Türk-Amerikan ilişkilerinin unutulan sayfaları

Transkript

Türk-Amerikan ilişkilerinin unutulan sayfaları
Türk-Amerikan ilişkilerinin unutulan sayfaları
Emrah Şahin © Canada Türk, Ağustos 2013
Pek bilinmez ama Türkiye-Amerika Birleşik Devletleri ilişkileri 19. Yüzyıl
başlarına uzanır. Başkan Thomas Jefferson (1801-1809) Dönemi’ne mukabil
ilişkiler, Afrikalı Müslüman korsanların, Amerika bandıralı tüccar taifesine tacizi
yüzünden tezahür etmiştir. Yüzyılın devamında hasmane başlayan münasebetler
kabuk değiştirmiş ve devletlerin karşılıklı çıkarları doğrultusunda hayli hacim
kazanmıştır. 1830’da imzalanan “Ticaret Muahedesi” gereğince Amerikalıları,
övgüye en mazhar devlet sıfatıyla taltif etmişiz. Yüzyılın sonlarında Akdeniz’deki
İngiliz ve Fransız taarruzuna karşı Amerikalı yetkililerden diplomatik destek
almışız ve bunun karşılığında Amerikan hükûmeti, bizden Müslüman Filipinlilere
karşı arabulucu olmamızı istemiştir. Ceddimizin okyanusun bu tarafıyla olan
münasebetlerini yeniden hatırlayalım.
Enteresan olan, sosyal ilişkilerin diplomatik eğilimlerden ayrı bir düzlemde
cereyan etmesidir. II. Abdülhamid Devri’nde somutlaşan içtimai münasebetler de
Amerika’da yayılan İslam ve Osmanlı’da yaşayan Amerika vatandaşları bahis
mevzusu olunca gerilmiştir. Faydacı ve dostane tavrını terk eden Abdülhamid,
uzun vadede diplomasiyi şekillendiren sosyal meselelere müdahale etmiş,
uzlaşmayı reddederek muhatabıyla çatışmayı göze almıştır.
Diplomatik ve ekonomik açıdan Osmanlı-Amerika münasebetleri mütevazı
çalışmalara konu oldu fakat sosyo-kültürel etkileşimler hakkında çok şey
bilmiyoruz. Abdülhamid’in ABD’yi övgüye layık bir devlet olarak algılamasına
ve Kuzey Amerika merkezli sosyo-diplomatik tavrının özüne bir bakmak
gerekiyor. Arşiv belgelerinden anladığımız kadarıyla Abdülhamid’in istihbarat
ağı, imparatorluk haricinde de görünür ve oldukça işlevsel. Tarihî bir gerçek de
şu: Abdülhamid, saltanatını ve hilafetini ilgilendiren denizaşırı hadiseleri bizzat
takip ederek inatla bunları yönlendirmeye çalışmıştır.
Altı yıl boyunca Kuzey Amerika’da yaşayan Yunan milleti efendilerinden Grigor
Aristarki, 23 Aralık 1878’de Sultan Abdülhamid’e bir Amerika layihası
sunmuştu. Washington’daki Osmanlı Sefiri, Tercüme Odası ve benzeri istihbarat
kaynakları bir yana, Aristarki’nin layihası Sultan’ın Yeni Dünya’ya olan merakını
arttırmıştı. Bu layihada, ABD’nin herhangi bir Avrupa Devleti olmadığına işaret
ediliyordu. O yıllarda Amerika, tıpkı İngiltere ve Fransa gibi idari yozlaşmadan
muzdaripti, lakin doğası gereği onlardan iyi yönetiliyordu. ABD Kara ve Deniz
Kuvvetleri, çalışkan ve dürüst vatandaşların eliyle dolup taşan devlet hazinesi
sayesinde bütün ordulardan istikrarlı ve kuvvetliydi. Üstelik Kuzey Amerika
doğal kaynakları o kadar zengindi ki burada ekonominin buhrana uğramasına
imkân ve mahal yoktu. Özünde şanslı ve teknolojide tekâmül etmiş Amerika’nın
sosyal düzeniyse vahim ve içler acısıydı: Toplum dirlikten, aileler huzurdan
mahrumdu. Kadınlar mahremleriyle alelade ve öylesine parti yapıp eğleşiyordu.
Buna rağmen herkes bir işle meşgul oluyor, devlete olan hizmetlerini hakkıyla
ödüyorlardı. Aristarki’nin bu layihası Abdülhamid’e hitap ediyordu: ABD’nin
varlığa sahip olduğunu, İslam’la tanışması hâlinde manevi varlık kazanarak yeni
bir Osmanlı olacağını ima ediyordu. Bu minvalde Sultan’ın ilgisini çekmiştir.
Abdülhamid’in siyaseti tartışmaya açıktır ama Osmanlı Hariciyesi’ni pan-İslamcı
bir vizyonla yapılandırdığı aşikârdır. Taht-ı saltanatının ikinci yılında
Aristarki’nin layihasında derinlemesine mülahaza ettiği Kuzey Amerika, renkli,
dinamik ve gelecek vadeden bir hareket alanıydı. Saltanatı boyunca ABD ile
yakın münasebet kuran Sultan’ın istihbarat toplaması ve buna dayanarak
geliştirdiği politikalar, bu layihayla ilişkilendirilince bir arka plana kavuşuyor. Bu
layihaya binaen Abdülhamid, ABD yetkilileriyle temasını yoğunlaştırmış,
Amerika’daki Müslüman cemaatleri desteklemiş, Osmanlı’daki Amerikan
misyoner faaliyetlerini sınırlandırmış ve Amerika’daki Osmanlı muhacirlere –
1893 sayımına göre yarım milyondan fazla Osmanlı reayası Yeni Dünya’dadır–
yardım göndermiştir. Bu politikaları uygularken Amerikalı yetkililere detaylı
notalar ve raporlar yazarak onlardan anlayış, uzlaşma ve hukuksal yaptırım
istemiştir.
Abdülhamid, Amerika’da Osmanlı-İslam kültürünü temsil hususunda da bizzat
girişimde bulunmuştur. Osmanlı topraklarında Hristiyan ve Müslüman milletler
arasında zuhur eden kavga ve katliamları incelemiş, İslam aleyhindeki istinatları
tespit etmiş ve Osmanlı eyaletlerindeki Amerika ve Avrupa uyruklulara karşı
ahalinin taarruzuna müdahale etmiştir. Ayrıca 1890’larda Osmanlı ve İslam karşıtı
yayınlara karşı bir medya savaşı başlatan Abdülhamid, Londra, New York ve
Washington dâhil belli başlı Batı kentlerine yayın koleksiyonları hediye etmiştir.
Kuzey Amerika’daki Müslüman fukaranın İslam’ı kötülediğini düşünen
Abdülhamid, 17 Temmuz 1889 tarihinde Washington Osmanlı Sefareti’ne ciddi
rakamlı mali bir fon aktarmış ve bu paranın o fakirlere dağıtılmasını emretmişti.
Bu fonu birkaç defa yenilemiş ve paranın kimlere, nasıl pay edildiğini yakından
takip etmiştir. Bununla beraber, örneğin Eylül 1894’te New York yangınından
etkilenen Müslümanlara verilmek üzere bu fona yatırılan 300 Osmanlı lirasının,
Osmanlı bütçesinin iflasını takip eden döneme rastlaması, Amerika’daki
Müslüman cemaatlere verdiği ehemmiyeti kaydetmektedir.
Sultan Abdülhamid’in tavrı dolayısıyla ABD ilişkileri, 1890’larda hacim ve
İslami bir motif kazanmıştır. Somut bir örnek, Kuzey Amerika’da sahnelenecek
İslam Peygamberi konulu bir tiyatronun senaryosu için bir inceleme heyeti
görevlendirilmesidir. Tiyatro gösterisinin Siyer-i Nebi edebiyatını hiçe saydığı
kanısına dayanarak 10 Kasım 1893’te İstanbul Amerikan elçisini uyaran
Abdülhamid, bu gösterisinin “kabul edilemez” olduğunu belirtti ve sahneden
kaldırılmasını şart koştu. Kamuoyuna İslami değerleri eksik veya yanlış tanıtacak
sözlü ve yazılı çalışmalarla mücadelesi, hemen bir ay sonra İslam karşıtı
risalelerin basım ve yayımının (sirkülasyonunun) yasaklanmasını isteyen resmî
notalarla devam etmiştir. Neticede Kuzey Amerika, Abdülhamid’in dünya
görüşünü yansıtabileceği renkli ve karmaşık bir hareket alanı sunmuştu. Amerikan
normları Devlet-i Âliyye’nin düsturlarıyla uyuşmuyor ve Amerikan özgürlüğü,
Abdülhamid’in kısıtlayıcılığını ve İslami görgüyü yadsıyordu. Her hâlükârda
ABD, Osmanlı’nın Avrupa direnişine tesir edebilir ve belki garpta İslam’ın
yayılmasına şahit ve vesile olabilirdi. Osmanlı’daki Amerikalı ve Amerika’daki
Osmanlı, Devlet-i Âliyye’yi sıkıntılı bir sürece sevk etmiş de olsa övgüye en
mazhar devlet Amerika, Abdülhamid nezdinde sınırsız potansiyele sahip bir
devlet olarak kalmıştır. ABD Hükûmeti ve halklarına karşı veya onlarla müşterek
hareket etmeyi gerektiren olaylar elbette burada bahsedilenden karmaşıktır ve
özgün çalışmalara konu olabilir. Bizce istihzalı olan hadise, Abdülhamid’in son
torunu Ertuğrul Osman’ın ömrünü New York’ta geçirmesidir.