PDF Anahtar Haziran 2014 - Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı

Transkript

PDF Anahtar Haziran 2014 - Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı
HAZİRAN 2014
K A L K I N M A D A
VERİMLİLİK
T.C. BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANLIĞI
VERİMLİLİK GENEL MÜDÜRLÜĞÜ’NÜN
AYLIK YAYIN ORGANIDIR
HAZİRAN 2014 YIL: 26 SAYI: 306
Bu dergi 6.500 adet basılmaktadır.
ISSN:1300-2414
Yayın Türü:Yerel Süreli
Türkçe-İngilizce
SAHİBİ
T.C. BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANLIĞI
VERİMLİLİK GENEL MÜDÜRLÜĞÜ ADINA
GENEL MÜDÜR
Anıl YILMAZ
GENEL KOORDİNATÖR
Dilek BİRBİL
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Cangül TOSUN
YAZI KURULU
Dilek BİRBİL - Cangül TOSUN - Lütfiye BALKAYA
İNGİLİZCE SAYFA SORUMLUSU
Gülçin MANZAK AYDIN - Şirin Müge KAVUNCU
WEB SİTESİ SORUMLUSU
Aytunç AYHAN
FOTOĞRAFLAR
Hakan CANBAKIŞ - Özgür YURDAKADİM
DAĞITIM SORUMLUSU
Mehtap EMRE
(312) 467 55 90 / 331
[email protected]
Anahtar Dergisi’nin PDF dosyalarını her ay
düzenli olarak e-posta hesabınıza gönderilmesini
istiyorsanız, konu alanına Anahtar yazıp
[email protected] adresine boş bir e-posta
atabilirsiniz.
Dergide yayımlanan yazılardaki görüşler
yazarlarına aittir.
YÖNETİM YERİ
T.C. BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANLIĞI
VERİMLİLİK GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
Gelibolu Sokak No:5
Kavaklıdere 06690 ANKARA
Tel: (312) 467 55 90 (10 Hat)
Faks: (312) 427 30 22
Faks (Dergi): (312) 467 47 79
e-posta: [email protected]
internet: http://vgm.sanayi.gov.tr
http://anahtar.sanayi.gov.tr
GRAFİK TASARIM VE UYGULAMA
www.chesscreative.com
Verimlilik artışlarının ülkelerin kalkınmasında ve küresel rekabet avantajı elde
etmelerinde büyük önem taşıdığını tarihsel ve bilimsel veriler ortaya koymuştur.
Verimlilik, istikrarlı bir ekonomik büyümenin ve toplumsal refahın belirleyici
faktörlerinin başında gelmektedir. Sadece iş gücünün ve sermayenin değil, doğal
kaynak ve ham maddelerin de sürdürülebilir kalkınma anlayışıyla ekonomiye
katkısının artırılması söz konusu olduğunda verimliliğin önemi daha iyi
anlaşılmaktadır. Bu bağlamda ülkemizin son dönemde gerçekleştirdiği yüksek
ekonomik büyüme performansının gelecek yıllara da taşınması ve 2023
hedeflerine ulaşılmasında, her alanda sağlanacak verimlilik artışlarının doğrudan
bir etkisi olacaktır. Orta gelir tuzağına takılma olasılığını bertaraf etmek ve
yüksek gelir seviyeli ülkeler grubuna geçiş yapabilmek için hızlı ve sürekli bir
verimlilik artışı ülke olarak temel odaklarımızın başında gelmektedir. Bu
doğrultuda, en üst politika belgesi olan; 2014-2018 dönemini kapsayacak Onuncu
Kalkınma Planı’nda verimlilik artışları rekabet gücünü ve büyüme hızını artıracak
üç temel unsurdan biri olarak tanımlanmıştır. Diğer iki unsur ise iş gücünün
niteliğinin ve yenilik kapasitesinin artırılmasıyla bilgiye dayalı üretime yönelik
dönüşümün sağlanmasıdır. Yine Onuncu Kalkınma Planı’nda yer alan 25 dönüşüm
programından birincisi, ‘Üretimde Verimliliğin Artırılması Programı’ olarak
belirlenmiştir.
Bakanlığımız, son dönemde imalat sanayi başta olmak üzere ülkemizin verimlilik
seviyesinde sürekli bir artış yakalamak için faaliyetlerini yoğunlaştırmıştır. Bu
çalışmalara yön verecek temel çerçeve belge niteliğinde olan Verimlilik Stratejisi
ve Eylem Planı hazırlıklarında son aşamaya gelinmiştir ve hazırlanan strateji
belgesinin onaylanmasının ardından kısa süre içinde uygulamaya konulması
öngörülmektedir.
Bakanlığımızın verimlilik bilincinin yaygınlaştırılmasına yönelik faaliyetleri
arasında yer alan “Verimlilik Haftası” kapsamında Verimlilik Genel Müdürlüğü
koordinasyonunda, 1-7 Haziran tarihlerinde verimlilik odaklı çeşitli etkinlikler
düzenlenecektir. Tüm ilgililerin katılımına açık olan etkinliklerin, katılımcılara
faydalı olmasını ve verimliliğe olan ilginin artırılmasına katkıda bulunmasını
diliyoruz. Verimlilik temalı bu sayımıza katkılarıyla destek olan Bilim, Sanayi ve
Teknoloji Bakanı Sayın Fikri IŞIK’a şükranlarımızı sunuyor, yazı ve makaleleriyle
katkı sağlayan ve emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz.
Anıl YILMAZ
Genel Müdür
BASKI
KORZA YAYINCILIK
BASIM SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ.
Büyük Sanayi 1. Cad. 95/1 İskitler - ANKARA
Tel: (312) 342 22 08 Faks: (312) 341 14 27
BASILDIĞI TARİH
Anahtar Dergisi’nin Haziran 2014 sayısı
20.05.2014 tarihinde basılmıştır.
01
HAZİRAN 2014
İÇİNDEKİLER
04
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı
Fikri IŞIK’ın Değerlendirmesi
06
Verimlilik Yönetimi
Nurettin PEŞKİRCİOĞLU
12
Verimlilik Kavramı: Klasik ve
Neoklasik Yaklaşımların
Karşılaştırılması
Gülçin MANZAK AYDIN
16
Kaynak Verimliliğinde
Güncel Yaklaşımlar
Selin ENGİN
22
Boş Zaman ve Verimlilik
Gürsu Sezen TORUN
28
Verimlilik Alanında
Politika Geliştirme - I
Temel Dinamikler
Ahmet Emre ÇOBAN
32
Kurumsal İmaj, Verimlilik ve
İmaj Oluşturma Çabaları
Sevgin FETTAHOĞLU DEMİRCİ
38
KOBİ’lerde Standartların Algılanma
Düzeyi ve Standartlara Uyumda
Görülen Dirençler
Dr. Mustafa Kemal AKGÜL
04
16
Anahtar Dergisi Okuyucu Anketi
Değerli okuyucularımız, dergimizle ilgili görüşlerinize
başvurmak amacıyla hazırlanan ve http://anahtar.sanayi.gov.tr/
web sitesinde sunulan anketi doldurmanızı rica ederiz.
02
HAZİRAN 2014
44
Sürdürülebilir Bir Yerel Kalkınma
Modeli: “Yavaş Şehirler” ve Ekoturizm
Ferda HEKİMCİ
50
Bilişim, Bilim ve Teknoloji
54
Haberler
57
Temiz Üretim (Eko - Verimlilik)
59
Summary
62
Sanayi Göstergeleri
Industry Indicators
63
Bilim ve Teknoloji Göstergeleri
Science and Technology Indicators
64
Ulusal ve Uluslararası Verimlilik
İstatistikleri / National and
International Productivity Statistics
22
28
Ulusal Verimlilik İstatistikleri
National Productivity Statistics
44
03
HAZİRAN 2014
DEĞERLENDİRME
VERİMLİLİK
Ülkemiz verimliliğe gereken önemi vererek, buna dayalı politikalar üreterek ve hayata geçirerek
çağımızın güçlü ülkeleri arasında hak ettiği yeri alacaktır.
Fikri IŞIK
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı
Günümüzde ülkelerin ekonomik alandaki
başarısının en önemli göstergelerinden
biri verimlilik düzeyi olup uzun dönemli ve
sürdürülebilir büyüme performansı ancak
her alanda sağlanacak verimlilik
artışlarıyla mümkün olabilecektir.
Uluslararası verimlilik karşılaştırmaları
incelendiğinde, ülkemizin verimlilik
düzeyiyle ilgili iki önemli husus dikkati
çekmektedir. Bunlardan biri Türkiye’nin
verimlilik seviyesinin gelişmiş ülkeler
04
grubunun oldukça altında olduğudur.
OECD ve AB ülkeleri ile karşılaştırıldığında
Türkiye’de iş gücü verimliliği bu ülke
ortalamalarının % 60’ı seviyesindedir.
Bununla birlikte diğer önemli husus ise
ülkemizdeki verimlilik artış oranlarının
son 20 yılda dünya ile karşılaştırıldığında
yüksek olduğu ve Türkiye’nin 1990 yılında
hemen hemen aynı verimlilik düzeyinde
olduğu gelişmekte olan ülkeler grubunun
2011 yılında % 40 üstünde yer aldığıdır.
Onuncu Kalkınma Planı’nda (2014-2018)
ise toplam faktör verimliliği artışının uzun
dönem ortalamasının da üzerine
çıkarılması hedeflenmiş olup 2023
hedeflerine ulaşmak için verimlilik
artışlarının daha fazla ve sürekli hale
getirilmesi gerekmektedir.
Türkiye ekonomisi günümüzde önemli bir
değişim ve dönüşüm sürecinden
geçmektedir. Sağlanan makroekonomik
istikrar sonucunda faiz ve enflasyon
HAZİRAN 2014
seviyelerindeki düşüşler ve verimlilik
artışlarının da katkısıyla, 2002-2008
döneminde ülkemizde tarihsel
ortalamanın oldukça üstünde, yıllık
ortalama % 5,9 düzeyinde bir büyüme
oranına ulaşılmıştır. Sağlanan bu tempolu
büyüme 2008 yılının ikinci yarısından
itibaren küresel gelişmelere bağlı olarak
bir kesintiye uğramışsa da 2010 yılından
itibaren ekonomimiz yeniden tempolu
büyüme sürecine girmiştir. Ancak, buna
rağmen ekonomimizin küresel
rekabetçilik sıralamasında arzu ettiğimiz
yere ulaşabildiğini söylemek henüz
mümkün değildir.
2008 yılında yaşanan küresel krizin
ardından yeniden yapılandırılan dünya
ekonomisinde, verimlilik kavramı son 30
yıldır hiç olmadığı kadar önemli bir
noktaya gelmiştir. Ülkemizde de son
dönemde sağlanan yüksek ekonomik
büyüme performansının sürdürülebilirliği
ve yüksek katma değerli, ileri teknolojili
üretime dayalı sanayi yapısına dönüşümde
verimliliğin önemli parametrelerden biri
olduğu artık iyice anlaşılmış
bulunmaktadır. Üretim odaklı
ekonomilerin sürdürülebilir büyümeyi
gerçekleştirebilmeleri için mutlak olarak
verimlilik artışı sağlamaları
gerekmektedir. Bunun için de verimlilik
kavramının iyi anlaşılması, hangi
faktörlerin verimlilik artışları sağladığının
tespit edilmesi ve uygulanması gereklidir.
Hükümetimiz tarafından, ülkemizin
toplam verimlilik performansına ilişkin
hedeflerine ulaşılmasını sağlamak
amacıyla etkili tedbirler alınmakta olup bu
tedbirlerin yansımaları Onuncu Kalkınma
Planı (2014-2018), Türkiye Sanayi Strateji
Belgesi (2011-2014) ve Yıllık Programlar
gibi üst plan, program ve strateji
belgelerinde görülmektedir. Bunun bir
örneği Bakanlığımızın öncülüğünde
hazırlanmış olan, Türkiye için uygulanacak
stratejinin uzun dönemli vizyonudur. Bu
vizyon, orta ve yüksek teknolojili ürünlerde
Avrasya’nın üretim üssü olmak olarak
belirlenmiş olup bunun
gerçekleşebilmesinde Türk sanayisinin
rekabet edebilirliğinin ve verimliliğinin
artırılması anahtar faktörlerdir. Bu
kapsamda, Türkiye Sanayi Stratejisi’nin
genel amacı, “Türk sanayisinin rekabet
edebilirliğinin ve verimliliğinin
yükseltilerek, dünya ihracatından daha
fazla pay alan, ağırlıklı olarak yüksek
katma değerli ve ileri teknolojili ürünlerin
üretildiği, nitelikli iş gücüne sahip ve aynı
zamanda çevreye ve topluma duyarlı bir
sanayi yapısına dönüşümü hızlandırmak”
olarak belirlenmiştir.
Onuncu Kalkınma Planı’nda ise temel
yapısal sorunlara çözüm olabilecek kritik
reform alanları için Öncelikli Dönüşüm
Programları tasarlanmıştır. Bu
programların ilki “Üretimde Verimliliğin
Artırılması Programı” olup bunun da
birinci bileşeni “Verimlilik Algısının ve
Verimliliği Artırmaya Yönelik Uygulama
Kapasitesinin Güçlendirilmesi”dir.
2014 Yılı Programı’nda ise, yüksek büyüme
ortamına geçişin sağlanması için
verimliliğin artırılması makroekonomik
amaçlardan biri olarak vurgulanmaktadır.
2014 Yılı Programında imalat sanayinde
dönüşümün ana odakları olarak yeşil
üretim kapasitesi, yenilikçilik, firma
becerileri ve sektörler arası
entegrasyonun geliştirilmesiyle verimlilik
ve yurt içi katma değerin artırılması; dış
pazar çeşitliliği ve bölgesel üretim
kapasitelerinin geliştirilmesiyle de
istikrarlı yüksek büyümenin sağlanması
hedeflenmektedir. 2014 Yılı Programı
kapsamında; sanayinin sürdürülebilir
büyümesi ve uluslararası rekabet gücünün
artırılması amacıyla ülke genelinde
verimlilik ve temiz üretim faaliyetlerinin
desteklenmesi ve sanayide başta enerji
olmak üzere, kaynak verimliliğinin
artırılmasına yönelik programların
geliştirilmesi ve uygulanmasına ilişkin
tedbir de Bakanlığımızın sorumluluğu
altında yürütülmektedir.
Ülkemiz verimliliğe gereken önemi
vererek, verimlilik artışına yönelik
politikalar üreterek ve bu politikaları
hayata geçirerek çağımızın güçlü ülkeleri
arasında hak ettiği yeri en kısa sürede
alacaktır. Bakanlık olarak ülkemizin 2023
hedeflerine ulaşma yolunda, büyüme ve
kalkınmayı sağlamak için verimlilik odaklı
çalışmalarımızı sürdürmekteyiz.
Küresel yarışta avantaj elde
edebilmemizin gerçek kaynağının,
sürdürülebilir büyümenin ve ekonomik
kalkınmamızın itici gücünün, toplumsal
barışın anahtarının verimlilik olduğu
bilincinin toplumun tüm kesimlerinde ve
her ferdinde oluşturulması amacıyla
yürüttüğümüz faaliyetlerden biri de, her yıl
Haziran ayının ilk haftasında düzenlenecek
olan “Verimlilik Haftası” etkinliklerimizdir.
Hafta boyunca, başta Ankara olmak üzere
birçok ilde toplumun farklı kesimlerine
yönelik verimlilik temalı çeşitli etkinlikler
düzenlenecek olup ilgi duyan tüm kurum
temsilcilerimizi, vatandaşlarımızı ve
öğrencilerimizi bu etkinliklere katılmaya
davet ediyorum.
05
HAZİRAN 2014
MAKALE
VERİMLİLİK YÖNETİMİ
Nurettin PEŞKİRCİOĞLU / Sanayi ve Teknoloji Uzmanı (Verimlilik Genel Müdürlüğü)
Verimliliğin Önemi
Verimliliğin ulusal refahı artırmadaki
önemi, bugün herkes tarafından kabul
edilmektedir. Ülkemizin makro plandaki
verimlilik başarısı, işletme odaklı
verimlilik artırma çalışmalarının
yansımasıyla mümkündür. Ülkede her
alanda verimlilik bilgi ve bilincinin
artırılması, işletmelerin ve kurumların
buna göre yeniden yapılanması, verimlilik
artırma program ve projelerinin
yaygınlaştırılması, teknolojik altyapının
geliştirilmesi ve iş gücünün niteliğinin
yükseltilmesi verimlilik odaklı büyümenin
temel koşullarındandır (Prokopenko,
2011).
06
Kalkınmanın belirleyici unsuru ve itici
gücü olan verimliliğin artırılması ancak
uzun dönemli politikalarla, akılcı, yenilikçi
ve çağdaş yönetim uygulamalarıyla
gerçekleşebilir. Günümüzde küresel
rekabette öne çıkmış ülkelerin
ekonomileri incelendiğinde, bu başarıda
sağlanan verimlilik artışları ve kaynakların
etkin kullanımının çok önemli bir payı
olduğu görülmektedir. Bunun yanı sıra,
geçmişte ülkemizde yaşanmış olan çeşitli
ekonomik krizler, bunalımlar ve bunların
neden olduğu çalkantılardan sonra,
verimliliğin hem ekonominin tümünü
kapsayan "toplam verimlilik" bazında,
hem de firma ve kuruluş düzeyinde
dikkate alınması ve üzerinde önemle
durulması gereken bir husus olduğu artık
iyice anlaşılmış bulunmaktadır.
Rekabet gücü üzerine önemli çalışmalar
yapmış olan M. Porter da rekabet
üstünlüğü sağlamada verimliliğin önemini
ve rolünü vurgulamış; kalite, teknolojik
gelişme, yenilik yapabilme ile araştırma ve
geliştirmenin önemine dikkat çekmiştir.
Ülkelere rekabet gücü kazandıran esas
faktörün, ucuz iş gücü veya uygun döviz
kurları olmadığını, esas olanın yüksek
verimlilik düzeyi ile yenilikçi ve kaliteli
ürünler üretebilmek olduğunu belirtmiştir.
Porter, “Ulusların Rekabet Üstünlüğü” adlı
eserinde rekabet - verimlilik ilişkisini
özetle şöyle ifade etmiştir (Porter, 1991):
“Ulusal düzeyde rekabet edebilirlik
konusunda anlamlı olan tek kavram,
ulusal verimliliktir. Giderek yükselen bir
yaşam standardı, bir ülkedeki firmaların
yüksek verimlilik düzeyine ulaşmasına ve
verimliliği artırmalarına
HAZİRAN 2014
Porter, bir ülkenin rekabet edebilirlik
düzeyini, hayat standardı ve refah düzeyi
ile birlikte elealmış ve bunu da toplumun
verimlilik düzeyini yükseltebilme yeteneği
ile doğrudan ilişkilendirmiştir.
İşletmelerde Verimlilik Yönetimi
Makro düzeydeki verimlilik artışlarının
mikro (işletme) düzeyinde sağlanan
artışların toplamı olduğu
düşünüldüğünde, verimliliğin artırılması
ÖNLEM
Verimlilik düzeyinin
yükseltilmesi,
iyileştirmelerin
kurumsallaştırılması.
bağlıdır. Verimlilikteki artışın
sürdürülmesi, kendisini de sürekli
geliştiren bir ekonomiyi gerektirir. Bir
ulusun firmaları hiç durup dinlenmeksizin
ürün kalitesini yükselterek, ona arzu
edilen ek özellikler kazandırarak, ürün
teknolojisini geliştirerek bulundukları
sektördeki verimliliği artırmalı, rekabet
edebilme yetkinliklerini geliştirmelidir.”
Yaklaşık 20 yıl önce ortaya konmuş olan bu
görüş, günümüzde daha da belirginleşmiş
ve doğruluğu kanıtlanmıştır. Gerçekten de
bir ülkenin rekabetçilik düzeyi o ülkedeki
tüm işletmelerin, kurumların yüksek
verimlilik düzeyine ulaşmalarına,
verimlilikteki bu büyümenin sürdürülebilir
olmasına ve kendisini sürekli geliştiren bir
ekonominin varlığına bağlıdır.
KONTROL
Verimlilik Analizleri.
Ölçme, izleme,
değerlendirme,
karşılaştırma.
Günümüzün küresel rekabet koşulları,
işletmeleri yeni bir performans anlayışıyla
karşı karşıya getirmiştir. Bu anlayışa göre
pazarlama ve verimlilik kavramları kadar,
yeni rekabet anlayışı ve geleceğin örgütü
olma hedefleri de artık firmalar açısından
önemli olmaktadır. 1980’li yıllara kadar
işletmelerin toplam başarısı temelde
üretim faktörlerinin üretebilme gücü ile
tanımlanmakta ve bunun da en anlamlı
göstergesi olarak işletmenin finansal
PLANLAMA
Kurumsal stratejik hedefler
doğrultusunda verimlilik
stratejisinin hazırlanması.
Verimlilik artırma program ve
planının oluşturulması.
UYGULAMA
Verimlilik artırma
programının uygulanması.
Şekil 1. Verimlilik Yönetimi Döngüsü
makro düzeyde olduğu kadar mikro
düzeyde de önemli bir hedef haline
gelmektedir. Bir işletmede verimlilik
artışı, temelde yönetim işlevinin bir
sonucudur ve iyi yönetimle eş anlamlıdır.
Verimliliği artırmak ve bu artışı
sürdürmek, yönetimin temel amacı ve
sorumluluğu olup daha yüksek
performans için gerekli koşulların
yaratılması da verimlilik yönetiminin
özünü oluşturmaktadır (Akal, 2011).
hedefleri ve buna ilişkin gerçekleşme
düzeyleri kullanılmaktaydı. 1990’lardan
itibaren süreç yaklaşımının gelişmesiyle
birlikte, işletme başarıları sadece
sonuçlara odaklı finansal göstergelerle
izlenmeyip, bu sonuçlara ulaşılmasını
sağlayacak işletme süreçlerinin etkin ve
verimli bir biçimde yönetimine de
odaklanılmıştır. Bu kapsamda etkinlik,
etkililik, kalite, maliyetler, çalışan
memnuniyeti, iş sağlığı ve güvenliği,
müşteri odaklılık, sürekli iyileştirme,
07
HAZİRAN 2014
MAKALE
VERİMLİLİK YÖNETİMİ
çevresel duyarlılık ve yenilik gibi farklı
boyutlar da işletmelerde toplam verimlilik
başarımının temel belirleyicileri arasında
değerlendirilmeye başlanmıştır.
Verimlilik yönetimi ise en sade haliyle,
işletmelerin tüm süreçlerinde bu
boyutlara ilişkin hedeflere ulaşılması için
yürütülen planlama, uygulama, kontrol ve
önlem alma faaliyetlerinden oluşur. Amacı
mevcut olanakların ve kaynakların en iyi
şekilde kullanılmasıyla nitel ve nicel
olarak planlanan çıktı sonuçlarına
ulaşılmasının sağlanması olan verimlilik
yönetiminin aşamaları, diğer tüm yönetsel
süreçler için de kullanılan Planlama –
Uygulama – Kontrol – Önlem (PUKÖ)
döngüsüyle Şekil 1'deki gibi gösterilebilir.
Günümüzde kontrol işlevinin ön planda
olduğu sonuç odaklı bir yönetim
anlayışından, işletmenin sürekli
gelişmesine yönelik kurumsal stratejilerin
tüm işletme birimlerine yaygınlaştırıldığı
bir kurumsal performans yönetimi
anlayışına geçilmiştir. Kurumsal verimlilik
yönetimi olarak da nitelendirebileceğimiz
bu yaklaşım; “işletmenin stratejik
amaçlarına bağlı olarak çok yönlü
performans boyutlarına ilişkin hedeflerin
ve performans kriterlerinin belirlenmesi,
bu hedeflere ulaşmak için gerekli
süreçlerin tanımlanması, uygulamaların
yapılması ve ulaşılan sonuçların ölçüm ve
değerlendirmesi ile ulaşılan hedeflerin
kurumsal stratejilerle karşılaştırılmasını
içeren bir döngü içindeki entegre yönetim
uygulaması” olarak tanımlanabilir. İşletme
organizasyonunun bütününde stratejik
amaçlarla faaliyetlerin uyumlandırılmasını
ve işletmenin fonksiyonel birimlerinin aynı
hedeflere yönelik olarak birbirlerini
destekler nitelikte çalışmasını sağlamak,
kurumsal performans yönetimi anlayışının
esasını oluşturmaktadır (Peşkircioğlu, vd.
2013).
08
“Bir kuruluşun verimliliğini artırma
yönündeki her girişim, yeterli
kültürel desteğe sahip olmadığı
sürece yok olup gidecektir.”
(Weaver, 1997)
İşletmelerin yönetim
anlayışlarında,yaklaşımlarında ve ilgili
sistemlerde, süreçlerde ve uygulamalarda
kimi zaman köklü değişimleri gerektiren
verimlilik yönetiminin etkili ve
sürdürülebilir olması, kurumsal düzeyde
dinamik bir değişim sürecinin yönetimini
gerektirir. Bu değişim işletmede iş gücü
nitelik ve yapısından tutum ve değerlere,
eğitim ve nitelik geliştirmeden çalışanların
motivasyonuna, teknoloji ve teçhizattan
örgütsel süreçlere, ürünler ve pazarlardan
müşterilerle ilişkilerin yönetimine kadar
geniş bir alana yayılır. Bu anlamda tüm bu
kurumsal unsurlardaki değişimin
niteliğinin, hızının,
kapsamının ve ölçeğinin planlanması ve
koordine edilmesi önemlidir. Esasen bu
değişim süreci, işletmelerde verimlilik
artışına olduğu kadar toplam performans
artışını sağlayacak bir sıçramaya ve
değişime de yardımcı olarak kurumsal
düzeyde olumlu bir tutumun ve kültürün
oluşumuna da katkı sağlar.
Tüm bu nedenlerden dolayı işletmelerde
verimlilik artırmanın bir sistem yaklaşımı
ile ele alınması gerekli olup bunu
verimlilik yönetim sistemi olarak
adlandırabiliriz. Verimlilik yönetim sistemi
HAZİRAN 2014
• Verimlilik artırma kavramının, açık ve
kolay anlaşılır bir tanımını,
• Verimlilik artışının kurumsal açıdan
neden gerekli olduğunu,
• İşletmenin mevcut durumunu ve bu
durumun nedenlerini,
• Somut ve ölçülebilir amaç ve hedefleri
ortaya koymalı ve ayrıca;
• Geliştirilecek verimlilik artırma politika
ve planlarına ışık tutmalı,
• Yenilikçiliği ve yaratıcılığı desteklemeli,
• Personelin verimlilik artırma program ve
projelerine katılımını ve sorumluluk
almasını sağlamalı,
• Çalışanların yeni beceriler
geliştirebilmesine ve bu becerileri
kullanmasına olanak tanımalı,
• Sürdürülebilir olmalı ve uzun dönemli
verimlilik artırma programlarını
başlatmalıdır.
için kurumsal düzeyde geliştirilecek bir
verimlilik artırma stratejisine ihtiyaç
vardır. Bu strateji;
• İşletmenin iç ve dış çevresi ile olan
ilişkilerine bağlı olarak verimlilik yönetim
sisteminin bileşenlerini tanımlar.
• Tüm iş süreçlerinin alışılagelmiş
düşünce biçiminin sınırlamalarından
kurtularak yenilikçi bir bakış açısıyla
gözden geçirilmesini, üzerinde
düşünülmesini ve bunun sonucunda
nelerin değişmesi gerektiğine karar
verilmesini gerektirir.
• Yapılması gerekenlerin tanımlandığı
kurumsal amaç ve hedefleri, bu amaç ve
hedeflere ulaşma yol ve yöntemlerini ve
sonuçların (başarıların) nasıl takip
edilerek izleneceğini ortaya koyar.
Verimlilik stratejisi, işletmede uzun
dönemli verimlilik artırma amaçlarını
gerçekleştirmek için hedefleri,
prosedürleri ve temel politika ve planları
belirleyen bir karar alma modeli olarak da
hizmet görür. Böyle bir stratejik model en
azından;
Bir işletmede verimlilik stratejisinin
geliştirilmesi ve bu stratejinin verimlilik
yönetimi sistemi olarak hayata geçirilmesi
sürecinde göz önünde bulundurulması
gereken bazı önemli hususlar aşağıda
özetlenmiştir:
• Bir işletmenin verimlilik düzeyi yönetim
etkililiğinin en temel göstergesidir. Bu
nedenle verimlilik artırma programları;
işletmenin uzun dönemli ve gelecek odaklı
yönetim yeteneklerini geliştirerek yüksek
ve sürdürülebilir performans hedeflerine
ulaşılmasını sağlayacak bir yönetim
anlayışının gelişmesi için dinamik ve
esnek bir kurumsal yapılanma gerektirir.
Bu yapılanma kimi zaman bir
“organizasyonel yenilenme” şeklinde de
olabilir.
• Yeniden yapılanma yeni yaklaşımların ve
anlayışların gözle görülür hale gelmesini
sağlar. Yeni değer ve önceliklere dönük
yeni çalışma yöntemlerinin ve yapısal
koşulların tasarlanması, davranış
değişimini ve yeni ilkelerin
09
HAZİRAN 2014
MAKALE
VERİMLİLİK YÖNETİMİ
içselleştirilmesini de kolaylaştırır.
• Böyle bir organizasyonel yenilenme,
strateji, süreçler veya yapıdaki
değişimlerin ötesinde olup bireysel
yaratıcılık, sorumluluk ve katılımcılığın
kalıcı biçimde harekete geçirilmesini
sağlayarak işletmenin iç ve dış
ilişkilerinde uzun süreli bir değişimin
başlaması demektir.
• Bu değişim sürecinde çalışanlar yeni ve
farklı kavramlarla, farklı çalışma usul ve
yöntemleriyle, yeni projelerle ve yeni
taleplerle karşı karşıya kalabilir. Beklenen
değişimin gerçekleşebilir hale gelmesi için
10
çalışanların bu yeni duruma
hazırlanmaları gerekir. Bu amaçla
verilecek eğitimlerde öğrenilenlerin
öncelikle davranışlarda bir değişim
yaratması beklenmelidir.
• Verimlilik artışının temel ilkesi “aynı
girdi ile daha çok ve daha kaliteli ürünler
üretmek veya aynı miktar ve kalitedeki
ürünü daha az girdi ile üretmek” olup bu
ilkenin her düzeyde, tüm çalışanlarca
öğrenilmesi, benimsenmesi ve işlerinde
uygulanması gerekir.
• Verimlilik yönetim sisteminin başarısı
yol gösterici, yönlendirici katılımcılığı
güçlendirici, değişime, büyümeye, yeniliğe
ve iyileşmeye yönelik olarak fırsatları
yaratan bir liderlik anlayışının işletmede
yerleşmesine bağlıdır.
• Her çalışan, uygun ve yeterli sorumluluk
ve yetki verildiği zaman verimlilik artırma
programlarında kendisinin de gurur
duyacağı projeleri ve işleri başarabilir.
Bunun için ödüllendirme iyi bir araç olup
yönetim etkili teşvik sistemlerini
planlamalı ve uygulamalıdır (Pascale, vd.
1997).
• Üretim sisteminin tüm bileşenlerinin;
örneğin iletişim, haberleşme, ulaşım bilgi,
HAZİRAN 2014
malzeme, yarı mamul, mamul aktarımı ve
depolama sistemleri ile makine
ekipmanın, donanımın, yazılımın vb. en
uygun süreç koşullarında ve etkin biçimde
kullanımı sağlanmalı; stok kontrolü ve
üretim planlaması yapılmalı ve tüm bunlar
için endüstri mühendisliği tekniklerinden
yararlanılmalıdır.
• İşletmelerde düşük verimliliğin en
önemli nedenlerinden biri de plansız
faaliyetler ve gereksiz bekleme
zamanlarıdır. Bu konuda KOBİ’ler
düzeyinde yapılmış olan bir araştırmada
doğrudan üretime katkısı olan zamanların,
diğer bir ifade ile “İmalat Zamanları”nın
oranı % 76, geri kalan % 24’lük bölümün
ise katma değer yaratmayan faaliyet ve
beklemelerle geçtiği belirlenmiştir. Aynı
araştırma bu % 24’lük katma değer
yaratmayan faaliyet ve bekleme
sürelerinin en az yarısının iyi işletmecilik
uygulamaları ve verimliliği artırıcı teknik
ve yaklaşımların planlı ve sistematik bir
şekilde kullanımı ile geri kazanılarak
verimliliğin artırılabileceğini ortaya
koymaktadır (Çapcı, 2005).
• İşyeri ortamının fiziksel ve psikolojik
koşullarının, çalışanların verimliliği ve
dolayısı ile de kurumsal performans
üzerinde doğrudan etkisi olduğu yapılan
çeşitli araştırmalarla ortaya konmuştur.
Bu nedenle iş sağlığı ve güvenliği başta
olmak üzere, işyerinin ergonomik
koşullarının iyileştirilmesi, işin ve işyerinin
insana uyumlandırılması işletmelerin
verimlilik artırma programlarında özel bir
öneme sahiptir (HESAPRO, 2013).
• Yüksek verimliliğin önemli bir diğer
kaynağı teknolojik yeniliktir. Otomasyon ve
bilgi teknolojilerine yapılan yatırımlar son
30 yılda çok büyük verimlilik artışlarını da
beraberinde getirmiştir.
• İşletmelerde verimlilik içsel (kontrol
edilebilen) ve dışsal (kontrol edilemeyen)
çok sayıda faktörden etkilenmektedir.
Yukarıda bazı örnekleri verilmiş olan ve
kontrol edilebilen içsel faktörlerle ilişkili
olan uygulamalarda işletmeler ne kadar
başarılı olurlarsa hükümet politikaları,
makroekonomik kararlar, altyapı, doğal
kaynaklar, yapısal düzenlemeler vb.
kontrol edilemeyen dışsal faktörlerin
verimlilik düzeyi üzerindeki olası negatif
etkileri karşısında da o derecede dayanıklı
olurlar (Prokopenko, 2011).
• İşletmelerin verimlilik artırma
çabalarında başarılı olabilmeleri için her
şeyden önce bünyelerinde verimlilik
değişimlerini izleyebilecek ve bunları
dönemsel olarak kendi içlerinde,
bulundukları sektörde benzer diğer
işletmelerle ve dünya standartları ile
karşılaştırabilecek yeterlilikte olmaları
gerekmektedir. Çünkü ölçümü yapılmayan
bir olgu tanınamaz, tanımlanamaz, kontrol
edilemez ve yönetilemez.
• Çapçı, S. A. “KOBİ’lerde Çalışma
Süreleri Verimli Kullanılıyor mu”?
II. KOBİ’ler ve Verimlilik Kongresi”,
İstanbul, 2 – 3 Aralık 2005.
• HESAPRO Projesi, Arka Plan
Araştırması Raporu.
(http://www.hesapro.org/files/Background
_Research_tr.pdf), 2013.
Kaynakça
• Prokopenko, J. Verimlilik Yönetimi:
Uygulamalı El Kitabı (ILO Yayınları). Çeviri.
MPM Yayın No:476 (7. Basım), Ankara,
2011.
• Porter, M. The Competitive Advantage of
Nations. The MacMillan Press Ltd., 1991.
• Akal Z.. İşletmelerde Performans
Ölçümü ve Denetimi. MPM Yayın No:473 (7.
Basım), Ankara, 2011.
• Peşkircioğlu, N., Frolet, İ., Çil., F.
“Kurumsal Performansı Artırmanın Bir
Yolu Olarak İş Sağlığı ve Güvenliği”, IV.
Ulusal Verimlilik Kongresi, Ankara, 10-12
Aralık 2013.
• Weaver, C. N. Toplam Kalite Yönetiminin
Dört Aşaması. Sistem Yayıncılık.
İstanbul,1997).
• Pascale, R., Milleman, M., Gıoja, L.
“Changing the Way We Change”, Harward
Business Review, November-December,
1997.
11
HAZİRAN 2014
MAKALE
VERİMLİLİK KAVRAMI: KLASİK ve NEOKLASİK
YAKLAŞIMLARIN KARŞILAŞTIRILMASI
Gülçin MANZAK AYDIN / Sanayi ve Teknoloji Uzmanı (Verimlilik Genel Müdürlüğü)
Akademik alanda girdi başına çıktı
miktarını gösteren teknik bir terim
olmasının yanında verimlilik, günlük
yaşantıda konuşma diline de girmiş bir
sözcüktür. Bu sebeple kavram, akademik
anlamda ele alındığında farklı şekillerde
ortaya çıkabilmekte ve kafa karışıklığı
yaratabilmektedir. Bahsedilen durum,
verimliliğin kelime olarak bilinen ilk
kullanımında göze çarpmaktadır. Öyle ki
“verimlilik” literatürde ilk defa mineraloji
biliminin kurucusu sayılan Geogius
Agricola’nın 16. yüzyılın ortalarında
yayımlanan “De Re Metallica”1 adlı
eserinde kullanılmıştır (Fourastié, 1968:
46). Agricola, Merkantilist Dönem’de
1
değerli madene verilen önemi yansıtacak
şekilde, “madenin yer altından çıkarılması
yöntemlerini, çıkan cevherin
zenginleştirilerek nasıl kullanıma elverişli
hale getirileceğini araştırırken verimliliği
şu yöntemler artırır” diyerek verimlilikten
bugün anlaşılan şekilde ilk bahseden bilim
insanı olmuştur (Gürsoy, 1985: 29).
Belirtilmesi gerekir ki, Merkantilist
Dönem’de bir tanımın yapılmış olması
kavramın Merkantilist Öğreti’ye veya
mineraloji bilimine ait olduğu yanılgısına
yol açmamalıdır. Zira kavramın asıl
anlamını kazandığı üretim tarzı
kapitalizmdir. Benzer şekilde Fourastié2
(1968: 46) kavramın Agricola’dan sonra,
Fizyokratların 18. yüzyıldaki çalışmalarıyla
açık bir anlam kazanmaya başladığını
aktarmaktadır. Daha sonra 1883’te
Le Litre, prodüktiviteyi Fizyokratların
kullanımına benzer olarak “üretme
hassası (özelliği)” (faculty to produce)
şeklinde tarif etmiştir (Fourastié, 1968:
46). Bu tanıma, değerlendirmelerinde
kapitalist üretim tarzını temel alan Klasik
Öğreti’de de sıklıkla rastlanmaktadır.
Örneğin Klasik Öğreti’nin en bilinen
isimlerinden Adam Smith ve David
Ricardo’nun başyapıtlarında emek, bu
tanıma göre verimli olan ve olmayan
olarak ayrılmaktadır.
Ayrıntılı bilgi için bkz. Herbert Clark Hoover ve Lou Henry Hoover (2003: 82) Georgius Agricola De Re Metallica, Kessinger Yayıncılık.
Fransız Bilimler Enstitüsü üyesi Prof. Jean Fourastié, prodüktivite sözcüğünün bugünkü anlama yakın bir anlayışla ilk defa nerede, ne zaman, kim tarafından kullanıldığını
1950’lerde etraflıca araştırmıştır. 1950’de Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (OEEC) tarafından yapılan verimlilik tanımı Jean Fourastié başkanlığında kurulan komisyon
çalışmalarının sonucudur.
2
12
HAZİRAN 2014
Bu tanımlardan farklı olarak, 20. yüzyılın
başından bu yana iktisatçılar verimlilik
kelimesini daha fazla açıklığa
kavuşturarak, bunu hâsıla ve üretim
unsurları arasında ölçülebilecek bir oran3
olarak ele almaktadır. Dolayısıyla, artık
verimlilik “bir üretme özelliği ya da bir
yetenek değil, bir sonuç, bir amaç olarak
anlaşılmakta ve hasılanın araçlara;
üretimin faktörlere oranı şeklinde formüle
edilmektedir” (a.g.e.). Aynı şekilde
Sumanth (1998: 4), yapılan “verimlilik”
tanımları söz konusu olduğunda şu
isimlere ve tarihlere yer vermektedir:
Quesnay (1766), Littre (1883), OEEC (1950),
Davis (1955), Kendrick ve Creamer (1965),
Siegel (1976), Sumanth (1979), APC (1979),
Sumanth (1987). Görüldüğü üzere,
verimliliği ekonominin diğer
kavramlarından ayrı tutarak doğrudan
yapılan verimlilik tanımları çoğunlukla
20. yüzyıla aittir. Bu durum 20. yüzyılda
kapitalizmin dünya üzerinde yayılma
hızının ve verimlilik kavramının gerçek
hayatta da uygulama alanlarının
artmasıyla açıklanabilir.
Bilindiği gibi, kavramların yerinde
kullanılması ve diller arasında aynı şeyi
ifade etmesi kavramın içeriğinin doğru
anlaşılması açısından önemlidir. Bu
konuda, çalışmada dikkat edilmesi
gereken nokta şudur: İngilizce
kaynaklardaki karşılığı “productivity” olan
“verimlilik” kavramı, Türkçe’ye aynı
zamanda “üretkenlik” olarak
çevrilebilmektedir. Anlam olarak
aralarında bir fark olmamasına rağmen,
bu kavramlar iki farklı sözcük olarak
algılanabilmektedir. Çalışmada bu iki
kavram birbiri yerine kullanılmaktadır.
Bu genel değerlendirmenin ardından
çalışmanın devamı, kendi içlerinde
3
4
çeşitlilik arz eden iki ana akımın
incelenmesine ayrılmıştır. Bunlardan ilki
Klasik İktisat Okulu, bir diğeri ise
Neoklasik İktisat Okulu’dur. Bu ana
akımların seçilmesinde, analizlerinde
temel aldıkları iktisadi faaliyetin farklı
olması belirleyici olmuştur. Şöyle ki,
Neoklasik İktisatçılar analizlerinde
bireyler arası değişim (mübadele)
ilişkilerini temel hareket noktası olarak
kabul etmişken, Klasik İktisatçılar üretim
ilişkileri üzerinde yoğunlaşmışlardır. Yani
Klasik İktisat “ihtiyaçları karşılamak için
en etkin üretim biçimi hangisidir?”
sorusuna yanıt ararken, Neoklasik
İktisat’ın temel iktisadi sorusu “ihtiyaçları
karşılamak için veri kaynaklarının en etkin
biçimde nasıl tahsis edilmesi gerekir?”
olmuştur (Tanyeri, 1984: 9). Bir başka
deyişle, Klasik Öğreti’de belirleyici ve
egemen olarak tanımladığı üretim
ilişkilerinin ve üretimin nesnel
koşullarının yerini Neoklasik İktisat’ta
değişim ilişkileri ve tüketimin öznel
koşulları almıştır (Akyüz, 2009: 81).
Bu amaca yönelik olarak, her iki akımı
temsil etmeleri bakımından sayılı iktisat
düşünürlerinin teorileri detaylıca
incelenmiştir. Bu düşünürler içinden Adam
Smith, iktisadi öğretiler için bir başlangıç
sayılması onu takip edecek olanlara
sağladığı kavramsal çerçeve dolayısıyla
seçilmiştir. Daha sonrasında David
Ricardo, hem azalan verimleri kullanarak
ulaştığı rant teorisinin önemi hem de
Smith’le Marx arasında köprü oluşturması
sebebiyle çalışmaya dâhil edilmiştir. Karl
Marx, öncekilerden farklı şekilde
kapitalizmi eleştirmek üzere kurduğu
öğretisinin, verimliliği sorgulayan
karakteri sebebiyle incelenmesi gereken
bir düşünür olarak ele alınmıştır. Son
olarak Alfred Marshall, Neoklasik
Öğreti’ye özgü marjinal verim ve bölüşüm
teorisine önemli katkıları ve öncekilerle
karşılaştırma olanağı verecek analizleri
dolayısıyla analize dâhil edilmiştir.
Beklendiği üzere seçilen iktisadi
düşünürlerin yaklaşımlarının, genel olarak
çizdikleri ekonomik çerçeveye uygun
biçimde şekillendiği görülmüştür. Tüm
düşünürlerin “verimlilik” kavramını genel
ekonomik düşüncenin içinde yerleşik
biçimde ele almaları; her biri için bakış
açılarının temel noktalarının ayrıca ele
alınmasını gerekli kılmıştır.
İktisadi öğretiler genel olarak
incelendiğinde doğrudan bir verimlilik
tanımına sıklıkla rastlanmamaktadır.
Bunun yerine, kavramın verimli (üretken)
emek, sermaye birikimi, teknolojik
gelişme, ölçek ekonomileri4 gibi
kavramlarla iç içe geçmiş şekilde
açıklandığı göze çarpmaktadır. Bu dört
öğenin de üretimle ve dolayısıyla
verimlilikle yakından ilişkili ele alınması
şaşırtıcı görünmemektedir. İlk üçü için
bugünkü verimlilik anlayışı temelinde
yapılacak yoruma göre, en temel üretim
faktörleri olarak emek ve sermayenin
fiziksel olarak artması ürünün miktarında
olumlu etki yaratmaktadır. Teknolojik
gelişme de mevcut girdilerle daha fazla
çıktı elde etmeyi sağlayacağından yine
verimlilik kavramıyla karşılaşılmasına
sebep olmaktadır. Bu faktörlerin yanı sıra,
üretim ölçeğinin de ürün miktarında etkili
olması ölçek ekonomilerinin de
verimlilikle beraber anılmasına yol
açmaktadır. Bilindiği gibi ölçek
ekonomileri, üretim ölçeği arttıkça birim
girdi başına daha çok çıktı elde etmek
olarak tanımlanan “ölçeğe göre artan
getiri”nin yerine kullanılmaktadır. Dikkat
edilirse bu cümle aynı zamanda verimlilik
artışını tanımlamaktadır.
Özellikle Albert Aftalion’un 1911’de yayımlanan makalesi, bu tanım için milat sayılabilir.
Artan getirinin büyüyen üretim ölçeği ile olan yakın ilişkisi, artan getirinin ölçek ekonomileri (economies of scale) diye adlandırılmasına yol açmıştır.
13
HAZİRAN 2014
MAKALE
VERİMLİLİK KAVRAMI: KLASİK ve NEOKLASİK YAKLAŞIMLARIN KARŞILAŞTIRILMASI
Bunların yanı sıra incelenen öğretilerde,
verimliliğin daha karmaşık ilişkiler
içerisine yerleştirildiği gözlenmektedir.
Buna göre bütünlüklü bir ekonomik analiz
içeren bu öğretiler öncelikle kendi değer
sistemini yaratmakta ve bu değer
sisteminin toplumsal gelişmeyi
sağlayacak şekilde kullanımını
araştırmaktadır. Yani, verimliliğin içine
yerleştirildiği üretim biçimlerini,
düşünürlerin kurduğu bütünlüklü
çerçeveden ayırmak pek mümkün
görünmemektedir. Dolayısıyla, iktisadi
düşünce akımlarındaki verimlilik
kavramının tarihsel gelişimi incelenirken
bu akımların üretim, tüketim ve bölüşüm
üzerine söyledikleri görmezden
gelinememektedir. Bu sebeple, asıl amaç
olarak verimlilik kavramının iktisadi
kökleri araştırılırken öğretinin özellikle bu
amaçla bağlantılı kısımları üzerinde
durulmaktadır. Bu çaba, kavramın
bugünkü kullanımına kadar yaşadığı
süreklilik ve değişiklikleri ortaya koyarak
anlaşılırlığını kolaylaştırmaktadır.
Değer Sistemleri
Bahsedilen çerçevenin çizilmesi öncelikle
öğretilerin kurdukları değer sisteminin
açıklanmasıyla mümkün olmuştur. Buna
göre, emek-değer teorisini benimseyen
Smith, Ricardo ve Marx’ın analizleri,
Marshall’ınkinden ayrılmıştır. Aslında bu
ayrım daha geniş anlamda, değer için
nesnel bir ölçme aracı olarak emek-değer
üzerinde duran Klasik Öğreti ve öznel bir
ölçme aracı olarak marjinal fayda üzerinde
duran Neoklasik Öğreti için geçerlidir. Bu
noktadan hareketle Klasik Öğreti “verimli”
sıfatını emeğe; değer yaratma, hatta
yarattığı değerle toplumun tüm
kesimlerini besleme yetisi dolayısıyla
vermektedir. Dolayısıyla, Klasik
İktisatçılara göre fazlayı yaratan emektir,
emekçi üretime katılarak yaşamını idame
14
ettirmesine yetecek olandan daha fazla
üretilmesini sağlamaktadır. Bu anlayışın
değişik bir biçimi Fizyokratlarda
mevcuttur, zira onlar da toprağın
aldığından çok veren, yani fazla yaratan
karakteri dolayısıyla tarımı “verimli”
saymaktadır. Ayrıca her iki iktisadi
öğretinin de temel aldığı varsayımlardan
birisi özel mülkiyettir. Özel mülkiyet hangi
üretim biriminde üretim yapılırsa yapılsın
elde edilecek fazlanın, o üretim biriminin
sahibine ait olacağını söyler. Bir başka
deyişle, tarımsal üretimde elde edilecek
fazla rant olarak toprak sahibine giderken,
sınai üretimde elde edilecek fazla, kâr adı
altında kapitaliste aittir. Bu ayrım, değer
yaratımının emekten soyutlandığı ve bu
konuda öznel değerlerin belirleyici olduğu
Neoklasik Öğreti’de gereksiz olarak
değerlendirilmektedir. Buna göre, malın
değerini bireylerin o malın son biriminden
sağlayacakları fayda belirlemektedir.
Burada, Klasik Öğreti’nin iktisadi sisteme
toplumsal yaklaşımının Neoklasik
Öğreti’deki bireysel yaklaşımdan ayrıldığı
da gözlenmektedir. Zaten bölüşüm
konusunda da görüleceği gibi, Neoklasik
Öğreti için yeniden dağıtılması gereken bir
fazla da yoktur. Üretilen tüm değer,
üretime katılanlar tarafından katılımlarıyla
orantılı olarak paylaşılmaktadır.
Temel Ekonomik Sorun
İki öğreti temel ekonomik sorun
bağlamında karşılaştırılırsa, Klasik
Öğreti’nin iktisadi faaliyet olarak üretim ve
bölüşüme ve kapitalizmin dinamik işleyiş
yasalarına; Neoklasik Öğreti’nin ise veri
kaynaklarının en etkin biçimde nasıl
dağıtılacağı sorusuna ve tüketim ile
üretimin eşitlendiği statik denge noktasına
yoğunlaştığı görülmüştür. Böylece
üretimden uzaklaşan değer olgusu,
üretimle yakından bağlantılı verimlilik
kavramının ileri analizler (örneğin dış
ticaret teorisi) için temel bir değişken
olmasını engellemiştir. Öte yandan
tüketimi, üretim ve bölüşümden daha
önemli bir faaliyet sayan Neoklasik Öğreti,
diğer ikisinin öznel değer sistemi
dolayısıyla ilkine bağımlı olduğunu
varsaymıştır. Dolayısıyla Neoklasik
Öğreti’deki tüketim temelli bakış açısı fiyat
konusunun tartışılmasını gerekli kılarken,
üretim odaklı Klasik Öğreti’deki verimlilik
açıklamalarında, fiyat oluşumu
konusundaki teorilere yer verilmesine
gerek duyulmaması dikkate değerdir.
Benzer şekilde Neoklasik Öğreti’de
üretimin ve iş gücü verimliliğinin değer
teorisindeki rolü, üretilen mal miktarlarını
değiştirmek yoluyla, azalan marjinal fayda
ilkesi gereğince malların fayda derecesini
değiştirmekten öteye gitmemektedir.
Görüldüğü üzere verimlilik, değer
yaratmadaki doğrudan etkisiyle beraber,
emek-değer teorisine dayanan Klasik
Öğreti’deki merkezi rolünü kaybetmiştir.
Bölüşüm
Bu noktada Klasik Öğreti’nin Neoklasik
Öğreti’den farkı; birincisinin üretimle
beraber toplumsal sınıflar arasındaki
bölüşüme de büyük önem vermesidir.
Hatırlanacağı gibi, Smith ve Ricardo’da
önemli yere sahip bölüşüm sorunu,
Marshall’ın mikro düzeyde kabul ettiği
marjinal verim ve bölüşüm teorisine göre
kendiliğinden çözülmektedir. Ancak
gerçek politika deneyimlerine bakıldığında
görünen o ki verimlilik, üretim sorununa
yönelik çözüm üretebiliyor olmasına
rağmen, bölüşüm sorununun çözümü için
alan yaratmakta fakat bunu doğrudan
çözememektedir. Bu noktada iktisadi
öğretilerin gerçeklikle sınanmasının
önemi ortaya çıkmaktadır. Tüm iktisadi
düşüncenin ana sorunu; toplumların
yaşamlarına devam edebilmeleri için
yapılması gereken üretim ve bunun
HAZİRAN 2014
sonrasında, bu üretimin kimler arasında
nasıl paylaşılacağı ve ne kadarının
tüketileceği, ne kadarının tekrar üretim
için ayrılacağı olmuştur. Bu sorunsal
içinde verimlilik artışı, belli malın üretimi
esnasında giderek daha az emek
harcanmasına olanak vermesi sebebiyle
tüm toplum için faydalı bir gelişme olarak
algılana gelmiştir. Ancak bu algının
doğruluğu, bu ekonomik faaliyetler
dizisinde (üretim, tüketim, bölüşüm)
sadece üretim kısmına bakılarak
sınanamaz. Bu sebeple, salt üretim
verileri üzerinden gösterilen verimlilik
artışlarını toplumsal refah açısından
olumlu değerlendirmek mümkün değildir.
Önemli olan verimlilik artışlarının nasıl
sağlandığının yanında, bu artışların
toplumsal sınıflar arasında nasıl
paylaşıldığıdır. Sonuçta toplumsal açıdan
olumlu değerlendirilebilmesi için,
verimlilik artışlarının tüm toplumsal
sınıfların hayatlarında iyileştirme
yaratması beklenmektedir.
Bu konuda bölüşümün toplumsal sınıflar
arasındaki mücadeleyle belirlendiğini öne
süren Marksist bakış açısı ve müdahaleye
gerek olmadığını, serbest piyasanın bu
sorunu en iyi şekilde çözeceğini ileri süren
Neoklasik Öğreti arasındaki fark dikkate
değerdir. Aslında bu fark, gerçek hayatı
modellemeye ve sorunlarına çözüm
bulmaya çalışan öğretilerin ideolojilerden
bağımsız olmadığını ortaya koymaktadır.
Kazgan (1980: 12) bu durumu iktisadi
öğretileri incelerken karşılaşılan en
önemli sorun olarak adlandırmaktadır. Bu
çalışmada da, iktisatta her teorinin belirli
bir siyasal inanç sistemine veya felsefi
görüşe ya da ideolojiye bağlı olarak
kurulmakta olduğu açıktır. Bir başka
deyişle iktisadi öğretiler; öznel yargılardan
bağımsız ve evrensel bilgiler değildir,
aksine her teori düşünürünün ideolojisine
göre şekillenmektedir. Dolayısıyla Smith
ve Ricardo’da sermaye birikimini
hızlandırarak büyümeyi artırdığı için
olumlanan verimlilik kavramı, Marx’ta
kapitalistin el koyduğu artık-değeri
artırdığı noktasından hareketle sömürü
artışı olarak nitelendirilmektedir. Öte
yandan Marshall marjinal verimlilik
bölüşüm teorisini kabul ederek üretilen
değerin –bir artık bırakmayacak şekildetümünün üretim faktörleri arasında en
hakkaniyetli biçimde bölüşüldüğü
sonucuna varmaktadır.
Sonuç Yerine
Tüm bunlara ek olarak, her iktisadi
öğretinin içinde geliştiği toplumsal ilişkiler
tarafından şekillendiği kabul edilirse,
verimlilik kavramının kavranabilmesi için
hem içinde geliştiği iktisadi öğretinin hem
de bu öğretinin içinde geliştiği toplumsal
şartların araştırılması gerekliliği ortaya
çıkmaktadır. Açıkçası, yapılan iktisat
tanımının ve buna içkin biçimde ortaya
çıkan verimlilik yaklaşımının insanlık
tarihinin tüm zamanları için geçerli
evrensel tanımlar olduğu tartışmalı bir
konudur. Bunun yerine, kavramın belli
tarihsel dönemlerdeki üretim ilişkilerini
yansıtan öğretilere ait olduğu iddia
edilmektedir. Bu aşamada farkında
olunması gereken ayrım, verimli olmanın
insanlık tarihinin tüm çağlarında önemli
olmasına rağmen verimlilik kavramının
iktisadi hayatta bugünkü anlamını
kazanmasının belli tarihsellikteki
toplumsal ilişkilere dayanmakta
olduğudur.
Kaynakça
• Akyüz, Y. (2009) Sermaye Bölüşüm
Büyüme, Eflatun Yayınevi, Ankara.
• Fourastié, J. (1968) Prodüktivite, çev.
Bedri Işıl, Milli Prodüktivite Merkezi
Yayınları, Ankara.
• Gürsoy, B. (1985) Verimlilik Üzerine
Düşünceler, Milli Prodüktivite Merkezi
Yayınları: 324, Ankara.
• Kazgan, G. (1980) İktisadi Düşünce veya
Politik İktisadın Evrimi, Remzi Kitabevi
Yayınları, İstanbul.
• Sumanth, D. J. (1998) Total Productivity
Management, St. Lucie Press, New York.
• Tanyeri, İ. (1984) Fiyat Teorisi, Ölçek
Ekonomileri ve Teknolojik Gelişme,
Hacettepe Üniversitesi İktisadi İdari
Bilimler Fakültesi Yayınları No: 8, Ankara.
15
HAZİRAN 2014
MAKALE
KAYNAK VERİMLİLİĞİNDE GÜNCEL YAKLAŞIMLAR
KAYNAK VERİMLİLİĞİNDE GÜNCEL YAKLAŞIMLAR
Selin ENGİN / Sanayi ve Teknoloji Uzmanı (Verimlilik Genel Müdürlüğü)
Kavramsal Çerçeve
Doğal kaynakların sürdürülebilir olmayan
şekilde tükenmesi, atık ve emisyonların
artması, biyoçeşitliliğin azalması ve iklim
değişikliği gibi küresel çevre sorunlarının
ortaya çıkmasında, kaynak verimli
olmayan üretim süreçlerinin yanında
sürdürülebilir olmayan tüketim
kalıplarının etkileri bilimsel çalışmalarla
ortaya çıkmıştır. Gelişmiş ülkelerde
yaşayan insanların yaşam seviyeleri ve
refah düzeyleri yüksek olmasına karşın
gelişmemiş ülkelerde insanların su, gıda
gibi temel ihtiyaç maddelerine
erişememesi gibi nedenler sürdürülebilir
kalkınmanın amaçlarından birisi olan
16
sosyal eşitlik ve gelişmişlik konularında
önemli bir sorun alanı oluşturmaktadır.
Şu anda 7,2 milyar olan, 2025 yılında 8,1
milyara 2050’de ise 9,6 milyara çıkması
öngörülen dünya nüfusu (UN, 2013), buna
bağlı olarak kaynak kullanımının artacak
olması ve kaynaklara adil erişimin
olmaması gibi nedenlerle, üretim yanında
tüketim alışkanlıklarının da acil olarak
gözden geçirilmesi gerekmektedir.
Sanayi Devrimi'nden günümüze kadar
olan süreçte, ekonomik büyüme ile
insanların zenginlik ve refahı, doğal
kaynakların yoğun olarak kullanımına
bağlı olarak sağlanmıştır. İklim
değişikliğinin nedenleri arasında yer alan
karbondioksit (CO2), metan (CH4) ve diazot
monoksit (N2O) gibi sera gazlarının
atmosferdeki konsantrasyonları
incelendiğinde, insan faaliyetlerine bağlı
olarak 1750 yılından bu yana sürekli artış
gösterdiği ortaya çıkmaktadır. CO2
emisyonu artışının birincil nedeni fosil
yakıt kullanımı, ikinci neden ise arazi
kullanımındaki değişikliklerdir
(IPCC, 2013). Fosil yakıtlar, biyokütle,
metaller ve mineralleri kapsayan
kaynaklar dikkate alındığında, 2008 yılında
kişi başına kullanılan malzeme miktarı,
1980 yılındaki miktara göre 1,6 ton artarak
yaklaşık 10 tona ulaşmıştır
HAZİRAN 2014
(UNIDO, 2013; Greennovate!Europe,
2012).1980’den 2008’e kadar geçen süre
içinde doğadan çıkartılarak kullanılan
toplam kaynak miktarı ise yaklaşık % 80
artış göstererek, 38 milyar tondan 68
milyar tona yükselmiştir (Dittrich ve diğ.,
2012). Politik bir müdahale olmaması
halinde bu miktarın 2030 yılında 100
milyar tona çıkması öngörülmektedir
(Lutz ve Giljum, 2009, Akt: Eco Innovation
Observatory, 2012).
Kaynak kullanımında bir değişiklik
olmaması halinde ortaya çıkacak durum
çeşitli çalışmalarda incelenmiş olup
mevcut tüketim alışkanlıklarının devam
etmesi halinde ise 20 yıl içerisinde küresel
kaynak kullanımının 4 katına çıkacağı
tahmin edilmektedir. Yine AB verileri
incelendiğinde 2020 yılındaki enerji
kullanımının 2005 yılı miktarına göre
% 9 artacağı öngörülmektedir (European
Comission, 2008). Kaynakların dünya
çapında mutlak ve kişi başına malzeme
tüketimi incelendiğinde; önemli ölçüde
bölgesel farklılıklar olduğu görülmektedir.
2008 yılı küresel kaynak kullanım verileri;
en yüksek kaynak kullanımının % 28’lik bir
payla Çin’e ait olduğunu göstermektedir.
Çin’in ardından % 13 ile ABD ve % 7 ile
Hindistan kaynak kullanımında ilk üç
sırayı paylaşmaktadır. Çoğunluğunu OECD
ülkelerinin oluşturduğu 15 yüksek
tüketime sahip ülke ile birlikte Çin, ABD,
Hindistan, Brezilya ve Rusya küresel
kaynak kullanımının % 75’ine sahiptir. En
düşük ve en yüksek malzeme tüketimine
sahip bölgeler arasında 11 kata varan fark
bulunmakta olup en düşük tüketime sahip
100 ülke, küresel malzeme kullanımının
sadece % 1,5’ini oluşturmaktadır. İthalat
ve ihracat verileri incelendiğinde ise
Avrupa’nın 400 milyon ton ile en büyük
malzeme ithalatçısı konumunda olduğu,
Latin Amerika ve Avusturalya’nın ise
dünya pazarlarındaki en büyük tedarikçiler
olduğu görülmektedir (Dittrich et al.,
2012). Avrupa’da, kaynakların verimli
kullanılmaması nedeniyle ortaya çıkan
maliyet ise yıllık 630 milyar Euro olarak
hesaplanmıştır (European Parliement,
2012; Akt: Greennovate!Europe, 2012).
1990’lardan Günümüze Kaynak
Verimliliği Yaklaşımları
1990’lı yıllardan itibaren ortaya çıkan
temiz üretim, kirlilik önleme, yeşil
verimlilik ve eko-verimlilik gibi farklı
kavramlarla atığı kaynağında önleyerek
daha az kaynak kullanmak olarak ifade
edilen çevreye duyarlı üretim stratejileri;
değişen rekabet ve pazar koşulları ve
uluslararası anlaşmaları kapsayan süreç
ile birlikte günümüzde sürdürülebilir
üretim ve tüketim ile kaynak verimliliği
kavramlarına vurgu yapmaktadır.
Gelecek kuşakların ihtiyaçlarından ödün
vermeden bugünün ihtiyaçlarını
karşılayabilmek olarak ifade edilen
sürdürülebilir kalkınma kavramı ilk
olarak 1987’de Bruntland Raporu’nda
tanımlanmıştır. Sürdürülebilir tüketim ve
üretim kavramı ise 1992 Rio’daki
Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı’nda
ortaya atılmıştır. Bu konferansı izleyen ve
10 yıl sonra 2002’de Johannesburg’da
gerçekleştirilen Sürdürülebilir Kalkınma
Zirvesi’nde, sürdürülebilir bir kalkınma
sağlayabilmek için toplumların tüketim ve
üretim kalıplarında değişiklik yapmanın
kaçınılmaz olacağı sonucuna varılmıştır.
Temiz üretim kavramı, ilk olarak
1990’ların başında Birleşmiş Milletler
Çevre Programı (UNEP) tarafından
“bütünsel ve önleyici bir çevre stratejisinin
proseslere, ürünlere ve hizmetlere sürekli
olarak uygulanması ile verimliliği
artırmak, insan ve çevre üzerindeki
riskleri azaltmak” olarak tanımlanmıştır.
Son yıllarda doğal kaynakların aşırı
kullanımına bağlı olarak ortaya çıkan
gelişmeler nedeniyle temiz üretim tanımı,
UNEP tarafından kaynak verimliliğini de
içerecek şekilde genişletilmiş olup yeşil
endüstri ve yeşil büyümeye geçiş
sürecindeki temel faktörlerden birisi
olarak ifade edilmektedir. UNEP
tarafından tanımlanan “kaynak verimli
temiz üretim” kavramı; üretim verimliliği,
çevre yönetimi ve sosyal sorumluluk
konularına odaklanmaktadır. Bu tanım
çerçevesinde üretimde verimlilik artışı,
üretim döngüsünün tüm aşamalarında
doğal kaynak kullanımının optimizasyonu
ve verimli kullanımı ile
17
HAZİRAN 2014
MAKALE
KAYNAK VERİMLİLİĞİNDE GÜNCEL YAKLAŞIMLAR
gerçekleştirilebilmektedir (UNEP, 2013).
Sürdürülebilir tüketim ve üretim
kavramıyla büyük ölçüde örtüşen kaynak
verimliliği; sosyal refah seviyesinin
geliştirilmesini, kaynak kullanımının ve
kaynak kullanımına bağlı çevresel
etkilerin azaltılmasını amaçlamaktadır
(Garbers ve Srebotjnak, 2012).
1992’de Rio’da gerçekleştirilen Dünya
Zirvesi’nden 20 yıl sonra, 2012’de
Brezilya’da düzenlenen Birleşmiş Milletler
Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı
(Rio+20); küresel düzeyde yoksulluğu
azaltmak, sosyal eşitliği geliştirmek ve
çevre korumayı sağlamak üzere
hükümetlerden, özel sektörden, sivil
toplum kuruluşlarından ve diğer
gruplardan binlerce kişiyi bir araya
getirmiştir. Yeşil ekonomi kavramı, Rio+20
Konferansı “İstediğimiz Gelecek”
çıktısında, sürdürülebilir kalkınmaya ve
yoksulluğun ortadan kaldırılmasına
hizmet edecek en önemli araçlardan biri
olarak tanımlanmaktadır (BM
Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı,
2012). Yeşil ekonomi, UNEP tarafından
“çevresel risklerin ve ekolojik kıtlıkların
önemli derecede azaltılarak insan refahı
ve sosyal eşitliğin geliştirilmesi” olarak
tanımlanmaktadır (UNEP, 2014).
İstediğimiz Gelecek belgesinde, yeşil
ekonomi politikalarının; sürdürülebilir
üretim ve tüketim modellerini teşvik
etmesinin gereğine vurgu yapılmaktadır
(BM Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı,
2012).
Mevcut küresel ekonomi ile yeşil küresel
ekonomi karşılaştırıldığında çevresel,
sosyal ve ekonomik açıdan ortaya çıkması
öngörülen kazanımlar Tablo 1’de
özetlenmektedir (Eco-Innovation
Observatory, 2013). Mevcut üretim ve
tüketim alışkanlıkları ile ortaya çıkan
18
çevresel, sosyal ve ekonomik gelişmeler
incelendiğinde dünya kaynaklarının,
ülkeler ve insanlar arasında eşit
dağılmadığı ve doğal kaynak kullanımının
dünya kapasitesinin üstünde olduğu
görülmektedir. Ulaşılmak istenen yeşil
ekonomi ise kaynak kullanımının dünya
kapasitesi sınırları içinde olmasını
öngörmektedir. Ayrıca kaynak kullanımının
daha adil dağılımı ve ekonomik gelişmenin
kaynak kullanımından ayrışması da bu
çerçevede amaçlanan hedeflerdir.
2010 yılında, Avrupa Çevre Ajansı ve
Avrupa Sürdürülebilir Tüketim ve Üretim
Merkezi tarafından ulusal kaynak
verimliliği politikalarının geliştirilmesinde
ve uygulanmasında ulusal deneyimlerin
toplanması, analiz edilmesi ve bilginin
yaygınlaştırılmasının yanında deneyimlerin
ve iyi uygulamaların paylaşımlarının
kolaylaştırılması amacıyla bir çalışma
gerçekleştirilmiştir. Çalışma sonucunda
ortaya çıkan önemli bulgulardan biri
“kaynaklar” ve “kaynak verimliliği”
Tablo 1. Yeşil Ekonominin Sağlayacağı Kazanımlar
Mevcut Küresel Ekonomi
Yeşil Küresel Ekonomi
Çevresel
Yenilenebilir kaynakların
tekrar oluşabilmesi, tüketimin
mevcut seviyesinde ortaya
çıkan CO2’yi absorblaması
için 1,5 dünyaya ihtiyaç vardır.
Kaynak çıkarımı ve emisyonlar, dünya
kapasitesinin sınırları içerisindedir. Bu
durum birincil malzemelerin, toprağın,
su ve enerjinin toplam tüketiminin
azaltımını gerektirmektedir.
Sosyal
870 milyon insan 2010-2012
yılları arasında yeterli
beslenememiştir. 2008 yılında
1,29 milyar insan aşırı
yoksullukla karşı karşıya
kalmıştır. Sanayileşmiş
ülkelerde yaşayanlar, az
gelişmiş ülkelerde
yaşayanlara göre 20 kata
kadar daha fazla kaynak
tüketmektedir.
Mevcut küresel kaynakların dünya
çapında daha adil olarak dağılımını
sağlayacaktır. Bu durum AB için kişi
başına kaynak kullanımının önemli
derecede azalması anlamına
gelmektedir.
Ekonomik refah düzeyi,
kaynak kullanımına bağlı
olarak 2 katına çıkmıştır. AB
Ekonomik
için göreli ayrışma söz konusu
olmasına karşın, mutlak
ayrışma söz konusu değildir.
Ekonomik refah, birincil kaynak
kullanımına oranla 2 kat ayrışma
sağlayacaktır. Bu durum AB için,
ekonominin kaynak verimliliği, geri
kazanım, yeniden kullanım ve yeni iş
modelleri konularında gelişme fırsatları
aramasını gerektirmektedir.
HAZİRAN 2014
kavramlarına yönelik ortak bir algının ve
tanımın olmamasıdır. Kaynak verimliliği
kavramı için; ayrışma, kaynakların
sürdürülebilir kullanımı, doğal kaynak
kullanımının en aza indirilmesi gibi farklı
terimlerin aynı anlamda kullanıldığı
görülmüştür. Ülkelerin ekonomi ölçekli
veya sektör spesifik kaynak verimliliği
politikalarındaki öncelikli kaynakları
kapsamında; biyokütle, enerji taşıyıcıları,
mineraller ve ham maddeler, atık, toprak,
su, biyoçeşitlilik, hava, deniz başlıkları yer
almaktadır. Bu sonuçlar, çoğu ülkede
doğal kaynaklar denilince ham maddelerin
de ötesinde geniş bir kaynak algısının
olduğunu göstermektedir. Kaynak
verimliliği ile ilgili ölçülebilir ve somut
hedeflerin genellikle atık, enerji kullanımı
ve enerji verimliliği, sera gazı
emisyonlarının azaltılması ve organik
tarım için kullanılan arazi miktarının
artırılmasına yönelik olduğu görülmüştür.
Çalışmada, kaynak verimliliği
politikalarının genellikle iki faktörden
etkilendiği, bunlardan birisinin çevre
(örneğin, çevresel bozulma ve
sürdürülebilir kalkınma ile ilgili kaygılar)
diğerinin de ekonomi (örneğin enerji krizi,
yükselen kaynak fiyatları, köklü bir
ekonomik reform ihtiyacı, gelecekte ortaya
çıkabilecek kaynak kıtlığı ve ithalata
bağımlılığın azaltılması) olduğu ortaya
çıkmıştır. Bu iki faktörün birbirlerine
öncelik durumları konusunda net bir
sonuca varılmamakla birlikte AB
politikaları, ülke düzeyinde politika
geliştirme konusundaki güçlü faktörlerdir
(European Environment Agency, 2011).
Yaşam Döngüsü Bakış Açısıyla
Kaynak Verimliliği
Son yıllarda yaşanan ekonomik krizler
nedeniyle, artan kaynak fiyatları ve bu
fiyatlardaki dalgalanmalarla karşı karşıya
kalan üreticiler, gerek üretim gerekse
hizmet süreçlerinde operasyonel istikrarı
sağlamak ve maliyetlerini en aza indirmek
amacıyla çaba göstermektedir. Çevre
dostu üretim yapılarak, üreticilerin ve
tüketicilerin sağlayacağı ekonomik,
çevresel ve sosyal kazanımlar fark
edilmeye başlanmış olup buna yönelik
olarak ürünün tüm yaşam döngüsünü
kapsayan süreçler incelenerek çevresel
etkilerin azaltılması yönünde çalışmalar
gerçekleştirilmektedir.
İmalat sanayi, dünyadaki kaynak
kullanımının ve atık oluşumunun önemli
bir kısmını oluşturmaktadır. Dünya
çapında, imalat sanayinin enerji tüketimi
1971’den 2004’e kadar % 61 oranında
artmıştır. İmalat sanayinin enerji tüketimi
günümüzde küresel enerji kullanımının
neredeyse üçte birini oluşturmakta ve
küresel CO2 emisyonunun % 36’sını
meydana getirmektedir
(IEA, 2007; Akt: OECD, 2009).
Doğal kaynaklar üzerindeki etkisi
değerlendirildiğinde, imalat sanayinin,
sürdürülebilir bir büyüme sağlanması
sürecindeki etkisi açıktır. Sürdürülebilir
bir endüstriyel büyüme sağlanması, büyük
oranda üretim ve hizmet süreçlerinde
kaynak verimli üretim yöntemlerine
bağlıdır. Bu kapsamda, mevcut
endüstrilerin yeşil hale getirilmesi ve yeni
yeşil endüstrilerin teşvik edilmesi
gerekmektedir
(Garbers ve Srebotjnak, 2012).
Bir sistemin girdi ve çıktılarını
karşılaştıran verimlilik kavramı; mikro
ölçekteki bir ürün, işletme veya bir evden
makro ölçekteki bir şehre, bölgeye,
sektöre veya ülkeye kadar
gözlenebilmekte ve ölçülebilmektedir
(RECP, 2010). Ürünün yaşam döngüsü
boyunca kaynak verimliliğinin artırılması;
çevre dostu ürün tasarımı, üretim
prosesinde verimlilik artışı ve değer
zincirinin optimizasyonu olmak üzere 3
temel alanda gerçekleştirilebilmektedir
(Greennovate!Europe, 2012). Bir ürün veya
işletme düzeyindeki kaynak verimliliği,
genellikle üretim prosesindeki
iyileştirmelerle sağlanmaktadır.
İşletmelerin en fazla kontrole sahip
olabildikleri süreçlerin üretim faaliyetleri
olması nedeniyle, kaynak verimliliği
çalışmalarında öncelikle üretime
odaklanmaktadırlar. Gelişmekte olan
ülkeler ve geçiş ülkeleri başta olmak
üzere (RECP, 2010) AB ülkelerinde bu
iyileştirmelere yönelik önemli potansiyel
mevcuttur. Öncelikle üretim sistemlerini
dikkate alan işletmeler, iş stratejilerini
kaynak verimliliği ve sürdürülebilir
üretime uyumlu hale getirebilmek için
“3R - Azalt (Reduce), Geri dönüştür
(Recycle), Yeniden kullan (Reuse)”
stratejisini dikkate almaktadır. Bu strateji,
işletmelerin, sürdürülebilir üretim
yöntemleri ile malzeme ve enerji
verimliliklerini en yüksek düzeye
çıkarmalarını amaçlamaktadır. UNIDO
Temiz Üretim Merkezleri tarafından elde
edilen deneyimler ve literatürden
sağlanan bilgiler, gelişmekte olan
ülkelerde, işletmelerin malzeme ve enerji
kullanımının gelişmiş ülkelerden 3 kat
veya daha fazla oranda yüksek olduğunu
göstermektedir. Malzeme ve enerji
maliyetleri açısından bakıldığında, bu
maliyetlerin toplam işletme maliyetlerinin
% 40-60’ını oluşturduğu görülmektedir. Bu
bilgiler ışığında, 3R stratejisinin
uygulanmasının sadece çevresel açıdan
değil ekonomik açıdan da önemi
görülebilmektedir (UNIDO, 2011).
Ekonomi ve çevre arasındaki etkileşimin
anlaşılması ile birlikte kaynak verimliliğini
artırma noktasında; ham madde çıkarımı,
üretim, kullanım ve kullanım sonrası
19
HAZİRAN 2014
MAKALE
KAYNAK VERİMLİLİĞİNDE GÜNCEL YAKLAŞIMLAR
süreçleri de kapsayan tüm yaşam döngüsü
boyunca oluşan çevresel etkilerin dikkate
alınması gereği ortaya çıkmıştır. Kaynak
verimliliğinin artırılmasına yönelik olarak
her bir kaynak girdisi başına daha fazla
değer sağlama ve toplumdaki hızlı
tüketimi azaltma hedefi, hem Avrupa’da
hem de dünyanın diğer ülkelerinde üretim
bazlı prosesler yerine tüm yaşam
döngüsünün dikkate alındığı bakış açısıyla
gerçekleşebilecektir
(Eco-Innovation Observatory, 2013).
Bir ürünün tasarım aşaması, malzemenin
seçiminden kullanım sonrasındaki geri
dönüşebilirliğine kadar olan aşamalara
20
karar verilen süreçtir. Bir ürünün yaşam
döngüsü boyunca ortaya çıkan çevresel
etkisinin % 70-80’inin tasarım aşamasında
belirlenebileceği gösterilmiştir
(Greennovate!Europe, 2012). Ayrıca, ürün
tasarım süreçlerinde gerçekleştirilecek
iyileştirmeler yoluyla geri kazanım ve
yeniden kullanım potansiyelinin artması ve
malzeme kullanımında % 30’a varan
azalma sağlanması söz konusudur.
Bunların daha da ötesinde, malzeme ve
ürün bileşenlerinin üretimde yeniden
kullanılması yoluyla, işletmeler üretim
maliyetlerini yarı yarıya azaltabilecektir
(McKinsey, 2012). Buna karşın,
sürdürülebilirliği ve kaynak verimliliğini
etkileyen faktörlerin önemli bir kısmı da
üretim süreci dışında, tüketiciyi de
kapsayan değer zinciri boyunca
gerçekleşmektedir (McKinsey, 2012;
Eco-Innovation Observatory, 2012).
Sonuç ve Değerlendirme
Son yıllarda geleneksel üretim
yöntemlerinin, kaynak verimliliğini
sağlamada ve çevresel performansı
artırmada yetersiz kalmaya başlaması
nedeniyle, endüstrinin yeniden
yapılanması ve sürdürülebilir iş
modellerinin geliştirilmesi gereği ortaya
HAZİRAN 2014
çıkmıştır. Çevre, sadece kaynak sağlayan
ve maliyet getiren bir unsur olmaktan
çıkarak karar alma, üretim ve hizmet
süreçlerine dâhil edilmeye başlanmıştır.
Çevresel baskılar, oluşan yeni pazarlar ve
kıt olan kaynaklar nedeniyle kalkınma ve
ekonomik büyüme yeniden tanımlanmaya
çalışılmaktadır. Bu çerçevede, çevre ve
ekonomi arasındaki ilişki ve etkileşim,
daha sürdürülebilir üretim sistemleri ile
düşük karbonlu ve kaynak verimli bir yeşil
büyümenin sağlanması için uluslararası
alanda itici bir unsur oluşturmaktadır.
1990’lardan sonra kaynak kullanımındaki
hızlı artışın fark edilmesi nedeniyle kaynak
verimliliğinin artırılmasına yönelik çeşitli
araç ve yaklaşımlar geliştirilmiştir.
Uluslararası alanda, kaynak verimliliği ve
sürdürülebilir tüketim ve üretim
kavramlarının geliştirilmesi ve
yaygınlaştırılmasına yönelik çalışmalar
incelendiğinde; standartlar ve zorunlu
etiketler, vergi ve masraflar, teşvik ve
yatırımlar, kampanyalar, eğitim, gönüllü
etiketler, şirket raporları, reklamlar, kamu
satın alımları, tüketici davranışının
anlaşılmasına ilişkin çalışmalar, politika
araçlarının birleştirilmesi ve
kurumsallaşma gibi uygulamalar
karşımıza çıkmaktadır. Ülkeler, kendi
öncelikleri doğrultusunda kaynak
verimliliklerini artırmaya yönelik çeşitli
politika belgeleri ve eylem planları
oluşturmakta ve kaynak verimliliği
göstergeleri oluşturmaktadır. 1990’lı
yıllardan bu yana, sürdürülebilir üretim
konusu pek çok ülke ile birlikte Türkiye’nin
de gündeminde yer almaya başlamış ve
ilgili üst politika belgeleri ile Avrupa
Birliği’ne uyum doğrultusunda hazırlanan
ulusal planlara sürdürülebilir üretim
odaklı yaklaşımlar ve tedbirler girmeye
başlamıştır. Ülkemizde sanayinin daha
yeşil hale getirilmesi sürecinde, kaynak
verimliliği fırsatlarının değerlendirilmesi
ve bu yolla sanayinin uluslararası rekabet
gücünün artırılmasına katkı sağlayacak
şekilde sürdürülebilir üretim
uygulamalarının yaygınlaştırılması önem
teşkil etmektedir.
Kaynakça
1. Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir
Kalkınma Konferansı (Rio+20) Rio de
Janeiro, İstediğimiz Gelecek, Brezilya
20-22 Haziran 2012 Konferans Çıktısı,
http://www.uncsd2012.org.
2. Dittrich M, Giljum, S., Lutter, S., Polzin,
C., Green Economies around the world?
Implications of resource use for
development and the environment, 2012.
3. European Commision, Fact Sheet:
Sustainable Consumption and Production
- a challenge for all us, 2008.
4. Eco Innovation Observatory, Closing the
Eco-innovation Gap: An Economy
Opportunity for Business Annual Report,
2012.
5. Eco-innovation Observatory, Europe in
transition: Paving the way to a green
economy through eco-innovation ecoinnovation observatory, Annual Report
2012, January 2013.
6. European Environment Agency,
Resource Effıciency in Europe - Policies
and approaches in 31 EEA member and
cooperating countries, 2011.
7. Garbers M. H., Srebotnjak, T., Ecologic
Briefs, Integrating Resource Efficiency,
Greening of Industrial Production and
Green Industries, Scoping of and
recommendations for effective indicators,
2012.
8. Greennovate!Europe, Guide to resource
efficiency in manufacturing, 2012.
9. McKinsey&Company, McKinsey on
Sustainability and Resource Productivity,
2012.
10. IPCC, Climate Change 2013, Summary
for Policiymakers, 2013.
11. OECD, Sustainable Manufacturing and
Eco-innovation-Framework, Practices and
Measurement Synthesis Report, 2009.
12. RECP, Joint UNIDO-UNEP Programme
on Resource Efficient and Cleaner
Production in Developing and Transition
Countries, Programme Flyer, April, 2010.
13. UN, Department of Economic and
Social Affairs, Population Division, World
Population Prospects: The 2012 Revision,
Press Release, 13 June 2013.
14. UNEP, Division of Technology, Industry,
and Economics, Resource Efficient and
Cleaner Production,
http://www.unep.fr/scp/cp/, Erişim Tarihi:
25.09.2013.
15. UNEP, Green Economy,
http://www.unep.org/greeneconomy,
Erişim Tarihi: 10.01.2014
16. UNIDO, Green Growth From labour to
resource productivity, Best practise
examples, initiatives and policiy options,
2013.
17. UNIDO, Green Industry for a LowCarbon Future, A greener footprint for
industry, 2011.
21
HAZİRAN 2014
MAKALE
Gürsu Sezen TORUN / Sanayi ve Teknoloji Uzmanı
(Verimlilik Genel Müdürlüğü)
Basitçe girdi ve çıktı arasındaki oran
olarak tanımlanan verimlilik kavramı tüm
alanlara sirayet eden bir kavramdır.
Sporda, çalışmada, tatilde vs. verimlilik
yaklaşımlarını kullanmak vazgeçilmezmiş
gibi dayatılmaktadır. “Boş zaman” da
verimli olma zorunluluğundan nasibini
alan bir kavramdır. Günümüz üretim
sisteminin getirisi olan çalışma
ilişkilerinin verimlilik ile olan ilişkisi
bilinmekle birlikte, bu çalışmanın amacı,
daha dar bir perspektiften konuyu ele
alarak Taylorizm ve Fordizm üzerine
düşünmektir. Verimlilik kavramı ile
Taylorizm ve Fordizm arasında ilişki
kurarak; bu ilişkinin işçinin boş zamanı
22
üzerindeki iktidarını tartışmaktır. Bu
doğrultuda ilk olarak çalışma ve boş
zaman kavramları incelenecek;
sonrasında Taylorizm ve Fordizm kendi
içlerinde değerlendirilecektir. Bu noktadan
hareketle, iki üretim biçiminin de
verimlilik ile ilişkisine değinilerek, boş
zaman kavramının verimli olmak adına
nasıl doldurulduğu ve disipline edildiği
gösterilmeye çalışılacaktır.
Çalışma ve Boş Zaman
Çalışmayı anlamlandırmak ve tanımlamak
kolay bir iş değildir. Tanımlamanın ve
anlam atfetmenin zorluğu ona sınır
çizmenin zorluğundan gelmektedir. Her
tanımlama bir sınır çizme olacağı için
dışarda bırakabileceği ve/veya içine
alabileceği şeyleri belirlemek zordur. Sınır
çizmenin zorluğuna bir de çalışmaya
atfedilen anlamın toplumdan topluma,
aynı toplum içinde dönemden döneme
değişmesi de eklenmektedir. Şu durumda,
değerden arındırılmış evrensel bir
tanımda uzlaşmak mümkün müdür?
Grint’e göre (1998: 42), çalışma sabit ve
evrensel anlamı olmayan, sosyal olarak
inşa edilmiş bir kavramdır. Dolayısıyla
çalışma, inşa edildiği toplumun kültürel,
sosyal ve ekonomik değerlerini de
bünyesinde barındıran bir kavramdır. Zira
bir şeyin çalışma ya da boş zaman ya da
her ikisi de olup olmadığı var olan
zamansal, mekânsal ve kültürel
durumlara bağlıdır (Grint, 1998: 6).
Çalışmak, Eski Yunan’da istenmeyen bir
durum olarak sadece toplumun belirli
kesimleri tarafından yapılırken
(felsefecilerin zihinsel üretimlerini
çalışma dışında tutarsak), Weber’in
Protestan Ahlâkı ve Kapitalizmin Ruhu
kitabında dini bir gereklilik, dünyevi çile
olarak kendine yer bulmaktadır. Özetle,
zaman zaman yapılan bir günahın cezası
şeklinde kendini gösteren çalışma, bazen
de dini bir yükümlülük olarak ortaya
çıkmaktadır.
Grint’e (1998: 1) göre çalışmanın muğlak
bir doğası vardır; çalışma çoğu insanın
yaşamının önemli bir kısmını teşkil eder
ve çoğunlukla kişisel değerin bir ifadesi
olarak kabul edilmiştir; çalışma ile statü,
ekonomik kazanç, dini inanışın bir
göstergesi ve kişisel potansiyel ortaya
konulmuştur. Bununla beraber çalışma
bunun tersi değerlendirmeleri de
somutlaştırır; çalışma cezalandırma
kamplarına dönerek emek üzerinde
yıpratıcı, ağır ve cezalandırıcı koşullar
HAZİRAN 2014
yaratmaktadır. Marx, çalışmayı kendini
gerçekleştirme olarak tanımlar. Marx’a
göre kapitalizm, çalışma dünyasını tersine
çevirmiş ve işçilerin kendilerini
gerçekleştirmelerini engellemiştir;
dolayısıyla çalışma, insancıl olmamanın,
yabancılaşmanın ve sömürünün
kaynağıdır (Grint, 1998: 21).
Nüfusu ekonomik olarak aktif ve
ekonomik olarak aktif olmayan diye ikiye
ayırarak çalışmayı ekonomik olarak aktif
olan grubun yaptığı bir faaliyet olarak ele
almak da günümüzde yaygın bir şekilde
kendine yer bulan bir tanımlamadır.
Özellikle devlet tarafından yapılan bu
tanımlamada, ekonomik olarak aktif
nüfusun yaptığı aktivite istihdam ile
ilişkilendirilip ücret alan, vergisini ödeyen
ve sosyal güvencesi olan insanlar
çalışanlar olarak tanımlanmaktadır
(Grint, 1998: 8). O halde, ücret karşılığında
yapılan işler çalışma kapsamına
girmektedir. Bu tanımlamadaki aksaklık,
kadın emeği ve aile içi ücretsiz emeği
dışarıda bırakmasından gelmektedir. Şu
durumda, bir kadının ev içinde yaptığı işler
tanım gereği hiçbir şeydir. Ya da tarımda
ücretsiz aile içi emeğin yaptığı da aslında
hiçbir şeydir.
Çalışmanın tanımlanmasında yaşanan
zorluk doğal olarak boş zamanın
tanımlanmasını da zorlaştırmaktadır. İşin
nerede bittiği ve boş zamanın nerede
başladığı konusu tartışmalı bir konudur.
Boş zaman nedir? Zaman içinde çalışma
nerede başlar ve nerede biter?
Çalışma ve boş zaman ayrımları üzerine
tartışmalara geçmeden önce endüstri
toplumlarında zaman kavramına bakışın
öncesine göre nasıl değiştiğine değinmek
gerekmektedir. “Zaman kavramı modern
toplumlarla birlikte ortaya çıkmış bir
kavramdır” önermesinin doğruluğu
muhakkak ispatlanabilir niteliktedir. Bu
demek değildir ki, modern toplumlardan
önce zaman kavramı yoktu, o zaman da
vardı; fakat modern toplumlarla birlikte
zamanın değeri ve önemi arttı. Modern
öncesi toplumlarda da belirli zaman
aralıklarında yapılan aktiviteler vardıibadetler, ritüeller, tarımsal uğraşlar gibifakat zamanın çeşitli anlara bölünmesi ve
o bölünmüş anlar içinde yapılacakların
belirlenmesi tam da modern zamanları
işaret eden bir durumdur. Belli bir saatte
kalkıp, belli bir saatte işe gitmek, belli bir
saatte çalışmak, belli bir saatte acıkmak,
belli bir saatte eve gelmek, belli bir saatte
uyumak modern zamanların getirisidir.
Modern öncesi ilkel toplumlarda çalışma
ve boş zaman birbirinden bariz bir şekilde
ayrılmamışken endüstriyel toplumlarda
söz konusu ayrım oluşmaya başlamıştır.
Kapitalist üretim sisteminin ilk
zamanlarında çalışma ve çalışma dışı
zaman arasındaki ayrım genellikle
çalışma sürelerinin uzatılması lehinde
olmaktadır. Oysa özellikle yaşadığımız
yüzyılda, üretim süreçlerindeki teknolojik
ilerlemelerin de mümkün kılması ile
çalışma ve çalışma dışı zaman süreçleri
arasındaki dengenin giderek çalışma dışı
zamanın lehine bozulmaya başladığı
görülmektedir ve Paul Lafargue’nin de dile
getirmiş olduğu “tembellik hakkı”
talebinin sistem tarafından tamamen
olmasa da kısmen meşru bir “hak” olarak
tanınmış, içselleştirilmiş ve
kurumsallaştırılmış olduğu gerçeğiyle
karşılaşılmaktadır (Argın, 1992b: 29). Tüm
dönüşümlerde olduğu gibi bu dönüşümün
de siyasal, toplumsal, ekonomik ve
kültürel sonuçları vardır. Özellikle
Calvanist etik ile ilişkilendirilen üretim
sistemi kurulduğu andan itibaren
çalışmayı onurlandıran, israfı, zevk ve
23
HAZİRAN 2014
MAKALE
eğlenceyi daha aşağı konumlarda gören
bir mantığa sahiptir. Oysa ilerleyen yıllarda
sistem devamlılığını sağlayabilmek
açısından boş zamana verilen değeri kendi
kontrol ve denetim mekanizmaları
içerisinde artırmıştır.
Çalışma ve çalışma dışı zaman
süreçlerinin dönüşümü ile ilgili iki uç
görüş vardır; tutucu yaklaşımlar ve
ütopyacılar. Tutucu yaklaşım; boş zamanı
çalışmaya bağlı bir zaman dilimi olarak ele
almakta ve onun çalışmanın ürünü
olduğunu vurgulamaktayken, ütopyacı
yaklaşım da birçok şeyle birlikte
çalışmanın da sonunun gelmiş
olduğundan bahsetmektedir (Argın, 1992b:
30). Kısaca, tutucu yaklaşım boş zamanı
çalışmanın bir parçası olarak ele almakta,
ütopyacı yaklaşım da her şeyin değiştiğini
vurgulamaktadır. İki uç yaklaşımında
kendilerine göre eksikleri vardır.
Çalışma ve boş zaman arasında oluşan bu
ayrımın temelinde, yaşamak için emeğini
belirli bir süreliğine, belirli bir ücret
karşılığında satmak zorunda kalan
sınıfların oluşmasının etkisi şüphesiz ki
büyüktür. Ücretli emeğin yaygınlaşmasıyla
çalışma ve çalışma dışı zaman ayrımları
belirginleşmiştir. Kapitalist üretim
sisteminin başından itibaren ücretli emek
ve çalışma zamanı önemli bir değerken,
ilerleyen aşamalarda çalışma dışı zaman
da önem kazanmıştır çünkü üretimin
devam edebilmesi için üretilenleri
tüketecek kişilere ihtiyaç vardır.
Dolayısıyla, üretim sisteminin emek
süreçlerine olan ilgisi emeğin yeniden
üretim koşullarına olan ilgisine doğru
evrilmiştir denilebilir.
“Boş zamanın” boş bırakılamayacak kadar
değerli ve üretim sistemi tarafından
fethedilmesi gereken bir olgu olmasının
altını çizen Argın, bu durumun iki temel
24
anlamı olduğundan bahseder. İlk anlamı,
tüketime duyulan ihtiyaç nedeniyle
insanların daha fazla serbest zamana
sahip olmaları gereği ve bu toplumsal
serbest zamanın da daha fazla eğlence ve
hizmet sektörüne yöneltilerek yeni kazanç
alanlarının açılması icabıdır. İkinci anlamı
da boş zaman süreçlerinin kitleleri her
türlü toplumsal sorun karşısında
kayıtsızlaştırmanın, apolitikleştirmenin en
önemli ve etkili aracı olarak görülüyor
olmasıdır (Argın, 1992b: 36-37).
Dolayısıyla, “boş zaman” tüketim zamanı
olarak ele alındığı ve sistemin devamlılığı
için gereklilik olarak görüldüğü için
eleştirilmektedir. “Boş zaman” o kadar da
“boş” değildir, üretim dışındaki
aktivitelerle doldurulması gereken önemli
bir zamandır. Bu aktivitelerin büyük bir
kısmı da tüketim aktivitelerinden
oluşmakta ve genellikle eğlence ve hizmet
sektörüne yönelmektedir. Bu bağlamda,
kapitalist üretim sistemi, üretimin
devamlılığı için “boş zamanı”
yönlendirerek doldurmaya çalışmaktadır.
Bu bakımdan, “boş” bırakılamayacak
kadar değerli olan “boş zaman” tüketim
kanalları için yeni pazarlar açması
bakımından değerlidir.
“Boş zaman” içinde bulunduğumuz üretim
sisteminde çalışanın çalışma dışı
zamanında yaptıkları, özellikle tükettikleri
üzerinden değer kazanmaktadır. Üretim
endüstrisi gibi tüketim endüstrisi
oluşmakta ve çalışanları boş
zamanlarında bu endüstriye davet
etmektedir. Bununla birlikte, içinde
bulunduğumuz üretim sistemi çalışanı hep
eksiklikleriyle tanımlamasıyla meşhurdur.
Buna göre, sistem özgürlükçü ve liyakata
dayanan bir sistemdir. Dolayısıyla, eşit
koşullarda yarışanlardan oluşan bir
pazarda, yetersiz kalan ve herhangi bir
şekilde çalışamayan kişinin
çalışmamasının nedeni kendi eksikliğidir.
Örneğin, ona göre yabancı dili yoktur, ona
göre bilgisayar kullanmayı bilmiyor gibi
nedenlerle kendinde bir eksik vardır ve o
eksik pazarda yer bulmak için
tamamlanmalıdır. Böylelikle, sistem kendi
eksikliğini örtmek ve bulanıklaştırmak için
çalışana “senin eksiğin var” demektedir.
Bu durum, çalışanın eksiklikleri üzerinden
kurulan yeni bir pazarın açılmasını
sağlamıştır. Bir anda hızlıca artan dil
kursları, bilgisayar kursları, sertifika
programları vs. hepsi sistemin kendini
devam ettirebilmesi için ihtiyaç duyduğu
yedek iş gücü ordusunun hayallerini
besleyen bir endüstriye dönmüştür.
Egemen toplumsal sistem eksiklerini
tamamladıktan sonra iş gücü piyasasında
daha iyi konumlarda yer edinilebileceği
ihtimalini sunmaktadır. Bu durumda
çalışan, boş zamanında da eğitime gidiyor,
dil öğreniyor, kendine daha iyi bir yer
edinebilmek için var olabilmek için boş
zamanını “boş” olmayan aktivitelerle
dolduruyor. Dolayısıyla, üretim sisteminin
ilk dönemlerinde “boş zaman” çalışma için
bir durak olarak çalışanın kendini yeniden
üretmesi için gereken zaman olarak ele
alınırken, sonrasında kontrol ve denetim
altında disipline edilen zaman haline
dönüşmüştür.
Bilimsel Yönetim Yaklaşımı (Taylorizm)
Bilimsel Yönetim Yaklaşımı ABD’de
Frederick Winslow Taylor tarafından
imalat sanayinde geliştirilen iş akışlarının
analizinden oluşan bir yönetim
yaklaşımıdır. Taylor hem ideolojik olarak
geliştirdiği, hem de deneyler yaparak
uygulamaya koyduğu işin örgütleniş biçimi
ve yönetimi konusundaki yaklaşımını 1911
yılında “Bilimsel Yönetimin İlkeleri”
kitabında toplamış ve Taylorizm denilen
kapitalist emek sürecinin organizasyonu
HAZİRAN 2014
ve kontrolündeki temel ilkeleri
oluşturmuştur (Ansal, 1999: 9).
Taylorizmin esas hedefi işletme içi
verimliliği ve kârlılığı artırmaktır.
Bu nedenle, üretim sürecinde kontrolün
tümü yönetime geçmekte ve işçilerin
yapacağı bütün işler en ince ayrıntısına
kadar önceden belirlenmektedir (Suğur,
2011b: 120). Bu yaklaşıma göre, bir işçi
tarafından yapılacak işler en ince
ayrıntısına kadar yönetici tarafından
belirlenmekte ve işçiden ona verilen
talimatlar doğrultusunda çalışması
beklenmektedir. Temel mantık çalışan
işçilerden daha fazla yararlanmak ve
işçilerin daha verimli çalışmalarını
sağlayarak üretimi artırmaktır. Dolayısıyla
Taylorizm, makine başındaki işçinin
davranışlarını, birim zamanda en fazla
üretimi gerçekleştirecek biçimde
düzenlemeye dayanan sistemdir
(Erdoğdu, 2012: 58).
Taylor işçilerin bazı temel yeteneklerden
yoksun oldukları fikrini verili olarak kabul
etmiştir. Ona göre işçiler, iş geliştirme için
yeterli zihinsel kapasiteye sahip değildir.
Ayrıca, aptallık ve kaytarmacılık gibi bazı
doğal özelliklere sahip oldukları için de,
tamamen pasifize edilmeleri ve makinanın
basit bir uzantısı durumuna
indirgenmeleri gerekmektedir
(Ansal, 1999: 9). Dolayısıyla, işçilerin
yapacakları işler en küçük ayrıntısına
kadar bölünerek belirlenmeli ve işçiden
sadece verilen talimatlar çerçevesinde
işlerini yapmaları beklenmektedir.
Yapılacak iş üzerine düşünmeleri ve o işi
geliştirmeleri beklenmemektedir. Bu
bakımdan, Taylor işin tasarımını işin
yapılmasından ayırmıştır. İşin tasarımını ve
yönetimini yönetici yaparken, yöneticinin
direktifleri doğrultusunda çalışması
gereken grup da işçi grubu olmuştur.
Taylor’un geliştirdiği bilimsel yöntemin
ilkeleri şunlardır (Ansal, 1999: 10):
1) Emek sürecinin işçilerin becerilerinden
tamamen arındırılması, yönetimin işçinin
sahip olduğu zanaata yani hem üretim
bilgisine hem de fiziksel becerilerine olan
bağımlılığından kurtulması gerekir (Ansal,
1999: 10).
2) Üretim sürecinde tasarımın
uygulamadan ayrılması gerekir. Tüm
zihinsel faaliyetler işçilerden koparılıp,
yönetimin elinde üretim planlama
bölümlerinde toplanmalıdır. Taylor’a göre,
yönetimin işçinin sahip olduğu üretim
bilgisini ele geçirmesi, tasarımın işçinin
faaliyeti olmaktan çıkarılması iki açıdan
gerekliydi. Böylece, hem işlerde vasıflı
işçiye gerek kalmayacak ve vasıfsız ucuz
işçi çalıştırılabilecek, hem de yönetim
emek süreci üzerinde tam kontrole sahip
olabilecekti. İşçilere sadece basit
parçalara ayrılmış iş sürecindeki işlerin
nasıl ve ne kadar sürede yapılacağı
talimatı verilmeliydi. İşçilerin işleri
anlamasına gerek kalmadan ve arkasında
yatan teknik nedenleri ya da verileri
düşünmeden, sadece bu talimatlara
uymaları sağlanmalıydı (Ansal, 1999: 10).
3) Üretim bilgisi tümüyle yönetimde
toplanmalı, bu bilgi yönetim tarafından
emek sürecinin her aşamasının kontrolü,
geliştirilmesi ve işlerin nasıl yapılacağının
kontrolü için kullanılmalıydı
(Ansal, 1999:10).
Bilimsel Yönetimin ilkeleri kısaca, kafa ve
kol emeğinin birbirinden ayrılması yoluyla
işçilerin sadece verilen işleri yapan
vasıfsız çalışanlara dönüştürülmesi, emek
sürecinin işçilerden bağımsızlaştırılması
ve yönetimin, tasarımın ve kontrolün
tamamının yönetimde toplanması şeklinde
özetlenebilir. Bu bağlamda, Taylorizmin
özellikleri üretim sürecinin
basitleştirilmesi, kafa (veya zihinsel)
emeğin üretimden alınarak planlama
düzeyinde merkezileştirilmesi, işçinin
yapacağı işin her aşamasının yönetimce
planlanarak işçiye direktifler biçiminde
iletilmesi şeklinde sıralanabilir (Suğur,
2011b: 120). Dolayısıyla, işçilerin üretim
süreci hakkında bilgi sahibi olmaları,
üretim sürecini kontrol etmeleri, kendi
yaratıcılıklarını geliştirmeleri
engellenmektedir. Sonuçta, Taylorizm
uygulaması ile emek sürecinde işçi her
türlü beceriden, üretim bilgisinden ve
zihinsel faaliyetten kopartılarak
vasıfsızlaştırılıyor, farksızlaştırılıyor ve her
türlü küçük parça işi yapar hale getiriliyor
(Ansal, 1999: 10). Bir başka deyişle; işler
en küçük parçalara kadar bölünmekte,
işçilerden en küçük parçalarına kadar
bölünen işleri yapmaları beklenmektedir.
Şu durumda; zihinsel faaliyetlerinden
kopan, iş üzerinde herhangi denetimleri
olmayan işçiler vasıflarından ayrılarak
değersiz hale gelmektedir. İşçiden sadece
itaat etmesi beklenmekte, işi üzerine
herhangi bir yaratıcılık geliştirmesi de
istenmemektedir.
İşçiyi makinelerin bir uzantısı olarak ele
alan ve işçi üzerinde olumsuz etkileri olan
Taylorist yönetim anlayışının üretimde
10-15 kat verimlilik artışını sağladığı
düşünülmektedir (Suğur, 2011a: 43).
Dolayısıyla, işveren açısından çok verimli
bir yöntemdir. Ortaya atıldığı ilk yıllarda
çığır açıcı ve verimlilik artışlarına neden
olan yaklaşım günümüzde de etkisini
devam ettirmektedir. Bir fabrika
ortamında ortaya çıkmasına rağmen söz
konusu yaklaşımın günümüzün tüm
üretim alanlarında izlerini görmek
mümkündür.
Fordist Üretim Yaklaşımı
Fordist üretim anlayışı hareket eden
montaj hattının bulunmasıyla, kendi
25
HAZİRAN 2014
MAKALE
marketini yaratan dâhi bir zekânın
birleşmesi yoluyla oluşan üretim biçimidir.
Henry Ford tarafından 1900’lü yılların
başında geliştirilen bu sistem, Ford
otomobil fabrikasında uygulanmaya
başlanmıştır. Ford, dünyada seri üretime
dayalı olarak tasarlanan yürüyen bant
sisteminin kurucusudur. Yürüyen bant
sistemi sayesinde üretimde otomasyona
geçilmiş, maliyetler düşürülmüş, işçi
ücretleri yükselmiş ve üretim miktarları
çok büyük oranlarda artmıştır. Dolayısıyla,
Henry Ford’un geliştirdiği bu sistem
yalnızca otomotiv sektöründe değil diğer
tüm sektörlere de hızla yayılmıştır (Suğur,
2011b: 118).
Fordizm “standart malların, dikey biçimde
örgütlenmiş şirketler tarafından kitlesel
üretimi” şeklinde tanımlanabilir (Erdoğdu,
2012: 55). Taylorist ilkeleri kendi iş
organizasyonunda kullanan Ford; üretim
sürecindeki küçük parçalara bölünen
işleri, yapılış sırasına göre bir hatta
dizmekte ve işin nesnesinin, üretim
sürecinin gerektirdiği işlem sırasına göre
dizilmiş makinalar ve iş istasyonları
boyunca hareket etmesini sağlamaktadır
(Ansal, 1999: 10). İşlem sırasına göre
dizilmiş makinelerin ve iş istasyonlarının
hareketi, işçilerin üretim sırasında işi
gereği hareket etmeleri gereğini ortadan
kaldırmıştır. Böylece, işçiler sabitlenmiş,
montaj hattı hareketlenmiştir. Bu yolla
Fordist montaj hattı ortaya çıkmıştır.
Fordist montaj hattında her işlem
belirlenmiş olduğu için esneklik yoktur.
Fordizm, standart ürünün montaj hattında
seri üretimini ifade etmektedir. Bu
bağlamda, katı bir üretim şeklidir. Fordist
montaj hattı işin ritmini belirlemekte,
işçinin işin ritmi üzerindeki egemenliğini
ortadan kaldırmaktadır. Böylece, iş ritmi
üzerindeki kontrol banda geçmiştir.
26
İnsanın ritmi, insancıl olmayan şartlarda
bir makine tarafından kontrol
edilmektedir. Buna rağmen, söz konusu
yaklaşım, neden olduğu üretkenlik
artışının da etkisiyle tüm dünyada
2. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da
yaygınlık kazanmış ve hatta teknoloji
transferi yoluyla Türkiye gibi gelişmekte
olan ülkelere de yayılarak dünya çapında
egemen üretim organizasyon biçimi haline
gelmiştir (Ansal, 1999: 11).
Fordizm, Taylorizm’den çeşitli yöntemleri
miras almış ve geliştirmiştir. Aglietta’ya
göre Fordizm, Taylorizmi iki alanda
derinleştirmiştir. Fordizmin Taylorizmi
derinleştirdiği ilk alan yarı otomatik
montaj bandını geliştirerek materyallerin
çalışma istasyonları arasında hareket
edebilir hale gelmelerini sağlamasıdır.
İkinci alan ise yaratılan yarı vasıflı işler
sayesinde işçilerin hız ve ritimleri
makineler tarafından belirlenen sınırlı
görevler dizini içinde sabitlenmiştir
(Aglietta, 1987: 118-119’dan aktaran Argın,
1992: 21). Kısaca, Taylorizm’den çok da
bağımsız bir sistem olmayan Fordizm,
Taylorist mantıkta yer alan işçilerin
hareketini ve zamanını kontrol eden ve
denetleyen sistemi geliştirip
derinleştirmiştir. Hareket eden bant
sistemi sayesinde işçilerin hareketi, hızı ve
ritimleri sabitlenmiştir.
Taylorist örgütlenme biçimini kullanan
Fordizm, Erdoğdu’ya göre; sadece bir
üretim sistemi değil, aynı zamanda birikim
ve sosyo-politik bir sistemdir
(Erdoğdu, 2012: 59). Fordizm bir üretim
sistemidir çünkü fabrikalar içerisinde
sanayi üretimi montaj hattı temelinde
gerçekleştirilmektedir. Standartlaşmış
üretim parçalarının montajına ve Taylorist
iş hiyerarşilerine dayanan Fordist
işletmedeki yarı vasıflı veya vasıfsız,
ağırlıklı olarak tam gün çalışan, evin
ekmeğini kazanan erkek işçilerin
yapmaları gereken şey, kesin çizgilerle
tanımlanmış olan iş süreçlerini başarıyla
uygulamaktır (Erdoğdu, 2012: 60).
Dolayısıyla, Fordizm bir üretim sistemidir.
İkinci olarak, Fordist üretim,
standartlaşmış kütlesel üretime dayanan
bir sistem olduğu için üretileni tüketecek
tüketiciye ihtiyaç duymaktadır. Bu
anlamda, Fordist üretimin temel
mantığında tüketim için büyük bir market
üretmek yer almaktadır. Bu bağlamda,
Fordizm, yalnızca kitlesel üretime değil,
ayrıca kitlesel tüketime de dayanan bir
sistem olarak üretimle tüketim arasında
belirli bir bağlantının kurulmasını sağlar
(Erdoğdu, 2012: 59). Üretimle tüketim
arasında bağı kurmak için Ford,
fabrikalarında çalışan işçilere yüksek
ücret vererek, ürettikleri ürünleri satın
alabilmelerini de sağlamıştır. Böylece,
Ford fabrikasında emeğinin karşılığı
olarak alınan ücret yine Ford’un
ürettiklerini satın alma yoluyla Ford’a geri
dönmektedir. Kısaca Fordizm, kitle
tüketimiyle eklemlenmiş bir kitle
üretimidir (Argın, 1992a: 21). Üçüncü
olarak Fordizm kitlesel üretimi ve kitlesel
tüketimi olanaklı kılacak bir sosyal ve
siyasal sistemi besler (Erdoğdu, 2012: 59).
Kütlesel üretime emek gücünün
sağlanması için eğitim ve sağlık gibi
sosyal refah uygulamalarının hayata
geçirilmesi gerekmektedir. Ayrıca,
tüketicilerin de gelirden belirli bir pay
almaları gerekmektedir.
Taylorizmin de Fordizmin de döneminin
geçtiği ve yeni dönemlerin ortaya çıktığı
tezi ete kemiğe bürünmüş bir şekilde
durmaktadır. Bununla birlikte; ete kemiğe
bürünen şeylerin Taylorizm ve Fordizmden
bir kopuş olmadığı birlikte yol aldıkları tezi
de geçerliliğini sürdürmektedir. Mutlak
HAZİRAN 2014
kopmalar değil, kısmi kopmalar vardır.
Örneğin, Aglietta’ya göre
post-Fordizm denilen şey Fordist ilkelerin,
yeni teknoloji ile ilişkili bir biçimde imalat
endüstrilerinde yoğunlaştırılmasından
başka bir şey değildir (Argın, 1992a: 21).
Bu çalışmada da iki sistemin de devam
ettiği düşünülmekte, karşılaşılan yeni
sistemler sadece Taylorizm ve
Fordizm’den kısmi bir kopuş olarak ele
alınmaktadır.
Sonuç Yerine
Toplum kendi genel gereksinimlerine
uygun üretimi gerçekleştirebilmek için
zamanı belirli amaçlara göre
bölümlemelidir (Marx, 1997: 25). Zamanın
bölünmesi üretim sistemlerinin gelişmesi
ile daha anlamlı hale gelmiştir. Zamanda
yapılan işler daha da belirginleşmiş ve
birbirinden ayrışmıştır. Bu bakımdan
zamanı çalışma ve çalışma dışı olarak
ikiye bölmek üretimi gerçekleştirebilmek
ve toplumsal hayatı düzenleyebilmek için
gerekli hale gelmiştir. Zamanın bu şekilde
bölünmesiyle ortaya çıkan ve değişik
anlam ya da değerler egemen üretim
sisteminin iktidarı çerçevesinde
oluşmuştur. Üretim sistemi zaman zaman
çalışmaya zaman zaman da boş zamana
önem atfetmiştir.
Günümüzde üretim sistemi açısından “boş
zaman” çok değerlidir. Argın’a (1992a: 27)
göre günümüz üretim biçimi emek süreci
üzerindeki kontrolünü, boş zaman
süreçleri üzerindeki kontrolüyle
tamamlamaya çalışıyor çünkü ona göre
boş zaman sadece hegemonya alanı
olarak değil, birikim kaynağı olarak da
gerekliliğini sürdürmektedir. Ekonominin
tüketime ihtiyacı vardır ve tüketimin
mümkün olabilmesi için de boş zamana.
Bu anlamda, boş zaman tüketime
yönlendirilen zamandır. Bununla birlikte,
boş zaman eğitim ve sertifika programları
ile doldurularak, sanki çalışanın iş
piyasasındaki konumu kendi
eksikliklerinden kaynaklanan bir
durummuş gibi eksiklikleri tamamlama
vaadinde bulunmaktadır.
Tüketime yönlendirilen “boş zamanı”
değerlendirme araçları haline gelen
eğitimlerin ve sertifika programlarının
düzenlenmesinde ve geliştirilmesinde yer
alan mantığın Taylorist ve Fordist mantıkla
birlikte ve benzer olduğu iddia
edilmektedir. Şöyle ki; Taylorizm ve
Fordizm temel olarak işçileri denetleme ve
kontrol üzerine geliştirilmiş sistemlerdir.
Taylorizmde iş süreçleri en küçük
parçalarına kadar ayrılarak zaman etütleri
ile birlikte her çalışanın ne kadar ve nasıl
üretmesi gerektiği belirleniyorken,
Fordizmde benzer ilkeleri kullanarak
üretim ve tüketim dengesini kontrol ve
denetim mekanizmaları ile sağlayan ve
kitlesel üretimle birlikte kitlesel tüketime
de olanak veren bir sistemdir.
Bilimsel Yönetim Yaklaşımı ve Fordist
üretim kapitalist üretim açısından önemli
yaklaşımlar olmakla birlikte bu üretim
tarzlarının izleri tüm yaşama
biçimlerimize sirayet etmiştir. İşçinin her
zaman kontrol altında tutulması gerektiği
varsayımıyla hareket eden söz konusu
mantıklar işçinin “boş zamanı” üzerinde
de hâkimiyet kurarak işçiyi bu zamanı da
verimli geçirmeye tabii kılmaktadır.
Horkheimer’e göre boş zamanlarında
insanları yöneten mekanizmalar, aynı
insanları çalışırken yöneten
mekanizmalarla bir ve aynıdır (Argın,
1992a: 27). Dolayısıyla iş yerinde “verimli”
çalışması gereken insanların çalışma
dışındaki zamanlarını da “verimli” bir
şekilde geçirmeleri ve üretim piyasasına
yönelik eksikliklerini gidermeleri
gerekmektedir. Bir başka deyişle, boş
zaman, Taylorist ve Fordist yönetim
mantığına göre kontrol ve denetim altında
daha verimli geçirilmesi gereken bir
zamandır.
Kaynakça
• Ansal, H. (1999) Esnek Üretimde İşçiler
ve Sendikalar
http://www.birlesikmetal.org/kitap/kitap_9
9/1999-3.pdf
• Argın, Ş. (1992a). “Kapitalist Toplumda
İşin ve İşgücünün Kaderi: Fordizmden
Post-Fordizme” Birikim Dergisi. Sayı 41.
İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
• Argın, Ş. (l992b). “Boş Zamanın
Toplumsal Anlamı Üzerine Notlar” Birikim
Dergisi. Sayı 43. İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları. (29- 41).
• Erdoğdu, S. (2012) “Dünyada Çalışma
İlişkileri: 1945 Yılından Günümüze Kadar”
Çalışma İlişkileri Tarihi, A. Makal (der.)
Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayını.
(54-77).
• Grint, K. (2005). The Sociology of Work.
Cambridge: Polity Press.
• Marx, K. (1997). Boş Zaman Üzerine
Seçmeler, Çalışmak: Yorar, Cogito Sayı 12.
(İngilizceden Çev.: Alp Tümertekin),
İstanbul: Yapı Kredi Yayınları (23- 28).
• Suğur, N. (2011a). “Yeni Üretim
Metodları” Endüstri Sosyolojisi. V. Bozkurt
ve N. Suğur (der.) Eskişehir: Anadolu
Üniversitesi Yayını.(36-65).
• Suğur, N. (2011b). “Fordims ve PostFordism” Ekonomi Sosyolojisi. V. Bozkurt
ve F. Güneş (der.) Eskişehir: Anadolu
Üniversitesi Yayını.(116-141).
27
HAZİRAN 2014
MAKALE
VERİMLİLİK ALANINDA POLİTİKA GELİŞTİRME - I
TEMEL DİNAMİKLER
Ahmet Emre ÇOBAN
Sanayi ve Teknoloji Uzmanı
(Verimlilik Genel Müdürlüğü)
En genel düzeyde çıktıların girdilere oranı
şeklinde tanımlanan verimlilik, makro
ölçekte (sektör, bölge, ülke) ekonomik
performansın da başlıca göstergelerinden
biridir. Aynı zamanda bu kavram, salt
oransal bir gösterge olmanın ötesinde,
çıktı - girdi (ürün - kaynak) ilişkisinin
niteliğine, üretim süreçlerinin etkinlik
düzeylerine ve çalışma hayatının fiziksel,
toplumsal koşullarına dair birçok
parametreyi altında barındıran bir üretim
ve çalışma ilkesine de karşılık
gelmektedir. Verimliliği çok sayıda
faktörün tekil etkilerinin yanı sıra
birbirleriyle etkileşimlerinin de bir sonucu
olarak ele almak, konuya ilişkin politika
geliştirme süreçlerinin karmaşık ve çok
boyutlu niteliğini de gözler önüne
sermektedir.
Gerek çok boyutluluğu gerekse üretim
ilişkilerini doğrudan ya da dolaylı olarak
etkileyen bütün pratiklerle belirlenen bir
“sonuç” niteliği taşıyor olması, verimliliği
bir politika alanı olarak görmeme yönünde
eğilimlere de yol açmıştır. Bu eğilimlere
göre verimliliği üzerine politika
geliştirilebilecek bir alan olarak değil,
ağırlıkla diğer birçok politika alanındaki
uygulamaların odaklanması gereken
temel bir performans göstergesi olarak
görmek daha sağlıklı sonuçlara imkân
sağlayacaktır. Nitekim verimlilik alanında
analize açık olan hiçbir sorun, tek başına
verimliliği ilgilendiren bir sorun değildir ve
28
bu sınıflandırmaya dâhil edilebilecek
sorunların hemen her biri, yine farklı farklı
politika alanları altında da ele alınmaya
açıktır. Bu açıklamalardan da
anlaşılabileceği gibi verimlilik, üzerine
başlı başına bir politika inşa edilebilecek
diğer birçok alanın sahip olduğu
özerklikten yoksundur. Fakat buradan yola
çıkarak “verimlilik alanında politika
geliştirilemez” ya da “verimlilik politikası
olamaz” gibi sonuçlara varmak da
acelecilik olacaktır. Çok boyutlu yapısına
ve esasında sonuç göstergesi niteliği
taşımasına rağmen verimlilik düzeyini
etkileyen sorunları ülke (ya da bölge,
sektör) ölçeğinde bir arada analiz etmek,
bu sorunların diğer hangi politika
alanlarıyla kesiştiğini saptamak ve ilgili
bütün alanları belirli ölçüde kapsayacak
şekilde makro düzeyde verimlilik
artışlarına yönelik politikalar geliştirmek
mümkündür. Verimliliğin diğer birçok
politika alanını yatay olarak kesiyor olması
ilk bakışta negatif bir durum gibi görünse
de, verimliliği artırma motivasyonu
doğrultusunda ilgili diğer politika
alanlarını yönlendiren ve biçimlendiren bir
kararlar bütünü, verimlilik politikaları
başlığı altında oluşturabilecektir.
HAZİRAN 2014
Ulusların Zenginliği’nin yayımlanması
(Adam Smith, 1776) ve 19. yüzyıl başı
Sanayi Devrimi’nden bu yana modern
devletler sistemi içindeki ülkeler, iktisadi
meseleyi, yani “sınırlı kaynaklarla gittikçe
büyüyen ihtiyaçları karşılamak”
meselesini başlıca sorunlardan biri olarak
görmüştür, halen de görmektedir. Sorunun
çözümü söz konusu olduğunda özellikle
kimi Batı ülkeleri -en azından belirli
dönemlerde- kaynakları bir şekilde
çoğaltmak yoluna gitmiş olsa da, temelde
odaklanılan konu sınırlı kaynaklardan
daha fazlasını elde etmek olmuş, üretim
biçim ve teknikleri sürekli olarak
geliştirilmiştir. Bu bağlamda üretim biçim
ve tekniklerinde insanlık tarihinin
başlangıcından 1800’lere kadar sağlanan
gelişimin katbekat fazlası, aşağı yukarı
son iki yüzyıllık döneme sığdırılmıştır.
Nitekim burada Smith’ten hareketle
iktisadi mesele olarak anılan sorunun
çözümü, mevcut kaynaklarla elde edilen
çıktı miktarını artırmak, bir diğer deyişle
“verimliliği artırmak” olmuştur.
1800’lerden 1980’lere gelinceye kadar
halen iktisadi büyümenin odağında
ağırlıkla sermaye birikimi yer almış olsa
da, özellikle 1970’lerde yaşanan dünya
ölçeğindeki iktisadi kriz sonrasında
verimlilik faktörünün belirleyiciliği çok
daha yüksek bir mertebeye ulaşmıştır.
Beyer ve Vergara’nın 1980 - 2000
dönemine ilişkin yaptığı analiz de, görece
yüksek ekonomik büyüme oranına ulaşmış
107 ülkede ortalama olarak büyümenin
2/3’ünün toplam faktör verimliliğindeki
(TFV) artıştan kaynaklandığını ortaya
koymuştur.1 Söz konusu iktisadi mesele,
1
Beyer, Harald ve Rodrigo Vergara (2002), “Productivity and economic growth: The Case of Chile”, Central Bank of Chile Workin Papers
<http://www.bcentral.cl/estudios/banca-central/pdf/v6/309_342beyer.pdf>
29
HAZİRAN 2014
MAKALE
VERİMLİLİK ALANINDA POLİTİKA GELİŞTİRME - I
insanlığın bundan sonraki aşamalarında
da varlığını koruyacak; modern devletler
sistemi sürdüğü müddetçe de ülkeler,
sahip oldukları kaynaklardan daha verimli
bir biçimde yararlanmanın yollarını
arayacaktır. Bu anlamda -verimlilik başlı
başına bir politika alanı mıdır tartışması
bir yana- farklı başlıklar altında verimliliği
artırma yönünde politikalar geliştirme
gerekliliği her zaman güncel bir problem
olarak varlığını koruyacaktır.
Burada sorulması gereken bir diğer soru,
verimliliğe ilişkin olarak ülkeden ülkeye
farklılık göstermeyecek, genel bir
reçetenin sunulup sunulamayacağıdır.
İktisadi alana ilişkin birçok politika ve alt
düzeyde düzenlemeler, dünya ölçeğinde
kabul görmüş belirli standartları veri
alarak doğrudan o standartlara ulaşma
koşullarını güçlendirmek üzerine
kurulmuştur. Maliye (ağırlıkla
vergilendirme), ihracat, kalite, çevre
sağlığı, fiziksel altyapı gibi birçok alan için
uluslararası düzeyde onaylanmış ve kimi
zaman zorunlu hâle de getirilmiş
standartlar söz konusudur. Fakat
verimlilik konusuna, bilhassa da ülke
ölçeğinde verimliliğin artırılmasına yönelik
genel geçer tek bir yaklaşım kurgulanıp
ortaya konmuş değildir. Isaksson vd.
tarafından ‘verimliliğin büyük gizemi’2
olarak adlandırılan belirsizliğin ardında,
yine -başta değinilen- verimliliği etkileyen
dinamiklerin çok boyutlu ve karmaşık bir
yapı arz etmesi yatmaktadır. Dolayısıyla
ülke ölçeğinde verimlilik politikaları
geliştirme aşamasında, politikaya konu
olan ülkenin kültürel, coğrafi, toplumsal,
dinsel, tarihî vb. birçok belirleyici
unsurunun çalışmaya dâhil edilmesi
gerekliliği kaçınılmazdır. Ancak somut
anlamda bütün ülkelerde çalışacak
çözümler ortaya konulamamakla birlikte,
verimliliğe ilişkin politika oluşturma
etkinliğinin kendisine yönelik genel geçer
birtakım sonuçlara da varılabilmektedir.
Bir diğer ifadeyle, orta ve uzun vadede
verimlilik artışlarının sağlanması için
alternatif yollar olsa da, bu yolların
oluşturduğu bileşim kümesi genel
anlamda ortaktır ve alternatifler büyük
oranda bellidir. Hangi alternatife
yoğunlaşılması gerektiğini de, o ülkenin
özgül koşulları ile politika oluşturma
sürecinin gerçekleştiği küresel konjonktür
belirleyecektir.
Bu ve bundan sonra kaleme alınacak
“Verimlilik Alanında Politika Geliştirme”
başlıklı diğer yazıların odağında da,
esasen bu konu yer almaktadır. Verimliliğe
dair politika geliştirme çalışmaları hangi
alt ve yan alanları analiz etmek, hangi
alanlarda karar ve tedbirler ortaya koymak
durumundadır? Verimlilik politikaları,
diğer hangi politika alanlarıyla doğrudan
ya da dolaylı ilişkidedir; bu ilişkilerin
niteliğine dair genel geçer sonuçlara
varmak mümkün müdür? Ülkeler özelinde
hangi faktörler verimlilik düzeylerine etki
etmektedir; bu faktörlerin etkileri nasıl
analiz edilebilir ve geliştirilecek
politikalara nasıl yansıtılabilir? Verimliliğe
dair politika oluşturma süreçlerinde hangi
aktörler, ne şekilde yer almalıdır?
Verimlilik politikaları belirli sektörlere
özelleşmeli midir, yoksa ekonominin
genelini, her türlü alt bileşenini de göz
önüne alarak değerlendirmek durumunda
mıdır? Bu ve benzeri birçok soru ele alınan
mesele çerçevesinde önem arz etmekle
birlikte, burada başlangıçta esas olarak
verimlilik politikalarının yoğunlaşması
gerektiği alanlar ele alınacaktır.
Ülke ölçeğinde verimlilik politikalarının
hangi alanlara yoğunlaşması gerektiğine
dair yapılagelen en kapsamlı
çalışmalardan biri, Isaksson vd.’ne aittir.
UNIDO Araştırma Programı
koordinatörlüğünde 2005 yılında yapılan
çalışmanın odağında gelişmekte olan
ülkeler yer almakla birlikte, ortaya
konulan tanı ve önerilerin ağırlıkla
gelişmiş ülkelere dayandırılması,
çalışmanın geçerlilik alanını da
genişletmiştir. Bu çalışmada ülke
ölçeğinde verimlilik politikalarını
belirleyen faktörler ‘yakın belirleyiciler’ ve
‘uzak belirleyiciler’ olarak ikiye
ayrılmıştır.3
2
Isaksson, Anders Thiam Hee Ng ve Ghislain Robyn (2005), Productivity in Developing Countries: Trends and Policies, United Nations Industrial Development Organization Research Programme
3
A.g.e.
30
HAZİRAN 2014
Çalışmanın ortaya koyduğu ve ilgili kimi
diğer çalışmalarda da anılan doğrudan ve
dolaylı belirleyicilerin ayrıntılarına,
ilerideki metinlerde girilecektir. Bu
aşamada sözü edilen çalışmanın varmış
olduğu sonucu kısaca belirtmek yararlı
olacaktır.
Farklı belirleyicilerin mevcut ve muhtemel
etkilerinin ayrıntılı analizi sonrasında
Isakkson vd.’nin gelişmekte olan ülkeler
için önerdiği genel politika çerçevesi üç
alan üzerine kurulmuştur:
1. Yalnızca kuruluş ve laboratuvarları
değil, üniversiteleri de bünyesine alacak
şekilde bir ulusal inovasyon sistemi,
2. İş gücünün yeniden üretimi ve
niteliğinin yükseltilmesinin yanında
teknoloji yetkinliğinin de belirleyicisi olan
eğitim sistemi,
3. Yatırımların daha doğru alanlara
yönlenmesine olanak sağlayacak ve
aktörler arası uyum ve koordinasyonu
güçlendirmeye odaklı iletişim ve enerji
altyapısı.
Bundan sonraki yazılarda, Isakkson vd.’nin
başlattığı yerden devam edilecek,
bileşenlere ilişkin farklı alternatifler ele
alınacak ve ağırlıkla beşeri sermaye ve
teknoloji olmak üzere, verimlilik düzey ve
politikaları üzerinde belirleyici olan
faktörlere ilişkin analiz ve öneriler ortaya
konacaktır.
Tablo 1. Ülke Ölçeğinde Verimlilik Politikalarını Belirleyen Faktörler
Kısmi verimlilik artışlarına değil, ülke
ölçeğinde TFV düzeylerinin artırılmasına
odaklanmış olan çalışmada, her bir
belirleyici alan alt başlıklarla
genişletilmiş, verimlilik düzeylerine ve
dolayısıyla verimlilik politikalarına etki
eden hemen her husus, ayrıntılı şekilde
ele alınmıştır. Küresel faktörlerin ve
konjonktürel değişimlerin politika
oluşturma süreçlerini nasıl yönlendirmesi
gerektiğine dair ayrıntılı açıklama ve
öneriler sunan çalışma -ülkelere özgü
faktörleri yer yer fazlasıyla indirgeme
hatasına düşüyor olsa da- verimlilik
politikaları alanının genişliğini ve çok
boyutluluğunu yetkinlikle sergilemektedir.
Yakın (Doğrudan) Belirleyiciler
Uzak (Dolaylı) Belirleyiciler
Ar-Ge Politikaları
• Yerel teknolojinin teşviki
• Ar-Ge politikası araçları
İş ve Yatırım Ortamı
• Makroekonomik çerçeve
• Yatırımlar
• Kurumsal kapasite ve piyasa
Beşeri Sermaye Politikaları
• Beşeri sermayenin
değerlendirilmesinde koordinasyon
problemleri
• İş gücü piyasasından kaynaklı
problemler
• Nicelik / nitelik problemleri
• Eğitim sistemine yönelik politika
önerileri
İşletme Düzeyinde Belirleyiciler
• Fabrika içi verimlilik
• İşletme ölçeğinde analiz
• Ülkeler arası farklılaşmalar
31
HAZİRAN 2014
MAKALE
KURUMSAL İMAJ, VERİMLİLİK VE İMAJ OLUŞTURMA ÇABALARI
KURUMSAL İMAJ, VERİMLİLİK VE İMAJ OLUŞTURMA ÇABALARI
Sevgin FETTAHOĞLU DEMİRCİ / Sanayi ve Teknoloji Uzmanı (Verimlilik Genel Müdürlüğü)
Verimlilik Nedir?
En genel tanımıyla, üretim sürecinde yer
alan çeşitli faktörlerle (girdiler) bu sürecin
sonunda elde edilen ürünler (çıktılar)
arasındaki ilişkiyi ifade eden verimlilik,
teknik anlamda “üretilen mal ve hizmet
miktarı ile bu mal ve hizmet miktarının
üretilmesinde kullanılan girdiler
arasındaki oran” olarak tanımlanır ve
genellikle bu ölçü; çıktı/girdi olarak
formüle edilir (Prokopenko, 2011: 91).
Ancak ekonomi dışındaki alanların da
giderek daha çok incelemeye alınması ve
32
ülkelerin gündemlerinde ön sıralarda yer
alması sonucu verimlilik, artık daha geniş
kapsamlı olarak tanımlanmaktadır.
Toplumsal Anlamda Verimlilik
Günümüzde verimliliğin ekonomik yönü
kadar sosyal yönü de önem kazanmıştır.
Çünkü verimlilik ekonomik ve sosyal
sorunlarımızın hem teşhisini hem
çözümünü hem de uygulanmasını
mümkün kılmaktadır. Bu nedenle
verimlilik; yalnız üretimde değil, bir
düşünce şekli, bir yaşam tarzı şeklinde
algılanmalıdır. Mal ve hizmet üretimi
insanlar için yapılmaktadır. Üretim
faktörlerini kullananlar, üretim yapanlar,
teknolojiyi geliştirenler insanlardır. Bu da
verimlilikte insan unsurunun önemini
ortaya koymaktadır.
Verimliliği artırmak ve bu artışı sürdürmek
pek çok örgütün temel amacı
durumundadır. Bu nedenle dünyanın her
yerinde birçok kuruluş verimlilik artışını
sağlamak amacıyla gerekli çalışmaları ve
düzenlemeleri yaparak uygulamaya
HAZİRAN 2014
koymaya çalışmaktadır. Bu çalışmalar
çerçevesinde örgüt ve yönetim ekibi,
örgütün amaçlarını ve sorunlarını
belirleyerek, verimlilik artırma için gerekli
plan ve programları tasarlayarak
uygulamaya geçirmeye çalışmaktadır
(Prokopenko, 2011: 91).
Kurumsal İmajın Tanımı ve Oluşumu
Çevreleriyle sürekli etkileşim halinde olan
ve toplumsal varlık olarak kabul edilen
kurumlar, faaliyetlerini sürdürdükleri
toplumsal çevrelerinde bazı görüntüler
bırakırlar (Ertekin, 1978:164). Zihinlerde
oluşan bu görüntü imaj olarak
tanımlanabilir. İnsanlar ve daha başka
birçok şey için kullandığımız bazı sıfatları
kurumlar için de kullanmaktayız. Bir
kurumun modern olması, çevre dostu
olması, kaliteli mal ve hizmet üretmesi,
dürüst olması onun zihinlerde olumlu bir
görüntü oluşturmasını sağlarken, tersi
durumda da olumsuz görüntü
oluşturmasına neden olacaktır. Bu da
kurumların da insanlar gibi iyi-kötü,
güvenilir-güvenilmez, çevre dostu-çevreye
zararlı vb. imajının olduğunu
göstermektedir. Marken de (aktaran Okay,
1999:171) kurum imajını, bir kuruluşun
amaçlarının ve planlarının tümünün
algılanması olarak tanımlamaktadır.
Kurum imajı; kurumun çıktısını yani
ürünlerini, hizmetlerini, yönetim şeklini ve
iletişim faaliyetlerini etkiler. Başka bir
ifadeyle kurumsal imajın, kurumun
başarısını ve beraberinde verimliliğini
etkileyen bir faktör olduğu söylenebilir.
Kurum imajı kavramı, işletmenin diğer
kişiler tarafından nasıl algılandığıdır ya da
kurumun kendisini nasıl göstermek
istediğidir. Dış çevre koşulları
dinamikleştikçe ve karmaşıklaştıkça,
işletmenin kendisini ve kimliğini ortaya
koyması daha da önemli hale gelmektedir.
Kurum imajı uzun ve zor bir süreçten
oluşur. Kurumsal imajın oluşmasında
vizyon, misyon, strateji ve iş süreçlerinin
işin yanı sıra kurum kültürünün de önemli
bir rolü vardır (Yönetim Dergisi, 1998: 15).
Artık günümüz rekabet koşullarında
işletmelerin sembol, kurum renkleri, logo
gibi tasarım çalışmaları, ürün ve hizmet
bedelinin indirilmesi gibi çabalar, hedef
kitlelerin kafasında olumlu bir imaj çizmek
için yeterli olmamakla birlikte,
işletmelerin toplumsal sorumluluk
bilincine bakış açısı, müşteri ve kurum
çalışanlarına davranış tarzları da çok etkili
unsurlardır.
Diğer taraftan, bozulan bir kurum imajını
düzeltmek imaj çalışmaları içinde en zor
olanıdır. Bozulan bir imajı düzeltmek, yeni
bir imajı inşa etmekten çok daha zahmetli
ve sonucu çok daha risk içinde bir çalışma
gerektirir. Vehbi Koç “Bozulan bir imajı
düzeltmek, bir işletmeyi yeni baştan inşa
etmekten çok daha zordur” demiştir
(Asna, 1999: 116).
Kurumun sahip olduğu olumlu yöndeki
ünü, ürün ya da hizmet satışındaki
performansı artırır, sermayedarları etkiler,
yetenekli personeli kurumda tutar.
Kısacası işletmenin büyümesinde çok
önemli rol oynar. Ancak bu ünün zarar
görmesi durumunda da yeniden inşa
edilmesi son derece güçtür
(Nakra, 2000: 35).
Kurum imajı, işletmenin farklı yönlerinin iç
ve dış hedef kitlesi tarafından algılanarak
zihinsel bir süreçten geçirilmesi
sonucunda kanıksanan görüşlerin
oluşturduğu bir bütündür. İşletmenin
hedef kitlesiyle karşılaştığı her yerde bir
imaj oluşum süreci yaşanması söz
konusudur. İnsanlar mantık ya da duygu
çerçevesinde kurum hakkındaki
duydukları ve gördükleri her şeyi
kaynaştırarak kuruma dönük olumlu ya da
olumsuz bir görüşe sahip olur.
Herhangi bir kişi, kuruluş ya da kurum
hakkında tüm görüşlerin toplamı olarak
açıklanan imajın, kendiliğinden oluşması
yerine oluşturulması çabası imaj
yaratıcılığını bir meslek olarak meydana
getirmiştir. Kişi ya da kurum ile ilgili görüş
ve düşüncelerin oluşturulması çabası
olarak tanımlanabilen imaj yaratma
medya kurallarına uygun görüntü
oluşturulması ile başlayan davranış ve
düşünce biçimi ile tamamlanan bir
süreçtir (Peltekoğlu, 2001: 278).
Toplumda olumlu bir imaja sahip olmak
isteyen bir örgüt, imajın kendiliğinden
oluşması yerine oluşturulması için
çabalamalıdır. Kişi ya da kurum ile ilgili
görüş ve düşüncelerin oluşturulması
çabası olarak tanımlanabilen imaj
yaratma, medya kurallarına uygun
görüntü oluşturulması ile başlayan,
davranış ve düşünce biçimi ile
tamamlanan bir süreci kapsamaktadır.
Ken Cooper’a göre başarılı bir imaj, tutarlı
olduğu kadar belirgin olmalı, özellikler
uyumlu hale getirilmelidir (Peltekoğlu,
2001: 358). “Kurumsal görünüm,
kurumsal iletişim ve kurumsal davranışın
toplamında ifadesini bulan kurumsal imaj,
iç ve dış hedef kitle üzerinde inandırıcılık
ve güven yaratmak ile sürdürmek gibi
önemli bir işlevi yerine getirmektedir”
(Peltekoğlu, 2001: 359). Gerçekte var olan
durum ile imajın uyuşması, başka bir
ifadeyle uyum içinde olması oluşturulacak
imajın inandırıcı (Okay, 1999: 168) ve kalıcı
olabilmesi açısından önemlidir.
33
HAZİRAN 2014
MAKALE
KURUMSAL İMAJ, VERİMLİLİK VE İMAJ OLUŞTURMA ÇABALARI
İmajı, kuruluş çalışanları ve dış
katılımcıların düşüncelerindeki kuruma
yönelik algılamaların tümü olarak
gördüğümüzde; kurumların imajını
tesadüflere değil, kurumun kimliği, amaç
ve hedefleri, içinde bulundukları topluma
karşı sosyal sorumluluklarının ne olduğu
konusunda bilgi veren, uygulanabilir bir
programa bağlı olduğu ifade edilebilir.
Kurumsal İmaj ve Verimlilik İlişkisi
Verimlilik, insan beceri ve ilgisi, teknoloji,
yönetim, sosyal çevre ile iş çevresinin
birleştiği nokta olarak düşünülürse,
temelde insan öğesinin olduğu kaçınılmaz
bir gerçektir. Verimliliğin sağlanmasında
insanın yeteneği, ilgisi, çalışma isteği çok
önemlidir. Örgütler insanın gelişmesi için
gerekli çalışmaları yapmak, onun istekli
çalışması, işine ilgi duymasını sağlayıcı yol
ve yöntemleri geliştirmek durumundadır.
Bugün herkes tarafından kabul edilen
düşünce, verimliliğin ulusal refahı
artırmadaki önemidir. “İster gelişmiş,
isterse gelişmekte olan, serbest piyasa
ekonomisi ya da merkezi planlama
uygulayan tüm ülkelerde, ekonomik
gelişmenin temel kaynağı verimlilik
artışıdır.” Kurumlar varlıklarını devam
ettirebilmek için girdileri etkili kullanarak
girdi maliyetlerini düşürüp çıktı miktarını
artırmak durumundadır. Başka bir deyişle
az miktarda girdiden çok miktarda çıktı
elde etmek amaçlanmalıdır. Günümüzde
aynı pazara hitap eden çok sayıda kurum
vardır. Ancak, verimli kurumlar uzun
vadede hayatta kalabilme şansına sahiptir.
Bu kurumlar az girdiden çok çıktı elde
etmeyi başarabildiklerinden ürettikleri
mal ve hizmetleri pazara daha düşük
fiyattan sunma olanağına sahip
olacaklardır. Bir ürünün fiyatı tüketicinin
tercihinde önemli bir unsurdur
(Prokopenko, 2011: 13).
34
Kurumsal amaçların
gerçekleştirilmesinde göz ardı
edilemeyecek derecede önemli olan
verimlilik, insanın çalışma isteği, becerisi
ve ilgisi sayesinde gerçekleşebilir.
Görüldüğü gibi verimlilikte insan çok
önemli bir unsurdur (Çetin, 2008: 157).
Kurumsal imajın olumlu olmasının
kişilerin çalışma isteğini artıracağı da
söylenebilir. Kurumun olumlu imajı,
çalışanların işlerini severek yapmalarını,
motive olmalarını ve çalışma isteği
duymalarını sağlayacaktır. Çünkü
çevresinde olumlu bir imaja sahip bir
kurumda çalışmak, olumsuz imaja sahip
kurum çalışanına göre, kişiye soysal
çevresinde önem verilmesine aracı
olacaktır. Kişi, kendisine verilen önemi
algıladığında daha da motive olacaktır. O
kurumda çalışmayı sürdürmeyi
düşüneceği gibi, kuruma daha çok katkı
sağlamanın yollarını da arayacaktır.
Günümüzde verimlilik anlayışı artık elde
edilen ürün ve hizmetin kalitesini
yükseltme, çevreyi ve doğal yapıyı koruma,
çalışanlara en iyi yaşam ve çalışma
koşullarını sağlama ve bu arada birim
girdi başına üretim miktarını artırmayı
amaçlamaktadır. Bu düşünceden hareket
eden bir örgütle imaj arasında bir ilişki
mutlaka vardır. Çevresinde verimli, ürünü
kaliteli, doğal yapıyı koruyucu olarak
algılanan bir örgüt; çevre tarafından kabul
edilme, yani benimsenme sorunu
yaşamayacağı gibi, girdi temininde ve
çıktısını pazarlama konusunda da bir
sorun yaşamayacaktır. Varlığını sorunsuz
sürdürmek, kalıcı olmak ve rekabet
şansını artırmak isteyen bir örgüt olumlu
imajını zedelememek için, verimliliği
öncelikli hedefi haline getirmek
durumundadır. Örgütsel imajın örgüte
sağlayacağı faydaların başında nitelikli
personelin sağlanması, çalışanların
motive edilmesi, pazar payının artırılması
gelmektedir (Çetin, 2008: 158).
Yukarda sayılan unsurlar tamamlanırsa
imaj oluşturma süreci başlatılır. Önce
mevcut durum analizi yapılır. Burada
araştırılacak olan yerel ürün ve faaliyet
gösterilen alanın imajı ve müşteri ile
çalışanların sahip oldukları imajdır. Daha
sonra ulaşmak istenilen durumun analizi
yapılır. Bunun için örgüt kimliği
yönelimleri ve örgütsel felsefeye göre bir
vizyon tarifinde bulunularak, gelecekteki
imajın ne şekilde olması isteniyorsa, tarifi
yapılır. Ardından istenilen imaja uygun
örgüt kimliği tedbirlerinin seçilmesi ve
uygulanması gerekir. Burada da hedef
grupların görüşleri ve uygulama
esnasında karşılaşılabilecek olan engeller
HAZİRAN 2014
ve sorunlar belirlenir. En son aşamada ise
imaj değişikliği analizi yapılır. Belli bir
süre sonraki değişim analiz edilir (Okay,
2005: 258, 259).
belirlenen hedeflere ulaşmada
çalışanların sahip olması gereken
standartlar ve görevler belirlenmelidir.
• Dış imaj oluşturmak: Ürün kalitesi, beş
duyuyla hissedilebilen somut imajın
oluşturulması ve reklam-sponsorlukmedya ile ilişkiler aracılığıyla oluşturulur.
İmaj Oluşturma Süreci
Müşterilerle ve çalışanlarla iletişimde
etkili olmak, müşterilerin ve çalışanların
örgüte güven duymasını sağlamak,
müşterilerle ve diğer hedef kitlelerle
duygusal bir bağ kurmak amacıyla güçlü
bir örgüt imajı oluşturmak için dört unsur
gerekmektedir (aktaran. Özer, 2013: 28):
• İç imaj oluşturmak: İç hedef kitlelerine
yöneliktir. Örgütün çalışanlar üzerindeki
imajıdır. Olumsuz iç imaj, kaybedilen
müşteri ve sadakatsiz çalışan demektir.
• Altyapı kurmak: Örgütlerde gerekli olan
değişimleri gerçekleştirmek ve bu yolla,
oluşturulacak imajı sağlam bir altyapı
üzerine kurmak çok önemlidir. Bu süreçte
iyi bir vizyon ve misyon belirlenmeli,
• Soyut imaj oluşturmak: Soyut imaj,
müşteri tatmini ve sadakati yoluyla ve
örgütün sosyal sorumluluk sahibi bir
kurum olduğunun hedef kitlelerce
algılanmasıyla oluşur.
Söz konusu aşamalarda imaj
oluştururken; yönetimin kalitesi, ürün ve
hizmetlerin kalitesi, uzun dönemli
yatırımların kalitesi, yeni buluşlar, finansal
açıdan sağlamlık, yetenekli insanları işe
alma ve geliştirme becerisi, örgüt
kaynaklarının akılcı kullanımı ve
toplumsal ve çevresel sorumluluk
(Tengilimoğlu ve Öztürk, 2004: 228) gibi
etmenlere dikkat etmek gerekir.
Kurum, imaj oluşturma yönünde bilinçli ve
planlı bir çaba içinde olmasa da kendisiyle
ilgili kamuda bir imaj mutlaka vardır.
Kurumlar, toplumsal birer sistem olarak
çevreleriyle etkileşim içindedir. Bu
etkileşim sürecinde çevrede, yani
kamunun zihninde kendisiyle ilgili bazı
durum ve görüntülerin oluşması
kaçınılmazdır. Günümüzde, gelişmiş
35
HAZİRAN 2014
MAKALE
KURUMSAL İMAJ, VERİMLİLİK VE İMAJ OLUŞTURMA ÇABALARI
iletişim teknolojileri ile kitle iletişim
araçlarının çeşitlenmesi ve yaygınlaşması
ile birlikte kurumlar hakkında birçok
bilgiye geçmişe göre daha çabuk
ulaşılmaktadır. Bu bilgilere ulaşan
kamuda, kurumla ilgili olumlu ya da
olumsuz bir imajın oluşması söz
konusudur. Hayatımızda genel bir kural
olarak; kendimizi niyetlerimize göre,
başkalarını ise görünüşlerine,
hareketlerine ve sözlerine göre
değerlendiririz (Peker ve Aytürk, 2002:
136). Bundan dolayı görünüşler, hareketler
ve sözlerin algılanışını düzenleyen imaj
yönetimi hem kişiler hem de örgütler
açısından çok önemlidir.
Bu önem toplumsal yaşam kadar
kurumsal yaşam için de geçerlidir.
Kurumsal yaşamda da ilk izlenim çok
önemlidir. Çünkü ilk izlenim etkileyici ve
kalıcıdır. İlk izlenim için ikinci bir şans
yoktur. Bu yüzden ilk izlenime çok önem
verilmektedir (Peker ve Aytürk, 2002:135).
36
İmaj yönetiminin temel hedefi de ilk
izlenimleri etkilemek ve olumlu hale
getirmektir. İmaj yönetiminde ilk izlenim
kadar son izlenim de önemli ve etkilidir.
Çünkü insanların alıp götüreceği izlenim,
kişinin bıraktığı son izlenimidir. Son
izlenimler de, son görünüşün, son
sözlerin, son fikirlerin, son hareketlerin ve
yapılan son işlerin toplamıdır (Peker ve
Aytürk, 2002: 138). İmaj yönetimi
uygulamaları, ilk ve son izlenime bütüncül
bir bakış açısıyla yaklaşmakta ve özellikle
son izlenim üzerine vurucu etki yaparak,
karşı tarafın algılamasını kontrol altına
almaya uğraşmaktadır (Özer, 2013: 8).
Toplumsal ve kurumsal yaşamda kişileri
ve kurumları etkili ve başarılı kılan
niteliklerin başında, kişinin veya
kurumların başkalarıyla iyi anlaşıp
anlaşamadığına, uyumlu ve geçimli olup
olmadığına ve iyi bir imaj bırakıp
bırakmadığına bakılması gerekmektedir.
Bu nedenle, sosyal yaşamda olduğu gibi
çalışma ve yönetim yaşamında da kişiler
ve kurumlar açısından imaj yönetiminin
önemi çok fazladır.
İmaj yönetiminde ayrıca örgütsel imajın
oluşumunu etkileyen faktörlere karşı her
zaman hazırlıklı olmak gerekmektedir.
Örgüt üst yönetimi bu faktörleri bilmeli,
analiz etmeli ve değerlendirebilmelidir.
İmaj oluşumunu etkileyen faktörleri de şu
şekilde belirtebiliriz (aktaran.
Özer, 2013: 29):
• Kurumun ürettiği mal ve hizmetler:
Üretilen mal ve hizmetlerin fiyatı,
teknolojik seviyesi, dağıtımı, kullanım
kolaylığı ve satış sonrası hizmetler, imaj
oluşumunda etkilidir.
• Kurumun görünümü: Bu kapsamda
örgütün fiziki yapısıyla ilgili olan, logosu,
yazı karakteri, binaların mimarisi, çevre
düzenlemesi ve temizliği, renkler,
HAZİRAN 2014
standartlar, ilanlar, basılı materyaller,
personelin kıyafeti gibi özellikler
değerlendirilir.
• Kurum kültürü: Örgüt üyeleri tarafından
benimsenen ve paylaşılan değerler,
inançlar, normlar ve alışkanlıklar
bütününe örgüt kültürü denir. Örgüt
kültürü, çalışanların yönetime katılması,
istenilenlerin kolaylıkla yaptırılması, yeni
değer ve anlayışların benimsetilmesi için
onların, örgütteki kültürel değerleri ve
ilkeleri bilmelerini gerekli kılan bir
süreçtir. Bu anlamda, özellikle yöneticiler,
gerek örgüt içinde gerekse örgütü
çevreleyen bireylerin davranışlarını ve
kültürlerini bilmek zorundadır.
• Kurum iklimi: Örgütün psikolojik
ortamıdır. Örgüt içindeki bireylerin
davranışlarını etkileyen, kurumun
farklılığını ortaya koyan ve onu tanımlayan
özellikler toplamıdır.
İdeal örgüt iklimi; inanılırlık, güvenirlik,
açıklık, içtenlik, yardımseverlik,
katılımcılık ve dolayısıyla doyum ve
beklenti düzeylerinin yoğun olduğu
yapılardır. Örgütün iç bünyesinde yaşanan
olumlu gelişmeler, doğal olarak örgütün
olumlu imajında da etkili bir rol
oynamaktadır.
• Kurumun iletişim ağı: Ortak iletişim
materyallerinin kullanılması, kurulan
iletişimin anlamlı ve tam olmasına imkân
sağlar. Örgütün kullandığı iletişim ağının
kusursuz olarak işlemesi, hem içerdeki
hem de dışarıdaki insanların zihnindeki
örgüt imajını olumlu şekilde
etkilemektedir.
• Kurumun sosyal sorumluluğu:
Kurumlar, eğer çevreye karşı sorumlu
kuruluşlar olarak güçlü bir örgütsel imaj
oluşturmak istiyorlarsa; üst yönetim,
çevreye karşı hassas olacaklarına ve çevre
için bir takım girişimlerde bulunacaklarına
dair doğru taahhütlerde bulunmalıdır.
Çevrecilik bütün örgüt tarafından bir iş
yapma yolu olarak benimsenmeli, bir ürün
veya hizmetin yaşam eğrisi boyunca,
sağlık, güvenlik ve çevreye yaptığı etkileri
göz önünde bulundurulmalıdır. Kurum
ayrıca çevreyi geliştirecek ve korumaya
yardım edecek yeni ürünler ve yöntemler
geliştirmelidir.
Kurumun sosyal ve fiziki çevresinde
algılanma düzeyi, kurumun verimli
çalışmasını sürdürmesiyle yakından
ilişkilidir. Sonuç olarak kurumların
amaçlarından olan verimliliğin
gerçekleştirilmesinde önemli katkıları
olan imaj ve tutum geliştirme çabaları
sonucu; kurumda çalışanlardan
müşterilere, sosyal gruplara kadar çok
farklı özelliklere ve beklentilere sahip
kişilerin zihninde oluşturulan olumlu imaj
ve tutumlar onları kuruma karşı olumlu
niyet ve davranış geliştirmeye
yöneltecektir. Bu olumlu niyet ve
davranışlar çalışanların moral, motivasyon
ve verimliliğini artırarak kurumsal başarıyı
da beraberinde getirecektir. Aynı zamanda
kurumun sosyal çevresini oluşturan
kişileri, grupları da kurumun çıktılarını
tercihe, kurumla işbirliğine zorlayacaktır.
• Okay, A. (2005), Kurum Kimliği, Media
Cat Kitapları, İstanbul.
• Özer, M.A., (2013), İmajını Yöneten
Örgütler Daha mı Başarılı Oluyor?, TÜHİS
İş Hukuku ve İktisat Dergisi Cilt: 24 Sayı:
3-4-5 Ağustos - Kasım 2012 / Şubat 2013.
• Peltekoğlu, F. B, (2001) Halkla İlişkiler
Nedir, 2. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul:
• Peker, Ö. ve Aytürk, N.; Yönetim
Becerileri, Yargı Yay., Ankara 2002.
• Prokopenko, J. (2011) Verimlilik Yönetimi
Uygulamalı El Kitabı (7.Basım), Çev Olcay
Baykal ve diğerleri, Ankara: MPM Yayınları
Yayın No:476.
• Tengilimoğlu, D. ve Öztürk Y. (2004),
İşletmelerde Halkla İlişkiler, Seçkin Yay.,
Ankara.
• Yönetim Dergisi, (1998), İstanbul
Üniversitesi İşletme Fakültesi İşletme
İktisadı Dergisi Yıl:9 Sayı 31 Ekim 1998
s.15.
Kaynakça
• Asna, A., (1999), Dünden Bugüne SanatMeslek Öyküsü, Sabah Yayınları, İstanbul.
• Çetin, M., (2008), “Örgütsel Verimliliğin
Sağlanmasında İmajın Rolü”, Türk
Kooperatifçilik Kurumu Dergisi, Cilt 43,
Sayı:2, Ankara.
• Ertekin, Y.,(1978), “Örgüt İklimi”, Ankara,
TODAİE Yayınları, No:174.
• Nakra, P., (2000), “Corparate Reputation
Manegement: CRM with a Strategic Twist,
Public Relations, Quarterly, Volume 45,
No:2.
• Okay, A. (1999), “Marka İle Kurum İmajı
Arasındaki Bağlantı ve İmaj Transferi”
İletişim, Ankara: G.Ü. İletişim Fakültesi.
37
HAZİRAN 2014
MAKALE
KOBİ’LERDE STANDARTLARIN ALGILANMA DÜZEYİ VE
STANDARTLARA UYUMDA GÖRÜLEN DİRENÇLER
Dr. Mustafa Kemal AKGÜL / Daire Başkanı (Verimlilik Genel Müdürlüğü)
KOBİ’ler İçin Standartların Önemi
Standartlar, bilindiği gibi üretimden
tüketime her türlü fiziksel malın veya
hizmetin tanımlandığı kuralları
açıklamaktadır. Bu yönü ile işletmeler;
üretici ve tüketici olmaları ayırt
edilmeksizin, standartları günlük işlerinin
bir parçası olarak bilmek
durumundadırlar. Küçük ve Orta Ölçekli
İşletmeler (KOBİ) birçok dünya ülkesinde
olduğu gibi Türkiye’de de bütün
işletmelerin yaklaşık % 98’ini
oluşturmaktadır. Bununla birlikte; KOBİ
sınıflandırmasına girmeyen ancak
38
yaptıkları işler ile doğrudan sanayi
ürünleri ile uğraşan zanaatkârlar
(otomobil, ev elektroniği, sıhhi tesisat ve
ev tamir ve bakımını yürüten kişisel
işletmeler v.b.) göz önüne alındığında
Türkiye işletmelerinin önemli bir kısmı
ulusal ve uluslararası standartların ilgi
alanı içinde yer almaktadır.
Türkiye’deki KOBİ’lerin büyük çoğunluğu
standart algılamalarını kalite sistem
belgelendirme çalışmaları ile
artırabileceklerini düşünmektedirler. Bu
işletmeler içinde doğrudan standartlara
uygunluk çalışmalarını başlatanların
önemli bir kısmı da devletin mal ve hizmet
tedariklerinde koyduğu zorunluluklar
gereği bu çalışmalar içinde yer almaktadır.
Bölgesel krizlerin yaşandığı dönemlerde
(1980, 1990 dönemlerinde yaşanan Latin
Amerika, Rusya ve Güney Doğu Asya
Krizleri v.b.) etkilerinin
küreselleşmemesinde iki temel neden
sayılabilir. Bunların ilki küresel
oyuncuların krizden uzak kalmış olmaları,
diğeri ise uluslararası piyasalarda büyük
projelerin karşılığını sağlayan finans
kuruluşlarının iç içe
HAZİRAN 2014
geçmiş ilişkiler sarmalının henüz kontrol
edilebilir düzeyde olmasıdır.
Gelişmiş ülkelerce zorunlu olarak yeniden
ele alınan yeni mali denetim yaklaşımı,
muhtemel olarak mali işlemlerin
uygulanışında yeni standart önerilerini de
beraberinde getirecektir. Bunun ülkelere
ve dolayısıyla dünya piyasalarına
yansımaları arz-talep dengesi olarak
bilinen temel ekonomik dengede talebin
azalmasına yol açmaktadır. Bu gelişmeler
sonunda, pazarı daralan işletmeler yeni
pazarlara açılmak veya finansman
destekleri nedenleri ile şirket evliliklerine
gitmektedir. Şirket evliliklerinin
yapılmasında yaşanan en önemli
sorunlardan birisi de yine standartlar
olarak karşımıza çıkmaktadır, şirket
muhasebe sisteminden başlayarak, sanayi
işçisinin yetkinlik durumu, fabrikalardaki
iş güvenliği sistemlerinin uyumlu hale
getirilmesi bütünüyle birer standart
uyumu sorunu demektir.
“AB Ülkelerinde çalışanların mesleki
becerilerini geliştirmeleri, istihdam
edilebilirliklerinin devamı için zorunludur.
AB ülkelerinde de beceri eksikliği
nedeniyle işyerlerinde müşteri
hizmetlerinde ve kalite standartlarında
sorunlar yaşanmakta, operasyon
maliyetleri artmakta yeni iş
uygulamalarında aksamalar olmakta, yeni
ürünlerin üretimi ertelenmekte ve iş kaybı
meydana gelmektedir”[7] (Serarslan,
2008).
Yeni Tüketici Anlayışı İçinde
Standartların Yeri
Diğer yandan yeni tüketici anlayışı
bütünüyle değişmiş durumdadır.
Fiyat-ürün miktarı dengesine bakılmanın
yanı sıra üründe olması gereken kalitenin
de uluslararası tanımlara yani
belgelendirmelere uygunluğunu yani
standartlara sahip olma durumunu artık
bütün tüketiciler aramak durumundadır.
Kanun koyucunun belirlediği ve devlet
kuruluşlarının uygulaması içinde yer alan
zorunlu düzenleme ve izlemelerin yanı
sıra sıradan bir ev elektroniği grubunda
yer alan cihaz ve malzemelerden
başlayarak tüm ürünlerde tüketiciler CE
işareti aramaktadırlar. Benzer biçimde,
ambalaj malzemesinin ve içinde yer alan
ürünün gıda standartlarına uygunluk
bilgileri yer almakta, tüketiciler tarafından
bu bilgiler izlenmektedir.
idarelerinin yaptırımları (bireysel
cezalandırma, faiz uygulamaları vb.) ile
sağlanabilen resmi mevzuat uygulamaları
olarak yer almaktadır. Zorunlu tutulması
gereken belgeler dışında işletmelerin
organizasyon ve yönetim gelişimi amaçlı
belge kullanımı oldukça azdır.
“KOBİ’lerin faaliyetlerindeki
“sığlık”,”bilgiye dayalı faaliyet”
göstermemeleri, en büyük avantajlarından
biri olan küçük ve esnek yapılarının
yönetim yaklaşımları yüzünden bir
dezavantaja dönüşmesi zaten ön kabul
görmüş saptamalardır” (5) (MPM, 2010).
Bir standardın öneri süresinden kullanıma
geçirilmesine değin, yaklaşık 40-50 kadar
çalışma; işlem; test ve değerleme
aşamalarından geçiyor olması, standart
hazırlama çabasının ne kadar önemli,
ciddi ve duyarlılık gösteren uluslararası
nitelikte bir ortak eylem olduğunu
açıklamaya yetmektedir.
Standartların öngördüğü,
organizasyonlardan başlayarak hizmet ve
ürünlerde kalite sistemlerinin kurulması,
bunların değerlendirilmesi, test edilmesi
gerekleri danışmanlık kuruluşlarını ve test
laboratuarlarının kurulumunu da
başlatmıştır. Bunun sonucunda da önemli
bir hizmet pazarı oluşmuştur.
Standartların ülkelerce uygulanması
sonucunda, ürün ve hizmet algılaması ve
beklentilerinde ortak bir davranış
yaklaşımı ortaya çıkmıştır. Hizmet sunan,
ürün üreten firmalar iş süreçlerinde
benzer ara yüzlere sahip, diğer bir deyişle
aynı dili kullanan organizasyonlar haline
dönüşmektedirler.
Standart algılamasının KOBİ yöneticileri
ve çalışanlarınca yeterince hızlı
algılanması nasıl bir yol izlenmesi
gerektiği sorusunun cevabı, sürekli eğitim
ve işletmelerde danışmanlık
uygulamalarının başlatılmasıdır.
KOBİ’lerde Standartların Algılanması;
Nasıl ve Nedenler?
İşletmelerin bütününde, belgeye dayalı
uygulamalar (muhasebe sistemi,
çalışanların sosyal güvenliğine ilişkin
bildirimlerin verilmesi vb.) daha çok
kanun koyucunun zorunlu kıldığı, kamu
Türkiye’deki KOBİ’lerin birçoğu
uluslararası pazarlarda yer almak ve
tutunabilmek için üründe ve hizmet
sunumunda markalaşmanın önemini
bilmekle birlikte, bir markaya sahip
olmanın temelinde kalite standartlarına
uygunluğun bulunduğunu göz ardı
Uluslararası ve ulusal rekabette oldukça
önemli olan verimlilik, yenilikçilik, toplam
kalite yönetimi ve standartlara uygunluk
gibi uygulamalar ancak, KOBİ’lerde sistem
kurulumu veya belge tabanlı çalışmalara
geçilmesi ile mümkündür. Benzer şekilde
bölgesel ve küresel krizlere karşı dirençli
olabilmek de bilgiye dayalı, planlı yönetim
tarzlarına geçilmesi ile başarılabilecek bir
dönüşümdür. Standartların ve uygunluk
değerlendirme çalışmalarının KOBİ’lerde
algılanmasındaki güçlüklerin sosyolojik
tanımlanmasında, standart algılamasının
da bir kent kültürü olgusu içinde yer aldığı
gerçeği bulunmaktadır.
39
HAZİRAN 2014
MAKALE
KOBİ’LERDE STANDARTLARIN ALGILANMA DÜZEYİ VE STANDARTLARA UYUMDA GÖRÜLEN DİRENÇLER
etmektedirler. KOBİ’lere yönelik olarak
başlatılacak eğitim ve danışmanlık
çalışmalarının kümelenme analizleri
sonucunda elde edilecek bulgulara göre
yapılması, eğitim ve danışmanlıkların
etkisini artıracaktır.
Standart algılama ve uygunluk düzeyi
yeterince gelişmiş olan KOBİ’lerin rekabet
edebilirlik düzeyleri ürün-fiyat ikileminin
sağladığı klasik rekabet edebilme
düzeylerinden çok daha yukarıda olacaktır.
Bununla birlikte KOBİ’ler standart
uygunluk çalışmalarını hayata geçirmekle,
aşağıda yer alan uygulamalar konusunda
da ilave yeterlilikler kazanmış olacaktır.
• KOBİ’lerin uluslararası bir işletme olma
düzeyleri artacaktır,
• Belgeye dayalı yönetim uygulamasına
geçiş kolaylaşacak, bunun sonucunda
uluslararası firmalar ile işbirliği ve
ortaklık kurma yetkinlikleri artacaktır,
• Kredi derecelendirme düzeyleri
yükselecektir,
• Yurt içi ve yurt dışı finans
kuruluşlarından kredi alma, birlikte
projeler üretme ve diğer çalışma şartları
oldukça kolaylaşacaktır,
• Başta kamu mali sistemi olmak üzere,
birçok kamu kuruluşları ile olan
yükümlülük boyutundaki işlemlerini
sorunsuz yürütme kolaylığına
kavuşabileceklerdir.
KOBİ’lerde Standartlara Uyumda
Görülen Dirençler
Aile işletmelerinde gözlemlenen kurumsal
yapılanma eksikliğinin temel
nedenlerinden birisi de işletmelerde
kanuni zorunluluklar dışında kayıt
sisteminin bulunmayışıdır. Bununla
birlikte KOBİ’lerde yönetim gelişiminin
önemli bir göstergesi olan kalite sistemi
sertifikasına sahip bulunma durumu da
40
(Tablo 1) oldukça yetersiz düzeydedir.
KOBİ’lerde standartların uygulanmasında
görülen direncin temel nedeni,
yöneticilerin standart algılamasındaki
yetersizlikten daha çok standart
uygulamanın gerektirdiği yazılı
talimatların (prosedür) fazla bürokratik
bulunması ile yazılı kültüre alışmadaki
zorluklardır. Bu davranış özelliği bir
anlamda trafik kurallarından haberdar
olan kişilerin bunlara uymaması örneğiyle
açıklanabilir.
Tablo 1. İşletmelerin Sahip Olduğu
Belge ve Sertifikalar (İstanbul örneği)
TSE
ISO 9000
CE
HACCP
ISO 14000
İşletme Sayısı
1.300
1.018
396
110
35
Yüzde Oranı
% 10,59
% 8,30
% 3,23
% 0,90
% 0,29
Kaynak: KOSGEB Saha Çalışması Raporu,
İstanbul İli 2005
KOBİ yöneticilerinin organizasyon
gelişimine yönelik sistem uygulamaları da
(ücret, performans değerlendirme
sistemleri vb.) dâhil olmak üzere yazılı
kültürde yaşamaya gösterdikleri direnç
sanıldığından daha büyüktür. Bu direnç ilk
kuşaklarda bilgi eksikliği ya da bilginin
kullanıma yatkın olmayış olarak
açıklanabilmekteydi, ancak aile
işletmelerinde 2. ve 3. nesil yöneticilerde
bile aile büyüklerinden gelen geleneksel
sözlü talimatlarla yapılan yönetim tarzının
benimsendiği görülmektedir.
KOBİ’lerde kurumsal yapılanmaya
geçmeye karşı gösterilen direnç
günümüzde bile oldukça fazladır. Öyle ki;
temel fonksiyonel yapılanmanın
uygulanmadığı birçok aile işletmesinde
bilimsel yaklaşımlara uygun bir bütçe
uygulaması dâhi bulunmamaktadır.
KOBİ yöneticilerince; yönetim süreçlerinde
fonksiyonel biçimlenmeye ve yazılı kültüre
geçilmeyişin diğer bir gerekçesi de
yönetimde pratik olmanın rekabet
şartlarında bir gereklilik olduğu
savunmasıdır. KOBİ’lerin standart
uygulamalarına geçmelerinde zorluk
olarak gördükleri yaklaşımlardan belli
başlıca olanlar şunlardır;
» Standartların teknik dokümanlar
olması ve içeriğinin anlaşılmasının belli
bir düzeyde eğitim gerektiriyor olması
Standartlar; işletmelerde bir ürünü, bir
çalışma yöntemini, belirlemek için
konulmuş kurallar bütünü olan teknik
belgelerdir. Bu nedenle standartların
teknik tanımlanmasını oluşturan; bilimsel
cümleler, kelimeler (terminoloji) teknik
resimler, iş ve süreç akışları vb. bilimsel
içeriğin anlaşılması; temel teknik bilgi ve
bilimsel metinleri okuyup anlama
yeterliliğini gerektirmektedir.
» İşletmelerin standartları algılama ve
uygulama düzeyinde yetkin elemanlara
sahip olmayışları
Türkiye’de sanayi işletmelerinin
sorunlarının tespitine yönelik olarak
yapılan birçok araştırma ve gözlemlerde;
iş gücü niteliğinin yetersiz oluşu, diğer bir
deyişle vasıflı eleman sayısının az oluşu
her zaman vurgulanan bir gerçektir
(Tablo 2). Bununla birlikte, Türkiye’de
ölçek gözetmeksizin bütün işletmeler göz
önüne alındığında, çalışanların mesleki
eğitim yeterlilikleri ile mesleki sertifikaya
sahip olmayışları, çalışma hayatında
nitelikli iş gücünün az olmasının temel bir
sorunudur.
Serarslan’a göre “…Meslek standartlarının
geliştirilmesi ülkemizin ekonomik
anlamda küresel bir oyuncu olması ve AB
uyum süreci için şart” olarak
görülmektedir [7] (Serarslan, 2008).
HAZİRAN 2014
Tablo 2. Eğitim Durumuna Göre İstihdamda Yer Alan İş gücü (Bin Kişi)
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
Okuryazar olmayanlar
1.917
1.899
1.649
1.493
1.480
1.265
1.188
Lise altı eğitimliler
14.204
14.075
13.770
13.351
13.957
13.470
13.703
Lise ve dengi meslek
3.566
3.599
3.795
3.971
4.113
4.501
4.665
Yükseköğretim
1.894
1.950
2.140
2.333
2.241
2.540
2.774
Kaynak: TÜİK, 2007 (TÜİK Hane Halkı İş gücü Anketi Sonuçları, 2007)
» İşletme sahiplerinin vizyonu; üretilen
ürünün uluslararası rekabete uygunluğu
için standart algılamaları
İşletme sahiplerinin eğitim düzeyi bir yönü
ile vizyon oluşumunu da etkileyen bir
olgudur. İleriyi görerek –vizyonerdüşünme yaklaşımı ise geleceğe yönelik
olarak stratejik düşünmenin temeli
durumundadır. Türkiye’de yer alan
KOBİ’lerin uluslararası işletmeler
olabilmedeki yeterlilikleri hâlâ çözüm
bekleyen sorunlardan birisidir.
Uluslararası pazarlara açılmanın temel
şartı işletmelerin uluslararası ticaretin
tanımladığı işletme ve ürün güvenini
sağlayabilmeleri gereğidir.
Milli Prodüktivite Merkezi’nin (MPM)
(mülga) iller düzeyinde yapmakta olduğu
verimliği artırma projeleri kapsamında
çalışılan; KOBİ’lerde Bilişim Altyapısı ve
Sorunlarının Tespiti araştırma
çalışmasının bulgularına göre;
“…Verimlilik ve bilişim teknolojilerinin
ilişkisi ile ilgili olarak işletmelerin % 80
gibi büyük bir kısmının bilgi ve iletişim
teknolojilerinin işletme verimliliğine
etkileri konusunda bilgi sahibi olduğu
görülmüştür. Bu konuda genel yargı
sorulduğunda ise işletmelerin % 65’inin
işletme verimliliğine bilgi ve iletişim
teknolojilerinin etkisinin % 40’dan fazla
olacağını düşündükleri görülmektedir”
[4] (MPM, 2010).
Araştırma bulgularına göre aslında
KOBİ’lerde teknolojik yeterliliğin
gerekliliği veya başka bir söylemle ileri
teknolojileri kullanmanın verimliliğe
etkileri konusunda algı düzeyi oldukça
yüksek görülmektedir. Bu algılamanın
bulunmasına rağmen uluslararası rekabet
için standartlara uygunluğun gerekliliği
konusundaki algının yetersiz olması bir
çelişki olarak görülebilir. Ancak buradaki
önemli ayrıntı, KOBİ’lerin bilgi
teknolojilerini işlerinde etkin kullanmaya
başlamış olduklarıdır. Aynı araştırmanın
diğer bir bulgusu da; araştırma
kapsamında görüş belirten KOBİ’lerin
% 33’ünün işletme vizyonuna ulaşmada
bilgi teknolojilerinin % 70’den daha fazla
bir etkiye sahip olacağını; % 28’inin ise
% 41-50 düzeyinde etkenlik sağlayacağını
düşündüklerini belirtmiş olmalarıdır.
Uluslararası düzleme çıkma isteğindeki
işletme yöneticisinin eğitim düzeyinin,
uluslararası rekabet şartlarını algılayacak
ve takip edebilecek yeterlilikte olması
oldukça önemlidir. Özellikle uluslararası
standartlarda ve kalite yaklaşımlarındaki
değişmelerin sürekli olduğu ve işletme
stratejisinin bu vizyon yaklaşımı ile
geliştirilmesinin zorunluluğu bilinmelidir.
Teknolojik Gelişme Sürecinde Bilginin Yenilenmesi
Bilginin Yenilenme
Süresi
Teknoloji - Bilgi Artış
Eğimi
Saat
24 Saat
Yıl/Ay
1-1/2 Yıl
Yıl
3y
Yıl
5y
Yıl
10 y
20 y
Yıl
Yıl
Teknolojik Gelişim
1920
1940
1960 1980 2000 2020
2014 öngörüsü – Bilgi yenilenme ortalaması 72 saat olacak / yenilenecek
Şekil 1. Teknolojik Gelişme Sürecinde Bilginin Yenilenmesi [1] (Akgül, 2010)
41
HAZİRAN 2014
MAKALE
KOBİ’LERDE STANDARTLARIN ALGILANMA DÜZEYİ VE STANDARTLARA UYUMDA GÖRÜLEN DİRENÇLER
Türkiye’de teknik eğitim yapılanması;
yenilikçilik –inovatif- temel alınarak ivedi
olarak yeniden yapılandırılmalıdır. Çünkü
2014 yılına değin teknolojik gelişme
sürecinde bilginin yenilenmesi yaklaşık
72 saate kadar düşebilecektir (Şekil 1).
Sonuç ve Çözüm Önerileri
2005 yılının Dünya Standartlar Gününün
(14 Ekim) ana teması “Daha Güvenli Bir
Dünya İçin Standartlar” olarak
belirlenmiştir. Dünya genelinde
standartların oluşturulması, belgelenmesi
ve işbirliği konularında yetkili kuruluşlar
olan IEC, ISO ve ITU’nun tepe yöneticileri,
R. Tanı, M. Tanaka ve Y. Utsomi verdikleri
42
ortak bildirgede “… Can ve mal kayıplarını
önleme ve azaltmada standartların
oynadığı rol her geçen gün daha fazla
anlaşılıyor ve sonuç olarak standartlar
daha çok kullanılıyor..” vurgusunu
yapmışlardır [10] (TSE, 2005).
Ülkelerin sürdürülebilir bir kalkınma
dönemine geçebilmeleri için; krizlere
karşı dirençli, sürdürülebilir bir büyüme
eğilimine sahip ekonomilere sahip olması
günümüzün kaçınılmaz bir küresel
kuralıdır. Bunun sağlanabilmesindeki
diğer kaçınılmaz şart ise ölçek
büyüklüklerine bakılmaksızın bütün
işletmelerin uluslararası rekabete açık
uluslararası pazarlarda kabul görecek
nitelikte; yani uluslararası standartlara
uygun mal ve hizmet üretme yeterliliğine
sahip olmalarıdır.
Uluslararası ekonomik rekabette yer
almanın yanı sıra, kendi insan varlığına
saygı duyan kamu yöneticilerinin; gıda
zehirlenmesinden, trafik kazaları ve doğal
afetlerin etkilerinin azaltılmasına; sağlık
hizmetlerinin gereğince sunulmasından,
eğitime ve spora varıncaya değin binlerce
uygulama alanı bulunan standartların
toplumun her kesiminde bilinmesi için
çaba göstermesi beklenmelidir. Benzer
şekilde; ülkemizde mal ve hizmet
üretiminde önemli yer tutan KOBİ’lerde de
HAZİRAN 2014
standartların algılanması ve uygulanması
konusunda kamu yöneticilerinin duyarlı
olmaları; “Bir şey değişir her şey değişir!”
prensibini doğrulayacak sonuçların elde
edilmesini sağlayacaktır.
Kaynakça
1. AKGÜL, Mustafa Kemal,Dr.;“KOBİ’lerin
İnovasyon Yapabilmesine Yönelik Kamu
Destek Politikalarından Neden Amaçlanan
Sonuçlar Alınamıyor? Destek Politikaları
Nasıl Yapılandırılmalı? AB TAIEX Projesi
Seminer Sunumu, 12 Mayıs 2010, Ankara.
2. TÜİK, Haber Bülteni “Sanayi ve Hizmet
Sektöründe Yenilik Anketi - Dönemi: 20042006” Sayı: 23. 14.02.2008, Ankara
http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.
do?id=1936.
3. TÜİK, Haber Bülteni “Yenilik
Araştırması,2006–2008” Sayı:233 31 Aralık
2009, Ankara
http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.
do?id=4171.
4. Milli Prodüktivite Merkezi “Türk
Sanayisinin Rekabet Gücünün Artırılması;
Konya Odak Grup Toplantısı; 15.10.2008”
İller Düzeyinde Verimliliği Artırma
Projeleri; Konya Verimliliği Artırma Projesi
Raporları” Ankara.
5. Milli Prodüktivite Merkezi “Sanayi
İşletmelerinin Verimlilik ve Teknik Etkinlik
Düzeylerinin Belirlenmesi” Araştırması;
Konya İli Verimliliği Artırma Projesi
Raporu, 2010, Ankara.
6. Milli Prodüktivite Merkezi “Konya İli
KOBİ’lerde Bilişim Altyapısı ve
Sorunlarının
Tespiti” Araştırması; Konya İli Verimliliği
Artırma Projesi Raporu, 2010, Ankara.
7. Serarslan, Nahit, Prof. Dr. “Meslek
Standartları” Türkiye Metal Sanayicileri
Sendikası (MESS) Mercek, Sayı: 50 Nisan
2008, İstanbul.
8. Karayalçın, İlhami, Prof. Dr.
“İşletmelerde Stratejik Planlama Prosesi
İçin Yeni Model ve Yaklaşım” Türkiye Metal
Sanayicileri Sendikası (MESS) “Meslek
Standartları” Mercek, Sayı: 50 Nisan 2008,
İstanbul.
9. Türk Standardları Enstitüsü (TSE)
Standard Dergisi “Sürdürülebilir İhracat
Artışı İçin Kaliteli ve Güvenli Türk
Ürünleri” No: 526 Ekim 2005, Ankara.
10. Türk Standardları Enstitüsü (TSE)
Standard Dergisi “Daha Güvenli Bir Dünya
İçin Standartlar” No: 527 Kasım 2005,
Ankara.
11. TSE Web Sitesi (çeşitli bölüm
kaynakları) www.tse.org.tr
12. International Standard Organization,
http://www.iso.org/
13. http://www.abgs.gov.tr
14. TÜİK, “Hane Halkı İşgücü Anketi
Sonuçları”, 2007, Ankara.
* Web kaynaklarına erişim tarihi: Mayıs
2014
43
HAZİRAN 2014
MAKALE
SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR YEREL KALKINMA MODELİ: “YAVAŞ ŞEHİRLER” VE EKOTURİZM
SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR YEREL KALKINMA MODELİ:
“YAVAŞ ŞEHİRLER” VE EKOTURİZM
Ferda HEKİMCİ / Sanayi ve Teknoloji Uzmanı (Verimlilik Genel Müdürlüğü)
“Alelade otlar iki ay içinde, kırmızı
gül ancak bir yılda yetişir.”
Mevlana
Dünya nüfusunun her geçen gün daha da
kentleşmesiyle şehirlerdeki yaşam
kalitesi, küreselleşmenin güncel sorunu
haline gelmiştir. Günümüzde insanlar artık
yaşadıkları kentlerde daha insancıl ve
daha sürdürülebilir bir yaşam ortamının
arayışındadır. İşte kentsel yaşamda
sürdürülebilir kalkınma arayışlarına koşut
bir Sürdürülebilir Tüketim ve Üretim (STÜ)
anlayışını içerdiği düşünülen Yavaş Şehir
Hareketi; sürdürülebilir bir tüketicilikle
desteklenerek sürdürülebilir bir yerel
üretimi öngören, mimarisi, doğası ve
kültürel değerleri korunmuş, insanca ve
daha kaliteli bir yaşam ortamına ulaşmak”
amacıyla başlatılmıştır. Yavaş şehir
44
modelinin aynı zamanda iyi bir
“ekoturizm” uygulaması örneği olarak da
yerel kalkınmaya önemli katkılar sağladığı
düşünülmektedir.
Yavaş (Sakin) Şehirler
Kökleri eski Roma’ya kadar dayanan
“yavaş” (sakin) yaşam anlamını, Latince
bir deyim olan “festina lente” yani
“yavaşça acele etmek” şeklindeki ifade
almıştır. Bunun anlamı, bugünün ve
geleceğin sağladığı olanaklar sayesinde
geçmişin mirasından ve bilgi birikiminden
yararlanmaktır. Daha insani, daha çevreci,
geçmiş ve gelecek nesillere daha fazla
saygılı olmaktır (Sezgin ve Ünüvar, 133).
Yavaş şehirlerin kökeni 1986 yılında
İtalya’da Amerikan sitili “hızlı yiyecek”
(fast food) zincirlerinin istilasına karşı
çıkılmasıyla başlayan “yavaş yiyecek”
(slow food) hareketine kadar uzanır. Bu
oluşumdan esinlenilerek “yavaş”
felsefesinin, yaşamın tüm evrelerinin
yaşandığı platformlar olan tüm kenti
kapsaması fikri ortaya çıkmıştır. 1999
yılında İtalya’da Greve in Chianti'nin eski
belediye başkanı Paolo Saturnini'nin
çağrısıyla bir araya gelen 30 kentin
yayınladığı ilk bildirgeyle;
“Küreselleşmenin insanlar arasındaki
iletişimi, kaynaşmayı ve değişimi
kolaylaştırmasına karşılık farklılıkların
HAZİRAN 2014
törpülenerek, tek bir model insan
oluşturmaya doğru gittiği ve sonunda
sıradanlığın hâkim olacağı bir düzenin
yaratılacağı konusunda endişeler
bulunduğu” dile getirilmiştir. Bu olası
sonuçların engellenmesi amacıyla yavaş
(sakin) şehirler kavramı çerçevesinde bir
ağ oluşturulmuştur
(http://www.cittaslow.net).
Cittaslow Hareketi doğaya zarar vermeden
de kentlerin gelişebileceğini
savunmaktadır. Yavaş, sakin şehir
olabilmek demek; tarihsel kentsel öğeleri
koruyacak, çanak antenleri, baz
istasyonlarını merkezi sistemlerde
toplayabilecek, telefon ve elektrik
kablolarını yer altına alabilecek, havayı,
suyu kirleten etmenleri elimine edecek,
alternatif ve yenilenebilir enerji
kaynaklarının kullanıldığı, çöp toplamadan
ilaçlamaya “özellikle çevre dostu”
teknolojilerden en üst düzeyde
yararlanabilmek ve kenti katılımcı bir
anlayışla yönetebilmek yerel ürünlerine,
sanatlarına, yemeklerine ve kültürlerine
sahip çıkmak, tarihsel yapıyı, ekolojik ve
çevresel özellikleri, kentsel dokuyu
koruyarak, daha insanca, daha yaşanabilir
ve sürdürülebilir bir geleceği katılımcı bir
anlayışla tasarlamak “dingin bir ortamda,
küreselliğin sıradan hale getirdiği binlerce
kent içerisinden kendi özgün değerleriyle
bir papatya saflığında sıyrılıvermektir”
(Hekimci, 2014: 36-37). İlk yıllarında
İtalya’da genişleyen yavaş şehir hareketi
günümüzde Güney Kore’den Amerika
Birleşik Devletleri’ne, Japonya ve Çin’den
Fransa ve Yeni Zelanda’ya yayılmış
bulunmaktadır. Hızla yaygınlaşan hareket
28 ülkede toplam 181 kentte hızla
gelişmektedir
(http://www.cittaslow.org/download/Docu
mentiUfficiali/CITTASLOW_LIST_novembe
r_2013.pdf.). Türkiye’de ise, İzmir’in
Seferihisar ilçesi 28 Kasım 2009 tarihinde
Türkiye’nin ilk yavaş şehri olarak yavaş
şehrin simgesi olan “salyangoz” logosunu
almaya hak kazanmıştır. Seferihisar’a;
Akyaka, Yenipazar, Gökçeada ve Taraklı,
Yalvaç, Vize, Perşembe, Halfeti kentlerinin
de katılmasıyla ülkemizdeki yavaş şehir
sayısı toplamda dokuza yükselmiş ve
Türkiye Yavaş Şehir Ağı kurulmuştur
(http://www.cittaslowturkiye.org/cittaslow
-turkiye.html).
Yavaş/sakin kent olabilmek için Yavaş
Şehir Bildirgesi’nde yer alan; Çevre
Politikaları, Altyapı Politikaları, Kentsel
Kalite için Teknolojiler ve Tesisler, Yerel
Üretimi Korumak, Konukseverlik,
Farkındalık, Slow Food Etkinlik ve
Projelerine Destek ana başlıkları altında
59 ana kriterde projeler oluşturulması
gerekmektedir. Aday şehrin, merkezi
İtalya’da olan Cittaslow Birliği’nin
kriterleri hakkında geliştirdiği projelerden
oluşan başvuru dosyasının,
değerlendirilmesi sonucunda % 50’den
fazla puan alması gerekir. Türkiye
başvuruları, Birliğin Türkiye koordinatörü
olan Seferihisar Belediyesi’ne
yapılmaktadır
(http://www.cittaslowturkiye.org/index.php
?option=com_content&view=article&id=10
0&Itemid=468,).
Yerel, Sürdürülebilir Kalkınma Modeli:
“Yavaş Şehirler”
Yavaş şehir adaylık kriterleri
incelendiğinde, bu kriterlerle öngörülen
projelerin; kentsel çevre, yerel gönenci
artırma ve iyi yönetişim öğelerinin
hedeflendiği ve bu kriterlere özgülenen bir
kentleşme anlayışıyla kentsel yaşam
kalitesinin artırılmasını amaçladığı
görülecektir. Örneğin belediye
hizmetlerinde “güneş enerjili sokak
aydınlatmasına”, “elektrikli araçlardan
ileri teknolojili arıtma tesislerine” ve
“yaygın elektronik iletişim ağına” kadar
modernliğin insani yaşam kalitesini
artıran olanaklarından yararlanmak teşvik
edilmektedir (Petrini ve Padovani,
2011:157). Yavaş Şehir Hareketi kenti
yönetimini halkla paylaşmak; iyi yönetişimi
gerçekleştirmek için Sivil Toplum Örgütleri
(STK) ile yakın işbirliği içerisindedir.
Örneğin Türkiye’nin ilk Cittaslow’u olan
Seferihisar’da STK’lardan oluşan Kent
Konseyi belediye yönetimine katılmakta;
kadın, çocuk meclisleri kendi
alanlarındaki hizmetleri etkin olarak
yönlendirmektedir. Yavaş şehir yönetim
konseptine geçilmeden önce halk bu
45
HAZİRAN 2014
MAKALE
SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR YEREL KALKINMA MODELİ: “YAVAŞ ŞEHİRLER” VE EKOTURİZM
konuda iyice bilgilendirilmekte, çevre,
yerel, kültürel değerler ve yerel üretimin
desteklenmesi bağlamında yoğun halkla
ilişkiler çalışmaları yapılmaktadır.
Böylece halkın tüketimden gelen
gücünün de katkısıyla ortaya çıkan
kentsel sinerji topyekûn Yavaş Şehir
kriterlerinin yerine getirilmesinde
kullanılmaktadır. Örneğin ülkemizin ikinci
yavaş şehri olan Akyaka’da bu
bilinçlendirme çalışmaları sonucu
referanduma gidilmiş ve halkın % 93’nün
desteğiyle “yavaş şehir olunması” karara
bağlanmıştır (Hekimci, 2013).
Eskicioğlu’na göre yavaş şehir kriterleri
arasında ana hatlarıyla; “organik gıdaların
üretimini ve tüketilmesini desteklemek”,
“yerel üretimi desteklemek ve bunların
kullanımını teşvik etmek”, “yerel üreticiler
ile tüketiciler arasında ilişkiler kurmak ve
bunun için ortamlar ve mekânlar
yaratmak” yer almaktadır (Eskicioğlu,
2009). Bu noktada, hareketin en önemli
motor gücü ve avantajını, “etik, bilinçli ve
sürdürülebilir tüketicilik çerçevesinde
öncelikle yerel, çevreyi koruyan, ekolojik,
dönüşebilen ve yeniden kazandırılabilen
bir üretimi öngören ve böyle bir kent
yönetimini talep eden halk-tüketici”
oluşturmaktadır (Hekimci, 2013). Diğer
yandan yerel ürünlerin tercih edilmesiyle,
yerel üreticiler harekete geçmekte; bu
bağlamda teşvik edilen organik üretimle
bu ürünlerin değer kazanması
sağlanmakta, dolayısıyla bu da yerel
ekonomide bir canlanma, istihdam ve
refah artışına yol açmaktadır. Örneğin ilk
sakin şehirlerden olan İtalya’nın Bra şehri
yetkililerinin desteğiyle pek çok yerde
açılan yerel peynir imalathaneleri
hayvancılığın gelişmesine büyük olanak
sağlamış ve tüketicilere taze ve güvenilir
46
ürünler sunmakla birlikte, süt ürünlerine
yapılan yatırımlar sayesinde çok sayıda
Bra’lıya iş alanı açılmıştı
(http://www.italyaonline.net/Italya/hakkind
a/makaleler/Sakin%20Sehirler.htm).
Benzer uygulamalar Türkiye’nin ilk yavaş
şehri olan Seferihisar’da da bir çeşit yerel
keçi peyniri türü olan “Aramola” örneğiyle
gerçekleştirilmekte ve bir e-ticaret
uygulaması örneği olan “Seferipazar”
uygulamasıyla tüm yurtta adrese teslim
150’nin üstünde organik ürün
gönderilebilmektedir. İlçede kurulan
Mandalina ve Zeytin Üretici Birlikleri ise
daha şimdiden üniversitelerde
"Sürdürülebilir İş Modelleri" olarak örnek
gösterilmekte; kentte üreticiden tüketiciye
pazarların yanı sıra, çevreci STK’larla
işbirliği içerisinde “% 100 Organik Pazar”
adıyla İzmir ve çevresindeki tüketicilere
hitap eden pazarlar kurulmaktadır
(http://www.haberler.com/mandalinaureticileri-birligi-kanada-da-4959285haberi).
Yaşam ve Tüketim Tarzı Açısından
Yavaş Şehirler
Yavaş şehirlerin özelliklerinden biri de,
öncelikle kent halkının birlikte karar
verdiği bir yaşam tarzı ve hizmet anlayışını
gündeme getirmesidir. Bu çerçevede yavaş
şehir uygulamalarının iki önemli yönü
ortaya çıkmaktadır. Bunlardan ilki “yaşam
ve tüketim tarzını” içermektedir.
yavaş şehir halkı tüketim açısından;
• Havası, suyu, toprağı temiz,
• Yiyecekleri organik,
• Yerel, karakteristik mimarisi, doğası ve
kültürel değerleri korunmuş,
• Herkesin birbiriyle dost olduğu insanca
bir yaşam ortamına ulaşmayı,
• Organik ve/veya yerel gıdaların
tüketilmesini desteklemekte,
yani sosyal sorumlu, etik ve bilinçli
tüketicilikle, Sürdürülebilir (Temiz)
Tüketicilik* anlayışıyla Temiz
(Sürdürülebilir) Tüketimi talep etmekte;
bundan da öte, böylesi bir yaşama karar
vermektedir.
Kent Hizmetleri ve Üretim Tarzı
Açısından Yavaş Şehirler
Konuya yavaş şehir kent hizmetleri ve
yerel üretim açısından bakıldığında;
• Yerel üretim desteklenmekte ve bunların
tüketimi özendirilmekte,
• Geri dönüşüm ve yeniden kullanım teşvik
edilmekte,
• Toprağın çevre dostu kullanımı havanın
kalitesini yükseltmek için çevre dostu
teknolojiler desteklemekte ve
kullanmakta,
• Organik gıdaların üretimini
(ve tüketilmesini) desteklemekte ve
özendirmekte,
• Yerel üreticiler ile tüketiciler arasında
ilişkiler kurulmakta ve yöresel ürünleri
tanıtmakta ve desteklemektedir.
Yavaş Şehir Hareketinin; hem yerel
belediyecilik hizmetlerinde ve yerel
ürünlerin üretiminde sürdürülebilir (temiz)
üretimi öngördüğü hem de hizmet verdiği
kent halkının yerel, çevreci ve etik hizmet
ve ürün talebini yanıtlamasıyla
Sürdürülebilir (Temiz) Tüketimi içerdiği
düşünülmektedir. Bu çerçevede Yavaş
Şehirlerin, STÜ’yü öngören; çağdaş,
insancıl, etik, çevre dostu, Sürdürülebilir
Kentsel Yaşam ve Kalkınma modeli olarak
kentleri “sürdürülebilir yaşamın
gerçekleştirildiği platformlar” olarak
dizayn ettiği anlaşılmaktadır
(Hekimci, 2013). Küresel yeni ekonomik
mantıktaki ve yeni sosyal, mekânsal
* Tüketicilerin, sosyal sorumlu, etik ve bilinçli tüketicilik ilkeleri kapsamında, çevresel davranışları benimseyerek, çevre dostu ürünleri tercih edip, özel tüketim
davranışlarında ekolojik yurttaşlık temellerinde yapacakları politik ve çevreci seçimlerle, tüketimlerinin ekolojik etkilerini azaltmayı ilke edinerek, doğal kaynakların, toksik
maddelerin, atık salınımlarının, çevreyi kirletici maddeler ile ürünlerin kullanımını en aza indirgeyen ve dünya üzerindeki yetersiz tüketimi, gelecek kuşakların
gereksinimlerini dikkate alan tüketim anlayışı (Hekimci, 2013).
HAZİRAN 2014
TÜKETİCİ /
HALK TALEBI
KENT; Sürdürülebilir
Yaşam Platformu
CITTASLOW İLKELERİ,
YÖNETİŞİM
YAVAŞ ŞEHİR
Sürdürülebilir
Kalkınma
Şekil 1. Yavaş Şehirler ve Sürdürülebilir Kalkınma Süreci.
yapıdaki farklılaşma karşısında duran ve
yerel ölçekte bir “yavaş” sürdürülebilir
gelişme önderi olan Yavaş Kent Hareketi;
hem bir kentsel sosyal hareket, hem de bir
yerel yönetişim modelidir (Mayer ve Knox,
2006:321-334). Yavaş şehirler kapsamında
gerçekleşen sürdürülebilir kalkınma
süreci Şekil 1'de verilmiştir.
Ekoturizm
Ekoturizm, etik ve çevresel değerler
doğrultusunda artan tüketici bilinciyle
1990’lı yıllardan bu yana hızla gelişmekte
ve uluslararası alanda desteklenmektedir.
Ekoturizm, 1992 Rio Çevre Zirvesi'nde
yerel kalkınmada önemli bir olanak olarak
değerlendirilerek, sürdürülebilir bir dünya
ve çevre için kriterleri ortaya konulmuştur.
Bu kriterler; çevreye zarar vermeden,
ondan yararlanma yöntemlerinin
geliştirilmesi ve tüm yerli halkların
kültürlerini yok etmeden, onların turizm
faaliyetlerinden yararlanmalarının
sağlanması şeklinde özetlenmektedir
(http://www.ekoturizmdernegi.org/tr.asp?s
ayfa=5). 2000’li yıllarda, Birleşmiş Milletler
Çevre Programı (UNEP) ve Dünya Turizm
Örgütü (WTO) işbirliği sonucu Birleşmiş
Milletler’in 1998/40 No’lu bildirisiyle
“Dünya Ekoturizm Yılı” ilan edilmiştir.
Bildiride ekoturizmin karakteristikleri;
turizmin doğa odaklı olması; geleneksel
kültürle birlikte doğayı gözlemlemesi,
anlamaya çalışması, saygı duyması;
biyoçeşitliliğin korunmasına katkıda
bulunması şeklinde somutlaştırılmıştır
(UNEP Bildiri, 2002).
Ekoturizm yerel sürdürülebilir kalkınma
açısından önemli olanaklar sunmaktadır.
Örneğin ekoturizm etkinlikleri genellikle
yerel halk tarafından işletilen özel ve
küçük girişimlerle organize edilmektedir.
Ekoturizm, doğal ve kültürel çevre
üzerinde olumsuz etkileri en aza
indirmekte olup doğal alanların
korunmasını desteklemektedir. Dolayısıyla
bu çerçevede, koruma amaçlı doğal
alanların yönetilmesi sürecinde ev sahibi
toplumların kuruluş ve yetkilileri için
ekonomik fayda üretilmiş olmaktadır.
2002 yılındaki Dünya Ekoturizm
Zirvesi'nde, ekoturizm; “doğal bölgelere
yapılan, doğal ortamı ve kaynakları
koruyan, yöre halkının ekonomik refahını
artırıcı güvenilir bir turizm türü” olarak
tarif edilmiştir (Selimoğlu, 2004:1).
Yavaş Şehirlerin Şansı
Cittaslow kriterleri birlikte
değerlendirildiğinde, yavaş şehirlerin çok
önemli ekoturizm koşullarını özünde
barındırdığı ortaya çıkmaktadır. Küçük
kentlerin geleneksel yapılarını korumaları,
arabaların şehir merkezlerinden
çıkarılması, yerel ürünler tüketilmesini
sağlamak, teşvik etmek ve bununla
birlikte sürdürülebilir enerji kullanımını
desteklemek gibi kavramlar alternatif
turizm türlerine daha fazla yönelmeyi ve
yeni trendlerin oluşmasını sağlamıştır.
Dünyada da olduğu gibi doğal yaşam
alanlarına olan ilgi, geleneksel beslenme,
47
HAZİRAN 2014
MAKALE
SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR YEREL KALKINMA MODELİ: “YAVAŞ ŞEHİRLER” VE EKOTURİZM
yenilenebilir enerji kaynakları, daha çok
yeşil alana olan gereksinim, ülkemizde de
Yavaş Şehir Hareketinin hızla gelişmesine
ve buna aday pek çok yerel yönetimin
ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu yeni
trend aynı zamanda kentsel ekoturizm ile
de paralellik göstermektedir. Bunun
yanında çevre duyarlı turizm ürünleri, bu
olguyu destekler nitelikteki çevreyi
korumaya yönelik pek çok projeyi de
harekete geçirmiştir.
Örneğin Eko-Etiketleme; gönüllü bir
sistem olup karşılaştırıldığı diğer ürünlere
nazaran çevreye daha az zararlı olduğu
kabul edilen ürünlere bir ödül olarak
verilmektedir. Bunların başında
uluslararası bir etiket olan “Mavi Bayrak”
ve ulusal etiket olarak çevre duyarlı
48
tesislere verilen “Yeşil Yıldız” uygulaması
sayılabilir. Seferihisar Belediyesi
yetkilerinin bu konudaki görüşlerine göre;
Yavaş Şehir Hareketi uluslararası kabul
gören bir kalkınma modeli ve turizm
açısından rekabet gücünü artırarak
sürdürülebilirliği destekleyecek bir yol
haritası niteliğinde olup aynı zamanda iyi
bir ekoturizm modelidir.
Sürdürülebilirliğinin sağlanabilmesi için
gönüllülük felsefesine dayalı faydalanıcılar
arasında ticari engeller yaratmayan,
sağlıklı rekabet ve avantaj ortamı sağlayan
etiket (sertifikasyon) yöntemleri
aracılığıyla bazı standartlar geliştirmeye
yönelik araştırma ve çalışmalar yapılırken
ekoturizmin yapılanması da desteklenmiş
olmaktadır
(http://seferihisar.bel.tr/index.php/ekoturizm.html).
Örnek Bir Uygulama: “Çevre Dostu Küçük
Tesisler Ödülü”
Seferihisar Belediyesi’nce, Cittaslow
ilkeleri doğrultusunda geliştirilen ve
“Sürdürülebilir (Temiz)
Hizmet/Ekoturizm” uygulaması olduğu
düşünülen “Çevre Dostu Tesis Ödülü” ile
enerji yönetimi, su yönetimi, atık azaltma
ve geri dönüşüm yönetimi, hava kalitesinin
artırılması yönetimi konularında
standartlar belirlenmiştir. Yerel turizm
tesislerine yönelik bu standartlara göre:
“Tesis yönetimi çevre denetimlerini
yapmak ve bir çevre yönetimi sistemi
kurmak amacıyla düzenli çevre
denetimleri gerçekleştirmek üzere tesis
çalışanlarıyla işbirliği yapmalıdır.” “Yeterli
miktarda ve iyi kontrol edilen çöp kutuları
HAZİRAN 2014
ve ayrı ayrı toplama imkânları
bulunmalıdır.” “Toplanan atıklar lisanslı
bir toplama merkezine götürülmelidir.”
“İyi, temiz, adil, gıda kullanımına önem
verilmelidir”
(http://seferihisar.bel.tr/index.php/ekoturizm.html).
Sonuç olarak ülkemizin tarihi, mimari,
kültürel özgünlüklerini vurgulayacak
yüzlerce yöresi bulunmaktadır. Bu
yörelerin yavaş şehir markalaşmasıyla
dünya çapında akredite edilme olanağı ile
birlikte değerlendirildiğinde; Türkiye’nin,
üretim ve tüketimde yerel sosyoekonomik
sinerjiyi sağlayarak sürdürülebilirliği
gerçekleştirilebilecek olan önemli bir yerel
kalkınma hamlesini
gerçekleştirebileceğine inanılmaktadır.
ve/veya çöp konteynırı olmalı ve taşıyıcı bir
araçla toplanıp belli bir alana
bırakılmalıdır.” “Tesislerde kâğıt, plastik,
metaller gibi geri dönüşebilen atıklar için
ayrı ayrı toplama imkânı olmalıdır.”
“Tesisler imar planına uygun ve bakımlı,
doğal ve yapay çevre ile bir bütünlük içinde
olmalıdır.” “Yeterli miktarda temiz sağlık
olanakları, duş ve içme suyu bulunmalı
atık sular lisanslı bir arıtma tesisine
ulaştırılmalıdır.” “Sürdürülebilir taşıma
araçlarının kullanımı teşvik edilmelidir.”
“Özel olarak düzenlenmiş alanların
dışında araç kullanımı ve park yapılmasına
izin verilmemelidir.” “Tehlikeli atıklar için
(atık ve yanık yağlar, boya ve vernik
kalıntıları, eski pil ve aküler, floresan ve
lambalar) yeteri miktarda, iyi tanımlanmış
Kaynakça
• Eskicioğlu H. (2009). “Modern Yaşam İle
Geleneksel Yaşam Arasında Kaliteli Bir
Yaşam Biçimi – Yavaş Şehirler”,
http://www.izmirdesanat.org/yavassehirler#more-2225, Erş.Tr. 15.01.2010.
• Hekimci, F. (2014). “Sürdürülebilir
Geleceğimiz; Yavaş Şehirler”, ODTÜ’lüler
Bülteni, Sayı: 235, s. 36-37, Ocak, 2014,
Ankara.
• Hekimci, F. (2013). “Sürdürülebilir Bir
Kentsel Yaşam Örneği; Yavaş Şehirler”, IV.
Ulusal Verimlilik Kongresi, Bilkent Otel,
Ankara,
http://www.verimlilikkongresi.gov.tr/,
Erişim Tr. 21.4.2014.
• Mayer, H. Knox, P. (2006).“Slow Cities:
Sustainable Places in a Fast World”,
Journal of Urban Affairs, sayı:28 (4),
ss.321-334.
• Petirni, C. Padovani, G. (2011), Slow Food
Devrimi (Slow Food Revolution, Çev. Ekiz,
Ç.), Sinek Sekiz Yayınevi, İstanbul.
• Selimoğlu, Ö. (2004). Dünyada ve
Türkiye’de Ekoturizm, İstanbul Ticaret
Odası Etüt ve Araştırma Şubesi Raporu.
• Sezgin, M. ve Ünüvar, Ş. (2011).
Sürdürülebilirlik ve Şehir Pazarlaması
Ekseninde Yavaş Şehir, Konya.
• UNEP,(2002). International Year of
Ecotourism (İYE) 2002.
•http://www.cittaslow.net. Erişim Tr:
11.07.2013.
•http://www.cittaslowturkiye.org/index.php
?option=com_content&view=article&id=10
0&Itemid=468. Erişim Tarihi: 17.04.2014.
•http://www.cittaslow.org/download/Docu
mentiUfficiali/CITTASLOW_LIST_novembe
r_2013.pdf. Erişim: 20.04.2014.
•http://www.cittaslowturkiye.org/cittaslow
-turkiye.html; Erişim Tarihi: 30.04.2013
•http://www.cittaslowturkiye.org/index.php
?option=com_content&view=article&id=10
0&Itemid=468. Erişim Tarihi: 01.11.2013.
•http://www.italyaonline.net/Italya/hakkind
a/makaleler/Sakin%20Sehirler.htm,
Erişim Tarihi: 11.05.2012.
•http://seferihisar.bel.tr/index.php/ekoturizm.html. Erişim Tarihi: 11.03.2014.
http://www.ekoturizmdernegi.org/tr.asp?s
ayfa=5
•http://www.haberler.com/mandalinaureticileri-birligi-kanada-da-4959285haberi. Erişim Tarihi: 10.03.2014.
49
HAZİRAN 2014
BİLİŞİM, BİLİM VE TEKNOLOJİ
DÜNYADA PETROLÜN YERİNİ ALACAK STRATEJİK ÜRÜNLER:
TAŞINABİLİR ENERJİLER-PİLLER – 2
Dr. Mustafa Kemal AKGÜL / Daire Başkanı (Verimlilik Genel Müdürlüğü)
Giriş
Değerli okuyucular, geçen sayımızda
başladığımız ‘Taşınabilir Enerjiler-Piller’
konusunu bu sayımızda da
sürdürmekteyiz. Yakın gelecekte fosil
yakıtların yerini alacak olan taşınabilir
enerjiler ve piller konusunda dünyada
oldukça büyük bir araştırma-geliştirme
rekabeti başlamış bulunmaktadır.
50
Enerji alanında dışarıya olan bağımlılıkta
yaklaşık % 30 seviyelerinde olan Amerika
Birleşik Devletleri’nin (ABD) 2020’li yılların
sonunda da Orta Doğu petrolüne olan
bağımlılığını tamamen sonlandırabileceği
öngörülmektedir. Bunun iki nedeninden
söz edilmektedir; birincisi üretiminin
artması, ikincisi de tüketiminin
azalmasıdır. 2006 yılında G.W. Bush
HAZİRAN 2014
döneminde ABD’de sadece hidrojen
kullanılan yakıt pillerinin geliştirilmesi için
yaklaşık 1,5 milyar dolar bütçe ayrılmıştı.
Obama yönetiminin aldığı “çok önemli
ancak fazla bilinmeyen” kararlardan biri
de, otomobillerin daha da verimli
kullanılmasına yönelik çeşitli standartları
hayata geçirmektir.
Şu anki teknolojiyle üretilen yakıt pillerinin
maliyetini artıran en önemli malzeme
platinyumdur. Günümüzün hidrojen yakıt
piline sahip prototip otomobillerden
bazıları bu değerli ve çok pahalı metalden
80 gram taşımaktadır. Uzmanlara göre
2025 yılına kadar bu değer 2 grama kadar
inebilecektir. GM'in son çalışmalarıyla
ortaya çıkan yeni yakıt pili ise 30 gram
platinyumdan yararlanmaktadır ve bu
değerin daha da düşmesi için çalışmalar
hızla devam etmektedir [1].
Yakıt pilleri diğer yandan ana enerji
dağıtım yollarından uzakta yer alan küçük
yerleşim merkezlerinin ihtiyaçlarını
karşılamakta da kullanılmaktadır. ABD’de
devletin açtığı bir yakıt pili temini
ihalesinde küçük köy ölçeğindeki her bir
yerleşim yeri için hidrojen yakıtlı “yakıt
pilleri” için 10.000 ABD doları teklifin
geldiği görülmüştür. Bu gelişmeler yakıt
pillerinin yakın gelecekte daha çok
ucuzlayacağını göstermektedir. Gelecek
sayımızda güneş pilleri konusunda sizleri
bilgilendirmeye çalışacağız.
araştırma NASA tarafından
desteklenmiştir. NASA’nın önemli projeleri
olan Apollo ve Space Shuttle görevlerinde
güvenli olarak elektrik (ve su) sağlamış
olmaları nedeniyle, yakıt pilleri uzaydaki
rollerini ispatlamış bulunmaktadır.
Bu başarılar, 1960’larda, yakıt pillerinin
dünyanın enerji problemlerinin tümüne
çözüm olabileceği tahminlerine yol açmış
ve 1970’li yıllarda çalışmalara başlanmış,
2000′li yıllarda ülkelerin enerji
politikalarında önemli yer tutmaya
başlamıştır.
Neden Hidrojen (Yakıt) Pilleri?
• Hidrojen enerjisi ve yakıt pilleri, saf su
açığa çıkarken kullanılan elektronun
enerjisidir. Ürettiği atık sadece saf sudur.
• Yenilenebilir enerji kaynağıdır, çevreye
zarar vermez. Bunun için, geleceğin çevre
dostu enerji teknolojisidir.
• Hidrojenden doğru akım, elektrik enerjisi
üreten mekanizmadır.
• Petrol kullanılan araçların
jeneratörlerinde verim % 15-20 arası olup
sesli ve kirli bir enerji kaynağıdır. Hidrojen
pilinde ise, verim % 30-40 arası olup
sessiz ve temiz bir enerji kaynağıdır.
Yakıt Pilleri Kullanımı Günümüzde Ne
Kadar Yaygınlaşmakta? Yakın Gelecek
İçin Öngörüler Nelerdir?
Yakıt pili istasyonları için 20 m² lik bir alan
yeterlidir (bu oran 2 MW’lik bir istasyon
için gerekli olan alandır). Bu durumda
elektriğin tüketicilerin bulunduğu
kentlerden uzakta üretilmesine gerek
kalmamaktadır. Böylelikle, iletim
hatlarının kısalığından dolayı, elektrik
kaybı minimum seviyede olur.
Alternatifli birçok katalizör malzeme ile
birlikte hidrojenden de, yakıt pili
teknolojisi ile elektrik elde edilmektedir.
Geçmiş yıllarda ABD’de yakıt pillerini
çeşitli yönleriyle inceleyen 200′den fazla
Çalışma prensibini, kimya bilgisi
olmayanlar için en basit bir biçimde şöyle
özetleyebiliriz. Yakıt pilinde gerçekleşen
dönüşüm, pil ya da akümülatördeki
dönüşüm ile benzerdir. Yakıt pili ile bunlar
arasındaki temel farklılık ise yakıt
pillerinin enerji dönüşümünü yakıt ve
oksitleyici sağlandığı sürece
gerçekleştirebilmesidir. Diğerlerinde ise
bu dönüşüm içlerinde depolanmış enerji
ile sınırlıdır. Yakıt pilinde çok sayıda
hücrenin bir araya getirilmesiyle “yakıt
pili yığını-fuel cell stack” denilen yapılar
oluşturulmaktadır. Yakıt pili yığınları ile
istenilen oranda voltaj üretebilecek bir
sistem geliştirilerek değişik amaçlar için
kullanılmaktadır. Bir yakıt pili yığını ve
elemanlarının detaylı görünümü Şekil 1’de
verilmektedir.
"Mucize Yakıt Pili" Olarak Adlandırılan
Yeni Gelişmeler
Amerika Birleşik Devletleri'nde son
günlerde girişimci bir bilim adamının
alternatif enerji alanındaki buluşu
konuşuluyor. İddialı buluş, mucidinin
deyimiyle "Dünyanın enerji ihtiyacını en
temiz ve ucuz şekilde karşılayacak mucize
bir yakıt pili.” Çalışma şekli oldukça
basit... İçinde elektrik üreten ve ham
maddesi kum olan plakalar bulunan pile,
bir taraftan oksijen, diğer taraftan yakıt
pompalanıyor. İki maddenin kimyasal
reaksiyonu sonucu elektrik enerjisi ortaya
çıkıyor. Buluşun sahibi, yakın gelecekte
yaygınlaşarak, konutların elektrik
ihtiyacını sağlayacağına inanıyor.
Pil Teknolojilerinde Son Gelişmeler
Lityum-Iyon Pillerdeki Gelişmeler [4]
Yeni bir Lityum iyon pil teknolojisi
sayesinde bin kat daha hızlı şarj olabilen
piller üretilebilecek. Sayesinde bin kat
daha hızlı şarj olabilen piller
üretilebilecek. ABD'nin Illinois eyaletinin
Urbana-Champaign bölgesindeki Illinois
Üniversitesi'nde çeşitli çalışmalarda
bulunan araştırmacılar, Lityum iyon pil
teknolojisini kullanarak yepyeni bir pil
51
HAZİRAN 2014
BİLİŞİM, BİLİM VE TEKNOLOJİ
tasarımı ortaya çıkarmayı başardı.
Teknoloji dünyasının geleceği adına büyük
önem taşıyan bu soruna çözüm getirmek
için faaliyetlerine başlayan araştırmacılar,
rakip teknolojilerden 2 bin kat daha güçlü
ve aynı zamanda bin kat daha hızlı şarj
olabilen bir mikropil geliştirdiklerini
açıkladı.
(a) Nikel iskele pil mimari ve aktif maddeler, tek bir alt-tabaka üzerinde, elektrotların kesin
entegrasyonu için yapı iskelesi üzerine nikel, elektro-olduğu, tanımlayan üretim sürecinin
şematik.
(b) Microbattery tasarımı. Nano gözenekli microbattery elektrotlar elektriksel olarak iletken bir
çift süreklilikte nikel iskele (mavi) üzerine kaplanır (kırmızı ve sarı) bir elektrolitik olarak aktif
bir tabaka oluşur. Nikel iskele dış devresine bağlı olan akım toplayıcı olarak işlev görür. Bir
nikel-kalay alaşımı anot (kırmızı) ve katot gibi lityumlaştırılmış manganez oksit olarak kullanılır.
(sarı).
(c) Tarama elektron mikroskopi (SEM), iki nokta kapsayan birbirine kenetlenmiş elektrotların
kesit. Interdigitated elektrotlar anot ve katot arasında alternatif. Ilaveler, sağ tarafta ve sol
lityumlaştırılmış manganez oksit üzerinde nikel kalay ile kaplı nikel iskele ile büyütülmüş
elektrotlar gösterir. Ölçek çubukları, 50 um ve 1 um ilavelerde.
(d) Üst bağlantı anot elektrotlar ile birbirine kenetlenmiş elektrot yukarıdan aşağıya SEM
görüntüsü, alt ve orta üst üste birbirine kenetlenmiş anot ve katot elektrotlar bağlantı katot
elektrotları. Ölçek çubuğu, 500 mikron.
Şekil 1. Bir Yakıt Pili Yığını ve Elemanlarının Detaylı Görünümü
52
Üç boyutlu bir mikro-mimariye sahip yeni
nesil Lityum iyon pil, araştırma ekibinin
Profesör Paul V. Braun öncülüğündeki
bölümü tarafından geliştirilen bir katot ve
anottan meydana geliyor. Kullanılan katot
ve anotlar, sıradan iki boyutlu grafit anot
ve lityum katottan farklı olarak bir cam
yüzey üzerine farklı materyallerle birlikte
yerleştiriliyor. Ortaya çıkan üç boyutlu
elektrot yapısı, yüzey alanı çok daha geniş
olan bir pil oluşturuyor. Böylece diğer
piller ile aynı hacim alanda çok daha fazla
kimyasal reaksiyon gerçekleşebiliyor, yani
enerji ve güç miktarı istenilen seviyeye
kolayca çıkarılabiliyor. Sonuç olarak 30 kat
daha küçük, bin kat daha hızlı şarj
olabilen, kablosuz aygıtların sinyallerini
30 kat daha uzağa aktarabilmesini
mümkün kılan bir Lityum iyon güç kaynağı
meydana çıkmış oluyor. Bir mikropil
boyutlarında üretimi gerçekleştirilen yeni
Lityum iyon pil tasarımı, şu an daha büyük
hacimlerde üretilebilirliği ve verimli seri
üretim aşamasına geçiş ile alakalı testlere
tabi tutuluyor.
Nature dergisindeki araştırmaya göre,
Massachusetts Institute of Technology'den
(MIT) bilim insanları tarafından
(Byoungwoo Kang ve Gerbrand Ceder)
geliştirilen yöntem, bütün elektrikli
cihazlarda kullanılabilecek. Geliştirilen
yöntemle, şu anda 6 ila 8 saatte tam şarj
edilebilen bir otomobil bataryası sadece 10
dakika, cep telefonu bataryasının da 20
saniyede şarj edildiği söylendi. Bu metotla
HAZİRAN 2014
üretilen piller, elektrikli araçlarda ani
hızlanmaların gerektiği durumlar için
daha performanslı olacak. İki bilim
insanının geliştirdiği metotta, pillerin
içerisindeki bir bileşeni lityum demir
fosfatla değiştirerek 20 saniyede tam şarj
olabilen ve güçlerinden kaybetmeden
1000′den fazla tekrar şaj edilebilen
lityum-iyon pillerinin daha küçük, daha
hafif ve sadece saniyeler içinde dolmasını
sağlayacak. Gelecek vaadeden bu
teknolojinin üretim hakkını iki Amerikan
şirketinin satın aldığı bildirilirken, yeni
teknolojiyle üretilen bataryaların 2 ila 3 yıl
içinde piyasaya çıkabileceği kaydediliyor.
Yeni Nesil Piller
Teknoloji bu hızla nereye gidiyor kestirmek
oldukça güçleşti. Bir milimetreden daha
ince, 1 gramdan daha hafif, üstelik 1,5 V
gerilim verebilen bir pil. Science Daily’nin
haberine göre bu pil Chemnitz Fraunhofer
Elektronik Nano Sistemler (ENAS)
Araştırma Ensütüsü (Prof. Dr. Reinhard
Baumann yönetimindeki araştırma grubu
ve Alman TU Chemnitz ve Menippos LTD
şirketleri) tarafından geliştirildi. ENAS
grup yöneticisi Dr. Andreas Willert
“Amacımız bu pilleri çok ucuza mal ederek
seri üretimine geçilmesini sağlamaktır”
diye belirtiyor.
Pilin karakteristikleri geleneksel pillerden
önemli derecede fark etmektedir. Mesela
basılabilir versiyonunun ağırlığı bir
gramdan ağır, kalınlığı bir milimetre bile
değil ve bu nedenle de banka kartlarının
içine bile yerleştirilebilir. Cıva içermez ve
bundan dolayı da çevre dostudur. Gerilimi
normal değerlerde 1,5 V’tur. Pillerin seri
bağlanması durumunda 3 V, 4,5 V ve 6 V’a
ulaşılabilir. Çinko Anot ve Mangan Katotlu
bu pil farklı katmanlardan oluşmuştur.
Çinko ve mangan birbirleriyle reaksiyona
girer ve elektrik üretilir. Fakat anot ve
katot katmanları kimyasal tepkime
sırasında azar azar dağılır. Bu nedenle bu
piller mesaj kartları gibi sınırlı ömrü olan
uygulamalar veya sınırlı güç ihtiyacı olan
uygulamalar için uygundur. Bu da bu pilin
bir dezavantajıdır. Piller tişört ve imzalar
için kullanılan yönteme benzer bir yöntem
olan silk screen yöntemi kullanılarak
basılır. Bu pillerin çok yakında seri
üretiminin yapılarak piyasaya çıkması
beklenmektedir [5].
Kısa Pil Ömründen Kurtaracak
Teknolojiler
Akıllı ceplerin zayıf noktası kısa pil ömrü,
bu yeni pil teknolojileriyle tarih olabilir?
University of Maryland’da yeni yapılan
araştırmada, bir karbon nanotüp
içerisinde küçük silikon damlaları
büyüterek lityum-iyon pili fazladan şarj
etmenin bir yolu bulundu. Yöntem şu an
amacıyla tamamlanmaktan uzak – örneğin
katot ve elektrotun da bu ek şarjı
kavrayabilmesi gerekiyor. Ancak bu
eksiklikler giderildiğinde piller, daha
yüksek bir enerji yoğunluğu sunabildiği
gibi belki de 5 kat daha fazla şarj / deşarj
döngüsü sunabilecek.
17239.htmlktrikce.com/yeni-nesilpiller/#ixzz30JHehw4l
5.http://www.fizikportali.com/2013/07/gel
ecegin-pil-teknolojisi/
6.http://www.eie.gov.tr/teknoloji/h_yakit_p
illeri.aspx
7.http://ee.mam.tubitak.gov.tr/tr/arge/yakit-pili-teknolojileri
8.http://www.elektrikce.com/yeni-nesilpiller/#ixzz30JHehw4l
9.http://www.nature.com/ncomms/journal
/v4/n4/fig_tab/ncomms2747_F1.html
10.http://www.teknolojioku.com/haber/ye
ni-nesil-piller-ile-daha-uzun-sarjsureleri-mumkun-olacak-17239.html
Bu Bölümün Hazırlanmasında
Yararlanılan Kaynaklar:
1. Geleceğin Yakıtı : Hidrojen Enerjisi ve
Hidrojen Yakıt Pilleri
http://bilimtrue.blogspot.com.tr/2014/01/
gelecegin-yakiti-hidrojen-enerjisi-ve.html
2. http://www.elektrikport.com/teknikkutuphane/mucize-bir-yakit-piliuretildi/582#ad-image-0
3. M.A. Bilginoğlu, C. Dumrul;
http://journal.yasar.edu.tr/wpcontent/uploads/2012/10/26_Sayi_2_maka
le_cuneyt_dumrul_M_Ali_bilginoglu.pdf
4.http://www.elehttp://www.teknolojioku.c
om/haber/yeni-nesil-piller-ile-daha-uzunsarj-sureleri-mumkun-olacak
53
HAZİRAN 2014
HABERLER
2. ULUSLARARASI İSTANBUL AKILLI ŞEBEKELER KONGRE VE FUARI
İSTANBUL’DA DÜZENLENDİ
54
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı
tarafından düzenlenen 2. Uluslararası
İstanbul Akıllı Şebekeler Kongre ve Fuarı,
8-9 Mayıs 2014 tarihlerinde İstanbul’da
gerçekleştirildi. Yaklaşık 2 bin kişinin
katıldığı Kongre’nin açılışında konuşma
yapan Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı
Fikri Işık, Türkiye’de otomatik sayaç
okuma sistemlerinin devreye girmeye
başladığını belirterek, “Şu an elektrik
dağıtım şirketlerince 100 bin, su
idarelerince 40 bin, doğal gaz dağıtım
şirketlerince de 5 bin abonede otomatik
sayaç okuma sistemine geçilmiştir.
Ülkemizin 2023 vizyonu kapsamında, 35
milyon elektrik sayacının akıllı sayaçlarla
değişimini hedefliyoruz” dedi.
yeniçağın ihtiyaçlarını iyi analiz edemeyen
ülkelerin medeniyet yarışında geride
kaldıklarını söyledi. Türkiye gibi büyük
hedefleri olan bir ülkenin, teknolojik
değişimin etkilerine maruz kalan değil,
değişimi yöneten ülkeler arasında olması
gerektiğini dile getiren Işık, “Dünyada
yaşanan değişime adapte olabilmek
önemli bir meziyet olarak görülebilir.
Ancak bize yakışan dünyadaki yeniliklerin,
değişimin ve gelişmenin bizatihi kaynağı
olmaktır. Akıllı şebekeler konusu,
Bakanlığımız ve ülkemiz için son derece
önemlidir. Çünkü çok yakın bir gelecekte,
su, elektrik ve gaz gibi çok temel ürünlerin
dağıtımında çok farklı bir aşamaya geçiş
yaşanacak” diye konuştu.
Enerji şebekelerindeki akıllı dönüşüm
sürecini değerlendiren Bakan Işık,
günümüzde teknolojik gelişmelerin de
etkisiyle dünyanın çok büyük bir hızla
dönüştüğünü belirterek, bu değişimi ve
Türkiye'nin Ar-Ge ve inovasyonla akıllı
şebekelerin ihracatçısı da olmayı
hedeflediğine işaret eden Işık, “Akıllı
şebeke sistemlerini kullanmanın yanında,
Türkiye’yi bu sistemlerin ve ekipmanların
üretiminde, Ar-Ge ve tasarımında bir üs
haline dönüştürmeyi hedefliyoruz.
Bakanlık olarak, bu işin sadece ölçüm
tarafında değiliz. Aynı zamanda üretim,
Ar-Ge ve tasarım tarafında da çok güçlü
bir şekilde varız. Gerek yerli gerekse
yabancı yatırımcıları bu önemli alana
yönlendirmek istiyoruz. Bunu önemsiyoruz
çünkü Türkiye, bölgesindeki diğer
ülkelerin de bu sistemlere geçiş sürecine
rehberlik edebilir. Akıllı şebeke
sistemlerinin üretimiyle ilgili atılacak her
adımın, ülkemizin daha yüksek katma
değerli üretim hedefine de büyük katkı
sağlayacağını biliyoruz” diye konuştu.
Açılış konuşmalarının ardından Kongre
kapsamında düzenlenen oturumlara
geçildi. “Artan Enerji Talebine Akıllı
Şebeke Uygulamaları” başlıklı oturum,
Verimlilik Genel Müdürü Anıl Yılmaz’ın
başkanlığında gerçekleştirildi.
HAZİRAN 2014
AR-GE’YE TAM DESTEK…
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı
Fikri Işık, 8 Mayıs 2014 tarihinde yaptığı
açıklamada özel sektör Ar-Ge
merkezlerinin sayısının 157’ye ulaştığını
söyledi.
Ar-Ge merkezleri ile Teknoloji Geliştirme
Bölgelerine ilişkin detaylı bilgilerin
paylaşıldığı açıklamada özetle şu bilgilere
yer verildi: “Gün geçtikçe sayıları hızla
artan Ar-Ge merkezlerimiz, ülkemizin
Ar-Ge ve inovasyon ekosisteminin temel
dinamiği haline gelmiştir. Bugün itibarıyla
yaklaşık 21.000 nitelikli Ar-Ge
personelinin çalıştığı bu merkezlerimizde
bugüne kadar yaklaşık olarak 7,3 milyar
lira Ar-Ge harcaması yapılmıştır. Ar-Ge
Merkezlerinde gerçekleştirilen projelere
ilişkin yaklaşık 2000 adet ulusal ve
uluslararası patent müracaatı yapılmış
olup, bugüne kadar 1256 adet patent
tescillenmiştir.
Bu merkezlerimize 2011 yılında 577,3
milyon lira, 2012 yılında 711 milyon lira ve
2013 yılının ilk 6 ayında ise 253 milyon lira
vergisel destek sağlanmıştır. Bu
merkezlere sağlanan Ar-Ge teşviklerinin
süresinin 2023 yılına kadar uzatılması ve
çalışan başına 5 yıl olarak öngörülen SGK
işveren hissesinin yarısına ilişkin destek
süresinin de 2023 yılına kadar uzatılması
çalışmalarına devam edilmektedir. Bu
merkezlerimizin gün geçtikçe nitelik ve
niceliklerinin artmasını ümit etmekte,
Bakanlık olarak da bu merkezlerimizin
daha güçlü hale gelebilmesi yönünde
elimizden gelen her türlü desteği
vereceğimizin bilinmesini istemekteyiz.
Ar-Ge ve İnovasyon ekosistemimizin bir
diğer temel dinamiği olan Teknoloji
Geliştirme Bölgelerimizde bugün itibarıyla
27.828 Ar-Ge personeli istihdam
edilmektedir. Teknoloji Geliştirme
Bölgelerimizde 11.577 proje tamamlanmış
ve 7.126 proje de devam etmektedir. Bu
bölgelerin kurulmasıyla daha önce şirket
kurma imkânı bulunmayan öğretim
üyelerimize, bunun yolu açılmış ve öğretim
üyelerimizin bu bölgelerde Ar-Ge yaparak
sahip oldukları bilgiyi ekonomimize
kazandırma imkânı tanınmıştır. Bu
çerçevede Teknoloji Geliştirme
Bölgelerinde öğretim üyelerimiz kurmuş
oldukları 555 akademisyen firmasıyla
Ar-Ge faaliyetlerini sürdürmektedir.
Önümüzdeki günlerde kamu tarafından
verilen bütün Ar-Ge destek
mekanizmalarının ekonomik ve sosyal
etkilerini ölçmek, bu çerçevede destek
mekanizmalarını daha güçlü hale
getirmek için Etki Analizi ve
Değerlendirme Dairesi Başkanlığı’nı
kurmayı planlamaktayız. Bilim ve Teknoloji
Genel Müdürlüğü’ne bağlı olarak
kurulacak bu daire aracılığıyla Ar-Ge
Merkezleri, Teknoloji Geliştirme Bölgeleri
ile diğer Ar-Ge ve inovasyon desteklerinin
etki analizleri yapılarak ortaya çıkan
sonuçlar doğrultusunda da bu
mekanizmaların etkinlik ve derinlik
kazandıracak yol haritası çizilmesi
hedeflenmektedir.”
55
HAZİRAN 2014
HABERLER
ASYA VERİMLİLİK TEŞKİLATI’NIN 56. YÖNETİM KURULU
TOPLANTISI YAPILDI
Asya Verimlilik Teşkilatı (AVT, Asian
Productivity Organization) Yıllık Yönetim
Kurulu Toplantısı 15-17 Nisan tarihlerinde
üye ülkelerden 19’u ile Birleşmiş Milletler
Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Japonya
Uluslararası İşbirliği Ajansı (JICA),
Pan-Afrika Verimlilik Birliği (PAPA) ve
Türkiye’nin gözlemci olarak katılımıyla
Vietnam’ın Hanoi şehrinde gerçekleştirildi.
AVT Vietnam Direktörü Dr. Ngo Quy Viet,
Vietnam Bilim ve Teknoloji Bakan
Yardımcısı Tran Viet Thanh ve AVT Başkanı
Yamaranz Erkhembayar (Moğolistan)
tarafından yapılan açılış konuşmalarının
ardından 2014/2015 dönemi için AVT
Başkan ve Başkan Yardımcılığı seçimleri
yapıldı. Başkanlığa Krishna Gyawalı
(Nepal), Birinci Başkan Yardımcılığına
Arif İbrahim (Pakistan) ve İkinci Başkan
Yardımcılığına Margarita R. Songco
56
(Filipinler) seçildi. Geçmiş dönem
faaliyetleri hakkında Genel Sekreter
Mari Amano tarafından yıllık raporun
sunulmasının ardından, gündem
maddelerine 2013 mali yılı raporunun
onaylanması, 2014 yılı denetçi seçimi,
ulusal verimlilik merkezleri başkanlarının
54. toplantısı raporunun sunumu, AVT
üyelik aidat hesaplama formülünün
onaylanması, 2015-2016 dönemi taslak
bütçesinin onaylanması ve üye ülke
direktörlerinin bildirileriyle devam edildi.
Toplantıya gözlemci statüsüyle katılım
sağlayan ülkemizi, Bilim, Sanayi ve
Teknoloji Bakanlığı Verimlilik Genel
Müdürü Anıl Yılmaz temsil etti.
Gözlemcilere söz verilen bölümde Türkiye
adına bir sunuş yapan Yılmaz tarafından,
Türkiye’nin 2023 hedefleri ve bu
doğrultuda son yıllarda sağlanan
başarılar, önümüzdeki on yıla ilişkin ulusal
politika ve stratejiler ile bu çerçevede
verimliliğe dayalı kalkınmaya verilen önem
anlatıldı. Ayrıca ülkemizde verimlilik
alanında son bir yıl içindeki gelişmeler ve
gerçekleştirilen çalışmalar sunularak, AVT
ile işbirliği faaliyetleri ve tam üyeliğe
ilişkin teknik hazırlıklar hakkında bilgi
verildi. Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin
AVT ile işbirliğinin artırılarak
sürdürülmesi konusunda kararlılığı ifade
edildi. Ayrıca AVT Genel Sekreterliği ile
gerçekleştirilen ikili toplantıyla
Türkiye-AVT ilişkileri, üyelik öncesi
muhtemel işbirliği yöntemleri, AVT
verimlilik veri tabanına Türkiye verilerinin
dâhil edilmesi konuları ayrıntılı olarak
görüşüldü.
HAZİRAN 2014
TEMİZ ÜRETİM (EKO - VERİMLİLİK)
5 HAZİRAN DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ
DÜNYADA ÇEŞİTLİ ETKİNLİKLERLE KUTLANIYOR
Dünya Çevre Günü, Birleşmiş Milletler’in
(BM) çevre alanında dünya çapındaki
farkındalığı ve faaliyetleri desteklemek
için temel araçlarından biridir. Çevre
Günü, yıllar geçtikçe kamuya ulaşan daha
geniş bir küresel platform haline gelmiş
olup 100’den fazla ülkede paydaşlar
tarafından kutlanmaktadır. Ayrıca, çevre
için pozitif bir şeyler yapmak isteyen
insanların da günü olan Çevre Günü,
bireysel eylemlerin bir araya gelerek
gezegen üzerinde artan pozitif etki
yaratılmasını sağlamaktadır.
BM desteği ile 2014 yılı, Gelişmekte Olan
Küçük Ada Ülkeleri (GKAÜ) Uluslararası
Yılı olarak belirlenmiştir. Dünya Çevre
Günü, GKAÜ’nün geniş kapsamda iklim
değişikliğini benimsemesini
amaçlamaktadır. BM, 2014 Eylül ayında
gerçekleştirilecek olan 3. Uluslararası
GKAÜ Konferansı’na ivme kazandırmayı
hedeflemektedir. BM aynı zamanda,
GKAÜ’nün öneminin ve artan risklere ve
hassasiyetlere karşı adaların korunması
konusundaki aciliyetin daha fazla
anlaşılmasını amaçlamaktadır. 2014
Dünya Çevre Günü’nün, adalarla
dayanışma anlamında önemli bir çağrı
fırsatı olacağı öngörülmektedir.
Barbados Hükümeti ve BM Çevre
Programı tarafından yapılan ortak bir
bildiri doğrultusunda, Karayipler’de bir
ada olan Barbados, 5 Haziran 2014
Dünya Çevre Günü kutlamalarına ev
sahipliği yapacaktır. 430 km² alana ve
270.000 nüfusa sahip olan Barbados,
tarımsal etkilerden kıyı ekosistemi
yıkımına kadar iklim değişikliğinin
etkilerine karşı yüksek derecede hassas
bir adadır. Bu küçük ülke, iklim
57
HAZİRAN 2014
TEMİZ ÜRETİM (EKO - VERİMLİLİK)
değişikliğinin etkilerini azaltmak ve
vatandaşlarına temiz yenilenebilir enerji
sağlamak için önemli adımlar atmaktadır.
“Dünya Gezegeni, bizim paylaştığımız
adadır, onu korumak için güçlerimizi bir
araya getirelim” (Ban Ki-moon, BM Genel
Sekreteri, 2014 Uluslararası GKAÜ Açılışı)
Dünyada Çevre Günü
Etkinlikleri…
Avrupa, 2014 Dünya Çevre Günü
İçin Çalışıyor
Avrupa’da 2014 Dünya Çevre Günü
etkinlikleri kapsamında, “Brüksel’de Yeşili
Artır”, “Cenevre Ada Sergisi ve Yuvarlak
Masası”, “Saraybosna Dünya Çevre Günü
Forumu” gibi çeşitli etkinlikler yer
almaktadır. Etkinliklerin tamamına
http://unepineurope.org/ adresinden
ulaşılabilir.
Küçük Adalar İçin Bilgi ve İşbirliği
Platformu
GKAÜ Uluslararası Yılı nedeniyle ve GKAÜ
ülkelerinin talebi üzerine, 10 Yıl Çerçeve
Programı Sekreterliği ve GKAÜ ortakları,
Küresel Sürdürülebilir Tüketim ve Üretim
Merkezi (Global SCP Clearinghouse)
kapsamında, GKAÜ özelinde yeni bir bit
topluluk oluşturmaktadır. Bu topluluğun
açılışı, 2014 Eylül ayında gerçekleştirilecek
olan 3. Uluslararası GKAÜ Konferansı’nda
gerçekleştirilecektir.
58
Avustralya BM Kuruluşu:
Dünya Çevre Günü Ödülleri
Her yıl, Dünya Çevre Günü etkinlikleri
kapsamında Avustralya BM Kuruluşu,
Avustralya’da inovatif ve öne çıkan çevre
programları ile çevre liderlerini, Dünya
Çevre Günü Ödülleri ile
ödüllendirmektedir. Her yıl verilen ulusal
ödüller; doğal mirasın korunması,
yönetilmesi ve yenilenmesi konusunda
çalışan bireyleri, organizasyonları,
işletmeleri, okulları, gazetecileri ve
toplulukları aday göstermektedir.
İklim Hareketinde Bir Işık Yak
“BM İklim Değişikliği Sekreterliği Değişim İçin İvme” girişimi, 2014 yılında
inovatif ve dönüşümcü iklim hareketine bir
ışık yakmıştır. 31 Mart-23 Mayıs 2014
tarihleri arasında, iklim değişikliğini adres
gösteren somut faaliyetlerde bulunan
topluluklar, şehirler, işletmeler ve
hükümetler faaliyetlerinin bu kapsamda
“Fener Hareketi (Lighthouse Activity)”
olarak tanınması için başvuruda
bulunabilecektir.
Sarasota Şehri Dünya Çevre Günü’nü
Kutluyor
Sarasota, BM Çevre Programı Kuzey
Amerika Bölgesel Ofisi (UNEP RONA)
tarafından, 2014 Dünya Çevre Günü için
Kuzey Amerikalı resmi ev sahibi topluluk
olarak belirlenmiştir. Sarasota’nın UNEP
RONA tarafından ev sahibi olarak
belirlenmesinin amacı, bölgenin çevresel
olarak pozitif ve proaktif izleme
kayıtlarıdır. 2014 Dünya Çevre Günü’nün
teması olan GKAÜ kapsamında, kıyı
bölgesi olan Sarasota da diğer küçük
adalara benzer çevre zorluklarıyla karşı
karşıyadır.
Çevre ve Sürdürülebilirlik Üzerine Dünya
Çevre Günü Konferansı - Tongji
Üniversitesi, Şangay, Çin
Çevre ve Sürdürülebilirlik Uluslararası
Öğrenci Konferansı (ISCES), “Eko-Uygarlık
ve Yeşil Kalkınma” temasıyla 5-10 Haziran
2014 tarihleri arasında Tongji
Üniversitesi’nde gerçekleştirilecektir.
ISCES, son üç yıldır her yıl, öğrenci
toplulukları arasında sürdürülebilirlik
alanında iyi uygulamaların ve fikirlerin
yaygınlaştırılmasına katkı sağlamak
amacıyla 40’ın üzerinde ülkeden yaklaşık
400 öğrenciyi bir araya getirmektedir.
Dünya Çevre Günü Kapsamındaki Osaka
Küresel Çevre Sempozyumu’nda İklim
Değişikliği ve Atık Yönetimi Konusu Ele
Alınacak
Osaka, Haziran ayını “Osaka Şehri Çevre
Ayı” olarak belirlemiş olup bu kapsamda
çeşitli etkinlikler gerçekleştirilecektir.
Osaka Şehri Çevre Ayının amacı, çevrenin
korunmasına yönelik ilgi ve bilinç
oluşturulmasıdır.
Kaynak: http://www.unep.org/wed/
HAZİRAN 2014
SUMMARY
Productivity
Today the level of productivity is one of the
most significant indicators of economic
success of the countries and sustainable
long term growth performance is possible
with productivity growth in all areas. When
international comparisons in productivity
are evaluated, two important issues in our
country’s productivity level are
remarkable. One of the issue is the fact
that Turkey’s productivity level is notably
below the group of developed countries.
When compared with OECD and EU
countries, labour productivity in Turkey is
60 percentage of these countries average.
In addition to this, the second issue is that
when compared with the world in the last
20 years, the productivity growth rates of
Turkey is high and Turkey is 40 percentage
above the group of developing countries in
2011 although it was at the same
productivity level with them in 1990. In the
10th Development Plan (2014-2018) there
is an aim for bringing total factor
productivity growth above long term
average and sustainable productivity
growth is required for reaching 2023
goals.
of reaching humanistic and of high quality
habitat considering sustainable local
development and protection of
architecture, natural & cultural values.
Cittaslow movement argues that cities can
grow up without harming the environment.
At the same time, slow city modal is a
good eco-tourism practice that gives
contribution to local development.
concept belongs to doctrines that reflect
production relations in certain historical
periods. At this stage, the distinction that
needs to be realized is that although
productivity has been important in all ages
of human history, the meaning of
productivity concept in economic life as we
use today depends on social relations in
certain periods.
Cittaslow movement foresees sustainable
(cleaner) production both in municipality
services and production of local products
and involves sustainable (cleaner)
consumption by meeting demands of
community in terms of local, environmentfriendly and ethical services and products.
In this context, slow cities design cities as
sustainable life platforms in accordance
with modern, humanistic, ethical,
environment-friendly Sustainable City Life
and Development Model. Cittaslow
movement, leader of ‘slow’ sustainable
development at local scale against special
differentiation at global scale, is not only a
social movement but also a local
governance model.
Free time and productivity
A modal of sustainable local
development: ‘Cittaslow’ (slow city) and
eco-tourism
The concept of productivity: Comparison
of classical and neo-classical
perspectives
Life quality in cities has become a
contemporary problem of globalization
with the high urbanization rate of the
world population. In our day, people are in
search of a more sustainable and
humanistic environment in their cities.
From this point of view, ‘cittaslow
movement’, which involve sustainable
consumption and production
understanding in line with sustainable
development, started in Italy with the aim
With the acknowledgement of ‘economy
doctrine is formed with social relations in
which it has developed’, research
considering social conditions and economy
doctrine in which the term is developed is
required for full comprehension of
productivity concept. In fact, definition of
economy and universalism of productivity
perspective in economic doctrine through
the human history is controversial.
Alternatively, it is argued that productivity
Productivity, simply defined as the ratio
between input and output, expands in all
areas. It is imposed that productivity
approach is indispensable in sports, work,
etc. The requirement for being productive
is also considered in ‘free time’ concept.
The purpose of this study, apart from the
relationship between productivity and
labour relations introduced by today’s
production system, is to deal with the
subject in a narrow perspective within the
framework of Taylorism and Fordism. The
relationship between productivity,
Taylorism and Fordism and the power of
this relationship in free time of the worker
is discussed. In this context, the concepts
of work and free time is analysed at first
and then Taylorism and Fordism are
evaluated in itself. From this point of view,
the relationship of both production
systems with productivity is emphasized
and how free time concept is filled with
productive motive is shown.
Society has to classify time according to
certain goals in order to realize production
that is convenient with its general needs.
Classification of time becomes more
meaningful with development of
production systems. Timely work becomes
evident and differentiated from each other.
59
HAZİRAN 2014
SUMMARY
In this regard, it becomes necessary to
divide time into two parts as work and free
time in order to carry out production and
organize social life. As a result of division
of time, various meanings and values are
formed within the framework of
production system that in power.
Production system attributes importance
to either work or free time on occasion.
Productivity Management
Productivity increase, which is the
determinant and driving force of
development, only takes place with longterm policies and rational, innovative and
modern management practices. When
economies of competitive countries are
evaluated, it is seen that productivity
increase and efficient use of resources
have an important share in this success. In
addition to this, after economic recessions
and crisis experienced in Turkey in recent
years, the importance of productivity at
micro level(firms, institutions) and macro
level (total factor productivity) is taken
into consideration.
Productivity management is simply
carrying out planning, implementation,
control and precaution activities for
accomplishing the objectives of the
enterprise in all processes. The purpose of
productivity management is to optimize
resources and potentials in order to reach
planned output qualitatively and
quantitatively.
Productivity management requires a
radical change in management
approaches, processes and
implementation, therefore sustainability
and efficiency of productivity management
depends on management of dynamic
change process at corporate level. This
60
process of change diffuses in a broad area
concerning quality and structure of the
workforce, attitudes and values,
motivation, training, technology and
equipment, organizational processes,
products, market and customer relations.
In this sense, planning and coordination of
the scale, speed, quality and the context of
the change in organizational components
are important. In fact, this change process
gives contribution not only to productivity
increase but also to formation of positive
attitudes and culture in organization that
help performance increase and change.
Contemporary perspectives in resource
productivity
The impact of inefficient production
systems and unsustainable consumption
patterns on global environmental
problems such as consumption of natural
resources in unsustainable ways,
decrease of biodiversity and climate
change are searched out by scientific
studies. Although life standards and level
of welfare is high in developed countries,
failure of people to access basic
necessities as food and water in
underdeveloped countries is an important
problem in sustainable development goals
concerning social equality and
development level. For this reason, there
is an urgent need for general review of
both production and consumption
patterns.
Because of the fact that traditional
production methods have become
inefficient both in providing resource
productivity and increasing environmental
performance in the last years, there is a
need for reconstruction of industry and
development of sustainable business
models. Apart from providing resources
and bringing costs, environment is
included as a factor in decision-making,
production and service processes.
Concepts of development and economic
growth are redefined as a result of
environmental constraints and scarce
resources. In this framework, the
relationship and interaction between
economy and environment becomes a
driving force for providing low-carbon and
resource productive green growth with
more sustainable production systems.
Corporate image, productivity and efforts
for image creation
Productivity, which comes out as a result
of individuals’ interests, skills and will to
work, is considerably important in
reaching corporate goals. Therefore,
human resources is a basic factor in
productivity concept. It is assumed that
positive corporate image increases
individuals’ will to work. Positive corporate
image ensures job satisfaction and
motivation among employees. Employees
keep on working in their jobs and think of
ways to give more contribution to their
corporations.
In our day, productivity perspective aims
for increasing product and service quality,
protecting environment, providing optimal
living and working conditions to
employees and increasing production
output per input unit. This perspective is
important in terms of corporate image as
well. Positive corporate image brings
qualified workforce, motivation and
increase in market share to enterprises.
Productivity is a basic goal for businesses
for their sustainability, competitive power
and protection of corporate image.
HAZİRAN 2014
Policy making in productivity area I
Multidimensionality of productivity and its’
‘outcome’ characteristic determined by
direct and indirect practices that affect
production relations pave the way for
tendencies in terms of not considering it
as a policy area. According to this
tendencies, taking productivity as a basic
performance indicator rather than a policy
area provides more healthier results. As a
matter of fact, none of the problems in
productivity which are open to analysis is
related with the term on its own, and all of
the problems under this classification can
be handled in various policy areas as well.
As it is seen, unlike other areas,
productivity area is devoid of autonomy in
terms of building policies on its own.
Starting from this point of view, it would be
impatient to reach the conclusions as
‘policy development is not possible in
productivity’ or ‘there cannot be
productivity policy’. In spite of its
multidimensionality and outcome indicator
characteristics, analyzing the problems
affecting productivity level at country
scale(or region, sector), determining
interactions of these problems with other
policy areas and developing productivity
increase policies involving all related
areas at macro level are possible. A body
of decisions that direct and shape related
policy areas in accordance with
productivity increase motivation can be
constructed under productivity policies
heading.
61
HAZİRAN 2014
SANAYİ GÖSTERGELERİ / INDUSTRY INDICATORS
Sanayi Üretim Endeksi (2010 Ort.=100) - İmalat Sanayi Üretim Endeksi (2010 Ort.=100)
Industrial Production Index (2010 Avg.=100) - Manufacturing Industry Production Index (2010 Avg.=100)
140
130,6
135
130
126,2
126,3
122,6
125
113,3
120
115
110,5
113,0
127,0
114,4
124,8
109,8
123,9
102,1
110
100,0
105
100,0
100
98,5
120,9
113,9
112,9
111,7
109,2
110,1
93,7
95
88,6
98,9
87,4
90
99,1
100,0
98,3
92,4
85
Sanayi Üre m Endeksi Industrial Produc on Index
87,3
86,1
80
İmalat Sanayi Üre m Endeksi Manufacturing Industry
Produc on Index
75
70
Kaynak: TÜİK - Source: TURKSTAT
İmalat Sanayi Kapasite Kullanım Oranı (%)
Capacity Utilization Rate of Manufacturing Industry (%)
77,0
76,4
76,0
76,0
75,4
75,3
75,5
75,5
75,6
75,4
75,0
74,4
74,2
73,9
74,0
73,3
73,0
73,1
72,5
72,0
71,0
70,0
2012
2011
2010
Ortalama Ortalama Ortalama
2010
Average
62
2011
Average
2012
Average
Haziran
2013
Temmuz
2013
Ağustos
2013
June
2013
July
2013
August
2013
Eylül
2013
Ekim
2013
Kasım
2013
Aralık
2013
September October November December
2013
2013
2013
2013
Kaynak: Merkez Bankası - Source: Central Bank of The Republic of Turkey
Ocak
2014
Şubat
2014
Mart
2014
Nisan
2014
January
2014
February
2014
March
2014
April
2014
HAZİRAN 2014
BİLİM VE TEKNOLOJİ GÖSTERGELERİ / SCIENCE and TECHNOLOGY INDICATORS
Türkiye ve Seçilmiş OECD Ülkelerinde 1000 Çalışan Başına Araştırmacı Sayısı (Tam zaman eşdeğeri) (2012)
Total R&D Personnel Per Thousand Total Employment in Turkey and Selected OECD Countries (Full time equivalent) (2012)
Türkiye ve Seçilmiş OECD Ülkelerinde Toplam Araştırmacı Sayısı Yıllık Büyüme Oranı (Tam zaman eşdeğeri) (2012)
Total R&D Personnel Annual Growth Rate in Turkey and Selected OECD Countries (Full time equivalent) (2012)
1000 Çalışan Başına Araş rmacı Sayısı
Total ResearchersPer Thousand Total Employment
Araş rmacı Sayısı Yıllık Büyüme Oranı
Total Researchers Compound Annual Growth Rate
18,0
90,0%
16,0
80,0%
14,0
70,0%
12,0
60,0%
10,0
50,0%
8,0
40,0%
6,0
30,0%
4,0
20,0%
2,0
10,0%
0,0
0,0%
-10,0%
Yunanistan
Greece
Türkiye
Turkey
Slovak Cumhuriye
Slovak Republic
Portekiz
Portugal
Polonya
Poland
Meksika
Mexico
Macaristan
Hungary
Kore
Korea
Kanada
Canada
Japonya
Japan
İtalya
Italy
İspanya
Spain
İrlanda
Ireland
İngiltere
United Kingdom
Hollanda
Netherlands
Fransa
France
Çek Cumhuriye
Czech Republic
Belçika
Belgium
Avrupa Birliği (27 Toplam)
EU27 total
Almanya
Germany
-2,0
Kaynak: TÜİK, OECD MSTI -Source: TURKSTAT, OECD MSTI
Türkiye' de ve Seçilmiş OECD Ülkelerinde Toplam Araştırmacı Sayısı (Tam zaman eşdeğeri) (2002 - 2012)
Total R&D personnel in selected OECD Countries and Turkey (Full time equivalent) (2002 - 2012)
Türkiye' de Araştırmacı Sayısı Yıllık Büyüme Oranı (Tam zaman eşdeğeri) (2012)
Total R&D Personnel Annual Growth Rate in Turkey (Full time equivalent) (2012)
800.000
40,0%
Japonya - Japan
700.000
35,0%
Almanya Germany
600.000
30,0%
500.000
25,0%
400.000
20,0%
300.000
15,0%
Kore - Korea
İngiltere - United
Kingdom
İspanya - Spain
Türkiye - Turkey
Meksika - Mexico
10,0%
200.000
Macaristan Hungary
5,0%
100.000
0,0%
0
2002
2003
2004
2005
2006
2007
Kaynak: TÜİK, OECD MSTI - Source: TURKSTAT, OECD MSTI
2008
2009
2010
2011
2012
Türkiye Yıllık
Büyüme Oranı Annual Growth
Rate of Turkey
63
HAZİRAN 2014
ULUSAL VE ULUSLARARASI VERİMLİLİK İSTATİSTİKLERİ
NATIONAL and INTERNATIONAL PRODUCTIVITY STATISTICS
İmalat Sanayi Verimlilik Değişimleri (Yıllık ve Üç Aylık) ve Üç Aylık için Eğilimler
Productivity Changes in Manufacturing Industry (Annually and Quarterly) and Trends for Quarterly Data
120
115
110
105
100
95
90
85
80
75
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
4.Ç - Q4
3.Ç - Q3
2.Ç - Q2
1.Ç - Q1
4.Ç - Q4
3.Ç - Q3
2.Ç - Q2
1.Ç - Q1
4.Ç - Q4
3.Ç - Q3
2.Ç - Q2
1.Ç - Q1
4.Ç - Q4
3.Ç - Q3
2.Ç - Q2
1.Ç - Q1
4.Ç - Q4
3.Ç - Q3
2.Ç - Q2
1.Ç - Q1
4.Ç - Q4
3.Ç - Q3
2.Ç - Q2
1.Ç - Q1
4.Ç - Q4
3.Ç - Q3
2.Ç - Q2
1.Ç - Q1
4.Ç - Q4
3.Ç - Q3
2.Ç - Q2
1.Ç - Q1
4.Ç - Q4
3.Ç - Q3
2.Ç - Q2
1.Ç - Q1
70
2013
Yıllık Çalışan Kişi Başına Katma Değer Endeksi (2005=100) / Annual Value Added Per Person Worked
Üç Aylık İmalat Sanayi Çalışan Kişi Başına Üre m Endeksi (2010 Ort.=100) / Quarterly Index of Manufacturing Produc on Per Person Worked
Eğilim; Üç Aylık İmalat Sanayi Çalışan Kişi Başına Üre m Endeksi (2005 1.Ç-2008 2.Ç) / Trend; Quarterly Index of Manufacturing Produc n Per Person Worked
(2005 1.Q-2008 2.Q)
Eğilim; Üç Aylık İmalat Sanayi Çalışan Kişi Başına Üre m Endeksi (2009 1.Ç-2013 4.Ç) / Trend; Quarterly Index of Manufacturing Produc on Per Person Worked
(2009 1.Q-2013 4.Q)
Kaynak: Türkiye Ulusal Verimlilik İsta s kleri ve EUROSTAT - Source: Na onal Produc vity Sta s cs of Turkey and EUROSTAT
16%
120,00
14%
100,00
12%
80,00
10%
8%
60,00
6%
40,00
4%
20,00
2%
0,00
-
0%
-20,00
İmalat Sanayi Çalışan Kişi Başına Üretim Endeksi
İsveç-Sweden
Finlandiya-,Finland
TÜRKİYE-Turkey
Almanya-Germany
Lüksemburg-Luxembourg
Avusturya-Austria
Fransa-France
Malta-Malta
İspanya-Spain
Macaristan-Hungary
Portekiz-Portugal
Letonya-Latvia
Polonya-Poland
Bulgaristan-Bulgaria
Romanya-Romania
Litvanya-Lithuania
Estonya-Estonia
-2%
Ortalama Yıllık Verimlilik Değişim Oranları (2005 Ort. 2013 Ort.) /
Average Rate of Annual Productivity Change (2005 Ave. - 2013 Ave.)
18%
140,00
Makedonya-Macedonia
İmalat Sanayi Son Dört Çeyrek (2013 I-2013 IV) Çalışan Kişi Başına Üretim Endeksi
(2010 Ort.=100) Ortalamaları
/ Manufacturing Industry Index of Production Per Person Employed Average of Last
Four Quarters (2013 I 2013 IV) (2010 Ave.=100)
Seçilmiş Avrupa Ülkeleri Son Dört Çeyrek Çalışan Kişi Başına Üretim Endeksi Ortalaması ve Ortalama Yıllık Değişim Oranları
Index of Production Per Person Employed; Average of Last Four Quarters and Annual Average Rate of Growth For Selected European Countries
İmalat Sanayi Ortalama Yıllık Verimlilik Değişim Oranı
Kaynak: Türkiye Ulusal Verimlilik İsta s kleri ve EUROSTAT - Source: Na onal Produc vity Sta s cs of Turkey and EUROSTAT
64