: Bulgaristan, Hırvatistan, Karadağ, Eski Yugoslavya Cumhuriyeti Makedonya, Romanya, Sırbistan ve Yunanistan. Balkanlar’da çevre konusunda daha fazla bilgi için <rerep.rec.org> adresindeki REReP Record’a bakınız D O Ğ A L H AYAT I K O R U M A Hırvatistan’dan önemli sulak alanları koruma teklifi Hırvatistan Kültür Bakanı Bozo Biskupic’in geçen Şubat’ta, Mura-Drava sulak alan sisteminin öncelikli olarak korunması kararnamesini imzalamasıyla, Avrupa’nın en önemli nehir ekosistemlerinden biri, uzun süredir beklediği desteğe kavuştu. Yaklaşık 150,000 hektarlık bir alanı kaplayan bu eşsiz doğal miras, hâlen Avrupa’nın bozulmamış en büyük akarsu rezervi. Hırvatistan Kültür Bakanlığı’nın; Tuna, Mura ve Drava nehirlerinin öncelikle korunmasını öngören bu kararnamesi, uzmanların ve Devlet Doğa Koruma Enstitüsü’nün ayrıntılı bir çalışmasına dayanıyor. Bakanlık, AB doğa koruma standardlarını uygulama sorumluluğunu üstlenirken, hükümetin, bütün sahayı ‘bölgesel park’ ilan etme yönündeki sözü, nehir sisteminin gelecekteki güvenliğini sağlama açısından hayatî önemde. Hırvatistan Yeşil Eylem’den Irma Popovic, “nehirlerden çakıl ve kum alma gibi hâlen süren faaliyetler, hem nehirlere zarar veriyor yeşil UFUKLAR | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 6 hem de Hırvatistan ve AB’nin çevre mevzuatını ihlâl ediyor,” diyor. “Bu karardan sonra, bu tür zararlı faaliyetler mümkün olmayacak.” Yaklaşık 600 km uzunluğundaki Tuna, Drava ve Mura nehir ekosistemleri, Avusturya, Slovenya, Macaristan, Hırvatistan ve Sırbistan topraklarına yayılıyor ve nesli tükenme tehlikesindeki bitki ve hayvan türleri açısından büyük bir çeşitlilik gösteriyor. Örneğin Drava Nehri’nin çakıl ve kum kıyıları, Küçük Sumru’nun neredeyse ortadan kaybolan karasal popülasyonu için uygun bir kuluçka alanı. Drava Liga’nın başkanı Ivan Darco Grlica, Dünya Doğayı Koruma Vakfı’na (WWF) yaptığı açıklamada, “tehlikedeki tür ve habitatların geleceğe kalmasını sağlayacak bu tür yasal düzenlemelerden gurur duyuyoruz,” diyor. Balkanlar’da çevre konusunda daha fazla bilgi için <rerep.rec.org> adresindeki REReP Record’a bakınız HABERLER AB’den Güncel Haberler Verheugen’den yeşil teknoloji çağrısı KORUNAN ALANLAR Natura 2000 ağı genişliyor Orta ve Doğu Avrupa’nın AB’ye yeni katılan üç ülkesi, Polonya, Slovakya ve Slovenya’nın, Natura 2000 koruma altındaki alanlar ağına OcakMart döneminde yeni bölgeler eklemesiyle, ağ nihayet, AB üyesi olmayan ülkelerin deniz alanlarını da içine alarak genişlemiş oldu. WWF Tuna-Karpat Programı müdür yardımcısı Andreas Beckmann’a göre, “bu karar, Avrupa’da doğayı koruma yolundaki dönüm noktalarından biri olmasının yanı sıra; AB’nin yeni üye ülkelerinin Natura 2000 ağı kapsamına alınması hazırlıklarına yıllardır destek veren WWF için de büyük bir başarı. Avrupa Komisyonu’nun ağı genişletme yönünde almış olduğu bu karardan son derece memnunuz” yorumunu yaptı. Kayın ormanlarıyla kaplı Gory Slonne dağlık bölgesi, Polonya’nın Natura 2000 ağına dahil ettiği 18 alandan sadece biri. Slovakya da; Beskyd ve Karpatlar’da 220 km2’lik geleneksel bir tarım alanı olan Mala Fatra’yı ağa dahil ederek payına düşeni yerine getiriyor. Slovenya’nın, iyi biçimde korunan; orman, otlak ve kalkerli araziden oluşan 750 hektarlık alpin ekosistemi Julian Alpleri de yakında ağa katılacak. Natura 2000 ağındaki mevcut alanlar, AB’nin eski üye ülkelerindeki toprakların yaklaşık %20’sini kapsıyor. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinden daha fazla bölgenin koruma altına alınması, sürdürülebilir olmayan ekonomik faaliyetler yönünde artan baskılara direnmek için çok önemli bir gereç. WWF’ye göre, Natura 2000 deniz alanlarına, hatta GüneyDoğu Avrupa ülkeleri ve Türkiye dahil olmak üzere AB üyesi olmayan ülkelere doğru da genişliyor. Natura 2000 çerçevesinde ve Türkiye’nin Bern Antlaşması’na taraf olmasıyla birlikte Türk hükümeti, önemli doğal alanların sürdürülebilir kullanımını garantilemek için önleyici tedbirler geliştirmeyi hedefleyen bir program olan ‘Elmas Ağı’ stratejisini uygulamaya başladı. Avrupa Komisyonu’nun Sanayiden Sorumlu Vekili Gunter Verheugen, Mayıs’ta Ljubljana’da düzenlenen Avrupa Patent Forumu’nda, yeşil teknoloji patentlerinin Avrupa patent tescil sistemi ile hızla izlenmesi gerektiğini söyledi. Verheugen bunun, iklim değişikliğiyle mücadelenin ötesinde, AB’nin, ekolojik açıdan dünyanın en verimli ekonomisi olma hedefine ulaşmasına yardımcı olacağını belirtti. Şubat’taki Avrupa iş dünyası zirvesinde açıklanan bulgulara göre AB, temiz teknoloji patent tescilinde uluslararası alandaki rakiplerinden daha iyi performans göstermekle kalmıyor; bütün yenilenebilir enerji ve temiz taşıt patenlerinin yarısını da AB veriyor. Ends Europe Daily’nin haberine göre, forumu düzenleyen Avrupa Patent Ofisi’nden (EPO) Alison Brimelow, mevcut AB patent düzenlemelerinin temiz teknolojiler lehine değiştirilmesine sıcak bakılmadığını söyledi, bunun nedeni ise iş dünyasının mevcut sistemle ilgili ‘genel memnuniyeti’. Yasa dışı kerestecilik AB gündeminde Avrupa Komisyonu, mevzuatın çok zayıf olduğu ve fazla boşluk içerdiği eleştirisine karşı, yasa dışı kereste kesimiyle mücadele için yeni düzenlemeler getirmeyi önerdi. Komisyon’un Çevreden Sorumlu Vekili Stavros Dimas, geçen Kasım’da, kerestenin yalnızca belgeli kaynaklardan alınmasını sağlayacak bağlayıcı bir şart konmasından yana olduğunu söylemişti. Ends’in Nisan’daki haberine göre, yeni bir kereste yasasını Fransa da destekliyor. AB’nin 2005’te onaylanan FLEGT kuralları, üye ülkelerle kereste ihraç eden ülkeler arasında işbirliği anlaşmalarına dayanıyor, ancak kurallar yalnızca taraf olan ülkeleri bağlıyor. AB halen, önde gelen kereste ihracatçısı Endonezya ile bir belgeleme programının müzakerelerini iki taraflı olarak yürütüyor. Endonezya’nın ihraç ettiği kerestelerin %80’e yakınının yasa dışı yollarla kesildiği tahmin ediliyor. Sağlık araştırması IPPC için kilit olabilir İsveç Asit Yağmuru Sekreteryası ve Avrupa Çevre Bürosu; AB Çevre Komitesi’nin, birliğin 1996 tarihli Entegre Kirliliği Önleme ve Kontrol Direktifi’ni (IPPC) gözden geçirme görüşmelerinin hemen öncesinde yayımlanan araştırma sonuçlarına dayanarak, Avrupa’nın en büyük elektrik santrallerinin azalan sülfür dioksit ve nitrojen oksit salımlarının sağlık açısından ‘kayda değer’ fayda sağlayacağı sonucuna vardı. Yeşil gruplara göre, zararlı salımları azaltmanın maliyeti, kirliliğin azalmasıyla sağlık açısından elde edilecek kazancın yalnızca üçte biri. Sorunlu bölgelerde Mevcut En İyi Teknikleri (BAT) kullanmanın kirliliği büyük ölçüde azaltacağı da dikkat çeken bir başka görüş. Araştırma sonuçları, parlamento raportörü Holger Krahmer’in, büyük yanmalı tesislere daha katı kesintiler önermeye ikna olmasını kolaylaştırabilir. AB elektrik sektörü ise bu tür önerilere sert biçimde karşı çıkıyor. FLICKR.COM Reddedilen GDO’lara yeni inceleme Avrupa Gıda Güvenliği Kurumu’ndan (EFSA), daha önce güvenli bulduğu genetiği değiştirilmiş iki mısır türü ile bir patates türünü yeniden incelemesi istendi. Yeşil gruplar, EFSA’nın GDO’ların güvenli olduğu yönündeki iddialarını; EFSA’nın genetiği değiştirilmiş ürünlerin güvenliğini usulüne uygun biçimde değerlendirme kapasitesi konusunda ciddi şüpheler olduğu gerekçesiyle reddettiği 7 Mayıs tarihli Avrupa Komisyonu kararını memnuniyetle karşıladı. 7 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | yeşil UFUKLAR HABERLER Türkiye’den kısa kısa Çevresindeki yerleşim birimlerinden bırakılan atıklarla kirlenen Tuz Gölü’nü kurtaracak en önemli adım olan Konya Atık Su Arıtma Tesisi tamamlanma aşamasında. Temeli 2004 Eylül’ünde atılmasına karşın yapımına ancak Ağustos 2005’te başlanan tesisin inşaatının 2008 sonunda tamamlanması planlanıyor. Van Gölü’nden sonra Türkiye’nin ikinci büyük gölü olan Tuz Gölü’nün karşı karşıya bulunduğu en önemli tehlikeler sularının azalması ve kentsel atıklar. Konya, Kulu, Cihanbeyli, Eskil ve Şereflikoçhisar ile birçok beldenin atık suları, herhangi bir arıtma tesisi bulunmadığı için doğrudan Tuz Gölü’ne bırakılıyor. Konya Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürü Ahmet Sorgun, 28.5 milyon dolara mal olan ve günde 140,000 metreküp atık su işleyecek olan tesisin yıl sonundan önce faaliyete geçeceğini söyledi. Ayrıntılı bilgi için, <www.konya.bel.tr/detail.php?id=2102> İEF’in teması küresel ısınma Türkiye'nin ilk ve genel ticaret fuarı İzmir Enternasyonal Fuarı (İEF), 22 Ağustos-31 Ağustos tarihleri arasında 77’nci kez düzenlendi. İEF’nın bu yılki ana teması ‘Küresel Isınma ve İklim Değişikliği’ oldu. Sanat ve spor etkinliklerinin düzenlendiği fuarı ziyaret eden yaklaşık 1.5 milyon kişi küresel ısınma konusunda bilgilendirildi ve “ben ne yapabilirim?” sorusunu kendilerine sorarak, harekete geçmeleri hedeflendi. “Yaşam yok mu oluyor?”, “Dünyaya ne yaptık?”, “Tehlikeli ilişkiler” ve “Birlikte kurtaralım” başlığını taşıyan etkinliklerde, küresel ısınma konusunda öncü ve uzman isimler İzmir’e gelerek, görüşlerini paylaştı. Kamu kurumlarından sanayi tesislerine, kuruluş ve işletmelerde alınacak tedbirlerin yanı sıra, bireysel mücadele ve koruma yöntemleri üstünde duruldu; çevre bilinci ve duyarlılığı uygulamalı yöntemlerle artırılmaya çalışıldı. Geri dönüşüme uygun, çevreye zarar vermeyen yeni nesil teknoloji ve buluşlar sergilendi. Ayrıntılı bilgi için, < http://www.izfas.com.tr> BP2.BLOGGER.COM Tuz Gölü’nde temizlik YÖRENİN ÜRÜNLERİ, YÖRENİN TÜKETİCİSİNE: Samsunlular'ın ekolojik ürünlere kolay ulaşmasını sağlayan pazarın önemli özelliklerinden biri ağırlıklı olarak yerel üreticilerin katılması ve yol maliyetlerinin düşük olması. TARIM Üçüncü ekolojik pazar Samsun’da Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin yerel yönetimlerle işbirliği içinde 2006’da İstanbul Şişli’de, Mart 2008’de Antalya’da hayata geçirdiği %100 Ekolojik Pazarların üçüncüsü, 12 Temmuz Cumartesi günü Samsun Gazi’de açıldı. Gazi Belediyesi tarafından Buğday Derneği’nin danışmanlığı ve denetiminde yürütülecek %100 Ekolojik Pazar’ın açılışını Samsun Valisi Hasan Basri Güzeloğlu ve Gazi Belediye Başkanı Süleyman Kaldırım yaptı. Pazar, Cumartesi günleri Gazi Kılıçdede Mahallesi’ndeki Ekolojik Yaşam Alanı’nda kuruluyor. Süleyman Kaldırım, Samsun’un ekolojik tarıma öncülük eden iller arasında yer aldığını belirterek, “sağlıklı ürünleri ve üreticilerini, tüketiciler ile buluşturuyor olmanın mutluluğunu ve gururunu yaşıyoruz,” dedi. Her Cumartesi günü kurulacak ekolojik pazarda, doğa ve canlı sağlığına zararlı hiçbir yöntem, kimyasal ilaç, gübre ve katkı maddesi kullanılmadan üretilen kontrollü ve sertifikalı organik ürünler satılıyor. Buğday Derneği’nin tescilli markası olan %100 Ekolojik Pazarlar bu markaya ait ilke ve standardlar doğrultusunda yönetilip denetlendiği için tüketiciye ek bir güvence veriyor. Bafra, Çarşamba Ovaları, Gümüşhacıköy, Terme, 19 Mayıs, Alaçam, Ağcagüney’den birçok üreticinin katılacağı pazarda, çoğu birlik ve kooperatiflerden oluşan 30 tezgâh var. Samsun Pazarı’nın en güçlü tarafı, ağırlıklı olarak yerel üreticilerin katılıyor olması ve pazarın lokomotifi olan sebze grubu için uzun yol maliyetlerinin eklenmemesi. <www.bugday.org/article.php?ID=2588> Okullarda enerjik yarışma Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), 2008’in ‘Enerji Verimliliği Yılı’ olması dolayısıyla, öğrencilerin enerji kullanımındaki bilincini artırmak için ‘Geleceğe Enerjin Kalsın’ adlı yeni bir yarışma projesi başlattı. Haziran 2008’de başlayan proje iki yıl sürecek. Amacı, okullarda enerji israfının önlenmesi, elektrik, su ve ısınma konusunda duyarlılığın artırılması, öğrencinin enerji verimliliği bilinci ile, araştırma, sorgulama becerilerinin geliştirilmesi olan proje kapsamında, projeye katılan ve enerjinin verimli kullanımında duyarlılık gösteren okullar MEB’e başvuracak. Başvurular; Elektrik, Su, Isınma ve Bilinçlendirme Çalışmaları ana başlıkları altında toplam 29 adet kıstas çerçevesinde değerlendirilecek. Yerinde yapılacak incelemlerde ise okulların su depoları, depoların bakımı, aydınlatma sistemi, musluklar, pencerelerin yalıtımı, ıslak zeminlerde su kaçağının olup olmadığı değerlendirilecek. Başarılı bulunan okullara sertifika ve bayraklar verilecek ve sonuçlar MEB web sitesinden duyurulacak. <www.meb.gov.tr> yeşil UFUKLAR | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 8 ÇEVRE ANALİZİ Türkiye çevresel açıdan kırılgan Dünya Ekonomik Forumu’nun ‘Geleceğin Küresel Liderleri Çevre Çalışma Grubu’, Columbia Üniversitesi Yerbilimi Bilgi Merkezi ile Yale Üniversitesi Çevre Hukuku ve Politikası Merkezi’nin birlikte hazırladığı Çevresel Performans Endeksi (Environmental Performance Index), 149 ülkeyi altı politika kategorisinde 25 göstergeye göre sıralıyor. Çevre sağlığı, hava kirliliği, biyoçeşitlilik ve doğal yaşam alanı, doğal kaynaklar ve iklim değişikliği politikaları kategorilerinin yer aldığı endekste Türkiye 2008 yılında 75.9 puanla 72. sırada yer alıyor. Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi’nden (BETAM) Barış Gencer Baykan’ın endeksle ilgili yaptığı analize göre, Türkiye çevre konusunda kırılgan bir ülke ve vasat bir çevre performansı sergiliyor. Analizde ayrıca, doğa ile insan arasındaki ilişkinin dengesinin son 50 yılda giderek daha da bozulduğu ve bunun sonucunda oluşan bilincin gerek siyasî partileri gerek iş dünyasını bu konuda önlem almaya ve somut adımlar atmaya yönlendirdiği vurgulanıyor. Ayrıntılı bilgi için, <www.betam.bahcesehir.edu.tr> HABERLER türkiye YEŞİL BİNALAR NÜKLEER ENERJİ Yapılarda yeni yaklaşımlar Pek çok ülke tarafından uzun zamandır kullanılan ve tartışmalara neden olan, Türkiye’nin de 50 yıldan beri ilgilendiği nükleer enerji konusu yeniden gündemde. Haziran ayında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından, Türkiye’nin Mersin Akkuyu’dan sonra ikinci nükleer santralinin Sinop’ta kurulması ile ilgili ihale hazırlıklarına başlandığı açıklanmıştı. İhale işlemleri süren Akkuyu santrali için ise Türkiye Elektrik Ticaret Anonim Şirketi (TETAŞ) tarafından Mart 2008’de ihaleye çıkılmıştı. Dördüncü kez düzenlenen ve teklif teslim tarihi 24 Eylül 2008 olan ihaleye girmek için şartname alan uluslararası şirketler ve konsorsiyum oluşturdukları yerli gruplar, piyasa koşullarının kredi bulmak için uygun olmadığı gerekçesiyle ve ihale şartnamesindeki bazı belirsizliklerin giderilmesi için altı aylık erteleme talep etti; ancak bu talep geri çevrildi. İhale için 13 yatırımcı şartname aldığı halde, tek teklif Rus devlet şirketi Atomstroyexport, Inter Rao ve Park Teknik’ten oluşan Ortak Girişim Grubu’ndan geldi. Enerji Bakanlığı önünde toplanan çevre grupları ise, ihaleye sadece bir teklif verilmesini gösteriler yaparak kutladı. Teklifi inceleyen ihale komisyonu, dosyadaki bilgi ve belgelerin eksiksiz olduğunu onayladı ve dosyayı, değerlendirmeyi yapacak olan Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’na (TAEK) teslim etti. Bu değerlendirmenin ardından, grubun, yıllara göre elektrik üretim miktarları ve satış fiyatlarının yer aldığı diğer zarfı açılacak. İhale komisyonu tarafından uygun bulunması halinde, teklif Bakanlar Kurulu’nun onayına sunulacak. Ayrıntılı bilgi için, <http://www.tetas.gov.tr> GREENPEACE AKDENİZ OFİSİ Kentsel yaşam alanlarına değer katmak, binanın değerini artırmak, yapım aşamasında çevre tahribatını en aza indirmek, enerji tasarrufu sağlamak, temiz teknolojilerin kullanımı ve geliştirilmesine ortam yaratmak da dahil olmak üzere pek çok yararı olan ‘yeşil bina’ uygulaması Türkiye’ye de geliyor. Amerikan Yeşil Bina Konseyi’nin (USGBC) verdiği yeşil bina sertifikası danışmanlığını Türkiye’den alan ilk kişi, Alarko Carrier’ın Genel Müdür Yardımcısı Hırant Kalataş oldu. Enerji ve Çevre Tasarımı Liderliği (Leadership in Energy and Environmental Design - LEED) programını tamamlayan Kalataş, ilk etapta ticarî binalara danışmanlık yapacak. Dünyada enerji tüketiminin yaklaşık üçte biri binalarda gerçekleşiyor. Yeşil bina uygulamaları, enerji tasarrufu, doğayı koruma ve konforlu bir yaşam ortamını hedefliyor. Belli standardlara göre sertifikalanan yeşil binalar yapı sektöründe daha değerli, doğaya saygılı, ekolojik, konforlu ve enerji tüketimini azaltan binalar olarak yeni bir yönelim ve sektör ortaya çıkarıyor. Binaya ‘yeşil bina’ özelliklerini; yer, tasarım, kullanılan yapı malzemeleri, yapım tekniği ve atık malzemelerin yeniden kullanımı veriyor. Sertifika alarak yeşil bina statüsü kazanan binaların normal binalara göre satış bedelleri %64, kira bedelleri ise %36 artıyor. Kalataş, yeşil bir binanın maliyetinin yeşil olmayan bir binaya göre %2-7 oranında daha yüksek olduğunu kaydediyor. Türkiye’de Siemens’in Gebze Organize Sanayi Bölgesi’nde yapılan idarî binası, LEED sertifikası alma çalışmalarını sürdürüyor, <www.arkitera.com>, <www.yesilbina.com> Nükleer santrale rağbet yok İSTENMEYEN İHALE:Küresel Eylem Grubu ve Greenpeace'den otuza yakın eylemci, 23 Eylül günü Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı önünde ölü benzetmesi yaparak nükleer ihaleyi protesto etti. YENİLENEBİLİR ENERJİ Rüzgâra talep beklemede WWW.RESSIAD.ORG.TR Türkiye genelinde, özellikle çevre ve enerji sektörlerinde gerçekleştirilecek küçük ve orta ölçekli yatırımların finansmanı amacıyla Türkiye Sınai Kalkınma Bankası’nın (TSKB) Avrupa Yatırım Bankası'ndan (EIB) Hazine Müsteşarlığı garantisiyle sağlayacağı toplam 200 milyon avro tutarındaki ‘Çevre ve Enerji Kre- disi’ne ilişkin sözleşme, Mayıs ayında Ankara'da imzalandı. TSKB, Alman Sanayileşme Fonu, Fransız Kalkınma Ajansı ve Dünya Bankası gibi kaynaklardan sağlanan kredilerle pek çok çevre yatırımını finanse ediyor. Atık su arıtma tesisi, filtre, toz alma ve gaz emisyonu azaltma yatırımları, yakıt dönüşümleri, katı atık toplama ve ayrıştırma tesislerinin kurulması, üretimde su kullanımının azaltılmasına yönelik projeler, yeni yatırımlar ile mevcutta çevre kirliliğine sebep olan üretim teknolojilerinin ikâmesi ve Çevre Yönetim Sistemi kurmaya yönelik çalışmalar, TSKB tarafından kredi kullandırılan yatırımlar arasında. TSKB Genel Müdürü Halil Eroğlu, bankanın son beş yılda 120’nin üstünde yenilenebilir enerji projesini değerlendirdiğini, bunların içinden 70’inin finansmanına katıldığını, bu projelerin toplam kapasitesinin ise Türkiye'nin yenilenebilir kaynaklarla elektrik üretim kapasitesinin %17'sini oluşturduğunu belirtti. Türkiyenin en büyük rüzgâr enerjisi santrali olan ve Bilgin Enerji A.Ş. tarafından kurulan Balıkesir Rüzgar Enerji Santrali (BARES) bu projelerden biri. 2006 Mayıs ayında üretime geçen 30 MW kurulu güçteki BARES’te yıllık ortalama 120 milyon kWh enerji üretilerek serbest piyasaya satılıyor. TSKB projeye 26 milyon dolarlık bir katkı sağladı. Yetkili ve yatırımcıların olumlu görüş ve desteğine rağmen, yerli ve yabancı yatırımcıların Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu'na (EPDK) yaptığı, 78,000 MW’lık rüzgâr enerjisi lisans başvuruları ise hâlâ beklemede. <www.tskb.com.tr> 9 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | yeşil UFUKLAR M E R C E K | iyi örnekler Polonya’daki yerel bir girişim, bedava poşetlerden vazgeçmeleri için perakendecileri işbirliğine çağırıyor Poşetlere veda P Wojciech Kosc oşet ister misiniz? Müşterilerin işitmeye pek alışık olmadığı bu soru, Polonya’daki tüm dükkân, market ve hipermarketlerde soruluyor. Aslında kasiyerler yakın zamana dek, -alınan sadece bir elma veya müşteri özellikle poşet istememiş bile olsa-, ürünleri doğrudan naylon poşete koyardı. Müşteri istese de istemese de poşet verilmesi, bu poşetlerin çoğunun kısa sürede sokaklarda, ağaç ve çalıların üstünde yerlerini alması, telefon tellerinden sallanması ya da rüzgârda savrulması demekti. Göze hiç de hoş görünmeyen bu atıkların bütün suçlusu, işe yarasın yaramasın, kendilerine ücretsiz olarak verilen bir şeyi geri çevirmek istemeyen müşteriler değil. Öte yandan, poşetlerin böyle gelişigüzel dağıtılmasına şiddetle karşı çıkanların, tüketicileri bu amaç doğrultusunda bir araya getirmesi de pek kolay değil. Bu yüzden, Polonya’da her gün yapılan milyonlarca alışverişte kullanılan milyonlarca poşeti ortadan kaldırmak için yasal bir girişim ve kapsamlı bir medya kampanyası başlatıldı. Polonya Hukuk ve Adalet Partisi’nin Lodz şehri belediye meclisi üyesi olan ve poşet karşıtı kampanyayı başlatan Krzystof Piatkowski’ye göre her gün Lodz’da müşterilere verilen poşet sayısı yaklaşık 600,000. Varşova’da bu sayı 1.8 milyonu bulurken, tüm ülkede 18 milyona ulaşıyor. Piatkowski, “bu poşetlerin büyük bölümü geri dönüşüme veya yeniden kullanıma kazandırılmıyor, dönüp dolaşıp atık sahalarındaki yerlerini alıyor,” diyor. Varşova Belediyesi çevre dairesinin verilerine göre, Varşova’daki bir hipermarkette müşterilere verilen tek kullanımlık poşet sayı- sı ayda yaklaşık 500,000. Aynı hipermarket, yeniden kullanılabilir poşetler de satıyor ve olağan bir ayda bu poşetlerden yaklaşık 9,000’i alıcı buluyor. Naylon poşet karşıtlarına göre, tek kullanımlık bu poşetlerin neredeyse anında atık olmalarının yanı sıra başka mahsurları da var. Naylon poşetlerin doğada yok olması neredeyse 400 yıl sürüyor ki bu, bozunurken zehirli maddeler salmasının yanında, doğanın görünümünü bozan ve sürekli büyüyen atık yığınlarına dönüşmesi; ve zaman zaman yağmur tahliye kanallarını tıkaması demek oluyor. Piatkowski’ye göre, kirliliğe yol açan en önemli etken, naylon poşetlerin üretiminde, hemen tüm dünyanın küresel ısınmaya yol açmak ya da bunu hızlandırmakla suçladığı fosil yakıtların kullanılması. Girişim başlıyor Piatkowski’nin, bölgedeki mağazaların ücretsiz naylon poşet vermesinin yasaklanması için geçen yaz oylamaya sunduğu yerel düzenleme, Lodz Belediye Meclisi tarafından onaylandı. Bu yasağı başka belediyelerde de uygulama girişimi Tychy, Zabrze, Inowroclaw ve Gdansk belediye meclislerinden onay almıştı, ancak uygulama Lodz’ta engellerle karşılaştı. İlk olarak, Lodz valisi, Lodz düzenlemesini, ekonomik serbestlik ilkesini ihlâl ettiği ve anayasa aykırı olduğu gerekçesiyle geri çevirdi. Piatkowski’ye göre, “valinin bu kararı, sadece Lodz girişimini değil, Polonya’da benzer düzenlemelerin oylamaya sunulacağı diğer şehirleri de etkiledi. Çünkü yerel mülkî idarî amirler Lodz valisinin kararını bekliyordu.” Lodz bölge valisi Jolanta Chelminska, verdiği bu hukukî karara gerekçe olarak, poşetlere getirilecek böyle bir yasak kararının “kamu için önemli bir yarar” sağladığı taktirde ancak Sejm (Polonya Parlamentosu) tarafından alınabileceğini belirtti. Karşılaştıkları bu engelin ardından Piatkowski ile diğer kasaba ve şehirlerdeki yerel siyasetçiler, kampanyalarında, bu yasağın gerçekten de kamu yararına olduğuna ikna edecek bir gerekçe ortaya koymaya odaklandı. ‘Poşet karşıtı hareket’in temsilcileri, çok daha etkili bir strateji başlatabilmek amacıyla 17 Şubat’ta Lodz’ta toplandı. Bu arada, Polonya’nın dört bir yanında belediye meclisi temsilcileri uyum içinde hareket ederek, bugün yürürlükte olan Ambalaj Kanunu’nun bazı maddelerinin değiştirilmesi için ‘yurttaşların kanun tasarısı’ adını verdikleri bir belgeye 1,000 imza toplamayı başardı. Bu, Sejm’i, söz konusu tasarıyı gündemine almaya ikna etmek için atılan ilk adımdı; ancak parlamentoya resmi bir tasarı sunabilmek için 100,000 imza toplanması gerekiyordu. Milletvekilleri, ancak ondan sonra tasarı üzerinde müzakerelere başlayabilirdi. Piatkowski, “100,000 imza toplanması şartının çok sorun olacağını düşünmüyorum, içim bu yüzden rahat,” diyor. “Lodz girişimi medyada yer bulduğundan beri Polonya’nın her köşesinden destek veren yüzlerce telefon ve e-posta aldım. Çevre STK’larının da desteğini almış durumdayız.” Piatkowski’nin, Sejm’e resmen sunulmasından önce bir nüshasını Green Horizon’a gösterdiği, naylon poşetlerin yasaklanmasını öngören bu tasarıda, “perakende satış yapan ve hizmet sunanların, biyolojik olarak çözü- yeşil UFUKLAR | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 10 MICHAL KOSC EVDEN ONSUZ ÇIKMAYIN: Sağlam bir alışveriş çantası, herkesin alışveriş listesinin ilk sırasında yer almalı. iyi örnekler | M E R C E K ORMAN MANZARASI: Çöpler, naylon poşetler ve metal kutular, kuzeydoğu Polonya’da, Bialystok yakınlarındaki ormanı çirkinleştiriyor. MICHAL KOSC Madalyonun öteki yüzü İş dünyasını etkileyen bütün çevresel düzenlemelerde olduğu gibi, naylon poşetlerin serbestçe dağıtımını sınırlamaya çalışan kampanyadan herkesin hoşnut olduğu söylenemez; en güçlü muhalif ses ise poşet üreticilerinden yükseliyor. Üreticiler, ‘Ekolojik Ambalaj Koalisyonu’ isimli bir lobi kurmuşlar bile. Koalisyon, naylon poşetlerin yasaklanmasının hem müşteriler hem de çevre için yarardan çok zarar getireceğini öne sürüyor. Tüm ülkeye yayılan Lodz girişimi, Avrupa Plastik Dönüştürücüleri’ni (EuPC) bile konu hakkında söz söylemeye itti. EuPC, Piatkoswki’nin Lodz’taki çalışmalarına dair kendi hukukî incelemesini yaptıktan sonra, “Lodz kararının arkasında yatan nedenlerin, temelde görsel olup, bilimsel gerçeklere değil toplumun algısına dayandığı; kirliliğin nedeninin ürünlerin bizzat kendileri değil, bu poşetleri sokaklara, parklara atan tüketiciler olduğu,” sonucuna vardı. EuPC ayrıca, “şu an tek geçerli mevzuat olan, ve hukukî açıdan bakıldığında bütün yerel veya ulusal mevzuatın üstünde bulunan ‘Ambalajlama ve Ambalaj Atık Direktifi’ne dayanarak, AB ülkelerinin ve yerel yetkililerin, AB’de üretilmiş bir ürünün piyasasına yasak getiremeyeceğini,” söyledi. Bu ikinci gerekçe, yasa tasarısı Sejm’de görüşülmeye başlamadan önce Polonya Çevre Bakanlığı’nın mutlaka hesaba katması gereken türden. Bakanlık şimdiye dek konuya ilişkin net bir açıklama yapmamış olsa da, Çevre Bakanı Maciej Nowicki ve yardımcılarının yapmış olduğu çeşitli açıklamalardan, ücretsiz naylon poşetlerin tamamen yasaklanmasının ‘izlenecek yol olmayabileceği’ sonucu çıkarılabilir. ‘Polonya’nın her köşesinden, destek veren yüzlerce telefon ve e-posta aldım. Çevre STK’larının da desteğini almış durumdayız.’ — Lodz belediye meclisi üyesi Krzystof Piatkowski Görünüşe bakılırsa bakanlık, EuPC’nin, Polonya kentlerinin ve taşrasının poşet atıklarıyla kirlenmesindeki asıl sorumlunun, poşetlerin bu şekilde üretilip bedava verilmesi değil, tüketicilerin tutumu olduğu yönündeki düşüncesine atıfta bulunuyor. Bu nedenle, söz konusu yaklaşımı benimseme yolunda, Ocak ayında yeni bir medya kampanyası başlatıldı. Bakanlık sözcüsü Michal Milewski, “tekrar kullanılabilecek poşetlerin moda olmasını sağlamak istiyoruz,” diyor. Polonya Çevre Bakanlığı diplomatik bir dille, naylon poşetlere yasak getirmenin, karmaşık bir sorunun tek bir unsurunun payını abartmak anlamına geldiğini söylüyor. İngiltere kökenli iki kuruluştan, Carrier Bag Consortium ve The Packaging and Films Association’dan alınan verilere bakıldığında, bakanlığın duruşu doğru olabilir. Bu kuruluşların yaptığı hesaba göre, naylon poşetler Britanya’daki toplam atığın yalnızca %1’ini oluşturuyor ve tüketicilerin %80’i, dükkân veya süpermarketten aldığı poşetleri yeniden kullanıyor. Polonya’daki Nazsa Ziemia (Bizim Dünyamız) adlı çevre sivil örgütüne göre; tartışmaya yol açan düzenlemeler getirmek veya maliyetli bir medya kampanyası yürütmek yerine, büyük perakende zincirlerinin yuvarlak sayılarını gözden geçirmesi, yani ayrıntılı bir maliyet-kazanç analizi yapması daha etkili bir çözüm olabilir. Örgüt, müşterilere parasız dağıtılacak milyonlarca naylon poşet satın almak yerine, perakendecilerin, müşterilerine basit iki seçenek sunarak bu maliyetleri neredeyse tamamen ortadan kaldırabileceği görüşünde: “Ya bizden yeniden kullanılabilir bir poşet satın alın, ya da torbanızı yanınızda getirin.” Ve yine, müşterilere şöyle bir soru sorulacak olsa, zamanla yaklaşımları değişebilir: “Bedava çöp ister miydiniz?” Q nemeyen ambalaj ürünlerini ücretsiz olarak vermesi yasaktır,” deniyor. Ancak taslak metinde, Çevre Bakanlığı’nın, bu tür ambalajın kullanılabileceği ürünlerin (taze balık v.b.) bir listesini oluşturması gerektiğine dair bir şart da düşülüyor. 11 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | yeşil UFUKLAR 12-21_KapakKonusu_G_YU4.3.qxp:4.1 12/15/08 2:52 PM Page 12 Karadeniz isminin kökenine dair açıklamalar hem çok çeşitli hem de muğlak. Ancak bugün Karadeniz’in, bölgedeki siyasî ve ekonomik sorunların yanı sıra, çevresel açıdan da acil çözüm bekleyen sorunları var. Sibel Sezer Eralp aradeniz’in benzersiz ekolojisi, Tuna, Dinyester, Don ve diğer büyük nehirlerin taşıdığı kirleticilerle son birkaç on yılda büyük ölçüde bozulurken; kıyılarında gerçekleşen ekonomik kalkınma, çevre üstündeki baskıyı giderek artırıyor. Uzmanlar ve siyasîler, enerji arzının Doğu’dan Batı’ya aktarılmasında önemli bir koridor haline de gelen Karadeniz’de işlevsel bir çevre-ekonomi dengesi kurulabilmesi için, altı kıyı ülkesinin tamamının (Bulgaristan, Gürcistan, Romanya, Rusya, Türkiye ve Ukrayna’nın) yer aldığı daha güçlü bir girişim gerektiği konusunda hemfikir. Gürcistan Dışişleri Bakanı, Gürcistan ile Rusya arasındaki askerî çatışmanın yaşandığı bölgenin çevresel durumunu tanımlamak için, “çevresel bir felaketten başka bir şey değil,” diyor. Aslında savaş halinde, ilk kurban edilen ve yaraları en son sarılan unsur doğa oluyor; ancak Karadeniz, yazın sonunda Kafkaslar’da silahlar patlamadan çok önce de çevre açısından kaygı uyandırıyordu. Sürdürülebilir kalkınma konulu bir seminere katılmak için Haziran ayında İstanbul’da bir araya gelen bir grup üst düzey uzman, sürdürülebilir kalkınma kavramının kendisinin Karadeniz bölgesinde hem karar mercileri hem de toplumlar tarafından yanlış anlaşıldığı sonucuna vardı. Örneğin, Ukrayna Sürdürülebilir Kalkınma Enstitüsü’nden Zoriana Mishchuk; siyasîlerin, kısa vadeli hedefler peşinde koşarak, uzun vadeli sürdürülebilir kalkınma hedeflerini zora soktukları görüşünde. Karadeniz kıyısındaki ülkeler, endişe verici bir dizi toplumsal ve ekonomik güçlükle karşı karşıya. Makro-ekonomik güçlükler, sağlık ve ilköğretimin bugünkü durumu; bu ülkelerin sosyo-ekonomik boyutta ilerleyebilmesi için daha zaman gerektiğini gösteriyor. Bölgede, yıllık kişi başına GSYİH, Avrupa Birliği’ne kıyasla oldukça düşük; örneğin Gürcistan’da 4,700 dolar iken, Rusya’da 14,692 dolar. AB’de yıllık kişi başına en yüksek GSYİH ise Lüksemburg ve Danimarka’ya ait, (sırasıyla 83,456 dolar ve 38,864 dolar). AB’nin geri kalanıyla karşılaştırıldığında Karadeniz ülkelerinde işsizlik oranı da yüksek. Karadeniz ülkeleri içinde en yüksek enflasyon %11 ile Rusya’da; en düşük enflasyon ise %4.5 ile Bulgaristan’da. Kayıt dışı ekonomi ve yoksulluk bölgede yaygın olarak görülürken; kadın-erkek eşitsizliği, toplumsal dışlanma ve toplumsal katılımın zayıflığı da yaşanan diğer sorunlar. Brundtland Raporu’na göre (1987) sürdürülebilir kalkınma, bugünün nesillerinin ihtiyaç ve isteklerini, gelecek nesillerin ihtiyaç ve isteklerini tehlikeye atmadan karşılamayı gerektirir. Rapora göre bunu sağlamanın en iyi yolu, çevre koruma ile toplumsal adaleti, ekonomik kalkınmayla bir arada götürmekten geçiyor, ancak bölgedeki sürdürülebilir kalkınma çabalarının çoğu, planlama aşamasının ötesine geçemiyor. Kimi ülkeler, ulusal sürdürülebilirlik stratejilerini, 2002 Johannesburg zirvesinde kararlaştırıldığı gibi son tarih olan 2005 itibariyle sonuçlandırsa da diğerleri hâlâ bu konuda çalışmaya devam ediyor. K Savaşın faturası yeşil UFUKLAR | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 12 M Bölgenin çevresel açıdan savunmasızlığı, Gürcistan ve Rusya arasında patlak veren silahlı çatışmadan sonra, iki tarafın birbirine yönelttiği suçlamalar vesilesiyle ortaya çıktı. Gürcistan, Gürcü gemilerinin, Karadeniz’deki limanlarından biri olan Poti’de, Rus güçleri tarafından bombalanıp batırılması sonucu büyük miktarda hidrokarbonun (motorin ve benzin) ve hidrolik yağın denize karıştığını iddia etti. Gürcistan Dışişleri Bakanlığı, 50 ilâ 70 ton petrolün denize döküldüğünü ve bu miktardaki bir kirliliğin Devamı sayfa 15’te ÜST SIRADAKİ GÖRSELLER: FLICKR K A PA K K O N U S U | karadeniz ve sürdürülebilirlik DEĞERLİ KAYNAKLAR, HASSAS DENGELER Karadeniz birçok insan için geçim kaynağı olurken, birçok kişi için d (Soldan sağa) Samsun sahilinde bir gezinti yolu; Karadeniz dalgalar Eforie’deki bir iskele gezmeye çıkanların uğrak yeri; Alaplı sahilinde tersane. (Altta) bir atlı araba, Romanya Vama Veche’deki kalabalık b VURGUNUN EŞ 12-21_KapakKonusu_G_YU4.3.qxp:4.1 12/15/08 2:52 PM Page 13 ÜST SIRADAKİ GÖRSELLER: FLICKR karadeniz ve sürdürülebilirlik | K A PA K K O N U S U UNN EŞİĞİNDE STILL PICTURES ken, birçok kişi için de dinlenme ortamı sunuyor. u; Karadeniz dalgalarının tadını çıkaranlar; Romanya yeri; Alaplı sahilinde gemi gövdesi onarılan bir Veche’deki kalabalık bir plajın yanından geçiyor. KARADENİZ 13 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | yeşil UFUKLAR K A PA K K O N U S U | karadeniz ve sürdürülebilirlik Yeşil Ufuklar, Karadeniz konusunda çalışan resmî akademik ve sivil paydaşların; Karadeniz’in mevcut durumu, sürdürülebilirliği, öncelikli hedefler ve kurumların sorumlulukları konusundaki görüş ve önerilerini öğrendi. SÜRDÜRÜLEBİLİR KARADENİZ: DÜŞ MÜ? MÜMKÜN MÜ? Sedat Kadıoğlu CEM ORKUN KIRAÇ Karadeniz’in doğal kaynaklarındaki problemler, altı kıyı ülkesi başta olmak üzere, Karadeniz’in drenaj alanı içinde bulunan tüm bölgeyi kapsar. Özellikle, su ve hava kirliliği kontrolü konularında diğer 11 ülkenin de sorumluluğu paylaşması gerekiyor. Kaynakların yoğun kullanımından dolayı su kalitesinin bozulmasını, biyolojik çeşitliliğin azalmasını engellemek; su kalitesini, deniz ve kıyı ekosistemini iyileştirmek; bölgede sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak için ulusal (kurumlar arası) ve uluslararası işbirliği önem taşıyor. Sürdürülebilirliğin sağlanması için; kara kökenli kirleticilere ilişkin Ulusal Eylem Planı’nda tanımlanan kirletici unsurlar, bölgenin özellikleri ve insan aktivitelerinin gözden geçirilmesi; su kullanımının ekonomik analizi; koruma alanlarının belirlenmesi ve önleme programları uygulanması; ekonomik araçların geliştirilmesi; etkin bir izleme sisteminin oluşturulması; tüm sektörleri bilinçlendirme çalışmalarının ulusal düzeyde gerçekleştirilmesi ve çıktıların uluslararası ve bölgesel düzeyde entegrasyonu gerekiyor. Avrupa Komisyonu’nun bir girişimi olan ve Karadeniz bölgesinde su ve suyla ilgili ekosistemlerin korunması için işbirliği platformu oluşturmayı amaçlayan Tuna-Karadeniz (DABLAS) Görev Gücü buna bir örnektir. Bakanlık olarak Karadeniz ile ilgili çalışmalarınız, geleceğe yönelik planlarınız neler? Taraf olduğumuz Bükreş Sözleşmesi altında imzalanan “Karadeniz Stratejik Eylem Planı” kapsamında etkin bir çevre yönetiminin sağlanması için ülkemizin Karadeniz kıyısı boyunca mevcut kirlilik durumunun, kirlilik kaynakları da göz önüne alınarak ortaya konması ve önceliklerin belirlenmesi amacıyla “Karadeniz’de Kirlilik İzleme Projesi” 2004’ten itibaren Bakanlığımızca yürütülüyor. yeşil UFUKLAR | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 14 Gemilerin normal operasyonlarından kaynaklanan kirliliğin önlenmesi çalışmaları çerçevesinde “Gemilerden Atık Alınması ve Atıkların Kontrolü Yönetmeliği” 2004’te yürürlüğe girdi. Karadeniz’de 10 tane lisanslı atık kabul tesisi bulunuyor. Ülkemiz, MARPOL 73/78 Sözleşmesi’ne taraftır; EK I, II ve V imzalanmıştır. EK III, IV ve VI’e taraf olma çalışmaları ise sürmektedir. “Deniz Çevresinin Petrol ve Diğer Zararlı Maddelerle Kirlenmesinde Acil Durumlarda Müdahale ve Zararların Tazmini Esaslarına Dair Kanun” kapsamında Karadeniz bölgesinde toplam 33 tane kıyı tesisine Risk Değerlendirmesi ve Acil Müdahale Planları hazırlaması yükümlülüğü getirildi. Ayrıca bölgesel acil müdahale planları hazırlanacak ve bölgesel acil müdahale merkezleri oluşturulacak. Karadeniz’in Kirliliğe Karşı Korunması Komisyonu’na ve Daimi Sekreterya’ya Türkiye ev sahipliği yapıyor; Karadeniz Sekreteryası’nın yıllık bütçesinin %40’ı ülkemiz tarafından ödeniyor. Karadeniz Çevre Programı kapsamındaki Stratejik Eylem Planı’nın hükümleri çerçevesinde kurulan altı faaliyet merkezinden Kara Kökenli Kirleticilerin Kontrolü Faaliyet Merkezi’nin çalışmaları Türkiye tarafından koordine edilmekte. BSEC altında faaliyet gösteren 15 çalışma grubundan biri olan Çevre Koruma Çalışma Grubu’nun faaliyetleri de Bakanlığımız tarafından yürütülmektedir. Karadeniz’in sürdürülebilirliği için üç öneride bulunmanız gerekse bunlar neler olurdu? 1) Öncelikle, yapılan çalışmaların ulusal (kurumlar arası) ve uluslararası işbirliği içinde olması önemli. Karadeniz’e dökülen nehir deşarjları 17 ülkeden geliyor. Avrupa’nın 2., 3. ve 4. büyük nehirlerin tümü (Tuna, Dinyeper ve Don) Karadeniz’e dökülüyor. Dolayısıyla Karadeniz sadece kıyısı olan altı ülkeden değil, Karadeniz’e ulaşan nehirlerin geçtiği tüm bölgelerden etkilenmekte. Bu yüzden altı ülkenin yanı sıra, bu geniş etkilenme alanındaki tüm ülkelerle işbirliği yapılarak, kirliliği önleyerek ve ekosistemi koruyarak gelecek nesiller için devamlılık sağlanabilir. 2) Bütünsel havza yönetimiyle, nehir ve havzalarının şimdiki ve gelecek kuşaklar için çok yönlü kullanımının devam ettirilmesi (sürdürülebilir gelişme) amaçlanmalı. Bütünsel havza yönetimi; havza bazında bir yaklaşımı; farklı tip ve biçimlerdeki suları ayrı değerlendirmeyi; arazi ve su kaynakları ilişkisini göz önüne almayı; doğal sınırlamaların, sosyal ve ekonomik ihtiyaçların, politik ve idarî süreçlerin entegrasyonunu içerir. Avrupa çapında entegre su yönetimine çerçeve oluşturmayı amaçlayan Su Çerçeve Direktifi (WFD), 2000 yılında Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Komisyonu tarafından yürürlüğe kondu. WFD nehir havzası yönetimi gibi yeni unsurlar da getirmiştir; her bir nehir havzası için bir Nehir Havzası Yönetim Planı (NHYP) oluşturulmasını gerektirir. NHYP birçok analiz sonucunda ortaya çıkar ve 2015’de iyi duruma ulaşmak için alınması gereken önlemleri gösterir. Ülkemizdeki çalışmalar Bakanlığımız ve DSİ Genel Müdürlüğü öncülüğünde, ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği yaparak yürütülüyor. 3) Özel sektör çevre yatırımlarına dahil edilmeli ve teşvik edilmelidir. Özel sektörün çevre yatırımlarındaki payının artırılması, kamu-özel sektör işbirliğinin daha etkin devreye girmesi ve Yap-İşlet-Devret gibi finans kaynaklarının daha yoğun kullanılması, kamu harcamalarına rahatlama getirecektir. Özel sektörün, çevresel altyapı hizmetleri sağlamaya katılımının, işletme ve yönetim uzmanlığı yanında finansal kaynak açısından da katkı yapması bekleniyor. Q Karadeniz havzasında sürdürülebilir bir koruma-kullanma dengesi sağlamanın koşulları neler? Sedat Kadıoğu, Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşarı karadeniz ve sürdürülebilirlik | K A PA K K O N U S U Önce yasal zemin AT VE TUT: Amatör balıkçılar İstanbul Boğazı’nda, Karadeniz’den gelen sulara oltalarını atmış şanslarını deniyor; bir sivil toplum kuruluşunun gönüllüleri, Bulgaristan’daki Burgaz yakınlarında ekositem temizleme çalışmalarına yardım ediyor. Nilüfer Oral Karadeniz havzasında sürdürülebilir bir koruma-kullanma dengesi sağlamanın koşulları neler? STILL PICTURES Karadeniz’in, deniz ve kıyısal yaşam alanlarının sürdürülebilirliği güçlü bir yasal çerçeve oluşturulmasına bağlı. Karadeniz’de koruma ve kullanmayla ilgili mevcut yasal çerçeve 1992’de oluşturuldu. Ancak bu yasal çerçeve, bence yetersizdir. Akdeniz’in korunmasına yönelik yasal çerçeveyle kıyaslandığında, Karadeniz’inki daha yetersizdir. Karadeniz’de, özellikle kıyıdaş ülkelerin işbirliğini gerektiren yerlerde deniz koruma alanları oluşturmak için bölgesel hukukî bir çerçeve yok. Oysa Akdeniz’de, deniz koruma alanlarını, sınır aşan ya da açık deniz kapsamına sokan SPAMI Protokolü var. Akdeniz ülkeleri, bölgesel düzeydeki yasal yükümlülüklere uyulması için de yasal bir mekanizma geliştiriyor. Bu, özellikle denizlerin sürdürülebilir korunması söz konusu olduğunda, ülkeleri yasal yükümlülüklere uymaya zorlamak açısından çok önemli. Önemli olan, sistemin mutlaka cezalandırıcı değil, ülkelerin yasal yükümlülüklerine uyması anlayışı üstüne kurulması. Karadeniz’de böyle bir mekanizma yok. Bu öncelikle ele alınmalı. Bu süreçte hangi aktörlere ne tür işler düşüyor? Türkiye’nin Karadeniz havzasında önemi ve yükümlülükleri neler? felaketine yol açabileceği uyarısında bulundu. “İşte bu yüzden NATO’yu, Karadeniz’de gövde gösterisi yapmaması için uyarıyoruz,” diyor Rogozin. “Gürcistan’a insanî yardımda bulunduklarını söylüyorlar, peki ama neden askeri gemilerle? Biz, Rumenler’in, Bulgarlar’ın ve Karadeniz kıyısındaki bütün ülkelerin kendi sularında ne yaptığına ya da ne yapılmasına izin verdiğine çok dikkat etmesini istiyoruz. Karadeniz, ticaret ve turizm amacıyla kullanılmalı, askerî amaçlar için değil.” Karadeniz’in ve kıyılarının korunmasının yanı sıra, biyolojik çeşitlilik ve peyzaj mirasına yönelik bölgesel tehditlerin de acilen ele alınması gerekiyor. Bölgenin en ciddi çevre sorunları arasında; organik maddelerin artışının doğal bir sonucu olan, ancak Karadeniz’e dökülen büyük nehirlerin taşıdığı yüksek miktardaki Karadeniz'in sürdürülebilirliği için üç öneride bulunmanız gerekse bunlar neler olurdu? 1) Öncelikle, toplumun katılımını artırmak ve STK’ların rolünü güçlendirmek gerek. Karar mercii olan kamu kurumları tam anlamıyla hesap verebilir olmadığı sürece, çevresel sürdürülebilirliği sağlayacak önlemler eksiksiz ve doğru biçimde uygulanamayacak. 2) İkincisi, bir hukukçu olarak, çevre hukuku konusunda uzmanlaşmış avukatlar ve yargıçlardan oluşan güçlü bir kadro olması gerektiğine inanıyorum. Avukatlar kanunun bekçisi, yargıçlar da garantörüdür. Bu nedenle, çevre hukuku konusunda Karadeniz ülkelerinin yasal kapasitesini güçlendirmeliyiz. 3) Son olarak, Karadeniz ülkelerinin, Karadeniz Komisyonu Sekreterliği’ne desteğini artırması gerek. Kıyı ülkeler, sekreterliğe daha fazla siyasî ve maddî destek verdiği takdirde, Komisyon çok daha etkin olabilir. Karadeniz’de sürdürülebilir çevresel koruma ve kullanmayı sağlamak için bölgesel işbirliği kilit unsurdur, bölgesel yönetişimdeki kilit kurum da Karadeniz Komisyonu Sekreterliği’dir. Q “Gürcistan kıyılarında bir ilk,” olduğunu açıkladı. Sonrasında ise, deniz akıntıları, bu sızıntıyı kuzeye, Kolkheti Millî Parkı’na ve onun koruma altındaki kıyısına doğru sürükledi. Bakanlığa göre, “Kolkheti Millî Parkı’nın koruma altındaki alanı ve çevresi ekolojik bir felaket yaşıyor ve bu durum, Karadeniz’in bütün ekolojik sistemini olumsuz etkileyebilir.” Bakanlığa göre, temizleme çalışmaları da engellendi; çünkü Rus ordusu, süzgeçlerin ve alanı çevirecek engellerin kullanılmasını yasakladı ve yetkili mercilerin bölgeye girişine izin vermedi. Rusya’nın NATO büyükelçisi Dimitrii Rogozin, merkezi Sofya’da bulunan haftalık dergi Capital’den bir gazetecinin sorusuna verdiği yanıtta, Karadeniz’in yüzeyinin hemen altında bulunan yüksek miktardaki sülfür klorürün, bir silahlı çatışma durumunda çevre BULGARİSTAN KUŞLARI KORUMA DERNEĞİ M M Baştarafı sayfa 12’de Karadeniz’in koruma-kullanımında anahtar aktörler, bütün kıyıdaş ülkeler, Karadeniz Komisyonu, BSEC ve Avrupa Birliği’dir. Açıkçası, AB’nin daha ciddi bir rol üstlenmesi gerektiği kanısındayım. AB’nin öncelikle Bükreş Sözleşmesi’ne taraf olması gerek. Kıyı ülkeleri, AB’nin benzersiz bir deneyime sahip olduğu balıkçılık ve ulaşım konuları başta olmak üzere, AB ile etkin ve uygulanabilir işbirliğinin yollarını aramalı. Deniz taşımacılığı, AB’ye üye ülkelerin de uyması gereken uluslararası anlaşmalara bağlı olduğundan, ulaşım konusu daha az sorunlu. Balıkçılık ise, üye olmayan kıyı ülkelerinin, AB politikalarına uyum sağlamasını gerektirecek. Bu bağlamda, Karadeniz balıkçılığında etkin bir aktör olan Türkiye’nin önemi artacak. AB ile işbirliği konusunda, aday ülke konumundaki Türkiye’nin yükümlülüğü, diğer Karadeniz ülkelerine kıyasla daha fazla olacak. Dr. Nilufer Oral, İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi; IUCN Çevre Hukuku Komisyonu, Okyanuslar Eşbaşkanı 15 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | yeşil UFUKLAR K A PA K K O N U S U | karadeniz ve sürdürülebilirlik kurtulmak gerek Murat Sungar NAFİZ GÜDER Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü (BSEC), Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla yeni doğacak ülkeler arasında kurulacak işbirliğinin ve Türkiye’nin buna öncü olmasının yararlarının gündeme geldiği bir dönemde, dönemin Cumhurbaşkanı Özal’ın da ön ayak olması ve siyasî destek sağlanmasıyla 1992’de İstanbul deklarasyonu ile hayata geçiyor. Kuruluş belgesine baktığınızda, BSEC, tamamiyle ve sadece ekonomik işbirliğine yönelik bir örgüt olarak öngörülüyor, fakat tam manasıyla örgüt olması aşağı yukarı 10 sene sürüyor. 1998’e kadar BSEC bir deklerasyon, bir niyet beyanı iken, 1998’de Yalta’da bir esas kuruluş belgesi kabul ediliyor; 1999’da da, tam manasıyla bir bölgesel örgüt niteliği kazanıyor ve BM’ye de tescil ediliyor. Zaman içinde de bu, ‘sadece ekonomik ilişkiler’ hedefi ele alınıyor. O dönemde ortak payda ekonomik işbirliği; kimse karşı çıkamıyor, yararına inanılıyor. Ancak o dönemde Karadeniz’den kimsenin pek bahsettiği yok. Hakikaten 10 sene öncesine kadar, Balkanlar var, Kafkaslar var Orta Asya var ama Karadeniz’den hiç kimse bahsetmiyor. O dönemin koşullarında bir takım projeler üretilse de hayata geçirilemiyor, işbirliği kâğıt üstünde kalıyor. BSEC’in en büyük başarısı, taraf olan bütün bu ülkelerin bir anlaşmaya imza atmış olmasıdır. Son 10 sene içinde ise Karadeniz, önemli bir bölge haline gelmeye başladı. Amerikalılar’ın mevcudiyet göstermek istedikleri bir bölge oldu. ABD’nin ilgi gösterdiği her bölge sonuçta hareketleniyor, bir heyecan doğuyor ve o bölgenin değeri artıyor. Bölge içinde Amerika’ya çok yakın ülkeler var. Romanya mesela, Türkiye ile ABD’nin 1950’lerdeki ilişkisine benzer bir ilişkileri var, özellikle kredi konusunda. ABD’nin Ukrayna ile, Gürcistan ile özel ilişkileri var; ABD böyle yakınlaştıkça ve siyasî konulara el attıkça, bölge ülkeleri daha dikkatli davranmaya başlıyor. Karadeniz’e ilginin artmasının esas sebeplerinden bir tanesi de enerji kaynakları ve enerji güvenliği konuları. Dolayısıyla, BSEC olarak Karadeniz’e ilişkin düşüncemiz, artık yavaş yavaş ekonomik ilişkilere ilaveten, güvenlik ve enerji güvenliği gibi bir takım başka sorunlara el atmamızın yararlı olduğu şeklinde. BSEC’in en önemli kazanımları neler? Aralarında ciddi ihtilaflar olan ülkelerin böyle bir örgütte bir araya gelebilmiş olması, işbirliğini hâlen sürdürmeleri BSEC’in en büyük başarısıdır. Bütün o toplantılar sayesinde birbiriyle anlaşamayan insanları bir araya getirebilen bir örgüt oldu BSEC. Örneğin Türkiye ve Ermenistan. Burada bir daimî temsilcileri var, bayrakları var; Türk Ermeni ilişkileri açısından yeşil UFUKLAR | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 16 bence çok önemli bir işlev görüyor. Bir turizm ve kültür komitesi kurduk. Bu alanlarda, Türkiye ve Ermenistan olarak sınır aşırı bir etkinlik yaptık. Kimse rahatsız olmuyor bu tip etkinliklerimizden. Gürcüstan ve Rusya, Ukrayna ve Rusya, birbirlerine kendilerini anlatacak bir forum ortamı buluyor. Bence bugüne kadar gelmemiz önemli bir kazanım; bundan sonraki varlığımızı ise, biraz daha derinliği olan konulara el atmamız belirleyecek. Ayrıca BSEC’in AB ile daha yakın ilişki kurmasında yarar görüyorum. Bir anlamda, “sizin Doğu’da yapmaya çalıştığınız pek çok şeyi sizin adınıza biz yapalım, elimizde bu imkânlar var,” demeye çalışıyoruz. AB de bunu anlamaya başlıyor. Bir diğer önemli ve başarılı gördüğümüz gelişme de, Avrupa Birliği’nin BSEC’e ilgi göstermeye başlamasıdır. Hem ‘AB Komşuluk Politikası’ çerçevesinde, hem de bizim gayretlerimiz sonucunda, AB Komisyonu bize gözlemci oldu ve ilk kez 14 Şubat 2007’de AB bakanları ile BSEC bakanları Kiev’de bir araya geldi. Bu çerçevede, adeta AB’nin bir alt-sözleşmesi niteliğinde bir statüye kavuşmaya çalıştığımızı söyleyebilirim. BSEC’in güncel projeleri neler? Yeni profilimiz biraz daha değişik olacak. Yeni genel sekreter ile ben iki sene önce göreve başladığımızda, BSEC’i tamamen proje odaklı bir organizasyon haline getirmeyi düşündük, büyük projeler yürüten bir organizasyon. Şu anda odaklandığımız iki önemli proje var: Birincisi, Karadeniz’i çevreleyecek bir yol projesi. Yani Karadeniz’in etrafında, hali hazırdaki yollardan da yararlanarak bir yol yapmak. Bunun iki önemli veçhesi var. Bir tanesi turizm. Bölgenin çok büyük bir turistik potansiyeli var. Baktığım zaman, dolaştığım zaman fantastik bir iklim ve tabiat görüyorum. İkincisi de ticaret. Ticaret için yeterli yol yok. Böyle bir yol olursa hem turizm hem ticaret canlanır düşüncesiyle bu projeyi başlattık. İlke olarak ülkeler arasında anlaşmaya varıldı, şimdi bunun ülkeler tarafından tasdiki bekleniyor ki hayata geçsin. Bu tip büyük projelere el atıp hayata geçirebilirsek hiç olmazsa BSEC’in bu bölgedeki insanlara bir yararı olduğunu göstermiş oluruz. Bu yol projesi de böyle bir yaklaşımla doğdu. İkinci büyük proje ise, Karadeniz’de limanlar arasında seyrüsefer. Tarihte Karadeniz, farklı limanlar arasındaki deniz trafiği açısından çok hareketli bir bölge. Biz bu trafiği yeniden canlandırmayı hedefliyoruz. Bu iki proje ile ilgili çalışmalarımız sürüyor. Özetle, Karadeniz ülkelerinin, mümkün mertebe ticaret odaklı olarak kurmuş olduğu bu örgütü; şimdi daha çok büyük projelere el atan, belki de kısa süre sonra, daha başka alanlara, güvenlik alanına belki siyasî alanlara girecek bir örgüt haline getirmeye çalışıyoruz. Böylece BSEC daha etkili bir örgüt olabilecek. Karadeniz’in sürdürülebilirliği açısından önümüzdeki dönem nasıl olacak? Bir kere ülkelerin buna inanması ve bir takım ihtilafları bir tarafa atabilmeleri lazım. Geçiş ekonomilerinde pek çok konu yeni yeni anlaşılmaya başlanıyor; çevre de bunlardan biri. Bölgede çevre konusundaki farkındalığın oluşabilmesi için ihtilaflardan kurtulmak gerek. Dolayısıyla BSEC var olduğu sürece, çevresel farkındalık açısından da yarar sağlayacaktır. Q BSEC’in kuruluş amacı ve misyonu nedir? gübre nedeniyle hızlanan ötrofikasyon da yer alıyor. Denizin diğer çevre sorunları, kirlilik, yabancı türlerin ortaya çıkması ve deniz kaynaklarının aşırı tüketimi olarak sıralanabilir. 1990’ların başında bu tür sorunlar, altı kıyı ülkesinin, Bükreş Sözleşmesi’ni imzalamasını sağladı. Bu anlaşma, ihtilaf dönemlerinde bile işbirliği yapılabileceğini gösteren çok anlamlı bir örnekti; çünkü o dönemde Rusya ve Ukrayna, Karadeniz’deki donanmanın kime kalacağı konusunda uzlaşamıyordu. Kısa süre önce Gürcistan’da yaşanan silahlı çatışma ise, Karadeniz kıyısında yeni bir uluslararası kimliği, şimdiye dek yalnızca Rusya’nın ve az sayıda ülkenin tanıdığı Abhazya Cumhuriyeti’ni ortaya çıkararak sürece bir belirsizlik getirdi. Rusya ve Gürcistan’dan farklı olarak, Abhazya Cumhuriyeti, çevre korumayı ya da sürdürülebilir kalkınmayı teşvik etmeye yönelik hiçbir uluslararası anlaşmaya veya hukukî norma taraf değil. M Çevre farkındalığı için ihtilaflardan Murat Sungar, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü (BSEC) Genel Sekreter Yardımcısı Büyüme ve bozulma Karadeniz bölgesi sakinleri, zengin doğal kaynaklardan hep yararlandı ve yararlanmaya da devam ediyor. Doğal kaynakların sunduğu ürün ve hizmetler, doğal gaz ve enerjiden, ulaşım yollarına dek çeşitlilik gösteriyor. Özetle kalkınma, doğal çevreyle yakından ilgilidir. Genel bir kurala göre, ekonomik bir faaliyet doğal kaynaklara ne kadar bağımlı ise, çevresel bozulma da o kadar çok ve tahribat da o denli geri dönülemez olur- ki bu da tabii olarak, doğal kaynaktan beslenen ekonomik faaliyeti çok ciddi biçimde olumsuz etkiler. Karadeniz’de balıkçılık, Akdeniz’de ise turizm, doğal bir kaynağa dayanan ekonomik faaliyetlerin çevreye nasıl zarar verebileceğini gösteren en bildik örneklerdir; ayrıca her ikisi de sürdürülebilir kalkınma stratejilerinin neden uygulanması gerektiğini de açıkça gösterir. Doğa ile Barış Derneği’nden Yüksel Üstün, Karadeniz’de ‘sonuçlarına bakmadan, ne pahasına olursa olsun üretim yapma’ anlayışının yerini nihayet, ‘sürdürülebilir çevre’, ‘doğal kaynakların etkin kullanımı’, ‘sürdürülebilir tüketim’ gibi yeni kavramlara bıraktığına dikkat çekiyor. Üstün’e göre bu sağlıklı değişim, doğal kaynakların sürdürülebilir ve etkin biçimde kullanılmasını, yatırımların maliyet-fayda çerçevesinde yapılmasını, teknolojik ilerlemeyi ve gerekli kurumsal düzenlemeleri de beraberinde getirecek. Karadeniz’deki çevre tahribatı, özellikle deniz yaşamındaki yoksullaşmada göze çarpıyor. Daha 1960’larda Karadeniz’de 170 balık türü bulunuyor, karadeniz ve sürdürülebilirlik | K A PA K K O N U S U M Çevresel iyileştirmelerin maliyet/ fayda analizlerinin dâhil edilmesinin, merkezî ve yerel yönetimler için daha iyi maliyet karşılama mekanizmaları sağlaması mümkün. Daha temiz teknolojilerin kullanılması, ‘kirleten öder’ ve ‘kullanan öder’ ilkelerinin daha yaygın biçimde benimsenip uygulanması, bölgenin sürdürülebilirliğe doğru giden yolda ilerlemesini kolaylaştıracaktır. Ekolojik turizmin teşvik edilmesi de, bölge sakinlerine iş imkânları yaratması bakımından bir çözüm olabilir. Karadeniz bölgesi, büyüyen bir ekonominin gelişen bir pazarı olarak, uzun vadede barış ve istikrar sağlandığı takdirde, bugünün zorluklarından ve fırsatlarından yararlanmaya hazır durumda. Hükümetlerin şeffaflığı, hesap verebilirlik ve karar alma süreçlerine etkin paydaş katılımı, bunların hepsi de aynı yapbozun parçaları. Bölgenin zengin doğal kaynakları benzersiz fırsatlar sunarken, insan kaynaklı çevresel tehlikeler ciddi engeller oluşturuyor. Ali Cemal Gücü Kirlilik hangi aşamada, önlemek ve geriye döndürmek için neler yapılabilir? Deniz kirliliğinin oldukça farklı çeşitleri var; ancak Karadeniz'i ölümün eşiğine getiren ötrofikasyon ya da basin ağı yüklemesi; yani denizdeki birincil üretim için gübre görevi gören besin tuzlarındaki (nütrientlerdeki) artış. Evsel, tarımsal ve bazı endüstriyel atıklar yüksek oranlarda besin tuzu içeriyor. Bu tuzların denize ulaşması denizdeki üretimin artmasına neden oluyor. Önce bitkisel planktonlar artıyor. Bunlarla beslenen hayvansal planktonun besini artıyor ve çoğalıyorlar. Bunları balıklar ve Karadeniz'de de hamsi tüketiyor. “Bu durumda üretimin artmasının ne zararı var” diyeceksiniz? Aslında belli bir noktaya kadar yok zaten. Ancak üretilen organik madde besin zinciri boyunca yukarı doğru taşınamaz seviyede ise işte o zaman kirlilik ortaya çıkmaya başlıyor. Örneğin, bitkisel plankton hayvansal plankton tarafından kontrol edilemez seviyede ürerse, tüketilemeden ölüyor, zemine çöküyor, burada biyolojik parçalanma sonucunda sudaki oksijeni tüketiyor. 1980'lerde kıta sahanlığının çok geniş olduğu ve bu nedenle de Karadeniz'in biyolojik olarak can damarı sayılan kuzey batı sahanlığında ötrofikasyon nedeni ile çok ciddi oksijen yetersizliği yaşandı. Oksijensiz sular, bazı noktalarda yüzeye sadece 1 metreye kadar yaklaştı. Bunun sonucunda Karadeniz'in ormanı sayılan Philophora çayırları hızla yok olmaya başladı. Bu çayırlarda can bulan midye yatakları bunu izledi. Tabii bu alanları üreme ve gelişme için kullanan başta balıklar olmak üzere diğer deniz canlılarının durumunu anlatmaya gerek yoktur sanırım. Ancak belirtmekte yarar var: Karadeniz'in en önemli balık türlerinden olan hamsi ve kalkan da, oksijensiz kalan bu sahanlık alanını üreme için kullanan türler arasında. Kirletici kaynaklar neler? Orta vadede bunlar kesilebilir mi? Besin tuzlarını Karadeniz'e taşıyan kaynaklar başta Tuna olmak üzere nehirler. Başta evsel ve tarımsal faaliyetler olak üzere insan tarafından üretilen bu maddeler önce nehirlere sonra da Karadeniz'e boşalıyor. Bu yolla Karadeniz'de meydana çıkan ötrofikasyonun boyutları 1980'lerde katastrofik boyutlara ulaştı. Örnek verecek olursak, Türkiye'nin Karadeniz'den elde ettiği hamsi miktarı 300,000 tondan 60,000 tona kadar düştü. Ötrofikasyon sonucu Karadeniz ekosistemindeki dinamikler alt üst oldu ve meydana gelen bu ekolojik karmaşa fırsatçı türler için Karadeniz'i cennete çevirdi. Taraklı medüz olarak bilinen jelimsi canlı Karadeniz'e bu dönemde musallat oldu. Aslında Karadeniz için hiç birşey yapılmıyor değil. Örneğin ekosistemin çökme noktasına geldiği yıllarda Karadeniz için başlıca kirletici kaynaklarından biri olan Tuna nehrinin korunması ve kullanımının yönetilmesi amacıyla Tuna havzasındaki ülkeler arasında Tuna Nehri Koruma Sözleşmesi kuruldu. 1994 yılında imzalanan antlaşma 1998’de yürürlüğe girdi. Bu antlaşmanın Karadeniz ekosistemi üzerine en olumlu etkisi Tuna havzasındaki ülkelerin Karadeniz’deki ötrofikasyonun baş aktörü olan nitratın salınımını azaltmaları olmuştur. Karadeniz’de Tuna yolu ile boşaltılan nitratın azaltılması Kuzeybatı sahanlığında olumlu etkiler göstermiştir. Bunların başında Philophora çayırlarının tekrar genişlemeye başlaması gelmektedir. Kıta sahanlığı ekosisteminin anahtar türlerinden olan bu bitkinin kendini yenileye- bilmesi umut verici bir gelişmedir. Olumlu gelişmeler bununla da kalmadı, 1980’lerin sonunda kaybolduğu sanılan bazı balıkların bugün ticarî olarak tekrar avlanmaya başladığı rapor edilmekte. Tuna nehri Karadeniz ekosistemindeki hastalığın nedenlerinden sadece biri. Bu nehir yolu ile Karadeniz’e boşaltılan kirleticilerin kontrol altına alınması herşeyin yoluna girdiği anlamına gelmiyor; ancak diğer taraftan Karadeniz’in kurtarılması için çok geç kalınmadığını ve orta vadede Karadeniz’in tekrar üretken bir deniz olmasının mümkün olduğunu da artık biliyoruz. Karadeniz’in sürdürülebilirliği için öncelikli önerileriniz nelerdir? Karadeniz’in sürüdürülebilirliğine inanmıyorum; sebebi de Karadeniz ekosistemi olgun bir ekosistem değil zaten. Karadeniz çok genç bir deniz. Var olduğu günden bu yana şekilden şekile girmiş. Kâh balinalara ev sahipliği yapan uçsuz bucaksız bir okyanus olmuş, kâh bölünmüş tatlı su gölüne dönmüş. Bildiğimiz formunu ise ancak 6,000-7,000 yıl önce almış; yani Akdeniz ile bağlantısı en son tekrar bu dönemde kurulmuş. O günden bu yana da Akdenizleşme sürecinde. Küresel ısınma da bu süreci hızlandırıyor. Her geçen gün Karadeniz’e yeni türler giriyor. Her yeni gelen türle de ekosistem yeniden şekilleniyor. Ancak yine de Karadeniz için öneride bulunacak olursam: 1) Tuna havzasında uygulanan ve nehre bırakılan kirleticilerin azaltılması için alınan önlemlerin başta Türkiye olmak üzere tüm Karadeniz ülkelerinde yaygınlaştırılması; ve 2) Ötrofikasyonun sebep olduğu dengesizleşmenin Karadeniz ekosistemine verdiği hasarın katlanarak artmasına neden olan aşırı avcılığın kontrol altına alınabilmesi için balıkçılık baskısının azaltılması gerektiğini söyleyebilirim. Q Uzun ama emin yol Karadeniz’in tekrar üretken bir deniz olması mümkün WWW.GREENPEACE.ORG bunlardan yaklaşık 25’i ticarî amaçla avlanıyordu. Otuz yılda ticarî amaçla avlanan balık türü beşe düştü. Bu türlerden bazıları ise çok az miktarda yakalanabiliyor. Adnan Menderes Üniversitesi Biyoloji Bölümü’nden su ürünleri uzmanı Murat Bilecenoğlu, “yakalanan hamsi miktarının 1999–2004 yılları arasında yıllık ortalama 345,000 ton civarında olduğunu, bu miktarın 2005’te âni bir biçimde 235,000 tona düştüğünü,” belirtiyor. Bu düşüşün nedenlerinden biri, ticarî amaçla avlanan balıkçı teknelerinin sayısının artmış olması. Karadeniz Çevre Programı’nın (BSEP) yayımladığı bir rapora göre avlanan tekne sayısı 1980’de 3,000 iken 1994’te 4,500’e çıkmış. Buna karşın, aynı dönemde avlanan balık miktarı yılda 850,000 tondan 410,000 tona düşmüş. Tahminlere göre bugün Karadeniz’de ticarî amaçla avlanan 8,000 balıkçı teknesi bulunuyor. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’nden Prof. Levent Bat’a göre, balık nüfusundaki bu düşüşün bir diğer sebebi de henüz üreme yaşına gelmemiş balıkların avlanması. Karadeniz’in kıyı bölgesi, günümüze özgü bir başka sorundan, nüfus artışının etkilerinden de mustarip. Nüfus artışının en çarpıcı özelliklerinden biri, bir bölgesel ve çevresel kullanım biçiminin (örneğin balıkçılık), başka bir kullanımla (örneğin turizm) çatışması. Bu yüzden, hem her iki faaliyetten de ödün veriliyor, hem de çevre üstündeki bileşik tahribat artıyor. Doç. Dr. Ali Cemal Gücü, ODTÜ-Erdemli, Deniz Bilimleri Enstitüsü 17 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | yeşil UFUKLAR K A PA K K O N U S U | karadeniz ve sürdürülebilirlik M Çevresel yıkım, ekonomik ilerlemeyi engelliyor GREENPEACE AKDENİZ OFİSİ Tuna Türkmen ve Canan Saraç Özellikle Tuna Nehri'nin onlarca yıldır Karadeniz havzasına taşıdığı endüstriyel kirlilik, zaten kendine has kırılgan bir ekosistem olan havzayı ekolojik anlamda ölümün eşiğine getirdi. Karadeniz havzasının Türkiye sınırları içinde kalan bölümünde sanayileşme, ülkenin diğer bölümlerine kıyasla oldukça sınırlı. Ancak artan nüfus ve plansız kentleşme sonucu, Karadeniz sahilindeki kentlerde evsel atık su ve katı atıklar doğrudan denize ve akarsulara boşaltılıyor. Öte yandan, çevrecilerin bütün uyarılarına rağmen inşa edilen Karadeniz sahil yolu, kıyı ekosistemini kelimenin tam anlamıyla dozer gibi ezip geçti. İç bölümlerde de, yol için kullanılan dolgu malzemesinin sağlandığı taş ocaklarının lokal yıkıcı çevresel etkileri oldu. Birçok endemik türü barındıran eşsiz dağ ekosistemleriyle Karadeniz dağları paha biçilmez bir yeryüzü mirası. Dünyada son 30 yılda kaybedilen orman varlığı son 10,000 yılda kaybedilen orman varlığının dörtte birini oluşturmakta. Karadeniz havzasında yer alan ülkeler dünyanın sadece %10’unu oluşturan el değmemiş ormanlarını koruma konusunda daha dikkatli davranmalı, ormanların yok edilmesi ve biyoçeşitlilik arasında doğrudan bağlantı bulunduğunu unutmamalıyız. 1) Baraj yapımı için, Akdeniz ikliminin hakim olduğu Yusufeli ve Çoruh vadileri gibi çok özel mikroklima alanlarının yok edilmesi, birçok bitki ve hayvan türünün varlığını tehdit ediyor ve gelecekte bölgenin iklimini daha da değiştirerek daha nice türlerin yaşamını etkileyecek. Ciddi yerel muhalefete rağmen çaışmalar sürüyor. Bunun yerine; sayıca fazla, ama küçük, baraj gölü gerektirmeyen ve çevreyi daha az tahrip eden küçük barajların yapımına yönelmek, bölgedeki biyoçeşitliliği koruyacağı gibi doğa turizminin baltalanmasını da engelleyecek. Ayrıca bölgedeki biyogaz gibi diğer alternatif enerji kaynaklarına yatırım yapmak bölgenin geleceği açısından büyük önem taşıyor. 2) Yerel balıkçılık kültürünün yerini donanımlı gemilere ve aşırı avlanmaya bıraktığı bölgede, balık nüfusu ve tür sayısı alarm veriyor. Geçtiğimiz avlanma sezonunda ortaya çıkan hamsi bolluğu ne balıkçılara ne de ekosisteme bir şey kazandırmadı. Kota talep eden balıkçılar, tam kapasiteyle avladıkları hamsileri düşük fiyat nedeniyle ücretsiz dağıtmak zorunda kalırken, aşırı avlanmanın orta ve uzun vadedeki etkilerinden bahseden pek olmadı. Tarım Bakanlığı sirküler hazırlarken endüstrinin baskısı ve beklentileri yüzünden, bilim adamlarınının önerilerini ihmal etmemeli ve kararların takibi konusunda daha aktif rol oynamalı. yeşil UFUKLAR | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 18 3) Karadeniz halkının yaşam tarzını bozmadan, sürdürülebilirlik esasıyla oluşturulacak dağ turizmi, ekoturizm çalışmaları çok önemli. Bu yaklaşım turizmin yarattığı çevresel etkileri minimuma indirebilir. Yerel yönetimlerin girişimleriyle yürütülen küçük ve sınırlı projelerin yerini entegre planlamanın esas olduğu, merkezi yönetim tarafından da tanınan ve desteklenen çalışmalara bırakması hayatîdir. Ancak bu şekilde turizmin ekonomik getirisi aynı zamanda koruma faaliyetlerine yönlendirilebilir. Bu süreçte hangi aktörlere neler düşüyor, bunlar gerektiği gibi yapılıyor mu? Planlama ve kalkınma süreçlerinde göz ardı edilen çevresel öncelikler, bir koruma-kullanma dengesinin oluşması önündeki en büyük engel. Öte yandan çevresel yıkım, umulan ekonomik ilerlemelerin de önünü keserek kısır bir döngü yaratıyor. Merkezi ve yerel idarelerin bu durumu bir an önce farketmesi, koruma kullanma dengesini oluşturma yönünde adım atması gerekiyor. Zira bölge insanı bu dönüşümü gerçekleştirecek duyarlılık düzeyine erişeli oldukça uzun zaman oldu. Halkın karar alma süreçlerine katılması ve karar alma mekanizmalarının şeffaflaştırılması sağlanmalı. Bütün bu unsurlar gözönüne alınarak adım atılmadan Karadeniz havzasında sürdürülebilirlikten bahsetmek mümkün değil. Greenpeace’in Karadeniz ile ilgili çalışmaları, geleceğe yönelik planları neler? Greenpeace olarak geçmişte Karadeniz sahillerine vuran, İtalya kaynaklı zehirli varillerle ilgili yıllarca süren bir mücadele yürüttük. Sinop ve Samsun'daki depolarda zehir saçan bu kimsayasal atıkların sorumluları tarafından bertaraf edilmesinin takipçisi olduk. Çernobil kaynaklı radyasyon kirlenmesinin sonuçlarının yeni yeni ortaya çıktığı bölgede planlanan nükleer santrale karşı yoğun çalışmalar yürüttük. Sinop’taki yerel muhalefet ile birlikte yürütülen çalışmalar devam edecek. Tüm dünyadaki denizlerin ve okyanusların %40’ı deniz rezervi ilan edilirse gelecek kuşaklara sağlıklı denizler bırakılacağı anlayışıyla; Akdeniz için hazırladığımız açık deniz haritasının bir benzerinin Karadeniz için hazırlanması gerektiğini düşünüyoruz. Greenpeace'in bölgeye ilişkin yürüteceği çalışmalar, ulusal çevre politikaları üzerinden olacak. Karadeniz havzasına yönelik doğrudan bir çalışmamız olmasa da sürdürülebilirliğin sağlanması için yürüttüğümüz savunuculuk, kampanya ve bilgilendirme faaliyetleri; dolaylı olarak bölgeyi de daha makro düzeyde olumlu yönde etkileyecektir. Q Karadeniz'in bugünkü durumu nedir? Sürdürülebilirlik için üç öneride bulunmanız gerekse bunlar neler olurdu? Tuna Türkmen ve Canan Saraç, Greenpeace Akdeniz Ofisi Karadeniz bölgesindeki başlıca ekonomik faaliyetlerin hepsi de doğal kaynaklara bağımlı ve turizm, birçok kıyı bölgesi için en önemli sektörlerden biri. Karadeniz kıyıları, Sovyet döneminde altı Karadeniz ülkesinden beşi için –Türkiye hariç- önde gelen bir turistik bölgeydi. Ancak turizm Karadeniz’de beklendiği gibi gelişmedi; buna karşın gemicilik ve taşımacılık gibi “rakip” sektörler daha başarılı bir grafik çizdi. Kıyıdaki nüfus ile çeşitli ekonomik sektörler arasındaki arazi rekabetinin talihsiz bir sonucu da çarpık kentleşmenin hızlanması oldu. Türkiye’nin Karadeniz kıyılarında giderek artan plansız kentsel yerleşimler, buna örnek gösterilebilir. Kıyı şeridi boyunca inşa edilen ve çevreye büyük zarar veren ring kara yolu bu durumu daha da kötüleştirdi. Söz konusu kara yolunun inşa edilmesine öncülük eden kurumlardan biri de merkezi İstanbul’da bulunan Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü (BSEC). Örgütün genel sekreter yardımcısı Murat Sungar, kara yolunun hem turizm sektörünü geliştireceği, hem de bölgedeki ticarî faaliyetleri hızlandıracağı, her iki sektörün de yetersiz ulaşım altyapısı nedeniyle şimdiye dek gelişememiş olduğu görüşünde. BSEC, Karadeniz Ring Kara Yolu ve Denizler Otoyolu Projesi’yle Karadeniz limanları arasındaki deniz taşımacılığını da canlandırmayı hedefliyor. Karadeniz boyunca uzanan gaz ve petrol geçiş hatları da, özellikle AB’nin, enerji tedarik kanallarının çeşitlendirilmesine öncelik verilmesine yönelik açıklaması kapsamında yatırımcıların ilgisini çeken bir başka konu. Ring kara yolu projesi, hem halkın hem de çevre örgütlerinin güçlü direnişine rağmen şimdiden epey ilerledi. Greenpeace Akdeniz ofisi, projeyi kıyı ekosistemini yerle bir eden bir buldozere benzetirken, kara yolunun inşasında kullanılan hammaddelerin de daha önce eşi görülmemiş bir tahribata yol açtığını vurguluyor. REC Bulgaristan Ofisi başkanı Gerassim Gerassimov, “Bulgaristan’ın Karadeniz kıyısındaki ekonomik faaliyetlerde son zamanlarda yaşanan canlanma, geçiş dönemindeki bir ekonomide doğanın değerlerini korurken kalkınmayı başarabilmenin ne denli zor olduğunu gösteren bir örnek,” diyor. Gerassimov’a göre, çevre dostu gibi görünen projeler bile tam tersi nitelikte olabiliyor. Bulgaristan’da buna örnek olabilecek iki projeden biri, kısa süre önce inşa edilen rüzgâr santralleri, diğeri ise Karadeniz kıyısındaki, ekolojik olduğu iddia edilen turizm faaliyeti; bunların her ikisi de peyzajı değiştirecek ve çevreye zarar verecek nitelikte. karadeniz ve sürdürülebilirlik | K A PA K K O N U S U M 2002 Johannesburg planı, durumun aciliyeti ile hükümetlerin taahhütlerine ‘sahip çıkması’ ve bölgesel ortaklıklar yoluyla sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmak için daha fazla sorumluluk gerektiriyor. Bugün bölgesel işbirliği, yaygın biçimde temel bir zorunluluk olarak kabul edilse de, hükümetlerin, ulusal ve yerel ölçekteki olumlu örnekleri hem toplum hem de özel sektörle paylaşması, bölgesel başarı için son derece önemli. Karadeniz kıyısındaki ülkelerin yanı sıra, BSEC, Karadeniz Komisyonu ve Avrupa Birliği de bölgenin kilit aktörleri. İki Karadeniz ülkesi Bulgaristan ve Romanya, Ocak 2007’de AB’ye katıldı ve Avrupa Komisyonu, bu üyeliklerin Komisyon ve ona ait programlar nezdinde Karadeniz’i bir ‘Avrupa’ denizi haline getirdiğini kabul etti. Bundan başka, Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakerelerin sürdüğünü de belirtmek gerek. Bunun yanı sıra, Karadeniz bölgesi artık AB Bölgesel Politika fonlarından da yararlanabilecek; Bulgaristan ve Romanya’nın, bu fonlar sayesinde bölgenin sürdürülebilir kalkınma göstergelerini iyileştirmesi muhtemel. Bulgaristan ile Romanya ve Bulgaristan ile Türkiye arasında sınır aşan işbirliği programları da gerçekleştirilecek. AB’nin sağlayacağı fonlarla birlikte, hâlen Küresel Çevre Fonu (GEF) ve çeşitli ulusal programlar tarafından sağlanan fonlara yenileri eklenmiş olacak. Şu an BSEC’in 12 üye ülkesi bulunuyor, AB ise gözlemci statüsünde. Altı kıyı ülkesinden ikisi, Rusya ve Türkiye kurucu üye. GEF’in Karadeniz Çevre Programı (BSEP), altı Karadeniz kıyı ülkesinin imzaladığı Karadeniz’in Kirliliğe Karşı Korunması Anlaşması’nın hayata geçirilmesine ve protokollerine destek vermek amacıyla 1992 yılında hayata geçti. Karadeniz ülkeleri, Uluslararası Denizcilik Örgütü’nün (IMO) MARPOL Sözleşmesi ve Rio Sözleşmesi gibi başka önemli uluslararası anlaşmalara da taraf. Ülkeler aynı zamanda, Rio Yüksel Üstün Karadeniz havzasında, sürdürülebilir bir koruma-kullanma dengesi sağlamanın koşulları neler? Çok uluslu havzalarda sürdürülebilir koruma-kullanma dengesini sağlamak mümkün olsa bile Karadeniz’i bu havzaların dışında değerlendirmek gerekir. Karadeniz havzası barındırdığı Türk Boğazları sisteminin de benzersiz konumu itibarı ile tüm bölge ülkelerinin sonunu getirebilecek tehlikeleri bünyesinde taşıyor: a) Kıyısında altı ülke olmasına rağmen, Avrupa ve Asya’daki akarsular; havzalarındaki 17 ülkenin (toplam 2.3 milyon km2) tüm atıklarını Karadeniz’e taşıyor; b) Karadeniz havzası ve Türk Boğazları sistemi, özellikle Tuna-Rhein-Main kanalının açılıp Baltık-Kuzey Denizi ile birleştikten sonra trafiği giderek artan bir su yolu oldu; c) Karadeniz dip sularında 3 milyon ton kadar hidrojen sülfür (H2S) bulunuyor. Ölçümler bu kütlenin yüzeye kimi zaman 100 m kadar yaklaştığını gösteriyor; d) Kıyısındaki ülkeler organize olamadıkları için, tüm dünyanın radyoaktif atıkları, kimyasal ve zehirli çöpleri sahibi yokmuşçasına Karadeniz’e dökülüyor. Bütüncül havza koruma planları ve uzun vadeli bir koruma programı ile kullanma sözleşmesi, tüm havza ülkeleri tarafından kabul edilmeli ve uygulanmalıdır. Karadeniz ve Tuna havzaları için bir an önce bütüncül iyileştirilme ve koruma tedbirleri alınmalı, orta vadede uluslararası havza koruma ve kullanma planları hazırlanmalı; uzun vadede ise entegre havza yönetimi oluşturulmalıdır. Böyle bir süreçte hangi aktörlere neler düşüyor, bunlar gerektiği gibi yapılıyor mu? Bu süreçte yapılması gereken tabandan tavana organize olmaktır. İş çevreleri, akademisyenler, yerel yönetimler, meslek odaları, sendika ve STK’lar gibi aktörlerin havza ölçeğinde sınırlar ötesi organize olması gereklidir. Bugün merkezî ve yerel yönetimler, meslek odaları ve iş çevreleri bu konuda üzerine düşenleri gereğince yapamıyor. Bu durumda, siyasî veya ticarî çıkar gözetmeden halkı bilinçlendirmek ve örgütlemek, ve çevresel değerleri sınır tanımadan korumak amacıyla çalışan STK’lar en önemli aktörler haline gelmektedir. Karadeniz'in sürdürülebilirliği için üç öneride bulunmanız gerekirse bunlar neler olurdu? Havzada bulunan tüm ülkelerin karar verici mercileri dâhil, tüm sektörlerine ve yaşayanlarına üç aşamalı önerimiz var: 1) Bölgede yaşanabilecek olumsuzluklardan halkın ve tüm sektörlerin ciddi bir şekilde etkileneceklerinin farkına varmaları, farkındalığı artırmak için de bilinçlendirme çalışmalarının yapılması; 2) Tehlikenin farkına varanların, uzun vadede yaşamsal çıkarlarını ön planda tutan tüm havza ülkelerini içerecek şekilde koruma-kullanma dengesini gözeten bir yapıyı oluşturmaya öncülük etmesi; 3) Giderek Karadeniz havzası ülkelerinin tüm sektörlerine yayılacak, hatta yerel, bölgesel ve küresel karar mercilerini etkileyebilecek lobi mekanizmalarını geliştirerek ortak bir örgütlenme sürecine girilmesi ile havza ölçeğinde bilgili, bilinçli ve örgütlü halkları oluşturmak gereklidir. 1993’ten beri Karadeniz havzası ve Türkiye Boğazları sistemi ile ilgili çalışmalar gerçekleştiren Doğa ile Barış Derneği’nin Karadeniz havzası için temel hedefi, yaşanabilecek olumsuzlukların ve felaketlerin önlenmesi ile bu bölgenin sürdürülebilir kalkınması için hükümetlerin, STK’ların, iş organizasyonlarının ve havza halklarının katılımını sağlayacak, maddî ve yönetimsel açıdan bağımsız ve özerk Uluslararası Karadeniz Ortakları (UKOR/ IBSP) gibi bir yapılanmanın gerçekleştirilmesidir. Q Uyum arayışı Sınır tanımayan çevre koruma Yüksel Üstün, Doğa ile Barış Derneği, Uluslararası Karadeniz Ortakları Genel Sekreteri Ekolojik ölümün uluslararası galerisi Kenan Kuri Karadeniz havzasında, sürdürülebilir bir koruma-kullanma dengesi sağlamanın koşulları neler? Tabii ki mümkündür, bunun için gerekli koşullar şunlardır: 1992 Bükreş Sözleşmesi, 1993 Odessa Bildirgesi ve 1996 Karadeniz Stratejik Eylem Planı’nda verilen sözler yerine getirilmeli. Ekosistemi tehdit eden her türlü tehlikenin engellenmesi için uluslararası tedbirler acilen artırılmalı. En önemli ve vazgeçilmez doğal varlık olan denizin korunmasına ve potansiyel olarak daha iyi değerlendirilmesine öncelik verilmeli. Karadeniz havzasındaki koruma statülü alanların sınırları tekrar gözden geçirilmeli, dışarda kalan hassas alanlar ve tür yaşam alanları koruma alanlarına dahil edilmeli. Uluslararası enerji projelerinin çevresel etkileri ve toplumsal maliyetleri mutlaka göz önüne alınmalı, ÇED’leri ve toplumsal maliyetleri yapılmadan bu projeler uygulanmamalı. Karadeniz ekolojik ölümün uluslararası galerisi haline gelmiştir. Karadeniz insanlarını korumak için ne yaptıysa, insanlar da Karadeniz’i korumak için onu yapmalı. Karadeniz’e yaşama şansı tanımalı. Karadeniz ekosisteminin havza bazında korunması ve sürdürülebilirliğinin reçetesi Karadeniz Çevre Programı (BSEP) çalışmaları ile ortaya konmuştur. Karadeniz’e kıyı her ülke, bir an evvel kendi ulusal Karadeniz Stratejik Eylem Planı’nı hayata geçirmeli. STK’ların rolü ve katkısı da göz ardı edilmemeli. Karadeniz Çevrecileri’nin Karadeniz ile ilgili çalışmaları, geleceğe yönelik planları neler? Karadeniz Çevrecileri, Doğu Karadeniz’de bölgesinde 400’e yakın ilköğretim okulunda binlerce öğrenciye görsel materyal destekli olarak, yararlandığımız doğal kaynaklar, besin zinciri, bilinçsiz avcılık, erozyon, temel çevre sorunları ve çözümleri konularında eğitim verdi. Ulusal Karadeniz Stratejik Eylem Planı çalışmaları içinde yer aldı. Doğu Karadeniz’de, ulusal ve uluslararası işbirlikleriyle, Kıyı ve Deniz Kirliliklerinin Minimizasyonu, Trabzon-Rize Katı Atık Projesine Halkın Katılımı, Uzungöl Tabiat Parkının Sorunları ve Rehabilitasyonu, Çevre Kirliliklerinin İnsan ve Yaban Hayat Üzerindeki Etkileri gibi projeleri yürüttü. Doğu Karadeniz Eğitim Projesi, Kaçkar Dağları - Dağ Alanları Yönetimi ve “KarDoğa: Ulusal Doğa Koruma Ağı’na Doğru Karadeniz’de Doğa Koruma İşbirliği Ağı Pilot Projesi projelerinde aktif rol oynadı. Geleceğe yönelik çalışmalar ise, aşırı ve plansız turizm yapılaşması, yaylalar arası yol ağının engellenmesi ve her yere yol yapılmasının kontrol altına alınması konularında olacak. Q Gerassimov, diğer ülkelerin, her ikisi de yerel toplulukların yararına olan, kısa vadeli ekonomik kazançlar ile uzun vadeli kalkınma planları arasında dengeyi sağlayacak en iyi çözümü bulma konusunda Bulgaristan deneyiminden ders alacağına inanıyor ve ekliyor: “aslında Karadeniz’deki her ülke ve her toplum bu ikilemi çözmek için kendine özgü çözümler bulabilir ve bulmalıdır da; ancak işbirliğinin yanı sıra, iyi ve kötü uygulamaların paylaşılması, daha sürdürülebilir bir geleceğe ulaşabilmeyi mutlaka hızlandıracaktır.” Kenan Kuri, Karadeniz Çevrecileri 19 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | yeşil UFUKLAR SUYUN İKİ YAKASI: Ukrayna’nın liman şehri Sivastopol yakınlarındaki Crimea’da bir çocuk denizin tadını çıkarıyor, denizin karşı kıyısındaki Sinop marinası ise balıkçı teknelerini ve yatları ağırlıyor. yeşil UFUKLAR | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 20 ve oluşturmaktı. 1996 BS-SAP, 2002’de gözden geçirildi ve bitiş tarihlerini uzatmak için bazı değişiklikler yapılmakla birlikte, özel politika önlemlerine değinilmedi ve eylem konusunda bir görüş birliği de henüz sağlanamadı. Beklentiler ve paydaşlar Karadeniz Çevrecileri’nden Kenan Kuri’ye göre, 1992’de imzalanan Bükreş Sözleşmesi, 1993’te imzalanan Odessa Deklarasyonu ve 1996 BS-SAP’ye ulusal düzeyde daha fazla sahip çıkılması ve uygulanması; ayrıca, enerji projelerinin de, ayrıntılı çevresel ve toplumsal etki değerlendirmeleri tamamlandıktan sonra hayata geçirilmesi gerekiyor. Kuri, STK’lara düşen kritik rolde sivil toplumun önemini de vurguluyor. GEF bünyesinde su konusunda uygulanan en iddialı proje, Tuna-Karadeniz Havzasında Besin Kirliliğinin Azaltılması için Stratejik Ortaklık (2001-07) idi. Tuna Karadeniz Uygulama Ekibi’nin günümüzdeki misyonu, Karadeniz bölgesinin daha geniş bir bölümünde kirliliği azaltmak ve ekosistemi iyileştirmek için projelere yatırım yapılmasını sağlayacak finansal mekanizmaları geliştirmek. GEF’in de desteklediği Karadeniz Ekosistemini İyileştirme Projesi; TunaKaradeniz Stratejik Ortaklığı, Tuna Bölgesel Projesi (DRP) ve Dünya Bankası’nın Karadeniz Besin Kirliliğini Azaltma Fonu ile bağlantılı bir proje. Bölgesel girişimlerin başarılı olmasını sağlamada siyasî kararlılık kilit önem taşıyor, bu da kimi zaman daha fazla malî destek ile kendini gösterebilir. Örneğin hükü- metler, kıyı ülkeleri arasında güçlü bir bölgesel işbirliğiyle kurulmuş olan Karadeniz Komisyonu Sekreteryası’na verdikleri malî desteği artırabilir. Böylece sekreterya daha etkin hale gelebilir ve daha güçlü siyasî desteğin göstergesi olabilir. Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Sedat Kadıoğlu, ulusal sahiplenme ve bölgesel işbirliğinin önemini vurguluyor. Kadıoğlu, Avrupa’nın ikinci, üçüncü ve dördüncü büyük nehirlerinin, yani kıtanın nehir sularının neredeyse üçte birinin döküldüğü Karadeniz’in adeta dev bir havuz işlevi gördüğünü belirtiyor. Kadıoğlu’nun, yalnızca altı kıyı ülkesinin değil, Karadeniz’in çevresel tahribatında sorumluluğu olan 17 ülkenin tümünün bölgesel işbirliği yapmasının önemini vurgulamasının nedeni de işte bu. Kadıoğlu, bu görüşten yola çıkarak, bölgede sürdürülebilir kalkınma hedefine ulaşabilmek için havza temelli bir yaklaşıma ve içinde özel sektörün de yer aldığı bütün paydaşların sahiplenmesine inanıyor. Karadeniz’in, sadece bölge için değil AB’ye üye komşuları için de ekonomik ve stratejik önem taşıdığı çok açık. İyi bir yönetişimle, silahlı çatışma olmadan ve sağlam, uzun vadeli sürdürülebilir kalkınma stratejileriyle bölge, daha önce erişilmemiş bir ekonomik refah düzeyine erişebilir ve bir gün çevre tahribatı durdurulabilir, hatta tersine bile çevrilebilir. Q M Sözleşmesi’nde ve Karadeniz Stratejik Eylem Planı’nda (BS-SAP) vurgulanan çeşitli çevresel sorunların çözümü için birlikte hareket etmeyi de taahhüt etmiş durumda. İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Nilüfer Oral, Karadeniz’in ve kıyı çevresinin sürdürülebilir biçimde korunması ve yaşatılması için, sağlam bir hukukî çerçeve gerektiği görüşünde. Oral, mevcut hukukî çerçevenin yetersiz olduğunu ve Karadeniz’de, korunan deniz alanları oluşturmak için bölgesel bir yasal çerçeve bulunmadığını belirtiyor. Oral, öte yandan Akdeniz bölgesi için, Akdeniz’in Yararına Özel Koruma Alanları (SPAMI) protokolü bulunduğunu, bu protokolün sınır aşırı bağlamda ve açık denizlerde deniz koruma alanları oluşturduğunu belirtiyor. Oral, Akdeniz ülkelerinin, mevcut yasal zorunlulukların bölgesel düzeyde uygulanmasını ve bu zorunluluklara uyulmasını teşvik etmek için yasal bir mekanizma oluşturduğunu da ifade ediyor. Oral, ülkelerin denizlere karşı yasal zorunluluklarını yerine getirmesini sağlayacak bir sistem olması gerektiği için bunun son derece önemli olduğunu söylüyor. Maalesef Karadeniz böyle bir mekanizmadan yararlanamıyor ve bunun öncelikle ele alınması gerekli. Bununla birlikte, bütün kıyı ülkelerinin 1996’da kabul ettiği Karadeniz’in Islahı ve Korunması için Stratejik Eylem Planı (1996 BS-SAP) gibi başka girişimler de var. Buradaki hedef, Karadeniz’de ekolojik bozulmaya ve sürdürülebilir olmayan kaynak kullanımına karşı ortak hareket etmeyi sağlayacak temel bir çerçe- GÖRÜNTÜLER: FLICKR K A PA K K O N U S U | karadeniz ve sürdürülebilirlik Dr. Sibel Sezer Eralp, REC Türkiye ve Karadeniz Bölge Direktörü FORUM söyleşi sormamız gerekir. Ödenecek bedel, başlı başına uygarlığın geleceği; buna nasıl bir fiyat biçebilirim, bilemiyorum? İşte bugün geldiğimiz nokta bu. Çevresel destek sistemlerinin sürekli bozulması ve çöküşü sonucunda şimdiye dek hiçbir uygarlık ayakta kalamadı. Biz de kalamayız. Şu an çevre açısından sürdürülebilir olmayan bir ekonomi yolundayız ve sorun gerekli yön değişikliklerini zamanında yapıp yapamayacağımızla ilgili. Bizim yaptığımız, A Planı yerine B Planı’nı koymak. Bir ‘B Planı’ ya da ona çok benzer bir şey benimsemezsek, uygarlığımızın ayakta kalması neredeyse imkânsız. Plan B 3.0’ı hayata geçirmek için ne tür kurumsal değişiklikler gerekiyor? Bugün bulunduğumuz yerden 2020’nin yeni enerji ekonomisine, vergi sistemini yeniden yapılandırarak ulaşabiliriz. Piyasa birçok şeyi iyi yapıyor, ancak yapmadığı şeylerden biri, fosil yakıtların kullanımından doğan dolaylı maliyetleri hesaba dahil etmemesi. Örneğin benzin aldığımızda, petrolün çıkarılmasının, rafineriye götürülmesinin ve benzin istasyonuna taşınmasının maliyetini ödüyoruz. Ama iklim değişiminin, asit yağmurlarının yarattığı hasarın, solunum hastalıklarının ve bu hastalıkların tedavi maliyetlerini ödemiyoruz. Stern Raporu’na göre iklim değişimi, piyasanın topyekün bir başarısızlığıdır. Sosyalizm, piyasanın, ekonomik gerçeği söylemesini engellediği için çöktü. Kapitalizm ise, piyasanın ekolojik gerçeği söylemesini engellediği takdirde çökebilir. Yapmamız gereken, piyasanın gerçeği söylemesini sağlamak ve bütün maliyetleri hesaba katmaktır. Bunu yapmanın yolu; iklim değişimi, hava kirliliği, asit yağmurunun verdiği zararların maliyetlerini tahmin etmek ve bu maliyetleri, vergi sistemini yeniden yapılandırarak benzin ve kömürle üretilen elektriğin fiyatına dahil etmekten geçiyor. Vergi gelirinin miktarını artırmamıza gerek yok; bu düzenleme, iş olanakları yaratmayı ve karbondan daha fazla vergi almamızı kolaylaştıracak, böylece fosil yakıtlardan yenilenebilir enerji kaynaklarına ve verimliliğe yatırıma geçiş de hızlanacaktır. Çok uluslu şirketler, piyasanın verdiği sinyallere göre hareket eder. Kararlarını alırken fiyatları hesaba katarlar. Ekonomi alanındaki karar alıcılar olarak onlar, tüketiciler olarak da bizler için sorun, piyasanın fiyatlar konusunda yanıltıcı bilgiler vermesidir. İşte bu yüzden, piyasanın doğruyu söylemesi için vergi sisteminin yeniden yapılandırılması gerektiği üstünde bu kadar ısrarla duruyorum. İklim değişimin maliyetlerini fosil yakıtların fiyatına dahil etmeye başlarsak çok uluslu şirketler de davranışlarını değiştirir. Eğer piyasanın doğru fiyat sinyalleri vermesini sağlarsak, davranışlarda köklü değişiklikler meydana geldiğini görebiliriz. Karbondan vergi almak önemli, ancak bu kaynağın doğru amaçla, yani sera gazlarının azaltılması için kullanılması da önemli. Mevcut siyasî düzenlerde bunun sağlanabileceğini düşünüyor musunuz? Burada iki nokta var: ilki, kaynak sağlamak için vergi koymak, ikincisi elde edilen vergi gelirini nasıl kullanacağımız? Bana göre ABD’de, demokratik bir başkan göreve gelinceye dek bu sağlanamayacak; umuyorum çok yakında bu başkana kavuşacağız. Kongre son iki yıldır, petrol sübvansiyonlarini azaltıp, bunu yenilenebilir enerjiye kaydırmaya çalışıyor. Dolayısıyla mâli bilançoda bir değişiklik olmuyor, ama Cumhuriyetçiler, petrol sübvansiyonunun azaltılmasına karşı çıktı. Temel soru, ülke kaynaklarını nasıl kullanacağımızdır. Vergi sisteminin yeniden yapılandırılmasının öteki cephesi, sübvansiyonların yeniden yapılandırılmasıdır; sübvansiyonların yeniden yapılandırılması da, vergilerinki gibi, tamı tamına aynı amaca hizmet etmelidir. Bu da ekonomiyi sürdürülebilir bir yöne çevirmek içindir. Dolayısıyla, petrol ya da kömür sübvansiyonlarını azaltır, rüzgâr enerjisi sübvansiyonlarını artırırsınız. “Gezegeni siz ve ben değiştireceğiz,” diyorsunuz. Paradigma değişiminde öncülüğü kimler yapacak? Yoksul halklar, zengin ülkeler, entelektüeller, iş adamları ya da devlet adamları mı? Bunu söylemek zor. Yani, bazı durumlarda, Amerika’daki kömürle işleyen yeni elektrik santrallere karşı çıkan ve gün geçtikçe büyüyen siyasî hareketi, bir anlamda bireyler ortaya koyuyor, tanımlaması zor. Bu insanların bir bölümü çevreci, ama birçoğu da kirlilikten endişe duyan topluluklar. Bugün sadece alışıldık tanımıyla çevreciler değil, birçok insan iklim değişiminden endişe duyuyor. Bu yüzden değişimin bir çok yerden yeşerebileceğini düşünüyorum ve bence önderlik hiç umulmadık yerlerden ve hiç umulmadık şekillerde gelebilir. Örneğin ABD’nin, kömür santrallerine muhalefet konusunda öncülük ediyor olması gerçekten çok heyecan verici bir gelişme. Bu, uluslararası toplantılarda yaşanan, ‘hangi ülke ne yapacak’ pazarlıklarından çok farklı bir durum. Bu tür toplantılar neredeyse bir yanılsama, çünkü hiçbir ülke temsilcisi ‘çok fazla ödün verdi’ izlenimi vermek istemiyor; bu da kazanımları sınırlıyor. Başarıya ulaşacaksak bu, ülkelerin gerçek anlamda tek tek öne çıkmaya başlaması ve kendi başlarına bir şeyler yapmasıyla gerçekleşecek. Bunun gerçekleşmekte olduğuna dair belirtiler var. Enerji bakanları dünyanın en önemli işini yapıyor, çünkü ne kadar iklim değişimi yaşayacağımızı onlar belirleyecek. Bundan daha önemli bir sorumluluk düşünemiyorum. Bu, geleceği biçimlendirecek, ama gerçekleşmesi bize bağlı. Çok kısa bir süre öncesine kadar, yiyecek kıtlıkları, tarım bakanlarının halledilebileceği bir sorundu. Bugünkü gerçek şu ki, tarım bakanları tek başlarına gıda güvenliğini sağlayamaz. Dünyadaki enerji bakanlıklarında alınan kararlar, uzun vadedeki gıda güvenliği üstünde, tarım bakanlıklarında alınan kararlar ve yapılan uygulamalardan çok daha etkili olabilir. Sağlık ve aile planlamadan sorumlu bakanlıkların başarı ya da başarısızlığı, gelecekteki gıda güvenliği üstünde, dünya çiftçilerinin yapabileceklerinden çok daha etkili olabilir. Bugün, geçmişte bildiğimiz dünyadan çok farklı bir dünya var karşımızda. Bu da çok büyük bir seferberlik gerektiriyor, yalnızca çiftçiler değil, yalnızca tarım bakanları değil, en genel anlamıyla insanlığın tamamınına ihtiyacımız var. Birçok sebepten dolayı, sanayi ülkelerinin iklim değişiminde çok büyük bir payı olduğunu düşünüyorum. Bunlardan biri, bugün atmosferdeki CO2’nin büyük bölümünün son iki yüz yıldır sanayileşmiş ülkelerin salımlarından kaynaklanması. İkincisi, sanayileşmiş ülkelerin alternatif üretme konusunda kalkınmakta olan ülkelerden daha fazla kaynağa, daha fazla bilime ve mühendislik bilgisine sahip olması. Sanayileşmiş ülkelerin, büyük oranda fosil yakıtlara dayanmayan alternatif bir ekonomik model yaratma sorumluluğu taşıdığı kanısındayım. Sırası gelmişken, günümüzde medya da son derece büyük bir sorumluluk taşıyor. Çünkü toplum içinde, toplumsal farkındalığı artırma ve etkili politikaları destekleme yönünde sorunların yeterince kısa sürede kavranmasını sağlayacak medyadan başka bir kurum yok. Önemli insanlar, yaptıklarımızla --ve yapmadıklarımızla-- dünyanın kaderini belirleyen altı milyar insan. Siz, ben ve dünyanın dört bir yanındaki birkaç milyar insan bu sürece dahil olmak zorundayız; çünkü gelecekten bir beklentimiz var. Çoğumuzun çocukları, birçoğumuzun torunları var, bugün karar verdiğimiz onların dünyası ve onların geleceği. Bugün Plan B 3.0’ı gerektiği gibi hayata geçirmeye başlarsak 2040 yılında insan yaşamı nasıl olacak? Sanayileşme başladığından beri ilk kez, büyük oranda kirlilikten arınmış büyük şehirlerde yaşıyor olacağız. Yaşadığımız şehirler sessiz olacak çünkü şarjlı hibrid otomobiller fazla gürültü yapmıyor. Bugün içinde yaşadığımızdan çok daha güzel bir dünya olacak ve işin heyecan verici tarafı da işte bu. Türkiye’ye özgü bir gözleminiz var mı? Bir sürü ülke, modası geçmiş, verimsiz elektrik ampullerini artık kullanmıyor. Bu, Türkiye için bir hedef olabilir. Bir tarih belirleyip, harekete geçin. Kömürle çalışan yeni santrallerin yasaklanması da bir diğer konu. Bunlar gibi pek çok konu var; dünya standardlarında bir geri dönüşüm sistemi örneğin. Ancak bütün bunlar bize bağlı, bunu başarmak zorundayız. Q M Baştarafı sayfa 5’te 21 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | yeşil UFUKLAR R E C B Ü LT E N İ | özel programlar Çevre dostu şirketlere AB'den yeni ödüller A Kerem Okumuş vrupa Komisyonu tarafından, ilki 1987 yılında “Çevre için Avrupa Sanayi Sektörü Ödülleri” adı altında gerçekleştirilen “Avrupa Birliği (AB) Çevre Ödülleri”, sürecin içinde 2006 yılından bu yana yer alan Türkiye’de 20 Mayıs 2008; Avrupa’da ise 5 Haziran 2008 tarihlerinde düzenlenen ödül törenleri ile sahiplerini buldu. Geride kalan 20 yıllık dönemde, hem küresel düzeyde hem de Avrupa’da çevre koruma anlayışında çok önemli değişiklikler oldu. Özellikle “yasa çıkar – denetle”, “kirleten öder” ve “boru sonu” (end of pipe) gibi konvansiyonel çevre koruma yöntemleri yerine; “kaynakta kirlilik önleme”, “temiz üretim” ve “tedbirli olma/ ihtiyat” gibi yeni prensipler, son yıllarda çevre koruma anlayışının temelini oluşturmaya başladı. Bugün, çevresel önlemlerin diğer politika alanları ile bütünleştirilmesini, piyasa ile daha yakından ilişki kurulmasını, bireylere önem verilerek davranış değişikliğini destekleyen, temelinde sürdürülebilir kalkınma anlayışını teşvik eden yeni bir sürecin içerisinde yer alıyoruz. Çevre koruma alanında değişen bu yaklaşım değişikliği, Avrupa düzeyinde 1987 yılından bu yana gerçekleştirilen “AB Çevre Ödülleri”nin değerlendirme ölçütlerinin de yaşanan değişiklikler ışığında yeniden gözden geçirilmesini ve sürekli güncellenmesini gerektiriyor. Bugün, Türkiye dâhil 28 ülkede düzenlenen ödüllerin dağıtımında, 20 yıl önce sadece çevresel performans göstergeleri dikkate alınırken, bugün sürdürülebilirlik ilkeleri çerçevesinde, ödüle aday olan şirketlerin çevresel, sosyal ve ekonomik performansları bütüncül bir yaklaşımla değerlendiriliyor. Ödül sürecinde şirketler artık, sürdürüle- yeşil UFUKLAR | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 22 bilir kalkınma çerçevesinde gerçekleştirdikleri uygulamaları içselleştirmiş olduklarını ve tüm iş süreçlerine sürdürülebilir bir şekilde yansıttıklarını kanıtlamak zorunda. Şirketlerin, bu çerçevede, çevresel iyileştirme çalışmalarının ve uygulamalarının sürdürülebilirlik açısından şirket bilânçosuna olumlu yansımalarını göstermesi gerekiyor. Ayrıca, çalışanların sosyal hakları, tedarik zinciri içerisinde benzer çevresel yaklaşımların uygulanmasını desteklemek ve çalışma önceliği haline getirmek, sosyal sorumluluk çalışmaları ve yerel halkın görüşlerinin alınmasına kadar birçok faktör AB Çevre Ödülleri’nin değerlendirme ölçütleri içerisinde yer alıyor. Diğer yandan, AB’nin çevresel kamu politikaları, ilgili çevre mevzuatları ve uygulamaları artık şirketlerin çevreyi tüm iş süreçlerine dâhil etmelerini gerektiriyor. Piyasanın çevre için çalışmasını teşvik eden bir süreçte, enerji ve karbon vergileri gibi uygulanan çeşitli ekonomik araçlar, şirketlerin çevresel etkilerini muhasebe sisteminde faaliyete bağlı ana gider kalemlerden biri olarak görmelerini, dolayısıyla çevreyi temel iş süreçlerinin bir parçası olarak tanımlamalarını sağlıyor. Bu nedenle, şirketleri çevre için daha yenilikçi bir anlayışa, yeni çevre teknolojilerini ve tekniklerini kullanmalarına ve çevre koruma için buluşçuluğa dayalı bir çalışma sürecine yönlendiriyor. AB Çevre Ödülleri, işte bütün bu unsurların ışığında, sürdürülebilir bir çevre yöntemi uygulayan şirketlerin sürdürülebilirlik ilkeleri doğrultusunda gerçekleştirdikleri en yenilikçi uygulamaları (teknoloji, teknik, ürün, yönetim modeli, vb.) ödüllendirmeyi amaçlıyor. Bu doğrultuda, Türkiye’den ulusal ödülleri kazanan şirketlerin de Avrupa ödüllerine katılımıyla 5 Haziran 2008 tarihinde Brük- AVRUPA KOMİSYONU ARŞİVİ Türkiye dâhil 28 ülkede uygulanan AB Çevre Ödülleri programı, sürdürülebilirlik ilkelerini esas alıyor AB Çevre Ödülleri, Avrupa Programı, 2007–2008 Dönemi Dereceye Giren Şirketler Ödül kategorileri Yönetim Kategorisi Co-operative Group Ltd. (İngiltere) Ödül gerekçesi Jüri, iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak için şirket içindeki tüm iş süreçlerini yeniden tasarlayan ve bu konuda sosyal sorumluluk çalışmaları ile öne çıkan Co-operative Group’u yönetim kategorisinde ödüle layık gördü. Jüri, ayrıca yönetim kurulu seviyesinde çevresel ve sosyal taahhütlerin en güçlü şekilde tanımlanmış olmasını ve sürdürülebilirlik hedefi doğrultusunda yeni bir iş anlayışı geliştiren bu şirketin ödüllendirilmesi gereğini belirtti. Bunun yanında, çalışanların performans değerlendirmesinde kişisel çevresel hedeflerin belirlenmiş olmasının fark yaratacak önemli bir yaklaşım olduğunu ve şirketin rüzgâr santrali ile birlikte yeşil enerji satın almasını önemli başarı ölçütleri olarak değerlendiri. Jüri, şirketin fotovoltaik güneş pillerini lamine edilÜrün Kategorisi Ertex Solar GmbH. miş camlar ile bütünleştirmesini ödüle değer gördü. Ürünün muhtemel kırılmalara karşı yüksek (Avusturya) güvenlik özellikleri, ısı yalıtımı, gün ışığından daha çok faydalanarak enerji tasarrufu sağlamasını ve ürünün ticarî olarak birçok binada uygulanabilir olması, yenilenebilir enerji teknolojilerinin kullanım alanının yaygınlaştırılması açısından çok önemli ve yenilikçi bir çalışma olarak görüldü. Süreç Kategorisi Choren GmbH. (Almanya) Uluslararası İşbirliği Kategorisi KIT (Royal Tropical Institute) Holding (Hollanda) Jüri, çevre koruma için şirketin etkin bir biyo-yakıt üretimi geliştirmiş olmasını ödüle lâyık gördü. Katı biyo-kütle atıklarından geliştirilen yeni yakıtta, kükürt ve CO2 olmaması, ödül için en önemli başarı ölçütü olarak değerlendirildi. İkinci kuşak biyoyakıt olarak nitelenen bu üründe, gıda amacıyla kullanılabilecek hiç bir bitki türünün bulunmaması ürünün bir diğer özelliği. Jüri, AB üyesi bir ülke (Hollanda) şirketi ile gelişmekte olan diğer bir ülke (Mali) şirketinin sürdürülebilir enerji kullanımı için yapmış olduğu işbirliğini ödül için yeterli gördü. İki şirketin tarım arazileri dışında gıda olarak kullanılmayan bitkilerden (jatropha nuts) ürettikleri biyo-dizel, Mali’de bugün önemli bir enerji kaynağı olarak kullanılıyor. Ürün, Mali’de halka gelir kaynağı sağlayarak sürdürülebilir bir yerel ekonomik kalkınmayı desteklerken, Mali’nin ihraç ettiği ürünlerden biri haline geliyor. AB Çevre Ödülleri, Türkiye Programı, 2007–2008 Dönemi Dereceye Giren Şirketler Ödül kategorileri Yönetim Kategorisi 1. Çelik Enerji (İÇDAŞ) A. Ş. 2. Ford Otomotiv A. Ş. 3. Aygaz A. Ş. Ürün Kategorisi 1. Ford Otomotiv A. Ş. 2. Çanakkale Seramik A. Ş. 3. verilmedi. Süreç Kategorisi 1. Metro Asset Management - 2. ASAŞ Ambalaj A. Ş. 3. verilmedi. Ödül gerekçesi Yer altı suyu kullanımını %99 oranında azaltan kullanma suyu tesisi inşası; enerji verimliliği için soğutmada kullanılan deniz suyunun tekrar denize deşarj edildiği noktalara 3 MW ve 6 MW gücünde iki hidroelektrik santral inşasına başlaması. Üretilen araç başına su ve enerji kullanımında önemli ölçüde tasarruf sağlaması; su bazlı boya kullanımı ve solvent yakma sistemi sayesinde uçucu organik bileşik emisyonları 35 gr/m2'ye düşürmesi (limit Avrupa ve Türkiye'de 90 gr/m2); iki yılda bir çevre raporu yayımlayarak paydaşlarını bilgilendirmesi. Sürdürülebilir kalkınma raporu yayımlayan ilk Türk şirketlerinden birisi olması; işçi sağlığı, iş güvenliği ve risklerin tüm iş süreçlerinde değerlendirilmesi; tüm süreçlerin risk yönetiminin bir parçası olarak değerlendirilmesi. Öncelikle ticarî araç segmentinde kullanıma sunmak üzere, şehir içinde 60 km/h hız seviyesinde elektrik motoru ile çalışacak ve sıfır emisyon yayacak, yakıt tasarrufu sağlayan hibrid araç geliştirmesi. Enerji tüketimini düşürmek, binaların ısıtılmasında açığa çıkan zararlı gazların atmosferde oluşturduğu etkileri azaltmak ve ekosisteme zarar verecek atıkların geri kazanımı için alternatif çözüm üretmesi. Seramik atıklarından inşaat sektörü, gemi yapım, savunma sanayiinde kullanılabilecek alternatif malzeme üretmesi. Küresel ısınmaya karşı çok önemli bir proje olarak değerlendirilen, hiçbir şekilde fosil yakıt kullanılmayan ve kirletici gaz emisyonu sıfır olan 'Toprak Kaynaklı Isı Pompası Sistemi'nin bir alışveriş merkezinde uygulanarak merkezin tüm ısıtma ve soğutma ihtiyacının karşılanması. Baskı mürekkebi, laminasyon tutkalı ve lak gibi girdilerin içinde bulunan solventler için geri kazanım tesisi kurarak, solvent üretimi için gerekli petrol bazlı hammadde kullanımının azaltılması; petrolden solvent üretme ve saflaştırma sırasındaki enerji tüketiminin minimize edilmesi; baca gazlarından kaynaklanan hava kirliliğinin azaltılması. SICAK BULUŞMA: Son 20 yıl içinde ödüllendirme ilkeleri de çevre kavramına paralel olarak değişen AB Çevre Ödülleri'nin 2008 töreni, Avrupa Komisyonu’nun çevreden sorumlu üyesi Stavros Dimas’ın yönetiminde, Brüksel'deki Solvay Kütüphanesi'nin sıcak ortamında gerçekleşti. sel’de düzenlenen AB Çevre Ödülleri’nde dört ayrı kategoride ödüller sahiplerini buldu. Avrupa Komisyonu’nun çevreden sorumlu üyesi Stavros Dimas’ın yönetiminde düzenlenen törende ödülleri; yönetim kategorisinde İngiltere’den Co-operative Grooup Ltd., ürün kategorisinde Avusturya’dan Ertex Solar GmbH., süreç kategorisinde Almanya’dan Choren GmbH., ve uluslararası işbirliği kategorisinde ise, Mali’de BioCarburant SA şirketiyle ortak çalışma yürüten Hollanda’dan KIT (Royal Tropical Institute) Holding aldı. REC Türkiye’nin de yer aldığı AB Çevre Ödülleri yürütme kurulu çalışmalarında gelecek dönem ödüllerin isminin “AB Sürdürülebilirlik Ödülü” ya da “AB Sürdürülebilir Kalkınma” ödülü gibi çeşitli isimler altında yeniden tanımlanması konusunda bazı görüşler bulunuyor. Çevre ödüllerinin geliştirildiği ve uygulandığı ilk dönemlerde şirketlerin sadece çevresel performansların ölçümlendiği günlerden artık şirketlerin başarısının çevresel, sosyal ve ekonomik ölçütler ile bütüncül bir şekilde değerlendirildiği günümüzde ödüllerin bu çerçevede yeniden tanımlanması ihtiyacı ortaya çıkıyor. Avrupa Komisyonu tarafından iki yılda bir düzenlenen ve AB üyesi tüm ülkeler ile Türkiye’den şirketlerin katılımına açık olan ödüllere başvurmak için öncelikle ulusal düzeyde gerçekleştirilen ödül programlarında dereceye girmek gerekiyor. Türkiye’de Bölgesel Çevre Merkezi REC Türkiye’nin ulusal sekretarya olarak yürüttüğü ulusal ödüller için yeni dönem başvuruları Ocak 2009 tarihinde açılacak. Q AVRUPA KOMİSYONU ARŞİVİ AVRUPA KOMİSYONU ARŞİVİ özel programlar | R E C B Ü LT E N İ Kerem Okumuş, REC Türkiye Direktör Yardımcısı 23 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | yeşil UFUKLAR Sürdürülebilir Kalkınma için Ortaklıklar başlıklı seminer dizisi, Karadeniz’de sürdürülebilirlik yolunda önemli bir adım oldu. Ortak eylem vakti K Yeşim Çağlayan aradeniz’e kıyısı olan ülkelerde yaşanan hızlı ekonomik kalkınma bölgeye pek çok fırsat sunmanın yanı sıra beraberinde zorluklar da getiriyor. Bir iç deniz niteliğindeki Karadeniz, kıyısında bulunan ülkelerin kalkınmasından doğrudan etkilenen ve sürdürülebilirliği de bu ülkelerin çevre ve kıyı yönetimi politikalarına doğrudan bağlı olan bir deniz. Hem bölge ülkeleri hem de Karadeniz’in kendisi için sürdürülebilir kalkınma politikalarının uygulanması büyük önem taşıyor. Dünyada, sürdürülebilir kalkınmayı kendi sınırları içerisinde en etkin şekilde uygulayan siyasî yapıların başında gelen Avrupa Birliği (AB), 2007 yılı genişleme sürecinde Romanya ve Bulgaristan’ı bünyesine katarak, en yeni Karadenizli oldu. Karadeniz’le ilgili her türlü süreçte özne konumundaki Türkiye ise, tarihî kökleri ve AB uyum süreciyle bu yeni Karadeniz kurgusunda da artan bir öneme sahip. İşte bu gerçekler ve gerekçeler göz önünde bulundurularak hazırlanan ‘Sürdürülebilir Kalkınma için Ortaklıklar’ başlıklı seminer dizisinin ilk ayağı 15-24 Haziran 2008 arasında Bilgi Üniversitesi Santral İstanbul kampüsünde, ikinci ayağı ise 28 Eylül–7 Ekim 2008 arasında Venedik Uluslararası Üniversitesi Kampüsünde gerçekleştirildi. Bulgaristan, Gürcistan, Moldovya, Romanya, Rusya, Ukrayna ve Türkiye’den 30’dan fazla katılımcının buluştuğu seminer Bölgesel Çevre Merkezi’nin (REC) koordinasyonunda, Bilgi Üniversitesi, Venedik Uluslararası Üniversitesi ve Agroinnova`nın işbirliğiyle düzenlendi. Seminer katılımcılarından Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Enerji Kaynakları ve İstatistik yeşil UFUKLAR | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 24 Daire Başkanı Handan Zeynep Dönmez’in, “hem Karadeniz ülkelerinin birbirleriyle olan işiklilerini geliştirme açısından, hem sürdürülebilir kalkınmanın Karadeniz bölgesi itibarıyla geliştirilmesi anlamında, hem de yeni enerji kaynaklarına diğer ülkelerin de bakışını görme anlamında uygun bir program olarak,” değerlendirdiği seminer; İtalya Çevre, Arazi ve Deniz Bakanlığı’nın ana sponsorluğu, ve AT&T, İstanbul Çevre Koruma ve Atık Maddeleri Değerlendirme A. Ş. (İSTAÇ) ve Dış Ekonomik İlişkiler Konseyi’nin (DEİK) desteği ile hayata geçirildi. Her iki ayağında da, ilk gününden son gününe katılımcılara yoğun bir program sunan seminerin içeriği sürdürülebilir kalkınmanın hedeflerine ulaşmak için kamu ve özel sektör ortaklığının önemini ortaya koymak üzere çok yönlü olarak şekillendirildi. Katılımıcılardan, Ukrayna Kyiv-Mohyla Akademi Üniversitesi Doğa Bilimleri Fakületisi Dekanı Prof. Iryna Vyshenska, bir akdemisyen olarak programın çok iyi hazırlandığı düşüncesinde. Vyshenska, “seminerde herşey vardı: iyi hazırlanmış bir ders programı, pek çok saha ziyareti ve grup çalışmaları. Eğitmenler de kendi alanlarında çok deneyimli kişilerdi,” diyor. İstanbul, denizlerin, kıtaların, kültürlerin buluşma noktası olması nedeniyle, böyle bir buluşma için de ideal bir kent olarak öne çıktı. Akdeniz’in en özgün su kentlerinden biri olan Venedik ise, Akdeniz havzasında sürdürülebilirlik adına elde edilen deneyim ve derslerin, Karadeniz ülkeleri ile paylaşılmasında son derece önemli bir işlev üstleniyor. Seminer programları hazırlanırken teorik ve pratik bilgi arasındaki denge korunarak sür- dürülebilir kalkınma politika ve araçları ile ilgili bilginin aktarılmasına özen gösterildi. Seminerde ayrıca, AB üye ülkelerinden iyi uygulamalara ve örnek çalışmalara da yer verildi. İstanbul ve Venedik ayaklarında 3’er adet olmak üzere seminerde toplam altı modül bulunuyordu. Seminerin her iki ayağında da birer modül İklim Değişikliği ve Sürdürülebilir Doğal Kaynak Yönetimi’ne ayrılırken; İstanbul’daki bir modülde AB Sürdürülebilir Kalkınma Yaklaşımları ve Venedik’teki bir modülde Sürdürülebilir Kalkınmanın Ekonomik ve Politik Araçları işlendi. Gerek İstanbul’da gerek Venedik’teki dersler, uzmanlıkları uluslararası ölçekte bilinen ve saygı gören akademisyenler, kamu ve özel sektör temsilcileri tarafından verildi. İstanbul 2010 Kültür Başkenti Yürütme Kurulu Başkanı Nuri Çolakoğlu, Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Soli Özel, Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden Prof. Fikret Adaman, Avrupa Komisyonu Uyum Politikaları ve Çevresel Etki Analizi birimi başkanı Georges Kremlis, George Washington Üniversitesi’nden çevre hukukçusu Prof. Lee Paddock, Macaristan Başbakanı Çevre Politikaları danışmanı ve REC uzmanı Prof. Janos Zlinszky, seminer boyunca ders veren ve konuşma yapan 50’nin üstünde uzmadan sadece bir kaçı. Karadeniz, katılımcıların tümü için önemli bir kaynak ve bu kaynağın korunması da hepsi için bir öncelik durumunda. Seminer bu açıdan da, ülkeler ve kurumlar arasında ortaklıkların oluşması ve yeni projelerin tohumlarının atılması için eşsiz bir fırsat sundu. Gürcistan Çevre Koruma ve Doğal Kaynaklar Bakanlığı, Sürdürülebilir Kalkınma Birimi Başkanı Revaz Enukidze, “seminerin en faydalı yönü yeni insanlarla tanışıp bir iletişim ağı oluşturulması oldu,” diyor ve ekliyor, “bu alanda çalışan kişilerle doğrudan, yüz yüze konuşmak her zaman daha iyi.” Seminerin kayda değer başka bir çıktısı da özellikle Türkiye’de konu ile ilgili özel sektörün ilgisinin artırılması oldu. Karadeniz’e en uzun kıyısı olan ve Karadeniz’deki olumsuzluklardan en çok etkilenen ülke konumunda olması, Karadeniz’in sürdürülebilirliğini sağlama sürecinde Türkiye’nin öncü bir rol üstlenmesini gerektiriyor. Seminer, özel sektör ile yakından çalışarak Türkiye’nin bu süreçteki önderliğini ve etkinliğini de sağlamayı amaçladı. Seminer’in son gününde gerçekleşen panel, seminerin başlıca hedeflerinden biri olan özel sektörün katılımını sağlamak adına da önemli bir adım niteliğindeydi. Panele Zorlu Enerji, Türkiye İş Bankası, Türkiye Sınaî Kalkınma Bankası gibi Türkiye’de özel sektörün öncüleri yer aldı ve Karadeniz’in sürüdürlebilirliğini konuştu. REC, semineri her yıl tekrarlayarak, bu etkiyi daha da güçlendirmeyi ve kalıcı kılmayı hedefliyor. Seminerin İnternet sitesi sayesinde katılımcılar tüm seminer programına kolaylıkla erişebiliyor. Ayrıca seminer sonrası kurulan iletişim ağı da yakın gelecekte sitede etkin hale gelecek. Daha fazla bilgi için, <www.sustainabilityseminars.info> Q REC TÜRKİYE ARŞİVİ R E C B Ü LT E N İ | türkiye REC TÜRKİYE ARŞİVİ türkiye | R E C B Ü LT E N İ KAPASİTE GELİŞTİRME Sivil toplum AB yolunda I 10 Eylül’de gerçekleşen, “Rio Sözleşmeleri’nin Uygulanması; AB Uyum Süreci Işığında, Sinerji için Fırsatlar” başlıklı seminerde Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (UNCBD), Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi (UNCCD) ve İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (UNFCCC) yönelik sinerji ve etkilişimin artırılması amaçlandı. Seminerin hedef kitlesi, ulusal çevre STK’ları ile özel sektör temsilcileriydi. Katılımcılar, bu üç sözleşmeyi esas alarak AB katılım sürecinde sürdürülebilir kalkınma stratejileri ve yaklaşımlarını tartıştı. Proje kapsamındaki ‘Kamu–STK Diyalog Toplantısı: Çölleşme ile Mücadelede Ortaklıklar, AB Deneyimi ve CRIC7 için Fırsatlar’ başlıklı toplantı ise 11 Eylül’de düzenlendi. 3-14 Kasım 2008’de Çevre ve Orman Bakanlığı’nın ev sahipliğinde, geniş bir uluslararası katılımla İstanbul’da yapılacak BM Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi 7. Gözden Geçirme Komitesi (CRIC) ile Bilim Teknoloji Komitesi’nin (CST) toplantılarına hazırlık niteliğindeki bu toplantıya, çölleşmeye karşı Türkiye genelinde çalışan STK temsilcileri ile ilgili bakanlık görevlileri katıldı. Toplantıda, çölleşmeyle mücadele, konunun sürdürülebilir kalkınmayla ilişkisi, AB’nin konuya yaklaşımı, Çölleşmeyle Mücadele Ulusal Eylem Planı kapsamında gerçekleştirilen çalışmalar ele alındı. Grup çalışmalarında ise, CRIC7 ve CST toplantılarına yönelik ülke görüş ve önerilerinin neler olacağı tartışıldı. 17 Eylül’de İstanbul’da gerçekleşen son toplantı, ‘Avrupa Birliği Karar Alma Süreçlerine Sivil Toplumun Katılımı’ başlığını taşıyordu. Toplantıya Türkiye’de ulusal ölçekte çalışan STK temsilcileri ile önde gelen özel sektör temsilcileri katıldı. Yuvarlak masa düzeninde soru–cevap şeklinde yapılan toplantıya katılanlar; TUSİAD, Türkiye Avrupa Birliği Derneği, İktisadi Kalkınma Vakfı, TRPlus gibi kuruluşların; AB üyelik sürecinde AB kurumlarıyla etkin bir iletişimi nasıl sağlayıp sürdürdüğünü öğrenme olanağı buldu. Eğitimler hakkında ayrıntılı bilgi ve sunumlar için, <www.rec.org.tr> ÇEVRE EĞİTİMİ Yeşil Kutu 60 ile ulaştı REC TÜRKİYE ARŞİVİ I Yeşil Kutu Projesi kapsamında, 2008 yılının ilk döneminde Yeşil Vagon ile Malatya, Elazığ, Muş ve Van’da gerçekleştirilen ‘Formatör Öğretmen Eğitim Seminerleri’nin ardından, Eylül ayında 17 il daha projeye dâhil edildi. Böylece, yeni başlayan öğretim yılında, geçen yıllardaki eğitimlerle birlikte toplam 60 ilde binlerce öğretmen tarafından çevre bilinci oluşturma ve artırma yolunda yüz binlerce öğrenciye ulaşıldı. Milli Eğitim Bakanlığı Erzurum Hizmet İçi Eğitim Enstitüsü’nde 1–4 Eylül 2008 tarihlerinde gerçekleştirilen seminere; Erzurum, Bayburt, Hakkâri, Bitlis, Siirt, Batman, Gümüşhane, Kars ve Şırnak’ta görev yapan öğretmenler katıldı. Çanakkale Öğretmenevi’nde 17 öğretmenin bilgi ve deneyimlerini paylaştığı eğitim ise 8–11 Eylül 2008 arasında ise yapıldı. Bu eğitim seminerine; Çanakkale, Bartın, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Kütahya, Uşak ve Bilecik’ten öğretmenler katıldı. Bu iki eğitime katılan toplam 38 öğretmenin her biri, görev bölgelerinde 20’şer öğretmene Yeşil Kutu Eğitim Seti’ni uygulama eğitimleri verecek. 2009 yılı için, yine dört ilde Yeşil Vagon ile gezici eğitimler ve geriye kalan 17 ilde de sabit eğitimlerin gerçekleştirilmesi, böylece yaygınlaştırma çalışmalarının, Türkiye’nin 81 ilinin tümünde tamamlanması planlanıyor. Daha fazla bilgi için, <www.yesilkutu.net> HİBE PROGRAMI Rapor hazırlama eğitimi I İzleme ve değerlendirmesi REC Türkiye tarafından yürütülen ve AB tarafından desteklenen “Katılım Öncesi Süreçte Sivil Toplumun Güçlendirilmesi: STK Hibe Programı/Bileşen A5: Çevrenin Korunması” programı kapsamında hazırlanan 17 proje, Aralık 2008 tarihinde tamamlanıyor. Proje sahiplerinin nihaî raporlarını hazırlamasını kolaylaştırmak amacıyla 14-15 Ağustos 2008 tarihlerinde bir eğitim programı düzenlendi. Merkezi Finans ve İhale Birimi’nin ilgili bölümlerinden uzmanların sunumlar yaptığı eğitime, proje yöneticileri ile proje uzmanları katıldı. Teknik rapor, malî rapor ve nihaî raporların hazırlanışı ile ilgili ayrıntıların anlatıldığı toplantının ikinci gününde katılımcılar, gruplara ayrılarak hibe programını ve çalıştıkları konu hakkında ne tür kazanımlar elde ettiklerini değerlendirdi ve diğer katılımcılarla paylaştı. 25 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | yeşil UFUKLAR PARLAK GÖRÜNTÜ: Bişkek yakınlarındaki harika peyzaj üstüne güneş doğuyor. Kırgız başkenti geçen Şubat ayında, EBRD’nin bölgesel olarak düzenlediği topluma danışma toplantılarından birine ev sahipliği yaptı. FLICKR.COM R E C B Ü LT E N İ | haber KAPASİTE GELİŞTİRME Yenilenen EBRD politikaları halka soruldu I Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) geçtiğimiz şubat’ta, STK’ları, müşterilerini, ortaklarını ve ilgilenen bireyleri ‘Çevresel ve Toplumsal Politikası’ ile ‘Toplumsal Bilgilendirme Politikası’nı birlikte gözden geçirmeye davet etti. EBRD, ilgilenen tüm tarafların bu topluma danışma sürecine serbestçe katılımını sağlamak ve revizyondan en verimli sonucu almak için, altı adet danışma toplantısı düzenledi. REC Toplumsal Katılım Programı; Belgrad, Bişkek, Budapeşte, Londra, Moskova ve Tiflis’te bölgesel topluma danışma toplantıları gerçekleştiren bir konsorsiyuma öncülük etti. Toplantılara; çoğu çevre, şeffaflık, insan hakları, toplumsal cinsiyet ve toplumsal sorunlarla ilgilenen STK’ları ve iş dünyasını temsil eden yaklaşık 150 kişi katıldı. EBRD’nin maddî desteğiyle 40 STK bu toplantıya katılabildi. Katılanlar arasında pek çok bakanlık temsilcisi ile gazeteciler de vardı. EBRD Çevre ve Sürdürülebilirlik Kurumsal Müdürü Alistair Clark, “Müşterilerimiz, kendilerinden beklenenin daha net olmasını ve kendi sorumlulukları ile EBRD’nin sorumluluklarını ayırt etmek istiyor. Bu yüzden, yeni Çevresel ve Toplumsal Politikamızı, bu sorumlulukların daha net tanımlanmasını sağlayacak şekilde yapılandırarak en iyi uygulamayı hayata geçirmek istiyoruz,” dedi. Tartışılan ikinci politika ise, üç yıllık olağan değerlendirmesi 2009’da yapılacak olan; ancak çevre politikası ile eş zamanlı değerlendirilmek üzere EBRD’nin öne aldığı Toplumsal Bilgilendirme Politikası (PIP) idi. Bazı değişikliklerin yanı sıra, yeni PIP taslağına bankanın çevresel bilgiyi kamuya açıklamasıyla ilgili bir bölüm de eklendi. Danışma toplantılarının ardından, her iki politika da kabul edilerek Mayıs’ta Kiev’de düzenlenen EBRD’nin yıllık toplantısında açıklandı. Clark, yönetişim politikaları konusunda olabildiğince eksiksiz ve işlevsel bir danışma süreci gerçekleşmesinin büyük önem taşıdığını belirtirken; EBRD’nin bunu hem içerde hem de dışarda başardığını, kendisinin ve mesai arkadaşlarının hem bankanın üst düzey yöneticilerine ve yönetim kuruluna, hem de ilgili departmanlara danıştığını söyledi. Kurumsal müdür, EBRD’nin dışarda da, müşterilerine, diğer bankalara, Uluslararası Çalışma Örgütü ve Dünya Sağlık Örgütü gibi uluslararası kuruluşlara ve sivil topluma danıştığını sözlerine ekledi. Mart-Nisan döneminde de Rusya’nın çeşitli yerlerinde yerel halkın katıldığı ve özel politika ihtiyaçlarını konu alan üç atölye düzenlendi. Gözden geçirilmiş ‘Çevresel ve Toplumsal Politika’ ve ‘Toplumsal Bilgilendirme Politikası’ ile paydaş danışma raporları EBRD’nin web sitesinde görülebilir: <www.ebrd.org/about/policies/enviro/policy/ index.htm> ve <www.ebrd.org/about/policies/ pip/index.htm>. SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA Kazakistan, 5. Sürdürülebilirlik Kursu’na ev sahipliği yaptı I ‘Sürdürülebilirlik Kursu: Kazakistan için Stratejiler, Yöntemler, Politikalar, Eylemler’ başlıklı konferans, Kazakistan’ın başkenti Astana’da 14 Nisan’da resmen başladı. Hafta boyunca süren eğitime Kazak hükümetinden 40 üst düzey yetkili katıldı. Kursun açılışı dolayısıyla, bir açılış oturumu ve basın toplantısı düzenlendi ve bir akşam yemeği verildi. Açılış konuşmacıları arasında, BG Group Politika ve Kurumsal İşler Başkan Yardımcısı Charles Bland, İtalya’nın Kazakistan büyükelçisi Bruno Antonio Pasquino ve REC İcra Direktörü Marta Szigeti Bonifert bulunuyordu. İtalya Çevre, Arazi ve Deniz Bakanlığı Genel Müdürü Corrado Clini adına konuşmayı İtalyan Tröst Fonu’ndan Stefania Romanio yaparken; Kazakistan Çevre Bakanı Nurlan Iskakov adına konuşmayı da bir bakanlık yetkilisi yaptı. Oturumu, proje ortağı olan Orta Asya Bölgesel Çevre Merkezi’nden Talaybek Makeev yönetti. Kursta; Sürdürülebilirlik Kursu’nun, sürdürülebilir kalkınmaya sadece çevreyle ilgili yetkililerin değil, farklı aktörlerin katılımını sağlama yönündeki hedefini desteklercesine, dokuz farklı bakanlık ve kurumdan katılımcı bulunuyordu. Kursta, küresel eğilimlere genel bir bakışın yanı sıra, karar verme gereçlerinden iyi yönetişim ilkelerine kadar pek çok konu ele alındı. Beşincisi Kazakistan’da düzenlenen sürdürülebilirlik kursuna, BG Group ve IMELS malî destek sağladı. IMELS’in tek destekçi olduğu önceki dört kurs, Orta ve Doğu Avrupa’daki resmi yetkililere yönelikti. Bundan sonraki ikinci-dördüncü modüller ise Venedik Uluslararası Üniversitesi’nde (VIU) gerçekleşiyor. yeşil UFUKLAR | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 26 haber | R E C B Ü LT E N İ ELLEN BALTZAR DEĞİŞİME YAPILAN YATIRIM: REC’ten Dusan Sevic, Belgrat’ta PEIP temsilcilerine hitap ediyor. KAPASİTE OLUŞTURMA PEIP, su ve atık yasalarını iyileştirmeye yardımcı oluyor I Küresel ölçekteki çevresel bozulma konusun- da duyulan endişe ve sorunla ilgili farkındalık Güneydoğu Avrupa’da giderek artıyor. Ancak asıl soru şu: Yapılan çevresel düzenlemeler anlamlı bir çevresel değişime nasıl dönüştürülebilir? Bölge, bu sorunun yanıtlarını bulmak için Avrupa Komisyonu’ndan malî destek alan ve Öncelikli Çevre Yatırım Programı (PEIP) isimli yeni bir programdan yararlanıyor. PEIP en genel anlamda, AB standartlarına uyum için gereken kapasiteyi oluşturarak çevre üstündeki baskıyı azaltmak için Arnavutluk, Bosna-Hersek, Hırvatistan, Karadağ, BM yönetiminin tanımıyla Kosova 1244, Eski Yugoslavya Cumhuriyeti Makedonya ve Sırbistan’da gerçekleştirilebilir yatırım projelerini belirlemeyi amaçlıyor. Gerçekçi çevresel yatırım altyapı projelerinin belirlenmesi, geliştirilmesi, uygulanması ve bunlara malî destek sağlanması; öncelikli stratejik yatırım projelerini saptayarak, somut proje yaklaşımları geliştirerek, donör kuruluşları ve nakit akışını belirleyerek ve REC Türkiye, Orta ve Doğu Avrupa Bölgesindeki çevre sorunlarının çözümüne yardımcı olmak amacıyla çalışan, siyasî görüşlerden ve çıkar guruplarından bağımsız, kâr amacı gütmeyen, uluslararası bir kuruluş olan Orta ve Doğu Avrupa için Bölgesel Çevre Merkezi’nin (REC) Türkiye’deki temsilcisidir. REC bu hedefe ulaşabilmek için sivil örgütler, resmi kurumlar, özel sektör ve diğer çevre paydaşları arasındaki işbirliğini teşvik etmekte, serbest bilgi paylaşımını ve çevre yönetimine toplumsal katılımı desteklemektedir. REC 1990 yılında ABD, Avrupa Komisyonu ve Macaristan tarafından kurulmuştur. Bugünkü yasal zemini, 29 ülke hükümeti ve Avrupa Komisyonu tarafından imzalanan bir sözleşmeye ve Macaristan Hükümeti ile yapılan uluslararası bir anlaşmaya dayanmaktadır. REC’in merkezi Macaristan’da Szentendre’dedir. Hizmet verdiği 17 ülkede; Arnavutluk, Bosna Hersek, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Hırvatistan, Karadağ, Letonya, Litvanya, Macaristan, Makedonya, Polonya, Romanya, Sırbistan, Slovakya, Slovenya ve Türkiye’de ülke ofisleri bulunmaktadır. REC’in mevcut bağışçıları, hükümetlerarası ve özel pek çok kurumun yanı sıra Avrupa Komisyonu ile ABD, Almanya, Avusturya, Çek Cumhuriyeti, Hırvatistan, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Macaristan, Makedonya, İtalya, Japonya, Letonya, Litvanya, Hollanda, Norveç, Polonya, Slovakya, Slovenya, İsveç, İsviçre, Türkiye ve Birleşik Krallık hükümetleridir. paydaşlar arasında iletişimi sağlayarak gerçekleştiriliyor. REC, PEIP’in genel uygulama organı olarak faaliyet gösteriyor. Sırbistan’daki uygulama ortağı ise, Sırbistan Çevre Koruma Bakanlığı (MoEP). Bu yıl Sırbistan’ın PEIP temsilcileri, 8-9 Mayıs tarihlerinde Belgrad’ta gerçekleşen “Sırbistan’daki Su ve Atık Sektörlerinde Çevresel Altyapı Projeleri Geliştirme” başlıklı ulusal atölyeye katıldı. Etkinlikte, proje hazırlama yatırımı ile amme hizmetlerinin işletme verimliliğini ve kalitesini artırmaktan, fiyatlandırma reformuna dek pek çok konuda 26 panel ve sunum yapıldı. Yapılan her tartışma, Sırbistan’daki çevresel altyapı projelerine malî kaynağı artırmayı amaçlıyordu. İki gün süren etkinlik, proje sahipleriyle, Uluslararası Finans Kurumlarını (UFK) ve donör kuruluşları, merkezî ve yerel yetkilileri aynı masa etrafında toplayarak ortak çıkarların, ihtiyaç ve beklentilerin tartışılmasını sağlamak gibi önemli bir işlevi de yerine getirdi. ARNAVUTLUK Rr. Ismail Qenali, No.27, Third Floor, Tirana Tel/Faks: (355-4) 223-2928 BOSNA HERSEK Kalemova 34 71000 Sarajevo Tel/Faks: (387-33) 263-050, 209130 E-posta: [email protected] Banya Luka Saha Ofisi Slavka Rodica 1 78000 Banja Luka, RS Bosnia and Herzegovina Tel/Faks: (387-51) 317-022 E-mail: [email protected] BULGARİSTAN Tzar Simeon 42, Ap. 2 1000 Sofia Tel: (359-2) 983-4817 Faks: (359-2) 983-5217 E-posta: [email protected] ÇEK CUMHURİYETİ Senovazna 2, 11000 Prague Tel/Faks: (420) 224-222-843 E-posta: [email protected] ESTONYA Ravala str 8 10143 Tallinn Tel/Faks: (372) 646-1423 E-posta: [email protected] HIRVATİSTAN Djordjiceva 8a Br. 10000 Zagreb Tel: (385-1) 481-0774 Tel/Faks: (385-1) 481-0844 E-posta: [email protected] KARADAĞ Ivana Crnojevica 16/2 81000 Podgorica Tel: (382) 020-210-235 Faks: (382) 020-210-236 Kosova Saha Ofisi Kodra e Diellit Rruga 3 Lamela 26, PO Box 160 10000 Pristina Tel/Faks: (381-38) 552-123 E-posta: [email protected] LETONYA Peldu 26/28, 3 LV-1050 Riga Tel/Faks: (371-7) 228-055 E-posta: [email protected] LİTVANYA Svitrigailos g. 7/16 03110 Vilnius Atölyeye katılanların vardığı önemli sonuçlar şunlardı: Çevresel altyapı projelerine sağlanacak malî desteğin stratejik ve yasal çerçevesi güçlendirilmeli. Bazı strateji, plan ve yasalar hâlen mevcut olmasına rağmen, daha başkaları tasarlanmalı, güncellenmeli ve/ veya yürürlüğe girmeli. Merkezî ve yerel yetkililer ile amme şirketleri, yatırım projeleri belgelerinin hazırlanması konusunda kapasite oluşturma programlarına ve daha fazla desteğe ihtiyaç duyuyor. Stratejik, yasal ve kurumsal kapasite boşluğunu doldurmak, malî açığın kapanmasını da sağlayacak. Donörler, UFK’lar ve bilhassa özel bankalar, karşılığını aldıklarına inandıklarında fon aktarımlarını artıracak. Son olarak finansörler, önerilen projelerden hangilerinin yatırıma en uygun olduğunun yanı sıra, ‘ulusal öncelik’ taşıyan projelerin hangileri olduğunu net olarak bilmek istiyor. Balkanlar’da çevre konusunda daha fazla bilgi için <rerep.rec.org> adresindeki REReP Record’a bakınız. Tel: (370-5) 231-0067 Tel/Faks: (370-5) 233-5451 E-posta: [email protected] MACARİSTAN Ady Endre ut 9-11 2000 Szentendre Tel: (36-26) 504-075 Faks: (36-26) 302-137 E-posta: [email protected] MAKEDONYA Ilindenska 118 1000 Skopje Tel/Faks: (389-2) 309-0135, 309-0135, 306-0146 E-posta: [email protected] POLONYA ul. Grojecka 22/24 02-301 Warsawa Tel: (48-22) 823-8459, 823-9629 Faks: (48-22) 822-9401 E-posta: [email protected] Web: www.rec.org.pl ROMANYA Str Episcop Timus nr. 4, Sector 1, Bucharest Tel: (40-21) 316-7344, 316-7345 Faks: (40-21) 316-7264 E-posta: [email protected] SIRBİSTAN Primorska 31 11000 Belgrade Tel: (381-11) 329-2899 Faks: (381-11) 329-3020 E-posta: [email protected] SLOVAKYA Vysoka 18, 81106 Bratislava Tel: (421-2) 5263-2942 Faks: (421-2) 5296-4208 E-posta: [email protected] SLOVENYA Slovenska cesta 5 1000 Ljubljana Tel: (386-1) 425-6860 Faks: (386-1) 421-0939 E-posta: rec-slovenia@ guest.arnes.si TÜRKİYE İlkbahar Mahallesi, 571.Cadde, 617.Sokak, No:8, 06550 Yıldız-Çankaya, Ankara Tel: (90 312) 491 9530 Faks: (90 312) 491 9540 E-posta: [email protected] 27 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | yeşil UFUKLAR YEŞİL BAKIŞ Yenilenen yasal altyapı Yeni Vakıflar Kanunu, çevre oluşumlarının vakıflaşma olanağını artırıyor VAKIFLARA MODERNLİK: Yeni yasa, sivil toplum kuruluşlarının daha modern bir yapıya kavuşması için gerekli yasal altyapıyı sunuyor. toplum kuruluşlarının daha modern bir yapıya kavuşması için gerekli yasal altyapının oluştuğunu söylemek artık çok iddialı değil. Bu durum, ülkemizde etkili fakat sayısı oldukça az olan çevre vakıflarının sayısının artmasına zemin de hazırlayabilir. Her ne kadar ülkemizdeki çevre kuruluşlarının büyük çoğunluğu dernek yapısı çerçevesinde örgütlenmiş olsa bile, Anayasa Mahkemesi’nin 2008/ 92 sayılı ve henüz kamuoyunda pek tartışılmamış kararıyla vakıflarda üyeliğin önünü açması da STK’lar için yeni açılımlar getirebilir. Ülkemizde birçok vakfın yeni üye alamamaları sebebiyle maddî zorluklar yaşıyor olması bilinen bir gerçek. Diğer taraftan, dernek olarak örgütlenmiş yapılarda da yönetim organları ile üyeler arasında zaman zaman anlaşmazlıklar olması ve bunun dernekleri iş yapamaz hale getirmesi de sıklıkla rastladığımız bir durum. Bu karardan sonra, yeni ortaya çıkacak kuruluşların dernek yerine vakıf modelini tercih etmesine önümüzdeki günlerde belki daha sık rastlayacağız. Böyle bir gelişmenin ülkemizdeki sivil toplum kuruluşlarına etkisinin olumlu mu yoksa olumsuz mu olacağına ise ancak zaman içinde tanık olacağız. Kuruluşun türü, büyüklüğü veya maddî gücünden bağımsız olarak üstünde istisnasız çalışılması gereken konu ise toplumun desteğinin kazanılması gerçeği olarak öne çıkıyor. Özellikle çevre kuruluşlarının göreceli olarak az sayıda olmaları toplumdan arzu edilen düzeyde maddî ve manevî destek görmemeleri, geniş bir kesim tarafından pek tanınmamaları, birkaç büyük vakıf ve dernek haricinde yaptıkları işlerin kamuoyu tarafından bilinmemesi, üstünde durulması ve değiştirilmesi için çaba sarf edilmesi gereken konuların başında geliyor. Bu noktada hepimize, özellikle de çevre gibi hayatî bir konuda ülkemizde önemli bir bilinçsizlik olduğunun farkında olan ve bu amaç için çabalayan kişilere büyük bir görev düşmekte: Yılmadan çalışmak ve ülkemizde çevre bilincinin kazanılması için gerekli olan her şeyi yapmak. Şu gerçeği aklımızdan hiç çıkartmamalıyız: mevzuat mükemmel olmayabilir, uygulamadaki sorunlar veya bürokratik engeller bizi yıldırabilir fakat tüm bu sorunlar son kertede aşılabilir ancak çevre sorunlarına ilgisizlik, bu konulardaki bilgisizlik hakkında bir şeyler yapamazsak yakında değiştirebileceğimiz bir çevremiz de kalmayacak. Q Avrupa Birliği uyum sürecinde sivil toplum ve STK’lara yönelik iyileştirmeler kapsamında yeni Dernekler Kanunu’nun 2004 yılında yürürlüğe girmesi sivil toplum tarafından heyecanla karşılanmıştı. Dernekler Dairesi’nin sivilleşerek polis kontrolünden çıkarılması, dernek kurucuları üstündeki kısıtlamaların azaltılması ve kuruluş şartlarının hafifletilmesi, özellikle uygulamada karşılaşılan keyfî muamelenin giderilmesi ile birlikte dernek sayısında dikkate değer bir artış olmuştu. Dernekler Dairesi Başkanlığı’nın <www.dernekler.gov.tr> adresli web sitesindeki resmi verilere göre, 2004’te 69,439 olan faal dernek sayısı 2008’de 79,661’e yükselirken; derneklerin üye sayısı da 5,250,000 seviyesinden 8 milyon seviyesine yükseldi. O dönemde gelişen birçok çevre girişimi de faaliyetlerini bugün dernek çatısı altında sürdürüyor. Dernekler için edinilmiş kazanımların vakıflara yansıması ise 27 Şubat 2008 tarihinde yürürlüğe giren yeni Vakıflar Kanunu ile sağlanmış gibi gözüküyor. Vakıflar Kanunu kamuoyunda genel olarak siyasî bir çerçevede tartışılmış ve genel bir kafa karışıklığı yaratmış olmakla birlikte, özellikle Cumhuriyet döneminde kurulmuş ‘yeni vakıflar’ olarak tanımlanan ve hepimizin gündelik hayatımızdan bildiği, hatta çalışmalarına destek verdiği vakıflar için getirdiği yenilikler tartışılmaz nitelikte. Eski mevzuatla kıyaslandığında ve özellikle anti-terör ve kara para aklama tedbirleri nedeniyle Batı ülkelerinde bile hızla artan denetleyici uygulamalar ile karşılaştırıldığında, yeni kanunun oldukça iyi bir yerde durduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Hatta Türkiye’de sivil WWW.MECLISHABER.GOV.TR Başak Ersen Yasal Boyut Başak Ersen, Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı (TÜSEV) Proje Koordinatörü/ STK hukuku uzmanı Türkiye’nin çevre yoluna ışık tutan belgesel… Türkiye’nin ilk belgesel kanalı İZ TV liderliği ve REC Türkiye danışmanlığında hazırlanan “Avrupa’nın Çevre Yolu” belgeseli, Avrupa Birliği’ne yeni üye Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Bulgaristan ve Romany’nın üyelik sürecinde edindikleri tecrübeyi, Türkiye’nin çevre alanındaki problemeleri ve çözüm yolları, AB’nin destek ve yaptırımlarını özetleyen kapsamlı bir belgesel. Belgesel, AB üyeliğinin hafife alınacak kadar kolay ve göz korkutacak kadar da zor olmadığını vurguluyor. İZ TV Digiturk 88. kanalda yayın yapmaktadır. yeşil UFUKLAR | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 28 Üç bölümden oluşan belgeselin yayın tarih ve saatleri; 1. Bölüm; 28 Kasım - 02.55, 04 Aralık - 08.10, 06 Aralık - 09.00, 07 Aralık - 18.00 / 2. Bölüm: 26 Kasım - 22.05, 27 Kasım - 09.00, 29 Kasım - 13.45, 30 Kasım - 22.40, 05 Aralık - 03.15 / 3. Bölüm: 29 Kasım - 21.50, 30 Kasım - 13.00, 03 Aralık - 22.05, 04 Aralık - 09.00. Daha fazla bilgi için: www.iztv.com.tr YEŞİL BAKIŞ Bilişim Teknolojileri Oya Ayman İnternet’te aralanan kapılar Portalların eyleme dönük işlevler üstlenmesi, katılımcılığın artışıyla doğru orantılı şim ve iletişim ortamı sağlayan interaktif portallar var. Tüm işlevlere sahip tek bir portal olmasa da, bir kısmını kapsayan portallar bunlar. Örneğin, <cevreciyiz.com>’da haber ve makaleler dışında, çevre STK’larına ulaşmak mümkün. Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin <bugday.org> sitesinde haber ve makalelerin yanı sıra doğal ürünler, sertifikasyon şirketleri ya da evde doğal temizlik yöntemleri gibi rehberler <iklimlerdegisiyor. info>’da iklim değişikliği hakkında bilgiler var. <acikradyo.com.tr> günceli izlemenin yanı sıra katılımcılığa ve aktivizme zemin oluştururken; <ekolojistler.org>’da makale ve araştırmalara ulaşabiliyorsunuz. Facebook’ta funclub türü gruplar oluşturup mesajlaşmak mümkünse de, Türkiye’de henüz bir grup ve ortak değerler oluşturabilmeye, görüş alış verişi yapmaya ve forum-tartışma zeminleri oluşturmaya yönelik bir portal yok. Bazı portallar interaktif tartışma ve buluşma zeminleri yaratıyor. <yesil. ntvmsnbc.com>’un Yeşil Ekran kapsamında başlattığı, ‘Bugün çevre için ne yaptın?’ bölümü yeni grup ve örgütlenmelere doğru bir adım olabilir. Kullanıcılar, burada hem sorunları ve çözümleri paylaşıyor; hem de iletişim sağlıyor. Portal, çevre haberlerinin yanı sıra, doğa dostu tüketim alışkanlığının yaygınlaşmasında önemli rol üstleniyor. <http://forum.arkitera.com> adresindeki Arkitera Forum da, bağımsız çalışan Arkitera Mimarlık Merkezi <http://www.arkitera. net/>'nin interaktif platformu. Forum, daha nitelikli bir çevrede yaşamak isteyenlerin kullanabileceği bir tartışma ortamı sunuyor. Benzer bütün portalların listesini vermek mümkün olmasa da bu örnekleri vermemin bir nedeni, Türkiye’de çevre ve doğa konusundaki sitelerin özellikle kentli tüketicinin bilinçlenmesinde en az TV, radyo ve gazete kadar etkili olabildiğini anlatmak. Yine de çevre hareketine sanal alemden katılımımız, e-posta grupları ya da çevreci dostlardan gelen kampanya ve haberleri birbirimize iletmekle veya İnternet’ten imza kampanyalarına katılmakla sınırlı henüz. Mail gruplarının etkisi üyelerle sınırlı olduğundan yaygınlaşamıyor. Sonuçta, geniş bir İnternet izleyicisini portallar aracılığıyla çevre hareketinde aktif kılmak mümkün. TEMA’nın ‘Suyunu boşa harcama’ kampanyasıyla İstanbul’da %15’e varan su tasarrufu sağlanması gibi; Buğday’ın, interaktif gruplar oluşmasını sağlayan, ‘Evde doğal temizlik yöntemleri’ gibi bireye yönelik çalışmaları; <yesil.ntvmsnbc.com>’un insanları katılımcı kılma çabası, toplamda değişime katkı sağlayabiliyor. Bireysel girişimler küçük değişimler yaratırken, sanal alemde dolaşanları bir araya getirecek toplu ve örgütlü hareketler de kamuoyu çalışmalarında önemli bir ivme yaratacak. Çevre hareketinde bilinçlendirme ve bilgilendirme işlevi ile henüz yeni boy göstermeye başlayan çevre ve ekoloji portallarının yakın gelecekte daha eyleme dönük işlevler üstlenmesi de, toplumdaki katılımcılık ve etken olmaya yönelimin artmasıyla doğru orantılı olacak. O zaman İnternet’in sanal dünyasının kapıları, gerçek dünyada olup bitenlere izleyici kalmayıp bir şeyler yapma konusunda adım atmamız için aralanabilecek. Q Yirmi yıl önce gazeteciliğe başladığımda bilgi almak bazen onlarca telefon gerektirir ve günler sürebilirdi. Değil Google veya İnternet, gazetede bilgisayar bile yoktu. Kilitlenen telefonlarla aradığımız kişiyi bulmak mucizeydi. Bugün İnternet’te bilgi ararken aklımda o deneyimler var. Artık “Google’layarak” pek çok bilgiye ulaşılıyor. Ama bu bilgi ne kadar yeni, güvenilir, tarafsız ya da yeterli? Veri yetersizse, konuya hâkim değilseniz; konudan sapmanız, aldanmanız, yeşil bir vadi yerine bir çöle düşmeniz, saatler harcayıp sonuç alamamanız mümkün. Özellikle de çevre ve ekoloji başlığında. Türkiye’de çevre, doğa koruma veya ekoloji konularındaki bilgi ve haberlere, bu alandaki kamu kurumları ve STK’ların sitelerinden ulaşılabiliyor. Ama bu siteler çoğunlukla kurumun faaliyetleriyle sınırlı. En iyisi, sizi dolaşmak istediğiniz sulara götürecek kapıları aralayabileceğiniz bir web sitesi: popüler tabiriyle portal. Yabancı portallara bakınca, uzmanlaşmış, gerçek kapılar açan sanal mekânlar görürüz. Örneğin <cat.org.uk>’da ev tipi bir rüzgâr santralinin özelliklerinden, yenilenebilir enerji kurslarına dek pek çok bilgiye ulaşılabilir. <bioneers.com> biyo çeşitlilik, tarım, gıda güvenliği gibi konularda bilgi verirken; konferans, kampanya ve etkinliklere yönlendirerek İnternet kullanıcısını etken kılıyor. <thegreenguide.com> her alanda başvurulabilecek bir yeşil rehber. Az da olsa, Türkiye’de çevre ve ekoloji konusunda sinerji ve ortak akıl oluşturmaya çabalayan, gündemi ve görüşleri ileten, etkile- Oya Ayman, Gazeteci ve Buğday Derneği İletişim Koordinatörü İleri doğru bir adım! Küreselleşen Dünyada Avrupa Güvenlik ve refah için siyasi seçenekler Kitap bugün içinde yaşadığımız yeni dünyanın ana hatlarını açık bir biçimde ortaya koyuyor. Yüzleşilmesi gereken yeni güçlükler gibi, yeni fırsatlar da olduğunu vurguluyor. Avrupa Birliği’nin yeni küresel güçlükler karşısında oynayacağı rolün ivedi olarak tanımlaması gereğinden yola çıkan kitap, verdiği mesajla bizi, doğrudan uygulamaya geçirilebilecek somut eylemler üstünde daha derin düşünmeye sevkediyor. Daha fazla bilgi için Yeşim Çağlayan, REC Türkiye Çevresel Bilgi Programı Tel: (90-312) 491 95 72, E-posta: [email protected] 29 | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | yeşil UFUKLAR YEŞİL BAKIŞ Dönüm noktasındaki uygarlık Uygarlığı kurtarma planı, bize çözümün maliyetini de söylüyor Plan B 3.0 Uygarlığı kurtarmak için harekete geçmek Lester R. Brown, TEMA Vakfı Yayınları, 2008 Earth Policy Institute’ün kurucusu ve başkanı Lester R. Brown’ın öncülüğündeki uzman bir ekibin eseri olan Plan B 3.0’ın, kendinden önceki sürüm olan Plan B 2.0’dan en önemli farkı, ‘baskı altındaki bir gezegeni ve sıkıntıdaki bir uygarlığı kurtarmak’ çıkış noktasının yerine artık ‘uygarlığı kurtarmak için harekete geçmek’ anlayışı üstüne kurgulanması. Lester R. Brown, bu strateji değişikliğini Yeşil Ufuklar’a verdiği mülakatta “Biz çevreciler son otuz yıldır gezegeni kurtarmaktan söz ediyoruz, [ama] gezegen daha uzun bir süre varlığını sürdürecek. Mesele şu: biz daha ne kadar burada olacağız? Uygarlığa yönelmiş bir tehditle karşı karşıyayız,” şeklinde özetliyor. Plan B 2.0 iki yıl önce yayımlandığında, buzulların erimesi endişe verici idi; bugün ise korkutucu bir düzeyde. Yine geçen iki yıl içinde çöken devletlerin sayısı giderek arttı; bu da uygarlığın çöküşünün ilk işaretleri. Plan B 3.0’ın dayandığı gerçeklerden biri, eski kalkınma zihniyetinin artık sürdürülemez olduğu. Gelecek hakkında bilmediğimiz pek çok şey var; emin olduğumuz konu ise, bugünkü gidişatın sürdürülebilir olmadığı. Plan B 3.0, uygarlığı kurtarmak için dört temel hedef belirliyor, bunlar: iklimi istikrara kavuşturmak; nüfusu istikrara kavuşturmak; yoksulluğu ortadan kaldırmak; ve dünyanın bozulan ekosistemlerini onarmak. Kitap, bütün bunların da eşzamanlı olarak uygulanması gerektiğini vurguluyor, üstelik büyük bir süratle. Bu aciliyeti ifade etmek için de ‘savaş seferberliği’ benzetmesini kullanıyor. Kitap üç ana bölümden oluşuyor. İlk bölüm olan ‘Sıkıntıdaki uygarlık’ta, petrol ve gıda güvenliği, küresel iklim değişimi, su kıtlığı ve doğal sistemlerin yaşadığı baskılar ayrıntılı olarak irdelenerek, dünyanın mevcut durumu gözler önüne seriliyor. ‘Çözüm’ başlıklı ikinci bölümde, yoksulluk ve nüfus, doğal sistemlerin onarılması, gıda güvenliği, enerji ve sürdürülebilir kent tasarımı konularında seçeneklerimizin neler olduğu anlatılıyor. Kitabın en çarpıcı yanlarından biri ise, uygarlığı kurtarmanın yıllık maliyetini hesaplaması ve bunun dünya ülkelerinin yaptığı askerî harcamalarla kıyaslaması. Kitabın, ‘Heyecan verici yeni bir seçenek’ başlıklı üçüncü bölümünde işte bu malî analiz yapılıyor. Karşılaştırma, uygarlığı kurtarmanın sadece gerekli değil aynı zamanda mevcut kaynaklarımızla mümkün de olduğunu gösteriyor. Plan B 3.0’a göre, dünya ekonomisini yeniden yapılandırmak ve iklimi istikrara kavuşturmak olağanüstü zorluklar içerse de, iyimser olmak için pek çok nedenimiz var. Çünkü karşılaştığımız tüm sorunları çözmek için aslında gerekli teknolojiye sahibiz ve bu teknolojiler, dünyanın çeşitli yerlerinde uygulanmaya başladı bile. Bunların arasında, yenilenebilir kaynaklardan enerji üretimi, enerji tasarrufu, bitkilendirme, melez otomobiller gibi uygulamalar var. Asıl sorun, eyleme geçecek siyasî iradeyi oluşturmakta. Bu da, dünyanın her yanındaki bireylerin harekete geçmesini ve yöneticileri zihniyet değişimine zorlamasını gerektiriyor. Plan B 3.0, bütün yetkinliğine karşın aynı zamanda mütevazi. Brown’ın, önsözdeki ifadesiyle, “Plan B kutsal bir girişim değil. Sadece, mevcut modele, uygarlığı kurtarmamızı sağlayacağını umduğumuz bir seçenek oluşturma girişimi. Daha iyi bir planı olan varsa memnuniyetle karşılarız. Çünkü dünyanın, mümkün olan en iyi plana gereksinimi var.” Kitabın İngilizce aslı, <http://earthpolicy.org/Books/PB3/Contents.htm> adresinden indirilebiliyor. Avrupa’dan haberler EurActiv ile 1 yıldır parmaklarınızın ucunda! AB konusunda 10 sitede 10 farklı dilde yayın yapan ve ayda 500 bin kişi tarafından izlenen EurActiv uluslararası haber ağının Türkiye ayağı EurActiv.com.tr, şimdi 1 yaşında! Türkiye’deki özel sektörün, resmi kuruluşların ve sivil toplum örgütlerinin AB karar mekanizmalarını etkilemesini sağlayacak bir bilgi paylaşım ortamı yaratan EurActiv.com.tr ile siz de AB platformuna seyirci kalmayın, sesinizi duyurun! yeşil UFUKLAR | TEMMUZ - EYLÜL 2008 | 30 Q Nafiz Güder Kitaplık 01_KapakYU4.3.qxp:1CoverGH4.1 12/16/08 11:38 AM Page 3 Doğal kaynakları verimli kullanıyor, çevresel düzenlemelere uyuyor, kimyasal atıklarınızı gereği gibi yönetebiliyor, musunuz? Çevresel, sosyal ve etik değerlerin yönetimi şirketinizin temel politikalarından birisi mi? O halde Avrupa'nın en saygın şirketlerinden biri siz olabilirsiniz. Avrupa Komisyonu Çevre Genel Müdürlüğü tarafından 1987 yılında verilmeye başlanan “Avrupa Birliği Çevre Ödülleri”, çevre dostu politika ve ürünlere öncülük eden şirketlerin başarılarını ödüllendiriyor. REC Türkiye’nin eşgüdümünde yürütülen programla Türkiye’den şirketler de bu yarışa katılma ve bu saygın ödülü kazanma fırsatını elde ediyor. 2009 - 2010 ödülleri için başvurular 16 Şubat 2009 tarihinde başlıyor. Sizi de çevre ve sürdürülebilir kalkınmaya olan duyarlılığınızı ödüllendirmeye davet ediyoruz. Ayrıntılı bilgi için www.abcevreodulleri.info adresini ziyaret edebilirsiniz. BÖLGESEL ÇEVRE MERKEZİ REC Türkiye 01_KapakYU4.3.qxp:1CoverGH4.1 12/16/08 2:33 PM Page 4