Kitabın Tamamını Okumak İçin Tıklayın

Transkript

Kitabın Tamamını Okumak İçin Tıklayın
Ölmeyen Çocuk
YARARLANDIĞIM İNSANLAR ve YAKINLARIM
Yıllar yılı yazmaya çalışarak oluşturduğum bu anım için evimizde
kâğıtları düzenleyen, çoğu zaman geceleri kahvemi yapan saygı değer hayat
arkadaşım ve Eşim Yasemin’e minnet borçluyumdur.
Anı yazmak konusunda böyle gelmiş böyle gitmez. 1. Cilt kitabından
esinlendiğim ve rahmetle andığım Aziz Nesin’in de anısının önünde sayıyla
eğiliyor, kendisine Allah’tan rahmet diliyorum.
(Kendim) öyle sanıyormu ki, çok insanlara rehber olacak böyle bir anı
eserini Ölmeyen Çocuk adına yarattığım, yaratabildiğim için çok ve çok, son
derece mutluyum. Ayrıca bir hayat felsefesi ve anı yaratmanın çok mühim bir
eser olduğuna inanıyorum.
Çocukluğu ve özgeçmişi üzerinde durarak okunursa, anı yazma
yaratıcılığı kavramınıza girer. Ve hayatınızda ölmez bir eser bulabilirsiniz diye
inanıyorum.
1
Ölmeyen Çocuk
SUNUŞ
ÖLMEYEN ÇOCUK adlı eser, 70 yıllık maceralarla dolu bir hayatın
içinden sadece gerçek, yaĢanmıĢ; hayatında acısını tatlısını özet olarak
okurlara sunmaya çalıĢtığım bir eserdir.
Hayatın yaĢanmıĢ gerçekleri, o hayatın felsefesi sadece kiĢinin
kendisiyle sınırlı değildir. Hayat felsefeleri ve hikâyeleri kiĢinin kendisiyle
sınırlı kalırsa aslında, o anlatımın bir anlamı olmaz.
Ölmeyen Çocuğu seller sular önünde yuvarlanmıĢ, taĢtan taĢa
çarpılmıĢ bir odun kütüğüne benzetebiliriz. Bir deniz suyuna sabah erken,
güneĢ yeni doğarken etrafında ormandaki ağaçlar, ağacın baĢında çeĢitli
kuĢlar, güneĢ ıĢınlarının, sabahın serinliğinden cıvıl cıvıl her bir dilden
öterken o deniz suyu dalgası kesilmiĢ, hiç bir tarafa kıpırdamıyor. Mahzun bir
vaziyette size bakıyor. Siz de ona bakıyorsunuz. Ve birbirinize bakarken
Ģöyle içinize bir gariplik çöküyor. Diliniz konuĢmuyor ama kalbinizden Ģunları
düĢünüyorsunuz. Acaba, mahzun mahzun bize bakan bu suyun içinde neler
vardır kim bilir? Böylesine soru iĢaretleri kalbinizden gelip geçer.
O size bakar, siz de ona.
Anadan doğarken bir buçuk yaĢında yetim kalmıĢ ve ölmemiĢ, belki de
ölmek istiyordu ama ölememiĢ bir çocuk gibi deniz içindeki hazineler deniz
suyunu, akan suları, öten kuĢları, doğan kuĢları misal verdikten sonra
geçelim bir de ölmemiĢ çocuğu konuĢturalım.
Ölmeyen çocuğun hayatı iĢte o denizde gözükmeyen 70 yıl ağzı kapalı
kalmıĢtı. Bitmez tükenmez bir derya gibiydi. ġimdi Yaradan ona bir dil verdi.
Ġmkan verdi oku ve yaz dedi. ĠĢte ölmeyen çocuk hazinesinin kapağını açan
sadece bir vesiledir. Dev bir hizmeti insanlara sunandır.
Ölmeyen çocuk ölmemiĢ. Anılarında anlattığı gibi Doğu ve
Anadolu‟nun çok ücra bir köĢesinde tesadüfen doğmuĢ, tıpkı karıncalar gibi
yük taĢıyarak bir menzile kavuĢabilir miydi? Doğunun ücra bir yöresinde
maceralarla dolu 30 yıllık hayatını Ankara‟ya taĢımıĢ. Ankara‟daki altı yıllık
çileli yıllarıyla birlikte 36 yıllık hayat birikimini bu sefer de Almanya‟ya taĢımıĢ.
Almanya‟da 14 senelik çetin, mücadeleli, maceralarla dolu bir hayatıyla 50
yaĢlarında ülkesi Türkiye‟ye dönmüĢ. Ankara‟da yine beĢ yıl hayat savaĢı
vermiĢ, oradan da virane kuĢları misali göçerek Akdeniz ülkesi Antalya‟ya
gitmiĢ. Burada sekiz yıl da Antalya‟da yaĢamını sürdürmüĢ. 1997‟de tekrar
2
Ölmeyen Çocuk
Ankara‟ya dönmüĢtür. ġu anda elinizde bulunan bu dev anıyı kitap yapıp siz
insanların hizmetine sunan ölmeyen çocuk, 70 yaĢındadır. Hayat ve eğitim
savaĢı devam etmektedir. Ġki evlilik geçirmiĢ, altı çocuk dünyaya getirmiĢ,
mücadeleci, riskli, maceralı, yılmayan, usanmayan, ödünsüz bir dev hayat
size sunmaktadır.
BU HAYATIN İÇİNDE NELER VAR NELER?
Özel ve tüzel kiĢiler. Dört yerde iĢ, hayat ve anıları var. Divriği
Madenleri, Kara Yolları Merkez Atölyesi, Etibank Merkez Atölyesi, Almanya
Hamburg Blohm+Voss Tank ve Gemi Fabrikası. Bu dört iĢyerinde geçen
mücadeleli iĢ hayatları var.
Almanya‟da, Antalya‟da dernek ve vakıf örgütleri, buralarda karĢılaĢtığı
insanlar, Divriği dağları, tepeleri, dere suları, ayısı ve çeĢitli kuĢları ve doğa
övgüleri, her yaĢağıdı ülkede karĢılaĢtığı insanlarla olan sosyal, kültürel,
cami, cemevi, dinî ve inanç tartıĢmaları, maddî ve manevi yardımlaĢmaları,
siyaset, cumhuriyet, Mustafa Kemal, aĢırı ve kökten dinci yorumları. Ağırlıklı
sosyal hayatın her platformunda vardır. Türkiye toplumu içerisinde Alevi–
Sünni 1.400 yıl öncesine dayanan yorumlar ve anlatımlar vardır. Köy
çalıĢmaları, karasaban çiftlikleri, sayısı belirsiz ızdıraplı uğraĢılar vardır.
A. Tarihi yönleriyle,
B. Ġnanç ve dinî yönleriyle,
C. Sosyal ve kültürel yönleriyle,
Ç. Doğa canlısı ve cansızlarıyla,
D. Aile Hayatının acı ve tatlı yönleriyle,
E. Genel ve yerel siyasi bilgilerle,
F. Adalet sistemindeki geliĢmelerle,
G. Ġleriye dönük bakıĢ açılarıyla,
Ğ. Fakir, zengin arasındaki ölçüleriyle,
H. Ġlim, bilim, sanat teĢviki mesajlarıyla,
I.
Ġnsanlardaki değer yargıları ile,
Ġ.
Sevgiye dayalı barıĢın Kur‟an ve tarihî anlatımları ile,
3
Ölmeyen Çocuk
J. Ana, baba ve çocuk yetiĢtirme ile,
K. Ġnsanlar ve aileler arasındaki diyaloglar,
L. Kullanılan hayvan araçları,
M. Ġnsanların hayvanlarla arasındaki farklılıklar,
N. BarıĢı zedeleyen kökten din bezirganları.
Bu sıralamaya konan ve konmayan konular hayatınıza ıĢık tutacak,
belki de dünyanızı değiĢtirecek. Ayrıca Anadolu diliyle anlatılan bilgilerle dolu
bir dev hayat felsefesidir.
SAYGILAR
4
Ölmeyen Çocuk
Teşekkür
Bu anımın yazılmasında emeği geçenlerden ilk olarak oğlum Alkan‟a
yaptığı düzeltme ve ilaveler kısmındaki emeğinden ötürü kendisine
teĢekkür ederim. Dizinin oluĢturulmasında emeğĢ geçen Baki YaĢa
Altınok‟a, Alkan‟ın yakın arkadaĢı, evladımız Taylan Özgür ġahin‟e,
Millî Eğitim Bakanlığında görevli memur RüĢtü Seyfe‟ye, Sistem
Ofset‟te çalıĢan Esra Hanım kızıma ayrı ayrı teĢekkürlerimi sunarım.
5
Ölmeyen Çocuk
ÖLMEYEN ÇOCUK
Bir yetim çocuğun hayat hikayesi; öyle bir yetim çocuk ki, mucizevi bir çocuk ve
de mucizevi bir hayat hikayesidir.
Doğumum ve doğumumda olan maceralı hikayeleri 3 yaĢına kadar büyüme
koĢullarımı, Analığım olan Belgüzar Anadan öğreniyorum. Belgüzar Ana‟nın
babamla nasıl evlendiğini yine kendisinden öğreniyorum. Talihsiz bir doğum Ģöyle
baĢlıyor.
AĠLEMĠN ÜÇ GÖBEK ÖNCESĠ
Büyük Dede‟nin adı Garip‟tir. Garip Dede doğduğu Tekke köyünden ayrılıyor
Kars‟a göçüyor. Kars‟ta 15 sene kalıyor. Geri Divriği‟ye geliyor. Divriği‟de Dumluca
köyünü oluĢturuyor. Orada iki oğlu oluyor. Mustafa ve Mahmut Dedeler bunların
günü Dedelikle ve eski yazı ile çocuk okutmakla geçiyor. Mustafa ve Mahmud Dede
mezra olarak Pengürt köyünü kuruyorlar. Pengürt‟le Garip Musa Tekkesinin arası
yaya olarak 1.5 saattir. Tekke köyü tüm Garip Musa soyu olarak dağılım yeridir.
Dedemin bir tane oğlu, bir tane de kızı olmuĢ. Kızının adı Hatice. Oğluna ise
babasının adını koymuĢ. Babasının adı Garip, babamın adı da Garip olmuĢ dolayısı
ile. Babamla Ali Dede babaları ölene kadar birlikte yaĢamıĢlar. Babalarının
ölümünden sonra ayrılmıĢlar. Mahmut ve Mustafa Dede köylerde hem Dedelik
yapmıĢ, hem de eski yazıyla öğretmenlik yapmıĢlar. Babaları Garip Dedenin
görevini oğulları da sürdürüyor. Böylece geçimlerini bu yüzden sağlamıĢlar. Sonra
Ali Dede de dedelik yapmıĢ. Babam dedelik yapmamıĢ. Dedem Mahmut ölürken
sonra babaannem Ġnsaf Ana genç ve güzelmiĢ.
Dedemin, babaannemin ölümlerini kendisinin babamla evlilik övgülerini ayrıca
babaannem Ġnsaf Ana‟nın ikinci evliliğini yine babaannemin ölümünü Analığım
Belgüzar‟dan öğreniyorum.
MAHMUT DEDE‟NĠN ÖLÜMÜ
Mahmut Dede dedelik ve öğretmenlik yaparken üzerlerinde tarım emlaktan
tapulanmıĢ tarlalarını taliplerine ekip biçmeleri için veriyorlar. Kendileri dedelik ve
öğretmenlik yapıyorlar. Bu arada Dumluca Köyünün kurucusu büyük dede Garip
ölünce, dedem Mahmut ve ağabeyi Mustafa Dede Ģimdiki benim doğduğum Pengürt
mezrasını kuruyorlar. Dumluca‟ya bağlı olan bu mezrada yaĢarlarken haliyle
Dumluca‟yla mezrası Pengürt insanları birbirleriyle, aynı zamanda talip mürit
bağlılığı ile daima içli dıĢlı olarak bir akraba gibi yaĢıyorlar. Bu yakınlıktan dolayı
dedeler üzerlerindeki birkaç tarlaları taliplerinin ekip biçip yararlanmaları için
veriyorlar. Ancak manevî bir samimiyetin neticesi olarak taliplerle dedeler arasında
6
Ölmeyen Çocuk
herhangi bir senet yazıĢması yapmıyorlar. Bu arada babaları Garip, sonra da
dedemin büyüğü Mustafa Dede ölüyor. Zaman geliyor; devletler arasında harplerin
baĢlaması, Türkiye Mustafa Kemal‟in önderliğinde Cumhuriyete kavuĢması nedeni
ile, daha sonraları da artık eski yazı ve Arapça ile okuma devrinin sona ermesi
nedeni ile dedelikle geçim sağlama gitgide olanaksızlaĢıyor.
Ali ve Mahmut Dede, Mustafa Dedenin oğlu olmakla; amcası Mahmut Dedemle
birlikte yaĢamlarını sürdürürken kendisinin eskiden yararlanması için vermiĢ olduğu,
mezraya çok yakın olan bir iki tarlasını müridi Musa‟dan kendisi ekip biçmek üzere
geri istiyor. Maalesef mürid Musa uzun yıllar ekip biçtiği, dedenin istediği sadece bir
tarlayı vermiyor. Dedesine mahkemenin yolunu gösteriyor. O sıralarda bu gibi
davalar Ġstanbul‟da görülüyor. Dede de dava açıyor. Ġstanbul‟a dava duruĢmasına
giderken hanımı Ġnsaf‟a diyor ki; “Ġnsaf benim Ġstanbul‟dan sağ döneceğim
Ģüphelidir. Eğer ölüm gelirse; oğlum Garip‟i sana emanet ediyorum, ona annelik
vazifesinde kusur etme. Ayrıca oğlum benden sonra dedelik yapmasın” diye de
vasiyette bulunur. Neticede dedenin aklına gelen baĢına gelir.
Dede Ġstanbul‟da zilliyetlik davasından davayı kayıp eder. Ne yazık ki, hemen
mahkeme salonunda dede felç olur, ölür ve köye ölüsü gelir.
Mahmut Dedenin ölümüyle babam Garip ve amcası Ali Dede ile baĢbaĢa kalır.
Babam o sıralarda 13 yaĢlarındaymıĢ. Analığımdan öğrendiğime göre Dedenin
Erzincan‟ın eski ismi Eğin olan Kemaliye Ġlçesine bağlı Ocak Köyünde çok samimi
konuĢtukları bir aile varmıĢ. Bu aile Ocak Köyünden kalkar. Pengürt‟e hem Mahmut
Dedenin ölümünden dolayı ve hem de dostluğun bir icabı olarak ziyaret etmek için
Ocak Köyünden Hasan Dede ailesi kızı Belgüzar, oğlu Ali ve Hanımı Arzu olmak
üzere ailece gelirler. Böyle bir ziyaretin geliĢmesiyle eskiden beri devam eden aile
samimiyeti bu aĢamada hısımlığa dönüĢecektir.
BABAMIN NĠġANLILIĞI VE EVLĠLĠĞĠ
Hasan Dedenin kızı Belgüzar 13 yaĢındadır. Babam Garip de 13 yaĢındadır.
Babaannem Ġnsaf Ana evinde misafir olan Hasan Dedeye oğlu için kızına düğür olur.
Dolayısıyla Belgüzar‟la Garip 13 yaĢında niĢanlanırlar. Bu niĢanlılık bir yıl sürer. Bir
yıl sonra niĢanlı çiftlerin 14 yaĢında evlilikleri gerçekleĢir. Ancak çiftlerin yaĢları
küçük olduğundan resmi nikâh kıyılmaz. Bu evlilikten çiftlerin 4 tane çocukları doğar
ve ölürler. 4 çocuğun ölümünden sonra Garip Musa Tekkesine kurban götürürler.
Çocuklarının ölmemesi için dilekte bulunurlar. Bu aĢamadan sonra Belgüzar Anadan
4 tane kız çocuğu olur. Hayat böyle devam ederken ailede bir de hastalık
mağduriyetliği vardır.
BELGÜZAR
7
Ölmeyen Çocuk
Belgüzar Ana‟nın doğuĢundan itibaren kulunç ağrısı, göz ağrısı vardır. Ağır iĢ
yaptığında omuzlarından baĢlayan ağrı onu iĢ yapamaz duruma getirir ve gözleri
zamanla daha az görmeye baĢlar.
ĠĢin vahim tarafı dede evi olduğu için civar köylerden ziyaretçi misafirlerde çok
gelirmiĢ. Hemen hemen misafirsiz günleri geçmezmiĢ.
Babam ise hanımı Belgüzar‟ın bu mağduriyetliğini bahane ederek, köy içinden
Bayram Ağa adıyla anılan bir ailenin kızı Firdevs‟le arayı bulur ve evlenmeye karar
verir. Evlenmeye karar verirler ama dedenin evinde çocukları küçükken bebeklerin
sık sık ölmesi, misafirlerin çok gelmesi çalıĢanın az olması nedeniyle fakirlik baĢlar.
Bayram oğlu ise zengin ailedir. Dolayısıyla günümüzde de görüldüğü gibi bir zengin
ailenin kızı ile diğer bir fakir ailenin oğlunun evlenebilmeleri oldukça zordur.
Binaenaleyh fakirlik olmasa bile bir taraf evli diğer taraf bekâr kızdır. Bu durum
karĢısında adamın kızına düğür olamazsınız.
Ama Garip‟le Firdevs birbirlerini sevmiĢler. Kız Garib‟i çok seviyor olacak ki,
sevdiği oğlanın evliliğini hiçte düĢünmüyor. Ve neticede bunlar birbirlerini alıp
kaçıyorlar. Kaçıyorlar ama köyün dıĢında baĢka bir köyde bir hafta gizleniyorlar. Bu
bir hafta içinde aileler ve komĢular araya giriyor. Ortalığı yatıĢtırıp barıĢtırıyorlar. Bir
hafta sonra birbirlerine aĢık Garip‟le Firdevs eve dönüyorlar. Böylece babam 2 evli
bir aile oluyor. Gelelim bundan sonraya.
Bu 2 hanım her yıl birer çocuk doğuruyor. Fakat benim annem Firdevs‟in
doğurduğu çocuklar en çok 6 ay yaĢıyor. Bazıları doğarken ölüyor. Derken aradan 9
yıl geçiyor. 9 yıl sonra annemin 9 tane çocuğu ölüyor. Sene 1 Ocak 1935‟te ben
doğmuĢum. Benden önce doğan çocuğun adı Ali Rıza imiĢ. Bu çocuk 1934
doğumlu. Ben doğarken babamla annem Garip Musa Sultan‟a bir kurban adıyorlar.
Bu adağın üzerinden 6 ay bir zaman geçiyor. Fakat ben ölmemiĢim. 6 ay sonra
köylüyü de davet ediyorlar. Garip Musa Sultan‟a adak kurbanla beraber kalabalık bir
toplumla Garip Musa Sulta‟nın huzuruna gidiyorlar. Orada bir gün bir gece kurbanı
kesiyorlar. Dualar senalar oluyor. Bir de sürpriz bir durum geliĢiyor. Oda Ģu.
Eski ananelerine göre kulağımın üst kısmından bir parça kesiyorlar bir lokma
ekmekle birlikte annem yiyor. Böylece benim ölümümü önlemiĢ oluyorlar. Böylece
1.1.1935‟de doğmuĢum. Fakat benden önceki 1934‟te doğan çocuğun olacak nüfus
kâğıdını bana veriyorlar. Bu doğumdan sonra da annemin koltuk altından bir çıban
çıkıyor. Bu annem benim ölümümü önlüyor ama, tutulduğu hastalık 1.5 yıl sonra da
kendisini maalesef öldürüyor.
ÜÇÜNCÜ EVLĠLĠK
Rahmetli babam yukarıda yazdığım gibi ilk hanımının hastalıklarını ve de evin
iĢlerini yeteri kadar çeviremiyor bahanesiyle bir kadınla daha üçüncü evliliğini
yapıyor böylece. Ben de 2 Analığımın yanında yetim kalıyorum.
8
Ölmeyen Çocuk
BABAMIN ÖLÜMÜ
1940 yılı ilkbaharın üçüncü ayın son haftası Divriği‟ye gidiyor. Babamın köyde
kendi akranlarından Hüseyin Kaya isminde bir arkadaĢı vardır. Bu arkadaĢı aynı
zamanda çok Ģahane saz çalıyor. Cem ayinlerinde zakirlik yapıyor ve cem
yürütüyor. Bu ikisi de hem saz hem de keman çalıyorlar. Öyle bir arkadaĢ ki,
bunların sadece içtikleri su ayrı gidiyor. Bu arkadaĢıyla birlikte katırlarına ağaç
yüklüyor, köyden de Divriği‟ye devlet demiryolunu takip eden bir de kara yolu gider,
bu yol güzergahından Divriği‟ye giderler, ağaçları satıp evde bir takım ihtiyaçlarını
alıp geleceklerdir. Hülasa ağaçları satıyor alıĢveriĢlerini yapıyor. Aynı gün ve aynı
yol güzergahından geri dönüyorlar. Bu yol boyu katırlarıyla gelirken kara yolu ile
demiryolu arasında bir de su vardır. Bu su Sivas Zara dağlarından doğar. Bizim
köyün önünden, Divriği‟den Erzincan‟da Fırat‟a karıĢır. Bunlar yol boyu gelirken o
suyun birkaç yerinden geçmek zorundadırlar. ĠĢte bu yol boyu sudan geçerken
babamın katırının ayağı taĢa dolaĢıyor. Babam da üzerinde olduğu halde suya
düĢüyor. Su o aylarda henüz buzlu olması dolayısıyla eve gelene kadar babam tam
manasıyla üĢütüyor ve gelip yatağına yatıyor. Ġlkbaharın dördüncü ayı birinci haftası
yani 15 gün sonra babam ölecek. Ölmeden birkaç gün önce niĢanlı olan kızı Arzu
Ablamın düğününü yapıyor. Arzu Ablam evlenmiĢ oluyor.
BĠR RÜYA
Babam ölmeden 3 gün önce ben bir rüya görüyorum. ĠĢin sürprizine bakın zira
tesadüf olacak ki, o günde babam beni çağırıyor dizi üzerine oturtuyor ve seviyor.
Bu sevginin heyecanı olacak ki, ben diyorum ki: „Baba ben bir rüya gördüm.“ Zira
beni dizine alıp sevmeseydi o rüyayı söyleyemezdim. Çünkü babam çok disiplinli ve
otoriteli bir kiĢiliğe sahipti. Böyle olunca onun yanına yaklaĢıp birĢey söylememiz
oldukça zordu. Babam o arada sanki benim rüyamı biliyormuĢ gibiydi. Hanımlarını
çağırdı: „Belgüzar, Zekiye buraya gelin oğlum rüya görmüĢ, gelin siz de dinleyin”
dedi ve hanımları geldiler. Ayak üstü beklediler. “Hadi oğlum rüyanı söyle bakalım
ne gördün?” diye sordu.
RÜYAM ġÖYLE ĠDĠ
“3 tane adam geldi. Senin ellerini tuttu, omuzlarına bastı, saçlarını bıyıklarını
kestiler” dedim ve rüyamı aktarmıĢ oldum.
Babam hanımlarına Ģunları söyledi: „Bakın Belgüzar, Zekiye beni iyi dinleyin.
Oğlum iyi rüya görmüĢ, ben 3 gün sonra perĢembe günü gece öleceğim. Ancak
oğlumu size emanet ediyorum. Benden sonra evimin erkeği o olacak” dedi ve beni
son bir kez öptü ve bıraktı. 3 gün sonra perĢembe günü evde bir tufan koptu ben
kalabalıkta uyanmıĢım. KomĢular toplanmıĢ hanımlar ve benden büyük ablalarım
babamın etrafını sarmıĢ ağlaĢıyorlardı. O gün gece yarısından sonra saat iki buçuk
dedikleri hatırımdadır.
9
Ölmeyen Çocuk
BABAMIN BĠRKAÇ HATIRASI
(1) Babam tarlada çift sürerken 2 Ablamı, Bağdat ve beni tarladan diken, taĢ
ayıklamaya götürdü. Pambuklu diye köyün yürüyerek 15 dakika yakınındayız.
Tarlada taĢ ayıklarken biz kavga ettik. Ben 5 yaĢındayım Ablamın biri 8 diğeri 6
yaĢlarındayız. Üçümüz de çocuğuz. Babam bağırarak geldi, birer tane yüzümüze
tokat attı. Bir daha birbirinize kötü söylerseniz, kavga yaparsanız sizi daha çok
döverim diye kızdı.
(2) Ġkinci bir hatıra yine Bağdat‟la ben kapı önünde oynarken kavgalaĢtık.
Bağdat bana ağzına... dedi bende çocukluk bu ya gittim Ģikayet ettim. Babam
ikimize de birer tokat patlattı. Bakın küfür etmeyin, küfür adamın evini yıkar diye
tenbihledi bir daha da dövüĢ kavga ve küfür yapmaya tövbe ettik.
(3) Babamın hastalığı sırasında annemin kardeĢi rahmetli Ali Dede babamın
yanına gelmiĢ, onlar da mart ayının güneĢinden yararlanması için damın üzerine
çıkmıĢ oturuyorlardı. Ben de arkadaĢlarımla birlikte köyün yakınındaki dağlara
nevruz toplamaya gitmiĢtik. Herkesin bildiği gibi çocuk yaĢlarında oyundan
eğlenceden baĢka hiçbir Ģeyi düĢünmez. Hiçbir Ģey umrunda değildir. Eh bende 5
yaĢında hatta çocuk olduğunu dahi bilemeyen yetim kalmıĢ cılız boynu eğri bir
çocuğum. Aradan saatler geçmiĢ beni bulamamıĢlar, habersiz gitmiĢiz. Dayımın
oğlu benden bir yaĢ büyük Mustafa ile elimizde 2 deste kıpkırmızı nevruzla çıkıp
geldik. Babamlar damda bizi görünce çağırdı. Dayımın oğlu Mustafa babamın
kızacağının farkında oldu. Bir baktım yanımdan tüğmüĢ gitmiĢ. O arada babam beni
biraz tartakladı, Dayım yanında idi, o da „EniĢte bırak çocuğa vurma” dedi ve babam
Ģu cümleleri söyledi: “Ne yapıyım Ali ben burada hastayım, evde misafir var. ġurada
dursalar bir ihtiyacımız olur da, oğlum git bir su getir deriz. Sonra habersiz, nereye
gittiği belirsiz, saatlerden beri ortalıkta yok Ali” diyordu.
Bu anı çok mühim bir anıydı. Yani ölümünü benim rüyam üzerine yüzde yüz
garantilemiĢti ki, kendinden sonra neler olacak, kendine göre o düĢüncesi bir tedbir
idi. Bu ne biçim bir tedbirdi ki? Bakın.
Rüyamdan bir gün sonra amcasının oğlu Ali Dedeyi çağırttıyor, zira Ali Dedeyle
de ayrılmıĢlar. Babaannem Ġnsaf Ana da genç ve güzel bir kadın. Birilerinin
sözünden, dedikodusundan kurtulalım diye evlenmeyi düĢünmüĢ. Ali Dedeyle
evlenmiĢ. Ali Dededen bir çocuk yapmıĢ, bu çocuk 17-18 yaĢlarında. Ali Dedeyi
çağırıyor, Ali Dede geliyor. AkĢam ocak baĢında ikisi birlikte oturup konuĢuyorlar. Ve
babam amcasının oğluna Ģunları söylüyor. Babam amcasının oğluna emmi derdi.
Çünkü Ali Dede kendinden yaĢı çok büyüktü. Ve söze Ģöyle baĢlıyordu: „Bak emmi
ben hastayım. 3 gün sonra benim günüm bitiyor ve 3 gün sonra ben yolcuyum. Evde
6 tane çocuk var, 2 tane hanım var. Çocukların hepsi de küçük. Bunlara kim
bakacak? Bunlar periĢan olurlar. Bu nedenle Aziz‟i benim eve ver. Gerekirse küçük
hanımla evlensinler. Ona da tenbih et çocuklarım ve bu evi sizlere emanet
ediyorum” diyordu.
10
Ölmeyen Çocuk
ALĠ DEDE
Ali Dede ise ilk baĢta ağladı ve Ģunları söyledi: „Adıgüzel, niçin böyle
söylüyorsun durumun iyidir, bak güzel konuĢuyorsun. Sen ölmeyeceksin” diyordu
ama nafile.
Babam, „Yok emmi yok, oğlum da rüyasında gördü, ben gidiciyim. Zira ben
biliyorum” dedi ve sözleri ayrıca emmisinden „Olur” cevabını aldı, konuĢmaları
burada noktalandı.
BABAMIN DEVRĠ KAPANMIġ
Böylece babamın evinde ve 8 tane yetimin üzerinde amcamız Aziz‟in devrinin
baĢlamıĢ oldu
Bakalım amcamız Aziz ve de büyük amcamız Ali Dede, babamın emanetleri ve
verdikleri vaat üzerinde duracaklar mı? ĠĢte acılı ve ızdıraplı günler baĢlıyordu.
Aziz Amcam, Ali Dede ve Babaannem Ġnsaf Anadan doğmakla babamın anadan
kardeĢi oluyor. Benimde üvey amcam oluyor. Böylece Aziz Amcam geldi, Analığım
Zekiye ile evlendi. Bu arada babam ölürken Zekiye‟den doğan kardeĢim Mahmut
1938 yılında doğmuĢ, henüz 2 yaĢında idi. 2‟nci çocuk ise babamın ölümünde altı
aylıktı, henüz ancak oturabiliyordu. Analığım Zekiye ile Aziz Amcamın evliliği
babamın ölümünden 3 ay sonra gerçekleĢti. Ben de yaklaĢık 6 yaĢına gelmiĢtim.
Aziz Amcam evimize gelip Analığımla evlendikten sonra da Devlet Demir
Yollarına iĢe girdi. Bu durumda bize ancak cumartesi, pazar günleri ev iĢlerimize
yardım edebiliyordu. Böylece 2 yıl geçti. Evimizde geçim düzenimiz bozuldu.
Geçim düzenimiz ilk baĢta Analığım Zekiye tarafından bozulmaya baĢlandı. Bu
Analığım zaten babamın ölümünden sonra beni dövmeye, bana küfür etmeye
baĢlamıĢtı. Hakeza Aziz Amcam da ufak bir yanlıĢ hareketimi bahane ederek
dövmeye baĢladı. Binaenaleyh bu dövme iĢi annemin ölümünden sonra, bir bakıma
ikinci annem olan Belgüzar Annemin bakımına kalmıĢım. 3 yaĢına nasıl geldiğimi
hatırlamıyorum ama 3 yaĢımda kapının önünden su akıyordu, suyun kenarında bir
yassı taĢ vardı. Her sabah oraya çıkartıp soğuk suda yıkadığında ağlayıp sızladığım
zaman çıplak gövdeme bazen Ģaplak bazen de yumrukla küfrederek dövmeye
baĢlamıĢtı. Mamafih Zekiye Analığım, Aziz Amcam da devreye girince gerçekten
hangi gün kimden sopa yiyeceğimi düĢünür, hep dayak korkusu çekerdim. Benim
elimden ne gelir, benim elimden sadece karıĢ vermek gelirdi. Kalbimden devamlı
beddua ederdim. Belgüzar Annem beni sabahleyin yataktan kaldırırken ben yatağı
ıslatmıĢ olurdum. Bu yatağı ıslatma hastalığım 12 yaĢıma kadar sürdü. Fakat 8
yaĢımdan sonra artık taĢın üzerinde soğuk suda yıkayarak dövme iĢi sona erdi. Bu
aĢamadan sonra Belgüzar Annem çok az döverdi ama beddua ve küfür çok ederdi.
Binaenaleyh Belgüzar Annemin sövüp saymasına çok alıĢtım. Artık fazla gücüme
11
Ölmeyen Çocuk
gitmezdi. Ayrıca ben de ona karĢılık beddua etmezdim. Zira anne görmediğim için
ben kendimi Belgüzar Annemden doğmuĢ gibi bilirdim. Zekiye Analığım ise belli bir
yaĢtan sonra o da çok kızdığında döverdi. Aziz Amcama gelince o çok acımasızdı.
Bu amcamın dövme yöntemi, yöntemlerinin birkaçını Ģöyle sıralayabilirim.
Yazın bostan beklerdim. Bostanlar meyve verene kadar yaptığımız iĢler.
Tarlalardan yabani ot ve taĢ ayıklatırdı. Çift sürerken elindeki üvendeve ile, biz buna
masta derdik, onunla döverdi. Bostanımız meyve verip salatalık, domatesler yenme
durumuna geldiği zaman da ben bostan beklerdim. Bostanda domatesin, mısırın ve
karpuzun en çok düĢmanı yabani alacakarga kuĢlarıydı. Bu kuĢların gagaları sivri,
aynı zamanda çok serttir. Bu kuĢlar çokta arsız ve kurnazdır. Ben bostanın
ortasında durmadan ayakta durur o yana bu yana döner karga karga diye
bağırırdım. Yine de gizli gelir bostanı kekelerdi. En çok domatesi yerlerdi. 8
yaĢından sonra 2 yıl görpe yaydım.
Aziz Amcam öğlen sonu güneĢ çekilmeden iĢten gelir, bostanı kontrol ederdi.
Bir tane dahi domatesin kekildiğini bulursa ayağındaki ucu demirli potinle diz
kapaklarıma vururdu. Öyle ki, bostanlar sona erene kadar diz kapaklarımın yaraları
iyi olmazdı.
ESĠR ASKERLER
Ġkinci cihan harbinde Türkiye fiilen harbe girmemiĢ ama, nasıl ve hangi
anlaĢmayla olduğunu bilmediğim Ģekilde, Türkiye‟ye esir asker gelmiĢti. Köyün
önünden tren geçiyor. Bu tren yolunun bir tarafı su Zara Dağlarından doğup
Erzincan Fırata giden su vardır. Bir tarafı da Devlet Demir Yolları yapılırken yol boyu
ta ki, Kars‟a kadar giden bir kara yolu açılmıĢtı. Köyde Gazi Kâhya adıyla bir ağamız
vardı (Ġleriki sayfalarda Gazi Kâhyanın anılarından çok söz edeceğim), bu Gazi
Kâhyanın bir tarlası vardı. Demiryolu bu tarlayı ikiye bölmüĢtü. Köy tarafında kalan
geniĢ bir kısmına çadırlar kuruldu. 1943‟lerde bu esir askerler tam da karpuzların
yenme zamanında bir yaz boyu orada çadırlarda kaldılar. O yıl da bizim tarlada öyle
karpuzlar oldu ki, 10 kilodan aĢağı karpuz yoktu. Aziz Amcam bu askerlere hergün
karpuz taĢırdı. Bizim bostanla bu yerin arası 300 metre vardı. Karpuzları çuvala
koyar benim sırtıma verir ve Ģu kelimelerle beni tenbihlerdi: „Bak ulan, yolda doğru
yürü karpuzları düĢürür, kırarsan ben de seni karpuz yaparım ha!” derdi. ġimdi
düĢünün 1943‟lerde ben 8 yaĢındayım. Zaten sefalet içinde büyüyen cılız bir
çocuğum. Beni tartsan belki 15 kilo gelmem. Örneğin 2 karpuz çuvala koysan 20 kilo
gelir. Değil ki, 20 ben 10 kiloyu bile 300 metre mesafeye taĢıyamazdım. Zira yollar
zaten düzgün değildi. Mecburen ayağın bir taĢa takılacak ya da çukura girecek.
Ayaklarım yalınayak olduğu halde bu karpuzu taĢıyacağım. Çuvalı sırtıma aldığım
zaman belim 2 kat oluyordu. Tabi ki, bu karpuz taĢıma dolayısı ile bostanın güz gelip
sona ermesine kadar sopasız günüm geçmiyordu. Bu kadar merhametsiz ve gaddar
12
Ölmeyen Çocuk
bir amcam vardı. Ama çok beddua ettim. Ne derler, „Alma yetimin ahını, çıkar
aheste aheste.“ Öyle de oldu.
ANALIĞIM ZEKĠYE
Analığım Zekiye Aziz Amcamla bizden ayrılacaklar. Zekiye: „Benim iki çocuğum
var, kocam çalıĢıyor. Birlikte yaĢayıp elin yetimlerini besleyemem” gibi sözlerle
bizlerden ayrılmaya kalktı. Ġyi de, nasıl ayrılacak? Çok düĢündürücü bir konu ortaya
çıkmıĢtı. Bir kere Aziz Amcamın babası ayrı, evimiz yetersiz. Aziz Amcamın babası
ve de kardeĢleri yardım etmiyor. Ve hiç de bize yakınlık göstermiyorlardı. Aslında Ali
Dedenin üç tane oğlu vardı. Bunların üçü de bizden büyüktü, elleri iĢ tutuyordu.
Hatta davarları vardı. Oğlunun biri davar yayıyordu. Durumları fevkalade iyiydi. Ama
Ali Dedenin babama verdiği sözlerin ve vaatlerin hepsi o konuĢtukları ocak baĢında
kalmıĢtı. Üstelik yardım etmek, emanetlere sahip çıkmak Ģurada dursun daha
kötülük edeceklerdi. Ġleriki sayfalarda okuyacaksınız. Evimiz köyde herkesten her
hususta fakir durumdadır. Bir çift öküzümüz, bir katır. 10 kadarda davarımız var.
Amcamla birlikte dokuz baĢ nüfustuk. Aziz Amcam ayrılsa bile evimizde bulunan ne
varsa birlikte kullanmak zorundayız. Velhasıl köyden ayrılığı durdurmak için birkaç
büyük geldi, dediler: “Etmeyin, tutmayın, bu çocuklar küçük, ev iĢ tutamıyorlar.“
Özellikle Aziz Amcama yükleniyorlardı ama maalesef Aziz ve Zekiye ayrılmayı göze
almıĢlardı. Geri dönmeleri de mümkün değildi. Ayrılacaklardı ama tarla mal mülk
bölmediler. Sadece ev eĢyaları bölünebilirdi. Malı, davarı mecburen ortak
kullanılacaktı. Sadece iki göz evde yemek kazanları ayrı kaynayacaktı.
AYRILIK KARARI
Ayrılık kararına Ģöyle bir çözüm bulundu. Köy önündeki tarlamızın yanında bir
dam vardı. Yaz olunca çok vakit orada kalınırdı. Bunlar oraya taĢınacaklardı. Bir de
mevcut ahırımız ve samanlık vardı. Biz de burada duracağız. Ama tarla, bostan,
ekme, biçme yine müĢterek yürüyecektir.
Zekiye Analığımın ayrılması benim açımdan iyi olacaktı. En azından sopası ve
kötü sözleri üzerimden kalkmıĢ olacaktı. Ama parasal yönden diğer iĢler ve ihtiyaçlar
açısından düĢündüğümüzde biz altı kardeĢ açısından iyi olmayacaktı. Ne çare ki,
bütün bunlara rağmen ayrıldılar.
AMCAM AZĠZ‟ĠN KIZ KAÇIRMASI
Babam sağken ablalarımdan biri, Arzu Ablam evlendi demiĢtim. Babam Arzu
Ablamı dayısının oğlu Bayram Söğütlü‟yle evlendirdi. Bu aile eski ismi Çüküzler
derler, bu köylü idi. Babamın dayısının adı Hüseyin idi, ikinci adı ġah-ı Merdan
derlerdi. Kendisi saf, temiz yürekli muhterem bir zat idi. ĠĢte EniĢtemiz Bayram o
Dayımızın oğludur. EniĢtem, Ablam ve EniĢtemin niĢanlı kız kardeĢi ġerife bir de
Ablamın kızı Zehra henüz 1,5 yaĢındaki kızları da birlikte bize ekin biçmeye geldiler.
13
Ölmeyen Çocuk
Ekin tarlamız köyden bir saat uzakta, Dumluca ile Pengürt arasında Yazı isminde bir
mahaldeydi. Buraya kavuĢmak için bir de çok dik yokuĢ vardır. Bu yokuĢu
yürümekle 45 dakikada ancak çıkılırdı. Yazı‟da olan bizim ekini bitirdik. Amcamların
tarlasında birkaç gün daha Ali Dedenin oğlu, Mustafa Ağabeyim ve ailesi, bizden
Zekiye Analığım, EniĢtem, Ablam ve eniĢtenin kendinden küçük niĢanlı olan bacısı
ġerife ekin biçeceğiz.
Haliyle köyden uzak olduğu için dağda yatıyoruz. EniĢtemin kardeĢi ġerife çok
güzel bir kızdı. Bizim Aziz Amca‟nın da dayısının kızı oluyor. Ama kız yine kendi
yakınlarından biriyle niĢanlı idi. Aziz Amca bu kıza aĢık olur ve kızı kaçırmanın
yollarını arar. Görünen o ki, Aziz bu kızı zorbalıkla kaçıracaktır. Bu durum karĢısında
Aziz Amcam Kangal‟ın Ġğdeli köyüne gider. Orada bacısı Hatice var. Bu kadın
babamın ve Aziz Amcamın bacısıdır. Dedemin ölümünden sonra o da kaçarak
evlenmiĢ. O köyde bu bacısının kocası Mustafa eniĢtesinin yardımıyla dört tane Kürt
bulur. Bunlar silahlı bir çete grubu oluĢturur. Dolayısıyla bir gece tarlaya gelirler. Biz
gece yatarken uyku arasında baskın yaparlar. Ellerimizi eniĢtenin ve Mustafa
ağabeyinin de ikisinin hem ellerini hem de ayaklarını bağlarlar. Epeyce de
değneklerle sopa atar, kızı alır kaçırırlar. Eli bağlanmamıĢ olan sadece ben kaldım.
Benim ise Kürdün bir tanesi tabancayı ağzıma dayadı sesini çıkarma seni öldürürüz
dediler. Ben ise uyuĢmuĢ kalmıĢım, Analığım Zekiye ise iĢin farkına varınca o
kalabalıkta kaçmıĢ, kayıp olmuĢtu. Eğer kaçmasaymıĢ onu Aziz Amca
öldürtecekmiĢ. Aziz Amcamın kendi ailesi içerisinde böylesine bir çete oluĢturup kız
kaçırması hem aile içinde hem de o köylerde dede ailesinin son derece saygın olan
kariyerini sarsıtmıĢtır. Seyyit Garip Musa Sultan ailesinin Pengürt köyündeki
mensuplarının yediden yetmiĢe eli öpülür, onlara saygı duyulurdu. Malesef Aziz
Amca‟nın ağabeyinin hanımıyla evlenmesiyle onun yerini aratmayacakken tam tersi
ağabeyinden kalan yetimlere olmadık hakaretler yaptığı yetmiyormuĢ gibi, köyde
bazı kötü iĢlere adının karıĢması, hem de bize yardım için ekin biçmeye gelen
dayısının oğlunu, ağabeyini ve de ölen ağabeyinin kızını ve diğer mensuplarını ağır
vaziyette dövdürmesi çevrede ve ailede unutulmayacak kara izler bırakmıĢtı.
Sonunda da kendi canıyla bu kanlı faturayı ödemiĢtir.
ZEKĠYE ANALIĞIMIN BULUNMASI
Zekiye Analığım 3 gün kayıp oldu. Pengürt Dağlarında aramadığımız yer
kalmadı. En sonunda kendisi 3 gün sonra çıkıp geldi. Analığım 2 tane küçük çocuğu
olduğu halde beni öldürecek korkusu ile üç gün aç susuz dağlarda yattı. Gelelim kız
kaçtıktan sonra geliĢen durumlara.
Dağın baĢında maddi manevî haraketlere maruz kalan üç ailenin hem de çoluk
çocuğuyla durumu ne oldu? EniĢtem Bayram. Ablam Arzu ve kendisinin ağabeyi
Mustafa, Arzu Ablam her biri 15 günlük Divriği Devlet tabipliğinden rapor aldılar.
Savcılık kanalıyla Aziz Amcamı iki gün sonra yakaladı getirdiler, hapse attılar. Yaz
günü bir sürü insan devreye girdiler, iĢinden gücünden oldular. Rezalet dizboyu,
14
Ölmeyen Çocuk
binaenaleyh Aziz kızı iğfal etmiĢ. Kız iğfal olunca çevrenin arabuluculuğu sayesinde
sulh yoluna gidildi, 10 gün sonra kendisi hapisten çıkartıldı. ġerife‟de bila mecburi
evlenmeye razı oldu ve evlendiler. Evlenmeye evlendiler ya bakalım sonu ne
olacak?
Aziz Amcam Analığım Zekiye‟yi tekrar yanına aldı. ġimdi cebir ile kaçırdığı
dayısının kızı ve babamdan olan iki tane küçük çocuk var. Bir evin içine girdiler. Bu
sefalet ve rezalet içerisinde hergün evde kavga çıkıyor. Aziz Amca Zekiye‟yi hergün
dövüyor. Zekiye artık dayanamaz duruma gelir. Bu Analığım birgün beni de yanına
alır evden kaçar. Köyden ayrıldık, köye yarım saat ırakta Soğuk Pınar diye bir
düzlük var, oraya vardık. Ben bilmiyorum Analığım oradan nereye gidecekti?
Oradan iki köye yol gidiyor. Birisi bizim ocağımız olan Seyyit Garip Musa Sultan‟ın
yattığı köy, diğeri de Çüküzler köyü. Burada giderken daha o yol ayrımlarına
gelmeden, Aziz Amca peĢimizden gelir yetiĢir ve bizi yakalar. Orada elindeki
değnekle önce bana vurur, ben yere düĢtükten sonra Analığımı değnekle kadını
komalık edene kadar döver. Bu sefer kolumuzdan tutar, olmadık çirkin sözler sarf
ederek bizi geri köye getirir. Tabi yakın çervemiz ve Belgüzar Annem artık birileri bu
duruma el korlar. Zekiye iki çocuğunu alır, geri bizim eve getirir. Elbette babamdan
olan iki tane çocuk bu bizim olduğu kadar onlarında evidir. Annem haklı olarak hem
kuması Zekiye‟ye ve hem de çocuklara sahip çıktı. Artık Aziz‟e bunları vermedi.
Zekiye ise oldukça yiğit kadındı ve çalıĢkan kadındı. Örneğin çifti sürer, hayvanlara
yükü yükleyebilirdi. Becerikli bir kadındı. Böylece Zekiye, çocukları ve biz birleĢtik.
Aziz de yeni evlendiği dayısının kızı ġerife‟yle baĢbaĢa kaldı. Belgüzar Annem de
Aziz‟in yaptığı bütün bu rezalete rağmen evi ellerinden almadı, o evde oturmalarına
razı oldu. Binaenaleyh babamın evi Belgüzar Ana‟nın evidir. Zira 13 yaĢında bu eve
gelmiĢ kayın validesi Ġnsaf Ana‟nın yerini o almıĢ, 4 çocuğu doğmuĢ ve ölmüĢ.
Ardından 4 çocuk daha yapmıĢ. Ve bir de ben varım. Ġki de Zekiye‟den var.
Hepimizin hem annesi ve hem de babası evin temel taĢı. Belgüzar Ana oluyor. Ona
kimse karĢı koyamaz. Köyümüz ve civar köyler bu evden gelip geçen geçmiĢteki
bütün dedelerin ve son olarak babamın, babaannemin yerine onun eli öpülüyordu.
Aynı zamanda bütün köyün kadınlarını o doğum yaptırırdı. Aziz‟in çetelere
dövdürdüğü ve 15 gün rapor alan Arzu da onun sevgili kızıydı. Buna kim tahammül
edebilir? Bütün bu rezaletliklere karĢın Belgüzar Annem Aziz‟i kapıdan dıĢarı eder,
evi elinden alabilirdi. Mamafih olayın bir de öbür tarafına baktığında evlendiği kız da
Dayımızın kızı. Annem bu idrakla onu evden atmadı. Ama Ģu hakkını kullandı. Yani
ona beddua etti. Binaenaleyh Aziz‟e beddua etmeyen mi kaldı?
Birincisi benim, ikincisi Belgüzar. Annem, üçüncüsü ve daha da geçerli beddua
eden babası Ali Dededir. Bakın nasıl oldu?
Ali Dede birgün ekin suluyordu. Bu Aziz Amca da iĢten gelmiĢ bizim ekini
sulayacak. Ali Dedenin tarlasına giden su arkı bizim tarlanın kenarından geçiyor.
Aziz tutuyor suyu babasından habersiz bizim tarlaya bağlıyor. Babası haklı olarak
15
Ölmeyen Çocuk
küreği omuzuna koymuĢ geldi. Ben de Aziz Amca‟nın yanında dolaĢıyorum. Bir
yumuĢu olursa hemen koĢacağım tabi ki, ben emir kuluyum. Babası suyu vermiyor,
o da ben çalıĢıyorum diye bahane ederek suyu önce kendisi almak istiyor. Neticede
bu tartıĢma kavgaya dönüĢüyor ve Aziz Amca babasını arkın baĢında yere yatırıyor.
Baba Ali Dede o sıralarda tahminime göre 60 yaĢlarında uzun ve beyaz sakallı olan
bir dededir. Orada oğluna Ģu bedduayı ediyor: “Zehirlenesin oğlum” diyor. Ve kalkıp
gidiyor. Ve dahası 4‟üncü beddua sahibi Analığım Zekiye. Görülüyor ki, beddua
sahipleri kendi ailesinin içinde hepsi de masum insanlardır. Ben ise bu olayları ve
vahĢet hadiseleri aklım yettikten sonra canlandırıyor ve idrak ediyorum. Ve de
olaylara zerre kadar katkı yapıp ĢiĢirmiyorum. Allah bir hakkı için bir hakkın
doğrusunu kaleme aldım ve yazdım. Belki de beni okumaya iten bu vahĢet
gerçekleri roman Ģeklinde kaleme alıp ibret örnekleri su yüzüne çıkarmam ilahi bir
güçtü. Zira köyde Latince harfi yok. Okul yok. Öğretmen ve saire hiçbir imkan ve
olanak yoktu. Bu anıda ileride yazılacak. Aziz‟den kalan acı anılarıma devam
edelim.
AZĠZ AMCAM DÖVÜLÜYOR
Misalde hata olmaz derler. Su uyur ama düĢman uyumaz derlerdi. ĠĢte bu misal
söz yerini aldı. Dövülmeden dolayı 15 gün rapor alan ġerife‟nin büyük ağabeyi
Aziz‟in öz dayısının oğlu. Ayrıca Aziz‟in ölen ağabeyinin damadı ve aynı zamanda
niĢanlı bacısını bize yardım amacıyla ekin biçmeye getirmiĢ, dolayısıyla onun
kaçırılmasına istemeyerek sebep olmuĢ oluyor. Bir de iĢin vahim tarafı bacısının
niĢanlısı amcazadesinin oğlu oluyor. Belki de o niĢanlının aklına gelir ki, niĢanlımı
götürdü ve kaçırttırdı diyebilirdi. Bu düĢüncelerin hepsi muhtemeldir. ĠĢte bu
nedenlerle Bayram EniĢtemiz her ne kadar bacısının evlenmesi için barıĢa
yanaĢmıĢ olsa da bu kıvılcımları kafasından atamamıĢ olacak. Birbirinden ayrılma
öz amcasının oğlu Garip‟i alır gece bizim köye Aziz‟i dövmeye gelirler. Yıl 1948,
Temmuz ayı sonlarıydı. Hakaretlere zulme maruz kalan Pengürt köyünde iki aile 15
gün acılarımızı üzerimizden atamadık. Bütün iĢlerimiz 15 gün kaldı. Havalarda sıcak
olduğundan herkes damlarda yatardı. Aziz‟in ağabeyi ve babasının evi ve bizim ev
hep birbirinden yarılma birbirine duvar duvara bitiĢik. Sadece Aziz‟in evi ile
babasının evi arasında 3 metre geniĢliğinde bir sokak var. Aziz‟in evi hem bizim evin
hem de köyün en sonu oluyordu. Gece saat on iki - bir arası (söylendi) herkes derin
uykuda Aziz de ġerife‟yle beraber kendi damının üstünde yatıyor. Bayram ve
amcasının oğlu Garip geliyor yorganlarını kaldırıyorlar. Aziz‟le ġerife birbirlerine
sarılı vaziyette iken söylentilere göre kalın bir değnekle Aziz‟in sırtına boydan boya
iki tane vuruyorlar ve kaçıyorlar. Ben o zaman 13 yaĢındayım. Zira benim doğumum
nüfus kâğıdımda 1934 yazılı olsa da benden bir önceki ölen Ali Rıza adlı çocuğun
ismiyle kalmıĢım. 01.01.1935 doğumluyum ki 1948‟de 13 yaĢındayım. Devam
ediyorum. Bayram‟la amcasının oğlu Garip, Aziz‟i dövüp kaçarken Aziz hızlı bir
tempoda bağrıyor imdat istiyor. En yakın olan bizler hemen yatağımızdan fırladık.
16
Ölmeyen Çocuk
Yalnız bu bağırtıya karĢı Bayram‟ın silahı varmıĢ köyden henüz 10 metre ayrılmıĢ
orada bir silah patlatıyor. Silahı peĢinden gelmesinler diye patlatıyor ama köylü hep
ayağa kalmıĢ Aziz‟in evine doğru hücum etmiĢ vaziyette iken. Köyde bir adam var ki
2 metre 10 santim boyunda iri yapılı, adı Sait. Lakabına Delibalı derlerdi. Bu adamda
Aziz‟i çok seviyormuĢ. Sebebi Ģu imiĢ. Aziz Amca çok Ģahane Türkü söyler çok
Ģahane de sesi vardı. O söylediği zaman, eski deyimle gramafon gibi sesi çıkardı
herkes bu sesi duyan baĢına toplanırdı. ĠĢte bu Delibalı‟da bu sese ve Türkülere
aĢıkmıĢ. Bu nerde var nerde yok koĢup geliyor Bayram‟ın peĢini takip ediyor köyden
200 metre ayrılmadan önlerini kesiyor ama nafile. Bayram bu adama karĢı bir silah
daha patlatıyor bu sefer delibalı korkup geri kaçıyor. O zaman duyduk ki, bu Silah
Borabelli diye adlandırılan büyük bir tabanca imiĢ, bu silah mavi zerlerden fazla ses
çıkarırmıĢ. 10 tane mermi alıyormuĢ derlerdi. Böylece Aziz ağır bir biçimde dövüldü
bu sefer. O doktora gider o da 15-20 gün rapor alır ve iĢe gidemez. Neticede
dövenler ismen ve de görgü Ģahitleri ile tespit edildi. Gelgelelim Aziz Amca Ģikayet
edip hakkını arayamaz. Binaenaleyh Aziz Amcamın Ģikayet hakkı yüzde yüzü
aĢıyor. Zira karĢıki insanlar gece yatakta ailesiyle birlikte yatağında yatarken baskın
yapıyorlar. Hunharca adamı dövüyorlar. Hadise ise köy halkı tarafından tespit
ediliyor. Aziz Amcam eğer hakkını aramıĢ olsaydı bu iki kiĢi en az 10 seneye kadar
ağır hapis cezası alırlardı. Zira hadise sadece dövmek değildir. Haneye tecavüz,
yatakta aile çıplak yatarken aile mevhumu rüsvay oluyor ki, bu da bir manevî
tanzimattır. Değnekle dövülüp ilk celsede 20 günlük iĢ yapamaz rapor vardır ki, bu
ayrıca kaçak silah patlatıyorlar ki, suç dört ayrı madde kapsamına girer. Bunlara 10
seneden aĢağı gün verilmezdi. Ayrıca ömür boyu kamu müesselerine iĢe girmekten
men edileceklerdi. Binaenaleyh tekrar ediyorum ki, Aziz Amca bu hakkı arayamazdı.
Ayrıca bu hakkı aramaya da hiç hakkı manen yoktu. Kanunen vardır ama vicdanen
yoktur. Zira kendisi 3 ailenin fertlerini dövdürmüĢ, aileleri rezil periĢan etmiĢ, birinci
derecede davacı olması gereken 3 aile vardır. Birincisi ağabeyi Mustafa hem
tarlasında yatarken gece baskına uğramıĢ 15 günde hem karısı hem kendisi raporlu,
Ġkincisi Bayram‟ın Hanımı, üçüncüsü ben ve Analığım Zekiye bizler hepimiz Ģikayetçi
olsaydık, belki de Aziz Amca ömür boyu hapisten çıkamazdı.
AZĠZ NE ĠÇĠN BU HAKKI ARAYAMAZDI?
Aziz Amca üç konuda kendisini mahkum etmiĢti. Birincisi Ali Dede. Ali Dede
Aziz‟in babasıdır. Bedduası geçerli, aynı zamanda bu baba oğlunu ret etmiĢti.
Ġkincisi bizim tarafımızdan da dıĢlanmıĢ ve ret edilmiĢti. Üçüncüsü kızını kaçırdığı
dayı tarafı, bu üç cephe karĢısında suçlu durumda kendisini mahkum etmiĢti. Bu
durumdayken Aziz Amca o zamanki ifadesine göre birkaç ay sonra askere gidecekti
ki, ailesi genç kadın yalnız kalacaktı ki, ġerife gibi güzel bir kadın. Dil vursan yarılır,
bebek gibi bir hanım. Daha altı aylık evli baharını yaĢarken kimsesiz kalacaktı.
Bütün bu mahkumiyetlere karĢı tek çaresi kaynıyla ve de dayısıyla barıĢmaktı ve
böyle bir barıĢında ipucu görünüyordu. Ġpucu Ģuydu: köylü o yıl görgüye girecekti.
17
Ölmeyen Çocuk
Köylü o yıl görgüye girmeye hazırdı. Çünkü bir sene önceki Abdal Musa ceminde
köyün dedesi olan Garip Musa ocağından ve Yağabasan köyünde oturan Ali
Dedeye ikrar vermiĢlerdi. Bu dede 12 ayda bir gelip köyü görgü sorgu cemine
sokacaktı. Köylü buna hazırdı.
ALĠ DEDE
Ali Dede anasından doğmuĢ dili dönmeye baĢlamıĢ onu dede olarak
yetiĢtirmiĢler. Ali Dedeyi kimin yetiĢtirdiği hakkında bir bilgim yoktur. Ali Dede
hakkında bildiğim 3 husus var. 1. Seyit Garip Musa ocağına mensup, 2. Muhammed
Ali tarikatını a‟dan z‟ye bilen ve yürüten bir dede idi, 3. Disiplinli, adaletli, sözü
ikilenmeyen muhterem bir dede idi.
Dede yıl sonu 12‟nci ayda köye geldi. Bir de yukarıda bahsettiğim gibi bizim Ali
Dede var. Bunlar kökende amcazadeler. Bizim Ali Dede Aziz‟in babası, babamın da
amcasının oğlu. Bu dede birkaç tane dua bilir. BaĢka birĢey bilmez, böyleyken bu
dedeyi mürĢid postuna oturturlardı. Bunlar birleĢtiler, köylü bir yıl önce görgüye
gireceklerine söz ve ikrar vermelerine rağmen 1 yıl sonra 1949 yılına gireceğimiz yıl
tekrar Abdal Musa kurbanını kestiler. Köy halkı tekrar bir birlik yaptılar. Önce düĢkün
olmayanlar oy birliği ile topluca dua aldılar. Sonra düĢkün olanlar tespit edildi. Tespit
edilen düĢkünler huzura geldiler. Cemaatin ve dedenin huzurunda dar-ı meydan
oldular. Ve suçlu olduklarını beyan ettiler. Suçlu olanların isimleri Ģöyle idi.
1. Bizim Ali Dedenin oğlu Mustafa Yıldırım ve ailesi,
2. Mustafa Uluçay ve Müsahibi Ali Sopa ve aileleri,
3. Aziz Yıldırım ve Aziz‟in henüz müsahibi yoktur.
Köyümüzde bu üç aile düĢkün olarak görülüp sorulacaklar. Tabiki buyruğun
hükmüne uyar ve kabul ederlerse. Dede bunlara buyruğun emrettiği hükümleri
okudu. Aziz Yıldırım ve ağabeyi Mustafa Yıldırım uygun görülecek ceza ne
gerektıriyorsa kabul ettiler, ikrar verdiler böyle. Ġkisi de biribirine kanlı düĢman gibi
küsler ve ikisinin de müsahip kardeĢleri yoktur. Birer müsahip kardeĢi bulmak üzere
ikrar verdi ve dardan indiler.
Darda bekleyen bir çift müsahip Ali Sopa ve Mustafa Uluçay, Ali Sopa ile ilgili
ileri sürülen buyruk hükümlerine göre uygulanacak olan ceza-i müeyyidelerini kabul
etmedi. Saatlerce darda beklediler kabul etmediler. Ali Sopa darı bozdu halkın
huzurundan kaçtı. Ali Dede ise, „Allah size bir daha çocuk vermesin.“ Özellikle Ali
Sopa ailesine „Allah size bir hastalık vere. Ġnim inim iğleyin” dedi. Ve bunlar cemaati
terk ettiler. Binaenaleyh müsahiplerden birisi giremez ise diğeri de bu görgü cemine
giremiyor. Ġkisi de aynı suça ortak oluyorlar. ġimdi gelelim devamına. Zira Ali Sopa
ile Mustafa Uluçay birbirleriyle müsahipler.
Ceza-i müeyyideleri kabul edip suçları üzerlerinden kalkıp görgü sorgu
lokmasını yemeye hak kazanana kadar ikrar verenlerin hiçbirisi mühasip kurbanı
18
Ölmeyen Çocuk
kesip görgü yapamazlar. ĠĢte Aziz Amcama böyle bir imkan doğdu. Aziz kızını
kaçırdığı dayısının evine gidecek, onlar Çüküzler köyünde 2 evler, bunların
hepsinden ya 2 tanık ya da o köy ihtiyar heyetince tastik edilmiĢ bu iki ailenin imzası
ve de hakarete maruz kalmıĢ mağdurun adı ve imzası bulunan bir ilmuhaber
getirecektir. Aziz Amcam dayısı gile gider söz konusu böyle bir tastikli ilmuhaberi
alır. Ayrıca oradaki iki aile iki kardeĢtir. Bunların ikisinin adı da Hüseyin‟dir.
Hüseyin‟lerin birisi lakabıyla anılan TaĢkafa, babamın müsahip kardeĢidir. Aynı
zamanda dayılarıdır. Ġkinci Hüseyin‟in lakabı ġah-ı Merdan‟dır. Aziz Amcam, ayrıca
TaĢkafa dedenin oğlu Celal‟i de müsahip bağlanmak üzere alır köye getirir. Bu
tamam. Gelelim Mustafa‟ya. Mustafa da benimle müsahip olmak ister. Benimle
müsahip olmak ister, ama ben henüz 13 yaĢında, Mustafa ise evli ve 24 yaĢında.
Aziz evlendi 20 yaĢında. Getirdiği çocuk 15 yaĢında ve bekâr. Bu 2 müsahip
adayları da hiçbirbirine denk değil. ġimdi Celal ile ben masum çocuklarız. Bu konu
üzerinde biz hiçbirĢey bilemeyiz, konuĢamayız da. Binaenaleyh bu iki küçük
müsahip adaylarının günahıyla sevabıyla müsahip bağlayan dedelere ait olacaktır.
Binaenaleyh Görgü Cemini yürüten dedenin izahı Ģöyledir: Dede bu iki çift
müsahip adaylarını Dar Meydanına alıp karĢısına diker. Cemaati Ģahit tutarak Ģu
izahatları yapar: „Bu küçük müsahip adaylarını Ģartlı ve sınırlı olarak bağlayacağım.“
Bizden büyük ve evli adaylara dedenin izahatı Ģöyledir: „Bakın, siz bu çocuklara
sahip çıkacaksınız. Kendi çocuğunuz gibi bunlara yardım edip bunları
kazanacaksınız bir, ikincisi (bize dönerek) bakın yavrularım, ben sizi bu
ağabeylerinizle müsahip bağlıyorum ve sizi onlara ayrıca emanet ediyorum. Siz
ileride sizden büyük olan ağabeylerinizden memnun olmadığınız zaman
ayrılabilirsiniz. Zira siz hiçbir Ģey bilmeyen, masumsunuz. Bu cemaatta Ģahit olsun.“
Dede bu Ģekilde izahat faslını burada bitirir. Gelelim ceza-i müeyyidelere. Bizden
büyük ve evli olan müsahip kardaĢlerimizin düĢkünlüğüne gerekçe olan suçları ne
idi?
1- Benim müsahip olacağım Mustafa, talibinin kızını kaçırmıĢ onunla evlenmiĢ. Kız
tarafıyla barıĢmıĢ, aralarında Ģahsi bir davaları kalmamıĢ. Ama a. talip kızı ile
evlendiği için, b. kızı kaçırdığı için buyruk-u evliyaya göre birinci babdan düĢmüĢ
ceza alarak 12 sitem yani 12 tane deynek ceza olarak vurulacak, bir tane koç
kurban edecek. Ayrıca karĢıki muhatap aileyle tekrar barıĢıp görüĢecekler. Bu
uygulama tam bir ağır ceza değil, kısmen ağır ceza oluyor. Ayrıca kara kazana 40
akça ödeyecekler. Kara kazandaki kasıt Hacı BektaĢ Dergahına öder. Bu
uygulamada bana düĢen ceza ise sadece 4 tane hafif olmak üzere değnek vurma
cezasıdır.
2- Aziz‟e gelince, Aziz birinci babdan düĢmüĢ olmakla iĢlediği suç tamamen buyruku evliyaya göre ağır cezaya tabidir. ġimdi burada ayrıntılarını yazmıyorum ama çok
ağır cezaya tabi tutuldu. Yalnız kurban vesaire giderlere köylü yardım ettiler.
Böylece köyde bir iki aile olan müsahip çiftlerin dıĢında 23 ev Görgü, Sorgu Cemine
katıldılar. Köyün hepsi o zaman 25 evdi. 23 evin o zamanki durumda büyük küçük
19
Ölmeyen Çocuk
toplam 180 nüfusumuz vardı. 135 nüfusun 6 yaĢ grubu dahil olmak üzere yaklaĢık
84 insan yalnız bu 23 evin bir tanesi bir dul kadın bir de altı yaĢında oğlan çocuğu
vardı. Böyle olunca 23 aileden bazı ailelerdenden 2-3 çift müsahip çıkıyordu ki
yaklaĢık 27 müsahipli çift (54) kiĢi cem ayini törenine katılmıĢ oldu. Tabi ki, lokma
yiyen sayısı 130 kiĢidir.
Bu anımın konusu olan Aziz Amca‟ydı. Aziz Amca Ģimdilik görüldü soruldu.
Görünürde epeyce düzeni yoluna girmiĢ oldu. Bakalım sonu ne olacak? Bu barıĢın
sonu kalıcı olacak mı?
AZĠZ AMCAM ÖLECEK
Aziz Amcamın askere gitmeden önce dayılarına, aynı zamanda kayın babasına
ve kayınlarına gidip gebe olan hanımını emanet etmesi gerekiyordu. Nihayet Aziz
dayılarına gider, orada bir gün kalır, kendi isteklerine dayıları ve kayınları olumlu
bakarlar. Kızlarına sahip çıkacaklarına kesin söz verirler. Aziz ise bu aldığı
desteklere ve sözlere karĢı son derece sevinir. Aziz‟in bundan sonraki yapacağı iĢ
Ģu idi.
Hanımıyla anlaĢacak evini toplayıp oturduğu evin bir köĢesine depo edecek.
Gebe olan hanımını götürüp kayınlarına teslim edecek. Geri gelip kendi köyünden
askere yolcu olacaktır. Plan program bu iken, Aziz‟in düĢündüğü bu plan porgram
maalesef tutmuyor. Bir baĢka deyimle evdeki yaptığı pazarlık dıĢarıda tutmuyor. Ve
tersine çevriliyor.
Aziz‟in dövdürdüğü hatta komalık ettirdiği kayını Bayram, aynı zamanda o
günahsız Bayram‟ın karısı kendisinin de ağabeyinin kızı olan Arzu‟yu da çok ağır bir
vaziyette Aziz dövdürmüĢ, komalık ettirmiĢ. ĠĢte bu acı Bayram‟ın içinden çıkmıyor.
Hak etmediği böyle bir iĢkenceyi içine sindiremiyor. Öyle görünüyor ki, Bayram kendi
evinin en büyük ağabeyi olmakla Aziz‟in barıĢ teklifine yaklaĢması hile-i Ģer gibi
birĢey görünüyor. Devamına bakalım ne olacak?
Bayram‟ın amcasının kendisinin yaĢında bir oğlu vardı. Adı Garip. Bu Garip ile
birlikte eniĢtesini, ayrıca bibisinin oğlu Aziz‟i Çüküzlerden Pengürt‟e gelen yolun
yarısına kadar gönderiyorlar. Yanlarına biraz da yiyecek ve bir ĢiĢe de rakı alıyorlar
(bu hadiseyi de Aziz karısına anlatıyor). Neticede yolun yarı yerinde bir su baĢında
birbiriyle bir veda sohbeti anlamında yiyorlar içiyorlar. Aziz kendi köyüne Bayram ile
Garip de kendi köylerine dönmek üzere sevinçle ayrılıyorlar. Aziz köye geliyor,
hanımı ġerife‟ye yatağını yaptırıyor ve hasta olduğunu söylüyor ve yatıyor.
Hastalığını hanımı soruyor. Aziz ise ağrı kendisini sıkıĢtırınca yolda yiyip içtiklerini
sonra karnında da bir ağrının baĢladığını detaylı bir Ģekilde anlatıyor ama nafile.
Bizler küçücük ve periĢan bir aileyiz. Yukarıda anlatılanlara karĢı Aziz‟in evine,
yanına gitmemeye kararlıyız. Babası Ali Dede hakeza. Aziz‟e uygulanan barıĢ
meselesinde devrede olan her 3-4 ailenin de görünürde olup özde olmayan bir barıĢ
oyunudur ve yaklaĢımdır.
20
Ölmeyen Çocuk
Velhasıl Aziz‟e kimse sahip çıkmıyor. Ölümünden 3 gün önce babamın can
arkadaĢı olan Hüseyin ailesi, özellikle hanımı Fatma Hanım, Aziz‟in yanına gidiyor
durumunu kötü görüyor. Aziz‟i alıp evine götürüyor. Maalesef 15 gün sonra Aziz
Amcam, ruhunu inleye inleye teslim ediyor. Hani derler ya Azrail Ģahit felan
dinlemiyor. Hak‟tan emir olunca ferman dinlemiyor. Alıp götürüyor. Ve gitti… O
günkü genç bir aile söndü gitti. Bizleri de rezil etti gitti. Aziz Amcamla olan acılı
anımda burada kapandı. Gelelim kalanlar ve bu anıyı okuyanlar bana ne diyecekler.
Elbette burada bir tepki ve soru iĢareti muhtemel olacağı için ben Ģimdiden yanıtını
Ģöyle vurgulamak durumundayım.
Aziz Amcamın ölümünden 3 ay sonra doğan kendi isminde bir oğlu vardır. Daha
baĢka benim kadar yakınları da vardır. Muhtemel, Ģunu akıllarından geçirebilirler ki,
aile içinde geliĢmiĢ tarihi bir vahĢeti niçin canlandırmıĢ diyebilirler. ĠĢte tahmin
ettiğim bu muhtemel hucümlara karĢı Ģu yanıtımı okusunlar.
BĠR YANIT: 300 YILLIK BĠR AĠLENĠN ÖVGÜSÜDÜR
Muhtemelen bu anıları okuyacak olanlara!
Değerli okuyucularım, bu ve bunun gibi yazılar diğer tarihler gibi bir toplumun
geleceğine ıĢık tutan bir tarihtir. Hangi anlamda olursa olsun tarihi olayları yaĢarken
iyi hadiseleri alıp kötü hadiseleri gizlemek daima Ģirin görünmek için iyilerini almak
tarih kalpazanlığıdır. Ġyi hadiselerin yanı sıra varsa cereyan eden kötü hadiseleri de
yazmak gereklidir, zira yaratıkların içinde en güzel varlık ve kutsal olarak
yaratılmasına karĢın insanlar Ģer iĢler yapmasın. Öyle bir barıĢ ve sevgi yolu açılmıĢ
ki, barıĢ suyu, sevgi suyu, ab-ı zemzem gibi barıĢa ilaç olan yolu, böyle bir aydın
yolu kimsenin kapatmaya hakkı yoktur. Bu gibi unsurlar sen, ben veya oğlumuz,
kızımız, amcamız olabilir. Sevgi ve barıĢ yolunu kim keserse iĢte o zalimi topluma
tanıtmanın en kutsal bir vazife olduğuna inanıyorum. Binaenaleyh Ģeri ortaya
çıkarmak ve tanıtmak en doğru bir neĢriattır. Aynı zamanda Allah emridir.
KONUMUZ 300 YILLIK OCAK OĞULLARI
1949 yılında geride kalan 300 yıllık bir ailenin övgüsüdür konumuz.
Peygamberler tarihi adlı kitabın Hz. Adem‟in iki oğlu Habil ile Kabil‟i okuyun.
Horasan‟dan Anadolu‟ya, Anadolu‟da Karahöyük‟te filizlenen daha sonra
Anadolu‟nun dört bucağına dağılan Anadolu Erenleri mahlaslarını almıĢlar.
Bunlardan biri de Divriği‟nin eski ismiyle Alan Köyü, kendi adıyla anılan Garip Musa
mezrasına yerleĢmiĢ. Seyyit Garip Musa Sultan‟ın torunlarından olan Seyit Garip
Dede, doğduğu yerden ayrılmıĢ, Kars‟a gitmiĢ orada 15 sene yaĢamıĢ. Oradan 93
Harbi‟nde bir kısım müritleriyle tekrar Divriği‟nin Dumluca köyünü oluĢturmuĢ ve
daha sonra iki saat ırağında olan Pengürt (yeni ismi Bahçeli) mezrasını oluĢturmuĢ,
21
Ölmeyen Çocuk
kendisinden sonra iki oğlu Mustafa ve Mahmut Dedeler devreye girmiĢ, daha sonra
onlardan doğan Ali Dede ve babam Garip derken, bu dört kuĢak 300 yıllık bir hizmet
süresine sahiplerdir. Babam Garip Dedenin dıĢında ve babamdan önce bu dört dede
büyük dede Garip oğlu Mustafa, ikinci oğlu Mahmut, 3 dede hem dedelik hizmetini
ve hem de eski yazı ve Arapça yazı üzerinde hocalık yapmıĢlardır. Mustafa
Dededen doğma Ali Dede ise 95 yaĢında dünyasını değiĢti. Bunların hepsi Anadolu
Toplumu içlerinde manevî, sosyal, kültürel alanda ömürlerinin sonuna kadar hizmet
vermiĢlerdir. Binanenaleyh gerek toplum içerisinde gerekse kendi ailelerinin
içerisinde, asla bir kötü mazi kayıt ettirmemiĢlerdir. Özellikle Divriği‟nin köylüsüyle
Ģehirlisiyle ve hatta Alevisi Sünnisi, dahası geçmiĢ zamanlarda baĢka insanlar da
hepsi bu dedelere ermiĢ gözüyle bakmıĢlar, hatta çok canlı Ģahit dinledim ki, son
dedelik yapan Ali Dede dahil hepsinin keramet ve mucizeleri dilden dile kuĢaktan
kuĢağa günümüze kadar söylenerek gelmiĢtir ve en son babam olan Garip Dedeye
vasiyetle noktalanmıĢtır. Söz konusu olan vasiyetnamenin mirasçıları olan Solis Ali
Dede‟nin iki oğlu Aziz Yıldırım ve Garip Dedenin oğlu Rıza ġahin. Aziz Yıldırım 20
yaĢında. Rıza ġahin 5 yaĢında son varisi olarak babamın vasiyetnamesini
yüklenmiĢiz ve onlar varis olmuĢ. Binaenaleyh Ali Dededen olanlar diğer iki oğlu
Mustafa ve Hüseyin bu vasiyetin dıĢındadır. Zannımca o iki Ģahsın vasiyete varis
olamadıklarının sebebi Ģöyledir. Mustafa ve Hüseyin ikisininde söz konusu manevî
alanda kültürel sosyal düĢünceden yoksunlardı. Daha Türkçesi o kabiliyet doğuĢtan
beri görünmüyordu. Böyle bir vasiyeti Ali Dede dahi yapmadı. Tabiki benim konu
üzerindeki teĢhisim sadece bir zandır. ĠĢte bu nedenle, temel olarak Garip Musa
Dede‟yi büyük dedemiz olarak baz alırsak, 300 yıllık bir tarihi kültürde ve yukarıdan
beri sıralayıp anlattığım durumlarda kötü manada bir icraatımız olmaması
gerekecekti. Zira böylesine kökleĢmiĢ kültürel değerlere ilave ve iyi bir taĢ ve de
harç koyamıyorsak hiç olmazsa o değerlerden bir taĢ düĢürmememiz,
eksiltmememiz gerekecekti, buna hakkımız yoktu. Binaenaleyh içimizden birisi
böylesine hem kültür değerimiz, hem de Ģahsi manevîyetimizi, zedelediyse, hatta
toplum nezdinde rezil rüsva ettiyse böyle bir vahĢeti gelecek kuĢaklara tanıtma ve
aktarmanın insanî ve ulvi bir görev olduğunu düĢünüyorum. Sebep ve gerekçe
Ģudur: böylesi ibretleri bir dahaki nesillerde kimselerin yapmaması sorumluğunu
taĢıması içindir. Bu nedenlerle bu anılarımı okuyacak olanlar, böylesi vahĢetleri niçin
yazmıĢ dememeli. Zira aĢağıda söz edeceğim gibi. Birbirimizden ayrı da olsak
Divriği‟nin Pengürt (Bahçeli) köyündeki Seyyid Garip Musa neslinin, manevî ve
kültürel sosyal sorumlulukları tek olarak burada naçizanenin üzerinde
noktalanmıĢtır. Böyle olunca karınca kararınca ailemizin gerçeklerini iyisiyle
kötüsüyle, böylesi bir hayat felfesemde toplamamın hem bir görev ve hem de
zorunlu bir hizmet olacağına inandım.
Gelecek veya Ģimdiki kuĢakların beğenip beğenmemesi benim tarafsızlığıma,
neĢriatlarıma bilinçli kesimin de takdir edebileceği gibi Ģahsım adına da gölge
düĢürmeyecektir inancını taĢımaktayım.
22
Ölmeyen Çocuk
VASĠYETLER VE DĠLEKLER
(1) Birincisi Ģöyledir: dedemin ölümü ile ilgili bahiste yazdım. Ölmeden
analıklarıma, ayrıca Ali Dedeye ve Aziz Amcama beni emanet ederken evimizin
erkeği yani büyüğü bu çocuk olacaktır demiĢtir. Ayrıca aynı sözleri 5 yaĢında bir
çocuk olarak Ģahsıma da söylemiĢtir.
(2) Aziz Amcama da aynı cümleleri tekrarlamıĢ ve özellikle evine alıp
çocuklarına bakması ve büyüklük etmesi için de hanımının biriyle evlenmesini içine
sindirebilmiĢtir.
(3) Dilekler: Bizden önce dedemin son dedeliği yaptığını, bu yüzden de
Ġstanbul‟dan ölüsü geldiğini daha önceki satırlarda yazdım. Dedelerin müritlerinden
çok değerli ve muhterem insanlar benim dedemin yerine geçmemi istiyorlardı ve
dilekte bulunuyorlardı. Ama dedemin vasiyetnamesini Belgüzar Anamdan öğrenince
benim cem ayinlerinde pratik icraat yapmam da mümkün değildi. Bineaneleyh illa ki,
icraatcı dede olmamakla birlikte dede oğlu olmayı üzerinden silip atamıyorsun.
Ġleride okuyacaksınız ki, hayatımın yarısını kendim için değil toplumsal ve sosyal
faaliyetler için harcamıĢımdır.
KÖRPE YAYMA
Körpe bizim yörelerde anasından yeni doğmuĢ küçük kuzu ve keçi yavrularına
denirdi. Ġlkbaharın 4‟üncü ayında davarlar, kuzular, bu yavrular 10-15 günlük olunca
otlanmaya götürülür. Bahar bilindiği gibi yılın en verimli mevsimidir. Köylerde
tahılların bir kısmı güzün ekilir, bir kısmının ekimine de yazın üçüncü ayının sonuna
doğru baĢlanır, dördüncü ayın sonuna kadar ekin ekilirdi. Bostanlarda en çabuk
yetiĢen sebzelerden salatalık ve soğan olurdu. Karpuzların ardından domates
yetiĢirdi. Domatesler ancak ağustos ayında yenmeye baĢlanırdı. Benim körpe
yayma anım Ģöyle olurdu.
Karpuzlar ve domatesler yetiĢene kadar körpeleri yayardım. 9-10-11 yaĢlarına
kadar her yıl 2 ay civarında körpe yayadım yani otlattım. Körpeleri komĢu çocuklarla
beraber otlatırdık. 5-10-20 körpesi olan 2-3 arkadaĢla birlikte otlatırdık. Körpeleri
günde iki defa otlatmaya götürürdük. Birincisi sabah erkenden güneĢ ısıtana kadar
yani sabah saat 6-7‟den 9-10‟a kadardı. 9-10 sıralarında getirir köslerine
doldururduk. 10:30 - 11‟de de davarlar kuĢluğa gelirler. Öğlen sonu saat 14‟lerde
davarlar yaylıma çıkar. Ardından körpeleri tekrar götürürdük. Zira körpeler 1-2 ay
günde iki defa annelerinin sütünü emerler. 2 ay sonra körpeler sütten kesilir. Daha
emzirilmezler. Bir ay gibi körpeler annelerine gösterilmez, otlu sulu yerlerde otlatılır.
Karınları otla doyar, ot yayılmaya yemeye iyice alıĢınca, artık annelerini emmezler.
O aĢamadan sonra körpeler davara katılır. Davarla birlikte yayılırlar. Köyün yolunda,
bir yanı demir yolu iki yanı da suyla çevrili büyük bir arazi vardır. Bu yerin adı Büyük
23
Ölmeyen Çocuk
Alandır. Burada yaklaĢık 15 evin tarlası var. Buranın toprağı da verimli bir topraktır.
Çok güzel ekin olur. Bu tarlaların ekini biçilince körpeleri bu alana otlamaya
götürürdük.
Fakat bu tarlaların yüzü tümüyle ve acayip bir diken olurdu. Öyle bir diken otu
vardır ki, adına çakır dikeni derler. Bu denli otlar tamamen yere serilir. O susuz
toprak olmasına rağmen 3-4 metre etrafına kol atarlar. Bu otlarda oluĢan dikenler,
yuvarlak, nohut tanesinden biraz büyük, yüzü olduğu gibi dikenlidir ve serttir. Benim
ayağımda da çitemeli çarık, beyaz bir don, boydan fistan vardı. Alanın bir tarafının
ekinleri biçilmiĢ, bir tarafı halen biçilmemiĢ idi. Körpeler o biçilmemiĢ ekine gitmesin
diye koĢtururken bu dikenlerin içine düĢtüm. Bazı yerlerde de uzun otlar vardı, onlar
da kurumaya durmuĢ. Onlara da sürtüldüğün zaman bacaklarını haĢlıyor. Körpeler
ekinlere girmesin diye koĢuĢtururken ayaklarımdaki çarık da düĢtü dikenlerin içinden
çıkamaz oldum, öyleki bir taraftan ayağımdaki donum otlardan yırtıldı, diğer taraftan
ayaklarım kan içinde kaldı. O dikenli otlar birbirine kavuĢmuĢ halı gibi serilmiĢ
vaziyette. Ayak basacak dikensiz boĢluk yok. Bu dikenler 1-2 milim, kökü kalın, ucu
öyle bir sivri ki; her ayağını bastığın yerde ayağına birkaç diken batıyor. 8 yaĢında
bir çocuğum, ağlamaktan baĢka birĢey düĢünemiyorum. Diğer arkadaĢların ayakları
ve giysileri sağlam idi. Onlar benim kadar dikenlerden etkilenmedi. Ayrıca üç
arkadaĢız içlerinde en küçüğü benim. Ġki arkadaĢımın birisi 14 yaĢında Seyit Ali,
kendisi çok gençken öldü, diğeri Veli 12 yaĢında. O da Ġstanbul‟a gitti, orada
yaĢamaktadır. Bu iki arkadaĢım körpeleri alıp gittiler. Ben tarlaların yüzünde kaldım.
Dikenlerden kurtulmam için 200 metre canımı diĢime alıp yürümem lazım. ġimdi iki
problemim var. Birincisi dikenlerden nasıl kurtulacağım, ikincisi arkadaĢlar körpeleri
götürdüler, benim sekiz tane körpem var, köye girerken ilk yol bizim evden geçer,
davar gelmeden körpeleri götürüp köse kapatmam gerekiyor, aksi halde anneleri
gelmiĢ olur ve hepsi emiĢirler. ArkadaĢlar körpeleri ayırdılar, gittiler. O gün de
körpeleri eve götürmemiz geç kaldı. Davarlar gelmiĢ ise iĢler daha da berbat olacak.
BaĢka bir endiĢem daha var ki analıklarıma ne cevap vereceğim. Bir kere bugün
sopa yiyeceğim kesin. Bu korkudan eve nasıl gideceğim endiĢesi sardı beni.
ġimdi dönelim, dikenlerin içindeyim. Artık kimse beni gökyüzünden kopup
götürecek biri olamayacağına göre, çocuk da olsan bir Ģeyler aklına geliyor. Tek
çare dikenler batsa da ayaklarımdan kanlar aksa da acıları göze alıp yürüyüp
çıkacağım. Neticede bu acılara rağmen dikenlerden kurtuldum. Ama saat 12‟yi
geçmiĢ köye gitmemin imkanı yok. Suyun kenarına indim. Ayaklarımı yüzümü
yıkadım. Köyün yakınında kavak vesaire ağaçlar var. Orada öğlen sonu saat 1415‟lere kadar kaldım, bu arada analıklarım arkadaĢlarıma sormuĢlar. ArkadaĢlar
keyfiyeti anlamıĢlar. Benden 6 ay büyük Analığımdan olan kızkardeĢim var. O beni
aramaya gelir ve beni ağaçların gölgesinde bulur. Beni eve götürmek istediğini
söyler. Ben ise endiĢelerimi anlatırım. Bu kardeĢimin adı Bağdat‟tır. Ben Bağdat‟a
dedim ki, „Sen git körpeleri arkadaĢlara kat, alsın gelsinler sen de ister beraber gel
24
Ölmeyen Çocuk
ister gelme. Benim durumumu da anneme söylersin.“ Bağdat ise, bu dediklerimi
yaptı. ArkadaĢlar körpeleri getirdiler. O gün arkadaĢlarımda beni fazla koĢturmadılar.
Böylece o gün akĢam güneĢ aĢmadan körpeleri eve getirdik. Ama benim
ayaklarımın yere basacak durumu kalmamıĢ. Ayağımda eski beyaz donun paçaları
yolunmuĢ. Bağdat yardım etti körpeleri köse doldurdu. Fakat körpeler kuĢluk vakti
analarını emmiĢlerdi. Annem ve öbür Analığım evden çıkıp gördüm ettim diyene
kadar körpeler analarının sütünü emmiĢler.
Körpeler analarını kendileri keyfine göre emerlerse ne oluyor? Körpeler kendi
keyfine göre analarını emdiklerinde 3 çeĢit zarar oluyor. 1. sütü çok emerler,
kuzular, gidikler daha küçük oldukları için ishal olurlar, 2. karınları tok olursa ot
yayılmazlar, o gün hasta gibi olurlar, 3. körpeleri kendi ellerinle ödürtleyerek
emzirirsen hem sütün çoğunu siz sağar alırsınız hem de sütü çok verirler. Gelelim
benim durumuma. O gün akĢam Belgüzar Analığım durumumu periĢan gördü ve
beni dövmedi. Fakat Zekiye Analığım biraz patakladı. Donumu çıkardı ve yamadı,
bana geri verdi. Böylece bugünkü ızdıraplı ve cefalı günü ucuz atlattım, rahat bir
nefes aldım.
KASNAK DEDE VE KASNAĞIN MANASI
Asıl adı Ali‟dir. Ali Dede doğuĢtan temiz yürekli saf bir insanmıĢ. Kasnak manası
ise içi boĢ yuvarlak halbur çemberidir. Bu malzemenin dıĢ çemberi 3-4 milim yağsız
ve özel çam tahtasından yapılır. Ġçi sırımla baklava Ģeklinde delik konarak
dokunmuĢ buğday bulgur elenen bir alettir. Ali Dedeye köy sakinleri bu adı lakab
olarak takmıĢlar. Zaman içerisinde bu zatın okuması yazması ve de öğrenim
kabiliyetinin de olmamasına karĢın babasından öğrendiği birkaç dua ile sonrada
gezici bir dedeliğe çıkmıĢ. Uzun yıllar bilinçli dedelerin, eĢliğinde dedelik yapmıĢ.
Cem konusunda ancak Ģu duaları öğrenebilmiĢ. Sofra duası, birkaç tane gülbenk
duası, bir de görgü ceminde müsahiplere tarık çalmayı öğrenmiĢ. Böylece zaman
içerisinde dedenin lakabı kendisinde kalıcı bir mahlas olmuĢ. Ayrıca doğru dürüst
hareketleri, namuskârlığı ile ün salmıĢ. Bazı yerlerde sözü tutulmamıĢ, istekleri
kabul edilmemiĢ olduğu zamanlarda aĢka gelmiĢ beddua etmiĢ. Beddua ettiği kiĢiler
de zarar görmüĢ. Sonraları bu olaylar çevre köylerde yaygınlaĢmıĢ. Böylece beraber
çalıĢtığı dedeler de sadece birkaç dua bildiği, baĢka dedelik vasıflarını bilmediği
halde ona bazen post dedeliği, bazen de rehberlik makamlarında dedelik
yaptırmıĢlardır. Örneğin ilkbahar ve yaz aylarında bazen karlar eriyip kalkmaz, köylü
yaz tohumları ekmeye geç kalır, bazen de bahar ayları kurak gider yağmur yağmaz
kendi köyü ve civar köylerden, gelir onu yağmur yağdırmak veya karları eritip
kaldırmak için götürürler. ĠĢte devam eden sayfalardan birkaç mucizevi olaylarını
okuyacaksınız.
Kasnak Dedenin karı kaldırması ve yağmuru yağdırmasıyla; karlar kalkar,
ardından tarlaların çamuru kurur ve tohum ekilirdi. Bunun için köy halkından ileri
25
Ölmeyen Çocuk
gelen büyük insanlar dedelere baĢvururlar, köy halkını dedenin önderliğinde
toplarlar kaba yele karĢı giderlerdi.
Dedeyi önlerine düĢürürken de pazarlık ederlerdi. O günün dedeleri de genelde
sakallı olurlardı, kasnak dedenin de sakalı vardı. “Ulan sakalı poklu seni önümüze
düĢürüp götürüyoruz, kaba yeli söktürüp, karı eritmez isen; seni kara gömer geliriz
ya da sakalının kıllarını teker teker yolarız sonra da gerisini sen düĢün” derlerdi.
Dede onlara Ģunu söylerdi: „Ya kaba yeli söktürür karı eritirsem o zaman ne
yapacaksınız?”, onlar da: “Ulan sakalı poklu o zaman ne istersen yapacağız.“ Dede:
“Dede iĢi sağlama bağlar eğer kaba yeli estirip karlar erimeye baĢlarsa o zaman
kurban keseceksiniz.“
ES KABA YELĠM ES, ACI POYRAZI KES
Kasnak Dedenin kaba yeli estirmesi için dualarıyla dedenin arkasından yürürler
kaba yel esmeden dönmek yok derler. Dede de kaba yeli estirir, köylünün yüzü
güler, sıra gelir kurban kesmeye. Köyde bütün hizmetleri yapmak için görevliler
vardır. Hemen dededen dua alırlar ve çuvalları sırtlarına alırlar. Lazım gelen
malzemeleri ve kurban alınabilecek parayı toplarlar. Kurban kesip cem yapmak,
kurbanı piĢirip yemek için tahsis edilmiĢ büyük ev damları vardır. Bir de gün tayin
edilir. O günü belirlemek ve halka duyurmak için bir de vazifeli haberci vardır. Bunun
da hizmet adı peyiktir, Peyikçi denir. Peyikçideki kasıt habercidir. Bütün köyü ev ev
gezerek birer lokma getirmelerini tenbih eder. Lokmadaki kasıt ise genelde kuru
yiyeceklerden olur. Leblebi, karıĢık üzüm, patatesli soğanlı yağlı saç arasında
piĢirilmiĢ kömbe elma gibi yiyeceklerden oluĢur. Bunun adına da kurban eti ile
birlikte „Lokma” denir. Kasnak Dedenin önderliğinde kaba yel esti, karlar erimeye
baĢladı. KomĢular toplandı, köylü halkının isteği yerine geldi. Sıra geldi toplanan
lokmaların piĢirilen etli ve et lokmaların yenmesine. Saz çalıp söyleyen zakirler yerini
alır, dede baĢ köĢeye geçer oturur. Halk nizamlı intizamlı tahsis edilmiĢ yerlerine
otururlar. Halkın gönülleri birleĢir barıĢmalar ve görüĢmeler sağlanır. Allah‟u
Teala‟ya dileklerin kabul olması dolayısıyla Ģükran borçları olan dualarıyla dede
duasını ve gülbengini okur. Zakirler birkaç yalvarma Ģeklinde duaz imamlar söyler.
Allah Allah diyerek, yüksek sesle olan coĢkulu bir biçimde cemlerini yaparlar. Yeni
bir senede bir daha böyle mutlu günlerin nasip olmasını, Cenab-ı Allah‟tan bir daha
kendilerini dar zamanlarında bunaltmamasına, halkın birlik beraberliğine ve
yaĢamlarının bekasına, ağız tadıyla huzurlu yaĢamalarına, geçmiĢlerinin aziz
ruhlarına, Muhammed Mustafa‟nın, Ehl-i Beyt‟in ve ailesinin ruhlarına, gayb
erenlerinin burada bulunan ve bulunmayanların ve de yolda belde kalanların,
kurtuluĢuna diyerek El Fatiha der, cemin ve duanın sonunu gerçeğe hü der dede ve
bağlar.
SOFRALAR KURULUR
26
Ölmeyen Çocuk
Özet olarak lokmaları paylaĢtıracak, halka dağıtacak olan hizmet sahipleri
vardır. Bunlar kalkarlar dededen lokmalarını dualatmak, yedirmek üzere izin ister.
Dua alırlar, lokmalar dağılır, lokma dağılıp bittikten sonra „Oturanlar duranlar
elimizde yoktur nizam terazi büyük küçük dedeler, zakirler, müminler ve babalar
oldunuz mu hakkınıza razı, lokma almayan ve bizden isteği olan varsa dile gelsin
söylesin” derler.
Halktan ses çıkmadığı takdirde lokma sahipleri lokmaların hepsinin birden
yenmesi üzere izin verirler. Dededen de tekrar dualarını alırlar böylece hizmet
sahipleri yerlerine oturur, lokmalarını yemeye baĢlarlar. ĠĢte Kasnak Dede köyünde
ve de çevre köylerde halkın böylesine birbirlerine bağlı, inançlı birlik beraberliği
içerisinde mucizevi bir Ģekilde cem ve yalvarıĢ ayinlerine devam eder.
KASNAK DEDENĠN YAĞMUR YAĞDIRMASI
ĠĢin burasına gelmiĢken bizzat Ģahit olduğum Kasnak Dedenin yağmur
yağdırmasıdır.
Köy halkı bostan çekirdeği ekecekler. Bizim yörelerde bostan çekirdeğinin mayıs
ayının on onbeĢine kadar ekilmesi gerekir. Ama iki ay boyunca hiç mi hiçbir damla
yağmur düĢmez. Topraklar kurumuĢ öllük gibi olmuĢ, köylü ise bostan ekemezlerse
aĢağı yukarı bir yıllık mahsüllerinin yarısını kaybetmiĢ, zarara uğramıĢ olurlar. Sene
1949 idi. Ben on dört yaĢımda idim. Amcazadem Kasnak Dedenin kapısından
geçince biraz ötede tarlamız vardı. Kapının önünde 12 dönüm sulu bir tarlamız var.
Yarısı bizim, yarısı da amcazadem Kasnak Dedenindi. O esnada yaĢlılardan iki
amca geldi, birisi köyün ağası Gazi Kâhya derlerdi, diğeri de Dayımın dayısı Sait idi.
Onu da Sait ağa diye anarlardı. Ġkisi de sayılır sevilir önder kiĢilerdi. Allah bunların
hepsine rahmet eylesin. Bu zatlar kapının önünde ve minderin üstünde oturmuĢ
sakalını sıvazlayan Kasnak Dedenin baĢına dikilirler, Ģu sözleri konuĢurlar: “Ulan
Kasnak Dede misin ne karın ağrısısın, dedeysen kalk dedeliğini göster dürzü.“ Tabi
dede olaydan habersiz: “Ne istiyorsunuz söyleyin.“ Gazi Kâhya: “Ne istediğimizi
bilmiyor musun? Dürzü görmüyor musun? Tarlalar kurudu bir damla yağmur yok.
Millet çekirdek ekemiyor, kalk önümüze düĢ yağmur yağdır.“
KASNAĞIN SÖZLERĠ
“Daralınca geldiniz değil mi? ĠĢiniz düĢünce nasıl da gelirsiniz.“ Gazi Kâhya:
“Ulan Kasnak fazla konuĢma bugün bu yağmuru yağdıramaz isen” diyerek terki
edep sözler ederken, dedeyle onların arasında bu tür konuĢmalar Ģakavari
konuĢmalar sayılıyordu. Hiç kimse bu gibi küfürlü konuĢmalarını ciddiye almıyordu.
Kasnak Dede: “Köylüyü toplayıp gidikleri getirmeyenin de, yağmuru
yağdırmayanın da…” Ve ciddi konuĢtu. Köyümüzde keçi oğlaklarına gidik derlerdi.
Gazi Kâhyanın, Sait Ağa‟nın gayreti ve çabalarıyla kadın-erkek, büyük-küçük
velhasıl ayağı tutup yürüyebilen köyde ne kadar insan varsa, yediden yetmiĢe kadar
27
Ölmeyen Çocuk
hepsi birden her evden birer tane olmak üzere yaklaĢık yirmibeĢ ila otuz tane
gidiklerle birlikte yola çıktılar. Ziyaret yerine doğru yöneldiler.
Ayrıca gidiklerin etlerini bulgurla piriĢip yemek için kazan tencere lüzumlu
malzemeler de alıp götürürler. Kasnak Dede, en önde dedeyi izleyen yaĢlılar ve orta
yaĢlılar, onları izleyen genç erkekler, genç kadınlar çoluk çocuk annelerinin yanında
yürümeyi bilenler yolda giderken çağırıp bağırmazlar. Cemaat toplu halde dua
okurken Allah Allah sesleri yükselmeye baĢlar. Yalvarmaların isteği ne ise istekleri
kabul olana kadar coĢkuyla sesli bir tempoda yolda düzenli bir Ģekilde yürüyüĢe
devam ederler. Küçükler büyükleri kesinlikle geçmezler.
Büyükler yolda yürürlerken ĢakalaĢarak güzel muhabbetler sürdürürlerdi. Köy
büyüklerinden Gazi Kâhya, onun amcası Ġlyas Erdoğan, Sait Ağa dedemiz Kasnak,
Süleyman Kılıç, Celal Kaya, Hüseyin Kaya, Süleyman Kılıç aynı zamanda Hüseyin
Kaya (zakirdir, çok da bilgisi var dededen sonra gelen sayılan sevilen ayrı bir
makama sahiptir), Veli Yüksel, Veli Kaya ve oğlu ve babası Topal Ali, ve Hüseyin
TaĢkıran‟lar. Hüseyin TaĢkıran aynı zamanda köyün ikinci zengini olan en çok külfet
kalabalığı olan 58 nüfüslu bir aile idi. Bu saydıklarım köyün en yaĢlılarından idi.
Bizim evde ise babam genç iken ölmüĢ erkeklerden amca zademiz Ali Dedenin oğlu
Aziz Amca (Aziz’i yukarıdaki sayfalarda anlatmıştım) babamın ikinci karısıyla
evlenmiĢ ayrılmıĢlar. Sadece bu olayda ondört yaĢında olan ben varım bu maziye
ileride tekrar döneceğiz. ġimdi yağmuru nasıl yağdıracaklar oraya dönelim.
ZĠYARET YERLERĠ ĠSMAĠL BABA
Ziyaret yeri köyün 45 dakika yakını, güneybatıya doğru giden bir mahaldedir.
GeçmiĢ zamanda orada Ġsmail adında bir zat Ģehit olmuĢ, hemen öldüğü yere mezar
yapmıĢlar. Sadece geliĢi güzel bir mezar, çok çetin bir yer, yanından geçen yolda
ancak yaya gidebilirler. Motorlu vasıta iĢlemez o istikamette olan köylere. ĠĢin
düĢerse yolun ordan geçen bu zatın ünvanı Ġsmail Baba‟dır. Ġsmail Bbaba‟ya,
kavuĢmadan önce, hemen 100 metre önde mağaraya benzer bir yar var, o yere de
Çandır Baba derler. Orada yatırı yoktur. Belli ki, geçmiĢ tarihlerden oraya ergin
hakkın sevgisine mazhar olan bir zat gelmiĢ, yapılan törenlerin benzeri bir olay
ortaya koymuĢ. Adamın ismi Çandır olabilir. Öyle mucizevi bir olayı meydana
getirince o yere ismi konulmuĢ, halkın dilinde Çandır Baba diye kalmıĢ, halen devam
etmektedir. Çandırın sözlük anlamı; 1. karıĢık melez, 2. aĢılanmamıĢ yabandır, aynı
zaman coĢkulu su anlamına da gelir.
ĠKĠNCĠ BĠR SU
ġimdi birbirine ikiyüz metre mesafede iki tane baba var. Birinin alelade bir mezar
belirtisi var, diğerinin hiçbir niĢanı yoktur. Bu babaların ara yerinde Ġki Su dediğimiz
yerde kaynayan bir su daha vardır. Suyun adı halk dilinden pınar, Kaynar Pınar,
28
Ölmeyen Çocuk
aslına bakılırsa Kaynar Su demek daha doğru olur. Bu su ise kıĢın sıcak olur. Ġçtiğin
zaman 20 derece civarında bir sıcaklık hissedersin suda.
10-15 metre çevresinde buz kar orayı tutmaz. Oysa ki, oralarda bilhassa sular
Ģiddetli buz olur, sular çok fena buzlanır. Aralık ayında etrafı kaplayan buzlar üçüncü
ayın sonuna kadar çözülmezdi. Ayrıca bu su insanda ne kadar içilirse içilsin ĢiĢkinlik
yaratmaz. Örneğin karnın tok iken o sudan iki üç tas içtiysen yarım saat sonra
acıktım diye bağıracak dereceye gelirsin. Bana göre bu su temiz ve yararlı olmanın
yanı sırada, Ģifalı bir su olabilir. O mahalde her yer taĢ ve gök renkli kumdur. O
vadilerden kaynayan su meydana gelinceye kadar değiĢime uğruyor, temizleniyor.
Bu su doğrudan doğruya en değerli bir ilaç diye bilinir.
GĠDĠKLERĠ KESME HAZIRLIĞI
Gidikleri kesmek, yüzmek, yüzdükten sonra, doğramak kazana koyup piĢirmek
için ayrı ayrı önceden düzenlenmiĢ, organize edilmiĢ görevliler vardır. Bu hususlarda
asla bağırtı çağırtı gürültü falan olmaz. Herkes üzerine düĢen görevi yapar, yerine
getirir.
SOFRALAR KURULACAK
Mahal yerine oturmak için kilim gibi, çul gibi sergiler götürülür. Sofra içinde özel
yapılmıĢ, beyaz veya renkli sofra bezleri götürülür bu gibi törenlerde. Bir kaç tane de
tahtadan yapılmıĢ altında üç ayak bulunan, yerden yirmi santim yükseklikte sofralar
götürülür, bu sergiler yaĢlı ve vazifeli ileri gelen büyüklere serilir. Geri kalan küçük
yaĢtaki gruplar kaplarına lokmalarını alır, müsait yerlerde yerler. Sofra konusu
malzemeler mahal yerine hayvanlarla taĢınır. At, katır, eĢek bu gibi hayvanlarla
taĢınır.
LOKMALARI YEME FASLI
Gidikler kesildi yüzüldü piĢirmek üzere düzenli taĢlardan, ocaklar yapılır.
Kaynarken önce etler su içinde piĢirilir. Sonra bulgur katılır ve etli pilav Ģeklinde
lokma piĢer. Cem ayini geleneği gibi bu tür toplum törenlerinde hep usule ve
kurallara uyulur. O nedenle piĢmiĢ lokmadan bir kabın içinde bir miktar korlar
dedeye götürürler. Toplantıyı yürüten dede, varsa birden fazla diğer dedeler de dahil
olmak üzere sahibi bu kesilen lokmada bir parça veya bir kaĢık alırlar. Dede lokma
kazanının ağzını açmak için görevliye kısa bir dua verir. Sonra kazanının ağzı açılır.
Lokma kaplara tamamen dağılır. Lokmasını erken alanlar, lokmayı dağıtan görevli
lokma dağıtımını tamamen bitirip izin vermeden hiç kimse lokmasını yiyemez.
Bundan evvel yiyenler olursa, o kiĢiler cemaatın münasip göreceği cezayı alır ve
yenilir veya içilir bir Ģeyler vermek üzere cezalandırılır. Böylece lokma dağıtma faslı
da biter. Lokmayı dağıtan görevli izin verir, lokmalar yenmeye baĢlanır. Büyük küçük
hepsi lokmasını yer bitirir, sonra dedeye haber verilir.
29
Ölmeyen Çocuk
Dede erenler cemaat lokmalarını yemiĢtir, „Allah Allah, Dede dua edeceksin hû
erenler” derler, dede besmele çekip, peygamber ve Ehl-i Beytine selavat vererek
cemaatla beraber dua okurlar. Kasnak Dede dualara baĢlar, bir sofra duası yapar.
Dualara daha devam edileceği esnada dedenin talibi olan, aynı zamanda zakirlik
yapan zakir olan Hüseyin‟in hanımı Fatma Hanım son derece inançlı itikatlı 45-50
yaĢlarında bir hanımdır. Dedeye seslenir: “Sakalı poklu dede hani yağmur? Hava
cingir cingir güneĢli. Bulut dahi yok, lokma yendi, dua da bitiyor.“ Kasnak Dede
duayı durdurur, uzun ve beyaz bir sakalı vardı. Sakalını bir sıvazladı: „Kız……., ne
konuĢuyorsun (Afedersiniz bunlar ġaka konuĢmalar hiçbir zaman ciddiye alınmaz)
sen karıĢma benim iĢime. Burada çoluk çocuk yaĢlı bir sürü insan var. Bu kadar yol
gideceğiz daha vakit erken siz merak etmeyin, yağmur yağacak”, dede tekrar duaya
devam ediyor. Cemaat baĢladı „Allah Allah, Allah Allah” yüksek sesle. Ġrili ufaklı 200
kadar insan vardı. Hepsi aynı tempoda coĢtular yalvardılar. Bulunduğumuz mahalin
iki tarafı çok yüksek tepe ve kayalıktı. Cemaatin sesi bu kayalıkları seslendiriyordu.
Büyük ve küçük hepsinin baĢı secdeden yönleri dededen tarafa dönük Ģekilde dede
Fatma Hanıma Ģunu da söyledi: “Madem öyle, ben sana kavak çayını
geçirmeyeceğim” dedi. Dualarımız, Allah Allah coĢkularımız tamam oldu, Kasnak
Dede halkı bir daha uyardı: „Biraz çabuk olun, hızlı yağacak kavak çayına sel gelir,
oradan geçemezsiniz Ģimdi.“
Ziyaret yerine giderken mesafesi 200-400 metre uzun olan iki tarafı çok çetin
kayalık olan bir vadi var, iki vadinin arası yaklaĢık bir tarafı 300 diğer tarafı 200
metre geniĢ derinlikte devamlı su akan bir dere vardır. Bu dere 500 metredir.
Yukardan ikiye ayrılır çok yağıĢlarda, o vadilerden gelen yağmur suları toplanır
aĢağıda. Köye 500 metre yakın olan yerden Tokma Çayına karıĢır, bizim yolumuz
iĢte bu derelerden gelecek çaydan geçer. Yolumuz da köprü falan da yok, eskiden
varmıĢ, o sıralarda yıkılmıĢ ve sadece köprünün ayakları hala durmaktadır. Halk
yola çıktı, malzeme taĢıyan hayvanların sırtına malzemeler yüklendi, dede ve
yaĢlılar önde gençler çoluk çocuk grubu arkadan takip ediyor. Ama herkesin gözü
havada, yürekler pıtır pıtır atıyor. Acaba ne zaman yağacak bu yağmur… Nasıl bir
yağmur yağacak? Sakin bir biçimde normal yağmur mu yağacak? Yağmurun
yağacağına herkes inanmıĢ. Bu durumda buradaki halkın beklentisi dolu
yağmaması, yağmurun normal yağması, tarlalarına suyun yavaĢ yavaĢ sinerek
yağması. Ekilecek bostan çekirdeklerinin de kolayca çıkmasını istiyorlar. Bu arada
dedeyi kızdırmıĢlardır. Bir kere söyledi dolu veya deli yağacağını bilseler de gidip
dedeye yalvarsalar dahi dede artık yola çıkmıĢ yağmuru geri durduramaz, çünkü
onun bir sözü vardır. Artık gökten ne yağarsa halk razı olacaktır dolayısı ile. Havaya
bulutlar gelmeye baĢladı, hafif soğuk bir rüzgar baĢladı. Geçeceğimiz suya 300
metre yakın yolumuz varken yağmur bastırdı.
Arası çok sürmedi hızlı bir Ģekilde gök gürültüsü baĢladı. Ardından hızlı bir
Ģekilde dolu yağdı. Bereket dolu yağıĢ 5 dakika civarında devam etti, çabuk kesildi.
30
Ölmeyen Çocuk
Ama bu esnada ilerideki grup olarak suya yaklaĢtık, dereden su çoğalmaya baĢladı.
O büyüklerle biz suyu geçer geçmez arkadaki gelenler bağırdılar: „Sakın suya
girmeyin.“
Sel geliyor derken sel bastırdı, taĢları o vadilerden söküp getiriyordu. YaklaĢık 3
metre yüksekliğinde geçtiğimiz geçidin üzerinden 20-30 metre geniĢliğinde su geçti.
Dedeye: „Sakalı poklu hani ya.“ Yağmur yağmaz diyen hanımda içlerinde olmak
üzere halkın çoğunluğu suyu geçemediler. Biz ise suyu geçince dere boyunca çok
büyük kavak ağaçları vardı. Onların dibine sindik. 10-15 dakika sürdü, neticede
yağmur isteyen cemaatin istediği olmuĢtu. Dede haklı olarak konuĢmaktadır artık.
Bu arada sel kesildi, arkada kalanlar da geçti. Köye giden yola çok dik olan 50 metre
uzunluğunda bir yokuĢ vardı. Dedeye takılanlar arasında muhterem insanlar vardı.
Aynı zamanda yaĢlıdırdan Ali, lakabı Topal Ali‟dir, Topal Ali: „Ulan Kasnak, sakalı
poklu! Sana yağmur yağdır dediysek böyle mi yağdır dedik.“ Zira Topal Ali‟nin üstü
ıslakmıĢ, sırıl sıklam olmuĢ, adam yürüyemiyor. Topal Ali‟nin bir de bastonu vardır,
Kasnak Dede: “Nasıl? Topal kıçını ettğim haydi. Bundan sonra fazla gevezelik
yapma.“ Rahmetle andığımız Kasnak Dede‟nin de, o günkü olayı yaratan canların
ruhlarına da el fatiha diyor yağmur yağdırma faslımızı burada noktalıyoruz.
ÇĠFT SÜRME OLAYI
Kara sabanla tarlada çift sürerdik. Ekin ekilecek tarlalar ilkbaharın son aylarında
ve güz aylarında bir kez sürülür, bir müddet bekletilir, bir de mayıs ve haziran
aylarında ikinci kez sürülür. Bizim memlekette bu ikinci sürmeye ikileme denir. Aynı
zamanda herk de denir. Sürülecek tarla ıraksa dağda yatarlar. Birkaç komĢu toplu
bir halde, akĢamları arkadaĢların köye gitmesi, iki kiĢinin öküzlerin yanında yatması
aralarında nöbetleĢe olur. Sabahleyin erkenden kaldırılır ve öküzler otlatılır, karınları
doyrulur. Güçlü yetiĢkin bir insan bile tarlada çift sürerken zorlanır. Ben ise 12 yaĢını
bitirmiĢ, 13 yaĢın içinde cılız bir çocuğum. 35 kilo bile gelemem. Üstelik çifti tutmak
için arkada bir tutak var, bu tutağın uzunluğu 60-70 santimetredir. Tarlada eğimli
olunca tutakta benim boyumca yüksek oluyor. ġimdi tarlayı sürebilmek için o tutağı
ayakta tutmanız lazım. Haydi çifti ayakta muhafaza ettim diyelim, kollarım ve belim
kırılacak Ģekilde yoruluyor bu durumda da, sonra takatten düĢüyorum ve artık
bacaklarımı atamaz oluyorum. Dizden aĢağı kaba etim ĢiĢti neticede. Artık çifti
süremez duruma düĢtüm. Bu durum karĢısında eve gitmekten baĢka çarem kalmadı
ve biraz yürür duruma gelmem için bir yerlerde yatıp dinlenmem lazımdı, yoksa köye
de gidemezdim. Artık neye mal olursa olsun yatıp dinlenmem ve ayağımın ĢiĢinin
inmesi gerekecekti ve öğlen sonu saat 2-3 saatlerine kadar yattım. Biraz yürür
duruma gelmiĢtim sonrasında. Bir saat yol yürüyeceğim ama mümkün mü. Ayağımı
attığım zaman bas bas bağırıyorum. Öğleden sonra saat 3‟te yola çıktım, akĢam
karanlığa kadar köye ancak varabildim.
Biliyorum dayak yiyeceğim, çok iyi biliyorum. Bildiğim halde dayağa razı oldum.
Eve ulaĢtım, Analığımın bir tanesi Belgüzar Annem genelde evdedir. Diğeri çok kere
31
Ölmeyen Çocuk
dıĢarı iĢlerine bakar. Davar sağma, bostan sulama, çift sürme gibi iĢlere bakar.
Haftada bir de ekmek piĢirirdi. Bunları Zekiye Analığım yapardı. Diğer Belgüzar
Annem de ev iĢlerine bakar yemek yapardı. ĠĢte o gün Ģansımdan Zekiye Analığıma
denk geldim. Bir güzel dayak yedim. Dayaktan daha fazla benim gücüme giden
küfür etmekti ki, çok gücüme gidiyordu. Babam sağmıĢ gibi, onlara bir Ģey
olacakmıĢ gibi algılardım. Aslında ben de Analığıma elbette kalbimden beddua
ederdim. Bazen gizli yerlere gider ve ellerimi kaldırır Allah‟a yalvarır beni dövenlere,
bana küfür edenlere, bana beddua edenlere sen de aynısını yap diye yalvarırdım.
ĠĢte ben de amcamın elinden çok ama çok iĢkence, çile dolu bir çocukluk hayatı
yaĢadım. ġu an yaĢım 75, düĢünüyorum da çocukluk deyince sözlüklere lugatlara
baktığımda çok anlamlar karĢılığı çıkıyor. Sadece karnı acıktığı zaman ağlayandır
sanırdım. Taki 6-7 yaĢına kadar dövsede sövsede insan aldırıĢ etmiyor. Böylesine
kendini Hak‟ka teslim edercesine baĢkasına teslim olmuĢ kutsal bir çocuğa küfür
etmek, aç koymak, onu dövmek, hele hele de ona iĢkence etmek hiçbir yarar
sağlamaz. Ne maddi ne de manevî bir kazancı olmaz, hatta böyle kiĢiler insanlara
insan gözüyle bakmaz, böyle muamele ederlerse mahkemelerde en ağır cezalarla
cezalandırılırlar. Ama buna rağmen ne acıdır ki, anneler babalar da dahil bir çok
kimseler masum çocuklara söz konusu iĢkence türlerini uygulamaktadırlar.
VE YORUM
Çocuk dövmeyi bazı nedenlere dayandırıyorum. Çocuk dövmeyi, çocuğa
iĢkence yapmayı yalnız çocuk dövmenin bazıları için kendince bir amacı vardır.
Örneğin bunlardan birisi; normal bir ana baba, çocuğunun okuması yetiĢmesi için
elinden gelen gayreti sarf eder, hatta çocuğuna maddi manevî fedakarlıklarda
bulunan ana babaların çocukları için bazı ülkelerde tüm kurumlar varken Türkiye‟de
ve bu gibi ülkelerde böyle kurum ve kuruluĢlar, özel eğitilmiĢ öğretmenler en
azından yeterli düzeyde olmadığından çocuk sahipleri de bir yerde bunalıma
düĢebiliyor, çocuğunu dövebiliyor kendini çaresiz hissedip. Çocuğunu ne için döver
Ģeklindeki soruya ileride tekrar değineceğim.
AZĠZ NESĠN‟DEN BĠR ALINTI
Çok saygı duyduğum son derece saygın ustadımız Allah kani kani rahmet
eylesin. Ben inanıyorum ki, o muhterem insanın ruhu yine kendi gibi hayırlı bir insan
olarak dünyaya gelecektir. Ruhuna fatiha olsun Aziz Nesin‟in. Böyle gelmiĢ böyle
gitmez adlı kitabının 1994 yılındaki 11. baskısında rahmetli Aziz Nesin çocukluğunu
çocuk gibi yaĢayamamıĢ olduğundan Ģikayetleniyor ve Ģöyle dile getiriyor: „Ailem
fakirdi, dedem ve babam pahdiĢahçıydı ve Abdulmecid‟i çok severdi. Atatürk
piyasaya çıktı ama Atatürk‟ü sevmezdi. Atatürk‟e anam küfür mahayetinde lakablar
söylerdi. Mesela Atatürk‟e kör Kemal derdi. Ayrıca kökten dinciydi. Aynı zamanda
tarikatçıydı.“ Rahmetli Nesin tarikatçıydı demiĢ ya tarikatın adını koymamıĢ. Yalnız
kendisi de çocukluğunda birkaç kez gittiğini, ağzına ĢiĢ soktuğunu yazmıĢ. Devletin
okulu olduğu halde babası onu mahallede din hocasının önünde okutuyor, onu okula
32
Ölmeyen Çocuk
göndermiyordu. Konuya geçelim diyerek tamamlıyordu. 1. beni din hocası
yapmalarıydı, 2. parasızlıktan veremiyorlardı. Annesi babasından çok çok aydınmıĢ,
10 yaĢına gelmiĢ olmasına rağmen devletin okuluna gidip diploma veya bir devlet
iĢine sahip olamayacaktı. Aziz Nesin çok zekalıymıĢ, arkadaĢlarının içinde Kur‟an‟ı
en iyi ezberleyen, en iyi ezan okuyanlardan biriymiĢ. Hatta bazı çocuklara ders
vermiĢ, hocalık yapmıĢ.
Neyse ki, babasının arkadaĢlarından yardımcı olmuĢlar, onu devlet okuluna
yazdırmıĢlar, daha sonraları onunla da kalmamıĢ 11 yaĢında ve sınavla kazandığı 4.
sınıftan bir devlet yatılı okuluna gitmiĢ. Aziz Nesin hakkında bu yazdıklarım Nesin‟in
gericiler tarafından sevilmediğinin bir sebebidir.
BENĠM ÇOCUKLUĞUM
Benim çocukluğuma gelince, ben çocuk olmadım, olamadım da. Ne acıdır ki,
Allah beni sanki ızdırap çekmem, için iĢkence görmem için yaratmıĢtır.
ĠĢte ızdıraplı günlerimden biri de Ģöyledir. Bizim köyde kıĢın yakacağımız
sadece odundur, civar köylerde hayvan gübresinden tezek denen yakacak
yaparlardı. Bizim köyde hayvan gübresini tarlalara dökerlerdi. Bizim dağlarda odun
türü çoktu. MeĢe, çam gibi ağaçlardan odunları keser getirirdik.
ODUN TAġIMA
Biz dört kardeĢ birlikte odun taĢımaya giderdik. Odunları birlikte keseceğiz,
toplayacağız ve sırtımıza yükleyip getireceğiz. Odun kesip taĢıma zamanı genelde
10-15 ekimde baĢlardı. Havalar iyi devam ettiği müddetçe odun taĢırdık. Zira
taĢımacılık hayvanlarla olurdu ama bizim bir katırımız vardı. O hayvan bir çetin
yerden yuvarlandı öldü. Dolayısıyla 2 yıl hayvan alamadık. Zaten hayvan alabilsek
de hayvanı yüklemesini baĢaramazdık. Odunu sırtta taĢımaya ben 15 yaĢıma
gelene kadar devam ettim.
ODUN TAġIMA YÖNTEMĠ
Odun taĢıma yöntemimiz iplerle olurdu. Ġplerimiz keçi kılından dokunmuĢ el
örgüleriydi. Ġkincisi ise kendirden yapılmıĢ 15x30‟luk iplerin adı kendir 3x10‟luk
iplerde sicim denilirdi yani yerine göre bu ip türlerinin kalınlığı 1.5 santimetredir.
3x15 santimetre kalınlığındaki ipe ister kıldan ister kendirden yapılsın ona da urgan
denilir. Odunlar bu iplere dizilir ve sırta alınır, köyden bir saatlik mesafede yolda
odun taĢırken benim belim yara olurdu. Geride kalırdım, sonra sen erkeksin niçin
sen her gün yarım saat bir saat geride kalıyorsun derlerdi. Maalesef bütün bu
sorulara karĢı cevap verme yetkisine sahip değilsin, itiraz hakkın yoktur ama odun
taĢımak zorundaydık sonuçta.
KITLIK YILLARI
33
Ölmeyen Çocuk
Ġsmet Ġnönü zamanı, yıl 1946 – 1947, kıtlık yıllarıydı. Sivas, Divriği, Erzincan
havalelerinde ekinler çok zayıf oldu ve mahsul olmadı. Çok az buğday olmuĢtu. Söz
konusu bu kıtlıktan en çok bizim gibi fakir aileler etkilenmiĢti. Bizim aile tam dört ay
üzeri buğday ekmeği yiyemedik. Arpa da yoktu. Analığımın evde kılla yün
karıĢımından dokunmuĢ kilim, benzeri, çuvalları vardı. Onları köyümüzün ağası Gazi
Kâhya‟ya sattı. Gazi Kâhya‟dan iki ölçek arpa aldı. Evimizde ise birkaç teneke, fiğ ve
küĢne buna benzer tahıllar vardı. Bunları birbirine karıĢtırıp değirmene götürdük,
öğüttük. Bu üç çeĢit malzemenin karıĢımını un yaparak 15 santim kuturunda ve
yuvarlak biçimde yapılan, saç üstünde piĢirirlen, en çok 75 ve 100 gram olan
ekmekten 24 saatte bir tane verilirdi. Yanı sıra da, düğürcek çorbası yaparlardı.
YaklaĢık 8-10 litre suyun içine bir su tası yada bir su bardağı dolusu düğürcek katılır,
kaynatılır yeriz. Bir kaĢığın içinde 10-15 tane bulgur tanesi ancak bulunur. O zaman
ağaçtan kaĢıklar vardı. Hatta 1960-1965 yıllarına kadar köylerimizde kullanıldı
bunlar. Biz 4 ay 24 saat arpa, fiğ, küĢne karıĢımı ekmeğimizi yerken köyümüzde bir
komĢumuz üç ay ne arpa ne de küĢne, ne de fiğ ekmeği bulabildi. Üç ay ekmek
yemediklerini hatırlıyorum.
Ġlk bahar aylarından 10-15 hazirana kadar sadece ot yedik. Özellikle 3 ay ekmek
yiyemeyen komĢumuz ot toplayıp yediler. Otlar solardı, 4 ayda güneĢ iyi olunca bazı
yerlerde madımak otları yetiĢir, onları toplar çorba yaparlardı. Önce madımak sonra,
yonca, daha sonra da bu otlar küçük bulgur taneleri durumuna getirilip yemek
yapılırdı.
13 yaĢımda ben, benden 2 yaĢ büyük Ablam Meliha, Gazi Kâhya‟ya ırgat
durduk. 9 gün döven sürdük. Sabahleyin güneĢ harmanın üstüne doğunca baĢlardık
akĢam karanlık düĢene kadar döven sürerdik. YaklaĢık 10-12 saat çalıĢırdık. Öğle,
akĢam yemeğimizi verirlerdi. Yemeklerimiz öğlen katıklı çorba idi. AkĢam yemeğimiz
de bulgur pilavı olurdu. 9 gün çalıĢmanın sonunda 18 yevmiye yapıyordu. O zaman
bu Ģekilde çalıĢırdık. Irgatlara 50 kuruĢ ücret verilirdi. Gazi Kâhya bize 18 ırgatlık
karĢılığı 9 lira vermesi gerekecekti ama Gazi Kâhya bize sadece 2 ölçek zibilli
buğday verdi. O ortamda buğdayın ölçeği, değirmenlik temiz buğday 2 lira 80
kuruĢtu. Gazi Kâhya bize 3 ölçek temiz buğday verseydi ki, 3 ölçek buğday verecekti
60 kuruĢumuz da artacaktı. Nerde kalmıĢ ki, Gazi Kâhya harmanda makineden
çıkmıĢ buğdayın kenarlarından toplayarak daha da zibilli buğdayı doldururdu. Gazi
Kâhyanın bize vermiĢ olduğu buğday ancak iki lira ederdi. 3 ölçek buğdayda 6 lira
yapar. Bize göre Gazi Kâhya 3 liramızı gasp etmiĢ, 6 lira vermiĢti. BaĢka bir deyimle
Gazi Kâhya bizi 50 kuruĢa değil 33 kuruĢa çalıĢtırmıĢ oluyordu.
GAZĠ KAHYA‟NIN HAK VERMESĠ
Yöre annesine göre çalıĢma karĢılığında verilen, ücrete hak denirdi. Ölçeğe de
uruplağ denirdi. Uruplağ bir tenke ölçüsüdür. Bir uruplağ yıkanmıĢ iyi buğday 18 kilo
gelir. Biraz zayıf dolgun olmayan buğdaylar 14-15 kilo gelirdi. Söz konusu uruplağ
ise her evde bulunmazdı. 25 hanelik köyde 3 evde vardı. 3 adet uruplağ ölçeği 25
34
Ölmeyen Çocuk
evi dolaĢırdı. Her komĢu iĢini bitirince mutlak suretle götürüp sahibine teslim
edecektir. Çünkü baĢka bir komĢuya da lazım olacaktır. Uruplağın malzemesi özel
bir ağaçtan, 5 milimetre kalınlığında, yumuĢak bir tahtadan yuvarlak bir biçimde tam
daire Ģeklinde kıvrılmıĢ, aynı zamanda belediyenin kontrolü yapılmıĢ, ayrıca sahte
yapılmasın diye de uruplağın bir tarafında soğuk damga gibi bir yazı ile de
belirlenmiĢ olurdu. Ağacın ne cins olduğunu hatırlayamıyorum.
GAZĠ KÂHYA HAK VERECEK
Gazi Kâhyanın bir komĢusu var. Harmanları onunĢa yan yanadır. KomĢusunun
adı Hüseyin Ağa (benim öz Dayımdır) askerde çavuĢ olmuĢ, köyde de çavuĢ
derlerdi. Gazi Kâhya, Hüseyin ÇavuĢa seslendi. Hüseyin ÇavuĢ, iĢitmemiĢ olacak ki
bir daha seslenir: “Hüseyin ÇavuuĢ, öööv” diye. “Gazi Kâhya” diye Hüseyin çavuĢ
cevap verir. “Uruplağı gönderin dedegilin uĢakların hakkını verem” diyordu Gazi
Kâhya. Binaenaleyh bizim eve Dedeler derler. Mahmut Dedem hocalık da yaparmıĢ.
Eski yazı Arapça üzerinde öğretmenlik ve hem de dedelik yapmıĢ. Muhammed Ali
Ehl-i Beyt süreğine ve Kırklar Cemi adı verilen ibadet yöntemini uygularlardı. Bu
yoldan baĢka hiçbir mezhep gidiĢatına uymamıĢlardır. Mahmut Dedenin soy kütüğü
Ġslam‟ın en son ve en büyük hocası olan Hz. Hacı BektaĢı Veli‟nin amcazadesinden
on dördüncü göbek torunudur. Osmanlı padiĢahları tarafından tastikli Seyit Garip
Musa adına beratı vardır. Seyit Mahmut Dede, Seyit Garip Musa‟nın
torunlarındandır. ĠĢte Mahmut Dedenin ölümüyle baĢlayan talihsizliğin en acılı, çileli,
talihsiz günlerinin faturası da bana kesilmiĢ olacak ki, aile içerisinde en çok çileli
hayatı bu fakir naçizane yaĢamıĢtır. Bu anımın sonunu ise bir yorumla
tamamlayacağım.
Nedeni amcam Aziz ve analıklarımdır. Masum bir çocuğu niçin dövüyorlardı?
Niçin iĢkence ediyorlardı? Acaba ben böylesine dövülmeye, iĢkenceye layık
mıydım? Böylesine iĢkenceyi hak etmiĢ miydim? ĠĢkenceyi, dövmeyi hak etmek
demek o nisbetle bir suç iĢlemiĢ olmam demektir. Ben ise bir buçuk yaĢımda yetim
kalmıĢ bir çocuk ne gibi bir suç iĢleyebilirdim? Eğer herhangi bir iĢ yaparken hem
insanlığın vicdanına yakıĢmaz hem de insanlara eziyet ederseniz Allah indinde
büyük suç yapmıĢ olursunuz. Peki neden dövülüyordum ve iĢkenceye tabi
oluyordum. Bu analıklarımın da çocukları vardı. Acaba kendilerinin çocuklarını bir
baĢkası beni dövdükleri gibi dövselerdi buna dayanabilirler miydi? Buna razı olurlar
mıydı? Ona göre babamı paylaĢamadıkları dolayısıyla ölmüĢ, annemin öcünü
benden alıyorlarsa annem zaten ölmüĢtür. ÖlmüĢ bir insan ne iĢitir, ne acı duyar, ne
de ızdırap çeker. O halde ızdırabı çeken, acı duyan, iĢkence gören de bendim. Buna
göre benim hiçbir hatam olamazdı? Veyahut Allah‟ın takdiri mi böyleymiĢ, demek ki
öyle dövüleceğimi emretmiĢti!
Sövüleceğim, iĢkence çekeceğim, her türlü kötülüğe maruz kalacağım sonra da
okulu olmayan, hocası olmayan, babası anası olmayan, parası hiç olmayan
mahrumiyet bir köyde okumayı öğreneceğim. Sonra eğitmenlik yapacağım,
35
Ölmeyen Çocuk
muhtarlık alacağım, sonra okul yaptıracağım, köyün ağalarına karĢı savaĢ
vereceğim, sonra köyün büyüğü olacağım. ġimdi soruyorum? Bu anılarımı okuyacak
olanlara soruyorum: zikrettiğim zulüm ve iĢkencelerden kurtulmak, ölmeden sokağa
düĢmeden kurtulmak demek bir mucize mukabili zafer değil midir? Acaba ifade
ettiğim bu iĢlerde yapabildiğimi ileride sırası geldikçe okuyacaksınız, hiçbir katkı ve
ilave yapmadan gerçekleri okuyacaksınız:
Saygıdeğer okurlar, anımın burasını okurken ben günahsız bir çocuk olarak
neden dövülüyorum! Yukarıda, aĢağıda ifade ettiğim gibi dövülmenin bir sınırı vardır.
Ama ben her gün dövülmeye tabi tutuluyorsam, bu uygulama birkaç tokatla dövmeyi
de aĢıyordu, iĢkence çekiyordum.
ĠĢte bu anımın ikinci baskısında anı kitabımın ikinci baskısının hatalarını
düzelttim. Biraz daha derli toplu olsun düĢüncesiyle bu kitabın dizisinin üçüncü
çıkıĢını okurken, Ģikayetlerimi dile getirirken, aklıma ne geldi biliyor musunuz? Bu
soruyu bir de kendime sorayım dedim. Ben günahsız bir çocuk olduğum halde
neden ben her gün dövülüyorum? Sorusunu bir de kendime sorasım geldi.
Okuyanlardan bağıĢlanmamı isteyerek biraz derinlere gideceğim. Ġslam toplumunun
hemen hepsinde, bilindiği gibi Hz. Ġbrahim‟in Ġshak‟tan olan bir torunu vardı, Yakup
peygamber. Onun da 12 tane oğlu vardı ama diğer oğulları en küçük kardeĢleri
Yusuf‟u kuyuya atmıĢlar, tabi ki günahsız bir çocuğu kuyuya atılmasıyla onun her
türlü yaĢam mücadelesi elinden alınmıĢ, ölüme terkedilmiĢ oluyordu. Ama o kuyuda
ölmedi. Yaratan onu korudu. Üstelik o kuyu da boĢ durmadı. Takdiri ilahiye kulluk
etti. ĠĢte bugün kolumuzda ve evlerimizde kullandığımız saati buldu ve icat etti, saat
bilindiği gibi zamanın en değerli ölçüsüdür. Sorum Ģuydu, Peki Yusuf‟un ne günahı
vardı da onun öz kardeĢleri ölsün diye onu kuyuya attılar? Bu sorunun cevabı uzun
sürer. Ancak ben bu ilave anımı Ģöyle bağlıyorum. Biliyorsunuz ki, Yusuf‟a Allah‟ü
Teala peygamberlik gönderdi. ĠĢte o kadar iĢkencelere tabi tutulan bu yetim de
ölmedi. Ġlk celsede 40 tane çocuğu okul hayatına kavuĢturdu. Okulu o köye
getirmesiyle 2000 yıllarına kadar o okulda 8 kuĢak çocuk ilk okulu okudular. Bu
beyanlarımı ileriki sayfalarda duyacaksınız.
OKUMA ĠSTEĞĠM (1946)
13 yaĢına gelmiĢtim. Artık kendi kendime bir Ģeyler yapma arzularım baĢlıyordu.
Divriği‟nin Kilisecik köyünden Ali Karakaçan ve onlara amcazade olan Zeynel
Karakaçan dedemin müritleriymiĢ. Bunlar bir iĢleri düĢmüĢ bizim köye gelmiĢler. Bu
rahmetli zatlar aynı zamanda dedeme ve babama karĢı son derece inanır, itikat ve
iman ederlermiĢ. Hatta beni görüp ve benim kafamı okĢayıp sevdiler. Onların da
babamın ölümü için gözlerinden bulgur bulgur yaĢlar döküyordu. Bu kiĢiler babamı
ve dedemi Hak kiĢiler olarak tanıyor ve değerlendiriyorlarmıĢ. Bana ise Ģu nasihatta
bulunuyorlardı: “Sen dedenin yerine geçeceksin, senin deden ilim sahibi ve alim bir
dedeydi. Baban okuyamadı ama o da çok dürüst bir dedeydi. Ama senin okuman
lazım, sen okursun.“ Artı onların dıĢında civar köylerden dedemin talebeleri,
36
Ölmeyen Çocuk
onlardan da halen köylerde hocalık yapan Ģahıslar vardı. Örneğin Divriği‟nin
Dumluca köyünden Halil Hoca, Halil AĢçıoğlu, çok iyi Kur‟an okur, cenazeleri
kaldırırdı. Hatta dedem kitaplarını da kendisine ematen vermiĢ. Kendisi de rahmetli
oldu. Onun çocukları ise kitapları bize geri vermediler.
Rahmetle andığım Halil Hoca beni her gördüğünde, dedemin yerine beni sevip
öperdi. Çok müfrit bir adamdı. “Sevgili dedemin oğlu, göl yerinde su eksik olmaz,
sizin evden de okuyan eksik olmamalı. Senin mutlaka okuman lazım” derdi. ĠĢte
böyle bir çocuk iken dede dostlarım beni okumaya teĢvik ettiler.
OKUMAYA NASIL BAġLADIM?
Dedemin ve babamın talipleri bana durmadan oku oku derken sadece izahatta
kalırsa nasıl neyle okunur? Hangi imkanlarla okunur, kim bana para verir? Hep
konuĢmada kalırdı, öteye gitmezdi, ben de bu zatlara karĢı sessiz kalırdım.
Gönlümden geçirirdim ki, „Siz bana okuman lazım diyorsunuz ama bir kere ben
kimsesiz yetim bir çocuğum, analıklarım her gün beni dövüyorlar, sonra benim
param yok ve olmazda, ayağım çok zaman yalınayak, bir beyaz yırtık don, bir de
boydan bir fistanım var hepsi hepsi.“ Bu ıstıraplı günleri yaĢarken birden düĢünmeye
baĢladım, gerçekten okumalıydım.
Dede mesleğini yerde koymamalıydım. Dedemin torunu dedirtmeliydim ama
imkanlarım yoktu. Üstelik sözünü bile edemezdim bunun. Analıklarıma söylesem
sopa yerim. Akranım çocuklara söylesem bana gülerler, belki peĢimi de bırakmazlar
oynatırlar beni. Ben böyle düĢünürdüm, belki de karamsardım. Ama okumayı
öğreneceğime güveniyordum her nasılsa ve de öğreneceğime inancım tamdır.
Ġçimde söyleniyorum, okulu nerede okuyacaksın diyorlardı. Bana izah eden
büyüklerimin sesleri, kulaklarımda çınlıyordu. Ġyi güzel de parayı kimden alabilirdim?
Nasıl birinden isteyebilirdim? Hiçbiri bana gelipte sana bir elfabe alayım, kalem
alayım, defter alayım demiyordu. Allah büyük… Nihayet bir yol buldum. Kapı
komĢularımızdan Celal ve Hüseyin diye iki Ģahıs vardı. Bu kiĢiler babamın asker
arkadaĢlarıymıĢ. Aynı zamanda babamın, dedemin talipleri imiĢ. DüĢündüm, bu
zatların birisinden ya para isteyeceğim ya da bir alfabe, bir defter, bir de kalem
isteyeceğim. Alfabe verirler mi vermezler mi, alırlar mı almazlar mı böylece iki ay
kadar düĢündüm. Bir gün bayram günüydü, elimi yüzüme aldım. Celal Amca‟yı
gözüme kestirdim, fakat onların bir köpekleri var ki çok vahĢi. Rasgelene saldırırdı
ve gözünün altından devamlı bakardı ve istisnasız herkese saldırırdı. Ben ise evin
arkasından dolandım baktım ki, köpek yoktur.
Bir sabah öğleden önceydi ben içeri girmiĢtim. Ġçeride bir büyük ev damları
vardı. Evin üstünde ise odaları vardı. Ben evin içine girmiĢtim bir baktım Celal Amca
evde, „Kim o” diye seslendi. Beni karĢılayan Celal Amca‟nın hanımı Kezban Hanım
olmuĢtu. Kocasına cevap verdi: “Dedegilin Rıza gelmiĢ, iyi gel bakalım. Niye
geldin?.“ Ben bir tek söz söyleyemedim. “Söylesene oğlum niçin geldin?” dedi. O
37
Ölmeyen Çocuk
gün kurban bayramıydı. Kurban etini bulgurla pilav yaparlar komĢular, sofrada
yedirilirdi. Bir çocuk tek baĢına giderse mutlaka bir iĢ için gider, bir Ģey lazımdır.
Çocuğu gönderirler, çocuk gidince annem Ģunu istiyor veya bunu istiyor der. Ben ise
kendim için bir Ģey isteyeceğim. Belki de bu benim en mutlu günümün bir baĢlangıcı
olacaktı. “Haydi söyle niçin geldin?” dedi tekrar. “ġey… Ben okumak istiyorum da,
bir alfabe, bir kalem, bir de defter alacağım ama param yok, para istiyorum”
diyemezdim. Belki inandırıcı olmazdı. „Okuyacak mısın?”, “He! Okuyacağım.“ “Nasıl
okuyacaksın? Kim seni okutacak, okumak kolay mı?” Cevap yok. Sadece
okuyacağım cevabı verdim. Celal Amca‟nın Hanımı devreye girdi. Oğlana sorup
durma madem okuyacakmıĢ sen de oğlana istediklerini alırsın. Okur belki,
okuyabilirse sen de bir sevap kazanırsın. Celal Amca, „Peki ben yarın Ģehire
gideceğim, sana da bir tane alfabe, bir tane defter, bir tane de kalem alacağım ve
getireceğim” dedi ve ekledi: „Okuyacaksın ama bana söz ver, güveniyorum sen
benim dedemin oğlusun. Eğer Mahmut Dedenin torunuysan gerçekten okursun”
dedi. Sözü verdi. Ben ise belli etmiyordum. Ama sevincimden karnım yırtılıyordu.
Celal Amca cuma günü Ģehire gitmiĢ benim kitabımı, kalemimi almıĢ, köyün orta
yerinde bir iki komĢunun evleri vardı. Bu evlerin ikisi birbirine bitiĢik, dam üstleri bir
hizada idi. Köyde karanlık basana kadar o damın üzerinde konuĢur eğlenirlerdi.
Bizim evin kapısı da o damın üstünden görünürdü. Günlerden cumartesi günüdür.
AkĢam güneĢ aĢmak üzere, bir baktım Celal Amca bana sesleniyor. Hemen koĢtum
gittim. Celal Amca benim öğrenmem için kalemi belindeki bıçakla sivritti, bana kalem
ucunu açmayı öğretti. Elime verdi. “Haydi bakalım Allah sana zihin açıklığı versin.
Bir Ģey lazım olursa utanma yine gel emi” dedi. “Tamam Celal Amca, tamam sağol”
dedim. Böylece ilk duayı da Celal Amcadan almıĢ oldum. Çok sevindim,
sevinçliydim.
O ZAMANKĠ ALFABELER: 1957
Ġki türlü alfabe vardı. Birisi iri harfle A, B, C Ģeklinde, diğeri ise birbiriyle birleĢen
küçük harflerdi. a, b, c Ģeklinde idi. 2F alfabenin baĢlangıcında „Al, tut, at, at top, at
topu tut” gibi yazılmıĢ alfabelerdi. Her okuduğun dersleri de defterine yazacaktın.
Yalnız eski alfabeden bazı cümleler iyi değildi. Mesela „Uyu, yat uyu, anam bana yat
dedi, ben de yattım uyudum.“ Gerçekten çocuklar bunları okurken zira 7 yaĢında
okula baĢlayan çocuklar uyutulmaya değil okumaya teĢvik edilmeliydi. Ġlk okunacak
olan alfabe kitabına uyumaya teĢvik eden cümleler niçin ve hangi mantığa göre
konmuĢ anlamak mümkün değildi.
OKUMAYA BAġLIYORUM
Defteri kitabı kalemi aldım analıklarıma söylemedim. Analıklarımın kızacaklarını
biliyordum. Okumama kızmalarının gerekçesi Ģu idi. ĠĢin var gücün var, evin iĢlerini
güçlerini kim görecek? Eh birazda kızlarının okumayacaklarını, onun için de benim
okumamı içlerine sindiremezlerdi. Ayrıca okuyacağıma inanmazlardı da. Onlara
38
Ölmeyen Çocuk
göre hem para verip defter kalem alacağım hem de okuyacağım diye iĢleri ihmal
edip aksatacaktım. Böylece hepsi boĢa gidecekti. Binaenaleyh okuyabilmeme 3
zorluk, 2 de engel vardı. Birinci engel olacak analıklarım, ikinci engel akran
arkadaĢlarımdı. 3 zorluk ise alfabeyi bitirince devam edecek olan diğer okuma
kitaplarımı, kalem defterlerimi kim alacaktı. Ben aldırsam parayı kim verecekti. Bir
baĢka zorluk daha vardı, kitaplarımı defterlerimi nereye koyacaktım. Analıklarımın,
kardeĢlerimin elinden nasıl saklamalıydım ki, alıp yırtmasınlar. Öncelikle benim
çantam ve bir kabım veya gizlenebilir yerim olmalıydı. Ancak Ģunu düĢündüm, bir
eski beze saracağım. Ahırda bir yere saklayacağım, boĢ kalınca alıp çalıĢacağım ve
yine yerine koyacağım. Ve bu kararımı uyguladım.
OKUMAYA BAġLARKEN YARARLANDIĞIM ĠNSANLAR
KOMġULARIMIZDAN SAĠT SOPA VE DAYIM HÜSEYĠN KAYA
Dedemin taliplerinden bunlar Eski Türkçe dediğimiz yazıyı okuyanlardan Latince
yazıyı da okuyan 5 kiĢi vardı, bunlardan yararlandım. Hüseyin Kaya benim Dayımdı.
Sait Sopa babamın samimi arkadaĢıydı. Ahmet Kılıç cenaze yıkar hocalık yapardı.
Veli Kayaoğlu, Veli Yüksel bu Ģahıslar aynı zamanda Latince harflerini de az buçuk
öğrenmiĢlerdi. Bu büyüklerime bazen gider birĢeyler sorardım ve yardım ederlerdi.
Ama fazlada yararlanamazdım. Sadece hecelemeyi öğrendim, sonrasında okumayı
söktüm ama dıĢarılarda ve görünür yerde çalıĢmam imkansızdı. Çünkü
arkadaĢlarım görünce gelir oyuna davet ederlerdi. Gitmesen ikisi üçü bir olur beni
kovalar tutarlardı, sonra eğlenceye alırlardı. „Okuyup da ne olacaksın? Öğretmen
mi, memur mu olacaksın?” derlerdi. Bu nedenle hava sıcak olunca 2-3 saatliğine
uzaklara giderdim. Zira artık dayağa alıĢmıĢtım. Yeter ki, bir yerimi kırmasınlar.
Amcamın yaptığı gibi dizlerime vurup kanatmasınlar. Bu gibi ağır iĢkencelerin
dıĢında ufak tefek sopaları göze alırdım.
HÜSNÜ YÜKSEL
Bir gün Analığım beni Divriği‟ye gönderdi. Divriği‟ye yalnız gidemezdim. Aynı
zamanda ilk defa kasabaya gidecektim, Dayım Hüseyin‟le birlikte gitmiĢtim. Bu
sırada sene 1948, bir eĢek almıĢtık. EĢeğe odun yükledik, odun satacağız, parasıyla
da alıĢveriĢ yapacağım. Biraz da Analığım cebime para koydu ama Dayım bana hep
yardım edecekti. Dayımla odunları sattık, çarĢıya alıĢveriĢe gittik.
Rahmetli Hüsnü Bey de pırtı satardı. Pırtı satan dükkanlara manifaturacı
derlerdi. Yolumuz Hüsnü Yüksel‟e uğradı. Hüsnü Yüksel Bey Divriği‟nin yerlisiydi.
Çok bilinçli, genel kültürü olan, herĢeyi bilen, seven, sevilen, sayılan bir zattı. Hüsnü
Bey aynı zamanda mal davar alırdı satardı. Bu iĢleri de köylülerle ortaklık kurarak
yapardı. AlıĢveriĢ ve ilgilerinin yüzde doksanı köylüyle olurdu. Hatta köylülerin
mahkemelik durumları olduğu zaman da onları barıĢtırır, davalarını iptal ettirirdi. Bu
muhterem zatın inancı Sünni inancı olmasına rağmen dedelere sarsılmaz inancı
vardı. Benim dedemi babamı tanıyan bir zatmıĢ, beni görünce Dayıma sordu:
39
Ölmeyen Çocuk
“Hüseyin ÇavuĢ bu çocuk dedelerden mi yoksa? Adıgüzel dedeye benziyor.“ Dayım,
“Evet, aynı zamanda benim de yeğenimdir” dedi. Hüsnü Bey halimi hatırımı sordu.
Sonra baĢladı dedemi babamı övmeye: “Sen de onlar gibi olacak mısın?” diye
sordu. Dayım Hüseyin: “Köyümüzde okul yok, okutanda yok ama yeğenim
okuyacağım” diyor. Divriğililer‟in konuĢma Ģiveleri değiĢiktir. Divriği‟nin köylerine
göre, biraz daha değiĢikti. Örneğin köylerde çocuklara „Yavrum” derler. Divriği‟de
„Yöğrum“Derlerdi. Hüsnü Bey bana döndü, „Bak yöğrum, okuyacağım diyorsan
okursun. Eğer kalem defter kitap ihtiyaçların olursa hiç çekinme haber gönder. Ben
sana yardım ederim. Yeter ki, sen okumaya çalıĢ. Senin deden hocaydı. Senin
deden de baban da faydalı insanlardı. Siz de onlar gibi olacaksınız Ģüphem yoktur.“
Hatırladığıma göre Hüsnü Bey bana uğradığımda bana bir miktar kâğıt, kalem
verirdi. „Ben sana istediğin araç gereçlerinize yardım ederim” demiĢti. Hüsnü Bey ile
olan baĢka anılarıma sonra daha geniĢ çapta yer vereceğim.
GAZĠ KÂHYAYLA KARASABANLA ÇĠFT SÜRMEYE BAġLAMAM
Çok erken, 12 yaĢında çift sürmeye baĢladım. Bu uğraĢım 29 yaĢıma kadar
devam etmiĢtir. Bu uğraĢımla ilgili açıklamalara ileride devam edeceğim ancak 1213 yaĢımda olduğumu anımsadığım sıralarda yevmiyeyle kendisine ırgatlık yapıp çift
sürdüğüm Gazi Kâhya ile geçen anımı aktaracağım (Döven sürme olayını önceki
sayfalarda yazmıĢtım). Bazı anılar var ki, unutulması mümkün değildi. ġu anda 75
yaĢındayım. 75‟ten 13‟ü çıkarsan 62 yaĢ kalır. 50 sene önce geçen bir anımdır bu.
Rahmetli Gazi Kâhyayı anımsadığım zaman onu suçlamak gayesini güttüğümden
değildir. Tabi ki, kendisine göre o da haklıydı, zira o tarihlere baktığımız zaman bu
gibi geliĢmelerin zaman içerisindeki eğitim ve sosyal geliĢimlerin kiĢilere yansıdığını,
bu nedenle eline fırsat geçen bazı kiĢilerin acımasız olduğunu görürüz. Gazi Kâhya
ile 12 gün ırgatlık yaptım, çift sürdüm. Gazi Kâhya 2 çift öküz koĢardı yani 4 öküz
çalıĢtırırdı. Hatta bazen bir öküzü de yedekte bulundururdu. Bazı hayvanlar yaĢlı ve
zayıf olurdu. Bu durumlarda yorulan hayvanı dinlendirmek üzere tek öküzü onun
yerine koĢar, yorulanı değiĢtirirdi. Gazi Kâhyaya çift sürmeye köyün önündeki Seki
Tarla olarak adlandırılan tarlada baĢladım. Bir de Yazı dediğimiz mevkide birkaç
tarlaları vardı, orada çalıĢtım. 12 günlük çift sürme anımızın geliĢmeleri Ģöyledir.
Gazi Kâhya köyde çok varlıklara sahip olduğu gibi, tarla bakımından da öyle idi.
Verimli ve oldukça büyük tarlaları vardı. ġu gerçeği de taktir etmek gerekiyor ki, çok
tarlaları vardı ama Gazi Kâhya‟nın kendisi de çok çalıĢırdı, aynı zamanda zekiydi.
Örneğin davar sürüleri vardı, yaz aylarında davarı tarlalarda yatırır, tarlaları davarlar
gübrelerdi. Köy önündeki tarlalara yükü katırlarla taĢır, tarlaları bu Ģekilde gübrelerdi.
Dolayısıyla gübreli tarlalarda ekin çok iyi olurdu, tarlalar çok verimli olurdu. 12 gün
çift sürme anımız Seki Tarlada baĢladı Yazı‟da bitti.
Benim durumum Ģu idi: tarlalar büyük olduğundan bir baĢtan diğer bir baĢa
çıkana kadar kollarım, belim yorulurdu ve çifti, belimi tutmaz hale gelirdim. Öyle ki,
belim ve kollarım kırılır duruma gelirdi sanki. Bu yorgun ve kolumun tutmayıĢı
40
Ölmeyen Çocuk
yüzünden bazen çifti o yana bu yana kaydırırdım. Böyle olunca toprağın sürülen
tarafa aktarılması gerekirdi. Bu düzene göre çift demirini baĢtan tutturdun mu aynı
Ģekilde devam etmesi gerekirdi. Ben ise aynı ayarda götüremezdim. Bazı tarlalar var
ki, 200-300 metre uzunluğundaki mesafeyi 2-3 dakikada zor çıkardık. Çifti
yürüTürken devamlı elin tutakta ve tutak üstüne devamlı bastırarak
yürüteceksin.Yoksa çift demiri kendiliğinden toprağa iĢleyip gitmezdi.
Ġki çift öküzle her iki evlekin bitiminde 15 dakika dinlenme molası verirdik. Her
evleğin geniĢliği 5 metredir. Ġki evleğin geniĢliği 10 metredir. Yerin boyu uzun
tarlalarda ancak 2 saatte bitirebilirsin. Öküzler 2 saat çift sürdükten sonra, öküzler
de biz de bitkin hale gelirdik. Öküzleri eyledikten iki dakika sonra o hayvanlar hemen
yatarlardı. Hayvanlar bir müddet solurlar, solurlarken karınları inip inip kalkardı.
Solumaları bitip dinlenecekleri zaman gevĢemeye baĢlarlar. Eğer gevĢemeye
baĢlamamıĢlarsa dinlenmiĢ sayılmazlardı.
BĠZE GELĠNCE
Biz beĢ dakika falan oturur dinlenirdik. Gazi Kâhya bu seferde kaldırır tarladan
taĢları ayıklatırırdı.
Aynı akĢama kadar hayvanları 4 defa dinlenmeye eğlersek 15 dakikadan yine
bir saat dinlenmiĢ olurlardı. Ben ise en çok 10 dakika çoğu zamanda beĢ dakika
otururdum. Sonra kalkar ot ve taĢ ayıklamakla çalıĢırdım. AkĢama kadar toplam 3035 dakika ancak dinlenirdim. Demek oluyor ki, rahmetli Gazi Kâhya hem o
hayvanlara, hem kendisine, hem de 12 yaĢında bir çocuk olmama rağmen bana
karĢı acımasızdı. Öyle sanıyorum ki, rahmetli çok acımasız bir yapıya ve kiĢiliğe
sahipti.
12 gün bitti, sürülecek tarlaların bitip bitmediğini anımsamıyorum ancak ben 12
gün çift sürdüğümü anımsıyorum. Gazi Kâhya 9 günlük yevmiye 50 kuruĢtan 450
kuruĢ ücret ödedi. Üç günlüğümü ödemedi, „Çocuk” dedi „Felan” dedi. „Ancak bu
kadar haketti” dedi. Rahmetli anneme bu bahanelerle 450 kuruĢ para ödedi. Ne
diyebilirsin? Ben 12 yaĢında bir çocuğum, annem dul bir kadın. Köyde kimse bizim
tarafımızı tutmaz, iĢte tek taraflı Gazi Kâhyanın vicdanına kalmıĢ bir meseledir
hepsi. Gazi Kâhya ile anımız bitmedi. Sırası geldikçe değineceğim ancak not olarak
yazayım ki, çift sürdüğüm zaman tarlanın orta yerlerinde ağlamadan edemezdim.
Tabi ki, beddua ederdim. Bedduayı içimden ederdim. Derdim ki, „Hiç olmazsa
istirahat zamanımda taĢ ayıklanmasa.“
CELAL VE CEMĠL KAYA
Celal‟in bana bir alfabe, bir defter, bir de kalem getirip verdiği anımı yazmıĢtım.
Bu yazacağım ikinci anım yalnız baĢıma çift süremeyeceğim için Celal Amcalarla
yardımlaĢacağız. Onlar 3 kardeĢlerdi, beraber yaĢıyorlardı. Bu 3 kardeĢin birisi
ölmüĢ, ölenden bir kız bir oğlan olmak üzere 2 çocuk kalmıĢ. Kız evlenmiĢ, oğlan da
41
Ölmeyen Çocuk
babasının yerine sayılıyordu. Adı Seyit Ali olan bu çocuk devamlı davar yayardı.
Ağabeyleri Celal ve Cemil‟de çiftçilik yaparlardı. Üç kardeĢ birlikte yaĢıyorlardı.
Oldukça da durumları iyi bir aileydi. Çift sürmeyi tarlaya tohum ekmeyi tam
anlamıyla beceremediğim için belki de analıklarım bana güvenmediklerinden olacak
ki, Celal ve Cemil ailesiyle yardımlaĢarak çift sürerdim. Onlar iki çift öküzle iki
kardeĢ, ben de bir çift öküzle birlikte çalıĢlarak çift sürme olayına iki sene devam
etmiĢtik. Ben ise 12 yaĢımda çift sürmeye baĢlamama rağmen çok cılız bir
çocuktum. Boyum da 12 yaĢımı göstermiyordu. Ama zor fendi bozar diye bir deyim
vardır ya, benimki de o hesaptı iĢte. Babamın da ölümünde söylediği gibi evin tek
erkeği bendim. Mecburdum çift sürmeye, sırtımda odun taĢımaya, bostan sulamaya,
bostan beklemeye, ekin biçmeye vesaire iĢleri öğrenmeye ve yapmaya. Tarlada çift
sürerken beni aralarına alırlardı Celal ile Cemil. Biri önde biri arkada bende ortada
bir hata yaparsam düzeltirlerdi. Böylece hatırladığıma göre iki yıl bu Ģekilde çift
sürmemiz devam etmiĢtir.
BĠR GARĠP DÜNYADIR KÖY ÇOCUKLARI
Köy çocukları bir garip dünyadır. Köy çocukları yaĢamlarında parayla oyuncak
alıp oynayamaz. Köy çocukları kendine zaman ayırıp bir yerlerde kendilerine göre
oyun oynayamaz, sinema, tiyatro benzeri eğlence yerlerine gidemezler. Babaları
analarından izinsiz oyun oynamaya eğlence yerlerine gitseler, ailelerinden azar
iĢitirler. Belki de dayak yerler. Köy çocuklarının oyun oynaması, eğlence yapmaları
için iki Ģans vardır. Biri akĢamları güneĢ aĢımı ya da biraz karanlık olunca iĢler
bitince, harmanlarda köyün münasip olan bir yerinde saklambaç oyunu, dömbelek
oyunu gibi benzeri köy oyunları oynarlardı. Bu gibi oyunlar da sadece güz aylarında
olur. KıĢ aylarında ise yine akĢamları ailelerinden izin almak suretiyle evlerde yüzük
oyunu körebe oyunu oynardık.
Bir de geleneğimiz vardı, “Davarın Yüzü” diye. Anma töreni olarak kabul edilmiĢ.
Geleneğe göre bir eğlence oyunu bu oyunun adı bazı yörelerde „KıĢ yarısı” adı
verilir. Bazı yörelerde de örneğin, Sivas, Malatya, Erzincan ve bu yörelerde kıĢ yarısı
veya davarın yüzü kutlama töresini 15-20 ocak aylarında yapılır, bugünlerde
davarların karnında yavru geliĢmeye, tam bir oğlak haline gelerek kıllanmaya
baĢlamıĢtır, zira davarlar 5 ayda yavru yaparlar. 15 ekimde koç katımı olur, 15
nisanda ise davarlar doğurmaya baĢlarlar. Bu süreç tam 5 ay olur. KıĢ yarısı,
davarın yüzü daha Türkçesi bir töredir. Bu törenin detaylarına tekrar değineceğim.
BĠZĠM KÖY FARKLIYDI
Köyümüzdeki farklılık benim köyümün küçük bir mezra olmasından ileri gelir.
Yukardaki anılarımda da değindiğim gibi böylesi küçük yörelerde herkes birbirini
tanır bilir. Ne durumda ne konumda olduklarını bilirler. Böylesi küçük köyler bir
bakıma toplumsal açıdan iyi görünür, bir bakıma ise hiç iyi değildir. Birincisi bir söz
söylesen, bir iĢ yapsan hemen aniden duyulur, alırlar ele çıkarlar yola hesabı; hele
42
Ölmeyen Çocuk
A- yetim, B- fakir, C- ĢaĢkın olmaya gör daha kurtulamazsın. ĠĢte bu örneklerden
birkaçı Celal ve Cemil ailesiyle çift sürerken oldu. AkĢam olur hayvanlarımız çiften
boĢaltırız önümüze katar, eve geliriz. Tarladan köye geleceğimiz yollar oldukça
uzundur. Hayvanlar yolda yavaĢ yürürler ama varacağı yere daha çabuk
kavuĢabilmeleri için biraz hızlı yürürler. Hele hele at veya katır gibi hayvanlar varsa,
onların üzerine biner daha da hızlı yürütebilirler. Ama sığırlara gelince, bu hayvanlar
ağır gövdelidirler. Aynı zamanda o hayvanlar akĢama kadar toprakla güreĢmiĢ,
yorulmuĢ hayvanlar daha da yavaĢ yürürler. Bana gelince ben de bu hayvanların
yavaĢ yürümelerinden istifade ederek yollarda bazen sağa sola kayarak hoplar
zıplar oyun yapar giderim. Bazen de mevsim icabı eğer mevsim 15 nisan ile 20
mayıs arası ise, bu mevsimlerde dağlarda kenger, nevruz, yemlik gibi insanların
yiyebileceği otlar olur, bunları toplayarak giderdim. Hele hele nevruz otları süslü,
kırmızı sevilir bir ottur. Bu otlar yerden 15-20 santimetre uzunluğunda yukarı kalkar
4 güllü, kırmızı güzel bir ot türüdür. Yemlikler yere serpilir ilk çıkıĢlarında, yaprakları
taze iken kopartılıp tuzlanarak yenir. Ekmekle de yenilir, yeĢil renkli 6-8 dallı bir ot
türüdür. Büyüdüğü zaman ortasından bir gövde çıkar, geliĢir. Tepesinde birkaç tane
de koza oluĢur ve tohumlanır. Kenger out da önce 3-4 güllü olarak yere serpilir.
Kenger o durumdayken yenmez daha sonra ortasından filizlenir, bir gövde çıkar,
tepesi yumurta Ģeklinde baĢak olur, etrafında 3-4 tane bacağı içine almıĢ yaprakları
olur. Kenger otu kökünden tepesine kadar dikenlidir, tatlımsı ve gevrek bir ot
türüdür. Bu ot yerden 5-6 santimetre yüksekte olduğu zaman tam yenilecek
zamandır. Kenger otunun, güzel de yemeği olur. Hanımlar özellikle onu sırtlarına
torba veya heybelerine alırlar. Ellerine bir makas veya ucu keskin kesere benzer
ağaç saplı bir çapa alırlar, bir gün boyunca o otları toplar; torba, çuval ya da heybe
gibi Ģeylere doldurur getirirler. Kenger otunun bulgurla pilavı da yapılır. Bir güzel olur
yemeye doyamazsınız. Mesela bu ot türü Akdeniz, Ege havelelerinde yoktur.
OlmuĢsa da o otu pazarcılar baĢka yerlerden toplar, getirir, satarlar. Bu ot türü
Anadolunun dağlık kayalık yerlerinde olur. Ayrıca kenger otunun toprakta kalan kök
kısmı da iĢe yarar. Bu otun kökü çok sütlüdür. Bu otlardan üç türlü istifade edilir.
1. Yukarıda tarif ettiğim gibi tazeyken toplayıp hem piĢirmeden temizleyip yenir
hem de yemeği yapılır. 2. Kenger otu 20-30 santimetre uzunluğunda büyür bu
esnada tazeliğini kayıp etmeden kökünden kesilir. Onu muhafaza eden kabuğu
vardır. Aynı salatalık gibi soyulur, yenir. Kenger otu o halindeyken gevrek, tatlı ve
suludur. Bu kenger otu kurur. Kurutulduktan sonra tam kökünden bir rüzgar eser
devirir hale gelir. ĠĢte bu durum da iken onun kökünü etrafı kazmayla kazılır. 20-30
santimetre kuturunda bir çukur kazınır. Kengerin kökü tam meydana çıkar, kökünün
etrafı temizlenir. Kenger kökünün bir tarafı düzeltilir. Altına yastık ve ince taĢlardan
bulunarak yerleĢtirilir.
O kökü taĢ tarafına ya da tam düzlenmiĢ tarafa meyilli olarak keskin bıçakla
kesilir. Kökten süt akar ve o süt donar. 1-2 saat sonra o donmuĢ süt olur. O donmuĢ
sütleri toplanır, tekrar kesilir. Kenger kökü iki kesimde süt verir, bu sütün adı kenger
43
Ölmeyen Çocuk
sakızıdır. Ġnsanların parayla alıp çiğnediği sakızların içerisinde en pahalı, en lezzetli
ve en sağlıklı sakız kenger sakızıdır. Ama tarif ettiğimden de emeği çok olan, zor
Ģartlarla elde edilir bir sakız türüdür. Ama kesinlikle bilmek gerekir ki, hazımsızlık ve
karın ĢiĢkinliği durumlarında hazmı kolaylaĢtırır. Maya ĢiĢkinliği gidermeye ayrıca diĢ
diplerinin temizlenmesinde rol oynayan fevkalade bir ilaçtır ve faydalıdır.
NEVRUZ, KENGER, YEMLĠK
Kengerle nevruz taĢlık, kayalık, kır ve susuz dağlarda, sarp yerlerde olur. Yemlik
ise daha ziyade ekin tarlalarında ve herke bırakılan sürülmüĢ tarlalarda olur. Bir de
çiğdem vardır. Çiğdem otu da otu bol yerlerde olur, onun da kök kısmı yenir. Ġri bir
düğme Ģeklinde süt beyaz olur. Tatlımsı ve gevrek bir ot türüdür. Söz konusu bu
güzel otlar hem yenir hem de güzel görünümlü otlar yol kenarlarını süsler. Aynı
zamanda da dağları süsleyen çiçek türleridir bunlar. Çocuk olursan, yolda öküzlerin
peĢinde yavaĢ yavaĢ giderken yol kenarlarında bu güzel çiğdem otlarını görünce
tahammül edemezsin. 45 dakika bazen bu patika yolu yürürken köye gelene kadar
elimizin kalınlığınca bir deste çiğdemle gelirdim. Fakat Celal Amca benim bu
hareketime kızardı. Bağırır çağırır kimin umrunda… Bir de bakarsın öküzlerin
arkasında yokum. Yol kenarında nevruz topluyorum, kenger veya çiğdem
topluyorum, nervuzları ve çiğdemleri elimde güzelce deste yapıyorum. Köye
girdiğimiz zaman elimde destelenmiĢ o kırmızı nevruz destelerini ve bembeyaz
çiğdemleri görecekler. Bilhassa akranım çocuklar görecek. Ben de elimdeki nevruz
ve çiğdem örgülerini elimde gösterirken gururlanacağım. Yani hem çift sürmüĢ hem
de çiğdem sökmüĢ, nevruz toplamıĢ diyecekler. Bu iĢ benim için fevkalade bir
yiğitlik, bir üstünlük idi. Ama gel gelelim Celal Amca ve Cemil Amca benim bu güzel
otları toplamam esnasında lakaplar takarlardı. Lakaplarım; „Maymun, Ģebek
maymunu, çeçe, keçi.“ Daha birçok hatırlayamadığım lakapları kızarak söyler ve
bağırırlardı. Bu tarzda söylerlerdi ama kimin umurunda. Ben nevruzları, çiğdemleri
toplayayım da onlar ne derse desin. O anda nevruzun çiğdemin verdiği heves ve
sevinç benim için, o takılan lakaplardan, insanların birbirini utandırma çabalarından
daha değerliydi.
YÜZMEK VE MUSTAFA KAYA HASAN KAYA OĞLU
Köyümüz küçük bir mezraydı ama Ģirin ve yeĢillik suyu bol bir köydü. Köyün
yerleĢim yeri yöreptir. Önünde bir su akar, suyun adı Tokma Çayıdır. Bu su akıĢını
takip eden Erzincan‟a doğru gider ve bir de demir yolu vardır, tren geçer, köyün
hemen altında, 400 metre yakınında tren durağı vardır. Bu anılarıma ayrıca ilerde
yer vereceğimden Ģimdi geçelim yüzme meselesine. Köyümüzün önünden geçen su
oldukça boldur. Suyun akımında bazı sakin aktığı ve durulduğu yerler vardır. Bir
baĢka özelliği de her iki tarafının kayalık, tepelik, çetin olmasıdır. Tam su kenarlarına
rastlayan bazı yerlerde büyük kayalar vardır. Bu kayaların önünde göllenmeler
oluĢmuĢ, bu göllenmelerin derinliği yaklaĢık 4-5 metre kadar vardır. Biz 6-7
44
Ölmeyen Çocuk
yaĢlarımızdayken yaz aylarında fırsat buldukça gider, bu göllerde yüzme öğrenirdik.
En yakın arkadaĢlarım benden 3-5 yaĢ büyüktü. Hasan Kaya‟nın oğlu, Sait TaĢkıran
ve birbirleriyle amcaoğulları olan Hüseyin ve Halil Yüksel. YaĢıtım arkadaĢlarımdan
Dayımın oğlu Mustafa Kaya idi, onun da tek gözü kördü. Veli Erdoğan gibi benden
bir iki yaĢ küçük arkadaĢlarım da vardı. Bunlarla yüzme öğrenmeye gittiğimiz zaman
daha önce yaĢça büyük olan arkadaĢlarımız bizlere yüzmeyi öğretmiĢlerdi.
Binaenaleyh köyümüzün 6 yaĢ grubundan yukarı olanların hepsi de yüzmeyi
öğrenmiĢ, suyun en derin yerlerine girebiliyorlardı. Köyümüzün önünde öyle bir
suyun olması sebebiyle diğer köylere nazaran bizim köy Ģanslı bir köydür.
HÜSEYĠN TAġKIRAN‟IN BOĞULMA DURUMU
Benden küçük arkadaĢlarımdan Hüseyin TaĢkıran ile bir gün öğle vakti iki üç
arkadaĢla daha yüzmeye gittik. Köyün hemen önünde GöktaĢ diye bir kaya vardı.
Bu kayanın dibinde suyun 4 metreye yakın derinliği vardı. Altı yumuĢak kumdur. O
kayadan hızlı ve dik atlardık. Ġçinde balıklamasına yatar 10-15 metre ileriden suyun
yüzüne çıkardık. Bu gölün 20-25 metre ilerisi oldukça kuvvetli akıntıya dönüĢür, dar
bir yerden geçer, önünde tekrar bir göl daha vardır. Suya girerken de arkadaĢlarla
yarıĢ yapardık. Herkes o GöktaĢtan daha önce atlama yarıĢına girerdi. Ben
arkadaĢlarımdan önce suya atladım. 15-20 metre aĢağıdan suyun yüzüne çıktım.
Orası belime kadar derinlikte, bir ayağa kalktım ki tarif ettiğim o dar geçitte Hüseyin,
ikinci bir göle girmek üzere. Meğer ki, Hüseyin yüzmeyi iyice öğrenememiĢ.
GöktaĢ‟tan atlamasıyla bir daha suyun üstüne çıkamamıĢ. Su onu almıĢ yuvarlaya
yuvarlaya götürüyor. Bir parça vücudunun yarı yeri görünen yere gelince elleriyle
çırpınıyordu. Ben hemen suyun kenarından karaya çıktım koĢtum. Hüseyin ikinci
göle girmek üzereyken yetiĢtim kolundan yakalayabildim. O esnada diğer iki arkadaĢ
da geldi. Hemen Hüseyin‟i yüzü koyu yatırdık, ayaklarını yukarı diktik, kafasını aĢağı
getirdik. Karnındaki suyu boĢalttık. Hüseyin yaklaĢık 20 dakika sonrasında zorla
konuĢabildi ve Hüseyin‟in babası sonra benim kayınbiraderim oldu, o boğulma
hadisesinde o 12, ben de 17 yaĢındaydım. Aynı Ģekilde ve aynı sene iki kez daha
boğulma tehlikesi oldu ve iki baĢka arkadaĢımı daha kurtardım. Ama ismini
hatırlamıyorum. Sadece Veli Erdoğan‟ı hatırlıyorum. Mutlaka kendisi yaĢıyordur.
Aradan 47 sene geçti. O da benim göçtüğüm yıllarda Ġstanbul‟a gittiydi. Hüseyin
TaĢkıran öldü, Allah rahmet eylesin. 36 sene oldu. Ne ararlar, ne de sorarlar…
DüĢünüyorum da insan olmak zor bir iĢtir. Zira insan olmak için sadece çalıĢmanın,
para kazanmanın, yiyip içmenin, sadece Allah‟a Ģükretmenin yeterli olmadığı
kanısınDayım. Binaenaleyh insan sorumluluk taĢımalıdır. Ġnsanın değer yargıları
olmalıdır. Çünkü insan o duygularla yaratılmıĢtır. Ġnsanlığın vasıflarını yerine
getirenlere ne mutlu.
DAYIMLARIN BAHÇEDE ULU VE TARĠHĠ BĠR CEVĠZ AĞACI
45
Ölmeyen Çocuk
Bu ceviz ağacı o kadar büyümüĢ ki, mübarek beyaz bir gövdesi vardı. Cevizin
yaklaĢık dört büyük dalı vardı. Bu dallar alabildiğine açılmıĢ yani etrafındaki
boĢluğun tamamını kapatmıĢtı. Kök uzunluğu 3 metre vardı etrafına açılmıĢ olan
ufak dalların sayılmasına imkan yoktu. Belki iki bin, belki de üç bin ceviz üreten
dalları vardı. Cevizin kapladığı alan yaklaĢık 200 metrekare vardı. Dayımlar
kalabalık nüfusa sahipti. Benim aklımda kalan, ayrıldıkları zaman 53 baĢ sayıları
vardı. Dayımlar cevizi çırpacağı zaman yaklaĢık 15-20 insan, tam iki günde ancak
bitirebilirlerdi. Acaip bir ceviz ağacıydı. Eğer köyümüzün tanıtımı, reklamı olsaydı; o
ağacı görmek için yüzlerce insan köyümüze gelirdi. Ceviz ağacının gölgesi de serin
olur. Gövdesinin kalınlığı yaklaĢık beĢ metre kuturunda vardı. ġimdi bir Ģey
söyleyeceğim, bu anıyı okuyanlar da üzüleceklerdir. Ġnanın ben yazarken ellerim
titriyor, neredeyse gözlerim yaĢarıyor. Ama böylesi bir anıyı yazarken üzücü
olacağını bildiğim halde yazmaya mecburum. Evet, bu anıyı yazdığım 2009
tarihinden tam 26 yıl önce köyümü ziyaret ettim. Eve yakın olduğu için hemen
gözümü Dayımların bahçeye çevirdim. O ulu ağaç, 5 katlı bir apartman
büyüklüğündeki ağaç yerinde yoktu. Öteki ağaçlardan sadece 10-15 tane kalmıĢ,
onlar da kurumaya yüz tutmuĢ durumdalar. Zira Dayım ve Dayımın amca çocukları
köyden Divriği‟ye göçmüĢler, ağırlığı Divriği‟ye vermiĢler. Köyden iki evden toplam 6
kiĢi kalmıĢ. Bunlardan biri de benim Dayımın oğludur. Böyle olunca o ulu ceviz
ağacına bakmamıĢ, kurutmuĢlar. Ne yazık ki, belki bir belki iki asırlık tarihi bir ceviz
ağacı yerinde yoktu artık. ġunu da ilave etmek gerekir ki, bu denli tarihi eserlerimize
sahip çıkma bilincinden yoksunuz, yazıklar olsun bize. ġimdi dönelim Dayımın
oğlunun kafamı taĢla kırmasına. Dayıoğluyla bazen onların bahçede kayısı yerdik ve
olmuĢ meyvelerden yerdik. Bazen de bizim bahçede daha ziyade dut yerdik. Zira
bizim dutlar daha özel bir cinsti. BaĢına çıkar beğendiğimiz gibi yerdik. O mübarek
dutlar 5-10 dut bir arada olmuĢ. Elimizi attığımız zaman avcumuzu dolduracak kadar
dut birden koparırdık. Öyle dut yerdik ki, belki de her dut yeyiĢimizde iki kilo
civarında dut yerdik gibi geliyor bana. Sonra dalın baĢından aĢağıya indik. Dutların
dibinde su akıyordu, elimizi yüzümüzü yıkadık. BaĢlardık bu sefer boğuĢmaya,
güreĢmeye. Anımsayamadığım Mustafa‟yı kızdırıcı bir olay olacak ki, Mustafa birden
fırladı. Bahçenin kenarında yol var, yolla bahçe arasına da duvar var. Yalnız yol ve
duvar hizasında bahçeden 2 metre aĢağıda Mustafa eline bir taĢ aldı. Bana attı.
Nasıl ki, kafamın ortasına denk geldi, kafam kırıldı. Kafamdan kan fıĢkırıp akmaya
baĢladı, Mustafa kaçtı. Ben de eve koĢtum. Rahmetli annem yani Analığım evdeydi.
Hemen kafama müdahale etti neyle kuruttuğunu bilmiyorum ama kanı kuruttu.
Kafamı sardı. Kafam bir hafta 10 gün içinde iyi oldu. Ama halen kafamın tam tepe
kısmında o yarık yeri bellidir. Aradan 20-30 gün bile geçmedi. Mustafa benim kafamı
yarmamıĢ, kırmamıĢ ben de ona küsmemiĢ oluyorum. UnutulmuĢtur sadece bir anı
kalmıĢtır. Mustafa‟yla aramızda böylesine uzun seneler acı ve tatlı arkadaĢlık
geçmiĢ olmasına rağmen benim yolum gurbete düĢtü; o, köyde kaldı. Halen de
köydedir. Binaenaleyh benim insanî düĢünceme göre aradan uzun yıllar geçse de o
46
Ölmeyen Çocuk
günler unutulamazdı. Üstelik babalarımızın bırakmıĢ olduğu A. hısımlık, dayı
yeğenlik, B. samimi duygular içerisinde geçmiĢ arkadaĢlık, C. aynı köyde doğmuĢ
olma, köyün aynı nimetlerini birlikte paylaĢmıĢ iki akraba arkadaĢlığı maalesef
ayrılıĢımızdan yaklaĢık 26-27 sene sonra bugünkü tarihten 12 sene önce yani
1985‟te, ikinci gidiĢim 1986 yıllarında köye gittiğim de dayı oğlu Mustafa‟dan
beklediğim 26 sene önceki temiz ve ali cenap duyguları, sıcak ilgiyi artık onda
bulamadım. Mustafa bana göre yaĢayan bir ölü olmuĢtu artık. BambaĢka bir Mustafa
karĢıma çıkmıĢtı. Öyle ki, eve gidelim, bir kahve içelim diyecek kadar bile yakınlık
kalmamıĢtı. Mustafa‟nın bir kızı vardı, ben köyde eğitmenlik yaptığım devirde en
büyük çocuğu, kız çocuğu Sırma 8 yaĢını bitirmiĢ, neredeyse ilk okula gidebilecek
Ģansını kayıp etmiĢti. Ben o köyde olmasaydım veya Latince harfiyle okur yazarlığı
baĢlatmasaydım, kendim bizzat birçok zorlukları yenerek eğitmenlik yapmamıĢ
olsaydım, dayıoğlu Mustafa‟nın büyük kızı Sırma Ģimdi okumuĢ hatta okur-yazar
dahi olamayacaktı belki de.
DAYIOĞLUNUN KIZI SIRMA ve SABRĠ KAYA
Dayıoğlu Mustafa‟nın kızı Sırma 8 yaĢını bitirmiĢ 9 yaĢına girmiĢ idi. Diğer
çocuklar gibi Sırma‟yı da mahalli olarak 7 ay okuttum. Okulun ikinci yılında köye
resmi öğretmen getirttim. Ardından Divriği Ġlköğretim Müdürlüğüne müracaat ettim.
Bir yıl önceki okuttuğum çocukların sınav yapılarak sınıf geçmesini sağladım. Divriği
Ġlköğretim Müdürlüğüne baĢvurdum. Ġlköğretim MüffettiĢi Necdet Eke Bey çok saygı
duyduğum bir insandı. Bütün talebeleri müffettiĢ Necdet Bey‟in önünde en küçükleri
2‟inci olmak üzere 3‟üncü, 4‟üncü sınıflara geçtiler. Mustafa‟nın kızı Sırma‟ysa ikinci
sınıfa geçmiĢ oldu. Bu kez köyde ilk okulu bitirdi. Sonra öğretmen okulu sınavlarına
katıldı, neticede öğretmen oldu. Yukarıdaki anımda sözünü ettiğim Sabri Kaya
komiser olarak mezun olmuĢtu. Sırma iĢte komiser Sabri ile evlendi. Dolayısıyla
dayıoğlunun kızı evvel Allah sonra benim özverili çalıĢmalarımın, yardımlarımın
vesilesi ile iyi düzeyde bir aile hayatına sahip oldu. Bu nimeti dahi takdir etmekten
yoksun insanlar; gericiliğin, nankörlüğün tam bir ibret örneği değil midir?
ġimdi ben haklı olarak dayıoğlu Mustafa‟ya soruyorum: “Ne denli bu özveri
yardım ve bu sebep sadece bir arkadaĢlık ve de dayıoğlu yakınlığı değil ve de
değildir?” Binaenaleyh bu iĢ bahsettiğim gibi iliĢkilerimiz akrabalığı aĢan bir iĢtir ve
bir mucizevi bir konudur. Eğer bir insan veya insanlar bu gibi istikbal içerikli iyilikleri
unutuyorsa, alt tarafı bir merhaba, bir içten samimi duyguya dayalı yakınlık gösterme
cesaretini kendisinde bulamıyorsa, veya kuracağı birkaç kuruĢluk ahbaplık sofrasını
o insandan kıskanıyor, bunun üstüne yatıyorsa, üstelik o insanı arayıp sormuyorsa,
o takdirde bu insanın insanlıktan söz etmesi, bu dünyada insan olmanın ne önemi
vardır diye düĢünüyorum. Kararı bu anılarımı okuyan insanlara bırakıyorum.
Dayıoğlu Mustafa‟nın kızı Sırma, onun kocası emekli olan komiser Sabri benim
nezdimde sadece yaĢayan birer ölü gibidirler. Zira insanlık bu gibi nankörlüklerle
47
Ölmeyen Çocuk
ayaklar altına alınacak bir müessese değildir. Sabri Kaya‟yla ileride ikinci bir anım
daha geçecektir.
RIZA ERDOĞAN (ÇAVUġ)
Rıza ÇavuĢ aynı köyde Devlet Demir Yollarında çavuĢluk ve bekçilik yapardı.
1946 yıllarını anımsıyorum. Ġki analık, altı çocuk sekiz baĢ nüfustuk. Evde yiyecek
un bitmiĢ, az miktarda bulgur kalmıĢtı. 1946 mart ayı olduğunu anımsıyorum. Tabiki
üst baĢ giyisilerimiz hakeza fakirliğin son safasını yansıtır vaziyette. Bir sabah
erkendi, henüz yataktan kalkmamıĢtık. Annem yeni yataktan doğrulmuĢ elbisesini
giyiniyordu. Ben de uyandım. Yatağın içinde anneme bakıyordum. Annem birazdan
bize de seslenip haydi kalkın diyecekti. Aslında bizim de erken kalkmamız
gerekiyordu. Zira annem sabahleyin ev iĢlerini yaparken biz de ahıra gideceğiz. Ben
malların tumarlarını yaparken, Meliha Ablam ahırı kürür ve gübreyi sepetle sırtında
gübreliğe taĢır ve yığar. Benden altı ay büyük olan Bağdat Bacım da Meliha Ablama
yardım eder. Zekiye Analığım ise malların yemini hazırlar, verirdi. Böylece sanki bizi
birisi yetiĢtirmiĢ iĢ taksimi yapmıĢ gibi kollektif olarak kıĢ aylarında, örneğin 12‟den 5.
aylara kadar ahır ve diğer iĢleri kollektif olarak paylaĢır yapardık. Belki de
analıklarım iĢleri böyle düzenliyordu. KardeĢler aramızda fazla kavga yapmazdık.
ġimdi dönelim Rıza ÇavuĢ‟a. Sabahleyin erkenden bir baktım kapı çalındı. Annem
kapıyı açtı ki, Rıza ÇavuĢ. Annem buyrun ağa dedi. O zaman köy ananelerine göre
kadınlar kendi yaĢlarındaki veya daha büyük erkeklere ağa derlerdi. Anneme gelince
annem ise isim vererek Rıza Ağa, Ahmet Ağa Ģeklimde ağa diye hitap ederdi. Bütün
kadın ve erkekler ise yaĢlısı ve genci anneme Belgüzar Ana derlerdi. Annem buyur
Rıza Ağa dedi. Rıza ÇavuĢ Ģöyle cevap verdi: „Belgüzar Ana, sana bir Ģey
söyleyeceğim.“ „Buyrun ne söyleyeceksiniz?” diye sordu annem. Rıza ÇavuĢ,
„Gördüm ki; sizin durumlarınız iyi değil, Ģu sizin çay kenarında bir tarlanız var ya
ekebiliyor musunuz? Oradan zaten ekin falan da olmuyor. Orayı bana satın. Ben
size yardım olsun diye söylüyorum. Eğer satacaksanız yabancıya vermeyin. Ben o
yer için 150 kuruĢ veririm.“ Annem, „Yok Rıza Ağa, ben yetimlerimin tarlasını
satmam ve satamam, yiyeceğimiz yok ama Allah büyüktür, bir yerden bir sebep
gönderir. Yarın bu yetimler büyürse bana ne derler. Sonra elalem bana neler demez,
yok yok ben yetimlerin malını satmam.“ Rıza ÇavuĢ cevabını almıĢtı, döndü gitti.
Belki de kapıyı açıp yetimlerin tarlasına müĢteri olduğuna bin piĢmandı. Yetimler bu
konuĢmayı dinliyordu. Rıza ÇavuĢ belki de içinden hemen Ģunu düĢünmeye baĢladı:
“Ulan ben ne halt ettim. Yarın dedikodu çıkar, duyan köylüler buna ne derler.“
Annem ise Rıza ÇavuĢ hemen kapıdan çıkar çıkmaz ellerini havaya kaldırarak
beddua etti. Rıza ÇavuĢ‟a, „Sen gelesin de bizim fakirliğimizden istifade ederek
tarlamıza müĢteri olasın. Uy neydem etine kurtlar düĢe Rıza ÇavuĢ. Çağırırım o
Garip Musa‟ya eğer onlar da bir yer varsa etine kurtlar düĢüre inim inim inliyesin, bu
sabahın seher vaktinde çağırırım. O Allah, o Allah‟tan bir Ģey varsa iĢitir inĢallah”,
ben bütün bu konuĢmaları dinliyorum. Diğer kardeĢlerim Meliha, Bağdat, Mahmut,
48
Ölmeyen Çocuk
Ġnsaf Analığım, Zekiye hepsi yatıyorlardı. Ben Rıza ÇavuĢ‟un konuĢmalarını,
annemin beddualarını tek tek beynime yazıyordum. Belgüzar Ana öyle bir beddua
etti ki, döndü yüzünü seher vakti sahiplerine çağırdığı o erlerin evliyaların hepsini
ayağa kaldırdı. Belgüzar Ana‟nın ettiği beddualarına bütün kalbimle yüzde yüz
inandım. Kalbimden Ģunlar geçiyordu, „Belgüzar Ana‟nın bedduaları yerini bulacak,
Rıza ÇavuĢun etine kurtlar düĢecek inim inim inleyecek, kurtlar yiye yiye Rıza ÇavuĢ
ölecek. Bana gelince gün gelecek büyüyecek Rıza ÇavuĢ‟tan bunların hesabını tek
tek soracaktım.“ Rıza ÇavuĢ gelecek günleri hiç düĢünmemiĢti ki... Kısa bir yorum:
“Rıza ÇavuĢ bir mülkiyet alacaksa baĢkalarından daha iyi bir yer alabilirdi. Eğer
yetimlere yardım edecekse Rıza ÇavuĢ para bakımından zengindi. Üstelik kendileri
Garip Musa talibiydi. Bir teneke un veya buğday verebilirdi. Zira böylesi zihniyetler
fırsat düĢkünüdür. Saygıdeğer okurlar. Sırası gelmiĢken Ģöyle bir cümle kullanmak
istiyorum. Dünyada ne Yahudi ne Hristiyan ne de Müslüman, ne Alevi, ne de Sünni
vardır illa da insan olmak vardır. Yukarıda yazdığım gibi bir köyün sakinleri 300 yıl
birarada yaĢamıĢ, hepsi Alevi, dedeli ve talipli idiler. Peki bir dede ailesi aç kaldı ise
ona neden yardım etmiyorlar da üstelik onun tarlasına göz dikiyorlar? ĠĢte Belgüzar
Ana bu haklı sebeplere dayanarak böylelerine beddua ediyordu.
BELGÜZAR ANA
Belgüzar Ana‟nın bedduaları niçin geçerdi? Atalardan kalma bir söz vardır. Alma
mazlumun ahını, çıkar aheste aheste. Demek ki, eğer insanlar bilerek fırsattan
istifade ederlerse, haksız bir iĢ yaparsa, haksızlığa maruz kalan mazlum da
gerçekten yardıma muhtaç bir kimseyse, iĢte o bir mazlumun ahını alan kiĢi onun
hesabını erinde gecinde verecektir.
Belgüzar Ana‟ya gelince, Belgüzar Ana ifade edildiği gibi seçkin, temiz, mazlum
bir kadındı. Onun sahipleri vardı, ona söylenmiĢ emanetler vardı, Belgüzar Ana‟nın
üzerinde nefesleri ve nüfusları vardı. Bir kere Belgüzar Ana‟nın sülalesi, babası Hıdır
Abdal Sultan Ocağının mensuplarıdır. Bulunduğu ev ise kocası Seyid Garip Musa
Sultan soyu mensubudurlar. Bulunduğu evde ismini zikredeceğim dedeler uzun
yıllar boyu cemler, cemaatler, görgü cemleri yürütmüĢlerdir. Belgüzar o cem ve
cemaatlarde hizmet etmiĢ, nasihat almıĢ, nüfus almıĢ, o evliya gibi dedelerin
dualarını almıĢ ulu bir kadındı.
ġĠMDĠ BELGÜZAR ANANIN ÖLÜMÜ (1985)
O evden Ankara‟ya göçtüğümüz 1964 tarihine kadar tamı tamına 52 yıl hizmet
etmiĢ ve hanımlık yapmıĢtır. Belgüzar Ana 85 yaĢında öldü, yani 20 senede
Ankara‟da yaĢadı demek oluyor ki 13 yaĢında evlilik yapmıĢ. Tam yetmiĢ iki yıl o
evde hanımlık yapmıĢ, ulu ve iradeli bir hanım idi. Belgüzar Ana‟nın övgüleri
saymakla bitmez, biz dönelim ona nüfus veren, ona nefes veren ulu dedelerin
isimlerini sıralamaya.
49
Ölmeyen Çocuk
1. Ġnsaf Ana kayın validesidir. Yukarıda ismini zikrettiğim Mahmut Dede‟nin
hanımıdır. Ġnsaf kendisinden olan analık hakkını ve toplamıĢ olduğu manevî
ünvanını Belgüzar Ana‟ya devretmiĢtir. Kocası olan babam Garip Dede yine
yukarıda zikrettiğim gibi çocuklarının ve o evin geleceğini birinci hanımı olarak
Belgüzar Ana‟ya devretmiĢtir. Amcazademiz diye zikrettiğim Ali Dede‟nin (Kasnak)
defalarca Belgüzar Ana‟ya dua ettiğine Ģahit oldum. Yine Garip Musa evlatlarından
Ali Dede 90 yaĢına kadar cem cemaat yürütmüĢ hakla birleĢmiĢ bir dede idi. Hıdır
Abdallı Ġbrahim dede 105 yaĢına kadar ömrünü dedelikle bitirdi. Halkla, Hakla
birleĢmiĢ kiĢiydi. Belgüzar Ana‟nın babası Hasan Dede dedelik yapardı. Bön ve
temiz kalpli bir dedeydi. Açıkça görülen keramet ehli bir dedeydi. Yine Hıdır Abdallı
Ağa Dede Timisi köyünde otururdu. Ağa Dede kendisi pek cem icraatı yapmazdı,
sadece tarihçiydi. Canlı Kur‟an gibi alim bir zattı, daha baĢka bir çok dedelerin
isimlerini anımsayamıyorum. Yukarıya sıraladığım ulu zatların Belgüzar Ana‟ya
hepsi bir ağızdan tek bir mesajları vardı, „Bu çocukların ve bu evin emaneti
sendedir” diyorlar ve „Sana nefes veriyoruz, nüfus veriyoruz” sözlerine Ģahitimdir.
BELGÜZAR ANA
Belgüzar Ana o evde bir bekçiydi. Kendisine emanet edilen mesajları yerine
getirmekle mükellefti. Elbette ki, verende mi alanda mı diye bir meĢhur söz vardır,
iĢte o sözün ve anlamının esası bu kökenlere dayanıyordu. Alan da almıĢtı.
Belgüzar Ana emanetlere sahip olmuĢ verdiği sözleri de yerine getirmiĢti. Allah gani
gani rahmet eylesin. Belgüzar Ana‟ya el veren yukarıdaki isimlerini sıraladığım ulu
dedelerin ve anaların ise ruhlarına el fatiha- Bismillahirrahmanirrahim Allahu mesella
Ali vela Ali Muhammed, onların ruhlarına selam olsun. Saydıklarım ve
sıraladıklarımın hepsi Allah‟ın rahmetine kavuĢmuĢlardır.
HASAN KAYAOĞLU
Hasan Kayaoğlu da köylümdür. Benden yaklaĢık 7 yaĢ büyüktür. YaĢı büyük
olmasına rağmen, benimle arkadaĢ olabilmiĢtir. Hasan kendi köyümde arkadaĢ
olduğum insanların içinde en çok saygı duyduğum, candan sevdiğim bir arkadaĢtı.
Onun da babası yoktu. Küçükken babası ölmüĢ, bir tek anası vardı. BaĢka iki tane
ağabeyi vardı. O da okuma yazma bilmezdi. Öğrenemedi de, sadece imza
atabiliyordu. 25 yaĢlarında iken Devlet Demir Yollarında iĢçi olarak iĢ hayatına atıldı,
sonradan emekliliğini kazandı. ġimdi halen yaĢıyor kendisi.
Hasan Kayaoğlu‟yla tarlalarda çift sürerken, dağdan odun taĢırken, hatta bazen
köyde oyun oynarken çok arkadaĢlığımız olmuĢtur. Hasan‟la evlerimizde içki içerdik,
çok masa muhabbetleri yaptık. Çok güzel Türkü, deyiĢ söylerdi. Masada söylenen
sohbetleri de dinlerdi. Hasan‟ın sadece beğenilmeyen bir huyu vardı. O da palavracı
olmasıydı. Hani bir yerde bir hadise olmuĢ bir olay olmuĢtur, birisi önemli veya
önemsiz bir söz söylemiĢ, Hasan duymuĢsa ve öğrendiyse bu benzeri hadiseleri
50
Ölmeyen Çocuk
ĢiĢirerek, abartarak, biraz da ilave ederek söyler. Basbayağı gazete haberi gibi
radyoda verilen ajans haberi gibi neĢr ederdi. Ben ise Hasan‟a bu kadar palavracılığı
çok görmüyordum. Zira her insanın bir kahabatı veya kusuru olur. Hani derler ya
kusursuz insan olmaz. Kusursuz insan olmadığı gibi yüzde yüz ve dört dörtlük de
insan olmaz. Hasan da küçükken yetim kalmıĢ, okul görmemiĢ, eğitim görmemiĢ,
gurbet görmemiĢ bir köyün içinde sıkıĢıp kalmıĢ. O çevre insanları genellikle onunla
yetiĢmiĢtir. Üstelik Hasan kendi kuĢağı emsal insanlardan çok farklı bir insandı.
Örneğin toplumcuydu, köyde köy adına bir iĢ yapılacağı zaman köy yararına alınan
kararlara hiç karĢı çıkmazdı. Üstelik salgın ödemelerde olsun, imece usülü çalıĢma
konularında olsun öncülük yapar, yardımcı olurdu. Hasan‟la yüzde 60-70 konularda
anlaĢabilirdim, yardımlaĢabilirdim. Köyün iĢlerine öncülük ettiğim müddetçe tutulan
evraklarda ön imzayı atanlardan alınan kararlara ilk uyanlardan olmuĢtur. Hasan‟la
iki önemli sürpriz anımız vardır. Bir tanesi köye öğretmen alacaktım. Köyümüzün
altında ve durakta yolcu treni durmuyordu. Biz 3 kiĢi bir olarak yola çıktık, ikincisi
öğretmen getireceğiz nerede barındıracağız, öğretmene temiz bir oda hazırlamamız
gerekiyordu. Çok önemli iki iĢi takip edip baĢarabilmem için Hasan bana yardım
edecekti. Yukarıda öğretmen alma olayının bir kısmına değinmiĢtim. Bu iki önemli iĢi
nasıl düĢündük, nasıl organize ettik, bu iĢlerin baĢlangıcı çok önemliydi. Ġsmini
anımsayamadığım ünlü bir ustadımızın sözü vardır, iĢe baĢlamak demek o iĢin
yarısını yapmıĢ olman demektir. ĠĢte bizimki de bu demekti. Zira biz ikimiz de hem
maddi hem de eğitim bakımından fakir aileydik. Bizim yapacağımız iĢlere baĢta karĢı
çıkan köyümüzde iki aza vardı. Bunlarla birlikte birçok insan karĢı çıkacaklardı.
Binaenaleyh ağalardan biri olan, ismini yukarıdaki bir anımda söz ettiğim Gazi
Kâhya‟nın ismi ilerde yine geçecektir. Hasan‟la olan sürpriz anılarımıza da ileride
devam edilecektir. Gazi Kâhya, Hasan‟ın öz dayısıdır.
ZEKĠYE ANALIĞIMIN ÜÇÜNCÜ KEZ EVLENMESĠ
Aziz‟in ölümünden sonra Zekiye Analığım, tekrar kocaya gitti. Analığımın kocaya
gitmesi benim önümün açılması ve aynı zamanda benim için bir kurtuluĢ günüydü.
Binaenaleyh zaten benim gece gündüz dileğim Analığımdan kurtulmaktı. Gece
gündüz gitmesi için dua ediyordum. Zira Zekiye Analığım evde kendi çocukları
tarafına ayrımcılık yapıyordu. Bu ifademin en iyi kanıtı Ģudur. Bu Analığım önce
amcam Aziz‟le evlenmiĢti. Aziz Amcamla Analığımın ayrıldığının büyük bölümünü
yukarıda yazmıĢtım. Mamafih evlenip gitmiĢti ama genede de öyle kurtulamadık.
Sonradan neler yaptığının ayrıntılarını yeri gelince tekrar yazacağım. Zekiye
evlenirken kız kardeĢimi yanında götürmüĢ, oğlan kardeĢim Mahmut yanımızda
kalmıĢtı. Analığımın evlendiği insanın iyi bir insan olduğu söylendi. Divriği‟nin ErĢin
köyünde birisiyle evlenmiĢti. Hasan Küçük, sonra öğrendim ki bizim aileyi iyi
tanıyorlarmıĢ. Sağdan soldan kulağımıza geldi, iyi bir insan dediler. ErĢin köyünde
okul vardı. Madem öyle kardeĢim Mahmut‟u okul zamanı annesinin yanına götürelim
51
Ölmeyen Çocuk
yıllık yiyecek giyecek masraflarını da verelim hiç olmazsa kardeĢim okusun diye
düĢündüm.
KARDEġĠM MAHMUT
KardeĢim Mahmut‟un annesinin yanında ve ErĢin Köyünde okuması için önce
Divriği‟ye gittim. Divriği‟den ErĢin Köyünde Analığımın yanına gittim. Aynı zamanda
kız kardeĢim vardı, onu da görecektim. Orada bir gece kaldım. Baktım adam iyi bir
insan, kardeĢimi yanına alıp okutmayı kabul etti. KonuĢtuk anlaĢtık okullar da
baĢlamak üzereydi. Geldim Belgüzar Annemle konuĢtuk, o da razı oldu. KardeĢimin
yiyeceğini, giyeceğini hazırladık ve götürdüm. Her yıl aynı Ģekilde bütün masraflarını
karĢılayarak üç yıl kardeĢim orada okudu. 3 yıl sonra ne oldu?
ErĢin Köyündeki okul o tarihlerde temel eğitime üç yıl ayırmıĢtı, yani beĢ yıllık
okul 3 + 2 = 5 yıl oluyordu. 3. sınıfta bir diploma veriliyordu. Ġstersen beĢinci sınıfa
kayıt olup iki yıl daha devam ediyordun. O tarihte ErĢin Köyünde beĢ sınıf açılmıĢtı.
Ama Mahmut dördüncü sene artık okula gitmeyecekti. Çünkü annesi ve babalığı
artık beĢinci sınıf kaydını yaptırmıyordu. Aynı zamanda Mahmut‟u annesi bize de
vermiyordu artık. Bundan sonra o evin çocuğu olacak, çobanlık yapacaktı. Zira
çobanlık yapması için kuzu yaymaya baĢlamıĢtı. Kesinlikle okutmak istemiyorlardı.
Bu taraftan ben de madem ki, okutmayacak o takdirde kardeĢimi verin. Ben onu
babasının evine ve yanımıza götüreyim. Verin dedim ama nafileydi. Ġki kez gittim,
kardeĢimi annesinin elinden alamadım. KardeĢim beni seviyor, gelmek de istiyor
ama annesini de kıramıyordu.
KARDEġĠMĠ KAÇIRACAĞIM, FATMA HANIM
Babamların müridi olan, bizim köyden EriĢin köyüne göç etmiĢ ve yerleĢmiĢ bir
aile vardı. Adı Hüseyin Kaya, Hanımının adı Fatma idi. Bu ailenin dedelerimden
babamdan dolayı bizlere çok saygıları ve sevgileri vardır. Yine köyümden kalktım,
bir de eĢeğim vardı, bu hayvanımı da aldım Fatma hanımın evine gittim. Ama gidip
gelmeler kolay olmuyordu. ErĢin Köyü bizim köye yaya olarak tam beĢ saat
sürüyordu. ErĢin Köyüne her gidiĢimde iki günüm kayıp oluyordu. Ama gitmeye,
kardeĢimi getirmeye mecburdum. Zira doğal olarak doğduğu eve, babasının evine
yakıĢırdı. Oysa o, orada kalıp bir çoban olacak, orada büyüyecek, kendisine ait
tasarrufları, kazanımları orada birikecekti.
Binaenaleyh anne, annedir. Ama annesi o eve sonradan gitmiĢ, hatta yanında
bir de küçük kız çocuğu götürmüĢ. O gittiği adamın da ölen karısından dört çocuğu
vardı. Bir de Analığımın götürdüğü ile beĢ çocuk oldular. Hadi diyelim ki kızkardeĢim
küçüktü, annesinden ayrılmak oldukça zor olacaktı. Hatti zatında Zekiye Analığım
evlenirken Belgüzar Annemle pazarlık ettiler. Belgüzar Ana, „Sen evlenip
gideceksen git, ama ben kocama aileme söz verdim, ben bu evden bir görev
yüklendim, ben bu evden hiçbir yere gidemem. Bu bakımdan ben bu yetimleri
52
Ölmeyen Çocuk
büyüteceğim. Büyütmeye de mecburum. Sen küçük kızını yanında götür, ama
oğlanı götüremezsin yani bir gün benim kızlarım da, senin kızların da büyüyüp
evlenip gidecekler ama kocamızdan olan bu iki erkek çocukları kocamızın evine
sahip çıkacaklar.“ Zekiye Analığım da Belgüzar Ana‟nın bu güzel konuĢmasına
karĢılık, „Peki bacı” demiĢti. “Mahmut evinde kalsın götürmeyeceğim” diye söz
vermiĢti. Aynı zamanda amcazademiz ve daha bize yakın olan komĢularımız da biz
iki erkek kardeĢin babamızdan kalan maddi manevî miraslara sahip çıkmamıza
karar vermiĢlerdi. Gelin görün ki, Zekiye verdiği sözü yerine getirmekte direniyordu.
Üstelik kocasının ölürken kendisine söylediği sözleri ve emanetleri unutmuĢtu.
Oğlunun geleceğini de hiç düĢünmüyordu. Ona göre oğlu yanında olsun da ne
olursa olsun. Hüsrana kapılmıĢ oysa ki, dört çocuğun üstüne kuma alarak, kendisi
ve kızı gitmiĢti bir de oğlunu katarsa, üçüncü kuma ile birlikte o evin öz çocuğu olan
dört çocuğa kuma olacaklardı. Dolayısıyla kısa zamanda huzurları bozulacaktı. Oğlu
da çobanlıktan baĢka hiçbir Ģey olamayacaktı. ġimdi dönelim Fatma Hanımın
yardımlarına.
Fatma Hanım Zekiye‟yle iyi konuĢuyordu. Bu nedenle onu ikna edip kardeĢimi
alıp bana teslim edecek alıp evimize götürecektim. Fatma Hanım‟ın ikinci bir planı
daha vardı. Önce Zekiye‟yi iyilikle ikna edecek, edemez ise kardeĢimi kandıracak,
benimle gizlice görüĢtürecek, ben ona gerekenleri izah edeceğim. Böylece
annesinden gizlice alıp götüreceğim. Fatma Hanım‟ın planı buydu. Fatma Hanım
Zekiye‟ye gitti ama birinci planında baĢarılı olamamıĢtı. Fatma Hanım Zekiye ile
uzun yıllar arkadaĢlık yaptığını hatta Zekiye‟nin, dedesi olan babama kadınlık
yaptığını ve ondan iki tane çocuk yaptığını unutmuĢ olduğunu, böylece onun eski
kocasının emanetlerine hiyanetlik yaptığını düĢünerek Zekiye‟ye tam manasıyla
kızdığını, daha ileri giderek bir daha da onunla konuĢmayacağını ifade ederek bana
döndü. Benim artık öncesinde kardeĢimle görüĢüp konuĢmana gerek olmadığını
söyledi.
Peki ne yapacağım? Fatma Hanım‟ın planına göre ben o akĢam kendilerinde
kalacağım. Sabahleyin ErĢin Köyüne giden yolun giriĢinde, yukarıdan aĢağı uzanıp
gelen büyük bir dere vardı, derenin etraflarında hemen köyün çıkıĢında kuzularını
yayacağı yere geldiğinde, Mahmut‟u kuzuları köyden sürüp çıkardığında eĢeğimi
ileri de bir yere gizlemiĢ kardeĢimi beklemiĢ olacaktım. Böylece kardeĢimin kuzuların
yanında yalnız kaldığını görünce, gelip kardeĢimi eĢeğe bindirip kaçıracağım. Sabah
olmuĢ, güneĢ köyü almıĢ, biraz da hava serindi. Ben bahsi gecen mahale gittim.
EĢeğimi yolun kenarında görünmeyen bir yere bağladım. EĢeğim orada yayıla
dursun ve ben pusuya yattım. Köyde kuzular kafile kafile tarif edilen büyük dereye
doğru gelmeye baĢladılar. Önce üç kafile geldi. Her kafilenin de baĢında 2-3
yardımcı vardı. Bundaki sebep Ģu idi: körpeler henüz bir haftadır yeni yayılıma
çıkıyorlardı, bu nedenle körpeler kapalı köĢelerinden serbest ve açık havaya çıkıp
birbirlerini görünce hoplayıp zıplayıp yol kenarlarına kaçıyor meleĢiyorlar itiĢiyorlar.
53
Ölmeyen Çocuk
Bu nedenle o yavrulara yayılacakları yere kadar yardım ederler, götürülecek yerde
kafileler bir birinden ayrılarak, biraz da yorularak daha sonra uslanacaklardı. Sözünü
ettiğim üç kafileden sonra kardeĢim, annesi, birde annesinin üvey kızı Makbule
körpeleri büyük dereye doğru getiriyorlardı. Büyük derenin kenarına geldiler. Ben
pusu da onları gözlüyordum. Üçü birlikte körpeleri köy tarafından öbür tarafa
geçirdiler. KardeĢim Mahmut‟u körpelerin yanında bıraktılar. Zekiye Analığım ve
üvey kızı Makbule gittiler. Ben hemen kardeĢimin yanına geldim. Arada birbirimize
sarıldık, öpüĢtük diye anımsıyorum. Belki de ağladık, kardeĢime dedim ki, „Bak
kardeĢim, senin evin annenin geldiği yer değildir. Ben seni buraya okumaya
getirdim. Biliyorsun burada üç sene boyunca her masraflarını da biz karĢıladık. Ama
gördüm ki, annen seni artık okutmuyor. ĠĢte durum ortada sen okula gitmiyorsun,
körpe yayıyorsun. Bu nedenle ben seninle konuĢup götürmeye geldim. ġimdi seni
eĢeğe bindirip evimize götüreceğim. Tamam mı kardeĢim?” Mahmut, „Tamam
ağabey ben de gitmek istiyorum, ama elbiselerim, taze çoraplarım evde kaldı.“ Ben,
„KardeĢim çorabın, elbisenin değeri yoktur. Mühim olan sensin. Biliyorsun, annen
seni vermek istemiyor. Ben ise senin elin kapısında çoban olmanı istemiyorum.
Çoban da olsak amele de olsak her ne olursak evimizde olalım, kendi
hizmetkârlığımızı yapalım” diye izah edince, Mahmut hiç sesini çıkarmadı. Hemen
ben de aldım eĢeğin semerine bindirdim. Ve geçtik evimize geldik. Böylece
kardeĢimi annesinin elinden kurtarıp getirmiĢtim. Bize o günlerde yardım eden
Hüseyin Amca‟nın ve hanımı Fatma Hanım‟ın ruhuna selam olsun. Ruhları Ģad
olsun.
ABDULLAH SOPA VE ABLAM ġEHRĠBANLA GEÇEN ANILARIM
Abdullah Sopa en büyük Ablamla evli olan EniĢtemdir. EniĢteyle Ablamın evlilik
mazilerini Ablamın öz annesi benim de Analığım olan, aslında çoğu kere annem
diye yazdığım, annemden öğrenmiĢimdir. Annemin dediğine göre eniĢte babamın
sağlığında Ablamı istemiĢ ama babam vermemiĢ. Babam ölmemiĢ olsaydı Ablam
belki de Abdullah EniĢte‟yle evlenmeyecekti. Binaenaleyh babam öldükten sonra,
Ablamı kaçırmıĢlar. ġehriban Ablamla Abdullah EniĢtem bir ay evli kaldıktan sonra
Abdullah EniĢte askere gitmiĢ. Abdullah EniĢte tam 4 yıl izine falan gelmeden
askerlik yapar. Bu Abdullah EniĢte‟nin bir tane kendinden büyük, bir tane de küçük
kardeĢi vardır. Büyüğünün adı Garip küçüğü Hasan. Ailelerinin köyde durumları
malı, davarı bakımından oldukça iyiymiĢ. Örneğin Garip Devlet Demir Yollarında
daimi iĢçi olmuĢ çalıĢıyordu. 50-100‟e yakın davarları vardı. Küçükleri olan Hasan
davar yayardı. ġimdi iĢin garip tarafı Abdullah EniĢte 4 yıllık askerliği bitirip
gelmeden kardeĢi Hasan‟ı askere çağırırlar. Jandarma tebligat kâğıdını getirirken
Hasan‟da ağabeyinin askerden gelene kadar gitmeyim diye gizlenir ve köy halkı ve
komĢular da köyde olmadığını söyler. “Nereye gittiğini bilmiyoruz” Ģeklinde rapor
yazar verirler. Böylece 3 ay tecil ettirirler. Hasan, askere gitmekten 3 ay kaçar ama
komĢulardan bir tanesi gider Divriği Askerlik ġube BaĢkanlığına Ģikayet eder. Tabi
54
Ölmeyen Çocuk
askerlik Ģube baĢkanı 2 tane jandarma gönderir yakalatır götürür. Neticede Hasan
askerliği bitirip geldikten sonra asker kaçağı olarak 1 ay hapis yatar. ġimdi biz
dönelim hem Abdullah EniĢte hem de kardeĢi Hasan, 2. kardeĢ ikisi de askerdeyken
bu tarafta ağabeyleri Garip ise Devlet Demir Yollarında çalıĢıyor. Gittiği günden
itibaren davarları var ve malların yemlenmesi ahır ve ağılının görülmesi
temizlenmesi ve saire iĢlerin hepsi Ablam ġehriban‟a yüklenir.
Ablam ġehriban‟ın yapacağı iĢler o kadar çok, o kadar ağır iĢler ki, bir kadının
yapıp baĢarmasına imkan ve itimal yoktur. Bu köy iĢlerinin çoğu dıĢarıda olur.
Tarlalar sürülecek, odun taĢınıp gelecek, bazı yonca ve saire sulanması gereken
tarlalar sulanacak. Bunların davarları, senenin 5 ayı köy dıĢında köye bir saatlik
ırakta bir ağılları vardır. Dağlarda otlanır yine o ağılda yatar. Bu ağıl en az haftada 2
defa gidilip süpürülüp temizlenecektir. Ot zamanı, ekin zamanı ot biçecek, üstelik
kuzulayan ineklerin davarların hem yavrularını emzirmesi hem de bunların sütlerinin
sağılması, yani saymakla bitmeyen köyde iĢ vardır. Ama eniĢtenin evinde ise eli iĢ
tutan üç kiĢi vardır. Birisi ağabeyi, o, iĢte çalıĢır. Garip çalıĢtığının dıĢında tatil
günleri sadece bahar ve yaz aylarında sulama iĢlerine, bir de Ģehir pazarı vardır
bunları yapar, baĢka hiçbir iĢ yapmaz, yoncaları parayla tırpana verir, biçtirirler.
Garip‟in hanımı Hatice var, deli ve yaramaz huylu bir kadındı. Allah rahmet eylesin
ama bu gibi anılarımı yazarken kötüye kötü yazmak zorundayım, okuyanlara yanlıĢ
bilgi vermenin doğru olmayacağını düĢünerek ben anımda adı geçen kim olursa
olsun mazisini doğru yazmak sorumluluğunun bilinciyle hareket etmek zorundayım,
değerlendirmesini okuyucularımın görüĢüne bırakıyorum. ġimdi Hatice Hanım‟ın ikisi
oğlan birisi kız üç küçük çocuğu vardır. Hatice Hanım çocuklarının bakımı, bir de
yemek yapma iĢleriyle uğraĢır. Bunların dıĢında boĢ vakti olsa bile baĢka iĢ yapmaz.
Yalnız Hatice Hanım Ablam ġehriban‟a ayrımcılık uygular. Hem dıĢarı iĢleri, hem
ahır, ağıl, ekin, ot ve saire zor iĢlerde kıĢın yağmurlu, karlı havalarda Ablam ıslanır
ve üĢür. Elbetteki haklı olarak Ablam ısınacaktır.
Üstünü kurutmak için en azından biraz da istirahate ihtiyacı vardır. ĠĢte Hatice,
Ablamın bunu temin etmek için dinlenmesine asla imkan vermez. Hatice, Ablama
terk-i edep sözler, küfürler sarf eder, Ablam kendisine sarf edilen küfürlere de kulak
tıkar. Bu defa da eline geçirdiği bir odunla Ablamı dövmeye kalkar. Ablamı soba
baĢından ya da o çokta yanan ateĢ sıcaklarından faydalanmaya fırsat vermez.
Ablam kendisine uygulanan bu hakaretler karĢısında ne yapacaktı? Eğer bizim gibi
köy içinde bir baĢka ana evi olmasaydı Ablamla EniĢtem Abdullah‟ın kesinlikle
evliliği devam edemez, bozulurdu. Zira bu genç bir kadındır. Üstelik kocasıyla toru
topu 30 gün bir arada kalmıĢ birbirlerini dahi öğrenmemiĢ. Hatta birbirlerini henüz
kazanmamıĢ, sözde evli gibi bir durumdalar. Ablam da nihayetinde bir insandır,
yaĢayan canlı bir varlıktır. Kadın olan bu insanın, hakkı olmayan yapmayacağı, çetin
ve zor olan iĢlerde çalıĢtıracaksın; dağlarda, bağlarda çalıĢtıracaksın, karda kıĢta
ıslanacak, üĢüyecek ama sen kalkıp bunu döveceksin, küfür edeceksin. Ayıptır
söylemesi ama anasına babasına söveceksin. Daha da ötede ağzında süt kokan
55
Ölmeyen Çocuk
genç bir kadına oropsu kelimeleriyle küfür edeceksin. Doğrusu bu tür hakaret ve
tavırlar insana yakıĢmaz. Ġnsan bunu yapmaz ve bu tür hakaretlere hiçbir insan
dayanamaz. Sadece bir aylık koca hatırı için 4 sene bu denli iĢkencelere hiç kimse
katlanamazdı. Bize gelince, köyde babası olmayan, tek sahibi bir anası ve biz
kardeĢleri varız. Biz de bilindiği gibi küçüğüz, annem Belgüzar Ana‟ya gelince
Belgüzar Ana her gün Ablam için kaygılar korkular içinde yaĢıyor. Ablam çok ta
güzel bir kızdı. Genç 1.62-1.63 boyunda fiziki yapısında asla kusuru olmayan esmer
güzeli, yüzleri köy kırmızısı güzel bir fiziki görünümü arz ediyordu. Eh Ģimdi bu kadın
çoban olmadığı zaman davar da yayar. Köyün sığırları nöbetleĢe yayılırdı. Nöbeti
geldiğinde mal yaymaya da gidecekti. Bir saat ırakta olan ağıl vardı. Önünde akan
Tokma Çayının öbür geçesinde idi. En az haftada iki gün ağılı temizlemeye de
gidecekti. Bu yerlere güzel genç bir kadın yalnız baĢına giderse gönderilirse baĢına
ne gelemezdi ki? Üstelik sorumsuz ve saygısız bir kadın yanında her gün maruz
kaldığı çileler onu tedirgin etmiĢ, her an için Ablam kendisini bir tehlikenin içine
atabilirdi. Bilinen bir gerçek var ki, tarih boyu kadınların kötü yollara düĢmesi
yaramaz ve sapık insanlara yem olması, bu veya bunun gibi benzeri hadiseler
baĢına gelebilirdi. Ama iĢte bizim gibi cefakar bir ailesinin olması bütün bu doğacak
olan tehlikelere karĢı Ablamın yanında olmuĢ, onu hiçbir yere yalnız bırakmamıĢtır.
Annem ve biz Ablam ġehriban‟ın yanına her gün birimizi yardımcı olarak katmıĢ,
bazen de icab eden yerlerde kendisi Ablama arkadaĢlık yapmıĢtır. Böylece Ablamı
dört sene boyu korumuĢtuk. EniĢtemiz dört sene askerlik yapmıĢtı. Ne izine gelmiĢ,
ne de mekup yazmıĢ. Dört sene sonra kayıp bir insan gibi çıkar gelir. Dört sene...
dile kolay.
Oysa ki en büyükleri olan ağabeyleri Garip sahip çıkmalıydı. Onu kardeĢinin
hatırası olarak korumalıydı. Örneğin benim kardeĢim de evliyken askere gitti. Ben
gelinimin üstüne kuĢ kondurmadım. Onun üzerine güneĢ doğsa kıskanırım. Onu olur
olmaz her rasgelen iĢlere göndermezdim. Ailemden dahi ona bir üstün hak tanırdım.
Ama ne yazık ki gelinimi Allah bize çok gördü. Genç iken elimizden aldı götürdü.
Gelinim Satı biraderim askerden gelmeden doğumda öldü. Allah rahmet eylesin.
Garip ise o genç ve güzel gelinini hiçbir tehlikeye karĢı korumaz ve
kıskanmazdı. Üstelik karısına dövdürür, sövdürürdü. ĠĢte böylesine sorumsuz
insanlar da vardır.
BĠZĠM AĠLENĠN DURUMU
Yukarıdaki anılarımda bizim aile ve ben diye bir baĢlık attım. Nedeniyse
yukarıdaki anlatımlarımdan da anlaĢılacağı üzere Ģu temel bilgilere sahip oldum.
Birinci faktör 1200‟lü yüzyıllarda yaĢamını sürdürmüĢ olan Seyit Garip Musa
Sultanın neslinden olmaları. Ġkincisi onun torunlarından olan Garip Dede‟nin
hikâyesinin bir kısmını yukarıda anlatmıĢtım. Bu sayfada iĢte bir baĢka mirasını
tekrar anlatmak durumundayım. Binaenaleyh söz ona geldikçe daha da
anlatacağım. Üçüncü bir faktör ise, Garip Dede‟den doğan Mustafa ve Mahmut
56
Ölmeyen Çocuk
Dedelerin babamın doğumuna ve Türkiye‟de Cumhuriyetin doğmasına kadar Türk
Ġslam Kültürünün, gelenek ve göreneklerinin, dini faaliyetlerinin, halkın günlük
yaĢamıyla ilgili sosyal faaliyetlerinin hem hocalığını hem de dedeliğini yapmıĢ
olmaları ta ki bize kadar yansımıĢtır. Bizlere gelince, günümüzde dedelik geçerli
akça olmamasına rağmen, hiçbir karĢılık beklemeksizin insanların bize iĢleri
düĢünce hangi yönden olursa olsun onu hallederiz. Ailemizle geçimsiz de olsak eğer
karı kocalardan birisi aile nüfuzuna ihanetlik yapmamıĢsa ayıplamayı, ayrılmasına
katiyen izin vermezdik. Ancak bazı sapık hareketler müsnestadır. ĠĢte baĢımızdan
geçmiĢ olan Ablamın meselesi mucizevi bir olaydır.
Binaenaleyh 4 sene bitti. EniĢtemiz askerden sağ salim geldi. Biz de bir aylık
hanımını bıraktığı gibi namus ve Ģerefiyle kendisine teslim etmiĢizdir. Ġlerdeki
bölümde Abdullah EniĢte‟nin ve ailesiyle uzun yıllar birlikte iĢ yaptıklarımızın ekin ve
ot biçmelerimizi, dağlarda yatmalarımızı, bacım Bağdat‟ın Hasan‟la evlenmesini ve
Abdullah EniĢte‟nin bizden mal almasını anılarıma alacağım. ġimdilik buraya kadar
olanı noktalıyorum.
HASAN SOPA‟YLA KEKLĠK AVLAMAMIZ
Hasan Sopa büyük Ablam ġehriban‟ın kayınıdır. Yani Abdullah EniĢte‟nin
kardeĢidir. Hasan Sopa askerden gelmiĢ bacım Bağdat‟la evlenmiĢti. Hasan‟la
bacım Bağdat‟ın 1949 yılının Eylül ayında evlendiklerini anımsıyorum. Hasan o yıl
çalıĢmaya gidememiĢti, davar yayıyordu. KıĢ gelince davarlarda yaylımdan durdu.
YaklaĢık 2 ay keklik avladık. O yıl kar da çok yağdı, kıĢ uzun sürdü. 1951 – 1, 2,
3‟üncü aylara kadar Ģiddetli kıĢ devam etmiĢti. Bizim köyde aslında hiç avcı yoktur.
Yani tüfekle av yapmazlar. Bizim köy halkı mahalli olarak keklik avını kekliğin bol
olduğu dağlarda taĢlarla tuzak kurarak yaparlar. Bir de köyümüzün önünden akan
suda bazen ağ ile bazen de dinamit ile balık avlanır. Bu mahalli avcılığı sürekli
yapan yoktur. EniĢtem Hasan‟la keklik avlamamız Ģöyle oldu. O kıĢ anlaĢtık, birlikte
malzeme hazırlayacağız, dağlara çıkıp hapek (tuzak) kuracağız. Tuzak kurmanın bir
yöntemi de hapektir. Hapek kurmanın malzemeleri Ģunlardır: 1 çatal, 1 direk, bir de
direğin çatalını tuzak haline getiren baĢlık. Buna baĢlık ağacı denir. Toplam üç
değiĢik ĢekillendirilmiĢ ağaç bir hapek için kullanılır. Örneğin 100 tane hapek yeri
hazırlamıĢsan bu hapek üç ağaçtan 300 tane ağacı önceden hazırlayacaksın. Çatalı
ve direği kavak ağacından olur, baĢlık ağacı sert ağaçtan olmalıdır. BaĢlık ağacı
kavaktan da olur ama sert ağacın baĢlık vazifesinde kullanımı daha elveriĢli olur.
Ağaç malzemeleri hazırlandıktan sonra hapeklerin çukurları kazılır. Çukurun içi
en az iki keklik sığacak kadar olur. Çukurun kare olarak dört köĢesine dört tane taĢ
yerleĢtirilir. TaĢlar iki tarafı düzgün olan dört köĢeli kare Ģekilli çukurun üzerine, bir
de çukurun üstünü kapatacak ebatta yassı bir taĢ hazırlanır. ġimdi ağaç
malzemelerimiz de, çukurumuz da hazır. Sıra geldi tuzağı kurmaya. A. Önce
çatalımızın ön tarafı çift çataldır, çatalın yine ön tarafında iki çubuğun arasında 10
santimetre aralık vardır. Çatalımızın arkaya gelen kök kısmı hafif yontulmuĢ, arka
57
Ölmeyen Çocuk
ucuna doğru iki tane kertik vardır. Bir kertik çatalın ve çubukların kök kısmına bir
tane de çatalın sol böğrüne açılmıĢtır. ġimdi baĢlık ağacımıza geldik; baĢlık
ağacımızın bir baĢı çukurun yukarısındaki üst taĢın altına giren ucuna doğru kurulup
balık sırtı yontulur ve iki santim gerisinden alt tarafı kertilir. Direk kısmı: direğin çukur
tarafına gelen yüzü, üst ucunun iki tarafından yontulur. Direk doğrudan üstteki taĢı
ayakta tutması için dikilir ve üst taĢın tam orta yerine denk gelir. Çatalın kök
kısmında olan kertik direğin sol tarafına geçirilir. Yukarıda taĢla direğin arası ise
baĢlığın kertikli tarafı direğe gelmek üzere direkle taĢın arasına sıkıĢtırılır. ġimdi
çatalın arka tarafı az yukarı kaldırılır. BaĢlığın boĢta kalan yontulmuĢ, üç milimetreye
kadar inceltilmiĢ ucu aĢağı doğru basınca taĢın ön tarafı biraz daha yukarı kalkar ve
incelmiĢ kısmı çatalın kertiğine tutturulur. Çukurun içine buğday ya da bulgurdan
yem dökülür. Ön kısımların da karı ayıklanmıĢ toprak olmuĢtur. O toprağın üzerine
biraz da saman atılır. Keklikler gelir samanı eĢelerler. Fakat içinde taneleri
bulamayınca çukura doğru yaklaĢırlar. Çukurun içinde daneleri görünce çukura
ineceklerdir. Çukurda taneleri toplarken çukurdaki çatala takılacaktır. Çatala
takılınca yukarıdan baĢlık fırlayıp düĢecek ve taĢ kapanacak. TaĢ kapanınca da
keklik çukurda kalacaktır. Sonrasına çukurda kalan kekliği çıkarmak kalır.
KEKLĠK AVINDA HASAN ENĠġTEYLE ÜZÜCÜ ANIMIZ OLMUġTU
Birisi ayak üĢütme. Bir gün önce eniĢteyle öğleden sonra hapekleri kurduk.
Hapek önlerine kar yağmıĢtı. Karları temizleyip attık. Hapeklerin önlerine samanları
da döktük. 100 tane hapeğimiz var. Hapekler genelde güney tarafa doğru yapılır.
Zira sabahleyin güneĢ doğarken direk hapeklere yansıyacaktır. Zira bunun iki
özelliği vardır. A. dağlarda kar çok olduğundan o güney kısımlar hem biraz sıcak
olur hem de karların eridiği yerler olur. Keklikler aynı zamanda diğer kuĢlar karaya
çok gelirler. Bu yüzden 100 hapekten hepsi bir arada olmazdı. Mesela bir vadi
vardır. O vadinin güney yüzünde 50, diğer vadinin güney yüzünde yine 50 hapek
vardır. Üstelik hapekler arasında 15-20 metre mesafe olur.
Hapeklerin sayısı çok da olabilir az da olabilir. Ġlla 50-100 Ģart değildir. Böylece
EniĢteyle birlikte hapekleri yapmıĢtık. Bakmaya giderken birimiz bir tarafa, diğerimiz
de öteki tarafa giderdik. ĠĢte bir öğlen sonu bu plana göre bütün hapekleri ayarladık.
Bir gün sonra da sabah erken gideceğiz ki, bir gün önce düzenlediğimiz hapeklere
girmiĢ olan keklikleri toparlayacağız. Yeniden hapeklerin düzenlerine bakacağız ki,
öğlen sonu akĢam üzeri bir daha gideceğiz. Dolayısıyla hazır olan hapeklerimize
günde iki defa bakmıĢ olacağız. Velhasıl sabah saat yedi buçukta evden çıktık.
Hapeklere kavuĢabilmemiz için en az 40 dakika yol yürüyeceğiz. Gideceğimiz yol ise
hemen hepsi hapeklere ulaĢana kadar kuzey yönünde yürüyeceğiz. O gün öyle bir
kuru soğuk vardı ki, insanın Ģafağını kesiyor. Ayaklarım çarıklı ama taĢ gibi donuyor.
Sanki dersin ayak senin değil, vücudunun parçası değil, kaldır at duymassın.
Binaenaleyh benim ayaklarım dondu, tırnaklarım, hatta ellerimde eldiven olduğu
halde ellerimin tırnakları feci halde sızlıyor. Nerdeyse yaĢamaktan umudumu kesmiĢ
58
Ölmeyen Çocuk
durumdayım. EniĢte ya benden daha kalın giymiĢti ya da büyük olduğu için benim
kadar olmamıĢtı. Habire beni yürütmeye zorluyor. Aksine yolda yarıyı geçmiĢti. Ah
bir kuzey taraftaki yolu bitirsek güneĢin olduğu yere bir kavuĢabilsek iĢ kolay olacak.
Ama mesele güneĢe kavuĢmak. Ben artık hüngür hüngür ağlıyordum. Hiç bir
tarafımın canı kalmadı. Artık çare yoktu. Ya eve dönecektim ya da güneĢe
kavuĢacaktım. EniĢte Ģunları söylüyor haklı olarak „Kaynım eve dönmek kurtuluĢ
yolu değil. Zira mühim olan sıcağa kavuĢmak ve ateĢe kavuĢmak.“ Mesele sıcaksa,
bu taraf evden daha yakın, üstelik güneĢin vurduğu yer çok sıcak oluyordu. Nerede
kalmıĢ ki, orada da odun çok, orada da ateĢ yakabilirim. Tek çaremiz çabuk
yürümek. EniĢtenin sözleri tümüyle doğruydu. Ama bende yürüyecek derman ve kan
kalmadı. Neticede EniĢtem Hasan benim sızlanmama bakmadan iteleyerek ve
cesaret vererek güneĢe kavuĢturdu. Toprak olan bir yere hemen çarçabuk odun
topladı bereket cebimizde kibrit vardı, EniĢte ateĢi yaktı. Benim elimi ayağımı
ovalamaya baĢladı. Derken epeyce sızlamalarım dindi. Ama bu arada yolda sadece
40 dakika kayıp edecekken 1.5-2 saatimiz kayıp oldu. Gerçi bu mühim değildi artık.
Mühim olan benim kurtulmamdı. Ben ise bu dondan kurtuldum ama maalesef
ayaklarımda özür kalmıĢtır. Halen ayaklarım ufacık bir soğuktan etkilenmekle
beraber ayaklarımda çeĢitli yaralarda tepti.
GELELĠM ĠKĠNCĠ ANIMIZA
Ġkinci anımız da aynı gün meydana geldi. Donmaktan kurtulduk, üĢümemiz sona
erdi, Ģimdi sıra geldi hapeklerden keklik toplamaya. Keklik olsun ya da olmasın,
bütün hapekleri dolaĢıp bakacağız. Birimiz bir tarafa, diğerimiz öteki tarafa taksim
olduk. Topladığımız keklikleri nereye koyacağımızın hazırlığını evden çıkarken
yapmıĢtık. Sırtımıza biraz geniĢ gömlek giyeriz. Gömleğimizin ön düğmeleri sık ve
sağlam olacaktı. Belimizi sıkı bağlardık. Hapeğimize düĢen ve sağ olan keklikleri
gömleğimizin altına ve koynumuza koryardık. Koynumuza 8-10 kekliğe kadar
sığdırabilirdik. Bazen de keklikler hapekten çıkacağı zaman ya da gireceği zaman
kafaları iki taĢın arasında kalır ölürlerdi. Onları da birden fazlaysa bir iple ayaklarını
birbirine bağlar omuzumuza atardık. Gerçi sağ keklikleri de aynı Ģekilde yapabilirdik.
Ama o anda en iyi muhafaza yöntemi koynumuza koymaktı. ġimdi keklik toplama
hapeklerimizi kontrol operasyonumuz bitti. EniĢteyle bir araya geldik: “Sen kaç tane
keklik buldun EniĢte?”, “7. sağ 2. ölü”, „Ya sen?”, “8 sağ 3 ölü oldu.“ 15 tane sağ
keklik, 5 tane de ölü; oh be. Hiç bu kadar keklik düĢürüp toplayamamıĢtık Ģimdiye
kadar. O gün rekor kırmıĢtık. EniĢte„yle yola koyulduk geliyoruz. Çok sevinçliyiz,
ayaklarımız yere değmiyor, bir yere geldik 8 tane keklik koynumda fıtır fıtır hareket
ediyor. Hem beni rahatsız ediyor, hem de sıkıĢır ölürler diye düĢündük. „Ne
yapalım?“ dedik. Keklikleri teker teker çıkarıp kanatlarını yolacağız, sonra ipe dizip
elimize alacağız. Ancak ben elimi koynuma attım. Kekliği çıkaracağım yerde iki tane
kekliğimizi birden kaçırdık. Ama bize öyle bir acı verdi ki, Ģok olduk. Sabahleyin o
üĢümemize mi, keklikleri toplayıp sapasağlam koynumuzda muhafaza etmemize mi
59
Ölmeyen Çocuk
yanarsın. Bu kadar emekten, zahmetten sonra iki bilene kekliği kaçırmamıza mı?
Kekliklerin ölüleri mındar sayılmazdı. Yeter ki, kokmasın. Ölü avladığımız keklikleri
yerdik. Sağ keklikleri de toplardık. 15-20 tane olunca Divriği Demir Madenleri olan
Cürek‟teki memur, müdür personellerine götürür satardık. Çok alırlardı. Zira keklik
eti çok lezzetli olur. Almak için sipariĢ verirlerdi. En az iki ay boyunca bu iĢi yapardık.
Aslında ölü getirdiğimiz keklikler iki evin et ihtiyacına yeterdi. 2-3 ay bol bol keklik eti
yedik.
KEKLĠK AVINDAN SÖZ ETMĠġKEN
Keklik avından söz etmiĢken bu hususta dünü ve bugünü mukayese edip birkaç
söz etmem gerekti. DüĢünüyorum da bahsettiğim tarih 1951-53 1., 2., 3. aylarına
rastlıyordu. Bu anıyı yazdığım tarih 1997 - 6. ayı Antalya, aradan henüz 43 yıl
geçmiĢ. 43 yıl önce bizim köyde 180 nüfus vardı. Ama keklik avı yapanın sayısı en
az 30 insan olurdu. 2 ay boyunca sayısı yaklaĢık 30 olan her avcı günde 10-15
keklik avlardı. Bu sayı sadece bizim köyde olanlardı. Ama civar köyler bizim köyün
iki üç mislini yaparlardı. Böyleyken yine yaz ayları olduğunda yolda giderken
dağlarda önümüzden her 50 metrede bir keklik sürüleri görülür, kaçarlardı. Sadece
keklikler değil, diğer kuĢlar da boldu. Örneğin, dut kuĢu dediğimiz keklikten eti daha
da lezzetli, keklikten biraz daha küçük olan bir kuĢ türüydü. Dut zamanı hemen her
bahçede 500-1000 tane kuĢ görürdük. Bundan 10 sene önce Divriği‟ye gitmiĢtim,
bizim köye de uğramıĢtım. Bizim köye dağdan, kara yoluyla gittik. Ġnanır mısınız, bir
tane deseniz keklik göremedim. Diğer kuĢların da hakeza, 43 sene öncesinin onda
üçünü bile göremedim. Diğer eti yenir malı ve davarı hakeza, her köyden en az 10
davar sürüsü, üç mal sürüsü çıkardı. Bir sürüde ise 100 taneden az olmazdı. 10 yıl
önce gördüğümde her köyde 100 davar, olsa olsa 20-30 tane de inek ve saire
büyükbaĢ hayvan ancak vardı.
SAĠT TAġKIRAN
Sait TaĢkıran ilk evlendiğim Hanımın büyük ağabeyidir. Sait TaĢkıran benden 8
yaĢ büyüktü. Büyük olmasına rağmen anlaĢabiliyorduk ve arkadaĢ olabiliyorduk.
Aslında köyümde benden böyle 5-10 yaĢ büyük veya küçük olanlarla bazı köy
hizmetlerini paylaĢarak yapıyorduk. ArkadaĢlar daha yaĢlılara ve de bazı para
tutkunu yaĢlı komĢulara nazaran daha çabuk ikna oluyor, beyinleri daha iyi alıyordu.
Mesela, benim takip edip yaptığım köy hizmetlerine ilk onlar tepki gösteriyordu.
Sonra yapılan iĢlerin mahiyetini ve kimlere daha çok faydası olacağını izah edince
bu defa tepki göstermek Ģurda dursun, bana yardımcı oluyorlardı. Bu gibi komĢu
arkadaĢlarımın isimleri Ģöyledir. Sözünü ettiğim Sait TaĢkıran, Hüseyin Yüksel,
Ahmet Kılıç, Mustafa Kaya ve Hasan Kayaoğlu; bunlar benden büyüktü. Ali
Kayaoğlu ve HurĢit Türk ise benden küçüktü. Ġsimlerini saydığım arkadaĢların
bazılarının babaları ölü, bazılarınınki sağdı. Ama evlerinde en büyük çocukların
sözleri geçiyordu. Babaları ölelner evlerini kendilsi yönetiyordu. Bunlardan Sait,
60
Ölmeyen Çocuk
Hüseyin, Ahmet, Mustafa ve isimlerini yazamadığım bazı arkadaĢlar evliydi ve 3-4
çocukları vardı. Elbette diğerleri de kısa zamanda evlenip onların da ileride okula
gidecek çocukları olacaktı, okula gidecek kardeĢleri de mevcuttu. Aynı zamanda
kendileri de okuma yazma öğreneceklerdi. Benim yaptığım veya yapacağım iĢler
ise, baĢta eğitim olmak üzere hepsi de istikbale yönelikti. Bazı hizmetlerim de barıĢ
ve sosyal, dinsel içerikli iĢlerdi. Bu anılarımda konu edeceğim hususlar içinde ise,
bazı arkadaĢlarla geçen sürpriz iyi ve kötü anılar olmuĢtur.
Ahmet Kılıç benim üvey dayımın oğludur, 4 tane çocuğu vardı. Benim köyde
okumayı baĢlatıp eğitmenlik yaptığım yıl üç tane çocuğu Veli, Behçet ve Ģu anda
adını anımsayamadığım bir kızı benim önümde okumuĢtu. Ġkinci yıl resmî öğretmeni
getirdiğimde, müffettiĢ önünde Veli‟yi üçüncü, diğerlerini de ikinci sınıflara
geçirildiler. Hüseyin Yüksel‟in hakeza iki çocuğu dan biri ikinci, diğeri de üçncü sınıfa
geçmiĢti. Sonraları ise, iĢin sürprizine bakın ki; Hüseyin Yüksel arkadaĢım köyüne
muhtarlık için baĢvurduğumda, Dumluca Köyüne mezra alarak bağlıyken o köyden
ayırıp bağımsız bir köy yapmama karĢı çıktı. Zira köylümüzü bağımsız bir köy yapıp
muhtarlığa kavuĢturmadığımız taktirde, maaruf vekaleti köyümüze okul yapmıyordu.
ĠĢte ben çocuklarımız için bu hizmeti yaparken, köyümüzü muhtarlık yaptırmam için
baĢka bir komĢum olan Celal Kaya‟yla Sait Sopa birleĢti, Divriği Kaymakamlığına
sahte imza attığım gerekçesiyle Ģikayet dilekçesi verdiler. Ben 24 yaĢındayım,
Hüseyin 30 yaĢlarında, Celal Kaya ise en az 50 yaĢında idi. Oğlu evlenmiĢti, bir - iki
sene sonra okula gidecek çocukları vardı. Bunlardan biri de Sait Sopa idi. Bunlar 3-4
çocuk babaları iken okul ve muhtarlık yapılmasın diye kaymakamlığa dilekçe
yazmıĢlardı.
AHMET KILINÇ
Ahmet Kılınç‟a gelince, muhtarlığı ayırmıĢım. Okulun yerini maruf adına aldık.
Okul yapma emrini alabilmem için köye imece usulü taĢını kumunu çektiriyordum.
Okulun yapılacağı yer kendi tarlasına yakınmıĢ. Günün birinde çocuklar tarlasındaki
mahsüllerine zarar verir kuĢkusuyla Ahmet kazmayı küreği alıyor, köylü
hayvanlarıyla taĢı taĢırken okul yerine yakın bir yer yöreptir, burayı benim yaptırmıĢ
olduğum halde gidiyor, burayı yıkıyor. Hayvanların iĢleyemeyeceği duruma getiriyor.
Bu durumda iĢ karakolluk olacak, jandarma gelecek, Ahmet‟i yakalayıp götürecekti,
Ahmet ceza alacaktı. Kendisi Devlet Demir Yollarında daimi iĢçi olarak çalıĢtığı
halde belki de iĢinden olacaktı. Neyse ki, babası geliyor araya giriyor, olayı karakola
aksettirmeden önlüyordu. Netice olarak Ahmet de, Hüseyin de bilahare gelip benden
özür diliyorlardı. ġu anımı yazarken Ahmet de Hüseyin de hayatta ve yaĢıyorlardı.
Üvey Dayım olan Sait Ağa ise, Hak‟kın rahmetine kavuĢmuĢ, Ģimdi aramızda
sadece anısı vardır. Üvey Dayım Sait Kılınç‟a ileride tekrar yer verecğim. Kendisine
Allah‟tan rahmet diliyorum. Ahmet‟in ve Hüseyin‟in çocuklarının hepsi köyün
okulunda ilkokulu bitirdi. Sonra da orta ve lise okullarına gitmeye hak kazandılar.
Ama biliyorlardı ki, köyde okul olmasaydı en az iki kuĢak çocuklar okuyamayacaktı.
61
Ölmeyen Çocuk
YIL 1953, MAYIS‟TA ANKARA‟YA KAÇIP GĠTMEM
1953 yılının ikinci ayının sonuydu. Divriği Demir Çelik Madenlerinde iĢe
girmiĢtim. 18 yaĢındaydım. Gerçek yaĢım ise 17 idi. Ama çok cılızım, zayıf
bünyeliydim. Madende yaptığım iĢ ise, çok ağır iĢti. Divriği Demir Madenlerinin
çıktığı membağın yerinin adı Cürek‟tir. Cürek denilen mevki Fırat‟a giden Tokma
Çayı‟nın, maden çıkan dağın tam tabanında, güneydoğu tarafındadır. Bir tarafında
bir vadi vardır ki, iki tarafı dağ, iki dağın ara yeri çok derin bir dere... Derenin
baĢlangıç noktası Divriği‟nin batısında olan Dumluca Köyüdür. O köyün yürüyerek
15 dakika, yani 1.5 kilometre, berisinden baĢlar; o baĢlangıç noktasından girdiğin
zaman Tokma Çayına kadar devam eder. Oraya ise yaya olarak yaklaĢık 1.5 saatte
ancak gidilir. Cürek‟in doğusunda ise Divriği vardır. AĢağı yukarı gelen 3 vadiyle
çevrili bir yerdir. Demir madeninin olduğu yer bu yerin tam ortasındaki yüksek bir
dağdır, bu dağın etrafı dağınıktır. Etrafını dolaĢacak olursan üç köĢe Ģeklinde bir
harita çizersen çevre ölçüsü 6 kilometre gelir, tepeye çıktığın zaman bu 6 kilometre
alanın geniĢ tarafından girip güneybatıya doğru tepenin üstünde yürüdüğün zaman
arazi oldukça engebelidir. Alan olarak 3 kilometrekare ancak olabilir. Yani üç bin
metrekare demek istiyorum. Bu alan madenin çıktığı yere aittir. Tabandan baĢlayıp
tepeye doğru ölçüldüğünde 3 kilometre vardır. Böylece madenin çıktığı bu tepenin
adı Akkafası‟dır. Benim çalıĢtığım iĢ yeri ise, Akkafası‟nın tam tepesiydi. Burada
mangalar halinde vardiya çalıĢılır, madene önce dinamit atılır, sonra da balyozlarla
kırılır; demiri tırmıklarla, küreklerle söker bazen büyük parçaları elinle vagonlara
doldurursun. Her vagon bir ton maden alır, her iĢçi beĢ vagon mal doldurmak
zorundadır. 10 kiĢi grup olarak çalıĢıyorsan 50 ton malı sevk edeceksin. Ben ise üç
ay zoraki çalıĢabildim, hastalandım, eve geldim, üç gün istirahat aldım. Önüm
cumartesi ve pazara geliyordu. Pazar günü akĢamından Akkafa Pansiyonuna
gideceğim. Pazartesi sabah vardiyasında iĢbaĢı yapacağım. Maalesef üç günlük
istirahatim bitecek, ama Cürek‟teki iĢime dönmeyeceğim. Yolum Ankara‟ya
dönecektir. Velhasıl eve geldim, rahmetli Annem diye tanıdığım Analığım hasta
olmama, eve gelmeme pek razı olmadığını, evimizde paraya çok ihtiyacımızın
olduğunu ve bazı konuları bahane yaparak bana ağır kelimeler konuĢtu. Buna göre
geri dönüp o ağır iĢte öleceğimi bilsem dahi çalıĢmak zorundaydım. Ama
çalıĢabilmeme, beĢ vagon mal çıkarabilmeme imkan yoktu. Ben çıkarmak istesem
bile bir iki vardiya istenilen iĢi veremez isem, beni yine o iĢten çıkaracaklardı. Ama
bu mazuriyetimi de Analığıma inandırmak çok zordu. O da haklıydı, çalıĢıp para
kazanmam lazımdı. Bunları kafamda allak bullak dönderir akrarırken, Analığım beni
inek satmaya gönderecekti. Bir ineğimiz vardı, ineğimiz bir yıl kısır kalmıĢ, onu
beslemiĢ, etlendirmiĢtik. Ġnek de oldukça yaĢlanmıĢtı. Analığım, „Bu ineği Cürek‟e
götür, kasaba sat, parasını al, gel.” demez mi... Ben sabahleyin erken kalkacağım,
güneĢ ısıtmadan Cürek‟e ineği yetiĢtireceğim. Orada mal kesip et satan bir kasap
vardı, onu biliyordum. Analığım bunu bana söyledi ya, bu benim için bir fırsattı. Ben
ise sabaha kadar planımı hazırladım. Ankara‟ya kaçma planıydı... Ankara‟ya
62
Ölmeyen Çocuk
kaçacağım ama geride epeyce kayıplarım da olacaktı. Bunları da kafamda
tasarlıyordum. Benim için Ankara‟ya kaçmak o kadar zordu ki, benim durumumda
olan her çocuğun hakkından gelebileceği bir iĢ değildi Ankara‟ya kaçmak. Bir
taraftan tecrübesiz bir çocuksun oralarda ne yapacaksın, nerelerde kalacaksın?
Oralarda yatacak yer bulabilecek misin? Halin ne olacak? Diğer taraftan geride bir
de kardeĢim kalacak, onu annesinden okutacağım hevesiyle kaçırıp getirdim. ġimdi
onu yalnız bırakıp gideceğim. Öbür tarafta benden 4 yaĢ küçük olan henüz 14
yaĢındaki kardeĢim ve Analığım evin iĢlerini nasıl baĢarabilecekler. Gerçi kızlar
evlenmiĢti ama ben de gidince Analığım kardeĢimle yalnız kalıyor.
Meliha Ablam yedi sene önce, Bağdat Bacım da üç sene önce evlenmiĢlerdi.
Gerçi Bağdat Bacımla geçen anılarımı ileride bahsedeceğim. Hazır iĢ yerimden
çıkarılacağım çünkü haber vermeden iĢi terk edip çıkacağım, oradan da kaçmıĢ
olacağım ki, geri gelsem Demir Çelik ĠĢletmesi beni iĢe almayacaktır. Kafamda bu
da uyanmıĢtı. Belki de çalıĢtığım iĢyerimde mal vermediğim için beni çıkarmayıp
yapabileceğim kolay iĢlere de verilebilirdim. Zira tanıdığım bana yardım edebilecek
adamlarım da vardı. ĠĢte bu ve benzeri bir sürü problemler kafamı allak bullak
ediyordu. ĠĢin daha da önemlisi Ģuydu: artık Analığımın da bir hükmü kalmamıĢtı.
Hepsi evlenip gitmiĢ, artık evin her türlü sorunu bana devrolmuĢ durumdaydı. Kaçıp
gitmeyi kafama koymuĢtum ama ilerisi ne olacak, geride kalan kayıplarım nasıl
doldurulacaktı? Aslında, askerliğimi yapmadığımdan geri dönmem mecburiydi.
Sanırım kararım Ģuydu. Ben gurbete çıkacağım, daha paralı iĢlerde çalıĢacağım.
Geri gelip ev yapacağım, kendi baĢıma daha baĢka ticaret iĢleri çevireceğim gibime
geliyordu.
Bir sene önce Bacım Bağdat‟ı annem verirken ben razı olmamıĢtım. Bir taraftan
Bağdat henüz küçüktü, diğer taraftan ise ġehriban Ablamın kayını Hasan‟a
veriyordu. Binaenaleyh ġehriban Ablamın örneğini ve çektiği çileler daha
unutulmamıĢ, taptaze dururken Analığımın bu sefer de Bağdat‟ı o eve vermesini
içime sindirememiĢtim. Bu yüzden de olay çıkarmıĢtım. ġu sözleri söylemiĢtim:
„Anne, sen beni dinlemiyor, Bacımı veriyorsun. Bunun sonu kötü olacaktır.
Göreceksin ben bu evden kaçıp gideceğim.” Diye konuĢurken ağzımdan gideceğim
kelimesi bir kere çıkmıĢtı. Belki de bu sözümün tesirinde kaldım. Annemin biraz
kızmasıyla yine bu gitme planı kafamda uyanmıĢtı. ġimdi ben ikiye bölündüm,
gideyim mi gitmeyeyim mi? Bir yanım git diye zorluyor, diğer bir yanım problemlerle
dolu kararsızlık yaratıyor. Demek ki, bir defa kafama koydum ki, artık silip
atamıyorum. Her ne olursa olsun gideceğim. Batsam da, bitsem de gitmeye karar
vermiĢtim sonunda. Bunları yatakta düĢünürken uyumuĢum. Bir de baktım Analığım
„„Kalk!„„ diye beni çağırıyor. Bir uyandım, karar artık iyice beynime yerleĢmiĢ.
Analığım beni kaldırdı, kahvaltımı erkenden yaptırdı. Ġneği önüme kattı, bazı
nasihatlar yaptı. Ama benim kafama hiçbiri girmedi, bir tek iĢ vardı: kaçıp gitmek.
Eğer kalbimi dinleseydim Analığıma uyacaktı yoksa. Analığım bana azık da koydu.
Ben ineği aldım, yola düĢtüm. Benim kararımdan Analığım habersizdi. O sanıyordu
63
Ölmeyen Çocuk
ki, „Rıza ineği satacak, parayı da alıp getirecek.“ Bilseydi gönderir miydi? Zavallı
Analığım düĢünedursun, bizim köy Cürek Ġstasyonuna 11 kilometredir. Ben inekle
birlikte bu yolu iki buçuk saatte ancak alabildim. Zira ineği, yavaĢ gidecek hayvanı
koĢtursam yorulup terleyecek. Sonra bir hayli kilo verecek, kasabın gözüne kötü
görünecek. Üstelik, benim niyetim yol boyu ineği biraz daha yayıp karnını
doyurmaktı. Cürek Ġstasyonuna yakın bir yerde ve otlu bir yerde yaydım. Biraz da
ben dinlendim. Bu dinlenmeden 20 dakika sonra yürüdük. Cürek‟e vardık, kasabı
buldum. Kasap beni tanıyordu ve durumumuzu da biliyordu. Ben kasaba, „inek 45
lira.“ dedim. Kasap dedi ki, “Bu inek bu parayı yapmaz, ama ben sana 45 lira
vereyim.“ dedi.
Kasabın ismini anımsamıyorum. Parayı aldım, doğru Divriği‟ye gittim. Divriği‟den
ayağıma altı kara lastik, yüzü deri olan bir ayakkabı aldım. Ankara‟ya gidecek olan
posta treninin hareket saati 13:00 idi. Divriği Ġstasyonuna indim, biletimi aldım. Bazı
tanıdıklarımı gördüm ama onlara görünmemeye çalıĢıyordum. Zira durakta
inmediğimi, nerde kaldığımı merak edeceklerdi. Ama sonra da düĢündüm,
Ankara‟ya kaçtığımı nasıl olsa duyacaklardı. Buna göre „Bari o gün duysunlar da,
bilsinler kaçıp gittiğimi, hiç olmazsa arayıp sormasınlar.“ dedim kendi kendime.
Ankara‟ya tren bileti 18 lira 60 kuruĢtu. Cebimde 26 lira 40 kuruĢ kalmıĢtı. Bu para
da Ankara‟ya gidip iĢ bulana kadar yetecekti. Paranın hepsini üzerime aldım. Eve
hiç göndermeyi düĢünmedim. Tren saat 13:00‟da Ankara‟ya hareket etmiĢti. Eğer
trende köylüden birini görebilirsem söyleyeceğim ki, Analığıma söylesin, „ben
Ankara‟ya gidiyorum, beni aramasınlar.“ diye haber göndereceğim.
Tren bizim köyün önünden geçiyor. Demir yolunun kenarında tarlalar var, sonra
durak var. Buralarda kimi görsem el sallayacağım, „Ben gidiyorum!” diye
bağıracağım. Ya da elimle iĢaret edeceğim, onlar gider Analığıma söylerler.
Maalesef durağa kadar kimseye raslamadım. Ben trende kapı önüne geldim. Baktım
ileriki vagonlardan inenler oldu. Ben hemen kapının basamağına indim. Elimi
salladım ve bağırdım, „Anneme selam söyleyin, beni aramasın, ben Ankara‟ya
gidiyorum.“ Ġsimlerini hatırlayamıyorum. Ama o komĢular da üzülmüĢ olacaklar ki,
beni duyunca durakladılar, al beni Ankara sonrası.
O sıralarda köylerden ailesinden gizlice Ankara‟ya Ġstanbul‟a Ġzmir‟e kaçıp
gitmek moda haline gelmiĢti. Etraf köylerden duyuluyordu. Çüksüzler, Dumluca,
GüneĢ ve Gâlın köylerinden 10-15-20 yaĢlarında çocuklar kaçıp kaçıp gurbete
gidiyorlardı. Bizim köyden de benden önce Hasan diye bir çocuk vardı. Bunlar iki
kardeĢlerdi. Babaları da anaları da ölmüĢtü. Küçüğü olan Hasan‟ın lakabı Tulun„du.
„Tulun gitmiĢ.“ dediler. Duydum gidiĢ o gidiĢ, bir daha dönmedi. 1952‟lerde gitmiĢti.
44 sene oluyor. Köye bir defa gelmiĢti. Kendisini bir defa gördüm. ġimdi görsem
tanımam. Köyde kalan ağabeyi de 1986 yılında bağırsak kanserinden öldü.
Lakabına Tilki derlerdi. Köyümüzde 10 seneye yakın muhtarlık yaptı. Köye yol
64
Ölmeyen Çocuk
getirdi, elektrik getirdi, çok hizmetleri vardı. Allah rahmet eylesin. Dönelim benim
yolculuğuma.
Benim yolculuk devam ediyor. Çetinkaya„yı, Sivas‟ı geçtik. Üçüncü sınıf bir
kompartıman buldum. 8 kiĢilik koltuklar hep doluydu. Yalnız itiraf etmem lazım,
köyümüzü geçince, kompartımanda otururken öfkem bastı, bir güzel ağladım. Ġçimi
döktüm. Zira ağlarken aklımdan Ģunlar geçiyordu: „Ah ulan dünya, benim de Ģimdi
annem babam olsaydı, evden gizlice kaçar mıydım? Böyle olur muydum hiç?”
Kompartımanda bu vesveselerden sonra uykum gelmiĢ, boynum o yana kıvrılıyor,
bu yana kıvrılıyor. Bazen arkaya yaslanıyordum. Ama bir geceyi bitirene kadar
tapıklaya tapıklaya uyumuĢum. Zira 1-2 gün yol yorgunluğu ve düĢüncenin
yorgunluğu ile epeyce yıpranmıĢ olacağım ki, iğne dürsteler kalkasım gelmiyordu.
Öyle bir tatlı uyku basıyordu ki, dünyayı verseler gözümde olmayacaktı. Bir gece
bitti, gündüz oldu. Ankara‟ya gidince ilk nereye gideceğim, kimden yol soracağım?
Benim çalıĢmam lazım, iĢi kimden isteyeceğim? Hangi iĢlerde çalıĢabileceğim? Bu
düĢünceler kafamda durmadan dolaĢıyordu. Köyden Ankara‟ya gitmeye karar
alırken aklımdan bir ara büyük EniĢtem geçmiĢti. Bayram EniĢtem 1949 yılında
Ankara‟ya gitmiĢ, Toprak Mahsulleri Ofisinde bekçiliğe girmiĢti. Sonradan odacı
olmuĢtu. „EniĢtenin yanına gideceğim.“ diye düĢünmüĢtüm. EniĢtenin yanına
gideceğim, hiç olmazsa ondan Ankara‟yı biraz olsun öğreneceğim. Velhasıl bu
soruları kafamda planlarken Ankara‟ya indim.
Eskiden kara tren derlerdi, kara tren beni Ankara‟ya getirip bıraktı. Yaya gidip
EniĢtenin adresini bulmamın imkânı yoktu. Mecburen taksi tutacaktım. Adresi
taksiciye verdim. Taksici, „Burası çok uzak, 5 lira alırım.“ dedi. Ne diyebilirim, ne
biliyorum ki, ne diyeyim? Belki de yakındır da taksici beni acemi buldu.
Çocukluğumdan istifade edip çok para istiyordu belki de. 5 lira benim için çok
paraydı. 5 lira gidince 22.5 TL. kalacak ama taksiye 5 lira ödemeye razı oldum.
„Peki!“ dedim taksiye, Toprak Mahsulleri Ofisinin Ġstanbul Yolu üzerinde bir binası
varmıĢ. Orada buldum EniĢtemi. EniĢtem Bayram beni görünce birden bire afalladı.
Haklıydı EniĢte, çünkü mektup da yazmamıĢtım. Haberi yoktu benim Ankara‟ya
geleceğimden. Sonra, benim Ankara‟ya geleceğim EniĢtenin aklının ucundan bile
geçmezdi. EniĢte beni akĢama kadar orada oturttu, yemek yedik. AkĢam EniĢtenin
kaldığı yere geldik. EniĢte Saraçoğlu Mahallesinde, bodrum katta bir evde kalıyordu.
Orayı da EniĢteye onun eniĢtesi bulmuĢ. EniĢtesi Divriği‟nin ErĢin köyünden Halil
Dedenin oğlu Ali Ersoy‟dur. 1948 yılında Ankara‟ya gelmiĢ. O yıllarda defterdarlıkta
memur olmuĢtu. Kendisine Ali Efendi diye hitap ederlerdi. Onun hanımı Bayram
EniĢtenin bacısıydı. Aynı zamanda babamızın da dayısının kızıydı, adı ġerife‟ydi.
ġerife yukarıda sözünü ettiğim benim üvey amcamla evlenmiĢti. Aziz Amcam
ġerife‟yi kaçırmıĢ, bir yıl birlikte yaĢadıktan sonra Amcamdan 6 aylık gebeyken Aziz
Amcam ölmüĢtü. Daha sonra Ali Efendiyle evlenmiĢti. Üç tane kızı da Ali Efendiden
oldu. Sonra kendisi de öldü. ġu anda hepsi de ölüdür. Allah rahmet eylesin. Onlara
dönelim, bizim anılara.
65
Ölmeyen Çocuk
Bayram EniĢtenin bodrumda bir gece yattık. Ġkinci günü cumartesi günüydü.
Bayram EniĢte bana Kızılay‟ın bazı yerlerini, Ulus‟u ve Anafartalar‟ı, eski ismi
Hergele olan meydanı gezdirdi. Burası aynı zamanda iĢçi pazarıymıĢ. Ġkinci gecede
EniĢtenin hemen yakınında Ali Efendinin evinde yattım. Ali Efendinin evi de
Saraçoğlu‟nda bir bodrumdaydı. Oraya gittim, ġerife Abla beni görünce çok sevindi.
Amcamınoğlu da epey büyümüĢtü. Ona da babasının adını vermiĢti. Adı Aziz idi.
Ġlerideki anımda Aziz oğlu Aziz‟in adı geçecek. Pazar günü ġerife Ablamda yattım
ama Ali EniĢteden umduğum yakınlığı görmedim. Artık iĢ aramaya gideceğim.
Pazartesi sabahleyin kalktım. Doğru Hergele Meydanına gittim. Daha da
akrabalardan kimsenin evine gitmeyecektim. Zira kimseyi rahatsız etmek
istemiyordum. Ama bana yatacak bir yer lazımdı. Otele gitsem pahalıdır diye
düĢündüm. Baktım orda benim gibi günlük iĢ arayan birkaç kiĢi daha varlar. Onlar
dediler ki, „Biz handa kalıyoruz.“ Han dedikleri yer de hemen beklediğimiz yerin
yanıymıĢ. Hanın hemen giriĢinde üçer, beĢer kiĢilik altı hasır serili odalar vardı.
Yorganlarını hasırların üzerine serip yatıyorlardı. Bu sefer de benim yorganım yok,
Hergele Meydanında yorgan da satılıyordu.
Meğerse Hergele Meydanında olmayan hiçbir eĢya olamazmıĢ, sadece temizlik
yoktu. Gittim, iki lira verdim, bir tane eski yorgan aldım. Handa bir gece yatmanın
kirası 25 kuruĢtu. 25 kuruĢu peĢin ödedim, yerimi belledim. Kapı önünde sandalye
ve birkaç tane de masa vardı. AkĢam vakti geçirmek için sandalyelerde oturup çay
içiyorlardı. Ben de bir sandalyeye oturdum. Çaycı geldi, „Ne içersin delikanlı?”
Orada herkes külhanbeyi ağzı ile konuĢuyorlar. Genç ve ben emsallere delikanlı 3040 yaĢın üzerinde olanlara „Ne içersin abi? Ne yersin abi?” diye hitap ederler. Ben
de bir çay istedim, istemez olsaydım. Sen misin çay içen. Bir iki saat ciğerim
ağzımdan gelir gibi oldu, çok fena yaptı. Benim çay katran gibi demli görünür ama,
ya bayattı ya da boyaydı. Beni mahvetti. Bir daha oralarda çay içer misin Rıza? Çayı
içerken yavaĢ yavaĢ gölge bastı, karanlık oldu. Bu esnada yine içime bir gariplik
çöktü. Ġlk aklıma gelen kimsesizlik, kimsesizliğin birinci sebebi de yetimlikmiĢ. Ah
yetimlik! Ondan sonra da aklıma gelen, KardeĢimle Annem. Birincisi Divriği‟den tren
hareket etti, Cürek‟i ve bizim köyden geçince ağlamaya baĢladığım zamanki halimi,
ikincisi Hergele Meydanında akĢam hanın önünde çay içerken sorumluluk
yüklendiğimi hissettim. Binaenaleyh ablalarım evlenmiĢ gitmiĢlerdi, oğlan kardeĢim
küçük, henüz 14 yaĢında. Annemin ise gözleri sakat. Artık ev sorunlarını yüklenecek
hali kalmamıĢ, ben ise 18 yaĢını bitirmiĢim artık.
Bünyem küçük de olsa, önümde de benden büyük kimse olmadığı için ister
istemez ev sorunlarını yüklenmek zorundayım. Ankara‟ya geliĢimin dördüncü
gecesiydi. Bu vesilelerle henüz elime bir iĢ geçmedi. AkĢam saat dokuz oldu. Gittim,
eski yorganın yarısını altıma, yarısını da üstüme doladım. Yattım ah yatmasaydım,
keĢke ıssız bir yerde açık hava da yatsaydım. Bitlerle talanmasaydım. Yattıktan 5
dakika sonra bitlere talandığımı anlamıĢtım. Ne yaparsın handa, o kadar insan var.
66
Ölmeyen Çocuk
Ġnsanlar yattıktan sonra bana bakanlardan birisi ıĢığı söndürdü. Ben ıĢığın nereden
açılıp kapandığını da bilmiyorum. Artık iĢ iĢten geçmiĢti. O geceyi bitlerin içinde
geçireceğiz. Ama sabahleyin ne yapacağım? „Allah‟ım, ya Rabbim sen bir sebep
gönder. Yarın Ģuradan beni kurtar.” diye yalvarıyorum. Vücudum öyle bir tatlı
kaĢınıyor ki, aklın hayalin durur. „Eğer bu bitten kurtulursam vallahi mucize olacak.“
diyorum. Neyse artık umudum kesik sabahı bekledim.
Sabah oldu, iyi kötü yorganı bir çırptım, ipe sardım, erkenden dıĢarı çıktım. ĠĢ
bekleme yerine gittim. Artık bir iĢçi, sorup götürecek kimseyi bekliyorum. Ne verirse
razı olacağım. Yeter ki, bir daha o handa yatmayayım. Örneğin inĢaatlara
gideceksem, inĢaatta yatmaya razıyım. Sabah sekiz buçuğa doğru yaklaĢtı. Bir
baktım uzun boylu, esmer, baĢı kırmızı Ģapkalı, yanında 25-30 yaĢlarında biriyle
geldiler. Ben bir tarafta tek baĢıma duruyordum. Diğer iĢçiler biri geldiği zaman hepsi
baĢına toplanıyorlardı. Adam o yana, bu yana bakındı, gelenlere „Adam lazım değil.”
dedi, toplananları savdı baĢından. Doğrudan bana geldi. Sanki beni tanıyormuĢ gibi
„Ulan sen çalıĢırsan?” dedi. Adamın doğulu olduğunu anladım. Kürt değil, laz
Ģivesine yakın gibi bir Ģivesi vardı. “ÇalıĢırım” dedim. “Ulan sen nerelisen?.“ „Ben
Divriğiliyim, Sivas‟a bağlıdır.“ “Ula Halil, iĢte bu çocuk bize yarar. Adın nedür?”
„Benim adım Rıza.“ “Rıza oğlum köye gider müsün? Yiyeceğun, yatacağun hepsü
bana aittir. Köy binasu yapacağuz. Sana 3 lira para verirem. Benim adım da
Mürteza‟dür.“
Murtaza Usta Bayburt‟un Kelkit ilçesindenmiĢ. Adam peĢpeĢine saydı. Adam bu
Ģekilde pazarlığa da yer vermeden konuĢunca, benim sevincimden uçasım geldi.
“Doğru mu söylüyor acaba?” diye içimden söyleniyorum. “Giderim.” dedim. Ben de
kendisine sordum, „Amca siz nerelisiniz?” „Ben Kerkitli„yem. Kerkitlü, GümüĢhane
Kelkit”, „Ġyi! Giderim.” dedim. Adam ustaymıĢ, yanındaki Halil de kendi köylüsü imiĢ,
o da ustaymıĢ. Murtaza Ustayla anlaĢtık. “Ustam yalnız sana bir Ģey söyleyeceğim,
özür dilerim..“ “Ulan ne söyleyeceksen söyle.” “Hele ben bu gün handa yattım.
Orada su var mı? Müsait bir yer var mı? Üstümü baĢımı yıkayacağım. Hem bugün
çalıĢmasam olmaz mı?.“ “Ula ne söylersen? Köyde dağ taĢ sudur. Köyün içinde de
çeĢme, çeĢmenin önünde de kürün vardur. Haydi düĢ önüme, ne durusen!.“ Ustayla
yürüdük, Samanpazarı denen yerden Ulucanlar‟a, anayola çıktık. Orada bekledik.
Üzeri açık bir kamyon geldi. Orada bize bir kiĢi daha katıldı. Murtaza Usta, Halil
Usta, genç birisi daha katıldı. O da onlardan biriymiĢ yine, adını hatırlamıyorum. O
çocuk ve ben kamyonun üzerine bindik. Murtaza ve Halil Usta da Ģoför mahline
bindiler. YaklaĢık 40 dakika gittik. Bir köye geldik durduk.
Murtaza Usta hemen geldi. “ĠĢte burasıdır köy. Haydi inin uĢaklar..“ Biz indik,
„Bu köyün adı Ġmrahor Köyüdür” dedi. Yapılacak inĢaatın sahibini çağırdı. Patronun
adı Hamdi Aytekin. Hamdi Ağa bize köy odasını gösterdi. Köy odasına bizi
yerleĢtirdi. Hamdi Ağa bize köyün kurallarına uymamız için bazı talimatlar verdi. Köy
67
Ölmeyen Çocuk
odasının bazı müsait bölümleri vardı. Hamdi Ağa isimlerimizi sordu. Nereli
olduğumuzu sordu.
Köy çeĢmesinde hemen köy odasının 10 metre yakınındaydı. Buna sevindim.
Hamdi Ağa gitmeden hemen Murtaza Ustaya fısıldadım: “Hamdi Ağa bize bir büyük
teneke versin, bir tenekede yanına da bir tane de taĢ ya da teneke kutu versinler.”
dedim. Murtaza Usta ne demek istediğimi anladı. Yalnız Murtaza Usta bir iki de ilave
ederek Hamdi Ağa‟ya söyledi. “Hamdi Ağa ha bu çocukların yıkanma ihtiyaçları
vardur. Bir iki su teneke su, bir küçük taĢ veya teneke kutu verür müsün?.“ “Peki
Hamdi Ağa, Rıza‟yı benimle gönder, ben vereyim getirsin.” dedi. Ben daha durur
muyum sabırsızlıktan, nerdeyse nefretle iğreniyordum bitlenmiĢ halimden. Eğer bir
ıssız yer bulsam vücudumu tırnaklayarak yolacağım belki de, kanlar içinde kalacak
vücudum.
Hamdi Ağa‟nın peĢine düĢtüm gittim. Hamdi Ağa‟nın dıĢarı kapısından içeri
girdim. DıĢarı kapı kanatlıydı ve tarihi bir kapı olduğu belliydi. Eskiden, çardak
derlerdi, üstü açık etrafı duvarla çevrili giriĢin solunda bir tane büyük dut ağacı vardı.
Büyük bir çardaktı, burada bekledim. Hamdi Ağa iki tane ağaç kulplu su tenekesi, bir
de iki veya üç teneke dolusu suyu alacak kuplu bakır kazan verdi ve tenbih etti:
“Rıza oğlum, bunları kullanırsınız. Yalnız muhafaza et. Sonra geri buraya getir.”
dedi. Yani o gün iĢim bitince geri getirmeyeceğim, o inĢaata çalıĢtığımız müddetçe
bu malzemeleri kullanacağız. Evini yapıp bitirince de sonra malzemeleri aldığım gibi
götürüp teslim edeceğiz.
KÖY ODASININ DURUMU
Hamdi Ağa‟nın bizi yerleĢtirdiği mekân köy odasıdır. Hamdi Ağa‟nın iĢçileri
olarak bu odada barınacağız. Köy odasının anlamı köylülerin ortaklaĢa bir iĢleri
hakkında toplandıkları ve orada tartıĢarak karar aldıkları bir toplantı yeridir diyebiliriz.
Fakat bu mekânı genel durumlarında kullanırlar. Yaz aylarında belki de hiç
kullanılmayacak sözünü ettiğim hizmetlerin dıĢında, bir de köye yabancı misafirler
geldiği zaman orada ağırlanırlar. Hatti zatında bu mekânda bazı malzemeler de
vardı. Örneğin masa, sandalye, bazı mutfak malzemeleri, oda sedirlerinde hasırlar,
dolapları, ve saire mevcuttu ama bizim günlük yemeğimizi Hamdi Ağa‟nın hanımları
hazırlayacak, bizden de her öğün vakti birisi gidip getirecek yiyeceğiz. Bu nedenle
mutfak malzemelerine iĢimiz düĢmeyecekti. Biz sadece burada yatacağımız haftada
bir yıkanıp temizliğimizi yapacağız. Böylece köyün toplantı günlerinde de hiç engel
de olmayacağız. Hamdi Ağa ise köyün ihtiyar heyetinde biri imiĢ. ġimdi dönelim
benim durumuma. Ben hemen kazana suyu doldurdum. Hamdi Ağa‟nın bahçesinde
yığılı odunlar vardı. Burayı da bana göstermiĢti. Gittim oradan odunda getirdim.
Suyu ısıttım, köyde bakkal da vardı. Gittim oradan sabun da aldım. Bu mekân
sadece iki göz idi. Yani iki bölümden ibaret oldukça eski yapılmıĢ bir binaydı. Bu
bölümlerin birinde toplantı yapılır diğer bölümde yıkanmak, yemek yapmak, temizlik
yapmak gibi hizmetlerde kullanılırdı. Benim için bulunmaz bir yerdi. Suyumu ısıttım,
68
Ölmeyen Çocuk
önce bir yıkandım temizlendim. Sonra sırtımda neyim varsa kazana doldurdum.
Ġyice bir kaynattım bir de naylon leğen vermiĢti. Hamdi Ağa verdiği leğenin içinde
çamaĢırları iyice bir de ovaladım, çitiledim. DıĢarıda ağaçlara astım belli ki orası
çamaĢır kurutma yeriydi. ÇamaĢırlarımı oraya çıkarıp kuruttum bu hizmetleri bitirene
kadar da akĢam oldu zaten.
MURTAZA USTA
Murtaza Ustadan daha iĢe baĢlamadan bir aferin aldım, “ĠnĢallah sonun da önü
gibi gelir.“ Ama maalesef Murtaza Ustadan ayrıldığımız anımı ileri de tekrar
yazacağım. Murtaza Usta, Rıza aferin tam benim aradığım Müslüman çocuğusun
dedi ve ilk aferini vermiĢ oldu. Ben çamaĢırlarımı yıkarken ve yıkanıp temizlenirken
o da diğer arkadaĢlarla birlikte yapacağımız binanın temelini kazmıĢlar ve
hazırlamıĢlar. Tabiki temizlik iĢleri yıkanmamı ve çamaĢır yıkamamı yapmasaydım
ben de çalıĢacaktım. 3 lira da para kazanmıĢ olacaktım. Murtaza Ustanın hoĢuna
giden tarafı ise para kazanmak varken önce temizlenme, üstümü baĢımı yıkanmam
dolayısıyla bir günümü öncelikle bu hizmetlerime ayırmam Müslümanlık açısından
iyi bir durum olarak değerlendiriliyordu. Velhasıl o gün bitti, hiçbir varlığa
değiĢemeyeceğim bir gündü. O gece bir yattığımı bir de sabahleyin saat yedide
kalktığımı biliyorum. Anadan yeni doğmuĢa döndüm. Yani garanti bir hastalıktan
kurtuldum. Deliksiz bir de uykuyu uyumuĢum üstüne. O gün sabahleyin gözümü
açıp doğrulduğumda „Oh ulan dünya varmıĢ” dedim. Gerçi esas zor günler ileride
duruyordu. Daha neler gelecekti baĢıma ama olsun sabahleyin iĢbaĢı saatimiz
bellidir. Ama belli bir çalıĢma saatimiz yoktu. Kendi iĢimiz gibi yataktan kalklar iĢe
baĢlarız. AkĢam güneĢ aĢana kadar çalıĢırız, bazen yedi, bazen sekiz de iĢe
baĢladığımız günler olur ama akĢam saatimiz bellidir. GüneĢ aĢımıdır ilk sabah saati
yedide iĢimize bismillah dedik. BaĢladık, yapacağımız bina iki takım ve iki kat yani
bir katta iki ev oluyor. Evler iki oda bir salon oluyor. GiriĢle birlikte iki kat oluyor. Bina
kerpiç bina olacak, aynı zamanda kerpici biz dökeceğiz. Fakat kerpiç için ayrı para
alacağız. Evi Murtaza Usta götürü almıĢ. Kaça almıĢsa ustayla Hamdi Ağa
arasından benim onunla ilgili bilgim yok. Ben sadece ustadan üç lira yevmiyemi
alacağım. Yalnız kerpiç dökme ayrı bir iĢtir. Biz iĢi kendimize bağlamıĢ olduk.
Havalar çok sıcak gidiyor. Temmuz ayıdır. Kerpiçler üç gün içinde kuruyor, duvara
konacak duruma geliyor. Biz binanın temeline iki gün çalıĢtık. Ġki günü akĢam Hamdi
Ağa ile bizim usta bizim hesabımıza konuĢtu. Kazanacağımız parayı dörde
böleceğiz. Buna Murtaza Usta dahildir.
Murtaza Ustayla 4 kiĢi oluyoruz. Ustanın bir de talebe oğlu var. O da Ġmam
Hatip Okulunda okuyor. Fakat oğlan çalıĢmıyor. Murtaza Usta iki günlük
çalıĢmamda çok iyi beğendi biliyorum, belki de beni Ģımartıyor olabilirdi. Daha
yeniyim sonra belli olacak. Ben hep bu Ģekilde düĢünüyordum. Kerpiç çamurunu
birgün dökmeye baĢladık. Bilindiği üzere kerpiç tahta kalıplarla dökülüyor. Kerpiç
kalıbı dörtgen Ģeklinde 40 x 60‟tır Bir tarafında 20 x 30 iki kerpiç, diğer bir tarafında
69
Ölmeyen Çocuk
yine 30 x 20 olmak üzere dört tane kerpiç çıkar yani kalıbı her çekiĢte 4 adet kerpiç
çıkar. 100 kalıp olduğunda 400 kerpiç tutar. Kerpiçin kalınlığı 15 santimdir. Altı da
üstü de 15 santimdir. Çamur otlarla birlikte her sırada duvara girmiĢ. 17 santim
yükselmiĢ olur. ġimdi burada iki katlı eve kaç kerpiç gideceğini matematik olarak
hesaplayacak değilim. Kerpiçten ev yapmak hemen hemen geçerliliğini kaybetmiĢtir.
Yalnız bir gerçeği vurgulamak gerekirse kerpiçten yapılan evler sağlık açısından çok
çok daha iyidir. Kerpiçten örülen duvarlar 50 santimetre geniĢliğinde olur.
Kerpiç evler çok sıcak olur. Yazın da serin olur. Kerpiç evler özel yoğrulmuĢ
çamurdan sıvanırsa tavanın üstü keza çamurdan yapılmıĢ ise suyu serptiğin zaman
insanın burnuna burcu burcu kokar. Toprak kokusu gelir. Kerpiç bina bakımlı olursa
duvarlar üstten alttan su almaz ise kerpiç bina ne yıkılır ne de eskir. Anadolu
köylerini araĢtırdığın zaman 200-300 yıllık kerpiç evler bulursunuz. Kerpiç binanın
birkaç özelliğinden bahsettim, dönelim bizim kerpiç dökme anımıza. Öyle
anımsıyorum ki, biz bir haftada birinci katı bitirebilecek kerpiçi dökmüĢtük. Bir hafta
sonra bir gün dinlenme molası verdik. Yine üstümüzü baĢımızı yıkadık, kendimizde
yıkandık. Hamdi Ağa‟nın hanımı ve ağabeyinin hanımı ise bize günde en az iki defa
yanında su ile kahve getirir, günde üç defa da yemeğimizi verirler. Ġkinci hafta
cumartesi günü biz temelin üzerinde kerpiç örmeye baĢladık.
Sene 1953 yedinci ayı, ilk haftası. O tarihlerde Anadolu‟nun hemen her
yöresinde cuma günleri çalıĢmazlardı. Tatilimizi cuma günleri yapardık. Kerpiç duvar
örmeye devam ediyoruz. Üç gün çalıĢtık dört günü bizim usta tekrar iĢimi değiĢtirdi,
“Rıza oğlum sen çok kabiliyetli bir çocuksan, sen benim kadar duvar örebilürsen, bu
durumda ben senin eline çekiçle malayı vereceğim, ben köĢeleri çıkacağım Halil‟le,
sen de ortayı dolduracaksın. Bu taktirde bize bir iĢçi yetmeyecek yarın ben erkenden
Ankara‟ya gideceğüm. Bir iĢçi daha getireceğüm.“ Usta ertesi gün Ankara‟ya gitti ve
bir iĢçi daha getirdi. Ben de çekicimi malamı aldım baĢladım kerpiçten duvar
örmeye. Usta durmadan bana hem teĢekkürlerini bildiriyor hem de ünvanımı
yükseltiyor. Tabi ki, benim için çok iyi bir geliĢme. Hem inĢaat ustalığı öğreniyorum
hem de ücretim artıyor. Örneğin o yıllarda Murtaza Ustanın 8 ile 10 lira asgari ise 5
lira yevmiye alıyorlardı. ġimdi Murtaza Usta ise bana 5 lira yevmiye verecek. Ancak
Murtaza Ustayla aramızda iki tane sorun vardı. Sonu neye varır bilemem.
Sorunlardan birisi namaz meselesidir.
Murtaza Usta iĢçisiyle, ustasıyla ve oğlu TaĢtan‟la birlikte cuma günleri cuma
namazına gidiyordu. Diğer günler de inĢaatta kılıyordu. Aynı zamanda ustanın oğlu
TaĢtan camide cuma günleri ezan okuyordu. Kendisi gururlanıyordu. Baktı ki, ben
ne cuma günleri ne de diğer günler namaz kılmıyorum. Ustaysa bana iki defa sen iyi
bir Müslüman çocuğusun demiĢti. Bir gün namazdan gelmiĢti, bana doğru döndü, bir
baktı ama ben ne soracağını anlamıĢtım. Murtaza Usta Müslümanlığı sadece namaz
kılmakta ararmıĢ. Müslüman olmanın yolunun namaz kılmadan geçtiğine inanmıĢ ki,
bana sordu: “Rıza oğlum, sen niçin namaz kılmıyorsun? Camiye gitmezsen”, „Ben
70
Ölmeyen Çocuk
camiye gitmem ve sizin bu namazı da kılmam.“ “Niçin ula sen Mürslüman değil
misen?” „Ben Müslümanım ama namaz kılan Müslüman değilim. Ustam namaz
kılmayan da Müslüman olur da ancak ben Ģimdilik sizinle tartıĢmam.“ “Ula sen Alevi
misen yoksa? “Evet usta ben Aleviyim.“ Yalnız bu soruyu bana o köyde sadece
Murtaza Usta yöneltti. Ne arkadaĢlarım, ne de o köyden bir tanesi bana bu hususta
hiçbir Ģey sormadılar. Murtaza Usta ise bu soruyla kaldı, ta ki ayrılacağımız güne
kadar hiç sesi çıkmadı. Ben çalıĢmaya devam etmiĢtim. O da paralarımı ödemiĢti.
Ġkinci sorun ise inĢaatı sağlam yapmamasıydı. ĠĢçiliğini baĢtan savma yapıyordu.
Özellikle bize talimat verirdi ki, „Çok uğraĢmayın, görünmeyen yerlerini fazla
incelemeyin” derdi. Ama ben hiç talimata uymazdım. Elimden geldiğince temiz iĢ
yapmaya çalıĢırdım.
Köyde kimse sormadı dedim ya bir cuma günü Hamdi Ağa yanımıza halimizi
sormaya gelmiĢti. Biz köy odasında temizlik iĢleriyle uğraĢıyorduk. Hamdi Ağa‟nın
ağabeyinin oğlu Selahattin de bize çay getirmiĢti. Çaylarımızı içtik, vakitte cumaya
gitme saati gelmiĢti. Hamdi Ağa hadi gidelim usta senin oğlan gelmiyor mu?
Gelecek, gelmez olur mu? Onlar yollanıp gidince ben ayrılıp kalmıĢtım. Hamdi Ağa,
“Rıza sen niçin ayrıldın, sen gelmiyor musun?” Murtaza Usta, „O uĢak Alevidir,
Müsülman değildir. Bırak o gelmez” demez mi? Ama Murtaza Ustanın bu itamı
benim lehime olacak, aleyhime olmayacaktır. Hamdi Ağa „Yok Ustam Alevi de
Müslümandır. Her koyun kendi bacağından asılır. Öyle deme çocuğa.“ Söz burada
kaldı ve onlar cumaya gittiler. Ama ben yine Murtaza Ustaya karĢı sesimi
çıkarmadım. Zira ben iyi biliyorum ki, baĢkaları benim yerimde Murtaza Ustaya
cevap vereceklerdir. Murtaza Usta bundan sonra o köyde artık puan kayıp edecektir.
Bundan sonra Murtaza Ustanın sahteliğini çıkarmak üzere sıra bendedir. Ben 18
yaĢında bir çocuğum. Ama bu iĢlere aklım yetiyor. Aynı zamanda cesaretim de
vardı. Hiç aklıma korku gelmezdi. Parada pulda gözüm de yoktu. Helalinden olursa
elbette paraya çok ihtiyacım vardı. Murtaza Ustanın aferin felan demesi artık bana
küfür gibi geliyordu. Murtaza Usta artık bana aferin de dese usta da yapsa nafileydi.
Binaenaleyh Murtaza Usta kozların benim elime geçmiĢ olduğunun farkında bile
değildi. Murtaza Ustanın binada daha iĢi çoktu. Bu uygunsuz ve yobaz sözleri
söylediği sıralarda daha binanın birinci katı bitmemiĢti. Ayrıca kerpiçimiz bitmek
üzereydi. ĠnĢaata bir hafta ara verip kerpiç dökecektik. Murtaza Ustaya benim ona
olduğundan çok kendisinin bana ihtiyacı vardı. Zira bir usta tutsa 8 lirayı alacak olan
usta da sabahleyin saat 7‟den akĢam güneĢ aĢımına kadar çalıĢmayacaktı. Üstelik
benden 3 lira da fazla alacaktı. ġimdi kerpiç dökmeye baĢladık. Kerpiç dökerken bile
kalıbın içinden hem kerpiçlerin düzgün çıkması, hem de kerpiçlerin biraz sıkı olması
gerekiyordu. Örneğin kalıbı her sıyırdığında kalıbın iç kısmı ıslak bezle yıkanır,
sonra kalıbın köĢe kısımları aĢağı doğru bastırılır, kalıbın üst kısmı ise yine ıslak
bezle kenarları bir defa dolandırılır. Bunların hiçbirisi yapılmıyordu oysa. Çünkü onu
da götürü almıĢtık. Bana gelince ben Murtaza Ustaya karĢı önce Ģu kozu
kullanacaktım. Kerpiç dökerken kalıbı değiĢerek çekerdik. Sabahleyin kalıp çekme
71
Ölmeyen Çocuk
sırasını ilk ben alacaktım. Ben de tarif ettiğim iĢçiliği uygulayacaktım. O taktirde
Murtaza Usta gelip müdahale edecekti. Murtaza Usta çamur dolduruyordu.
ArkadaĢlar teskereyle çamur getirip kalıbın içine döküyor. Hemen gidip bir daha
getiriyorlar. Fakat bu defa bekliyorlar. Çünkü onlar tekrar çamur getirene kadar ben
kalıp iĢini bitiremiyordum. Biraz ağır gidip gelmeleri gerekiyordu. Bir iki derken usta
duramadı ve geldi, “Ula ne yaparsen sen usta”, „Ancak çekiyorum kerpiçlerin temiz
çıkması gerekir. Hızlı yaparsam kerpiçler bozuk çıkar.“ “Ula bırak laflarü ve Halil‟e
ver o çeksün”, ben, „Usta sana birĢey sorabilir miyim?” “Ulan ne soracaksun?”,
”Burada sen ve oğlun namaz kılıyorsun.“ “Evet”, „Peki namaz kılmak doğruluk,
dürüstlük demek değil midir? Sen ise bize talimat veriyorsun. Fazla incelemeyin
geçin diyorsun.“ Murtaza Usta, „Ula bane akil mi öğreteceksin.“ Ben, „Yok Ustam
estağfrullah ben sana sadece sordum? Ama ben dürüst Müslümanlardanım. Gerisini
sen bilirsin.“ Tabi usta beni dinlemeyecek, dinlermiĢ, dinlemezmiĢ o baĢka. Benim
iĢim vicdanımın sesiydi. Önce vicdanımın sesini Ustama duyurmaktı. Ertesi gün ben
Hamdi Ağa‟yı yakaladım, “Hamdi Ağa müsade edersen size bir durumu
arzedeceğim.“ „Buyur, söyle seni dinliyorum Rıza”, Hamdi Ağa‟ya „Sen ya da
ağabeyin Ali Amca inĢaatın ve de kerpiçin baĢında durun, yapılan iĢleri kontrol edin.“
Hamdi Ağa, „Ne bir Ģey mi var? Vallah Hamdi Ağa ben bu kadar söylüyorum” Hamdi
Ağa yanına bir usta almıĢ ustaya çaktırmadan tek tek inĢaatı gezdirmiĢti. Sonra da
kerpiç dökülürken geldi. ġöyle bir kerpiçlerin aralarını dolaĢtılar. Yanımıza geldi
durdular. Tabi o anda biz o kadar itinalı çalıĢıyoruz ki birinci sınıf iĢçilik sarf ediyoruz.
Hamdi Ağa uzun boylu yakıĢıklı sarıya okĢar beyaz tenli gülümser bakıĢlı bir
insandı. Hamdi Ağa‟ya yanındaki usta kötü not vermiĢ olacak ki, o güler üzgün
bakıĢıyla kafasını kaldırdı Murtaza Ustanın uzun çehreli zayıf vücutlu sinirli görünen
esmer yüzüne baktı, „Buyur Hamdi Ağa, bir Ģey söyleyeceksen?” Hamdi Ağa,
„Vallahi ne söyleyem usta ben seni çok dürüst iĢini doğru yapan, sözü doğru
söyleyen bir insan bir usta sanmıĢtım.“ Hamdi Ağa devam etti: „Bak usta sen ve
adamların Rıza hariç günde 5 defa namaz kılıyorsunuz. Üstelik oğlun imam hatibi
okuyor. Bu nedenle biz oğluna her cuma günleri ezan okutuyoruz. Babası camiye
gelen köylü komĢularımla hep seni ve oğlunu konuĢmaya baĢlamıĢtık. Ama
maalesef bu gün anladım ki, aldanmıĢım. Sayın usta ben hoca değilim. Sıradan bir
insanım ama bildiğim bir gerçek var ki, Müslümanlığın yolu dürüstlükten ve
doğruluktan geçer” dedi ve sözü bitirdi. Murtaza Usta, „Vallahi Hamdi Ağa ben senin
eve kendi evim gibi çalıĢmıĢam. Son gayreti sarf etmiĢem.“ “Doğru usta, doğru
söylüyorsun. Sabah erkenden baĢlayıp akĢam karanlığa kadar çalıĢıyorsun ama
senin iĢin tezelden inĢaatı bitirip kimseye çaktırmadan paranı alıp kaçmaktır.
Murtaza Usta! çok çalıĢıp iĢi çabuk bitirmek temiz ve sağlam iĢ yapmak değlidir.
Senin bu gayretin sadece göz boyamaktır. Unutma ki, senin iĢi senin kadar bilenler
de vardır.“ Hamdi Ağa‟nın son sözlerine karĢılık Murtaza Usta put kesildi. Daha da
ağzını açmadı. ġimdi dönelim ustayla bana. Usta „Ula Rıza sen Hamdi Ağa‟ya
birĢey mi söylemiĢsen”, „Yook haddime mi Ustam ben gariban ve yetim bir insanım.
72
Ölmeyen Çocuk
Sonra ben Müslüman bile değilim. Hamdi Ağa gibi adama ben kim olurum da laf
söyleyebilirim.“ TartıĢma bitti. Biz iĢimize devam ettik. Kerpiçleri tamamen döktük.
ĠnĢaata yetecek kadar bitirdik. Ġkinci kata baĢlayacağız. Usta bir iĢçi daha getirdi.
Murtaza Usta ikinci kata baĢlamadan önce bizi topladı, “UĢaklar Hamdi Ağa‟yı
dinlediniz mi? Olmaya ki iĢleri kötü yapasınız!.“ Sanki iĢleri biz kötü yapıyormuĢuz
da Halil usta ve ben „Merak etme.“ Sen usta kerpiç ve taĢ binalarda duvarları
örerken her bir metrede bir duvarın üstüne güzel yontulmuĢ ağaç döĢeriz. Bu
ağaçları ayak keseriyle biz yontarız. Bu ağaçlar hem düzgün ağaçlardan olacak hem
de ağaçlar her iki tarafı da düzgün yontacaksın. Ağaçlar altı üstü balık sırtı gibi
olmayacak, duvarın üstünü saracak. Sonra bu mihank denilen ağaç malzemelerin
üstüne birer metre aralıklı olarak bağlantı yaparız. Bağlantı olarak kullandığımız
ağaçların da her iki baĢını yontarız. Mihenge iyi otursun, bunlara çakacağımız
çivilerin ucunu aĢağıda kalan mihengin altına kadar kavuĢacak kadar uzunluğu olur.
Yani 12-15‟lik çiviler kullanılır. Daha sonra mihenklerin ara yerleri çakıltaĢlarıyla elle
yerleĢtirilir, doldurulur. Bu doldurmadan sonra sıvı katılmıĢ çamurlarla doldurulur.
Malayla güzel bir biçimde, her tarafı aynı seviyede düzeltilir. Çamurlar kuruduktan
sonra beton gibi donar. Üzerine yeni kerpiç öreceğin zaman yine hafif sulu çamur
serilir. Kerpiç attın mı mıknatıs gibi yapıĢır. ĠĢte böyle çamurun karılmasından
mihenklerin yontulup duvara alıĢtırılmasında kerpiçlerin itinalı yerleĢtirilmesinde,
çamurların ara boĢluklara iyice akıtılmasında velhasıl her malzemenin iyi veya
azami derecede iĢçilik sarf edilmesinde fark vardır. Ev inĢaatı deyip de geçmeyin,
orada, o mekânda insan oturacak. Bu gibi mekânlar her yıl bozulup
yapılamayacağına göre hem malzeme bakımından, hem de iĢçilik bakımından
azami imtina gösterilmelidir. Tabi ki, hiçbir eksiklik bırakılmamalıdır. Binaenaleyh
yapan usta veya mimar kendi yaptığı iĢi bir baĢkasına mutlaka kontrol ettirmelidir.
Bundaki kasıt insanın yaptığı iĢten emin olmasıdır. Yapanın vicdanı rahat olmalıdır.
Yok böyle olmayıp da yaptığın iĢte suistimal yaparsan bu suistimalinden doğan
hatalarının da görülmemesi, kontrolün yapılmaması için birtakım iyi niyet görüntüsü
veya Müslümanlık kozları kullanmakla kabul ettirmeye çalıĢırsın. Sonunda önüne
geçilmeyecek, tamiri mümkün olmayacak derecede sakıncalara mal olur, tehlikeler
doğurur.
HAMDĠ AYTEKĠN
Hamdi Ağa‟yla kolayca mazilerimiz anılarımız bitmeyecek ama sonu iyiliğe
bağlanacaktır. Hamdi Ağa bir ara beni çağırmıĢtı. ÇağırıĢına gittim. Biliyordum niçin
çağırdığını, gitmeliydim. Yanında ağabeyi Ali Amca da vardı. Ali Amca biraz safça,
temiz görünümlü bir insandı. Biraz pepe gibi konuĢurdu. Ali Ağa 50, Hamdi Ağa ise
35-40 yaĢlarında görünüyorlardı. Ali Ağa‟nın tek bir oğlunu gördüm. BaĢka çocuğu
da yok biliyordum. Zira evlerine çok girdim çıktım. BaĢka çocuk görmedim. Hamdi
Ağa da, Ali Ağa da geç evlenmiĢ olacaklar. Hamdi Ağa‟nın da henüz taze bir hanımı
vardı. 1.5-2 yaĢında bir de kızı vardı. Bu iki kardeĢin büyük bir bahçesi vardı. O
73
Ölmeyen Çocuk
bahçede ne yoktu ki... Kayısısından tut elma, armut, kiraz, viĢne, erik aklına gelen
her meyve vardı. Ayrıca bir tarla bostanları vardı. Buraya da lahana, domates, biber,
patlıcan, soğan, patates, havuç, maydanoz, marul, ihtiyaç olan bütün sebzeleri diker
yetiĢtirirlerdi. Bunların bir çoğunu tarlada toptan satarlardı. Karpuzu, kavunu da
susuz tarlalara ekerlerdi. Bunların dıĢında ekin, ekinden aklımda kaldığına göre
2000-3000 yarımlağ buğday kaldırırlardı. Bir de tuğla ocakları ve tuğlayı inĢaatlara
nakleden bir de kamyonetleri vardı. Çifti traktörle sürer ekerler, buğdayın saman
ihtiyaçlarından fazlasını biçerdövere verirler, biçerdöver tarladan buğdayı doğrudan
Ofise götürürlerdi. Hamdi Ağa‟nın ailesi her yönüyle örnek olacak bir aileydi. Gerçi
hanımlarının Ģahsımla ilgili bir hataları oldu. Ama Ali Ağa‟nın Hamdi Ağa‟nın
haberleri yoktu. Ġleriki bir anımda değineceğim. Bakalım Hamdi Ağa bana neler
söyleyecek. Onu dinliyorum: “Rıza oğlum baĢta sana teĢekkür etmek istiyorum.
Hamdi Ağa‟nın güzel de düzgün konuĢması vardı. Aynı zamanda Ģakacı ve
espriliydi. Sen bize büyük bir iyilik etmiĢ oldun. Gerçekten söylediklerin doğru çıktı.
Sen henüz bir çocuksun. Her çocuk senin gibi bu cesareti hem gösteremez, hem de
bilemez.“ Ben, „Estağfurullah Ağam o ne demek. Benimkisi bir vicdan iĢidir. Bir
görevdir.“ Hamdi Ağa, “Sonra köy odasından ustanın sana atfettiği sözlere de çok
üzüldüm. Kusura bakma ben de Sünni bir Müslümanım. Ama ben onun gibi
düĢünmem, herĢeyden önce insana değer veririm. ġunu itiraf edeyim ki, orada o ırzı
kırık herifi haklamalıydım. Ama piĢmanım. O sana atfedilen laflardan dolayı
üzülmüĢtüm.“ Ben: „Sayın Hamdi Ağam ben çocuğum. Hatta babam anam erken
ölmüĢtür. Yetimim ama buna rağmen ben köyümdeki büyüklerimden dedelerimden
kültürel eğitim almıĢım. O ne söylerse ne etse kendine eder. ĠĢte görülüyor ki, kısa
günlerde Murtaza Usta‟nın foyaları meydana çıktı. Ben 3 lira para alacağım diye
sahtekârlığa göz yummam. Sonra ben ustanın bana atfettiği manevî hakaretten
dolayı size Ģikayetimi yapmadım. Zaten ona siz de Ģahit oldunuz. Ben sadece sizin
ömür boyu çocuklarınızla birlikte huzur içinde oturabileceğiniz evin yapımında ihmal
edilen iĢlere gönlüm razı olmadığından Ģikayetimi yapmıĢtım. Bundan dolayı da
Ģimdi rahatım. Murtaza Usta‟ya gelince öyle sanıyorum ki, Murtaza Ustayla da daha
çok günlerimiz geçecek. Binaenaleyh Murtaza Usta böyle devam ederse o daha çok
düĢecektir. Murtaza Usta hem oğlunu hem de kendi kıldığı namazı koz olarak
kullanıyor. Temenni ederim ki, sizin gibi vicdanlı insanlar böylesi insanlara fırsat
vermesinler.“
Bu karĢılıklı konuĢmalarım Hamdi Ağa‟nın dikkatini çekmiĢti. Zira onlara göre bu
konuĢmalar 18 yaĢındaki bir çocuğun ağzından çıkan sözler veya söyleĢiler değildi.
Mutlaka böylesi söyleĢiyi yapabilmesi için ya özel eğitim almıĢ ya da tecrübe görmüĢ
yaĢlı bir insan olması gerekiyordu. Üstelikte yetimim diyordu. Hamdi Ağa‟nın
kalbinden bunlar geçti ki, sorularına devam etti ve söyle sordu: “Rıza oğlum sen çok
güzel bilinçli ve kültürlü sözler konuĢuyorsun. Nereden öğrendin bu kadar sözleri.
Hem sendeki bu anlatma kabiliyeti sana nereden geliyor. Sende birĢeyler var.“ Ben,
„TeĢekkür ederim Hamdi Ağa. Madem sordun söyleyim. Aslında Murtaza Usta
74
Ölmeyen Çocuk
benim Müslümanlık adımı sana söylemiĢti. Eğer öğrenmek isterseniz söyleyeyim.“
„Anlat Rıza seni dinliyoruz.“ “Sayın Hamdi Ağa, Murtaza Usta kendince beni
kötülemek ve aĢağılamak için o Müslüman değildir. O Alevidir demiĢti. Siz de bunu
iĢittiniz.“ Hamdi Ağa, „Evet söyle.“ “Murtaza Usta bilmeyerek doğru söyledi. Ben
Aleviyim. Siz de biraz önce ben Sünniyim dediniz. Sanırım Murtaza Usta da Sünni
Müslümandır. Buna göre o insan Aleviliği Müslüman olarak tanımıyor. Bu konularda
benim anlayıĢımda Alevi Sünni sorunu yoktur. Benim anlayıĢımda önce insanlık
vardır, insan vardır. Murtaza Ustaysa benim 18 yaĢında bir çocuk olmama rağmen
ben onu insan olarak muhatap almam. Murtaza Usta evvel baĢtan insanlığı
öğrenmelidir. Murtaza Usta yıllardır Ankara‟da olduğunu söyledi. Müslümanım diyor.
Müslüman kelimesini dahi Türkçe olarak söyleyemiyor. Bundan da anlaĢılıyor ki,
Murtaza Usta okumadan da yoksun cahil hocalarının cami söyleĢileriyle yöresinden
öğrendikleriyle kendini eğitmiĢ cahil bir insandır.“
ALEVĠLĠĞE GELĠNCE
„Alevilik Ali taraftarlarına verilmiĢ bir isimdir. Bu ise peygamberimizin ölümünden
sonra halifelerin yaratmıĢ olduğu iki grubun meydana çıkması, daha sonraları iki
inanç türünün doğmasıyla ortaya çıktı. Sonrasında da iki inancın arasında
halifelerden üçünün de müĢterek hazırladıkları plana göre (bu planın adı icma-i
ümmet kararıydı) diğer halife olacak Ali Cemel SavaĢında halifelikten düĢürüldü.
Sonra da katlettirildi ve onlar Sünniliği ilan etti. Sünnilik Ali‟yi öldürüp kendini halife
ilan eden Muaviye ve oğlu Yezid‟in 760-765 yıllarında Cafer-i Mansur‟un Ġslam
Dinine karĢıt bir mezhep kurmasıyla soktukları zıttiyettir. 1. Muaviye‟nin, 2. Cafer-i
Mansur‟un da kabul ettiği gibi Sünnilik Muaviye‟nin ilan ettiği bir inanç türüdür.
Ġslam‟la Ġslamlık‟la böyle bir isimin ıraktan veya yakından alakası dahi yoktur. ĠĢte
Aleviler ise önce Hz. Muhammed‟i sonra ikinci olarak Hz. Ali‟yi direk tanırlar. Üç
halifeyi ve sonra kurulan mezhepleri tanımadıklarından, tanımak da
istemediklerinden dolayı mezhep kurucuları bir grup çoğunluğun faaliyetiyle
kendilerine uymayan Ali taraftarlarını kötülemeye baĢlamıĢlar ve bu konuda yüz
binlerce kitap yazmıĢlardır. Aynı zamanda bunu baĢarmıĢlardır da. Neyi
baĢarmıĢlardır iĢte o gerçeğe bakmak lazım. Evet Ġslam‟ı bölük bölük etmeyi Hz.
Muhammed‟in aile etrafını, Ehl-i Beyt‟ini kaltetmeyi baĢarmıĢlar, bu konuları anlatan
Kur‟an‟ı Kerim‟de sayısı belirsiz ayetler vardır. Evet Hamdi Ağa Kur‟an da Sünni
olmadığına göre Sünniliğin Ġslam‟da adı, esemesi yoktur ama onlar Sünni olmuĢ ben
buyum demiĢ bu benim sorunum da değildir. Benim karĢımda insan var mı? Yaptığı
iĢi doğru yapıyor mu? Söylediği sözü ciddi mi? Doğru mu? Kimseye zararı
dokunmuyor mu? Ben onu tanır onunla muhatap olurum.“ Hamdi Ağa sözü daha
fazla ileri götürmek istemiyor. Bu söylenenlerin hepsini kabullendiği Ģu teklifinden
belliydi, “Rıza bu adamdan iĢini bitirip kurtulursan sen bana gelir misin?”, “Tabi
gelirim Hamdi Ağa.“
75
Ölmeyen Çocuk
MUSTAFA AĞA ANKARA ESENKENT KÖYÜ MUHTARI
Mustafa Ağa diyorlardı. Köyünde muhtardı. Köye içme suyu getireceğiz. Suyu
2.500 metre uzaktan kanala pöhrenk döĢeyerek getireceğiz. O köyün de Ġmrahor
Köyüne benzer köy odası vardı. Esenkent Köyünün köy odası biraz daha farklıydı.
HerĢeyden önce yeni yapılmıĢ bir binaydı. Yıkama, temizlik bakımından hiç te farkı
olmayacaktı. Ġlk bakıĢımda o köyün muhtarı Mustafa Ağa da iyi bir insana
benziyordu. O köyde de günde üç öğün yemeğimizi veriyorlardı. Ama buradaki
iĢimiz Hamdi Ağa‟nın iĢine benzemiyordu. Burada önce kanal kazacağız, sonra
pöhrenk döĢeyeceğiz. Daha sonra da köyün orta yerinde çeĢme gövdesi yapacağız
ve suyu akıtacağız. Burada da hem ameleyiz hem de ustayız. Önce suyun çıktığı
membağdan baĢladık.
Burada yaklaĢık iki ay çalıĢtık. Bu iĢte de Murtaza Usta ücretimi artırmadı.
Yevmiyelerimi beĢ liradan ödedi. Ama ustanın bu durumundan biraz da
Ģüpheleniyordum. Son zamanlarda bana bir oyun yapacağından kuĢkulanıyordum
ve beklediğim baĢıma geldi. Binaenaleyh o köyde de muhtar Mustafa Ağa benimle
çok ilgileniyordu. Gelip gidip benim halimi soruyordu. Fakat çocuk olduğum için
yanlıĢ mı anlarım kuĢkusuyla Mustafa Ağa bir türlü içindekini dıĢarı vurup
söyleyemiyordu. Mustafa Ağa çok zengin bir aileydi. Bir söyleyiĢinde 4000 yarımlağ
buğday kaldırdığını söylüyordu. Nerde kalmıĢ ki, o sene de ekinlerin iyi
olmadığından bahsediyordu. Ġki tane çift süren traktörü, bir tane biçer döveri, bir tane
de kamyonu vardı. Üç çocuğu vardı. Ġki kız birisi oğlandı. O yıl oğlu da askere
gitmiĢti. Mustafa Ağa adamsızlıktan yakınıyordu. O köyde kaç tane insanı zengin
edip gönderdiğini söylüyordu. Kızları da büyümüĢ evlenecek çağlarınıı geçmek
üzereydi. Bu bilgilerin hepsini kendisi aktarıyordu. Velhasıl adam dertliydi.
Mustafa Ağa bana yaklaĢtıkça Murtaza Usta gıcık kapıyor, kuĢkulanıyordu ama
Mustafa Ağa bu olayın farkında değildi. O da Hamdi Ağa gibi ustayı kendileri gibi iyi
bir insan biliyordu. Mamafih o da anlayacaktı. Murtaza Usta Mustafa Ağa‟ya orada
bir pot daha kıracaktı. Beklenen gün yakındı. ÇeĢmeyi bitirmiĢtik. Ġki günümüz
kalmıĢtı. Mustafa Ağa öğlen yemeğimizi köy odasına getirecek artık. Orada
günlerden beri içinde taĢıdığını dıĢarı vuracaktı Murtaza Usta ama nafileydi.
Yemeğimizi yerken bitirmeye yakın Mustafa Ağa yanaĢtı. Ustaya, “Murtaza Usta,
ben size bir durumu anlatacağım.“ “Tabi Mustafa Ağa söylesene ne söyleyeceksen.“
“Sizin burada iĢiniz bitti. Ġki gün sonra gideceksiniz. ġu yanındaki çocuğu bana verir
misin? Eğer benim teklifimi kabul eder burada kalırsa Rıza‟yı kızımın biriyle
evlendirmek ve onu mal mülk sahibi etmek istiyorum. Zira kızlarımın dıĢarı gitmesini
istemiyorum.“ Mustafa Ağa birkaç cümle söyler söylemez Murtaza Usta Ġmrahor‟da
kırdığı potu Esenkent Köyünde de Mustafa Ağa‟nın yanında da kırdı, “Mustafa Ağa
Rıza Alevi‟dir. Mürsiman değildir. Ne yapacaksen sen onu?” demez mi? Bir de
baktım Mustafa Ağa‟dan bir ter boĢandı. Adam oturuyordu, ayağa kalktı. Mustafa
Ağa beyaz tenli kırmızı benizli oldukça kilolu 1.70 boyunda bir insandı, 50 yaĢlarında
76
Ölmeyen Çocuk
vardı. Mustafa Ağa da Hamdi Ağa gibi sinirlendi ama Mustafa Ağa durmadı, içini
boĢalttı. Murtaza Ustaya, “Yahu Murtaza Usta ben senden bunu mu sordum? Eğer
böyle bir konuyu düĢünseydim ben kendisine önce onu sorardım, yazıklar olsun.
Usta sana ben seni aklı baĢında bilinçli ehil bir insan sanmıĢtım.“ “Mustafa Ağa ben
sana doğrusunu söylemiĢem. Bulacaksan bir Müslüman çocuğu bul demek
istemiĢtim.“ “Yahu hala devam ediyorsun. Ne biçim laflar bunlar, Rıza Alevi olmakla
Müslüman değil midir? Sen utanmadan inanç ayrılığı, ırk ayrılığı yapıyorsun. Onu
ben istedim. Sana ne onu istersem? Ben araĢtırırım. Sen nasıl olur da yanında
aylardır çalıĢtırdığın tertemiz bir çocuğun yüzüne karĢı böyle söylersin? Yazık o da
insan, onun da gururu vardır. Sen kendinin Allah katında ondan iyi olduğunu biliyor
musun? Namaz kılmakla kendini üstün mü görüyorsun? Murtaza Usta sana Ģunu
söyleyeyim ki, sen Ģu anda bütün günahları yüklendin. Sen bu çocuğun gönlünü
almazsan ömür boyu bu günahı üzerinden atamazsın. Bunu bilmiĢ ol usta. Son
zamanda gözümden düĢtün. Usta bileydim senin ırkçı olduğunu sana laf mı
söylerdim? Sen biliyor musun benim kim olduğumu? Ben ömrüm boyu, 35 yıldır
insan çalıĢtırırım. Binlerce elimden insan geçmiĢtir. Ben o yörelerinin insanından
hatta Alevi olanlardan iyisini bulamadım. Demek ki, sen kendini Alevilerden üstün
görüyorsun. Ama aldanıyorsun. Murtaza Usta dua et iki aydır Ģurada yedik, içtik,
iĢimi yaptın bir kere, Murtaza dedik. Eğer Ģu iki ayın geçmiĢi olmasaydı vallahi seni
döverdim. Bir daha da aklın baĢına gelirdi. Dur bakalım bir de Rıza‟ya seni soralım.
Sen ona ön ve son sözünü söyledin. Bir de onun içini dökelim bakalım. Eğer
insansan dinlersin. Daha konuĢmadan eminim ki, gerçekten Aleviyse senin cevabını
o verir.“
SIRA BANA GELDĠ / MURTAZA USTA
Mustafa Ağa‟nın bu savunmasına bir de benim konuĢmamı istemesine karĢılık.
Artık konuĢmak zorundaydım. “Sayın Mustafa Ağa sana teĢekkür ederim. Aslında
sen ustanın cevabını verdin. Gerekeni de söyledin. Görülüyor ki, senin savunmaların
karĢısında sessiz kaldı. Anladıysa anlamıĢtır.“ Mustafa Ağa, „Hayır oğlum senin içini
dökmen hakkındır. O da dinlemek zorundadır. Olmaz öyle, tek taraflı insanları
suçlayacaksın ama karĢındakini dinlemeyeceksin.“ “Sayın Mustafa Ağa Murtaza
Ustanın bugünkü söylediği ilk sözü değildir. Ġmrahor Köyünde Hamdi Bey‟e de
benzeri sözleri sarf etmiĢti. Gereken cevapları aslında o muhterem de aynı senin
gibi vermiĢti. Demek ki, anlamamıĢ olacak ki, burada tekrar aynı potu bir daha
kırmıĢ oldu. Zatınızın da dediği gibi Murtaza Usta benden cevap almadan
uslanmayacak. Galiba aslında Murtaza Ustadan ayrılma zamanı da gelmiĢtir.
Sözlerime baĢlamadan Ģunu da söylemek isterim. Murtaza Ustayı ben Müslüman
hatta insan olarak muhatap dahi kabul etmem. KarĢıma da almam. Murtaza Usta
beni çocuk görüyor ama senin de zikrettiğin gibi aldanıyor. Daha Türkçesi ben bu
adama acıyorum. Bu insan zavallıdır. Bir defa genç bir oğlu var, Ġmam Hatibi okuyor.
Üstelik Ġmrahor Köyünde cuma günleri de oğluna ezan okuttular. Ama ne oldu?
77
Ölmeyen Çocuk
Burada olduğu gibi orada da Hamdi Ağa kendisini hakladı. Murtaza Usta böyle gittiği
yerlerde kendi kıldığı namazı birde oğlunu 3-5 kuruĢ için koz kullanıyor. Aslında bu
kadar konuĢmada bu insana yeterlidir. Ama izin verirseniz artık bırakmayacağım.
Müslümanlık hususunda kendisine sorular da soracağım. Bakalım kim Müslüman
kim Müslüman değil. Bir defa bunlar benim konum değil. Ama bu insanlar bu gibi
sözlerle yatıp kalkıyor. Sayın Murtaza Usta Ġslam Dini herĢeyden önce bilinç dinidir.
Soracaklarımı bilmek ve cevap vermek zorundasın. Sorum, 1. Zatınız beni Alevi
olarak Müslüman değil dediniz. Söyler misiniz sizin Müslümanlıkta inancınız nedir.
Mezhebiniz var mıdır, varsa imamınız kimdir?”
Murtaza Usta: „Ula ne biçim soru sorarsen. Mehsepsiz Müslüman olur mi?
Elhamdulüllah benim inancım Sünnidir. Ġmamım Hz. Ġmam Azam bin-i Hanefe‟dir.“
„Biliyordum bunları söyleyeceğini. Sayın Usta dikkat et cevapların Kur‟an‟da ya da
tarihte sabit olmalıdır. Peki peygamberin kimdir.“ Usta, „Peygamberim Hz.
Muhammed‟tir.“ “Sayın usta cevapların ikisi de yanlıĢtır.“ “Ulan uĢak sen misin bane
öğretecek?. Ne biçim konuĢursen sen.“ “Kızma Ustam o zaman cevap ver. Hz.
Muhammed Sünni midir? Hz. Ġmam Azam Ebu Hanife Sünni midir? Cevapların evet
ise yerini göster.“ Murtaza Usta durdu ve kıvranmaya kızarıp bozarmaya baĢladı.
Mustafa Ağa, „Hadi usta çocuk dediğin Müslüman demediğin çocuk soruyor. Göster
yerini. Üstelik Rıza Müslüman değil diyorsun. Ona Müslümanlığı sen öğret.“ “Sayın
Mustafa Ağa, Usta kızmasın, bir de dinlesin yeter. Usta bildiğini söyledi. Bundan
baĢka söyleyeceği birĢey yoktu. Yalnız dinlerse öğrenir. Ben kendisine önce kendi
inancımı söyleyeyim. Sonra da onun inancını söyleyeyim. Benim peygamberim Hz.
Muhammed Sellallahu Aleyhisselam‟dır. Ġmamım Hz. Ali Aleyhisselam‟dır. Ondan
sonra da 700-765 yıllarında yaĢamını sürdürmüĢ Hz. Muhammed‟le Hz. Ali‟nin
altıncı torunu Hz. Ġmam Cafer‟dir. Kitabım Kur‟an‟dır. Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz.
Ġmam Cafer Sünni değildir. Bu üçlü hazretler Ġslam Dininde mezhep kurmamıĢlardır.
Kur‟an‟da da mezheplere ait hiçbir ayet ve vahiy de yoktur. Mezhep demek iĢtihat,
gidiĢat demektir. Ġslam‟da mezhep yoktur. Kurulan mezhepler 750-760 yıllarında El
Cafer-i Mansur tarafından kuruldu. Mezhepler, Kur‟an‟a baktığın zaman Ġslam‟ı
parçalayan unsurlar olarak görülür. Ġmam Azam‟a gelince Ġmam Azam da Sünni
değildir. Çok iyi bir zat olduğunu Ġslam tarihleri yazar. Fakat Kur‟an‟da ismi geçmez.
760-765 yıllarında Ġmam Cafer‟in zamanında yaĢamıĢ ve ondan ders almıĢtır. Aynı
zamanda Ġmam Cafer‟in mürididirler. Ġmamlığı kabul etmediği, mezhepçiliğe de karĢı
çıktığından El Cafer-i Mansur onu zindana attırdı, nihayet Ģehit ettirdi. Sözlerimin
baĢında dediğim gibi bizim hakiki imam diye tanıdığımız Ġmam Ali Murtaza Kur‟an‟ı
Kerim‟in birçok ayetlerinde olduğu gibi, en açık ve ismen öğreneceğiniz süre. Ahsap
süresi 32-33 ayetlerindedir. Cenab-ı Allah-u Teala onları bütün kirlerden pak etmiĢ,
temizlemiĢtir. Bunlar beĢ kiĢidir. 1. Hz. Muhammed, 2. Hz. Ali, 3. Hz. Fatıma, 4. Hz.
Ġmam Hasan, 5. Hz. Ġmam Hüseyin‟dir. Bu mübarek zatların devamı ise 5 kiĢinin
içinde yer alan 3 Ġmam‟dan baĢka 9 Ġmam daha vardır. 12 Ġmam olurlar. Ġlk Üç
Halife‟nin de Kur‟an‟da isimleri söz konusu değildir. Sayın Usta beĢ vakit namaz
78
Ölmeyen Çocuk
kılıyor. Camiye gidiyor. Kur‟an‟da cami yoktur, 5 vakit de yoktur. Ramazan‟da teravih
namazı kılıyor. O da Kur‟an‟da yoktur. 30 gün oruç tutuyor. Kur‟an‟da sadece
Ramazan‟da sayılı günlerde oruç tut diyor. 30 gün diye bir kayıt yoktur. Eğer bu
söylediklerimi icra etmekle Usta, Müslüman olduğunu iddia ediyorsa buyursun var
olduğunu ispat etsin. Namaza gelince günün iki vaktinde olduğu Kur‟an‟da
yazmaktadır. Gecenin iki vakti de akĢamı sabahı kastetmektedir. Ġkincisi, „Gece
kalkıp Kur‟an okuyun, zikredin” diyor. Bu saydıklarımı yapsanız dahi Ġslamlığınız
tamam olmuyor. Bunlar sadece ibadet kısmıdır. Ġbadetler ise serbestir ve kiĢiseldir.
Ġbadetler Ġslam‟ın kuralları değildir. Sadece Allah‟ı tanıma Ģartıdır. Allah‟a kendinin
kul olduğunu kabul ettirebilmesidir. Buysa bu da Allah‟la kulun arasındaki bir
sorundur. Bunlardan dolayı hiç kimse kimseyi Ġslam dıĢı Ġslam içi diye suçlayamaz.
O taktirde o kiĢi Allah‟ın avukatlığını yüklenmiĢ olur ki, Allah ise peygamberlerden
baĢka hiç kimseye vekalet vermemiĢtir. ĠĢte sayın Murtaza Usta‟ya ve de onun gibi
düĢünenlere verilecek cevap budur. Buyursunlar Murtaza Usta anlatsınlar.
Biraz bekledi, sonra baĢladı: „Hadi Murtaza Usta ben sana söyledim. Herkese
öyle ulu orta laf söylenmez. KarĢındaki insanın ne olduğu da bilinmez. Belki senden
üstündür belki hiçbir Ģey bilmez ama insandır. Ġnsanları aĢağılamak, aĢağılıkla itam
etmek insan iĢi değildir. Hele Müslüman iĢi hiç değildir. Gördün iĢte. Hadi tek kelime
cevap veremedin. Ben senin yerinde olsam Rıza‟dan özür dilerim. Aferim Rıza
vallahi ben bile çok Ģeyler öğrendim. Biz Ģimdiye kadar boĢa yaĢamıĢız. Ben bu
isimlerin hiçbirini hocalardan dinlemedim. Sen dinledin mi Usta. Peki Rıza yanlıĢ mı
söylüyor? Onu da bilmiyoruz. Bana göre bu söylenenlerin hepsi doğrudur.“ “Sayın
Mustafa Ağa, benim ustadan bir ricam var. Artık ben kendisiyle çalıĢamam, benim
hakettiğim paramı versin. Ben gideceğim.“ Usta su dökülmüĢ gibi sustu kaldı. Tek
bir cümleyle, „Yarın verirem” dedi demeye dedi ama artık benim yerim pirelendi.
KuĢkularım iyice arttı. Kalbim diyor ki, „Bu usta benim son aylığımı vermeyecek.“
100 lira hakettiğim param var kendisine yarın oldu, „Usta hadi benim gitmem lazım”
dedim. Usta yine gün attı iki günlük iĢi vardı.
Bu anının son ikinci baskısını okuyup yanlıĢlarını düzeltirken, sabah saat
7.30‟da yürümeye gidiyordum. Bir alt katta oturan yaĢlı bir hanımefendi dıĢarıdan
geliyordu. Binanın kapı giriĢinde karĢılaĢtık. O hanımefendi elini göğsüne koydu,
bana yol verdi. Bu hanım okuması dahi olmayan bir Alevi hanımdır. Gördüğüm
kadarıyla benden 6-7 yaĢ küçüktü. Ben 75 yaĢındayım. Özel olarak yan durdu.
Ellerini birbiri üstünde önüne bağladı. Saygıyla bana yol verdi. Ben bu olayı anımın
baskısına not olarak yazdım. Sonra öğrendiğime göre bu Hanımın adı Server imiĢ.
TERBĠYE ĠLKESĠ
Terbiye sosyal ve toplumsal yaĢam kültürünün temelini teĢkil eden bir terimdir.
Ben bu hanımı tanıyorum. Bu hanımın okuması yok. Sadece aileden aldığı bir
terbiye öğütüdür. Bu ve bunun gibi çok insanımızın toplumsal olarak bir eğitimi de
79
Ölmeyen Çocuk
yoktur. ġartlı ibadetlerde olduğu gibi camiye, Hac‟ca ve benzeri yerlere de gitmedi.
Keza sadece ailesinden aldığı bir terbiye kültürüdür (ĠĢte bu hanım Alevi‟dir).
Bilindiği gibi terbiye insanların olgun ve de tam bir insan olmasının temelini teĢkil
eden bir terimdir. Yukarıdaki bazı anılarımda tarif ettiğim gibi bir insan adaba
uygunsuz hareketlerde bulunduysa bu adam terbiyesizlikle suçlanır. Nerde kalmıĢ
ki, okuyuculardan özür dileyerek yazacağım. Bugün günümüzde halkı yönetmek için
vekaletimizi alan, hatta yasa koyucu kadro terbiye sınırını da aĢarak her türlü
yolsuzlukların içine gömülmüĢ yüzüp gitmektedir velhasıl Türk toplumunu yöneten
kesim, toplumun ahlakî değerlerini, barıĢı, sevgiyi, saygı kurallarını çökerten bir
tutumun içindedirler.
MUSTAFA AĞA SABAH SAAT 9‟DA YĠNE GELDĠ BENĠ ÇAĞIRDI
ġUNLARI SÖYLEDĠ
“Rıza oğlum, dünkü konuĢmalarına memnun oldum. Tam benim aradığım bir
insansın. Ben seni çok sevdim, iyi yetiĢmiĢ bir insansın. Baban da yokmuĢ. Ne
yapacaksın memlekete gidip de? Orada burada onun bunun kapısında böyle ağız
kokusu dinlemektense gel kendi iĢinde çalıĢ. Kendi evini yap. Böyle fırsatı belki de
bir daha bulamazsın. Ġki tane kızım var. Hangisini beğenirsen, onlardan da biri seni
beğenirse sana müstakil bir ev, bir traktör vereceğim. Tarla tohum vereceğim.
Ġçgüveysi olmayacaksın. Evin ayrı kapın ayrı olacak. Benim esas amacım benim
malım, kızım köyümde olsun, onlara sahip olsun, ite kurda kalmasınlar. Benim
malımı bir oğlan değil, 4 oğlum olsa yine baĢaramaz. Allah‟a çok Ģükür Allah verdi
ama baĢaran kimse yoktur.“ Aslında ben Mustafa Ağa‟nın kızlarını gördüm. -O
kızlara dil vursan yarılır. Ablak sülyan gibi kızlardı. Ama enayilik bu ya Mustafa
Ağa‟nın söyledikleri bir kulağımdan giriyor diğerinden çıkıyordu. Bir türlü içime
sindiremiyordum. Gerçekten öyle bir fırsatı elime geçti fakat kaçırdım. GeçmiĢ olsun,
geçmiĢ fırsatlar geri gelmiyor.
MURTAZA USTA
Murtaza Usta yarın da oldu parayı vermedi. 100 liradan vazgeçtim. 20
günlüğümü yedi. Halen beddua ediyorum. ĠnĢallah kendine kalmamıĢtır. Yalnız ben
insanlara özellikle rica ediyorum kendini bu denli dincilik maskesine sığınanlara
inanmasınlar ve kendilerini teslim etmesinler. ġuna inansınlar ki, yeryüzünde Allah
adına hiç kimse avukatlık yapamaz. Ancak ve ancak sizin kendi dilinizde,
denetiminizde olup ücretini de sizler verir de tanıdık hoca olursa sizin önünüze
düĢebilir. Kendin kadar tanımadığın devletten maaĢ alan hocalara inanmanın Allah
emri olmadığı açık ve seçik olarak ayette yazılıdır. Ehl-i Beyt Davası Ġslam Tarihi ve
Kur‟an Kerim‟in Türkçe meallerini okusunlar.
HAMDĠ AYTEKĠN (AĞA)
80
Ölmeyen Çocuk
Hamdi Ağa ile konuĢmamız vardı. Ona söz vermiĢtim. Bu nedenle Ġmrahor‟a
geri dönüyorum. Ġmrahor Ankara‟nın güney batısına düĢer. AĢağı Ġmrahor, Orta
Ġmrahor, Yukarı Ġmrahor olmak üzere üç mahalleden oluĢur. Ankara‟dan giriĢte
aĢağı Ġmrahor gelir ve devam eder. Hamdi Aytekin‟in evi Orta Ġmrahor‟daydı. Hamdi
Ağa‟da çalıĢacağım, benim çalıĢmam lazım, hangi iĢ olursa olsun fark etmez.
ĠMRAHOR - ORTA KÖYDEYĠZ
Hamdi Ağa‟yı aradım buldum. Hamdi Ağa‟ya yaptığımız evin sıvası yapılmamıĢ
hala duruyordu.1953 Eylül ayının ortalarındayız. Hamdi Ağa, “Rıza sen evi
sıvayabilir misin”? dedi. Ben, „Tabi sıvayabilirim. Niçin olmasın benim artık malam
var” dedim. Çekicim, keserim birkaç takımım da vardı, bunları önceden almıĢtım.
Evin sıva iĢini kaça anlaĢtığımı anımsayamıyorum ama bir amelesi Hamdi Ağa‟ya
aitti. Sanıyorum sıvadan aldığım ücret, önceki yevmiye hesabından biraz fazlaya
gelmiĢti. Hamdi Ağa‟nın iki katlı evini 15 günde sıvadım, bitirip kendisine teslim
ettim. Hamdi Ağa son derece beğendi ve bir de Ģaka yaptı, “Ulan ırzı kırık, nerede
öğrendin bu kadar güzel sıva yapmayı? Vallahi beton sıvası gibi olmuĢ.“ KarĢılık
olarak, „Canın sağ olsun Hamdi Ağa, mühim olan sizin beğenmeniz ve çoluk
çocuğunuzla içinde huzurlu olarak, mutlulukla oturmanızdır.“ Hamdi Ağa, „Sağol
Rıza gerçekten senin Ģu sözlerin dahi beni mutlu ediyor oğlum. ġimdi sana ikinci bir
iĢ teklifim daha var. Beni dinler sözümü de tutarsan, hem çok para kazanırsın hem
de senin barınman bakımından rahat olursun. Bu köylünün baĢta ben olmak üzere
birçoğu seni tanıdı. Ben çoğu komĢularımın yanında sözünü ettim. Binaenaleyh
bana göre sen artık bu köyün adamı oldun. Ġstersen seni evlendirebilirim de” dedi.
Hamdi Ağa bu tatlı ve yumuĢak sözleriyle gerçekten sanki bana babalık ediyordu.
ġimdi yapacağım iĢ Hamdi Ağa‟nın harman iĢleri, bostan iĢleri, bütün mahsûllerin
dıĢarıdan içeriye yerleĢtirilmesi iĢleri, tuğla iĢleri gibi birçok iĢleri var. Bir süre bu
iĢlerde çalıĢacağım. Hamdi Ağa‟nın iĢleri bittikten sonra yukarı Ġmrahor‟da çok
muhterem ve iyi dediği birisi vardır. Adı Ali Osman Ağa, iĢin sürprizine bakın. Hep
Ģansım ağalardan açılıyor. Nereye hangi iĢe gitsem karĢıma ağalar çıkıyor. Aklıma
ne geliyor biliyor musunuz? Demek ki, o zaman da ağa kelimesi geçerliydi. Geçer
akçaymıĢ ağa kelimesi; amca, beyfendi yerine kullanılan insanı yüceltici bir ûnvandı.
Ali Osman Ağa‟nın bir evi yapılmıĢ, o evde sıvanacakmıĢ. Hamdi Ağa‟nın iĢi bittikten
sonra da Ali Osman Ağa‟nın iĢini bana alacak o evi de sıvayacağım. Ġyi güzel de,
Hamdi Ağa‟nın iĢi iki ay sürecek. Ġki ay sonra güzün son ayına giriyoruz. Soğuklar
baĢladığında sıva kurayabilecek mi, adam o zamana kadar bekleyebilecek mi?
Adamlar kıĢın evde oturacaksa, sıva da iyice kurumaz ise, ne olacak? Hamdi Ağa,
„Sen onu merak etme ben gideceğim, Ali Osman Ağa‟yla konuĢacağım. Ali Osman
Ağa bize güvenecek, evin sıvasını kimseye vermeyecektir. Sıvanın kurumasına
gelince Ali Osman Ağa‟nın evin ön cephesi güneye, diğer bir cephesi ise
güneybatıya düĢüyor. Yani akĢama kadar güneĢ evin içerisindedir. Bir taraftan bu
Ģansımız var. Diğer taraftan Ali Osman Ağa‟nın kapısı bacası odun dolu, soba iki
81
Ölmeyen Çocuk
gün boyu yandı mı o evi temmuz günü gibi kurutur. Sen merak etme, onun iyiliğini
ve insanî durumlarını çalıĢırken anlayacaksın. ġimdi söylemem para etmez.“ Hamdi
Ağa‟yla böylece ortaklaĢa bir karar aldık. ĠĢimize baĢladık. Yalnız Ģurasını da not
olarak ilave edeyim ki, Hamdi Ağa‟nın iĢi Ģimdilik burada bitse de ileriye doğru
anılarımız Hamdi Ağa‟yla birkaç defa daha geçecektir. YaklaĢık 15-20 gün Hamdi
Ağa‟nın harman iĢçiliği sürdü. Kağnı arabasıyla, at arabasıyla sap ve saman taĢıdık,
döven sürdük. Bu arada akĢamları da Hamdi Ağa‟nın bostanında yattım. Bostanda
yatmak bir bakıma benim için çok sıhhatli oldu. Ayrıca bostanla bahçe iç içeydi.
Ġstediğim kadar her türlü meyveden yerdim. O sulu, cins armutlar; diğer bir taraftan,
zerdali derler, iri ve yassı kaysı cinsi, mübarek meyve lokum gibiydi. Erikler, elmalar,
o bostan ve güneĢ bostanları devam ettiği süre zarfında yemediğim meyve kalmadı.
Bu arada kendimden iki yaĢ büyük bir arkadaĢ edindim, adı Muttalip‟ti. Muttalip‟le
Ankara‟ya gideceğiz.
Ulus‟a, Ulus‟tan da gara geçtik. Garda saat 10‟u gösteriyordu. Hipodrom‟da
cumhuriyet bayramını izleyecektik, hemen bilet aldık. Trenle Hipodrom‟da indik.
Ġndik ama bir görsen insan kalabalığından güneĢ tutuluyordu. Demek ki, Cumhuriyet
Bayramı‟nın henüz turanda zamanlarıydı. Ankara‟nın nüfus oranını ben kafamdan
tahmini olarak söylüyorum, 250-300 bin kadar ancak vardı. Zaten Türkiye‟nin nüfusu
18 milyon diye söyleniyordu. Buna rağmen 200-250 bin kiĢi sadece o meydanlara
dolmuĢtu. Ġnsanlar bir iki gün önceden gelmiĢ, yol kenarlarından yer tutmuĢ,
oralarda yatıyorlardı. O kadar ki, o bayramı seyretmek için insanlar akın akın
Ankara‟ya doluyorlardı. Rahmetli Celal Bayar CumhurbaĢkanı, Adnan Menderes
BaĢbakan, rahmetli Ġsmet Ġnönü PaĢa muhalefet lideriydi. O günün Genelkurmay
BaĢkanının kim olduğunu anımsamıyorum. Liderler birer konuĢma yapmıĢlardı. Biz
ileri saflara giremedik, geri saflarda kaldık. Orada toplanmıĢ insanlardan çıt
çıkmıyordu halen. SesleniĢlerin hepsi bir tempoda, dakikalarca hepsi bir ağızdan
çıkıyor gibiydi. Yani Ankara‟da disiplinli bir tempo vardı. O sivil halkın zaman zaman
gözleri yaĢarıyordu. Bir heyecan var ki, haydi cepheye denilse orada bulunan halkın
tümü aniden yürüyecek durumdaydı. O tarihlerde Reisi Cumhurumuzu,
BaĢbakanımızı, Genelkurmay BaĢkanımızı görmek hele hele onların yanında olup
fotoğraflarda çıkmak tam bir övünç kaynağıydı. Daha Türkçesi devlet erkân-ı
umumiyesine peygambere bakılan gözle bakılıyordu. Peygambere verilen değer bir
reis-i cumhura da veriliyordu. Ne demek reis-i cumhur ve devlet baba ünvanı?
Bunlar büyük ve yüce kavramlardır. Bu konunun baĢka bir kısmını ileriki anımda
tekrar detaylı olarak anlatacağım. CumhurbaĢkanlığı baĢta olmak üzere devlet
erkân-ı umumiyesine halk neden çok saygı duyuyordu. Bu günlerde eskiden olduğu
gibi halk saygı duymuyor. Bu saygınlığı kim azaltmıĢtır. Halk mı yoksa devlet baba
dediğimiz kadro mu? Bu konuların yanıtına sorulu cevaplı olarak anılarımda yer
vermeye çalıĢacağım. ġimdi dönelim Muttalip‟e. Muttalip‟le görkemli 29 Ekim
Cumhuriyet Bayramı‟nı zevkle izledik. ġunu söylemek isterim ki, ben o günün
coĢkusunu ve heyecanını gördüğüm için sonradan özellikle son yıllarda o günlerin
82
Ölmeyen Çocuk
heyecanını ve coĢkusunu, daha da mühimi o saygıyı ve güvenliği görememekten
dolayı üzüleceğimi bildiğim için gitmek istemiyorum. Ne acıdır ki, o günlerin
cumhuriyetinde 300 bin kiĢilik baĢkentte Cumhuriyet‟e 300 bin insan birikirken bu
gün beĢ milyonluk bir baĢkentte cumhuriyet bayramına 300 bin insanın katılmayıĢı
Türkiye için elem ve acı vericidir. Binaenaleyh Cumhuriyet‟in Türkiye‟ye yerleĢmesi
71 yıl oluyor, 71 yıl fazla uzun bir zaman değildir. Sadece Türkiye‟nin yaĢ
ortalamasında bir insanın ömrü kadardır. Cumhuriyet‟i Mustafa Kemal‟den devralan
Cumhuriyet‟in koruyucuları 71 yılda saygınlığını azalttı ise o zaman Cumhuriyet‟in
koruyucu kadrolarında bir hata vardır. Hatanın koruyucu kadroda aranması gerekir
diye düĢünüyorum.
Muttalip‟le kutlama töreni yeri olan Hipodrom‟dan ayrıldık. Karnımız acıkmıĢtı,
bir yerde karnımızı doyurduk ama nerede doyurduk onu anımsayamıyorum. O
zaman lokantalara gitmek pek moda değildi. Dokuzyüz gram ekmek 30 kuruĢtu. Üç
tür ekmek vardı: 900 gr somun ekmek, 350 gr francala ekmek, bir de pide ekmeği.
Pide ekmeğinin ve francalanın 25 kuruĢ olduğunu anımsıyorum. Çeyrek ekmek 7.5
kuruĢtu ve bir kiĢiyi doyuruyordu. Öyle sanıyorum ki, Muttalip‟le yarım somun 250300 gr da helva almıĢ, onlarla karnımızı doyurmuĢtuk. Velhasıl Ģurası senin, burası
benim derken Ankara‟yı epeyce gezdik ve akĢam oldu. O sıralarda sinemaya gitmek
de bayağı bir iĢti. Muttalip‟le sinemaya gittik mi gitmedik mi anımsamıyorum.
Muttalip‟le unutulmayacak iki tane önemli anımız geçmiĢti. Ġkisi de üzücüydü
ama iĢte insanların hayat maceralarını yıllar sonra kaleme aldığında hepsi de anı
oluyor. Bu nedenle geçen günlerin iyisiyle kötüsüyle, acısıyla tatlısıyla yazılması
gerekiyor. Muttalip‟le anılarımızdan birincisini aktarayım. O günlerde
Ankara‟daAbidinpaĢa yolundan sağa Akdere tarafına bir yol ayrılıyordu. Biz o yoldan
gideceğiz, araba bulursak bineceğiz. Araba bulamaz isek yaya yürümeyi göze almıĢ
durumdayız. Orası Akdere‟ye doğru oldukça rampaydı. Rampayı bitirdik, hemen
yolun alt kısmında umuma açık bir çeĢme vardı. Biz bu çeĢmeye su içmeye indik.
Hava karanlık, saat 8 civarı olmuĢtu. ÇeĢmeye elinde tek barkaçla uzun boylu bir
hanım geldi. Hanım suyu doldurdu, yürürken arkadan baktık. Hanımın fiziki yapısı
çok güzeldi. Entarisi dizlerinden aĢağıyı geçiyordu, arkası yırtmaçlı yürürken kaba
yerine kadar hanımın bacakları görünüyordu. Biz kenarlarda taĢlar vardı, taĢların
üzerine oturduk. Gerçekten de yorulmuĢtuk. Oturunca da dinleneceğimiz geliyordu
ama benim kadın hakkında aklımdan zerrece bir kötü niyet geçmiyordu. Sadece
öyle bakıyorduk. Kadın bir daha geldi, suyunu doldurdu gitti. Biz yine oturmaya
devam ediyoruz. Kadının yüzünü de gördük 20-25 yaĢlarında güzel bir kadın. Kadın
üçüncü defa geldi. Hep tek barkaçla geliyor. Mahalle ıpıssız, bizden baĢka ortalıkta
kimse görünmüyor. Yakınımızda bir de asker birliği vardı, zırhlı birliklerdi. ġimdi
Muttalip‟in içi kaĢınmaya baĢladı, „Yahu Rıza, bu kadın karanlıkta ay ıĢığı da yok,
kimsecikler de yok. Bizi de görüyor.“ Gelip gittiği yer aramızda 2 metre ancak vardı.
Ben, „Ne biliyim Muttalip? kalkar bir Ģey söylersin baĢımıza iĢ açarsın” dememe
kalmadı. Kadın bizim hizamızı 2 metre geçti. Muttalip kadına bir ıslık çalmaz mı. Al
83
Ölmeyen Çocuk
baĢına belayı. Kadın barkacı olduğu yere bıraktı. Yanımıza doğru yavaĢ yavaĢ
ilerledi, sessizce geldi, daha bir tarafa kımıldayacak durumumuz kalmadı. Kadın
bize kötü de söylese tokatta vursa sineye çekeceğiz. Kadın aramızda hemen 50
santimetre felan kalana kadar yaklaĢtı. Eyvah kadın bize vuracak diye içimiz de cız
diye geçti. Kadın 50 santim yakınımızda durdu, „Bana bakın delikanlılar her kuĢun
eti yenir sanmayın. Çekilin doğru dürüst yolunuza gidin. Yoksa hemen Ģimdi
jandarmaya çağırırım. Sizi karakola attırırım. Bir ton dayak yersiniz” demesiyle
benim dizlerimin bağı çözüldü, yüreğim iyice geçti. Böyle bir hadiseyle
karĢılaĢmamıĢtım, çok ağırıma gitti. Gerçi ıslığı arkadaĢım çalmıĢtı. Muttalip‟in ıslık
çaldığını da kadın anladı ama olsun arkadaĢız, ha o ha ben, itamlar ikimize de
geçerli. Bereket kadın o kadarla imtinalı baktı ki, bizde de beniz kalmadı. Kadın
çaylak olduğumuzu anlamıĢtı, sözünü söyledi gitti. Biz daha durur muyuz hemen
koĢar adımlarla o yeri terk ettik. Biraz ıraklaĢtık, „Yahu Muttalip hele Ģuraya bir
oturalım. Yüreğimiz biraz ferahlansın, içimiz geçti.“ Oturduk yol kenarına Muttalip‟le,
“Ulan arkadaĢ sen ne yaptın?” dedim. Ama iĢ iĢten geçmiĢti. Biraz dinlendik
yolumuza devam ettik.
KÂZIM TAġKIRAN (1957-1958)
Kâzım ilkokul birinci sınıfa sekiz yaĢında baĢlamıĢtır. Yukarıda izah ettiğim gibi
Kâzım benim eğitmenlik yaptığım yıl olan okulun ilk yılda benim önümde okula
baĢlamıĢtır. Kâzım ve Kâzım gibi birkaç çocuk daha var ki, zekâları çok geri, kafaları
dersi almazdı. Öğrenime karĢı bir alerjileri varmıĢcasına illa ki, biz okumayacağız
der gibi inatçı bir yapıya sahip çocuklardı. Bu tutumda olan 6 tane talebem vardı.
Kâzım TaĢkıran, Mehmet Uluçay, Aslan Sopa, Veli Sopa, Mehmet Yıldırım v.s.. Bu
çocuklar ders anında önündeki deftere hiç bakmazlar, beni takip ederlerdi. Sıra
kendilerine geldiğinde sadece ezbere „At, tut, al, pat, bana topu at” diyerek güya
beni baĢtan savmıĢ olacaklar. ĠĢte biz okuyoruz der gibiydiler. Önlerine gidip at, tut
bir araya geldiğinde ne olur diye sorunca da mümkün değil harfleri bir araya
getiremezlerdi. Ben ise bunları ve bütün çocukları o ilk senede okutup, ikinci seneye
de sınıf geçirmeye kararlıydım. Yani benim önümdeki talebeler aklında bir zaiyat
yoksa (ki yoktu) zekâsız olamazdı. Olsa olsa okuyamamaları isteksiz tutumlarından
kaynaklıydı. Ġlla ki, bu çocuklar okuyacak dediğime göre bu çocukların isteksiz
durumlarını nasıl çözebilirdim? O formülü nasıl bulabilirim ve nasıl çözebilirim?
Mesele olan o formülü bulmaktı. Elbette bu altı çocuk için her yolu denedim.
Ġçlerinde Veli Sopa 9, Zeynel 11, öbürleri 8 yaĢlarındalardı. Neticede o formülü
buldum. Nasıl mı? Ben bu çocukların a. Bir sağlık kontrolünden geçirilip test
yapılabileceğini, b. Bir Psikiyatriste gidebileceklerini, c. Anababalarının bu konuda
yardımcı olabileceklerini biliyor ve düĢünüyordum. Ama gel gör ki, sene 1957-58
devresinde bu gibi tedavi imkanlarına hiç mi hiç imkan yoktu, Ģansımızda yoktu.
Üstelik baba ve anaların bu durumda olan çocuklarını hiç de okutmaya niyetleri
yoktu. Mamafih Mehmet Yıldırım‟ın babası Hüseyin Yıldırım çocuklarının defter ve
84
Ölmeyen Çocuk
kitaplarını resmen sobaya atarak yakmıĢtı. Ayrı ayrı yanlarına giderek ikna ettim ve
netice olarak çocuklarının okula devam etmelerini sağladım. Bu çocuklar için
bulduğum en son yöntem Ģu idi. Kendimce o zamanlar baĢka bir çıkar yol
bulamadığımdan tekrar ana ve babalarının tek tek evlerine giderek izin aldım.
Yapacağım iĢ bu çocuklara çok sert disiplin uygulamaktı. Bundan dolayı da
çocuklarıyla benim arama girip müdahale etmemelerini rica ettim. Üstelik verilen
ödevleri evlerinde yapmıyorlarsa ayrıca ders çalıĢacaklarına oynamaya gidiyorlarsa
bana haber vereceklerdi. Bu yöntemlerle anababalarını mutlak mecbur tutmaya
çalıĢtım. Ġcabında dövebileceğim yine müdahale etmeyeceklerdi. ĠĢte disiplinli bir
Ģekilde çocukların evleriyle ben ikili diyalog sayesinde bu çocukları okutabilecektim.
DĠSĠPLĠNLĠ ÇALIġMANIN KOġULLARI
Bir defa çocukların hepsine genel bir çalıĢma programı Ģu Ģekilde
uygulanacaktı. Çocuklar, ders çalıĢma yerine oyun oynamaya gidenleri gitmeyenler
bana haber verecekler. BoĢ zamanlarda olsun akĢam saatlerinde olsun köyde dam
baĢlarında ve dıĢarılarda kati sürette görünmeyeceklerdi. Anaları, babaları
çocukların çalıĢmalarına mani bir durumları olursa onu da haber vereceklerdi. Araç
gereç hususlarındaki ihtiyaçlarını bana mutlaka haber vereceklerdi. Bütün çocukları
her gün iki defa bir gün önceki derslerini tam anlamıyla yapıp yapmadıklarını gözden
geçirip tekrar ettirecektim. Birgün önceki ödevlerini yapmamıĢ olanlar mutlaka
cezalandırılacaktı. Ceza türleri Ģunlar; a. elimde tahta parçasından özel yapılmıĢ
cetvelle ellerinin iç kısmına vurmak, b. tek ayak üzeri ayakta durdurmak, c. onlara
göre biraz ağır bir iĢ yaptırmaktı. Bu tür cezalar hak edenlere muhakkak
uygulanacaktı. Af yoktu. Ayrıca ceza vermenin Ģartı da vardı. Bir defa dersini ihmal
etmiĢ olanları. Birinci defa az ceza uygulanacaktı. Ġkinci defa ve birden fazla dersini
ihmal etmiĢ veya yapmıyorsa ceza ikiye katlanacaktı. Velhasıl talebe cezaya tabi
olacağını bildiği için dersimi yapayım diye bu sefer kuvvet ve gayret sarf edecekti.
Ayrıca uygulanan cezalardan dolayı velileri kati surette müdahale edip arka
çıkmayacaklardı. Çünkü pazarlığım vardı. Aksi halde çocuklar kısa zamanda okuyup
seneye hakettikleri sınıflara geçemeyeceklerdi. Yani ikinci yıla sınıf geçecekleri de
talebinin bilincindeydi. Zira esas gaye çocuklara ceza vermek değildi. Ayrıca
cezanın ne için ne amaçla verilebileceğini önceden izahatını yapmıĢtım. Yukarıda
isimlerini izah ettiğim altı talebe en çok dersini ihmal edenlerdi. Elbette en çok da
cezaya tabi tutulan da onlar olacaktı. Neticede köyde hedeflediğim gün gelmiĢti.
Mayıs ayının sonu, haziran ayı gelmiĢ, köyümüzün iĢleri alabildiğine iĢler
yoğunlaĢmıĢtı. Bilakis aileleri sabırsızlıkla büyük olup eli iĢ tutan çocukların bir an
önce okulun bitmesini, çocukların iĢ yapmasını bekliyorlardı. Belki de bana çok
kızıyorlardı. Zira eski yazı veya Arapça‟yla okuma devri, Latince harfin Türkiye‟de
kabul edilmesiyle sözü edilen yazıyla okuma devri bitmiĢ. Bundan öncesinde aradan
30 yıla yakın bir zaman geçmiĢ, artık köyde okuma hayatı bitmiĢti. Sadece köyde
çocuklarını dıĢarıda okutabilecek iki tane ev vardı. Bunlar da köyün hem çok
85
Ölmeyen Çocuk
zenginleriydi hem de ağalarıydı. Ġki evden sadece iki çocuk, okulu olan köylere
gidiyorlardı. Onlarda henüz iki yıldır baĢlamıĢlardı. Ġkincisi Devlet Demir Yollarında
resmi bekçi olarak çalıĢan komĢularımızdan Rıza Erdoğan‟lar; Garip Sopa, oğulları
Ali ve Haydar‟ı o yıl Devlet Demir Yolları okuluna baĢlatmıĢlardı. Köyümüzde 7 yaĢla
9-10-11-12 yaĢ grubunda çocuklar vardı. Toplam 40 öğrencim vardı. Bunların içinde
sadece 4 tane çocuk okuyabilecekti. Kalan 36 talebe okuyamayacak cahil
kalacaklardı normal Ģartlar altında. Nerde kalmıĢ ki 11-12 yaĢlarında da olan
çocukları okuma Ģansı kalmamıĢtı. Her Ģeye rağmen onları da okutmuĢtum. Dahası
benim yaĢta ve daha küçük yaĢta olanlara da okuma yazma kursu açmıĢtım. Onlar
da okuma yazma belgelerini almıĢlar bilahare hariçten sınavlara girerek ilkokul
diplomalarını almıĢlardı.
6 ÇOCUKTAN BĠRĠ OLAN KAZIM TAġKIRAN‟A GELĠNCE
Kâzım TaĢkıran iki gün okula gelmemiĢti. Ġkinci akĢam kendim bizzat evlerine
gittim ki, Kâzım ölümle çarpıĢıyor. Kâzım‟ın koltuk altından bir çıban çıkmıĢ. Çıban
diyorlardı ama hiçte çıbana benzemiyordu. Çıban tam koltuk altından baĢlamıĢ
kaburgasından aĢağı sarkmıĢ. Ayrıca yanlarına doğru da geniĢlemiĢti. Biraz bombeli
bir yara. Yaranın büyüklüğü yaklaĢık 20 x 30 santimetre kuturunda vardı. Çocuğu
doktora götürmüyorlar. Basbayağı çocuğun ölümünü bekler gibi bir halleri vardı.
Aslında çocuk yemeden içmeden de durmuĢtu. Yaraya imkan yok el
dokundurmuyordu. Bu durumu da değerlendirdiğiniz zaman bir bakıma ben o köyde
bir yarım doktordum.
ġurasını gerçek ve açık konuĢmam gerekiyordu. Bu anıyı okuyanlar belki de
inanmayacaklar. Ama ben gerçek ne ise onu yazıyorum. Çocuğu veya bu gibi
hastaları doktora götürmezlerdi. Bunun sebebi yoktu. Niçin götürmüyorlar? Hiçbir
sebep beyan edilmiyordu. Ama bence bunun cevabı vardı. Yani insanlar bu biçim
hasta oldukları zaman ta ki, öleceğine inanmadan hastalarını doktora
götürmüyorlardı. Zaten hastalık insanda kronikleĢmiĢ kendisini alt etmiĢ ise onu
doktora götürselerde iyi olamıyordu. Niçin hastalarını doktora götürmüyorlardı?
Bana göre bu ihmalliğin iki cevabı vardı. Birincisi para içindi. Para insan sağlığından
daha da ileri tutuluyordu. Ġkincisi insan sevgisi ve bilinç eksikliği. Binaenaleyh insan
sevgisi, kültürel ve sosyal bilinçten doğar. Bir Ģey daha vardı ki, sen bütün insanlara
sağlığıyla ilgili, eğitimiyle ilgili iyilik ve hizmette bulunursun. Hiçbir değer
verilmiyordu. Hani insanlara acırsın, elinden birĢeyler gelir, nihayet içinde sevgi
vardır, elindekini insanlara hizmet olsun diye harcarsın. Binaenaleyh iyiliğe ve
sevgiye mazhar olan insanlar gerçekten eğer insan ise biraz takdir kabiliyeti ya da
değer yargısı olamaz mı? ĠĢte bu tür anlayıĢlar bizim köyümüzde veya o yörelerde
yoktur denilebilecek kadar azdı.
BEN ĠSE SANKĠ O YÖRELERDE DOĞMAMIġIM
86
Ölmeyen Çocuk
Ben sanki o yörelerde doğmamıĢ bir insan olduğumu hissediyordum. ĠĢte bu
örneklerden sadece bir tanesini buraya yazıyorum. Ġleride sıra geldikçe yine
değineceğim. Dönelim Kâzım‟ın hastalığına. Ben askerde çok değerli Sivaslı bir
doktorun hizmet eriydim. Doktorum bana kullanabileceğim ilaçlardan epeyce ilaç
vermiĢti. Hiç unutmuyorum, doktorumun verdiği ilaçları yerinde kullanınca garanti iyi
ederdi. Binaenaleyh göz damlaları, haplardan bir hayli ilaç vermiĢti. Doktorumun
ismi Turhan Soycengiz idi. Dr. Turhan Bey‟le ve babası Mahmut Bey‟le de geçen
anılarımı ileride yazacağım. Doktor Turhan Bey bana Ģunu da demiĢti: “Rıza sen
yarım doktorsun. Bu ilaçları al, köyde ihtiyacı olanlar kullanır demiĢti.“
ĠĢte Kâzım‟ı bu ilaçlarla tedavi edeceğim. ġimdi suyu kaynattırdım, sonra onu
yakmayacak dereceye kadar soğuttum. Kâzım‟ı hafif yan çevirdim. Kâzım‟ın ellerini
tutturdum. Pamuğu elime aldım. Bu yarayı bir güzel yıkadım. Sonra doktorumun tarif
ettiği Ģekilde merhemi yaranın her tarafına sürdüm ve ovaladım. Kâzım‟ı yatırdım.
Tam 24 saat yattı. 24 saat sonra bir daha yaptım. Bu ilacı uyguladığım 2 günlük
tedavi yetecektir. Ġyi uyusun diye iki defa ve bir tane de hap vermiĢtim. ġayet
uyguladığım bu merhem tedavisi neticesinde 48 saat zarfında çıban dedikleri bu
yarada iyileĢme belirtisi yoksa o takdirde doktora götüreceğim. Binanenaleyh ikinci
bir 24 saat sonra geldim ki, yaradan eser diye bir Ģey kalmamıĢ. Yaranın içi olduğu
gibi boĢalmıĢtı. Yaranın yüzünü de her iki defasında da ince ve gazlı bezle
sarmıĢtım. Netice olarak Kâzım sağlığına kavuĢtu. Bu sayede sonrasında okula
devam ederek Kâzım müffettiĢin ve öğretmenin önünde sınavını vermiĢ doğrudan
üçüncü sınıfa geçmiĢti. Zira kendisi okula baĢlarken 8 yaĢında idi. Ġleride Kâzım‟la
ikinci bir anımı okuyacaksınız. Bütün bunlara karĢılık Kâzım bana neler yapmıĢ onu
da okuyacaksınız.
ġĠMDĠ ALĠ OSMAN AĞA‟NIN EVĠNDEYĠZ (ĠMRAHOR)
Ali Osman‟ın evinin yeri yörepti. Evin güney cephesi tam 1.5 metre
yüksekliğinde taĢ duvarı örülmüĢ duvarın boĢ kalan tarafı doldurulmuĢ, tekrar taĢ
duvarından temel yapılmıĢ temelden cümle kapı giriĢi 50-60 santimetre yüksekti. Bu
temelin üstüne o zamanın planına göre tam teĢkilatlı kerpiçten örülü bir ev
yapılmıĢtı. Hamdi Ağa‟yla Ali Osman Ağa‟nın yanına gittik. Ali Osman‟ı gördük. Ali
Osman‟ın evinde yatacağım. Yemem içmem hepsi ev sahibine ait olmak üzere Ali
Osman Ağa bana 125 lira para ödeyecekti. Bu ücreti kendileri konuĢtu kendileri
karar verdi. Ben az veya çok diyecek bir durumda değilim. Ġkisine de güvencim
tamdır. Bu insanlar hiç hak yemez intibası bende vardı. Nitekim sıvaya baĢlamadan
önce Ali Osman‟ın birkaç özelliği vardır onu anlatayım. Ali Osman‟ın ağzından: „Bu
arkadaĢların bir tanesi aĢağı Ġmrahor‟ludur. Onların lisanıyla Ġprahim Ağa. Ġkinci
arkadaĢı ise Ġmrahor‟a çok yakın olan o zamanki adıyla Möhe köyünden Mehmet
Ağa vardır. Yukarı Ġmrahor‟dan da Ali Osman Ağa. Üçü birlikte bir yıl önceden
anlaĢmıĢlar, Hac‟ca gideceklermiĢ. Binaenaleyh bu üç arkadaĢ birbirlerine o kadar
bağlı o kadar birbirlerine sadık ki, kolay kolay bu insanların birbirlerine haksız bir
87
Ölmeyen Çocuk
oyun yapmazlar, paraya pula satmazlar, birbirlerine yalan dolan gibi hiçbir
davranıĢlarda bulunup gaflete düĢemezler. Bu arkadaĢlar 45-50 yaĢlarında mutavazi
görünümlü, gönülleri alçak, toplumun her olumlu iĢ hakkındaki kararlarına herkesten
önce evet diyen cinstendirler. Bütün bu değer yargılarına rağmen Ali Osman Ağa
Hac‟ca gitmeye 15 gün kala bir daha bir araya geliyorlar. Ali Osman „Ben Hac‟ca
gidemeyeceğim, kusuruma bakmayın, beni maruz görün” diyor. Ġbrahim ve Mehmet
Ağalar yapma Osman, tutma Osman deseler de nafile, Osman tam kararlı
gitmemeye.
ALĠ OSMAN NEDEN HAC‟CA GĠTMĠYOR?
Ali Osman‟ın bir komĢusu vardır. Bu komĢu genç ve fakir bir ailedir. Bu
komĢusunun karısı hasta olur ölür. KomĢusu üç çocukla yetim ve dul kalır. Bu karısı
ölen komĢusu bir gün gelir, Osman Ağa‟ya derdini anlatır: „Osman Ağa ben köyden
ırak yerlere gideceğim, bir zaman çocuklarıma üst baĢ v.s. ihtiyaçlarını temin etmek
üzere çalıĢmaya gideceğim” der. Ali Osman „Peki evladım, sen git ben çocuklarına
bakarım. Hiç merak etme” der. KomĢusu da Ali Osman‟a güvenir. Gönül rahatlığıyla
çıkar gurbete gider. Ali Osman sonra düĢünmeye baĢlar, „Ulan ben Arabistan‟a Hacı
olmak için Hac‟ca gideceğim, elin Araplar‟ına paralarımı yedirip geleceğim. Peki ne
kazanacağım. ġimdi bu çocuklar köyde aç susuz çıplak dururken benim nasıl
gönlüm razı olacak da Hac‟ca gideceğim” der kendi kendine ve Ali Osman Hac
yolunda harcıyacağı paralarını komĢu çocuklarına harcar. Bir güzel çocukların
ihtiyaçlarını temin eder. Aynı zamanda kendi çocukları gibi de bakar. Ali Osman‟ın
iki arkadaĢı Hac‟da, bu arkadaĢlar Hac‟da farzlarını yerine getirirken bir gece biri
rüya görür. Sabahleyin kalkar arkadaĢına rüyasını söyler. Rüyalarında Ali Osman
Hacı olur. Bu iki arkadaĢ Hacı Ali Osman‟ın evine giderler bakarlar ki, Osman
Hacı‟nın evinde miskiamber kokulu bir hava vardır. Hacı Osman evin içinde gezdiği
yerde tepesinde allı yeĢilli bir pırıltı dönüyor. Bu pırıltıya da nur diyorlar ve ikisi de
aynı rüyayı görürler. Ali Osman köyünde komĢu çocuklarına yardım ededursun
bizim hacılara rüyalarında birĢey daha söylenir ve denir ki, „Siz yarım hacı oldunuz,
Ali Osman ise köydeki o yetim çocuklara yardım ettiğine karĢılık esas hacı oldu. Siz
memleketinize gidince önceden o hacıya gidip ziyaret edip onun durumunu
göreceksiniz” denir. Dolayısıyla Ġbrahim‟le Mehmet Hacılar Hac‟dayken karar
alıyorlar, köylerine gelirken evlerine gitmeden Ali Osman Hacı‟nın evine gidiyorlar. O
gün Hacılar gelmiĢ, diğer köy halkı Ali Osman Hacı‟nın evinde Hacılar‟ın yanına
gelip toplanıyorlar. Toplanan köy komĢularının içinde Ali Osman‟ın gerçekte de
kendisiyle birlikte evin içinde, baĢında allı yeĢilli bir belirtinin dönüp dolaĢtığını iki
Hacı fark ediyor ve komĢularına keyfiyeti, rüyalarını ve daha önceki geliĢmeleri de
tamamen anlatıyorlar. KomĢuları da iĢin farkında oluyorlar. Ali Osman‟da bir
güzellik, bir sıcaklık var ve herkes onu seviyor, onun ağzından çıkacak olan sözleri
bekliyor. ĠĢte evini sıvayacağım adam öyle bir adamdı.
88
Ölmeyen Çocuk
EVĠN SIVASINA BAġLADIM
Eve çamur sıva yapıyoruz. Hacı Osman Ağa‟nın evini sıvarken Hamdi Ağalar‟da
olduğu gibi günde birkaç defa kahve, su, çay getiriyorlar. Yemek hakeza. Hacı Ali
Osman Ağa her gün gelip sorar, „Bir ihtiyacın var mı?” diye. Bazen istirahat
edeceğim zaman Ankara‟ya giderim, gideceğim gün ev sahibine haber veririm. Ali
Osman Ağa‟nın elmalığı, ayvalığı vardı. Bana söylerler, „Bahçeye git, Ankara‟da
yakının varsa biraz elmadan, ayvadan topla götür.“ Bir defasında ayvalar hoĢuma
gitmiĢti, 40 tane ayva topladım. O yıl da, tam o güz ayında Ablam Arzu da Ankara‟ya
EniĢtemin yanına gelmiĢti, ona götürdüm. Çok memnun olmuĢlardı. Dolayısıyla
Ablamı görmüĢ annemlerden de haber almıĢ, hasretliklerimizi gidermiĢtik. Hacı Ali
Osman Ağa‟nın evinin sıvasını 20 günde bitirdim. Böylece Hacı Osman‟ın hem evini
sıvadım, para kazandım hem de Hacı Osman‟la ve birkaç komĢusuyla
konuĢmalarımız oldu ve yukarıya aldığımız güzel mülakatlarımız iyi bir anımız oldu.
Allah onların kalanlarına selamet, ölenlerine de rahmet eylesin.
Ben sonra da Ali Osman‟ın evini bitirince Hamdi Ağa‟ya uğramıĢtım. Hamdi
Ağa‟ya tekmili verdim; sıvayı bitirdiğimi, paramı aldığımı ve de Hacı Ali Osman‟la
çok iyi anlaĢtığımı söyledim ve gitmem için izin istedim.
HAMDĠ AYTEKĠN‟ĠN KURBAN BAYRAMINDA KURBAN KESME
OLAYI
Hamdi Ağa „Ulan ırzı kırık, bu kadar iĢ yapıp da kurban yemeden mi
gideceksin? Yarın kurban bayramı, ben de kurban keseceğim. Ye de öyle git. Aynı
zamanda kurban keserken bize biraz da yardım edersin.“ Ben, „Memnuniyetle
Hamdi Ağa, madem kurbanın varmıĢ, ben bugün kalırım.“ Nitekim kaldım. Hamdi
Ağa akĢamdan programı çizmiĢ, talimatı vermiĢti. Sabahleyin erken kalkacağız.
Hamdi Ağa Ağabeyinin oğlu Selahattin ve ben önce kurbanı keseceğiz. Kurbanı ufak
parçalara böleceğiz. Ondan sonrasını Hamdi Ağa‟ya ve hanımlara bırakacağım. Bu
iĢlemler bittikten sonra Selahattin‟le ben köye giren yolun ayrımına gideceğiz.
Oradan Ankara‟ya giden iki yol ayrılır, birisi köyün içinden geçer öteki de köyün
karĢısından direk gider. Biz orada duracağız. Yayalar ve arabayla gidenleri saat
12‟ye kadar kurbana davet edeceğiz. ġimdi o davet yerine gitmeden önce bir kere
Hamdi Beyler‟in kurban olarak aldığı hayvanı, ikincisi de kurbanı kesme ve kurbana
verilen değerleri anlatmanın gereği vardır. Hamdi Bey kurban için bir koç almıĢtı ki,
gerçekten koçtu. 63 yaĢıma geldim hala öyle bir koç görmek nasip olmadı. Bakın
Selahattin‟in boyu 1.70 idi. Selahattin‟i özel olarak koça bindirdi ve ayakları yere
değmemiĢti. O mübarek hayvanda sanki kemik yoktu. Öyle de beslenmiĢ bir
hayvandı. Koçun sırtına beĢ renkli bir boya sürmüĢlerdi, kırmızı, yeĢil, eflatun, sarı,
pembe. Koçun yüzüne baktığın zaman o hayvan insanın yüzüne gülüyordu. ġimdi
bundan sonraki bölümü koç olarak değil, artık kurban olarak vasıflandırmak gerekir.
89
Ölmeyen Çocuk
Hamdi Ağa kurbanı kesmeden önce dıĢarı kapının giriĢinde sol tarafında ulu bir dut
ağacı vardı. O ağacın altına 70 santim kuturunda bir kuyu kazdırdı. Kuyunun
kenarına kan akarak ayak altlarına gitmesin diye bir naylon örtü serdirdi. Kurbanın
ayaklarını yüzlerini yıkattı. Sonra o naylon örtünün üzerine hepimiz birlikte kurbanı
incitmeden yatırdık. Hamdi Ağa bizzat kendi eli ile aldı bıçağı eline duasını okudu ve
koçu kurban etti. Kurbanın arka ayaklarını indirdik, boyun tarafından gırtlakta yapıĢık
olan karına bağlı kızılelik denen gerçekten kızıl olan pisliğin akıp geleceği bir hat
vardır, onu yardık arasını düğümledik. Daha sonra dutun dalına astık ve yüzdük,
küçük parçalara böldük, hanımlara teslim ettik. ĠĢin bu faslında kurbandan ne
çıktıysa; kan, karının pislikleri, karnının kırıntısını çukura doldurduk. Fakat çukurun
ağzını kapatmadık. Naylonla kapadık. Üzerine taĢ koyduk. Hamdi Ağa‟yla hanımlar
eti kurban etini doğramaya baĢladılar. Sonra da bulgurla piĢirecekler. Biz de
Selahattin‟le yolun ağzına gittik verilen talimat üzere bütün gelen geçenleri saat
12‟ye kadar orada davet ettik. Öbür taraftan da iki tane genç arkadaĢ köyleri davet
ediyorlar. Böylece kurbanımız bulgurla karıĢık piĢmiĢ üç tane odamız vardı.
Odaların tümü beyaz çarĢaflarla donatılmıĢ, her odaya da 3 tane sofra
kurulmuĢtu. ġimdi iĢ kaldı lokmayı yeme faslına. Misafirler gelmeye baĢladılar. Bir
kafile lokmalarını yedi çıktı. Allah kabul etsin diye duasını eden gitti. Ġkinci kafile
hakeza lokmalarını yediler, dualarını etti gittiler. Derken odalarımız tam üç defa
doldu boĢaldı. Sonra Kur‟an okundu, sonra dualar edildi. En sonunda biz hizmet
eden ve kurban sahipleri de lokmalarımızı yedik. Lokma yeme faslı da bitti. Sofra altı
bezleri topladık dıĢarıyı içeriyi her tarafı dolaĢtık ve süpürdük. Kırıntıların tümünü
aynı çukura doldurduk. En sonunda çukurdan çıkan toprağı geri çukura doldurduk.
Bir baktık etraf tertemiz ne kurban kesilmiĢ ne de yenmiĢ. Böylece Hamdi Ağa‟nın
Ģanlı, Ģöhretli aslına uygun ananelerin en güzel uygulamalarıyla örnek bir kurban
kesme merasimi sergilemiĢ oldu.
Umarım o kurbanı yemeye gelenler örnek almıĢlardır. Ve yine umarım Allahu
Teala Hamdi Ağa‟nın kesmiĢ olduğu kurbanı kabul etmiĢtir.
Hamdi Bey‟in arzusunu da yerine getirdim. Aynı zamanda Hamdi Bey‟in bu
Ģekilde bir kurban kesme anısını, hayatımda bir daha göremeyeceğim Anadolu‟nun
en güzel kurban kesme ve yedirme ananesini görmüĢ ve yaĢamıĢ oldum. Allah
kabul etsin. Dilerim bu anıyı okuyanlar da örnek alırlar.
HAMDĠ AYTEKĠN‟DEN AYRILMAM
Ayrılırken neler olmadı, neler konuĢulmadı ki? Hamdi Ağa‟dan izin istemenin
zamanı geldi. Hamdi Ağa, „Ulan ırzı kırık, nasıl ayrılıp gideceksin? Bir daha
görüĢmeyecek miyiz? Sivas‟a mı gideceksin, Ankara‟da mı kalacaksın?” Cevap:
“Hamdi Ağa ben daha askerliğimi yapmadım, önce köyüme gideceğim ama inĢallah
Ankara‟ya tekrar gelirim.“ “Ulan ırzı kırık Ankara‟ya geldiğinde ve de bir ihtiyacın
olduğunda gelmez isen, uğramaz isen bir daha adını insan diye anmam” dedi.
90
Ölmeyen Çocuk
Gözlerimiz doldu ve ayrıldık. O günleri hatırladığım kadarıyla 11. ayın sonuna doğru
olacak, Ankara‟ya geldim. Aslında bir müddet daha çalıĢmak niyetindeyim. Çünkü
önümüz kıĢtı. Köye gidip ne yapacaktım? KıĢın 2-3 ayı boĢa geçecekti. Bu durumu
EniĢtem Bayram‟la ve Arzu Ablamla birlikte konuĢmam gerekiyordu. Aynı zamanda
onlardan bir Ģey de gidemezdim. EniĢtemle Ablam ise o yıl Ankara‟da
Tuzluçayır‟dan gecekondu bir ev almıĢlardı.
ġU ANDA ABLAMLA ENĠġTEMĠN EVĠNDEYĠM.
11. AYIN SONLARI
EniĢtemlere gitmeyeli bir ay felan olmuĢtu. Onların da evlerini gördüm, tabi ki,
sevindim. “Hayırlı olsun, güle güle oturun” dedikten sonra sıra benim durumumu
konuĢmaya geldi. Onlar için de benim durumum mühimdi. Binaenaleyh EniĢtemlerle
de önce kökten amcazadeyiz. Sonra Bayram EniĢte babamın dayısının oğlu. Daha
sonra EniĢtem ve Ablamlar.
EniĢtemle Ablamın, ikisinin birden müĢterek soruları Ģuydu: „Ne kadar para
kazandın? Kazandığın para nerede? ġu anda önün kıĢ, köye mi döneceksin? Ne
yapacaksın?” Aynı zamanda bu soruyu kendi kendime ben de soruyordum.
Cevap: “500 lira param var. Paramı da Emlak Kredi Bankasına koydum. ĠĢte
banka cüzdanım.“ EniĢtem, “500 TL iyi para. Bundan sonra ne yapacaksın?”
“Soruna gelince, ben de sizin gibi düĢündüm. Köyden gizli geldim biliyorsunuz.
Köyde kardeĢim küçük, annem gözlerinden dolayı iĢ göremiyor. Benim için de çok
üzüldüğünü biliyorum. Arzu Abla sen de biliyorsun ki, bizim evler çok eskimiĢ. Ġçinde
oturulmaz durumdadır. Birinci olarak bu sorunum vardır. Ġkincisi köye gitmesem,
askerliğimi yapmadığımdan beni daimi olarak devlet kapılarına almazlar, kıĢın da
ara iĢleri bulunmaz. Ne yapmam gerektiğini ben de size soruyorum.“
ENĠġTEMĠN VERDĠĞĠ ÖĞÜT
EniĢtem bana çok güzel bir akıl vermiĢti, „Kayınım bak, sana bir Ģey
söylüyorum. Köye git, gittiğine birĢey demiyorum. Ancak paranı götürüp çarçur
etme.AbidinpaĢa‟da tapulu ve imarlı arsaların metre karesini 2.5 liraya veriyorlar.
Hatti zatında daha da berilerde yani Tuzluçayır taraflarında ben sana 500 metre
arsayı 500 liraya bulurum. Köyden geri geldiğin zaman bu arsa sana yeter. Sen yine
bir müddet çalıĢ, harçlığını kazan, git askerliğini yap, gel.“ EniĢtem bunu söyledi.
Ablam da birĢey söylemedi. Demek ki, o da aynı fikre razı oldu. Ablama cevap
„EniĢte istersen ben birkaç gün Ankara‟da yine bir iĢ arayayım. Bakalım, biraz
düĢüneyim” dedim. Birkaç gün iĢ arayayım derken gittim Maltepe‟de un fabrikasında
iĢe girdim. Bu iĢ yerinde bana iki lira yevmiye vereceklermiĢ. AkĢam geldim
EniĢteme, Ablama söyledim, „Ġyi” dediler. Ġyi dediler demesine ya benim iĢime
gelmedi. ĠĢime gelmeyen taraflar Ģuydu. Burada 3 ay kalmam gerekiyordu.
Dolayısıyla 3 ay Ablamın evinde kalacaktım. Onların da evi çok küçüktü. Onlara
91
Ölmeyen Çocuk
yeterince yük olmuĢtum. Ġkincisi bir ay da ben 50-60 lira para alacağım. Ablama da
versem bir de öğlen yemeği derken bana hiç para kalmayacaktı. Ablama para
vermesem hem evlerinde üç ay kal hem de bedava ye iç bunu da yapamazdım. Bu
durum karĢısında baĢka bir formül bulmam gerekiyordu. Sonra aklıma Ģu geldi.
Adana‟da yaz kıĢ devamlı iĢ bulunurmuĢ. Adana‟ya gideyim, hem oraları da bir
görmüĢ olurum diye düĢündüm. Bu fikrimi geldim EniĢteme, Ablama söyledim, „Sen
bilirsin” dediler. „Biz sana söyleyeceğimizi söyledik” dediler. EniĢtenin arsa alalım
fikrini kabul ettim ancak, köye gideceğim, oraların durumuna bakacağım, param da
yine bankada kalacak, buradaki arsayı almayı sonra düĢüneceğim. Böylece kararımı
verdim, EniĢteme ve Ablama bu Ģekilde düĢüncemi söyledim. Adana‟ya otobüs bileti
aldım, un fabrikasından ayrıldım, otobüse bindim. Otobüsle yolculuğu gündüz
yapmıĢtık. Ankara‟dan çıkarken hafif de kar yağıyordu.
VEHBĠ USTA (ERZURUM‟LU)
Otobüste koltuk arkadaĢım 35 yaĢlarında bir adamdı, bana soru sordu. Adama
ilk bakıĢımda konuĢmasından kendisinin Erzurum‟lu olduğunu anlamıĢtım. Sordu
bana, „Nerelisin?”, “Divriğiliyim.“ “HemĢeriyik, ben de Erzurum‟luyum, benim adım
da Vehbi. Adana‟ya niçin gidersen?” “Vallah buralar kıĢ oldu Ankara‟da iĢ
bulamadım. Adana‟da bulabilirsem birkaç ay çalıĢacağım” dedim. “Hele Adana‟da
tanıdığın da varmidur?.“ “Yoktur.“ Dedi, „Meraklanma benimle gelursen, ben sana iĢ
bulurem hoĢ. Hele benimle çalıĢırsen de, ben sana iĢte verirem, senin iĢin var mı?
Ben kanalizasyon ustasıyem. HoĢ ben iĢ bulurem.“ Bana gelince ustaya cevap
vermeden düĢünmeye baĢladım. Usta, „Ula ne düĢünürsen? Sen benim
hemĢehrimsen benden sana zarar gelmez.“ Usta anlamıĢ olacak, devam etti. Usta,
„Bilirem sen niye düĢünürsen. Sen çocuksen, ben senen sahip olirem, hoĢ. ġimdi
söyle benimle gelürsen mi benimle?” Sanki ustanın Adana‟da hazır bir iĢ vereni
varmıĢ gibi beni kesin olarak yanına almak istiyor usta. Neyse Vehbi Usta‟yla
Adana‟ya indik. Sırtımızda yorganımız da var. Yorganımı Arzu Ablam yıkamıĢtı ve
yorganım tertemizdi. Vehbi Usta dolaĢtı, aradı, tanıdıklardan bir yatacak yer buldu.
Yatacak yerimizi anımsadığıma göre, tamamı tenekeden karton kâğıtlarından
çevrilmiĢ çadırvari bir yerdi. Orada on gün felan kaldık. Usta ilk önce cami
minarelerine taĢ yontma iĢini buldu. Bu iĢte 2-3 gün çalıĢtık olmadı. Sonra Usta,
Ahmet isminde Adana‟lı bir taĢören buldu. Ahmet, kalfa imiĢ. Ahmet Kalfa‟nın 2500
tane büzü dökülecek ve bunlar aynı zamanda ayrı bir anlaĢmayla kanala
dönüĢecekti. Usta bu iĢi götürü olarak almıĢtı. Ahmet Kalfa‟nın bir ardiyesi vardı.
Orada küçük iki tane de kapalı yeri vardı. Ardiyede briket büz dökülecekti. Bunların
ayrı ayrı kalıpları vardı. Vehbi Usta‟yla bu iĢe baĢladık. Vehbi Usta büz kalıplarını
kullanmayı iki günde bana öğretmiĢti. Ahmet Kalfamız iĢe baĢlayıĢının ilk haftası
beni tanımıĢtı. Ahmet Kalfa beni büz kalıplarını kullanırken görmüĢtü. Benim bu iĢi
daha önce yapmadığımı, orada öğrendiğimi bilmiyordu. Bana hiç sormamıĢtı. Benim
de Ahmet Kalfa‟ya söylemem gerekmiyordu ancak Ahmet Kalfa benim hep
92
Ölmeyen Çocuk
çalıĢtığımı görürdü. Aynı zamanda Divriğili olduğumu öğrenmiĢti. Bana gelip gidip
yakınlık göstermeye baĢlamıĢtı. Sen iyi ve çalıĢkan çocuksun söylevleriyle sevmeye
baĢlamıĢtı. Bir gün „Bu ustanın iĢi biterse veya iĢi olmaz ise ben sana iĢ veririm, hiç
merak etme” diye bana böyle bir de iĢ güvencesi vermiĢti. Biz Vehbi Usta‟yla
çalıĢmaya devam ederken bazen de çok yağmur yağardı, iĢi paydos ederdik. Bu
arada iĢçilerin ve boĢ insanların toplanıp oturdukları, çay içtikleri büyük bir
kıraathane vardı, oraya giderdim. Orada Sivaslı, Divriğili, Hafik‟li iĢçi arkadaĢlarla
tanıĢmıĢtım. TanıĢtığım arkadaĢların içinde iĢsiz olan, Divriği‟nin Bahtiyarvenk
Köyünden Selman diye bir arkadaĢ buldum. Selman benden en az 15 yaĢ büyüktü
ve iki karıyla evli olduğunu söylüyordu. Bu arkadaĢım parasız kalmıĢ, periĢandı.
Hemen kendisine önce bir öğlen yemek parası verdim. Bir de ödünç nisbetinde 150
kuruĢ verdim ve Ģunu söyledim: „ĠĢçi lazım olursa, seni gelir götürürüm.“ 1953 yılının
onikinci ayına bitirmiĢtik. 12. ayın 15‟i gibiydi. Vehbi Usta‟yla çalıĢmaya devam
ediyoruz. Yağmur yağdığı zaman oda Ģeklindeki o kapalı yerlerin koltukları vardı.
Oraya girer otururduk. Bir gün oturup konuĢurken çaylarımız geldi içiyoruz, Vehbi
Usta sormaya baĢladı. Rıza kimin var kimin yok derken benim bekâr olduğum için
fazla söyleycek bir Ģeyim yoktu. Sadece yetim olduğumu söyledim. Vehbi Usta bu
sefer kendisi bana açıldı. Ġzahlı konuĢmalarıyla Ģunları söylüyordu: “Rıza benim de
baĢımda bir bela var dedi.“ “NeymiĢ bu bela Ustam” diye sordum. Benim aklıma
hemen Adana‟da birĢeyler olabileceği geldi. Meğerse usta karısı ve çocukları varken
tutmuĢ ikinci bir kadın kaçırmıĢ. Kadın da nikâhlıymıĢ. Dolayısıyla kendi karısı
Ģikayet etmiĢ ve hapse girecekmiĢ. O nedenle hapse girmemek için kaçmıĢ. O
zaman ki, kanunlara göre nikâhlı kadının üzerine baĢka bir gayri meĢru kadın
kaçırırsan ya da öyle bir kadınla yakalanırsan, karın da bundan dolayı dava ederse,
hapse attırıyor. En az altı ay dolunca artık o dava hükmünü kayıp ediyor, yakalayıp
hapsetme hükmü de kalkıyormuĢ. Eğer ikisi birlikte yakalanırsa keza ikisini birden
hapis ediyorlardı.
ĠĢte benim Ustamın da böyle bir kadın sorunu vardı. Ben de çocuk olmama
rağmen nereden düĢündüysem, “Usta iyi ki, baĢına bu iĢ gelmiĢ ve sen de Adana‟ya
gelmiĢ, beni bulmuĢsun. ĠĢte benim gibi bir yetime yardım ediyor, iĢ buluyorsun.“
Derken Usta bana kızmanın yerine gülerek karĢılık vermiĢti. Doğrusu maalesef
Ustamın bu hali beni ilgilendirmez. Bana zararı da olmaz. Ancak Ustamın baĢka
huyları da ortaya çıktı. AkĢam olunca üç arkadaĢ bir oluyorlardı, ellerinde kalın bir
sigara vardı. O çekiyor öbürüne veriyor, bir de o çekiyor yine diğerine veriyorlardı.
Ama öyle bir duman oluyor ki, o yattığımız küçük yerdi. Duman içeriye sığmıyor
kapıdan yangın gibi dıĢarı vuruyordu. Bir gün de baktım ellerinde ince bir tahta gibi
rengi sarıydı. Onu kırıp kırıp tütünün içine koyuyorlardı. Ben bunu ustaya sordum:
“Ustam sizin bu yaptığınız nedir?” Usta, „Bu dumandır hoĢ. Bilmiyorsan vallahi
bilmiyorum.“ “Ustam, dumanın ne demek olduğunu da bilmiyorum.“ Ben bunu bir de
bizim hemĢeri Salman‟a sordum. Salman iyice bir güldü. Sonra söyledi onların bir
çekip birine verdikleri ve duman dedikleri Ģey esrardır. Sen duymadın mı? Ben,
93
Ölmeyen Çocuk
“Vallahi duymadım Salman Ege.“ Ege, Divriği‟nin bazı köylerinde kendinden
büyüklere denirdi. Ege‟nin ne anlama geldiğini hala anlamıĢ değilim. Salman da
benden büyük olduğundan Salman Ege derdim. Yöremizde kendinden büyüklere
doğrudan ismen çağrılmazdı. Ġlle de büyük anlamına gelen bir ünvan ilave
edecektin. Neyse ki, Salman Ege‟den o sarı Ģeyin ismini bir de dumanın isminin
esrar olduğunu o zaman öğrenmiĢtim. Yalnız Vehbi Ustam beni o esrarı içmeyi hiç
teklif etmemiĢti. EtmemiĢti ama benim yerim pirelenmiĢti. Zaten küçücük yerde iki
kiĢi yatardık. Yerimizde aynı zamanda düz ve taban bir yerdi. Yani yağmur biraz çok
yağdığı zaman içeriye dolardı. Bir gün de bakacaktın ya hızlı yağmur ya da dolu
yağacak hepsini süpürüp götürecekti. En iyisi benim hem o dar ve tabanda olan
yerden hem de esrar dumanı çeken adamların yanından çıkmam gerekecekti. Bir
öğlen üzeri yağmur yağmıĢtı. Ustama dedim: “Ustam nasıl olsa bir iki saat
çalıĢamayacağız. Bana izin ver de kahveye doğru gideyim de hemĢehrimi bir
göreyim” dedim. Ġyi ki, Ustanın o gün o izini istemiĢim. Usta benim izin istememe
olur derken sormaz mı, “Rıza o hemĢehrin boĢ mudur? ÇalıĢıyor mu?” Ben, “Ustam
ben Selman‟ı tanıyalı tek iki gün oldu çalıĢırım dediğini iĢittim. Ustam ula koĢ al gel
buraya.“ „Olur Ustam” dedim gittim. Benim maksadım Salman‟dan bana yatacak bir
yer bulmasını istemekti. Usta‟dan izin aldım, gittim kahveye, vardım kahvenin
kapısından bir baktım ki, biraz ıraktaki insanlar sigara dumanından tanınmıyor.
Orada oturanların iĢi kâğıt oynamak, çay ve sigara içmekti. Salman hemĢehrimi o
dumanın içinde aradım buldum. Salman, “Rıza yahu sen de buralarda bulunur
muydun? Hele otur çay iç.“ “Yok. Salman Ege ben buraya ne otururum, ne de çay
içerim.“ “Salman, „Niçin?” Ben, „Çünkü, ben burada 10 dakika otursam bu duman
beni boğar ve bu dumanda çay da içilmez.“ O zaman çaylarda ya bir kuruĢtu ya da
2.5 kuruĢtu. Unuttum, iyice anımsayamıyorum. Çünkü, mecbur kalmazsam kahveye
gitmez ve oturmazdım. “Neyse bırak sözü de ben hem seni almaya geldim hem de
bana bir yer bulman için söylemeye geldim. Benim Ustama sana geleceğimi
söyledim. Ustam da hoĢ o uĢak boĢ ise al getir buraya dedi.“ Salman, „Ooo çok iyi,
memnun oldum. Rıza yer aramana gelince senin yer aramana gerek yoktur. Ben
eski iki katlı bir evin ikinci katında bir odada yatıyorum. Ġkimizde orada idare ederiz.
Olur gider.“ O iĢi hemen orada anlaĢtık. “ġimdi Ģöyle yaparız Rıza, senin Usta beni
görünce ister çalıĢtırır, istemez ise çalıĢtırmaz; seninle benim bir odada kalmamı o iĢ
durumuna bağlı olamaz. Beni ustan çalıĢtırsa da çalıĢtırmasa da biz yine ikimiz bir
arada kalırız. Hem de çok iyi olur.“ Binaenaleyh Salman‟la birlikte gittik, kahveye
gelip tekrar ardiyeye Salman‟la birlikte geri gitmemiz 20 dakika ancak sürmüĢtü.
Vehbi Usta da memnun oldu. Vehbi Usta Salman‟ı iĢe aldı. Vehbi Usta Salman‟a 2.5
lira yevmiye vereceğini, benim yevmiyemi de 3 lira yapacağını söyledi. O zamanlar
en delikanlı güçlü kuvvetli insanlar 2.5 liraya çalıĢıyordu. Ben ise 19 yaĢında güçsüz
tıfıl bir çocuktum. Ustam bu durumları da izah etti: “Rıza, sen küçüksen ama bu iĢi
öğrendin. Ben olmadığım zamanlar bu iĢi yapacak durumdasın. Salman‟a da sen
öğretirsin.“ Gerçi Adana‟da yağmurlar çalıĢmaya fırsat vermiyor ama bu iĢ bizim
94
Ölmeyen Çocuk
kendi iĢimiz olduğu için yağmur yağmadığı durumlarda çok kuvvetli çalıĢır
yevmiyenizi hakedecek kadar iĢi çıkarırdık. Yoksa yağmurun yağmayacağı günleri
beklersek biz hiç iĢ yapamayız. Böylece de Salman‟la arkadaĢ olduk. Bir arada
çalıĢmaya hem de bir evde kalmaya baĢladık. Salman‟la iki ay çok güzel günler
geçirdik. Hiç kavga etmedik. Küs de durmadık. Aramızda ev iĢlerinde sen çok ben
az iĢ yaptın yapmadın tartıĢmaları da olmamıĢtı. Ustamız Vehbi Usta olsun,
patronumuz Ahmet Kalfa olsun bizi çok sevmiĢlerdi. Aslında ardiyedeki iĢin idaresini
bana bırakmıĢlardı. Ardiyede biz üç çeĢit iĢ yapardık. Ġki çeĢitli boylarda büz, iki
briket, üç tuvalet taĢları da yapardık. Üstelik yanımıza bir iĢçi daha lazım oldu. Onu
da bana bıraktılar. Rıza sen kafana uygun birini bul getir dediler. Bu iĢçiyi de aynı
kahveden gittim getirdim. O da Sivas‟ın Yıldızeli köylerindendi. Bu arkadaĢım 1.80
boyunda, yaklaĢık 70-80 kilo da çok sadıkane çalıĢan, güçlü bir delikanlıydı. Ama
hangi hemĢeriyi görsem bana hayran oluyorlardı. “Helal olsun Rıza sana sen nasıl
böyle iĢ buluyorsun. ĠĢsiz kalmadığın gibi bizlere de iĢ buluyorsun” derlerdi. Ben de
onlara espiri yapardım, „Bakın arkadaĢlar sizler bu iĢlerin espirisini bilmezsiniz.“
Bunu söylediğim zaman arkadaĢları bir merak sarardı, „Yahu bu espiri dediğin Ģey
ne ise bize de söyle bizde yapalım” derlerdi. Ben de „Hayır siz ben olamazsınız. Ben
olamayacağınıza göre benim becerilerimi de yapamazsınız. Mesela a. ben dede
çocuğuyum, ben dedelerimden dua almıĢım. Bakın Ģimdi burada iki tane olgu
söyledim. Siz bu ikisi gibi veya bunlardan biri olabilir misiniz? Siz oluruz deseniz de
bu mümkün değildir. Bakmayın benim küçük ve çelimsiz olmama.“ Benim bu
ifadelerim inandırıcı olmasa da arkadaĢlarımı iyice merak sarıyordu. Binaenaleyh
benim bu sözlerim Ģaka da olsa aslında doğrudur. ĠĢte bu sefer tekrar devam
ederdim, „Her Ģeyin bir karĢılığı vardır. Her emeğin bir karĢılığı vardır. ġimdi siz
çalıĢıyor karĢılığında para alıyorsunuz. ĠĢte manevî kültürel çalıĢmanın da bir
karĢılığı vardır. Fakat manevîyat çalıĢmalarının ayrı bir özelliği vardır. Esas mesele
olan da odur. Sizin anlayacağınız manevîyat çalıĢmalarında para karĢılığı yoktur.
Dürüst ve doğru çalıĢmak vardır. Örneğin el, bel, dil ilkesi vardır. Bu ilkeleri takip
etmek her kiĢinin iĢi değildir. Er kiĢinin iĢidir. Peki er kiĢi kimdir. Ne nasıl olmalıdır?
ĠĢte bu önemli sorudur. ArkadaĢlar, er kiĢi olabilmen için bir kere dünyada hiçbir
maddi ve manevîyat kiĢisel çıkar karĢısında yalan söylemez kiĢi evlenme çağına
gelip evlenene kadar katii surette hiç kadına ve benzeri yerlere kuĢak çözmez. Daha
Türkçesi bekâretliğini muhafaza eder kiĢi, doğumundan mezara kadar bir hanımla
evlenir, yaĢar. Fazla kazanç temin etmek amacıyla alın terinden baĢka hakkı
olmayan bir maddiyatı zimmetine geçirmeyi, mahkemelerde ve benzeri yerlerde
yalancı Ģahitlik yapmayı, bildiği bir ilmî sanatın pakıllığını çekmeden istekli olan
herkese öğretir. Velhasıl kiĢi dünyada her kötülükten arınmıĢ, süzülmüĢ su gibi
temizlenmiĢ olur. Bütün bu vasıflara sahip olsa bile yine de er kiĢi olmasına yeterli
değildir. Kuralları bilmesi ve iradelerine sahip olması gerekir. Ayrıca bu kazanımlar
toplumla olur. Toplumla da paylaĢılır ve paylaĢılması gerekir. ĠĢte bu konudaki
değeri de kiĢinin kendisinden üstün olan bir ocak evlatı vardır. Daha Türkçesi bu
95
Ölmeyen Çocuk
değerlerin yolu mürĢitten rehberden ve pirden geçer. Bu aĢamalardan geçtikten
sonra da kiĢinin yolu erkanı vardır. Buna da dört kapı denir. Dört kapı veya dört
makam sahipleri herkes kendi alanında bilinçli ve dürüst kiĢilerdir. Er kiĢi olabilmesi
için iĢte bu dört kapıda kiĢi kendini bulursa o kiĢi er kiĢi olgun kiĢi ünvanına kavuĢur.
Bana gelince haĢa daha o seviyelere gelemedim ama daha 19 yaĢımda olmama
rağmen bütün bu olgulara az da olsa malik olmuĢ durumdayım. Benim sevilmemin
sayılmamın sırrı ve kaynağı budur.“ Bu konuĢmalarımıza karĢı arkadaĢlarımın
vereceği sadece bir yanıtı vardı. O da Ģu idi: “Vallahi helal olsun. Gerçekten bu
olgular ne bizde vardır, ne de biz bunları yapabiliriz.“
ÇalıĢmalarımız devam ediyordu. Yaptığımız iĢlerden büz döküm iĢ bitmiĢ,
kurumuĢ kullanılır duruma gelmiĢti. Ahmet Kalfa bir gün geldi, Vehbi Usta‟ya dedi ki,
„Biz ardiyede diğer iĢleri durduracağız ve mahalleye döĢeyeceğimiz Ģu büz iĢine
devam edeceğiz. ġimdi seninle yeniden bir konuĢalım. Zira ben büz döĢeme iĢini
yevmiye ile yaptırmak istiyorum. Sen kaç lira yevmiye istiyorsun?” dedi. KonuĢmalar
açık ve seçik bizim yanımızda oluyordu. Vehbi Usta, „Ben yevmiyeyle çalıĢırsem 9
liradan aĢağı çalıĢmam hoĢ. Ama senin burada ekmeğini yedik hoĢ. Seninle 8 liraya
çaliĢirem hoĢ.“ Ahmet Kalfa, „Sayın Ustam, Allah‟ıma ben bu iĢi ucuza aldım 8-9 lira
yevmiye ile usta çalıĢtırsam hiç para kazanamam zarar ederim.“ Vehbi Usta, „Sen
bilirsen. Ahmet Kalfa, “Ustam sizden bir ricam vardır.“ Vehbi Usta, „Buyurun.“
“Rıza‟yı bu iĢi yapması için bana verir misin? Kendisine 5 lira yevmiye veririm. Rıza
büz döĢeme iĢini yapabilir mi?” Vehbi Usta, „HoĢ Rıza öyle bir kabiliyetli çocuk ki,
Ģurdaki iĢlerin hepsini iki günde öğrenmiĢtir. Yapabileceğinden eminem. Yalnız
çalıĢır çalıĢmaz ben kendisine mani olmam. Rıza‟ya ben de iĢ bulurem. Sen de iĢ
verirsen zira. Rıza‟yı sende benim kadar tanıdın. ĠĢte kendisi.“
BĠR AġAMA VEYA GELĠġME
Benim için hem bir aĢama hem de geliĢmedir. Para o kadar, mühim değil. Zira
ben yeni usta oluyorum. Yanımda en az 3-4 insan çalıĢtıracağım. Ama ben 19
yaĢındayım. ÇalıĢtıracağım insanların en küçüğü 25-30 yaĢında. Salman 35
yaĢlarında iki tane karısı olduğunu, 4-5 çocuk sahibi olduğunu söyledi. Değerli bir
hemĢerim idi. Ben beĢ lira yevmiye alacağım. En aĢağı usta ücretidir. Önemli değil
benim kafamda öyle bir ümitler uyanıyor ki, sanki içimde bir söyleyen var, “Rıza sen
gir bu iĢe diyor. Senin ufkun açıktır” diyor. BaĢka bir soru daha var ki, ben Ahmet
Kalfa‟nın bu teklifine evet demeseydim yanımda üç tane aile geçindiren üç insan
vardı. Bu insanlar yağmur yağmanın yüzünden günlerce çalıĢamamıĢlardı. Paraları
pulları bitmiĢ, benim yüzümden onlar da ben devam ettiğim müddetçe aralıksız
çalıĢıp sebepleneceklerdi. ĠĢte iĢin bu yönü de çok mühimdi. Diğer taraftan Vehbi
Usta‟nın durumu idi. Vehbi Usta bana iĢ verdi, iĢ buldu. Vehbi Usta benim adıma
yolculuğumda diyebilirim ki, Hızır gibi karĢıma çıkmıĢtı. Bu durum inkâr edilemezdi
ve takdirle karĢılanması gereken bir tesadüftü. Gel gör ki, Vehbi Usta‟nın esrar
içmesi, kaçak evliliğinden doğan olumsuz durumları beni çok etkiliyordu. ĠĢte
96
Ölmeyen Çocuk
Ustamın bu iki tutumu beni kendisinden ayırmaya zorluyordu. Üstelik Vehbi Usta‟nın
sözüne göre birbirimizden ayrılmayacaktık, kayıp vermeyecekti. Bu düĢünce sadece
benim kafamda olan düĢünceydi. Bütün bu düĢünceler o anda kafamda oluĢmuĢtu.
Arada boĢ gün geçirmeden Ustaya ve Ahmet Kalfa‟ya evet demem gerekiyordu.
Ġçimden üç arkadaĢın üçü de benim gözüme bakıyordu ki, nerdeyse ses çıkarıp evet
desene diye beni zorlayacak durumdalardı. Binaenaleyh Ahmet Kalfama döndüm,
„Olur çalıĢırım” cevabını verdim ve ekledim. Ama yanımdaki arkadaĢlarda birlikte
olursa. Oysa Ahmet Kalfa benden önce hazırlanmıĢ ben arkadaĢlarımı söylemesem
de kendisi onları da beraberimde getireceğimi ve çalıĢacaklarını söylemeye hazır
olduğunu söyledi. Mamafih ben kendisinden önce davranıp söylemiĢim. Bir de
arkadaĢlara döndüm ki, arkadaĢlarım yüzleri pırıl pırıl gülüyordu, „Sağol Rıza sağol.“
Ahmet ağabey diyorlardı, bu üç arkadaĢımın ikisinin ismini anımsamıyorum. Sadece
bir tanesinin adı hatırımda kalmıĢtı. Salman hatırımdan silinmemiĢti. Çünkü
Salman‟la bir arada kaldık. Yemek piĢirip yedik, çay kaynatıp içtik, birlikte hamama
gittik. Hamam dedim de hatırıma geldi. Türkiye‟de bir çok sanata ve de insan
iliĢkilerine o tarihlerde daha çok değer verilirdi. Sonra inanmak, güvenmek hususları
bugünkünden çok daha ciddi boyutta idi. Örneğin Salman‟la haftada bir defa
hamama giderdik. Bir defa o zamanlar hamama girerken para ödenmezdi, çıkarken
ödenirdi. ġimdilerde ben hamama gitmiyorum ama duyduğuma göre peĢin
ödeniyormuĢ. Ayrıca bazı arkadaĢlar anlatıyorlar, insanî haraketleri hizmet
durumlarını dinliyorum da o tarihlerdeki samimi ve insanî davranıĢları tutmuyor.
Oysa ki, okuma oranı çoğalan bir toplumda ve teknolojinin, tekniğin hızla ilerlediği bir
çağ ortamında sosyal, kültürel, manevî, insanî oluĢumlarında daha da artması
gerekirdi. Maalesef görülüyor ki, bu oluĢumların artması Ģurda dursun, bu tür iliĢki ve
olgulardan eser bile kalmamıĢ durumdadır. Hatta eksilmeye devam ettiğni üzülerek
görüyoruz.
NEDEN?
Bu neden sorusunun altında o kadar çok verilecek cevaplar var ki, bu soru ve
cevaplar ciltlerle kitap doldurur. Ben ise kitabımın bu kısmında sadece birkaç baĢlık
atmak istedim yukarıda bir hanımefendiyi örnek verdiğim gibi.
Saygıdeğer okurlar, yukarıda bahsettiğim olguların temelini Ģu faktörler oluĢturur
kanaatindeyim.
1. A. KADIN ERKEK EġĠTLĠĞĠ: Bir defa bir memlekette toplumsal bir potansiyel
varsa ki, bu da vardır, söz konusu toplumları da aile kurumları oluĢturuyorsa, orada
kadın erkek eĢitliği olmalıdır. B. Kadın erkek eĢitliği aslında insanoğullarının doğal
hakkıdır. C. Eğer insanî düĢüncede kadın hakkı, erkek hakkı diye bir ayrımcalıklı
yasa yapıldıysa bu demektir ki, siyasi kurumlar kendilerine bir hak temin etme
çabasındadırlar. D. Hele hele bugünkü çağda kadın ayrı erkek ayrı oturtuluyorsa,
daha olmadı kadına ayrı erkeğe ayrı toplu taĢımacılığı ayrılıyorsa, o toplumlarda
97
Ölmeyen Çocuk
insanî iliĢkilerden söz etmek mümkün değildir. Tam tersi o toplum fertleri saldırgan
olurlar.
2. A. MĠLLĠ EĞĠTĠM: Milli Eğitim kavramı devletin resmî diliyle vatandaĢını
okutarak eğitmelidir. B. T.C. Devletinin okutması gereken Latince harfi Türk Dilidir.
C. T.C. vatandaĢına Türk diliyle temel faktör olarak çağın gereksinimlerini öğretir. D.
Çağın gereksinimlerine göre Milli Eğitim kurumlarında kabiliyetlere göre eğitim
verilir. E. Eğitimdeki esas faktör ise çağın geliĢimine göre teknoloji bilinçlerinin
üretilmesidir. Bu ise kelime zenginliğinden doğar.
3. A. YABANCI DĠL:Yabancı dil, kendi dilinin dıĢındaki dillerdir. B. Bunun
öğrenme gereksinimi dünyadaki rekabetin gerektirdiği unsurlardır. Kalkınma
hamlesinde olan devletler arasında diyalog ve rekabetin gereğidir. Bu ek bir dildir.
Temel eğitim anadil ile olmalıdır. C. Eğitimde temel gıda tarıma dayalıdır. Tarım
kısmı, sanayi kısmı. Bu da üretimle olmalıdır. Ç. Üretimle ilgili kaynak ise önce kendi
memleketindeki yeraltı yer üstü kaynaklardır. D. Bir memleket ki, öncelikle kendi
memleketindeki kaynakları harekete geçirmiyorsa, teknolojide olsun istihdamda
olsun ülkesini refah düzeylerine kavuĢturamaz.
4. A. Dünyayla olan rekabet diyalogunda geride kalır. Eğitimde kasıt ise eĢitlik
ve adalet ilkesine dayalı olmalı (bazı olağanüstü kabiliyetler müstesna olmak üzere
ki, bunların da test yaptırmakla anlaĢılması mümkündür), seviyesiz eğitim
verilmemelidir. Yani devlet nezdinde ayrımcalık ortadan kaldırılmalıdır. B. Zira bir
memleketin bütün değerlerini, sorunlarını birlikte paylaĢıyorsa o taktirde eğitimdeki
ayrımcalıklar kavganın doğrudan doğruya temel kaynağı olur. Bu tür uygulamalara
karĢın birlik beraberlik çağrıları ciddiyetten uzak olur. Sadece makyajdan ibarettir.
5. A. SOSYAL VE KÜLTÜREL EĞĠTĠM, B. Sosyal ve kültürel eğitimin
kavramları. C. Sosyal iliĢkiler, Ç. Din kültür bilgisi, D. Aile mevhumunda cinsel
bilgiler, E. Aile reislerinin yani ananın babanın önemi. YaĢlı insanların toplumdaki
yerleri ve onlara karĢı nasıl davranmalı? F. Özel ve tüzel kiĢilerin birbirlerine karĢı
sorumluluk duyarlılıkları. G. Toplum kavramları, sokakta davranıĢ hal ve gidiĢ
kuralları. Ğ. Yukarıda sıraladığım faktörler okullarda eĢit olarak öğretilmiyorsa,
okuyan insanlar bu bilgilerden eğitimini almamıĢ ise, konumuzun baĢında
bahsettiğim gibi barıĢı ve eĢitliği sağlayamazsınız. Ġnsanlar ne kadar bilinçli olursa
olsun insanî ve sosyal duygulardan kopuk olurlar ve de yoksun olurlar.
8-9-10 yıllık zorunlu eğitimdeki kavramlar budur ve de olmalıdır. Bu sistem ise
çocukları 5-7-8. sınıflara kadar yönlendirmekle olur. Eğer 8 yıllık temel eğitimde
sosyal, kültürel ve aile mevhumlarını içeren sorumluluk duygularıyla eğitim
verilmeyecekse 8 yıllık 9 yıllık eğitiminde fazla bir önemi olmayacaktır.
Binanenaleyh, anımın bu bölümünde sosyal, kültürel ve insanî iliĢkiler içerikli birkaç
cümle sunmuĢ oldum. Takdirlerinize sunulur.
VEHBĠ USTA‟DAN AYRILDIKTAN SONRA
98
Ölmeyen Çocuk
ġimdi dönelim Adana‟da devam eden anılarımıza. Vehbi Usta‟dan ayrıldık.
Vehbi Usta gide dursun biz devam edelim çalıĢmamıza. Kanal çalıĢmalarına
baĢladık. Artık hem Ustam hem de patronum Ahmet Kalfa olmuĢtu. Ahmet Kalfa
yaĢıyorsa kulakları çınlasın. Orta boylu 65-70 kilo ağırlıkta esmer tenli güler yüzlü
palabıyık taĢıyan çok alicenap bir insandı.
Yapacağımız iĢ alanı tamamen mahalle arasıydı. Hürriyet Mahallesi diye bir
mahalleydi. Mahallenin notunu Ahmet Kalfam bana Ģöyle anlatmıĢtı. “Rıza ben
insanları kötülemek için söylemiyorum. Yalnız mahalleyi tanıman onların iĢleri
olacak, onlarla iyi anlaĢabilmen açısından birkaç bilgi vermek istiyorum. Bu
mahallede insanlarımıza fellah derler. Çok sıcak, insana yakın insanlardır. Bunların
evlerinin önlerine çeĢme gövdeleri yapılacak, kapı önlerine beton döktürenler
olacak. Yani çeĢitli iĢleri olacaktır. ġimdi ben seni mahallede birkaç aileye
tanıtacağım. Sen iki arkadaĢ daha getireceksin. Ġki kiĢi sizin önünüz sıra kanal
kazıyacak, sende üç kiĢiyle büzleri döĢeyeceksin. Yağmur yağdığı sıralarda bazı
boĢ zamanlarınızda mahallede evlerin iĢlerini yaparsın. Böylece hem sen hem de
arkadaĢların çalıĢıp para kazanacaksınız.“ Yanıt: „Tamam Ustam, sağolun ben de
elimden geldiği kadar hem senin iĢlerini hem de mahallelinin iĢlerini arkadaĢlarımla
birlikte beğenilir Ģekilde yapmaya çalıĢacağım.“ Ahmet Kalfa bu alicenap
yardımlarıyla bizim de gönlümüzü bir kat daha kendine bağlıyordu.
Ben de Ahmet Kalfa‟nın talimatı üzerine kahveye gittim. Ġki tane iĢçi getirdim.
Ama o genç arkadaĢları bir göreceksin. Boylarından insan asılır. Pırıl pırıl genç
insanlar. BeĢ tane iĢçim bir de ben altı kiĢi sabahleyin iĢe bir giriĢtik ama kanal
önümüzde sanki yürüyerek gidiyor. Toprak da yumuĢaktı doğrusu. GüneĢ kabarmıĢ
biz yaklaĢık 20-30 metre ilerlemiĢtik.
Bir de Ahmet Kalfa geldi pala bıyıkların altında dudakları ve gözleri gülüyordu.
Geldi yanımıza, “Rıza Ustaé dedi. Ġlk defa bana usta diyen biri vardı. “Ustam ben
usta olamadım ki.“ “Yook Rıza sen var ya, en az benim kadar ustasın. Merak etme!”
“TeĢekkür ederim Ustam. Sizin sayenizde.
“Rıza Usta ben sana birĢey daha söylemek isityorum.“ „Buyurun Ustam.“ „Bu
kadar hızlı çalıĢıp kendinizi yormayın. Normal çalıĢın.“ “Sayın Ustam haklısın ama
bizim de bir bildiğimiz var. Mesela Adana‟nın iklimini öğrendik. Genellikle öğlen
sonraları yağmurlu oluyor. Ustam bizim gayemiz sabahleyin ilk hamlede hele
hakedeceğimiz günlük iĢimizi bir çırpıda çıkarmak. Yağmur yağdığı zaman
malumunüz elimizi iĢten çekmeye mecburuz. O zaman istesek de çalıĢamayacağız.
ĠĢte bu kaygıyla yağmurun yağmadığı günlerde ve saatlerde fırsatı çok iyi
değerlendirmemiz gerekir. Doğru mu kalfam?” “Yahu Rıza yüzüne söylemek gibi
olmasın ama gerçekten olağanüstü bir çocuksun. Senden yani bakıyorum da hiç
ummadığım konuĢmalar çıkıyor ağzından.“ „Canın sağolsun Ustam.“ Ahmet Kalfa
gitti baĢımızdan. Ahmet Kalfa kanal boyunu iĢaretlemiĢ kazıkları çakmıĢ, bizim
kazıyacağımız yerler bellidir. Kalfamız gide dursun biz arkadaĢlarımızla elli metre
99
Ölmeyen Çocuk
yeri kazdık büzleri döĢedik. Anımsadığım kadarıyla saat bir buçuğu vuruyordu. Belki
inandırması güç olur ama ben doğru yazdığımın inancınDayım. Sabahleyin Ahmet
Kalfa‟yla konuĢurken sanki ağzımız falmıĢ gibi biz elli metre yeri kapattık. ArkadaĢı
öğlen yemeği almaya gönderdik. Hemen orada bir ev önünde üzeri kapalı, etrafı
açık bir çardak vardı. Yağmurda hemen o arada yağdım yağacağım diye haber
veriyordu. Velhasıl o çardakta yemeğimizi yiyip bitirmeden yağmur hızlı bir vaziyette
bastırdı. Ama biz sabahleyin baĢladığımız tempoda hiç dinlenme molası felan
vermeden akĢama kadar yapacağımız iĢi fazlasıyla yapmıĢtık. DöĢediğimiz büzler
yüzlük büzlere kazdığımız çukur 1.5 x 2 büzün altına kum dökülüyordu. Büzlerin
birleĢtiği yerleri de harçla sıvıyorduk. Öyle baĢtan savma iĢ yapmazdık. Aynı
zamanda her gün yaptığımız çukuru kapatıyorduk. Ahmet Kalfamız akĢam gelir
yaptığımız iĢleri kontrol ederdi. Bize hayretle bakar Ģöyle söylerdi: “Helal olsun Rıza
Usta, yahu Rıza, oğlum ben hayret ediyorum. Ben iĢveren olduğum halde yemin
ederim ki, Ģu yağmurlu havada bu kadar iĢi yaptıramam ve yapamam da. Sana
gelince ben de baĢınızda olmadığım halde arkadaĢlarınla birlikte maĢallah
olağanüstü iĢ yapıyorsunuz. Sonra sen henüz 18 yaĢındasın, bünyesi de zayıf bir
çocuksun. ArkadaĢlar da öğrendiğime göre bu iĢi ilk defa yapıyorlar. Yani demek
oluyor ki, sen bu iĢi bu arkadaĢlara hem öğretiyorsun hem de yapılması gereken
iĢleri de fazlasıyla yapabiliyorsunuz.“ Zira Adana‟da yarım gün yağmaz ise yarı gün
muhakkak yağmur yağar. Hele hele bu sene bazı günler sizin de bildiğiniz gibi bazı
tam günde yağıyor. Bu arada arkadaĢlarım da devreye girerler. Ahmet Kalfa‟ya yanıt
verirlerdi: „Ahmet Ağabey sizin de buyurduğunuz gibi bu arkadaĢın yani bu yaĢta bu
görünümüyle Ustamız olan Rıza Usta‟ya bakıyoruz, biz de hayret ediyoruz. Yani
bize öyle bir iĢ yaptırıyor ki, iĢleri bize tarif ederken hiç de bize sözleri ağır gelmiyor.
Elimize iĢi alıp baĢladığımızda istiyoruz ki, bir günlük iĢi 3.5 saatte bitirelim. Daha
Türkçesi bu iĢ bizim kendi iĢimiz köydeki bahçemizde tarlamızda çalıĢıyoruz, öyle
sanıyoruz Ahmet Ağabey.“ BeĢ arkadaĢ bir de ben altı kiĢi mahallenin kanalizasyon
büzlerini döĢemeye devam ederken bu anımızın baĢında da belirttiğim gibi mahalle
sakinlerinden talepler gelmeye baĢlamıĢtı. Talepler Ģunlardı. Hemen herkes A.
tuvalet ayaklarının bağlanması, b. kapı önlerine birer musluk ve musluk önüne birer
çeĢme gövdesi. ÇeĢme gövdeleri kare Ģeklinde 75 santimetre kuturunda yaklaĢık
40-50 santimetre derinliğinde olacaktır. C. kapı önlerine ve tuvalet banyo giriĢ
kısımlarına beton yapılmasıydı. Tabi ki, talep sahiplerinin bu iĢleri Ahmet Kalfa‟ya ait
değildi. Yapılacak olan bu gibi muhtelif iĢler ekstraydı. Yani talepler doğrudan
doğruya banaydı. Ben yapacaktım. Parasını da ben alacaktım. Ancak Ahmet
Kalfa‟nın haberi olacaktı. Binaenaleyh Ahmet Kalfa mahalle sakinlerinden talep
geldiğinde söz konusu iĢleri yapmama izin vermiĢ ve de yardımcı olmuĢtu. ġimdi
sıra talep sahiplerinin iĢlerinin yapılmasına gelmiĢti. Mahalle sakinlerinin iĢlerinin
yapılması için bir program düzenlenmesi gerekiyordu. Programda Ahmet Kalfa‟ya ait
olan kanalizasyon iĢleri aksamayacak. Benim de kendime istediğim saatte ve günde
hatta gerekirse akĢam saatlerinde istediğim zaman görebilecek ve çalıĢabilecek
100
Ölmeyen Çocuk
arkadaĢ gerekecekti. Bu beyanda beĢ arkadaĢım var. Ekstra iĢleri yaparken bana
ikisi lazımdı. Bunlardan birisi her gün bir odaya odada yemek yemeyi vesaire
iĢlerimizi paylaĢtığımız Salman‟dı. Ġkincisi ise dört arkadaĢtan birisi olacaktı.
Ġsimlerini anımsayamadığım bu arkadaĢlar kendi aralarında kararlaĢtırmıĢlar.
ÇalıĢacağımız günler nöbetleĢerek çalıĢacaklardı. Binaenaleyh nöbetleĢerek
çalıĢma kararlarına ben de memnun olmuĢtum. Böylece bu çalıĢma programı da
tamamdı.
ÇALIġMA PROGRAMININ UYGULANMASI
Bir kere sabahleyin kalkıp kahvaltı yaptıktan sonra havaya bakardık. Yağmur
yağmıyorsa hemen kanalizasyon iĢine baĢlar tam yevmiye de yapacağımız iĢi
dinlenme molası vermeden yapar bitirirdik. Sonra öğlen yemeği yerdik. Öğlen
yemeği saate bağlı değildi. Hakedeceğimiz iĢi bitirince yemek yemeye otururduk.
Yani biz saate endeksli değildik. Yağmurun yağmasına endekslenmiĢtik. Daha sonra
yağmur yağmaz ise biz hakkımız olan iĢi yapmıĢ olsak bile yine saat 5-6‟ya kadar
çalıĢırdık. Yağmurun yağmadığı gündüz saatlerinde Ahmet Kalfa‟nın iĢini yağmur
yağdığı ve akĢam saatlerinde de a. tuvalet ayakları ve çeĢme gövdeleri, b. çardak
ve içeride betonlama iĢlerini yapardık.
ÇOK ĠYĠ ĠNSANLARDI
Mahalle sakinleri baĢta Ahmet Kalfa olmak üzere son derece iyi insanlardı. Bir
defa kanal iĢleri yaptığımız esnada yol kenarındaki evler bize günde üç defa kahve
veya çay verirlerdi. Ev iĢlerini yaptığımız zamanlarda da iĢini yaptığımız evler hem
bizden çekinmezlerdi hem de yemek yedirmeden yemeğin üzerine çay kahve
içirmeden ya da bir tatlı yedirmeden bırakmazlardı. ÇalıĢtığımız mahalle Adana‟nın
Hürriyet Mahallesiydi. Bu mahalle sakinleri çoğunluğu çok esmer, azınlık bir kısmı
siyah olanlar da vardı. Beyaz tenli insanlar azınlıkta idi. Hiç insan ayrılığı
gözetmezlerdi. 1954 ilkbahar aylarıydı. Binanenaleyh Türkiye genelinde geliĢmiĢlik
ve okuma oranı yüzde 25-30‟lara ancak varıyordu. Buna rağmen hürriyet mahallesi
sakinlerinin içinde ve yüreğinde kaynayan bir aydınlık, bir ileri görüĢlülük, bir
kalkınmıĢlık kendisini gösteriyordu. O mahallede dördüncü ayın sonlarına kadar dört
arkadaĢla ve Ahmet Kalfa‟yla birlikte çalıĢtık. Ahmet Kalfa‟nın protokolünde olan
iĢlerini ve kanalın baĢladığı noktadan bittiği noktaya kadar çevredeki bu
betonlamalarını çeĢme gövdelerini yaptık bitirdik.
HELALLEġME ve AYRILMA
VedalaĢma zamanı gelmiĢti. Ben köyüme dönecektim. Gerçi direk köye
gitmeyecektim. Gaziantep‟e gidecektim. Gaziantep‟ten kendime bir takım elbise, eve
bazı hediyeler alacaktım.
101
Ölmeyen Çocuk
Dolayısıyla önce Ahmet Kalfa‟yla vedalaĢtık. Ahmet Kalfa‟nın ve benim
ayrılırken gözlerimiz yaĢarmıĢtı. 2-3 ay bir çalıĢma sürecimiz Vehbi Usta‟yla olduğu
kadar da Ahmet Kalfa‟yla da aramızdaki ilgi insanî yönlerden arkadaĢlığa
dönüĢmüĢtü. Ahmet Kalfa, “Rıza, Adana‟ya tekrar yolun düĢerse beni arayıp
bulmanı çok arz ederim” diye de bir vebal atmıĢtı. Maalesef 1954 yılının dördüncü
ayıydı, bu satırları da yazdığım tarih 2.7.1997‟ye kadar 43 sene oldu. Hala yolum
düĢmedi ve Adana‟ya bir daha gidemedim. Mahalle sakinlerine gelince, mahalle
sakinlerinin ekmeklerini yedik, çay ve kahvelerini içtik. Ne yazık ki, hepsiyle
görüĢemedim. Birkaç mahalle sakiniyle hepsinin yerine vedalaĢtım ve helallık aldım.
ArkadaĢlarıma gelince, Salman hemĢehrim de benimle beraber Adana‟dan Divriği‟ye
gitmek üzere ayrılmıĢtı. Ġsmini hatırlamadığım diğer Sivaslı üç arkadaĢım Adana‟da
çalıĢmaya devam edeceklerini söylemiĢlerdi. Böylece üzülerek birbirimizden
ayrılmıĢtık. 43 sene gibi uzun bir zaman geçmesine rağmen, 43 sene sonra o
günlerdeki anılarımı kaleme alırken gerçekten insan o günleri yaĢar gibi oluyor. Bu
nedenle o tarihlerde karĢılaĢtığım arkadaĢ olduğum insanların ölenlerine Hak‟tan
rahmet, yaĢayanlarına selametler diliyorum.
YUKARIDA UNUTUP YAZMADIĞIM ANIMA BĠR ĠLAVE DAHA
EKLĠYORUM
PĠYANGO BĠLETĠ
Ankara‟dan ayrılıp Adana‟ya gideceğim gün bir tane milli piyango bileti almıĢtım.
Bileti kaç liraya aldığımı ve tam mı yarım mı hangi, tür biletten aldığımı
anımsamıyorum. Ancak Adana‟da 5-6. gün para kazanamadım. Cebimdeki paramda
bitmiĢti. Bana yardım edecek olan Vehbi Usta‟ya da söyleyememiĢtim. Para bir
kuruĢ desen kalmamıĢtı. Malum gurbette paran biterse kötü oluyor. Hele hele
askerlik yapmamıĢ kiĢi, toplum içinde güven sağlayamaz kolay kolay. Bir baĢka
gariplik ise Adana‟ya ilk defa gelmiĢ olan için parasız olmak insanda daha çok
gariplik yaratması. Ceplerimi karıĢtırırken unutmuĢ olduğum milli piyango bileti
cebimden çıkıvermiĢti. Piyango bileti satan bir giĢeye götürdüm gösterdim. Biletçi,
“2.5 liran var vereyim mi?” dedi. O anda „Allah be” demiĢim. Büfecinin dikkatini çekti.
Bana göre büfecinin hayretine giden Ģuydu: Ona göre 2.5 lira çok para değildi.
Acaba ben 2.5 lira gibi bir parayı hiç görmemiĢ miydim? Niye bu kadar
heyecanlanmıĢtım. Tabi ki, benim 2 gün parasız kaldığımı büfeci bilemezdi. Oysa ki,
benim iki gün parasız kalmam o günde iĢsiz olmam beni çok üzmüĢtü. Binaenaleyh
2.5 lira benim için hem çok paraydı hem de bulmuĢ gibiydim. 2.5 lira bana 3 gün
yetecekti. 3 gün iĢsiz kalsam bu para bana üç gün yetecekti.
GAZĠANTEP‟E GĠDĠġĠM
Gaziantep‟e giderken iĢ için, çalıĢmak için gitmeyecektim. Bazı arkadaĢların
tavsiyesine uyarak sadece kendime takım elbise almak için gidecektim. Gaziantep‟e
102
Ölmeyen Çocuk
giderken arkadaĢım yoktu. Ankara‟dan Adana‟ya ilk defa geldiğim gibi Gaziantep‟e
de ilk defa gidiyordum.
Gerçekten insan hiç gitmediği bir memlekete giderken yanında bir arkadaĢı veya
bir yol göstereni yoksa o tarihlerde düĢündürücüydü. Hele hele benim gibi genç ve
hayat tecrübesi olmayan bir çocuk için daha da çok zor olan bir olaydı. Adana‟dan
ismini anımsayamadığım bir otobüsle yola çıktık. Çıktık ama Gaziantep‟e giden
yolculuğum çok zor geçti. Adana‟dan Gaziantep‟e giden karayolu o tarihlerde çok
bozuk ve virajlı yoldu. Benim ise kara yoluyla yolculuk yapmam ikinci defa oluyordu.
Bizi taĢıyan arabanın durumu ise Allah‟a emanetti. Örneğin arabadan içeriye
dıĢardan toz almasını mı dersin, benzin kokusu mu dersin, araba zikzaklı yollardan
geçerken sallanıyor mu dersin insanlar da karın, bağırsak, mide denen hiçbir Ģey
kalmıyordu. Bana gelince içimde bir damla bir Ģey kalmadı. Hepsi dıĢarı döküldü.
Otobüsün içinde öğürdüğüm zaman ciğerlerim sökülürcesine dıĢarı zorluyordu. Bu
arada ben gözümü açıp hiç kimseye bakamıyordum. Hatta can kurtaran yok mu
diyeceğim geliyordu. Neyse ki, bir ara otobüsü bir yerde durdurdular. Yol kenarında
çeĢme varmıĢ. Bir arkadaĢ sağolsun beni çeĢmenin önüne götürdü. Ben yıkandım,
biraz hava aldım. ġöyle bir etrafıma baktım ki, benim gibi birkaç yolcu daha benim
durumuma düĢmüĢ. Üstelik benim gibi olanların içinde çocuklar vardı, kadınlar vardı.
Yani aĢağı yukarı yolcuların tamamı arabanın durumundan çok etkilenmiĢ olacak ki,
bazı aklı baĢında ağzı laf yapan konuĢmayı bilen yolcular Ģoföre kan kustururcasına
kızıyor, kavga ediyorlardı. Hak arayan yolcuların haklı sözleri arasında Ģu kelimeler
geçiyordu: „Sen bu arabayla nasıl yolcu taĢıyabilirsin? Sen bu insanları doğrudan
doğruya öldürmek için mi yola çıkardın? Bu araba insan taĢır mı?” Ama Ģunu bilin ki,
Gaziantep‟e inince sizi trafiğe Ģikayet edeceğiz diyorlardı. Gelelim yola devam
etmeye. Gerçekten Adana‟dan Gaziantep‟e uzanan karayolu yokuĢlu virajlı zikzaklı
yola yol demeye Ģahit lazımdı. O kadar çok berbat bir yoldu. ġimdilerde bilmiyorum
nasıldır. Tabi ki, düzeltilmiĢtir. Zira aradan 43 yıl geçti. Gaziantep‟e bir daha yolum
düĢmedi.
GAZĠANTEP‟E ĠNĠġ
Gaziantep terminaline indim ama bir taraftan yol boyu otobüs tutmasından
dolayı hasta olmam, diğer taraftan Antep‟e ilk defa gelmemin acemiliği. Dahası
sırtımda taĢıdığım yorganım. Yani Adana‟dan baĢladığım Antep yolculuğu bir
garipliktir gidiyor. Gaziantep‟e iniĢimde tahminim öğlen sonu saat 4-5 olmuĢtu.
Yukarıda anlattığım gibi bu yorgunluğumuzla çarĢıya çıkacak veya Antep‟i gezecek
durumum olamazdı. Yapacağım iĢ bir otel bulup yatmaktı. Terminalin bir köĢesine
oturup ne yapacağımı düĢünürken aradan yarım saat zaman geçmiĢ. Oradan
kalktım yorganımı omuzuma taktım yürüdüm. Bir kiĢiye sordum, bana otellerin
nerede olduğunu tarif etti. O mahalleye yaklaĢınca birine daha sordum. Ġkinci
sorduğum adam beni aldı götürdü, bir otele yerleĢtirdi. Ayrıca otelciye de, „Bu çocuk
garip, Antep‟e ilk defa geliyor. Yardım et bu çocuğa yörüm” diye tenbih etti. O
103
Ölmeyen Çocuk
zamana göre otelin temizlik vesaire durumları fena değildi. Sabahleyin nasip oldu,
kalktım otelciye bir ricada bulundum. Dedim ki, „Ben Gaziantep‟ten bazı alıĢveriĢler
yapacağım. Yorganım birkaç saat otelde kalabilir mi ve ayrıca bu elbise felan gibi
alıĢ veriĢ yerleri nerdedir? Bana yol gösterir misin?” Otelci, „Olur yörüm yorganın
dursun. Sen istediğin gibi alıĢveriĢini yap” dedi. Daha sonra otelci aĢağı indi.
AlıĢveriĢ yerlerini tarif etti. Hatti zatında dikkatli olmamı, birĢey aldığın zaman
pazarlık etmemi söyledi. Beni fevkalade uyardı otelci. Velhasıl Gaziantep‟ten
elbisemi aldım. Eve aklımın yettiği kadar parama göre hediyelerimi aldım. Henüz
öğlen olmamıĢtı, eĢyalarımı aldım otele geldim. Tekrar çarĢıya çıktım, Ģöyle kendimi
bir yokladım. Birgün öncesine göre epeyce yorlduğumu atmıĢım. Bir de Ģu karnımı
doyurayım dedim. Bir lokanta buldum, bir güzel de karnımı doyurdum. Binaenaleyh
bir gün önce otobüs yolculuğunda içimde bir damla su bile kalmamıĢtı. Ciğerlerim
midem sökülürcesine allak bullak olmuĢtu. Bundan dolayı ikinci gün yaklaĢık saat on
bire kadar ağzıma bir damla yiyecek içecek namına bir Ģey almamıĢtım. Ama akĢam
yatarken, sabah kalkarken çeĢmede yüzümü kafamı iyice bir yıkamıĢtım. AĢağı
yukarı yarı banyo yapmıĢtım. Gençliğin alameti olacak ki, gerçekten yemek yemek
aklıma geldiği saatte üzerimde yorgunluğun, hastalığın zerresi bile kalmamıĢtı.
Canım sadece yemek istiyordu. Bugün aynı yolculuğu yapmaya ve aynı Ģartlara
maruz kalsam en az 15 gün hasta olacağımdan eminim. Ama 18 yaĢın verdiği enerji
o kadar ezilmiĢliği 10 saatte içinde kaldırıp atmıĢtı. Bana göre gençliğin değerini
bilmek lazım. Ben ise yaĢadığım müddetçe gençliğime hiç değer vermediğimi itiraf
ediyorum. Bu vesile ile bu anılarımı okuyanlara diyorum ki, „Aman gençliğinizin
değerini bilin.“ Gelelim yolculuğumuzun devamına. ġimdi lokantada yemeğimi
yedim, karnımı bir güzel doyurdum. Antep‟te 5-6 saat de gezmiĢ oldum. Bu kısa
seyahatimde Gaziantep halkının iki özelilğini öğrendim ve içimde anı olarak kaldı.
Birisi yol gösterme hususunda yumuĢak ve sıcak kanlıklılıkla yardımseverliklerini.
Ġkincisi o tarihlerdeki Türk Halkının geliĢmiĢliğine göre bir Ankara, Adana, Sivas‟a
kıyaslarsak temizlikte ve tabiatlarında Gaziantep‟te daha fazla titizlik görmüĢtüm.
SĠVAS YOLCULUĞU
Antep‟ten Sivas‟a Sivas‟tan trenle Divriği‟ye geleceğim. Otelden eĢyalarımı
aldım, otelcinin parasını ödedim, otelci dedi ki, „Yörüm sana birĢey söyleyim.“
„Buyur amca” dedim. „Bak yörüm yorganın var elinde, eĢyalar var. Bunlarla otobüs
terminaline gidemezsin. AĢağıya ineyim sana tanıdık bir fayton tutayum. Seni alsın
götürsün yine tanıdık iyi bir arabadan biletini de alsın, rahatça yoluna gidersin” dedi.
Ben ise 45-50 yaĢındaki bu amcanın sözleri ve yardımseverliğine memnuniyetle razı
oldum. Amca otelinden aĢağı caddeye indi, faytoncuyu çağırdı. Tembih etti: „Bak
yörüm bu delikanlı gariptir ve iyi niyetli bir iĢçidir. Bu bana emanet edildi. ġimdi ise
otelimden indim geldim. Seni çağırdım, sen de bu delikanlıyı alıp terminale götürüp
biletini alacaksın. Ayrıca bu yardımı yapıyorum diye fazla ücret almayacaksın.
Hakkın neyse onu alacaksın.“ Sonra bana döndü, „Tamam yörüm.“ Faytoncu,
104
Ölmeyen Çocuk
„Tamam amcam” dedi. Beni faytoncu aldı götürdü. gerçekten otelcinin tarifine
harfiyen uydu. Sivas‟a haraket edecek otobüs de geçmiĢ gün tahminim 12 veya 13
saatlerinde hareket etmiĢti. Sene 1954 yılının 4. ayın sonlarıydı. Sivas terminaline
varmadan Sivas Devlet Demir Yolları istasyonunun yakınında otobüscü beni indirdi.
Ama yolculuğum çok güzel geçmiĢti. Sivas‟tan Divriği‟ye trenle yolculuk yapacağım.
Binaenaleyh ben Sivas‟a da hiç gelmemiĢim. Oraya da ilk ayak basıyorum. Mamafih
Sivas‟ın içine gitmeyeceğim. Sivas‟tan Divriği‟ye trenle gidecek olan yolcu treninin
hareket etmesine epeyce bir zaman vardı.
Sivas istasyonunu iyice gezdim. Ama istasyon küçüktü, zaman geçmiyordu.
Mamafih, istasyon o tarihlerdeki geliĢmiĢine göre beğenilir fevkalade yapılmıĢ
durumdaydı. Ġstasyonun tam orta yerinde 12 musluklu kulübe Ģeklinde bir çeĢme
vardı, güzel görünümlüydü. ÇeĢmenin dağlardan getirilmiĢ çok temiz ve soğuk bir
suyu vardı. Ayrıca etrafta atık çöp ve insanları rahatsız edici pislikler yoktu. Buna
karĢılık seyyar satıcı çoktu. Seyyar satıcılardan bıçakçı, simitçi, esansçı, çorapçı,
boyun atkısı satıcısı vesaireler de vardı. Bir baĢka beğenilmeyen hususu simitçinin
dıĢındaki satıcılar pahalı ve pazarlıklı mal satıyorlardı. Örneğin, iki tane bıçak aldım.
Hani daha önceden pazarlık hususunda izahat aldığım için ben satıcıya istediği
fiyatın üçte birini verdim. Adam direndi ama sonunda razı oldu. Bıçakları üçte bir
fiyatına vermiĢti. Ġki gramlık bir esans aldım. Hakeza netice olarak Sivas
Ġstasyonunda gezdim, baktım vakitin geçeceği yoktur. Ġstasyonun kapalı salonu
vardı. Salonda oturacak kanepeler vardı. Kanepenin bir köĢesine yorganımı attım.
Orda da tahminim bir iki saat uyumuĢum. Bir de kulağıma ses geldi: “Kayseri‟den
gelip Erzurum Kars‟a devam edecek yolcu treni gelmek üzeredir. Herkes felan
numaralı giĢeden biletini alsın” diyordu. Kalktım biletimi aldım. Tren gelmeden tekrar
çeĢmede elimi yüzümü bir yıkayayım dedim. O saatlere kadar dikkat etmemiĢtim,
çeĢme gövdesinin üzerinde Divriğili Naci Beyler diye bir isim yazıyordu. Ayrıca
yanımda boĢ bir su ĢiĢem vardı. Onu da o güzel sudan doldurdum. Trenimiz de
sinyalini vurarak istasyona girdi. Aklımda kaldığına göre saat sabaha karĢı iki veya
üçü vuruyordu. Yolcu treni Divriği‟ye 3-4 saatte ancak varabiliyordu. Buna göre
sabah saat 7‟de Sivas‟tan Divriği‟ye seyahat etmenin bir baĢka heyecanı vardı.
GURBET YOLCULUĞU ve DÖNÜġÜ
1950-60‟lı yıllarda doğu illerinden hızlı bir göç akımı hala devam etmektedir.
Divriği yöresi halkının gurbete çıkması alıĢılmıĢ bir gelenek değildi. Bilhassa
köylerden gurbete gidenler bir taraftan kınanıyor, diğer taraftan da gurbete çıkıp bir
müddet çalıĢıp para kazanmıĢ geri dönmüĢ ise o kiĢi için bir baĢarı oluyor, o köy
halkının da beğenisini kazanıyordu. Gurbete çıkamamıĢ akran çocuklar da gıpta
oluyorlardı. Aynı zamanda genç kızlarında dikkatini çekiyordu. ĠĢte bu nedenle
benim de tam onbir ay sonra gurbet yolculuğumdan geri dönüĢümde köye
yaklaĢtıkça heyecanım artıyordu. Bilakis benim gurbete çıkıĢım farklıydı. Bu farkları
Ģöyle sıralayabilirim. A. Yetimlik, B. köyden ve analıklarımdan yani evden gizli kaçıp
105
Ölmeyen Çocuk
gitmem, C. ineği satıp o günün parasıyla çok para sayılan öylesine fakir bir evin 45
lirasını alıp kaçmam. O para ki, bizim evin 2-3 aylık parasal ihtiyacını görecekti. ĠĢin
hülasası eğer ben para kazanmadan bir de periĢan olarak köye dönseydim evimde
yer yerinden oynayacaktı. Köy komĢularımın da dedikodularına maruz kalacaktım.
Binaenaleyh para kazanmıĢ olmam bana çok heyecan veriyordu. Allah‟a bin Ģükür
ki, onbir ay gurbetliğimde para kazanmıĢtım. Hem de iyi para kazanmıĢtım. Bazı
arkadaĢları duyardık, felan köyden felan Ġstanbul‟a Ankara‟ya gitmiĢ ama boĢ gitmiĢ,
boĢ gelmiĢ, üstelik borçlu gelmiĢ, 5 kuruĢ para getirmemiĢ söylentileri vardı. Ben ise
on bir ayda kendimi geçindirmiĢim, elbisemi almıĢım, evime epeyce hediyeler
almıĢım. Bankaya da 500 lira para yatırmıĢım. Giysim o zamana göre jilet gibi, hiç
kimsenin giyinmediği elbiseyle köyüme evime giriĢ yapmıĢtım. Buna karĢılık ev
halkım beni iyi karĢılayacak komĢularımın, arkadaĢlarımın takdirini kazanacaktım.
Hele hele köy kızlarının gurbetcilere özenmelerinden dolayı köyümde olan akran
kızların da dikkatini çekeceğim. Bana gıpta olacaklar. Tabi ki, benim de bütün bu
sevgi ve sempatilere karĢı gururum artacak, kiĢiliğim de fevkalade bir geliĢme
olacak. Dahası yetimlikten kurtulacaktım. Artık üzerimde olan baskıları, olumsuz
lakapları üzerimden silip atacaktım. Dahası da var ki, benim idealimde olduğu
gibiköyümün en akıllısı ben olacaktım. Belki de köyümün önderi de ben olacaktım.
Daha Türkçesi on bir ay gurbetlik beni yepyeni bir kiĢiliğe kavuĢturacak tarzda
olacaktı. Binaenaleyh bana lakap takan, beğenmeyen, çalıĢtırıp paramı ödemeyen,
cüce diyen, çorlu diyenlerin hepsi mahçup olacaklardı. Bütün ideallerimde bu
düĢünceler vardı. Bir de var ki, keĢke böyle düĢünmemiĢ olsaydım. Bu anıma ilerde
değineceğim. Bu hayalleri kura kura Sivas‟tan Divriği‟ye doğru yolculuğum devam
ediyor. Divriği‟ye doğru Çetinkaya‟yı geçince tüneller çoğalıyor. O tünellere girerken
çıkarken tren ince sesiyle bir de sık sık düüüd diye sinyal vuruyor. Tren bu sinyali
vurdukça benim hem heyecanım artıyor, he de içimde bir burukluktur devam
ediyordu. HerĢeye rağmen, köyüme nasıl gireceğim, eve nasıl gideceğim, evime ne
cevap vereceğim? Acaba trenden inip köye girerken köye girdikten sonra eve
giderken beni kimler görecek? Vakit gündüz idi. Gündüz köye girmem benim için hiç
de iyi değildi.
Zira istiyordum ki, köye giriĢimi eve giriĢimi hiç kimse görmesin. Ama gece
Divriği‟ye giden trenler bizim köy durağında durmuyorlardı ya da ben bilmiyordum.
Binaenaleyh Divriği‟ye gitmeyecektim. Köyün yakınında durağımız vardı, köye 300
metre yakındaydı, orada inecektim. Köye ve eve herkesin gözü önünde nasıl
gireceğimin heyecanım devam ederken Pengürt durağına varmaya iki istasyon
kalmıĢtı. Birisi AvĢar istasyonu biri de GüneĢ‟ti. GüneĢ Ġstasyonundan sonra Pengürt
durağı geliyordu. Tam köy sınırına girerken bir tünel vardır. Bu tünel virajlı ve
oldukça da uzun bir tünel. Tünel virajlı olduğu için karanlıktır. Tünelden çıkar çıkmaz
köprüye giriyor. Körpü ise yukarıda sözünü ettiğim Zara Dağlarından doğup gelen
Tokma Çayı diye bir su geçer, bu suyun üstüne kurulmuĢ yaklaĢık 70-80 metre
uzunluğunda bir köprüdür. Tünelin virajlı ve karanlık olması, ayrıca tünelden çıkar
106
Ölmeyen Çocuk
çıkmaz köprüye girmesi, dahası 100 metre ileride köylülerin tarlaları olmasıyla
insanlar köprüden geçmek zorunda kalıyordu. Dolayısıyla o zamana kadar tünelde
ve köprüde birden fazla ve benim aklımda kalanlar. 1945-1964 arası üç çocuk, iki
kadın, iki Devlet Demir Yolları görevli bekçisi ve üç de bilmediğim baĢka insanlar
olmak üzere 10 kiĢi tren altında can vermiĢti. Gerek devlet ve gerekse köylüler hiçbir
önlem almamıĢlardır. Ancak tren makinistleri tünele girince uzun uzun kesintili olarak
düüüd düüüd sinyalleri vururlardı. ĠĢte mazili olan veya kanlı olan bu tünele trenle
girmek üzereyken makinist sinyale bastı: „Düüd düüd düüüd.“ O anda yüreğim cızz
etmeye baĢladı. Tren köyün alt tarafından durağa yaklaĢınca yavaĢlayarak durma
iĢaretini vermiĢti. Durakta tren durana kadar trende köyümden hiç kimseye
rastlamadım ve göremedim. GüneĢ Ġstasyonunda GüneĢ köylülerinin dükkanları
vardı, daha Türkçesi GüneĢ Ġstasyonu ufak bir çarĢı durumundaydı, köyün önünden
sabah saat 9-10 sıralarında Divriği‟den gelip Sivas‟a giden ara yolcu treninden iki
tane yolcu vagonu olan bir tren geçerdi. O trenle GüneĢ‟e gider, alıĢveriĢ
ihtiyaçlarını görür tekrar Haydar PaĢa‟dan Ankara‟dan Kars‟a kadar devam eden
günde iki defa, posta treni dediğimiz yolcu trenleri yanı sıra 24 saatte dört tane yolcu
treni geçerdi. Durakta trenden inmiĢtim, omuzumda sıkıca boru Ģeklinde ne olduğu
belli olmayan bir yorgan, elimde bir bavul ve eve hediye almıĢ olduğum eĢyalar. Bir
baktım köyümden iki komĢum da trenden inmiĢ. GüneĢ‟ten aldıkları malzemelerle
köye doğru yürümeye baĢladılar. O anda yüzyüze geldik. Bir tanesi
komĢularımdandı, benden çok yaĢlı olan Mustafa Uluçay, biri de bizim eve çok yakın
olan aynı zamanda babamın kirvesi olan Salman. Benden yaĢlı olan bu komĢularım
beni bir sevinçle ve heyecanla kucakladılar, öptüler. Bir iki dakika ayak üstü hal hatır
hoĢ beĢ yaptıktan sonra benim elimdeki üç parça eĢyanın birini Salman Kirve birini
de diğer komĢu Mustafa aldılar, köye doğru yollandık. KonuĢmalarımıza heyecanla
devam ederek köyün alt tarafından demiryolunu takip eden istikamette tam bizim
eve giriĢ yaptık. Evde o anda sadece annem vardı. KomĢular beni anneme teslim
ettiler. Annem beni kucakladı öptü. Doğrusu eskisine nazaran annemde bir değiĢiklik
vardı. Zira beni kucaklayıp öperken gözleri yaĢarmıĢtı sanırım. Annem sevinç
heyecanıyla göz yaĢlarını tutamadı. Binaenaleyh on bir ay önce ineği satıp parasını
alıp kaçtığımdan dolayı bana kızmayacağı her halinden belliydi. Nitekim ne
kaçtığımdan, ne de paradan hiç söz etmemiĢti. Bana göre annemin içinden Ģu
yanıtlar geçiyordu. Ama bu gizli duygularını açığa vurmuyordu. Benim gitmeme
kendilerinin sebep olduğunu biliyordu. Benim gitmemle de o ev bir daha çöküp sıfıra
inebilirdi. Sonra ben geri dönüp gelmeyebilirdim. Zira evde çalıĢacak, ihtiyaçları
temin edecek, eve büyüklük edecek kimse yoktu. Birader küçüktü. Konuya akĢam
olunca devam etmek üzere Ģimdi beni duraktan eve kadar yardım edip getiren
komĢuların durumuna dönelim. Anneme müjdelediler. Annem ise Mustafa Uluçay‟I,
Salman‟ı oturttu, çay kaynattı içtiler. Sonra gözaydınlanmasını tekrarladılar, evlerine
döndüler. Biz kaldık annemle, kardeĢim Mahmut‟la baĢbaĢa. O yıl kardeĢim
Mahmut‟u köyün sığırlarını yaymaya vermiĢti. KardeĢim Mahmut komĢumuz olan
Hüseyin Yüksel‟le köyün sığırını ortak yayacaklardı. Hüseyin Yüksel o yıllarda ölmüĢ
107
Ölmeyen Çocuk
olan Ġsmail Yüksel‟in oğluydu. Bunlar iki kardeĢlerdi. Birinin adı Veli‟ydi, Ġsmail‟den
büyüktü. Aynı zamanda Veli Devlet Demir Yollarında bekçi olarak çalıĢırdı. Bu aile
eskiden beri bizim aile ile iyi geçinirdi ve samimi bir uyum içindeydi. Bu ailenin bir de
lakabı vardı. Rahmetli Ġsmail‟in ikinci adı Çemö idi. Sonra bu lakap Ġsmail‟e lakap
oldu. Bu aileye hala Çemogil derlerdi. Çemogil ailesiyle eskiden devam eden samimi
ve uyuĢumlu bir komĢuluğumuz bu defa da ortak bir iĢ yapmakla yenilecekti.
Binaenleyh o yıllarda sığır gütmek fevkalade bir kazançtı. Benim biraderin 16
yaĢında olması, Hüseyin‟in ise askerliğini yapmıĢ 22-23 yaĢlarında olmasına
rağmen benim biraderi ortaklığa kabul etmesi bizim için çok iyi bir iĢ oluyordu. Bu
sığır yayma iĢini annem organize etmiĢ. Çemogil ailesiyle anlaĢmıĢtı. Ben de
gurbetten geldim. Artık ev yönetiminin bana geçmesine rağmen biraderin sığır
yayma iĢini kabul etmiĢ oldum. Tabi ki, artık bizim evde bundan sonraki
geliĢmelerde bir değiĢiklik, bir düzenleme ve de bir programlı çalıĢma kararı
gerekiyordu.
1954 - 20 NĠSAN BĠR BUÇUK AYLIK ÇALIġMA PROGRAMI
1. Ev damı sökülecek, bir ev damı bir de oda yapılacak.
2. Birader evlenecek.
3. Ben 6.6.1954 tarihinde yani bir buçuk ay sonra askere gideceğim. Bu karar
geldiğim aynı gün akĢam alınmıĢtır. Hemen sabahleyin üç tane iĢçi tuttum. Bir
günün içinde evi yıktırdım. Bir tarafından ustaya iĢ verecek duruma getirdik.
Köyümüzde bir duvar ustası vardı, ikinci gün onu getirdim. ÇalıĢan arkadaĢın birisi
dıĢarıdan bize katırla taĢ taĢıyacaktı, bir kiĢi daha tuttum. Ben ve Ahmet Usta duvar
öreceğiz. Üç kiĢi de bize yardım edecek. Böylece iĢe giriĢtik. Köy yakınlarında
ağaçlarımız vardı. Bir taraftan onları da kestirip soydurdum.
Bir buçuk ay içinde evin damını yaptık bitirdik. Yanlız Ģurasını iftiharla söylemem
gerekiyor, köylülerimden o acil günlerimde çok yardım gördüm. Hemen hemen her
evden birer ikiĢer gün parasız geldi çalıĢtılar. O günlerden bugünlere kadar ölenlere
rahmetler yaĢayanlara Ģükranlarımı sunuyorum. Bir buçuk ay ben devamlı olarak
yapım iĢinde çalıĢamadım. Zira düğün iĢleri olacaktı. Cürek‟in yakınında Ağar Köyü
vardı. Benim Ablam Ağar Köyünde oturuyordu. EniĢte de Divriği Demir Çelikte
çalıĢıyordu. O köyde de babası ölmüĢ bir kızın annesi Nazife Hanım (iki oğlu vardı,
adları Halil ve Veyis‟ti) kızı beğenmesi için bu Ablam ve biraderim Mahmut‟u oraya
istemiĢti. Birader gidip kızı beğenip gelmiĢti. Sonra da ben komĢularımdan Sait Ağa,
Abdullah EniĢte birlikte gittik, biraderi niĢanladık. Bu esnada paramız bitmiĢ, ev
yapma kız niĢanlama, bir takım harcamalar felan derken bankaya yatırdığım 500 lira
vesaireler de bitmiĢ suyunu çekmiĢti. Ama iĢimiz henüz bitmemiĢti. Mutlaka daha
acil harcayacağımız yerler vardı.
Peki Ģimdi ne yapacaktık? Kimseden kısa vadeli borç para da alamazdık. Alsak
da bugün verir, bir ay iki ay sonra ödemeyi vaad edemezdik. Zira ben askere
108
Ölmeyen Çocuk
gidecektim. Birader çalıĢarak ancak evi geçindireceklerdi. Bu nedenle borcu
ödeyemezdik. Ben ise öyle bir garantili iĢ yapmalıyım ki, iki yıl vadeli bir yerden borç
para almalıyım. Üç yani ben askeden gelene kadar hiç borç ödemeyeceklerdi.
Biraderi sadece ailesini geçindirebilmesi için eĢiyle baĢbaĢa bırakmalıydım. Zira
biraderim 16 yaĢını bitirmiĢ 17 yaĢının içinde bir çocuktu. Yapacağım tek bir iĢ vardı.
Bir dönümlük yoncalığımız vardı. Burayı rehin vermekti. Ġki yıllığına rehin vermeyi
düĢündüm. Para sahibi bu yoncalığı iki sene biçecek bizden paraya karĢılık baĢka
faiz para istemeyecekti. Bunu düĢünürken bir de dıĢarıdan birilerine vermeyeyim, bir
yakınımız olsun diye düĢünmüĢtüm. Aklıma bizim getireceğimiz gelinin amcası geldi,
Yusuf Erdem, ona gittim. Meseleyi anlattım. Rahmetli Yusuf Ağa razı oldu. 500 lira
karĢılığında yoncalığımızı Yusuf Ağaya senetle verdik, karĢılığında bize 500 lira
verdi. Binaenaleyh benim askere gitmeme 10 veya 11 gün kalmıĢtı. Evin üstü
kapanmıĢ iç sıvası yapılmıĢ durumda iken evin iĢini bıraktım. 10 günün içinde gelini
getirmem lazımdı. Düğün hazırlığı Ģu safhadaydı. Alınacak lüzumlu malzemelerin
hepsi alınmıĢ, davulcuya adam gitmiĢ, onun geleceği gün belli olmuĢ, bir de bir
haber geldi ki, gelin kızımızın iki tane yakını varmıĢ, onlar kızı vermeyeceklermiĢ,
boĢuna masraf edip gelmesinler demiĢler. Ben hemen biraderi aldım, akĢam Ağar
Köyüne gittim. Meseleyi yerinde öğrendim. Gelen haber maalesef ciddi imiĢ. Gelin
kızımın annesi çok iyi bir hanımdı. Adı Nazife‟ydi. Nafize Hanım‟a „Sen kızını
biraderime veriyor musun?” „Evet”, „Kızın niĢanlısını istiyor mu?” O da „Evet” dedi,
kardeĢleri vardı Halil ve Veyis. Onlara sordum, „Peki siz ne diyorsunuz?”
KardeĢlerden büyüğü olan Halil benden bir yaĢ küçüktü. Bir yıl sonra da o askere
gidecekti. Halil, „Bizim bacımızın nikâhı kıyılmıĢ sonra bacımız gönlüyle gitmiĢ. Biz
ne diyeceğiz?” “Peki bize haber gönderen kimdir?” Nazife Hanım bunların bir tanesi
rahmetli ile benim müsahip kardeĢim Murmanalı Ahmet Ağa. Bir tanesi de kirvemiz
Mehmet Ağa o da TiktaĢlı. Bunlarla biz çok sıkı sıkıya samimi dost aileyiz. Kızın
verildiğni duyunca çıkıp gelmiĢler.“ “Peki Nazife Hanım daha önce bu dostlarını niçin
çağırmadın?” Nazife Hanım, „DüĢünemedim.“ “Zira sen dört gün önce kızını alıp
Divriği‟ye getirdin. Evlenmesi çin muvaffakatını verdin. ġu anda kızın biraderimle
nikâhlanmıĢ durumdadır. Bütün bunlara karĢılık siz anne ve kardeĢler olarak bize ne
söyleyeceksiniz?” Bizim hiçbir Ģey söylemeye hakkımız yoktur. Siz bizim kızımızı
zorla almadınız. Allah‟ın emriyle aldınız.“ Nazife, „Benim kızım babası olmayan
yetim bir kızdır. Ancak benim senden bir ricam var Rıza.“ „Buyurun!”, „Ben böylesine
yobazların karĢısında duramıyorum. Ġstiyordum ki, kızım düğünle gitsin. ġimdi ise
bunlar düğünde bir kötülük çıkarırlarsa biz ne yapacağız? Bunların ikisi de zengin ve
ağa adamlar. Yarın bir gün bunlar av tüfeklerini boynuna takıp o Ģekilde gelecekler.
Buna göre kötülük çıkmadansa gelininizi alın götürün” diyordu. ĠĢ bu noktaya gelmiĢ
dayanmıĢken Ģimdi benim yanıtım ne olacak? Alacağımız kızın babası yok, yetim,
bizim babamız da yok, biz de yetimiz. Yani evlenecek mutlu bir yuva kuracak olan
bu gençlerin mutluluğuna iki tane ağanın gölgesi düĢecek. Ölene kadar içimizde bir
yara kalacak. „Olmaz böyle Ģey Nazife Hanım, Ģimdi sen benim sorularıma ve
109
Ölmeyen Çocuk
talimatlarıma cevap ver. Dahasına karıĢma. Ben senin kızına düğün yapacağım.
Hem öyle bir düğün yapacağım ki, bu memlekette örnek bir düğün olacaktır. Sen hiç
merak etme. Soru siz bu iki yakınınıza kızınızın nikâh muamelesinin yapıldığını
söylediniz mi?” “Hayır aklıma bile gelmedi.“ “Peki iyi yapmıĢsınız. Bundan sonra da
hiç kimseye söylemeyin.“ Nazife ve kardeĢler, „Olur söylemeyiz.“ Tembih ettim biz
çok kalabalık bir düğün Ģenliğiyle geleceğiz. Siz ise, sanki bu kızın hiçbir Ģeyi
değilmiĢ gibi hiçbir Ģeye karıĢmayacaksınız oldu mu? Tamam oldu.
TEDBĠR ALMA
Tedbir alma konusu bir düĢüncenin ürünüdür. 19 yaĢındaki anası babası
olmayan yetim ve ezilerek büyümüĢ okul görmemiĢ bir gencin bu zorlukları yenebilir
mi ve bu iĢleri organize edip baĢarabilir mi? Zira bu gibi iĢler bilgi iĢidir, tecrübe
iĢidir. YaĢlı ve deneyimli insanların iĢidir. Binaenaleyh benim çevremin bana bakıĢ
açısı böyleydi. Mümkün değil kısa zamanda bu kadar zorlukları çetin iĢleri baĢarıp
meydana getiremeyecektim. Geriden bakan seyircilere göre önüme aldığım söz
konusu iĢleri baĢarabilmem için iki varlığa sahip olmam gerekiyordu. Çok parası
olan zengin ya da mücizevi bir insan olmak gerekiyordu. Bunların her ikisi de bende
yoktu. Zira yukarıda izah ettiğim gibi paramız kalmadığı gibi tarlamızı da rehin
vermiĢiz. YaĢım 19. Bu anımı okuyacak olan değerli okurlarıma karĢı itiraf ediyorum
ve de inanmaları güç olabileceği gibi ben de inanmıyorum. Kendi yaptığım,
baĢardığım iĢlere ve de yapacaklarıma inanasım gelmiyordu. Ancak benim önüme
kattığım söz konusu iĢleri yapabilmem içimde bir zorlayan vardır. Ġç duygularım beni
zorluyordu. Sen bu iĢleri yapacaksın, yapmalısın diyordu. Bir kaynak vardı içimde. O
anlarda ben kendimi 19 yaĢında değil iĢ yapma ve konuĢma azmimin 30-35
yaĢlarında deneyimli bir insan olduğumu hissediyordum kendimi. Binaenaleyh 1954
yılında 300-400 kiĢiyle bir köyden diğer bir köye gelin getirmeye gidecektik. Mevcut
ortam ise alabildiğince cehalet ortamıydı. Örneğin köy kavgaları Ģiddetliydi. Hemen
her kavgada silah kullanılıyor, yakın çevre köylerimizde hemen her ayda birden fazla
insan öldürülüyordu. Divriği adliyesinde Ģahit oluyorduk. Yani devrimizde kaba
kuvvet hakimdi. Kavgaların çıkmasına sebep ve gerekçeler ise arazi davaları, ırz ve
namus davaları, kumar ve benzeri adi davalar, hırsızlık, gasp davaları, düğün
merasimleri, evlenme ananelerinde cerbi kız kaçırma gibi davalar baĢ sıralarda yer
alıyordu. Sözünü ettiğim kavgaların savunma ve müdafa gereklerinin temelinde
tedbirsizlik yatıyordu. Örneğin kanun dıĢı sözleĢmeler, senetsiz borçlanma, alıĢveriĢ
meseleleri antlaĢmaların senet altına alınmayıĢı, bu gibi tedbirsizliklerden istifade
eden çok çıkarcı çevreler iyi niyetleri kötüye kullanıyorlardı. Bu nedenlerle ağa
buyrukları, emri vaki sesleri memlekete hakim oluyordu. ĠĢte bu konular üzerinde
ben kendimi sanki daha önce bu konuları okumuĢ veya kurs almıĢ öğrenmiĢ gibi bir
kaynağa sahip olduğumu hissediyordum. Yani böylesine uzun ve geniĢ kapsamlı
olarak bu anımda anlatmak istediğim söz konusu Ģunlardı. Ġzah ettiğim gibi 19
yaĢındaki yetim bir çocuğun organize ettiği tertip ettiği bir düğün törenine 300-400
kiĢi geliyor. Bu kalabalık ise hepsi diğer bir köye gelin getirmeye gidecek. Bu düğün
110
Ölmeyen Çocuk
töreninde sadece benim tarafımdan hazırlanmıĢ 20 kilogram rakı içilecek. Yukarıda
sıraladığım zincirleme becerileri bu zamanın 19-20 yaĢındaki insanları dahi
yapamazlar. O esnalarda silahlar patlayacak. Binaenaleyh bunlar yörenin
adetleriydi. Olmazsa olmaz görüĢleri vardı. ĠĢin daha da vahim tarafı ise karĢı
muhataplarımız. Zaten kavga etmeye hazır durumdalardı. Adamlar kendilerine aĢırı
güvenir, emri vaki bir haber göndermiĢlerdi. Yani ben bir bakıma 400 kiĢiyi kavgaya
götürecektim. Bu 400 kiĢinin ise hadiseden haberleri yoktu, olamazdı da. Sözünü
ettiğim 400 kiĢi sadece benim taraftan gidecek olanlardı. Nerde kalmıĢ ki,
gideceğimiz köy küçük olmasına rağmen köyün çevresinde 5 tane köy vardı. Bir de
demir madenlerinin merkezî yeri olan aĢağı yukarı 400-500 tane müdürü mühendisi
memuru odacısından tut bekçisine varana kadar insan vardı. Bu personelin içinden
en az 50-70 kiĢi bu düğüne katılacaktı. Gelin getirceğimiz köyün hepsi olmak üzere
500 kiĢi de diğer 5 köyden katılması bekleniyordu ve katılmıĢlardı da. Demek ki bu
düğün en az bin kiĢinin iĢtirak edeceği eĢi görülmemiĢ kalabalık ve Ģenlikli bir düğün
töreni oluyordu. Bu insanlar yaklaĢık 11-12 saat orada oynayacak Ģenlik yapacak.
Yiyecek içecek alabildiğince eğleneceklerdi. ĠĢte söz konusu bu bin kiĢinin güvenliği
ise biz düğün sahiplerine aitti. Bu kadar insanın yiyip içtiği silah attığı bir ortamda
güvenlik tedbiri almadan olamazdı. KarĢı muhatabımız hem de silahlı kavgaya
hazırız diye haber vermiĢken demek ki, güvenlik tedbiri almak tek taraflı olarak bana
kalmıĢtı. Benim tarafta ise bu konularda yeteneğe sahip olan hiç kimse yoktu. Hatti
zatında böylesi benzeri düğünlerinde resmi ve askeri veya polisiye tedbirden söz
edildiğinde kınanıyordu. Oysa ki, bizim düğünümüzden önce bir buçuk saat
yakınımızdaki Çüksüzler Köyünde bir hafta sonra düğünü yapılacak olan hatta bizim
köye gelecek olan kızı kaçırmıĢlardı. Muhataplardan her iki ailede tabanca, bıçaklı
olaylar olmuĢ, mahkemelik olmuĢlardı. Bu acı ve ibret örnek daha bir hafta önce
zuhur etmiĢti. Velhasıl törenin huzurunu sağlamak hususundaki güvenlik tedbiri
almak sorunu sadece bana aitti.
EMNĠYET TEDBĠRĠ ALMAM
Ben ise yapacaklarımı bütün kafamda tasarlamıĢtım. Her halukârda böyle
kalabalık bir insan topluluğu ile tedbirsiz yola çıktığımızda kötü ve kavgalı
hadiselerin çıkabileceği muhtemel görünüyordu. Buna göre hemen tedbir almam
gerekiyordu. Düğün yapmak, davul çaldırmak gelin getirmek hususunda ne gibi
tedbir alınabilirdi? Bunların bilinci ben de vardı. Ne yapacağımı biliyordum. Hemen
Divriği‟ye gittim savcılığa bir dilekçe yazdım. Dilekçenin yazılıĢı Ģöyleydi.
KAYMAKAMLIK YÜKSEK MAKAMINA
DĠVRĠĞĠ
KONU: DÜĞÜN YAPMA RUHSATI
Divriği‟ye bağlı Pengürt Köyünden Garip oğlu 1938 doğumlu Mahmut ġahin,
Ağar köyünden Ali kızı 1939 doğumlu Satı Erdem‟in resmi nikâh muamelesi yapılmıĢ
olmasından bahis, iĢbu evlenen gençlerin düğün törenleri yapılacağından köyden
111
Ölmeyen Çocuk
köye 400 kiĢinin törene katılması bir o kadar da karĢı köyden düğünümüze
iĢtirakçinin katılması söz konusudur. Düğün törenimizde davul çaldırmamıza izin
verilmesi. Ayrıca düğünümüzde muhtemel doğacak olan bir kavgaya meydan
verilmemesine karĢılık tedbir alınması için emir ve müsadelerinizi arz ederim.
Düğünün yapılacağı tarih 29.05‟den 4.6.1954 tarihine kadar üç gündür.
DÜĞÜN SAHĠBĠ
Ağabeyi Rıza ġahin
Adres:Pengürt Köyü
ve Ağar Köyü
DĠVRĠĞĠ
Yukarıdaki yazılıĢıyla dilekçemi kaymakamlığa sunmuĢtum. Kaymakamın
savcılığa, savcılığın jandarma karakolna havale etmesi neticesinde karakol
baĢçavuĢunun bir arzusu olmuĢtu. Karakol baĢçavuĢu, „Düğün ruhsatları verilirken
düğün sahipleri karakolumuza bazı hediye bağıĢında bulunurlar, bu iĢ kanunî
değildir, sadece ananedir. Siz de bir bağıĢ yapacak mısınız delikanlı?” „Olur
baĢçavuĢum ne emir buyurursan.“ Bir dizi kurĢun kalemi, bir koli kâğıt, bir de hokka
kâğıda yazmıĢ vermiĢti. Bu malzemeleri almıĢ ve baĢçavuĢa taktim etmiĢtim.
BaĢçavuĢ 3 gün düğün yapmaya ve davul çaldırmamıza izin vermiĢ. Ayrıca silahlı iki
tane de Jandarmayı emrimize tahsis etmiĢti. Böylece ruhsat belgesini elime alırken
baĢçavuĢa Ģunu arz ettim: “Sayın baĢçavuĢum ben bu izni elime aldım. Ancak
benim bu iki jandarmayı üç gün üzerine köye götürmeme gerek yok. Zira benim
köyümde asla düğünümde kavga söz konusu olamaz. Ancak karĢı köyden bize
muhbir geldi, kardeĢime nikâhlı olan gelinlik kızımızı vermeyeceklerini bahsetmiĢler.
Bu nedenle düğünün ikinci günü biz iki jandarmayı Cürek Karakolundan alalım. Siz
sadece oraya telefonla bildirin ya da elime bir kâğıt verin kafidir.“ BaĢçavuĢ
memnuniyetle bu izahatımı kabul etmiĢtir. Böylece düğün ruhsatı ve doğacak olan
herhangi bir muhtemel kavgayı önleyecek tedbir alınmıĢtı.
Ancak esefle zikretmem gerekir ki, düğün ruhsatı ve konu olan tedbir alma
yöntemi bulunan 10-15 yöre köylerde söz konusu olmamıĢtı. Ama yine üzülerek
ifade ediyorum ki, hiç kavgasız da Ģöyle huzur içinde düğün geçmiyordu. Hatta çoğu
zaman insanlar ya ağır yaralanıyor ya da öldürülüyordu. Ġnsanlar uzun seneler
mahkemelerden beri gelemiyorlardı. Böyle olunca ben o yörelerde örnek teĢkil
edecek resmi bir tedbir örneği temelini atmıĢ bulunuyordum.
1954 - 29 MAYIS DÜĞÜN BAġLAMIġTI
Düğün baĢlamıĢtı. O gün düğüne isafirlerimiz gelmiĢti. Davul ve zurna zevkli
zevkli çalınıyordu. Davulcumuz Divriği‟nin Ahı Köyünden Baddal, zurnacımız
Hazarkekli Musa. Bu köyler birbirine yarım saat yakınlıktadır. Bu muhterem
112
Ölmeyen Çocuk
zurnacımız ve davulcumuz Divriği yöresinde birinci sınıf sanatçılardı. Ġkisi de hakkın
rahmetine kavuĢtular. Allah onlara rahmet eylesin.
Düğünümüzün birinci günü bizim tarafta çalınacaktı. Ġkinci günü ise kız tarafına
gidilecekti. Buna göre bütün iĢtirakçileri ve köylü komĢularımızı tenbih etmemiz
gerekiyordu. Gideceğmiz yol yaya bir buçuk saat. Binaenaleyh çoluk çocuk, kadın
kız bu yolu 2-3 saatte ancak gidebiliriz hesabıyla ikinci günü erken yola çıkmamız
gerekiyordu. 3 gün devam edecek olan düğün törenimizi organize edecek olan bir
de kâhyamız vardı. Bu kâhyaya düğün kâhyası denilirdi. Düğün 3. gün boyunca bu
kâhyadan sorumludur. Bütün düğün sorumluluk yetkisi ona verilmiĢtir. Örneğin
asayiĢ durumları, misafirlerin köye dağılımı ve onların istirahat durumları, kız
evliliklerinde yörenin aneanelerinin icapları olan kız yakınlarına verilecek olan bahĢiĢ
durumları, velhasıl düğünün genel durumlarına muhatap düğün kâhyasıdır. Bu
düğün kâhyasını iĢtirakcıların kahve içtiği ya da yemek yediği bir sırada düğün
sahibi tanıtır. Ġsmini söylerdi. Düğünümüzün kâhyası üvey Dayım olan Sait Kılıç‟tı.
DÜĞÜNÜMÜZÜN BĠRĠNCĠ GÜNÜ DEVAM EDĠYORDU
Düğünün birinci günü sabahleyin davar kesilmiĢ, davarın eti doğranmaya
baĢlanmıĢ, düğüncülerin ilk geldiklerinde bir kahve içecekler, hoĢ beĢ yapılacak,
öğleden sonra akĢam 4-5‟lere kadar oynayan oynayacak, oynamayanlar için de
odada sazlar çalınacak, köy sohbetleri yapılacak. Saat 4-5 sıralarında düğün evinde
hizmet sahipleri sofraları kuracak. Ne kadar düğün iĢtirakçisi varsa, hepsi
toplanacak. Köylü de sabahleyin hepsi davet edilmiĢtir. DıĢarıda insan kalmadan
hepsi düğün evine toplanacaktır.
Bütün bu hizmetler yapılmıĢ, sofralar hazırlanmıĢ, yemekler sofralara konmuĢ,
halk kaĢıklarını uzatmıĢ yemek için izin bekliyorlardı. Evet izin bekleniyor. Zira
köyümüzün disiplinli, saygılı, kurallara uyan bir yaĢam düzeni vardı. Binaenaleyh
cemlerde kurban bayramı toplantılarında benzeri toplantılarımızda düğünlerimizde
mutlaka bir yönetici olurdu. Düğün yemeğinde halk hemen yemeklerini yer yemez
kalkıp dağılacaklar. Bu bakımdan düğün kâhyasıyla birlikte düğün sahibi yemekten
önce bir konuĢma yapacaktı. Önce düğün sahibi düğüncülere hitaben kâhyayı
tanıtır. Kâhyaya uyulmasını ve gideceğimiz yolun vaziyetini ıraklığını, yakınlığını
muhatap olacağımız toplum tarafından muhtemel uyumsuz karĢılaĢmalar, olumsuz
hareketler yapabilirler. Zira bizim köyden ve muhataplarımızdan düğünde
karĢılaĢılacak bir halk vardır. O nedenle gayet olgun ve temkinli davranmamızı,
muhtemel bir olaya karĢın cevap verecek ve halledecek olan muhatabın sadece
düğün sahibiyle kâhya olduğunu ayrıca herhangi bir ihtiyaçlar oluĢtuğu anda veya
olay anında kâhyaya haber vermeleri rica olunur, tenbih edilirdi. Binaenaleyh düğün
sahibi ve kâhya konuĢmasını bunlarla bitirmiĢti. ġimdi sıra halkın yemek yemeye
baĢlaması için izin verecek olan yetkiliye o yetkili halk yemeğini yedikten sonra sofra
duası okuyacak olan kiĢidir. Yemek iznini veren kiĢi ya dede olur ya da hoca olur.
Ancak öncelik orada dede varsa onundur. Yoksa hocanındır. Zira bunlardan biri
113
Ölmeyen Çocuk
muhakkak olur. Eğer dedeyse söyleyeceği söz Ģudur: „Ey cemaat evlenecek
gençlerimizin düğün yemeğini yemek üzere buyurun herkes yiyebilir” der, yemekler
yenmeye baĢlardı. Yemekler yenmiĢ dede tarafından dua okunmuĢ bitmiĢtir. ġimdi
sırada devreye girecek olan rakı sofrası için kâhya halka seslenir: „Değerli
misafirlerimiz yemeklerinizi yedikten sonra isteyenler yerinde oturur içki içer. Ġsteyen
de kalkar düğün seyreder veya oynar. Bildiğiniz gibi eğlenebilirsiniz.“ Bu esnada
hizmet eden görevliler emir beklemektedir. Kâhya emir verir sofralar temizlenir.
Tekrar hazırlanır. Bu fasılda mezeler hazırdır. Mezeler de et ağırlıklı olmak üzere
kuruyemiĢ, domates, salatalık, peynir, karpuz vesair yiyecekler sofralara dizilirdi.
Sorfalara içki ĢiĢeleri konurken de bir kere öncelikle her sofraya bir tane rakı konur.
Halka sunulur. Rakı içmeyen baĢka bir içki isteyen var mı diye sorulur. Zira rakıyla
karıĢık hiçbir içki içilmez. Rakı sade su veya buzla içilirdi. O devirde köylerde bira
fazla içilmez veya adet edinilmiĢ değildi. Rakıdan baĢka sadece Ģarap bulunurdu.
Buna göre sofrada isteyen olursa Ģarap getirilirdi, yoksa hepsi rakı içerlerdi. Ġçki
içme kuralını bu Ģekilde organize ettikten sonra sıra içkinin bardaklara doldurup
dağıtılmasına gelirdi. Bu hizmeti yapmak için de tayin edilmiĢ görevliler vardır. Bu
kiĢinin görev adı da sakidir. Her sofrada bir saki oturmuĢtur. Bu sakiler ilk defa
ĢiĢenin kapağını açarken orada bulunan deden veya hocadan izin ister. Ġzin isterken
Ģu sözleri söyler saki: „Hüüü erenler (veya dede), himmet et.“ Ġzini veren yetkili
isterse uzun dua edebilir. Ġsterse duasını Ģu 2-3 cümleyle bitirir: “Hüüü cemaat,
evlenen gençlerimizin mutluluğu, cemaatımızın huzuru ve sıhhati için izin Allah‟tan,
dil bizden ola yürüyenin demi yürüsün. Ġçtiklerimiz dolu olsun.“ Ondan sonra sakiler
herkesin kadehlerini doldurmuĢ, hazır vaziyette bekleyen bardaklar elleride havaya
kalkmıĢtır. Sakiler, „Buyurun sıhhatinize” derken hepsi birden rakılarını
yudumlamaya meyvelerden yemeye baĢlarlardı. Düğün sofralarında sazlar çalınır.
Törene uygun deyiĢler de söylenir, türküleri söylenir. Bir ara sohbetler durdurulur.
Sazlar oyun havasına çevrilir, istekliler istediği havalardan çalıp oynarlardı. Düğün
evinde sohbetler, törenler gece yarısına kadar sürer. Gece yarısına kadar da
komĢular düğün evinde misafirleri beklerdi. Tören gece sona erdikten sonra misafir
olunan köyün insanları misafirlerini alır götürürler. AkĢam verilen talimata göre ertesi
gün misafir sahibi hareket eder. Misafirini ağırlar, sabah belirtilen saatte herkes
misafirini alır, düğün mahline gelirdi.
YOLA ÇIKMA HAZIRLIĞI
Yukarıda izah edildiği gibi düğün evinden belirlenmiĢ saatte yola çıkılması için
davulcu çağrı havası vurur. Yöre halkı davulcunun çağrı havasını hepsi bilir çağrı
havasını duyan herkes gelir. Düğün evinin önüne toplanır. Kız tarafına giderken
hayvanı olanlar hayvanlarla giderler. Hayvandaki kasıt at, katırdır. Zira köyümüzden
Ağar Köyüne gitmek için Cürek Ġstasyonuna varana kadar Ağar Köyüne moturlu
araç bulunmuyordu. Mamafih Cürek‟ten Ağar Köyüne yaya yol ise 15 dakika idi.
Yalnız Cürek‟ten geçip Divriği ve Erzincan‟a devam eden o sıralarda iki tane öğlen
114
Ölmeyen Çocuk
zamanları olmak üzere yolcu treni giderdi. Birde gece Erzincan‟dan Sivas‟a devam
eden iki tane yolcu vagonu olan bir tren daha giderdi. Buna göre düğürcülerimiz
postayla gelecek olanlar kâhyaya haber vermiĢlerdir. Bizim ise en geç sabah saat 910 arasında köyden çıkmamız gerekiyordu. Saat 9 olmuĢ. Yaya gidecek olan
düğüncülerin hepsi hazırdı ve köyden Cürek‟e, Cürek‟ten Ağar Köyüne hareket
etmek üzere yola çıkmıĢtık. Yolculuğumuz çok güzel muhabbetlerle güle oynaya
geçiyordu. Ağar Köyüne normal yürüyüĢle tam iki saatte varacaktık. Maalesef çoluk
çocuk yaĢlısı genci aynı tempoda yürüyemezlerdi. Buna göre biz iki saatte Cürek‟e
girmesine 15 dakika olan bir köyün altından geçeceğiz. Oradan da köyden gelen az
bir su var. Hatti zatında yol kenarında bir de içme suyu vardı. Oraya ancak
gelebilmiĢtik. Orada yarım saat bir mola vermiĢ, ihtiyacı olanlar ihtiyaçlarını
gidermiĢ, ihtiyacı olmayanlar davulunu zurnasını çalıyor, oyun oynuyorlardı.
Acıkanlar birer parça kahvaltı yapıyorlardı. Mola verip dinlendikten sonra saat
12.30‟u vuruyordu ki, yola çıkmıĢtık. Cürek Ġstasyonunu 50 metre geçince iki yol
ayrılıyordu. Birisi sol taraftan Ağar Köyüne giden yol birisi bizim köyden gelip
Erzincan‟a giden suyun üstünden Cürek tarafına giden bir köprü var. Köprünün
üstünden geçen yol doğru Cüreke gider. Orada iki tane genç komĢularımdan
delikanlıyı Cürek karakoluna göndermiĢtim. Bu iki görevli karakol komutanlığına
Divriği Jandarma Ģube müdürü emriyle almıĢ olduğum düğün yapma düğünde davul
çaldırma ruhsat belgesini taktim edecek, iki tane silahlı jandarma erini alıp gelecekti.
Ġki görevliye vermiĢ olduğum talimat üzerine jandarmalar gelecek, önce köyün
hemen alt tarafında köye çok yakın bir ağaçlık bir yer var, orada oturacaklar. ġayet
bir olay çıkarsa jandarmaları çağıracağız. Bu talimatı verip iki genci gönderdim ve
biz de yolumuza devam ettik. Köye girmemize 100 metre bir mesafe kalmıĢtı. Bir
baktık yolun üzerinde hemen hemen 20-30 metre uzunluğunda ip çekilmiĢti. Ama
iplerin iki baĢına ikiĢer kiĢi ipin bir tarafı ağaca çok sıkı bağlanmıĢ diğer tarafı ise
yakın sol tarafı yüksek bir yer oluyor. Oraya bir kazık çakılmıĢ. Bu kazıkta ipin bir
ucu bağlı ipin boyunca insanlar saf bağlamıĢ hemen gözüme çarpan 3-4 tane de av
tüfekleri vardı. ĠĢin garip tarafı hiç kimsenin yüzü gülmüyordu. Ön saflarda iki kiĢi
var. Hepsi onların gözlerine bakar durumdalar. Biz davulumuzu zurnamızı çalarak
neĢeli bir vaziyette köye girecektik. Bu iki kiĢi davulumuzu kestirdiler. Düğün
kâhyasıyla tartıĢmaya baĢladılar. Bir durum daha var, ben bu iki kiĢiyi duydum ama
Ģahısları tanımıyorum. Onlar da beni görmemiĢ ve tanımıyorlardı. Düğün kâhyamız
50-55 yaĢlarında olgun sözünü bilen bir insandı. Ama yeri geldiğinde de eğer bir
kızarsa Allah bilir önünde kimse duramazdı. Ben sessiz pızsız bekliyorum. Bereket
bu iki Kabadayı sordular, „Bu düğünün esas sahibi kim? Onu bize çağırın.“ Ama ben
tahmin etmiĢtim. Bunlar gelinlik kızımızın akrabaları. Biri müsahipleri diğeri de
kirvesiydi. Zira bana haber gönderen Kabadayılar‟dan baĢkası değildi. Ben hemen
fırladım. Önlerine çıktım, „Buyurun beyler aradığınız düğün sahibi, damadınız olacak
çocuğun ağabeyiyim. Ġsmim Rıza‟dır. Benim duyduğuma göre sizlerden biriniz
Ahmet diğeriniz de Mehmet mi? TiktaĢlı ve Murmanalısınız değil mi?”, „Evet” dediler.
115
Ölmeyen Çocuk
Evet ama evet karĢılıkları sert oldu. Bana bir baktılar ki, tıfıl daha yüzüne bıçak
değmemiĢ çelimsiz bir çocuk. 19 yaĢındayım desem mümkün değil. Sadece o beyler
değil, tanımayan kimse inanmazdı. Ama sırtımda bir elbise vardı ki, belki Divriği‟de
en zenginin sırtında öyle bir elbise yoktu. Ayağımdaki ayakkabım, kravatım ha keza.
Çıta gibi hepsi birbirine uygundu. Bu iki külhanbey vari insan belli ki, beni hiç mi hiç
kale almıyorlar. Ahmet Ağa, „Peki delikanlı, biz sana haber gönderdik. Sen hangi
cesaretle ve neyine güvenerek buraya kız götürmeye geldin?”, ġimdi Ahmet Ağa bu
uygunsuz kelimeleri söylerken arkamdaki insanlardan da hiç gözünü ayırmıyor.
Binaenaleyh dört yüzün üzerinde insan var. Hiç bir ferdin ağzından çıt çıkmıyor.
Bunların hepsi benim ağzıma ve vereceğim talimata bağlı ve örgütlü insanlar. Oysa
ki, kendilerine yakın olan Cürek‟te de belki bir haberim gitse 50-100 kiĢi akıp gelecek
durumdalar. Fakat zavallı Ahmet ve Mehmet bu durumlardan, hatta jandarmanın
hemen beĢ metre yolun ağzında benim emrime baktığından habersiz. “Sayın Ahmet
Ağa zatınızın gayesi amacı nedir? Onu söyle bana. Oysa ki, biz Allah‟ın emriyle
kızınızın ve kızın ev halkının razılığıyla gönlüyle kızınızı kardeĢim Mahmut‟a aldık.
Ne mutlu ki, bu kalabalık grup insanlarla sizin kızınızı bu güzel törenlerle Allah nasip
ederse götürmeye geldik. Ben bu çıkıĢlarınızı gerçekten ciddi görmüyorum. Zira her
düğünde de böylesi Ģakalar Ģenlikler olur. Biz bunlara alıĢığız. Bu nedenle çocuklara
bahĢiĢ olarak ne münasip görülüyorsa verelim. Açın önümüzü girelim köye, boĢa
uğraĢıyorsun” dedim. Ahmet Ağa, “Delikanlı, biz size haber gönderdik gelmeseydiniz
ve bu kadar günahsız insanları buralara kadar yormasaydınız” dedi. Ben de, „O
zaman gel seninle bir pazarlık yapalım Ahmet Ağa.“ Ahmet Ağa sordu: “NeymiĢ o
pazarlık?”, „Bak Ģimdi ben hata etmiĢim. Oysa ki, sizden gelen habere göre sizin
yanınıza gelip sizden izin almak varmıĢ. Ama görüyorsunuz ben hem yetimim hem
de fakir bir çocuğum. Bizim babamız da yoktur. Bu nedenle düĢünemedim. Bu kadar
insan saatlerdir yürüdü, buraya kadar yoruldu, geldi. Sizden de ve benim getirdiğim
Ģu muhterem insanlardan da özür dilerim. Biz hiç de kız götürmeye gelmedik.
Sadece köye girelim bize bir parça kahvaltı verin, birer soğuk suyunuzu içer, geri
döner gideriz. Sayın Ahmet Ağa hiç olmasa buna bari razı olun. Ġstersen sen kızını
al kendi evine götür. Yüreğin rahat olsun.“
Ahmet ve Mehmet Ağalar biraz yumuĢadılar: „Madem öyle, bu kadar insan aç
susuz geri dönmesinler. Yalnız bir yanlıĢlık yapıp davul zurna çaldırayın felan diye
düĢünmemek koĢulu ile oldu mu?” Yanıt: „Ayıp ediyorsun Ahmet Bey, benim söz
ağzımdan çıkar. Hem sizin elinizde maaĢallah bir sürü silah var. Belki evlerinizde
mavzer de vardır. Sonra kızınızın nikâhı yok bir Ģeyi yok. Biz sahip çıksak kızınıza
zaten sahip çıkamayız. Karakol ayağınızın dibinde. Biz neyimize güvenip de bir de
ĢaĢkınlık çıkaracağız. Yalnız mümkünse, sadece bir çift söz söyleyeceğim. Eğer
beni tanısaydınız iĢi bu kadar zora koĢmazdınız. Neyse Ģimdi tanımadınız kısa bir
süre sonra tanırsınız. Siz bize haber göndereceksiniz, gelin gelininizi götürün
diyeceksiniz. Belki de daha çayımızı içerken bu tavrınızdan vazgeçeceksiniz. Ne ise
hele oturalım bir dinlenelim de Allah büyüktür.“ Ġpi çözdüler, biz köye girdik. Ahmet‟le
116
Ölmeyen Çocuk
Mehmet Ağaların böyle davranmalarına karĢılık kızın anası kahvemizi felan yapmıĢ
hazırlamıĢ. Ben sordum: “Nazife Hanım‟a bizi Mehmet‟le Ahmet Ağalar köye
koymadılar. Biz kızı götürmeyeceğiz. Sadece birer kahvenizi içip gideceğiz. Bundan
haberiniz var mı? Tabi ki, Nazife Hanım kahveyi gizli yapmıĢ. Ocağı da gizli bir
yerde, keçiyi de kesmiĢ. Ahmet Ağa‟nın bunlardan hiç haberi yok. Kanımca Ahmet
Ağa‟nın iki dayanağı vardır. Birisi ağalık ünvanı. Ġkincisi ise kızın yaĢının küçük
olduğunu ve nikâh kıyılamayacağını biliyor. Oysa ki, kız 16 yaĢındadır, annesinin
imzasıyla nikâhını kıydırdık. Evlenme cüzdanı elimizde.
ĠġĠN SÜRPRĠZĠ
ĠĢin sürprizine bakın Ģimdi. Ben Nazife hanıma talimat verdim. Siz her Ģeyinizi
tamamen hazırlayın. Elinizden geldiğince adamlarınızdan gizli tutun ve sen Ahmet
Ağa‟ya Ģunları söyle: „Ahmet Ağa senin olduğun yerde biz yokuz. Sen bizim
büyüğümüzsün. Ne derseniz o olur. ġimdi yemeklerimiz geldi. Sofralar kuruldu.
Millet yemeğini yedi. Kahvelerimizi de içtik. Hiç kimse konuĢmuyor. Ben o esnada
dıĢarı çıktım. Davulcuları çağırdım. Mendili elime aldım. Vurun bakıyım davulunuza
deyince davul zurna dertli dertli çalmaya baĢlayınca bir de baktım güm diye bir silah
patladı. Ahmet Ağa karĢıma çıktı, “Ulan ben sana demedim mi sen nasıl davul
çalarsın?” deyince ben hemen gençlere iĢaret ettim. Ahmet Bey iki dakika dur Ģimdi
senin ve arkadaĢın ifadenizi alma sırası geldi. Biraz sabredin. Ahmet Ağa bir baktı
karĢısında bir on baĢı bir de jandarma eri ikisinde de mavzer vardı. Askerlere düğün
sahibi benim sizi buraya getirdim de benim elinizdeki ruhsatı ve size verilen emri
çıkarın. Bak onbaĢı Ģu çocukların evlenme cüzdanı Ģu da davul çaldırma ruhsatı. Bu
külhanbeylerin ne istediklerini bilmiyorum. Fakat geldiler. Düğünümüze müdahale
ediyorlar, kızı vermeyeceklerini ilanen söylüyorlar. Lütfen götürün bunları icabı
neyse yapın. “Hadi bakalım Ahmet Ağa” jandarmalar kelepçeyi çıkardılar. Ahmet
Ağa‟nın koluna taktılar. Diğer Mehmet‟in de koluna kelepçeyi takacaklardı. Ben
jandarmaya, „Durun çocuklar” dedim. „Bak Ahmet Ağa gözün görüyor. Benim
getirdiğim 400 insandan fazla bir o kadar da bu tarafta ve bu köyün insanları vardır.
Siz külhanbeylik yaptınız. Bu insanlara bu kadar zahmet verdiniz. Artık nikâhlı
kızımızı bize vermemek için bize tehditte bulundunuz. Silah patlattınız. ġimdi sizin
kurtuluĢunuz bizim elimizdedir. Siz Ģimdi yüksek sesle dönün bütün halktan ve
benden de özür dileyin bakalım. Tabi ki, canlarına minnet zira zindana gitmek sopa
yemek mi, yoksa sadece bir özür dilemek mi. Ġyi tercih sizin” dedim. Bunlar halka
karĢı döndüler, „Sizlerden ve sizlerin adına düğün sahibinden kâhyadan özür
diliyoruz. Bizi bağıĢlayın sizleri tanıyamadık.“ Kollarından kelepçe çözüldü. Birkaç
saniye yürekleri yerine geldi. Dedim, “Durun gitmeyin iĢiniz henüz bitmedi. ġimdi
cevap ver. Beni tanıdın mı? Tanımadın mı?”, “Sizin Pengürt köyünde dedelerden
felan oğlu Rıza Dede olduğunu yeni söylediler.“ “Zararı yok. Ben bu iĢleri dede
olduğumdan değil bildiğim için ve zatı muhterem olan sizin gibi beylerin sizin de
ifade ettiğiniz gibi mesajınızı aldığım için sizin gibilerine karĢı tedbir olarak bu
muameleleri yaptım. ġimdi beni dinleyin. Siz siz olun bundan böyle haksız yere haklı
117
Ölmeyen Çocuk
iĢlere, hayırlı iĢlere külhanbeylilik yapıp burnunuzu sokmayın. Bakın bu yaĢınızda
karĢınıza benim gibi bir çocuk çıktı. Neredeyse kodese girecektiniz. ġimdi aramızda
hiçbir Ģey olmadı. Siz de bir Ģey yapmadınız. Düğünümüzü izleyin yiyin için oynayın.
Aynı zamanda jandarmalar da bizim çocuklarımızdır. Onlar da yesin içsin
oynasınlar. Düğünümüzü ağız tatıyla bitirelim. Yarın de nikâhlığımızı Allah‟ın izniyle
sizlerin razılığıyla götürelim.“ Ahmet Ağa ve Mehmet Ağa bana doğru gelip elimi
öpmek istemiĢlerdi. “Yok ben dedelik felan yapmıyorum. Bakmayın konuĢmalarıma
keyfinize bakın” diyerek elimi öpmelerini ret etmiĢtim. Biz devam edelim
düğünümüze. Düğünümüze devam ettik çok kalabalık olmuĢlardı. Bir gün önceki
akĢam bizim köydeki kalabalıktan daha da fazlaydı. Her ne kadar Mehmet ve Ahmet
Ağalar bize güçlük çıkardılarsa da akĢamki güzel ve coĢkulu muhabbetlerimiz
oynayıp gülmelerimiz hepsini unutturdu. O gün geceyi orada geçirdik. Ertesi gün
sabah saat 9.30‟da gelinimizi aldık. Hiçbir yaramaz duruma meydan vermeden Ağar
Köyünden ayrıldık. Köyden ayrılırken Ahmet ve Mehmet Beyler de bizi uğurladılar.
Tekrar özür dilediler. Velhasıl anımsadığım kadarıyla saat 13 sıralarında gelinimizi
köye getirdik. Düğünümüze iĢtirak eden değerli misafirlerimiz de memnuniyetliklerini
belirterek köyden ayrıldı. Herkes köyüne gitti. 1954 yılı 3 haziran ayında gelini
getirdiğimizden 2 gün sonra da askere uğurlandım. 43 sene önceki anılarımda o
günlerdeki muhatap olduğum insanların hepsinin yaĢayanlarına selametler ölmüĢ
olanlarına Allah‟tan rahmet diliyorum.
Not:
Askere gitmeden daha önceki anılarım var. Ama Ģimdi kardeĢim Mahmut‟u
everip hemen bir gün sonra askere gitme iĢi devreye girdiğinden bu araya da
askerlik anılarımı yazmam icap etmiĢti.
ASKERE GĠDĠġĠM 1954 - 6 HAZĠRAN
Ben asker olurken yüzümde henüz traĢ olacak kadar kıllar bitmemiĢti. Zira
doğumumun bir yaĢ büyük olduğunu, doğumumda meydana gelen mazilerini
Analığım Belgüzar, bana anlattı. Belgüzar Ana‟yı annem olarak bildiğime anılarımın
ilk sayfalarından baĢlayarak devam eden sayfalarda sık sık yer vermiĢtim. Yani bir
sene önceki çocuğun yerine kalmıĢım. O nedenle nüfus kâğıdım o yazılıĢından bir
yaĢ küçük oluyorum. Biraz da geç büyümüĢüm ki, tıfıl kalmıĢım. Askerden
döndükten sonra muhatap olduğum insanlar askerliğimi yapmıĢ olduğuma
inanmazdı. Köyümde 1934 doğumlu tek ben vardım. Köylerde askere gidecek
olanları bir ay 15 gün önceden baĢlar komĢu evlere davet ederler. Askerden sağ
salim dönmeleri için dualar ederler. Biraz da baĢlık olarak para harçlığı verirlerdi. Bu
usül Türk köylerinin hepsinde yoğun olarak vardır, Hala da devam etmektedir.
Askere gideceğim günü geldiğinde de köylüler kalabalık bir grupla Ģenlik yaparak
yolcu ederlerdi. Benim köyüm küçüktü. Ama yine her evden 2-3 kiĢi katılmıĢlar,
köyümüzün önünden tren geçtiği için 400 metre yakınında durak vardı, o durağa
kadar beni göndermiĢlerdi. GöndermiĢlerdi ama benim olayım benden önce askere
118
Ölmeyen Çocuk
gidenlerinkinden farklıydı. Bu farklılık ise yetim olmamdan doğuyordu. Bilmiyorum
belki de komĢu hanımları ve babaları beni seviyorlardır. Ne de olmasa gençsin
askere gidiyorsun. Askere giden her çocuk hemen her insan tarafından sevgi ve
sempati ile ağırlanırdı. Ġnsanlar baĢkası tarafından ne kadar sevilirse sevilsin bir
annenin babasının sevgisini tutmuyor. Hele bir de çok küçükken baban anan ölmüĢ
ise onların yeri kalbinin bir tarafında boĢ duruyor. Orayı dünyada hiç kimse
dolduramıyor. Mesela bir anne yavrum diye kollarının arasına alıp bağrına basınca
onun sıcaklığı, onun yürekten gelen sesi bir baĢka oluyor. Binaenaleyh Belgüzar
Anam 1.5 yaĢında ölen annemin 1 sene de hasta yattığını söylerdi. Rahmetli annem
hasta olunca demek oluyor ki, süt dahi emzirmemiĢtir. Eline alıp yıkamamıĢ, sarılıp
doyasıya öpmemiĢ, elbise giyirememiĢ, ekmek aĢ yedirememiĢ. Velhasıl hiçbir
hizmet görememiĢim annemden, Ģimdi de askere gidiyorum. Çocukluğumu, ana
baba gününü, oyun oynamayı, hayatta hiçbir mutlu günümü yaĢamamıĢtım, Ģimdi de
askere giderken oğlunu bağrına basıp güle güle diyen anneleri babaları beni
uğurlarken bulunca anne baba yokluğunu ve de hasretliğini bir daha hissettim.
Annesizliğin babasızlığın ne demek olduğunu büyük bir hasretle yaĢadım.
ASKERLĠK ġUBESĠNDEYĠZ
Askerlik Ģubesinde künyelerimiz yazılıyor. Kimin nereye gideceğinin kuraları
çekiliyor. Elbise almamız için listeler yapılıyor. Bu arada bir taraftan arkadaĢ olmak
söz konusuydu. Benim Ģubenin önünde ilk tanıĢtığım arkadaĢlar Ģunlardı. ErĢin
Köyünden Ġsmail Eren, Divriği‟den Mustafa, Savrunlu Mehmet Zihni, ÇamĢıhı‟dan
Yusuf Ergün. ĠĢin cilvesine bak ki, bu beĢ arkadaĢ birlikte Malatya‟ya sevk olduk.
Malatya‟da sadece bölüklerimiz ayrılmıĢtı. Ġsmail ile ikimiz aynı bölüğe ve de aynı
mangaya düĢtük ama en az haftada iki gün diğer arkadaĢlarla görüĢüp
konuĢuyoruz. Mehmet Zihni terzi idi, askerde de terzilik yapıyordu. Diğerlerimiz hep
sıkı ve zor Ģartlar altında talim görüyorduk. Hele talim etme durumuna sonra
geçelim. Ġlk önce ne yaptık, nereye gönderildik. Onları öncelikle yazmam gerekiyor.
TECĠT (DĠNLENME YERĠ)
Tecit, dinlenme ve istirahat yeriymiĢ. Malatya‟daki askerî birliğin adı 421. piyade
alayı. 16. tugaya gittik, orada ranzaların üzerinde bir gece kaldık. Sabahleyin bizi
CMS‟lere doldurdular. PınarbaĢına götürdüler. PınarbaĢının bir kenarında yaklaĢık
6-7 bin metrekare bir arazi. Bu etrafa açılan yerleri 30-40 derece meyilli bu arazinin
ortasında 1-2 bin metrekare bir düzlüğü çayırlık orta yerinde güzel bir su vardı. Bize
çayırın etraflarında toprak olan yerlerde çadırlar kurdular. Çadırlar küçük ama yine
dört kiĢiye bir tane çorba tası, yine dört kiĢiye 450 gramlık bir ekmek. Ekmek 24
saatte dört kiĢiye, bir tane yemek de 24 saatte iki defa verirlerdi. Bir öğüne 112,5
gram ekmek yani 4 kiĢiye 450 gram düĢüyordu. Buna göre yemekler daha da
kısıtlıydı. ġimdi açlık bir tarafa, gece elbise çıkaramıyorsun, iki kiĢi bir battaniyenin
altına giriyorsun. Su içmeye tuvalete gitmeye bir onbaĢının nezaretinde grup halinde
119
Ölmeyen Çocuk
gideceksin. Bazen fırsat bulursak 10-15 dakika kaçamak yapardık. Hemen
yakınımızda bir dere vardı. Orada taĢlar çakıllar vardı. Oralara gizlenir hemen
alelacele soyunur, üzerimizden bitleri ayıklardık. Bu arada iyice bir kaĢınırdık. Atletle
koltuk altlarımıza bitler yuva yapıyordu. Ayrıca karnımız acıkırdı, yemiĢ alıp yemek
için çadır kapısında kuyruğa girerdik. Kuyrukta en az 40-45 dakika bekleyeceksin ki,
250 gram yemiĢ alasın. Ekmek ve benzeri yiyecek yoktu. Onu da paran varsa
alırsın. Ben zaten 15 lirayla askere gittim, para bitecek diye ödüm kopuyor. Sağ
olsun asker ocağı bize 15 gün PınarbaĢı dağlarında bitli çile çektirdi. Üstelik hergün
akĢam sabah içtima yaparken birer ikiĢer palaska yerdik. Çok gaddar çavuĢlarımız
vardı. Keyfi için bize palaska vururlardı. Oysa ki, bizim acımızdan ayakta durmaya
bile halimiz kalmamıĢtı. Çok askerlerimiz yemiĢ kuyruğunda bayılır düĢerdi. Biz ise
yemiĢ kuyruğuna 3-4 arkadaĢ sırayla girer beklerdik. Yorulunca yer değiĢirdik.
Birimiz üçümüzün yerine yemiĢlimizi alırdı. Bazı usta askerler vardı, elma getirir
satardı. Yumurta kadar bir elmayı 50 kuruĢa satarlardı. Böylece 15 günlük ızdıraplı
çilemiz dolmuĢtu. Malatya‟ya gideceksiniz diye haber gelince sanki terhis olacağız
gibi sevinirdik. 15 gün tam bitti, 16‟ıncı gün CMS‟ler geldi, palas pandıras bizi ite
kaka doldurdular. Aynı gün Malatya‟nın tam da orta yerlerinde 421. piyade alayımız
vardı, oraya indirdiler. Ben daima Ġsmail Eren‟le beraberim. Her konuda birbirimizle
yardımlaĢır, dertleĢirdik. Ġsmail‟le yalvarıyoruz ki, acaba biz nasıl temizleneceğiz.
Yani bizim alelade bir yerde yıkanmakla felan temizlenmemize, bitlerden
arınmamıza imkan ve ihtimal yoktur. Bereket her Ģey hazırlanmıĢ, tecitten gelen
askeri hamama götürmeden, silbaĢtan elbise değiĢmeden bölükte yatmayacakmıĢız.
Hepimizin eline birer elbise dolu torba verdiler. Hadi bakalım hamama. Ġsmail‟le bi
seviniriz, bi seviniriz kurtulacağız diye. Hamama gireceğiz kabinelerde soyunacağız.
Bu esnada nöbetçi askerler var. Bu askerler sırtımızdan çıkanları toplayacak biz
oradan hamama gireceğiz, yıkanacağız. Sonra kabinden yeni elbiselerimizi alıp
giyeceğiz. Hamama girdik yıkandık ve çıktık. Bir baktım Ġsmail de geldi. Ama
yüzlerimiz gülmüĢ, pırıl pırıl gülüyoruz. Bütün askerin yüzleri gülüyordu. Of be dedik.
ADRES DEĞĠġTĠ
16. tugay 421. piyade alayı birinci tabur ikinci bölük. Adres değiĢti ya bakalım
düzen ve tabiatta değiĢti mi? Maalesef düzen ve tabiat değiĢmedi. Ben sanıyorum
iĢin burasında bir açıklama yapmak gerekiyor. Asker 3-4 ay eğitim görüyor, talim
terbiye görüyor. Sonra asker yemin ediyor. Asker Türk bayrağına elini koyuyor,
„Havada, karada, seferde, denizde vatanımı bayrağımı ve aziz milletimi canımdan
çok koruyacağıma, vatanım için gerekirse canımı feda edeceğime namusum ve
Ģerefim üzerine and içerim, and içerim, and içerim” diyor. Üç defa tekrarlıyor, söz
veriyor ve yemin ediyor. Artı, asker olan insan tam gençliğin tuğrandasını veriyor. Ġki
yıldı… ġimdilerde birbuçuk yılını karĢılıksız ve bedava sadece karın tokluğuna bir
120
Ölmeyen Çocuk
buçuk, iki yılını feda ediyor. Nerde kalmıĢ ki, yine onun yediğini içtiğini giydiğini yine
bunun ailesi vergileriyle ödüyor. Buna göre askere bu kadar sefalet niye?
ASKER ARASINDAKĠ ERLE SUBAY ARASINDAKĠ AYRIMCILIK
Bu iki askerin yaĢama koĢullarına bakacak olursak bana göre insanî ölçülerden
çok ıraktır. ġimdi askerin yiyeceği giyeceği, kullanacağı aracı, gereci, oturduğu ev
kirası vesairesi Türkiye sınırları içerisinde tüm çalıĢan sivil toplum tarafından
karĢılanır. Buna rağmen bu iki asker arasında çok ölçüsüz vaziyette ayrımcılık
yapılır. Örneğin parasız çalıĢan, fedai askerle subay olan askerin yeme içme ve
beslenme konusunda neden ayrımcılık yapılıyor? Fedai askerlere eĢit yemek
verilmiyor. Aynı koĢullar altında beslenmezler. Subay kesimine gelince ancak bir
benzetmeyle tarifi yapılabilir. Mesela bir tencere sütü piĢirirsin, süt piĢtikten sonra
onun kaymağını yoğurdunu alırsın. Altta kalan artığın, yağı alınan sütten geriye
sadece loru kalır. ĠĢte bu esas ürün sayın subaylara gider. Alt ürünleri ise öteki
rütbesiz askere verilir o da kısıtlıdır.
ASKERE UYGULANAN AYRIMCALIKLAR
Askere talim terbiye disiplin vesaire öğretilir. Askere talim terbiye disiplin
öğretirken ne acıdır ki, askere insanî muamele yapılmaz. Sanki kitabında diyor ki,
askere iyi muamele yapılmaz. Ġnsanlar hakaretlerden çok uzak kötü kelimeler itam
edilir. Yetmedi daha da öte giderler, dayak atılır, yani o zavallı köylü çocuklarını
Allah yaratmamıĢ gibi gözle bakılır. Eğitim yaptıran üstler genelde çavuĢlar,
astsubaylar, astsubay baĢçavuĢları, teğmen, üst teğmenlerdir. Bunların içerisinde
olsa olsa on kiĢiden bir tanesi vardır iyi muamelelerle, güzel ve tatlı sözlerle
muamele eden. Bu gibi eğitimcilerin yetiĢtirdiği askerler ise diğerlerine kıyasla daha
da iyi öğrenmiĢ daha da bilinçli olurlar.
BĠR SORU
Nereden geliyor acaba bu Türk ve Ġslam milletine kötü muamele yapma, kötü
söz, insanlık dıĢı uygulama yöntemleri? Bu bir öğretim midir? Böylesine insanlık dıĢı
itamları ve uygulamaları insan yapmaz. Ġnsanım diyenler yapmaz. O halde insanlık
dıĢı muameleleri özel olarak bir öğreten mi vardır? Ebeveyinden mi, anadan
babadan mı velhasıl Türk milletine bu insanlık dıĢı davranıĢlar, itamlar uygulama
illeti nereden nasıl bulaĢmıĢ? Binaenaleyh yeri gelince kendimizin her milletten
üstün olduğunu ve sütten temiz olduğunu iddia ediyoruz. Maalesef o kadar yazar
çizerlerimiz araĢtırmacılarımız vardır. Gel gör ki, hiçbiri bu iĢin araĢtırmasını
yapmamıĢtır. Doktorlarımız hakeza hiç kimse düĢünüp de yahu bu Türk milletinin
121
Ölmeyen Çocuk
böylesine soysuzlaĢmasının, öz benliklerden, öz kimliğinden, insanî duygulardan
kopmasının sebeplerini kaynakları nedendir diye bir zaman harcamamıĢtır?
BEN NEDEN BU KONUYA DEĞĠNDĠM?
Askerlik anımın baĢında da iĢaret etmiĢtim. Bütün bu kötü koĢullu muameleler
baĢımdan geçtiği için anım olarak yazmak zorundaydım.
Askerliğimde maruz kaldığım tecid olayını yazmıĢtım. ġimdi bu anımı okuyan
okurlarımın affına sağınarak üç tane acı olayı daha ileride ilave edeceğim.
TURHAN ÇAVUġ
Turhan ÇavuĢ‟un soy ismini hatırlayamıyorum, hatırlamak da istemiyorum.
Kendisi Adana‟lıydı. PınarbaĢı‟nda tecid günümüz bitmiĢti. Malatya‟da 421. piyade
alayına gelmiĢtik. Künyem 16. tugay 421. piyade alayı birinci tabur ikinci bölük
erlerinden Rıza ġahin. Silahlarımızı aldık, mangalara taksim olduk. Birinci takım
üçüncü manga takım çavuĢum Süleyman Eleman GümüĢhane‟li idi. Manga
çavuĢum Turhan ise Adana‟lı idi. Malatya‟nın güneyine düĢen bir mahalde talimgâh
yerine gitmiĢtik. Ġlk sağ, sol, yarım sağ, yarım sol haraketlerine baĢladık. Bir de
içtimayı öğrenecektik. Bu arada Turhan ÇavuĢ ilk günümüzde 12 kiĢiyi güzel bir sıra
dayağından geçirdi. Turhan ÇavuĢ‟un ilk dayak uygulaması yumruk olmuĢ
suratlarımıza bir sağ, bir sol ikiĢer yumruk atmıĢtı. ÇavuĢumuzun boyu 1.55, geniĢ
omuzlu, geniĢ torlak suratlı, vücudu tamamen kıllı bir insan tipiydi. Tokatı vururken
yukarıya doğru yetinirdi. Manga arkadaĢlarımızın iki tanesi biz Sivas Divriğili, hep
beraber olduğumuz (kardeĢ gibiydik) Rıza ġahin, Ġsmail Eren, üç kiĢi Çanakkale
ilinden iki kiĢi Tokat-Erbağ, Osman Topsakal ve Arif dört tanesi de Adana‟lıydı.
Diğerlerinin isimlerini hatırlamıyorum. Turhan ÇavuĢ tam üç ay bize acemi eğitimi
yaptırdı. Turhan ÇavuĢ‟un eğitimi tokat atmakla oluyordu. Bazen çok kızarsa tokat
atarken „Ulan kendine layık Ģey çocukları” diye de küfür kelimelerini kullanırdı.
TURHAN ÇAVUġ‟UN BARDAĞI TAġIRDIĞI UYGULAMALARI
Turhan ÇavuĢ‟un kayrmacılık zihniyeti ile ilk günlerde sıra dayağı 2-3 gün sürdü.
Sonra değiĢti. Örneğin Çanakkaleli ve diğer bir iki arkadaĢlara 2-3 günde bir dayak
vardı. Biz ve iki Tokatlı‟ya, iki Divriğili‟ye her gün en az birer tokat vururdu. Nöbete
yazma uygulamalarında, mutfakta çalıĢmalarımızda vesaireler de her alanda bu
çavuĢumuz ayrımcılık yapardı. Bir de Mersinli çavuĢumuz vardı, adı Mehmet Özmen
idi. O da nöbetçi çavuĢ olduğunda Turhan ÇavuĢ‟un izinden giderdi. ġimdi Turhan
ÇavuĢ‟un hemĢehrilerinden birisi Cabbar diye 1.85 boyunda bir arkadaĢ su
matarasını kayıp eder. Cabbar gece uyurken baĢucumdan benim mataramı çalar.
Ben matarasız kalırım. Belki de bu durumu Turhan ÇavuĢa söylerim, aynı zamanda
mataramı Cabbar‟ın almıĢ olduğunu söylerim. Bu hadise üzerine Cabbar mataraya
bir iĢaret vurur. Üç arkadaĢı da Ģahit dinlettirir. Turhan ÇavuĢ bu sefer beni yargılar,
122
Ölmeyen Çocuk
„Ulaan Ģey çocuğu, matranı kayıp ettin sonra arkadaĢına iftira ediyorsun” diyerek
yüzüme destekli iki tane tokat patlatır. Tokatı patlatır ama iĢin ilginç tarafı
bölüğümüzde 300 kiĢi akĢam ranzalarımızın üstünde ders görüyoruz. Bu esnada ve
300 kiĢinin gözü önünde bu hadise oluyor. Benim ise o arada burnumdan kan
fıĢkırıyor, baygınlık geçiriyorum. Yanımdaki hemĢehrim ve arkadaĢım Ġsmail
Eren‟den baĢkası da bana sahip çıkmıyor. Turan ÇavuĢ emir veriyor. Ġsmail
arkadaĢım götürüyor. Burnumu ve yüzümü yıkıyor ve aradan bir gün geçiyor.
Turhan ÇavuĢ devam ediyor. ArkadaĢım Ġsmail‟e bir ders soruyor, o da dersi
bilemiyor. Turhan ÇavuĢ aynı dersi „Sen söyle” Ģeklinde bana soruyor. Ben de dersi
bildiğim için söylüyorum. Bu sefer ÇavuĢ bir emir daha veriyor, „Dön ve isminle iki
tane tokat at” diyordu. Ben ise düĢünüyorum. Bir anda Ģok oluyorum. Ta ki içimden
bu benim canım ciğerim hergün aynı battaniyenin altında yatıyoruz. Her gün ikimiz
bir tabağı, bir kaĢığı, bir battaniyeyi paylaĢıyorduk. Ben bu arkadaĢıma nasıl
vurabilirim. Derken aradan bir dakika geçiyor, „Vur sana ulan” deyince ben de bila
mecburu elimin ucuyla arkadaĢıma iki tane vuruyorum. Turhan ÇavuĢ, „Dön bu yana
ulan Ģey çocuğu” diyor. Yine destekli iki tane tokatı patlatıyor. Gözlerimden cıngıyla
birlikte yaĢlar akıyor, „Hadi dön aynı tokatı arkadaĢına vur” diye emrediyordu. Aynı
tokatı arkadaĢıma vurduruyordu. (Bu nedenle biz iki arkadaĢ) Bölükte aynı zamanda
bir babadan doğmuĢ gibiydik. Sadece içtiğimiz su ayrı giderdi. ġimdi sen
kalkacaksın burası asker ocağıdır diyerek kardeĢinin söyleyemediği bir dersi kardeĢi
bildi diye kalkıp ona tokat attıracaksın. Amaç Ģu imiĢ, tokatı yiyen kardeĢin gücüne
gidecekmiĢ, bir daha tokat yemeyeyim diye o dersi öğreniyim diye gayret gösterip
çalıĢacakmıĢ. Bana göre bu dersi bir daha düĢünecekmiĢ. Ġster askerde, ister sivilde
sopayla baskıyla bir insana iĢkenceyle ders öğretmek, öğrenim ve eğitim felsefesine
ters düĢen bir yöntemdir.
Turhan ÇavuĢ devam ediyordu. Turhan ÇavuĢ, insanlar arasında ayrımcılık
tohumları ekmeye, aĢırı milliyetçilik yapmaya özel olarak yetiĢtirilmiĢ bir yaratıktı.
Turhan ÇavuĢ himayesine verilen askerlerini dövmeye benzer iĢkence yapmaya,
ceza vermek için bir pundunu bulup kötülük yapmaya devam ederken birinci sırada
biz üç kiĢi vardık. Divriği‟den ben Rıza ġahin ve arkadaĢım Ġsmail Eren, Tokat
Erbağ‟dan Arif. Bizden sonra gelen Sivas Koyluhisar‟dan Mehmet ġahin, üç kiĢi
Çanakkale‟den vardı. Mangamızı oluĢturanların diğer çoğunluk kesimi
Çukurovadan‟dı. Binaenaleyh Turhan ÇavuĢ‟un tarif ettiğim Ģekilde insanlara
iĢkence etmekten, dövmekten zevk alırcasına yaptıkları yanına kalmayacaktı.
Elbette mücadeleci bu tür insanlık dıĢı uygulamalara tahammül edemeyen birisi
Turan ÇavuĢ‟a karĢı çıkacaktı. Onun bu hunharca yaptıklarını yanına koymayacaktı.
Turhan ÇavuĢ‟a birinci: 1. tabur, 2. bölükte ve takım çavuĢu, Süleyman Eleman
GümüĢhane‟liydi. Ben gittim bu çavuĢa Ģikayetimi yaptım. Yine bir akĢam Turhan
ÇavuĢ bölükte ders verirken bu çavuĢ geldi. Turhan ÇavuĢ himayesindeki dört
hemĢehrine iki tane destekli tokat kendisine „Ulan Turhan ÇavuĢ sen ne ……
çocuğusun, bir daha bu bölükte bu insanlara bir tokat vurduğunu görsem veya
123
Ölmeyen Çocuk
duysam seni bu bölüğün ve burada 300 askerin içinde anam avradım olsun … Ģey
ederim” diyerek güzel bir ders verdi. ġimdi Allah‟ın iĢine bakın neler neler oluyor.
Malatya‟da dört aylık acemi eğitimimiz bitmiĢti. Bu aĢamadan sonra dağıtım
alacaktık. Tertip arkadaĢlarımızın bir kısım baĢka illere sevk olmuĢ gitmiĢlerdi. Bizler
ve genelde tanıdığım arkadaĢlar ise Malatya içinde baĢka kısımlara dağıtım olduk.
Örneğin ben istihkam kursu almak istihkam eri olmak üzere istihkam bölüğüne, iki
arkadaĢım Mehmet ġahin, Mustafa Savrunlu, Hasan Uludağ bu arkadaĢlarımız aynı
manga erleriydi, çavuĢ kursuna gitmiĢlerdi. ÇavuĢ kursuna gidenler çavuĢluğu
bitirmiĢ, çavuĢluğu kazanmıĢ, henüz terfiyelerini takmamıĢlardı. Böylece Malatya‟da
7-8 ayımız geçmiĢ iken birden bire bir emir gelmiĢti. Bu emir Ģu idi: “Malatya‟dan
421. piyade alayı kalkacak, Sivas‟ta 59. tümenin emrine gidecekti.“ Derhal emrin
gelmesiyle Sivas‟a varmamız 3 gün sürmüĢtü, Sivas‟a varmıĢtık. Ama benim
kaderim değiĢmemiĢti. Kader beni orada da Turhan ÇavuĢ‟un kucağına düĢürmüĢtü.
Sivas‟ın Kabak Yazısı diye bir alanı vardır, bu alan Sivas‟ın güney kısmında
ÇavuĢbaĢı Mahallesi ile sınır olan, oldukça Sivas‟ın içinden daha yüksek havalı bir
düzlükte. Burada kıĢlamız vardı. Suyu, yeĢilliği bol, ağaçlık yerdi; bir de hiç ağaç
olmayan 8-10 bin metrekare boĢ ve düz arazisi olan bir yerdi. Arada karargah
bölüğünde Turhan ÇavuĢ‟la yine birleĢtik. Turhan ÇavuĢ Adanalı, Mehmet Özmen
ÇavuĢ Mersinli. Osman ÇavuĢ Ġzmirli, karargah bölüğünde üç tane çavuĢumuz
vardı. Üçü de 1933 doğumlu üçüncü tertip olarak asker olmuĢlardı. Anımsadığıma
göre Sivas‟a geldikten üç veya dört ay sonra terhis olacaklardı. Dedik ya kader bizi
birbirimizden ayırmadı. Ya Turhan ÇavuĢ‟un yaptıkları yanına kalmayacaktı ya da
benim çilem henüz dolmamıĢ olacak ki, Mehmet ġahin, Hasan Uludağ, Mustafa
Savrunlu bu üç arkadaĢım çavuĢ olmuĢ baĢka bölüklerde eğitimcilerdi. Ġsmail Eren
ise baĢka bölükteydi, ayrı düĢmüĢtük. Karargâh bölüğünde ise ben, Tokat Erbağlı
Arif ve Çanakkaleli üç arkadaĢtık. Bu beĢ arkadaĢ karargah bölüğünde kader
ortakğıydık ama yine çile çekeceklerin önünde gelen biz iki kiĢi kalmıĢtık. Ben ve Arif
sabah içtimalarında bizim iki, diğerlerinin birer tokatı vardı. OnbaĢı bizi sabahleyin
içtima yapar, çavuĢ gelir gelmez sıradan kontrol eder bize gelir, bir o yana bir bu
yana ikiĢer tokat. Çanakkaleliler‟e birer tokat, diğer Çukurovalı ve diğer arkadaĢlara
vurmazdı. Gece nöbetleri 1-3, 3-5 nöbetleri baĢta bir iki kiĢi sonra Çanakkaleli
arkadaĢlar yazılırdı. Mutfak çalıĢmalarına biz gönderiliriz. Yani ayrımcılık devam
ediyordu. Bir gün bana gece nöbetçilerini değiĢtirmek, günlük iĢ taksimatlarını
yapmak üzere onbaĢı nöbeti vermiĢlerdi. 24 saat nöbetçi çavuĢu Mersin‟li Mehmet
Özmen, nöbetçi onbaĢı ise Rıza ġahin. Binannenaleyh çavuĢların talimatlarına göre
nöbetçi erleri nöbet yerinde uyumuĢlarsa silahını alacaksın. Nöbetçi çavuĢuna teslim
edeceksin. Ertesi gün o nöbetçiye disiplin cezası verilecekti. Mamafih depo
nöbetiydi. Turhan ÇavuĢun hemĢerisi Cabba‟ır, nöbet yerinde uyurken yakaladım.
Ġki defa da seslendiğim halde uyanmıyordu. Ben de talimat gereği tüfeğini aldım,
nöbet defterine de yazdım. Ġkinci gün sabah nöbetçi çavuĢuna teslim etmiĢtim. Ġkinci
gün ise, bizim nöbetimiz bitmiĢ. Nöbeti yine Turhan ÇavuĢ devralmıĢ idi. Turhan
124
Ölmeyen Çocuk
ÇavuĢ akĢam 7-9 arası beni koğuĢun içinde tüfek nöbetine yazar. Ben 7-9 tüfek
nöbetini beklerken Turhan ÇavuĢ gelir. 10 metre öteden beni çağırır, „Biraz beri gelir
misin? Bir Ģey söyleyeceğim” der. Tabi ben nöbetin ne demek olduğunu Turhan
ÇavuĢ‟un da gayesini bildiğim için Turhan ÇavuĢéun çağrısını ret ederim. Bu
tavrıma karĢılık bana sözlü baskı ve gözdağı vermekle oyalamaya çalıĢır. O esnada
hemĢehrisi olan bir asker tüfekliğin öbür tarafından bir tüfeğin mekânizmasını söker
kaçırır. Turhan ÇavuĢ tertipli olarak bu gayesini yerine getirdikten sonra mahal yerini
terk etmiĢti. Ve saat dokuzu bekler. Saat dokuzda ben nöbeti teslim ederken tabi ki,
bir tüfeğin mekânizması noksan olacaktı. Dolayısıyla ben de nöbeti teslim
edemeycektim. Nöbeti teslim edemeyince de bende cezaya çarptırılacaktım. Nitekim
Turhan ÇavuĢ‟un tertip ettiği düzen yerini almıĢtı. Beni sorguya çekmiĢ yargılıyordu.
Bana gelince artık Turhan ÇavuĢ‟a son sözümü söylemenin ve karĢı çıkmanın
zamanı da gelmiĢti. Ben Turhan ÇavuĢ‟a karĢı çıksam gereken hakettiği sözleri
söylesem de söylemesem de Turhan ÇavuĢ beni bölükte dövmekle
cezalandıracaktı. Bir de geceleri en zor nöbetleri yazacaktı. Bu ceza ise zaten
hergün bana uygulanıyordu. Ama ben karĢı çıkma hakkımı kullanırsam. Turhan
ÇavuĢ bana iki tokat fazla uygulacaktı ve nöbet fazla tutacaktık, bu benim artık
umrumda değildi. Turhan ÇavuĢ‟un bir pundunu bulup ben de onu cezalandırmam
gerecekti ama Turhan ÇavuĢ benim ne yapacaklarımı aklına dahi getiremez idi.
Nitekim Turhan ÇavuĢ istediğini uyguladı. Bana önce destekli olarak iki tane tokat
salladı. Bu tüfeğin mekânizmasını çaldırdığım içindi. ġimdi sıra bana gelmiĢti:
“Turhan ÇavuĢ, sen tam 14 aydır baĢta ben olmak üzere kasti olarak bizlere tokat
vurmakla nöbet yazmakla ve de uygunsuz kelimeler sarf etmekle ceza uyguladın.
Biz askerler arasında ayrımcılık yaptın. Bugün de ben senin hemĢehrin olan
Cabbar‟ın uyurken tüfeğini sakladığım için sen de bugün kasti olarak tüfeklikte
benim nöbetimde müdahale ettin. Mekanizmayı çaldırdın, buna karĢılık Ģimdi de
bana hakkım olmayan sopayı vuruyor, bana iĢkence uyguluyorsun. Ama Ģunu
unutma ki, ben de bu asker ocağında bu yaptıklarını yanına koymayacağım.“ ĠĢte bu
müdafam üzerine Turhan ÇavuĢ daha da hiddetlendi. Döndü çavuĢ arkadaĢlarına
seslendi ve Ģunları sordu: „ArkadaĢlar bir er bir çavuĢuna küfür konuĢmayı
yapabilirmi? Bir ast bir üste bu biçimde karĢı koyabilir mi?” Sorduğu insanlar ise yine
birisi Çukurovalı diğeri de kendi tertipi çavuĢ. ġimdi bu çavuĢlar kendi tertipleri olan
çavuĢun aleyhine, benim yanımda mı olacaklar? Bu mümkün mü? Turhan ÇavuĢ‟a
„Haklısın” bana da tabi ki, „Haksızsın” demek zorundalardı. Nihayet verilen kararda
ben iki tokat cezasını daha çoktan haketmiĢim. Ama vurulacak olan ikinci bir iki
tokata karĢılık verilecek cevabım hazırdı. Binaenaleyh Turhan ÇavuĢ destekli iki
tokatı daha salladı. Ama bu ikinci tokat beni fena halde sarsmıĢtı. KonuĢmaya dahi
mecalim kalmamıĢtı. Buna rağmen sesimin çıktığı kadar artık hazırlamıĢ olduğum
sözlerimi söyleyecektim: “Sayın Turhan ÇavuĢ bu gaddar tavrınla ve de bu kadar
insanın içinde suçsuz bir askeri dövmek ne erkeklik ve de askerliktir. Ben sana karĢı
geldiysem o esasında beni dövmenin yerine yarın beni Ģikayet etmen gerekirdi. Eğer
125
Ölmeyen Çocuk
haklıysan yarın yine de beni Ģikayet et. Ama sen Ģikayet etmez isen göreceksin ki,
ben seni öyle bir yere Ģikayet edeceğim ki, temenni ederim ki, bu tokatların fazlası
yarın muhtemel sana geri dönecektir. Bunu bil ve de unutmaya.“
TURHAN ÇAVUġ ALEYHĠNDE YAPACAĞIM ĠġLEM
Turhan ÇavuĢ‟la savaĢım yeni baĢlıyor. Artık iĢ askerlik pozisyonundan çıkmıĢ,
sadece faĢist bir çavuĢ karargâh bölüğünde korunuyor. Bu nedenle ben de haklı
olarak hem kendi onurumu ve bundan sonraki askerlik hayatımı kurtarmak ve hem
de diğer çavuĢlara da ibret dersi vermek için harekete geçecektim. Zira bu çavuĢa
ceza verdirmem benim için bir vazife olmuĢtu. Aynı zamanda çavuĢun yedi
göbeğine ders olacaktı.
Ne mi yapacaktım? Sevgili çavuĢumun o kadar suçları, o kadar suç teĢkil eden
tavrı ve haraketleri vardı ki... Ama çavuĢ ya kendini bilmiyordu ya da etraftaki
insanların hepsini kendinden sayıyordu, diğerlerini yok sayıyordu. O kadar ki
çavuĢun gözünü hırs bürümüĢtü. Oysa ki, evliydi bir karısı bir de çocuğu kendini
bekliyorlardı. ÇavuĢ bu bekleyenleri de unutmuĢ olacak ki, bölüğümüzün altında bir
depo vardı, kendisi de Piyango Ttepede acemi askerler için barakalar yaptırıyor.
Oradan tahtaları getiriyor, depo altında yine bir asker marangoz, ustasına bavul
yaptırıp satıyordu. ĠĢte ben sadece bu bavul yaptırıp satma olayını Ģikayet konusu
yapıp ilgili subaylara kavuĢturabilirsem kâfiydi. Nitekim birinci gün konuyu detaylı
olarak kâğıda yazdım. Aynı gün Divriğili emsalim olan Mustafa Savrunlu çavuĢ
olmuĢ ceza evine bakıyor. Diğer bir arkadaĢım yine çavuĢ olmuĢ eğitimciydi.
Bunların ikisini bir araya getirdim. Bir gün önceki hadiseyi anlattım. Ayrıca benim
yazımdan daha iyi bir yazıyla temize çektirdim. Ġki nüsha yaptırdım. Ayrı zarflara
koydum. Ġkinci iĢ Tokatlı arkadaĢım Arif‟i bulmam gerekiyordu. Arif‟i buldum.
Mektubu kendisine okudum. ġunları söyledim: „Arif bak kardeĢim bu mektubun
birisini götürüp nöbetçi subayının kapısından içeri atıp geleceksin. ġu birisini ise
alayın içinde devamlı dolaĢan bir kurmay binbaĢı, emir subayı var ona bizzat
vereceksin. Oldu mu Arif?”, „Tamam Rıza abi. Derhal götürürüm yeter. Artık canımız
yandı bu çavuĢun elinden.“ Arif mektubu önce nöbetçi subayına götürür, sonra emir
subayı kurmay binbaĢıyı arar tam çeĢmelerin kütür kütür aktığı bir yer vardı, orada
bir de teras yapılmıĢ, etrafı yeĢillik kanepeler vardır. Orada binbaĢıyı bulur ve
mektubu eline uzatır. Kendisi geri döner ama binbaĢı hemen Arif‟i geri çağırır,
„Nerede bu çavuĢ oğlum?” der, sorar. Arif, „Komutanım bu çavuĢ Tekoğul Tepede
baraka yaptırıyor” der. BinbaĢı orada gördüğü baĢka bir askeri daha çağırır, „Gidin
bu çavuĢu buraya çağırın, derhal gelsin.“ Askerler koĢar giderler. Diğer asker
olaydan habersiz ama Arif biliyor, bildiği için de sevinerek gidiyor. Askere de olayı
söylemiyor. ġimdi iĢin seyrine bakın. Esas tatlı yeri burada baĢlıyor. ÇavuĢ baĢına
geleceklerinden habersizdir. Dünkü tokat vurduğu askerden biri de Arif‟tir. ġimdi Arif
kendisi kuzu kuzu sopanın altına götürüyor. ÇavuĢ habersiz. ÇavuĢ gelir gelmez
binbaĢıya tak bir selam çakıyor. Askerler baĢında bekliyor. BinbaĢı, „Adın nedir?”
126
Ölmeyen Çocuk
ÇavuĢ, “Turhan komutanım.“ “Nerelisin sen?” „Adana‟lıyım. Komutanım.“ BinbaĢı,
„Bellidir. Böylesi namuslu çavuĢlar Adana‟dan çıkar.“ Askerlere seslenir, binbaĢı,
„Nöbetçi subayına gidin bana iki tane inzibat göndersin. Siz de birlikte geri gelin.“
Arif, „Emredersin komutanım” der. Nöbetçi subayı, iki inzibatı binbaĢının emrine
derhal gönderir. Ġnzibatlar gelir, „Emret komutanım” der. Bir selam çakarlar. BinbaĢı:
„Yatırın bakıyım Ģu namuslu çavuĢu” diye emir verir. Emredersin komutanım derler.
Sıkı mı emre karĢı çıksınlar. Derhal çavuĢu yüzün koyu yatırırlar. BinbaĢı ayaklarıyla
çavuĢun üzerine çıkar. Kafasına sağ ayağını basar. Yuvarlamaya baĢlar, „Ulan
namussuz, sen çavuĢ oldun asker yetiĢtirdin hemi” diyerek, „Sen çavuĢ rütbesi
altında orduya ve askere düĢmanlık yapacaksın. Seni gidi Mülcem tohumu. Keyfin
için karın için askerleri döversin ulan o ...... çocuğu. Gör ki, kaç tane askerin canını
yaktın. Sen kaç tane asker senin yüzünden askerlikten dahi nefret etti. Değil mi?”
Ġnzibatlara güzel bir coplattırıyor. Götürün bu vatan hainini. Atın ceza evine.
Ġnzibatlar götürüyor. Ceza evine teslim edecek, çavuĢ bir de bakıyor ki, Malatya‟da
tokat vurduğu Mustafa, çavuĢ olmuĢ cezaevine bakıyor. Bu çavuĢ karĢısına çıkıyor
ya Turhan ÇavuĢun çilesi bundan sonra baĢlıyor. Mustafa da öyle bir insandır ki,
1.55 boyu var 55-57 kilosu vardır. Esmer, gök gözlü, kaĢları uzunca, ileri
fırlamıĢcasına korkunç bakıĢlı, ufak tefek görünümlü bir insandır. Ama Mustafa‟da
olağanüstü süper zeka vardır. Sonra Mustafa yapacağı iĢi söylemez. Çok da
kincidir. Yani iyilik olsun kötülük olsun bir yapana iki yapar. Bir gelene iki giden
cinstendir. Babası minnetçi gelse af etmez. Hele iĢin ucunda da biz varız ki, zira biz
Divriği‟den bir tertip olarak beraber çıkmıĢız. Daha önce de birbirlerimizi tanıyan
çocuklarız. Hepimiz ağzı var dili olmayan çocuklarız. ĠĢte bu nedenle bize vurulan
her tokata en az beĢ karĢılık vermeden Mustafa Turhan ÇavuĢ‟u af etmeyecekti.
Hele hele kurmay binbaĢı gibi bir subayın hıĢmına uğramıĢ milli olarak ceza evlerine
düĢmüĢ bir fırsatı da Mustafa değerlendircektir.
NETĠCE
Neticeye gelelim. Neticede çavuĢ üç ay hapiste yatıyor ama bu üç ay çavuĢa üç
sene kadar koyuyor. Zira tuvalete gidecek, çile çektiriyorlar. Bir ziyaretçisini
göstermiyorlar. ÇavuĢ hep itilip kakılmayla kötü itamlarla üç ay gün geçiriyor. Ġkincisi
terfiyesi geri alınıyor. Üçüncüsü 1955 parasıyla 300 lira da para cezası
uygulanıyordu. Binaenaleyh çavuĢun daha ceza evine düĢtüğünün ertesi günü
bölükte 5-6 kiĢinin dıĢındaki diğer askerlerin, onbaĢıların arasında bir bayram havası
esiyordu. Hele o Çanakkaleli çocuklar, Erbağlı Arif‟in sevinçlerinden ayakları yerlere
değmiyordu. Benim yaptığımı hepsi biliyordu. Zira daha bir gün önce çavuĢun
yüzüne karĢı ve onun yanında açıkça söylemiĢtim. Ama hiçbirisi benim öyle bir
Ģikayeti yapıp baĢaracağıma inanmamıĢlardı. Mamafih Ģimdi inanmıĢlardı. Zavallı
Arif ve Çanakkaleli çocuklar gizli gizli gelip beni tebrik ve taktir ediyorlar. Ellerimi
dahi öpmek istiyorlardı. Ama ben de inanıyorum ki, fevkalade bir iĢ yapmıĢ ve
gerçekleĢtirmiĢtim. Zavallı ana kuzuları, iki sene boyu evlerinden harçlık bile
127
Ölmeyen Çocuk
alamayan fakir ve mazlum ana kuzuları az mı çekmiĢti o lanetin elinden. Allah
böylesi kötülerin cezasını versin. Mazlum insanları da o gibi zalimlerin elinden
kurtarsın diyerek bu anımı burada bağlıyorum. Turhan ÇavuĢ‟a Allah‟tan önce benim
ceza verdiğim de bilinsin.
HĠZMET ERLĠĞĠ
Karargâh bölüğünde böylesine mücadeleli bir savaĢ vermiĢ, bölüğü temize
çıkarmıĢ ve arkadaĢlar arasında sevilip sayılmaya, hatta nöbet tutmaktan mutfak
çalıĢmalarından kurtulup, askerler arasında ayrımcılıkları düzeltip rahat bir nefes
alacağımız zaman bir de karĢıma doktor yüzbaĢı olan bir subay çıkmasın mı? ĠĢin
aksi tarafı, cezaevine giren çavuĢun tarafı olan birkaç asker benim bölükten
gitmeme haklı olarak sevineceklerdi. Gerçi bana göre onların sevinmesi mühim
değildi. Mühim olanı benim doktor tarafından hizmet erliğine gidebilmem nasıl
olacaktı? Bu hizmet erliği: bilindiği üzere o devrede her subay kendine bir askeri
alabiliyor ve ev iĢlerinde, vesaire iĢlerde çalıĢtırabiliyordu ve hizmet erliği yapanlar
hakkında birkaç dedikodular duymuĢtum. Binaenaleyh bu nedenle düĢünmeye
baĢladım. O arada yüzbaĢı doktor konuĢmaya baĢladı: “Niçin düĢündün?” diye
sordu. Cevap: „Ne biliyim yüzbaĢım? Ben bu hizmet erliğini sevmiyorum” dedim.
Doktor, „Bak kuzum, ben seni sordum Divriğili‟ymiĢsin. Ben o yörenin çocuklarını
severim. Ben ise bekâr bir insanım. Burada bir annem ve babam var. Bir de kız
kardeĢim var. 2-3 ay Sivas‟ta kaldıktan sonra seninle ben Ankara‟ya gideceğiz.
Benim öyle sandığın kadar iĢim de yok. Buna göre eğer istiyorsan gel.“ Cevap:
„Ankara‟yı duyunca gönlüm oldu. Zira daha önce Ankara‟ya gitmiĢtim. Ġlk gurbetlik
göbeğim Ankara‟ya kesilmiĢti.“ Bu nedenle bu sefer doktora olur cevabını vermiĢtim.
YüzbaĢı adını hala sormadım, „Adın ne senin?”, „Benim adım Turhan Soycengiz.“
Cevap: „Benim adım Rıza” oldu. “Rıza sen hazırlan, ben yarın seni alacağım,
götüreceğim. Ev ile tanıĢtıracağım.“
O gün için yüzbaĢı gitti. Ben yine de karamsardım. Aklıma Ģunlar geliyordu. Ya
yüzbaĢı evlenirse. YüzbaĢının hanımı bana emrederse. Yok Ģunu getir, yok bunu
getir derse bana olumsuz sözler söylerse, o zaman ne olacak. Bir baĢka olay ise,
yukarıda bahsettiğim gibi karargah bölüğünde sanki bir kahraman olmuĢtum. Zira
benim gibi gariban askerler etrafıma toplanır, bana saygı duyar, beni bölükte bir lider
durumunda severlerdi. Her daraldıklarında ve bir problemi olduğunda gelir bana
danıĢırlar, ben de yardımcı olurdum. Hele hele Erbağlı Arif zavallının biriydi. Ben
gidince Turhan ÇavuĢ‟la hemĢehrileri belki de onu rahatsız edeceklerdi.
Binaenaleyh ben bu Ģekilde düĢündüğüm gibi, bu çevredeki çocuklar da aynı
düĢünceleri benimle paylaĢıyorlardı. Ama ben onlara epeyce moral vermiĢtim.
Neticede doktorla birlikte Ankara‟ya gitme tercihim ağır basmıĢtı. Ama yine de 2-3
ay ve akĢam sabah bölükte olacaktım. Benim doktorla anlaĢmam böyle olmuĢtu.
Binaenaleyh arkadaĢlarımı bu durum dahi mutlu etmiĢti. Zira Turhan ÇavuĢ‟un
tertipleri olan iki tane çavuĢ kalmıĢtı ki, onlar da daha teskerelerini alıp gideceklerdi.
128
Ölmeyen Çocuk
Böyle olunca karargâh bölüğüne gelecek olan çavuĢlar yine bizim tertiplerden
olacaktı. Artı, bölükte usta erler yine bizim tertipler idi. Dolayısıyla bizim tertipten
olup da Turhan ÇavuĢ‟un tarafı olan dört asker de zaten kılıfına çekilmiĢ, sesleri
kesilmiĢ kapıkulu kılığına girmiĢlerdi. Bu nedenle, benim taraflarımın artık
kaygılanmalarına gerek yoktu. Velhasıl ben doktorun yanına ve hizmet erliğine
gitmiĢtim. Hizmet erliğine giderken elbisem A‟dan Z‟ye yenilendi. Yeni aldığım
elbiseyi koğuĢumuzun terzisi vardı, ona üzerime göre çıta gibi bir elbise
yaptırmıĢtım. Doktorum beni götürdüğü ilk gün babasıyla annesiyle tanıĢtırdı. Eve
girdim, Ģu anda doktorun babası Mahmut Soycengiz‟le karĢı karĢıyayız. Mahmut
Bey bana „Oğlum” diyecekti. Ben de ona „Baba” diyecektim. ġimdi Mahmut Bey
yapacağım iĢler hakkında bir Ģeyler söylüyordu: „Ben her gün bir gazete okuyorum.
Sabahleyin gelirken benim gazetemi felan büfeden alır gelirsin. Benim baĢka iĢim
olmaz. Annen de kendi iĢleri olursa sana söyler.“ Ġkinci gün Mahmut Bey‟in
gazetesini aynen tarif ettiği gibi aldım getirdim. Mahmut Bey, Cumhuriyet Gazetesi
okuyordu. Mahmut Bey, gazeteyi aldı beni dıĢarı bırakmadı, „Otur bakalım Ģuraya”
dedi, oturdum. Mahmut Bey, „Bak oğlum ben astsubay baĢçavuĢluğundan ayrıldım.
Ġki sene de Sivas Sanat Enstitüsü okulunda memurluk yaptım ve emekli oldum. 35
sene askerlikle birlikte emeğim var. Benim Türkiye‟nin doğusundan batısına
gezmediğim vilayet kasaba köy kalmadı. Divriği‟yi çok iyi bilirim.“ Mahmut Bey
Divriği köylerini ve Divriği‟yi, genellikle yöre halkının yaĢantılarını, geleneklerini bir
saat falan anlattı. Mahmut Bey sonunda Ģunu söyledi: „Bak oğlum sana birĢey
söyleyeceğim. Yalnız benim söylediklerimi yanlıĢ değerledirmeyesin. Zira sen ne
olursan ol bizim için fark etmiyor. Ancak birĢey var ki, sen bizim bir oğlumuz oldun.
Bu evde herĢey sana güvenilecektir. Senin bizi, bizim de seni bilmemiz için bazı
hususları konuĢmamızda senin de öğrenmen de yarar görüyorum.“ Mahmut Bey
devam etti. Ben ise bir an önce söylesin diye merakla Mahmut Bey‟in ağzına
bakıyordum. Mahmut Bey Divriği‟nin Ģu kadar köyü var Ģu kadarı Alevi inançlıdır, Ģu
kadarı Sünni inançlıdır. ġu kadarı da az birkaç köy diye tarif ettiği „Bunlar da
Müslüman değildir, KızılbaĢ‟tır, yalnız KızılbaĢ köyleri Zara ve Ġmraniye yörelerinde
çoktur.“ Mahmut Bey konuĢmanın seyrini bu yönlere çekmeseydi iyi olacaktı.
Ġçimden eyvah dedim. „Burası da benim için iyi olmayacak galiba” diye içimden
heyecanlanmaya baĢladım. Mahmut Bey burasını talihsiz konuĢuyordu. Zira
Mahmut Bey‟i gördüğüm kadarıyla 55-60 yaĢlarında vardı. Bense 20 yaĢında, üstelik
askerim. Mahmut Bey aynı zamanda Kur‟an okuyordu. Ana caddeye bakan
penceresi vardı. O pencerenin önüne oturur Kur‟an okurdu. Kur‟anı devamlı o
pencerenin önünde dururdu. Ben ise Kur‟an az okumuĢtum ama dinsel yöntemli 2-3
tane kitabım vardı. Onları vakit buldukça okurdum. Yalnız kitap ve Kur‟an okuyan
icraatçı dedeleri çok dinlemiĢtim. Acaba benim pratikten dinleyerek öğrendiklerim
Kur‟an‟ı Kerim‟de var mı yok mu diye fazla kendime güvenerek tartıĢmaya
giremezdim. Ama iyi biliyordum ki, Mahmut Bey bu konuları bilerek söylemiyor. Zira
Kur‟an‟ı Kerim‟i okusa da o bir askerdi. Okuduğu yazı Arapça olduğundan ona
129
Ölmeyen Çocuk
sadece Kur‟an harflerini öğretmiĢler. Mahmut Bey‟in dinci hocalar tarafından
yönlendirilmiĢ, taraflı bir din eğitimi almıĢ olduğu belliydi. Ben Mahmut Bey‟e
konuĢmasının bu kısımları yanlıĢtı desem de kendisini ikna edemeyeceğimi bildiğim
için konuyu zamana bırakmak istedim. Dedim ki, „Baba ben 15 gün izine gideceğim.
DönüĢümde sana bu konuları iktifa eden kitaplardan getireceğim, hem de
konuĢacağız.“
Neyse ki, izine gitme günü geldi. Ben 15 gün izinimi aldım, köye gittim. Köyde iki
kitabım vardı. Biri “Hz. Muhammed‟in Hayatı” adlı 47. baskılı Murat Sertoğlu
çevirmesi, diğeri de „BektaĢiliğin Ġçyüzü” adlı kitap. Bu iki kitabın yazarı da Sünni
kökenli idi. Mahmut Soycengiz baba da Sünni bir aile idi. Bu nedenle bu kitaplara
inanacaktı. Benim pratik bildiğime gelince Mahmut Bey‟e aktaracağım bilgilerimin
kaynağı. A. Kur‟an‟ı Kerim, B. “Ebu Müslim-i Horasani” adlı yine Murat Sertoğlu‟nun
çevirmesi idi. Ebu Müslim ise 750 yıllarında yaĢamıĢ Mervan‟la muhatap olmuĢ,
Mervan‟ın saltanatının devri imiĢ. Fakat Hz. Muhammed, Hz. Ali çığrından yola
çıkarak Ehl-i Beyt‟in yolunu izlemiĢ, onların intikamını almayı baĢarmıĢ ve de Ebu
Müslim Horasani hedefine kavuĢmuĢ, çok müthiĢ bir savaĢçı, devrimci olarak tarihe
damgasını basmıĢtı. C. Bu kitaplar hem KızılbaĢlar‟ın hem Aleviler‟in iki ismin
birleĢtiğini her iki ünvanda Hz. Ali‟den kaynaklı olduğunu bu kitaplarda vurguluyordu.
Ç. Bilakis bu iki ünvanın çatısı altında toplananların esas Ġslam olduklarını, bunları
kötüleyen hatta bunlara karĢı savaĢ açanları tarih, Ġslam düĢmanlığı yapmıĢ olarak
suçluyordu. Hz. Ali ve diğer dört kiĢi Ehl-i Beyt olarak ismen Kur‟an‟da zikrediliyordu.
ĠĢte bu bilgileri Mahmut Baba‟ya anlattım. Mahmut Bey o kitapları da okudu. Sonra
beni bir daha yanına oturtmuĢ özür dileyerek gönlümü almıĢ idi. Ardından bana,
„Sen bir hocasın” diye de kıyam etmiĢti. Böylece Mahmut Bey‟le teskereyi alana
kadar gerçekten baba oğul gibi uyumlu bir buçuk sene günümüz geçmiĢti. Gerçi biz
Ankara‟ya gitmiĢtik. Mahmut Baba‟yla hanımı ve kızları Aliye hanım Sivas‟ta kaldılar.
Ama Ankara‟ya her ay gelir, bir hafta durur dönerdi. Mahmut Baba Ankara‟ya geldiği
zaman da bana selamün aleyküm hoca derdi. O kalkar benim yanımda namaz
kılardı. Namazdan sonra da beĢ vakit namaz hakkında ve Kıble hakkında, ayrıca 30
gün oruç hakkında tartıĢırdık. Mahmut Bey bütün söylediklerimi kabul ederdi.
Velakin kendisini bir defa beĢ vakit namaza, 30 gün oruca alıĢtırmıĢtı. Vazgeçmeye
de asla niyeti yoktu. Binaenaleyh oğlu doktor yüzbaĢı ise, ne namaz kılar, ne oruç
tutar, ne de Hac‟ca inanırdı. Bu iĢlerde hiç astarı bezi yoktu. Benimle yüzbaĢım
arasında ise zerre kadar bu tür konuĢmalar geçmemiĢ, bilakis beni çok koruyucu
olmuĢ idi. Turhan Bey‟in hem insanlığı, hem de doktorluğu son derece iyiydi ve
dengi bulunmaz bir insandı.
DR. YÜZBAġIYLA EV TUTMAMIZ
YüzbaĢım, Sivas‟tan Ankara‟ya gelmeden önce bahçe içi bir ev tutmuĢtu. Ġlk
Ankara‟ya geldiğimizde MeĢrutiyet Cad. Hatay Sokak 11 numarada oturduk. Burası
bahçe içi, zemin katta bir evdi. Askerî birliğim ise, Genelkurmay binasının arka
130
Ölmeyen Çocuk
kısmında idi. Hastane ise Anıtkabir‟in hemen yanında, Anıttepe‟de idi. YüzbaĢım
burada hizmet yapardı. Ben ise iki günde bir, bir bavul ilacı Dikimevi‟ndeki (Ģimdiki)
Postane binasının yanıbaĢındaki Zafer Eczanesi‟nden, alır hastahaneye götürür
bırakır giderdim. Geceleri de birliğimde yatardım. Evde kalmazdım. Sabah
kahvaltımı birlikte yapmaz, erkenden eve gelir ve kahvaltımı evde yapardım.
YüzbaĢım da sadece bir az piĢmiĢ yumurta, bir de çay içer giderdi. Ben de çarĢıya
çıkar gezerdim. Bazen tanıdık akrabalarıma, Tuzluçayır‟da Ablamlar vardı tatil
günlerimde oraya giderdim. Hatay Sokak‟ta oturduğumuz süre içerisinde iki önemli,
acı anım oldu. Ama sonra bu günler tatlı oldu.
GENELKURMAY ASKERĠ KOĞUġUNDA
Genelkurmay askerî koğuĢunu idare eden bir binbaĢı, bir yüzbaĢı, bir üst
teğmen, bir astsubay, beĢ sırmalı kıdemli baĢçavuĢ vardı. Biz hizmet erleri, bu
koğuĢta sadece geceleri yatacağız. Yemek zamanı kıĢlada bulunursak yemeğimizi
yiyeceğiz. Her hafta bir defa da içtima olup kontrolden geçeceğiz. Günün diğer
zamanlarında subayımızın hizmetinde olacağız. Yani koğuĢumuzda hiçbir vazife
yapmayacağız. Verilen talimat ve kuralımız bu iken, baĢçavuĢumuz bir gün bölük
çavuĢlarına emir vermiĢ, „Herkes battaniyelerini dıĢarı çıkaracak, genel temizlik
yapılacak” demiĢ. Benim ve benim gibi birçok arkadaĢların haberi olmamıĢtı bu
durumdan. Cuma günleri sabahleyin içtima olurduk. Ġçtima alanında baĢçavuĢumuz
eline kol kalınlığında bir değnek almıĢ hepimizi sıra dayağına çekiyordu. Sıra dayağı
atarken çok çirkin bir dayak uygulaması yapıyor; baĢçavuĢ önce bir sorguya
çekiyordu, bu sorgu anında tam destekli birer tokat vuruyor ve içtimada bekletiyordu.
Tokat iĢkencesi bittikten sonra, bu sefer de iki taraftan birer çavuĢa tutturuyordu,
belimizi eğiyor arkadan bir tane deynek vuruyor, bir de tekme atıyordu, sonra da
“Haydi gidin” diyordu. Böylece destekli bir tokat, arkadan bir deynek, bir de tekme
iĢkencesiyle sıra dayağımız sona eriyordu. Askerlik anılarımın baĢ taraflarında ve
acemilik devrelerinde maruz kaldığımız iĢkence, kurtlu papara yeme, sopa
iĢkencelerinin uygulandığından bahsetmiĢtim. ġimdi bu anılarımı okuyacak olanlara
soruyor ve vicdanlarına havale ediyorum. Bu biçim iĢkencevari, çirkin dayaklar
askerin ve de insanın onuruna yakıĢır mı? Acaba bu iĢkenceyi ve dayağı uygulayan
herĢeyden önce insan olabilir mi? Nerde kalmıĢ ki; okumuĢ, eğitim görmüĢ subaylar,
baĢçavuĢ ve çavuĢlar. Ayrıca bu tür uygulamalara göz yuman, görmezlikten gelen
üst düzey subaylar, yüzbaĢılar olmuĢtu.
DR. YÜZBAġIM TURHAN BEY
ĠĢkencevari sıra dayağını yüzbaĢıma anlatacağım. Binaenaleyh cuma günü
öğleden sonra eve gittim. YüzbaĢım genelde saat 4-5 sıralarında eve gelirdi. Bu
nedenle öğleden sonra saat 1-2 arası evde yoktu. Ben ise Ģikayetimi yapmak için
yüzbaĢımın geleceği saati bekleyemedim, ancak bir yazı yazdım, keyfiyeti anlattım.
Pazartesi de eve gelemeyeceğimi yazdım, tekrar bölüğe geldim. Nöbetçi çavuĢuna
131
Ölmeyen Çocuk
cumartesi pazar koğuĢta bulunamayacağımı haber verdim. Cumartesi pazar
günümü geçirmek üzere Tuzluçayır‟da Ablamın yanına gittim. Ġki günüm Ablamın
yanında geçtikten sonra pazartesi günü tekrar sabahleyin bölüğüme geldim. Saat 89 sıralarıydı. Bir de baktım Dr. YüzbaĢım gelmiĢ, beni buldu ve beni yanına aldı. O
arada bölükteki bir çavuĢtan bölük amirini sordu. ÇavuĢ, YüzbaĢıyla birlikte bizi
bölük amirine götürdü. Bölük amirimiz, bir yüzbaĢı bir de üstteğmendi. Bereket, ikisi
de yerlerindelerdi. Üstteğmenimizin ismini anımsamıyorum ama çok değerli, hep
askeri koruyan bir subaydı. Dr. YüzbaĢım doğrusu açtı ağzını yumdu gözünü.
Doktorun ağırlıklı sözleri Ģunlardı: „Sayın yüzbaĢı, sayın üstteğmen Ģunu unutmayın
ki, bu askerler de en az sizin kadar insandır. Bu askerlerin kabahati ne olursa olsun
bu Ģekilde insan onuruyla, insanlıkla, hatta askerlik onuruyla bağdaĢmayan dayak
atılmaz, iĢkence yapılmaz. Bu askerlere bu tür insanlık dıĢı sopa uygulayan kim
olursa olsun doğrudan doğruya mahkemeye verilip cezalandırılmalıdır ve
tarafınızdan gerekli cezai iĢlem yapılmalıdır ve netice olarak Ģunu size haber
veriyorum: ben askerimi buradan alıp hastanedeki askeri birliğimize götüreceğim.
Orada koğuĢ amiriyle konuĢacağım. Üç gün sonra askerimi almak üzere buraya
tekrar geleceğim. Sayın yüzbaĢım bu iĢkence dayağı hakkında ben bütün isimleri ve
yapılan uygulamayı not aldım. Eğer siz amir olarak iĢkenceci baĢçavuĢ ve
yardımcıları hakkında cezai iĢleminizi yapmamıĢsanız bu taktirde ben idareniz
hakkında suç duyurusunda bulunacağımı Ģimdiden haber veriyorum.“
Bölük amiri yüzbaĢı, „Sayın doktorum, Ģikayetinizi aldık. Biz de zaten o
baĢçavuĢ hakkında tahkikatı yaptık. Kısa bir süre sonra baĢçavuĢu sürgüne sevk
edeceğiz, hiç merak etmeyin dedi. Arkasından üstteğmen devreye girdi. Bölük amiri
olan yüzbaĢıya döndü, „Sayın yüzbaĢım bu masum ana kuzuları hiçbir suçu günahı
olmayan askerlik görevini yapan bu kadar askere çirkince dayak uygulayan bir
baĢçavuĢ bozuntusunu sadece bir sürgüne göndermek yetmez. O askere nasıl bir
ceza uyguladıysa ben de ona iade edeyim de bir görsün. Dayağın acısı neymiĢ
anlasın. O herif kim bilir kaç askerin canını yakmıĢtır. Kim bilir hangi fahiĢenin
çoluğu çocuğudur bu herif.“ Bölük amiri yüzbaĢı yanıt verdi: “Üstteğmenim seni
biliyorum, bu tür vakaları af etmezsin. Yalnız benim haberim olmasın, ben hiç
duymamıĢ olayım.“ Bizim doktor ise durumdan memnun oldu ve inandı. Oldukça da
sakinleĢti. “Peki, bir daha görüĢmek üzere, Allahaısmarladık” dedi ve ayrıldı.
ÜSTEĞMEN
Üstteğmen hiç affeder mi? Üstteğmenimiz zaten mimliydi. BaĢçavuĢu bırakın,
üstteğmen binbaĢı dövmüĢ, albayı dövmüĢ, terfiyeler söktürmüĢ halen
üstteğmenlikte talim eden bir insan tipiydi. Üstteğmen pazartesi sabahını zor
getirmiĢ olacak ki, pazartesi saat 7.30 sıralarıydı. Bir de baktık anons yapıldı, içtima
olduk. Bütün askerin gözü önünde iĢkenceci bizim baĢçavuĢu meydana dikti.
Üstteğmenin baĢçavuĢa ilk sözü: „Ulan fahiĢe çocuğu senin baban, anan, deden,
soyun sopun var mı? Senin çoluğun çocuğun da ve karında var mı? Eğer bu
132
Ölmeyen Çocuk
yakınların varsa onlara senin askere uyguladığın iĢkence senin yakınlarına
uygulansa onlar dayanabilir mi? Sen dayanabilir misin? BaĢçavuĢa yardım eden
çavuĢlar kimdi? Onlar da gelsin bakalım. ġimdi senin attığın dayağı ben de sana
atayım, bir deneyelim bakalım nasıl oluyormuĢ. Bakalım tatlı mı, acı mı oluyormuĢ.
Bir de sen bu dayağın tadını tat bakalım.“ BaĢçavuĢ, „Ama üstteğmenim asker
verdiğim emri yerine getirmemiĢti.“ “Ulan öküz oğlu öküz ben burada Ģey miyim,
emrin yerine gelmediyse neden benim haberim olmuyor? Neden bana haber
vermeden bu kadar askeri iĢkence dayağından geçiriyorsun? Sen kimden aldın bu
emri bakalım? Sen bir iĢkence manyağı mısın? Yoksa asker misin?” derken
üstteğmen öyle bir tokat indirdi ki, baĢçavuĢ birkaç saniye sersemledi ve kendini zor
toparladı. Yine esas duruĢa geçti. Üstteğmen, „Nasıl tatlı mıydı?” Bir de öbür
suratına patlattı. Sonra çavuĢa emretti: „Siz askerleri nasıl tuttunuzsa bu herifi de
öyle tutun bakalım” dedi. Tabi ki, çavuĢlar sıkı mı üstteğmene karĢı çıksınlar.
BaĢçavuĢun kollarından tuttular, üstteğmen sağ ayağını kaldırdı iki tane tekme
salladı. Üstteğmen her vurduğunda soruyor: „Nasıl baĢçavuĢ iyi mi tatlı mı? Sen bu
dayağa Ģükret. Eğer seni mahkeme kanalıyla cezalandırsaydık terfiyelerin gidecekti.
Hasiplerde yatacaktın. ġimdi topla pılını pırtını evine git. Üç gün sonra gel, sürgün
kâğıdını al. Nereye gideceğini kâğıdı alırken öğrenirsin. Hadi git gördüğün gibi
yediğin gibi anlat. Bir daha da askere dayak atma fırsatı eline geçmeyecektir. Defol
git.“ Biz askere gelince, üstteğmen baĢçavuĢa vurdukça, o acı ve tahammül
edilemeyecek kelimeleri sarf ettikçe bizim içimiz serinliyordu. Biraz olsun
sakinleĢiyorduk. Bu kahraman üstteğmenimiz bize döndü, „Haydi çocuklar, bundan
sonra ben burada olduğum müddetçe kimse size bir tokat dahi vuramayacaktır.
Asker hepsi bir ağızla, „Sağoool” coĢkuyula üstteğmeni selamladık.
DR. YÜZBAġI TURHAN BEY
Gelelim Ģimdi Dr. YüzbaĢıma, gerçekten üç gün sonra doktor sabah erkenden
bölüğe geldi, beni buldu, yüzbaĢının ve üstteğmenin odasına gittik. GeliĢen
durumları ve baĢçavuĢun durumunu doktora anlattılar. BaĢçavuĢ gitmiĢti. Doktorun
Ģikayeti yerine getirilmiĢti. Doktorla malzemeleri aldık, yola çıktık. Hemen caddeye
çıkıp otobüse binip hastahaneye gidecektik. Bu arada doktor anlatmaya baĢladı:
„Gördün mü Rıza? Bu namussuz insanları Ģikayetimizi o Ģekilde bildirmeseydik belki
de hiç aldırmayacaklardı. ġimdi iyi oldu, hiç olmazsa bu sayede orada kalan askerler
sopadan kurtulmuĢ oldu. Seni de tebrik ederim. Ġyi ki, bu Ģekilde hareket ettin de bir
vesile oldun. BaĢçavuĢ da hakettiği cezayı buldu.“ Bu muhabbetten sonra
otobüsümüze binip yola devam ettik. Gülhane Hastahanesinin zemin katında koğuĢ
vardı, oradaki asker doktorların erlerinin hepsi orada kalıyorlarmıĢ. Burada bir yatak
gösterildi. Artık teskeremi alana kadar orada kalacaktım. Doktor söz konusu koğuĢa
beni getirdi. Yerime yerleĢtirdi ve gitti. Hatay Sokak‟ta kaldığımız süre içinde acı
ama gerçek olan anımın biri buydu. Hatay Sokak adresi galiba bize uğursuz gelmiĢ
133
Ölmeyen Çocuk
olacak ki, bir diğer acı anımda Ģu olmuĢtu. Gerçi bahsedeceğim anım doğrudan
kendi hatamdan kaynaklıydı.
BAYRAM SÖĞÜTLÜ
Bayram Söğütlü, Ablamın beyi, aynı zamanda soydan amcazadeyiz ve de
babamın dayısının oğludur. Bayram EniĢte Toprak Mahsulleri Ofisi Genel
Müdürlüğünde odacı durumunda bir memurdu. Dolayısıyla ekonomiden fakir bir
aileydi. Buna rağmen, Tuzluçayır‟da bir gecekondu evi alabilmiĢti. Bu gecekondu 1
oda, bir salon olduğundan bahis üç çocuk ve karı koca olmakla beĢ kiĢiye çok dar
geliyordu. Dar gelen bu eve iki oda daha ilave edecekti. EniĢtem Bayram‟ın bu
inĢaatına yardım edebilmem için cuma günü akĢamdan Tuzluçayır‟a eniĢtenin evine
gitmiĢtim. EniĢtemde iki gün çalıĢacaktım. Gittiğimden YüzbaĢımın ve bölük
komutanımın haberi vardı. Ancak çalıĢacağımdan haberleri yoktu. Cumartesi
sabahleyin erkenden inĢaata baĢladık. Ġki Ustamız, ev halkı ve ben varız. Ġlave iki
odanın sıvasını vesaire bütün iĢlerini oturulur durumda olana kadar iĢi bitirmemiz
gerekiyordu. Ġkinci gün saat ona kadar her iĢ bitmiĢ, sadece sıvası kalmıĢtı. ĠĢte bu
safhada talihsiz bir kaza geçirdim, ayağıma çivi girdi. Odanın arka tarafına açılan bir
pencere vardı. O pencereden arka tarafa atlarken bir tahtada dikçe çakılı çivinin sivri
tarafı yukarı doğru dikilmiĢ, pencereden atlamamla sağ ayağımın çivinin üzerine
basmasıyla topuk kısmın altından girmiĢ, üst kısmı topuk üstünden çıkmıĢtı.
YaklaĢık 8‟lik çivi tamamen batmıĢ yukarıdan çıkmıĢtı. Bereket çivi paslı değildi.
Eğer çivi paslı olsaydı iĢim daha da çok kötüye giderdi. Çivinin yerini Ablam ağaç
kaĢığının sapını ısıtmıĢ ve yakarcasına dağlamıĢtı, kanı durdurmuĢtu. Biraz da
tentürdiyot sürdü, ayağımı ince bezle sardı ama ayağımla normal yürümeme imkan
yoktu, muhakkak topallayacaktım. Bu durumda doktora ve koğuĢ amirine ve her gün
gördüğüm bölük çavuĢuna, arkadaĢlarıma ne diyeceğim? Daha da vahim olanı bir
doktora veya bir sağlıkçıya gitmesem ayağım geç iyileĢecek veya baĢka bir yaraya
çevirecek endiĢeleri beni sarmıĢtı. Binaenaleyh sabahleyin erkenden doktorun
yanına gtimek zorundaydım. EniĢtenin inĢaatının kaba kısmını yaptık. Sıvamak için
harç da hazırdı. Bu sırada ustalar sıvaya baĢlayacaklardı. Ben de bir tarafta
ayağımın acısını çekerek kıvrım kıvrım kıvranırken bir baĢka olay daha oldu.
EniĢtenin bir komĢusu vardı. Bu komĢusuyla EniĢtem arasında biraz mesafe
vardı. Bu aralarındaki yerin daralmaması için aralarında bir münakaĢa olmuĢtu. Bu
yüzden, bu komĢu eniĢtenin evini büyütüp iki oda daha ilave etmesinden istifade
ederek Ģikayet etmiĢ. Bir de baktık, iki ekip arabası geldi dayandı. Ekip Ģefi, „Kim
buranın sahibi” dedi. EniĢtem Bayram koĢtu, Ģefe; „Benim beyefendi” dedi. Öbür
taraftan yıkım iĢçileri kazmaları duvarlara dayadı, emir bekliyorlardı. ġef soruyor,
„Bu yer tapulu mu? ĠnĢaatı büyütme ruhsatın var mı? Hangi cesaretle devletin
hazine arazisine bu kadar inĢaatı yapıyorsun? Evin yıkılacak.“ Yine bu arada iki
sürpriz müdahale olayı meydana geldi. Birisi çok enterasan bir durumdu. BektaĢi
vari bir Dayımız vardı. Ali Dayımız, lakabına Cin Ali derlerdi. Bu mübarek adam tam
134
Ölmeyen Çocuk
inĢaata baĢladığımız bir sırada çıktı geldi. Tabi ki, Ali Dayımız misafirdi, Ġstanbul‟dan
gelmiĢti. Bu mübarek zat rakı içerdi. Pazar günü, ikinci gün biz çalıĢmaya baĢladık,
bu Dayımız da kalktı Ablamı çağırdı (Ablamın adı Arzu‟dur), „Arzu, yeğenim” diye
seslenmiĢti. Arzu Ablam da ben de Ali Dayımızı çok severdik. Ali Dayımız Ablamın
öz dayısı, benim de üvey Dayım olmasına rağmen Ali Dayım beni daha çok severdi.
Zira Arzu Ablamla annemiz ayrıydı. Ama bizim aramızda öz muamelesi vardı. Arzu
Ablam ise komĢularının inĢaatı Ģikayet edeceklerini duymuĢtu. Bu olayı da Ablam
Dayımıza haber vermiĢti. ĠĢte bu nedenle Dayım, Arzu Ablamı çağırdı; „Benim için
Ģuraya bir masa hazırla, bir de rakı getir yeğenim. Ben burada oturacağım. Senin
evini kimse yıkamayacak, hiç merak etme.“ Ablam, Dayımızın bu emrine hiç itiraz
etmemiĢti. Derhal maĢayla koydu, eti piĢirdi. Ali Dayım oturdu, rakıyı yudumlamaya
devam ediyordu. ĠĢte yıkıcı Ģefi eniĢteyle konuĢurken bir de gözü Ali Dayı‟ya takıldı.
ġef: „Bu da kim?” EniĢte, „Bu benim Dayımdır.“ ġef, „Amma da ehli keyifmiĢ haaa!”
Ali Dayı arkasını inĢaata dönmüĢ yüzü aksi yöne hiç bakmıyordu. Müdahale de
etmiyordu. Sadece Arzu Ablam yanına gitmiĢ yanında usulca konuĢuyordu. O da,
„Korkma yeğenim senin evi yıkamazlar. Ben buradayım” diyordu. Ali Dayım bu
kelimeyi tekrarlamakla yetiniyordu. Yıkıcı ekibi ise hala kazmaları duvara dayamıĢ
Ģeften yıkın emrini bekliyordu. Ama Ģef bir türlü emir vermiyordu ya da veremiyordu.
EniĢtem ise Ģu sözü söylemiĢti: „Siz bilirsiniz Ģefim size hiçbir itirazım yoktur. Ġster
yıkın istemezseniz yıkmayın. Ama Ģu bir gerçek ki, benim üç çocuğum var. BeĢ
kiĢiyiz. Ben odacı durumunda bir memurum. Bir oda beĢ kiĢiye dar geliyordu. Evimin
önü de görüldüğü gibi geniĢti. Ġki oda daha büyütmem için bir hayli de borçlandım.“
EniĢte bu savunmayı yaptığı sırada Ģikayeti yapan komĢunun kadını ortaya çıktı.
ġikayetini yeniledi. Dedi ki, „Beyefendi bu adam hem kaçak yapı yapıyor, hem de
yolu daraltıyor.“ ġef sordu: „Hangi yolu daraltıyor Hanımefendi?” KomĢu hanımı,
„Bizim aramızdaki yolu daraltıyor efendim.“ Yıkıcı Ģefi, „Onun için mi Ģikayet ettiniz
hanımefendi?” dedi. ġef emir verdi: „ArkadaĢlar çekin kazmaları. Binin arabalara bu
ev yıkılmayacaktır” diyerek Ali Dayı‟ya döndü, „Afiyet olsun Babaerenler” dedi. Ġki
ekip arabasını çekip gittiler. Dolayısıyla EniĢtemin, Ablamın evi yıkılmayınca bu
sefer hepsi birlikte ustalarla birlikte toplandık. Ali Dayımızın elini öptük ve inĢaatın
sıva iĢine devam ettiler. Ustalar da lehimize sonuçlanan yıkım olayından büyük bir
Ģok geçirdiler. Ama sonunda bir heyecanla iĢe giriĢtiler. Biz bugün gece de olsa bu
evi bitireceğiz demiĢler, hızlı bir tempoyla iĢe giriĢmiĢlerdi. Ablam da ustalara çok
nefis bir yemek hazırlamıĢtı doğrusu. Ali Dayı‟nın masasına sofrayı donattı. Ustalar
ve ev halkı hep birlikte yemeğimizi bir güzel yedik. Ali Dayımız bir de dua etti.
Durumlar eskisinden daha iyi ve normal bir havaya girdi. Herkesin yüzü güldü.
Olayda yüzü karalayan biri vardı. O da evi Ģikayet eden eniĢtenin komĢusuydu.
Böylece akĢama kadar evin sıvası da bitmiĢti. ġimdi dönelim benim olaya.
AkĢam saat altıda Tuzluçayır‟dan dolmuĢa bindim. Dikimevi‟ne, Dikimevi‟nden
otobüse bindim, doğru askeri Gülhane Hastahanesine. Saat 7‟de yetiĢmiĢtim. Hiç
kimseye görünmeden doğruca yatağa girdim ve yattım. Ayağımın acısından hiç de
135
Ölmeyen Çocuk
uyuyacağım felan olamazdı. Ama iki gün hızlı çalıĢmanın ve bir de epeyce uzun bir
zaman çalıĢmamın hem hamlığı hem de yorgunluğu ayağımın acısını unutturmuĢ
olacak ki, buna rağmen nasıl yattıysam, hiç uyanmadan sabah saat 7‟de kalkmıĢtım.
Kalktım ya ayağımın durumu akĢamkinden daha da fenaydı. Binaenaleyh doktorun
yanına, eve gitmek zorundaydım. Pazartesi hastahaneye bir bavul ilaç götürecektim.
Velhasıl ana yola çıkmıĢ otobüse binmiĢtim ve yaya yürüyeceğim yol 300 metre
vardı. Buraya yürümek benim için bir meseleydi. Bir taraftan da doktora ayağım için
ne söyleyeceğim düĢüncesi vardı. Mamafih doktora doğruyu söylemem gerekiyordu.
Zira doktorum çok titiz bir insandı. Aynı zamanda beni koruyan bir subaydı. Ona
yalan söylemem belki de aleyhime reaksiyon yaratabilirdi. Bu bakımdan doktoruma
doğruyu söylemek en doğru yöntem olacaktı. Bu düĢünceyle otobüs MeĢrutiyet
Caddesi‟ne gelmiĢti. Otobüsten inmiĢ, kendimi zorlayarak eve varmıĢtım. ġimdi
doktora ayağım hakkında ifade vermem gerekiyordu. Ama nasıl ve ne yöntemle
söyleyebilecektim? Örneğin askerliğin hangi kademesinde olursanız olun ifade
verirken mutlak esas duruĢa geçip keskin bir selam vermek gerekiyordu. Ama benim
doktorum bu resmiyeti aramızdan kaldırmıĢtı. Bu bakımdan normal olarak huzuruna
çıkıp ifademi verebilecektim. Nihayet ifade verme noktasına gelmiĢtim. Ġçeri girmiĢ
doktorun huzurundaydım. Doktor benim konuĢmamı bekliyordu. “Sayın YüzbaĢım
malumunuz cumartesi pazar günü Tuzluçayır‟a Ablamın yanına gtimiĢtim. Ablamlar
gecekondu evlerine ilave iki oda yapıyorlardı. Ben de mecburen çalıĢtım yardım
ettim. Bu arada ayağıma çok fena halde çivi battı” dedim. Doktor, „Ben seni çalıĢma
diye uyarmıĢtım. Gördün mü beklenen baĢına geldi. Tabi ki, ayağına çivi
batmasaydı söylemeyecektin değil mi?” Bu soruya cevap yok. Doktor devam
ediyordu, „Neyse olan olmuĢ, hadi Ģimdi taksiye atlayalım hastahaneye gidelim.“
Doktorum hemen bir taksi çağırmıĢ, taksiye binmiĢ hastahaneye gitmiĢtik. Doktor
her Ģeye rağmen tehlikeyi önlemek için tetanoz iğnesi yapılmasını sağlamıĢ,
gereken müdahalenin yapılması için bir askerin refakatinde ilgili polikliniğe
göndermiĢti. Böylece yaklaĢık iki saatte ayağımın her türlü tedavisi ve pansumanı
bitmiĢti. Daha sonra doktoruma haber verildi. Doktorum hastahanenin üçüncü
katındaydı. Ben ise zemin katta olduğum için doktorum aĢağı gelmiĢti. Hemen bir
taksi çağırtmıĢ ve bana da para vermiĢti. Taksiyle Dikimevi Zafer Eczanesine
gideceğim, ilacı alıp hastahaneye getireceğim. Aynı taksi beni götürüp getirecekti.
Ġlacı getirip teslim ettikten sonra Gülhane‟de, koğuĢumda iki gün yatıp istirahat
edecektim. Ġki gün sonunda normal yürüyebiliyorsam eve gidecektim. Binaenaleyh
azami bir gün geçtikten sonra ikinci gün tekrar pansuman yaptırmıĢtım. Ama iki gün
bitmiĢ, üçüncü gün ayağım fevkalade yürüyebilecek duruma gelmiĢti. Böylece
üçüncü gün eve otobüsle gidebildim. Doktor da kalkmıĢ çay yapmaya hazırlanırken
ben de dıĢarı kapıdan içeri grimiĢtim. Doktor, „Ooo Rıza, iyi oldun geldin demek.“
Cevap: „Sağol doktorum. Sayende biraz iyi oldum.“ Doktor, „Biraz ne demek? iyi
değilsen yürüme. Ġlaçları yine taksiyle getir git. Ġyi olana kadar yat, sakın yine sokağa
felan çıkıyım deme. Bu dönem yardım etmem haa.“ Evet doktorun tavsiyesine
136
Ölmeyen Çocuk
uymuĢ taksiye binip Zafer Eczanesi‟nden ilacı alıp hastahanede doktorun tarif ettiği
yere ilaçları teslim etmiĢ, tekrar koğuĢtaki yatağıma kapanmıĢ, tam 24 saat tuvaletin
dıĢında yatağımdan kalkmadan yatmıĢ, istirahat etmiĢtim. Kalktığım gün tekrar ilgili
doktora gitmiĢ, ayağımı hem kontrol ettirmiĢ hem de pansuman ettirmiĢtim. Ġlgili
doktor, „Artık gelmene gerek yok ayağın iyi olmuĢ” diye sözlü raporu vermiĢti. Bu
son pansumandan sonra eve gitmemiĢ hastahanede doktoruma gitmiĢtim. Doktorum
beni görünce, „Ne oldu Rıza?” diye ivedilikle sormuĢtu. “Ġyiyim YüzbaĢım!” dedim.
Doktor, „Ġyiyim demekle olmaz, tekrar doktora gidip göründün mü?” Cevap „Evet,
buraya gelmeden gittim. Pansumanımı yaptırdım. Ġlgili doktor iyi olduğumu, daha
gelmeme gerek olmadığını” söyledi. Doktor, „Ġyi, aferin, hyadi bakalım Ģimdi
otobüsle git ilaçlarımı da getir.“ “Emredersin YüzbaĢım.“ Doktor, „Ne emredersin
kuzum? Ben sana demedim mi bana böyle resmi muamele yaptığını bir daha
iĢitmeyeyim? Peki veya olur yüzbaĢım veya doktorum kafidir.“ Böylece EniĢtemin
inĢaatında çalıĢmamdan dolayı ayağıma batan çivi, evin yıkılmadan kurtulması,
tedavimin doktorumun yardımıyla Gülhane Askeri Hastahanesinde yapılması
anılarımda noktalanmıĢ olmuĢtu.
YĠNE YÜZBAġIMIN BĠR BAġKA ANISI
Doktor YüzbaĢı Turhan Bey bir gece sancılanır. Bu esnada Turhan Bey kalkar
iki tane aspirini üst üste yutar. Aspirinleri yuttuktan yarım saat sonra doktor, „Vay
yandım, vay öldüm” diyerek kıvranmaya baĢlar. Doktor zehirlenmiĢtir. Hemen aklına
yoğurt gelir. Doktor Bey kalkar mutfakta tel dolabımız vardı. Bir kâse yoğurt almıĢ,
tel dolabına koymuĢtum. Bu yoğurdu bulur, bir kâse yoğurdun hepsini yer. Doktor bu
sefer de bütün içindekini dıĢarı döker. Sabaha kadar öğüre öğüre ciğerleri dıĢarı
gelircesine mahvf olur. Sabahleyin geldim kapıyı açtım ki, Doktor Bey‟in iniltisi
geliyor. Hemen gittim baktım ki, Doktor fena halde yatıyor. Doktor‟un bekâr
olduğunu baĢında yazmıĢtım. Ben de olmayınca Doktor evde yalnız yatıyor.
Ankara‟ya geleli o sıralarda daha dört ay olmuĢtu ama telefon felan da alamamıĢtı.
Yani Doktor, kendisine hastahaneye bir telefon açıp doktor çağırabilirdi, ambulans
çağırabilirdi. Bunların hiçbirisini yapmamıĢ veya yapamamıĢ. Evimiz bahçe
içerisinde sağlıklı bir yerde olmadığından müstakil bir evdi. Yanlarında Doktor‟un
sesini duyabilecek yakın komĢu felan da yoktu. Önümüzde çok katlı bir bina vardı
ama aramızda en az 30-40 metre mesafe vardı. Bu arada Doktor‟a sordum: „ġimdi
ne yapacağız?” Doktor, “Rıza, zaten yoğurt beni kurtardı kuzum. Yalnız sen bizim
Fikri Bey‟in evine telefon et, durumu anlat. Buraya gelsin. Ben de, hemen
önümüzdeki binanın altında çok muhterem bir ressam atölye açmıĢ, orada her
zaman bulunur oradan kendisini ara.“ Ona koĢtum hemen. Fikri Bey ise, Sivas‟ın
Zara‟dandı. Dolayısıyla Turhan Bey‟in hem hemĢehrisi hem de can ciğer
arkadaĢıydı. O da hariciyeciydi. Benim Doktor‟um da dahiliyeciydi. Ama bu iki doktor
da her hastalıktan anlarlardı. Sözünü ettiğim ressamı buldum. Dr. Fikri Bey‟in evine
telefon açtım. Fikri Bey belki kahvaltısını da yapmadan hemen gelmiĢti. “Ne oldu
137
Ölmeyen Çocuk
Turhan‟cığım yahu.“ “Fikri Bey sorma, aspirinden zehirlendim. Bereket versin bizim
Rıza yoğurt almıĢtı. Tel dolabında buldum, yoğurt beni kurtardı. Ama sabaha kadar
öğüre öğüre her tarafım dıĢarı döküldü. Yani senin anlayacağın çok ezildim. Rıza
yoğurt almamıĢ olsaydı garanti beni ölü bulurdunuz” dedi Turhan Bey. Fikri Bey,
„Allah Allah, Ģu iĢe bak yahu” diyerek hayret ediyordu. Fikri Bey, “Turhan‟cığım
desene ki, hayatını Rıza‟ya borçlusun.“ “Fikri‟ciğim aynen öyle vallahi billahi, ben
bundan sonraki yaĢantımı Rıza‟ya borçluyum.“ Ben ise, „O ne demek Doktorum?
Ben ne yaptım ki? Sadece bir kâse yoğurt almıĢtım.“ „Bunda ne var demek ki, bir
Ģey bir Ģeye sebep olurmuĢ. Öyle deme Rıza biz her zaman evde yemek mi yiyoruz.
Sen nasıl düĢündün yoğurt almayı?” Cevap olarak benim aklıma Ģu geldi. Doktorum
yoğurdu seviyor belki akĢam eve gelir belki de yemek yer, canı ister sonra senin de
hassas olduğunu biliyordum. Aklıma böyle geldi yoğurdu aldım. Tel dolabına
koydum.“ Turhan Bey ve Fikri Bey ikisi birden, „Sen bir harikasın Rıza! Herkes bu
kadar saygılı olamaz. Herkes bunu düĢünemez.“ Cevap: “Sayın Doktorum Fikri Bey,
benim Doktorum keyif için mi Divriğiliyi aradı buldu, tercih etti. Doktorum bana bu
tercihini daha ilk günden söylemiĢti. Sonra ayrıca doktorum hayatını bana borçluysa
ben de ona borçluyum. Daha on gün önce ayağıma çivi batmıĢtı. Bu benim hatam
olmasına rağmen doktorum benim ayağımı tedavi ettirdi. Sonra çok da yardım etti.
Ayrıca genelkurmayda bir hadise olmuĢtu. Turhan Bey beni korudu. Oradan da
kurtardı.“ Ben bunları anlatınca doktor Fikri Bey de dinliyordu. “Yahu Rıza neler
olmuĢ? Turhan Bey bana bunların hiçbirini anlatmadı.“ ġimdi Turhan Bey‟in
hastalığını unuttuk aramızda bir muhabbet baĢladı. Belki de Dr. Turhan Bey‟in bu
konuĢmalar hoĢuna gitmiĢti ki, o da ezilmiĢliğini unutmuĢ görünüyor. KarĢılıklı
konuĢmaya devam ediyordu. Yalnız iĢin bir sürprizi ve bir de enterasan tarafı vardı.
ĠĢin ilginç yanı Ģu ki, on gün önce benim baĢıma çivi batma olayını, on gün sonra da
doktor Turhan Bey‟in aspirinden zehirlenmesini izledi. Olayın enterasan tarafı ise
Doktor Turhan Soycengiz Sivas‟ın içinden doktor Fikri Arıkan Bey ise Sivas‟ın Zara
ilçesinden ben ise Sivas‟ın Divriği ilçesindendim. Ama bir de doktorun zehirlenmesi
vesilesiyle iki doktor ve bir hizmet erinin arasında öylesine bir samimi hava
içerisinde konuĢma ortamının doğmasıydı. Yine iĢin baĢka bir boyutu daha vardı ki
doktorlar en az 35 yaĢlarında idi. Fikri Bey evliydi ve bir çocuğu vardı. Turhan Bey
ise bekârdı. Ama bu iki doktor ne mutlu ki, o devirde askerî Gülhane Hastahanesinin
gözbebekleriydi. ġimdi bana gelelim? Bana gelince okul görmemiĢ, anadan
babadan yetim kalmıĢ, okumayı biraz kendiliğinden öğrenmiĢ, sadece okur yazar
durumunda, henüz 20 yaĢında bile olmayan bir insandım. ġimdi benim bu iki ünlü
doktora laf bulup konuĢmam iĢin en enterasan boyutu oluyordu. Bu nedenle bilakis
benim hayatımı bilmemesine karĢılık Dr. Fikri Arıkan Bey benim konuĢmama
dikkatlerini çevirip hayretlerini gizleyememiĢ olacak ki, “Turhan‟cığım yahu Rıza ne
güzel konuĢuyor, yahu bravo vallahi.“ Benim cevabım: „Sayın Doktorum Fikri Bey
beni konuĢturan sayın Doktorum Turhan Bey‟in bana verdiği özgür ve samimi
duygular ve insanî düĢünceleri olmuĢtur. ĠĢte bu olaylar bugün üzücü olsa da bu
138
Ölmeyen Çocuk
biçim ortamların doğmasına ve bu konuĢmalara vesile olur.“ Fikri Bey, „Bak hele Ģu
kaynağa bak, yahu Rıza sen niçin okula gitmedin. Sen eğer okusaydın bizlerden
daha da üstün doktor veya bir baĢka insan olurdun. Fikri Bey‟e cevap: „Sayın
Doktorum Ģimdi artık bu muhabbetimizi bana göre uzatmayalım. Doktorum üzülür.“
Fikri Bey, “öyle yapalım Rıza. Turhan‟cığım Ģimdi ne yapalım sen söyle.“ Turhan
Bey, „Ben zehirlenmeden kurtuldum, sağolsun Rıza. ġimdi sen hastahaneye bugün
gelemeyeceğimi söyle. Benim de bugün öğleden sonra gideceğim hastalar vardı.
Onlara da Rıza‟yı gönderirim haber verir. Bu kadar benim de yorgunluğum biter.
Yine iĢe gelirim Fikri‟ciğim, seni çağırmasam üzülürdün. Onun için seni eve kadar
sabah sabah yordum.“ Fikri Bey, „Yorulmak da ne demek? Elbette darılırdım ve de
üzülürdüm. Belki de küserdim. Peki beni çağırmayıp kimi çağıracaktın? Ne
enterasındır ki, bak bir sürü geliĢmeler olmuĢ. Onları öğrendim, daha da memnun
olduğum bir durumda Rıza‟yı öğrendim. Ben de kendisine teĢekkür ediyorum. Sahi
bir Ģey daha hatırlatıyım Turhan‟cığım. Rıza bazen de bize uğrasın.“ Turhan Bey,
„Tabi uğrasın kendisi burada, ben kim sen kim? Rıza bana bir hizmet eri değil aynı
zamanda fevkalade bana yardım eden bir arkadaĢım oldu. Sonra hemĢehrimizdir.
Ben kendisini isteyerek ve tercih ederek aldım.“ Doktor Turhan Bey‟in zehirlenme
olayı da böylece noktalandı. Ama Doktor Bey ile anılarımız devam edecek. Böyle bir
anıyı yazarken öylesine ünlü doktorlarla muhatap olmaktan, uzantılarını hatta
okuyanları da kaynak teĢkil edecek olan anıları yazmamanın yanlıĢ olacağını
düĢünmüĢtüm. Ama en ince noktalarına kadar yazamayacağımı üzülerek ifade
ediyorum. Ben sadece mühim ve önemli olan anılarımı kaleme alabiliyorum.
Binaenaleyh kalem yazma ustalığımın olmayıĢından, hepsini aktaramıyorum.
Üzülerek itiraf ediyorum.
DR. TURHAN SOYCENGĠZ ĠLE BAYRAM KAYA
Yıldırım vurmuĢ bir hasta
Yıl 1957. Birinci baskımda bu anıma yer vermiĢtim. Bir doktorum vardı. Asker
doktoru Turhan Soycengiz, Askerî Gülhane Hastahanesinde. Sabahleyin hasta olan
Bayram Kaya ve babası Hüseyin‟le birlikte Tuzluçayır‟dan kalktık, bir taksi tuttuk.
Askerî Gülhane Hastahanesine vardık. Hastahaneye vardık ya doktora kavuĢmak
bir mucizeydi. Zira hastahaneye giriĢ kapısında 100 metre kuyruk vardı. Ama ben bu
kuyruğu beklemeyeceğim. Zira hastamız çok ağır hasta. Hastamızın ayakta
duramıyor. Ġki kiĢi iki tarafta koltuğuna destek olursak yavaĢ yavaĢ yürütüyorduk.
Yani yüz metreyi ancak 3-4 dakikada götürebilirsin.
ġimdi ben bu hastayı giriĢ kapısının önünde oturttum. Dayım yanında bekleye
dursun, ben kapının kenarında koridora bakmaya baĢladım. Bu kapının tam
karĢısında röntgen odası vardı. Kapıyla röntgen ara yerinden geçen koridordan
doktorlar çok geçerlerdi. Yani o giriĢ katta muayene odaları vardı. O koridordan
hemen her doktor en geç 30 dakikada bir geçiyorlardı. Saygıdeğer Doktor Turhan
139
Ölmeyen Çocuk
Soycengiz‟in de bana bir talimatı vardı: “Rıza bana bir hasta felan getirirsen bu
kapıdan bakarsın. Beni gördüğün an Turhan Ağabey diye seslenirsin” diye tenbih
etmiĢti. Ben de bu tenbihe göre kapıda bekledim. Bir baktım Doktor Turhan Bey‟in
saçsız kafası göründü. Ben hemen “Turhan Bey” diye seslendim. Bu sesleniĢ
Turhan Bey‟in tenbihine uymuyordu ama ben orada bekleyen halkın nazarî dikkatine
mucip olmamak için samimiyetimi kullanmadım.
Velhasıl Turhan Bey sesimi duydu ve bana kavuĢtu. Turhan Bey‟in ilk verdiği
karĢılık, “Rıza, acil hasta mı var?” diye sordu. “Evet Doktorum, hem de çok acil”
dedim. Turhan Bey halkı araladı. Bayram‟ın elinden tuttu, biz de koltuğuna girdik.
Bayram‟ı direk röntgene soktuk. Orada bizi sandalyelere oturttu. Hastayı da
röntgene aldı. YaklaĢık bir saat inceledi. Sonra Bayram‟ın elbisesini giydirdik. Doktor
teĢhislerini kâğıda yazdı ve döndü. Bana özünde Ģunları söylüyordu: “Rıza bu hasta
yatarak iyi olacak hasta değil, gezerek ve konuĢarak, bakımı iyi yapılarak iyi
olabilecek hastadır. Bu hususta da bana haftada bir uğrayacaksın. Bilgi getireceksin
ve bilgi alacaksın.“ Böylece kendi muayenesini tamamlandı. Tamamlandı ama
doktor bununla kalmadı ve dedi ki, “Rıza hastamız genç bir insan, sonra okuyormuĢ.
Bunu ikinci yıl da okula girmeye hazır etmelisin. Bu nedenle buraya hastayı
getirmiĢken iki doktorun elinden daha geçirelim. Sen Ģimdi gel benimle, sana araba
vereceğim. Onunla bu hastayı Fikri Bey‟e, oradan da aĢağı bodrumda fizik doktoru
Ahmet Beye götüreceksin. Sen hastahaneyi biliyorsun onun için yanına adam
vermeme gerek yoktur” dedi.
Ben Dayımla beraber hastayı arabaya koyduk. Fikri Bey‟e götürdük. Fikri Bey
inceledi. Turhan Beyin reçetesine ve teĢhisine baktı. Kendi görüĢünü de yazdı.
Üçüncüsü olarak fizik doktoru Ahmet Bey‟e asansörle indirdik. Ahmet Bey fizik
profösörüydü. O da Turhan Soycengiz Doktor‟un teĢhisini inceledi. Sonra hastaya
baktı. ġunları söylüyordu: “Turhan bana iĢ bırakmamıĢ ki. Benim koyacağım teĢhisi
Turhan Bey koymuĢ” dedi. Ben de sadece bir kutu ilaç yazabilirim dedi. Binaenaleyh
bu anımı yazarken saygıdeğer Dr. Turhan Soycengiz Bey‟i bir kez daha anmıĢ
oluyorum. Eğer yaĢıyorsa Allah-u Teala ona sağlıklı ve uzun ömürler versin. Onun
gibi bir doktor tekten bulunur.
Bayram‟ın muayenesi sabah saat 10‟da baĢlamıĢ saat 12‟de bitmiĢti. Turhan
Bey‟in dıĢında o iki doktorun teĢhislerini aldım. Bayram‟la Dayımı aĢağı kapıda
bıraktım. Ben tekrar gittim. Muayenelerin bittiğini haber verdim ve bilgi aldım. Dr.
Turhan Bey Ģunları söylemiĢti: “Rıza bak oğlum bu hastayı eğer hastahanede iyi
ettirmek istiyorsan bu hasta Ankara Hastahanesinin hastasıdır. Orada bu hasta en
az beĢ bin liraya belki iyi olur. Ama en az bir altı ayınız kayıp olur. Belki de bu çocuk
bu sene okula devam edemeyebilir.“ Doktor Bey‟e bir soru: “Peki Doktorum siz ne
diyorsunuz?” Cevap: „Ben Ģunu tavsiye ediyorum: Rıza, eğer benim tavsiyelerime
uyar ve uygularsanız üç ayda bu hasta tam manasıyla yürür ve okula da rahatlıkla
girer.“
140
Ölmeyen Çocuk
ġimdi beni dinle Rıza. Bu çocukla sen ilgileneceksin. Buna bol bol yaĢ sebze
kavun yedireceksin. Hafif etlerden yedireceksin. En az haftanın iki günü bu hastayı
gezdireceksin. Eğer iki gün zamanın olmaz ise bir pazar günü, bir de akĢamları en
az birer saat yürüteceksin. Haftada bir gün de bana bilgi getireceksin” dedi. Doktor
Turhan Soycengiz Bey‟in tavsiyeleri bitmiĢti. „Allahaısmarladık” dedim, oradan
ayrıldım. Yine bir sürü de ilaç vermiĢti. Allah selamet versin Doktor Bey‟e.
AĢağıya indim. Bayram‟la Dayım‟a bunların hepsini aktardım. Orada neredeyse
Dayımın benim elimi öpesi geliyordu. Durmadan dua ediyordu, „Yeğenim sen bu
yaĢında bu kadar doktoru, bu kadar insanı nasıl kazanabildin. Bu ne demek oğlum?
Bu hastahanelere girmek bizler için bir mucizedir. Bu ne demektir? Öğlene kadar üç
tane doktora parasız hasta muayene ettirdin. ġu ilaçları eczacıdan ben evimin
yarısını versem eczaneden alamazdım. Yeğenim bu doktor bu kadar ilacı sana nasıl
verdi? Vallahi sen mucize bir çocuksun.“ Dayım bir yönden haklıydı. O tarihte ben
23 yaĢındaydım. Dayımın ikinci oğlu benden bir yaĢ büyüktü. Yani 20-23 yaĢında bir
çocuk birden çok veya yüksek düzeyde bir insanın dahi sevgisini sempatisini
kazandı ise, nerede kalmıĢ ki, üçüncü Ģahısların önüne düĢüp o insanlara yukarıda
tarif ettiğim Ģekilde ağır bir hastayı anında muayene ettirip üstelik bir de o günkü
ekonomi Ģartlarına göre köyü satsan öyle bir hastayı iyileĢtiremeyeceği hastayı
hastahaneye
yatırmadan bu
doktorların
sayesinde
hastayı sağlığına
kavuĢturabiliyorsa bu olay mucize değil de ne olabilir? Bu anıyı okuyanlar belki de
inanmayacaklar ama olmuĢ ve yaĢanmıĢ bir gerçektir. Doğrusunu isterseniz, ben
dahi o günlerdeki becerilerime, baĢarılarıma inanamıyorum. Velhasıl o günlerdeki
baĢarı sırlarımı anlatmaya kalksam bu anı kitabım üç bin sayfayı bulur. Kalemim
kuvvetli olsaydı yazardım, dizilerle roman yaratırdım. Ancak Ģu kadar bir ipucu
verebilirim. Alçak gönüllü olup insanlara hizmet etmem öğrenimimin ve kültürel
eğitimimin kaynağımın Ehl-i Beyt‟e dayalı olmasıdır. Ona borçluyum her Ģeyi.
ġimdi dönelim yine Bayram‟a. Bayram‟ı bir taksiye bindirdik. Tuzluçayır‟a evine
getirdik. Ġkinci günü Dayım köye döndü, biz kaldık Ankara‟da. Ben Ablamın evinden
çıktım. Bayram‟ın yanına geldim. AkĢam sabah Bayram‟ın herĢeyini ihtiyaçlarını
hazırlıyorum. AkĢam iĢten çıkar çıkmaz sanki bir ev hanımı gibi direk eve
geliyordum. Bayram‟ın hizmetlerine devam ediyorum. Yani doktorun tavsiyelerini
harfiyen uyguluyordum. Yalnız evimiz kötüydü. Bir ev aramaya çıktım. O arada
benim yakın köylüm olan, küçükken tanıdığım Fahri Aykaç Tuzluçayır‟da iki odalı bir
ev almıĢtı. Bu evi Fahri‟den kiraladım. Burası güzel havalı bir evdi. Bu evde okullar
açılana kadar Bayram‟ı iyi ettim.
NĠġANLANMA MERASĠMĠ
Benim evlilik tercihim a. dede kızı almaktı, b. kendi tercihime göre evlenmekti.
Mamafih 1.5 yaĢımdan beri beni büyütmüĢ olan anne dediğim Belgüzar Analığım‟ın
tercihi ağır basmıĢtı. Annem Ģöyle söylüyordu: „Bayrögil‟in Ahmet Ağa ve Zöhre‟nin
kızı var. Bu kız bana kora koltuğu girer ve bize yarar. Aynı zamanda dayıngilin
141
Ölmeyen Çocuk
evidir. Bu kızı sana verirler.“ Bu teklif annemin teklifiydi. Ben ise bu teklif karĢısında
annemi kırmadım. Yukarıda bahsettiğim gibi kızın büyük ağabeyi arkadaĢımdı. Sait
beni de çok severdi. Ben iĢi ilk defa Sait‟e söyledim. Daha sonra kızın halası
rahmetli Emine hanım devreye girdi. Bunlar, kızın gönlünün benden yana olduğunu
söylediler. Ben ise kızın görünümünü fiziki yapısını beğenmiĢtim. Zira köyde hepimiz
birbirlerimizi iyi tanıdığımız için baĢka hususlarını araĢtırmama da gerek yoktu. O
tarihlerde köy kızlarının yüzde 90‟ı okuma bilmiyorlardı. Bu nedenle Zeynep‟in
okuması olmadığını bilerek kabul ediyordum. ġimdi bir tahlil edelim. Kızın gönlü var,
kızın halası haber getirip götürüyor. Kızın babası ise benim öz Dayım‟la emmi
çocukları. Kızın annesine gelince annesi yumuĢak duruyormuĢ. Yani ne veririm ne
de vermem gibilerinden sesinin çıkmadığını söylüyorlardı. Bu durum karĢısında
benim düğür göndermem gerekiyordu. Binaenaleyh annemle birlikte üvey Dayımı
gönderdim. Tabi birader de gitti beraber. Maalesef kesin bir haber çıkmadı. Ne
veriyor, ne de vermiyorlar. Köylerde adettir. Kızları verecek olsalar da bir defada
vermezler. Yani en az ikiliyecekmiĢsin. Annem Sait Dayı Mahmut Abdullah EniĢte
ikinci defa gitmiĢlerdi, yine vermemiĢlerdi. Sonra duydum ki, kızı Hıdırlık‟tan Galogil
diye anılan ailenin oğlan istiyormuĢ. Fakat kız onlara gitmiyor ve ret ediyormuĢ.
Kızın annesi, babası ise Galogil zengin diye, kızlarını oraya vermek istiyorlarmıĢ.
Binaenaleyh benim düğürcülerim bir kere daha gitmiĢti. Yine olmayınca ben de
Zeynep‟ten vazgeçtim kısmetimi baĢka yerde aramak üzere. Bana gelen habere
göre Cürek‟te Ağar Köyünde benim Ablam ve EniĢtem vardı. Ayrıca biraderin
kaynanası Nazife Hanım vardı. Ben kalktım Ağar‟a gittim. Ağar‟dan Nazife Hanım
beni Ziniski köyüne götürdü. Ziniski‟de Mehmet Dede diye bir dedenin kızı varmıĢ.
Kızın annesi ölmüĢ, analığı varmıĢ, ben bu kızı beğeneceğim. Nazife Hanım iĢleri
organize etmiĢti. AkĢam kızı, kızın ebesinin evine getirdiler. Kızla birbirimizi gördük
ve konuĢtuk. Kızın görünümü Zeynep‟ten daha da üstündü. Kızı hem Nazife Hanım
hem de Ablam Meliha iyi tanıyorlar. Ben kızı beğendim, kız da beni beğendi. Köye
geldim düğür göndermeye hazırlanırken Zeynep‟in Ağabeyi Sait geldi Ģunu söyledi.
Duyduğuma göre kız beğenmeye gitmiĢsin ama bizim cevabımız „Evet”tir artık.
“Sizden umudum kesik. Senin annen baban bana kızlarını vermezler. Onlar zengine
vermek istiyorlar.“ Sait, „Doğru ama benim bacım onlara gitmiyor. Sana gönlü var
sana geliyor. Ayrıca ben babamla konuĢtum. Sen Divriği‟den Hüsnü Yüksel Bey‟i
getirirsen kızı sana verecekler.“ Cevap: „Bak Sait, onların Hüsnü Bey‟i
istemelerindeki gaye kızı vermemek anlamındadır. Zira Hüsnü Bey gibi bir insanın
böyle köylere kız düğürlüğüne gitmeyeceğini bildikleri için Hüsnü Bey gelmez ise biz
de kızı vermeyiz gibi kendilerine kılıf hazırlarlar. Binaenaleyh benim gibi bir yetimin
önüne düĢüp Hüsnü Bey gibi bir zatın gelmesi mümkün olmayacağı kanaatindeler.
Haklılar ayrıca Hüsnü Bey‟in hiçbir köye kız düğürlüğüne gittiğini duydunuz mu? Bak
Sait, ben Hüsnü Yüksel‟i getiririm, sonra senin annen baban da mahcup olurlar. Sen
o adamın geldiğinde vereceklerine emin misin Sait?” „Ben eminim Rıza. Sen yeter
142
Ölmeyen Çocuk
ki, Hüsnü Beyi getir. Peki Sait, söyle annene babana yarın hazır olsunlar. Ben
akĢam giderim Hüsnü Bey de yarın öğlene burada olur. Yani köyde olur.“
HÜSNÜ YÜKSEL
Hüsnü Bey‟e akĢam treniyle gittim. Otelde yattım sabahleyin saat 9‟da Hüsnü
Bey‟in dükkanına damladım. Hüsnü Bey, „Sabah sabah acil bir iĢin mi vardı?”
Cevap: „Evet Hüsnü Bey, Bayram Ağalar‟ın, Ahmet Dayı‟mın kızını bana vermeleri
için seni arzu ediyorlar. Ben de zatınızı götürmeye geldim. Hüsnü Bey önce bir
güldü ve Ģu sözü konuĢtu. Eğer Ahmet kızı sana benim gitmemle verecekse, ben
senin gibi bir dedeoğlu ve bir genç için memnuniyetle gelirim.“ “Sağol Hüsnü Bey. O
sizin asaletiniz.“ ġansımızdan trende tehirli değildi. Hüsnü Beyi arabayla istasyona
götürdüm ve trene bindik, Pengürt Durağında indik. Sait de katır getirmiĢti. Semerin
üzerine de halı koymuĢ. Hüsnü Bey‟i durakta köylüler tarafından kalabalık bir grup
karĢılamıĢtı. Hüsnü Bey katıra bindi. Doğrudan Bayram Ağalar‟ın eve gitmiĢti. Ben
de bir keçi kestirip yemek yapılması için dolaĢırken bir de baktım beni çağırdılar.
Ben de üzerime kahverengi çizgili bir elbise diktirmiĢtim, çıta gibiydim. Dayımlar‟ın
büyük odası kite kit doluydu. Ben de bu toplumun içinde Hüsnü Bey‟in karĢısına
dikildim. „Buyurun beni çağırmıĢsınız Hüsnü Bey.“ “Yavrum, Ahmet Dayın sana
kızını verdi. Yalnız bir Ģartı vardır.“ Ben, „NeymiĢ o Ģartı?” dedim. “Dayından miras
almayacağına dair burada ikrar et. Ahmet Dayı‟nın elini öp. Haydi hayırlı uğurlu
olsun. Allah mesut etsin” dedi. Ben de Ahmet Dayı‟nın elini öptüm. Cemaatle
görüĢtüm, çıkıp gittim. Velhasıl ahım Ģahım bir kız verme töreni oldu. Yenildi, içildi
ama nafile. Ahmet Dayı ve Hanımı sadece kızın zoruyla sözde vermiĢ oldular. ĠĢin
esasında kızı bana vermemekte tam kararlıydılar. Nitekim oldu da ama Allah‟ın iĢine
bir de benim doğru yüreğime bakın ki, iĢ kendilerine hem manevî hem de maddi
olarak çoğa mal olmuĢtu. Bekleyelim bakalım ileride kızlarının baĢına ne çorap
örecekler. Tabi ki, ben de o gün için sevinmiĢtim. Ben kızı aldım diye hazırlığımı
yaptım. Ankara‟ya haraketten bir gün önce evlerine gittim. Zeynep‟le görüĢtüm,
gereken her Ģeyi kendisine söylemiĢtim ve Ankara‟ya yolcu oldum. Ankara‟ya
vardım. Ankara‟da maragoz çıraklığına girdim. Marangoz çıraklığında 5 ay çalıĢtım.
5 ay sonra yeni fiĢek fabrikasının inĢaat marangoz ustası olarak iĢbaĢı yapmıĢtım.
Burada yevmiyem 15 liraydı. Benim için bu para az değildi. Binaenaleyh fiĢek
fabrikası inĢaatı bitince o fabrikanın daimi kadrosuna geçecektim. Maalesef orada 6
ay çalıĢtım. Tam 15 Ekim 1957 tarihleriydi. Acilen köye gitmem gerektiği, aksi halde
niĢanlımın kaçırılacağının söz konusu olduğu yolunda haber gelmiĢti. Ben de apar
topar iĢimi bırakıp gitmiĢtim. Gitmez olsaydım daha iyi olurdu ama geçti artık. 11 ay
sonra güz ayı köylülerin hepsi ununu bulgurunu vesair ihtiyaçlarını yapmıĢ içeri
koymuĢlar ama bizimkileri hala bulgurlarını öğütmemiĢler. Kızlarının düğün hazırlığı
için hiç mi hiçbir iğne boyu hazırlık yapmamıĢlar. Üstelik kız Dumluca Dağında ekin
biçmeye gönderilmiĢ. Binaenaleyh biz ağabeyi ile birlikte gece gittik, Zeynep‟i
getirdik. “Niye getirdiniz?” diye de ana baba Sait‟le kavga ederler. Bunun üzerine
143
Ölmeyen Çocuk
bizimkiler gider düğün için on gün söz keserler. Buna rağmen kızı bu sefer de iki
saat ırakta olan Sincan Değirmenine bulgur öğütmeye gönderirler. Ardından karĢı
tarafa haber gönderirler. O taraftan üç yardımcı ile dört kiĢi gelir. Değirmen yolunda
yolu keserler. Kızın babası, iki ağabeyi, bir de gelinleri Nigar olduğu halde
ağabeylerini bir güzel döverler, kızı da zorla alır kaçarlar. Dövülenlerden Sait‟in kolu
kırık. Nigar‟ın kolu incinmiĢ, Mehmet‟in kafası yarılmıĢ idi. Oysa ki, kızın ağabeyi
Mehmet‟in ve babasının kızın kaçırılacağından haberdar oldukları halde büyük
ağabey Sait‟in ve gelin Nigar‟ın, kızın haberlerinin olmayıĢı bunların direnmesi
üzerine karĢı taraf da oyuna geldikleri zannıyla hepsini döverler.
NĠġANLIM ZEYNEP‟ĠN KAÇIRILMASINDA MUHATAP KĠġĠ
MUSTAFA COġKUN, HIDIRLIK KÖYÜNDEN YARDIMCISI CAFER,
GALIN KÖYÜNDEN VE ĠSĠMLERĠNĠ UNUTTUĞUM DĠĞER ÜÇ KĠġĠ
DAHA VARDIR
NiĢanlım Zeynep‟in, kendisinin kaçırılacağından habersiz olduğunu, zorla cebri
olarak kaçırıldığını ilerideki sayfalarda ortaya çıkacaktır. Ama ne çare ki, niĢanlım
Zeynep‟i caniler hunharca ağabeylerini babasını ve yengesi Nigar‟ı döverek
kaçırmıĢlardır.
Hadisenin seyri Ģöyledir. Köyümüze 1,5 saat mesafede olan Sincan köyü vardır.
Bu köyün iki kilometre yakınında bir su değirmeni vardır. Bu değirmenin sahibi
Mustafa Vural‟dır. Kendisi Kürt Musto diye anılırdı. Kürt Musto‟nun Değirmeni
denirdi. Bu değirmende hem un hem de bulgur öğütülür. Bu değirmenin bizim köye
ıraklığı 15 kilometredir. Yalnız köyümüzden değirmene gidene kadar yollar çok
çetindir. Değirmene giden yoldan sadece hayvanlar ve yayalar gidebilir. Aynı
zamanda yolun 500 metre kısmı çetin ve 80 derece yörep bir vadiden geçer. Yani
hayvanlar o yoldan giderken yükle birlikte devrilirse 50-100 metre yuvarlanır gider.
Artık o hayvanın ancak parçalarını bulabilirsin. Hadisenin mağdurları değirmende
bulgurlarını öğütürler. Değirmenden geri dönmek üzere hazırlıkları akĢama kalır.
Binaenaleyh hadise bilinçli ve organizelidir. Temeli ve baĢmimarı 1. Zeynep‟in
annesi Zehra, 2. Babası Ahmet, 3. Ağabeyi Mehmet TaĢkıran. Bu arada devreye
girenler karĢı tarafın haberciliğini yüklenenler, yine köyümüzden Fevzi ve karısı
Gülizar Erdoğanlar. Ayrıca niĢanlım Zeynep‟in dayısı Ahmet Kılıç ve yine Hıdırlık
Köyünden olan Ġsmail CoĢkun. Ġsmail CoĢkun‟un baĢka bir adı Posta‟dır. Posta
olarak tanınır. BaĢ hadisenin iki durağı vardır. Bu duraklar aynı zamanda iki adrestir.
Hadisenin çıkıĢ noktası BBahçeli Köyü niĢanlım Zeynep‟in evidir. Haber kaynağı
Zeynep‟in annesi ve babasıdır. BuluĢma adresi Kürt Musto‟nun Değirmenidir.
BuluĢmayı sağlayacak olan değirmenin sahibi Kürt Musto‟nun kendisidir. Hadisenin
mağdurlarının Bahçeli Köyünden değirmene haraket gününü ve saatini Zeynep‟in
annesi Zehra Hanım‟dan alıp Kürt Musto‟ya ulaĢtıran, karısından alıp götüren Fevzi
Erdoğan‟dır.
144
Ölmeyen Çocuk
Hadisenin faili olan karĢı muhataplara haberi götüren ikinci bir kiĢi Zeynep‟in
Dayısının karısı Melek‟tir. Melek, kızın annesinden haberi alır kocası Ahmet‟e getirir.
Ahmet Kılıç da haberi karısından alır, Posta‟ya verir. Posta da alır karĢı tarafa
ulaĢtırır. Hadisenin gerçekleĢeceği saat aynı gün yani 1.11.1957 tarihidir. O günün
akĢamı saat 6-7 arasında yol kesilip kız kaçırılacaktır. Bu nedenle hadisenin ikinci
noktasındaki kiĢi Kürt Musto, hadiseye vesile olan bulgur öğütme iĢini bilerek akĢam
saat altıya kadar uzatır. Kürt Musto araya baĢka müĢterilerin iĢini sokarak
bizimkilerini oyalar. Hadisenin hazırlanmasından Zeynep‟in babasının ve ağabeyi
Mehmet TaĢkıran‟ın haberi olduğu için hadisenin ikinci mimarı olan Kürt Musto‟nun
iĢi oyalamasında güçlük çıkarmıyor. Rahatlıkla hadiseyi yönlendirebiliyor. ġimdi
bulgur öğütmede bulguru değirmenin önünde kurutup kepekten ayırma iĢi ve
çuvallama iĢi bitiyor. Çuvalları hayvanlara yüklettiklerinde saat akĢam yediye gelmek
üzeredir.
Hadisenin baĢlayacağı mahal tesbit edilmiĢtir. Değirmenden haraket edilir. Köye
doğru gelirken yukarıda bahsettiğim çetin yol olan vadiyi yürüyüp bitirince yol yarıyı
geçmiĢ oluyor. Yüklü hayvanlarla mağdurlar yolun biraz daha kolay ve düzlük bir
yere gelirler. Kızı kaçıracak failler ise, orada beklerler. Failler beĢ kiĢidir (sonra beĢ
kiĢiden biri kayıp oldu). Hadiseye muhatap olacak mağdurlar da beĢ kiĢidr. Biri
niĢanlım Zeynep, ikisi Ağabey Sait ve Mehmet, biri yengesi Nigar ve babası Ahmet
TaĢkıranlar. Mahal yerinde hadise baĢlarken ay ıĢığı doğmuĢ, havanın açık olduğu
bir gün hadiseye maruz kalanların üç tanesinin hiçbir Ģeyden haberleri yokken
saldırgan caniler birden bire önlerine çıkarlar. Zeynep‟le Nigar birbirine sarılır. Büyük
ağabey Sait kavgaya tutuĢur. Sait‟in kolu kırılınca Mehmet de haberli olmasına
karĢın istemeyerek kavgaya giriĢir. Çocuklarının dövüldüğünü gören baba da
bağırmaya baĢlar. O nedenle babanın kafasına da bir deynek vururlar. Öbür tarafta
Zeynep‟i kaçırmak için yenge ve Zeynep birbirine sarılmıĢ kenetlenmiĢ bir
vaziyetteler. Bir türlü ayıramıyorlar. Mamafih Nigar‟ın koluna deynek vururlar.
Nigar‟ın kolu kırılınca bu sefer Zeynep‟i bırakmak zorunda kalır. Böylece mağdurlar
birbirini bırakınca Zeynep‟i alıp kaçarlar. Bu esnada Zeynep‟in ağabeyi Sait kolunun
kırık olmasına rağmen faillerden birini yakalamayı baĢarır ve babasını yardıma
çağırır. Babanın yardımıyla Cafer ismindeki failin ellerini bağlar. Olayın seyrine
baktığın zaman bir de sırtında bulgur çuvalları yüklü katır olan hayvanları vardır. Bu
hayvanlar sırtlarındaki yükle birlikte hadise mahalinden 30-40 metre ileride hadise
sona erene kadar beklerler. Hadisenin sona ermesi tabi ki, Zeynep‟in kaçırılıp olay
yerinden ıraklaĢmasına bağlıdır. Bu anımda doğruyu yansıtmak gerekirse insanı
hayrete düĢürecek ve de bir babaya yakıĢmayacak iğrenç bir ifade vardır. Bu da
Zeynep‟in olduğu kadar orada dövülme belki de daha kötü hakaretlere maruz
kalmaya mahkum olan iki çocuğu yani iki oğlu bir de birlikte bir ev halkı oldukları
baba Ahmet‟in amcasınınoğlunun karısı yani baba Ahmet‟in gelini olan kadın var.
Böylece kaçırılacak olan kızının dıĢında iki tane evli olan oğlu, bir de gelini olduğu
halde kavga Ģiddetlendiği bir sırada baba Ahmet TaĢkıran faillere Ģu çağrıyı yapıyor:
145
Ölmeyen Çocuk
“Çocuklarımı ve beni dövmeyin de iĢte kız iĢte siz, alın götürün” diye alenen kızını
peĢkeĢ çekmek istiyor. Binaenaleyh ilerideki beyan edeceğim ve dosyadan çıkacak
bir imzalı belge baba Ahmet‟in bu çağrı ifadesinin bir kanıtı olacaktır. Bu sayfadaki
yazdığım ise sözlü itiraf da bulunan gelin ve Zeynep‟in yengesi olan Nigar
Hanım‟ındır. ġu dünyada öyle bir baba düĢünelim ki; bir baba, bir ana kızını sevdiği
veya istediği adama vermemek pahasına illa da maddi durumları zengin olan ve de
kızlarının istemediği adama vermek için aynı zamanda yüklü hayvanlarıyla gece
yollarının kesilip diğer üç çocuğunun da dövülerek kızlarının kaçırılmasına hem
aracılık yaparlar hem de o vahĢete boyun eğerler. Nerde kalmıĢ ki, kızlarını vermek
istedikleri ve kızlarını cebren kaçıran Ģahıs mağdur durumdan zengin olan Ģahıs
değildir. O Ģahsın ailesi zengindir. Ailesi ise baĢta iki kardeĢ olmak üzere 40-50
nüfus bir arada yaĢamaktadırlar. Bu aile ayrıldıklarında en az 6 haneye ayrılması
söz konusudur. Böyle bir ailenin zengin olmalarına vesile olan durumun ise iki
boyutu vardır. A. hayvancılık, B. eskiye dayanan eĢkiyalıktır. Seyredilen toplum
içindeki görüntüleri ise A. barbarlık, B. kız kaçırma. Gözlerine kestirdiklerini döverek,
tehdit ederek sindirmektedirler. Daha Türkçesi meĢru yollardan elde edilmiĢ hiçbir
kazanımları yoktur. Bir baĢka deyimle o günlerdeki görünümüne göre en çok 15
sene sonra en fakir bir duruma düĢmeleri muhtemel olan bir ailedir. Ama niĢanlım
olan Zeynep‟in babası ve annesi bu gerçekleri görmekten yoksundur, düĢündükleri
tek Ģey kızımız o gün için zengin bir ailenin içinde olsun da diğer durumları ne olursa
olsun, maddiyata olan zaafları bu insanların iyi olan her tarafını kapatmıĢtır.
OLAYIN ĠKĠNCĠ AġAMASI
NiĢanlım Zeynep kaçırılıyor ve olay yerinden ıraklaĢıyorlar. Ġki kardeĢ, bir gelin,
baba ve yakalandıkları o anda ayakta bekleyen yüklü hayvanlarla yola devam
ederler. Ġçlerinde büyük ağabey olan Sait kolu kırık Ģekilde koĢarak önceden köye
gelir. Hadiseyi köye ve bizlere haber verir. Biz ise annem, birader üçümüz birlikte bu
meseleyi konuĢuyor ve tartıĢıyorduk. Düğün günü baĢlamaya sadece üç gün kalmıĢ,
aynı gün değirmene gönderiliyor. KomĢularımız tarafından bir haber geldi. Bayramgil
Kürt Musto‟nun değirmenine bulgur öğütmeye gitmiĢler ve Zeynep‟i de götürmüĢler.
Tabi ki, haklı olarak bende ve benim evimde bir telaĢtır baĢlamıĢtı. O arada
yakınımızda olan Ablam ġehriban ve EniĢtem Abdullah‟ta bize gelmiĢ meseleyi
enine boyuna tartıĢıyoruz. ġimdi ben anneme soruyorum: „Yahu anne, bizim tarafta
her türlü hazırlık yapılmıĢ, davulculara dahi gün verilmiĢ, üç gün sonra ve üçüncü
günü akĢamdan davulcular köye gelecekler.“ Malumunuz bizim köy usullerine göre
en geç bir hafta önceden gelin kıza gelinlik elbisesi giydirilir. KomĢular evlerine
çağırır. O gelin kız birinci derece yakınlarıyla birlikte ağırlanır. A‟dan Z‟ye her Ģey
hazırlanmıĢ olur. Nerde kalmıĢ ki, gelin kızın evinde zerrece bir hazırlığın olmadığı
gibi daha beĢ gün önce Dumluca Köyünde ekin biçmeye göndermiĢler. Biçtikleri ekin
kendilerinin bile değil, bir yakınlarına yardım için ekin biçmeye gönderiyorlar.
Yukarıda bahsettiğim gibi biz gidip oradan Zeynep‟i getiriyoruz. Bu sefer de düğün
146
Ölmeyen Çocuk
olmasına üç gün kala değirmene gönderiyor. „Baba, anne, siz göreceksiniz. Onlar
kızı bana vermeyecekler. Muhakkak bu iĢe bir kötülük hazırlıyorlar.“ Böylece
üzülerek bu tartıĢmaları yaparken bomba patladı. Bir de baktık evimize komĢulardan
biri girdi ve dedi ki, „Değirmenden gelirken Zeynep‟i kaçırmıĢlar.“ Biz o esnada dıĢarı
çıktık. Meğer köylü bizden önce hadiseyi duymuĢ, birçok insanr bizimle birlikte yola
döküldü. Yola döküldük ya maalesef „Ne oldu, kim kaçırdı, nasıl oldu?” diye sorarak
telaĢlı bir Ģekilde değirmenden gelenleri karĢılıyoruz. Değirmenden gelenler köye
girmek üzereyken önlerine çıktık. Kız gitmiĢ sadece ev külfeti yaralı paralı ağlayıp
sızlıyorlar. Kızın babası, kardeĢleri ve gelinleri Nigar mağdur bir vaziyette geliyorlar.
BENĠM DURUMUM
Benim durumuma gelince aklıma gelenler ve düĢündüklerimin hepsi baĢıma
gelmiĢ ve gerçekleĢmiĢ oluyordu. Bu durum karĢısında içimi döküp hırsımı gidermek
üzere hadiseye kaynaklık yapan anneye babaya ve o evin taraftarlarına kendi
düzenledikleri kirli hadiseyi kendine mal etmek üzere köy halkının çevrenin bilgisine
sunmaktan baĢka bir çarem kalmamıĢtı. Nitekim bu biçimde niĢanlımın evinde ve
orada toplanan köylülerimin içinde layık oldukları hakaret mealindeki konuĢmalarımı
yapmıĢtım. Ama maalesef...
BU AġAMADAN SONRA NE YAPMAM GEREKĠYORDU
ġöyle bir düĢündüm: “Rıza, kendine gel oğlum. Bu kız senin resmi niĢanlın
değildi. Alt tarafı bir söz, biraz masraftan ibarettir. Hem de evime gelmeden
babasının evinden kaçırılmıĢ benim neyime.“ ĠĢte bu düĢünceleri düĢünüp kendimi
teselli etmeye çalıĢırken aklıma Ģu geldi: „O da köyden bir süre için ıraklaĢmaktı. Bu
arada kökenden ve ıraktan amcazadelerimden olan biri yanıma geldi, bu zat bir
buçuk saat ırağımızda olan GüneĢ Köyüne bağlı Tekke Köyü Mezrasından Veyis
Akgün.
VEYĠS AKGÜN DEDEYLE
Veyis Dede, „Oğlum Rıza, sen benim çok sevdiğim, Adıgüzel Dede‟nin oğlusun.
Bu nedenle benim için ha bir oğlum, kızım da sensin. Eğer sözümü dinlersen, sana
yardım etmeye geldim. Bak oğlum duydum ki, niĢanlın kaçırılmıĢ veya kaçmıĢ. Bu
olayla senin hiçbir alakan ilgin yoktur. Bilakis senin helal ekmeğin varmıĢ. Bu kız
senin kapından gitmemiĢ, annesinin babasının kapısından gitmiĢtir. Bak Rızam,
aklını baĢına topla, kendini telef etme. Sen aklı baĢında, çalıĢan ve çevrede sayılan,
sevilen genç bir delikanlısın. Eğer sözümü dinlersen, kaçan niĢanlın hiç ortaya
çıkmadan sen evlenirsin. Bak oğlum evde iki tane kızım var. ġu anda oğlum Cevat
da evde, git selamımı söyle. Zaten olaydan Cevat‟ın haberi vardır. Kızların birisini
beğenirsin, alır evine getirirsin. Benim bir kızım Adıgüzel Dedenin oğluna ve evine
kurban olsun. BaĢka birine hizmet edene kadar gelsin Adıgüzel‟imin evine hizmet
etsin.“
147
Ölmeyen Çocuk
CEVAP
Rahmetli Veyis Dede, yaklaĢık bir saat okudu izah etti. Veyis Dede‟nin
konuĢmaları ve teklifleri o kadar güzel, o kadar hoĢ, o kadar insancıl yaklaĢım ki.
Yani daha bundan iyi yardım, bundan iyi insan bulunmaz. Veyis Dede‟nin bu güzel
duygularını sonuna kadar sessizce ve sabırla dinledim. “Sağol Amca, sözlerini canla
baĢla kabul ediyorum. Ancak Ģu anda ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemiyorum.
Divriği‟ye gideceğim, orada birkaç gün köyden ırak kalıp dinleneceğim. Sonra bu
senin teklifini değerlendiririm amca.“
GĠTMEZ OLSAYDIM DĠVRĠĞĠ‟YE
AkĢam saat 8‟de gittim. Rahmetli bir Hasan Amca vardı. Lakabına Kazık Hasan
derlerdi. Seferberlik harbini yaĢamıĢ, çok bilgili, tecrübeli. Kendisi Erzincan‟ın
Kemaliye Ġlçesine bağlı Ocak Köylüsü. Orada Hıdır Abdal Sultan vardır. O zatın
soyundan olan çok değerli bir zattı. Bu zat Divriği‟de otel çalıĢtırırdı. Onun otelinde
yattım. O da bana çok güzel izahatlarda bulunmuĢtu. Otelde sabahı zor ettim.
Sabah saat 8‟de kalktım. Divriği‟de erken açılan ve çay yapan sabah kahvesi vardı.
Oraya gittim oturdum. Daha çayımı ısmarlamadan bir de baktım benim niĢanımı
yapan Hüsnü Yüksel Amca geldi. Hüsnü Amca‟nın manifatura mağazası vardı.
Kendisi beli anadan kambur, çok yetik sayılır, sevilir otoriteli bir zattı. Hüsnü Bey
aynı zamanda köylülerinin davar, mal vesaire tüccarlığını yapardı. Köylerde kirveleri
vardı. Hüsnü Bey, Sünni inançlı olmasına rağmen Alevi dedelerine çok saygısı,
sevgisi vardı. Bu muhterem zatın kahveye gelmesindeki maksadı Ģuydu. Aslında
Hüsnü Bey evinde kahvaltısını yapmadan evinden çıkmazdı. Bu hususu kendisi
anlatırdı. Kahveye girme maksadı sadece yardım severliğindendi. Örneğin geçimini
o birkaç çay satmakla sağlayan çaycıların bilhassa fakir olan veya yeni açılan
çaycılara dükkanını açmadan gider oraya en az iki çay parası verir sonra dükkanını
açardı. Bu husus onda alıĢkanlık haline gelmiĢti. ġimdi konuya dönelim. Hüsnü Bey
geldi doğrudan benim oturduğum masaya oturdu. Hüsnü Bey hadiseyi duymuĢtu.
Hüsnü Bey‟le çaylarımızı önümüze aldık. Beni teselli ederken bir de baktık,
omuzunda eski modelden bir tüccar paltosu olan 1.90 boyunda palabıyık, eli
arkasında tespih çekerek bir adam kahveye girdi. Bu gelen bey Divriği‟nin AvĢarcık
Köyünden aynı zamanda Hüsnü Bey‟in hem kirvesi hem de koyun tüccarı ortağı
olan Kasım Bey‟di. Kasım Bey Hüsnü Bey‟in kirvesi olmasına karĢılık bizim masaya
gelmeyip baĢka bir masaya oturmuĢtu. Binaenaleyh o devirlerde ve bilhassa o
yörelerde böyle halkın ananelerinden kutsal bir anane olan kirvelik olayına çok
değer verirlerdi. Bu nedenle Hüsnü Bey ayrı oturmasına çok fena içerledi ve
kendisine sordu: “Kasım Kirve ne için yanımıza gelip oturmadın da gittin ayrı
oturdun?.“ Kasım Bey, „Benim canım böyle istedi, böyle oturdum.“ Hüsnü Bey,
„Sayın Kasım Bey canın öyle isteğinden değil, senin maksatın baĢkadır. Ben olaya
inanmamıĢtım. Demek ki, senin bu kız kaçırma hadisesinde elin vardır. Aynı
zamanda taraf tuttuğun belli ki, Rıza benim yanımda olduğu için masamıza
148
Ölmeyen Çocuk
gelmedin. Ama ben bunu ve bu tutumunu sana çok görüyorum. Siz ve kızı kaçıran
insanlar zengin insanlarsınız. Bu çocuk ise yetim ve fakir bir insandır. Aynı zamanda
bunlar dededirler. Sizler ise Alevi‟siniz. Niçin sen böylesi iĢlere alet olup, burnunu
sokuyorsun ve taraf tutuyorsun?” Derken, Kasım Bey ayağa kalktı, Sandalyeyi kaptı
ve Hüsnü Bey‟e karĢı Ģunları konuĢtu: „Fazla konuĢma Hüsnü Bey, sen de kim
oluyorsun? O kız benim aha bu cebimdedir. Ġstersem Ģu anda buraya damlatırım,
istemezsem yıllarca ortaya çıkartmam.“ Bu hücuma karĢı bu taraftan Hüsnü Bey de
ayağa kalmıĢ, elini arkasına atmıĢ, kesin bir tavır takınarak Kasım Bey‟in
konuĢmalarına karĢın Ģu yanıtları vermiĢti: “Kasım Bey, Ģunu bilmiĢ ol ki, sen bu
çıkıĢlarında aldanıyorsun. Söylediğin sözler ve bu hücumlarını çok ayıp görüyorum.
Demek ki, ben sizleri iyi tanıyamamıĢım. Bundan böyle benim ne kirvemsin ne de
ortağımsın. ĠliĢkilerimiz tamamen bitmiĢtir. Sonra sandalye kapıyorsun, bakın burası
sizin köyde dağın baĢı değildir. Burası Ģehir yeridir. Buranın polisi, jandarması
vardır. Sonra size bir Ģey daha söylüyorum. Siz karĢınızda gördüğünüz insanı çocuk
sanmayın. Siz göreceksiniz ki, sizin altınızı üstünüze getirecektir. Aynı zamanda
bundan sonra karĢınızda ben de varım.“ Hüsnü Bey bu savunmaları ve bu çıkıĢları
benim için yapıyordu. Kasım Bey, bu savunmanın ve benim ismimin zikredilmesinin
karĢısında baĢını yukarı kaldırmıĢ, hırçın bir vaziyette kahkaha atmıĢtı. Bu
kahkahanın karĢısında artık konuĢma sırası bana gelmiĢti. Sanki Allah tarafından
içime bir ilham doğmuĢtu da durmadan iteliyordu beni. “Durma kalk konuĢ, kır Ģu
yobazların forsunu” diyordu. Aynı zamanda içimdeki duygu bana muazzam bir
kuvvet veriyordu. „Bu gibilerine artık bir ders vermenin zamanı gelmiĢti. Ne
duruyorsun?” diyordu. Binaenaleyh Kasım Bey‟in hiç beklemediği ve ummadığı, ona
göre karĢısına bir hasım çıkmıĢtı. Velhasılı oradan usulca kalktım. O muhterem
zata, Hüsnü Bey‟e önce rica ettim, yalvardım. Hüsnü Bey‟e, „Lütfen siz yorulmayın
benim adıma yeterince savunmayı yaptınız. Siz Ģimdi oturun, bundan sonraki cevabı
benden alsınlar.“ Hüsnü Bey oturdu, ben Allah‟ın izniyle baĢladım konuĢmaya:
“Kasım Bey, kaçırdığınız kız benim sadece bir sözlümdü, vazgeçmiĢtim hattızatında.
Onun için Divriği‟ye gelmiĢtim ama Ģimdi sizin bu çıkıĢlarınızın ve tehditlerinizin,
hatta tehditten de öte hükümetlik gütmenizin, canilere arka çıkmanızın karĢısında bu
fikrimden caydım. O kızın üç tane çocuğu da olsa elinizden alacağım.“ Kasım Bey
bir kahkaha gülücük daha attı. “Sayın Hüsnü Bey burada benim adıma birkaç söz
söyledi. Evet, Hüsnü Bey doğru söyledi. Hatta az bile söyledi. Benim dünyada hiçbir
Ģeyim yok. Tağıteber ġah-ı Velayetim. Sizin ise, malınız, davarınız, madenleriniz,
paranız çok. Zaten övünmeniz de bu yüzdendir. Eğer beni öldürürseniz dünyada
hiçbir çekirdeğim kalmaz. Ama sizin ise, bütün varlıklarınız ve bu kadar güvendiğiniz
köpekleriniz peĢinizden ağlar. Varlıklarınızın da kime kalacağı belli olmaz. Ayrıca
gördüm ki, cani köpekleriniz çarĢıda elini kolunu sallayarak geziyorlar. Onlara da iyi
sahip olun. ġimdi sözlerime iyi kulak ver ve bir yere yaz. ġu saatten sonra harekete
geçiyorum. ġurada bizi seyir eden insanlar Ģahit olsunlar, en geç yarım saat sonra o
dolaĢan köpekleriniz kodese girecekler. Öbür cani ve kaçırdığınız kız ise en geç
149
Ölmeyen Çocuk
bugün gece saat 12‟de karakolda olacaklar. Eğer gücünüz yetiyorsa gidin, onları
gizleyin. Sana da haber veriyorum. Size gelince, köpek gibi ayağıma geleceksiniz.
Ama nafile Hüsnü Bey‟in dediği gibi artık sizin gibilere ders vermenin zamanı
gelmiĢtir” diyerek Hüsnü Bey‟le birlikte kahveden ayrılmıĢtık.
OLAYIN ÜÇÜNCÜ AġAMASI
Olayın üçüncü aĢaması aynı zamanda üçüncü günüdür ve Divriği
Kaymakamlığından giriĢ ve savcılıkta baĢlıyor. Hadisenin üçüncü günüydü.
Zeynep‟in iki Ağabeyi Divriği‟de muayene olup rapor almaya gelmiĢler. Babaları ve
birkaç kiĢi de üç gündür Divriği‟de dolaĢıyorlardı. Hadise hakkındaki dosya üç
gündür karakolda tutuluyor, savcılığıa gönderilmiyordu. Suçu iĢleyen faillerin üç
tanesi ise sokakta açıkta geziyorlardı.
Benim yapacağım ilk iĢ kaymakamlığa baĢvurmaktı. Nitekim Zeynep‟in büyük
aağabeyinin kolu kırıktı ve ne yapacağını bilmiyordu, sokakta vakit geçiriyordu.
Hemen onu yanıma aldım, kaymakamın kapısına gittim. Kaymakamın kapısını
açarken kapıda duran bir jandarma eri kapıyı açmaya mani oluyordu. Jandarma
haklıydı. Elbette kaymakamdan izin alıp bizi sonra içeri alacaktı. Ama benim gözüm
öyle bir kararmıĢ ki, öfkem kabıma sığmıyordu. Jandarma erinin kaymakama gidip
izin almasını dahi beklemeye sabrım kalmamıĢ. Nasıl kapıyı itti isem, kapı kırılacak
gibi arka duvara çarptı. Kaymakam kalktı, „Ne var?” diye seslendi. Kaymakama
cevap, „Çok Ģey var Kaymakam Bey! Görüyorsunuz kolu kırık olarak boğazına asılı
bir mağdur vardır. Böyle bir tane kolu boynunda asıl da dıĢarı da bekliyor o da
gelinidir. Olay Ģudur sayın Kaymakam Bey: “Sincan değirmeni ile Pengürt köyü
arasında değirmenden bulgur öğütmekten gelirken beĢ tane çete önlerine çıkıyor.
Cebir ile kız kaçırmak için iki kardeĢi, bir babayı, bir de hanımını dövüyor,
yaralıyorlar. Kızı da cerben kaçırıyorlar. Olayın üçüncü günüdür. Mağdurlar
hastahanelerde, doktorlarda; iki evin 8-10 insanı üç gündür Divriği‟deler. Dört tane
suçlu da sokakta gezmekteler. Buna karĢılık evraklar da üç gündür karakolda
bekletilmektedir.“ Olay iĢte budur.“
KAYMAKAM BEY‟ĠN ÇIKIġI
Kaymakam hemen telefonu eline alır, karakol komutanına çıkıĢır, „Yahu nasıl
karakolsunuz? Pengürt - Sincan yolu arasında kız kaçırma hadisesi olmuĢ.
Mağdurun birinin kolu kırık, karĢımdadır. Diğerleri hastahanede imiĢ. Siz ise evrakı
karakolda üç gündür tutuyorsunuz. Doğru mu bu?” Kaymakam Bey karĢıdan gelen
cevaba karĢılık Ģöyle söylüyordu: „Kuzum bana bak! Sen sulh hakimi misin? Bir
karakol bir evrakı 24 saatten fazla tutamaz. Sonra böylesine ağır bir hadiseden
benim niçin haberim yok? Bana bak baĢçavuĢ, suçlular sokakta geziyorlarmıĢ.
Evrakı eline al derhal suçluları yakala, savcılığa teslim et. Mağdurlar iĢte
karĢımdalar, savcıya gönderiyorum. Derhal evrakı ve suçluları getirin, teslim edin.“
Kaymakam iyi bir insandı, bize döndü: „ġimdi siz savcıya gidin, suçlular ve dosya
150
Ölmeyen Çocuk
derhal savcılığa geliyor.“ Biz bu sözü kaymakamdan aldık. Hemen savcılığın
kapısına gitmiĢtik ki, gerçekten bir de baktık, patır kütür suçlular ve dosyalar 15
dakika içinde getirildiler, savcılığa teslim edildiler. ġu anda durum savcılıkta, kolları
asılı olan iki kiĢi ve kızın babası ayrıca benim de Dayım olan kızın üvey amcası
Hüseyin savcının huzurundayız.
Savcı, daha birĢey sormaya baĢlarken ben savcıya boĢalmaya baĢladım. Oysa
ki, benim davada sıfatım yoktu. Oradaki pozisyonum sadece yardım mahiyetindedir.
Benim savunmam ise Ģudur: „Sayın Savcı Bey, siz burada necisiniz? Pengürt
Köyünde cebreni kız kaçırma hadisesi oldu. Dört tane yaralı var, iki evin halkı üç
gündür Divriği‟deler. En ufak bir hadiseye jandarma gidiyor, ama üç gündür cebren
kızı kaçırmıĢlar, kız kayıp, dört yaralı ve iki evin halkı periĢandır ama evrak
karakolda bekliyor” dedim. Bu sözleri çok hızlı sayarak bitirdim. Savcı Bey beni fena
halde tenkit etmeye baĢlamıĢtı ve bunun üzerine benim „Siz kimsiniz, necisiniz?”
sorum üzerine savcı beni huzurundan kovdu. Ben ise sayın savcıya „Siz beni
kovabilirsiniz ama Ģunu bilin ki, kor düĢtüğü yeri yakar. Bu suçlular himaye ediliyor.
ġu anda kendim Ģimdi de aĢağıya ineceğim. Bakanlığa telefon açıp bu Divriği‟ye
müffettiĢ getirteceğim. Gördüm ki, bu ülkede adalet durmuĢtur” dedim ve çok hızlı bir
Ģekilde merdivenlerden indim. Adliyenin çıkıĢ kapısına varmadan bir jandarma eri
geldi ve beni geri çağırdı. Tekrar savcılığa çıktım. Savcı, „Sen kaçırılan kızın
neyisin?” Ben, “Savcı Bey, benim kaçan kızın birĢeyi olmam önemli değil ama
görünen o ki, mağdurlar iĢte karĢındadır. Suçlular da huzurundadır.“ Bu sözlerden
sonra ayakta seyreden benim Dayım savcıya, “Savcı Bey Rıza ġahin kızın
niĢanlısıdır” deyince “öyle mi?” diyerek. Savcı, „Peki benden ne istiyorsun?” diye
sorar. “Sayın Savcı bana suvari jandarma ve bir baĢçavuĢ ver. AvĢarcık Köyne
gideceğiz. Ben de yardım edeceğim kızı ve suçluyu yakalattırıp getireceğim.“ Savcı,
„Tamam” der. Size beĢ tane jandarma bir de baĢçavuĢ veriyorum. DıĢarı çıkıp
bekleyin.“ Ben ise jandarmaya yardım edeceğim ve bu arada Ģunu demek istiyorum
ki, kaymakamın huzurundan ayrılıp suçluların savcılığa teslim olması, jandarmaların
hizmetimize verilip yola çıkmamız yarım saat felan sürmüĢtü. Divriği‟den, savcılıktan
gönderilen beĢ tane süvari jandarmanın, biri baĢçavuĢ, biri onbaĢı, üç tanesi de
jandarma eri idi. Ben ve Zeynep‟in ağabeyi Sait bizim de bir tane atımız vardı.
DeğiĢerek ata bindik. Höbek‟e geldik, Höbek‟te 20 dakika kaldık. Oradan bilgi aldım
ve devam ettik. AvĢarcık Köyüne bizden önce bir haber gitmiĢ olduğu belliydi. Zira
AvĢarcık‟a girerken bir yokuĢ iniyorsun. Köye 50 metre kala o yokuĢu aĢağı inmeye
baĢlamadan bir baktık kiminin elinde uzun namlulu silah, kiminin elinde tabancalar
göründü. Bu vaziyette köyün giriĢini kesmiĢlerdi. Bu durum karĢısında askerin ne
yapması gerekiyordu? OnbaĢı emir verdi: „Silahları patlatın” dedi. Fakat baĢçavuĢ
izin vermiyordu. BaĢçavuĢun müdahalesi üzerine onbaĢı birden bire sertleĢti:
„BaĢçavuĢum peki biz vurulursak iyi mi? Ya da köye girmeden geri mi döneceğiz?
Hadi sen de sitam makineni çek yoksa silahı sana çeviririm. Bana Erzurum‟lu DadaĢ
Ali OnbaĢı derler. Çekin bakalım silahlarınızı Ģimdi, 5 silah birden köyün üzerini
151
Ölmeyen Çocuk
tarayınca köylüler çekildi, yol açıldı, biz de köye girdik. Orada bir sakallı ihtiyar
yakaladım, kızın olduğu evi öğrendim. Hemen asker evin etrafını sardı. Sait, damın
baĢına çıktı ve 15 dakika sonra kızla cani yakalandı, ortaya çıktılar. Oradan yürüdük
Höbek Köyüne. Saat akĢam 8 olmuĢtu ve BaĢçavuĢ emir verdi, „Burada biraz
konaklayalım” dedi. Bu köyde zengin ve sözü dinlenir olan bir Abbas Ağa varmıĢ.
Onun evine indik, bir baktım kızı baĢka odalara götürüp kandırmaya baĢladılar. O
arada Abbas, karĢı tarafın lehine BaĢçavuĢu araklamaya çalıĢıyor ve jandarmalara
emir veriyor. „Bugün burada kalalım, sabah gidelim” diyor. Ben ise olayı Ali
OnbaĢı‟ya hemen haber veriyorum, „Eğer burada kalırsak kızı elimizden alacaklar,
biz Divriği‟ye boĢ gideceğiz bunu ister misin?” diyorum OnbaĢı‟ya. “Vallahi o
baĢçavuĢu vururum” dedi hemen kalktı, „BaĢçavuĢum hadi gidiyoruz” derken,
„BaĢçavuĢ OnbaĢı‟ya Ali OnbaĢım, gece vakti güçlük çekeriz. Sabahleyin gideriz”
demez mi. Ali OnbaĢı, „Yani biz burada yatacağız. AvĢarcık‟ta yakalayıp getirdiğimiz
caniye kızı geri vereceğiz. Al sen kızı geri götür biz de kız kaçmıĢ diye bir rapor
tutarız olur biter değil mi?” dedi. “Yok öyle Ģey, hadi derhal yola çıkıyoruz. Ġstersen
sen burada kal, biz gideriz” deyince biz oradan saat 9.30‟da yola çıktık. On ikiye on
kala Divriği Karakoluna indik. Yani sabahleyin sayın Kasım Bey‟e verdiğim sözü 10
dakika önce yerine getirmiĢ, kızı teslim almıĢtım. ġimdi karakolda kız ifade veriyor
ama o arada Kasım Bey‟in yanına bir daha kodoĢ takılmıĢ karakola gelmiĢler. Beni
sulha davet ediyorlar. Bu Ģahıs sabahleyin „Kız benim cebimdedir” diyen Ģahıstır.
ġimdi gelelim kızın ifadesine. BaĢçavuĢ soruyor, asker yazıyordu. Cani, „Ben kızı
gönlüyle götürdüm” diyor. Zeynep ise, hemen yüzüne tükürüyor, „Siz beni direğe iple
sardınız, beni iğfal ettiniz. Ben köpeğe giderim size gelmem” diye ifade verir. Bu
ifade karĢısında haklı olarak kızı babasına teslim etmek zorundaydılar. Böylece on
ikide kızı teslim almıĢ bulunuyoruz. Kasım Bey‟in yanına takılıp gelen Ağabeydin
Divriği‟nin Bizevi Köyündendir. Ağabeydin‟e verdiğim cevap, „Siz Kasım‟ın önüne
düĢüp birinin namusunu sulh için teklif edene kadar kendi karını veya kızını versen
daha iyi olmaz mıydı? Sayın Kasım Efendi, sana gelince hani sabahleyin sözün
nerede kaldı? Köpeklerini bağlayıp sahip olamadın galiba. ġimdi sen git evine, kız
kaçıran caniye, evindeki kızını veya gelinini ver. Onun bunun kızıyla karısıyla
namusuyla uğraĢmayın.“ Bu sözler karĢısında sanırım taĢ olsa erirdi. Ama sayın
Kasım Bey taĢtan da sağlam bir nesneymiĢ. ġimdi Zeynep teslim alındı, babasına
teslim edildi. ġu anda Zeynep babasıyla birliktedir. Zeynep‟in babasının Divriği‟de
Erimoğlu diye bir aileyle onun bir hanı, bir de 20-30 yataklık bir otelleri vardı.
Erimoğlu Zeynep‟in babasıyla kirveydi. Onun oteline götürdüm. O gece o otelde
yatacağız, sabahleyin de savcılığa gidilecek, savcılıktan da doktora havale edilecek.
Bu otelde babası, oğlu Sait, ben ve Zeynep‟le karĢı karĢıyayız. Bu otelde Zeynep‟in
ve benim geleceğimi tayin edecek olan tarihi bir konuĢma yapacağız.
OTEL KONUġMASI
152
Ölmeyen Çocuk
„Bak Zeynep, baban ve ağabeyin yanındadırlar. Ben de karĢındayım. Artık bu
aĢamadan sonra doğruyu konuĢmamız gerekir. Ben seninle niĢanlanırken seni zorla
almadım. Kendi gönlünle beni istedin. Ben de sana düğür gönderdim. Allah‟ın
emriyle, adetiyle, töreniyle istedim ve hatta babanın istediği o değerli insan Hüsnü
Yüksel‟i de getirdim. Hatti zatında sana ilk gün yapılan niĢan töreni örnek bir törendi.
Bu güne kadar sana yapılan o ahım Ģahım kız alma töreni hiç kimseye yapılmamıĢ,
kimseye de nasip olmamıĢtır. ĠĢte baban, iĢte ağabeyin doğrusunu söylesinler.“
Ağabey Sait söz aldı ve konuĢtu: „Evet Bacım, Rıza‟nın yaptığını hiçbirimiz
yapamazdık. ġimdi senin Ģurada olman da Rıza‟nın sayesinde. Babam duysun üç
gündür Divriği‟deyiz hiçbir iĢ yapamadım ama Rıza devreye girince kaymakamı,
savcıyı, jandarmayı hepsini harekete geçirdi. Bizi AvĢarcık‟a götürebilen de
Höbek‟ten kaldırıp yine Ģu anda buraya kadar getirebilen de Rıza olmuĢtur.“ Sait‟in
sözü bitti. Devam ediyorum konuĢmaya, „Hatta baban da, anan da seni bana
vermiyorlardı senin gönlün olmasaydı. Benim de seni kandıracak, cebren alacak
durumum yoktu. ġu anda seni bu duruma getiren de iĢte yüzlerine söylüyorum ki,
babanla annendir. Açık seçik herkes birbirini bilsin. Senin baban seni beğendiğine
değil, seni paraya, zengine vermek ve satmak istedi ama Allah‟ın iĢine bakın ki,
„Kızımı zengine vereceğim” diye hem çocuklarını dövdürmüĢ hem de kızının
namusunu zay-I pay etmiĢtir.
ġimdi sana tekrar soruyorum. Hiç bir tesir altında, korku altında değilsin. Zorla
kaçırıldığını ve cerben ırzına tecavüz edildiğini de karakolda ifade ettin. Bu sözleri
bu ifadeleri söylemek kolay değildir. Bu ifadelerin hepsi zapta geçti. Bugünkü
özgürce vermiĢ olduğun ifadeler ileri de seni kazandıracak ve de ailenizin onurunu
düzeltebilecek sözlerdir. Zeynep, bütün bunlara rağmen, hatta bu ifadeleri de vermiĢ
olmana rağmen sana tekrar soruyorum? Bakın ben sabahki kahve konuĢmamda
onların baĢbuğu olan Kasım Beylerine söylediğim ve verdiğim bir söz vardı. Ben bu
sözümü yerine getirdim. Hatta senden alacağım 2-3 cümleden sonra belki de ben
burada olmayacağım, belki de senin bir durumun daha mahkemelik olmadan ben
evleneceğim sağolsun eĢim dostum. Üç gündür de peĢimdeler bana kız vermek için
de can atıyorlar. Bütün bunlar senden alacağım üç cümle söze bağlıdır. KarĢı taraf
seni zorla götürmüĢ de olsa, kardeĢlerin dövülmüĢ de olsa, olan olmuĢtur. Mesele
olan seninle benim geleceğimizdir. Eğer karĢı tarafı istiyorsan, gönlün varsa Ģu
andan itibaren benim anam bacım ol git evlen. Ne beni, ne babanı, hiç kimseyi
düĢünme. Benim alt tarafı birkaç kuruĢ masrafım vardır. Onu da ödeseler de
ödemeseler de önemli değildir. Ama Ģunu da söylüyorum ki, beni de oynatmaya
artık hakkınız yoktur. ġimdi söz sendedir Zeynep.“
Zeynep, „Beni zorla götürdüler. Bana iĢkence yaptılar. Ġple direğe sardılar.
Ağzıma silah tuttular, tecavüz ettiler. Beni onlara vermesinler, köpeğe versinler. Beni
kabul edersen, ben seninim.“ Bu sözleri Zeynep babasının, ağabeyinin yanında
hiçbir tesir altında kalmadan söylüyordu. Zeynep öz ve açık sözlerini söylemiĢti.
Benim ise birkaç cümle sözlerim daha vardı: „Bak Zeynep sana yapılanların zorbalık
153
Ölmeyen Çocuk
ve cerbi olduğu açıkça ortaya çıkmıĢtır. Ve inandım da… Benim beklediğim cevap
da buydu. Benim zorbalığa boynum eğridir. Örneğin seninle evli olsaydık da, bir yere
giderken baĢımıza bu tür olaylar gelebilirdi. O takdirde birbirimizi terk edemezdik.
ġuna da inanın ki, ben seni alıp kabul edeceğim ancak seni bir iddia meselesi için
almıyorum. Buna rağmen karĢıki canileri cezalandırmak için mahkemeyi sonuna
kadar sürdüreceğim. Gelecek günlerde senden veya senin aileden bir boĢluk
doğarsa, hele hele sen bir daha hataya düĢersen kayıtsız Ģartsız seni terk ederim.
Zira ben seni namuslu karım olarak hiçbir Ģey olmamıĢ gibi kabul edeceğim” dedim.
Otelde tarihi konuĢmamız böylece noktalanmıĢ oldu. ĠĢ yarınki güne kaldı.
OLAYIN DÖRDÜNCÜ AġAMASI
Nihayet yarın sabah oldu. O gece biraz olsun mağdurlar ve ben de uyuduk,
istirahat ettik. Saat dokuzda savcılıkta olacağız, oradan da doktora havale
edileceğiz. Bu arada annesi köyden trenle Divriği‟ye gelmiĢti. Oysa ki, ben ne
annesinin, ne de babasının yanımızda olmalarını istemiyordum. Ama bu ana baba el
arı düĢman körü hesabıyla yine de kızlarının peĢini bırakmıyorlardı. Bırakmıyorlar
ama benim gördüğüm gerçek Ģuydu. Bu ana baba yine de bizim aleyhimize faaliyet
göstereceklerdi.
Sabah saat dokuz, 10 Ekim 1957: Savcılıktayız. Karakol tutanakları savcılıkta,
Höbekte tutulan zabıtların tümü bizden önce savcının önüne gelmiĢti ve savcı da
gelmiĢti. Ġlk soruĢturma bizimdi. Ġfadeler tekrarlandı, doktora havale olduk. Saat
11‟de doktordayız. Annesi Zeynep‟in yanındadır. Hastanede bekleme salonunda
bekliyoruz. Bir ara ben tuvalete gitmiĢtim geldim ki, Zeynep hemen yanıma yaklaĢtı
ve Ģunları söyledi: „Bak sana bir Ģey soracağım.“ „Buyur Zeynep, ben senin ne
soracağını biliyorum ama yine de sorunu kendin sor?” dedim. „Bak Rıza, eğer beni
almayacaksan veya bir oyun yapacaksan, ben yine karĢıki adamı kabul edeceğim.“
Bu arada Zeynep‟i aldım biraz dıĢarı götürdüm. Zeynep‟e cevap: “Zeynep beni dinler
misin? AkĢam otelde ne konuĢtuk? Otelde konuĢtuklarını ne çabuk unuttun? Ve de
ne çabuk ifade değiĢtin? Hani karĢıki adamlar sana hakaret etmiĢti? Köpeğe
giderim, ona gitmem demiĢtin? Yani ben almasam bile köpeğe gitmeye razıydın,
fakat o adama gitmeye razı değildin. Yoksa bu sözleri söyleyen sen değil miydin? O
baĢka bir Zeynep miydi? Sonra ben sana Ģunu da söyleyim ki, sen onurlu bir kız
isen, dört günden beri ne oldu ne bitti bunları bir düĢünsen eğer, ölünceye kadar
bekâr kalsan öylesi insanların lafını bile etmezsin. Örneğin kardeĢlerin ve baban
dövülmüĢ, yengen Nigar dövülmüĢ. Gece vaktinde o yüklü hayvanlarla önünüz
kesilmiĢ. Dünyaya rezil olmuĢsunuz. Peki bütün bunlardan dolayı benim hiç suçum
gühanım var mı? Bir suçum günahım olmadığı gibi dört gündür niçin peĢinizde
fırlanıyorum. Mamafih bütün bu kirli iĢlere sürükleyen sebep olan annen oldu. Bunu
dost düĢman hepsi biliyor, sen de biliyorsun. Bu kadar aĢamadan sonra Ģu anda iki
dakikada annenin büyüleyici sözüne cevap vermiyorsun da gelip bana
konuĢtuklarımızın tam aksini söylüyorsun. Bak Zeynep beni anam bir defa
154
Ölmeyen Çocuk
doğurmuĢtur. ĠĢte o anadan olmazsa sözümde özümde birdir. Ta ki, sizden bir hata
bir kötülük kaypaklık bir suistimal olmadığı müddetçe. Benden zerre kadar
kaypaklık, kandırıcılık olmaz. Eğer sen devamlı böyle annenin sözleriyle ve bir
baĢkasının doldurmasıyla yaĢayacaksan, kendine güvenin yoksa Ģu anda fazla bir
Ģey kayıp etmiĢ değilsin. DüĢündüğün, isteğin ne ise onu yap. Ben bu sözleri bu
aĢamadan sonra daha annene muhatap olup söylemem. Zira dört günden beri
annene, babana ve çevrene söylemediğim hiçbir Ģey kalmadı. ġu anda doktordasın.
Bugünkü doktorluk iĢinle Ģu söylediğin meselenin de bir bağlantısı yoktur. Buralara
sürükleyen yine annendir. Ben ise sana yardım ediyorum. Sen ve ben evlenmesek
de bu mahkemeniz devam edecektir. Zaten durumun henüz mahkemelik olmamıĢtır.
Durumun soruĢturma aĢamasındadır. Önümüzdeki günlerde evinizde bu meseleleri
tartıĢmaya konuĢmaya zamanınız vardır. Durum bundan ibarettir.“
OLAYIN DÖRDÜNCÜ AġAMASINA DEVAM EDECEĞĠZ
BURADA BAZI ĠSĠMLER VARDIR, DAVUDOĞLU KASIM, D.D.Y.
BEKÇĠSĠ HÜSEYĠN VE SINIKÇI MUSA AYDOĞAN
Dördüncü aĢamada anımın ilginç sanıklarını önceden tanıtmak istiyorum.
Kahvede boy gösterisi yapan Davutoğulları‟ndan sayın Kasım Bey. Ona uĢaklık
yapmak isteyen Devlet Demir Yolları bekçiliğini yapan sayın Hüseyin Bey Divriği
köylerinde çok geniĢ kitleler arasında isim yapmıĢ olan bir kiĢidir. Diğeri de kırık ve
çıkıkları saran sınıkçı Musa diye anılan sayın Musa Bey‟dir. Bu iki beyefendi ünlü
tüccar Kasım Bey‟in önüne düĢüp üç tane Ģerefli Ģahsiyet aynı zamanda namuslu
sayılan Ģahsiyetler, evime bana „BarıĢın” diye gelmiĢler. Bu anılarımı okuyacak olan
değerli okuyucularım okuyor ve izliyorsunuz. “Kız benim Ģu cebimdedir istersem Ģu
anda buraya damlatırım, istemezsem senelerce meydana çıkartmam” dememiĢ
miydi? Ben o günkü verdiğim cevaplarımı tekrarlayıp baĢınızı ağrıtacak değilim.
Esas cevabı biraz sonra okuyacaksınız. Ancak Kasım ve iki arkadaĢlarının gerçek
kimliklerini ve kiĢiliklerini ortaya koymadan olayın mağdurları ve benim bu sayfaya
kadar köydeki geliĢmeleri kısaca anlatacağım.
KASIM DAVUTOĞLU
Geçelim evime barıĢ için gelen beylere. Ben Ankara‟dan 2.10.1957‟de köye
geldim. Hazırlık için daha önce Ankara‟ya geldikten sonra, akĢam karar değiĢti.
Binaenaleyh daha önceden köylüye verdiğim bir vaadim vardı. Köyün çocuklarını
okutacaktım. Daha doğrusu köyde Latince Harflerle okuma hayatını baĢlatacaktım.
ĠĢte bu iĢi hemen Ankara‟dan geldiğim günlerde hayata geçirmiĢtim. Bir komĢu
evinde çocuklarını okutuyordum. Bir gün öğleden sonra saat 13 veya 14 sularında
eve misafirlerin geldiği haber verildi. Gelenlerin ikisini annem tanıyor ama Kasım
Beyefendiyi tanımıyordu. Hiç sormuyordu kim olduğunu. Ben çocuklara düzen
verdim, eve geldim. Geldim gördüm ki, ne göreyim… Sayın Kasım Bey ve uĢakları.
Kasım Bey‟in belinde silah vardı. Zira bunu Divriği‟de görmüĢtüm. Bende de vardı
155
Ölmeyen Çocuk
silah. Kapıdan girer girmez ben de Ģok oldum, o da Ģok oldu. ġimdi ilk söz sırası
bende ve manzara baĢlıyor. Ġlk sorum: „Evet Kasım Bey niçin ve nasıl geldiğinizi
öğrenebilir miyim?” Kasım, „Bak Rıza, cahiller bir bok yemiĢler. Sen henüz elini
birĢeye sürmemiĢ genç delikanlısın. Sen o kaçırılan kızdan vazgeçersen, sözümü
dinlersen, bizim Ġsmail‟in iki tane sülyan gibi kızları vardır. Bunların hangisini
beğeniyorsan beğen, getirip evine teslim edeyim. Ayrıca Ģu 10 bin lira uğraĢtığın
masrafların için, Ģu 10 bin lira da yeniden düğün masrafların için olsun. Sana 20 bin
TL hemen Ģimdi teslim edeyim. Yeter ki, sen „Vazgeçtim” de.“ Kasım Bey‟in sözleri
bitti. Ġkinci ve cevab-ı söz sırası bende: „Sayın Kasım Bey, yanlıĢ adres seçmiĢsiniz.
Kızın kaçtığından bu yana bir ay dolmak üzeredir. 2-3. gün Divriği‟deydik. Siz de
Divriği‟deydiniz. Bu bir kahve konuĢmamızda iki kaymakam, savcı ve karakol
arasındaki yaklaĢık 30 dakika içerisinde neler olduğu malum idi. Herhalde benim de
sizin gibi muhterem bir zat önüme düĢüp paraları bastırıp yapmadı. Size neler
olacağını ve kendi kimliğimi hem Hüsnü Bey hem de ben anlatmıĢtık. Ama zatınız
Kerbela‟da Hüseyin‟i Ģehit edip sonra da kelleyi karĢısına alıp gülenler gibi ağzını bir
metre yukarı kaldırıp kahkaha attığınızı ne çabuk unuttunuz? KiĢiliğiniz söz
sahipliğinizin ömrü bu kadar mıydı? AĢk olsun vallahi. Siz ağızdan çıkan sözlerin ne
olduğunu bilir misiniz? Size göre bu sözler baĢka yerden çıkmıĢ olabilir ama bana
göre öyle değildir. Anlayabilseydiniz orada 2-3 günün içinde beni ve o sözleri ve
baĢarılan iĢleri anlayabilirdiniz. Binaenaleyh sizin bu gün ne demek istediğinizi ve ne
yapmak istediğinizi, hem sizin için hem kız için ne söylenecekse ben zaten söylemiĢ
ve gerekeni yapmıĢımdır. Bana düĢman gerekmez. Bana aracı da gerekmez. Ama
sizler gibi kaba kuvvetle, para gücüyle benim iĢim yoktur. Eğer ben böyle Ģeylere
tenezzül etseydim, zaten sizler gibi hükümetlere karĢı o iĢleri baĢaramazdım. Tekrar
ediyorum ki, benim arzum sadece kaçan kızın peĢine düĢüp onu almak değildir.
Eğer bunu kabul etseydim daha Divriği‟ye inmeden önce amcam Veyis Dede‟nin
tertemiz kızı Ģu anda evimdeydi. Benim esas gayem, sizler gibi birkaç yobaza karĢı
mücadele edip, dersini vermektir. ġimdi anladın mı? Daha bitmedi söyleyeceklerimin
önemli kısmı daha duruyor. Siz birilerinin namusunu birbirlerine peĢkeĢ çekip, satın
alıp vermeyi düĢünene kadar kendi kızınızı veya gelininizi verseydiniz ya. Hele Ģu
yanınızdakilere gelince, siz Kasım Bey‟e uĢaklık etmek, kadınları peĢkeĢ çekmek
istiyorsanız, evinizden birer tane verebilirdiniz. Buraya gelmenize gerek yoktu. Zira
burada öyle sizin anladığınız gibi parayla pulla satılık birileri yoktur. Sayın Kasım
Bey zatınızda silah olduğunu biliyorum. ĠĢte benim silahım da hazır vaziyette
bekliyor. Bana silah çekebilirsiniz. Cevabınızı aldıysanız çabuk siktir olun gidin.“
Sayın Musa (uĢaklardan biri Musa Bey kalktı, sürünerek eĢiğin dibine gitti) „Bana o
silahı çekeydin, öldüreydin de bu sözleri iĢitmeyeydim. (boynunu eĢiğin üzerine
koydu) Hüseyin-i Kerbela‟yı seversen, Garip Musa‟yı seversen, ne olur Ģu boynuma
bir balta vur. Ayağım kırılaydı, ocağım bataydı da bu iĢ için buraya gelmez
olsaydım.“ Ta ki, buna da layık olduğu baltayı Ģöyle vurmak gerekiyordu. “Kalk ulan
Ģurdan pis kanını buralara dökersen, buraları da pislersin.“ ĠĢte Kasım Bey‟in ve
156
Ölmeyen Çocuk
yanına takıp getirdiği uĢaklarıyla beraber geldiği birinci fasıl böylece sonuçlandı.
Yalnız Kasım Beyefendi‟yle ileride de tekrar tatlı bir muhabbetimiz olacaktır. Anımın
bu kısmına da bir yorum gerekmez mi? Bu anıları okuyan saygıdeğer okurlar, elinizi
vicdanınıza koyun, mantığınızla baĢbaĢa gelin. Burada okuduklarınızı ona göre
değerlendirin. Ben yetim ve kuruĢu dahi olmayan bir insandım. Üstelik 1957 - 10-11.
aylarda 1.500 TL borçlanmıĢtım. Öbür tarafta amcazadenin kızıyla evlenebilirdim.
Bir tarafta iki, bu tarafta 20 bin TL Kasım Bey‟den kayıtsız Ģartsız para. Artı
beğenebileceğim, niĢanlımı kaçıran adamın bacısıyla evlenecektim. Bu da yine bir
tarafta görülüyor ki, zengin olmak benim için bir an meselesiydi. Sadece bir manevî
varlığımı, insanlığımı, namus ve Ģerefimi paraya pula ve Ģehvete değiĢmediğimi, tek
amacımın bu tür vahĢetlerle savaĢıp mücadele etmek olduğunu sizlerin değer
yargısına bırakıyorum. Demek oluyor ki, bu gibi uğraĢılarım özünde insanlık uğruna
bir savaĢ vermekti. Ġsterim ki, insanlar bu gibi vahĢetlerden ibret alsınlar.
Aradan bir hafta geçmiĢti. Davaya sahip çıkmak, ortalığa yayılmıĢ dedikoduları
durdurmak için Zeynep‟le evlenip nikâhımızı kıydırmamız gerekiyordu. Zeynep‟in
ağabeyi Sait gelip gidiyordu: „Daha ne zaman evleneceksin? Ben evimde anamın
babamın ve diğerlerinin dilinden usandım. O Zeynep‟le evlenmeyecek, o bizi
kandırıyor ve oyalıyor. Kızımızın adı çıktı, canı da onunla çıksın ya da alacaksa
daha ne duruyor diyorlar” diyordu. Bunların üstüne biz de Zeynep‟le Divriği‟ye gittik.
Muamelelerimizi yaptırdık. Nihayet nikamız kıyıldı, geldik evimize evlendik.
Evlendiğimizde durum mahkemelik olalı onbeĢ gün olmuĢtu. Tam 2.5 ay daha geçti.
Hapse girenler üç ay yattıktan sonra dava Sivas‟a nakloldu. Sivas‟ta Ģahitler
dinlecek, avukat tutulacak, dava yeniden güncellik kazanacak.
BEġĠNCĠ AġAMA AVUKAT NAZĠF ASLAN
AVUKAT TAHSĠN TÜRKAY
KarĢı taraf üç bin liraya Nazif Aslan‟ı avukat tutmuĢ. Mahkemenin duruĢmasına
bir gün kala Sivas‟a gittik. Sivas‟ta avukat tutmamız Ģarttır. Zira Nazif Aslan çok
keskin bir avukat. O günlerde Divriği‟de hem de Sivas‟ta isim yapmıĢ bir avukat.
Onun karĢısına ondan daha iyi bir avukat tutmamız gerekiyormuĢ ama nafile. O
adam üç bin liraya durmuĢ, ben üç bin lira Ģurda dursun, 300 lirayı bile bulamam.
Tavsiye edilen avukat çok iyi ama iyi de para istiyordu. Nihayet bir avukat bulduk,
Tahsin Türkay. Kendisi Sivas‟ın Kangal ĠlçesindenmiĢ. O günlerde kendisine
Çerkezoğlu diyorlarmıĢ. Tahsin Bey 1.75 boylarında çok yakıĢıklı, Ģık elbise giyen,
az konuĢan bir insandı. Bu avukatın bürosuna vardık. Bu avukat „Ben dosyaya
bakmadan dava almam” dedi. Biz de „Peki” dedik avukat dosyaya baktı. Bize tayin
ettiği saatte tekrar bürosuna gittik. “Paranız var mı?” diye sordu. Ben cevap verdim:
„Durumumu tamamen anlattım. Avukat madem öyle, ben sizden para almayacağım.
Bu dava uzun sürecek bir davadır. Dava sonuçlanana kadar harcayacağım kadar
yani bir çerez parası kadar sizden para istiyorum. Sadece 400 lira.“ Yanıt: “Tahsin
Bey, sadece bir yüz lira verebiliriz. Geri kalana bize birkaç ay müsade et” dedim.
157
Ölmeyen Çocuk
Tahsin Bey, „Peki” dedi. Ama ben bir sevindim, aklın durur... Zira avukatı gözüm
tutmuĢtu. „Bu avukat, bu davayı kazanacak” diye peĢin söyledim.
ġimdi gelelim Nazif Bey‟e. Bir gün sonra duruĢmaya girdik. Nazif Bey, bizi tekrar
sulha davet etti. Ben ise ret ettim. Nazif „Peki öyleyse ben de bu adamlara 16 aydan
fazla ceza verdirirsem kollarımı Ģu bilekten keserim” dedi. Mahkeme salonundan
çıktık, köyümüze döndük. Gelelim yine Zeynep‟in babasına. ġimdi bakalım
Zeynep‟in babası ve annesi ne gibi fırıldaklar çevirecekler. Bunların kalplerini ikinci
kez daha okuyacağız. Zeynep‟in baba tarafı benim de dayımlar oluyorlar.
Binaenaleyh Zeynep‟in babası Dayımla emmi çocukları ve birlikte oturuyorlar.
Durumları ise köyün ikinci zengin ağaları olmalarından dolayı oldukça iyidir. Birincisi
Gazi Kâhya‟dır, ikincisi de bunlar. Zira, kızları kendi evlerinden kaçmıĢ veya
kaçırılmıĢtır. Yukarıda bahsettiğim gibi benim ıraktan, yakından bir suçum günahım
olmadığı gibi üstelik benim kızlarını kabullenip almam, onlara sahip çıkmam,
haysiyet ve Ģereflerini koruma anlamına gelmez mi? ĠĢ böyleyken ve benim de
akĢamdan sabaha ekmeğim yok iken yani günlük kazanıp yiyen bir aile
durumundayken 1.500-2.000 TL de düğün için borçlandığım halde bunlar peĢimden
çekilmiĢ, bizi baĢbaĢa bırakmıĢlardı. KeĢke bununla kalsalardı. Daha kötü ve daha
haysiyet kırıcı iĢ yapmaya kalkmasalardı.
Ne mi yapmıĢlardı? KarĢı tarafın ara bulucuları geliyor. Kayınpeder olacak
Ahmet Ağa‟yı yakalıyor, kendisine para teklif ediyorlar ve diyorlar ki, „Sen Ģahsi
davandan vazgeç” diyorlar. Ahmet Ağa artık ne kadar para aldıysa bilmiyorum ama
alıyor. Ahmet Ağa yani baba, kızının Ģeref ve namusunu ikinci bir kez daha para
karĢılığında satıyor. Kızının davasını da acısıyla tatlısıyla, borcuyla derdiyle bana
bırakıyor ve çekiliyor kenara. Bu cümleleri okuyanlar kendilerine ibret örneği alsınlar.
BaĢka diyeceğim yoktur. (diyeceğim olacak ama sade bu baĢlıktaki konu için).
DEVAM EDĠYORUZ, BEġĠNCĠ AġAMA
Aradan bir ay geçti ikinci mahkemeye yine Zeynep‟le birlikte Sivas‟a gittik.
Sivas‟a yollanırken, Zeynep‟in babası arkamızdan bizimle beraber Sivas‟a geldi.
Sordum niçin bizimle geldiğini. “ĠĢim var” demekle yetindi. ĠĢin iğrenç tarafı ise
mahkeme salonunda meydana çıkacak. Ahmet Ağa bizimle birlikte mahkeme
salonuna gider, mahkeme salonuna girerken avukat Tahsin Bey karĢımıza çıkar.
Bizi görünce Tahsin Bey de hoĢ olmayan bir görünüm arzediyordu. Tahsin Bey,
“Rıza bu adam kimdir?” “Zeynep‟in babası Tahsin Bey. Baba mı?”, “Evet”, „Niye
getirdin bu herifi?” Cevap: „Vallahi Tahsin Bey ben bilmiyorum. Ancak ben kendisine
sordum, „Benim Sivas‟ta iĢim var” dedi peĢimize düĢtü geldi.“ “Rıza bu adam karĢı
taraftan para almıĢ, Ģahsi davasından vazgeçmiĢ. Dosyadan imzalı dilekçesi çıktı.
Eğer bunu bir daha buralara getirecekseniz, benim gözüm bu adamı bir daha
görecekse, ben davanızdan çekilirim.“ „Aman Tahsin Bey, o nasıl söz? Ben ne
yapacağım bu adamı? Böyle yaptığını bilseydim yanıma dahi yaklaĢtırır mıydım?
Demek ki, bizi bir daha satmıĢ haa.“ Tahsin Bey, „Utan utan! Bir de bıyıkların var,
158
Ölmeyen Çocuk
erkeğim diye bıyık bırakmıĢsın. Dua et ki, Ģu çocuk Ģerefinize sahip çıkmıĢ. Senin
Ģahsi davandan vazgeçmen, kızının davasını yarı yarıya düĢürmen demektir. Yani
suçlular 10 yıl hasiplik yerine beĢ yıl ceza alacaklar. Anladın mı Ģimdi? Defol git,
gözüme görünme bir daha. Senden baba olacağına hiç olmasaydı.“ Evet kız babası
Ahmet Ağa böyle yapmıĢtı. Bizi bir daha para karĢılığında satmıĢtı. ĠĢte gerçek
meydanda demek ki, halk duyarlı olmak zorunda. Halk bu gibi olaylara göz yumarsa,
bana dokunmayan yılan bin yaĢasın derse, buna benzer Ahmet‟ler, Mehmet‟ler,
Fatma‟lar, AyĢe‟ler çok çıkar. Unutmayalım ki, bütün kötü iĢler birbirinin
paralelindedir. Kötülük ve fırsat eĢitliği birdir. Fırsatı bulamayan, meydanı boĢ
bulamayan, kötü failli insanlar emellerini gerçekleĢtiremezler.
DEVAM EDĠYORUZ
Ġkinci duruĢmadan döndük. Döndük ama dertli döndük. Ahmet Baba bizi ikinci
kez arkadan vurmuĢtu. Zeynep‟i kandıran ve aracılık yapanlar hala devredeler. Gelip
gidip Zeynep‟e yaklaĢıyorlar. Köy de, evimizin hemen yanıbaĢında akar çeĢme var,
köylü bütün su ihtiyaçlarını bu çeĢme suyundan karĢılar. Aracılık yapanlardan birisi
Zeynep‟in dayısı ve dayısının karısı Melek. Melek‟in evi oldukça çeĢmeye yakındır.
Yani kapısına çıkıp baktığında çeĢmenin baĢında kimler varsa görebilir. Böylece
Zeynep çeĢmeye gidince Melek Hanım hemen barkaçları alır, su ihtiyacı olmasa da
Zeynep‟i görmeye gelir ve bu esnada karĢı taraftan getirdiği sözleri Zeynep‟e aktarır.
Ayrıca, aracılık yapan kadınlardan biri de tam bizim kapıyla karĢı karĢıyadır. Bazen
de bu komĢu Zeynep‟i bulduğu yerde yakalar. Bunun adı da Gülizar. Binaenaleyh bu
hanımlar Zeynep‟e nasıl yaklaĢabiliyor? Bir de bu durumu tahlil etmek lazım değil
mi? Öyle ya Zeynep‟in baĢına bu iĢleri getirmeye, bu hallere düĢürmeye sebep olan
onlardı. Zeynep‟in bunlardan ders alması gerekirdi. Artık o insanları yanına
yaklaĢtırmaması gerekirdi.
Aksine yanına yaklaĢan bu hanımlarla ağız ağıza verip bir sırdaĢ gibi
konuĢmasının anlamı nedir? Zorla kaçırıldığını, direğe sarılıp hakaret uğradığını
itiraf eden yine Zeynep‟in kendisiydi. Peki Ģimdi tekrar o tarafın aracılarıyla
konuĢmasına sebep olan nedir? Onu bir daha kendisine soracağız. Zira bu konular
evimizde ve ilk günkü otel odasında konuĢulmuĢtu. Üstelik söz konusu aracılarla
konuĢmamasını sıkı sıkıya tenbihlemiĢtim. Bu araya baĢka bir anımı sokuyorum
sonra devam edeceğim.
BĠR ELMALIK BAHÇE YAPACAKTIM
Köyümün önünden akıp giden bir su vardı. Suyun adı Tokma Suyu. Bu suyun
kenarında babamdan kalma bir ada vardı. Adanın içinde sadece kum olan bir
dönüm tarla diye adlandırılan yer vardı. Ama ada geniĢ bir alandı. Büyük, küçük
taĢlar ve yılgın ağaçları, çeĢitli verimsiz çalılarla kaplı, sadece iri çakıllardan ibaret
altı dönüme yakın bir adaydı. Bu ada bir tarafından demir yolu geçen, bir tarafı da su
ile çevrili üç köĢe Ģeklinde bir yerdi. ĠĢte bu yeri ben imar edeceğim. Sonra da bu
159
Ölmeyen Çocuk
yere elma fidanı dikeceğim. Yatırım dediğim olay budur. Biraderim, „Buraya emek
vermeyelim, zamanımız boĢa geçer” demiĢ, „Bize acil para kazanacak iĢ lazım”
bahaneleriyle razı olmamıĢtı. Bana göre ise, buranın imarının yapılması ve elma
ağaçlarıyla bahçe olması halinde ileride bize fevkalade bir geçim kaynağı olacak ya
da satılabilecek bir yer olacaktı. Biraderin askere gitmesiyle ben bu yerin imarına
baĢlamıĢtım. Ġlk iĢim su kenarına bir kanal açıp, kanala iğde çalıları, arkasına da
selvi ağacı dikip yeri korumaya almam olacaktı. ġimdi bu kanalı kazmaya baĢladım.
Sene 1958, dördüncü ayların sonu. Ben bu iĢi boĢ zamanlarımda yapacağım. Aynı
yıl köyde bir ev iĢi aldım. Bu ev bacanağım Hasan Kayaoğlu‟nun evi. Bu evi götürü
aldım. Ev yaklaĢık 200 m2 çapında kullanım alanı olan, eski tip, dört çevresi, taĢ
duvarı ile çevrili ve içinde sadece bir bölümü vardır. Bu evin dıĢında köyümde ustalık
iĢleri vesaire düĢen iĢleri de ben takip edip yapacağım. Doğrusunu söyleyecek
olursam komĢuların hepsi de bana iĢ vermeye baĢlamıĢlardı. Zira öbür taraftan ben
de onların toplu iĢlerini takip ediyordum. Zira ben her iĢi yapıyordum. Ustalık iĢleri,
yonca tırpanlama, ekin biçme, kapı kurma, vesaire ne olursa olsun benim için
yapamam yoktu. Bu nedenle artık para sorunumu da halledebiliyordum. Böylece
çalıĢmaya devam ederken köylü komĢularımın yanında da itibar kazanmıĢ olduğum
halde komĢularımla bu yakınlığım sadece köy içinde geçerliymiĢ ki, 1958 senesinin
yaz ayları olunca dağa çıkardık. Yani ekin biçerken yakın tarla komĢularım bana
yakın olan kendi tarlalarında yatmazlardı. Bu konuyu araĢtırdım ki, mesele Ģu imiĢ.
Zeynep‟i kaçıran taraf bir gün beni dağda yolda öldüreceklermiĢ. Bu nedenle
benimle ne yol arkadaĢlığı yapıyorlar, ne de tarlalarda yanımda yakınımda
görünüyorlardı. Benim ise elimde kullandığım vasıtalardan bir eĢeğim vardı. O yıl
yeni yetiĢen 2.5 yaĢında bir de katırım vardı. Katır henüz yük taĢımaya alıĢmamıĢ
olduğundan eĢekle dağdan sap taĢırdım. Peki komĢular benim öldürülmemden ya
da en azından ölüm derecesinde dövülmemden komĢulara gelecek zarar nedir?
Böyle bir durumu izlemelerinin anlamı ve sebebi nedir? Bana göre iĢte böylesi
zihniyetler gerçekten fevkalade bir insanlık sınavıdır. Bu seyrin anlamı ve sebebi
Ģudur: Zeynep‟i kaçıran ailenin köyü bizim köye bir saat yakındadır. Aynı zamanda
tarlada, merada bir çok konularda sınır komĢularıdır. Köylünün çoğu o köyle
alıĢveriĢ yapma durumundadırlar. Bu arada onların düĢmanı durumuna gelmiĢ
benimle yakın olacak komĢular yarın da öbür tarafı da görünce utanacaklar. En
azından tenkit alacaklardır. Binaenaleyh daha ziyade karĢı tarafın zengin
olmalarından kaynaklıdır. Peki dağda, yakınımdaki tarlasında yatmayıp, mahal
yerinden 200-500 metre ırağa gitmelerindeki anlam nedir? ġimdi bu komĢularım
benim yakınımdaki tarlasında yatarsa, gece beni dövmeye veya öldürmeye
gelirlerse, o olaya karıĢmak zorunda kalacaklar. Bu taktirde ya o kavgadan paylarını
alacaklar ya da en azından mahkemelerde Ģahitlik yapacaklarından korkarak benim
semtimden ırak durmayı tercih etmeleridir.
Bana gelince ben her biçtiğim tarlanın içinden hiçbir tarafa ayrılmadan
bulunduğum tarlanın içinde yatarım. Benim korunmak için tertibim ise Ģöyledir:
160
Ölmeyen Çocuk
yukarıda sözünü ettiğim eĢeğimin ayağına ipin bir ucunu bağlardım. Bir ucunu da
kendi ayağıma bağlardım. Bu eĢek 100-200 metre ıraklıktan biri gelecek olsa eĢek
hemen zırlar. O anda benim kolumda bir silah vardır, bu silah çift namlulu, domuz
mermisi atan bir silahtır. Bu silah 500 metreden adam öldürür. Ayrıca belimde ve ön
sağ kasık boĢluğumda devamlı patlamaya hazır olan tabancam vardır ve gece hep
bu Ģekilde tertiple yatardım. Binaenaleyh benim en iyi koruyucum iĢte bu eĢekti. Bu
eĢek bir jandarmadan, bir polisten daha çok haberci, çok sevdiğim bir dostumdu.
Böylece Sivas‟ta devam eden davamızın tam on üçüncü duruĢma günü geldi.
Yani olay olalı 16 ay olmuĢ, üç ay Divriği‟de yatmıĢ, suçlular 13 ay da Sivas‟ta
geçmiĢti. Sivas‟a gittim, bu arada ekinlerimiz bitmiĢ, köye inmiĢtik. Sivas‟ta
duruĢmaya girdik. Bir peltek hakim vardı. Bu adam sözde ağır ceza hakimiydi. Bu
hakim dört tane sanığın 16 ay mahkumiyetlikle tahliyesine karar verdi. Avukat Nazif
Arslan sözünü yerine getirmiĢti. Davayı kendine göre kazanmıĢ oldu. Bu avukat
duruĢma odasının kapısından çıkarken hırçın bir tavırla bir gülücük attı. ġu sözleri
sarf etti: „Ben size söylemiĢtim. Ama siz benim sözümü dinlemediniz.“ “Sayın Nazif
sözün bitti mi? ġimdi sen de beni dinle! Senin bu sözlerine karĢı sana altı ay gün
tanıyorum. Altı ay sonra burada bir daha buluĢacağız. Unutma bu sözleri senden bir
daha beklerim Nazif Bey. Bana bak, Ģu belimdekini görüyor musun? Bir daha
burada kapıya gelene kadar gözüme görünme. Yolda yolakta, her hangi bir yerde,
sakın beni görürsen yolunu değiĢtiresin! Dinime imanıma ve de namusuma seni
gözümü kırpmadan vururum! Ona göre biliyorsun, ben her gün Divriği‟deyim.“
Böylece altı ay sonrasına kadar mahkeme noktalandı. Dönelim
SUÇLULARIN TAHLĠYE OLMASI
Avukatım Tahsin Bey‟e gitmiĢtim. Tahsin Bey, “Rıza suçlular tahliye oldu. Ne
diyorsun? Temyiz edecek miyiz?”, “Sayın Tahsin Bey, elbette temyiz edeceğiz.
Aslında temyizin bozulmasına ben en çok altı ay zaman verdim. Sayın Nazif Bey‟in
hırçın durumlarına karĢın ben mahkeme salonunun kapısında aynen söyledim. En
geç altı ay sonra seninle bu kapıda tekrar buluĢacağız dedim.“ Tahsin Bey, „Ġyi
söylemiĢsin. Peki Rıza temiz dilekçesini bana mı yoksa baĢka avukata mı
yazdıracaksın? Sayın Tahsin Bey, o ne demek? Ben senin yanında dahi
durmayacağım. Sen kendin yazar gönderirsin.“ “TeĢekkür ederim. Rıza yalnız 10
liran varsa ver”, „Tabi iĢte 10 lira Tahsin Bey”, “Rıza 45 gün sonra buraya gel.
Temyizin sevk tarihini öğren.“ “Tamam Tahsin Bey.“
Sivas‟ta avukattan ayrıldıktan sonra tahliye kararı ve Avukat Nazif‟in hırçın
konuĢması beni son derece etkilemiĢ, içim iyice dolmuĢtu. Ġçimi boĢaltacak bir yer
ya da birilerini arıyordum. Ġçimden Ģu Ģikayet ifadeler geliyordu: “Hey Allah‟ım, hey
kadir Mevlam, hey koca Tanrım. Var mısın, yok musun? Eğer varsan kendini göster.
Bu dünya da hep fakirler ezilecek, hep yetimler mi ezilecek? Hep parası çok olanlar
mı, hep yumruğu kuvvetli olanlar mı kazanacak? Hep onlar mı yaĢayacak? Eğer
senin de varsa bir gücün kuvvetin kendini göster.“ Bu Ģikayetlerimi içimden okuyarak
161
Ölmeyen Çocuk
Sivas‟ın Cumhuriyet meydanına aĢağı sallanmıĢım. Ana caddede Mal Pazarı diye
bir meydan vardı, oraya kadar yürümüĢüm. Hava güneĢli bir yaz havasıydı. ViĢneler,
kirazlar çıkmıĢtı. Orada bir de çeĢme vardı. O çevrelerde kiraz satanlar ve çeĢitli
seyyar satıcılar da vardı. Oradan yarım kilo kiraz aldım, çeĢmede su döktüm bir
kenara çekildim. Kirazı yemeye baĢladım. Yine içime bir gariplik çöktü. “Hey gidi
Rıza, hey gidi kadersiz Rıza. Acaba Cenab-ı Allah‟ın benim gibi birilerinin
doğmasına, böyle zalime zulme ihtiyacı mı vardı? Nedir bu insanların arasındaki
eĢitsizlik. Anadan doğacaksın 1.5 yaĢında anan, beĢ yaĢında baban ölecek. Sonra
iki tane analığın arasında ezilmeye mahkum olacaksın. Daha yetmedi yolun gurbete
düĢecek. Hey koca Tanrım, peki bana verdiğin haklar neydi? YaĢamak, huzurlu
olmak, öğrenmek, bilmek, sevmek, sevilmek, bana verdiğin medeni hale kavuĢmak.
ġu dünyaya hayırlı bir evlat yetiĢtirmek, bana emrettiğin yollarda ilerlemek hakkım
değil miydi? ġimdi bu hakları bana çok mu görüyorsun? Hey kadir Mevlam, eğer
elinde bir Ģey varsa Ģu fakir ve yetim kulundan esirgeme. Gerçi her Ģeye kadir ve
muktedir olduğuna inancım tamdır. Ġstersen bu fakir kuluna da bir damla ihsanını
bağıĢlarsın.“ Derken, yalvarırken bir de baktım içimden kaynayan gözyaĢlarım
önüme bulgur bulgur akıyor. ĠĢte o zaman yüreğime bir ferahlık gelmiĢ, içim bomboĢ
olmuĢ, hafiflemiĢ, kuĢ gibi olmuĢtum. ġöyle diyordu Ģu aciz gönlüm: „Haydi Rıza,
sen bu davayı kazandın, Allah seni mahçup ve malul etmeyecektir.“ Bunu diyerek
gözyaĢlarımı silmiĢ, oradan tren istasyonuna yaya olarak yola çıkmıĢtım. Ġyice
anımsayamıyorum ama öğleden sonra bir yolcu treni gelecekti. O trene bindim. 2-3
saatte Divriği‟ye varıyordu. Tren ben Divriği‟ye varmadan iki istasyon önce
Çetinkaya tarafında Pengürt Köyü durağında inecektim. Analığım olan Belgüzar
Ana‟ya bu haberi getirdim. ÇeĢmenin baĢındaki olayımı da anlattım. Nazif Avukat‟ın
hırçınlığını da anlattım. Annem de ağladı. Elini yere vurdu, Ģu bedduaları etti: „Eğer
o ocakta, o Garip Musa Ocağında, Hıdır Abdal Sultan Ocağında birĢey varsa,
onların hakkından gele. Ocaklarına karasu bağlana. Bizim gibi yetime böyle
yapanların hakkından gele inĢallah. Amin.“
BELGÜZAR ANNEMLE BEN BU MÜCADELEMĠZĠN NETĠCESĠNDE
NE KAZANDIK?
Belgüzar Annemle birlikte tamı tamına altı ay ve her sabaha karĢı bazen saat
dört bazen iki üç sularında kalkar Allah‟a yalvarır dua ederdik. Tek amacımız
Ankara‟ya giden dilekçemizle temyizi bozdurmamızdı. Zira avukatın dediği gibi 1.5
ay sonra Sivas‟a gittim. Temize yazılan dilekçe sevk olmuĢtu. Önce Ģunu yazmam
gerekiyor. O yıllarda benim de, annemin de bir dediği iki olmazdı. Çok itikatlı, çok
inançlıydık. Tabi ki, zamana göre halkın bize verdiği, bizim de halktan aldığımız
nimetlerdi bunlar. Bu baĢarılar ve netice olarak her emeğin bir karĢılığı olduğu gibi
manevî çalıĢmanın da mutlaka bir karĢılığı oluyormuĢ. Ne mi oldu? Okuyun bakın
bakalım ne olmuĢtu. Ankara‟ya evrakın gitmesi tam beĢ ay olmuĢtu. Bir gün gece
bizim bir ev damı vardı. Ben de orada yatıyordum. Bir baktım köyümün insanları bu
162
Ölmeyen Çocuk
eve toplanmıĢ, cem olmuĢlardı. Yuvarlak toplantı halinde diz üstü oturmuĢuz. Orta
yerimizde söğüt çubuğuyla örülmüĢ süt sepeti kazanlarının ağzına kapattığımız
sepetler vardı. Söğüt çubuğundan örülmüĢ sepetin arka tarafı da bir bezle kapalı
olarak orta yerimizde duruyor. Bu sepetin etrafında cem olmuĢuz. Ben sepete
dikkatle baktım sepetin orta yerinde beyaz ve yuvarlak sepetten bir santimetre
yukarıda, tıpkı kapıların zil düğmesi gibi sol tarafımda üvey Dayım Sait Kılıç vardı.
Dayıma sordum: “Dayı, bu sepetin orta yerinde bir beyaz düğme var. Bu nedir?
Sonra biz bu sepetin baĢına niçin toplandık?” Hiç kimseden ses çıkmadı. Sadece
Dayım „Bilmiyorum” cevabını verdi. Ben parmağımla düğmeye bastım. Bu esnada
bizi, cemaatle birlikte eve giriĢte bir yer vardı, buraya atıverdi. ġimdi kendimizi bu
giriĢte bulduk. Yine aynı tempoda, giriĢte, diz üstündeyiz. Ben Dayıma tekrar
sordum: “Dayı bu kimdi bizi buraya attı? Dayım, „Bilmiyorum kuzu.“ Ben, „Gidip bir
bakayım, bizi niçin buraya atmıĢ.“ Dayım, „Sen bilirsin kuzu.“ Ben ev damının
kapısını açtım. Ġçeri girdim ama çok ferahım ve korkum felan da yok. Girdim, sepeti
kaldırdım ki, sepetin altında her azası belli, kızıl et renginde o da bizim gibi diz üstü
60 santimetre yüksekliğinde oturur, ben de hemen karĢısına geçtim diz üzeri
oturdum. BaĢladım sormaya: „Sen kimsin? Bizi niçin kapı dıĢarı ettin?” Bu mübarek
zat sorar: “Sen kime çağırdın?” Ben, “Garip Musa‟ya çağırdım.“ “ĠĢte ben O‟yum.”
“Peki benim dileğimi kabul ettin mi?” diye karĢılıklı olarak ikimiz de üç defa
tekrarladık. Garip Musa Sultan üç defa kabul ettiğini tekrarladı. Bundaki kasıt yani
„Temyizi bozdurdun mu?” Onun verdiği cevap da bu mealde olacaktı. Bu konuĢma
esnasında aklıma para vermek geldi. Elimde iki tane onluk banknot para vardı.
„Bunları size çıralık versem alır mısın?” dedim. Bu mübarek zat parayı eline aldı,
„Benim ihtiyacım yok, al senin olsun” dedi. Parayı da geri verdi. Böylece saat 2.30
olmuĢ. Horozumuz ötüyordu. Hemen sıçradım, uyandım ki, rüyaymıĢ. Bir
horozumuz vardı. Kıl payı ĢaĢmaz tam 2.30‟da öterdi. O bizim çalar saatimizdi.
Horozun sesine nasıl bir sıçradıysam rüya görüyormuĢum. Bu rüya öyle bir rüya ki,
Allah herkese öyle rüyayı nasip etsin. Ġster inanılsın, ister inanılmasın ben olan biten
anılarımın doğrusunu yazıyorum. Hey kadir Allah‟ım bir uyandım ki, o aciz vücudum
nasıl bir bilseniz, kuĢ gibi hafifim bütün yorgunluklarım gitmiĢ içim boĢalmıĢtı.
Anadan yeniden doğmuĢ gibiydim. Binaenaleyh, Seyit Garip Musa Sultan‟dan
temyizin lehimize bozulduğu müjdesini almıĢtım. ġimdi ben de müjdeyi odada yatan
anneme verecektim. Odanın kapısını açtım, bir baktım annem horozun sesiyle
uyanmıĢ, duasını yapmıĢ, yatağın içinde ayakları yorganın içinde eğilip
doğruluyordu. „Anne” dememle annem sıçradı, „Ne var? Bir Ģey mi var oğlum?” diye
sordu. “Var anne, artık bu kadar üzülmene gerek kalmadı. Anneciğim temyiz
bozuldu, biz mahkemeyi kazandık.“ Annem, „Allah ağzından eĢide yavrum.“ „Allah
ağzımdan eĢitti bile Anne, Garip Musa Sultan‟ı gördüm.“ “Hayrola oğlum nasıl
gördün?” Durumu anlattım, “Seyit Garip Musa bize hayırlı haberi getirdi. Sen hiç
merak etme.“ Zira altı ay olmaya on gün vardı. Yani rüyayı gördükten on gün sonra
mübaĢir ihbarı getirdi. DuruĢma gününe tam on gün vardı. Yani benim mahkeme
163
Ölmeyen Çocuk
kapısında verdiğim günü bir gün dahi geciktirmemiĢti. Altı ayın bitmesine on gün
kala duruĢma günüydü. Evrakı okudum, dava suçlular aleyhine kökten bozmuĢtu.
Son ve karar verilecek duruĢmaya katılacağız. Sayın avukat Nazif Bey‟le bir daha
karĢılacağız. Bakalım bu sefer kimin kafası dik olacak. Gün geldi mahkemeye gittik,
salona girdik. Biraz sonra sayın Nazif Bey de geldi. Davacı davalı avukatları yerini
aldı. Peltek hakim dosyayı eline aldı. Yüksek temyiz mahkemesinin kararını okudu.
Okudu ya hakim de Ģok bir değiĢiklik oldu. Daha sonra iki defa yekindi kararı
açıkladı. Yüksek temyiz mahkeme heyeti kararımızı bozmuĢtur. Yüksek mahkeme
verilecek cezanın maddelerini de belirtmiĢti. Belirtilen maddeye göre 7.5 sene
verilecekti. Fakat, peltek hakim her bir mahkuma eĢit oranda dört sene on ay
mahkumiyetlerine 2.850 TL de para cezasıyla kararını açıkladı. Nazif Avukat, saat
tutmaca tam bir saat savunma yaptı. Ama nafile, Nazif Aslan‟ın nasıl ve nereden
çıkıp kaçtığını bir türlü anlayamadım. AnlaĢıldı ki, beni bir daha görmek istemedi.
Mahkemeden çıktım, doğru avukatın yanına gittim. Avukatım Tahsin Bey Ģunları
söyledi: “Rıza gün az oldu. Hakim 2.5 yıl noksan verdi. Ġstiyorsan ikinci bir temyiz
daha yapayım. Günü 7.5 seneye çıkarayım.“ Yanıt: „Hayır Tahsin Bey, biz kazandık.
Mühim olanı temyizi bozdurup, günlerini yükseltmekti. Bunu da baĢardık, alana bu
yeter.“ Tahsin Bey, „Büyük adamsın Rıza. Peki öyleyse benden memnun musun?”
“Memnun musun da ne demek Tahsin Bey 400 liraya üç sene dava yürüttün ve
kazandın. Asıl sen bana hakkını helal et. Yalnız sana olan borcumdan 100 lira da
fazla getirdim. Beni bağıĢla bundan sonra da seni hiç unutmayacağım” dedik ve
birbirimizden ayrıldık. Sonra ne mi oldu? KarĢı taraf Ankara‟da üç defa temyize
baĢvurdu. Vallahi Garip Musa Sultan öyle bir mühür bastırmıĢ ki, o mühürü söktürüp
kararı bozduramadılar. Peki ya bu vahĢet ve utanç verici suçu kendilerine gurur
sayan, yiğitlik sayan ailenin durumları ne oldu? Ben bunları yazarken benim
sevindiğim sanılmasın. Benim böylesine vahĢet olayı kaleme almamdaki kasıt
okuyanlara, dinleyen ve iĢitenlere ibret-i Ģayan olsun da toplum içinde böylesi
hadiselere, insanlara alet olunmasın ve birkaç kiĢi, birkaç aile toplumun diğer
çoğunluk kesimlerinin huzurunu bozmasınlar.
SON ĠKĠ AYDA
Son iki ayın içinde bakın o kör felek bana ne biçim darbeler vurdu. Neleri aldı
elimden? Herkesin bildiği gibi Divriği, Kemaliye yörelerinde halkın en iyi taĢıma
araçları Ģunlardır: en iyi yük taĢıyan ve dayanıklı olan katır, katırdan sonra gelen
erkek ve iğdiĢ beygir yani at ve eĢektir. Ben ise o çocukluk ve yetimlik günlerimden
biraz olsun kurtulmuĢ, kendime bir tane katır sıpası almıĢ üç yıldır beslemiĢ
büyütmüĢtüm. Hemen hemen köyümde eĢi olmayan bir katır yetiĢtirmiĢtim. Bu katırı
koĢmuĢ, yüke alıĢtırmıĢ, tam güze doğru hammal bir hayvan kadar yük taĢıyacak
duruma getirmiĢtim. Bir ay önce eylül ayında bir hayvan hastalığı bu katırımı
yakalamıĢ, 15 gün hastalıkla savaĢ vermiĢ, neticede zalim ve can alıcı hastalığa
yenik düĢmüĢ, ölmüĢtü katırım. Ayıptır söylemesi bir insan kadar değeri vardı benim
164
Ölmeyen Çocuk
için. Bu katırımın yani binek ve koĢu hayvanlarının en iyisi attır. Benim bu katırım da
iyi bir attan aĢağı değildi. Örneğin altından gir, üstüne çık, neresini ellersen elle
katiyen çifte atmazdı. Artı, yük yüklediğin zaman beli kırılasıya kadar eğilir, ayağını
dahi oynatmazdı. Yolda giderken baĢına bir iĢ gelse, olur ya aniden bir yerin ağrır
burnun kanar bir kenarda uyuĢur kalırsın, bu hayvan 24 saat baĢında çivi gibi bekler
kalırdı. ĠĢte böylesine yetiĢtirdiğim ailemizin gelir kaynağı olan bu hayvanı bir
hastalık almıĢ götürmüĢtü. Kör felek.
GELĠNĠM SATI‟NIN DURUMU
Diğer taraftan yine nazlı ve kızım kadar sevdiğim üzerlerine tir tir titrediğim aynı
zamanda emanet olan sevgili gelinimin vefatı. Biraderim askere gitti, iki yıldır kanat
gerdim, onun baĢına bir iĢ gelmesin, hasta olmasın diye. Çoğu zaman iĢ yapmasın
diye esirgemiĢ, çok hafif ve gücü yeteceği iĢleri yaptırmıĢtım. Son bir iki ay ise
doğumu yaklaĢmıĢ onu evde bir taraftan istirahata bırakmıĢ, diğer taraftan o köy
balından özel bal hazırlamıĢtım. Anneme de tenbih etmiĢtim ki, “Satı ihmal etmesin
bu balı yesin” diye. Nazlı gelinim aĢağı yukarı o yıl eski kilosundan iki misli kadar
olmuĢtu. Bütün hevesim, Biraderim askerden gelince onu bıraktığından daha da iyi,
sağlıklı bir durumda teslim etmekti. Ama kör felek iĢte, onu da almıĢtı elimizden.
Kasım ayında dıĢarı iĢlerim aĢağı yukarı bitmiĢ herĢeyimizi içeriye toplamıĢtım. Bir
gün önce yukarıda sözünü ettiğim komĢularımla pazar günü ahırın üstünü,
çamurunu atmıĢ ve toprağı da tamamlamıĢtık. Ġkinci gün pazartesi ahırın içini
düzeltiyor, toprağı hazırlıyordum. Yaptığım ahırın damı oturduğumuz evin
bitiĢiğindeydi. Bir de baktım evden bir bağırtı koptu. Annem ebeydi. Bütün köyün
gebe hanımlarına doğum yaptırırdı. Gelinin ise o gün doğum günüymüĢ. Gelinim
doğumu yapmıĢ, çocuk bir tarafa kendisi de bir tarafta ruhunu Azrail‟e teslim etmiĢ,
gittiğimde çoktan ölmüĢtü. ĠĢte böylece daha Biraderim askerden gelmeden felek
onu da elimden alıp götürmüĢtü.
Ne istersin benden zalim kör felek,
Ben bağladım sen yıktın bendimi.
Bulamadım ben dengimi kör felek,
Ben bağladım sen hep yıktın bendimi.
Rıza ġAHĠN
HÜSEYĠN HOCA
Hüseyin Hoca‟ya Gıroğun Oğlu Hüseyin derlerdi. Kendisi Divriği‟nin Höbek
Köyündendi. Hüseyin Hoca manevî anlamda, kültürel anlamda çok bilinçli ve
konuĢan bir adamdı. Eski yazıyı çok güzel okurdu. Bu zat hocalık yapardı. Hüseyin
Hoca‟yla iyi konuĢurdum. Hoca kasım ayında köye gelmiĢ, bana misafir olmuĢtu.
Bana gelip misafir olmasındaki kasıt Ģuydu: Hüseyin Hoca evinin yerinin kötü
olduğunu, o evin dıĢında yeni bir takım ev yapacağını söylemiĢ ve bu evin inĢaatını
165
Ölmeyen Çocuk
da benim yapmamı arz etmiĢti. Hüseyin Hocayla anlaĢtık, yapılacak evin inĢaat
iĢçiliği kendilerine ait olacaktı. Bana evin ölçüsünü, kaç bağımsız bölüm olacağı
felan söylemiĢti. Sadece bana düĢen ustalık iĢini anlaĢtık. 1960 yılının altıncı ayında
Höbek‟te Hüseyin Hoca‟nın evini yapmak üzere anlaĢtık, bu bir. Ġkinci olarak GüneĢ
Köyünün istasyonunda kahveci Hümmet Dede vardı. O da bana haber göndermiĢti,
oraya gittim, bir ev de ona yapacaktım. Onun iĢini de beĢinci ayda yapacaktım. Yani
bu iki evin 30+30 = 60 günlük usta iĢi vardı. Eğer bitmez ise kalan kısımlarına
ağustos-ekim ayında çalıĢacaktım. ġimdi 1960 yılında yapacağım iki iĢim oldu.
Köyüme gelince, köyde de Dayımın bir ev damı varmıĢ, onun da ustalık iĢini
yevmiyeyle çalıĢmak üzere aldım. Dayımın iĢini ise, dördüncü ayın sonuna kadar
yapıp bitirecektim. Ayrıca köyde parayla yapılacak iĢlerin hepsi benim
anlaĢmamdaydı. Velhasıl 1960 yılında Birader askerden geldiğinde, isterse Devlet
Demir Yollarına, eskiden çalıĢtığı yere girebilirdi. Ġstemez ise, ben birkaç iĢ daha
alırdım, birlikte çalıĢırdık. 1960 yılı bizim yeniden bir altın yılımız olacaktı. 1960
yılında yapacağım iĢlerden kazanacağımız paralar bütün borçlarımızı ödeyecek,
Biraderin düğününü de yapacak, daha da paramız artacaktı. ĠĢte 1960 için
hazırladığım çalıĢma programım da buydu. Olağanüstü bir iĢti. ÇalıĢma Ģansım, iĢ
bulma Ģansım açılmıĢtı. Ġtibarım ha keza... Ben aldığım ve tuttuğum iĢleri baĢarıyla
yapıyor ve bitiriyordum. Köyümde ve civar köylerde iĢimi yapmıĢtım. Çokları iĢsizim
diye ağlıyordu. Bende ise, iĢler beni bekliyor ve her taraftan haberler geliyordu. Yani
bir tarafta felek vurdu ya da hainler vurdu beni zarara uğrattı ama benim
zihniyetimde geri durmak, çalıĢmamak yoktu. Daima geçmiĢi geride bırakıyor,
gelecek ve yarın için ne yapabilirim diye ileriye bakıyordum. ĠĢte kör felek bazen
önüme set çekiyor, darbe üstüne darbe vuruyordu ama bunlar beni yıldıramıyordu.
Hatti zatında beni daha ziyade evimdeki olumsuzluklar, uyuĢumsuzluklar içten
yıkıyordu. ĠĢte benim için mesele olan da buydu. ġimdi biradere gelelim:
MAHMUT ġAHĠN
Biraderimin 1.5 ay menzüliyetli olarak 15.2.1960 yılında gelmesi gerekiyordu.
1959 yılı bitmiĢ 1960 yılının üçüncü ayı olmuĢtu. Üçüncü ayda da havalar iyi gitmiĢti
ve ben Dayımlarin iĢine 15 Martta baĢlamıĢ, çalıĢıyordum. Halen Biraderim Mahmut
askerden gelmemiĢti. Mektup gönderiyordum, cevap alamıyordum. Meğerse birader
Gebze‟den tehris olmuĢ, Ankara‟ya gitmiĢ, Ankara‟da yeni fiĢek fabrikasında iĢe
girmiĢ, yalnız ben ailesinin öldüğünü duyurmamıĢtım. Terhis olduğunu, iĢe girdiğini
duyunca haklı olarak ailesinin ölümünü duyurmak zorundaydım. Binaenaleyh
biraderim tehris olup iĢe girdiğini bana duyurmamıĢ hatti zatında 1.5 ay olmuĢ
mektubu da gelmiyordu. Birader, hanımının ölümünü duyunca iĢten çıkıĢ alıyor ve
köye geliyor. Oysa ki, çıkıĢ almasına gerek yoktu. Acil olarak ölüm izni alıp gelseydi
10 gün durur, yine gider iĢine girerdi. ġimdi Birader gelmiĢ durumdaydı. Birader
geldiği günün akĢamı bize Ģunu söylemiĢti. Biraderim Mahmut‟un konuĢmaya
baĢladığının ilk sözü, „Ailemi çırakladınız” oldu. “”Ailemi çırakladınız“I ne anlamda
bana söylüyorsun?” Mahmut‟tan cevap yoktur. “KardeĢim, aileni biz mi öldürdük?
166
Ölmeyen Çocuk
Biz gelinimize bir zarar eriĢmesin diye üzerine kanat gerdik. Ona biz senden daha iyi
baktık ama Allah onu bize çok gördü. Doğum yaparken çocuk bir tarafta kaldı
kendisini de Azrail aldı elimizden götürdü. Sen ne biçim kelime konuĢuyorsun?”
TaĢtan seda var, Mahmut‟tan seda seda yoktur. 4 gün konuĢmadı, ben de hele
dinlensin, kendine gelsin diye üzerine gitmedim. Aradan dört gün geçti. Birader bu
sefer de Ģu teklifte bulunmuĢtu: „Ben evlenmek istiyorum. Ġlk fırsatta benim evliliğim
olsun, zaten borcumuz var. Biraz daha borç ederiz yökün borcumuzu birlikte öderiz.“
Biraderin ikinci konuĢması ve de teklifi de bu olmuĢtu. Birader Ģunu da ilave etmiĢti:
„Sen bahçe yapmıĢsın, günlerini boĢa geçirmiĢsin. Borcumuz varken ne lüzumu
vardı bahçe yapmaya.“ Birader iĢte böyle saçma sapan sözlerle mantıksız laflarla
gelmiĢti. Ünlü bir alimin ve yazarın sözü var, yazar miladi 750 yıllarında yaĢamıĢ
Ġmam Cafer Hazretlerinin bir hadisinde Ģunları söylüyordu: „Bir yapı içinden yıkılır.
Yapının temeli ve içi sağlamsa o yapıyı dıĢarıdan hiç kimse yıkamaz.“ Ġkinci bir
hadisi ise kiĢiliktir, „KiĢi önce kendi kiĢiliğini bilmelidir.“ ĠĢte Ġmam Cafer Hazretlerinin
dediği gibi Biraderim Mahmut, bazılarının tahriki genellikle öz annesinin tahrikiyle
hareket ederek, beraberlik ilkesini yıkmıĢtı. „Ailemi çırak ettiniz, ben hemen
evlenmek istiyorum. Borçlarımızı birlikte öderiz. Sen bahçeye boĢuna emek çektin.“
ĠĢte bu atıflarla doğrudan doğruya benim izahatlarımı idrak edemiyor ve ön yargılı
düĢünüyordu.
ĠDRAK ve DEĞER YARGISI
Biraderimin idrak ve değer yargısıyla Biraderim ölçüsünü aĢıyordu. O anda
geçmiĢimizi unutuyor ayrımcı zihniyetle ortaya çıkıyordu. 1940 yılında babamız
ölürken Birader iki yaĢındaydı. Dört sene sonra 6 yaĢındaydı. Annesi kendisini
bırakmıĢ kocaya gitmiĢti. Ben de o zaman annesi kocaya gittiğinde 17 yaĢındaydım.
Annesi kocaya gitmiĢti ama üç yaĢında olan bir kız kardeĢimizi yanında götürmüĢtü.
Bu nedenle kendisiyle diyaloğumuzu kesemezdik. Binaenaleyh annesinin gittiği
köyde ilkokul vardı. Bizim köyde ise okul yoktu. Annesinin evliliğinden iki sene sonra
yanına okumaya götürdüm. Annesinin yanında üç yıl okumuĢtu. Mamafih üç yıl
sonra oğlunu okuldan çıkarmıĢ, kuzu yaydırmaya baĢlamıĢtı. Bu manzarayı duymuĢ
ve kendisini annesinin yanından gizlice kaçırıp evimize getirmiĢtim. Bu birinci
aĢama.
ĠKĠNCĠ AġAMA
Yukarıdaki anımda da bahsetmiĢtim. Askere gitmeden evvel kendisini ahım
Ģahım, o memlekette eĢine rastlanmamıĢ bir düğün merasimiyle evlendirmiĢtim.
Ancak 1954 yılının ilkbaharında ev yapmamızın arkasından düğün ortaya çıkınca
paramız bitmiĢti. Bu nedenle yoncalık olan iki dönümlük tarlamızı rehine vermiĢ, 500
TL borç para almıĢtık. Yani Birader askerden gelene kadar bu borç hala duruyordu.
Buna ilaveten benim niĢanlımın kaçırılmasından mevzu bahis, halen mahkememiz
de bitmemiĢti. Üç yıl devam etmiĢti. Biradere de durmadan her iki ayda bir asker
harçlığını gönderiyordum. Zira kendisinin tezkeresini almaya bir ay kala da 300 TL
167
Ölmeyen Çocuk
göndermiĢtim. Dolayısıyla 800 TL kendisi için olan borçtu. Bunun üzerine 1.500 TL
daha borç eklenmiĢti. Yani toplam 2.300 TL borcumuz olmuĢtu. Nerde kalmıĢ ki,
kendisi askerdeyken evdeki yiyip içen külfetin içinde iki çocuğu bir de hanımı olmak
üzere üç nüfus da kendisinindi. Benim ise bir karı koca iki taneydik ve çalıĢırdık.
Kendisi askerden geldiğinde benim bir çocuğum doğmuĢtu, 7 aylıkt, bir de
Analığımız vardı. Bu Analığımız ise 35 yaĢında, babamızın ölümüyle dul kalmıĢ
ikimizin de öz annemizden daha da ileriydi. ġimdi 2.300 TL borcumuz varken,
kendisinin hanımının daha suyu dahi kurumamıĢken, iki tane de küçük çocuğu
varken, çevremizde eĢimiz dostumuz ve bütün yakın köylü komĢularımız dahil
hemen her gün baĢsağlığı için gelip gidenler varken henüz geleli daha beĢ gün
olmuĢ, „Ben hemen evleneyim, borcumuzu birlikte ödeyelim” demek acaba nedir?
Hangi mantık bunu yorumlayabilir. Bu Ģekildeki bir teklif veya çıkıĢ karĢısında benim
ne yapmam gerekirdi? DüĢündüm, „Hele Ģu Biraderimi Ģöyle bir karĢıma alayım,
durumunu bir sorayım ve ona her Ģeyi izah edeyim, anlatayım.“ Önce durumu
anneme anlattım. Anneme de evlenmek istediğini, „Paramız yok ama borç ederiz,
eski borcumuzla birlikte öderiz” dediğini, konuĢtum, ayrıca „Ağabeyim boĢu boĢuna
gün geçirmiĢ ve borçlanmıĢ” demiĢ, bu bilgileri annemden tekrar aldım ve aynı günü
akĢam çağırdım kardeĢimle karĢı karĢıyayız.
BĠRADERLE KARġI KARġIYAYIZ
KardeĢimle karĢı karĢıya konuĢup tartıĢacağız. Mahmut‟a, „Bak kardeĢim, sen
askerden yeni geldin. Gelin Allah‟ın emrine gitti. Elimizden gelseydi onun bir tel kılını
dahi Azrail‟e vermezdik. Ama takdir-i ilahi böyleymiĢ. Görüyorsun halen
komĢularımız ve de köylü komĢularımız her gün yanına akın edip geliyorlar. Sana
baĢsağlığı için geliyorlar. ġunu fark etmen gerekir ki, bu gelenler sadece gelinimizin
ölümü için değildir, biz çevremiz için de öyle bir geniĢ çapta itibar bırakmıĢız ki, öyle
bir sevgi saygı ortamına sahip olmuĢuz ki, tabii olarak elde ettiğimiz bu sevgi
ortamımızın bir bedeli vardır ve bunun neticesinde gelmektedirler. ĠĢte o bedel Ģudur
A. ailemizin son derece birlik beraberliğidir, B. herkese karĢı bir barıĢ ve sevgiyle
yaklaĢmamız, Ç. bir ceddimiz vardır, onun sayesinde insanlar arasında olan ayrıca
ve önderliğimiz dillere Ģayan olmuĢtur. Hatta geçen iki yıl süre içeresinde bizim
ünümüz köyümüzün dıĢına da taĢtı. 8-10 pare köylerde ve Divriği‟de yoğun bir
biçimde söz konusudur. Bizim aracı kurum rolümüz sadece Ģahıslar değil resmi
kurumlar nezdinde dahi söz konusu oldu. Bir baĢka Ģansımızda istikbale dönük iĢ
sahası. Bu sene hali hazırda üç tane iĢ aldım. Benim evimi de yap diye etraftan hala
teklifler gelmektedir. Nerde kalmıĢ ki, elimdeki üç tane binayı ve köyün ufak tefek
iĢlerini yapıp bitirdiğimiz zaman bütün borçlarımız ödendikten sonra seni de
everebileceğimiz kadar paramız da olacaktır. ĠĢte bu nedenle sen sabret bu
iĢlerimizi yapalım, toparlanalım. Hem senin üzüntülerin biraz dinsin, aklın baĢına
gelsin. Güze doğru eylül ekim aylarında Allah nasip ederse sana ilk yaptığım düğün
misali daha da muhteĢem düğün, örnek bir düğün yapıp everirim. Böyle organizeli
vaziyette birlik beraberliğimizi koruyarak ve bilerek hareket edersek bugün içinde
bulunduğumuz durumun daha da yukarılarına çıkacağız. Ama bu izahatlarımın
tersine Ģu senin aceleciliğin ve önyargılı hareketlerini uygularsak, el alem hem bizim
168
Ölmeyen Çocuk
leĢimize tükürecek, hem de bugünkü sevgi ve saygı ortamımızı kayıp edeceğiz.
Görüyorsun, Ģu anda benim harıl harıl iĢim var çalıĢıyorum. Sen ise ister eski iĢine
gir çalıĢ, ister aldığım iĢleri benimle birlikte yap daha çok para kazanırız.“
Mahmut‟a gelince bir saat konuĢmama karĢılık Allah için bir tane ağzını açsa da
yanıt verse, gam yemeyecektim. “KardeĢim konuĢsana, ne diyorsun? Dilin yok mu
senin?” Bu zorlamanın karĢısında biraz ağzını açar gibi oldu, „Ben durumu anneme
söylemiĢtim. El bize gülecekmiĢ. El ne derse desin zaten borcumuz vardır. Biraz
daha borçlanırız birlikte öderiz.” Mahmut‟tan aldığım cevap budur. Yani Mahmut
Ģunu demek istiyordu: „Hatta hiçbir gün dahi kayıp etmeden, ben gidip kız
bulacağım. Bana yardım edeceksin. ĠĢ güç bir tarafa, ben önce evime bir hanım
getireceğim demek istiyordu. Bir defa araya bir ay, iki veya üç ay felan koymadan bu
kadar bir zaman geçmeden kardeĢimin anormal bir Ģekilde bu isteğini yerine
getirmem için hiçbir bakımdan imkânımız yoktu. Yani daha dördüncü aydayız.
Elimde on lira dahi paramız yok durumdadır. Kendisinin de evleneceğim demesine
karĢılık, para olduğunu söylemiyor veyahut „Abi ne yapıyorsun para var mı, yok
mu?” diye sormuyordu. Ancak tutturmuĢ beni everin, borçları birlikte ödeyelim. Peki
bu ne anlama gelirdi? Anlamak mümkün değil. Benim anlayabildiğim durum Ģu idi.
Mahmut Ankara‟da çalıĢtığı yerden çıkıĢı almamıĢ, kısa bir izin almıĢ gelmiĢti. Aklı
sıra hemen evlenip karısını alıp kaçmaktı. Biraderim Mahmut‟un taktiği, oynamak
istediği oyun buydu ve bundan baĢka bir Ģey de değildi. Ama olmamıĢtı. Biraderin
kendi içinde gizli aldığı kararı çarĢıya uymamıĢtı. Binaenaleyh Biraderin aldığı
kararı, oynadığı o gün yanlıĢ ve tutarsız bir oyundu.
GĠZLĠ OYUNUN SONU
Biraderim Mahmut bu gizli oyunu kime karĢı oynuyordu? Ve ne için böyle bir
taktiğe baĢvurmuĢtu? Tahlil etmek çok zordu. Oysa ki, karĢısındaki ağabeyi ise
yukarıdaki anılarımda bahsettiğim üzere doğrudan doğruya babalık etmiĢ bir ağabey
idi. Yani kemiği babasından ise; eti, iliği ağabeyindendi. Yani bizim kardeĢliğimiz tek
kelimeyle buydu. Oysa ki, böyle bir ağabeye karĢı hileli oyun oynamaya gerek yoktu.
Binaenaleyh gizli iĢ tutmaya hiç gerek yoktu. Mahmut deseydi ki, „Ağabey, ben iĢe
girdim. ĠĢim de çok iyidir. Ailemin ölümünü duyunca acil olarak izin aldım geldim”,
ben böyle bir duruma son derece memnun olurdum, bilhassa sevinirdim. Zaten ben
söylemiĢtim, biz erinde gecinde Ankara‟ya göçecektik. Bu kararımızı kendisi bildiği
halde tam kritik bi durumda gizli bir oyun oynamasına akıl erdirememiĢtim. Bana
çıkıĢ alıp geldiğini söylemiĢti. Gelelim neticeye. Birader almıĢ olduğu yanlıĢ bir kararı
uygulamakta kararlıydı. Ben ise o günkü aklıma ve düĢünceme göre ise o günkü
bulunduğumuz kritik bir noktanın daha da altına düĢeceğimize, sahip olduğumuz
kariyerimizi kayıp edeceğimizi, elaleme rezil rüsva olacağımızı düĢünüyordum.
Durumumuzu düzeltene kadar ayrılmamızı hele hele böylesi hileli oyunlarla
ayrılmayı hiç düĢünmüyordum. Nerdeyse intihar edesim geliyordu.
EVDEN GĠZLĠ ANKARA‟YA GĠTMEM
169
Ölmeyen Çocuk
Annemle Ģunları konuĢtum: „Anne, Mahmut‟un durumunu biliyorsun. Ben
kendisini ikna edemedim. Evimizin durumunu ve benim de kendisine karĢı olan
durumu da sen bizden daha iyi biliyorsun.“ Annem Ģunları söylüyordu: „Biliyorum
oğlum, biliyorum ama ben ne yapayım? Ben de kendisine çok söyledim haber
anlamıyor.“ Annem Ģu bombayı da patlatmıĢtı: “Mahmut‟un gözü ayrılmakta oğlum.“
Annem bu haberi de patlatınca demek ki, ben de yorumum da aldanmamıĢtım.
Anneme, „Ben sana bir Ģey söylemek istiyorum.“ Annem, „Söyle oğlum.“ “En iyisi
ben bu evden bir müddet ayrılıp gideyim.“ Yoksa Mahmut‟un bu tutumu çekilir
durumda değildi. Evin huzuru da bozulacaktı. O kadar iĢ aldım ama artık evimizi
param parça etmeden o iĢleri bırakıp gidip dıĢarıda çalıĢacaktım. „Ben bu gece
gideceğim anne, haberin olsun.“ Annem, „Sen bilirsin oğlum, ne deyim?” dedi.
Annem söyleyeceklerini burada noktalamıĢtı.
ANKARA‟YA YOLCULUK
Hanıma söyleyeceklerimi söyledim. Elime sadece bir bavulumu aldım,
Ankara‟ya yolcu treniyle Divriği‟ye, oradan da Ankara‟ya hareket etmiĢtim.
Ankara‟da Arzu Ablam‟ın evindeyiz. Ankara Tuzluçayır‟ın Kartaltepe
mahallesinde bir gecekondu evi vardı. Onun bir odası, bir sofa evi vardı. Orayı
kiraladım ama iĢ yok. Ara iĢlerinde, mahalle aralarında günlük bulduğum iĢlerde
çalıĢmaya baĢladım. ĠnĢaat ustasıyım ama rastgele bulduğum iĢ ne olursa olsun bir
iĢ bulana kadar ne iĢ olursa çalıĢmak zorundayım. Örneğin el arabasıyla toprak
taĢıdım, odun kamyonu yıktım, kanal kazdım, kömür taĢıdım, gecekondu yaptım.
Derken iki ay bu gibi iĢlerde çalıĢtım. Bu arada resmi dairelere baĢvurdum,
“Ġlkokul diploman var mı?” diye sordular. Ġlkokul diplomam yoktu. Bu sefer dıĢarıdan
sınavlara girip ilkokul diploması alma ihtiyacı duydum. Bir tane ilkokulu bitirme kitabı
aldım, bu kitaba çalıĢmaya baĢladım. Bu arada bir dilekçe yazdım, götürdüm Milli
Eğitim Müdürlüğüne verdim. Sene 1960 yılı Haziran ayı. O yıllarda ilkokullarda
hariçten sınav açılmıĢ, isteyenler hariçten girip sınav verip ilkokul diploması
alabiliyorlardı. Ben de öyle yaptım. Her ay bir sınava girme hakkı vardı. Sınava
girdiğin okulda kazanamaz isen ikinci ayda bir baĢka okula veriyorlardı. Benim ilk
sınava giriĢim Ankara Cebeci‟de Gültekin Ġlkokuluna düĢmüĢtü. Burada sınava
girmiĢ kazanamamıĢtım. Bu arada bir iĢ bulma Ģansı doğdu. Hacettepe
Hastahanesinin inĢaatında inĢaat marangozluğu. Bu iĢi de bana bulan Divriği‟nin
Çüküzler Köyünden Ali ġerik. Hacettepe Hastahanesinin ilave bölümleri yapılıyordu,
oranın müteahhidi Mehmet Bey‟i tanıyormuĢ, oraya gittik. ĠĢ inĢaat marangozluğu
değil de doğrama iĢleriymiĢ. Ben de doğrama atölyesinde altı ay çıraklık yapmıĢtım.
Durumumu Mehmet Bey‟e söyledim. Mehmet Bey çok değerli ve yardımsever
insandı. Dedi: “Rıza seni doğrama ustasının yanına vereyim. Yardımcı usta olarak
çalıĢ, ileriye doğru kabiliyet gösterirsin, ilerler gidersin. ġimdi ben sana 15 lira
yevmiye veririm. Ġleriye doğru artırırım” dedi. Ben Gaziantepli Mehmet Usta‟yla iĢe
baĢladım. Orada 15-20 gün çalıĢtım. Bu sefer baĢka bir iĢe girme imkanı doğdu.
Karayollarında yine Çüküzlerli Ahmet Balcı vardı.
170
Ölmeyen Çocuk
AHMET BALCI
Ahmet Balcı Karayolları Merkez Atölyesinde, Akköprü Eğitim Atölyesinde
vasıfsız iĢçi olarak çalıĢıyordu. Onun da bir müdürü varmıĢ, bu müdürün adı Rafet
Bey. Ahmet, Müdüre benim durumumu arzediyor. O da, „Adamını al getir” diyor.
Ahmet bir akĢam baktım sevinerek geldi. Ahmet‟le köyde çocukken tanıĢmıĢtık.
Bana „Dede” derdi. Geldi, „Dede sana iĢ buldum” dedi. O zaman da benim
bıyıklarım palaydı, bıyık bırakmayı severdim, dikine yukarı da bükerdim. Ahmet,
„Dede bıyıklarını küçültürsen seni götürürüm yoksa götürmem” demez mi. Ahmet,
„Vallahi billahi götürmem” diye diretti. Ben de düĢündüm, „Nasıl olsa bu bıyığın kökü
bende, küçültsem ne olur?” Peki Ahmet dedim, bıyıklarımı küçülttüm. Bir de traĢ
oldum. Ahmet Balcı her hareketiyle sevilir, güleryüzlü, muazzam güldürücü bir
ustaydı. Kendisi çok güzel de zurna çalardı. Velhasıl Ahmet‟le birgün benim
patronum Mehmet Bey‟e gittik, durumu anlattık ve izin aldık öğlene kadar. Gittik
Rafet Bey‟e. Rafet Bey odasında bize Ģunları söylemiĢti: „Siz Sivaslısınız. Ġdris Bey
de Sivaslıdır. Ġdris Bey burada araçlar Ģefidir, çok sevdiğim bir çocuktur. Sizi ona
götüreceğim. Tahmin ederim ki, beni kırmaz, alır” dedi. Rafet Bey, Ahmet ve ben
birlikte kalktık, Ġdris Bey‟in yanına gittik. Ġdris Bey Rafet‟i görünce saygıyla karĢıladı.
Bizi de birlikte odasına aldı, oturttu. Çaylarımızı ısmarladı, sonra konuĢmalar
baĢladı. Ġdris Bey, „Buyrun Rafet Bey, bir emriniz mi var?” Rafet Bey, „Estağfurullah
Ġdris Bey, bilhassa ricamız olacak.“ Ġdris Bey, „Buyurun Rafet Bey”, „Biliyorsun
Ahmet yıllardır yanımızda çalıĢıyor. Ahmet‟ten çok memnunuz. Kendisini sanıyorum
siz de seviyorsunuz.“ Ġdris Bey, „Tabi Ahmet gibi bir eleman sevilmez mi? Ahmet
iĢini aksatmadan baĢarıyla yapar. Ahmet bazı Ģenliklerde zurna çalar. Ahmet
arkadaĢları arasında sevilir bir elemanımızdır.“ Rafet Bey, „O halde Ahmet, siz
hemĢehrisiniz buraya iĢe sokmak için bana getirmiĢ. Ben de sana getirdim. Bundan
gerisi sana aittir.“ Ġdris Bey sordu, „Kaç yaĢındasın?.“ Cevap: “29 yaĢındayım.“
“Tamam, yaĢın tutuyor. Ġlk okul diploman var mı?” dedi. Orada taktım, „Yoktur”
dedim. Rafet Bey, „Biliyorsun, müessesemizde bilmem felanca kanun ve kararla
diplomasız iĢçi alınması yasaklandı.“ Yanıt: „Peki müdürüm, ben zaten sınavlara
giriyorum. En geç bir ay sonra diplomamı alır, getirirsem beni iĢe alır mısın?” Ġdris
Bey, „Evet, sen bir ay sonra diplomanı alıp getirebilirsen, ben de seni iĢe aldım gitti.“
“Hadi bakalım” dedi oradan Rafet Bey, ben ve Ahmet oradan sevinçle ayrılmıĢ
olarak tekrar Rafet Bey‟in odasına geldik. Rafet Bey döndü bana, „Aferin Rıza
cesaretlice bir çıkıĢ yaptın. Umarım sen diplomanı bu ay alırsın. Bizi de mahcup
etmezsin. Hadi hayırlı uğurlu olsun” dedi. Oradan ayrıldık, ben yine Hacettepe
Hastahanesine gittim, iĢbaĢı yaptım, çalıĢmaya devam ettim. Marangoz ustası
arkadaĢlarımın çoğu Kayserili‟ydi. Sordum arkadaĢlara, meğerse o muhterem usta
Mehmet Bey de Kayserili‟ymiĢ. Sivaslı, Kayserili, Gaziantepli ve Çorumlular‟dan
oluĢmuĢ epeyce kalabalık bir marangoz grubu vardı. Bir gün çok acı bir anımız
olmuĢtu.
171
Ölmeyen Çocuk
MEHMET USTA
Mehmet Usta‟nın soy adını sorup öğrenmemiĢtim. Gaziantepli Mehmet usta,
1.70 boylarında „Yörüm” diyerek konuĢurdu. YumuĢak, iyi kalpli bir insan olarak
görüyordum. Tezgâhın üzerinde karĢı karĢıya çerçeve kanatlarını tutkallıyoruz.
ĠĢkenceyle sıkıp monte ediyorduk. Onun da gür ve siyah bıyıkları vardı. Meğer
Mehmet Usta göründüğü gibi değilmiĢ, lanetin biriymiĢ. Mehmet usta 45 yaĢındaydı.
Ben ise 29 yaĢındayım. Neyse bir gün saflığım tutmuĢ, kendisine Ģunu sormuĢtum
yine o tezgahta çalıĢırken: “Mehmet usta sana bir Ģey sorabilir miyim?” Mehmet
usta, „Sor yörüm, ne soracaksan?, “Sen Alevî misin?” diye sorarken ağzımdan çıkar
çıkmaz Mehmet Usta çekici kaldırır kaldırmaz arkadan kolunu birisi kaptı. “Ne
yapıyorsun ulan çocuğu öldüreceksin!” Bir baktım Mehmet Ustanın kolunu kapan
onun arka tarafında çalıĢan Kayserili Mehmet‟ti. Benim usta Sünni imiĢ, hatta Alevî
inançlı insanlara karĢı da çok fena bir alerjisi varmıĢ. Yani doğrudan doğruya onlara
bir insanaltı mahluk gözüyle bakıyormuĢ. Mehmet Usta sadece çekici kapmayla
kalmıyor, ana avrat da sövüyordu. Ama ben o arada çok fena halde korkmuĢtum.
Nerdeyse kılpayı kaldı çekici vuruyordu. Arkadaki usta tutar tutmaz ben kaçtım.
Doğru patronumuz Mehmet Bey‟e koĢtum. Bereket o da yazıhanesindeymiĢ. Benim
rengimi görünece adam Ģok oldu. Ben olayı anlattım. Olayı olduğu gibi söyledim.
Mehmet Bey derhal kalktı. Atölyeye geldi. Öbür Mehmet Usta‟ya sordu, meseleyi
öğrendi. Mehmet Bey‟in bile rengi attı. Birden bire kükredi, „Ulan ne olur sana çocuk
bir Ģey sorarsa itoğlu it. O Alevî ise, sen çok mu iyi bir Müslümansın. Sen de Yezid
oğlu Yezidin tekisin. Hadi çabuk Ģu takımını taklavatını topla ve paranı da al, def ol
git. Gözüm görmesin bir daha.“ Böylece Gaziantepli pılıyı pırtıyı toplamıĢ gitmiĢti.
Mehmet Bey, „Gel benimle Rıza.“ Mehmet Bey beni yazıhanesine götürdü, “Rıza
senin yevmiyen kaç lira oğlum.“ Cevap: “15 lira patron.“ Mehmet Bey, „Bırak Ģimdi
patronuna dedirtme, Mehmet ağabey de kafidir. Sana 2.5 lira daha veriyorum.
Yevmiyen 17 lira 500 kuruĢ oldu. Aldırma hadi git çalıĢ. Ġyi oldu ki, o it de buradan
gitmiĢ oldu.“ ÇalıĢmaya devam ettim. Ay sonuna doğru imtihan günüydü. Ġmtihanlara
bir iki gün kalmadan hangi okulda sınava gireceğimi söylemiyorlardı. Ben ise bir gün
önceden Milli Eğitim Müdürlüğüne gitmiĢ sınava girceğim okulu öğrenmiĢtim:
Necatibey Ġlkokulu. Bu okul Ankara kalesinin arkasında, IĢıklar caddesinin
paralelinde idi. Bir gün sonra ilkokulu bitirme sınavına gireceğimi Mehmet Bey‟e
söylemiĢ, izin almıĢtım.
NECATĠ BEY ĠLKOKULU‟NDA SINAVDAYIZ
Tarih 1960, dokuzuncu aydı. Ġlk önce gazete okuttular. Gazete bize ne gibi
bilgileri verir sorusundan da yazılı yaptılar. Bu yazılı sınava bir saat zaman
tanımıĢlardı. Bir saat sonra yazılı sınavı kazananlar teker teker çağrıldı. Önce bir
tane çıkarma, bir tane de çarpma olarak matematik iĢlemleri yaptırdılar. 27 Mayıs
Ġnkilabını sormuĢlardı. Ġstanbul‟un fethini, Atatürk‟ün kim olduğu gibi sorular
172
Ölmeyen Çocuk
sormuĢlardı. Tamam dendi. Tekrar Hasan Bey diye bir öğretmen, „Dur hele dur”
dedi.
Biz din dersi sormadık dedi: „Ben de sana imanın Ģartlarını sorayım bari” dedi.
“Hadi söyle bakalım imanın Ģartı kaçtır ve nelerdir?” Ben imanın Ģartlarını noksansız
saydım. Son cümleyi öğretmen benimle beraber saydı. Ben tekrar ettim. “Türkçe
manalarını da sayayım mı?” dedim. “Gereği yok” dedi. Ayakta bir öğretmen daha
varmıĢ, o da alkıĢ çaldı. Sivaslı olsun çamurdan olsun dedi ve güldük. “Tamam
kazandın Rıza” dediler. Bir hafta on gün sonra elindeki numarayla Milli Eğitime git
diplomanı al dediler. Diplomamı on gün sonra aldım. ĠĢ yerimizde diplomamı
aldıktan sonra duvar yüzlerine ve tavanlara köpük kaplaması yapıyorduk, Mehmet
Bey yanımıza gelmiĢti, bana sormuĢtu: “Rıza ne oldu diplomayı kazandın mı?”,
“Evet Mehmet Ağabey, kazandım ve ilkokul diplomamı da aldım.“
„Aferim Rıza!” dedi bir soru daha sordu Mehmet Bey: “Rıza diplomayı alıp ne
yapacaktın? Mehmet ağabey ben Karayollarında Merkez Atölyesine iĢe gireceğim.“
“ĠĢe mi gireceksin?”, “Evet, Mehmet abi”, „Desene ki buradan iĢi bırakıp gideceksin.
Bilseydim gideceğini seni almazdım.“ „Canın sağolsun Mehmet abi.“ “ġaka
söylüyorum, Kara Yolları iyi bir iĢ yeridir. Öyle bir iĢe girebiliyorsan gir. Ben de
memnun olurum. Söyleseydin ben de yardımcı olurdum.“ “Sağol Mehmet abi, gerek
kalmadı. Ben sözünü aldım. Sadece gidip muamele yaptıracağım.“ “Mehmet Bey, iyi
o zaman orada iĢbaĢı yapana kadar da burayı bırakma. ÇalıĢ biz senden
memnunuz.“ “Sağol Mehmet abi.“ ġimdi diplomamı alıp Ġdris Bey‟e gitmem kalmıĢtı.
Ahmet Balcı bana geldiği gibi ben de bir akĢam diplomamı alıp Ahmet‟in evine
gitmiĢtim. Ahmet kapıyı açınca, „Oo dedeciğim, inĢallah diplomayı kazanmıĢsındır?”
Ahmet baktı ki, benim yüzüm gülüyor, „KazanmıĢsın dedem, yüzünden bellidir.“
“Evet Ahmet, sayenizde kazandım.“ Ahmet bir havaya fırladı, „YaĢa dedeciğim. Sen
kimin dedesisin” diyerek beni kucaklamıĢ havaya kaldırmıĢtı. Sağolsun Ahmet.
Ahmet, „Ee dedem yarın gel gidelim.“ „Olur Ahmet” Sabahları saat yedide
Tuzluçayır‟a Karayollarının servis arabası gelirdi. Sabahleyin Ahmet‟le bindik. Daha
Karayollarında iĢe girmeden Ahmet reklam yapıp beni tanıtmaya baĢladı bile. Gittik
Karayolları Merkez atölyesinde indik. Ġdris Bey‟e gideceğiz. Ġdris Bey‟in soyadı
Börekçi idi. Önce Ahmet‟in iĢyerine gittik.
Orada ve Ahmet‟in yanında bir de Muharrem vardı, o da Kangal‟ın DıĢlık
Köyündendi. Ahmet iĢlerini ayarladı, Muharrem‟e haber verdi. Birlikte Ġdris
Börekçi‟ye gittik. Ġdris Bey‟in kapısını vurduk, girdik içeri. Ġdris Bey‟e diplomayı
uzattık. Ġdris Bey, „Ne o, ne çabuk aldın diplomayı? Satın mı aldın yoksa?” Tabi biz
Ģaka olduğunu anlamıĢtık ama Ġdris Bey bana biraz yazı yazdırdı ve okuttu, sonra
„Tamam, para vermemiĢsin. Ġnandım ki, kazanmıĢsın almıĢsın Rıza. Ben de seni iĢe
aldım. ġu muameleleri yaptır, tamamla getir bana.“ Muamele koĢulları epeyce vardı.
Bir doktor raporu, iki üç adet resim, noter tastikli diploma sureti, adres
ilmuhaberi, savcılık sicil kâğıdı vesaire. Daire baĢkanlığında birkaç tane sınav
173
Ölmeyen Çocuk
nisbetinde soru sormuĢlardı. Böylece bütün dairelerde dolaĢtığım yerlerde elimdeki
yönetmelik formuna göre puan veriliyormuĢ. Ben bilmediğim için bakmamıĢtım,
hepsini de iki günde tamamlamıĢtım. Getirdim Ġdris Bey‟e verdim. Ġdris Bey Ģöyle bir
baktı, „Ooo Rıza, aferin sana dedi.“ “Ne oldu Ģefim” dedim. Dedi ki, “95 puan
almıĢsın. Sen de yüksek bir kabiliyet vara benziyor. Hadi bakalım hayırlısı olsun”
dedi.
ĠDRĠS BÖREKÇĠ
Ġdris Bey Ģunları söyledi: “Rıza Ģimdi seni eve gönderiyorum. Bu evrakları daire
baĢkanlığına gönderiyorum. Oradan sana iĢbaĢı tayini çıkacak. Bu bizim yönetmelik
gereğidir. Tahmin ederim çabuk çıkar. Zira sen çok yüksek puan almıĢsın.
Tayinin çıktıktan sonra üç ay denemeye tAğabeyin. Üç ay saha iĢçiliği
yapacaksın. Sonra da seni atölyelerden birine vereceğim” demiĢti. Ben oradan
çıktım. Doğru Hacettepe‟ye gittim. Mehmet Bey‟e keyfiyeti anlattım. Mehmet Bey de
sevindi, “Peki Ģimdi ne yapacaksın Rıza?” diye sordu. “ġimdi tayinim çıkana kadar
izin verirsen çalıĢacağım.“ “Ġzin verirsen ne demek Rıza? Hemen çalıĢ sonra Ģimdi
senin paran da bitmiĢtir. ÇalıĢ ki, biraz para kazanasın.“ “Sağol Mehmet abi.“
ÇalıĢmaya baĢladım. Gerçekten üçüncü gün benim çalıĢma tayinimi Ahmet
getirmiĢti. Ben yine üçüncü gün gitmedim. Hacettepe‟ye gittim. Bir gün daha
çalıĢtım. Mehmet Beyéden paramı da aldım. Bir gün sonra herkes gibi ben de
durağa saat yedide indim. Servise binmeye hak kazanmıĢtım. Velhasıl iĢbaĢı
yaptım. ĠĢbaĢı yaptım ya iĢin ilginç bir yönü vardı.
YAġAR USTA
YaĢar Usta Bulgaristan muhacirlerinden dinci ve biraz da bencil bir adamdı.
Merkez Atölyesinde iki tane amirimiz vardı. Bu YaĢar Usta ikisinin de gözüne
girmeyi baĢarmıĢtı. Bu atölyede bir de bahçıvan kadrosu vardı. Bu adam bahçıvan
ustabaĢıydı.
Karayolları Merkez Atölyesi çok düzgün, nizamlı, intizamlı, organizeli ve de
tabiata da son derece önem veren bir atölyeydi. Çok ta avantajları vardı. Atölye bu
durumlarını daire baĢkanı Fahir Bey‟e borçluydu. Fahir Bey çok disiplinli, otoriteli,
değerli bir yüksek mühendisti. Atölyenin avantajları, A. her yıl iki takım dıĢarı
elbisesi: her yıl terziler atölyeye gelir herkesin ölçüsünü alır, diker ve herkesin
elbiselerini beğendirir giderler. B. tepeden tırnağa elbise: sadece iç çamaĢırı yok,
diğer iĢ elbiselerini kirlendikçe değiĢtirirsin. C. yemekhanesi: 1000 kiĢi kapasiteli
olmak üzere evlenen ve benzeri tören yapanlar o salonu parasız kullanırlardı. Ç. her
mahalleye servis arabası, D. lavaboları: daima bol sabun bulunur, banyoları vardır;
isteyen herkes paydoslarda banyosunu yapardı. ġimdi dönelim YaĢar Usta‟ya.
YaĢar Usta saha iĢçilerine de bakıyor. Yani YaĢar Usta hem bahçıvan, ustabaĢı,
hem de sahada vasıfsız iĢçilere çavuĢluk ediyor. YaĢar bu atölyede kral olmuĢ hiç
174
Ölmeyen Çocuk
kimsenin haberi yoktur. ĠĢte benim için sürpriz ve ilginç olan bu idi. ĠĢbaĢı yapar
yapmaz gözüme takılmıĢtı YaĢar Usta‟nın daire baĢkanlığından gizli iĢler çevirmesi.
YaĢar Usta‟nın yapmadığı iĢ yoktu. Yaptığı iĢler ise yolsuzdu. Üç ay YaĢar Usta‟nın
emrinde çalıĢacaktım. Binaenaleyh çok geçmedi YaĢar Usta hakkında Ģikayetler
gelmeye baĢladı. ġikayeti getirenler YaĢar Usta‟nın hıĢmına uğrayanlardır. Yani
daha ziyade Alevî vatandaĢlardır. YaĢar Usta insanlara fetva verecek veya dini
yönlerde yol gösterebilecek bir hoca değil. Böyle bir görevli de hiç değildi. Peki nedir
bu YaĢar Usta? Kimdir bu? Yukarıda da bahsettiğim gibi YaĢar Usta Bulgar
muhacirlerinden, sıradan ve ilkokul derecesinde okumuĢ, Ģeytan akıllılardan bir
yaratık. ĠĢinin çıkarı için adamı aynı zamanda istediği ve iĢinin düĢtüğü tüzel ve özel
kiĢi ve makamlarda fevkalade diyalog kurmayı baĢaran kurnaz bir adamdır. Ama
müesseseye kârdan çok zarar açıyordu.
Ama artık bundan sonra YaĢar Usta‟nın da kepi yere düĢecektir. YaĢar Usta,
yaĢamaz duruma düĢecektir.
YAġAR USTA NE YAPIYORDU?
Herkesin bildiği gibi Türkiye‟de Osmanlı devrinde Yavuz Sultan Selim 1515‟lerde
halife oldu. Türkiye‟de ilk etapta 1517‟lere kadar 80 bin Alevî insanını kırdırıyor.
Yavuz‟un mezaliminden bu yana tarih Alevî Toplumunun aleyhine çalıĢmıĢtır. Giden
vurmuĢ, gelene miras bırakmıĢ, gelen de vurmuĢ bu zavallı toplumun hiç mi hiç baĢı
ayık kalmamıĢ. Velhasıl Alevîler Türkiye‟de üvey çocuk muamelesi görmüĢler. I.
Ahmed‟in veziri Kuyucu Murad PaĢa zihniyeti halen devam etmektedir. ĠĢte YaĢar
Usta da o Ebu Suud torunlarından olacak ki, o da birilerine yaranmak için Karayolları
Merkez Atölyesinde toru topu 15-20 tane sayısı olan bunların da içerisinde birkaç
tane zavallıyı bulmuĢ, sanki bu insanları Allah kendinden soracakmıĢ gibi, onlara
kendince Müslümanlık öğretmeye çalıĢmıĢ. Genellikle Ramazan aylarında ve belli
günlerde onların yanına sokuluyor, „Siz niçin oruç tutmuyorsunuz? Siz Müslüman
değil misiniz? Eğer Alevî iseniz Hz. Ali namaz kılar, oruç da tutardı. Siz Ali‟yi
seviyorsanız niçin onun yolundan gitmiyorsunuz” diye bu zavallı insanları soru
yağmuruna tutuyor. Sanki Hz. Ali‟yle yaĢamıĢ, onu dünü günü görmüĢ gibi onun
icraatlarını sözde Alevîler‟e örnek gösteriyormuĢ. Besbelli ki, kendi gibi birkaç yazar
çizer ve yobazların neĢriatlarını okumuĢ, onlarla yola çıkıyor YaĢar Beyefendiler.
Alevîlere fetva vermeye kalkıyor. Onlara Müslümanlık öğretmeye kalkıyor. YaĢar
Usta‟nın Karayolları Merkez Atölyesine açtığı zarar yaklaĢık kendi kazancının on
mislini geçiyor. Yani YaĢar Usta sözde Müslüman önderliği yapar gibi görünüyor.
Ama onun dolaylı yollardan yaptığı zarar belki on aileyi besleyebilecek boyutta idi.
Binaenaleyh zavallı Alevîler de iĢimizden oluruz korkusu ile seslerini
çıkartamazlardı.
YAġAR USTA CUMA GÜNLERĠ SERVĠS DÜZENLĠYOR ĠNSANLARI
CAMĠYE TAġIYORDU
175
Ölmeyen Çocuk
Bir defa YaĢar Usta‟nın Müslümanlık adına yaptığı faaliyet sayesinde atölyede
her öğlen paydos saatlerinde 1.5 saat yemek paydosu var. Bu yetmiyormuĢ gibi 30
dakika önceden iĢi bırakıyor, abdest almaya gidiyorlar. Ardından namaz kılıyor yani
öğlen namazları, abdestleri yemekten önce bitiyordu. Sonra da yemek yeniyor,
çalıların, ağaçların diplerinde ceketlerini altlarına seriyor, Ģapkalarını döndürüyor,
ayakkabıların ökçelerini kırıp yatıp uyuyorlardı.
Ġkinci bir despotluk ise her cuma günü yine yarım saat önceden devletin servis
otobüslerini tahsis ettiriyor, büyük camilere namaz kılmaya götürüyordu.
Üçüncü bir despotluk ise Ramazan ayında iĢçilerin ve memurların hepsi birbirine
bakarak, YaĢar Usta‟nın da organizesine uyarak normal günlerde yaptıkları iĢin
Ramazan ayında garanti üçte biri yapılıyordu. Yani tam anlamıyla YaĢar Usta‟nın
Müslümanlık önderliği sayesinde atölyede muazzam bir keĢmekeĢlik yürüyordu. ĠĢte
YaĢar Usta bu organizeye, bu keyfiyete uymayanları arayıp buluyor, onların
bilinçsizliklerinden, zavallılıklarından yararlanıyor, onları keklik gibi avlıyordu. Zira
Alevîler de benim oraya girmem, beni tanımalarından sonra Ģikayetlerini bana
getiriyorlardı. YaĢar Usta‟nın töhmetinden kurtulmak üzere benden medet
umuyorlardı.
BEN KĠMĠM ?
Alevîler bana niçin Ģikayet getiriyorlar? Benden niçin medet bekliyorlar? Ben
kimim? Evet, ben de yukarıda bahsettiğim gibi sıradan bir insanım. Merkez
Atölyesine bazı arkadaĢlarımın yardımıyla herkes gibi iĢe girmiĢ hatta henüz bir
aylık iĢçiyim. Üstelik üç ay denemeye tabi olan, yeni iĢbaĢı yapmıĢ, henüz bir aylık
iĢçiyim. Evet görünümüm budur ama, içime baktığınız zaman, iyi tanıdığın zaman
YaĢar Usta gibi sıradan bir yaratık olmadığım anlaĢılırdı.
Olaya bir misalle baĢlamak istiyorum. Bir rivayete göre Hazreti Hüseyin daha
çocukken bir gün Hz. Fatıma‟dan gizli, gözden kayıp olmuĢ, sokaklarda dolaĢmaya
baĢlamıĢ. Hz. Hüseyin çok da güzel, nurlu yüzleriyle güneĢ gibi insanları büyüleyici
bir görünüm arzediyormuĢ.
Hristiyan asıllı bir zat Hüseyin‟i görünce ona bakmak, onu sevmek için merak
ediyor. Çocuğu evine götürüyor, onu yakından görüyor, seviyor ve evinde
alıkoymaya azmediyor. Hüseyin ise Hristiyan‟ın evinde durmamakta ısrar ediyor.
Binaenaleyh Hz. Hüseyin güzel olduğu kadar da zeki bir çocuk, Hristiyan soru
soruyor: „Sen kimsin?”, “Hz. Hüseyin, ben HaĢimi Soyundan gelen Abdulmüttalip bin
Ebu Talip‟in oğlu Emir‟ül Mümin, Tanrı‟nın arslanı Ali‟nin oğluyum.“ Hristiyan, „Peki,
babanı öğrendik, ya anan kimdir?” Hz. Hüseyin, „Anam, iki cihan serveri, sallallahu
Aleyh-i vesselam Muhammet Mustafa bin Abdullah‟ın kızı, dünyayı ısıtan bütün
hayr‟ül nisa tayfasının anası Fatımat‟ül Zehra‟dır” der. “Peki ananı öğrendik ya
deden kimdir?” „Benim öyle bir dedem var ki, HaĢimi Soyundan gelip Ebu Talip‟le
Amine gibi atalardan doğan Ġslâmın ıĢığı, güneĢi, nuru, Tanrı‟nın elçisi Hz.
176
Ölmeyen Çocuk
Muhammed Mustafa‟dır. Vallahi haberin olsun ki, sen beni evinde tutarsan Allahu
Teâla‟nın Ehl-i Beyt‟i nurları hakkı için Hristiyan neslini yeryüzünden yok ederler.“
Hz. Hüseyin‟in bunca meresiyeler okumasına rağmen her türlü cezaya razı geliyor
ve Hz. Hüseyin‟i 24 saat evinde alı koyuyor. 24 saat sonra Hz. Hüseyin‟i getirip
ailesine teslim etmek istiyor. Biz Ģimdi Hz. Hüseyin‟in hikayesinin devamını
bırakalım. Ben kimim sorusunun yanıtını verelim. Atölyedeki Alevîler, YaĢar Usta‟nın
töhmetinden kurtulmak için benden medet bekliyorlar demiĢtim.
HaĢa, ben Ali gibi, Hüseyin gibi zatlarla kendimi kıyaslamam. Ama iĢte onların
baĢka bir seyyidiler neslinden gelen, insanlık için, Ġslâmlık uğruna ve Türklük için
sosyal, kültürel, manevî alanlarda hem hocalık yapmıĢ, hem de bu saydığım gerçek
değerlere zarar verenlere karĢı savaĢ vermiĢ, aynı zamanda onların bu uğurdaki
emeklerine karĢılık Osmanlı PadiĢahları tarafından ellerine berat verilmiĢ tuğralı
secereleri olan Anadolu Erenlerinden olan bir nesilden gelmeyiz, o ceddimiz kadar
yaĢatmaktayız bu geleneği. Daha Türkçesi bizlerin Ġslâmi faaliyetlerini yasaklamıĢ
olmalarına rağmen; bizler hiçbir çıkarcılığa, paraya pula meyil etmeden nerede bir
haksızlık görsek gücümüz dahilinde ona karĢı çıkar, bu tür kötülüklere sebep
olanlara fikrimizle, bilincimizle ve ikna yoluyla yanlıĢ giriĢtiği davranıĢtan önce geri
durmasını izah ederiz. Zira aslında toplumun manevî önderleri biziz.
Eğer anlamaz; hâla birden fazla, toplumu ilgilendiren maddi ve manevî değerleri
suistimal ve benzeri sahtekârlıklarını en yakın ilgiliye bildirmeyi kendimize bir görev
biliriz. Biz bu gibi toplu değerleri kendi Ģahsi değerlerimizin üstünde tutarız. ĠĢte ben
de en ufak çapta onlardan biriyimdir. Binaenaleyh bizim olduğumuz ve devreye
girdiğimiz yerlerde YaĢar Usta benzeri bir cami hocası felan vız gelir. Bizim
gerçekten ele aldığımız davaların hukukî kurum mercilerinde de geçerliliği söz
konusudur. Zira bizler parasız pulsuz, halk için, Hak için doğrunun yanında
olanlardanız.
ġĠMDĠ DÖNELĠM KONUMUZA
Konumuz YaĢar Usta‟dır. Ben bekliyordum ki, YaĢar Usta bir gün bana da
gelsin. Bana böyle bir davayı sorsun ve tartıĢalım. Meğer YaĢar Usta beni araçlar
Ģefi iĢe alan Ġdris Bey‟in yakını olarak öğrenmiĢ. Bu yüzden bana yanaĢamamıĢ.
Oysa ki, ben ne Ġdris Bey‟in ne de atölyede baĢka bir kimsenin de yakınıydım. Ġdris
Bey sadece Sivaslı‟dır. Ciddi bir insandır ve yağcılığı da sevmez.
Nihayet YaĢar Usta bana gelmeye cesaret edemedi ama ben ona gideceğim.
Zira Ramazan ayı geliyor, YaĢar Usta köĢe köĢe geziyor. Alevî çocuklar, „Eyvah
YaĢar Usta gelirse ne cevap vereceğiz?” diye Ramazan yaklaĢınca, oruç tutmayan
Alevîler‟i sıtma tutuyordu. Ayrıca Ramazanda iĢler duruyor, camiye arabayla insan
taĢıma yoğunlaĢıyordu. Ben ise Karayolları Merkez Atölyesinde bu keĢmekeĢliğe
dur diyecek formüller arıyordum. Ama öncülüğü ve organizeyi yapmam için YaĢar
Usta‟yla önce konuĢup tartıĢmam lazımdı. YaĢar‟ın yenilgiyi kabul etmeyeceğini,
177
Ölmeyen Çocuk
bildiğine devam edeceğini ben çok iyi biliyordum. Ama her Ģeye rağmen YaĢar‟la
konuĢmam ihtiyaç halindeydi. YaĢar Usta‟nın kendine has sahada bir kulübesi vardı.
Bu kulübe onun bir evi halindeydi. Bazen kafa dengi arkadaĢları yanına gider sohbet
ederlerdi. Ben de henüz saha iĢçisi durumunda olduğum için YaĢar‟ın kulübesine
gidebilmem gayet normal olacaktı. Ancak bir bahanem olmalıydı. Allah bu ya bir gün
hava bulutluydu, sonra yağmur baĢladı.
Bu durum fevkalade bir bahaneydi. Hemen bastırdım, YaĢar Usta‟nın kapısını
vurdum, o da buyur etti. Girdim, YaĢar çok iyi bir karĢılama yaptı bana. Yani layık
olmadığım, olağanüstü bir karĢılamaydı. Bunu niçin yaptığına ben bir türlü anlam
veremedim. Daha Türkçesi ben Ģok oldum. Biraz düĢününce sezinlediğim Ģu
olmuĢtu. Bu Ġdris Bey‟in yeğenidir, Ġdris Bey‟e ise, YaĢar‟ın iĢi çok düĢüyordu. Zira
araba tahsisi Ġdris Bey‟in yetkisindeydi. Ġdris, YaĢar‟ın da amiriydi. Yoksa YaĢar
orada bir kadronun ustabaĢıydı, 45 yaĢındaydı. Ben ise 29 yaĢındaydım. Onun en
küçük bir kardeĢi olabilirdim. Aynı zamanda benim de ikinci derecede bir amirimdi.
Bana öylesine bir karĢılama yapması gerekmezdi.
Binaenaleyh, ilk karĢılaĢmamda YaĢar Usta‟yı iki zaaf noktasından
yakalamıĢtım. Bunlardan birisi yağcılık pozisyonunu, ikincisi YaĢar söz konusu
atölyede göstermiĢ olduğu faaliyetin yanlıĢ ve sahtecilik olduğunun farkındadır.
YaĢar çaylarımızı yaptı, çaylarımızı yudumlamaya baĢladık. Anladım ki, YaĢar bana
soru sormaya hazırlanıyordu. Bu durumda benim kendisine sormama gerek
kalmamıĢtı. YaĢar Usta‟nın ilk sorusu: “Rıza buraya herkes iĢe giremez ama sen
nasıl girebildin? Bu atölyeye iĢe girebilmek iki koĢula bağlıdır. Atölyenin elemana
ihtiyacı olduğu zaman müracaat edilir. Buraya çeĢitli sanat gruplarına göre sınavla
girilir. Sınavı kazananlar muamelesini yaptırır, girerler. Ġkincisi çok kuvvetli bir torpilin
olması gerekir. Onu da daire baĢkanımız katiyen kabul etmez. Bu daire baĢkanınız
uzun boylu, iri yapılı cesur ve disiplinli bir insandır. Fahir Bey yüksek mühendistir.“
“Ġyi anladım (bir ipucu elime geçmiĢti), evet Ustam devam edin.“ “Sen ise sınavla
girmediğin belli ki, sahada temizlik iĢinde çalıĢıyorsun.“ Cevap: „Haklısın ama belki
sahada vasıfsız iĢçiye de ihtiyaç varmıĢ, onun için almıĢ olabilirler.“ „Böyle olsa bile
benim de haberim olurdu” dedi. Benim elime bir koz daha (ipucu) geçmiĢ oldu.
“Yoksa seni Ġdris Bey mi aldı?”, “Evet Usta, beni iĢe Ġdris Bey aldı.“ “Peki onun
yakını mısın? Ben yeğeni olduğunuzu duydum doğru mu?”, “Ustam sen benim iĢe
girmemi ince ince soruyorsun. Bak ben sana söylüyorum. Ben Ġdris‟in yeğeni felan
değilim. Ancak Sivaslı olduğunu öğrendim. Geldim müracaat ettim. ġansım varmıĢ o
da beni aldı. Zira Ġdris Sivas‟ın içindenmiĢ, ben ise Divriğili‟yim. Divriğili‟yim” deyince
usta biraz düĢündü ve devam etti: “Divriğili misin?”, “Evet Ustam.“ „Burada
Divriğililer, Kangallılar var, onları tanıyor musun?”, “Vallahi daha yeniyim. Ama
birkaç tanesini tanıyorum.“ „Ahmet Balcı var, tanır mısın? Yakın köylümdür.“ Usta
Ġdris‟in yeğeni olmadığımı iyice anlamıĢtı. Usta, esas konuya yavaĢ yavaĢ
yaklaĢıyordu. Usta devam ediyordu sogruya: “Rıza, Ahmet ve bazı arkadaĢlar
Alevîler, sen de onlardan mısın?”, “Vallahi onlardan olup olduğumu bilemem de,
178
Ölmeyen Çocuk
Alevî olabilsem ne mutlu!”, YaĢar, „Niçin Rıza?” “Niçin mi? Daha Türkçesi, Alevîlik
bir fazilettir. Alevî olmak Hak‟la birleĢmek demektir.
Ama bizlerin sadece adı Alevî‟dir.“ YaĢar Usta, „Aferin Rıza! sen bir Ģeyler
biliyorsun. Galiba güzel sözler ettin. Gerçekten eğer Alevîler Ali‟nin yolundan
gitselerdi, Ġslâm‟ın Ģartlarını yerine getirirlerdi. Ben onlara soruyorum: „Madem ki,
Ali‟yi seviyorsun, o halde niçin onun yolundan gitmiyorsunuz” diyorum.“ “Ustam bana
da Ali‟nin Muhammed‟in yolunu söyler misin?” YaĢar Usta, „Mesela Hz. Ali ve Hz.
Muhammed namaz kılmıyor muydu? Oruç tutmuyor muydu? Ama ben görüyorum ki,
Alevîler‟in çokları bu Ģartları yerine getirmiyorlar. Örneğin Ġslâm‟ın BeĢ ġartı vardır.
Bu Ģartları yerine getirmiyorsa bir Müslüman nasıl Müslümanlık‟tan söz ederler ben
anlayamıyorum.“ “Peki Usta, bu BeĢ ġart Kur‟an‟ın neresinde yazıyor söyler misin?”,
“Ġslâm‟ın BeĢ ġartı Allah-u Teâlanın buyruğudur.“ “Mesela nelerdir?” YaĢar Usta, „Bir
defa Ramazanda 30 gün oruç, 5 vakit namaz ve Hac‟ca gitmek, Kelime-i ġehadet,
zekât”, „Tamam mı Usta?.“ YaĢar, „Evet, tamamdır.“ “Peki, Hz. Muhammed ve Hz.
Ali bu Ģartları ta bugünkü Ģekilde yerine getiriyorlar mıydı? Tabi ki, onlar Allah‟ın
emirlerini harfiyen uyguluyorlardı.“ “Yani bu icraatlar ibadettir değil mi?”, “Elbette.“
Soru: “Peki Usta Hz. Muhammed ve Hz. Ali Allah‟ın emri olmayan bir hizmeti
uygulayabilirler miydi?” Cevap: „HaĢa ki, onlar Allah-u Teâla‟nın emri olmadan hiçbir
uygulama ve icraat yapmazlar.“ Soru: “Peki Usta, sizin Ġslâmlık‟ta adınız nedir?
Örneğin mezhepler var. Siz de bunların birinden misiniz?” Cevap: “Evet, ben Ġmam-ı
Azam mezhebindenim”, „ġimdi de ben sana bir Ģeyler sorabilir miyim?”, “Elbette
sorabilirsin”, „TeĢekkür ederim Ustam.“
Soru 1- “Ġslâm‟ın BeĢ ġartı, Kur‟an‟ın neresinde ve ne Ģekilde yazmaktadır.“
Cevap. „Mesela, 1. BeĢ vakit namaz farzdır. 2. 30 gün oruç farzdır. 3. Hac‟ca
gitmek farzdır. 4. Kelime-i Ģaadet. 5. Fitre ve zekat.“ Bunlar Allah‟ın buyurmuĢ
olduğu farzlarıdır. Bunları tam olarak uygulayanlar tam bir Müslüman‟dırlar.
Soru 2- “Kaç mezhep vardır?”
Cevap-“Ġslâm‟da 4 mezhep vardır. Ben Ġmam-ı Azam Ebu Hanife mezhebine
mensubum.“
Soru 3- “Sayın Ustam Cami nedir?”
Cevap: „Cami, mescit, Allah-u Teâla‟nın buyruklarının ve emirlerinin icra edildiği
bir mekândır. Dolayısıyla onun bir evidir.“
Soru 4- “Sayın Ustam teravih namazı var mı? Varsa o da farz mı?”
Cevap- “Teravih namazı farz olmasaydı Müslümanlar kılar mıydı? Elbette
teravih namazı çok kutsal bir namazdır. Ramazanda iftardan sonra teravih
namazına gidilir.“
Soru 5- “Sayın Ustam, Ġslâmda halifelik var mıdır? Varsa o da Allah‟ın emri
midir?”
179
Ölmeyen Çocuk
Cevap- “Elbette vardır. Kur‟an‟ı Kerim‟de iki kiĢiden biri olan Ebu Bekir
Hazretlerini Peygamberimiz mağaraya giderken kendisini kâfirlerden koruması için
yanında koruyucu olarak götürmüĢtü. Hz. Ebu Bekir‟in ayağını akrep sokmuĢtu. Ġki
kiĢiden birisindeki kasıt budur. Bu nedenle Hz. Ebu Bekir ilk halife olmuĢtur.“
Soru 6- “Sayın Usta gerek Hazreti Muhammed, gerekse Hz. Ali buyurmuĢ
olduğunuz Ģartların hepsini uyguluyorlar mıydı?”
Cevap- “Ne biçim soru soruyorsun. Onlar hiç Allah-u Teâla‟nın emirlerini
uygulamazlar mı?”
Soru 7- “Sayın Usta zatınız Sünni Müslüman olduğunuzu, Ġmam-ı Azam Ebu
Hanife mezhebinden olduğunu söylediniz. Peygamberimiz de Sünni miydi? Ve onun
mezhebi de var mıydı?”
Cevap- “Evet, Peygamber taraftarlarına Sünni, Hz. Ali taraftarlarına Alevî
diyorlardı.“
Soru 8- “Peygamberimizin uygulamalarını siz Sünni Müslümanlar da uyguluyor
musunuz?”
Cevap- „Ben kendim Allah‟tan bir manilik, olağanüstü bir engel olmadığı
müddetçe namazımı, orucumu ihmal etmemiĢimdir. Ömrüm devam ettiği müddetçe
de devam edeceğim.“
Soru 9- “Sayın YaĢar Usta, Allah-u Teâla inandığı ve kendi yerine insanlara
yansıtmak üzere tayin ettiğine dair Kur‟an‟ı Azim-i ġan‟da hakkında ayet nazil olmuĢ
ve onu meth etmiĢtir. Artı, Hz. Peygamberimiz ise kendinden sonra yerine geçecek
kiĢiyi hadisleriyle belirlemiĢtir. Peki Ebu Bekir hakkında Allah‟ın ayetlerinde veya
Peygamber‟in hadislerinde bir yeri veya bir açıklama var mıdır?”
Cevap- „Bu hususta ayet hatırımda yok ama Ebu Bekir, Hz. Peygamberimiz‟e
son derece yakınlığıyla tanınır. Peygamberimiz‟e yakın olan bir kiĢiyi de gayet tabi
ki, Allah da sever.“
Soru 10- “Sayın Ustam, Ġslâm tarihlerinde, Kur‟an-ı Kerim‟de söz konusu olan bir
Ehl-i Beyt vardır. Bunlar hakkında da bilgin var mı?”
Cevap- “Ehl-i Beyt Peygamberimiz‟in torunları ve aile efratıdır. Aynı zamanda
halifeler ve Peygamberin diğer hanımlar da Ehl-i Beyt‟tendir (ben, „Peki bu Ehl-i
Beyt hakkında da ayet var mıdır?”) Öyle bir ayet hatırımda yoktur. Ancak Ehl-i Beyt
hakkındaki söyleyiĢler Hz. Peygamberimiz‟in sünnetidir. Alevîler ise bu gibi
unsurlardan medet umuyorlar. Oysa ki, ibadetler doğrudan Allah‟a yapılır (ben, „Yani
ayetle sabit olmayanlar farz değildir, sünnettir diyorsunuz”), evet.“
Soru 11- “Sayın Ustam, Ġmam-ı Azam da Sünni miydi? Bu mezhep dediğiniz bir
kurumu o mu kurmuĢtu? Bu hususta bir deliliniz var mı? Örneğin mezheplerin 750765 yıllarında kurulması söz konusudur.“
180
Ölmeyen Çocuk
Cevap- „O konuda bir kitap ismi söylemeye gerek yok. Ġmam-ı Azam‟ı bütün
Ġslâm tarihleri ve fıkıh kitapları övüyorlar.“
“Sayın Ustam size son bir sorum daha vardır.“
Soru 12- “Siz bu atölyede fevkalade amirler tarafından sevilir simalardansınız.
Bu sayede de cuma günleri Ramazan ayında camilere araba tahsis ettiriyorsunuz.
Bu konuda fevkalade bir öncülük ediyorsunuz. Bu hususlarda Allah-u Teâla‟nın izni
olabilir mi? Veya sizin bu iĢleri yapmaya yetkiniz var mı? Binaenaleyh burada
devletin arabasıyla namaz kılmak için giden olsa olsa 50-70 kiĢi olabilir. Ama
Türkiye‟de yaklaĢık 35-40 milyon nüfus vardır. Bu müessese ise 40 milyonun adına
çalıĢan bir kurumdur. Böyle olunca, bu kılınan namazlara diğer insanların hakkı
geçmiyor mu? Bir baĢka husus ise, bu uygulamadan daire baĢkanlığının haberi var
mı? Yoksa bu risk tamamen size mi aittir?”
Cevap: “Daire baĢkanlığının haberi yoktur. Ama atölye müdürüm Ekrem Bey ve
araçlar Ģefi Ġdris Bey buna izin veriyorlar. Ben de Allah rızası için bu hizmeti
yapıyorum.“
“YaĢar Ustam bugün sizin yanınıza geldim. Siz de güzel muhabbetler açtınız.
Bu kadar konuĢmamıza, tartıĢmamıza vesile oldunuz. Belki de sizi rahatsız ettim.
KonuĢmalarımızda ikimizinde maddî bir çıkarı olmadığı için sanırım birbirlerimize
darılmayız.“ YaĢar Usta, „Hayır niçin darılalım.“ “YaĢar Ustam konuĢmamıza devam
edelim mi? Sanırım zamanımız var. Zira yağmur ufak ufak yağıyor. ĠĢ baĢına
yaklaĢık 35-40 dakika var.“ “Tabi edelim, arzun bilir”, „TeĢekkür ederim YaĢar
Ustam. Size 12 soru sordum. Bunları sakin bir biçimde cevaplandınız. Eğer izin
verirseniz bu soruları biraz da ben yanıtlamak istiyorum. Ancak yanıtlarıma
geçmeden önce ben kendimi size tanıtmak istiyorum.
Binaenaleyh siz beni sadece bir Rıza olarak burada ve Ģu anda da bir vasıfsız
iĢçi olarak tanıdınız. Tabi ki haklısınız, ben de sizi aynı Ģekilde bu atölyede
bahçelerin bir kadrosu var, bu kadronun ustabaĢı olarak tanıdım. Aynı zamanda ben
bu sahada çalıĢtığım müddetçe benim de hem Ustam hem de iĢ hususunda benim
ikinci bir amirim oluyorsunuz. Doğru mu Ustam? Zira bu bahsettiğimiz iĢler hem özel
hem de ayrı bir konudur. Bunları söyledikten sonra geçelim biraz da kendimden söz
etmeye. Ben de Ģayet olabilirsem eğer Alevî inançlıyım ve aynı zamanda sizin de
bildiğiniz gibi Alevî inancında dedelik vardır. Ben de o dede soyundanım. Bizim
mensup olduğumuz dede ocağı Seyit Garip Musa Sultan adında 12 imamların
yedinci imamı olan Ġmam Musa Kâzım Hazretleri‟nin seyyidiler neslinden
ondördüncü göbek evlatlarındandır. Sayın YaĢar Usta, bu vesileyle de size böyle bir
ulu zatı tanıtmıĢ oldum.
SEYĠT GARĠP MUSA SULTAN
181
Ölmeyen Çocuk
Binaenaleyh böyle bir zatın soyundan gelmemize rağmen 1515-1517 yılları
itibarı ile Yavuz Sultan Selim‟in mezalimi, devam eden yönetimlerin uygulamaları
hem Ġslâm esaslarını zaafa uğratmıĢ hem de söz konusu olan bu erenleri mukaddes
vazifelerinden men etmiĢ, dolayısı ile biz soydan gelen dede nesilleri görevlerini
yapamaz duruma gelmiĢiz ve yapmıyoruz da.
Ancak zamanı ve yeri geldiğinde gücümüz dahilinde mirasa sahip çıkmak, bazı
olumsuz ve rencide edici vahĢetlere karĢı devreye girmek, ikna yoluyla Ġslâmi
değerleri aksine kullananlara karĢı çıkmak da hakkımızdır. Bu hususlarda ise bizim
için para pul vesaire karĢılığı asla önemli olamaz. GayrimeĢru müsamacılık,
himayecilikte olamaz. Sayın Ustam, sanırım bu anlatımlarımla ben naçizaneyi biraz
olsun tanımıĢ oldunuz. ġimdi de izin verirseniz yanıtlarıma geçeceğim.
YANIT
Sayın Ustam birinci soruma verdiğiniz cevapta Kur‟an‟da BeĢ ġartın olduğunu
ve beĢ vakit namazın olduğunu ve hatta otuz gün orucun olduğunu iddia ettiniz. Ama
vahiy ile ayet olarak kaynağını söyleyemediniz. Mamafih Kur‟an‟ı Kerim‟de BeĢ ġart
diye bir ayet, beĢ vakit namaz kıl diye bir ayet emri, otuz gün oruç tutun diye benzeri
emirler ayetle mevcut değildir.
Ancak Bakara süresinin 183-184. ayetlerinde sayılı günlerinde ve Ramazan
ayında oruç tutun emri vardır. Fakat kaç gün ve ne için veya bu ayın hangi
günlerinde tutulacağına dair bir ayrıntılı bilgi maalesef yoktur. Binaenaleyh Ramazan
ayının on dokuzunda Hz. Ali‟yi Muaviye taraftarları Muaviye‟nin emirleri gereği
olarak Hinde isminde bir kadının hazırladığı üç Ģebekeden birisi olan Ġbn-i Mülcem
camiye giderken veya caminin içinde zehirli hançeri vurdu. Hz. Ali olaydan sonra
evine getirildi ve Ramazan ayının 21‟inde Ģehid oldu. Eğer bunun için bu oruç
tutulacaksa bu bir yastır. Bunun dıĢında Kur‟an‟ı Kerim‟in bu ayda indiği söz
konusudur ki, bu doğrudur. Fakat Kur‟an‟ı Kerim, Ramazan ayında Müslümanlar‟a
bir bağıĢ veya hidayet Ģeklinde bir ıĢıktır. Buna karĢılıkta olsa olsa sevinçli gündür
ve bayram yapılması gerekir. Oruç ise bir zulmane olayın kaldırılması için yalvarmak
anlamındadır.
Sayın Ustam, “Ġslâm‟da mezhep var mı?” Ģeklindeki soruma karĢılık „Evet var”
diye iddia ettiniz. Ġmam Azam Ebu Hanife mezhebine mensup olduğunuzu iddia
ettiniz. Maalesef bu iddianıza da bir delil, bir kaynak gösteremediniz.
Benim yanıtım ise iddianızın tamamen tersi olacaktır. Binaenaleyh mezhepler
750-765 yıllarında Abbasi halifelerinden El Cafer-i Mansur tarafından kurulmuĢtur.
Ġmam Azam Ebu Hanife‟ye gelince bu zatın gerçekten çok değerli ve insanlığa
yararlı iĢler yapmıĢ olduğu hemen hemen bütün Ġslâm tarihlerinde söz konusudur.
Özellikle Sünni inançlı merhum Ziya ġakir‟in yazmasıyla Ġstanbul Maaruf
Kütüphanesince basılmıĢ Mezhepler Tarihi denilen bir kitap, Ġmam Azam Ebu
Hanife‟nin o tarihlerde halen yaĢamakta olan Ġmam Cafer Hazretleri‟nin müridi
182
Ölmeyen Çocuk
olduğunu ve o zattan ders alarak esinlendiğini yazmaktadır. Ġmamlığına gelince, El
Caferi Mensur Ġmam Cafer‟in hocalığına karĢın Azam‟ı çağrıyor, onu Ġslâm‟a imam
tayin etmek istiyor. Maalesef Ġmam Azam kabul etmiyor ama El Cafer-i Mansur onu
zindana attırıyor, 75-100 kırbaç vurdurarak Ģehid ettiriyor. Kendisi dört dörtlük Ġmamı Cafer‟in mürididir. Mamafih, Kur‟an‟ı Kerim‟de mezhep kurulsun diye hiçbir emir de
yoktur. Bilhassa Kur‟an‟ı Kerim‟de mezhepçiliğin Ġslâm Dinini bölük bölük büldüğü
hakkında ayet vardır.
Enam suresinin 159‟uncu ayeti bakın ne diyor: “Dinlerini parça parça edip grup
grup olanlar var ya, senin onlarla hiçbir iliĢkin yoktur. Onların iĢi Allah‟a kalmıĢtır.
Sonra (Allah) onlara yaptıklarını haber verecektir.“ ĠĢte bu ayet Ġslâm içinde kurulan
ve halen devam etmekte olan dört mezhebi kastetmektedir. Bu gibi mezhepleri
kuranlar ve bu kurumlara bilerek inanıp aynı düzeni benimseyip yürütenler de aynı
cezaya tabidirler. Kur‟an‟ın ve Peygamberimiz‟in izin vermediği, onların içinde
olmadığı dinle ilgili kuruluĢ Allah‟a, Peygamber‟e ve Kur‟an‟a Ģirk koĢan ve kendi
kendilerine bir içtihat doğrultusunda Kur‟an dıĢı olan bir inanç türü yaratmaktır. Eğer
Allah böyle bir kuruluĢa izin verseydi, Peygamber‟in, Hz. Ali‟nin ve Ehl-i Beyt‟in de
bir mezhebi olurdu.“
Soru 3- “Üçüncü soru „Cami nedir” sorusu idi. Cevabınızda Allah-u Teâla‟nın
buyruklarının ve emirlerinin icra edildiği yerdir. Dolayısıyla Allah‟ın da evi sayılır
dediniz. Bu cevap bir manada doğrudur. Fakat bu icraatın maksadı Ġslâm‟ın ilk
kurulduğu günlerde Hz. Muhammed‟in insanları mescitlere çağırıp Allah‟ın
buyruklarını onlara aktarmak, ayrıca o günlerde onları tabiatsız durumlarından
arındırıp, yerine tabiat ve güzellikleri eğitim Ģeklinde vaaz etmesi yönündeydi. Zira o
günkü Arap toplumu, tabiattan ve medeniyetten yoksun, tamamen gayri meĢru
koĢullarda hayatını sürdürmekteydi. O günkü toplantılar bu yöndeydi, bu bir süre
içindi. Zira zamanla bu toplantıya gelenlerin çoğunluk bir kısmı sadece sureten
görünüyorlardı. O mescitten çıktıktan sonra „BoĢ ver, Muhammed bizi görmüyor ya,
biz buradan çıktıktan sonra yine bildiğimiz gibi yaparız” demeye baĢlamıĢlardı.
Bunun üzerine Allah, Tevbe süresi 107‟nci ayetiyle elçisi Muhammed‟e bildiriyordu:
„Müminlere zarar vermek ve gönüllerinde saklı duran düĢmanlığı kuvvetlendirmek
için namaz kılmağa mescit meydana getirdiler. Bunlar Müslüman olmadan önce Hz.
Muhammed‟le harb eden münafıklardı. Müminlerin arasını açmayı, onları birbirine
düĢürmeyi akıllarına koymuĢlardı. Allah-u Teâla‟ya Muhammed Müslümanlar seninle
birlikte namaz kılsın ve zikretsin diye böyle geniĢ mescit, cami yaptık derler. Allah-u
Teâla dahi Ģahitlik eder ki, onlar yeminlerinde yalandır.“
Ayet 108- “Ya Muhammed; kuluma, ol mescitlerde ebediyen namaza durma,
daha evvelce Tanrı korkusu üzerine yapılan mescid-i evvelde namaza durman daha
doğrudur. Orada rızaullah için hem kendilerini pak etmeyi ve hem de kötü ahlaktan
onları men eden, sevmeyi bilen bir güruh var. Onlar ile ol” diye Allah-u Teâla
183
Ölmeyen Çocuk
Hazretleri buyurmuĢlardır. Binaenaleyh Hz. Muhammed‟e Allah‟ın buyruğu ile o
mescitler onlara giden Müslümanlar‟a yasak kılmıĢtır.
Hz. Peygamberimiz daha sonra birkaç kiĢiye emrederek, Ġslâmız diyenlerin
yaptıkları mescidi yıkıp, orasını süprüntulerle doldurtmuĢtur. (Kenarlı Kur‟an-„ı Kerim
Tefsiri - sahife 203)”
Ayrıca bu anımı okuyanların dikkatine. AĢağıya çok önemli tarihi kayıtlardan iki
not yazacağım.
1. Tarih-i Teberi 2‟nci ciltte Altıparmak, kitabının 306‟ncı sayfasında Ģunları
yazmaktadır:
“Vakt-i saadetle Müslümanız diyenlerin yaptıkları camilerde namaz kılmak için
Hz. Muhammed‟e teklif edilmiĢ idi. Bu teklif üzerine Cebrâil Aleyhisselam nazil olup,
ol camilerin yıkılmasını sana emretti” ayeti kerimesini getirince. Namaz kılmak için
yaptıkları mescidi Hz. Resullulah, farz-ı Kur‟an‟la yıktırdı. Hz. Muhammed‟den sonra
da camiyi halife Ömer yaptırmıĢtır.“
Ġkinci Bir Tarihi Kayıt ise
Ravazat‟ül Ahbab kitabının üçüncü cilt, 103‟üncü sayfasında ve dördüncü cild,
100‟üncü sayfasında muhteĢem camileri Muaviye‟nin yaptırdığı yazılıdır. Buralarda
Hz. Ali‟ye ve evlatlarına lanet eden hutbeler okutuyorlardı. Hz. Ali‟yi ve evlatlarını
sevenlerin katline fermanlar buralarda çıkarılmıĢtır. Bu iki tarihi kaydımızı sunduktan
sonra tekrar dönelim YaĢar Usta‟yla devam eden anılarımıza.
Soru 4- “Sayın Ustam dördüncü sorum teravih namazı hakkında idi. O namazın
da farz olduğunu iddia ettiniz. Kusura bakmayın ben ise o namazın da aksini
savunmak zorundayım. Sayın Ustam, bu konuya bir delil göstermeye gerek
duymuyorum. Ama teravih namazı halife Ömer‟in icraatıdır. Böyle bir namazın
Kur‟an‟la alakası yoktur.“
Soru 5- „BeĢinci sorum halifelik konusuydu. Ebu Bekir‟i Kur‟an‟ı Kerim‟de iki
kiĢiden biri olarak Allah-u Teâla‟nın tarif ettiğini iddia ettiniz. Bu cevabınızda
maalesef tamamen gerçeğe aykırıdır.
“Sayın Ustam, Kur‟an‟ı Kerim‟de Ebu Bekir‟le diğer iki halife dahil olmak üzere
üç halifenin hakkında Allah-u Teâla tarafından gerekse Hz. Peygamber tarafından
övücü olarak ne bir ayet, ne de bir hadis vardır. Binaenaleyh Ġslâm‟da halifelik bir
dönem değiĢikliğidir. Ġslâm‟da Kur‟an‟a göre ve Hz. Muhammed‟e göre ilk halife Hz.
Ali‟dir. Ġcma-i Ümmet kararına göre Ebubekir‟dir. Hz. Ali‟nin halifeliği için Hz.
Muhammed‟e Allah tarafından gönderilen kaynaklar Ģunlardır. Gadir-i Hum günü
Ebu Hüreyre‟den rivayet olunur: “Gadir-I Hum günü zilhicce (Ģubat) ayının 18‟inde
Ģu ayet nazil olmuĢtur.“ Maide süresi ayet 67 „Ya Muhammed Rabbin celle
azimüĢĢandan sana indirileni tebliğ et, bu ayeti tebliğ etmez isen eliçiliğini yapmamıĢ
olursun. Allah-u Teâla seni insanlardan korur. ġüphesiz Allah-u azimüĢĢan kâfirlerin
184
Ölmeyen Çocuk
suikastlarına yol vermez.“ Ayetin indiği tarih M.S. 18 Ģubat 632, inme sebebi Hz.
Ali‟nin halifeliğidir. “Ey Peygamber, sana onun arasına okuyanlara mühim bir konuyu
hizmet olsun diye yazmıĢ bulunuyorum.“ Zira konu 1400 yıldır Ġslâm toplumu
arasında onulmaz bir yara gibi sürüp gitmektedir. Toplumun bilmesi için gerçekleri
herkesin öğrenip bilmesi gerekli diye düĢünüyorum.
YaĢar Usta‟yla sorulu cevaplı tartıĢmamıza tekrar dönüyoruz.
Soru 6- “Sayın Ustam Hz. Muhammed ile Hz. Ali‟nin iddia ettiğiniz BeĢ ġartı
uygulayıp uygulamadıkları hakkındaki soruma cevap olan iddianızda da maalesef
çeliĢki ya da eksiklik vardır. Zira yukarıdaki kayıtlarda bahsettiğim gibi Hz.
Muhammed, Allah‟ın emirlerine göre o günlerde mevcut mescitleri, camileri yıktırmıĢ
ve o mekânlara gidilmesini de Ġslâm olanlara yasaklamıĢ oluyordu. Bir baĢka husus
ise yine yukarıdaki ayetin hükmüne göre Hazreti Ali önderliğinde kurulmuĢ bir Ġslâmi
cemaat var ki, Hz. Muhammed oraya katılıyor ve ayrıca Hz. Muhammed, Cenab-ı
Allah‟ın buyruğu ve gönderdiği ayetlerin gereği olarak kendisine bir ahiret kardeĢi
tutuyor. Bunun adı müsahip kardeĢliğidir. Cemaatin adı ise “Muhammed Ali
Cemaati” dir. ġimdi insanın aklına ister istemez bir soru geliyor. „Bir tarafta Ali Ġmran
suresi ayet 104 ve aynı surenin 61‟inci ayetine göre Ġslâm irĢat teĢkilatı adı altında
kurulan Ġslâmi cemaat, diğer tarafta icmanın kararına göre bugünkü iddialara göre
BeĢ ġart olsaydı Hz. Muhammed bunların hangisinde ve hangi toplantıda yer
alacaktı?” sorusu ortaya çıkıyor. Peki bu üç halife yönetimi haklı olsaydı, neden Hz.
Muhammed‟in Hz. Ali ile birlikte bulunduğu cemaatta bulunmamıĢlar ve yine Hz.
Muhammed‟in müsahip kardeĢi varken neden bu üç halifenin ve de taraflarının
müsahip kardeĢleri yoktur? Tabi ki, bu sorunun muhatabı yoktur. Netice olarak
halifelik davasında Allah-u Teâla‟nın vahiy ayetleri, Hz. Muhammed ve Kur‟an‟ı
Kerim tamamen devre dıĢı bırakılmıĢ ve ihlal edilmiĢ. Ali‟nin hakkı olan halifelik ise
gasp edilmiĢtir. Esasta ise birinci halife Hz. Ali‟dir.“
Soru 7- “Sayın Ustam siz Sünni olduğunuzu ve Ġmam Azam mezhebinden
olduğunuzu iddia ettiniz, olabilirsiniz. Zira inanç ve din değiĢtirmek serbesttir. Herkes
istediği dini, istediği mezhebi tercih edebilir. Ancak Hz. Muhammed de, Hz. Ġmam-ı
Azam da Sünni değillerdi ve mezhepleri de yoktu. Onların dini sadece Ġslâm‟dı.
Çünkü Ġslam‟ı derleyip toparlayıp, ona son Ģeklini verecek olan Hz. Muhammed
Ali‟dir.“
Soru 9- “Sayın Ustam, “Peygamber‟in bütün dini uygulamalarını siz de
uyguluyor musunuz?” sorusuna karĢılık evet dediniz. Binaenaleyh Peygamberimiz,
Hz. Ali ie birlikte Ġslâmi cemaate katılıyormuĢ. Ayrıca Peygamberimizin müsahibi
vardı. ġimdi sizde bu olgular olmadığına göre, siz Hz. Muhammed veya Kur‟an‟ı
Kerim buyruklarına değil doğrudan doğruya icma-i ümmet kararına uyuyorsunuz.
Hayırlı uğurlu olsun. Herkesin gittiği yol kendisi için doğrudur.“
Soru 10- “Sayın Ustam onuncu sorum Ehl-i Beyt hakkında idi. Benim soruma
karĢılık, Muhammed‟in diğer aileleri de Ehl-i Beyt‟tendir dediniz. Cevabınıza yanıtım
185
Ölmeyen Çocuk
Kur‟an‟ı Kerim‟in Ahsap suresi 32-33 ayetlerindededir. Sadece Muhammed, Ali,
Fatıma, Hasan, Hüseyin‟in isimleri geçmektedir. Eğer diğer hanımları vesaireler
olsaydı, bu ayetlerin içerisinde onların da isimleri geçerdi. Yani bu cevabınız da
yanlıĢtır.
Sayın Ustam 11. sorunun yanıtını da böylece vermiĢ olduğumdan, geçelim 12.
sorumuza. 12. A. „Cuma günleri, vesaire günlerde insanları atölyeden camiye
götürmek üzere tahsis edilen arabalardan daire baĢkanlığının haberi var mı? Bir de
sizin bu iĢleri yapmaya yetkiniz var mı?” diye sormuĢtum. Daire baĢkanlığının haberi
olmadığını yetkinizin de olmadığını. Allah rızası için yaptığınızı söylediniz. Yanıtınıza
karĢılık benim yanıtım Ģu olacaktır. Sayın Ustam, Allah rızası insan haklarına
dayalıdır. Zira siz bu iĢi bir iĢ yerinde, Karayolları Merkez Atölyesinde, yapıyorsunuz.
Üstelik 30-40 milyon nüfusun hakkı olan bir müessesenin arabasını birkaç kiĢinin
hizmetine tahsis ettirmeniz Allah rızası sayılamaz. Eğer boĢ zamanınızda böyle bir
hizmeti kendi paranızla yapsaydınız o taktirde Allah rızası için olabilirdi. Ama sizin
bu yaptığınız iĢ 100 kiĢinin hakkını alıp bir kiĢiye verme anlamını taĢımaktadır.
Burada sevaptan ziyade günah yapmıĢ oluyorsunuz.
Sayın YaĢar Usta, burada sorulu ve cevaplı tartıĢmamız bitti. Ġki saatte
tamamladık ama benim için herhangi bir darılma gücenme yok. Sizin varsa lütfen
söyleyin.“ YaĢar Usta, „Hayır” dedi. Esas benim konum olan Usta‟nın Alevî
çockularını sıkıĢtırıp soru sormasıydı. ġimdi bu konuda devam edeceğiz.
“Sayın YaĢar Usta, uzun tartıĢma mahiyetindeki yanıtlarıma cevap ve yalan ya
da yanlıĢ diyecek cevap bulamadığına göre, umarım yanlıĢ hareket ettiğini de
kabullenmek durumundasındır. Zira bundan böyle Alevî çocuklarına bu konulardan
bir daha soru sormanı ve onlar oruç tutmuyor, namaz kılmıyor diye bir daha onlara
müdahale etmemen için sana burada ihtarla söylüyorum. Ayrıca bir daha bundan
sonra da atölyenin arabası insanların namaz kılması için tahsis edilemez. Bu iĢten
de vazgeçersin. Bundan böyle ben bu tür iĢlerin karĢısında olduğumu size açıkca
bildiriyorum. YaĢar Usta, bundan sonra gerek bir Alevî çocuğu gerekse bir baĢka
arkadaĢı dini konularda senden bir Ģikayet getirirlerse karĢında beni bulacaksın, size
bu kadar söylüyorum hadi Allahaısmarladık.“ Sene 1961 – Ģubat ayıydı.
ĠDRĠS BÖREKÇĠ ĠLE ANILARIMA DEVAM
Sahada çalıĢmaya devam ederken bir de Ġdris Bey beni çağırmıĢ. “Eyvah YaĢar
Usta beni Ģikayet etmiĢtir” diye aklıma geldi. Neyse ki, aklıma geldiği gibi değilmiĢ.
Ġdris Bey beni yanına almak için çağırmıĢtı.
Gittim; Ġdris Bey, “Rıza atölyelerde beğendiğin bir meslek yerini takip et. Öyle bir
yer açılana kadar bizim bu dairelerin iĢine bak” dedi. Ben de „Peki” dedim. Ġdris
Bey‟in odasına bakacağım, bir de koridoların genel yerlerini temizleyeceğim. ġimdi
ben Ġdris Bey‟in yanına girdim ama bazı çevrelerin de dedikoduları çoğaldı. Bilindiği
üzere insanlar böyledir. ĠĢte neymiĢ dedikodunun sebebi: „Ben Ġdris Bey‟in
186
Ölmeyen Çocuk
yakınıymıĢım, daha olmadı halasının oğluymuĢum, yoksa yanına alır mıymıĢ.“ Sanki
ben Ġdris Bey‟in yanına memurluğa girmiĢim ya da maaĢım artmıĢ. Oysa benim Ġdris
Bey‟in yanına girmeye de hiç gönlüm yoktu ama orada bana bir Ģans doğmuĢtu,
Allah bir yandan bana kapı açıyordu.
ÖKSÜZ KUġUN YUVASINI ALLAH YAPAR
Ġnsanın bayağı inanası geliyor. Gerçekten insanın iĢi bir de bakıyorsun
kendiliğinden yoluna giriyor. Ġdris Bey‟in orada yani aynı binanın içinde bir de sağlık
memurluğu vardı. Hakkı Bey‟le tanıĢmıĢtım. Kendisi uzun boylu, zayıf, iyilik sever,
çok sıcak kanlı bir insandı. Bazen sabahları iĢçilerden yoğun vaziyette hasta gelirdi.
Ayrıca her gün iki saatliğine de 10-12 arası doktor gelirdi.
Hakkı Bey bazen sıkıĢırdı, bazen de iĢi olurdu. ÇalıĢanlardan ufak tefek
yaralananlar, gözüne çapak girenler, parmağı yaralananlar gelirdi. Hakkı Bey‟e „Ben
bu pansuman iĢinden anlarım. Olmadığın zaman veya iĢin sıkı olduğu zaman sana
yardım edebilirim” dedim. Hakkı Bey gülerek cevap verdi: „Gerçek mi söylüyorsun
Rıza?”, “Hakkı Bey ben ciddi söylüyorum”, „O zaman olur Rıza” dedi. “SıkıĢtığım
zaman ya da acil iĢim olduğu zaman seni çağırırım” dedi. „Ancak benim sana
yardım edeceğim zaman Ġdris Beyle senin doktorun haberi olması gerekir” dedim.
Hakkı Bey, „Tabi” dedi ve birkaç gün devam ettim. Önüme bir Ģans daha doğdu. O
da Ģu idi. Atölyede bir misafirhane vardı. Burada 21 tane yatak vardı. BaĢka illerden,
ilçelerden gelip Ankara‟da durduğu müddetçe bu misafirhanede yatarlardı. Yani 21
yatak hiç boĢ kalmazdı. Bazen de insanlar gömleği, elbisesi kirlenir yıkamaya ve
ütüye verirlerdi. Orada depo iĢlerinde çalıĢan SatılmıĢ diye biri vardı. Bu adam
misafirhanenin çamaĢırlarını alır yıkardı. Ben ise bu misafirhanenin temizliğine de
bakardım. Böyle olunca bu yatak çarĢaflarını da benim yıkamam gerektiğini
düĢündüm. Ben bunu hemen Hakkı Bey‟e söyledim. Hakkı Bey, „Niçin olmasın
Rıza? en hemen Ġdris Bey‟le konuĢurum” dedi.
Aradan iki gün geçti. Bir de baktım Ġdris Bey sabahleyin gelir gelmez beni
çağırmıĢtı: “Rıza sen Hakkı Bey‟e söylemiĢsin. O da bana söyledi. ġimdi söyle
bakayım sen bu iĢleri yapabiliyor musun?” “Evet Ġdris Bey.“ Ġdris Bey, „O zaman sen
önce Ģu benim elbisemi bir de gömleğimi götür. Elbiseyi ütü yapacaksın, gömleği de
yıkayıp ütüleyip getireceksin. Bunları yap sonra konuĢuruz.“ Ben elbiseyi gömleği
aldım bir güzel yıkadım ütüledim getirdim. Ġdris Bey teĢekkür etti, “Rıza
misafirhanenin çarĢaflarını SatılmıĢ yıkıyor. Yalnız ben o adamdan memnun değilim.
Eğer doğru dürüst yıkayıp ütüleyip getireceksen bundan sonra hem çarĢafları hem
de buraya gelen giden insanların elbisesini çamaĢırlarını da alırsın. Para kazanırsın
oldu mu?”, “TeĢekkür ederim Ģefim.“ Bundan böyle ben bu iĢi de almıĢ oldum.
Bir yatak çarĢafı, üç adet yorgan kılıfı, yastık kılıfı ve döĢek çarĢafı olmak üzere
bir takım sayılıyor. Böylece yirmi bir takım, her takım 250 kuruĢtan toplam 52 lira 90
kuruĢ ediyor. Bir gömleğin yıkanması ütülenmesi ise 125 kuruĢ. Bir elbisenin yıkanıp
ütülenmesi de 200 kuruĢtu. Tek pantolon 150 kuruĢ. Böylece hemen her gün 15-20
187
Ölmeyen Çocuk
liralık da onlar tutuyordu. ÇamaĢır ve elbise olurdu. Benim aylığım ise baĢka bir iĢe
geçene kadar 150 liraydı. Elbise gömlek iĢlerinden ise ayda 300 lira para
kazanıyordum. Binaenaleyh iĢe girdiğimin 2. ayında bu parayı kazanır duruma
gelmiĢtim.
2 AY SONRAKĠ GELĠġME
Ben üç ay denemeli olarak girmiĢtim. Mamafih iki ay olmuĢtu. Kadere bakın ki,
kader bizi YaĢar Usta‟yla birleĢtirecek. Ne mi oldu? Tam bir sürpriz. Atölyede
bahçıvanlık kadrosuna dört tane kadro alınacağı ilan edildi. Sınava girilecek, dört
kiĢi bahçıvan olarak alınacaktı. Yani bu iĢte bir sanat oluyor. Atölyede bir usta ne
alıyorsa bahçıvan ustası da aynı parayı alıyor. Üstelik ustabaĢı farklı para alıyordu.
Ġdris Bey beni yine çağırdı, “Rıza bahçeye dört kiĢi alınacak, sen bahçeden anlar
mısın? Eğer bahçecilikten ağaçtan anlıyorsan sınava gir” diye teklif etti. Cevap:
„ġefim ben köyümde bir bahçe yetiĢtirdim, ağaçtan çok iyi anlarım ve sınava girmeyi
de isterim.“
Binaenaleyh ben de sınava aday oldum. Sınavı yapacak iki kiĢidir. Birincisi
YaĢar Usta, ikincisi dıĢardan gelen bahçıvan ustabaĢlarından tanımadığım birisi.
ġimdi alınacak elemanların en çok puan alan bir tanesi ustabaĢı yardımcısı olacaktı
diğer üç kiĢi de usta olarak, yine onlar da Ģayet dıĢardan girmiĢlerse üç ay
denemeye tabi olacaklardı. ġayet içerden sınava girmiĢ ise o denemeye tabi
olmadan iĢe baĢlayacak, kadroya daimi iĢçi olarak alınacaktı. Sınavda neler
yaptırılacak? A. tırpan vurma, B. makas tutma, C. fidan dikme, Ç. bahçe belleme, D.
ağaç budama. Bunlar ameli sınavlardı. Birkaç soru da nazari olacaktı, E. ağacı ne
zaman dikersin, F. gübre kullanma, G. ağacın bakımıyla ilgili sorular.
Velhasıl sınava girdik. Sınava girdikten sonra sonuçlar bir hafta on gün içinde
belli olacaktı. Ama ben içeriden olduğum için sınav sonucunu bir gün sonra
öğrenmiĢtim. Ben sınavda en yüksek puanı alarak ustabaĢı yardımcısı olmaya hak
kazanmıĢtım. ġimdi ben bahçeye geçmek için bir haftayı beklerken bir vazifem daha
vardı. Onu derhal yapmam gerekiyordu. O da ne yazık ki, YaĢar Usta‟nın aleyhinde
olacaktı ama orada benim ismim geçmeyecekti.
DAĠRE BAġKANLIĞINA YAZILAN BĠR DĠLEKÇE
Sınavlara girmeden önce ben bu dilekçeyi hazırlamıĢ daire baĢkanlığına
göndermiĢtim. Ancak cuma günü saat 11.30-13.00 arası atölyeye teftiĢ için
gelinmesini istemiĢtim. Yukarıda bahsettiğim gibi ben muhbir dilekçemi doğrudan
daire baĢkanlığına yazmıĢtım. Binaenaleyh T.C. Karayolları‟nın tek daire baĢkanıydı
Fahir Bey. Fahir Bey Ģikayet meselelerini anında değerlendiren otoriteli, titiz,
yolsuzlukları affetmeyen bir insandı. 1960 yılında Ramazan beĢinci aya rastlamıĢtı.
Tam bu ayın 11‟inde, cuma günü saat 12.30‟da bir de baktık Fahir Bey atölyeyi
bastırmıĢtı. Fahir Bey evvela araçlar Ģefi Ġdris Börekçi‟yi çağırtıyor, sonra atölye
müdürü Ekrem Bey‟i çağırıyor. Atölyede ne kadar insan varsa derhal sahaya
188
Ölmeyen Çocuk
toplanmasını emrediyor. Atölyenin yaklaĢık 400-500 kiĢilik bir de boĢ sahası vardı.
Bu sahaya A‟dan Z‟ye kaç insan varsa, hepimiz bir halka Ģeklinde toplandık.
Toplandık ama insanların kılık kıyafet durumları utanç verici bir durumdaydı. Yani
15-20 kiĢi dıĢında yaklaĢık 300 kiĢinin hepsi uykudan kalkmıĢ, ayakkabıların ökçeleri
kırık, Ģapkaların telekleri arkaya dönük, yakalar açık, gözlerini ovalayan geliyordu.
KARAYOLLARI TEġKĠLATINDA BELKĠ DE HĠÇBĠR ÇALIġMA
YERĠNDE ÖRNEĞĠNE RASTLANMAMIġ BĠR BASKIN YAPILMIġTI
Yani atölye olağanüstü bir gafil avlanmaya maruz kalmıĢtı. Fahir Bey
konuĢuyordu. Fahir Beyin ilk muhatabı Ġdris Börekçi‟ydi: „Ey Ġdris! Bu ne hal? Sen
burada necisin, ne? Bu iĢçinin vaziyeti ne oluyor, neler dönüyor burada?. Burası
atölye, burası tekke türbe ve derviĢ yatağımı? Yoksa bir devlete bağlı iĢ yeri mi?”
Ġdris Bey yakalarını toplamıĢ. Asker gibi hazırol vaziyette Fahir Bey‟i dinliyordu.
“Sayın Ġdris ve sayın atölye müdürü Ekrem siz bu insanların durumlarını görmüyor
musunuz? Sizler bu atölyenin sorumlusu değil misiniz?” diye Fahir Bey‟in bu ağır
soru ve itamlarına karĢılık sadece Ġdris Bey‟den tek bir cümle yanıt gelmiĢti. Ġdris
Börekçi, „Efendim bu ay Ramazan ayıdır. Ramazan ayında oruç tutuyorlar, namaza
gidiyorlar.“ Yani Ġdris Bey‟in demek istediği insanların bu günkü görünümü
Ramazandan kaynaklanıyor.
Fahir Bey‟e gelince Ģiddetle reddediyordu ve kükrüyordu. Fahir Bey „Ne demek
oluyor bu Ġdris, ne demek?” Topluma sesleniyor: „ArkadaĢlar, bu iĢ yeri oruç tutma,
namaz kılma yeri değil. Hele hele cami hiç değil. Burası çalıĢma yeridir. Ben sizinle
pazarlık etmiĢ iĢe almıĢım. Benim iĢimde 8-10 saat verimli olarak çalıĢacaksınız.
Hakettiğiniz ücreti de alacaksınız. Bir günde 1.5 saat paydosu ben size dinlenesiniz,
dinlendikten sonra da verimli olarak çalıĢanız diye veriyorum. Namaz kılmak, oruç
tutmak için değil. Bu müessese 3-5 namaz kılanın, oruç tutanın değildir. Bu
müessese tüyü bitmemiĢ yetimine varana dek bütün Türk milletinin müessesidir.
Bakın benim babam da hocaydı. Bu nedenle ben de Kur‟an‟ı biliyorum. Sizler
çalıĢma saatinizi kendi adınıza oruçta, namazda kullanamazsınız. Devletin arabasını
cuma günleri camiye gitmek üzere tahsis edemezsiniz.
Buna ben dahil hiç kimsenin yetkisi olamaz. Ben size iç atletinizin dıĢında
ayakkabıdan tutun baĢınızdaki Ģapkaya kadar hem iĢ elbisenizi hem de dıĢarıda
giyeceğiniz elbiselerinizi de veriyorum. Binaenaleyh benim iĢimde çalıĢtığınız
müddetçe her türlü ihtiyacınızı sağlıyorum. Bunun dıĢında bir de kalkıp çalıĢtığınız
mesai saatlerinizde oruç tutuyorum, namaz kılıyorum diye devletin arabasını
kullanamaz devletin verdiği bu giyisileri bu biçimde kullanmayı da Allah emretmez.
ArkadaĢlar bundan böyle oruç tutan, namaz kılan yarın iĢine gelmesin, evinde
dursun, namazını kılsın. Ġdris Bey sen de cuma günleri hiçbir Ģekilde devletin
arabasını namaz kılanların keyfine tahsis edemezsin. Mesai saatinde ve atölyede
189
Ölmeyen Çocuk
böylesine keĢmekeĢlik, laubali durumları istemem” dedi. Fahir Bey konuĢmasını bu
Ģekilde bitirdi ve çekip gitti. Atölyede anormal boyutlara ulaĢmıĢ bir keĢmekeĢlik
ortamının kalkması ve sona ermesi hususunda benim Karayolları Merkez Atölyesine
girmiĢ olduğum tarihten itibaren yüklenmiĢ olduğum ve kendime görev saydığım bir
mücadelem baĢarıyla sonuçlanmıĢtı. Huzursuzluğun yerine bundan böyle fevkalede
bir huzur ortamını sağlamıĢ oldum. Artık atölyede kimse kimseye inancından dolayı
oruç,
namaz
vesaire
gibi
soruları
sormayacaktı
ve
bir
inanç
zıddiyeti
yaratılamayacaktı. YaĢar Usta‟nın ise maskesi düĢmüĢtü. Binaenaleyh YaĢar Usta
da bundan böyle herkes gibi kendi iĢini hakkıyla yapıp kimsenin orucuyla namazıyla
ilgilenmeyecekti. AkĢam olunca huzur içinde evine gidecekti herkes.
DĠKKATLERE ġAYAN
Bu anıyı okuyanların dikkatine bir açıklama yapmak istiyorum. Belki de bu anıyı
okuyanlar olayı küçümseyebilirler. Ama bilinmesi gereken gerçek Ģu ki, iĢte
böylesine küçükten baĢlayan zıddiyetlerin önü alınmadığı yerlerde sonu çeĢitli
boyutlara ulaĢmıĢ kavgalar çıkmıĢ, bu tür hadiseler insanların öldürülmesine kadar
gitmiĢtir.
Binaenaleyh ben ilerisinin tehlikelere yol açacağını gördüğüm bir faaliyeti dolaylı
yollardan daire baĢkanı Fahri Bey‟e yazı yazıp el koydurmasaydım ne olacaktı? Bu
soruya cevaben sanırım Ģu açıklama okuyanları aydınlatma bakımından yeterli
olacaktır.
OLAYIN ĠKĠ BOYUTU VARDI
1- Manevî ve inanç zıddiyatına dayalı boyutu, 2. Maddi boyutu Karayolları gibi
bir kurumun Türkiye çapında bir merkez atölyesi var. Ankara Akköprü‟deki bu
atölyeye 1960 yıllarında Türkiye‟nin hiçbir resmi iĢ yerlerinde olmayan araç gereçler
tahsis edilmiĢti. Her türlü sanayi tesisleri kurulmuĢ, her aradığın makine alınmıĢ.
Yani aĢağı yukarı Avrupa ve Amerika‟da ne varsa, Karayolları Merkez Atölyesinde
de o vardı.
Sosyal tesislere gelince çok modern 1000 kiĢilik yemekhanesi, her türlü spor
tesisi, iç ve dıĢ elbise takımları, her mahalleye çalıĢanları taĢıyan servis arabaları,
doktoru, sağlık memuru, misafirhanesi vesaire. Böylesi bir iĢ yerinde camicilik,
namazcılık, bilmem Ramazan oyunları oynanıyor. YaĢar Usta sanki birileri
tarafından özel olarak oraya havale edilmiĢ, ırkçılık yapıyordu. Yani kral üstü bir kral,
adamın dokunulmazlığı var gibi akĢama kadar dolaĢıyor, onun bunun inancıyla
kimliğiyle uğraĢıyordu. Bir gün de birisinin kafası bozulacak „Ulan senin dinini de,
imanını da” deyip giriĢecekler. Binaenaleyh o günlerde 10-15 kadar sayısı olan Alevî
inançlı çalıĢan vardı. Bu tür baskılara karĢı ses çıkaramıyordu. Yarın bu insanların
sayısı 50-100 olduğunda bu defa onlar da öteki tarafa karĢı posta koymaya
kalkacaktı. Zira ben bu gibi olaylara çok Ģahit oldum. ĠĢte doğması muhtemel olan
böylesi bir olayı kimsenin ruhu bile duymadan inancıma göre önlemiĢ oldum bile.
190
Ölmeyen Çocuk
ANKARA‟DA ABLAMIN EVĠNE YERLEġMEMĠZ
Kara Yollarına iĢe girdikten 3 ay sonra hanımı getirmiĢtim. Hanım, köyden
sadece kilime sarılı bir kat yatak getirmiĢti. Kızımızın dahi yatacak bir Ģeyi yoktu.
Yemek yemeye, yemek piĢirmeye hiçbir Ģey yoktu. Üstelik param da yoktu.
Binaenaleyh iĢin baĢında anlattığım gibi Karayollarına iki ay önce girmeden ara
iĢlerde çalıĢıyordum. Kazandığım paraları kıt kıtına harçlığımı koyuyor, gerisini köye
gönderiyordum. Elalem borcunu ödemedi diye laf söz ve dedikodu etmesin
düĢüncesiyle borçların ödenmesi için biradere gönderiyordum. ġimdi bir çocuk, bir
hanım, bir de ben Ablamın küçük bir odasına ve yine küçük bir sofaya girdik.
Mutfağımız, banyomuz vesaire hepsi burada olacaktı, tuvaletimizi de iki aile birlikte
kullanacaktık. O da evden 20 metre ötede dıĢarıda idi.
Evde ise bir tek yatağımızdan baĢka kullanmak için tek bir kaĢık, tek bir tabak
da yoktu. Bu anımı yazarken o günkü komĢularımdan ölenlerine Allah‟tan rahmet
kalan ve yaĢayanlara sağlıklı günler diliyorum. BaĢta Ablam Arzu olmak üzere
benim iĢe girmeme öncülük ve aracılık yapan Ahmet Balcı‟ya, Ali ġerik‟e ve diğer
yakın komĢularıma teĢekkür ediyorum. Bunların her biri birer ikiĢer parça
kullanabileceğimiz eĢya getirdiler. Geçici bir zaman da olsa bana yardımcı
olmuĢlardı. Bu saydığım yakınlarımın bir kısmı ise arkadaĢlarımdı. Bu çevrelerimin
birkaçıyla çok uzun seneler sonra aramız bozulmuĢtu. Halen konuĢmamamıza
rağmen yine de o günkü yaklaĢımları ve yardımlarından dolayı kendilerine Ģükran
borcum vardır. Aramızın bozulması ve konuĢmamamıza sebep olan gerekçeleri bu
anımda açıklamamın bir yararı olmayacağından açıklamaya gerek duymuyorum.
Ancak ilerideki anılarımda kendileriyle önemli anılarımız olduysa elbette tekrar
isimleri geçecektir.
ABLAM ARZU VE ENĠġTEM BAYRAM SÖĞÜTLÜ
Yukarıdada atölye Ģefim Ġdris Bey‟le geçen anımda yatak çarĢafları ve gömlek
elbise alıp evde yıkayıp ütüleyip götürdüğümü yazmıĢtım. Tabi ki, o günlerde en çok
para sıkıntım olduğu bir devrede iĢte kısmetim açıldı. Elbise, gömlek getirip o küçük
evde yıkayıp ütüleyip birkaç kuruĢ para kazanıyordum. Bu iĢi yaparken de elektrik
faturaları gelirdi.
Ablamlarınkiyle birlikte kendilerine ödetmez tümünü öderdim. Bu arada Ablam
bir gün eve gelir Ģunları söyler: “Rıza kardeĢim, EniĢten, „Evde ütü yapmasın,
elektrik çok harcanıyor” der. Ablam böyle bir haberi getirince ben Ģok olurcasına
hayrete düĢtüm, “Yahu Abla biliyorsun ki, ben hanımı, çocuğu getirdim. Evimde bir
tek yemek kaĢığım dahi yoktur. Sizlerin yardımıyla geçiniyorum. Bereket bir Ģans
eseri elime böyle bir iĢ imkanı geçti. ġurada ütü yapıp birkaç kuruĢ kazanıyorum.
Binaenaleyh elektriğin suyun gelen faturalarını zaten ben ödüyorum. Sen bunları
EniĢteme söylemedin mi?” Ablam: „Söyledim ama ne biliyim öyle söyledi” diye
cevap verir Ablam. Kendi kendime diyorum ki iĢte insanoğlu budur.
191
Ölmeyen Çocuk
Yukarıda bahsettiğim gibi Arzu Ablam önce bizi evine alıyor, sonra benim o
mağdur durumlarımda yardım ediyor, sonra da daha evine oturalı üç ay olmuĢken
benim birkaç kuruĢ kazanmamı kıskanıyor. Evinde ütü yapmamı yasaklıyor. Tabi ki,
ben Ģimdi kalkıp da „Abla sen önce bana iyilik ettin. ġimdi de para kazanmaya
baĢlayınca beni kıskanıyorsun” gibi sözleri söyleyemezdim. Tek yapacağım iĢ
evinden çıkmamdı. Hemen bir hafta sonra ev buldum, evden taĢınmaya baĢlayınca
bu sefer de Ablamla EniĢtem hayretler içinde „Ne oluyor? Rıza neden taĢınıyorsun?”
diye hayretle sorarlar. Ben ise, “EniĢtemle Ablama siz böyle istediniz, ben de sizin
yüzünüze çıkıp dedikodu etmektense çıkmayı tercih ettim” dedim.
“Peki biz ne yaptık ki?” diyordu EniĢtem. EniĢteme yanıtım Ģu olur: „Daha ne
yapacaktın? Ben çoluk çocuğumla Ģurada geldim, koltuğunuza sığındım. Allah bana
bir kısmet verdi. Bir iki elbise gömlek yıkayıp para kazanırken, bu iĢi yapıyorum diye
elektrik su faturalarını da ben ödediğim halde evde ütü yapmasın diye Ablamla
haber göndermiĢsin. Bu nedenle ben de ev buldum taĢınıyorum.“ EniĢtem Bayram,
„Hayır, ben böyle bir haber göndermedim demez mi!.“ “Ne çare ki, Ablam bana bunu
söyledi. Artık ben taĢınmadan geri duramam. EniĢte Binaenaleyh anladım ki, Ablam
bu sözü kendi kafasından söylemiĢtir.“
MAHMUT ġAHĠN
KardeĢim Mahmut beni Ankara‟daki iĢimden çıkarıp köye götürecek. Ankara‟da
belki de ömürboyu elime geçmesi mümkün olmayacak bir iĢ geçti elime. Daha
Türkçesi koluma bir doğan kuĢu gibi konmuĢtu. Örneğin yukarıda sözünü ettiğim
YaĢar Usta emekli olunca yerine ustabaĢı ben olacaktım. Sadece ustabaĢılık mı? O
iĢ yerinde aylık kazancımın iki mislini çarĢaf yıkamaktan, ütü yapmaktan kazanmaya
baĢlamıĢtım. O iĢi 10 sene yapsaydım kâfiydi. Üstelik bu iĢyerinde henüz altı aylık
olmama rağmen atölyenin tümü beni tanımıĢtı. YaklaĢık 50-100 kiĢi yanında manevî
Ģahsiyetime karĢı saygı duyuluyordu. Oturduğum mahallede hakeza.
Dönelim Mahmut‟a. Benim böylesine parlak bir istikbale sahip olduğumu haber
alan kardeĢim Mahmut‟un ise yeri pirelenir. Mahmut tuzak üstüne tuzak hazırlamaya
çalıĢır. Mahmut‟un yegâne amacı ve maksatı beni iĢimden ayırmakmıĢ. Bir baktım
Mahmut‟tan bir mektup gelmiĢ. Mektupta Ģunları yazıyor. „Ağabey, sen karını aldın
gittin ama burada bıraktığın borçları hala ben ödeyemedim. Elalem anamıza,
avradımıza sövüyor.“ Devam ediyor Mahmut: „Ben sana karĢı bir cahillik yapmıĢ
olabilirim. Ama sen benim büyüğümsün. Ben zamanla anladım ki, sen olmasaydın
ben hiç olamazdım. Elbette bizim birlik olmamız gerekiyordu. Borçlarımızı
ödeyemedim ama ben senin gelmeni istiyorum. Burada birlikte çalıĢıp hem
borcumuzu ödeyelim hem de ne yapacaksak birlikte yapalım” diyordu. Oysa k,i
borcumuzun tümü üç bin TL idi. Bunun 1.800 - 2.000 TL‟sine yakın kısmını
göndermiĢtim. Kalan kısmını kendisi de Demir Yollarında iĢe girip çalıĢtığına göre
geçen 7-8 ay içerisinde ödemiĢ olması gerekirdi. Böylece aradan 15-20 gün geçer,
Biraderden bir mektup daha gelir. Yine borçlardan söz ettikten sonra, bu sefer de
192
Ölmeyen Çocuk
bahçeden söz eden Mahmut, „Abiciğim burada 150 tane elma ağacı, 300 tane selvi
ve kavak ağacı yanında bir dönüm yoncalık yapmıĢsın. Öte tarafta Pamukluk da
hakeza” yine devam ediyor Mahmut: „Hadi ben çıkayım iĢten reĢberlik yapayım ama
herĢey bir tarafa, bu elmalık bir tarafa. Ben ise bu elmalığı yapamam da beceremem
de.“ Biraderim Mahmut beni iki zaaf noktamdan yakalamıĢ, buralardan beni
vurmuĢtu. Beni ne yapıp edip köye çekmeyi baĢaracaktı. Ve her Ģeyi de göze
almıĢtı.
BENĠM ĠSE HAYATIMDA ÜÇ TUTKUM VARDI
1. Ağaca olan tutkum, 2. birlik olma tutkum, 3. muhatap olabileceğim ve çok iyi
anlaĢabileceğim bir hanımdı. Bu üç tutkuma karĢı son derece de zaafım vardı.
Maalesef hayatta arzu edip yapmak istediğim bu üç arzumu da yerine getiremedim.
Bu arzularıma malik olamadım. Ama arzularıma malik olamadığımın veya o
hedeflere ulaĢamadığımın engellerinin yüzde ellisini kendimde arıyorum.
Kendimdeki noksanlıkları görebiliyordum ve idrak edebiliyordum. Bu noksanlıklar
Ģunlardı.
A. Okuma eğitimsizliği, B. 1.5 yaĢımda annem 5 yaĢında babamın ölmesinden
bahis yetim kalmam ve baskı altında yetiĢmiĢ olmam. C. yetersiz eğitimimden
olacak ki, tutarlı bir irade ve sabretme yeteneğini kendimde bulamayıĢım.
ĠĢte kardeĢim Mahmut beni bu iki zaaf tarafımdan vurmuĢtu. Kendi emeğimle
dikip yetiĢtirdiğim o 150 tane elma, 300 tane selvi kavak ağacı ve yoncalık, artı
bunların hepsi bir arada 7.5 dönüm etrafı çevrili muazzam bir bahçe. Mahmut‟un bu
bahçeden söz etmesi, „Maalesef bu bahçe kurumaya terk edilecektir” demesi beni
can evimden vurmuĢtu. Ġyi güzel de, bir tarafta nadir bulunabilir böyle bir istikbal
kapısı ve beni sebep olup oraya sokan canım kadar sevdiğim Ahmet Balcı. Ayrıca
gözüne gönlüne girdiğim, beni atölyede tekten seven Ġdris Börekçi ve daha birçok
Ģefim ve eĢim dostum.
Diğer tarafta yukarıda zikrettiğim 7.5 dönüm tam tamına 5 yıl emeğini çektiğim
Divriği‟de üçüncü sıraya gelen ilgi odağı olmuĢ bir bahçe. ĠĢte bu iki tercihimden
birine karar vermem beni haftalarca oyalamıĢ ve ikna etmiĢti. Netice olarak köydeki
bahçe ve ağaçlarıma karĢı olan tutkum ya da zaafım ağır basmıĢtı. ĠĢyerimde
amirlerime haber vermeden hanımı ve bir çocuğumu almıĢ köye dönmüĢtüm.
Bakalım sonu ne olacak !
KÖYÜMDE YENĠ BĠR MÜCADELE HAYATIMIN BAġLAMASI
Köydeki yetiĢtirdiğim bahçenin çok muazzam bir ilerisi ve istikbali olacaktı. Köye
döndüğümde ilk iĢim 7-8 ay hasret kaldığım bahçelerimle ilgilenmem olmuĢtu.
Onların içine varıp hemen hepsine teker teker baktığımda sanki birbirimize bakıp
ağlıyorduk. Sabahleyin erkenden ağaçlarımın içine gitmiĢ, akĢamlara kadar hem
birbirlerimize bakarak ve hem de onlara hizmet ederek bir hafta 10 günde ancak
hasretliğimiz giderilebilmiĢtir.
193
Ölmeyen Çocuk
RECEP ERĠMOĞLU VE ORMAN MÜFETTĠġĠ
Recep Erimoğlu Divriğili‟dir ve kendisi Divriği Ziraat Bölge Müdürü‟dür. Divriği‟ye
Ankara‟dan orman müffettiĢi gelmiĢ Recep Bey, müffettiĢi almıĢ bizim köye ve benim
bahçeyi görmek için bana getirmiĢti. Ben de köye geleli henüz 20 gün olmuĢtu.
Bahçemin içine girdiler. Tam yarım gün, yani yaklaĢık 5-6 saat bahçemi gezdiler.
Tek tek baktılar.
Bir de bahçenin köĢesinde 15-20 metre karelik özel yapılmıĢ çeliklerin uçları
yeni yeĢermeye baĢlamıĢ bir yeri gördüler. Ben bu yere Ankara‟dan hemen
geldiğimin ikinci günü selvi ağacı çeliği dikmiĢtim. Bu çelikler bir yıl içinde orada
kökleĢip fide olacak, sonra onları ayrı bir yere birer metre arayla dikeceğim, selvilik
yapacağım. Bu fidelerin baĢına geldik, durduk. ġimdi müffettiĢ ve Recep Bey bana
hem soru soracak hem de bana bilgi verecek ve izah edecekler.
MÜFETTĠġĠN SORULARI
“Rıza sen bu bahçeyi nasıl düĢündün ve nasıl yaptın? Bize izah eder misin?”
Cevap: „Sayın MüffettiĢ, doğuĢtan olacak ki, benim ağaççılığa aĢırı bir ilgim
vardır. Hatta 1956 yılında yani 5 yıl önce ben bir bahçe daha yaptım. Oraya diktiğim
fidanları Erzincan‟dan getirdim. O bahçemde 50 tane ağaç vardır. Biraz sonra orayı
da göreceksiniz. Neyse orayı biraz sonra görmek üzere sorulara cevap vermeye
devam edelim. ĠĢte o bahçeyi yaptıktan sonra ağaca olan ilgim daha da artmıĢtı.
Sayın müffettiĢ bu gördüğünüz yerde toprak adına bir nesne yoktu. Saf kumdu ve
taĢtı. Artı yılgın ağaçları kökleĢmiĢti, vahĢi çalılar vardı.
Ben bu yere ağaçları dikmeden önce elmalık tarafına tam tamına bir yıl çalıĢtım.
ġöyle ki, önce taĢları ayıkladım ve bahçenin doğu tarafında ve demir yolunun geldiği
taraftan suyun üzerinden geçmiĢ bir demir yolu köprüsü vardır. Bu köprünün
ayağının sağlama alınması için köprünün sağ tarafı olan benim tarlayı kesiĢtiren
tarafa istinat duvarı çekilmiĢti. Bu istinat duvarı 2x40 metre uzunluğunda vardır. Bu
istinatın su tarafına doğru tarladan çıkardığım büyük taĢlarla uzattım. Daha sonra bu
yere 80x80 metre kuturunda 6 metre arayla çukur kazdım. Çukurlardan çıkan kumun
iri ve çakıl kısımlarını ayıkladım. Ġnce kısımlarını bir tarafa yığdım ve loda ettim. Tam
bir yılda gerek bu çukurların yanına gerekse tarlanın diğer alanlarına sermek üzere
toprak ve gübre taĢıdım, yığdım ve 1958 yılında ağaç dikmek üzere hazır duruma
getirdim.
Binaenaleyh elma fidanı almak üzere Divriği‟ye gittim. Sayın Recep Bey iĢte
burdalar, kendisine daha önceden de yani 5-6 ay önceden müracaat etmiĢtim. Ama
ben fidan almaya gittiğimde fidanın bittiğini söyledi. Recep Bey, „Eğer dilersen eline
kâğıt vereyim, seni Amasya‟ya ya da Tokat‟a göndereyim” dedi. Gerçekten ben de
geç kalmıĢtım. Aksine o yıl dördüncü aya denk geliyordu. Dördüncü ay da Ramazan
ayıydı. Ramazanın 27‟si olmuĢtu. Binaenaleyh ben hemen gün kayıp etmeden. Aynı
194
Ölmeyen Çocuk
gün gece Recep Bey‟den kâğıdımı almıĢ ve gitmiĢtim. Kağıdımı Amasya‟ya
almıĢtım. Ama ben önce Tokat‟a gittim. Maalesef Tokat‟ta da istediğim fidanı
bulamadım. Oradan Amasya‟ya gittim. Amasya‟da Ziraat Çiftliğinde Bedri Güney
diye biri vardı. Bu Ģahıs fide dikme Ģefiydi. Onunla tanıĢtım. Bedri Bey sağolsun
kendilerinde de bana vereceği elma fidanları olmadığını söyledi. Bedri Bey Ģunu
söyledi: “Rıza sen Divriği gibi ırak bir yöreden gelmiĢsin. Sen genç bir insansın, aynı
zamanda kendin dikeceğini söylüyorsun. Yani ticaret amacıyla değil, kendi tarlana
dikip yetiĢtirmek için ta buraya kadar gelmiĢsin. Benim sana hem biraz yiğit, hem de
taze fidanlar vermem gerekir. Bu nedenle seni bir yere göndereceğim, orada
fidanları tarladan söktürüp alacaksın” dedi. Ben de „Tamam” dedim. Bedri Güney
Beyfendi bana bir de pusula yazıp elime verdi ve gittim. Bu gittiğim yerin sahibi
Amasya‟dan Demokrat Partiden milletvekiliydi.
Milletvekili Faruk Çöl‟ün çiftliğiymiĢ. Bu çiftliğe vardım, çiftlik gerçekten görmeye
değer bir yerdi. Çok büyük bir alana sahipti. Yani bu arazinin giriĢ noktasına ben
yaklaĢık 40 dakikada normal yürüyüĢle yaya olarak çiftliğin orta yerine gidebildim.
Ġçinde çok mütevazi bir halde, çiftliğin iĢçilerinin oturduğu 15-20 ev vardı. Neyse biz
gelelim fidanların sökülmesine. MüffettiĢ Recep Bey dinliyorlardı. Bedri Bey‟in
tavsiye pusulasını orada çavuĢluk yapan biri varmıĢ, ona verdim. Bu Ģahıs yanına
üç tane iĢçi aldı. Fidanlığın içine daldık. Bana 400 tane fidanı sökerek tamamladı,
ben de aldım getirdim. Böylece 154 tanesini ben diktim. Kalan 245 fidanı köyümde
komĢularıma aldığım fiyattan dağıttım görüldüğü gibi hiçbir tanesini kurutmadan
tutturdum.“
Soru 2- “Peki Rıza, fidanların tam bizim tekniğe göre budanmıĢ, güzel düzen
verilmiĢ. Bunları bir ziraatçıya mı yaptırdın yoksa bu iĢi sen mi yaptın?”
Yanıt: „Sayın MüffettiĢ ben hep gittiğim gördüğüm yerlerden bilgi aldım ve
çoğunu da kendi kabiliyetime göre çalıĢıp yaptım. Bana göre rençberlikte bilakis,
ağaççılıkta insan çalıĢtıkça üretkenleĢir. Kendinden birĢeyler yaratır ve kaynatır. Bu
iĢ düĢünmeye ve kafadan araĢtırmaya bağlıdır. Ġnsan çalıĢtıkça düĢünüp birĢeyler
yaratmalıdır.“
Soru 3- “Rıza, siz bu ağaçları dikmeyi, bu bahçeyi yapmayı kendinizden mi
düĢündünüz yoksa herhangi bir ziraat kurumundan ya da kiĢilerden teĢvik aldınız
mı?”
Cevap: „Sayın MüffettiĢ ve Recep Bey, ne bir Allah‟ın kulu ne de bir kurum beni
teĢvik etti. Ben bu iĢe 15 yaĢımda baĢladım. Ağaç dikmeye daha evvelden
bahsettiğim gibi baĢlamıĢtım. Biraz sonra daha önceki diktiğim bahçemi ve selvi
ağaçlarımı göreceksiniz. Üstelik köyümde çok kiĢilere aĢılı meyve ağaçları ve üzüm
dikmeyi çok önerirdim. Ne acıdır ki, köylülerimden bu hususlarda çok da tenkit
almıĢımdır. Örneğin ben bu bahçemin yerini imar ederken önce Ģu gördüğünüz çay
tarafında iğde çalıları ve arkasında tek sıra halinde selvilerin olduğu yeri kanal
195
Ölmeyen Çocuk
halinde 80x80 kuturunda boydan boya kazdım, temizledim oraya da yarı yarıya ham
toprak ve gübre kattım. Sonra o iğde çeliklerini ve selvi fidelerini gömdüm.
Ben bu kanalı kazmaya baĢlarken daha ziyade büyüklerim, baĢta Biraderim
olmak üzere ağır eleĢtiriler ve tenkitlerde bulundular. Olay Ģuydu: ben köyde en çok
para sıkıntısı çeken insanım. Para kazanmak için köyümün bazı iĢlerini yapıyorum,
dolayısıyla „Sen boĢ zamanlarını böyle verimsiz yerlere harcayana kadar baĢka iĢler
yapar para kazanırsın. Bu yer ise sadece kalın bir kum ve toprak yok. Ġleride burası
sana birĢey vermez, emeğin de boĢa gider” derlerdi. Bana gelince bu tür eleĢtirileri
dedikodu olarak değerlendirdim, hiç dikkate almadım. Bu yeri imar etmeye devam
ettim. Görülüyor ki, dört yıl önce dikilen çalılar ve selviler orman gibi olmuĢ, selvi
fideleri dikerken iki metre ve 5-6 santimetre kalınlığındayken Ģu durumda selviler
15x4.5 metre boyutuna ulaĢmıĢlar. Binaenaleyh o 4-5 sene önce gülerek tenkitlerde
bulunan komĢularımın nezdinde en akıllı ve ileriyi gören durumdayım artık. Herkes
bana gıpta olmaya baĢlamıĢtır.“
Soru 4- “Peki Rıza bahçenden baĢka iĢler de yapıyor musun?” Soru sahibi yine
MüffettiĢ.
Cevap: “Sayın MüffettiĢim, elbette yapıyorum. Bahçenin Ģu durumda geliri
yoktur. Hatti zatında ben bahçe iĢlerini boĢ zamanımda yaparım. Örneğin bir kere
bahçeyi sulamaya gündüz hiç zaman ayırmam, hep gece sularım. Bir Ģey daha
söyleyeyim. Ben bu kumda bu ağaçları tutturabilmek için diktiğim sene gece 5 ay
boyu devamlı burada yattım. Ayrıca ben köyün ustasıyım. Her sene birden fazla, 12-3 ev yapıp bitiririm. Ayrıca ben geçimim için köyümde her iĢi yapıyorum. Örneğin
yonca tırpanlanması, ekim zamanı ekin biçme. KomĢularım sağolsun parayla
yaptıracakları iĢlerini bana sormadan baĢkasına vermezler. Yonca biçim zamanı
yoncası olanları sıraya alırım. Çoğuna tırpanı gece ayıĢığında vururum. Daha
Türkçesi benim 24 saatimin 15 saati çalıĢmayla geçer. Sizin anlayacağınız benim
dıĢımda sıradan bir komĢuya da sorarsanız alacağınız cevap Ģu olur. Benim halk
dilinde iki adım vardır. 1. Rıza Dede, 2. inĢaat ustası. Üstelik bir yıl da eğitmenlik
yaptım. O zaman da üç adım vardı; Rıza Dede, Rıza Usta ve Rıza Hoca. Yani köy
komĢularıma sorduğunuzda alacağınız cevap budur.
Soru 5- “Rıza, gerçekten Dede misin?”
“Saygıdeğer MüffettiĢ Bey, benim Dedem Divriği yöresinde hem Ġslâm Hocası
olarak dedelik yapmıĢ, hem de eski yazı hocalığı yapmıĢtır. Dedem ömrünü o
vazifelerle tamamlamıĢ. Ancak babam çok küçükken dedemin ölmüĢ olması dolayısı
ile babam okuyamamıĢ. Dumluca Köyünü kurmuĢlar, sonra burayı da mezra olarak
kurmuĢlar. Bu köy de küçük olduğu için halen 1957 yılına kadar köyümüze Latince
harfi ile okuma yazma gelmemiĢti. Ben küçükken de babam öldü. Ben de
okumaktan mahrum kaldım. Ancak ben de 13-14 yaĢında bir ilham peydah oldu,
beni bir merak sardı. Kendiliğimden okudum. Param pulum da yoktu. Dostlarım
bana alfabe ve defter kalem aldılar. Kendiliğimden okuma yazmayı öğrendim. Daha
196
Ölmeyen Çocuk
sonra köyümde okulu icat ettim. ġu ana kadar köyde toplum adına ne yapılmıĢsa
benim eserimdir. Ben dedeyim ama benim dedeliğim bir cami hocası gibi, bir cem
dedeliği gibi değildir. Benim dedeliğim ilimle, bilimle, sosyal barıĢladır. Sevgiyle
ilgilidir. Biz soydan gelen ocak evlatlarıyız. Bu köye 1.5 saatlik ırakta bizim
ceddimizin türbesi vardır. Adı Seyit Garip Musa Sultan‟dır. Osmanlı padiĢahları
tarafından beratlıdır.
Bizim bulunduğumuz köyde mahkemelik kimse olamaz. Ġki kiĢi kavga etse,
mahkemeye gitmiĢ olsa bile biz araya girer en çok ikinci celse de onları barıĢtırır
davalarını geri alırız. Bakın bu köyde mahkemelik kimseyi bulamazsınız. Artı ben
Divriği‟ye gittiğim zaman civar köylerden de tanıyanlar hemen beni yakalarlar.
Onların davasının sebebi ne olursa olsun mutlak sulh ederim. Sonra bizim
hallettiğimiz davada barıĢ da vardır. Tarafları barıĢtırırız. Birbirlerine alıp verecekleri
varsa alır veririz. Bu barıĢ da kalıcı olur. Ben bu gibi yaptığım hizmetlere karĢılık
para pul da almam. Ben özellikle paralı dedelik yapmam. Görüldüğü gibi kendi
kazancımla geçinirim. Dolayısıyla benim dedeliğim böyledir.“
Soru 6- “Rıza dede, (MüffettiĢ bu sefer Rıza Dede diye sormaya baĢladı) senin
bize sormak istediğin bir Ģey var mı?
“Sayın müffettiĢ ve hemĢehrim Recep Bey benim soracağım yoktur. Ancak
konuĢacaklarım vardır.“ MüffettiĢ, „Buyurun Rıza Dede.“ “Üzgünüm ve dertliyim
Beyim.“ “Niçin?”, „Bakın bu köye karayolu gelmiyor, henüz bu ağaçlara meyve
verdiremedik. Ama bir iki sene sonra bu ağaçlar meyve vermeye baĢladığında iĢte o
zaman problem artacaktır.“
Üstelik öteki tarafta bir tarlam var. Birazdan göreceksiniz öbür seneye orayı da
elmalık yapmayı düĢünüyorum ki, bu bahçelerin elmalarını nasıl ve nerede
satacağız sorunuyla karĢı karĢıyayız.“
Soru 7- “Peki Rıza Dede kara yolu gelme imkanları yok mu?”
Cevap: „Olmaz olur mu? MüffettiĢ Bey devlet isterse ne yapmaz? ġimdi
düĢündüğüm en kolay ve de en yakın olan 40 dakika yakınımızda GöcetaĢı Tren
Ġstasyonu var. Orada yük alınıp veriliyor. Orası için uğraĢacağım, Ģayet yol yaptırma
imkanlarını bulamaz isem Ģunu açıkça ve ciddi olarak söylüyorum ki, ben bunca
emeklerimi satıp ve burayı terk edip bu memleketten gitmek zorunda kalacağım.“ Bu
olumsuz ve üzücü konuĢmam MüffettiĢi ve Recep Bey‟i çok üzmüĢtü. Adamlar haklı
olarak üzüntülerini beyan ettiler. ġimdi o bahçenin bulunduğu yerin adı Kumluk idi.
Kumluk‟tan kalkıp yürüdük, Köyün önündeki bahçemize geldik.
KÖY ÖNÜNDEKĠ BAHÇEM
Burada da altı dönüm bir tarlamız vardı. Bu tarlanın güney tarafında, tarladan iki
metre yükseklikte adi taĢlarla örülmüĢ bir duvar var. Duvarın üstü 20 x 120 metre
uzunluğunda yaklaĢık 450 m² yerimiz vardı. Bu yerde eski ağaçlardan sadece altı
197
Ölmeyen Çocuk
tane büyük dut ağacı, iki tane de elma ağacı vardı. Ama bu ağaçlardan doğru dürüst
mahsul olamıyorduk. Ben bu ağaçları kökünden söktüm. Bu yerin doğusunda yol
yolun üstünde su arkı var. Köyümüzün suyu gider buradan. Bu arkın batısı ise bizim
elma yapacağımız tarlamızdır.
Ben bu 450 m²„lik yeri 50 adet karıĢık meyve ağacı ile donatmıĢtım. Çoğunluğu
kayısı olmak üzere elma, kiraz, viĢne, erik, Ģeftali, hatta iki tane de ayva ağacım
vardı. MüffettiĢler geldiğinde de viĢneler kızarmıĢtı. Bahçeye bir girdiler, hayrete
kapıldılar. Zümrüt gibi bahçe, bu bahçenin yol tarafında, bahçenin devamında ileriye
doğru uzayıp giden yolun altında yüzün üzerinde tek sıra halinde ağaç. Bunları 15
yaĢlarında dikmiĢtim. MüffettiĢler geldiğinde ben 26 yaĢımı bitirmiĢ 27‟den gün
almıĢtım.
MÜFFETTĠġ ve ZĠRAAT BÖLGE MÜDÜRÜ RECEP ERĠMOĞLU
Bana Ģöyle 2-3 dakika baktılar, hayret ettiler ve Ģu sözleri söylediler: „Sen bir
harikasın. Rıza Dede gerçekten Dede. Sen bir yaratıcısın Rıza Dede. Okula
gitmemiĢ olan, hatta anadan babadan yetim kalmıĢ olan bir çocuğun baĢarabileceği
bir iĢ değil bunlar. Olağanüstü bir kabiliyete sahipsin” dediler.
Velhasıl hayretler içinde akĢam ettiler. Çaylarını içtiler, karınlarını da doyurdular.
Bana baĢarı dileklerini de sundular ve trenle Divriği‟ye döndüler. Orman müffettiĢi
Recep Erimoğlu‟yla 1962‟den bu yana hiç görüĢemedim. YaĢıyorsa Allah selamet
versin.
KEMAL ERMĠġ ve MUSTAFA AĞA, KÖKEYĠK
Ziraat çiftliğinde ÇavuĢ Mustafa Ağa adıyla anılır, GümüĢhacıköyü‟nden olan
Kemal ErmiĢ‟in kayınbabasıdır kendisi. Amasya yolculuğumda bu Ģahısla tanıĢtım.
Bu Ģahısla geçen anılarım unutulmaz bir olayıdır.
Amasya‟ya ilk gidiĢimdi. Ama Amasya‟ya tren yolculuğum Ģöyle olmuĢtu. Sabah
saat 3.30‟da Amasya‟ya inmiĢtim. 03:30 sularında hava henüz yeni ıĢımaya
baĢlıyordu. Sokaklarda yol soracak insan da bulunmuyordu. Amasya‟nın yeri de düz
bir yer değildi. Daha doğrusu Amasya‟nın düz bir alanı yoktu.
ġehri bilmediğim için nereye, hangi tarafa gideceğimi de bilmiyordum. Gittiğim
yol anayol olduğu anlaĢılan ve bir dere Ģeklinde oldukça bol bir suyu takip eden bir
yol buldum. Yolun benim gittiğim istikametteki suyun sağı Ģehir, suyun sol kenarı
yüksek kayalıklardı. Bu yolu tutup yürümeye devam ettim. 500 metre kadar
yürüdüm. Yolun sağında bir sabahçı kahvesine denk geldim ve buna sevindim.
Kahveye girdiğimde içeride iki insan oturuyordu. Kahveci de çay yapıyordu. Ben de
gittim bir sandalyeye oturdum. 10 dakika civarında oturdum, benim karĢıma 45
yaĢlarında pala bıyıklı bir adam geldi oturdu. O arada çaylarımız da ağzı kapaklı
olarak getirildi, önümüze kondu. Ben çayımı içtim ve bir çay daha ısmarladım, ikinci
198
Ölmeyen Çocuk
çayımı da içmeye baĢladım. Bu arada karĢımda oturan pala bıyıklı adam geldi,
benim masaya oturdu. Benim de bıyıklarım dike yukarı bükülüydü, o kadar pala
değildi. Ama fevkalade bıyıklarım vardı. Belki adam benim de kendininki gibi bıyığım
olduğu için yanıma gelmiĢti kim bilir... Kendisine bir çay ısmarladım. Adam kabul etti.
Sonra baĢladı sormaya. Soru 1- “Evlat nerelisin?” Cevap: “Sivas‟ın Divriği
ilçesindenim.“ Soru 2- „Adın nedir?.“ Cevap: „Adım Rıza.“ “Evlat senin demirin bizim
demire benziyor.“ Yanıt: „Sizin demir ne demek dayı?” „Bizim demir, çelik demirdir.
Hiçbir mücadeleden geri dönmez bir demirdir. Benim adım da Mustafa evlat.“
“Tamam dayı aynı demirdeniz.“ Soru 3- „Buraya ne için mi geldin evlat?“ Cevap:
„Ben buraya fidan almaya geldim.“ Mustafa Dayı, „Senin Ģansın varmıĢ evlat, zira
ben burada bulundum. ġimdi burada biraz daha oturacağız. Benimle birlikte
geleceksin. Ben sana bir adam bulacağım. O seni fidan alacağın yer olan Kökeyik
Çiftliğine götürecek.“ Adam bana yakınlık gösteriyor, yardım etmek istiyor ama
benim de içimde kuĢku uyanıyor, „Acaba bu adam bana niçin yaklaĢıyor? Bana niçin
yardım etmek istiyor? Adamın amacı nedir?“ diye ben iyice kuĢkulanmaya baĢladım.
Binaenaleyh ben bu kuĢkuda iken adam bana bir çakmak teklif etti, sigara çakmağı:
„Bu çakmağımı alır mısın evlat? Çakmağım değerli bir çakmaktır. Ama sana hatıra
olsun diye 2.5 liraya veririm. Zira sen bizdensin“ dedi. Ben sigara içmediğim halde
hiç itiraz etmeden çıkardım adamın 2.5 lirasını ödedim ve çakmağını aldım. Adam
bana biraz daha yakınlaĢtı. Derken adamla muhabbetimiz koyulaĢtı.
Velhasıl adamla kalktık. Amasya‟da öğleden sonra saat 15:30‟a kadar gezdik,
adam aradığı ve Mustafa Ağa diye anılan adamı bulamadı. Bu sefer benim kuĢkum
yine baĢladı. Adam beni bir türlü bırakmıyor. Ben de bir yolunu bulup, bir tarafa
kaçıp adamdan kendimi kurtarmayı düĢünüyorum ama bir türlü baĢaramıyorum.
Adam bazen söylüyor: „Meraklanma evlat, ben sana Mustafa‟yı bulacağım. Zira
Mustafa Ağa bugün Amasya‟da, o muhakkak Kökeyik‟e gidecektir“ diyor. Adam,
„ġurada bir fırın var. Mustafa Ağa acıktı mı bu fırına gelir karnını doyurur. Biz bir de
bu fırına gideriz. Eğer burada da yoksa o zaman biz yola ineceğiz, çiftliğe giden
arabaları bekleyeceğiz. Mustafa Ağa o arabalarla çiftliğe gider” dedi.
Mustafa Dayı ile bir fırına girdik. Aradığımız Mustafa Ağa‟yı fırında nihayet
bulduk. Bizim Mustafa Dayı Mustafa Ağa‟ya Ģunları söyledi: „Sabah saat dört buçuk
beĢten bu saate kadar seni aradık. ġu anda öğleden sonra 3:30.“ Mustafa Ağa pide
yaptırmıĢ, pide fırına sürülmek üzereyken Mustafa Ağa‟yı bulduk. Mustafa Dayı „Biz
8 saattir aç dolandık. Hadi bakalım bizim pidelerimizi de yaptır” dedi. Mustafa Ağa
ise yeniden kıymalı pide yaptırdı. YaklaĢık 8-9 saattir acıkmıĢ karnımızı bir güzel
doyurduk. Mustafa Ağa ile Mustafa Dayı orada yarım saat kadar bir sohbet ettiler ve
ayrıca üstü kapaklı kiĢi baĢına ikiĢer çay geldi. Onları da içtik. ġimdi sıra geldi beni 8
saat gezdirip sonunda aradığı adamı bulup beni teslim eden Mustafa Ağadan
ayrılmaya. Mustafa dayı diğer Mustafa Ağa‟nın elini ellerinin içine aldı hem ellerini
okĢuyor, hem de konuĢuyor. Ona Ģöyle söylemiĢti. Mustafa dayı, Mustafa Ağa sen
gümüĢ hacı köylüsün. Ben de o havalelerdenim. Bu çocuk ise Divriği gibi ırak bir
199
Ölmeyen Çocuk
memleketten Amasya‟ya damızlık elma fidanı almaya gelmiĢtir. Ben Rıza‟yı kahvede
buldum. Rıza‟nın da Ģansı varmıĢ. Kendisini epeyce yormama rağmen sekiz saat
dolaĢtırdıktan sonra Ģimdi sana teslim ediyorum. Mustafa dayı daha öte gidiyor.
Rıza sana tanrının emanetidir. Zira senin de orada damadın vardır. Sonra orası
senin çevrendir. Rıza‟ya en güzel fidanlardan aldır ve ona yardım et dedi.
Mustafa‟lar el sıkıĢtı beni de samimi duygularıyla bir kucakladı ve öptü. Allah‟a
ısmarladık diyerek bizden ayrıldı. Mustafa dayının soy ismini adresini almadığıma
hala yanıyorum. Mustafa dayı o zaman 45 yaĢlarında felan vardı. ġimdi sene 19581998. Tam 40 sene oluyor. Eğer yaĢıyorsa 85 yaĢında olması gerekir. Allah ahiretini
düzgün getirsin. ġayet öldü ise Allah gani gani rahmet eylesin. Ruhu Ģad olsun. Yani
ilk tanıĢtığım Mustafa‟dan ayrıldık.
MUSTAFA AĞA
Mustafa Ağa Merfizon-GümüĢhacıköy‟dendir. O zamanki tecrübe yetersizliğim
olacak ki onun açık adresini ve soy ismini yazmamıĢtım.
Mustafa Ağa beni öbür Mustafa Dayı‟dan teslim aldı. Teslim almasına aldı ya bu
Mustafa Ağa benimle hiç konuĢmadı. Kimsin necisin diye hiç mi hiç sormadı. Saat
dörtten yaklaĢık 17.30‟a kadar onunla gezdik. Sonunda geniĢ bir ana yola indik.
Yolun sağında beklemeye baĢladık. KonuĢmuyor Mustafa Ağa.
Nihayet bir kamyonet geldi, hemen önümüzde durdu. Arabanın üstü çadırlı,
arkasında yaklaĢık 15-20 insan var. Ġnsanlar belli ki, alıĢveriĢ etmiĢler. Çuvalları,
heybeleri hepsi dolu idi. Amasya‟nın yakın köylülerindenmiĢ. Arabada doğrudan
doğruya Kökeyik‟e gidecekmiĢ. ġimdi biz arabaya bindik, arabadaki insanlar
Mustafa Ağa‟yı hepsi birden selamladılar. Saygı duydular ve yer gösterdiler. Beni de
bir minderin üzerine oturttular. Oradaki insanlardan birkaçı Mustafa Ağa‟ya soru
sormaya baĢladılar. Mustafa Ağa‟nın nereye gittiğini, niçin gittiğini 3-4 Ģahıs Mustafa
Ağa‟ya sordular. Mustafa Ağa henüz cevap vermeden aralarından yine ikisi, „Yahu
Mustafa Ağa, niçin gitmesin? Sormanıza ne gerek var. Adamın çiftlikte kızı var,
damadı var, artı çiftlik ve ziraat teĢkilatının müdürü, müdür muavini. Aynı zamanda
dedeler. Kökeyik demek Mustafa Ağa demektir.“ Bana gelince, ben de bu arabanın
içinde konuĢmaları seyrederken Mustafa Ağa‟ya karĢı duyulan ilgiyi ve onun
Kökeyik‟teki çevresini duyunca artık bütün tereddütlerim ve bazı sıkıntılarım birden
bire kalkmıĢ ve yüreğim rahatlamıĢ oldu. Ayrıca Mustafa Ağa‟nın konuĢmayıĢının
kendisinin yapısından kaynaklandığını da anlamıĢ oldum. Bu konuĢmalarla bu
Ģenlikli yolculuğumuz Kökeyik Ziraat Okuluna gelene kadar devam etti. Ancak
arabanın içinde olan insanların çoğu kendi köylerinde inmiĢ. Kökeyik‟e giden sadece
benimle birlikte dört kiĢi kalmaĢtık. Kökeyik‟te indik ama karanlık olmuĢtu.
Etrafı iyice seyredememiĢtim. ġimdi orada beni Ģu düĢünce sarmıĢtı: “Nerede
kalacağız acaba? Mustafa Ağa‟nın damadı bizim ikimizi de misafir edebilir mi veya
ayıp olur mu?” düĢüncesi beni sarmıĢtı. Binaenaleyh kendi düĢünceme göre
200
Ölmeyen Çocuk
Mustafa Ağa‟ya sordum: “Mustafa Dayı size birĢey sormak istiyorum.“ Mustafa Ağa
döndü Ģöyle bir yüzüme baktı: “Ne soracaksın? Sor bakalım.” Soru: „Acaba burada
otel yok mu?” Mustafa Ağa bir daha yüzüme baktı. Ama bu defa Mustafa Ağa‟nın bu
bakıĢı bambaĢkaydı. Birkaç saniye düĢündüm. Sanırım Mustafa Ağa‟nın aklına
Ģunlar gelmiĢti: „Bizden ayrılan Mustafa Dayı‟nın gönül dostu olan Mustafa Dayı‟nın
emanet ettiği söyleĢi birden bire gözünün önüne gelmiĢti.
Mustafa Ağa baĢladı konuĢmaya: “Sen oteli niye soruyorsun? Ben burada
neyim? Çalı gölgesi miyim? Yolda konuĢulanları duymadın mı?” Mustafa Ağa bu
sözlerle beni bir güzel haĢladı. Hata ettiğimin farkında oldum, hemen özür diledim.
Mustafa Ağa dediysem de serde gençlik de var, ben kıp kırmızı kesildim. Mustafa
Ağa, „Hadi düĢ peĢime, beni takip et“ dedi ve Mustafa Ağa‟yla yaklaĢık 20 dakika
yürüdük. Kökeyik‟in kasaba Ģeklinde bir yer olduğu belliydi. Velhasıl mahallenin
dıĢına çıktık. Bina üzeri lojmanlar yapılmıĢtu. Bu lojmanlardan birine girdik ama çok
güzel bir sürpriz olayla karĢılaĢtık. Yani o anda elimde bir televizyon kamerası
olsaydı o güzel manzarayı kameraya alıp seyretmeye değerdi diye düĢünüyorum.
Olay Ģu idi. Mustafa Ağa‟nın kızı yeni evlenmiĢ, ilk çocukları, oğulları olmuĢtu.
Mustafa Ağa‟nın kızı, o genç pırıl pırıl körpe hanım, bacım olsun bir güzellik var,
bir fizik var ki, Cenab-ı Allah özel olarak yaratmıĢ. Ġnsanın bakmaması elinde değildi.
Çocuğa baktığın zaman iki tane yaratık bir nurun parçaları Ģeklindeler. Bu genç
hanım evin giriĢinde bir beyaz çarĢaf sermiĢ, o çarĢafın üzerine biraz daha küçük bir
çarĢaf daha sermiĢ, onun üzerine de çocuğun kundak bezini, kundak bezinin
üzerine bir de yumuĢak tüylü bir bez sermiĢ. Çocuğu bu serginin üzerine yatırmıĢ
ama halen hayalimden çıkmayan acaip bir görünüm. Çocuk bezlerin üzerinde bir
güneĢ gibi parlıyor. Allah‟ın nazarî üzerinde olsun öylesi çocukların. Bu Ģekilde bir
güzel manzarayla karĢılaĢmıĢtım.
ġimdi dönelim babayla kızı ve dedeyle torunu arasındaki görüĢmelere. Kızı
babasına sarıldı, birbirleriyle döne döne doyasıya öpüĢtüler. Sonra kız bana o kadar
bir nazikane davranıĢla „HoĢgeldiniz” dedi ve koltuğun üzerine yumuĢak, özel bir
minder koydu ve beni oraya oturttu. Mustafa Ağa torunu kucağına aldı, onu da kızı
gibi aktardı dönderdi sevdi. Ondan da sevgi payını aldı ve hasretlikler giderildi.
Mustafa Ağa torunu severken kızı da bir baktım ki, büyük fincanlara kahveleri
yapmıĢ, parlak madenî bir kahve tepsisinde fincan tabaklarının içinde kırtıklı el
iĢlemesi peçeteler ve yanlarında su, kahvelerimizi ikimizin önündeki sehpanın
üzerine koydu. Kızı tekrar döndü ve babasına, „Babacığım müsade edersen
torununun kundağını yapayım” dedi. Baba izin verdi, „Tabi kızım” dedi. Bizim
gözümüzün önünde torununu beledi. „Biz de zevklenerek iyleriy, bu misafirimiz
yabancı değildir” dedi Mustafa Ağa. Aslında kızı da bana yabancı muamelesi
yapmamıĢ olduğu belliydi. Bu körpe hanım kız, zevkli zevkli kahvemizi içerken o
güler yüzleriyle nur gibi çocuğunu zevkle kundakladı. Çocuk ise annesi hizmetini
yapıp bitirene kadar kundakta uyuyakaldı. Bir film sahnesi gibi olay sona erdi. Bu
201
Ölmeyen Çocuk
zevkimizi aldık, kahvelerimizi içip bitirdik. Bir de baktık damat bey Kemal ErmiĢ
geldiler.
Kemal Bey „Ooo babacığım hoĢ geldiniz, sefa geldiniz” diyerek kayın babasını
karĢılarken, Mustafa Ağa damadı Kemal Bey‟e beni tanıttı. Kemal Bey hemen izin
istedi kalktı, baĢka bir odaya geçti. YaklaĢık 40-45 dakika hazırlık yaptı. Kemal Bey
geldi bizi öbür odaya buyur etti. Biz Mustafa Ağa‟yla odaya girdik ki ne görelim;
akıllara durgunluk veren bir masa hazırlanmıĢ, büyüklüğü yaklaĢık 120 x 80 çapında
bir masa, masanın üzeri öyle bir donaltmıĢ ki, masanın üzerindeki yiyecek çeĢitleri
abartı olmasın 20-25 kadardı. Masada içkilerden Yeni Rakı, AltınbaĢ Rakı, bir ĢiĢe
de Ģarap vardı. Etlerden pirzola, biftek, haĢlanmıĢ tavuk ve Amasya‟nın yerli petek
balı. Amasya elması, turĢu, iki çeĢit salata vardı. Ama birisi domatesliydi, diğerinin
ismini bilmiyordum. Beyaz peynir, kaĢar peynir, yeni yapılmıĢ sıcak bazlama,
ekmek. O zamanın fırancalı somun ekmeği, kuruyemiĢ. Bu saydıklarım aklımda
kalanlardır. Yani masanın bugünün parasıyla 100 milyon değerinde bir masrafı
vardı. Bu kadar zengin ve meth etmeye değer bir masa hazırlanmıĢtı. Benim aklıma
bayı düĢünceler gelirken, peĢinden görüĢümün doğru olduğu da açıklandı. ġuydu
görüĢüm ve düĢüncem: “Mustafa Ağa kızını Kemal‟a vermiĢ, aradan yaklaĢık 1.5 - 2
yıl geçmiĢ, henüz kızını görmeye gitmemiĢti.“ ĠĢte Allah‟ın iĢine bak ki, böylesi bir
aileyle tanıĢmak aynı zamanda böylesi bir güzel manzarayla karĢılaĢıp kaynaĢmak o
gün bana da nasip olmuĢtu. ġu anıya bakın.
BĠRER LOKMA YĠYECEK ALDIK KADEHLER KALKACAK
Ġlk kadehi Mustafa Ağa eline aldı. Bize henüz kadehler kaldırmayı teklif etmeden
Mustafa Ağa Ģunları sordu: “Eh Sivaslı Ģimdi söyle bakalım, sen kimsin, aslın neslin
nedir? Köyünü, kimliğini bana anlat bakalım” ve devam etti: „Alevî olduğunu
öğrendik. Dedelik de var mı?”
Mustafa Ağa‟ya cevap vermek gerekiyordu. Aslında ben de böyle bir soruyu
bekliyordum. Nihayet beklediğim soruya cevap vermek zamanı da gelmiĢti. “Değerli
Mustafa Dayı ve yine çok değerli Kemal Bey, ayrıca sevgili bacım, önce bu aile
tablonuzu kutluyorum. Sizlere bu güzel yavrunuza da sihhatli sağlıklı huzurlu ömür
boyu bir yaĢam ve mutluluk diliyorum. Evliliğiniz, nikâhınız, Peygamberimiz
sallallahu aleyhisselam Hazretlerinin Fatımatı Zehra Anamıza kıymıĢ olduğu nikâh
olsun. Çocuğunuza Allah-u Teâla‟dan sağlıklı akıllı zekalı ve hayırlı ihsanlar dilerim.
Cenab-ı Allah bu güzel çocuğu size bağıĢlasın.”
Bu duayı ettikten sonra sıra sorulara cevap vermeye gelmiĢti. Cevap verme
hamlesine geçmeden Mustafa Ağa „Dur” dedi. „Hele birer yudum alalım konuĢmana
sonra devam et.“ Hep birlikte kadehlerimizi kaldırdık. Mustafa Ağa da damadına,
kızına olan dileklerini bildirdi ve evliliklerini kutladı. Ayrıca o günkü damadının evine
202
Ölmeyen Çocuk
geliĢ nedenini açıkladı ve kızına altın getirmiĢti, onu da boynuna taktı, torununa
epeyce bir Ģeyler getirmiĢti. Onlar gözönüne getirildi, bu fasıl yaklaĢık 45 dakika
sürdü. Sonra bu ziyaretin ve bu mutluluğun Ģerefine birer kadeh daha kaldırdık.
Nefis yemeklerden biraz yedik, aradan bu Ģekilde bir saat geçti. Mustafa Ağa tekrar
benim cevab-ı konuĢmamı tamamlamam için yol verdi. Ben devam edttim: “Sayın
Mustafa Ağa, ben Divriği‟nin Bahçeli Köyündenim. Köyümün eski ismi Pengürt‟tür.
Eğer olabilirsem dinim Ġslâm ve inancım Alevîdir. Soyum Seyit Garip Musa Sultan
soyundandır yani bir dede oğluyum. Ceddimiz ise Hz. Hüseyin soyundan takip eden
yedinci imam, Musa Kâzım‟ın torunlarından Resuldan doğmadır. Türbesi yine
Divriği‟nin eski ismi Alan Köyü, yeni ismi Garip Musa Tekkesi‟dir. Eğer layık
olabilirsem iĢte soyum da, kimliğim de budur. Buyurun Mustafa Ağa.“ Mustafa Ağa,
„Tamam” dedi. “Mesele kalmadı” dedi ve devam etti: “Sayın Rıza Dede, bugün seni
bana getiren değerli dostum Mustafa‟nın seni emanet ettiği kadar ve vermiĢ olduğu
değere layık bir insan olduğun ortaya çıktı ve ben de diyorum ki, bugün bu sevgili
kızıma, damadıma yalnız baĢıma gelirken Allah‟ın iĢine bak ki, senin gibi bir aynı
zamanda dede olan bir misafiri bana nasip etti. Bu buluĢma bir tesadüf eseri ama
daha ziyade bu sevgili çocuklarımın da bir Ģansı da varmıĢ ki, senin gibi bir ocak
sultanının duaları da nasip oldu. Gerçekten çocuklar, bugünkü böylesi bir buluĢma
ve manzara beni son derece memnun etmiĢtir. Daha Türkçesi biz, bugün gökte
aradığımızı yerde bulmuĢuz. Kemal oğlum Ģu manzaraya bak: Mustafa arkadaĢım
bana bu dedeyi getirmek için Amasya‟da beni sekiz saat aramıĢlar ve beni bir fırında
buldular. ĠĢte böyle bir buluĢma olayına ben diyorum ki, mucizevi bir olaydır. Üstelik
arkadaĢım Mustafa bu çocuğun bir dede olduğunu da bilmiyordu. Mustafa sadece
bunun Divriğili olduğunu ve Alevî olduğunu anlıyor ve sekiz saat dolaĢtırıyor
yanında. Bana Tanrının bir emaneti olarak da teslim etti.“
Velhasıl sayın Kemal ErmiĢ‟in evinde kendileriyle, kayınbabalarıyla sanki daha
önceden birbirlerimizi uzun yıllar tanıyormuĢçasına o güzel nefis nimetleri yiyip
içerken daha fazla önem taĢıyan husus da Ģuydu. A. Bu ailenin yeni evlenmiĢ ve nur
topu gibi bir çocuklarının doğmuĢ olması, B. O gün için babalarının kendilerini
görmeye gelirken kendi deyimlerine göre bir dede oğluyla babalarının buluĢması ve
dolayısıyla söz konusu kültürel muhabbetlerle, dualarla ailenin o günkü mutluluğuna
renk katmasıydı.
Bu Ģekilde muhabbetlerimiz devam etti. Neticede güzel muhabbetin sonunda
ben iyice dengeyi epeyce kayıp etmiĢim ve yatmıĢım. Bir uyandım ki; güneĢ
doğmuĢ, saat 9:30 olmuĢ. Kalktım, yıkandım, o değerli gelin kahvaltımı hazırlamıĢtı,
kahvaltıya oturdum ama Mustafa Ağa ve Kemal Bey yoklardı. Gelin dedi ki,
„Ağabey, Kemal iĢe gitti. Babam da onunla gitti. Seni uyandırmadılar. Fakat sana Ģu
pusulayı yazdılar” dedi, elime bir kâğıt verdi. Ben kahvaltımı yaptım, kalktım, Kemal
Bey‟in evinden layık olmadığım bir saygıyla ve hürmetle yolcu oldum. Elime verilen
pusulada Ģunlar yazılıydı: „Fidan dikme vesaire iĢlerin ġefi Bedri Güney‟e
gideceksin. O Bey sana gerekeni yapacaktır.“ Bu pusulayı aldım, Kökeyik T.C.
203
Ölmeyen Çocuk
Ziraat Okulu Müdürlüğüne gittim. Orada Bedri Güney‟i buldum. Pusulayı Bedri
Bey‟in eline verdim.
ġĠMDĠ BEDRĠ GÜNEY‟DEYĠZ
Aslında Bedri Güney‟den fidanlarımı aldığımı ve köye götürdüğümü önceki
sayfalarda yazmıĢtım. O sayfalarda ise fidan almaya gittiğim, karĢılaĢtığım ve bana
yardım eden o değerli dostlarla geçen anılarımı yazmıĢ oldum. ġimdi de Bedri
Güney‟in fidan almaya aracı olarak yardım ederken geçen anılarımzın bir kısmını
aktaracağım.
Bedri Güney‟e pusulayı vermiĢ, fidanları almıĢtım. Fidanları aldıktan sonra Bedri
Güney‟in verdiği talimat gereğince 450 adet fidanı aldığıma dair çiftlikten aldığım
faturayı tekrar aynı gün daireye getirdim, tesim ettim. Bedri Bey beni bir koltuğa
oturttu, yine ağzı kapaklı iki çay ısmarladı. Ben çayları içene kadar Bedri Bey
fidanlarımın menĢe kayıtlarını yaptırdı ve getirdi, elime verdi. Sonra Ģunları söyledi:
„Bak Rıza, bu sene geç gelmiĢsin. Dolayısıyla fidan alabilmen için çok yorgunluk
oldu ve bu fidanları kendinize ayrıca fazlasını köylülerine götürüyorsun. Daha sonra
gelmek istersen, öncesinden bana geleceğini bir mektupla bildir. Ben sana istediğin
kadar fidan ayırayım, götür sat, para kazan“ diye izahatlarını da yaptı. Bu değerli
insan 100-200 metre yol yürüdü ve beni yolcu etti. Allah o insana selamet versin.
Maalesef 1958‟den beri bir daha ne gittim, ne de görebildim.
KAYABAġI ĠSTASYONU
Bedri Bey„den ayrıldım, tekrar Faruk Çöl‟ün çiftliğine gideceğim. Bu iki çiftliğin
arası yaya olarak 1.5 saat sürüyor. Ġki çiftlik arasında yolcu taĢıyan vasıta yoktu.
Bazen yoldan motorlar, yük arabaları, kamyonetler ve at arabaları geçiyordu, denk
gelirsem bunlardan birisine binecektim. Maalesef çiftliğe varana kadar hiçbirini
bulamadım. 1.5 saat yaya yürüdüm. Çiftliğe vardım. Oraya ulaĢtığımda fidanlar
orada yığılı duruyordu. Ana yola çıktım, bir tane boĢ yük kamyonu geçiyordu. El
kaldırdım, adam geldi ve fidanları birlikte kamyona yükledik. Arabanın Ģoför mahalli
boĢ olduğu halde adam „Ben yolcu taĢımam“ diyerek beni arabaya almadı.
Ramazan ayının 27‟siydi ve sıcak bir gündü. Ġki çiftlik arasında iki kez yaya
gitmem gerekiyordu ve yol 3 saat sürecekti. 1.5 saat de oradan KayabaĢı‟na
yürüyecektim. Dayanabilirsen dayan… Oradan da yaya olarak yola çıkmıĢtım. Ama
açlık bir taraftan, sıcak bır zandan derken 3 saat yol sürdü, bir saat de ayakta
durkmakla geçti. 4 saat içinde iyice iĢim bititi. Bir baktım 4 tekerli bir at arabası,
üzerinde bir yolcu bir de arabayı süren adam var. Bunlara el kaldırdım, durdular.
Arabaya atladım. Hemen bir soruya maruz kaldım. Arabacı sordu: „Oruç musun?”
ġimdi 1.5 saatlik yolu yaya yürümek için yalan söylesen değer mi? Üstelik yalan
söylemeyi de hayatta baĢaramam. Ben de cevap verdim: “Hayır oruçlu değilim.“
Arabacı tekrar sordu: „Niçin tutmadın? Mazuriyetin mi vardı?” Cevap, „Yoo,
204
Ölmeyen Çocuk
mazeretim felan yok.“ Tekrar sordu, “öyleyse niye tutmadın. Sen Müslüman değil
misin?” Bu arada ikinci Ģahıs devreye girdi: “Siz nerelisiniz?” Ben, “Divriğiliyim.“ Yine
aynı Ģahıs: “Sivas Divriği Sivas‟ın değil mi?”, Ben, “Evet.“ “Siz Alevî misiniz?” Cevap:
“Evet Alevî‟yim.“ Arabacı tekrar sordu: „Alevîler oruç tutmaz mı?” Cevap: “Tutar.“
Soru: “Hangi orucu tutarsınız?” Cevap: “12 Ġmamlar‟ın orucunu tutarız.“ Tekrar soru:
„Onlar da kimmiĢ?” Cevap: „Beyefendi bakın, arabanıza bindim diye bir sürü soru
sordunuz. Onlar Peygamberimizin torunlarıdır. Onları Kerbela‟da Ģehit ettiler. Bize
göre onları bilmeyenler Müslümanlıktan söz edemezler.“ Arabacıya bu sözleri
söyleyince zırt diye arabayı durdurdu, “Ġn bakıyım aĢağıya. Müslüman olmayan bir
Alevî„yi ben arabada taĢımam“ dedi. Hemen ben arabadan atladım. Elimi baĢıma
koydum, teĢekkür ettim ve gittiler. Ben de tekrar KayabaĢı‟na doğru yaya yürümeye
devam ettim. Ama bu tartıĢmayı sona erdirene kadar Ģöyle böyle 500 metre yol
almıĢtık.
KAYABAġI
Tam karanlık basarken KayabaĢı‟na vardım. Ġnsanlar sokaklardan çekilmiĢti. Bir
tane adam hızlı adımlarla yürüyordu. Adam orta yaĢlıydı. „Ey arkadaĢ, bir bakar
mısın?“ Adam geri döndü baktı. „KardeĢ bu yakınlarda otel yok mu?“ Adam, „Var“
dedi. Hemen yanıma dikildi, „Bak kardeĢim bu yolu doğru takip et, 200-300 metre
ilerde ve solda büyük bir kahvehane göreceksiniz. Oraya gir, oranın altı kahvedir
üstü de oteldir“ dedi, bana yol gösterdi, sağolsun. Ben yola devam ettim,
kahvehaneyi buldum. Kahvenin içinde üç tane adam vardı. Bu zatlar iftar
yemeklerini hazırlamıĢlar, masaya yemeklerini dizmiĢler ama bana göre iftar
etmeleri biraz gecikmiĢti.
Bu insanlar henüz yemeğe baĢlamadan iki tanesi kalktı, aynı yemeklerden ve
yanında bir tabak da viĢne olmak üzere bana da getirdi. Adamlar güleryüzle Ģunları
söylediler: „Kısmetin varmıĢ, aslında biz de iftara biraz gecikmiĢtik. Demek ki, bu
lokmalar size de kısmet olacakmıĢ. Hadi afiyet olsun“ dedi. Ben de teĢekkürümü
sundum. Ben ayrı onlar da üçü bir masada yemeklerimizi bir güzel yedik, karnımızı
doyurduk. Aradan 2-3 dakika geçti, iki tane de çay geldi. Çayı önüme koyarken ben
hemen sordum: „Burada otel var mı?“ „Çayını içtikten sonra Ģu karĢıda gördüğün
merdivenden yukarı çık. Üstü oteldir. Orada yatağını beğen. Sonra ister aĢağıya in
otur, istersen yatağında yat“ dedi.
Ben ise kahvenin etrafına, oturduğum yere Ģöyle bir göz gezdirdim, kahve geniĢ
bir salon, dıĢarı kapıdan girince sola dönünce tekrar sola doğru çıkan merdiven var.
Kahveye bilahare birkaç kiĢi daha girdiler. Anladığım kadarıyla hep birlikte teravihe
gideceklerdi. Adamlar bana hiçbir Ģey sormadılar. Ben de zaten çok yorulmuĢtum.
Hemen yukarı çıktım. Oradan bir tanesi benim peĢimden geldi, „KardeĢim, belki
ihtiyacın olur; Ģurası tuvalet, Ģurası lavabo“ diye. Bana oraları gösterdi. Ben de, „Çok
sağolun ve çok çok teĢekkür ederim“ dedim ve bir yatağıma yattığımı bir de gözümü
açıp kalktığımı biliyorum. Deliksiz bir uyku uyumuĢum. Yatarken yatak temiz mi,
205
Ölmeyen Çocuk
değil mi hiç bakmadım. Sabahleyin hem yatağıma hem etrafa bir göz gezdirdim. Her
taraf mis gibi temizdi. ġöyle bir esnedim, „Oh be dünya varmıĢ“ dedim. Yıkandım,
elbisemi giydim, aĢağıya indim. Saat de sekizi geçmek üzereydi. „Eyvah geç kaldım“
derken çay felan içmeye zaman kalmadı. Sadece yol azığı için ekmek alacaktım.
Binaenaleyh fidanlarım akĢam istasyona teslim edilmiĢ olmalıydı. Benim de
sabah erken gidip trene vermek üzere muamele yapmam gerekiyordu. AĢağıya
baktım, akĢamki adamlardan biri oraları tertemiz süpürmüĢ, paspaslamıĢ, çay
yapıyordu. Adama sordum, „Beyefendi ben Kökeyik„ten fidan aldım. Bu fidanlar dün
akĢamdan istasyona geldi, teslim oldu. Bu nedenle gidip onlar için muamele yaptırıp
trene vermem lazım ve sonrasında da yolcu treniyle yolcu olacağım. ġimdi bana yol
azığım için ekmek lazım. Nereden alabilirim? Bana bir bakkal veya fırın tarif edersen
memnun olurum.
Adam kapıya çıktı, „YaklaĢık 300 metre ileride yolun sağında bir fırın var. Oraya
git ekmeğini al. Hemen yanında da bir bakkal vardır. Ġhtiyaçlarını oradan alırsın”
dedi. Tekrar o Bey‟e dedim ki, „Abi ben akĢam yemek yedim, çay içtim. Sonra otelde
yattım. Bunların hesabı ne kadar tuttu? Ben ödeyeyim, zira bir daha geri
gelmeyeceğim” dedim. Beyefendi birkaç saniye hazırlandı ve konuĢtu: „Bak
kardeĢim, sen öyle bir zamanda hanemize geldin ki, tam iftar zamanıydı. Bak
Allah‟ın iĢine ki, bizim iftarımıza ortak oldun. Yani bekleseydik böyle bir misafir belki
gelmezdi. Senin de Ģansın varmıĢ, bizim de. Bu nedenle biz seni misafir olarak
kabul ettik. Para pul alamayız.“ Ben ise gönlümden Ģöyle bir düĢündüm: “Yani o bir
iki dakikanın içinde iki günün içinde kimlerle karĢılaĢtım. Kimler nasıl muamele
yaptılar…” diye hepsi gözümün önüne geldi. Hay Allah! AkĢamki o at arabasındaki
adamlara bakın, Ģimdi buradaki adamlara bakın. Ama görünürde hepsi de ve
hepimiz de insanız. Ama hareketler, yaĢayıĢlar, tavırlar, kabiliyetler, itham ve
hitaplar hiç birbirini tutmuyor.
Neyse, biz dönelim ekmeğimizi almaya. Ben o güzel ve güzel yüzlü insanların
kahvehanesinden ayrıldım. Tahmini 300 metre yürüdüm. Fırını buldum. Baktım
sıcak ekmekler çıkmıĢtı ben oraya ulaĢtığımda. Ekmekler yuvarlak ve büyüktü.
PiĢmiĢ ekmek 950 gram geliyordu. Ama o ekmekler çok piĢkin ve lezzetli oluyordu.
Ben ekmeğimi aldım, orada da dikkat ettim; hemen biraz önce tokalaĢıp ayrıldığım
adamın aynısı. Neyse ben kendisine sormadım, paraya davrandım. Beyfendi, „Yok,
yok” dedi. „Para ödemeyeceksin! Sen akĢam gelen bizim misafirimiz değil misin?”,
“Evet” dedim. Dedi, „KardeĢim sen bizim aziz misafirimizsin. Senden para almam”
dedi. Fırından çıktım, hemen 15-20 metre yakınında olan bakkala girdim. ġöyle
raflara göz attım. Güzel, kavanoz viĢne reçelleri gözüme çarptı. „Abi, bir tane viĢne
reçeli verir misin?” dedim. Bir tane büyük kavanoz reçel istedim. Reçelin fiyatı dört
liraydı. Adamın yüzüne baktım o da kahvedekine, fırındakine, fotokopi gibi
benziyordu.
206
Ölmeyen Çocuk
ġimdi Allah yalanı sevmez gönlümden geçirdim: “Ġllallah, bu memleketin
adamları hepsi birbirine mi benziyor acaba?” diye düĢünürken parayı çıkardım. O
da, „Yok yok para istemez, sen bizim akĢam gelen misafirimiz değil misin?“ ġimdi
siz olun da hayrete kapılmayın. Mümkün mü? Ben Ģimdi mecbur kaldım artık
sormaya, „Yahu ne oluyor bu iĢ? Kahvede yemek ve çay, otel parası alınmadı. „Sen
bizim misafirimizsin“ dedi, fırıncı para almadı. ġimdi zatınız da aynı ağızdan para
almam, sen bizim misafirimizsin diyorsun. Bu ne hal? Siz hangi alemin
insanlarısınız? Yani arkadaĢ sormak istediğim Ģudur. AkĢam sizin kahvehanenize
gelmeden bir buçuk saat önce karĢılaĢtığım hadise var. O insanları gördüm. ġimdi
akĢamdan beri sizi izledim. BaĢka alemlerden, baĢka bir dünyadan ve birbirine tam
zıt insanlarsınız.“ Bey haklı olarak sordu: „BirĢey mi oldu?“, „Yolda bir at arabası
geliyordu. El kaldırdım, durdu. Beni arabaya aldılar. Sonra „Oruç musun?“ diye
sordular. „Hayır“ dedim. Adamlar çok sert bir tavır içinde aĢağılayıcı kelimelerle beni
arabadan indirdiler. KayabaĢı‟na yaklaĢık bir buçuk saat yolu yürüyerek geldim.
ġimdi sizin kahvenize geldim. AkĢamdan beri yaptığınız Ģu misafirperverliğinizle
beni son derece utandırdınız.“ Adam, „Estağfurullah kardeĢim, o ne demek?“ dedi
ve iadeyi yanıtlarını verdi. Bu adam yine bir çay ısmarlamaz mı? „Yahu Beyefendi
aslında ben geç kaldım. ġimdi sizin çayınıza da kalırsam geç kalacağım“ dedim ise
de içmeden ayrılmak mümkün mü. Ramazının 29‟u olmuĢ, kendileri de oruç
olmalarına rağmen beni bu Ģekilde ikrama boğmuĢlardı. ġimdi sen gel böylesi güzel
ve de tam tersi olan öylesine birbirine zıt olan manzaralı anıları yazma. O
insanlardan ayrıldım ama o bir gecelik misafirliğin anılarını halen 40 yıldır
unutamadım. Demek ki, bir atasözü haklıymıĢ, „Bir kahvenin 40 yıl hatırı varmıĢ.“
Sene 1958-1998.
TAPU TESCĠL DAVASI
Yıl 1962-1963, Bahçeli Köyü hududu içinde babamızdan kalan, üzerimize intikal
eden 3 parça tarlayı 2 erkek kardeĢ üzeremize tapu tescili yapmak üzere Divriği
hakimi Ahmet Çıtırıklıoğlu nezdinde tapu tescil davası açacağız. Mirasçılar olarak
aynı babadan doğan 7 kardeĢiz. Bir de babamızın kızkardeĢi vardır. Babamızdan
ayrılalı 40 sene olmuĢ ama biz onu da razı ederiz. Hatta ilk aĢamada onun istediğini
verip iĢini halletmek gerekiyordu. Bu bir gönül razılığıdır.
Binaenaleyh ben öyle bir iĢlem, öyle bir iĢ yapmalıydım ki, üçüncü Ģahıslara ve
topluma örnek teĢkil edebilecek her konuda öncü olmam gerekiyordu. ĠĢte bu
düĢüncelerden hareketle daha davayı açmadan önce babamın bacısı olan Bibim‟in
yanına kadar gittim. Bibim ise Kangal‟dan Divriği‟ye kadar gelip bilgi alıp ondan
sonra bana ne yapacağı hakkında cevap verecekti. Ben de Bibim‟in görüĢüne
anlayıĢ göstermiĢ, Divriği‟ye gelmesini beklemiĢtim. Nihayet Bibimiz söz verdiği gün
Divriği‟ye gelmiĢti. Bibimle karĢı karĢıyayız. Yalnız söz de bize yardım etmek isteyen
bazı aracılar da vardı. Bazı meseleleri konuĢtuktan sonra bize daha iyi yardım
edebilecek olan tarafsız kiĢi Hüsnü Yüksel Bey vardı. Bu zat Divriği‟nin yerlisiydi.
207
Ölmeyen Çocuk
Kendisi manifaturacıydı. Hemen her mesele üzerinde uzman bir kiĢiydi. Hem de
çoğunluk halk tarafından beğenilmiĢ, sözü geçerli bir zattı. Aynı zamanda Bibim‟in
kocası olan, o zamanlarda 80 yaĢında olan Ģahsın dayısı veya dayıları da Hüsnü
Yüksel Bey„in de kirveleri ve de tüccar ortaklarıydı. Bu Ģahıslar Kangal‟ın Davutoğlu
Köyü„nden Murtaza Bey ve onun çocuklarıydı.
Hüsnü Bey„in kirveleri, EniĢte„nin dayıları olması nedeniyle ona daha çok inanıp
sözünü tutacaklardı. ĠĢin burasındaki kasıt Bibimi kandırmak kesinlikle olamazdı.
Kasıt Ģuydu. Bibim‟in acaba hakkı var mı yok muydu? Hakkı vardı da biz ona az bir
ücret ödeyerek baĢtan mı savacaktık veyahut da Bibimizin kanunen hiç hakkı
olmamasına rağmen ben, „Babamızın bacısı bizim de Bibimizdir“ diyerek ondan gizli
bir iĢlem yapmadan kendi vicdanımın sesini dinleyerek razı etmeyi mi
düĢünmüĢtüm. Bu konuların hakkında tam bir bilgi sahibi olsun dolayısıyla bizi de
iyice öğrensin ve rahat olsun istedim. Aslında Bibim bir gün önceden Divriği‟ye trenle
gelmiĢ. Avukatlardan bilgi almıĢ idi. Ama benim düĢüncem resmiyeti iĢin içine dahil
etmek değildi. Benim düĢüncem her konumuzu bizleri tanıyan halk içinde görüĢerek,
tatlıya bağlayarak barıĢ içinde olması Ģeklinde idi. Nitekim ilk fırsatta böyle olmuĢtu.
Bibim bizden 3.500 TL para talep etmiĢ, ben de 6 ay sonra ödeyeceğimi senetle
taahhüt etmiĢtim. ĠĢimiz böylece sonuca bağlanmıĢ oluyordu.
Bibim Hatice‟den bu onayı aldıktan sonra da Divriği‟de mahkeme nezdinde tapu
tescil davasını açmıĢ bulunuyordum. Tarih 1962‟nin mayıs ayı idi.
Bu aĢamadan sonra sıra biz iki erkek kardeĢten yaĢca büyük, bir tanesi de
bizden küçük olan beĢ tane kız kardeĢimize geldi. Bunların isimleri de Ģöyle: 1. En
büyüğümüz ġehriban eĢinin soy ismiyle Sopa, 2. Arzu Söğütlü (bu Ablamız
Ankara‟da idi). 3. Meliha Özdemir, 4. Bağdat Sopa, 5. Ġnsaf Küçük.
Yukarda isimleri geçen kız kardeĢlerimiz babadan kalan arazideki haklarını biz
iki kardeĢe devrettiler, bundan dolayı kendilerine minnettarız.
HAKĠM AHMET ÇITIRIKLIOĞLU NEZDĠNDE TAPU TESCĠL DAVASI
SÜRÜYORDU
Divriği hakimi Ahmet Çıtırıklıoğlu, davamıza bakan yine Ahmet Çıtırıklıoğlu. Bu
miras toplama süresi ne kadar oldu ona bir bakalım. Yukarıda belirttiğim gibi Ģahsi
düĢünceme göre benim açtığım tapu tescil davası dolayısı ile hakimin aldığı ilk
duruĢmada benim aklımın yettiği kadar hakim Ģunu Ģunu yaptır demeden, herhangi
bir emrivakiye maruz kalmadan dosyamı tamamlamam gerekirdi. Yine yukarıda
iddia ettiğim gibi benim özelliğimin ve öncü olmamın farkı da budur. Benim
kabiliyetime göre hakimin önüne sürdüğüm bir iĢlemde gizli yollardan mal kaçırıp
zorlayıcı yollardan mal sahibi olmak değil, yapmam gereken herhangi bir iĢlemde
noksanlık bulup tenkit almak yerine teĢekkür almak gerekir diye düĢünmüĢtüm. Bu
düĢüncemden hareketle dosyam duruĢmaya alınmadan bana düĢen ve bildiğim,
208
Ölmeyen Çocuk
aklımın yettiği iĢlemlerimi tam tekmil yerine getirmekti. Neticede bir buçuk ay
geçmiĢ, duruĢma günü gelmiĢ ve çağrılmıĢtım. Tarih Temmuz 1962.
Divriği adliyesi hakimi Ahmet Çıtırıklıoğlu‟nun huzurundayım. Saat dokuz,
duruĢma açıldı, ismim okundu. Nüfus tespiti yapıldı. Dava dilekçesi okundu. Sonuçta
soruldu. Hakim, „Rıza ġahin, mirasçılarını toplamıĢsın. Bu Hatice Yıldırım neyiniz?“,
„Babamın bacısıdır.“ Sayın Hakim„in sorusu: „Kaç yıl olmuĢ ayrılalı?“, „Efendim en
az 40 yıl ama tabi ki, sonra ıspatlanacaktır.“ Hakim, „Ben ıspatlanacağını sormadım.
40 yıldır herhangi bir tasarrufta bulunmamıĢ ise, bu mirasçıdan tapusuz yerler için
senet almana gerek yoktu. Ama bir yerde iyi yapmıĢsın. Onun gönlünü almıĢ, razı
etmiĢsin. ġimdiden teĢekkür ederim. Rıza ġahin, eğer baĢka mirascın yoksa senin
dosyanda aĢağı yukarı noksanlık yoktur. Ancak ikinci duruĢmada bu bacılarını da
buraya getir. Burada ibraz et. Ben onları dinleyeceğim.“ „Sayın Hakim Bey, bacımın
biri Ankara‟da.“ „Olsun, adresini dosyaya yaz, posta pul parasını dosyaya koy,
Ankara‟dan ifadesi alınır gelir, tamam mı? Ayrıca dosyada babanızın üzerinde üç
tane hanım görünüyor. Bu üç hanımdan hangisinin resmi nikâhı varsa nüfus
memurundan bir kayıt getirin. Ayrıca gazete ilanını yaptır. Gazetede çıkan sayfayı
getir, dosyaya koy. Bunların hepsini ikinci duruĢmada tamamlarsan üçüncü
duruĢmada keĢif gününü belirler ve keĢfine geliriz.“ 15.08.1962 duruĢma günü
olarak tespit edildi. Ben hemen posta pulunu aldım, Ablamın adresini bir kâğıda
yazdım getirdim, dosyaya koydum. Hemen Ablam‟a da bir mektup yazdım. Dosyaya
bakan baĢkâtip Kemal Bey‟e de rica ettim 15.8.1962 duruĢma tarihine yetiĢebilmesi
için hemen postalansın diye. Birinci duruĢma tarihiyle ikinci duruĢma tarihi arasında
40 gün kadar bir zaman vardı. Hakimin iĢaret etmiĢ olduğu iĢlemler eğer gittiği
yerlerde beklemez ise 40 günde hepsi tamamlanır diye düĢünmüĢtüm. Zira ben de
iĢimi titizlikle takip edecektim. Divriği‟de gazeteci vardı. Bu gazeteci hem Sivas‟tan
gazete getirir hem de Divriği gazetesi çıkarırdı. Ona gittim, gazete ilanını verdim.
DuruĢmanın gününe 3-4 gün kala benim yapmam gereken iĢlemleri götürdüm
BaĢkâtip Kemal Bey‟e verdim. Kemal Bey dosyaya baktı; dedi ki, “Rıza, hakimin
yazdığı evrakların hepsi tamamlanmıĢ.“ Bu arada bir de Ģaka yaptı. Kendisi Arguvan
Ġlçesinden, çok iyi bir insandı: “Yahu Rıza senin torpilin mi neyin var? Bu iĢlerin
yıldırım hızıyla tamamlanıyor” dedi. Ben de Kemal Beye cevap vermiĢtim: „Benim
torpilim felan yok. Benim torpilim iĢimi iyi takip etmemdir Kemal Bey.“ Kemal Bey,
„Biliyorum Rıza, ben Ģaka yaptım” dedi.
Tarih 15.8.1962, duruĢmanın günüydü. Sabahleyin mahkeme salonunda
bekliyorduk. Mahmut da, ben de oradaydık. Bir de baktık ki, Bibimiz orada, „Ne o
bibi? Hayır mı?” diye sordum. Bibimden cevap (Bibim kocasıyla birlikte gelmiĢti): “Ne
olacak, siz beni aldatmıĢsınız. Ben malımı alacağım“ demez mi… Bir de baktım bir
adam geldi yanımıza durdu. Ben tanımıyorum kendisini. Adam Bibime sordu:
“Hatice Hanım, kardeĢinin çocukları bunlar mı?“ Bibim, „Evet” dedi. Bu sefer ben
sordum, „Siz de kimsiniz?“, „Ben dava vekiliyim. Bibiniz bana gelmiĢti. Ben Ģimdi
onun vekili olarak duruĢmasına gireceğim“ demez mi.“ Allah Allah! Yahu ne
davasına giriyorsun. Ben Bibimle iĢimi hallettim. Ona borç senedi verdim. Sen
209
Ölmeyen Çocuk
dosyaya bakmadın mı?” Adamın adı Halil Candan‟mıĢ. Halil Beyefendi, “Hayır
bakamadım, zaten dün akĢam geldiler. Dosyaya bakmama fırsat kalmadı” diye
tartıĢırken ismimiz okundu, girdik içeri. Hakim dosyayı açtı. Dosyanız tamamlanmıĢ
derken, Halil Candan davaya müdahil oldu ve söz istedi. Hakim Bey, „Buyurun” dedi.
“Efendim ben Hatice Yıldırım‟ın vekiliyim. Sanırım müvekkilime burada bir haksızlık
yapılmıĢ” derken ikinci bir söze baĢlamasına Hakim Bey sabredemedi: “Sen de
kimsin be! Ne demek müvekkilim haksızlığa uğramıĢ! Dava vekili misin necisin! Ben
seni tanımıyorum. Dosyaya bakmadın mı?”, “Efendim yeni gelmiĢlerdi, dosyaya
bakamadım. Gün istiyorum. Bilahare bakacağım” derken hakim bağırdı: “Ne demek
dosyaya bakamadım? Ne biçim dava vekilisin? Burada kaptı kaçtı mı var? Çıkın
dıĢarı, burası dingonun ahırı değil. Dilekçenizi iĢleme falan koymuyorum, çıkın
dıĢarı.“ Halil Beyefendi müvekkilini aldı, arkaya bakmadan çıktı gittiler. “ġimdi size
söylüyorum kardeĢler, elbette Bibimizin hakkı felan yoktur. Siz üzerinize düĢeni
yapmıĢsınız. Ama madem ki, babanızın bacısıymıĢ, zaten durumdan belli ki, cahil
kadın kandırılmıĢ. O ne istiyorsa konuĢun razı edin. Bu nedenle bu iĢ için davanın
keĢfini bir ay daha uzatıyorum. 16.9.1962 duruĢma tarihi.“
DuruĢma ertelendi, gün atıldı. Gelelim Bibimizin sorununa. Meğerse Bibim
akĢamdan gelmiĢ, otelde yatmıĢlar. Kim tarif etti ise, gitmiĢ Halil Candan‟ı bulmuĢlar.
Halil Candan‟ı Divriği‟de ben ilk defa görüyorum. Nerelerde ipini sürüklediyse
sahtekârın biriymiĢ. Yukarıda da insanların üzerinde birkaç görüĢümü belirtmiĢtim.
Fırsat düĢkünleri veya fırsatçılar nerede bir cahil varsa, kandırılmaya müsaitse
hemen onu takip eder baĢına çökerler. ĠĢte Halil Candan da bunlardan biriymiĢ. Halil
Candan‟ın düĢüncesi Ģudur. 750 liraya pazarlık etmiĢ, bilmem 10 bin liralık dava
kazanacakmıĢ, bu mirasın yarısı Hatice‟ninmiĢ. 750 TL‟nin yarısını hiçbir iĢ yapmasa
da alacakmıĢ. Zira dava vekillerinin haklarıdır ama iĢin neresine kadar gelmiĢ 750
TL‟nin yarısını nasıl alabilecektir. Hatice Yıldırım veya benzeri insanlar bunu
nereden bilecekler. Ancak „Ver parayı, salla baĢını, çık, Ben senin davanı
kazanacağım.“ Hiçbir Ģey de kazanamayacak. Hele bir sonuca bakalım, Halil
Candan ne kazanacakmıĢ… ġimdi Bibim‟in kocası 80-85 yaĢında Kangal‟ın Ġğdeli
Köyü‟nden, hatta Ablam Meliha da Bibim‟in oğulluğuyla evlidir. Yani Mustafa
Özdemir ailesiyle bu kadar iç içe hısımlık bağları kurulmuĢ olmasına ve bu Mustafa
Özdemir‟in oğullarının hepsinin de bir iĢte çalıĢıyor olmasına dolayısı ile maddî
durumlarının da bizden çok çok iyi olmasına rağmen Kangal gibi bir yerden bastona
basa basa bizden mal almaya geliyorlar. Alacağı mal acaba buna değecek mi?
Acaba hakkı var mı? Bunları da araĢtırmadan, bilmeden kalkıp yollara düĢerler. ĠĢte
toplumun hemen her kesimi böylesine zayıflamıĢ; iradesini, benliğini, insanî
duygularını, kültürel niteliklerini, birlik mevhumlarını tamamen kayıp etmiĢ bir Türk
totplumudur. Bu değerler henüz bu topluma kazandırılmıĢ değildir malesef. Halen bu
sefaletin içinde yüzmeye devam etmektedir. Ġlerleme bunların tersi istikametindedir.
Olması gereken noktaya gelinmemiĢtir. Mesela okuma oranı da, teknolojik geliĢim
düzeyi de istenilen noktada olmamakla birlikte, diğer değerlerde tam tersi 40 yıl
öncesine göre daha da gerilere gidilmiĢtir. Neyse, biz yine dönelim konumuza.
210
Ölmeyen Çocuk
BĠBĠM ve KOCASI MUSTAFA ÖZDEMĠR
Yattıkları otelin atlında kahvehane vardı, oraya indiler. ġimdi birlikte
konuĢacağız. Mustafa EniĢte‟ye yöneldim: “Yahu EniĢte, sen 85 yaĢında fevkalade
okumuĢ bir insansın. Bibim‟in aklı yetmiyorsa, sen onu ikna edeydin. Sonra sana
yakıĢır mı? Alacağın mal hakkın olsa bile avukata vereceğin paraya değmez. Ben
Bibim‟in bir kuruĢ dahi hakkı olmadığını bildiğim halde, kendisine 3.500 TL‟lik senet
verdim. Binaenaleyh Bibim tapusuz yerlerde babasından kalan hakkını kayıp
etmiĢtir. Gördünüz ki, hakim sizi kovdu. Size yazık değil mi? Ben yine sizin
yaĢlılığınızı ve Bibim olduğunu düĢünerek yine yanınıza geldim. Zira sizin bu
durumlarınıza karĢılık hiç de yanınıza gelmeme ve böyle izah etmeme de gerek
yoktu. Yine kulağınızla duydunuz ki, hakim dilekçenizi dosyaya almadı. Sözlerini
kaleme alıp yazmadı. Ben Ģimdi size hadi gidin elinizden geleni arkanıza koymayın
desem, siz bu Divriği‟de periĢan olacak, hatta rezil olacaksınız. O zaman yine benim
vicdanım sızlayacaktır.“ Bu konuĢmalarımızı izleyen yanımızda birisi vardı yira bu
adam da otelciydi. Bibimler ise onun otelinde yatmıĢlardı. Bu adam Erzincan‟ın
Kemaliye Ġlçesine bağlı Ocak Köyündendi.
HASAN ER
Hasan Er beni çok iyi tanırdı. Ben köy iĢlerine koĢtururken insanların
mahkemelik davalarını halletmek için koĢtururken Hasan Er devamlı beni izler,
benim yaptığım iĢleri beğenir, takdir ederdi. Onun anısına ileride yer vereceğim.
Dönelim Bibim‟in sorununa. Hasan Er devreye girdi, EniĢtem Mustafa‟ya ve Bibime
izah etmeye baĢladı. Biraz da öfkeli konuĢtu: „Hatice Hanım, sizin yüzünüze
söylüyorum. Siz yanlıĢ iĢ tutmuĢsunuz. Benim otelimde yattınız, bana bu davaları
niçin söylemediniz? Niye gizlice gittiniz de o sahtekâra soyuldunuz. Onlar zaten sizin
gibi safları arıyorlar. Sonra sizin bu yeğeninizi ben çok iyi bilirim ve tanırım. O öyle
bir insandır ki, o sizin bildiğiniz, gittiğiniz avukatlardan daha iyi bir avukattır. Sonra
sizin yeğeniniz bir dede çocuğudur. Binaenaleyh dede çocuğu olduğunun ve
dedeliğinin de farkındadır. Bu gibi kültürlerin değerini bilen, hakkını veren, bilen bir
insandır. Yani ben kendimden daha çok inanıyorum ki, bu Rıza Dede size ve hiçbir
Allah‟ın kuluna haksızlık etmez. Tam aksine iyilik için yaratılmıĢ bir insan. Üstelik
herkes Ģu Divriği‟de gelip bundan akıl alıyor. Siz gitmiĢ Halil gibi sahtekâr bir adamı
getirmiĢ Rıza Dede‟nin karĢısına muhatap ediyorsunuz. Bakın size bir dost kelimesi
söyleyeceğim. Ġster tutun, istemez iseniz tutmayın. Siz iĢinizi bu yeğeniniz, dedenin
vicdanına bırakın. Yani ona sığının. Sizi onun kadar kimse sevmez de, saymaz da.
Eğer bu dedeyi çok fazla kızdırırsanız, sizi yakasından atar, o gittiğiniz adamı da
öyle bir haklar ki, belki de bu Divriği‟yi de terk eder. Sözlerim bu kadar“ dedi. Hasan
Er tam manasıyla tarafsız bir insan olarak gerçekten o iki yaĢlıya acıyarak onları
ikna etmiĢti.
211
Ölmeyen Çocuk
Dönelim tekrar EniĢtemize ve Bibimize, „ġimdi siz söyleyin Bibi, ne
istiyorsunuz? Dilinizin altında neler varsa, hiç çekinmeden çıkarın söyleyin. Hasan
Er‟i dinlediniz.“ Bibim, „Rıza, gülüm ben sizden para istemiyorum. Bana bir yer verin,
EniĢtenizin durumunu görüyorsunuz. Çocukların hepsi köyden dağıldı, gittiler. Bize
bakan yoktur. Ġleride gelir Köye bir ev yapar da içinde barınırız.“ Meğer Bibim‟in
derdi bu imiĢ. „Peki Bibi, biliyorsun küçük yaĢtan beri çalıĢıp yetiĢtirdiğim bir bahçe
var. Bu bahçenin içinde senin de bildiğin bir dam vardı. ġimdi biraz yıkık döküktür.
Burası yarım dönümlük çok güzel bir bahçedir. Burayı senin üzerine senet yapalım,
ileride tapu ya da senin üzerine çevirtiriz olur mu?“ dedim. „Olur“ dedi. Bibim„ize bu
bahçeyi hakkı olarak vermiyoruz. Tövbe! ĠĢ kanuna kalıyorsa, Bibim„e delikli bir yüz
para bile vermiyor. Benimkisi sadece vicdan iĢi. Kendisinin de ifade ettiği gibi, yarın
bir gün sokakta kalırsa, el alem yine taĢı bize atar. Çoluğu çocuğu yoktur.
„ġimdi size soruyorum. Bu Halil denen adama para pul verdiniz mi? Bir
geçmiĢiniz var mı?“, „Vekaletimiz var” dediler. “ġimdi ne yapmayı
düĢünüyorsunuz?“, dediler ki; „Biz ona söz verdik ki, mahkemeden çıkınca paranın
yarısını ona ödeyeceğiz.“ Mamafih vekaletimiz var, yakamızı da bırakmaz. “Hay
Allah iyiliğinizi versin.“ ġimdi sen gel bu iki yaĢlıyı bırak. ġimdi bunları aldım, o
sahtekâr, fırsat düĢkünü Halil Candan‟ın yanına götürdüm. Orada bu iki yaĢlı
sandalyenin üzerine oturdular.
HALĠL CANDAN
Dava vekili Halil Candan‟a soru: “Sayın Halil Bey, Ģimdi muhatabın karĢındadır.
Söyle bakalım bu iki yaĢlı kucağına düĢmüĢ. Hemen neyin ne olduğunu anlamadan,
dinlemeden nasıl olsa birkaç kuruĢ para alırım gayesiyle alel acele götürmüĢ
vekaletini almıĢsın. Binaenaleyh mahkemede hakettiğin cevapları hakim beyden
aldın. Eğer Ģimdi sadece vekalet aldım diye bu iki yaĢlıdan para istersen Ģunu iyi
bilin ki, hakim beyden almıĢ olduğun darbenin daha ağırını da benden alacaksın.
Ama siz beni tanımadığınız için belki inanmayacaksınız, benim vuracağım darbe
zatınıza göz dağı felan anlamına gelmesin. Ben size bir dost olarak doğrusunu
söylüyorum. Zira siz buraya bir ticarethane açmıĢsınız. Burada iĢte bu zavallılar gibi
kazlara ihtiyacınız vardır. HaĢa benim gibi bilenler sizin semtinizden geçmez. ġimdi
benim tekliflerime dikkat et ve sonra cevap ver. Bibim size para vermeyecektir.
Ancak siz Bibimden aldığınız vekaletnameyi iptal edeceksiniz. Sonra biz aramızda
Bibim adına bir satıĢ senedi yaptıracağız. Bunu sen yazarsan münasip olan ücret
neyse alırsın. ġimdi ben burada bazı iĢlerimi yapmak için gidiyorum. Bibim ve
EniĢtem burada ben gelene kadar otursunlar” dedim. Gitmek üzereyken Halil
Candan konuĢmaya baĢladı: “KardeĢim siz bana hakaret eder gibi konuĢtunuz.
Burası benim ticarethanemdir. Ben buraya geleni kovmam. Konu neyse dinler
davasını alırım. Ama siz bana bilmem neymiĢ gibi emrivaki yaptınız.“ “Sayın Halil
Bey, ben insanım. Binaenaleyh ben sizin nabzınıza göre konuĢtum. Seni de enayi
yerine koymak ne demek? Madem ki, istediniz konuĢayım ve söyleyeyim. Senin
212
Ölmeyen Çocuk
aldığın vekaleti ve yazmıĢ olduğun dava dilekçesini hakim kabul edip iĢleme
koymadı ve seni de kovdu. ġimdi soruyorum. Dosyamda iĢleme koyamadığın
vekaletin ve dava dilekçesinin cezası kime düĢer? Bunlar parasını kanun sana verir
mi? Üstelik notere ödenen parayı da senden alırım. Bunu da bilesin. Tekrar
ediyorum. A. Kiminle konuĢtuğunu idrak et, B. ben gidiyorum ve geri geleceğim,
istiyorsan bu Divriği‟de kime sorarsan sor ve beni öğren tamam mı?”
Divriği‟de bir ahbabım vardı, o da dava vekiliydi: Ahmet SavaĢ. Ahmet SavaĢ‟ın
bürosuna gittim. Aynı zamanda Ahmet Bey Cumhuriyet Halk Partisi Ġlçe BaĢkanıydı.
Ben bu partide o tarihlerde delegeydim. Ona gittik, bir uğradık, halhatır ettik. Halil
Candan‟ı da Ahmet Bey‟e anlattım. Tabi ki, Ahmet Bey çok güldü ve döndü, “Rıza
sen nasıl da anlamıĢsın? Vallahi tam hak ettiği kelimeleri söylemiĢsin” dedi. Bu
arada Hüsnü Yüksel Bey‟in dükkanına gittim. Hüsnü Bey‟in orada tanımadığım pala
bıyıklı, iri yarı biri oturuyordu. Hüsnü Bey beni güler yüzüyle karĢıladı. Bizzat kendisi
altıma sandalye getirdi, beni oturttu. Sonra o adama döndü, “Davut Kivra, aradığın
çocuk yeğeninizin kayını olan iĢte bu çocuk. Biliyorsun bunlar GüneĢ Köyünün
üstünde bir tekke var, o ocağa mensuplar. Yani bunlar dedeler. Adamın adı Davut,
soyadı da Davutoğlu‟ymuĢ. Anladım ki, bu adam Kangal‟ın Köyü olan Davutoğlu
Köyü‟nden. Bu sülale maddiyattan çok zenginmiĢ. Hatta Vehbi Koç‟la maden
ortaklığı yapıyorlarmıĢ. Meğer Bibim‟in kocası Mustafa Dayı bu ünlü
Davutoğulları‟nın yeğenleriymiĢ.
Sayın Davutoğlu benimle hoĢbeĢ felan etmeden, kim olduğumu sormadan, bana
hitaben konuĢmaya baĢladı: „Bak delikanlı, benim yeğenle sizin bir davanız varmıĢ.
Bu davayı Hüsnü Kirve‟nin yanına gelin, ona bırakın, Hüsnü Kirvem ne söyler, ne
ederse onun sözüden çıkmayacaksınız. Hüsnü Kirvem‟in sözünden sen çıkarsan
senin hasmın olurum. ġayet yeğenim çıkarsa yeğenimin de hasmı olurum. Bunu
bilin.“ Davut Beyefendi bu lüzümsuz kelimeleri konuĢurken ben de hemen aklımdan
Ģunu geçiriyordum: “Demek ki, bunlar yeğeniyle sözleĢmiĢler, Divriği‟ye de beraber
gelmiĢler” diye aklıma gelmiĢti. Sayın Davutoğlu‟na sordum: “KonuĢman bitti mi
Beyim?” “Evet, benim konuĢmam bu kadar.“ „Biliyorum siz ağalar böylesinizdir. Az
ve temiz konuĢurlar. Beyefendi siz de lütfedip biraz da beni dinler misiniz?” Bu arada
Hüsnü Bey de merakla benim konuĢmamı izlemeye baĢladı.
DAVUT DAVUTOĞLU ve HÜSNÜ YÜKSEL
Kangal‟ın zavallı, o köylünün cahil halkını kasıp kavuran, onların sırtından
zengin olan, yine onların etini iliğini kemiren ünlü Dağutoğlu karĢımda… “Sayın
Dağutoğlu, size ağa diyorlar. Siz beni, ben de sizi tabi ki tanımıyoruz. Ama Ģu anda
zatınızı, konuĢmalarından çok iyi tanıdım. Binaenaleyh zatınızdan da aslında bu
konuĢmalar beklenirdi. Zira sizin ağalığınızın da üslubu budur. YanlıĢ anlamayın
esas ağalığın değil, sizin gibi ağaların konuĢma üslubu budur. Sayın Davut Bey, biz
213
Ölmeyen Çocuk
yedi kardeĢiz. Köy kenarında toru topu 8-9 dönüm bir parça bölük sulu tarlamız
vardı. Bu tarlanın dört dönümünün ise çay kenarında biz iki erkek kardeĢ taĢını
kayasını ayıkladık çıkardık. Babamızdan bize kalan hali hazırda tapu tescil
yaptıracağımız yer altı dönümlük bir yerdir. ġu anda satmıĢ olsan azami 10-12 bin
TL etmez. Ama biz bir babadan yedi kiĢiyiz. Bibimiz de iĢin içine girerse sekiz
oluruz. Bibim ise, bizim evden çıkalı 40 sene olmuĢ. Ben beni bileli Bibim bu kırk
sene içerisinde bize 3-4 defa gelmiĢtir. ġimdi bu araziyi paraya çevirdiğimiz zaman
her birimize 1000-1500 TL bir para düĢer. Tarlamızı taksim etsek 400 metre kare
düĢer. Bibimize gelince, bu yerler malümunuz tapusuz olduğu için biz tapu tescili
yaptırmak için dava açtık. Bibim‟in bu tapusuz yerlerde hakkı yoktur. Buna rağmen
biz, Bibimiz diye Hüsnü Bey„inde bildiği gibi kendisine 3.500 TL‟lik senet verdik. ġu
anda ise yeğeniniz 85 yaĢında, Bibimle bastona basa basa Divriği‟ye gelmiĢler.
Demek ki sizin gibi zihniyetler o zavallıları tahrik etmiĢ olacak ki, Bibimle biz iĢimizi
halletmiĢ olmamaza rağmen bu sabah duruĢmaya geldi katıldılar ve müdahale
ettiler. Halil Candan diye birini vekil tutmuĢlar. Maalesef hakim, vekilleriyle birlikte
dava sıfatlarını dahi kabul etmedi ve kovdu. Binaenaleyh ben yine kendilerinin
yaĢlılığına acıdım. Mahkemeden çıktıktan sonra gittim buldum. Yine de Bibim‟in
isteği üzerine önceki senedi iptal edeceğiz, bir küçük bahçem var, üzerinde elli tane
meyve, yüz tane yetiĢmiĢ selvi ağacı var. Orasını kendilerine vereceğim. Bu da
tamamen Bibim‟in kendi isteğidir. ġu anda yeğenin ve Bibim o Halil Candan‟ın
bürosunda oturmaktadır. Sayın Davut, Ģimdi dönelim yine zatınızın konuĢmasına.
Zatınız bizim iĢimizi Hüsnü Bey‟e havale ediyorsunuz. Ben Hüsnü Bey‟i çok iyi
tanırım, Hüsnü Bey de beni çok iyi tanır. Hüsnü Bey‟lik iĢ olsa ben kendim ona
gelmesini çok iyi bilirim. Sizin beni bir cansız eĢya gibi havale etmenize gerek yok ve
buna hakkınız da yok. Ayrıca, ben zatınıza böyle bir dava getirmedim ki, siz kendi
yerinize Hüsnü Bey„i vekil tutasınız. Ağalığa gelince esas ağa haysiyetini, onurunu,
Ģerefini korur, bilinçli bir üslupla konuĢmasını bilir. Siz ise yeğenimiz dediğiniz 85
yaĢındaki bir insanı karısının bin liralık malı için taa Kangal‟dan Divriği‟ye kadar
karısıyla birlikte bastona basa basa gönderiyorsunuz. Bu mudur ağalık? Bu mudur
haysiyet, onur, Ģeref? Üstelik yeri gelince bu değerleri hiç kimseye vermezsiniz.
Zatınızın hasım olma sözünüze gelince, ben hasım diye birini tanımıyorum. Normal
bir insan böyle hasım felan kelimelerini konuĢmaz. Aslında siz benim muhatabım da
değilsiniz ve de olamazsınız.“ Benim cevab-ı sözlerim burada noktalandı. Ancak
rahmetli Hüsnü Bey, Davut Kirve‟sine döndü, „Ben sana söylemiĢtim. Kivra, o
çocuğu çağırmayalım. Sen bu iĢlerin içine girme. O çocuk dededir. O konuĢunca ne
sen, ne de ben altından kalkamayız. Bunu biliyorsunuz. Bakın 2-3 seneden beri
Kaloğgillerin altını üstüne getirdi. Bunu Kasım‟a söylemiĢtim. Ama o da kabalık
etmiĢti. Sonra da gelip yalvarmıĢtı” dedi ve Hüsnü Bey bu defa da kalktı, boynuma
sarıldı, ağlarcasına yüzlerimi öptü. Sayın Davutoğlu da bir kelimeye dahi kadir
olamadı. Yükünü aldı, çıkıp gitti. GidiĢ o gidiĢ... Davut Davutoğlu‟nun anısı da
burada noktalandı. Gelelim yine Halil Bey‟e ve Bibim‟in meselesine.
214
Ölmeyen Çocuk
Hüsnü Beyler‟den kalktım, Halil Candan‟ın bürosuna vardım, halâ orada
oturuyorlardı. Halil Candan‟a baktım, biraz değiĢmiĢ gördüm. Zira baĢka bir üslupla,
baĢka bir taltıfla beni karĢıladı. Ben taltıfı yağ yakma olarak algıladım. Ama Halil
Candan‟ın gayesi de baĢkaydı. “Halil Bey, Ģimdi konuĢalım. DüĢündün mü? Beni
öğrendin mi? Teklifime ne dedin? Senden cevap bekliyorum.“ Halil Candan baktım
ki, candan değil de maldan konuĢuyor. Yani pazarlık ettiği paranın yarısını alacak,
bize bir senet yazacak. “Sayın Halil Candan, alacağın paranın adını koymasaydın,
iyi akıl ederdin. Maalesef yine kayıp ettin. Bir daha söyleyeceğim. Onu da
anlayamaz isen, ne yapacağımı biliyor musun? Bakın ben insanları arkadan
vurmam. PeĢince yüzüne söylerim yapacağımı, sonra yaparım. ġimdi söylüyorum:
Bir kere ben sözünü ettiğim senedi 50 liradan fazlaya yazdırmam. Eğer tenezzül
etmezsen, onu da ödemem. Zira benim senedimi yazacak olanlar benden para
almazlar. Ġkincisi; notere gideceğim, senin vekilliğini kanuni olarak derhal
azledecğim. Oradan da sana bir de ihtar protestosu çekeceğim ve daha sonraları da
sen bu büro da sinek avlayacaksın. Sonra da bu Divriği‟yi terkedip gideceksin. ġayet
iĢleri bu sulara dökmeden noterlikte ödenmiĢ olan vekalet ücretinin yerine
senedimizi yazarsan, o taktirde resmi bir iĢlem yapmamıza gerek kalmayacak. Sen
senetteki vekaletin arkasına adını, soy adını ünvanını ve numaranı yazacaksın:
“Ġptal edilmiĢtir, bu vekalet geçersizdir” diye imza edeceksin. ĠĢler böylece bitmiĢ
olacak. Artık ben de sana belki iĢ gönderebilirim. Buyurun Halil Bey“ dedim. „Peki
yazayım“ dedi.
Bibim‟in ve benim nüfus kâğıtlarımızı verdiler, eski senedi ve bahçenin
hudutlarını yazıp önüne koydum. Halil Candan senetlerimi yazdı, ben de senedi
tekrar götürdüm dosyaya koydum. Halil Candan‟dan böylece yakayı kurtarmıĢtık.
Mamafih, Halil Candan bir sene dolmadan Divriği‟yi terk edip gitmiĢti. Böylece 20
Ekim 1962 tarihi geldi, mahkemeye bacılarımızı da toplayıp götürdük. Mahkemeye
girdik, Hakim dosyayı açtı. Baktı ki, istenilen evrakların hepsi tamam. Hakim Ahmet
Bey yüzümüze baktı, „Aferin! iĢte böyle olmalı“ dedi. Bacılarımızın ifadeleri de alındı.
Hakim bize Ģunu da söyledi: „Bakın kardeĢler, size söylüyorum: Babanızın üç karısı
varmıĢ. Yalnız birine nikâhı vardı, o da Firdevs„e. Firdevs‟ten hanginiz olduysanız
babanızın dörtte bir hissesi ona düĢer. Yalnız aranızda kavga olmasın diye ben
bunu söylüyorum.“ Tabi ki, hakimin bu konuyu açıklaması çok iyi olmuĢtu. Hakim
Bey dedi ki, „Dosyanız tamam, ama iĢinizin sağlığı açısından belki birilerinden itiraz
veya müdahale gelebilmesi açısından bu duruĢmayı uzun atacağım. Aynı zamanda
hazine avukatının da bu duruĢmaya gelmesi gerekirdi, fakat gelmedi. Ama bu sizin
hatanız değildir. Bu nedenle iki ay gün atıyorum. Dördüncü duruĢmanız 5 Ocak
1963 olsun mu?“ Ses çıkarmadık, peki dercesine çıktık gittik.
Nihayet 5 Ocak geldi, duruĢmaya gittim. Maalesef beĢinci duruĢmada hazine
yine gelmedi. Hazine avukatı tapu tescil davalarında bulunmadan hakim keĢif
yapamıyor. Zira keĢif yapılırken de dava son aĢamaya gelmiĢ oluyordu.
Binaenaleyh, keĢifte ölçü fen memurları ve baĢkâtip bulunuyor. Önce arazinin
215
Ölmeyen Çocuk
bulunduğu mahalli bilen çevre sakinleri yani köyse aynı köyün insanları, mahalleyse
mahal yerinin en az 20 sene öncesini bilenlerin ifadeleri alınıyordu. Sonra fen
memurları arazinin metre karesini çiziyordu. Arazinin krokisini çiziyor ve hudut
tespitini yazıyor ayrıca o Ģahitlere davacıların baĢka varislerinin olup olmadığını
soruyor, dava karar verme aĢamasına gelmiĢ oluyordu. ĠĢte söz konusu keĢif
yapılmadan önce Mal Müdürlüğü, hazine avukatı veya müdürü vardır. Hakim oraya
ihbarname gönderiyor ve yazıda diyor ki, „Felan mahalde ve adreste muhkim felan
Ģahıslar tasarrufunda bulunan tapusuz araziyi üzerlerine tapu tescil yaptırmak
istemektedir. Sözkonusu arazinin hazineye ait olup olmadığı hakkında araĢtırma
yapılarak felan tarihli duruĢmaya katılarak gerek tarafınızdan gerekse avukatınız
tarafından sözlü ifade edilmesi rica olunur.“ Mal Müdürlüğüne tebliğ edilir. Mal
Müdürlüğü bizzat kendisi de duruĢmaya katılabilir dilerse bir avukatını da
gönderebilir. Binaenaleyh Mal Müdürlüğü duruĢmaya katılıp bu ifadeyi vermeden
hakim keĢif kararı alamaz. Maalesef Mal Müdürlğünün iki duruĢmamıza katılmaması
ile dava 70 gün gecikmiĢ oluyordu. Elbette Mal Müdürünün iki defa üst üste
duruĢmamıza katılmamasını anlamak mümkün değildir. Bu olsa olsa vatandaĢlara
karĢı bir sorumsuzluğun neticesidir. Üstelik, Mal Müdürü duruĢmaya
katılamayacağını bildiren bir mazuriyet dilekçesi de yazmıyordu. DuruĢmaya
katıldığı zaman sadece itirafı Ģu oluyordu: „ĠĢlerimin yoğunluğundan geçmiĢ
duruĢmalara katılamadım. Özür dilerim“ diyerek geçiĢtiriyordu.
Nihayet Mal Müdürlüğü 70 gün gecikmeyle üçüncü duruĢmamıza katılabildi.
Yani beĢinci duruĢmada Hakim keĢif kararı alacaktı. Maalesef sekizinci
duruĢmamızda Hakim Bey ancak keĢif kararı alabilmiĢti. Binaenaleyh Mal Müdürü
bizzat kendisi duruĢmaya katılmıĢ, „Kurumumuz tarafından söz konusu ilgilinin tapu
tesciline mani teĢkil edecek bizce bir sakınca bulunmamaktadır“ ifadesini sunmuĢtur.
Neticede 15.4.1963 tarihine keĢif kararı alınmıĢtı. 15.4.1963 tarihinde Divriği
adliyesine gittim. Ancak Hakim Bey Ģu sözleri söyledi: „Rıza, bugün senin keĢfine
gelecektik ancak size yakın bir köyden keĢif de 15 gün sonraymıĢ. Bu nedenle
30.04.1963 tarihinde trenle GöcentaĢı‟na, oradan da Hıdırlık Köyü„nün keĢif
mahalline gideceğiz. Binaenaleyh bu köyün sizin köyle bir mera davası vardır, sen
de oraya gelirsin. Oradan da sizin köye ineriz, senin keĢfini yaparız. Sen keĢif
ücretini yatırdın değil mi?“, „Evet Hakim Bey, keĢif ücretini yatırmıĢtım.“ “ġimdi sen
git, iĢine gücüne bak” dedi. Hakim Bey‟den ayrılmıĢtım. Nihayet 30.4.1963 tarihi
gelmiĢti, bu tarihte iki keĢif birden yapılacaktı. Ama iki keĢifin aynı tarihe rastlaması
ki, biraz sonra yazacağım durumda benim için bir Ģans olmuĢtu. Hakim‟i bizim köye
kadar davacı olan Hıdırlık Köyü götürüyordu. O gün benim Divriği‟ye gitmeme gerek
yoktu. Ben köyü örgütledim, bir çoklarına söyledim „Bugün Divriği hakimi Ahmet
Çıtırıklıoğlu gelecek, bugün iĢe gitmemeniz, gitseniz bile öğlen sonu saat 13-14
arası evde olmanız çok iyi olacaktır.“ Ayrıca üç komĢumdan insan görevlendirdim,
bir tane davar kestirdim. „Birkaç çeĢit yemek hazırlayın” dedim ve ben de kalabalık
bir grupla keĢif mahalline gittim.
216
Ölmeyen Çocuk
KÖY MERASININ KEġĠF MAHALLĠ ve HAKĠM AHMET
ÇITIRIKLIOĞLU AYRICA ĠFADE VEREN EHL-Ġ VUKUFLAR ve
DAVACI - DAVALILAR
Davacı sıfatıyla Hıdırlık köylülerinin kadınları hariç, erkek tayfası 20-30 kiĢi,
Dumluca Köyünden ehl-i vukufluğa gelen dört kiĢi ve yanı sıra seyre gelenlerden
yaklaĢık 10 kiĢi, Çüksüzler köyünden Ehl-i vukufluğa gelenlerden yine dört kiĢi,
onların da yanında 20-30 kiĢi. ErĢin Köyünden gelen üç kiĢi, bizim köyden davalı
sıfatıyla ihtiyar heyeti ve yaklaĢık 30 kiĢi daha baĢka gelenler ile toplam yüz kiĢi
mahal yerine toplandık. Bu iki köyün tarafına Ģahitlik edecek olan kiĢilerin sayısı 12
kiĢi vardı. Bunların içinden Bozoğ Küçük, Mustafa Küçük, Kamil AĢçıoğlu olmak
üzere üç kiĢi Çüküzler köyündendi. Hasan Han, soy ismini unuttuğum ĠbiĢ Ağa,
Hüseyin Kayadibi ve Veli Han olmak üzere dört kiĢi ile bu sekiz kiĢi Hıdırlık nam-ı
hesabına Ģahitlik yapacaklardı.
Davalı ve Bahçeli Köyü adına ise Dumluca köyünden Hüseyin Uçar, HurĢit
Yüksel, Feyzullah AĢçıoğlu ve Ġlyas Capraz olmak üzere toplam dört kiĢi de Bahçeli
Köyü nam-ı hesabına Ģahitlik edeceklerdi. ġahitlerin toplamı 12 kiĢi ve Hakim Bey
bunların içerisinden iki tane bilir kiĢi seçecek. Mamafih davalı, davacıya soracak:
„Davaya konu olan bu araziyi çok iyi bilen ve inandığınız hangi Ģahidiniz ise onları
belirtin.“ Ġlk önce hakim o iki tane bilirkiĢinin ifadelerini alır. Sonra da lüzum görürse
diğer Ģahitlerin de ifadelerini alır ve zabta geçirir.
BĠLĠR KĠġĠLERĠN ĠFADELERĠ
Davacı adına Hasan Han, davalı taraf adına Hüseyin Uçar vardır. Hakim Ahmet
Çıtırıklıoğlu ilk soruyu davalı tarafa Hasan Han‟a sorar: “Hasan, bildiklerini doğru
söyleyeceğine dinine, imanına ve Allah‟ına yemin eder misin?” Hasan Han, „Doğru
söyleceğime dinime, imanıma ve Allah‟ıma yemin ederim.“ Hakim, „Davacının hudut
gösterdiği Kala Deresi bu mahal yerine normal olarak kaç dakika ve ne kadar
vardır?” Hasan Han, „Efendim Kala Deresi bu mahal yerine iki saat var.“
Hakim Bey bu ilk ifadeyi daha yazdırmadan halkın içinden bir parmak kalkar. Bu
parmak ben nacizane Rıza ġahin‟in parmağıdır. Ben 28 yaĢındaydım. Hasan Han
ise 60 yaĢında olduğunu söylemiĢti. Hakim Ahmet Bey, „Söyle ne söyleceksen.“ Ben
halkın içinden biriyim ama gerilerdeydim. “Gel bakalım beri gel ne söyleceksin?”,
“Efendim bu adam yalan söyledi. Kala Deresi mahal yerine 15 dakikadır. Bu adam
Çüküzler köyündendir. Kala Deresi de Çüküzler köyü tarafındadır. Kala Deresinin
baĢlangıç noktası buraya 15 dakika, bitiĢ noktası Çüküzler sınırına dayanır.
Çüküzler köyü ise mahal yerine bir saat ıraklıktadır. Eğer izin verirseniz yanıma iki
kiĢi katın Kala Deresine hatta onbeĢ dakikada hem gider hem de geliriz” dedim ve
ifadei bitirdim.
Hakim Bey davacı tarafa sorar: „Bir itirazınız var mı?”, Davacı, „Efendim bu
adam davalı köyden olduğu için müdahale ediyor ve yalan söylüyor.“ Hakim Ahmet
217
Ölmeyen Çocuk
Bey davacıya hitaben, „Davalı köyünden davacı köyünden olması bizi ilgilendirmez.
Burada doğruyu söyleyen veya söylemeyen bizi ilgilendirir. Burası köy merası ve
köy davası. Hepiniz de birbirine yakın, aynı köylülersiniz. Ġçinizden ehl-I vukufluk
eden, doğru söyleyen için bir engel yok. ġimdi soruyorum. Eğer bu çocuk yalan ve
taraflı konuĢuyorsa, siz içinizden iki tane adam tayin edin, Kala Deresine gitsin
gelsinler. Biz bekleriz, var mısınız?” Hakimin bu sorusuna karĢılık orada davacı ve
davalı ve de dinleyiciler dahil hepsi put kesildiler. Hiçbiri ses çıkaramadı. Buna göre
sessizliğin üzerine hakim kükredi, „Yazıklar olsun be! hepiniz insansınız. Demek ki,
bu kadar insanın içinde bir tane doğruyu söyleyen var ha! Yazıklar olsun!” Hakim
döner, Hasan Han‟a, “Sayın Hasan Han, 60 yaĢındasın, utanmıyor musun yalan
söylemeye? Yalan söylemek için davacıdan ne kadar para aldın ha söyle? Eğer
yaĢına acımasam seni Ģimdi elini bağlatır tevkif ederdim. Hadi git bir daha da böyle
yalan söyleme.“
Bana gelince, „Adın nedir?” Hakim beni tanıyor ama iĢ bilir kiĢi konusuna
gelince ismimi künyemi hakim sorup yazmak zorundadır. “Yaz kâtip, Rıza ġahin,
baba adı Garip, ana adı Firdevs doğru mu? 1934.“ Adres, felan kâtip hepsini
yazdıktan sonra taraflara tekrar sorar: “Rıza ġahin‟in ifadelerine itirazı olan var mı?”
Ses yok… Davacılara tekrar sorar, „Siz Rıza ġahin‟i bilirkiĢi sıfatına kabul ediyor
musunuz?” Davalı tarafı, „Evet.“ ġimdi hakim baĢka sorular sormaya baĢlar: “Rıza
ġahin, Ģu dere boyu dikilmiĢ ağaçlar hangi tarafın sınırındadır.“ Cevap: “Hakim Bey,
ben 1934 doğumluyum. Ama benim Çüküzler köyünde evli Ablam var ve dayılarım
var. Ben 15 senedir hemen her ay bu köye gelir giderim. Yolum da buradan geçer.
ġu akan su Hıdırlık Köyü ile Bahçeli Köyünün birleĢtiği sınırdır. Suyun bir tarafı
Bahçeli Köyüne, diğer tarafı ise Hıdırlık Köyüne aittir. O söğüt ve kavak ağaçları ise
dere kenarında ve Bahçeli Köyü tarafında olan ağaçların kalın ve dallı budaklı
olanları kendiliğinden yetiĢmiĢ ağaçlardır. ġu yeni dikilmiĢ ağaçlar ise Hıdırlık
köylüleri tarafından dikilmiĢ ağaçlardır.“ “Var mı itiraz?”, ġahit Bozoğ Küçük,
“Efendim, ben 55-60 yaĢındayım ve Hıdırlık Köyünden 40 yıl oldu ErĢin‟e göçtüm.
Buraları çok iyi bilirim. Bu ağaçları davacı Hüseyin ÇoĢkun‟un diktiğini gördüm.“
ġahidin bu ifadesine karĢılık hakim kalktı, ağaçların yanına vardı, Bozoğ Küçük‟e
“Demek sen de satılmıĢ Ģahitlerdensin. Ha bana bak bana, ben köylü çocuğuyum.
ġu ağaçların hepsi hüdai yetiĢmiĢ ağaçlardır. Ben sana bunları soruyorum. Peki
Bozoğ Küçük bu davalı olan arazi ve mera kime aittir?” Cevap: “Efendim ben
buralarda yıllar yılı davar yaydım. Buraların hepsi Hıdırlık Köyüne aittir.“
Hakim davalı tarafın muhtarına sorar, “Sayın muhtar bir itirazın var mı?”,
“Efendim var. Hıdırlıklılar cebrederek mal sahibi olmak, sınır geniĢletmek
istemektedirler. Bu Ģahidin ifadelerinin hepsi yanlıĢtır. Evet bu meralarda Hıdırlık
Köyünün, hatta Çüküzler Köyünün, bizim köyün davarları malum, yayılırlar. Ama biz
insanlık adına, komĢuluk adına ses çıkarmıyoruz. Bu Hıdırlık Köyünün insanları
bizim bu insanlığımıza karĢı çobanlarımızla kavga etmeye, hatta dövmeye
kalkıyorlar. Bize ait olan meraya sahip çıkıyorlar. Oysa ki, biraz önce Rıza ġahin‟in
218
Ölmeyen Çocuk
de söylediği gibi bizim köyün hudutu Kala Deresidir. ġu üzerinde bulunduğumuz yer
ise Kala Deresinden bu yana bizim köyün sınırları içerisindedir. ġahitlik yapan
Bozoğ Ağayı çok iyi tanırım. Davar yaymıĢ olabilir. Eğer her davar yaydığımız yere
biz de sahip çıkarsak davarlarımız bazen sınırların belki yüzlerce metre komĢu
meralarına doğru yayılır. Onlarınki de bizim tarafa geçip yayılabiliyorlar. Ama Bozoğ
Ağa‟nın bu biçim bir ifade vermesini anlamak mümkün değil.“
ġimdi sıra üçüncü Ģahit olan, hatta davalı tarafına ifade verecek olan bilirkiĢi
olarak tayin edilen Hüseyin Uçar‟a geldi.
Hakim Bey soruyor, “Sayın Hüseyin Uçar, sen nasıl biliyorsun bu meraları dava
konusu olan bu bir tarafı su, bir taraf dağ kenarındaki ağaçları?” Hüseyin Uçar yemin
ettikten sonra ifadesine baĢlar: “Efendim ben Dumluca köyündenim. Köyümün
ıraklığı buraya 2 saat çeker. Buralardan yolum çok az geçmiĢtir. Ancak ben beni
bileli sözkonusu olan yerin Bahçeli Köyüne ait olduğunu biliyorum. Ağaçlar hakkında
ise hiçbir bilgim yoktur. Bir baĢka bildiğim ise mahal yerinin güneydoğu tarafı tepeye
Kızıliın Tepesi diyoruz. Kızlin Tepesi bulunduğumuz yerin tepesinden baĢlar, yarım
ay Ģeklinde güneydoğu yönünne doğru uzanır, bizim köyün sınırına kavuĢur. Bahçeli
Köyünün iddia ettiği gibi köy hududu Kızılin Tepesi ve Kala Deresidir. Pengürt Kala
Deresi deyince Kala Deresinin üzerinde bulunduğumuz yere 15 dakika olan Çıyrıkçı
deresine kavuĢan noktayı kastetmekteler. Yani suyun aktığı yeri gösterir.
Binaenaleyh Kala Deresinin devamı Çüküzler köyüne aittir. Bizim köy hududu ise
biraz önce ifade ettiğim Kızılin Tepesinin hatta Kızılin Deresinin gittiği nokta olan
Bahçeli Köyü hududunu göstermektedir.“
Hakim Bey teĢekkür ettikten sonra geçerli ifadeleri yazdı. Ġki tane bilirkiĢinin, iki
tane de Ģahidin toplam dört tane Ģahidin ifadesini yeterli gördü. Diğerlerine gerek
kalmadı. Böylece iki köyün arasındaki keĢifi tamamlanmıĢ oldu. Bu keĢifden sonra
da bizim köye gideceğiz ve benim araziyi keĢf edecekti. Yalnız, trenden indikten
sonra keĢif memurları hayvanlarla taĢınıyordu. Bizim köyden de birkaç tane at,
birkaç tane katır götürdüm. Hayvanların sırtında semer vardı. Semerin üzerinde
insanların ensesi ve yanları ezilmesin diye yumuĢak minderlerden sarmıĢtık.
Böylece Hıdırlıklı komĢularımızın üç tanesi dıĢında kalan insanlarla bizim köye
birlikte gittik. Ancak keĢif sadece benim arazi keĢfi için değildi, aynı zamanda köyün
de mera davasının keĢfi olduğundan yeme içme masraflarını da birlikte
hazırlamıĢtık. Bizim köye ulaĢtık.
Hakim Ahmet Çıtırıklıoğlu köye vardıktan sonra Ģunları söyledi: “Değerli
arkadaĢlar, gördüğüm kadarıyla çok kalabalıksınız. Bana kalırsa hepinizin birden
keĢif mahaline gelmenize gerek yok. Ancak bize köy ihtiyar heyetinden muhtar ve
araziyi bilen birkaç tane ehl-i vukuflar gelsin, biz arazinin çizimini, ölçüsünü yapalım,
hudutlarını tespit edelim. Siz de oturacağınız yere gidin, oturun, biz geliriz. Ehl-i
vukufların ifadelerini ve yazıĢmalarımızı odada yapalım dedi. Biz ve halk da bu
teklife razı olduk.
219
Ölmeyen Çocuk
ARAZĠ ÖLÇÜMÜNDEYĠZ
Arazi ölçümünde ölçülmüĢ kaç metre olduğu belli olan özel hazırlanmıĢ ipler var.
Bu iplerin iki kiĢi iki ucundan tutuyor, Hakim Bey bizzat gidiyor, bakıyor „Burası mı?”
diye soruyor, yazıyor. Tarlanın sınır komĢusunu soruyor, yazıyor. Arkada ne varsa,
bu tarlanın yanlarında varsa, tarla olmayan kır yerlerin, dağın, bayırın, tarla sahibine
ait olup olmadığını soruyor velhasıl dört hududunu da tespit ediyordu. Hepsini ince
ince dikkatlice soruyordu. Arazimiz üç ayrı mahalde. Küçük büyük altı parça idi.
Bunlar ölçüldü, çizildi, hudutları tespit edildi, sonra halkın oturması için tahsis
edilen muhtarın odasına geldik oturduk. Ama Hakim Ahmet Bey iĢine o kada titiz ki,
belki de Türk Adliyesinde bu kadar titiz, bu kadar dürüst bir yargıç zor bulunurdu.
Odaya gelip oturduktan sonra iĢini bitirmeden yemek yemedi. Katip geçti, daktiloya
hakim bütün ifadeleri aldı yazdı çizdi. Dosyayı tamamladı, sonra orada bulunan
halka seslendi.
Binaenaleyh yaklaĢık 50-60 metrekarelik bir oda tıklım tıklım insan doluydu.
Benim bildiğim dört köyden en azından 40 kiĢi olmak üzere, bizim köyün dıĢından
100-120 insan, yaklaĢık 50 kiĢi de bizim köyden katılım vardı. Hakim Beyin bu 200
kiĢiye taktim edeceği orada bir kiĢi vardı. O da ben naçizane Rıza ġahin‟di.
O DA BU NAÇĠZANE ĠDĠ
Hakim Ahmet Çıtırıklıoğlu dosyayı masanın üzerine açtı. Önce Ģunları söyledi:
„Değerli Bahçeli Köylüsü ve diğer köylerden katılan değerli arkadaĢlar. Hepiniz
Divriği köylerinin mensuplarısınız. Bakın dört yıldır Divriği‟de hakimlik yapıyorum. Bu
süre içinde elimden 10 bine yakın tapu tescil vesaire davalarla ilgili dosya geçti.
Davaların dosyalarından geriye dönük baĢka davalarla da ilgili 12 yıla kadar karar
verilememiĢ dosyalar vardı. ġu anda Ģu elimdeki dosyanın dıĢında en erken
bitirdiğim dosyaların süresi üç yıl sürmüĢtür. Söylemek istediğim durum Ģudur: dört
sene içerisinde hiç mi hiç pürüzlü olmayan yalan ve sahte evrak katılmayan benim
isteyeceğim ve tanzim edilmiĢ edilip dosyaya konması gereken evraklar dosyaya
konmuĢ olan bir tane örnek dosya var. ĠĢte köyünüzden olan, benim de sizin de
iftihar duyacağımız ve de takdire Ģayan Rıza ġahin„in dosyası vardır. Dahası var.
Bugünkü köyünüzün keĢfinde de gördüm ki, doğruluk ve dürüstlük sergileyen yine
içinizden Rıza‟yı gördüm ve Ģuna da Ģahit oldum ki, Rıza sizleri de kazanmıĢ olacak
ki, hepiniz gürleye gürleye hizmete koĢtunuz ve yine hepiniz Rıza‟nın lehine ifade
verdiniz. Kendisini ve sizleri tebrik ederim, hayırlı uğurlu olsun derim ve sizin
huzurunuzda örnek bir insan olduğu için yanıma gelsin. Alnından bir kez öpeceğim.“
Sayın Hakim Beyin bu kadar övmesine ve de ısrarına karĢılık Hakim Beyin
yanına gittim. Ben de insanların bu güzel yardımlarına hizmetlerine karĢılık
teĢekkürlerimi sundum ve Ģunları söyledim: “Saygıdeğer komĢularım ve diğer
köylerden köyümüze zahmet edip gelmiĢ olan misafirlere hoĢgeldiniz” ddedim ve
ilave ederek Ģu cümleleri söyledim: “Değerli dostlar, Hakim Bey‟e ve sizlere teĢekkür
220
Ölmeyen Çocuk
ederim. Fakat bir Divriği‟de bir Rıza‟nın örnek insan olması yetmez. Ben istiyorum ki,
bütün Divriğililer ve bütün insanlar hepsi bir Rıza olsun, en azından doğruluğu,
dürüstlüğü hakim kılalım. Ġnsanlar dünyaya üç Ģey için gelmiĢtir. Bunlardan birisi
kâmil insan olmak, ikincisi iyi iĢler yapmak, üçüncüsü çocuklarımıza iyi bir dünya
bırakıp ölüp gitmektir.“
Ben naçizane, konuĢmalarımın, odada bulunanların üzerimde topladığı
sevgilerine layık olduysam ne mutlu bana. Velhasıl yazıĢma faslı bitmiĢ, sıra yemek
yemeye gelmiĢti. Masalar kurulmuĢ, çeĢitli etli yemekler sofraların kenarlarına
dizilmiĢti. Ardından rakı ĢiĢeleri gelmiĢti fakat Ahmet Bey rakı ĢiĢelerini görünce
„Durun!” dedi. „Ben rakı felan içmem, ama sadece yemek yer karnımı doyururum.
Hattı zatında karnımız da iyi acıktı” dedi. „Aslında biz geç kaldık. Bizim yemeği yer
yemez kalkıp yolcu olmamız gerekir” dedi. Ne yazık ki, Divriği‟ye gidecek olan yolcu
treni geçmiĢti, bir dahaki yolcu treni de geceye kalıyordu. Bu nedenle hakimi ve
arkadaĢlarını Cürek‟e kadar hayvanlarla taĢımam gerekiyordu. Yemekler yendi bitti.
Herkes gerçekten iyice acıkmıĢ ve yorulmuĢtu. Ben ise keĢif memurlarının altına
birer hayvan buldum, böylece memurlarla biz yolcu olduk. Orada kalanlar ise
yeniden sofraya ve rakının baĢına oturdular.
HAKĠM AHMET BEY‟LE YOL BOYU KONUġMALARIMIZ OLMUġTU
Hakim Ahmet Bey‟le hayvanların üzerindeyiz ama çoğu kez yolların geniĢ
yerlerinde yan yana gidiyoruz. Hakim Bey beni öğrenmek istiyordu. Bu nedenle
bana soru sormaya baĢladı.
Hakim Ahmet Beyin sorusu:
“Söyle bakalım Rıza, sen de olağanüstü bir kabiliyet var. Bu kabiliyet, bu bilinç
ve de bu kadar mertçe doğruluk nereden geliyor?” Cevap: “Sayın Hakim Bey ilk
sorunuza cevap olarak bende olağanüstü kabiliyet felan olduğunu sanmıyorum.
Bilince gelince bazı kitaplar okumaya, biraz da sizin gibi bilinçli insanlarla
konuĢmaya, iliĢki kurmaya heves ettim. Sandığınız kadar değil, ama bir köye göre
kendimize yetecek kadar sizin gibi zatlara karĢı kusur etmeyecek kadar
konuĢabiliyorsam ne mutlu. Mertlik ve dürüstlüğe gelince sanırım bu ebeveynden
intikal olsa gerek. Sayın Hakim Bey, GüneĢ Köyünün üstünde, sarp ve çetin bir
yerde yatır vardır. Bu zatın adı Seyit Garip Musa‟dır. Burada 4-5 hanelik bir köy var,
GüneĢ‟e bağlıdır. Buranın adı Garip Musa Tekkesidir. ĠĢte benim dedem, babam
dolayısıyla ben o zatın soyundan gelmeyim. Bu zat Osmanlı padiĢahlarının vermiĢ
olduğu tuğralı beratnameyle Ġslâm hocalığı yapmıĢ. Bu zat hakla birleĢmiĢ bir
zatmıĢ. Malumunuz, bu erenler asla ve asla yalan dolana sapmadan, taraf, kin kibir
tutmadan, gavur, Müslüman ve inanç ayrılığı yapmadan tüm insanlara tek dille, tek
gözle, tek kalple haykıran bir zattır. Maalesef onlara ve de insanlığa layık biri
değilim. Ama iĢte mümkün olduğunca o zatların bir nesliymiĢ dedirmeye
çalıĢıyorum. Benim dedem de aynı hocalığı ve dedeliği yapmıĢ ama dedem erken
221
Ölmeyen Çocuk
ölmüĢ, babam yetim kalmıĢ. Babam da ben 5 yaĢındayken öldü. Ben de okula felan
gidemedim Hakim Bey.”
“Rıza okuyorum dedin, Ģimdi de okula gitmediğini söylüyorsun. Nasıl olur bu
iĢ?”, „Sayın Hakim Bey mazim çok uzun, ben size kısa kısa anlatmaya çalıĢacağım.
Dedem öldükten sonra köyde okuma iĢi sona ermiĢ. Yalnız, dedem eski yazı, yani
Arapça okutuyormuĢ. 1957 yılına kadar köyde Latince harfini okuyan yoktu. Ben
dedemin hoca olduğunu öğrendim. Ve sonra kendi kendime düĢündüm, „Benim de
okumam lazım“ dedim. Binaenaleyh annem de 1.5 yaĢında ölmüĢtü, çok fakir
düĢmüĢtük. Buna rağmen 13 yaĢında okumaya baĢladım. Okuyup yazmayı
kendiliğimden öğredim ve 1957-1958 yılının altıncı ayın sonuna kadar, yani 7 ay
köyün çocuklarını okuttum. Aynı yıl çalıĢmalarımı yürüttüm, hazırlığımı yaptım ve
1958-1959 döneminde maruftan köye resmi öğretmen getirdim. Binaenaleyh Divriği
Ġlköğretim MüffettiĢi Nejdet Eke Bey„in önderliğinde 7 ay okuttuğum çocukları
sınavdan geçirdik. En küçüğünü iki, en büyüğünü üçüncü sınıflara geçirdik. Ayrıca
köyde okuma yazma kursu açtım, kendi akranlarımı da okuttum ve ben de okumamı
ilerlettim. ĠĢte benim okumam böyle oldu sayın Hakim Bey.“
Hakim Bey, „Rıza ben bir gerçeği daha öğrendim. Köyünüzde sen henüz 28
yaĢlarında bir genç olmana rağmen bu köyde yaĢlısı genci hepsi seni seviyorlar.
Ben böyle gördüm. Bu durumu nasıl elde ettin?“
„Hakim Bey bu soruna tam cevap verecek olsam iki saat sürer. Ancak ben
birkaç cümleyle sizi cevaplamaya çalıĢacağım. Ben köyümün sempatisini ve
sevgisini onlara hizmet vererek kazandım. Örneğin önce çocuklarını okuttum, sonra
öğretmenlerini getirdim. Sonra muhtarlığını ayırdım. Önce mezra idi Ģimdi
muhtarlıktır.
Ayrıca bu köyde iki tane zengin ağa vardı. Bu ağalar davarına malına çoban
tutuyorlardı. Diğer komĢuların davarı malı az olduğu için ağaların çobanlarının diğer
komĢuların da davarlarını yaymaları gerekiyordu. KomĢu davarlarını parayla
yaymalarına rağmen komĢu fertlerini muhtelif iĢlerinde ucuza çalıĢtırmak için
kıskaca alıyorlardı. Örneğin „Sen bana yazın misali 10 ırgat verirsen davarını
yayarım, yoksa yaymam“ gibi kıskaca alıyorlardı. KomĢu ne yapsın, 10 davarına 5
davarına çoban tutamazdı, mecburen ağalara ucuza ırgatlık yapacak, davarını
yaydıracaktı. ĠĢte ben buna da bir çözüm buldum. Bu iki tane ağa köy komĢu
çocuklarını çoban tutmuĢlardı. Ben bu çobanları çağırdım sordum: „Sen Gazi
Kâhya‟ya, Hüseyin ÇavuĢ„a bir yıl kaça çalıĢıyorsun, ben sana yüz lira fazla
vereceğim, biriniz köyün davarını, biriniz de malını yayacaksınız. Oldu mu?“, „Olur“
dediler. „Bundan böyle onlar gelsin, söylesin davarlarını size yaydırsın“ dedim ve
çobanlarını ellerinden aldım. O ağalar artık davarlarını bize yaydırmak zorunda
kaldılar. Bir baĢka durumda Ģudur. Köyde bol ağaçlık yeĢillik gördünüz. Köyümde
özellikle verimsiz meyve ağaçları vardı. Köyümde önce ben iĢte bugün ölçümünü
yaptığınız elmalığı yaptım. Sonra, köye Amasya‟dan elma fidanları getirdim. Maliyet
fiyatına kendilerine verdim ve yine ayrıca köyümüzün önünde çok eskilerden bir tane
222
Ölmeyen Çocuk
yolcu treni duruyordu onu da kaldırmıĢlardı. Divriği‟ye tren yolculuğu yapamıyorduk.
ġu anda köyümün önünde bir tane değil tam dört tane yolcu treni duruyor.
Bunlardan iki posta yolcu treni, birisi ekpres, bir tane de ara yolcu trenidir. Dahası da
vardır. ġu anda benim köyümde bir tane desen mahkemelik insan yoktur. Eğer
haberim olmadan gitmiĢ iki komĢu birbirini mahkemeye vermiĢ ise, hemen onları bir
araya getirir, aralarını bulurum. Davalarını iptal etririr ve barıĢtırırım. Sanırım bu
kadar cevap yeter sayın Hakim Bey.“
Hakim Ahmet Bey, „Rıza bu anlattıkların olağanüstü değil, daha da ileridedir.
Olağanüstü baĢarılarıdır. TeĢekkür ederim, ben senden çok Ģey öğrendim Rıza.“ „O
ne demek Hakim Bey, estağfurullah.“
Yolumuz yaklaĢmıĢtı. Hakim Bey bana Ģunları söyledi: „Bak Rıza Ģimdi, biz
Cürek„e ineceğiz, ĠĢletmeye telefon açacağız. Divriği‟ye iĢletmenin jipiyle gideceğiz.
Yalnız jipin benzin parasını sen ödeyeceksin. ġoför senden benzin parası ister, sen
istediği parayı vermeden pazarlık et. Bizden çekinme. O arada ben de sana
yardımcı olurum. Nihayet Cürek„e vardık, istasyonda durduk. ĠĢletmeden jipi istedik,
jip geldi. Hakim Beyin dediği gibi benden 15 TL para istediler. Ben daha itiraz
etmeden Hakim Bey devreye girdi, „15 lira çok, ben geçenlerde buradan 12 liraya
gittim. Bu çocuğun parası da yok sana 12 lira versin“ dedi. „Rıza 12 lira ödeyecektir“
dedi. Hakim Bey bana 3 TL noksan ödetmiĢ oldu. Dolayısıyla Hakim Beyle Bahçeli
Köyüyle Cürek arasındaki yolculuk anılarım burada sona ermiĢ oldu. Onlar jiple
Divriği‟ye gitti, ben hayvanlarımdan birini peĢine bağladım, öndeki hayvanın sırtına
da bindim köye döndüm.
Hakim Beyi Divriği‟den gidene kadar görürdüm. Binaenaleyh senede birkaç kez
sulh götürürdüm. Sulh dilekçesi götürürdüm de Ahmet Bey kapıya vardığımda
elimde kâğıdı görür görmez hemen çağırır, kâğıdı alır, davayı iptal eder, bir de
teĢekkür ederdi. Allah selamet versin Ahmet Bey„e.
AÇTIĞIMIZ TAPU TESCĠL DAVASININ AÇILIġ TARĠHĠ - BĠTĠġ
TARĠHĠ
Tapu tescil davasının açılıĢ tarihi mayıs ayı 1962‟dir. Tapu tescil davasının bitiĢ
tarihi ise tam tamına tapu almaya hak kazandığımız tarih 15 Haziran 1963‟dür.
Binaenaleyh davanın bitiĢine kadar 14 ay geçmiĢtir. Bu sürenin iki ayına Mal
Müdürlüğü, bir ayına da Bibim Hatice Yıldırım‟ın keyfine göre oyalanma yol açmıĢtı.
Neticede 11 ayda biz, Divriği gibi o sıralarda adliyesi kalabalık bir ilçede davayı
sonuçlandırmıĢız. Hakim Ahmet Çıtırıklıoğlu bunu bir rekor olarak ilan etmiĢti.
Mamafih Divriği de o tarihlerde bir günde 45 duruĢma görülüyordu. 45 duruĢma
sadece birtane mahkeme salonunda sorgulanıyordu. DuruĢmada 5 tane görevli
bulunuyordu. 1. Büyük hakim, 2. küçük hakim, 3. savcı, 4. kâtip, 5. gardiyan toplam
5 kiĢi günde 45 duruĢmanın görülürdü. Sadece bir tane mahkeme salonundaki
223
Ölmeyen Çocuk
davaların en az 30‟unu tapu tescil davaları oluĢturuyordu. Gerçekten o kadar
kalabalık dosyanın içinde 11 ayda dava sonuçlandırmak olağanüstü bir rekordur.
Bu kadar bir rekor düzeyde dava sonuçlandırmanın mucizesi nedir? ĠĢte
baĢından beri belirttiğim gibi davanın çabuk sonuçlanmasının sebebini açıklamak
için aĢağıda A, B… Ģeklinde birkez daha sıralamam icab etmiĢtir.
EZEL SENĠNLE DOST OLANLAR
Rahmetle andığımız ünlü ozanımızı burada anmadan geçemeyeceğim. ġiirinin
ikinci kıtasında Ģunları söylüyordu ünlü ozanımız Pir Sultan Abdal: „Ezel ezelinden
benim için ağlayan dostlarım / ġimdi ıraklarımdan kaçar oldu.“ Sanıyorum babamın
samimi dostuyum diyen bizim de manevî sevgisini yürütmek isteyen Sait Sopa
dostumuzun samimi aile dostulğu da Pir Sultan Abdal‟ın Ģiirine tıpa tıp uyuyordu. Bu
samimi dostumuz keĢke manevî sevgisinde de samimi olsaydı bu anımın alt
tarafında sıralayacağım olumsuz anılarımı yazmama gerek kalmayacaktı.
Binaenaleyh Sait Sopa‟nın bizimle devam ettirmek istediği samimi duygularına bir
bakalım samimiyet mi samimiyetsizlik mi?
SAĠT SOPA AĠLESĠYLE DEVAM EDEN ANILARIMIZ
Hz. Ali Efendimiz bir hadisinde Ģu mesajı vermektedir: „Dil ile kalbin bir olmadığı
zaman dilin altında gizli bir düĢmanlık vardır.“ Artı öylelerinin gönül gözü kördür,
gerçeği göremezler. Sanırım rahmetli Sait Sopa da bu kabiliyette olanlardan biri
olacak. Hiçbir zaman gerçeği görememiĢtir.
„Babanız samimi arkadaĢımdı, aile dostluğumuz ölünceye kadar beraber
geçmiĢti“ diyen Sait Sopa„nın arkadaĢının oğlu olarak ben sel önünde yuvarlanan bir
kütük misali büyüdüm, hatta askerliğimi yaptım, daha sonraları adamların olmadığı
dönemlerde fevkalade bir adam oldum, köy iĢlerini elime aldım. Daha sonrasında da
Sait Sopa‟ya ve çocuklarına karĢı sıcak yaklaĢımlarda bulunmuĢ olduğum halde
beni bir türlü anlayamamıĢtır. Ya da hiçbir türlü beni anlamak istememiĢtir. Üstelik
kendi gibi kalp gözü kapalı olanlarla birleĢmiĢ, aleyhimde gizli faaliyetler yürütmüĢtür
Hz. Ali‟nin büyüttüğü çocuk misali.
Yukarıdaki anımlarımda anlattığım gibi ben köyde okul hayatını baĢlatıp
eğitmenlik yaptığım yıl 1957-1958 dönemiydi. Bu dönemde köyde iki ağa çocuğunun
dıĢında hiç kimsenin çocuğu okula gidemiyor ve kimse de Latinceyi okuyamıyordu.
Zira köyde okul yoktu, okutan da yoktu. O iki ağanın iki çocuğu da okulu olan
köylerde okuyorlardı. ĠĢte böyle bir ortamda ben köye Latince okumayı getirdim ve
eğitmenlik yaptım. Zira, ne kadar zor ve mahrumiyet Ģartları altında büyüdüğümü
anılarımın baĢlangıcında belirtmiĢtim.
ÜÇ HEDEFĠM VARDI
Köyde okuma hamlesini baĢlatırken üç hedefim vardı:
224
Ölmeyen Çocuk
1. 1957‟den 35 yıl önce dedemin ölmüĢ olmasıyla köyün çocuklarını eski yazı
üzerinde okutuyormuĢ. Benim de iĢim onun bıraktığı yerden baĢlayıp devam
ettirmek ve köy insanlarını okutarak bilinçlendirip ağalara karĢı bir mücadele verip
onları ezilmiĢlikten kurtarmak olacaktı.
2. Köyde okuma hamlesinin baĢlamasıyla okul yaptırmak gündeme gelecekti.
Okul yaptırmayı planlarken köy mezradır aynı zamanda, küçük bir mezra. Bu
mezranın muhtarlık olması gerekecekti. Dolayısıyla köyü hem de muhtarlık
yapacaktım. BĢylece de okul ve köyün bazı sosyal iĢlevinin hazırlığını yapacaktım.
3. Köy halkının bir de manevî ve dinî inanç gelenekleri vardı. Bu tür iĢler
düzensiz ve kara düzen olarak yürütülürdü. Aslına uygun olarak yürütülmüyordu. Bir
takım tabiat ve medeniyet dıĢı keyfiyetlere uygun hurafelerle dolu bir düzen
uygulanıyordu. ĠĢte bu alanda da reform Ģeklinde a. kitaba, b. aslına uygunluğu, c.
mantığa, d. Türkçe‟ye, e. bütün hurafelerden arınmıĢlığıyla bir dinî ve sosyal toplum
düzenini yaratmaktı.
ÜÇ ANA HAMLEDEN BĠRĠSĠ
Üç ana hamleden biri olan okumayı baĢlatırken Sait Sopa‟nın dört çocuktan üçü;
birisi on birisi sekiz diğeri yedi yaĢında olmak üzere üç çocuğu okumaya
baĢlayacaktı. Bu çocukların da anneleri ölmüĢ, anneden yetimlerdi. Çocuklar
annelerinden yetim kalmıĢlığın yarattığı bir kısım boĢlukları babayla doldurabilirdi.
Maalesef Sait Sopa ise gerçekten ismine uygun çocuklarına karĢın sopa gibi bir
insan tipiydi. Örneğin Sait Sopa değirmencilik yapardı. Değirmende kendisinin
olmasıyla gerek değirmenden gerekse rençberlikten edindiği gelir fevkalade
ihtiyaçlarına yetiyordu. Buna rağmen çocukları yemeden, içmeden ve giyimden
mahrum, son derece ilkel ve periĢan bir vaziyette büyütüyordu. Mesela kıĢın,
soğuğun en Ģiddetli zamanlarında çocukları yalın ayak geziyorlardı. Bu nedenle
çocuklarda hem fiziksel rahatsızlıklar oluĢmuĢ, hem de psikolojik bunalıma
düĢmüĢlerdi. ĠĢte Sait Sopa‟nın çocukları böyle bir bunalım ortamındayken samimi
aile dostum dediği merhum Garip Dede‟nin oğlu ben de tarif ettiğim aynı koĢullar
içerisinde büyümüĢtüm Ģimdi de Sait Sopa‟nın çocuklarını okutuyordum.
Okutuyorum ama gel gör ki, Sait Sopa‟nın çocukları okumayı öğrenebilecek
durumda mıydı? Sait Sopa‟ya zorlayarak belki bir tane yıl kitabı, bir tane kalem, bir
tane de defterin parasını alabilmiĢimdir. Ama bunlar yedi ay boyunca o çocukların
okuyabilmesine yetecek miydi? Daha baĢka araç gereçlere ihtiyaçları yok muydu?
Bu birinci sorun. Ġkinci sorun ise yetimliğin ve ihmal edilmiĢliğin bunalımlarıydı. Zira
„Bu çocukların okuyabilmesine ödevlerini yapmalarına yardım edin. Niçin
çocuklarınızı ihmal ediyorsunuz?” diye sorduğumda duymazlıktan geliyordu.
Çocuklar ise hafif bir sert konuĢsam ağlamaktan baĢka bir Ģey bilmezlerdi.
Sadece göz yaĢı akıtırlardı. Peki bu çocukların durumu ne olacaktı? Bu çocuklar
okumayacak mıydı? Gerçekten ben de babalarının düĢüncesinde ve yapısında biri
225
Ölmeyen Çocuk
olsaydım çocuklarının okumasına imkan ve ihtimal olur muydu? Ama ben onları ne
yapıp yapıp okutacaktım. Benim ise sadece ve sadece vicdanî borcumdu bu. Bir de
insanlığa ve ilme olan sevgimdi. Hülasa ben bu çocukların ihtiyaçlarını da temin
etmek suretiyle yedi ay içerisinde okutabildim. Yukarıda müffettiĢ Necdet Eke‟yle
çocukları sınav yaptırarak sınıf geçirdik diye yazmıĢ olduğum anımda belirttiğim gibi
Sait Sopa‟nın üç çocuğunu; Veli 3, Ġsmail‟i 2, Rıza‟yı 1 olmak üzere sınıflara
geçirmiĢtim.
Ġkinci hedefim ise bir yıl sonra muhtarlığı ayırıp, sonra da okulu yaptırmadan
önce okulun arsası felan alınıncaya kadar köyün dinî ve manevî meselelerini
düzeltmekti. ĠĢte ben bu Ģekilde fedai olup köy iĢlerine çalıĢırken Sait Sopa ne
yaptı?
SAĠT SOPA
Sait Sopa a. köyü muhtarlık yaptırmama, b. ikinci yıla köye resmi öğretmen
getirmem için kaymakamlığa ve milli eğitime baĢvurmama, köyde birkaç kendini
bilmezlerle beraber olmuĢ karĢı çıkmıĢ, aleyhimde imza kullanmıĢ, kaymakamlığa
Ģikayet dilekçesi yazmıĢlardı.
SAĠT SOPA‟YA ve ONUNLA BĠRLĠK OLANLARA VERDĠĞĠM DERS
Yukarıda belirtmiĢ olduğum üç tane hedefimi baĢarmıĢ hedefime kavuĢmuĢ bir
insan olarak en sonunda beni de muhtar seçmiĢlerdi. Muhtar oluĢumda ilk hizmetim
Ģu olacaktı.
YARDIM ALMAK
Divriği ilçemizde bir Kızılay ġube BaĢkanlığı vardı. Köylerden yardıma muhtaç
olanların isimlerini muhtar liste yapıyor, bu listeyi Divriği‟ye götürüyor, sözkonusu
verilen yardımlardan sadece yeme gıdalarını getirip sahiplerine dağıtıyordu.
Ben de muhtarlığımın hemen arefesinde böyle bir hizmete koĢulmuĢtum. BaĢta
Sait Sopa olmak üzere, 15 kiĢilik bir liste hazırladım. Sait Sopa gibi düĢünenlere
göre ben öyle hizmetleri asla baĢaramayacaktım. Oysa ki, köy toplumu adına daha
muhtar olmadan köyün geçmiĢine dönük 50 yılda baĢarılamayan iĢleri baĢarmıĢtım
ve de meyvelerini de kendileri kütür kütür yiyorlardı. ĠĢte böylesine uyur gezer,
nankör bir kitle beni düĢündürmüyor da değildi? ġimdi dönelim konumuza.
Ben 15 kiĢinin listesini yaptım. Ġkinci heyetim olan Musa Uluçay‟la Divriği‟ye bir
akĢamdan birlikte gittik, otelde yattık. Sabah saat 8-9 arası Kızılay ġube
BaĢkanlığının önünde sıraya dizildik. 3-4. sırayı almıĢtık. Önümüzdeki muhtarlar
haklarını aldılar, sıra Bahçeli Köyüne, bize gelmiĢti.
ĠSMĠNĠ BĠLMEDĠĞĠM KIZILAY ġUBE BAġKANI
226
Ölmeyen Çocuk
BaĢkan bizim hakkımızı da ayırdı, „Buyurun” dedi, bize teklif etti. Ancak „Ben
böyle bir yardımı alamam” diye baĢkana itiraz ettim. Aramızda tartıĢma baĢlamıĢtı.
Ġtirazım Ģuydu: “Sayın BaĢkan sizin bu verdiğiniz yardım, verilmesi gerekenin çok
altındadır ve yetersizdir. Zira Divriği‟ye köylerden yardım almak için her köyden az
iki kiĢi geliyor. Bir gece, bir gündüz Divriği‟de kalıyor. Sizin verdiğiniz yardımın
yarısını zaten iki kiĢi harcamıĢ oluyor. Bu kadar bir yardım içinde köyden gelmemize
dahi değmez.“
Kızılay ġube BaĢkanının çıkıĢları bir tehtit mahiyetindeydi ve Ģunları söylüyordu:
“Siz ne demek istiyorsunuz? Bize akıl mı veriyorsunuz? Yoksa bizim yaptığımız iĢi
bize mi öğreteceksiniz?”
BaĢkana yanıt: „Ben size sadece sordum. Size öğretmeyle ilgisi yoktur. Size
tekrar soruyorum. “Verilen yardım paketleri ortadan bölünerek iki kiĢiye taksim edilir”
diye bir tarifname var mı?” BaĢkan, „Siz bana böyle bir soruyu soramazsınız.” Yanıt:
“Sayın BaĢkan, ben sorarım, sormak da hakkımdır. Zira ben hak sabihiyim, siz ise
burada sadece bizim için görev yaparsınız. Aynı zamanda siz burada 3-5 kiĢiyi
temsil eden bir Ģubenin baĢkanısınız. Ben ise bir köyü temsil eden seçilmiĢ
muhtarım. Binaenaleyh listemde ismi olan 15 kiĢiyi temsil eden hak sahibi de
benim.”
BaĢkandan tekrar tepki, „Siz ukalalık mı ediyorsunuz veya eski köye yeni kanun
mu koyacaksınız?“ BaĢkana tekrar yanıt: “Sayın BaĢkan, biraz uslubunuzun dıĢına
çıkıyorsunuz. Ama konuĢtuğunuz cümleler gerçekten tesadüfen doğrudur. Zatınız
muhtarları sıradan bir insan sayarak karĢınıza muhatap olarak içinize
sindiremediğiniz için bu Ģekilde tepkili ve tenkitli kelimeler sarf ediyorsunuz. Madem
ki, istediniz o zaman söylüyorum. Evet, artık eski köye değil de sizin eski uygulama
geleneğinize yeni kanun getirme zamanı gelmiĢtir. Ben ise sizin uslubunuza uygun
bir muhtar değilim. Her Ģeyi bilen bir muhtarım. Divriği‟de en zengin aileler Ģu sizin
dağıttınız peynirleri masalarında yemektedirler. Eğer daha da ileri giderseniz bunu
ispatlarım.” BaĢkan, „Bana bu kadar geliyor, size de bu kadar veriyorum.“ BaĢkana
ret cevabı: „Tamam baĢkan ben sizin vereceğiniz böyle bir yardımı almıyorum“
dedim. Tavrımı koydum, çıkıp gittim. Bir de baktım 20-30 metre yürüdüm, BaĢkan
birkaç saniyede galiba jetonu düĢmüĢ olacak ki, bizi çağırttı. Orada memurun bir
tanesi arkamızdan bağırıyor, “Muhtar, muhtar!. Gel hele BaĢkan çağırıyor sizi.”
Neyse biz geri döndük. BaĢkanın bu defa konuĢma uslübu değiĢti: „Sayın muhtar,
siz ne istediğinizi söyler misiniz?“ Cevap: „Sayın baĢkan, benim isteğim Ģudur:
deponuzda yardım için ne gelmiĢ ise, her cins maldan en az bir parça veya paket
veya çuval her yardım sahibine bölüp parçalamadan vermenizi istiyorum.“ BaĢkan,
„Sizin isminiz ne?” „Sayın BaĢkan benim ismim Rıza ġahin. Bahçeli Köyü
muhtarıyım.“ BaĢkan ismimi galiba duymuĢ veya kulağına birisi fısıldamıĢ olacak ki,
„Haa anladım. Rıza Bey Ģöyle oturur musunuz?“ Heyetimle birlikte altımıza sandalye
geldi, iki de çay geldi. Oturduk çayımızı içmeye baĢladık. Bu arada diğer köy
227
Ölmeyen Çocuk
muhtarlarının durumları dikkatimi çekmiĢti. Muhtarların hepsinin de baĢlarında
Ģapkaları vardı. ġapkaları ellerinde, elleri önlerinde, aĢağıya doğru Ģapkalarının
üstünde bağlı mutanasip bir vaziyette askervari hazırolda, sessizce bizim
tartıĢmamızı seyrediyorlardı.
BAġKAN
Dönelim yine baĢkana. Bizim tartıĢmamız esnasında BaĢkanın adamları diğer
muhtarlardan birkaçının hakkını vermiĢ, savmıĢtı. ġimdi sıra tekrar bize gelmiĢti. Bir
baktım bizim iaĢeler yığılmaya baĢladı. Bu arada baĢkana tekrar bir ricada
bulundum. BaĢkana rica etmek benim nezaketim icabıdır. Dedim ki, “Sayın BaĢkan,
bu mallar dıĢarı devletlerden karton paketlerle geliyor. Lütfen o boĢalan karton
kutulara her hak sahibinin iaĢesi ayrı ayrı yerleĢtirilsin ya da o boĢ kutuları bize verin
paketlemeyi biz de yapabiliriz.”
Mamafih en azından ayrı cins iaĢelerden 15-20 parça paket ya da kutu vardı.
Yani her yardım sahibine en az 15 parça bütün olarak iaĢe yığıldı. Eh bu malları
çuvallara doldurmak taĢımak ve teslim etmek oldukça zor olacaktı. Bu nedenle her
hak sahibine bir karton paket halinde dağıtmak daha tabiata uygun olacaktı. BaĢkan
bu ricamı da kabul etti. Ancak baĢkan, „Siz zahmet etmeyin, ben malları ayırttırırken
herkesin hissesini ayrı kartonlara koydururum” dedi. Biz hiçbir Ģeye elimizi
vurmadan 15 kiĢinin adına birer karton olmak üzere 15 tane karton hazırlandı,
„Buyurun muhtar!” denildi. ġimdi bu kartonları artık bir at arabasına yükletip taĢımak
kalmıĢtı. ġube baĢkanı ise bizi edebî Ģekilde kapıya kadar uğurladı. Ben de içimden
Ģunları geçiriyordum: “Ulan kâfirler Ģimdi ne çabuk adam oldunuz. Demek ki, kâfirin
korkusu Ali‟den olurmuĢ” dedim.
Velhasıl biz malımızı aldık, istasyona indik. Yine bu arada yanımdaki heyetim
Musa Uluçay Ģimdi rahmetliktir, sevincinden dört köĢe oluyor. Zira aldığımız
yardımların birisi de onun olacaktı. Aldığımız iaĢe yardımlar ise her kiĢi baĢına
düĢen yardım 30 lira değerindeydi. Temiz buğdayın bir tenekesi ise 8 liraydı. Demek
oluyor ki, ben her kiĢi baĢına dört tenekeden az noksan buğday karĢılığında yardım
almıĢtım.
SAĠT SOPA
Hatırlanacağı üzere bu anıma konu olan Sait Sopa ve arkadaĢlarıydı ama ben
sadece Sait Sopa‟nın ismini yazdım.
Yardımı Bahçeli köy durağında indirdik. Bizim o gün öğlen posta treniyle
geleceğimizi biliyorlardı. Haberi olduklarından yardım sahiplerinden iki kiĢi
hayvanlarıyla birlikte bizi karĢılamıĢlardı.
228
Ölmeyen Çocuk
Malları hayvanlara yüklettik, bizim eve götürdük. Yardım listemde bekçim olan
Hüseyin Yıldırım da vardı. Hüseyin köye çıktı, yardım sahipleri olan 15 kiĢiyi çağırdı
ve benim odaya toplandılar. ġu anda yardımlar sahiplerine dağıtılacak. Bekçi
Hüseyin Yıldırım benim talimatım üzerine herkesin önüne birer tane koskocaman
karton paketi getirdi koydu. Paketler önüne konan yardım sahipleri ĢaĢkın ĢaĢkın
bakıĢmaya baĢladılar. Ama yüzlerinde birer sevinç belirtisi vardı. Fakat belli
etmemeye çalıĢıyorlardı. Ġçlerinden geçen ve hayrete düĢtükleri durum Ģuydu:
„Acaba bunlar ne yepyeni karton paketler. Muntazam Ģekilde ağızları bantlanmıĢ,
üzerlerinde yabancı yazılar var.” Belki de Ģunu diyorlardır: „Bu paketler bize özel
olarak mı gelmiĢti? Böylesine muazzam karton paketler de neyin nesi?” Bu
kartonların boĢunu yine o günkü parayla 5 liraya ancak alabilirsin ki, 5 lira çok
paraydı. Velhasıl bir müddet ĢaĢkınlıkları sürdü. Ben daha fazla sabredemedim. Bir
konuĢmayla saygıdeğer komĢularıma açıklamayı yaptım.
“Saygıdeğer komĢularım, ĢaĢırmanıza gerek yoktur. ĠĢte size ilk sosyal hizmetim
olarak almıĢ olduğum gıda yardımlarınız bu karton kutuların içindedir. Önünüzdeki
karton paketlerin içinde hepsi ayrı cinsten olmak üzere en az 15-20 tane paket
vardır. Sizin adınıza bizim Divriği‟ye gitmemiz bir gece, bir gündüz Divriği‟de
yaptığımız masrafların toplamı 6 liradır. Biz iki kiĢiye üçer lira düĢer. Ben üç lirayı
sizden almıyorum. Musa Uluçay‟ın üç lirasını verirsiniz. Her adam baĢına 90 kuruĢ
düĢer. Oysa ki, getirdiğim yardım ise her birinizin (ki 30 lira değerindedir) 90
kuruĢunu düĢtüğünüzde yaklaĢık 29.5 TL karĢlığında ilk etapta bir yardımı aldım,
afiyetle yiyin. Ancak bu arada komĢum ve de rahmetli babamın arkadaĢı olduğunu
iddia eden Sait Sopa‟ya birkaç sorum olacak.”
SAĠT SOPA‟YA AġAĞIDAKĠ ANIMIN SONUNA DOĞRU GÖÇ
OLAYINI AÇIKLADIM
“Saygıdeğer Sait Ağa, siz ve birkaç arkadaĢınız birlikte A. muhtarlığın
ayrılmasına, B. öğretmenin alınmasına, C. okulun yapılmasına karĢı çıkmıĢtınız.
ġimdi soruyorum, senin üç tane oğlun bu köyde o ilkokuldan mezun oldular,
diplomalarını aldılar. 1. Bu köyde ben olmasaydım, 2. ben öğretmen getirmeseydim,
3. daha da önemlisi okuma hayatını baĢlatıp yedi ay çocuklarınızı okutup çeĢitli
sınıflara geçirmeseydim, çocuklarınız okuyabilecekler miydi?” Tabi ki, „Hayır”
cevapları gelmiĢti.
“Ġkinci sorum: Siz muhtara hak vereceksiniz, vereceğiniz hakkın adı buğdaydır.
Bir yıl da muhtara vereceğiniz bir teneke buğday olacaktı. Bunların cevabını Sait
ağadan almak istiyorum.” Sait Sopa‟dan cevap: „Bir teneke buğday veriyoruz.”
“Güzel. ġu anda değirmenlik buğday 8 liradır. Doğru mu Sait ağa?” “Evet.” „O halde
üç teneke buğdayın 24 lira yapar. Ben Ģimdi sana 24 lira vereyim bu ilk defa
getirdiğim yardımı bana verir misin?” Sait Sopa‟dan „Hayır” cevabı gelir. Haklıdır
çünkü aldığı yardımın değeri 30 liradır. „O halde tekrar ediyorum, ben senin bana
verceğin üç yıllık buğdayı sana üstelik üç yıl önceden vermiĢ oluyorum. Dahası, her
229
Ölmeyen Çocuk
üç ayda bir bu yardımı da almaya hakkınız vardır. Ama maalesef siz Ģu okulunuzun
temelini attıktan sonra benim gibi bir muhtarı da bulamayacaksınız.” Ġyi biliyorum ki,
sizlerin kafasında yatan idrak Ģuydu: Rıza fakir bir insan. Rıza henüz bu gibi iĢleri
yapabilecek kapasitede değildir. Yani hala karamsarlık, idraksızlık vicdanınızı
kaplamıĢ bir türlü silip atamıyorlardı. Keza, Sait Sopa‟dan cevap bekliyordum. Sait
Sopa sonunda patlamıĢ ve Ģunları söylemiĢti: “Ne dersen haklısın. Hepsi cahilliğin
poku.” Sait Sopa‟nın konuĢma uslübu böyleydi. Ama Sait Sopa bu itirafı yapmakta
çok geç kalmıĢtı. Sait Ağa bu biçim itirafı veya itirafları yapsa da benim nazarîmda
artık kıymet ifade etmiyordu. Aynı zamanda modası geçmiĢ, çürümüĢ bir itiraftı.
Mamafih köylümün idraksız ve nankör tutumları beni tamamen tiksindirmiĢti. Ben ise
artık kısa bir müddet sonra köyden göçme kararını almıĢtım. Yani ok yaydan çıkmıĢ,
yayın tekrar geri dönmesi mümkün değildi.
Tekrar ediyorum, benim Sait Sopa‟yı konuĢturmamdaki kastım Ģuydu: yani
1957-1964‟ün 4. ayına kadar tam tempoda verimli senelerim olarak 6-7 senelik köy
adına maddi manevî verilmiĢ hizmetlerime karĢılık anlamamazlıktan, takdirsizlikten,
idraksızlıktan kaynaklıydı. AlınmıĢ bir kararın ifadesiydi.
Pir Sultan Abdal‟ın Ģiirinde geçen dizelerinde sergilediğinin bir benzeridir bu
anım.
Biz gidiyoruz gelen gelsin,
Buralarda kalan kalsın.
Ahiret hakkın helal olsun,
Diyenlere selam olsun.
Pir Sultan‟ım söyler sözün,
Hak iledir benim özüm.
Bilmeyenler bilsin bizi,
Bilenlere selam olsun.
ĠĢte rahmetli ozanımızın dediği gibi ben de diyorum ki;
Gözüm açıktır görmüyor sanmayın,
Sizi biliyorum bilmiyorum sanmayın.
Aklım vardır iyi kötüyü görüyorum,
Sizi biliyorum bilmiyorum sanmayın.
Garip Musa‟dan gelir soyum,
Hak ile haklıdan yanayım.
Ġnsanlık uğruna ağmayım,
Sizi biliyorum bilmiyorum sanmayın.
Burda kalırsam derdim olur,
Hapishaneler yurdum olur.
Gençliğime yazık olur.
Rıza‟yım biliyorum bilmiyorum sanmayın.
230
Ölmeyen Çocuk
ĠĢte babamın, sonra da bizim samimi aile dostumuz olduğunu iddia eden Sait
Sopa‟yla buraya kadar olan anımı burada noktalıyorum. Belki ileride daha sonraki
senelere ait olan anılarımda Sait Sopa‟nın ismi geçecektir. Elbetteki iyiliği
değerlendirmelerin içinde Sait Sopa sadece biridir.
Sait Sopa‟yla geçen anılarımdan kaynaklı bu anılarımı okuyanlara birkaç cümle
yorumlarımı aktarmak istiyorum. Anlatacağım yorumun konusu toplum olmanın,
birlik olmanın gereğidir.
TOPLUM OLMA ve TOPLUM ADINA Ġġ YAPABĠLMEK
Toplum olmak ilkesi birlik beraberliğe dayalıdır. Yani birlik beraberlik mevhumu
toplumun temeli ve esasıdır. Birlik ilkesi toplumun tuzu ve yağıdır, kaynaĢma
metodur. Bu temeli sarsan unsurlar ise; a. menfaatperestlik, b. iki yüzlülük, c. dil ile
kalplerin bir olmayıĢı, d. bencillik yani sen olma ben olayım deme anlayıĢlarıdır. Bu
gibi zihniyetler birlik beraberliği kökünden sarsar. Bu gibi zihniyetler tarih boyu
toplumlara zarar vermiĢlerdir.
TOPLUM ADINA Ġġ YAPMAK
Toplum veya birlik adına iĢ yapan aynı toplumun içinden birisidir. Binaenaleyh
toplumun ortak iĢlerini herkes yapamaz. Hele hele bedava çalıĢacaksa o taktirde hiç
kimse yanaĢmaz. Bu genellikle fedai kuruluĢlarda önder olan insanlar toplumsal
sosyal ve kültürel bilincini almıĢ gerçekten çalıĢıp iĢ yaptığına inanıyorsanız o kiĢiye
yardımcı olmak destek olmak gerekir. Toplum önderliğine soyunmuĢ birisi varsa,
onun bilmediği noksanlıkları varsa, onu tamamlayıcı metotlarla, „Sen git baĢkası
gelsin, sen düĢ ben geleyim“ düĢüncesinin yerine onun bir takım boĢluklarını
doldurup onu lider düzeye getirmek bana göre en doğru tercihtir.
Aksi durumlarda ise durmadan elbise değiĢtirir gibi lider değiĢirsiniz. O zaman
da o toplum fertlerini tiksindirirsiniz. Kolay kolay bir daha da toplumun birliğini
sağlayamazsınız. Buna rağmen bir önder toplumdan çok kendini toplum üzerinde
görüyorsa onu da düĢürmek sizin ellerinizdedir.
NANKÖRLÜK
Nankörlük çok kötü, çok tehlikeli bir düĢünce tarzıdır. Nankörlük belirtileri ile
iligili benim bildiklerim Ģöyledir. Bir insanın bir ya da birden çok kiĢiye maddi manevî
bazı yardım mahiyetinde yaklaĢımlarını kıskanması ve bilerek inkârdan gelmesi,
onun gıyabına atanlarla bir olmasıdır. Ona destek olmanın yerine onun aleyhine
söylenenlere kulak tıkamak, karĢı gelmemek. b. egoist olmak, c. onun yaptığı iĢleri
kıskanarak, „O kadar da mühim değildi; o iĢleri o yapmasaydı, baĢkaları yapardı“
gibi benzeri aleyhte savunmalar birbirlerini tamamlayıcı faktörlerdir. Yapıcılığın
temeline dinamit lokumu koymak kadar tehlikeli tavır ve hareketlerdir bunlardır.
231
Ölmeyen Çocuk
Burada iki atasözüne de yer vermek gerekir: „Bir deli bir bendi bozar, bin akıllı
yapamaz, bir muber bir orduyu bozar bin kiĢi düzeltemez.“
SABRĠ KAYA ve ANNESĠ KEZBAN HANIM
Sabri Kaya yukarıda ve daha önceki geçen anımda ismi konu olan Celal
Kaya‟nın oğludur. Sabri Kaya, Divriği Nuri Demirağ Ortaokulunda ve de babasının
sağlığında okuyordu. Takdiri ilahiye bak ki, baba Celal Kaya bir kaza neticesi
ölmüĢtü. Babasının ölümü üzerine Sabri‟yi anası Kezban okuldan çıkarmıĢtı. Sabri
ise ortaokul birinci sınıfı okul birincisi olarak bitirmiĢti. Hem Sabri hem de Sabri‟nin
ailesi hem de o devirlerde köyümüz için Sabri‟nin Divriği ortaokulunun birinci olması
iyi bir Ģanstı.
Zira o devirlerde Divriği ortaokulu kaliteli ve iyi öğrenci yetiĢtiren Türkiye çapında
tercih edilen bir okuldu. Bu nedenle Sabri‟nin okuması gerekiyordu. Sabri‟nin okula
devam etmesi için ben devreye girmiĢ Sabri‟nin annesine gitmiĢ hatta rica etmiĢtim.
Malesef Kezban Hanım„ı ikna etmemiĢtim. Kezban Hanım düĢündüğünü uygulamıĢtı
ve oğlu Sabri‟yi sığır çobanı yapmıĢtı. Köyün sığırını almıĢ, iki sene sığır yaydırmıĢtı.
Sabri iki yıl sığır gütmüĢtü, üçüncü sene köyde kendi evinin muhtelif iĢlerini
yürütecekti. Bu arada Sabri 16 yaĢına girmiĢ, ancak 16 yaĢını bitirmemiĢti. Bana
gelince benim içimde bir burukluk devam ediyordu. Ġçimden Sabri‟nin annesine hep
kızıyordum, „Allah belasını versin. Bu kadın çocuğa sığır yaydırıp para kazanmak
uğruna çocuğun istikbaliyle oynadı. Bu çocuk bu zekasıyla okuyacaktı, köyümüzden
yüksek tahsilli bir insan çıkacaktı. Binaenaleyh hepimizin gururu olacaktı.“ Sabri ile
ilgili bu duygularımı bazen anneme de anlatıyordum. O da üzülüyordu. Ama ne onun
ne de benim elimizden gelen ve yapabileceğimiz bulabileceğimiz bir çare yoktu.
Mamafih Sabri‟nin halen okula girme Ģansı vardı. Ama bu Ģansı az kalmıĢtı. Zira
16 yaĢını bitirince milli eğitim kanunlarına göre orta ve lise okullarında gündüz
normal sınıflara giremiyordu. Böylece o yıl da geçince Sabri‟nin okuma Ģansı
ortadan kalkıyordu. Ben takip ediyordum Sabri‟nin durumunu. Yani Sabri‟yi kendi
ailemden biri biliyordum. Ama malesef annesi benim düĢündüğüm gibi değildi.
KEZBAN KAYA
Kezban Kaya 1.70-1.75 boylarında çok güzel fiziki yapıya sahip temiz ve titiz bir
insandı. Oldukça da dil yaramazı olan bir kadındı. YaklaĢık 40-45 yaĢlarındaydı.
Ama görünümü 35-36 gösteriyordu. Bu kadın kocasının ölümünden sonra fevkalade
değiĢmiĢ, kadınlık hırsları artmıĢ, köy gibi yerde bir kapalı kutu haline gelmiĢ
patlama durumundaydı. Kezban Hanım‟daki belirtiler Ģunlardı. KomĢulardan bir
tanesi ona soldan gitme sağdan git derse hemen hiddetleniyor kavga çıkarıyordu.
Bir erkek yolda giderken arkasından bakmıĢ ise hemen komĢularından birine gidiyor
onu bir olay haline getirip dedikodu yapıyordu. Ama çocuklarının annelerinin bu
durumundan malesef haberleri yoktu. Kezban Hanım‟ın iki oğlu, iki de kızı vardı.
232
Ölmeyen Çocuk
Oğlunun biri Yakup Kaya evliydi. Bir de kızı vardı o da bir komĢunun oğluyla kaçmıĢ,
evlenmiĢti. Üçüncü çocuğu söz konusu olan Sabri, dördüncü çocuğu, kızı, bekârdı.
Bu çocukların hiçbirisi annelerinin durumuyla ilgilenecek kadar kapasiteye sahip
değiller. Anne Kezban, bildiği gibi hareket eden birisiydi, hem kendi evinde hem de
köyde krallık pozisyonuna kadar gelmiĢti. Yani görünen oydu ki, Kezban Hanım
patlamaya hazır bir bomba durumundaydı.
KABAK BENĠM BAġIMDA PATLAYACAK
Sene 1959 yılı temmuz ayının son günleriydi. Ekin biçiyorduk. O yıl biraderim
Mahmut askerden henüz gelmemiĢti. Dolayısıyla biraderin hanımı ve benim
hanımımla birlikte köye bir saat uzaklıkta çok çetin bir yokuĢu çıktıktan sonra
baĢlayan bir düzlük arazide bulunan tarlamıza gidip geliyorduk. Bu arazinin adı
Yazı„ydı. Bu arazide köyden herkesin en az birer tarlası vardı.
Buraya her gün akĢam sabah gelip gitmesi güçtü. Bu nedenle ekin biçerken
tarlada yatmak zorundaydık. Bu Ģekilde ekin biçmeye devam ederken gündüzleri de
biçtiğimiz ekinleri hayvanlarla köydeki harmana taĢırdık. Köyümüzde herkesin birer
ikiĢer de sulu tarlaları vardı. Bu sulu tarlaların bir kısmına bostan, bir kısmına da
yine ekin ekerdik. ĠĢte bu tempoda köy çalıĢmalarımın sürdüğü bir sırada bakın
bomba benim baĢımda nasıl patladı. Onu okurlarımla paylaĢmak istiyorum. Bakın ne
oldu: Olaya sebebiyet teĢkil edecek bostan sulamamdı.
Bir sabah sapı getirdim. Harmana hayvanı yıktım. Annem, „Oğlum bostanda
patates susamıĢ. Patatesin tevekleri olduğu gibi yere yatmıĢ“ diye haber verdi.
Gerçekten gittim baktım ki, patates çok fena olmuĢtu. Eğer bir gün daha su
verilmeseydi patatesler kuruyacaktı. Patates ise evimizin hemen hemen buğdaydan
sonra gelen en değerli yıllık yiyeceklerimizden bir ürünüydü. Üstelik patates
ürünümüzün bir kısmını da satıp para ihtiyacımızı sağlıyorduk. ġimdi böylesi değerli
ve emek çekilmiĢ tam mahsül verme durumuna getirilmiĢ, bu günkü parayla
200.000.000 TL. değerinde bir ürünü kurutmak yani toru topu bir saatte sulanıp
kurtarılabilecek bir ürünü kurutmak Allah‟ın emri gibiydi. Buna vicdan tahammül eder
miydi? Bu durum karĢısında ben patatesi sulamak zorundaydım. Mamafih su da
bizim tarlaya çok yakındı. Su arkına çıktım, su köy tarafına çevrilmiĢ bizim tarafın su
yolu kapanmıĢ. Ben ise suyu kimin hangi komĢunun kulladığına bakmadan suyu
kendi tarafıma bağladım. Patatesin yanına indim. Patatesin içine suyu yürüttüm.
YaklaĢık patatesin üçte bir kısmı sulandı. Bir de baktım su kesiliverdi. Suyun köy
tarafına giden arkı yaklaĢık 60-70 derece yokuĢ olan yüksek ve benim tarlaya 75
metre yakınlığı var. Suyun bağlanma noktasından benim tarlanın tamamı
görünüyordu. Yani suyu kullanan Ģahısın suyu benim tarafa döndürdüğüm suyu
tekrar kendi tarafına çevireceği yerde benim patetes suladığımı görüp seslenebilirdi.
Maalesef seslenmeden bu Ģahıs suyu tekrar çeviriyor, görünmeden gidiyor.
233
Ölmeyen Çocuk
Böyle olunca ben tekrar suyu kendi tarafıma bağlamak üzere suyun baĢına
gittim. Gidince suyun aktığı arkı takip edip kimin tarlasını suladığına bakacak ve
konuĢacaktım. Vardım ki, bizim Kezban Hanım fasulye suluyordu. Fasulye ise su
istemiyor. Hatta fasulye tarlasının içine girdim, ayağım yürürken tarlaya gömülür
vaziyette. Hatti zatında o durumda sulanırsa o ürünün zararına olurdu. Zira Kezban
Hanım„a yalvararak izah ettiysem de ikna olmadı. Ben de bu inada karĢın suyu
tekrar kendi tarafıma yıktım. Bu arada Kezban Hanım„la itiĢmeye baĢladık. YaklaĢık
15-20 dakika itiĢtik. Kezban Hanım da üç peĢli bir entariyle temiz bir giyimi vardı. O
bu elbiseyle daha çok ıslanıverdi ve de periĢan oldu. Maalesef bu durumda halen
hırsını yenemedi. Hızlı bir tempoda koĢarak köye gitti. Ben de hemen tarlaya indim
suyu patatese yaydım. Anladım ki, bu hanım köyün orta yerine gidecek aleyhime bir
takım çirkin iftiralarda bulunacaktı. Bu bakımdan koĢup gittim ki, aynısını yapıyor ve
köyün orta yerine dikilmiĢ var hızıyla bağırıyor: „Rıza Dede bana saldırdı. Duyun iĢte
dede dediğiniz bir insan suyun baĢında bana saldırdı“ diye köye duyurmaya
çalıĢıyordu.
Ben ise koĢtum, yetiĢtim, elime bir de odun geçirmiĢtim. „Sen misin böyle yalan
söyleyen, iftira atan“ diye elimdeki odunla dövecektim. Malesef bu hanımı
tutamadım ki, yine var hızıyla kaçtı evine girdi. Köyde birçok insanlarda hadiseyi
gördü, duydu ve izledi. Kavga burada o gün için sona erdi. Ama bir gün sonra kavga
yine alevlenecek ve devam edecekti. Ben hadiseden sonra bostana döndüm,
patatesi suladım, suyu da tekrar Kezban Hanım‟ın tarafına çevirdim, eve geldim.
Annem son derece hadiseye üzülmüĢ ve bitkin bir haldeydi. Buna rağmen rahmetli,
yemeğimizi de hazırlamıĢtı. Ben tam iki saat gecikmeyle azığımızı aldım, hayvana
bindim dağdaki tarlaya döndüm. Gittim hanım ve gelinim meraklanmıĢlar. Hemen
alelacele niçin geç kaldığımı sordular. Ben ise, „önce gelin yemek yemeye oturalım.
Hem yemeğimizi yeriz, hem de size hadiseyi anlatırım“ dedim. Tarlada büyük dağ
armudu ağaçlar vardı. Bu ağaçlar yaklaĢık 10-15 kiĢiyi gölgesinde barındırabilecek
çaptaydı. Bu ağacın gölgesine oturduk, elimizi yüzümüzü yıkadık serinledik.
Yemeğimize baĢladık ya hanımları iyice merak sarmıĢtı. Ben köyde olan bitenlerin
hepsini anlattım. Tabi ki, onlar da üzüldüler. Mamafih bir gün sonra çıkacak
hadiseden habersizdik. Ne mi oldu?
YAKUP, SABRĠ ve KEZBAN HANIM
Kezban Hanım iki oğluna hadiseyi anlatıyor ve damın baĢında yaptığı iftiranın
tam tersini iki oğluna anlatıyor, „Dedegilin Rıza bana saldırdı“ diyor. Bu iki oğluda
1.75 ve 1.65 boylarında ama vücutları kuvvetli ve benden bir tanesi 5 diğeri 11 yaĢ
küçükler. Ama kara döğüĢte kalırsa, teke tek de olsa beni dövebilirler. Fakat ben de
yukarıki anılarım da belirttiğim gibi niĢanlımın kaçırılmasından dolayı düĢman sahibi
olmam dolayısıyla üzerimde devamlı tabanca ve bıçak taĢıyordum. Silah taĢıdığımı
köyde bir çokları da biliyordu. Eğer annelerinin tahrikine uyar da dağda önüme felan
234
Ölmeyen Çocuk
çıkacak olurlarsa aynı zamanda dövmeye kalkarlarsa elbette silahımı kullanacağım.
O zaman da birimiz hapiste diğerimiz mezarda çürüyecektik.
Velhasıl bu delikanlılar ikinci gün bu anımın yarı kısmında tarif ettiğim yokuĢun
baĢında ve yolun kenarında ellerinde birer sopayla bekliyorlar. Ben de hayvanla sap
taĢırken aynı yoldan geçeceğim. Bunlar beni orada yakalayıp döveceklermiĢ.
Çocukların planı böyleymiĢ. Maalesef ben de o gün o yoldan değil de bu vadinin bir
de diğer kuzey tarafından onların beklediği mahalden 200 metre yukarıdan ayrılıp
giden yoldan gitmiĢim. Dolayısıyla bana rastlayamayınca çekip elleri boĢ geri
dönmüĢler. Mamafih bunlar benim önüme çıkmak için köyden çıkarken ellerinde
sopayla yürüdüklerini bir çok hanımlar erkekler görüyor. Olayı gidip anneme
söylüyorlar.
Annem de zavallı 200 metre köyün baĢına kadar yürüyüp söz de bana karĢı
geliyor. Nihayet benim sağ salim geldiğimi görüyor. Bir baktım yolun kenarına yığılıp
kalmıĢ. „Ne o anne“ demeye kalmadı, „Oğlum Zeynepgilin çocukları seni dövmeye
gelmiĢler, görmedin mi?“, „Yok anne, ben kimseyi görmedim“ ve orada anneme
Ģunları söylemiĢtim: „Anne sen hiç merak etme bana kimse yaklaĢamaz. Hele onlar
hiç yaklaĢamaz. Belki de beni gördüler de görmezlikten gelmiĢlerdir. Zira ben de
silah olduğunu biliyorlardı. Neyse ki, o gün bir dönüm daha sap getirdim. Ġkinci
dönüĢüm akĢama kalmıĢtı. Ben evden çıkarken annem erzağımızı hazırlamıĢ. Onu
da aldım katırımın sırtına attım, yoluma devam ettim. Köyden çıkınca 50-60 metre
uzunlukta bir yokuĢ çıkıyorduk. Bu yokuĢun adı Topraklık olarak geçiyordu.
Topraklık„ın düzlüğüne çıktım baktım ki, Sabri Kaya yaklaĢık 300 metre ileride
katırın üstünde gidiyor. ġimdi amacım ona yetiĢip bir gün önceki durumu sormak ve
hesaplaĢmaktı. Ama ne kadar hızlı sürdüysem de yazıya çıkan yokuĢa kadar
ardından kavuĢamadım. Sabri‟nin katırı yokuĢa tırmanınca onun katırı yavaĢladı.
Zira benim katır onunkinden hem genç, hem de yiğitti. YokuĢu çıkmadan bir yol
ayırımı var. Bu yol ayırımında Sabri‟ye yetiĢtim ve seslendim. Ġkimizde katırın
üstündeyiz ve karĢı karĢıyayız. Benim tarafımdan ilk teklif, “Sabri dün ağabeyinle
beni dövmeye gelmiĢsiniz. Doğru mu?” Sabri‟den cevap: „Sen bizim anamıza
hakaret etmiĢsin.“ Cevap: “Sabri eğer inandı iseniz ve beni dövmeye kararlıysanız
iĢte Ģimdi ikimizde burdayız, dövülecek adam ayağına geldi. Ġn katırdan dövüĢelim.“
Baktım Sabri‟nin katırdan inip dövüĢmeye niyeti yoktur ve katırını sürüp kaçmak
niyetindedir. Ben tekrarladım: “Sabri dur, gitme, sana birkaç cümle sözüm var.“
Sabri, „NeymiĢ sözün?” „Bak Sabri! Ben annene hakaret etmedim. Bilhassa, annen
bana hem hakaret hem de iftira etti. Aslında sizin yapacağınız bir durum vardır, o da
özür dilemenizdir. ġunu da söylüyorum ki, Sabri biliyorum bana kızacaksın ama ben
doğruyu söyleyim de sen yine bana kız. Fakat beni bir gün anlayacağınıza eminim.
Söylemek istediğim Ģudur: annenizin durumu iyi değil. ĠnĢallah dua edin de ya bir
tarafa kaçıp gitsin ya da ölsün de sen o zaman okula gidip okuyasın.“ Sabri bu
sözüme de fena halde kızdı ve mırıldanarak katırını sürüp gitti.
235
Ölmeyen Çocuk
KEZBAN HANIM KAÇACAK
Aradan bir ay geçmiĢti, bizim ekin bitmiĢti. Fakat bir komĢunun ekinini aldım,
parayla biçiyordum. Bir akĢam üzeri güneĢ aĢmaya yakındı, eve geldim. Annem yine
bir haber verdi: „Oğlum Sabri‟nin anası Dumlucalı Süleyman‟a kaçmıĢ. Sabri‟de Sait
Dayı‟nın gelini ve Süleyman‟ın kızı Selver‟e saldırmıĢ. ġu anda Sait Dayın Sabri‟yi
savcıya vermek için trene gitmiĢ, git onu getir demez mi?” Al baĢına belayı. Ben
hemen durağa koĢtum, yolcu treni gelmeden Dayıma kavuĢtum. Sait Dayım durakta
bekliyordu. Ama çok sıkıntılıydı. Sait Dayı tez kızan, heyecanlı ve de kuvvetli bir
insandı.
Sait Dayı‟ya ben değil de bir baĢkası gitseydi, geri dönmesi mümkün değildi.
Zira Sabri, gelinini harmanda yakalamaya teĢebbüs ederken Selver kaçmıĢ. Sabri
ise peĢinden çok kötü terki edep küfür ederek eve kadar kovalamıĢ. Selver akıllı ve
namuslu bir gelindi. Sabri kendisini yakalamaya fırsat vermeden hemen eve girer
girmez kapısını arkadan kilitlemiĢ. Hadiseyi birden çok, belki de 40-50 kiĢi
seyrediyor ve görüyor. Dolayısıyla Sabri‟nin harmandan eve kadar Selver‟i
kovalaması esnasında evle harman arası 200 metre felan vardır. Sabri‟nin 200
metre Selver‟i eve kadar, hatta kapı kilitleyene kadar kovalaması, yüze karĢı ve
herkesin gözü önünde Selver‟in aile mevhumunu yedeleyecek terki edep sözler
kullanması ile Sabri‟nin suçu sabit görünecekti. Gerçi Sabri henüz 16 yaĢındaydı.
Belki de verilmesi gereken cezanın az bir kısmı verilebilirdi. Ama en azından Sabri
Kaya okula gidemeyecekti.
Yani Sabri, istikbal yönünden çok büyük bir darbe yiyecekti. Binaenaleyh eğer
hadiseyi önlemeseydim, iĢ baĢka boyutlara da uzanacaktı. Örneğin Selver‟in kocası
Ahmet Kılıç o gün için evde yoktu. Yani hadise aileler arasında çok büyük kavgalara
yol açacaktı.
ġimdi dönelim Sait Dayı‟nın dönmesine. Sait Dayı benim Dayımın dayısıydı.
Üvey Dayımdı ama beni yeğen yerinde değil, bir evladı yerinde severdi. Ben böylesi
hadiselerde yanına yaklaĢınca eli kolu inerdi. Peki demekten baĢka bir çare
bulamazdı. Velhasıl Sait Dayımı aldım, kendi evime getirdim. Kendisine hemen bir
yoğurt ezmesi, bir ayran içirdim. Ġbrikle su getirdim, eline su döktüm. Elini yüzünü bir
güzel yıkadı. Sait Dayı geriye doğru yaslandı. ġöyle bir „Oh” diye nefes aldı. ġu
sözleri söyledi: “Ulan Ġnsaf Ana‟nın torunu, sen yok musun, ben Ģu anda anadan
doğmuĢa döndüm.“ Yanıt: “Dayı, bunlar birĢey değildir. Bunlar bizim vazifemiz,
elbette yapacağız.“
Bu aĢamadan sonra yapılacak iĢ, Sabri‟yi çağırıp Sait dayıya özür diletip
barıĢtırmaktı. Keza müsahip kardeĢim olan Mustafa Ağabeymin oğlunu çağırttım,
Mustafa Ağabeymin oğlu Zeynel‟i gönderdim. Zeynel‟e “Sabri‟ye benim çağırdığımı
söyle” dedim ve Zeynel gitti. Sabri‟yi aldı getirdi, önce oturttum. ġunları söyledim:
„Bak Sabri bir süre önce çıkan hadiseleri herhalde unutmadın. Bir akĢam karanlık
basmak üzereyken ikimizde katırlarımızın üzerinde yazıya ırgatların yanına giderken
236
Ölmeyen Çocuk
yokuĢun o yol ayırımında sana söylediklerimi de hatırlarsın? Sanırım Ģu geçen bir ay
içerisinde olan olaylardan esinlenerek beni bir nebze olsun anlamıĢsındır. Sen çok
çirkin bir suç iĢlemiĢsin. Sabri birinci çirkin suçu annen iĢledi. Annenin kaynaklık
ettiği hadise benim baĢıma dönecekti. Senin bir Ģansın varmıĢ ki, aramızda hadise
ilerlemedi. ġimdi ise, ikinci bir çirkin suça sen teĢebbüs etmiĢsin. Dua et ki, bugün
yine ben evdeydim. ĠĢte Sait Amcan seni savcıya vermek için cünü meĢrüt yani suç
üstü seni yakalatıp savcılığa götürecekti. Ben kendisini gittim trene binmek
üzereyken vazgeçirdim ve getirdim. ġimdi kalk, Sait Amcanın elini öp, özür dile.
Olay da burada kapansın.“ Bu konuĢmam ve teklifim üzerine Sabri kalktı, Sait
Dayı‟nın elini öptü, özürünü diledi. Sait Dayı da onun yüzünü öptü. Sabri‟yi tekrar
oturttum ve devam ederek Sait Dayı‟ya Ģunları söyledim: „Bak Dayı, bir kötünün
yüzünden bin tane iyiler devreye girer. Kavgalara yol açar, sürer gider. ĠĢte bu misal
hadiseyi küçükken önlemek tarafların huzuru açısından en iyi bir yöntemdir. Bu
nedenle yarın bir gün oğlun, vesaire tarafların bu hadiseyi sürdürmemelerini temenni
ediyorum.“
Sabri‟ye döndüm: “ġimdi Sabri sana gelince, bak kardeĢim, Rahmetli Babanın
ölümünden sonra sana en büyük darbeyi vuran, seni okuldan almakla annen
vurmuĢtur. Tabi ki, o da cahilliğinden dolayı bilmeyerek böylesi hatalara düĢebiliyor.
O senin annendir. Ama istikbal, insanlık, toplum, barıĢ ve sevgi ortamı da anneni
aĢan olgulardır. Dolayısıyla iki sene geçmesine rağmen yine Ģu anda tekrar okula
baĢlayıp okuyacaksın.“ Sabri bütün bu konuĢmalarım karĢısında sessiz kalmıĢ,
sadece son önerime karĢılık gülümseyerek, „Buna imkan yok” diyerek kalkıp gitmiĢti.
SABRĠ OKULA GĠRECEK
Yukarıda konuĢmamın üzerinden kısa bir süre geçmiĢti, harmanlarımız henüz
bitmemiĢti. Ben ise cuma günü Divriği‟ye gitmiĢtim. Divriği‟de ortaokul kayıtlarının
baĢladığını öğrendim. Köye geldim, hemen ikinci gün öğleden sonra Erzurum Kars
istikametine giden posta trenin geleceği bir saate yakındı, Sabri‟nin harmanına
gittim. Sabri‟nin harmanı ise kapılarının önünde bir dam vardı, damın üzerine oda
yapılmıĢ, harmanları da oda kapısının önündeydi. Bu durum bir köĢesinde baĢında
ev damının bacası çıkıyor. Baca söğüt çubuğundan örülü, yaklaĢık iki metre
uzunlukta, yüzü de çamurla çok güzel bir vaziyette sıva yapılmıĢtı. Fakat bu baca bir
tarafa 15-20 derece meyille eğri yerleĢtirilmiĢti. Bacanın uzun ve eğri olmasından
dolayı gölgesi bol oluyordu. Ben bu bacanın dibine, gölge yere oturdum. Kendisi de
katırla sap getirmiĢ, sapı harmana yıkıyordu. Sabri, sapı yıktıktan sonra yanıma
geldi sordu, „Buyur bir iĢ mi var?” dedi.
Ve ben baĢladım konuĢmaya: “Var Sabri.” dedim. “Hem de öyle bir hayırlı iĢ var
ki, bu iĢ kapısı seni bekliyor. Sabri iĢte bu kapı okul kapısı. Bu okulun kapısı sana
açıldı Sabri.“ Sabri cevap vermek için epeyce düĢünmüĢ ve sonra diyor ki, „Buna
imkan yok Dede, ben büyüdüm artık arkadaĢlarımın arasına yakıĢmam. Sonra beni
daha okula almazlar” diyerek bu tür itirazları ileri sürmüĢtü.
237
Ölmeyen Çocuk
Bana gelince, „Bak Sabri, ben öyle bir insanım ki, sizler için yaratılmıĢ bir
önderim. Sen de görüyorsun ki, köyde öğretmen var. Çocuklar harıl harıl okuyorlar.
Senin bacıların da okuyor. Ağabeyn ve akranların da okuma yazma öğrendiler. Ve
köyde bir takım yenilikler, geliĢmeler vardır. Bütün bu geliĢmelere önderlik yapanın
kim olduğunu herhalde sana söylememe gerek var mı? Velhasıl okumanın,
öğrenmenin yaĢı olmaz. Sen, bilakis suç yapmayacaksın, okumaya geldim
diyeceksin. Senin baban öldüğünden dolayı okuldan çıktığını herkes biliyor.
Binaenaleyh bu hadiseyi okul yönetimine aynen anlatacaksın.“ Sabri hala evet
cevabını vermemiĢti. „Bak Sabri, Ģu günlerimiz biliyorsun ki, en verimli günlerimiz. ĠĢ
güç çok, burnumuz tutulsa canımız çıkacak, zaman olmasına rağmen bugün
buradan yollanıp trene gidene kadar bu bacanın gölgesinden kalkmayacağım. Hatta
gerekirse burada yatacağım ama illa ki, sen gidecek okula kaydını yaptıracaksın.“
Ne mutlu ki, Sabri „Olur“ dedi. „Olur demekle yetmez Sabri, inanmam lazım“, „Dede,
Ģu yemin billah olsun hemen hazırlanıp gideceğim. Madem bu kadar üzerimde
durdun, vardır bir hayır“ mealinde vaadde bulundu. Ben de inandım, Ģu iki cümleyi
de ilave ettim: „Sabri okul kaydının yapılıp yapılmadığı hakkında yarın senden cevap
bekliyorum. Hadi Allah iĢini rast getirsin. Allahaısmarladık“ dedik ve o gün için
ayrıldık.
SABRĠ OKULA KAYDINI YAPTIRDI
Sabri ertesi gün yanıma geldi ve Sabri‟nin yüzü gülüyordu. Heyecanla cevap
bekliyordum. Sabri müjdeyi verdi. „Eee Sabri, anlat bakalım nasıl oldu?“ Sabri,
„Dede“ diyerek baĢladı. „Bir tane Kadir isminde öğretmenim vardı. Ona mazimi
anlattım. O da kalktı dosyamı buldu ve baktı dedi ki, „Sabri 16 yaĢını bitirmeye bir
ayın kalmıĢ. Sonra 1.60 boyundasın, maaĢallah çok geliĢmiĢsin. Ama sen çok iyi bir
öğrencimizdin. Bu nedenle seni yine okulumuza alıyorum ve kaydını yapıyorum.
Hayırlı olsun“ dedi“ dedi Sabri.
„Eee Sabri, Ģimdi bana ne diyeceksin söyle bakalım?“ Sabri gülümseyerek
Ģunları söyledi: „Sağol Dede, senin bu iyiliklerini ölünceye kadar unutmayacağım.“
Ben de, „Bir Ģey değil Sabri. Yeter ki sen oku, ben her zaman arkanda olacağım.
Her ne ihtiyacın olursa olsun ben buradayım. Sen de verdiğin sözleri unutma ama!“
Sabri Divriği‟de Nuri Demirağ Ortaokulunu okuyup baĢarıyla bitirmiĢti.
Sonrasında ikinci bir okul dönemi daha baĢlamıĢtı. Sabri‟yi hala takip ediyordum.
Sabri sınavlara girmiĢ, iki üstün okul kazanmıĢtı. Bunlardan birisi polis koleji, diğeri
öğretmen okuluydu. Sabri bana sordu: „Hangisine gideyim?“ Ben polis kolejini
önerdim. Sabri de 1964 tarihinde polis kolejine girmiĢti. Ankara Polis Kolejine
baĢlamıĢtı sonunda Sabri.
Ben ise 1964 yılının 4. ayının sonunda Ankara‟ya ailece göç etmiĢ ve daha
sonra 1965„te yine 4‟üncü 5„inci aylarda biraderden ayrılmıĢ, iki yıl değiĢik yerlerde
oturmuĢ, daha sonra Tuzluçayır BağlarbaĢı mahallesinde gecekondu ev yapmıĢ,
238
Ölmeyen Çocuk
Etibank‟ta da iĢbaĢı yapmıĢtım. Sabri de polis kolejini bitirdiği sene eve gelmiĢti.
Böylece Sabri‟yle köyde baĢlayan anımız Ankara‟da tekrar devam etmiĢti. Sabri
ortaokulda ve ardından polis kolejinde epeyce olgunlaĢmıĢ, bayağı aklı yeter
duruma gelmiĢti. Son derece saygılıydı, geçmiĢini unutmuyordu. Okuldaki ileri
derecede bir öğrenci olma konumunu da kayıp etmiyordu. Sabri her hafta veya en
az 15 günde bir gelir görüĢürdük, dertleĢirdik, elimi öper giderdi.
Böyle devam ederken sene 1968‟e gelmiĢti. 1968 yılında bir baĢka geliĢme
daha olmuĢtu. O da benim kayınım Mehmet, Sabri‟nin hem yaĢ akranı hem de
ortaokulda arkadaĢıydı. Mehmet‟le olan anımıza ileriki sayfalarda ayrıca
değineceğim. Bu anımda Sabri, ben ve kendisi birlikte üç yıl zamanımız geçmiĢti.
ġimdi ona devam edeceğim. Mehmet TaĢkıran Sivas Sanat Enstitüsünü bitirmiĢ,
yanıma gelmiĢti. AkĢam lisesine kaydını yaptırmıĢtı. AkĢam lisesine devam ederken
Sabri de koleji bitirmiĢ, polis akademisine girmiĢti. Benim ev dardı. Bir oda, bir
mutfak, tuvalet, banyo ikisi birlikte olmak üzere gecekondu bir evde idare ederken
Sabri, Mehmet ve ben üçümüz bir köylü olarak birleĢmiĢtik. Bu arada Dayımın oğlu
Bayram‟ı daha önceden okuttuğumu ve mazi anılarını yazmıĢtım. Bu dayıoğlu
Bayram ayrıca yine köyümüzden Rıza Erdoğan‟ın oğlu öğretmen Ali Erdoğan. Bu iki
kiĢide Erzincan‟dalar. Çok güzel iĢleri ve yaĢantıları vardı. ġimdi üç Ankara‟da iki de
Erzincan‟da bir köyden beĢ kiĢi olarak köyümüz adına bir dernek kuracağız.
ANKARA‟DA DERNEK KURACAĞIZ
Sabri‟yle Mehmet‟i bir gün topladım, üçümüz bir aradayız. Ġlk öneri benden geldi:
„Bakın çocuklar, köyümüzden bizler çıkıp Ankara‟ya, Erzincan‟a gitmemizle köyü
unutmuĢ değiliz ve unutmayacağız da. Köyde okulu yaptırmak, okul hayatını
baĢlatmak, okutmak ve köyü ağaçlandırmayla, ayrıca muhtarlık yaptırmakla aĢama
aĢama bir yerlere getirdik. Bu köyümüzü daha ileri seviyere kavuĢturmak üzere köyü
bırakmadan Ģimdi de bir dernek kuralım. Derneğimizin adı Bahçeli Köyünü
Kalkındırma Tanıtma Derneği olsun.“ Bu önerim Mehmet‟le Sabri tarafından olumlu
ve yerinde karĢılanmıĢtı. Öyleyse yapacağım iĢ, öncelikle ve ön hazırlık olarak tüzük
yazmaktı. Ben kendilerine dedim ki, „Siz okuyorsunuz. Ben boĢ zamanlarımda bir
taslak hazırlayayım, siz de bu yazıyı tartıĢır düzeltirsiniz. Sonra da bu yazıyı
Erzincan‟a göndeririz, onlar da okurlar ve daktiloda yenisini yazarlar, tekrar bize
gönderirler. Biz de merkezi Ankara‟da olmak üzere köyde de Ģubesini açarız,
faaliyetlerimizi yürütmeye baĢlarız.“ „Tamam“ dediler. Ne yazık ki; Mehmet TaĢkıran,
Sabri Kaya, Bayram Kaya Derneğimizin kurulmasına mani oldular ve köyümüz
adına derneğimiz kurulamadı.
MEHMET ALĠ KARAGÜLLE
Mehmet Ali Karagülle ve karısı Zeynep. Benim hanımın adı da Zeynep‟ti.
Mehmet Ali Karagülle ile 1967 yılında 15 gün arayla aynı mahallede yan yana
gecekondu yapmıĢtık. Ben 15 gün önce yapmıĢtım. Mehmet Ali ailesi 15 gün sonra
239
Ölmeyen Çocuk
yapmıĢtı, ben de inĢaatlarında çalıĢarak yardım etmiĢtim. Zira o yıl yıkım çok
yoğundu. Benim evi küçük yapmıĢtım. Ama komĢum Mehmet Ali‟ye tam 3+1,
teĢkilatlı, yani 90-100 metrekare bir ev yapmıĢtık. ġansımızdan evlerimize yıkım
uğramadı.
KomĢum Mehmet Ali gazetede çalıĢıyordu. Aksine hep gece çalıĢıyordu. 1.701.75 boylarında oldukça yakıĢıklı bir delikanlı çocuktu. Benden yaklaĢık 10 yaĢ
küçüktü. Hanımı Zeynep de 1.70 boyunda fiziki yapısı çok düzgün ve güzel bir
hanımdı. Bu ailenin bir de o tarihlerde 80 yaĢında anneleri vardı. Bu ailenin ayrıca
beĢ tane de çocuğu vardı. Dört kız, bir erkek çocuğuydu. Bu komĢumla çok iyi
anlaĢıyor ve geçiniyorduk. KomĢum iĢinin zor olduğunu söylüyordu. Bu nedenle o ilk
yıllarda midesinden Ģikayetçiydi. Bilahare torpil yaptırmıĢ, bizim atölyede ağır
nakliye Ģoför muavinliğine girmiĢti. Benim iĢ yerimin yukarıda anımda Etibank„ın
Merkez Atölyesi olduğunu yazmıĢtım. Bu komĢumun da, benim de evimizde mobilya
yoktu. Köyden getirdiğimiz köy kilimleri evlerimizde sergi olarak görünürdü. Kap
kacaklarımız da keza çok mütevazi eĢyalardı. Ama çok huzurlu bir yaĢantımız vardı.
Benim bir tane çanta tipi radyom vardı. KomĢumun da masa tipi radyosu vardı.
Bir gün benim hanım bir haber verdi, „KomĢumuz mobilya almıĢ“ dedi. Tabi ki,
sevindim, aynı gün akĢam hayırlı olsun demeye gittik. Oturduk, mobilyayı gördük.
Üç kanepe, iki sehpa, bir tane pikap, bir tane radyo, yemek masası sandalyesi
felan… KomĢuma sordum: „Kaça aldınız?“ Mehmet Ali yedi bin liraya alınmıĢ. Yani
ödenecek borç yedi bin TL. Pikap çaldık, radyo çaldık, dinledik, komĢumuza kolaylık
diledik, kalktık hanımla eve geldik ama evimizde komĢumuz adına üzüntümüzü
konuĢtuk. Yani yedi bin TL bir yılda ödenecekti. Mamafih benim tahminime göre evin
yapımından da borç vardı. Bunu bizden gizledikleri bizce malûmdü. ĠĢ ayna gibi
meydandaydı. Ben bir oda, bir sofa, bir mutfak bir de tuvalet, banyo birlikte toplam
55 metrekare yeri üç bin liraya yapabilmiĢtim. KomĢu ise 100 metrekare evi
herhalde üç bin TL‟ye yapamazdı. Zira ikimizin de parası yoktu. Yani komĢumun
evden kalan borcuyla birlikte 10 binden aĢağı borcu yoktu. 24 ayda ödeyecekti
hepsini. Her ay 415 TL ödemesi gerekiyordu. Bizim aldığımız para 200 TL. Bu
paranın hepsini ödese ne yiyecekti? 8 baĢ nüfus 30 gün neyle geçinecekti.
GörüĢüme göre Mehmet Ali ailesine 200 TL. yetmiyordu.
Ben cumartesi pazar günü gecekondu inĢaatı yapıp biriktiriyordum. Yani her
hafta 200 TL de açıktan kazanıyordum. Evlerimizi yapalı 1.5 sene olmuĢtu. Hâla 3
bin TL borcum vardı. Mehmet Ali hastaydı, benzi git gide sararıyordu. Biz ailenin git
gide uçuruma gittiğini görüyorduk. Ama komĢumuz kendi kendilerini göremiyorlardı.
Nihayet bu ailenin durumunun git gide bir felakate sürükleneceği çok yakında
görünüyordu.
NETĠCEDE NE OLDU?
240
Ölmeyen Çocuk
Sene 1970 oldu. Ben Almanya‟ya gittim. Ama komĢumun borcu azalmamıĢ
çoğalmıĢtı. Almanya‟ya gittikten sonra bir yıl geçti. Mehmet Ali benden 3 bin TL
istedi, ehliyet alacağını yazmıĢtı. Ama mektubunda hoĢ olmayan bir not vardı. O da
Ģuydu. Hanımının aleyhinde yazmıĢ olduğu kötü notlardı. Binaenaleyh ben komĢum
Mehmet Ali‟nin ehliyetini almasına yardımcı olmak üzere 3 bin TL‟yi hemen
göndermiĢtim. Mehmet Ali gerçekten ehliyetini almıĢtı. Ama bana bir mektup daha
geldi. Mehmet Ali‟nin hastahanede yatar durumda olduğunun resimleri var. Çok kötü
bir mide ameliyatı geçirmiĢ. Heyet doktoru çalıĢamaz diye ihraç raporu vermiĢti.
Mehmet Ali mide ameliyatından ihraç olmuĢ ama bakalım karısı Zeynep Hanım ne
olmuĢ? Ben 1975 yılında izine gelmiĢtim.
Ġzine geldiğimin ikinci günü Dikimevi semti Ġçcebeci‟den Ankara hastahanesine
doğru giderken komĢu hanımı Zeynep‟e rastladım. Zeynep‟in yüzünü tanır gibi
oldum ya fiziki yapısını tanımama imkan yoktu. Hayretlere düĢtüm. Kendisine
sordum, „Allah aĢkına ben benzetme mi yaptım, yoksa sen Zeynep misin?“ O da
gülerek cevap verdi, „Hayır yanlıĢ değilsin, ben Mehmet Ali‟nin karısıyım.“ Yani
Zeynep Hanım 1.70 boyunda 60 kilo ağırlığında incecik, taslak yüzlü çok narin bir
hanımdı. Maalesef gördüğüm hanım en az 100 kilo rahat vardı. „Yahu komĢu sana
ne oldu?“ Zeynep cevap verdi: „Sorma“ dedi. „Mehmet Ali ihraç oldu. Aylarca
hastahanede yatmıĢtı. Ben çalıĢmak zorundaydım. Bir zaman ara ve ev iĢlerinde
çalıĢtım. ġimdi de Mehmet Ali emekli oldu. Beni bizim Etibank‟ın iĢçilerinin bağlı
olduğu sendikaya iĢe aldılar. Ben iĢe gidiyor ve çalıĢıyorum.“ Bu ifadeleri komĢum
Zeynep Hanım„dan dinledim ama ben beynimden vurulmuĢa döndüm. Sanki benim
ailemden biri gibiydiler onlar. Bu duruma düĢmeleri gerçekten beni gönülden
üzmüĢtü. Maalesef Zeynep gidiciydi. Durumu ya kendisini fark edemiyor ya da
gerçekleri gizliyordu. Allah Ģahidim olsun yalan söylüyorsam. Hemen geldim bizim
evde söz ettim. Zeynep Hanım gidicidir Allah‟tan kendisini hemen bir doktora tedavi
ettirse diye de düĢündüm.
Kendisine veya Mehmet Ali‟ye durumu söyleyemezdim. Söylesem aksi tepki
alacağımı biliyordum. Maalesef ben izinden döndüm, bir dahaki izine gelmeye yakın
Zeynep Hanım ölmüĢtü, haberini duymuĢtum. Ġzine geldim Mehmet Ali‟nin annesi 92
yaĢına gelmiĢ, halen yaĢamaktaydı. Biz izine geldik, Mehmet Ali‟nin evine baĢsağlığı
için gittik. Kendisi evde yoktu. Maalesef Mehmet Ali yanıma hoĢgeldine de gelmedi.
Ama ben kendisini dıĢarıda görmüĢtüm. Kendisinin durumu da kötüydü. Bazı
izahatlarda bulundum ama ne çare… Benim bir aylık izinim bitmiĢ ve geriye
dönmüĢtüm. Nihayet bir dahaki geldiğimde Mehmet Ali evlenmiĢ dediler. Biz kalktık
Mehmet Ali‟nin evine gittik. Bu sefer de Mehmet Ali evlenmiĢ bir hanım getirmiĢ,
kadının davranıĢlarından hiç de ev hanımı olacağa benzemiyordu. Nihayet aradan
15 gün geçti, kötü bir haber daha duyduk. Kadın ablasını ve yanı sıra birkaç tane
yakınlarını davet etmiĢ, içki masası kurmuĢ, Mehmet Ali‟ye içirmiĢler, ağzına bir
avuç hap basmıĢlar, götürmüĢ banyoya da asmıĢlar. Daha sonra da kocakarıyı bir
241
Ölmeyen Çocuk
taksiye bindirmiĢ, götürüp Natoyolu güzergâhında bir çalılık yere atmıĢ, kendileri de
evi terk etmiĢ gitmiĢler. Olayın ikinci günü kamuoyunda olay bomba gibi patlamıĢtı.
ĠĢte böyle tertemiz bir komĢu ailesinin hayatları sönmüĢ, yuvaları kapanmıĢtı
(Not: Bu anımı okuyanlara ibret olsun diye yazdım. YaĢanan hadiseye bir harf dahi
ilave etmedim).
SAĠT GÜNERĠ VE FARUK BEY
Bunlar atölyenin amirleridir. Tarih 1966„nın 11„inci ayı. ĠĢ yerim Etibank‟ın
Merkez Atölyesi. Ġstanbul yolu üzerindeydi. Faruk Bey bu atölyenin Ģefiydi. Sait
Güneri de Ģef muaviniydi. 1966„nın 4„üncü ayında bu atölyenin trafolarında muakkat
olarak iĢbaĢı yapmıĢtım. Ankara çevresi ve Konya‟nın Cihanbeyli‟de trafoların
inĢaatlarında dört ay çalıĢtım. Sonra da atölyede kadrolu iĢçi oldum. Bir ay atölyede
motor ambalajları ve altlı üstlü dört tane malzeme koymak için ranza yaptım.
Daha sonra Mustafa Kahraman Usta„nın yanında bir yıl çıraklık yaptım. Mustafa
Kahraman Kayserili idi ve çok değerli bir kaynak ustasıydı. Trafo malzemelerinin
montaj kaynaklarını ve her türlü elektrik kaynağını yapardı. Bu ustanın yanında ve
bir yıl içerisinde o iĢi fevkalede öğrenmiĢtim, artık kendi baĢıma iĢ yapabiliyordum.
Bir gün bir baktım Mustafa Usta„yla birlikte çalıĢırken atölye Ģefi Faruk Bey„le Ģef
muavini Sait Güneri geldiler, baĢımıza dikildiler. 1-2 dakika ayakta baktılar. Mustafa
Ustaya dediler ki, „Rıza‟yı senin yanından alacağız. Kaportacı Mustafa ustaya acil
adam lazım. Rıza‟yı oraya vereceğiz.“ dediler. Mustafa Usta tabiki üzüldü ve dedi ki,
„ġefim ben her zaman acemi adamlarla uğraĢıyorum. Yanımda yetiĢtiriyorum, tam iĢ
yapmaya baĢladığında alıp götürüyorsunuz. Sonra Rıza‟ya gelince, ben Rıza‟yla iyi
anlaĢıyorum. Hem de iyi iĢ yapmaya baĢlamıĢtı“ dedi. Ama nafileydi.
Faruk Bey„le Sait Bey beni almaya kararlıydı. Bana sordular: Rıza
kaportada
çalıĢır mısın?” Cevap: “Vallahi Ģefim ben bu iĢi de girerken bilmiyordum. ġimdi o iĢi
de bilmiyorum.“ ġefler gülerek yanıt verdiler: “Ġyi ya, bu iĢi nasıl çabuk öğrendiysen o
iĢi de öğrenirsin” dediler. “Vallahi siz istedikten sonra tabi ki, öğrenirim. Benim için
fark etmez“ diye cevap vermiĢtim. Neticede beni Mustafa Usta‟dan koparıp
götürdüler. Ama Mustafa Usta da be nde fevkalade birbirimize alıĢmıĢtık. Ayrılırken
sadece ağlamadığımız kalmıĢtı ve bana Ģunu söyledi: “Rıza Dede çok kabiliyetli bir
insansın, eğer bir kusurum olduysa hakkını helal et” dedi. Döndü Ģefe dedi ki,
„Vallahi Ģefim, yanıma 15 yaĢında bir çocuk alsaydım Rıza kadar olamazdı. Son
zamanda elime bir adam geçmiĢti. Onu da elimden aldınız“ dedi. Tabi ki, Mustafa
Usta„nın Ģeflere böyle söylemesi benim için son derece önemliydi. Mustafa Usta sair
zamanlarda benim adımı söylemezdi. Hep Dede diye anardı. Binaenaleyh 1.5 sene
sonra da Dede olduğumu bütün atölye öğrenmiĢti.
MUSTAFA DOĞANAY
242
Ölmeyen Çocuk
Mustafa Doğanay kaporta ustabaĢıydı. Kendisi Çanakkaleli„ydi. Onun bir de
lakabı vardı. Sota derlerdi. Tanımayan kimse onu Mustafa olarak tanımazdı, hep
Sota olarak tanırlardı onu. Sait Güner‟i aldı, beni Sota„nın yanına götürdü dedi ki,
„Sota sana Rıza‟yı getirdim“ dedi. O da çekici bıraktı, belini doğrulttu, „Sait Ağabey
bana eli anahtar tutabilecek biri lazım. Rıza bu iĢleri yapabilir mi? Anahtarları
tanıyabilir mi, kullanabilir mi?“ diye haklı olarak sordu. Sait Bey Sota„ya sanırım
„Rıza‟dan memun olacaksın. Yanında bir ay çalıĢsın, yapamaz ise o zaman
konuĢuruz.“ demiĢti.
TUHAF ġEY
Bu anıyı okuyacak olanlara ben soruyorum. Sait Bey„in bu yaptığı tuhaf Ģey
değil mi? Ben kaportanın K„sını bilmem, ben ne anlarım kaporta ve oksijen
kaynağından. Sait Bey de Ģuna dayanarak söylüyor sanırım. Rıza elektirik kaynağını
nasıl çabuk kavrayabildi ise, bu iĢi de yapabilir zannıyla Mustafa Usta„ya bu
güvenceyi veriyordu. Mustafa Usta„ya gelince, Mustafa Usta Ģöyle bir boynunu kırdı.
Belini eğerek, „Ağa bu iĢi yapabilir misin? Eğer bu iĢi yapabileceksen, benim yanıma
gel, yoksa gelme anladın mı?”
Mustafa, Çanakkale Ģivesi ile konuĢurdu. Mesela „C“Leri „J“ olarak kullanırdı.
Ağa kelimesini efendi, ağabey gibi anlamlarda kullanılırdı. Neyse, artık ben de
Mustafa Usta„ya karĢılık da vermedim, sessiz kalmayı tercih ettim. ġimdi bu anımda
da bazı noktaları özetlemek gerekiyor. Örneğin Sait Bey bana güveniyor. Yani Rıza
bu iĢi yapar diye bayağı diretiyor. ġurası malum ki, ve herkes de biliyor ki, Sait
Güneri Divriğili. Ben de Divriğili olduğuma göre atölyede çok çevreler kulak
kabartıyor, „Sait Bey iĢ bileni de bilmeyeni de getirip atölyeye dolduruyor,
hemĢehrilerine iltimas yapıyor.“ sözleri yaygındı. Öte taraftan Sota haklı olarak
benden iĢ istiyor, „Bana iĢi bilen lazım“ diyordu. Buna karĢılık Sait Bey bir ay gün
veriyordu. Peki bu duruma karĢılık ben kaportayı nasıl çabuk öğrenebilirdim?
BEN ĠSE BU ĠġĠ MUTLAK SURETTE ÖĞRENECEKTĠM
Mustafa Sota‟nın isteğine kısa zamanda cevap verebilecek duruma gelmeliydim.
Ayrıca bana yardım eden Ģef muavini Sait Güneri‟yi mahcup etmemeliydim. O halde
ne yapmam gerekiyordu? Bu iĢi nasıl çabuk öğrenebilirdim? Gelin aĢağıda
okuyalım.
31 yaĢındayım, iki çocuğum var bu durumda. Gittim birilerinden fikir aldım.
Öğrendim ki, Ulus‟ta pratik kurs veren devlet okulu, akĢam sanat enstitüsü var.
Cumartesi günü öğleden sonra bu okula gittim, derhal kaydımı yaptırdım. Haftada iki
gün, hafta arası 19-22‟ye arası üç saat devam edeceğim.
ALEADDĠN HOCA
Aleaddin Hoca„nın soyadını bilmiyorum, çok değerli, iĢ öğreten bir öğretmendi.
Aleaddin Hoca yaklaĢık 40-45 yaĢlarında vardı. Bu hocanın önünde 8 ay oksijen
243
Ölmeyen Çocuk
kaynak kursu aldım. Ancak ben sadece pratik kurs almakla kalmadım, Hoca„nın tarifi
üzerine teknik kitaplar da almıĢ, teknik bilgiler de öğrenmiĢtim.
ATÖLYEDEKĠ DURUM
Atölyedeki duruma gelince, Sait Bey bir ay gün vermiĢti Ustama. Ama aradan iki
ay geçmiĢti. Sait Bey gelip Usta‟ya bir Ģey sormamıĢtı. Kanımca Mustafa (Sota)
Usta‟dan Ģikayet gitmeyince o da verdiği sürenin üzerinde durmak istememiĢti. Zira
Usta memnun olmasaydı ġefe söylerdi. Bir gün Sait Bey eli cebinde biz bir
kamyonda çalıĢırken geçiyordu. Orada Mustafa Usta‟dan ses çıkmayınca gülümser
bir durumda Sota‟ya yaklaĢtı. ġöyle seslendi: “Ne o Mustafa, Rıza‟dan memnunsun
galiba? Hiç sesin çıkmadı?” “Sağol be Ağa, memnunum. Rıza bu iĢi yapacak
sanırım. ġimdilik bir Ģikayetim yoktur.” Mustafa benim yaĢımdaydı. Doğumumuz
aynıydı. Mustafa Usta‟yla üstelik sıkı sıkıya arkadaĢ olmuĢtuk. Mustafa Sota Ustam
çok değerli, çok temiz iĢ yapan, dengi bulunmaz bir ustabaĢıydı. Mustafa (Sota)
biraz palavracıydı ama insanlığına diyecek yoktu. Benim hem Alevî hem de Alevî
Dedesi olduğumu kısa zamanda öğrenmiĢti.
Mustafa Usta Sünni inançlıydı ama namaz kılmaz, oruç da tutmazdı, rakıyı da iyi
içerdi. Mustafa Usta bir de çaya çok düĢkündü. Bu usta 1.70 boyundaydı ama 55-60
kilo ancak gelirdi. 3 yaĢında bu iĢe baĢladığını hâla bu iĢte çalıĢtığını iddia ediyordu.
Mustafa (Sota) Usta bir günde su bardağıyla üç bardak demli çay içerdi. Demli çay
dediğim öyle normal demli değildi. Avcuyla demliğe çay koyardı, avcunun yaklaĢık
ortasını dolduran çaydan sadece bir bardak yapardı. Onu içtiği zaman bir oh
çekerdi. Aynı zamanda çaya Ģeker de atmazdı. Velhasıl Mustafa Ustamla çok tatlı,
çok da huzurlu günlerimiz geçiyordu. Bu değerli Ustam günlerden bir gün iĢimizin az
olduğu bir gün bana Ģunları sordu: “Rıza be ben görüyorum ki, baĢta Alevîler olmak
üzere sana çok saygı duyan var. Nedir bu iĢin sırrı?”
MUSTAFA DOĞANAY‟A CEVAP
Mustafa Usta bu soruyu yöneltmekte haklıydı. Zira o da bizim servisle gidip
geliyordu. Sabah iĢe gelirken, akĢam paydos edip eve giderken müessesenin servisi
bizi taĢırdı. Bu servise akĢam sabah binerken bana yer vermek için önümden kalkar
yerlerini verirlerdi. YaĢları büyük olsun, küçük olsun hiç farketmiyordu. Arabaya
binince eğer boĢ koltuk kalmamıĢ ise ilk önüme gelen arkadaĢ kalkar beni ısrarla
oturturdu. Bir süre sonra bu saygı Sünni olan arkadaĢlara da yansımıĢtı. Onlardan
da önümden kalkanlar olurdu. Mustafa Usta bu hali seyredince ister istemez
dikkatini çekiyordu ve merak ediyordu, „Acaba bu adamda ne var diye?“ ġimdi
geçelim cevaba.
„Saygıdeğer Ustam, eğer dinlemeye tahammül edersen sana özet olarak birkaç
cümle anlatayım.“ „Buyurun“ dedi. „Bak Ustam, Ġslâm Dini bir bütündür. Ġslâm Dininin
esaslarında ve Kur‟an‟ı Kerim‟de Ģu veya bu mezhep yoktur. Hele hele Sünnilik hiç
yok. Alevîler„e gelince, Hz. Ali‟nin taraftarlarına takılmıĢ bir isimdir. Binaenaleyh bu
244
Ölmeyen Çocuk
doğru verilmiĢ bir isimdir. Zira Hz. Ali‟nin ve evlatlarının, hatta hanımı Fatıma‟nın
isimleri Kur‟an‟ı Kerim ayetlerinde methedilir. Hz. Ali ile Hz. Muhammed bir nurun
parçalarıdır. Bunlara topluca 5 kiĢiye birlikte bir ünvan verilmiĢtir. Bu ünvanı Allah-u
Teâla‟nın kendisi vermiĢtir. Bu ünvan tek cümleyle Ehl-i Beyt‟tir.
Bu Ehl-i Beyt‟in birincisi Hz. Muhammed. Hz. Ali ve onun oğlu Hz. Hüseyin
soyunu takip eden torunu Musa Kâzım‟dan türeyen iki nesilden birine seyyidilik
verilmiĢtir. Malümunuz olduğu üzere Hacı BektaĢ-ı Veli bunlardan biridir. ĠĢte
Ġslâmiyet‟te hocalık yapacak olan bu seyyidilerdir, bu neslidir. Bu nesilden gelip de
Ġslâmiyet‟in esaslarını iyi bilen ve dürüst olan dedelere Alevî inancına sahip olanlar
son derece saygı duyarlar. Hatta Hakkın varlığını o kiĢilerde ararlar, onların elini
öperler. Bu nesil A. Kur‟an-ı Kerim‟e, B. Ehl-i Beyt‟e, C. dedelere inanırlar. Ġlk üç
halifeye ve içtihat mezheplerine asla inanmazlar. Kur‟an-ı Kerim‟de olmayan manevî
ve de dini ayinlere inanmazlar. ġimdi seyredilen icraatların hemen hemen tamamı
Ġslâmî değildir. Hepsi icma kararından kaynaklı kendi yorumlarıdır. Mamafih bu
atölyede bazı bencil softalar gözüme çarpıyor.” Sözün burasında Mustafa ikinci
soruyu sordu: “Sahi Rıza (be) siz kurban keser misiniz?” “Tabi keseriz.” Mustafa
tekrarladı: “Rıza (be) Ģurda bizim Ġbrahim Ağa var ya, onunla bir konuĢabilir misin?”
diye ısrar etti. “Ne demek Ustam, ben sana bir Ģey soruyorum. Türkçe yazılı
Kur‟an‟a inanır mısın?” “Evet”, „O zaman mesele kalmadı. Mustafa, „Biraz duralım,
Ģimdi biraz sonra Ġbrahim Ağa buradan geçecek, ben onu çağıracağım. Sana onun
yanında bu kurban meselesini soracağım. Sen de ona cevap vereceksin.” Cevap:
“Hay hay, memnuniyetle.” Bekledik, 11.30‟da Ġbrahim Usta geliyordu. Ġbrahim
Usta‟nın soyadı Pekmezci‟ydi. 54 yaĢında halen çalıĢıyordu. Adını ve atölyede bazı
Alevî olanlara karĢı hocalık tasladığını da duymuĢtum.
O arada Ġbrahim Pekmezci geldi. Ġbrahim Pekmezci‟nin yolu bizim servisin
önünden geçerdi. Yarım saat paydostan önce abtest almaya giderdi. Yanımızdan
geçerken, “Ġbrahim Ağa, biraz gelir misin?“Diye çağırdı Usta.
ĠBRAHĠM PEKMEZCĠ
Ġbrahim Pekmezci‟ye Mustafa Sota‟nın sorusu, “Ġbrahim Ağabey, Alevîler
Müslüman mıdır? Bu bizim Rıza Alevîyim diyor da…” Ġbrahim Pekmezci‟nin cevabı:
“Vallahi Mustafa, Müslüman olanları da var.” Mustafa, “Nasıl? Mesela Alevîler‟in
Müslüman olmayanlarıda mı var?” “Tabi, mesela Ġslâmın 5 Ģartı vardır. Bu 5 Ģartı
yerine getirenler Müslüman‟dırlar. Örneğin bizim Mümtaz‟la Rıza Ökten‟de Alevîler
ama 30 gün orucu tutarlar. Mustafa ile Ġbrahim Ağa biz oruç da tutmuyoruz, namaz
da kılmıyoruz. Sünni inançlıyım. ġimdi ben Müslüman değil miyim?” Yanıt: “Senin
durumun ayrı. Ne gibi: misali sen 5 Ģartı kabulleniyorsun, bir zaman tutmuĢsundur
da Ģimdi belki de mazeretin vardır, tutmazsın. Ama bir kesim Alevîler var ki, 5 Ģartı
kabullenmiyor, doğrudan rest çekiyorlar.”
245
Ölmeyen Çocuk
O günlerde de kurban bayramı yakındı. Mustafa devreye girdi, „Ġbrahim Ağa,
ben Rıza‟ya birĢey soracağım müsaade edersen“ Ġbrahim, „Sor“ dedi.
„Rıza, siz Kelime-i ġahadet getirir misiniz? Ve kurban bayramında kurban keser
misiniz?“ Cevap: „Yoo. Ġbrahim Ağanın söylediğine göre Müslüman olmayan yani 5
Ģartı yerine getirmeyenler Kelime-i ġahadet de getirmez, kurban da kesmez.“ „Rıza
be Ģakayı bırak da gerçekten cevap ver.“ „Saygıdeğer Ustam, ben bu soruyu sadece
senin değil de ikinizin adına cevaplamıĢ olayım. Soruyu cevaplamadan önce ben
Ġbrahim Hoca„dan istihram etsem, kurban keserken hangi duayı, nasıl okuyor ve
kurban kesmenin usullerini bize söyleyebilirler mi acaba?“
Ġbrahim Hoca, „Tabi, memnuniyetle.“ Ġbrahim Hoca Arapça ağırlıklı bir kurban
duası okudu. Geldik kurban kesme usullerine: „Kurbanın önünü kıbleye çeviririz,
ayaklarını bağlarız. „Lailahe illalah, Allah-u Ekber“ der bıçağı çalarız.“ Peki Ġbrahim
Hoca! Kelime-i ġahadetin devamında Kelime-i Tevhidi de okur musunuz?” “Kelime-i
Tehvid sünnetir, onu okumasan da olur.“ „Size göre olabilir ama en azından bilmen
lazım.“ Ġbrahim, “Vallahi tabi ki bilinse iyi olur ama ben Ģimdi tam olarak
hatırlayamıyorum dedi.”
„Peki Ġbrahim Hoca sana üç tane soru sordum. ġimdi dördüncü sorumu
soracağım. Sonra sizlere bilgim dahilinde kendim cevaplamaya çalıĢacağım.
Soru 4- Ġbrahim usta çok insanlardan duydum ve hocalardan da duydum ki,
Kelime-i ġahadet getirenler 5 Ģartı yerine getirse de getirmese de Müslüman„dır
diyorlar. Siz buna ne dersiniz?
Cevap: „Vallahi Allah-u Teâla„nın buyruklarını yerine getirmeden Müslüman
olunuyorsa o zaman üç cümleyi okuyanların hepsi Müslüman olması gerekir.“ „Sayın
hocam, ben sana daha çok soru sorarım da cevap alamayacağım için kalsın. Eğer
vaktiniz varsa ben size biraz konuĢayım.“ „Buyurun“ dediler. Ben de baĢladım
konuĢmaya: „YanlıĢ konuĢursam Allah‟a sığınırım. Ġkincisi biliyorsanız siz
düzeltebilirsiniz.
Değerli hocam, 54 yaĢında olduğunuzu duydum. Devamlı beĢ vakti kıldığınızı,
otuz günü tuttuğunu duydum ve Kur‟an okuduğunuzu duydum. Doğru mu?“ Ġbrahim
Hoca göğsünü gererek „Evet, evet“ deyip geçiyor. Zavallı karĢısına neler çıkacağını,
hangi bahaneyle kaçacağını hiç de aklına getirir gibi görünmüyordu.
Rahmetli Feyzullah Çınar deyiĢinin bir yaprağında diyor ki;
Sarığına güvenme be hey softa
Gel gör de bak bizim bahçede neler var!
Gerçekten Ġbrahim Hoca„nın da tam bunları konuĢurken baĢında namaz takkesi
vardı. „Saygıdeğer Ġbrahim Hoca, 54 yaĢındaki bir Müslüman olarak en azından 40
yıldır hem Kur‟an okuyor, hem de Ġslâm„ın Ģartlarını eksiksiz yerine getiren bir
Müslüman gerçekten Ģu durumda hoca üstü bir hoca olması gerekirdi. Maalesef
246
Ölmeyen Çocuk
zatınızda olması gereken Ġslâmi bilgiler hiç de görünmüyor. Hatta bir o nisbette
olgunluk da görünmüyor.
Biraz sonra o olgular veya vasıflara sahip misiniz değil misiniz göreceğiz. Merak
etmeyin ben sizi hakir felan görüp küçük düĢürücü kendimden kaynaklı birĢeyler
söylemeyeceğim. Ancak ithamlarım olursa da sizin görüĢlerinize yanıt Ģeklinde
olacaktır.
Değerli Ġbrahim Hocam, önce sorularınıza gelelim. Birinci sorunuz Kelime-i
ġahadetti. Alevîlikte Kelime-i ġahadet Ģu Ģekilde getirilir: EĢhedüenla Ġlahe Ġllallah ve
EĢhedü Enne Muhammeden Abdühü ve Resüluhu. Kelime-i Tevhid: Lailahe illallah,
Hak birsin Muhammeden Resülullah, Alisin Velüyullah Velisin Aliyüllah.” Ġkinci
sorunuz “Kurban bayramında kurban keser misiniz?” Ģeklinde idi. Müsaade
ederseniz bu konuyu size biraz izah edeyim. Bir kere kurban bayramı Ġslâmi değildir.
Ama halkın çoğunluğu tarafından kabul görmüĢ güzel bir gelenektir. Kurban bayramı
Muhammed ümmetine Hazreti Ġbrahim‟den intikal etmiĢtir. Kur‟an-ı Kerim‟in Saffat
suresi 10-114. ayetlerinde geçer. Tekrar ediyorum aslına uygun kurban kesilirse
toplumsal kaynaĢımın ve birlik olmanın bir kaynağıdır. Maalesef Ġbrahim Usta‟nın
uyguladığı veya algıladığı gibi kurbanlar aslına uygun olamaz. O taktirde normal bir
davar kesmekten farkı olmaz. Bilhassa biraz zararı ve sakıncası da vardır. Nitekim
bugün Alevîler de bugünkü kurban kesme usullerine uymakta ve kesmektedirler.
Yani hatayı onlar da iĢlemekteler.
Kurban duasının tam Türkçe metini olarak önce selavat getirilir, sonra Ģu dua
okunur: Kurban-ı halilullah, delili Cebrâil, tekbiri Ġsmail, süphanellezi üç defa Allah-u
Ekber Lailahe illallah velahavle vela kuvvete illa billahil aliyyül azim. Allahu Ekber.”
Kurban kesme usullerine gelince, bu benim sorumdu. Kurban önce kurban
bayramı niyetine alınmıĢtır. Bu nedenle inancımıza göre o Hak lokması olarak
topluma ait bir emanet durumundadır. Onu Hak‟ka kavuĢturana kadar sever ve
okĢarsan, ona hizmette kusur koymamaya özen gösterirsin. Biraz önce okuduğum
dua kesmende de okunur. Kurbanı kesmeden, hocanın önüne duaya götürmeden
önce onun ayakları ve yüzleri yıkanır, abdest aldırılır. Güzel bir yıkanır. Hatta çokları
kurbanın sırtını kırmızı, yeĢil, pembe boyayla boyarlar. Bu doğru yapılan bir
hizmettir. Zira o hayvanın dili yoktur. Ama bu yapılan hizmetlerin hepsini bilir.
Kurban adayı olan koç veya koyun, önceden bütün tabiat hizmetleriyle bezendirilir.
Daha sonra özel bir yerde yeteri kadar bir çukur kazılır. Sonra hocanın veya duayı
yapabilecek bir kiĢinin karĢısına getirilir. Kurban sahibi kurban adayının sağ tarafına
diz üstü oturur Ģekilde sağ ayağını eline alır, kulağının dibine kadar kaldırır. Sıra
hocaya gelir. Hoca veya bir bilen duasını okur. Bundan sonra kurban adayı artık
kurban olmayı bekler. Bu adayı kazılan çukurun tam ucunda kıbleye dönük yatırır,
selavat-ı Ģerifi, besmeleyi okur, lailahe illallah‟tan sonra Allah-u Ekber der bıçağını
çalar. Kurban kesilme usülleri bu Ģekilde sona ermiĢtir.
247
Ölmeyen Çocuk
ġimdi de gelelim kurban etinin yedirilme usülüne. Bir kere kurban eti lokma
durumuna gelmiĢtir. Bu lokma dağıtılmaz, yedirilir. Kurban eti doğranır, bulgurla
piĢirilir. Kurbanı kesen kiĢi veya kiĢiler zira kurbanı tek kiĢi veya aile yapacağı gibi
birden çok insanlar da ortaklaĢa kesebilirler. Önce tanıdık konu komĢularını
müsaitse evine, değilse münasip bir mekâna davet eder. Toplanırlar, bir cemaat
oluĢur. Bu cemaata hitaben hoca, dede veya bilen biri kurbanın kültürel yönlerini
anlatır. Cemaati sevgi ile barıĢa teklif eder. BarıĢtaki kasıt: oraya toplananlar
birbirleriyle niyazlaĢırlar. Sonra dua okunur. Bu lokma yenir. Lokma yeme
merasiminin sonunda sofra duası okunan sofrada dökülen a‟dan z‟ye kadar kırıntılar
ve artıkların hepsi kazınmıĢ çukurlara doldurulur. Yani kurbandan meydana gelen
kırıntı, döküntü, kan vesaire hiçbir damlası dıĢarıda kalmamaksızın toprağa
gömülür. Binaenaleyh kurban bayramını icat eden Hz. Ġbrahim iĢte bu koĢullara
uygun olarak yapmıĢtır. Bu koĢullar ise tamamen Ġslâm geleneklerine uygundur.
Sayın Ġbrahim Pekmezci sanırım hem sorunuza cevap verebildiysem hem de kurban
kesme hakkında sizlere birĢeyler aktarabildiysem mutluyum. Ġsterseniz biraz da
kurban hakkında bugünümüzde uygulanan yöntemi anlatıyım.“ Dedim, „Buyurun“
dediler.
„Sayın Hoca, sokakta, caddelerde bir taraftan satarken satanların meydana
getirdiği pislikler, diğer yandan satın alanlar icabında üç gün önceden alıp getirip
apartman bodrumlarına veya benzeri yerlere kapatırlar. Bir de o mekânlarda o
hayvanların o kadar günlük yaptığı pislikler oluĢur. Rasgele yerlerde kesilir, karnı
bağırsağı rasgele yerlere atılır. Bu karın ve bağırsaklar keserken kesildiği yerlerde
çok kere göllenir kanları. O hayvanlara verilen zahmetler… Bu saydıklarımın hepsi
yanlıĢtır. Bunun aksini iddia edebilir misiniz? O halde bütün bu meydana gelen
pisliklerin kokusu günlerce kurban keseni veya kesmeyeni rahatsız etmiyor mu?
Bütün bu tabiatsız iĢ yapanlara Allahu Teâlanın bir ayeti mesaj vermektedir: „Ey
inananlar! Kendiniz için veya Allah için bir iĢ veya bir hizmet ederken, yaparken
yanınızdakileri ve komĢularınızı rahatsız etmeyin“ diyor.
Zira rahatsız olunmak Ģurada dursun ülkede zaten sağlık sorunu ileri boyutlara
çıkmıĢ, her yıl bir yenisi de kurban kesimlerinde eklenmektedir. ĠĢte bu nedenle
tabiatsız kesilen kurbanlar sevap kazanmanın yerine zarar vermiĢ ve hatta yapmıĢ
olmuyor muyuz?
Oysa ki, Ġslâm Dinin bir kuralı da temizliktir. Bu durumda bu kuralı da ihlal etmiĢ
olmuyor musunuz?
5 Ģarta gelince. Sayın Ġbrahim Pekmezci, 5 Ģartın, 5 vakit namazın farz
olduğunu iddia ediyorsun.“ Pekmezci, „Tabi“ diyerek cevap veriyordu.
„Sayın Ġbrahim Pekmezci, dinin yasası Kur‟an‟dır. O halde 5 vakit namaz
hakkında, yani gündüz 5 vakit namaz kılın diye bir emir varsa lütfen söyleyin. Ben
248
Ölmeyen Çocuk
yok diye iddia ediyorum. Buyrun!“ Ġbrahim Pekmezci sadece „Vardır“ diye yanıtladı.
Maalesef cevap veremedi.
„Sayın Ġbrahim Pekmezci‟ye bir sorum daha Kur‟an‟ı Kerim‟de Ramazan da
sayılı günlerde oruç tutun vardır. Fakat otuz gün diye yazmıyor. Buna ne dersin?“
Pekmezci bu soruyu yanıtsız bırakmıĢtır.
„Sayın Ġbrahim Pekmezci, Kur‟an‟ı Kerim‟de teravih namazı diye bir konu yoktur.
Eğer var diyorsanız buyurun yerini gösterin.“ Yine cevap yoktur. „Daha da sormama
gerek yoktur.“
„Ġbrahim Pekmezci‟ye benim birkaç cümle söyleyeceklerim vardır. Önce bir
soru? Sayın Ġbrahim Pekmezci, sizin iddia ettiğiniz konuları ben size yönelttim. ġimdi
siz, sizin bildiğiniz Ģartları icra etmeyenler Müslüman değildir diyorsunuz. Dediğiniz
sözde hala iddialı mısınız yoksa bilmeyerek gerekse bilerek sözünü geri alıyor
musunuz?“ Ġbrahim Pekmezci‟nin yanıtı „Vallahi arkadaĢım, biz burada herhalde bir
imtihan masasında değiliz ki, sözümü geri almak gibi bir tavır içine gireyim. Biz
burada Ģaka muhabbet konuĢuyoruz“ dedi. „Sayın Ġbrahim Pekmezci, sizin
yönelttiğiniz cümlelerin bir muhatabı da karĢında, ben de sizin icra ettiğiniz 5 Ģartı
yerine getirmiyorum. Ama ben de benim yaptığım ibadet Ģeklini yapmayanlar
Müslüman değildir diye atıfta bulunmuyorum. Mamafih herkesin gittiği yol kendine
göre doğrudur görüĢündeyim. Zira benim söylediklerim sizin iddia ettiklerinizin tam
tersidir diyorum. Eğer siz Kur‟an‟a göre ibadet yapıyorsanız iddia ettiğiniz gibi
olmadığını izah ettim.
Size gelince iddia ettiklerinizin Kur‟an‟da olduğuna dair yer gösteremediğinize
göre siz bana karĢı haksız istinaatte bulunmuĢ olmuyor musunuz? Ben ise size
kızmadan, hırslanmadan, bilhassa size sakin bir üslupla sözlerinizin yanlıĢ ve yersiz
olduğunu ispatladım. Eğer siz yenilgiyi kabul etmiyor üstelik karĢı muhatabınızı da
incitmedim diyorsanız, o taktirde ben sizin hem insanlığınızdan hem de
Müslümanlığınızdan Ģüphe duyarım.“ Ġbrahim Pekmezci bu son konuĢmalarım
karĢısında artık itiraf etmek zorunda kalmıĢtı, „Eğer sizi incitti isem, Ģahsınızdan
özür dilerim“ dedi. Ben de kelimelerimi biraz daha yumuĢak söylemeye özen
gösterdim. „Sayın Ġbrahim Pekmezci, ben naçizane, görev yapmıyorum. Ama bir
dede ocağı soyundanım. Bu nedenle tarafsız bir dede olarak size tavsiyem Ģudur.
Bundan böyle Alevîler hakkında hiçbir yerde, hiçbir Ģekilde kötü ve aĢağılayıcı atıfta
bulunmayın. Alevîler iddia ettiğinizin tam tersidir. Kur‟an‟ı Kerim‟e, Hz. Muhammed‟e
ve Ehl-i Beyt‟ine sımsıkı bağlıdırlar. Bu gerekçe ve düĢüncelerle Alevîler hatti
zatında Ġslâmın özüdürler.“
MUSTAFA DOĞANAY‟DAN AYRILMAM
Mustafa Usta„nın yanında tam iki sene çalıĢtım. Bir gün yine atölye Ģefi Faruk
Bey yanında muavini Sait Bey ile yine geldiler. Benim aklıma Ģu geldi: „Eyvah!
Bunlar beni rahat koymacaklar. Beni burada da koymayacaklar.“ DüĢündüğüm çıktı.
249
Ölmeyen Çocuk
Biraz o yana bu yana bakıĢtılar. Ustaya sordular: „Mustafa, küçük Ģase arabaları
büyük Ģase arabalardan ayırmak istiyoruz. Küçük Ģasenin baĢına kimi vereceksin?“
Bir de baktım Usta beni gösteriyordu.
Meğerse ciddiymiĢ, Ģaka felan değilmiĢ. Hemen bir gün sonra Sait Bey geldi,
Mustafa Usta‟ya liste tutturdu ve beni mubayeci Fevzi Bey‟in arabasına bindirdi.
Dedi ki, „Bir atölyeye ne lazımsa, takım taklavat alacaksın. Bunlar senin zimmetinde
olacak ve küçük Ģasenin kaporta ustabaĢı olacaksın, orayı idare edeceksin demez
mi?“ Evet, Sait Bey dediğini yaptı. Aslında Sait Bey‟in gayesi Ģuydu: benim birilerinin
emri altında çalıĢmamı ve ezilmemi istemiyordu. Benim bir yerlere gelmem için en
azından bir idareci olmam için elinden gelen çabayı sarf ediyordu. Allah için ben de
onu mahçup etmiyordum. Yani gerçekten elime aldığım iĢi Allah‟ın izniyle yapıp
çıkarıyordum. Bunu fark edip hazmedemeyenler Ģefe gammazlıyorlardı. Atölye
Ģefimiz Faruk Bey birgün geldi, atölyeyi daha yeni baĢlattığımın ilk haftasında, „Sana
bir kamyonet vereceğim. Eğer bu arabayı toparlarsan buranın ustabaĢı olacaksın“
dedi. Bahsettiği araba ise 1957 Ģavrole, 2.5 tonluk kamyonet. 11 yaĢındaki araba.
Atölyede ondan baĢka 57 model kamyonet yoktur. Araba çalıĢmıyordu, hurdaya
atılmıĢ bir köĢede duruyordu. Parçalarının her biri bir tarafta, çok parçası yoktu. Yani
Faruk Bey„in kanaatine göre ben o arabayı imkanı yok toparlayamayacağım.
Gerçekten haklı da. O araba aklı baĢında bir kaportacının baĢarabileceği bir iĢ
değildi. Zira, baĢka model bir arabanın parçası diğerine uymaz. Daha Türkçesi o
arabaya yapılan masraf kayıp edilen emek karĢılığı sıfırını garanti alır. Sait Bey olayı
duymuĢ, geldi. Boynunu o yana bu yana büktü ama nafile. Ben dedim ki, „Sait Bey,
hiç üzülme. Sizin ve Allah‟ımın sayesinde ben onu baĢaracağım ve senin de yüzünü
ağartacağım“ dedim. ġunu söyledi: „Sait Bey kasti yapıyor. Pezevenk!“ Neyse, ben
de gittim pazarlık ettim, dedim ki ,“ġefim, bu araba 57 model, arabanın parçaları
yok. Bu araba uydurmasyon bir Ģey olacak. Bu arabayı toplayabilmem için; 1. Üç ay
zaman isterim, 2. Yanıma bir de arkadaĢ isterim, 3. Bu süre içerisinde baĢka iĢler
vermeyeceksin.“ Faruk Bey‟in kendine göre ben o arabayı yapamayacaktım. Bu
nedenle her ne istedimse kabul ediyordu. Ama Faruk Bey bu sefer de kaportadan
oksijendan hiç anlamayan elektrik kaynakçısı olan Mahmut Kabadayı arkadaĢı
benim yanıma verdi. Mahmut ise Divriğili ve hemĢehrimdi. Mahmut‟un yanıma
gelmesine memnun oldum. Ama ben zaten iki yıllık bir kaportacıyım, Mahmut ise
kaportadan hiç anlamıyordu. Bu Ģartlar altında arabayı sökmeye baĢladık.
Gece gündüz uyumuyorum, „Allah‟ım sen bana bir yardım et. Ne olur beni
mahçup etmeyesin“ diye gece rüyamda dahi Allah‟a yalvarıyordum. Arabanın en
ufak parçasına kadar söktüm, dağıttım. BaĢladık yapmaya. Mahmut arkadaĢım
sadece boyaları yakmak için oksijen hamlacanı tutuyordu. Oksijen kaynağı
yapamıyor, eğri yerlere çekiç vuramıyordu. Sadece boyalı yerleri yakıyor,
çamurlukların alt kısımlarını temizliyor, kazıyor, yardım edebiliyordu. Arabanın kapı
camları krikolarını tamamen kendim uydurma yaptım. Maalesef Faruk Bey sözünde
250
Ölmeyen Çocuk
durmadı. Arada bir yine de baĢka iĢler de veriyordu. Buna rağmen ben yine arabayı
üç ay dolmadan yaptım, meydana getirdim. Mustafa Usta„ya önce bir kontrol
ettirdim. Mustafa dedi ki, „Aferin Rıza! Vallahi benim el vuracağım hiçbir yeri
kalmamıĢ. Sen bu arabayı macuna ver, Mehmet Usta buna bir macun, bir de astar
atsın. Sonra boya atmadan yine arabayı buraya getirirsin.” dedi. Ben de gittim
vaziyeti Mehmet Usta„ya anlattım. Mehmet hemen geldi, motorunu da
koydurmuĢtum, Mehmet arabayı götürdü. Üç ay bitmeye 3-4 gün vardı. Faruk Bey„e
gittim, haber verdim. Arabayı macuna verdiğimi söyledim ve iĢ istedim. Faruk Bey
yüzüme baktı, “Vay be! Ġnanılır Ģey değil.” dedi. „Aferin!” dedi, “Hele bir macun
yapılsın bakalım.” dedi.
ARABANIN MACUNU BĠTMĠġTĠ
Bereket boyacı da hem hemĢehrim hem de iyi konuĢtuğum çok sevimli bir
çocuktu. Kendisi Divriği‟nin ÇamĢıhı yöresinden bir köydendi. Mehmet Çınar, can bir
arkadaĢtı. Sonunda o da ailece Avusturalya‟ya gitti. Tam 28 sene oldu göremedim.
Neyse gelelim konumuza.
Mehmet arabayı bir güzel macun yapmıĢ, astar boya atmıĢ, arabayı bir sabah
daha iĢe baĢlamadan aldı getirdi. Araba daha boyası tam atılmadan bile öyle bir
olmuĢ ki, Mehmet dedi ki, “Rıza abi, bunu sen mi kaporta ettin?” Ben de „Evet”
dedim. “Vallahi Rıza Ağabey, bu arabayı sen tek baĢına kaporta yaptıysan, sen
ustabaĢılığını haketmiĢsin. Faruk Bey‟in bu arabanın beğenmeyeceği hiçbir Ģeyi
kalmamıĢ.” “Sana bir Ģey söyleyem mi?” Mehmet, „Buyur Rıza Ağabey” dedi.
„Benim bu arabayı yapmama imkan ve ihtimal yoktu. Zaten Faruk Bey de yapamaz
diye bana bunu verdi. Bu arabayı yapabilmeme ceddimiz yardım etti. Ġnanın buna
ben üç aydır gece gündüz uyumadım. Ona yalvardım ya Rabbim, ceddim Garip
Musa Sultan, Hüseyin Abdal Sultan yüzüsuyu hürmetine bana yardım et. Beni
mahçup etme dedim. Ġnanır mısın, Mehmet sanki bana birisi gelip söylüyordu:
“Merak etme sen o arabayı yapacaksın. Hem de öyle bir yapacaksın ki, herkes
beğenecektir” deniyordu. Ustam Mustafa‟ya bazı yerlerini sadece sordum. Fakat
Mustafa hiçbir parçasına el vurmadı. Nitekim sana arabayı getirmeden önce onu
çağırdım, kontrol etti. O da senin gibi çok güzel olmuĢ dedi. Arabayı sen doğrudan
Mehmet‟e ver macun yapsın dedi. Ben de sana geldim. ġimdi sen de sağol belli ki,
bu arabayı ben yaptım diye ayrı bir özen göstermiĢ, çok imtinalı bir iĢçilik sarf
etmiĢsin. Çok çok teĢekkür ederim Mehmet.
Sevgili Mehmet Ustam. Sen ÇamĢıhı‟lısın. Ben de Pengürtlü. Sen Hüseyin
Abdal Sultan soyundan, ben de Seyit Garip Musa soyundanım. Her ne kadar dedelik
yapmasak da eğer biz o zatlara layık birileri olabilirsek onlar bize çok Ģey verir. Yeter
ki, onlara kulluk edelim ve çalıĢalım.”
251
Ölmeyen Çocuk
Ben 27 mayıs 1970 yılında Almanya‟ya gittim. Mehmet Çınar benden kısa bir
süre sonra Avusturalya‟ya gitmiĢ, orada on sene sonra öldüğünü duydum, Allah
rahmet eylesin.
FARUK BEY
Mehmet‟le bu konuĢmayı yaptıktan sonra gittim. Faruk Bey‟i çağırdım, geldi.
Faruk Bey arabanın sağına geçti soluna geçti. Kapılarını açtı örttü, kaputunu açtı
kapattı, çamurluklarına baktı. Faruk Bey‟in yüzü gülüyordu. Belki de içinden bu
araba fabrikadan çıkmıĢ, burada yapılmamıĢ diyordu. Faruk Bey döndü yüzüme
baktı, “Vay be! Acemi ustalar…” diye söylendi. Faruk Bey, „Bana Mustafa‟yı çağır.”
dedi. “Peki Ģefim!” Hemen koĢtum Mustafa Usta‟yı çağırdım. “Mustafa bir de sen bak
bakalım, Ģu arabayı acemi ustalar yapabilmiĢler mi?” dedi. Mustafa zaten arabayı
a‟dan z‟ye kontrol etmiĢti. Faruk Bey‟e karĢı bir daha baktı. ġöyle dedi: “Vallahi
Ģefim, bu araba fabrikadan çıkmıĢ. Helal olsun Rıza‟ya hiç bu kadar ummazdım.
Vallahi ben de yapsam bundan iyi yapamazdım Ģefim.” Faruk Bey tekrar etti, “Yani
sence Ģimdi Rıza ustalığı haketti mi?” “ġefim Rıza‟ya güvenmeseydim zaten buraya
göndermezdim. Yanımda sekiz yıldır çalıĢan SatılmıĢ var. Çok güzel kaportacı olan
Hüseyin vardır. Ama yanımda henüz iki yıldır çalıĢan Rıza‟yı ben size münasip
gördüm. Rıza‟da olağanüstü bir kabiliyet vardır.” Faruk Bey taĢ gibi kesildi. Hiçbir
cevap veremedi. Dudadığının ucuyla sadece istemeyerek „Aferin” dedi o kadar.
Faruk Bey‟in ne yapması gerekirdi? Önce Ģunu söylemek gerekir ki, Faruk Bey
adına ben insanlığımdan utandım. O arabayı yaparken ben olmayım kim olursa
olsun iki yıllık bir kaportacı eleman 1957 model 12 yaĢındaki her parçası bir tarafta
kalmıĢ. Hasarlı bir arabayı o hale getirebildiyse, onu daha da ileriye doğru baĢarı
dilekleriyle tebrik ederek en azından ona bir ödül Ģeklinde derhal ustabaĢılığa terfiye
ettirip daire baĢkanlığına bir rapor yazarak bir üst terfiyeye yükseltmek isteyemez
miydi? Bir elemanın daha iyi iĢler yapabilmesi hevesle çalıĢabilmesi için böyle bir
teĢvik yöntemini kullanması gerekirdi diye düĢünmüĢtüm. Ama Faruk Bey„de atölye
idarecisi olmakla mesleğine uygun bir kabiliyet göremediğime üzülmüĢtüm. Faruk
Bey daha sonra neler yaptı aĢağıda okuyacağız.
Kaporta yapılan bir atölyeye kanal yaptırmıyordu. Arabaların altına yatacağız
diye dört kat oluyorduk. Bu kanal Mustafa„nın tarafında da benim tarafımda da
yoktu. Binaenaleyh bir gün taksi arabasının ön tamponuna civata takmak için ön
taraftan altına doğru yatmıĢtım. Civatayı parmağımla döndürürken civatanın anahtar
tarafı deliğe gelmiĢ. Faruk Bey de o sırada gelmiĢ eli cebinde bana bakıyormuĢ. O
esnada Ģu kelimeyi söyledi Faruk Bey: „Vay eĢek kafalı vay.“ Atölye Ģefimden ben
terfiye beklerken beni aĢağılayıcı bir kelimeyle tenkit etmesi bardağı taĢırdı. Faruk
Bey kendisi gitti, ben kalktım, Mahmut arkadaĢım takımlarla uğraĢıyordu. Yanına
vardım, „Mahmut“ dedim, kafayı kaldırdı baktı ki, benim rengim atmıĢ. Mahmut, „Ne
Dede, bir Ģey mi oldu?“ „Faruk Bey„in söylediğini iĢitmedin mi?“ „Hayır“ dedi Mahmut
devam etti: „Faruk Bey„den zaten o beklenir. BaĢka bir Ģey beklenmez ki. Odun gibi
252
Ölmeyen Çocuk
bir adam. Biz onu Ģimdi mi öğreneceğiz?“ Mahmut devam ediyordu: „Bir takım oruç
tutan yobaz usta baĢları var biliyorsun. Faruk‟un kendisi de oruç tuttuğu için o
bağnaz yalakalarının ĢiĢirmesiyle oruç tutmayanlara iĢte böyle sanki düĢman gibi
muamele yapıyor. Faruk Bey bizi burada istiyor mu sanıyorsun?“ Mahmut bu
konuĢmaları yaptıktan sonra, „Mahmut!“ dedim. „Buyurun Dede“ dedi. „Bir çay
yapalım da içelim mi?“ „Olur hay hay“ dedi Mahmut. Zira bir tane elektrik ocağımız
vardı, bir de çaydanlığımız vardı. Mahmut hemen çaydanlığı ocağa koydu. Biz
baĢladık ileri geri dedikodu yaparken ben Mahmut‟a patladım: „Ben bu atölyeden
gideceğim Mahmut“ dedim. Mahmut bu kelimeyi duyunca güldü ve sordu: „ĠĢ bulma
kurumunda kaydın var mı?“ Cevap: „Hayır“
Atölyemizde motorcu Hıdır da vardı. O arada o da geldi. O arada dıĢarıda
çalıĢan bazen bir araya gelip sohbet ettiğimiz Çorumlu AĢır vardı. O da geldi. Dört
kiĢi olduk. Çayımız demlendi, bardaklarımızı doldurduk. Mahmut söze baĢladı:
„ArkadaĢlar, bizim Rıza Dede Almanya‟ya gidiyor.“ Hıdır‟la AĢır sandılar ki,
gerçekten herĢeyi bitmiĢ de gidecekmiĢim Ģeklinde algılamıĢ olacaklar ki, „Allah
Allah biz niye duymadık Ģimdiye kadar?“ diyerek hayrete kapıldılar. Oysa ki, Mahmut
matrak olsun diye söylüyordu. Bizim Mahmut da kolay kolay güldüğünü belli
etmezdi. Mahmut birden bire patladı ve gülücük attı. Hıdır‟a ve AĢır‟a „Yahu siz de
gerçek sandınız. Dede daha yeni kayıt olacak, kâğıdı çıkacak, ondan sonra
gidecek.“ ġimdi bu arkadaĢların üçü birden ellerini ellerine vurarak yüksek sesle
gülmezler mi... Ama ben gülmüyor ve onları izliyordum. „Siz gülün bakalım. Bir gün
kâğıdı alır karĢınıza dikilirsem o zaman da gülecek misiniz?“ Hıdır, „Yahu Mahmut,
Rıza Dede ya o dedeliğine güveniyor ya da bir bildiği var.“ Meğerse bu
arkadaĢlarımızın üçü de iĢ bulma kurumunda kimi dört, kimi üç, kimi iki yıldır
kayıtları varmıĢ ve çağrılmamıĢlar. Onun için gülüyorlarmıĢ. ġimdi bunlara dedim ki,
„Yarın siz biriniz benim kartımı Ģefe imzalatır mısınız?“ Mahmut, „Olur“ dedi. „Ben de
yarın öğlene kadar gideceğim. ĠĢ bulmaya kaydımı yaptıracağım“ dedim. O günkü
sohbetimiz bitmiĢti.
Ġġ BULMA KURUMUNDAKĠ MEMUR AHMET BEY
07 Mart 1970 Sabahleyin erken kalktım. Saat yedide Maltepe yurtdıĢı iĢ bulma
kurumunun önünde az bir kuyruk oluĢmuĢtu. Ben de vardım kuyruğa durdum. Saat
dokuza kadar yaklaĢık kuyruğa duranların sayısı üçyüze ulaĢtı. Sıram geldi, bir
memurun önüne durdum. Memurun adının Ahmet olduğunu öğrendim. Memur Laz
Ģiveli biriydi. Kaydımı yaparken sordum: „Ahmet Bey, acaba bize sıra gelir mi?“
dedim. „2.5 aya kadar sana kâğıt gelir.“ demez mi? Ben memurun önünden
ayrılmadan bir daha sordum: „Abi nasıl olur bu?“ diye sormaya bırakmadan Ahmet
Bey beni terslemiĢti: „Yahu git be baĢımdan. Bu kalabalıkta bir Ģey söyledim. Gelip
gelip soru soruyorsun, git baĢımdan“ demez mi? Özür dileyerek memurun önünden
ayrılmıĢtım.
253
Ölmeyen Çocuk
Gelelim ikinci güne. Ġkinci gün daha iĢbaĢı yapmadan arkadaĢlar baĢıma
toplandılar.“ Ne oldu Dede? Ne zaman gideceksin Dede?“ Ģeklinde matrağa alıp
soruyorlardı. Ben de, „2.5 ay sonra kâğıdım gelecek“ deyince arkadaĢlar yine
yüksek sesle gülüyorlardı. Bir Çorumlu daha vardı. Kendisi Alevî inançlıydı, adı da
Ömer‟di. O da sık sık gelir sorardı: „Ne zaman gidiyorsun Dede?“ ġimdi bu Almanya
iĢini ileri de tekrar devamını yazmak üzere beklemeye koyalım. Geçelim baĢka bir
anımıza.
BĠR ÇOCUĞUM DOĞACAK
1959 doğumlu, 1964 doğumlu iki tane kızım vardı. Ġkinci çocuğum 1964
doğumlu. Aradan 4.5 sene geçmiĢ, hanım tekrar hamile kalmıĢtı. O zamanlarda
gerek mahalledeki çevrem, gerekse iĢ yerindeki çevrelerim ve ben de baĢta olmak
üzere doğacak çocuğun oğlan olmasını bekliyorduk.
Oğlan olsun, kız olsun derken özellikle iĢ yerimdeki arkadaĢlarım gelip
takılırlardı: „Dede çocuğun kız mı oğlan mı doğsun?“ Cevap verirdim: „Ben oğlan
bekliyorum ama Allah bilir.“ Bu beklentimden fırsat bulan Çorumlu Ömer ArkadaĢ,
bir baktım yanına iki tane de arkadaĢ almıĢ, „Dede sana bir müjdem var.“ Cevap:
„NeymiĢ Ömer müjden?“ Ömer, „Bak Dede, ben bugün rüyamda gördüm. Senin bir
oğlun olmuĢ.“ „Eee?“ „Adı Ömer, oğlunun adı Ömer diye öyle bir zenginleĢmiĢ ki,
büyük bir iĢ adamı olmuĢ. Unutma senin çocuğun oğlan olacak adını ya Ömer ya da
Osman koyacaksın.“ Ben ise birden bire fırlamıĢım, „Hasiktir ulan Ģurdan, benim
oğlum ne Ömer ne de Osman ne de Bekir olsun, ne de zengin, eğer öyle olacaksa
ölsün daha iyi.“ deyince bu arkadaĢlar kızacakları yerde güle güle belleri kırıldı.
Atölyeyi yıkarcasına kahkaha atıyorlardı. Soruyorlar, „Yahu Dede, sen Ömer‟den,
Osman‟dan ne kötülük gördün de bu kadar kızıyorsun.“ Cevap: „Vallahi Ģimdiki
Ömer‟leri Osman‟ları bilmem de, Ģimdiye kadar çektiklerimiz halife olan Ömer‟le
Osman‟ın elinden olmuĢtur. Onların çaktıkları kazık hala çıkmamaktadır. Eğer siz de
onları sevmiyorsanız niçin adınızı Ömer, Osman koydunuz bilemem?“
Bu sefer de bu konuĢmaya gülüyorlardı. „Neye gülüyorsunuz? Canım ben
doğrusunu ve ciddiyi söylüyorum demek ki, siz o kiĢilerin koymuĢ olduğu yasaları
beğeniyorsunuz ki, adını kendinize vurmuĢsunuz?“
Velhasıl günü, saati geldi. Bir oğlum dünyaya geldi. Bir oğlum dünyaya geldi
ama oğlumun doğumunda alamet oldu. Vakti gelmiĢ olmasına rağmen hanımı
Doğumevi‟ne yatırdık, 3 gün yattı. Hanım doğum yapamadı. Doğum evinden
çıkardılar, eve getirdim. Hanım gecikmenin dördüncü günü evde doğum yaptı.
Doğumda ebelik yapan öğretmen komĢumuzun hanımıydı. Allah razı olsun bu
hanımdan, ebelikten anlıyormuĢ. Doğumu yaptırmıĢ ama ben eve geldim. Ebe dedi
ki, „Bu çocuk çok zor ve gecikmeli doğdu, 10 kilogram geliyor kanımca bu ağırlık
anolmaldir. Çok ĢiĢmiĢ. Bir gün dursun eğer ĢiĢlik inmez ise doktora götürün.“ dedi.
Biz de bir gün bekledik. Bereket çocuğun ĢiĢliği indi.
254
Ölmeyen Çocuk
Çocuk 4.5 kilo oldu. Bu nedenle de 19.3.1969‟da doğmasına rağmen bir gün
sonra 20.3.1969‟da yazdırdım. Gelelim sonrasına. Doğum izini almıĢtım. Bu iznim
bitmiĢti, atölyeye döndüm. Daha iĢ yerine varmadan mahallede servis arabasına
bindim. Atölyeye varana kadar bir tek ağlamadığım kaldı. Kimi arkadaĢlar Ģaka,
kimisi de ciddi olmakla beni bezdiriyorlardı. „Niçin Ömer, Osman, Bekir koymadın?
Adam rüya görmüĢ sana oğlan olacağını söylemiĢ. Demek ki, bu iĢte bir keramet
vardı. O nedenle bu isimlerden birisini koysaydınız oğluna bir zarar gelmezdi ve de
kısmeti bol olurdu. ĠĢte bu gibi Ģaka sözlerle bana takılıyorlardı.“
Servisimiz atölyenin kapısına geldi. Atölyeye girdim, hakeza iĢe baĢlamadan
AĢır‟la Ömer gelip baĢımda bittiler, „Ooo Dede hayırlı uğurlu olsun. Oğlun olmuĢ.
Adını ne koydun?“ „Oğlumun adı Garip. Bu ad babamın adıdır. Aynı zamanda
ceddimizin de adıdır.“ Ömer baĢladı söze: „Bak Dede, ben sana oğlun olacak dedim.
Oğlun oldu. Adını da Ömer veya Osman koymazsan oğlan da ölürse sana
söylemedim mi artık.“ Ömer‟e Ģaka da olsa cevap vermem gerekiyordu: „Ömer, bak
arkadaĢım, artık bu Ģakaları kes. Öyle 10 tane oğlum ölse yine adlarını Ömer,
Osman, Bekir felan koymam. Zira bizler ölümden felan korkmayız. Aynı zamanda
paraya pula da satılmayız.“ „Ömer amma da yaptın Dede haa. Yani Ģimdi biz paraya
pula satıldık mı?“ „Sen değil, ama besbelli baban dünya malına satılmıĢ. Baban sağ
ise git Dede böyle söyledi de ve hadi burdan git. Daha da bu Ģakayı yapma tamam
mı?“ Ömer‟le arkadaĢları gittiler. Oğlumun doğum olayı da burada noktaladı. Bu
oğlum Ģu anda Almanya‟da 28 yaĢındadır.
Aşağıdaki Anımı yukarıda yazmam gereken
anımı unutmuş olduğumdan yer değişti.
* Birinci baskıyı okuyanlardan özür dilerim.
KÖYDEN ANKARA‟YA GÖÇ OLAYI
Köyden göç etme olayı anıma baĢlarken Pir Sultan Abdal‟ın bir Ģiirini
hatırlatmadan geçemedim.
Buralardan gider olduk,
Yarenlere selam olsun.
Bilmeyenler bilsin bizi,
Bilenlere selam olsun.
Pir Sultan bu Ģiirinde Ģu mesajları veriyordu. Bu yurtları bize haram ettiler, bizi
bir türlü anlayamadılar ya da anlamak istemediler. Ama bu yurtlarda kalanlar, biz
gittikten sonra anlarlar bizi. Zira bizi anlayanlara yine selam olsun.
SEBEP ve GEREKÇELER ġÖYLEDĠR
Köyden göçmeye sebep, a. okul ve eğitim meselesi, b. ulaĢım sorunları, c.
iĢsizlik sorunları, d. uyum sağlama sorunu. Binaenaleyh köyde küfür var, kavga var.
255
Ölmeyen Çocuk
Bizde de bütün bunlar olmayınca, ya hapse ya da mezara gireceksin. Bu nedenle
köyden Ankara‟ya göçme kararı almıĢtık. Tabi ki; dedelerimizin, babalarımızın
ömrünü tükettiği, bizim de yarı yaĢımızın geçtiği yurdumuzu terk etmek o 200-300
yıllık hatıraları bir celsede geride bırakıp terk etmek kolay olmamıĢtı.
Belki de göçme olayın üzüntüsü birkaç ayın içinde birkaç yıllık ömrümüzü
eksiltecekti. Sonra onca yılın komĢuluğu, yöre halkından kopmak kolay değildi. Ama
ne çare ki, yukarıda da bahsettiğim gibi mecburiyetlik hasıl olunca ölüm pahasına da
olsa, artık her Ģeyden kopmak zorunda kalıyorsun.
MEZAR KALDIRMA
Eskiden bu gibi ananelerde mezar kaldırma olayı vardı. Yani o ülkede anan
baban ölmüĢ, mezarları o ülkede kalıyor görüĢüne bağlanarak onların canı için bir
kurban keseceksin, yedirip içireceksin, Kur‟an okutacaksın, helallik alacaksın,
helallik vereceksin. Biz de öyle yaptık. Babamızın anamızın mezarlarını onardık,
beğenilir derecede bir tane koç aldık, bulgurla karıĢık etli pilav, fasülye yahnisi, helva
yaptık. Ve köyümüzü 7‟den 100 yaĢına kadar bizzat kendimiz kapılarına kadar
giderek davet ettik.
Köyün tümünü evimize topladık. Kurbanımız yenildi, içildi, dua edildi. Kur‟an
okundu, en son sıra helallik almaya geldi. Evimizin hesabına ben edep erkân oldum:
„Ey komĢular! Bir helallik vardır ki, o insan ölmüĢtür. O teneĢire çıktığında hoca
onun adına halktan hellallik ister. Ama o ölüdür konuĢamıyor artık. Onun sizlerde
alıp vereceği de olsa artık ne verebilir, ne de alabilir. Ona helallik verseniz de
vermeseniz de hiçbir Ģey değiĢmez. Esas helallik sağ iken verilir, alınır. ġimdi biz
sağız. Ama aranızdan ayrılıyoruz. Bizim sizlerde hiçbir Ģekilde alacağımız yoktur.
Bizden yana hakkımız helal olsun. Eğer sizlerin alacağı vereceği varsa, veya
ağrımıĢ incimiĢ varsa, iĢte biz burdayız. Bizi borçlu ve küskün göndermemenizi
sizlerden rica ediyoruz“ deyince, bir de baktım ki, milletin gözleri dolmuĢ, yaĢ oluk
gibi önlerine akmaya baĢladı. Belki yarım saat, kapıdan içeri hepsi hüngür hüngür
ağladılar. Ama nafile idi, bizim artık geri durmamız imkansızdı.
HELALLEġTĠĞĠMĠZ GÜNÜN SABAHI ĠLE YOLCULUK
Kars‟tan gelip Ankara‟ya giden posta treni saat 12.00‟de bizim köyün önünden
geçiyordu. Köyün önünde de durak vardı. Durağa gitmek üzere evden çıkacağız.
ANNEMĠN GĠTMEMESĠ
Annem, „Ben bu köyden ve evimden gitmem.“ Diyor, bir daha demiyor. Anneme
ne kadar yalvardıysam „Yok“ diyor. „Ölürüm de ben gitmem.“ diyor. „Benim ölüm
burada kalacak.“ diyor. Kızların iki tanesi de köydeydi. Onlar da baĢından hiç
ayrılmıyorlardı. Annelerinin yanından gitmiyorlardı. Ama faydaları da olmuyordu.
Daha ziyade zararları oluyordu. Köydeki bacılarımın birisi büyük Ablamız, birisi de
256
Ölmeyen Çocuk
benden altı ay büyük olan bacımdı. Aslında anılarımın annemle ilgili bölümlerinde
belirttiğim gibi öz kızlarının annesidir. Benim ise üvey annemdir. Bu duruma rağmen
Analığımın beni bir buçuk yaĢında annemin ölümünden sonra büyütmüĢ olmasından
dolayı ben öz kızlarından daha iyi bakıyordum. Binaenaleyh eğer annemin isteğine
uysam, köyde bıraksam annemin ilerisi kötü olacaktı. Onunla ilgilenen olmayacak,
ona gereği kadar bakamayacaklardı.
Bu durumu kendileri de bildiği halde ileriyi göremiyor, sadece o günün
heyecanının etkisinde kalıyorlardı. Aynı zamanda biz Ankara‟da olmamızla haliyle
kendisinden ilgimiz zaman içerisinde kesilecekti. Örneğin bütün bu durumları göz
önünde, babamızdan tek emanet ve de tek hediye olan annemizi ne yapıp yapıp
beraberimizde götürmem lazımdı. Zira bu annemiz babamızdan emanet olduğu
kadar, annemizin kendi babası tarafından da bizzat bana emanet edilmiĢti.
Ġleriki sayfalarda annemin babasıyla, kardeĢiyle, aynı zamanda kendisinin
hastalıklarıyla ilgili anılarım olacaktır. ġimdi tekrar dönelim annemin köyden nasıl
çıkaracağıma. Onu çok fazla hırpalamadan nasıl bir yöntemle götürebileceğimi, bu
yöntemleri düĢünürken aklıma gelen Ģu oldu. Bir kere evdeki çoluk çocuk, hanımlar,
bacılarım, vesaire yakınlarım durağa gitmek üzere evi terk etsinler, evde annemden
baĢka kimse kalmasın. En son annemle hellalleĢip çıkan ben olacağım. Böylece onu
götürmeye muvaffak olacaktım ve bu yöntemi uyguladım. Hepsi yolcu oldular.
Annemi rahat bir yere oturtmuĢtum. Benim kendisini kucaklayıp götüreceğimden
habersizdi, hatta aklından bile geçmezdi. Evde kendisinden baĢka kimse
kalmamıĢtı. Yalnız Ģunu da ilave etmeden geçmemek gerekir, bu ev annemin. Evi
terk edeceği tarih de tam tamına 50 yıllık eviydi. Babamla 13 yaĢında evlenmiĢ, aynı
zamanda 63 yaĢındaydı. Binaenaleyh o ev de ona hem kayınbabasından hem
kaynanasından ve hem de kocasından emanet kalmıĢtı.
Zira bu yazdığım kiĢilerin hepsi de ölmüĢ, eve ilk gelen gelin olarak sadece
annem kalmıĢtı. Böylesine tarihi hatıraları bir anda silip atmak dile kolaydı.
Gerçekten düĢündüğü zaman insanın kemikleri sızlıyor ve ona hak vermemek
elimde değildi. ĠĢte bütün bunlar benim beynimi durduruyordu. Onu terk etmek de
elimden gelmiyordu. Dolayısıyla her ne olursa olsun zor fendi bozuyor, istikbal ve de
günün koĢulları herĢeyin önüne geçiyordu. Annemi nasıl kucaklayacaktım? Annemin
önüne diz üstü edep, erkan olarak oturdum. Bir dua okudum. Okuduğum dua da
Ģuydu:
Bismillahirrahmanirrahim.
Bu ocaktan geçmiĢlerin ruhuna, Elhamdülüllah-i Rabbil-alemin Errahmanir
Rahim. Maliki yevmiddin. Ġyyakenabüdü ve iyyake nesteiyn. Ġhdinas-sıratel
müstakiym, Sıretellezine en-amte aleyhim. Gayril mağdubi veladdalin amin.
Bismillahirrahmanirrahim.
257
Ölmeyen Çocuk
Kulhuvallahu ahat. Allahüs samed, velem yelid, velem yüled, venahatın Allah-u
Ekber.
Bismillahirrahmanirrahim.
Allahmmeselli ala seyyina Muhammed vela ali Muhammed ya rabbim.
Hz. Muhammet Mustafa ve Ehl-i Beyt‟in yüzü suyu hürmetine beni bağıĢla. Ya
Rabbi Ġmam Aliyyül Murtaza, Ġmam Hüseyin Kerbela‟nın. Ġmam Hasan Hulki
Rıza‟nın. Ġmam Muhammet Bakır Baka‟nın yüzü suyu hürmetine. Ġmam Cafer-i
Sadık‟ın. Ġmam Musa-i Kâzım‟ın. Ġmam Aliyyül Rıza‟nın, Ġmam Muhammet Taki‟nin;
Ġmam Muhammet Naki‟nin yüzü suyu hürmetine beni bağıĢla ya Rabbim. Ġmam
Hasanü‟l Askeri‟nin, Ġmam Mehdi Liva Sahip Zaman‟ın yüzü suyu hürmetine beni
bağıĢla ya Rabbim. Bu ocakta kesilen kurbanların ve piĢen lokmaların ve yine bu
ocakta yapılan duaların gelmiĢ geçmiĢ pirlerin ve mümin kulların yüzüsuyu
hürmetine beni bağıĢla ya rabbim.
Ve el fatihayı bir daha okuduktan sonra anneme „Beni bağıĢla.“ dedim. Nasıl
kucaklamamla omuzuma heybe gibi attım. Yüzü arka tarafa dönük ayakları öne
doğru sallanarak yürüdüm. Zaten annem hafifti. Çok gelse 45 kilo ancak gelirdi.
Annem bağırıyor, çağırıyor, çok da terk-i edep küfürler ediyor. Ama nafile annemi
sım sıkı tutmuĢ bırakmıyordum. Köy halkı olduğu gibi durağa dolmuĢ bekliyorlardı.
Bir de baktılar ki, annem benim omzumda çırpınıyordu. Tabi biraz da matrak geldiği
için insanlar haklı olarak gülmeye baĢladılar. ġimdi annem bu sefer de „Beni indir.
Ben kendim giderim.“ demeye baĢladı.
Annem insanları da görünce artık utandı. Ben de kendisine dedim ki, „Bak anne,
halkın içerisinde geri gidem felan dersen, vallahi seni indirmeyeceğim. Yemin et
kendi gönlünce halkınla görüĢüp trene bineceğine, seni sırtımdan indireceğim.
Yoksa tren gelene kadar indirmem, elaleme rezil olursun.“ dedim. Böyle anlaĢtık,
indirdim sırtımdan. Trenin saati de yakındı artık, köy halkıyla görüĢtük. Tekrar
helallaĢtık, göz yaĢları içinde komĢulardan ayrıldık, trenimize bindik. Böylece göç
olayı ve köyümüzden ayrılma bu durakta noktalandı. Gerçekten inanılması güç bir
olay, aklıma geldiğinde 38 sene sonra halen o günleri yaĢıyor gibi oluyorum.
AĢağıdaki anımda okuyalım o günleri.
EKĠN TARLALARINDA ZEYNEPLE ĠKĠ ANIM
Köyümüzün karĢısında ve köyün önünden akan suyun öbür geçesinde bir mühit
vardır. Bu mühidin adı Seki Tarlası„ydı. Orada sadece iki komĢunun tarlası vardı. Bu
iki tarlanın olduğu arazi yaklaĢık iki yüz dönüm vardı. Bu arazi iki eve aitti. Ġki ev
köyün iki ağası durumundaydı. Bu arazi bu iki aile arasında taksim edilmiĢ, yarısı
birinin diğer yarısı da ötekinindi. Biz ise Gazi Kâhya„ya ait, yarısı ekin olan ekin
tarlasını biçmek için götürü almıĢtık. Yani elli dönümlük ekin tarlasını para
karĢılığında götürü aldık. Hanımla ikimiz bu tarlayı orakla biçeceğiz. Binaenaleyh
258
Ölmeyen Çocuk
tarlaya baĢladık, biçiyoruz. Bu elli dönümlük tarlayı yevmiyeyle biçtirmiĢ olsalar her
dönümü bir ırgat biçer hesabıyla 50 ırgat ancak biçebilir. Biz ise burayı iki ırgat 15
günde bitireceğz. 30 ırgat yapar.
Tarlaya giriĢtik ama bizim çalıĢmamıza arkadan baktığın zaman usul adımlarla
yürüyor sanılır. Yani bir eğildiğimiz zaman en az 20 metrekare yeri biçmeden
belimizi doğrultmayız. Bir gün hanımla akĢam geç vakite kadar çalıĢtık, paydos ettik,
eve gideceğiz. Tam suya ineceğimiz yere 20 metre kala ben hanıma dedim ki,
„ġuraya biraz oturup dinlenelim, sonra gidelim. Toprak o kadar hoĢ, yumuĢak ki;
ayakkabıların gömülür durumda. Hafif de sıcaktı toprak. Hanımın adı Zeynep‟ti.
Zeynep‟le yan yana oturduk. Sırt üstü uzanmıĢız. Oturduğumuzu biliyoruz ama yatıp
uyuduğumuzu hiç hatırlamıyorum. Tam sırt üstü yattığımız gibi kalmıĢız. Tam
manasıyla uykumuzu almıĢ olacağız ki, gözümüzü açtık ki, güneĢ ekin biçtiğimiz
tarlaya doğru yol almıĢ. Oysa ki, eve gidip, evden kalkıp gelseydik sabahleyin yerler
ağarırken ekin biçmeye baĢlamıĢ olacaktık. Zeynep‟le gözümüzü silerken bir baktım
rahmetli annem suyun öbür geçesinde gelmiĢ, bizim kahvaltımızı almıĢ getirmiĢ
bağırıyordu, „Rıza, Rıza!“ Belki de biz annemizin sesine uyanmıĢızdır. Velhasıl
tarlayı yukarıda bahsettiğim gibi 15 günde bitirdik. Bitirmesine bitirdik ama Gazi
Kâhya paramızı eksik ödedi. Hatırımda kaldığı kadarıyla iki ırgat yevmiyesi
karĢılığında paramızı noksan ödemiĢti. Sene 1962, kaleme aldığım tarih 1998...
ĠKĠNCĠ BĠR ANIM
15 yaĢındayız. Bir mühit vardı. Bu mühit ikiye ayrılır. Bir tarafı Yayla Damı, diğer
tarafı Balkayası denen bir mühittir. Ġki mühit de birbirine bağlıdır. Çok çetin, dağlık,
kayalık vadilerle çevrili bir yerdir. Balkayası çok yüksek bir kayadır. Kayanın bir tarafı
tam doğuya bakar, doğu tarafından baktığında kayanın tepesi Ģapka Ģeklinde öne
eğik sarp bir kaya, doğu tarafı ise yaklaĢık 500 metre yüksekliktedir. Kayanın batı
tarafı ise batıya doğru 30 metre meyilli taĢlık, kayalık ve ara yerlerinde meĢe
ağaçlarıyla süslenmiĢtir, yaz olunca da kayalığın çevresi burcu burcu binbir çeĢit
çiçeklerle bezenir. ġimdi bu kayanın doğuya doğru salınan ama 50-60 metre eğimli
yerlerinde yaklaĢık dört dönüm ekin ekilecek tarlamız vardı.
Bu tarlanın aĢağı doğru kısımları biraz düzlüktü. Bu düzlükte de yukarıdan
kopup gelmiĢ bir tane taĢ parçası vardı. Bu taĢ toprağa oturmuĢ, tabanı düz, fakat
üst kısmı sanki özel yapılmıĢ gibi öne doğru yaklaĢık 20 derece eğridir. Dolayısıyla
gündüz taĢın gölgesine yiyecek, gece de yatacak malzemelerimizi korusun diye
koyardık. Bu mühitin köye uzaklığı 15 kilometre vardır. Tarlanın alt kısmı çok derin,
yaklaĢık 30 metre, 90 derece bir Ģelale altı dere boyu yabani çalılarla ormanlık bir
tarafı Dumluca köyüne 5 kilometre yakınına kadar uzar. Etraftaki dereciklerden
doğup gelen sular büyük bir derede birleĢir, kuzeye doğru akar ve sonra bizim köyün
doğu tarafından ve önünden geçen Tokma Çayına karıĢır. Derenin Tokma suyundan
Dumluca köyüne kadar bitiĢ noktası yaklaĢık 20 kilometre vardır.
259
Ölmeyen Çocuk
Abdullah Sopa EniĢtemdir. Büyük ablamın beyidir. EniĢteyle birlikte ekin
biçiyoruz. Abdullah EniĢte bacım Bağdat‟la beni gece tarlada yalnız bıraktı, kendisi
köye gitti. Bacım Bağdat‟la birilkte, tarif ettiğim taĢın dibinde bacımla gece
yatacağız. Fakat EniĢtem akĢam yanımıza gelmeyeceğini söylemedi. Balkayası ve
çevresi o kadar korkunç bir vadi ki, her türlü vahĢi hayvan var. Bu hayvanlar
ekseriyetle oralarda gece avına çıkarlar. Ayısı, kurdu, tilkisi, sansarı ve birçok büyük
gece kuĢları vardır ki, kayalıkta öttüğü zaman vadilere yankı yapıyordu. KuĢun ötüĢ
Ģekli Ģöyle idi. Gööök diye uzatır durur 5-10 dakikada bir seslenir bu kuĢlar.
Velhasıl biz yorganımızı baĢımıza doladık, yattık. Daha uyuyamamıĢtık. Bir
baktık soluk sesi ve ayak sesi korkunç bir gürültü yaparak bir Ģeyin bize doğru
geldiğini anlamıĢtım. Hemen ben bacım Bağdat‟a usulca iĢittirdim: „Bağdat sakın
ses çıkarma! Kafanı açma, nefesini de kes. Ayı geliyor.“ dedim. Ayı gerçekten geldi
tam baĢımıza dikildi. Hayvan çok fena halde soluyordu. Kafamızda yaklaĢık beĢ
dakika durdu. Artık ne düĢündüyse bize dokunmadı. BaĢ ucumuzda yiyecekler de
vardı, onlara da dokunmadı. YavaĢça doğu tarafına döndü. Ben yorganı çok az
birĢey araladım. Arkadan gördüm ki, gerçekten kocaman bir ayı. Ayı kayıp olana
kadar kafamızı çıkaramadık. Ama tabi ki, fena halde korktuk. Aradan yarım saat
felan geçti. Birbirimizin sırtını yumrukladık, damaklarımızı çektik. Testide su vardı.
Hemen birer tas su içtik. Ama artık sabaha kadar ağlamıĢtık. Bazen dertleĢtik. ġu
sözleri konuĢtuk: „Ne kadar da eniĢtemiz olsa da bak biz iki çocuğu ayının kurdun
içinde bu vadide yalnız bıraktı. Acaba kendi çocuğu olsaydı burada yalnız bırakır
mıydı? Acaba bizim de babamız sağ olsaydı mümkün mü çocuklarını böyle bir yerde
gece yalnız bırakır mıydı?“
Derken gece yarıyı geçiyordu. Saat 3-4 oldu. Bağdat‟a dedim ki, „Artık bu
saatten sonra daha bir Ģey gelmez. Yine kafamızı bürüyüp yatalım.“ Kafamıza
yorganı bürüdük, yattık. Bir taraftan yorgunluk, diğer taraftan korku ve ağlama
yorgunluğu bizi iyice ezmiĢti. Sabahleyin uyandık üzerimizi güneĢ almıĢtı.
Gözlerimizi ovaladık, birbirimize bir baktık, bir nefes aldık. „Of be! Sağ kalmıĢız.“
dercesine Allah‟a Ģükür ettik. Dereye indik, akan suda bir güzel yıkandık. Biraz daha
gözümüz açıldı ve ferahladık. Daha sonra oraklarımızı aldık, ekinimizi biçmeye
baĢladık. YaklaĢık 1.5-2 saat sonra eniĢtemiz Abdullah katırla geldi. Ġyi de acıkmıĢız.
Bahsettiğim taĢın dibine indik, eniĢtemizin evden getirdiği yemeğimizi yemeye
baĢladık. EniĢtemiz durumumuzdan anlamıĢtı ve sordu: „UĢaklar sizin durumunuzda
bir gariplik var. Ne oldu, gece uyuyamadınız mı yoksa?“ Ben cevap verdim eniĢteye:
„BirĢey de oldu, çok Ģey de oldu eniĢte.“ EniĢte haklı olarak öfkelendi: „Ne oldu
kaynım?“ „Vallahi eniĢte, sen bugün bizi sağ bulduğuna Ģükret. Biz de sağ
olduğumuza inanmıyoruz. Ayı bizi parçalayabilirdi.“ EniĢte ayı sözünü duyunca rengi
değiĢti. Biraz merak sarmıĢtı. Ben anlatmaya devam ettim. „AkĢam ikimiz de
yatmıĢtık. Henüz uyumamıĢtık. Bir de baktık bir ayı patır kütür soluyarak bize doğru
geliyordu.“ EniĢte, „Eyvah! Sizi burada yalnız bırakmamalıydım.“ dedi ve ben devam
ettim: „Biz ise yorganımızı baĢımıza sardık. Ayı geldi baĢımıza 5 dakika felan
260
Ölmeyen Çocuk
bekledi. Sonra çekip gitti.“ EniĢte de olayı bu Ģekilde dinleyince oda göz yaĢını
tutamamıĢtı ve ağlamıĢtı. Ama nafile, mühim olan gitmemesiydi. Gerçi EniĢtem
yanımızda olsaydı ayı gelmeyecek miydi? Gelirdi ama, kendisi ne de olmasa 35
yaĢına gelmiĢ, askerlik yapmıĢ, tecrübeli bir insandı. En azından üç kiĢi olurduk ve
fazla korkmazdık. O bize metanet verirdi.
ĠĢte böyle olunca kız kardeĢim Bağdat‟la böylesine acılı bir anımız geçmiĢti.
Gerçi Bağdat‟la doğduğumuz tarihten itibaren 1964 yılına kadar yani 29-30 yaĢlarına
kadar hem iĢte hem de evde, bahçede beraber günlerimiz beraber geçmiĢti. Sayısı
belirsiz benzeri anılarımız vardı. Bu yazdıklarım anılarımızın birkaçıdır.
ALMANYA KÂĞIDIMIN ÇIKMASI
Yukarıda bu anıma tekrar değineceğimi söylemiĢtim. Benim kâğıdım 2.5 ay
sonra çıkacak demiĢtim. Fakat arkadaĢlarım yüksek sesle gülüp geçmiĢlerdi.
Allah‟ın iĢine bakın ki, daha 2.5 ay da olmadan bana davetiye kâğıdı gelmiĢti. O
akĢam eve geldim. Hanım mektubu elime uzattı. Mektubu bir açtım iĢ bulma
kurumundan gelen davetiye kâğıdı. Kâğıtta Ģunlar yazılıydı: „60 gün zaman tanımıĢ.
60 gün içerisinde a. iĢini gücünü evini toparlayıp hazırlanman, b. imtihanlara girip
imtihanları kazandıktan sonra muayenelere girip kazanmıĢ olmak, c. pasaportunu
çıkarıp 27.05.1970 tarihinde Ġstanbul ĠĢ Bulma Kurumu önünde hazır olmanız
gerekmektedir.“ Kâğıttaki talimat böyledir.
Sabahleyin kâğıdı cebime koydum, Tuzluçayır‟dan servise bindim. Ama ben
öyle bir keyifliyim, öyle bir sevinçliyim ki; durumum her halim ve hareketimle belli
oluyordu. ArkadaĢlar bakınca, „Dede, bugün sen de bir hal var.“ diyorlar. Ben ise
kâğıdı söylemiyorum. Söylesem ellerinden kurtulamaycağım, sonra atölyeye akın
edecekler. Binaenaleyh bilahare sınavları kayıp edersem elaleme kepaze olacağım.
Bu nedenle atölyede birkaç arkadaĢın dıĢında kimseye duyurmamak niteyindeydim.
Böylece atölyeye kadar kendimi sıktım, söylemedim. Nihayet ilk önce ameliyat
olacağım. Nitekim bacağımda varis var ki, bazen 10-12 saat ayakta durduğumda
kayısı gibi ĢiĢmiĢ oluyordu. Bazılarından bilgi aldım, dediler ki; bu çok basit, bir ayda
ameliyat olur ve sağalırsın dediler. Neyse ben ilk önce bu ameliyatı olmaya karar
verdim. Karar vermeye verdim ya bu kısa sürede bu ameliyatı nasıl ve nerede
yaptırabileceğim? Sigortaya gittim, muayene oldum, tam üç ay gün attılar. Derdimi
anlattım; ama nafile, kim iĢitir?
Özel doktora gitsem imkanı yok gücüm yetmez. Sanayide yakın köylüm olan
Fahri Aykaç vardı. O dedi ki, „Benim sigortada tanıdığım var. Yarın seni götüreyim.“
dedi. Ġsmini hatırlayamadığım bir doktorun özel muayenehanesine gittik. O da, „En
erken iki ay sonra yapabilirim.“ dedi. Ben ise ısrar ettim: „Sayın doktorum etme
eyleme, benim iki ay sonra Almanya‟da olmam lazım. Böyle bir iĢ kapısı bir daha
261
Ölmeyen Çocuk
benim elime geçemez. Bu benim istikbalim. Ne olursa olsun bana imkan tanı
dediysem de doktor Nuh dedi, Peygamber demedi.“ Ben doktora bir Ģey sordum:
„Sayın doktorum, bu bacakla ben sıhhî muayeneyi kazanabilir miyim?“ Doktor beni
aĢağılayıcı ve uslubuna uymayan bir kelime kullandı. Ve doktor devam etti, „Yahu
siz nerede bulunduğunuzun farkında mısınız? Almanya‟ya giden kızların kızlığını
dahi muayene ediyorlar. Sen ise bacağın ĢiĢmiĢ, yemyeĢil olmuĢ kalkıp bana soru
soruyorsun. „Ben muayeneyi kazanabilir miyim?“ diyorsun. Çık dıĢarı sizinle
uğraĢacak vaktim yok!“ demez mi? Değerli okurlar bir atasözü vardır. „AĢ taĢınca
kepçenin bahası bulunmaz.” derler. ĠĢte benim de bu doktrorun payını vermem
gerekiyordu. KarĢımdaki kim olursa olsun birden kükrerdim ve aklıma gelenleri
söylerdim. O esnada doktorun masasına yumruğunu vuruyorum. Siz bana bir imkanı
tanımadınız. Ama ben de bu muayeneleri kazanacağım dememle kapıdan hızlıca
çıkmam bir olmuĢtu. Tabi ki, doktor arkamdan bağırıp çağırıyordu. Ama kim iĢitir.
ġimdi geçelim önce amelî ve nazari sınavları kazanmaya. Sonra da
muayenelere baĢlayacağız. Maltepe„de ana caddenin Kızılay‟dan Tandoğan‟a doğru
giden yolun sağ tarafında YurtdıĢı ĠĢ Bulma Kurumu vardı. Bu iĢ bulma kurumunun
altında, bodrum katta sınava gireceğiz. Birlikte sınava gireceğimiz ve tanıdık birkaç
arkadaĢın isimleri Ģöyleydi. Sivas yöresinden ġahin Sayıner ve Sırrı diye bir
arkadaĢ. Bunlar Karayolları Merkez Atölyesinden. Ben, Cafer ve Hüseyin Etibank
Merkez Atölyesindendik (Hüseyin Yozgatlı, Cafer‟de Kangallı‟ydı). Ġsmini
hatırlayamadığım birkaç kiĢi daha varlardı. 9-10 kiĢi kaynakcılık ve montajcılıktan bir
grup olarak sınava girecektik. Ama içlerinde o sanatta en az emeği olan bendim.
Ben dört seneden beri çalıĢıyordum. Diğer arkadaĢların en aĢağısı 8-10-12 yıllık
sanatkâr ustalardı. ġansa bak ki, sınavı kazananlar 1. ben, 2. ġahin Sayıner ve 3.
Cafer olmuĢtuk. Yani 10-12 kiĢiden 3 kiĢi kazandık. Bu sınav nazari sınavıydı.
Burayı kazananlar olarak üç gün sonra Ġstanbul ĠĢ Bulma Kurumuna gideceğiz.
Orada da aynı sanattan amelî sınav olacağız.
Yalnız, sınavları kazanıp kazanamama sıkıntısı çekerken en fazla çektiğimiz
sıkıntı kuyruk beklemekti. Ġnsanlar her vardığı kapıda bir saatten aĢağı
beklemiyordu. ĠĢ bulma kurumları özel bölümlerde sınav yerleri ayrı ayrı bölmelerde,
kan ve idrar tahlilleri ayrıca en sonunda sıhhı muayene yerleri tıklım tıklım dolup
boĢalıyordu. Yani nerdeyse insan canından dahi beziyordu. Bir anda Almanya‟ya
gitmekten sarfı nazar edenler oluyordu. Benim varislerim üç gün içinde yemyeĢil
baklava Ģeklinde ĢiĢmiĢti.
Velhasıl dördüncü gün saat 10‟da kuyruğa girdik, 12‟de kuyruk bitti. Muayenede
a‟dan z‟ye vücudumuz ve dosyamız incelemeden geçecekti. Muayene salonuna 30
kiĢi grup halinde giriyorduk Binaenaleyh muayeneye girip çıkanları hemen yakalıyor
ve soruyorduk. Yalan olmasın, hemen 10 kiĢiden 3 tanesi eleniyordu. Elenenlerin
yarısı varis hastalığından oluyordu. Bunları duyunca beni biraz daha merak ve tasa
sarıyordu. Ama içimde de istemeyerek de olsa bana bir Ģey söyleniyordu. Diyordu
262
Ölmeyen Çocuk
ki, „Hiç tasalanma, sen kazanacaksın.“ Bu umudum yurt dıĢına ilk kaydımı
yaptırdığımdan beri hiç eksilmemiĢ devam ediyordu. Binaenaleyh bu sıhhî
muayeneyi de kazanmıĢtık. Sıhhî muayeneyi kazanmamda mucizevi bir durumun
olduğu açıkca ortadaydı. Alman doktor Ģunu söylüyordu: „Ameliyat olmuĢ olanlar ve
de vücudunda bir envaresi olanlar bir adım ileri çıksınlar.“ Bazı arkadaĢlar
envarelerini gizlemek için ya ileri çıkmamıĢ ya da uzun kilot giymiĢlerdi. Benim ise
kilodum da kısaydı ve iki tane envarem vardı. Birisi feci Ģekilde ĢiĢmiĢ varis, ikincisi
fıtık. Fıtığıma yüzeysel baktı, sanırım fark edemedi. Varisimi ise bir dakika kadar
sehbanın üzerine aldı inceledi ve ovaladı. Böylece ben son muayeneyi de kazanmıĢ
hiçbir sorunum kalmamıĢ, Almanya‟ya gitmeye hak kazanmıĢtım.
Muayeneyi kazandıktan bir hafta sonra, yani 27.05.1970 tarihinde trenle
Münih‟e, Münih‟ten de 2000 Hamburg‟a uçakla devam etmemiz için talimat
verilmiĢti.
ĠSTANBUL‟DA KARġILAġTIĞIM SÜRPRĠZ
ġimdi sıhhî doktor muayenesinden çıktım. Beni tanıyanlardan bir tanesi yanıma
sokuldu, „Rıza Ağabey muayeneyi nasıl kazandın?“ diye sordu. Ben de Ģakadan „30
bin TL verdim.“ dedim. Çocuk hemen ayağıma kapandı, „Abi elini ayağını öpeyim.“
demez mi? „KardeĢim Ġstanbul‟a gelirken bile benim harçlığımı borç aldım da
geldim. Ben sana Ģaka yaptım, vallahi para vermedim. Korkma sen de kazanırsın.“
dedim ve yakayı da elinden zor kurtardım. Zira adam para vermediğime bir türlü
inanamıyordu. Haklıydı da çünkü o varisli bacakla gerçekten bir mucizeydi
muayeneyi kazanmak.
Diğer ikinci ve acı bir olay ise, nazarî imtihan odasında yaĢanmıĢtı. Binaenaleyh
amelî imtihan dediğim olay Ģöyleydi. Burası atölye felan değildi. ĠĢ bulma kurumunda
gıcır gıcır koltuğu masası olan bir odaydı. Ancak odanın bir tarafına 200 x 100
ebatında masa konmuĢ. O masanın üzerine 20 x 30 - 20‟lik iki tane demir vardı.
Yanında kaynak pensesi vardı. Üç çeĢit kaynak elektordu vardı. Önce soruyor: „Bu
demir kaçlık elektörler? Kaçlık?“ Bunları doğru cevaplandırırsan, penseyi soruyor,
kaynak maskesini soruyor. Sonra da diyor ki, „ġimdi bu demirlerin ikisini birbirine a.
yatay kaynak, b. dikey kaynak yapacaksın.“ diyordu. „Fakat esastan kaynak
yapmayacaksın. Elektrodu penseye takacaksın. Kaynak yapar gibi tarifini
yapacaksın.“ Son olarak alman mühendisi ellerinizi açtırıyor, bakıyor çık diyordu.
Yalnız kazanıp kazanmadığını hemen dosyana yazıyor eline veriyordu.
Bu Ģekilde imtihanlarımız bitince 10-15‟er kiĢi grup halinde girdiğimiz için kapıda
birbirimizi bekliyorduk. Benim grubumdan olan üç kiĢi henüz 25-26 yaĢlarında
imtihanı kazanamamıĢlardı. Bu çocukların iki tanesi kafasını duvara vura vura kırdı
gözümün önünde. Diğeri de kendini yerlere atıyor, debeleniyor ve ağlıyorlardı. Bu
haraketleri yaparken de çocuklar Ģunları konuĢuyorlardı: „Ben sanat okul
mezunuyum. Nasıl olurda bana kazandırmıyor?“ Diğerleri ise, „Biz 10 seneden beri
263
Ölmeyen Çocuk
kaynakçıyız ve bu iĢte çalıĢıyoruz. Ben nasıl olurda kazanamam?“ gibi sözlerle
öfkeleniyorlardı. Ama bu öfkenin kendilerine iĢkence vermekten baĢka bir faydası
yoktu malesef.
ALMANYA‟YA YOLCULUK
22 Mayıs‟ta iĢlemlerim bitmiĢ, 28 Mayısa altı gün vardı. Bu altı günün birisi yola
çıkma günü, kalan 5 günde Ankara‟da iĢlerimi, evimi, kapımı düzene koyacağım. 27
mayıs günü gece saat 11-12 arası Ġstanbul‟a yolcu olacağım. Ben bu anımı
yazarken gerçekten ellerim titriyor ve o günleri yeniden yaĢıyorum. AĢağıdaki
cümlelerden anlaĢılacağı gibi insanoğlunun baĢına neler geliyormuĢ neler. Hazin ve
çok hazin durumlar yaĢadım.
1965 yılında biraderden ayrılmıĢ, hayata sıfırdan baĢlamıĢtım. Bir gecekondu ev
yapmıĢtım. Onu satmıĢ ikinci bir gecekonduyu Tuzluçayır BağlarbaĢı Mahallesinde
yapmıĢtım. Bu bir oda, bir ara, bir mutfak ve tuvalet birlikte bir de banyo olan evimde
otururken bir taraftan bahsettiğim atölyede çalıĢıyordum. Diğer taraftan haftasonları
mahallede gecekondu ev yapıyordum. Onunla da durmuyordum. Ticaret hayatına
atılmak için teĢkilat hazırlıyordum.
HAZIRLADIĞIM TEġKĠLAT
Evin yanında yaklaĢık 40 metrekare yerim vardı. Bu yerin yarısını tavuk kümesi
yapmıĢtım. Yarısını da tavukların çıkıp güneĢlenmeleri için havĢa yapmıĢtım. 1970
yılının ilkbahar ayı, mart ayının ilk haftasında 250 tane tavuk civcivi almıĢtım. Tarım
Bakanlığı Tavuk YetiĢtirme Çiftliğinde Ġspanyol cinsi yumurta tavukları olacak olan
safi Beyaz civcivleriydi. Bu civcivlerden tam tamına 90 tane yumurta piliçleri kalmıĢ,
onları büyütmüĢtüm. Bu piliçler 20 gün sonra yumurtlamaya baĢlayacaklardı. ĠĢte
iĢin üç tane hazin boyutu ve dayanılmayacak kadar acı tarafı birincisi hanım ve üç
tane küçük çocuk yalnız kalıyordu ve 7 bin TL ödenmesi gereken borç kalıyordu.
Üçüncüsü ise ben gidince hanım imkanı yok bu tavukları baĢaramayacaktı. Bu
durumda yumurtlar duruma gelmiĢ 90 tane tavuğu mecburen satacaktım. ĠĢte 5
günün içinde bu kadar üzüntülü ve problemli iĢleri toparlayacaktım.
Velhasıl tavukların 80 tanesini iki gün içinde sattım. Hanımın yanına da Hüseyin
isminde bir ağabeyi vardı, onu oturtmuĢtum. Borçlarımı da alacaklılarla üç ay sonra
göndereceğime dair senet yapmıĢtım. Böylece eĢimden, çocuklarımdan ayrılıp 1970
27 Mayıs gecesi ayrılıp Ġstanbul‟a yolcu olmuĢtum. 28 Mayısta, sabah saat 9.30‟da
uçakla Münih‟e yolcu olduk. Münih‟ten trenle 2000 Hamburg Ģehrine akĢam saat 21
sularında inmiĢtim. 2000 Hamburg, Feldstr. adresinde Blohm-Voss firması bizim için
bir bina tutmuĢ, 3-4 kiĢilik odalarda yataklarımız tamamen hazırlanmıĢtı. Bizi
karĢılayan firmanın personelinden biri Sevil isminde tercüman bir kız, bir tane de
Alman mühendisti. Bizi bir lokantaya götürdüler, karnımızı doyurdular. Sonra sözünü
264
Ölmeyen Çocuk
ettiğim hazırlanmıĢ odalara yerleĢtirdiler. Sabah kalktık, 60 kiĢiydik. 60 kiĢi hep
birlikte Blohm-Voss firmasına gittik.
PERSONEL ġEFLĠĞĠNDE Ġġ TAKSĠMĠ
Personel Ģefliğinin salonuna dolduk. Bu arada seyrettiğim ilginç bir durum vardı.
Ġnsanlar 3-4-5êr kiĢiler halinde tanıdık ya da aynı memleketli birbirlerini takip
ediyorlardı. Ben ise tek baĢıma ta arka sıradaydım. ĠĢ taksiminde ilk defa oksijenci,
üç tane iĢçi lazım imiĢ, tercüman kız, „Ġçinizde oksijen bilen varsa, ön tarafa gelsin.“
dedi. 60 kiĢinin içinde ben arkadan parmak kaldırdım, ileriye gittim. Tercüman Sevil
Hanım, „Yahu 60 kiĢinin içinde bir tane mi oksijencı vardı? Yok mu iki tane daha?“
diye seslendi.
Bu arada iki tane de Hamburg„a daha önceden gelmiĢ ama iĢsiz kalmıĢ, Ġki Türk
arkadaĢ da bizlerin arasındaymıĢ. Sevil Hanım dedi ki, „Rıza senin yanına bu iki
arkadaĢı verirsek, sen bunlara yardım eder, iĢ öğretir misin?“ Ben de, „Olur“ dedim.
„Tabi biz bu durumu ayrıca ustabaĢına izah edeceğiz.“ dedi. Böylece biz üç kiĢi
atölyede iĢe baĢladık. Diğerleri ise üç ay süreyle kaynak kursuna tabi tutulmuĢlardı.
DURSUN KEYGĠR
Dursun Keygir, annemizin eniĢtesiydi. Mahmut‟la benim aramızı bulmaya
çalıĢıyordu. „Rıza, oğlum açıkcası Mahmut ayrılmak istiyor.“ demez mi? Ben
sordum, „Peki nasıl ayrılacakmıĢ? Söyledi mi?“ Dursun EniĢte, „Söyledi, diyor ki;
„Buradaki masrafları Ağabeyim üzerine alsın, benim hisseme düĢen parayı da bana
versin, ben ayrılayım.““ Bu haberi aldıktan sonra annemi çağırdım, Mahmut‟u
çağırdım. Dursun EniĢte„nin yanında, „Söyle bakalım Mahmut, Dursun EniĢte„ye
söylediklerin doğru mudur?“ Mahmut, „Evet Aağabey, doğrudur. Ben ayrılmak
istiyorum.“ diye açıkça gayesini söylemiĢti.
BENĠM SÖYLEDĠKLERĠM
„ġimdi beni biraz dinle bakalım. Mahmut, ben köyde sana teklif ettim. Bak
birader, eğer Ankara‟ya gitmeye gönlün yoksa veya ayrılmayı düĢünüyorsan hiçbir
yerimizi satmadan sen beğendiğin tarlaları ve bahçeyi al, beğenmediğini ben alayım.
Ben kendi hissemi satarım, giderim dedim mi demedim mi?“ Mahmut: „Dedin
Ağabey.“
GELELĠM BURADAKĠ DURUMA
„ġu konuĢmalarımı biraz dinle bakalım, ne diyeceksin? Seninle bir hafta gezdik.
„Birader ilerimiz ne olur ne olmaz gel paranın bir kısmıyla bir arsa alalım ve dolmuĢ,
araba alalım. DolmuĢculuk yapalım.“ dedim, kabul etmedin. Ya da bir arsa alalım
dedim, onu da kabul etmedin. Ġlla da burayı yapmayı istedin mi?“ Mahmut: „Evet
Ağabey.“ Ġyi, evet evet ama Ģimdi bu yaptıkların nedir? Bu dağın baĢına malzemeyi
265
Ölmeyen Çocuk
döktürdün, taĢı yığdırdın. 6 bin liralık ağacı döktürdün. Ondan sonra da bunları sen
al, ben de hisseme düĢen paramı alayım, çıkayım diyorsun öyle mi? El alemin içinde
malımızı mülkümüzü sattık, Ankara‟ya göçtük. Ġnsanları arkamızdan ağlattık. Geleli
daha 20 gün oldu.
ġimdi de bütün insanları arkamızdan güldüreceğiz. Sen bu durumdan hiç ar
duymayacaksın öyle mi? Yani bütün bunları gözüne aldın. Bu tür bir ayrılığı bana
teklif ediyorsun? Peki Birader, bütün bunlara rağmen madem ki; ayrılığı sen
istiyorsun, o zaman burayı da senin alman gerekmez mi? ġimdi soralım annemize
ve Dursun EniĢtemize. Bakalım onlar ne diyor?“ Dursun EniĢte döndü, Mahmut‟a
Ģunları söyledi:.“ Mahmut, oğlum bak ağabeyinin sana daha önce bunların hepsini
hatırlatmıĢ, söylemiĢ olmasına karĢılık Ģimdi senin bu yaptığın insanlık değildir. Öyle
ya madem ki, burayı illa da yapmayı sen istemiĢsin, o taktirde burayı niçin sen
almıyorsun da ağabeyine teklif ediyorsun? Bak Mahmut, aklını baĢına topla.
Birliğinizi bozmayın, evinizi yapın, iĢinize devam edin. Göreceksiniz siz burada çok
zengin olacaksınız.” Dursun Keygir bunları söylüyordu. Anneme gelince, Annem,
„Ben karĢımam, ne yaparsanız yapın. Ben size dedim, beni götürmeyin dedim.
ġimdi daha dün bir, bugün iki olmadan ayrılıyorsunuz.” Annemiz de böyle tepkisini
dile getiriyordu. Velhasıl Mahmut ayrılmaktan vazgeçmiĢti. Ah keĢke Mahmut‟un
tekliflerini kabul etseydim. Zira zararım sadece 6 bin TL olurdu. Gel gör ki, Mahmut
sonradan daha ne oyunlar oynadı.
Adamın birine sormuĢlar: “DüĢmanın var mı? Hayır benim hiç düĢmanım yok.“
demiĢ. Tekrar sormuĢlar, „KardeĢin var mı?“ Adam bir de gururla cevap
vermiĢ.:“Evet, iki tane kardeĢim var.“ demiĢ. Konuyu soran Ģahıs tekrar yanıt vermiĢ:
„Hay Allah iyiliğini versin, desene senin iki tane düĢmanın var.“ deyince adam
afallamıĢ, „Nasıl olur efendim, kardeĢim düĢman olur mu hiç?“ Adam tekrar yanıt
vermiĢ, „Niye? Yakup„un oğulları Mısır yolculuğu yaparken Yusuf‟u kuyuya atmadılar
mı?“ Adam, „ĠĢte ben bunu bilmiyordum.“ demiĢ.
BANA GELĠNCE
Yukarıdaki Mahmut ġahin ismiyle geçen anılarımda biradere yaptığım maddi
manevî iyiliklerime karĢılık bilseydim ki böyle olacak yapar mıydım hiç. Daha
Türkçesi ben biraderime babalık yapmıĢtım. Ne acıdır ki biraderim de benim
istikballerimle oynuyordu ve istiyordu ki ben aç kalayım. Ama Allahu Teâlanın izniyle
bir de çalıĢmamın sayesinde birader onu da baĢaramadı. Hani derler ki Allah‟ın aç
koymadığını kullar aç koyamaz. Yeter ki insan çalıĢsın.
Daha devam edecek Mahmut‟un ızdıraplı anıları. Mahmut ayrılmaktan
vazgeçmiĢ çalıĢmaya baĢlamıĢtı. Ama meğer içindeki kurgu daha baĢkaymıĢ.
Mahmut‟la ahırımızı yaptık. Evimizi de yaptık sonra da hemen evin bitiĢiğinde bir
de samanlık damı yaptık. Evimize de oturduk. Bundan sonraki iĢimiz damızlık inek
266
Ölmeyen Çocuk
alacağız. Malcılık yapacağız. Binaenaleyh bu iĢi yapmak için bu iĢi yapan tecrübeli
insanlardan biraz bilgi almak gerekiyordu. Bunu da yaptık. Aldığımız bilgi ve
tavsiyelere göre Kars‟a gitmemiz gerekiyordu. Biraderle bindik trene albeni Kars.
Kars‟a ilk defa gidiyoruz. Kars‟tan inek almaya gitmemizin bir sebebi daha pardon
ben tek baĢıma Kars‟a 1962 yılında bir kere daha gitmiĢtim. Orada bize ıraktan
amcazade olan Battal Ercan diye biri vardı. Bu amcazade Devlet Demir Yolları
istasyonunda ambar müdürüydü. Bu zat Kars‟ta mal almak için yardım eder diye
düĢünmüĢtük. Ama maalesef tam tersiyle karĢılaĢmıĢtık.
BĠRADER MAHMUT‟LA KARS‟TAYIZ - CĠHANGĠR ve BATTAL
ERCAN
Tarih 25 Mayıs 1964
Kars‟ı yeteri kadar tanımıyoruz. Ġnsanlardan sorduk, bize „Ġyi ve temiz” diye bir
otel gösterdiler. Otele yerleĢtik. Yalnız anıma geçmeden önce Kars‟ın o günkü
durumunu birkaç cümleyle biraz tanıtmak istiyorum. Bu anılarımı okuyanlar beni
bağıĢlasınlar.
Kars‟ın doğa yapısı çok iyi bir durumdaydı. Bir defa Kars‟ı SarıkamıĢ‟tan itibaren
Kars‟ın diğer Rus hududuna kadar yol boyu, Kars‟a kadar da etrafı trenle seyrettim.
Gördüğüm kadarıyla yörenin değerli bir doğa yapısı vardı. Örneğin hepsi doğadan
yetiĢmiĢ olmasına karĢın dağ taĢ her yer ormanlıktı. Otu, suyu hakeza benim
gördüğüm kadarıyla SarıkamıĢ‟tan Göle hududuna kadar o yörede bir Türkiye vardır.
Kars‟ın halkı ve Ģehir tabiatı Kars‟lılar darılmasın ama, sıfırdı. Örneğin temiz diye
tavsiye edilen bir otel. Otelin tuvaletleri kullanılmaz durumdaydı. Otelin çıkıĢ
kapısının hemen yanında tuvalet kuyusu vardı. Tuvalet kuyusunun üzeri ağaç ve
ağaçların üzeri vaktiyle toprakla kapatılmıĢ. Topraklarda dökülmüĢ kuyunun içi
görünüyordu. Hemen otelin paralelinde bir çarĢı vardı. ÇarĢıyı gezdik. Kasap var,
manav var ve muhtelif satıcılar vardı. Maalesef otelin tuvalet ayağından kalkan
sinekler gelip sebzelerin üzerine konuyordu. Velhasıl sinekler çarĢıyı istila eder
durumdaydı. Kars‟ın caddeleri sokakları hekaza.
BĠZĠM KONUMUZ
Bizim konumuz, teĢkilatı yaptıktan sonra Kars‟a gidip damızlık inek
getirmemizdi. Tabii ki, önce yukarıda ismi söz konusu olan Battal Amca„ya uğramak
zorundaydık. Otelden kalktık, Battal Amca„nın evine gittik. Evinde kendisini bulduk.
Battal Amca bize bir kart verdi. Kars‟ta meĢhur tüccarlandanmıĢ Zavut, bizi Zavut
Çiftliğine gönderdi. Zavut Çiftliğine üzeri açık bir nakliye kamyonetle gittik. Yalnız bu
yolculuğu yaparken bir durum dikkatimizi çekti. Ġnsanların hepsinin belinde silahı
vardı. Bir ara Mahmut‟a dedim ki, „Dikkatli davranalım.“ Zira bizim de silahımız vardı.
Ama gizli tutuyorduk. Fakat bu yolculuğumuzda gizli tutmayalım. Birimiz silahı
267
Ölmeyen Çocuk
belimize takalım, insanlar bizi boĢ sanmasınlar. Birader dedi ki, „Silahı sen beline
tak.“ Böylece Kars‟tan Zavut Çiftliğine giderken silah belimizdeydi.
Bizim muhatap olduğumuz ve bizi çiftliğe gönderen Beyin adı Cihangir‟di. Zavut
Çiftliğine vardık. Oradaki Ģahsın ismini unutmuĢ yazmamıĢtım. Adam bizi iyi
karĢıladı. Önce evine götürdü. Bize yemek yedirdi. Bu hane sahibini evinde
oturduğum yerde evin içinde dolaĢmalarını, yaptığı ev hizmetlerini, evin durumunu
hep izledim. Bir kere evin durumu Ģöyleydi.
DıĢarı giriĢ kapısı sağlam tahtalarla yapılmıĢ kanatlı kapı, kapının haber verme
aleti sarı demirden yapılmıĢ topuz idi. Ġçeri girince geniĢ bir havĢa, havĢanın etrafı
bir buçuk metre taĢ duvarla çevrili. Kanatlı kapı giriĢi kemer Ģeklinde dinsel bir
görünüm arz ediyordu. Ev büyük ve tarihi bir evdi ve iki katlıydı. Oturduğumuz oda
iki sedirdi. Sedirlerin üzeri eski köy halıları yastıkları hakeza duvarlar kilimle kaplıydı.
Hane sahibi bize bu evde yemek yedirdi, karnımızı doyurdu. YaklaĢık 1.5 saat bir
zamanımız geçti. Hane sahibini fiziki yapısı 1.70 boyunda, dolgun vücutlu, esmer
rengi et kırmızısı külhanbey vari bir insan görünümündeydi. Diğer dikkati çeken bir
durumu da belinden koskoca bir tabancayı hiç belinden indirmemesiydi. Yani
görümünden, itamlarından anladığım ya da çıkardığım gerçek sonuç Ģuydu. O
yörenin ağası. Bu görünüm ağalığın vermiĢ olduğu heyecandı. Köyde bir de süt
fabrikalarının olduğunu söylemiĢti. Bizim ne için gittiğimizi varınca söyledik ve de
ağabeyi Cihangir Bey„den kendisine bir kart götürmüĢtük.
Bu nedenle Bey bizi ağırladıktan sonra mal almak üzere yaylaya gitmemizi teklif
etti. Üç tane at getirdi. Atlara bir baktım, maĢallahı vardı. Ġyi beslenmiĢ, bakılmıĢ,
hayvanlar pırıl pırıl güneĢ gibi parlıyorlardı. Atlara bindik yola koyulduk. Atlarla tam
tamına 1.5 saatlik yol aldık. Gittiğimiz yollar biraz engebeliydi. Ama yaylaya varana
kadar tamamen otun içinde yürüdük. Otun en kısa olan yeri atların topuk
seviyesindeydi. Vardığımız yer, yaylanın yaylım yeriymiĢ. Yaylım yeri meranın
gözümüzün gördüğü kadarıyla yaklaĢık 5-6 yüz dönüm yüzölçümü vardı. Az meyilli
arazide hiç mi hiç kel, otsuz yer göremedik. Yüz kadar mal geldi önümüze. Yalan
olmasın, hangisinin yaĢlı hangisinin genç olduğunu anlayamazsınız. Bizim amacımız
ise ineklerde üç özellik aramak. A. kuzulamıĢ danalı inek, B. en geç 1 ay sonra
kuzulayacak olan inek, C. en çok iki dana kuzulamıĢ. Genç inek olacak yani. Peki
bunları nasıl anlayacağız? Ġneklerin yaĢını tespit etmek ve bir ay sonra
kuzulayacağını anlamak gerekiyordu. Ġneklerin Kars Belediyesi bünyesinde
muayene edilip menĢe kâğıdının alındığı da tespit edilecekti. Pazarlığımız bu
yöndeydi. Tabii ki, satıcılar kendi ineklerinin bu özelliklerini bildiği için bize
pazarlığımız dıĢında mal vermeleri mümkün olmayacaktı.
Binaenaleyh sadece 1.000 TL kapora vereceğiz. Aranan özelliğin tespiti,
ineklerin sağlık raporu tespit edildikten sonra paranın yarısı ödenecek, yarısı da 3 ay
vadeyle ödenecekti. Ödeme Ģartımız böyleydi. Biz de bu pazarlık üzerine 10 ineği
ayırdık, Kars‟a getirdik. Ġnekler Kars‟a geldi, Cihangir Bey paranın hepsini peĢin
268
Ölmeyen Çocuk
istedi, önce konuĢtuğumuz pazarlığa uymadı. Biz ise “Pazarlığı siz bozduğunuz için
o halde bizim 1.000 TL kaporayı geri verin ya da inekleri biz seçelim. Paramıza göre
inek alalım.” dedik. Adam hiçbirisini kabul etmedi. Doğrudan doğruya bizim bir 1.000
liramızı gasp etmek istedi. Binaenaleyh bizi bu tüccara gönderen Battal Bey‟di ve de
hem tüccar tarafına hem de bize kefil olacaktı. Bizi gönderirken söylediği de buydu.
Gittik Battal Bey‟e, durumu anlattık. Anlattık ama nafile bugün git yarın gel demeye
baĢladı. Bir günümüz bu Ģekilde kayıp oldu. Mahmut dedi ki, „Bana kalırsa biz bu
paradan vazgeçelim. Ağabey bu adam bu parayı vermez. Belki de bu parayı bizim
amcazadeyle kırıĢtıracak.” dedi.
Ben ise, “Peki ama biz Battal Amca‟ya bir daha gidelim. Alacağımız son cevapta
Battal Amca‟nın da gerçek yüzü meydana çıkar.” dedim ve Battal Amca‟nın evine bir
daha gittik. Maalesef Battal Amca bir kere olsun Cihangir Bey‟e gelip de bu niye
böyle oldu diye sormadı bile ve son cevabı da Ģu olmuĢtu: “Ne yapalım canım, 1.000
lira için gidip adam mı dövelim.” dedi çıktı iĢin içinden. “Yahu Amca bizim davamız
sadece 1.000 lira değil. Biz burada senin gönderdiğin tüccar tarafından haksızlığa
uğradık. Biz damızlık inek alacaktık. Ġnekler Kars‟tan geri götürüldü.” dediysem de
fayda etmedi. Battal Amca‟nın durumunun biraderin dediği yönde olduğu
anlaĢılmıĢtı.
KARS‟TAN GÖLE‟YE GĠTMEMĠZ
BĠNALĠ TOPÇU VE URUT KÖYÜ
Göle Kars‟ın ilçesidir. Kars‟ta duyumlar almıĢtık “Göle‟de daha iyi inekler
bulunur.” diye. Aynı zamanda “Göle‟nin insanları da daha iyidir.” diye duyumlar
almıĢtık. Kars‟a gittiğimizin üçüncü günü sabahı erkenden yine bir üzeri açık nakliye
arabasıyla Göle‟ye gittik. O gün de Göle‟nin bir mal pazarı varmıĢ. Biz burayı
birilerinden sorduk adam dedi ki, „Ben de oraya gidiyorum düĢün peĢime gelin.”
Adamın peĢine düĢtük gittik. O memlekette dıĢarıdan gelen insanlara „Garip”
diyorlardı.
Biz pazarı dolaĢırken adamın birisi bizi takip etmiĢ. Önümüze geldi sordu,
“Sanıram siz buranın garibisiniz.” dedi. “Zaten de durumunuz giyisimiz belli ediyor.“
Biz yok da desek, kim inanır. „Evet“ dedik. 45 yaĢlarında, orta boylu, pala bıyıklı,
esmer, güler yüzlü bir adamdı. „Size bir Ģey söylesem bana inanır mısınız?“ dedi.
Ben onun dilini yazıyorum. Biz birbirimize bakıĢtık. „Söyle amca, inanırız.“ dedik.
„Siz burayı neyin için gelmiĢseniz?“ „Amca biz buraya damızlık inek almaya geldik.“
Adam, „Damızlık inek almaya gelmiĢseniz?“ „Ha evet amca.“ „Siz nereden
gelmiĢseniz?“ „Biz Ankara‟dan geldik. Ama bizim memleket Divriği‟dir.“ „Bakın
delikanlılar siz madem ki, damızlık inek alasanız, burada siz iyi mal bulamazsanız.
Eğer siz bana inanırsanız ben sizi götüreceğim. Köye size yardım edeceğüm.“ dedi.
Biz bir daha birbirimize baktık. Ona da razı olduk. „Peki amca!“ Bakalım sonumuz
269
Ölmeyen Çocuk
nereye varacak. Ama bu defa sonumuz iyi olacak. Aslında Kars‟a iner inmez içime
bir kuĢku düĢmüĢtü. Ama bizi tuzağa düĢüren Battal Amca olmuĢtu.
Binaenaleyh bir yandan tecrübe sahibi olduk. 1.000 TL bize çok Ģey öğretmiĢti.
Hattı zatında Zavut Çiftliğinin yaylası Rus hududuymuĢ. Oraları görmemize değerdi
o bin lira.
Adamın peĢine düĢtük, çarĢıya gittik. Giderken sorduk, „Amca isminizi söyler
misiniz?“ Adam, „Benim adım Binali Topçu.“ dedi. O da bizim ismimizi öğrendi. Gittik
büyük bir kahvehaneye girdik. Binali Bey bizi bir masaya oturttu. Bir baktık ağzı
kapalı dört çay geldi. Çayı içerken, „Aç mısınız? Yemek yer miseniz?“ diye sordu.
Biz yemek yemeyeceğimizi söyledik. Aslında sabahleyin yemek felan yememiĢtik.
Ama neyse kabadayılığımız tuttu, yemeyeceğimizi söyledik. Oysa ki, o memleketin
geleneği icabı dıĢarıdan geldiğine ve böylesi yerde yeni gelen misafir olduğuna
inanıldığı taktirde ilk defa ne yersen, ne içersen katiyen para almıyorlarmıĢ. Mamafih
biz ikiĢer çayı içtik. Bir dört çay daha geldi. Binali Bey„e sorduk: „Ne yapacağız ki,
çay daha gelmesin?“ Binali Bey dedi ki, „KaĢıkları bardağın üzerine ters çevirirsen,
bir daha gelmez.“ dedi. Dörder çayı zorla içtik. Çayımızı içtik, dinlendik. Sıra geldi
Binali Bey„in köyüne gitmeye. Binali Bey„in köyünün adı Urut köyüydü. Binali Topçu
bizi kaldırdı, köye giden yolun üzerine çıktık bekliyoruz. Binali Bey dedi ki,
„Köyümüze bir tane de dolmuĢ arabası çalıĢır. Nakliye arabaları da gidiyor. Hangisi
önce gelirse binerseniz he?“ Biz de „Fark etmez.“ dedik. Mamafih Ģansımızdan hep
nakliye arabalarına denk geliyoruz. Zira az sonra yine bir yük arabası geldi, bindik.
Arabayla Urut Köyüne giderken etrafı seyrettim. Dağı, deresi, ovası hepsi su, hepsi
ot ve ağaç, zümrüt gibi yeĢillikti. Nihayet akĢam üzeri Urut Köyüne vardık. Binali
Topçu‟nun evine misafir olduk. Binali Topçu bizi iyi ağırladı.
Yalnız köye girince köyde minaresiz cami gözümüze çarptı. Binali Bey bize dedi
ki, „Bana izin veresen ben akĢam namazı için camiye giderem he?“ dedi. Biz de „Ne
demek Binali Bey? Sen camiye git, gel.“ Yalnız Binali Bey„in ailesi yayladaymıĢ. Bizi
o akĢam köyde yatırdı. Sabahleyin yaylaya götürecekmiĢ. Binali Bey camiden geldi.
Biraz oturduk, fakat namazdan niyazdan hiç bahsetmedik. Biz camiye
gitmediğimizden dolayı da adam da hiçbir Ģey değiĢmedi. Bize karĢı olan ilgisinde
hiç eksilme felan olmadı. Neticede sabah oldu, yaylaya erken gittik. Kapıların
önünde inekleri hanımlar sağarken yakaladık. Satılık ineklerin sahiplerine haber
verdi, herkes satacağı ineklerini evde koydular. 10 tane danası, peĢinde yarım
montofon inekleri aldık. 950-1.100 TL‟ye kadar fiyatta inek aldık. Danaları da
peĢinde.
ÖDEME KOġULU
Ödeme koĢulları Ģöyle olacaktı. Malların menĢe kâğıtları alınacak, malların
zaten danaları yanlarındaydı. Battal Amca da ambar müdürü olduğu için vagonomoz
da hazırdı. HaydarpaĢa„ya o gün ilk giden postanın arkasına bir küçük vagon
270
Ölmeyen Çocuk
takacak, malları yükleyeceğiz, Ankara‟da indireceğiz. Yani bizim için özel bir
muamele olacak. Biz de Göle Ziraat Bankası ġubesi aracılığı ile Ankara‟dan para
getirteceğiz, adamların parasını peĢin ödeyeceğiz. Binali Topçu on tane ineğin
parasını alıp götürecek.
ġU ANDA GÖLE‟DEYĠZ
Göle‟ye inekleri getirmek sahiplerine aitti. Binali Bey bir arkadaĢıyla inekleri bir
kamyona yüklediler. Göle‟ye danalarla malların arasına bir de bölme koydular.
Birlikte aldık geldik. Ġlk önce belediye baĢkanlığına gittik. Belediye baĢkanı uzun
boylu, uzun suratlı, çok candan ve yardımsever bir adamdı. Bize hemen çay
ısmarladı. Baytarları çağırttı. Ġki tane daha adam temin etti. Malların menĢe
kâğıtlarını hemen yaptı. Kamyonu da kendisi buldurdu. Muazzam bir Ģekilde mallarla
danaların yerlerini ayırttı. Sonra yanımıza geldi. Dedi ki, „Mallarınız hem genç, hem
de çok temiz hayvanlar.“ Belediye baĢkanı, Binali Topçu‟ya da teĢekkür etti. Sonra,
„Mallarınıza 75 lira menĢe parası almam gerekiyordu. Fakat size gelince, 1.
hemĢehrim olduğunuz için, 2. göleden damızlık inek aldığınız için sadece 15 TL
para ödeyeceksiniz.“ dedi. „ġimdi gidin, bankadan paranızı alın. Bu hemĢehrilere
ödeyin. Ben de siz gelene kadar mallarınıza burada bakacağım, geldiniz mi size
teslim edeceğim.“ dedi.
Biz de biraderle bankaya gittik, banka müdürüne meseleyi anlattık. Banka
müdürü Hüseyin Bey dedi ki, „Siz Ģöyle 45-60 dakika kadar gidin Göle‟yi bir gezin
ben de paranızı Ankara‟dan isterim, gelir alırsınız.“ Biz hemen oradan belediye
baĢkanına bir telefon açtırtık, bir saat sonra geleceğimizi söyledik. Göle‟yi bir güzel
gezdik. O belediye baĢkanı Göle caddelerinde bir onarım baĢlatmıĢ; harıl harıl, çok
hızlı bir çalıĢma vardı. Çok güzel bir Ģehirdi. Bir saat dolmadan bankaya gittik. Para
hazırdı. Fakat Hüseyin Bey bizi çay içirtmeden bırakmadı. Ama biz rica ettik, „Bari
çaylar çift olmasın.“ dedik. Birer bardak çay içene kadar epey de sohbet ettik. Dedim
ki, „Sayın Hüseyin Bey, Ankara‟ya Divriği‟den 12 saatte para geldi ve 12 lira alındı.
Siz 45 dakikada paramızı ödediniz, 1 lira para alıyorsunuz. Bunun sırrı nedir?“
Hüseyin Bey, „Bu iĢin sırrı o banka müdürünün insiyatifine bağlıdır. Ġsterse alır,
istemez ise almaz. Nerde kalmıĢ ki, siz ta Göle„den mal götürüyorsunuz. Malınız da
kamyonda bekliyor.“ Hüseyin Bey„e çok çok teĢekkürlerimizi bildirdik. Adamların
paralarını saydık.
Diğer mal sahiplerinin parasını da ödediğimize dair Binali Topçu‟dan imza aldık
ve bankadan ayrıldık, belediye baĢkanına geldik. Belediye baĢkanımız ücretli bekçi
gibi malımızın baĢını bekliyordu. Allah selamet versin. Eğer öldüyse de Allah rahmet
eylesin. Çok değerli insanlar eĢi emsali bulunmaz insanlardı. Velhasıl 10 tane inek,
10 tane de danayı Kars istasyonuna getirdik. Battal Amcam da malımızı vagona
yüklettirdi. Binaenaleyh o memlekette devamlı mal sevkiyatı yapıldığı için, her türlü
imkânlar bulunuyordu. Battal Amca iki gün önce Cihangir Bey„den 1.000 TL
271
Ölmeyen Çocuk
paramızı almadı ya da alabilmemize yardım etmedi ama bu defa istasyonda
adamlarını getirdi. Vagonda özel ve ayrı bir bölme yaptırdı. Bize iki tane de su
kovası, biraz da ot temin ettirdi. Vagona çok güzel bir vaziyette yerleĢtirdi. Bu
hizmetlerden ötürü de bize hiç para ödetmedi. Biz sadece vagon parası ödedik.
Kars‟tan Ankara‟ya sanıyorum üç günde ancak yetiĢebilmiĢtik. Bu üç gün içinde
elbette inekler ve danalar aç gelemezlerdi. Biz ise bu iĢlerde bilgimiz olmadığı, için
Göleli Binali Topçu Ģu bilgileri vermiĢti.
KARS‟TAN ANKARA‟YA KADAR
Tren bazı istasyonlarda aktarmalar yapıyor. Su alıyor bu nedenle o çok
duruyordu. Bu istasyonların isimlerini dahi bize yazdırmıĢ ve bizi bilinçlendirmiĢti.
Binali Topçu gibi bu izahatları Battal Amca da bize vermiĢti.
Ayrıca Battal Amca trende çalıĢan personellerden kardifirenleri de tenbih etmiĢti.
Bazı istasyonlara geldiğimizde bizimle ilgilenmelerini de söylemiĢlerdi. Tuttuğumuz
vagonun her iki baĢında kapalı yerleri vardı. Biraderle birimiz birinde birimiz de
birinde altımıza da ot sermiĢtik. Bu Ģekilde yerleĢtik. Böylece trenlerin çok durduğu
istasyonlarda malların suyunu otunu verdik, danaları emzirdik. Ġnekleri kovalara
sağdık istasyonlarda bize verilen talimatlara göre bekci ve makascı aileleri
oturuyorlarmıĢ, o kardifirenler onları tanıyor ve biliyorlardı. Hemen eĢlerini
çağırırlardı. Ġnekleri biz emzirirdik. ĠkiĢer memelerini de onlar sağarlardı. Böylece
Ankara‟ya kadar mallarımızı sağ salim getirebildik.
ANKARA‟DAYIZ
Ankara KayaĢ Ġstasyonunda malımızın olduğu vagonu kesip bıraktılar. Kars‟tan
Ankara‟ya 48-50 saatte gelmiĢtik. KayaĢ‟a indiğimiz saat 12-13 arasıydı. KayaĢ‟tan
bizim mahalleye ineklerle birlikte danaları götüremezdik. Zira danalarımızın bazıları
erken doğmuĢ bazıları bir aylık felandı.
Bu nedenle danalara Ģehir içi bir araba tuttum. Hemen ben danaları götürdüm
eve bıraktım. Geri döndüm, biradere doğru gittim. Ġnekler yolların kenarından yürüdü
ve ayrıca Ģehire acemi olduklarından birimiz malın önünden yürüdük, birimiz de
arkadan inekleri yürüttük. Böylece öğlen sonu saat 14-15 arası evimize malları bir
zayiat olmadan yetiĢtirmiĢtik. Ankara‟dan Kars‟a baĢlayan yolculuğumuz 10 gün
sürmüĢtü, onuncu gün eve gelmiĢtik. 10 gün zarfında hem çok yorulmuĢ hem de çok
kirlenmiĢtik. Hemen eve iner inmez bir güzel yıkandık. Kafayı vurduk yatağa yattık.
10-12 saat yataktan kalkamadık.
Ankara‟ya geldiğimizin ikinci günü ineklerin sütünü satma problemleri ortaya
çıkmıĢtı. Tabii ki, bir iĢin baĢlangıcında her Ģey kolay olmuyordu. Bir takım
problemler, zorluklar orta yere çıkıyordu. Bereket mahallede tanıdıklar bize yardım
ediyorlardı. ĠĢte bu düzenin ilk baĢlangıcı da Ģöyle olmuĢtu.
272
Ölmeyen Çocuk
Ben çarĢıya gittim. Önce süt güğümleri yaptırdım. 2-1 yarım olmak üzere üç
tane de litre yaptırdım, bunları eve getirdim. Ġkinci gün gittim. EĢek üzerinde
taĢınması için iki tane sandık sipariĢi verdim. Sandık yapılırken gittim mal pazarları
vardı, oralarda eĢek satanlar da vardı. Biz ilk önce bir eĢek aldık. Bu iĢleri de tam
tekmil yapıp tamamlamamız 10 gün sürmüĢtü. Bu 10 gün içinde birader Mahmut,
eliyle gezdirerek yakın komĢularımıza ve mahallenin ırak yerlerine kadar süt satmayı
epeyce öğrenmiĢti. Bu arada malları otlaması için bir de çoban bulmuĢtuk. Yusuf
isminde bir arkadaĢtı.
ĠLERĠYE DÖNÜK ÇALIġMA PROGRAMI
Evin alıĢveriĢ meseleleri, süt satma vesaire meseleleri düzene konduktan sonra
ben ileriye dönük programı çizmiĢtim.
Bu program Ģöyleydi. Birader Mahmut sütü götürüp mahallelerde satacak, malın
bakımıyla uğraĢacak, vesaire. Bana gelince, ben de bu malcılığımızı daha geniĢ
çapta teĢkilandırmak üzere devamlı dıĢardan mal alıp getirme ve mevcut malların
kısır olup etlenmiĢlerini satmaya ve diğer taraftan iĢi daha büyük bir arazi bulup
çiftlik alanına yayma, kooperatiflere kayıtımızı yapmaya çalıĢacaktım. Bir baĢka
hedef ise, muhtelif yerlere kasap dükkanı açıp etlenen malları kasaplarda et olarak
satmayı sağlamak, vesaire para çoğaldıkça ticari alanlara yaymaktı. Bu arada evin
etrafında daha bir takım inĢaat iĢleri vardı. Ben bunları da yapmaya koyuldum. Evin
etrafını yaptım, düzelttim. Ne acıdır ki, ben bu ağır çalıĢmanın sonunda ağır bir
hastalığa tutuldum.
AĞIR HASTA OLMAM / 27 Mayıs 1964
Hastalığım daha ziyade zayıf düĢmemden ileri geliyordu. Ama nerdeyse ölüme
doğru yaklaĢmıĢtım. Zayıf düĢmüĢtüm. Yatağa düĢmemle kalmadı, hastahanelik
olacaktım. Bir hafta evde yattım. Yanıma gelen yakınlarım durumumu tehlikeli
görmüĢler ki, bana derhal bir hastahaneye yatmamı tavsiye ediyorlardı. Ben de
„Eğer hastaneye yatacaksam, hastahaneye harcayacaklarımın yerine köye gidip
köyde kendimi tedavi etmeyi tercih ederim.“ dedim. „Belki de hastahaneye
harcanacak paranın yarısına dahi çıkmaz benim köydeki harcamalarım.“ dedim.
Benim ev halkı da buna razı olmuĢtu.
Böylece, ben Ankara‟dan alacaklarımı aldım, 200 lira da harçlık aldım. Trenle
gittim köye. Köydeki evimizde bacım Bağdat oturuyordu. Oraya indim. Köylü
komĢularım ve Abdullah EniĢtem yanıma geldiler. Onlar da doğrusu durumumu çok
kötü görmüĢlerdi. Bir gün sonra EniĢtem Abdullah bana bir tane kıĢ kuzusu kesti. Bu
kuzunun kuyruğunu 10 kilo balla adam akıllı ovaladı. Etini de birkaç gün yedim.
Velhasıl tedaviye baĢladım. Her iki günde bir tane tavuk kestiriyordum ve yine hiç
ĢaĢırmadan sabahleyin bir tane de çiğ yumurta içiyordum. Yumurtaları bazen de
kahvaltılarda yiyordum. Divriği‟den taze sebze getiriyordum. Aylardan ağustosun
273
Ölmeyen Çocuk
sonlarıydı gittiğimde ben 45 gün kendimi köyde besledim ve hastalıktan kurtuldum.
45 gün içinde 4-5 kilo ağırlaĢtım. Yani kilo aldım. Böylece iyi oldum Ankara‟ya
döndüm.
HASTALIĞIMDAN SONRA
Hastalıktan kurtulup iyileĢtikten sonra önümüz kıĢa geliyordu. Malların yaklaĢık
7-8 aylık yiyeceklerini aldım, stok yaptım. Malların yiyecekleri Ģöyleydi. A. saman, B.
kepek, C. arpa kırması, D. Ģeker pancarı gübresiydi. Bu durumda 8-10 tanede
peyder pey mal almıĢtık. Danalarla birlikte ahırımızda 28-30 tane mal olmuĢtu.
Bunların sütlülerinden günlük 25-30 kilo süt satılıyordu.
Borcumuz felan da yoktu artık. Üstelik altı ay sonra 7.500 TL köyde, rahmetli
üvey dayımda alacağımız vardı. 1965 - 5. aylarında o gelecekti. Sonra elimizde
paraya gelir 15 tane satılık malımız, 7.500 TL. paramız nakit oluyordu ki; bu 15 malı
sattığımızda bir sene içinde, daha birinci senede 10-12 inek bize kâr olarak
kalıyordu. 15 mal daha alacağız. Ayrıca 7.500 TL 1965„in 5. aydan sonra 1964‟de
yaptığımız yatırımın üç misli bir daha yatırım yapma imkanımız doğmuĢtu. Sonuç ne
oldu?
MAHMUT MAHMUT MAHMUT
Mahmut durmadan kötülük düĢünüyordu. Mayıs ayına doğru gelmiĢtik. Bu
aradayken bir aydan beri Mahmut günlük süt paralarını vermemiĢti. Bende de hiç
para kalmamıĢtı. Evin günlük ihtiyaçlarını veresiye almaya baĢlamıĢtık. Rahmetli
anneme sordum ve de Mahmut‟a söylemesi için tenbih ettim, „Anne bu çocuk bir
aydır paraları vermiyor. Evde ve bende de hiç para kalmadı. Sor bakalım kendisine
parayı ne yapıyor? Ve niçin parayı getirip vermiyor?“ Annem söylemiĢ, söylemiĢ
ama Mahmut‟tan cevap yoktu. Mahmut‟tan ne cevap, ne de para gelmeyince ben bir
akĢam evde bir konuĢma yaptım. Annemin, hanımların huzurunda konuĢuyoruz ve
Ģunları söylüyordum, Mahmut‟a soruyordum: „Söyle bakalım Mahmut, niçin hesabı
getirip vermiyorsun, derdin nedir?“
Mahmut söze baĢladı ve Ģunları söylüyordu: „Ağabey sen çok masraflısın.
ġuraya buraya çok para harcıyorsun. Örneğin her gelene sofra kuruyor, rakı
çıkarıyorsun. Yani senin masrafın bu evin tümüne bedel oluyor.” diyordu. Görülüyor
ki, kendisine babalık vazifesi yapmıĢtım, hatta ve hatta babamız yaĢıyor olsaydı
benim yaptığımı evlatlarına yapamazdı diye düĢünüyorum. Ama benim biraderime
baba üstü bir baba olduğum halde, benim yüzüme karĢı masraflısın sözleriyle beni
suçluyordu.
“Eyvah eyvah!” dedim ama iĢ iĢten geçmiĢti. “Peki birader söyleyeceklerin bitti
mi?“ „Bitti“ „ġimdi sana bir iki sorum daha var. Onları da Ģu külfetimizin içinde soru
olarak konuĢayım da, bakalım onlara da bir cevabın olacak mı? Beni iyi dinle
Mahmut. Sen henüz 24 yaĢındasın. Bu evde iĢe 15 yaĢında baĢladığını hesap
274
Ölmeyen Çocuk
edersek 9 yıllık bu evde emeğin var. Nerde kalmıĢ ki, bu dokuz yıllık emeğin ise
benim himayemde olmuĢtur. Ben ise bu evde 10 yaĢımda baĢladım. BaĢta senin
annen olmak üzere beni dövenlerden çalıĢtığım kadar da sopa yiyerek bu güne
geldim. Bu bir. Ġkincisi ben bu evin iĢini, yükünü ve sorumluluğunu devralırken öyle
borcu derdi olmayan hazır bir ev almadım Mahmut. Binaenaleyh bizim evimiz mi
vardı? 1954‟ün ilkbaharında 11 aylık gurbetliğimde kazanıp getirdiğim 550 lirayla
ben Ģimdi sattığım evi yapmasaydım bizim evimizde 1964 ve bugüne kadar
oturabilecek miydik? Ayrıca Ģu anda o evi üç bin liraya sattık. Buraya kadar
noktalıyor ve soruyorum? Bu evde 10 sene oturmuĢtun. Üç bin TL‟ye de satmıĢık.
ġimdi bu kimin sayesinde oldu? Cevap senin. Sayende güzel cevabını aldık.
YapılmamıĢ olsaydı satabilir miydik?“ Cevap: „Hayır.“ „Parasını ben mi aldım? O da
hayır. Onu koyduk bir tarafa. Sevgili kardeĢim Mahmut, yolun altındaki bahçenin
kenarındaki selvileri ben 12 yaĢımda diktim. Onları hiç hesaba felan katmıyorum.
Hele Ģu kumluktaki bahçe meselesine gelelim. Sen iki sene askerlik yaptın. Ben o
bahçeyi de iki yılda bahçe yaptım. Sen biliyor musun o bahçe iki yıllık emekle felan
yapılması mümkün olmayan bir emek. Sonra, o bahçeye dört tane iĢçi koysaydın
dört sene de meydana getiremezdi. Benim oradaki emeğimi bir kere parayla satın
alamazdın Mahmut. Ama o bahçeyi 16 bin liraya sattık. Sana bir Ģey daha
söyleyeyim. Bu 16 bin liranın 6 bin lirasını hanımların emeğine bir de babamızdan
kalan yere çıkalım. Ben öyle hesap ediyorum ama 10 bin TL‟si yegane benim
kaynağımdır ve benimdir. Onu da koyduk bir tarafa. Etti mi 13 bin TL. Bu kadar yeter
daha sayacak olursam sen sıfıra çıkarsın Mahmut. Esas baĢka bir konuya gelelim.
ġimdi benimle birlikte gelmeden köyden ayrılsaydım biliyorsun ki, hakim Ahmet Bey
yüzüne karĢı söylemiĢti. ġu paranın dörtte biri benim miydi, değil miydi? Sen
kulağınla duydun bunu.“
„Evet ağabey öyleydi.“ „ġimdi yukarıda çıkardığım 13 bini de ekliyorum. 15 bin
TL Ģu anda çıkardığımız paradan alacaktım. Köydeki tarlaya 22 bin TL verdiler.
Biliyorsun bunun dörtte biri 5.500 TL tutardı. Bir defa 20.500 TL tutarmıĢ.“ „Evet.“ „O
halde 60 binden 20.500 TL çıkınca 39.500 TL kalırdı. Bunların dıĢında Bibim
hissesini bana veriyordu. Bu yüzden de ben almadım. Ġkimizin adına olmak için çok
uğraĢtım. Meliha Ablam hakeza, kabul etmedim ve tenezzül de etmedim. Bunları da
koy bir tarafa. ġimdi geriye kaldı bir tarlamız.
Biz köy önündeki tarlayı da sattığımız zaman 82 bin TL‟den 21.000 düĢtük mü?
61.000 TL kalırdı. 61.000 TL‟nin de yarısı senin yarısı benim olacaktı. Demek ki,
bütün bu dedikodulara Ģu anda seninle karĢı karĢıya gelmeden 51.500 TL benim
31.000 TL senin olacaktı. ĠĢin neresinden bakarsan bak, iĢin yüzde yüz doğrusu
buydu. Nerde kalmıĢ ki, eğer benim kahramanca çalıĢmalarım olmasaydı 82.000„i
felan bırak bizim sattığımız yerler etse etse eski haliyle 30.000 TL tutardı. Bu
saydıklarım iĢin parasal yönü ya bir de iĢin manevî yönünü ele alacak olursam taĢlar
erir. Sen bugün bu çıkıĢı bana yaptıktan sonra ben artık sana ne söylesem tesir
275
Ölmeyen Çocuk
etmez. Belli ki, sen bu teĢkilatımızı ve bu birliğimizi yıkmayı önceden göze almıĢsın
demektir.
Hey gidi Mahmut demek ki, ben sana bunca emeğimle birlikte 21 bin TL‟yi sana
bağıĢlarken çocuğum gibi seni yoktan var edip bu seviyeye ve buralara kadar
taĢırken, hem ustalık hem amelelik yapıp bugün bir tüccar olacak bir seviyesine
geldik. Maalesef fırsatları da senin eline verene kadar masraflı değildim. Azami dört
aydır masraflı oldum. Benim masrafım 10 kiĢiye bedel oldu. Haa, ama bunun sonu
çok büyük piĢmanlık olur. Unutma sana Ģunu da söylüyorum ki, sen bununla da
kalmayacaksın. Ġleride daha sen bana çok oyunlar oynarsın. Sendeki bu kurgu ve
nankörlük var mı, sen daha çok fırıldaklar çevireceksin Mahmut.
ġimdi son sözünü söyle bakalım. Bunları söylemekteki kastın nedir gayen
nedir?“
Mahmut, „Ayrılık abi...“ „Maksadının ayrılık olduğunu ben biliyorum Mahmut,
ancak kendine gerekçe olarak beni masraflı olarak suçlama yöntemine gittin. Bu
senin kabiliyetin gereğidir. Uzatmadan sana Ģunu önereyim Mahmut. Önce sana
Ģunu söylerim ki, eğer elalemin ve çevremizin bize gelecek hücumları düĢünmesem
Ģu onur düĢkünlüğü bende olmasa vallahi Ģu andan itibaren durmazdım. Ama ben
senin gibi değilim. Mahmut hiç olmazsa aradan bir iki sene geçmiĢ olsaydı. Böyle bir
yer daha yapsaydık elalem leĢimize tükürmezdi. Benim Ģu andaki ayrılık çok
gücüme ve ağrıma gidiyor. Üstelik böylesine ağır itamlarla suçlanarak bu nedenle
sermayeyi ayırmayalım. Tamam mı? Ayrı oturalım ama mandırayı birlikte yürütelim.
Eğer bana güvenmiyorsan para senin elinden harcansın“ dedim. Bu teklifi yapınca
sesi çıkmadı. Cevap felan da vermedi.
Maalesef aradan 5 ayı zor etmiĢtik. Mahmut 1965‟in 4. ayın sonlarına doğru yine
baĢladı. Mahmut, „Ayrılalım ağabey!“ „Ttamam kardeĢim, anlaĢıldı ki, seninle artık
bu iĢ yürümez. ġimdi sen söyle, nasıl ayrılacağız?“ Mahmut, „Bu evi bölelim, malları
da bölelim, yarısında sen otur, yarısında da ben.“ Cevap: „Oh öp babanın elini. Bir
gün kadınlar kavga yapar, bir gün de biz, ikinci günüde bir de bakmıĢsın birbirimizi
öldürürüz. Birimiz mezara birimiz ise hapise. Karılarımız da dul kalır, çocuklar da
yetim. Yahu bu ne biçim ayrılık? Böyle olduktan sonra ayrılmanın ne önemi var ki?“
Mahmut, „Eee, ne yapalım?“ „Ben bilemem ne yapacağını. Zira ayrılığı sen
istiyorsun. Ben sana her Ģeyi söyledim. Kabul ettiysen beĢ ay sonra iĢ yapmanın
teĢkilatı çoğaltmanın yerine ayrılalım demezdin. Üstelik beĢ aydır iĢini daha da
sağlama bağladın. Tekrar ayrılığı gündeme getirdin.Bak Mahmut, bu iĢin iki yöntemi
var. Bu evden ya sen ceketi alır çıkarsın ya da ben.”
„Nasıl olur abi?” „Bayağı olur. Aslında senin istediğin budur. Ama iç duygularını
dıĢarı vurmuyorsun. Zira her gün ölmedense bir gün ölür kurtuluruz. Maksadımız Ģu
memlekette bir iĢ adamı olmaktı. Bu olmadıktan sonra, ha burada iki kilo süt satarak
bir ekmek yiyeceksin, ha birinin kapısında çalıĢarak yiyeceksin, ha böyle. Ne fark
276
Ölmeyen Çocuk
eder? Ġki kiĢi bu Ģartlar altında her gün hırgür etmektense, hiç olmasa kulağımız
rahat olur.
Köydeki tarla bir yana, burası bir yana. Hangisini tercih edersin?” „Ağabey olur
mu? Burası üste götürür.” “Üste götürürse bu kadar mal var. Burayı kim alırsa
diğerine para verir. Zira burası her gün para getiren bir yer. Hadi Mahmut.” Aslında
Mahmut‟un kanatları gıcırdıyordu „Oh abimi yana getireceğim!” diye. “Ġyi Ağabey,
sen bilirsin.” „Ben bilmem, söyle hangisini istiyorsun?” Mahmut, “Ġyi, madem öyle
ben burada kalayım.” “Neden peki hani burası üste götürür diyordun? O zaman niye
üste götüreni alıyorsun da altta kalanı almıyorsun. Ġyi o zaman bölelim. Öyle ya ben
beğenir alırsam razı olmuyorsun. Seni beğenmeye teklif edersem evet diyorsun.
Böylece failin açıkça belli olmuĢtur. Mahmut bak birader, ben ceketimi alıp
çıkacağım. Buradan, buranın bugünkü değeri 150 bin liradır, 150 bin liralık bir
teĢkilata karĢılık 20.000 liralık satılacak bir tarlayı almak, ceketi alıp çıkmak
anlamındadır. Benim senden tek isteğim köyden gelecek olan 7.500 TL‟yi, bir de o
parayı alana kadar benim ev kiramı ve günlük yiyeceğimi günlük satılan süt
parasından karĢılamandır. Ayrıca kitaplarıma, usta takımlarıma müdahale edeyim
demeyesin.” „Ayıp ettin Ağabey, seni aç mı koyacağım? Niye böyle söylüyorsun?”
“Hadi bakalım göreceğim.” Bu konuyu bu aĢamadan sonra notere gittik, senetleĢtik.
Ev eĢyalarını bölmeye baĢladık. Kitaplara, benim usta takımlara gelince daha ilk
günden Mahmut‟un bir gün önceki sözü sanki baĢka yerinden çıkmıĢtı. Birader
karĢıma çıkıyor: „Ağabey bunları da böleceğiz.” diyor. ġimdi iĢin seyri değiĢiyor.
Bakın ayrıca ne kadar ayırdığımız malları senet altına alana kadar biraderim
Ağabeyine karĢı devamlı yumuĢak davranması.
Sonra sözde kalan önceden adı konmuĢ ama evden çıkmamıĢ ve de senette
ismi geçmeyen eĢyaların üzerinde hemen bir gün sonra Mahmut tutum değiĢiyor,
yön değiĢiyor ve de ağız değiĢiyor ve ayrıca benim Ģok duruma düĢmüĢlüğümden,
fırsattan istifade edip yararlanıyor. ĠĢte oyunun kuralı budur. Biraderimin yaĢı
benden küçük olmasına ve birçok konularda benden bilinçsiz olmasına rağmen,
içinden kurguladığı Ģeytani tutumlarıyla beni hep tuĢa getiriyordu.
HALKIN DĠLĠNDEKĠ GERÇEK
Ġnsanlar herhangi bir halledemediği konu üzerinde tartıĢmaya girerler. Elbette
konu üzerinde tarafların ikiside haklı veya ikiside haksız olamaz. Mutlaka bir taraf
haklıdır, diğer bir tarafta haksızdır. Haklı taraf haksızlığa uğraması karĢısında bir
anda aklı zivanadan çıkar, hakimiyetini kayıp eder. Bu defa ya silah kullanır ya taĢ
sopa kullanır ya da en azından terki edep sözlerle muhatabına hücum eder.
Dolayısıyla olmaması gereken nahoĢ durumlar ortaya çıkar. Bazen de bu gibi
kavgalar ölümle sonuçlanır. Bir bakarsınız gazete manĢetlerinde kamuoyunu
oyalayan bir hadise olur çıkar. Bu sefer kamuoyu kendi yorumunu yapar.
277
Ölmeyen Çocuk
Yahu suç ölende mi? Öldürende mi? ĠĢte bu deyimin gerçek payı vardır. Halkın
dilindeki gerçekte budur.
BĠZĠM OLAY
Bizim olay da tıpa tıp böyleydi. Allah‟a Ģükür ki, ben bahsettiğim türlerden
kavgalara meydan vermiyor, hiddetlenince bazı hırsı cümleleri kullanıyor içimi
döküyor, konu olan bir maddi haksızlığa uğramıĢsam yine ondan da vazgeçiyordum.
Zaten biraderim benim nabzımı bildiği için onun isteği de oluveriyordu. Neticede
istediğini elde ediyordu.
Nitekim öyle olmuĢtur. ġimdi konu benim ekmek kapım olan usta takımlarım,
ayrıca boĢ kaldığım zamanlarda okuduğum kitaplarımın taksimi. Yani insaf etmek
lazım. Ben bir gün önce söylemiĢ olduğum sözlerde biradere demiĢim ki, „Bak
birader“, „1. ben tarlayı satana kadar ve köyden hismeme ayrılan 7.500 TL‟yi alana
kadar satacağın günlük süt parasından benim günlük çoluk çocuğumla yiyecek
paramı temin etmem lazım.“ demiĢim.
„2. Bari bu kadar iĢleri huzursuzlukları ve de gülünç durumları meydana getirdin,
hiç olmasa benim Ģahsi malzemelerime müdahale etme.“ demiĢim. Yani bunu illa ki,
senede yazmamız mı gerekirdi?
Bütün bunları konuĢmuĢ ve kabullenmiĢ olduğumuz halde birader mallar ve evi
noter senediyle üzerine devrolunca, „Ağabey takımları ve kitapları da taksim
edeceğiz.“ Deyince, Mahmut artık bardağı taĢırmıĢtı. O anda gözüm kararmıĢ
dünyayı göremez olmuĢtum. Binaenaleyh bütün bu olaylara karĢı kendimi sıkmıĢ
patlamaya hazır bir bomba haline gelmiĢ olduğum halde Ģu kelimeleri sarf etmiĢtim:
„Ulan terbiyesiz, ulan nankör herif elimden almadığın bunlar mı kaldı?“ Bu Ģekildeki
öfkeli kelimelerime karĢılık Mahmut Ģu karĢılığı veriyordu: „Sen gittin köylerde keyif
sürdün ve sümsündün. Üstelik 200 TL‟de para yedin.“ ĠĢte Ģimdi buyurun cenaze
namazına demenin sırası gelmemiĢ miydi? Peki daha ayrılığın sona ermemiĢ
olmasına karĢın, üstelik ayrılık olayını kendi çıkarmıĢ olması na karĢın, daha da
yetmedi kendi diliyle de ifade ettiği gibi bu ayrılıkta kazanan kendisi olmasına karĢın,
nasıl oluyor ki; dört tane takım ve 5-10 tane kitap için Ağabeyine karĢı çıkıp „Sen
köylerde sümsündün.“ diyebiliyor? Ne demiĢti usta edebiyatçı, „KardeĢin varsa
baĢka düĢman gerekmez.“
CEVABI ġUDUR
Biraderim Mahmut bu çıkıĢlarıyla yaptıkları daha yetmemiĢ gibi eline fırsat
geçtiği için o fırsatı ileride kullanmak üzere ileriye kılıf hazırlıyordu. O günkü sebep
olduğu kavgayı gerekçe olarak kullanacaktı. O da Ģuydu.
1. Mahmut‟un aldığı mülkiyet tapusuzdu. Sadece vergi su ve elektrik kayıtları
vardı.
278
Ölmeyen Çocuk
2. Mallar ise canlı mallardı. Bunlara senetle sahip olabiliyordun. Kanun nezdinde
bunların satıĢı ve sahiplenmesi senetle muhteberdir.
Bana gelince benim üzerime tescil edilecek tarla tapuluydu. 20 bin TL tarla
7.500 TL para. Bunlar senede yazılmıĢ ama satıĢı tapuyla mümkündü. Yani
„Vekaletimi azledip ben hissemi üçüncü Ģahıslara satmıyorum.“ diyebiliyordu.
Görülüyor ki, ben Mahmut‟un kucağına düĢmüĢ bir keklik avıydım. Artık istediği
oyunu oynayabiliyordu. Benimse hiçbir imkanım kalmamıĢtı. Vurdukça vuruyordu.
Biraderim sayın Mahmut „ġimdi sen eĢeğin sırtının iki tarafına iki tane sandık
vuruyor, süt kovalarını koyuyor, götürüp satıyorsun. Bu sandıklar ve bu kovalar
senedimizde yazılı değildir. Hatta bu takımların sana kalacağını da konuĢmadık.
ġimdi ben sandığın bir tanesini kovanın ve litrenin bir tanesini alırsam sen sütü
satabilir misin? Veya sen Ģimdi bunları hesaba koymadan ben de yarın takımları alıp
çalıĢıp ekmeğimi temin edeceğim.
Malzemeyi bölmeye kalkınca benim onlarda hakkım yok mu? Nerde kalmıĢ ki,
eĢeğin sırtındaki malzeme benim takımlarımla kitaplarımın iki mislidir. O zaman
eĢeğin sırtındaki malzemeler bir tarafa takımlarla kitaplarım bir tarafa.“ Ha bunu
duyan Birader yine de utanmadan sıkılmadan Ģunları söylüyordu: „O zaman
takımlarını al, kitapları bölelim.“ Oysa ki, Mahmut‟un bir gün bir kitabın kapağını açıp
okuduğuna ben rastlamamıĢtım. ĠĢte fırsatçılık diye bir kavram vardır. Bu fırsatçılık
menfaatperestlikten doğmakta. Ġnsanın gözünü menfaatperestlik bürümüĢ ise önüne
gelen fırsatı kullanır. AğabeymiĢ, anaymıĢ, babaymıĢ veya hak sahibiymiĢ
ilgilendirmez. O insanın aklına bunların hiçbiri gelmez. O artık dünyasının birini
kayıp etmiĢ. Dünya ile sarhoĢ olmuĢtur. ġu anda olayın üzerinden 31 sene
geçmiĢtir. Halen yaĢamakta olan Birader Ģu anda da tarih 15.Nisan.1998. 2 ay önce
annesi ölmüĢtü. Halen dünyadan ve insanî yönden hiçbir pay almamıĢ olacak ki,
annesine dahi bakmamıĢtır.
Mahmut‟la anılarımız ayrıldıktan sonra da devam etmiĢtir. Bu olayların olduğu
tarih 1965 Haziran ayı.
SEYREDELĠM BĠRADERĠN OYUNUNU
Ev bulana ve yukarıda bahsettiğim köyden para gelene kadar mevcut evimizin
diğer tarafına açılan bir kapı ve büyük bir oda vardı. Burada oturacaktım. Maalesef
aradan 6-7 gün henüz geçmiĢti.
Benim cebimde günlük yiyecek param dahi olmadığı halde annem geldi, „Oğlum
Mahmut beni sıkıĢtırıyor. „Ġlla da git söyle, evden çıksın“ diyor.“ demez mi! Ben ise,
„Anne merak etme, çıkarım. Yalnız benim de sana bir ricam var. Sen de onu söyle.
Benim adam ettiğim ve mal mülk sahibi ettiğim bir kardeĢ Ģimdi de beni evden
kovuyor. Ayrıca Ģunu da söyle, o aslında bir bela arıyor. Ama merak etmesin ben o
değilim. Dünya malı için de ona muhatap olmayacağım. Allah onun belasını verir
inĢallah.“ ĠĢte bu nedenle evi hemen terk ettim. Tuzluçayır‟da oturulur durumda
279
Ölmeyen Çocuk
olmayan, çok mutevazi bir ev tuttum. Ġki çocuğu ve hanımı götürüp köye bıraktım,
geri geldim. Artık devamlı bir iĢyeri bulana kadar ara iĢlerinde çalıĢmaya karar
vermiĢtim. Ama çalıĢabilmemin imkanı yoktu.
Ben öyle bir bunalıma düĢmüĢüm ki, yolda dahi yürüyemiyordum. Kimselerin
yüzüne bakamıyordum. Kimseden para da isteyemiyordum. Binaenaleyh daha 12 ay
dahi olmamıĢtı. 12 ay önce 50-60 bin lirayla Ankara‟ya geldiğimizi, koskoca bir
mandıra kurduğumuzu çevremizin hepsi biliyordu. Daha 10 gün öncesine kadar
herkes bana çunuyordu. Aynı zamanda daha o yaĢtayken elim öpülüyordu.
Binaenaleyh 10-15 gün önce bu durumdayken Ģimdi de gidip bir dostuma „Bana
ödünç para verin.“ diyemiyordum. Belki inanılması güç ama gerçek buydu. Ġki gün
ekmek yemedim. Üçüncü gün de kapıyı açıp kimselerin yüzüne bakmadım. Üçüncü
gün aklıma Ģunu taktım. Gece gideceğim, elime bir kazma alacağım üstelik bir de
silahım vardı. Önce kapıya gideceğim eğer Birader çıkarsa vurup öldüreceğim. Ya
da evin dört tarafından köĢe taĢlarını kaydırıp evi çökerteceğim. Samanlığa bir de
ateĢ atacağım, gideceğim. Kararım buydu.
Saat 22 sularıydı. Oraya gidene kadar saat 22:30 olacak ki, herkes yatmıĢ
olacaktı. Silahı kuĢandım. Evden çıktım, yol ağzına vardım. Orada tanıdık bir
kuruyemiĢçi ve Gürün„ün Yuva Köyünden Ġbrahim vardı. O açıktı. Orada fikrim
değiĢti. Ġbrahim‟e dedim ki, „Ġbrahim Bey, üzerimde para yoktur. Bana bir küçük rakı,
biraz kuru yemiĢ, bir tane de ekmek verir misin?“ Ġbrahim, „Tabi veririm Dede. O ne
demek?“ Bu malzemeleri aldım eve geri döndüm. Dedim ki, „ġu rakıyı içeyim, sonra
gideyim.“
Rakıyı içince bana bir çomaklık geldi. Dedim, „Rıza henüz 30 yaĢındasın. Ġki
çocuk, bir hanım var. Dört çocuk, bir hanım da bu nankörün var. Hadi biz ikimiz
öldük. Bu çocukların ne kabahatı var. Para mülk hepsi kazanılır ve yerine gelir. Ama
bu kadar insanın kanına girmiĢ oluruz. Bu nedenle gel Rıza bu düĢüncelerden
vazgeç.“ Velhasıl bu düĢüncemden ve kararımdan vazgeçtim yattım. Sabahleyin
kalktım. Kalkmasına kalktım ya evde yiyecek adına birĢey yoktu. Aç susuz içeride
oturup düĢünüyordum. DüĢünürken aklımdan Ģunlar geçiyordu.
„Hey yaradan Mevla, hayatımda bir kula kötülük yapmadım. Yaradana karĢı bir
asilik yaptığımı bilmiyorum. Hırsızlık, yalan, vesaire de bile bile bu gibi kötü iĢlerde
de bulunmadım. Yarabbi benim günahım neydi ki, bu kadar periĢan duruma
düĢürdün?“ Aklımdan bunları geçirirken bir baktım rahmetli Annem, Arzu Ablam ve
Biraderim nankör kapıya gelmiĢler. Bana seslendiler. „Ne o? Ne istiyorsunuz?“
Annem Ablamla beraber, „Oğlum noterlikte yapmıĢ olduğunuz Mahmut‟un
senetlerini sen imzalamamıĢsın ve senet imzasız. Bunları imzalaman için geldik.“
„Allah Allah! Bak anne, bu adam var ya bu; her Ģeyi, her kötülüğü yapan, paradan
baĢka hiçbir Ģeyi düĢünmeyen, arı, namusu, haysiyeti, Ģerefi düĢünmeyen nankör
ne istiyor? Peki hiç düĢündünüz mü bu adamı oyuna getirdik, bir de yetmiyor gibi
evden de kovduk, çıkardık. Bu adam ve çoluğu çocuğu ne yiyor? Ne içiyor? Aç mı,
280
Ölmeyen Çocuk
susuz mu? Ulan terbiyesiz nankör hani para verecektin? Ben burada günlerdir para
yok, ekmek yok, açlık çekiyorum. Elalemin yüzüne de bakamaz oldum. Sen senedin
peĢine düĢmüĢsün. Lanet, nankör köpek.“ demiĢ üzerine yürümüĢüm.
Annem Ablam önüme gelmiĢler: „Oğul etme, tutma. KomĢular seyirimize
çıkıyorlar.“ „Hey gidi Anne! Seyrimize yeni mi çıkıyorlar? Bu kelimeleri ayrılırken bu
herif her gün bir söz ve bir yön tavır değiĢtirirken niye söylemiyordun? ġimdi benim
çoluğum çocuğum, ben aç kalmıĢ elaleme gülünç olmuyoruz, Ģimdi nanköre iki söz
söyleyince elalem oluyor he mi anne? Ben açım aç, haberin var mı? AkĢam yola
çıktım geliyordum. Hepiniz ölecektiniz. Dua edin Ģu yol ağzındaki kuruyemiĢçiye de
bana bir ekmek biraz yemiĢ, bir de rakı borç verdi de sizin hayatınız kurtuldu. ĠĢte bu
silahla önüme çıkanı temizleyecektim ya da evi yıkıp ateĢe verecektim. Dua edin Ģu
anda yaĢıyorsunuz.“
GELELĠM SENETLERE
„Bak anne, kendisi burada dinliyor. Noterde ben koltukta oturdum. Hiç birĢeye
karıĢmadım. Kendisi senetleri döne döne okudu. Hatta kendi orada Ģurası olmuĢ,
burası olmamıĢ gibi itirazlarda bulunuyor. Ben hiç Ģu veya bu nedenle müdahale
etmedim. Ancak önüme gelen imza yerlerini noter gösterdi ben de imzaladım. ġimdi
ne istiyor benden.“
Annem, „Oğlum, bunları imzala.“ „Hala bunları imzala diyorsun. Biraz önce
konuĢtuklarımı dinlemedin galiba. Ben açım, bu adam bana para verecekti, vermedi.
Kendisine niçin dönüp de konuĢmuyorsun?“ deyince annem, „Oğlum ben
bilmiyorum. Mahmut, oğlum niçin para vermiyorsun. Rıza açmıĢ oğlum.“ diye
neyseki bir kelime söyleyebildi. Söylemeye söyledi ama Mahmut oradan „Param
yoktur.“ diye sesleniyordu. Param yoktur sesini duyunca ben yine kükremiĢtim: „Ulan
nankör! Param yok diyorsun. Senin çocukların da aç mı? Sen de aç mısın?
Sabahleyin evden çıkarken ekmek yemedin mi? Biraz önceki ağzından çıkan açım
ifademi bir yabancı iĢitseydi eminim ki, bana para da verirdi, ekmek de verirdi. Ulan
nankör! Hani „Ağabey, seni aç mı koyacağız demedin mi?“ Nerde kaldı o tuzak
kurucu sözlerin. Paran yoksa hadi git buradan, gözüm görmesin.“
Velhasıl besbelli ki, aç olduğumu bile bile eğer senette imza noksanlığı
olmasaydı para vermeyecekti. Bereket senette imza yeri vardı. Yoksa vermeyecekti.
Arkasını bize döndü, 400 TL parayı çıkardı, ödedi ve gitti. Gitmeye gitmiĢti ya daha
kavga bitmemiĢti. SöylemiĢtim yukarıdaki sayfalarda Biraderin bana karĢı
uygulayacağı tuzaklar tam manasıyla bir düĢmanlık kiniymiĢ. Bu nedenle kolay kolay
yakamı bırakmaya niyeti yoktu. AĢağıdaki anımda ileride ne yapacağı ortaya
çıkacaktır.
TARLAYI SATMAM
281
Ölmeyen Çocuk
Ben bu parayı aldım, köye gittim. Köyde yukarıdaki satırlarımda söz ettiğim gibi
bir tarla, bir de Sait Kılıç Dayım„dan alınacak 7.500 TL benim olacaktı. ġimdi ben
tarlayı Hüseyin Yüksel‟e satsaydım 24 bin TL‟yi peĢin satıp paramı alacaktım.
Mamafih Bacım Bağdat da tarlanın yarısına müĢteri olunca iĢ değiĢti. Bu sefer
tarla 22 bin liraya düĢmüĢtü. Yani Bacım için 2 bin TL noksanına satacağım. Üstelik
Bacım parayı iki taksitte ödeyecekti. Yani tarla doğrudan doğruya 20 bin liraya
satılmıĢ oluyordu. Böylece ben kendisine feragatimi, noter senedini vermiĢtim.
Mahmut ise vekil tayin etmiĢti. 10-15 gün sonra Hüseyin Yüksel tapuya gidiyor. Bir
bakıyor ki, dosyada Mahmut‟un vekili azlettiğinin kâğıdı çıkıyor. Dosyaya mektup
yazmıĢ ki, „Ben hissemi satmıyorum.“ demiĢ. Bunun üzerine Hüseyin Yüksel çıkıp
Ankara‟ya, yanıma geldi: „Dede, Mahmut vekaleti azletmiĢ. Hissesini satmıyormuĢ.
ġimdi ne yapacağız?“ diye karĢıma dikilmiĢti. Hüseyin‟e cevap: „Sen merak etme
Hüseyin, hallederim onu. Zira, onun derdi paradır. Mutlaka bir oyun oynamayı
planlamıĢtır.“ Yalnız ben tarlayı satmaya gittiğimde hanımı çocukları getirmiĢtim.
Aynı yıl haziran ayı sonuydu.
MAHMUT ġAHĠN YĠNE SAHNEDE
Sahnede yine Mahmut oynuyordu. Arzu Ablam„la haber gönderdim, „Tapuya
mektup yazmıĢ. Adamlar tapusunu alamamıĢ. Söyle Ģuna gelsin, vekaletini versin.“
dedim. Mahmut, Ablam„a Ģunu söylemiĢ: „Köyden alacağı Sait Kılıç‟daki 7.500 TL‟yi
bana verirse, ben feragatimi veririm, yoksa vermeyeceğim.“ ġimdi gördünüz mü
Mahmut‟un oyununu? Sıkıysa Mahmut‟un teklifini yapma. Evet 7.500 TL‟den
vazgeçmek zorundayım.
Çünkü adamlar paralarını ödemiĢ, ben kendi feragatimi vermiĢtim. Üstelik,
benim yiyecek param da yok. Zaten ben Ģoktayım ve ĢaĢkınım. ġimdi bu durum,
Mahmut‟un bu oyunu beni bir Ģoka daha sokmuĢtu. Ne yapmam gerekiyordu?
Yapacağım tek iĢ Mahmut‟un teklifini yerine getirmek. Bu tek kurtuluĢ çaresiydi.
Ablam„a birkaç saat sonra cevap verdim: „Tamam Abla, gelsin. Mahmut gelsin o
parayı da alsın da doysun. Yeter ki, adamların tapusunu verelim. Ben de Ģu adam
alsın da böylece yakamı kurtarayım. Para pul hepsi onun olsun.“
NOTERDEYĠZ
Hüseyin Yüksel, Mahmut ġahin ve ben Rıza. Tekrar noterliğe gittik. Mahmut
tekrar Sait Sopa‟ya vekaletini verdi. Ben de 7.000 liranın senedini de verdim.
Böylece Mahmut‟tan yakamı kurtarmıĢ oldum. Ama Ģoktan ve ĢaĢkınlıktan kendimi
kurtaramamıĢtım.
MAHMUT ġAHĠN‟E SON BĠR MEKTUP
282
Ölmeyen Çocuk
Mahmut ġahin‟e Ağabeyi Rıza ġahin tarafından yazılmıĢ ve gönderilmiĢ 43 sene
önce ayrılırken yaptığı haksızlıkları içeren bir mektuptur. Helal edilmeyen ve de
affedilmesi mümkün olmayan bir hak iddiasıdır.
Bir tarafı a. hiç bir kötülüğü, ayrılığı, kötü sözü, küfürü, kinciliği olmayan, b.
iyilikten baĢka hiç bir Ģeyi düĢünmeyen iyi niyetinin kurbanı olan bir ağabey. Diğer
taraftan tam aksine a. Ģeytanî ve sinsi düĢünen, c. eline geçen ve lehine her türlü
fırsatı değerlendiren, d. aĢırı paraya düĢkün, e. insanlık dünyasına kapıyı kapatmıĢ,
kalbi ıĢığa karĢı mühürlenmiĢ Abbasi halifesi misali bir kardeĢtir.
Bu mektupta bahsi geçen 43 sene önce kardeĢin ağabeye yaptığı olay M. 750
yıllarında yaĢamıĢ Harun ReĢit‟in Muhammed Ali torunlarına ya da afedersiniz
Muaviye‟nin Hz. Ali‟nin iyi düĢüncelerinden yararlanıp, hep Ali‟nin pundunu araması
ve sonunda da o kirli emellerinde muvaffak olmasına benzemektedir. Mahmut ise o
günkü nakit maddiyatları gasp etme yoluyla iyi niyetime karĢılık muvaffak olmuĢtur.
Zira Muaviye kadar bilgiye sahip olmadığından benim iyi niyetim olmakla beraber
bilinçli çalıĢmalarıma ileriye doğru gidiĢ hedeflerime engel olamadı. Öte taraftan
diğer ticari hedeflerime fevkalade darbe vurmuĢtur. Zira kurduğumuz ticari teĢkilatı
birlikte en az beĢ sene devam ettirseydik Ankara‟da ve çevremiz içinde parmakla
gösterilen birer iĢ adamı haline gelecektik. Belki binlerce insan çalıĢtıracak
kapasiteye sahip bir iĢ yerimiz olacaktı. ĠĢte Mahmut‟un oyunu bu parlak ve aydın
yolumuzu felce uğratmıĢtır. Bu mektupta ayrıntılara geçmiyorum.
Çünkü Birinci baskı Ölmeyen Çocuk adlı kitabımda bunların detayları yazılıdır.
ġimdiyse kitabımın bazı yerlerini düzelterek ikinci baskıya vermek üzereyken
anılarımızın bir analizi olarak kendisi de ben de ölmeden son bir defa daha uyarmak
istedim ama önce birkaç cümle açıklamam gerekiyor. Zira Mahmut, ağabeyine karĢı
uyguladığı düĢmanca hareketlerinden dolayı 43 yıl zaman içinde hiç bir gün, hiç bir
defa olsun vicdanı ile baĢbaĢa kalıp bir özür dileme, maddî manevî bir hak
hesaplaĢması açısından bir yaklaĢım da bulunmamıĢtır. Binaenaleyh benim olduğu
gibi ağabeyimin de çoluk çocuğu vardır düĢüncesi ile, dahası anılarımdan da
anlaĢılacağı gibi, ağabeyine bir vefa borcu olduğunu hatırına bile getirmemiĢtir. Zira
Mahmut karĢı tarafı tamamen bir aptal yerine koyup bütün yaptıklarına karĢılık
yukarıda belirttiğim gibi benim kinci olmayan, iyi niyetimle bila istinaden kendisine
yaklaĢımlarımı ganimet sayar gibi geçmiĢini hiç de hatırlama tenezzülünde
bulunmamıĢtır. Ben ise Mahmut‟un tam tersine bir hakkın paylaĢımını kötülükle
halletmeyi hiç bir zaman düĢünmedim. Zira belki bir gün kendi içinde çektiği
ızdırapları bir kere olsun göz önüne getirerek acaba ben ne yaptım diye kendi
kendine bir soru sormasını, ağabeyine karĢı bir özür dileyerek gelir gasp ettiği
hakların bu dünyanın ötesi de var düĢüncesiyle bir hesaplaĢma yaklaĢımını 43 sene
bekledim ama Ģunu bilmelidir ki, hiç bir zaman gasp edilen hakkı helal etmedim,
etmeyeceğimi de bir kez daha bildiririm.
Ey Mahmut, bu kitabı ve yazıyı okuyun. Hatırlaman için son bir kez daha
aĢağıya sıralıyorum:
283
Ölmeyen Çocuk
1. Seni annenin yanında üç sene okuttum, sonunda annen okuldan çıkardı,
çobanlık yaptırıyordu. Buna karĢılık seni gizlice kaçırıp, eĢeğe bindirip evine
geri getiren kimdi?
2. Ben bir yıl gurbette çalıĢıp 1954‟ün ikinci üçüncü aylarında o günün parası ile
500 Lira kazanmıĢtım. Bu parayla evimizi sil baĢtan yapan kimdi?
3. Ben askere gideceğim diye, gitmeden önce seni o memlekette eĢi emsali
görülmemiĢ bir düğünle evlendiren kimdi?
4. Senin iki yıl askerlik süren içinde kesinlikle yapmama karĢı çıktığın halde
Kumluk‟taki yedi dönümlük araziyi imar edip yine herkesin gözbebeği
durumuna getirip bahçe yaptım, böyle bir bahçeyi sonuçta 1964 yılında on
altı bin liraya satıp, keza iki yıl içinde ve senin askerlikten sonra üç ay da
Ankara‟da kalmanla birlikte 26 ay süre zarfında meydana getirdiğim bu
bahçe tamamen benim emeğimin karĢılığı değil miydi?
5. Tarlalarımızı ikimizin üzerine tapu yaptıran, burada bir duruĢmada ikimizin de
yüzümüze, ikinci bir duruĢmada bacılarımız ġehriban, Meliha, Bağdat ve
Ġnsaf da olmak üzere altı kardeĢ birlikte feragat ederken hakim Ahmet
Çıtırıklıoğlu Ģunu söylemedi mi: „Bakın kardeĢler babanız üç hanımla
evlenmiĢ, bunlardan sadece Firdevs‟in nikahlı olduğundan bu tapulanan
arazilerin dörtte biri ona düĢer, sonra aranızda kavga etmeyesiniz diye size
söylüyorum“ dedi, sen de bunu kulağınla duydun.
6. Bir kere bütün bu saydıklarımın üstünde tescil davası açmak, iki kardeĢin
üzerine tapu yaptırmak, mirasçılarımızı toplayıp onlarını feragatini alabilmek
senin haddine miydi? Üstelik aklının ucundan bile geçmiyordu. Bunlar
tamamen ağabeyinin mücadelesi ve bilinci ile olan baĢarılardı. Netice olarak
arazileri satabildik ve Ankara‟ya göç edebildik. ġimdi ben birlik olalım, birlikte
bir ticarethane kurarsak aĢamayacağımız engel kalmaz düĢüncesi ile
annemin de dörtte bir hakkına tenezzül edip amladım. Bu benim hakkım
değil miydi?
7. TeĢkilatı kurduktan sonra azami bir yılın sonunda ayrılığı sen çıkardın ve o
anda teĢkilat ve mallarla beraber orasının değeri en az yüz elli bin lira
ediyordu ve bu değeri aynı iĢi yapan Haymanalı iki tane o muhterem Kürt
olan insanlar koymuĢlardı. Bunu biliyordun! Ne acıdır ki, baba yurdunu bir
anda terk edip gitmemiz ardından köydeki suyumuz kurumadan Ankara‟da
daha neyin ne olduğunu anlamadan bir sene sonra ayrılmanın Ģoku beni
ĢaĢkınlığa uğratmıĢtı. Netice olarak yüz elli bin liralık bir teĢkilatı, köye Sait
Kılıç‟ta kalan yedi bin beĢ yüz lira ve yirmi iki bin beĢ yüz liraya satacağımız
tarla olmak üzere toplam otuz bin liraya karĢılık kahrımdan 150 liralık
mandırayı bırakıp çıkmıĢtım. Bir kere orayı yüz elli bin liraya satsaydık nakit
yüz seksen bin lira ikiye bölünecekti, doksan bin lira nakit para almıĢ
olacaktım. Bunu sen benden daha iyi bildiğin halde son hazırlamıĢ olduğun
plan ve kurduğun tuzağı, ağabeyini nasıl tongaya düĢürdüğünü oku ve
hatırla.
284
Ölmeyen Çocuk
8. Malları, evin vergisini noter senedi ile üzerine aldın. Buna karĢı kayın babana
bana feragat vermesi için vekalet verdin. Bu anlaĢmaların içinde bir de Ģu
vardı: Evin ayrı bir odasında köyü satıp parayı alana kadar o evde
oturacaktım, günlük harçlığımı da sattığın süt parasından karĢılayacaktın.
Malesef daha bir hafta geçmeden ev falan da bulmadan ben ise o anda
hasta olmuĢ yatarken annemle haber gönderdin, evi de terk etmemi bildirdin.
Mamafih kulağıma gelen dedikodulardan rahatsız oldum, gittim,
Tuzluçayır‟dan oturulur durumda olmayan iki odalı bir ev tuttum ve para
gelecek ki hem günlük yiyeceğimizi karĢılayacağız hem de köye gideceğim ki
tarlayı satayım, dört baĢ nüfusum. Bu durum karĢısında birilerinden borç
para bulmaya baĢladım, çocuklarla birlikte köye gidiyoruz. Divriği‟ye tapu
dairesine gittik, orada bomba patladı. Patlayan bomba Ģuydu: Mahmut daha
ben köye gitmeden tapu dairesine noterlikten bir yazı göndermiĢ ve Mahmut
ġahin, ben feragat etmiyorum ve vekaletimi azlediyorum. Aksine Sait Kılıç‟ın
bana ödeyeceği paranın henüz günü gelmemiĢ olduğundan onu da
alamadım. Tarlayı sattığım kiĢi, komĢum Hüseyin Yüksel ve bacım Bağdat
tarlayı ortak almıĢlardı, benimle beraber Ankara‟ya gelen Hüseyin de olmak
üzere, bu sefer Mahmut ne derse beğenirsin: „Sait Kılıç‟tan alacağın yedi bin
beĢ yüz lirayı da bana verirsen, bir de noterde yaptırdığımız senet imzasız
çıktı, onu da imzalarsan vekaletimi tekrar veririm“ dedin Bay Mahmut, iyi
düĢün! O anda ben üç gündür açım, ekmek yememiĢim, ĢaĢkın ördek
gibiyim, elimden her imkan alınmıĢ, rahmetli annem ve ablam Arzu da
yanımızdalar, bu öfkeli konuĢmaları da dinliyorlar. Bay Mahmut bana sadaka
mukabilinde çıkarıp dört yüz kuruĢ para veriyorsun, oysa ki ben on gündür
açtım.
Yukarıdan aĢağı mazinin özetini yazdım. Keza tekrar soruyorum. Ben sana ne
yaptım?
Yaptığım tek Ģey maddî manevî babalık rolünde aĢırı iyiliktir Bay Mahmut. Bir de
gecekondu mealinde yaptığımız eve ve senette zikredilen canlı cansız gayrı
menkullere karĢılık köyde üzerimize tapulu tarlaların satıĢı için feragatim ve yine
alacağımız olan Sait Kılıç‟taki yedi bin beĢ yüz lira da Rıza ġahin‟in olacaktır. ĠĢbu
bölüĢüme karĢı vaadini yerine getirmeyen ve bu mukavelenin aksine hareket
edersek aramızda varmıĢ olduğumuz mukavelemiz geçersiz sayılacaktır Ģeklinde bir
ifadenin yazılmıĢ olmamasından dolayı ipin her iki ucunuda eline geçmiĢ ve bu
fırsatı ağabeyine karĢı çok iyi kullanmıĢ oldun. Tam mânâsı ile köĢeye sıkıĢtırmıĢtın
bay Mahmut.
Binaenaleyh taksimatta bir taraf öyle bir duruma düĢmüĢ ki, bir taraftan
onurunun diğer taraftan çevrede eĢinden dostundan gelecek olan kınamaların esiri
olmuĢ ĢaĢkın bir durumdadır. Durum böyle olmasından faydalanan sen yukarıda
rakamla belirtilmiĢ olan bir varlığın dörtte üçüne sahip oluyorsun. Dörtte biri bile
olmayan bir hisseyle ceketini alıp çıkan zavallı duruma düĢmüĢ ağabey dediğin,
sana babalık yapmıĢ bir insanın alacağı yedi bin beĢ yüz lira nakidini de gasp
285
Ölmeyen Çocuk
ediyorsun. Her Ģey bir tarafa böyle bir tuzak kurmak insanlığa yakıĢır mı? Seni sıfır
doğuĢundan otuz yaĢlarına kadar bir babadan doğmuĢ isek bu kadar maddî manevî
zulûmü, ben insanım diyen bir kiĢi bunu yapar mı? (Bu olayı okuyanlara ibret-i âlem
olsun)
ġimdi Bay Mahmut, diyeceksin ki, 43 sene sonra nereden çıktı böyle bir olay?
ĠĢte bu soruyu kendine soracaksın. 43 sene önce insana ve de kardeĢliğe
yakıĢmayan öyle bir olayı sen uyguladın. Ayrıca yüz sene de geçmiĢ olsa
hesaplaĢmamıĢ kardeĢler arasında bir haksızlığı bilerek kendi vicdanına nasıl
sindirebildin? 43 sene boyunca helal olmayan bir hak ve ağabeyine yaptıkların
vicdanını hiç rahatsız etmedi mi? Binaenaleyh ağır bir hastalığa yakalandın, aylarca
yattın. BeĢ defa yanına geldim, hiç aklına gelmedi mi? Ben ağabeyime geçmiĢte
yaptığım hatalara karĢı ondan özür dileyerek, onu razı edeyim de helallık alayım,
arkamda öyle bir kötü mazim kalmasın diye hiç mi düĢünmedin? Böyle tarihi hatalar
çoluk çocuğumuzun arasında bir problem olur demedin mi?
Ey Mahmut eğer bunları idrak edemediysen, bu konuya iliĢkin babamızdan kalan
tarihi bir borcun ödenmesi var, yeri gelmiĢken anlatayım da oku ve ibret al, belki bir
hisse kaparsın.
1947 yılında on iki yaĢındaydım. O sene de yiyecek kıtlığı devam ediyordu. On
paranın çalıĢtığı dönemlerdi. Rahmetli Belgüzar annem beni dayımla Divriği‟ye
gönderdi. Paramız, pulumuz yok, eĢeğe biraz odun yüklediler, odunu satacağız. O
parayla birkaç tane ekmek alacağız, artan parayla da lüzumlu birkaç Ģey alacağız.
Tabi bu alıĢveriĢler dayımın refakatinde oluyor. ġimdi dayımla odunları sattık,
hayvanları hana götürdük. Bu han Abdullah diye bir Divriğili‟nin hanıydı. Kendisine
Kör Abdullah derlerdi. Bu adam aynı zamanda babamı da iyi tanıyormuĢ. Kör
Abdullah, dayımın yanında beni görünce dayıma sordu: „Hüseyin ÇavuĢ bu çocuk
Adı Güzel Dede‟nin oğlu mu?“ dayım: „Evet“ dedi. Kör Abdullah defteri açtı, „Oğlum
babanızın doksan kuruĢ nalbant borcu var, paran varsa bunu öde“ dedi. Dayım bana
döndü: „Ne diyorsun, ödeyelim mi?“ Ben, „Elbette Dayı, babamın borcunu ödeyelim“
dedim ve doksan kuruĢu ödedim, defterden sildirdim. ĠĢte o doksan kuruĢ borç
babamız ölmeden on beĢ gün önce katırının nal parasından kalan borçmuĢ. Olayı
geldim annemize de söyledim, „Ġyi etmiĢsin oğlum“ dedi. Yani borç babamızın adına
yedi yıl sonra ödenmiĢ oldu. Burada dikkati çeken Ģudur. Ben on iki yaĢında bir
çocuğum, babam ben beĢ yaĢındayken borç etmiĢ, ödemeyedebilirdim. Ġmzalı
senetli bir borç da değildi. Ama Kör Abdullah birkaç kiĢiye söylerse bizim
aleyhimizde kötü bir not eklenirdi. Ben de buna dayanamazdım. Ama bunu
düĢünebilmek öyle bir babanın oğlu olduğunu ıspatlamak gerekir.
ġimdi gelelim biz o babanın oğulları olarak, birbirimize oğul baba gibi, kardeĢ
gibi olamaz mıydık? Neden olamadık? Bunun cevabını vermek Mahmut‟a düĢer.
ġimdi ben sana hatırlatıyorum. Nerede kalmıĢ ki, babamızın o üç parça tarladan
baĢka hiç bir yatırımı yoktu. Babamızın üzerimizde bir hakkı varsa benim biraderim
üzerinde on misli hakkım vardır. Bu hakların manevî tarafının parayla pulla
ödenmesi mümkün değildir. Son yaptığım örneği göz önüne getireyim:
286
Ölmeyen Çocuk
Bahriye
Bahriye‟yi bir düĢün. Bu senin öz kızındır. Annesi ölmüĢ kızını atmıĢtın bir damın
deliğine. Genç ve güzel kızınla hiç mi hiç ilgilenmiyordun. Kızının durumu iyi değildi.
Eğer bir iki sene daha evlenmeseydi baĢına iĢler açılacaktı. Üstelik gelen
düğürcüleri de kovmuĢtun. Bereket ben de o gün oraya gelmiĢtim. O sıralarda hava
kıĢtı, kızın için Ġstanbul‟a gittim, kızını isteyen kiĢilerin evlerini ve durumlarını
araĢtırdım ve geldim, kızını verdim. Yeni evlenen bir kıza ne yapılıyorsa ben de
Bahriye‟ye aynısını yaptım. Dahası götürdüm, kendi elimle evlerine yerleĢtirdim. O
da yetmedi düğünleri olduktan on beĢ gün sonra Ġstanbul‟a tayinini çıkarttırdım. Sen
ise bir baba olarak sadece iki saatliğine nikâh salonuna gelebildin. Bu olay babalığı
da aĢan biro lay değil midir?.
Senin ise 1984‟te, aynı yıl, aniden atın ölmüĢtü, sütün evde kalmıĢtı. Bir sabah
saat sekizde Halil paraya gelmiĢti. Hemen istediği parayı eline verdim, aynı gün atı
aldın, sütünü de satmaya götürdün Bay Mahmut. Bir iki sene sonra, 1986 senesi idi,
ben senden iki defa ihtiyacım oldu para istedim. Bir araba alacaktım, sen bir
haftalığına iki yüz bin lirayı vermedin. Nerede kalmıĢ ki bankanın vereceği faizden
fazlasını da ödeyecektim sana. Ġkincisi süper emeklilik için yüz elli bin lirayı ha keza
vermedin, gittim Fahri‟den aldım. Bütün bu senin bana uygulamıĢ olduğun maddî
manevî tuzaklarına karĢı ben yine sana yaklaĢmıĢ ve yardım etmiĢtim.
Sana son sözüm Ģudur Bay Mahmut. 43 sene sonra benim seni dava edip de bir
Ģey istediğim yoktur. Bu hak resmî bir dava ile halledilebilecek bir hak değildir.
Böylesine hazırlamıĢ olduğun kötü tablo için seni uyarıyorum. Elbette ki, aradan yüz
yıl da geçmiĢ olsa ben gasp edilmiĢ hakkımı helal etmedim ve de edemem.
Görülüyor ki, ikimiz de yolun sonuna geldik.
Bu aĢamada 43 yıl sonra seni bir kez daha uyarıyorum. Eğer tarihi bir
hesaplaĢmayı istemiyorsan bu mektup Ölmeyen Çocuk adlı kitabımın ikinci
baskısında ileride yazılacaktır. Dolayısı ile birinci baskıdaki anıya bu da eklenecektir.
Mamafih çocukların ve torunların, daha da ötesi bugünkü ve de gelecek neslimiz bu
tarihî çirkin olayı okuyacaktır.
Okuduktan sonra da senin hazırlamıĢ olduğun bu tabloya karĢı iftihar mı ederler,
yoksa lanet mi ederler artık o onların kendi yapılarına, karakterlerine bağlıdır. Ama
bir gerçek var ki, sen babanın ve de neslinin dedelerin bir torunu olarak üzerinde bir
sorumluluk olduğunu hissediyorsan bu tarihî sorumluluğunu hâlen üzerinden
kaldırma imkanı senin elindedir.
Bu mektup eline geçtikten sonra senden yaklaĢım ve cevap bekliyorum.
Rıza ġahin
287
Ölmeyen Çocuk
Not: Tekrar ediyorum, aynı babadan doğduğuna inanıyorsan, bir soydan
gelmiĢ dede soyuna bu tür maddi manevi oyunlar yakıĢmaz. Binaenaleyh
kendini ve çocuklarını söz konusu kültürün içinde bulmak istiyorsan, ayrıca
aile içinde barıĢın ve de diyalogların devam etmesini istiyorsan uyarılarıma
kulak vermen gerekecek. Bak Mahmut, Ölmeyen Çocuk adlı kitabımın
çocukluk bölümünde yazdığım gibi karĢında babadan vasiyetli ve de icazetli
bir ağabey var. Bu uyarıdan sonra aynı babadan doğmuĢ iki aile arasındaki
samimi duygular ya bitecek ya da yenilenecektir. Bunun halli tamamen sana
bağlıdır Bay Mahmut.
MUSTAFA AYDIN‟DAN BAKKAL ALMAM
(1966 NĠSAN)
O ĢaĢkınlığımla neyin ne olduğunu anlamadan bilmeden tuttum bir bakkal
devraldım. Bakkalda 7 ay çalıĢtım. 7 ay sonra bir hesap ettim. Baktım mal azalmıĢ
para meydanda yok, zarar etmiĢim. Mamafih hanım da bana yardımcı olamıyordu.
Baktım yapamıyorum, neticede Divriği‟nin Mursal köyünden Ali Rıza Yaman diye bir
arkadaĢa bakkalı devrettim. Devrettim ya ben kendimi yokladım, yine kendime
gelememiĢtim. Biraz da bakkalda zarar ettiğim durumlar beni hırpalamıĢtı.
Ben en iyisi bir açık havada ya çalıĢarak, ya da gezerek üzerimdeki stresi
atabilecektim. Zira oturduğum ev de rutubetli bir yerdi. O evden de çıkmam lazımdı.
Tuzluçayır 19 Mayıs Ġlkokulu üstünde yine Divriği‟nin Çüküzler köyünden Ali ġerik‟in
bir oda bir salon evini tuttum. Bu evde üç ay oturdum. Bazı ara iĢlerinde çalıĢtım. Bu
arada kadere bak ki, hanımın ayağı yandı. Bir akĢam üzeri saat 4-5 sularında eve
geldim. Baktım hanım sızlıyor, ayağa kalkamıyor. O sırada 6 ve 2 yaĢlarında iki tane
kız çocuğum vardı. Hanım gaz ocağından suyu kaynatır, suyu gaz ocağından
indireceği yerde çocuk arkasından entarisini çeker, Hanımın elindeki tenceredeki su
hanımın sol ayağının bilek kısmından aĢağıya dökülür ve topukla ayak üstleri fena
halde yanar. Hastaneye götürmeye hazırlanırken bir de komĢu geldi. Bu komĢum
Divriği‟nin Gâlın köyünden Halil Özkan‟dı. Önce karısı Hatice eve ben yokken gelmiĢ
görmüĢ. Sonra kocası Halil‟e iĢten gelince söylemiĢ. Bir baktım Halil geldi. Tabi ki,
üzüldü. Halil‟e dedim ki, “Halil, ben Hanımı hastahaneye götüreyim. Hatice‟ye söyle,
çocuklara ben gelene kadar baksın.” Halil, “Yok Dede! Hastaneye götürmeye gerek
yok.” dedi. Mahallede bir yanıkçı var. Bu adam Gülhane Askeri Hastahanesinde
yanıkçıdır. Ben gideyim, ona haber vereyim, o gelsin bir baksın.“ dedi. Sağolsun
Halil, hemen gitti o da paydos etmiĢ, eve gelmiĢ, evdeymiĢ. Bir baktım Halil‟le
beraber eve geldiler. Adama hoĢgeldin felan demeden ve oturmadan bana bakmaya
baĢladı. Ayakta beni bir dakika felan süzdü ve „Yahu ben seni tanıyorum.“ demez
mi? „Dur bakayım, sen Pengürt köyünden Rıza Dede değil misin?“ Ben, “Evet”
288
Ölmeyen Çocuk
dedim. „Pengürt Köyünde benden baĢka Rıza Dede isminde biri olmadığına göre o
benimdir.“
Adam devam ediyordu: „Beni tanıdın mı?“ „Hayır, ben seni tanıyamadım.“
deyince tekrar devam ediyordu. „Ben ÇamĢıhı‟ya kız beğenmeye giderken yolumu
kayıp etmiĢtim ve kıĢta kalmıĢtık. Sizin eve gelmiĢtik. Yanımda Dayım da olduğu
halde ikimiz de kıĢta kaldık ve donmak üzereydik. Sizin eve canımızı zor
atabilmiĢtik. Sen o zaman bizi bir ölüm felaketinden kurtarmıĢtın.” Yanıt: “Evet öyle
bir iki hadise olmuĢtu. O yıl 1957 senesiydi. Hatırladım Ģimdi ama hadisenin
üzerinden 13 sene geçmiĢtir. Siz gençtiniz. ġimdi çok değiĢmiĢsiniz.” dedim ve bu
heyecanlı aynı zamanda sürpiz ve mucizevi bir tanıĢmadan sonra sarım görüm
baĢladı. Hal hatır sorma sona erdi. Sonra sıra geldi Hanımın ayağına bakmaya.
Görülüyor ki, harabetilerin baĢına çok felaketler gelir ama bazen de böyle doktor
ayağına geliverir.
YANIK 45 GÜNDE ĠYĠ OLACAK
ArkadaĢımın adı Gazi idi. Gazi ise Kangal kazasının DaĢlık köyündendi. Gazi,
Hanımın ayağını inceledi, baktı ve dedi ki, „Dede, yanık çok ağır. Ama benim
tariflerime uyarsanız, ben bu yanığı 45 günde iyi yaparım. Aynı zamanda iz de
bırakmam.“ dedi.
Gazi‟ye verdiğim yanıt Ģöyle olmuĢtu: „Gazi sana önce Ģunu arzetmek istiyorum.
Allah‟ın iĢine bakın ki, 13-14 sene önce bir hadise vesilesiyle muhatap olduğum bir
insan Ankara‟ya gelecek, sonra Gülhane‟de iĢe girecek ve orada yanıkcı olacak.
Sonra ben geleceğim, baĢıma olmadık felaketler gelecek. Sonra da Hanımın ayağı
yanacak. 13-14 sene önce bir hadiseden dolayı muhatap olduğum insan bir
mahallede böylesi bir faciaya maruz kaldığım bir günde karĢıma çıkacak. Bu
mucizevi bir olay deği mi? Biz hiçbir zaman bu gibi karĢılaĢmamızdan yaptığımız
iyiliğe karĢılık beklemediğimiz halde Yaradan„ın iĢine bakın ki, zaman zaman ve
teker teker bir mucize mukabili hem de tam daraldığım zamanlarda yani ya bir Ģeye
ihtiyaç duyduğumda ya da baĢıma bir iĢ geldiğinde karĢıma çıkıyor.“
Dönelim tekrar konuya.
Gazi yarayı tedavi etti, ilk müdahalesini yaptı ve ince bir gazlı bezle sardı.
ġunları tenbih ediyordu: „Ben her gün bu saatlerde uğrayacağım. Siz benden baĢka
hiçbir kimseye yarayı elletmeyecek ve kendiniz de elinizi sürmeyeceksiniz. Ancak
ben Ģimdiden yine bir ağrı iğnesi vururum. Eğer ağrı Ģiddetini sürdürürse benim ev
buraya yakın. Çağırırsınız tekrar ağrı ilacı veririm ya da iğne yaparım.“
45 GÜN BĠTMĠġTĠ
45. gün Gazi yanığı açtı, baktı. Binaenaleyh ayakta ağrı ve yanık diye birĢey
kalmamıĢtı. Ama 45 günün tamamlanması gerekiyordu. Yani ayakta iz diye hiçbir
289
Ölmeyen Çocuk
belirti kalmamıĢtı. Gazi 45 günlük emeğine ve sürdüğü ilaçlara karĢılık bir kuruĢ dahi
almıyordu ve Ģunları söylüyordu: „Ben nasıl sizden para alabilirim Dede. Siz benim
canımı kurtardınız. Ben o günden sonra yaĢamamı size borçluyum. Aynı zamanda
Dayım da beraber.“
Ama ben yine bütün ısrarına rağmen cebine 50 lirayı zorla koyabilmiĢtim.
Kendisi hala yaĢamaktadır. Allah sağlık versin ve uzun ömür versin. Mayıs 1966 Nisan 1998. Gazi‟yle bir anım daha olacak. O da ileriki sayfalarda tekrar kaleme
alınacaktır.
ADĠL USTA
Adil usta Yozgat‟lıdır. Daha önceden Almanya‟da 6-7 sene çalıĢmıĢ, bir ara
Türkiye‟ye dönmüĢ, Türkiye‟de 3 sene kaldıktan sonra yine Almanya‟ya gelebilmiĢ, o
da bizim binada kalırdı. Kendisi Yozgatlı idi. Biraz dini bilgisi varmıĢ. Bu nedenle
kendisine Adil Hoca derlerdi. Ayrıca bir tane de yine Yozgat‟ın Boğazlayan‟dan olan
Mehmet Çandar diye biri daha vardı. Bu iki Yozgatlı arkadaĢ bir odada beraber
kalırlardı. ArkadaĢım Ahmet Kıpırtı ise bir gün bana bir soru sordu. Besbelli ki,
benim aleyhimde birĢeyler duymuĢtu ki, Mehmet Çandar da yanımızda olduğu bir
sırada, „Rıza Ağabey sana bir Ģey soracağım.“ dedi. Ben ise, „Buyurun Ahmet,
sorun.“ dedim.
ALEVÎLĠK
„Alevîler hakkında çok kötü Ģeyler söylüyorlar. Acaba bu doğru mu?“ „Sorunu
anladım Ahmet. Açıklamana gerek yok. Ayrıca sana böyle bir çirkin kelimeyi kimin
söylediğini de biliyorum. ġimdi sen beni dinle. Esas doğruyu benden öğrenirsin.
Ama izin verirsen önce bu çirkin ve kendine layık kelimeyi kim söyledi ise ona bir
yanıt vereyim. Sonra da sorunu cevaplayayım. Saygıdeğer arkadaĢım. Bunu sana
söyleyen kimse o insan muhakkak Ebu Suud efendinin torunudur. Malumunuz
Yavuz Sultan Selim vardı. Bu zat üç kardeĢini öldürttü. Sonra babası Ġkinci Bayezit‟i
zehirletti, öldürttü. Sonra halifelik makamını ele geçirdi. Bu katil PadiĢahın bir
ġeyh„ül Ġslâmı Ebu Suud vardı. Melun, bu Ebu Suud‟un fetvasına uyarak Alevîler„e
toplu kırım yaptı. Ebu Suud‟un içtihatına göre sözde gayrı ciddi bir dinî inancı olan,
Ģeriata uymayan Alevîler hakkında Ģöyle bir ferman çıkarmıĢtı.
FERMAN ġUYDU:
„KızılbaĢ Alevîler sultanımız Osman‟ı âli‟ye, padiĢahımızın emirlerine uymamıĢ
ve karĢı gelmiĢlerdir. Bunlar Ģeriata inanmadıkları için Müsülman değildir. Bunların
katli vaciptir. Bu rafıziler nerede bulunursa öldürüle.“ diyordu.
Ne hazindir ki, Ġslâm„ın özü olan safi temiz olan Alevî Toplumuna böylesine yüz
kızartıcı olan bir iftirayı atfetmiĢlerdir. Size böylesine çirkin olan, aynı zamanda
yüzyıllar önce yaĢamıĢ bir iftirayı söyleyen de o Ebu Suut„un torunudur.
290
Ölmeyen Çocuk
Umut ederim bu insan duysun gelsin benimle tartıĢsın. Zaten o insan tahmin
ederim ırakta değildir. Bu yakınımızdadır.
Değerli arkadaĢım Ahmet, tam tersine Osman„ın Kur‟an nüshası diye
çoğalttırdığı, günümüzde de Sünni hocaların tefsir ettiği Bakara süresinde hülleletme
vardır. Alevîler bunu ayet diye kabul etmez. Kesinlikle ret ederler. Nerde kalmıĢ ki,
yine Alevîler„de namus üzerinde vuruculuk vardır. Alevî milletinin namus
meselesinde titiz olduğu kadar hiçbir millet titiz değildir. Bu gibi dedikodular iftiradan
ibarettir. Lanet olsun onlara.“
Binaenaleyh ben bu konuĢmalarımı yaptıktan sonra Mehmet Çandar
konuĢmaya baĢladı ve Ģöyle dedi: „Bizim yakınımızda bir Alevî köyü var. O köyde
akĢam toplantıları düzenleniyor ve mum söndürüyorlar. Hatta bizi de bir gün davet
ettiler. Biz gitmedik.“ dedi.
Mehmet Çandar‟a yanıt: „Sayın Mehmet, sen Ģimdi bu aleyhtarlığını yineledin.
Aslında daha önce söyleyenin de sen olduğunu bu konuĢmanla ortaya koymuĢ
oldun. ġimdi bakalım bu ortaya attığın yalanı ispatlayabilecek misin? Daha da
kötüsü, kendini kurtarabilecek misin? Mamafih ben ve benim konuĢmalarımı
anlayabilseydin, böyle bir talihsiz konuĢmayı yapmazdın. ġimdi soruyorum: sen bu
olayı gidip gördün mü? Ve bu çirkin iĢi yapan köyün ismi nedir? O köyden hiç
kimsenin ismini biliyor musun? Bütün bunları söyleyeceksin, ben yazacağım. Hadi
bakalım senden cevap bekliyorum.“ Maalesef Mehmet Çandar‟dan ses seda yoktu.
Ben sorumu yeniledim: „Sayın Mehmet, ister doğru söyle, istemez isen söyleme.
Senin bir tek kurtulma Ģansın var, o da özür dilemen. Bu iftira ve yalan sözünden
vazgeçmen. Aksi halde yarın kendini konsoloslukta bulacaksın. Zira söylediğin
sözler ırkçılıkla ilgilidir.“
Hem de insan sözüne, kiĢiliğine sahip çıkar. Görüldü ki, çirkin iftirayı söyleyen
kiĢi söylediği sözü iki dakika sonra geri yutmaya baĢladı. Ama emin olun ben
Mehmet‟in yakasını bırakmayacağım. Velhasıl yalan, gerçek burnunun ucuyla bir
özür dileyerek çıkıp gitti. Ama bakalım sonunda nasıl bir bomba patlayacak. Mehmet
Çandar gitti, 10 dakika sonra Adil Usta baskına geldi. Odada Ahmet‟le ben, bir de
Ahmet‟in yanında Çorumlu Mehmet vardı. Onunla da dinleyici olarak samimi bir
havada muhabbetimizi yaparken Adil Usta apar topar bir heyecanla kapıyı açtı, daldı
odamıza, baĢladı, hakaret dolu sözlerle Ģunları söylüyordu Adil Usta: „Ahmet, bana
bak bu adam Alevî ve KızılbaĢtır. Bu Müslüman değildir. Bu adam burada Alevîlik
propagandası yapıyor. Bak sana söylüyorum: bu adamın kafasını kırın, yoksa senin
kafan kırılır.“
Adil Usta„yı çağırır, „Sayın Adil Usta ben seni tanımıyorum. Ayrıca ben Alevî ya
da Sünni propagandası da yapmıyorum. Ben burada arkadaĢımla kendi halimizde
muhabbet ediyoruz. Siz eğer iddianıza göre bir insansanız ya da Müslümansanız
böyle hakaretli palavra konuĢmayı bırakın. Gelin oturun konuĢalım, yoksa bizi
rahatsız etmeye hakkınız yoktur.“ Dediysem de Adil Usta kendine layık sözleri sarf
291
Ölmeyen Çocuk
etmeye devam ediyordu. Ahmet, artık daha fazla tahammül edemedi: „Adil Usta
benim adıma gelip beni ve misafirimi rahatsız etme. ArkadaĢımın dediği gibi ya otur
konuĢ, ya da çık burdan git.“ dedi. Adil Usta gitti. Adil Usta gittikten sonra aradan bir
ay felan geçmiĢti. Ayrıca Adil Usta„nın söylediği çirkin sözleri kendisini rahatsız
etmiĢti. Bir ay sonra iĢyerimde bana özür dilemeye gelmiĢti.
Bir öğlen zamanı yemek paydosu yaparken, atölyemizin içinde iĢçilere tahsis
edilmiĢ bir salon vardı. Bu salonda yemek zamanı, istirahat zamanı yemek yer,
çayımızı kahvemizi içerdik, dinlenirdik. Adil Usta orada geldi, beni buldu, Ģunları
söyledi: „Rıza, senden özür dilemeye geldim. Beni affet.“ Ben ise, „Hayr„ola arkadaĢ,
rüya mı gördün?“ dedim. Adil Usta, „ArkadaĢ benim sana söylediğim sözler
tamamen yersiz ve haksızmıĢ. Okudum ve öğrendim, dolayısıyla bir doldurmaya, bir
heyecana kapıldım. O gün seni incittim. ġimdi ben sana geldim, özür diliyorum,
bağıĢla beni.“
Adil Usta„ya yanıt: „Sayın Adil ben anlamıĢtım zaten. Özürünü Ģahsım adına
kabul ediyorum. Ben zaten küskün değilim. Zira benim söylediğim sözler ise bana ait
de değil. Ancak tarih boyu böyle mesnetsiz ve delilsiz sözlere ve hakaretlere Alevî
Toplumu maruz kalmıĢ bir millettir. Bunlardan biri de benim. Ben de o toplumun bir
ferdiyim. ĠĢte kendinde gördün ki, o kadar hakaret dolu hücumlarına karĢı bir cümle
desen Ģahsına karĢılık olarak kötü söz kullandım mı?“ Verilen cevap: „Hayır.“ „Peki
ama neden? Yanıt Ģudur: Ben iyi biliyorum ki, kabahat sizin değil. Bu çirkin ve
asılsız sözler Ebu Suut„un ve ġeyh„ül Ġslâm„ın uydurmuĢ olduğu fetvalardır. Ama bu
gibi fetvalar bazı çevrelerin iĢine yaramıĢ. Dolayısıyla bu çirkin ve insan onuruna
yakıĢmayan fetvaları cami hocalarına da yansıtmıĢlar. Hocalar da mütevellit
zamanlar güya sizlere vaaz etmiĢlerdir. Binaenaleyh o gibi hocalar Kur‟ana göre ve
tarihi vesikalara göre değil, elinde hazırlanmıĢ broĢür halinde maksatlı ve gayeli
yazılmıĢ kitaplar ve programa göre vaaz ediyor. Sizlere gelince sizler günahsız ve
sadece dinleyen ve okuyup gerçekleri öğrenen Müslümanlar değilsiniz. Sayın Adil
ben de sana sert cevaplar verebilirdim. O arada aramızda Ģiddetli kavgalar
çıkabilirdi. Peki o zaman ne olacaktı? Ne ise, konuyu daha fazla uzatmak
istemiyorum. Ancak izin verirsen kendimden size birkaç söz edeceğim.“
Adil dinliyordu: „Bakın Adil Usta ve dinleyenler, ben bir Dede çocuğuyum.
Dedeler esasında gerçek Ġslâm„ın hocalarıdır. Görüyorsunuz, Anadolu‟nun her
tarafında bir yatır vardır. Bu yatırlara ocak da denir. Birinci Sultan Selim‟e kadar bu
ocaklar dergâh olarak çalıĢıyor. Bu ocak sahibi dedeler Hz. Muhammed ve Hz. Ali
soyundan, daha sonra Musa Kâzım‟ın seyyidiler neslinden gelenlerdir. Hacı BektaĢ-ı
Veli de bunlardan biridir. Ocak sahibi dedeler mektep medreselerde yetiĢmiĢ, dünya
iĢleriyle uğraĢmayan, sadece manevî ve kültürel bilgilerle donatılmıĢ, Kur‟an-ı
Kerim‟e göre halka hocalık yapan gerçek insanlardı. Bizlere gelince, Yavuz Sultan
Selim‟in mezalimi karĢısında mektep medreselerden okullardan men edilmiĢ, hatta
ölüme iĢkencelere maruz tutulmuĢ, sindirilmiĢiz. Dedelerimiz dağlara, verimsiz
yerlere kaçmıĢ. Dağ baĢlarını, ovukları mekân tutmuĢ ama canlarının pahasına
292
Ölmeyen Çocuk
olsun yine de mezalimlere göğüs germiĢ, gerçek Ġslâm„ın tarih boyu savunuculuğunu
yapmıĢlardır. Halâ da yapmaktadırlar. ĠĢte bizim sabır ve tahammül kaynağımız
bahsettiğim tarihin derin kaynaklardan gelir.
Sizlere gelince, esas doğru ve Ġslâm bilgilerini bizden ve de tarafsız yazılmıĢ
kitaplardan alabilirsiniz. Zira biz sizlere verdiğimiz bilgilere karĢılık ücret almayız.
Görülüyor ki, hocalar hem bizim paramızı alıyor hem de devlet desteğiyle bizlere
doğru yerine yalanı Kur‟an‟ın yerine Ġcma Kararlarını öğretiyorlar. Olay budur Adil
Usta.“
Binaenaleyh bu konuĢmam yaklaĢık 45 dakika felan sürdü. Adil Ustayla barıĢtık.
Dinleyenler de hepsi birlikte teĢekkürlerini ilettiler. Böylece anımız burada
noktalanmıĢ oldu. 1970 Kasım ayı, kaleme alınıĢ tarihi 1998 2 Eylül.
AHMET KIPIRTI, ZÜLFÜ PEKPAK VE HACI
Hacı adında bir de Erzincanlı arkadaĢımız vardı. Heim„da bunlar oldukça sık
konuĢtuğum arkadaĢlardı. Hacı aĢırı dinciydi. Et cinsi yemez, bira ve alkollü içki
kullanmazdı. Ama atıp tutmayan, yalan dolan bilmeyen, temiz yürekli, namaz kılan,
30 gün orucu tutan bir arkadaĢımızdı.
Zülfü‟ye gelince, Zülfü de Alevî„ydi. Fakat Alevî olduğunu benden baĢkası
bilmezdi, kendini gizlerdi.
Ahmet Kıpırtı‟ya gelince, Ahmet de Sünni inançlıydı. Fakat oruç namaz gibi
olaylarla alakası yoktu. En çok konuĢtuğum, alıĢveriĢ ettiğim bir insandı.
ĠĢin garibine bakın ki, günümüzde insanlar iyi niyetlerden yararlanıyor. Sonuçta
insanî samimiyetleri ve kültürel değerlerini bir anda tepeliyor. Kendi kiĢisel çıkarlarını
öne geçirebiliyorlar. Velhasıl onu elde edemeyince de bir müddet sonra diyaloglarını
sona erdiriyorlar. ĠĢte arkadaĢlarımın birçokları bu akibetlere mahkûm olmuĢlardır.
Örneğin Ahmet Kıpırtı. Ahmet ve ben ailelerimizi yanımıza aldık, eski
adreslerimizden ayrıldık. Ama iĢlerimiz aynı firmada, ayrı iĢ bölümünde çalıĢıyorduk.
Yani istersek her gün birbirlerimizi görme imkanlarımız vardı. Bu arkadaĢım bir ara
benden 500 mark ödünç para almıĢtı, gayet normaldi. Zira Türkiyeli arkadaĢlar
olarak birbirlerimizle bu tür yardımlaĢmalarımız olurdu. Ahmet„in bir ay sonra
ödeyeceği parayı bir yıl boyu evine gele gide istemekten artık bezmiĢimdir. Ve
neticede 3-4 taksitle ve ağır tenkitlerle 500 markı çıkarabilmiĢimdir. Aynı firmada
olmamıza rağmen bir daha da birbirimizi göremedik.
Zülfü‟ye gelince, Zülfü‟yle de çok az miktarda para alıp verme samimiyetlerimiz
oldu. Fakat Zülfü ArkadaĢ hayattan hiçbir Ģey bilmiyordu. Sadece palavralarla
kendini avutan bu tür insanla ne kadar ve ne zamana kadar diyaloğunu
sürdürebilirsin ki? Her Ģeyden önce birbirimize muhatap olamıyorduk. Bu nedenle o
da elenmiĢ oldu.
293
Ölmeyen Çocuk
Hacı ArkadaĢımıza gelince; Hacı temiz yürekli, sözüne, borcuna, alıĢveriĢine
sahip bir insandı. Bütün bunlara karĢı kendini yaĢatabilecek gıdaları yiyip içmeyip
sağlığını tehlikeye düĢürdü. Zira çorbadan, çaydan, makarnadan baĢka yiyecek
kullanmazdı. Böylelikle hastalandı, hastaneye düĢtü. Ölümden kılpayı kurtuldu.
Doktorların koyduğu teĢhis gıdasızlıktı. Zira 1.70 boyunda olan Hacı 40-45 kiloya
kadar düĢmüĢtü.
Hacı„nın mazisi Ģöyle noktalanmıĢtı. Hacı 45 gün Erzincan‟a izine gider, bu 45
gün izninde köyde kendini güzel bir besiye çeker. Ġzinden dönerken de yanına 5 kilo
bal, 10 kilo da et kavurması getirir. Hacı gelir gelmez bir de aile evi tutar. ĠĢ yerime
gelir, beni evine davet eder. Ben ise bu davete karĢılık pazar günü Hacı„nın evine
giderim. Hacı„nın evine gittim ama gördüğüm Hacı eski Hacı değildi.
Hacı kilo almıĢ, eli yüzü parlamıĢ, evini de çok güzel bir temizlemiĢ ve düzen
vermiĢ. Bu arada Hacı çayımızı kaynatıp getirdi. Fakat kendisi ara sıra mutfağa gidip
geliyordu. Sordum, „Yahu Hacı otur, Ģurda iki konuĢak. Ne diye sık sık kalkıyorsun.“
Hacı, „Rıza Ağabey, dur hele benim sana sürprizlerim var.“ dedi. „NeymiĢ bu
sürprizin Hacı, hayr‟ola!“ Hacı, „Rıza Ağabey, dur bakalım, sen bana az mı izah
verdin. Az mı akıl öğrettin. ĠĢte o günlerin sohbetlerinin karĢılığını Ģimdi göreceksin.“
„Yahu Hacı beni iyice merak sardı. Sen ne yapacaksın?“ O yılda Kıbrıs Harekatı
olmuĢ, Kıbrıs Harekatının bittiği günden 20 gün sonraydı.
Bizim Hacı bir de baktım, masayı kurdu, yaklaĢık yarım kilo kuru koyun etinden
yapılmıĢ kıymayı bir tabağın içinde getirdi. BaĢka yemekler de getirdi. „Bunlar
normal ama esas sürpriz olan neydi?“ diye ben halâ onu merak ediyordum. Bir
baktım Hacı bir tabakta kuruyemiĢ getirdi. KuruyemiĢ yemeklerin yanı sıra gelince
ben manzarayı çaktım. Ama Ģenlik olsun diye Hacı„ya tekrar sordum, „Yahu Hacı, bu
güzel yiyecekler, kolalar varken Ģu kuruyemiĢin manasını anlayamadım arkadaĢ.“
Hacı, „Ah Rıza Ağabey, esas iĢin sürprizi iĢte o olacak.” dedi. Hacı bir de baktım, bir
viski ĢiĢesini gizleyerek getirdi, masanın ortasına dikti. „Eee Hacı hemĢehrim, hele
söyle: sen içkiye haram derdin. Et türü yiyeceklere domuz eti karıĢmıĢtır, gâvur eli
değmiĢtir diyordun. Ama Ģimdi gördüm ki, viskiyle baĢladın.“ Hacı‟dan yanıt: „Amaan
Rıza Ağabey hepsi boĢaymıĢ. Örneğin ben ölümden kılpayı kurtuldum. Peki
ölseydim benim ailem, çoluk çocuğum ne olacaktı? O Ģekilde kazandığım sevap
çocuklarımı kurtaracak mıydı?“ Hacı devam ediyordu: „ĠĢte bugün sana sergilediğim
bu nimetler de o geçmiĢin kör piĢmanlığıdır.“
Binaenaleyh daha viskiye dudaklarımızı sürmemiĢtik. Hemen kalktım, „Ulan
Hacı, gel bir öpüĢek. ArkadaĢlarımın içinde böylesine doğru söyleyen, zararlardan
dönmeyi bilen bir tek sen çıktın.“ Yanıtlarıma karĢılık yine devam etti ve dedi ki,
„Rıza Ağabey, hele birer yudum alalım, daha sonra ne sürprizler çıkaracağım
göreceksin.“ dedi. Neyse viskimizi yudumladık. Nimetleri yemeye baĢladık. Hacı„nın
bir de pikabı vardı. Getirdi bir plak koydu. O yıllarda adı yeni duyulmuĢ olan Ali
Kızıltuğ imiĢ. Ben tanımadım. Ayrıca o yıl Kıbrıs çıkarması yapılmıĢ, Kızıltuğ bir
294
Ölmeyen Çocuk
plakta Kıbrıs‟a türkü söylemiĢ, o plaktaki türküyü ilk defa duyuyordum. Böylece
muhabbetimize, yemeye içmeye devam ettik. Hacı 1984 yılında Türkiye‟ye dönene
kadar arkadaĢlığımız devam etmiĢti. 1984 yılında Hacı benden iki ay önce
Erzincan‟a kesin dönüĢ yapmıĢtı. O günden sonra daha da görüĢemedik. Hacı„yla
13 yıl arkadaĢlığımız olmuĢtu. YaĢıyorsa Allah selamet versin, öldüyse Allah rahmet
eylesin. 1984 - 1998 5 Eylül.
HASAN SÜRERER / EROL ERGÜN
Önceki sayfalarda sözünü ettiğim anımın devamıdır bu anı. Sonradan bana
dönüp Heim„da tartıĢtığımız dini konulardan dolayı özür dilemeleri. Bu arkadaĢlarım
Heim„da 5 ay kaldıktan sonra ben kendime bir oda bulmuĢ ve bu arkadaĢların
yanından çıkmıĢtım. Yeni adresim 2000 Hamburg 72- Bernerstieg Wonheim„dı.
Burası devlete ait Arbaitsamt konutu idi. Bu konutlar kaloriferli, çok modern ve
kullanıĢlıydı. Ancak orasının da her katında geniĢ ve her teferruatı yapılmıĢ geniĢ bir
mutfak ve bir banyo vardı.
Her kat iki kısıma bölünmüĢ, her bölümde dört oda vardı. Dört odanın kendine
ait bir banyo ve bir tuvaleti vardı. Her bölümün de kendine ait bir mutfağı vardı. KöĢe
baĢlarına rastlayan odalar büyüktü. Bu odalarda iki kiĢi yatıyordu. Ayrıca kendilerine
ait bir de duĢ kabini vardı bu odaların. Ben önce bu iki kiĢilik odayı, kendine ait bir
duĢ kabini olan bu odayı bulabilmiĢtim. Böyle bir odayı buldum ve yerleĢtim. Ama
gelelim arkadaĢıma. Oda arkadaĢım Alman‟dı. Odaya ilk giriĢimizde birimizin Türk,
birimizin Alman olmasına sevinmiĢtim. Maalesef benim sevinmem birkaç hususu
içeriyordu. Birincisi iki ayrı millet bir arada uyum sağlayabilirse ben bundan çok
mutlu olacaktım. Ġkincisi birimiz Almanca, birimiz Türkçe öğrenme açısından
yararlanacaktık. Ayrıca odamızdaki radyodan, televizyondan, müzik aletlerinden
müĢterek yararlanacaktık. Mamafih benim düĢüncelerim böyleydi. ArkadaĢımın adı
Rainer idi. Rainer benim gibi düĢünmüyordu.
Yukarıdaki anlattığım olguların hiçbirisine Rainer‟nın ihtiyacı yoktu. Oysa ki,
odada ne kadar müzik aleti varsa hepsi benimdi. Ayrıca Rainer çok pis ve hayvansı
yaĢamayı seven bir insandı. Bu nedenle bu arkadaĢtan da ayrılmam gerekiyordu.
Bereket yanımızdaki odada oturan Türk arkadaĢım odadan çıkıyordu. Bu arkadaĢ
Gaziantepli Alparslan Arslan, evlenmiĢ, yeni bir aile evi tutmuĢ, odadan çıkacaktı.
Bu arkadaĢ ise çok iyi niyetli bir arkadaĢtı. 49-50 yaĢlarına gelmiĢ bu insan yeni
evleniyordu. Bu arkadaĢlarımla da anılarım vardır. Onu da ileriki sayfalarımda
kaleme alacağım.
Alparslan‟la HausUstabaĢı‟na gittik. Yani o binanın yönetim baĢkanı
hanımefendiye gittik, keyfiyeti anlattık. Yönetici hanımefendi bize imkan tanıdı ve tek
kiĢilik odayı bana devretti. Böylece Rainer Alman arkadaĢımdan kurtuldum, tek
kiĢilik odaya yerleĢtim. Ġlk oturduğumuz adresten taĢındığım bu adreste sadece dört
ay oturdum. Bu arada ve yukarıda sözünü ettiğim Hasan Sürerer, Erol Ergün ikisi
295
Ölmeyen Çocuk
birlikte odama gelmiĢlerdi. Onlara elimden gelen saygı ve hürmette kusur etmemeye
çalıĢtım.
ġimdi bu iki arkadaĢımı dinleyelim. Hasan, „Selamünaleyküm eğem, biz geldik.“
„HoĢ geldiniz, sefa geldiniz eğem. Hasan yörüm, Rıza biz seni incittik. Seni
küstürdük. ġimdiyse senin gönlünü almaya ve özür dilemeye geldik. Gerçekten sen
o zaman doğru sözler ettin. Ama biz seni anlayamadık. Sonraları anladık ki, Ekrem
TaĢdemir bizi tahrik etmiĢ. Sözde o bizim büyüğümüzdü, bizden iyi bilir dedik. Oysa
Ekrem sadece menfaati için bizden yeyip içmek için bizi kullanmıĢ eğem. Netice
olarak kabahatımızı anladık. Senin gönlünü almak için geldik. Sen de bizden
büyüksün. Artık bizi affedersin. Aramızda bundan böyle ayrılık kalmadı eğem. Sen
gittikten sonra zaten çok sürmedi 15-20 gün geçti, Ekrem‟le kavga ettik. ġimdi
hiçbirimiz onunla konuĢmuyoruz.“ Hasan Sürerer konuĢurken Erol da sadece
dinliyordu. Hiçbir kelimeye kadir olmuyordu. Bir ara sordum, „Erol sen niçin
konuĢmuyorsun?“ dedim. Erol, „Ne konuĢam eğem. Hasan ikimizin yerine
konuĢuyor.“ diye cevap verdi. Bu arkadaĢlarım Gaziantepliydi. Birbirlerine saygılı
olduklarını ilk etapta anlamıĢtım. Yani birisi konuĢurken aynı konuyu diğeri
konuĢmaz. Biri diğerinin sözünü kesip önüne geçmezdi. Böyle saygıdeğer
insanlardı. Neyse ki, onların bu Ģekildeki yaklaĢımlarıyla, özür dilemek, gönlümü
almak üzere yaklaĢık 20 kilometre ıraktan yanıma kadar gelmiĢlerdi.
Bana gelince bu saygıdeğer arkadaĢlara yanıtım Ģöyle olmuĢtu: „Saygıdeğer
arkadaĢım Hasan, siz ki; hatanızı ve Ekrem gibi bir insanın tahrikini anlamıĢ, idrak
etmiĢ, buraya yanıma kadar gelmiĢsiniz. Sizi af etmemek de ne demek olur? Bilakis
kendinde noksanlık veya hata gören insan dünyada en değerli insandır. Aslında ben
o zaman da söylemiĢtim. Bundan böyle bizler bir kardeĢiz ve dostuz. Ben de sizlere
çok teĢekkür ediyor saygılarımı sunuyorum.“ Binaenaleyh Gaziantepli arkadaĢlarla
aramız bu Ģekilde düzeldi. Hamburg‟dan ayrılıncaya kadar birbirlerimizi görür ve
birbirlerimize misafir olurduk. Allah onlara selamet versin. 1970 – 1984 arası
muhataplığımız, 1998‟de kaleme almamdır.
ALMANYA‟YA ĠLK DEFA HANIMI GÖTÜRECEĞĠM
23.12.1970 noel bayram tatili. Aralık ayında hafta tatilleri 1970-1971 izini birlikte
2 ay izine gideceğim, Hanımı getireceğim.
Hanımı getirmem için gereken koĢullar Ģunlardı: 1. Almanya‟da bir yıllık iĢçi
olmam yani bir yıllık kontratın bitmiĢ ve çalıĢma oturma müsadelerin yenilenmiĢ
olmasıydı, 2. Bir tek hanım gelecek ise iki odalı bir ev bulmuĢ olman, 3. evini
yabancılar dairesi ilgililerine tespit ettirmen, 4. eline kâğıdı alman. Bu dört madde
kapsamındaki koĢulları tamamlarsan aileni Almanya‟ya getirmeye hak
kazanıyordun.
Maalesef yukarıdaki koĢulların hiçbirisini yapmadan hatta kontratım dahi
bitmeden henüz 7 aylık iĢçi olarak 1 yıl olmaya 5 ay varken ben izin alıp Türkiye‟ye
296
Ölmeyen Çocuk
gelip Hanımımı Almanya‟ya götüreceğim. Hiç olacak iĢ mi? Almanya‟da, hatta bu
iĢyerinde 6 yıldır çalıĢan arkadaĢıma bu keyfiyeti anlattım. ArkadaĢımın adı Erol
Becerikli idi, kendisi Bursalı„ydı. Bu arkadaĢım kafasını havaya kaldırıp tangır tangır
gülmüĢtü. Erol Ģu cümleleri konuĢuyordu: „Yahu Rıza, senin iĢlerin Nasrettin
Hoca‟nın iĢlerine benziyor.“ Erol‟a yanıt: „Doğrudur Erol ArkadaĢım, Nasrettin Hoca
göle yoğurt damızlığı atmıĢ, baĢına toplananlar senin güldüğün gibi gülmüĢler,
„Yahu bu adam bunamıĢ, göl yoğurt tutar mı?“ demiĢler. Hoca Efendi, „Ben de
biliyorum tutmayacağını. Ama ya tutarsa.“ diye o baĢına toplanıp gülenlere yanıt
vermiĢ.“ Erol arkadaĢımın dediği gibi ben de biliyorum mevzuatta en az dört madde
koĢul varken hiçbirini dahi yapmadan, üstelik önümüzdeki senenin izniyle birlikte
yaklaĢık 45-50 gün izin istemek ve almak hem mevzuata ters hem de hiç hak
etmediği bir hakkı istemek mantığa da ters düĢüyordu. Böyle bir baĢvuruyu
yaparken çok düĢünmem gerekiyordu. Benim kafamdaki hukukum Ģunu söylüyordu.
Bir insan yapacağı iĢi düĢünerek karar verir, mantığı olur dedi ise, karĢı muhatpı da
ikna etti ise o iĢ olur.
Erol ArkadaĢım doğru söylüyor. Ġlgili tarafından kovulabilirim. Ġlgili makam,
„Yahu sende hiç akıl yok mu? Hangi mantığa göre böyle bir baĢvuru
yapabiliyorsun?“ diyebilirdi. Zira bu gibi hakaret unsuru, onur kırıcı mahiyetteki
tenkitlere maruz kalabilirdim. O taktirde ne olurdu? Öyle bir tenkite maruz kaldığım
zaman rezil ve rüsva olurdum. Belki aylarca, belki de ölünceye kadar kiĢiliğimden
taviz vermiĢ bir insan olarak üzüntü içinde yaĢayacaktım. Çünkü hakkım olmayan bu
baĢvuruyu bilmeyerek değil, bilerek yapıyordum (bu bir istekti). Yani iĢin içinde bir
bila istisna vardı.
GEREKÇE BULACAĞIM
Ben ise bu izini almayı kafama yerleĢtirmiĢ, kararımı kesin almıĢtım. Mutlak
böyle bir izni almam gerekiyordu. Binaenaleyh böyle bir baĢvurumun geri
dönmemesi, yukarıda anlattığım itamlara maruz kalmamam için çok düĢünüp bir
formül bulmam lazımdı. Ġyi güzel de böyle bir formülü hangi kafayla, hangi bilgiyle
bulabilecektim?
Önceki anılarımda belirtmiĢimdir. Ben hiç okula gitmemiĢ, kendiliğinden
okumayı öğrenmiĢ, çok küçükken hem anadan hem babadan yetim kalmıĢ, yetim
büyümüĢ, zor konuĢabilen bir insanım. 34 yaĢındaydım. Zira önkoĢul olan 4
maddede sıralanmıĢ iĢlemlerin önüne geçebilecek ilgili makamı ikna edebilecek bir
formül hakkında yazılı kaynak yoktur. Mevzuat, kanunlarda yoktur. Bulunabilecek
formülün kaynağı sadece mazuriyete dayalıydı. Eğer ileri süreceğim mazuriyetler
inandırıcı olursa, ikna edebileceğime inanıyordum. Zira atölyede iĢe baĢladığımın
15. günü benzeri bir iĢi baĢarmıĢtım. O baĢvurmamda da Erol ArkadaĢım gülmüĢtü.
O da Ģu idi. Ankara‟da esnaflara borcum vardı. Bu borçlarımı kapatabilmem için 300
Mark„a ihtiyacım vardı. Oysa ki biz iĢe yeni baĢlamıĢ, hiç para haketmemiĢ, haftada
20 Mark avans alıyorduk. Buna rağmen 300 Mark„ı iĢverenimden borç alabilmiĢtim.
297
Ölmeyen Çocuk
Erol ArkadaĢım ise, gülmesinde haksız çıktığını anlamıĢ, özür dilemiĢti. ġimdi de
Erol o vakayı unutmuĢ olacak ki, yine gülüp beni küçümsüyordu. Neyse dönelim
maziye.
ĠKĠ YILLIK ĠZĠN ĠÇĠN BAġVURU DĠLEKÇESĠ
Dilekçem Ģöyleydi.
Ġkinci tank atölyesi ustabaĢına.
Konu: Blohm+Voss AG„de izin hakkında.
AĢağıda yazılı mazuriyetlerime binaen 1970 izin hakkımla birlikte 1971 yılının
izinini peĢin kullanmak üzere 2 yıllık izin hakkımı kullanmak istiyorum.
Mazuriyetlerim.
Türkiye‟de üç çocuğum ve bir hanımım vardır. Benim anam babam
olmadığından ailem Türkiye‟de, ben Almanya‟da ayrı yaĢam koĢullarımızda sıkıntı
çekiyoruz ve mağdur oluyoruz. Binaenaleyh ailemi yanıma getirmem için. Ayrıca
Türkiye‟de bir takım iĢlerimi toparlayıp ayarlamak ve aile pasaportlarını
hazırlayabilmem için yukarıda zikrettiğim iki aylık uzun bir izine ihtiyacım vardır.
Gereğinin yapılmasını saygıyla arz ederim. Personel No: 04807
Rıza ġahin
15.12.1970
Not: Ġzine gitmek istediğim tarih 23.12.1970.
BaĢvuru yazılı dilekçem Ģöyledi. ĠĢ yerinin tam adresi: Tank Firması Atölye 2,
Brenner (oksijen) kısmı, (UstabaĢı) UstabaĢı. Sascha. 2000 Hamburg 11
Blhom+Voss A.G.
EROL BECERĠKLĠ
Erol Becerikli ArkadaĢımın ismi bir önceki anımda geçmiĢti. Erol Becerikli benim
yaĢıtımdı. Kendisi çok değerli, yardımsever bir insandı. Tank atölyesinde iĢe
baĢlarken ilk tanıĢtığım insandı. Kendisiyle atölyede olduğumuz günler her gün
birlikte kahve içerdik. KonuĢmadığımız gün olmazdı. Erol‟la bazen siyaset, bazen
din konuĢmalarımız ve tartıĢmamız olurdu. Erol içkiyi de çok içerdi. Ben onun kadar
içki içemezdim. Ama bazen birlik olurduk. Erol‟la iĢ yerinde baĢlattığımız o samimi
muhabbetimizi, diyaloğumuzu evlerimize de taĢıdık. Birbirlerimize aile misafirlikleri
yapardık. Uzun yıllar yiyeceğimizi, içeceğimizi, hatta sorunlarımızı paylaĢtık.
Velhasıl Erol‟la 13 sene bir atölyede arkadaĢlık yaptık. Erol anlattığım gibi
sadece bir mesele için gülmüĢtü. Bu gülme ise 13 senelik tatlı ve mutlu arkadaĢlık
karĢısında sıfır sayılır. Yalnız Erol‟a üzüldüğüm bir nokta oldu. Erol çok içki
298
Ölmeyen Çocuk
içtiğinden sağlık durumu bozulmuĢ, bir yıl benden önce Bursa‟ya dönüĢ yapmıĢtı.
Kendisiyle son bir daha görüĢmek nasip olmamıĢtı. Eğer yaĢıyorsa Allah‟tan ona
sağlıklı günler diliyorum. 1983-1998.
ALĠ TAVUKÇU
Ali Tavukçu Manisa‟nın Kulalı Nahiyesinden olduğunu söylüyordu. Bu
arkadaĢım ve ismini unuttuğum iki arkadaĢıyla birlikte 15 gün benden önce
Türkiye‟den gelmiĢ, aynı sanatta ve aynı atölyede iĢe baĢlamıĢlardı.
Ġlk baĢlayanlardan ben dördüncü isimdim. Erol Becerikli altı yıllıktı. Ama o, aynı
atölyede taĢlama iĢleri yapardı. TaĢlama iĢçisi bizim yaptığımız iĢin tesfiyesi
sayılıyordu. Biz oksijenle yakarak keserdik. O da diğer birkaç arkadaĢlarla eğri
yerlerini düzeltirlerdi. Atölyeye ve bizim iĢe benden sonra 10 kiĢi daha gelmiĢti. Bu
arkadaĢlardan aklımda kalan isimler Ģunlardı.
Battal Turhan KırĢehir‟in Kaman ilçesi Ġsa Hoca Nahiyesindendi. Ömer Osman
Göktal Sivaslı„ydı. Muzaffer Çimendağ Kars‟lıydı. Arif‟in soy ismini bilmiyorum, bu
arkadaĢ da EskiĢehir‟in Sivrihisar‟ın Sarı Köyündendi. Hüseyin Duman Adanalı„ydı.
Hayri Fırat da Adana‟lıydı. Sait Tulun Konya Ereğli‟dendi. Ali Tandoğan Bingöllü„ydü.
Zeki ÇalgınbaĢ EskiĢehirli, aynı kısımda presçiydi. Muzaffer Arslan Samsun‟luydu.
Ġsimlerini hatırlayamadığım birkaç arkadaĢ daha gelmiĢ, 3 ila 4 ay çalıĢtıktan sonra
çıkıp gitmiĢlerdi. Oksijenci olarak ilk iĢe baĢlayan Ali Tavukçu ile ben vardık.
Diğerlerine Ali ve ben birer buçuk ay sürelerle iĢ öğrettik. Ben 10 arkadaĢa iĢ
öğrettim. Bu Türkiyeli arkadaĢlara iĢ öğretirken iĢveren bize fazla bir ücret ödemedi.
Biz hem kendi iĢimizi yapardık hem de kendi özverimizle de arkadaĢlarımıza iĢ
öğretirdik.
BU ARKADAġLAR SONUNDA ALEYHĠME ÇIKTILAR.
NASIL MI?
Türkiye Toplumu arasında varedilmiĢ sözde din zıddiyeti ne acıdır ki, bilim
çağımızda hala Ģiddetini sürdürmektedir. T.C. Devleti bu sorunu aĢamadığı
müddetçe de batı uygarlığına uyum sağlaması hatta kendi toplumu arasında huzur
sağlaması mümkün değildir. Görülüyor ki, yüzlerce sayı baĢlığını aĢan anılarımın
hemen hepsinde din tartıĢması vardır. Bu benim arz ettiğim konu değildi. Hep soru
karĢısında tartıĢma konusu olmuĢtur. Bunu yaratan da çarpık siyasettir.
ĠġTE ĠBRET ÖRNEKLERDEN BĠRĠSĠ
Bu Ömer Osman Sivaslı hemĢehrim. 1.55 boyunda 80 kilo ağırlığında. Sadece
ekmek yeyip karnını ĢiĢirebilecek, bir de hanımıyla kendi medeni anlayıĢına göre
yatıp çocuk doğurabilecek hayvandan farkı olmayan bir tip insandı. UstabaĢım
getirdi yanıma, „Rıza, bu arkadaĢı sana getirdim. Sen ne yapacağını bilirsin.“ Dedi,
teslim etti gitti. Ben ise bu adama 1.5 ay iĢ öğrettim. Zaman geldi ki, benim günlük
299
Ölmeyen Çocuk
yazdığım akortum sıfıra düĢmüĢtü. 1.5 ay bitti mi Ömer Osman % 30 akort Ģurda
dursun % 15 ancak çıkarabilir duruma ancak gelebilmiĢti.
Buna rağmen ben ustabaĢıma tam tekmili vermiĢtim. Yani Ömer Osman bu iĢi
yapabilir tekmilini vermiĢtim. Ömer Osman„ın 3-4 ay devamlı akort çıkarabilmesine
yardım etmiĢimdir. Ömer Osman: „Rıza Ağabey, ben iki iĢ yerimden çıkarıldım.
Burası benim üçüncü iĢyerim. Ben buradan da çıkarılırsam periĢan olurum. Benim
üç çocuğum ve bir ailem vardır. Sen bilirsin, bana yardım et“ diye yalvarıyordu. Ben
ise Ömer Osman‟ın istediği Ģekilde yardım ettim. 3-4 ay boyunca kendi için riski
yüklenmiĢ, tam bir oksijen makinesi kullanır, % 50 akort çıkarabilecek seviyeye
getirmiĢ olduğum Ömer Osman bakalım bana ne gibi bir karĢılık verecek görelim.
Kötülük etmesin yeter!
ÖMER OSMAN GÖKDAL
Bir ara gece çalıĢıyorduk. Bizim tezgâh üzerinde kestiğimiz plaka demirleri
mıknatıs vinç alıp götürüyordu. Ben tezgahın yanında dururken havanın yüzünden
gelen vincin mıknatıs topları beni tezgaha sıkıĢtırır. Ġki tane kaburga kemiğimi kırar.
Gece doğrudan beni ambulansla hastahaneye götürürler. Dolayısıyla ben
hastahaneden çıktıktan sonra iki ay evde istirahatli kalırım. Ġki ay bitip iĢe
döndüğümde ne görsem ve ne duysam iyi?
Benim çalıĢtığım tezgâhımın yanıbaĢında takım sandığım ve üzerinde duvarın
yüzüne yerleĢtirdiğim 15x20 ebatında aynam bulunuyordu. Kimin gözüne çapak
kaçarsa benim yanıma gelir, o aynaya bakar aynı zamanda kafasını gözünü düzeltir
yararlanırlardı. Bir baktım aynamın üst kısmında Beyaz tebeĢirle yazılmıĢ, duvarda
iri harflerle yazılmıĢ bir yazı var „DEDE.“ Kazayla, hastalığımdan iki ay sonra iĢbaĢı
yapmadan hemen bir gün önce iĢyerinde birkaç arkadaĢ aleyhimde ırkçılık ve inanç
içerikli bir dedikodu tertip eder. Bu tertibi düzenleyen yukarıda ismini yazdıklarımdan
1. Battal Turan, 2. Sait Tulun, 3. Muzaffer Çimendağ. Tertibin esas birinci elemanı
ve organizesini yapan da Battal‟dır. Tertipin bir de solisti olacak, bu solisti tertipi
sahneye koyacaktı. O da Ömer Osman‟dan baĢkası olamazdı.
Tertipin yöntemi ve uygulaması Ģöyle oluyordu. Yukarıda ismini yazdığım üç kiĢi
toplanıyor. Aynanın üst kısmına “Dede” ismini yazıyorlar. Dedikoduyu
alevlendiriyorlar. Sonra Ömer Osman yanlarına geliyor, olaya müdahil oluyor. Battal,
Ömer Osman‟a Ģunları soruyor: “Ömer sen bu iĢleri iyi bilirsin. HemĢehrin Rıza Alevî
ve dededir. Bu adam karısını boĢadı. Bu adam oruç tutmaz, namaz kılmaz. Aynı
zamanda seni de hiç sevmez. Zira duyduğuma göre seni de UstabaĢı‟na Ģikayet
ediyormuĢ.” Battal bu sözleri Ömer‟e kafasından uydurup söylerken, Sait ve
Muzaffer de destek olurlar. Bu komployu dinleyen Ömer ise hemen harakete
geçiyor. Gıyabıma ana avrat, kız kısrak ver yansın ediyor ve bu dedikodu sesli
oluyor. Diğer arkadaĢlar da bu hayali hadiseyi izliyor ve Ģahit oluyorlar.
300
Ölmeyen Çocuk
Yukarıda bahsettiğim üzere ben de hastalık dönüĢümde tezgahımı düzeltip
temizlemeye çalıĢırken EskiĢehir‟li Arif yanıma geliyor. ġu iğrenç haberi bana
aktarıyordu, “Rıza Ağabey sana bir haberim var.” Soru: “Ne o Arif, hayr‟ola?”
„Ağabey ben söylemesem haberi sen baĢkalarından az sonra duyacaksın.” Arif beni
alır, kahve otomatına götürür. Kahvelerimizi alırız, çekiliriz bir selamet yere. “Yahu
Arif, ben merak ediyorum. Söyle hele Ģu haberi.” Kahvemizi yudumlarken Arif baĢlar
konuĢmaya, „Ağabey bu senin hemĢehrin ve diğer Battal, Sait, Muzaffer senin
aynanın önüne toplamıĢlar sesli olarak senin aleyhinde konuĢmalar oluyordu. Ömer
Osman birden fırladı baĢladı sana ana avrat küfür etmeye. Ben üzüldüm ama
hadiseye müdahale edemiyordum. Ben seni seviyorum. Ben bu haberi vermesem
sen sonra bana darılırsın diye sana haberi vermek zorunda kaldım. Hadise böyle
oldu ağabey.”
BANA GELĠNCE
Bana gelince, elbette aleyhimde cereyan eden böyle bir menfur ve çirkin bir
hadiseyi içime sindiremezdim. Arif‟ten haberi duyar duymaz oldukça sinirime hakim
olmayı düĢündüm. Aksi halde hadise karĢılıklı ağız kavgasından vurma kırma,
yaralamaya, belki de ölüme dönüĢebilirdi. Hadiseye ancak soğuk kanlılıkla
yaklaĢmam ama esas gerçeğin failini kendisinden dinlemem gerektiğini düĢündüm.
Böylece Ömer Osman‟ın çalıĢtığı tezgâhın yanına vardım. Ömer Osman
çalıĢıyordu. O çalıĢmaya devam ederken ben sorularımı yöneltiyordum. Ömer‟e
sorduğum sorular: “Sen benim aleyhimde çirkin küfür ve hakaretlerde bulunmuĢsun.
Doğru mu Ömer?” “Evet, doğru.” “Niçin Ömer?” “Sen beni UstabaĢı‟na Ģikayet ettin.
Beni Ģikayet eden ve ekmeğimle oynayanın anasını avradını…” Ģeklinde Ömer
Osman tekrarlıyordu. Terki edep sözlerinin üzerine ben ise soruyu yineliyordum:
“Ulan Ömer, bu ağız senin değil. Seni kim doldurduysa onu söyle.” derken, “Peki
Ömer senden yarım saat sonra bir daha tekrarlamanı isterim olmaz mı?”
Yarım saat sonra ne olacak bakalım. Tabii ki, Ömer Osman ve de arkadaĢları
benim Alevî olduğumu ve Alevî dedesi olduğumu bildikleri için ve iĢyerinde
arkadaĢlar arasında olup biten haksız ve yolsuz olaylara göz yummadığım için bu
tezgahları düzenliyorlar. Ama benim tertipli ve hukuki bilgilerimin olduğunu öyle
küfüre küfürle, kavgaya kavga ile karĢılık vermeyeceğimi, bu tür hadiselere hukuki
yollardan cevap vereceğimi bilmiyorlardı. Bunlar sanıyor ki, kendileri gibi hemen
vurup kıracağım. Yani Ömer, Rıza‟ya küfür edecek, Rıza‟da bu ağır hakarete
tahammül edemeyecek, birbirine vuracak, yaralanacak ya da ölecek. En azından
kavga yapacaklar. ĠĢveren de nasıl olsa bunları iĢten atacak. Ortalık da kendilerine
boĢ kalacak. Oysa ki, baĢlarına geleceği bir bilselerdi vallahi avratlarına sövsen dahi
böyle bir haksız tertipe değil, haklı da olsalar böyle bir olaya baĢvurmazlardı.
Gelelim ne yapacağıma.
Bir defa benim atölyedeki durumum Ģu idi. Hadise tarihinde sekiz yıllık iĢçiydim.
Yanıma gelen Türkler‟in hepsine yardım etmiĢtim. ĠĢimde dürüst çalıĢmıĢ, ihtar felan
301
Ölmeyen Çocuk
almamıĢım. Ayrıca çalıĢtığım atölyenin sendika temsilcisi seçilmiĢtim. Ayrıca
iĢyerine doğrudan usta olarak baĢlamıĢım. Bir baĢka özelliğim ise sendikaya o
tarihlerde 23 mark üye aidatı ödüyorum. Diğer iĢçiler 8-9 en çok 10 mark
ödemektedir. Bu demek oluyor ki, ben istediğim an sendika yanımda olacaktı. ĠĢte
bu denli tertipli ve kendimi hukuki yönlerden koruma altına ve de güvence altına
aldığımı bilmiyorlardı. Evet, hemen büroya koĢtum. Durumu sendika baĢkanına
anlattım. Birincisi sendika baĢkanı, ikincisi Türk sendikacı. Ġkisi de hadisenin çok
vahim olduğunu anlayınca geldiler. Atölye elbiselerini 15 dakikanın içinde giydiler,
atölyede oldular. Atölye ve atölye Ģefinin odasında, 1. oberUstabaĢı yani baĢ
ustabaĢı, 2. atölye Ģefi, 3. UstabaĢı, 4. UstabaĢı yardımcısısı, iki de sendikacı yedi
kiĢi toplandılar. Ömer Osman‟ı çağırdılar, dosyaları açtılar. Önce Ömer Osman‟ı
konuĢturdular. Sonra UstabaĢı konuĢtu. Ömer Osman, „Rıza ġahin beni UstabaĢı‟na
Ģikayet etmiĢ, beni çıkarmak istiyormuĢ.“ diye ifade veriyordu. UstabaĢı‟na soruldu,
UstabaĢı„ın cevabı: „Rıza bana Ģimdiye kadar hiç kimsenin hakkında ve hiçbir
Ģekilde bir laf söylemedi. Aynı zamanda Rıza bunların hepsine iĢ öğretti. Rıza‟nın
böyle bir Ģikayet getirmesine hiçbir gerekçe olamaz.”
Soru sırası bana geldi, bana da sordular. Verdiğim cevaplar: „Efendim zaten
söyleyeceklerimin bir kısmını UstabaĢı söyledi. Bana gelince ifadelerim Ģunlardır. Bu
Ömer Osman doldurmaya gelir, içi dıĢı boĢ laf. Eline 10 Mark versen adam öldürür
tipte bir insandır. ĠĢin esasında kavganın kaynağı Battal Turhan‟dır. Battal atölyede
içki satıyor. Bu zavallılardan biraz çıkar elde ediyor. Kavganın kaynağı budur.
Birincisi ben de bu biçim iĢlere göz yummadığım için, ikincisi Battal inanç ayrılığını
da koz kullanıyor. Türkler arasında böylesi kavgaların çıkmasına zemin hazırlıyor.
Örneğin ben Türk Müslümanların içinde Alevî inançlıyım. Bunlar ise Sünniler. Ben
bunların tuttuğu orucu tutmam, bunların kıldığı namazı kılmam. Ayrıca ben dede
olduğum için iĢte bu nedenle beni yerimden oynatmak için Battal elinden gelen
çarelere baĢ vuruyor. Hadise budur. Örneğin sanırım sizlerde okumuĢsunuzdur.
Benim aynanın baĢından baĢlamıĢlar fabrikanın kapısına kadar kırmızı tuğlaların
üzerine dede yazmıĢlar. ĠĢte o yazıyı benim için yazıyorlar.” ĠĢte böylesi bir ifade
karĢısında o yedi kiĢi birkaç dakika düĢünüp kaldılar. Verdiğim ifadelerin bir kısmını
UstabaĢı da doğrulamıĢ oldu ve dedi ki, “Rıza‟nın söylediklerini biliyorum ve
doğrudur. Ancak aralarındaki mezhep kavgalarını bilmiyordum.” dedi. UstabaĢı‟dan
sonra sıra sendika baĢkanı Gihat‟a geldi.
GĠHAT ġUNLARI SÖYLEDĠ
“UstabaĢı, dosyalar yanımızda. Rıza buraya doğrudan oksijenci olarak
baĢlamıĢ. Doğru mu?” UstabaĢı, “Doğru.” “Rıza‟nın hiç ihtarı var mı?” Mayıstar:
“Hayır.” Soru: “Siz Rıza‟dan memnun musunuz?” UstabaĢı, “Evet memnunum.”
Gihat devam ediyordu: “Sayın baĢmühendis ve Ģef ve de UstabaĢı aynı zamanda
Rıza‟yı atölye temsilcisi seçmiĢler. Bir baĢka özelliği daha vardır. Rıza sendikaya
diğer iĢçilerden farklı aidat ödemektedir. Ömer Osman Gökdal‟a gelince Rıza
kendisini Ģikayet ettiyse eğer ispatlayabiliyorsa kendisi de Rıza gibi sorununu ya
302
Ölmeyen Çocuk
bize getirmeliydi ya da UstabaĢı‟ına götürmeliydi. Görülüyor ki, bu adam Rıza‟ya çok
kötü bir hakarette bulunmuĢ. Eğer ben olsaydım bu adamı öldürürdüm. AĢk olsun
Rıza‟ya ki0 elini pisliğe bulaĢtırmadan bize gelmiĢtir. Bu adam bugün Rıza‟ya yarın
da bir baĢkasına yapar. Ben bu adamın bir sendikacı olarak bu firmadan çıkmasını
istiyorum.” diyor Gihat, savunmasını bitiriyordu. ġimdi de söz sırası Türk
sendikacıda idi.
AHMET YARAR
Ahmet Yarar Ģu sözleri yöneltiyordu Ömer Osman‟a. Soru: “Senin karın var mı?”
“Var.” “Ulan alçak! Karısı olan bir baĢkasının karısına küfür edir mi? KarĢındaki de
sana eder. Senin çocuğun var mı?” “3 tane.” “Kaçıncı iĢ yerin?” “Üçüncü iĢyerim.”
„Bak Ömer sen bu firmadan çıkarılıyorsun. Ancak ben bir soru yönelteceğim. Eğer
Rıza kabul ederse sen kalacaksın. Kabul etmez ise sen çıkacaksın.” Ahmet Yarar
Almanlar‟a bunu aktarır. Onlar da birbirlerinin yüzüne baktıktan sonra Ģunu
söylüyorlar: “Vallahi onu Rıza‟nın kendisi bilir. Eğer geçinebileceğini ve beraber
çalıĢabileceğine güveniyorsa, af ederse artık bu sorun kendisine aittir.”
Söz tekrar Ahmet‟e geçmiĢti: “Ulan Ömer! Git Rıza‟ya, elini öp, özür dile.“ Ömer
yanıma gelir, özür diler ve Ģu sözleri söyler: „Rıza Ağabey, ben seni yanlıĢ
tanımıĢım. Elini öpeyim, beni affet. Beni ekmeğimden etme. Bir daha da böyle bir
hata yapmayacağıma söz veriyorum.” Ömer bu biçim müfrit bir yalvarıĢta bulununca
söz sırası bana gelmiĢti: “Sayın Ahmet Bey Ģu sözlerimi mühendislerime ve
UstabaĢı‟ıma duyurmanı istiyorum.” Ömer Osman‟ın elime gelmesine karĢılık
ayağımla geri itip ret ettikten sonra Ģunları söylüyordum: “ġunu bilin ki, eğer bu
sözleri kendisi söylemiĢ olsaydı, kendiliğinden haraket ettiğini bilseydim
affetmezdim. Ama iyi biliyorum ki, bütün bunları Battal örgütlüyor. Bu ve bunun gibi
birkaçı daha var. ġimdi bu gitse de Ģebeke baĢı duruyor. O adam bizim kısımdan
gitmedikçe Türklerin arasından kavga bitmeyecektir. Göreceksiniz ileride daha neler
olacak. Bu nedenle bu herif bir daha doldurmaya gelmeyeceğine dair bir akit
imzalasın kalsın ve çalıĢsın.” Toplanan heyet durdu, benim lehime muhataplarımın
aleyhine yazılar tutanakla sonuçlandı. Ama bizim aramızda sonuçlanmamıĢtı daha.
Atölyede tezgahın baĢına geldikten sonra önce Ömer Osman‟a tekrar ettiği
küfürlerin ben kendi kabiliyetime göre yüksek sesle Ģöyle sesleniyordum: “Ulan
köpek! Sana, o kendine yakıĢır terki edep sözleri söylettiren, aleyhime böyle bir
hadiseyi düzenleyenler seni kurtarsaydı ya, ne oldu? Sabahleyin erkek gibi sövmeye
devam ettiğin hadise ağzından o sözünü bir daha sarfetseydin, niye dürdün büktün
geri yuttun? ĠĢte bundan böyle yine Rıza‟nın sayesinde burada çalıĢıp yine Rıza‟nın
ayağına yapıĢasın olur mu?”
Battal’a yöneliyordum.
“Sayın Battal senin artık bu atölyede suyun, kepeğin azalıyor. Haberin olsun.
Etrafında toplayıp Rıza‟nın aleyhine kıĢkırttığın köpekler artık seni
kurtaramayacaktır. Ben sana haber veriyorum. Daha öncede uyarmıĢtım. Ben sizler
303
Ölmeyen Çocuk
gibi arkadan vuran bir insan değilim. Artık foyalarını ortaya çıkartmak da bana bir
vazife olacaktır, haberin olsun. ArkadaĢlarla nahoĢ anılarımız ileride devam
edecektir.” ġimdi hanımı Almanya‟ya getirdikten sonra neler oldu tekrar oraya
döneceğim.
HANIMA OTURMA ALMA ĠġLEMLERĠM
Ankara‟da izindeyim. 24.12.1970. Tuzluçayır BağlarbaĢı Mah. 31. Sokakta
gecekondu evimizdeyim. Ġznimin ilk gününde sabah erkenden kalktım. Ankara‟da bir
radyo dinleyeyiym diye. Radyoyu açtım, geri yatağa gidecektim. Kulağıma bir acı
haber duyuldu. Ama bu haber çok acı bir haberdi. “Çok değerli bir kültür varlığımızı,
Veysel‟i kayıp ettik..“ AĢık Veysel öldü. Sanırım radyoların, televizyonların sabah ilk
haberleriydi. „AĢık Veysel öldü.” dediler.
Ben ise odanın yüzünde dikili kaldım. Hemen baktım gözümden yaĢlar damla
damla akmaya baĢladı. Sonra Hanım kalktı, o da ağladı. Velhasıl evde bir matem
havası esmeye baĢlamıĢtı. 24.12.1970 yılı tam noel bayramında, Hz. Ġsa‟nın doğum
gününde kayıp etmiĢtik. Hakkın rahmetine kavuĢmuĢtu Veysel. Diğer bir deyimle
„Sadık yarine, kara toprağa“ kavuĢmuĢtu Veysel. Radyoda hemen ölüm haberinin
ardından Kara Toprak türküsünü okundu. Allah rahmet eylesin.
Böylece bu anımda rahmetli ve değerli Ģairimiz Veysel‟i de hatırlamıĢ ve anmıĢ
olduk. Umuyorum ki, Türkiye‟den onun gibi değerli Ģairlerimiz türeyecektir. Ruhuna
el fatiha.
1971 - 12. ay. Tuzluçayır /Ankara.
1998 - 9. ay. Eryaman/ANKARA.
KÂZIM TAġKIRAN
1970„in 5„inci ayında Almanya‟ya giderken üç çocuğumuz vardı. 1959 Firdevs,
1964 Aliye, 1969 Garip. Ġzine geldiğimde Garip 8 aylıktı. Ancak ben Almanya‟ya
gittiğim sene daha önceden Hanımın ağageyi Sait‟in oğlu Kâzım Ankara‟ya gelmiĢti.
Onu yanımıza almıĢ, akĢam lisesinde okuması için okula sokmuĢtuk. Aynı zamanda
evlenmiĢ, karısını da beraberinde getirmiĢti. Biz bunları eve aldık. Karısıyla birlikte
yeyip içip bizim evde kalacaklardı. Ġki tane çocuğumuz da yanlarında kalacaktı.
Planımız böyleydi. Firdevs„in 5„inci sınıfı kendi köyümüzde okuması için
Pengürt‟te bıraktık. Aliye de Tuzluçayır‟daki evde, Kâzım‟la karısı Çiçek‟in yanında
kalmıĢtı. 1970„in 12„nci ayında izine geldiğimde oğlum Garip‟i ve annesini
Almanya‟ya götürecektim. Ankara‟da benim pasaportumla, yani tek pasaportla
Hanımla oğlumun iĢlerini yaptırdım, iĢlemlerim bitti. Zamanımız çok olduğundan
Divriği‟ye ve köye gidecektik. Böylece çocukları aldık, köye gittik. Köyde 6-7 gün
kaldıktan sonra Hanıma dedim ki, „Hanım, oğlanla annengilde kal. Ben iki gün
Erzincan‟a gideyim. Orada bacım var. Dayımın oğlu Bayram var ve bizim köylü lise
304
Ölmeyen Çocuk
öğretmeni Ali Erdoğan var. Bunları yaklaĢık 5-6 sene oldu görmemiĢim. Gideyim
onları göreyim, biraz hasretliklerimizi gideririz, dönerim.“ dedim. Gittiğim gün
akĢamdı. Yalnız, gitmeden mektup yazmıĢtım. Trenden inerken gelip beni
alacaklardı. Bu vesileyle Erzincan‟a bir akĢam gittim, diğer gün de öğretmen Ali
Erdoğan‟ın evine gittik. Bir gündüzü onun evinde geçirdik. Gündüz daha Ali‟nin evine
oturmadan Dayımın oğlu Bayram‟ın hanımı hastaymıĢ, onu da kısa bir zaman içinde
gittik, gördük, sonra Ali‟ye gittik. Öğle yemeğini Ali‟nin evinde yedik.
Ali birinci hanımından ayrılmıĢ, ikinci Erzincanlı öğretmen olan hanımı ile
evlenmiĢti. Öğretmen, sarıĢın 1.70 boyunda güzel bir kızdı. Ali‟de 1.75-1.80
boyunda vardı. Ali‟nin de fiziki yapısı çok düzgün, güzel bir delikanlıydı. Ali‟nin
hanımı çok güzel nefis yemekler yapmıĢtı. Ali sofrada bana iki kadeh de rakı ikram
etmiĢti. Bir çok özlü konuĢmalar yapmıĢtık. KonuĢmalarımız üç bölümden
oluĢuyordu. A. öğretmen - öğrenci ve halkla diyalog kurma, B. benim konuĢmalarım,
C. siyaset bu konular üzerinde Ali, karısı ve ben yaklaĢık 5-6 saat tartıĢmalar
yapmıĢtık. Ziyaretimin birinci günü böyle geçmiĢti.
Programda birinci günü akĢamında EniĢtem Ali PaĢa, Bacım Ġnsaf‟ın evinde de
olacağız. Bu akĢamki toplantımız üçlü olacaktı. Ali PaĢa Küçük, Bayram Kaya, Ali
Erdoğan ailesi hep birlikte bir arada güzel bir gün geçirecektik. Ġkinci gün, gündüz de
Erzincan‟ı gezeceğiz. AkĢam Dayıoğlu Bayram‟ın evinde aynı geceyi bir daha
değerlendirecektik ve üçüncü gün öğlenden önce trenle köye dönecektim.
Programım buyken görelim ne olacak. Bir atasözünün dediği gibi, „Ne oldum değil,
ne olacağım demeli.“
NE MĠ OLDU?
AkĢam Bacım Ġnsaf öyle bir yemekler hazırlamıĢ, öyle bir sofra donatmıĢtı ki,
görmeye ve yemeye değer nefis yemeklerden bir sofradı. Sözünü ettiğim aile efratı
sofraya neĢelice oturduk.
Saatimiz sekizi geçmek üzereydi. Yemeklere uzandık, iki veya üç lokma aldık.
Birer kadeh rakı aldık. KonuĢmaya baĢlamadan benim yüreğimde bir sızı baĢladı.
Öyle bir sızı ki, oturmama ya da bir lokma dahi yememe imkan yoktu. Birden bire
tutuldum. Çocuklara dedim, „Bu hastalık değil, bir kaza haberi. Çocuklarda bir kaza
var, beni trene yetiĢtirin.“ Bereket bir saat sonra yolcu treni varmıĢ. Kalktık, çocuklar
beni trene bindirdiler. Tren köyün önünden geçiyordu. Üç saat sonra yaklaĢık
12.30‟da köyde oldum.
KÖYDE NE OLMUġ BĠTMĠġ BĠR BAKALIM
Köyde ben gittiğim gün benim oğlan yanmıĢ. Ben akĢam treniyle gittim. Sabah
saat 7-8 arası annesi ocaktan süt indiriyormuĢ. Oğlan da peĢisıra dolaĢırken
annesinin ayağına dolaĢıyor. Tenceredeki süt oğlanın sol böğründen aĢağı, sol
ensenin kaba yeri, ön tarafta hayasına 2-3 santim kala yanıyor. Yangının büyüklüğü
20 x 30 cm ebatında idi. Yanma iĢi sabah saat 7-8 arası olmuĢ. Ben o gün değil,
305
Ölmeyen Çocuk
ikinci gün saat 0:30‟da köye geliyorum ki, aradan yaklaĢık 12 saat geçmiĢ. DüĢünün
ki, 13 saat o biçimde yanmıĢ bir çocuğu doktora götürmüyorlar. Evlerinde 8-10 tane
erkek vardı. O günkü ve o evin insanlarındaki zihniyet Ģu imiĢ: „Oğlan çok yanmıĢ,
kurtulması imkansızmıĢ. Doktora götüreceğiz diye yolda felan ölürmüĢ. Bu sebeple
götürmemiĢler.“ ġimdi düĢünün bir defa aradan 13 saat geçmiĢ, henüz ölmemiĢ,
yaranın üzeri 4-5 milimetre kerme bağlamıĢ, diĢ macunu sürmüĢler.
Yanık yarası alttan durmadan derinleĢiyordu. 13 saat acı çeken çocukta sadece
biraz nefes kalmıĢ idi. 13 saatte Ankara‟ya yetiĢtirdim. 15 saatte köyden Divriği
Cürek Ġstasyonuna sırtımda yürüyerek geldik. 37 saat 50 dakikada doktora
yetiĢtirebildim. Doktorlar derhal müdahale ettiler. Sonucu söylediler: „Bu çocuk çok
bekletilmiĢ. Orada 37 saat geçmiĢ, niçin Ģimdiye kadar beklettiniz?“ diye biraz da
tenkit etmiĢlerdi beni. Tabi ki, doktorlara keyfiyeti anlattım. Ama olacak olmuĢ.
Neyse ki, müdahale neticesinde ölümü önlendi. Biz de annesiyle gece saat 3-4
sularında Tuzluçayır‟daki evimize ancak yetiĢmiĢtik. Ġki gece, bir gündüz ve gündüz
bir taraftan ağlıyor, bir tarafta içimiz ciğerimiz yanıp tutuĢuyordu. Diğer taraftan
uykusuzluktan her tarafımız ağrımaya baĢlamıĢtı. 18 gün hastahaneye her gün gelip
gitmemizde çocuk yeri göğü yıkıyor, fakat doktorlar yanına yaklaĢtırmıyordu. 18„inci
gün gece gündüz ağlamanın ve üzülmenin yanı sıra bir de Almanya‟daki iĢimize
gecikme endiĢesi vardı.
Bir baĢka husus da Ģuydu. Köyde bir sürü insanın içinde çocuk yanmıĢ, bu
insanların bir defa 15 tanesi öz be öz nenesi, dayısı, halası ve dedesi. Hepsi birinci
derecede yakınları. Aynı zamanda zenginler. Paraları pulları çok idi. Buna karĢın
çocuğu iki gün evde ölüme terk etmeleri, diğer taraftan gece evlerinde ölüm
döĢeğinde olan bir çocuğu alıp gidiyoruz. Biz çocukla beraber dört kiĢiyiz. „Paranız
var mı, yok mu?“ sormuyorlar. Veyahut, „Biz bu çocuğu ölür durumda bunlara teslim
edip yola vuruyoruz, yolda ölür ise bu iki ana baba ne yaparlar?“ diye düĢünüp de
hiçbir tanesi bize yardım gayesiyle olsun yanımızda gelmiyor. Daha da ötesi
arkadan birkaç satır mektup yazıp „Yahu oğlum, kızım siz buradan ölür durumda
olan çocuğu alıp gittiniz. Ne yaptınız? Ne oldu? Öldü mü, kaldı mı?“ soran da yoktur.
Velhasıl aradan seneler geçti sormadılar. ĠĢte bu ilgisiz yakınlar da insanı yiyip
bitiriyordu.
Yakın akraba tarafından sorup soruĢturmalar gayet tabi ki, insanların beklediği
konulardır. Sorup soruĢturma hastayı iyi etmez, ölüyü diriltmez. Ama insanları
ferahlandırır. Manevî bir gönül alma paradan daha fazla yeri gelir ki, hora geçer.
Maalesef köyden ölüm durumundaki çocuğu alıp Ankara‟ya gelirken toru topu 4
bin TL paramız kalmıĢtı. Bu para gitmeye 7 gün kala bitmiĢti. Bir lira desen paramız
kalmamıĢtı. Ne yapacaktık? Mecburen eĢe dosta ağız eğip borçlanacaktık. Ne
Hanım tarafından, ne de benim tarafımdan hiçbir Allah‟ın kulu halimizi sormuyordu
ve de ilgilenmiyordu.
Mamafih bu durum da insanda kötü bir psikolojik durum yaratıyor. Yani insan
Ģöyle bir kendini yokluyor: „Acaba bizim bir kötülüğümüz mü söz konusu?
306
Ölmeyen Çocuk
Yakınlarımız tarafından hiç mi beğenilir tarafımız yok?“ Demek zorunda kalıyorsun.
Ama Ģunu da söylemek gerekiyor ki, böylesine düĢüp kalkmalar insanlar için bir
taraftan da iyi oluyor. Ve ileriki günlerde insanlar kendini tertipli olmaya zorluyor diye
düĢünüyorum. Gitmeye 7 gün kala param bitmiĢ olmasına karĢın hiçbir yakınımdan
cesaret edip para isteyemedim.
ALĠ TAVUKÇU
Hamburg‟ta Manisa Kula‟dan bir arkadaĢım vardı. Ona telefon ettim. Adı Ali
Tavukçu„dur. Bu arkadaĢım bana 1.000 DM para gönderdi. Bu satırları yazarken bu
arkadaĢımın kulaklarını çınlatıyor ve teĢekkür ediyorum. Bu arkadaĢım da çok
onurlu, kötü söze dayanamayan bir tip insandı. Ali Tavukçu‟ya UstabaĢı yardımcısı
Diter vardı, bu yobaz adam Ali„ye Ģunları söylüyor: „Hem buralara çalıĢmaya
geliyorsunuz, hem de iĢ beğenmiyor ya da Almanları beğenmiyorsunuz.
Memleketinizde iĢ bulup çalıĢsaydınız ya!“
Ali bu sözlere maruz kalınca elindeki rayın üzerindeki yürümekte olan makineyi
kaldırıp yere vuruyor, makineyi parçalıyor: „Ulan senin iĢinde çalıĢanın da,
çalıĢtıranın da anasını avradını.“ diye basıyor kalayı. Atölyeyi terk ediyor, bir daha
iĢbaĢı yapmıyor Ali. 1982‟de Almanya‟yı terkediyor. Yine eski çalıĢtığı Manisa
Kula‟ya geri dönüyor. Orada tezgâhını kuruyor. Ali‟nin sanatı sıcak demirciymiĢ.
Kendisini izine gelen gidenlerden sorardım. ĠĢinin çok iyi olduğunu söylüyorlardı.
Binaenaleyh Ali‟den ayrılalı tam 17 sene oldu, görüĢemedim. ĠnĢallah ölmeden bir
kez daha görüĢeceğim. Her gün aklımdan çıkmıyor ve kendisine Allah‟tan sağlık ve
hayırlı iĢler diliyorum. Ali Tavukçu benden 10 yaĢ da küçüktü. Henüz evlenmemiĢti.
1982 - 1998.
Dönelim yine Ankara‟da izinde iken Hamburg‟a dönüĢümüze. Oğlumuzu tam iyi
olmadan Hacettepe hastanesinden çıkardık. Vaynacar uçakla Hamburg‟a indik.
ĠĢyerine iki tane kâğıt göndermiĢtim. Bir tanesi hastanenin verdiği kâğıt, diğeri de
benim yazdığım mektuptu. BaĢıma gelen hadiseden dolayı iĢverenim ve
UstabaĢı„ıma bilgi vermiĢtim. Sıcak anlayıĢ gösterdiler, iĢime devam ediyordum.
22.000 Elmson‟da Ġzmirli Hasan‟ın bir odasına oturduk. Oturmaya oturdum ama,
oturma alma problemi vardı. Bir oda içinde üç kiĢi nasıl idare edeceğiz. 15
metrekare bir oda, banyo, tuvalet birlik. Aynı zamanda ev yol seviyesinden 1.5 metre
aĢağıda, normal oturulacak bir ev değildi. Hadi buna razı olduk ama oturma alma
iĢine nasıl bir formül bulacağız. Gece gündüz aklımda hayalimde bu vardı. Hiç
sevmediğim ve beğenmediğim bir yola baĢvurmak zorunda kaldım. Yabancılar
dairesindeki ilgili memurlara yalan söyleyecektim ve onları hayali bir çizimle ikna
edip kandıracaktım. Demek ki, zor fendi bozuyormuĢ.
Almanya‟da önce izin almadan yabancılar dairesine baĢvurmadan eĢini ya da
çocuğunu götürdüysen yine turist muamelesi görüyor ve ben eĢimi çocuğumu bir
mazuriyetten dolayı getirdim, Ģimdiyse yanımda eylemek istiyorum, gereğinin
yapılması diye form dolduruyorsun.
307
Ölmeyen Çocuk
Elmson kentinin bağlı olduğu yabancılar dairesi Pieneberg‟te idi. Pieneberg‟e bu
baĢvuruyu yapıyorum. Hanımın üç ayı bitiyor. Bu üç ay süre içerisinde doktor
muayenelerini bitiriyordu. Eğer muayene neticesinde raporlar sağlam çıkarsa, Ģu
evrakları tamamlıyor ilk baĢvuruda bir yıllık oturma talebinde bulunuyordun. 1.
Doktor raporları, 2. iĢverenin çalıĢma izni, 3. pasaportun süresi, 4. oturduğun evin
kontratı. ġimdi ilk üç evrak tamamdı. Dördüncü evrağa gelince problemliydi. Örneğin
benim kontratı kiracıdan almam gerekiyordu. Zira evin tamamı Hasan‟ın üzerine
kayıtlıydı. Hasan bana bir oda verdiğini beyan ederse ilgili daire bana oturmayı
vermeyecekti. O halde ne yapmam gerekiyordu?
HASAN‟IN SOYADINI UNUTMUġUM
Ben ev kira kontratı hususunda önce Hasan‟a baĢvurmayı düĢündüm ve
Hasan‟a gittim, keyfiyeti anlattım. Hasan ev sahibimizin bana bir kira sözleĢmesi
yapabileceğini söyledi. Fakat bu yazıĢmaya karĢılık para alacağını söyledi. Soru:
“Peki Hasan parayı verelim ama nasıl olacak bu iĢ?” Cevap: „Kolay Ağabey!“ dedi
ve devam etti. Hasan, „Ben Ģimdi sana SözleĢmede iki oda gösteririm. Zaten benim
burası dört oda, benim de bir küçük çocuğum var. Oturmamı da almıĢım. GiriĢi
müĢterek kullanıyoruz. Geri kalan iki odada bana yetiyor. ġimdi ben sana iki oda
sözleĢmesi yaparım. Oturmanı alana kadar ben o odayı boĢ bırakır anahtarını sana
veririm. Oturmayı aldıktan sonra yine anahtarı geri verirsin.“ dedi. Hasan Ģunu da
ilave ediyordu, „Bu iĢin için 100 Markını alırım.“ Ben ise, „Zararı yok Hasan, bu olay
oturumumuzu alabilecekse 100 Mark birĢey değil, memnuniyetle öderim.“ dedim ve
kira sözleĢmemizi yaptık. Dosyanın arasına koydum, 100 Markı da ödedim.
Tarih 10.5.1972, bu tarihte bir yıllık kontratım bitmiĢ çalıĢma izinim süresiz
olarak yenilenmiĢti. MaaĢ gelirim net 1.400 DM olarak belirtilmiĢti. Böylece belirttiğim
tarihte yanıma bir de Almanca„yı çok iyi bilen Malatyalı bir komĢum Bayram diye
vardı, onunĢa birlikte Pieneberg yabancılar dairesine gittik. Orada gereken formları
doldurduk. Hanım ve çocuk da yanımızdaydı. O sıralarda oğlum da tam yürümeye
baĢlamıĢtı. Ayrıca çok da sevimli bir tipti. Yani herkes tarafından sevilir bir bebekti.
Velhasıl sıramız geldi, dördümüz birlikte içeri girdik. Ġçeri girerken Bayram sevindi ve
döndü, „ġansın varmıĢ Rıza Ağabey!“ „Niçin?“ diye sordum. Dedi, „Ben bu memuru
tanıyorum. Birkaç defa geldim o da beni tanır.“ dedi.
„Ġyi öyleyse desene öksüz kuĢun yuvasını Mevlam yaparmıĢ.“ Memur bizim
dosyayı açtı, pasaporta baktı. Pasaportta Ģu yazılıydı: „Yabancılar dairesine
baĢvurmadan eĢinizi ve yakınınızı getiremezsiniz.“ diyordu. Memur sordu: „Bu yazıyı
okumadınız mı?“ Memura cevap: „Okudum ama mazuriyetim vardı. EĢimi ve bir
çocuğumu getirmek zorunda kaldım. Mazuriyetim ise Ģudur. ĠĢte bu oğlum feci
Ģekilde yanmıĢtı. 18 gün iĢgünü olarak Türkiye‟de kaldım. Daha da fazla
kalamazdım. Çocuğumu hastayken çıkarıp getirdim. Burada tekrar tedavi ettirdim.“
Gerçekten çocuğun da kaba etinde yanık izi vardı. Memur bu mazuriyetimi dinledi ve
not yazdı. Çocuğu sevdi ve sıra ev sözleĢmesine geldi. SözleĢmeye baktı, döndü
Bayram‟a dedi ki, „Aslında eve bakmamız gerekir ama ben size inanıyorum. Ancak
308
Ölmeyen Çocuk
bu iĢçi evin Ģeklini ve metrekaresini Ģu kâğıda çizip tarif etsin, inanalım, oturmasını
verelim.“ dedi. Ben de beyaz bir kâğıda elal usul çizdim. Aslında mühim olanı
metrekare büyüklüğüydü. Birini 10, diğerini 15 metre kare, giriĢi 3 metre uzunluk, 1.5
metre geniĢlik olarak gösterdim. Adam kabul etmiĢ, mühürü bir yıllık olarak basmıĢtı.
Böylece Hanımın ve oğlum Garip‟in oturmasını ilk defa Pienebenrg‟te almıĢtım.
HANIMIM ZEYNEP
Bu bir yıllık oturma aldıktan sonrası Hanımın derdi. Hanımı ve oğlumu götürdüm
hakkım olmamasına karĢın çetin uğraĢı neticesinde oturmalarını almayı baĢardım.
Hanımın durumuna bakalım. Zeynep gittiği sıfır günde baĢlamıĢ tam 11 ay ve her
gün ağlıyordu. Her gün akĢam geldiğimde Hanımı ağlar görüyordum. Yani rahat ve
huzurlu bir gün yaĢamadık. 11 ay boyu huzursuz ve kavgalı yaĢadık.
Geldiği onuncu ayında bir de kız çocuğu yaptık. Güzel bir kızım doğmuĢtu. Adını
Ayselih koymuĢtum. Bu çocuğumun doğmasıyla dördüncü çocuğumuz da olmuĢtu.
ġimdi iki çocuğumuz Türkiye‟de, iki tane de Almanya‟da oluyordu. Durumdan
rahatsızlığım yoktu, o iki çocuğumu da ikinci iznimde getirecektim. Ama hanım halen
ağlamaya devam ediyordu. Bir gün sordum kendisine, „Yahu Hanım, o iki çocuk
yalnız senin değil. Bu çocukları müĢterek yaptık. Sen anaysan ben de babayım. Bak
elalem 5-6-7 sene burada, ailesi ve çocukları Türkiye‟de. Ben ise seni 7-8 ay
olmadan yanıma getirdim. ġimdi sen ve bir çocuk burada hak sahibi oldunuz. Kısa
bir süre sonra da hepimiz Hamburg‟ta, bu güzel Ģehirde birleĢeceğiz. Biraz bunları
düĢünürsen, her gün ağlayıp bizi de üzmeye huzursuz etmezsin.“ dedim. Ve yarın
oldu. Hakeza Hanım ağlıyor. „Peki Hanım, seni Ankara‟ya gönderiyim mi?“ Bu
soruma karĢılık Hanım, „Tamam gitmeye razıyım.“ demez mi? Ben de o anda
önyargılı olarak, „Tamam Hanım, hemen biletini alıyorum. Seni bir ay sonra
gönderiyorum.“ dedim, kararı aldım.
Oysa ki, üç ay önce 73 Bernerstieg Farmsen mahallesinden 2.5 odalı bir ev
bulmuĢ, buraya taĢınmıĢtık. Büyük bir bahçe içerisinde, müstakil bir evdi. Çok da
temiz bir mahalleydi. Aynı kotta bir Türk, bir de yugoslav komĢumuz vardı. Bu
komĢularımız çok da iyi insanlardı. Tam bir rahat yere düĢmüĢken bu sefer de
Hanımı göndermemle bu güzelim evi terk edip Heim„a çıkmak zorundaydım. Yine bu
arada Hanımı göndermeye hazırlık yapmak için birkaç gün izine ya da istirahata
ihtiyacım vardı. „Ne yapalım“ dedik. Hanıma dedim ki, „Benim ayağımın
baĢparmağında nasır var. Her gün topallayarak gidip geliyorum. Bunu ameliyat
ettireyim. Zaten yatmayacağım. Çok cüzi bir ameliyat. Seni gönderdikten sonra 15
gün evde kalırım. Hem de evi devreder ve Heim„a taĢınırım.“ O arada evi de isteyen
vardı. Peki dedik, parmağımı ameliyat ettirmeye de karar verdik. Böylece ameliyat
olmadan evi devralacak olan Trabzon‟lu Hasan isminde bir arkadaĢ benim eski
kaldığım Heim„da kalıyordu. Bu adamda bizim firmadaydı. Ġkimiz birlikte
Blohm+Voss tarafından tahsis edilmiĢ bir HausUstabaĢı„lık vardı. Yani iĢçilere
memurlara bütün çalıĢanlara ev bulan, ev veren, bu iĢleri takip eden bir daire.
309
Ölmeyen Çocuk
Hasan‟la ikimiz birlikte bu büroya gittik. O benim eve ben de onun odasına taĢınmak
üzere muamele yaptık. O iĢi de hallettik.
Sıra geldi Hanımı uçağa bindirmeye. Hanım bir hafta on gün kala gitmekten
vazgeçer. Eh Ģimdi bu Hanımın yaptığı iĢ ne nane, ne de turĢu. ġimdi sen gel de Ģu
bahsettiğim bütün iĢlemleri tamamlanmıĢ, elin adamı ailesini getireceğim diye
memleketine de hem haber salmıĢken böyle bir muamele iĢlemlerini geri durdur.
Olacak Ģey mi? Maalesef Hanıma ret cevabı vermek ve kendisini de göndermek
zorundaydım. Maalesef Hanımın uçağa binmesine iki gün kala parmağımı ameliyat
ettirdim. Doktor 14 gün evde yat 15‟inci gün iĢe git diye bana kâğıt yazmıĢtı. Ben ise
bir gündüz iki gece evde kaldım. Ġkinci gün Hanımı uçağa bindirdim, Ankara‟ya
gönderdim. Hanımı ve iki çocuğu Ankara‟ya yolcu ettiğim gün Ankara‟ya telefon
ettim. Tabi ki, evimde duran yeğeni Kâzım kendisini hava alanından alacaktı.
72 Bernerstieg Farmsen adresindeki Heim‟a ikinci kez tek kiĢilik odaya taĢınmıĢ
oldum ve yine yalnızlığa mahkum olmuĢtum. Bu Heim‟da 4.5 ay kaldım. Bu esnada
arkadaĢlarla geçirdiğim anılarımdan biraz bahsetmek istiyorum.
MUHĠTTĠN ARSLAN, ĠZMĠRLĠ HÜSEYĠN, ĠSTANBULLU MUAMMER
Heim‟a taĢındım taĢınmaya ama Hanım gittikten sonra ikinci gün sabahleyin
kalktım, ayağımla yürümeme imkan yok. Zaten yatağa yattıktan bir saat sonra
sızlamaya baĢlamıĢ, 3-4 saat beni bağırtıyordu. Sabahleyin saat 10-11‟de uyandım.
Ayak ĢiĢmiĢti, o gün kaldım. Ameliyatın üçüncü günü aynı doktora gittim. Doktor
dedi, “14 gün istirahat yazmıĢım. Bunun üzerine tekrar istirahat yazılmaz, 14 gün
biter iĢe baĢlarsın, çalıĢamıyorum der yine gelirsin.” dedi. “Çünkü ben kâğıdına
iĢbaĢı yapabilir diye yazmıĢım.” dedi.
Böylece 14 gün biter. Maalesef ayak iyi olmaz. Ben iĢi bırakır tekrar doktora
giderim. Bu ameliyatçı doktor beni tekrar ev doktoruma havale eder. Ev doktorum
Hamburg 11 Feldstr. de otururdu. Dr. Udi. Ben Dr. Udi‟ye giderim, Udi tam yedi gün
istirahat yazar. Gelelim Heim„daki arkadaĢlarıma.
ArkadaĢlarından Sivas Koyluhisar‟dan Muhittin Aslan, Ġstanbul Sağmacılar‟dan
Muammer, Kastamonu‟dan Kemalettin Ertürk, Zonguldak Çaycuma‟dan Mehmet
Çelikkanat, Gaziantep‟ten Alparslan, Denizli Sarayköy„den Ġhsan Alvar. Birkaç kiĢi
daha Türkiyeliler vardı. Ama bu isimlerini saydığım arkadaĢlarla yakından
merhabamız vardı. Koyluhisarlı Muhittin‟le her hafta beraberdik. Ġyi bir arkadaĢtı.
Önümüze bir kanyak ya da viski alır, eğlenir, dertleĢirdik. Bir de Sinop‟tan Mustafa
UslubaĢ vardı. 1.55 boyunda, Ģakacı bir çocuktu. Bu arkadaĢlarımla geçen
anılarımız Ģöyle olmuĢtu. Anılarıma geçmeden önce benim arkadaĢlar arasındaki
önemimi anlatmam gerekiyor.
Ben Heim„daki arkadaĢların yanında olsun, iĢ yerinde olsun bir mahalli
danıĢman durumundaydım. Alevî olmamın yanı sıra dede olmamın da önemi vardı.
Çok arkadaĢların hukuki ve sosyal sorunlarına yardımcı olurdum. O nedenle
arkadaĢım da çok olurdu. Örneğin Gaziantepli Alparslan‟ın durumu Ģöyleydi. Bu
310
Ölmeyen Çocuk
arkadaĢımız tam 50 yaĢında idi. Türkiye‟ye her sene izine gitmiĢ, evlenmek istemiĢ,
bir türlü evlenememiĢ. 12 defa 12 kızla niĢan yapmıĢ, her niĢanda çok zengin niĢan
yapmıĢ, para harcamıĢ. Her niĢan yaptığı kız kendisi Almanya‟ya dönüĢ yaptıktan
sonra niĢandan vazgeçmiĢ. Genellikle kendi çevresi her gittiğinde parasını yemiĢler.
Alparslan bu mazileri bana anlattı. Ben de kendisine dedim ki, „Eğer benim sözümü
tutarsan, 13. niĢanda evleneceksin. Bir daha vazgeçemeyecek.“ dedim. Alparslan
yalvarmaya baĢladı, „Aman Rıza Dede bu iĢin sırrı neyse bana söyle.“ Kendisi Sünni
inançlıdır. Alparslan‟a, „Yok öyle Ģey. Benim vereceğim akılları uygularsan söylerim.
Yoksa söylemem.“ dedim. Alparslan, „Rıza Dede, Ģu yemin bu yemin anam avradım
olsun, senin dediklerini harfi harfine uygulayacağım.“ dedi. O esnada da bir
yakınından da mektup gelmiĢ. Polis emeklisi bir ailenin kızı varmıĢ. Onunla niĢan
yapması için Türkiye‟ye çağırıyormuĢ.
Alparslan‟a verdiğim hukuki tasviyem Ģöyleydi: „Bak Alparslan, Ģimdi önce kızla
birbirinizi beğeneceksiniz. Sonra senin bu yaĢtan sonra 20-25 yaĢlarındaki kızlarla
mutahap olmaya durumun müsait değil. Senin evleneceğin bir hanım 30-40 yaĢları
arasında olmalıdır. Doğru mu?“ Cevap: „Evet Dede, doğru.“ „Eh, bu yaĢta bir hanım
bulursan, herhalde o da epeyce akıllanmıĢ, olgunlaĢmıĢ bir kız olmalıdır. Eğer bu
yaĢta ve bu olgunlukta bir kız bulamaz isen zaten evlenmen de boĢa olur.
Söyleyeceklerimi kavrayabilecek anlayıĢta birini bulursan Ģu Ģartları ileri sürecektir.
1. Önce geçmiĢteki bana anlattığın maziyi anlatacaksın. Sonra iĢte bu deneyimlere
göre sana teklifim Ģu olacak. NiĢanda el öpüĢürken istediğin her türlü ziyneti
alacağım. Mesela ziynetteki kasıt Ģudur. Bir tek elbiseden hariç diğerlerin hepsi altın,
akça olacak. „Çünkü biz nikâhımızı kıydırıp Almanya‟ya gideceğiz, Almanya‟daki
evimize istediğin mobilyayı alacağız.“ Bunları Ģart olarak ileri süreceksin. Bir tek
niĢan elbisesini giyeceksin. „Geri kalanı nikâhta. Nikahımız kıyıldıktan sonra evimize
gideceğiz, bütün ziynetini yani almıĢ olduğum altın ve akçalarını bir gün sonra sana
teslim edeceğim ve bu günümüz zaten Almanya‟ya dönüĢümüzden iki gün öncesine
rastlar.“ diye ciddi olarak bu tekliflerini kabul ederse niĢana yanaĢ, yoksa yanaĢma.“
dedim. Sözümü de noktaladık. Alparslan bir ay izine gitti. Bir ay bitti Alparslan 1.70
boyunda, 35 yaĢlarında sarıĢın bir hanımla evlenmiĢ, birlikte geldiler. Ama çok
sevinçliler, pırıl pırıllar. „Dede, vallahi senin sayende evlendik. Sağol.“ diyordu.
Böylece Alparslan‟ı aile hayatına 50 yaĢından sonra kavuĢturmuĢ olduk. Allah onları
mutlu etsin. Heim„da kaldığım ilk devreydi. 1971-72 Bernerstieg.
Muammer‟e gelince Muammer bana çok gelir, izine giderken genelde ne
yapacağı hususlarda akıl danıĢırdı. Bir defasında da geldi Ģunları söylüyordu:
„Ağabey ben 12 yıldır Almanya‟dayım. Hiç müzik takımı almadım. Bana yardım
edersen bir pikap, bir tane teyipli radyo, bir de televizyon alacağım.” dedi. “Tabi
Muammer, niçin olmasın? Benim tanıdığım var. Eğer dilersen sana oradan
istediklerini alırım.” dedim. Cumartesiydi. Müzik takımı aldığım mağazaya götürdüm.
Muammer‟e istediği malları aldık. Ödemeleri taksitle yapacaktı. Ben de kendisine
kefil oldum. Bu sayede Muammer istediği müzik aletlerine sahip oldu. Muammer bir
televizyon, bir pikap, bir teyipli radyo üç parça elektronik eĢya almıĢtı.
311
Ölmeyen Çocuk
Muammer bir gün de, nereden bulduysa, AĢık Veysel‟in plaklarını almıĢ,
odasında oturup dinlendiği zamanlar genellikle Veysel‟in plaklarını çalar dinlermiĢ.
Bu arada yanıbaĢında oda komĢusu olan Ġzmir‟li Hüseyin‟in baskısına maruz kalır.
Ġsimlerini verdiğim bu arkadaĢlarla çok muhabbetli uyumlu günlerimiz geçti. Tarih,
1977 yılının Temmuz-Kasım ayları idi.
ADANA‟LI MUSTAFA ONUN DA SOYĠSMĠNĠ YAZAMADIM
Bu arkadaĢta Heim„daydı. Sonra hanımını getirmiĢ, 22 Elmson‟dan ev tutmuĢtu.
Heim„da birkaç defa merhaba etmiĢtik. Kendisiyle daha sonra Elmson‟da karĢılaĢtık.
Elmson‟da hep bir arada, yani birbirine yakın oturan Tokat‟lı aileler vardır. Bir gün
Tokatlı Ġbrahim Utku diye tanıdığım ailenin evine misafir olmuĢtuk.
Orada Mustafa ve ailesi de vardı. Bu Ġbrahim Utku‟nun hanımı Güllü Hanım,
Adana‟lı Mustafa‟ya Ģunları soruyordu, “Hocam benim muskalarımı yazdın mı?”
Mustafa, Güllü Hanım‟a cevap veriyordu: “Yok Bacı, daha muskan hazır değil.” dedi.
Dedi ya bende o anda Ģok geçirdim. Bir dakika sonra Mustafa‟ya döndüm, “Yahu
Mustafa sen hoca mı oldun?” Deyince Güllü Hanım hemen devreye giriyor, Ģunları
söylüyordu: „Ağabey Mustafa Ağabey öyle bir hoca ki, yazdığı muskalar hastaları iyi
ediyor.” Allah Allah, Mustafa tekrar konuĢuyor: „Biz elimizden geldiği kadar ayetleri
yazıyoruz. Gerisi Allah‟a kalmıĢtır.” deyince cevap veriyordum, “Yahu Mustafa! Sen
hangi ayetleri yazıyorsun ben anlayamadım. Benim tanıdığım Mustafa okumayı zor
beceriyor.” deyince, bir de baktım Mustafa tüymüĢ.
Mustafa kaçınca, ben Tokat‟lı ailelere baĢladım konuĢmaya, “Siz aptal mısınız?
Siz ne biçim ailelersiniz? Türkiye‟de yaĢattığınız muskacılık geleneğini Almanya‟ya
da mı taĢıdınız? Allah sizin belanızı versin. Mustafa‟nın hocalığı felan yoktur.
Mustafa sahtekârlık yapıyor. Sizleri sömürüyor. Ben yarın Mustafa‟nın evine
gideceğim konuyu konuĢacağım. Aklınızı baĢınıza toplayın. Eğer Mustafa bu iĢi
yapmaya devam ederse kendisini de, burada muska yazdıranları da konsolosluğa
Ģikayet edeceğim haberiniz olsun.” Nereden duymuĢ, kim söylemiĢ ise baktım, ikinci
gün pazar günü Mustafa geldi, beni buldu: “Rıza Ağabey, bir cahillik yaptım. Bir
daha yapmayacağım. Sen bilirsin. Benim ekmeğimle oynama.”
“Yahu ben senin ekmeğinle oynamıyorum. Sen kendi kendinin ekmeğiyle
oynuyorsun. Böyle aileler arasına girip, „Ben hocayım, size muska yazayım ne
demek? Hoca olsanız dahi bunu yapamazsınız. Üfürükçülük yasaktır. Bak Mustafa
madem ki, özür diledin, „Bir daha yapmayacağım.” diyorsun. Ben hep buralardayım.
Eğer bir daha duyarsam vallahi affetmem. Gerisini sen düĢün. Sonra sanırım benim
kim olduğumu öğrenmiĢsindir.” “Öğrendim Ağabey, sen Alevîsin ve dedesin ve de
Divriğilisin.” “Ha, iyi öğrenmiĢsin. Benim dedeliğim sizin üfürükçü hocalarınkine
benzemez, bunu unutmayın. Ayrıca bazı bu hususlarda da burnuma kötü kokular
geliyor. Dikkatli olun, aileler arasında ırkçılık ve inanç ayrılığını kim yaparsa ben
onun karĢısında olurum. Benim görevim budur Mustafa.”
312
Ölmeyen Çocuk
MUSTAFA PANCARCI
Mustafa Pancarcı ailesi NevĢehirli‟ydi. Bu aileyle de 22 Elmson‟da tanıĢmıĢtık.
Mustafa ailesiyle hanımı ilk getirdiğimde tanıĢmıĢtım. Onlar Sünni inançlı, biz Alevî
inançlı olmamıza karĢın çok iyi anlaĢırdık. Mustafa bizi en az bizim kadar bilir ve
severdi. Mustafa‟nın hanımı Sevim Hanım da anam bacım olsun çok güzel bir
hanımdı. Bunların üç tane çocukları vardı. Üçü de birbirinden güzeldi. Çocukların
adları Ģöyleydi. Zeliha, Aleaddin, Gülperi. Bu Mustafa ailesiyle en az 15 günde bir bir
araya gelirdik. Ayrıca her bir araya gelmemizde çok samimi muhabbetler ve
konuĢmalar yapardık. Mustafa‟yla önümüze bir ĢiĢe alırdık. Saatlerce oturur güzel
Ģeyler konuĢurduk. Mustafa ailesiyle çok sürpriz güzel günlerimiz geçti. Bu sürpriz
ve bazen de hoĢ olmayan günlerimizden birkaçını yazmadan geçemeyeceğim.
Mustafa‟yla birbirimize sarsılmaz bir aile samimiyetimiz vardı. Ben istirahat alır evde
bazen fazla kalırdım. Evde bir iki hafta kalırdım. Mustafa‟nın kendi öz ağabeyi
olduğu halde hanımının halledemeyeceği iĢleri olduğu zaman hanımına Ģunu
söylüyordu: “KardeĢine git o yapsın.” Yani kendi ağabeyine güvenemez, bana
güvenirdi.
Örneğin biz Elmson‟dan kalktık 73 Bernerstieg diye bir mahalleye göçtük. Burası
Elmson‟a 50 kilometre. Hanımının oturması bitmiĢ, yabancılar dairesinden oturması
yenilenecekmiĢ. Adresimizi hanımının eline verir, 50 kilometre ırakta olmamıza
rağmen bize gönderir. Bir baktım Sevim Hanım çıkıp gelmiĢ. Sevim‟e, “Ne o Bacım?
Yoksa bir zarar mı var? Hayr‟ola? Böyle tek baĢına bu kadar uzun yolu gözüne alıp
geldiğine göre mühim bir hadise vardır.” Sevim, “Hayır Ağabey, yaramaz hiçbir Ģey
yoktur. Benim oturmam bitmiĢ, kardeĢin beni sana gönderdi. Oturmamı yenilemeye
gideceğiz.” dedi. „Oysa ki, Mustafa‟nın ağabeyi sizin 2-3 istasyon yakınınızda niçin
ona gitmedin?” Sevim, “Yok Ağabey, Mustafa beni ağabeyine güvenmez. Hem de o
benim kaynım ama çoluk çocuğu Türkiye‟de. Kendisi bir Alman hanımıyla kalıyor.
Mustafa beni sana güvenir, ona güvenmez.” “Peki Bacım, o halde gidelim oturmanı
halledelim. Bana itimat edip geldiğin için size de çok teĢekkür ederim.” Yabancılar
dairesi 2000 Hamburg‟un tam orta yerinde Ģehirin merkezindeydi. Gittim, iĢi
hallettim. Sonra kendisini Elmson (U-Bahn‟ı) banliyö trenine bindirdim gönderdim.
ADANALI HÜSEYĠN (1982)
Blohm+Voss Hamburg
Hüseyin‟le tank atölyesinde, ikinci atölyede yanyana çalıĢırken kendisi 1978‟de
o iĢyerine girmiĢti. 1.75 boyunda, yaklaĢık 85 kilo ağırlığında sakallı, Adana Ģalvarı
giyer. Hem aĢırı dinci, hem de aĢırı sağcı. Sözüm ona Türk vatandaĢıydı.
Bu insan daha önce baĢka birkaç iĢyerinde çalıĢmıĢ, oralarda kavga çıkarmıĢ
olacak ki, iĢverenler tarafından çıkarılmıĢ sanırım. Blohm+Voss firması onun son
iĢyeriydi. Aynı zamanda sureten, yani görünürde bir insan olan ne acıdır ki, adı
Hüseyin olan bu yaratık, ĢiĢirmeye de çok geliyordu. Örneğin birlikte çalıĢtığımız
baĢka arkadaĢlarımızdan Karslı Muzaffer Çimendağ, KırĢehirli Battal Turhan, Sivaslı
313
Ölmeyen Çocuk
Ömer Osman Gökdal. Bu arkadaĢlardan ikisi Muzaffer‟le Ömer Osman ve yine
Hüseyin Ramazan ayı geldiğinde otuz gün oruç tutarlar. Türkler arasında baĢka oruç
tutup namaz kılanlar da var. Oruçlarına bir diyeceğimiz yok ama bu insanlar üçüncü
Ģahıslara, kendileri gibi oruç tutmayanlar ve ne enterasandır ki, oruç tutmayanlardan
da Alevî inançlı vatandaĢlara ters bakıyor, onlara cephe alıyor, onlara düĢman
gözüyle bakıyorlardı. Hele hele biraz sessiz ve yalnız gördükleri Alevî bir arkadaĢı
gözüne kestirmiĢlerse, onun üzerine üzerine küfürle, terki edep sözlerle gidiyorlardı.
ĠĢte gözüne kestirdikleri biri de bendim. Kendilerince biz bu Rıza‟yı yeneriz diye
kafalarına takmıĢlardı.
Aynı zamanda içimizde hem oruç tutmuyor, hem de gözümüze baka baka yiyip
içiyor diye üzerime geliyordu. Ben kendilerine yardım ettiğim halde, kendilerine
yumuĢak ve edebi bir uslubumla yaklaĢtığım halde bir türlü yaranamıyordum. Öyle
bir güne geldik ki, Ramazan ayıydı. Birlikte çalıĢtığımız 13 kiĢiden sadece 5 tanesi
oruç tutuyordu. Geri kalan 8 kiĢi oruç tutmuyordu. Bir gün 5-6 arkadaĢ bir arada
kahvaltı yapıyorduk. Bu arada Adana‟lı Hüseyin yanımıza bir hıĢımla geldi ve
baĢladı sövüp saymaya. ġunları söylüyordu Hüseyin. O arada ben de Hürriyet
Gazetesi almıĢtım. Gazetede Atatürk‟ün resmi var ve Atatürk‟ten bahseden yazılar
var. Hüseyin, “Siz bu kâfir KızılbaĢ‟ı yanınıza almıĢ onunla yemek yiyor ve
konuĢuyorsunuz. Özellikle böylesi bir mübarek günde hem oruç tutmuyor hem de bir
KızılbaĢ‟ı da yanınıza almakla onunla konuĢup yemek yemekle kâfir oluyorsunuz.
Kafirin büyüğü de yanınızda gazetededir.” Mübarek günü içki içiyor felan diye terki
edep sözlerle Atatürk‟e de saldırdı ve üzerime geliyor, hücum ediyor. Ġkimizde ayağa
kalktık, birbirimize vurmaya hazırlandık. ĠĢin garip tarafı Hüseyin‟i özellikle ĢiĢirip
üzerime gönderen Battal Turhan aramıza girdi ve kavgayı durdurdu.
Battal ikili oynuyordu. Battal‟ın gayesi beni bu iĢyerinden kaydırmaktı. Maalesef
ilerideki sayfalarda okuyacaksınız, Battal‟da ve tahrik ettiği yandaĢları da benim
ayağımı o iĢyerinden kaydıramayacaktır. Ama tersine Battal Turhan‟ın ayağı öyle bir
kayacak ki, Battal eĢtiği kuyuya kendisi düĢecektir. ġimdi zavallı ve sureten insan
görünen Hüseyin hakkında Hürriyet‟e bir Ģiir yazmıĢtım. Onu aĢağıya alıyorum.
Baddal‟ın mazisini yukarıda yaymıĢtık.
HĠKMET BĠL KÖġESĠ
HÜRRĠYET GAZETESĠ (Frankfurt‟tan)
Hamburg‟tan yazan Rıza ġahin‟in taĢlaması
Sene bindokuz yüz yetmiĢ ağustos ayı Ramazan
Atatürk‟e Atan Yobazlar Var Duyun
Ayıptır Türk‟tür ırkın, Almanya‟dır iĢyerin
Atatürk‟e atan yobazlar var duyun
Adana‟dan gelmiĢ iĢçiyim der öğünür
Softalar önünde namaza duruyor
314
Ölmeyen Çocuk
Ġbadet yerine koğu gaybet ediyor
Atatürk‟e atan yobazlar var duyun.
Sen Müslüman değilsin konuĢmam diyor
Cennet bahçesinde durup zerze yiyor
Üstelik etrafına zehirler saçıyor
Atatürk‟e atan yobazlar var duyun.
Söz dinlemiyor sohbet etmiyor kinci
Kelam yerine üç öğün yonca yiyici
Kendine günde 90 defa düzen verir hacı
Atatürk‟e atan yobazlar var duyun.
Ġslâmlığı kendi alıp bize hiç vermiyor
Kendinden olmayana Müslüman demiyor
Tüm varlığıyla TürkeĢ‟i, Erbakan‟ı övüyor
Atatürk‟e atan yobazlar var duyun.
Hamburg Ģehrinde Blohm+Voss iĢyeri
DüĢük kalite ile burası altıncı yeri
Kumar ile kavgadan hiç gelemez beri
Atatürk‟e atan yobazlar var duyun.
Bilmem ki cahillere bunu kim öğretir
Öğreten hocası kendinden beterdir
Yobazlar elinden ülkemiz dertlidir
Atatürk‟e atan yobazlar var duyun.
ĠĢte böylesi bir Türk ve görünürde Müslüman
Hüseyin ve de benzerleri camide Müslüman
Meyhanede sarhoĢ kulüplerde kumar oynayan.
Atatürk‟e atan yobazlar var duyun.
Rıza böyleleri namert oğlu namert diyor
Bülbül olsa dalda ötse hiç inanmıyor
Atatürk‟e atan yobazlara Türk demiyor
Atatürk‟e atan yobazlar var duyun.
GELELĠM ATÖLYEDE GEÇEN BĠR BAġKA ANIMA / BATTAL
TURHAN
Battal Turhan‟la ikinci anımdır. Battal KırĢehir‟in Kaman ilçesine bağlı Ġsa Hoca
Köyündendi. Battal sanat enstitüsü mezunuydu. Ereğli Demirçelik„te çalıĢmıĢ, projeli
ve kalifiye iĢçiydi. O elektrik kaynakçısıydı. Oksijeni bilmiyordu. Aynı zamanda
atölyede iĢ ve makine acemisiydi. Bu nedenle ustabaĢımız Battal‟ı da benim yanıma
verdi.
Kendisine tam 35 gün eğitim verdim. Neticede atölyeyi, iĢi ve makine kullanmayı
öğrendi. Battal oldukça edebiyatçıydı. KonuĢmayı ve insanla diyalog kurmayı çok iyi
beceriyordu. Battal konuĢmalarıyla, yumuĢak yaklaĢımıyla, insanların gönlünü
315
Ölmeyen Çocuk
kazanma bakımından fevkalade bir insandı. Benimle çabuk kaynaĢtı. Kendisi
benden 5 yaĢ küçüktü. Yani Battal‟la bir sene zarfında sanki bir evde doğmuĢ gibi,
bir amca çocukları gibi birbirimizle kaynaĢtık. Hatta Hamburg‟ta bir de dernek
kurduk. Türkler bir araya geldik. Hamburg‟ta Türk ĠĢçi Derneği kurduk. Battal
yönetime girdi. Orada da kendisine yardım ettim. Parmak kaldırdım.
SONRA NE OLDU?
Sonra ne olmadı ki? „Ġnsanoğlunun alası içinde olurmuĢ“ diye bir atasözü vardır.
Gerçekten zaman zaman edebiyatçı yazarlarımızın kitaplarını okudukça insan
yapısını, insanların psikolojik durumlarını bilir hale geldim ve insanların nabzını
öğrendim. Neticede insanların iki yapılı ve iki dünyalı olduklarını fevkalade
öğrendim. Hele hele pratik yaĢantılarım bana çok Ģey verdi. ĠĢte arkadaĢım Battal‟ın
iç yapısının ayrı, dıĢ yapısının ayrı olduğu aĢağıdaki yazacağım ibret örnekleriyle
ortaya çıktı. Battal‟ın bir tane de kardeĢi vardı. O da baĢka bir atölyedeydi. Onu da
yanımıza almıĢtık. Battal beni kazandığı kadar diğer arkadaĢları da kazanmıĢtı.
Onlar da Battal diyor daha demiyorlardı.
USTABAġI YARDIMCISI SEÇĠMĠ
Atölye ustabaĢımız bir gün geldi, „Ġçinizden birinizin iĢ taksimi yapmak için biriniz
bana yardımcı olması gerekecek. Hanginiz planı projeyi biliyorsanız o olacak.“ dedi.
Ġlk önce bana geldi, „Sen projeyi biliyorsan ben senin ustabaĢı yardımcısı
olmanı istiyorum.“ dedi. UstabaĢı Sascha„nın bana bu teklifi yaptığına çok teĢekkür
ettim „Ama ben projeyi bilemiyorum.“ dedim. UstabaĢı Dudmlaid, „Acıdım!“ dedi ve
dolayısıyla Battal ustabaĢı yardımcılığını da ele geçirmiĢ oldu. Dolayısıyla iĢ
yerimizde Türkler‟in, yani kendi kısımımızdaki Türkler„in iĢ taksimini Battal yapacaktı.
BATTAL‟IN DURUMU
Battal‟da birçok özellikler vardı. Örneğin. a. çabuk ve iyi diyalog kurma, b. ikna
kabiliyeti, c. insan nabzını çok iyi ölçüp anlaması, d. güleryüzlü, aynı zamanda
yardımsever olmasıydı. Bütün bu olgulara Battal sahipti. Ama Battal bütün bu
olgularını ve iyi niyetlerini menfaat beklentisi yönünde kullanıyordu. Battal bu
becerilerini kendi kiĢisel çıkarları yönünde kullanacaktı. O zaman Battal‟ın bu tür
faaliyetlerine ayak bağı olan ve onun çıkarlarına ters düĢen kimse olmayacaktı. Eğer
varsa onun da bir Ģekilde o kısımdan ayağını kaydırması gerekiyordu. Binaenaleyh
ahlâk yapısı bozuktu.
Mamafih ben ve bir arkadaĢın dıĢında Battal‟la birlikte hepsi de Sünniydi. Biz ise
ben Rıza ġahin ve EskiĢehir‟li Arif Alevîydik. Arif saf, korkak, etli de sütlü de eli
olmayan bir insan tipiydi. Ben ise atölyeye önce gelenlerin aynı meslekten
ikincisiydim. Birisinin mesleği ayrıydı. O zaman ben ikinci sırada UstabaĢı„ın
nezdinde kusursuz bir iĢçiydim. Bir baĢka yönüm ise iĢ konusundaki proje bilgisi
dıĢında Battal‟da olan olguların daha fazlası, onu üçe katlayacak bilgiler bende
316
Ölmeyen Çocuk
vardı. Ama ben hiçbir imkânımı hak etmeden kendi çıkarlarıma kullanma kabiliyetine
sahip değildim. Battal ise benim bu durumumu da çok iyi anlamıĢtı. Eğer Battal‟ın
karakteri doğrultusunda olsaydım, o taktirde birlikte haraket edebilirdik.
Bu nedenle Battal‟ın benim o kısımdan ayağımı kaydırması gerekiyordu. Bu
prensipleri düĢünürken gayrı meĢru yollardan para kazanmanın doğuracağı
tehlikeleri de göremiyordu. ĠĢte Battal‟a göre oradan gitmesi gereken biri varsa o da
bendim. Tabi ki, gücü yeterse bazı kılıçlar tersinede dönebilir ve kılıcın taĢa
çarpabilir. Ya da ummadığın taĢ kafanı kırabilir. Sen birilerinin ayağını kaydırayım
derken senin ayağın kayabilir. Zira bakalım bazı çıkar hesapları yaparken, kılıcın
kendine döneceğini hesap edebiliyor muydu. Maalesef Battal iĢte bu yönden aptaldı.
Mamafih küçük gördüğü yumruk, kendi yumruğundan büyük olabilir görüĢüne sahip
değildi.
BATTAL‟IN Ġġ TAKSĠMĠNDE YAPTIĞI AYRIMCILIK
Bizim çalıĢma sistemimiz akort sistemiydi. Yaptığın iĢ nisbetinde normal
kazancının dıĢında fazla prim alırsın. Bu nedenle bazı iĢ vardır avantajlıdır. Yani 4
saatlik iĢi rahatlıkla iki saatte bitirirsin. Bazı iĢ de vardır baĢı baĢına ancak
getirebilirsin. Yine bazı iĢlerde de 8 saat çalıĢma süresinde normal akortunu dahi
çıkaramazsın. ĠĢte Battal zor ve akort kazandırmayan iĢleri bilerek bana vermeye
baĢladı ve beni bezdirme eylemine giriĢti. Bir müddet bu yöntemi denedi. Randıman
alamadı. Bu arada da Battal atölyede sert içki satmaya baĢladı.
Örneğin günde 8-10 ĢiĢe gizli içki satar, her ĢiĢe baĢına 3 Marktan icabında
günlük 10-20 Mark kazancı olurdu. Battal ayrıca Almanya‟da seyyar pazarlama iĢine
girdi. AMC tenceresi satardı. Bu iĢi cumartesi pazar günleri, ayrıca senede 4-5 defa
aralıklı olarak 15-30, icabında 45 gün suni hastalık beyan ederek doktorlardan
istirahat alır satıĢını yapardı. Doktorlardan aldığı istirahat veya dıĢarıda yaptığı
ticaret iĢleri beni hiç ilgilendirmiyordu. Beni ilgilendiren durum benim iĢ yerimdeki
yolsuzluklara göz yummadığım için benim ekmeğimle oynaması. Bu gayesinde
muvaffak olabilmesi için de her yöntemi deneyip de randıman alamayınca, bu defa
da dinciliği koz kullanarak bazı dolduruĢa gelen arkadaĢları üzerime göndermesiydi.
Adana‟lı Hüseyin, Kars‟lı Muzaffer Çimendağ, Ömer Osman Gökdal, Sait Tulun.
Ömer Osman‟ın anısı daha önceki anımda yazmıĢtım. Eğer ben Ömer Osman‟ı
benim karĢıma çıkaranı, onu benimle karĢı karĢıya getireni bilmeseydim hiç yoktan
Ömer Osman iĢinden olacak, senelerce iĢsiz kalmaya mahkum olacaktı. ĠĢte
kavganın temelinde Battal olduğunu bildiğim için, Ömer Osman benim yüzüme karĢı
çok ağır biçimde küfürle hakaret etmesine karĢılık olayın halli için bir de gerçeğin
ortaya çıkması için ben atölye temsilcilerini, sendika temsilcilerini biraraya toplamıĢ
olayın gerçek yüzünü anlatarak büyük bir olgunluk içerisinde Ömer Osman‟ı affetmiĢ
ve çalıĢmaya devam etmesini sağlamıĢtım.
BATTAL‟LA DEVAM EDĠYORUZ
317
Ölmeyen Çocuk
Yukarıdan beri anlattığım olumsuz hadiseler artık hat safhaya çıkmıĢ, Battal‟ın
aleyhinde tanzim edilmesi gereken tam bir dosya oluĢmuĢtu. Bu dosyayı tanzim
etmeden önce Battal‟ın dikkatine bir iki sözlü mesaj vermem gerekiyordu.
Bu sözlü mesajın tam zamanıydı. Ömer Osman hadisesinde öğleden önce saat
11-12 arası herkes tezgah baĢında çalıĢırken Battal da onların baĢında iken ben
geliyorum ve Ģunları söylüyordum: “Ey Battal Bey! Oynadığın oyun bitmiĢtir. Artık
yolun sonuna yaklaĢtın. Yıllardan beri bir senaryo filmi oynadın. Kendin dahil burada
yardım ettiğim zavallı insanların duygularını sömürdün. Sözde onlara dost görünür
rolleriyle kayırmacılık yaptın. Hepsini benim karĢıma çıkardın. Avradıma dahi küfür
ettirdin. Benim dedeliğimi dahi araç olarak duvarlara yazdırarak kullandın. Bütün bu
oynadığın oyunların bir tek gayesi vardı. ġahsi ve kiĢisel çıkarlarını serbestçe
yürütebilmendi. Elbetteki bu amellerin bizleri ilgilendiren kısımlara benim göz
yummam ve seninle beraber olmaya karakterim uygun değildi. Bu nedenle beni bazı
tavırlarınla bezdirip bu iĢyerinden ıraklaĢtırman gerekiyordu. Ey Battal! Ne yazık ki,
bunu baĢaramadın ve baĢaramayacaksın. Eğer unutmadıysan bir yıl önce Ģu
durduğun yerden bana demir attın. Eğer kafama dokunsaydı Ģu anda belki ben
mezarda, sen de hapiste olacaktın. Ama iĢ tersine dönmüĢ, aĢağıdaki hayandan bir
potin yeyince olduğun yere kıvrılmıĢtın. Buna rağmen yandaĢların seni çıkarılırsın
korkusuyla kaçırmıĢ, tuvalete gizlemiĢlerdi. ĠĢte bu hadiseden bir ibret örnek alman
gerekiyordu. Ama senin yapın o idraka müsait olmadığı için maalesef yine bir yıldır
aynı oyuna devam ettin. ġimdi iĢ, hadiseler aleyhinde telakki etti. Aleyhinde bir
dosya oluĢturumanın zamanı gelmiĢtir. Zira ben de senin seviyene inerek senin gibi
arkadan vuramazdım. ġu anda sen özür de dilesen, artık o fırsatı da kaçırdın.
Velhasıl sen bu atölyeden öyle bir kovulacaksın ki, ölünceye kadar bu karĢında olan
Rıza Dede„den güzel bir hatıra olacaktır.Haberin olsun.“ Sene 1970-1981 tarihleri
arası Hamburg kaleme alınıĢ tarihi 23.2.1999. Eryaman/ANKARA.
ĠSMAĠL ULUSU VE HANIMI TÜRKAN
Ġsmail Ulusu ailesi ile tanıĢmamız. Ġsmail Ulusu 1968 tarihlerinde Hamburg‟ta
Alman Havayolları Lufthansa„ya gelmiĢ, 1973 - 4. ayına kadar 6 senelik iĢçi
olduğunu söyledi. Yani 1971 - 4. ayında tanıĢmamız Ģöyle olmuĢtu. Ben Hanımı
Türkiye‟ye göndermiĢtim ve ikinci defa Hanımı getirmiĢtim. Hanımla iki çocuğuma
yeniden oturma almam gerekiyordu. Bizim firmada çalıĢan yine Sivas‟ın Hafik‟ten
olan Ali Cinkaya vardı. Ben de ev arıyordum. Ali Cinkaya da Ġsmail‟le komĢuymuĢ.
Ali baĢka bir ev bulmuĢ, Ġsmail‟in yanında oturduğu evini bana devredecekti. Bu
vesile ile hem Ali Cinkaya hem de Ġsmail Ulusu‟yla tanıĢmıĢ oldum.
61 Nirndorf, 80 Weren adresinde çok eski iki katlı bahçe içinde yaklaĢık 7-8
odaya bölünmüĢ alt ve giriĢ katta 7-8 tane odalara bölünmüĢ asker kıĢlası gibi bir
evde, aslında evin ikinci katı çatı kattı, çatı katta 2.5 oda halinde bir mutfak, bir
tuvalet banyo raf, bir giriĢ, iki büyük bir küçük odası olan evi Ali Cinkaya‟dan 250
Mark karĢılığında devralmıĢtım. Ġsmail Ulusu ise bu evin giriĢinde yaklaĢık 15
metrekare bir odada oturuyordu. Tavla Ģeklinde olan bu evin yaklaĢık 30 metre
318
Ölmeyen Çocuk
uzunluğunda 7-8 metre eninde boydan boya bir koridoru vardı. Koridora da açılan
karĢılıklı odalar vardı. Bu koridorun her iki baĢında tuvalet ve banyo birlikte iki tane
ihtiyaç yerleri vardı. Adam bu yeri bu Ģekilde bölmüĢ, oda yapmıĢ, yabancı iĢçilere
fevkalade pahalı fiyattan kiraya veriyordu.
KOMġULUK MĠSAFĠRLĠĞĠ
KomĢu olduğumuz Ġsmail Ulusu‟ya misafir olarak gittik. Bir gün önce
komĢusuyla hanımları kavga yapıyorlardı. Sorduk, “Neden kavga yaptınız?” Ġsmail
Ulusu‟nun söylediği, Koridora çamaĢır serilmiĢ, çamaĢırın suyu ayak tozlarına
karıĢmıĢ ve oralar çamur olmuĢ. Kavga kesildi. Ben de Ġsmail‟in evine gittim.
Kendilerini çok fena bir Ģekilde suçladım ve dedim ki, “Koridora son serilen
çamaĢırlar sizindi. Benim kızın da sizin yarattığınız çamurdan ayağı kaydı ve beli
incidi. Ama biz buna rağmen gelip de sizi rahatsız etmedik. ġimdi siz iki eski komĢu
bir türlü kabahati biriniz kabullenmiyor ve kavga ediyorsunuz. Sayın Ġsmail, üstelik
sen de evde olduğun halde karının kavga etmesine taraftar oluyor ve göz
yumuyorsun. Oysa ki, kabahatli olanda sizsiniz. Siz utanmıyor musunuz?”
Ben bu sözleri saydıktan sonra bana oturmak için ısrar ediyorlardı. Ben ise,
“ġimdi oturamam. ġimdi eve gideyim de sonra Hanımla geliriz.” dedim. Eve gittim.
Olayı Hanıma anlattım. Hanımı, çocukları aldım, tekrar Ġsmail Ulusu ailesine indim.
Ġndik inmesine ya, ben canımın sıkıntısıyla biraz önce farkında olamamıĢtım.
Farkında olamadığım Ģey evlerindeki kokuydu. Ġsmail‟in evine nasıl girdik, tuvalet
gibi evden koku dıĢarı vuruyordu. Neyse, içeri girdik. Derhal söyledim, „Açın Ģu
pencereleri.” dedim. Ġsmail, “Ne oldu Dede?” demeye kalmadı, “Yahu siz hayvan
mısınız? Kendinize acımıyorsanız Ģu çocuklara acıyın. Eviniz leĢ gibi kokuyor.”
dedim. O arada kahvaltı hazırlanmıĢtı. Sofra kuruldu, ortaya kahvaltı yerine
fevkalade tavuk eti felan yemekler geldi ama ben ve Hanım sorfadan yine de
Ģüphelendik. Bereket önce ben tavuk etine bir baktım ki, o da kokuyordu. Onlar da
uzandılar tavuk etini ağızlarına götürmeden bıraktırdım. „Bırakın yemeği felan.“
derken Ģimdi bunlar yüzüme bakmaya baĢladılar.
Ġsmail, „Ne var ki?“ felan demeye baĢladı. Ben, „Kokla Ģu eti ne olduğunu
anlarsın.“ Aldı, kokladı, Ġsmail, „Biraz bozulmuĢ.“ demez mi? „Ulan terbiyesiz, biraz
ne demek? Et tamamen kokuyor. Çocuklarınızın eli yüzü yara olmuĢ. Baksanız ya
bu çocuklara ve kendinize acımıyor musun? Kaldırın Ģu sofrayı, bir güzel
temizleyin.“ dedim.
Buzdolabının kapısını açtılar. Oradan tekrar tavuk çıkarıp piĢireceklerdi. Dolabın
kapağı açılır açılmaz kokuyla beraber bir buhar evin içine dağıldı. Tekrar kızdım.
Ġsmail, „Dede özür dilerim. Biz çalıĢıyoruz. Haftada bir pazara gidiyorum, 10 tane
tavuk alıyorum. Dolaba koyuyoruz, bir hafta yiyoruz.“ „Yahu iyi, güzel de pazardan
tavuğu getirip kokutup öyle mi yiyorsunuz? Siz kokmadan bir Ģey yemiyor
musunuz.?“ Ġsmail, „Ne bileyim? Buzdolabında durduğu yerde nasıl kokmuĢ?“ „Ulan
be adam! Sen malzemeyi buzdolabına kor, fiĢi çeker, kapıyı kapatırsan o malzeme
319
Ölmeyen Çocuk
bile bile kokmaya terk edilir.“ Velhasıl buzdolabını, evi bir güzel yıkattım, temizlettim.
Ġsmail‟e „Hadi git, sen de yeniden yiyecek malzeme getir. Bak buzdolabına malzeme
nasıl konulurmuĢ. Bir gör öğren.”
Ġsmail gitti. Hanımlar da evde olanları yaptılar, evi temizlediler. Ġsmail malzemeyi
getirdi, yemekler yapıldı. Öğlen de olmuĢtu. Ondan sonra dolabın fiĢini taktık,
malzemeyi doldurduk. „Bak Ġsmail, dolabı normal bir ayara getireceksin. FiĢi hiç
çekmeyeceksin.” Neyse sofrayı önümüze aldık, iki lokma yedik. Ġsmail kalktı, “Dede
her Ģey için özür dilerim. Yalnız sana bir Ģey söyleyeceğim.” “NeymiĢ o? Söyle
bakalım.” „Bir sene önce bir ĢiĢe rakı getirmiĢtim. Getirsem içer misin?” ġimdi gel de
ĢaĢma. “Yahu Ġsmail, sen bir hafta önce bana içki içiyorsun diye bir sürü eleĢtiri
yaptın. ġimdi de kendin teklif ediyorsun. Dede ne olur kusuruma bakma diyorsun.
Getir haydi getir bakalım. Bu kadar uğraĢmaya herhalde rakıyı da hakettik galiba. O
gün Ġsmail‟in evinde yedik, içtik. Sanki kurs açmıĢ gibi Ġsmail ailesine akĢama kadar
ders vermiĢtim.”
BAYRAM AĠLESĠ
Bayram ailesi Ġsmailler‟le kavga yapan karĢı karĢıya komĢular. Bu ailenin
Manisa‟nın Turgutlu ilçesinden olduğunu söylediler.
Ġsmail‟den bir gün sonra hemen sıcağı sıcağına Hanıma dedim ki, “Kalk bugün
de Ģu komĢuya gidelim. Biraz da onlara ders verelim.” Hanımla Bayram ailesine
akĢam saat 19 sularında indik. Bayram ailesi tam bizim altımızda oturuyordu. Evine
girdik, ama onların odada Ġsmailler‟inkinden farklı değildi. Ġkisinin oturduğu tek bir
oda, aynı büyüklükte bir tane oda. Yani yattıkları yer, mutfak vesaire bütün ihtiyaçları
bu bir odada görülüyordu. Odaların durumu ise oturulur durumda değildi. Odaların
duvarlarının, tavanın badanaları kalkmıĢ, odada meydana gelen buhar o kalın
plastik badanaları yumuĢatmıĢ ve kıvrım kıvrım aĢağıya sarkıtmıĢ durumda. Yani
duvarlar tavana baktığın zaman sanki uzman bir usta özel olarak yapmıĢ gibi bir
dekor verilmiĢ bu odalarda.
Bayram ailesinin iki tane oğlu, 7-8 yaĢlarında nur gibi iki tane çocuk, iki de
kendileri olmak üzere dört kiĢi bütün eĢyalarıyla birlikte bu evde 6 yıldır oturuyorlar.
Ġsmail hakeza dört yaĢında bir kızları, 6 yaĢında oğulları, iki de kendileri dört kiĢiler.
Velhasıl bu iki aileye baktığın zaman biri Manisalı biri Sivaslı olmasına rağmen
yaĢantıları, tabiat durumları vesair yönden eĢdeğerler, hiç farkları yoktur.
BAYRAM AĠLESĠYLE KONUġACAĞIZ
Bayram ailesi ilk fırsatta bize çay ikram etti. Fakat uzun bir müddet çaylarını
içmedik. Bayram‟a ilk soru: “Sayın Bayram dün senin hanımınla komĢu hanımı
kavga yaptılar. Siz evde miydiniz? Veya bu Ģekildeki kavgadan haberin var mıydı?”
Bayram, “Hayır evde değildim ama hanım söyledi.” Yengeye soru: “Peki yenge,
aranızda kavga yapmaya sebep olan durum neydi?” Yengeden cevap: „Ağabey biz,
ikimizde koridara çamaĢır sereriz. Siz de evinize girip çıkarken görürsünüz. Bu defa
320
Ölmeyen Çocuk
da çamaĢırlar onlarındı. Koridorda su birikmiĢ ve ayak tozlarından çamur oluĢmuĢtu.
Bu çamura basınca insanların ayağı kayıyor ve evlere çamur taĢınıyordu. KomĢu ise
çamaĢırlar benim değil diyordu. Bu yüzden yok senindi, yok benimdi derken
aramızda kavga kabardı.”
“Peki yenge. Ben kavgaya Ģahit oldum. Biliyorsun ikinizi de evinize ittim. Ġkiniz
de kapılarınızın önüne çıkmıĢ birbirinize çok ağır ve ağıza alınmayacak kadar terk-i
edep sözlerle birbirinizi itam ediyordunuz. Kavga çok Ģiddetliydi. Ben sizi
susturmasaydım birbirinize vurabilirdiniz.” Bu arada yenge gülümser gibi oldu, cevap
verdi, „Bilmiyorum Ağabey, belki de olabilirdi. Ama Türkan bir türlü hatayı kabullenip
susmuyordu.”
Soru: “Ġkiniz de susmuyordunuz ben biliyorum. Fakat sen çok enteresan ağır bir
itamda bulundun ve dedin ki, pis KızılbaĢlar. Hep birbirinizin içinde yatıyorsunuz
dedin. Bu kelimeyi neye göre sarfettiniz? Manası neydi?“
Cevap: „Ağabey eskiden beri duyardık. ĠĢte KızılbaĢlar varmıĢ, böyle yaparmıĢ,
Ģöyle yaparmıĢ mum söndürürmüĢ derlerdi. Derlerdi ama sizin memlekette
tanıdığınız yörelerde Alevîler yok muydu? Sizler de böyle bir olaya Ģahit oldunuz
mu?“ Cevap: „Bizim yörelerde elbette Alevî köyleri vardır. Ama biz içlerinde
bulunmadık. Size kimler söylüyordu. Hocalar söylermiĢ, büyüklerimiz de hocalardan
alıp bize söylerdi.“
„Peki Bayram Bey, ailenizi dinlediniz. Siz de bu görüĢlere katılıyor musunuz?“
Bayram, „Hayır, böyle bir görüĢe olumlu olarak katılmıyorum. Ben de duydum,
iĢittim. Ama bizim anladığımız gibiyse böyle bir iliĢki medeniyete ters düĢer.“
„Peki Bayram, sizin yanınızda böyle sözler olurken veya size böyle bir sözü
direk söyleyenlere hiç tepki gösterdiniz mi?“ „Hayır.“ „Yani sadece dinlemekle
yetindiniz öyle mi? Sayın Bayram, çirkin gördüğün bir anlatıma karĢı en azından
insan olarak bir tepki göstermiyorsan, o olayın gerçekleğini kısmen kabullenmiĢ ve
onaylamıĢsın anlamındadır. Nitekim karınız da iĢittiği böyle bir çirkin iftiraya ciddi
inanmıĢ olmasaydı, kalkıpta karĢı muhatabına bir leke anlamında bu lafları sarf
etmezdi! ġimdi sizden bir ricam var. Bana imkân verirseniz oraya bir bakacağım.
Sizin kapının giriĢinde bir kapı gördüm. Oraya bakabilir miyim?“
Bayram, „Orası bizim depomuz, oraya fazla eĢyalarımızı koyarız.“ „Olsun bir
görmek istiyorum.“ Bayram kalktı, kapıyı açtı, depo dediği yere baktım. Bu yer
yaklaĢık 4 metrekare vardı. Yani fevkalede bir mutfak veya banyo olabilir durumda
idi. Zira bu yerin bir duvarı dıĢ cephe idi. Ama burası kite kit muhtelif eĢyalarla dolu
idi. Bu eĢya tahminime göre bir Ģehir içi nakliyatını doldurabilirdi. Ama hepsi de
temizlenmiĢ tertipli olarak yerine istif edilmiĢti.
Bayram‟a bir soru daha: „Sayın Bayram sana nabal atacağım. Bana doğruyu
söyleyeceksin. Dinine imanına, Allah‟ını seviyorsan soracağım soruya doğru yanıt
ver. Bu eĢyaları nereden aldınız ve bu eĢyaları ne yapacaksın?“ Bayram bu ağır
yeminler vererek sorduğum soruya karĢılık „Doğrusunu söyleyeceksem Ağabey, biz
321
Ölmeyen Çocuk
bu eĢyaları sokaktan toplarız. Böyle yıkar kuruturuz. Yazın izine gittiğimizde
Türkiye‟ye götürür satarız.“
„Peki Bayram Bey bu iĢi her yıl yapar mısınız?“ „Evet Ağabey, her yıl yaparız.”
“Peki bu eĢyaları nerede yıkayıp kurutursunuz?“
Bayram sorunun bu kısmında cevap vermek için epey zorlandı. „Ağabey yazın
bahçede, kıĢın da iĢte bu banyoda yıkar ve koridorlara sereriz.” Yani banyo
dediğiniz yer hepimize ait olan banyo değil mi?” “Evet Ağabey.” dedi ve tastikledi.
„Bayram Bey Ģimdi odanıza gidelim orada konuĢmamıza devam edelim.” “Peki”
dedi ve odaya gittik. Oturduk, Bayram çay içmemiz için bir daha ısrar etti. Bu
ısrarına dayanamdık, çayını içmeye „Evet” dedik. Çaylarımız doldu. Çaylarımızı
içmeye baĢladık, konuĢmaya sorulu cevaplı devam ediyoruz.
“Sayın Bayram ve yenge, elbise ve eĢya koyduğunuz depoyu gördüm. ġimdi
ben bir komĢu olarak bir de sizden yaĢça büyük olduğum için sizin lehinize ve insanî
yönlerden bazı yanlıĢlıklarınıza yanıt vereceğim. Bazı yönlerinizi ise çok ağır
eleĢtireceğim. Sanırım bana kızmayacaksınız. Zira dün akĢama kadar
komĢularınızla aynı benzeri konuĢmaları yaptım. Bu gün de sizdeyim.”
1. Dünkü kavgaya sebep olan çamaĢırlar Türkan‟ın olduğunu ben biliyorum ve
de onlara bunu söyledim. Benim kızın da o çamurdan ayağı kaymıĢ, beli incimiĢ, iki
gündür evde yatıyor. Olayı ne onlara, ne de size gelip söylemedik. Böyle kavga da
çıkarmayı düĢünmedik. ġimdi bu olayda komĢunuz hatalıdır.
Size soruyorum: Siz de bu koridora çamaĢır asıyor musunuz?” Karı koca cevap:
„Evet.“ “Hattı zatında sizin daha da fazlalığınız vardır. Oda sokaktan ticaret amaçlı
olarak alıp sattığınız eĢyalardır. Dahası satılık eĢyalarınız için harcadığınız su ve
elektrik de bu binada oturanların hepsinin cebinden çıkmıyor mu?” “Evet” dediler.
“Demek ki, koridorda çamaĢır asıp pislik yaptığınıza, bu harcadığınız suya ve
elektriğe sizin birbirinizle kavga etme yerine buradaki komĢuların size karĢı
koymaları gerekir. Daha olmadı ilgili makama sizin bu durumunuzu Ģikayet etmeleri
gerekir. Bu yönde sizin birbirinize hiç diyeceğiniz olamaz. Üstelik sizin bu yöndeki
vebaliniz, hatanız onlardan bir fazladır. YanlıĢım varsa söyleyin.” Tabi ses yok.
“2. Ġkinci bir hatanız çok büyük hatadır. Sizin suçunuz kamuoyuna karĢı iĢlenmiĢ
suçtur. Ġsmail‟e karĢı değil ama vicdanına karĢı suç iĢlediniz. Ben kalksam bu
durumu Ģahitli ispatlı yazıya alıp savcılığa versem sizin hakkınızda savcılık ırkçılık
suçundan kamu davası açar. Hatta sizi en azından konsolosluğa çağırtabilirim.
Nedir suçunuz? Pis KızılbaĢlar birbirinizin içinde yatıyorsunuz dedin. Ben ve daha
baĢkaları bu sözlere Ģahitiz. ĠĢte kendinize yakıĢabilecek sarf edilen bu cümleler
doğrudan suç unsurudur.
3. Üçüncü bir konu ise sizin Ģu yaĢantınızdır. Bu konuda ikiniz de
eĢdeğerdesiniz. Hiç birbirinize diyeceğiniz olamaz. Zira ikinizin de evi kokuyor.
Allah‟tan korkun! Bir odanın içinde dört kiĢi yatıyorsunuz. Üstelik bu oda sadece
yatmanız için değil, iĢte göründüğü gibi yiyecekleriniz, içecekleriniz, yeriniz,
322
Ölmeyen Çocuk
yatağınız, mutfağınız hepsi Ģu küçücük bir odanın içindedir. Sizi açık açık kınıyor ve
ayıplıyorum. Yahu sizler ne biçim insansınız? Kendinize acımıyorsanız kendi
doğurduğunuz Ģu iki tane gül gibi taze çocuklarınıza acıyın. Üstelik Ģu duvarların ve
tavanın durumuna bakın. Burada yemek yapılıyor, yemek yeniliyor ve insanlar
yatağa girip yatıyor. Siz bana ne derseniz deyin, yüzünüze söylüyorum. Bunu insan
yapmaz. Nerde kalmıĢ ki, siz çalıĢan ana babasınız?
4. Siz kalkıp pis KızılbaĢlar diyorsunuz. Sizin anlayıĢınıza göre öyle bir KızılbaĢ
milleti var ise, inanın iĢte onlar sizsiniz. Nasıl mı? Ben size sorayım. Siz cevap verin.
Bu çocukların biri 8 birisi 6 yaĢında. Bu odanın yarısını eĢyalarınız ve
malzemeleriniz kapatmıĢ siz karı koca ve bu iki çocuğunuz burada yatmıyor
musunuz? Sonra dıĢarıdaki banyoya burada en az beĢ eve ait siz yıkanmak için
nereyi kullanıyorsunuz?”
Bunların hiçbirisine cevap yok. „Ayrıca sizin Ģu yaptığınız iĢler ve tabiatsız
yaĢantılar sadece sizin adınıza değildir. A. kendi adınız, b. Türk Toplumu adınadır.
Size burada Türkler diyorlar Ahmet, Bayram değil. Sizin bu tür yaĢantı durumu ve
görünümüz ne Türklüğe ne de Müslümanlığa yakıĢır. ġunu iyi bilin ki, burada olanlar
hangi millet olursa olsun Türklerin her bierr temsilcisidir. Bu ülkede size KızılbaĢ,
Sünni, Çerkez, Laz demezler. Sizin hepinize birden Türk milleti derler.
Sizin iftira ettiğiniz KızılbaĢ kelimesi ise, sizin anladığı gibi değildir. Tam tersidir.
Ben size birkaç kelimeyle burada anlatmaya çalıĢıyım da öğrenin. Bundan sonra
böyle bir hataya düĢmeyin.
KızılbaĢ 1.400 sene önce Hz. Muhammet‟le Hz. Ali Ġslâmiyet‟i yaymaya
çalıĢırken savaĢ halinde iken, Ġslâm ordusu çok büyük bir kayıp vermiĢti. Ġslâm
ordusunun kayıp vermesine sebep olan üniformaydı bu. Örneğin Ġslâm ve Ġslâm
karĢıtı ordusunun giyisileri birbirine benziyordu. Birbirlerini tanıyamıyorlardı. Velhasıl
Ġslâm ordusunda bir baĢı bozukluk vardı. Hz. Muhammed bu durumdan rahatsız
olmuĢtu. Zira tayin ettiği kumandanlar Ġslâm ordusuna zaiyat verip, geri
dönüyorlardı. Bakın Kur‟an-ı Kerim‟de bu geri dönüĢe Ģu ad verilmiĢti. „Ökçesi
üzerine geri dönenler‟. Yarın öyle birini kumandan tayin edeyim ki, o ökçesinin
üzerine geri dönenlerden olmayacaktır denilmektedir. Böylece Ġslâm ordusunun
baĢına Hz. Ali‟yi tayin etmiĢtir. Hz. Ali ordunun baĢına geçince askere bir çeki düzen
verdi. Askerin kafasına ise kırmızı sarık giydirdi. Bu hadiseden sonra karĢı ki küffar
ordusu Ġslâm ordusuna KızılbaĢ ismini verdi. ĠĢte küffarların Ġslâmlar‟a taktığı bu isim
tam tersine ünvan kazandı. Zira küffarlar Hz. Ali‟nin ordusunun hücumlarını görünce
„KızılbaĢ ordusu geliyor!‟ diye kaçıyorlar idi. Bakın, Bayram Ailesine söylenecek çok
Ģey var ama değmez. Burada noktalıyorum.‟‟
ALĠ CĠNKAYA, HASAN EĞLEMLĠ
61. Nirndorf 80 Weren mahallesinde, yukarıda anlattığım Bayram ve Ġsmail
Ulusular ve Ali Cinkaya ile komĢu olan bir de Kırıkkaleli Hasan Eğlemli ailesi vardı.
Bu aileyle tanıĢmamız da Ģöyle olmuĢtu.
323
Ölmeyen Çocuk
Ben bir gün hasta olmuĢ, istirahat almıĢtım. Mahallede bulunan bir markete
alıĢveriĢe gitmiĢtim. AlıĢveriĢimi yaptım, kasaya geldim. Kasada para öderken
oranın personelinden bir hanımefendi iki tane oğlan çocuğunu yakalamıĢ, yanıma
getirdi. Ellerinde birkaç tane çikolata vardı. Bu çocuklar çikolataları almıĢ, para
ödemeden gidiyorlarmıĢ. „Birkaç defa böyle yaptılar. Siz bunlara yardımcı olur
musunuz?” Cevap: “Tabi yardımcı olurum.” dedim. Çikolataların parasını ödedim,
aldım dıĢarı çıkardım. Baktım çocukların üstü baĢı periĢan, kirli felan. Bunların ikisi
de oğlan, çok esmerler. Ama güzel çocuklardı. Tahminim 6-7 yaĢlarındaydı.
Çocukları eve götürdüm.
Hasan Eğlemli‟nin evi bahçe içerisinde müstakil bir evdi. Evin içine girdim. Biraz
sağa sola göz gezdirdim. Evin büyüklüğü 60-70 metrekare var ama Hasan‟ın dört
tane çocuğu varmıĢ. Ana baba ikisi de çalıĢıyorlarmıĢ. Fakat ben diğer iki çocuğu
görmedim. Getirdiğim çocuklardan epeyce büyüklermiĢ. Ama çocuklar iyi
anlatamadılar, önemli değil. Benim için önemli olan Hasan Ailesinin tabiat ve medenî
durumlarıydı. Maalesef yukarıda anlattığım iki aile tipinden hiç mi hiç farkı yoktu.
HANIMIM ZEYNEP ĠLE HAMBURG HOPFEN STRASSE‟DE
BAġLAYAN BĠRĠNCĠ HUZURSUZLUĞUMUZ ġÖYLE OLMUġTU
Kızım Firdevs‟le Aliye‟yi okula soktum. Oğlum Garip ise henüz 4 yaĢında idi.
Hamburg‟ta doğan kızım Ayselih‟i Ankara‟da bırakmıĢtık. Zira Ankara Tuzluçayır
BağlarbaĢı mahallesi 31. sokakta iki odalı, iki tane gecekondu evimiz vardı. Bu
arada Hanımın büyük Ağabeyi Sait TaĢkıran‟ın oğlu Kasım‟ı okuması için eve
oturtmuĢtuk. Lise okulunda okuyordu. Aynı zamanda bu çocuk evliydi. Hanımıyla
beraber oturuyordu. Tüm masraflarını da ben karĢılıyordum. Bu küçük kızımız
Ayselih‟i de onların yanında bırakmıĢtık.
Dönelim tekrar Hamburg‟a. Sene 1973 ilkbahar aylarıydı. Hanımla aramızda
kavga hızlanıyordu. Ben hanıma karĢı haklılığımı Ģöyle savunuyordum: “Hanım bak,
evliliğimiz kasım ayı 1957‟de gerçekleĢti. Seni köyde zorla kaçırdıklarına yüzde yüz
inanmıĢtım. Buna istinaden köyde bazı kadınların ve de öz annenin seni
kandırdığını söylemiĢtin. Bu ifadelerine karĢı zorla olan bir kaçma olayına boyun
eğmiĢ, sana böyle bir olayın kir ve hata olmadığını ve senin rahat olmanı, dahası
birbirimizi kazanalım, birbirimizi çok sevelim, fakat o seni kandıranlarla iliĢki kurma,
onlarla konuĢma demiĢtim. Maalesef sen aksine, köyünde seni kandıran iki tane
hanımla tekrar bağ kurup konuĢtun. O günlerde de aramızda dövme vurma gibi
kavga yapmıĢtım. Bu birinci hata hem de kayda değer bir hata idi. Aradan yıllar
geçti. Ben bir ara çalıĢmak için 1960 üçüncü ayda Ankara‟ya gitmiĢ, orada altı ay
sonra seni de götürmüĢtüm. Ve bir yıl Ankara‟da kalmıĢtık.
Bu arada köyden Ankara‟ya getirdiğimde bir takım olumsuz durumlarını tespit
etmiĢtim. Mamafih onu içimizde sır ettik. ĠĢ normale dönmüĢtü. Daha sonra
Biraderim Mahmut‟la aramızda bir anlaĢmamazlığımızdan dolayı kardeĢim
Mahmut‟un illa köye geri gel çağrısına aldanmıĢ iĢe girip çalıĢmakta olduğum
Karayolları Merkez Atölyesi gibi bir iĢ yerimden çıkmıĢ birlikte geri köye dönmüĢtük.
324
Ölmeyen Çocuk
Köyde 3.5 sene durduk. Bu 3.5 senede köyde iyi veya kötü günlerimiz geçmiĢti.
Tekrar Biraderle birlikte aile efratımızı aldık. Ankara‟ya göç ettik. Tekrar köyde,
aramızda baĢlayan benzeri geçimsizliği Ankara‟ya taĢımıĢtık. Ankara‟da bir yıl sonra
Biraderim Mahmut‟tan ayrılmıĢtık. Tuzluçayır‟da kiraya oturmuĢtuk. Orada ben
hakkında boĢanma davası açtım. Ġki defa mahkemelik olduk. Ben seni köye
göndermiĢtim. Mamafih bir ara köye yolum düĢtü. EĢ, dost, akraba aramıza girdi,
ben senin haksızlığını ispatladım. “Fakat tövbe olsun bir daha aramızda böyle bir
hata olmayacak.” dedin. O durumda senin tarafından olan ikinci hata olmuĢtu.
Zeynep, dikkat et onu da kapatmıĢtık. ġimdi gelelim ve Ģu yıllarda ve günlerde ne
oluyor? Neden oluyor? Sayıyorum sen de bana haklılığını ispat et.
Hamburg‟a ilk geldin. 11 ay ağladın. 11 ay evimizde aĢ ekmek yerine zehir
zıkkım yedik. Bu rahatsızlığın verdiği heyecanla seni gönderdim. Fakat bu defa
Ankara‟dan gelmemeye zorlandın. Yani benim zorum olmasaydı gelmiyordun. Üç
çocuğumuzu yanımıza alacaktık. Küçük Ankara‟da bırakılacaktı. Kararımız bu iken
ve bu Ģekilde pasaportları yaptırmıĢ olduğum halde sen ölüme razıydın ama
Almanya‟ya gelmeye razı değildin. ġu hadiseye dikkat et, cevap ver.
KardeĢin Mehmet Ġzmir‟de okurken yanıma gelmiĢ ve bir sabah çantanda
bulduğum Almanya‟dan getirdiğin tırnak çakısının üzerinde benim yakınım olan
birinin ismi üzerinde yazılı idi. Yani o kiĢi sana ismi yazılı bir hediye vermiĢ oluyordu.
Bunu kardeĢinin yanında üç kiĢi bir arada tespit ettik, bu duruma sessiz kaldın. Bu
tutumuna sebep olan durum ne idi?
ġimdi bu arada bana karĢı olan yaklaĢımında hiçbir ilerleme olmadığı gibi hatta
daha da gerileme vardır. ġimdi Ģu durumda geldim ve önümüzde müĢterek
yaptığımız bir çocuğumuz, oğlumuz 4 yaĢındadır. ĠĢte göz önünde altına pislemiĢ
köĢede duruyor ve kokuyor. Bu çocuk senin değil mi? Aldığım cevap: “Koskocaman
oğlan altına yapıyor. Ben bıktım artık.” diyordun.” Hanımın verdiği cevap iĢte bu
olmuĢtu. Tabi ki o gün oğlumun pisliğini ben yıkadım. Elbette bu olay bir defaya
mahsus değil, devamlı oluyordu.
NE YAPMALIYDIM?
Bu çocuk bizim öz çocuğumuz. Öz anne, öz baba, öz doğurduğumuz
çocuğumuza böyle bir hastalık tebelleĢ olmuĢtu. Hastalık çocuğun elinde değil ki,
onu suçlayasın. Elbet doktorlara götürüp bir çaresini bulacaktık. Oysa ki,
çocuğumuzun o durumlara düĢmesindeki hata yine annesinindi. Zira geride kalan
sayfalarda yazmıĢtım. Bir izinimizde ve annesinin evinde sabahleyin üzerine
ocaktan indirdiği kaynar sütü üzerine dökmüĢ, feci Ģekilde yakmıĢtı. Ayrıca yine
Tuzluçayır‟da oğlanın parmağını kapı arasında koymuĢ orta parmağını 3 milimetre
kopartmıĢtı. Oğlanın parmağı hala da o durumdadır.
Bu durumlar gözle görülen ve kazayla olan hastalıklardı. Daha Türkçesi
oğlumuzun üzerinde toplanan ruh bozuklukları vesaire hastalıklara maruz koyan da
annesi olduğu halde Ģimdi de diyor ki, „Ben bu oğlanın pokunu yıkamaktan bezdim.”
325
Ölmeyen Çocuk
Ama gerçek Ģu ki, bütün bu tartıĢmalar bir çare olmuyordu. Ne yapmam gerekiyordu
acaba? Sene 1974. Zeynep iĢe girmiĢti. Zira kendisi 31 yaĢında, ben ise 38 yaĢımda
idim. Ġkimiz de gençtik. Evleneli 16 sene olmuĢtu. Peki böylesine kavgalı, böylesine
sevimsiz, hoĢ olmayan günlerimiz devam etsin miydi? Etseydi acaba bir düzelme
olacak mıydı? Görülüyor ki, bu durumumuzla çocuklarımıza da faydalı olamıyorduk.
Mamafih geride kalan 16 yılımız kötü geçtiyse, 16 yıldan sonra da
düzelmeyeceği açıkça ortadaydı. Zira benim tarafımdan affedilemeyecek, hatta af
kapsamından çıkmıĢ, artık yaraya ilaç bulunamaz düzeye gelmiĢti.
Böyle olunca ne yapacağımız da yine belliydi. Maalesef hiçbir hususta
Zeynep‟le muhatap olamamıĢtık. Huyumuz, aile yapımız, aile mevhumumuz, dünya
ve toplumsal görüĢlerimiz. Ama ne yazık ki, dört tane çocuk yapmıĢtık. Bu dört
çocuğu ne yapacaktık? Bu dört büyük çocuk ikimiz için de çok büyük sorundu. Bu
arada Ģunu da yapıyordum. Kızım büyük olduğu için o okula devam ediyordu. Ama
Almanca‟yı çabuk öğrensin diye Hamburg‟ta Berlinssuchle diye dil öğreten özel bir
okul vardı. Kızım Firdevs‟i haftada dört gün ikiĢer saat dil kursu alıyordum. Üstelik
bu kurs için gerekli parayı da Deutsche Bank„tan % 13 faizle kredi almıĢtım. Böyle
bir mücadele içerisindeydim.
Yukarıdan aĢağı sıraladığım geliĢmelerden anlaĢılıyor ki, ne yapacağımız
sorusuna Hanım Zeynep hiçbir Ģekilde kendini savunacak kelimeler bulamamasına
rağmen hiçbir sürette yardımcı olacak durumu da yoktu. Yani bütün sorunlar
üzerime biniyordu. Bir durum daha var ki, Ankara‟da Hanımın üç tane yakını vardı.
Birisi kendinden üç yaĢ büyük ağabeyi Hüseyin, ikincisi kendisinin bir küçüğü
kardeĢi Mehmet, üçüncüsü yine büyük ağabeyinin oğlu Kasım. Kasım‟la Mehmet‟e
her birine üçer sene liseyi okutmuĢtum.
Mehmet 1972‟de üniversiteyi kazanmıĢ, Ġzmir‟de idi. Kasım ise 74‟de liseyi
bitiriyordu. Bilahare Devlet Su ĠĢlerine girmiĢti. Hanımın Ağabeyi ve de kardeĢi
aramızdaki huzursuzluğun olduğunu biliyor ve Ģunları söylüyorlardı. Hüseyin, „Bir
kadın babasının evine yakıĢır. Getirirsin kızımızı bize teslim edersin.“ Mehmet ise,
„EniĢte, sen bu bacımızı hallet, bize gösterme.“ diyordu. Oysa ki, aramızdaki
geçimsizlik ne olursa olsun dört tane çocuğun annesiydi. Yani kendilerine kalsaydı,
biz ayrılınca kızlarını götürüp annesine teslim edecektim. Bana gelince bu görüĢlere
hiç katılmıyordum. Benim düĢünceme göre kardeĢlerinin her iki teklifte hem bacıları
için hem de çocuklarımız için yapılacak ne doğru bir yöntem, ne de doğru bir öğüt
değildi.
BENĠM BULDUĞUM FORMÜL ġU ĠDĠ
Durumu Hanımla konuĢup iyi anlaĢmamız gerekiyordu. Ne yazık ki, Hanımın
okuması yazması yoktu. Buna rağmen Hanımı aldım karĢıma. „Bak Hanım, öyle
anlaĢıldı ki, biz artık birlikte bu gemiyi yürütebileceğimizi tartıĢmayalım. Bizim
birbirimizden ayrılmamız tam bir ihtiyaç haline gelmiĢtir. Buna göre konuĢacaksak
ailelerimiz bizi hiçbir yönde etkilemesin. Ġkinci bir durum ise Ģöyledir: Ne sen periĢan
326
Ölmeyen Çocuk
olacaksın, ne de ben. Keza biz çocuklarımızın geleceğini düĢünür ve okuturuz.
Kimse aramıza girmeden biz boĢanma formülünü buluruz.“ Maalesef Zeynep bu
kadar sorularıma ve uğraĢılarıma karĢılık tek bir cümle soruyordu: „Peki nasıl
olacak? Ne yapacaksın? Benim okumam yok, yazmam yok ki, gideyim bir yerde
çalıĢayım. Ben iĢçi bile değilim.“ dedi.
Zeynep‟e cevap: „Bak Zeynep, ben seni bu memlekette iĢçi yapacağım.
Memlekete götürüp atmayacağım. Ben bu memlekette ne kadar haklara sahip olmuĢ
isem, sen de aynı haklara sahip olacaksın. Ben sadece kendi keyfim için, nefsim için
bir hareket, bir iĢ yapmayacağım. Ben hırsımla yola çıkmıyorum. Aklımla yola
çıkıyorum. Ġyi biliyorum Zeynep. Sen 16 sene beni anlayamadın. Bugün ve
bugünden sonra da anlayamayacaksın. Zira ben ne sizin aileye göre, ne de bizim
mevcut topluma göre bir insanım. ġunu iyi bilesin ki, benim dört çocuğum da ve sen
de ekonomi bakımından, iĢ bakımından hiç kimseye muhtaç olmayacak Ģekilde,
herkes kendi ekonomik bağımsızlığına kavuĢabilir platformlarda formüller
hazırlayacağım.“ Zeynep, „Peki ne yapacaksın bundan sonra? Ġyimizi kötümüzü bir
tarafa atsak artık, birbirimize sadık kalsak, çocuklarımızı periĢan etmesek olmaz
mı?“ „Bu konuĢmalar çok güzel ama, Zeynep 16 senedir aynı sözler konuĢuldu.
Sözler verildi. Ama anlattığın koĢulları 16 yıldır tek taraflı yürüttüm, geldim. Hanım,
bu noktaya kadar konuĢmadığımız hiçbir Ģey kalmadı. Hanım, artık iĢ çığırından
çıkmıĢtır. Bu konuĢtuğum ve ortaya attığım koĢulların hepsi de gerçek olacaktır.
Ancak senden tek bir isteğim var.“
„Nedir?“ „O Ģöyledir. ġimdi ikimiz birlikte bir protokol yazacağız. Sonra
konsolosluğa gideceğiz, boĢanmak üzere ayrı avukatlara vekalet vereceğiz. Hiç
birimizi ağır gerekçelerle suçlamayacağız.“ Zeynep, „Ya beni kandırırsan?“
„Hayır önce senin iĢ imkanını yaratacağım, sonra konsolosluğa gideceğiz
tamam mı?“ Birlikte „Tamam“ dedik. Ama Hanımımın hiç umudu yoktu. Mamafih bu
yönde birlikte karara vardık.
USTABAġI (ZEAHA) HANIMI, ĠġÇĠ YAPACAĞIM
O yıllara kadar Blohm+Voss‟a iki tane Türk kadın iĢçisi girmiĢ. Bu kadınlar
firmada çalıĢan Türk iĢçilerinin hanımıydı. Hanımını firmada iĢçi yapmak isteyen
birkaç arkadaĢ tanıyordum. Fakat henüz hanımlarına iĢ alamamıĢlardı. ĠĢçi eĢlerinin
iĢçi olma hakkı ise protokole bağlıydı. Protokol koĢulu Ģuydu.
ĠĢçi eĢi a. oturma alacağı devrelerde heyet kontrolünden geçmiĢ sağlam raporu,
b. bir yılı bitirmiĢ olmalı, c. okur yazar olmalı. Fakat personel müdürü Ģu düĢünceler
altında „Bu hanım okumuĢ mu?“ diye sormayacaktı. Binaenaleyh düĢünce Ģu idi,
okuyup yazması olmayan bu ülkeye gelemez. Tabi gayri meĢru yollardan gelenler
bu düĢüncenin dıĢındadır, iĢçi ailesi de bu koĢulun dıĢındadır.
Ġlk baĢvuru sayın Zeaha Hanım UstabaĢı‟edir. UstabaĢı Zeaha‟ya gittim, durumu
anlattım. Oysa ki, diğer arkadaĢlar baĢvuruyu önce personele yapmıĢlardı.
BaĢvurduğum UstabaĢı„den aldığım cevap, „Doğrusu, benim iki bayan iĢçiye
327
Ölmeyen Çocuk
ihtiyacım var. Ama bilmem personel müdürü kabul eder mi, etmez mi?“ „Sayın
UstabaĢıim, sizden ricam, siz bana ihtiyacınız olduğuna dair bir kâğıt yazın, bir de
benim baĢvurduğumu ve benim Hanımımın adını yazarsanız memnun olurum ve de
bu iĢ olur.“ dedim. Sayın Zeaha aynen söylediğim gibi yazdı. Ben bir gün sonra
Hanımı aldım, sabah yedide birlikte gittik.
Personelde tercüman olan Sevil Hanım vardı. Hanım yanımdayken kâğıdı eline
uzattım. Sevil Hanım sordu: „Bu ne Rıza? Sen bu UstabaĢı‟i tanıyor musun?”
“Sevim Abla, tabi tanıyorum. Ben bu UstabaĢı‟i tanımasaydım önce biliyorsun sana
gelirdim.” Halbuki ne tanıyorum, ne de birĢey. Kadını ilk defa görüyordum. Sevil,
„Akıllı adamsın vessalam.” “Ne oldu Sevil Abla?” “Vallaha senin bu iĢ olur Rıza.”
“Hay Abla, Allah ağzından iĢite.” Sevil Abla gülerek kâğıdı personel müdürüne
götürdü. Sevil Abla dosyamı buldu getirdi. Dosyaya baktı, Hanım daha 10 aylık, 12
ay olmamıĢ. Bu duruma karĢılık Ģef Ģunu söyledi. UstabaĢı ihtiyaç göstermiĢ, bu
bayanın ismini yazmıĢ ama biz bu hanımı alsak da bizim vereceğimiz bir istek
kâğıdına karĢılık Arbeitsamt‟tan bir kart getirmesi gerekecek. Orası ise 12 ay
dolmamıĢ diyerek bu bayana olur diye kartı vermeyecek. Bu nedenle bu bayan iki ay
daha bekleyecek” dedi.
Sevil Abla Ģimdi bize bunları aktardı. “Kusura bakma Rıza, Hanımın henüz iĢçilik
hakkını kazanamamıĢ.”
ġimdi iĢ bana düĢtü: “Sevil Abla, ben sana bir formül söyleyeceğim. Bunları
Ģefime söyler misin?” Sevil Abla, “Söylerim.” „Bak Abla UstabaĢı‟in bu bayan iĢçiye
ihtiyacı vardır. Siz Ģimdi bu hanımı iki ay önce alsanız ben de kâğıdı iki ay sonra
gidip alsam olur mu? Aynı zamanda UstabaĢı‟e telefon açın, bugün dahi UstabaĢı
Hanımı iĢe baĢlatabilir.“ Sevil Abla bunları Ģefe anlattı. UstabaĢı‟e telefon açtı. O da
kabul etmiĢ, Ģimdi Ģef soruyor: „Peki Ģimdi biz hanımınızı iki ay gizli çalıĢtırırsak,
hanımızın baĢına bir kaza gelirse, ne olacak?“ Cevap: „Kolay Sevil Abla siz bir kâğıt
yazın. Hanım da ben de imzalayalım.“ ġef, “Pekala, o taktirde bugün iĢe baĢlayabilir
mi?“ Cevap: „Tabi baĢlar.“ Velhasıl aynı gün Hanımın iĢe baĢlamasına ne dersiniz?
Soran eden yok, „Okuman var mı, yok mu?“ Bir imza kafidir. Allah‟ın iĢine bakın.
Sevil Abla tekrar tekrar bana dönüyordu, “Yahu Rıza, sen bu sözleri düĢünceleri
nereden buluyorsun. Buraya çok Türk geliyor ve geldi. Böyle hakkı olmayanı bırak
yıllar olmuĢ yine de iĢ alamadılar.” “Sevil Abla ben yetimim, onun için Allah bana
yardım ediyor.” “Vallahi sende bir Ģeyler var Rıza.” diyordu.
Hanımla ikimizin de ayağı yere değmiyordu. Sevincimizden karnımız yırtılıyordu.
Daha Türkçesi bu yapılan iĢ bir mucize mukabiliydi. Benzerine rastlanmamıĢ bir
olaydı. Evet Hanım artık aynı benim gibi bir iĢçi olmuĢtu. Hem de Blohm+Voss gibi
köklü, iyi para veren bir firmada. Ama gelelim benim Hanım bu yapılan iĢi
değerlendirebilecek mi? ġimdi Hanım artık iĢe gelip gidiyor. Oğlum Garip‟i yuvaya
verdim. Gelelim diğer geliĢmelere.
Bu arada kızım Firdevs yaramazlık yapmaya baĢladı. Kızıma bazı Türk öğrenci
kızlar muhatap oldular. Kıza epeyce huzursuzluk verdiler. Önce okuduğu okulun adı
328
Ölmeyen Çocuk
Hamburg 11‟de Friederichsschule idi. Okulunu değiĢtirdim, kızım iki yıl okudu. Ġki
yıllık okulu okuduktan sonra, sanat okuluna baĢlamıĢtı. Ama durumu iyi değildi. Bir
gün akĢam eve geldim, hoĢuma gitmeyen tabiatsız haraketler yaptı. O arada
Ģuurumu kayıp etmiĢtim. Kızı ayrı bir odaya götürmüĢ çok fena dövmüĢtüm. Bu
dövmenin üzerine biz sabahleyin kalktık iĢe gittik.
KOMġUMUZ SUNA HANIM
AkĢam geldim ki, kızım evde yoktur. Yanımızda oturan Hataylı Suna ve kocası
Mustafa adında bir komĢumuz vardı. Bu komĢu hanımı eve gelmiĢ kızı dövülmüĢ
halde görünce, kızı almıĢ polis doktoruna götürmüĢ. Ġlk fırsatta 15 gün rapor almıĢ
ve kızı da polise teslim etmiĢ. Bir baktım akĢam iki tane polis eve geldiler, „Kızınız
bizde dediler. Sabah saat 9‟da kriminal polis dairesi felanca odaya gelirmisiniz?
Yoksa sizi Ģimdi götürelim mi?“ Ben, „Biz sabahleyin iĢverenimizden izin alır ve
geliriz.“ dedik. Polisler gittiler, biz ise sabahleyin iĢ yerine gittik, haber verdik. Saat
8.30‟da kriminal polis dairesine vardık. Ġfade vereceğimiz daireyi bulduk. Kapı
önündeki koltuklara oturduk. Beklerken bir baktık, Türk simalı bir kadın karĢımıza
dikildi.
„ġahin ailesi siz misiniz?“ diye kadın bize sordu. Cevap: „Evet, biziz.“ Kadın,
„Adım Makbule. Ben mahkemeden geliyorum. Yeminli tercümanım. Biraz sonra
baĢkomiserlikte ifade vereceksiniz. Bana soracağınız birĢey var mı?“ Cevap: „Var
tercüman hanım.“ „Buyrun“ dedi. „Bak Makbule Hanım benim sizden bir ricam var.”
Makbule Hanım, „Buyurun“ dedi. „Bana yardım edecekseniz sizden isteğim Ģudur.
Ben ne söylersem siz bir harfini dahi değiĢtirmeyecek, doğrusunu söyleyeceksiniz.
Yani ben küfür dahi etsem „Küfür atıyor” diye söyleyeceksiniz. Yani böyle
söylüyorum ki, beni anlayasınız tamam mı?“
Makbule Hanım devam ediyordu: „KardeĢim biz zaten doğru söylemeye
yeminliyiz. Ama çok Türkler konuĢmayı bilmiyor. Biz yine de onlara yardım
ediyoruz.” “ĠĢte ben o Türkler‟den değilim. Bana da doğruyu söylersen yardım etmiĢ
olacaksın.” Makbule Hanım, “Siz bilirsiniz kardeĢim, yanlıĢ bir ifade bir bakarsınız
sizi yıllarca hapse sokar. Sonra senin iĢin çok ağır, kızın ilk olarak 15 günlük heyet
raporu almıĢ. Bu ne demek biliyor musun? 12 ay hapislik demektir. 12 ay hapis
olunca oradan da doğru Türkiye‟yi boylarsınız.” “Sen iĢine bak Makbule Hanım, sen
sadece doğruyu söyle. Ben o senin dediklerinden değilim.”
KRĠMĠNAL DAĠRESĠ BAġKOMĠSERĠ
BAġKOMĠSERLE KARġI KARġIYAYIZ
Odada dört tane daha baĢkomiser var. Ġfade vermeye baĢlıyoruz. Ġlk soru: „Adın,
soyadın, adresin, memleketin, Almanya‟daki iĢ yerin, iĢin, sanatın, ünvanının ve
tahsili ev adresin.” Bunlar tamamlandı.
BaĢkomiserin sorusu; “Sayın Rıza ġahin, kızını çok feci dövmüĢsün. Bu ülkede
16 yaĢında bir kızın dövülmesinin yasak olduğunu bilmiyor muydun?” Cevap: “Sayın
329
Ölmeyen Çocuk
Komiser, ben en az sizin kadar biliyorum. Ben sadece kızımın değil, insanın insanı
dövmesinin dahi yasak olduğunu biliyorum.” BaĢkomiser soruyu tekrarladı: “Rıza
Bey, biz seni bir daha uyarıyoruz. Bizim burada alacağımız ifade savcıya gider.
Savcılık ifadeni mahkemeye sevk eder. Burada ifade vermeye de mecbur değilsin,
yani avukat tutar ifadeni avukata da verebilirsin. Biz seni uyarıyoruz. Siz kızınızı
öldürmeye teĢebbüsten yargılanacaksınız. Zira kızın ifadesi böyledir. Ayrıca kızın
aldığı rapor da bunu doğruluyor. ġimdi bu suç ağır bir suç. Bu rapora göre en az 12
ay hapislik verirler. O zaman da 12 ay hapislik alan yabancı bir iĢçiyi hapishaneden
doğrudan doğruya uçağa bindirir Türkiye‟ye gönderirler. ġimdi sen ifadelerinde
bilmeyerek böyle bir suçu iĢledim dersen, belki suçun hafifleyebilir.”
Ġfademde ilk cevabım: “Sayın Komiser, ben yalan söyleyemem. Ben yalan
söyleyen insan değilim. Ayrıca kızımı öldürmeye de teĢebbüs etmedim. Yani ben
kızımı öldürüyüm niyetiyle dövmedim. Ancak kızımı döverken sinirimden Ģuurumu
kayıp etmiĢ olabilirim.
Soru: „Peki niçin dövdün kızını? Kızımı terbiye etmek için, onu tabiatlı olmaya
medeniyetli olmaya, yaptığı iĢlerden ve hareketlerden baĢta babasını anasını ve
üçüncü Ģahısları rahatsız etmemeye ve insan olmaya davet ettim. Bu öğütlerime
ters cevaplar, aksi davranıĢlar gösterince sinirime ve Ģuuruma hakim olamadım ve
dövdüm.“
„Sayın Rıza, senin kızın okula gitmiyor mu? Orada bu saydıklarını öğrenemez
mi?“ Cevap: „Sayın BaĢkomiser, baba ve ana çocuğunun en iyi öğretmenidir.
Babanın, ananın vereceği eğitimi okuldaki öğretmen veremez. Sonra bu ülke
Avrupa. Ben nacizane Avrupa‟nın özelliklerini bilen insanım. Bu medeniyet
dünyasına ve Avrupa ülkesine medeniyetsiz, tabiattan yoksun bir insan katmak
istemiyorum. Bu olguları ise çocuğa aile ve ana baba verir.”
Soru: „Rıza Bey, siz kızınızın arkadaĢ tutmasını istemiyor, o yüzden de kızınızı
dövüyormuĢsunuz. Neden?” „Doğrudur. Sayın Komiser Bey, ben kızımın normal ve
kendisine kendisinin de arkadaĢına normal koĢullar ve yararlı konuĢmalar,
birbirlerinden bilgi alıĢ veriĢi yapabilecek, öğrenebilecek arkadaĢa karĢı değilim.
Ancak bu tarif ettiğimin dıĢında, bilhassa tahrik edici, birbirlerini insanlaĢtırma yerine
hayvanlaĢtıran arkadaĢlığa karĢıyım. Sadece kıza değil, herkesin edebi arkadaĢ
olmasından yanayım. Nerde kalmıĢ ki, Türk aile mevhumu ile Avrupa aile mevhumu
arasında fark vardır. Bu konu ise bir kadının medenî halidir. Yani bir Türk kızı yine
Türk erkeği ile evlendiği zaman kız bekâreliğini kayıp etmiĢ ise, erkek o kızla
bilmeden daha önceden resmi olarak evlenmiĢ ise, onu kayıtsız Ģartsız bir celsede
boĢayabilir. Bu nedenle Türk ana babalar ırzını bu hususta sıkı tutar.”
Bu konu üzerinde baĢkomiser tercümana sordu, „Doğru mu söylüyor bu Bey?
Tercüman, „Evet Komiserim, bu Bey doğruyu söyledi. Oradaki dört tane baĢkomiser
hayretlerini gizleyemediler.“ Ben anladım ve onlardan izin istedim, „Bu konuda
birĢey söyleyebilir miyim BaĢkomiserim?“ „Tabi söyleyebilirsin. Biz de öğrenmiĢ
oluruz.“ dediler.
330
Ölmeyen Çocuk
„Ben Avrupa ve Almanya medeniyetlerini biliyorum. Bu ülkelerde eĢler
birbirleriyle evlendiği zaman bekârelik aranmaz. Hatta bazı yörelerde tersi vardır.
Ancak bu tür medeniyetlerin kaynağı bir meclis kanunu değildir. Bu tür
medeniyetlerin kaynağı kutsal kitaplardır. Kutsal kitaplar ise Allah buyruğudur. Bu
nedenle Allah buyrukları değiĢmez. Avrupa ve Amerika ülkelerinde meclis kararıyla
bu mevhumu serbest bırakmıĢlardır. Asya kıtalarında özellikle Türk Ġslâmlar„ın
demokrasiye ayak uyduramamasına karĢılık medeniyetin bu kısmını sıkı tutarlar.
Olay budur.“
Soru: „Rıza Bey, siz çocuğunuzun eğitimi ve terbiyesi için dövdüğünüzü ve bu
hususlarda titiz olduğunuzu iddia ettiniz. Bu iddianızı bize nasıl kanıtlayabilirsiniz?“
Cevap: „Sayın BaĢkomiserim, ben kızımın okulunu ve durumunu takip eden bir
babayım. Bir defa en geç her 15 günde bir okula gider öğretmenlerinden bilgi alırım.
Bir sorun olduğu zaman da okul müdürüyle görüĢürüm. Dilerseniz
Frieredichschule„ye telefon açıp bilgi alabilirsiniz.“ Bu ifadem üzerine baĢkomiser
hemen telefonu kıvrır, okul müdürüne sorar. Okuldan aldığı cevabı bana tekrar
aktarır. Gelen cevaplar Ģunlardır: „Rıza ġahin iyi bir babadır ve iyi bir velîdir. Her
fırsatta kızını takip eder. Hatta Türkler hakkında bize çok bilgi verdi. Kızının
geçinemediği arkadaĢlardan Türkler, Türk öğrenciler olduğunu söylerdi. Rıza Bey ve
de kızı iyi bir Atatürkçü‟dür.”
Yalnız baĢkomiser bu bilgileri bana aktarırken baktım dudak altından ve yüz
kıvrıklarından gülücükler görünüyordu. Anlıyordum ki, ifadelerim BaĢkomiseri
memmun ediyor. Bu sefer BaĢkomiser 40-45 yaĢlarındaydı ve insancıl yönleri ağır
basan bir görünümü vardı. Okuldan BaĢkomiser olumlu bilgiyi bana aktarınca, benim
konuĢmam biraz daha rahatladı.
Bir soru: “Sayın baĢkomiserim bir hususu sormama izin verir misiniz?” “Tabi
sorabilirsin.”
“Sizin kızınız bir yabancı dil öğrenmek istiyor. Bu yabancı dili de paralı okuldan
öğrenmesi icap ediyor. Ama sizin de paranız yoktur. Kızınızın parayla dil öğrenmesi
için bankadan faizli kredi alır mısınız?”
BaĢkomiserden cevap: „Hayır.“ Diğerlerine, „Ya sizler?“ Onlar da, “Hayır” cevabı
verdiler. „Bakın sizler tahminim Almansınız, ben de Türk„üm ve bu ülkede
yabancıyım. Bir anlamda para kazanmak için gelmiĢimdir. Dört yıl oldu burayadım.
Dört tane de çocuğum vardır. Ben kızıma dil eğitimi almak için Deutsche Bank„tan %
13 faizle kredi aldım. 61 Nirnndorf ġubesi ve Berlinsschule. Açın telefonu sorun.“
BaĢkomiser derhal her iki makama da telefon açar ve sorar. Bankadan ve okuldan
„Evet, doğru“ cevabı alır.
Soru: „Rıza Bey kızınızı bilmeyerek değil, bilerek dövdüğünüzü ve eğitim için,
insan olması için dövdüğünüzü iddia ettiniz ve bütün bu iddialarınızın da
doğruluğunu kanıtlamıĢ bulunuyorsunuz. Bu soruyu bir de eĢinize sormak istiyoruz.“
„Tabi sorabilirsiniz.“ EĢim de adını soyadını vesairesini yazdıktan sonra.
331
Ölmeyen Çocuk
„Zeynep Hanım, beyinizin vermiĢ olduğu bu ifadeler ve iddialar doğru mudur?
Rıza Bey kızını döverken siz de evde miydiniz, gördünüz mü?“
„Ben evdeydim. EĢim evimizin öbür odasında kızını döverken salondaydım. Ben
kızın bağırtısına koĢup gittim. EĢim çok fena halde sinirlenmiĢ ve kızmıĢ hiç
kendisinde değildi. Yanına yaklaĢsam beni de dövebilirdi. Ben ise ağlayarak
yalvardım. Ġyi sözlerle yalvarmama karĢılık kızı bıraktı. EĢimin diğer iddialarının ise
hepsi doğrudur. Her gün çocukların sorunlarıyla uğraĢır. Onlara bir öğretmen gibi
izahlar verir. EĢim hiç kötü kelimeler de kullanmaz. Ancak kızdığı zaman iĢte böyle
kendini dahi kayıp eder.“ BaĢkomiser Zeynep‟e, „TeĢekkür ederim Zeynep Hanım.“
Dedi.
Soru: „Peki Rıza Bey, siz bu iĢlediğiniz suçtan dolayı ceza alsanız da almasanız
da bundan sonra kızınızı daha döver misiniz?“
Cevap: „Önce Ģunu söyleyelim ki, ben insan olduğumun farkındayım. Yukardaki
ifademde bahsetmiĢtim, insan insanı dövmez. Ancak insanlar arasında iyi babadan,
iyi anadan da doğsa zamane icablarına göre insanlar hayvanlaĢabiliyorlar. ĠĢte
insanların çocukluk devresinde çocuğun kabiliyetine göre bu tür zorbalıklara
baĢvuruyor. Evet, eğer kızım himayemde kaldığı müddetçe hayvanlaĢırsa yine
dövebilirim. Ayrıca Ģunu da ilave edeyim ki, Ģu Hamburg Ģehrinin nüfusu iki milyon.
Eğer ana babalar çocuğuna polislik yapmaz ise, bu sayının yarısı polis olsa bu
memlekette asayiĢ sağlanamaz. Aynı zamanda çocuk babanın ananın bir
mülkiyetidir. Olağanüstü istisnalar hariç, bir ana baba çocuğunun kabiliyetine göre
terbiye etmeye bir memur olduğu kadar, ona hırsını dökmeye öfkelenmeye de hakkı
vardır.“ Bu aĢamada ifadelerim bitti sanıyordum. Ben sandalyede oturarak ifade
veriyordum. O arada kalkmıĢım.
BaĢkomiser, „Otur otur daha sizin iĢiniz bitmedi.“ dedi. Beni oturttu ve yine Ģu
soruları yöneltiyordu BaĢkomiser.
„Sayın Rıza Bey, iki saat konuĢtunuz. Ġfadeleriniz, savunmalarınız, hepsi
iddialarınızı doğruladı. Cezalı çıkacağınızı söylemiĢtik ama siz kazandınız. Buna
göre biz bu dosyanızı savcılığa göndeririz ama sanırım siz beraat edeceksiniz. Bu
duruma biz de memnun olduk. Ancak biz sizi biraz öğrenmek istiyoruz. Siz çok
Ģeyler biliyorsunuz. Sıradan bir Türk değilsiniz. Kendinizi biraz anlatır mısınız?“
Bir soru: „Sayın BaĢkomiser bu anlatacaklarımı da yazacak mısın?“ BaĢkomiser
gülerek, „Hayır hayır“ dedi. Ben de baĢladım anlatmaya.
Size baĢta Ģunu söyleyeyim. Türklerin en küçüğü ve en bilinçsizi benim. Böyle
deyince polislerin dördü birden tercümanimiz Makbule hanım da kahkahalarla
gülmeye baĢladılar. Nain nain kesinliklikle hayır dediler ve bu bir tepkiydi.
Bize gelenlerin ayrıca karĢılaĢtığımız Türklerin en iyi en büyük Türk sizsiniz. O
zaman baĢkomiserim yukarıdaki sorunuzda sıradan bir Türk değilsiniz sorusu
yerine, sıradan bir insan değilsiniz deyimini kullanmanız gerekecekti. Tercümane
bunları anlattım. BaĢkomiser özür dilerim dedi. Konuyu değiĢtirdik ve Makbule
332
Ölmeyen Çocuk
hanım devreye girdi. Komiserlere Ģunu söyledi. Ben kapıda kendimi tercüman
olduğumu tanıtırken Rıza Bey benden söz aldı ve dedi ki sayın Makbule hanım ben
ifade verirken benim sözlerimi asla çarpıtmadan ne söylersem komiserlere olduğu
gibi doğru yansıtmanızı rica ediyorum dedi. ġimdi de gördüm ki gerçekten Türk
insanlarının içinde ender rastlanır bir insan olduğunu ortaya koydu. Ben de teĢekkür
ederim kendisine. Devam etmek gerekiyordu. Ben baĢkomisere bu arada sizin
tahsiliniz ve ûnvanınız nedir diye sordu? Benim okul tahsilim yoktur baĢkomiserim.
Bu arada kahkaha ile bir gülücük daha attı. Nasıl olur okul tahsilim yoktur. Siz
okuma bilmiyor musunuz? Hayır yanlıĢ anlamayın ben mektebe giderek okumadım
ben okumayı yazmayı kendiliğimden öğrendim. Bunlar yine hayret ettiler. Nasıl olur
mektebe gitmeden okunabilir mi? Cevap olur olur iĢte ben varım ve de tarihte bu tür
bilginler çoktur. Ben elbette çok kitaplar okudum ve devam ediyorum. Henüz 39
yaĢındayım. Bu sefer yine güldüler. Sen kesinlikle 39 yaĢında yoksun olsan olsan 35
olabilirsin. Doğumum orada yazılı baĢkomiserim.
Sonra ûnvanıma gelince benim ünvanım oksijan iĢçisiyim baĢka ünvanım da
yoktur. Peki öyleyse okula gitmeden okudunuz ve iĢçisiniz. Siz bu imkansızlıklarda
bu kadar bilgiyi nasıl topladınız. Bu iĢin sırrı nedir?
Cevap. Sayın baĢkomiserim madem ki ısrarla üzerinde durarak sordunuz. O
halde bu iĢin sırrını söylüyorum. Hristiyanlıkta dini önderlerin adları inanç
durumlarına göre papaz vardır, keĢiĢ vardır. Ayrıca katolik, irfanglıĢ, porotoston ve
ortadoks inanç grupları vardır. Müslümanlıkta ise Sünni çatısı altında yine benzeri
dört inanç grubu vardır. Birde diğer inanç gruplarına dahil olmayan Alevî Ġslâm grubu
vardır. ġimdi diğer dört inancın dini hocaların adı ünvanı hocadır veya imamdır.
Alevî Ġslâmda ise dini önderlerin ünvanı dededir. ĠĢte ben o Alevî kesiminin
dedelerinden en küçük bir dedeyim. Yalnız Müslüman kesimindeki çok vatandaĢlar
bizi de papaza kıyaslarlar. ġimdiki iĢ yerimde aynı geliĢmeler devam eder. Türkler
kendi aralarında beni tanıyan kesimlere güya kötülemek için papaz derler. Oysa ki
Alevî inancında ne hoca, ne papaz, ayırmaksızın Muhammed‟i, ne Ġsa, ne de Musa
hiçbir dini ayrım zihniyeti yoktur ve olamaz. Buna göre bizim eBeynimizden süre
gelen bir anlayıĢ Ģudur. Dini kültür bilinci, siyasi kültür bilinci, sosyal ve toplumsal
bilinç. Hukuki bilinçler bütün dünya medeniyetlerini de içine alan harmanlaĢmıĢ bir
zihniyetle yetiĢiriz. Yani sizin dilinizle ben küçük bir papazım. Ama Hz. Ġsa‟nın Hz.
Muhammed‟e göre bir papazım. Böylece ifadelerimizi birazda sohbet diyebileceğim
konuĢmalarımızın sonuna gelmiĢ bulunuyorduk. Komiserler son olarak Rıza Bey siz
küçük değil gerçekten büyük bir papazsınız. Ayrıca kızınız yan odadadır. Sizin
karĢınıza çıkmak istemiyor. Onu siz alıp götürebilirsiniz. Hayır baĢkomiserim. Ben
kızımı biliyorum. Siz bu sözlerimi kendisine iletirseniz o kendisi biz gittikten sonra
evine dönsün gelsin. Elbette o benim yavrumdur. Vücudumun bir parçasıdır.
ġĠMDĠ DE KRMĠNAL POLĠS DAĠRESĠNDEN ÇIKIP EVE GĠTME VE
POLĠSLERĠN BĠZĠ UĞURLAMASI
333
Ölmeyen Çocuk
Dört tane komiser tercümanımız Makbule Hanımla hep birlikte kapının önüne
çıktılar. Ellerini göğüslerinin üzerine koydular. Bizi layık olmadığımız bir hürmetle
uğurladılar ve dediler ki, “Sizi bir arabamız evinize götürsün.” Ancak ben, “hayır”
dedim. “Biz alıĢveriĢ yapacağız ve sonra eve gideceğiz.” dedik ve ayrıldık.
ZEYNEP‟LE DAVAMIZ
ġimdi dönelim Zeynep‟le olan davamıza. Zeynep iĢçi oldu, istikbali garantiye
bağlandı. ġimdi geldik ayrılmaya. Zeynep‟le konsolosluğa gittik. Ayrı ayrı vekil tuttuk.
Gerekçeli dilekçemizi verdik. DuruĢmamızın olacağı bir ayda izine gideceğiz. ĠĢimiz
sessiz sedasız bitecekti. Hiç kimse kimseye kir sürmeyecek, hiç kimse kimseye
maddi ve manevî masraf çektirmeyecekti.
AnlaĢmamız buydu. Bu plana göre ben Zeynep‟e dedim ki, “Evimizi burada
ayıralım. Sen benden bir hafta önce git. Ben bir de mektup yazayım.“ Orada da
anlaĢtık. Böylece Hanımı gönderdim, mektubu da yazdım. Ağabeyleri Ankara‟daydı.
Haberleri olsun diye mektup yazmıĢtım. Ben de bir hafta sonra gittim. Maalesef
Zeynep anlaĢmamızın tersine 90 derece dönmüĢ. Liseyi okuttuğum, evimde yıllarca
yedirip içirdiğim Zeynep‟in kardeĢleri iĢin seyrini kendi karakterlerine göre düĢünmüĢ
ve değiĢmiĢlerdi. Mahkemeye gittik ki, karĢıma kim çıksa iyi? 12 yaĢını yeni bitirmiĢ
kızım, ikincisi küçüklükten beri kardeĢ gibi yeyip içtiğim arkadaĢım… Hatta bu
arkadaĢım Ali ġevik‟in yaptırmak istediği bir gecekondu evini yıkıcılar üç defa
yıkmıĢlardı, artık yapmaktan da vazgeçmiĢti. Oturacak evi de yoktu, zira kirayı
ödeyemeyecek durumdaydı. Ben bu arkadaĢımın evini bir gece, bir gündüz çalıĢıp
yıkımdan kurtarmıĢtım. ĠĢte bu iyilik ettiğim yaĢıtım olan arkadaĢım karısıyla birlikte,
ayrıca hiç tanımadığım bir karı koca ile yalancı Ģahit olarak mahkemede karĢıma
çıktılar.
Söyledikleri ifadeler Ģöyle idi: „Ben evlenmiĢim, bir de kız çocuğum varmıĢ.
Hanımı bu yüzden terk ediyormuĢum.“ Evlendiğim kadının adını, çocuğun adını ve
ne zaman evlendiğimi, ayrıca bu hayali eĢ Türk mü, Alman mı hakim soruyor
bilmiyorlar. Hakim bunlar yalan söyledikleri için, „Sizi hapse attırırım.“ tehtidi ile
bunları kovuyordu. BoĢanmaya gelince; boĢanma dilekçesini beraber vermiĢ, sonra
hanım boĢanmadan vazgeçince tek taraflı gerekçeler de yeterli gelmediğinden
mahkememiz ret ediliyordu. DuruĢma ret olunca muhataplarım gidiyorlar. O arada
bana bir cesaret geldi. Sanki kalbime ilahi bir ilham geliĢ gibi içimden durmadan
dürtüklüyordu. Diyordu ki, „ġunlar gitmeden birkaç söz söyle.“
MAHKEME SALONUNDA
Temmuz 1976„ydı. Ulus‟taki valiliğin önünden geçince Çankırı Caddesine
inerken, o tarihte bir adliye binası tahsis edilmiĢti. Bu adliyenin salonundayız.
Bunlara seslendim: „Zeynep, Mehmet ve Ģahitler! Bir dakika durur musunuz? Lütfen
beni biraz dinleyin. Sizlerden kimini okuttuğum için, kiminizin evini yaptığım için,
Zeynep‟i ise okuma yazma dahi bilmediği halde ancak dört çocuğumun annesi 16
334
Ölmeyen Çocuk
yıllık ailem diye iĢçi yaptığım için nankör oldunuz. Hiç kimseye muhtaç olmasın,
aynen benim kadar haklara sahip olsun diye onu iĢçi yaptım. ġimdi bu tablo, hepiniz
benim haklı olduğumu bile bile bugün karĢıma çıktınız, yalan söylediniz. ġimdi
benden Ģunu da duyun, ondan sonra gidin. Bu davayı ben kendi kabiliyetime göre
açmıĢtım. ġimdi ikinci davayı da sizin kabiliyetinize ve de karakterinize göre
açacağım. Ayrıca en geç bir yıl sonra iĢiniz bitmiĢ olacak. ĠnĢallah sizlerin boyunu bir
daha bu salonda görürüm. Hadi Ģimdi gidin.“ Böylece birinci açılan boĢanma davası
ret edilmiĢti.“ Ama Ģunu da bilin ki, bu izinimde niĢanlanmadan gitmeyeceğim.“
dedim.
CEBĠMDE 50 LĠRA KALMIġTI
Eve geldim ki, Zeynep pasaportları da çalmıĢ götürmüĢ. Çocuklardan Garip,
Firdevs, küçük kızım Ayselih evdeler. ġahit dinlettikleri 12 yaĢındaki kızım yoktu.
Zeynep‟in kaldığı, benim okuttuğum Ağabeyinin oğlu Kasım‟ın evine karı koca olarak
gitmiĢlerdi. KomĢularımdan üç tane aile gönderdim. Pasaportları da, kızı da
vermediler. Ayrıca yine Zeynep‟in küçüğü olan Mehmet‟e mektup yazdım. Ġki
gecekondu evimiz vardı. „Biri birimizin, biri de birimizin olsun. Gelsin, hem
pasaportları versin, hem de imzasını versin. Artık biz birleĢemeyiz. BoĢ yere
birbirimizi periĢan etmeye de gerek yok. Bu son çağrımdır. Aksi halde iki güne kadar
evin birini satıyorum. Haberiniz olsun. Zeynep‟in bu yaptığına karĢılık bu evin
parasıyla hem çocukların pasaportlarını çıkarıp götüreceğim hem de bu izinimde
birini bulup niĢan olmadan gitmeyeceğim. Zeynep bunu da bilmiĢ olsun.“ Ģeklinde
yazdım sonra. Ama cevap alamadım.
SATILIK EV
Ev için satılık ilanı verdim. Bir tarafdan da niĢanlanmak için kız bakmaya çıktım.
Diğer taraftan ilk iĢim olarak hemen bir yeminli tercüme bürosu bulup Hamburg‟tan
kayıtlarımızın gelmesi için telgraf çektirdim. Diğer bir iĢ ise çocukları, benim yeniden
fotoğraflarını çektirdim. Altı gün içinde bunların hepsi hazırlandı.
Ama evi satana kadar hiçbir yere para ödeyemedim. Daha altı gün olmadan eve
müĢteri çıktı. KomĢumuz olan bakkal Mehmet ile 74 bin TL‟ye pazarlık ettik, bir gün
sonra satıĢa gideceğiz. Bakkal Mehmet, bir gün önceki sözünden caymıĢ, evi 60-65
TL‟den almak istiyor. Bu teklife karĢılık ben dargın bir bakıĢla „hayır“ dedim. Ġkinci
gün bir baĢkasına 70 bine sattım. Daha ben parasını diğer kiĢiden almadan bakkal
Mehmet 74 bin TL teklif etti ama bu defa bakkal Mehmet‟e „Defol git buradan, 80 bin
de versen olmaz. Evi de 70 bin liraya sattım.“ dedim. Bu 70 bin liranın 15 binini
aldım, doğru avukata gittim. Bir hanım avukat buldum: Süreyya Baraz.
AVUKAT SÜREYYA BARAZ‟LA KONUġMA
Süreyya Baraz‟a davanın Ģeklini anlattım. Dosyaya bakmak için bir gün müsade
istedi. Birgün sonra gittim. Avukat dosyaya bakmıĢtı. Ali Kaya adlı avukatımı davayı
335
Ölmeyen Çocuk
suistimalden dolayı ret ettirdim. Sonra avukatla pazarlığa giriĢtik. Avukat ilk önce
Ģunu sordu: „Davanın çabuk bitmesini ister misin?“, „Tabi ki, isterim.“ dedim. „O
halde 3 bin TL ödersin.“ dedi. „Sayın avukat hanım ben size bir lira dahi veremem.
Ancak davayı bitirir, hesabım olan bankaya ilamı ibraz eder, paranı alırsın.“ dedim.
Avukat, „Buna göre konuĢalım. O zaman birkaç bin daha ilave ederiz.“ dedi.
„Mesela kaç olur?“ diye sordum. „4 olur.“ dedi. Cevap: „Az olur. Ben davanın çabuk
bitmesini istiyorum avukat hanım. O zaman altı olsun.“ Süreyya Hanım, „Ben sana
birĢey söyleyim mi?“, „Buyrun kardeĢim.“ „Ben sana 15 bin TL para ödeyeceğim.
Ama 3-4 ay sonra paranı bankadan alır, ilamı teslim edersin.“ Avukat, „Benimle
dalga mı geçiyorsun? Ben 15 bin TL‟yi bir senede alamıyorum. Alamıyorsan iĢte al.
KarĢına bir deli geldi. ĠĢi bitir, paranı al. Ancak sana bir teklifim daha var. O da Ģu.
Ben sana bir vekalet vereceğim. Vekaletin altına bir not düĢeceğim. BoĢanma
ilamını teslim edecek, 15 bin TL‟yi öyle alacaksın.“
Avukat bu teklifime tepki gösterdi ve dedi ki, „Vekaletnameye para yazılmaz.
Noterde söylersen sana gülerler. Para alabilmem için ayrı bir vekalet verirsin.“ dedi
ya, bu konuĢmasında avukat beni biraz da küçümseyerek saf yerine koydu. O
nedenle ben tekrar ettim: „Bak avukat hanım! Vekalet iĢi benim sorunum mu yoksa
sizin sorununuz mu?“ „Sizin kardeĢim, ama vekalete para yazılmaz.“ „Vekalete para
yazılmaz diye bir kanun var mı avukat hanım?“ „Ġyi kardeĢim! Sen bildiğin gibi yap.“
Bu tartıĢmadan sonra yedinci notere gideceğim.
YEDĠNCĠ NOTERDEYĠM
Avukata söylediğimi baĢkâtipe de söyledim. O da ret etti beni. Ben ise iddia
ettim, dedim ki; „Notere bir danıĢalım. Vekalete para yazılır mı yazılmaz mı?“
BaĢkâtiple birlikte noterin huzuruna gittik. BaĢkâtip, „Sayın noterim, bu arkadaĢ
avukata vereceği vekaletnamenin altına ileride avukata ödeyeceği parayı yazdırmak
istiyor. Olur mu?“ Sayın noter Ģu cevabı veriyordu: „Niçin olmasın?“ BaĢkâtip Halil
Bey, „Ama sayın noterim, Ģimdiye kadar böyle birĢey yazmamıĢtık?“
Noter tekrar baĢkatibin yüzüne bir bakıĢ fırlattı. Noter, “Sen hiçbir Ģey bilmiyor
musun? Ġnsanda biraz da kaynak olur. ġimdiye kadar hiç olmayan bir iĢ Ģimdi veya
Ģimdiden sonra olmayacak mı? Daha düne kadar Türkiye‟de radyo yoktu. ġimdi
niçin oldu? Bak, adam sana ne diyor? “Vekaletnamenin altına bir not düĢ. Avukat
ilgili davayı kazanırsa ilamı ve bu vekaletnameyi ilgili bankaya ibraz edecek,
hakettiği parayı çekecek.” diyor. Fevkalade bir düĢüncedir. Bu yazdığın yazıya para
almıyor musun? Bunda ne var? Tamam sen vatandaĢın talimatına göre bu yazıyı
yaz.”
BaĢkâtip Halil Bey kör piĢman geri geldi. Daktilosunun baĢına geçti yazıyı
yazmaya baĢladı ya diliyle söyleyemediği özürü kalbinin söylediği yüzünden belliydi.
Neyse vekaletname benim isteğime göre yapıldı. Aldım avukatın yanına geldim.
336
Ölmeyen Çocuk
Avukat da baĢkâtipten fazla birĢey değildi. Yüzüme bakıyor, kıpkırmızı
kesiliyordu. Avukat hanım zaten kırmızı karıĢık sarıĢın tenli bir Bursa güzeliydi.
Avukat Süreyya Hanım bereket Ģunu söyleyebildi: “Allah Allah! BirĢey daha
öğrendik. Demek ki, bilmediğimiz daha çok Ģey vardır.” dedi. Beni oturttu, çay
ısmarladı. Orada 50 yaĢlarında biri oturuyordu. O adam da ciddi görünümlü ama
asık olmayan tatlı bakıĢlı bir simaydı. Döndü bana bir soru sordu: “Siz nerelisiniz
kardeĢim?” “Ben Divriğiliyim Beyefendi.” “Sivas‟a bağlı Divriği mi?” “Evet Bey.” “Siz
Alevîmisiniz?” “Evet Bey Alevîyim.” Adam hayretini gizleyemedi, tekrar sordu: “Yahu
sizin aĢiretlerde aile boĢama olamaz. Nasıl olur? Anladığıma göre sizin de uzun bir
evliliğiniz var.” Adam avukata döndü, “Süreyya Hanım, Alevîlik‟te aile boĢama
yoktur. Olsa da pek nadirdir. Bunlar aile mevhumuna çok bağlı bir millettir.” Avukat
cevap veriyordu: “Vallahi Beyefendi, Rıza Bey de Ģu durumuna göre bilinçli, kültürlü
bir insana benziyor. ĠĢte bana getirdiği vekalette yazdığı konu kendisini ıspatladı.
Buna göre boĢanmaya gerekçe olan sebepler vardır. Nitekim dosyada bayağı
inandırıcı gerekçeler var. Biz müvekkilin ifadelerine göre yola çıkarız. Gerisi bizi
ilgilendirmiyor.”
Adam tekrar konuĢtu: “Tabi ki, siz kendi konumuzda haklısınız. Avukat hanım Ģu
durumda bakın! KarĢınıza öyle bir insan geldi ki, belki de Ģu 20 yıllık avukatlığınızda
böyle biriyle karĢılaĢmadınız. Nihayet siz de bir saat önceki iddianızda yenik
düĢtünüz. Bu çok enterasandır. Bu nedenle ben Ģimdi Rıza Beyle bir konuĢmak
isterim. Tabi ki, kendisi de kabul ederse. Ne dersin Rıza Bey, biraz konuĢalım mı?“
„Estağfurullah Beyim! Ben o kadar abarttığınız kadar öz konular hakkındaki bilgilere
sahip değilim ama, siz istiyorsanız sayın avukatımın da baĢını ağrıtmayacaksak bir
de müsaade ederlerse tabi ki; konuĢmak, muhabbet etmek hoĢ bir Ģeydir.“
„ġimdi izniniz olursa, ben önce avukatımla aramızda geçen konu hukuki bir
konu olduğu için o konudan birkaç söz etmek isterim.“ Bey ve avukat ikisi birden,
„Tabi ki, memnuniyetle dinleriz.“ dediler. „Efendim konferanslarda, panallerde konu
olmayan, anlatılmayan ama anlatılması, konuĢulması gerekli olduğunu düĢündüğüm
hukuklar vardır. Dikkat edersek konuĢmacılar hep kâğıt üzerindekilerini birbirinden
devralarak değiĢik bir biçimde insanlara yansıtırlar. Ama hiçbir zaman insanın içinde
yatan yazıya yansımamıĢ ya da yazıya dökülememiĢtir. Gizli hukukların
araĢtırmasını yapmamıĢlardır. ĠĢte bazen de es kaza benim gibi bir zerreden
duyulmamıĢ bir görüĢ ortaya çıktığında, kimse içine sindiremez, dikkate dahi
alınmaz. Ben bunlara inanmasalar da gizli kalan, ama geçerli olan hukuki kaynaklar
diyorum. Sayın muhterem Hz. Muhammed ve Hz. Ali Keremallahu Veçihenin
Ģahsına 6666 ilahi vahiy indi. Zahiri alemde ancak ve ancak sözde 6434 tanesi
görünüyor. Bunlar Allahu Teala„dan geldiği gibi yazılmıĢ mı? Hayır. Doğrudur,
Kur‟an‟da bu sayı vardır. Ama kime göre? Hz. Muhammed‟e ve Hz. Ali‟ye göre
değildir. Ġlk üç halifeye göre, Muaviyeye göre vardır. Nasıl mı? Aklı selim insanlara
ilim sahibi insanlara bir soralım. Hz. Muhammed‟e ve aile efratına karĢı olan,
olanlara saygı duyar mı? Böyle bir insan, onun yazdığı bir yasayı doğru yazar mı?
Hz. Muhammed‟in öldüğünün sıfırıncı gününde bu üç halife icma yasası
337
Ölmeyen Çocuk
hazırlamıĢlardır. Hz. Muhammed‟in yasasını ve de vasiyetnamesini ihlal etmiĢlerdir.
HerĢeyi sil baĢtan kendi insiyatiflerine göre yazmıĢlardır. Kur‟an‟da olan doğrularda
ise birçok kelime oyunları vardır. Ġyi üzerinde durarak, bir de tarihi kitaplarla
karĢılaĢtırarak okumaz iseniz doğruyu bulamazsınız. Vasiyetnameyi değiĢterenler
Allah tarafından günahkâr ilan ediliyor. Buna dair Kur‟an-ı Kerim‟in Bakara süresi
ayet 181, maide süresi ayet 67, „Kim iĢittikten sonra vasiyetnameyi değiĢtirirse
günahı onadır. Günahı değiĢtirenin boynunadır.“ buyurmaktadır. Vasiyetnameye
karĢı çıkan, icamayı kuranlar ise yukarıda tarif ettiğim gibi ilk üç halifedir. Vasiyeti
ihlal edip sıfır günde icmayı kuranlar, Hz. Muhammed‟in yazdığı yasayı doğru yazar
mı? Hangi aklı selim buna inanır. Meğer bir menfaat karĢılığıdır. Binaenaleyh
menfaatler tarih boyu gerçeğin önüne geçmiĢtir. Eğer böyle değilse aklî dengesi
yerinde olanlar geliĢen hadiselere iyi dikkat etsinler. ġimdi sizlere bu kaynakları
söylemedeki kastım Ģudur. ĠĢte Ġslâm„ın kuruluĢunda KureyĢiler ve Ebu Sufayanların
sebep olduğu itilaflar Ġslâm„ı ikiye bölmüĢtür. Dolayısıyla Ġslâm Toplumu doğru
yönlerde eğitilmemiĢtir. Bu kargaĢalı itilaflı yönetim Ģekli Türk Ġslâm Toplumuna da
yansıtılmıĢtır. Binaenaleyh, ne acıdır ki; Türkiye‟de de iktidarlar A. üç hafileye, B.
Muaviye düzenine, C. mezhepçi zihniyete, D. ġeyh„ül Ġslâm„ın ve Ebu-Suud‟un
fetvalarına göre yönlendirilmiĢtir. Bu zeminleri kullananlar da iktidar olmuĢ,
dolayısıyla Türk Halkı bir taraftan Arap, diğer taraftan Farısi kültürlerin etkisinde
kalmıĢ, kendi dilleriyle doğru dürüst kimliğini tanıyamamıĢ, hep dejenere ve itilaflı ve
kavgalı yaĢamalarından, bir türlü çocukluktan kurtulup Türk„e göre, Ġslâm„a göre
eğitimlerini alamamıĢlardır. Bu durum halen var gücüyle de devam etmektedir.
Dolayısıyla da hakim olmak, avukat ve doktor olmak yetmiyor. Ġnsan yönetmek için
kültürel olgularla eğitim almaları gerekiyordu. Alevîlerin ise bütün bu baskılara,
tenkitlere, sansürlere rağmen dedelerden aldıkları kültürel bilgileri diğer inanç
gruplarına göre çok çok bilinçli ve insanî yönleri ağırlıklıdır. Olay budur efendim.“
Biz gelelim konumuza. Avukata davayı verdim ve bu kadar uzun muhabbeti
yaptıktan sonra avukatın bürosundan çıktım. Tuzluçayır‟daki evime geliyordum. Tam
eve 200 metre kala Divriği‟nin Höbek Köyünden komĢum Ali Akbıyık‟ın dükkanı
vardı, bu dükkanın önünden geçerken komĢum Ali Akbıyık‟la karĢılaĢtım. Bana
Ģunları sordu: „Yahu komĢu, senin kaç gündür buralardan gelip geçtiğini izliyorum.
Fakat çok dalgın ve üzüntülü görüyorum. Ne oluyor? Kötü bir durum mu vardır? „ Ali
Beye cevap: „Haklısın komĢu. Sormakta da haklısın. Çünkü biz hemĢehriyiz. Burada
komĢuyuz ama birbirimizle içten bir diyaloğumuz yoktur. Hatta birbirimizi doğru
dürüst yeterince tanımıyoruz bile. Bu nedenle sorduğun içinde teĢekkür ederim.
Benim durumuma gelince biliyorsun ben 4-5 yıldır yurt dıĢındaydım. ġu anda da
izinliyim. Üzülerek söylüyorum, mahkemelik bir durum vardı. DuruĢmada hakim
davamı reddetti.“
Ali Bey merakla sormaya baĢladı: „Nedir Ağabey? Niye mahkemeliksin?“
Cevap: „Vallahi komĢu, sorma… Hanımla ayrılıyoruz. Bir yıldır devam eden
duruĢmamızda bugün birkaç tane yalancı Ģahitin ifadelerine inanan hakim davayı ret
etti. Bugün de ikinci bir davayı açmak üzere avukata verdim, oradan geliyorum.“
338
Ölmeyen Çocuk
Derken, Ali Beyin dükkanına girdik. Sohbet ilerliyordu. Ali Beyin sorusu: „Peki Rıza,
ne düĢünüyorsun? Bildiğim kadarıyla senin dört çocuğun varmıĢ. Çok uzun hayat
yaĢamıĢsınız. Bu davanın altından kalkmak senin için çok zor olmaz mı?“ „Sayın
komĢum ve hemĢehrim, elbette zor olur. Hem öyle zor ki, umarım Allah kimsenin
baĢına böylesi davaları vermesin.“
Ali Bey, „Bize düĢen, yardım edeceğimiz bir Ģey var mı?“ „Vardır tabi. Madem ki,
sordun, söyleyim Ali Bey. Muhataplarım beni çok hırpaladı. Mahkemenin haksız
yere ret edilmesi, yalancı Ģahitlerin dinlenmesi de bir baĢka yönden beni bazı
kararları almaya zorladı. ġöyle ki. DuruĢmadan çıkarken Hanıma ve yanında gelen
kardeĢlerine hitaben Ģunları söyledim:
Bakın madem ki, siz böylesine sahte yönlere baĢ vurdunuz, bu davayı bugün
iptal ettirdiniz, yarın iptal etmeye gücünüz yetmeyecek. Azami 6-12 ay içerisinde
hem boĢanmıĢ hem de ben evlenmiĢ olacağım. Bu izinimde de niĢanlanmadan
gitmeyeceğim. Bunu bilmiĢ olun.“
ĠĢte bu kararlarımdan yola çıktım. Ġki gecekondu evim vardı. Birini sattım. Onun
bir kısmını avukatın hesabına yatırdım. Bir kısmıyla da evlenmeye kararlıyım. ġimdi
hakkıma hayırlı birini bulunca niĢan yapacağım. Dava bitince de düğün yapıp
götüreceğim. Olay budur. Sizlerin tanıdığı bir aile kızı varsa, bu yönde yardımcı
olursanız memnun olurum.
KIZ BAKMAYA GĠDECEĞĠZ / ALĠ AKBIYIK
Sebep sebebüllahtır. Derdini söylemeyen derman bulamaz gibi atasözleri vardır.
Demek ki, bu sözler gerçekmiĢ. Bak sen Allah‟ın iĢine.
Ali Akbıyık‟la konuĢmamızın üçüncü bölümündeyiz. Ali Bey devam ediyor: “Ben
sana bu yönde yardım ederim.” “Buyrun Ali Bey?” “Benim üvey ağabeyim vardı,
Hasan Ali Ağabeyim. O sizlere ömür.... Onun bir kızı var. Ayağı az aksaktır. Annesi
var, kardeĢleri var. Dilersen ben onlarla önce bir konuĢurum, sonra seni oraya
götürürüm. Birbirinizi görürsünüz, olmaz mı?“ „Olur tabi, niçin olmasın? Aradan iki
gün geçti. Ali Beyin dükkanının önünden geçerken bu defa, „Rıza Ağabey, ben
yengemle görüĢtüm. Vaktin varsa bugün akĢam gidelim. Onlar Esertepe‟de
oturuyorlar. AkĢam üzeri buraya gelirsin, gideriz.“ dedi. O gün akĢam üzerini
bekledim.
Bekledim ya o bir gün bana iki gün gibi geldi. AkĢamı iple çekmiĢtim. Bir taraftan
„nedir, ne değildir“ diye heyecan, diğer taraftan 16 senelik bir evlilik hayatı sona
eriyor. Beri tarafta dört tane çocuğun geleceğinin sorunu... Gerçekten her ne kadar
bu davada haklılığımı kanıtlasam da önüme gelecek günlerin daha da zor olacağı
gün geçtikçe beni daha çok düĢündürüyordu. ġimdi daha bir nikâh bitmeden diğer
bir nikâhın temellerini hazırlıyordum. Artık ne mahkemelik olan davadan, ne de yeni
yapacağım akitten ve vaadden geriye dönüĢüm olmayacaktı. Bu iki ağır, ağır olduğu
kadar da sorumluluk taĢıyan iki ayrı mücadelenin altına giriveriyordum. Her ikisinden
339
Ölmeyen Çocuk
de yenilmeden çıkıp, tekrar sıfırdan bir aile yuvası kurmak beni bekliyordu ve de
düĢündürüyordu.
ESERTEPE‟DEYĠZ
Ali Akbıyık‟la Esertepe‟ye kızın evine gittik. Gittiğimiz evin yeri mahalleye göre
iyi bir yerdi. Ama evde oturan küflet çok tabiatsız, periĢan görünümü olan bir aileydi.
Dört yıl önce babaları ölmüĢ, anneleri oldukça bilinçsiz bir cahil insan. Ġki oğlan bir
kız, bir de bakacağım kız olmak üzere dört çocuğu vardı. Oğlanlardam biri evli,
diğeri askere gitmiĢti. Evde olan bir gelin iki çocukluydu. Bir de fakir halli bir
bakkalları vardı. Geçimlerini bu bakkaldan sağlıyorlardı. Velhasıl bakacağımız kızın
annesi tanıĢ çıktı. Bizim bir saat yakınımızda, 5-6 hanelik çok çetin bir yerde olan
Hıdırlık Köyünden Garip Dede diye biri vardı. Bu muhterem Devlet Demir Yollarında
bekçiydi. Bana kaynana olacak kadın onun kızıymıĢ meğer. Ben babasını
tanıyordum. Meğer kızın annesi Gülbahar da bizim aileyi, eskileri tümden
tanıyormuĢ. Kızla birbirimize baktık. Gülbahar Ana Ģunu söyledi: „Ben sizi tanıyorum
oğlum. Sizi sorup araĢtırmama da gerek yok. Kızımla birbirinizi beğenirseniz, kızımı
sana veririm ve de size güvenim vardır.“ dedi. Ve devam ediyordu: „Benim
Ankara‟da kimsem yok. Siz birbirinizi beğenirseniz, benim Asri Mezarlıkta bir
kardeĢim var. O gelirse, bu iĢ olur.“
KonuĢma sırası bana gelmiĢti. Beni götüren Ali Bey ve Gülbahar Anaya Ģunları
söylüyordum: „Ben eski eĢimle halen mahkemeliğim. Dört tane çocuğum vardır.
Fakir bir aileyim. Parası çoktur diye de güvenmeyin. Ama aç değilim. 39 yaĢındayım.
Eğer iĢimiz olursa hemen düğün yapamam. Ama en erken 6 ay, en çok da 12 ayda
iĢim biter. Gelir, nikâhı kıyarız ve götürürüm eĢimi.“
KonuĢmalarımız burada noktalandı. Ali Beyle oradan kalktık, Tuzluçayır‟a geri
döndük. Ġkinci gün Tuzluçayır‟dan kalktım, Asri Mezarlığa gittim. Orada benim
yakınlarım var. Kuluncaklı Cafer Dede vardı. Ve yine onun oğlu Hasan vardı. ĠĢin
seyrine bakın ki, Hasan da istediğim kızın dayısıyla bacanakmıĢ. Tabi ben kendisini
tanımıyorum. Hasan‟ın evine vardım. Orada biri oturuyordu, hoĢ beĢten sonra
Hasan bizi tanıĢtırdı: Hacı CoĢkun. ĠĢin iki enterasan yönü vardı. Birincisi benim
durumum. Daha nikâhlı olduğum hanımla resmen iliĢiği kesememiĢsin. Dört tane
çocuğun var. Bu durum karĢısında evliliğe kalkacaksın. Ġkincisi iĢin daha
baĢlangıcından sanki eskiden organize olmuĢ gibi. Bakmaya gittiğim kızın ailesinin
tanıĢ çıkması, kıza önderlik yapacak olan dayısının benim yakınımın bacanağı
olması. Diyebilirim ki, bu olağanüstü bir Ģanstır. ĠĢte bu nedenle ben de orada Hacı
CoĢkun‟la tanıĢırken Ģunu söyledim: „Ġyi olacak hastanın doktor ayağına gelir.
Galiba bu hayırlı iĢimizde bir uğur var gibi geliyor bana.“ Ben önce böyle bir misal
söyleyince afalladılar ve „Ne o, yoksa bir hayırlı iĢin mi var?“ diye sordular. „Vallahi
var ama iĢimi bitirecek zat buradaymıĢ. Sizin de bacanağınız olduğuna göre bu iĢ
oldu demektir.“
340
Ölmeyen Çocuk
Derken bunları iyice merak sarmıĢtı. „Durun söyleyeyim de sizi meraktan
kurtarayım. Evet Ģimdi bu evde benim bir yakınım olduğu ve de beni bilen bir aile
için hemen konuyu samimi olarak söylemem gerekiyor. Değerli dayıoğlu Hasan, ben
bir aile itilafı geçirdim. Dilerim Allah sizlerin ve hiç kimsenin baĢına vermesin. Yani
ben hanımdan ayrıldım. Henüz mahkemem sona ermedi. Ama artık bir araya
gelmemiz imkansızdır. Mutlak ayrılacağız. Hanımın taraflarıyla epeyce uğraĢtık.
Benim aleyhime olan çok kötü geliĢmeler oldu. ġimdi ise ben bir hayırlısını bulup
niĢan yapmak istiyorum. Durumum buyken Allah‟ın iĢine bak ki, iki gün önce
Tuzluçayır‟da Ali Akbıyık‟la konuĢtuk. O bana söyledi. „Esertepe‟de ağabeyimin kızı
var.“ dedi. Dün gittik ağabeyinin kızına baktık. Kızın annesi Gülbahar Ana da tanıĢ
çıktı. Bizim aileyi çok önceden tanıdıklarını söyledi. Dolayısıyla kızla birbirimizi
beğendik. Sağolsun Gülbahar Ana da kızının verilmesini kardeĢi Hacı‟nın üzerine
attı. ĠĢte ben de Ģimdi Hacı Dayının yanına bu hayırlı iĢ için gelmiĢ bulunuyorum.
Olay bundan ibaret.“
SÖZ HASAN BEYDE VE HACI COġKUN‟DA
Önce Hasan Beyin konuĢması Ģöyleydi: „Vallahi bacanak, biz Rıza‟yı eskiden
beri tanırız. Babamın dayıları oluyormuĢ. Aynı zamanda aynı soydanız. Rıza‟nın
yalan, yanlıĢ söyleyeceğini hiç sanmıyorum. Biz aile olarak da fert olarak da bunlara
inanır ve güveniriz. Madem baĢına böyle bir hadise gelmiĢ tabi ki, kendisi daha
gençtir. Elbette evlenecektir. Kendisi de seni, ablanları tercih etmiĢ; gelmiĢtir. Ben
de hem Rıza‟nın hem de sizin bir yakınınız olarak münasip görürüm. Artık gerisini
siz bilirsiniz.”
ĠKĠNCĠ OLARAK KONUġAN HACI COġKUN
Hacı Bey de sağolsun çok olgun, sözünü, sohbetini bilen kiĢi olduğunu ortaya
koymuĢtu doğrusu. Hacı Beyin konuĢması Ģöyle olmuĢtu:
“Ablam öyle dediyse, oğlan kız da birbirini beğendiyse, bacanağım da münasip
görüyor. O zaman bana ne düĢer? Zaten iĢ olmuĢ bitmiĢ sayılır. Ablam sağolsun
beni arzetmiĢ, beni istemiĢ ise, bana da gidip kızın sözünü vermek düĢer. Kızın
gönlü varsa, sen de onu beğenmiĢsin ki, buraya kadar gelmiĢsin. Peki bu iĢ ne
zaman olacak?”
“Vallahi Hacı Dayı ben gurbetçiyim. Benim zamanım çok kısıtlı. Bu nedenle
yarın isterseniz siz Hasan Beyle gelin, isterseniz ben gelip götüreyim. Bunu siz tayin
edin.”
“O zaman biz yarın saat 13‟te bacanağın arabasıyla geliriz, siz de oradan
doğrudan Esertepe‟ye gelin. Bu hayırlı iĢi Allah yazmıĢ ise kavuĢturalım.” Düğürlük
iĢini de böyle bağladık.
Ġkinci gün Ali Akbıyık, rahmetli Ġlyas Ördek, rahmetli Annem, hep birlikte
Tuzluçayır‟dan bir araba tuttuk. Saat 13‟te Esertepe‟ye varmıĢtık. Esertepe‟ye
vardık, 10 dakika oturduk, Hacı Dayı ve Hasan birlikte geldiler. Çaylarımızı içene
341
Ölmeyen Çocuk
kadar benim götürdüğüm rahmetli Ġlyas Ördek ve Annem, Hacı CoĢkun ve Hasan
hepsi birlikte tanıĢma sohbeti yaptılar. Çaylarımızı da içtik bitirdik. Artık kız isteme
zamanı gelmiĢti. Ġlyas Ördek baĢladı: “Saygıdeğer Hacı Bey ve Gülbahar Ana, sizler
birbirinize yakın köylü olmakla beraber aynı zamanda her iki taraf da dededirler. Ben
önce Ģunu söylemek isterim ki, Rıza Dedeyi ben 1960‟dan beri tanırım. Tek sözle
Ģunu söylemek istiyorum. Sizin kızınızın Ģansı varmıĢ. Zira Rıza Dede Ģu anda bana
direk kızına düğürüm deseydi, tek bir cümleyle ben kızımı Rıza Dedeye verirdim.
Ama sizin kızınızda benim kızımdır. ġimdi Allah-u Teala yazdıysa kızınıza Rıza
Dede için düğürüz kızınıza.”
Kız tarafı beĢ dakika düĢündüler, Gülbahar Ana ve kardeĢi Hacı Dayı diğer
odaya gittiler, kızı çağırdılar. 15 dakika felan konuĢtular ve geldiler. Ġlyas Ördek
yüzlerini güleç görünce isteği yeniledi: “Ben durumu iyi görüyorum. Onun için
Allah‟ın ismiyle bir daha yineleyeceğim. Saygıdeğer Hacı Bey ve Gülbahar Ana,
Allah‟ın emriyle Peygamberimiz sellellah-u teala Aleyhi Vesselam‟ın emriyle kızınız
Yeter‟e Rıza Dede için düğürük.”
Kızın annesi Gülbahar Ana, “Ben söz hakkımı kardeĢim Hacı‟ya verdim. O
kendisi bilir.” dedi. Hacı CoĢkun, “Allah yazdı ise, ben de yeğenimin sözünü
veriyorum.” dedi. Bizim taraftan Ġlyas Ağa, Annem ve ben kalktık hepimiz bir
birimizle nizamlı intizamlı olarak görüĢtük, böylece kızın sözünü almıĢ olduk.
SIRA ġERBET ĠÇMEYE GELMĠġTĠ
Kız sahibinin kendi bakkalları vardı. Lüzumlu malzemeleri bakkaldan aldım.
ġerbetimizi de içtik. Böylece niĢanın birinci temelini atmıĢtık. Sıra geldi ikinci
aĢamaya. Ġkinci aĢamayı ben kendilerine söyledim. “Ġki gün sonra Hacı Dayıyla
birlikte kızı görmeye geleceğim. Bu nedenle haberiniz olsun istedim.” Onlar da
“tamam” dediler. ĠĢ kaldı, iki gün sonra Hacı CoĢkun‟la randevulaĢtık, Ulus‟ta
birleĢtik.
Ulus‟ta Zincirli Camiden Sümerbank tarafına doğru giderken o arada bir çiçekçi
vardı. Hanımın dayısı Hacı CoĢkun‟a dedim ki, “Dayı, zamanı kayıp etmeden sen
burada yeğenine bir çiçek yaptır. Ben yeğenine bir esans kokusu alayım, geleyim.”
dedim. Ben 50 metre ileride Eyüp Sabri mamüllerini satan bir yer vardı. Oradan bir
esans Ģisesi aldım, çiçekçiye geldim. Hacı Dayı da çiçeği yaptırmıĢtı. Çiçeğe baktım
beĢ tane kırmızı gül yapmıĢlardı. Dedim ki, “Dayı, bu beĢ tane gülle niĢanlı görmeye
gidilmez. Ben niĢanlıma öyle bir çiçek yaptırmalıyım ki, orada hem kendi ailesinin
içinde, hem de ziyaretlerine gelecek olan eĢin dostun dikkatini çekmeli. Hem de bir
hatıra Ģeklinde olsun.” O da, “Olur yeğenim, sen bilirsin.” dedi.
Ben çiçekçiye böylece söyledim. Çiçekçi “Olur ağabey, biz satıcıyız. Bizden
nasıl istersen onu öyle yaparız.” dediler. Bir baktım bir küp saksısına benzer çanak
gösterdiler. YaklaĢık 20 santimetre, yuvarlak bir saksı onun için. Hatırımda kaldığına
göre her cins çiçekten beĢ veya yedi adet olmak üzere yedi deste yani 42 adet çiçek
ve de içini, etrafını da baĢka otlarla doldurup süslediler. Martava atmak gibi olmasın,
342
Ölmeyen Çocuk
bugünkü parasıyla onu ancak 75 milyon TL‟ye ancak yaptırabilirsiniz. Bu değerde bir
çiçek yaptırmıĢtım. Binaenaleyh altı ay sonra düğün yapmaya geldiğimde çiçek
niĢanlımın odasında hala duruyordu. Zira eğer Türkiye‟de ikamet ediyor olsaydım, o
çiçeğin kurusunu ömrüm boyu saklardım. Çiçek yaptırma anım da böyle olmuĢtu.
Dönelim sonrasına.
NĠġANLI GÖRME
NiĢanlı görme Anadolu insanında çok değer verilen bir gelenekti. Tabi ki, çok
yörelerde imkansızlıklar nedeniyle fazla değerlendiremezlerdi. Zira Anadolu köylüsü
niĢanlı görmeyi kız babasından ve de evde bulunan ya da komĢu büyüklerinden gizli
tutarlardı. Bu görüĢ Anadolu Halkının terbiye ve utanma duygularıydı. Bu da bir nevi
saygı gereğiydi. Anadolu Halkında kız ve oğlan birbirlerini görücü usülüyle
beğeniyorlardı. Ama yukarıda tarif ettiğim gibi sözleĢmenin hemen ikinci raundunda
yukarıda niĢanlıların birbirini görme usulü ile oldu ve aile de eskiden birbirini tanıdığı
için bu iĢ oluverdi.
Bu görüĢme esnasında niĢanlılar saatlerce her hususlarını karĢılıklı
konuĢacaklar, anlaĢacaklar. Eğer aralarında kayda değer bir anlaĢmamazlık
çıkarsa, ailelerde fazla bir harcama ve gün kayıp etme yönünde fazla bir yatırım
yapmadan iĢin birinci basamağından geri dönebilecekler anlamını taĢıyordu. Bu
görüĢe göre kız ve oğlanın bu birinci görüĢmesinde böylece tam niĢanlanma
temelini atmıĢ oluyorlardı. Sonrasında da iĢ ikinci aĢamaya yani tam niĢan yapmaya
gelinip yüzük takmaya kalıyordu. Biz ise bu niĢanlı görme ananesine uymuĢ, bu
aĢamayı da burada noktalamıĢtık. Temmuz 1976.
DÖRT ÇOCUĞUMUN PASAPORTLARININ ÇIKARILMASI
Dört çocuğumun pasaportlarının çıkarılması ve niĢan için vesair ihtiyaçların
karĢılanması için evi sattığımı ayrıca cebimde sadece 50 liram kaldığını yukarıki
anımda yazmıĢtım.
TERCÜMAN
Ankara Kızılay Atatürk Bulvarı güzergahında eski gökdelen binasını 5 bina
geçtikten sonra o aralarda Alman uyruklu kocası olan bir Türk tercüman vardı.
Birinin tavsiyesi üzerine gitmiĢtim. Yalnız kadının ismini yazmayı ihmal etmiĢim. Bu
tercüman hanım dedi ki, “Ben bu senin kayıtlarını altı günde getiririm.” Benim de on
günüm kalmıĢtı dönmeye. Bu altı gün zarfında, bir komĢum vardı 1981-92 yıllarında
hem kendisi hem de karısı öldüler Allah ikisini de rahmet eylesin, daha evi satmadan
ondan bir miktar ödünç para almıĢtım. Gerçi Almanya‟dan kayıtlarım felan gelmeden
evi satmıĢ, paranın 15-20 binini almıĢtım. KomĢudan aldığım borçla o sıkıntılı
günlerimde iĢim çabuklaĢmıĢtı. ġimdi altı gün sonra, hatta altıncı günün öğlden
sonrasında kayıtları tercümeden almıĢtım. Bu esnada ve iĢimin düĢtüğü
343
Ölmeyen Çocuk
makamlarda üç yerde zorlukla ve problemlerle karĢılaĢtım. Birinci problem
muhtarlıkta çıkmıĢtı.
HASAN TĠMĠSĠ - TUZLUÇAYIR MUHTARIYDI
Hasan Timisi‟ye ilk muhtarlığında oyda vermiĢtim. Ġki devre muhtarlık yapmıĢtı.
Yalnız muhtarlık yaptığı devrede mahallede birçok yolsuz hareketleri olmuĢtu.
Ben ise bazı yerlerde bu nedenlerle Hasan Timisi‟yi yermiĢtim. Demek ki,
benimle konuĢan bazı arkadaĢlarım benim eleĢtiri mahiyetinde konuĢmalarımı
kendisine muhbirlemiĢler. O da bu muhbirleri dikkate almıĢ ki, sonunda ve benim
kendisine iĢim düĢtüğünü fırsat bilerek duyduklarını bana karĢı koz olarak
kullanmıĢtı.
Timisi ailesi Tuzluçayır Kartaltepe Mahallesinde oturuyordu. O sıralarda da gayri
meĢru bir aile ile kaldığını öğrenmiĢtim. Ama o konu beni ilgilendirmez diye
düĢünüyordum. Ama öyle bir durumda belki de morali bozuk olabilirdi. Binaenaleyh
muhtarın kapısına kâğıtları mühürletmeye gittim. Evin karĢısında Sadık isminde 4050 yaĢlarında bir bakkal vardı. Ona sormuĢtum. Muhtarın evde olduğunu söylemiĢti.
Hasan Timisi‟nin ziline bastım, kapıya vurdum, bir türlü kapıyı açmadı. Saat 8-9
sularında kapıya gittim. Tam 12‟ye kadar kapıda bekledim ve dolaĢtım. Hasan Bey
mümkün değil kapıyı açmadı. Sadık Beye bir daha gittim, durumu anlattım. Sadık
Bey dedi ki, „Dur bakalım, benim bir adamım gelecek. O zaman belki kapıyı açtırırız,
senin iĢini de yapar.“ dedi. Saat 12‟yi geçmek üzereydi.
Sadık Beyin adamı geldi. Ben de beraberinde kapıya yaklaĢmıĢtım. Sadık Bey
kâğıtlarını aldı, kapıya vardı. Hasan Timisi kapıyı açtı. Ben haklı olarak „Hasan Bey
ben saat sekizden beri kapıda bekledim. Kapıyı açmadın. Biliyorsun ki, yurt
dıĢındayım, zamanım yoktur.“ Bu cümledeyken Hasan Bey hörledi. Üzerime
geliyordu ve Ģu kelimeleri sarf ediyordu: „Siktirol git Ģuradan. ġimdi seni ezerim.“ gibi
küfürlerle hücum ediyordu. Bakkal Sadık Bey bir taraftan bana sesleniyor,
„ArkadaĢım buradan uzaklaĢ.“ diyordu. Bir taraftan da Hasan Beyi tutuyor ve
sakinleĢtirmeye çalıĢıyordu. Tabi ki, artık benim iĢimin görülmeyeceği kesindi. Ama
Hasan Timisi bu hakareti niçin yapıyordu? Hasan Timisi, Mustafa Timisi ailesi,
1957‟den bu mazinin olduğu temmuz 1976 tarihine kadar, çok iyi tanıdığım bir
aileydi. Yani benim bir eleĢtirim kulağına gitmiĢ olsa bile bu kadar hakaret
yapmasına gerekçe olamazdı. Zira kendisi hala muhtardı. Maalesef hadiseyi kaleme
aldığım 13 Mart 1999 bu tarihe kadar hala düĢünüyorum. Hasan Timisi‟nin o duruma
niçin düĢtüğünü hala merak ediyorum. Haketmediğim bir hakarete maruz kalmıĢtım.
Bu nedenle hala üzgünüm. Timisi‟ye karĢıda öfkem geçmiĢ değildir. Kendileri de
hala yaĢamaktalar.
Velhasıl Timisi‟den payımı aldım. Orada Tuzluçayır yol ağzında iyice
tanımadığım, birkaç defa merhaba dediğim bir komĢuma mevzuyu anlattım. O da
bana Tuzluçayır‟da baĢka bir muhtar tarif etti. O da Tuzluçayır yol ağzından
AbidinpaĢa‟ya giden anayol güzergahında hemen 100 metre ilerideydi. Oraya gittim.
344
Ölmeyen Çocuk
Adam hemen buyur etti, çay ısmarladı. Evraklarımı aldı, hepsi 30 dakika bile
sürmeden bitirdi. 3 lira aldı, „tamam“ dedi. Hasan Timisi‟ye ödemek için 10 lira
ayırmıĢtım. Tabi ki, o günüm zayolmuĢ gitmiĢti. Pasaport için emniyet sarayına o
gün daha gidemezdim.
Fakat bir iĢim daha vardı ki, o hepsinden zordu. Kızım Aliye… Aliye‟yi annesinin
sakladığı evi biliyordum. Saat 13 sularıydı. Doğru Mamak karakoluna indim.
Bereket, kızın nüfus kâğıdı bendeydi. Hemen iki satır yazı yazdım, kızımın
kurtarılmasını talep ettim. Ġyi bir baĢkomisermiĢ. Derhal iki tane ekip arabası tahsis
etti. Arabaların ikisinde yaklaĢık sekiz tane polis vardı. Bir saat sürmeden yukarıda
isminden sözettiğim hanımın büyük Ağabeyinin oğlu olan, okuttuğum çocuk, Kasım
TaĢkıran„ın evine ekip arabalarını götürdüm. Polisler içeri girdiler, kızımı ve kendisini
aldılar, arabaya bindirdiler. Yolda karakola giderken kızımı 12 gün evinde sakladığı
halde aracı insanları gönderdim. „Kızı benim evimde yok.“ dedi, vermedi. Bu
nedenle, bir baba olarak öfkemi dökmek istedim. Kasım ise suçlu olduğunu bile bile
bana terki edep sözler söylemeye baĢladı. Polis kendisine hakettiği kelimelerle
karĢılık verince sesini kesti.
KASIM TAġKIRAN: NANKÖRLÜĞÜN TAM DANĠSKASI
Askerliğimi yapıp geldikten sonra ve 1957-1958 öğretim yılında köyde
eğitmenlik yapmıĢtım. ĠĢte bu yıl Kâzım‟a ilkokul biri okuttum. Ġkinci yıl ise kendi
özverilerimle köyde okul sıraları yapmıĢ, mahalli odalar tutmuĢ, köye resmi
öğretmen getirmiĢ, aynı Kasım‟ı ve diğer çocukları da milli eğitimin ilköğretimi
müffettiĢi sayın Necdet Eke nezdinde olmak üzere Kasım‟ı üçüncü sınıfa, diğerlerini
de hakettiği sınıflara geçirtmiĢtim. Bu anımın Kasım‟a ait ön bölümünü daha
önceden bahsetmiĢtim. Kasım‟la olan anılarım bu yazdıklarımla bitmedi.
Ankara‟da ve evimde okuttuğum zaman bir gün aile sohbeti yaparken, bu Kasım
bana haĢa peygamber gibi değer veriyor, elimi öpüyordu. Ben ise, „Bu kadar müfrit
olmayın!“ diye izah ederken, bana „EniĢte, sen benim babamsın, anamsın.“ ve daha
da ilahlaĢtırarak çok müfrit kelimeler söylemeye baĢlamıĢtı. Ben tekrar Ģunu
söylemiĢtim: „Bak Kasım, tarihimiz bu tür hadiselerle doludur. Sen ileride müstakil
bir aile olup yuvanı kurduğun, hayata geçtiğinde icabı hallerde bana kötülük etmez
isen, bana en büyük iyiliği etmiĢ olursun.“ Sözlerime karĢılık Kasım tekrar, „Sayın
EniĢte, beni babam kovdu. ġimdi sen beni
ailemle birilkte evine aldın,
barındırıyorsun ve okutuyorsun. Beni baĢkalarına benzetme. Namusum hariç sen
bana ne yaparsan yap, kemiklerimi dahi doğrasan, bir çuvala doldursan, benim elim
dilim sana karĢı dönmez.“ diyen aynı Kasım„dı. Benim ayrıldığım kadın Kasım‟ın
sadece bibisi, bir deyimle de teyzesi oluyordu. Binaenaleyh yukarıdaki sayfalarda
anlattığım gibi Teyzesi benim 16 yıllık ailem, dört çocuğum var kendisinden. Ailemi
iĢçi yapmıĢım ve çocuklarım da benim yanımda, Teyzesinin yanında değildir.
Görülüyor ki, Kasım‟ın Teyzesini sahiplenip benim kızımı saklamaya ve bana
hakaret etmeye hiçbir gerekçe ve sebep yoktur. Ama niçin bu cani durumuna
345
Ölmeyen Çocuk
düĢüyor ve bana terk-i edep sözlerle hakaret ediyor? Tek bir cevabı vardır. A.
okuttum, B. hanımıyla birlikte evimde üç yıl yedi, içti, okudu, memur oldu.
Dönelim karakol hadisesine. Kasım, kızım ve ben karakolda baĢkomiserle karĢı
karĢıyayız. BaĢkomiserin ilk söylediği cümle: „Sayın Rıza Bey, bu kız senin mi?“
„Evet Bey.” “MaĢallah! Kızın giysisine bak, bir de kendine bak.” Komisere cevap:
“Sayın BaĢkomiser, benim düĢünceme göre normal bir baba sırtında yük taĢıyan bir
hamal da olsa, yine çocuğuna sizin de taktir ettiğiniz bu elbiseyi giydirmez, mamafih
çocuğumu 12 gün gizleyip de sonunda karakol gücüyle bu çocuk bu adamın elinden
kurtarıldıysa gerisi malumdur.”
BaĢkomiserin ikinci konuĢması: “Sayın Rıza Bey, Ģimdi ben sana savcılık
tutanağı yazacağım. “Kızını Kasım TaĢkıran 12 gün evinde hapsettiği ve baba Rıza
ġahin‟in karakolumuza baĢvuruĢuna karĢılık iki tane polis ekip arabası mahal yerine
gitmiĢ, seninle Kasım TaĢkıran‟ın evinde kızı bulmuĢ ve beraberinde karakolumuza
getirilmiĢ olup, iĢbu tutanağımızla keyfiyet makamınıza sanıkla birlikte sunulur.”
Ģeklinde yazacağım. Bu adamın elini de kelepçeleyip gönderiyorum.”
BaĢkomisere ikinci yanıt: “Sayın BaĢkomiser, karĢımda görünen, görüldüğü gibi
daha da ağır cezalara layıktır. Ben de iyi biliyorum ki, bu sanık bu yaptığına karĢılık
en az üç ay yatar veya aradan 45 gün geçtikten sonra ben de bu sanık hakkında
maddi manevî tazminat davası açarım. Hatta avukat tutar hapisliğini de talep
ettiririm. Fakat Ģu anda kızımı kurtardım. Bundan böyle de bu tür insanı karĢıma alıp
muhatap olmayı istemem. Ancak kendisine bir sözüm var. Hiç olmazsa bundan
sonra insanlığı öğrensinler.“ Kasım TaĢkıran Ģu kelimeyi sarf ediyordu: „Ġnsanlığı
sen öğren pezevenk!“ BaĢkomiser tenkit ediyordu: „Sus ulan hayvan! ġimdi seni
atarım nezarete, eĢek sudan gelene kadar dayak attırırım. Ulan hayvan! Adamın
sana yaptığına bak, sen ise hala kendi kabiliyetini iĢliyorsun.“ Neyse bu anımda
Kasım TaĢkıran‟la karakolda noktalanmıĢtı. Temmuz 1976 - Mart 1999 Ankara.
EMNĠYET SARAYINDAYIM: BAġKOMĠSER ZEKĠ BEY
Pasaportları almak için bütün evraklarım tamamdı. Emniyet sarayında form
aldım, doldurdum, pasaport komiseri Zeki Beye götürdüm. Zeki Bey evrakı eline
aldı: „Evraklar tamamdır. Fakat bu formda yazılı çocukların annelerinin imzaları
yoktur. Annelerinin imzaları olmayınca da çocukları yurt dıĢına çıkaramazsın.“
Komisere izahım: „Sayın Komiser Bey, annelerinden ayrılıyorum. Kendisi de
izindeydi. Bir hafta önce buradan çıkıĢ yaptı. Dosyaya bakarsanız dosyada bu
çocukların üç tanesi ve anneleri pasaport muamelesi gördüler. Ancak ben çocuklarla
birlikte kalayım diye kendi düĢüncesine göre pasaportlarımızı çalmıĢ götürmüĢler.
Dolayısıyla çocuklarımı burada bırakacak kimsem de yoktur. Bu çocuklarımın
pasaportlarının verilmesi lazımdır ve de almak zorundayım.“
BaĢkomiser direniyordu: „KardeĢim sen bana iĢ mi öğretiyorsun? Veremem
dedim, anlamıyor musun?“ Komisere cevap: „Sayın Komiser ben sizi kırmak
istemiyorum. Ben bu pasaportları alırım. Hem de Ģimdi alırım.“ diyorum. Komiser
346
Ölmeyen Çocuk
Zeki Beyle tartıĢtıktan sonra evrakları aldım götürdüm. BaĢmüdürün kapısında bir de
nöbetçi asker vardı. Asker beni sorguya tutarken, hırsımdan onu da dinlemedim,
kapıyı ittim, odaya girdim. Nöbetçi emniyet görevlisi bağırıyordu, Müdür; „Bırak bırak
gelsin. Görmüyor musun? Beyin rengi değiĢmiĢ.“ Ben içeri girer girmez dosyayı
müdürün önüne hırslıca bıraktım. „Ne var? Hadise nedir kardeĢim?“
„Sayın BaĢmüdürüm, bu çocukların anneleriyle ayrılıyoruz. ġu durumda
mahkemedeyiz. Anneleri komple pasaportlarımızı çaldı götürdü. ġimdi ise benim
çocuklara bakacak kimsem yoktur. Yurt dıĢında anneleri de, ben de iĢçiyiz. Ġnanın
pasaportları vermezseniz bu çocukların dördünü de emniyetin kapısından içeri atıp
gideceğim. Sayın BaĢkomiser beni huzurundan kovmuĢtur. Buyrun yardımınıza
ihtiyacım vardır.“ „Seni kovdu mu?“ „Evet“ „Hangi komiser bu?“ „Pasaport komiseri
Zeki Bey.“ Bunu duyunca Müdür Bey kalktı, dosyayı eline aldı. BaĢkomiserin
karĢısına geldi, dikildi. ġöyle bir yüzüne baktı. „Zeki Bey!“ diye seslendi. Zeki Bey
yakasını toparladı. „Buyrun BaĢmüdürüm.“ „Bu adamın pasaportlarını niçin
vermiyorsun?“ „BaĢmüdürüm annelerinin imzası yoktur.“ „Anneleri yurtdıĢında
iĢçiymiĢ. Sana bunları anlatmadı mı?“ „Anlattı BaĢmüdürüm.“ „Bu ailenin dosyasını
al getir bakalım.“ Dosya geldi, BaĢmüdür baktı: „Peki sen bu dosyaya bakmadın
mı?“ „Hayır BaĢmüdürüm.“ „Baksana bu çocukların anneleri çıkmıĢ, yurtdıĢına
gitmiĢ. Bu adam Ģimdi nerde bulsun anneyi? Bak ne diyor? Çocuklarını getirip
buraya terkedeceğini söylüyor. Sen bakar mısın dört çocuğa?“ „Efendim?“
BaĢmüdür bir daha komiseri itiraz etmeye fırsat vermeden „Efendiye felan dedirtme.
ġimdi sen ne biçim baĢkomisersin? Bu adam nereye bırakacak çocuklarını?
Görmüyor musun, ailenin hepsi Almanya‟da, hepsi muamele görmüĢ. Eski kayıtlara
göre yeniden pasaport çıkaracaksın. Bu adamın sadece dört günü kalmıĢ. Çabuk al
evrakları. Eline al, yarım saatte pasaportları hazırla. Kendin dolaĢtır, bana getir.
Beye bir çay ısmarla, otursun burada. Görmüyor musun, adamda renk felan
kalmamıĢ. Dört tane çocuk baĢına kalmıĢ. Sen olsan ne yaparsın? Çabuk
muameleyi yaptır getir.“
BaĢkomiser alacağını aldı BaĢmüdürden. Çayımı ısmarladı, beni oturttu, 15-20
dakikada iki tane pasaportu hazırlamıĢ, aldı getirdi. Çocukları komple bir pasaportta
toplamıĢ, bana da ayrı bir pasaport, iki tane pasaportu almıĢ geldi. „Hadi BaĢmüdüre
birlikte gidelim.“ dedi. Ben de çayımı içmiĢtim. Gerçekten çok fena olmuĢtum. 25
gündür dolaĢıyorum, 4 çocuk üzerimde, Hanım çekmiĢ gitmiĢ, gece gündüz uyku
dahi uyumuyorum. Hiç kimse, yardım eden yoktur. Komiserle birlikte BaĢmüdüre
gittik. BaĢmüdür pasaportları imzaladı, „Al kardeĢim.“ dedi.
„Hadi! Canını sıkma, geçmiĢ olsun.“ dedi. BaĢkomisere gelince, o da beni
uğurladı: „Kusura bakma, hadi güle güle!“ dedi. Böylece kavgayla pasaportları aldım
elime.
HEY GĠDĠ DÜNYA
Kafirin korkusu Ali‟den olurmuĢ. Durumun biraz periĢansa, biraz da iĢ
bilmiyorsan, ağzın da laf yapamıyorsa, yandı çıran. Koridorlarda dolaĢ dur. Ona
347
Ölmeyen Çocuk
yalvar, buna yalvar. Ya da pasaport komiseri muameleyi yapıp pasaportları
vermediyse, çocukları mahalle ortasında bırakıp kurda kuĢa yem olursun. Bu sefer
de çevre içerisinde dedikodu alıp yürüyecekti: „Ulan Ģunlara bakın hele, anne bir
tarafa, baba bir tarafa gitmiĢler, dört çocuğu kendi baĢına bırakmıĢlar. Bunlar nasıl
anne babalar.“ felan, laf mı yok, uydurup uydurup konuĢurlar. ġöyle yeter ki, sen
paçayı ele ver. Böylece pasaport davası halloldu.
KONSOLOSLUK
Konsolosluğa pasaportları vize yapılması için baĢvurdum. Konsoloslukta
yaklaĢık 500 kiĢi vardı. O sıralarda numaralı fiĢ veriyorlardı. ĠĢin aksi tarafı tam
uçağa bineceğimiz güne fiĢ verildi. Biz uçağa öğleden sonra 14.30‟da bineceğiz.
Vize saati saat 9 yazıyor ama nafile... Sabah saat 8.30‟da kızım Firdevs‟le birlikte
konsolokluktayız. Bu arada evde tüm hazırlıkları yaptım. Sadece çocukları evden
alıp havaalanına gideceğiz. Ama en geç bir saat önce hava alanında olmamız
gerekir ki, eĢyalarımızı bagaja vereceğiz. Buna göre konsolosluktan eve, evden
hava alanına yani Tuzluçayır Mahallesinden hava alanına iki saat zaman lazım.
Konsolosluktaki iĢimizin en geç 11-12‟de bitmesi lazım.
Bizim konsolosluğa gitme sıramız ise uzuyordu. Konsolosluk toplantıda diyorlar,
halk bekliyordu. Saat 11‟i geçti. On ikiye doğru yaklaĢıyordu. Kızımla benim iyice
canı sıkılmaya baĢlamıĢtı. Kızım durmadan bana yanaĢıyor, ağlıyor, „Baba ne
olacak bu iĢ, burada mı kalacağız? Hala bizi almadılar.“ diyerek ve haklı olarak
sıkıĢıyor. Son bir daha kapıda duran polise gittik. Kız dedi ki, „Bizim uçağa binme
saatimiz geldi. Evde çocuklar var. Onları evden alacağız ki, oradan da hava alanına
gidelim.“ Bu Ģekilde konuĢurken polis ise Ģunları söylüyordu: „ġimdi toplantı bitince
bu sefer de öğle tatili olur ve sizin iĢiniz saat 13‟e kalır.“ der demez kızım kriz
geçirdi. Kendini attı yere. Bu durum karĢısında ben kızımın üstüne kapandım. Bir
polis biraz su getirdi. Kızın yüzüne serpiyordu. O arada kıza, „KardeĢim kendini
serin tut, ben hemen seni konsolosluğa söz veriyorum, götüreceğim.“ diyordu.
Neyse ki, biri ve ben iki kiĢi kızın koluna girdik. Polis pasaportlarımızı eline aldı,
gittik, böylece pasaportlarımıza vize yaptırabildik. Saat 12‟yi 10 felan geçiyordu.
Hemen oradan kızımla bir taksi tuttuk. Taksiciye dedim ki, „KardeĢim bizi
Tuzluçayır‟a, oradan da havaalanına götüreceksin. Ona göre bizi uçağa yetiĢtirmen
lazım.“ O da sağolsun, „Merak etme ağabey, kavuĢtururum, üzülmeyin.“ diye bize
metanet veriyordu. Çankaya‟dan Tuzluçayır Mahallesine yollandık. Tuzluçayır‟da
eve vardık. Evde üç çocuğum var. Yanımdaki 16 yaĢındaki kızım hariç 12 yaĢında
Aliye, 7 yaĢında Garip, 4 yaĢında Ayselih. Eve geldik bu çocuklarım da bizim geç
kalmamıza üzülmüĢler. Üçü bir araya gelmiĢ ağlıyorlardı. Onlara kavuĢtuk,
eĢyalarımızı aldık. Aynı taksiyle yola çıktık. Böylece bir kedersiz hava alanına
varmıĢ bulunuyoruz.
Hava alanına vardığımızda bagaj giĢesine yük veren son yolcu olduk. YaklaĢık
10-15 dakika daha gecikseydik, bagaj alma kapanacaktı. Haliyle biz de belki iki belki
3-4 gün gecikecektik ve periĢan olacaktık. Bu uçağımız ise ara uçağıydı. Normal ve
348
Ölmeyen Çocuk
de Hamburg‟a direk uçak bulamamıĢtık. Zeynep sadece pasaportları değil,
pasaportların arasında gidiĢ dönüĢ biletlerimizi de götürmüĢtü. Dolayısıyla
çocuklarımın annesi olan Zeynep beni maddi yönden de çok periĢan etmiĢti.
Örneğin sadece Lufthansa„nın uçağından 4-5 kiĢinin bileti 1.300 DM karĢlığında idi.
Yani o bir ayın bana açtığı maddi harcama 5 bin DM idi. Bu da ne oldu? Evimizi
satmaya sebep oldu.
Anımın bu noktasında Ģunu da vurgulamam gerekiyor ki, hanımım Zeynep bu
cümlelerdeki olayı çevresine Ģöyle yaymıĢtı. Banka hesabında 4 bin DM varmıĢ.
Ben bu parayı almıĢım, kendisine vermemiĢim. Oysa ki, gerçek bu değildi. Bir defa
Zeynep‟le evimiz, yeme içme harcamalarımızı ayrıdığımızda Zeynep 1.5 senelik
iĢçiydi. Zaten evimiz ayrıldığında bankadaki hesap numaralarımız da ayrılmıĢtı. Yani
kendisini izine gönderirken bu ayrılık oldu. O zaman ikimizin hesabında 8 bin DM
vardı. Bu paradan kendisinin uçak bileti, ve saire harcayacakları; benimki hakeza
hesapta 2 bin DM„nin üzerinde bir para kalmıĢtı. Gelelim bu 8 bin markın çoğunluğu
kime ait olduğuna Zeynep 1.000 DM alıyordu. Ben ise 2.500 DM alıyordum. Bu
gelirimizin 500 markını çocuk parasına aylık vergi kesintilerine sayarsanız bankadaki
8 bin DM‟nin 6 bini bana 2 bini de Zeynep‟e ait oluyordu.
Gerçek buyken yine bu paranın 3 bin DM Zeynep almıĢtır. 5 bini de bana
kalmıĢtı. Yine öbür ay devrenin harcamaları ortak olması gerekirken çocuklarınkiyle
birlikte hepsi benim boynuma binmiĢti. Yine bu anımda gerçeğin bir noktası da Ģu
idi. Ben çocuklarım adına Zeynep ise sırf kendi adına uğraĢıyordu. Bu kanıtı da
yukarıda bahsettiğim gibi Zeynep pasaportları biletleri kaçırırken bir veya iki
çocuğunu da alıp götürebilirdi. Kendisi kızımızı yeğeninin evine gizleyip kendisinin
tek baĢına dönmesi tam manasıyla anlamsızdır. Kendi kendini koruyup çocukları ve
beni periĢan etmek amacıydı?
ÇOCUKLARLA BĠRLĠKTE
Hamburg‟a vardık. ġtransaze caddesi 200 Hamburg 11 no 15 numaralı bir
evdeyiz. Hemen Aliye‟yi bir okula koydum. Firdevs‟te sanat okuluna devam etmeye
baĢladı. Garip ise Türkiye‟de yatılı okulda olduğu için tatildeydi. Ayselih‟le onu da
yuvaya vermiĢtim. Zira sekizinci ayda Garip yatılı okula dönecekti. Bu Ģekilde
yerleĢtik.
Dönelim tekrar Zeynep‟in durumuna. Kendisi bir hemĢehrimizin odasında
oturuyordur. Oturduğu yer iyi değildi. Kendisine iki odalı bir ev buldum. Bu evden iĢ
yerine vasıtaya binmeden gidip gelebiyordu. Çok rahat bir yerdi. Bu evi tuttum. 12
yaĢındaki kızımız Aliye‟de akĢamları yanına gidecek birlikte yaĢıyor gibi görünecekti.
Bu Ģekilde kendisiyle herĢeye rağmen konuĢup anlaĢtık. Devam ederken birde
baktım bir akĢam bana bir telefon geldi. Bu kızım Aliye‟ydi. Diyordu ki baba Bayram
Dayım geldi. Seni buraya çağırıyor diyordu. AkĢam Bayram‟ın yanına gittim. Bayram
iki konu için beni çağırmıĢtı. Birisi bizi birleĢtirmeye çalıĢmak ikincisi Zeynep‟i kendi
349
Ölmeyen Çocuk
bulunduğu Ģehire götürmekti. Zeynep benden ayrılmıĢtır. Ġstediği yere gidebilirdi.
Ama çocuklarımı götürmeye izin veremezdim.
Zeynep‟in oturduğu eve 2.600 mark hava parası vermiĢ ve tutmuĢtum. Bu
anımdan bir önceki anımda Zeynep bankadan 4000 markımı vermedi demesinin tam
tersi görülüyor ki 2 bin DM hakkı varken 3000 DM almıĢtı. 2.600 DM‟de ev için
ödemiĢim. Artı Zeynep‟in 12 tane 200 gramın üstünde bilezikleri evde kalmıĢtı. Tam
1.5 ay bilezikler evde kaldı. Bir gün kızımı evine götürdüm. 12 tane altın bilezikleri
kendine verince kanı iliği kurudu. Çoktan unutmuĢtu bilezikleri. Al bunları birgün
çocuklara geldiğin zaman küçük bir çantan vardı. Onu bırakmıĢ gitmiĢtin. Ama sen
yine benim hakkımda yalan söylemeye iftira etmeye devam et dedim. Altınlarını
vermiĢ gitmiĢtim. ġimdi dönelim konumuza. Bayram Ģunları söylüyordu. Sizi
birleĢtirelim diyordu. Bayram‟ın bu teklifine karĢılık ben kendisine bazı tekliflerde
bulunmuĢtum. Ama kabul etmemiĢti. Zeynep Türkiye‟de giriĢtiği iĢ insanlığa bir
anaya yakıĢmayacak kötülükleri hakaretleri yaptı. Sonunda 140 bin lira değerinde
evimizi 70 bin liraya sattırdı. Kızımı mahkemede Ģahit dinletti. Daha sonra kızımı
Kasım‟ın evine gizledi. Polis ekip arabalarıyla kızımı kurtarıp getirdim. ĠĢte Ģimdi
yanında. Kızımı dahi mahkemeye alet etti, Ģahit dinletti. Pasaportları ve uçak
biletlerimi çaldı vermedi.
Bütün bunlar bana ve çocuklarımıza yapılan en büyük darBeydi. Mahkeme
salonunda söylediğim sözleri unutmasın. Sizin bu hunharca giriĢtiğiniz çirkin
iĢlerinize karĢılık ben de bu iznimde niĢanlanmadan gitmeyeceğim. Bunu bil Zeynep
dedim. ĠĢte görüyorsunuz ben Ģimdi bir kızın yüzüğünü taĢıyorum. Ben hayatta
kimseyi dolandırmadım. Kötülükte yapmadım. ġimdi ise o elin kızı bana ümit
bağladı. Bu duruma baĢvurmaya Zeynep beni mecbur etmiĢtir ve durum bundan
ibarettir. Zeynep Ģunu söylüyordu. Nikah olmamıĢsın sadece yüzük takmıĢsın.
Zeynep‟e verdiğim cevap sen beni 16 senedir anlayamadın. Hala da anlamıyorsun.
16 seneden beri ben sana hiçbir oyun oynamadım. Farkındaysan burada iĢçi olman
bu sözlerimin bir kanıtıdır. ĠĢte Türkiye‟ye gidip buradaki konuĢtuklarımızı inkardan
gelip 90 derece dönüp oyun oynaman son bardağı taĢırmıĢtır. Zeynep umarım
bundan sonra bana kötülük yapmaktan vazgeçersin hadi Allahaısmarladık.
BAYRAM KAYA
Bayram Kaya öz dayımın oğludur. Bana yakınlığı Zeynep‟ten bir göbek daha
yakındır. Zeynep‟in babası Bayram‟ın babasının amcasının oğlunun oğludur. Ben
ise Bayram‟ın öz teyzesinin oğluyum. ġimdi anımın bu kısmında ben Bayram‟a ne
yapmıĢım. Sonra Bayram bana nasıl karĢılık vermiĢ ve ne yapmıĢ gerçekleri bu
anımdan öğreneceğiz. (Okuyanlarda bu konuda ibret alacaklar).
ġimdi anıma Zeynep‟le baĢlıyorum. Geriye doğru sallanacağız. 2000
Hamburg‟ta Zeynep‟le ayrıldık. Ama çocuklar açısından fazla bir kayıp olmuyordu.
Çocuklarımız normal okuluna gidiyordu. Ġkimizde çocukları istediğimiz zaman
görüyor ve seviyorduk. Maalesef Bayram Kaya ve Türkiye‟deki yakınları araya
girince bizim düzenin Ģekli değiĢti. Bu düzenimiz aralık 1976 tarihine kadar devam
350
Ölmeyen Çocuk
etmiĢti. 1976 sekizinci ayda ve izinden döndük. Yakınları aramıza girince düzenimizi
daha da bozdular. Tabiki ben evlenecektim. Garip‟te ilkokul 3 de idi. Yatılı okulda
baktım okulun durumu çok kötüleĢmiĢti. Çocuğu orta birden çıkardım. Birlikte geldik
Hamburg‟a. Hamburg‟ta aynı düzenimiz devam ediyordu. Büyük kızım Firdevs‟in
ocak ayında Ankara‟ya gitmeden bazı yanlıĢ durumlarını görmüĢtüm. Kendisi 17
yaĢını bitirmiĢ 18 yaĢın içindeydi. Kendisine bir baba olarak sordum. Kızım
istiyorsan seni evlendireyim dedim. Bu arada Ankara‟da benim kaynım olacak.
Selahattin‟le niĢanlanmıĢtım. Kızım sanat okulunu bitirip iĢini alınca evlendirip
niĢanlısını da Hamburg‟a getirecektim. Bunu duyan annesi bu sefer kızını benim
aleyhime tahrik etmeye baĢladı. Halbuki çocuklar dördüde benim üzerimde olmasına
rağmen ısrarı üzerine kendisine vermiĢtim. Ama Zeynep kızımızı niĢanlısından
ayırmaya çalıĢıyordu. Kız ise herĢeye rağmen annesine inanıyordu. Kendisine bazı
olanaklar aramaya baĢlıyordu.
Artık okulunu da ihmal ediyordu. Ama annesi kızına ne yaptığının farkında
değildi. Böyle devam ederken bir cumartesi konsolosluğa iĢim düĢmüĢ ve oraya
gitmiĢtim. Meğerse Bayram Frankfurt‟tan Hamburg‟a gelmiĢ. Beni takip ediyormuĢ.
Konsoloslukta ben memurun önünde konuĢurken bir baktım kapıdan bana bir bakan
vardı. Bakan kiĢinin yüzünü tam gördüm ve tanıdım bu Bayram‟dı. Hemen tüydü.
Benim iĢim bitti oralarda Bayram‟ı bir süre aradım yoktu. Aklıma geldi ki bu mutlak
Zeynep‟in yanına gelmiĢtir. Bende yarım saatimi kayıp etmiĢtim. Otobüse bindim
geldim. Eve vardım ki evde bir tufan var. Ne oldu felan derken hanımım Yasemin
hem ağlıyor hem de söylüyordu. Çocuklarını annesi geldi Garip‟le Aysel‟i kaçırdı.
Ben soruyordum. Hadise ne zaman oldu hemen yeni oldu ben hemen arkalarından
koĢtum. Mahallede felstrase diye bir istasyon vardı. Tam bu istasyonun yanında pro
diye büyük bir alıĢveriĢ yerleri vardı. Bu yere çocuklu aileler alıĢveriĢe gittiği zaman
çocuklara tahsis edilmiĢ bir kınderkartin çocuk yuvası Ģeklinde bir bölüme koyuyor.
Aileler alıĢveriĢlerini yaptıktan sonra çocuklarını alıp gidiyorlardı. Bu arada ben
bunları proya girerken gördüm. Fakat ben arkadan biraz yavaĢ davrandım. Prodan
içeri girdim. Hemen çocukların olduğu bölüme girdim. Baktım çocuklar oradalar. Ben
babasıyım diye çocukları aldım bir taksiye attım.
Eve getirdim. Ben hemen hazırlık yapıp çocukları alıp bir tarafa gidecektim. O
arada büyük kızım Firdevs‟e sordum. Kızım annen çocukları kaçırırken sen
neredeydin. Evdeydim ama ben birĢey yapamazdım baba deyince anladım ki
annesiyle yardımlaĢıyordu. Aradan 30 dakika geçmiĢti. Bir baktım Zeynep tufanla
eve baskın yaptı. Çocukları alamıyordu. Zeynep bana vurmaya baĢladı. Kuluncuma
omuz baĢlarıma rasgele yerlerime yumruk atıyordu. Ben ise hiçbir vuruĢuna karĢılık
vermiyordum. Sadece kendisini sakin olmaya davet ediyordum. Beni dövmekten
usandı. Sonra kapı arkasına yığıldı kaldı. Ben kıza dedim ki kızım biz
anlaĢamayacağız. Sen Ģuradan polise telefon et dedim. Kız polis çağırdı. Polis
pasaportlara ve elimdeki boĢanma ilamına baktı dedi. Çocuklar sizin
velayetinizdedir. Böyle olunca çocukları bu Ģehrin dıĢına annesi çıkaramaz. Ancak
birbirinizle anlaĢın yani almak istiyorsa verin diye izah ediyor. Ben ise polise Ģunları
351
Ölmeyen Çocuk
söylüyordum. Bu anne bugün bu hadiseden öfkesini alamadı. Ağlıyor ama gel gör ki
bu anne çocuklarıma sahip çıkmak için yapmıyor bu hareketi ciddiyetten çok ırak.
Bunun amacı aynı anne çocuklarını Türkiye‟de bıraktı kaçtı. Üstelik pasaportlarını ve
uçak biletlerini kaçırdı. Çocukları babasının getirmemesini istiyordu. Baba çocukları
getiremeyince Türkiye‟de bakacak kimse yoktu. Sokakta kalacaklardı. Ben ise baba
olarak bu rezalete dayanamazdım. O arada param dahi yoktu. Evimi sattım. ġu
gördüğün dört tane çocuğumu çok zorluklarla yeni pasaport çıkarıp Hamburg‟a
getirebildim. ġimdi de çocuklarımı baĢka Ģehire götürüp bana karĢı kullanmak için
bu zorbalığa baĢvuruyor. ĠĢte bu annenin yapmak istediği budur.
Maalesef polisin yapacağı bir iĢ yoktu. Sadece bizim aralaĢmamız için ben
çağırmıĢtım. Polisler bıraktı gittiler. Ben ise kızıma dedim ki kızım aha annen aha
sen Ģimdi imkanlar bakımından birbirimizden hiç farkımız yoktur. Ben kendisini iĢçi
yaptım. Ġkimizde aynı firmada çalıĢıyoruz. Kendisine ev de buldum. Bunun dıĢına
annen kendi gururları, düĢünceleri ya da öfkeleri için sizi kullanmak istiyor. Annenin
sadece kabiliyetinde bu var. Eğer Aliye‟yle Ayselih‟i yanına istiyorsa Hamburg‟ta
kalmak koĢuluyla aramızda protokol yaparız. Çocukların sorumluluklarını üstlenir
ona göre veririm. Bunu da bir tercüman nezdinde yaparız ve protokolü de notere
tastik ettiririz. Böylece iki çocuğu verebilirim. Zeynep bunu duyunca razı olmuĢtu.
Mamafih yapacağımız protokole uymayacağını ben peĢinen biliyordum. Bile bile de
böyle bir anlaĢmaya giriyordum. Zira bazı istisnai durumlarda beni de mecbur
ediyordu. Böylece o gün Zeynep gitti. Gelecek hafta cumartesi muameleyi yapmak
üzere anlaĢmıĢtık.
BAYRAM KAYA‟YLA DEVAM
Gelelim Bayram Kaya‟ya. Bayram Kaya Dayımın oğlu. Bayram Kaya benim
konsoloslukta olduğumu tespit ediyor. Ben konsolosluktan eve dönmeden Bayram
çocukları kaçırıp götürüyor çocukları kandırmak için onlara bazı oyun aletleri
alacaklardı. Sonra aynı gün alıp birlikte kendi çalıĢtığı Ģehir olan Frakfurt‟a
götürecekti. Zeynep eve baskına gelirken de kendisi dıĢarda bekliyordu. Yani
pusuda bekliyordu. Bayram sadece Zeynep‟i değil birlikte çocuklarımı yardım edip
kaçırıyordu. Mamafih çocuklarımı yanlarına kaçırdıktan sonra da babalarına karĢı
kalkan olarak kullanacaklardı. Nitekim oldu da. Bayram ve Zeynep‟in baĢta
kardeĢlerinin esas gaye ve amaçları buydu. Ama niçin? Zeynep‟in kardeĢleri ve
amcamın oğlu diye kabul ettiği üvey amcasının oğlu Bayram niçin beni ve
çocuklarımı periĢan etmek için çirkin ve de bir insanın yapmayacağı iĢe alet oluyor
ve yakıĢıksız terki edep sözlere baĢvuruyorlardı? Ortada bir sebep bir gerekçe
olmalıydı? Yani bir ailenin arasında aile geçimsizliği olmuĢ ise bu aileyle kendi
aralarında sorunlarını resmiyette halletmiĢ sosyal ve ekonomik sorunları da
halletmiĢ üçüncü Ģahıslara hiçbir sorun bırakmamıĢ. Yurt dıĢında aile fertlerinin iĢi
var, okulu var her Ģeyi vardır. Peki bu durum karĢısında bir kimsenin bu ailenin içine
girip sen iyisin öbürü kötü deyip tahrikçi emellerle müdahale etmelerine bir gerek var
352
Ölmeyen Çocuk
mıdır? Görülüyor ki hiçbir sebep yoktur. Maalesef yine de ve daha da kriz durumlar
yaratmak için ellerinden gelen çabayı sarf ediyorlar. Bu sorunun cevabı Ģudur.
AġIRI ĠYĠLĠK
Kime yaptın bir iyilik, Görürsün bin kötülük”
Hz. Ali
AĢırı iyilik kötü bir iĢ yapmıĢ kadar kötüdür. Eğer iyilik etmeye gücün yoksa
Ģahıslara özveriyle yardım ederseniz o da sizin için hem doğru değildir hem de ileriki
günlerde baĢınıza çok büyük felaketler açar. Ġyilikteki kasıt iki türlüdür. Maddi ve
manevî.
Fakat maddi iyilik ve maddi yardım manevî iyiliklere yardımlara karĢın daha da
ağır basan tehlikedir. Bu geliĢmelerin karĢılığını peygamber ailelerini ve Ehl-i Beyt‟i
yazan tarihlere baktığınız zaman bulabilirsiniz. ġimdi bu anılarımı yazdıktan sonra
benimle Dayımın oğlu Bayram‟ın arasındaki tarihi geliĢmelerde benzerliğini
bulabilirsiniz. (AĢağıyı iyi okuyun).
ÇIRAKLIK GÜNLERĠMDĠ
Askerden terhis oldum. Köyde niĢan yaptım. NiĢanlımla aynen Ģöyle
anlaĢmıĢtım. Ben Ankara‟ya gideceğim. Orada bir müddet çalıĢacağım. Hem bir
miktar para kazanacağım hem de Ankara‟da yerimi yurdumu hazırlayacağım. Gelip
düğünümü yapıp Ankara‟ya nakledeceğim. Program plan buydu. Tabi bu program
biraz zaman alacaktı. Örneğin en az 12 ay, 13 ay gibi bir zaman içerisinde bu
programı gerçekleĢtirmeyi düĢünüyordum.
Maalesef evdeki hesap çarĢıya uymamıĢtı. Birinci problem iĢ bulmak, iĢ bulup
para kazanmaktı. Kolay bir iĢ değildi. Hala da öyledir. Ben köy ustasıydım. Köy
yapılarının her çeĢidini yapıyordum. Dolayısıyla bu sanatımı biraz daha geliĢtirip
mesleğime uygun bir yere girmem gerekiyordu. Bu durumda en kolay iĢ bir
marangoz atölyesine girip kurs nisbetinde 5-6 ay orada birĢeyler öğrenmek için ilk
önce Ankara Cebeci‟de bir doğrama atölyesine çırak olarak girdim. Orada daha iki
aylıktım. Bir baktım Dayımın oğlu bu Bayram orta okul mezunu olarak çıktı geldi.
Orta tahsilinden sonra yapı enstitüsü inĢaat bölümüne girmek istiyordu. O zaman
okullara sınavsız girebiliyorlardı. Sene 1956‟nın sekizinci aylarıydı. Ben de
Tuzluçayır‟da Ablamın evinde kalıyordum. Neyse bu çocuğu götürdüm. Bu okula
soktum. Ama yatıp kalkacağı yer yoktu. Kendisine bir yer bulmam gerekiyordu.
SABRĠ AKGÜN
353
Ölmeyen Çocuk
Sabri Akgün bana birkaç göbek ırak olan bir amcazademdi. Aynı zamanda
Dayımlarla da eskiye dayalı bir aile dostlukları vardı. Kalktım Sabri Beye gittim. O da
DıĢkapı‟da müstakil ve mütevazi bir evde oturuyordu. Ev geniĢdi ama Sabri Beyin
altı tane çocuğu vardı. Bu durumuna karĢılık Sabri Bey bu çocuğu okutmak için
evine aldı. Bayram okula devam ediyordu. Ben ise 20 lira haftalıkla çalıĢıyordum.
Bayram Sabri Beyin evinde kıĢ yarısına kadar yani karne tatiline kadar devam
etti. Karne tatilinde Bayram‟ın yedi tane zayıfı gelince Sabri Bey bana haber
gönderiyor ve evine çağırıyor. Maalesef Sabri Beyin evine istediği günden bir gün
geç gitmiĢ oluyorum. Bir gün gecikmemden kuĢkulanan Sabri Bey Bayram‟ın
eĢyalarını yatağını sarmıĢ hemen 10-15 dakika sonra yola çıkmak üzere trene
bindirip köye gönderiyordu. Bereket ben de 10-15 dakika önce eve gitmiĢ
oluyordum. Sabri Beyin evinde Bayram‟ın benim gibi bir yakını daha yanına gelmiĢ.
Orada 15 dakika sonra yola çıkmak üzere bekliyorlardı. O gün hafifte kar yağıyordu.
Ben içeri girer girmez Sabri Bey hemen bir soru soruyordu. Amcaoğlu hemen cevap
ver Bayram‟a sahip çıkacak mısın? Yoksa trenin saatini kaçırmadan Bayram trene
yetiĢtirelim. Yok sahip çıkıp götüreceksen oturur konuĢuruz. Sonra gidersiniz
diyordu. Ben hemen cevap veriyordum. Sen üzülme Sabri amca. Bayram‟a sahip
çıkıyorum. Bayram‟ın zayıfı 10 tane de olsa o okuyacaktır. Sabri Bey bu cevabı
alınca bir nefes aldı rahatladı ve oturduk. Hanımı Kadriye yenge çayımızı yaptı
içiyorduk. Hem de Bayram‟ın meselesini konuĢuyoruz.
Sabri Beyin konuĢacağı bir mesele yoktu. O 7 tane zayıf olan bir çocuğa Velî
olmaktan utanıyordu. Bir de benim büyük kızlarım var birilerinden ailemize dedikodu
gelebilir diyordu. KonuĢacak olan Bayram‟a eĢit yakınlığı olan teyzesinin oğlu
Mehmet yükseldi ve bendim. Mehmet Yüksel 4 senedir Ankara‟da kolaycıydı. 150
TL maaĢ alıyordu. Parası vardı. Benim de cebimde sadece beĢ lira vardı. O
zamanlar taksiler en yakın yere 5 TL‟ye gidiyordu. Bir de Bayram‟ı nereye
götüreceğim o problem vardı. Mehmet‟e dedim ki Mehmet ya 50 TL para ver ödünç
ya da bu çocuğu köyden para gelene kadar evinde idare et dedim. Teyze oğlu
Mehmet hiçbirini kabul etmedi. Mehmet bu teklifi kabul etmeyince aklıma birisi daha
gledi. O da Dayımın kirvesi olan kuluncaklı Bayram Doğan. Bayram Doğan‟ın
Aydınlıkevlerde 3 odalı bir dairede oturuyor ve bir de arabası vardı. Ben Ģunu da
biliyorum ki Bayram bir defa köye gelmiĢti.
Bayram‟ın babası Bayram Doğan‟a kurban kesmiĢti. ġimdi bir taksi getirdim.
Bayram‟ı 5 liraya diğer Bayram kirvesinın evine götürdüm. Oraya adresimi yazdım.
O arada köye de mektup yazdım. Keyfiyeti bildirmiĢtim. Aradan bir hafta geçti. Bir
baktım Bayram Doğan benim iĢ yerinde geldi buldu. Bayram Doğan (Bayram
Doğan‟ın evine bıraktığım gün DıĢkapı‟dan Tuzluçayır‟a kadar yaya gitmek zorunda
kalmıĢtım.) Bir baktım beni geldi iĢ yerinde buldu Ģunları söylüyordu. Doğan Rıza
kirvenin oğlunu eve getirmiĢsin. Bir hafta idare ettim ama daha fazla idare
edemeyeceğim. Cevap. Bayram Bey ben Ablamın evinde barınıyorum. Burada
354
Ölmeyen Çocuk
çıraklıkta çalıĢıyorum. 20 TL haftalık alıyorum. Sen hele bir hafta daha idare et.
Dayıma mektup yazdım yakında para mutlak gelecek dediysem de Bayram tekrar
etti. En iyisi ben kirvenin oğlunu bizim Cılloğ‟un yanına götürem dedi gitti. Bana da
Cılloğ‟un adresini yazdı. Böylece aradan 3 hafta geçmiĢti. 3. hafta cumartesi iĢten
çıktım. Asri mezarlığa gittim. Aradım Cılloğ‟un evini buldum. Evde ne Cılloğ var ne
de Bayram. Evde ne toru topu bir tane 15 metrekare bir oda vardı. Oraya bir not
yazdım.
Bayram pazar günü eĢyalarını bir at arabasına ya da bir taksiye at.
Tuzluçayır‟da Ģu adrese gel diye yazdım. Zira Tuzluçayır‟da bir oda bir sofa 10 TL
kirayla bir ev buldum. Bu evde Bayram‟ın okul arkadaĢı Kangal karanlıktan Ahmet
Metin‟in evi idi.
Velhasıl Bayram yaklaĢık saat 11-12 sularında bir at arabasıyla çıktı geldi.
Arabaya 8 lira para ödedim. Bundan böyle artık her hafta iki akĢam Bayram‟ın
yanındaydım. Bayram okula devam ediyordu. Bayram sene sonu 7 zayıftan 3 ikmale
düĢürdü. Onu da ikmalde verdi. Kısa bir ara köye gitmiĢti. Köyden de Divriği‟ye,
Divriği‟den de bir yakınına ve ErĢin köyüne gidiyor. ErĢin köyüne giderken yolda
fena halde yağmur yağıyor. Bir söğüt ağacının dibine gizleniyor. Gökten bulutlar
patır kütür birbirine vururken gökten bir de yıldırım gelip Bayram‟ın tam boyun
kütüğünden vuruyor. Bızdınına kadar etrafına çapraz halinde yankı yaparak yakıyor.
Bir akĢam eve geldim ki Ablamın evinde Dayımla Bayram gelmiĢler. Dayım kalktı
sarıldı ağlıyor. Bayram ise kafasını önüne beli eğik oturuyor kalkamıyor. Ağladık
Ablam EniĢtem Dayım ben hep birlikte ağladık. Ama ne çare artık çare doktorda.
BAYRAM‟LA ÇĠLELĠ GÜNLERĠMĠZĠN BĠTĠP ĠYĠLĠĞE DÖNMESĠ
Ben Bayram‟dan 9 yaĢ büyük olmama rağmen Bayram‟da da olağanüstü bir
büyüme bir geliĢme vardı. Benim boyum 1.65. Bayram daha 16 yaĢını bitirmiĢ 17
yaĢın içinde olmasına karĢın konuĢmasında da boyu da yaĢından ilerideydi. 1.80
boyu vardı. Evde boĢ kaldığımda Bayram‟ı durmadan gıdıklardım. Sağına soluna
dürtüklerdim. Derken Bayram‟la kapıĢırdık. Birbirimizi incitmezdik. Ama güreĢirdik
debelenirdik. Ter içinde kalırdık. Zira Bayram‟a bu davranıĢlarımla fevkalade bir
cimnastik yaptırırdım. Bu haraketleri yapmamı bana doktorum Turhan Soycengiz
Bey söylerdi. Durmadan haraket ettir derdi.
KÖYE DÖNECEĞĠM
115. anımda bahsetmiĢtim. NiĢanlımdan dolayı biraderimin mektupta acele gel
demesine karĢılık köye döneceğim. Ablama gittim dedim ki Arzu Abla ben de bir acil
durumdan dolayı köye döneceğim. Dolayısıyla Bayramı da senin yanına vereceğim.
Ne dersin? Ablam Ģunları söylüyordu. Rıza o benim de bir Dayımın oğludur. Sonra
Bayram iyi çocuk. Çocuk okuyor sende gidiyorsan ona kim bakacak dedi. Ablam,
Bayram‟ı evine aldı. Yapı sanat enstitüsünü bitirtti. Bayram okuldan mezun oldu. Bir
müddet de Ankara piyasasında çalıĢmıĢtı. Böylece Bayram köye döndü demir
355
Ölmeyen Çocuk
madenine sürviyan olarak iĢe girdi. Uzun zaman içerisinde bir defa görüĢtük. 5-6
sene Bayram‟la görüĢemedim.
1965 SONRASI BAYRAM ve BAYRAM AĠLESĠ
1965 Ankara‟ya göçmüĢtüm, mart ayıydı. Bayram evleniyor. Bir baktım
Dayımdan bana düğün davetiyesi geldi. Bende hanımı götürmeye durumum müsait
değildi. Kendim davetiyeye karĢılık köye gittim. Ben davetiyede belirtilen düğünün
baĢlayacağı ilk gün köydeyim. Gittim ki ne düğün ne birĢey. Dayımın evindeyim.
Bayram‟da halen köye gelmemiĢ demir madeninde çalıĢıyor. Dayıma soruyorum
hani dayı ne oldu hani düğün? Dayım cevap veriyor. Yeğenim kız tarafından bir
engel çıktı. Düğünü üç gün gecikti. Yani düğün benim gittiğim gün hariç daha üç gün
bitecek dördüncü gün düğün baĢlayacak.
Hesap Ģu bir kere gittiğim günle birlikte dört gün öncesi üç günde düğün sürecek
ki benim 7 günüm kayıp olacak. Dayımla bu hesapları yüzyüze konuĢurken yok dayı
ben bu kadar köyde bekleyemem. Bu duruma göre ben düğünü bekleyemem. Ancak
sana bir sorum olacak. Benim bugün geleceğimden Bayram‟ın haberi var mıydı yok
muydu? Cevap vardı yeğenim. Bayram‟ın düğünü gecikmesinden de haberi var mı?
Cevap evet haber gönderdim.
Bu anımı okuyanların dikkatini çekiyorum. Bir yukarıki anımda Bayram‟ın bana
karĢı olan ifadelerini okudunuz. Bir de burayı okuyun.
Ben olmasaydım ne sağlığına kavuĢabilirdi ne de o okulu okuyabilirdi. Zira bu
ifadeleri doğruydu. Bayram‟ın niçin gelmediğini Dayıma sordum. Ne yapıyım
yeğenim ben de çok üzüldüm ama elimde bir Ģey yoktur. Bu anılarımı okuyacak
olanların bir daha dikkatini çekiyorum. O yıllarda Dayım Hüseyin Kaya ailesinin
durumu çok iyi yani her konuda köyde birinci ev idi. Bir atasözünü misal vermek
istiyorum. Yalnız ata sözünü misal verirken de bağıĢlanmamı istiyorum. A. El eli yur,
elde döner yüzünü yur ya da yıkar. B. Yağalalma gönül alma yani sevdiğin bir
insana karĢı layık olduğu hizmeti veremediysen dahi bir elmayla da onun gönlünü bir
vesile yapabilirsiniz? Bu tarifim size gelen misafirin sizden bir karĢılık bekliyor
anlamına gelmez. Binaenaleyh misafir sahibi gelen misafire ne kadar değer verme
kavramlarıdır. Zira misafirin gelmesine vesile olan evlenme evlilik düğünü vesilesidir.
Son derece sevinçli bir gündür. Yeyip içilir çalıp oynanır. O üç gün düğün sahibinin
kesesinin ağzını açma günüdür. Gelen misafir ise düğün sahibinin öz yeğenidir. O
tarihlere kadar aramızda geçenler gahı acılı mazili günler gahı sevinçli muhabbetli
günler. Bu günleri nokta nokta bir daha hatırlatayım bakalım insanlar geçmiĢini nasıl
unutuyormuĢ. Veyahutta ne yapması gerekiyordu?
Hey gidi insan hey gidi insanlar. Hatırla bakalım Ģu günlerini o günkü yeğenin
Rıza bu günkü yine yeğenin Rıza‟dır. Eğer sizin gözünüzde bugün baĢka bir
Rıza‟ysa o da sizin değer yargılarınıza sizin değiĢen kabiliyetlerinize bağlıdır. Nokta
1 sene 1957-1958. Bu Dayımın torunu Sırma‟yı sekiz yaĢında birinci sınıfı okutup
ikinci sene sınıf üçe geçirmem. Nokta 2. 

Benzer belgeler