Kitabın Tamamını Okumak İçin Tıklayın
Transkript
Kitabın Tamamını Okumak İçin Tıklayın
Ölmeyen Çocuk YARARLANDIĞIM İNSANLAR ve YAKINLARIM Yıllar yılı yazmaya çalışarak oluşturduğum bu anım için evimizde kâğıtları düzenleyen, çoğu zaman geceleri kahvemi yapan saygı değer hayat arkadaşım ve Eşim Yasemin’e minnet borçluyumdur. Anı yazmak konusunda böyle gelmiş böyle gitmez. 1. Cilt kitabından esinlendiğim ve rahmetle andığım Aziz Nesin’in de anısının önünde sayıyla eğiliyor, kendisine Allah’tan rahmet diliyorum. (Kendim) öyle sanıyormu ki, çok insanlara rehber olacak böyle bir anı eserini Ölmeyen Çocuk adına yarattığım, yaratabildiğim için çok ve çok, son derece mutluyum. Ayrıca bir hayat felsefesi ve anı yaratmanın çok mühim bir eser olduğuna inanıyorum. Çocukluğu ve özgeçmişi üzerinde durarak okunursa, anı yazma yaratıcılığı kavramınıza girer. Ve hayatınızda ölmez bir eser bulabilirsiniz diye inanıyorum. 1 Ölmeyen Çocuk SUNUŞ ÖLMEYEN ÇOCUK adlı eser, 70 yıllık maceralarla dolu bir hayatın içinden sadece gerçek, yaĢanmıĢ; hayatında acısını tatlısını özet olarak okurlara sunmaya çalıĢtığım bir eserdir. Hayatın yaĢanmıĢ gerçekleri, o hayatın felsefesi sadece kiĢinin kendisiyle sınırlı değildir. Hayat felsefeleri ve hikâyeleri kiĢinin kendisiyle sınırlı kalırsa aslında, o anlatımın bir anlamı olmaz. Ölmeyen Çocuğu seller sular önünde yuvarlanmıĢ, taĢtan taĢa çarpılmıĢ bir odun kütüğüne benzetebiliriz. Bir deniz suyuna sabah erken, güneĢ yeni doğarken etrafında ormandaki ağaçlar, ağacın baĢında çeĢitli kuĢlar, güneĢ ıĢınlarının, sabahın serinliğinden cıvıl cıvıl her bir dilden öterken o deniz suyu dalgası kesilmiĢ, hiç bir tarafa kıpırdamıyor. Mahzun bir vaziyette size bakıyor. Siz de ona bakıyorsunuz. Ve birbirinize bakarken Ģöyle içinize bir gariplik çöküyor. Diliniz konuĢmuyor ama kalbinizden Ģunları düĢünüyorsunuz. Acaba, mahzun mahzun bize bakan bu suyun içinde neler vardır kim bilir? Böylesine soru iĢaretleri kalbinizden gelip geçer. O size bakar, siz de ona. Anadan doğarken bir buçuk yaĢında yetim kalmıĢ ve ölmemiĢ, belki de ölmek istiyordu ama ölememiĢ bir çocuk gibi deniz içindeki hazineler deniz suyunu, akan suları, öten kuĢları, doğan kuĢları misal verdikten sonra geçelim bir de ölmemiĢ çocuğu konuĢturalım. Ölmeyen çocuğun hayatı iĢte o denizde gözükmeyen 70 yıl ağzı kapalı kalmıĢtı. Bitmez tükenmez bir derya gibiydi. ġimdi Yaradan ona bir dil verdi. Ġmkan verdi oku ve yaz dedi. ĠĢte ölmeyen çocuk hazinesinin kapağını açan sadece bir vesiledir. Dev bir hizmeti insanlara sunandır. Ölmeyen çocuk ölmemiĢ. Anılarında anlattığı gibi Doğu ve Anadolu‟nun çok ücra bir köĢesinde tesadüfen doğmuĢ, tıpkı karıncalar gibi yük taĢıyarak bir menzile kavuĢabilir miydi? Doğunun ücra bir yöresinde maceralarla dolu 30 yıllık hayatını Ankara‟ya taĢımıĢ. Ankara‟daki altı yıllık çileli yıllarıyla birlikte 36 yıllık hayat birikimini bu sefer de Almanya‟ya taĢımıĢ. Almanya‟da 14 senelik çetin, mücadeleli, maceralarla dolu bir hayatıyla 50 yaĢlarında ülkesi Türkiye‟ye dönmüĢ. Ankara‟da yine beĢ yıl hayat savaĢı vermiĢ, oradan da virane kuĢları misali göçerek Akdeniz ülkesi Antalya‟ya gitmiĢ. Burada sekiz yıl da Antalya‟da yaĢamını sürdürmüĢ. 1997‟de tekrar 2 Ölmeyen Çocuk Ankara‟ya dönmüĢtür. ġu anda elinizde bulunan bu dev anıyı kitap yapıp siz insanların hizmetine sunan ölmeyen çocuk, 70 yaĢındadır. Hayat ve eğitim savaĢı devam etmektedir. Ġki evlilik geçirmiĢ, altı çocuk dünyaya getirmiĢ, mücadeleci, riskli, maceralı, yılmayan, usanmayan, ödünsüz bir dev hayat size sunmaktadır. BU HAYATIN İÇİNDE NELER VAR NELER? Özel ve tüzel kiĢiler. Dört yerde iĢ, hayat ve anıları var. Divriği Madenleri, Kara Yolları Merkez Atölyesi, Etibank Merkez Atölyesi, Almanya Hamburg Blohm+Voss Tank ve Gemi Fabrikası. Bu dört iĢyerinde geçen mücadeleli iĢ hayatları var. Almanya‟da, Antalya‟da dernek ve vakıf örgütleri, buralarda karĢılaĢtığı insanlar, Divriği dağları, tepeleri, dere suları, ayısı ve çeĢitli kuĢları ve doğa övgüleri, her yaĢağıdı ülkede karĢılaĢtığı insanlarla olan sosyal, kültürel, cami, cemevi, dinî ve inanç tartıĢmaları, maddî ve manevi yardımlaĢmaları, siyaset, cumhuriyet, Mustafa Kemal, aĢırı ve kökten dinci yorumları. Ağırlıklı sosyal hayatın her platformunda vardır. Türkiye toplumu içerisinde Alevi– Sünni 1.400 yıl öncesine dayanan yorumlar ve anlatımlar vardır. Köy çalıĢmaları, karasaban çiftlikleri, sayısı belirsiz ızdıraplı uğraĢılar vardır. A. Tarihi yönleriyle, B. Ġnanç ve dinî yönleriyle, C. Sosyal ve kültürel yönleriyle, Ç. Doğa canlısı ve cansızlarıyla, D. Aile Hayatının acı ve tatlı yönleriyle, E. Genel ve yerel siyasi bilgilerle, F. Adalet sistemindeki geliĢmelerle, G. Ġleriye dönük bakıĢ açılarıyla, Ğ. Fakir, zengin arasındaki ölçüleriyle, H. Ġlim, bilim, sanat teĢviki mesajlarıyla, I. Ġnsanlardaki değer yargıları ile, Ġ. Sevgiye dayalı barıĢın Kur‟an ve tarihî anlatımları ile, 3 Ölmeyen Çocuk J. Ana, baba ve çocuk yetiĢtirme ile, K. Ġnsanlar ve aileler arasındaki diyaloglar, L. Kullanılan hayvan araçları, M. Ġnsanların hayvanlarla arasındaki farklılıklar, N. BarıĢı zedeleyen kökten din bezirganları. Bu sıralamaya konan ve konmayan konular hayatınıza ıĢık tutacak, belki de dünyanızı değiĢtirecek. Ayrıca Anadolu diliyle anlatılan bilgilerle dolu bir dev hayat felsefesidir. SAYGILAR 4 Ölmeyen Çocuk Teşekkür Bu anımın yazılmasında emeği geçenlerden ilk olarak oğlum Alkan‟a yaptığı düzeltme ve ilaveler kısmındaki emeğinden ötürü kendisine teĢekkür ederim. Dizinin oluĢturulmasında emeğĢ geçen Baki YaĢa Altınok‟a, Alkan‟ın yakın arkadaĢı, evladımız Taylan Özgür ġahin‟e, Millî Eğitim Bakanlığında görevli memur RüĢtü Seyfe‟ye, Sistem Ofset‟te çalıĢan Esra Hanım kızıma ayrı ayrı teĢekkürlerimi sunarım. 5 Ölmeyen Çocuk ÖLMEYEN ÇOCUK Bir yetim çocuğun hayat hikayesi; öyle bir yetim çocuk ki, mucizevi bir çocuk ve de mucizevi bir hayat hikayesidir. Doğumum ve doğumumda olan maceralı hikayeleri 3 yaĢına kadar büyüme koĢullarımı, Analığım olan Belgüzar Anadan öğreniyorum. Belgüzar Ana‟nın babamla nasıl evlendiğini yine kendisinden öğreniyorum. Talihsiz bir doğum Ģöyle baĢlıyor. AĠLEMĠN ÜÇ GÖBEK ÖNCESĠ Büyük Dede‟nin adı Garip‟tir. Garip Dede doğduğu Tekke köyünden ayrılıyor Kars‟a göçüyor. Kars‟ta 15 sene kalıyor. Geri Divriği‟ye geliyor. Divriği‟de Dumluca köyünü oluĢturuyor. Orada iki oğlu oluyor. Mustafa ve Mahmut Dedeler bunların günü Dedelikle ve eski yazı ile çocuk okutmakla geçiyor. Mustafa ve Mahmud Dede mezra olarak Pengürt köyünü kuruyorlar. Pengürt‟le Garip Musa Tekkesinin arası yaya olarak 1.5 saattir. Tekke köyü tüm Garip Musa soyu olarak dağılım yeridir. Dedemin bir tane oğlu, bir tane de kızı olmuĢ. Kızının adı Hatice. Oğluna ise babasının adını koymuĢ. Babasının adı Garip, babamın adı da Garip olmuĢ dolayısı ile. Babamla Ali Dede babaları ölene kadar birlikte yaĢamıĢlar. Babalarının ölümünden sonra ayrılmıĢlar. Mahmut ve Mustafa Dede köylerde hem Dedelik yapmıĢ, hem de eski yazıyla öğretmenlik yapmıĢlar. Babaları Garip Dedenin görevini oğulları da sürdürüyor. Böylece geçimlerini bu yüzden sağlamıĢlar. Sonra Ali Dede de dedelik yapmıĢ. Babam dedelik yapmamıĢ. Dedem Mahmut ölürken sonra babaannem Ġnsaf Ana genç ve güzelmiĢ. Dedemin, babaannemin ölümlerini kendisinin babamla evlilik övgülerini ayrıca babaannem Ġnsaf Ana‟nın ikinci evliliğini yine babaannemin ölümünü Analığım Belgüzar‟dan öğreniyorum. MAHMUT DEDE‟NĠN ÖLÜMÜ Mahmut Dede dedelik ve öğretmenlik yaparken üzerlerinde tarım emlaktan tapulanmıĢ tarlalarını taliplerine ekip biçmeleri için veriyorlar. Kendileri dedelik ve öğretmenlik yapıyorlar. Bu arada Dumluca Köyünün kurucusu büyük dede Garip ölünce, dedem Mahmut ve ağabeyi Mustafa Dede Ģimdiki benim doğduğum Pengürt mezrasını kuruyorlar. Dumluca‟ya bağlı olan bu mezrada yaĢarlarken haliyle Dumluca‟yla mezrası Pengürt insanları birbirleriyle, aynı zamanda talip mürit bağlılığı ile daima içli dıĢlı olarak bir akraba gibi yaĢıyorlar. Bu yakınlıktan dolayı dedeler üzerlerindeki birkaç tarlaları taliplerinin ekip biçip yararlanmaları için veriyorlar. Ancak manevî bir samimiyetin neticesi olarak taliplerle dedeler arasında 6 Ölmeyen Çocuk herhangi bir senet yazıĢması yapmıyorlar. Bu arada babaları Garip, sonra da dedemin büyüğü Mustafa Dede ölüyor. Zaman geliyor; devletler arasında harplerin baĢlaması, Türkiye Mustafa Kemal‟in önderliğinde Cumhuriyete kavuĢması nedeni ile, daha sonraları da artık eski yazı ve Arapça ile okuma devrinin sona ermesi nedeni ile dedelikle geçim sağlama gitgide olanaksızlaĢıyor. Ali ve Mahmut Dede, Mustafa Dedenin oğlu olmakla; amcası Mahmut Dedemle birlikte yaĢamlarını sürdürürken kendisinin eskiden yararlanması için vermiĢ olduğu, mezraya çok yakın olan bir iki tarlasını müridi Musa‟dan kendisi ekip biçmek üzere geri istiyor. Maalesef mürid Musa uzun yıllar ekip biçtiği, dedenin istediği sadece bir tarlayı vermiyor. Dedesine mahkemenin yolunu gösteriyor. O sıralarda bu gibi davalar Ġstanbul‟da görülüyor. Dede de dava açıyor. Ġstanbul‟a dava duruĢmasına giderken hanımı Ġnsaf‟a diyor ki; “Ġnsaf benim Ġstanbul‟dan sağ döneceğim Ģüphelidir. Eğer ölüm gelirse; oğlum Garip‟i sana emanet ediyorum, ona annelik vazifesinde kusur etme. Ayrıca oğlum benden sonra dedelik yapmasın” diye de vasiyette bulunur. Neticede dedenin aklına gelen baĢına gelir. Dede Ġstanbul‟da zilliyetlik davasından davayı kayıp eder. Ne yazık ki, hemen mahkeme salonunda dede felç olur, ölür ve köye ölüsü gelir. Mahmut Dedenin ölümüyle babam Garip ve amcası Ali Dede ile baĢbaĢa kalır. Babam o sıralarda 13 yaĢlarındaymıĢ. Analığımdan öğrendiğime göre Dedenin Erzincan‟ın eski ismi Eğin olan Kemaliye Ġlçesine bağlı Ocak Köyünde çok samimi konuĢtukları bir aile varmıĢ. Bu aile Ocak Köyünden kalkar. Pengürt‟e hem Mahmut Dedenin ölümünden dolayı ve hem de dostluğun bir icabı olarak ziyaret etmek için Ocak Köyünden Hasan Dede ailesi kızı Belgüzar, oğlu Ali ve Hanımı Arzu olmak üzere ailece gelirler. Böyle bir ziyaretin geliĢmesiyle eskiden beri devam eden aile samimiyeti bu aĢamada hısımlığa dönüĢecektir. BABAMIN NĠġANLILIĞI VE EVLĠLĠĞĠ Hasan Dedenin kızı Belgüzar 13 yaĢındadır. Babam Garip de 13 yaĢındadır. Babaannem Ġnsaf Ana evinde misafir olan Hasan Dedeye oğlu için kızına düğür olur. Dolayısıyla Belgüzar‟la Garip 13 yaĢında niĢanlanırlar. Bu niĢanlılık bir yıl sürer. Bir yıl sonra niĢanlı çiftlerin 14 yaĢında evlilikleri gerçekleĢir. Ancak çiftlerin yaĢları küçük olduğundan resmi nikâh kıyılmaz. Bu evlilikten çiftlerin 4 tane çocukları doğar ve ölürler. 4 çocuğun ölümünden sonra Garip Musa Tekkesine kurban götürürler. Çocuklarının ölmemesi için dilekte bulunurlar. Bu aĢamadan sonra Belgüzar Anadan 4 tane kız çocuğu olur. Hayat böyle devam ederken ailede bir de hastalık mağduriyetliği vardır. BELGÜZAR 7 Ölmeyen Çocuk Belgüzar Ana‟nın doğuĢundan itibaren kulunç ağrısı, göz ağrısı vardır. Ağır iĢ yaptığında omuzlarından baĢlayan ağrı onu iĢ yapamaz duruma getirir ve gözleri zamanla daha az görmeye baĢlar. ĠĢin vahim tarafı dede evi olduğu için civar köylerden ziyaretçi misafirlerde çok gelirmiĢ. Hemen hemen misafirsiz günleri geçmezmiĢ. Babam ise hanımı Belgüzar‟ın bu mağduriyetliğini bahane ederek, köy içinden Bayram Ağa adıyla anılan bir ailenin kızı Firdevs‟le arayı bulur ve evlenmeye karar verir. Evlenmeye karar verirler ama dedenin evinde çocukları küçükken bebeklerin sık sık ölmesi, misafirlerin çok gelmesi çalıĢanın az olması nedeniyle fakirlik baĢlar. Bayram oğlu ise zengin ailedir. Dolayısıyla günümüzde de görüldüğü gibi bir zengin ailenin kızı ile diğer bir fakir ailenin oğlunun evlenebilmeleri oldukça zordur. Binaenaleyh fakirlik olmasa bile bir taraf evli diğer taraf bekâr kızdır. Bu durum karĢısında adamın kızına düğür olamazsınız. Ama Garip‟le Firdevs birbirlerini sevmiĢler. Kız Garib‟i çok seviyor olacak ki, sevdiği oğlanın evliliğini hiçte düĢünmüyor. Ve neticede bunlar birbirlerini alıp kaçıyorlar. Kaçıyorlar ama köyün dıĢında baĢka bir köyde bir hafta gizleniyorlar. Bu bir hafta içinde aileler ve komĢular araya giriyor. Ortalığı yatıĢtırıp barıĢtırıyorlar. Bir hafta sonra birbirlerine aĢık Garip‟le Firdevs eve dönüyorlar. Böylece babam 2 evli bir aile oluyor. Gelelim bundan sonraya. Bu 2 hanım her yıl birer çocuk doğuruyor. Fakat benim annem Firdevs‟in doğurduğu çocuklar en çok 6 ay yaĢıyor. Bazıları doğarken ölüyor. Derken aradan 9 yıl geçiyor. 9 yıl sonra annemin 9 tane çocuğu ölüyor. Sene 1 Ocak 1935‟te ben doğmuĢum. Benden önce doğan çocuğun adı Ali Rıza imiĢ. Bu çocuk 1934 doğumlu. Ben doğarken babamla annem Garip Musa Sultan‟a bir kurban adıyorlar. Bu adağın üzerinden 6 ay bir zaman geçiyor. Fakat ben ölmemiĢim. 6 ay sonra köylüyü de davet ediyorlar. Garip Musa Sultan‟a adak kurbanla beraber kalabalık bir toplumla Garip Musa Sulta‟nın huzuruna gidiyorlar. Orada bir gün bir gece kurbanı kesiyorlar. Dualar senalar oluyor. Bir de sürpriz bir durum geliĢiyor. Oda Ģu. Eski ananelerine göre kulağımın üst kısmından bir parça kesiyorlar bir lokma ekmekle birlikte annem yiyor. Böylece benim ölümümü önlemiĢ oluyorlar. Böylece 1.1.1935‟de doğmuĢum. Fakat benden önceki 1934‟te doğan çocuğun olacak nüfus kâğıdını bana veriyorlar. Bu doğumdan sonra da annemin koltuk altından bir çıban çıkıyor. Bu annem benim ölümümü önlüyor ama, tutulduğu hastalık 1.5 yıl sonra da kendisini maalesef öldürüyor. ÜÇÜNCÜ EVLĠLĠK Rahmetli babam yukarıda yazdığım gibi ilk hanımının hastalıklarını ve de evin iĢlerini yeteri kadar çeviremiyor bahanesiyle bir kadınla daha üçüncü evliliğini yapıyor böylece. Ben de 2 Analığımın yanında yetim kalıyorum. 8 Ölmeyen Çocuk BABAMIN ÖLÜMÜ 1940 yılı ilkbaharın üçüncü ayın son haftası Divriği‟ye gidiyor. Babamın köyde kendi akranlarından Hüseyin Kaya isminde bir arkadaĢı vardır. Bu arkadaĢı aynı zamanda çok Ģahane saz çalıyor. Cem ayinlerinde zakirlik yapıyor ve cem yürütüyor. Bu ikisi de hem saz hem de keman çalıyorlar. Öyle bir arkadaĢ ki, bunların sadece içtikleri su ayrı gidiyor. Bu arkadaĢıyla birlikte katırlarına ağaç yüklüyor, köyden de Divriği‟ye devlet demiryolunu takip eden bir de kara yolu gider, bu yol güzergahından Divriği‟ye giderler, ağaçları satıp evde bir takım ihtiyaçlarını alıp geleceklerdir. Hülasa ağaçları satıyor alıĢveriĢlerini yapıyor. Aynı gün ve aynı yol güzergahından geri dönüyorlar. Bu yol boyu katırlarıyla gelirken kara yolu ile demiryolu arasında bir de su vardır. Bu su Sivas Zara dağlarından doğar. Bizim köyün önünden, Divriği‟den Erzincan‟da Fırat‟a karıĢır. Bunlar yol boyu gelirken o suyun birkaç yerinden geçmek zorundadırlar. ĠĢte bu yol boyu sudan geçerken babamın katırının ayağı taĢa dolaĢıyor. Babam da üzerinde olduğu halde suya düĢüyor. Su o aylarda henüz buzlu olması dolayısıyla eve gelene kadar babam tam manasıyla üĢütüyor ve gelip yatağına yatıyor. Ġlkbaharın dördüncü ayı birinci haftası yani 15 gün sonra babam ölecek. Ölmeden birkaç gün önce niĢanlı olan kızı Arzu Ablamın düğününü yapıyor. Arzu Ablam evlenmiĢ oluyor. BĠR RÜYA Babam ölmeden 3 gün önce ben bir rüya görüyorum. ĠĢin sürprizine bakın zira tesadüf olacak ki, o günde babam beni çağırıyor dizi üzerine oturtuyor ve seviyor. Bu sevginin heyecanı olacak ki, ben diyorum ki: „Baba ben bir rüya gördüm.“ Zira beni dizine alıp sevmeseydi o rüyayı söyleyemezdim. Çünkü babam çok disiplinli ve otoriteli bir kiĢiliğe sahipti. Böyle olunca onun yanına yaklaĢıp birĢey söylememiz oldukça zordu. Babam o arada sanki benim rüyamı biliyormuĢ gibiydi. Hanımlarını çağırdı: „Belgüzar, Zekiye buraya gelin oğlum rüya görmüĢ, gelin siz de dinleyin” dedi ve hanımları geldiler. Ayak üstü beklediler. “Hadi oğlum rüyanı söyle bakalım ne gördün?” diye sordu. RÜYAM ġÖYLE ĠDĠ “3 tane adam geldi. Senin ellerini tuttu, omuzlarına bastı, saçlarını bıyıklarını kestiler” dedim ve rüyamı aktarmıĢ oldum. Babam hanımlarına Ģunları söyledi: „Bakın Belgüzar, Zekiye beni iyi dinleyin. Oğlum iyi rüya görmüĢ, ben 3 gün sonra perĢembe günü gece öleceğim. Ancak oğlumu size emanet ediyorum. Benden sonra evimin erkeği o olacak” dedi ve beni son bir kez öptü ve bıraktı. 3 gün sonra perĢembe günü evde bir tufan koptu ben kalabalıkta uyanmıĢım. KomĢular toplanmıĢ hanımlar ve benden büyük ablalarım babamın etrafını sarmıĢ ağlaĢıyorlardı. O gün gece yarısından sonra saat iki buçuk dedikleri hatırımdadır. 9 Ölmeyen Çocuk BABAMIN BĠRKAÇ HATIRASI (1) Babam tarlada çift sürerken 2 Ablamı, Bağdat ve beni tarladan diken, taĢ ayıklamaya götürdü. Pambuklu diye köyün yürüyerek 15 dakika yakınındayız. Tarlada taĢ ayıklarken biz kavga ettik. Ben 5 yaĢındayım Ablamın biri 8 diğeri 6 yaĢlarındayız. Üçümüz de çocuğuz. Babam bağırarak geldi, birer tane yüzümüze tokat attı. Bir daha birbirinize kötü söylerseniz, kavga yaparsanız sizi daha çok döverim diye kızdı. (2) Ġkinci bir hatıra yine Bağdat‟la ben kapı önünde oynarken kavgalaĢtık. Bağdat bana ağzına... dedi bende çocukluk bu ya gittim Ģikayet ettim. Babam ikimize de birer tokat patlattı. Bakın küfür etmeyin, küfür adamın evini yıkar diye tenbihledi bir daha da dövüĢ kavga ve küfür yapmaya tövbe ettik. (3) Babamın hastalığı sırasında annemin kardeĢi rahmetli Ali Dede babamın yanına gelmiĢ, onlar da mart ayının güneĢinden yararlanması için damın üzerine çıkmıĢ oturuyorlardı. Ben de arkadaĢlarımla birlikte köyün yakınındaki dağlara nevruz toplamaya gitmiĢtik. Herkesin bildiği gibi çocuk yaĢlarında oyundan eğlenceden baĢka hiçbir Ģeyi düĢünmez. Hiçbir Ģey umrunda değildir. Eh bende 5 yaĢında hatta çocuk olduğunu dahi bilemeyen yetim kalmıĢ cılız boynu eğri bir çocuğum. Aradan saatler geçmiĢ beni bulamamıĢlar, habersiz gitmiĢiz. Dayımın oğlu benden bir yaĢ büyük Mustafa ile elimizde 2 deste kıpkırmızı nevruzla çıkıp geldik. Babamlar damda bizi görünce çağırdı. Dayımın oğlu Mustafa babamın kızacağının farkında oldu. Bir baktım yanımdan tüğmüĢ gitmiĢ. O arada babam beni biraz tartakladı, Dayım yanında idi, o da „EniĢte bırak çocuğa vurma” dedi ve babam Ģu cümleleri söyledi: “Ne yapıyım Ali ben burada hastayım, evde misafir var. ġurada dursalar bir ihtiyacımız olur da, oğlum git bir su getir deriz. Sonra habersiz, nereye gittiği belirsiz, saatlerden beri ortalıkta yok Ali” diyordu. Bu anı çok mühim bir anıydı. Yani ölümünü benim rüyam üzerine yüzde yüz garantilemiĢti ki, kendinden sonra neler olacak, kendine göre o düĢüncesi bir tedbir idi. Bu ne biçim bir tedbirdi ki? Bakın. Rüyamdan bir gün sonra amcasının oğlu Ali Dedeyi çağırttıyor, zira Ali Dedeyle de ayrılmıĢlar. Babaannem Ġnsaf Ana da genç ve güzel bir kadın. Birilerinin sözünden, dedikodusundan kurtulalım diye evlenmeyi düĢünmüĢ. Ali Dedeyle evlenmiĢ. Ali Dededen bir çocuk yapmıĢ, bu çocuk 17-18 yaĢlarında. Ali Dedeyi çağırıyor, Ali Dede geliyor. AkĢam ocak baĢında ikisi birlikte oturup konuĢuyorlar. Ve babam amcasının oğluna Ģunları söylüyor. Babam amcasının oğluna emmi derdi. Çünkü Ali Dede kendinden yaĢı çok büyüktü. Ve söze Ģöyle baĢlıyordu: „Bak emmi ben hastayım. 3 gün sonra benim günüm bitiyor ve 3 gün sonra ben yolcuyum. Evde 6 tane çocuk var, 2 tane hanım var. Çocukların hepsi de küçük. Bunlara kim bakacak? Bunlar periĢan olurlar. Bu nedenle Aziz‟i benim eve ver. Gerekirse küçük hanımla evlensinler. Ona da tenbih et çocuklarım ve bu evi sizlere emanet ediyorum” diyordu. 10 Ölmeyen Çocuk ALĠ DEDE Ali Dede ise ilk baĢta ağladı ve Ģunları söyledi: „Adıgüzel, niçin böyle söylüyorsun durumun iyidir, bak güzel konuĢuyorsun. Sen ölmeyeceksin” diyordu ama nafile. Babam, „Yok emmi yok, oğlum da rüyasında gördü, ben gidiciyim. Zira ben biliyorum” dedi ve sözleri ayrıca emmisinden „Olur” cevabını aldı, konuĢmaları burada noktalandı. BABAMIN DEVRĠ KAPANMIġ Böylece babamın evinde ve 8 tane yetimin üzerinde amcamız Aziz‟in devrinin baĢlamıĢ oldu Bakalım amcamız Aziz ve de büyük amcamız Ali Dede, babamın emanetleri ve verdikleri vaat üzerinde duracaklar mı? ĠĢte acılı ve ızdıraplı günler baĢlıyordu. Aziz Amcam, Ali Dede ve Babaannem Ġnsaf Anadan doğmakla babamın anadan kardeĢi oluyor. Benimde üvey amcam oluyor. Böylece Aziz Amcam geldi, Analığım Zekiye ile evlendi. Bu arada babam ölürken Zekiye‟den doğan kardeĢim Mahmut 1938 yılında doğmuĢ, henüz 2 yaĢında idi. 2‟nci çocuk ise babamın ölümünde altı aylıktı, henüz ancak oturabiliyordu. Analığım Zekiye ile Aziz Amcamın evliliği babamın ölümünden 3 ay sonra gerçekleĢti. Ben de yaklaĢık 6 yaĢına gelmiĢtim. Aziz Amcam evimize gelip Analığımla evlendikten sonra da Devlet Demir Yollarına iĢe girdi. Bu durumda bize ancak cumartesi, pazar günleri ev iĢlerimize yardım edebiliyordu. Böylece 2 yıl geçti. Evimizde geçim düzenimiz bozuldu. Geçim düzenimiz ilk baĢta Analığım Zekiye tarafından bozulmaya baĢlandı. Bu Analığım zaten babamın ölümünden sonra beni dövmeye, bana küfür etmeye baĢlamıĢtı. Hakeza Aziz Amcam da ufak bir yanlıĢ hareketimi bahane ederek dövmeye baĢladı. Binaenaleyh bu dövme iĢi annemin ölümünden sonra, bir bakıma ikinci annem olan Belgüzar Annemin bakımına kalmıĢım. 3 yaĢına nasıl geldiğimi hatırlamıyorum ama 3 yaĢımda kapının önünden su akıyordu, suyun kenarında bir yassı taĢ vardı. Her sabah oraya çıkartıp soğuk suda yıkadığında ağlayıp sızladığım zaman çıplak gövdeme bazen Ģaplak bazen de yumrukla küfrederek dövmeye baĢlamıĢtı. Mamafih Zekiye Analığım, Aziz Amcam da devreye girince gerçekten hangi gün kimden sopa yiyeceğimi düĢünür, hep dayak korkusu çekerdim. Benim elimden ne gelir, benim elimden sadece karıĢ vermek gelirdi. Kalbimden devamlı beddua ederdim. Belgüzar Annem beni sabahleyin yataktan kaldırırken ben yatağı ıslatmıĢ olurdum. Bu yatağı ıslatma hastalığım 12 yaĢıma kadar sürdü. Fakat 8 yaĢımdan sonra artık taĢın üzerinde soğuk suda yıkayarak dövme iĢi sona erdi. Bu aĢamadan sonra Belgüzar Annem çok az döverdi ama beddua ve küfür çok ederdi. Binaenaleyh Belgüzar Annemin sövüp saymasına çok alıĢtım. Artık fazla gücüme 11 Ölmeyen Çocuk gitmezdi. Ayrıca ben de ona karĢılık beddua etmezdim. Zira anne görmediğim için ben kendimi Belgüzar Annemden doğmuĢ gibi bilirdim. Zekiye Analığım ise belli bir yaĢtan sonra o da çok kızdığında döverdi. Aziz Amcama gelince o çok acımasızdı. Bu amcamın dövme yöntemi, yöntemlerinin birkaçını Ģöyle sıralayabilirim. Yazın bostan beklerdim. Bostanlar meyve verene kadar yaptığımız iĢler. Tarlalardan yabani ot ve taĢ ayıklatırdı. Çift sürerken elindeki üvendeve ile, biz buna masta derdik, onunla döverdi. Bostanımız meyve verip salatalık, domatesler yenme durumuna geldiği zaman da ben bostan beklerdim. Bostanda domatesin, mısırın ve karpuzun en çok düĢmanı yabani alacakarga kuĢlarıydı. Bu kuĢların gagaları sivri, aynı zamanda çok serttir. Bu kuĢlar çokta arsız ve kurnazdır. Ben bostanın ortasında durmadan ayakta durur o yana bu yana döner karga karga diye bağırırdım. Yine de gizli gelir bostanı kekelerdi. En çok domatesi yerlerdi. 8 yaĢından sonra 2 yıl görpe yaydım. Aziz Amcam öğlen sonu güneĢ çekilmeden iĢten gelir, bostanı kontrol ederdi. Bir tane dahi domatesin kekildiğini bulursa ayağındaki ucu demirli potinle diz kapaklarıma vururdu. Öyle ki, bostanlar sona erene kadar diz kapaklarımın yaraları iyi olmazdı. ESĠR ASKERLER Ġkinci cihan harbinde Türkiye fiilen harbe girmemiĢ ama, nasıl ve hangi anlaĢmayla olduğunu bilmediğim Ģekilde, Türkiye‟ye esir asker gelmiĢti. Köyün önünden tren geçiyor. Bu tren yolunun bir tarafı su Zara Dağlarından doğup Erzincan Fırata giden su vardır. Bir tarafı da Devlet Demir Yolları yapılırken yol boyu ta ki, Kars‟a kadar giden bir kara yolu açılmıĢtı. Köyde Gazi Kâhya adıyla bir ağamız vardı (Ġleriki sayfalarda Gazi Kâhyanın anılarından çok söz edeceğim), bu Gazi Kâhyanın bir tarlası vardı. Demiryolu bu tarlayı ikiye bölmüĢtü. Köy tarafında kalan geniĢ bir kısmına çadırlar kuruldu. 1943‟lerde bu esir askerler tam da karpuzların yenme zamanında bir yaz boyu orada çadırlarda kaldılar. O yıl da bizim tarlada öyle karpuzlar oldu ki, 10 kilodan aĢağı karpuz yoktu. Aziz Amcam bu askerlere hergün karpuz taĢırdı. Bizim bostanla bu yerin arası 300 metre vardı. Karpuzları çuvala koyar benim sırtıma verir ve Ģu kelimelerle beni tenbihlerdi: „Bak ulan, yolda doğru yürü karpuzları düĢürür, kırarsan ben de seni karpuz yaparım ha!” derdi. ġimdi düĢünün 1943‟lerde ben 8 yaĢındayım. Zaten sefalet içinde büyüyen cılız bir çocuğum. Beni tartsan belki 15 kilo gelmem. Örneğin 2 karpuz çuvala koysan 20 kilo gelir. Değil ki, 20 ben 10 kiloyu bile 300 metre mesafeye taĢıyamazdım. Zira yollar zaten düzgün değildi. Mecburen ayağın bir taĢa takılacak ya da çukura girecek. Ayaklarım yalınayak olduğu halde bu karpuzu taĢıyacağım. Çuvalı sırtıma aldığım zaman belim 2 kat oluyordu. Tabi ki, bu karpuz taĢıma dolayısı ile bostanın güz gelip sona ermesine kadar sopasız günüm geçmiyordu. Bu kadar merhametsiz ve gaddar 12 Ölmeyen Çocuk bir amcam vardı. Ama çok beddua ettim. Ne derler, „Alma yetimin ahını, çıkar aheste aheste.“ Öyle de oldu. ANALIĞIM ZEKĠYE Analığım Zekiye Aziz Amcamla bizden ayrılacaklar. Zekiye: „Benim iki çocuğum var, kocam çalıĢıyor. Birlikte yaĢayıp elin yetimlerini besleyemem” gibi sözlerle bizlerden ayrılmaya kalktı. Ġyi de, nasıl ayrılacak? Çok düĢündürücü bir konu ortaya çıkmıĢtı. Bir kere Aziz Amcamın babası ayrı, evimiz yetersiz. Aziz Amcamın babası ve de kardeĢleri yardım etmiyor. Ve hiç de bize yakınlık göstermiyorlardı. Aslında Ali Dedenin üç tane oğlu vardı. Bunların üçü de bizden büyüktü, elleri iĢ tutuyordu. Hatta davarları vardı. Oğlunun biri davar yayıyordu. Durumları fevkalade iyiydi. Ama Ali Dedenin babama verdiği sözlerin ve vaatlerin hepsi o konuĢtukları ocak baĢında kalmıĢtı. Üstelik yardım etmek, emanetlere sahip çıkmak Ģurada dursun daha kötülük edeceklerdi. Ġleriki sayfalarda okuyacaksınız. Evimiz köyde herkesten her hususta fakir durumdadır. Bir çift öküzümüz, bir katır. 10 kadarda davarımız var. Amcamla birlikte dokuz baĢ nüfustuk. Aziz Amcam ayrılsa bile evimizde bulunan ne varsa birlikte kullanmak zorundayız. Velhasıl köyden ayrılığı durdurmak için birkaç büyük geldi, dediler: “Etmeyin, tutmayın, bu çocuklar küçük, ev iĢ tutamıyorlar.“ Özellikle Aziz Amcama yükleniyorlardı ama maalesef Aziz ve Zekiye ayrılmayı göze almıĢlardı. Geri dönmeleri de mümkün değildi. Ayrılacaklardı ama tarla mal mülk bölmediler. Sadece ev eĢyaları bölünebilirdi. Malı, davarı mecburen ortak kullanılacaktı. Sadece iki göz evde yemek kazanları ayrı kaynayacaktı. AYRILIK KARARI Ayrılık kararına Ģöyle bir çözüm bulundu. Köy önündeki tarlamızın yanında bir dam vardı. Yaz olunca çok vakit orada kalınırdı. Bunlar oraya taĢınacaklardı. Bir de mevcut ahırımız ve samanlık vardı. Biz de burada duracağız. Ama tarla, bostan, ekme, biçme yine müĢterek yürüyecektir. Zekiye Analığımın ayrılması benim açımdan iyi olacaktı. En azından sopası ve kötü sözleri üzerimden kalkmıĢ olacaktı. Ama parasal yönden diğer iĢler ve ihtiyaçlar açısından düĢündüğümüzde biz altı kardeĢ açısından iyi olmayacaktı. Ne çare ki, bütün bunlara rağmen ayrıldılar. AMCAM AZĠZ‟ĠN KIZ KAÇIRMASI Babam sağken ablalarımdan biri, Arzu Ablam evlendi demiĢtim. Babam Arzu Ablamı dayısının oğlu Bayram Söğütlü‟yle evlendirdi. Bu aile eski ismi Çüküzler derler, bu köylü idi. Babamın dayısının adı Hüseyin idi, ikinci adı ġah-ı Merdan derlerdi. Kendisi saf, temiz yürekli muhterem bir zat idi. ĠĢte EniĢtemiz Bayram o Dayımızın oğludur. EniĢtem, Ablam ve EniĢtemin niĢanlı kız kardeĢi ġerife bir de Ablamın kızı Zehra henüz 1,5 yaĢındaki kızları da birlikte bize ekin biçmeye geldiler. 13 Ölmeyen Çocuk Ekin tarlamız köyden bir saat uzakta, Dumluca ile Pengürt arasında Yazı isminde bir mahaldeydi. Buraya kavuĢmak için bir de çok dik yokuĢ vardır. Bu yokuĢu yürümekle 45 dakikada ancak çıkılırdı. Yazı‟da olan bizim ekini bitirdik. Amcamların tarlasında birkaç gün daha Ali Dedenin oğlu, Mustafa Ağabeyim ve ailesi, bizden Zekiye Analığım, EniĢtem, Ablam ve eniĢtenin kendinden küçük niĢanlı olan bacısı ġerife ekin biçeceğiz. Haliyle köyden uzak olduğu için dağda yatıyoruz. EniĢtemin kardeĢi ġerife çok güzel bir kızdı. Bizim Aziz Amca‟nın da dayısının kızı oluyor. Ama kız yine kendi yakınlarından biriyle niĢanlı idi. Aziz Amca bu kıza aĢık olur ve kızı kaçırmanın yollarını arar. Görünen o ki, Aziz bu kızı zorbalıkla kaçıracaktır. Bu durum karĢısında Aziz Amcam Kangal‟ın Ġğdeli köyüne gider. Orada bacısı Hatice var. Bu kadın babamın ve Aziz Amcamın bacısıdır. Dedemin ölümünden sonra o da kaçarak evlenmiĢ. O köyde bu bacısının kocası Mustafa eniĢtesinin yardımıyla dört tane Kürt bulur. Bunlar silahlı bir çete grubu oluĢturur. Dolayısıyla bir gece tarlaya gelirler. Biz gece yatarken uyku arasında baskın yaparlar. Ellerimizi eniĢtenin ve Mustafa ağabeyinin de ikisinin hem ellerini hem de ayaklarını bağlarlar. Epeyce de değneklerle sopa atar, kızı alır kaçırırlar. Eli bağlanmamıĢ olan sadece ben kaldım. Benim ise Kürdün bir tanesi tabancayı ağzıma dayadı sesini çıkarma seni öldürürüz dediler. Ben ise uyuĢmuĢ kalmıĢım, Analığım Zekiye ise iĢin farkına varınca o kalabalıkta kaçmıĢ, kayıp olmuĢtu. Eğer kaçmasaymıĢ onu Aziz Amca öldürtecekmiĢ. Aziz Amcamın kendi ailesi içerisinde böylesine bir çete oluĢturup kız kaçırması hem aile içinde hem de o köylerde dede ailesinin son derece saygın olan kariyerini sarsıtmıĢtır. Seyyit Garip Musa Sultan ailesinin Pengürt köyündeki mensuplarının yediden yetmiĢe eli öpülür, onlara saygı duyulurdu. Malesef Aziz Amca‟nın ağabeyinin hanımıyla evlenmesiyle onun yerini aratmayacakken tam tersi ağabeyinden kalan yetimlere olmadık hakaretler yaptığı yetmiyormuĢ gibi, köyde bazı kötü iĢlere adının karıĢması, hem de bize yardım için ekin biçmeye gelen dayısının oğlunu, ağabeyini ve de ölen ağabeyinin kızını ve diğer mensuplarını ağır vaziyette dövdürmesi çevrede ve ailede unutulmayacak kara izler bırakmıĢtı. Sonunda da kendi canıyla bu kanlı faturayı ödemiĢtir. ZEKĠYE ANALIĞIMIN BULUNMASI Zekiye Analığım 3 gün kayıp oldu. Pengürt Dağlarında aramadığımız yer kalmadı. En sonunda kendisi 3 gün sonra çıkıp geldi. Analığım 2 tane küçük çocuğu olduğu halde beni öldürecek korkusu ile üç gün aç susuz dağlarda yattı. Gelelim kız kaçtıktan sonra geliĢen durumlara. Dağın baĢında maddi manevî haraketlere maruz kalan üç ailenin hem de çoluk çocuğuyla durumu ne oldu? EniĢtem Bayram. Ablam Arzu ve kendisinin ağabeyi Mustafa, Arzu Ablam her biri 15 günlük Divriği Devlet tabipliğinden rapor aldılar. Savcılık kanalıyla Aziz Amcamı iki gün sonra yakaladı getirdiler, hapse attılar. Yaz günü bir sürü insan devreye girdiler, iĢinden gücünden oldular. Rezalet dizboyu, 14 Ölmeyen Çocuk binaenaleyh Aziz kızı iğfal etmiĢ. Kız iğfal olunca çevrenin arabuluculuğu sayesinde sulh yoluna gidildi, 10 gün sonra kendisi hapisten çıkartıldı. ġerife‟de bila mecburi evlenmeye razı oldu ve evlendiler. Evlenmeye evlendiler ya bakalım sonu ne olacak? Aziz Amcam Analığım Zekiye‟yi tekrar yanına aldı. ġimdi cebir ile kaçırdığı dayısının kızı ve babamdan olan iki tane küçük çocuk var. Bir evin içine girdiler. Bu sefalet ve rezalet içerisinde hergün evde kavga çıkıyor. Aziz Amca Zekiye‟yi hergün dövüyor. Zekiye artık dayanamaz duruma gelir. Bu Analığım birgün beni de yanına alır evden kaçar. Köyden ayrıldık, köye yarım saat ırakta Soğuk Pınar diye bir düzlük var, oraya vardık. Ben bilmiyorum Analığım oradan nereye gidecekti? Oradan iki köye yol gidiyor. Birisi bizim ocağımız olan Seyyit Garip Musa Sultan‟ın yattığı köy, diğeri de Çüküzler köyü. Burada giderken daha o yol ayrımlarına gelmeden, Aziz Amca peĢimizden gelir yetiĢir ve bizi yakalar. Orada elindeki değnekle önce bana vurur, ben yere düĢtükten sonra Analığımı değnekle kadını komalık edene kadar döver. Bu sefer kolumuzdan tutar, olmadık çirkin sözler sarf ederek bizi geri köye getirir. Tabi yakın çervemiz ve Belgüzar Annem artık birileri bu duruma el korlar. Zekiye iki çocuğunu alır, geri bizim eve getirir. Elbette babamdan olan iki tane çocuk bu bizim olduğu kadar onlarında evidir. Annem haklı olarak hem kuması Zekiye‟ye ve hem de çocuklara sahip çıktı. Artık Aziz‟e bunları vermedi. Zekiye ise oldukça yiğit kadındı ve çalıĢkan kadındı. Örneğin çifti sürer, hayvanlara yükü yükleyebilirdi. Becerikli bir kadındı. Böylece Zekiye, çocukları ve biz birleĢtik. Aziz de yeni evlendiği dayısının kızı ġerife‟yle baĢbaĢa kaldı. Belgüzar Annem de Aziz‟in yaptığı bütün bu rezalete rağmen evi ellerinden almadı, o evde oturmalarına razı oldu. Binaenaleyh babamın evi Belgüzar Ana‟nın evidir. Zira 13 yaĢında bu eve gelmiĢ kayın validesi Ġnsaf Ana‟nın yerini o almıĢ, 4 çocuğu doğmuĢ ve ölmüĢ. Ardından 4 çocuk daha yapmıĢ. Ve bir de ben varım. Ġki de Zekiye‟den var. Hepimizin hem annesi ve hem de babası evin temel taĢı. Belgüzar Ana oluyor. Ona kimse karĢı koyamaz. Köyümüz ve civar köyler bu evden gelip geçen geçmiĢteki bütün dedelerin ve son olarak babamın, babaannemin yerine onun eli öpülüyordu. Aynı zamanda bütün köyün kadınlarını o doğum yaptırırdı. Aziz‟in çetelere dövdürdüğü ve 15 gün rapor alan Arzu da onun sevgili kızıydı. Buna kim tahammül edebilir? Bütün bu rezaletliklere karĢın Belgüzar Annem Aziz‟i kapıdan dıĢarı eder, evi elinden alabilirdi. Mamafih olayın bir de öbür tarafına baktığında evlendiği kız da Dayımızın kızı. Annem bu idrakla onu evden atmadı. Ama Ģu hakkını kullandı. Yani ona beddua etti. Binaenaleyh Aziz‟e beddua etmeyen mi kaldı? Birincisi benim, ikincisi Belgüzar. Annem, üçüncüsü ve daha da geçerli beddua eden babası Ali Dededir. Bakın nasıl oldu? Ali Dede birgün ekin suluyordu. Bu Aziz Amca da iĢten gelmiĢ bizim ekini sulayacak. Ali Dedenin tarlasına giden su arkı bizim tarlanın kenarından geçiyor. Aziz tutuyor suyu babasından habersiz bizim tarlaya bağlıyor. Babası haklı olarak 15 Ölmeyen Çocuk küreği omuzuna koymuĢ geldi. Ben de Aziz Amca‟nın yanında dolaĢıyorum. Bir yumuĢu olursa hemen koĢacağım tabi ki, ben emir kuluyum. Babası suyu vermiyor, o da ben çalıĢıyorum diye bahane ederek suyu önce kendisi almak istiyor. Neticede bu tartıĢma kavgaya dönüĢüyor ve Aziz Amca babasını arkın baĢında yere yatırıyor. Baba Ali Dede o sıralarda tahminime göre 60 yaĢlarında uzun ve beyaz sakallı olan bir dededir. Orada oğluna Ģu bedduayı ediyor: “Zehirlenesin oğlum” diyor. Ve kalkıp gidiyor. Ve dahası 4‟üncü beddua sahibi Analığım Zekiye. Görülüyor ki, beddua sahipleri kendi ailesinin içinde hepsi de masum insanlardır. Ben ise bu olayları ve vahĢet hadiseleri aklım yettikten sonra canlandırıyor ve idrak ediyorum. Ve de olaylara zerre kadar katkı yapıp ĢiĢirmiyorum. Allah bir hakkı için bir hakkın doğrusunu kaleme aldım ve yazdım. Belki de beni okumaya iten bu vahĢet gerçekleri roman Ģeklinde kaleme alıp ibret örnekleri su yüzüne çıkarmam ilahi bir güçtü. Zira köyde Latince harfi yok. Okul yok. Öğretmen ve saire hiçbir imkan ve olanak yoktu. Bu anıda ileride yazılacak. Aziz‟den kalan acı anılarıma devam edelim. AZĠZ AMCAM DÖVÜLÜYOR Misalde hata olmaz derler. Su uyur ama düĢman uyumaz derlerdi. ĠĢte bu misal söz yerini aldı. Dövülmeden dolayı 15 gün rapor alan ġerife‟nin büyük ağabeyi Aziz‟in öz dayısının oğlu. Ayrıca Aziz‟in ölen ağabeyinin damadı ve aynı zamanda niĢanlı bacısını bize yardım amacıyla ekin biçmeye getirmiĢ, dolayısıyla onun kaçırılmasına istemeyerek sebep olmuĢ oluyor. Bir de iĢin vahim tarafı bacısının niĢanlısı amcazadesinin oğlu oluyor. Belki de o niĢanlının aklına gelir ki, niĢanlımı götürdü ve kaçırttırdı diyebilirdi. Bu düĢüncelerin hepsi muhtemeldir. ĠĢte bu nedenlerle Bayram EniĢtemiz her ne kadar bacısının evlenmesi için barıĢa yanaĢmıĢ olsa da bu kıvılcımları kafasından atamamıĢ olacak. Birbirinden ayrılma öz amcasının oğlu Garip‟i alır gece bizim köye Aziz‟i dövmeye gelirler. Yıl 1948, Temmuz ayı sonlarıydı. Hakaretlere zulme maruz kalan Pengürt köyünde iki aile 15 gün acılarımızı üzerimizden atamadık. Bütün iĢlerimiz 15 gün kaldı. Havalarda sıcak olduğundan herkes damlarda yatardı. Aziz‟in ağabeyi ve babasının evi ve bizim ev hep birbirinden yarılma birbirine duvar duvara bitiĢik. Sadece Aziz‟in evi ile babasının evi arasında 3 metre geniĢliğinde bir sokak var. Aziz‟in evi hem bizim evin hem de köyün en sonu oluyordu. Gece saat on iki - bir arası (söylendi) herkes derin uykuda Aziz de ġerife‟yle beraber kendi damının üstünde yatıyor. Bayram ve amcasının oğlu Garip geliyor yorganlarını kaldırıyorlar. Aziz‟le ġerife birbirlerine sarılı vaziyette iken söylentilere göre kalın bir değnekle Aziz‟in sırtına boydan boya iki tane vuruyorlar ve kaçıyorlar. Ben o zaman 13 yaĢındayım. Zira benim doğumum nüfus kâğıdımda 1934 yazılı olsa da benden bir önceki ölen Ali Rıza adlı çocuğun ismiyle kalmıĢım. 01.01.1935 doğumluyum ki 1948‟de 13 yaĢındayım. Devam ediyorum. Bayram‟la amcasının oğlu Garip, Aziz‟i dövüp kaçarken Aziz hızlı bir tempoda bağrıyor imdat istiyor. En yakın olan bizler hemen yatağımızdan fırladık. 16 Ölmeyen Çocuk Yalnız bu bağırtıya karĢı Bayram‟ın silahı varmıĢ köyden henüz 10 metre ayrılmıĢ orada bir silah patlatıyor. Silahı peĢinden gelmesinler diye patlatıyor ama köylü hep ayağa kalmıĢ Aziz‟in evine doğru hücum etmiĢ vaziyette iken. Köyde bir adam var ki 2 metre 10 santim boyunda iri yapılı, adı Sait. Lakabına Delibalı derlerdi. Bu adamda Aziz‟i çok seviyormuĢ. Sebebi Ģu imiĢ. Aziz Amca çok Ģahane Türkü söyler çok Ģahane de sesi vardı. O söylediği zaman, eski deyimle gramafon gibi sesi çıkardı herkes bu sesi duyan baĢına toplanırdı. ĠĢte bu Delibalı‟da bu sese ve Türkülere aĢıkmıĢ. Bu nerde var nerde yok koĢup geliyor Bayram‟ın peĢini takip ediyor köyden 200 metre ayrılmadan önlerini kesiyor ama nafile. Bayram bu adama karĢı bir silah daha patlatıyor bu sefer delibalı korkup geri kaçıyor. O zaman duyduk ki, bu Silah Borabelli diye adlandırılan büyük bir tabanca imiĢ, bu silah mavi zerlerden fazla ses çıkarırmıĢ. 10 tane mermi alıyormuĢ derlerdi. Böylece Aziz ağır bir biçimde dövüldü bu sefer. O doktora gider o da 15-20 gün rapor alır ve iĢe gidemez. Neticede dövenler ismen ve de görgü Ģahitleri ile tespit edildi. Gelgelelim Aziz Amca Ģikayet edip hakkını arayamaz. Binaenaleyh Aziz Amcamın Ģikayet hakkı yüzde yüzü aĢıyor. Zira karĢıki insanlar gece yatakta ailesiyle birlikte yatağında yatarken baskın yapıyorlar. Hunharca adamı dövüyorlar. Hadise ise köy halkı tarafından tespit ediliyor. Aziz Amcam eğer hakkını aramıĢ olsaydı bu iki kiĢi en az 10 seneye kadar ağır hapis cezası alırlardı. Zira hadise sadece dövmek değildir. Haneye tecavüz, yatakta aile çıplak yatarken aile mevhumu rüsvay oluyor ki, bu da bir manevî tanzimattır. Değnekle dövülüp ilk celsede 20 günlük iĢ yapamaz rapor vardır ki, bu ayrıca kaçak silah patlatıyorlar ki, suç dört ayrı madde kapsamına girer. Bunlara 10 seneden aĢağı gün verilmezdi. Ayrıca ömür boyu kamu müesselerine iĢe girmekten men edileceklerdi. Binaenaleyh tekrar ediyorum ki, Aziz Amca bu hakkı arayamazdı. Ayrıca bu hakkı aramaya da hiç hakkı manen yoktu. Kanunen vardır ama vicdanen yoktur. Zira kendisi 3 ailenin fertlerini dövdürmüĢ, aileleri rezil periĢan etmiĢ, birinci derecede davacı olması gereken 3 aile vardır. Birincisi ağabeyi Mustafa hem tarlasında yatarken gece baskına uğramıĢ 15 günde hem karısı hem kendisi raporlu, Ġkincisi Bayram‟ın Hanımı, üçüncüsü ben ve Analığım Zekiye bizler hepimiz Ģikayetçi olsaydık, belki de Aziz Amca ömür boyu hapisten çıkamazdı. AZĠZ NE ĠÇĠN BU HAKKI ARAYAMAZDI? Aziz Amca üç konuda kendisini mahkum etmiĢti. Birincisi Ali Dede. Ali Dede Aziz‟in babasıdır. Bedduası geçerli, aynı zamanda bu baba oğlunu ret etmiĢti. Ġkincisi bizim tarafımızdan da dıĢlanmıĢ ve ret edilmiĢti. Üçüncüsü kızını kaçırdığı dayı tarafı, bu üç cephe karĢısında suçlu durumda kendisini mahkum etmiĢti. Bu durumdayken Aziz Amca o zamanki ifadesine göre birkaç ay sonra askere gidecekti ki, ailesi genç kadın yalnız kalacaktı ki, ġerife gibi güzel bir kadın. Dil vursan yarılır, bebek gibi bir hanım. Daha altı aylık evli baharını yaĢarken kimsesiz kalacaktı. Bütün bu mahkumiyetlere karĢı tek çaresi kaynıyla ve de dayısıyla barıĢmaktı ve böyle bir barıĢında ipucu görünüyordu. Ġpucu Ģuydu: köylü o yıl görgüye girecekti. 17 Ölmeyen Çocuk Köylü o yıl görgüye girmeye hazırdı. Çünkü bir sene önceki Abdal Musa ceminde köyün dedesi olan Garip Musa ocağından ve Yağabasan köyünde oturan Ali Dedeye ikrar vermiĢlerdi. Bu dede 12 ayda bir gelip köyü görgü sorgu cemine sokacaktı. Köylü buna hazırdı. ALĠ DEDE Ali Dede anasından doğmuĢ dili dönmeye baĢlamıĢ onu dede olarak yetiĢtirmiĢler. Ali Dedeyi kimin yetiĢtirdiği hakkında bir bilgim yoktur. Ali Dede hakkında bildiğim 3 husus var. 1. Seyit Garip Musa ocağına mensup, 2. Muhammed Ali tarikatını a‟dan z‟ye bilen ve yürüten bir dede idi, 3. Disiplinli, adaletli, sözü ikilenmeyen muhterem bir dede idi. Dede yıl sonu 12‟nci ayda köye geldi. Bir de yukarıda bahsettiğim gibi bizim Ali Dede var. Bunlar kökende amcazadeler. Bizim Ali Dede Aziz‟in babası, babamın da amcasının oğlu. Bu dede birkaç tane dua bilir. BaĢka birĢey bilmez, böyleyken bu dedeyi mürĢid postuna oturturlardı. Bunlar birleĢtiler, köylü bir yıl önce görgüye gireceklerine söz ve ikrar vermelerine rağmen 1 yıl sonra 1949 yılına gireceğimiz yıl tekrar Abdal Musa kurbanını kestiler. Köy halkı tekrar bir birlik yaptılar. Önce düĢkün olmayanlar oy birliği ile topluca dua aldılar. Sonra düĢkün olanlar tespit edildi. Tespit edilen düĢkünler huzura geldiler. Cemaatin ve dedenin huzurunda dar-ı meydan oldular. Ve suçlu olduklarını beyan ettiler. Suçlu olanların isimleri Ģöyle idi. 1. Bizim Ali Dedenin oğlu Mustafa Yıldırım ve ailesi, 2. Mustafa Uluçay ve Müsahibi Ali Sopa ve aileleri, 3. Aziz Yıldırım ve Aziz‟in henüz müsahibi yoktur. Köyümüzde bu üç aile düĢkün olarak görülüp sorulacaklar. Tabiki buyruğun hükmüne uyar ve kabul ederlerse. Dede bunlara buyruğun emrettiği hükümleri okudu. Aziz Yıldırım ve ağabeyi Mustafa Yıldırım uygun görülecek ceza ne gerektıriyorsa kabul ettiler, ikrar verdiler böyle. Ġkisi de biribirine kanlı düĢman gibi küsler ve ikisinin de müsahip kardeĢleri yoktur. Birer müsahip kardeĢi bulmak üzere ikrar verdi ve dardan indiler. Darda bekleyen bir çift müsahip Ali Sopa ve Mustafa Uluçay, Ali Sopa ile ilgili ileri sürülen buyruk hükümlerine göre uygulanacak olan ceza-i müeyyidelerini kabul etmedi. Saatlerce darda beklediler kabul etmediler. Ali Sopa darı bozdu halkın huzurundan kaçtı. Ali Dede ise, „Allah size bir daha çocuk vermesin.“ Özellikle Ali Sopa ailesine „Allah size bir hastalık vere. Ġnim inim iğleyin” dedi. Ve bunlar cemaati terk ettiler. Binaenaleyh müsahiplerden birisi giremez ise diğeri de bu görgü cemine giremiyor. Ġkisi de aynı suça ortak oluyorlar. ġimdi gelelim devamına. Zira Ali Sopa ile Mustafa Uluçay birbirleriyle müsahipler. Ceza-i müeyyideleri kabul edip suçları üzerlerinden kalkıp görgü sorgu lokmasını yemeye hak kazanana kadar ikrar verenlerin hiçbirisi mühasip kurbanı 18 Ölmeyen Çocuk kesip görgü yapamazlar. ĠĢte Aziz Amcama böyle bir imkan doğdu. Aziz kızını kaçırdığı dayısının evine gidecek, onlar Çüküzler köyünde 2 evler, bunların hepsinden ya 2 tanık ya da o köy ihtiyar heyetince tastik edilmiĢ bu iki ailenin imzası ve de hakarete maruz kalmıĢ mağdurun adı ve imzası bulunan bir ilmuhaber getirecektir. Aziz Amcam dayısı gile gider söz konusu böyle bir tastikli ilmuhaberi alır. Ayrıca oradaki iki aile iki kardeĢtir. Bunların ikisinin adı da Hüseyin‟dir. Hüseyin‟lerin birisi lakabıyla anılan TaĢkafa, babamın müsahip kardeĢidir. Aynı zamanda dayılarıdır. Ġkinci Hüseyin‟in lakabı ġah-ı Merdan‟dır. Aziz Amcam, ayrıca TaĢkafa dedenin oğlu Celal‟i de müsahip bağlanmak üzere alır köye getirir. Bu tamam. Gelelim Mustafa‟ya. Mustafa da benimle müsahip olmak ister. Benimle müsahip olmak ister, ama ben henüz 13 yaĢında, Mustafa ise evli ve 24 yaĢında. Aziz evlendi 20 yaĢında. Getirdiği çocuk 15 yaĢında ve bekâr. Bu 2 müsahip adayları da hiçbirbirine denk değil. ġimdi Celal ile ben masum çocuklarız. Bu konu üzerinde biz hiçbirĢey bilemeyiz, konuĢamayız da. Binaenaleyh bu iki küçük müsahip adaylarının günahıyla sevabıyla müsahip bağlayan dedelere ait olacaktır. Binaenaleyh Görgü Cemini yürüten dedenin izahı Ģöyledir: Dede bu iki çift müsahip adaylarını Dar Meydanına alıp karĢısına diker. Cemaati Ģahit tutarak Ģu izahatları yapar: „Bu küçük müsahip adaylarını Ģartlı ve sınırlı olarak bağlayacağım.“ Bizden büyük ve evli adaylara dedenin izahatı Ģöyledir: „Bakın, siz bu çocuklara sahip çıkacaksınız. Kendi çocuğunuz gibi bunlara yardım edip bunları kazanacaksınız bir, ikincisi (bize dönerek) bakın yavrularım, ben sizi bu ağabeylerinizle müsahip bağlıyorum ve sizi onlara ayrıca emanet ediyorum. Siz ileride sizden büyük olan ağabeylerinizden memnun olmadığınız zaman ayrılabilirsiniz. Zira siz hiçbir Ģey bilmeyen, masumsunuz. Bu cemaatta Ģahit olsun.“ Dede bu Ģekilde izahat faslını burada bitirir. Gelelim ceza-i müeyyidelere. Bizden büyük ve evli olan müsahip kardaĢlerimizin düĢkünlüğüne gerekçe olan suçları ne idi? 1- Benim müsahip olacağım Mustafa, talibinin kızını kaçırmıĢ onunla evlenmiĢ. Kız tarafıyla barıĢmıĢ, aralarında Ģahsi bir davaları kalmamıĢ. Ama a. talip kızı ile evlendiği için, b. kızı kaçırdığı için buyruk-u evliyaya göre birinci babdan düĢmüĢ ceza alarak 12 sitem yani 12 tane deynek ceza olarak vurulacak, bir tane koç kurban edecek. Ayrıca karĢıki muhatap aileyle tekrar barıĢıp görüĢecekler. Bu uygulama tam bir ağır ceza değil, kısmen ağır ceza oluyor. Ayrıca kara kazana 40 akça ödeyecekler. Kara kazandaki kasıt Hacı BektaĢ Dergahına öder. Bu uygulamada bana düĢen ceza ise sadece 4 tane hafif olmak üzere değnek vurma cezasıdır. 2- Aziz‟e gelince, Aziz birinci babdan düĢmüĢ olmakla iĢlediği suç tamamen buyruku evliyaya göre ağır cezaya tabidir. ġimdi burada ayrıntılarını yazmıyorum ama çok ağır cezaya tabi tutuldu. Yalnız kurban vesaire giderlere köylü yardım ettiler. Böylece köyde bir iki aile olan müsahip çiftlerin dıĢında 23 ev Görgü, Sorgu Cemine katıldılar. Köyün hepsi o zaman 25 evdi. 23 evin o zamanki durumda büyük küçük 19 Ölmeyen Çocuk toplam 180 nüfusumuz vardı. 135 nüfusun 6 yaĢ grubu dahil olmak üzere yaklaĢık 84 insan yalnız bu 23 evin bir tanesi bir dul kadın bir de altı yaĢında oğlan çocuğu vardı. Böyle olunca 23 aileden bazı ailelerdenden 2-3 çift müsahip çıkıyordu ki yaklaĢık 27 müsahipli çift (54) kiĢi cem ayini törenine katılmıĢ oldu. Tabi ki, lokma yiyen sayısı 130 kiĢidir. Bu anımın konusu olan Aziz Amca‟ydı. Aziz Amca Ģimdilik görüldü soruldu. Görünürde epeyce düzeni yoluna girmiĢ oldu. Bakalım sonu ne olacak? Bu barıĢın sonu kalıcı olacak mı? AZĠZ AMCAM ÖLECEK Aziz Amcamın askere gitmeden önce dayılarına, aynı zamanda kayın babasına ve kayınlarına gidip gebe olan hanımını emanet etmesi gerekiyordu. Nihayet Aziz dayılarına gider, orada bir gün kalır, kendi isteklerine dayıları ve kayınları olumlu bakarlar. Kızlarına sahip çıkacaklarına kesin söz verirler. Aziz ise bu aldığı desteklere ve sözlere karĢı son derece sevinir. Aziz‟in bundan sonraki yapacağı iĢ Ģu idi. Hanımıyla anlaĢacak evini toplayıp oturduğu evin bir köĢesine depo edecek. Gebe olan hanımını götürüp kayınlarına teslim edecek. Geri gelip kendi köyünden askere yolcu olacaktır. Plan program bu iken, Aziz‟in düĢündüğü bu plan porgram maalesef tutmuyor. Bir baĢka deyimle evdeki yaptığı pazarlık dıĢarıda tutmuyor. Ve tersine çevriliyor. Aziz‟in dövdürdüğü hatta komalık ettirdiği kayını Bayram, aynı zamanda o günahsız Bayram‟ın karısı kendisinin de ağabeyinin kızı olan Arzu‟yu da çok ağır bir vaziyette Aziz dövdürmüĢ, komalık ettirmiĢ. ĠĢte bu acı Bayram‟ın içinden çıkmıyor. Hak etmediği böyle bir iĢkenceyi içine sindiremiyor. Öyle görünüyor ki, Bayram kendi evinin en büyük ağabeyi olmakla Aziz‟in barıĢ teklifine yaklaĢması hile-i Ģer gibi birĢey görünüyor. Devamına bakalım ne olacak? Bayram‟ın amcasının kendisinin yaĢında bir oğlu vardı. Adı Garip. Bu Garip ile birlikte eniĢtesini, ayrıca bibisinin oğlu Aziz‟i Çüküzlerden Pengürt‟e gelen yolun yarısına kadar gönderiyorlar. Yanlarına biraz da yiyecek ve bir ĢiĢe de rakı alıyorlar (bu hadiseyi de Aziz karısına anlatıyor). Neticede yolun yarı yerinde bir su baĢında birbiriyle bir veda sohbeti anlamında yiyorlar içiyorlar. Aziz kendi köyüne Bayram ile Garip de kendi köylerine dönmek üzere sevinçle ayrılıyorlar. Aziz köye geliyor, hanımı ġerife‟ye yatağını yaptırıyor ve hasta olduğunu söylüyor ve yatıyor. Hastalığını hanımı soruyor. Aziz ise ağrı kendisini sıkıĢtırınca yolda yiyip içtiklerini sonra karnında da bir ağrının baĢladığını detaylı bir Ģekilde anlatıyor ama nafile. Bizler küçücük ve periĢan bir aileyiz. Yukarıda anlatılanlara karĢı Aziz‟in evine, yanına gitmemeye kararlıyız. Babası Ali Dede hakeza. Aziz‟e uygulanan barıĢ meselesinde devrede olan her 3-4 ailenin de görünürde olup özde olmayan bir barıĢ oyunudur ve yaklaĢımdır. 20 Ölmeyen Çocuk Velhasıl Aziz‟e kimse sahip çıkmıyor. Ölümünden 3 gün önce babamın can arkadaĢı olan Hüseyin ailesi, özellikle hanımı Fatma Hanım, Aziz‟in yanına gidiyor durumunu kötü görüyor. Aziz‟i alıp evine götürüyor. Maalesef 15 gün sonra Aziz Amcam, ruhunu inleye inleye teslim ediyor. Hani derler ya Azrail Ģahit felan dinlemiyor. Hak‟tan emir olunca ferman dinlemiyor. Alıp götürüyor. Ve gitti… O günkü genç bir aile söndü gitti. Bizleri de rezil etti gitti. Aziz Amcamla olan acılı anımda burada kapandı. Gelelim kalanlar ve bu anıyı okuyanlar bana ne diyecekler. Elbette burada bir tepki ve soru iĢareti muhtemel olacağı için ben Ģimdiden yanıtını Ģöyle vurgulamak durumundayım. Aziz Amcamın ölümünden 3 ay sonra doğan kendi isminde bir oğlu vardır. Daha baĢka benim kadar yakınları da vardır. Muhtemel, Ģunu akıllarından geçirebilirler ki, aile içinde geliĢmiĢ tarihi bir vahĢeti niçin canlandırmıĢ diyebilirler. ĠĢte tahmin ettiğim bu muhtemel hucümlara karĢı Ģu yanıtımı okusunlar. BĠR YANIT: 300 YILLIK BĠR AĠLENĠN ÖVGÜSÜDÜR Muhtemelen bu anıları okuyacak olanlara! Değerli okuyucularım, bu ve bunun gibi yazılar diğer tarihler gibi bir toplumun geleceğine ıĢık tutan bir tarihtir. Hangi anlamda olursa olsun tarihi olayları yaĢarken iyi hadiseleri alıp kötü hadiseleri gizlemek daima Ģirin görünmek için iyilerini almak tarih kalpazanlığıdır. Ġyi hadiselerin yanı sıra varsa cereyan eden kötü hadiseleri de yazmak gereklidir, zira yaratıkların içinde en güzel varlık ve kutsal olarak yaratılmasına karĢın insanlar Ģer iĢler yapmasın. Öyle bir barıĢ ve sevgi yolu açılmıĢ ki, barıĢ suyu, sevgi suyu, ab-ı zemzem gibi barıĢa ilaç olan yolu, böyle bir aydın yolu kimsenin kapatmaya hakkı yoktur. Bu gibi unsurlar sen, ben veya oğlumuz, kızımız, amcamız olabilir. Sevgi ve barıĢ yolunu kim keserse iĢte o zalimi topluma tanıtmanın en kutsal bir vazife olduğuna inanıyorum. Binaenaleyh Ģeri ortaya çıkarmak ve tanıtmak en doğru bir neĢriattır. Aynı zamanda Allah emridir. KONUMUZ 300 YILLIK OCAK OĞULLARI 1949 yılında geride kalan 300 yıllık bir ailenin övgüsüdür konumuz. Peygamberler tarihi adlı kitabın Hz. Adem‟in iki oğlu Habil ile Kabil‟i okuyun. Horasan‟dan Anadolu‟ya, Anadolu‟da Karahöyük‟te filizlenen daha sonra Anadolu‟nun dört bucağına dağılan Anadolu Erenleri mahlaslarını almıĢlar. Bunlardan biri de Divriği‟nin eski ismiyle Alan Köyü, kendi adıyla anılan Garip Musa mezrasına yerleĢmiĢ. Seyyit Garip Musa Sultan‟ın torunlarından olan Seyit Garip Dede, doğduğu yerden ayrılmıĢ, Kars‟a gitmiĢ orada 15 sene yaĢamıĢ. Oradan 93 Harbi‟nde bir kısım müritleriyle tekrar Divriği‟nin Dumluca köyünü oluĢturmuĢ ve daha sonra iki saat ırağında olan Pengürt (yeni ismi Bahçeli) mezrasını oluĢturmuĢ, 21 Ölmeyen Çocuk kendisinden sonra iki oğlu Mustafa ve Mahmut Dedeler devreye girmiĢ, daha sonra onlardan doğan Ali Dede ve babam Garip derken, bu dört kuĢak 300 yıllık bir hizmet süresine sahiplerdir. Babam Garip Dedenin dıĢında ve babamdan önce bu dört dede büyük dede Garip oğlu Mustafa, ikinci oğlu Mahmut, 3 dede hem dedelik hizmetini ve hem de eski yazı ve Arapça yazı üzerinde hocalık yapmıĢlardır. Mustafa Dededen doğma Ali Dede ise 95 yaĢında dünyasını değiĢti. Bunların hepsi Anadolu Toplumu içlerinde manevî, sosyal, kültürel alanda ömürlerinin sonuna kadar hizmet vermiĢlerdir. Binanenaleyh gerek toplum içerisinde gerekse kendi ailelerinin içerisinde, asla bir kötü mazi kayıt ettirmemiĢlerdir. Özellikle Divriği‟nin köylüsüyle Ģehirlisiyle ve hatta Alevisi Sünnisi, dahası geçmiĢ zamanlarda baĢka insanlar da hepsi bu dedelere ermiĢ gözüyle bakmıĢlar, hatta çok canlı Ģahit dinledim ki, son dedelik yapan Ali Dede dahil hepsinin keramet ve mucizeleri dilden dile kuĢaktan kuĢağa günümüze kadar söylenerek gelmiĢtir ve en son babam olan Garip Dedeye vasiyetle noktalanmıĢtır. Söz konusu olan vasiyetnamenin mirasçıları olan Solis Ali Dede‟nin iki oğlu Aziz Yıldırım ve Garip Dedenin oğlu Rıza ġahin. Aziz Yıldırım 20 yaĢında. Rıza ġahin 5 yaĢında son varisi olarak babamın vasiyetnamesini yüklenmiĢiz ve onlar varis olmuĢ. Binaenaleyh Ali Dededen olanlar diğer iki oğlu Mustafa ve Hüseyin bu vasiyetin dıĢındadır. Zannımca o iki Ģahsın vasiyete varis olamadıklarının sebebi Ģöyledir. Mustafa ve Hüseyin ikisininde söz konusu manevî alanda kültürel sosyal düĢünceden yoksunlardı. Daha Türkçesi o kabiliyet doğuĢtan beri görünmüyordu. Böyle bir vasiyeti Ali Dede dahi yapmadı. Tabiki benim konu üzerindeki teĢhisim sadece bir zandır. ĠĢte bu nedenle, temel olarak Garip Musa Dede‟yi büyük dedemiz olarak baz alırsak, 300 yıllık bir tarihi kültürde ve yukarıdan beri sıralayıp anlattığım durumlarda kötü manada bir icraatımız olmaması gerekecekti. Zira böylesine kökleĢmiĢ kültürel değerlere ilave ve iyi bir taĢ ve de harç koyamıyorsak hiç olmazsa o değerlerden bir taĢ düĢürmememiz, eksiltmememiz gerekecekti, buna hakkımız yoktu. Binaenaleyh içimizden birisi böylesine hem kültür değerimiz, hem de Ģahsi manevîyetimizi, zedelediyse, hatta toplum nezdinde rezil rüsva ettiyse böyle bir vahĢeti gelecek kuĢaklara tanıtma ve aktarmanın insanî ve ulvi bir görev olduğunu düĢünüyorum. Sebep ve gerekçe Ģudur: böylesi ibretleri bir dahaki nesillerde kimselerin yapmaması sorumluğunu taĢıması içindir. Bu nedenlerle bu anılarımı okuyacak olanlar, böylesi vahĢetleri niçin yazmıĢ dememeli. Zira aĢağıda söz edeceğim gibi. Birbirimizden ayrı da olsak Divriği‟nin Pengürt (Bahçeli) köyündeki Seyyid Garip Musa neslinin, manevî ve kültürel sosyal sorumlulukları tek olarak burada naçizanenin üzerinde noktalanmıĢtır. Böyle olunca karınca kararınca ailemizin gerçeklerini iyisiyle kötüsüyle, böylesi bir hayat felfesemde toplamamın hem bir görev ve hem de zorunlu bir hizmet olacağına inandım. Gelecek veya Ģimdiki kuĢakların beğenip beğenmemesi benim tarafsızlığıma, neĢriatlarıma bilinçli kesimin de takdir edebileceği gibi Ģahsım adına da gölge düĢürmeyecektir inancını taĢımaktayım. 22 Ölmeyen Çocuk VASĠYETLER VE DĠLEKLER (1) Birincisi Ģöyledir: dedemin ölümü ile ilgili bahiste yazdım. Ölmeden analıklarıma, ayrıca Ali Dedeye ve Aziz Amcama beni emanet ederken evimizin erkeği yani büyüğü bu çocuk olacaktır demiĢtir. Ayrıca aynı sözleri 5 yaĢında bir çocuk olarak Ģahsıma da söylemiĢtir. (2) Aziz Amcama da aynı cümleleri tekrarlamıĢ ve özellikle evine alıp çocuklarına bakması ve büyüklük etmesi için de hanımının biriyle evlenmesini içine sindirebilmiĢtir. (3) Dilekler: Bizden önce dedemin son dedeliği yaptığını, bu yüzden de Ġstanbul‟dan ölüsü geldiğini daha önceki satırlarda yazdım. Dedelerin müritlerinden çok değerli ve muhterem insanlar benim dedemin yerine geçmemi istiyorlardı ve dilekte bulunuyorlardı. Ama dedemin vasiyetnamesini Belgüzar Anamdan öğrenince benim cem ayinlerinde pratik icraat yapmam da mümkün değildi. Bineaneleyh illa ki, icraatcı dede olmamakla birlikte dede oğlu olmayı üzerinden silip atamıyorsun. Ġleride okuyacaksınız ki, hayatımın yarısını kendim için değil toplumsal ve sosyal faaliyetler için harcamıĢımdır. KÖRPE YAYMA Körpe bizim yörelerde anasından yeni doğmuĢ küçük kuzu ve keçi yavrularına denirdi. Ġlkbaharın 4‟üncü ayında davarlar, kuzular, bu yavrular 10-15 günlük olunca otlanmaya götürülür. Bahar bilindiği gibi yılın en verimli mevsimidir. Köylerde tahılların bir kısmı güzün ekilir, bir kısmının ekimine de yazın üçüncü ayının sonuna doğru baĢlanır, dördüncü ayın sonuna kadar ekin ekilirdi. Bostanlarda en çabuk yetiĢen sebzelerden salatalık ve soğan olurdu. Karpuzların ardından domates yetiĢirdi. Domatesler ancak ağustos ayında yenmeye baĢlanırdı. Benim körpe yayma anım Ģöyle olurdu. Karpuzlar ve domatesler yetiĢene kadar körpeleri yayardım. 9-10-11 yaĢlarına kadar her yıl 2 ay civarında körpe yayadım yani otlattım. Körpeleri komĢu çocuklarla beraber otlatırdık. 5-10-20 körpesi olan 2-3 arkadaĢla birlikte otlatırdık. Körpeleri günde iki defa otlatmaya götürürdük. Birincisi sabah erkenden güneĢ ısıtana kadar yani sabah saat 6-7‟den 9-10‟a kadardı. 9-10 sıralarında getirir köslerine doldururduk. 10:30 - 11‟de de davarlar kuĢluğa gelirler. Öğlen sonu saat 14‟lerde davarlar yaylıma çıkar. Ardından körpeleri tekrar götürürdük. Zira körpeler 1-2 ay günde iki defa annelerinin sütünü emerler. 2 ay sonra körpeler sütten kesilir. Daha emzirilmezler. Bir ay gibi körpeler annelerine gösterilmez, otlu sulu yerlerde otlatılır. Karınları otla doyar, ot yayılmaya yemeye iyice alıĢınca, artık annelerini emmezler. O aĢamadan sonra körpeler davara katılır. Davarla birlikte yayılırlar. Köyün yolunda, bir yanı demir yolu iki yanı da suyla çevrili büyük bir arazi vardır. Bu yerin adı Büyük 23 Ölmeyen Çocuk Alandır. Burada yaklaĢık 15 evin tarlası var. Buranın toprağı da verimli bir topraktır. Çok güzel ekin olur. Bu tarlaların ekini biçilince körpeleri bu alana otlamaya götürürdük. Fakat bu tarlaların yüzü tümüyle ve acayip bir diken olurdu. Öyle bir diken otu vardır ki, adına çakır dikeni derler. Bu denli otlar tamamen yere serilir. O susuz toprak olmasına rağmen 3-4 metre etrafına kol atarlar. Bu otlarda oluĢan dikenler, yuvarlak, nohut tanesinden biraz büyük, yüzü olduğu gibi dikenlidir ve serttir. Benim ayağımda da çitemeli çarık, beyaz bir don, boydan fistan vardı. Alanın bir tarafının ekinleri biçilmiĢ, bir tarafı halen biçilmemiĢ idi. Körpeler o biçilmemiĢ ekine gitmesin diye koĢtururken bu dikenlerin içine düĢtüm. Bazı yerlerde de uzun otlar vardı, onlar da kurumaya durmuĢ. Onlara da sürtüldüğün zaman bacaklarını haĢlıyor. Körpeler ekinlere girmesin diye koĢuĢtururken ayaklarımdaki çarık da düĢtü dikenlerin içinden çıkamaz oldum, öyleki bir taraftan ayağımdaki donum otlardan yırtıldı, diğer taraftan ayaklarım kan içinde kaldı. O dikenli otlar birbirine kavuĢmuĢ halı gibi serilmiĢ vaziyette. Ayak basacak dikensiz boĢluk yok. Bu dikenler 1-2 milim, kökü kalın, ucu öyle bir sivri ki; her ayağını bastığın yerde ayağına birkaç diken batıyor. 8 yaĢında bir çocuğum, ağlamaktan baĢka birĢey düĢünemiyorum. Diğer arkadaĢların ayakları ve giysileri sağlam idi. Onlar benim kadar dikenlerden etkilenmedi. Ayrıca üç arkadaĢız içlerinde en küçüğü benim. Ġki arkadaĢımın birisi 14 yaĢında Seyit Ali, kendisi çok gençken öldü, diğeri Veli 12 yaĢında. O da Ġstanbul‟a gitti, orada yaĢamaktadır. Bu iki arkadaĢım körpeleri alıp gittiler. Ben tarlaların yüzünde kaldım. Dikenlerden kurtulmam için 200 metre canımı diĢime alıp yürümem lazım. ġimdi iki problemim var. Birincisi dikenlerden nasıl kurtulacağım, ikincisi arkadaĢlar körpeleri götürdüler, benim sekiz tane körpem var, köye girerken ilk yol bizim evden geçer, davar gelmeden körpeleri götürüp köse kapatmam gerekiyor, aksi halde anneleri gelmiĢ olur ve hepsi emiĢirler. ArkadaĢlar körpeleri ayırdılar, gittiler. O gün de körpeleri eve götürmemiz geç kaldı. Davarlar gelmiĢ ise iĢler daha da berbat olacak. BaĢka bir endiĢem daha var ki analıklarıma ne cevap vereceğim. Bir kere bugün sopa yiyeceğim kesin. Bu korkudan eve nasıl gideceğim endiĢesi sardı beni. ġimdi dönelim, dikenlerin içindeyim. Artık kimse beni gökyüzünden kopup götürecek biri olamayacağına göre, çocuk da olsan bir Ģeyler aklına geliyor. Tek çare dikenler batsa da ayaklarımdan kanlar aksa da acıları göze alıp yürüyüp çıkacağım. Neticede bu acılara rağmen dikenlerden kurtuldum. Ama saat 12‟yi geçmiĢ köye gitmemin imkanı yok. Suyun kenarına indim. Ayaklarımı yüzümü yıkadım. Köyün yakınında kavak vesaire ağaçlar var. Orada öğlen sonu saat 1415‟lere kadar kaldım, bu arada analıklarım arkadaĢlarıma sormuĢlar. ArkadaĢlar keyfiyeti anlamıĢlar. Benden 6 ay büyük Analığımdan olan kızkardeĢim var. O beni aramaya gelir ve beni ağaçların gölgesinde bulur. Beni eve götürmek istediğini söyler. Ben ise endiĢelerimi anlatırım. Bu kardeĢimin adı Bağdat‟tır. Ben Bağdat‟a dedim ki, „Sen git körpeleri arkadaĢlara kat, alsın gelsinler sen de ister beraber gel 24 Ölmeyen Çocuk ister gelme. Benim durumumu da anneme söylersin.“ Bağdat ise, bu dediklerimi yaptı. ArkadaĢlar körpeleri getirdiler. O gün arkadaĢlarımda beni fazla koĢturmadılar. Böylece o gün akĢam güneĢ aĢmadan körpeleri eve getirdik. Ama benim ayaklarımın yere basacak durumu kalmamıĢ. Ayağımda eski beyaz donun paçaları yolunmuĢ. Bağdat yardım etti körpeleri köse doldurdu. Fakat körpeler kuĢluk vakti analarını emmiĢlerdi. Annem ve öbür Analığım evden çıkıp gördüm ettim diyene kadar körpeler analarının sütünü emmiĢler. Körpeler analarını kendileri keyfine göre emerlerse ne oluyor? Körpeler kendi keyfine göre analarını emdiklerinde 3 çeĢit zarar oluyor. 1. sütü çok emerler, kuzular, gidikler daha küçük oldukları için ishal olurlar, 2. karınları tok olursa ot yayılmazlar, o gün hasta gibi olurlar, 3. körpeleri kendi ellerinle ödürtleyerek emzirirsen hem sütün çoğunu siz sağar alırsınız hem de sütü çok verirler. Gelelim benim durumuma. O gün akĢam Belgüzar Analığım durumumu periĢan gördü ve beni dövmedi. Fakat Zekiye Analığım biraz patakladı. Donumu çıkardı ve yamadı, bana geri verdi. Böylece bugünkü ızdıraplı ve cefalı günü ucuz atlattım, rahat bir nefes aldım. KASNAK DEDE VE KASNAĞIN MANASI Asıl adı Ali‟dir. Ali Dede doğuĢtan temiz yürekli saf bir insanmıĢ. Kasnak manası ise içi boĢ yuvarlak halbur çemberidir. Bu malzemenin dıĢ çemberi 3-4 milim yağsız ve özel çam tahtasından yapılır. Ġçi sırımla baklava Ģeklinde delik konarak dokunmuĢ buğday bulgur elenen bir alettir. Ali Dedeye köy sakinleri bu adı lakab olarak takmıĢlar. Zaman içerisinde bu zatın okuması yazması ve de öğrenim kabiliyetinin de olmamasına karĢın babasından öğrendiği birkaç dua ile sonrada gezici bir dedeliğe çıkmıĢ. Uzun yıllar bilinçli dedelerin, eĢliğinde dedelik yapmıĢ. Cem konusunda ancak Ģu duaları öğrenebilmiĢ. Sofra duası, birkaç tane gülbenk duası, bir de görgü ceminde müsahiplere tarık çalmayı öğrenmiĢ. Böylece zaman içerisinde dedenin lakabı kendisinde kalıcı bir mahlas olmuĢ. Ayrıca doğru dürüst hareketleri, namuskârlığı ile ün salmıĢ. Bazı yerlerde sözü tutulmamıĢ, istekleri kabul edilmemiĢ olduğu zamanlarda aĢka gelmiĢ beddua etmiĢ. Beddua ettiği kiĢiler de zarar görmüĢ. Sonraları bu olaylar çevre köylerde yaygınlaĢmıĢ. Böylece beraber çalıĢtığı dedeler de sadece birkaç dua bildiği, baĢka dedelik vasıflarını bilmediği halde ona bazen post dedeliği, bazen de rehberlik makamlarında dedelik yaptırmıĢlardır. Örneğin ilkbahar ve yaz aylarında bazen karlar eriyip kalkmaz, köylü yaz tohumları ekmeye geç kalır, bazen de bahar ayları kurak gider yağmur yağmaz kendi köyü ve civar köylerden, gelir onu yağmur yağdırmak veya karları eritip kaldırmak için götürürler. ĠĢte devam eden sayfalardan birkaç mucizevi olaylarını okuyacaksınız. Kasnak Dedenin karı kaldırması ve yağmuru yağdırmasıyla; karlar kalkar, ardından tarlaların çamuru kurur ve tohum ekilirdi. Bunun için köy halkından ileri 25 Ölmeyen Çocuk gelen büyük insanlar dedelere baĢvururlar, köy halkını dedenin önderliğinde toplarlar kaba yele karĢı giderlerdi. Dedeyi önlerine düĢürürken de pazarlık ederlerdi. O günün dedeleri de genelde sakallı olurlardı, kasnak dedenin de sakalı vardı. “Ulan sakalı poklu seni önümüze düĢürüp götürüyoruz, kaba yeli söktürüp, karı eritmez isen; seni kara gömer geliriz ya da sakalının kıllarını teker teker yolarız sonra da gerisini sen düĢün” derlerdi. Dede onlara Ģunu söylerdi: „Ya kaba yeli söktürür karı eritirsem o zaman ne yapacaksınız?”, onlar da: “Ulan sakalı poklu o zaman ne istersen yapacağız.“ Dede: “Dede iĢi sağlama bağlar eğer kaba yeli estirip karlar erimeye baĢlarsa o zaman kurban keseceksiniz.“ ES KABA YELĠM ES, ACI POYRAZI KES Kasnak Dedenin kaba yeli estirmesi için dualarıyla dedenin arkasından yürürler kaba yel esmeden dönmek yok derler. Dede de kaba yeli estirir, köylünün yüzü güler, sıra gelir kurban kesmeye. Köyde bütün hizmetleri yapmak için görevliler vardır. Hemen dededen dua alırlar ve çuvalları sırtlarına alırlar. Lazım gelen malzemeleri ve kurban alınabilecek parayı toplarlar. Kurban kesip cem yapmak, kurbanı piĢirip yemek için tahsis edilmiĢ büyük ev damları vardır. Bir de gün tayin edilir. O günü belirlemek ve halka duyurmak için bir de vazifeli haberci vardır. Bunun da hizmet adı peyiktir, Peyikçi denir. Peyikçideki kasıt habercidir. Bütün köyü ev ev gezerek birer lokma getirmelerini tenbih eder. Lokmadaki kasıt ise genelde kuru yiyeceklerden olur. Leblebi, karıĢık üzüm, patatesli soğanlı yağlı saç arasında piĢirilmiĢ kömbe elma gibi yiyeceklerden oluĢur. Bunun adına da kurban eti ile birlikte „Lokma” denir. Kasnak Dedenin önderliğinde kaba yel esti, karlar erimeye baĢladı. KomĢular toplandı, köylü halkının isteği yerine geldi. Sıra geldi toplanan lokmaların piĢirilen etli ve et lokmaların yenmesine. Saz çalıp söyleyen zakirler yerini alır, dede baĢ köĢeye geçer oturur. Halk nizamlı intizamlı tahsis edilmiĢ yerlerine otururlar. Halkın gönülleri birleĢir barıĢmalar ve görüĢmeler sağlanır. Allah‟u Teala‟ya dileklerin kabul olması dolayısıyla Ģükran borçları olan dualarıyla dede duasını ve gülbengini okur. Zakirler birkaç yalvarma Ģeklinde duaz imamlar söyler. Allah Allah diyerek, yüksek sesle olan coĢkulu bir biçimde cemlerini yaparlar. Yeni bir senede bir daha böyle mutlu günlerin nasip olmasını, Cenab-ı Allah‟tan bir daha kendilerini dar zamanlarında bunaltmamasına, halkın birlik beraberliğine ve yaĢamlarının bekasına, ağız tadıyla huzurlu yaĢamalarına, geçmiĢlerinin aziz ruhlarına, Muhammed Mustafa‟nın, Ehl-i Beyt‟in ve ailesinin ruhlarına, gayb erenlerinin burada bulunan ve bulunmayanların ve de yolda belde kalanların, kurtuluĢuna diyerek El Fatiha der, cemin ve duanın sonunu gerçeğe hü der dede ve bağlar. SOFRALAR KURULUR 26 Ölmeyen Çocuk Özet olarak lokmaları paylaĢtıracak, halka dağıtacak olan hizmet sahipleri vardır. Bunlar kalkarlar dededen lokmalarını dualatmak, yedirmek üzere izin ister. Dua alırlar, lokmalar dağılır, lokma dağılıp bittikten sonra „Oturanlar duranlar elimizde yoktur nizam terazi büyük küçük dedeler, zakirler, müminler ve babalar oldunuz mu hakkınıza razı, lokma almayan ve bizden isteği olan varsa dile gelsin söylesin” derler. Halktan ses çıkmadığı takdirde lokma sahipleri lokmaların hepsinin birden yenmesi üzere izin verirler. Dededen de tekrar dualarını alırlar böylece hizmet sahipleri yerlerine oturur, lokmalarını yemeye baĢlarlar. ĠĢte Kasnak Dede köyünde ve de çevre köylerde halkın böylesine birbirlerine bağlı, inançlı birlik beraberliği içerisinde mucizevi bir Ģekilde cem ve yalvarıĢ ayinlerine devam eder. KASNAK DEDENĠN YAĞMUR YAĞDIRMASI ĠĢin burasına gelmiĢken bizzat Ģahit olduğum Kasnak Dedenin yağmur yağdırmasıdır. Köy halkı bostan çekirdeği ekecekler. Bizim yörelerde bostan çekirdeğinin mayıs ayının on onbeĢine kadar ekilmesi gerekir. Ama iki ay boyunca hiç mi hiçbir damla yağmur düĢmez. Topraklar kurumuĢ öllük gibi olmuĢ, köylü ise bostan ekemezlerse aĢağı yukarı bir yıllık mahsüllerinin yarısını kaybetmiĢ, zarara uğramıĢ olurlar. Sene 1949 idi. Ben on dört yaĢımda idim. Amcazadem Kasnak Dedenin kapısından geçince biraz ötede tarlamız vardı. Kapının önünde 12 dönüm sulu bir tarlamız var. Yarısı bizim, yarısı da amcazadem Kasnak Dedenindi. O esnada yaĢlılardan iki amca geldi, birisi köyün ağası Gazi Kâhya derlerdi, diğeri de Dayımın dayısı Sait idi. Onu da Sait ağa diye anarlardı. Ġkisi de sayılır sevilir önder kiĢilerdi. Allah bunların hepsine rahmet eylesin. Bu zatlar kapının önünde ve minderin üstünde oturmuĢ sakalını sıvazlayan Kasnak Dedenin baĢına dikilirler, Ģu sözleri konuĢurlar: “Ulan Kasnak Dede misin ne karın ağrısısın, dedeysen kalk dedeliğini göster dürzü.“ Tabi dede olaydan habersiz: “Ne istiyorsunuz söyleyin.“ Gazi Kâhya: “Ne istediğimizi bilmiyor musun? Dürzü görmüyor musun? Tarlalar kurudu bir damla yağmur yok. Millet çekirdek ekemiyor, kalk önümüze düĢ yağmur yağdır.“ KASNAĞIN SÖZLERĠ “Daralınca geldiniz değil mi? ĠĢiniz düĢünce nasıl da gelirsiniz.“ Gazi Kâhya: “Ulan Kasnak fazla konuĢma bugün bu yağmuru yağdıramaz isen” diyerek terki edep sözler ederken, dedeyle onların arasında bu tür konuĢmalar Ģakavari konuĢmalar sayılıyordu. Hiç kimse bu gibi küfürlü konuĢmalarını ciddiye almıyordu. Kasnak Dede: “Köylüyü toplayıp gidikleri getirmeyenin de, yağmuru yağdırmayanın da…” Ve ciddi konuĢtu. Köyümüzde keçi oğlaklarına gidik derlerdi. Gazi Kâhyanın, Sait Ağa‟nın gayreti ve çabalarıyla kadın-erkek, büyük-küçük velhasıl ayağı tutup yürüyebilen köyde ne kadar insan varsa, yediden yetmiĢe kadar 27 Ölmeyen Çocuk hepsi birden her evden birer tane olmak üzere yaklaĢık yirmibeĢ ila otuz tane gidiklerle birlikte yola çıktılar. Ziyaret yerine doğru yöneldiler. Ayrıca gidiklerin etlerini bulgurla piriĢip yemek için kazan tencere lüzumlu malzemeler de alıp götürürler. Kasnak Dede, en önde dedeyi izleyen yaĢlılar ve orta yaĢlılar, onları izleyen genç erkekler, genç kadınlar çoluk çocuk annelerinin yanında yürümeyi bilenler yolda giderken çağırıp bağırmazlar. Cemaat toplu halde dua okurken Allah Allah sesleri yükselmeye baĢlar. Yalvarmaların isteği ne ise istekleri kabul olana kadar coĢkuyla sesli bir tempoda yolda düzenli bir Ģekilde yürüyüĢe devam ederler. Küçükler büyükleri kesinlikle geçmezler. Büyükler yolda yürürlerken ĢakalaĢarak güzel muhabbetler sürdürürlerdi. Köy büyüklerinden Gazi Kâhya, onun amcası Ġlyas Erdoğan, Sait Ağa dedemiz Kasnak, Süleyman Kılıç, Celal Kaya, Hüseyin Kaya, Süleyman Kılıç aynı zamanda Hüseyin Kaya (zakirdir, çok da bilgisi var dededen sonra gelen sayılan sevilen ayrı bir makama sahiptir), Veli Yüksel, Veli Kaya ve oğlu ve babası Topal Ali, ve Hüseyin TaĢkıran‟lar. Hüseyin TaĢkıran aynı zamanda köyün ikinci zengini olan en çok külfet kalabalığı olan 58 nüfüslu bir aile idi. Bu saydıklarım köyün en yaĢlılarından idi. Bizim evde ise babam genç iken ölmüĢ erkeklerden amca zademiz Ali Dedenin oğlu Aziz Amca (Aziz’i yukarıdaki sayfalarda anlatmıştım) babamın ikinci karısıyla evlenmiĢ ayrılmıĢlar. Sadece bu olayda ondört yaĢında olan ben varım bu maziye ileride tekrar döneceğiz. ġimdi yağmuru nasıl yağdıracaklar oraya dönelim. ZĠYARET YERLERĠ ĠSMAĠL BABA Ziyaret yeri köyün 45 dakika yakını, güneybatıya doğru giden bir mahaldedir. GeçmiĢ zamanda orada Ġsmail adında bir zat Ģehit olmuĢ, hemen öldüğü yere mezar yapmıĢlar. Sadece geliĢi güzel bir mezar, çok çetin bir yer, yanından geçen yolda ancak yaya gidebilirler. Motorlu vasıta iĢlemez o istikamette olan köylere. ĠĢin düĢerse yolun ordan geçen bu zatın ünvanı Ġsmail Baba‟dır. Ġsmail Bbaba‟ya, kavuĢmadan önce, hemen 100 metre önde mağaraya benzer bir yar var, o yere de Çandır Baba derler. Orada yatırı yoktur. Belli ki, geçmiĢ tarihlerden oraya ergin hakkın sevgisine mazhar olan bir zat gelmiĢ, yapılan törenlerin benzeri bir olay ortaya koymuĢ. Adamın ismi Çandır olabilir. Öyle mucizevi bir olayı meydana getirince o yere ismi konulmuĢ, halkın dilinde Çandır Baba diye kalmıĢ, halen devam etmektedir. Çandırın sözlük anlamı; 1. karıĢık melez, 2. aĢılanmamıĢ yabandır, aynı zaman coĢkulu su anlamına da gelir. ĠKĠNCĠ BĠR SU ġimdi birbirine ikiyüz metre mesafede iki tane baba var. Birinin alelade bir mezar belirtisi var, diğerinin hiçbir niĢanı yoktur. Bu babaların ara yerinde Ġki Su dediğimiz yerde kaynayan bir su daha vardır. Suyun adı halk dilinden pınar, Kaynar Pınar, 28 Ölmeyen Çocuk aslına bakılırsa Kaynar Su demek daha doğru olur. Bu su ise kıĢın sıcak olur. Ġçtiğin zaman 20 derece civarında bir sıcaklık hissedersin suda. 10-15 metre çevresinde buz kar orayı tutmaz. Oysa ki, oralarda bilhassa sular Ģiddetli buz olur, sular çok fena buzlanır. Aralık ayında etrafı kaplayan buzlar üçüncü ayın sonuna kadar çözülmezdi. Ayrıca bu su insanda ne kadar içilirse içilsin ĢiĢkinlik yaratmaz. Örneğin karnın tok iken o sudan iki üç tas içtiysen yarım saat sonra acıktım diye bağıracak dereceye gelirsin. Bana göre bu su temiz ve yararlı olmanın yanı sırada, Ģifalı bir su olabilir. O mahalde her yer taĢ ve gök renkli kumdur. O vadilerden kaynayan su meydana gelinceye kadar değiĢime uğruyor, temizleniyor. Bu su doğrudan doğruya en değerli bir ilaç diye bilinir. GĠDĠKLERĠ KESME HAZIRLIĞI Gidikleri kesmek, yüzmek, yüzdükten sonra, doğramak kazana koyup piĢirmek için ayrı ayrı önceden düzenlenmiĢ, organize edilmiĢ görevliler vardır. Bu hususlarda asla bağırtı çağırtı gürültü falan olmaz. Herkes üzerine düĢen görevi yapar, yerine getirir. SOFRALAR KURULACAK Mahal yerine oturmak için kilim gibi, çul gibi sergiler götürülür. Sofra içinde özel yapılmıĢ, beyaz veya renkli sofra bezleri götürülür bu gibi törenlerde. Bir kaç tane de tahtadan yapılmıĢ altında üç ayak bulunan, yerden yirmi santim yükseklikte sofralar götürülür, bu sergiler yaĢlı ve vazifeli ileri gelen büyüklere serilir. Geri kalan küçük yaĢtaki gruplar kaplarına lokmalarını alır, müsait yerlerde yerler. Sofra konusu malzemeler mahal yerine hayvanlarla taĢınır. At, katır, eĢek bu gibi hayvanlarla taĢınır. LOKMALARI YEME FASLI Gidikler kesildi yüzüldü piĢirmek üzere düzenli taĢlardan, ocaklar yapılır. Kaynarken önce etler su içinde piĢirilir. Sonra bulgur katılır ve etli pilav Ģeklinde lokma piĢer. Cem ayini geleneği gibi bu tür toplum törenlerinde hep usule ve kurallara uyulur. O nedenle piĢmiĢ lokmadan bir kabın içinde bir miktar korlar dedeye götürürler. Toplantıyı yürüten dede, varsa birden fazla diğer dedeler de dahil olmak üzere sahibi bu kesilen lokmada bir parça veya bir kaĢık alırlar. Dede lokma kazanının ağzını açmak için görevliye kısa bir dua verir. Sonra kazanının ağzı açılır. Lokma kaplara tamamen dağılır. Lokmasını erken alanlar, lokmayı dağıtan görevli lokma dağıtımını tamamen bitirip izin vermeden hiç kimse lokmasını yiyemez. Bundan evvel yiyenler olursa, o kiĢiler cemaatın münasip göreceği cezayı alır ve yenilir veya içilir bir Ģeyler vermek üzere cezalandırılır. Böylece lokma dağıtma faslı da biter. Lokmayı dağıtan görevli izin verir, lokmalar yenmeye baĢlanır. Büyük küçük hepsi lokmasını yer bitirir, sonra dedeye haber verilir. 29 Ölmeyen Çocuk Dede erenler cemaat lokmalarını yemiĢtir, „Allah Allah, Dede dua edeceksin hû erenler” derler, dede besmele çekip, peygamber ve Ehl-i Beytine selavat vererek cemaatla beraber dua okurlar. Kasnak Dede dualara baĢlar, bir sofra duası yapar. Dualara daha devam edileceği esnada dedenin talibi olan, aynı zamanda zakirlik yapan zakir olan Hüseyin‟in hanımı Fatma Hanım son derece inançlı itikatlı 45-50 yaĢlarında bir hanımdır. Dedeye seslenir: “Sakalı poklu dede hani yağmur? Hava cingir cingir güneĢli. Bulut dahi yok, lokma yendi, dua da bitiyor.“ Kasnak Dede duayı durdurur, uzun ve beyaz bir sakalı vardı. Sakalını bir sıvazladı: „Kız……., ne konuĢuyorsun (Afedersiniz bunlar ġaka konuĢmalar hiçbir zaman ciddiye alınmaz) sen karıĢma benim iĢime. Burada çoluk çocuk yaĢlı bir sürü insan var. Bu kadar yol gideceğiz daha vakit erken siz merak etmeyin, yağmur yağacak”, dede tekrar duaya devam ediyor. Cemaat baĢladı „Allah Allah, Allah Allah” yüksek sesle. Ġrili ufaklı 200 kadar insan vardı. Hepsi aynı tempoda coĢtular yalvardılar. Bulunduğumuz mahalin iki tarafı çok yüksek tepe ve kayalıktı. Cemaatin sesi bu kayalıkları seslendiriyordu. Büyük ve küçük hepsinin baĢı secdeden yönleri dededen tarafa dönük Ģekilde dede Fatma Hanıma Ģunu da söyledi: “Madem öyle, ben sana kavak çayını geçirmeyeceğim” dedi. Dualarımız, Allah Allah coĢkularımız tamam oldu, Kasnak Dede halkı bir daha uyardı: „Biraz çabuk olun, hızlı yağacak kavak çayına sel gelir, oradan geçemezsiniz Ģimdi.“ Ziyaret yerine giderken mesafesi 200-400 metre uzun olan iki tarafı çok çetin kayalık olan bir vadi var, iki vadinin arası yaklaĢık bir tarafı 300 diğer tarafı 200 metre geniĢ derinlikte devamlı su akan bir dere vardır. Bu dere 500 metredir. Yukardan ikiye ayrılır çok yağıĢlarda, o vadilerden gelen yağmur suları toplanır aĢağıda. Köye 500 metre yakın olan yerden Tokma Çayına karıĢır, bizim yolumuz iĢte bu derelerden gelecek çaydan geçer. Yolumuz da köprü falan da yok, eskiden varmıĢ, o sıralarda yıkılmıĢ ve sadece köprünün ayakları hala durmaktadır. Halk yola çıktı, malzeme taĢıyan hayvanların sırtına malzemeler yüklendi, dede ve yaĢlılar önde gençler çoluk çocuk grubu arkadan takip ediyor. Ama herkesin gözü havada, yürekler pıtır pıtır atıyor. Acaba ne zaman yağacak bu yağmur… Nasıl bir yağmur yağacak? Sakin bir biçimde normal yağmur mu yağacak? Yağmurun yağacağına herkes inanmıĢ. Bu durumda buradaki halkın beklentisi dolu yağmaması, yağmurun normal yağması, tarlalarına suyun yavaĢ yavaĢ sinerek yağması. Ekilecek bostan çekirdeklerinin de kolayca çıkmasını istiyorlar. Bu arada dedeyi kızdırmıĢlardır. Bir kere söyledi dolu veya deli yağacağını bilseler de gidip dedeye yalvarsalar dahi dede artık yola çıkmıĢ yağmuru geri durduramaz, çünkü onun bir sözü vardır. Artık gökten ne yağarsa halk razı olacaktır dolayısı ile. Havaya bulutlar gelmeye baĢladı, hafif soğuk bir rüzgar baĢladı. Geçeceğimiz suya 300 metre yakın yolumuz varken yağmur bastırdı. Arası çok sürmedi hızlı bir Ģekilde gök gürültüsü baĢladı. Ardından hızlı bir Ģekilde dolu yağdı. Bereket dolu yağıĢ 5 dakika civarında devam etti, çabuk kesildi. 30 Ölmeyen Çocuk Ama bu esnada ilerideki grup olarak suya yaklaĢtık, dereden su çoğalmaya baĢladı. O büyüklerle biz suyu geçer geçmez arkadaki gelenler bağırdılar: „Sakın suya girmeyin.“ Sel geliyor derken sel bastırdı, taĢları o vadilerden söküp getiriyordu. YaklaĢık 3 metre yüksekliğinde geçtiğimiz geçidin üzerinden 20-30 metre geniĢliğinde su geçti. Dedeye: „Sakalı poklu hani ya.“ Yağmur yağmaz diyen hanımda içlerinde olmak üzere halkın çoğunluğu suyu geçemediler. Biz ise suyu geçince dere boyunca çok büyük kavak ağaçları vardı. Onların dibine sindik. 10-15 dakika sürdü, neticede yağmur isteyen cemaatin istediği olmuĢtu. Dede haklı olarak konuĢmaktadır artık. Bu arada sel kesildi, arkada kalanlar da geçti. Köye giden yola çok dik olan 50 metre uzunluğunda bir yokuĢ vardı. Dedeye takılanlar arasında muhterem insanlar vardı. Aynı zamanda yaĢlıdırdan Ali, lakabı Topal Ali‟dir, Topal Ali: „Ulan Kasnak, sakalı poklu! Sana yağmur yağdır dediysek böyle mi yağdır dedik.“ Zira Topal Ali‟nin üstü ıslakmıĢ, sırıl sıklam olmuĢ, adam yürüyemiyor. Topal Ali‟nin bir de bastonu vardır, Kasnak Dede: “Nasıl? Topal kıçını ettğim haydi. Bundan sonra fazla gevezelik yapma.“ Rahmetle andığımız Kasnak Dede‟nin de, o günkü olayı yaratan canların ruhlarına da el fatiha diyor yağmur yağdırma faslımızı burada noktalıyoruz. ÇĠFT SÜRME OLAYI Kara sabanla tarlada çift sürerdik. Ekin ekilecek tarlalar ilkbaharın son aylarında ve güz aylarında bir kez sürülür, bir müddet bekletilir, bir de mayıs ve haziran aylarında ikinci kez sürülür. Bizim memlekette bu ikinci sürmeye ikileme denir. Aynı zamanda herk de denir. Sürülecek tarla ıraksa dağda yatarlar. Birkaç komĢu toplu bir halde, akĢamları arkadaĢların köye gitmesi, iki kiĢinin öküzlerin yanında yatması aralarında nöbetleĢe olur. Sabahleyin erkenden kaldırılır ve öküzler otlatılır, karınları doyrulur. Güçlü yetiĢkin bir insan bile tarlada çift sürerken zorlanır. Ben ise 12 yaĢını bitirmiĢ, 13 yaĢın içinde cılız bir çocuğum. 35 kilo bile gelemem. Üstelik çifti tutmak için arkada bir tutak var, bu tutağın uzunluğu 60-70 santimetredir. Tarlada eğimli olunca tutakta benim boyumca yüksek oluyor. ġimdi tarlayı sürebilmek için o tutağı ayakta tutmanız lazım. Haydi çifti ayakta muhafaza ettim diyelim, kollarım ve belim kırılacak Ģekilde yoruluyor bu durumda da, sonra takatten düĢüyorum ve artık bacaklarımı atamaz oluyorum. Dizden aĢağı kaba etim ĢiĢti neticede. Artık çifti süremez duruma düĢtüm. Bu durum karĢısında eve gitmekten baĢka çarem kalmadı ve biraz yürür duruma gelmem için bir yerlerde yatıp dinlenmem lazımdı, yoksa köye de gidemezdim. Artık neye mal olursa olsun yatıp dinlenmem ve ayağımın ĢiĢinin inmesi gerekecekti ve öğlen sonu saat 2-3 saatlerine kadar yattım. Biraz yürür duruma gelmiĢtim sonrasında. Bir saat yol yürüyeceğim ama mümkün mü. Ayağımı attığım zaman bas bas bağırıyorum. Öğleden sonra saat 3‟te yola çıktım, akĢam karanlığa kadar köye ancak varabildim. Biliyorum dayak yiyeceğim, çok iyi biliyorum. Bildiğim halde dayağa razı oldum. Eve ulaĢtım, Analığımın bir tanesi Belgüzar Annem genelde evdedir. Diğeri çok kere 31 Ölmeyen Çocuk dıĢarı iĢlerine bakar. Davar sağma, bostan sulama, çift sürme gibi iĢlere bakar. Haftada bir de ekmek piĢirirdi. Bunları Zekiye Analığım yapardı. Diğer Belgüzar Annem de ev iĢlerine bakar yemek yapardı. ĠĢte o gün Ģansımdan Zekiye Analığıma denk geldim. Bir güzel dayak yedim. Dayaktan daha fazla benim gücüme giden küfür etmekti ki, çok gücüme gidiyordu. Babam sağmıĢ gibi, onlara bir Ģey olacakmıĢ gibi algılardım. Aslında ben de Analığıma elbette kalbimden beddua ederdim. Bazen gizli yerlere gider ve ellerimi kaldırır Allah‟a yalvarır beni dövenlere, bana küfür edenlere, bana beddua edenlere sen de aynısını yap diye yalvarırdım. ĠĢte ben de amcamın elinden çok ama çok iĢkence, çile dolu bir çocukluk hayatı yaĢadım. ġu an yaĢım 75, düĢünüyorum da çocukluk deyince sözlüklere lugatlara baktığımda çok anlamlar karĢılığı çıkıyor. Sadece karnı acıktığı zaman ağlayandır sanırdım. Taki 6-7 yaĢına kadar dövsede sövsede insan aldırıĢ etmiyor. Böylesine kendini Hak‟ka teslim edercesine baĢkasına teslim olmuĢ kutsal bir çocuğa küfür etmek, aç koymak, onu dövmek, hele hele de ona iĢkence etmek hiçbir yarar sağlamaz. Ne maddi ne de manevî bir kazancı olmaz, hatta böyle kiĢiler insanlara insan gözüyle bakmaz, böyle muamele ederlerse mahkemelerde en ağır cezalarla cezalandırılırlar. Ama buna rağmen ne acıdır ki, anneler babalar da dahil bir çok kimseler masum çocuklara söz konusu iĢkence türlerini uygulamaktadırlar. VE YORUM Çocuk dövmeyi bazı nedenlere dayandırıyorum. Çocuk dövmeyi, çocuğa iĢkence yapmayı yalnız çocuk dövmenin bazıları için kendince bir amacı vardır. Örneğin bunlardan birisi; normal bir ana baba, çocuğunun okuması yetiĢmesi için elinden gelen gayreti sarf eder, hatta çocuğuna maddi manevî fedakarlıklarda bulunan ana babaların çocukları için bazı ülkelerde tüm kurumlar varken Türkiye‟de ve bu gibi ülkelerde böyle kurum ve kuruluĢlar, özel eğitilmiĢ öğretmenler en azından yeterli düzeyde olmadığından çocuk sahipleri de bir yerde bunalıma düĢebiliyor, çocuğunu dövebiliyor kendini çaresiz hissedip. Çocuğunu ne için döver Ģeklindeki soruya ileride tekrar değineceğim. AZĠZ NESĠN‟DEN BĠR ALINTI Çok saygı duyduğum son derece saygın ustadımız Allah kani kani rahmet eylesin. Ben inanıyorum ki, o muhterem insanın ruhu yine kendi gibi hayırlı bir insan olarak dünyaya gelecektir. Ruhuna fatiha olsun Aziz Nesin‟in. Böyle gelmiĢ böyle gitmez adlı kitabının 1994 yılındaki 11. baskısında rahmetli Aziz Nesin çocukluğunu çocuk gibi yaĢayamamıĢ olduğundan Ģikayetleniyor ve Ģöyle dile getiriyor: „Ailem fakirdi, dedem ve babam pahdiĢahçıydı ve Abdulmecid‟i çok severdi. Atatürk piyasaya çıktı ama Atatürk‟ü sevmezdi. Atatürk‟e anam küfür mahayetinde lakablar söylerdi. Mesela Atatürk‟e kör Kemal derdi. Ayrıca kökten dinciydi. Aynı zamanda tarikatçıydı.“ Rahmetli Nesin tarikatçıydı demiĢ ya tarikatın adını koymamıĢ. Yalnız kendisi de çocukluğunda birkaç kez gittiğini, ağzına ĢiĢ soktuğunu yazmıĢ. Devletin okulu olduğu halde babası onu mahallede din hocasının önünde okutuyor, onu okula 32 Ölmeyen Çocuk göndermiyordu. Konuya geçelim diyerek tamamlıyordu. 1. beni din hocası yapmalarıydı, 2. parasızlıktan veremiyorlardı. Annesi babasından çok çok aydınmıĢ, 10 yaĢına gelmiĢ olmasına rağmen devletin okuluna gidip diploma veya bir devlet iĢine sahip olamayacaktı. Aziz Nesin çok zekalıymıĢ, arkadaĢlarının içinde Kur‟an‟ı en iyi ezberleyen, en iyi ezan okuyanlardan biriymiĢ. Hatta bazı çocuklara ders vermiĢ, hocalık yapmıĢ. Neyse ki, babasının arkadaĢlarından yardımcı olmuĢlar, onu devlet okuluna yazdırmıĢlar, daha sonraları onunla da kalmamıĢ 11 yaĢında ve sınavla kazandığı 4. sınıftan bir devlet yatılı okuluna gitmiĢ. Aziz Nesin hakkında bu yazdıklarım Nesin‟in gericiler tarafından sevilmediğinin bir sebebidir. BENĠM ÇOCUKLUĞUM Benim çocukluğuma gelince, ben çocuk olmadım, olamadım da. Ne acıdır ki, Allah beni sanki ızdırap çekmem, için iĢkence görmem için yaratmıĢtır. ĠĢte ızdıraplı günlerimden biri de Ģöyledir. Bizim köyde kıĢın yakacağımız sadece odundur, civar köylerde hayvan gübresinden tezek denen yakacak yaparlardı. Bizim köyde hayvan gübresini tarlalara dökerlerdi. Bizim dağlarda odun türü çoktu. MeĢe, çam gibi ağaçlardan odunları keser getirirdik. ODUN TAġIMA Biz dört kardeĢ birlikte odun taĢımaya giderdik. Odunları birlikte keseceğiz, toplayacağız ve sırtımıza yükleyip getireceğiz. Odun kesip taĢıma zamanı genelde 10-15 ekimde baĢlardı. Havalar iyi devam ettiği müddetçe odun taĢırdık. Zira taĢımacılık hayvanlarla olurdu ama bizim bir katırımız vardı. O hayvan bir çetin yerden yuvarlandı öldü. Dolayısıyla 2 yıl hayvan alamadık. Zaten hayvan alabilsek de hayvanı yüklemesini baĢaramazdık. Odunu sırtta taĢımaya ben 15 yaĢıma gelene kadar devam ettim. ODUN TAġIMA YÖNTEMĠ Odun taĢıma yöntemimiz iplerle olurdu. Ġplerimiz keçi kılından dokunmuĢ el örgüleriydi. Ġkincisi ise kendirden yapılmıĢ 15x30‟luk iplerin adı kendir 3x10‟luk iplerde sicim denilirdi yani yerine göre bu ip türlerinin kalınlığı 1.5 santimetredir. 3x15 santimetre kalınlığındaki ipe ister kıldan ister kendirden yapılsın ona da urgan denilir. Odunlar bu iplere dizilir ve sırta alınır, köyden bir saatlik mesafede yolda odun taĢırken benim belim yara olurdu. Geride kalırdım, sonra sen erkeksin niçin sen her gün yarım saat bir saat geride kalıyorsun derlerdi. Maalesef bütün bu sorulara karĢı cevap verme yetkisine sahip değilsin, itiraz hakkın yoktur ama odun taĢımak zorundaydık sonuçta. KITLIK YILLARI 33 Ölmeyen Çocuk Ġsmet Ġnönü zamanı, yıl 1946 – 1947, kıtlık yıllarıydı. Sivas, Divriği, Erzincan havalelerinde ekinler çok zayıf oldu ve mahsul olmadı. Çok az buğday olmuĢtu. Söz konusu bu kıtlıktan en çok bizim gibi fakir aileler etkilenmiĢti. Bizim aile tam dört ay üzeri buğday ekmeği yiyemedik. Arpa da yoktu. Analığımın evde kılla yün karıĢımından dokunmuĢ kilim, benzeri, çuvalları vardı. Onları köyümüzün ağası Gazi Kâhya‟ya sattı. Gazi Kâhya‟dan iki ölçek arpa aldı. Evimizde ise birkaç teneke, fiğ ve küĢne buna benzer tahıllar vardı. Bunları birbirine karıĢtırıp değirmene götürdük, öğüttük. Bu üç çeĢit malzemenin karıĢımını un yaparak 15 santim kuturunda ve yuvarlak biçimde yapılan, saç üstünde piĢirirlen, en çok 75 ve 100 gram olan ekmekten 24 saatte bir tane verilirdi. Yanı sıra da, düğürcek çorbası yaparlardı. YaklaĢık 8-10 litre suyun içine bir su tası yada bir su bardağı dolusu düğürcek katılır, kaynatılır yeriz. Bir kaĢığın içinde 10-15 tane bulgur tanesi ancak bulunur. O zaman ağaçtan kaĢıklar vardı. Hatta 1960-1965 yıllarına kadar köylerimizde kullanıldı bunlar. Biz 4 ay 24 saat arpa, fiğ, küĢne karıĢımı ekmeğimizi yerken köyümüzde bir komĢumuz üç ay ne arpa ne de küĢne, ne de fiğ ekmeği bulabildi. Üç ay ekmek yemediklerini hatırlıyorum. Ġlk bahar aylarından 10-15 hazirana kadar sadece ot yedik. Özellikle 3 ay ekmek yiyemeyen komĢumuz ot toplayıp yediler. Otlar solardı, 4 ayda güneĢ iyi olunca bazı yerlerde madımak otları yetiĢir, onları toplar çorba yaparlardı. Önce madımak sonra, yonca, daha sonra da bu otlar küçük bulgur taneleri durumuna getirilip yemek yapılırdı. 13 yaĢımda ben, benden 2 yaĢ büyük Ablam Meliha, Gazi Kâhya‟ya ırgat durduk. 9 gün döven sürdük. Sabahleyin güneĢ harmanın üstüne doğunca baĢlardık akĢam karanlık düĢene kadar döven sürerdik. YaklaĢık 10-12 saat çalıĢırdık. Öğle, akĢam yemeğimizi verirlerdi. Yemeklerimiz öğlen katıklı çorba idi. AkĢam yemeğimiz de bulgur pilavı olurdu. 9 gün çalıĢmanın sonunda 18 yevmiye yapıyordu. O zaman bu Ģekilde çalıĢırdık. Irgatlara 50 kuruĢ ücret verilirdi. Gazi Kâhya bize 18 ırgatlık karĢılığı 9 lira vermesi gerekecekti ama Gazi Kâhya bize sadece 2 ölçek zibilli buğday verdi. O ortamda buğdayın ölçeği, değirmenlik temiz buğday 2 lira 80 kuruĢtu. Gazi Kâhya bize 3 ölçek temiz buğday verseydi ki, 3 ölçek buğday verecekti 60 kuruĢumuz da artacaktı. Nerde kalmıĢ ki, Gazi Kâhya harmanda makineden çıkmıĢ buğdayın kenarlarından toplayarak daha da zibilli buğdayı doldururdu. Gazi Kâhyanın bize vermiĢ olduğu buğday ancak iki lira ederdi. 3 ölçek buğdayda 6 lira yapar. Bize göre Gazi Kâhya 3 liramızı gasp etmiĢ, 6 lira vermiĢti. BaĢka bir deyimle Gazi Kâhya bizi 50 kuruĢa değil 33 kuruĢa çalıĢtırmıĢ oluyordu. GAZĠ KAHYA‟NIN HAK VERMESĠ Yöre annesine göre çalıĢma karĢılığında verilen, ücrete hak denirdi. Ölçeğe de uruplağ denirdi. Uruplağ bir tenke ölçüsüdür. Bir uruplağ yıkanmıĢ iyi buğday 18 kilo gelir. Biraz zayıf dolgun olmayan buğdaylar 14-15 kilo gelirdi. Söz konusu uruplağ ise her evde bulunmazdı. 25 hanelik köyde 3 evde vardı. 3 adet uruplağ ölçeği 25 34 Ölmeyen Çocuk evi dolaĢırdı. Her komĢu iĢini bitirince mutlak suretle götürüp sahibine teslim edecektir. Çünkü baĢka bir komĢuya da lazım olacaktır. Uruplağın malzemesi özel bir ağaçtan, 5 milimetre kalınlığında, yumuĢak bir tahtadan yuvarlak bir biçimde tam daire Ģeklinde kıvrılmıĢ, aynı zamanda belediyenin kontrolü yapılmıĢ, ayrıca sahte yapılmasın diye de uruplağın bir tarafında soğuk damga gibi bir yazı ile de belirlenmiĢ olurdu. Ağacın ne cins olduğunu hatırlayamıyorum. GAZĠ KÂHYA HAK VERECEK Gazi Kâhyanın bir komĢusu var. Harmanları onunĢa yan yanadır. KomĢusunun adı Hüseyin Ağa (benim öz Dayımdır) askerde çavuĢ olmuĢ, köyde de çavuĢ derlerdi. Gazi Kâhya, Hüseyin ÇavuĢa seslendi. Hüseyin ÇavuĢ, iĢitmemiĢ olacak ki bir daha seslenir: “Hüseyin ÇavuuĢ, öööv” diye. “Gazi Kâhya” diye Hüseyin çavuĢ cevap verir. “Uruplağı gönderin dedegilin uĢakların hakkını verem” diyordu Gazi Kâhya. Binaenaleyh bizim eve Dedeler derler. Mahmut Dedem hocalık da yaparmıĢ. Eski yazı Arapça üzerinde öğretmenlik ve hem de dedelik yapmıĢ. Muhammed Ali Ehl-i Beyt süreğine ve Kırklar Cemi adı verilen ibadet yöntemini uygularlardı. Bu yoldan baĢka hiçbir mezhep gidiĢatına uymamıĢlardır. Mahmut Dedenin soy kütüğü Ġslam‟ın en son ve en büyük hocası olan Hz. Hacı BektaĢı Veli‟nin amcazadesinden on dördüncü göbek torunudur. Osmanlı padiĢahları tarafından tastikli Seyit Garip Musa adına beratı vardır. Seyit Mahmut Dede, Seyit Garip Musa‟nın torunlarındandır. ĠĢte Mahmut Dedenin ölümüyle baĢlayan talihsizliğin en acılı, çileli, talihsiz günlerinin faturası da bana kesilmiĢ olacak ki, aile içerisinde en çok çileli hayatı bu fakir naçizane yaĢamıĢtır. Bu anımın sonunu ise bir yorumla tamamlayacağım. Nedeni amcam Aziz ve analıklarımdır. Masum bir çocuğu niçin dövüyorlardı? Niçin iĢkence ediyorlardı? Acaba ben böylesine dövülmeye, iĢkenceye layık mıydım? Böylesine iĢkenceyi hak etmiĢ miydim? ĠĢkenceyi, dövmeyi hak etmek demek o nisbetle bir suç iĢlemiĢ olmam demektir. Ben ise bir buçuk yaĢımda yetim kalmıĢ bir çocuk ne gibi bir suç iĢleyebilirdim? Eğer herhangi bir iĢ yaparken hem insanlığın vicdanına yakıĢmaz hem de insanlara eziyet ederseniz Allah indinde büyük suç yapmıĢ olursunuz. Peki neden dövülüyordum ve iĢkenceye tabi oluyordum. Bu analıklarımın da çocukları vardı. Acaba kendilerinin çocuklarını bir baĢkası beni dövdükleri gibi dövselerdi buna dayanabilirler miydi? Buna razı olurlar mıydı? Ona göre babamı paylaĢamadıkları dolayısıyla ölmüĢ, annemin öcünü benden alıyorlarsa annem zaten ölmüĢtür. ÖlmüĢ bir insan ne iĢitir, ne acı duyar, ne de ızdırap çeker. O halde ızdırabı çeken, acı duyan, iĢkence gören de bendim. Buna göre benim hiçbir hatam olamazdı? Veyahut Allah‟ın takdiri mi böyleymiĢ, demek ki öyle dövüleceğimi emretmiĢti! Sövüleceğim, iĢkence çekeceğim, her türlü kötülüğe maruz kalacağım sonra da okulu olmayan, hocası olmayan, babası anası olmayan, parası hiç olmayan mahrumiyet bir köyde okumayı öğreneceğim. Sonra eğitmenlik yapacağım, 35 Ölmeyen Çocuk muhtarlık alacağım, sonra okul yaptıracağım, köyün ağalarına karĢı savaĢ vereceğim, sonra köyün büyüğü olacağım. ġimdi soruyorum? Bu anılarımı okuyacak olanlara soruyorum: zikrettiğim zulüm ve iĢkencelerden kurtulmak, ölmeden sokağa düĢmeden kurtulmak demek bir mucize mukabili zafer değil midir? Acaba ifade ettiğim bu iĢlerde yapabildiğimi ileride sırası geldikçe okuyacaksınız, hiçbir katkı ve ilave yapmadan gerçekleri okuyacaksınız: Saygıdeğer okurlar, anımın burasını okurken ben günahsız bir çocuk olarak neden dövülüyorum! Yukarıda, aĢağıda ifade ettiğim gibi dövülmenin bir sınırı vardır. Ama ben her gün dövülmeye tabi tutuluyorsam, bu uygulama birkaç tokatla dövmeyi de aĢıyordu, iĢkence çekiyordum. ĠĢte bu anımın ikinci baskısında anı kitabımın ikinci baskısının hatalarını düzelttim. Biraz daha derli toplu olsun düĢüncesiyle bu kitabın dizisinin üçüncü çıkıĢını okurken, Ģikayetlerimi dile getirirken, aklıma ne geldi biliyor musunuz? Bu soruyu bir de kendime sorayım dedim. Ben günahsız bir çocuk olduğum halde neden ben her gün dövülüyorum? Sorusunu bir de kendime sorasım geldi. Okuyanlardan bağıĢlanmamı isteyerek biraz derinlere gideceğim. Ġslam toplumunun hemen hepsinde, bilindiği gibi Hz. Ġbrahim‟in Ġshak‟tan olan bir torunu vardı, Yakup peygamber. Onun da 12 tane oğlu vardı ama diğer oğulları en küçük kardeĢleri Yusuf‟u kuyuya atmıĢlar, tabi ki günahsız bir çocuğu kuyuya atılmasıyla onun her türlü yaĢam mücadelesi elinden alınmıĢ, ölüme terkedilmiĢ oluyordu. Ama o kuyuda ölmedi. Yaratan onu korudu. Üstelik o kuyu da boĢ durmadı. Takdiri ilahiye kulluk etti. ĠĢte bugün kolumuzda ve evlerimizde kullandığımız saati buldu ve icat etti, saat bilindiği gibi zamanın en değerli ölçüsüdür. Sorum Ģuydu, Peki Yusuf‟un ne günahı vardı da onun öz kardeĢleri ölsün diye onu kuyuya attılar? Bu sorunun cevabı uzun sürer. Ancak ben bu ilave anımı Ģöyle bağlıyorum. Biliyorsunuz ki, Yusuf‟a Allah‟ü Teala peygamberlik gönderdi. ĠĢte o kadar iĢkencelere tabi tutulan bu yetim de ölmedi. Ġlk celsede 40 tane çocuğu okul hayatına kavuĢturdu. Okulu o köye getirmesiyle 2000 yıllarına kadar o okulda 8 kuĢak çocuk ilk okulu okudular. Bu beyanlarımı ileriki sayfalarda duyacaksınız. OKUMA ĠSTEĞĠM (1946) 13 yaĢına gelmiĢtim. Artık kendi kendime bir Ģeyler yapma arzularım baĢlıyordu. Divriği‟nin Kilisecik köyünden Ali Karakaçan ve onlara amcazade olan Zeynel Karakaçan dedemin müritleriymiĢ. Bunlar bir iĢleri düĢmüĢ bizim köye gelmiĢler. Bu rahmetli zatlar aynı zamanda dedeme ve babama karĢı son derece inanır, itikat ve iman ederlermiĢ. Hatta beni görüp ve benim kafamı okĢayıp sevdiler. Onların da babamın ölümü için gözlerinden bulgur bulgur yaĢlar döküyordu. Bu kiĢiler babamı ve dedemi Hak kiĢiler olarak tanıyor ve değerlendiriyorlarmıĢ. Bana ise Ģu nasihatta bulunuyorlardı: “Sen dedenin yerine geçeceksin, senin deden ilim sahibi ve alim bir dedeydi. Baban okuyamadı ama o da çok dürüst bir dedeydi. Ama senin okuman lazım, sen okursun.“ Artı onların dıĢında civar köylerden dedemin talebeleri, 36 Ölmeyen Çocuk onlardan da halen köylerde hocalık yapan Ģahıslar vardı. Örneğin Divriği‟nin Dumluca köyünden Halil Hoca, Halil AĢçıoğlu, çok iyi Kur‟an okur, cenazeleri kaldırırdı. Hatta dedem kitaplarını da kendisine ematen vermiĢ. Kendisi de rahmetli oldu. Onun çocukları ise kitapları bize geri vermediler. Rahmetle andığım Halil Hoca beni her gördüğünde, dedemin yerine beni sevip öperdi. Çok müfrit bir adamdı. “Sevgili dedemin oğlu, göl yerinde su eksik olmaz, sizin evden de okuyan eksik olmamalı. Senin mutlaka okuman lazım” derdi. ĠĢte böyle bir çocuk iken dede dostlarım beni okumaya teĢvik ettiler. OKUMAYA NASIL BAġLADIM? Dedemin ve babamın talipleri bana durmadan oku oku derken sadece izahatta kalırsa nasıl neyle okunur? Hangi imkanlarla okunur, kim bana para verir? Hep konuĢmada kalırdı, öteye gitmezdi, ben de bu zatlara karĢı sessiz kalırdım. Gönlümden geçirirdim ki, „Siz bana okuman lazım diyorsunuz ama bir kere ben kimsesiz yetim bir çocuğum, analıklarım her gün beni dövüyorlar, sonra benim param yok ve olmazda, ayağım çok zaman yalınayak, bir beyaz yırtık don, bir de boydan bir fistanım var hepsi hepsi.“ Bu ıstıraplı günleri yaĢarken birden düĢünmeye baĢladım, gerçekten okumalıydım. Dede mesleğini yerde koymamalıydım. Dedemin torunu dedirtmeliydim ama imkanlarım yoktu. Üstelik sözünü bile edemezdim bunun. Analıklarıma söylesem sopa yerim. Akranım çocuklara söylesem bana gülerler, belki peĢimi de bırakmazlar oynatırlar beni. Ben böyle düĢünürdüm, belki de karamsardım. Ama okumayı öğreneceğime güveniyordum her nasılsa ve de öğreneceğime inancım tamdır. Ġçimde söyleniyorum, okulu nerede okuyacaksın diyorlardı. Bana izah eden büyüklerimin sesleri, kulaklarımda çınlıyordu. Ġyi güzel de parayı kimden alabilirdim? Nasıl birinden isteyebilirdim? Hiçbiri bana gelipte sana bir elfabe alayım, kalem alayım, defter alayım demiyordu. Allah büyük… Nihayet bir yol buldum. Kapı komĢularımızdan Celal ve Hüseyin diye iki Ģahıs vardı. Bu kiĢiler babamın asker arkadaĢlarıymıĢ. Aynı zamanda babamın, dedemin talipleri imiĢ. DüĢündüm, bu zatların birisinden ya para isteyeceğim ya da bir alfabe, bir defter, bir de kalem isteyeceğim. Alfabe verirler mi vermezler mi, alırlar mı almazlar mı böylece iki ay kadar düĢündüm. Bir gün bayram günüydü, elimi yüzüme aldım. Celal Amca‟yı gözüme kestirdim, fakat onların bir köpekleri var ki çok vahĢi. Rasgelene saldırırdı ve gözünün altından devamlı bakardı ve istisnasız herkese saldırırdı. Ben ise evin arkasından dolandım baktım ki, köpek yoktur. Bir sabah öğleden önceydi ben içeri girmiĢtim. Ġçeride bir büyük ev damları vardı. Evin üstünde ise odaları vardı. Ben evin içine girmiĢtim bir baktım Celal Amca evde, „Kim o” diye seslendi. Beni karĢılayan Celal Amca‟nın hanımı Kezban Hanım olmuĢtu. Kocasına cevap verdi: “Dedegilin Rıza gelmiĢ, iyi gel bakalım. Niye geldin?.“ Ben bir tek söz söyleyemedim. “Söylesene oğlum niçin geldin?” dedi. O 37 Ölmeyen Çocuk gün kurban bayramıydı. Kurban etini bulgurla pilav yaparlar komĢular, sofrada yedirilirdi. Bir çocuk tek baĢına giderse mutlaka bir iĢ için gider, bir Ģey lazımdır. Çocuğu gönderirler, çocuk gidince annem Ģunu istiyor veya bunu istiyor der. Ben ise kendim için bir Ģey isteyeceğim. Belki de bu benim en mutlu günümün bir baĢlangıcı olacaktı. “Haydi söyle niçin geldin?” dedi tekrar. “ġey… Ben okumak istiyorum da, bir alfabe, bir kalem, bir de defter alacağım ama param yok, para istiyorum” diyemezdim. Belki inandırıcı olmazdı. „Okuyacak mısın?”, “He! Okuyacağım.“ “Nasıl okuyacaksın? Kim seni okutacak, okumak kolay mı?” Cevap yok. Sadece okuyacağım cevabı verdim. Celal Amca‟nın Hanımı devreye girdi. Oğlana sorup durma madem okuyacakmıĢ sen de oğlana istediklerini alırsın. Okur belki, okuyabilirse sen de bir sevap kazanırsın. Celal Amca, „Peki ben yarın Ģehire gideceğim, sana da bir tane alfabe, bir tane defter, bir tane de kalem alacağım ve getireceğim” dedi ve ekledi: „Okuyacaksın ama bana söz ver, güveniyorum sen benim dedemin oğlusun. Eğer Mahmut Dedenin torunuysan gerçekten okursun” dedi. Sözü verdi. Ben ise belli etmiyordum. Ama sevincimden karnım yırtılıyordu. Celal Amca cuma günü Ģehire gitmiĢ benim kitabımı, kalemimi almıĢ, köyün orta yerinde bir iki komĢunun evleri vardı. Bu evlerin ikisi birbirine bitiĢik, dam üstleri bir hizada idi. Köyde karanlık basana kadar o damın üzerinde konuĢur eğlenirlerdi. Bizim evin kapısı da o damın üstünden görünürdü. Günlerden cumartesi günüdür. AkĢam güneĢ aĢmak üzere, bir baktım Celal Amca bana sesleniyor. Hemen koĢtum gittim. Celal Amca benim öğrenmem için kalemi belindeki bıçakla sivritti, bana kalem ucunu açmayı öğretti. Elime verdi. “Haydi bakalım Allah sana zihin açıklığı versin. Bir Ģey lazım olursa utanma yine gel emi” dedi. “Tamam Celal Amca, tamam sağol” dedim. Böylece ilk duayı da Celal Amcadan almıĢ oldum. Çok sevindim, sevinçliydim. O ZAMANKĠ ALFABELER: 1957 Ġki türlü alfabe vardı. Birisi iri harfle A, B, C Ģeklinde, diğeri ise birbiriyle birleĢen küçük harflerdi. a, b, c Ģeklinde idi. 2F alfabenin baĢlangıcında „Al, tut, at, at top, at topu tut” gibi yazılmıĢ alfabelerdi. Her okuduğun dersleri de defterine yazacaktın. Yalnız eski alfabeden bazı cümleler iyi değildi. Mesela „Uyu, yat uyu, anam bana yat dedi, ben de yattım uyudum.“ Gerçekten çocuklar bunları okurken zira 7 yaĢında okula baĢlayan çocuklar uyutulmaya değil okumaya teĢvik edilmeliydi. Ġlk okunacak olan alfabe kitabına uyumaya teĢvik eden cümleler niçin ve hangi mantığa göre konmuĢ anlamak mümkün değildi. OKUMAYA BAġLIYORUM Defteri kitabı kalemi aldım analıklarıma söylemedim. Analıklarımın kızacaklarını biliyordum. Okumama kızmalarının gerekçesi Ģu idi. ĠĢin var gücün var, evin iĢlerini güçlerini kim görecek? Eh birazda kızlarının okumayacaklarını, onun için de benim okumamı içlerine sindiremezlerdi. Ayrıca okuyacağıma inanmazlardı da. Onlara 38 Ölmeyen Çocuk göre hem para verip defter kalem alacağım hem de okuyacağım diye iĢleri ihmal edip aksatacaktım. Böylece hepsi boĢa gidecekti. Binaenaleyh okuyabilmeme 3 zorluk, 2 de engel vardı. Birinci engel olacak analıklarım, ikinci engel akran arkadaĢlarımdı. 3 zorluk ise alfabeyi bitirince devam edecek olan diğer okuma kitaplarımı, kalem defterlerimi kim alacaktı. Ben aldırsam parayı kim verecekti. Bir baĢka zorluk daha vardı, kitaplarımı defterlerimi nereye koyacaktım. Analıklarımın, kardeĢlerimin elinden nasıl saklamalıydım ki, alıp yırtmasınlar. Öncelikle benim çantam ve bir kabım veya gizlenebilir yerim olmalıydı. Ancak Ģunu düĢündüm, bir eski beze saracağım. Ahırda bir yere saklayacağım, boĢ kalınca alıp çalıĢacağım ve yine yerine koyacağım. Ve bu kararımı uyguladım. OKUMAYA BAġLARKEN YARARLANDIĞIM ĠNSANLAR KOMġULARIMIZDAN SAĠT SOPA VE DAYIM HÜSEYĠN KAYA Dedemin taliplerinden bunlar Eski Türkçe dediğimiz yazıyı okuyanlardan Latince yazıyı da okuyan 5 kiĢi vardı, bunlardan yararlandım. Hüseyin Kaya benim Dayımdı. Sait Sopa babamın samimi arkadaĢıydı. Ahmet Kılıç cenaze yıkar hocalık yapardı. Veli Kayaoğlu, Veli Yüksel bu Ģahıslar aynı zamanda Latince harflerini de az buçuk öğrenmiĢlerdi. Bu büyüklerime bazen gider birĢeyler sorardım ve yardım ederlerdi. Ama fazlada yararlanamazdım. Sadece hecelemeyi öğrendim, sonrasında okumayı söktüm ama dıĢarılarda ve görünür yerde çalıĢmam imkansızdı. Çünkü arkadaĢlarım görünce gelir oyuna davet ederlerdi. Gitmesen ikisi üçü bir olur beni kovalar tutarlardı, sonra eğlenceye alırlardı. „Okuyup da ne olacaksın? Öğretmen mi, memur mu olacaksın?” derlerdi. Bu nedenle hava sıcak olunca 2-3 saatliğine uzaklara giderdim. Zira artık dayağa alıĢmıĢtım. Yeter ki, bir yerimi kırmasınlar. Amcamın yaptığı gibi dizlerime vurup kanatmasınlar. Bu gibi ağır iĢkencelerin dıĢında ufak tefek sopaları göze alırdım. HÜSNÜ YÜKSEL Bir gün Analığım beni Divriği‟ye gönderdi. Divriği‟ye yalnız gidemezdim. Aynı zamanda ilk defa kasabaya gidecektim, Dayım Hüseyin‟le birlikte gitmiĢtim. Bu sırada sene 1948, bir eĢek almıĢtık. EĢeğe odun yükledik, odun satacağız, parasıyla da alıĢveriĢ yapacağım. Biraz da Analığım cebime para koydu ama Dayım bana hep yardım edecekti. Dayımla odunları sattık, çarĢıya alıĢveriĢe gittik. Rahmetli Hüsnü Bey de pırtı satardı. Pırtı satan dükkanlara manifaturacı derlerdi. Yolumuz Hüsnü Yüksel‟e uğradı. Hüsnü Yüksel Bey Divriği‟nin yerlisiydi. Çok bilinçli, genel kültürü olan, herĢeyi bilen, seven, sevilen, sayılan bir zattı. Hüsnü Bey aynı zamanda mal davar alırdı satardı. Bu iĢleri de köylülerle ortaklık kurarak yapardı. AlıĢveriĢ ve ilgilerinin yüzde doksanı köylüyle olurdu. Hatta köylülerin mahkemelik durumları olduğu zaman da onları barıĢtırır, davalarını iptal ettirirdi. Bu muhterem zatın inancı Sünni inancı olmasına rağmen dedelere sarsılmaz inancı vardı. Benim dedemi babamı tanıyan bir zatmıĢ, beni görünce Dayıma sordu: 39 Ölmeyen Çocuk “Hüseyin ÇavuĢ bu çocuk dedelerden mi yoksa? Adıgüzel dedeye benziyor.“ Dayım, “Evet, aynı zamanda benim de yeğenimdir” dedi. Hüsnü Bey halimi hatırımı sordu. Sonra baĢladı dedemi babamı övmeye: “Sen de onlar gibi olacak mısın?” diye sordu. Dayım Hüseyin: “Köyümüzde okul yok, okutanda yok ama yeğenim okuyacağım” diyor. Divriğililer‟in konuĢma Ģiveleri değiĢiktir. Divriği‟nin köylerine göre, biraz daha değiĢikti. Örneğin köylerde çocuklara „Yavrum” derler. Divriği‟de „Yöğrum“Derlerdi. Hüsnü Bey bana döndü, „Bak yöğrum, okuyacağım diyorsan okursun. Eğer kalem defter kitap ihtiyaçların olursa hiç çekinme haber gönder. Ben sana yardım ederim. Yeter ki, sen okumaya çalıĢ. Senin deden hocaydı. Senin deden de baban da faydalı insanlardı. Siz de onlar gibi olacaksınız Ģüphem yoktur.“ Hatırladığıma göre Hüsnü Bey bana uğradığımda bana bir miktar kâğıt, kalem verirdi. „Ben sana istediğin araç gereçlerinize yardım ederim” demiĢti. Hüsnü Bey ile olan baĢka anılarıma sonra daha geniĢ çapta yer vereceğim. GAZĠ KÂHYAYLA KARASABANLA ÇĠFT SÜRMEYE BAġLAMAM Çok erken, 12 yaĢında çift sürmeye baĢladım. Bu uğraĢım 29 yaĢıma kadar devam etmiĢtir. Bu uğraĢımla ilgili açıklamalara ileride devam edeceğim ancak 1213 yaĢımda olduğumu anımsadığım sıralarda yevmiyeyle kendisine ırgatlık yapıp çift sürdüğüm Gazi Kâhya ile geçen anımı aktaracağım (Döven sürme olayını önceki sayfalarda yazmıĢtım). Bazı anılar var ki, unutulması mümkün değildi. ġu anda 75 yaĢındayım. 75‟ten 13‟ü çıkarsan 62 yaĢ kalır. 50 sene önce geçen bir anımdır bu. Rahmetli Gazi Kâhyayı anımsadığım zaman onu suçlamak gayesini güttüğümden değildir. Tabi ki, kendisine göre o da haklıydı, zira o tarihlere baktığımız zaman bu gibi geliĢmelerin zaman içerisindeki eğitim ve sosyal geliĢimlerin kiĢilere yansıdığını, bu nedenle eline fırsat geçen bazı kiĢilerin acımasız olduğunu görürüz. Gazi Kâhya ile 12 gün ırgatlık yaptım, çift sürdüm. Gazi Kâhya 2 çift öküz koĢardı yani 4 öküz çalıĢtırırdı. Hatta bazen bir öküzü de yedekte bulundururdu. Bazı hayvanlar yaĢlı ve zayıf olurdu. Bu durumlarda yorulan hayvanı dinlendirmek üzere tek öküzü onun yerine koĢar, yorulanı değiĢtirirdi. Gazi Kâhyaya çift sürmeye köyün önündeki Seki Tarla olarak adlandırılan tarlada baĢladım. Bir de Yazı dediğimiz mevkide birkaç tarlaları vardı, orada çalıĢtım. 12 günlük çift sürme anımızın geliĢmeleri Ģöyledir. Gazi Kâhya köyde çok varlıklara sahip olduğu gibi, tarla bakımından da öyle idi. Verimli ve oldukça büyük tarlaları vardı. ġu gerçeği de taktir etmek gerekiyor ki, çok tarlaları vardı ama Gazi Kâhya‟nın kendisi de çok çalıĢırdı, aynı zamanda zekiydi. Örneğin davar sürüleri vardı, yaz aylarında davarı tarlalarda yatırır, tarlaları davarlar gübrelerdi. Köy önündeki tarlalara yükü katırlarla taĢır, tarlaları bu Ģekilde gübrelerdi. Dolayısıyla gübreli tarlalarda ekin çok iyi olurdu, tarlalar çok verimli olurdu. 12 gün çift sürme anımız Seki Tarlada baĢladı Yazı‟da bitti. Benim durumum Ģu idi: tarlalar büyük olduğundan bir baĢtan diğer bir baĢa çıkana kadar kollarım, belim yorulurdu ve çifti, belimi tutmaz hale gelirdim. Öyle ki, belim ve kollarım kırılır duruma gelirdi sanki. Bu yorgun ve kolumun tutmayıĢı 40 Ölmeyen Çocuk yüzünden bazen çifti o yana bu yana kaydırırdım. Böyle olunca toprağın sürülen tarafa aktarılması gerekirdi. Bu düzene göre çift demirini baĢtan tutturdun mu aynı Ģekilde devam etmesi gerekirdi. Ben ise aynı ayarda götüremezdim. Bazı tarlalar var ki, 200-300 metre uzunluğundaki mesafeyi 2-3 dakikada zor çıkardık. Çifti yürüTürken devamlı elin tutakta ve tutak üstüne devamlı bastırarak yürüteceksin.Yoksa çift demiri kendiliğinden toprağa iĢleyip gitmezdi. Ġki çift öküzle her iki evlekin bitiminde 15 dakika dinlenme molası verirdik. Her evleğin geniĢliği 5 metredir. Ġki evleğin geniĢliği 10 metredir. Yerin boyu uzun tarlalarda ancak 2 saatte bitirebilirsin. Öküzler 2 saat çift sürdükten sonra, öküzler de biz de bitkin hale gelirdik. Öküzleri eyledikten iki dakika sonra o hayvanlar hemen yatarlardı. Hayvanlar bir müddet solurlar, solurlarken karınları inip inip kalkardı. Solumaları bitip dinlenecekleri zaman gevĢemeye baĢlarlar. Eğer gevĢemeye baĢlamamıĢlarsa dinlenmiĢ sayılmazlardı. BĠZE GELĠNCE Biz beĢ dakika falan oturur dinlenirdik. Gazi Kâhya bu seferde kaldırır tarladan taĢları ayıklatırırdı. Aynı akĢama kadar hayvanları 4 defa dinlenmeye eğlersek 15 dakikadan yine bir saat dinlenmiĢ olurlardı. Ben ise en çok 10 dakika çoğu zamanda beĢ dakika otururdum. Sonra kalkar ot ve taĢ ayıklamakla çalıĢırdım. AkĢama kadar toplam 3035 dakika ancak dinlenirdim. Demek oluyor ki, rahmetli Gazi Kâhya hem o hayvanlara, hem kendisine, hem de 12 yaĢında bir çocuk olmama rağmen bana karĢı acımasızdı. Öyle sanıyorum ki, rahmetli çok acımasız bir yapıya ve kiĢiliğe sahipti. 12 gün bitti, sürülecek tarlaların bitip bitmediğini anımsamıyorum ancak ben 12 gün çift sürdüğümü anımsıyorum. Gazi Kâhya 9 günlük yevmiye 50 kuruĢtan 450 kuruĢ ücret ödedi. Üç günlüğümü ödemedi, „Çocuk” dedi „Felan” dedi. „Ancak bu kadar haketti” dedi. Rahmetli anneme bu bahanelerle 450 kuruĢ para ödedi. Ne diyebilirsin? Ben 12 yaĢında bir çocuğum, annem dul bir kadın. Köyde kimse bizim tarafımızı tutmaz, iĢte tek taraflı Gazi Kâhyanın vicdanına kalmıĢ bir meseledir hepsi. Gazi Kâhya ile anımız bitmedi. Sırası geldikçe değineceğim ancak not olarak yazayım ki, çift sürdüğüm zaman tarlanın orta yerlerinde ağlamadan edemezdim. Tabi ki, beddua ederdim. Bedduayı içimden ederdim. Derdim ki, „Hiç olmazsa istirahat zamanımda taĢ ayıklanmasa.“ CELAL VE CEMĠL KAYA Celal‟in bana bir alfabe, bir defter, bir de kalem getirip verdiği anımı yazmıĢtım. Bu yazacağım ikinci anım yalnız baĢıma çift süremeyeceğim için Celal Amcalarla yardımlaĢacağız. Onlar 3 kardeĢlerdi, beraber yaĢıyorlardı. Bu 3 kardeĢin birisi ölmüĢ, ölenden bir kız bir oğlan olmak üzere 2 çocuk kalmıĢ. Kız evlenmiĢ, oğlan da 41 Ölmeyen Çocuk babasının yerine sayılıyordu. Adı Seyit Ali olan bu çocuk devamlı davar yayardı. Ağabeyleri Celal ve Cemil‟de çiftçilik yaparlardı. Üç kardeĢ birlikte yaĢıyorlardı. Oldukça da durumları iyi bir aileydi. Çift sürmeyi tarlaya tohum ekmeyi tam anlamıyla beceremediğim için belki de analıklarım bana güvenmediklerinden olacak ki, Celal ve Cemil ailesiyle yardımlaĢarak çift sürerdim. Onlar iki çift öküzle iki kardeĢ, ben de bir çift öküzle birlikte çalıĢlarak çift sürme olayına iki sene devam etmiĢtik. Ben ise 12 yaĢımda çift sürmeye baĢlamama rağmen çok cılız bir çocuktum. Boyum da 12 yaĢımı göstermiyordu. Ama zor fendi bozar diye bir deyim vardır ya, benimki de o hesaptı iĢte. Babamın da ölümünde söylediği gibi evin tek erkeği bendim. Mecburdum çift sürmeye, sırtımda odun taĢımaya, bostan sulamaya, bostan beklemeye, ekin biçmeye vesaire iĢleri öğrenmeye ve yapmaya. Tarlada çift sürerken beni aralarına alırlardı Celal ile Cemil. Biri önde biri arkada bende ortada bir hata yaparsam düzeltirlerdi. Böylece hatırladığıma göre iki yıl bu Ģekilde çift sürmemiz devam etmiĢtir. BĠR GARĠP DÜNYADIR KÖY ÇOCUKLARI Köy çocukları bir garip dünyadır. Köy çocukları yaĢamlarında parayla oyuncak alıp oynayamaz. Köy çocukları kendine zaman ayırıp bir yerlerde kendilerine göre oyun oynayamaz, sinema, tiyatro benzeri eğlence yerlerine gidemezler. Babaları analarından izinsiz oyun oynamaya eğlence yerlerine gitseler, ailelerinden azar iĢitirler. Belki de dayak yerler. Köy çocuklarının oyun oynaması, eğlence yapmaları için iki Ģans vardır. Biri akĢamları güneĢ aĢımı ya da biraz karanlık olunca iĢler bitince, harmanlarda köyün münasip olan bir yerinde saklambaç oyunu, dömbelek oyunu gibi benzeri köy oyunları oynarlardı. Bu gibi oyunlar da sadece güz aylarında olur. KıĢ aylarında ise yine akĢamları ailelerinden izin almak suretiyle evlerde yüzük oyunu körebe oyunu oynardık. Bir de geleneğimiz vardı, “Davarın Yüzü” diye. Anma töreni olarak kabul edilmiĢ. Geleneğe göre bir eğlence oyunu bu oyunun adı bazı yörelerde „KıĢ yarısı” adı verilir. Bazı yörelerde de örneğin, Sivas, Malatya, Erzincan ve bu yörelerde kıĢ yarısı veya davarın yüzü kutlama töresini 15-20 ocak aylarında yapılır, bugünlerde davarların karnında yavru geliĢmeye, tam bir oğlak haline gelerek kıllanmaya baĢlamıĢtır, zira davarlar 5 ayda yavru yaparlar. 15 ekimde koç katımı olur, 15 nisanda ise davarlar doğurmaya baĢlarlar. Bu süreç tam 5 ay olur. KıĢ yarısı, davarın yüzü daha Türkçesi bir töredir. Bu törenin detaylarına tekrar değineceğim. BĠZĠM KÖY FARKLIYDI Köyümüzdeki farklılık benim köyümün küçük bir mezra olmasından ileri gelir. Yukardaki anılarımda da değindiğim gibi böylesi küçük yörelerde herkes birbirini tanır bilir. Ne durumda ne konumda olduklarını bilirler. Böylesi küçük köyler bir bakıma toplumsal açıdan iyi görünür, bir bakıma ise hiç iyi değildir. Birincisi bir söz söylesen, bir iĢ yapsan hemen aniden duyulur, alırlar ele çıkarlar yola hesabı; hele 42 Ölmeyen Çocuk A- yetim, B- fakir, C- ĢaĢkın olmaya gör daha kurtulamazsın. ĠĢte bu örneklerden birkaçı Celal ve Cemil ailesiyle çift sürerken oldu. AkĢam olur hayvanlarımız çiften boĢaltırız önümüze katar, eve geliriz. Tarladan köye geleceğimiz yollar oldukça uzundur. Hayvanlar yolda yavaĢ yürürler ama varacağı yere daha çabuk kavuĢabilmeleri için biraz hızlı yürürler. Hele hele at veya katır gibi hayvanlar varsa, onların üzerine biner daha da hızlı yürütebilirler. Ama sığırlara gelince, bu hayvanlar ağır gövdelidirler. Aynı zamanda o hayvanlar akĢama kadar toprakla güreĢmiĢ, yorulmuĢ hayvanlar daha da yavaĢ yürürler. Bana gelince ben de bu hayvanların yavaĢ yürümelerinden istifade ederek yollarda bazen sağa sola kayarak hoplar zıplar oyun yapar giderim. Bazen de mevsim icabı eğer mevsim 15 nisan ile 20 mayıs arası ise, bu mevsimlerde dağlarda kenger, nevruz, yemlik gibi insanların yiyebileceği otlar olur, bunları toplayarak giderdim. Hele hele nevruz otları süslü, kırmızı sevilir bir ottur. Bu otlar yerden 15-20 santimetre uzunluğunda yukarı kalkar 4 güllü, kırmızı güzel bir ot türüdür. Yemlikler yere serpilir ilk çıkıĢlarında, yaprakları taze iken kopartılıp tuzlanarak yenir. Ekmekle de yenilir, yeĢil renkli 6-8 dallı bir ot türüdür. Büyüdüğü zaman ortasından bir gövde çıkar, geliĢir. Tepesinde birkaç tane de koza oluĢur ve tohumlanır. Kenger out da önce 3-4 güllü olarak yere serpilir. Kenger o durumdayken yenmez daha sonra ortasından filizlenir, bir gövde çıkar, tepesi yumurta Ģeklinde baĢak olur, etrafında 3-4 tane bacağı içine almıĢ yaprakları olur. Kenger otu kökünden tepesine kadar dikenlidir, tatlımsı ve gevrek bir ot türüdür. Bu ot yerden 5-6 santimetre yüksekte olduğu zaman tam yenilecek zamandır. Kenger otunun, güzel de yemeği olur. Hanımlar özellikle onu sırtlarına torba veya heybelerine alırlar. Ellerine bir makas veya ucu keskin kesere benzer ağaç saplı bir çapa alırlar, bir gün boyunca o otları toplar; torba, çuval ya da heybe gibi Ģeylere doldurur getirirler. Kenger otunun bulgurla pilavı da yapılır. Bir güzel olur yemeye doyamazsınız. Mesela bu ot türü Akdeniz, Ege havelelerinde yoktur. OlmuĢsa da o otu pazarcılar baĢka yerlerden toplar, getirir, satarlar. Bu ot türü Anadolunun dağlık kayalık yerlerinde olur. Ayrıca kenger otunun toprakta kalan kök kısmı da iĢe yarar. Bu otun kökü çok sütlüdür. Bu otlardan üç türlü istifade edilir. 1. Yukarıda tarif ettiğim gibi tazeyken toplayıp hem piĢirmeden temizleyip yenir hem de yemeği yapılır. 2. Kenger otu 20-30 santimetre uzunluğunda büyür bu esnada tazeliğini kayıp etmeden kökünden kesilir. Onu muhafaza eden kabuğu vardır. Aynı salatalık gibi soyulur, yenir. Kenger otu o halindeyken gevrek, tatlı ve suludur. Bu kenger otu kurur. Kurutulduktan sonra tam kökünden bir rüzgar eser devirir hale gelir. ĠĢte bu durum da iken onun kökünü etrafı kazmayla kazılır. 20-30 santimetre kuturunda bir çukur kazınır. Kengerin kökü tam meydana çıkar, kökünün etrafı temizlenir. Kenger kökünün bir tarafı düzeltilir. Altına yastık ve ince taĢlardan bulunarak yerleĢtirilir. O kökü taĢ tarafına ya da tam düzlenmiĢ tarafa meyilli olarak keskin bıçakla kesilir. Kökten süt akar ve o süt donar. 1-2 saat sonra o donmuĢ süt olur. O donmuĢ sütleri toplanır, tekrar kesilir. Kenger kökü iki kesimde süt verir, bu sütün adı kenger 43 Ölmeyen Çocuk sakızıdır. Ġnsanların parayla alıp çiğnediği sakızların içerisinde en pahalı, en lezzetli ve en sağlıklı sakız kenger sakızıdır. Ama tarif ettiğimden de emeği çok olan, zor Ģartlarla elde edilir bir sakız türüdür. Ama kesinlikle bilmek gerekir ki, hazımsızlık ve karın ĢiĢkinliği durumlarında hazmı kolaylaĢtırır. Maya ĢiĢkinliği gidermeye ayrıca diĢ diplerinin temizlenmesinde rol oynayan fevkalade bir ilaçtır ve faydalıdır. NEVRUZ, KENGER, YEMLĠK Kengerle nevruz taĢlık, kayalık, kır ve susuz dağlarda, sarp yerlerde olur. Yemlik ise daha ziyade ekin tarlalarında ve herke bırakılan sürülmüĢ tarlalarda olur. Bir de çiğdem vardır. Çiğdem otu da otu bol yerlerde olur, onun da kök kısmı yenir. Ġri bir düğme Ģeklinde süt beyaz olur. Tatlımsı ve gevrek bir ot türüdür. Söz konusu bu güzel otlar hem yenir hem de güzel görünümlü otlar yol kenarlarını süsler. Aynı zamanda da dağları süsleyen çiçek türleridir bunlar. Çocuk olursan, yolda öküzlerin peĢinde yavaĢ yavaĢ giderken yol kenarlarında bu güzel çiğdem otlarını görünce tahammül edemezsin. 45 dakika bazen bu patika yolu yürürken köye gelene kadar elimizin kalınlığınca bir deste çiğdemle gelirdim. Fakat Celal Amca benim bu hareketime kızardı. Bağırır çağırır kimin umrunda… Bir de bakarsın öküzlerin arkasında yokum. Yol kenarında nevruz topluyorum, kenger veya çiğdem topluyorum, nervuzları ve çiğdemleri elimde güzelce deste yapıyorum. Köye girdiğimiz zaman elimde destelenmiĢ o kırmızı nevruz destelerini ve bembeyaz çiğdemleri görecekler. Bilhassa akranım çocuklar görecek. Ben de elimdeki nevruz ve çiğdem örgülerini elimde gösterirken gururlanacağım. Yani hem çift sürmüĢ hem de çiğdem sökmüĢ, nevruz toplamıĢ diyecekler. Bu iĢ benim için fevkalade bir yiğitlik, bir üstünlük idi. Ama gel gelelim Celal Amca ve Cemil Amca benim bu güzel otları toplamam esnasında lakaplar takarlardı. Lakaplarım; „Maymun, Ģebek maymunu, çeçe, keçi.“ Daha birçok hatırlayamadığım lakapları kızarak söyler ve bağırırlardı. Bu tarzda söylerlerdi ama kimin umurunda. Ben nevruzları, çiğdemleri toplayayım da onlar ne derse desin. O anda nevruzun çiğdemin verdiği heves ve sevinç benim için, o takılan lakaplardan, insanların birbirini utandırma çabalarından daha değerliydi. YÜZMEK VE MUSTAFA KAYA HASAN KAYA OĞLU Köyümüz küçük bir mezraydı ama Ģirin ve yeĢillik suyu bol bir köydü. Köyün yerleĢim yeri yöreptir. Önünde bir su akar, suyun adı Tokma Çayıdır. Bu su akıĢını takip eden Erzincan‟a doğru gider ve bir de demir yolu vardır, tren geçer, köyün hemen altında, 400 metre yakınında tren durağı vardır. Bu anılarıma ayrıca ilerde yer vereceğimden Ģimdi geçelim yüzme meselesine. Köyümüzün önünden geçen su oldukça boldur. Suyun akımında bazı sakin aktığı ve durulduğu yerler vardır. Bir baĢka özelliği de her iki tarafının kayalık, tepelik, çetin olmasıdır. Tam su kenarlarına rastlayan bazı yerlerde büyük kayalar vardır. Bu kayaların önünde göllenmeler oluĢmuĢ, bu göllenmelerin derinliği yaklaĢık 4-5 metre kadar vardır. Biz 6-7 44 Ölmeyen Çocuk yaĢlarımızdayken yaz aylarında fırsat buldukça gider, bu göllerde yüzme öğrenirdik. En yakın arkadaĢlarım benden 3-5 yaĢ büyüktü. Hasan Kaya‟nın oğlu, Sait TaĢkıran ve birbirleriyle amcaoğulları olan Hüseyin ve Halil Yüksel. YaĢıtım arkadaĢlarımdan Dayımın oğlu Mustafa Kaya idi, onun da tek gözü kördü. Veli Erdoğan gibi benden bir iki yaĢ küçük arkadaĢlarım da vardı. Bunlarla yüzme öğrenmeye gittiğimiz zaman daha önce yaĢça büyük olan arkadaĢlarımız bizlere yüzmeyi öğretmiĢlerdi. Binaenaleyh köyümüzün 6 yaĢ grubundan yukarı olanların hepsi de yüzmeyi öğrenmiĢ, suyun en derin yerlerine girebiliyorlardı. Köyümüzün önünde öyle bir suyun olması sebebiyle diğer köylere nazaran bizim köy Ģanslı bir köydür. HÜSEYĠN TAġKIRAN‟IN BOĞULMA DURUMU Benden küçük arkadaĢlarımdan Hüseyin TaĢkıran ile bir gün öğle vakti iki üç arkadaĢla daha yüzmeye gittik. Köyün hemen önünde GöktaĢ diye bir kaya vardı. Bu kayanın dibinde suyun 4 metreye yakın derinliği vardı. Altı yumuĢak kumdur. O kayadan hızlı ve dik atlardık. Ġçinde balıklamasına yatar 10-15 metre ileriden suyun yüzüne çıkardık. Bu gölün 20-25 metre ilerisi oldukça kuvvetli akıntıya dönüĢür, dar bir yerden geçer, önünde tekrar bir göl daha vardır. Suya girerken de arkadaĢlarla yarıĢ yapardık. Herkes o GöktaĢtan daha önce atlama yarıĢına girerdi. Ben arkadaĢlarımdan önce suya atladım. 15-20 metre aĢağıdan suyun yüzüne çıktım. Orası belime kadar derinlikte, bir ayağa kalktım ki tarif ettiğim o dar geçitte Hüseyin, ikinci bir göle girmek üzere. Meğer ki, Hüseyin yüzmeyi iyice öğrenememiĢ. GöktaĢ‟tan atlamasıyla bir daha suyun üstüne çıkamamıĢ. Su onu almıĢ yuvarlaya yuvarlaya götürüyor. Bir parça vücudunun yarı yeri görünen yere gelince elleriyle çırpınıyordu. Ben hemen suyun kenarından karaya çıktım koĢtum. Hüseyin ikinci göle girmek üzereyken yetiĢtim kolundan yakalayabildim. O esnada diğer iki arkadaĢ da geldi. Hemen Hüseyin‟i yüzü koyu yatırdık, ayaklarını yukarı diktik, kafasını aĢağı getirdik. Karnındaki suyu boĢalttık. Hüseyin yaklaĢık 20 dakika sonrasında zorla konuĢabildi ve Hüseyin‟in babası sonra benim kayınbiraderim oldu, o boğulma hadisesinde o 12, ben de 17 yaĢındaydım. Aynı Ģekilde ve aynı sene iki kez daha boğulma tehlikesi oldu ve iki baĢka arkadaĢımı daha kurtardım. Ama ismini hatırlamıyorum. Sadece Veli Erdoğan‟ı hatırlıyorum. Mutlaka kendisi yaĢıyordur. Aradan 47 sene geçti. O da benim göçtüğüm yıllarda Ġstanbul‟a gittiydi. Hüseyin TaĢkıran öldü, Allah rahmet eylesin. 36 sene oldu. Ne ararlar, ne de sorarlar… DüĢünüyorum da insan olmak zor bir iĢtir. Zira insan olmak için sadece çalıĢmanın, para kazanmanın, yiyip içmenin, sadece Allah‟a Ģükretmenin yeterli olmadığı kanısınDayım. Binaenaleyh insan sorumluluk taĢımalıdır. Ġnsanın değer yargıları olmalıdır. Çünkü insan o duygularla yaratılmıĢtır. Ġnsanlığın vasıflarını yerine getirenlere ne mutlu. DAYIMLARIN BAHÇEDE ULU VE TARĠHĠ BĠR CEVĠZ AĞACI 45 Ölmeyen Çocuk Bu ceviz ağacı o kadar büyümüĢ ki, mübarek beyaz bir gövdesi vardı. Cevizin yaklaĢık dört büyük dalı vardı. Bu dallar alabildiğine açılmıĢ yani etrafındaki boĢluğun tamamını kapatmıĢtı. Kök uzunluğu 3 metre vardı etrafına açılmıĢ olan ufak dalların sayılmasına imkan yoktu. Belki iki bin, belki de üç bin ceviz üreten dalları vardı. Cevizin kapladığı alan yaklaĢık 200 metrekare vardı. Dayımlar kalabalık nüfusa sahipti. Benim aklımda kalan, ayrıldıkları zaman 53 baĢ sayıları vardı. Dayımlar cevizi çırpacağı zaman yaklaĢık 15-20 insan, tam iki günde ancak bitirebilirlerdi. Acaip bir ceviz ağacıydı. Eğer köyümüzün tanıtımı, reklamı olsaydı; o ağacı görmek için yüzlerce insan köyümüze gelirdi. Ceviz ağacının gölgesi de serin olur. Gövdesinin kalınlığı yaklaĢık beĢ metre kuturunda vardı. ġimdi bir Ģey söyleyeceğim, bu anıyı okuyanlar da üzüleceklerdir. Ġnanın ben yazarken ellerim titriyor, neredeyse gözlerim yaĢarıyor. Ama böylesi bir anıyı yazarken üzücü olacağını bildiğim halde yazmaya mecburum. Evet, bu anıyı yazdığım 2009 tarihinden tam 26 yıl önce köyümü ziyaret ettim. Eve yakın olduğu için hemen gözümü Dayımların bahçeye çevirdim. O ulu ağaç, 5 katlı bir apartman büyüklüğündeki ağaç yerinde yoktu. Öteki ağaçlardan sadece 10-15 tane kalmıĢ, onlar da kurumaya yüz tutmuĢ durumdalar. Zira Dayım ve Dayımın amca çocukları köyden Divriği‟ye göçmüĢler, ağırlığı Divriği‟ye vermiĢler. Köyden iki evden toplam 6 kiĢi kalmıĢ. Bunlardan biri de benim Dayımın oğludur. Böyle olunca o ulu ceviz ağacına bakmamıĢ, kurutmuĢlar. Ne yazık ki, belki bir belki iki asırlık tarihi bir ceviz ağacı yerinde yoktu artık. ġunu da ilave etmek gerekir ki, bu denli tarihi eserlerimize sahip çıkma bilincinden yoksunuz, yazıklar olsun bize. ġimdi dönelim Dayımın oğlunun kafamı taĢla kırmasına. Dayıoğluyla bazen onların bahçede kayısı yerdik ve olmuĢ meyvelerden yerdik. Bazen de bizim bahçede daha ziyade dut yerdik. Zira bizim dutlar daha özel bir cinsti. BaĢına çıkar beğendiğimiz gibi yerdik. O mübarek dutlar 5-10 dut bir arada olmuĢ. Elimizi attığımız zaman avcumuzu dolduracak kadar dut birden koparırdık. Öyle dut yerdik ki, belki de her dut yeyiĢimizde iki kilo civarında dut yerdik gibi geliyor bana. Sonra dalın baĢından aĢağıya indik. Dutların dibinde su akıyordu, elimizi yüzümüzü yıkadık. BaĢlardık bu sefer boğuĢmaya, güreĢmeye. Anımsayamadığım Mustafa‟yı kızdırıcı bir olay olacak ki, Mustafa birden fırladı. Bahçenin kenarında yol var, yolla bahçe arasına da duvar var. Yalnız yol ve duvar hizasında bahçeden 2 metre aĢağıda Mustafa eline bir taĢ aldı. Bana attı. Nasıl ki, kafamın ortasına denk geldi, kafam kırıldı. Kafamdan kan fıĢkırıp akmaya baĢladı, Mustafa kaçtı. Ben de eve koĢtum. Rahmetli annem yani Analığım evdeydi. Hemen kafama müdahale etti neyle kuruttuğunu bilmiyorum ama kanı kuruttu. Kafamı sardı. Kafam bir hafta 10 gün içinde iyi oldu. Ama halen kafamın tam tepe kısmında o yarık yeri bellidir. Aradan 20-30 gün bile geçmedi. Mustafa benim kafamı yarmamıĢ, kırmamıĢ ben de ona küsmemiĢ oluyorum. UnutulmuĢtur sadece bir anı kalmıĢtır. Mustafa‟yla aramızda böylesine uzun seneler acı ve tatlı arkadaĢlık geçmiĢ olmasına rağmen benim yolum gurbete düĢtü; o, köyde kaldı. Halen de köydedir. Binaenaleyh benim insanî düĢünceme göre aradan uzun yıllar geçse de o 46 Ölmeyen Çocuk günler unutulamazdı. Üstelik babalarımızın bırakmıĢ olduğu A. hısımlık, dayı yeğenlik, B. samimi duygular içerisinde geçmiĢ arkadaĢlık, C. aynı köyde doğmuĢ olma, köyün aynı nimetlerini birlikte paylaĢmıĢ iki akraba arkadaĢlığı maalesef ayrılıĢımızdan yaklaĢık 26-27 sene sonra bugünkü tarihten 12 sene önce yani 1985‟te, ikinci gidiĢim 1986 yıllarında köye gittiğim de dayı oğlu Mustafa‟dan beklediğim 26 sene önceki temiz ve ali cenap duyguları, sıcak ilgiyi artık onda bulamadım. Mustafa bana göre yaĢayan bir ölü olmuĢtu artık. BambaĢka bir Mustafa karĢıma çıkmıĢtı. Öyle ki, eve gidelim, bir kahve içelim diyecek kadar bile yakınlık kalmamıĢtı. Mustafa‟nın bir kızı vardı, ben köyde eğitmenlik yaptığım devirde en büyük çocuğu, kız çocuğu Sırma 8 yaĢını bitirmiĢ, neredeyse ilk okula gidebilecek Ģansını kayıp etmiĢti. Ben o köyde olmasaydım veya Latince harfiyle okur yazarlığı baĢlatmasaydım, kendim bizzat birçok zorlukları yenerek eğitmenlik yapmamıĢ olsaydım, dayıoğlu Mustafa‟nın büyük kızı Sırma Ģimdi okumuĢ hatta okur-yazar dahi olamayacaktı belki de. DAYIOĞLUNUN KIZI SIRMA ve SABRĠ KAYA Dayıoğlu Mustafa‟nın kızı Sırma 8 yaĢını bitirmiĢ 9 yaĢına girmiĢ idi. Diğer çocuklar gibi Sırma‟yı da mahalli olarak 7 ay okuttum. Okulun ikinci yılında köye resmi öğretmen getirttim. Ardından Divriği Ġlköğretim Müdürlüğüne müracaat ettim. Bir yıl önceki okuttuğum çocukların sınav yapılarak sınıf geçmesini sağladım. Divriği Ġlköğretim Müdürlüğüne baĢvurdum. Ġlköğretim MüffettiĢi Necdet Eke Bey çok saygı duyduğum bir insandı. Bütün talebeleri müffettiĢ Necdet Bey‟in önünde en küçükleri 2‟inci olmak üzere 3‟üncü, 4‟üncü sınıflara geçtiler. Mustafa‟nın kızı Sırma‟ysa ikinci sınıfa geçmiĢ oldu. Bu kez köyde ilk okulu bitirdi. Sonra öğretmen okulu sınavlarına katıldı, neticede öğretmen oldu. Yukarıdaki anımda sözünü ettiğim Sabri Kaya komiser olarak mezun olmuĢtu. Sırma iĢte komiser Sabri ile evlendi. Dolayısıyla dayıoğlunun kızı evvel Allah sonra benim özverili çalıĢmalarımın, yardımlarımın vesilesi ile iyi düzeyde bir aile hayatına sahip oldu. Bu nimeti dahi takdir etmekten yoksun insanlar; gericiliğin, nankörlüğün tam bir ibret örneği değil midir? ġimdi ben haklı olarak dayıoğlu Mustafa‟ya soruyorum: “Ne denli bu özveri yardım ve bu sebep sadece bir arkadaĢlık ve de dayıoğlu yakınlığı değil ve de değildir?” Binaenaleyh bu iĢ bahsettiğim gibi iliĢkilerimiz akrabalığı aĢan bir iĢtir ve bir mucizevi bir konudur. Eğer bir insan veya insanlar bu gibi istikbal içerikli iyilikleri unutuyorsa, alt tarafı bir merhaba, bir içten samimi duyguya dayalı yakınlık gösterme cesaretini kendisinde bulamıyorsa, veya kuracağı birkaç kuruĢluk ahbaplık sofrasını o insandan kıskanıyor, bunun üstüne yatıyorsa, üstelik o insanı arayıp sormuyorsa, o takdirde bu insanın insanlıktan söz etmesi, bu dünyada insan olmanın ne önemi vardır diye düĢünüyorum. Kararı bu anılarımı okuyan insanlara bırakıyorum. Dayıoğlu Mustafa‟nın kızı Sırma, onun kocası emekli olan komiser Sabri benim nezdimde sadece yaĢayan birer ölü gibidirler. Zira insanlık bu gibi nankörlüklerle 47 Ölmeyen Çocuk ayaklar altına alınacak bir müessese değildir. Sabri Kaya‟yla ileride ikinci bir anım daha geçecektir. RIZA ERDOĞAN (ÇAVUġ) Rıza ÇavuĢ aynı köyde Devlet Demir Yollarında çavuĢluk ve bekçilik yapardı. 1946 yıllarını anımsıyorum. Ġki analık, altı çocuk sekiz baĢ nüfustuk. Evde yiyecek un bitmiĢ, az miktarda bulgur kalmıĢtı. 1946 mart ayı olduğunu anımsıyorum. Tabiki üst baĢ giyisilerimiz hakeza fakirliğin son safasını yansıtır vaziyette. Bir sabah erkendi, henüz yataktan kalkmamıĢtık. Annem yeni yataktan doğrulmuĢ elbisesini giyiniyordu. Ben de uyandım. Yatağın içinde anneme bakıyordum. Annem birazdan bize de seslenip haydi kalkın diyecekti. Aslında bizim de erken kalkmamız gerekiyordu. Zira annem sabahleyin ev iĢlerini yaparken biz de ahıra gideceğiz. Ben malların tumarlarını yaparken, Meliha Ablam ahırı kürür ve gübreyi sepetle sırtında gübreliğe taĢır ve yığar. Benden altı ay büyük olan Bağdat Bacım da Meliha Ablama yardım eder. Zekiye Analığım ise malların yemini hazırlar, verirdi. Böylece sanki bizi birisi yetiĢtirmiĢ iĢ taksimi yapmıĢ gibi kollektif olarak kıĢ aylarında, örneğin 12‟den 5. aylara kadar ahır ve diğer iĢleri kollektif olarak paylaĢır yapardık. Belki de analıklarım iĢleri böyle düzenliyordu. KardeĢler aramızda fazla kavga yapmazdık. ġimdi dönelim Rıza ÇavuĢ‟a. Sabahleyin erkenden bir baktım kapı çalındı. Annem kapıyı açtı ki, Rıza ÇavuĢ. Annem buyrun ağa dedi. O zaman köy ananelerine göre kadınlar kendi yaĢlarındaki veya daha büyük erkeklere ağa derlerdi. Anneme gelince annem ise isim vererek Rıza Ağa, Ahmet Ağa Ģeklimde ağa diye hitap ederdi. Bütün kadın ve erkekler ise yaĢlısı ve genci anneme Belgüzar Ana derlerdi. Annem buyur Rıza Ağa dedi. Rıza ÇavuĢ Ģöyle cevap verdi: „Belgüzar Ana, sana bir Ģey söyleyeceğim.“ „Buyrun ne söyleyeceksiniz?” diye sordu annem. Rıza ÇavuĢ, „Gördüm ki; sizin durumlarınız iyi değil, Ģu sizin çay kenarında bir tarlanız var ya ekebiliyor musunuz? Oradan zaten ekin falan da olmuyor. Orayı bana satın. Ben size yardım olsun diye söylüyorum. Eğer satacaksanız yabancıya vermeyin. Ben o yer için 150 kuruĢ veririm.“ Annem, „Yok Rıza Ağa, ben yetimlerimin tarlasını satmam ve satamam, yiyeceğimiz yok ama Allah büyüktür, bir yerden bir sebep gönderir. Yarın bu yetimler büyürse bana ne derler. Sonra elalem bana neler demez, yok yok ben yetimlerin malını satmam.“ Rıza ÇavuĢ cevabını almıĢtı, döndü gitti. Belki de kapıyı açıp yetimlerin tarlasına müĢteri olduğuna bin piĢmandı. Yetimler bu konuĢmayı dinliyordu. Rıza ÇavuĢ belki de içinden hemen Ģunu düĢünmeye baĢladı: “Ulan ben ne halt ettim. Yarın dedikodu çıkar, duyan köylüler buna ne derler.“ Annem ise Rıza ÇavuĢ hemen kapıdan çıkar çıkmaz ellerini havaya kaldırarak beddua etti. Rıza ÇavuĢ‟a, „Sen gelesin de bizim fakirliğimizden istifade ederek tarlamıza müĢteri olasın. Uy neydem etine kurtlar düĢe Rıza ÇavuĢ. Çağırırım o Garip Musa‟ya eğer onlar da bir yer varsa etine kurtlar düĢüre inim inim inliyesin, bu sabahın seher vaktinde çağırırım. O Allah, o Allah‟tan bir Ģey varsa iĢitir inĢallah”, ben bütün bu konuĢmaları dinliyorum. Diğer kardeĢlerim Meliha, Bağdat, Mahmut, 48 Ölmeyen Çocuk Ġnsaf Analığım, Zekiye hepsi yatıyorlardı. Ben Rıza ÇavuĢ‟un konuĢmalarını, annemin beddualarını tek tek beynime yazıyordum. Belgüzar Ana öyle bir beddua etti ki, döndü yüzünü seher vakti sahiplerine çağırdığı o erlerin evliyaların hepsini ayağa kaldırdı. Belgüzar Ana‟nın ettiği beddualarına bütün kalbimle yüzde yüz inandım. Kalbimden Ģunlar geçiyordu, „Belgüzar Ana‟nın bedduaları yerini bulacak, Rıza ÇavuĢun etine kurtlar düĢecek inim inim inleyecek, kurtlar yiye yiye Rıza ÇavuĢ ölecek. Bana gelince gün gelecek büyüyecek Rıza ÇavuĢ‟tan bunların hesabını tek tek soracaktım.“ Rıza ÇavuĢ gelecek günleri hiç düĢünmemiĢti ki... Kısa bir yorum: “Rıza ÇavuĢ bir mülkiyet alacaksa baĢkalarından daha iyi bir yer alabilirdi. Eğer yetimlere yardım edecekse Rıza ÇavuĢ para bakımından zengindi. Üstelik kendileri Garip Musa talibiydi. Bir teneke un veya buğday verebilirdi. Zira böylesi zihniyetler fırsat düĢkünüdür. Saygıdeğer okurlar. Sırası gelmiĢken Ģöyle bir cümle kullanmak istiyorum. Dünyada ne Yahudi ne Hristiyan ne de Müslüman, ne Alevi, ne de Sünni vardır illa da insan olmak vardır. Yukarıda yazdığım gibi bir köyün sakinleri 300 yıl birarada yaĢamıĢ, hepsi Alevi, dedeli ve talipli idiler. Peki bir dede ailesi aç kaldı ise ona neden yardım etmiyorlar da üstelik onun tarlasına göz dikiyorlar? ĠĢte Belgüzar Ana bu haklı sebeplere dayanarak böylelerine beddua ediyordu. BELGÜZAR ANA Belgüzar Ana‟nın bedduaları niçin geçerdi? Atalardan kalma bir söz vardır. Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste. Demek ki, eğer insanlar bilerek fırsattan istifade ederlerse, haksız bir iĢ yaparsa, haksızlığa maruz kalan mazlum da gerçekten yardıma muhtaç bir kimseyse, iĢte o bir mazlumun ahını alan kiĢi onun hesabını erinde gecinde verecektir. Belgüzar Ana‟ya gelince, Belgüzar Ana ifade edildiği gibi seçkin, temiz, mazlum bir kadındı. Onun sahipleri vardı, ona söylenmiĢ emanetler vardı, Belgüzar Ana‟nın üzerinde nefesleri ve nüfusları vardı. Bir kere Belgüzar Ana‟nın sülalesi, babası Hıdır Abdal Sultan Ocağının mensuplarıdır. Bulunduğu ev ise kocası Seyid Garip Musa Sultan soyu mensubudurlar. Bulunduğu evde ismini zikredeceğim dedeler uzun yıllar boyu cemler, cemaatler, görgü cemleri yürütmüĢlerdir. Belgüzar o cem ve cemaatlarde hizmet etmiĢ, nasihat almıĢ, nüfus almıĢ, o evliya gibi dedelerin dualarını almıĢ ulu bir kadındı. ġĠMDĠ BELGÜZAR ANANIN ÖLÜMÜ (1985) O evden Ankara‟ya göçtüğümüz 1964 tarihine kadar tamı tamına 52 yıl hizmet etmiĢ ve hanımlık yapmıĢtır. Belgüzar Ana 85 yaĢında öldü, yani 20 senede Ankara‟da yaĢadı demek oluyor ki 13 yaĢında evlilik yapmıĢ. Tam yetmiĢ iki yıl o evde hanımlık yapmıĢ, ulu ve iradeli bir hanım idi. Belgüzar Ana‟nın övgüleri saymakla bitmez, biz dönelim ona nüfus veren, ona nefes veren ulu dedelerin isimlerini sıralamaya. 49 Ölmeyen Çocuk 1. Ġnsaf Ana kayın validesidir. Yukarıda ismini zikrettiğim Mahmut Dede‟nin hanımıdır. Ġnsaf kendisinden olan analık hakkını ve toplamıĢ olduğu manevî ünvanını Belgüzar Ana‟ya devretmiĢtir. Kocası olan babam Garip Dede yine yukarıda zikrettiğim gibi çocuklarının ve o evin geleceğini birinci hanımı olarak Belgüzar Ana‟ya devretmiĢtir. Amcazademiz diye zikrettiğim Ali Dede‟nin (Kasnak) defalarca Belgüzar Ana‟ya dua ettiğine Ģahit oldum. Yine Garip Musa evlatlarından Ali Dede 90 yaĢına kadar cem cemaat yürütmüĢ hakla birleĢmiĢ bir dede idi. Hıdır Abdallı Ġbrahim dede 105 yaĢına kadar ömrünü dedelikle bitirdi. Halkla, Hakla birleĢmiĢ kiĢiydi. Belgüzar Ana‟nın babası Hasan Dede dedelik yapardı. Bön ve temiz kalpli bir dedeydi. Açıkça görülen keramet ehli bir dedeydi. Yine Hıdır Abdallı Ağa Dede Timisi köyünde otururdu. Ağa Dede kendisi pek cem icraatı yapmazdı, sadece tarihçiydi. Canlı Kur‟an gibi alim bir zattı, daha baĢka bir çok dedelerin isimlerini anımsayamıyorum. Yukarıya sıraladığım ulu zatların Belgüzar Ana‟ya hepsi bir ağızdan tek bir mesajları vardı, „Bu çocukların ve bu evin emaneti sendedir” diyorlar ve „Sana nefes veriyoruz, nüfus veriyoruz” sözlerine Ģahitimdir. BELGÜZAR ANA Belgüzar Ana o evde bir bekçiydi. Kendisine emanet edilen mesajları yerine getirmekle mükellefti. Elbette ki, verende mi alanda mı diye bir meĢhur söz vardır, iĢte o sözün ve anlamının esası bu kökenlere dayanıyordu. Alan da almıĢtı. Belgüzar Ana emanetlere sahip olmuĢ verdiği sözleri de yerine getirmiĢti. Allah gani gani rahmet eylesin. Belgüzar Ana‟ya el veren yukarıdaki isimlerini sıraladığım ulu dedelerin ve anaların ise ruhlarına el fatiha- Bismillahirrahmanirrahim Allahu mesella Ali vela Ali Muhammed, onların ruhlarına selam olsun. Saydıklarım ve sıraladıklarımın hepsi Allah‟ın rahmetine kavuĢmuĢlardır. HASAN KAYAOĞLU Hasan Kayaoğlu da köylümdür. Benden yaklaĢık 7 yaĢ büyüktür. YaĢı büyük olmasına rağmen, benimle arkadaĢ olabilmiĢtir. Hasan kendi köyümde arkadaĢ olduğum insanların içinde en çok saygı duyduğum, candan sevdiğim bir arkadaĢtı. Onun da babası yoktu. Küçükken babası ölmüĢ, bir tek anası vardı. BaĢka iki tane ağabeyi vardı. O da okuma yazma bilmezdi. Öğrenemedi de, sadece imza atabiliyordu. 25 yaĢlarında iken Devlet Demir Yollarında iĢçi olarak iĢ hayatına atıldı, sonradan emekliliğini kazandı. ġimdi halen yaĢıyor kendisi. Hasan Kayaoğlu‟yla tarlalarda çift sürerken, dağdan odun taĢırken, hatta bazen köyde oyun oynarken çok arkadaĢlığımız olmuĢtur. Hasan‟la evlerimizde içki içerdik, çok masa muhabbetleri yaptık. Çok güzel Türkü, deyiĢ söylerdi. Masada söylenen sohbetleri de dinlerdi. Hasan‟ın sadece beğenilmeyen bir huyu vardı. O da palavracı olmasıydı. Hani bir yerde bir hadise olmuĢ bir olay olmuĢtur, birisi önemli veya önemsiz bir söz söylemiĢ, Hasan duymuĢsa ve öğrendiyse bu benzeri hadiseleri 50 Ölmeyen Çocuk ĢiĢirerek, abartarak, biraz da ilave ederek söyler. Basbayağı gazete haberi gibi radyoda verilen ajans haberi gibi neĢr ederdi. Ben ise Hasan‟a bu kadar palavracılığı çok görmüyordum. Zira her insanın bir kahabatı veya kusuru olur. Hani derler ya kusursuz insan olmaz. Kusursuz insan olmadığı gibi yüzde yüz ve dört dörtlük de insan olmaz. Hasan da küçükken yetim kalmıĢ, okul görmemiĢ, eğitim görmemiĢ, gurbet görmemiĢ bir köyün içinde sıkıĢıp kalmıĢ. O çevre insanları genellikle onunla yetiĢmiĢtir. Üstelik Hasan kendi kuĢağı emsal insanlardan çok farklı bir insandı. Örneğin toplumcuydu, köyde köy adına bir iĢ yapılacağı zaman köy yararına alınan kararlara hiç karĢı çıkmazdı. Üstelik salgın ödemelerde olsun, imece usülü çalıĢma konularında olsun öncülük yapar, yardımcı olurdu. Hasan‟la yüzde 60-70 konularda anlaĢabilirdim, yardımlaĢabilirdim. Köyün iĢlerine öncülük ettiğim müddetçe tutulan evraklarda ön imzayı atanlardan alınan kararlara ilk uyanlardan olmuĢtur. Hasan‟la iki önemli sürpriz anımız vardır. Bir tanesi köye öğretmen alacaktım. Köyümüzün altında ve durakta yolcu treni durmuyordu. Biz 3 kiĢi bir olarak yola çıktık, ikincisi öğretmen getireceğiz nerede barındıracağız, öğretmene temiz bir oda hazırlamamız gerekiyordu. Çok önemli iki iĢi takip edip baĢarabilmem için Hasan bana yardım edecekti. Yukarıda öğretmen alma olayının bir kısmına değinmiĢtim. Bu iki önemli iĢi nasıl düĢündük, nasıl organize ettik, bu iĢlerin baĢlangıcı çok önemliydi. Ġsmini anımsayamadığım ünlü bir ustadımızın sözü vardır, iĢe baĢlamak demek o iĢin yarısını yapmıĢ olman demektir. ĠĢte bizimki de bu demekti. Zira biz ikimiz de hem maddi hem de eğitim bakımından fakir aileydik. Bizim yapacağımız iĢlere baĢta karĢı çıkan köyümüzde iki aza vardı. Bunlarla birlikte birçok insan karĢı çıkacaklardı. Binaenaleyh ağalardan biri olan, ismini yukarıdaki bir anımda söz ettiğim Gazi Kâhya‟nın ismi ilerde yine geçecektir. Hasan‟la olan sürpriz anılarımıza da ileride devam edilecektir. Gazi Kâhya, Hasan‟ın öz dayısıdır. ZEKĠYE ANALIĞIMIN ÜÇÜNCÜ KEZ EVLENMESĠ Aziz‟in ölümünden sonra Zekiye Analığım, tekrar kocaya gitti. Analığımın kocaya gitmesi benim önümün açılması ve aynı zamanda benim için bir kurtuluĢ günüydü. Binaenaleyh zaten benim gece gündüz dileğim Analığımdan kurtulmaktı. Gece gündüz gitmesi için dua ediyordum. Zira Zekiye Analığım evde kendi çocukları tarafına ayrımcılık yapıyordu. Bu ifademin en iyi kanıtı Ģudur. Bu Analığım önce amcam Aziz‟le evlenmiĢti. Aziz Amcamla Analığımın ayrıldığının büyük bölümünü yukarıda yazmıĢtım. Mamafih evlenip gitmiĢti ama genede de öyle kurtulamadık. Sonradan neler yaptığının ayrıntılarını yeri gelince tekrar yazacağım. Zekiye evlenirken kız kardeĢimi yanında götürmüĢ, oğlan kardeĢim Mahmut yanımızda kalmıĢtı. Analığımın evlendiği insanın iyi bir insan olduğu söylendi. Divriği‟nin ErĢin köyünde birisiyle evlenmiĢti. Hasan Küçük, sonra öğrendim ki bizim aileyi iyi tanıyorlarmıĢ. Sağdan soldan kulağımıza geldi, iyi bir insan dediler. ErĢin köyünde okul vardı. Madem öyle kardeĢim Mahmut‟u okul zamanı annesinin yanına götürelim 51 Ölmeyen Çocuk yıllık yiyecek giyecek masraflarını da verelim hiç olmazsa kardeĢim okusun diye düĢündüm. KARDEġĠM MAHMUT KardeĢim Mahmut‟un annesinin yanında ve ErĢin Köyünde okuması için önce Divriği‟ye gittim. Divriği‟den ErĢin Köyünde Analığımın yanına gittim. Aynı zamanda kız kardeĢim vardı, onu da görecektim. Orada bir gece kaldım. Baktım adam iyi bir insan, kardeĢimi yanına alıp okutmayı kabul etti. KonuĢtuk anlaĢtık okullar da baĢlamak üzereydi. Geldim Belgüzar Annemle konuĢtuk, o da razı oldu. KardeĢimin yiyeceğini, giyeceğini hazırladık ve götürdüm. Her yıl aynı Ģekilde bütün masraflarını karĢılayarak üç yıl kardeĢim orada okudu. 3 yıl sonra ne oldu? ErĢin Köyündeki okul o tarihlerde temel eğitime üç yıl ayırmıĢtı, yani beĢ yıllık okul 3 + 2 = 5 yıl oluyordu. 3. sınıfta bir diploma veriliyordu. Ġstersen beĢinci sınıfa kayıt olup iki yıl daha devam ediyordun. O tarihte ErĢin Köyünde beĢ sınıf açılmıĢtı. Ama Mahmut dördüncü sene artık okula gitmeyecekti. Çünkü annesi ve babalığı artık beĢinci sınıf kaydını yaptırmıyordu. Aynı zamanda Mahmut‟u annesi bize de vermiyordu artık. Bundan sonra o evin çocuğu olacak, çobanlık yapacaktı. Zira çobanlık yapması için kuzu yaymaya baĢlamıĢtı. Kesinlikle okutmak istemiyorlardı. Bu taraftan ben de madem ki, okutmayacak o takdirde kardeĢimi verin. Ben onu babasının evine ve yanımıza götüreyim. Verin dedim ama nafileydi. Ġki kez gittim, kardeĢimi annesinin elinden alamadım. KardeĢim beni seviyor, gelmek de istiyor ama annesini de kıramıyordu. KARDEġĠMĠ KAÇIRACAĞIM, FATMA HANIM Babamların müridi olan, bizim köyden EriĢin köyüne göç etmiĢ ve yerleĢmiĢ bir aile vardı. Adı Hüseyin Kaya, Hanımının adı Fatma idi. Bu ailenin dedelerimden babamdan dolayı bizlere çok saygıları ve sevgileri vardır. Yine köyümden kalktım, bir de eĢeğim vardı, bu hayvanımı da aldım Fatma hanımın evine gittim. Ama gidip gelmeler kolay olmuyordu. ErĢin Köyü bizim köye yaya olarak tam beĢ saat sürüyordu. ErĢin Köyüne her gidiĢimde iki günüm kayıp oluyordu. Ama gitmeye, kardeĢimi getirmeye mecburdum. Zira doğal olarak doğduğu eve, babasının evine yakıĢırdı. Oysa o, orada kalıp bir çoban olacak, orada büyüyecek, kendisine ait tasarrufları, kazanımları orada birikecekti. Binaenaleyh anne, annedir. Ama annesi o eve sonradan gitmiĢ, hatta yanında bir de küçük kız çocuğu götürmüĢ. O gittiği adamın da ölen karısından dört çocuğu vardı. Bir de Analığımın götürdüğü ile beĢ çocuk oldular. Hadi diyelim ki kızkardeĢim küçüktü, annesinden ayrılmak oldukça zor olacaktı. Hatti zatında Zekiye Analığım evlenirken Belgüzar Annemle pazarlık ettiler. Belgüzar Ana, „Sen evlenip gideceksen git, ama ben kocama aileme söz verdim, ben bu evden bir görev yüklendim, ben bu evden hiçbir yere gidemem. Bu bakımdan ben bu yetimleri 52 Ölmeyen Çocuk büyüteceğim. Büyütmeye de mecburum. Sen küçük kızını yanında götür, ama oğlanı götüremezsin yani bir gün benim kızlarım da, senin kızların da büyüyüp evlenip gidecekler ama kocamızdan olan bu iki erkek çocukları kocamızın evine sahip çıkacaklar.“ Zekiye Analığım da Belgüzar Ana‟nın bu güzel konuĢmasına karĢılık, „Peki bacı” demiĢti. “Mahmut evinde kalsın götürmeyeceğim” diye söz vermiĢti. Aynı zamanda amcazademiz ve daha bize yakın olan komĢularımız da biz iki erkek kardeĢin babamızdan kalan maddi manevî miraslara sahip çıkmamıza karar vermiĢlerdi. Gelin görün ki, Zekiye verdiği sözü yerine getirmekte direniyordu. Üstelik kocasının ölürken kendisine söylediği sözleri ve emanetleri unutmuĢtu. Oğlunun geleceğini de hiç düĢünmüyordu. Ona göre oğlu yanında olsun da ne olursa olsun. Hüsrana kapılmıĢ oysa ki, dört çocuğun üstüne kuma alarak, kendisi ve kızı gitmiĢti bir de oğlunu katarsa, üçüncü kuma ile birlikte o evin öz çocuğu olan dört çocuğa kuma olacaklardı. Dolayısıyla kısa zamanda huzurları bozulacaktı. Oğlu da çobanlıktan baĢka hiçbir Ģey olamayacaktı. ġimdi dönelim Fatma Hanımın yardımlarına. Fatma Hanım Zekiye‟yle iyi konuĢuyordu. Bu nedenle onu ikna edip kardeĢimi alıp bana teslim edecek alıp evimize götürecektim. Fatma Hanım‟ın ikinci bir planı daha vardı. Önce Zekiye‟yi iyilikle ikna edecek, edemez ise kardeĢimi kandıracak, benimle gizlice görüĢtürecek, ben ona gerekenleri izah edeceğim. Böylece annesinden gizlice alıp götüreceğim. Fatma Hanım‟ın planı buydu. Fatma Hanım Zekiye‟ye gitti ama birinci planında baĢarılı olamamıĢtı. Fatma Hanım Zekiye ile uzun yıllar arkadaĢlık yaptığını hatta Zekiye‟nin, dedesi olan babama kadınlık yaptığını ve ondan iki tane çocuk yaptığını unutmuĢ olduğunu, böylece onun eski kocasının emanetlerine hiyanetlik yaptığını düĢünerek Zekiye‟ye tam manasıyla kızdığını, daha ileri giderek bir daha da onunla konuĢmayacağını ifade ederek bana döndü. Benim artık öncesinde kardeĢimle görüĢüp konuĢmana gerek olmadığını söyledi. Peki ne yapacağım? Fatma Hanım‟ın planına göre ben o akĢam kendilerinde kalacağım. Sabahleyin ErĢin Köyüne giden yolun giriĢinde, yukarıdan aĢağı uzanıp gelen büyük bir dere vardı, derenin etraflarında hemen köyün çıkıĢında kuzularını yayacağı yere geldiğinde, Mahmut‟u kuzuları köyden sürüp çıkardığında eĢeğimi ileri de bir yere gizlemiĢ kardeĢimi beklemiĢ olacaktım. Böylece kardeĢimin kuzuların yanında yalnız kaldığını görünce, gelip kardeĢimi eĢeğe bindirip kaçıracağım. Sabah olmuĢ, güneĢ köyü almıĢ, biraz da hava serindi. Ben bahsi gecen mahale gittim. EĢeğimi yolun kenarında görünmeyen bir yere bağladım. EĢeğim orada yayıla dursun ve ben pusuya yattım. Köyde kuzular kafile kafile tarif edilen büyük dereye doğru gelmeye baĢladılar. Önce üç kafile geldi. Her kafilenin de baĢında 2-3 yardımcı vardı. Bundaki sebep Ģu idi: körpeler henüz bir haftadır yeni yayılıma çıkıyorlardı, bu nedenle körpeler kapalı köĢelerinden serbest ve açık havaya çıkıp birbirlerini görünce hoplayıp zıplayıp yol kenarlarına kaçıyor meleĢiyorlar itiĢiyorlar. 53 Ölmeyen Çocuk Bu nedenle o yavrulara yayılacakları yere kadar yardım ederler, götürülecek yerde kafileler bir birinden ayrılarak, biraz da yorularak daha sonra uslanacaklardı. Sözünü ettiğim üç kafileden sonra kardeĢim, annesi, birde annesinin üvey kızı Makbule körpeleri büyük dereye doğru getiriyorlardı. Büyük derenin kenarına geldiler. Ben pusu da onları gözlüyordum. Üçü birlikte körpeleri köy tarafından öbür tarafa geçirdiler. KardeĢim Mahmut‟u körpelerin yanında bıraktılar. Zekiye Analığım ve üvey kızı Makbule gittiler. Ben hemen kardeĢimin yanına geldim. Arada birbirimize sarıldık, öpüĢtük diye anımsıyorum. Belki de ağladık, kardeĢime dedim ki, „Bak kardeĢim, senin evin annenin geldiği yer değildir. Ben seni buraya okumaya getirdim. Biliyorsun burada üç sene boyunca her masraflarını da biz karĢıladık. Ama gördüm ki, annen seni artık okutmuyor. ĠĢte durum ortada sen okula gitmiyorsun, körpe yayıyorsun. Bu nedenle ben seninle konuĢup götürmeye geldim. ġimdi seni eĢeğe bindirip evimize götüreceğim. Tamam mı kardeĢim?” Mahmut, „Tamam ağabey ben de gitmek istiyorum, ama elbiselerim, taze çoraplarım evde kaldı.“ Ben, „KardeĢim çorabın, elbisenin değeri yoktur. Mühim olan sensin. Biliyorsun, annen seni vermek istemiyor. Ben ise senin elin kapısında çoban olmanı istemiyorum. Çoban da olsak amele de olsak her ne olursak evimizde olalım, kendi hizmetkârlığımızı yapalım” diye izah edince, Mahmut hiç sesini çıkarmadı. Hemen ben de aldım eĢeğin semerine bindirdim. Ve geçtik evimize geldik. Böylece kardeĢimi annesinin elinden kurtarıp getirmiĢtim. Bize o günlerde yardım eden Hüseyin Amca‟nın ve hanımı Fatma Hanım‟ın ruhuna selam olsun. Ruhları Ģad olsun. ABDULLAH SOPA VE ABLAM ġEHRĠBANLA GEÇEN ANILARIM Abdullah Sopa en büyük Ablamla evli olan EniĢtemdir. EniĢteyle Ablamın evlilik mazilerini Ablamın öz annesi benim de Analığım olan, aslında çoğu kere annem diye yazdığım, annemden öğrenmiĢimdir. Annemin dediğine göre eniĢte babamın sağlığında Ablamı istemiĢ ama babam vermemiĢ. Babam ölmemiĢ olsaydı Ablam belki de Abdullah EniĢte‟yle evlenmeyecekti. Binaenaleyh babam öldükten sonra, Ablamı kaçırmıĢlar. ġehriban Ablamla Abdullah EniĢtem bir ay evli kaldıktan sonra Abdullah EniĢte askere gitmiĢ. Abdullah EniĢte tam 4 yıl izine falan gelmeden askerlik yapar. Bu Abdullah EniĢte‟nin bir tane kendinden büyük, bir tane de küçük kardeĢi vardır. Büyüğünün adı Garip küçüğü Hasan. Ailelerinin köyde durumları malı, davarı bakımından oldukça iyiymiĢ. Örneğin Garip Devlet Demir Yollarında daimi iĢçi olmuĢ çalıĢıyordu. 50-100‟e yakın davarları vardı. Küçükleri olan Hasan davar yayardı. ġimdi iĢin garip tarafı Abdullah EniĢte 4 yıllık askerliği bitirip gelmeden kardeĢi Hasan‟ı askere çağırırlar. Jandarma tebligat kâğıdını getirirken Hasan‟da ağabeyinin askerden gelene kadar gitmeyim diye gizlenir ve köy halkı ve komĢular da köyde olmadığını söyler. “Nereye gittiğini bilmiyoruz” Ģeklinde rapor yazar verirler. Böylece 3 ay tecil ettirirler. Hasan, askere gitmekten 3 ay kaçar ama komĢulardan bir tanesi gider Divriği Askerlik ġube BaĢkanlığına Ģikayet eder. Tabi 54 Ölmeyen Çocuk askerlik Ģube baĢkanı 2 tane jandarma gönderir yakalatır götürür. Neticede Hasan askerliği bitirip geldikten sonra asker kaçağı olarak 1 ay hapis yatar. ġimdi biz dönelim hem Abdullah EniĢte hem de kardeĢi Hasan, 2. kardeĢ ikisi de askerdeyken bu tarafta ağabeyleri Garip ise Devlet Demir Yollarında çalıĢıyor. Gittiği günden itibaren davarları var ve malların yemlenmesi ahır ve ağılının görülmesi temizlenmesi ve saire iĢlerin hepsi Ablam ġehriban‟a yüklenir. Ablam ġehriban‟ın yapacağı iĢler o kadar çok, o kadar ağır iĢler ki, bir kadının yapıp baĢarmasına imkan ve itimal yoktur. Bu köy iĢlerinin çoğu dıĢarıda olur. Tarlalar sürülecek, odun taĢınıp gelecek, bazı yonca ve saire sulanması gereken tarlalar sulanacak. Bunların davarları, senenin 5 ayı köy dıĢında köye bir saatlik ırakta bir ağılları vardır. Dağlarda otlanır yine o ağılda yatar. Bu ağıl en az haftada 2 defa gidilip süpürülüp temizlenecektir. Ot zamanı, ekin zamanı ot biçecek, üstelik kuzulayan ineklerin davarların hem yavrularını emzirmesi hem de bunların sütlerinin sağılması, yani saymakla bitmeyen köyde iĢ vardır. Ama eniĢtenin evinde ise eli iĢ tutan üç kiĢi vardır. Birisi ağabeyi, o, iĢte çalıĢır. Garip çalıĢtığının dıĢında tatil günleri sadece bahar ve yaz aylarında sulama iĢlerine, bir de Ģehir pazarı vardır bunları yapar, baĢka hiçbir iĢ yapmaz, yoncaları parayla tırpana verir, biçtirirler. Garip‟in hanımı Hatice var, deli ve yaramaz huylu bir kadındı. Allah rahmet eylesin ama bu gibi anılarımı yazarken kötüye kötü yazmak zorundayım, okuyanlara yanlıĢ bilgi vermenin doğru olmayacağını düĢünerek ben anımda adı geçen kim olursa olsun mazisini doğru yazmak sorumluluğunun bilinciyle hareket etmek zorundayım, değerlendirmesini okuyucularımın görüĢüne bırakıyorum. ġimdi Hatice Hanım‟ın ikisi oğlan birisi kız üç küçük çocuğu vardır. Hatice Hanım çocuklarının bakımı, bir de yemek yapma iĢleriyle uğraĢır. Bunların dıĢında boĢ vakti olsa bile baĢka iĢ yapmaz. Yalnız Hatice Hanım Ablam ġehriban‟a ayrımcılık uygular. Hem dıĢarı iĢleri, hem ahır, ağıl, ekin, ot ve saire zor iĢlerde kıĢın yağmurlu, karlı havalarda Ablam ıslanır ve üĢür. Elbetteki haklı olarak Ablam ısınacaktır. Üstünü kurutmak için en azından biraz da istirahate ihtiyacı vardır. ĠĢte Hatice, Ablamın bunu temin etmek için dinlenmesine asla imkan vermez. Hatice, Ablama terk-i edep sözler, küfürler sarf eder, Ablam kendisine sarf edilen küfürlere de kulak tıkar. Bu defa da eline geçirdiği bir odunla Ablamı dövmeye kalkar. Ablamı soba baĢından ya da o çokta yanan ateĢ sıcaklarından faydalanmaya fırsat vermez. Ablam kendisine uygulanan bu hakaretler karĢısında ne yapacaktı? Eğer bizim gibi köy içinde bir baĢka ana evi olmasaydı Ablamla EniĢtem Abdullah‟ın kesinlikle evliliği devam edemez, bozulurdu. Zira bu genç bir kadındır. Üstelik kocasıyla toru topu 30 gün bir arada kalmıĢ birbirlerini dahi öğrenmemiĢ. Hatta birbirlerini henüz kazanmamıĢ, sözde evli gibi bir durumdalar. Ablam da nihayetinde bir insandır, yaĢayan canlı bir varlıktır. Kadın olan bu insanın, hakkı olmayan yapmayacağı, çetin ve zor olan iĢlerde çalıĢtıracaksın; dağlarda, bağlarda çalıĢtıracaksın, karda kıĢta ıslanacak, üĢüyecek ama sen kalkıp bunu döveceksin, küfür edeceksin. Ayıptır söylemesi ama anasına babasına söveceksin. Daha da ötede ağzında süt kokan 55 Ölmeyen Çocuk genç bir kadına oropsu kelimeleriyle küfür edeceksin. Doğrusu bu tür hakaret ve tavırlar insana yakıĢmaz. Ġnsan bunu yapmaz ve bu tür hakaretlere hiçbir insan dayanamaz. Sadece bir aylık koca hatırı için 4 sene bu denli iĢkencelere hiç kimse katlanamazdı. Bize gelince, köyde babası olmayan, tek sahibi bir anası ve biz kardeĢleri varız. Biz de bilindiği gibi küçüğüz, annem Belgüzar Ana‟ya gelince Belgüzar Ana her gün Ablam için kaygılar korkular içinde yaĢıyor. Ablam çok ta güzel bir kızdı. Genç 1.62-1.63 boyunda fiziki yapısında asla kusuru olmayan esmer güzeli, yüzleri köy kırmızısı güzel bir fiziki görünümü arz ediyordu. Eh Ģimdi bu kadın çoban olmadığı zaman davar da yayar. Köyün sığırları nöbetleĢe yayılırdı. Nöbeti geldiğinde mal yaymaya da gidecekti. Bir saat ırakta olan ağıl vardı. Önünde akan Tokma Çayının öbür geçesinde idi. En az haftada iki gün ağılı temizlemeye de gidecekti. Bu yerlere güzel genç bir kadın yalnız baĢına giderse gönderilirse baĢına ne gelemezdi ki? Üstelik sorumsuz ve saygısız bir kadın yanında her gün maruz kaldığı çileler onu tedirgin etmiĢ, her an için Ablam kendisini bir tehlikenin içine atabilirdi. Bilinen bir gerçek var ki, tarih boyu kadınların kötü yollara düĢmesi yaramaz ve sapık insanlara yem olması, bu veya bunun gibi benzeri hadiseler baĢına gelebilirdi. Ama iĢte bizim gibi cefakar bir ailesinin olması bütün bu doğacak olan tehlikelere karĢı Ablamın yanında olmuĢ, onu hiçbir yere yalnız bırakmamıĢtır. Annem ve biz Ablam ġehriban‟ın yanına her gün birimizi yardımcı olarak katmıĢ, bazen de icab eden yerlerde kendisi Ablama arkadaĢlık yapmıĢtır. Böylece Ablamı dört sene boyu korumuĢtuk. EniĢtemiz dört sene askerlik yapmıĢtı. Ne izine gelmiĢ, ne de mekup yazmıĢ. Dört sene sonra kayıp bir insan gibi çıkar gelir. Dört sene... dile kolay. Oysa ki en büyükleri olan ağabeyleri Garip sahip çıkmalıydı. Onu kardeĢinin hatırası olarak korumalıydı. Örneğin benim kardeĢim de evliyken askere gitti. Ben gelinimin üstüne kuĢ kondurmadım. Onun üzerine güneĢ doğsa kıskanırım. Onu olur olmaz her rasgelen iĢlere göndermezdim. Ailemden dahi ona bir üstün hak tanırdım. Ama ne yazık ki gelinimi Allah bize çok gördü. Genç iken elimizden aldı götürdü. Gelinim Satı biraderim askerden gelmeden doğumda öldü. Allah rahmet eylesin. Garip ise o genç ve güzel gelinini hiçbir tehlikeye karĢı korumaz ve kıskanmazdı. Üstelik karısına dövdürür, sövdürürdü. ĠĢte böylesine sorumsuz insanlar da vardır. BĠZĠM AĠLENĠN DURUMU Yukarıdaki anılarımda bizim aile ve ben diye bir baĢlık attım. Nedeniyse yukarıdaki anlatımlarımdan da anlaĢılacağı üzere Ģu temel bilgilere sahip oldum. Birinci faktör 1200‟lü yüzyıllarda yaĢamını sürdürmüĢ olan Seyit Garip Musa Sultanın neslinden olmaları. Ġkincisi onun torunlarından olan Garip Dede‟nin hikâyesinin bir kısmını yukarıda anlatmıĢtım. Bu sayfada iĢte bir baĢka mirasını tekrar anlatmak durumundayım. Binaenaleyh söz ona geldikçe daha da anlatacağım. Üçüncü bir faktör ise, Garip Dede‟den doğan Mustafa ve Mahmut 56 Ölmeyen Çocuk Dedelerin babamın doğumuna ve Türkiye‟de Cumhuriyetin doğmasına kadar Türk Ġslam Kültürünün, gelenek ve göreneklerinin, dini faaliyetlerinin, halkın günlük yaĢamıyla ilgili sosyal faaliyetlerinin hem hocalığını hem de dedeliğini yapmıĢ olmaları ta ki bize kadar yansımıĢtır. Bizlere gelince, günümüzde dedelik geçerli akça olmamasına rağmen, hiçbir karĢılık beklemeksizin insanların bize iĢleri düĢünce hangi yönden olursa olsun onu hallederiz. Ailemizle geçimsiz de olsak eğer karı kocalardan birisi aile nüfuzuna ihanetlik yapmamıĢsa ayıplamayı, ayrılmasına katiyen izin vermezdik. Ancak bazı sapık hareketler müsnestadır. ĠĢte baĢımızdan geçmiĢ olan Ablamın meselesi mucizevi bir olaydır. Binaenaleyh 4 sene bitti. EniĢtemiz askerden sağ salim geldi. Biz de bir aylık hanımını bıraktığı gibi namus ve Ģerefiyle kendisine teslim etmiĢizdir. Ġlerdeki bölümde Abdullah EniĢte‟nin ve ailesiyle uzun yıllar birlikte iĢ yaptıklarımızın ekin ve ot biçmelerimizi, dağlarda yatmalarımızı, bacım Bağdat‟ın Hasan‟la evlenmesini ve Abdullah EniĢte‟nin bizden mal almasını anılarıma alacağım. ġimdilik buraya kadar olanı noktalıyorum. HASAN SOPA‟YLA KEKLĠK AVLAMAMIZ Hasan Sopa büyük Ablam ġehriban‟ın kayınıdır. Yani Abdullah EniĢte‟nin kardeĢidir. Hasan Sopa askerden gelmiĢ bacım Bağdat‟la evlenmiĢti. Hasan‟la bacım Bağdat‟ın 1949 yılının Eylül ayında evlendiklerini anımsıyorum. Hasan o yıl çalıĢmaya gidememiĢti, davar yayıyordu. KıĢ gelince davarlarda yaylımdan durdu. YaklaĢık 2 ay keklik avladık. O yıl kar da çok yağdı, kıĢ uzun sürdü. 1951 – 1, 2, 3‟üncü aylara kadar Ģiddetli kıĢ devam etmiĢti. Bizim köyde aslında hiç avcı yoktur. Yani tüfekle av yapmazlar. Bizim köy halkı mahalli olarak keklik avını kekliğin bol olduğu dağlarda taĢlarla tuzak kurarak yaparlar. Bir de köyümüzün önünden akan suda bazen ağ ile bazen de dinamit ile balık avlanır. Bu mahalli avcılığı sürekli yapan yoktur. EniĢtem Hasan‟la keklik avlamamız Ģöyle oldu. O kıĢ anlaĢtık, birlikte malzeme hazırlayacağız, dağlara çıkıp hapek (tuzak) kuracağız. Tuzak kurmanın bir yöntemi de hapektir. Hapek kurmanın malzemeleri Ģunlardır: 1 çatal, 1 direk, bir de direğin çatalını tuzak haline getiren baĢlık. Buna baĢlık ağacı denir. Toplam üç değiĢik ĢekillendirilmiĢ ağaç bir hapek için kullanılır. Örneğin 100 tane hapek yeri hazırlamıĢsan bu hapek üç ağaçtan 300 tane ağacı önceden hazırlayacaksın. Çatalı ve direği kavak ağacından olur, baĢlık ağacı sert ağaçtan olmalıdır. BaĢlık ağacı kavaktan da olur ama sert ağacın baĢlık vazifesinde kullanımı daha elveriĢli olur. Ağaç malzemeleri hazırlandıktan sonra hapeklerin çukurları kazılır. Çukurun içi en az iki keklik sığacak kadar olur. Çukurun kare olarak dört köĢesine dört tane taĢ yerleĢtirilir. TaĢlar iki tarafı düzgün olan dört köĢeli kare Ģekilli çukurun üzerine, bir de çukurun üstünü kapatacak ebatta yassı bir taĢ hazırlanır. ġimdi ağaç malzemelerimiz de, çukurumuz da hazır. Sıra geldi tuzağı kurmaya. A. Önce çatalımızın ön tarafı çift çataldır, çatalın yine ön tarafında iki çubuğun arasında 10 santimetre aralık vardır. Çatalımızın arkaya gelen kök kısmı hafif yontulmuĢ, arka 57 Ölmeyen Çocuk ucuna doğru iki tane kertik vardır. Bir kertik çatalın ve çubukların kök kısmına bir tane de çatalın sol böğrüne açılmıĢtır. ġimdi baĢlık ağacımıza geldik; baĢlık ağacımızın bir baĢı çukurun yukarısındaki üst taĢın altına giren ucuna doğru kurulup balık sırtı yontulur ve iki santim gerisinden alt tarafı kertilir. Direk kısmı: direğin çukur tarafına gelen yüzü, üst ucunun iki tarafından yontulur. Direk doğrudan üstteki taĢı ayakta tutması için dikilir ve üst taĢın tam orta yerine denk gelir. Çatalın kök kısmında olan kertik direğin sol tarafına geçirilir. Yukarıda taĢla direğin arası ise baĢlığın kertikli tarafı direğe gelmek üzere direkle taĢın arasına sıkıĢtırılır. ġimdi çatalın arka tarafı az yukarı kaldırılır. BaĢlığın boĢta kalan yontulmuĢ, üç milimetreye kadar inceltilmiĢ ucu aĢağı doğru basınca taĢın ön tarafı biraz daha yukarı kalkar ve incelmiĢ kısmı çatalın kertiğine tutturulur. Çukurun içine buğday ya da bulgurdan yem dökülür. Ön kısımların da karı ayıklanmıĢ toprak olmuĢtur. O toprağın üzerine biraz da saman atılır. Keklikler gelir samanı eĢelerler. Fakat içinde taneleri bulamayınca çukura doğru yaklaĢırlar. Çukurun içinde daneleri görünce çukura ineceklerdir. Çukurda taneleri toplarken çukurdaki çatala takılacaktır. Çatala takılınca yukarıdan baĢlık fırlayıp düĢecek ve taĢ kapanacak. TaĢ kapanınca da keklik çukurda kalacaktır. Sonrasına çukurda kalan kekliği çıkarmak kalır. KEKLĠK AVINDA HASAN ENĠġTEYLE ÜZÜCÜ ANIMIZ OLMUġTU Birisi ayak üĢütme. Bir gün önce eniĢteyle öğleden sonra hapekleri kurduk. Hapek önlerine kar yağmıĢtı. Karları temizleyip attık. Hapeklerin önlerine samanları da döktük. 100 tane hapeğimiz var. Hapekler genelde güney tarafa doğru yapılır. Zira sabahleyin güneĢ doğarken direk hapeklere yansıyacaktır. Zira bunun iki özelliği vardır. A. dağlarda kar çok olduğundan o güney kısımlar hem biraz sıcak olur hem de karların eridiği yerler olur. Keklikler aynı zamanda diğer kuĢlar karaya çok gelirler. Bu yüzden 100 hapekten hepsi bir arada olmazdı. Mesela bir vadi vardır. O vadinin güney yüzünde 50, diğer vadinin güney yüzünde yine 50 hapek vardır. Üstelik hapekler arasında 15-20 metre mesafe olur. Hapeklerin sayısı çok da olabilir az da olabilir. Ġlla 50-100 Ģart değildir. Böylece EniĢteyle birlikte hapekleri yapmıĢtık. Bakmaya giderken birimiz bir tarafa, diğerimiz de öteki tarafa giderdik. ĠĢte bir öğlen sonu bu plana göre bütün hapekleri ayarladık. Bir gün sonra da sabah erken gideceğiz ki, bir gün önce düzenlediğimiz hapeklere girmiĢ olan keklikleri toparlayacağız. Yeniden hapeklerin düzenlerine bakacağız ki, öğlen sonu akĢam üzeri bir daha gideceğiz. Dolayısıyla hazır olan hapeklerimize günde iki defa bakmıĢ olacağız. Velhasıl sabah saat yedi buçukta evden çıktık. Hapeklere kavuĢabilmemiz için en az 40 dakika yol yürüyeceğiz. Gideceğimiz yol ise hemen hepsi hapeklere ulaĢana kadar kuzey yönünde yürüyeceğiz. O gün öyle bir kuru soğuk vardı ki, insanın Ģafağını kesiyor. Ayaklarım çarıklı ama taĢ gibi donuyor. Sanki dersin ayak senin değil, vücudunun parçası değil, kaldır at duymassın. Binaenaleyh benim ayaklarım dondu, tırnaklarım, hatta ellerimde eldiven olduğu halde ellerimin tırnakları feci halde sızlıyor. Nerdeyse yaĢamaktan umudumu kesmiĢ 58 Ölmeyen Çocuk durumdayım. EniĢte ya benden daha kalın giymiĢti ya da büyük olduğu için benim kadar olmamıĢtı. Habire beni yürütmeye zorluyor. Aksine yolda yarıyı geçmiĢti. Ah bir kuzey taraftaki yolu bitirsek güneĢin olduğu yere bir kavuĢabilsek iĢ kolay olacak. Ama mesele güneĢe kavuĢmak. Ben artık hüngür hüngür ağlıyordum. Hiç bir tarafımın canı kalmadı. Artık çare yoktu. Ya eve dönecektim ya da güneĢe kavuĢacaktım. EniĢte Ģunları söylüyor haklı olarak „Kaynım eve dönmek kurtuluĢ yolu değil. Zira mühim olan sıcağa kavuĢmak ve ateĢe kavuĢmak.“ Mesele sıcaksa, bu taraf evden daha yakın, üstelik güneĢin vurduğu yer çok sıcak oluyordu. Nerede kalmıĢ ki, orada da odun çok, orada da ateĢ yakabilirim. Tek çaremiz çabuk yürümek. EniĢtenin sözleri tümüyle doğruydu. Ama bende yürüyecek derman ve kan kalmadı. Neticede EniĢtem Hasan benim sızlanmama bakmadan iteleyerek ve cesaret vererek güneĢe kavuĢturdu. Toprak olan bir yere hemen çarçabuk odun topladı bereket cebimizde kibrit vardı, EniĢte ateĢi yaktı. Benim elimi ayağımı ovalamaya baĢladı. Derken epeyce sızlamalarım dindi. Ama bu arada yolda sadece 40 dakika kayıp edecekken 1.5-2 saatimiz kayıp oldu. Gerçi bu mühim değildi artık. Mühim olan benim kurtulmamdı. Ben ise bu dondan kurtuldum ama maalesef ayaklarımda özür kalmıĢtır. Halen ayaklarım ufacık bir soğuktan etkilenmekle beraber ayaklarımda çeĢitli yaralarda tepti. GELELĠM ĠKĠNCĠ ANIMIZA Ġkinci anımız da aynı gün meydana geldi. Donmaktan kurtulduk, üĢümemiz sona erdi, Ģimdi sıra geldi hapeklerden keklik toplamaya. Keklik olsun ya da olmasın, bütün hapekleri dolaĢıp bakacağız. Birimiz bir tarafa, diğerimiz öteki tarafa taksim olduk. Topladığımız keklikleri nereye koyacağımızın hazırlığını evden çıkarken yapmıĢtık. Sırtımıza biraz geniĢ gömlek giyeriz. Gömleğimizin ön düğmeleri sık ve sağlam olacaktı. Belimizi sıkı bağlardık. Hapeğimize düĢen ve sağ olan keklikleri gömleğimizin altına ve koynumuza koryardık. Koynumuza 8-10 kekliğe kadar sığdırabilirdik. Bazen de keklikler hapekten çıkacağı zaman ya da gireceği zaman kafaları iki taĢın arasında kalır ölürlerdi. Onları da birden fazlaysa bir iple ayaklarını birbirine bağlar omuzumuza atardık. Gerçi sağ keklikleri de aynı Ģekilde yapabilirdik. Ama o anda en iyi muhafaza yöntemi koynumuza koymaktı. ġimdi keklik toplama hapeklerimizi kontrol operasyonumuz bitti. EniĢteyle bir araya geldik: “Sen kaç tane keklik buldun EniĢte?”, “7. sağ 2. ölü”, „Ya sen?”, “8 sağ 3 ölü oldu.“ 15 tane sağ keklik, 5 tane de ölü; oh be. Hiç bu kadar keklik düĢürüp toplayamamıĢtık Ģimdiye kadar. O gün rekor kırmıĢtık. EniĢte„yle yola koyulduk geliyoruz. Çok sevinçliyiz, ayaklarımız yere değmiyor, bir yere geldik 8 tane keklik koynumda fıtır fıtır hareket ediyor. Hem beni rahatsız ediyor, hem de sıkıĢır ölürler diye düĢündük. „Ne yapalım?“ dedik. Keklikleri teker teker çıkarıp kanatlarını yolacağız, sonra ipe dizip elimize alacağız. Ancak ben elimi koynuma attım. Kekliği çıkaracağım yerde iki tane kekliğimizi birden kaçırdık. Ama bize öyle bir acı verdi ki, Ģok olduk. Sabahleyin o üĢümemize mi, keklikleri toplayıp sapasağlam koynumuzda muhafaza etmemize mi 59 Ölmeyen Çocuk yanarsın. Bu kadar emekten, zahmetten sonra iki bilene kekliği kaçırmamıza mı? Kekliklerin ölüleri mındar sayılmazdı. Yeter ki, kokmasın. Ölü avladığımız keklikleri yerdik. Sağ keklikleri de toplardık. 15-20 tane olunca Divriği Demir Madenleri olan Cürek‟teki memur, müdür personellerine götürür satardık. Çok alırlardı. Zira keklik eti çok lezzetli olur. Almak için sipariĢ verirlerdi. En az iki ay boyunca bu iĢi yapardık. Aslında ölü getirdiğimiz keklikler iki evin et ihtiyacına yeterdi. 2-3 ay bol bol keklik eti yedik. KEKLĠK AVINDAN SÖZ ETMĠġKEN Keklik avından söz etmiĢken bu hususta dünü ve bugünü mukayese edip birkaç söz etmem gerekti. DüĢünüyorum da bahsettiğim tarih 1951-53 1., 2., 3. aylarına rastlıyordu. Bu anıyı yazdığım tarih 1997 - 6. ayı Antalya, aradan henüz 43 yıl geçmiĢ. 43 yıl önce bizim köyde 180 nüfus vardı. Ama keklik avı yapanın sayısı en az 30 insan olurdu. 2 ay boyunca sayısı yaklaĢık 30 olan her avcı günde 10-15 keklik avlardı. Bu sayı sadece bizim köyde olanlardı. Ama civar köyler bizim köyün iki üç mislini yaparlardı. Böyleyken yine yaz ayları olduğunda yolda giderken dağlarda önümüzden her 50 metrede bir keklik sürüleri görülür, kaçarlardı. Sadece keklikler değil, diğer kuĢlar da boldu. Örneğin, dut kuĢu dediğimiz keklikten eti daha da lezzetli, keklikten biraz daha küçük olan bir kuĢ türüydü. Dut zamanı hemen her bahçede 500-1000 tane kuĢ görürdük. Bundan 10 sene önce Divriği‟ye gitmiĢtim, bizim köye de uğramıĢtım. Bizim köye dağdan, kara yoluyla gittik. Ġnanır mısınız, bir tane deseniz keklik göremedim. Diğer kuĢların da hakeza, 43 sene öncesinin onda üçünü bile göremedim. Diğer eti yenir malı ve davarı hakeza, her köyden en az 10 davar sürüsü, üç mal sürüsü çıkardı. Bir sürüde ise 100 taneden az olmazdı. 10 yıl önce gördüğümde her köyde 100 davar, olsa olsa 20-30 tane de inek ve saire büyükbaĢ hayvan ancak vardı. SAĠT TAġKIRAN Sait TaĢkıran ilk evlendiğim Hanımın büyük ağabeyidir. Sait TaĢkıran benden 8 yaĢ büyüktü. Büyük olmasına rağmen anlaĢabiliyorduk ve arkadaĢ olabiliyorduk. Aslında köyümde benden böyle 5-10 yaĢ büyük veya küçük olanlarla bazı köy hizmetlerini paylaĢarak yapıyorduk. ArkadaĢlar daha yaĢlılara ve de bazı para tutkunu yaĢlı komĢulara nazaran daha çabuk ikna oluyor, beyinleri daha iyi alıyordu. Mesela, benim takip edip yaptığım köy hizmetlerine ilk onlar tepki gösteriyordu. Sonra yapılan iĢlerin mahiyetini ve kimlere daha çok faydası olacağını izah edince bu defa tepki göstermek Ģurda dursun, bana yardımcı oluyorlardı. Bu gibi komĢu arkadaĢlarımın isimleri Ģöyledir. Sözünü ettiğim Sait TaĢkıran, Hüseyin Yüksel, Ahmet Kılıç, Mustafa Kaya ve Hasan Kayaoğlu; bunlar benden büyüktü. Ali Kayaoğlu ve HurĢit Türk ise benden küçüktü. Ġsimlerini saydığım arkadaĢların bazılarının babaları ölü, bazılarınınki sağdı. Ama evlerinde en büyük çocukların sözleri geçiyordu. Babaları ölelner evlerini kendilsi yönetiyordu. Bunlardan Sait, 60 Ölmeyen Çocuk Hüseyin, Ahmet, Mustafa ve isimlerini yazamadığım bazı arkadaĢlar evliydi ve 3-4 çocukları vardı. Elbette diğerleri de kısa zamanda evlenip onların da ileride okula gidecek çocukları olacaktı, okula gidecek kardeĢleri de mevcuttu. Aynı zamanda kendileri de okuma yazma öğreneceklerdi. Benim yaptığım veya yapacağım iĢler ise, baĢta eğitim olmak üzere hepsi de istikbale yönelikti. Bazı hizmetlerim de barıĢ ve sosyal, dinsel içerikli iĢlerdi. Bu anılarımda konu edeceğim hususlar içinde ise, bazı arkadaĢlarla geçen sürpriz iyi ve kötü anılar olmuĢtur. Ahmet Kılıç benim üvey dayımın oğludur, 4 tane çocuğu vardı. Benim köyde okumayı baĢlatıp eğitmenlik yaptığım yıl üç tane çocuğu Veli, Behçet ve Ģu anda adını anımsayamadığım bir kızı benim önümde okumuĢtu. Ġkinci yıl resmî öğretmeni getirdiğimde, müffettiĢ önünde Veli‟yi üçüncü, diğerlerini de ikinci sınıflara geçirildiler. Hüseyin Yüksel‟in hakeza iki çocuğu dan biri ikinci, diğeri de üçncü sınıfa geçmiĢti. Sonraları ise, iĢin sürprizine bakın ki; Hüseyin Yüksel arkadaĢım köyüne muhtarlık için baĢvurduğumda, Dumluca Köyüne mezra alarak bağlıyken o köyden ayırıp bağımsız bir köy yapmama karĢı çıktı. Zira köylümüzü bağımsız bir köy yapıp muhtarlığa kavuĢturmadığımız taktirde, maaruf vekaleti köyümüze okul yapmıyordu. ĠĢte ben çocuklarımız için bu hizmeti yaparken, köyümüzü muhtarlık yaptırmam için baĢka bir komĢum olan Celal Kaya‟yla Sait Sopa birleĢti, Divriği Kaymakamlığına sahte imza attığım gerekçesiyle Ģikayet dilekçesi verdiler. Ben 24 yaĢındayım, Hüseyin 30 yaĢlarında, Celal Kaya ise en az 50 yaĢında idi. Oğlu evlenmiĢti, bir - iki sene sonra okula gidecek çocukları vardı. Bunlardan biri de Sait Sopa idi. Bunlar 3-4 çocuk babaları iken okul ve muhtarlık yapılmasın diye kaymakamlığa dilekçe yazmıĢlardı. AHMET KILINÇ Ahmet Kılınç‟a gelince, muhtarlığı ayırmıĢım. Okulun yerini maruf adına aldık. Okul yapma emrini alabilmem için köye imece usulü taĢını kumunu çektiriyordum. Okulun yapılacağı yer kendi tarlasına yakınmıĢ. Günün birinde çocuklar tarlasındaki mahsüllerine zarar verir kuĢkusuyla Ahmet kazmayı küreği alıyor, köylü hayvanlarıyla taĢı taĢırken okul yerine yakın bir yer yöreptir, burayı benim yaptırmıĢ olduğum halde gidiyor, burayı yıkıyor. Hayvanların iĢleyemeyeceği duruma getiriyor. Bu durumda iĢ karakolluk olacak, jandarma gelecek, Ahmet‟i yakalayıp götürecekti, Ahmet ceza alacaktı. Kendisi Devlet Demir Yollarında daimi iĢçi olarak çalıĢtığı halde belki de iĢinden olacaktı. Neyse ki, babası geliyor araya giriyor, olayı karakola aksettirmeden önlüyordu. Netice olarak Ahmet de, Hüseyin de bilahare gelip benden özür diliyorlardı. ġu anımı yazarken Ahmet de Hüseyin de hayatta ve yaĢıyorlardı. Üvey Dayım olan Sait Ağa ise, Hak‟kın rahmetine kavuĢmuĢ, Ģimdi aramızda sadece anısı vardır. Üvey Dayım Sait Kılınç‟a ileride tekrar yer verecğim. Kendisine Allah‟tan rahmet diliyorum. Ahmet‟in ve Hüseyin‟in çocuklarının hepsi köyün okulunda ilkokulu bitirdi. Sonra da orta ve lise okullarına gitmeye hak kazandılar. Ama biliyorlardı ki, köyde okul olmasaydı en az iki kuĢak çocuklar okuyamayacaktı. 61 Ölmeyen Çocuk YIL 1953, MAYIS‟TA ANKARA‟YA KAÇIP GĠTMEM 1953 yılının ikinci ayının sonuydu. Divriği Demir Çelik Madenlerinde iĢe girmiĢtim. 18 yaĢındaydım. Gerçek yaĢım ise 17 idi. Ama çok cılızım, zayıf bünyeliydim. Madende yaptığım iĢ ise, çok ağır iĢti. Divriği Demir Madenlerinin çıktığı membağın yerinin adı Cürek‟tir. Cürek denilen mevki Fırat‟a giden Tokma Çayı‟nın, maden çıkan dağın tam tabanında, güneydoğu tarafındadır. Bir tarafında bir vadi vardır ki, iki tarafı dağ, iki dağın ara yeri çok derin bir dere... Derenin baĢlangıç noktası Divriği‟nin batısında olan Dumluca Köyüdür. O köyün yürüyerek 15 dakika, yani 1.5 kilometre, berisinden baĢlar; o baĢlangıç noktasından girdiğin zaman Tokma Çayına kadar devam eder. Oraya ise yaya olarak yaklaĢık 1.5 saatte ancak gidilir. Cürek‟in doğusunda ise Divriği vardır. AĢağı yukarı gelen 3 vadiyle çevrili bir yerdir. Demir madeninin olduğu yer bu yerin tam ortasındaki yüksek bir dağdır, bu dağın etrafı dağınıktır. Etrafını dolaĢacak olursan üç köĢe Ģeklinde bir harita çizersen çevre ölçüsü 6 kilometre gelir, tepeye çıktığın zaman bu 6 kilometre alanın geniĢ tarafından girip güneybatıya doğru tepenin üstünde yürüdüğün zaman arazi oldukça engebelidir. Alan olarak 3 kilometrekare ancak olabilir. Yani üç bin metrekare demek istiyorum. Bu alan madenin çıktığı yere aittir. Tabandan baĢlayıp tepeye doğru ölçüldüğünde 3 kilometre vardır. Böylece madenin çıktığı bu tepenin adı Akkafası‟dır. Benim çalıĢtığım iĢ yeri ise, Akkafası‟nın tam tepesiydi. Burada mangalar halinde vardiya çalıĢılır, madene önce dinamit atılır, sonra da balyozlarla kırılır; demiri tırmıklarla, küreklerle söker bazen büyük parçaları elinle vagonlara doldurursun. Her vagon bir ton maden alır, her iĢçi beĢ vagon mal doldurmak zorundadır. 10 kiĢi grup olarak çalıĢıyorsan 50 ton malı sevk edeceksin. Ben ise üç ay zoraki çalıĢabildim, hastalandım, eve geldim, üç gün istirahat aldım. Önüm cumartesi ve pazara geliyordu. Pazar günü akĢamından Akkafa Pansiyonuna gideceğim. Pazartesi sabah vardiyasında iĢbaĢı yapacağım. Maalesef üç günlük istirahatim bitecek, ama Cürek‟teki iĢime dönmeyeceğim. Yolum Ankara‟ya dönecektir. Velhasıl eve geldim, rahmetli Annem diye tanıdığım Analığım hasta olmama, eve gelmeme pek razı olmadığını, evimizde paraya çok ihtiyacımızın olduğunu ve bazı konuları bahane yaparak bana ağır kelimeler konuĢtu. Buna göre geri dönüp o ağır iĢte öleceğimi bilsem dahi çalıĢmak zorundaydım. Ama çalıĢabilmeme, beĢ vagon mal çıkarabilmeme imkan yoktu. Ben çıkarmak istesem bile bir iki vardiya istenilen iĢi veremez isem, beni yine o iĢten çıkaracaklardı. Ama bu mazuriyetimi de Analığıma inandırmak çok zordu. O da haklıydı, çalıĢıp para kazanmam lazımdı. Bunları kafamda allak bullak dönderir akrarırken, Analığım beni inek satmaya gönderecekti. Bir ineğimiz vardı, ineğimiz bir yıl kısır kalmıĢ, onu beslemiĢ, etlendirmiĢtik. Ġnek de oldukça yaĢlanmıĢtı. Analığım, „Bu ineği Cürek‟e götür, kasaba sat, parasını al, gel.” demez mi... Ben sabahleyin erken kalkacağım, güneĢ ısıtmadan Cürek‟e ineği yetiĢtireceğim. Orada mal kesip et satan bir kasap vardı, onu biliyordum. Analığım bunu bana söyledi ya, bu benim için bir fırsattı. Ben ise sabaha kadar planımı hazırladım. Ankara‟ya kaçma planıydı... Ankara‟ya 62 Ölmeyen Çocuk kaçacağım ama geride epeyce kayıplarım da olacaktı. Bunları da kafamda tasarlıyordum. Benim için Ankara‟ya kaçmak o kadar zordu ki, benim durumumda olan her çocuğun hakkından gelebileceği bir iĢ değildi Ankara‟ya kaçmak. Bir taraftan tecrübesiz bir çocuksun oralarda ne yapacaksın, nerelerde kalacaksın? Oralarda yatacak yer bulabilecek misin? Halin ne olacak? Diğer taraftan geride bir de kardeĢim kalacak, onu annesinden okutacağım hevesiyle kaçırıp getirdim. ġimdi onu yalnız bırakıp gideceğim. Öbür tarafta benden 4 yaĢ küçük olan henüz 14 yaĢındaki kardeĢim ve Analığım evin iĢlerini nasıl baĢarabilecekler. Gerçi kızlar evlenmiĢti ama ben de gidince Analığım kardeĢimle yalnız kalıyor. Meliha Ablam yedi sene önce, Bağdat Bacım da üç sene önce evlenmiĢlerdi. Gerçi Bağdat Bacımla geçen anılarımı ileride bahsedeceğim. Hazır iĢ yerimden çıkarılacağım çünkü haber vermeden iĢi terk edip çıkacağım, oradan da kaçmıĢ olacağım ki, geri gelsem Demir Çelik ĠĢletmesi beni iĢe almayacaktır. Kafamda bu da uyanmıĢtı. Belki de çalıĢtığım iĢyerimde mal vermediğim için beni çıkarmayıp yapabileceğim kolay iĢlere de verilebilirdim. Zira tanıdığım bana yardım edebilecek adamlarım da vardı. ĠĢte bu ve benzeri bir sürü problemler kafamı allak bullak ediyordu. ĠĢin daha da önemlisi Ģuydu: artık Analığımın da bir hükmü kalmamıĢtı. Hepsi evlenip gitmiĢ, artık evin her türlü sorunu bana devrolmuĢ durumdaydı. Kaçıp gitmeyi kafama koymuĢtum ama ilerisi ne olacak, geride kalan kayıplarım nasıl doldurulacaktı? Aslında, askerliğimi yapmadığımdan geri dönmem mecburiydi. Sanırım kararım Ģuydu. Ben gurbete çıkacağım, daha paralı iĢlerde çalıĢacağım. Geri gelip ev yapacağım, kendi baĢıma daha baĢka ticaret iĢleri çevireceğim gibime geliyordu. Bir sene önce Bacım Bağdat‟ı annem verirken ben razı olmamıĢtım. Bir taraftan Bağdat henüz küçüktü, diğer taraftan ise ġehriban Ablamın kayını Hasan‟a veriyordu. Binaenaleyh ġehriban Ablamın örneğini ve çektiği çileler daha unutulmamıĢ, taptaze dururken Analığımın bu sefer de Bağdat‟ı o eve vermesini içime sindirememiĢtim. Bu yüzden de olay çıkarmıĢtım. ġu sözleri söylemiĢtim: „Anne, sen beni dinlemiyor, Bacımı veriyorsun. Bunun sonu kötü olacaktır. Göreceksin ben bu evden kaçıp gideceğim.” Diye konuĢurken ağzımdan gideceğim kelimesi bir kere çıkmıĢtı. Belki de bu sözümün tesirinde kaldım. Annemin biraz kızmasıyla yine bu gitme planı kafamda uyanmıĢtı. ġimdi ben ikiye bölündüm, gideyim mi gitmeyeyim mi? Bir yanım git diye zorluyor, diğer bir yanım problemlerle dolu kararsızlık yaratıyor. Demek ki, bir defa kafama koydum ki, artık silip atamıyorum. Her ne olursa olsun gideceğim. Batsam da, bitsem de gitmeye karar vermiĢtim sonunda. Bunları yatakta düĢünürken uyumuĢum. Bir de baktım Analığım „„Kalk!„„ diye beni çağırıyor. Bir uyandım, karar artık iyice beynime yerleĢmiĢ. Analığım beni kaldırdı, kahvaltımı erkenden yaptırdı. Ġneği önüme kattı, bazı nasihatlar yaptı. Ama benim kafama hiçbiri girmedi, bir tek iĢ vardı: kaçıp gitmek. Eğer kalbimi dinleseydim Analığıma uyacaktı yoksa. Analığım bana azık da koydu. Ben ineği aldım, yola düĢtüm. Benim kararımdan Analığım habersizdi. O sanıyordu 63 Ölmeyen Çocuk ki, „Rıza ineği satacak, parayı da alıp getirecek.“ Bilseydi gönderir miydi? Zavallı Analığım düĢünedursun, bizim köy Cürek Ġstasyonuna 11 kilometredir. Ben inekle birlikte bu yolu iki buçuk saatte ancak alabildim. Zira ineği, yavaĢ gidecek hayvanı koĢtursam yorulup terleyecek. Sonra bir hayli kilo verecek, kasabın gözüne kötü görünecek. Üstelik, benim niyetim yol boyu ineği biraz daha yayıp karnını doyurmaktı. Cürek Ġstasyonuna yakın bir yerde ve otlu bir yerde yaydım. Biraz da ben dinlendim. Bu dinlenmeden 20 dakika sonra yürüdük. Cürek‟e vardık, kasabı buldum. Kasap beni tanıyordu ve durumumuzu da biliyordu. Ben kasaba, „inek 45 lira.“ dedim. Kasap dedi ki, “Bu inek bu parayı yapmaz, ama ben sana 45 lira vereyim.“ dedi. Kasabın ismini anımsamıyorum. Parayı aldım, doğru Divriği‟ye gittim. Divriği‟den ayağıma altı kara lastik, yüzü deri olan bir ayakkabı aldım. Ankara‟ya gidecek olan posta treninin hareket saati 13:00 idi. Divriği Ġstasyonuna indim, biletimi aldım. Bazı tanıdıklarımı gördüm ama onlara görünmemeye çalıĢıyordum. Zira durakta inmediğimi, nerde kaldığımı merak edeceklerdi. Ama sonra da düĢündüm, Ankara‟ya kaçtığımı nasıl olsa duyacaklardı. Buna göre „Bari o gün duysunlar da, bilsinler kaçıp gittiğimi, hiç olmazsa arayıp sormasınlar.“ dedim kendi kendime. Ankara‟ya tren bileti 18 lira 60 kuruĢtu. Cebimde 26 lira 40 kuruĢ kalmıĢtı. Bu para da Ankara‟ya gidip iĢ bulana kadar yetecekti. Paranın hepsini üzerime aldım. Eve hiç göndermeyi düĢünmedim. Tren saat 13:00‟da Ankara‟ya hareket etmiĢti. Eğer trende köylüden birini görebilirsem söyleyeceğim ki, Analığıma söylesin, „ben Ankara‟ya gidiyorum, beni aramasınlar.“ diye haber göndereceğim. Tren bizim köyün önünden geçiyor. Demir yolunun kenarında tarlalar var, sonra durak var. Buralarda kimi görsem el sallayacağım, „Ben gidiyorum!” diye bağıracağım. Ya da elimle iĢaret edeceğim, onlar gider Analığıma söylerler. Maalesef durağa kadar kimseye raslamadım. Ben trende kapı önüne geldim. Baktım ileriki vagonlardan inenler oldu. Ben hemen kapının basamağına indim. Elimi salladım ve bağırdım, „Anneme selam söyleyin, beni aramasın, ben Ankara‟ya gidiyorum.“ Ġsimlerini hatırlayamıyorum. Ama o komĢular da üzülmüĢ olacaklar ki, beni duyunca durakladılar, al beni Ankara sonrası. O sıralarda köylerden ailesinden gizlice Ankara‟ya Ġstanbul‟a Ġzmir‟e kaçıp gitmek moda haline gelmiĢti. Etraf köylerden duyuluyordu. Çüksüzler, Dumluca, GüneĢ ve Gâlın köylerinden 10-15-20 yaĢlarında çocuklar kaçıp kaçıp gurbete gidiyorlardı. Bizim köyden de benden önce Hasan diye bir çocuk vardı. Bunlar iki kardeĢlerdi. Babaları da anaları da ölmüĢtü. Küçüğü olan Hasan‟ın lakabı Tulun„du. „Tulun gitmiĢ.“ dediler. Duydum gidiĢ o gidiĢ, bir daha dönmedi. 1952‟lerde gitmiĢti. 44 sene oluyor. Köye bir defa gelmiĢti. Kendisini bir defa gördüm. ġimdi görsem tanımam. Köyde kalan ağabeyi de 1986 yılında bağırsak kanserinden öldü. Lakabına Tilki derlerdi. Köyümüzde 10 seneye yakın muhtarlık yaptı. Köye yol 64 Ölmeyen Çocuk getirdi, elektrik getirdi, çok hizmetleri vardı. Allah rahmet eylesin. Dönelim benim yolculuğuma. Benim yolculuk devam ediyor. Çetinkaya„yı, Sivas‟ı geçtik. Üçüncü sınıf bir kompartıman buldum. 8 kiĢilik koltuklar hep doluydu. Yalnız itiraf etmem lazım, köyümüzü geçince, kompartımanda otururken öfkem bastı, bir güzel ağladım. Ġçimi döktüm. Zira ağlarken aklımdan Ģunlar geçiyordu: „Ah ulan dünya, benim de Ģimdi annem babam olsaydı, evden gizlice kaçar mıydım? Böyle olur muydum hiç?” Kompartımanda bu vesveselerden sonra uykum gelmiĢ, boynum o yana kıvrılıyor, bu yana kıvrılıyor. Bazen arkaya yaslanıyordum. Ama bir geceyi bitirene kadar tapıklaya tapıklaya uyumuĢum. Zira 1-2 gün yol yorgunluğu ve düĢüncenin yorgunluğu ile epeyce yıpranmıĢ olacağım ki, iğne dürsteler kalkasım gelmiyordu. Öyle bir tatlı uyku basıyordu ki, dünyayı verseler gözümde olmayacaktı. Bir gece bitti, gündüz oldu. Ankara‟ya gidince ilk nereye gideceğim, kimden yol soracağım? Benim çalıĢmam lazım, iĢi kimden isteyeceğim? Hangi iĢlerde çalıĢabileceğim? Bu düĢünceler kafamda durmadan dolaĢıyordu. Köyden Ankara‟ya gitmeye karar alırken aklımdan bir ara büyük EniĢtem geçmiĢti. Bayram EniĢtem 1949 yılında Ankara‟ya gitmiĢ, Toprak Mahsulleri Ofisinde bekçiliğe girmiĢti. Sonradan odacı olmuĢtu. „EniĢtenin yanına gideceğim.“ diye düĢünmüĢtüm. EniĢtenin yanına gideceğim, hiç olmazsa ondan Ankara‟yı biraz olsun öğreneceğim. Velhasıl bu soruları kafamda planlarken Ankara‟ya indim. Eskiden kara tren derlerdi, kara tren beni Ankara‟ya getirip bıraktı. Yaya gidip EniĢtenin adresini bulmamın imkânı yoktu. Mecburen taksi tutacaktım. Adresi taksiciye verdim. Taksici, „Burası çok uzak, 5 lira alırım.“ dedi. Ne diyebilirim, ne biliyorum ki, ne diyeyim? Belki de yakındır da taksici beni acemi buldu. Çocukluğumdan istifade edip çok para istiyordu belki de. 5 lira benim için çok paraydı. 5 lira gidince 22.5 TL. kalacak ama taksiye 5 lira ödemeye razı oldum. „Peki!“ dedim taksiye, Toprak Mahsulleri Ofisinin Ġstanbul Yolu üzerinde bir binası varmıĢ. Orada buldum EniĢtemi. EniĢtem Bayram beni görünce birden bire afalladı. Haklıydı EniĢte, çünkü mektup da yazmamıĢtım. Haberi yoktu benim Ankara‟ya geleceğimden. Sonra, benim Ankara‟ya geleceğim EniĢtenin aklının ucundan bile geçmezdi. EniĢte beni akĢama kadar orada oturttu, yemek yedik. AkĢam EniĢtenin kaldığı yere geldik. EniĢte Saraçoğlu Mahallesinde, bodrum katta bir evde kalıyordu. Orayı da EniĢteye onun eniĢtesi bulmuĢ. EniĢtesi Divriği‟nin ErĢin köyünden Halil Dedenin oğlu Ali Ersoy‟dur. 1948 yılında Ankara‟ya gelmiĢ. O yıllarda defterdarlıkta memur olmuĢtu. Kendisine Ali Efendi diye hitap ederlerdi. Onun hanımı Bayram EniĢtenin bacısıydı. Aynı zamanda babamızın da dayısının kızıydı, adı ġerife‟ydi. ġerife yukarıda sözünü ettiğim benim üvey amcamla evlenmiĢti. Aziz Amcam ġerife‟yi kaçırmıĢ, bir yıl birlikte yaĢadıktan sonra Amcamdan 6 aylık gebeyken Aziz Amcam ölmüĢtü. Daha sonra Ali Efendiyle evlenmiĢti. Üç tane kızı da Ali Efendiden oldu. Sonra kendisi de öldü. ġu anda hepsi de ölüdür. Allah rahmet eylesin. Onlara dönelim, bizim anılara. 65 Ölmeyen Çocuk Bayram EniĢtenin bodrumda bir gece yattık. Ġkinci günü cumartesi günüydü. Bayram EniĢte bana Kızılay‟ın bazı yerlerini, Ulus‟u ve Anafartalar‟ı, eski ismi Hergele olan meydanı gezdirdi. Burası aynı zamanda iĢçi pazarıymıĢ. Ġkinci gecede EniĢtenin hemen yakınında Ali Efendinin evinde yattım. Ali Efendinin evi de Saraçoğlu‟nda bir bodrumdaydı. Oraya gittim, ġerife Abla beni görünce çok sevindi. Amcamınoğlu da epey büyümüĢtü. Ona da babasının adını vermiĢti. Adı Aziz idi. Ġlerideki anımda Aziz oğlu Aziz‟in adı geçecek. Pazar günü ġerife Ablamda yattım ama Ali EniĢteden umduğum yakınlığı görmedim. Artık iĢ aramaya gideceğim. Pazartesi sabahleyin kalktım. Doğru Hergele Meydanına gittim. Daha da akrabalardan kimsenin evine gitmeyecektim. Zira kimseyi rahatsız etmek istemiyordum. Ama bana yatacak bir yer lazımdı. Otele gitsem pahalıdır diye düĢündüm. Baktım orda benim gibi günlük iĢ arayan birkaç kiĢi daha varlar. Onlar dediler ki, „Biz handa kalıyoruz.“ Han dedikleri yer de hemen beklediğimiz yerin yanıymıĢ. Hanın hemen giriĢinde üçer, beĢer kiĢilik altı hasır serili odalar vardı. Yorganlarını hasırların üzerine serip yatıyorlardı. Bu sefer de benim yorganım yok, Hergele Meydanında yorgan da satılıyordu. Meğerse Hergele Meydanında olmayan hiçbir eĢya olamazmıĢ, sadece temizlik yoktu. Gittim, iki lira verdim, bir tane eski yorgan aldım. Handa bir gece yatmanın kirası 25 kuruĢtu. 25 kuruĢu peĢin ödedim, yerimi belledim. Kapı önünde sandalye ve birkaç tane de masa vardı. AkĢam vakti geçirmek için sandalyelerde oturup çay içiyorlardı. Ben de bir sandalyeye oturdum. Çaycı geldi, „Ne içersin delikanlı?” Orada herkes külhanbeyi ağzı ile konuĢuyorlar. Genç ve ben emsallere delikanlı 3040 yaĢın üzerinde olanlara „Ne içersin abi? Ne yersin abi?” diye hitap ederler. Ben de bir çay istedim, istemez olsaydım. Sen misin çay içen. Bir iki saat ciğerim ağzımdan gelir gibi oldu, çok fena yaptı. Benim çay katran gibi demli görünür ama, ya bayattı ya da boyaydı. Beni mahvetti. Bir daha oralarda çay içer misin Rıza? Çayı içerken yavaĢ yavaĢ gölge bastı, karanlık oldu. Bu esnada yine içime bir gariplik çöktü. Ġlk aklıma gelen kimsesizlik, kimsesizliğin birinci sebebi de yetimlikmiĢ. Ah yetimlik! Ondan sonra da aklıma gelen, KardeĢimle Annem. Birincisi Divriği‟den tren hareket etti, Cürek‟i ve bizim köyden geçince ağlamaya baĢladığım zamanki halimi, ikincisi Hergele Meydanında akĢam hanın önünde çay içerken sorumluluk yüklendiğimi hissettim. Binaenaleyh ablalarım evlenmiĢ gitmiĢlerdi, oğlan kardeĢim küçük, henüz 14 yaĢında. Annemin ise gözleri sakat. Artık ev sorunlarını yüklenecek hali kalmamıĢ, ben ise 18 yaĢını bitirmiĢim artık. Bünyem küçük de olsa, önümde de benden büyük kimse olmadığı için ister istemez ev sorunlarını yüklenmek zorundayım. Ankara‟ya geliĢimin dördüncü gecesiydi. Bu vesilelerle henüz elime bir iĢ geçmedi. AkĢam saat dokuz oldu. Gittim, eski yorganın yarısını altıma, yarısını da üstüme doladım. Yattım ah yatmasaydım, keĢke ıssız bir yerde açık hava da yatsaydım. Bitlerle talanmasaydım. Yattıktan 5 dakika sonra bitlere talandığımı anlamıĢtım. Ne yaparsın handa, o kadar insan var. 66 Ölmeyen Çocuk Ġnsanlar yattıktan sonra bana bakanlardan birisi ıĢığı söndürdü. Ben ıĢığın nereden açılıp kapandığını da bilmiyorum. Artık iĢ iĢten geçmiĢti. O geceyi bitlerin içinde geçireceğiz. Ama sabahleyin ne yapacağım? „Allah‟ım, ya Rabbim sen bir sebep gönder. Yarın Ģuradan beni kurtar.” diye yalvarıyorum. Vücudum öyle bir tatlı kaĢınıyor ki, aklın hayalin durur. „Eğer bu bitten kurtulursam vallahi mucize olacak.“ diyorum. Neyse artık umudum kesik sabahı bekledim. Sabah oldu, iyi kötü yorganı bir çırptım, ipe sardım, erkenden dıĢarı çıktım. ĠĢ bekleme yerine gittim. Artık bir iĢçi, sorup götürecek kimseyi bekliyorum. Ne verirse razı olacağım. Yeter ki, bir daha o handa yatmayayım. Örneğin inĢaatlara gideceksem, inĢaatta yatmaya razıyım. Sabah sekiz buçuğa doğru yaklaĢtı. Bir baktım uzun boylu, esmer, baĢı kırmızı Ģapkalı, yanında 25-30 yaĢlarında biriyle geldiler. Ben bir tarafta tek baĢıma duruyordum. Diğer iĢçiler biri geldiği zaman hepsi baĢına toplanıyorlardı. Adam o yana, bu yana bakındı, gelenlere „Adam lazım değil.” dedi, toplananları savdı baĢından. Doğrudan bana geldi. Sanki beni tanıyormuĢ gibi „Ulan sen çalıĢırsan?” dedi. Adamın doğulu olduğunu anladım. Kürt değil, laz Ģivesine yakın gibi bir Ģivesi vardı. “ÇalıĢırım” dedim. “Ulan sen nerelisen?.“ „Ben Divriğiliyim, Sivas‟a bağlıdır.“ “Ula Halil, iĢte bu çocuk bize yarar. Adın nedür?” „Benim adım Rıza.“ “Rıza oğlum köye gider müsün? Yiyeceğun, yatacağun hepsü bana aittir. Köy binasu yapacağuz. Sana 3 lira para verirem. Benim adım da Mürteza‟dür.“ Murtaza Usta Bayburt‟un Kelkit ilçesindenmiĢ. Adam peĢpeĢine saydı. Adam bu Ģekilde pazarlığa da yer vermeden konuĢunca, benim sevincimden uçasım geldi. “Doğru mu söylüyor acaba?” diye içimden söyleniyorum. “Giderim.” dedim. Ben de kendisine sordum, „Amca siz nerelisiniz?” „Ben Kerkitli„yem. Kerkitlü, GümüĢhane Kelkit”, „Ġyi! Giderim.” dedim. Adam ustaymıĢ, yanındaki Halil de kendi köylüsü imiĢ, o da ustaymıĢ. Murtaza Ustayla anlaĢtık. “Ustam yalnız sana bir Ģey söyleyeceğim, özür dilerim..“ “Ulan ne söyleyeceksen söyle.” “Hele ben bu gün handa yattım. Orada su var mı? Müsait bir yer var mı? Üstümü baĢımı yıkayacağım. Hem bugün çalıĢmasam olmaz mı?.“ “Ula ne söylersen? Köyde dağ taĢ sudur. Köyün içinde de çeĢme, çeĢmenin önünde de kürün vardur. Haydi düĢ önüme, ne durusen!.“ Ustayla yürüdük, Samanpazarı denen yerden Ulucanlar‟a, anayola çıktık. Orada bekledik. Üzeri açık bir kamyon geldi. Orada bize bir kiĢi daha katıldı. Murtaza Usta, Halil Usta, genç birisi daha katıldı. O da onlardan biriymiĢ yine, adını hatırlamıyorum. O çocuk ve ben kamyonun üzerine bindik. Murtaza ve Halil Usta da Ģoför mahline bindiler. YaklaĢık 40 dakika gittik. Bir köye geldik durduk. Murtaza Usta hemen geldi. “ĠĢte burasıdır köy. Haydi inin uĢaklar..“ Biz indik, „Bu köyün adı Ġmrahor Köyüdür” dedi. Yapılacak inĢaatın sahibini çağırdı. Patronun adı Hamdi Aytekin. Hamdi Ağa bize köy odasını gösterdi. Köy odasına bizi yerleĢtirdi. Hamdi Ağa bize köyün kurallarına uymamız için bazı talimatlar verdi. Köy 67 Ölmeyen Çocuk odasının bazı müsait bölümleri vardı. Hamdi Ağa isimlerimizi sordu. Nereli olduğumuzu sordu. Köy çeĢmesinde hemen köy odasının 10 metre yakınındaydı. Buna sevindim. Hamdi Ağa gitmeden hemen Murtaza Ustaya fısıldadım: “Hamdi Ağa bize bir büyük teneke versin, bir tenekede yanına da bir tane de taĢ ya da teneke kutu versinler.” dedim. Murtaza Usta ne demek istediğimi anladı. Yalnız Murtaza Usta bir iki de ilave ederek Hamdi Ağa‟ya söyledi. “Hamdi Ağa ha bu çocukların yıkanma ihtiyaçları vardur. Bir iki su teneke su, bir küçük taĢ veya teneke kutu verür müsün?.“ “Peki Hamdi Ağa, Rıza‟yı benimle gönder, ben vereyim getirsin.” dedi. Ben daha durur muyum sabırsızlıktan, nerdeyse nefretle iğreniyordum bitlenmiĢ halimden. Eğer bir ıssız yer bulsam vücudumu tırnaklayarak yolacağım belki de, kanlar içinde kalacak vücudum. Hamdi Ağa‟nın peĢine düĢtüm gittim. Hamdi Ağa‟nın dıĢarı kapısından içeri girdim. DıĢarı kapı kanatlıydı ve tarihi bir kapı olduğu belliydi. Eskiden, çardak derlerdi, üstü açık etrafı duvarla çevrili giriĢin solunda bir tane büyük dut ağacı vardı. Büyük bir çardaktı, burada bekledim. Hamdi Ağa iki tane ağaç kulplu su tenekesi, bir de iki veya üç teneke dolusu suyu alacak kuplu bakır kazan verdi ve tenbih etti: “Rıza oğlum, bunları kullanırsınız. Yalnız muhafaza et. Sonra geri buraya getir.” dedi. Yani o gün iĢim bitince geri getirmeyeceğim, o inĢaata çalıĢtığımız müddetçe bu malzemeleri kullanacağız. Evini yapıp bitirince de sonra malzemeleri aldığım gibi götürüp teslim edeceğiz. KÖY ODASININ DURUMU Hamdi Ağa‟nın bizi yerleĢtirdiği mekân köy odasıdır. Hamdi Ağa‟nın iĢçileri olarak bu odada barınacağız. Köy odasının anlamı köylülerin ortaklaĢa bir iĢleri hakkında toplandıkları ve orada tartıĢarak karar aldıkları bir toplantı yeridir diyebiliriz. Fakat bu mekânı genel durumlarında kullanırlar. Yaz aylarında belki de hiç kullanılmayacak sözünü ettiğim hizmetlerin dıĢında, bir de köye yabancı misafirler geldiği zaman orada ağırlanırlar. Hatti zatında bu mekânda bazı malzemeler de vardı. Örneğin masa, sandalye, bazı mutfak malzemeleri, oda sedirlerinde hasırlar, dolapları, ve saire mevcuttu ama bizim günlük yemeğimizi Hamdi Ağa‟nın hanımları hazırlayacak, bizden de her öğün vakti birisi gidip getirecek yiyeceğiz. Bu nedenle mutfak malzemelerine iĢimiz düĢmeyecekti. Biz sadece burada yatacağımız haftada bir yıkanıp temizliğimizi yapacağız. Böylece köyün toplantı günlerinde de hiç engel de olmayacağız. Hamdi Ağa ise köyün ihtiyar heyetinde biri imiĢ. ġimdi dönelim benim durumuma. Ben hemen kazana suyu doldurdum. Hamdi Ağa‟nın bahçesinde yığılı odunlar vardı. Burayı da bana göstermiĢti. Gittim oradan odunda getirdim. Suyu ısıttım, köyde bakkal da vardı. Gittim oradan sabun da aldım. Bu mekân sadece iki göz idi. Yani iki bölümden ibaret oldukça eski yapılmıĢ bir binaydı. Bu bölümlerin birinde toplantı yapılır diğer bölümde yıkanmak, yemek yapmak, temizlik yapmak gibi hizmetlerde kullanılırdı. Benim için bulunmaz bir yerdi. Suyumu ısıttım, 68 Ölmeyen Çocuk önce bir yıkandım temizlendim. Sonra sırtımda neyim varsa kazana doldurdum. Ġyice bir kaynattım bir de naylon leğen vermiĢti. Hamdi Ağa verdiği leğenin içinde çamaĢırları iyice bir de ovaladım, çitiledim. DıĢarıda ağaçlara astım belli ki orası çamaĢır kurutma yeriydi. ÇamaĢırlarımı oraya çıkarıp kuruttum bu hizmetleri bitirene kadar da akĢam oldu zaten. MURTAZA USTA Murtaza Ustadan daha iĢe baĢlamadan bir aferin aldım, “ĠnĢallah sonun da önü gibi gelir.“ Ama maalesef Murtaza Ustadan ayrıldığımız anımı ileri de tekrar yazacağım. Murtaza Usta, Rıza aferin tam benim aradığım Müslüman çocuğusun dedi ve ilk aferini vermiĢ oldu. Ben çamaĢırlarımı yıkarken ve yıkanıp temizlenirken o da diğer arkadaĢlarla birlikte yapacağımız binanın temelini kazmıĢlar ve hazırlamıĢlar. Tabiki temizlik iĢleri yıkanmamı ve çamaĢır yıkamamı yapmasaydım ben de çalıĢacaktım. 3 lira da para kazanmıĢ olacaktım. Murtaza Ustanın hoĢuna giden tarafı ise para kazanmak varken önce temizlenme, üstümü baĢımı yıkanmam dolayısıyla bir günümü öncelikle bu hizmetlerime ayırmam Müslümanlık açısından iyi bir durum olarak değerlendiriliyordu. Velhasıl o gün bitti, hiçbir varlığa değiĢemeyeceğim bir gündü. O gece bir yattığımı bir de sabahleyin saat yedide kalktığımı biliyorum. Anadan yeni doğmuĢa döndüm. Yani garanti bir hastalıktan kurtuldum. Deliksiz bir de uykuyu uyumuĢum üstüne. O gün sabahleyin gözümü açıp doğrulduğumda „Oh ulan dünya varmıĢ” dedim. Gerçi esas zor günler ileride duruyordu. Daha neler gelecekti baĢıma ama olsun sabahleyin iĢbaĢı saatimiz bellidir. Ama belli bir çalıĢma saatimiz yoktu. Kendi iĢimiz gibi yataktan kalklar iĢe baĢlarız. AkĢam güneĢ aĢana kadar çalıĢırız, bazen yedi, bazen sekiz de iĢe baĢladığımız günler olur ama akĢam saatimiz bellidir. GüneĢ aĢımıdır ilk sabah saati yedide iĢimize bismillah dedik. BaĢladık, yapacağımız bina iki takım ve iki kat yani bir katta iki ev oluyor. Evler iki oda bir salon oluyor. GiriĢle birlikte iki kat oluyor. Bina kerpiç bina olacak, aynı zamanda kerpici biz dökeceğiz. Fakat kerpiç için ayrı para alacağız. Evi Murtaza Usta götürü almıĢ. Kaça almıĢsa ustayla Hamdi Ağa arasından benim onunla ilgili bilgim yok. Ben sadece ustadan üç lira yevmiyemi alacağım. Yalnız kerpiç dökme ayrı bir iĢtir. Biz iĢi kendimize bağlamıĢ olduk. Havalar çok sıcak gidiyor. Temmuz ayıdır. Kerpiçler üç gün içinde kuruyor, duvara konacak duruma geliyor. Biz binanın temeline iki gün çalıĢtık. Ġki günü akĢam Hamdi Ağa ile bizim usta bizim hesabımıza konuĢtu. Kazanacağımız parayı dörde böleceğiz. Buna Murtaza Usta dahildir. Murtaza Ustayla 4 kiĢi oluyoruz. Ustanın bir de talebe oğlu var. O da Ġmam Hatip Okulunda okuyor. Fakat oğlan çalıĢmıyor. Murtaza Usta iki günlük çalıĢmamda çok iyi beğendi biliyorum, belki de beni Ģımartıyor olabilirdi. Daha yeniyim sonra belli olacak. Ben hep bu Ģekilde düĢünüyordum. Kerpiç çamurunu birgün dökmeye baĢladık. Bilindiği üzere kerpiç tahta kalıplarla dökülüyor. Kerpiç kalıbı dörtgen Ģeklinde 40 x 60‟tır Bir tarafında 20 x 30 iki kerpiç, diğer bir tarafında 69 Ölmeyen Çocuk yine 30 x 20 olmak üzere dört tane kerpiç çıkar yani kalıbı her çekiĢte 4 adet kerpiç çıkar. 100 kalıp olduğunda 400 kerpiç tutar. Kerpiçin kalınlığı 15 santimdir. Altı da üstü de 15 santimdir. Çamur otlarla birlikte her sırada duvara girmiĢ. 17 santim yükselmiĢ olur. ġimdi burada iki katlı eve kaç kerpiç gideceğini matematik olarak hesaplayacak değilim. Kerpiçten ev yapmak hemen hemen geçerliliğini kaybetmiĢtir. Yalnız bir gerçeği vurgulamak gerekirse kerpiçten yapılan evler sağlık açısından çok çok daha iyidir. Kerpiçten örülen duvarlar 50 santimetre geniĢliğinde olur. Kerpiç evler çok sıcak olur. Yazın da serin olur. Kerpiç evler özel yoğrulmuĢ çamurdan sıvanırsa tavanın üstü keza çamurdan yapılmıĢ ise suyu serptiğin zaman insanın burnuna burcu burcu kokar. Toprak kokusu gelir. Kerpiç bina bakımlı olursa duvarlar üstten alttan su almaz ise kerpiç bina ne yıkılır ne de eskir. Anadolu köylerini araĢtırdığın zaman 200-300 yıllık kerpiç evler bulursunuz. Kerpiç binanın birkaç özelliğinden bahsettim, dönelim bizim kerpiç dökme anımıza. Öyle anımsıyorum ki, biz bir haftada birinci katı bitirebilecek kerpiçi dökmüĢtük. Bir hafta sonra bir gün dinlenme molası verdik. Yine üstümüzü baĢımızı yıkadık, kendimizde yıkandık. Hamdi Ağa‟nın hanımı ve ağabeyinin hanımı ise bize günde en az iki defa yanında su ile kahve getirir, günde üç defa da yemeğimizi verirler. Ġkinci hafta cumartesi günü biz temelin üzerinde kerpiç örmeye baĢladık. Sene 1953 yedinci ayı, ilk haftası. O tarihlerde Anadolu‟nun hemen her yöresinde cuma günleri çalıĢmazlardı. Tatilimizi cuma günleri yapardık. Kerpiç duvar örmeye devam ediyoruz. Üç gün çalıĢtık dört günü bizim usta tekrar iĢimi değiĢtirdi, “Rıza oğlum sen çok kabiliyetli bir çocuksan, sen benim kadar duvar örebilürsen, bu durumda ben senin eline çekiçle malayı vereceğim, ben köĢeleri çıkacağım Halil‟le, sen de ortayı dolduracaksın. Bu taktirde bize bir iĢçi yetmeyecek yarın ben erkenden Ankara‟ya gideceğüm. Bir iĢçi daha getireceğüm.“ Usta ertesi gün Ankara‟ya gitti ve bir iĢçi daha getirdi. Ben de çekicimi malamı aldım baĢladım kerpiçten duvar örmeye. Usta durmadan bana hem teĢekkürlerini bildiriyor hem de ünvanımı yükseltiyor. Tabi ki, benim için çok iyi bir geliĢme. Hem inĢaat ustalığı öğreniyorum hem de ücretim artıyor. Örneğin o yıllarda Murtaza Ustanın 8 ile 10 lira asgari ise 5 lira yevmiye alıyorlardı. ġimdi Murtaza Usta ise bana 5 lira yevmiye verecek. Ancak Murtaza Ustayla aramızda iki tane sorun vardı. Sonu neye varır bilemem. Sorunlardan birisi namaz meselesidir. Murtaza Usta iĢçisiyle, ustasıyla ve oğlu TaĢtan‟la birlikte cuma günleri cuma namazına gidiyordu. Diğer günler de inĢaatta kılıyordu. Aynı zamanda ustanın oğlu TaĢtan camide cuma günleri ezan okuyordu. Kendisi gururlanıyordu. Baktı ki, ben ne cuma günleri ne de diğer günler namaz kılmıyorum. Ustaysa bana iki defa sen iyi bir Müslüman çocuğusun demiĢti. Bir gün namazdan gelmiĢti, bana doğru döndü, bir baktı ama ben ne soracağını anlamıĢtım. Murtaza Usta Müslümanlığı sadece namaz kılmakta ararmıĢ. Müslüman olmanın yolunun namaz kılmadan geçtiğine inanmıĢ ki, bana sordu: “Rıza oğlum, sen niçin namaz kılmıyorsun? Camiye gitmezsen”, „Ben 70 Ölmeyen Çocuk camiye gitmem ve sizin bu namazı da kılmam.“ “Niçin ula sen Mürslüman değil misen?” „Ben Müslümanım ama namaz kılan Müslüman değilim. Ustam namaz kılmayan da Müslüman olur da ancak ben Ģimdilik sizinle tartıĢmam.“ “Ula sen Alevi misen yoksa? “Evet usta ben Aleviyim.“ Yalnız bu soruyu bana o köyde sadece Murtaza Usta yöneltti. Ne arkadaĢlarım, ne de o köyden bir tanesi bana bu hususta hiçbir Ģey sormadılar. Murtaza Usta ise bu soruyla kaldı, ta ki ayrılacağımız güne kadar hiç sesi çıkmadı. Ben çalıĢmaya devam etmiĢtim. O da paralarımı ödemiĢti. Ġkinci sorun ise inĢaatı sağlam yapmamasıydı. ĠĢçiliğini baĢtan savma yapıyordu. Özellikle bize talimat verirdi ki, „Çok uğraĢmayın, görünmeyen yerlerini fazla incelemeyin” derdi. Ama ben hiç talimata uymazdım. Elimden geldiğince temiz iĢ yapmaya çalıĢırdım. Köyde kimse sormadı dedim ya bir cuma günü Hamdi Ağa yanımıza halimizi sormaya gelmiĢti. Biz köy odasında temizlik iĢleriyle uğraĢıyorduk. Hamdi Ağa‟nın ağabeyinin oğlu Selahattin de bize çay getirmiĢti. Çaylarımızı içtik, vakitte cumaya gitme saati gelmiĢti. Hamdi Ağa hadi gidelim usta senin oğlan gelmiyor mu? Gelecek, gelmez olur mu? Onlar yollanıp gidince ben ayrılıp kalmıĢtım. Hamdi Ağa, “Rıza sen niçin ayrıldın, sen gelmiyor musun?” Murtaza Usta, „O uĢak Alevidir, Müsülman değildir. Bırak o gelmez” demez mi? Ama Murtaza Ustanın bu itamı benim lehime olacak, aleyhime olmayacaktır. Hamdi Ağa „Yok Ustam Alevi de Müslümandır. Her koyun kendi bacağından asılır. Öyle deme çocuğa.“ Söz burada kaldı ve onlar cumaya gittiler. Ama ben yine Murtaza Ustaya karĢı sesimi çıkarmadım. Zira ben iyi biliyorum ki, baĢkaları benim yerimde Murtaza Ustaya cevap vereceklerdir. Murtaza Usta bundan sonra o köyde artık puan kayıp edecektir. Bundan sonra Murtaza Ustanın sahteliğini çıkarmak üzere sıra bendedir. Ben 18 yaĢında bir çocuğum. Ama bu iĢlere aklım yetiyor. Aynı zamanda cesaretim de vardı. Hiç aklıma korku gelmezdi. Parada pulda gözüm de yoktu. Helalinden olursa elbette paraya çok ihtiyacım vardı. Murtaza Ustanın aferin felan demesi artık bana küfür gibi geliyordu. Murtaza Usta artık bana aferin de dese usta da yapsa nafileydi. Binaenaleyh Murtaza Usta kozların benim elime geçmiĢ olduğunun farkında bile değildi. Murtaza Ustanın binada daha iĢi çoktu. Bu uygunsuz ve yobaz sözleri söylediği sıralarda daha binanın birinci katı bitmemiĢti. Ayrıca kerpiçimiz bitmek üzereydi. ĠnĢaata bir hafta ara verip kerpiç dökecektik. Murtaza Ustaya benim ona olduğundan çok kendisinin bana ihtiyacı vardı. Zira bir usta tutsa 8 lirayı alacak olan usta da sabahleyin saat 7‟den akĢam güneĢ aĢımına kadar çalıĢmayacaktı. Üstelik benden 3 lira da fazla alacaktı. ġimdi kerpiç dökmeye baĢladık. Kerpiç dökerken bile kalıbın içinden hem kerpiçlerin düzgün çıkması, hem de kerpiçlerin biraz sıkı olması gerekiyordu. Örneğin kalıbı her sıyırdığında kalıbın iç kısmı ıslak bezle yıkanır, sonra kalıbın köĢe kısımları aĢağı doğru bastırılır, kalıbın üst kısmı ise yine ıslak bezle kenarları bir defa dolandırılır. Bunların hiçbirisi yapılmıyordu oysa. Çünkü onu da götürü almıĢtık. Bana gelince ben Murtaza Ustaya karĢı önce Ģu kozu kullanacaktım. Kerpiç dökerken kalıbı değiĢerek çekerdik. Sabahleyin kalıp çekme 71 Ölmeyen Çocuk sırasını ilk ben alacaktım. Ben de tarif ettiğim iĢçiliği uygulayacaktım. O taktirde Murtaza Usta gelip müdahale edecekti. Murtaza Usta çamur dolduruyordu. ArkadaĢlar teskereyle çamur getirip kalıbın içine döküyor. Hemen gidip bir daha getiriyorlar. Fakat bu defa bekliyorlar. Çünkü onlar tekrar çamur getirene kadar ben kalıp iĢini bitiremiyordum. Biraz ağır gidip gelmeleri gerekiyordu. Bir iki derken usta duramadı ve geldi, “Ula ne yaparsen sen usta”, „Ancak çekiyorum kerpiçlerin temiz çıkması gerekir. Hızlı yaparsam kerpiçler bozuk çıkar.“ “Ula bırak laflarü ve Halil‟e ver o çeksün”, ben, „Usta sana birĢey sorabilir miyim?” “Ulan ne soracaksun?”, ”Burada sen ve oğlun namaz kılıyorsun.“ “Evet”, „Peki namaz kılmak doğruluk, dürüstlük demek değil midir? Sen ise bize talimat veriyorsun. Fazla incelemeyin geçin diyorsun.“ Murtaza Usta, „Ula bane akil mi öğreteceksin.“ Ben, „Yok Ustam estağfrullah ben sana sadece sordum? Ama ben dürüst Müslümanlardanım. Gerisini sen bilirsin.“ Tabi usta beni dinlemeyecek, dinlermiĢ, dinlemezmiĢ o baĢka. Benim iĢim vicdanımın sesiydi. Önce vicdanımın sesini Ustama duyurmaktı. Ertesi gün ben Hamdi Ağa‟yı yakaladım, “Hamdi Ağa müsade edersen size bir durumu arzedeceğim.“ „Buyur, söyle seni dinliyorum Rıza”, Hamdi Ağa‟ya „Sen ya da ağabeyin Ali Amca inĢaatın ve de kerpiçin baĢında durun, yapılan iĢleri kontrol edin.“ Hamdi Ağa, „Ne bir Ģey mi var? Vallah Hamdi Ağa ben bu kadar söylüyorum” Hamdi Ağa yanına bir usta almıĢ ustaya çaktırmadan tek tek inĢaatı gezdirmiĢti. Sonra da kerpiç dökülürken geldi. ġöyle bir kerpiçlerin aralarını dolaĢtılar. Yanımıza geldi durdular. Tabi o anda biz o kadar itinalı çalıĢıyoruz ki birinci sınıf iĢçilik sarf ediyoruz. Hamdi Ağa uzun boylu yakıĢıklı sarıya okĢar beyaz tenli gülümser bakıĢlı bir insandı. Hamdi Ağa‟ya yanındaki usta kötü not vermiĢ olacak ki, o güler üzgün bakıĢıyla kafasını kaldırdı Murtaza Ustanın uzun çehreli zayıf vücutlu sinirli görünen esmer yüzüne baktı, „Buyur Hamdi Ağa, bir Ģey söyleyeceksen?” Hamdi Ağa, „Vallahi ne söyleyem usta ben seni çok dürüst iĢini doğru yapan, sözü doğru söyleyen bir insan bir usta sanmıĢtım.“ Hamdi Ağa devam etti: „Bak usta sen ve adamların Rıza hariç günde 5 defa namaz kılıyorsunuz. Üstelik oğlun imam hatibi okuyor. Bu nedenle biz oğluna her cuma günleri ezan okutuyoruz. Babası camiye gelen köylü komĢularımla hep seni ve oğlunu konuĢmaya baĢlamıĢtık. Ama maalesef bu gün anladım ki, aldanmıĢım. Sayın usta ben hoca değilim. Sıradan bir insanım ama bildiğim bir gerçek var ki, Müslümanlığın yolu dürüstlükten ve doğruluktan geçer” dedi ve sözü bitirdi. Murtaza Usta, „Vallahi Hamdi Ağa ben senin eve kendi evim gibi çalıĢmıĢam. Son gayreti sarf etmiĢem.“ “Doğru usta, doğru söylüyorsun. Sabah erkenden baĢlayıp akĢam karanlığa kadar çalıĢıyorsun ama senin iĢin tezelden inĢaatı bitirip kimseye çaktırmadan paranı alıp kaçmaktır. Murtaza Usta! çok çalıĢıp iĢi çabuk bitirmek temiz ve sağlam iĢ yapmak değlidir. Senin bu gayretin sadece göz boyamaktır. Unutma ki, senin iĢi senin kadar bilenler de vardır.“ Hamdi Ağa‟nın son sözlerine karĢılık Murtaza Usta put kesildi. Daha da ağzını açmadı. ġimdi dönelim ustayla bana. Usta „Ula Rıza sen Hamdi Ağa‟ya birĢey mi söylemiĢsen”, „Yook haddime mi Ustam ben gariban ve yetim bir insanım. 72 Ölmeyen Çocuk Sonra ben Müslüman bile değilim. Hamdi Ağa gibi adama ben kim olurum da laf söyleyebilirim.“ TartıĢma bitti. Biz iĢimize devam ettik. Kerpiçleri tamamen döktük. ĠnĢaata yetecek kadar bitirdik. Ġkinci kata baĢlayacağız. Usta bir iĢçi daha getirdi. Murtaza Usta ikinci kata baĢlamadan önce bizi topladı, “UĢaklar Hamdi Ağa‟yı dinlediniz mi? Olmaya ki iĢleri kötü yapasınız!.“ Sanki iĢleri biz kötü yapıyormuĢuz da Halil usta ve ben „Merak etme.“ Sen usta kerpiç ve taĢ binalarda duvarları örerken her bir metrede bir duvarın üstüne güzel yontulmuĢ ağaç döĢeriz. Bu ağaçları ayak keseriyle biz yontarız. Bu ağaçlar hem düzgün ağaçlardan olacak hem de ağaçlar her iki tarafı da düzgün yontacaksın. Ağaçlar altı üstü balık sırtı gibi olmayacak, duvarın üstünü saracak. Sonra bu mihank denilen ağaç malzemelerin üstüne birer metre aralıklı olarak bağlantı yaparız. Bağlantı olarak kullandığımız ağaçların da her iki baĢını yontarız. Mihenge iyi otursun, bunlara çakacağımız çivilerin ucunu aĢağıda kalan mihengin altına kadar kavuĢacak kadar uzunluğu olur. Yani 12-15‟lik çiviler kullanılır. Daha sonra mihenklerin ara yerleri çakıltaĢlarıyla elle yerleĢtirilir, doldurulur. Bu doldurmadan sonra sıvı katılmıĢ çamurlarla doldurulur. Malayla güzel bir biçimde, her tarafı aynı seviyede düzeltilir. Çamurlar kuruduktan sonra beton gibi donar. Üzerine yeni kerpiç öreceğin zaman yine hafif sulu çamur serilir. Kerpiç attın mı mıknatıs gibi yapıĢır. ĠĢte böyle çamurun karılmasından mihenklerin yontulup duvara alıĢtırılmasında kerpiçlerin itinalı yerleĢtirilmesinde, çamurların ara boĢluklara iyice akıtılmasında velhasıl her malzemenin iyi veya azami derecede iĢçilik sarf edilmesinde fark vardır. Ev inĢaatı deyip de geçmeyin, orada, o mekânda insan oturacak. Bu gibi mekânlar her yıl bozulup yapılamayacağına göre hem malzeme bakımından, hem de iĢçilik bakımından azami imtina gösterilmelidir. Tabi ki, hiçbir eksiklik bırakılmamalıdır. Binaenaleyh yapan usta veya mimar kendi yaptığı iĢi bir baĢkasına mutlaka kontrol ettirmelidir. Bundaki kasıt insanın yaptığı iĢten emin olmasıdır. Yapanın vicdanı rahat olmalıdır. Yok böyle olmayıp da yaptığın iĢte suistimal yaparsan bu suistimalinden doğan hatalarının da görülmemesi, kontrolün yapılmaması için birtakım iyi niyet görüntüsü veya Müslümanlık kozları kullanmakla kabul ettirmeye çalıĢırsın. Sonunda önüne geçilmeyecek, tamiri mümkün olmayacak derecede sakıncalara mal olur, tehlikeler doğurur. HAMDĠ AYTEKĠN Hamdi Ağa‟yla kolayca mazilerimiz anılarımız bitmeyecek ama sonu iyiliğe bağlanacaktır. Hamdi Ağa bir ara beni çağırmıĢtı. ÇağırıĢına gittim. Biliyordum niçin çağırdığını, gitmeliydim. Yanında ağabeyi Ali Amca da vardı. Ali Amca biraz safça, temiz görünümlü bir insandı. Biraz pepe gibi konuĢurdu. Ali Ağa 50, Hamdi Ağa ise 35-40 yaĢlarında görünüyorlardı. Ali Ağa‟nın tek bir oğlunu gördüm. BaĢka çocuğu da yok biliyordum. Zira evlerine çok girdim çıktım. BaĢka çocuk görmedim. Hamdi Ağa da, Ali Ağa da geç evlenmiĢ olacaklar. Hamdi Ağa‟nın da henüz taze bir hanımı vardı. 1.5-2 yaĢında bir de kızı vardı. Bu iki kardeĢin büyük bir bahçesi vardı. O 73 Ölmeyen Çocuk bahçede ne yoktu ki... Kayısısından tut elma, armut, kiraz, viĢne, erik aklına gelen her meyve vardı. Ayrıca bir tarla bostanları vardı. Buraya da lahana, domates, biber, patlıcan, soğan, patates, havuç, maydanoz, marul, ihtiyaç olan bütün sebzeleri diker yetiĢtirirlerdi. Bunların bir çoğunu tarlada toptan satarlardı. Karpuzu, kavunu da susuz tarlalara ekerlerdi. Bunların dıĢında ekin, ekinden aklımda kaldığına göre 2000-3000 yarımlağ buğday kaldırırlardı. Bir de tuğla ocakları ve tuğlayı inĢaatlara nakleden bir de kamyonetleri vardı. Çifti traktörle sürer ekerler, buğdayın saman ihtiyaçlarından fazlasını biçerdövere verirler, biçerdöver tarladan buğdayı doğrudan Ofise götürürlerdi. Hamdi Ağa‟nın ailesi her yönüyle örnek olacak bir aileydi. Gerçi hanımlarının Ģahsımla ilgili bir hataları oldu. Ama Ali Ağa‟nın Hamdi Ağa‟nın haberleri yoktu. Ġleriki bir anımda değineceğim. Bakalım Hamdi Ağa bana neler söyleyecek. Onu dinliyorum: “Rıza oğlum baĢta sana teĢekkür etmek istiyorum. Hamdi Ağa‟nın güzel de düzgün konuĢması vardı. Aynı zamanda Ģakacı ve espriliydi. Sen bize büyük bir iyilik etmiĢ oldun. Gerçekten söylediklerin doğru çıktı. Sen henüz bir çocuksun. Her çocuk senin gibi bu cesareti hem gösteremez, hem de bilemez.“ Ben, „Estağfurullah Ağam o ne demek. Benimkisi bir vicdan iĢidir. Bir görevdir.“ Hamdi Ağa, “Sonra köy odasından ustanın sana atfettiği sözlere de çok üzüldüm. Kusura bakma ben de Sünni bir Müslümanım. Ama ben onun gibi düĢünmem, herĢeyden önce insana değer veririm. ġunu itiraf edeyim ki, orada o ırzı kırık herifi haklamalıydım. Ama piĢmanım. O sana atfedilen laflardan dolayı üzülmüĢtüm.“ Ben: „Sayın Hamdi Ağam ben çocuğum. Hatta babam anam erken ölmüĢtür. Yetimim ama buna rağmen ben köyümdeki büyüklerimden dedelerimden kültürel eğitim almıĢım. O ne söylerse ne etse kendine eder. ĠĢte görülüyor ki, kısa günlerde Murtaza Usta‟nın foyaları meydana çıktı. Ben 3 lira para alacağım diye sahtekârlığa göz yummam. Sonra ben ustanın bana atfettiği manevî hakaretten dolayı size Ģikayetimi yapmadım. Zaten ona siz de Ģahit oldunuz. Ben sadece sizin ömür boyu çocuklarınızla birlikte huzur içinde oturabileceğiniz evin yapımında ihmal edilen iĢlere gönlüm razı olmadığından Ģikayetimi yapmıĢtım. Bundan dolayı da Ģimdi rahatım. Murtaza Usta‟ya gelince öyle sanıyorum ki, Murtaza Ustayla da daha çok günlerimiz geçecek. Binaenaleyh Murtaza Usta böyle devam ederse o daha çok düĢecektir. Murtaza Usta hem oğlunu hem de kendi kıldığı namazı koz olarak kullanıyor. Temenni ederim ki, sizin gibi vicdanlı insanlar böylesi insanlara fırsat vermesinler.“ Bu karĢılıklı konuĢmalarım Hamdi Ağa‟nın dikkatini çekmiĢti. Zira onlara göre bu konuĢmalar 18 yaĢındaki bir çocuğun ağzından çıkan sözler veya söyleĢiler değildi. Mutlaka böylesi söyleĢiyi yapabilmesi için ya özel eğitim almıĢ ya da tecrübe görmüĢ yaĢlı bir insan olması gerekiyordu. Üstelikte yetimim diyordu. Hamdi Ağa‟nın kalbinden bunlar geçti ki, sorularına devam etti ve söyle sordu: “Rıza oğlum sen çok güzel bilinçli ve kültürlü sözler konuĢuyorsun. Nereden öğrendin bu kadar sözleri. Hem sendeki bu anlatma kabiliyeti sana nereden geliyor. Sende birĢeyler var.“ Ben, „TeĢekkür ederim Hamdi Ağa. Madem sordun söyleyim. Aslında Murtaza Usta 74 Ölmeyen Çocuk benim Müslümanlık adımı sana söylemiĢti. Eğer öğrenmek isterseniz söyleyeyim.“ „Anlat Rıza seni dinliyoruz.“ “Sayın Hamdi Ağa, Murtaza Usta kendince beni kötülemek ve aĢağılamak için o Müslüman değildir. O Alevidir demiĢti. Siz de bunu iĢittiniz.“ Hamdi Ağa, „Evet söyle.“ “Murtaza Usta bilmeyerek doğru söyledi. Ben Aleviyim. Siz de biraz önce ben Sünniyim dediniz. Sanırım Murtaza Usta da Sünni Müslümandır. Buna göre o insan Aleviliği Müslüman olarak tanımıyor. Bu konularda benim anlayıĢımda Alevi Sünni sorunu yoktur. Benim anlayıĢımda önce insanlık vardır, insan vardır. Murtaza Ustaysa benim 18 yaĢında bir çocuk olmama rağmen ben onu insan olarak muhatap almam. Murtaza Usta evvel baĢtan insanlığı öğrenmelidir. Murtaza Usta yıllardır Ankara‟da olduğunu söyledi. Müslümanım diyor. Müslüman kelimesini dahi Türkçe olarak söyleyemiyor. Bundan da anlaĢılıyor ki, Murtaza Usta okumadan da yoksun cahil hocalarının cami söyleĢileriyle yöresinden öğrendikleriyle kendini eğitmiĢ cahil bir insandır.“ ALEVĠLĠĞE GELĠNCE „Alevilik Ali taraftarlarına verilmiĢ bir isimdir. Bu ise peygamberimizin ölümünden sonra halifelerin yaratmıĢ olduğu iki grubun meydana çıkması, daha sonraları iki inanç türünün doğmasıyla ortaya çıktı. Sonrasında da iki inancın arasında halifelerden üçünün de müĢterek hazırladıkları plana göre (bu planın adı icma-i ümmet kararıydı) diğer halife olacak Ali Cemel SavaĢında halifelikten düĢürüldü. Sonra da katlettirildi ve onlar Sünniliği ilan etti. Sünnilik Ali‟yi öldürüp kendini halife ilan eden Muaviye ve oğlu Yezid‟in 760-765 yıllarında Cafer-i Mansur‟un Ġslam Dinine karĢıt bir mezhep kurmasıyla soktukları zıttiyettir. 1. Muaviye‟nin, 2. Cafer-i Mansur‟un da kabul ettiği gibi Sünnilik Muaviye‟nin ilan ettiği bir inanç türüdür. Ġslam‟la Ġslamlık‟la böyle bir isimin ıraktan veya yakından alakası dahi yoktur. ĠĢte Aleviler ise önce Hz. Muhammed‟i sonra ikinci olarak Hz. Ali‟yi direk tanırlar. Üç halifeyi ve sonra kurulan mezhepleri tanımadıklarından, tanımak da istemediklerinden dolayı mezhep kurucuları bir grup çoğunluğun faaliyetiyle kendilerine uymayan Ali taraftarlarını kötülemeye baĢlamıĢlar ve bu konuda yüz binlerce kitap yazmıĢlardır. Aynı zamanda bunu baĢarmıĢlardır da. Neyi baĢarmıĢlardır iĢte o gerçeğe bakmak lazım. Evet Ġslam‟ı bölük bölük etmeyi Hz. Muhammed‟in aile etrafını, Ehl-i Beyt‟ini kaltetmeyi baĢarmıĢlar, bu konuları anlatan Kur‟an‟ı Kerim‟de sayısı belirsiz ayetler vardır. Evet Hamdi Ağa Kur‟an da Sünni olmadığına göre Sünniliğin Ġslam‟da adı, esemesi yoktur ama onlar Sünni olmuĢ ben buyum demiĢ bu benim sorunum da değildir. Benim karĢımda insan var mı? Yaptığı iĢi doğru yapıyor mu? Söylediği sözü ciddi mi? Doğru mu? Kimseye zararı dokunmuyor mu? Ben onu tanır onunla muhatap olurum.“ Hamdi Ağa sözü daha fazla ileri götürmek istemiyor. Bu söylenenlerin hepsini kabullendiği Ģu teklifinden belliydi, “Rıza bu adamdan iĢini bitirip kurtulursan sen bana gelir misin?”, “Tabi gelirim Hamdi Ağa.“ 75 Ölmeyen Çocuk MUSTAFA AĞA ANKARA ESENKENT KÖYÜ MUHTARI Mustafa Ağa diyorlardı. Köyünde muhtardı. Köye içme suyu getireceğiz. Suyu 2.500 metre uzaktan kanala pöhrenk döĢeyerek getireceğiz. O köyün de Ġmrahor Köyüne benzer köy odası vardı. Esenkent Köyünün köy odası biraz daha farklıydı. HerĢeyden önce yeni yapılmıĢ bir binaydı. Yıkama, temizlik bakımından hiç te farkı olmayacaktı. Ġlk bakıĢımda o köyün muhtarı Mustafa Ağa da iyi bir insana benziyordu. O köyde de günde üç öğün yemeğimizi veriyorlardı. Ama buradaki iĢimiz Hamdi Ağa‟nın iĢine benzemiyordu. Burada önce kanal kazacağız, sonra pöhrenk döĢeyeceğiz. Daha sonra da köyün orta yerinde çeĢme gövdesi yapacağız ve suyu akıtacağız. Burada da hem ameleyiz hem de ustayız. Önce suyun çıktığı membağdan baĢladık. Burada yaklaĢık iki ay çalıĢtık. Bu iĢte de Murtaza Usta ücretimi artırmadı. Yevmiyelerimi beĢ liradan ödedi. Ama ustanın bu durumundan biraz da Ģüpheleniyordum. Son zamanlarda bana bir oyun yapacağından kuĢkulanıyordum ve beklediğim baĢıma geldi. Binaenaleyh o köyde de muhtar Mustafa Ağa benimle çok ilgileniyordu. Gelip gidip benim halimi soruyordu. Fakat çocuk olduğum için yanlıĢ mı anlarım kuĢkusuyla Mustafa Ağa bir türlü içindekini dıĢarı vurup söyleyemiyordu. Mustafa Ağa çok zengin bir aileydi. Bir söyleyiĢinde 4000 yarımlağ buğday kaldırdığını söylüyordu. Nerde kalmıĢ ki, o sene de ekinlerin iyi olmadığından bahsediyordu. Ġki tane çift süren traktörü, bir tane biçer döveri, bir tane de kamyonu vardı. Üç çocuğu vardı. Ġki kız birisi oğlandı. O yıl oğlu da askere gitmiĢti. Mustafa Ağa adamsızlıktan yakınıyordu. O köyde kaç tane insanı zengin edip gönderdiğini söylüyordu. Kızları da büyümüĢ evlenecek çağlarınıı geçmek üzereydi. Bu bilgilerin hepsini kendisi aktarıyordu. Velhasıl adam dertliydi. Mustafa Ağa bana yaklaĢtıkça Murtaza Usta gıcık kapıyor, kuĢkulanıyordu ama Mustafa Ağa bu olayın farkında değildi. O da Hamdi Ağa gibi ustayı kendileri gibi iyi bir insan biliyordu. Mamafih o da anlayacaktı. Murtaza Usta Mustafa Ağa‟ya orada bir pot daha kıracaktı. Beklenen gün yakındı. ÇeĢmeyi bitirmiĢtik. Ġki günümüz kalmıĢtı. Mustafa Ağa öğlen yemeğimizi köy odasına getirecek artık. Orada günlerden beri içinde taĢıdığını dıĢarı vuracaktı Murtaza Usta ama nafileydi. Yemeğimizi yerken bitirmeye yakın Mustafa Ağa yanaĢtı. Ustaya, “Murtaza Usta, ben size bir durumu anlatacağım.“ “Tabi Mustafa Ağa söylesene ne söyleyeceksen.“ “Sizin burada iĢiniz bitti. Ġki gün sonra gideceksiniz. ġu yanındaki çocuğu bana verir misin? Eğer benim teklifimi kabul eder burada kalırsa Rıza‟yı kızımın biriyle evlendirmek ve onu mal mülk sahibi etmek istiyorum. Zira kızlarımın dıĢarı gitmesini istemiyorum.“ Mustafa Ağa birkaç cümle söyler söylemez Murtaza Usta Ġmrahor‟da kırdığı potu Esenkent Köyünde de Mustafa Ağa‟nın yanında da kırdı, “Mustafa Ağa Rıza Alevi‟dir. Mürsiman değildir. Ne yapacaksen sen onu?” demez mi? Bir de baktım Mustafa Ağa‟dan bir ter boĢandı. Adam oturuyordu, ayağa kalktı. Mustafa Ağa beyaz tenli kırmızı benizli oldukça kilolu 1.70 boyunda bir insandı, 50 yaĢlarında 76 Ölmeyen Çocuk vardı. Mustafa Ağa da Hamdi Ağa gibi sinirlendi ama Mustafa Ağa durmadı, içini boĢalttı. Murtaza Ustaya, “Yahu Murtaza Usta ben senden bunu mu sordum? Eğer böyle bir konuyu düĢünseydim ben kendisine önce onu sorardım, yazıklar olsun. Usta sana ben seni aklı baĢında bilinçli ehil bir insan sanmıĢtım.“ “Mustafa Ağa ben sana doğrusunu söylemiĢem. Bulacaksan bir Müslüman çocuğu bul demek istemiĢtim.“ “Yahu hala devam ediyorsun. Ne biçim laflar bunlar, Rıza Alevi olmakla Müslüman değil midir? Sen utanmadan inanç ayrılığı, ırk ayrılığı yapıyorsun. Onu ben istedim. Sana ne onu istersem? Ben araĢtırırım. Sen nasıl olur da yanında aylardır çalıĢtırdığın tertemiz bir çocuğun yüzüne karĢı böyle söylersin? Yazık o da insan, onun da gururu vardır. Sen kendinin Allah katında ondan iyi olduğunu biliyor musun? Namaz kılmakla kendini üstün mü görüyorsun? Murtaza Usta sana Ģunu söyleyeyim ki, sen Ģu anda bütün günahları yüklendin. Sen bu çocuğun gönlünü almazsan ömür boyu bu günahı üzerinden atamazsın. Bunu bilmiĢ ol usta. Son zamanda gözümden düĢtün. Usta bileydim senin ırkçı olduğunu sana laf mı söylerdim? Sen biliyor musun benim kim olduğumu? Ben ömrüm boyu, 35 yıldır insan çalıĢtırırım. Binlerce elimden insan geçmiĢtir. Ben o yörelerinin insanından hatta Alevi olanlardan iyisini bulamadım. Demek ki, sen kendini Alevilerden üstün görüyorsun. Ama aldanıyorsun. Murtaza Usta dua et iki aydır Ģurada yedik, içtik, iĢimi yaptın bir kere, Murtaza dedik. Eğer Ģu iki ayın geçmiĢi olmasaydı vallahi seni döverdim. Bir daha da aklın baĢına gelirdi. Dur bakalım bir de Rıza‟ya seni soralım. Sen ona ön ve son sözünü söyledin. Bir de onun içini dökelim bakalım. Eğer insansan dinlersin. Daha konuĢmadan eminim ki, gerçekten Aleviyse senin cevabını o verir.“ SIRA BANA GELDĠ / MURTAZA USTA Mustafa Ağa‟nın bu savunmasına bir de benim konuĢmamı istemesine karĢılık. Artık konuĢmak zorundaydım. “Sayın Mustafa Ağa sana teĢekkür ederim. Aslında sen ustanın cevabını verdin. Gerekeni de söyledin. Görülüyor ki, senin savunmaların karĢısında sessiz kaldı. Anladıysa anlamıĢtır.“ Mustafa Ağa, „Hayır oğlum senin içini dökmen hakkındır. O da dinlemek zorundadır. Olmaz öyle, tek taraflı insanları suçlayacaksın ama karĢındakini dinlemeyeceksin.“ “Sayın Mustafa Ağa Murtaza Ustanın bugünkü söylediği ilk sözü değildir. Ġmrahor Köyünde Hamdi Bey‟e de benzeri sözleri sarf etmiĢti. Gereken cevapları aslında o muhterem de aynı senin gibi vermiĢti. Demek ki, anlamamıĢ olacak ki, burada tekrar aynı potu bir daha kırmıĢ oldu. Zatınızın da dediği gibi Murtaza Usta benden cevap almadan uslanmayacak. Galiba aslında Murtaza Ustadan ayrılma zamanı da gelmiĢtir. Sözlerime baĢlamadan Ģunu da söylemek isterim. Murtaza Ustayı ben Müslüman hatta insan olarak muhatap dahi kabul etmem. KarĢıma da almam. Murtaza Usta beni çocuk görüyor ama senin de zikrettiğin gibi aldanıyor. Daha Türkçesi ben bu adama acıyorum. Bu insan zavallıdır. Bir defa genç bir oğlu var, Ġmam Hatibi okuyor. Üstelik Ġmrahor Köyünde cuma günleri de oğluna ezan okuttular. Ama ne oldu? 77 Ölmeyen Çocuk Burada olduğu gibi orada da Hamdi Ağa kendisini hakladı. Murtaza Usta böyle gittiği yerlerde kendi kıldığı namazı birde oğlunu 3-5 kuruĢ için koz kullanıyor. Aslında bu kadar konuĢmada bu insana yeterlidir. Ama izin verirseniz artık bırakmayacağım. Müslümanlık hususunda kendisine sorular da soracağım. Bakalım kim Müslüman kim Müslüman değil. Bir defa bunlar benim konum değil. Ama bu insanlar bu gibi sözlerle yatıp kalkıyor. Sayın Murtaza Usta Ġslam Dini herĢeyden önce bilinç dinidir. Soracaklarımı bilmek ve cevap vermek zorundasın. Sorum, 1. Zatınız beni Alevi olarak Müslüman değil dediniz. Söyler misiniz sizin Müslümanlıkta inancınız nedir. Mezhebiniz var mıdır, varsa imamınız kimdir?” Murtaza Usta: „Ula ne biçim soru sorarsen. Mehsepsiz Müslüman olur mi? Elhamdulüllah benim inancım Sünnidir. Ġmamım Hz. Ġmam Azam bin-i Hanefe‟dir.“ „Biliyordum bunları söyleyeceğini. Sayın Usta dikkat et cevapların Kur‟an‟da ya da tarihte sabit olmalıdır. Peki peygamberin kimdir.“ Usta, „Peygamberim Hz. Muhammed‟tir.“ “Sayın usta cevapların ikisi de yanlıĢtır.“ “Ulan uĢak sen misin bane öğretecek?. Ne biçim konuĢursen sen.“ “Kızma Ustam o zaman cevap ver. Hz. Muhammed Sünni midir? Hz. Ġmam Azam Ebu Hanife Sünni midir? Cevapların evet ise yerini göster.“ Murtaza Usta durdu ve kıvranmaya kızarıp bozarmaya baĢladı. Mustafa Ağa, „Hadi usta çocuk dediğin Müslüman demediğin çocuk soruyor. Göster yerini. Üstelik Rıza Müslüman değil diyorsun. Ona Müslümanlığı sen öğret.“ “Sayın Mustafa Ağa, Usta kızmasın, bir de dinlesin yeter. Usta bildiğini söyledi. Bundan baĢka söyleyeceği birĢey yoktu. Yalnız dinlerse öğrenir. Ben kendisine önce kendi inancımı söyleyeyim. Sonra da onun inancını söyleyeyim. Benim peygamberim Hz. Muhammed Sellallahu Aleyhisselam‟dır. Ġmamım Hz. Ali Aleyhisselam‟dır. Ondan sonra da 700-765 yıllarında yaĢamını sürdürmüĢ Hz. Muhammed‟le Hz. Ali‟nin altıncı torunu Hz. Ġmam Cafer‟dir. Kitabım Kur‟an‟dır. Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Ġmam Cafer Sünni değildir. Bu üçlü hazretler Ġslam Dininde mezhep kurmamıĢlardır. Kur‟an‟da da mezheplere ait hiçbir ayet ve vahiy de yoktur. Mezhep demek iĢtihat, gidiĢat demektir. Ġslam‟da mezhep yoktur. Kurulan mezhepler 750-760 yıllarında El Cafer-i Mansur tarafından kuruldu. Mezhepler, Kur‟an‟a baktığın zaman Ġslam‟ı parçalayan unsurlar olarak görülür. Ġmam Azam‟a gelince Ġmam Azam da Sünni değildir. Çok iyi bir zat olduğunu Ġslam tarihleri yazar. Fakat Kur‟an‟da ismi geçmez. 760-765 yıllarında Ġmam Cafer‟in zamanında yaĢamıĢ ve ondan ders almıĢtır. Aynı zamanda Ġmam Cafer‟in mürididirler. Ġmamlığı kabul etmediği, mezhepçiliğe de karĢı çıktığından El Cafer-i Mansur onu zindana attırdı, nihayet Ģehit ettirdi. Sözlerimin baĢında dediğim gibi bizim hakiki imam diye tanıdığımız Ġmam Ali Murtaza Kur‟an‟ı Kerim‟in birçok ayetlerinde olduğu gibi, en açık ve ismen öğreneceğiniz süre. Ahsap süresi 32-33 ayetlerindedir. Cenab-ı Allah-u Teala onları bütün kirlerden pak etmiĢ, temizlemiĢtir. Bunlar beĢ kiĢidir. 1. Hz. Muhammed, 2. Hz. Ali, 3. Hz. Fatıma, 4. Hz. Ġmam Hasan, 5. Hz. Ġmam Hüseyin‟dir. Bu mübarek zatların devamı ise 5 kiĢinin içinde yer alan 3 Ġmam‟dan baĢka 9 Ġmam daha vardır. 12 Ġmam olurlar. Ġlk Üç Halife‟nin de Kur‟an‟da isimleri söz konusu değildir. Sayın Usta beĢ vakit namaz 78 Ölmeyen Çocuk kılıyor. Camiye gidiyor. Kur‟an‟da cami yoktur, 5 vakit de yoktur. Ramazan‟da teravih namazı kılıyor. O da Kur‟an‟da yoktur. 30 gün oruç tutuyor. Kur‟an‟da sadece Ramazan‟da sayılı günlerde oruç tut diyor. 30 gün diye bir kayıt yoktur. Eğer bu söylediklerimi icra etmekle Usta, Müslüman olduğunu iddia ediyorsa buyursun var olduğunu ispat etsin. Namaza gelince günün iki vaktinde olduğu Kur‟an‟da yazmaktadır. Gecenin iki vakti de akĢamı sabahı kastetmektedir. Ġkincisi, „Gece kalkıp Kur‟an okuyun, zikredin” diyor. Bu saydıklarımı yapsanız dahi Ġslamlığınız tamam olmuyor. Bunlar sadece ibadet kısmıdır. Ġbadetler ise serbestir ve kiĢiseldir. Ġbadetler Ġslam‟ın kuralları değildir. Sadece Allah‟ı tanıma Ģartıdır. Allah‟a kendinin kul olduğunu kabul ettirebilmesidir. Buysa bu da Allah‟la kulun arasındaki bir sorundur. Bunlardan dolayı hiç kimse kimseyi Ġslam dıĢı Ġslam içi diye suçlayamaz. O taktirde o kiĢi Allah‟ın avukatlığını yüklenmiĢ olur ki, Allah ise peygamberlerden baĢka hiç kimseye vekalet vermemiĢtir. ĠĢte sayın Murtaza Usta‟ya ve de onun gibi düĢünenlere verilecek cevap budur. Buyursunlar Murtaza Usta anlatsınlar. Biraz bekledi, sonra baĢladı: „Hadi Murtaza Usta ben sana söyledim. Herkese öyle ulu orta laf söylenmez. KarĢındaki insanın ne olduğu da bilinmez. Belki senden üstündür belki hiçbir Ģey bilmez ama insandır. Ġnsanları aĢağılamak, aĢağılıkla itam etmek insan iĢi değildir. Hele Müslüman iĢi hiç değildir. Gördün iĢte. Hadi tek kelime cevap veremedin. Ben senin yerinde olsam Rıza‟dan özür dilerim. Aferim Rıza vallahi ben bile çok Ģeyler öğrendim. Biz Ģimdiye kadar boĢa yaĢamıĢız. Ben bu isimlerin hiçbirini hocalardan dinlemedim. Sen dinledin mi Usta. Peki Rıza yanlıĢ mı söylüyor? Onu da bilmiyoruz. Bana göre bu söylenenlerin hepsi doğrudur.“ “Sayın Mustafa Ağa, benim ustadan bir ricam var. Artık ben kendisiyle çalıĢamam, benim hakettiğim paramı versin. Ben gideceğim.“ Usta su dökülmüĢ gibi sustu kaldı. Tek bir cümleyle, „Yarın verirem” dedi demeye dedi ama artık benim yerim pirelendi. KuĢkularım iyice arttı. Kalbim diyor ki, „Bu usta benim son aylığımı vermeyecek.“ 100 lira hakettiğim param var kendisine yarın oldu, „Usta hadi benim gitmem lazım” dedim. Usta yine gün attı iki günlük iĢi vardı. Bu anının son ikinci baskısını okuyup yanlıĢlarını düzeltirken, sabah saat 7.30‟da yürümeye gidiyordum. Bir alt katta oturan yaĢlı bir hanımefendi dıĢarıdan geliyordu. Binanın kapı giriĢinde karĢılaĢtık. O hanımefendi elini göğsüne koydu, bana yol verdi. Bu hanım okuması dahi olmayan bir Alevi hanımdır. Gördüğüm kadarıyla benden 6-7 yaĢ küçüktü. Ben 75 yaĢındayım. Özel olarak yan durdu. Ellerini birbiri üstünde önüne bağladı. Saygıyla bana yol verdi. Ben bu olayı anımın baskısına not olarak yazdım. Sonra öğrendiğime göre bu Hanımın adı Server imiĢ. TERBĠYE ĠLKESĠ Terbiye sosyal ve toplumsal yaĢam kültürünün temelini teĢkil eden bir terimdir. Ben bu hanımı tanıyorum. Bu hanımın okuması yok. Sadece aileden aldığı bir terbiye öğütüdür. Bu ve bunun gibi çok insanımızın toplumsal olarak bir eğitimi de 79 Ölmeyen Çocuk yoktur. ġartlı ibadetlerde olduğu gibi camiye, Hac‟ca ve benzeri yerlere de gitmedi. Keza sadece ailesinden aldığı bir terbiye kültürüdür (ĠĢte bu hanım Alevi‟dir). Bilindiği gibi terbiye insanların olgun ve de tam bir insan olmasının temelini teĢkil eden bir terimdir. Yukarıdaki bazı anılarımda tarif ettiğim gibi bir insan adaba uygunsuz hareketlerde bulunduysa bu adam terbiyesizlikle suçlanır. Nerde kalmıĢ ki, okuyuculardan özür dileyerek yazacağım. Bugün günümüzde halkı yönetmek için vekaletimizi alan, hatta yasa koyucu kadro terbiye sınırını da aĢarak her türlü yolsuzlukların içine gömülmüĢ yüzüp gitmektedir velhasıl Türk toplumunu yöneten kesim, toplumun ahlakî değerlerini, barıĢı, sevgiyi, saygı kurallarını çökerten bir tutumun içindedirler. MUSTAFA AĞA SABAH SAAT 9‟DA YĠNE GELDĠ BENĠ ÇAĞIRDI ġUNLARI SÖYLEDĠ “Rıza oğlum, dünkü konuĢmalarına memnun oldum. Tam benim aradığım bir insansın. Ben seni çok sevdim, iyi yetiĢmiĢ bir insansın. Baban da yokmuĢ. Ne yapacaksın memlekete gidip de? Orada burada onun bunun kapısında böyle ağız kokusu dinlemektense gel kendi iĢinde çalıĢ. Kendi evini yap. Böyle fırsatı belki de bir daha bulamazsın. Ġki tane kızım var. Hangisini beğenirsen, onlardan da biri seni beğenirse sana müstakil bir ev, bir traktör vereceğim. Tarla tohum vereceğim. Ġçgüveysi olmayacaksın. Evin ayrı kapın ayrı olacak. Benim esas amacım benim malım, kızım köyümde olsun, onlara sahip olsun, ite kurda kalmasınlar. Benim malımı bir oğlan değil, 4 oğlum olsa yine baĢaramaz. Allah‟a çok Ģükür Allah verdi ama baĢaran kimse yoktur.“ Aslında ben Mustafa Ağa‟nın kızlarını gördüm. -O kızlara dil vursan yarılır. Ablak sülyan gibi kızlardı. Ama enayilik bu ya Mustafa Ağa‟nın söyledikleri bir kulağımdan giriyor diğerinden çıkıyordu. Bir türlü içime sindiremiyordum. Gerçekten öyle bir fırsatı elime geçti fakat kaçırdım. GeçmiĢ olsun, geçmiĢ fırsatlar geri gelmiyor. MURTAZA USTA Murtaza Usta yarın da oldu parayı vermedi. 100 liradan vazgeçtim. 20 günlüğümü yedi. Halen beddua ediyorum. ĠnĢallah kendine kalmamıĢtır. Yalnız ben insanlara özellikle rica ediyorum kendini bu denli dincilik maskesine sığınanlara inanmasınlar ve kendilerini teslim etmesinler. ġuna inansınlar ki, yeryüzünde Allah adına hiç kimse avukatlık yapamaz. Ancak ve ancak sizin kendi dilinizde, denetiminizde olup ücretini de sizler verir de tanıdık hoca olursa sizin önünüze düĢebilir. Kendin kadar tanımadığın devletten maaĢ alan hocalara inanmanın Allah emri olmadığı açık ve seçik olarak ayette yazılıdır. Ehl-i Beyt Davası Ġslam Tarihi ve Kur‟an Kerim‟in Türkçe meallerini okusunlar. HAMDĠ AYTEKĠN (AĞA) 80 Ölmeyen Çocuk Hamdi Ağa ile konuĢmamız vardı. Ona söz vermiĢtim. Bu nedenle Ġmrahor‟a geri dönüyorum. Ġmrahor Ankara‟nın güney batısına düĢer. AĢağı Ġmrahor, Orta Ġmrahor, Yukarı Ġmrahor olmak üzere üç mahalleden oluĢur. Ankara‟dan giriĢte aĢağı Ġmrahor gelir ve devam eder. Hamdi Aytekin‟in evi Orta Ġmrahor‟daydı. Hamdi Ağa‟da çalıĢacağım, benim çalıĢmam lazım, hangi iĢ olursa olsun fark etmez. ĠMRAHOR - ORTA KÖYDEYĠZ Hamdi Ağa‟yı aradım buldum. Hamdi Ağa‟ya yaptığımız evin sıvası yapılmamıĢ hala duruyordu.1953 Eylül ayının ortalarındayız. Hamdi Ağa, “Rıza sen evi sıvayabilir misin”? dedi. Ben, „Tabi sıvayabilirim. Niçin olmasın benim artık malam var” dedim. Çekicim, keserim birkaç takımım da vardı, bunları önceden almıĢtım. Evin sıva iĢini kaça anlaĢtığımı anımsayamıyorum ama bir amelesi Hamdi Ağa‟ya aitti. Sanıyorum sıvadan aldığım ücret, önceki yevmiye hesabından biraz fazlaya gelmiĢti. Hamdi Ağa‟nın iki katlı evini 15 günde sıvadım, bitirip kendisine teslim ettim. Hamdi Ağa son derece beğendi ve bir de Ģaka yaptı, “Ulan ırzı kırık, nerede öğrendin bu kadar güzel sıva yapmayı? Vallahi beton sıvası gibi olmuĢ.“ KarĢılık olarak, „Canın sağ olsun Hamdi Ağa, mühim olan sizin beğenmeniz ve çoluk çocuğunuzla içinde huzurlu olarak, mutlulukla oturmanızdır.“ Hamdi Ağa, „Sağol Rıza gerçekten senin Ģu sözlerin dahi beni mutlu ediyor oğlum. ġimdi sana ikinci bir iĢ teklifim daha var. Beni dinler sözümü de tutarsan, hem çok para kazanırsın hem de senin barınman bakımından rahat olursun. Bu köylünün baĢta ben olmak üzere birçoğu seni tanıdı. Ben çoğu komĢularımın yanında sözünü ettim. Binaenaleyh bana göre sen artık bu köyün adamı oldun. Ġstersen seni evlendirebilirim de” dedi. Hamdi Ağa bu tatlı ve yumuĢak sözleriyle gerçekten sanki bana babalık ediyordu. ġimdi yapacağım iĢ Hamdi Ağa‟nın harman iĢleri, bostan iĢleri, bütün mahsûllerin dıĢarıdan içeriye yerleĢtirilmesi iĢleri, tuğla iĢleri gibi birçok iĢleri var. Bir süre bu iĢlerde çalıĢacağım. Hamdi Ağa‟nın iĢleri bittikten sonra yukarı Ġmrahor‟da çok muhterem ve iyi dediği birisi vardır. Adı Ali Osman Ağa, iĢin sürprizine bakın. Hep Ģansım ağalardan açılıyor. Nereye hangi iĢe gitsem karĢıma ağalar çıkıyor. Aklıma ne geliyor biliyor musunuz? Demek ki, o zaman da ağa kelimesi geçerliydi. Geçer akçaymıĢ ağa kelimesi; amca, beyfendi yerine kullanılan insanı yüceltici bir ûnvandı. Ali Osman Ağa‟nın bir evi yapılmıĢ, o evde sıvanacakmıĢ. Hamdi Ağa‟nın iĢi bittikten sonra da Ali Osman Ağa‟nın iĢini bana alacak o evi de sıvayacağım. Ġyi güzel de, Hamdi Ağa‟nın iĢi iki ay sürecek. Ġki ay sonra güzün son ayına giriyoruz. Soğuklar baĢladığında sıva kurayabilecek mi, adam o zamana kadar bekleyebilecek mi? Adamlar kıĢın evde oturacaksa, sıva da iyice kurumaz ise, ne olacak? Hamdi Ağa, „Sen onu merak etme ben gideceğim, Ali Osman Ağa‟yla konuĢacağım. Ali Osman Ağa bize güvenecek, evin sıvasını kimseye vermeyecektir. Sıvanın kurumasına gelince Ali Osman Ağa‟nın evin ön cephesi güneye, diğer bir cephesi ise güneybatıya düĢüyor. Yani akĢama kadar güneĢ evin içerisindedir. Bir taraftan bu Ģansımız var. Diğer taraftan Ali Osman Ağa‟nın kapısı bacası odun dolu, soba iki 81 Ölmeyen Çocuk gün boyu yandı mı o evi temmuz günü gibi kurutur. Sen merak etme, onun iyiliğini ve insanî durumlarını çalıĢırken anlayacaksın. ġimdi söylemem para etmez.“ Hamdi Ağa‟yla böylece ortaklaĢa bir karar aldık. ĠĢimize baĢladık. Yalnız Ģurasını da not olarak ilave edeyim ki, Hamdi Ağa‟nın iĢi Ģimdilik burada bitse de ileriye doğru anılarımız Hamdi Ağa‟yla birkaç defa daha geçecektir. YaklaĢık 15-20 gün Hamdi Ağa‟nın harman iĢçiliği sürdü. Kağnı arabasıyla, at arabasıyla sap ve saman taĢıdık, döven sürdük. Bu arada akĢamları da Hamdi Ağa‟nın bostanında yattım. Bostanda yatmak bir bakıma benim için çok sıhhatli oldu. Ayrıca bostanla bahçe iç içeydi. Ġstediğim kadar her türlü meyveden yerdim. O sulu, cins armutlar; diğer bir taraftan, zerdali derler, iri ve yassı kaysı cinsi, mübarek meyve lokum gibiydi. Erikler, elmalar, o bostan ve güneĢ bostanları devam ettiği süre zarfında yemediğim meyve kalmadı. Bu arada kendimden iki yaĢ büyük bir arkadaĢ edindim, adı Muttalip‟ti. Muttalip‟le Ankara‟ya gideceğiz. Ulus‟a, Ulus‟tan da gara geçtik. Garda saat 10‟u gösteriyordu. Hipodrom‟da cumhuriyet bayramını izleyecektik, hemen bilet aldık. Trenle Hipodrom‟da indik. Ġndik ama bir görsen insan kalabalığından güneĢ tutuluyordu. Demek ki, Cumhuriyet Bayramı‟nın henüz turanda zamanlarıydı. Ankara‟nın nüfus oranını ben kafamdan tahmini olarak söylüyorum, 250-300 bin kadar ancak vardı. Zaten Türkiye‟nin nüfusu 18 milyon diye söyleniyordu. Buna rağmen 200-250 bin kiĢi sadece o meydanlara dolmuĢtu. Ġnsanlar bir iki gün önceden gelmiĢ, yol kenarlarından yer tutmuĢ, oralarda yatıyorlardı. O kadar ki, o bayramı seyretmek için insanlar akın akın Ankara‟ya doluyorlardı. Rahmetli Celal Bayar CumhurbaĢkanı, Adnan Menderes BaĢbakan, rahmetli Ġsmet Ġnönü PaĢa muhalefet lideriydi. O günün Genelkurmay BaĢkanının kim olduğunu anımsamıyorum. Liderler birer konuĢma yapmıĢlardı. Biz ileri saflara giremedik, geri saflarda kaldık. Orada toplanmıĢ insanlardan çıt çıkmıyordu halen. SesleniĢlerin hepsi bir tempoda, dakikalarca hepsi bir ağızdan çıkıyor gibiydi. Yani Ankara‟da disiplinli bir tempo vardı. O sivil halkın zaman zaman gözleri yaĢarıyordu. Bir heyecan var ki, haydi cepheye denilse orada bulunan halkın tümü aniden yürüyecek durumdaydı. O tarihlerde Reisi Cumhurumuzu, BaĢbakanımızı, Genelkurmay BaĢkanımızı görmek hele hele onların yanında olup fotoğraflarda çıkmak tam bir övünç kaynağıydı. Daha Türkçesi devlet erkân-ı umumiyesine peygambere bakılan gözle bakılıyordu. Peygambere verilen değer bir reis-i cumhura da veriliyordu. Ne demek reis-i cumhur ve devlet baba ünvanı? Bunlar büyük ve yüce kavramlardır. Bu konunun baĢka bir kısmını ileriki anımda tekrar detaylı olarak anlatacağım. CumhurbaĢkanlığı baĢta olmak üzere devlet erkân-ı umumiyesine halk neden çok saygı duyuyordu. Bu günlerde eskiden olduğu gibi halk saygı duymuyor. Bu saygınlığı kim azaltmıĢtır. Halk mı yoksa devlet baba dediğimiz kadro mu? Bu konuların yanıtına sorulu cevaplı olarak anılarımda yer vermeye çalıĢacağım. ġimdi dönelim Muttalip‟e. Muttalip‟le görkemli 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı‟nı zevkle izledik. ġunu söylemek isterim ki, ben o günün coĢkusunu ve heyecanını gördüğüm için sonradan özellikle son yıllarda o günlerin 82 Ölmeyen Çocuk heyecanını ve coĢkusunu, daha da mühimi o saygıyı ve güvenliği görememekten dolayı üzüleceğimi bildiğim için gitmek istemiyorum. Ne acıdır ki, o günlerin cumhuriyetinde 300 bin kiĢilik baĢkentte Cumhuriyet‟e 300 bin insan birikirken bu gün beĢ milyonluk bir baĢkentte cumhuriyet bayramına 300 bin insanın katılmayıĢı Türkiye için elem ve acı vericidir. Binaenaleyh Cumhuriyet‟in Türkiye‟ye yerleĢmesi 71 yıl oluyor, 71 yıl fazla uzun bir zaman değildir. Sadece Türkiye‟nin yaĢ ortalamasında bir insanın ömrü kadardır. Cumhuriyet‟i Mustafa Kemal‟den devralan Cumhuriyet‟in koruyucuları 71 yılda saygınlığını azalttı ise o zaman Cumhuriyet‟in koruyucu kadrolarında bir hata vardır. Hatanın koruyucu kadroda aranması gerekir diye düĢünüyorum. Muttalip‟le kutlama töreni yeri olan Hipodrom‟dan ayrıldık. Karnımız acıkmıĢtı, bir yerde karnımızı doyurduk ama nerede doyurduk onu anımsayamıyorum. O zaman lokantalara gitmek pek moda değildi. Dokuzyüz gram ekmek 30 kuruĢtu. Üç tür ekmek vardı: 900 gr somun ekmek, 350 gr francala ekmek, bir de pide ekmeği. Pide ekmeğinin ve francalanın 25 kuruĢ olduğunu anımsıyorum. Çeyrek ekmek 7.5 kuruĢtu ve bir kiĢiyi doyuruyordu. Öyle sanıyorum ki, Muttalip‟le yarım somun 250300 gr da helva almıĢ, onlarla karnımızı doyurmuĢtuk. Velhasıl Ģurası senin, burası benim derken Ankara‟yı epeyce gezdik ve akĢam oldu. O sıralarda sinemaya gitmek de bayağı bir iĢti. Muttalip‟le sinemaya gittik mi gitmedik mi anımsamıyorum. Muttalip‟le unutulmayacak iki tane önemli anımız geçmiĢti. Ġkisi de üzücüydü ama iĢte insanların hayat maceralarını yıllar sonra kaleme aldığında hepsi de anı oluyor. Bu nedenle geçen günlerin iyisiyle kötüsüyle, acısıyla tatlısıyla yazılması gerekiyor. Muttalip‟le anılarımızdan birincisini aktarayım. O günlerde Ankara‟daAbidinpaĢa yolundan sağa Akdere tarafına bir yol ayrılıyordu. Biz o yoldan gideceğiz, araba bulursak bineceğiz. Araba bulamaz isek yaya yürümeyi göze almıĢ durumdayız. Orası Akdere‟ye doğru oldukça rampaydı. Rampayı bitirdik, hemen yolun alt kısmında umuma açık bir çeĢme vardı. Biz bu çeĢmeye su içmeye indik. Hava karanlık, saat 8 civarı olmuĢtu. ÇeĢmeye elinde tek barkaçla uzun boylu bir hanım geldi. Hanım suyu doldurdu, yürürken arkadan baktık. Hanımın fiziki yapısı çok güzeldi. Entarisi dizlerinden aĢağıyı geçiyordu, arkası yırtmaçlı yürürken kaba yerine kadar hanımın bacakları görünüyordu. Biz kenarlarda taĢlar vardı, taĢların üzerine oturduk. Gerçekten de yorulmuĢtuk. Oturunca da dinleneceğimiz geliyordu ama benim kadın hakkında aklımdan zerrece bir kötü niyet geçmiyordu. Sadece öyle bakıyorduk. Kadın bir daha geldi, suyunu doldurdu gitti. Biz yine oturmaya devam ediyoruz. Kadının yüzünü de gördük 20-25 yaĢlarında güzel bir kadın. Kadın üçüncü defa geldi. Hep tek barkaçla geliyor. Mahalle ıpıssız, bizden baĢka ortalıkta kimse görünmüyor. Yakınımızda bir de asker birliği vardı, zırhlı birliklerdi. ġimdi Muttalip‟in içi kaĢınmaya baĢladı, „Yahu Rıza, bu kadın karanlıkta ay ıĢığı da yok, kimsecikler de yok. Bizi de görüyor.“ Gelip gittiği yer aramızda 2 metre ancak vardı. Ben, „Ne biliyim Muttalip? kalkar bir Ģey söylersin baĢımıza iĢ açarsın” dememe kalmadı. Kadın bizim hizamızı 2 metre geçti. Muttalip kadına bir ıslık çalmaz mı. Al 83 Ölmeyen Çocuk baĢına belayı. Kadın barkacı olduğu yere bıraktı. Yanımıza doğru yavaĢ yavaĢ ilerledi, sessizce geldi, daha bir tarafa kımıldayacak durumumuz kalmadı. Kadın bize kötü de söylese tokatta vursa sineye çekeceğiz. Kadın aramızda hemen 50 santimetre felan kalana kadar yaklaĢtı. Eyvah kadın bize vuracak diye içimiz de cız diye geçti. Kadın 50 santim yakınımızda durdu, „Bana bakın delikanlılar her kuĢun eti yenir sanmayın. Çekilin doğru dürüst yolunuza gidin. Yoksa hemen Ģimdi jandarmaya çağırırım. Sizi karakola attırırım. Bir ton dayak yersiniz” demesiyle benim dizlerimin bağı çözüldü, yüreğim iyice geçti. Böyle bir hadiseyle karĢılaĢmamıĢtım, çok ağırıma gitti. Gerçi ıslığı arkadaĢım çalmıĢtı. Muttalip‟in ıslık çaldığını da kadın anladı ama olsun arkadaĢız, ha o ha ben, itamlar ikimize de geçerli. Bereket kadın o kadarla imtinalı baktı ki, bizde de beniz kalmadı. Kadın çaylak olduğumuzu anlamıĢtı, sözünü söyledi gitti. Biz daha durur muyuz hemen koĢar adımlarla o yeri terk ettik. Biraz ıraklaĢtık, „Yahu Muttalip hele Ģuraya bir oturalım. Yüreğimiz biraz ferahlansın, içimiz geçti.“ Oturduk yol kenarına Muttalip‟le, “Ulan arkadaĢ sen ne yaptın?” dedim. Ama iĢ iĢten geçmiĢti. Biraz dinlendik yolumuza devam ettik. KÂZIM TAġKIRAN (1957-1958) Kâzım ilkokul birinci sınıfa sekiz yaĢında baĢlamıĢtır. Yukarıda izah ettiğim gibi Kâzım benim eğitmenlik yaptığım yıl olan okulun ilk yılda benim önümde okula baĢlamıĢtır. Kâzım ve Kâzım gibi birkaç çocuk daha var ki, zekâları çok geri, kafaları dersi almazdı. Öğrenime karĢı bir alerjileri varmıĢcasına illa ki, biz okumayacağız der gibi inatçı bir yapıya sahip çocuklardı. Bu tutumda olan 6 tane talebem vardı. Kâzım TaĢkıran, Mehmet Uluçay, Aslan Sopa, Veli Sopa, Mehmet Yıldırım v.s.. Bu çocuklar ders anında önündeki deftere hiç bakmazlar, beni takip ederlerdi. Sıra kendilerine geldiğinde sadece ezbere „At, tut, al, pat, bana topu at” diyerek güya beni baĢtan savmıĢ olacaklar. ĠĢte biz okuyoruz der gibiydiler. Önlerine gidip at, tut bir araya geldiğinde ne olur diye sorunca da mümkün değil harfleri bir araya getiremezlerdi. Ben ise bunları ve bütün çocukları o ilk senede okutup, ikinci seneye de sınıf geçirmeye kararlıydım. Yani benim önümdeki talebeler aklında bir zaiyat yoksa (ki yoktu) zekâsız olamazdı. Olsa olsa okuyamamaları isteksiz tutumlarından kaynaklıydı. Ġlla ki, bu çocuklar okuyacak dediğime göre bu çocukların isteksiz durumlarını nasıl çözebilirdim? O formülü nasıl bulabilirim ve nasıl çözebilirim? Mesele olan o formülü bulmaktı. Elbette bu altı çocuk için her yolu denedim. Ġçlerinde Veli Sopa 9, Zeynel 11, öbürleri 8 yaĢlarındalardı. Neticede o formülü buldum. Nasıl mı? Ben bu çocukların a. Bir sağlık kontrolünden geçirilip test yapılabileceğini, b. Bir Psikiyatriste gidebileceklerini, c. Anababalarının bu konuda yardımcı olabileceklerini biliyor ve düĢünüyordum. Ama gel gör ki, sene 1957-58 devresinde bu gibi tedavi imkanlarına hiç mi hiç imkan yoktu, Ģansımızda yoktu. Üstelik baba ve anaların bu durumda olan çocuklarını hiç de okutmaya niyetleri yoktu. Mamafih Mehmet Yıldırım‟ın babası Hüseyin Yıldırım çocuklarının defter ve 84 Ölmeyen Çocuk kitaplarını resmen sobaya atarak yakmıĢtı. Ayrı ayrı yanlarına giderek ikna ettim ve netice olarak çocuklarının okula devam etmelerini sağladım. Bu çocuklar için bulduğum en son yöntem Ģu idi. Kendimce o zamanlar baĢka bir çıkar yol bulamadığımdan tekrar ana ve babalarının tek tek evlerine giderek izin aldım. Yapacağım iĢ bu çocuklara çok sert disiplin uygulamaktı. Bundan dolayı da çocuklarıyla benim arama girip müdahale etmemelerini rica ettim. Üstelik verilen ödevleri evlerinde yapmıyorlarsa ayrıca ders çalıĢacaklarına oynamaya gidiyorlarsa bana haber vereceklerdi. Bu yöntemlerle anababalarını mutlak mecbur tutmaya çalıĢtım. Ġcabında dövebileceğim yine müdahale etmeyeceklerdi. ĠĢte disiplinli bir Ģekilde çocukların evleriyle ben ikili diyalog sayesinde bu çocukları okutabilecektim. DĠSĠPLĠNLĠ ÇALIġMANIN KOġULLARI Bir defa çocukların hepsine genel bir çalıĢma programı Ģu Ģekilde uygulanacaktı. Çocuklar, ders çalıĢma yerine oyun oynamaya gidenleri gitmeyenler bana haber verecekler. BoĢ zamanlarda olsun akĢam saatlerinde olsun köyde dam baĢlarında ve dıĢarılarda kati sürette görünmeyeceklerdi. Anaları, babaları çocukların çalıĢmalarına mani bir durumları olursa onu da haber vereceklerdi. Araç gereç hususlarındaki ihtiyaçlarını bana mutlaka haber vereceklerdi. Bütün çocukları her gün iki defa bir gün önceki derslerini tam anlamıyla yapıp yapmadıklarını gözden geçirip tekrar ettirecektim. Birgün önceki ödevlerini yapmamıĢ olanlar mutlaka cezalandırılacaktı. Ceza türleri Ģunlar; a. elimde tahta parçasından özel yapılmıĢ cetvelle ellerinin iç kısmına vurmak, b. tek ayak üzeri ayakta durdurmak, c. onlara göre biraz ağır bir iĢ yaptırmaktı. Bu tür cezalar hak edenlere muhakkak uygulanacaktı. Af yoktu. Ayrıca ceza vermenin Ģartı da vardı. Bir defa dersini ihmal etmiĢ olanları. Birinci defa az ceza uygulanacaktı. Ġkinci defa ve birden fazla dersini ihmal etmiĢ veya yapmıyorsa ceza ikiye katlanacaktı. Velhasıl talebe cezaya tabi olacağını bildiği için dersimi yapayım diye bu sefer kuvvet ve gayret sarf edecekti. Ayrıca uygulanan cezalardan dolayı velileri kati surette müdahale edip arka çıkmayacaklardı. Çünkü pazarlığım vardı. Aksi halde çocuklar kısa zamanda okuyup seneye hakettikleri sınıflara geçemeyeceklerdi. Yani ikinci yıla sınıf geçecekleri de talebinin bilincindeydi. Zira esas gaye çocuklara ceza vermek değildi. Ayrıca cezanın ne için ne amaçla verilebileceğini önceden izahatını yapmıĢtım. Yukarıda isimlerini izah ettiğim altı talebe en çok dersini ihmal edenlerdi. Elbette en çok da cezaya tabi tutulan da onlar olacaktı. Neticede köyde hedeflediğim gün gelmiĢti. Mayıs ayının sonu, haziran ayı gelmiĢ, köyümüzün iĢleri alabildiğine iĢler yoğunlaĢmıĢtı. Bilakis aileleri sabırsızlıkla büyük olup eli iĢ tutan çocukların bir an önce okulun bitmesini, çocukların iĢ yapmasını bekliyorlardı. Belki de bana çok kızıyorlardı. Zira eski yazı veya Arapça‟yla okuma devri, Latince harfin Türkiye‟de kabul edilmesiyle sözü edilen yazıyla okuma devri bitmiĢ. Bundan öncesinde aradan 30 yıla yakın bir zaman geçmiĢ, artık köyde okuma hayatı bitmiĢti. Sadece köyde çocuklarını dıĢarıda okutabilecek iki tane ev vardı. Bunlar da köyün hem çok 85 Ölmeyen Çocuk zenginleriydi hem de ağalarıydı. Ġki evden sadece iki çocuk, okulu olan köylere gidiyorlardı. Onlarda henüz iki yıldır baĢlamıĢlardı. Ġkincisi Devlet Demir Yollarında resmi bekçi olarak çalıĢan komĢularımızdan Rıza Erdoğan‟lar; Garip Sopa, oğulları Ali ve Haydar‟ı o yıl Devlet Demir Yolları okuluna baĢlatmıĢlardı. Köyümüzde 7 yaĢla 9-10-11-12 yaĢ grubunda çocuklar vardı. Toplam 40 öğrencim vardı. Bunların içinde sadece 4 tane çocuk okuyabilecekti. Kalan 36 talebe okuyamayacak cahil kalacaklardı normal Ģartlar altında. Nerde kalmıĢ ki 11-12 yaĢlarında da olan çocukları okuma Ģansı kalmamıĢtı. Her Ģeye rağmen onları da okutmuĢtum. Dahası benim yaĢta ve daha küçük yaĢta olanlara da okuma yazma kursu açmıĢtım. Onlar da okuma yazma belgelerini almıĢlar bilahare hariçten sınavlara girerek ilkokul diplomalarını almıĢlardı. 6 ÇOCUKTAN BĠRĠ OLAN KAZIM TAġKIRAN‟A GELĠNCE Kâzım TaĢkıran iki gün okula gelmemiĢti. Ġkinci akĢam kendim bizzat evlerine gittim ki, Kâzım ölümle çarpıĢıyor. Kâzım‟ın koltuk altından bir çıban çıkmıĢ. Çıban diyorlardı ama hiçte çıbana benzemiyordu. Çıban tam koltuk altından baĢlamıĢ kaburgasından aĢağı sarkmıĢ. Ayrıca yanlarına doğru da geniĢlemiĢti. Biraz bombeli bir yara. Yaranın büyüklüğü yaklaĢık 20 x 30 santimetre kuturunda vardı. Çocuğu doktora götürmüyorlar. Basbayağı çocuğun ölümünü bekler gibi bir halleri vardı. Aslında çocuk yemeden içmeden de durmuĢtu. Yaraya imkan yok el dokundurmuyordu. Bu durumu da değerlendirdiğiniz zaman bir bakıma ben o köyde bir yarım doktordum. ġurasını gerçek ve açık konuĢmam gerekiyordu. Bu anıyı okuyanlar belki de inanmayacaklar. Ama ben gerçek ne ise onu yazıyorum. Çocuğu veya bu gibi hastaları doktora götürmezlerdi. Bunun sebebi yoktu. Niçin götürmüyorlar? Hiçbir sebep beyan edilmiyordu. Ama bence bunun cevabı vardı. Yani insanlar bu biçim hasta oldukları zaman ta ki, öleceğine inanmadan hastalarını doktora götürmüyorlardı. Zaten hastalık insanda kronikleĢmiĢ kendisini alt etmiĢ ise onu doktora götürselerde iyi olamıyordu. Niçin hastalarını doktora götürmüyorlardı? Bana göre bu ihmalliğin iki cevabı vardı. Birincisi para içindi. Para insan sağlığından daha da ileri tutuluyordu. Ġkincisi insan sevgisi ve bilinç eksikliği. Binaenaleyh insan sevgisi, kültürel ve sosyal bilinçten doğar. Bir Ģey daha vardı ki, sen bütün insanlara sağlığıyla ilgili, eğitimiyle ilgili iyilik ve hizmette bulunursun. Hiçbir değer verilmiyordu. Hani insanlara acırsın, elinden birĢeyler gelir, nihayet içinde sevgi vardır, elindekini insanlara hizmet olsun diye harcarsın. Binaenaleyh iyiliğe ve sevgiye mazhar olan insanlar gerçekten eğer insan ise biraz takdir kabiliyeti ya da değer yargısı olamaz mı? ĠĢte bu tür anlayıĢlar bizim köyümüzde veya o yörelerde yoktur denilebilecek kadar azdı. BEN ĠSE SANKĠ O YÖRELERDE DOĞMAMIġIM 86 Ölmeyen Çocuk Ben sanki o yörelerde doğmamıĢ bir insan olduğumu hissediyordum. ĠĢte bu örneklerden sadece bir tanesini buraya yazıyorum. Ġleride sıra geldikçe yine değineceğim. Dönelim Kâzım‟ın hastalığına. Ben askerde çok değerli Sivaslı bir doktorun hizmet eriydim. Doktorum bana kullanabileceğim ilaçlardan epeyce ilaç vermiĢti. Hiç unutmuyorum, doktorumun verdiği ilaçları yerinde kullanınca garanti iyi ederdi. Binaenaleyh göz damlaları, haplardan bir hayli ilaç vermiĢti. Doktorumun ismi Turhan Soycengiz idi. Dr. Turhan Bey‟le ve babası Mahmut Bey‟le de geçen anılarımı ileride yazacağım. Doktor Turhan Bey bana Ģunu da demiĢti: “Rıza sen yarım doktorsun. Bu ilaçları al, köyde ihtiyacı olanlar kullanır demiĢti.“ ĠĢte Kâzım‟ı bu ilaçlarla tedavi edeceğim. ġimdi suyu kaynattırdım, sonra onu yakmayacak dereceye kadar soğuttum. Kâzım‟ı hafif yan çevirdim. Kâzım‟ın ellerini tutturdum. Pamuğu elime aldım. Bu yarayı bir güzel yıkadım. Sonra doktorumun tarif ettiği Ģekilde merhemi yaranın her tarafına sürdüm ve ovaladım. Kâzım‟ı yatırdım. Tam 24 saat yattı. 24 saat sonra bir daha yaptım. Bu ilacı uyguladığım 2 günlük tedavi yetecektir. Ġyi uyusun diye iki defa ve bir tane de hap vermiĢtim. ġayet uyguladığım bu merhem tedavisi neticesinde 48 saat zarfında çıban dedikleri bu yarada iyileĢme belirtisi yoksa o takdirde doktora götüreceğim. Binanenaleyh ikinci bir 24 saat sonra geldim ki, yaradan eser diye bir Ģey kalmamıĢ. Yaranın içi olduğu gibi boĢalmıĢtı. Yaranın yüzünü de her iki defasında da ince ve gazlı bezle sarmıĢtım. Netice olarak Kâzım sağlığına kavuĢtu. Bu sayede sonrasında okula devam ederek Kâzım müffettiĢin ve öğretmenin önünde sınavını vermiĢ doğrudan üçüncü sınıfa geçmiĢti. Zira kendisi okula baĢlarken 8 yaĢında idi. Ġleride Kâzım‟la ikinci bir anımı okuyacaksınız. Bütün bunlara karĢılık Kâzım bana neler yapmıĢ onu da okuyacaksınız. ġĠMDĠ ALĠ OSMAN AĞA‟NIN EVĠNDEYĠZ (ĠMRAHOR) Ali Osman‟ın evinin yeri yörepti. Evin güney cephesi tam 1.5 metre yüksekliğinde taĢ duvarı örülmüĢ duvarın boĢ kalan tarafı doldurulmuĢ, tekrar taĢ duvarından temel yapılmıĢ temelden cümle kapı giriĢi 50-60 santimetre yüksekti. Bu temelin üstüne o zamanın planına göre tam teĢkilatlı kerpiçten örülü bir ev yapılmıĢtı. Hamdi Ağa‟yla Ali Osman Ağa‟nın yanına gittik. Ali Osman‟ı gördük. Ali Osman‟ın evinde yatacağım. Yemem içmem hepsi ev sahibine ait olmak üzere Ali Osman Ağa bana 125 lira para ödeyecekti. Bu ücreti kendileri konuĢtu kendileri karar verdi. Ben az veya çok diyecek bir durumda değilim. Ġkisine de güvencim tamdır. Bu insanlar hiç hak yemez intibası bende vardı. Nitekim sıvaya baĢlamadan önce Ali Osman‟ın birkaç özelliği vardır onu anlatayım. Ali Osman‟ın ağzından: „Bu arkadaĢların bir tanesi aĢağı Ġmrahor‟ludur. Onların lisanıyla Ġprahim Ağa. Ġkinci arkadaĢı ise Ġmrahor‟a çok yakın olan o zamanki adıyla Möhe köyünden Mehmet Ağa vardır. Yukarı Ġmrahor‟dan da Ali Osman Ağa. Üçü birlikte bir yıl önceden anlaĢmıĢlar, Hac‟ca gideceklermiĢ. Binaenaleyh bu üç arkadaĢ birbirlerine o kadar bağlı o kadar birbirlerine sadık ki, kolay kolay bu insanların birbirlerine haksız bir 87 Ölmeyen Çocuk oyun yapmazlar, paraya pula satmazlar, birbirlerine yalan dolan gibi hiçbir davranıĢlarda bulunup gaflete düĢemezler. Bu arkadaĢlar 45-50 yaĢlarında mutavazi görünümlü, gönülleri alçak, toplumun her olumlu iĢ hakkındaki kararlarına herkesten önce evet diyen cinstendirler. Bütün bu değer yargılarına rağmen Ali Osman Ağa Hac‟ca gitmeye 15 gün kala bir daha bir araya geliyorlar. Ali Osman „Ben Hac‟ca gidemeyeceğim, kusuruma bakmayın, beni maruz görün” diyor. Ġbrahim ve Mehmet Ağalar yapma Osman, tutma Osman deseler de nafile, Osman tam kararlı gitmemeye. ALĠ OSMAN NEDEN HAC‟CA GĠTMĠYOR? Ali Osman‟ın bir komĢusu vardır. Bu komĢu genç ve fakir bir ailedir. Bu komĢusunun karısı hasta olur ölür. KomĢusu üç çocukla yetim ve dul kalır. Bu karısı ölen komĢusu bir gün gelir, Osman Ağa‟ya derdini anlatır: „Osman Ağa ben köyden ırak yerlere gideceğim, bir zaman çocuklarıma üst baĢ v.s. ihtiyaçlarını temin etmek üzere çalıĢmaya gideceğim” der. Ali Osman „Peki evladım, sen git ben çocuklarına bakarım. Hiç merak etme” der. KomĢusu da Ali Osman‟a güvenir. Gönül rahatlığıyla çıkar gurbete gider. Ali Osman sonra düĢünmeye baĢlar, „Ulan ben Arabistan‟a Hacı olmak için Hac‟ca gideceğim, elin Araplar‟ına paralarımı yedirip geleceğim. Peki ne kazanacağım. ġimdi bu çocuklar köyde aç susuz çıplak dururken benim nasıl gönlüm razı olacak da Hac‟ca gideceğim” der kendi kendine ve Ali Osman Hac yolunda harcıyacağı paralarını komĢu çocuklarına harcar. Bir güzel çocukların ihtiyaçlarını temin eder. Aynı zamanda kendi çocukları gibi de bakar. Ali Osman‟ın iki arkadaĢı Hac‟da, bu arkadaĢlar Hac‟da farzlarını yerine getirirken bir gece biri rüya görür. Sabahleyin kalkar arkadaĢına rüyasını söyler. Rüyalarında Ali Osman Hacı olur. Bu iki arkadaĢ Hacı Ali Osman‟ın evine giderler bakarlar ki, Osman Hacı‟nın evinde miskiamber kokulu bir hava vardır. Hacı Osman evin içinde gezdiği yerde tepesinde allı yeĢilli bir pırıltı dönüyor. Bu pırıltıya da nur diyorlar ve ikisi de aynı rüyayı görürler. Ali Osman köyünde komĢu çocuklarına yardım ededursun bizim hacılara rüyalarında birĢey daha söylenir ve denir ki, „Siz yarım hacı oldunuz, Ali Osman ise köydeki o yetim çocuklara yardım ettiğine karĢılık esas hacı oldu. Siz memleketinize gidince önceden o hacıya gidip ziyaret edip onun durumunu göreceksiniz” denir. Dolayısıyla Ġbrahim‟le Mehmet Hacılar Hac‟dayken karar alıyorlar, köylerine gelirken evlerine gitmeden Ali Osman Hacı‟nın evine gidiyorlar. O gün Hacılar gelmiĢ, diğer köy halkı Ali Osman Hacı‟nın evinde Hacılar‟ın yanına gelip toplanıyorlar. Toplanan köy komĢularının içinde Ali Osman‟ın gerçekte de kendisiyle birlikte evin içinde, baĢında allı yeĢilli bir belirtinin dönüp dolaĢtığını iki Hacı fark ediyor ve komĢularına keyfiyeti, rüyalarını ve daha önceki geliĢmeleri de tamamen anlatıyorlar. KomĢuları da iĢin farkında oluyorlar. Ali Osman‟da bir güzellik, bir sıcaklık var ve herkes onu seviyor, onun ağzından çıkacak olan sözleri bekliyor. ĠĢte evini sıvayacağım adam öyle bir adamdı. 88 Ölmeyen Çocuk EVĠN SIVASINA BAġLADIM Eve çamur sıva yapıyoruz. Hacı Osman Ağa‟nın evini sıvarken Hamdi Ağalar‟da olduğu gibi günde birkaç defa kahve, su, çay getiriyorlar. Yemek hakeza. Hacı Ali Osman Ağa her gün gelip sorar, „Bir ihtiyacın var mı?” diye. Bazen istirahat edeceğim zaman Ankara‟ya giderim, gideceğim gün ev sahibine haber veririm. Ali Osman Ağa‟nın elmalığı, ayvalığı vardı. Bana söylerler, „Bahçeye git, Ankara‟da yakının varsa biraz elmadan, ayvadan topla götür.“ Bir defasında ayvalar hoĢuma gitmiĢti, 40 tane ayva topladım. O yıl da, tam o güz ayında Ablam Arzu da Ankara‟ya EniĢtemin yanına gelmiĢti, ona götürdüm. Çok memnun olmuĢlardı. Dolayısıyla Ablamı görmüĢ annemlerden de haber almıĢ, hasretliklerimizi gidermiĢtik. Hacı Ali Osman Ağa‟nın evinin sıvasını 20 günde bitirdim. Böylece Hacı Osman‟ın hem evini sıvadım, para kazandım hem de Hacı Osman‟la ve birkaç komĢusuyla konuĢmalarımız oldu ve yukarıya aldığımız güzel mülakatlarımız iyi bir anımız oldu. Allah onların kalanlarına selamet, ölenlerine de rahmet eylesin. Ben sonra da Ali Osman‟ın evini bitirince Hamdi Ağa‟ya uğramıĢtım. Hamdi Ağa‟ya tekmili verdim; sıvayı bitirdiğimi, paramı aldığımı ve de Hacı Ali Osman‟la çok iyi anlaĢtığımı söyledim ve gitmem için izin istedim. HAMDĠ AYTEKĠN‟ĠN KURBAN BAYRAMINDA KURBAN KESME OLAYI Hamdi Ağa „Ulan ırzı kırık, bu kadar iĢ yapıp da kurban yemeden mi gideceksin? Yarın kurban bayramı, ben de kurban keseceğim. Ye de öyle git. Aynı zamanda kurban keserken bize biraz da yardım edersin.“ Ben, „Memnuniyetle Hamdi Ağa, madem kurbanın varmıĢ, ben bugün kalırım.“ Nitekim kaldım. Hamdi Ağa akĢamdan programı çizmiĢ, talimatı vermiĢti. Sabahleyin erken kalkacağız. Hamdi Ağa Ağabeyinin oğlu Selahattin ve ben önce kurbanı keseceğiz. Kurbanı ufak parçalara böleceğiz. Ondan sonrasını Hamdi Ağa‟ya ve hanımlara bırakacağım. Bu iĢlemler bittikten sonra Selahattin‟le ben köye giren yolun ayrımına gideceğiz. Oradan Ankara‟ya giden iki yol ayrılır, birisi köyün içinden geçer öteki de köyün karĢısından direk gider. Biz orada duracağız. Yayalar ve arabayla gidenleri saat 12‟ye kadar kurbana davet edeceğiz. ġimdi o davet yerine gitmeden önce bir kere Hamdi Beyler‟in kurban olarak aldığı hayvanı, ikincisi de kurbanı kesme ve kurbana verilen değerleri anlatmanın gereği vardır. Hamdi Bey kurban için bir koç almıĢtı ki, gerçekten koçtu. 63 yaĢıma geldim hala öyle bir koç görmek nasip olmadı. Bakın Selahattin‟in boyu 1.70 idi. Selahattin‟i özel olarak koça bindirdi ve ayakları yere değmemiĢti. O mübarek hayvanda sanki kemik yoktu. Öyle de beslenmiĢ bir hayvandı. Koçun sırtına beĢ renkli bir boya sürmüĢlerdi, kırmızı, yeĢil, eflatun, sarı, pembe. Koçun yüzüne baktığın zaman o hayvan insanın yüzüne gülüyordu. ġimdi bundan sonraki bölümü koç olarak değil, artık kurban olarak vasıflandırmak gerekir. 89 Ölmeyen Çocuk Hamdi Ağa kurbanı kesmeden önce dıĢarı kapının giriĢinde sol tarafında ulu bir dut ağacı vardı. O ağacın altına 70 santim kuturunda bir kuyu kazdırdı. Kuyunun kenarına kan akarak ayak altlarına gitmesin diye bir naylon örtü serdirdi. Kurbanın ayaklarını yüzlerini yıkattı. Sonra o naylon örtünün üzerine hepimiz birlikte kurbanı incitmeden yatırdık. Hamdi Ağa bizzat kendi eli ile aldı bıçağı eline duasını okudu ve koçu kurban etti. Kurbanın arka ayaklarını indirdik, boyun tarafından gırtlakta yapıĢık olan karına bağlı kızılelik denen gerçekten kızıl olan pisliğin akıp geleceği bir hat vardır, onu yardık arasını düğümledik. Daha sonra dutun dalına astık ve yüzdük, küçük parçalara böldük, hanımlara teslim ettik. ĠĢin bu faslında kurbandan ne çıktıysa; kan, karının pislikleri, karnının kırıntısını çukura doldurduk. Fakat çukurun ağzını kapatmadık. Naylonla kapadık. Üzerine taĢ koyduk. Hamdi Ağa‟yla hanımlar eti kurban etini doğramaya baĢladılar. Sonra da bulgurla piĢirecekler. Biz de Selahattin‟le yolun ağzına gittik verilen talimat üzere bütün gelen geçenleri saat 12‟ye kadar orada davet ettik. Öbür taraftan da iki tane genç arkadaĢ köyleri davet ediyorlar. Böylece kurbanımız bulgurla karıĢık piĢmiĢ üç tane odamız vardı. Odaların tümü beyaz çarĢaflarla donatılmıĢ, her odaya da 3 tane sofra kurulmuĢtu. ġimdi iĢ kaldı lokmayı yeme faslına. Misafirler gelmeye baĢladılar. Bir kafile lokmalarını yedi çıktı. Allah kabul etsin diye duasını eden gitti. Ġkinci kafile hakeza lokmalarını yediler, dualarını etti gittiler. Derken odalarımız tam üç defa doldu boĢaldı. Sonra Kur‟an okundu, sonra dualar edildi. En sonunda biz hizmet eden ve kurban sahipleri de lokmalarımızı yedik. Lokma yeme faslı da bitti. Sofra altı bezleri topladık dıĢarıyı içeriyi her tarafı dolaĢtık ve süpürdük. Kırıntıların tümünü aynı çukura doldurduk. En sonunda çukurdan çıkan toprağı geri çukura doldurduk. Bir baktık etraf tertemiz ne kurban kesilmiĢ ne de yenmiĢ. Böylece Hamdi Ağa‟nın Ģanlı, Ģöhretli aslına uygun ananelerin en güzel uygulamalarıyla örnek bir kurban kesme merasimi sergilemiĢ oldu. Umarım o kurbanı yemeye gelenler örnek almıĢlardır. Ve yine umarım Allahu Teala Hamdi Ağa‟nın kesmiĢ olduğu kurbanı kabul etmiĢtir. Hamdi Bey‟in arzusunu da yerine getirdim. Aynı zamanda Hamdi Bey‟in bu Ģekilde bir kurban kesme anısını, hayatımda bir daha göremeyeceğim Anadolu‟nun en güzel kurban kesme ve yedirme ananesini görmüĢ ve yaĢamıĢ oldum. Allah kabul etsin. Dilerim bu anıyı okuyanlar da örnek alırlar. HAMDĠ AYTEKĠN‟DEN AYRILMAM Ayrılırken neler olmadı, neler konuĢulmadı ki? Hamdi Ağa‟dan izin istemenin zamanı geldi. Hamdi Ağa, „Ulan ırzı kırık, nasıl ayrılıp gideceksin? Bir daha görüĢmeyecek miyiz? Sivas‟a mı gideceksin, Ankara‟da mı kalacaksın?” Cevap: “Hamdi Ağa ben daha askerliğimi yapmadım, önce köyüme gideceğim ama inĢallah Ankara‟ya tekrar gelirim.“ “Ulan ırzı kırık Ankara‟ya geldiğinde ve de bir ihtiyacın olduğunda gelmez isen, uğramaz isen bir daha adını insan diye anmam” dedi. 90 Ölmeyen Çocuk Gözlerimiz doldu ve ayrıldık. O günleri hatırladığım kadarıyla 11. ayın sonuna doğru olacak, Ankara‟ya geldim. Aslında bir müddet daha çalıĢmak niyetindeyim. Çünkü önümüz kıĢtı. Köye gidip ne yapacaktım? KıĢın 2-3 ayı boĢa geçecekti. Bu durumu EniĢtem Bayram‟la ve Arzu Ablamla birlikte konuĢmam gerekiyordu. Aynı zamanda onlardan bir Ģey de gidemezdim. EniĢtemle Ablam ise o yıl Ankara‟da Tuzluçayır‟dan gecekondu bir ev almıĢlardı. ġU ANDA ABLAMLA ENĠġTEMĠN EVĠNDEYĠM. 11. AYIN SONLARI EniĢtemlere gitmeyeli bir ay felan olmuĢtu. Onların da evlerini gördüm, tabi ki, sevindim. “Hayırlı olsun, güle güle oturun” dedikten sonra sıra benim durumumu konuĢmaya geldi. Onlar için de benim durumum mühimdi. Binaenaleyh EniĢtemlerle de önce kökten amcazadeyiz. Sonra Bayram EniĢte babamın dayısının oğlu. Daha sonra EniĢtem ve Ablamlar. EniĢtemle Ablamın, ikisinin birden müĢterek soruları Ģuydu: „Ne kadar para kazandın? Kazandığın para nerede? ġu anda önün kıĢ, köye mi döneceksin? Ne yapacaksın?” Aynı zamanda bu soruyu kendi kendime ben de soruyordum. Cevap: “500 lira param var. Paramı da Emlak Kredi Bankasına koydum. ĠĢte banka cüzdanım.“ EniĢtem, “500 TL iyi para. Bundan sonra ne yapacaksın?” “Soruna gelince, ben de sizin gibi düĢündüm. Köyden gizli geldim biliyorsunuz. Köyde kardeĢim küçük, annem gözlerinden dolayı iĢ göremiyor. Benim için de çok üzüldüğünü biliyorum. Arzu Abla sen de biliyorsun ki, bizim evler çok eskimiĢ. Ġçinde oturulmaz durumdadır. Birinci olarak bu sorunum vardır. Ġkincisi köye gitmesem, askerliğimi yapmadığımdan beni daimi olarak devlet kapılarına almazlar, kıĢın da ara iĢleri bulunmaz. Ne yapmam gerektiğini ben de size soruyorum.“ ENĠġTEMĠN VERDĠĞĠ ÖĞÜT EniĢtem bana çok güzel bir akıl vermiĢti, „Kayınım bak, sana bir Ģey söylüyorum. Köye git, gittiğine birĢey demiyorum. Ancak paranı götürüp çarçur etme.AbidinpaĢa‟da tapulu ve imarlı arsaların metre karesini 2.5 liraya veriyorlar. Hatti zatında daha da berilerde yani Tuzluçayır taraflarında ben sana 500 metre arsayı 500 liraya bulurum. Köyden geri geldiğin zaman bu arsa sana yeter. Sen yine bir müddet çalıĢ, harçlığını kazan, git askerliğini yap, gel.“ EniĢtem bunu söyledi. Ablam da birĢey söylemedi. Demek ki, o da aynı fikre razı oldu. Ablama cevap „EniĢte istersen ben birkaç gün Ankara‟da yine bir iĢ arayayım. Bakalım, biraz düĢüneyim” dedim. Birkaç gün iĢ arayayım derken gittim Maltepe‟de un fabrikasında iĢe girdim. Bu iĢ yerinde bana iki lira yevmiye vereceklermiĢ. AkĢam geldim EniĢteme, Ablama söyledim, „Ġyi” dediler. Ġyi dediler demesine ya benim iĢime gelmedi. ĠĢime gelmeyen taraflar Ģuydu. Burada 3 ay kalmam gerekiyordu. Dolayısıyla 3 ay Ablamın evinde kalacaktım. Onların da evi çok küçüktü. Onlara 91 Ölmeyen Çocuk yeterince yük olmuĢtum. Ġkincisi bir ay da ben 50-60 lira para alacağım. Ablama da versem bir de öğlen yemeği derken bana hiç para kalmayacaktı. Ablama para vermesem hem evlerinde üç ay kal hem de bedava ye iç bunu da yapamazdım. Bu durum karĢısında baĢka bir formül bulmam gerekiyordu. Sonra aklıma Ģu geldi. Adana‟da yaz kıĢ devamlı iĢ bulunurmuĢ. Adana‟ya gideyim, hem oraları da bir görmüĢ olurum diye düĢündüm. Bu fikrimi geldim EniĢteme, Ablama söyledim, „Sen bilirsin” dediler. „Biz sana söyleyeceğimizi söyledik” dediler. EniĢtenin arsa alalım fikrini kabul ettim ancak, köye gideceğim, oraların durumuna bakacağım, param da yine bankada kalacak, buradaki arsayı almayı sonra düĢüneceğim. Böylece kararımı verdim, EniĢteme ve Ablama bu Ģekilde düĢüncemi söyledim. Adana‟ya otobüs bileti aldım, un fabrikasından ayrıldım, otobüse bindim. Otobüsle yolculuğu gündüz yapmıĢtık. Ankara‟dan çıkarken hafif de kar yağıyordu. VEHBĠ USTA (ERZURUM‟LU) Otobüste koltuk arkadaĢım 35 yaĢlarında bir adamdı, bana soru sordu. Adama ilk bakıĢımda konuĢmasından kendisinin Erzurum‟lu olduğunu anlamıĢtım. Sordu bana, „Nerelisin?”, “Divriğiliyim.“ “HemĢeriyik, ben de Erzurum‟luyum, benim adım da Vehbi. Adana‟ya niçin gidersen?” “Vallah buralar kıĢ oldu Ankara‟da iĢ bulamadım. Adana‟da bulabilirsem birkaç ay çalıĢacağım” dedim. “Hele Adana‟da tanıdığın da varmidur?.“ “Yoktur.“ Dedi, „Meraklanma benimle gelursen, ben sana iĢ bulurem hoĢ. Hele benimle çalıĢırsen de, ben sana iĢte verirem, senin iĢin var mı? Ben kanalizasyon ustasıyem. HoĢ ben iĢ bulurem.“ Bana gelince ustaya cevap vermeden düĢünmeye baĢladım. Usta, „Ula ne düĢünürsen? Sen benim hemĢehrimsen benden sana zarar gelmez.“ Usta anlamıĢ olacak, devam etti. Usta, „Bilirem sen niye düĢünürsen. Sen çocuksen, ben senen sahip olirem, hoĢ. ġimdi söyle benimle gelürsen mi benimle?” Sanki ustanın Adana‟da hazır bir iĢ vereni varmıĢ gibi beni kesin olarak yanına almak istiyor usta. Neyse Vehbi Usta‟yla Adana‟ya indik. Sırtımızda yorganımız da var. Yorganımı Arzu Ablam yıkamıĢtı ve yorganım tertemizdi. Vehbi Usta dolaĢtı, aradı, tanıdıklardan bir yatacak yer buldu. Yatacak yerimizi anımsadığıma göre, tamamı tenekeden karton kâğıtlarından çevrilmiĢ çadırvari bir yerdi. Orada on gün felan kaldık. Usta ilk önce cami minarelerine taĢ yontma iĢini buldu. Bu iĢte 2-3 gün çalıĢtık olmadı. Sonra Usta, Ahmet isminde Adana‟lı bir taĢören buldu. Ahmet, kalfa imiĢ. Ahmet Kalfa‟nın 2500 tane büzü dökülecek ve bunlar aynı zamanda ayrı bir anlaĢmayla kanala dönüĢecekti. Usta bu iĢi götürü olarak almıĢtı. Ahmet Kalfa‟nın bir ardiyesi vardı. Orada küçük iki tane de kapalı yeri vardı. Ardiyede briket büz dökülecekti. Bunların ayrı ayrı kalıpları vardı. Vehbi Usta‟yla bu iĢe baĢladık. Vehbi Usta büz kalıplarını kullanmayı iki günde bana öğretmiĢti. Ahmet Kalfamız iĢe baĢlayıĢının ilk haftası beni tanımıĢtı. Ahmet Kalfa beni büz kalıplarını kullanırken görmüĢtü. Benim bu iĢi daha önce yapmadığımı, orada öğrendiğimi bilmiyordu. Bana hiç sormamıĢtı. Benim de Ahmet Kalfa‟ya söylemem gerekmiyordu ancak Ahmet Kalfa benim hep 92 Ölmeyen Çocuk çalıĢtığımı görürdü. Aynı zamanda Divriğili olduğumu öğrenmiĢti. Bana gelip gidip yakınlık göstermeye baĢlamıĢtı. Sen iyi ve çalıĢkan çocuksun söylevleriyle sevmeye baĢlamıĢtı. Bir gün „Bu ustanın iĢi biterse veya iĢi olmaz ise ben sana iĢ veririm, hiç merak etme” diye bana böyle bir de iĢ güvencesi vermiĢti. Biz Vehbi Usta‟yla çalıĢmaya devam ederken bazen de çok yağmur yağardı, iĢi paydos ederdik. Bu arada iĢçilerin ve boĢ insanların toplanıp oturdukları, çay içtikleri büyük bir kıraathane vardı, oraya giderdim. Orada Sivaslı, Divriğili, Hafik‟li iĢçi arkadaĢlarla tanıĢmıĢtım. TanıĢtığım arkadaĢların içinde iĢsiz olan, Divriği‟nin Bahtiyarvenk Köyünden Selman diye bir arkadaĢ buldum. Selman benden en az 15 yaĢ büyüktü ve iki karıyla evli olduğunu söylüyordu. Bu arkadaĢım parasız kalmıĢ, periĢandı. Hemen kendisine önce bir öğlen yemek parası verdim. Bir de ödünç nisbetinde 150 kuruĢ verdim ve Ģunu söyledim: „ĠĢçi lazım olursa, seni gelir götürürüm.“ 1953 yılının onikinci ayına bitirmiĢtik. 12. ayın 15‟i gibiydi. Vehbi Usta‟yla çalıĢmaya devam ediyoruz. Yağmur yağdığı zaman oda Ģeklindeki o kapalı yerlerin koltukları vardı. Oraya girer otururduk. Bir gün oturup konuĢurken çaylarımız geldi içiyoruz, Vehbi Usta sormaya baĢladı. Rıza kimin var kimin yok derken benim bekâr olduğum için fazla söyleycek bir Ģeyim yoktu. Sadece yetim olduğumu söyledim. Vehbi Usta bu sefer kendisi bana açıldı. Ġzahlı konuĢmalarıyla Ģunları söylüyordu: “Rıza benim de baĢımda bir bela var dedi.“ “NeymiĢ bu bela Ustam” diye sordum. Benim aklıma hemen Adana‟da birĢeyler olabileceği geldi. Meğerse usta karısı ve çocukları varken tutmuĢ ikinci bir kadın kaçırmıĢ. Kadın da nikâhlıymıĢ. Dolayısıyla kendi karısı Ģikayet etmiĢ ve hapse girecekmiĢ. O nedenle hapse girmemek için kaçmıĢ. O zaman ki, kanunlara göre nikâhlı kadının üzerine baĢka bir gayri meĢru kadın kaçırırsan ya da öyle bir kadınla yakalanırsan, karın da bundan dolayı dava ederse, hapse attırıyor. En az altı ay dolunca artık o dava hükmünü kayıp ediyor, yakalayıp hapsetme hükmü de kalkıyormuĢ. Eğer ikisi birlikte yakalanırsa keza ikisini birden hapis ediyorlardı. ĠĢte benim Ustamın da böyle bir kadın sorunu vardı. Ben de çocuk olmama rağmen nereden düĢündüysem, “Usta iyi ki, baĢına bu iĢ gelmiĢ ve sen de Adana‟ya gelmiĢ, beni bulmuĢsun. ĠĢte benim gibi bir yetime yardım ediyor, iĢ buluyorsun.“ Derken Usta bana kızmanın yerine gülerek karĢılık vermiĢti. Doğrusu maalesef Ustamın bu hali beni ilgilendirmez. Bana zararı da olmaz. Ancak Ustamın baĢka huyları da ortaya çıktı. AkĢam olunca üç arkadaĢ bir oluyorlardı, ellerinde kalın bir sigara vardı. O çekiyor öbürüne veriyor, bir de o çekiyor yine diğerine veriyorlardı. Ama öyle bir duman oluyor ki, o yattığımız küçük yerdi. Duman içeriye sığmıyor kapıdan yangın gibi dıĢarı vuruyordu. Bir gün de baktım ellerinde ince bir tahta gibi rengi sarıydı. Onu kırıp kırıp tütünün içine koyuyorlardı. Ben bunu ustaya sordum: “Ustam sizin bu yaptığınız nedir?” Usta, „Bu dumandır hoĢ. Bilmiyorsan vallahi bilmiyorum.“ “Ustam, dumanın ne demek olduğunu da bilmiyorum.“ Ben bunu bir de bizim hemĢeri Salman‟a sordum. Salman iyice bir güldü. Sonra söyledi onların bir çekip birine verdikleri ve duman dedikleri Ģey esrardır. Sen duymadın mı? Ben, 93 Ölmeyen Çocuk “Vallahi duymadım Salman Ege.“ Ege, Divriği‟nin bazı köylerinde kendinden büyüklere denirdi. Ege‟nin ne anlama geldiğini hala anlamıĢ değilim. Salman da benden büyük olduğundan Salman Ege derdim. Yöremizde kendinden büyüklere doğrudan ismen çağrılmazdı. Ġlle de büyük anlamına gelen bir ünvan ilave edecektin. Neyse ki, Salman Ege‟den o sarı Ģeyin ismini bir de dumanın isminin esrar olduğunu o zaman öğrenmiĢtim. Yalnız Vehbi Ustam beni o esrarı içmeyi hiç teklif etmemiĢti. EtmemiĢti ama benim yerim pirelenmiĢti. Zaten küçücük yerde iki kiĢi yatardık. Yerimizde aynı zamanda düz ve taban bir yerdi. Yani yağmur biraz çok yağdığı zaman içeriye dolardı. Bir gün de bakacaktın ya hızlı yağmur ya da dolu yağacak hepsini süpürüp götürecekti. En iyisi benim hem o dar ve tabanda olan yerden hem de esrar dumanı çeken adamların yanından çıkmam gerekecekti. Bir öğlen üzeri yağmur yağmıĢtı. Ustama dedim: “Ustam nasıl olsa bir iki saat çalıĢamayacağız. Bana izin ver de kahveye doğru gideyim de hemĢehrimi bir göreyim” dedim. Ġyi ki, Ustanın o gün o izini istemiĢim. Usta benim izin istememe olur derken sormaz mı, “Rıza o hemĢehrin boĢ mudur? ÇalıĢıyor mu?” Ben, “Ustam ben Selman‟ı tanıyalı tek iki gün oldu çalıĢırım dediğini iĢittim. Ustam ula koĢ al gel buraya.“ „Olur Ustam” dedim gittim. Benim maksadım Salman‟dan bana yatacak bir yer bulmasını istemekti. Usta‟dan izin aldım, gittim kahveye, vardım kahvenin kapısından bir baktım ki, biraz ıraktaki insanlar sigara dumanından tanınmıyor. Orada oturanların iĢi kâğıt oynamak, çay ve sigara içmekti. Salman hemĢehrimi o dumanın içinde aradım buldum. Salman, “Rıza yahu sen de buralarda bulunur muydun? Hele otur çay iç.“ “Yok. Salman Ege ben buraya ne otururum, ne de çay içerim.“ “Salman, „Niçin?” Ben, „Çünkü, ben burada 10 dakika otursam bu duman beni boğar ve bu dumanda çay da içilmez.“ O zaman çaylarda ya bir kuruĢtu ya da 2.5 kuruĢtu. Unuttum, iyice anımsayamıyorum. Çünkü, mecbur kalmazsam kahveye gitmez ve oturmazdım. “Neyse bırak sözü de ben hem seni almaya geldim hem de bana bir yer bulman için söylemeye geldim. Benim Ustama sana geleceğimi söyledim. Ustam da hoĢ o uĢak boĢ ise al getir buraya dedi.“ Salman, „Ooo çok iyi, memnun oldum. Rıza yer aramana gelince senin yer aramana gerek yoktur. Ben eski iki katlı bir evin ikinci katında bir odada yatıyorum. Ġkimizde orada idare ederiz. Olur gider.“ O iĢi hemen orada anlaĢtık. “ġimdi Ģöyle yaparız Rıza, senin Usta beni görünce ister çalıĢtırır, istemez ise çalıĢtırmaz; seninle benim bir odada kalmamı o iĢ durumuna bağlı olamaz. Beni ustan çalıĢtırsa da çalıĢtırmasa da biz yine ikimiz bir arada kalırız. Hem de çok iyi olur.“ Binaenaleyh Salman‟la birlikte gittik, kahveye gelip tekrar ardiyeye Salman‟la birlikte geri gitmemiz 20 dakika ancak sürmüĢtü. Vehbi Usta da memnun oldu. Vehbi Usta Salman‟ı iĢe aldı. Vehbi Usta Salman‟a 2.5 lira yevmiye vereceğini, benim yevmiyemi de 3 lira yapacağını söyledi. O zamanlar en delikanlı güçlü kuvvetli insanlar 2.5 liraya çalıĢıyordu. Ben ise 19 yaĢında güçsüz tıfıl bir çocuktum. Ustam bu durumları da izah etti: “Rıza, sen küçüksen ama bu iĢi öğrendin. Ben olmadığım zamanlar bu iĢi yapacak durumdasın. Salman‟a da sen öğretirsin.“ Gerçi Adana‟da yağmurlar çalıĢmaya fırsat vermiyor ama bu iĢ bizim 94 Ölmeyen Çocuk kendi iĢimiz olduğu için yağmur yağmadığı durumlarda çok kuvvetli çalıĢır yevmiyenizi hakedecek kadar iĢi çıkarırdık. Yoksa yağmurun yağmayacağı günleri beklersek biz hiç iĢ yapamayız. Böylece de Salman‟la arkadaĢ olduk. Bir arada çalıĢmaya hem de bir evde kalmaya baĢladık. Salman‟la iki ay çok güzel günler geçirdik. Hiç kavga etmedik. Küs de durmadık. Aramızda ev iĢlerinde sen çok ben az iĢ yaptın yapmadın tartıĢmaları da olmamıĢtı. Ustamız Vehbi Usta olsun, patronumuz Ahmet Kalfa olsun bizi çok sevmiĢlerdi. Aslında ardiyedeki iĢin idaresini bana bırakmıĢlardı. Ardiyede biz üç çeĢit iĢ yapardık. Ġki çeĢitli boylarda büz, iki briket, üç tuvalet taĢları da yapardık. Üstelik yanımıza bir iĢçi daha lazım oldu. Onu da bana bıraktılar. Rıza sen kafana uygun birini bul getir dediler. Bu iĢçiyi de aynı kahveden gittim getirdim. O da Sivas‟ın Yıldızeli köylerindendi. Bu arkadaĢım 1.80 boyunda, yaklaĢık 70-80 kilo da çok sadıkane çalıĢan, güçlü bir delikanlıydı. Ama hangi hemĢeriyi görsem bana hayran oluyorlardı. “Helal olsun Rıza sana sen nasıl böyle iĢ buluyorsun. ĠĢsiz kalmadığın gibi bizlere de iĢ buluyorsun” derlerdi. Ben de onlara espiri yapardım, „Bakın arkadaĢlar sizler bu iĢlerin espirisini bilmezsiniz.“ Bunu söylediğim zaman arkadaĢları bir merak sarardı, „Yahu bu espiri dediğin Ģey ne ise bize de söyle bizde yapalım” derlerdi. Ben de „Hayır siz ben olamazsınız. Ben olamayacağınıza göre benim becerilerimi de yapamazsınız. Mesela a. ben dede çocuğuyum, ben dedelerimden dua almıĢım. Bakın Ģimdi burada iki tane olgu söyledim. Siz bu ikisi gibi veya bunlardan biri olabilir misiniz? Siz oluruz deseniz de bu mümkün değildir. Bakmayın benim küçük ve çelimsiz olmama.“ Benim bu ifadelerim inandırıcı olmasa da arkadaĢlarımı iyice merak sarıyordu. Binaenaleyh benim bu sözlerim Ģaka da olsa aslında doğrudur. ĠĢte bu sefer tekrar devam ederdim, „Her Ģeyin bir karĢılığı vardır. Her emeğin bir karĢılığı vardır. ġimdi siz çalıĢıyor karĢılığında para alıyorsunuz. ĠĢte manevî kültürel çalıĢmanın da bir karĢılığı vardır. Fakat manevîyat çalıĢmalarının ayrı bir özelliği vardır. Esas mesele olan da odur. Sizin anlayacağınız manevîyat çalıĢmalarında para karĢılığı yoktur. Dürüst ve doğru çalıĢmak vardır. Örneğin el, bel, dil ilkesi vardır. Bu ilkeleri takip etmek her kiĢinin iĢi değildir. Er kiĢinin iĢidir. Peki er kiĢi kimdir. Ne nasıl olmalıdır? ĠĢte bu önemli sorudur. ArkadaĢlar, er kiĢi olabilmen için bir kere dünyada hiçbir maddi ve manevîyat kiĢisel çıkar karĢısında yalan söylemez kiĢi evlenme çağına gelip evlenene kadar katii surette hiç kadına ve benzeri yerlere kuĢak çözmez. Daha Türkçesi bekâretliğini muhafaza eder kiĢi, doğumundan mezara kadar bir hanımla evlenir, yaĢar. Fazla kazanç temin etmek amacıyla alın terinden baĢka hakkı olmayan bir maddiyatı zimmetine geçirmeyi, mahkemelerde ve benzeri yerlerde yalancı Ģahitlik yapmayı, bildiği bir ilmî sanatın pakıllığını çekmeden istekli olan herkese öğretir. Velhasıl kiĢi dünyada her kötülükten arınmıĢ, süzülmüĢ su gibi temizlenmiĢ olur. Bütün bu vasıflara sahip olsa bile yine de er kiĢi olmasına yeterli değildir. Kuralları bilmesi ve iradelerine sahip olması gerekir. Ayrıca bu kazanımlar toplumla olur. Toplumla da paylaĢılır ve paylaĢılması gerekir. ĠĢte bu konudaki değeri de kiĢinin kendisinden üstün olan bir ocak evlatı vardır. Daha Türkçesi bu 95 Ölmeyen Çocuk değerlerin yolu mürĢitten rehberden ve pirden geçer. Bu aĢamalardan geçtikten sonra da kiĢinin yolu erkanı vardır. Buna da dört kapı denir. Dört kapı veya dört makam sahipleri herkes kendi alanında bilinçli ve dürüst kiĢilerdir. Er kiĢi olabilmesi için iĢte bu dört kapıda kiĢi kendini bulursa o kiĢi er kiĢi olgun kiĢi ünvanına kavuĢur. Bana gelince haĢa daha o seviyelere gelemedim ama daha 19 yaĢımda olmama rağmen bütün bu olgulara az da olsa malik olmuĢ durumdayım. Benim sevilmemin sayılmamın sırrı ve kaynağı budur.“ Bu konuĢmalarımıza karĢı arkadaĢlarımın vereceği sadece bir yanıtı vardı. O da Ģu idi: “Vallahi helal olsun. Gerçekten bu olgular ne bizde vardır, ne de biz bunları yapabiliriz.“ ÇalıĢmalarımız devam ediyordu. Yaptığımız iĢlerden büz döküm iĢ bitmiĢ, kurumuĢ kullanılır duruma gelmiĢti. Ahmet Kalfa bir gün geldi, Vehbi Usta‟ya dedi ki, „Biz ardiyede diğer iĢleri durduracağız ve mahalleye döĢeyeceğimiz Ģu büz iĢine devam edeceğiz. ġimdi seninle yeniden bir konuĢalım. Zira ben büz döĢeme iĢini yevmiye ile yaptırmak istiyorum. Sen kaç lira yevmiye istiyorsun?” dedi. KonuĢmalar açık ve seçik bizim yanımızda oluyordu. Vehbi Usta, „Ben yevmiyeyle çalıĢırsem 9 liradan aĢağı çalıĢmam hoĢ. Ama senin burada ekmeğini yedik hoĢ. Seninle 8 liraya çaliĢirem hoĢ.“ Ahmet Kalfa, „Sayın Ustam, Allah‟ıma ben bu iĢi ucuza aldım 8-9 lira yevmiye ile usta çalıĢtırsam hiç para kazanamam zarar ederim.“ Vehbi Usta, „Sen bilirsen. Ahmet Kalfa, “Ustam sizden bir ricam vardır.“ Vehbi Usta, „Buyurun.“ “Rıza‟yı bu iĢi yapması için bana verir misin? Kendisine 5 lira yevmiye veririm. Rıza büz döĢeme iĢini yapabilir mi?” Vehbi Usta, „HoĢ Rıza öyle bir kabiliyetli çocuk ki, Ģurdaki iĢlerin hepsini iki günde öğrenmiĢtir. Yapabileceğinden eminem. Yalnız çalıĢır çalıĢmaz ben kendisine mani olmam. Rıza‟ya ben de iĢ bulurem. Sen de iĢ verirsen zira. Rıza‟yı sende benim kadar tanıdın. ĠĢte kendisi.“ BĠR AġAMA VEYA GELĠġME Benim için hem bir aĢama hem de geliĢmedir. Para o kadar, mühim değil. Zira ben yeni usta oluyorum. Yanımda en az 3-4 insan çalıĢtıracağım. Ama ben 19 yaĢındayım. ÇalıĢtıracağım insanların en küçüğü 25-30 yaĢında. Salman 35 yaĢlarında iki tane karısı olduğunu, 4-5 çocuk sahibi olduğunu söyledi. Değerli bir hemĢerim idi. Ben beĢ lira yevmiye alacağım. En aĢağı usta ücretidir. Önemli değil benim kafamda öyle bir ümitler uyanıyor ki, sanki içimde bir söyleyen var, “Rıza sen gir bu iĢe diyor. Senin ufkun açıktır” diyor. BaĢka bir soru daha var ki, ben Ahmet Kalfa‟nın bu teklifine evet demeseydim yanımda üç tane aile geçindiren üç insan vardı. Bu insanlar yağmur yağmanın yüzünden günlerce çalıĢamamıĢlardı. Paraları pulları bitmiĢ, benim yüzümden onlar da ben devam ettiğim müddetçe aralıksız çalıĢıp sebepleneceklerdi. ĠĢte iĢin bu yönü de çok mühimdi. Diğer taraftan Vehbi Usta‟nın durumu idi. Vehbi Usta bana iĢ verdi, iĢ buldu. Vehbi Usta benim adıma yolculuğumda diyebilirim ki, Hızır gibi karĢıma çıkmıĢtı. Bu durum inkâr edilemezdi ve takdirle karĢılanması gereken bir tesadüftü. Gel gör ki, Vehbi Usta‟nın esrar içmesi, kaçak evliliğinden doğan olumsuz durumları beni çok etkiliyordu. ĠĢte 96 Ölmeyen Çocuk Ustamın bu iki tutumu beni kendisinden ayırmaya zorluyordu. Üstelik Vehbi Usta‟nın sözüne göre birbirimizden ayrılmayacaktık, kayıp vermeyecekti. Bu düĢünce sadece benim kafamda olan düĢünceydi. Bütün bu düĢünceler o anda kafamda oluĢmuĢtu. Arada boĢ gün geçirmeden Ustaya ve Ahmet Kalfa‟ya evet demem gerekiyordu. Ġçimden üç arkadaĢın üçü de benim gözüme bakıyordu ki, nerdeyse ses çıkarıp evet desene diye beni zorlayacak durumdalardı. Binaenaleyh Ahmet Kalfama döndüm, „Olur çalıĢırım” cevabını verdim ve ekledim. Ama yanımdaki arkadaĢlarda birlikte olursa. Oysa Ahmet Kalfa benden önce hazırlanmıĢ ben arkadaĢlarımı söylemesem de kendisi onları da beraberimde getireceğimi ve çalıĢacaklarını söylemeye hazır olduğunu söyledi. Mamafih ben kendisinden önce davranıp söylemiĢim. Bir de arkadaĢlara döndüm ki, arkadaĢlarım yüzleri pırıl pırıl gülüyordu, „Sağol Rıza sağol.“ Ahmet ağabey diyorlardı, bu üç arkadaĢımın ikisinin ismini anımsamıyorum. Sadece bir tanesinin adı hatırımda kalmıĢtı. Salman hatırımdan silinmemiĢti. Çünkü Salman‟la bir arada kaldık. Yemek piĢirip yedik, çay kaynatıp içtik, birlikte hamama gittik. Hamam dedim de hatırıma geldi. Türkiye‟de bir çok sanata ve de insan iliĢkilerine o tarihlerde daha çok değer verilirdi. Sonra inanmak, güvenmek hususları bugünkünden çok daha ciddi boyutta idi. Örneğin Salman‟la haftada bir defa hamama giderdik. Bir defa o zamanlar hamama girerken para ödenmezdi, çıkarken ödenirdi. ġimdilerde ben hamama gitmiyorum ama duyduğuma göre peĢin ödeniyormuĢ. Ayrıca bazı arkadaĢlar anlatıyorlar, insanî haraketleri hizmet durumlarını dinliyorum da o tarihlerdeki samimi ve insanî davranıĢları tutmuyor. Oysa ki, okuma oranı çoğalan bir toplumda ve teknolojinin, tekniğin hızla ilerlediği bir çağ ortamında sosyal, kültürel, manevî, insanî oluĢumlarında daha da artması gerekirdi. Maalesef görülüyor ki, bu oluĢumların artması Ģurda dursun, bu tür iliĢki ve olgulardan eser bile kalmamıĢ durumdadır. Hatta eksilmeye devam ettiğni üzülerek görüyoruz. NEDEN? Bu neden sorusunun altında o kadar çok verilecek cevaplar var ki, bu soru ve cevaplar ciltlerle kitap doldurur. Ben ise kitabımın bu kısmında sadece birkaç baĢlık atmak istedim yukarıda bir hanımefendiyi örnek verdiğim gibi. Saygıdeğer okurlar, yukarıda bahsettiğim olguların temelini Ģu faktörler oluĢturur kanaatindeyim. 1. A. KADIN ERKEK EġĠTLĠĞĠ: Bir defa bir memlekette toplumsal bir potansiyel varsa ki, bu da vardır, söz konusu toplumları da aile kurumları oluĢturuyorsa, orada kadın erkek eĢitliği olmalıdır. B. Kadın erkek eĢitliği aslında insanoğullarının doğal hakkıdır. C. Eğer insanî düĢüncede kadın hakkı, erkek hakkı diye bir ayrımcalıklı yasa yapıldıysa bu demektir ki, siyasi kurumlar kendilerine bir hak temin etme çabasındadırlar. D. Hele hele bugünkü çağda kadın ayrı erkek ayrı oturtuluyorsa, daha olmadı kadına ayrı erkeğe ayrı toplu taĢımacılığı ayrılıyorsa, o toplumlarda 97 Ölmeyen Çocuk insanî iliĢkilerden söz etmek mümkün değildir. Tam tersi o toplum fertleri saldırgan olurlar. 2. A. MĠLLĠ EĞĠTĠM: Milli Eğitim kavramı devletin resmî diliyle vatandaĢını okutarak eğitmelidir. B. T.C. Devletinin okutması gereken Latince harfi Türk Dilidir. C. T.C. vatandaĢına Türk diliyle temel faktör olarak çağın gereksinimlerini öğretir. D. Çağın gereksinimlerine göre Milli Eğitim kurumlarında kabiliyetlere göre eğitim verilir. E. Eğitimdeki esas faktör ise çağın geliĢimine göre teknoloji bilinçlerinin üretilmesidir. Bu ise kelime zenginliğinden doğar. 3. A. YABANCI DĠL:Yabancı dil, kendi dilinin dıĢındaki dillerdir. B. Bunun öğrenme gereksinimi dünyadaki rekabetin gerektirdiği unsurlardır. Kalkınma hamlesinde olan devletler arasında diyalog ve rekabetin gereğidir. Bu ek bir dildir. Temel eğitim anadil ile olmalıdır. C. Eğitimde temel gıda tarıma dayalıdır. Tarım kısmı, sanayi kısmı. Bu da üretimle olmalıdır. Ç. Üretimle ilgili kaynak ise önce kendi memleketindeki yeraltı yer üstü kaynaklardır. D. Bir memleket ki, öncelikle kendi memleketindeki kaynakları harekete geçirmiyorsa, teknolojide olsun istihdamda olsun ülkesini refah düzeylerine kavuĢturamaz. 4. A. Dünyayla olan rekabet diyalogunda geride kalır. Eğitimde kasıt ise eĢitlik ve adalet ilkesine dayalı olmalı (bazı olağanüstü kabiliyetler müstesna olmak üzere ki, bunların da test yaptırmakla anlaĢılması mümkündür), seviyesiz eğitim verilmemelidir. Yani devlet nezdinde ayrımcalık ortadan kaldırılmalıdır. B. Zira bir memleketin bütün değerlerini, sorunlarını birlikte paylaĢıyorsa o taktirde eğitimdeki ayrımcalıklar kavganın doğrudan doğruya temel kaynağı olur. Bu tür uygulamalara karĢın birlik beraberlik çağrıları ciddiyetten uzak olur. Sadece makyajdan ibarettir. 5. A. SOSYAL VE KÜLTÜREL EĞĠTĠM, B. Sosyal ve kültürel eğitimin kavramları. C. Sosyal iliĢkiler, Ç. Din kültür bilgisi, D. Aile mevhumunda cinsel bilgiler, E. Aile reislerinin yani ananın babanın önemi. YaĢlı insanların toplumdaki yerleri ve onlara karĢı nasıl davranmalı? F. Özel ve tüzel kiĢilerin birbirlerine karĢı sorumluluk duyarlılıkları. G. Toplum kavramları, sokakta davranıĢ hal ve gidiĢ kuralları. Ğ. Yukarıda sıraladığım faktörler okullarda eĢit olarak öğretilmiyorsa, okuyan insanlar bu bilgilerden eğitimini almamıĢ ise, konumuzun baĢında bahsettiğim gibi barıĢı ve eĢitliği sağlayamazsınız. Ġnsanlar ne kadar bilinçli olursa olsun insanî ve sosyal duygulardan kopuk olurlar ve de yoksun olurlar. 8-9-10 yıllık zorunlu eğitimdeki kavramlar budur ve de olmalıdır. Bu sistem ise çocukları 5-7-8. sınıflara kadar yönlendirmekle olur. Eğer 8 yıllık temel eğitimde sosyal, kültürel ve aile mevhumlarını içeren sorumluluk duygularıyla eğitim verilmeyecekse 8 yıllık 9 yıllık eğitiminde fazla bir önemi olmayacaktır. Binanenaleyh, anımın bu bölümünde sosyal, kültürel ve insanî iliĢkiler içerikli birkaç cümle sunmuĢ oldum. Takdirlerinize sunulur. VEHBĠ USTA‟DAN AYRILDIKTAN SONRA 98 Ölmeyen Çocuk ġimdi dönelim Adana‟da devam eden anılarımıza. Vehbi Usta‟dan ayrıldık. Vehbi Usta gide dursun biz devam edelim çalıĢmamıza. Kanal çalıĢmalarına baĢladık. Artık hem Ustam hem de patronum Ahmet Kalfa olmuĢtu. Ahmet Kalfa yaĢıyorsa kulakları çınlasın. Orta boylu 65-70 kilo ağırlıkta esmer tenli güler yüzlü palabıyık taĢıyan çok alicenap bir insandı. Yapacağımız iĢ alanı tamamen mahalle arasıydı. Hürriyet Mahallesi diye bir mahalleydi. Mahallenin notunu Ahmet Kalfam bana Ģöyle anlatmıĢtı. “Rıza ben insanları kötülemek için söylemiyorum. Yalnız mahalleyi tanıman onların iĢleri olacak, onlarla iyi anlaĢabilmen açısından birkaç bilgi vermek istiyorum. Bu mahallede insanlarımıza fellah derler. Çok sıcak, insana yakın insanlardır. Bunların evlerinin önlerine çeĢme gövdeleri yapılacak, kapı önlerine beton döktürenler olacak. Yani çeĢitli iĢleri olacaktır. ġimdi ben seni mahallede birkaç aileye tanıtacağım. Sen iki arkadaĢ daha getireceksin. Ġki kiĢi sizin önünüz sıra kanal kazıyacak, sende üç kiĢiyle büzleri döĢeyeceksin. Yağmur yağdığı sıralarda bazı boĢ zamanlarınızda mahallede evlerin iĢlerini yaparsın. Böylece hem sen hem de arkadaĢların çalıĢıp para kazanacaksınız.“ Yanıt: „Tamam Ustam, sağolun ben de elimden geldiği kadar hem senin iĢlerini hem de mahallelinin iĢlerini arkadaĢlarımla birlikte beğenilir Ģekilde yapmaya çalıĢacağım.“ Ahmet Kalfa bu alicenap yardımlarıyla bizim de gönlümüzü bir kat daha kendine bağlıyordu. Ben de Ahmet Kalfa‟nın talimatı üzerine kahveye gittim. Ġki tane iĢçi getirdim. Ama o genç arkadaĢları bir göreceksin. Boylarından insan asılır. Pırıl pırıl genç insanlar. BeĢ tane iĢçim bir de ben altı kiĢi sabahleyin iĢe bir giriĢtik ama kanal önümüzde sanki yürüyerek gidiyor. Toprak da yumuĢaktı doğrusu. GüneĢ kabarmıĢ biz yaklaĢık 20-30 metre ilerlemiĢtik. Bir de Ahmet Kalfa geldi pala bıyıkların altında dudakları ve gözleri gülüyordu. Geldi yanımıza, “Rıza Ustaé dedi. Ġlk defa bana usta diyen biri vardı. “Ustam ben usta olamadım ki.“ “Yook Rıza sen var ya, en az benim kadar ustasın. Merak etme!” “TeĢekkür ederim Ustam. Sizin sayenizde. “Rıza Usta ben sana birĢey daha söylemek isityorum.“ „Buyurun Ustam.“ „Bu kadar hızlı çalıĢıp kendinizi yormayın. Normal çalıĢın.“ “Sayın Ustam haklısın ama bizim de bir bildiğimiz var. Mesela Adana‟nın iklimini öğrendik. Genellikle öğlen sonraları yağmurlu oluyor. Ustam bizim gayemiz sabahleyin ilk hamlede hele hakedeceğimiz günlük iĢimizi bir çırpıda çıkarmak. Yağmur yağdığı zaman malumunüz elimizi iĢten çekmeye mecburuz. O zaman istesek de çalıĢamayacağız. ĠĢte bu kaygıyla yağmurun yağmadığı günlerde ve saatlerde fırsatı çok iyi değerlendirmemiz gerekir. Doğru mu kalfam?” “Yahu Rıza yüzüne söylemek gibi olmasın ama gerçekten olağanüstü bir çocuksun. Senden yani bakıyorum da hiç ummadığım konuĢmalar çıkıyor ağzından.“ „Canın sağolsun Ustam.“ Ahmet Kalfa gitti baĢımızdan. Ahmet Kalfa kanal boyunu iĢaretlemiĢ kazıkları çakmıĢ, bizim kazıyacağımız yerler bellidir. Kalfamız gide dursun biz arkadaĢlarımızla elli metre 99 Ölmeyen Çocuk yeri kazdık büzleri döĢedik. Anımsadığım kadarıyla saat bir buçuğu vuruyordu. Belki inandırması güç olur ama ben doğru yazdığımın inancınDayım. Sabahleyin Ahmet Kalfa‟yla konuĢurken sanki ağzımız falmıĢ gibi biz elli metre yeri kapattık. ArkadaĢı öğlen yemeği almaya gönderdik. Hemen orada bir ev önünde üzeri kapalı, etrafı açık bir çardak vardı. Yağmurda hemen o arada yağdım yağacağım diye haber veriyordu. Velhasıl o çardakta yemeğimizi yiyip bitirmeden yağmur hızlı bir vaziyette bastırdı. Ama biz sabahleyin baĢladığımız tempoda hiç dinlenme molası felan vermeden akĢama kadar yapacağımız iĢi fazlasıyla yapmıĢtık. DöĢediğimiz büzler yüzlük büzlere kazdığımız çukur 1.5 x 2 büzün altına kum dökülüyordu. Büzlerin birleĢtiği yerleri de harçla sıvıyorduk. Öyle baĢtan savma iĢ yapmazdık. Aynı zamanda her gün yaptığımız çukuru kapatıyorduk. Ahmet Kalfamız akĢam gelir yaptığımız iĢleri kontrol ederdi. Bize hayretle bakar Ģöyle söylerdi: “Helal olsun Rıza Usta, yahu Rıza, oğlum ben hayret ediyorum. Ben iĢveren olduğum halde yemin ederim ki, Ģu yağmurlu havada bu kadar iĢi yaptıramam ve yapamam da. Sana gelince ben de baĢınızda olmadığım halde arkadaĢlarınla birlikte maĢallah olağanüstü iĢ yapıyorsunuz. Sonra sen henüz 18 yaĢındasın, bünyesi de zayıf bir çocuksun. ArkadaĢlar da öğrendiğime göre bu iĢi ilk defa yapıyorlar. Yani demek oluyor ki, sen bu iĢi bu arkadaĢlara hem öğretiyorsun hem de yapılması gereken iĢleri de fazlasıyla yapabiliyorsunuz.“ Zira Adana‟da yarım gün yağmaz ise yarı gün muhakkak yağmur yağar. Hele hele bu sene bazı günler sizin de bildiğiniz gibi bazı tam günde yağıyor. Bu arada arkadaĢlarım da devreye girerler. Ahmet Kalfa‟ya yanıt verirlerdi: „Ahmet Ağabey sizin de buyurduğunuz gibi bu arkadaĢın yani bu yaĢta bu görünümüyle Ustamız olan Rıza Usta‟ya bakıyoruz, biz de hayret ediyoruz. Yani bize öyle bir iĢ yaptırıyor ki, iĢleri bize tarif ederken hiç de bize sözleri ağır gelmiyor. Elimize iĢi alıp baĢladığımızda istiyoruz ki, bir günlük iĢi 3.5 saatte bitirelim. Daha Türkçesi bu iĢ bizim kendi iĢimiz köydeki bahçemizde tarlamızda çalıĢıyoruz, öyle sanıyoruz Ahmet Ağabey.“ BeĢ arkadaĢ bir de ben altı kiĢi mahallenin kanalizasyon büzlerini döĢemeye devam ederken bu anımızın baĢında da belirttiğim gibi mahalle sakinlerinden talepler gelmeye baĢlamıĢtı. Talepler Ģunlardı. Hemen herkes A. tuvalet ayaklarının bağlanması, b. kapı önlerine birer musluk ve musluk önüne birer çeĢme gövdesi. ÇeĢme gövdeleri kare Ģeklinde 75 santimetre kuturunda yaklaĢık 40-50 santimetre derinliğinde olacaktır. C. kapı önlerine ve tuvalet banyo giriĢ kısımlarına beton yapılmasıydı. Tabi ki, talep sahiplerinin bu iĢleri Ahmet Kalfa‟ya ait değildi. Yapılacak olan bu gibi muhtelif iĢler ekstraydı. Yani talepler doğrudan doğruya banaydı. Ben yapacaktım. Parasını da ben alacaktım. Ancak Ahmet Kalfa‟nın haberi olacaktı. Binaenaleyh Ahmet Kalfa mahalle sakinlerinden talep geldiğinde söz konusu iĢleri yapmama izin vermiĢ ve de yardımcı olmuĢtu. ġimdi sıra talep sahiplerinin iĢlerinin yapılmasına gelmiĢti. Mahalle sakinlerinin iĢlerinin yapılması için bir program düzenlenmesi gerekiyordu. Programda Ahmet Kalfa‟ya ait olan kanalizasyon iĢleri aksamayacak. Benim de kendime istediğim saatte ve günde hatta gerekirse akĢam saatlerinde istediğim zaman görebilecek ve çalıĢabilecek 100 Ölmeyen Çocuk arkadaĢ gerekecekti. Bu beyanda beĢ arkadaĢım var. Ekstra iĢleri yaparken bana ikisi lazımdı. Bunlardan birisi her gün bir odaya odada yemek yemeyi vesaire iĢlerimizi paylaĢtığımız Salman‟dı. Ġkincisi ise dört arkadaĢtan birisi olacaktı. Ġsimlerini anımsayamadığım bu arkadaĢlar kendi aralarında kararlaĢtırmıĢlar. ÇalıĢacağımız günler nöbetleĢerek çalıĢacaklardı. Binaenaleyh nöbetleĢerek çalıĢma kararlarına ben de memnun olmuĢtum. Böylece bu çalıĢma programı da tamamdı. ÇALIġMA PROGRAMININ UYGULANMASI Bir kere sabahleyin kalkıp kahvaltı yaptıktan sonra havaya bakardık. Yağmur yağmıyorsa hemen kanalizasyon iĢine baĢlar tam yevmiye de yapacağımız iĢi dinlenme molası vermeden yapar bitirirdik. Sonra öğlen yemeği yerdik. Öğlen yemeği saate bağlı değildi. Hakedeceğimiz iĢi bitirince yemek yemeye otururduk. Yani biz saate endeksli değildik. Yağmurun yağmasına endekslenmiĢtik. Daha sonra yağmur yağmaz ise biz hakkımız olan iĢi yapmıĢ olsak bile yine saat 5-6‟ya kadar çalıĢırdık. Yağmurun yağmadığı gündüz saatlerinde Ahmet Kalfa‟nın iĢini yağmur yağdığı ve akĢam saatlerinde de a. tuvalet ayakları ve çeĢme gövdeleri, b. çardak ve içeride betonlama iĢlerini yapardık. ÇOK ĠYĠ ĠNSANLARDI Mahalle sakinleri baĢta Ahmet Kalfa olmak üzere son derece iyi insanlardı. Bir defa kanal iĢleri yaptığımız esnada yol kenarındaki evler bize günde üç defa kahve veya çay verirlerdi. Ev iĢlerini yaptığımız zamanlarda da iĢini yaptığımız evler hem bizden çekinmezlerdi hem de yemek yedirmeden yemeğin üzerine çay kahve içirmeden ya da bir tatlı yedirmeden bırakmazlardı. ÇalıĢtığımız mahalle Adana‟nın Hürriyet Mahallesiydi. Bu mahalle sakinleri çoğunluğu çok esmer, azınlık bir kısmı siyah olanlar da vardı. Beyaz tenli insanlar azınlıkta idi. Hiç insan ayrılığı gözetmezlerdi. 1954 ilkbahar aylarıydı. Binanenaleyh Türkiye genelinde geliĢmiĢlik ve okuma oranı yüzde 25-30‟lara ancak varıyordu. Buna rağmen hürriyet mahallesi sakinlerinin içinde ve yüreğinde kaynayan bir aydınlık, bir ileri görüĢlülük, bir kalkınmıĢlık kendisini gösteriyordu. O mahallede dördüncü ayın sonlarına kadar dört arkadaĢla ve Ahmet Kalfa‟yla birlikte çalıĢtık. Ahmet Kalfa‟nın protokolünde olan iĢlerini ve kanalın baĢladığı noktadan bittiği noktaya kadar çevredeki bu betonlamalarını çeĢme gövdelerini yaptık bitirdik. HELALLEġME ve AYRILMA VedalaĢma zamanı gelmiĢti. Ben köyüme dönecektim. Gerçi direk köye gitmeyecektim. Gaziantep‟e gidecektim. Gaziantep‟ten kendime bir takım elbise, eve bazı hediyeler alacaktım. 101 Ölmeyen Çocuk Dolayısıyla önce Ahmet Kalfa‟yla vedalaĢtık. Ahmet Kalfa‟nın ve benim ayrılırken gözlerimiz yaĢarmıĢtı. 2-3 ay bir çalıĢma sürecimiz Vehbi Usta‟yla olduğu kadar da Ahmet Kalfa‟yla da aramızdaki ilgi insanî yönlerden arkadaĢlığa dönüĢmüĢtü. Ahmet Kalfa, “Rıza, Adana‟ya tekrar yolun düĢerse beni arayıp bulmanı çok arz ederim” diye de bir vebal atmıĢtı. Maalesef 1954 yılının dördüncü ayıydı, bu satırları da yazdığım tarih 2.7.1997‟ye kadar 43 sene oldu. Hala yolum düĢmedi ve Adana‟ya bir daha gidemedim. Mahalle sakinlerine gelince, mahalle sakinlerinin ekmeklerini yedik, çay ve kahvelerini içtik. Ne yazık ki, hepsiyle görüĢemedim. Birkaç mahalle sakiniyle hepsinin yerine vedalaĢtım ve helallık aldım. ArkadaĢlarıma gelince, Salman hemĢehrim de benimle beraber Adana‟dan Divriği‟ye gitmek üzere ayrılmıĢtı. Ġsmini hatırlamadığım diğer Sivaslı üç arkadaĢım Adana‟da çalıĢmaya devam edeceklerini söylemiĢlerdi. Böylece üzülerek birbirimizden ayrılmıĢtık. 43 sene gibi uzun bir zaman geçmesine rağmen, 43 sene sonra o günlerdeki anılarımı kaleme alırken gerçekten insan o günleri yaĢar gibi oluyor. Bu nedenle o tarihlerde karĢılaĢtığım arkadaĢ olduğum insanların ölenlerine Hak‟tan rahmet, yaĢayanlarına selametler diliyorum. YUKARIDA UNUTUP YAZMADIĞIM ANIMA BĠR ĠLAVE DAHA EKLĠYORUM PĠYANGO BĠLETĠ Ankara‟dan ayrılıp Adana‟ya gideceğim gün bir tane milli piyango bileti almıĢtım. Bileti kaç liraya aldığımı ve tam mı yarım mı hangi, tür biletten aldığımı anımsamıyorum. Ancak Adana‟da 5-6. gün para kazanamadım. Cebimdeki paramda bitmiĢti. Bana yardım edecek olan Vehbi Usta‟ya da söyleyememiĢtim. Para bir kuruĢ desen kalmamıĢtı. Malum gurbette paran biterse kötü oluyor. Hele hele askerlik yapmamıĢ kiĢi, toplum içinde güven sağlayamaz kolay kolay. Bir baĢka gariplik ise Adana‟ya ilk defa gelmiĢ olan için parasız olmak insanda daha çok gariplik yaratması. Ceplerimi karıĢtırırken unutmuĢ olduğum milli piyango bileti cebimden çıkıvermiĢti. Piyango bileti satan bir giĢeye götürdüm gösterdim. Biletçi, “2.5 liran var vereyim mi?” dedi. O anda „Allah be” demiĢim. Büfecinin dikkatini çekti. Bana göre büfecinin hayretine giden Ģuydu: Ona göre 2.5 lira çok para değildi. Acaba ben 2.5 lira gibi bir parayı hiç görmemiĢ miydim? Niye bu kadar heyecanlanmıĢtım. Tabi ki, benim 2 gün parasız kaldığımı büfeci bilemezdi. Oysa ki, benim iki gün parasız kalmam o günde iĢsiz olmam beni çok üzmüĢtü. Binaenaleyh 2.5 lira benim için hem çok paraydı hem de bulmuĢ gibiydim. 2.5 lira bana 3 gün yetecekti. 3 gün iĢsiz kalsam bu para bana üç gün yetecekti. GAZĠANTEP‟E GĠDĠġĠM Gaziantep‟e giderken iĢ için, çalıĢmak için gitmeyecektim. Bazı arkadaĢların tavsiyesine uyarak sadece kendime takım elbise almak için gidecektim. Gaziantep‟e 102 Ölmeyen Çocuk giderken arkadaĢım yoktu. Ankara‟dan Adana‟ya ilk defa geldiğim gibi Gaziantep‟e de ilk defa gidiyordum. Gerçekten insan hiç gitmediği bir memlekete giderken yanında bir arkadaĢı veya bir yol göstereni yoksa o tarihlerde düĢündürücüydü. Hele hele benim gibi genç ve hayat tecrübesi olmayan bir çocuk için daha da çok zor olan bir olaydı. Adana‟dan ismini anımsayamadığım bir otobüsle yola çıktık. Çıktık ama Gaziantep‟e giden yolculuğum çok zor geçti. Adana‟dan Gaziantep‟e giden karayolu o tarihlerde çok bozuk ve virajlı yoldu. Benim ise kara yoluyla yolculuk yapmam ikinci defa oluyordu. Bizi taĢıyan arabanın durumu ise Allah‟a emanetti. Örneğin arabadan içeriye dıĢardan toz almasını mı dersin, benzin kokusu mu dersin, araba zikzaklı yollardan geçerken sallanıyor mu dersin insanlar da karın, bağırsak, mide denen hiçbir Ģey kalmıyordu. Bana gelince içimde bir damla bir Ģey kalmadı. Hepsi dıĢarı döküldü. Otobüsün içinde öğürdüğüm zaman ciğerlerim sökülürcesine dıĢarı zorluyordu. Bu arada ben gözümü açıp hiç kimseye bakamıyordum. Hatta can kurtaran yok mu diyeceğim geliyordu. Neyse ki, bir ara otobüsü bir yerde durdurdular. Yol kenarında çeĢme varmıĢ. Bir arkadaĢ sağolsun beni çeĢmenin önüne götürdü. Ben yıkandım, biraz hava aldım. ġöyle bir etrafıma baktım ki, benim gibi birkaç yolcu daha benim durumuma düĢmüĢ. Üstelik benim gibi olanların içinde çocuklar vardı, kadınlar vardı. Yani aĢağı yukarı yolcuların tamamı arabanın durumundan çok etkilenmiĢ olacak ki, bazı aklı baĢında ağzı laf yapan konuĢmayı bilen yolcular Ģoföre kan kustururcasına kızıyor, kavga ediyorlardı. Hak arayan yolcuların haklı sözleri arasında Ģu kelimeler geçiyordu: „Sen bu arabayla nasıl yolcu taĢıyabilirsin? Sen bu insanları doğrudan doğruya öldürmek için mi yola çıkardın? Bu araba insan taĢır mı?” Ama Ģunu bilin ki, Gaziantep‟e inince sizi trafiğe Ģikayet edeceğiz diyorlardı. Gelelim yola devam etmeye. Gerçekten Adana‟dan Gaziantep‟e uzanan karayolu yokuĢlu virajlı zikzaklı yola yol demeye Ģahit lazımdı. O kadar çok berbat bir yoldu. ġimdilerde bilmiyorum nasıldır. Tabi ki, düzeltilmiĢtir. Zira aradan 43 yıl geçti. Gaziantep‟e bir daha yolum düĢmedi. GAZĠANTEP‟E ĠNĠġ Gaziantep terminaline indim ama bir taraftan yol boyu otobüs tutmasından dolayı hasta olmam, diğer taraftan Antep‟e ilk defa gelmemin acemiliği. Dahası sırtımda taĢıdığım yorganım. Yani Adana‟dan baĢladığım Antep yolculuğu bir garipliktir gidiyor. Gaziantep‟e iniĢimde tahminim öğlen sonu saat 4-5 olmuĢtu. Yukarıda anlattığım gibi bu yorgunluğumuzla çarĢıya çıkacak veya Antep‟i gezecek durumum olamazdı. Yapacağım iĢ bir otel bulup yatmaktı. Terminalin bir köĢesine oturup ne yapacağımı düĢünürken aradan yarım saat zaman geçmiĢ. Oradan kalktım yorganımı omuzuma taktım yürüdüm. Bir kiĢiye sordum, bana otellerin nerede olduğunu tarif etti. O mahalleye yaklaĢınca birine daha sordum. Ġkinci sorduğum adam beni aldı götürdü, bir otele yerleĢtirdi. Ayrıca otelciye de, „Bu çocuk garip, Antep‟e ilk defa geliyor. Yardım et bu çocuğa yörüm” diye tenbih etti. O 103 Ölmeyen Çocuk zamana göre otelin temizlik vesaire durumları fena değildi. Sabahleyin nasip oldu, kalktım otelciye bir ricada bulundum. Dedim ki, „Ben Gaziantep‟ten bazı alıĢveriĢler yapacağım. Yorganım birkaç saat otelde kalabilir mi ve ayrıca bu elbise felan gibi alıĢ veriĢ yerleri nerdedir? Bana yol gösterir misin?” Otelci, „Olur yörüm yorganın dursun. Sen istediğin gibi alıĢveriĢini yap” dedi. Daha sonra otelci aĢağı indi. AlıĢveriĢ yerlerini tarif etti. Hatti zatında dikkatli olmamı, birĢey aldığın zaman pazarlık etmemi söyledi. Beni fevkalade uyardı otelci. Velhasıl Gaziantep‟ten elbisemi aldım. Eve aklımın yettiği kadar parama göre hediyelerimi aldım. Henüz öğlen olmamıĢtı, eĢyalarımı aldım otele geldim. Tekrar çarĢıya çıktım, Ģöyle kendimi bir yokladım. Birgün öncesine göre epeyce yorlduğumu atmıĢım. Bir de Ģu karnımı doyurayım dedim. Bir lokanta buldum, bir güzel de karnımı doyurdum. Binaenaleyh bir gün önce otobüs yolculuğunda içimde bir damla su bile kalmamıĢtı. Ciğerlerim midem sökülürcesine allak bullak olmuĢtu. Bundan dolayı ikinci gün yaklaĢık saat on bire kadar ağzıma bir damla yiyecek içecek namına bir Ģey almamıĢtım. Ama akĢam yatarken, sabah kalkarken çeĢmede yüzümü kafamı iyice bir yıkamıĢtım. AĢağı yukarı yarı banyo yapmıĢtım. Gençliğin alameti olacak ki, gerçekten yemek yemek aklıma geldiği saatte üzerimde yorgunluğun, hastalığın zerresi bile kalmamıĢtı. Canım sadece yemek istiyordu. Bugün aynı yolculuğu yapmaya ve aynı Ģartlara maruz kalsam en az 15 gün hasta olacağımdan eminim. Ama 18 yaĢın verdiği enerji o kadar ezilmiĢliği 10 saatte içinde kaldırıp atmıĢtı. Bana göre gençliğin değerini bilmek lazım. Ben ise yaĢadığım müddetçe gençliğime hiç değer vermediğimi itiraf ediyorum. Bu vesile ile bu anılarımı okuyanlara diyorum ki, „Aman gençliğinizin değerini bilin.“ Gelelim yolculuğumuzun devamına. ġimdi lokantada yemeğimi yedim, karnımı bir güzel doyurdum. Antep‟te 5-6 saat de gezmiĢ oldum. Bu kısa seyahatimde Gaziantep halkının iki özelilğini öğrendim ve içimde anı olarak kaldı. Birisi yol gösterme hususunda yumuĢak ve sıcak kanlıklılıkla yardımseverliklerini. Ġkincisi o tarihlerdeki Türk Halkının geliĢmiĢliğine göre bir Ankara, Adana, Sivas‟a kıyaslarsak temizlikte ve tabiatlarında Gaziantep‟te daha fazla titizlik görmüĢtüm. SĠVAS YOLCULUĞU Antep‟ten Sivas‟a Sivas‟tan trenle Divriği‟ye geleceğim. Otelden eĢyalarımı aldım, otelcinin parasını ödedim, otelci dedi ki, „Yörüm sana birĢey söyleyim.“ „Buyur amca” dedim. „Bak yörüm yorganın var elinde, eĢyalar var. Bunlarla otobüs terminaline gidemezsin. AĢağıya ineyim sana tanıdık bir fayton tutayum. Seni alsın götürsün yine tanıdık iyi bir arabadan biletini de alsın, rahatça yoluna gidersin” dedi. Ben ise 45-50 yaĢındaki bu amcanın sözleri ve yardımseverliğine memnuniyetle razı oldum. Amca otelinden aĢağı caddeye indi, faytoncuyu çağırdı. Tembih etti: „Bak yörüm bu delikanlı gariptir ve iyi niyetli bir iĢçidir. Bu bana emanet edildi. ġimdi ise otelimden indim geldim. Seni çağırdım, sen de bu delikanlıyı alıp terminale götürüp biletini alacaksın. Ayrıca bu yardımı yapıyorum diye fazla ücret almayacaksın. Hakkın neyse onu alacaksın.“ Sonra bana döndü, „Tamam yörüm.“ Faytoncu, 104 Ölmeyen Çocuk „Tamam amcam” dedi. Beni faytoncu aldı götürdü. gerçekten otelcinin tarifine harfiyen uydu. Sivas‟a haraket edecek otobüs de geçmiĢ gün tahminim 12 veya 13 saatlerinde hareket etmiĢti. Sene 1954 yılının 4. ayın sonlarıydı. Sivas terminaline varmadan Sivas Devlet Demir Yolları istasyonunun yakınında otobüscü beni indirdi. Ama yolculuğum çok güzel geçmiĢti. Sivas‟tan Divriği‟ye trenle yolculuk yapacağım. Binaenaleyh ben Sivas‟a da hiç gelmemiĢim. Oraya da ilk ayak basıyorum. Mamafih Sivas‟ın içine gitmeyeceğim. Sivas‟tan Divriği‟ye trenle gidecek olan yolcu treninin hareket etmesine epeyce bir zaman vardı. Sivas istasyonunu iyice gezdim. Ama istasyon küçüktü, zaman geçmiyordu. Mamafih, istasyon o tarihlerdeki geliĢmiĢine göre beğenilir fevkalade yapılmıĢ durumdaydı. Ġstasyonun tam orta yerinde 12 musluklu kulübe Ģeklinde bir çeĢme vardı, güzel görünümlüydü. ÇeĢmenin dağlardan getirilmiĢ çok temiz ve soğuk bir suyu vardı. Ayrıca etrafta atık çöp ve insanları rahatsız edici pislikler yoktu. Buna karĢılık seyyar satıcı çoktu. Seyyar satıcılardan bıçakçı, simitçi, esansçı, çorapçı, boyun atkısı satıcısı vesaireler de vardı. Bir baĢka beğenilmeyen hususu simitçinin dıĢındaki satıcılar pahalı ve pazarlıklı mal satıyorlardı. Örneğin, iki tane bıçak aldım. Hani daha önceden pazarlık hususunda izahat aldığım için ben satıcıya istediği fiyatın üçte birini verdim. Adam direndi ama sonunda razı oldu. Bıçakları üçte bir fiyatına vermiĢti. Ġki gramlık bir esans aldım. Hakeza netice olarak Sivas Ġstasyonunda gezdim, baktım vakitin geçeceği yoktur. Ġstasyonun kapalı salonu vardı. Salonda oturacak kanepeler vardı. Kanepenin bir köĢesine yorganımı attım. Orda da tahminim bir iki saat uyumuĢum. Bir de kulağıma ses geldi: “Kayseri‟den gelip Erzurum Kars‟a devam edecek yolcu treni gelmek üzeredir. Herkes felan numaralı giĢeden biletini alsın” diyordu. Kalktım biletimi aldım. Tren gelmeden tekrar çeĢmede elimi yüzümü bir yıkayayım dedim. O saatlere kadar dikkat etmemiĢtim, çeĢme gövdesinin üzerinde Divriğili Naci Beyler diye bir isim yazıyordu. Ayrıca yanımda boĢ bir su ĢiĢem vardı. Onu da o güzel sudan doldurdum. Trenimiz de sinyalini vurarak istasyona girdi. Aklımda kaldığına göre saat sabaha karĢı iki veya üçü vuruyordu. Yolcu treni Divriği‟ye 3-4 saatte ancak varabiliyordu. Buna göre sabah saat 7‟de Sivas‟tan Divriği‟ye seyahat etmenin bir baĢka heyecanı vardı. GURBET YOLCULUĞU ve DÖNÜġÜ 1950-60‟lı yıllarda doğu illerinden hızlı bir göç akımı hala devam etmektedir. Divriği yöresi halkının gurbete çıkması alıĢılmıĢ bir gelenek değildi. Bilhassa köylerden gurbete gidenler bir taraftan kınanıyor, diğer taraftan da gurbete çıkıp bir müddet çalıĢıp para kazanmıĢ geri dönmüĢ ise o kiĢi için bir baĢarı oluyor, o köy halkının da beğenisini kazanıyordu. Gurbete çıkamamıĢ akran çocuklar da gıpta oluyorlardı. Aynı zamanda genç kızlarında dikkatini çekiyordu. ĠĢte bu nedenle benim de tam onbir ay sonra gurbet yolculuğumdan geri dönüĢümde köye yaklaĢtıkça heyecanım artıyordu. Bilakis benim gurbete çıkıĢım farklıydı. Bu farkları Ģöyle sıralayabilirim. A. Yetimlik, B. köyden ve analıklarımdan yani evden gizli kaçıp 105 Ölmeyen Çocuk gitmem, C. ineği satıp o günün parasıyla çok para sayılan öylesine fakir bir evin 45 lirasını alıp kaçmam. O para ki, bizim evin 2-3 aylık parasal ihtiyacını görecekti. ĠĢin hülasası eğer ben para kazanmadan bir de periĢan olarak köye dönseydim evimde yer yerinden oynayacaktı. Köy komĢularımın da dedikodularına maruz kalacaktım. Binaenaleyh para kazanmıĢ olmam bana çok heyecan veriyordu. Allah‟a bin Ģükür ki, onbir ay gurbetliğimde para kazanmıĢtım. Hem de iyi para kazanmıĢtım. Bazı arkadaĢları duyardık, felan köyden felan Ġstanbul‟a Ankara‟ya gitmiĢ ama boĢ gitmiĢ, boĢ gelmiĢ, üstelik borçlu gelmiĢ, 5 kuruĢ para getirmemiĢ söylentileri vardı. Ben ise on bir ayda kendimi geçindirmiĢim, elbisemi almıĢım, evime epeyce hediyeler almıĢım. Bankaya da 500 lira para yatırmıĢım. Giysim o zamana göre jilet gibi, hiç kimsenin giyinmediği elbiseyle köyüme evime giriĢ yapmıĢtım. Buna karĢılık ev halkım beni iyi karĢılayacak komĢularımın, arkadaĢlarımın takdirini kazanacaktım. Hele hele köy kızlarının gurbetcilere özenmelerinden dolayı köyümde olan akran kızların da dikkatini çekeceğim. Bana gıpta olacaklar. Tabi ki, benim de bütün bu sevgi ve sempatilere karĢı gururum artacak, kiĢiliğim de fevkalade bir geliĢme olacak. Dahası yetimlikten kurtulacaktım. Artık üzerimde olan baskıları, olumsuz lakapları üzerimden silip atacaktım. Dahası da var ki, benim idealimde olduğu gibiköyümün en akıllısı ben olacaktım. Belki de köyümün önderi de ben olacaktım. Daha Türkçesi on bir ay gurbetlik beni yepyeni bir kiĢiliğe kavuĢturacak tarzda olacaktı. Binaenaleyh bana lakap takan, beğenmeyen, çalıĢtırıp paramı ödemeyen, cüce diyen, çorlu diyenlerin hepsi mahçup olacaklardı. Bütün ideallerimde bu düĢünceler vardı. Bir de var ki, keĢke böyle düĢünmemiĢ olsaydım. Bu anıma ilerde değineceğim. Bu hayalleri kura kura Sivas‟tan Divriği‟ye doğru yolculuğum devam ediyor. Divriği‟ye doğru Çetinkaya‟yı geçince tüneller çoğalıyor. O tünellere girerken çıkarken tren ince sesiyle bir de sık sık düüüd diye sinyal vuruyor. Tren bu sinyali vurdukça benim hem heyecanım artıyor, he de içimde bir burukluktur devam ediyordu. HerĢeye rağmen, köyüme nasıl gireceğim, eve nasıl gideceğim, evime ne cevap vereceğim? Acaba trenden inip köye girerken köye girdikten sonra eve giderken beni kimler görecek? Vakit gündüz idi. Gündüz köye girmem benim için hiç de iyi değildi. Zira istiyordum ki, köye giriĢimi eve giriĢimi hiç kimse görmesin. Ama gece Divriği‟ye giden trenler bizim köy durağında durmuyorlardı ya da ben bilmiyordum. Binaenaleyh Divriği‟ye gitmeyecektim. Köyün yakınında durağımız vardı, köye 300 metre yakındaydı, orada inecektim. Köye ve eve herkesin gözü önünde nasıl gireceğimin heyecanım devam ederken Pengürt durağına varmaya iki istasyon kalmıĢtı. Birisi AvĢar istasyonu biri de GüneĢ‟ti. GüneĢ Ġstasyonundan sonra Pengürt durağı geliyordu. Tam köy sınırına girerken bir tünel vardır. Bu tünel virajlı ve oldukça da uzun bir tünel. Tünel virajlı olduğu için karanlıktır. Tünelden çıkar çıkmaz köprüye giriyor. Körpü ise yukarıda sözünü ettiğim Zara Dağlarından doğup gelen Tokma Çayı diye bir su geçer, bu suyun üstüne kurulmuĢ yaklaĢık 70-80 metre uzunluğunda bir köprüdür. Tünelin virajlı ve karanlık olması, ayrıca tünelden çıkar 106 Ölmeyen Çocuk çıkmaz köprüye girmesi, dahası 100 metre ileride köylülerin tarlaları olmasıyla insanlar köprüden geçmek zorunda kalıyordu. Dolayısıyla o zamana kadar tünelde ve köprüde birden fazla ve benim aklımda kalanlar. 1945-1964 arası üç çocuk, iki kadın, iki Devlet Demir Yolları görevli bekçisi ve üç de bilmediğim baĢka insanlar olmak üzere 10 kiĢi tren altında can vermiĢti. Gerek devlet ve gerekse köylüler hiçbir önlem almamıĢlardır. Ancak tren makinistleri tünele girince uzun uzun kesintili olarak düüüd düüüd sinyalleri vururlardı. ĠĢte mazili olan veya kanlı olan bu tünele trenle girmek üzereyken makinist sinyale bastı: „Düüd düüd düüüd.“ O anda yüreğim cızz etmeye baĢladı. Tren köyün alt tarafından durağa yaklaĢınca yavaĢlayarak durma iĢaretini vermiĢti. Durakta tren durana kadar trende köyümden hiç kimseye rastlamadım ve göremedim. GüneĢ Ġstasyonunda GüneĢ köylülerinin dükkanları vardı, daha Türkçesi GüneĢ Ġstasyonu ufak bir çarĢı durumundaydı, köyün önünden sabah saat 9-10 sıralarında Divriği‟den gelip Sivas‟a giden ara yolcu treninden iki tane yolcu vagonu olan bir tren geçerdi. O trenle GüneĢ‟e gider, alıĢveriĢ ihtiyaçlarını görür tekrar Haydar PaĢa‟dan Ankara‟dan Kars‟a kadar devam eden günde iki defa, posta treni dediğimiz yolcu trenleri yanı sıra 24 saatte dört tane yolcu treni geçerdi. Durakta trenden inmiĢtim, omuzumda sıkıca boru Ģeklinde ne olduğu belli olmayan bir yorgan, elimde bir bavul ve eve hediye almıĢ olduğum eĢyalar. Bir baktım köyümden iki komĢum da trenden inmiĢ. GüneĢ‟ten aldıkları malzemelerle köye doğru yürümeye baĢladılar. O anda yüzyüze geldik. Bir tanesi komĢularımdandı, benden çok yaĢlı olan Mustafa Uluçay, biri de bizim eve çok yakın olan aynı zamanda babamın kirvesi olan Salman. Benden yaĢlı olan bu komĢularım beni bir sevinçle ve heyecanla kucakladılar, öptüler. Bir iki dakika ayak üstü hal hatır hoĢ beĢ yaptıktan sonra benim elimdeki üç parça eĢyanın birini Salman Kirve birini de diğer komĢu Mustafa aldılar, köye doğru yollandık. KonuĢmalarımıza heyecanla devam ederek köyün alt tarafından demiryolunu takip eden istikamette tam bizim eve giriĢ yaptık. Evde o anda sadece annem vardı. KomĢular beni anneme teslim ettiler. Annem beni kucakladı öptü. Doğrusu eskisine nazaran annemde bir değiĢiklik vardı. Zira beni kucaklayıp öperken gözleri yaĢarmıĢtı sanırım. Annem sevinç heyecanıyla göz yaĢlarını tutamadı. Binaenaleyh on bir ay önce ineği satıp parasını alıp kaçtığımdan dolayı bana kızmayacağı her halinden belliydi. Nitekim ne kaçtığımdan, ne de paradan hiç söz etmemiĢti. Bana göre annemin içinden Ģu yanıtlar geçiyordu. Ama bu gizli duygularını açığa vurmuyordu. Benim gitmeme kendilerinin sebep olduğunu biliyordu. Benim gitmemle de o ev bir daha çöküp sıfıra inebilirdi. Sonra ben geri dönüp gelmeyebilirdim. Zira evde çalıĢacak, ihtiyaçları temin edecek, eve büyüklük edecek kimse yoktu. Birader küçüktü. Konuya akĢam olunca devam etmek üzere Ģimdi beni duraktan eve kadar yardım edip getiren komĢuların durumuna dönelim. Anneme müjdelediler. Annem ise Mustafa Uluçay‟I, Salman‟ı oturttu, çay kaynattı içtiler. Sonra gözaydınlanmasını tekrarladılar, evlerine döndüler. Biz kaldık annemle, kardeĢim Mahmut‟la baĢbaĢa. O yıl kardeĢim Mahmut‟u köyün sığırlarını yaymaya vermiĢti. KardeĢim Mahmut komĢumuz olan Hüseyin Yüksel‟le köyün sığırını ortak yayacaklardı. Hüseyin Yüksel o yıllarda ölmüĢ 107 Ölmeyen Çocuk olan Ġsmail Yüksel‟in oğluydu. Bunlar iki kardeĢlerdi. Birinin adı Veli‟ydi, Ġsmail‟den büyüktü. Aynı zamanda Veli Devlet Demir Yollarında bekçi olarak çalıĢırdı. Bu aile eskiden beri bizim aile ile iyi geçinirdi ve samimi bir uyum içindeydi. Bu ailenin bir de lakabı vardı. Rahmetli Ġsmail‟in ikinci adı Çemö idi. Sonra bu lakap Ġsmail‟e lakap oldu. Bu aileye hala Çemogil derlerdi. Çemogil ailesiyle eskiden devam eden samimi ve uyuĢumlu bir komĢuluğumuz bu defa da ortak bir iĢ yapmakla yenilecekti. Binaenleyh o yıllarda sığır gütmek fevkalade bir kazançtı. Benim biraderin 16 yaĢında olması, Hüseyin‟in ise askerliğini yapmıĢ 22-23 yaĢlarında olmasına rağmen benim biraderi ortaklığa kabul etmesi bizim için çok iyi bir iĢ oluyordu. Bu sığır yayma iĢini annem organize etmiĢ. Çemogil ailesiyle anlaĢmıĢtı. Ben de gurbetten geldim. Artık ev yönetiminin bana geçmesine rağmen biraderin sığır yayma iĢini kabul etmiĢ oldum. Tabi ki, artık bizim evde bundan sonraki geliĢmelerde bir değiĢiklik, bir düzenleme ve de bir programlı çalıĢma kararı gerekiyordu. 1954 - 20 NĠSAN BĠR BUÇUK AYLIK ÇALIġMA PROGRAMI 1. Ev damı sökülecek, bir ev damı bir de oda yapılacak. 2. Birader evlenecek. 3. Ben 6.6.1954 tarihinde yani bir buçuk ay sonra askere gideceğim. Bu karar geldiğim aynı gün akĢam alınmıĢtır. Hemen sabahleyin üç tane iĢçi tuttum. Bir günün içinde evi yıktırdım. Bir tarafından ustaya iĢ verecek duruma getirdik. Köyümüzde bir duvar ustası vardı, ikinci gün onu getirdim. ÇalıĢan arkadaĢın birisi dıĢarıdan bize katırla taĢ taĢıyacaktı, bir kiĢi daha tuttum. Ben ve Ahmet Usta duvar öreceğiz. Üç kiĢi de bize yardım edecek. Böylece iĢe giriĢtik. Köy yakınlarında ağaçlarımız vardı. Bir taraftan onları da kestirip soydurdum. Bir buçuk ay içinde evin damını yaptık bitirdik. Yanlız Ģurasını iftiharla söylemem gerekiyor, köylülerimden o acil günlerimde çok yardım gördüm. Hemen hemen her evden birer ikiĢer gün parasız geldi çalıĢtılar. O günlerden bugünlere kadar ölenlere rahmetler yaĢayanlara Ģükranlarımı sunuyorum. Bir buçuk ay ben devamlı olarak yapım iĢinde çalıĢamadım. Zira düğün iĢleri olacaktı. Cürek‟in yakınında Ağar Köyü vardı. Benim Ablam Ağar Köyünde oturuyordu. EniĢte de Divriği Demir Çelikte çalıĢıyordu. O köyde de babası ölmüĢ bir kızın annesi Nazife Hanım (iki oğlu vardı, adları Halil ve Veyis‟ti) kızı beğenmesi için bu Ablam ve biraderim Mahmut‟u oraya istemiĢti. Birader gidip kızı beğenip gelmiĢti. Sonra da ben komĢularımdan Sait Ağa, Abdullah EniĢte birlikte gittik, biraderi niĢanladık. Bu esnada paramız bitmiĢ, ev yapma kız niĢanlama, bir takım harcamalar felan derken bankaya yatırdığım 500 lira vesaireler de bitmiĢ suyunu çekmiĢti. Ama iĢimiz henüz bitmemiĢti. Mutlaka daha acil harcayacağımız yerler vardı. Peki Ģimdi ne yapacaktık? Kimseden kısa vadeli borç para da alamazdık. Alsak da bugün verir, bir ay iki ay sonra ödemeyi vaad edemezdik. Zira ben askere 108 Ölmeyen Çocuk gidecektim. Birader çalıĢarak ancak evi geçindireceklerdi. Bu nedenle borcu ödeyemezdik. Ben ise öyle bir garantili iĢ yapmalıyım ki, iki yıl vadeli bir yerden borç para almalıyım. Üç yani ben askeden gelene kadar hiç borç ödemeyeceklerdi. Biraderi sadece ailesini geçindirebilmesi için eĢiyle baĢbaĢa bırakmalıydım. Zira biraderim 16 yaĢını bitirmiĢ 17 yaĢının içinde bir çocuktu. Yapacağım tek bir iĢ vardı. Bir dönümlük yoncalığımız vardı. Burayı rehin vermekti. Ġki yıllığına rehin vermeyi düĢündüm. Para sahibi bu yoncalığı iki sene biçecek bizden paraya karĢılık baĢka faiz para istemeyecekti. Bunu düĢünürken bir de dıĢarıdan birilerine vermeyeyim, bir yakınımız olsun diye düĢünmüĢtüm. Aklıma bizim getireceğimiz gelinin amcası geldi, Yusuf Erdem, ona gittim. Meseleyi anlattım. Rahmetli Yusuf Ağa razı oldu. 500 lira karĢılığında yoncalığımızı Yusuf Ağaya senetle verdik, karĢılığında bize 500 lira verdi. Binaenaleyh benim askere gitmeme 10 veya 11 gün kalmıĢtı. Evin üstü kapanmıĢ iç sıvası yapılmıĢ durumda iken evin iĢini bıraktım. 10 günün içinde gelini getirmem lazımdı. Düğün hazırlığı Ģu safhadaydı. Alınacak lüzumlu malzemelerin hepsi alınmıĢ, davulcuya adam gitmiĢ, onun geleceği gün belli olmuĢ, bir de bir haber geldi ki, gelin kızımızın iki tane yakını varmıĢ, onlar kızı vermeyeceklermiĢ, boĢuna masraf edip gelmesinler demiĢler. Ben hemen biraderi aldım, akĢam Ağar Köyüne gittim. Meseleyi yerinde öğrendim. Gelen haber maalesef ciddi imiĢ. Gelin kızımın annesi çok iyi bir hanımdı. Adı Nazife‟ydi. Nafize Hanım‟a „Sen kızını biraderime veriyor musun?” „Evet”, „Kızın niĢanlısını istiyor mu?” O da „Evet” dedi, kardeĢleri vardı Halil ve Veyis. Onlara sordum, „Peki siz ne diyorsunuz?” KardeĢlerden büyüğü olan Halil benden bir yaĢ küçüktü. Bir yıl sonra da o askere gidecekti. Halil, „Bizim bacımızın nikâhı kıyılmıĢ sonra bacımız gönlüyle gitmiĢ. Biz ne diyeceğiz?” “Peki bize haber gönderen kimdir?” Nazife Hanım bunların bir tanesi rahmetli ile benim müsahip kardeĢim Murmanalı Ahmet Ağa. Bir tanesi de kirvemiz Mehmet Ağa o da TiktaĢlı. Bunlarla biz çok sıkı sıkıya samimi dost aileyiz. Kızın verildiğni duyunca çıkıp gelmiĢler.“ “Peki Nazife Hanım daha önce bu dostlarını niçin çağırmadın?” Nazife Hanım, „DüĢünemedim.“ “Zira sen dört gün önce kızını alıp Divriği‟ye getirdin. Evlenmesi çin muvaffakatını verdin. ġu anda kızın biraderimle nikâhlanmıĢ durumdadır. Bütün bunlara karĢılık siz anne ve kardeĢler olarak bize ne söyleyeceksiniz?” Bizim hiçbir Ģey söylemeye hakkımız yoktur. Siz bizim kızımızı zorla almadınız. Allah‟ın emriyle aldınız.“ Nazife, „Benim kızım babası olmayan yetim bir kızdır. Ancak benim senden bir ricam var Rıza.“ „Buyurun!”, „Ben böylesine yobazların karĢısında duramıyorum. Ġstiyordum ki, kızım düğünle gitsin. ġimdi ise bunlar düğünde bir kötülük çıkarırlarsa biz ne yapacağız? Bunların ikisi de zengin ve ağa adamlar. Yarın bir gün bunlar av tüfeklerini boynuna takıp o Ģekilde gelecekler. Buna göre kötülük çıkmadansa gelininizi alın götürün” diyordu. ĠĢ bu noktaya gelmiĢ dayanmıĢken Ģimdi benim yanıtım ne olacak? Alacağımız kızın babası yok, yetim, bizim babamız da yok, biz de yetimiz. Yani evlenecek mutlu bir yuva kuracak olan bu gençlerin mutluluğuna iki tane ağanın gölgesi düĢecek. Ölene kadar içimizde bir yara kalacak. „Olmaz böyle Ģey Nazife Hanım, Ģimdi sen benim sorularıma ve 109 Ölmeyen Çocuk talimatlarıma cevap ver. Dahasına karıĢma. Ben senin kızına düğün yapacağım. Hem öyle bir düğün yapacağım ki, bu memlekette örnek bir düğün olacaktır. Sen hiç merak etme. Soru siz bu iki yakınınıza kızınızın nikâh muamelesinin yapıldığını söylediniz mi?” “Hayır aklıma bile gelmedi.“ “Peki iyi yapmıĢsınız. Bundan sonra da hiç kimseye söylemeyin.“ Nazife ve kardeĢler, „Olur söylemeyiz.“ Tembih ettim biz çok kalabalık bir düğün Ģenliğiyle geleceğiz. Siz ise, sanki bu kızın hiçbir Ģeyi değilmiĢ gibi hiçbir Ģeye karıĢmayacaksınız oldu mu? Tamam oldu. TEDBĠR ALMA Tedbir alma konusu bir düĢüncenin ürünüdür. 19 yaĢındaki anası babası olmayan yetim ve ezilerek büyümüĢ okul görmemiĢ bir gencin bu zorlukları yenebilir mi ve bu iĢleri organize edip baĢarabilir mi? Zira bu gibi iĢler bilgi iĢidir, tecrübe iĢidir. YaĢlı ve deneyimli insanların iĢidir. Binaenaleyh benim çevremin bana bakıĢ açısı böyleydi. Mümkün değil kısa zamanda bu kadar zorlukları çetin iĢleri baĢarıp meydana getiremeyecektim. Geriden bakan seyircilere göre önüme aldığım söz konusu iĢleri baĢarabilmem için iki varlığa sahip olmam gerekiyordu. Çok parası olan zengin ya da mücizevi bir insan olmak gerekiyordu. Bunların her ikisi de bende yoktu. Zira yukarıda izah ettiğim gibi paramız kalmadığı gibi tarlamızı da rehin vermiĢiz. YaĢım 19. Bu anımı okuyacak olan değerli okurlarıma karĢı itiraf ediyorum ve de inanmaları güç olabileceği gibi ben de inanmıyorum. Kendi yaptığım, baĢardığım iĢlere ve de yapacaklarıma inanasım gelmiyordu. Ancak benim önüme kattığım söz konusu iĢleri yapabilmem içimde bir zorlayan vardır. Ġç duygularım beni zorluyordu. Sen bu iĢleri yapacaksın, yapmalısın diyordu. Bir kaynak vardı içimde. O anlarda ben kendimi 19 yaĢında değil iĢ yapma ve konuĢma azmimin 30-35 yaĢlarında deneyimli bir insan olduğumu hissediyordum kendimi. Binaenaleyh 1954 yılında 300-400 kiĢiyle bir köyden diğer bir köye gelin getirmeye gidecektik. Mevcut ortam ise alabildiğince cehalet ortamıydı. Örneğin köy kavgaları Ģiddetliydi. Hemen her kavgada silah kullanılıyor, yakın çevre köylerimizde hemen her ayda birden fazla insan öldürülüyordu. Divriği adliyesinde Ģahit oluyorduk. Yani devrimizde kaba kuvvet hakimdi. Kavgaların çıkmasına sebep ve gerekçeler ise arazi davaları, ırz ve namus davaları, kumar ve benzeri adi davalar, hırsızlık, gasp davaları, düğün merasimleri, evlenme ananelerinde cerbi kız kaçırma gibi davalar baĢ sıralarda yer alıyordu. Sözünü ettiğim kavgaların savunma ve müdafa gereklerinin temelinde tedbirsizlik yatıyordu. Örneğin kanun dıĢı sözleĢmeler, senetsiz borçlanma, alıĢveriĢ meseleleri antlaĢmaların senet altına alınmayıĢı, bu gibi tedbirsizliklerden istifade eden çok çıkarcı çevreler iyi niyetleri kötüye kullanıyorlardı. Bu nedenlerle ağa buyrukları, emri vaki sesleri memlekete hakim oluyordu. ĠĢte bu konular üzerinde ben kendimi sanki daha önce bu konuları okumuĢ veya kurs almıĢ öğrenmiĢ gibi bir kaynağa sahip olduğumu hissediyordum. Yani böylesine uzun ve geniĢ kapsamlı olarak bu anımda anlatmak istediğim söz konusu Ģunlardı. Ġzah ettiğim gibi 19 yaĢındaki yetim bir çocuğun organize ettiği tertip ettiği bir düğün törenine 300-400 kiĢi geliyor. Bu kalabalık ise hepsi diğer bir köye gelin getirmeye gidecek. Bu düğün 110 Ölmeyen Çocuk töreninde sadece benim tarafımdan hazırlanmıĢ 20 kilogram rakı içilecek. Yukarıda sıraladığım zincirleme becerileri bu zamanın 19-20 yaĢındaki insanları dahi yapamazlar. O esnalarda silahlar patlayacak. Binaenaleyh bunlar yörenin adetleriydi. Olmazsa olmaz görüĢleri vardı. ĠĢin daha da vahim tarafı ise karĢı muhataplarımız. Zaten kavga etmeye hazır durumdalardı. Adamlar kendilerine aĢırı güvenir, emri vaki bir haber göndermiĢlerdi. Yani ben bir bakıma 400 kiĢiyi kavgaya götürecektim. Bu 400 kiĢinin ise hadiseden haberleri yoktu, olamazdı da. Sözünü ettiğim 400 kiĢi sadece benim taraftan gidecek olanlardı. Nerde kalmıĢ ki, gideceğimiz köy küçük olmasına rağmen köyün çevresinde 5 tane köy vardı. Bir de demir madenlerinin merkezî yeri olan aĢağı yukarı 400-500 tane müdürü mühendisi memuru odacısından tut bekçisine varana kadar insan vardı. Bu personelin içinden en az 50-70 kiĢi bu düğüne katılacaktı. Gelin getirceğimiz köyün hepsi olmak üzere 500 kiĢi de diğer 5 köyden katılması bekleniyordu ve katılmıĢlardı da. Demek ki bu düğün en az bin kiĢinin iĢtirak edeceği eĢi görülmemiĢ kalabalık ve Ģenlikli bir düğün töreni oluyordu. Bu insanlar yaklaĢık 11-12 saat orada oynayacak Ģenlik yapacak. Yiyecek içecek alabildiğince eğleneceklerdi. ĠĢte söz konusu bu bin kiĢinin güvenliği ise biz düğün sahiplerine aitti. Bu kadar insanın yiyip içtiği silah attığı bir ortamda güvenlik tedbiri almadan olamazdı. KarĢı muhatabımız hem de silahlı kavgaya hazırız diye haber vermiĢken demek ki, güvenlik tedbiri almak tek taraflı olarak bana kalmıĢtı. Benim tarafta ise bu konularda yeteneğe sahip olan hiç kimse yoktu. Hatti zatında böylesi benzeri düğünlerinde resmi ve askeri veya polisiye tedbirden söz edildiğinde kınanıyordu. Oysa ki, bizim düğünümüzden önce bir buçuk saat yakınımızdaki Çüksüzler Köyünde bir hafta sonra düğünü yapılacak olan hatta bizim köye gelecek olan kızı kaçırmıĢlardı. Muhataplardan her iki ailede tabanca, bıçaklı olaylar olmuĢ, mahkemelik olmuĢlardı. Bu acı ve ibret örnek daha bir hafta önce zuhur etmiĢti. Velhasıl törenin huzurunu sağlamak hususundaki güvenlik tedbiri almak sorunu sadece bana aitti. EMNĠYET TEDBĠRĠ ALMAM Ben ise yapacaklarımı bütün kafamda tasarlamıĢtım. Her halukârda böyle kalabalık bir insan topluluğu ile tedbirsiz yola çıktığımızda kötü ve kavgalı hadiselerin çıkabileceği muhtemel görünüyordu. Buna göre hemen tedbir almam gerekiyordu. Düğün yapmak, davul çaldırmak gelin getirmek hususunda ne gibi tedbir alınabilirdi? Bunların bilinci ben de vardı. Ne yapacağımı biliyordum. Hemen Divriği‟ye gittim savcılığa bir dilekçe yazdım. Dilekçenin yazılıĢı Ģöyleydi. KAYMAKAMLIK YÜKSEK MAKAMINA DĠVRĠĞĠ KONU: DÜĞÜN YAPMA RUHSATI Divriği‟ye bağlı Pengürt Köyünden Garip oğlu 1938 doğumlu Mahmut ġahin, Ağar köyünden Ali kızı 1939 doğumlu Satı Erdem‟in resmi nikâh muamelesi yapılmıĢ olmasından bahis, iĢbu evlenen gençlerin düğün törenleri yapılacağından köyden 111 Ölmeyen Çocuk köye 400 kiĢinin törene katılması bir o kadar da karĢı köyden düğünümüze iĢtirakçinin katılması söz konusudur. Düğün törenimizde davul çaldırmamıza izin verilmesi. Ayrıca düğünümüzde muhtemel doğacak olan bir kavgaya meydan verilmemesine karĢılık tedbir alınması için emir ve müsadelerinizi arz ederim. Düğünün yapılacağı tarih 29.05‟den 4.6.1954 tarihine kadar üç gündür. DÜĞÜN SAHĠBĠ Ağabeyi Rıza ġahin Adres:Pengürt Köyü ve Ağar Köyü DĠVRĠĞĠ Yukarıdaki yazılıĢıyla dilekçemi kaymakamlığa sunmuĢtum. Kaymakamın savcılığa, savcılığın jandarma karakolna havale etmesi neticesinde karakol baĢçavuĢunun bir arzusu olmuĢtu. Karakol baĢçavuĢu, „Düğün ruhsatları verilirken düğün sahipleri karakolumuza bazı hediye bağıĢında bulunurlar, bu iĢ kanunî değildir, sadece ananedir. Siz de bir bağıĢ yapacak mısınız delikanlı?” „Olur baĢçavuĢum ne emir buyurursan.“ Bir dizi kurĢun kalemi, bir koli kâğıt, bir de hokka kâğıda yazmıĢ vermiĢti. Bu malzemeleri almıĢ ve baĢçavuĢa taktim etmiĢtim. BaĢçavuĢ 3 gün düğün yapmaya ve davul çaldırmamıza izin vermiĢ. Ayrıca silahlı iki tane de Jandarmayı emrimize tahsis etmiĢti. Böylece ruhsat belgesini elime alırken baĢçavuĢa Ģunu arz ettim: “Sayın baĢçavuĢum ben bu izni elime aldım. Ancak benim bu iki jandarmayı üç gün üzerine köye götürmeme gerek yok. Zira benim köyümde asla düğünümde kavga söz konusu olamaz. Ancak karĢı köyden bize muhbir geldi, kardeĢime nikâhlı olan gelinlik kızımızı vermeyeceklerini bahsetmiĢler. Bu nedenle düğünün ikinci günü biz iki jandarmayı Cürek Karakolundan alalım. Siz sadece oraya telefonla bildirin ya da elime bir kâğıt verin kafidir.“ BaĢçavuĢ memnuniyetle bu izahatımı kabul etmiĢtir. Böylece düğün ruhsatı ve doğacak olan herhangi bir muhtemel kavgayı önleyecek tedbir alınmıĢtı. Ancak esefle zikretmem gerekir ki, düğün ruhsatı ve konu olan tedbir alma yöntemi bulunan 10-15 yöre köylerde söz konusu olmamıĢtı. Ama yine üzülerek ifade ediyorum ki, hiç kavgasız da Ģöyle huzur içinde düğün geçmiyordu. Hatta çoğu zaman insanlar ya ağır yaralanıyor ya da öldürülüyordu. Ġnsanlar uzun seneler mahkemelerden beri gelemiyorlardı. Böyle olunca ben o yörelerde örnek teĢkil edecek resmi bir tedbir örneği temelini atmıĢ bulunuyordum. 1954 - 29 MAYIS DÜĞÜN BAġLAMIġTI Düğün baĢlamıĢtı. O gün düğüne isafirlerimiz gelmiĢti. Davul ve zurna zevkli zevkli çalınıyordu. Davulcumuz Divriği‟nin Ahı Köyünden Baddal, zurnacımız Hazarkekli Musa. Bu köyler birbirine yarım saat yakınlıktadır. Bu muhterem 112 Ölmeyen Çocuk zurnacımız ve davulcumuz Divriği yöresinde birinci sınıf sanatçılardı. Ġkisi de hakkın rahmetine kavuĢtular. Allah onlara rahmet eylesin. Düğünümüzün birinci günü bizim tarafta çalınacaktı. Ġkinci günü ise kız tarafına gidilecekti. Buna göre bütün iĢtirakçileri ve köylü komĢularımızı tenbih etmemiz gerekiyordu. Gideceğmiz yol yaya bir buçuk saat. Binaenaleyh çoluk çocuk, kadın kız bu yolu 2-3 saatte ancak gidebiliriz hesabıyla ikinci günü erken yola çıkmamız gerekiyordu. 3 gün devam edecek olan düğün törenimizi organize edecek olan bir de kâhyamız vardı. Bu kâhyaya düğün kâhyası denilirdi. Düğün 3. gün boyunca bu kâhyadan sorumludur. Bütün düğün sorumluluk yetkisi ona verilmiĢtir. Örneğin asayiĢ durumları, misafirlerin köye dağılımı ve onların istirahat durumları, kız evliliklerinde yörenin aneanelerinin icapları olan kız yakınlarına verilecek olan bahĢiĢ durumları, velhasıl düğünün genel durumlarına muhatap düğün kâhyasıdır. Bu düğün kâhyasını iĢtirakcıların kahve içtiği ya da yemek yediği bir sırada düğün sahibi tanıtır. Ġsmini söylerdi. Düğünümüzün kâhyası üvey Dayım olan Sait Kılıç‟tı. DÜĞÜNÜMÜZÜN BĠRĠNCĠ GÜNÜ DEVAM EDĠYORDU Düğünün birinci günü sabahleyin davar kesilmiĢ, davarın eti doğranmaya baĢlanmıĢ, düğüncülerin ilk geldiklerinde bir kahve içecekler, hoĢ beĢ yapılacak, öğleden sonra akĢam 4-5‟lere kadar oynayan oynayacak, oynamayanlar için de odada sazlar çalınacak, köy sohbetleri yapılacak. Saat 4-5 sıralarında düğün evinde hizmet sahipleri sofraları kuracak. Ne kadar düğün iĢtirakçisi varsa, hepsi toplanacak. Köylü de sabahleyin hepsi davet edilmiĢtir. DıĢarıda insan kalmadan hepsi düğün evine toplanacaktır. Bütün bu hizmetler yapılmıĢ, sofralar hazırlanmıĢ, yemekler sofralara konmuĢ, halk kaĢıklarını uzatmıĢ yemek için izin bekliyorlardı. Evet izin bekleniyor. Zira köyümüzün disiplinli, saygılı, kurallara uyan bir yaĢam düzeni vardı. Binaenaleyh cemlerde kurban bayramı toplantılarında benzeri toplantılarımızda düğünlerimizde mutlaka bir yönetici olurdu. Düğün yemeğinde halk hemen yemeklerini yer yemez kalkıp dağılacaklar. Bu bakımdan düğün kâhyasıyla birlikte düğün sahibi yemekten önce bir konuĢma yapacaktı. Önce düğün sahibi düğüncülere hitaben kâhyayı tanıtır. Kâhyaya uyulmasını ve gideceğimiz yolun vaziyetini ıraklığını, yakınlığını muhatap olacağımız toplum tarafından muhtemel uyumsuz karĢılaĢmalar, olumsuz hareketler yapabilirler. Zira bizim köyden ve muhataplarımızdan düğünde karĢılaĢılacak bir halk vardır. O nedenle gayet olgun ve temkinli davranmamızı, muhtemel bir olaya karĢın cevap verecek ve halledecek olan muhatabın sadece düğün sahibiyle kâhya olduğunu ayrıca herhangi bir ihtiyaçlar oluĢtuğu anda veya olay anında kâhyaya haber vermeleri rica olunur, tenbih edilirdi. Binaenaleyh düğün sahibi ve kâhya konuĢmasını bunlarla bitirmiĢti. ġimdi sıra halkın yemek yemeye baĢlaması için izin verecek olan yetkiliye o yetkili halk yemeğini yedikten sonra sofra duası okuyacak olan kiĢidir. Yemek iznini veren kiĢi ya dede olur ya da hoca olur. Ancak öncelik orada dede varsa onundur. Yoksa hocanındır. Zira bunlardan biri 113 Ölmeyen Çocuk muhakkak olur. Eğer dedeyse söyleyeceği söz Ģudur: „Ey cemaat evlenecek gençlerimizin düğün yemeğini yemek üzere buyurun herkes yiyebilir” der, yemekler yenmeye baĢlardı. Yemekler yenmiĢ dede tarafından dua okunmuĢ bitmiĢtir. ġimdi sırada devreye girecek olan rakı sofrası için kâhya halka seslenir: „Değerli misafirlerimiz yemeklerinizi yedikten sonra isteyenler yerinde oturur içki içer. Ġsteyen de kalkar düğün seyreder veya oynar. Bildiğiniz gibi eğlenebilirsiniz.“ Bu esnada hizmet eden görevliler emir beklemektedir. Kâhya emir verir sofralar temizlenir. Tekrar hazırlanır. Bu fasılda mezeler hazırdır. Mezeler de et ağırlıklı olmak üzere kuruyemiĢ, domates, salatalık, peynir, karpuz vesair yiyecekler sofralara dizilirdi. Sorfalara içki ĢiĢeleri konurken de bir kere öncelikle her sofraya bir tane rakı konur. Halka sunulur. Rakı içmeyen baĢka bir içki isteyen var mı diye sorulur. Zira rakıyla karıĢık hiçbir içki içilmez. Rakı sade su veya buzla içilirdi. O devirde köylerde bira fazla içilmez veya adet edinilmiĢ değildi. Rakıdan baĢka sadece Ģarap bulunurdu. Buna göre sofrada isteyen olursa Ģarap getirilirdi, yoksa hepsi rakı içerlerdi. Ġçki içme kuralını bu Ģekilde organize ettikten sonra sıra içkinin bardaklara doldurup dağıtılmasına gelirdi. Bu hizmeti yapmak için de tayin edilmiĢ görevliler vardır. Bu kiĢinin görev adı da sakidir. Her sofrada bir saki oturmuĢtur. Bu sakiler ilk defa ĢiĢenin kapağını açarken orada bulunan deden veya hocadan izin ister. Ġzin isterken Ģu sözleri söyler saki: „Hüüü erenler (veya dede), himmet et.“ Ġzini veren yetkili isterse uzun dua edebilir. Ġsterse duasını Ģu 2-3 cümleyle bitirir: “Hüüü cemaat, evlenen gençlerimizin mutluluğu, cemaatımızın huzuru ve sıhhati için izin Allah‟tan, dil bizden ola yürüyenin demi yürüsün. Ġçtiklerimiz dolu olsun.“ Ondan sonra sakiler herkesin kadehlerini doldurmuĢ, hazır vaziyette bekleyen bardaklar elleride havaya kalkmıĢtır. Sakiler, „Buyurun sıhhatinize” derken hepsi birden rakılarını yudumlamaya meyvelerden yemeye baĢlarlardı. Düğün sofralarında sazlar çalınır. Törene uygun deyiĢler de söylenir, türküleri söylenir. Bir ara sohbetler durdurulur. Sazlar oyun havasına çevrilir, istekliler istediği havalardan çalıp oynarlardı. Düğün evinde sohbetler, törenler gece yarısına kadar sürer. Gece yarısına kadar da komĢular düğün evinde misafirleri beklerdi. Tören gece sona erdikten sonra misafir olunan köyün insanları misafirlerini alır götürürler. AkĢam verilen talimata göre ertesi gün misafir sahibi hareket eder. Misafirini ağırlar, sabah belirtilen saatte herkes misafirini alır, düğün mahline gelirdi. YOLA ÇIKMA HAZIRLIĞI Yukarıda izah edildiği gibi düğün evinden belirlenmiĢ saatte yola çıkılması için davulcu çağrı havası vurur. Yöre halkı davulcunun çağrı havasını hepsi bilir çağrı havasını duyan herkes gelir. Düğün evinin önüne toplanır. Kız tarafına giderken hayvanı olanlar hayvanlarla giderler. Hayvandaki kasıt at, katırdır. Zira köyümüzden Ağar Köyüne gitmek için Cürek Ġstasyonuna varana kadar Ağar Köyüne moturlu araç bulunmuyordu. Mamafih Cürek‟ten Ağar Köyüne yaya yol ise 15 dakika idi. Yalnız Cürek‟ten geçip Divriği ve Erzincan‟a devam eden o sıralarda iki tane öğlen 114 Ölmeyen Çocuk zamanları olmak üzere yolcu treni giderdi. Birde gece Erzincan‟dan Sivas‟a devam eden iki tane yolcu vagonu olan bir tren daha giderdi. Buna göre düğürcülerimiz postayla gelecek olanlar kâhyaya haber vermiĢlerdir. Bizim ise en geç sabah saat 910 arasında köyden çıkmamız gerekiyordu. Saat 9 olmuĢ. Yaya gidecek olan düğüncülerin hepsi hazırdı ve köyden Cürek‟e, Cürek‟ten Ağar Köyüne hareket etmek üzere yola çıkmıĢtık. Yolculuğumuz çok güzel muhabbetlerle güle oynaya geçiyordu. Ağar Köyüne normal yürüyüĢle tam iki saatte varacaktık. Maalesef çoluk çocuk yaĢlısı genci aynı tempoda yürüyemezlerdi. Buna göre biz iki saatte Cürek‟e girmesine 15 dakika olan bir köyün altından geçeceğiz. Oradan da köyden gelen az bir su var. Hatti zatında yol kenarında bir de içme suyu vardı. Oraya ancak gelebilmiĢtik. Orada yarım saat bir mola vermiĢ, ihtiyacı olanlar ihtiyaçlarını gidermiĢ, ihtiyacı olmayanlar davulunu zurnasını çalıyor, oyun oynuyorlardı. Acıkanlar birer parça kahvaltı yapıyorlardı. Mola verip dinlendikten sonra saat 12.30‟u vuruyordu ki, yola çıkmıĢtık. Cürek Ġstasyonunu 50 metre geçince iki yol ayrılıyordu. Birisi sol taraftan Ağar Köyüne giden yol birisi bizim köyden gelip Erzincan‟a giden suyun üstünden Cürek tarafına giden bir köprü var. Köprünün üstünden geçen yol doğru Cüreke gider. Orada iki tane genç komĢularımdan delikanlıyı Cürek karakoluna göndermiĢtim. Bu iki görevli karakol komutanlığına Divriği Jandarma Ģube müdürü emriyle almıĢ olduğum düğün yapma düğünde davul çaldırma ruhsat belgesini taktim edecek, iki tane silahlı jandarma erini alıp gelecekti. Ġki görevliye vermiĢ olduğum talimat üzerine jandarmalar gelecek, önce köyün hemen alt tarafında köye çok yakın bir ağaçlık bir yer var, orada oturacaklar. ġayet bir olay çıkarsa jandarmaları çağıracağız. Bu talimatı verip iki genci gönderdim ve biz de yolumuza devam ettik. Köye girmemize 100 metre bir mesafe kalmıĢtı. Bir baktık yolun üzerinde hemen hemen 20-30 metre uzunluğunda ip çekilmiĢti. Ama iplerin iki baĢına ikiĢer kiĢi ipin bir tarafı ağaca çok sıkı bağlanmıĢ diğer tarafı ise yakın sol tarafı yüksek bir yer oluyor. Oraya bir kazık çakılmıĢ. Bu kazıkta ipin bir ucu bağlı ipin boyunca insanlar saf bağlamıĢ hemen gözüme çarpan 3-4 tane de av tüfekleri vardı. ĠĢin garip tarafı hiç kimsenin yüzü gülmüyordu. Ön saflarda iki kiĢi var. Hepsi onların gözlerine bakar durumdalar. Biz davulumuzu zurnamızı çalarak neĢeli bir vaziyette köye girecektik. Bu iki kiĢi davulumuzu kestirdiler. Düğün kâhyasıyla tartıĢmaya baĢladılar. Bir durum daha var, ben bu iki kiĢiyi duydum ama Ģahısları tanımıyorum. Onlar da beni görmemiĢ ve tanımıyorlardı. Düğün kâhyamız 50-55 yaĢlarında olgun sözünü bilen bir insandı. Ama yeri geldiğinde de eğer bir kızarsa Allah bilir önünde kimse duramazdı. Ben sessiz pızsız bekliyorum. Bereket bu iki Kabadayı sordular, „Bu düğünün esas sahibi kim? Onu bize çağırın.“ Ama ben tahmin etmiĢtim. Bunlar gelinlik kızımızın akrabaları. Biri müsahipleri diğeri de kirvesiydi. Zira bana haber gönderen Kabadayılar‟dan baĢkası değildi. Ben hemen fırladım. Önlerine çıktım, „Buyurun beyler aradığınız düğün sahibi, damadınız olacak çocuğun ağabeyiyim. Ġsmim Rıza‟dır. Benim duyduğuma göre sizlerden biriniz Ahmet diğeriniz de Mehmet mi? TiktaĢlı ve Murmanalısınız değil mi?”, „Evet” dediler. 115 Ölmeyen Çocuk Evet ama evet karĢılıkları sert oldu. Bana bir baktılar ki, tıfıl daha yüzüne bıçak değmemiĢ çelimsiz bir çocuk. 19 yaĢındayım desem mümkün değil. Sadece o beyler değil, tanımayan kimse inanmazdı. Ama sırtımda bir elbise vardı ki, belki Divriği‟de en zenginin sırtında öyle bir elbise yoktu. Ayağımdaki ayakkabım, kravatım ha keza. Çıta gibi hepsi birbirine uygundu. Bu iki külhanbey vari insan belli ki, beni hiç mi hiç kale almıyorlar. Ahmet Ağa, „Peki delikanlı, biz sana haber gönderdik. Sen hangi cesaretle ve neyine güvenerek buraya kız götürmeye geldin?”, ġimdi Ahmet Ağa bu uygunsuz kelimeleri söylerken arkamdaki insanlardan da hiç gözünü ayırmıyor. Binaenaleyh dört yüzün üzerinde insan var. Hiç bir ferdin ağzından çıt çıkmıyor. Bunların hepsi benim ağzıma ve vereceğim talimata bağlı ve örgütlü insanlar. Oysa ki, kendilerine yakın olan Cürek‟te de belki bir haberim gitse 50-100 kiĢi akıp gelecek durumdalar. Fakat zavallı Ahmet ve Mehmet bu durumlardan, hatta jandarmanın hemen beĢ metre yolun ağzında benim emrime baktığından habersiz. “Sayın Ahmet Ağa zatınızın gayesi amacı nedir? Onu söyle bana. Oysa ki, biz Allah‟ın emriyle kızınızın ve kızın ev halkının razılığıyla gönlüyle kızınızı kardeĢim Mahmut‟a aldık. Ne mutlu ki, bu kalabalık grup insanlarla sizin kızınızı bu güzel törenlerle Allah nasip ederse götürmeye geldik. Ben bu çıkıĢlarınızı gerçekten ciddi görmüyorum. Zira her düğünde de böylesi Ģakalar Ģenlikler olur. Biz bunlara alıĢığız. Bu nedenle çocuklara bahĢiĢ olarak ne münasip görülüyorsa verelim. Açın önümüzü girelim köye, boĢa uğraĢıyorsun” dedim. Ahmet Ağa, “Delikanlı, biz size haber gönderdik gelmeseydiniz ve bu kadar günahsız insanları buralara kadar yormasaydınız” dedi. Ben de, „O zaman gel seninle bir pazarlık yapalım Ahmet Ağa.“ Ahmet Ağa sordu: “NeymiĢ o pazarlık?”, „Bak Ģimdi ben hata etmiĢim. Oysa ki, sizden gelen habere göre sizin yanınıza gelip sizden izin almak varmıĢ. Ama görüyorsunuz ben hem yetimim hem de fakir bir çocuğum. Bizim babamız da yoktur. Bu nedenle düĢünemedim. Bu kadar insan saatlerdir yürüdü, buraya kadar yoruldu, geldi. Sizden de ve benim getirdiğim Ģu muhterem insanlardan da özür dilerim. Biz hiç de kız götürmeye gelmedik. Sadece köye girelim bize bir parça kahvaltı verin, birer soğuk suyunuzu içer, geri döner gideriz. Sayın Ahmet Ağa hiç olmasa buna bari razı olun. Ġstersen sen kızını al kendi evine götür. Yüreğin rahat olsun.“ Ahmet ve Mehmet Ağalar biraz yumuĢadılar: „Madem öyle, bu kadar insan aç susuz geri dönmesinler. Yalnız bir yanlıĢlık yapıp davul zurna çaldırayın felan diye düĢünmemek koĢulu ile oldu mu?” Yanıt: „Ayıp ediyorsun Ahmet Bey, benim söz ağzımdan çıkar. Hem sizin elinizde maaĢallah bir sürü silah var. Belki evlerinizde mavzer de vardır. Sonra kızınızın nikâhı yok bir Ģeyi yok. Biz sahip çıksak kızınıza zaten sahip çıkamayız. Karakol ayağınızın dibinde. Biz neyimize güvenip de bir de ĢaĢkınlık çıkaracağız. Yalnız mümkünse, sadece bir çift söz söyleyeceğim. Eğer beni tanısaydınız iĢi bu kadar zora koĢmazdınız. Neyse Ģimdi tanımadınız kısa bir süre sonra tanırsınız. Siz bize haber göndereceksiniz, gelin gelininizi götürün diyeceksiniz. Belki de daha çayımızı içerken bu tavrınızdan vazgeçeceksiniz. Ne ise hele oturalım bir dinlenelim de Allah büyüktür.“ Ġpi çözdüler, biz köye girdik. Ahmet‟le 116 Ölmeyen Çocuk Mehmet Ağaların böyle davranmalarına karĢılık kızın anası kahvemizi felan yapmıĢ hazırlamıĢ. Ben sordum: “Nazife Hanım‟a bizi Mehmet‟le Ahmet Ağalar köye koymadılar. Biz kızı götürmeyeceğiz. Sadece birer kahvenizi içip gideceğiz. Bundan haberiniz var mı? Tabi ki, Nazife Hanım kahveyi gizli yapmıĢ. Ocağı da gizli bir yerde, keçiyi de kesmiĢ. Ahmet Ağa‟nın bunlardan hiç haberi yok. Kanımca Ahmet Ağa‟nın iki dayanağı vardır. Birisi ağalık ünvanı. Ġkincisi ise kızın yaĢının küçük olduğunu ve nikâh kıyılamayacağını biliyor. Oysa ki, kız 16 yaĢındadır, annesinin imzasıyla nikâhını kıydırdık. Evlenme cüzdanı elimizde. ĠġĠN SÜRPRĠZĠ ĠĢin sürprizine bakın Ģimdi. Ben Nazife hanıma talimat verdim. Siz her Ģeyinizi tamamen hazırlayın. Elinizden geldiğince adamlarınızdan gizli tutun ve sen Ahmet Ağa‟ya Ģunları söyle: „Ahmet Ağa senin olduğun yerde biz yokuz. Sen bizim büyüğümüzsün. Ne derseniz o olur. ġimdi yemeklerimiz geldi. Sofralar kuruldu. Millet yemeğini yedi. Kahvelerimizi de içtik. Hiç kimse konuĢmuyor. Ben o esnada dıĢarı çıktım. Davulcuları çağırdım. Mendili elime aldım. Vurun bakıyım davulunuza deyince davul zurna dertli dertli çalmaya baĢlayınca bir de baktım güm diye bir silah patladı. Ahmet Ağa karĢıma çıktı, “Ulan ben sana demedim mi sen nasıl davul çalarsın?” deyince ben hemen gençlere iĢaret ettim. Ahmet Bey iki dakika dur Ģimdi senin ve arkadaĢın ifadenizi alma sırası geldi. Biraz sabredin. Ahmet Ağa bir baktı karĢısında bir on baĢı bir de jandarma eri ikisinde de mavzer vardı. Askerlere düğün sahibi benim sizi buraya getirdim de benim elinizdeki ruhsatı ve size verilen emri çıkarın. Bak onbaĢı Ģu çocukların evlenme cüzdanı Ģu da davul çaldırma ruhsatı. Bu külhanbeylerin ne istediklerini bilmiyorum. Fakat geldiler. Düğünümüze müdahale ediyorlar, kızı vermeyeceklerini ilanen söylüyorlar. Lütfen götürün bunları icabı neyse yapın. “Hadi bakalım Ahmet Ağa” jandarmalar kelepçeyi çıkardılar. Ahmet Ağa‟nın koluna taktılar. Diğer Mehmet‟in de koluna kelepçeyi takacaklardı. Ben jandarmaya, „Durun çocuklar” dedim. „Bak Ahmet Ağa gözün görüyor. Benim getirdiğim 400 insandan fazla bir o kadar da bu tarafta ve bu köyün insanları vardır. Siz külhanbeylik yaptınız. Bu insanlara bu kadar zahmet verdiniz. Artık nikâhlı kızımızı bize vermemek için bize tehditte bulundunuz. Silah patlattınız. ġimdi sizin kurtuluĢunuz bizim elimizdedir. Siz Ģimdi yüksek sesle dönün bütün halktan ve benden de özür dileyin bakalım. Tabi ki, canlarına minnet zira zindana gitmek sopa yemek mi, yoksa sadece bir özür dilemek mi. Ġyi tercih sizin” dedim. Bunlar halka karĢı döndüler, „Sizlerden ve sizlerin adına düğün sahibinden kâhyadan özür diliyoruz. Bizi bağıĢlayın sizleri tanıyamadık.“ Kollarından kelepçe çözüldü. Birkaç saniye yürekleri yerine geldi. Dedim, “Durun gitmeyin iĢiniz henüz bitmedi. ġimdi cevap ver. Beni tanıdın mı? Tanımadın mı?”, “Sizin Pengürt köyünde dedelerden felan oğlu Rıza Dede olduğunu yeni söylediler.“ “Zararı yok. Ben bu iĢleri dede olduğumdan değil bildiğim için ve zatı muhterem olan sizin gibi beylerin sizin de ifade ettiğiniz gibi mesajınızı aldığım için sizin gibilerine karĢı tedbir olarak bu muameleleri yaptım. ġimdi beni dinleyin. Siz siz olun bundan böyle haksız yere haklı 117 Ölmeyen Çocuk iĢlere, hayırlı iĢlere külhanbeylilik yapıp burnunuzu sokmayın. Bakın bu yaĢınızda karĢınıza benim gibi bir çocuk çıktı. Neredeyse kodese girecektiniz. ġimdi aramızda hiçbir Ģey olmadı. Siz de bir Ģey yapmadınız. Düğünümüzü izleyin yiyin için oynayın. Aynı zamanda jandarmalar da bizim çocuklarımızdır. Onlar da yesin içsin oynasınlar. Düğünümüzü ağız tatıyla bitirelim. Yarın de nikâhlığımızı Allah‟ın izniyle sizlerin razılığıyla götürelim.“ Ahmet Ağa ve Mehmet Ağa bana doğru gelip elimi öpmek istemiĢlerdi. “Yok ben dedelik felan yapmıyorum. Bakmayın konuĢmalarıma keyfinize bakın” diyerek elimi öpmelerini ret etmiĢtim. Biz devam edelim düğünümüze. Düğünümüze devam ettik çok kalabalık olmuĢlardı. Bir gün önceki akĢam bizim köydeki kalabalıktan daha da fazlaydı. Her ne kadar Mehmet ve Ahmet Ağalar bize güçlük çıkardılarsa da akĢamki güzel ve coĢkulu muhabbetlerimiz oynayıp gülmelerimiz hepsini unutturdu. O gün geceyi orada geçirdik. Ertesi gün sabah saat 9.30‟da gelinimizi aldık. Hiçbir yaramaz duruma meydan vermeden Ağar Köyünden ayrıldık. Köyden ayrılırken Ahmet ve Mehmet Beyler de bizi uğurladılar. Tekrar özür dilediler. Velhasıl anımsadığım kadarıyla saat 13 sıralarında gelinimizi köye getirdik. Düğünümüze iĢtirak eden değerli misafirlerimiz de memnuniyetliklerini belirterek köyden ayrıldı. Herkes köyüne gitti. 1954 yılı 3 haziran ayında gelini getirdiğimizden 2 gün sonra da askere uğurlandım. 43 sene önceki anılarımda o günlerdeki muhatap olduğum insanların hepsinin yaĢayanlarına selametler ölmüĢ olanlarına Allah‟tan rahmet diliyorum. Not: Askere gitmeden daha önceki anılarım var. Ama Ģimdi kardeĢim Mahmut‟u everip hemen bir gün sonra askere gitme iĢi devreye girdiğinden bu araya da askerlik anılarımı yazmam icap etmiĢti. ASKERE GĠDĠġĠM 1954 - 6 HAZĠRAN Ben asker olurken yüzümde henüz traĢ olacak kadar kıllar bitmemiĢti. Zira doğumumun bir yaĢ büyük olduğunu, doğumumda meydana gelen mazilerini Analığım Belgüzar, bana anlattı. Belgüzar Ana‟yı annem olarak bildiğime anılarımın ilk sayfalarından baĢlayarak devam eden sayfalarda sık sık yer vermiĢtim. Yani bir sene önceki çocuğun yerine kalmıĢım. O nedenle nüfus kâğıdım o yazılıĢından bir yaĢ küçük oluyorum. Biraz da geç büyümüĢüm ki, tıfıl kalmıĢım. Askerden döndükten sonra muhatap olduğum insanlar askerliğimi yapmıĢ olduğuma inanmazdı. Köyümde 1934 doğumlu tek ben vardım. Köylerde askere gidecek olanları bir ay 15 gün önceden baĢlar komĢu evlere davet ederler. Askerden sağ salim dönmeleri için dualar ederler. Biraz da baĢlık olarak para harçlığı verirlerdi. Bu usül Türk köylerinin hepsinde yoğun olarak vardır, Hala da devam etmektedir. Askere gideceğim günü geldiğinde de köylüler kalabalık bir grupla Ģenlik yaparak yolcu ederlerdi. Benim köyüm küçüktü. Ama yine her evden 2-3 kiĢi katılmıĢlar, köyümüzün önünden tren geçtiği için 400 metre yakınında durak vardı, o durağa kadar beni göndermiĢlerdi. GöndermiĢlerdi ama benim olayım benden önce askere 118 Ölmeyen Çocuk gidenlerinkinden farklıydı. Bu farklılık ise yetim olmamdan doğuyordu. Bilmiyorum belki de komĢu hanımları ve babaları beni seviyorlardır. Ne de olmasa gençsin askere gidiyorsun. Askere giden her çocuk hemen her insan tarafından sevgi ve sempati ile ağırlanırdı. Ġnsanlar baĢkası tarafından ne kadar sevilirse sevilsin bir annenin babasının sevgisini tutmuyor. Hele bir de çok küçükken baban anan ölmüĢ ise onların yeri kalbinin bir tarafında boĢ duruyor. Orayı dünyada hiç kimse dolduramıyor. Mesela bir anne yavrum diye kollarının arasına alıp bağrına basınca onun sıcaklığı, onun yürekten gelen sesi bir baĢka oluyor. Binaenaleyh Belgüzar Anam 1.5 yaĢında ölen annemin 1 sene de hasta yattığını söylerdi. Rahmetli annem hasta olunca demek oluyor ki, süt dahi emzirmemiĢtir. Eline alıp yıkamamıĢ, sarılıp doyasıya öpmemiĢ, elbise giyirememiĢ, ekmek aĢ yedirememiĢ. Velhasıl hiçbir hizmet görememiĢim annemden, Ģimdi de askere gidiyorum. Çocukluğumu, ana baba gününü, oyun oynamayı, hayatta hiçbir mutlu günümü yaĢamamıĢtım, Ģimdi de askere giderken oğlunu bağrına basıp güle güle diyen anneleri babaları beni uğurlarken bulunca anne baba yokluğunu ve de hasretliğini bir daha hissettim. Annesizliğin babasızlığın ne demek olduğunu büyük bir hasretle yaĢadım. ASKERLĠK ġUBESĠNDEYĠZ Askerlik Ģubesinde künyelerimiz yazılıyor. Kimin nereye gideceğinin kuraları çekiliyor. Elbise almamız için listeler yapılıyor. Bu arada bir taraftan arkadaĢ olmak söz konusuydu. Benim Ģubenin önünde ilk tanıĢtığım arkadaĢlar Ģunlardı. ErĢin Köyünden Ġsmail Eren, Divriği‟den Mustafa, Savrunlu Mehmet Zihni, ÇamĢıhı‟dan Yusuf Ergün. ĠĢin cilvesine bak ki, bu beĢ arkadaĢ birlikte Malatya‟ya sevk olduk. Malatya‟da sadece bölüklerimiz ayrılmıĢtı. Ġsmail ile ikimiz aynı bölüğe ve de aynı mangaya düĢtük ama en az haftada iki gün diğer arkadaĢlarla görüĢüp konuĢuyoruz. Mehmet Zihni terzi idi, askerde de terzilik yapıyordu. Diğerlerimiz hep sıkı ve zor Ģartlar altında talim görüyorduk. Hele talim etme durumuna sonra geçelim. Ġlk önce ne yaptık, nereye gönderildik. Onları öncelikle yazmam gerekiyor. TECĠT (DĠNLENME YERĠ) Tecit, dinlenme ve istirahat yeriymiĢ. Malatya‟daki askerî birliğin adı 421. piyade alayı. 16. tugaya gittik, orada ranzaların üzerinde bir gece kaldık. Sabahleyin bizi CMS‟lere doldurdular. PınarbaĢına götürdüler. PınarbaĢının bir kenarında yaklaĢık 6-7 bin metrekare bir arazi. Bu etrafa açılan yerleri 30-40 derece meyilli bu arazinin ortasında 1-2 bin metrekare bir düzlüğü çayırlık orta yerinde güzel bir su vardı. Bize çayırın etraflarında toprak olan yerlerde çadırlar kurdular. Çadırlar küçük ama yine dört kiĢiye bir tane çorba tası, yine dört kiĢiye 450 gramlık bir ekmek. Ekmek 24 saatte dört kiĢiye, bir tane yemek de 24 saatte iki defa verirlerdi. Bir öğüne 112,5 gram ekmek yani 4 kiĢiye 450 gram düĢüyordu. Buna göre yemekler daha da kısıtlıydı. ġimdi açlık bir tarafa, gece elbise çıkaramıyorsun, iki kiĢi bir battaniyenin altına giriyorsun. Su içmeye tuvalete gitmeye bir onbaĢının nezaretinde grup halinde 119 Ölmeyen Çocuk gideceksin. Bazen fırsat bulursak 10-15 dakika kaçamak yapardık. Hemen yakınımızda bir dere vardı. Orada taĢlar çakıllar vardı. Oralara gizlenir hemen alelacele soyunur, üzerimizden bitleri ayıklardık. Bu arada iyice bir kaĢınırdık. Atletle koltuk altlarımıza bitler yuva yapıyordu. Ayrıca karnımız acıkırdı, yemiĢ alıp yemek için çadır kapısında kuyruğa girerdik. Kuyrukta en az 40-45 dakika bekleyeceksin ki, 250 gram yemiĢ alasın. Ekmek ve benzeri yiyecek yoktu. Onu da paran varsa alırsın. Ben zaten 15 lirayla askere gittim, para bitecek diye ödüm kopuyor. Sağ olsun asker ocağı bize 15 gün PınarbaĢı dağlarında bitli çile çektirdi. Üstelik hergün akĢam sabah içtima yaparken birer ikiĢer palaska yerdik. Çok gaddar çavuĢlarımız vardı. Keyfi için bize palaska vururlardı. Oysa ki, bizim acımızdan ayakta durmaya bile halimiz kalmamıĢtı. Çok askerlerimiz yemiĢ kuyruğunda bayılır düĢerdi. Biz ise yemiĢ kuyruğuna 3-4 arkadaĢ sırayla girer beklerdik. Yorulunca yer değiĢirdik. Birimiz üçümüzün yerine yemiĢlimizi alırdı. Bazı usta askerler vardı, elma getirir satardı. Yumurta kadar bir elmayı 50 kuruĢa satarlardı. Böylece 15 günlük ızdıraplı çilemiz dolmuĢtu. Malatya‟ya gideceksiniz diye haber gelince sanki terhis olacağız gibi sevinirdik. 15 gün tam bitti, 16‟ıncı gün CMS‟ler geldi, palas pandıras bizi ite kaka doldurdular. Aynı gün Malatya‟nın tam da orta yerlerinde 421. piyade alayımız vardı, oraya indirdiler. Ben daima Ġsmail Eren‟le beraberim. Her konuda birbirimizle yardımlaĢır, dertleĢirdik. Ġsmail‟le yalvarıyoruz ki, acaba biz nasıl temizleneceğiz. Yani bizim alelade bir yerde yıkanmakla felan temizlenmemize, bitlerden arınmamıza imkan ve ihtimal yoktur. Bereket her Ģey hazırlanmıĢ, tecitten gelen askeri hamama götürmeden, silbaĢtan elbise değiĢmeden bölükte yatmayacakmıĢız. Hepimizin eline birer elbise dolu torba verdiler. Hadi bakalım hamama. Ġsmail‟le bi seviniriz, bi seviniriz kurtulacağız diye. Hamama gireceğiz kabinelerde soyunacağız. Bu esnada nöbetçi askerler var. Bu askerler sırtımızdan çıkanları toplayacak biz oradan hamama gireceğiz, yıkanacağız. Sonra kabinden yeni elbiselerimizi alıp giyeceğiz. Hamama girdik yıkandık ve çıktık. Bir baktım Ġsmail de geldi. Ama yüzlerimiz gülmüĢ, pırıl pırıl gülüyoruz. Bütün askerin yüzleri gülüyordu. Of be dedik. ADRES DEĞĠġTĠ 16. tugay 421. piyade alayı birinci tabur ikinci bölük. Adres değiĢti ya bakalım düzen ve tabiatta değiĢti mi? Maalesef düzen ve tabiat değiĢmedi. Ben sanıyorum iĢin burasında bir açıklama yapmak gerekiyor. Asker 3-4 ay eğitim görüyor, talim terbiye görüyor. Sonra asker yemin ediyor. Asker Türk bayrağına elini koyuyor, „Havada, karada, seferde, denizde vatanımı bayrağımı ve aziz milletimi canımdan çok koruyacağıma, vatanım için gerekirse canımı feda edeceğime namusum ve Ģerefim üzerine and içerim, and içerim, and içerim” diyor. Üç defa tekrarlıyor, söz veriyor ve yemin ediyor. Artı, asker olan insan tam gençliğin tuğrandasını veriyor. Ġki yıldı… ġimdilerde birbuçuk yılını karĢılıksız ve bedava sadece karın tokluğuna bir 120 Ölmeyen Çocuk buçuk, iki yılını feda ediyor. Nerde kalmıĢ ki, yine onun yediğini içtiğini giydiğini yine bunun ailesi vergileriyle ödüyor. Buna göre askere bu kadar sefalet niye? ASKER ARASINDAKĠ ERLE SUBAY ARASINDAKĠ AYRIMCILIK Bu iki askerin yaĢama koĢullarına bakacak olursak bana göre insanî ölçülerden çok ıraktır. ġimdi askerin yiyeceği giyeceği, kullanacağı aracı, gereci, oturduğu ev kirası vesairesi Türkiye sınırları içerisinde tüm çalıĢan sivil toplum tarafından karĢılanır. Buna rağmen bu iki asker arasında çok ölçüsüz vaziyette ayrımcılık yapılır. Örneğin parasız çalıĢan, fedai askerle subay olan askerin yeme içme ve beslenme konusunda neden ayrımcılık yapılıyor? Fedai askerlere eĢit yemek verilmiyor. Aynı koĢullar altında beslenmezler. Subay kesimine gelince ancak bir benzetmeyle tarifi yapılabilir. Mesela bir tencere sütü piĢirirsin, süt piĢtikten sonra onun kaymağını yoğurdunu alırsın. Altta kalan artığın, yağı alınan sütten geriye sadece loru kalır. ĠĢte bu esas ürün sayın subaylara gider. Alt ürünleri ise öteki rütbesiz askere verilir o da kısıtlıdır. ASKERE UYGULANAN AYRIMCALIKLAR Askere talim terbiye disiplin vesaire öğretilir. Askere talim terbiye disiplin öğretirken ne acıdır ki, askere insanî muamele yapılmaz. Sanki kitabında diyor ki, askere iyi muamele yapılmaz. Ġnsanlar hakaretlerden çok uzak kötü kelimeler itam edilir. Yetmedi daha da öte giderler, dayak atılır, yani o zavallı köylü çocuklarını Allah yaratmamıĢ gibi gözle bakılır. Eğitim yaptıran üstler genelde çavuĢlar, astsubaylar, astsubay baĢçavuĢları, teğmen, üst teğmenlerdir. Bunların içerisinde olsa olsa on kiĢiden bir tanesi vardır iyi muamelelerle, güzel ve tatlı sözlerle muamele eden. Bu gibi eğitimcilerin yetiĢtirdiği askerler ise diğerlerine kıyasla daha da iyi öğrenmiĢ daha da bilinçli olurlar. BĠR SORU Nereden geliyor acaba bu Türk ve Ġslam milletine kötü muamele yapma, kötü söz, insanlık dıĢı uygulama yöntemleri? Bu bir öğretim midir? Böylesine insanlık dıĢı itamları ve uygulamaları insan yapmaz. Ġnsanım diyenler yapmaz. O halde insanlık dıĢı muameleleri özel olarak bir öğreten mi vardır? Ebeveyinden mi, anadan babadan mı velhasıl Türk milletine bu insanlık dıĢı davranıĢlar, itamlar uygulama illeti nereden nasıl bulaĢmıĢ? Binaenaleyh yeri gelince kendimizin her milletten üstün olduğunu ve sütten temiz olduğunu iddia ediyoruz. Maalesef o kadar yazar çizerlerimiz araĢtırmacılarımız vardır. Gel gör ki, hiçbiri bu iĢin araĢtırmasını yapmamıĢtır. Doktorlarımız hakeza hiç kimse düĢünüp de yahu bu Türk milletinin 121 Ölmeyen Çocuk böylesine soysuzlaĢmasının, öz benliklerden, öz kimliğinden, insanî duygulardan kopmasının sebeplerini kaynakları nedendir diye bir zaman harcamamıĢtır? BEN NEDEN BU KONUYA DEĞĠNDĠM? Askerlik anımın baĢında da iĢaret etmiĢtim. Bütün bu kötü koĢullu muameleler baĢımdan geçtiği için anım olarak yazmak zorundaydım. Askerliğimde maruz kaldığım tecid olayını yazmıĢtım. ġimdi bu anımı okuyan okurlarımın affına sağınarak üç tane acı olayı daha ileride ilave edeceğim. TURHAN ÇAVUġ Turhan ÇavuĢ‟un soy ismini hatırlayamıyorum, hatırlamak da istemiyorum. Kendisi Adana‟lıydı. PınarbaĢı‟nda tecid günümüz bitmiĢti. Malatya‟da 421. piyade alayına gelmiĢtik. Künyem 16. tugay 421. piyade alayı birinci tabur ikinci bölük erlerinden Rıza ġahin. Silahlarımızı aldık, mangalara taksim olduk. Birinci takım üçüncü manga takım çavuĢum Süleyman Eleman GümüĢhane‟li idi. Manga çavuĢum Turhan ise Adana‟lı idi. Malatya‟nın güneyine düĢen bir mahalde talimgâh yerine gitmiĢtik. Ġlk sağ, sol, yarım sağ, yarım sol haraketlerine baĢladık. Bir de içtimayı öğrenecektik. Bu arada Turhan ÇavuĢ ilk günümüzde 12 kiĢiyi güzel bir sıra dayağından geçirdi. Turhan ÇavuĢ‟un ilk dayak uygulaması yumruk olmuĢ suratlarımıza bir sağ, bir sol ikiĢer yumruk atmıĢtı. ÇavuĢumuzun boyu 1.55, geniĢ omuzlu, geniĢ torlak suratlı, vücudu tamamen kıllı bir insan tipiydi. Tokatı vururken yukarıya doğru yetinirdi. Manga arkadaĢlarımızın iki tanesi biz Sivas Divriğili, hep beraber olduğumuz (kardeĢ gibiydik) Rıza ġahin, Ġsmail Eren, üç kiĢi Çanakkale ilinden iki kiĢi Tokat-Erbağ, Osman Topsakal ve Arif dört tanesi de Adana‟lıydı. Diğerlerinin isimlerini hatırlamıyorum. Turhan ÇavuĢ tam üç ay bize acemi eğitimi yaptırdı. Turhan ÇavuĢ‟un eğitimi tokat atmakla oluyordu. Bazen çok kızarsa tokat atarken „Ulan kendine layık Ģey çocukları” diye de küfür kelimelerini kullanırdı. TURHAN ÇAVUġ‟UN BARDAĞI TAġIRDIĞI UYGULAMALARI Turhan ÇavuĢ‟un kayrmacılık zihniyeti ile ilk günlerde sıra dayağı 2-3 gün sürdü. Sonra değiĢti. Örneğin Çanakkaleli ve diğer bir iki arkadaĢlara 2-3 günde bir dayak vardı. Biz ve iki Tokatlı‟ya, iki Divriğili‟ye her gün en az birer tokat vururdu. Nöbete yazma uygulamalarında, mutfakta çalıĢmalarımızda vesaireler de her alanda bu çavuĢumuz ayrımcılık yapardı. Bir de Mersinli çavuĢumuz vardı, adı Mehmet Özmen idi. O da nöbetçi çavuĢ olduğunda Turhan ÇavuĢ‟un izinden giderdi. ġimdi Turhan ÇavuĢ‟un hemĢehrilerinden birisi Cabbar diye 1.85 boyunda bir arkadaĢ su matarasını kayıp eder. Cabbar gece uyurken baĢucumdan benim mataramı çalar. Ben matarasız kalırım. Belki de bu durumu Turhan ÇavuĢa söylerim, aynı zamanda mataramı Cabbar‟ın almıĢ olduğunu söylerim. Bu hadise üzerine Cabbar mataraya bir iĢaret vurur. Üç arkadaĢı da Ģahit dinlettirir. Turhan ÇavuĢ bu sefer beni yargılar, 122 Ölmeyen Çocuk „Ulaan Ģey çocuğu, matranı kayıp ettin sonra arkadaĢına iftira ediyorsun” diyerek yüzüme destekli iki tane tokat patlatır. Tokatı patlatır ama iĢin ilginç tarafı bölüğümüzde 300 kiĢi akĢam ranzalarımızın üstünde ders görüyoruz. Bu esnada ve 300 kiĢinin gözü önünde bu hadise oluyor. Benim ise o arada burnumdan kan fıĢkırıyor, baygınlık geçiriyorum. Yanımdaki hemĢehrim ve arkadaĢım Ġsmail Eren‟den baĢkası da bana sahip çıkmıyor. Turan ÇavuĢ emir veriyor. Ġsmail arkadaĢım götürüyor. Burnumu ve yüzümü yıkıyor ve aradan bir gün geçiyor. Turhan ÇavuĢ devam ediyor. ArkadaĢım Ġsmail‟e bir ders soruyor, o da dersi bilemiyor. Turhan ÇavuĢ aynı dersi „Sen söyle” Ģeklinde bana soruyor. Ben de dersi bildiğim için söylüyorum. Bu sefer ÇavuĢ bir emir daha veriyor, „Dön ve isminle iki tane tokat at” diyordu. Ben ise düĢünüyorum. Bir anda Ģok oluyorum. Ta ki içimden bu benim canım ciğerim hergün aynı battaniyenin altında yatıyoruz. Her gün ikimiz bir tabağı, bir kaĢığı, bir battaniyeyi paylaĢıyorduk. Ben bu arkadaĢıma nasıl vurabilirim. Derken aradan bir dakika geçiyor, „Vur sana ulan” deyince ben de bila mecburu elimin ucuyla arkadaĢıma iki tane vuruyorum. Turhan ÇavuĢ, „Dön bu yana ulan Ģey çocuğu” diyor. Yine destekli iki tane tokatı patlatıyor. Gözlerimden cıngıyla birlikte yaĢlar akıyor, „Hadi dön aynı tokatı arkadaĢına vur” diye emrediyordu. Aynı tokatı arkadaĢıma vurduruyordu. (Bu nedenle biz iki arkadaĢ) Bölükte aynı zamanda bir babadan doğmuĢ gibiydik. Sadece içtiğimiz su ayrı giderdi. ġimdi sen kalkacaksın burası asker ocağıdır diyerek kardeĢinin söyleyemediği bir dersi kardeĢi bildi diye kalkıp ona tokat attıracaksın. Amaç Ģu imiĢ, tokatı yiyen kardeĢin gücüne gidecekmiĢ, bir daha tokat yemeyeyim diye o dersi öğreniyim diye gayret gösterip çalıĢacakmıĢ. Bana göre bu dersi bir daha düĢünecekmiĢ. Ġster askerde, ister sivilde sopayla baskıyla bir insana iĢkenceyle ders öğretmek, öğrenim ve eğitim felsefesine ters düĢen bir yöntemdir. Turhan ÇavuĢ devam ediyordu. Turhan ÇavuĢ, insanlar arasında ayrımcılık tohumları ekmeye, aĢırı milliyetçilik yapmaya özel olarak yetiĢtirilmiĢ bir yaratıktı. Turhan ÇavuĢ himayesine verilen askerlerini dövmeye benzer iĢkence yapmaya, ceza vermek için bir pundunu bulup kötülük yapmaya devam ederken birinci sırada biz üç kiĢi vardık. Divriği‟den ben Rıza ġahin ve arkadaĢım Ġsmail Eren, Tokat Erbağ‟dan Arif. Bizden sonra gelen Sivas Koyluhisar‟dan Mehmet ġahin, üç kiĢi Çanakkale‟den vardı. Mangamızı oluĢturanların diğer çoğunluk kesimi Çukurovadan‟dı. Binaenaleyh Turhan ÇavuĢ‟un tarif ettiğim Ģekilde insanlara iĢkence etmekten, dövmekten zevk alırcasına yaptıkları yanına kalmayacaktı. Elbette mücadeleci bu tür insanlık dıĢı uygulamalara tahammül edemeyen birisi Turan ÇavuĢ‟a karĢı çıkacaktı. Onun bu hunharca yaptıklarını yanına koymayacaktı. Turhan ÇavuĢ‟a birinci: 1. tabur, 2. bölükte ve takım çavuĢu, Süleyman Eleman GümüĢhane‟liydi. Ben gittim bu çavuĢa Ģikayetimi yaptım. Yine bir akĢam Turhan ÇavuĢ bölükte ders verirken bu çavuĢ geldi. Turhan ÇavuĢ himayesindeki dört hemĢehrine iki tane destekli tokat kendisine „Ulan Turhan ÇavuĢ sen ne …… çocuğusun, bir daha bu bölükte bu insanlara bir tokat vurduğunu görsem veya 123 Ölmeyen Çocuk duysam seni bu bölüğün ve burada 300 askerin içinde anam avradım olsun … Ģey ederim” diyerek güzel bir ders verdi. ġimdi Allah‟ın iĢine bakın neler neler oluyor. Malatya‟da dört aylık acemi eğitimimiz bitmiĢti. Bu aĢamadan sonra dağıtım alacaktık. Tertip arkadaĢlarımızın bir kısım baĢka illere sevk olmuĢ gitmiĢlerdi. Bizler ve genelde tanıdığım arkadaĢlar ise Malatya içinde baĢka kısımlara dağıtım olduk. Örneğin ben istihkam kursu almak istihkam eri olmak üzere istihkam bölüğüne, iki arkadaĢım Mehmet ġahin, Mustafa Savrunlu, Hasan Uludağ bu arkadaĢlarımız aynı manga erleriydi, çavuĢ kursuna gitmiĢlerdi. ÇavuĢ kursuna gidenler çavuĢluğu bitirmiĢ, çavuĢluğu kazanmıĢ, henüz terfiyelerini takmamıĢlardı. Böylece Malatya‟da 7-8 ayımız geçmiĢ iken birden bire bir emir gelmiĢti. Bu emir Ģu idi: “Malatya‟dan 421. piyade alayı kalkacak, Sivas‟ta 59. tümenin emrine gidecekti.“ Derhal emrin gelmesiyle Sivas‟a varmamız 3 gün sürmüĢtü, Sivas‟a varmıĢtık. Ama benim kaderim değiĢmemiĢti. Kader beni orada da Turhan ÇavuĢ‟un kucağına düĢürmüĢtü. Sivas‟ın Kabak Yazısı diye bir alanı vardır, bu alan Sivas‟ın güney kısmında ÇavuĢbaĢı Mahallesi ile sınır olan, oldukça Sivas‟ın içinden daha yüksek havalı bir düzlükte. Burada kıĢlamız vardı. Suyu, yeĢilliği bol, ağaçlık yerdi; bir de hiç ağaç olmayan 8-10 bin metrekare boĢ ve düz arazisi olan bir yerdi. Arada karargah bölüğünde Turhan ÇavuĢ‟la yine birleĢtik. Turhan ÇavuĢ Adanalı, Mehmet Özmen ÇavuĢ Mersinli. Osman ÇavuĢ Ġzmirli, karargah bölüğünde üç tane çavuĢumuz vardı. Üçü de 1933 doğumlu üçüncü tertip olarak asker olmuĢlardı. Anımsadığıma göre Sivas‟a geldikten üç veya dört ay sonra terhis olacaklardı. Dedik ya kader bizi birbirimizden ayırmadı. Ya Turhan ÇavuĢ‟un yaptıkları yanına kalmayacaktı ya da benim çilem henüz dolmamıĢ olacak ki, Mehmet ġahin, Hasan Uludağ, Mustafa Savrunlu bu üç arkadaĢım çavuĢ olmuĢ baĢka bölüklerde eğitimcilerdi. Ġsmail Eren ise baĢka bölükteydi, ayrı düĢmüĢtük. Karargâh bölüğünde ise ben, Tokat Erbağlı Arif ve Çanakkaleli üç arkadaĢtık. Bu beĢ arkadaĢ karargah bölüğünde kader ortakğıydık ama yine çile çekeceklerin önünde gelen biz iki kiĢi kalmıĢtık. Ben ve Arif sabah içtimalarında bizim iki, diğerlerinin birer tokatı vardı. OnbaĢı bizi sabahleyin içtima yapar, çavuĢ gelir gelmez sıradan kontrol eder bize gelir, bir o yana bir bu yana ikiĢer tokat. Çanakkaleliler‟e birer tokat, diğer Çukurovalı ve diğer arkadaĢlara vurmazdı. Gece nöbetleri 1-3, 3-5 nöbetleri baĢta bir iki kiĢi sonra Çanakkaleli arkadaĢlar yazılırdı. Mutfak çalıĢmalarına biz gönderiliriz. Yani ayrımcılık devam ediyordu. Bir gün bana gece nöbetçilerini değiĢtirmek, günlük iĢ taksimatlarını yapmak üzere onbaĢı nöbeti vermiĢlerdi. 24 saat nöbetçi çavuĢu Mersin‟li Mehmet Özmen, nöbetçi onbaĢı ise Rıza ġahin. Binannenaleyh çavuĢların talimatlarına göre nöbetçi erleri nöbet yerinde uyumuĢlarsa silahını alacaksın. Nöbetçi çavuĢuna teslim edeceksin. Ertesi gün o nöbetçiye disiplin cezası verilecekti. Mamafih depo nöbetiydi. Turhan ÇavuĢun hemĢerisi Cabba‟ır, nöbet yerinde uyurken yakaladım. Ġki defa da seslendiğim halde uyanmıyordu. Ben de talimat gereği tüfeğini aldım, nöbet defterine de yazdım. Ġkinci gün sabah nöbetçi çavuĢuna teslim etmiĢtim. Ġkinci gün ise, bizim nöbetimiz bitmiĢ. Nöbeti yine Turhan ÇavuĢ devralmıĢ idi. Turhan 124 Ölmeyen Çocuk ÇavuĢ akĢam 7-9 arası beni koğuĢun içinde tüfek nöbetine yazar. Ben 7-9 tüfek nöbetini beklerken Turhan ÇavuĢ gelir. 10 metre öteden beni çağırır, „Biraz beri gelir misin? Bir Ģey söyleyeceğim” der. Tabi ben nöbetin ne demek olduğunu Turhan ÇavuĢ‟un da gayesini bildiğim için Turhan ÇavuĢéun çağrısını ret ederim. Bu tavrıma karĢılık bana sözlü baskı ve gözdağı vermekle oyalamaya çalıĢır. O esnada hemĢehrisi olan bir asker tüfekliğin öbür tarafından bir tüfeğin mekânizmasını söker kaçırır. Turhan ÇavuĢ tertipli olarak bu gayesini yerine getirdikten sonra mahal yerini terk etmiĢti. Ve saat dokuzu bekler. Saat dokuzda ben nöbeti teslim ederken tabi ki, bir tüfeğin mekânizması noksan olacaktı. Dolayısıyla ben de nöbeti teslim edemeycektim. Nöbeti teslim edemeyince de bende cezaya çarptırılacaktım. Nitekim Turhan ÇavuĢ‟un tertip ettiği düzen yerini almıĢtı. Beni sorguya çekmiĢ yargılıyordu. Bana gelince artık Turhan ÇavuĢ‟a son sözümü söylemenin ve karĢı çıkmanın zamanı da gelmiĢti. Ben Turhan ÇavuĢ‟a karĢı çıksam gereken hakettiği sözleri söylesem de söylemesem de Turhan ÇavuĢ beni bölükte dövmekle cezalandıracaktı. Bir de geceleri en zor nöbetleri yazacaktı. Bu ceza ise zaten hergün bana uygulanıyordu. Ama ben karĢı çıkma hakkımı kullanırsam. Turhan ÇavuĢ bana iki tokat fazla uygulacaktı ve nöbet fazla tutacaktık, bu benim artık umrumda değildi. Turhan ÇavuĢ‟un bir pundunu bulup ben de onu cezalandırmam gerecekti ama Turhan ÇavuĢ benim ne yapacaklarımı aklına dahi getiremez idi. Nitekim Turhan ÇavuĢ istediğini uyguladı. Bana önce destekli olarak iki tane tokat salladı. Bu tüfeğin mekânizmasını çaldırdığım içindi. ġimdi sıra bana gelmiĢti: “Turhan ÇavuĢ, sen tam 14 aydır baĢta ben olmak üzere kasti olarak bizlere tokat vurmakla nöbet yazmakla ve de uygunsuz kelimeler sarf etmekle ceza uyguladın. Biz askerler arasında ayrımcılık yaptın. Bugün de ben senin hemĢehrin olan Cabbar‟ın uyurken tüfeğini sakladığım için sen de bugün kasti olarak tüfeklikte benim nöbetimde müdahale ettin. Mekanizmayı çaldırdın, buna karĢılık Ģimdi de bana hakkım olmayan sopayı vuruyor, bana iĢkence uyguluyorsun. Ama Ģunu unutma ki, ben de bu asker ocağında bu yaptıklarını yanına koymayacağım.“ ĠĢte bu müdafam üzerine Turhan ÇavuĢ daha da hiddetlendi. Döndü çavuĢ arkadaĢlarına seslendi ve Ģunları sordu: „ArkadaĢlar bir er bir çavuĢuna küfür konuĢmayı yapabilirmi? Bir ast bir üste bu biçimde karĢı koyabilir mi?” Sorduğu insanlar ise yine birisi Çukurovalı diğeri de kendi tertipi çavuĢ. ġimdi bu çavuĢlar kendi tertipleri olan çavuĢun aleyhine, benim yanımda mı olacaklar? Bu mümkün mü? Turhan ÇavuĢ‟a „Haklısın” bana da tabi ki, „Haksızsın” demek zorundalardı. Nihayet verilen kararda ben iki tokat cezasını daha çoktan haketmiĢim. Ama vurulacak olan ikinci bir iki tokata karĢılık verilecek cevabım hazırdı. Binaenaleyh Turhan ÇavuĢ destekli iki tokatı daha salladı. Ama bu ikinci tokat beni fena halde sarsmıĢtı. KonuĢmaya dahi mecalim kalmamıĢtı. Buna rağmen sesimin çıktığı kadar artık hazırlamıĢ olduğum sözlerimi söyleyecektim: “Sayın Turhan ÇavuĢ bu gaddar tavrınla ve de bu kadar insanın içinde suçsuz bir askeri dövmek ne erkeklik ve de askerliktir. Ben sana karĢı geldiysem o esasında beni dövmenin yerine yarın beni Ģikayet etmen gerekirdi. Eğer 125 Ölmeyen Çocuk haklıysan yarın yine de beni Ģikayet et. Ama sen Ģikayet etmez isen göreceksin ki, ben seni öyle bir yere Ģikayet edeceğim ki, temenni ederim ki, bu tokatların fazlası yarın muhtemel sana geri dönecektir. Bunu bil ve de unutmaya.“ TURHAN ÇAVUġ ALEYHĠNDE YAPACAĞIM ĠġLEM Turhan ÇavuĢ‟la savaĢım yeni baĢlıyor. Artık iĢ askerlik pozisyonundan çıkmıĢ, sadece faĢist bir çavuĢ karargâh bölüğünde korunuyor. Bu nedenle ben de haklı olarak hem kendi onurumu ve bundan sonraki askerlik hayatımı kurtarmak ve hem de diğer çavuĢlara da ibret dersi vermek için harekete geçecektim. Zira bu çavuĢa ceza verdirmem benim için bir vazife olmuĢtu. Aynı zamanda çavuĢun yedi göbeğine ders olacaktı. Ne mi yapacaktım? Sevgili çavuĢumun o kadar suçları, o kadar suç teĢkil eden tavrı ve haraketleri vardı ki... Ama çavuĢ ya kendini bilmiyordu ya da etraftaki insanların hepsini kendinden sayıyordu, diğerlerini yok sayıyordu. O kadar ki çavuĢun gözünü hırs bürümüĢtü. Oysa ki, evliydi bir karısı bir de çocuğu kendini bekliyorlardı. ÇavuĢ bu bekleyenleri de unutmuĢ olacak ki, bölüğümüzün altında bir depo vardı, kendisi de Piyango Ttepede acemi askerler için barakalar yaptırıyor. Oradan tahtaları getiriyor, depo altında yine bir asker marangoz, ustasına bavul yaptırıp satıyordu. ĠĢte ben sadece bu bavul yaptırıp satma olayını Ģikayet konusu yapıp ilgili subaylara kavuĢturabilirsem kâfiydi. Nitekim birinci gün konuyu detaylı olarak kâğıda yazdım. Aynı gün Divriğili emsalim olan Mustafa Savrunlu çavuĢ olmuĢ ceza evine bakıyor. Diğer bir arkadaĢım yine çavuĢ olmuĢ eğitimciydi. Bunların ikisini bir araya getirdim. Bir gün önceki hadiseyi anlattım. Ayrıca benim yazımdan daha iyi bir yazıyla temize çektirdim. Ġki nüsha yaptırdım. Ayrı zarflara koydum. Ġkinci iĢ Tokatlı arkadaĢım Arif‟i bulmam gerekiyordu. Arif‟i buldum. Mektubu kendisine okudum. ġunları söyledim: „Arif bak kardeĢim bu mektubun birisini götürüp nöbetçi subayının kapısından içeri atıp geleceksin. ġu birisini ise alayın içinde devamlı dolaĢan bir kurmay binbaĢı, emir subayı var ona bizzat vereceksin. Oldu mu Arif?”, „Tamam Rıza abi. Derhal götürürüm yeter. Artık canımız yandı bu çavuĢun elinden.“ Arif mektubu önce nöbetçi subayına götürür, sonra emir subayı kurmay binbaĢıyı arar tam çeĢmelerin kütür kütür aktığı bir yer vardı, orada bir de teras yapılmıĢ, etrafı yeĢillik kanepeler vardır. Orada binbaĢıyı bulur ve mektubu eline uzatır. Kendisi geri döner ama binbaĢı hemen Arif‟i geri çağırır, „Nerede bu çavuĢ oğlum?” der, sorar. Arif, „Komutanım bu çavuĢ Tekoğul Tepede baraka yaptırıyor” der. BinbaĢı orada gördüğü baĢka bir askeri daha çağırır, „Gidin bu çavuĢu buraya çağırın, derhal gelsin.“ Askerler koĢar giderler. Diğer asker olaydan habersiz ama Arif biliyor, bildiği için de sevinerek gidiyor. Askere de olayı söylemiyor. ġimdi iĢin seyrine bakın. Esas tatlı yeri burada baĢlıyor. ÇavuĢ baĢına geleceklerinden habersizdir. Dünkü tokat vurduğu askerden biri de Arif‟tir. ġimdi Arif kendisi kuzu kuzu sopanın altına götürüyor. ÇavuĢ habersiz. ÇavuĢ gelir gelmez binbaĢıya tak bir selam çakıyor. Askerler baĢında bekliyor. BinbaĢı, „Adın nedir?” 126 Ölmeyen Çocuk ÇavuĢ, “Turhan komutanım.“ “Nerelisin sen?” „Adana‟lıyım. Komutanım.“ BinbaĢı, „Bellidir. Böylesi namuslu çavuĢlar Adana‟dan çıkar.“ Askerlere seslenir, binbaĢı, „Nöbetçi subayına gidin bana iki tane inzibat göndersin. Siz de birlikte geri gelin.“ Arif, „Emredersin komutanım” der. Nöbetçi subayı, iki inzibatı binbaĢının emrine derhal gönderir. Ġnzibatlar gelir, „Emret komutanım” der. Bir selam çakarlar. BinbaĢı: „Yatırın bakıyım Ģu namuslu çavuĢu” diye emir verir. Emredersin komutanım derler. Sıkı mı emre karĢı çıksınlar. Derhal çavuĢu yüzün koyu yatırırlar. BinbaĢı ayaklarıyla çavuĢun üzerine çıkar. Kafasına sağ ayağını basar. Yuvarlamaya baĢlar, „Ulan namussuz, sen çavuĢ oldun asker yetiĢtirdin hemi” diyerek, „Sen çavuĢ rütbesi altında orduya ve askere düĢmanlık yapacaksın. Seni gidi Mülcem tohumu. Keyfin için karın için askerleri döversin ulan o ...... çocuğu. Gör ki, kaç tane askerin canını yaktın. Sen kaç tane asker senin yüzünden askerlikten dahi nefret etti. Değil mi?” Ġnzibatlara güzel bir coplattırıyor. Götürün bu vatan hainini. Atın ceza evine. Ġnzibatlar götürüyor. Ceza evine teslim edecek, çavuĢ bir de bakıyor ki, Malatya‟da tokat vurduğu Mustafa, çavuĢ olmuĢ cezaevine bakıyor. Bu çavuĢ karĢısına çıkıyor ya Turhan ÇavuĢun çilesi bundan sonra baĢlıyor. Mustafa da öyle bir insandır ki, 1.55 boyu var 55-57 kilosu vardır. Esmer, gök gözlü, kaĢları uzunca, ileri fırlamıĢcasına korkunç bakıĢlı, ufak tefek görünümlü bir insandır. Ama Mustafa‟da olağanüstü süper zeka vardır. Sonra Mustafa yapacağı iĢi söylemez. Çok da kincidir. Yani iyilik olsun kötülük olsun bir yapana iki yapar. Bir gelene iki giden cinstendir. Babası minnetçi gelse af etmez. Hele iĢin ucunda da biz varız ki, zira biz Divriği‟den bir tertip olarak beraber çıkmıĢız. Daha önce de birbirlerimizi tanıyan çocuklarız. Hepimiz ağzı var dili olmayan çocuklarız. ĠĢte bu nedenle bize vurulan her tokata en az beĢ karĢılık vermeden Mustafa Turhan ÇavuĢ‟u af etmeyecekti. Hele hele kurmay binbaĢı gibi bir subayın hıĢmına uğramıĢ milli olarak ceza evlerine düĢmüĢ bir fırsatı da Mustafa değerlendircektir. NETĠCE Neticeye gelelim. Neticede çavuĢ üç ay hapiste yatıyor ama bu üç ay çavuĢa üç sene kadar koyuyor. Zira tuvalete gidecek, çile çektiriyorlar. Bir ziyaretçisini göstermiyorlar. ÇavuĢ hep itilip kakılmayla kötü itamlarla üç ay gün geçiriyor. Ġkincisi terfiyesi geri alınıyor. Üçüncüsü 1955 parasıyla 300 lira da para cezası uygulanıyordu. Binaenaleyh çavuĢun daha ceza evine düĢtüğünün ertesi günü bölükte 5-6 kiĢinin dıĢındaki diğer askerlerin, onbaĢıların arasında bir bayram havası esiyordu. Hele o Çanakkaleli çocuklar, Erbağlı Arif‟in sevinçlerinden ayakları yerlere değmiyordu. Benim yaptığımı hepsi biliyordu. Zira daha bir gün önce çavuĢun yüzüne karĢı ve onun yanında açıkça söylemiĢtim. Ama hiçbirisi benim öyle bir Ģikayeti yapıp baĢaracağıma inanmamıĢlardı. Mamafih Ģimdi inanmıĢlardı. Zavallı Arif ve Çanakkaleli çocuklar gizli gizli gelip beni tebrik ve taktir ediyorlar. Ellerimi dahi öpmek istiyorlardı. Ama ben de inanıyorum ki, fevkalade bir iĢ yapmıĢ ve gerçekleĢtirmiĢtim. Zavallı ana kuzuları, iki sene boyu evlerinden harçlık bile 127 Ölmeyen Çocuk alamayan fakir ve mazlum ana kuzuları az mı çekmiĢti o lanetin elinden. Allah böylesi kötülerin cezasını versin. Mazlum insanları da o gibi zalimlerin elinden kurtarsın diyerek bu anımı burada bağlıyorum. Turhan ÇavuĢ‟a Allah‟tan önce benim ceza verdiğim de bilinsin. HĠZMET ERLĠĞĠ Karargâh bölüğünde böylesine mücadeleli bir savaĢ vermiĢ, bölüğü temize çıkarmıĢ ve arkadaĢlar arasında sevilip sayılmaya, hatta nöbet tutmaktan mutfak çalıĢmalarından kurtulup, askerler arasında ayrımcılıkları düzeltip rahat bir nefes alacağımız zaman bir de karĢıma doktor yüzbaĢı olan bir subay çıkmasın mı? ĠĢin aksi tarafı, cezaevine giren çavuĢun tarafı olan birkaç asker benim bölükten gitmeme haklı olarak sevineceklerdi. Gerçi bana göre onların sevinmesi mühim değildi. Mühim olanı benim doktor tarafından hizmet erliğine gidebilmem nasıl olacaktı? Bu hizmet erliği: bilindiği üzere o devrede her subay kendine bir askeri alabiliyor ve ev iĢlerinde, vesaire iĢlerde çalıĢtırabiliyordu ve hizmet erliği yapanlar hakkında birkaç dedikodular duymuĢtum. Binaenaleyh bu nedenle düĢünmeye baĢladım. O arada yüzbaĢı doktor konuĢmaya baĢladı: “Niçin düĢündün?” diye sordu. Cevap: „Ne biliyim yüzbaĢım? Ben bu hizmet erliğini sevmiyorum” dedim. Doktor, „Bak kuzum, ben seni sordum Divriğili‟ymiĢsin. Ben o yörenin çocuklarını severim. Ben ise bekâr bir insanım. Burada bir annem ve babam var. Bir de kız kardeĢim var. 2-3 ay Sivas‟ta kaldıktan sonra seninle ben Ankara‟ya gideceğiz. Benim öyle sandığın kadar iĢim de yok. Buna göre eğer istiyorsan gel.“ Cevap: „Ankara‟yı duyunca gönlüm oldu. Zira daha önce Ankara‟ya gitmiĢtim. Ġlk gurbetlik göbeğim Ankara‟ya kesilmiĢti.“ Bu nedenle bu sefer doktora olur cevabını vermiĢtim. YüzbaĢı adını hala sormadım, „Adın ne senin?”, „Benim adım Turhan Soycengiz.“ Cevap: „Benim adım Rıza” oldu. “Rıza sen hazırlan, ben yarın seni alacağım, götüreceğim. Ev ile tanıĢtıracağım.“ O gün için yüzbaĢı gitti. Ben yine de karamsardım. Aklıma Ģunlar geliyordu. Ya yüzbaĢı evlenirse. YüzbaĢının hanımı bana emrederse. Yok Ģunu getir, yok bunu getir derse bana olumsuz sözler söylerse, o zaman ne olacak. Bir baĢka olay ise, yukarıda bahsettiğim gibi karargah bölüğünde sanki bir kahraman olmuĢtum. Zira benim gibi gariban askerler etrafıma toplanır, bana saygı duyar, beni bölükte bir lider durumunda severlerdi. Her daraldıklarında ve bir problemi olduğunda gelir bana danıĢırlar, ben de yardımcı olurdum. Hele hele Erbağlı Arif zavallının biriydi. Ben gidince Turhan ÇavuĢ‟la hemĢehrileri belki de onu rahatsız edeceklerdi. Binaenaleyh ben bu Ģekilde düĢündüğüm gibi, bu çevredeki çocuklar da aynı düĢünceleri benimle paylaĢıyorlardı. Ama ben onlara epeyce moral vermiĢtim. Neticede doktorla birlikte Ankara‟ya gitme tercihim ağır basmıĢtı. Ama yine de 2-3 ay ve akĢam sabah bölükte olacaktım. Benim doktorla anlaĢmam böyle olmuĢtu. Binaenaleyh arkadaĢlarımı bu durum dahi mutlu etmiĢti. Zira Turhan ÇavuĢ‟un tertipleri olan iki tane çavuĢ kalmıĢtı ki, onlar da daha teskerelerini alıp gideceklerdi. 128 Ölmeyen Çocuk Böyle olunca karargâh bölüğüne gelecek olan çavuĢlar yine bizim tertiplerden olacaktı. Artı, bölükte usta erler yine bizim tertipler idi. Dolayısıyla bizim tertipten olup da Turhan ÇavuĢ‟un tarafı olan dört asker de zaten kılıfına çekilmiĢ, sesleri kesilmiĢ kapıkulu kılığına girmiĢlerdi. Bu nedenle, benim taraflarımın artık kaygılanmalarına gerek yoktu. Velhasıl ben doktorun yanına ve hizmet erliğine gitmiĢtim. Hizmet erliğine giderken elbisem A‟dan Z‟ye yenilendi. Yeni aldığım elbiseyi koğuĢumuzun terzisi vardı, ona üzerime göre çıta gibi bir elbise yaptırmıĢtım. Doktorum beni götürdüğü ilk gün babasıyla annesiyle tanıĢtırdı. Eve girdim, Ģu anda doktorun babası Mahmut Soycengiz‟le karĢı karĢıyayız. Mahmut Bey bana „Oğlum” diyecekti. Ben de ona „Baba” diyecektim. ġimdi Mahmut Bey yapacağım iĢler hakkında bir Ģeyler söylüyordu: „Ben her gün bir gazete okuyorum. Sabahleyin gelirken benim gazetemi felan büfeden alır gelirsin. Benim baĢka iĢim olmaz. Annen de kendi iĢleri olursa sana söyler.“ Ġkinci gün Mahmut Bey‟in gazetesini aynen tarif ettiği gibi aldım getirdim. Mahmut Bey, Cumhuriyet Gazetesi okuyordu. Mahmut Bey, gazeteyi aldı beni dıĢarı bırakmadı, „Otur bakalım Ģuraya” dedi, oturdum. Mahmut Bey, „Bak oğlum ben astsubay baĢçavuĢluğundan ayrıldım. Ġki sene de Sivas Sanat Enstitüsü okulunda memurluk yaptım ve emekli oldum. 35 sene askerlikle birlikte emeğim var. Benim Türkiye‟nin doğusundan batısına gezmediğim vilayet kasaba köy kalmadı. Divriği‟yi çok iyi bilirim.“ Mahmut Bey Divriği köylerini ve Divriği‟yi, genellikle yöre halkının yaĢantılarını, geleneklerini bir saat falan anlattı. Mahmut Bey sonunda Ģunu söyledi: „Bak oğlum sana birĢey söyleyeceğim. Yalnız benim söylediklerimi yanlıĢ değerledirmeyesin. Zira sen ne olursan ol bizim için fark etmiyor. Ancak birĢey var ki, sen bizim bir oğlumuz oldun. Bu evde herĢey sana güvenilecektir. Senin bizi, bizim de seni bilmemiz için bazı hususları konuĢmamızda senin de öğrenmen de yarar görüyorum.“ Mahmut Bey devam etti. Ben ise bir an önce söylesin diye merakla Mahmut Bey‟in ağzına bakıyordum. Mahmut Bey Divriği‟nin Ģu kadar köyü var Ģu kadarı Alevi inançlıdır, Ģu kadarı Sünni inançlıdır. ġu kadarı da az birkaç köy diye tarif ettiği „Bunlar da Müslüman değildir, KızılbaĢ‟tır, yalnız KızılbaĢ köyleri Zara ve Ġmraniye yörelerinde çoktur.“ Mahmut Bey konuĢmanın seyrini bu yönlere çekmeseydi iyi olacaktı. Ġçimden eyvah dedim. „Burası da benim için iyi olmayacak galiba” diye içimden heyecanlanmaya baĢladım. Mahmut Bey burasını talihsiz konuĢuyordu. Zira Mahmut Bey‟i gördüğüm kadarıyla 55-60 yaĢlarında vardı. Bense 20 yaĢında, üstelik askerim. Mahmut Bey aynı zamanda Kur‟an okuyordu. Ana caddeye bakan penceresi vardı. O pencerenin önüne oturur Kur‟an okurdu. Kur‟anı devamlı o pencerenin önünde dururdu. Ben ise Kur‟an az okumuĢtum ama dinsel yöntemli 2-3 tane kitabım vardı. Onları vakit buldukça okurdum. Yalnız kitap ve Kur‟an okuyan icraatçı dedeleri çok dinlemiĢtim. Acaba benim pratikten dinleyerek öğrendiklerim Kur‟an‟ı Kerim‟de var mı yok mu diye fazla kendime güvenerek tartıĢmaya giremezdim. Ama iyi biliyordum ki, Mahmut Bey bu konuları bilerek söylemiyor. Zira Kur‟an‟ı Kerim‟i okusa da o bir askerdi. Okuduğu yazı Arapça olduğundan ona 129 Ölmeyen Çocuk sadece Kur‟an harflerini öğretmiĢler. Mahmut Bey‟in dinci hocalar tarafından yönlendirilmiĢ, taraflı bir din eğitimi almıĢ olduğu belliydi. Ben Mahmut Bey‟e konuĢmasının bu kısımları yanlıĢtı desem de kendisini ikna edemeyeceğimi bildiğim için konuyu zamana bırakmak istedim. Dedim ki, „Baba ben 15 gün izine gideceğim. DönüĢümde sana bu konuları iktifa eden kitaplardan getireceğim, hem de konuĢacağız.“ Neyse ki, izine gitme günü geldi. Ben 15 gün izinimi aldım, köye gittim. Köyde iki kitabım vardı. Biri “Hz. Muhammed‟in Hayatı” adlı 47. baskılı Murat Sertoğlu çevirmesi, diğeri de „BektaĢiliğin Ġçyüzü” adlı kitap. Bu iki kitabın yazarı da Sünni kökenli idi. Mahmut Soycengiz baba da Sünni bir aile idi. Bu nedenle bu kitaplara inanacaktı. Benim pratik bildiğime gelince Mahmut Bey‟e aktaracağım bilgilerimin kaynağı. A. Kur‟an‟ı Kerim, B. “Ebu Müslim-i Horasani” adlı yine Murat Sertoğlu‟nun çevirmesi idi. Ebu Müslim ise 750 yıllarında yaĢamıĢ Mervan‟la muhatap olmuĢ, Mervan‟ın saltanatının devri imiĢ. Fakat Hz. Muhammed, Hz. Ali çığrından yola çıkarak Ehl-i Beyt‟in yolunu izlemiĢ, onların intikamını almayı baĢarmıĢ ve de Ebu Müslim Horasani hedefine kavuĢmuĢ, çok müthiĢ bir savaĢçı, devrimci olarak tarihe damgasını basmıĢtı. C. Bu kitaplar hem KızılbaĢlar‟ın hem Aleviler‟in iki ismin birleĢtiğini her iki ünvanda Hz. Ali‟den kaynaklı olduğunu bu kitaplarda vurguluyordu. Ç. Bilakis bu iki ünvanın çatısı altında toplananların esas Ġslam olduklarını, bunları kötüleyen hatta bunlara karĢı savaĢ açanları tarih, Ġslam düĢmanlığı yapmıĢ olarak suçluyordu. Hz. Ali ve diğer dört kiĢi Ehl-i Beyt olarak ismen Kur‟an‟da zikrediliyordu. ĠĢte bu bilgileri Mahmut Baba‟ya anlattım. Mahmut Bey o kitapları da okudu. Sonra beni bir daha yanına oturtmuĢ özür dileyerek gönlümü almıĢ idi. Ardından bana, „Sen bir hocasın” diye de kıyam etmiĢti. Böylece Mahmut Bey‟le teskereyi alana kadar gerçekten baba oğul gibi uyumlu bir buçuk sene günümüz geçmiĢti. Gerçi biz Ankara‟ya gitmiĢtik. Mahmut Baba‟yla hanımı ve kızları Aliye hanım Sivas‟ta kaldılar. Ama Ankara‟ya her ay gelir, bir hafta durur dönerdi. Mahmut Baba Ankara‟ya geldiği zaman da bana selamün aleyküm hoca derdi. O kalkar benim yanımda namaz kılardı. Namazdan sonra da beĢ vakit namaz hakkında ve Kıble hakkında, ayrıca 30 gün oruç hakkında tartıĢırdık. Mahmut Bey bütün söylediklerimi kabul ederdi. Velakin kendisini bir defa beĢ vakit namaza, 30 gün oruca alıĢtırmıĢtı. Vazgeçmeye de asla niyeti yoktu. Binaenaleyh oğlu doktor yüzbaĢı ise, ne namaz kılar, ne oruç tutar, ne de Hac‟ca inanırdı. Bu iĢlerde hiç astarı bezi yoktu. Benimle yüzbaĢım arasında ise zerre kadar bu tür konuĢmalar geçmemiĢ, bilakis beni çok koruyucu olmuĢ idi. Turhan Bey‟in hem insanlığı, hem de doktorluğu son derece iyiydi ve dengi bulunmaz bir insandı. DR. YÜZBAġIYLA EV TUTMAMIZ YüzbaĢım, Sivas‟tan Ankara‟ya gelmeden önce bahçe içi bir ev tutmuĢtu. Ġlk Ankara‟ya geldiğimizde MeĢrutiyet Cad. Hatay Sokak 11 numarada oturduk. Burası bahçe içi, zemin katta bir evdi. Askerî birliğim ise, Genelkurmay binasının arka 130 Ölmeyen Çocuk kısmında idi. Hastane ise Anıtkabir‟in hemen yanında, Anıttepe‟de idi. YüzbaĢım burada hizmet yapardı. Ben ise iki günde bir, bir bavul ilacı Dikimevi‟ndeki (Ģimdiki) Postane binasının yanıbaĢındaki Zafer Eczanesi‟nden, alır hastahaneye götürür bırakır giderdim. Geceleri de birliğimde yatardım. Evde kalmazdım. Sabah kahvaltımı birlikte yapmaz, erkenden eve gelir ve kahvaltımı evde yapardım. YüzbaĢım da sadece bir az piĢmiĢ yumurta, bir de çay içer giderdi. Ben de çarĢıya çıkar gezerdim. Bazen tanıdık akrabalarıma, Tuzluçayır‟da Ablamlar vardı tatil günlerimde oraya giderdim. Hatay Sokak‟ta oturduğumuz süre içerisinde iki önemli, acı anım oldu. Ama sonra bu günler tatlı oldu. GENELKURMAY ASKERĠ KOĞUġUNDA Genelkurmay askerî koğuĢunu idare eden bir binbaĢı, bir yüzbaĢı, bir üst teğmen, bir astsubay, beĢ sırmalı kıdemli baĢçavuĢ vardı. Biz hizmet erleri, bu koğuĢta sadece geceleri yatacağız. Yemek zamanı kıĢlada bulunursak yemeğimizi yiyeceğiz. Her hafta bir defa da içtima olup kontrolden geçeceğiz. Günün diğer zamanlarında subayımızın hizmetinde olacağız. Yani koğuĢumuzda hiçbir vazife yapmayacağız. Verilen talimat ve kuralımız bu iken, baĢçavuĢumuz bir gün bölük çavuĢlarına emir vermiĢ, „Herkes battaniyelerini dıĢarı çıkaracak, genel temizlik yapılacak” demiĢ. Benim ve benim gibi birçok arkadaĢların haberi olmamıĢtı bu durumdan. Cuma günleri sabahleyin içtima olurduk. Ġçtima alanında baĢçavuĢumuz eline kol kalınlığında bir değnek almıĢ hepimizi sıra dayağına çekiyordu. Sıra dayağı atarken çok çirkin bir dayak uygulaması yapıyor; baĢçavuĢ önce bir sorguya çekiyordu, bu sorgu anında tam destekli birer tokat vuruyor ve içtimada bekletiyordu. Tokat iĢkencesi bittikten sonra, bu sefer de iki taraftan birer çavuĢa tutturuyordu, belimizi eğiyor arkadan bir tane deynek vuruyor, bir de tekme atıyordu, sonra da “Haydi gidin” diyordu. Böylece destekli bir tokat, arkadan bir deynek, bir de tekme iĢkencesiyle sıra dayağımız sona eriyordu. Askerlik anılarımın baĢ taraflarında ve acemilik devrelerinde maruz kaldığımız iĢkence, kurtlu papara yeme, sopa iĢkencelerinin uygulandığından bahsetmiĢtim. ġimdi bu anılarımı okuyacak olanlara soruyor ve vicdanlarına havale ediyorum. Bu biçim iĢkencevari, çirkin dayaklar askerin ve de insanın onuruna yakıĢır mı? Acaba bu iĢkenceyi ve dayağı uygulayan herĢeyden önce insan olabilir mi? Nerde kalmıĢ ki; okumuĢ, eğitim görmüĢ subaylar, baĢçavuĢ ve çavuĢlar. Ayrıca bu tür uygulamalara göz yuman, görmezlikten gelen üst düzey subaylar, yüzbaĢılar olmuĢtu. DR. YÜZBAġIM TURHAN BEY ĠĢkencevari sıra dayağını yüzbaĢıma anlatacağım. Binaenaleyh cuma günü öğleden sonra eve gittim. YüzbaĢım genelde saat 4-5 sıralarında eve gelirdi. Bu nedenle öğleden sonra saat 1-2 arası evde yoktu. Ben ise Ģikayetimi yapmak için yüzbaĢımın geleceği saati bekleyemedim, ancak bir yazı yazdım, keyfiyeti anlattım. Pazartesi de eve gelemeyeceğimi yazdım, tekrar bölüğe geldim. Nöbetçi çavuĢuna 131 Ölmeyen Çocuk cumartesi pazar koğuĢta bulunamayacağımı haber verdim. Cumartesi pazar günümü geçirmek üzere Tuzluçayır‟da Ablamın yanına gittim. Ġki günüm Ablamın yanında geçtikten sonra pazartesi günü tekrar sabahleyin bölüğüme geldim. Saat 89 sıralarıydı. Bir de baktım Dr. YüzbaĢım gelmiĢ, beni buldu ve beni yanına aldı. O arada bölükteki bir çavuĢtan bölük amirini sordu. ÇavuĢ, YüzbaĢıyla birlikte bizi bölük amirine götürdü. Bölük amirimiz, bir yüzbaĢı bir de üstteğmendi. Bereket, ikisi de yerlerindelerdi. Üstteğmenimizin ismini anımsamıyorum ama çok değerli, hep askeri koruyan bir subaydı. Dr. YüzbaĢım doğrusu açtı ağzını yumdu gözünü. Doktorun ağırlıklı sözleri Ģunlardı: „Sayın yüzbaĢı, sayın üstteğmen Ģunu unutmayın ki, bu askerler de en az sizin kadar insandır. Bu askerlerin kabahati ne olursa olsun bu Ģekilde insan onuruyla, insanlıkla, hatta askerlik onuruyla bağdaĢmayan dayak atılmaz, iĢkence yapılmaz. Bu askerlere bu tür insanlık dıĢı sopa uygulayan kim olursa olsun doğrudan doğruya mahkemeye verilip cezalandırılmalıdır ve tarafınızdan gerekli cezai iĢlem yapılmalıdır ve netice olarak Ģunu size haber veriyorum: ben askerimi buradan alıp hastanedeki askeri birliğimize götüreceğim. Orada koğuĢ amiriyle konuĢacağım. Üç gün sonra askerimi almak üzere buraya tekrar geleceğim. Sayın yüzbaĢım bu iĢkence dayağı hakkında ben bütün isimleri ve yapılan uygulamayı not aldım. Eğer siz amir olarak iĢkenceci baĢçavuĢ ve yardımcıları hakkında cezai iĢleminizi yapmamıĢsanız bu taktirde ben idareniz hakkında suç duyurusunda bulunacağımı Ģimdiden haber veriyorum.“ Bölük amiri yüzbaĢı, „Sayın doktorum, Ģikayetinizi aldık. Biz de zaten o baĢçavuĢ hakkında tahkikatı yaptık. Kısa bir süre sonra baĢçavuĢu sürgüne sevk edeceğiz, hiç merak etmeyin dedi. Arkasından üstteğmen devreye girdi. Bölük amiri olan yüzbaĢıya döndü, „Sayın yüzbaĢım bu masum ana kuzuları hiçbir suçu günahı olmayan askerlik görevini yapan bu kadar askere çirkince dayak uygulayan bir baĢçavuĢ bozuntusunu sadece bir sürgüne göndermek yetmez. O askere nasıl bir ceza uyguladıysa ben de ona iade edeyim de bir görsün. Dayağın acısı neymiĢ anlasın. O herif kim bilir kaç askerin canını yakmıĢtır. Kim bilir hangi fahiĢenin çoluğu çocuğudur bu herif.“ Bölük amiri yüzbaĢı yanıt verdi: “Üstteğmenim seni biliyorum, bu tür vakaları af etmezsin. Yalnız benim haberim olmasın, ben hiç duymamıĢ olayım.“ Bizim doktor ise durumdan memnun oldu ve inandı. Oldukça da sakinleĢti. “Peki, bir daha görüĢmek üzere, Allahaısmarladık” dedi ve ayrıldı. ÜSTEĞMEN Üstteğmen hiç affeder mi? Üstteğmenimiz zaten mimliydi. BaĢçavuĢu bırakın, üstteğmen binbaĢı dövmüĢ, albayı dövmüĢ, terfiyeler söktürmüĢ halen üstteğmenlikte talim eden bir insan tipiydi. Üstteğmen pazartesi sabahını zor getirmiĢ olacak ki, pazartesi saat 7.30 sıralarıydı. Bir de baktık anons yapıldı, içtima olduk. Bütün askerin gözü önünde iĢkenceci bizim baĢçavuĢu meydana dikti. Üstteğmenin baĢçavuĢa ilk sözü: „Ulan fahiĢe çocuğu senin baban, anan, deden, soyun sopun var mı? Senin çoluğun çocuğun da ve karında var mı? Eğer bu 132 Ölmeyen Çocuk yakınların varsa onlara senin askere uyguladığın iĢkence senin yakınlarına uygulansa onlar dayanabilir mi? Sen dayanabilir misin? BaĢçavuĢa yardım eden çavuĢlar kimdi? Onlar da gelsin bakalım. ġimdi senin attığın dayağı ben de sana atayım, bir deneyelim bakalım nasıl oluyormuĢ. Bakalım tatlı mı, acı mı oluyormuĢ. Bir de sen bu dayağın tadını tat bakalım.“ BaĢçavuĢ, „Ama üstteğmenim asker verdiğim emri yerine getirmemiĢti.“ “Ulan öküz oğlu öküz ben burada Ģey miyim, emrin yerine gelmediyse neden benim haberim olmuyor? Neden bana haber vermeden bu kadar askeri iĢkence dayağından geçiriyorsun? Sen kimden aldın bu emri bakalım? Sen bir iĢkence manyağı mısın? Yoksa asker misin?” derken üstteğmen öyle bir tokat indirdi ki, baĢçavuĢ birkaç saniye sersemledi ve kendini zor toparladı. Yine esas duruĢa geçti. Üstteğmen, „Nasıl tatlı mıydı?” Bir de öbür suratına patlattı. Sonra çavuĢa emretti: „Siz askerleri nasıl tuttunuzsa bu herifi de öyle tutun bakalım” dedi. Tabi ki, çavuĢlar sıkı mı üstteğmene karĢı çıksınlar. BaĢçavuĢun kollarından tuttular, üstteğmen sağ ayağını kaldırdı iki tane tekme salladı. Üstteğmen her vurduğunda soruyor: „Nasıl baĢçavuĢ iyi mi tatlı mı? Sen bu dayağa Ģükret. Eğer seni mahkeme kanalıyla cezalandırsaydık terfiyelerin gidecekti. Hasiplerde yatacaktın. ġimdi topla pılını pırtını evine git. Üç gün sonra gel, sürgün kâğıdını al. Nereye gideceğini kâğıdı alırken öğrenirsin. Hadi git gördüğün gibi yediğin gibi anlat. Bir daha da askere dayak atma fırsatı eline geçmeyecektir. Defol git.“ Biz askere gelince, üstteğmen baĢçavuĢa vurdukça, o acı ve tahammül edilemeyecek kelimeleri sarf ettikçe bizim içimiz serinliyordu. Biraz olsun sakinleĢiyorduk. Bu kahraman üstteğmenimiz bize döndü, „Haydi çocuklar, bundan sonra ben burada olduğum müddetçe kimse size bir tokat dahi vuramayacaktır. Asker hepsi bir ağızla, „Sağoool” coĢkuyula üstteğmeni selamladık. DR. YÜZBAġI TURHAN BEY Gelelim Ģimdi Dr. YüzbaĢıma, gerçekten üç gün sonra doktor sabah erkenden bölüğe geldi, beni buldu, yüzbaĢının ve üstteğmenin odasına gittik. GeliĢen durumları ve baĢçavuĢun durumunu doktora anlattılar. BaĢçavuĢ gitmiĢti. Doktorun Ģikayeti yerine getirilmiĢti. Doktorla malzemeleri aldık, yola çıktık. Hemen caddeye çıkıp otobüse binip hastahaneye gidecektik. Bu arada doktor anlatmaya baĢladı: „Gördün mü Rıza? Bu namussuz insanları Ģikayetimizi o Ģekilde bildirmeseydik belki de hiç aldırmayacaklardı. ġimdi iyi oldu, hiç olmazsa bu sayede orada kalan askerler sopadan kurtulmuĢ oldu. Seni de tebrik ederim. Ġyi ki, bu Ģekilde hareket ettin de bir vesile oldun. BaĢçavuĢ da hakettiği cezayı buldu.“ Bu muhabbetten sonra otobüsümüze binip yola devam ettik. Gülhane Hastahanesinin zemin katında koğuĢ vardı, oradaki asker doktorların erlerinin hepsi orada kalıyorlarmıĢ. Burada bir yatak gösterildi. Artık teskeremi alana kadar orada kalacaktım. Doktor söz konusu koğuĢa beni getirdi. Yerime yerleĢtirdi ve gitti. Hatay Sokak‟ta kaldığımız süre içinde acı ama gerçek olan anımın biri buydu. Hatay Sokak adresi galiba bize uğursuz gelmiĢ 133 Ölmeyen Çocuk olacak ki, bir diğer acı anımda Ģu olmuĢtu. Gerçi bahsedeceğim anım doğrudan kendi hatamdan kaynaklıydı. BAYRAM SÖĞÜTLÜ Bayram Söğütlü, Ablamın beyi, aynı zamanda soydan amcazadeyiz ve de babamın dayısının oğludur. Bayram EniĢte Toprak Mahsulleri Ofisi Genel Müdürlüğünde odacı durumunda bir memurdu. Dolayısıyla ekonomiden fakir bir aileydi. Buna rağmen, Tuzluçayır‟da bir gecekondu evi alabilmiĢti. Bu gecekondu 1 oda, bir salon olduğundan bahis üç çocuk ve karı koca olmakla beĢ kiĢiye çok dar geliyordu. Dar gelen bu eve iki oda daha ilave edecekti. EniĢtem Bayram‟ın bu inĢaatına yardım edebilmem için cuma günü akĢamdan Tuzluçayır‟a eniĢtenin evine gitmiĢtim. EniĢtemde iki gün çalıĢacaktım. Gittiğimden YüzbaĢımın ve bölük komutanımın haberi vardı. Ancak çalıĢacağımdan haberleri yoktu. Cumartesi sabahleyin erkenden inĢaata baĢladık. Ġki Ustamız, ev halkı ve ben varız. Ġlave iki odanın sıvasını vesaire bütün iĢlerini oturulur durumda olana kadar iĢi bitirmemiz gerekiyordu. Ġkinci gün saat ona kadar her iĢ bitmiĢ, sadece sıvası kalmıĢtı. ĠĢte bu safhada talihsiz bir kaza geçirdim, ayağıma çivi girdi. Odanın arka tarafına açılan bir pencere vardı. O pencereden arka tarafa atlarken bir tahtada dikçe çakılı çivinin sivri tarafı yukarı doğru dikilmiĢ, pencereden atlamamla sağ ayağımın çivinin üzerine basmasıyla topuk kısmın altından girmiĢ, üst kısmı topuk üstünden çıkmıĢtı. YaklaĢık 8‟lik çivi tamamen batmıĢ yukarıdan çıkmıĢtı. Bereket çivi paslı değildi. Eğer çivi paslı olsaydı iĢim daha da çok kötüye giderdi. Çivinin yerini Ablam ağaç kaĢığının sapını ısıtmıĢ ve yakarcasına dağlamıĢtı, kanı durdurmuĢtu. Biraz da tentürdiyot sürdü, ayağımı ince bezle sardı ama ayağımla normal yürümeme imkan yoktu, muhakkak topallayacaktım. Bu durumda doktora ve koğuĢ amirine ve her gün gördüğüm bölük çavuĢuna, arkadaĢlarıma ne diyeceğim? Daha da vahim olanı bir doktora veya bir sağlıkçıya gitmesem ayağım geç iyileĢecek veya baĢka bir yaraya çevirecek endiĢeleri beni sarmıĢtı. Binaenaleyh sabahleyin erkenden doktorun yanına gtimek zorundaydım. EniĢtenin inĢaatının kaba kısmını yaptık. Sıvamak için harç da hazırdı. Bu sırada ustalar sıvaya baĢlayacaklardı. Ben de bir tarafta ayağımın acısını çekerek kıvrım kıvrım kıvranırken bir baĢka olay daha oldu. EniĢtenin bir komĢusu vardı. Bu komĢusuyla EniĢtem arasında biraz mesafe vardı. Bu aralarındaki yerin daralmaması için aralarında bir münakaĢa olmuĢtu. Bu yüzden, bu komĢu eniĢtenin evini büyütüp iki oda daha ilave etmesinden istifade ederek Ģikayet etmiĢ. Bir de baktık, iki ekip arabası geldi dayandı. Ekip Ģefi, „Kim buranın sahibi” dedi. EniĢtem Bayram koĢtu, Ģefe; „Benim beyefendi” dedi. Öbür taraftan yıkım iĢçileri kazmaları duvarlara dayadı, emir bekliyorlardı. ġef soruyor, „Bu yer tapulu mu? ĠnĢaatı büyütme ruhsatın var mı? Hangi cesaretle devletin hazine arazisine bu kadar inĢaatı yapıyorsun? Evin yıkılacak.“ Yine bu arada iki sürpriz müdahale olayı meydana geldi. Birisi çok enterasan bir durumdu. BektaĢi vari bir Dayımız vardı. Ali Dayımız, lakabına Cin Ali derlerdi. Bu mübarek adam tam 134 Ölmeyen Çocuk inĢaata baĢladığımız bir sırada çıktı geldi. Tabi ki, Ali Dayımız misafirdi, Ġstanbul‟dan gelmiĢti. Bu mübarek zat rakı içerdi. Pazar günü, ikinci gün biz çalıĢmaya baĢladık, bu Dayımız da kalktı Ablamı çağırdı (Ablamın adı Arzu‟dur), „Arzu, yeğenim” diye seslenmiĢti. Arzu Ablam da ben de Ali Dayımızı çok severdik. Ali Dayımız Ablamın öz dayısı, benim de üvey Dayım olmasına rağmen Ali Dayım beni daha çok severdi. Zira Arzu Ablamla annemiz ayrıydı. Ama bizim aramızda öz muamelesi vardı. Arzu Ablam ise komĢularının inĢaatı Ģikayet edeceklerini duymuĢtu. Bu olayı da Ablam Dayımıza haber vermiĢti. ĠĢte bu nedenle Dayım, Arzu Ablamı çağırdı; „Benim için Ģuraya bir masa hazırla, bir de rakı getir yeğenim. Ben burada oturacağım. Senin evini kimse yıkamayacak, hiç merak etme.“ Ablam, Dayımızın bu emrine hiç itiraz etmemiĢti. Derhal maĢayla koydu, eti piĢirdi. Ali Dayım oturdu, rakıyı yudumlamaya devam ediyordu. ĠĢte yıkıcı Ģefi eniĢteyle konuĢurken bir de gözü Ali Dayı‟ya takıldı. ġef: „Bu da kim?” EniĢte, „Bu benim Dayımdır.“ ġef, „Amma da ehli keyifmiĢ haaa!” Ali Dayı arkasını inĢaata dönmüĢ yüzü aksi yöne hiç bakmıyordu. Müdahale de etmiyordu. Sadece Arzu Ablam yanına gitmiĢ yanında usulca konuĢuyordu. O da, „Korkma yeğenim senin evi yıkamazlar. Ben buradayım” diyordu. Ali Dayım bu kelimeyi tekrarlamakla yetiniyordu. Yıkıcı ekibi ise hala kazmaları duvara dayamıĢ Ģeften yıkın emrini bekliyordu. Ama Ģef bir türlü emir vermiyordu ya da veremiyordu. EniĢtem ise Ģu sözü söylemiĢti: „Siz bilirsiniz Ģefim size hiçbir itirazım yoktur. Ġster yıkın istemezseniz yıkmayın. Ama Ģu bir gerçek ki, benim üç çocuğum var. BeĢ kiĢiyiz. Ben odacı durumunda bir memurum. Bir oda beĢ kiĢiye dar geliyordu. Evimin önü de görüldüğü gibi geniĢti. Ġki oda daha büyütmem için bir hayli de borçlandım.“ EniĢte bu savunmayı yaptığı sırada Ģikayeti yapan komĢunun kadını ortaya çıktı. ġikayetini yeniledi. Dedi ki, „Beyefendi bu adam hem kaçak yapı yapıyor, hem de yolu daraltıyor.“ ġef sordu: „Hangi yolu daraltıyor Hanımefendi?” KomĢu hanımı, „Bizim aramızdaki yolu daraltıyor efendim.“ Yıkıcı Ģefi, „Onun için mi Ģikayet ettiniz hanımefendi?” dedi. ġef emir verdi: „ArkadaĢlar çekin kazmaları. Binin arabalara bu ev yıkılmayacaktır” diyerek Ali Dayı‟ya döndü, „Afiyet olsun Babaerenler” dedi. Ġki ekip arabasını çekip gittiler. Dolayısıyla EniĢtemin, Ablamın evi yıkılmayınca bu sefer hepsi birlikte ustalarla birlikte toplandık. Ali Dayımızın elini öptük ve inĢaatın sıva iĢine devam ettiler. Ustalar da lehimize sonuçlanan yıkım olayından büyük bir Ģok geçirdiler. Ama sonunda bir heyecanla iĢe giriĢtiler. Biz bugün gece de olsa bu evi bitireceğiz demiĢler, hızlı bir tempoyla iĢe giriĢmiĢlerdi. Ablam da ustalara çok nefis bir yemek hazırlamıĢtı doğrusu. Ali Dayı‟nın masasına sofrayı donattı. Ustalar ve ev halkı hep birlikte yemeğimizi bir güzel yedik. Ali Dayımız bir de dua etti. Durumlar eskisinden daha iyi ve normal bir havaya girdi. Herkesin yüzü güldü. Olayda yüzü karalayan biri vardı. O da evi Ģikayet eden eniĢtenin komĢusuydu. Böylece akĢama kadar evin sıvası da bitmiĢti. ġimdi dönelim benim olaya. AkĢam saat altıda Tuzluçayır‟dan dolmuĢa bindim. Dikimevi‟ne, Dikimevi‟nden otobüse bindim, doğru askeri Gülhane Hastahanesine. Saat 7‟de yetiĢmiĢtim. Hiç kimseye görünmeden doğruca yatağa girdim ve yattım. Ayağımın acısından hiç de 135 Ölmeyen Çocuk uyuyacağım felan olamazdı. Ama iki gün hızlı çalıĢmanın ve bir de epeyce uzun bir zaman çalıĢmamın hem hamlığı hem de yorgunluğu ayağımın acısını unutturmuĢ olacak ki, buna rağmen nasıl yattıysam, hiç uyanmadan sabah saat 7‟de kalkmıĢtım. Kalktım ya ayağımın durumu akĢamkinden daha da fenaydı. Binaenaleyh doktorun yanına, eve gitmek zorundaydım. Pazartesi hastahaneye bir bavul ilaç götürecektim. Velhasıl ana yola çıkmıĢ otobüse binmiĢtim ve yaya yürüyeceğim yol 300 metre vardı. Buraya yürümek benim için bir meseleydi. Bir taraftan da doktora ayağım için ne söyleyeceğim düĢüncesi vardı. Mamafih doktora doğruyu söylemem gerekiyordu. Zira doktorum çok titiz bir insandı. Aynı zamanda beni koruyan bir subaydı. Ona yalan söylemem belki de aleyhime reaksiyon yaratabilirdi. Bu bakımdan doktoruma doğruyu söylemek en doğru yöntem olacaktı. Bu düĢünceyle otobüs MeĢrutiyet Caddesi‟ne gelmiĢti. Otobüsten inmiĢ, kendimi zorlayarak eve varmıĢtım. ġimdi doktora ayağım hakkında ifade vermem gerekiyordu. Ama nasıl ve ne yöntemle söyleyebilecektim? Örneğin askerliğin hangi kademesinde olursanız olun ifade verirken mutlak esas duruĢa geçip keskin bir selam vermek gerekiyordu. Ama benim doktorum bu resmiyeti aramızdan kaldırmıĢtı. Bu bakımdan normal olarak huzuruna çıkıp ifademi verebilecektim. Nihayet ifade verme noktasına gelmiĢtim. Ġçeri girmiĢ doktorun huzurundaydım. Doktor benim konuĢmamı bekliyordu. “Sayın YüzbaĢım malumunuz cumartesi pazar günü Tuzluçayır‟a Ablamın yanına gtimiĢtim. Ablamlar gecekondu evlerine ilave iki oda yapıyorlardı. Ben de mecburen çalıĢtım yardım ettim. Bu arada ayağıma çok fena halde çivi battı” dedim. Doktor, „Ben seni çalıĢma diye uyarmıĢtım. Gördün mü beklenen baĢına geldi. Tabi ki, ayağına çivi batmasaydı söylemeyecektin değil mi?” Bu soruya cevap yok. Doktor devam ediyordu, „Neyse olan olmuĢ, hadi Ģimdi taksiye atlayalım hastahaneye gidelim.“ Doktorum hemen bir taksi çağırmıĢ, taksiye binmiĢ hastahaneye gitmiĢtik. Doktor her Ģeye rağmen tehlikeyi önlemek için tetanoz iğnesi yapılmasını sağlamıĢ, gereken müdahalenin yapılması için bir askerin refakatinde ilgili polikliniğe göndermiĢti. Böylece yaklaĢık iki saatte ayağımın her türlü tedavisi ve pansumanı bitmiĢti. Daha sonra doktoruma haber verildi. Doktorum hastahanenin üçüncü katındaydı. Ben ise zemin katta olduğum için doktorum aĢağı gelmiĢti. Hemen bir taksi çağırtmıĢ ve bana da para vermiĢti. Taksiyle Dikimevi Zafer Eczanesine gideceğim, ilacı alıp hastahaneye getireceğim. Aynı taksi beni götürüp getirecekti. Ġlacı getirip teslim ettikten sonra Gülhane‟de, koğuĢumda iki gün yatıp istirahat edecektim. Ġki gün sonunda normal yürüyebiliyorsam eve gidecektim. Binaenaleyh azami bir gün geçtikten sonra ikinci gün tekrar pansuman yaptırmıĢtım. Ama iki gün bitmiĢ, üçüncü gün ayağım fevkalade yürüyebilecek duruma gelmiĢti. Böylece üçüncü gün eve otobüsle gidebildim. Doktor da kalkmıĢ çay yapmaya hazırlanırken ben de dıĢarı kapıdan içeri grimiĢtim. Doktor, „Ooo Rıza, iyi oldun geldin demek.“ Cevap: „Sağol doktorum. Sayende biraz iyi oldum.“ Doktor, „Biraz ne demek? iyi değilsen yürüme. Ġlaçları yine taksiyle getir git. Ġyi olana kadar yat, sakın yine sokağa felan çıkıyım deme. Bu dönem yardım etmem haa.“ Evet doktorun tavsiyesine 136 Ölmeyen Çocuk uymuĢ taksiye binip Zafer Eczanesi‟nden ilacı alıp hastahanede doktorun tarif ettiği yere ilaçları teslim etmiĢ, tekrar koğuĢtaki yatağıma kapanmıĢ, tam 24 saat tuvaletin dıĢında yatağımdan kalkmadan yatmıĢ, istirahat etmiĢtim. Kalktığım gün tekrar ilgili doktora gitmiĢ, ayağımı hem kontrol ettirmiĢ hem de pansuman ettirmiĢtim. Ġlgili doktor, „Artık gelmene gerek yok ayağın iyi olmuĢ” diye sözlü raporu vermiĢti. Bu son pansumandan sonra eve gitmemiĢ hastahanede doktoruma gitmiĢtim. Doktorum beni görünce, „Ne oldu Rıza?” diye ivedilikle sormuĢtu. “Ġyiyim YüzbaĢım!” dedim. Doktor, „Ġyiyim demekle olmaz, tekrar doktora gidip göründün mü?” Cevap „Evet, buraya gelmeden gittim. Pansumanımı yaptırdım. Ġlgili doktor iyi olduğumu, daha gelmeme gerek olmadığını” söyledi. Doktor, „Ġyi, aferin, hyadi bakalım Ģimdi otobüsle git ilaçlarımı da getir.“ “Emredersin YüzbaĢım.“ Doktor, „Ne emredersin kuzum? Ben sana demedim mi bana böyle resmi muamele yaptığını bir daha iĢitmeyeyim? Peki veya olur yüzbaĢım veya doktorum kafidir.“ Böylece EniĢtemin inĢaatında çalıĢmamdan dolayı ayağıma batan çivi, evin yıkılmadan kurtulması, tedavimin doktorumun yardımıyla Gülhane Askeri Hastahanesinde yapılması anılarımda noktalanmıĢ olmuĢtu. YĠNE YÜZBAġIMIN BĠR BAġKA ANISI Doktor YüzbaĢı Turhan Bey bir gece sancılanır. Bu esnada Turhan Bey kalkar iki tane aspirini üst üste yutar. Aspirinleri yuttuktan yarım saat sonra doktor, „Vay yandım, vay öldüm” diyerek kıvranmaya baĢlar. Doktor zehirlenmiĢtir. Hemen aklına yoğurt gelir. Doktor Bey kalkar mutfakta tel dolabımız vardı. Bir kâse yoğurt almıĢ, tel dolabına koymuĢtum. Bu yoğurdu bulur, bir kâse yoğurdun hepsini yer. Doktor bu sefer de bütün içindekini dıĢarı döker. Sabaha kadar öğüre öğüre ciğerleri dıĢarı gelircesine mahvf olur. Sabahleyin geldim kapıyı açtım ki, Doktor Bey‟in iniltisi geliyor. Hemen gittim baktım ki, Doktor fena halde yatıyor. Doktor‟un bekâr olduğunu baĢında yazmıĢtım. Ben de olmayınca Doktor evde yalnız yatıyor. Ankara‟ya geleli o sıralarda daha dört ay olmuĢtu ama telefon felan da alamamıĢtı. Yani Doktor, kendisine hastahaneye bir telefon açıp doktor çağırabilirdi, ambulans çağırabilirdi. Bunların hiçbirisini yapmamıĢ veya yapamamıĢ. Evimiz bahçe içerisinde sağlıklı bir yerde olmadığından müstakil bir evdi. Yanlarında Doktor‟un sesini duyabilecek yakın komĢu felan da yoktu. Önümüzde çok katlı bir bina vardı ama aramızda en az 30-40 metre mesafe vardı. Bu arada Doktor‟a sordum: „ġimdi ne yapacağız?” Doktor, “Rıza, zaten yoğurt beni kurtardı kuzum. Yalnız sen bizim Fikri Bey‟in evine telefon et, durumu anlat. Buraya gelsin. Ben de, hemen önümüzdeki binanın altında çok muhterem bir ressam atölye açmıĢ, orada her zaman bulunur oradan kendisini ara.“ Ona koĢtum hemen. Fikri Bey ise, Sivas‟ın Zara‟dandı. Dolayısıyla Turhan Bey‟in hem hemĢehrisi hem de can ciğer arkadaĢıydı. O da hariciyeciydi. Benim Doktor‟um da dahiliyeciydi. Ama bu iki doktor da her hastalıktan anlarlardı. Sözünü ettiğim ressamı buldum. Dr. Fikri Bey‟in evine telefon açtım. Fikri Bey belki kahvaltısını da yapmadan hemen gelmiĢti. “Ne oldu 137 Ölmeyen Çocuk Turhan‟cığım yahu.“ “Fikri Bey sorma, aspirinden zehirlendim. Bereket versin bizim Rıza yoğurt almıĢtı. Tel dolabında buldum, yoğurt beni kurtardı. Ama sabaha kadar öğüre öğüre her tarafım dıĢarı döküldü. Yani senin anlayacağın çok ezildim. Rıza yoğurt almamıĢ olsaydı garanti beni ölü bulurdunuz” dedi Turhan Bey. Fikri Bey, „Allah Allah, Ģu iĢe bak yahu” diyerek hayret ediyordu. Fikri Bey, “Turhan‟cığım desene ki, hayatını Rıza‟ya borçlusun.“ “Fikri‟ciğim aynen öyle vallahi billahi, ben bundan sonraki yaĢantımı Rıza‟ya borçluyum.“ Ben ise, „O ne demek Doktorum? Ben ne yaptım ki? Sadece bir kâse yoğurt almıĢtım.“ „Bunda ne var demek ki, bir Ģey bir Ģeye sebep olurmuĢ. Öyle deme Rıza biz her zaman evde yemek mi yiyoruz. Sen nasıl düĢündün yoğurt almayı?” Cevap olarak benim aklıma Ģu geldi. Doktorum yoğurdu seviyor belki akĢam eve gelir belki de yemek yer, canı ister sonra senin de hassas olduğunu biliyordum. Aklıma böyle geldi yoğurdu aldım. Tel dolabına koydum.“ Turhan Bey ve Fikri Bey ikisi birden, „Sen bir harikasın Rıza! Herkes bu kadar saygılı olamaz. Herkes bunu düĢünemez.“ Cevap: “Sayın Doktorum Fikri Bey, benim Doktorum keyif için mi Divriğiliyi aradı buldu, tercih etti. Doktorum bana bu tercihini daha ilk günden söylemiĢti. Sonra ayrıca doktorum hayatını bana borçluysa ben de ona borçluyum. Daha on gün önce ayağıma çivi batmıĢtı. Bu benim hatam olmasına rağmen doktorum benim ayağımı tedavi ettirdi. Sonra çok da yardım etti. Ayrıca genelkurmayda bir hadise olmuĢtu. Turhan Bey beni korudu. Oradan da kurtardı.“ Ben bunları anlatınca doktor Fikri Bey de dinliyordu. “Yahu Rıza neler olmuĢ? Turhan Bey bana bunların hiçbirini anlatmadı.“ ġimdi Turhan Bey‟in hastalığını unuttuk aramızda bir muhabbet baĢladı. Belki de Dr. Turhan Bey‟in bu konuĢmalar hoĢuna gitmiĢti ki, o da ezilmiĢliğini unutmuĢ görünüyor. KarĢılıklı konuĢmaya devam ediyordu. Yalnız iĢin bir sürprizi ve bir de enterasan tarafı vardı. ĠĢin ilginç yanı Ģu ki, on gün önce benim baĢıma çivi batma olayını, on gün sonra da doktor Turhan Bey‟in aspirinden zehirlenmesini izledi. Olayın enterasan tarafı ise Doktor Turhan Soycengiz Sivas‟ın içinden doktor Fikri Arıkan Bey ise Sivas‟ın Zara ilçesinden ben ise Sivas‟ın Divriği ilçesindendim. Ama bir de doktorun zehirlenmesi vesilesiyle iki doktor ve bir hizmet erinin arasında öylesine bir samimi hava içerisinde konuĢma ortamının doğmasıydı. Yine iĢin baĢka bir boyutu daha vardı ki doktorlar en az 35 yaĢlarında idi. Fikri Bey evliydi ve bir çocuğu vardı. Turhan Bey ise bekârdı. Ama bu iki doktor ne mutlu ki, o devirde askerî Gülhane Hastahanesinin gözbebekleriydi. ġimdi bana gelelim? Bana gelince okul görmemiĢ, anadan babadan yetim kalmıĢ, okumayı biraz kendiliğinden öğrenmiĢ, sadece okur yazar durumunda, henüz 20 yaĢında bile olmayan bir insandım. ġimdi benim bu iki ünlü doktora laf bulup konuĢmam iĢin en enterasan boyutu oluyordu. Bu nedenle bilakis benim hayatımı bilmemesine karĢılık Dr. Fikri Arıkan Bey benim konuĢmama dikkatlerini çevirip hayretlerini gizleyememiĢ olacak ki, “Turhan‟cığım yahu Rıza ne güzel konuĢuyor, yahu bravo vallahi.“ Benim cevabım: „Sayın Doktorum Fikri Bey beni konuĢturan sayın Doktorum Turhan Bey‟in bana verdiği özgür ve samimi duygular ve insanî düĢünceleri olmuĢtur. ĠĢte bu olaylar bugün üzücü olsa da bu 138 Ölmeyen Çocuk biçim ortamların doğmasına ve bu konuĢmalara vesile olur.“ Fikri Bey, „Bak hele Ģu kaynağa bak, yahu Rıza sen niçin okula gitmedin. Sen eğer okusaydın bizlerden daha da üstün doktor veya bir baĢka insan olurdun. Fikri Bey‟e cevap: „Sayın Doktorum Ģimdi artık bu muhabbetimizi bana göre uzatmayalım. Doktorum üzülür.“ Fikri Bey, “öyle yapalım Rıza. Turhan‟cığım Ģimdi ne yapalım sen söyle.“ Turhan Bey, „Ben zehirlenmeden kurtuldum, sağolsun Rıza. ġimdi sen hastahaneye bugün gelemeyeceğimi söyle. Benim de bugün öğleden sonra gideceğim hastalar vardı. Onlara da Rıza‟yı gönderirim haber verir. Bu kadar benim de yorgunluğum biter. Yine iĢe gelirim Fikri‟ciğim, seni çağırmasam üzülürdün. Onun için seni eve kadar sabah sabah yordum.“ Fikri Bey, „Yorulmak da ne demek? Elbette darılırdım ve de üzülürdüm. Belki de küserdim. Peki beni çağırmayıp kimi çağıracaktın? Ne enterasındır ki, bak bir sürü geliĢmeler olmuĢ. Onları öğrendim, daha da memnun olduğum bir durumda Rıza‟yı öğrendim. Ben de kendisine teĢekkür ediyorum. Sahi bir Ģey daha hatırlatıyım Turhan‟cığım. Rıza bazen de bize uğrasın.“ Turhan Bey, „Tabi uğrasın kendisi burada, ben kim sen kim? Rıza bana bir hizmet eri değil aynı zamanda fevkalade bana yardım eden bir arkadaĢım oldu. Sonra hemĢehrimizdir. Ben kendisini isteyerek ve tercih ederek aldım.“ Doktor Turhan Bey‟in zehirlenme olayı da böylece noktalandı. Ama Doktor Bey ile anılarımız devam edecek. Böyle bir anıyı yazarken öylesine ünlü doktorlarla muhatap olmaktan, uzantılarını hatta okuyanları da kaynak teĢkil edecek olan anıları yazmamanın yanlıĢ olacağını düĢünmüĢtüm. Ama en ince noktalarına kadar yazamayacağımı üzülerek ifade ediyorum. Ben sadece mühim ve önemli olan anılarımı kaleme alabiliyorum. Binaenaleyh kalem yazma ustalığımın olmayıĢından, hepsini aktaramıyorum. Üzülerek itiraf ediyorum. DR. TURHAN SOYCENGĠZ ĠLE BAYRAM KAYA Yıldırım vurmuĢ bir hasta Yıl 1957. Birinci baskımda bu anıma yer vermiĢtim. Bir doktorum vardı. Asker doktoru Turhan Soycengiz, Askerî Gülhane Hastahanesinde. Sabahleyin hasta olan Bayram Kaya ve babası Hüseyin‟le birlikte Tuzluçayır‟dan kalktık, bir taksi tuttuk. Askerî Gülhane Hastahanesine vardık. Hastahaneye vardık ya doktora kavuĢmak bir mucizeydi. Zira hastahaneye giriĢ kapısında 100 metre kuyruk vardı. Ama ben bu kuyruğu beklemeyeceğim. Zira hastamız çok ağır hasta. Hastamızın ayakta duramıyor. Ġki kiĢi iki tarafta koltuğuna destek olursak yavaĢ yavaĢ yürütüyorduk. Yani yüz metreyi ancak 3-4 dakikada götürebilirsin. ġimdi ben bu hastayı giriĢ kapısının önünde oturttum. Dayım yanında bekleye dursun, ben kapının kenarında koridora bakmaya baĢladım. Bu kapının tam karĢısında röntgen odası vardı. Kapıyla röntgen ara yerinden geçen koridordan doktorlar çok geçerlerdi. Yani o giriĢ katta muayene odaları vardı. O koridordan hemen her doktor en geç 30 dakikada bir geçiyorlardı. Saygıdeğer Doktor Turhan 139 Ölmeyen Çocuk Soycengiz‟in de bana bir talimatı vardı: “Rıza bana bir hasta felan getirirsen bu kapıdan bakarsın. Beni gördüğün an Turhan Ağabey diye seslenirsin” diye tenbih etmiĢti. Ben de bu tenbihe göre kapıda bekledim. Bir baktım Doktor Turhan Bey‟in saçsız kafası göründü. Ben hemen “Turhan Bey” diye seslendim. Bu sesleniĢ Turhan Bey‟in tenbihine uymuyordu ama ben orada bekleyen halkın nazarî dikkatine mucip olmamak için samimiyetimi kullanmadım. Velhasıl Turhan Bey sesimi duydu ve bana kavuĢtu. Turhan Bey‟in ilk verdiği karĢılık, “Rıza, acil hasta mı var?” diye sordu. “Evet Doktorum, hem de çok acil” dedim. Turhan Bey halkı araladı. Bayram‟ın elinden tuttu, biz de koltuğuna girdik. Bayram‟ı direk röntgene soktuk. Orada bizi sandalyelere oturttu. Hastayı da röntgene aldı. YaklaĢık bir saat inceledi. Sonra Bayram‟ın elbisesini giydirdik. Doktor teĢhislerini kâğıda yazdı ve döndü. Bana özünde Ģunları söylüyordu: “Rıza bu hasta yatarak iyi olacak hasta değil, gezerek ve konuĢarak, bakımı iyi yapılarak iyi olabilecek hastadır. Bu hususta da bana haftada bir uğrayacaksın. Bilgi getireceksin ve bilgi alacaksın.“ Böylece kendi muayenesini tamamlandı. Tamamlandı ama doktor bununla kalmadı ve dedi ki, “Rıza hastamız genç bir insan, sonra okuyormuĢ. Bunu ikinci yıl da okula girmeye hazır etmelisin. Bu nedenle buraya hastayı getirmiĢken iki doktorun elinden daha geçirelim. Sen Ģimdi gel benimle, sana araba vereceğim. Onunla bu hastayı Fikri Bey‟e, oradan da aĢağı bodrumda fizik doktoru Ahmet Beye götüreceksin. Sen hastahaneyi biliyorsun onun için yanına adam vermeme gerek yoktur” dedi. Ben Dayımla beraber hastayı arabaya koyduk. Fikri Bey‟e götürdük. Fikri Bey inceledi. Turhan Beyin reçetesine ve teĢhisine baktı. Kendi görüĢünü de yazdı. Üçüncüsü olarak fizik doktoru Ahmet Bey‟e asansörle indirdik. Ahmet Bey fizik profösörüydü. O da Turhan Soycengiz Doktor‟un teĢhisini inceledi. Sonra hastaya baktı. ġunları söylüyordu: “Turhan bana iĢ bırakmamıĢ ki. Benim koyacağım teĢhisi Turhan Bey koymuĢ” dedi. Ben de sadece bir kutu ilaç yazabilirim dedi. Binaenaleyh bu anımı yazarken saygıdeğer Dr. Turhan Soycengiz Bey‟i bir kez daha anmıĢ oluyorum. Eğer yaĢıyorsa Allah-u Teala ona sağlıklı ve uzun ömürler versin. Onun gibi bir doktor tekten bulunur. Bayram‟ın muayenesi sabah saat 10‟da baĢlamıĢ saat 12‟de bitmiĢti. Turhan Bey‟in dıĢında o iki doktorun teĢhislerini aldım. Bayram‟la Dayımı aĢağı kapıda bıraktım. Ben tekrar gittim. Muayenelerin bittiğini haber verdim ve bilgi aldım. Dr. Turhan Bey Ģunları söylemiĢti: “Rıza bak oğlum bu hastayı eğer hastahanede iyi ettirmek istiyorsan bu hasta Ankara Hastahanesinin hastasıdır. Orada bu hasta en az beĢ bin liraya belki iyi olur. Ama en az bir altı ayınız kayıp olur. Belki de bu çocuk bu sene okula devam edemeyebilir.“ Doktor Bey‟e bir soru: “Peki Doktorum siz ne diyorsunuz?” Cevap: „Ben Ģunu tavsiye ediyorum: Rıza, eğer benim tavsiyelerime uyar ve uygularsanız üç ayda bu hasta tam manasıyla yürür ve okula da rahatlıkla girer.“ 140 Ölmeyen Çocuk ġimdi beni dinle Rıza. Bu çocukla sen ilgileneceksin. Buna bol bol yaĢ sebze kavun yedireceksin. Hafif etlerden yedireceksin. En az haftanın iki günü bu hastayı gezdireceksin. Eğer iki gün zamanın olmaz ise bir pazar günü, bir de akĢamları en az birer saat yürüteceksin. Haftada bir gün de bana bilgi getireceksin” dedi. Doktor Turhan Soycengiz Bey‟in tavsiyeleri bitmiĢti. „Allahaısmarladık” dedim, oradan ayrıldım. Yine bir sürü de ilaç vermiĢti. Allah selamet versin Doktor Bey‟e. AĢağıya indim. Bayram‟la Dayım‟a bunların hepsini aktardım. Orada neredeyse Dayımın benim elimi öpesi geliyordu. Durmadan dua ediyordu, „Yeğenim sen bu yaĢında bu kadar doktoru, bu kadar insanı nasıl kazanabildin. Bu ne demek oğlum? Bu hastahanelere girmek bizler için bir mucizedir. Bu ne demektir? Öğlene kadar üç tane doktora parasız hasta muayene ettirdin. ġu ilaçları eczacıdan ben evimin yarısını versem eczaneden alamazdım. Yeğenim bu doktor bu kadar ilacı sana nasıl verdi? Vallahi sen mucize bir çocuksun.“ Dayım bir yönden haklıydı. O tarihte ben 23 yaĢındaydım. Dayımın ikinci oğlu benden bir yaĢ büyüktü. Yani 20-23 yaĢında bir çocuk birden çok veya yüksek düzeyde bir insanın dahi sevgisini sempatisini kazandı ise, nerede kalmıĢ ki, üçüncü Ģahısların önüne düĢüp o insanlara yukarıda tarif ettiğim Ģekilde ağır bir hastayı anında muayene ettirip üstelik bir de o günkü ekonomi Ģartlarına göre köyü satsan öyle bir hastayı iyileĢtiremeyeceği hastayı hastahaneye yatırmadan bu doktorların sayesinde hastayı sağlığına kavuĢturabiliyorsa bu olay mucize değil de ne olabilir? Bu anıyı okuyanlar belki de inanmayacaklar ama olmuĢ ve yaĢanmıĢ bir gerçektir. Doğrusunu isterseniz, ben dahi o günlerdeki becerilerime, baĢarılarıma inanamıyorum. Velhasıl o günlerdeki baĢarı sırlarımı anlatmaya kalksam bu anı kitabım üç bin sayfayı bulur. Kalemim kuvvetli olsaydı yazardım, dizilerle roman yaratırdım. Ancak Ģu kadar bir ipucu verebilirim. Alçak gönüllü olup insanlara hizmet etmem öğrenimimin ve kültürel eğitimimin kaynağımın Ehl-i Beyt‟e dayalı olmasıdır. Ona borçluyum her Ģeyi. ġimdi dönelim yine Bayram‟a. Bayram‟ı bir taksiye bindirdik. Tuzluçayır‟a evine getirdik. Ġkinci günü Dayım köye döndü, biz kaldık Ankara‟da. Ben Ablamın evinden çıktım. Bayram‟ın yanına geldim. AkĢam sabah Bayram‟ın herĢeyini ihtiyaçlarını hazırlıyorum. AkĢam iĢten çıkar çıkmaz sanki bir ev hanımı gibi direk eve geliyordum. Bayram‟ın hizmetlerine devam ediyorum. Yani doktorun tavsiyelerini harfiyen uyguluyordum. Yalnız evimiz kötüydü. Bir ev aramaya çıktım. O arada benim yakın köylüm olan, küçükken tanıdığım Fahri Aykaç Tuzluçayır‟da iki odalı bir ev almıĢtı. Bu evi Fahri‟den kiraladım. Burası güzel havalı bir evdi. Bu evde okullar açılana kadar Bayram‟ı iyi ettim. NĠġANLANMA MERASĠMĠ Benim evlilik tercihim a. dede kızı almaktı, b. kendi tercihime göre evlenmekti. Mamafih 1.5 yaĢımdan beri beni büyütmüĢ olan anne dediğim Belgüzar Analığım‟ın tercihi ağır basmıĢtı. Annem Ģöyle söylüyordu: „Bayrögil‟in Ahmet Ağa ve Zöhre‟nin kızı var. Bu kız bana kora koltuğu girer ve bize yarar. Aynı zamanda dayıngilin 141 Ölmeyen Çocuk evidir. Bu kızı sana verirler.“ Bu teklif annemin teklifiydi. Ben ise bu teklif karĢısında annemi kırmadım. Yukarıda bahsettiğim gibi kızın büyük ağabeyi arkadaĢımdı. Sait beni de çok severdi. Ben iĢi ilk defa Sait‟e söyledim. Daha sonra kızın halası rahmetli Emine hanım devreye girdi. Bunlar, kızın gönlünün benden yana olduğunu söylediler. Ben ise kızın görünümünü fiziki yapısını beğenmiĢtim. Zira köyde hepimiz birbirlerimizi iyi tanıdığımız için baĢka hususlarını araĢtırmama da gerek yoktu. O tarihlerde köy kızlarının yüzde 90‟ı okuma bilmiyorlardı. Bu nedenle Zeynep‟in okuması olmadığını bilerek kabul ediyordum. ġimdi bir tahlil edelim. Kızın gönlü var, kızın halası haber getirip götürüyor. Kızın babası ise benim öz Dayım‟la emmi çocukları. Kızın annesine gelince annesi yumuĢak duruyormuĢ. Yani ne veririm ne de vermem gibilerinden sesinin çıkmadığını söylüyorlardı. Bu durum karĢısında benim düğür göndermem gerekiyordu. Binaenaleyh annemle birlikte üvey Dayımı gönderdim. Tabi birader de gitti beraber. Maalesef kesin bir haber çıkmadı. Ne veriyor, ne de vermiyorlar. Köylerde adettir. Kızları verecek olsalar da bir defada vermezler. Yani en az ikiliyecekmiĢsin. Annem Sait Dayı Mahmut Abdullah EniĢte ikinci defa gitmiĢlerdi, yine vermemiĢlerdi. Sonra duydum ki, kızı Hıdırlık‟tan Galogil diye anılan ailenin oğlan istiyormuĢ. Fakat kız onlara gitmiyor ve ret ediyormuĢ. Kızın annesi, babası ise Galogil zengin diye, kızlarını oraya vermek istiyorlarmıĢ. Binaenaleyh benim düğürcülerim bir kere daha gitmiĢti. Yine olmayınca ben de Zeynep‟ten vazgeçtim kısmetimi baĢka yerde aramak üzere. Bana gelen habere göre Cürek‟te Ağar Köyünde benim Ablam ve EniĢtem vardı. Ayrıca biraderin kaynanası Nazife Hanım vardı. Ben kalktım Ağar‟a gittim. Ağar‟dan Nazife Hanım beni Ziniski köyüne götürdü. Ziniski‟de Mehmet Dede diye bir dedenin kızı varmıĢ. Kızın annesi ölmüĢ, analığı varmıĢ, ben bu kızı beğeneceğim. Nazife Hanım iĢleri organize etmiĢti. AkĢam kızı, kızın ebesinin evine getirdiler. Kızla birbirimizi gördük ve konuĢtuk. Kızın görünümü Zeynep‟ten daha da üstündü. Kızı hem Nazife Hanım hem de Ablam Meliha iyi tanıyorlar. Ben kızı beğendim, kız da beni beğendi. Köye geldim düğür göndermeye hazırlanırken Zeynep‟in Ağabeyi Sait geldi Ģunu söyledi. Duyduğuma göre kız beğenmeye gitmiĢsin ama bizim cevabımız „Evet”tir artık. “Sizden umudum kesik. Senin annen baban bana kızlarını vermezler. Onlar zengine vermek istiyorlar.“ Sait, „Doğru ama benim bacım onlara gitmiyor. Sana gönlü var sana geliyor. Ayrıca ben babamla konuĢtum. Sen Divriği‟den Hüsnü Yüksel Bey‟i getirirsen kızı sana verecekler.“ Cevap: „Bak Sait, onların Hüsnü Bey‟i istemelerindeki gaye kızı vermemek anlamındadır. Zira Hüsnü Bey gibi bir insanın böyle köylere kız düğürlüğüne gitmeyeceğini bildikleri için Hüsnü Bey gelmez ise biz de kızı vermeyiz gibi kendilerine kılıf hazırlarlar. Binaenaleyh benim gibi bir yetimin önüne düĢüp Hüsnü Bey gibi bir zatın gelmesi mümkün olmayacağı kanaatindeler. Haklılar ayrıca Hüsnü Bey‟in hiçbir köye kız düğürlüğüne gittiğini duydunuz mu? Bak Sait, ben Hüsnü Yüksel‟i getiririm, sonra senin annen baban da mahcup olurlar. Sen o adamın geldiğinde vereceklerine emin misin Sait?” „Ben eminim Rıza. Sen yeter 142 Ölmeyen Çocuk ki, Hüsnü Beyi getir. Peki Sait, söyle annene babana yarın hazır olsunlar. Ben akĢam giderim Hüsnü Bey de yarın öğlene burada olur. Yani köyde olur.“ HÜSNÜ YÜKSEL Hüsnü Bey‟e akĢam treniyle gittim. Otelde yattım sabahleyin saat 9‟da Hüsnü Bey‟in dükkanına damladım. Hüsnü Bey, „Sabah sabah acil bir iĢin mi vardı?” Cevap: „Evet Hüsnü Bey, Bayram Ağalar‟ın, Ahmet Dayı‟mın kızını bana vermeleri için seni arzu ediyorlar. Ben de zatınızı götürmeye geldim. Hüsnü Bey önce bir güldü ve Ģu sözü konuĢtu. Eğer Ahmet kızı sana benim gitmemle verecekse, ben senin gibi bir dedeoğlu ve bir genç için memnuniyetle gelirim.“ “Sağol Hüsnü Bey. O sizin asaletiniz.“ ġansımızdan trende tehirli değildi. Hüsnü Beyi arabayla istasyona götürdüm ve trene bindik, Pengürt Durağında indik. Sait de katır getirmiĢti. Semerin üzerine de halı koymuĢ. Hüsnü Bey‟i durakta köylüler tarafından kalabalık bir grup karĢılamıĢtı. Hüsnü Bey katıra bindi. Doğrudan Bayram Ağalar‟ın eve gitmiĢti. Ben de bir keçi kestirip yemek yapılması için dolaĢırken bir de baktım beni çağırdılar. Ben de üzerime kahverengi çizgili bir elbise diktirmiĢtim, çıta gibiydim. Dayımlar‟ın büyük odası kite kit doluydu. Ben de bu toplumun içinde Hüsnü Bey‟in karĢısına dikildim. „Buyurun beni çağırmıĢsınız Hüsnü Bey.“ “Yavrum, Ahmet Dayın sana kızını verdi. Yalnız bir Ģartı vardır.“ Ben, „NeymiĢ o Ģartı?” dedim. “Dayından miras almayacağına dair burada ikrar et. Ahmet Dayı‟nın elini öp. Haydi hayırlı uğurlu olsun. Allah mesut etsin” dedi. Ben de Ahmet Dayı‟nın elini öptüm. Cemaatle görüĢtüm, çıkıp gittim. Velhasıl ahım Ģahım bir kız verme töreni oldu. Yenildi, içildi ama nafile. Ahmet Dayı ve Hanımı sadece kızın zoruyla sözde vermiĢ oldular. ĠĢin esasında kızı bana vermemekte tam kararlıydılar. Nitekim oldu da ama Allah‟ın iĢine bir de benim doğru yüreğime bakın ki, iĢ kendilerine hem manevî hem de maddi olarak çoğa mal olmuĢtu. Bekleyelim bakalım ileride kızlarının baĢına ne çorap örecekler. Tabi ki, ben de o gün için sevinmiĢtim. Ben kızı aldım diye hazırlığımı yaptım. Ankara‟ya haraketten bir gün önce evlerine gittim. Zeynep‟le görüĢtüm, gereken her Ģeyi kendisine söylemiĢtim ve Ankara‟ya yolcu oldum. Ankara‟ya vardım. Ankara‟da maragoz çıraklığına girdim. Marangoz çıraklığında 5 ay çalıĢtım. 5 ay sonra yeni fiĢek fabrikasının inĢaat marangoz ustası olarak iĢbaĢı yapmıĢtım. Burada yevmiyem 15 liraydı. Benim için bu para az değildi. Binaenaleyh fiĢek fabrikası inĢaatı bitince o fabrikanın daimi kadrosuna geçecektim. Maalesef orada 6 ay çalıĢtım. Tam 15 Ekim 1957 tarihleriydi. Acilen köye gitmem gerektiği, aksi halde niĢanlımın kaçırılacağının söz konusu olduğu yolunda haber gelmiĢti. Ben de apar topar iĢimi bırakıp gitmiĢtim. Gitmez olsaydım daha iyi olurdu ama geçti artık. 11 ay sonra güz ayı köylülerin hepsi ununu bulgurunu vesair ihtiyaçlarını yapmıĢ içeri koymuĢlar ama bizimkileri hala bulgurlarını öğütmemiĢler. Kızlarının düğün hazırlığı için hiç mi hiçbir iğne boyu hazırlık yapmamıĢlar. Üstelik kız Dumluca Dağında ekin biçmeye gönderilmiĢ. Binaenaleyh biz ağabeyi ile birlikte gece gittik, Zeynep‟i getirdik. “Niye getirdiniz?” diye de ana baba Sait‟le kavga ederler. Bunun üzerine 143 Ölmeyen Çocuk bizimkiler gider düğün için on gün söz keserler. Buna rağmen kızı bu sefer de iki saat ırakta olan Sincan Değirmenine bulgur öğütmeye gönderirler. Ardından karĢı tarafa haber gönderirler. O taraftan üç yardımcı ile dört kiĢi gelir. Değirmen yolunda yolu keserler. Kızın babası, iki ağabeyi, bir de gelinleri Nigar olduğu halde ağabeylerini bir güzel döverler, kızı da zorla alır kaçarlar. Dövülenlerden Sait‟in kolu kırık. Nigar‟ın kolu incinmiĢ, Mehmet‟in kafası yarılmıĢ idi. Oysa ki, kızın ağabeyi Mehmet‟in ve babasının kızın kaçırılacağından haberdar oldukları halde büyük ağabey Sait‟in ve gelin Nigar‟ın, kızın haberlerinin olmayıĢı bunların direnmesi üzerine karĢı taraf da oyuna geldikleri zannıyla hepsini döverler. NĠġANLIM ZEYNEP‟ĠN KAÇIRILMASINDA MUHATAP KĠġĠ MUSTAFA COġKUN, HIDIRLIK KÖYÜNDEN YARDIMCISI CAFER, GALIN KÖYÜNDEN VE ĠSĠMLERĠNĠ UNUTTUĞUM DĠĞER ÜÇ KĠġĠ DAHA VARDIR NiĢanlım Zeynep‟in, kendisinin kaçırılacağından habersiz olduğunu, zorla cebri olarak kaçırıldığını ilerideki sayfalarda ortaya çıkacaktır. Ama ne çare ki, niĢanlım Zeynep‟i caniler hunharca ağabeylerini babasını ve yengesi Nigar‟ı döverek kaçırmıĢlardır. Hadisenin seyri Ģöyledir. Köyümüze 1,5 saat mesafede olan Sincan köyü vardır. Bu köyün iki kilometre yakınında bir su değirmeni vardır. Bu değirmenin sahibi Mustafa Vural‟dır. Kendisi Kürt Musto diye anılırdı. Kürt Musto‟nun Değirmeni denirdi. Bu değirmende hem un hem de bulgur öğütülür. Bu değirmenin bizim köye ıraklığı 15 kilometredir. Yalnız köyümüzden değirmene gidene kadar yollar çok çetindir. Değirmene giden yoldan sadece hayvanlar ve yayalar gidebilir. Aynı zamanda yolun 500 metre kısmı çetin ve 80 derece yörep bir vadiden geçer. Yani hayvanlar o yoldan giderken yükle birlikte devrilirse 50-100 metre yuvarlanır gider. Artık o hayvanın ancak parçalarını bulabilirsin. Hadisenin mağdurları değirmende bulgurlarını öğütürler. Değirmenden geri dönmek üzere hazırlıkları akĢama kalır. Binaenaleyh hadise bilinçli ve organizelidir. Temeli ve baĢmimarı 1. Zeynep‟in annesi Zehra, 2. Babası Ahmet, 3. Ağabeyi Mehmet TaĢkıran. Bu arada devreye girenler karĢı tarafın haberciliğini yüklenenler, yine köyümüzden Fevzi ve karısı Gülizar Erdoğanlar. Ayrıca niĢanlım Zeynep‟in dayısı Ahmet Kılıç ve yine Hıdırlık Köyünden olan Ġsmail CoĢkun. Ġsmail CoĢkun‟un baĢka bir adı Posta‟dır. Posta olarak tanınır. BaĢ hadisenin iki durağı vardır. Bu duraklar aynı zamanda iki adrestir. Hadisenin çıkıĢ noktası BBahçeli Köyü niĢanlım Zeynep‟in evidir. Haber kaynağı Zeynep‟in annesi ve babasıdır. BuluĢma adresi Kürt Musto‟nun Değirmenidir. BuluĢmayı sağlayacak olan değirmenin sahibi Kürt Musto‟nun kendisidir. Hadisenin mağdurlarının Bahçeli Köyünden değirmene haraket gününü ve saatini Zeynep‟in annesi Zehra Hanım‟dan alıp Kürt Musto‟ya ulaĢtıran, karısından alıp götüren Fevzi Erdoğan‟dır. 144 Ölmeyen Çocuk Hadisenin faili olan karĢı muhataplara haberi götüren ikinci bir kiĢi Zeynep‟in Dayısının karısı Melek‟tir. Melek, kızın annesinden haberi alır kocası Ahmet‟e getirir. Ahmet Kılıç da haberi karısından alır, Posta‟ya verir. Posta da alır karĢı tarafa ulaĢtırır. Hadisenin gerçekleĢeceği saat aynı gün yani 1.11.1957 tarihidir. O günün akĢamı saat 6-7 arasında yol kesilip kız kaçırılacaktır. Bu nedenle hadisenin ikinci noktasındaki kiĢi Kürt Musto, hadiseye vesile olan bulgur öğütme iĢini bilerek akĢam saat altıya kadar uzatır. Kürt Musto araya baĢka müĢterilerin iĢini sokarak bizimkilerini oyalar. Hadisenin hazırlanmasından Zeynep‟in babasının ve ağabeyi Mehmet TaĢkıran‟ın haberi olduğu için hadisenin ikinci mimarı olan Kürt Musto‟nun iĢi oyalamasında güçlük çıkarmıyor. Rahatlıkla hadiseyi yönlendirebiliyor. ġimdi bulgur öğütmede bulguru değirmenin önünde kurutup kepekten ayırma iĢi ve çuvallama iĢi bitiyor. Çuvalları hayvanlara yüklettiklerinde saat akĢam yediye gelmek üzeredir. Hadisenin baĢlayacağı mahal tesbit edilmiĢtir. Değirmenden haraket edilir. Köye doğru gelirken yukarıda bahsettiğim çetin yol olan vadiyi yürüyüp bitirince yol yarıyı geçmiĢ oluyor. Yüklü hayvanlarla mağdurlar yolun biraz daha kolay ve düzlük bir yere gelirler. Kızı kaçıracak failler ise, orada beklerler. Failler beĢ kiĢidir (sonra beĢ kiĢiden biri kayıp oldu). Hadiseye muhatap olacak mağdurlar da beĢ kiĢidr. Biri niĢanlım Zeynep, ikisi Ağabey Sait ve Mehmet, biri yengesi Nigar ve babası Ahmet TaĢkıranlar. Mahal yerinde hadise baĢlarken ay ıĢığı doğmuĢ, havanın açık olduğu bir gün hadiseye maruz kalanların üç tanesinin hiçbir Ģeyden haberleri yokken saldırgan caniler birden bire önlerine çıkarlar. Zeynep‟le Nigar birbirine sarılır. Büyük ağabey Sait kavgaya tutuĢur. Sait‟in kolu kırılınca Mehmet de haberli olmasına karĢın istemeyerek kavgaya giriĢir. Çocuklarının dövüldüğünü gören baba da bağırmaya baĢlar. O nedenle babanın kafasına da bir deynek vururlar. Öbür tarafta Zeynep‟i kaçırmak için yenge ve Zeynep birbirine sarılmıĢ kenetlenmiĢ bir vaziyetteler. Bir türlü ayıramıyorlar. Mamafih Nigar‟ın koluna deynek vururlar. Nigar‟ın kolu kırılınca bu sefer Zeynep‟i bırakmak zorunda kalır. Böylece mağdurlar birbirini bırakınca Zeynep‟i alıp kaçarlar. Bu esnada Zeynep‟in ağabeyi Sait kolunun kırık olmasına rağmen faillerden birini yakalamayı baĢarır ve babasını yardıma çağırır. Babanın yardımıyla Cafer ismindeki failin ellerini bağlar. Olayın seyrine baktığın zaman bir de sırtında bulgur çuvalları yüklü katır olan hayvanları vardır. Bu hayvanlar sırtlarındaki yükle birlikte hadise mahalinden 30-40 metre ileride hadise sona erene kadar beklerler. Hadisenin sona ermesi tabi ki, Zeynep‟in kaçırılıp olay yerinden ıraklaĢmasına bağlıdır. Bu anımda doğruyu yansıtmak gerekirse insanı hayrete düĢürecek ve de bir babaya yakıĢmayacak iğrenç bir ifade vardır. Bu da Zeynep‟in olduğu kadar orada dövülme belki de daha kötü hakaretlere maruz kalmaya mahkum olan iki çocuğu yani iki oğlu bir de birlikte bir ev halkı oldukları baba Ahmet‟in amcasınınoğlunun karısı yani baba Ahmet‟in gelini olan kadın var. Böylece kaçırılacak olan kızının dıĢında iki tane evli olan oğlu, bir de gelini olduğu halde kavga Ģiddetlendiği bir sırada baba Ahmet TaĢkıran faillere Ģu çağrıyı yapıyor: 145 Ölmeyen Çocuk “Çocuklarımı ve beni dövmeyin de iĢte kız iĢte siz, alın götürün” diye alenen kızını peĢkeĢ çekmek istiyor. Binaenaleyh ilerideki beyan edeceğim ve dosyadan çıkacak bir imzalı belge baba Ahmet‟in bu çağrı ifadesinin bir kanıtı olacaktır. Bu sayfadaki yazdığım ise sözlü itiraf da bulunan gelin ve Zeynep‟in yengesi olan Nigar Hanım‟ındır. ġu dünyada öyle bir baba düĢünelim ki; bir baba, bir ana kızını sevdiği veya istediği adama vermemek pahasına illa da maddi durumları zengin olan ve de kızlarının istemediği adama vermek için aynı zamanda yüklü hayvanlarıyla gece yollarının kesilip diğer üç çocuğunun da dövülerek kızlarının kaçırılmasına hem aracılık yaparlar hem de o vahĢete boyun eğerler. Nerde kalmıĢ ki, kızlarını vermek istedikleri ve kızlarını cebren kaçıran Ģahıs mağdur durumdan zengin olan Ģahıs değildir. O Ģahsın ailesi zengindir. Ailesi ise baĢta iki kardeĢ olmak üzere 40-50 nüfus bir arada yaĢamaktadırlar. Bu aile ayrıldıklarında en az 6 haneye ayrılması söz konusudur. Böyle bir ailenin zengin olmalarına vesile olan durumun ise iki boyutu vardır. A. hayvancılık, B. eskiye dayanan eĢkiyalıktır. Seyredilen toplum içindeki görüntüleri ise A. barbarlık, B. kız kaçırma. Gözlerine kestirdiklerini döverek, tehdit ederek sindirmektedirler. Daha Türkçesi meĢru yollardan elde edilmiĢ hiçbir kazanımları yoktur. Bir baĢka deyimle o günlerdeki görünümüne göre en çok 15 sene sonra en fakir bir duruma düĢmeleri muhtemel olan bir ailedir. Ama niĢanlım olan Zeynep‟in babası ve annesi bu gerçekleri görmekten yoksundur, düĢündükleri tek Ģey kızımız o gün için zengin bir ailenin içinde olsun da diğer durumları ne olursa olsun, maddiyata olan zaafları bu insanların iyi olan her tarafını kapatmıĢtır. OLAYIN ĠKĠNCĠ AġAMASI NiĢanlım Zeynep kaçırılıyor ve olay yerinden ıraklaĢıyorlar. Ġki kardeĢ, bir gelin, baba ve yakalandıkları o anda ayakta bekleyen yüklü hayvanlarla yola devam ederler. Ġçlerinde büyük ağabey olan Sait kolu kırık Ģekilde koĢarak önceden köye gelir. Hadiseyi köye ve bizlere haber verir. Biz ise annem, birader üçümüz birlikte bu meseleyi konuĢuyor ve tartıĢıyorduk. Düğün günü baĢlamaya sadece üç gün kalmıĢ, aynı gün değirmene gönderiliyor. KomĢularımız tarafından bir haber geldi. Bayramgil Kürt Musto‟nun değirmenine bulgur öğütmeye gitmiĢler ve Zeynep‟i de götürmüĢler. Tabi ki, haklı olarak bende ve benim evimde bir telaĢtır baĢlamıĢtı. O arada yakınımızda olan Ablam ġehriban ve EniĢtem Abdullah‟ta bize gelmiĢ meseleyi enine boyuna tartıĢıyoruz. ġimdi ben anneme soruyorum: „Yahu anne, bizim tarafta her türlü hazırlık yapılmıĢ, davulculara dahi gün verilmiĢ, üç gün sonra ve üçüncü günü akĢamdan davulcular köye gelecekler.“ Malumunuz bizim köy usullerine göre en geç bir hafta önceden gelin kıza gelinlik elbisesi giydirilir. KomĢular evlerine çağırır. O gelin kız birinci derece yakınlarıyla birlikte ağırlanır. A‟dan Z‟ye her Ģey hazırlanmıĢ olur. Nerde kalmıĢ ki, gelin kızın evinde zerrece bir hazırlığın olmadığı gibi daha beĢ gün önce Dumluca Köyünde ekin biçmeye göndermiĢler. Biçtikleri ekin kendilerinin bile değil, bir yakınlarına yardım için ekin biçmeye gönderiyorlar. Yukarıda bahsettiğim gibi biz gidip oradan Zeynep‟i getiriyoruz. Bu sefer de düğün 146 Ölmeyen Çocuk olmasına üç gün kala değirmene gönderiyor. „Baba, anne, siz göreceksiniz. Onlar kızı bana vermeyecekler. Muhakkak bu iĢe bir kötülük hazırlıyorlar.“ Böylece üzülerek bu tartıĢmaları yaparken bomba patladı. Bir de baktık evimize komĢulardan biri girdi ve dedi ki, „Değirmenden gelirken Zeynep‟i kaçırmıĢlar.“ Biz o esnada dıĢarı çıktık. Meğer köylü bizden önce hadiseyi duymuĢ, birçok insanr bizimle birlikte yola döküldü. Yola döküldük ya maalesef „Ne oldu, kim kaçırdı, nasıl oldu?” diye sorarak telaĢlı bir Ģekilde değirmenden gelenleri karĢılıyoruz. Değirmenden gelenler köye girmek üzereyken önlerine çıktık. Kız gitmiĢ sadece ev külfeti yaralı paralı ağlayıp sızlıyorlar. Kızın babası, kardeĢleri ve gelinleri Nigar mağdur bir vaziyette geliyorlar. BENĠM DURUMUM Benim durumuma gelince aklıma gelenler ve düĢündüklerimin hepsi baĢıma gelmiĢ ve gerçekleĢmiĢ oluyordu. Bu durum karĢısında içimi döküp hırsımı gidermek üzere hadiseye kaynaklık yapan anneye babaya ve o evin taraftarlarına kendi düzenledikleri kirli hadiseyi kendine mal etmek üzere köy halkının çevrenin bilgisine sunmaktan baĢka bir çarem kalmamıĢtı. Nitekim bu biçimde niĢanlımın evinde ve orada toplanan köylülerimin içinde layık oldukları hakaret mealindeki konuĢmalarımı yapmıĢtım. Ama maalesef... BU AġAMADAN SONRA NE YAPMAM GEREKĠYORDU ġöyle bir düĢündüm: “Rıza, kendine gel oğlum. Bu kız senin resmi niĢanlın değildi. Alt tarafı bir söz, biraz masraftan ibarettir. Hem de evime gelmeden babasının evinden kaçırılmıĢ benim neyime.“ ĠĢte bu düĢünceleri düĢünüp kendimi teselli etmeye çalıĢırken aklıma Ģu geldi: „O da köyden bir süre için ıraklaĢmaktı. Bu arada kökenden ve ıraktan amcazadelerimden olan biri yanıma geldi, bu zat bir buçuk saat ırağımızda olan GüneĢ Köyüne bağlı Tekke Köyü Mezrasından Veyis Akgün. VEYĠS AKGÜN DEDEYLE Veyis Dede, „Oğlum Rıza, sen benim çok sevdiğim, Adıgüzel Dede‟nin oğlusun. Bu nedenle benim için ha bir oğlum, kızım da sensin. Eğer sözümü dinlersen, sana yardım etmeye geldim. Bak oğlum duydum ki, niĢanlın kaçırılmıĢ veya kaçmıĢ. Bu olayla senin hiçbir alakan ilgin yoktur. Bilakis senin helal ekmeğin varmıĢ. Bu kız senin kapından gitmemiĢ, annesinin babasının kapısından gitmiĢtir. Bak Rızam, aklını baĢına topla, kendini telef etme. Sen aklı baĢında, çalıĢan ve çevrede sayılan, sevilen genç bir delikanlısın. Eğer sözümü dinlersen, kaçan niĢanlın hiç ortaya çıkmadan sen evlenirsin. Bak oğlum evde iki tane kızım var. ġu anda oğlum Cevat da evde, git selamımı söyle. Zaten olaydan Cevat‟ın haberi vardır. Kızların birisini beğenirsin, alır evine getirirsin. Benim bir kızım Adıgüzel Dedenin oğluna ve evine kurban olsun. BaĢka birine hizmet edene kadar gelsin Adıgüzel‟imin evine hizmet etsin.“ 147 Ölmeyen Çocuk CEVAP Rahmetli Veyis Dede, yaklaĢık bir saat okudu izah etti. Veyis Dede‟nin konuĢmaları ve teklifleri o kadar güzel, o kadar hoĢ, o kadar insancıl yaklaĢım ki. Yani daha bundan iyi yardım, bundan iyi insan bulunmaz. Veyis Dede‟nin bu güzel duygularını sonuna kadar sessizce ve sabırla dinledim. “Sağol Amca, sözlerini canla baĢla kabul ediyorum. Ancak Ģu anda ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemiyorum. Divriği‟ye gideceğim, orada birkaç gün köyden ırak kalıp dinleneceğim. Sonra bu senin teklifini değerlendiririm amca.“ GĠTMEZ OLSAYDIM DĠVRĠĞĠ‟YE AkĢam saat 8‟de gittim. Rahmetli bir Hasan Amca vardı. Lakabına Kazık Hasan derlerdi. Seferberlik harbini yaĢamıĢ, çok bilgili, tecrübeli. Kendisi Erzincan‟ın Kemaliye Ġlçesine bağlı Ocak Köylüsü. Orada Hıdır Abdal Sultan vardır. O zatın soyundan olan çok değerli bir zattı. Bu zat Divriği‟de otel çalıĢtırırdı. Onun otelinde yattım. O da bana çok güzel izahatlarda bulunmuĢtu. Otelde sabahı zor ettim. Sabah saat 8‟de kalktım. Divriği‟de erken açılan ve çay yapan sabah kahvesi vardı. Oraya gittim oturdum. Daha çayımı ısmarlamadan bir de baktım benim niĢanımı yapan Hüsnü Yüksel Amca geldi. Hüsnü Amca‟nın manifatura mağazası vardı. Kendisi beli anadan kambur, çok yetik sayılır, sevilir otoriteli bir zattı. Hüsnü Bey aynı zamanda köylülerinin davar, mal vesaire tüccarlığını yapardı. Köylerde kirveleri vardı. Hüsnü Bey, Sünni inançlı olmasına rağmen Alevi dedelerine çok saygısı, sevgisi vardı. Bu muhterem zatın kahveye gelmesindeki maksadı Ģuydu. Aslında Hüsnü Bey evinde kahvaltısını yapmadan evinden çıkmazdı. Bu hususu kendisi anlatırdı. Kahveye girme maksadı sadece yardım severliğindendi. Örneğin geçimini o birkaç çay satmakla sağlayan çaycıların bilhassa fakir olan veya yeni açılan çaycılara dükkanını açmadan gider oraya en az iki çay parası verir sonra dükkanını açardı. Bu husus onda alıĢkanlık haline gelmiĢti. ġimdi konuya dönelim. Hüsnü Bey geldi doğrudan benim oturduğum masaya oturdu. Hüsnü Bey hadiseyi duymuĢtu. Hüsnü Bey‟le çaylarımızı önümüze aldık. Beni teselli ederken bir de baktık, omuzunda eski modelden bir tüccar paltosu olan 1.90 boyunda palabıyık, eli arkasında tespih çekerek bir adam kahveye girdi. Bu gelen bey Divriği‟nin AvĢarcık Köyünden aynı zamanda Hüsnü Bey‟in hem kirvesi hem de koyun tüccarı ortağı olan Kasım Bey‟di. Kasım Bey Hüsnü Bey‟in kirvesi olmasına karĢılık bizim masaya gelmeyip baĢka bir masaya oturmuĢtu. Binaenaleyh o devirlerde ve bilhassa o yörelerde böyle halkın ananelerinden kutsal bir anane olan kirvelik olayına çok değer verirlerdi. Bu nedenle Hüsnü Bey ayrı oturmasına çok fena içerledi ve kendisine sordu: “Kasım Kirve ne için yanımıza gelip oturmadın da gittin ayrı oturdun?.“ Kasım Bey, „Benim canım böyle istedi, böyle oturdum.“ Hüsnü Bey, „Sayın Kasım Bey canın öyle isteğinden değil, senin maksatın baĢkadır. Ben olaya inanmamıĢtım. Demek ki, senin bu kız kaçırma hadisesinde elin vardır. Aynı zamanda taraf tuttuğun belli ki, Rıza benim yanımda olduğu için masamıza 148 Ölmeyen Çocuk gelmedin. Ama ben bunu ve bu tutumunu sana çok görüyorum. Siz ve kızı kaçıran insanlar zengin insanlarsınız. Bu çocuk ise yetim ve fakir bir insandır. Aynı zamanda bunlar dededirler. Sizler ise Alevi‟siniz. Niçin sen böylesi iĢlere alet olup, burnunu sokuyorsun ve taraf tutuyorsun?” Derken, Kasım Bey ayağa kalktı, Sandalyeyi kaptı ve Hüsnü Bey‟e karĢı Ģunları konuĢtu: „Fazla konuĢma Hüsnü Bey, sen de kim oluyorsun? O kız benim aha bu cebimdedir. Ġstersem Ģu anda buraya damlatırım, istemezsem yıllarca ortaya çıkartmam.“ Bu hücuma karĢı bu taraftan Hüsnü Bey de ayağa kalmıĢ, elini arkasına atmıĢ, kesin bir tavır takınarak Kasım Bey‟in konuĢmalarına karĢın Ģu yanıtları vermiĢti: “Kasım Bey, Ģunu bilmiĢ ol ki, sen bu çıkıĢlarında aldanıyorsun. Söylediğin sözler ve bu hücumlarını çok ayıp görüyorum. Demek ki, ben sizleri iyi tanıyamamıĢım. Bundan böyle benim ne kirvemsin ne de ortağımsın. ĠliĢkilerimiz tamamen bitmiĢtir. Sonra sandalye kapıyorsun, bakın burası sizin köyde dağın baĢı değildir. Burası Ģehir yeridir. Buranın polisi, jandarması vardır. Sonra size bir Ģey daha söylüyorum. Siz karĢınızda gördüğünüz insanı çocuk sanmayın. Siz göreceksiniz ki, sizin altınızı üstünüze getirecektir. Aynı zamanda bundan sonra karĢınızda ben de varım.“ Hüsnü Bey bu savunmaları ve bu çıkıĢları benim için yapıyordu. Kasım Bey, bu savunmanın ve benim ismimin zikredilmesinin karĢısında baĢını yukarı kaldırmıĢ, hırçın bir vaziyette kahkaha atmıĢtı. Bu kahkahanın karĢısında artık konuĢma sırası bana gelmiĢti. Sanki Allah tarafından içime bir ilham doğmuĢtu da durmadan iteliyordu beni. “Durma kalk konuĢ, kır Ģu yobazların forsunu” diyordu. Aynı zamanda içimdeki duygu bana muazzam bir kuvvet veriyordu. „Bu gibilerine artık bir ders vermenin zamanı gelmiĢti. Ne duruyorsun?” diyordu. Binaenaleyh Kasım Bey‟in hiç beklemediği ve ummadığı, ona göre karĢısına bir hasım çıkmıĢtı. Velhasılı oradan usulca kalktım. O muhterem zata, Hüsnü Bey‟e önce rica ettim, yalvardım. Hüsnü Bey‟e, „Lütfen siz yorulmayın benim adıma yeterince savunmayı yaptınız. Siz Ģimdi oturun, bundan sonraki cevabı benden alsınlar.“ Hüsnü Bey oturdu, ben Allah‟ın izniyle baĢladım konuĢmaya: “Kasım Bey, kaçırdığınız kız benim sadece bir sözlümdü, vazgeçmiĢtim hattızatında. Onun için Divriği‟ye gelmiĢtim ama Ģimdi sizin bu çıkıĢlarınızın ve tehditlerinizin, hatta tehditten de öte hükümetlik gütmenizin, canilere arka çıkmanızın karĢısında bu fikrimden caydım. O kızın üç tane çocuğu da olsa elinizden alacağım.“ Kasım Bey bir kahkaha gülücük daha attı. “Sayın Hüsnü Bey burada benim adıma birkaç söz söyledi. Evet, Hüsnü Bey doğru söyledi. Hatta az bile söyledi. Benim dünyada hiçbir Ģeyim yok. Tağıteber ġah-ı Velayetim. Sizin ise, malınız, davarınız, madenleriniz, paranız çok. Zaten övünmeniz de bu yüzdendir. Eğer beni öldürürseniz dünyada hiçbir çekirdeğim kalmaz. Ama sizin ise, bütün varlıklarınız ve bu kadar güvendiğiniz köpekleriniz peĢinizden ağlar. Varlıklarınızın da kime kalacağı belli olmaz. Ayrıca gördüm ki, cani köpekleriniz çarĢıda elini kolunu sallayarak geziyorlar. Onlara da iyi sahip olun. ġimdi sözlerime iyi kulak ver ve bir yere yaz. ġu saatten sonra harekete geçiyorum. ġurada bizi seyir eden insanlar Ģahit olsunlar, en geç yarım saat sonra o dolaĢan köpekleriniz kodese girecekler. Öbür cani ve kaçırdığınız kız ise en geç 149 Ölmeyen Çocuk bugün gece saat 12‟de karakolda olacaklar. Eğer gücünüz yetiyorsa gidin, onları gizleyin. Sana da haber veriyorum. Size gelince, köpek gibi ayağıma geleceksiniz. Ama nafile Hüsnü Bey‟in dediği gibi artık sizin gibilere ders vermenin zamanı gelmiĢtir” diyerek Hüsnü Bey‟le birlikte kahveden ayrılmıĢtık. OLAYIN ÜÇÜNCÜ AġAMASI Olayın üçüncü aĢaması aynı zamanda üçüncü günüdür ve Divriği Kaymakamlığından giriĢ ve savcılıkta baĢlıyor. Hadisenin üçüncü günüydü. Zeynep‟in iki Ağabeyi Divriği‟de muayene olup rapor almaya gelmiĢler. Babaları ve birkaç kiĢi de üç gündür Divriği‟de dolaĢıyorlardı. Hadise hakkındaki dosya üç gündür karakolda tutuluyor, savcılığıa gönderilmiyordu. Suçu iĢleyen faillerin üç tanesi ise sokakta açıkta geziyorlardı. Benim yapacağım ilk iĢ kaymakamlığa baĢvurmaktı. Nitekim Zeynep‟in büyük aağabeyinin kolu kırıktı ve ne yapacağını bilmiyordu, sokakta vakit geçiriyordu. Hemen onu yanıma aldım, kaymakamın kapısına gittim. Kaymakamın kapısını açarken kapıda duran bir jandarma eri kapıyı açmaya mani oluyordu. Jandarma haklıydı. Elbette kaymakamdan izin alıp bizi sonra içeri alacaktı. Ama benim gözüm öyle bir kararmıĢ ki, öfkem kabıma sığmıyordu. Jandarma erinin kaymakama gidip izin almasını dahi beklemeye sabrım kalmamıĢ. Nasıl kapıyı itti isem, kapı kırılacak gibi arka duvara çarptı. Kaymakam kalktı, „Ne var?” diye seslendi. Kaymakama cevap, „Çok Ģey var Kaymakam Bey! Görüyorsunuz kolu kırık olarak boğazına asılı bir mağdur vardır. Böyle bir tane kolu boynunda asıl da dıĢarı da bekliyor o da gelinidir. Olay Ģudur sayın Kaymakam Bey: “Sincan değirmeni ile Pengürt köyü arasında değirmenden bulgur öğütmekten gelirken beĢ tane çete önlerine çıkıyor. Cebir ile kız kaçırmak için iki kardeĢi, bir babayı, bir de hanımını dövüyor, yaralıyorlar. Kızı da cerben kaçırıyorlar. Olayın üçüncü günüdür. Mağdurlar hastahanelerde, doktorlarda; iki evin 8-10 insanı üç gündür Divriği‟deler. Dört tane suçlu da sokakta gezmekteler. Buna karĢılık evraklar da üç gündür karakolda bekletilmektedir.“ Olay iĢte budur.“ KAYMAKAM BEY‟ĠN ÇIKIġI Kaymakam hemen telefonu eline alır, karakol komutanına çıkıĢır, „Yahu nasıl karakolsunuz? Pengürt - Sincan yolu arasında kız kaçırma hadisesi olmuĢ. Mağdurun birinin kolu kırık, karĢımdadır. Diğerleri hastahanede imiĢ. Siz ise evrakı karakolda üç gündür tutuyorsunuz. Doğru mu bu?” Kaymakam Bey karĢıdan gelen cevaba karĢılık Ģöyle söylüyordu: „Kuzum bana bak! Sen sulh hakimi misin? Bir karakol bir evrakı 24 saatten fazla tutamaz. Sonra böylesine ağır bir hadiseden benim niçin haberim yok? Bana bak baĢçavuĢ, suçlular sokakta geziyorlarmıĢ. Evrakı eline al derhal suçluları yakala, savcılığa teslim et. Mağdurlar iĢte karĢımdalar, savcıya gönderiyorum. Derhal evrakı ve suçluları getirin, teslim edin.“ Kaymakam iyi bir insandı, bize döndü: „ġimdi siz savcıya gidin, suçlular ve dosya 150 Ölmeyen Çocuk derhal savcılığa geliyor.“ Biz bu sözü kaymakamdan aldık. Hemen savcılığın kapısına gitmiĢtik ki, gerçekten bir de baktık, patır kütür suçlular ve dosyalar 15 dakika içinde getirildiler, savcılığa teslim edildiler. ġu anda durum savcılıkta, kolları asılı olan iki kiĢi ve kızın babası ayrıca benim de Dayım olan kızın üvey amcası Hüseyin savcının huzurundayız. Savcı, daha birĢey sormaya baĢlarken ben savcıya boĢalmaya baĢladım. Oysa ki, benim davada sıfatım yoktu. Oradaki pozisyonum sadece yardım mahiyetindedir. Benim savunmam ise Ģudur: „Sayın Savcı Bey, siz burada necisiniz? Pengürt Köyünde cebreni kız kaçırma hadisesi oldu. Dört tane yaralı var, iki evin halkı üç gündür Divriği‟deler. En ufak bir hadiseye jandarma gidiyor, ama üç gündür cebren kızı kaçırmıĢlar, kız kayıp, dört yaralı ve iki evin halkı periĢandır ama evrak karakolda bekliyor” dedim. Bu sözleri çok hızlı sayarak bitirdim. Savcı Bey beni fena halde tenkit etmeye baĢlamıĢtı ve bunun üzerine benim „Siz kimsiniz, necisiniz?” sorum üzerine savcı beni huzurundan kovdu. Ben ise sayın savcıya „Siz beni kovabilirsiniz ama Ģunu bilin ki, kor düĢtüğü yeri yakar. Bu suçlular himaye ediliyor. ġu anda kendim Ģimdi de aĢağıya ineceğim. Bakanlığa telefon açıp bu Divriği‟ye müffettiĢ getirteceğim. Gördüm ki, bu ülkede adalet durmuĢtur” dedim ve çok hızlı bir Ģekilde merdivenlerden indim. Adliyenin çıkıĢ kapısına varmadan bir jandarma eri geldi ve beni geri çağırdı. Tekrar savcılığa çıktım. Savcı, „Sen kaçırılan kızın neyisin?” Ben, “Savcı Bey, benim kaçan kızın birĢeyi olmam önemli değil ama görünen o ki, mağdurlar iĢte karĢındadır. Suçlular da huzurundadır.“ Bu sözlerden sonra ayakta seyreden benim Dayım savcıya, “Savcı Bey Rıza ġahin kızın niĢanlısıdır” deyince “öyle mi?” diyerek. Savcı, „Peki benden ne istiyorsun?” diye sorar. “Sayın Savcı bana suvari jandarma ve bir baĢçavuĢ ver. AvĢarcık Köyne gideceğiz. Ben de yardım edeceğim kızı ve suçluyu yakalattırıp getireceğim.“ Savcı, „Tamam” der. Size beĢ tane jandarma bir de baĢçavuĢ veriyorum. DıĢarı çıkıp bekleyin.“ Ben ise jandarmaya yardım edeceğim ve bu arada Ģunu demek istiyorum ki, kaymakamın huzurundan ayrılıp suçluların savcılığa teslim olması, jandarmaların hizmetimize verilip yola çıkmamız yarım saat felan sürmüĢtü. Divriği‟den, savcılıktan gönderilen beĢ tane süvari jandarmanın, biri baĢçavuĢ, biri onbaĢı, üç tanesi de jandarma eri idi. Ben ve Zeynep‟in ağabeyi Sait bizim de bir tane atımız vardı. DeğiĢerek ata bindik. Höbek‟e geldik, Höbek‟te 20 dakika kaldık. Oradan bilgi aldım ve devam ettik. AvĢarcık Köyüne bizden önce bir haber gitmiĢ olduğu belliydi. Zira AvĢarcık‟a girerken bir yokuĢ iniyorsun. Köye 50 metre kala o yokuĢu aĢağı inmeye baĢlamadan bir baktık kiminin elinde uzun namlulu silah, kiminin elinde tabancalar göründü. Bu vaziyette köyün giriĢini kesmiĢlerdi. Bu durum karĢısında askerin ne yapması gerekiyordu? OnbaĢı emir verdi: „Silahları patlatın” dedi. Fakat baĢçavuĢ izin vermiyordu. BaĢçavuĢun müdahalesi üzerine onbaĢı birden bire sertleĢti: „BaĢçavuĢum peki biz vurulursak iyi mi? Ya da köye girmeden geri mi döneceğiz? Hadi sen de sitam makineni çek yoksa silahı sana çeviririm. Bana Erzurum‟lu DadaĢ Ali OnbaĢı derler. Çekin bakalım silahlarınızı Ģimdi, 5 silah birden köyün üzerini 151 Ölmeyen Çocuk tarayınca köylüler çekildi, yol açıldı, biz de köye girdik. Orada bir sakallı ihtiyar yakaladım, kızın olduğu evi öğrendim. Hemen asker evin etrafını sardı. Sait, damın baĢına çıktı ve 15 dakika sonra kızla cani yakalandı, ortaya çıktılar. Oradan yürüdük Höbek Köyüne. Saat akĢam 8 olmuĢtu ve BaĢçavuĢ emir verdi, „Burada biraz konaklayalım” dedi. Bu köyde zengin ve sözü dinlenir olan bir Abbas Ağa varmıĢ. Onun evine indik, bir baktım kızı baĢka odalara götürüp kandırmaya baĢladılar. O arada Abbas, karĢı tarafın lehine BaĢçavuĢu araklamaya çalıĢıyor ve jandarmalara emir veriyor. „Bugün burada kalalım, sabah gidelim” diyor. Ben ise olayı Ali OnbaĢı‟ya hemen haber veriyorum, „Eğer burada kalırsak kızı elimizden alacaklar, biz Divriği‟ye boĢ gideceğiz bunu ister misin?” diyorum OnbaĢı‟ya. “Vallahi o baĢçavuĢu vururum” dedi hemen kalktı, „BaĢçavuĢum hadi gidiyoruz” derken, „BaĢçavuĢ OnbaĢı‟ya Ali OnbaĢım, gece vakti güçlük çekeriz. Sabahleyin gideriz” demez mi. Ali OnbaĢı, „Yani biz burada yatacağız. AvĢarcık‟ta yakalayıp getirdiğimiz caniye kızı geri vereceğiz. Al sen kızı geri götür biz de kız kaçmıĢ diye bir rapor tutarız olur biter değil mi?” dedi. “Yok öyle Ģey, hadi derhal yola çıkıyoruz. Ġstersen sen burada kal, biz gideriz” deyince biz oradan saat 9.30‟da yola çıktık. On ikiye on kala Divriği Karakoluna indik. Yani sabahleyin sayın Kasım Bey‟e verdiğim sözü 10 dakika önce yerine getirmiĢ, kızı teslim almıĢtım. ġimdi karakolda kız ifade veriyor ama o arada Kasım Bey‟in yanına bir daha kodoĢ takılmıĢ karakola gelmiĢler. Beni sulha davet ediyorlar. Bu Ģahıs sabahleyin „Kız benim cebimdedir” diyen Ģahıstır. ġimdi gelelim kızın ifadesine. BaĢçavuĢ soruyor, asker yazıyordu. Cani, „Ben kızı gönlüyle götürdüm” diyor. Zeynep ise, hemen yüzüne tükürüyor, „Siz beni direğe iple sardınız, beni iğfal ettiniz. Ben köpeğe giderim size gelmem” diye ifade verir. Bu ifade karĢısında haklı olarak kızı babasına teslim etmek zorundaydılar. Böylece on ikide kızı teslim almıĢ bulunuyoruz. Kasım Bey‟in yanına takılıp gelen Ağabeydin Divriği‟nin Bizevi Köyündendir. Ağabeydin‟e verdiğim cevap, „Siz Kasım‟ın önüne düĢüp birinin namusunu sulh için teklif edene kadar kendi karını veya kızını versen daha iyi olmaz mıydı? Sayın Kasım Efendi, sana gelince hani sabahleyin sözün nerede kaldı? Köpeklerini bağlayıp sahip olamadın galiba. ġimdi sen git evine, kız kaçıran caniye, evindeki kızını veya gelinini ver. Onun bunun kızıyla karısıyla namusuyla uğraĢmayın.“ Bu sözler karĢısında sanırım taĢ olsa erirdi. Ama sayın Kasım Bey taĢtan da sağlam bir nesneymiĢ. ġimdi Zeynep teslim alındı, babasına teslim edildi. ġu anda Zeynep babasıyla birliktedir. Zeynep‟in babasının Divriği‟de Erimoğlu diye bir aileyle onun bir hanı, bir de 20-30 yataklık bir otelleri vardı. Erimoğlu Zeynep‟in babasıyla kirveydi. Onun oteline götürdüm. O gece o otelde yatacağız, sabahleyin de savcılığa gidilecek, savcılıktan da doktora havale edilecek. Bu otelde babası, oğlu Sait, ben ve Zeynep‟le karĢı karĢıyayız. Bu otelde Zeynep‟in ve benim geleceğimi tayin edecek olan tarihi bir konuĢma yapacağız. OTEL KONUġMASI 152 Ölmeyen Çocuk „Bak Zeynep, baban ve ağabeyin yanındadırlar. Ben de karĢındayım. Artık bu aĢamadan sonra doğruyu konuĢmamız gerekir. Ben seninle niĢanlanırken seni zorla almadım. Kendi gönlünle beni istedin. Ben de sana düğür gönderdim. Allah‟ın emriyle, adetiyle, töreniyle istedim ve hatta babanın istediği o değerli insan Hüsnü Yüksel‟i de getirdim. Hatti zatında sana ilk gün yapılan niĢan töreni örnek bir törendi. Bu güne kadar sana yapılan o ahım Ģahım kız alma töreni hiç kimseye yapılmamıĢ, kimseye de nasip olmamıĢtır. ĠĢte baban, iĢte ağabeyin doğrusunu söylesinler.“ Ağabey Sait söz aldı ve konuĢtu: „Evet Bacım, Rıza‟nın yaptığını hiçbirimiz yapamazdık. ġimdi senin Ģurada olman da Rıza‟nın sayesinde. Babam duysun üç gündür Divriği‟deyiz hiçbir iĢ yapamadım ama Rıza devreye girince kaymakamı, savcıyı, jandarmayı hepsini harekete geçirdi. Bizi AvĢarcık‟a götürebilen de Höbek‟ten kaldırıp yine Ģu anda buraya kadar getirebilen de Rıza olmuĢtur.“ Sait‟in sözü bitti. Devam ediyorum konuĢmaya, „Hatta baban da, anan da seni bana vermiyorlardı senin gönlün olmasaydı. Benim de seni kandıracak, cebren alacak durumum yoktu. ġu anda seni bu duruma getiren de iĢte yüzlerine söylüyorum ki, babanla annendir. Açık seçik herkes birbirini bilsin. Senin baban seni beğendiğine değil, seni paraya, zengine vermek ve satmak istedi ama Allah‟ın iĢine bakın ki, „Kızımı zengine vereceğim” diye hem çocuklarını dövdürmüĢ hem de kızının namusunu zay-I pay etmiĢtir. ġimdi sana tekrar soruyorum. Hiç bir tesir altında, korku altında değilsin. Zorla kaçırıldığını ve cerben ırzına tecavüz edildiğini de karakolda ifade ettin. Bu sözleri bu ifadeleri söylemek kolay değildir. Bu ifadelerin hepsi zapta geçti. Bugünkü özgürce vermiĢ olduğun ifadeler ileri de seni kazandıracak ve de ailenizin onurunu düzeltebilecek sözlerdir. Zeynep, bütün bunlara rağmen, hatta bu ifadeleri de vermiĢ olmana rağmen sana tekrar soruyorum? Bakın ben sabahki kahve konuĢmamda onların baĢbuğu olan Kasım Beylerine söylediğim ve verdiğim bir söz vardı. Ben bu sözümü yerine getirdim. Hatta senden alacağım 2-3 cümleden sonra belki de ben burada olmayacağım, belki de senin bir durumun daha mahkemelik olmadan ben evleneceğim sağolsun eĢim dostum. Üç gündür de peĢimdeler bana kız vermek için de can atıyorlar. Bütün bunlar senden alacağım üç cümle söze bağlıdır. KarĢı taraf seni zorla götürmüĢ de olsa, kardeĢlerin dövülmüĢ de olsa, olan olmuĢtur. Mesele olan seninle benim geleceğimizdir. Eğer karĢı tarafı istiyorsan, gönlün varsa Ģu andan itibaren benim anam bacım ol git evlen. Ne beni, ne babanı, hiç kimseyi düĢünme. Benim alt tarafı birkaç kuruĢ masrafım vardır. Onu da ödeseler de ödemeseler de önemli değildir. Ama Ģunu da söylüyorum ki, beni de oynatmaya artık hakkınız yoktur. ġimdi söz sendedir Zeynep.“ Zeynep, „Beni zorla götürdüler. Bana iĢkence yaptılar. Ġple direğe sardılar. Ağzıma silah tuttular, tecavüz ettiler. Beni onlara vermesinler, köpeğe versinler. Beni kabul edersen, ben seninim.“ Bu sözleri Zeynep babasının, ağabeyinin yanında hiçbir tesir altında kalmadan söylüyordu. Zeynep öz ve açık sözlerini söylemiĢti. Benim ise birkaç cümle sözlerim daha vardı: „Bak Zeynep sana yapılanların zorbalık 153 Ölmeyen Çocuk ve cerbi olduğu açıkça ortaya çıkmıĢtır. Ve inandım da… Benim beklediğim cevap da buydu. Benim zorbalığa boynum eğridir. Örneğin seninle evli olsaydık da, bir yere giderken baĢımıza bu tür olaylar gelebilirdi. O takdirde birbirimizi terk edemezdik. ġuna da inanın ki, ben seni alıp kabul edeceğim ancak seni bir iddia meselesi için almıyorum. Buna rağmen karĢıki canileri cezalandırmak için mahkemeyi sonuna kadar sürdüreceğim. Gelecek günlerde senden veya senin aileden bir boĢluk doğarsa, hele hele sen bir daha hataya düĢersen kayıtsız Ģartsız seni terk ederim. Zira ben seni namuslu karım olarak hiçbir Ģey olmamıĢ gibi kabul edeceğim” dedim. Otelde tarihi konuĢmamız böylece noktalanmıĢ oldu. ĠĢ yarınki güne kaldı. OLAYIN DÖRDÜNCÜ AġAMASI Nihayet yarın sabah oldu. O gece biraz olsun mağdurlar ve ben de uyuduk, istirahat ettik. Saat dokuzda savcılıkta olacağız, oradan da doktora havale edileceğiz. Bu arada annesi köyden trenle Divriği‟ye gelmiĢti. Oysa ki, ben ne annesinin, ne de babasının yanımızda olmalarını istemiyordum. Ama bu ana baba el arı düĢman körü hesabıyla yine de kızlarının peĢini bırakmıyorlardı. Bırakmıyorlar ama benim gördüğüm gerçek Ģuydu. Bu ana baba yine de bizim aleyhimize faaliyet göstereceklerdi. Sabah saat dokuz, 10 Ekim 1957: Savcılıktayız. Karakol tutanakları savcılıkta, Höbekte tutulan zabıtların tümü bizden önce savcının önüne gelmiĢti ve savcı da gelmiĢti. Ġlk soruĢturma bizimdi. Ġfadeler tekrarlandı, doktora havale olduk. Saat 11‟de doktordayız. Annesi Zeynep‟in yanındadır. Hastanede bekleme salonunda bekliyoruz. Bir ara ben tuvalete gitmiĢtim geldim ki, Zeynep hemen yanıma yaklaĢtı ve Ģunları söyledi: „Bak sana bir Ģey soracağım.“ „Buyur Zeynep, ben senin ne soracağını biliyorum ama yine de sorunu kendin sor?” dedim. „Bak Rıza, eğer beni almayacaksan veya bir oyun yapacaksan, ben yine karĢıki adamı kabul edeceğim.“ Bu arada Zeynep‟i aldım biraz dıĢarı götürdüm. Zeynep‟e cevap: “Zeynep beni dinler misin? AkĢam otelde ne konuĢtuk? Otelde konuĢtuklarını ne çabuk unuttun? Ve de ne çabuk ifade değiĢtin? Hani karĢıki adamlar sana hakaret etmiĢti? Köpeğe giderim, ona gitmem demiĢtin? Yani ben almasam bile köpeğe gitmeye razıydın, fakat o adama gitmeye razı değildin. Yoksa bu sözleri söyleyen sen değil miydin? O baĢka bir Zeynep miydi? Sonra ben sana Ģunu da söyleyim ki, sen onurlu bir kız isen, dört günden beri ne oldu ne bitti bunları bir düĢünsen eğer, ölünceye kadar bekâr kalsan öylesi insanların lafını bile etmezsin. Örneğin kardeĢlerin ve baban dövülmüĢ, yengen Nigar dövülmüĢ. Gece vaktinde o yüklü hayvanlarla önünüz kesilmiĢ. Dünyaya rezil olmuĢsunuz. Peki bütün bunlardan dolayı benim hiç suçum gühanım var mı? Bir suçum günahım olmadığı gibi dört gündür niçin peĢinizde fırlanıyorum. Mamafih bütün bu kirli iĢlere sürükleyen sebep olan annen oldu. Bunu dost düĢman hepsi biliyor, sen de biliyorsun. Bu kadar aĢamadan sonra Ģu anda iki dakikada annenin büyüleyici sözüne cevap vermiyorsun da gelip bana konuĢtuklarımızın tam aksini söylüyorsun. Bak Zeynep beni anam bir defa 154 Ölmeyen Çocuk doğurmuĢtur. ĠĢte o anadan olmazsa sözümde özümde birdir. Ta ki, sizden bir hata bir kötülük kaypaklık bir suistimal olmadığı müddetçe. Benden zerre kadar kaypaklık, kandırıcılık olmaz. Eğer sen devamlı böyle annenin sözleriyle ve bir baĢkasının doldurmasıyla yaĢayacaksan, kendine güvenin yoksa Ģu anda fazla bir Ģey kayıp etmiĢ değilsin. DüĢündüğün, isteğin ne ise onu yap. Ben bu sözleri bu aĢamadan sonra daha annene muhatap olup söylemem. Zira dört günden beri annene, babana ve çevrene söylemediğim hiçbir Ģey kalmadı. ġu anda doktordasın. Bugünkü doktorluk iĢinle Ģu söylediğin meselenin de bir bağlantısı yoktur. Buralara sürükleyen yine annendir. Ben ise sana yardım ediyorum. Sen ve ben evlenmesek de bu mahkemeniz devam edecektir. Zaten durumun henüz mahkemelik olmamıĢtır. Durumun soruĢturma aĢamasındadır. Önümüzdeki günlerde evinizde bu meseleleri tartıĢmaya konuĢmaya zamanınız vardır. Durum bundan ibarettir.“ OLAYIN DÖRDÜNCÜ AġAMASINA DEVAM EDECEĞĠZ BURADA BAZI ĠSĠMLER VARDIR, DAVUDOĞLU KASIM, D.D.Y. BEKÇĠSĠ HÜSEYĠN VE SINIKÇI MUSA AYDOĞAN Dördüncü aĢamada anımın ilginç sanıklarını önceden tanıtmak istiyorum. Kahvede boy gösterisi yapan Davutoğulları‟ndan sayın Kasım Bey. Ona uĢaklık yapmak isteyen Devlet Demir Yolları bekçiliğini yapan sayın Hüseyin Bey Divriği köylerinde çok geniĢ kitleler arasında isim yapmıĢ olan bir kiĢidir. Diğeri de kırık ve çıkıkları saran sınıkçı Musa diye anılan sayın Musa Bey‟dir. Bu iki beyefendi ünlü tüccar Kasım Bey‟in önüne düĢüp üç tane Ģerefli Ģahsiyet aynı zamanda namuslu sayılan Ģahsiyetler, evime bana „BarıĢın” diye gelmiĢler. Bu anılarımı okuyacak olan değerli okuyucularım okuyor ve izliyorsunuz. “Kız benim Ģu cebimdedir istersem Ģu anda buraya damlatırım, istemezsem senelerce meydana çıkartmam” dememiĢ miydi? Ben o günkü verdiğim cevaplarımı tekrarlayıp baĢınızı ağrıtacak değilim. Esas cevabı biraz sonra okuyacaksınız. Ancak Kasım ve iki arkadaĢlarının gerçek kimliklerini ve kiĢiliklerini ortaya koymadan olayın mağdurları ve benim bu sayfaya kadar köydeki geliĢmeleri kısaca anlatacağım. KASIM DAVUTOĞLU Geçelim evime barıĢ için gelen beylere. Ben Ankara‟dan 2.10.1957‟de köye geldim. Hazırlık için daha önce Ankara‟ya geldikten sonra, akĢam karar değiĢti. Binaenaleyh daha önceden köylüye verdiğim bir vaadim vardı. Köyün çocuklarını okutacaktım. Daha doğrusu köyde Latince Harflerle okuma hayatını baĢlatacaktım. ĠĢte bu iĢi hemen Ankara‟dan geldiğim günlerde hayata geçirmiĢtim. Bir komĢu evinde çocuklarını okutuyordum. Bir gün öğleden sonra saat 13 veya 14 sularında eve misafirlerin geldiği haber verildi. Gelenlerin ikisini annem tanıyor ama Kasım Beyefendiyi tanımıyordu. Hiç sormuyordu kim olduğunu. Ben çocuklara düzen verdim, eve geldim. Geldim gördüm ki, ne göreyim… Sayın Kasım Bey ve uĢakları. Kasım Bey‟in belinde silah vardı. Zira bunu Divriği‟de görmüĢtüm. Bende de vardı 155 Ölmeyen Çocuk silah. Kapıdan girer girmez ben de Ģok oldum, o da Ģok oldu. ġimdi ilk söz sırası bende ve manzara baĢlıyor. Ġlk sorum: „Evet Kasım Bey niçin ve nasıl geldiğinizi öğrenebilir miyim?” Kasım, „Bak Rıza, cahiller bir bok yemiĢler. Sen henüz elini birĢeye sürmemiĢ genç delikanlısın. Sen o kaçırılan kızdan vazgeçersen, sözümü dinlersen, bizim Ġsmail‟in iki tane sülyan gibi kızları vardır. Bunların hangisini beğeniyorsan beğen, getirip evine teslim edeyim. Ayrıca Ģu 10 bin lira uğraĢtığın masrafların için, Ģu 10 bin lira da yeniden düğün masrafların için olsun. Sana 20 bin TL hemen Ģimdi teslim edeyim. Yeter ki, sen „Vazgeçtim” de.“ Kasım Bey‟in sözleri bitti. Ġkinci ve cevab-ı söz sırası bende: „Sayın Kasım Bey, yanlıĢ adres seçmiĢsiniz. Kızın kaçtığından bu yana bir ay dolmak üzeredir. 2-3. gün Divriği‟deydik. Siz de Divriği‟deydiniz. Bu bir kahve konuĢmamızda iki kaymakam, savcı ve karakol arasındaki yaklaĢık 30 dakika içerisinde neler olduğu malum idi. Herhalde benim de sizin gibi muhterem bir zat önüme düĢüp paraları bastırıp yapmadı. Size neler olacağını ve kendi kimliğimi hem Hüsnü Bey hem de ben anlatmıĢtık. Ama zatınız Kerbela‟da Hüseyin‟i Ģehit edip sonra da kelleyi karĢısına alıp gülenler gibi ağzını bir metre yukarı kaldırıp kahkaha attığınızı ne çabuk unuttunuz? KiĢiliğiniz söz sahipliğinizin ömrü bu kadar mıydı? AĢk olsun vallahi. Siz ağızdan çıkan sözlerin ne olduğunu bilir misiniz? Size göre bu sözler baĢka yerden çıkmıĢ olabilir ama bana göre öyle değildir. Anlayabilseydiniz orada 2-3 günün içinde beni ve o sözleri ve baĢarılan iĢleri anlayabilirdiniz. Binaenaleyh sizin bu gün ne demek istediğinizi ve ne yapmak istediğinizi, hem sizin için hem kız için ne söylenecekse ben zaten söylemiĢ ve gerekeni yapmıĢımdır. Bana düĢman gerekmez. Bana aracı da gerekmez. Ama sizler gibi kaba kuvvetle, para gücüyle benim iĢim yoktur. Eğer ben böyle Ģeylere tenezzül etseydim, zaten sizler gibi hükümetlere karĢı o iĢleri baĢaramazdım. Tekrar ediyorum ki, benim arzum sadece kaçan kızın peĢine düĢüp onu almak değildir. Eğer bunu kabul etseydim daha Divriği‟ye inmeden önce amcam Veyis Dede‟nin tertemiz kızı Ģu anda evimdeydi. Benim esas gayem, sizler gibi birkaç yobaza karĢı mücadele edip, dersini vermektir. ġimdi anladın mı? Daha bitmedi söyleyeceklerimin önemli kısmı daha duruyor. Siz birilerinin namusunu birbirlerine peĢkeĢ çekip, satın alıp vermeyi düĢünene kadar kendi kızınızı veya gelininizi verseydiniz ya. Hele Ģu yanınızdakilere gelince, siz Kasım Bey‟e uĢaklık etmek, kadınları peĢkeĢ çekmek istiyorsanız, evinizden birer tane verebilirdiniz. Buraya gelmenize gerek yoktu. Zira burada öyle sizin anladığınız gibi parayla pulla satılık birileri yoktur. Sayın Kasım Bey zatınızda silah olduğunu biliyorum. ĠĢte benim silahım da hazır vaziyette bekliyor. Bana silah çekebilirsiniz. Cevabınızı aldıysanız çabuk siktir olun gidin.“ Sayın Musa (uĢaklardan biri Musa Bey kalktı, sürünerek eĢiğin dibine gitti) „Bana o silahı çekeydin, öldüreydin de bu sözleri iĢitmeyeydim. (boynunu eĢiğin üzerine koydu) Hüseyin-i Kerbela‟yı seversen, Garip Musa‟yı seversen, ne olur Ģu boynuma bir balta vur. Ayağım kırılaydı, ocağım bataydı da bu iĢ için buraya gelmez olsaydım.“ Ta ki, buna da layık olduğu baltayı Ģöyle vurmak gerekiyordu. “Kalk ulan Ģurdan pis kanını buralara dökersen, buraları da pislersin.“ ĠĢte Kasım Bey‟in ve 156 Ölmeyen Çocuk yanına takıp getirdiği uĢaklarıyla beraber geldiği birinci fasıl böylece sonuçlandı. Yalnız Kasım Beyefendi‟yle ileride de tekrar tatlı bir muhabbetimiz olacaktır. Anımın bu kısmına da bir yorum gerekmez mi? Bu anıları okuyan saygıdeğer okurlar, elinizi vicdanınıza koyun, mantığınızla baĢbaĢa gelin. Burada okuduklarınızı ona göre değerlendirin. Ben yetim ve kuruĢu dahi olmayan bir insandım. Üstelik 1957 - 10-11. aylarda 1.500 TL borçlanmıĢtım. Öbür tarafta amcazadenin kızıyla evlenebilirdim. Bir tarafta iki, bu tarafta 20 bin TL Kasım Bey‟den kayıtsız Ģartsız para. Artı beğenebileceğim, niĢanlımı kaçıran adamın bacısıyla evlenecektim. Bu da yine bir tarafta görülüyor ki, zengin olmak benim için bir an meselesiydi. Sadece bir manevî varlığımı, insanlığımı, namus ve Ģerefimi paraya pula ve Ģehvete değiĢmediğimi, tek amacımın bu tür vahĢetlerle savaĢıp mücadele etmek olduğunu sizlerin değer yargısına bırakıyorum. Demek oluyor ki, bu gibi uğraĢılarım özünde insanlık uğruna bir savaĢ vermekti. Ġsterim ki, insanlar bu gibi vahĢetlerden ibret alsınlar. Aradan bir hafta geçmiĢti. Davaya sahip çıkmak, ortalığa yayılmıĢ dedikoduları durdurmak için Zeynep‟le evlenip nikâhımızı kıydırmamız gerekiyordu. Zeynep‟in ağabeyi Sait gelip gidiyordu: „Daha ne zaman evleneceksin? Ben evimde anamın babamın ve diğerlerinin dilinden usandım. O Zeynep‟le evlenmeyecek, o bizi kandırıyor ve oyalıyor. Kızımızın adı çıktı, canı da onunla çıksın ya da alacaksa daha ne duruyor diyorlar” diyordu. Bunların üstüne biz de Zeynep‟le Divriği‟ye gittik. Muamelelerimizi yaptırdık. Nihayet nikamız kıyıldı, geldik evimize evlendik. Evlendiğimizde durum mahkemelik olalı onbeĢ gün olmuĢtu. Tam 2.5 ay daha geçti. Hapse girenler üç ay yattıktan sonra dava Sivas‟a nakloldu. Sivas‟ta Ģahitler dinlecek, avukat tutulacak, dava yeniden güncellik kazanacak. BEġĠNCĠ AġAMA AVUKAT NAZĠF ASLAN AVUKAT TAHSĠN TÜRKAY KarĢı taraf üç bin liraya Nazif Aslan‟ı avukat tutmuĢ. Mahkemenin duruĢmasına bir gün kala Sivas‟a gittik. Sivas‟ta avukat tutmamız Ģarttır. Zira Nazif Aslan çok keskin bir avukat. O günlerde Divriği‟de hem de Sivas‟ta isim yapmıĢ bir avukat. Onun karĢısına ondan daha iyi bir avukat tutmamız gerekiyormuĢ ama nafile. O adam üç bin liraya durmuĢ, ben üç bin lira Ģurda dursun, 300 lirayı bile bulamam. Tavsiye edilen avukat çok iyi ama iyi de para istiyordu. Nihayet bir avukat bulduk, Tahsin Türkay. Kendisi Sivas‟ın Kangal ĠlçesindenmiĢ. O günlerde kendisine Çerkezoğlu diyorlarmıĢ. Tahsin Bey 1.75 boylarında çok yakıĢıklı, Ģık elbise giyen, az konuĢan bir insandı. Bu avukatın bürosuna vardık. Bu avukat „Ben dosyaya bakmadan dava almam” dedi. Biz de „Peki” dedik avukat dosyaya baktı. Bize tayin ettiği saatte tekrar bürosuna gittik. “Paranız var mı?” diye sordu. Ben cevap verdim: „Durumumu tamamen anlattım. Avukat madem öyle, ben sizden para almayacağım. Bu dava uzun sürecek bir davadır. Dava sonuçlanana kadar harcayacağım kadar yani bir çerez parası kadar sizden para istiyorum. Sadece 400 lira.“ Yanıt: “Tahsin Bey, sadece bir yüz lira verebiliriz. Geri kalana bize birkaç ay müsade et” dedim. 157 Ölmeyen Çocuk Tahsin Bey, „Peki” dedi. Ama ben bir sevindim, aklın durur... Zira avukatı gözüm tutmuĢtu. „Bu avukat, bu davayı kazanacak” diye peĢin söyledim. ġimdi gelelim Nazif Bey‟e. Bir gün sonra duruĢmaya girdik. Nazif Bey, bizi tekrar sulha davet etti. Ben ise ret ettim. Nazif „Peki öyleyse ben de bu adamlara 16 aydan fazla ceza verdirirsem kollarımı Ģu bilekten keserim” dedi. Mahkeme salonundan çıktık, köyümüze döndük. Gelelim yine Zeynep‟in babasına. ġimdi bakalım Zeynep‟in babası ve annesi ne gibi fırıldaklar çevirecekler. Bunların kalplerini ikinci kez daha okuyacağız. Zeynep‟in baba tarafı benim de dayımlar oluyorlar. Binaenaleyh Zeynep‟in babası Dayımla emmi çocukları ve birlikte oturuyorlar. Durumları ise köyün ikinci zengin ağaları olmalarından dolayı oldukça iyidir. Birincisi Gazi Kâhya‟dır, ikincisi de bunlar. Zira, kızları kendi evlerinden kaçmıĢ veya kaçırılmıĢtır. Yukarıda bahsettiğim gibi benim ıraktan, yakından bir suçum günahım olmadığı gibi üstelik benim kızlarını kabullenip almam, onlara sahip çıkmam, haysiyet ve Ģereflerini koruma anlamına gelmez mi? ĠĢ böyleyken ve benim de akĢamdan sabaha ekmeğim yok iken yani günlük kazanıp yiyen bir aile durumundayken 1.500-2.000 TL de düğün için borçlandığım halde bunlar peĢimden çekilmiĢ, bizi baĢbaĢa bırakmıĢlardı. KeĢke bununla kalsalardı. Daha kötü ve daha haysiyet kırıcı iĢ yapmaya kalkmasalardı. Ne mi yapmıĢlardı? KarĢı tarafın ara bulucuları geliyor. Kayınpeder olacak Ahmet Ağa‟yı yakalıyor, kendisine para teklif ediyorlar ve diyorlar ki, „Sen Ģahsi davandan vazgeç” diyorlar. Ahmet Ağa artık ne kadar para aldıysa bilmiyorum ama alıyor. Ahmet Ağa yani baba, kızının Ģeref ve namusunu ikinci bir kez daha para karĢılığında satıyor. Kızının davasını da acısıyla tatlısıyla, borcuyla derdiyle bana bırakıyor ve çekiliyor kenara. Bu cümleleri okuyanlar kendilerine ibret örneği alsınlar. BaĢka diyeceğim yoktur. (diyeceğim olacak ama sade bu baĢlıktaki konu için). DEVAM EDĠYORUZ, BEġĠNCĠ AġAMA Aradan bir ay geçti ikinci mahkemeye yine Zeynep‟le birlikte Sivas‟a gittik. Sivas‟a yollanırken, Zeynep‟in babası arkamızdan bizimle beraber Sivas‟a geldi. Sordum niçin bizimle geldiğini. “ĠĢim var” demekle yetindi. ĠĢin iğrenç tarafı ise mahkeme salonunda meydana çıkacak. Ahmet Ağa bizimle birlikte mahkeme salonuna gider, mahkeme salonuna girerken avukat Tahsin Bey karĢımıza çıkar. Bizi görünce Tahsin Bey de hoĢ olmayan bir görünüm arzediyordu. Tahsin Bey, “Rıza bu adam kimdir?” “Zeynep‟in babası Tahsin Bey. Baba mı?”, “Evet”, „Niye getirdin bu herifi?” Cevap: „Vallahi Tahsin Bey ben bilmiyorum. Ancak ben kendisine sordum, „Benim Sivas‟ta iĢim var” dedi peĢimize düĢtü geldi.“ “Rıza bu adam karĢı taraftan para almıĢ, Ģahsi davasından vazgeçmiĢ. Dosyadan imzalı dilekçesi çıktı. Eğer bunu bir daha buralara getirecekseniz, benim gözüm bu adamı bir daha görecekse, ben davanızdan çekilirim.“ „Aman Tahsin Bey, o nasıl söz? Ben ne yapacağım bu adamı? Böyle yaptığını bilseydim yanıma dahi yaklaĢtırır mıydım? Demek ki, bizi bir daha satmıĢ haa.“ Tahsin Bey, „Utan utan! Bir de bıyıkların var, 158 Ölmeyen Çocuk erkeğim diye bıyık bırakmıĢsın. Dua et ki, Ģu çocuk Ģerefinize sahip çıkmıĢ. Senin Ģahsi davandan vazgeçmen, kızının davasını yarı yarıya düĢürmen demektir. Yani suçlular 10 yıl hasiplik yerine beĢ yıl ceza alacaklar. Anladın mı Ģimdi? Defol git, gözüme görünme bir daha. Senden baba olacağına hiç olmasaydı.“ Evet kız babası Ahmet Ağa böyle yapmıĢtı. Bizi bir daha para karĢılığında satmıĢtı. ĠĢte gerçek meydanda demek ki, halk duyarlı olmak zorunda. Halk bu gibi olaylara göz yumarsa, bana dokunmayan yılan bin yaĢasın derse, buna benzer Ahmet‟ler, Mehmet‟ler, Fatma‟lar, AyĢe‟ler çok çıkar. Unutmayalım ki, bütün kötü iĢler birbirinin paralelindedir. Kötülük ve fırsat eĢitliği birdir. Fırsatı bulamayan, meydanı boĢ bulamayan, kötü failli insanlar emellerini gerçekleĢtiremezler. DEVAM EDĠYORUZ Ġkinci duruĢmadan döndük. Döndük ama dertli döndük. Ahmet Baba bizi ikinci kez arkadan vurmuĢtu. Zeynep‟i kandıran ve aracılık yapanlar hala devredeler. Gelip gidip Zeynep‟e yaklaĢıyorlar. Köy de, evimizin hemen yanıbaĢında akar çeĢme var, köylü bütün su ihtiyaçlarını bu çeĢme suyundan karĢılar. Aracılık yapanlardan birisi Zeynep‟in dayısı ve dayısının karısı Melek. Melek‟in evi oldukça çeĢmeye yakındır. Yani kapısına çıkıp baktığında çeĢmenin baĢında kimler varsa görebilir. Böylece Zeynep çeĢmeye gidince Melek Hanım hemen barkaçları alır, su ihtiyacı olmasa da Zeynep‟i görmeye gelir ve bu esnada karĢı taraftan getirdiği sözleri Zeynep‟e aktarır. Ayrıca, aracılık yapan kadınlardan biri de tam bizim kapıyla karĢı karĢıyadır. Bazen de bu komĢu Zeynep‟i bulduğu yerde yakalar. Bunun adı da Gülizar. Binaenaleyh bu hanımlar Zeynep‟e nasıl yaklaĢabiliyor? Bir de bu durumu tahlil etmek lazım değil mi? Öyle ya Zeynep‟in baĢına bu iĢleri getirmeye, bu hallere düĢürmeye sebep olan onlardı. Zeynep‟in bunlardan ders alması gerekirdi. Artık o insanları yanına yaklaĢtırmaması gerekirdi. Aksine yanına yaklaĢan bu hanımlarla ağız ağıza verip bir sırdaĢ gibi konuĢmasının anlamı nedir? Zorla kaçırıldığını, direğe sarılıp hakaret uğradığını itiraf eden yine Zeynep‟in kendisiydi. Peki Ģimdi tekrar o tarafın aracılarıyla konuĢmasına sebep olan nedir? Onu bir daha kendisine soracağız. Zira bu konular evimizde ve ilk günkü otel odasında konuĢulmuĢtu. Üstelik söz konusu aracılarla konuĢmamasını sıkı sıkıya tenbihlemiĢtim. Bu araya baĢka bir anımı sokuyorum sonra devam edeceğim. BĠR ELMALIK BAHÇE YAPACAKTIM Köyümün önünden akıp giden bir su vardı. Suyun adı Tokma Suyu. Bu suyun kenarında babamdan kalma bir ada vardı. Adanın içinde sadece kum olan bir dönüm tarla diye adlandırılan yer vardı. Ama ada geniĢ bir alandı. Büyük, küçük taĢlar ve yılgın ağaçları, çeĢitli verimsiz çalılarla kaplı, sadece iri çakıllardan ibaret altı dönüme yakın bir adaydı. Bu ada bir tarafından demir yolu geçen, bir tarafı da su ile çevrili üç köĢe Ģeklinde bir yerdi. ĠĢte bu yeri ben imar edeceğim. Sonra da bu 159 Ölmeyen Çocuk yere elma fidanı dikeceğim. Yatırım dediğim olay budur. Biraderim, „Buraya emek vermeyelim, zamanımız boĢa geçer” demiĢ, „Bize acil para kazanacak iĢ lazım” bahaneleriyle razı olmamıĢtı. Bana göre ise, buranın imarının yapılması ve elma ağaçlarıyla bahçe olması halinde ileride bize fevkalade bir geçim kaynağı olacak ya da satılabilecek bir yer olacaktı. Biraderin askere gitmesiyle ben bu yerin imarına baĢlamıĢtım. Ġlk iĢim su kenarına bir kanal açıp, kanala iğde çalıları, arkasına da selvi ağacı dikip yeri korumaya almam olacaktı. ġimdi bu kanalı kazmaya baĢladım. Sene 1958, dördüncü ayların sonu. Ben bu iĢi boĢ zamanlarımda yapacağım. Aynı yıl köyde bir ev iĢi aldım. Bu ev bacanağım Hasan Kayaoğlu‟nun evi. Bu evi götürü aldım. Ev yaklaĢık 200 m2 çapında kullanım alanı olan, eski tip, dört çevresi, taĢ duvarı ile çevrili ve içinde sadece bir bölümü vardır. Bu evin dıĢında köyümde ustalık iĢleri vesaire düĢen iĢleri de ben takip edip yapacağım. Doğrusunu söyleyecek olursam komĢuların hepsi de bana iĢ vermeye baĢlamıĢlardı. Zira öbür taraftan ben de onların toplu iĢlerini takip ediyordum. Zira ben her iĢi yapıyordum. Ustalık iĢleri, yonca tırpanlama, ekin biçme, kapı kurma, vesaire ne olursa olsun benim için yapamam yoktu. Bu nedenle artık para sorunumu da halledebiliyordum. Böylece çalıĢmaya devam ederken köylü komĢularımın yanında da itibar kazanmıĢ olduğum halde komĢularımla bu yakınlığım sadece köy içinde geçerliymiĢ ki, 1958 senesinin yaz ayları olunca dağa çıkardık. Yani ekin biçerken yakın tarla komĢularım bana yakın olan kendi tarlalarında yatmazlardı. Bu konuyu araĢtırdım ki, mesele Ģu imiĢ. Zeynep‟i kaçıran taraf bir gün beni dağda yolda öldüreceklermiĢ. Bu nedenle benimle ne yol arkadaĢlığı yapıyorlar, ne de tarlalarda yanımda yakınımda görünüyorlardı. Benim ise elimde kullandığım vasıtalardan bir eĢeğim vardı. O yıl yeni yetiĢen 2.5 yaĢında bir de katırım vardı. Katır henüz yük taĢımaya alıĢmamıĢ olduğundan eĢekle dağdan sap taĢırdım. Peki komĢular benim öldürülmemden ya da en azından ölüm derecesinde dövülmemden komĢulara gelecek zarar nedir? Böyle bir durumu izlemelerinin anlamı ve sebebi nedir? Bana göre iĢte böylesi zihniyetler gerçekten fevkalade bir insanlık sınavıdır. Bu seyrin anlamı ve sebebi Ģudur: Zeynep‟i kaçıran ailenin köyü bizim köye bir saat yakındadır. Aynı zamanda tarlada, merada bir çok konularda sınır komĢularıdır. Köylünün çoğu o köyle alıĢveriĢ yapma durumundadırlar. Bu arada onların düĢmanı durumuna gelmiĢ benimle yakın olacak komĢular yarın da öbür tarafı da görünce utanacaklar. En azından tenkit alacaklardır. Binaenaleyh daha ziyade karĢı tarafın zengin olmalarından kaynaklıdır. Peki dağda, yakınımdaki tarlasında yatmayıp, mahal yerinden 200-500 metre ırağa gitmelerindeki anlam nedir? ġimdi bu komĢularım benim yakınımdaki tarlasında yatarsa, gece beni dövmeye veya öldürmeye gelirlerse, o olaya karıĢmak zorunda kalacaklar. Bu taktirde ya o kavgadan paylarını alacaklar ya da en azından mahkemelerde Ģahitlik yapacaklarından korkarak benim semtimden ırak durmayı tercih etmeleridir. Bana gelince ben her biçtiğim tarlanın içinden hiçbir tarafa ayrılmadan bulunduğum tarlanın içinde yatarım. Benim korunmak için tertibim ise Ģöyledir: 160 Ölmeyen Çocuk yukarıda sözünü ettiğim eĢeğimin ayağına ipin bir ucunu bağlardım. Bir ucunu da kendi ayağıma bağlardım. Bu eĢek 100-200 metre ıraklıktan biri gelecek olsa eĢek hemen zırlar. O anda benim kolumda bir silah vardır, bu silah çift namlulu, domuz mermisi atan bir silahtır. Bu silah 500 metreden adam öldürür. Ayrıca belimde ve ön sağ kasık boĢluğumda devamlı patlamaya hazır olan tabancam vardır ve gece hep bu Ģekilde tertiple yatardım. Binaenaleyh benim en iyi koruyucum iĢte bu eĢekti. Bu eĢek bir jandarmadan, bir polisten daha çok haberci, çok sevdiğim bir dostumdu. Böylece Sivas‟ta devam eden davamızın tam on üçüncü duruĢma günü geldi. Yani olay olalı 16 ay olmuĢ, üç ay Divriği‟de yatmıĢ, suçlular 13 ay da Sivas‟ta geçmiĢti. Sivas‟a gittim, bu arada ekinlerimiz bitmiĢ, köye inmiĢtik. Sivas‟ta duruĢmaya girdik. Bir peltek hakim vardı. Bu adam sözde ağır ceza hakimiydi. Bu hakim dört tane sanığın 16 ay mahkumiyetlikle tahliyesine karar verdi. Avukat Nazif Arslan sözünü yerine getirmiĢti. Davayı kendine göre kazanmıĢ oldu. Bu avukat duruĢma odasının kapısından çıkarken hırçın bir tavırla bir gülücük attı. ġu sözleri sarf etti: „Ben size söylemiĢtim. Ama siz benim sözümü dinlemediniz.“ “Sayın Nazif sözün bitti mi? ġimdi sen de beni dinle! Senin bu sözlerine karĢı sana altı ay gün tanıyorum. Altı ay sonra burada bir daha buluĢacağız. Unutma bu sözleri senden bir daha beklerim Nazif Bey. Bana bak, Ģu belimdekini görüyor musun? Bir daha burada kapıya gelene kadar gözüme görünme. Yolda yolakta, her hangi bir yerde, sakın beni görürsen yolunu değiĢtiresin! Dinime imanıma ve de namusuma seni gözümü kırpmadan vururum! Ona göre biliyorsun, ben her gün Divriği‟deyim.“ Böylece altı ay sonrasına kadar mahkeme noktalandı. Dönelim SUÇLULARIN TAHLĠYE OLMASI Avukatım Tahsin Bey‟e gitmiĢtim. Tahsin Bey, “Rıza suçlular tahliye oldu. Ne diyorsun? Temyiz edecek miyiz?”, “Sayın Tahsin Bey, elbette temyiz edeceğiz. Aslında temyizin bozulmasına ben en çok altı ay zaman verdim. Sayın Nazif Bey‟in hırçın durumlarına karĢın ben mahkeme salonunun kapısında aynen söyledim. En geç altı ay sonra seninle bu kapıda tekrar buluĢacağız dedim.“ Tahsin Bey, „Ġyi söylemiĢsin. Peki Rıza temiz dilekçesini bana mı yoksa baĢka avukata mı yazdıracaksın? Sayın Tahsin Bey, o ne demek? Ben senin yanında dahi durmayacağım. Sen kendin yazar gönderirsin.“ “TeĢekkür ederim. Rıza yalnız 10 liran varsa ver”, „Tabi iĢte 10 lira Tahsin Bey”, “Rıza 45 gün sonra buraya gel. Temyizin sevk tarihini öğren.“ “Tamam Tahsin Bey.“ Sivas‟ta avukattan ayrıldıktan sonra tahliye kararı ve Avukat Nazif‟in hırçın konuĢması beni son derece etkilemiĢ, içim iyice dolmuĢtu. Ġçimi boĢaltacak bir yer ya da birilerini arıyordum. Ġçimden Ģu Ģikayet ifadeler geliyordu: “Hey Allah‟ım, hey kadir Mevlam, hey koca Tanrım. Var mısın, yok musun? Eğer varsan kendini göster. Bu dünya da hep fakirler ezilecek, hep yetimler mi ezilecek? Hep parası çok olanlar mı, hep yumruğu kuvvetli olanlar mı kazanacak? Hep onlar mı yaĢayacak? Eğer senin de varsa bir gücün kuvvetin kendini göster.“ Bu Ģikayetlerimi içimden okuyarak 161 Ölmeyen Çocuk Sivas‟ın Cumhuriyet meydanına aĢağı sallanmıĢım. Ana caddede Mal Pazarı diye bir meydan vardı, oraya kadar yürümüĢüm. Hava güneĢli bir yaz havasıydı. ViĢneler, kirazlar çıkmıĢtı. Orada bir de çeĢme vardı. O çevrelerde kiraz satanlar ve çeĢitli seyyar satıcılar da vardı. Oradan yarım kilo kiraz aldım, çeĢmede su döktüm bir kenara çekildim. Kirazı yemeye baĢladım. Yine içime bir gariplik çöktü. “Hey gidi Rıza, hey gidi kadersiz Rıza. Acaba Cenab-ı Allah‟ın benim gibi birilerinin doğmasına, böyle zalime zulme ihtiyacı mı vardı? Nedir bu insanların arasındaki eĢitsizlik. Anadan doğacaksın 1.5 yaĢında anan, beĢ yaĢında baban ölecek. Sonra iki tane analığın arasında ezilmeye mahkum olacaksın. Daha yetmedi yolun gurbete düĢecek. Hey koca Tanrım, peki bana verdiğin haklar neydi? YaĢamak, huzurlu olmak, öğrenmek, bilmek, sevmek, sevilmek, bana verdiğin medeni hale kavuĢmak. ġu dünyaya hayırlı bir evlat yetiĢtirmek, bana emrettiğin yollarda ilerlemek hakkım değil miydi? ġimdi bu hakları bana çok mu görüyorsun? Hey kadir Mevlam, eğer elinde bir Ģey varsa Ģu fakir ve yetim kulundan esirgeme. Gerçi her Ģeye kadir ve muktedir olduğuna inancım tamdır. Ġstersen bu fakir kuluna da bir damla ihsanını bağıĢlarsın.“ Derken, yalvarırken bir de baktım içimden kaynayan gözyaĢlarım önüme bulgur bulgur akıyor. ĠĢte o zaman yüreğime bir ferahlık gelmiĢ, içim bomboĢ olmuĢ, hafiflemiĢ, kuĢ gibi olmuĢtum. ġöyle diyordu Ģu aciz gönlüm: „Haydi Rıza, sen bu davayı kazandın, Allah seni mahçup ve malul etmeyecektir.“ Bunu diyerek gözyaĢlarımı silmiĢ, oradan tren istasyonuna yaya olarak yola çıkmıĢtım. Ġyice anımsayamıyorum ama öğleden sonra bir yolcu treni gelecekti. O trene bindim. 2-3 saatte Divriği‟ye varıyordu. Tren ben Divriği‟ye varmadan iki istasyon önce Çetinkaya tarafında Pengürt Köyü durağında inecektim. Analığım olan Belgüzar Ana‟ya bu haberi getirdim. ÇeĢmenin baĢındaki olayımı da anlattım. Nazif Avukat‟ın hırçınlığını da anlattım. Annem de ağladı. Elini yere vurdu, Ģu bedduaları etti: „Eğer o ocakta, o Garip Musa Ocağında, Hıdır Abdal Sultan Ocağında birĢey varsa, onların hakkından gele. Ocaklarına karasu bağlana. Bizim gibi yetime böyle yapanların hakkından gele inĢallah. Amin.“ BELGÜZAR ANNEMLE BEN BU MÜCADELEMĠZĠN NETĠCESĠNDE NE KAZANDIK? Belgüzar Annemle birlikte tamı tamına altı ay ve her sabaha karĢı bazen saat dört bazen iki üç sularında kalkar Allah‟a yalvarır dua ederdik. Tek amacımız Ankara‟ya giden dilekçemizle temyizi bozdurmamızdı. Zira avukatın dediği gibi 1.5 ay sonra Sivas‟a gittim. Temize yazılan dilekçe sevk olmuĢtu. Önce Ģunu yazmam gerekiyor. O yıllarda benim de, annemin de bir dediği iki olmazdı. Çok itikatlı, çok inançlıydık. Tabi ki, zamana göre halkın bize verdiği, bizim de halktan aldığımız nimetlerdi bunlar. Bu baĢarılar ve netice olarak her emeğin bir karĢılığı olduğu gibi manevî çalıĢmanın da mutlaka bir karĢılığı oluyormuĢ. Ne mi oldu? Okuyun bakın bakalım ne olmuĢtu. Ankara‟ya evrakın gitmesi tam beĢ ay olmuĢtu. Bir gün gece bizim bir ev damı vardı. Ben de orada yatıyordum. Bir baktım köyümün insanları bu 162 Ölmeyen Çocuk eve toplanmıĢ, cem olmuĢlardı. Yuvarlak toplantı halinde diz üstü oturmuĢuz. Orta yerimizde söğüt çubuğuyla örülmüĢ süt sepeti kazanlarının ağzına kapattığımız sepetler vardı. Söğüt çubuğundan örülmüĢ sepetin arka tarafı da bir bezle kapalı olarak orta yerimizde duruyor. Bu sepetin etrafında cem olmuĢuz. Ben sepete dikkatle baktım sepetin orta yerinde beyaz ve yuvarlak sepetten bir santimetre yukarıda, tıpkı kapıların zil düğmesi gibi sol tarafımda üvey Dayım Sait Kılıç vardı. Dayıma sordum: “Dayı, bu sepetin orta yerinde bir beyaz düğme var. Bu nedir? Sonra biz bu sepetin baĢına niçin toplandık?” Hiç kimseden ses çıkmadı. Sadece Dayım „Bilmiyorum” cevabını verdi. Ben parmağımla düğmeye bastım. Bu esnada bizi, cemaatle birlikte eve giriĢte bir yer vardı, buraya atıverdi. ġimdi kendimizi bu giriĢte bulduk. Yine aynı tempoda, giriĢte, diz üstündeyiz. Ben Dayıma tekrar sordum: “Dayı bu kimdi bizi buraya attı? Dayım, „Bilmiyorum kuzu.“ Ben, „Gidip bir bakayım, bizi niçin buraya atmıĢ.“ Dayım, „Sen bilirsin kuzu.“ Ben ev damının kapısını açtım. Ġçeri girdim ama çok ferahım ve korkum felan da yok. Girdim, sepeti kaldırdım ki, sepetin altında her azası belli, kızıl et renginde o da bizim gibi diz üstü 60 santimetre yüksekliğinde oturur, ben de hemen karĢısına geçtim diz üzeri oturdum. BaĢladım sormaya: „Sen kimsin? Bizi niçin kapı dıĢarı ettin?” Bu mübarek zat sorar: “Sen kime çağırdın?” Ben, “Garip Musa‟ya çağırdım.“ “ĠĢte ben O‟yum.” “Peki benim dileğimi kabul ettin mi?” diye karĢılıklı olarak ikimiz de üç defa tekrarladık. Garip Musa Sultan üç defa kabul ettiğini tekrarladı. Bundaki kasıt yani „Temyizi bozdurdun mu?” Onun verdiği cevap da bu mealde olacaktı. Bu konuĢma esnasında aklıma para vermek geldi. Elimde iki tane onluk banknot para vardı. „Bunları size çıralık versem alır mısın?” dedim. Bu mübarek zat parayı eline aldı, „Benim ihtiyacım yok, al senin olsun” dedi. Parayı da geri verdi. Böylece saat 2.30 olmuĢ. Horozumuz ötüyordu. Hemen sıçradım, uyandım ki, rüyaymıĢ. Bir horozumuz vardı. Kıl payı ĢaĢmaz tam 2.30‟da öterdi. O bizim çalar saatimizdi. Horozun sesine nasıl bir sıçradıysam rüya görüyormuĢum. Bu rüya öyle bir rüya ki, Allah herkese öyle rüyayı nasip etsin. Ġster inanılsın, ister inanılmasın ben olan biten anılarımın doğrusunu yazıyorum. Hey kadir Allah‟ım bir uyandım ki, o aciz vücudum nasıl bir bilseniz, kuĢ gibi hafifim bütün yorgunluklarım gitmiĢ içim boĢalmıĢtı. Anadan yeniden doğmuĢ gibiydim. Binaenaleyh, Seyit Garip Musa Sultan‟dan temyizin lehimize bozulduğu müjdesini almıĢtım. ġimdi ben de müjdeyi odada yatan anneme verecektim. Odanın kapısını açtım, bir baktım annem horozun sesiyle uyanmıĢ, duasını yapmıĢ, yatağın içinde ayakları yorganın içinde eğilip doğruluyordu. „Anne” dememle annem sıçradı, „Ne var? Bir Ģey mi var oğlum?” diye sordu. “Var anne, artık bu kadar üzülmene gerek kalmadı. Anneciğim temyiz bozuldu, biz mahkemeyi kazandık.“ Annem, „Allah ağzından eĢide yavrum.“ „Allah ağzımdan eĢitti bile Anne, Garip Musa Sultan‟ı gördüm.“ “Hayrola oğlum nasıl gördün?” Durumu anlattım, “Seyit Garip Musa bize hayırlı haberi getirdi. Sen hiç merak etme.“ Zira altı ay olmaya on gün vardı. Yani rüyayı gördükten on gün sonra mübaĢir ihbarı getirdi. DuruĢma gününe tam on gün vardı. Yani benim mahkeme 163 Ölmeyen Çocuk kapısında verdiğim günü bir gün dahi geciktirmemiĢti. Altı ayın bitmesine on gün kala duruĢma günüydü. Evrakı okudum, dava suçlular aleyhine kökten bozmuĢtu. Son ve karar verilecek duruĢmaya katılacağız. Sayın avukat Nazif Bey‟le bir daha karĢılacağız. Bakalım bu sefer kimin kafası dik olacak. Gün geldi mahkemeye gittik, salona girdik. Biraz sonra sayın Nazif Bey de geldi. Davacı davalı avukatları yerini aldı. Peltek hakim dosyayı eline aldı. Yüksek temyiz mahkemesinin kararını okudu. Okudu ya hakim de Ģok bir değiĢiklik oldu. Daha sonra iki defa yekindi kararı açıkladı. Yüksek temyiz mahkeme heyeti kararımızı bozmuĢtur. Yüksek mahkeme verilecek cezanın maddelerini de belirtmiĢti. Belirtilen maddeye göre 7.5 sene verilecekti. Fakat, peltek hakim her bir mahkuma eĢit oranda dört sene on ay mahkumiyetlerine 2.850 TL de para cezasıyla kararını açıkladı. Nazif Avukat, saat tutmaca tam bir saat savunma yaptı. Ama nafile, Nazif Aslan‟ın nasıl ve nereden çıkıp kaçtığını bir türlü anlayamadım. AnlaĢıldı ki, beni bir daha görmek istemedi. Mahkemeden çıktım, doğru avukatın yanına gittim. Avukatım Tahsin Bey Ģunları söyledi: “Rıza gün az oldu. Hakim 2.5 yıl noksan verdi. Ġstiyorsan ikinci bir temyiz daha yapayım. Günü 7.5 seneye çıkarayım.“ Yanıt: „Hayır Tahsin Bey, biz kazandık. Mühim olanı temyizi bozdurup, günlerini yükseltmekti. Bunu da baĢardık, alana bu yeter.“ Tahsin Bey, „Büyük adamsın Rıza. Peki öyleyse benden memnun musun?” “Memnun musun da ne demek Tahsin Bey 400 liraya üç sene dava yürüttün ve kazandın. Asıl sen bana hakkını helal et. Yalnız sana olan borcumdan 100 lira da fazla getirdim. Beni bağıĢla bundan sonra da seni hiç unutmayacağım” dedik ve birbirimizden ayrıldık. Sonra ne mi oldu? KarĢı taraf Ankara‟da üç defa temyize baĢvurdu. Vallahi Garip Musa Sultan öyle bir mühür bastırmıĢ ki, o mühürü söktürüp kararı bozduramadılar. Peki ya bu vahĢet ve utanç verici suçu kendilerine gurur sayan, yiğitlik sayan ailenin durumları ne oldu? Ben bunları yazarken benim sevindiğim sanılmasın. Benim böylesine vahĢet olayı kaleme almamdaki kasıt okuyanlara, dinleyen ve iĢitenlere ibret-i Ģayan olsun da toplum içinde böylesi hadiselere, insanlara alet olunmasın ve birkaç kiĢi, birkaç aile toplumun diğer çoğunluk kesimlerinin huzurunu bozmasınlar. SON ĠKĠ AYDA Son iki ayın içinde bakın o kör felek bana ne biçim darbeler vurdu. Neleri aldı elimden? Herkesin bildiği gibi Divriği, Kemaliye yörelerinde halkın en iyi taĢıma araçları Ģunlardır: en iyi yük taĢıyan ve dayanıklı olan katır, katırdan sonra gelen erkek ve iğdiĢ beygir yani at ve eĢektir. Ben ise o çocukluk ve yetimlik günlerimden biraz olsun kurtulmuĢ, kendime bir tane katır sıpası almıĢ üç yıldır beslemiĢ büyütmüĢtüm. Hemen hemen köyümde eĢi olmayan bir katır yetiĢtirmiĢtim. Bu katırı koĢmuĢ, yüke alıĢtırmıĢ, tam güze doğru hammal bir hayvan kadar yük taĢıyacak duruma getirmiĢtim. Bir ay önce eylül ayında bir hayvan hastalığı bu katırımı yakalamıĢ, 15 gün hastalıkla savaĢ vermiĢ, neticede zalim ve can alıcı hastalığa yenik düĢmüĢ, ölmüĢtü katırım. Ayıptır söylemesi bir insan kadar değeri vardı benim 164 Ölmeyen Çocuk için. Bu katırımın yani binek ve koĢu hayvanlarının en iyisi attır. Benim bu katırım da iyi bir attan aĢağı değildi. Örneğin altından gir, üstüne çık, neresini ellersen elle katiyen çifte atmazdı. Artı, yük yüklediğin zaman beli kırılasıya kadar eğilir, ayağını dahi oynatmazdı. Yolda giderken baĢına bir iĢ gelse, olur ya aniden bir yerin ağrır burnun kanar bir kenarda uyuĢur kalırsın, bu hayvan 24 saat baĢında çivi gibi bekler kalırdı. ĠĢte böylesine yetiĢtirdiğim ailemizin gelir kaynağı olan bu hayvanı bir hastalık almıĢ götürmüĢtü. Kör felek. GELĠNĠM SATI‟NIN DURUMU Diğer taraftan yine nazlı ve kızım kadar sevdiğim üzerlerine tir tir titrediğim aynı zamanda emanet olan sevgili gelinimin vefatı. Biraderim askere gitti, iki yıldır kanat gerdim, onun baĢına bir iĢ gelmesin, hasta olmasın diye. Çoğu zaman iĢ yapmasın diye esirgemiĢ, çok hafif ve gücü yeteceği iĢleri yaptırmıĢtım. Son bir iki ay ise doğumu yaklaĢmıĢ onu evde bir taraftan istirahata bırakmıĢ, diğer taraftan o köy balından özel bal hazırlamıĢtım. Anneme de tenbih etmiĢtim ki, “Satı ihmal etmesin bu balı yesin” diye. Nazlı gelinim aĢağı yukarı o yıl eski kilosundan iki misli kadar olmuĢtu. Bütün hevesim, Biraderim askerden gelince onu bıraktığından daha da iyi, sağlıklı bir durumda teslim etmekti. Ama kör felek iĢte, onu da almıĢtı elimizden. Kasım ayında dıĢarı iĢlerim aĢağı yukarı bitmiĢ herĢeyimizi içeriye toplamıĢtım. Bir gün önce yukarıda sözünü ettiğim komĢularımla pazar günü ahırın üstünü, çamurunu atmıĢ ve toprağı da tamamlamıĢtık. Ġkinci gün pazartesi ahırın içini düzeltiyor, toprağı hazırlıyordum. Yaptığım ahırın damı oturduğumuz evin bitiĢiğindeydi. Bir de baktım evden bir bağırtı koptu. Annem ebeydi. Bütün köyün gebe hanımlarına doğum yaptırırdı. Gelinin ise o gün doğum günüymüĢ. Gelinim doğumu yapmıĢ, çocuk bir tarafa kendisi de bir tarafta ruhunu Azrail‟e teslim etmiĢ, gittiğimde çoktan ölmüĢtü. ĠĢte böylece daha Biraderim askerden gelmeden felek onu da elimden alıp götürmüĢtü. Ne istersin benden zalim kör felek, Ben bağladım sen yıktın bendimi. Bulamadım ben dengimi kör felek, Ben bağladım sen hep yıktın bendimi. Rıza ġAHĠN HÜSEYĠN HOCA Hüseyin Hoca‟ya Gıroğun Oğlu Hüseyin derlerdi. Kendisi Divriği‟nin Höbek Köyündendi. Hüseyin Hoca manevî anlamda, kültürel anlamda çok bilinçli ve konuĢan bir adamdı. Eski yazıyı çok güzel okurdu. Bu zat hocalık yapardı. Hüseyin Hoca‟yla iyi konuĢurdum. Hoca kasım ayında köye gelmiĢ, bana misafir olmuĢtu. Bana gelip misafir olmasındaki kasıt Ģuydu: Hüseyin Hoca evinin yerinin kötü olduğunu, o evin dıĢında yeni bir takım ev yapacağını söylemiĢ ve bu evin inĢaatını 165 Ölmeyen Çocuk da benim yapmamı arz etmiĢti. Hüseyin Hocayla anlaĢtık, yapılacak evin inĢaat iĢçiliği kendilerine ait olacaktı. Bana evin ölçüsünü, kaç bağımsız bölüm olacağı felan söylemiĢti. Sadece bana düĢen ustalık iĢini anlaĢtık. 1960 yılının altıncı ayında Höbek‟te Hüseyin Hoca‟nın evini yapmak üzere anlaĢtık, bu bir. Ġkinci olarak GüneĢ Köyünün istasyonunda kahveci Hümmet Dede vardı. O da bana haber göndermiĢti, oraya gittim, bir ev de ona yapacaktım. Onun iĢini de beĢinci ayda yapacaktım. Yani bu iki evin 30+30 = 60 günlük usta iĢi vardı. Eğer bitmez ise kalan kısımlarına ağustos-ekim ayında çalıĢacaktım. ġimdi 1960 yılında yapacağım iki iĢim oldu. Köyüme gelince, köyde de Dayımın bir ev damı varmıĢ, onun da ustalık iĢini yevmiyeyle çalıĢmak üzere aldım. Dayımın iĢini ise, dördüncü ayın sonuna kadar yapıp bitirecektim. Ayrıca köyde parayla yapılacak iĢlerin hepsi benim anlaĢmamdaydı. Velhasıl 1960 yılında Birader askerden geldiğinde, isterse Devlet Demir Yollarına, eskiden çalıĢtığı yere girebilirdi. Ġstemez ise, ben birkaç iĢ daha alırdım, birlikte çalıĢırdık. 1960 yılı bizim yeniden bir altın yılımız olacaktı. 1960 yılında yapacağım iĢlerden kazanacağımız paralar bütün borçlarımızı ödeyecek, Biraderin düğününü de yapacak, daha da paramız artacaktı. ĠĢte 1960 için hazırladığım çalıĢma programım da buydu. Olağanüstü bir iĢti. ÇalıĢma Ģansım, iĢ bulma Ģansım açılmıĢtı. Ġtibarım ha keza... Ben aldığım ve tuttuğum iĢleri baĢarıyla yapıyor ve bitiriyordum. Köyümde ve civar köylerde iĢimi yapmıĢtım. Çokları iĢsizim diye ağlıyordu. Bende ise, iĢler beni bekliyor ve her taraftan haberler geliyordu. Yani bir tarafta felek vurdu ya da hainler vurdu beni zarara uğrattı ama benim zihniyetimde geri durmak, çalıĢmamak yoktu. Daima geçmiĢi geride bırakıyor, gelecek ve yarın için ne yapabilirim diye ileriye bakıyordum. ĠĢte kör felek bazen önüme set çekiyor, darbe üstüne darbe vuruyordu ama bunlar beni yıldıramıyordu. Hatti zatında beni daha ziyade evimdeki olumsuzluklar, uyuĢumsuzluklar içten yıkıyordu. ĠĢte benim için mesele olan da buydu. ġimdi biradere gelelim: MAHMUT ġAHĠN Biraderimin 1.5 ay menzüliyetli olarak 15.2.1960 yılında gelmesi gerekiyordu. 1959 yılı bitmiĢ 1960 yılının üçüncü ayı olmuĢtu. Üçüncü ayda da havalar iyi gitmiĢti ve ben Dayımlarin iĢine 15 Martta baĢlamıĢ, çalıĢıyordum. Halen Biraderim Mahmut askerden gelmemiĢti. Mektup gönderiyordum, cevap alamıyordum. Meğerse birader Gebze‟den tehris olmuĢ, Ankara‟ya gitmiĢ, Ankara‟da yeni fiĢek fabrikasında iĢe girmiĢ, yalnız ben ailesinin öldüğünü duyurmamıĢtım. Terhis olduğunu, iĢe girdiğini duyunca haklı olarak ailesinin ölümünü duyurmak zorundaydım. Binaenaleyh biraderim tehris olup iĢe girdiğini bana duyurmamıĢ hatti zatında 1.5 ay olmuĢ mektubu da gelmiyordu. Birader, hanımının ölümünü duyunca iĢten çıkıĢ alıyor ve köye geliyor. Oysa ki, çıkıĢ almasına gerek yoktu. Acil olarak ölüm izni alıp gelseydi 10 gün durur, yine gider iĢine girerdi. ġimdi Birader gelmiĢ durumdaydı. Birader geldiği günün akĢamı bize Ģunu söylemiĢti. Biraderim Mahmut‟un konuĢmaya baĢladığının ilk sözü, „Ailemi çırakladınız” oldu. “”Ailemi çırakladınız“I ne anlamda bana söylüyorsun?” Mahmut‟tan cevap yoktur. “KardeĢim, aileni biz mi öldürdük? 166 Ölmeyen Çocuk Biz gelinimize bir zarar eriĢmesin diye üzerine kanat gerdik. Ona biz senden daha iyi baktık ama Allah onu bize çok gördü. Doğum yaparken çocuk bir tarafta kaldı kendisini de Azrail aldı elimizden götürdü. Sen ne biçim kelime konuĢuyorsun?” TaĢtan seda var, Mahmut‟tan seda seda yoktur. 4 gün konuĢmadı, ben de hele dinlensin, kendine gelsin diye üzerine gitmedim. Aradan dört gün geçti. Birader bu sefer de Ģu teklifte bulunmuĢtu: „Ben evlenmek istiyorum. Ġlk fırsatta benim evliliğim olsun, zaten borcumuz var. Biraz daha borç ederiz yökün borcumuzu birlikte öderiz.“ Biraderin ikinci konuĢması ve de teklifi de bu olmuĢtu. Birader Ģunu da ilave etmiĢti: „Sen bahçe yapmıĢsın, günlerini boĢa geçirmiĢsin. Borcumuz varken ne lüzumu vardı bahçe yapmaya.“ Birader iĢte böyle saçma sapan sözlerle mantıksız laflarla gelmiĢti. Ünlü bir alimin ve yazarın sözü var, yazar miladi 750 yıllarında yaĢamıĢ Ġmam Cafer Hazretlerinin bir hadisinde Ģunları söylüyordu: „Bir yapı içinden yıkılır. Yapının temeli ve içi sağlamsa o yapıyı dıĢarıdan hiç kimse yıkamaz.“ Ġkinci bir hadisi ise kiĢiliktir, „KiĢi önce kendi kiĢiliğini bilmelidir.“ ĠĢte Ġmam Cafer Hazretlerinin dediği gibi Biraderim Mahmut, bazılarının tahriki genellikle öz annesinin tahrikiyle hareket ederek, beraberlik ilkesini yıkmıĢtı. „Ailemi çırak ettiniz, ben hemen evlenmek istiyorum. Borçlarımızı birlikte öderiz. Sen bahçeye boĢuna emek çektin.“ ĠĢte bu atıflarla doğrudan doğruya benim izahatlarımı idrak edemiyor ve ön yargılı düĢünüyordu. ĠDRAK ve DEĞER YARGISI Biraderimin idrak ve değer yargısıyla Biraderim ölçüsünü aĢıyordu. O anda geçmiĢimizi unutuyor ayrımcı zihniyetle ortaya çıkıyordu. 1940 yılında babamız ölürken Birader iki yaĢındaydı. Dört sene sonra 6 yaĢındaydı. Annesi kendisini bırakmıĢ kocaya gitmiĢti. Ben de o zaman annesi kocaya gittiğinde 17 yaĢındaydım. Annesi kocaya gitmiĢti ama üç yaĢında olan bir kız kardeĢimizi yanında götürmüĢtü. Bu nedenle kendisiyle diyaloğumuzu kesemezdik. Binaenaleyh annesinin gittiği köyde ilkokul vardı. Bizim köyde ise okul yoktu. Annesinin evliliğinden iki sene sonra yanına okumaya götürdüm. Annesinin yanında üç yıl okumuĢtu. Mamafih üç yıl sonra oğlunu okuldan çıkarmıĢ, kuzu yaydırmaya baĢlamıĢtı. Bu manzarayı duymuĢ ve kendisini annesinin yanından gizlice kaçırıp evimize getirmiĢtim. Bu birinci aĢama. ĠKĠNCĠ AġAMA Yukarıdaki anımda da bahsetmiĢtim. Askere gitmeden evvel kendisini ahım Ģahım, o memlekette eĢine rastlanmamıĢ bir düğün merasimiyle evlendirmiĢtim. Ancak 1954 yılının ilkbaharında ev yapmamızın arkasından düğün ortaya çıkınca paramız bitmiĢti. Bu nedenle yoncalık olan iki dönümlük tarlamızı rehine vermiĢ, 500 TL borç para almıĢtık. Yani Birader askerden gelene kadar bu borç hala duruyordu. Buna ilaveten benim niĢanlımın kaçırılmasından mevzu bahis, halen mahkememiz de bitmemiĢti. Üç yıl devam etmiĢti. Biradere de durmadan her iki ayda bir asker harçlığını gönderiyordum. Zira kendisinin tezkeresini almaya bir ay kala da 300 TL 167 Ölmeyen Çocuk göndermiĢtim. Dolayısıyla 800 TL kendisi için olan borçtu. Bunun üzerine 1.500 TL daha borç eklenmiĢti. Yani toplam 2.300 TL borcumuz olmuĢtu. Nerde kalmıĢ ki, kendisi askerdeyken evdeki yiyip içen külfetin içinde iki çocuğu bir de hanımı olmak üzere üç nüfus da kendisinindi. Benim ise bir karı koca iki taneydik ve çalıĢırdık. Kendisi askerden geldiğinde benim bir çocuğum doğmuĢtu, 7 aylıkt, bir de Analığımız vardı. Bu Analığımız ise 35 yaĢında, babamızın ölümüyle dul kalmıĢ ikimizin de öz annemizden daha da ileriydi. ġimdi 2.300 TL borcumuz varken, kendisinin hanımının daha suyu dahi kurumamıĢken, iki tane de küçük çocuğu varken, çevremizde eĢimiz dostumuz ve bütün yakın köylü komĢularımız dahil hemen her gün baĢsağlığı için gelip gidenler varken henüz geleli daha beĢ gün olmuĢ, „Ben hemen evleneyim, borcumuzu birlikte ödeyelim” demek acaba nedir? Hangi mantık bunu yorumlayabilir. Bu Ģekildeki bir teklif veya çıkıĢ karĢısında benim ne yapmam gerekirdi? DüĢündüm, „Hele Ģu Biraderimi Ģöyle bir karĢıma alayım, durumunu bir sorayım ve ona her Ģeyi izah edeyim, anlatayım.“ Önce durumu anneme anlattım. Anneme de evlenmek istediğini, „Paramız yok ama borç ederiz, eski borcumuzla birlikte öderiz” dediğini, konuĢtum, ayrıca „Ağabeyim boĢu boĢuna gün geçirmiĢ ve borçlanmıĢ” demiĢ, bu bilgileri annemden tekrar aldım ve aynı günü akĢam çağırdım kardeĢimle karĢı karĢıyayız. BĠRADERLE KARġI KARġIYAYIZ KardeĢimle karĢı karĢıya konuĢup tartıĢacağız. Mahmut‟a, „Bak kardeĢim, sen askerden yeni geldin. Gelin Allah‟ın emrine gitti. Elimizden gelseydi onun bir tel kılını dahi Azrail‟e vermezdik. Ama takdir-i ilahi böyleymiĢ. Görüyorsun halen komĢularımız ve de köylü komĢularımız her gün yanına akın edip geliyorlar. Sana baĢsağlığı için geliyorlar. ġunu fark etmen gerekir ki, bu gelenler sadece gelinimizin ölümü için değildir, biz çevremiz için de öyle bir geniĢ çapta itibar bırakmıĢız ki, öyle bir sevgi saygı ortamına sahip olmuĢuz ki, tabii olarak elde ettiğimiz bu sevgi ortamımızın bir bedeli vardır ve bunun neticesinde gelmektedirler. ĠĢte o bedel Ģudur A. ailemizin son derece birlik beraberliğidir, B. herkese karĢı bir barıĢ ve sevgiyle yaklaĢmamız, Ç. bir ceddimiz vardır, onun sayesinde insanlar arasında olan ayrıca ve önderliğimiz dillere Ģayan olmuĢtur. Hatta geçen iki yıl süre içeresinde bizim ünümüz köyümüzün dıĢına da taĢtı. 8-10 pare köylerde ve Divriği‟de yoğun bir biçimde söz konusudur. Bizim aracı kurum rolümüz sadece Ģahıslar değil resmi kurumlar nezdinde dahi söz konusu oldu. Bir baĢka Ģansımızda istikbale dönük iĢ sahası. Bu sene hali hazırda üç tane iĢ aldım. Benim evimi de yap diye etraftan hala teklifler gelmektedir. Nerde kalmıĢ ki, elimdeki üç tane binayı ve köyün ufak tefek iĢlerini yapıp bitirdiğimiz zaman bütün borçlarımız ödendikten sonra seni de everebileceğimiz kadar paramız da olacaktır. ĠĢte bu nedenle sen sabret bu iĢlerimizi yapalım, toparlanalım. Hem senin üzüntülerin biraz dinsin, aklın baĢına gelsin. Güze doğru eylül ekim aylarında Allah nasip ederse sana ilk yaptığım düğün misali daha da muhteĢem düğün, örnek bir düğün yapıp everirim. Böyle organizeli vaziyette birlik beraberliğimizi koruyarak ve bilerek hareket edersek bugün içinde bulunduğumuz durumun daha da yukarılarına çıkacağız. Ama bu izahatlarımın tersine Ģu senin aceleciliğin ve önyargılı hareketlerini uygularsak, el alem hem bizim 168 Ölmeyen Çocuk leĢimize tükürecek, hem de bugünkü sevgi ve saygı ortamımızı kayıp edeceğiz. Görüyorsun, Ģu anda benim harıl harıl iĢim var çalıĢıyorum. Sen ise ister eski iĢine gir çalıĢ, ister aldığım iĢleri benimle birlikte yap daha çok para kazanırız.“ Mahmut‟a gelince bir saat konuĢmama karĢılık Allah için bir tane ağzını açsa da yanıt verse, gam yemeyecektim. “KardeĢim konuĢsana, ne diyorsun? Dilin yok mu senin?” Bu zorlamanın karĢısında biraz ağzını açar gibi oldu, „Ben durumu anneme söylemiĢtim. El bize gülecekmiĢ. El ne derse desin zaten borcumuz vardır. Biraz daha borçlanırız birlikte öderiz.” Mahmut‟tan aldığım cevap budur. Yani Mahmut Ģunu demek istiyordu: „Hatta hiçbir gün dahi kayıp etmeden, ben gidip kız bulacağım. Bana yardım edeceksin. ĠĢ güç bir tarafa, ben önce evime bir hanım getireceğim demek istiyordu. Bir defa araya bir ay, iki veya üç ay felan koymadan bu kadar bir zaman geçmeden kardeĢimin anormal bir Ģekilde bu isteğini yerine getirmem için hiçbir bakımdan imkânımız yoktu. Yani daha dördüncü aydayız. Elimde on lira dahi paramız yok durumdadır. Kendisinin de evleneceğim demesine karĢılık, para olduğunu söylemiyor veyahut „Abi ne yapıyorsun para var mı, yok mu?” diye sormuyordu. Ancak tutturmuĢ beni everin, borçları birlikte ödeyelim. Peki bu ne anlama gelirdi? Anlamak mümkün değil. Benim anlayabildiğim durum Ģu idi. Mahmut Ankara‟da çalıĢtığı yerden çıkıĢı almamıĢ, kısa bir izin almıĢ gelmiĢti. Aklı sıra hemen evlenip karısını alıp kaçmaktı. Biraderim Mahmut‟un taktiği, oynamak istediği oyun buydu ve bundan baĢka bir Ģey de değildi. Ama olmamıĢtı. Biraderin kendi içinde gizli aldığı kararı çarĢıya uymamıĢtı. Binaenaleyh Biraderin aldığı kararı, oynadığı o gün yanlıĢ ve tutarsız bir oyundu. GĠZLĠ OYUNUN SONU Biraderim Mahmut bu gizli oyunu kime karĢı oynuyordu? Ve ne için böyle bir taktiğe baĢvurmuĢtu? Tahlil etmek çok zordu. Oysa ki, karĢısındaki ağabeyi ise yukarıdaki anılarımda bahsettiğim üzere doğrudan doğruya babalık etmiĢ bir ağabey idi. Yani kemiği babasından ise; eti, iliği ağabeyindendi. Yani bizim kardeĢliğimiz tek kelimeyle buydu. Oysa ki, böyle bir ağabeye karĢı hileli oyun oynamaya gerek yoktu. Binaenaleyh gizli iĢ tutmaya hiç gerek yoktu. Mahmut deseydi ki, „Ağabey, ben iĢe girdim. ĠĢim de çok iyidir. Ailemin ölümünü duyunca acil olarak izin aldım geldim”, ben böyle bir duruma son derece memnun olurdum, bilhassa sevinirdim. Zaten ben söylemiĢtim, biz erinde gecinde Ankara‟ya göçecektik. Bu kararımızı kendisi bildiği halde tam kritik bi durumda gizli bir oyun oynamasına akıl erdirememiĢtim. Bana çıkıĢ alıp geldiğini söylemiĢti. Gelelim neticeye. Birader almıĢ olduğu yanlıĢ bir kararı uygulamakta kararlıydı. Ben ise o günkü aklıma ve düĢünceme göre ise o günkü bulunduğumuz kritik bir noktanın daha da altına düĢeceğimize, sahip olduğumuz kariyerimizi kayıp edeceğimizi, elaleme rezil rüsva olacağımızı düĢünüyordum. Durumumuzu düzeltene kadar ayrılmamızı hele hele böylesi hileli oyunlarla ayrılmayı hiç düĢünmüyordum. Nerdeyse intihar edesim geliyordu. EVDEN GĠZLĠ ANKARA‟YA GĠTMEM 169 Ölmeyen Çocuk Annemle Ģunları konuĢtum: „Anne, Mahmut‟un durumunu biliyorsun. Ben kendisini ikna edemedim. Evimizin durumunu ve benim de kendisine karĢı olan durumu da sen bizden daha iyi biliyorsun.“ Annem Ģunları söylüyordu: „Biliyorum oğlum, biliyorum ama ben ne yapayım? Ben de kendisine çok söyledim haber anlamıyor.“ Annem Ģu bombayı da patlatmıĢtı: “Mahmut‟un gözü ayrılmakta oğlum.“ Annem bu haberi de patlatınca demek ki, ben de yorumum da aldanmamıĢtım. Anneme, „Ben sana bir Ģey söylemek istiyorum.“ Annem, „Söyle oğlum.“ “En iyisi ben bu evden bir müddet ayrılıp gideyim.“ Yoksa Mahmut‟un bu tutumu çekilir durumda değildi. Evin huzuru da bozulacaktı. O kadar iĢ aldım ama artık evimizi param parça etmeden o iĢleri bırakıp gidip dıĢarıda çalıĢacaktım. „Ben bu gece gideceğim anne, haberin olsun.“ Annem, „Sen bilirsin oğlum, ne deyim?” dedi. Annem söyleyeceklerini burada noktalamıĢtı. ANKARA‟YA YOLCULUK Hanıma söyleyeceklerimi söyledim. Elime sadece bir bavulumu aldım, Ankara‟ya yolcu treniyle Divriği‟ye, oradan da Ankara‟ya hareket etmiĢtim. Ankara‟da Arzu Ablam‟ın evindeyiz. Ankara Tuzluçayır‟ın Kartaltepe mahallesinde bir gecekondu evi vardı. Onun bir odası, bir sofa evi vardı. Orayı kiraladım ama iĢ yok. Ara iĢlerinde, mahalle aralarında günlük bulduğum iĢlerde çalıĢmaya baĢladım. ĠnĢaat ustasıyım ama rastgele bulduğum iĢ ne olursa olsun bir iĢ bulana kadar ne iĢ olursa çalıĢmak zorundayım. Örneğin el arabasıyla toprak taĢıdım, odun kamyonu yıktım, kanal kazdım, kömür taĢıdım, gecekondu yaptım. Derken iki ay bu gibi iĢlerde çalıĢtım. Bu arada resmi dairelere baĢvurdum, “Ġlkokul diploman var mı?” diye sordular. Ġlkokul diplomam yoktu. Bu sefer dıĢarıdan sınavlara girip ilkokul diploması alma ihtiyacı duydum. Bir tane ilkokulu bitirme kitabı aldım, bu kitaba çalıĢmaya baĢladım. Bu arada bir dilekçe yazdım, götürdüm Milli Eğitim Müdürlüğüne verdim. Sene 1960 yılı Haziran ayı. O yıllarda ilkokullarda hariçten sınav açılmıĢ, isteyenler hariçten girip sınav verip ilkokul diploması alabiliyorlardı. Ben de öyle yaptım. Her ay bir sınava girme hakkı vardı. Sınava girdiğin okulda kazanamaz isen ikinci ayda bir baĢka okula veriyorlardı. Benim ilk sınava giriĢim Ankara Cebeci‟de Gültekin Ġlkokuluna düĢmüĢtü. Burada sınava girmiĢ kazanamamıĢtım. Bu arada bir iĢ bulma Ģansı doğdu. Hacettepe Hastahanesinin inĢaatında inĢaat marangozluğu. Bu iĢi de bana bulan Divriği‟nin Çüküzler Köyünden Ali ġerik. Hacettepe Hastahanesinin ilave bölümleri yapılıyordu, oranın müteahhidi Mehmet Bey‟i tanıyormuĢ, oraya gittik. ĠĢ inĢaat marangozluğu değil de doğrama iĢleriymiĢ. Ben de doğrama atölyesinde altı ay çıraklık yapmıĢtım. Durumumu Mehmet Bey‟e söyledim. Mehmet Bey çok değerli ve yardımsever insandı. Dedi: “Rıza seni doğrama ustasının yanına vereyim. Yardımcı usta olarak çalıĢ, ileriye doğru kabiliyet gösterirsin, ilerler gidersin. ġimdi ben sana 15 lira yevmiye veririm. Ġleriye doğru artırırım” dedi. Ben Gaziantepli Mehmet Usta‟yla iĢe baĢladım. Orada 15-20 gün çalıĢtım. Bu sefer baĢka bir iĢe girme imkanı doğdu. Karayollarında yine Çüküzlerli Ahmet Balcı vardı. 170 Ölmeyen Çocuk AHMET BALCI Ahmet Balcı Karayolları Merkez Atölyesinde, Akköprü Eğitim Atölyesinde vasıfsız iĢçi olarak çalıĢıyordu. Onun da bir müdürü varmıĢ, bu müdürün adı Rafet Bey. Ahmet, Müdüre benim durumumu arzediyor. O da, „Adamını al getir” diyor. Ahmet bir akĢam baktım sevinerek geldi. Ahmet‟le köyde çocukken tanıĢmıĢtık. Bana „Dede” derdi. Geldi, „Dede sana iĢ buldum” dedi. O zaman da benim bıyıklarım palaydı, bıyık bırakmayı severdim, dikine yukarı da bükerdim. Ahmet, „Dede bıyıklarını küçültürsen seni götürürüm yoksa götürmem” demez mi. Ahmet, „Vallahi billahi götürmem” diye diretti. Ben de düĢündüm, „Nasıl olsa bu bıyığın kökü bende, küçültsem ne olur?” Peki Ahmet dedim, bıyıklarımı küçülttüm. Bir de traĢ oldum. Ahmet Balcı her hareketiyle sevilir, güleryüzlü, muazzam güldürücü bir ustaydı. Kendisi çok güzel de zurna çalardı. Velhasıl Ahmet‟le birgün benim patronum Mehmet Bey‟e gittik, durumu anlattık ve izin aldık öğlene kadar. Gittik Rafet Bey‟e. Rafet Bey odasında bize Ģunları söylemiĢti: „Siz Sivaslısınız. Ġdris Bey de Sivaslıdır. Ġdris Bey burada araçlar Ģefidir, çok sevdiğim bir çocuktur. Sizi ona götüreceğim. Tahmin ederim ki, beni kırmaz, alır” dedi. Rafet Bey, Ahmet ve ben birlikte kalktık, Ġdris Bey‟in yanına gittik. Ġdris Bey Rafet‟i görünce saygıyla karĢıladı. Bizi de birlikte odasına aldı, oturttu. Çaylarımızı ısmarladı, sonra konuĢmalar baĢladı. Ġdris Bey, „Buyrun Rafet Bey, bir emriniz mi var?” Rafet Bey, „Estağfurullah Ġdris Bey, bilhassa ricamız olacak.“ Ġdris Bey, „Buyurun Rafet Bey”, „Biliyorsun Ahmet yıllardır yanımızda çalıĢıyor. Ahmet‟ten çok memnunuz. Kendisini sanıyorum siz de seviyorsunuz.“ Ġdris Bey, „Tabi Ahmet gibi bir eleman sevilmez mi? Ahmet iĢini aksatmadan baĢarıyla yapar. Ahmet bazı Ģenliklerde zurna çalar. Ahmet arkadaĢları arasında sevilir bir elemanımızdır.“ Rafet Bey, „O halde Ahmet, siz hemĢehrisiniz buraya iĢe sokmak için bana getirmiĢ. Ben de sana getirdim. Bundan gerisi sana aittir.“ Ġdris Bey sordu, „Kaç yaĢındasın?.“ Cevap: “29 yaĢındayım.“ “Tamam, yaĢın tutuyor. Ġlk okul diploman var mı?” dedi. Orada taktım, „Yoktur” dedim. Rafet Bey, „Biliyorsun, müessesemizde bilmem felanca kanun ve kararla diplomasız iĢçi alınması yasaklandı.“ Yanıt: „Peki müdürüm, ben zaten sınavlara giriyorum. En geç bir ay sonra diplomamı alır, getirirsem beni iĢe alır mısın?” Ġdris Bey, „Evet, sen bir ay sonra diplomanı alıp getirebilirsen, ben de seni iĢe aldım gitti.“ “Hadi bakalım” dedi oradan Rafet Bey, ben ve Ahmet oradan sevinçle ayrılmıĢ olarak tekrar Rafet Bey‟in odasına geldik. Rafet Bey döndü bana, „Aferin Rıza cesaretlice bir çıkıĢ yaptın. Umarım sen diplomanı bu ay alırsın. Bizi de mahcup etmezsin. Hadi hayırlı uğurlu olsun” dedi. Oradan ayrıldık, ben yine Hacettepe Hastahanesine gittim, iĢbaĢı yaptım, çalıĢmaya devam ettim. Marangoz ustası arkadaĢlarımın çoğu Kayserili‟ydi. Sordum arkadaĢlara, meğerse o muhterem usta Mehmet Bey de Kayserili‟ymiĢ. Sivaslı, Kayserili, Gaziantepli ve Çorumlular‟dan oluĢmuĢ epeyce kalabalık bir marangoz grubu vardı. Bir gün çok acı bir anımız olmuĢtu. 171 Ölmeyen Çocuk MEHMET USTA Mehmet Usta‟nın soy adını sorup öğrenmemiĢtim. Gaziantepli Mehmet usta, 1.70 boylarında „Yörüm” diyerek konuĢurdu. YumuĢak, iyi kalpli bir insan olarak görüyordum. Tezgâhın üzerinde karĢı karĢıya çerçeve kanatlarını tutkallıyoruz. ĠĢkenceyle sıkıp monte ediyorduk. Onun da gür ve siyah bıyıkları vardı. Meğer Mehmet Usta göründüğü gibi değilmiĢ, lanetin biriymiĢ. Mehmet usta 45 yaĢındaydı. Ben ise 29 yaĢındayım. Neyse bir gün saflığım tutmuĢ, kendisine Ģunu sormuĢtum yine o tezgahta çalıĢırken: “Mehmet usta sana bir Ģey sorabilir miyim?” Mehmet usta, „Sor yörüm, ne soracaksan?, “Sen Alevî misin?” diye sorarken ağzımdan çıkar çıkmaz Mehmet Usta çekici kaldırır kaldırmaz arkadan kolunu birisi kaptı. “Ne yapıyorsun ulan çocuğu öldüreceksin!” Bir baktım Mehmet Ustanın kolunu kapan onun arka tarafında çalıĢan Kayserili Mehmet‟ti. Benim usta Sünni imiĢ, hatta Alevî inançlı insanlara karĢı da çok fena bir alerjisi varmıĢ. Yani doğrudan doğruya onlara bir insanaltı mahluk gözüyle bakıyormuĢ. Mehmet Usta sadece çekici kapmayla kalmıyor, ana avrat da sövüyordu. Ama ben o arada çok fena halde korkmuĢtum. Nerdeyse kılpayı kaldı çekici vuruyordu. Arkadaki usta tutar tutmaz ben kaçtım. Doğru patronumuz Mehmet Bey‟e koĢtum. Bereket o da yazıhanesindeymiĢ. Benim rengimi görünece adam Ģok oldu. Ben olayı anlattım. Olayı olduğu gibi söyledim. Mehmet Bey derhal kalktı. Atölyeye geldi. Öbür Mehmet Usta‟ya sordu, meseleyi öğrendi. Mehmet Bey‟in bile rengi attı. Birden bire kükredi, „Ulan ne olur sana çocuk bir Ģey sorarsa itoğlu it. O Alevî ise, sen çok mu iyi bir Müslümansın. Sen de Yezid oğlu Yezidin tekisin. Hadi çabuk Ģu takımını taklavatını topla ve paranı da al, def ol git. Gözüm görmesin bir daha.“ Böylece Gaziantepli pılıyı pırtıyı toplamıĢ gitmiĢti. Mehmet Bey, „Gel benimle Rıza.“ Mehmet Bey beni yazıhanesine götürdü, “Rıza senin yevmiyen kaç lira oğlum.“ Cevap: “15 lira patron.“ Mehmet Bey, „Bırak Ģimdi patronuna dedirtme, Mehmet ağabey de kafidir. Sana 2.5 lira daha veriyorum. Yevmiyen 17 lira 500 kuruĢ oldu. Aldırma hadi git çalıĢ. Ġyi oldu ki, o it de buradan gitmiĢ oldu.“ ÇalıĢmaya devam ettim. Ay sonuna doğru imtihan günüydü. Ġmtihanlara bir iki gün kalmadan hangi okulda sınava gireceğimi söylemiyorlardı. Ben ise bir gün önceden Milli Eğitim Müdürlüğüne gitmiĢ sınava girceğim okulu öğrenmiĢtim: Necatibey Ġlkokulu. Bu okul Ankara kalesinin arkasında, IĢıklar caddesinin paralelinde idi. Bir gün sonra ilkokulu bitirme sınavına gireceğimi Mehmet Bey‟e söylemiĢ, izin almıĢtım. NECATĠ BEY ĠLKOKULU‟NDA SINAVDAYIZ Tarih 1960, dokuzuncu aydı. Ġlk önce gazete okuttular. Gazete bize ne gibi bilgileri verir sorusundan da yazılı yaptılar. Bu yazılı sınava bir saat zaman tanımıĢlardı. Bir saat sonra yazılı sınavı kazananlar teker teker çağrıldı. Önce bir tane çıkarma, bir tane de çarpma olarak matematik iĢlemleri yaptırdılar. 27 Mayıs Ġnkilabını sormuĢlardı. Ġstanbul‟un fethini, Atatürk‟ün kim olduğu gibi sorular 172 Ölmeyen Çocuk sormuĢlardı. Tamam dendi. Tekrar Hasan Bey diye bir öğretmen, „Dur hele dur” dedi. Biz din dersi sormadık dedi: „Ben de sana imanın Ģartlarını sorayım bari” dedi. “Hadi söyle bakalım imanın Ģartı kaçtır ve nelerdir?” Ben imanın Ģartlarını noksansız saydım. Son cümleyi öğretmen benimle beraber saydı. Ben tekrar ettim. “Türkçe manalarını da sayayım mı?” dedim. “Gereği yok” dedi. Ayakta bir öğretmen daha varmıĢ, o da alkıĢ çaldı. Sivaslı olsun çamurdan olsun dedi ve güldük. “Tamam kazandın Rıza” dediler. Bir hafta on gün sonra elindeki numarayla Milli Eğitime git diplomanı al dediler. Diplomamı on gün sonra aldım. ĠĢ yerimizde diplomamı aldıktan sonra duvar yüzlerine ve tavanlara köpük kaplaması yapıyorduk, Mehmet Bey yanımıza gelmiĢti, bana sormuĢtu: “Rıza ne oldu diplomayı kazandın mı?”, “Evet Mehmet Ağabey, kazandım ve ilkokul diplomamı da aldım.“ „Aferim Rıza!” dedi bir soru daha sordu Mehmet Bey: “Rıza diplomayı alıp ne yapacaktın? Mehmet ağabey ben Karayollarında Merkez Atölyesine iĢe gireceğim.“ “ĠĢe mi gireceksin?”, “Evet, Mehmet abi”, „Desene ki buradan iĢi bırakıp gideceksin. Bilseydim gideceğini seni almazdım.“ „Canın sağolsun Mehmet abi.“ “ġaka söylüyorum, Kara Yolları iyi bir iĢ yeridir. Öyle bir iĢe girebiliyorsan gir. Ben de memnun olurum. Söyleseydin ben de yardımcı olurdum.“ “Sağol Mehmet abi, gerek kalmadı. Ben sözünü aldım. Sadece gidip muamele yaptıracağım.“ “Mehmet Bey, iyi o zaman orada iĢbaĢı yapana kadar da burayı bırakma. ÇalıĢ biz senden memnunuz.“ “Sağol Mehmet abi.“ ġimdi diplomamı alıp Ġdris Bey‟e gitmem kalmıĢtı. Ahmet Balcı bana geldiği gibi ben de bir akĢam diplomamı alıp Ahmet‟in evine gitmiĢtim. Ahmet kapıyı açınca, „Oo dedeciğim, inĢallah diplomayı kazanmıĢsındır?” Ahmet baktı ki, benim yüzüm gülüyor, „KazanmıĢsın dedem, yüzünden bellidir.“ “Evet Ahmet, sayenizde kazandım.“ Ahmet bir havaya fırladı, „YaĢa dedeciğim. Sen kimin dedesisin” diyerek beni kucaklamıĢ havaya kaldırmıĢtı. Sağolsun Ahmet. Ahmet, „Ee dedem yarın gel gidelim.“ „Olur Ahmet” Sabahları saat yedide Tuzluçayır‟a Karayollarının servis arabası gelirdi. Sabahleyin Ahmet‟le bindik. Daha Karayollarında iĢe girmeden Ahmet reklam yapıp beni tanıtmaya baĢladı bile. Gittik Karayolları Merkez atölyesinde indik. Ġdris Bey‟e gideceğiz. Ġdris Bey‟in soyadı Börekçi idi. Önce Ahmet‟in iĢyerine gittik. Orada ve Ahmet‟in yanında bir de Muharrem vardı, o da Kangal‟ın DıĢlık Köyündendi. Ahmet iĢlerini ayarladı, Muharrem‟e haber verdi. Birlikte Ġdris Börekçi‟ye gittik. Ġdris Bey‟in kapısını vurduk, girdik içeri. Ġdris Bey‟e diplomayı uzattık. Ġdris Bey, „Ne o, ne çabuk aldın diplomayı? Satın mı aldın yoksa?” Tabi biz Ģaka olduğunu anlamıĢtık ama Ġdris Bey bana biraz yazı yazdırdı ve okuttu, sonra „Tamam, para vermemiĢsin. Ġnandım ki, kazanmıĢsın almıĢsın Rıza. Ben de seni iĢe aldım. ġu muameleleri yaptır, tamamla getir bana.“ Muamele koĢulları epeyce vardı. Bir doktor raporu, iki üç adet resim, noter tastikli diploma sureti, adres ilmuhaberi, savcılık sicil kâğıdı vesaire. Daire baĢkanlığında birkaç tane sınav 173 Ölmeyen Çocuk nisbetinde soru sormuĢlardı. Böylece bütün dairelerde dolaĢtığım yerlerde elimdeki yönetmelik formuna göre puan veriliyormuĢ. Ben bilmediğim için bakmamıĢtım, hepsini de iki günde tamamlamıĢtım. Getirdim Ġdris Bey‟e verdim. Ġdris Bey Ģöyle bir baktı, „Ooo Rıza, aferin sana dedi.“ “Ne oldu Ģefim” dedim. Dedi ki, “95 puan almıĢsın. Sen de yüksek bir kabiliyet vara benziyor. Hadi bakalım hayırlısı olsun” dedi. ĠDRĠS BÖREKÇĠ Ġdris Bey Ģunları söyledi: “Rıza Ģimdi seni eve gönderiyorum. Bu evrakları daire baĢkanlığına gönderiyorum. Oradan sana iĢbaĢı tayini çıkacak. Bu bizim yönetmelik gereğidir. Tahmin ederim çabuk çıkar. Zira sen çok yüksek puan almıĢsın. Tayinin çıktıktan sonra üç ay denemeye tAğabeyin. Üç ay saha iĢçiliği yapacaksın. Sonra da seni atölyelerden birine vereceğim” demiĢti. Ben oradan çıktım. Doğru Hacettepe‟ye gittim. Mehmet Bey‟e keyfiyeti anlattım. Mehmet Bey de sevindi, “Peki Ģimdi ne yapacaksın Rıza?” diye sordu. “ġimdi tayinim çıkana kadar izin verirsen çalıĢacağım.“ “Ġzin verirsen ne demek Rıza? Hemen çalıĢ sonra Ģimdi senin paran da bitmiĢtir. ÇalıĢ ki, biraz para kazanasın.“ “Sağol Mehmet abi.“ ÇalıĢmaya baĢladım. Gerçekten üçüncü gün benim çalıĢma tayinimi Ahmet getirmiĢti. Ben yine üçüncü gün gitmedim. Hacettepe‟ye gittim. Bir gün daha çalıĢtım. Mehmet Beyéden paramı da aldım. Bir gün sonra herkes gibi ben de durağa saat yedide indim. Servise binmeye hak kazanmıĢtım. Velhasıl iĢbaĢı yaptım. ĠĢbaĢı yaptım ya iĢin ilginç bir yönü vardı. YAġAR USTA YaĢar Usta Bulgaristan muhacirlerinden dinci ve biraz da bencil bir adamdı. Merkez Atölyesinde iki tane amirimiz vardı. Bu YaĢar Usta ikisinin de gözüne girmeyi baĢarmıĢtı. Bu atölyede bir de bahçıvan kadrosu vardı. Bu adam bahçıvan ustabaĢıydı. Karayolları Merkez Atölyesi çok düzgün, nizamlı, intizamlı, organizeli ve de tabiata da son derece önem veren bir atölyeydi. Çok ta avantajları vardı. Atölye bu durumlarını daire baĢkanı Fahir Bey‟e borçluydu. Fahir Bey çok disiplinli, otoriteli, değerli bir yüksek mühendisti. Atölyenin avantajları, A. her yıl iki takım dıĢarı elbisesi: her yıl terziler atölyeye gelir herkesin ölçüsünü alır, diker ve herkesin elbiselerini beğendirir giderler. B. tepeden tırnağa elbise: sadece iç çamaĢırı yok, diğer iĢ elbiselerini kirlendikçe değiĢtirirsin. C. yemekhanesi: 1000 kiĢi kapasiteli olmak üzere evlenen ve benzeri tören yapanlar o salonu parasız kullanırlardı. Ç. her mahalleye servis arabası, D. lavaboları: daima bol sabun bulunur, banyoları vardır; isteyen herkes paydoslarda banyosunu yapardı. ġimdi dönelim YaĢar Usta‟ya. YaĢar Usta saha iĢçilerine de bakıyor. Yani YaĢar Usta hem bahçıvan, ustabaĢı, hem de sahada vasıfsız iĢçilere çavuĢluk ediyor. YaĢar bu atölyede kral olmuĢ hiç 174 Ölmeyen Çocuk kimsenin haberi yoktur. ĠĢte benim için sürpriz ve ilginç olan bu idi. ĠĢbaĢı yapar yapmaz gözüme takılmıĢtı YaĢar Usta‟nın daire baĢkanlığından gizli iĢler çevirmesi. YaĢar Usta‟nın yapmadığı iĢ yoktu. Yaptığı iĢler ise yolsuzdu. Üç ay YaĢar Usta‟nın emrinde çalıĢacaktım. Binaenaleyh çok geçmedi YaĢar Usta hakkında Ģikayetler gelmeye baĢladı. ġikayeti getirenler YaĢar Usta‟nın hıĢmına uğrayanlardır. Yani daha ziyade Alevî vatandaĢlardır. YaĢar Usta insanlara fetva verecek veya dini yönlerde yol gösterebilecek bir hoca değil. Böyle bir görevli de hiç değildi. Peki nedir bu YaĢar Usta? Kimdir bu? Yukarıda da bahsettiğim gibi YaĢar Usta Bulgar muhacirlerinden, sıradan ve ilkokul derecesinde okumuĢ, Ģeytan akıllılardan bir yaratık. ĠĢinin çıkarı için adamı aynı zamanda istediği ve iĢinin düĢtüğü tüzel ve özel kiĢi ve makamlarda fevkalade diyalog kurmayı baĢaran kurnaz bir adamdır. Ama müesseseye kârdan çok zarar açıyordu. Ama artık bundan sonra YaĢar Usta‟nın da kepi yere düĢecektir. YaĢar Usta, yaĢamaz duruma düĢecektir. YAġAR USTA NE YAPIYORDU? Herkesin bildiği gibi Türkiye‟de Osmanlı devrinde Yavuz Sultan Selim 1515‟lerde halife oldu. Türkiye‟de ilk etapta 1517‟lere kadar 80 bin Alevî insanını kırdırıyor. Yavuz‟un mezaliminden bu yana tarih Alevî Toplumunun aleyhine çalıĢmıĢtır. Giden vurmuĢ, gelene miras bırakmıĢ, gelen de vurmuĢ bu zavallı toplumun hiç mi hiç baĢı ayık kalmamıĢ. Velhasıl Alevîler Türkiye‟de üvey çocuk muamelesi görmüĢler. I. Ahmed‟in veziri Kuyucu Murad PaĢa zihniyeti halen devam etmektedir. ĠĢte YaĢar Usta da o Ebu Suud torunlarından olacak ki, o da birilerine yaranmak için Karayolları Merkez Atölyesinde toru topu 15-20 tane sayısı olan bunların da içerisinde birkaç tane zavallıyı bulmuĢ, sanki bu insanları Allah kendinden soracakmıĢ gibi, onlara kendince Müslümanlık öğretmeye çalıĢmıĢ. Genellikle Ramazan aylarında ve belli günlerde onların yanına sokuluyor, „Siz niçin oruç tutmuyorsunuz? Siz Müslüman değil misiniz? Eğer Alevî iseniz Hz. Ali namaz kılar, oruç da tutardı. Siz Ali‟yi seviyorsanız niçin onun yolundan gitmiyorsunuz” diye bu zavallı insanları soru yağmuruna tutuyor. Sanki Hz. Ali‟yle yaĢamıĢ, onu dünü günü görmüĢ gibi onun icraatlarını sözde Alevîler‟e örnek gösteriyormuĢ. Besbelli ki, kendi gibi birkaç yazar çizer ve yobazların neĢriatlarını okumuĢ, onlarla yola çıkıyor YaĢar Beyefendiler. Alevîlere fetva vermeye kalkıyor. Onlara Müslümanlık öğretmeye kalkıyor. YaĢar Usta‟nın Karayolları Merkez Atölyesine açtığı zarar yaklaĢık kendi kazancının on mislini geçiyor. Yani YaĢar Usta sözde Müslüman önderliği yapar gibi görünüyor. Ama onun dolaylı yollardan yaptığı zarar belki on aileyi besleyebilecek boyutta idi. Binaenaleyh zavallı Alevîler de iĢimizden oluruz korkusu ile seslerini çıkartamazlardı. YAġAR USTA CUMA GÜNLERĠ SERVĠS DÜZENLĠYOR ĠNSANLARI CAMĠYE TAġIYORDU 175 Ölmeyen Çocuk Bir defa YaĢar Usta‟nın Müslümanlık adına yaptığı faaliyet sayesinde atölyede her öğlen paydos saatlerinde 1.5 saat yemek paydosu var. Bu yetmiyormuĢ gibi 30 dakika önceden iĢi bırakıyor, abdest almaya gidiyorlar. Ardından namaz kılıyor yani öğlen namazları, abdestleri yemekten önce bitiyordu. Sonra da yemek yeniyor, çalıların, ağaçların diplerinde ceketlerini altlarına seriyor, Ģapkalarını döndürüyor, ayakkabıların ökçelerini kırıp yatıp uyuyorlardı. Ġkinci bir despotluk ise her cuma günü yine yarım saat önceden devletin servis otobüslerini tahsis ettiriyor, büyük camilere namaz kılmaya götürüyordu. Üçüncü bir despotluk ise Ramazan ayında iĢçilerin ve memurların hepsi birbirine bakarak, YaĢar Usta‟nın da organizesine uyarak normal günlerde yaptıkları iĢin Ramazan ayında garanti üçte biri yapılıyordu. Yani tam anlamıyla YaĢar Usta‟nın Müslümanlık önderliği sayesinde atölyede muazzam bir keĢmekeĢlik yürüyordu. ĠĢte YaĢar Usta bu organizeye, bu keyfiyete uymayanları arayıp buluyor, onların bilinçsizliklerinden, zavallılıklarından yararlanıyor, onları keklik gibi avlıyordu. Zira Alevîler de benim oraya girmem, beni tanımalarından sonra Ģikayetlerini bana getiriyorlardı. YaĢar Usta‟nın töhmetinden kurtulmak üzere benden medet umuyorlardı. BEN KĠMĠM ? Alevîler bana niçin Ģikayet getiriyorlar? Benden niçin medet bekliyorlar? Ben kimim? Evet, ben de yukarıda bahsettiğim gibi sıradan bir insanım. Merkez Atölyesine bazı arkadaĢlarımın yardımıyla herkes gibi iĢe girmiĢ hatta henüz bir aylık iĢçiyim. Üstelik üç ay denemeye tabi olan, yeni iĢbaĢı yapmıĢ, henüz bir aylık iĢçiyim. Evet görünümüm budur ama, içime baktığınız zaman, iyi tanıdığın zaman YaĢar Usta gibi sıradan bir yaratık olmadığım anlaĢılırdı. Olaya bir misalle baĢlamak istiyorum. Bir rivayete göre Hazreti Hüseyin daha çocukken bir gün Hz. Fatıma‟dan gizli, gözden kayıp olmuĢ, sokaklarda dolaĢmaya baĢlamıĢ. Hz. Hüseyin çok da güzel, nurlu yüzleriyle güneĢ gibi insanları büyüleyici bir görünüm arzediyormuĢ. Hristiyan asıllı bir zat Hüseyin‟i görünce ona bakmak, onu sevmek için merak ediyor. Çocuğu evine götürüyor, onu yakından görüyor, seviyor ve evinde alıkoymaya azmediyor. Hüseyin ise Hristiyan‟ın evinde durmamakta ısrar ediyor. Binaenaleyh Hz. Hüseyin güzel olduğu kadar da zeki bir çocuk, Hristiyan soru soruyor: „Sen kimsin?”, “Hz. Hüseyin, ben HaĢimi Soyundan gelen Abdulmüttalip bin Ebu Talip‟in oğlu Emir‟ül Mümin, Tanrı‟nın arslanı Ali‟nin oğluyum.“ Hristiyan, „Peki, babanı öğrendik, ya anan kimdir?” Hz. Hüseyin, „Anam, iki cihan serveri, sallallahu Aleyh-i vesselam Muhammet Mustafa bin Abdullah‟ın kızı, dünyayı ısıtan bütün hayr‟ül nisa tayfasının anası Fatımat‟ül Zehra‟dır” der. “Peki ananı öğrendik ya deden kimdir?” „Benim öyle bir dedem var ki, HaĢimi Soyundan gelip Ebu Talip‟le Amine gibi atalardan doğan Ġslâmın ıĢığı, güneĢi, nuru, Tanrı‟nın elçisi Hz. 176 Ölmeyen Çocuk Muhammed Mustafa‟dır. Vallahi haberin olsun ki, sen beni evinde tutarsan Allahu Teâla‟nın Ehl-i Beyt‟i nurları hakkı için Hristiyan neslini yeryüzünden yok ederler.“ Hz. Hüseyin‟in bunca meresiyeler okumasına rağmen her türlü cezaya razı geliyor ve Hz. Hüseyin‟i 24 saat evinde alı koyuyor. 24 saat sonra Hz. Hüseyin‟i getirip ailesine teslim etmek istiyor. Biz Ģimdi Hz. Hüseyin‟in hikayesinin devamını bırakalım. Ben kimim sorusunun yanıtını verelim. Atölyedeki Alevîler, YaĢar Usta‟nın töhmetinden kurtulmak için benden medet bekliyorlar demiĢtim. HaĢa, ben Ali gibi, Hüseyin gibi zatlarla kendimi kıyaslamam. Ama iĢte onların baĢka bir seyyidiler neslinden gelen, insanlık için, Ġslâmlık uğruna ve Türklük için sosyal, kültürel, manevî alanlarda hem hocalık yapmıĢ, hem de bu saydığım gerçek değerlere zarar verenlere karĢı savaĢ vermiĢ, aynı zamanda onların bu uğurdaki emeklerine karĢılık Osmanlı PadiĢahları tarafından ellerine berat verilmiĢ tuğralı secereleri olan Anadolu Erenlerinden olan bir nesilden gelmeyiz, o ceddimiz kadar yaĢatmaktayız bu geleneği. Daha Türkçesi bizlerin Ġslâmi faaliyetlerini yasaklamıĢ olmalarına rağmen; bizler hiçbir çıkarcılığa, paraya pula meyil etmeden nerede bir haksızlık görsek gücümüz dahilinde ona karĢı çıkar, bu tür kötülüklere sebep olanlara fikrimizle, bilincimizle ve ikna yoluyla yanlıĢ giriĢtiği davranıĢtan önce geri durmasını izah ederiz. Zira aslında toplumun manevî önderleri biziz. Eğer anlamaz; hâla birden fazla, toplumu ilgilendiren maddi ve manevî değerleri suistimal ve benzeri sahtekârlıklarını en yakın ilgiliye bildirmeyi kendimize bir görev biliriz. Biz bu gibi toplu değerleri kendi Ģahsi değerlerimizin üstünde tutarız. ĠĢte ben de en ufak çapta onlardan biriyimdir. Binaenaleyh bizim olduğumuz ve devreye girdiğimiz yerlerde YaĢar Usta benzeri bir cami hocası felan vız gelir. Bizim gerçekten ele aldığımız davaların hukukî kurum mercilerinde de geçerliliği söz konusudur. Zira bizler parasız pulsuz, halk için, Hak için doğrunun yanında olanlardanız. ġĠMDĠ DÖNELĠM KONUMUZA Konumuz YaĢar Usta‟dır. Ben bekliyordum ki, YaĢar Usta bir gün bana da gelsin. Bana böyle bir davayı sorsun ve tartıĢalım. Meğer YaĢar Usta beni araçlar Ģefi iĢe alan Ġdris Bey‟in yakını olarak öğrenmiĢ. Bu yüzden bana yanaĢamamıĢ. Oysa ki, ben ne Ġdris Bey‟in ne de atölyede baĢka bir kimsenin de yakınıydım. Ġdris Bey sadece Sivaslı‟dır. Ciddi bir insandır ve yağcılığı da sevmez. Nihayet YaĢar Usta bana gelmeye cesaret edemedi ama ben ona gideceğim. Zira Ramazan ayı geliyor, YaĢar Usta köĢe köĢe geziyor. Alevî çocuklar, „Eyvah YaĢar Usta gelirse ne cevap vereceğiz?” diye Ramazan yaklaĢınca, oruç tutmayan Alevîler‟i sıtma tutuyordu. Ayrıca Ramazanda iĢler duruyor, camiye arabayla insan taĢıma yoğunlaĢıyordu. Ben ise Karayolları Merkez Atölyesinde bu keĢmekeĢliğe dur diyecek formüller arıyordum. Ama öncülüğü ve organizeyi yapmam için YaĢar Usta‟yla önce konuĢup tartıĢmam lazımdı. YaĢar‟ın yenilgiyi kabul etmeyeceğini, 177 Ölmeyen Çocuk bildiğine devam edeceğini ben çok iyi biliyordum. Ama her Ģeye rağmen YaĢar‟la konuĢmam ihtiyaç halindeydi. YaĢar Usta‟nın kendine has sahada bir kulübesi vardı. Bu kulübe onun bir evi halindeydi. Bazen kafa dengi arkadaĢları yanına gider sohbet ederlerdi. Ben de henüz saha iĢçisi durumunda olduğum için YaĢar‟ın kulübesine gidebilmem gayet normal olacaktı. Ancak bir bahanem olmalıydı. Allah bu ya bir gün hava bulutluydu, sonra yağmur baĢladı. Bu durum fevkalade bir bahaneydi. Hemen bastırdım, YaĢar Usta‟nın kapısını vurdum, o da buyur etti. Girdim, YaĢar çok iyi bir karĢılama yaptı bana. Yani layık olmadığım, olağanüstü bir karĢılamaydı. Bunu niçin yaptığına ben bir türlü anlam veremedim. Daha Türkçesi ben Ģok oldum. Biraz düĢününce sezinlediğim Ģu olmuĢtu. Bu Ġdris Bey‟in yeğenidir, Ġdris Bey‟e ise, YaĢar‟ın iĢi çok düĢüyordu. Zira araba tahsisi Ġdris Bey‟in yetkisindeydi. Ġdris, YaĢar‟ın da amiriydi. Yoksa YaĢar orada bir kadronun ustabaĢıydı, 45 yaĢındaydı. Ben ise 29 yaĢındaydım. Onun en küçük bir kardeĢi olabilirdim. Aynı zamanda benim de ikinci derecede bir amirimdi. Bana öylesine bir karĢılama yapması gerekmezdi. Binaenaleyh, ilk karĢılaĢmamda YaĢar Usta‟yı iki zaaf noktasından yakalamıĢtım. Bunlardan birisi yağcılık pozisyonunu, ikincisi YaĢar söz konusu atölyede göstermiĢ olduğu faaliyetin yanlıĢ ve sahtecilik olduğunun farkındadır. YaĢar çaylarımızı yaptı, çaylarımızı yudumlamaya baĢladık. Anladım ki, YaĢar bana soru sormaya hazırlanıyordu. Bu durumda benim kendisine sormama gerek kalmamıĢtı. YaĢar Usta‟nın ilk sorusu: “Rıza buraya herkes iĢe giremez ama sen nasıl girebildin? Bu atölyeye iĢe girebilmek iki koĢula bağlıdır. Atölyenin elemana ihtiyacı olduğu zaman müracaat edilir. Buraya çeĢitli sanat gruplarına göre sınavla girilir. Sınavı kazananlar muamelesini yaptırır, girerler. Ġkincisi çok kuvvetli bir torpilin olması gerekir. Onu da daire baĢkanımız katiyen kabul etmez. Bu daire baĢkanınız uzun boylu, iri yapılı cesur ve disiplinli bir insandır. Fahir Bey yüksek mühendistir.“ “Ġyi anladım (bir ipucu elime geçmiĢti), evet Ustam devam edin.“ “Sen ise sınavla girmediğin belli ki, sahada temizlik iĢinde çalıĢıyorsun.“ Cevap: „Haklısın ama belki sahada vasıfsız iĢçiye de ihtiyaç varmıĢ, onun için almıĢ olabilirler.“ „Böyle olsa bile benim de haberim olurdu” dedi. Benim elime bir koz daha (ipucu) geçmiĢ oldu. “Yoksa seni Ġdris Bey mi aldı?”, “Evet Usta, beni iĢe Ġdris Bey aldı.“ “Peki onun yakını mısın? Ben yeğeni olduğunuzu duydum doğru mu?”, “Ustam sen benim iĢe girmemi ince ince soruyorsun. Bak ben sana söylüyorum. Ben Ġdris‟in yeğeni felan değilim. Ancak Sivaslı olduğunu öğrendim. Geldim müracaat ettim. ġansım varmıĢ o da beni aldı. Zira Ġdris Sivas‟ın içindenmiĢ, ben ise Divriğili‟yim. Divriğili‟yim” deyince usta biraz düĢündü ve devam etti: “Divriğili misin?”, “Evet Ustam.“ „Burada Divriğililer, Kangallılar var, onları tanıyor musun?”, “Vallahi daha yeniyim. Ama birkaç tanesini tanıyorum.“ „Ahmet Balcı var, tanır mısın? Yakın köylümdür.“ Usta Ġdris‟in yeğeni olmadığımı iyice anlamıĢtı. Usta, esas konuya yavaĢ yavaĢ yaklaĢıyordu. Usta devam ediyordu sogruya: “Rıza, Ahmet ve bazı arkadaĢlar Alevîler, sen de onlardan mısın?”, “Vallahi onlardan olup olduğumu bilemem de, 178 Ölmeyen Çocuk Alevî olabilsem ne mutlu!”, YaĢar, „Niçin Rıza?” “Niçin mi? Daha Türkçesi, Alevîlik bir fazilettir. Alevî olmak Hak‟la birleĢmek demektir. Ama bizlerin sadece adı Alevî‟dir.“ YaĢar Usta, „Aferin Rıza! sen bir Ģeyler biliyorsun. Galiba güzel sözler ettin. Gerçekten eğer Alevîler Ali‟nin yolundan gitselerdi, Ġslâm‟ın Ģartlarını yerine getirirlerdi. Ben onlara soruyorum: „Madem ki, Ali‟yi seviyorsun, o halde niçin onun yolundan gitmiyorsunuz” diyorum.“ “Ustam bana da Ali‟nin Muhammed‟in yolunu söyler misin?” YaĢar Usta, „Mesela Hz. Ali ve Hz. Muhammed namaz kılmıyor muydu? Oruç tutmuyor muydu? Ama ben görüyorum ki, Alevîler‟in çokları bu Ģartları yerine getirmiyorlar. Örneğin Ġslâm‟ın BeĢ ġartı vardır. Bu Ģartları yerine getirmiyorsa bir Müslüman nasıl Müslümanlık‟tan söz ederler ben anlayamıyorum.“ “Peki Usta, bu BeĢ ġart Kur‟an‟ın neresinde yazıyor söyler misin?”, “Ġslâm‟ın BeĢ ġartı Allah-u Teâlanın buyruğudur.“ “Mesela nelerdir?” YaĢar Usta, „Bir defa Ramazanda 30 gün oruç, 5 vakit namaz ve Hac‟ca gitmek, Kelime-i ġehadet, zekât”, „Tamam mı Usta?.“ YaĢar, „Evet, tamamdır.“ “Peki, Hz. Muhammed ve Hz. Ali bu Ģartları ta bugünkü Ģekilde yerine getiriyorlar mıydı? Tabi ki, onlar Allah‟ın emirlerini harfiyen uyguluyorlardı.“ “Yani bu icraatlar ibadettir değil mi?”, “Elbette.“ Soru: “Peki Usta Hz. Muhammed ve Hz. Ali Allah‟ın emri olmayan bir hizmeti uygulayabilirler miydi?” Cevap: „HaĢa ki, onlar Allah-u Teâla‟nın emri olmadan hiçbir uygulama ve icraat yapmazlar.“ Soru: “Peki Usta, sizin Ġslâmlık‟ta adınız nedir? Örneğin mezhepler var. Siz de bunların birinden misiniz?” Cevap: “Evet, ben Ġmam-ı Azam mezhebindenim”, „ġimdi de ben sana bir Ģeyler sorabilir miyim?”, “Elbette sorabilirsin”, „TeĢekkür ederim Ustam.“ Soru 1- “Ġslâm‟ın BeĢ ġartı, Kur‟an‟ın neresinde ve ne Ģekilde yazmaktadır.“ Cevap. „Mesela, 1. BeĢ vakit namaz farzdır. 2. 30 gün oruç farzdır. 3. Hac‟ca gitmek farzdır. 4. Kelime-i Ģaadet. 5. Fitre ve zekat.“ Bunlar Allah‟ın buyurmuĢ olduğu farzlarıdır. Bunları tam olarak uygulayanlar tam bir Müslüman‟dırlar. Soru 2- “Kaç mezhep vardır?” Cevap-“Ġslâm‟da 4 mezhep vardır. Ben Ġmam-ı Azam Ebu Hanife mezhebine mensubum.“ Soru 3- “Sayın Ustam Cami nedir?” Cevap: „Cami, mescit, Allah-u Teâla‟nın buyruklarının ve emirlerinin icra edildiği bir mekândır. Dolayısıyla onun bir evidir.“ Soru 4- “Sayın Ustam teravih namazı var mı? Varsa o da farz mı?” Cevap- “Teravih namazı farz olmasaydı Müslümanlar kılar mıydı? Elbette teravih namazı çok kutsal bir namazdır. Ramazanda iftardan sonra teravih namazına gidilir.“ Soru 5- “Sayın Ustam, Ġslâmda halifelik var mıdır? Varsa o da Allah‟ın emri midir?” 179 Ölmeyen Çocuk Cevap- “Elbette vardır. Kur‟an‟ı Kerim‟de iki kiĢiden biri olan Ebu Bekir Hazretlerini Peygamberimiz mağaraya giderken kendisini kâfirlerden koruması için yanında koruyucu olarak götürmüĢtü. Hz. Ebu Bekir‟in ayağını akrep sokmuĢtu. Ġki kiĢiden birisindeki kasıt budur. Bu nedenle Hz. Ebu Bekir ilk halife olmuĢtur.“ Soru 6- “Sayın Usta gerek Hazreti Muhammed, gerekse Hz. Ali buyurmuĢ olduğunuz Ģartların hepsini uyguluyorlar mıydı?” Cevap- “Ne biçim soru soruyorsun. Onlar hiç Allah-u Teâla‟nın emirlerini uygulamazlar mı?” Soru 7- “Sayın Usta zatınız Sünni Müslüman olduğunuzu, Ġmam-ı Azam Ebu Hanife mezhebinden olduğunu söylediniz. Peygamberimiz de Sünni miydi? Ve onun mezhebi de var mıydı?” Cevap- “Evet, Peygamber taraftarlarına Sünni, Hz. Ali taraftarlarına Alevî diyorlardı.“ Soru 8- “Peygamberimizin uygulamalarını siz Sünni Müslümanlar da uyguluyor musunuz?” Cevap- „Ben kendim Allah‟tan bir manilik, olağanüstü bir engel olmadığı müddetçe namazımı, orucumu ihmal etmemiĢimdir. Ömrüm devam ettiği müddetçe de devam edeceğim.“ Soru 9- “Sayın YaĢar Usta, Allah-u Teâla inandığı ve kendi yerine insanlara yansıtmak üzere tayin ettiğine dair Kur‟an‟ı Azim-i ġan‟da hakkında ayet nazil olmuĢ ve onu meth etmiĢtir. Artı, Hz. Peygamberimiz ise kendinden sonra yerine geçecek kiĢiyi hadisleriyle belirlemiĢtir. Peki Ebu Bekir hakkında Allah‟ın ayetlerinde veya Peygamber‟in hadislerinde bir yeri veya bir açıklama var mıdır?” Cevap- „Bu hususta ayet hatırımda yok ama Ebu Bekir, Hz. Peygamberimiz‟e son derece yakınlığıyla tanınır. Peygamberimiz‟e yakın olan bir kiĢiyi de gayet tabi ki, Allah da sever.“ Soru 10- “Sayın Ustam, Ġslâm tarihlerinde, Kur‟an-ı Kerim‟de söz konusu olan bir Ehl-i Beyt vardır. Bunlar hakkında da bilgin var mı?” Cevap- “Ehl-i Beyt Peygamberimiz‟in torunları ve aile efratıdır. Aynı zamanda halifeler ve Peygamberin diğer hanımlar da Ehl-i Beyt‟tendir (ben, „Peki bu Ehl-i Beyt hakkında da ayet var mıdır?”) Öyle bir ayet hatırımda yoktur. Ancak Ehl-i Beyt hakkındaki söyleyiĢler Hz. Peygamberimiz‟in sünnetidir. Alevîler ise bu gibi unsurlardan medet umuyorlar. Oysa ki, ibadetler doğrudan Allah‟a yapılır (ben, „Yani ayetle sabit olmayanlar farz değildir, sünnettir diyorsunuz”), evet.“ Soru 11- “Sayın Ustam, Ġmam-ı Azam da Sünni miydi? Bu mezhep dediğiniz bir kurumu o mu kurmuĢtu? Bu hususta bir deliliniz var mı? Örneğin mezheplerin 750765 yıllarında kurulması söz konusudur.“ 180 Ölmeyen Çocuk Cevap- „O konuda bir kitap ismi söylemeye gerek yok. Ġmam-ı Azam‟ı bütün Ġslâm tarihleri ve fıkıh kitapları övüyorlar.“ “Sayın Ustam size son bir sorum daha vardır.“ Soru 12- “Siz bu atölyede fevkalade amirler tarafından sevilir simalardansınız. Bu sayede de cuma günleri Ramazan ayında camilere araba tahsis ettiriyorsunuz. Bu konuda fevkalade bir öncülük ediyorsunuz. Bu hususlarda Allah-u Teâla‟nın izni olabilir mi? Veya sizin bu iĢleri yapmaya yetkiniz var mı? Binaenaleyh burada devletin arabasıyla namaz kılmak için giden olsa olsa 50-70 kiĢi olabilir. Ama Türkiye‟de yaklaĢık 35-40 milyon nüfus vardır. Bu müessese ise 40 milyonun adına çalıĢan bir kurumdur. Böyle olunca, bu kılınan namazlara diğer insanların hakkı geçmiyor mu? Bir baĢka husus ise, bu uygulamadan daire baĢkanlığının haberi var mı? Yoksa bu risk tamamen size mi aittir?” Cevap: “Daire baĢkanlığının haberi yoktur. Ama atölye müdürüm Ekrem Bey ve araçlar Ģefi Ġdris Bey buna izin veriyorlar. Ben de Allah rızası için bu hizmeti yapıyorum.“ “YaĢar Ustam bugün sizin yanınıza geldim. Siz de güzel muhabbetler açtınız. Bu kadar konuĢmamıza, tartıĢmamıza vesile oldunuz. Belki de sizi rahatsız ettim. KonuĢmalarımızda ikimizinde maddî bir çıkarı olmadığı için sanırım birbirlerimize darılmayız.“ YaĢar Usta, „Hayır niçin darılalım.“ “YaĢar Ustam konuĢmamıza devam edelim mi? Sanırım zamanımız var. Zira yağmur ufak ufak yağıyor. ĠĢ baĢına yaklaĢık 35-40 dakika var.“ “Tabi edelim, arzun bilir”, „TeĢekkür ederim YaĢar Ustam. Size 12 soru sordum. Bunları sakin bir biçimde cevaplandınız. Eğer izin verirseniz bu soruları biraz da ben yanıtlamak istiyorum. Ancak yanıtlarıma geçmeden önce ben kendimi size tanıtmak istiyorum. Binaenaleyh siz beni sadece bir Rıza olarak burada ve Ģu anda da bir vasıfsız iĢçi olarak tanıdınız. Tabi ki haklısınız, ben de sizi aynı Ģekilde bu atölyede bahçelerin bir kadrosu var, bu kadronun ustabaĢı olarak tanıdım. Aynı zamanda ben bu sahada çalıĢtığım müddetçe benim de hem Ustam hem de iĢ hususunda benim ikinci bir amirim oluyorsunuz. Doğru mu Ustam? Zira bu bahsettiğimiz iĢler hem özel hem de ayrı bir konudur. Bunları söyledikten sonra geçelim biraz da kendimden söz etmeye. Ben de Ģayet olabilirsem eğer Alevî inançlıyım ve aynı zamanda sizin de bildiğiniz gibi Alevî inancında dedelik vardır. Ben de o dede soyundanım. Bizim mensup olduğumuz dede ocağı Seyit Garip Musa Sultan adında 12 imamların yedinci imamı olan Ġmam Musa Kâzım Hazretleri‟nin seyyidiler neslinden ondördüncü göbek evlatlarındandır. Sayın YaĢar Usta, bu vesileyle de size böyle bir ulu zatı tanıtmıĢ oldum. SEYĠT GARĠP MUSA SULTAN 181 Ölmeyen Çocuk Binaenaleyh böyle bir zatın soyundan gelmemize rağmen 1515-1517 yılları itibarı ile Yavuz Sultan Selim‟in mezalimi, devam eden yönetimlerin uygulamaları hem Ġslâm esaslarını zaafa uğratmıĢ hem de söz konusu olan bu erenleri mukaddes vazifelerinden men etmiĢ, dolayısı ile biz soydan gelen dede nesilleri görevlerini yapamaz duruma gelmiĢiz ve yapmıyoruz da. Ancak zamanı ve yeri geldiğinde gücümüz dahilinde mirasa sahip çıkmak, bazı olumsuz ve rencide edici vahĢetlere karĢı devreye girmek, ikna yoluyla Ġslâmi değerleri aksine kullananlara karĢı çıkmak da hakkımızdır. Bu hususlarda ise bizim için para pul vesaire karĢılığı asla önemli olamaz. GayrimeĢru müsamacılık, himayecilikte olamaz. Sayın Ustam, sanırım bu anlatımlarımla ben naçizaneyi biraz olsun tanımıĢ oldunuz. ġimdi de izin verirseniz yanıtlarıma geçeceğim. YANIT Sayın Ustam birinci soruma verdiğiniz cevapta Kur‟an‟da BeĢ ġartın olduğunu ve beĢ vakit namazın olduğunu ve hatta otuz gün orucun olduğunu iddia ettiniz. Ama vahiy ile ayet olarak kaynağını söyleyemediniz. Mamafih Kur‟an‟ı Kerim‟de BeĢ ġart diye bir ayet, beĢ vakit namaz kıl diye bir ayet emri, otuz gün oruç tutun diye benzeri emirler ayetle mevcut değildir. Ancak Bakara süresinin 183-184. ayetlerinde sayılı günlerinde ve Ramazan ayında oruç tutun emri vardır. Fakat kaç gün ve ne için veya bu ayın hangi günlerinde tutulacağına dair bir ayrıntılı bilgi maalesef yoktur. Binaenaleyh Ramazan ayının on dokuzunda Hz. Ali‟yi Muaviye taraftarları Muaviye‟nin emirleri gereği olarak Hinde isminde bir kadının hazırladığı üç Ģebekeden birisi olan Ġbn-i Mülcem camiye giderken veya caminin içinde zehirli hançeri vurdu. Hz. Ali olaydan sonra evine getirildi ve Ramazan ayının 21‟inde Ģehid oldu. Eğer bunun için bu oruç tutulacaksa bu bir yastır. Bunun dıĢında Kur‟an‟ı Kerim‟in bu ayda indiği söz konusudur ki, bu doğrudur. Fakat Kur‟an‟ı Kerim, Ramazan ayında Müslümanlar‟a bir bağıĢ veya hidayet Ģeklinde bir ıĢıktır. Buna karĢılıkta olsa olsa sevinçli gündür ve bayram yapılması gerekir. Oruç ise bir zulmane olayın kaldırılması için yalvarmak anlamındadır. Sayın Ustam, “Ġslâm‟da mezhep var mı?” Ģeklindeki soruma karĢılık „Evet var” diye iddia ettiniz. Ġmam Azam Ebu Hanife mezhebine mensup olduğunuzu iddia ettiniz. Maalesef bu iddianıza da bir delil, bir kaynak gösteremediniz. Benim yanıtım ise iddianızın tamamen tersi olacaktır. Binaenaleyh mezhepler 750-765 yıllarında Abbasi halifelerinden El Cafer-i Mansur tarafından kurulmuĢtur. Ġmam Azam Ebu Hanife‟ye gelince bu zatın gerçekten çok değerli ve insanlığa yararlı iĢler yapmıĢ olduğu hemen hemen bütün Ġslâm tarihlerinde söz konusudur. Özellikle Sünni inançlı merhum Ziya ġakir‟in yazmasıyla Ġstanbul Maaruf Kütüphanesince basılmıĢ Mezhepler Tarihi denilen bir kitap, Ġmam Azam Ebu Hanife‟nin o tarihlerde halen yaĢamakta olan Ġmam Cafer Hazretleri‟nin müridi 182 Ölmeyen Çocuk olduğunu ve o zattan ders alarak esinlendiğini yazmaktadır. Ġmamlığına gelince, El Caferi Mensur Ġmam Cafer‟in hocalığına karĢın Azam‟ı çağrıyor, onu Ġslâm‟a imam tayin etmek istiyor. Maalesef Ġmam Azam kabul etmiyor ama El Cafer-i Mansur onu zindana attırıyor, 75-100 kırbaç vurdurarak Ģehid ettiriyor. Kendisi dört dörtlük Ġmamı Cafer‟in mürididir. Mamafih, Kur‟an‟ı Kerim‟de mezhep kurulsun diye hiçbir emir de yoktur. Bilhassa Kur‟an‟ı Kerim‟de mezhepçiliğin Ġslâm Dinini bölük bölük büldüğü hakkında ayet vardır. Enam suresinin 159‟uncu ayeti bakın ne diyor: “Dinlerini parça parça edip grup grup olanlar var ya, senin onlarla hiçbir iliĢkin yoktur. Onların iĢi Allah‟a kalmıĢtır. Sonra (Allah) onlara yaptıklarını haber verecektir.“ ĠĢte bu ayet Ġslâm içinde kurulan ve halen devam etmekte olan dört mezhebi kastetmektedir. Bu gibi mezhepleri kuranlar ve bu kurumlara bilerek inanıp aynı düzeni benimseyip yürütenler de aynı cezaya tabidirler. Kur‟an‟ın ve Peygamberimiz‟in izin vermediği, onların içinde olmadığı dinle ilgili kuruluĢ Allah‟a, Peygamber‟e ve Kur‟an‟a Ģirk koĢan ve kendi kendilerine bir içtihat doğrultusunda Kur‟an dıĢı olan bir inanç türü yaratmaktır. Eğer Allah böyle bir kuruluĢa izin verseydi, Peygamber‟in, Hz. Ali‟nin ve Ehl-i Beyt‟in de bir mezhebi olurdu.“ Soru 3- “Üçüncü soru „Cami nedir” sorusu idi. Cevabınızda Allah-u Teâla‟nın buyruklarının ve emirlerinin icra edildiği yerdir. Dolayısıyla Allah‟ın da evi sayılır dediniz. Bu cevap bir manada doğrudur. Fakat bu icraatın maksadı Ġslâm‟ın ilk kurulduğu günlerde Hz. Muhammed‟in insanları mescitlere çağırıp Allah‟ın buyruklarını onlara aktarmak, ayrıca o günlerde onları tabiatsız durumlarından arındırıp, yerine tabiat ve güzellikleri eğitim Ģeklinde vaaz etmesi yönündeydi. Zira o günkü Arap toplumu, tabiattan ve medeniyetten yoksun, tamamen gayri meĢru koĢullarda hayatını sürdürmekteydi. O günkü toplantılar bu yöndeydi, bu bir süre içindi. Zira zamanla bu toplantıya gelenlerin çoğunluk bir kısmı sadece sureten görünüyorlardı. O mescitten çıktıktan sonra „BoĢ ver, Muhammed bizi görmüyor ya, biz buradan çıktıktan sonra yine bildiğimiz gibi yaparız” demeye baĢlamıĢlardı. Bunun üzerine Allah, Tevbe süresi 107‟nci ayetiyle elçisi Muhammed‟e bildiriyordu: „Müminlere zarar vermek ve gönüllerinde saklı duran düĢmanlığı kuvvetlendirmek için namaz kılmağa mescit meydana getirdiler. Bunlar Müslüman olmadan önce Hz. Muhammed‟le harb eden münafıklardı. Müminlerin arasını açmayı, onları birbirine düĢürmeyi akıllarına koymuĢlardı. Allah-u Teâla‟ya Muhammed Müslümanlar seninle birlikte namaz kılsın ve zikretsin diye böyle geniĢ mescit, cami yaptık derler. Allah-u Teâla dahi Ģahitlik eder ki, onlar yeminlerinde yalandır.“ Ayet 108- “Ya Muhammed; kuluma, ol mescitlerde ebediyen namaza durma, daha evvelce Tanrı korkusu üzerine yapılan mescid-i evvelde namaza durman daha doğrudur. Orada rızaullah için hem kendilerini pak etmeyi ve hem de kötü ahlaktan onları men eden, sevmeyi bilen bir güruh var. Onlar ile ol” diye Allah-u Teâla 183 Ölmeyen Çocuk Hazretleri buyurmuĢlardır. Binaenaleyh Hz. Muhammed‟e Allah‟ın buyruğu ile o mescitler onlara giden Müslümanlar‟a yasak kılmıĢtır. Hz. Peygamberimiz daha sonra birkaç kiĢiye emrederek, Ġslâmız diyenlerin yaptıkları mescidi yıkıp, orasını süprüntulerle doldurtmuĢtur. (Kenarlı Kur‟an-„ı Kerim Tefsiri - sahife 203)” Ayrıca bu anımı okuyanların dikkatine. AĢağıya çok önemli tarihi kayıtlardan iki not yazacağım. 1. Tarih-i Teberi 2‟nci ciltte Altıparmak, kitabının 306‟ncı sayfasında Ģunları yazmaktadır: “Vakt-i saadetle Müslümanız diyenlerin yaptıkları camilerde namaz kılmak için Hz. Muhammed‟e teklif edilmiĢ idi. Bu teklif üzerine Cebrâil Aleyhisselam nazil olup, ol camilerin yıkılmasını sana emretti” ayeti kerimesini getirince. Namaz kılmak için yaptıkları mescidi Hz. Resullulah, farz-ı Kur‟an‟la yıktırdı. Hz. Muhammed‟den sonra da camiyi halife Ömer yaptırmıĢtır.“ Ġkinci Bir Tarihi Kayıt ise Ravazat‟ül Ahbab kitabının üçüncü cilt, 103‟üncü sayfasında ve dördüncü cild, 100‟üncü sayfasında muhteĢem camileri Muaviye‟nin yaptırdığı yazılıdır. Buralarda Hz. Ali‟ye ve evlatlarına lanet eden hutbeler okutuyorlardı. Hz. Ali‟yi ve evlatlarını sevenlerin katline fermanlar buralarda çıkarılmıĢtır. Bu iki tarihi kaydımızı sunduktan sonra tekrar dönelim YaĢar Usta‟yla devam eden anılarımıza. Soru 4- “Sayın Ustam dördüncü sorum teravih namazı hakkında idi. O namazın da farz olduğunu iddia ettiniz. Kusura bakmayın ben ise o namazın da aksini savunmak zorundayım. Sayın Ustam, bu konuya bir delil göstermeye gerek duymuyorum. Ama teravih namazı halife Ömer‟in icraatıdır. Böyle bir namazın Kur‟an‟la alakası yoktur.“ Soru 5- „BeĢinci sorum halifelik konusuydu. Ebu Bekir‟i Kur‟an‟ı Kerim‟de iki kiĢiden biri olarak Allah-u Teâla‟nın tarif ettiğini iddia ettiniz. Bu cevabınızda maalesef tamamen gerçeğe aykırıdır. “Sayın Ustam, Kur‟an‟ı Kerim‟de Ebu Bekir‟le diğer iki halife dahil olmak üzere üç halifenin hakkında Allah-u Teâla tarafından gerekse Hz. Peygamber tarafından övücü olarak ne bir ayet, ne de bir hadis vardır. Binaenaleyh Ġslâm‟da halifelik bir dönem değiĢikliğidir. Ġslâm‟da Kur‟an‟a göre ve Hz. Muhammed‟e göre ilk halife Hz. Ali‟dir. Ġcma-i Ümmet kararına göre Ebubekir‟dir. Hz. Ali‟nin halifeliği için Hz. Muhammed‟e Allah tarafından gönderilen kaynaklar Ģunlardır. Gadir-i Hum günü Ebu Hüreyre‟den rivayet olunur: “Gadir-I Hum günü zilhicce (Ģubat) ayının 18‟inde Ģu ayet nazil olmuĢtur.“ Maide süresi ayet 67 „Ya Muhammed Rabbin celle azimüĢĢandan sana indirileni tebliğ et, bu ayeti tebliğ etmez isen eliçiliğini yapmamıĢ olursun. Allah-u Teâla seni insanlardan korur. ġüphesiz Allah-u azimüĢĢan kâfirlerin 184 Ölmeyen Çocuk suikastlarına yol vermez.“ Ayetin indiği tarih M.S. 18 Ģubat 632, inme sebebi Hz. Ali‟nin halifeliğidir. “Ey Peygamber, sana onun arasına okuyanlara mühim bir konuyu hizmet olsun diye yazmıĢ bulunuyorum.“ Zira konu 1400 yıldır Ġslâm toplumu arasında onulmaz bir yara gibi sürüp gitmektedir. Toplumun bilmesi için gerçekleri herkesin öğrenip bilmesi gerekli diye düĢünüyorum. YaĢar Usta‟yla sorulu cevaplı tartıĢmamıza tekrar dönüyoruz. Soru 6- “Sayın Ustam Hz. Muhammed ile Hz. Ali‟nin iddia ettiğiniz BeĢ ġartı uygulayıp uygulamadıkları hakkındaki soruma cevap olan iddianızda da maalesef çeliĢki ya da eksiklik vardır. Zira yukarıdaki kayıtlarda bahsettiğim gibi Hz. Muhammed, Allah‟ın emirlerine göre o günlerde mevcut mescitleri, camileri yıktırmıĢ ve o mekânlara gidilmesini de Ġslâm olanlara yasaklamıĢ oluyordu. Bir baĢka husus ise yine yukarıdaki ayetin hükmüne göre Hazreti Ali önderliğinde kurulmuĢ bir Ġslâmi cemaat var ki, Hz. Muhammed oraya katılıyor ve ayrıca Hz. Muhammed, Cenab-ı Allah‟ın buyruğu ve gönderdiği ayetlerin gereği olarak kendisine bir ahiret kardeĢi tutuyor. Bunun adı müsahip kardeĢliğidir. Cemaatin adı ise “Muhammed Ali Cemaati” dir. ġimdi insanın aklına ister istemez bir soru geliyor. „Bir tarafta Ali Ġmran suresi ayet 104 ve aynı surenin 61‟inci ayetine göre Ġslâm irĢat teĢkilatı adı altında kurulan Ġslâmi cemaat, diğer tarafta icmanın kararına göre bugünkü iddialara göre BeĢ ġart olsaydı Hz. Muhammed bunların hangisinde ve hangi toplantıda yer alacaktı?” sorusu ortaya çıkıyor. Peki bu üç halife yönetimi haklı olsaydı, neden Hz. Muhammed‟in Hz. Ali ile birlikte bulunduğu cemaatta bulunmamıĢlar ve yine Hz. Muhammed‟in müsahip kardeĢi varken neden bu üç halifenin ve de taraflarının müsahip kardeĢleri yoktur? Tabi ki, bu sorunun muhatabı yoktur. Netice olarak halifelik davasında Allah-u Teâla‟nın vahiy ayetleri, Hz. Muhammed ve Kur‟an‟ı Kerim tamamen devre dıĢı bırakılmıĢ ve ihlal edilmiĢ. Ali‟nin hakkı olan halifelik ise gasp edilmiĢtir. Esasta ise birinci halife Hz. Ali‟dir.“ Soru 7- “Sayın Ustam siz Sünni olduğunuzu ve Ġmam Azam mezhebinden olduğunuzu iddia ettiniz, olabilirsiniz. Zira inanç ve din değiĢtirmek serbesttir. Herkes istediği dini, istediği mezhebi tercih edebilir. Ancak Hz. Muhammed de, Hz. Ġmam-ı Azam da Sünni değillerdi ve mezhepleri de yoktu. Onların dini sadece Ġslâm‟dı. Çünkü Ġslam‟ı derleyip toparlayıp, ona son Ģeklini verecek olan Hz. Muhammed Ali‟dir.“ Soru 9- “Sayın Ustam, “Peygamber‟in bütün dini uygulamalarını siz de uyguluyor musunuz?” sorusuna karĢılık evet dediniz. Binaenaleyh Peygamberimiz, Hz. Ali ie birlikte Ġslâmi cemaate katılıyormuĢ. Ayrıca Peygamberimizin müsahibi vardı. ġimdi sizde bu olgular olmadığına göre, siz Hz. Muhammed veya Kur‟an‟ı Kerim buyruklarına değil doğrudan doğruya icma-i ümmet kararına uyuyorsunuz. Hayırlı uğurlu olsun. Herkesin gittiği yol kendisi için doğrudur.“ Soru 10- “Sayın Ustam onuncu sorum Ehl-i Beyt hakkında idi. Benim soruma karĢılık, Muhammed‟in diğer aileleri de Ehl-i Beyt‟tendir dediniz. Cevabınıza yanıtım 185 Ölmeyen Çocuk Kur‟an‟ı Kerim‟in Ahsap suresi 32-33 ayetlerindededir. Sadece Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin‟in isimleri geçmektedir. Eğer diğer hanımları vesaireler olsaydı, bu ayetlerin içerisinde onların da isimleri geçerdi. Yani bu cevabınız da yanlıĢtır. Sayın Ustam 11. sorunun yanıtını da böylece vermiĢ olduğumdan, geçelim 12. sorumuza. 12. A. „Cuma günleri, vesaire günlerde insanları atölyeden camiye götürmek üzere tahsis edilen arabalardan daire baĢkanlığının haberi var mı? Bir de sizin bu iĢleri yapmaya yetkiniz var mı?” diye sormuĢtum. Daire baĢkanlığının haberi olmadığını yetkinizin de olmadığını. Allah rızası için yaptığınızı söylediniz. Yanıtınıza karĢılık benim yanıtım Ģu olacaktır. Sayın Ustam, Allah rızası insan haklarına dayalıdır. Zira siz bu iĢi bir iĢ yerinde, Karayolları Merkez Atölyesinde, yapıyorsunuz. Üstelik 30-40 milyon nüfusun hakkı olan bir müessesenin arabasını birkaç kiĢinin hizmetine tahsis ettirmeniz Allah rızası sayılamaz. Eğer boĢ zamanınızda böyle bir hizmeti kendi paranızla yapsaydınız o taktirde Allah rızası için olabilirdi. Ama sizin bu yaptığınız iĢ 100 kiĢinin hakkını alıp bir kiĢiye verme anlamını taĢımaktadır. Burada sevaptan ziyade günah yapmıĢ oluyorsunuz. Sayın YaĢar Usta, burada sorulu ve cevaplı tartıĢmamız bitti. Ġki saatte tamamladık ama benim için herhangi bir darılma gücenme yok. Sizin varsa lütfen söyleyin.“ YaĢar Usta, „Hayır” dedi. Esas benim konum olan Usta‟nın Alevî çockularını sıkıĢtırıp soru sormasıydı. ġimdi bu konuda devam edeceğiz. “Sayın YaĢar Usta, uzun tartıĢma mahiyetindeki yanıtlarıma cevap ve yalan ya da yanlıĢ diyecek cevap bulamadığına göre, umarım yanlıĢ hareket ettiğini de kabullenmek durumundasındır. Zira bundan böyle Alevî çocuklarına bu konulardan bir daha soru sormanı ve onlar oruç tutmuyor, namaz kılmıyor diye bir daha onlara müdahale etmemen için sana burada ihtarla söylüyorum. Ayrıca bir daha bundan sonra da atölyenin arabası insanların namaz kılması için tahsis edilemez. Bu iĢten de vazgeçersin. Bundan böyle ben bu tür iĢlerin karĢısında olduğumu size açıkca bildiriyorum. YaĢar Usta, bundan sonra gerek bir Alevî çocuğu gerekse bir baĢka arkadaĢı dini konularda senden bir Ģikayet getirirlerse karĢında beni bulacaksın, size bu kadar söylüyorum hadi Allahaısmarladık.“ Sene 1961 – Ģubat ayıydı. ĠDRĠS BÖREKÇĠ ĠLE ANILARIMA DEVAM Sahada çalıĢmaya devam ederken bir de Ġdris Bey beni çağırmıĢ. “Eyvah YaĢar Usta beni Ģikayet etmiĢtir” diye aklıma geldi. Neyse ki, aklıma geldiği gibi değilmiĢ. Ġdris Bey beni yanına almak için çağırmıĢtı. Gittim; Ġdris Bey, “Rıza atölyelerde beğendiğin bir meslek yerini takip et. Öyle bir yer açılana kadar bizim bu dairelerin iĢine bak” dedi. Ben de „Peki” dedim. Ġdris Bey‟in odasına bakacağım, bir de koridoların genel yerlerini temizleyeceğim. ġimdi ben Ġdris Bey‟in yanına girdim ama bazı çevrelerin de dedikoduları çoğaldı. Bilindiği üzere insanlar böyledir. ĠĢte neymiĢ dedikodunun sebebi: „Ben Ġdris Bey‟in 186 Ölmeyen Çocuk yakınıymıĢım, daha olmadı halasının oğluymuĢum, yoksa yanına alır mıymıĢ.“ Sanki ben Ġdris Bey‟in yanına memurluğa girmiĢim ya da maaĢım artmıĢ. Oysa benim Ġdris Bey‟in yanına girmeye de hiç gönlüm yoktu ama orada bana bir Ģans doğmuĢtu, Allah bir yandan bana kapı açıyordu. ÖKSÜZ KUġUN YUVASINI ALLAH YAPAR Ġnsanın bayağı inanası geliyor. Gerçekten insanın iĢi bir de bakıyorsun kendiliğinden yoluna giriyor. Ġdris Bey‟in orada yani aynı binanın içinde bir de sağlık memurluğu vardı. Hakkı Bey‟le tanıĢmıĢtım. Kendisi uzun boylu, zayıf, iyilik sever, çok sıcak kanlı bir insandı. Bazen sabahları iĢçilerden yoğun vaziyette hasta gelirdi. Ayrıca her gün iki saatliğine de 10-12 arası doktor gelirdi. Hakkı Bey bazen sıkıĢırdı, bazen de iĢi olurdu. ÇalıĢanlardan ufak tefek yaralananlar, gözüne çapak girenler, parmağı yaralananlar gelirdi. Hakkı Bey‟e „Ben bu pansuman iĢinden anlarım. Olmadığın zaman veya iĢin sıkı olduğu zaman sana yardım edebilirim” dedim. Hakkı Bey gülerek cevap verdi: „Gerçek mi söylüyorsun Rıza?”, “Hakkı Bey ben ciddi söylüyorum”, „O zaman olur Rıza” dedi. “SıkıĢtığım zaman ya da acil iĢim olduğu zaman seni çağırırım” dedi. „Ancak benim sana yardım edeceğim zaman Ġdris Beyle senin doktorun haberi olması gerekir” dedim. Hakkı Bey, „Tabi” dedi ve birkaç gün devam ettim. Önüme bir Ģans daha doğdu. O da Ģu idi. Atölyede bir misafirhane vardı. Burada 21 tane yatak vardı. BaĢka illerden, ilçelerden gelip Ankara‟da durduğu müddetçe bu misafirhanede yatarlardı. Yani 21 yatak hiç boĢ kalmazdı. Bazen de insanlar gömleği, elbisesi kirlenir yıkamaya ve ütüye verirlerdi. Orada depo iĢlerinde çalıĢan SatılmıĢ diye biri vardı. Bu adam misafirhanenin çamaĢırlarını alır yıkardı. Ben ise bu misafirhanenin temizliğine de bakardım. Böyle olunca bu yatak çarĢaflarını da benim yıkamam gerektiğini düĢündüm. Ben bunu hemen Hakkı Bey‟e söyledim. Hakkı Bey, „Niçin olmasın Rıza? en hemen Ġdris Bey‟le konuĢurum” dedi. Aradan iki gün geçti. Bir de baktım Ġdris Bey sabahleyin gelir gelmez beni çağırmıĢtı: “Rıza sen Hakkı Bey‟e söylemiĢsin. O da bana söyledi. ġimdi söyle bakayım sen bu iĢleri yapabiliyor musun?” “Evet Ġdris Bey.“ Ġdris Bey, „O zaman sen önce Ģu benim elbisemi bir de gömleğimi götür. Elbiseyi ütü yapacaksın, gömleği de yıkayıp ütüleyip getireceksin. Bunları yap sonra konuĢuruz.“ Ben elbiseyi gömleği aldım bir güzel yıkadım ütüledim getirdim. Ġdris Bey teĢekkür etti, “Rıza misafirhanenin çarĢaflarını SatılmıĢ yıkıyor. Yalnız ben o adamdan memnun değilim. Eğer doğru dürüst yıkayıp ütüleyip getireceksen bundan sonra hem çarĢafları hem de buraya gelen giden insanların elbisesini çamaĢırlarını da alırsın. Para kazanırsın oldu mu?”, “TeĢekkür ederim Ģefim.“ Bundan böyle ben bu iĢi de almıĢ oldum. Bir yatak çarĢafı, üç adet yorgan kılıfı, yastık kılıfı ve döĢek çarĢafı olmak üzere bir takım sayılıyor. Böylece yirmi bir takım, her takım 250 kuruĢtan toplam 52 lira 90 kuruĢ ediyor. Bir gömleğin yıkanması ütülenmesi ise 125 kuruĢ. Bir elbisenin yıkanıp ütülenmesi de 200 kuruĢtu. Tek pantolon 150 kuruĢ. Böylece hemen her gün 15-20 187 Ölmeyen Çocuk liralık da onlar tutuyordu. ÇamaĢır ve elbise olurdu. Benim aylığım ise baĢka bir iĢe geçene kadar 150 liraydı. Elbise gömlek iĢlerinden ise ayda 300 lira para kazanıyordum. Binaenaleyh iĢe girdiğimin 2. ayında bu parayı kazanır duruma gelmiĢtim. 2 AY SONRAKĠ GELĠġME Ben üç ay denemeli olarak girmiĢtim. Mamafih iki ay olmuĢtu. Kadere bakın ki, kader bizi YaĢar Usta‟yla birleĢtirecek. Ne mi oldu? Tam bir sürpriz. Atölyede bahçıvanlık kadrosuna dört tane kadro alınacağı ilan edildi. Sınava girilecek, dört kiĢi bahçıvan olarak alınacaktı. Yani bu iĢte bir sanat oluyor. Atölyede bir usta ne alıyorsa bahçıvan ustası da aynı parayı alıyor. Üstelik ustabaĢı farklı para alıyordu. Ġdris Bey beni yine çağırdı, “Rıza bahçeye dört kiĢi alınacak, sen bahçeden anlar mısın? Eğer bahçecilikten ağaçtan anlıyorsan sınava gir” diye teklif etti. Cevap: „ġefim ben köyümde bir bahçe yetiĢtirdim, ağaçtan çok iyi anlarım ve sınava girmeyi de isterim.“ Binaenaleyh ben de sınava aday oldum. Sınavı yapacak iki kiĢidir. Birincisi YaĢar Usta, ikincisi dıĢardan gelen bahçıvan ustabaĢlarından tanımadığım birisi. ġimdi alınacak elemanların en çok puan alan bir tanesi ustabaĢı yardımcısı olacaktı diğer üç kiĢi de usta olarak, yine onlar da Ģayet dıĢardan girmiĢlerse üç ay denemeye tabi olacaklardı. ġayet içerden sınava girmiĢ ise o denemeye tabi olmadan iĢe baĢlayacak, kadroya daimi iĢçi olarak alınacaktı. Sınavda neler yaptırılacak? A. tırpan vurma, B. makas tutma, C. fidan dikme, Ç. bahçe belleme, D. ağaç budama. Bunlar ameli sınavlardı. Birkaç soru da nazari olacaktı, E. ağacı ne zaman dikersin, F. gübre kullanma, G. ağacın bakımıyla ilgili sorular. Velhasıl sınava girdik. Sınava girdikten sonra sonuçlar bir hafta on gün içinde belli olacaktı. Ama ben içeriden olduğum için sınav sonucunu bir gün sonra öğrenmiĢtim. Ben sınavda en yüksek puanı alarak ustabaĢı yardımcısı olmaya hak kazanmıĢtım. ġimdi ben bahçeye geçmek için bir haftayı beklerken bir vazifem daha vardı. Onu derhal yapmam gerekiyordu. O da ne yazık ki, YaĢar Usta‟nın aleyhinde olacaktı ama orada benim ismim geçmeyecekti. DAĠRE BAġKANLIĞINA YAZILAN BĠR DĠLEKÇE Sınavlara girmeden önce ben bu dilekçeyi hazırlamıĢ daire baĢkanlığına göndermiĢtim. Ancak cuma günü saat 11.30-13.00 arası atölyeye teftiĢ için gelinmesini istemiĢtim. Yukarıda bahsettiğim gibi ben muhbir dilekçemi doğrudan daire baĢkanlığına yazmıĢtım. Binaenaleyh T.C. Karayolları‟nın tek daire baĢkanıydı Fahir Bey. Fahir Bey Ģikayet meselelerini anında değerlendiren otoriteli, titiz, yolsuzlukları affetmeyen bir insandı. 1960 yılında Ramazan beĢinci aya rastlamıĢtı. Tam bu ayın 11‟inde, cuma günü saat 12.30‟da bir de baktık Fahir Bey atölyeyi bastırmıĢtı. Fahir Bey evvela araçlar Ģefi Ġdris Börekçi‟yi çağırtıyor, sonra atölye müdürü Ekrem Bey‟i çağırıyor. Atölyede ne kadar insan varsa derhal sahaya 188 Ölmeyen Çocuk toplanmasını emrediyor. Atölyenin yaklaĢık 400-500 kiĢilik bir de boĢ sahası vardı. Bu sahaya A‟dan Z‟ye kaç insan varsa, hepimiz bir halka Ģeklinde toplandık. Toplandık ama insanların kılık kıyafet durumları utanç verici bir durumdaydı. Yani 15-20 kiĢi dıĢında yaklaĢık 300 kiĢinin hepsi uykudan kalkmıĢ, ayakkabıların ökçeleri kırık, Ģapkaların telekleri arkaya dönük, yakalar açık, gözlerini ovalayan geliyordu. KARAYOLLARI TEġKĠLATINDA BELKĠ DE HĠÇBĠR ÇALIġMA YERĠNDE ÖRNEĞĠNE RASTLANMAMIġ BĠR BASKIN YAPILMIġTI Yani atölye olağanüstü bir gafil avlanmaya maruz kalmıĢtı. Fahir Bey konuĢuyordu. Fahir Beyin ilk muhatabı Ġdris Börekçi‟ydi: „Ey Ġdris! Bu ne hal? Sen burada necisin, ne? Bu iĢçinin vaziyeti ne oluyor, neler dönüyor burada?. Burası atölye, burası tekke türbe ve derviĢ yatağımı? Yoksa bir devlete bağlı iĢ yeri mi?” Ġdris Bey yakalarını toplamıĢ. Asker gibi hazırol vaziyette Fahir Bey‟i dinliyordu. “Sayın Ġdris ve sayın atölye müdürü Ekrem siz bu insanların durumlarını görmüyor musunuz? Sizler bu atölyenin sorumlusu değil misiniz?” diye Fahir Bey‟in bu ağır soru ve itamlarına karĢılık sadece Ġdris Bey‟den tek bir cümle yanıt gelmiĢti. Ġdris Börekçi, „Efendim bu ay Ramazan ayıdır. Ramazan ayında oruç tutuyorlar, namaza gidiyorlar.“ Yani Ġdris Bey‟in demek istediği insanların bu günkü görünümü Ramazandan kaynaklanıyor. Fahir Bey‟e gelince Ģiddetle reddediyordu ve kükrüyordu. Fahir Bey „Ne demek oluyor bu Ġdris, ne demek?” Topluma sesleniyor: „ArkadaĢlar, bu iĢ yeri oruç tutma, namaz kılma yeri değil. Hele hele cami hiç değil. Burası çalıĢma yeridir. Ben sizinle pazarlık etmiĢ iĢe almıĢım. Benim iĢimde 8-10 saat verimli olarak çalıĢacaksınız. Hakettiğiniz ücreti de alacaksınız. Bir günde 1.5 saat paydosu ben size dinlenesiniz, dinlendikten sonra da verimli olarak çalıĢanız diye veriyorum. Namaz kılmak, oruç tutmak için değil. Bu müessese 3-5 namaz kılanın, oruç tutanın değildir. Bu müessese tüyü bitmemiĢ yetimine varana dek bütün Türk milletinin müessesidir. Bakın benim babam da hocaydı. Bu nedenle ben de Kur‟an‟ı biliyorum. Sizler çalıĢma saatinizi kendi adınıza oruçta, namazda kullanamazsınız. Devletin arabasını cuma günleri camiye gitmek üzere tahsis edemezsiniz. Buna ben dahil hiç kimsenin yetkisi olamaz. Ben size iç atletinizin dıĢında ayakkabıdan tutun baĢınızdaki Ģapkaya kadar hem iĢ elbisenizi hem de dıĢarıda giyeceğiniz elbiselerinizi de veriyorum. Binaenaleyh benim iĢimde çalıĢtığınız müddetçe her türlü ihtiyacınızı sağlıyorum. Bunun dıĢında bir de kalkıp çalıĢtığınız mesai saatlerinizde oruç tutuyorum, namaz kılıyorum diye devletin arabasını kullanamaz devletin verdiği bu giyisileri bu biçimde kullanmayı da Allah emretmez. ArkadaĢlar bundan böyle oruç tutan, namaz kılan yarın iĢine gelmesin, evinde dursun, namazını kılsın. Ġdris Bey sen de cuma günleri hiçbir Ģekilde devletin arabasını namaz kılanların keyfine tahsis edemezsin. Mesai saatinde ve atölyede 189 Ölmeyen Çocuk böylesine keĢmekeĢlik, laubali durumları istemem” dedi. Fahir Bey konuĢmasını bu Ģekilde bitirdi ve çekip gitti. Atölyede anormal boyutlara ulaĢmıĢ bir keĢmekeĢlik ortamının kalkması ve sona ermesi hususunda benim Karayolları Merkez Atölyesine girmiĢ olduğum tarihten itibaren yüklenmiĢ olduğum ve kendime görev saydığım bir mücadelem baĢarıyla sonuçlanmıĢtı. Huzursuzluğun yerine bundan böyle fevkalede bir huzur ortamını sağlamıĢ oldum. Artık atölyede kimse kimseye inancından dolayı oruç, namaz vesaire gibi soruları sormayacaktı ve bir inanç zıddiyeti yaratılamayacaktı. YaĢar Usta‟nın ise maskesi düĢmüĢtü. Binaenaleyh YaĢar Usta da bundan böyle herkes gibi kendi iĢini hakkıyla yapıp kimsenin orucuyla namazıyla ilgilenmeyecekti. AkĢam olunca huzur içinde evine gidecekti herkes. DĠKKATLERE ġAYAN Bu anıyı okuyanların dikkatine bir açıklama yapmak istiyorum. Belki de bu anıyı okuyanlar olayı küçümseyebilirler. Ama bilinmesi gereken gerçek Ģu ki, iĢte böylesine küçükten baĢlayan zıddiyetlerin önü alınmadığı yerlerde sonu çeĢitli boyutlara ulaĢmıĢ kavgalar çıkmıĢ, bu tür hadiseler insanların öldürülmesine kadar gitmiĢtir. Binaenaleyh ben ilerisinin tehlikelere yol açacağını gördüğüm bir faaliyeti dolaylı yollardan daire baĢkanı Fahri Bey‟e yazı yazıp el koydurmasaydım ne olacaktı? Bu soruya cevaben sanırım Ģu açıklama okuyanları aydınlatma bakımından yeterli olacaktır. OLAYIN ĠKĠ BOYUTU VARDI 1- Manevî ve inanç zıddiyatına dayalı boyutu, 2. Maddi boyutu Karayolları gibi bir kurumun Türkiye çapında bir merkez atölyesi var. Ankara Akköprü‟deki bu atölyeye 1960 yıllarında Türkiye‟nin hiçbir resmi iĢ yerlerinde olmayan araç gereçler tahsis edilmiĢti. Her türlü sanayi tesisleri kurulmuĢ, her aradığın makine alınmıĢ. Yani aĢağı yukarı Avrupa ve Amerika‟da ne varsa, Karayolları Merkez Atölyesinde de o vardı. Sosyal tesislere gelince çok modern 1000 kiĢilik yemekhanesi, her türlü spor tesisi, iç ve dıĢ elbise takımları, her mahalleye çalıĢanları taĢıyan servis arabaları, doktoru, sağlık memuru, misafirhanesi vesaire. Böylesi bir iĢ yerinde camicilik, namazcılık, bilmem Ramazan oyunları oynanıyor. YaĢar Usta sanki birileri tarafından özel olarak oraya havale edilmiĢ, ırkçılık yapıyordu. Yani kral üstü bir kral, adamın dokunulmazlığı var gibi akĢama kadar dolaĢıyor, onun bunun inancıyla kimliğiyle uğraĢıyordu. Bir gün de birisinin kafası bozulacak „Ulan senin dinini de, imanını da” deyip giriĢecekler. Binaenaleyh o günlerde 10-15 kadar sayısı olan Alevî inançlı çalıĢan vardı. Bu tür baskılara karĢı ses çıkaramıyordu. Yarın bu insanların sayısı 50-100 olduğunda bu defa onlar da öteki tarafa karĢı posta koymaya kalkacaktı. Zira ben bu gibi olaylara çok Ģahit oldum. ĠĢte doğması muhtemel olan böylesi bir olayı kimsenin ruhu bile duymadan inancıma göre önlemiĢ oldum bile. 190 Ölmeyen Çocuk ANKARA‟DA ABLAMIN EVĠNE YERLEġMEMĠZ Kara Yollarına iĢe girdikten 3 ay sonra hanımı getirmiĢtim. Hanım, köyden sadece kilime sarılı bir kat yatak getirmiĢti. Kızımızın dahi yatacak bir Ģeyi yoktu. Yemek yemeye, yemek piĢirmeye hiçbir Ģey yoktu. Üstelik param da yoktu. Binaenaleyh iĢin baĢında anlattığım gibi Karayollarına iki ay önce girmeden ara iĢlerde çalıĢıyordum. Kazandığım paraları kıt kıtına harçlığımı koyuyor, gerisini köye gönderiyordum. Elalem borcunu ödemedi diye laf söz ve dedikodu etmesin düĢüncesiyle borçların ödenmesi için biradere gönderiyordum. ġimdi bir çocuk, bir hanım, bir de ben Ablamın küçük bir odasına ve yine küçük bir sofaya girdik. Mutfağımız, banyomuz vesaire hepsi burada olacaktı, tuvaletimizi de iki aile birlikte kullanacaktık. O da evden 20 metre ötede dıĢarıda idi. Evde ise bir tek yatağımızdan baĢka kullanmak için tek bir kaĢık, tek bir tabak da yoktu. Bu anımı yazarken o günkü komĢularımdan ölenlerine Allah‟tan rahmet kalan ve yaĢayanlara sağlıklı günler diliyorum. BaĢta Ablam Arzu olmak üzere benim iĢe girmeme öncülük ve aracılık yapan Ahmet Balcı‟ya, Ali ġerik‟e ve diğer yakın komĢularıma teĢekkür ediyorum. Bunların her biri birer ikiĢer parça kullanabileceğimiz eĢya getirdiler. Geçici bir zaman da olsa bana yardımcı olmuĢlardı. Bu saydığım yakınlarımın bir kısmı ise arkadaĢlarımdı. Bu çevrelerimin birkaçıyla çok uzun seneler sonra aramız bozulmuĢtu. Halen konuĢmamamıza rağmen yine de o günkü yaklaĢımları ve yardımlarından dolayı kendilerine Ģükran borcum vardır. Aramızın bozulması ve konuĢmamamıza sebep olan gerekçeleri bu anımda açıklamamın bir yararı olmayacağından açıklamaya gerek duymuyorum. Ancak ilerideki anılarımda kendileriyle önemli anılarımız olduysa elbette tekrar isimleri geçecektir. ABLAM ARZU VE ENĠġTEM BAYRAM SÖĞÜTLÜ Yukarıdada atölye Ģefim Ġdris Bey‟le geçen anımda yatak çarĢafları ve gömlek elbise alıp evde yıkayıp ütüleyip götürdüğümü yazmıĢtım. Tabi ki, o günlerde en çok para sıkıntım olduğu bir devrede iĢte kısmetim açıldı. Elbise, gömlek getirip o küçük evde yıkayıp ütüleyip birkaç kuruĢ para kazanıyordum. Bu iĢi yaparken de elektrik faturaları gelirdi. Ablamlarınkiyle birlikte kendilerine ödetmez tümünü öderdim. Bu arada Ablam bir gün eve gelir Ģunları söyler: “Rıza kardeĢim, EniĢten, „Evde ütü yapmasın, elektrik çok harcanıyor” der. Ablam böyle bir haberi getirince ben Ģok olurcasına hayrete düĢtüm, “Yahu Abla biliyorsun ki, ben hanımı, çocuğu getirdim. Evimde bir tek yemek kaĢığım dahi yoktur. Sizlerin yardımıyla geçiniyorum. Bereket bir Ģans eseri elime böyle bir iĢ imkanı geçti. ġurada ütü yapıp birkaç kuruĢ kazanıyorum. Binaenaleyh elektriğin suyun gelen faturalarını zaten ben ödüyorum. Sen bunları EniĢteme söylemedin mi?” Ablam: „Söyledim ama ne biliyim öyle söyledi” diye cevap verir Ablam. Kendi kendime diyorum ki iĢte insanoğlu budur. 191 Ölmeyen Çocuk Yukarıda bahsettiğim gibi Arzu Ablam önce bizi evine alıyor, sonra benim o mağdur durumlarımda yardım ediyor, sonra da daha evine oturalı üç ay olmuĢken benim birkaç kuruĢ kazanmamı kıskanıyor. Evinde ütü yapmamı yasaklıyor. Tabi ki, ben Ģimdi kalkıp da „Abla sen önce bana iyilik ettin. ġimdi de para kazanmaya baĢlayınca beni kıskanıyorsun” gibi sözleri söyleyemezdim. Tek yapacağım iĢ evinden çıkmamdı. Hemen bir hafta sonra ev buldum, evden taĢınmaya baĢlayınca bu sefer de Ablamla EniĢtem hayretler içinde „Ne oluyor? Rıza neden taĢınıyorsun?” diye hayretle sorarlar. Ben ise, “EniĢtemle Ablama siz böyle istediniz, ben de sizin yüzünüze çıkıp dedikodu etmektense çıkmayı tercih ettim” dedim. “Peki biz ne yaptık ki?” diyordu EniĢtem. EniĢteme yanıtım Ģu olur: „Daha ne yapacaktın? Ben çoluk çocuğumla Ģurada geldim, koltuğunuza sığındım. Allah bana bir kısmet verdi. Bir iki elbise gömlek yıkayıp para kazanırken, bu iĢi yapıyorum diye elektrik su faturalarını da ben ödediğim halde evde ütü yapmasın diye Ablamla haber göndermiĢsin. Bu nedenle ben de ev buldum taĢınıyorum.“ EniĢtem Bayram, „Hayır, ben böyle bir haber göndermedim demez mi!.“ “Ne çare ki, Ablam bana bunu söyledi. Artık ben taĢınmadan geri duramam. EniĢte Binaenaleyh anladım ki, Ablam bu sözü kendi kafasından söylemiĢtir.“ MAHMUT ġAHĠN KardeĢim Mahmut beni Ankara‟daki iĢimden çıkarıp köye götürecek. Ankara‟da belki de ömürboyu elime geçmesi mümkün olmayacak bir iĢ geçti elime. Daha Türkçesi koluma bir doğan kuĢu gibi konmuĢtu. Örneğin yukarıda sözünü ettiğim YaĢar Usta emekli olunca yerine ustabaĢı ben olacaktım. Sadece ustabaĢılık mı? O iĢ yerinde aylık kazancımın iki mislini çarĢaf yıkamaktan, ütü yapmaktan kazanmaya baĢlamıĢtım. O iĢi 10 sene yapsaydım kâfiydi. Üstelik bu iĢyerinde henüz altı aylık olmama rağmen atölyenin tümü beni tanımıĢtı. YaklaĢık 50-100 kiĢi yanında manevî Ģahsiyetime karĢı saygı duyuluyordu. Oturduğum mahallede hakeza. Dönelim Mahmut‟a. Benim böylesine parlak bir istikbale sahip olduğumu haber alan kardeĢim Mahmut‟un ise yeri pirelenir. Mahmut tuzak üstüne tuzak hazırlamaya çalıĢır. Mahmut‟un yegâne amacı ve maksatı beni iĢimden ayırmakmıĢ. Bir baktım Mahmut‟tan bir mektup gelmiĢ. Mektupta Ģunları yazıyor. „Ağabey, sen karını aldın gittin ama burada bıraktığın borçları hala ben ödeyemedim. Elalem anamıza, avradımıza sövüyor.“ Devam ediyor Mahmut: „Ben sana karĢı bir cahillik yapmıĢ olabilirim. Ama sen benim büyüğümsün. Ben zamanla anladım ki, sen olmasaydın ben hiç olamazdım. Elbette bizim birlik olmamız gerekiyordu. Borçlarımızı ödeyemedim ama ben senin gelmeni istiyorum. Burada birlikte çalıĢıp hem borcumuzu ödeyelim hem de ne yapacaksak birlikte yapalım” diyordu. Oysa k,i borcumuzun tümü üç bin TL idi. Bunun 1.800 - 2.000 TL‟sine yakın kısmını göndermiĢtim. Kalan kısmını kendisi de Demir Yollarında iĢe girip çalıĢtığına göre geçen 7-8 ay içerisinde ödemiĢ olması gerekirdi. Böylece aradan 15-20 gün geçer, Biraderden bir mektup daha gelir. Yine borçlardan söz ettikten sonra, bu sefer de 192 Ölmeyen Çocuk bahçeden söz eden Mahmut, „Abiciğim burada 150 tane elma ağacı, 300 tane selvi ve kavak ağacı yanında bir dönüm yoncalık yapmıĢsın. Öte tarafta Pamukluk da hakeza” yine devam ediyor Mahmut: „Hadi ben çıkayım iĢten reĢberlik yapayım ama herĢey bir tarafa, bu elmalık bir tarafa. Ben ise bu elmalığı yapamam da beceremem de.“ Biraderim Mahmut beni iki zaaf noktamdan yakalamıĢ, buralardan beni vurmuĢtu. Beni ne yapıp edip köye çekmeyi baĢaracaktı. Ve her Ģeyi de göze almıĢtı. BENĠM ĠSE HAYATIMDA ÜÇ TUTKUM VARDI 1. Ağaca olan tutkum, 2. birlik olma tutkum, 3. muhatap olabileceğim ve çok iyi anlaĢabileceğim bir hanımdı. Bu üç tutkuma karĢı son derece de zaafım vardı. Maalesef hayatta arzu edip yapmak istediğim bu üç arzumu da yerine getiremedim. Bu arzularıma malik olamadım. Ama arzularıma malik olamadığımın veya o hedeflere ulaĢamadığımın engellerinin yüzde ellisini kendimde arıyorum. Kendimdeki noksanlıkları görebiliyordum ve idrak edebiliyordum. Bu noksanlıklar Ģunlardı. A. Okuma eğitimsizliği, B. 1.5 yaĢımda annem 5 yaĢında babamın ölmesinden bahis yetim kalmam ve baskı altında yetiĢmiĢ olmam. C. yetersiz eğitimimden olacak ki, tutarlı bir irade ve sabretme yeteneğini kendimde bulamayıĢım. ĠĢte kardeĢim Mahmut beni bu iki zaaf tarafımdan vurmuĢtu. Kendi emeğimle dikip yetiĢtirdiğim o 150 tane elma, 300 tane selvi kavak ağacı ve yoncalık, artı bunların hepsi bir arada 7.5 dönüm etrafı çevrili muazzam bir bahçe. Mahmut‟un bu bahçeden söz etmesi, „Maalesef bu bahçe kurumaya terk edilecektir” demesi beni can evimden vurmuĢtu. Ġyi güzel de, bir tarafta nadir bulunabilir böyle bir istikbal kapısı ve beni sebep olup oraya sokan canım kadar sevdiğim Ahmet Balcı. Ayrıca gözüne gönlüne girdiğim, beni atölyede tekten seven Ġdris Börekçi ve daha birçok Ģefim ve eĢim dostum. Diğer tarafta yukarıda zikrettiğim 7.5 dönüm tam tamına 5 yıl emeğini çektiğim Divriği‟de üçüncü sıraya gelen ilgi odağı olmuĢ bir bahçe. ĠĢte bu iki tercihimden birine karar vermem beni haftalarca oyalamıĢ ve ikna etmiĢti. Netice olarak köydeki bahçe ve ağaçlarıma karĢı olan tutkum ya da zaafım ağır basmıĢtı. ĠĢyerimde amirlerime haber vermeden hanımı ve bir çocuğumu almıĢ köye dönmüĢtüm. Bakalım sonu ne olacak ! KÖYÜMDE YENĠ BĠR MÜCADELE HAYATIMIN BAġLAMASI Köydeki yetiĢtirdiğim bahçenin çok muazzam bir ilerisi ve istikbali olacaktı. Köye döndüğümde ilk iĢim 7-8 ay hasret kaldığım bahçelerimle ilgilenmem olmuĢtu. Onların içine varıp hemen hepsine teker teker baktığımda sanki birbirimize bakıp ağlıyorduk. Sabahleyin erkenden ağaçlarımın içine gitmiĢ, akĢamlara kadar hem birbirlerimize bakarak ve hem de onlara hizmet ederek bir hafta 10 günde ancak hasretliğimiz giderilebilmiĢtir. 193 Ölmeyen Çocuk RECEP ERĠMOĞLU VE ORMAN MÜFETTĠġĠ Recep Erimoğlu Divriğili‟dir ve kendisi Divriği Ziraat Bölge Müdürü‟dür. Divriği‟ye Ankara‟dan orman müffettiĢi gelmiĢ Recep Bey, müffettiĢi almıĢ bizim köye ve benim bahçeyi görmek için bana getirmiĢti. Ben de köye geleli henüz 20 gün olmuĢtu. Bahçemin içine girdiler. Tam yarım gün, yani yaklaĢık 5-6 saat bahçemi gezdiler. Tek tek baktılar. Bir de bahçenin köĢesinde 15-20 metre karelik özel yapılmıĢ çeliklerin uçları yeni yeĢermeye baĢlamıĢ bir yeri gördüler. Ben bu yere Ankara‟dan hemen geldiğimin ikinci günü selvi ağacı çeliği dikmiĢtim. Bu çelikler bir yıl içinde orada kökleĢip fide olacak, sonra onları ayrı bir yere birer metre arayla dikeceğim, selvilik yapacağım. Bu fidelerin baĢına geldik, durduk. ġimdi müffettiĢ ve Recep Bey bana hem soru soracak hem de bana bilgi verecek ve izah edecekler. MÜFETTĠġĠN SORULARI “Rıza sen bu bahçeyi nasıl düĢündün ve nasıl yaptın? Bize izah eder misin?” Cevap: „Sayın MüffettiĢ, doğuĢtan olacak ki, benim ağaççılığa aĢırı bir ilgim vardır. Hatta 1956 yılında yani 5 yıl önce ben bir bahçe daha yaptım. Oraya diktiğim fidanları Erzincan‟dan getirdim. O bahçemde 50 tane ağaç vardır. Biraz sonra orayı da göreceksiniz. Neyse orayı biraz sonra görmek üzere sorulara cevap vermeye devam edelim. ĠĢte o bahçeyi yaptıktan sonra ağaca olan ilgim daha da artmıĢtı. Sayın müffettiĢ bu gördüğünüz yerde toprak adına bir nesne yoktu. Saf kumdu ve taĢtı. Artı yılgın ağaçları kökleĢmiĢti, vahĢi çalılar vardı. Ben bu yere ağaçları dikmeden önce elmalık tarafına tam tamına bir yıl çalıĢtım. ġöyle ki, önce taĢları ayıkladım ve bahçenin doğu tarafında ve demir yolunun geldiği taraftan suyun üzerinden geçmiĢ bir demir yolu köprüsü vardır. Bu köprünün ayağının sağlama alınması için köprünün sağ tarafı olan benim tarlayı kesiĢtiren tarafa istinat duvarı çekilmiĢti. Bu istinat duvarı 2x40 metre uzunluğunda vardır. Bu istinatın su tarafına doğru tarladan çıkardığım büyük taĢlarla uzattım. Daha sonra bu yere 80x80 metre kuturunda 6 metre arayla çukur kazdım. Çukurlardan çıkan kumun iri ve çakıl kısımlarını ayıkladım. Ġnce kısımlarını bir tarafa yığdım ve loda ettim. Tam bir yılda gerek bu çukurların yanına gerekse tarlanın diğer alanlarına sermek üzere toprak ve gübre taĢıdım, yığdım ve 1958 yılında ağaç dikmek üzere hazır duruma getirdim. Binaenaleyh elma fidanı almak üzere Divriği‟ye gittim. Sayın Recep Bey iĢte burdalar, kendisine daha önceden de yani 5-6 ay önceden müracaat etmiĢtim. Ama ben fidan almaya gittiğimde fidanın bittiğini söyledi. Recep Bey, „Eğer dilersen eline kâğıt vereyim, seni Amasya‟ya ya da Tokat‟a göndereyim” dedi. Gerçekten ben de geç kalmıĢtım. Aksine o yıl dördüncü aya denk geliyordu. Dördüncü ay da Ramazan ayıydı. Ramazanın 27‟si olmuĢtu. Binaenaleyh ben hemen gün kayıp etmeden. Aynı 194 Ölmeyen Çocuk gün gece Recep Bey‟den kâğıdımı almıĢ ve gitmiĢtim. Kağıdımı Amasya‟ya almıĢtım. Ama ben önce Tokat‟a gittim. Maalesef Tokat‟ta da istediğim fidanı bulamadım. Oradan Amasya‟ya gittim. Amasya‟da Ziraat Çiftliğinde Bedri Güney diye biri vardı. Bu Ģahıs fide dikme Ģefiydi. Onunla tanıĢtım. Bedri Bey sağolsun kendilerinde de bana vereceği elma fidanları olmadığını söyledi. Bedri Bey Ģunu söyledi: “Rıza sen Divriği gibi ırak bir yöreden gelmiĢsin. Sen genç bir insansın, aynı zamanda kendin dikeceğini söylüyorsun. Yani ticaret amacıyla değil, kendi tarlana dikip yetiĢtirmek için ta buraya kadar gelmiĢsin. Benim sana hem biraz yiğit, hem de taze fidanlar vermem gerekir. Bu nedenle seni bir yere göndereceğim, orada fidanları tarladan söktürüp alacaksın” dedi. Ben de „Tamam” dedim. Bedri Güney Beyfendi bana bir de pusula yazıp elime verdi ve gittim. Bu gittiğim yerin sahibi Amasya‟dan Demokrat Partiden milletvekiliydi. Milletvekili Faruk Çöl‟ün çiftliğiymiĢ. Bu çiftliğe vardım, çiftlik gerçekten görmeye değer bir yerdi. Çok büyük bir alana sahipti. Yani bu arazinin giriĢ noktasına ben yaklaĢık 40 dakikada normal yürüyüĢle yaya olarak çiftliğin orta yerine gidebildim. Ġçinde çok mütevazi bir halde, çiftliğin iĢçilerinin oturduğu 15-20 ev vardı. Neyse biz gelelim fidanların sökülmesine. MüffettiĢ Recep Bey dinliyorlardı. Bedri Bey‟in tavsiye pusulasını orada çavuĢluk yapan biri varmıĢ, ona verdim. Bu Ģahıs yanına üç tane iĢçi aldı. Fidanlığın içine daldık. Bana 400 tane fidanı sökerek tamamladı, ben de aldım getirdim. Böylece 154 tanesini ben diktim. Kalan 245 fidanı köyümde komĢularıma aldığım fiyattan dağıttım görüldüğü gibi hiçbir tanesini kurutmadan tutturdum.“ Soru 2- “Peki Rıza, fidanların tam bizim tekniğe göre budanmıĢ, güzel düzen verilmiĢ. Bunları bir ziraatçıya mı yaptırdın yoksa bu iĢi sen mi yaptın?” Yanıt: „Sayın MüffettiĢ ben hep gittiğim gördüğüm yerlerden bilgi aldım ve çoğunu da kendi kabiliyetime göre çalıĢıp yaptım. Bana göre rençberlikte bilakis, ağaççılıkta insan çalıĢtıkça üretkenleĢir. Kendinden birĢeyler yaratır ve kaynatır. Bu iĢ düĢünmeye ve kafadan araĢtırmaya bağlıdır. Ġnsan çalıĢtıkça düĢünüp birĢeyler yaratmalıdır.“ Soru 3- “Rıza, siz bu ağaçları dikmeyi, bu bahçeyi yapmayı kendinizden mi düĢündünüz yoksa herhangi bir ziraat kurumundan ya da kiĢilerden teĢvik aldınız mı?” Cevap: „Sayın MüffettiĢ ve Recep Bey, ne bir Allah‟ın kulu ne de bir kurum beni teĢvik etti. Ben bu iĢe 15 yaĢımda baĢladım. Ağaç dikmeye daha evvelden bahsettiğim gibi baĢlamıĢtım. Biraz sonra daha önceki diktiğim bahçemi ve selvi ağaçlarımı göreceksiniz. Üstelik köyümde çok kiĢilere aĢılı meyve ağaçları ve üzüm dikmeyi çok önerirdim. Ne acıdır ki, köylülerimden bu hususlarda çok da tenkit almıĢımdır. Örneğin ben bu bahçemin yerini imar ederken önce Ģu gördüğünüz çay tarafında iğde çalıları ve arkasında tek sıra halinde selvilerin olduğu yeri kanal 195 Ölmeyen Çocuk halinde 80x80 kuturunda boydan boya kazdım, temizledim oraya da yarı yarıya ham toprak ve gübre kattım. Sonra o iğde çeliklerini ve selvi fidelerini gömdüm. Ben bu kanalı kazmaya baĢlarken daha ziyade büyüklerim, baĢta Biraderim olmak üzere ağır eleĢtiriler ve tenkitlerde bulundular. Olay Ģuydu: ben köyde en çok para sıkıntısı çeken insanım. Para kazanmak için köyümün bazı iĢlerini yapıyorum, dolayısıyla „Sen boĢ zamanlarını böyle verimsiz yerlere harcayana kadar baĢka iĢler yapar para kazanırsın. Bu yer ise sadece kalın bir kum ve toprak yok. Ġleride burası sana birĢey vermez, emeğin de boĢa gider” derlerdi. Bana gelince bu tür eleĢtirileri dedikodu olarak değerlendirdim, hiç dikkate almadım. Bu yeri imar etmeye devam ettim. Görülüyor ki, dört yıl önce dikilen çalılar ve selviler orman gibi olmuĢ, selvi fideleri dikerken iki metre ve 5-6 santimetre kalınlığındayken Ģu durumda selviler 15x4.5 metre boyutuna ulaĢmıĢlar. Binaenaleyh o 4-5 sene önce gülerek tenkitlerde bulunan komĢularımın nezdinde en akıllı ve ileriyi gören durumdayım artık. Herkes bana gıpta olmaya baĢlamıĢtır.“ Soru 4- “Peki Rıza bahçenden baĢka iĢler de yapıyor musun?” Soru sahibi yine MüffettiĢ. Cevap: “Sayın MüffettiĢim, elbette yapıyorum. Bahçenin Ģu durumda geliri yoktur. Hatti zatında ben bahçe iĢlerini boĢ zamanımda yaparım. Örneğin bir kere bahçeyi sulamaya gündüz hiç zaman ayırmam, hep gece sularım. Bir Ģey daha söyleyeyim. Ben bu kumda bu ağaçları tutturabilmek için diktiğim sene gece 5 ay boyu devamlı burada yattım. Ayrıca ben köyün ustasıyım. Her sene birden fazla, 12-3 ev yapıp bitiririm. Ayrıca ben geçimim için köyümde her iĢi yapıyorum. Örneğin yonca tırpanlanması, ekim zamanı ekin biçme. KomĢularım sağolsun parayla yaptıracakları iĢlerini bana sormadan baĢkasına vermezler. Yonca biçim zamanı yoncası olanları sıraya alırım. Çoğuna tırpanı gece ayıĢığında vururum. Daha Türkçesi benim 24 saatimin 15 saati çalıĢmayla geçer. Sizin anlayacağınız benim dıĢımda sıradan bir komĢuya da sorarsanız alacağınız cevap Ģu olur. Benim halk dilinde iki adım vardır. 1. Rıza Dede, 2. inĢaat ustası. Üstelik bir yıl da eğitmenlik yaptım. O zaman da üç adım vardı; Rıza Dede, Rıza Usta ve Rıza Hoca. Yani köy komĢularıma sorduğunuzda alacağınız cevap budur. Soru 5- “Rıza, gerçekten Dede misin?” “Saygıdeğer MüffettiĢ Bey, benim Dedem Divriği yöresinde hem Ġslâm Hocası olarak dedelik yapmıĢ, hem de eski yazı hocalığı yapmıĢtır. Dedem ömrünü o vazifelerle tamamlamıĢ. Ancak babam çok küçükken dedemin ölmüĢ olması dolayısı ile babam okuyamamıĢ. Dumluca Köyünü kurmuĢlar, sonra burayı da mezra olarak kurmuĢlar. Bu köy de küçük olduğu için halen 1957 yılına kadar köyümüze Latince harfi ile okuma yazma gelmemiĢti. Ben küçükken de babam öldü. Ben de okumaktan mahrum kaldım. Ancak ben de 13-14 yaĢında bir ilham peydah oldu, beni bir merak sardı. Kendiliğimden okudum. Param pulum da yoktu. Dostlarım bana alfabe ve defter kalem aldılar. Kendiliğimden okuma yazmayı öğrendim. Daha 196 Ölmeyen Çocuk sonra köyümde okulu icat ettim. ġu ana kadar köyde toplum adına ne yapılmıĢsa benim eserimdir. Ben dedeyim ama benim dedeliğim bir cami hocası gibi, bir cem dedeliği gibi değildir. Benim dedeliğim ilimle, bilimle, sosyal barıĢladır. Sevgiyle ilgilidir. Biz soydan gelen ocak evlatlarıyız. Bu köye 1.5 saatlik ırakta bizim ceddimizin türbesi vardır. Adı Seyit Garip Musa Sultan‟dır. Osmanlı padiĢahları tarafından beratlıdır. Bizim bulunduğumuz köyde mahkemelik kimse olamaz. Ġki kiĢi kavga etse, mahkemeye gitmiĢ olsa bile biz araya girer en çok ikinci celse de onları barıĢtırır davalarını geri alırız. Bakın bu köyde mahkemelik kimseyi bulamazsınız. Artı ben Divriği‟ye gittiğim zaman civar köylerden de tanıyanlar hemen beni yakalarlar. Onların davasının sebebi ne olursa olsun mutlak sulh ederim. Sonra bizim hallettiğimiz davada barıĢ da vardır. Tarafları barıĢtırırız. Birbirlerine alıp verecekleri varsa alır veririz. Bu barıĢ da kalıcı olur. Ben bu gibi yaptığım hizmetlere karĢılık para pul da almam. Ben özellikle paralı dedelik yapmam. Görüldüğü gibi kendi kazancımla geçinirim. Dolayısıyla benim dedeliğim böyledir.“ Soru 6- “Rıza dede, (MüffettiĢ bu sefer Rıza Dede diye sormaya baĢladı) senin bize sormak istediğin bir Ģey var mı? “Sayın müffettiĢ ve hemĢehrim Recep Bey benim soracağım yoktur. Ancak konuĢacaklarım vardır.“ MüffettiĢ, „Buyurun Rıza Dede.“ “Üzgünüm ve dertliyim Beyim.“ “Niçin?”, „Bakın bu köye karayolu gelmiyor, henüz bu ağaçlara meyve verdiremedik. Ama bir iki sene sonra bu ağaçlar meyve vermeye baĢladığında iĢte o zaman problem artacaktır.“ Üstelik öteki tarafta bir tarlam var. Birazdan göreceksiniz öbür seneye orayı da elmalık yapmayı düĢünüyorum ki, bu bahçelerin elmalarını nasıl ve nerede satacağız sorunuyla karĢı karĢıyayız.“ Soru 7- “Peki Rıza Dede kara yolu gelme imkanları yok mu?” Cevap: „Olmaz olur mu? MüffettiĢ Bey devlet isterse ne yapmaz? ġimdi düĢündüğüm en kolay ve de en yakın olan 40 dakika yakınımızda GöcetaĢı Tren Ġstasyonu var. Orada yük alınıp veriliyor. Orası için uğraĢacağım, Ģayet yol yaptırma imkanlarını bulamaz isem Ģunu açıkça ve ciddi olarak söylüyorum ki, ben bunca emeklerimi satıp ve burayı terk edip bu memleketten gitmek zorunda kalacağım.“ Bu olumsuz ve üzücü konuĢmam MüffettiĢi ve Recep Bey‟i çok üzmüĢtü. Adamlar haklı olarak üzüntülerini beyan ettiler. ġimdi o bahçenin bulunduğu yerin adı Kumluk idi. Kumluk‟tan kalkıp yürüdük, Köyün önündeki bahçemize geldik. KÖY ÖNÜNDEKĠ BAHÇEM Burada da altı dönüm bir tarlamız vardı. Bu tarlanın güney tarafında, tarladan iki metre yükseklikte adi taĢlarla örülmüĢ bir duvar var. Duvarın üstü 20 x 120 metre uzunluğunda yaklaĢık 450 m² yerimiz vardı. Bu yerde eski ağaçlardan sadece altı 197 Ölmeyen Çocuk tane büyük dut ağacı, iki tane de elma ağacı vardı. Ama bu ağaçlardan doğru dürüst mahsul olamıyorduk. Ben bu ağaçları kökünden söktüm. Bu yerin doğusunda yol yolun üstünde su arkı var. Köyümüzün suyu gider buradan. Bu arkın batısı ise bizim elma yapacağımız tarlamızdır. Ben bu 450 m²„lik yeri 50 adet karıĢık meyve ağacı ile donatmıĢtım. Çoğunluğu kayısı olmak üzere elma, kiraz, viĢne, erik, Ģeftali, hatta iki tane de ayva ağacım vardı. MüffettiĢler geldiğinde de viĢneler kızarmıĢtı. Bahçeye bir girdiler, hayrete kapıldılar. Zümrüt gibi bahçe, bu bahçenin yol tarafında, bahçenin devamında ileriye doğru uzayıp giden yolun altında yüzün üzerinde tek sıra halinde ağaç. Bunları 15 yaĢlarında dikmiĢtim. MüffettiĢler geldiğinde ben 26 yaĢımı bitirmiĢ 27‟den gün almıĢtım. MÜFFETTĠġ ve ZĠRAAT BÖLGE MÜDÜRÜ RECEP ERĠMOĞLU Bana Ģöyle 2-3 dakika baktılar, hayret ettiler ve Ģu sözleri söylediler: „Sen bir harikasın. Rıza Dede gerçekten Dede. Sen bir yaratıcısın Rıza Dede. Okula gitmemiĢ olan, hatta anadan babadan yetim kalmıĢ olan bir çocuğun baĢarabileceği bir iĢ değil bunlar. Olağanüstü bir kabiliyete sahipsin” dediler. Velhasıl hayretler içinde akĢam ettiler. Çaylarını içtiler, karınlarını da doyurdular. Bana baĢarı dileklerini de sundular ve trenle Divriği‟ye döndüler. Orman müffettiĢi Recep Erimoğlu‟yla 1962‟den bu yana hiç görüĢemedim. YaĢıyorsa Allah selamet versin. KEMAL ERMĠġ ve MUSTAFA AĞA, KÖKEYĠK Ziraat çiftliğinde ÇavuĢ Mustafa Ağa adıyla anılır, GümüĢhacıköyü‟nden olan Kemal ErmiĢ‟in kayınbabasıdır kendisi. Amasya yolculuğumda bu Ģahısla tanıĢtım. Bu Ģahısla geçen anılarım unutulmaz bir olayıdır. Amasya‟ya ilk gidiĢimdi. Ama Amasya‟ya tren yolculuğum Ģöyle olmuĢtu. Sabah saat 3.30‟da Amasya‟ya inmiĢtim. 03:30 sularında hava henüz yeni ıĢımaya baĢlıyordu. Sokaklarda yol soracak insan da bulunmuyordu. Amasya‟nın yeri de düz bir yer değildi. Daha doğrusu Amasya‟nın düz bir alanı yoktu. ġehri bilmediğim için nereye, hangi tarafa gideceğimi de bilmiyordum. Gittiğim yol anayol olduğu anlaĢılan ve bir dere Ģeklinde oldukça bol bir suyu takip eden bir yol buldum. Yolun benim gittiğim istikametteki suyun sağı Ģehir, suyun sol kenarı yüksek kayalıklardı. Bu yolu tutup yürümeye devam ettim. 500 metre kadar yürüdüm. Yolun sağında bir sabahçı kahvesine denk geldim ve buna sevindim. Kahveye girdiğimde içeride iki insan oturuyordu. Kahveci de çay yapıyordu. Ben de gittim bir sandalyeye oturdum. 10 dakika civarında oturdum, benim karĢıma 45 yaĢlarında pala bıyıklı bir adam geldi oturdu. O arada çaylarımız da ağzı kapaklı olarak getirildi, önümüze kondu. Ben çayımı içtim ve bir çay daha ısmarladım, ikinci 198 Ölmeyen Çocuk çayımı da içmeye baĢladım. Bu arada karĢımda oturan pala bıyıklı adam geldi, benim masaya oturdu. Benim de bıyıklarım dike yukarı bükülüydü, o kadar pala değildi. Ama fevkalade bıyıklarım vardı. Belki adam benim de kendininki gibi bıyığım olduğu için yanıma gelmiĢti kim bilir... Kendisine bir çay ısmarladım. Adam kabul etti. Sonra baĢladı sormaya. Soru 1- “Evlat nerelisin?” Cevap: “Sivas‟ın Divriği ilçesindenim.“ Soru 2- „Adın nedir?.“ Cevap: „Adım Rıza.“ “Evlat senin demirin bizim demire benziyor.“ Yanıt: „Sizin demir ne demek dayı?” „Bizim demir, çelik demirdir. Hiçbir mücadeleden geri dönmez bir demirdir. Benim adım da Mustafa evlat.“ “Tamam dayı aynı demirdeniz.“ Soru 3- „Buraya ne için mi geldin evlat?“ Cevap: „Ben buraya fidan almaya geldim.“ Mustafa Dayı, „Senin Ģansın varmıĢ evlat, zira ben burada bulundum. ġimdi burada biraz daha oturacağız. Benimle birlikte geleceksin. Ben sana bir adam bulacağım. O seni fidan alacağın yer olan Kökeyik Çiftliğine götürecek.“ Adam bana yakınlık gösteriyor, yardım etmek istiyor ama benim de içimde kuĢku uyanıyor, „Acaba bu adam bana niçin yaklaĢıyor? Bana niçin yardım etmek istiyor? Adamın amacı nedir?“ diye ben iyice kuĢkulanmaya baĢladım. Binaenaleyh ben bu kuĢkuda iken adam bana bir çakmak teklif etti, sigara çakmağı: „Bu çakmağımı alır mısın evlat? Çakmağım değerli bir çakmaktır. Ama sana hatıra olsun diye 2.5 liraya veririm. Zira sen bizdensin“ dedi. Ben sigara içmediğim halde hiç itiraz etmeden çıkardım adamın 2.5 lirasını ödedim ve çakmağını aldım. Adam bana biraz daha yakınlaĢtı. Derken adamla muhabbetimiz koyulaĢtı. Velhasıl adamla kalktık. Amasya‟da öğleden sonra saat 15:30‟a kadar gezdik, adam aradığı ve Mustafa Ağa diye anılan adamı bulamadı. Bu sefer benim kuĢkum yine baĢladı. Adam beni bir türlü bırakmıyor. Ben de bir yolunu bulup, bir tarafa kaçıp adamdan kendimi kurtarmayı düĢünüyorum ama bir türlü baĢaramıyorum. Adam bazen söylüyor: „Meraklanma evlat, ben sana Mustafa‟yı bulacağım. Zira Mustafa Ağa bugün Amasya‟da, o muhakkak Kökeyik‟e gidecektir“ diyor. Adam, „ġurada bir fırın var. Mustafa Ağa acıktı mı bu fırına gelir karnını doyurur. Biz bir de bu fırına gideriz. Eğer burada da yoksa o zaman biz yola ineceğiz, çiftliğe giden arabaları bekleyeceğiz. Mustafa Ağa o arabalarla çiftliğe gider” dedi. Mustafa Dayı ile bir fırına girdik. Aradığımız Mustafa Ağa‟yı fırında nihayet bulduk. Bizim Mustafa Dayı Mustafa Ağa‟ya Ģunları söyledi: „Sabah saat dört buçuk beĢten bu saate kadar seni aradık. ġu anda öğleden sonra 3:30.“ Mustafa Ağa pide yaptırmıĢ, pide fırına sürülmek üzereyken Mustafa Ağa‟yı bulduk. Mustafa Dayı „Biz 8 saattir aç dolandık. Hadi bakalım bizim pidelerimizi de yaptır” dedi. Mustafa Ağa ise yeniden kıymalı pide yaptırdı. YaklaĢık 8-9 saattir acıkmıĢ karnımızı bir güzel doyurduk. Mustafa Ağa ile Mustafa Dayı orada yarım saat kadar bir sohbet ettiler ve ayrıca üstü kapaklı kiĢi baĢına ikiĢer çay geldi. Onları da içtik. ġimdi sıra geldi beni 8 saat gezdirip sonunda aradığı adamı bulup beni teslim eden Mustafa Ağadan ayrılmaya. Mustafa dayı diğer Mustafa Ağa‟nın elini ellerinin içine aldı hem ellerini okĢuyor, hem de konuĢuyor. Ona Ģöyle söylemiĢti. Mustafa dayı, Mustafa Ağa sen gümüĢ hacı köylüsün. Ben de o havalelerdenim. Bu çocuk ise Divriği gibi ırak bir 199 Ölmeyen Çocuk memleketten Amasya‟ya damızlık elma fidanı almaya gelmiĢtir. Ben Rıza‟yı kahvede buldum. Rıza‟nın da Ģansı varmıĢ. Kendisini epeyce yormama rağmen sekiz saat dolaĢtırdıktan sonra Ģimdi sana teslim ediyorum. Mustafa dayı daha öte gidiyor. Rıza sana tanrının emanetidir. Zira senin de orada damadın vardır. Sonra orası senin çevrendir. Rıza‟ya en güzel fidanlardan aldır ve ona yardım et dedi. Mustafa‟lar el sıkıĢtı beni de samimi duygularıyla bir kucakladı ve öptü. Allah‟a ısmarladık diyerek bizden ayrıldı. Mustafa dayının soy ismini adresini almadığıma hala yanıyorum. Mustafa dayı o zaman 45 yaĢlarında felan vardı. ġimdi sene 19581998. Tam 40 sene oluyor. Eğer yaĢıyorsa 85 yaĢında olması gerekir. Allah ahiretini düzgün getirsin. ġayet öldü ise Allah gani gani rahmet eylesin. Ruhu Ģad olsun. Yani ilk tanıĢtığım Mustafa‟dan ayrıldık. MUSTAFA AĞA Mustafa Ağa Merfizon-GümüĢhacıköy‟dendir. O zamanki tecrübe yetersizliğim olacak ki onun açık adresini ve soy ismini yazmamıĢtım. Mustafa Ağa beni öbür Mustafa Dayı‟dan teslim aldı. Teslim almasına aldı ya bu Mustafa Ağa benimle hiç konuĢmadı. Kimsin necisin diye hiç mi hiç sormadı. Saat dörtten yaklaĢık 17.30‟a kadar onunla gezdik. Sonunda geniĢ bir ana yola indik. Yolun sağında beklemeye baĢladık. KonuĢmuyor Mustafa Ağa. Nihayet bir kamyonet geldi, hemen önümüzde durdu. Arabanın üstü çadırlı, arkasında yaklaĢık 15-20 insan var. Ġnsanlar belli ki, alıĢveriĢ etmiĢler. Çuvalları, heybeleri hepsi dolu idi. Amasya‟nın yakın köylülerindenmiĢ. Arabada doğrudan doğruya Kökeyik‟e gidecekmiĢ. ġimdi biz arabaya bindik, arabadaki insanlar Mustafa Ağa‟yı hepsi birden selamladılar. Saygı duydular ve yer gösterdiler. Beni de bir minderin üzerine oturttular. Oradaki insanlardan birkaçı Mustafa Ağa‟ya soru sormaya baĢladılar. Mustafa Ağa‟nın nereye gittiğini, niçin gittiğini 3-4 Ģahıs Mustafa Ağa‟ya sordular. Mustafa Ağa henüz cevap vermeden aralarından yine ikisi, „Yahu Mustafa Ağa, niçin gitmesin? Sormanıza ne gerek var. Adamın çiftlikte kızı var, damadı var, artı çiftlik ve ziraat teĢkilatının müdürü, müdür muavini. Aynı zamanda dedeler. Kökeyik demek Mustafa Ağa demektir.“ Bana gelince, ben de bu arabanın içinde konuĢmaları seyrederken Mustafa Ağa‟ya karĢı duyulan ilgiyi ve onun Kökeyik‟teki çevresini duyunca artık bütün tereddütlerim ve bazı sıkıntılarım birden bire kalkmıĢ ve yüreğim rahatlamıĢ oldu. Ayrıca Mustafa Ağa‟nın konuĢmayıĢının kendisinin yapısından kaynaklandığını da anlamıĢ oldum. Bu konuĢmalarla bu Ģenlikli yolculuğumuz Kökeyik Ziraat Okuluna gelene kadar devam etti. Ancak arabanın içinde olan insanların çoğu kendi köylerinde inmiĢ. Kökeyik‟e giden sadece benimle birlikte dört kiĢi kalmaĢtık. Kökeyik‟te indik ama karanlık olmuĢtu. Etrafı iyice seyredememiĢtim. ġimdi orada beni Ģu düĢünce sarmıĢtı: “Nerede kalacağız acaba? Mustafa Ağa‟nın damadı bizim ikimizi de misafir edebilir mi veya ayıp olur mu?” düĢüncesi beni sarmıĢtı. Binaenaleyh kendi düĢünceme göre 200 Ölmeyen Çocuk Mustafa Ağa‟ya sordum: “Mustafa Dayı size birĢey sormak istiyorum.“ Mustafa Ağa döndü Ģöyle bir yüzüme baktı: “Ne soracaksın? Sor bakalım.” Soru: „Acaba burada otel yok mu?” Mustafa Ağa bir daha yüzüme baktı. Ama bu defa Mustafa Ağa‟nın bu bakıĢı bambaĢkaydı. Birkaç saniye düĢündüm. Sanırım Mustafa Ağa‟nın aklına Ģunlar gelmiĢti: „Bizden ayrılan Mustafa Dayı‟nın gönül dostu olan Mustafa Dayı‟nın emanet ettiği söyleĢi birden bire gözünün önüne gelmiĢti. Mustafa Ağa baĢladı konuĢmaya: “Sen oteli niye soruyorsun? Ben burada neyim? Çalı gölgesi miyim? Yolda konuĢulanları duymadın mı?” Mustafa Ağa bu sözlerle beni bir güzel haĢladı. Hata ettiğimin farkında oldum, hemen özür diledim. Mustafa Ağa dediysem de serde gençlik de var, ben kıp kırmızı kesildim. Mustafa Ağa, „Hadi düĢ peĢime, beni takip et“ dedi ve Mustafa Ağa‟yla yaklaĢık 20 dakika yürüdük. Kökeyik‟in kasaba Ģeklinde bir yer olduğu belliydi. Velhasıl mahallenin dıĢına çıktık. Bina üzeri lojmanlar yapılmıĢtu. Bu lojmanlardan birine girdik ama çok güzel bir sürpriz olayla karĢılaĢtık. Yani o anda elimde bir televizyon kamerası olsaydı o güzel manzarayı kameraya alıp seyretmeye değerdi diye düĢünüyorum. Olay Ģu idi. Mustafa Ağa‟nın kızı yeni evlenmiĢ, ilk çocukları, oğulları olmuĢtu. Mustafa Ağa‟nın kızı, o genç pırıl pırıl körpe hanım, bacım olsun bir güzellik var, bir fizik var ki, Cenab-ı Allah özel olarak yaratmıĢ. Ġnsanın bakmaması elinde değildi. Çocuğa baktığın zaman iki tane yaratık bir nurun parçaları Ģeklindeler. Bu genç hanım evin giriĢinde bir beyaz çarĢaf sermiĢ, o çarĢafın üzerine biraz daha küçük bir çarĢaf daha sermiĢ, onun üzerine de çocuğun kundak bezini, kundak bezinin üzerine bir de yumuĢak tüylü bir bez sermiĢ. Çocuğu bu serginin üzerine yatırmıĢ ama halen hayalimden çıkmayan acaip bir görünüm. Çocuk bezlerin üzerinde bir güneĢ gibi parlıyor. Allah‟ın nazarî üzerinde olsun öylesi çocukların. Bu Ģekilde bir güzel manzarayla karĢılaĢmıĢtım. ġimdi dönelim babayla kızı ve dedeyle torunu arasındaki görüĢmelere. Kızı babasına sarıldı, birbirleriyle döne döne doyasıya öpüĢtüler. Sonra kız bana o kadar bir nazikane davranıĢla „HoĢgeldiniz” dedi ve koltuğun üzerine yumuĢak, özel bir minder koydu ve beni oraya oturttu. Mustafa Ağa torunu kucağına aldı, onu da kızı gibi aktardı dönderdi sevdi. Ondan da sevgi payını aldı ve hasretlikler giderildi. Mustafa Ağa torunu severken kızı da bir baktım ki, büyük fincanlara kahveleri yapmıĢ, parlak madenî bir kahve tepsisinde fincan tabaklarının içinde kırtıklı el iĢlemesi peçeteler ve yanlarında su, kahvelerimizi ikimizin önündeki sehpanın üzerine koydu. Kızı tekrar döndü ve babasına, „Babacığım müsade edersen torununun kundağını yapayım” dedi. Baba izin verdi, „Tabi kızım” dedi. Bizim gözümüzün önünde torununu beledi. „Biz de zevklenerek iyleriy, bu misafirimiz yabancı değildir” dedi Mustafa Ağa. Aslında kızı da bana yabancı muamelesi yapmamıĢ olduğu belliydi. Bu körpe hanım kız, zevkli zevkli kahvemizi içerken o güler yüzleriyle nur gibi çocuğunu zevkle kundakladı. Çocuk ise annesi hizmetini yapıp bitirene kadar kundakta uyuyakaldı. Bir film sahnesi gibi olay sona erdi. Bu 201 Ölmeyen Çocuk zevkimizi aldık, kahvelerimizi içip bitirdik. Bir de baktık damat bey Kemal ErmiĢ geldiler. Kemal Bey „Ooo babacığım hoĢ geldiniz, sefa geldiniz” diyerek kayın babasını karĢılarken, Mustafa Ağa damadı Kemal Bey‟e beni tanıttı. Kemal Bey hemen izin istedi kalktı, baĢka bir odaya geçti. YaklaĢık 40-45 dakika hazırlık yaptı. Kemal Bey geldi bizi öbür odaya buyur etti. Biz Mustafa Ağa‟yla odaya girdik ki ne görelim; akıllara durgunluk veren bir masa hazırlanmıĢ, büyüklüğü yaklaĢık 120 x 80 çapında bir masa, masanın üzeri öyle bir donaltmıĢ ki, masanın üzerindeki yiyecek çeĢitleri abartı olmasın 20-25 kadardı. Masada içkilerden Yeni Rakı, AltınbaĢ Rakı, bir ĢiĢe de Ģarap vardı. Etlerden pirzola, biftek, haĢlanmıĢ tavuk ve Amasya‟nın yerli petek balı. Amasya elması, turĢu, iki çeĢit salata vardı. Ama birisi domatesliydi, diğerinin ismini bilmiyordum. Beyaz peynir, kaĢar peynir, yeni yapılmıĢ sıcak bazlama, ekmek. O zamanın fırancalı somun ekmeği, kuruyemiĢ. Bu saydıklarım aklımda kalanlardır. Yani masanın bugünün parasıyla 100 milyon değerinde bir masrafı vardı. Bu kadar zengin ve meth etmeye değer bir masa hazırlanmıĢtı. Benim aklıma bayı düĢünceler gelirken, peĢinden görüĢümün doğru olduğu da açıklandı. ġuydu görüĢüm ve düĢüncem: “Mustafa Ağa kızını Kemal‟a vermiĢ, aradan yaklaĢık 1.5 - 2 yıl geçmiĢ, henüz kızını görmeye gitmemiĢti.“ ĠĢte Allah‟ın iĢine bak ki, böylesi bir aileyle tanıĢmak aynı zamanda böylesi bir güzel manzarayla karĢılaĢıp kaynaĢmak o gün bana da nasip olmuĢtu. ġu anıya bakın. BĠRER LOKMA YĠYECEK ALDIK KADEHLER KALKACAK Ġlk kadehi Mustafa Ağa eline aldı. Bize henüz kadehler kaldırmayı teklif etmeden Mustafa Ağa Ģunları sordu: “Eh Sivaslı Ģimdi söyle bakalım, sen kimsin, aslın neslin nedir? Köyünü, kimliğini bana anlat bakalım” ve devam etti: „Alevî olduğunu öğrendik. Dedelik de var mı?” Mustafa Ağa‟ya cevap vermek gerekiyordu. Aslında ben de böyle bir soruyu bekliyordum. Nihayet beklediğim soruya cevap vermek zamanı da gelmiĢti. “Değerli Mustafa Dayı ve yine çok değerli Kemal Bey, ayrıca sevgili bacım, önce bu aile tablonuzu kutluyorum. Sizlere bu güzel yavrunuza da sihhatli sağlıklı huzurlu ömür boyu bir yaĢam ve mutluluk diliyorum. Evliliğiniz, nikâhınız, Peygamberimiz sallallahu aleyhisselam Hazretlerinin Fatımatı Zehra Anamıza kıymıĢ olduğu nikâh olsun. Çocuğunuza Allah-u Teâla‟dan sağlıklı akıllı zekalı ve hayırlı ihsanlar dilerim. Cenab-ı Allah bu güzel çocuğu size bağıĢlasın.” Bu duayı ettikten sonra sıra sorulara cevap vermeye gelmiĢti. Cevap verme hamlesine geçmeden Mustafa Ağa „Dur” dedi. „Hele birer yudum alalım konuĢmana sonra devam et.“ Hep birlikte kadehlerimizi kaldırdık. Mustafa Ağa da damadına, kızına olan dileklerini bildirdi ve evliliklerini kutladı. Ayrıca o günkü damadının evine 202 Ölmeyen Çocuk geliĢ nedenini açıkladı ve kızına altın getirmiĢti, onu da boynuna taktı, torununa epeyce bir Ģeyler getirmiĢti. Onlar gözönüne getirildi, bu fasıl yaklaĢık 45 dakika sürdü. Sonra bu ziyaretin ve bu mutluluğun Ģerefine birer kadeh daha kaldırdık. Nefis yemeklerden biraz yedik, aradan bu Ģekilde bir saat geçti. Mustafa Ağa tekrar benim cevab-ı konuĢmamı tamamlamam için yol verdi. Ben devam edttim: “Sayın Mustafa Ağa, ben Divriği‟nin Bahçeli Köyündenim. Köyümün eski ismi Pengürt‟tür. Eğer olabilirsem dinim Ġslâm ve inancım Alevîdir. Soyum Seyit Garip Musa Sultan soyundandır yani bir dede oğluyum. Ceddimiz ise Hz. Hüseyin soyundan takip eden yedinci imam, Musa Kâzım‟ın torunlarından Resuldan doğmadır. Türbesi yine Divriği‟nin eski ismi Alan Köyü, yeni ismi Garip Musa Tekkesi‟dir. Eğer layık olabilirsem iĢte soyum da, kimliğim de budur. Buyurun Mustafa Ağa.“ Mustafa Ağa, „Tamam” dedi. “Mesele kalmadı” dedi ve devam etti: “Sayın Rıza Dede, bugün seni bana getiren değerli dostum Mustafa‟nın seni emanet ettiği kadar ve vermiĢ olduğu değere layık bir insan olduğun ortaya çıktı ve ben de diyorum ki, bugün bu sevgili kızıma, damadıma yalnız baĢıma gelirken Allah‟ın iĢine bak ki, senin gibi bir aynı zamanda dede olan bir misafiri bana nasip etti. Bu buluĢma bir tesadüf eseri ama daha ziyade bu sevgili çocuklarımın da bir Ģansı da varmıĢ ki, senin gibi bir ocak sultanının duaları da nasip oldu. Gerçekten çocuklar, bugünkü böylesi bir buluĢma ve manzara beni son derece memnun etmiĢtir. Daha Türkçesi biz, bugün gökte aradığımızı yerde bulmuĢuz. Kemal oğlum Ģu manzaraya bak: Mustafa arkadaĢım bana bu dedeyi getirmek için Amasya‟da beni sekiz saat aramıĢlar ve beni bir fırında buldular. ĠĢte böyle bir buluĢma olayına ben diyorum ki, mucizevi bir olaydır. Üstelik arkadaĢım Mustafa bu çocuğun bir dede olduğunu da bilmiyordu. Mustafa sadece bunun Divriğili olduğunu ve Alevî olduğunu anlıyor ve sekiz saat dolaĢtırıyor yanında. Bana Tanrının bir emaneti olarak da teslim etti.“ Velhasıl sayın Kemal ErmiĢ‟in evinde kendileriyle, kayınbabalarıyla sanki daha önceden birbirlerimizi uzun yıllar tanıyormuĢçasına o güzel nefis nimetleri yiyip içerken daha fazla önem taĢıyan husus da Ģuydu. A. Bu ailenin yeni evlenmiĢ ve nur topu gibi bir çocuklarının doğmuĢ olması, B. O gün için babalarının kendilerini görmeye gelirken kendi deyimlerine göre bir dede oğluyla babalarının buluĢması ve dolayısıyla söz konusu kültürel muhabbetlerle, dualarla ailenin o günkü mutluluğuna renk katmasıydı. Bu Ģekilde muhabbetlerimiz devam etti. Neticede güzel muhabbetin sonunda ben iyice dengeyi epeyce kayıp etmiĢim ve yatmıĢım. Bir uyandım ki; güneĢ doğmuĢ, saat 9:30 olmuĢ. Kalktım, yıkandım, o değerli gelin kahvaltımı hazırlamıĢtı, kahvaltıya oturdum ama Mustafa Ağa ve Kemal Bey yoklardı. Gelin dedi ki, „Ağabey, Kemal iĢe gitti. Babam da onunla gitti. Seni uyandırmadılar. Fakat sana Ģu pusulayı yazdılar” dedi, elime bir kâğıt verdi. Ben kahvaltımı yaptım, kalktım, Kemal Bey‟in evinden layık olmadığım bir saygıyla ve hürmetle yolcu oldum. Elime verilen pusulada Ģunlar yazılıydı: „Fidan dikme vesaire iĢlerin ġefi Bedri Güney‟e gideceksin. O Bey sana gerekeni yapacaktır.“ Bu pusulayı aldım, Kökeyik T.C. 203 Ölmeyen Çocuk Ziraat Okulu Müdürlüğüne gittim. Orada Bedri Güney‟i buldum. Pusulayı Bedri Bey‟in eline verdim. ġĠMDĠ BEDRĠ GÜNEY‟DEYĠZ Aslında Bedri Güney‟den fidanlarımı aldığımı ve köye götürdüğümü önceki sayfalarda yazmıĢtım. O sayfalarda ise fidan almaya gittiğim, karĢılaĢtığım ve bana yardım eden o değerli dostlarla geçen anılarımı yazmıĢ oldum. ġimdi de Bedri Güney‟in fidan almaya aracı olarak yardım ederken geçen anılarımzın bir kısmını aktaracağım. Bedri Güney‟e pusulayı vermiĢ, fidanları almıĢtım. Fidanları aldıktan sonra Bedri Güney‟in verdiği talimat gereğince 450 adet fidanı aldığıma dair çiftlikten aldığım faturayı tekrar aynı gün daireye getirdim, tesim ettim. Bedri Bey beni bir koltuğa oturttu, yine ağzı kapaklı iki çay ısmarladı. Ben çayları içene kadar Bedri Bey fidanlarımın menĢe kayıtlarını yaptırdı ve getirdi, elime verdi. Sonra Ģunları söyledi: „Bak Rıza, bu sene geç gelmiĢsin. Dolayısıyla fidan alabilmen için çok yorgunluk oldu ve bu fidanları kendinize ayrıca fazlasını köylülerine götürüyorsun. Daha sonra gelmek istersen, öncesinden bana geleceğini bir mektupla bildir. Ben sana istediğin kadar fidan ayırayım, götür sat, para kazan“ diye izahatlarını da yaptı. Bu değerli insan 100-200 metre yol yürüdü ve beni yolcu etti. Allah o insana selamet versin. Maalesef 1958‟den beri bir daha ne gittim, ne de görebildim. KAYABAġI ĠSTASYONU Bedri Bey„den ayrıldım, tekrar Faruk Çöl‟ün çiftliğine gideceğim. Bu iki çiftliğin arası yaya olarak 1.5 saat sürüyor. Ġki çiftlik arasında yolcu taĢıyan vasıta yoktu. Bazen yoldan motorlar, yük arabaları, kamyonetler ve at arabaları geçiyordu, denk gelirsem bunlardan birisine binecektim. Maalesef çiftliğe varana kadar hiçbirini bulamadım. 1.5 saat yaya yürüdüm. Çiftliğe vardım. Oraya ulaĢtığımda fidanlar orada yığılı duruyordu. Ana yola çıktım, bir tane boĢ yük kamyonu geçiyordu. El kaldırdım, adam geldi ve fidanları birlikte kamyona yükledik. Arabanın Ģoför mahalli boĢ olduğu halde adam „Ben yolcu taĢımam“ diyerek beni arabaya almadı. Ramazan ayının 27‟siydi ve sıcak bir gündü. Ġki çiftlik arasında iki kez yaya gitmem gerekiyordu ve yol 3 saat sürecekti. 1.5 saat de oradan KayabaĢı‟na yürüyecektim. Dayanabilirsen dayan… Oradan da yaya olarak yola çıkmıĢtım. Ama açlık bir taraftan, sıcak bır zandan derken 3 saat yol sürdü, bir saat de ayakta durkmakla geçti. 4 saat içinde iyice iĢim bititi. Bir baktım 4 tekerli bir at arabası, üzerinde bir yolcu bir de arabayı süren adam var. Bunlara el kaldırdım, durdular. Arabaya atladım. Hemen bir soruya maruz kaldım. Arabacı sordu: „Oruç musun?” ġimdi 1.5 saatlik yolu yaya yürümek için yalan söylesen değer mi? Üstelik yalan söylemeyi de hayatta baĢaramam. Ben de cevap verdim: “Hayır oruçlu değilim.“ Arabacı tekrar sordu: „Niçin tutmadın? Mazuriyetin mi vardı?” Cevap, „Yoo, 204 Ölmeyen Çocuk mazeretim felan yok.“ Tekrar sordu, “öyleyse niye tutmadın. Sen Müslüman değil misin?” Bu arada ikinci Ģahıs devreye girdi: “Siz nerelisiniz?” Ben, “Divriğiliyim.“ Yine aynı Ģahıs: “Sivas Divriği Sivas‟ın değil mi?”, Ben, “Evet.“ “Siz Alevî misiniz?” Cevap: “Evet Alevî‟yim.“ Arabacı tekrar sordu: „Alevîler oruç tutmaz mı?” Cevap: “Tutar.“ Soru: “Hangi orucu tutarsınız?” Cevap: “12 Ġmamlar‟ın orucunu tutarız.“ Tekrar soru: „Onlar da kimmiĢ?” Cevap: „Beyefendi bakın, arabanıza bindim diye bir sürü soru sordunuz. Onlar Peygamberimizin torunlarıdır. Onları Kerbela‟da Ģehit ettiler. Bize göre onları bilmeyenler Müslümanlıktan söz edemezler.“ Arabacıya bu sözleri söyleyince zırt diye arabayı durdurdu, “Ġn bakıyım aĢağıya. Müslüman olmayan bir Alevî„yi ben arabada taĢımam“ dedi. Hemen ben arabadan atladım. Elimi baĢıma koydum, teĢekkür ettim ve gittiler. Ben de tekrar KayabaĢı‟na doğru yaya yürümeye devam ettim. Ama bu tartıĢmayı sona erdirene kadar Ģöyle böyle 500 metre yol almıĢtık. KAYABAġI Tam karanlık basarken KayabaĢı‟na vardım. Ġnsanlar sokaklardan çekilmiĢti. Bir tane adam hızlı adımlarla yürüyordu. Adam orta yaĢlıydı. „Ey arkadaĢ, bir bakar mısın?“ Adam geri döndü baktı. „KardeĢ bu yakınlarda otel yok mu?“ Adam, „Var“ dedi. Hemen yanıma dikildi, „Bak kardeĢim bu yolu doğru takip et, 200-300 metre ilerde ve solda büyük bir kahvehane göreceksiniz. Oraya gir, oranın altı kahvedir üstü de oteldir“ dedi, bana yol gösterdi, sağolsun. Ben yola devam ettim, kahvehaneyi buldum. Kahvenin içinde üç tane adam vardı. Bu zatlar iftar yemeklerini hazırlamıĢlar, masaya yemeklerini dizmiĢler ama bana göre iftar etmeleri biraz gecikmiĢti. Bu insanlar henüz yemeğe baĢlamadan iki tanesi kalktı, aynı yemeklerden ve yanında bir tabak da viĢne olmak üzere bana da getirdi. Adamlar güleryüzle Ģunları söylediler: „Kısmetin varmıĢ, aslında biz de iftara biraz gecikmiĢtik. Demek ki, bu lokmalar size de kısmet olacakmıĢ. Hadi afiyet olsun“ dedi. Ben de teĢekkürümü sundum. Ben ayrı onlar da üçü bir masada yemeklerimizi bir güzel yedik, karnımızı doyurduk. Aradan 2-3 dakika geçti, iki tane de çay geldi. Çayı önüme koyarken ben hemen sordum: „Burada otel var mı?“ „Çayını içtikten sonra Ģu karĢıda gördüğün merdivenden yukarı çık. Üstü oteldir. Orada yatağını beğen. Sonra ister aĢağıya in otur, istersen yatağında yat“ dedi. Ben ise kahvenin etrafına, oturduğum yere Ģöyle bir göz gezdirdim, kahve geniĢ bir salon, dıĢarı kapıdan girince sola dönünce tekrar sola doğru çıkan merdiven var. Kahveye bilahare birkaç kiĢi daha girdiler. Anladığım kadarıyla hep birlikte teravihe gideceklerdi. Adamlar bana hiçbir Ģey sormadılar. Ben de zaten çok yorulmuĢtum. Hemen yukarı çıktım. Oradan bir tanesi benim peĢimden geldi, „KardeĢim, belki ihtiyacın olur; Ģurası tuvalet, Ģurası lavabo“ diye. Bana oraları gösterdi. Ben de, „Çok sağolun ve çok çok teĢekkür ederim“ dedim ve bir yatağıma yattığımı bir de gözümü açıp kalktığımı biliyorum. Deliksiz bir uyku uyumuĢum. Yatarken yatak temiz mi, 205 Ölmeyen Çocuk değil mi hiç bakmadım. Sabahleyin hem yatağıma hem etrafa bir göz gezdirdim. Her taraf mis gibi temizdi. ġöyle bir esnedim, „Oh be dünya varmıĢ“ dedim. Yıkandım, elbisemi giydim, aĢağıya indim. Saat de sekizi geçmek üzereydi. „Eyvah geç kaldım“ derken çay felan içmeye zaman kalmadı. Sadece yol azığı için ekmek alacaktım. Binaenaleyh fidanlarım akĢam istasyona teslim edilmiĢ olmalıydı. Benim de sabah erken gidip trene vermek üzere muamele yapmam gerekiyordu. AĢağıya baktım, akĢamki adamlardan biri oraları tertemiz süpürmüĢ, paspaslamıĢ, çay yapıyordu. Adama sordum, „Beyefendi ben Kökeyik„ten fidan aldım. Bu fidanlar dün akĢamdan istasyona geldi, teslim oldu. Bu nedenle gidip onlar için muamele yaptırıp trene vermem lazım ve sonrasında da yolcu treniyle yolcu olacağım. ġimdi bana yol azığım için ekmek lazım. Nereden alabilirim? Bana bir bakkal veya fırın tarif edersen memnun olurum. Adam kapıya çıktı, „YaklaĢık 300 metre ileride yolun sağında bir fırın var. Oraya git ekmeğini al. Hemen yanında da bir bakkal vardır. Ġhtiyaçlarını oradan alırsın” dedi. Tekrar o Bey‟e dedim ki, „Abi ben akĢam yemek yedim, çay içtim. Sonra otelde yattım. Bunların hesabı ne kadar tuttu? Ben ödeyeyim, zira bir daha geri gelmeyeceğim” dedim. Beyefendi birkaç saniye hazırlandı ve konuĢtu: „Bak kardeĢim, sen öyle bir zamanda hanemize geldin ki, tam iftar zamanıydı. Bak Allah‟ın iĢine ki, bizim iftarımıza ortak oldun. Yani bekleseydik böyle bir misafir belki gelmezdi. Senin de Ģansın varmıĢ, bizim de. Bu nedenle biz seni misafir olarak kabul ettik. Para pul alamayız.“ Ben ise gönlümden Ģöyle bir düĢündüm: “Yani o bir iki dakikanın içinde iki günün içinde kimlerle karĢılaĢtım. Kimler nasıl muamele yaptılar…” diye hepsi gözümün önüne geldi. Hay Allah! AkĢamki o at arabasındaki adamlara bakın, Ģimdi buradaki adamlara bakın. Ama görünürde hepsi de ve hepimiz de insanız. Ama hareketler, yaĢayıĢlar, tavırlar, kabiliyetler, itham ve hitaplar hiç birbirini tutmuyor. Neyse, biz dönelim ekmeğimizi almaya. Ben o güzel ve güzel yüzlü insanların kahvehanesinden ayrıldım. Tahmini 300 metre yürüdüm. Fırını buldum. Baktım sıcak ekmekler çıkmıĢtı ben oraya ulaĢtığımda. Ekmekler yuvarlak ve büyüktü. PiĢmiĢ ekmek 950 gram geliyordu. Ama o ekmekler çok piĢkin ve lezzetli oluyordu. Ben ekmeğimi aldım, orada da dikkat ettim; hemen biraz önce tokalaĢıp ayrıldığım adamın aynısı. Neyse ben kendisine sormadım, paraya davrandım. Beyfendi, „Yok, yok” dedi. „Para ödemeyeceksin! Sen akĢam gelen bizim misafirimiz değil misin?”, “Evet” dedim. Dedi, „KardeĢim sen bizim aziz misafirimizsin. Senden para almam” dedi. Fırından çıktım, hemen 15-20 metre yakınında olan bakkala girdim. ġöyle raflara göz attım. Güzel, kavanoz viĢne reçelleri gözüme çarptı. „Abi, bir tane viĢne reçeli verir misin?” dedim. Bir tane büyük kavanoz reçel istedim. Reçelin fiyatı dört liraydı. Adamın yüzüne baktım o da kahvedekine, fırındakine, fotokopi gibi benziyordu. 206 Ölmeyen Çocuk ġimdi Allah yalanı sevmez gönlümden geçirdim: “Ġllallah, bu memleketin adamları hepsi birbirine mi benziyor acaba?” diye düĢünürken parayı çıkardım. O da, „Yok yok para istemez, sen bizim akĢam gelen misafirimiz değil misin?“ ġimdi siz olun da hayrete kapılmayın. Mümkün mü? Ben Ģimdi mecbur kaldım artık sormaya, „Yahu ne oluyor bu iĢ? Kahvede yemek ve çay, otel parası alınmadı. „Sen bizim misafirimizsin“ dedi, fırıncı para almadı. ġimdi zatınız da aynı ağızdan para almam, sen bizim misafirimizsin diyorsun. Bu ne hal? Siz hangi alemin insanlarısınız? Yani arkadaĢ sormak istediğim Ģudur. AkĢam sizin kahvehanenize gelmeden bir buçuk saat önce karĢılaĢtığım hadise var. O insanları gördüm. ġimdi akĢamdan beri sizi izledim. BaĢka alemlerden, baĢka bir dünyadan ve birbirine tam zıt insanlarsınız.“ Bey haklı olarak sordu: „BirĢey mi oldu?“, „Yolda bir at arabası geliyordu. El kaldırdım, durdu. Beni arabaya aldılar. Sonra „Oruç musun?“ diye sordular. „Hayır“ dedim. Adamlar çok sert bir tavır içinde aĢağılayıcı kelimelerle beni arabadan indirdiler. KayabaĢı‟na yaklaĢık bir buçuk saat yolu yürüyerek geldim. ġimdi sizin kahvenize geldim. AkĢamdan beri yaptığınız Ģu misafirperverliğinizle beni son derece utandırdınız.“ Adam, „Estağfurullah kardeĢim, o ne demek?“ dedi ve iadeyi yanıtlarını verdi. Bu adam yine bir çay ısmarlamaz mı? „Yahu Beyefendi aslında ben geç kaldım. ġimdi sizin çayınıza da kalırsam geç kalacağım“ dedim ise de içmeden ayrılmak mümkün mü. Ramazının 29‟u olmuĢ, kendileri de oruç olmalarına rağmen beni bu Ģekilde ikrama boğmuĢlardı. ġimdi sen gel böylesi güzel ve de tam tersi olan öylesine birbirine zıt olan manzaralı anıları yazma. O insanlardan ayrıldım ama o bir gecelik misafirliğin anılarını halen 40 yıldır unutamadım. Demek ki, bir atasözü haklıymıĢ, „Bir kahvenin 40 yıl hatırı varmıĢ.“ Sene 1958-1998. TAPU TESCĠL DAVASI Yıl 1962-1963, Bahçeli Köyü hududu içinde babamızdan kalan, üzerimize intikal eden 3 parça tarlayı 2 erkek kardeĢ üzeremize tapu tescili yapmak üzere Divriği hakimi Ahmet Çıtırıklıoğlu nezdinde tapu tescil davası açacağız. Mirasçılar olarak aynı babadan doğan 7 kardeĢiz. Bir de babamızın kızkardeĢi vardır. Babamızdan ayrılalı 40 sene olmuĢ ama biz onu da razı ederiz. Hatta ilk aĢamada onun istediğini verip iĢini halletmek gerekiyordu. Bu bir gönül razılığıdır. Binaenaleyh ben öyle bir iĢlem, öyle bir iĢ yapmalıydım ki, üçüncü Ģahıslara ve topluma örnek teĢkil edebilecek her konuda öncü olmam gerekiyordu. ĠĢte bu düĢüncelerden hareketle daha davayı açmadan önce babamın bacısı olan Bibim‟in yanına kadar gittim. Bibim ise Kangal‟dan Divriği‟ye kadar gelip bilgi alıp ondan sonra bana ne yapacağı hakkında cevap verecekti. Ben de Bibim‟in görüĢüne anlayıĢ göstermiĢ, Divriği‟ye gelmesini beklemiĢtim. Nihayet Bibimiz söz verdiği gün Divriği‟ye gelmiĢti. Bibimle karĢı karĢıyayız. Yalnız söz de bize yardım etmek isteyen bazı aracılar da vardı. Bazı meseleleri konuĢtuktan sonra bize daha iyi yardım edebilecek olan tarafsız kiĢi Hüsnü Yüksel Bey vardı. Bu zat Divriği‟nin yerlisiydi. 207 Ölmeyen Çocuk Kendisi manifaturacıydı. Hemen her mesele üzerinde uzman bir kiĢiydi. Hem de çoğunluk halk tarafından beğenilmiĢ, sözü geçerli bir zattı. Aynı zamanda Bibim‟in kocası olan, o zamanlarda 80 yaĢında olan Ģahsın dayısı veya dayıları da Hüsnü Yüksel Bey„in de kirveleri ve de tüccar ortaklarıydı. Bu Ģahıslar Kangal‟ın Davutoğlu Köyü„nden Murtaza Bey ve onun çocuklarıydı. Hüsnü Bey„in kirveleri, EniĢte„nin dayıları olması nedeniyle ona daha çok inanıp sözünü tutacaklardı. ĠĢin burasındaki kasıt Bibimi kandırmak kesinlikle olamazdı. Kasıt Ģuydu. Bibim‟in acaba hakkı var mı yok muydu? Hakkı vardı da biz ona az bir ücret ödeyerek baĢtan mı savacaktık veyahut da Bibimizin kanunen hiç hakkı olmamasına rağmen ben, „Babamızın bacısı bizim de Bibimizdir“ diyerek ondan gizli bir iĢlem yapmadan kendi vicdanımın sesini dinleyerek razı etmeyi mi düĢünmüĢtüm. Bu konuların hakkında tam bir bilgi sahibi olsun dolayısıyla bizi de iyice öğrensin ve rahat olsun istedim. Aslında Bibim bir gün önceden Divriği‟ye trenle gelmiĢ. Avukatlardan bilgi almıĢ idi. Ama benim düĢüncem resmiyeti iĢin içine dahil etmek değildi. Benim düĢüncem her konumuzu bizleri tanıyan halk içinde görüĢerek, tatlıya bağlayarak barıĢ içinde olması Ģeklinde idi. Nitekim ilk fırsatta böyle olmuĢtu. Bibim bizden 3.500 TL para talep etmiĢ, ben de 6 ay sonra ödeyeceğimi senetle taahhüt etmiĢtim. ĠĢimiz böylece sonuca bağlanmıĢ oluyordu. Bibim Hatice‟den bu onayı aldıktan sonra da Divriği‟de mahkeme nezdinde tapu tescil davasını açmıĢ bulunuyordum. Tarih 1962‟nin mayıs ayı idi. Bu aĢamadan sonra sıra biz iki erkek kardeĢten yaĢca büyük, bir tanesi de bizden küçük olan beĢ tane kız kardeĢimize geldi. Bunların isimleri de Ģöyle: 1. En büyüğümüz ġehriban eĢinin soy ismiyle Sopa, 2. Arzu Söğütlü (bu Ablamız Ankara‟da idi). 3. Meliha Özdemir, 4. Bağdat Sopa, 5. Ġnsaf Küçük. Yukarda isimleri geçen kız kardeĢlerimiz babadan kalan arazideki haklarını biz iki kardeĢe devrettiler, bundan dolayı kendilerine minnettarız. HAKĠM AHMET ÇITIRIKLIOĞLU NEZDĠNDE TAPU TESCĠL DAVASI SÜRÜYORDU Divriği hakimi Ahmet Çıtırıklıoğlu, davamıza bakan yine Ahmet Çıtırıklıoğlu. Bu miras toplama süresi ne kadar oldu ona bir bakalım. Yukarıda belirttiğim gibi Ģahsi düĢünceme göre benim açtığım tapu tescil davası dolayısı ile hakimin aldığı ilk duruĢmada benim aklımın yettiği kadar hakim Ģunu Ģunu yaptır demeden, herhangi bir emrivakiye maruz kalmadan dosyamı tamamlamam gerekirdi. Yine yukarıda iddia ettiğim gibi benim özelliğimin ve öncü olmamın farkı da budur. Benim kabiliyetime göre hakimin önüne sürdüğüm bir iĢlemde gizli yollardan mal kaçırıp zorlayıcı yollardan mal sahibi olmak değil, yapmam gereken herhangi bir iĢlemde noksanlık bulup tenkit almak yerine teĢekkür almak gerekir diye düĢünmüĢtüm. Bu düĢüncemden hareketle dosyam duruĢmaya alınmadan bana düĢen ve bildiğim, 208 Ölmeyen Çocuk aklımın yettiği iĢlemlerimi tam tekmil yerine getirmekti. Neticede bir buçuk ay geçmiĢ, duruĢma günü gelmiĢ ve çağrılmıĢtım. Tarih Temmuz 1962. Divriği adliyesi hakimi Ahmet Çıtırıklıoğlu‟nun huzurundayım. Saat dokuz, duruĢma açıldı, ismim okundu. Nüfus tespiti yapıldı. Dava dilekçesi okundu. Sonuçta soruldu. Hakim, „Rıza ġahin, mirasçılarını toplamıĢsın. Bu Hatice Yıldırım neyiniz?“, „Babamın bacısıdır.“ Sayın Hakim„in sorusu: „Kaç yıl olmuĢ ayrılalı?“, „Efendim en az 40 yıl ama tabi ki, sonra ıspatlanacaktır.“ Hakim, „Ben ıspatlanacağını sormadım. 40 yıldır herhangi bir tasarrufta bulunmamıĢ ise, bu mirasçıdan tapusuz yerler için senet almana gerek yoktu. Ama bir yerde iyi yapmıĢsın. Onun gönlünü almıĢ, razı etmiĢsin. ġimdiden teĢekkür ederim. Rıza ġahin, eğer baĢka mirascın yoksa senin dosyanda aĢağı yukarı noksanlık yoktur. Ancak ikinci duruĢmada bu bacılarını da buraya getir. Burada ibraz et. Ben onları dinleyeceğim.“ „Sayın Hakim Bey, bacımın biri Ankara‟da.“ „Olsun, adresini dosyaya yaz, posta pul parasını dosyaya koy, Ankara‟dan ifadesi alınır gelir, tamam mı? Ayrıca dosyada babanızın üzerinde üç tane hanım görünüyor. Bu üç hanımdan hangisinin resmi nikâhı varsa nüfus memurundan bir kayıt getirin. Ayrıca gazete ilanını yaptır. Gazetede çıkan sayfayı getir, dosyaya koy. Bunların hepsini ikinci duruĢmada tamamlarsan üçüncü duruĢmada keĢif gününü belirler ve keĢfine geliriz.“ 15.08.1962 duruĢma günü olarak tespit edildi. Ben hemen posta pulunu aldım, Ablamın adresini bir kâğıda yazdım getirdim, dosyaya koydum. Hemen Ablam‟a da bir mektup yazdım. Dosyaya bakan baĢkâtip Kemal Bey‟e de rica ettim 15.8.1962 duruĢma tarihine yetiĢebilmesi için hemen postalansın diye. Birinci duruĢma tarihiyle ikinci duruĢma tarihi arasında 40 gün kadar bir zaman vardı. Hakimin iĢaret etmiĢ olduğu iĢlemler eğer gittiği yerlerde beklemez ise 40 günde hepsi tamamlanır diye düĢünmüĢtüm. Zira ben de iĢimi titizlikle takip edecektim. Divriği‟de gazeteci vardı. Bu gazeteci hem Sivas‟tan gazete getirir hem de Divriği gazetesi çıkarırdı. Ona gittim, gazete ilanını verdim. DuruĢmanın gününe 3-4 gün kala benim yapmam gereken iĢlemleri götürdüm BaĢkâtip Kemal Bey‟e verdim. Kemal Bey dosyaya baktı; dedi ki, “Rıza, hakimin yazdığı evrakların hepsi tamamlanmıĢ.“ Bu arada bir de Ģaka yaptı. Kendisi Arguvan Ġlçesinden, çok iyi bir insandı: “Yahu Rıza senin torpilin mi neyin var? Bu iĢlerin yıldırım hızıyla tamamlanıyor” dedi. Ben de Kemal Beye cevap vermiĢtim: „Benim torpilim felan yok. Benim torpilim iĢimi iyi takip etmemdir Kemal Bey.“ Kemal Bey, „Biliyorum Rıza, ben Ģaka yaptım” dedi. Tarih 15.8.1962, duruĢmanın günüydü. Sabahleyin mahkeme salonunda bekliyorduk. Mahmut da, ben de oradaydık. Bir de baktık ki, Bibimiz orada, „Ne o bibi? Hayır mı?” diye sordum. Bibimden cevap (Bibim kocasıyla birlikte gelmiĢti): “Ne olacak, siz beni aldatmıĢsınız. Ben malımı alacağım“ demez mi… Bir de baktım bir adam geldi yanımıza durdu. Ben tanımıyorum kendisini. Adam Bibime sordu: “Hatice Hanım, kardeĢinin çocukları bunlar mı?“ Bibim, „Evet” dedi. Bu sefer ben sordum, „Siz de kimsiniz?“, „Ben dava vekiliyim. Bibiniz bana gelmiĢti. Ben Ģimdi onun vekili olarak duruĢmasına gireceğim“ demez mi.“ Allah Allah! Yahu ne davasına giriyorsun. Ben Bibimle iĢimi hallettim. Ona borç senedi verdim. Sen 209 Ölmeyen Çocuk dosyaya bakmadın mı?” Adamın adı Halil Candan‟mıĢ. Halil Beyefendi, “Hayır bakamadım, zaten dün akĢam geldiler. Dosyaya bakmama fırsat kalmadı” diye tartıĢırken ismimiz okundu, girdik içeri. Hakim dosyayı açtı. Dosyanız tamamlanmıĢ derken, Halil Candan davaya müdahil oldu ve söz istedi. Hakim Bey, „Buyurun” dedi. “Efendim ben Hatice Yıldırım‟ın vekiliyim. Sanırım müvekkilime burada bir haksızlık yapılmıĢ” derken ikinci bir söze baĢlamasına Hakim Bey sabredemedi: “Sen de kimsin be! Ne demek müvekkilim haksızlığa uğramıĢ! Dava vekili misin necisin! Ben seni tanımıyorum. Dosyaya bakmadın mı?”, “Efendim yeni gelmiĢlerdi, dosyaya bakamadım. Gün istiyorum. Bilahare bakacağım” derken hakim bağırdı: “Ne demek dosyaya bakamadım? Ne biçim dava vekilisin? Burada kaptı kaçtı mı var? Çıkın dıĢarı, burası dingonun ahırı değil. Dilekçenizi iĢleme falan koymuyorum, çıkın dıĢarı.“ Halil Beyefendi müvekkilini aldı, arkaya bakmadan çıktı gittiler. “ġimdi size söylüyorum kardeĢler, elbette Bibimizin hakkı felan yoktur. Siz üzerinize düĢeni yapmıĢsınız. Ama madem ki, babanızın bacısıymıĢ, zaten durumdan belli ki, cahil kadın kandırılmıĢ. O ne istiyorsa konuĢun razı edin. Bu nedenle bu iĢ için davanın keĢfini bir ay daha uzatıyorum. 16.9.1962 duruĢma tarihi.“ DuruĢma ertelendi, gün atıldı. Gelelim Bibimizin sorununa. Meğerse Bibim akĢamdan gelmiĢ, otelde yatmıĢlar. Kim tarif etti ise, gitmiĢ Halil Candan‟ı bulmuĢlar. Halil Candan‟ı Divriği‟de ben ilk defa görüyorum. Nerelerde ipini sürüklediyse sahtekârın biriymiĢ. Yukarıda da insanların üzerinde birkaç görüĢümü belirtmiĢtim. Fırsat düĢkünleri veya fırsatçılar nerede bir cahil varsa, kandırılmaya müsaitse hemen onu takip eder baĢına çökerler. ĠĢte Halil Candan da bunlardan biriymiĢ. Halil Candan‟ın düĢüncesi Ģudur. 750 liraya pazarlık etmiĢ, bilmem 10 bin liralık dava kazanacakmıĢ, bu mirasın yarısı Hatice‟ninmiĢ. 750 TL‟nin yarısını hiçbir iĢ yapmasa da alacakmıĢ. Zira dava vekillerinin haklarıdır ama iĢin neresine kadar gelmiĢ 750 TL‟nin yarısını nasıl alabilecektir. Hatice Yıldırım veya benzeri insanlar bunu nereden bilecekler. Ancak „Ver parayı, salla baĢını, çık, Ben senin davanı kazanacağım.“ Hiçbir Ģey de kazanamayacak. Hele bir sonuca bakalım, Halil Candan ne kazanacakmıĢ… ġimdi Bibim‟in kocası 80-85 yaĢında Kangal‟ın Ġğdeli Köyü‟nden, hatta Ablam Meliha da Bibim‟in oğulluğuyla evlidir. Yani Mustafa Özdemir ailesiyle bu kadar iç içe hısımlık bağları kurulmuĢ olmasına ve bu Mustafa Özdemir‟in oğullarının hepsinin de bir iĢte çalıĢıyor olmasına dolayısı ile maddî durumlarının da bizden çok çok iyi olmasına rağmen Kangal gibi bir yerden bastona basa basa bizden mal almaya geliyorlar. Alacağı mal acaba buna değecek mi? Acaba hakkı var mı? Bunları da araĢtırmadan, bilmeden kalkıp yollara düĢerler. ĠĢte toplumun hemen her kesimi böylesine zayıflamıĢ; iradesini, benliğini, insanî duygularını, kültürel niteliklerini, birlik mevhumlarını tamamen kayıp etmiĢ bir Türk totplumudur. Bu değerler henüz bu topluma kazandırılmıĢ değildir malesef. Halen bu sefaletin içinde yüzmeye devam etmektedir. Ġlerleme bunların tersi istikametindedir. Olması gereken noktaya gelinmemiĢtir. Mesela okuma oranı da, teknolojik geliĢim düzeyi de istenilen noktada olmamakla birlikte, diğer değerlerde tam tersi 40 yıl öncesine göre daha da gerilere gidilmiĢtir. Neyse, biz yine dönelim konumuza. 210 Ölmeyen Çocuk BĠBĠM ve KOCASI MUSTAFA ÖZDEMĠR Yattıkları otelin atlında kahvehane vardı, oraya indiler. ġimdi birlikte konuĢacağız. Mustafa EniĢte‟ye yöneldim: “Yahu EniĢte, sen 85 yaĢında fevkalade okumuĢ bir insansın. Bibim‟in aklı yetmiyorsa, sen onu ikna edeydin. Sonra sana yakıĢır mı? Alacağın mal hakkın olsa bile avukata vereceğin paraya değmez. Ben Bibim‟in bir kuruĢ dahi hakkı olmadığını bildiğim halde, kendisine 3.500 TL‟lik senet verdim. Binaenaleyh Bibim tapusuz yerlerde babasından kalan hakkını kayıp etmiĢtir. Gördünüz ki, hakim sizi kovdu. Size yazık değil mi? Ben yine sizin yaĢlılığınızı ve Bibim olduğunu düĢünerek yine yanınıza geldim. Zira sizin bu durumlarınıza karĢılık hiç de yanınıza gelmeme ve böyle izah etmeme de gerek yoktu. Yine kulağınızla duydunuz ki, hakim dilekçenizi dosyaya almadı. Sözlerini kaleme alıp yazmadı. Ben Ģimdi size hadi gidin elinizden geleni arkanıza koymayın desem, siz bu Divriği‟de periĢan olacak, hatta rezil olacaksınız. O zaman yine benim vicdanım sızlayacaktır.“ Bu konuĢmalarımızı izleyen yanımızda birisi vardı yira bu adam da otelciydi. Bibimler ise onun otelinde yatmıĢlardı. Bu adam Erzincan‟ın Kemaliye Ġlçesine bağlı Ocak Köyündendi. HASAN ER Hasan Er beni çok iyi tanırdı. Ben köy iĢlerine koĢtururken insanların mahkemelik davalarını halletmek için koĢtururken Hasan Er devamlı beni izler, benim yaptığım iĢleri beğenir, takdir ederdi. Onun anısına ileride yer vereceğim. Dönelim Bibim‟in sorununa. Hasan Er devreye girdi, EniĢtem Mustafa‟ya ve Bibime izah etmeye baĢladı. Biraz da öfkeli konuĢtu: „Hatice Hanım, sizin yüzünüze söylüyorum. Siz yanlıĢ iĢ tutmuĢsunuz. Benim otelimde yattınız, bana bu davaları niçin söylemediniz? Niye gizlice gittiniz de o sahtekâra soyuldunuz. Onlar zaten sizin gibi safları arıyorlar. Sonra sizin bu yeğeninizi ben çok iyi bilirim ve tanırım. O öyle bir insandır ki, o sizin bildiğiniz, gittiğiniz avukatlardan daha iyi bir avukattır. Sonra sizin yeğeniniz bir dede çocuğudur. Binaenaleyh dede çocuğu olduğunun ve dedeliğinin de farkındadır. Bu gibi kültürlerin değerini bilen, hakkını veren, bilen bir insandır. Yani ben kendimden daha çok inanıyorum ki, bu Rıza Dede size ve hiçbir Allah‟ın kuluna haksızlık etmez. Tam aksine iyilik için yaratılmıĢ bir insan. Üstelik herkes Ģu Divriği‟de gelip bundan akıl alıyor. Siz gitmiĢ Halil gibi sahtekâr bir adamı getirmiĢ Rıza Dede‟nin karĢısına muhatap ediyorsunuz. Bakın size bir dost kelimesi söyleyeceğim. Ġster tutun, istemez iseniz tutmayın. Siz iĢinizi bu yeğeniniz, dedenin vicdanına bırakın. Yani ona sığının. Sizi onun kadar kimse sevmez de, saymaz da. Eğer bu dedeyi çok fazla kızdırırsanız, sizi yakasından atar, o gittiğiniz adamı da öyle bir haklar ki, belki de bu Divriği‟yi de terk eder. Sözlerim bu kadar“ dedi. Hasan Er tam manasıyla tarafsız bir insan olarak gerçekten o iki yaĢlıya acıyarak onları ikna etmiĢti. 211 Ölmeyen Çocuk Dönelim tekrar EniĢtemize ve Bibimize, „ġimdi siz söyleyin Bibi, ne istiyorsunuz? Dilinizin altında neler varsa, hiç çekinmeden çıkarın söyleyin. Hasan Er‟i dinlediniz.“ Bibim, „Rıza, gülüm ben sizden para istemiyorum. Bana bir yer verin, EniĢtenizin durumunu görüyorsunuz. Çocukların hepsi köyden dağıldı, gittiler. Bize bakan yoktur. Ġleride gelir Köye bir ev yapar da içinde barınırız.“ Meğer Bibim‟in derdi bu imiĢ. „Peki Bibi, biliyorsun küçük yaĢtan beri çalıĢıp yetiĢtirdiğim bir bahçe var. Bu bahçenin içinde senin de bildiğin bir dam vardı. ġimdi biraz yıkık döküktür. Burası yarım dönümlük çok güzel bir bahçedir. Burayı senin üzerine senet yapalım, ileride tapu ya da senin üzerine çevirtiriz olur mu?“ dedim. „Olur“ dedi. Bibim„ize bu bahçeyi hakkı olarak vermiyoruz. Tövbe! ĠĢ kanuna kalıyorsa, Bibim„e delikli bir yüz para bile vermiyor. Benimkisi sadece vicdan iĢi. Kendisinin de ifade ettiği gibi, yarın bir gün sokakta kalırsa, el alem yine taĢı bize atar. Çoluğu çocuğu yoktur. „ġimdi size soruyorum. Bu Halil denen adama para pul verdiniz mi? Bir geçmiĢiniz var mı?“, „Vekaletimiz var” dediler. “ġimdi ne yapmayı düĢünüyorsunuz?“, dediler ki; „Biz ona söz verdik ki, mahkemeden çıkınca paranın yarısını ona ödeyeceğiz.“ Mamafih vekaletimiz var, yakamızı da bırakmaz. “Hay Allah iyiliğinizi versin.“ ġimdi sen gel bu iki yaĢlıyı bırak. ġimdi bunları aldım, o sahtekâr, fırsat düĢkünü Halil Candan‟ın yanına götürdüm. Orada bu iki yaĢlı sandalyenin üzerine oturdular. HALĠL CANDAN Dava vekili Halil Candan‟a soru: “Sayın Halil Bey, Ģimdi muhatabın karĢındadır. Söyle bakalım bu iki yaĢlı kucağına düĢmüĢ. Hemen neyin ne olduğunu anlamadan, dinlemeden nasıl olsa birkaç kuruĢ para alırım gayesiyle alel acele götürmüĢ vekaletini almıĢsın. Binaenaleyh mahkemede hakettiğin cevapları hakim beyden aldın. Eğer Ģimdi sadece vekalet aldım diye bu iki yaĢlıdan para istersen Ģunu iyi bilin ki, hakim beyden almıĢ olduğun darbenin daha ağırını da benden alacaksın. Ama siz beni tanımadığınız için belki inanmayacaksınız, benim vuracağım darbe zatınıza göz dağı felan anlamına gelmesin. Ben size bir dost olarak doğrusunu söylüyorum. Zira siz buraya bir ticarethane açmıĢsınız. Burada iĢte bu zavallılar gibi kazlara ihtiyacınız vardır. HaĢa benim gibi bilenler sizin semtinizden geçmez. ġimdi benim tekliflerime dikkat et ve sonra cevap ver. Bibim size para vermeyecektir. Ancak siz Bibimden aldığınız vekaletnameyi iptal edeceksiniz. Sonra biz aramızda Bibim adına bir satıĢ senedi yaptıracağız. Bunu sen yazarsan münasip olan ücret neyse alırsın. ġimdi ben burada bazı iĢlerimi yapmak için gidiyorum. Bibim ve EniĢtem burada ben gelene kadar otursunlar” dedim. Gitmek üzereyken Halil Candan konuĢmaya baĢladı: “KardeĢim siz bana hakaret eder gibi konuĢtunuz. Burası benim ticarethanemdir. Ben buraya geleni kovmam. Konu neyse dinler davasını alırım. Ama siz bana bilmem neymiĢ gibi emrivaki yaptınız.“ “Sayın Halil Bey, ben insanım. Binaenaleyh ben sizin nabzınıza göre konuĢtum. Seni de enayi yerine koymak ne demek? Madem ki, istediniz konuĢayım ve söyleyeyim. Senin 212 Ölmeyen Çocuk aldığın vekaleti ve yazmıĢ olduğun dava dilekçesini hakim kabul edip iĢleme koymadı ve seni de kovdu. ġimdi soruyorum. Dosyamda iĢleme koyamadığın vekaletin ve dava dilekçesinin cezası kime düĢer? Bunlar parasını kanun sana verir mi? Üstelik notere ödenen parayı da senden alırım. Bunu da bilesin. Tekrar ediyorum. A. Kiminle konuĢtuğunu idrak et, B. ben gidiyorum ve geri geleceğim, istiyorsan bu Divriği‟de kime sorarsan sor ve beni öğren tamam mı?” Divriği‟de bir ahbabım vardı, o da dava vekiliydi: Ahmet SavaĢ. Ahmet SavaĢ‟ın bürosuna gittim. Aynı zamanda Ahmet Bey Cumhuriyet Halk Partisi Ġlçe BaĢkanıydı. Ben bu partide o tarihlerde delegeydim. Ona gittik, bir uğradık, halhatır ettik. Halil Candan‟ı da Ahmet Bey‟e anlattım. Tabi ki, Ahmet Bey çok güldü ve döndü, “Rıza sen nasıl da anlamıĢsın? Vallahi tam hak ettiği kelimeleri söylemiĢsin” dedi. Bu arada Hüsnü Yüksel Bey‟in dükkanına gittim. Hüsnü Bey‟in orada tanımadığım pala bıyıklı, iri yarı biri oturuyordu. Hüsnü Bey beni güler yüzüyle karĢıladı. Bizzat kendisi altıma sandalye getirdi, beni oturttu. Sonra o adama döndü, “Davut Kivra, aradığın çocuk yeğeninizin kayını olan iĢte bu çocuk. Biliyorsun bunlar GüneĢ Köyünün üstünde bir tekke var, o ocağa mensuplar. Yani bunlar dedeler. Adamın adı Davut, soyadı da Davutoğlu‟ymuĢ. Anladım ki, bu adam Kangal‟ın Köyü olan Davutoğlu Köyü‟nden. Bu sülale maddiyattan çok zenginmiĢ. Hatta Vehbi Koç‟la maden ortaklığı yapıyorlarmıĢ. Meğer Bibim‟in kocası Mustafa Dayı bu ünlü Davutoğulları‟nın yeğenleriymiĢ. Sayın Davutoğlu benimle hoĢbeĢ felan etmeden, kim olduğumu sormadan, bana hitaben konuĢmaya baĢladı: „Bak delikanlı, benim yeğenle sizin bir davanız varmıĢ. Bu davayı Hüsnü Kirve‟nin yanına gelin, ona bırakın, Hüsnü Kirvem ne söyler, ne ederse onun sözüden çıkmayacaksınız. Hüsnü Kirvem‟in sözünden sen çıkarsan senin hasmın olurum. ġayet yeğenim çıkarsa yeğenimin de hasmı olurum. Bunu bilin.“ Davut Beyefendi bu lüzümsuz kelimeleri konuĢurken ben de hemen aklımdan Ģunu geçiriyordum: “Demek ki, bunlar yeğeniyle sözleĢmiĢler, Divriği‟ye de beraber gelmiĢler” diye aklıma gelmiĢti. Sayın Davutoğlu‟na sordum: “KonuĢman bitti mi Beyim?” “Evet, benim konuĢmam bu kadar.“ „Biliyorum siz ağalar böylesinizdir. Az ve temiz konuĢurlar. Beyefendi siz de lütfedip biraz da beni dinler misiniz?” Bu arada Hüsnü Bey de merakla benim konuĢmamı izlemeye baĢladı. DAVUT DAVUTOĞLU ve HÜSNÜ YÜKSEL Kangal‟ın zavallı, o köylünün cahil halkını kasıp kavuran, onların sırtından zengin olan, yine onların etini iliğini kemiren ünlü Dağutoğlu karĢımda… “Sayın Dağutoğlu, size ağa diyorlar. Siz beni, ben de sizi tabi ki tanımıyoruz. Ama Ģu anda zatınızı, konuĢmalarından çok iyi tanıdım. Binaenaleyh zatınızdan da aslında bu konuĢmalar beklenirdi. Zira sizin ağalığınızın da üslubu budur. YanlıĢ anlamayın esas ağalığın değil, sizin gibi ağaların konuĢma üslubu budur. Sayın Davut Bey, biz 213 Ölmeyen Çocuk yedi kardeĢiz. Köy kenarında toru topu 8-9 dönüm bir parça bölük sulu tarlamız vardı. Bu tarlanın dört dönümünün ise çay kenarında biz iki erkek kardeĢ taĢını kayasını ayıkladık çıkardık. Babamızdan bize kalan hali hazırda tapu tescil yaptıracağımız yer altı dönümlük bir yerdir. ġu anda satmıĢ olsan azami 10-12 bin TL etmez. Ama biz bir babadan yedi kiĢiyiz. Bibimiz de iĢin içine girerse sekiz oluruz. Bibim ise, bizim evden çıkalı 40 sene olmuĢ. Ben beni bileli Bibim bu kırk sene içerisinde bize 3-4 defa gelmiĢtir. ġimdi bu araziyi paraya çevirdiğimiz zaman her birimize 1000-1500 TL bir para düĢer. Tarlamızı taksim etsek 400 metre kare düĢer. Bibimize gelince, bu yerler malümunuz tapusuz olduğu için biz tapu tescili yaptırmak için dava açtık. Bibim‟in bu tapusuz yerlerde hakkı yoktur. Buna rağmen biz, Bibimiz diye Hüsnü Bey„inde bildiği gibi kendisine 3.500 TL‟lik senet verdik. ġu anda ise yeğeniniz 85 yaĢında, Bibimle bastona basa basa Divriği‟ye gelmiĢler. Demek ki sizin gibi zihniyetler o zavallıları tahrik etmiĢ olacak ki, Bibimle biz iĢimizi halletmiĢ olmamaza rağmen bu sabah duruĢmaya geldi katıldılar ve müdahale ettiler. Halil Candan diye birini vekil tutmuĢlar. Maalesef hakim, vekilleriyle birlikte dava sıfatlarını dahi kabul etmedi ve kovdu. Binaenaleyh ben yine kendilerinin yaĢlılığına acıdım. Mahkemeden çıktıktan sonra gittim buldum. Yine de Bibim‟in isteği üzerine önceki senedi iptal edeceğiz, bir küçük bahçem var, üzerinde elli tane meyve, yüz tane yetiĢmiĢ selvi ağacı var. Orasını kendilerine vereceğim. Bu da tamamen Bibim‟in kendi isteğidir. ġu anda yeğenin ve Bibim o Halil Candan‟ın bürosunda oturmaktadır. Sayın Davut, Ģimdi dönelim yine zatınızın konuĢmasına. Zatınız bizim iĢimizi Hüsnü Bey‟e havale ediyorsunuz. Ben Hüsnü Bey‟i çok iyi tanırım, Hüsnü Bey de beni çok iyi tanır. Hüsnü Bey‟lik iĢ olsa ben kendim ona gelmesini çok iyi bilirim. Sizin beni bir cansız eĢya gibi havale etmenize gerek yok ve buna hakkınız da yok. Ayrıca, ben zatınıza böyle bir dava getirmedim ki, siz kendi yerinize Hüsnü Bey„i vekil tutasınız. Ağalığa gelince esas ağa haysiyetini, onurunu, Ģerefini korur, bilinçli bir üslupla konuĢmasını bilir. Siz ise yeğenimiz dediğiniz 85 yaĢındaki bir insanı karısının bin liralık malı için taa Kangal‟dan Divriği‟ye kadar karısıyla birlikte bastona basa basa gönderiyorsunuz. Bu mudur ağalık? Bu mudur haysiyet, onur, Ģeref? Üstelik yeri gelince bu değerleri hiç kimseye vermezsiniz. Zatınızın hasım olma sözünüze gelince, ben hasım diye birini tanımıyorum. Normal bir insan böyle hasım felan kelimelerini konuĢmaz. Aslında siz benim muhatabım da değilsiniz ve de olamazsınız.“ Benim cevab-ı sözlerim burada noktalandı. Ancak rahmetli Hüsnü Bey, Davut Kirve‟sine döndü, „Ben sana söylemiĢtim. Kivra, o çocuğu çağırmayalım. Sen bu iĢlerin içine girme. O çocuk dededir. O konuĢunca ne sen, ne de ben altından kalkamayız. Bunu biliyorsunuz. Bakın 2-3 seneden beri Kaloğgillerin altını üstüne getirdi. Bunu Kasım‟a söylemiĢtim. Ama o da kabalık etmiĢti. Sonra da gelip yalvarmıĢtı” dedi ve Hüsnü Bey bu defa da kalktı, boynuma sarıldı, ağlarcasına yüzlerimi öptü. Sayın Davutoğlu da bir kelimeye dahi kadir olamadı. Yükünü aldı, çıkıp gitti. GidiĢ o gidiĢ... Davut Davutoğlu‟nun anısı da burada noktalandı. Gelelim yine Halil Bey‟e ve Bibim‟in meselesine. 214 Ölmeyen Çocuk Hüsnü Beyler‟den kalktım, Halil Candan‟ın bürosuna vardım, halâ orada oturuyorlardı. Halil Candan‟a baktım, biraz değiĢmiĢ gördüm. Zira baĢka bir üslupla, baĢka bir taltıfla beni karĢıladı. Ben taltıfı yağ yakma olarak algıladım. Ama Halil Candan‟ın gayesi de baĢkaydı. “Halil Bey, Ģimdi konuĢalım. DüĢündün mü? Beni öğrendin mi? Teklifime ne dedin? Senden cevap bekliyorum.“ Halil Candan baktım ki, candan değil de maldan konuĢuyor. Yani pazarlık ettiği paranın yarısını alacak, bize bir senet yazacak. “Sayın Halil Candan, alacağın paranın adını koymasaydın, iyi akıl ederdin. Maalesef yine kayıp ettin. Bir daha söyleyeceğim. Onu da anlayamaz isen, ne yapacağımı biliyor musun? Bakın ben insanları arkadan vurmam. PeĢince yüzüne söylerim yapacağımı, sonra yaparım. ġimdi söylüyorum: Bir kere ben sözünü ettiğim senedi 50 liradan fazlaya yazdırmam. Eğer tenezzül etmezsen, onu da ödemem. Zira benim senedimi yazacak olanlar benden para almazlar. Ġkincisi; notere gideceğim, senin vekilliğini kanuni olarak derhal azledecğim. Oradan da sana bir de ihtar protestosu çekeceğim ve daha sonraları da sen bu büro da sinek avlayacaksın. Sonra da bu Divriği‟yi terkedip gideceksin. ġayet iĢleri bu sulara dökmeden noterlikte ödenmiĢ olan vekalet ücretinin yerine senedimizi yazarsan, o taktirde resmi bir iĢlem yapmamıza gerek kalmayacak. Sen senetteki vekaletin arkasına adını, soy adını ünvanını ve numaranı yazacaksın: “Ġptal edilmiĢtir, bu vekalet geçersizdir” diye imza edeceksin. ĠĢler böylece bitmiĢ olacak. Artık ben de sana belki iĢ gönderebilirim. Buyurun Halil Bey“ dedim. „Peki yazayım“ dedi. Bibim‟in ve benim nüfus kâğıtlarımızı verdiler, eski senedi ve bahçenin hudutlarını yazıp önüne koydum. Halil Candan senetlerimi yazdı, ben de senedi tekrar götürdüm dosyaya koydum. Halil Candan‟dan böylece yakayı kurtarmıĢtık. Mamafih, Halil Candan bir sene dolmadan Divriği‟yi terk edip gitmiĢti. Böylece 20 Ekim 1962 tarihi geldi, mahkemeye bacılarımızı da toplayıp götürdük. Mahkemeye girdik, Hakim dosyayı açtı. Baktı ki, istenilen evrakların hepsi tamam. Hakim Ahmet Bey yüzümüze baktı, „Aferin! iĢte böyle olmalı“ dedi. Bacılarımızın ifadeleri de alındı. Hakim bize Ģunu da söyledi: „Bakın kardeĢler, size söylüyorum: Babanızın üç karısı varmıĢ. Yalnız birine nikâhı vardı, o da Firdevs„e. Firdevs‟ten hanginiz olduysanız babanızın dörtte bir hissesi ona düĢer. Yalnız aranızda kavga olmasın diye ben bunu söylüyorum.“ Tabi ki, hakimin bu konuyu açıklaması çok iyi olmuĢtu. Hakim Bey dedi ki, „Dosyanız tamam, ama iĢinizin sağlığı açısından belki birilerinden itiraz veya müdahale gelebilmesi açısından bu duruĢmayı uzun atacağım. Aynı zamanda hazine avukatının da bu duruĢmaya gelmesi gerekirdi, fakat gelmedi. Ama bu sizin hatanız değildir. Bu nedenle iki ay gün atıyorum. Dördüncü duruĢmanız 5 Ocak 1963 olsun mu?“ Ses çıkarmadık, peki dercesine çıktık gittik. Nihayet 5 Ocak geldi, duruĢmaya gittim. Maalesef beĢinci duruĢmada hazine yine gelmedi. Hazine avukatı tapu tescil davalarında bulunmadan hakim keĢif yapamıyor. Zira keĢif yapılırken de dava son aĢamaya gelmiĢ oluyordu. Binaenaleyh, keĢifte ölçü fen memurları ve baĢkâtip bulunuyor. Önce arazinin 215 Ölmeyen Çocuk bulunduğu mahalli bilen çevre sakinleri yani köyse aynı köyün insanları, mahalleyse mahal yerinin en az 20 sene öncesini bilenlerin ifadeleri alınıyordu. Sonra fen memurları arazinin metre karesini çiziyordu. Arazinin krokisini çiziyor ve hudut tespitini yazıyor ayrıca o Ģahitlere davacıların baĢka varislerinin olup olmadığını soruyor, dava karar verme aĢamasına gelmiĢ oluyordu. ĠĢte söz konusu keĢif yapılmadan önce Mal Müdürlüğü, hazine avukatı veya müdürü vardır. Hakim oraya ihbarname gönderiyor ve yazıda diyor ki, „Felan mahalde ve adreste muhkim felan Ģahıslar tasarrufunda bulunan tapusuz araziyi üzerlerine tapu tescil yaptırmak istemektedir. Sözkonusu arazinin hazineye ait olup olmadığı hakkında araĢtırma yapılarak felan tarihli duruĢmaya katılarak gerek tarafınızdan gerekse avukatınız tarafından sözlü ifade edilmesi rica olunur.“ Mal Müdürlüğüne tebliğ edilir. Mal Müdürlüğü bizzat kendisi de duruĢmaya katılabilir dilerse bir avukatını da gönderebilir. Binaenaleyh Mal Müdürlüğü duruĢmaya katılıp bu ifadeyi vermeden hakim keĢif kararı alamaz. Maalesef Mal Müdürlğünün iki duruĢmamıza katılmaması ile dava 70 gün gecikmiĢ oluyordu. Elbette Mal Müdürünün iki defa üst üste duruĢmamıza katılmamasını anlamak mümkün değildir. Bu olsa olsa vatandaĢlara karĢı bir sorumsuzluğun neticesidir. Üstelik, Mal Müdürü duruĢmaya katılamayacağını bildiren bir mazuriyet dilekçesi de yazmıyordu. DuruĢmaya katıldığı zaman sadece itirafı Ģu oluyordu: „ĠĢlerimin yoğunluğundan geçmiĢ duruĢmalara katılamadım. Özür dilerim“ diyerek geçiĢtiriyordu. Nihayet Mal Müdürlüğü 70 gün gecikmeyle üçüncü duruĢmamıza katılabildi. Yani beĢinci duruĢmada Hakim keĢif kararı alacaktı. Maalesef sekizinci duruĢmamızda Hakim Bey ancak keĢif kararı alabilmiĢti. Binaenaleyh Mal Müdürü bizzat kendisi duruĢmaya katılmıĢ, „Kurumumuz tarafından söz konusu ilgilinin tapu tesciline mani teĢkil edecek bizce bir sakınca bulunmamaktadır“ ifadesini sunmuĢtur. Neticede 15.4.1963 tarihine keĢif kararı alınmıĢtı. 15.4.1963 tarihinde Divriği adliyesine gittim. Ancak Hakim Bey Ģu sözleri söyledi: „Rıza, bugün senin keĢfine gelecektik ancak size yakın bir köyden keĢif de 15 gün sonraymıĢ. Bu nedenle 30.04.1963 tarihinde trenle GöcentaĢı‟na, oradan da Hıdırlık Köyü„nün keĢif mahalline gideceğiz. Binaenaleyh bu köyün sizin köyle bir mera davası vardır, sen de oraya gelirsin. Oradan da sizin köye ineriz, senin keĢfini yaparız. Sen keĢif ücretini yatırdın değil mi?“, „Evet Hakim Bey, keĢif ücretini yatırmıĢtım.“ “ġimdi sen git, iĢine gücüne bak” dedi. Hakim Bey‟den ayrılmıĢtım. Nihayet 30.4.1963 tarihi gelmiĢti, bu tarihte iki keĢif birden yapılacaktı. Ama iki keĢifin aynı tarihe rastlaması ki, biraz sonra yazacağım durumda benim için bir Ģans olmuĢtu. Hakim‟i bizim köye kadar davacı olan Hıdırlık Köyü götürüyordu. O gün benim Divriği‟ye gitmeme gerek yoktu. Ben köyü örgütledim, bir çoklarına söyledim „Bugün Divriği hakimi Ahmet Çıtırıklıoğlu gelecek, bugün iĢe gitmemeniz, gitseniz bile öğlen sonu saat 13-14 arası evde olmanız çok iyi olacaktır.“ Ayrıca üç komĢumdan insan görevlendirdim, bir tane davar kestirdim. „Birkaç çeĢit yemek hazırlayın” dedim ve ben de kalabalık bir grupla keĢif mahalline gittim. 216 Ölmeyen Çocuk KÖY MERASININ KEġĠF MAHALLĠ ve HAKĠM AHMET ÇITIRIKLIOĞLU AYRICA ĠFADE VEREN EHL-Ġ VUKUFLAR ve DAVACI - DAVALILAR Davacı sıfatıyla Hıdırlık köylülerinin kadınları hariç, erkek tayfası 20-30 kiĢi, Dumluca Köyünden ehl-i vukufluğa gelen dört kiĢi ve yanı sıra seyre gelenlerden yaklaĢık 10 kiĢi, Çüksüzler köyünden Ehl-i vukufluğa gelenlerden yine dört kiĢi, onların da yanında 20-30 kiĢi. ErĢin Köyünden gelen üç kiĢi, bizim köyden davalı sıfatıyla ihtiyar heyeti ve yaklaĢık 30 kiĢi daha baĢka gelenler ile toplam yüz kiĢi mahal yerine toplandık. Bu iki köyün tarafına Ģahitlik edecek olan kiĢilerin sayısı 12 kiĢi vardı. Bunların içinden Bozoğ Küçük, Mustafa Küçük, Kamil AĢçıoğlu olmak üzere üç kiĢi Çüküzler köyündendi. Hasan Han, soy ismini unuttuğum ĠbiĢ Ağa, Hüseyin Kayadibi ve Veli Han olmak üzere dört kiĢi ile bu sekiz kiĢi Hıdırlık nam-ı hesabına Ģahitlik yapacaklardı. Davalı ve Bahçeli Köyü adına ise Dumluca köyünden Hüseyin Uçar, HurĢit Yüksel, Feyzullah AĢçıoğlu ve Ġlyas Capraz olmak üzere toplam dört kiĢi de Bahçeli Köyü nam-ı hesabına Ģahitlik edeceklerdi. ġahitlerin toplamı 12 kiĢi ve Hakim Bey bunların içerisinden iki tane bilir kiĢi seçecek. Mamafih davalı, davacıya soracak: „Davaya konu olan bu araziyi çok iyi bilen ve inandığınız hangi Ģahidiniz ise onları belirtin.“ Ġlk önce hakim o iki tane bilirkiĢinin ifadelerini alır. Sonra da lüzum görürse diğer Ģahitlerin de ifadelerini alır ve zabta geçirir. BĠLĠR KĠġĠLERĠN ĠFADELERĠ Davacı adına Hasan Han, davalı taraf adına Hüseyin Uçar vardır. Hakim Ahmet Çıtırıklıoğlu ilk soruyu davalı tarafa Hasan Han‟a sorar: “Hasan, bildiklerini doğru söyleyeceğine dinine, imanına ve Allah‟ına yemin eder misin?” Hasan Han, „Doğru söyleceğime dinime, imanıma ve Allah‟ıma yemin ederim.“ Hakim, „Davacının hudut gösterdiği Kala Deresi bu mahal yerine normal olarak kaç dakika ve ne kadar vardır?” Hasan Han, „Efendim Kala Deresi bu mahal yerine iki saat var.“ Hakim Bey bu ilk ifadeyi daha yazdırmadan halkın içinden bir parmak kalkar. Bu parmak ben nacizane Rıza ġahin‟in parmağıdır. Ben 28 yaĢındaydım. Hasan Han ise 60 yaĢında olduğunu söylemiĢti. Hakim Ahmet Bey, „Söyle ne söyleceksen.“ Ben halkın içinden biriyim ama gerilerdeydim. “Gel bakalım beri gel ne söyleceksin?”, “Efendim bu adam yalan söyledi. Kala Deresi mahal yerine 15 dakikadır. Bu adam Çüküzler köyündendir. Kala Deresi de Çüküzler köyü tarafındadır. Kala Deresinin baĢlangıç noktası buraya 15 dakika, bitiĢ noktası Çüküzler sınırına dayanır. Çüküzler köyü ise mahal yerine bir saat ıraklıktadır. Eğer izin verirseniz yanıma iki kiĢi katın Kala Deresine hatta onbeĢ dakikada hem gider hem de geliriz” dedim ve ifadei bitirdim. Hakim Bey davacı tarafa sorar: „Bir itirazınız var mı?”, Davacı, „Efendim bu adam davalı köyden olduğu için müdahale ediyor ve yalan söylüyor.“ Hakim Ahmet 217 Ölmeyen Çocuk Bey davacıya hitaben, „Davalı köyünden davacı köyünden olması bizi ilgilendirmez. Burada doğruyu söyleyen veya söylemeyen bizi ilgilendirir. Burası köy merası ve köy davası. Hepiniz de birbirine yakın, aynı köylülersiniz. Ġçinizden ehl-I vukufluk eden, doğru söyleyen için bir engel yok. ġimdi soruyorum. Eğer bu çocuk yalan ve taraflı konuĢuyorsa, siz içinizden iki tane adam tayin edin, Kala Deresine gitsin gelsinler. Biz bekleriz, var mısınız?” Hakimin bu sorusuna karĢılık orada davacı ve davalı ve de dinleyiciler dahil hepsi put kesildiler. Hiçbiri ses çıkaramadı. Buna göre sessizliğin üzerine hakim kükredi, „Yazıklar olsun be! hepiniz insansınız. Demek ki, bu kadar insanın içinde bir tane doğruyu söyleyen var ha! Yazıklar olsun!” Hakim döner, Hasan Han‟a, “Sayın Hasan Han, 60 yaĢındasın, utanmıyor musun yalan söylemeye? Yalan söylemek için davacıdan ne kadar para aldın ha söyle? Eğer yaĢına acımasam seni Ģimdi elini bağlatır tevkif ederdim. Hadi git bir daha da böyle yalan söyleme.“ Bana gelince, „Adın nedir?” Hakim beni tanıyor ama iĢ bilir kiĢi konusuna gelince ismimi künyemi hakim sorup yazmak zorundadır. “Yaz kâtip, Rıza ġahin, baba adı Garip, ana adı Firdevs doğru mu? 1934.“ Adres, felan kâtip hepsini yazdıktan sonra taraflara tekrar sorar: “Rıza ġahin‟in ifadelerine itirazı olan var mı?” Ses yok… Davacılara tekrar sorar, „Siz Rıza ġahin‟i bilirkiĢi sıfatına kabul ediyor musunuz?” Davalı tarafı, „Evet.“ ġimdi hakim baĢka sorular sormaya baĢlar: “Rıza ġahin, Ģu dere boyu dikilmiĢ ağaçlar hangi tarafın sınırındadır.“ Cevap: “Hakim Bey, ben 1934 doğumluyum. Ama benim Çüküzler köyünde evli Ablam var ve dayılarım var. Ben 15 senedir hemen her ay bu köye gelir giderim. Yolum da buradan geçer. ġu akan su Hıdırlık Köyü ile Bahçeli Köyünün birleĢtiği sınırdır. Suyun bir tarafı Bahçeli Köyüne, diğer tarafı ise Hıdırlık Köyüne aittir. O söğüt ve kavak ağaçları ise dere kenarında ve Bahçeli Köyü tarafında olan ağaçların kalın ve dallı budaklı olanları kendiliğinden yetiĢmiĢ ağaçlardır. ġu yeni dikilmiĢ ağaçlar ise Hıdırlık köylüleri tarafından dikilmiĢ ağaçlardır.“ “Var mı itiraz?”, ġahit Bozoğ Küçük, “Efendim, ben 55-60 yaĢındayım ve Hıdırlık Köyünden 40 yıl oldu ErĢin‟e göçtüm. Buraları çok iyi bilirim. Bu ağaçları davacı Hüseyin ÇoĢkun‟un diktiğini gördüm.“ ġahidin bu ifadesine karĢılık hakim kalktı, ağaçların yanına vardı, Bozoğ Küçük‟e “Demek sen de satılmıĢ Ģahitlerdensin. Ha bana bak bana, ben köylü çocuğuyum. ġu ağaçların hepsi hüdai yetiĢmiĢ ağaçlardır. Ben sana bunları soruyorum. Peki Bozoğ Küçük bu davalı olan arazi ve mera kime aittir?” Cevap: “Efendim ben buralarda yıllar yılı davar yaydım. Buraların hepsi Hıdırlık Köyüne aittir.“ Hakim davalı tarafın muhtarına sorar, “Sayın muhtar bir itirazın var mı?”, “Efendim var. Hıdırlıklılar cebrederek mal sahibi olmak, sınır geniĢletmek istemektedirler. Bu Ģahidin ifadelerinin hepsi yanlıĢtır. Evet bu meralarda Hıdırlık Köyünün, hatta Çüküzler Köyünün, bizim köyün davarları malum, yayılırlar. Ama biz insanlık adına, komĢuluk adına ses çıkarmıyoruz. Bu Hıdırlık Köyünün insanları bizim bu insanlığımıza karĢı çobanlarımızla kavga etmeye, hatta dövmeye kalkıyorlar. Bize ait olan meraya sahip çıkıyorlar. Oysa ki, biraz önce Rıza ġahin‟in 218 Ölmeyen Çocuk de söylediği gibi bizim köyün hudutu Kala Deresidir. ġu üzerinde bulunduğumuz yer ise Kala Deresinden bu yana bizim köyün sınırları içerisindedir. ġahitlik yapan Bozoğ Ağayı çok iyi tanırım. Davar yaymıĢ olabilir. Eğer her davar yaydığımız yere biz de sahip çıkarsak davarlarımız bazen sınırların belki yüzlerce metre komĢu meralarına doğru yayılır. Onlarınki de bizim tarafa geçip yayılabiliyorlar. Ama Bozoğ Ağa‟nın bu biçim bir ifade vermesini anlamak mümkün değil.“ ġimdi sıra üçüncü Ģahit olan, hatta davalı tarafına ifade verecek olan bilirkiĢi olarak tayin edilen Hüseyin Uçar‟a geldi. Hakim Bey soruyor, “Sayın Hüseyin Uçar, sen nasıl biliyorsun bu meraları dava konusu olan bu bir tarafı su, bir taraf dağ kenarındaki ağaçları?” Hüseyin Uçar yemin ettikten sonra ifadesine baĢlar: “Efendim ben Dumluca köyündenim. Köyümün ıraklığı buraya 2 saat çeker. Buralardan yolum çok az geçmiĢtir. Ancak ben beni bileli sözkonusu olan yerin Bahçeli Köyüne ait olduğunu biliyorum. Ağaçlar hakkında ise hiçbir bilgim yoktur. Bir baĢka bildiğim ise mahal yerinin güneydoğu tarafı tepeye Kızıliın Tepesi diyoruz. Kızlin Tepesi bulunduğumuz yerin tepesinden baĢlar, yarım ay Ģeklinde güneydoğu yönünne doğru uzanır, bizim köyün sınırına kavuĢur. Bahçeli Köyünün iddia ettiği gibi köy hududu Kızılin Tepesi ve Kala Deresidir. Pengürt Kala Deresi deyince Kala Deresinin üzerinde bulunduğumuz yere 15 dakika olan Çıyrıkçı deresine kavuĢan noktayı kastetmekteler. Yani suyun aktığı yeri gösterir. Binaenaleyh Kala Deresinin devamı Çüküzler köyüne aittir. Bizim köy hududu ise biraz önce ifade ettiğim Kızılin Tepesinin hatta Kızılin Deresinin gittiği nokta olan Bahçeli Köyü hududunu göstermektedir.“ Hakim Bey teĢekkür ettikten sonra geçerli ifadeleri yazdı. Ġki tane bilirkiĢinin, iki tane de Ģahidin toplam dört tane Ģahidin ifadesini yeterli gördü. Diğerlerine gerek kalmadı. Böylece iki köyün arasındaki keĢifi tamamlanmıĢ oldu. Bu keĢifden sonra da bizim köye gideceğiz ve benim araziyi keĢf edecekti. Yalnız, trenden indikten sonra keĢif memurları hayvanlarla taĢınıyordu. Bizim köyden de birkaç tane at, birkaç tane katır götürdüm. Hayvanların sırtında semer vardı. Semerin üzerinde insanların ensesi ve yanları ezilmesin diye yumuĢak minderlerden sarmıĢtık. Böylece Hıdırlıklı komĢularımızın üç tanesi dıĢında kalan insanlarla bizim köye birlikte gittik. Ancak keĢif sadece benim arazi keĢfi için değildi, aynı zamanda köyün de mera davasının keĢfi olduğundan yeme içme masraflarını da birlikte hazırlamıĢtık. Bizim köye ulaĢtık. Hakim Ahmet Çıtırıklıoğlu köye vardıktan sonra Ģunları söyledi: “Değerli arkadaĢlar, gördüğüm kadarıyla çok kalabalıksınız. Bana kalırsa hepinizin birden keĢif mahaline gelmenize gerek yok. Ancak bize köy ihtiyar heyetinden muhtar ve araziyi bilen birkaç tane ehl-i vukuflar gelsin, biz arazinin çizimini, ölçüsünü yapalım, hudutlarını tespit edelim. Siz de oturacağınız yere gidin, oturun, biz geliriz. Ehl-i vukufların ifadelerini ve yazıĢmalarımızı odada yapalım dedi. Biz ve halk da bu teklife razı olduk. 219 Ölmeyen Çocuk ARAZĠ ÖLÇÜMÜNDEYĠZ Arazi ölçümünde ölçülmüĢ kaç metre olduğu belli olan özel hazırlanmıĢ ipler var. Bu iplerin iki kiĢi iki ucundan tutuyor, Hakim Bey bizzat gidiyor, bakıyor „Burası mı?” diye soruyor, yazıyor. Tarlanın sınır komĢusunu soruyor, yazıyor. Arkada ne varsa, bu tarlanın yanlarında varsa, tarla olmayan kır yerlerin, dağın, bayırın, tarla sahibine ait olup olmadığını soruyor velhasıl dört hududunu da tespit ediyordu. Hepsini ince ince dikkatlice soruyordu. Arazimiz üç ayrı mahalde. Küçük büyük altı parça idi. Bunlar ölçüldü, çizildi, hudutları tespit edildi, sonra halkın oturması için tahsis edilen muhtarın odasına geldik oturduk. Ama Hakim Ahmet Bey iĢine o kada titiz ki, belki de Türk Adliyesinde bu kadar titiz, bu kadar dürüst bir yargıç zor bulunurdu. Odaya gelip oturduktan sonra iĢini bitirmeden yemek yemedi. Katip geçti, daktiloya hakim bütün ifadeleri aldı yazdı çizdi. Dosyayı tamamladı, sonra orada bulunan halka seslendi. Binaenaleyh yaklaĢık 50-60 metrekarelik bir oda tıklım tıklım insan doluydu. Benim bildiğim dört köyden en azından 40 kiĢi olmak üzere, bizim köyün dıĢından 100-120 insan, yaklaĢık 50 kiĢi de bizim köyden katılım vardı. Hakim Beyin bu 200 kiĢiye taktim edeceği orada bir kiĢi vardı. O da ben naçizane Rıza ġahin‟di. O DA BU NAÇĠZANE ĠDĠ Hakim Ahmet Çıtırıklıoğlu dosyayı masanın üzerine açtı. Önce Ģunları söyledi: „Değerli Bahçeli Köylüsü ve diğer köylerden katılan değerli arkadaĢlar. Hepiniz Divriği köylerinin mensuplarısınız. Bakın dört yıldır Divriği‟de hakimlik yapıyorum. Bu süre içinde elimden 10 bine yakın tapu tescil vesaire davalarla ilgili dosya geçti. Davaların dosyalarından geriye dönük baĢka davalarla da ilgili 12 yıla kadar karar verilememiĢ dosyalar vardı. ġu anda Ģu elimdeki dosyanın dıĢında en erken bitirdiğim dosyaların süresi üç yıl sürmüĢtür. Söylemek istediğim durum Ģudur: dört sene içerisinde hiç mi hiç pürüzlü olmayan yalan ve sahte evrak katılmayan benim isteyeceğim ve tanzim edilmiĢ edilip dosyaya konması gereken evraklar dosyaya konmuĢ olan bir tane örnek dosya var. ĠĢte köyünüzden olan, benim de sizin de iftihar duyacağımız ve de takdire Ģayan Rıza ġahin„in dosyası vardır. Dahası var. Bugünkü köyünüzün keĢfinde de gördüm ki, doğruluk ve dürüstlük sergileyen yine içinizden Rıza‟yı gördüm ve Ģuna da Ģahit oldum ki, Rıza sizleri de kazanmıĢ olacak ki, hepiniz gürleye gürleye hizmete koĢtunuz ve yine hepiniz Rıza‟nın lehine ifade verdiniz. Kendisini ve sizleri tebrik ederim, hayırlı uğurlu olsun derim ve sizin huzurunuzda örnek bir insan olduğu için yanıma gelsin. Alnından bir kez öpeceğim.“ Sayın Hakim Beyin bu kadar övmesine ve de ısrarına karĢılık Hakim Beyin yanına gittim. Ben de insanların bu güzel yardımlarına hizmetlerine karĢılık teĢekkürlerimi sundum ve Ģunları söyledim: “Saygıdeğer komĢularım ve diğer köylerden köyümüze zahmet edip gelmiĢ olan misafirlere hoĢgeldiniz” ddedim ve ilave ederek Ģu cümleleri söyledim: “Değerli dostlar, Hakim Bey‟e ve sizlere teĢekkür 220 Ölmeyen Çocuk ederim. Fakat bir Divriği‟de bir Rıza‟nın örnek insan olması yetmez. Ben istiyorum ki, bütün Divriğililer ve bütün insanlar hepsi bir Rıza olsun, en azından doğruluğu, dürüstlüğü hakim kılalım. Ġnsanlar dünyaya üç Ģey için gelmiĢtir. Bunlardan birisi kâmil insan olmak, ikincisi iyi iĢler yapmak, üçüncüsü çocuklarımıza iyi bir dünya bırakıp ölüp gitmektir.“ Ben naçizane, konuĢmalarımın, odada bulunanların üzerimde topladığı sevgilerine layık olduysam ne mutlu bana. Velhasıl yazıĢma faslı bitmiĢ, sıra yemek yemeye gelmiĢti. Masalar kurulmuĢ, çeĢitli etli yemekler sofraların kenarlarına dizilmiĢti. Ardından rakı ĢiĢeleri gelmiĢti fakat Ahmet Bey rakı ĢiĢelerini görünce „Durun!” dedi. „Ben rakı felan içmem, ama sadece yemek yer karnımı doyururum. Hattı zatında karnımız da iyi acıktı” dedi. „Aslında biz geç kaldık. Bizim yemeği yer yemez kalkıp yolcu olmamız gerekir” dedi. Ne yazık ki, Divriği‟ye gidecek olan yolcu treni geçmiĢti, bir dahaki yolcu treni de geceye kalıyordu. Bu nedenle hakimi ve arkadaĢlarını Cürek‟e kadar hayvanlarla taĢımam gerekiyordu. Yemekler yendi bitti. Herkes gerçekten iyice acıkmıĢ ve yorulmuĢtu. Ben ise keĢif memurlarının altına birer hayvan buldum, böylece memurlarla biz yolcu olduk. Orada kalanlar ise yeniden sofraya ve rakının baĢına oturdular. HAKĠM AHMET BEY‟LE YOL BOYU KONUġMALARIMIZ OLMUġTU Hakim Ahmet Bey‟le hayvanların üzerindeyiz ama çoğu kez yolların geniĢ yerlerinde yan yana gidiyoruz. Hakim Bey beni öğrenmek istiyordu. Bu nedenle bana soru sormaya baĢladı. Hakim Ahmet Beyin sorusu: “Söyle bakalım Rıza, sen de olağanüstü bir kabiliyet var. Bu kabiliyet, bu bilinç ve de bu kadar mertçe doğruluk nereden geliyor?” Cevap: “Sayın Hakim Bey ilk sorunuza cevap olarak bende olağanüstü kabiliyet felan olduğunu sanmıyorum. Bilince gelince bazı kitaplar okumaya, biraz da sizin gibi bilinçli insanlarla konuĢmaya, iliĢki kurmaya heves ettim. Sandığınız kadar değil, ama bir köye göre kendimize yetecek kadar sizin gibi zatlara karĢı kusur etmeyecek kadar konuĢabiliyorsam ne mutlu. Mertlik ve dürüstlüğe gelince sanırım bu ebeveynden intikal olsa gerek. Sayın Hakim Bey, GüneĢ Köyünün üstünde, sarp ve çetin bir yerde yatır vardır. Bu zatın adı Seyit Garip Musa‟dır. Burada 4-5 hanelik bir köy var, GüneĢ‟e bağlıdır. Buranın adı Garip Musa Tekkesidir. ĠĢte benim dedem, babam dolayısıyla ben o zatın soyundan gelmeyim. Bu zat Osmanlı padiĢahlarının vermiĢ olduğu tuğralı beratnameyle Ġslâm hocalığı yapmıĢ. Bu zat hakla birleĢmiĢ bir zatmıĢ. Malumunuz, bu erenler asla ve asla yalan dolana sapmadan, taraf, kin kibir tutmadan, gavur, Müslüman ve inanç ayrılığı yapmadan tüm insanlara tek dille, tek gözle, tek kalple haykıran bir zattır. Maalesef onlara ve de insanlığa layık biri değilim. Ama iĢte mümkün olduğunca o zatların bir nesliymiĢ dedirmeye çalıĢıyorum. Benim dedem de aynı hocalığı ve dedeliği yapmıĢ ama dedem erken 221 Ölmeyen Çocuk ölmüĢ, babam yetim kalmıĢ. Babam da ben 5 yaĢındayken öldü. Ben de okula felan gidemedim Hakim Bey.” “Rıza okuyorum dedin, Ģimdi de okula gitmediğini söylüyorsun. Nasıl olur bu iĢ?”, „Sayın Hakim Bey mazim çok uzun, ben size kısa kısa anlatmaya çalıĢacağım. Dedem öldükten sonra köyde okuma iĢi sona ermiĢ. Yalnız, dedem eski yazı, yani Arapça okutuyormuĢ. 1957 yılına kadar köyde Latince harfini okuyan yoktu. Ben dedemin hoca olduğunu öğrendim. Ve sonra kendi kendime düĢündüm, „Benim de okumam lazım“ dedim. Binaenaleyh annem de 1.5 yaĢında ölmüĢtü, çok fakir düĢmüĢtük. Buna rağmen 13 yaĢında okumaya baĢladım. Okuyup yazmayı kendiliğimden öğredim ve 1957-1958 yılının altıncı ayın sonuna kadar, yani 7 ay köyün çocuklarını okuttum. Aynı yıl çalıĢmalarımı yürüttüm, hazırlığımı yaptım ve 1958-1959 döneminde maruftan köye resmi öğretmen getirdim. Binaenaleyh Divriği Ġlköğretim MüffettiĢi Nejdet Eke Bey„in önderliğinde 7 ay okuttuğum çocukları sınavdan geçirdik. En küçüğünü iki, en büyüğünü üçüncü sınıflara geçirdik. Ayrıca köyde okuma yazma kursu açtım, kendi akranlarımı da okuttum ve ben de okumamı ilerlettim. ĠĢte benim okumam böyle oldu sayın Hakim Bey.“ Hakim Bey, „Rıza ben bir gerçeği daha öğrendim. Köyünüzde sen henüz 28 yaĢlarında bir genç olmana rağmen bu köyde yaĢlısı genci hepsi seni seviyorlar. Ben böyle gördüm. Bu durumu nasıl elde ettin?“ „Hakim Bey bu soruna tam cevap verecek olsam iki saat sürer. Ancak ben birkaç cümleyle sizi cevaplamaya çalıĢacağım. Ben köyümün sempatisini ve sevgisini onlara hizmet vererek kazandım. Örneğin önce çocuklarını okuttum, sonra öğretmenlerini getirdim. Sonra muhtarlığını ayırdım. Önce mezra idi Ģimdi muhtarlıktır. Ayrıca bu köyde iki tane zengin ağa vardı. Bu ağalar davarına malına çoban tutuyorlardı. Diğer komĢuların davarı malı az olduğu için ağaların çobanlarının diğer komĢuların da davarlarını yaymaları gerekiyordu. KomĢu davarlarını parayla yaymalarına rağmen komĢu fertlerini muhtelif iĢlerinde ucuza çalıĢtırmak için kıskaca alıyorlardı. Örneğin „Sen bana yazın misali 10 ırgat verirsen davarını yayarım, yoksa yaymam“ gibi kıskaca alıyorlardı. KomĢu ne yapsın, 10 davarına 5 davarına çoban tutamazdı, mecburen ağalara ucuza ırgatlık yapacak, davarını yaydıracaktı. ĠĢte ben buna da bir çözüm buldum. Bu iki tane ağa köy komĢu çocuklarını çoban tutmuĢlardı. Ben bu çobanları çağırdım sordum: „Sen Gazi Kâhya‟ya, Hüseyin ÇavuĢ„a bir yıl kaça çalıĢıyorsun, ben sana yüz lira fazla vereceğim, biriniz köyün davarını, biriniz de malını yayacaksınız. Oldu mu?“, „Olur“ dediler. „Bundan böyle onlar gelsin, söylesin davarlarını size yaydırsın“ dedim ve çobanlarını ellerinden aldım. O ağalar artık davarlarını bize yaydırmak zorunda kaldılar. Bir baĢka durumda Ģudur. Köyde bol ağaçlık yeĢillik gördünüz. Köyümde özellikle verimsiz meyve ağaçları vardı. Köyümde önce ben iĢte bugün ölçümünü yaptığınız elmalığı yaptım. Sonra, köye Amasya‟dan elma fidanları getirdim. Maliyet fiyatına kendilerine verdim ve yine ayrıca köyümüzün önünde çok eskilerden bir tane 222 Ölmeyen Çocuk yolcu treni duruyordu onu da kaldırmıĢlardı. Divriği‟ye tren yolculuğu yapamıyorduk. ġu anda köyümün önünde bir tane değil tam dört tane yolcu treni duruyor. Bunlardan iki posta yolcu treni, birisi ekpres, bir tane de ara yolcu trenidir. Dahası da vardır. ġu anda benim köyümde bir tane desen mahkemelik insan yoktur. Eğer haberim olmadan gitmiĢ iki komĢu birbirini mahkemeye vermiĢ ise, hemen onları bir araya getirir, aralarını bulurum. Davalarını iptal etririr ve barıĢtırırım. Sanırım bu kadar cevap yeter sayın Hakim Bey.“ Hakim Ahmet Bey, „Rıza bu anlattıkların olağanüstü değil, daha da ileridedir. Olağanüstü baĢarılarıdır. TeĢekkür ederim, ben senden çok Ģey öğrendim Rıza.“ „O ne demek Hakim Bey, estağfurullah.“ Yolumuz yaklaĢmıĢtı. Hakim Bey bana Ģunları söyledi: „Bak Rıza Ģimdi, biz Cürek„e ineceğiz, ĠĢletmeye telefon açacağız. Divriği‟ye iĢletmenin jipiyle gideceğiz. Yalnız jipin benzin parasını sen ödeyeceksin. ġoför senden benzin parası ister, sen istediği parayı vermeden pazarlık et. Bizden çekinme. O arada ben de sana yardımcı olurum. Nihayet Cürek„e vardık, istasyonda durduk. ĠĢletmeden jipi istedik, jip geldi. Hakim Beyin dediği gibi benden 15 TL para istediler. Ben daha itiraz etmeden Hakim Bey devreye girdi, „15 lira çok, ben geçenlerde buradan 12 liraya gittim. Bu çocuğun parası da yok sana 12 lira versin“ dedi. „Rıza 12 lira ödeyecektir“ dedi. Hakim Bey bana 3 TL noksan ödetmiĢ oldu. Dolayısıyla Hakim Beyle Bahçeli Köyüyle Cürek arasındaki yolculuk anılarım burada sona ermiĢ oldu. Onlar jiple Divriği‟ye gitti, ben hayvanlarımdan birini peĢine bağladım, öndeki hayvanın sırtına da bindim köye döndüm. Hakim Beyi Divriği‟den gidene kadar görürdüm. Binaenaleyh senede birkaç kez sulh götürürdüm. Sulh dilekçesi götürürdüm de Ahmet Bey kapıya vardığımda elimde kâğıdı görür görmez hemen çağırır, kâğıdı alır, davayı iptal eder, bir de teĢekkür ederdi. Allah selamet versin Ahmet Bey„e. AÇTIĞIMIZ TAPU TESCĠL DAVASININ AÇILIġ TARĠHĠ - BĠTĠġ TARĠHĠ Tapu tescil davasının açılıĢ tarihi mayıs ayı 1962‟dir. Tapu tescil davasının bitiĢ tarihi ise tam tamına tapu almaya hak kazandığımız tarih 15 Haziran 1963‟dür. Binaenaleyh davanın bitiĢine kadar 14 ay geçmiĢtir. Bu sürenin iki ayına Mal Müdürlüğü, bir ayına da Bibim Hatice Yıldırım‟ın keyfine göre oyalanma yol açmıĢtı. Neticede 11 ayda biz, Divriği gibi o sıralarda adliyesi kalabalık bir ilçede davayı sonuçlandırmıĢız. Hakim Ahmet Çıtırıklıoğlu bunu bir rekor olarak ilan etmiĢti. Mamafih Divriği de o tarihlerde bir günde 45 duruĢma görülüyordu. 45 duruĢma sadece birtane mahkeme salonunda sorgulanıyordu. DuruĢmada 5 tane görevli bulunuyordu. 1. Büyük hakim, 2. küçük hakim, 3. savcı, 4. kâtip, 5. gardiyan toplam 5 kiĢi günde 45 duruĢmanın görülürdü. Sadece bir tane mahkeme salonundaki 223 Ölmeyen Çocuk davaların en az 30‟unu tapu tescil davaları oluĢturuyordu. Gerçekten o kadar kalabalık dosyanın içinde 11 ayda dava sonuçlandırmak olağanüstü bir rekordur. Bu kadar bir rekor düzeyde dava sonuçlandırmanın mucizesi nedir? ĠĢte baĢından beri belirttiğim gibi davanın çabuk sonuçlanmasının sebebini açıklamak için aĢağıda A, B… Ģeklinde birkez daha sıralamam icab etmiĢtir. EZEL SENĠNLE DOST OLANLAR Rahmetle andığımız ünlü ozanımızı burada anmadan geçemeyeceğim. ġiirinin ikinci kıtasında Ģunları söylüyordu ünlü ozanımız Pir Sultan Abdal: „Ezel ezelinden benim için ağlayan dostlarım / ġimdi ıraklarımdan kaçar oldu.“ Sanıyorum babamın samimi dostuyum diyen bizim de manevî sevgisini yürütmek isteyen Sait Sopa dostumuzun samimi aile dostulğu da Pir Sultan Abdal‟ın Ģiirine tıpa tıp uyuyordu. Bu samimi dostumuz keĢke manevî sevgisinde de samimi olsaydı bu anımın alt tarafında sıralayacağım olumsuz anılarımı yazmama gerek kalmayacaktı. Binaenaleyh Sait Sopa‟nın bizimle devam ettirmek istediği samimi duygularına bir bakalım samimiyet mi samimiyetsizlik mi? SAĠT SOPA AĠLESĠYLE DEVAM EDEN ANILARIMIZ Hz. Ali Efendimiz bir hadisinde Ģu mesajı vermektedir: „Dil ile kalbin bir olmadığı zaman dilin altında gizli bir düĢmanlık vardır.“ Artı öylelerinin gönül gözü kördür, gerçeği göremezler. Sanırım rahmetli Sait Sopa da bu kabiliyette olanlardan biri olacak. Hiçbir zaman gerçeği görememiĢtir. „Babanız samimi arkadaĢımdı, aile dostluğumuz ölünceye kadar beraber geçmiĢti“ diyen Sait Sopa„nın arkadaĢının oğlu olarak ben sel önünde yuvarlanan bir kütük misali büyüdüm, hatta askerliğimi yaptım, daha sonraları adamların olmadığı dönemlerde fevkalade bir adam oldum, köy iĢlerini elime aldım. Daha sonrasında da Sait Sopa‟ya ve çocuklarına karĢı sıcak yaklaĢımlarda bulunmuĢ olduğum halde beni bir türlü anlayamamıĢtır. Ya da hiçbir türlü beni anlamak istememiĢtir. Üstelik kendi gibi kalp gözü kapalı olanlarla birleĢmiĢ, aleyhimde gizli faaliyetler yürütmüĢtür Hz. Ali‟nin büyüttüğü çocuk misali. Yukarıdaki anımlarımda anlattığım gibi ben köyde okul hayatını baĢlatıp eğitmenlik yaptığım yıl 1957-1958 dönemiydi. Bu dönemde köyde iki ağa çocuğunun dıĢında hiç kimsenin çocuğu okula gidemiyor ve kimse de Latinceyi okuyamıyordu. Zira köyde okul yoktu, okutan da yoktu. O iki ağanın iki çocuğu da okulu olan köylerde okuyorlardı. ĠĢte böyle bir ortamda ben köye Latince okumayı getirdim ve eğitmenlik yaptım. Zira, ne kadar zor ve mahrumiyet Ģartları altında büyüdüğümü anılarımın baĢlangıcında belirtmiĢtim. ÜÇ HEDEFĠM VARDI Köyde okuma hamlesini baĢlatırken üç hedefim vardı: 224 Ölmeyen Çocuk 1. 1957‟den 35 yıl önce dedemin ölmüĢ olmasıyla köyün çocuklarını eski yazı üzerinde okutuyormuĢ. Benim de iĢim onun bıraktığı yerden baĢlayıp devam ettirmek ve köy insanlarını okutarak bilinçlendirip ağalara karĢı bir mücadele verip onları ezilmiĢlikten kurtarmak olacaktı. 2. Köyde okuma hamlesinin baĢlamasıyla okul yaptırmak gündeme gelecekti. Okul yaptırmayı planlarken köy mezradır aynı zamanda, küçük bir mezra. Bu mezranın muhtarlık olması gerekecekti. Dolayısıyla köyü hem de muhtarlık yapacaktım. BĢylece de okul ve köyün bazı sosyal iĢlevinin hazırlığını yapacaktım. 3. Köy halkının bir de manevî ve dinî inanç gelenekleri vardı. Bu tür iĢler düzensiz ve kara düzen olarak yürütülürdü. Aslına uygun olarak yürütülmüyordu. Bir takım tabiat ve medeniyet dıĢı keyfiyetlere uygun hurafelerle dolu bir düzen uygulanıyordu. ĠĢte bu alanda da reform Ģeklinde a. kitaba, b. aslına uygunluğu, c. mantığa, d. Türkçe‟ye, e. bütün hurafelerden arınmıĢlığıyla bir dinî ve sosyal toplum düzenini yaratmaktı. ÜÇ ANA HAMLEDEN BĠRĠSĠ Üç ana hamleden biri olan okumayı baĢlatırken Sait Sopa‟nın dört çocuktan üçü; birisi on birisi sekiz diğeri yedi yaĢında olmak üzere üç çocuğu okumaya baĢlayacaktı. Bu çocukların da anneleri ölmüĢ, anneden yetimlerdi. Çocuklar annelerinden yetim kalmıĢlığın yarattığı bir kısım boĢlukları babayla doldurabilirdi. Maalesef Sait Sopa ise gerçekten ismine uygun çocuklarına karĢın sopa gibi bir insan tipiydi. Örneğin Sait Sopa değirmencilik yapardı. Değirmende kendisinin olmasıyla gerek değirmenden gerekse rençberlikten edindiği gelir fevkalade ihtiyaçlarına yetiyordu. Buna rağmen çocukları yemeden, içmeden ve giyimden mahrum, son derece ilkel ve periĢan bir vaziyette büyütüyordu. Mesela kıĢın, soğuğun en Ģiddetli zamanlarında çocukları yalın ayak geziyorlardı. Bu nedenle çocuklarda hem fiziksel rahatsızlıklar oluĢmuĢ, hem de psikolojik bunalıma düĢmüĢlerdi. ĠĢte Sait Sopa‟nın çocukları böyle bir bunalım ortamındayken samimi aile dostum dediği merhum Garip Dede‟nin oğlu ben de tarif ettiğim aynı koĢullar içerisinde büyümüĢtüm Ģimdi de Sait Sopa‟nın çocuklarını okutuyordum. Okutuyorum ama gel gör ki, Sait Sopa‟nın çocukları okumayı öğrenebilecek durumda mıydı? Sait Sopa‟ya zorlayarak belki bir tane yıl kitabı, bir tane kalem, bir tane de defterin parasını alabilmiĢimdir. Ama bunlar yedi ay boyunca o çocukların okuyabilmesine yetecek miydi? Daha baĢka araç gereçlere ihtiyaçları yok muydu? Bu birinci sorun. Ġkinci sorun ise yetimliğin ve ihmal edilmiĢliğin bunalımlarıydı. Zira „Bu çocukların okuyabilmesine ödevlerini yapmalarına yardım edin. Niçin çocuklarınızı ihmal ediyorsunuz?” diye sorduğumda duymazlıktan geliyordu. Çocuklar ise hafif bir sert konuĢsam ağlamaktan baĢka bir Ģey bilmezlerdi. Sadece göz yaĢı akıtırlardı. Peki bu çocukların durumu ne olacaktı? Bu çocuklar okumayacak mıydı? Gerçekten ben de babalarının düĢüncesinde ve yapısında biri 225 Ölmeyen Çocuk olsaydım çocuklarının okumasına imkan ve ihtimal olur muydu? Ama ben onları ne yapıp yapıp okutacaktım. Benim ise sadece ve sadece vicdanî borcumdu bu. Bir de insanlığa ve ilme olan sevgimdi. Hülasa ben bu çocukların ihtiyaçlarını da temin etmek suretiyle yedi ay içerisinde okutabildim. Yukarıda müffettiĢ Necdet Eke‟yle çocukları sınav yaptırarak sınıf geçirdik diye yazmıĢ olduğum anımda belirttiğim gibi Sait Sopa‟nın üç çocuğunu; Veli 3, Ġsmail‟i 2, Rıza‟yı 1 olmak üzere sınıflara geçirmiĢtim. Ġkinci hedefim ise bir yıl sonra muhtarlığı ayırıp, sonra da okulu yaptırmadan önce okulun arsası felan alınıncaya kadar köyün dinî ve manevî meselelerini düzeltmekti. ĠĢte ben bu Ģekilde fedai olup köy iĢlerine çalıĢırken Sait Sopa ne yaptı? SAĠT SOPA Sait Sopa a. köyü muhtarlık yaptırmama, b. ikinci yıla köye resmi öğretmen getirmem için kaymakamlığa ve milli eğitime baĢvurmama, köyde birkaç kendini bilmezlerle beraber olmuĢ karĢı çıkmıĢ, aleyhimde imza kullanmıĢ, kaymakamlığa Ģikayet dilekçesi yazmıĢlardı. SAĠT SOPA‟YA ve ONUNLA BĠRLĠK OLANLARA VERDĠĞĠM DERS Yukarıda belirtmiĢ olduğum üç tane hedefimi baĢarmıĢ hedefime kavuĢmuĢ bir insan olarak en sonunda beni de muhtar seçmiĢlerdi. Muhtar oluĢumda ilk hizmetim Ģu olacaktı. YARDIM ALMAK Divriği ilçemizde bir Kızılay ġube BaĢkanlığı vardı. Köylerden yardıma muhtaç olanların isimlerini muhtar liste yapıyor, bu listeyi Divriği‟ye götürüyor, sözkonusu verilen yardımlardan sadece yeme gıdalarını getirip sahiplerine dağıtıyordu. Ben de muhtarlığımın hemen arefesinde böyle bir hizmete koĢulmuĢtum. BaĢta Sait Sopa olmak üzere, 15 kiĢilik bir liste hazırladım. Sait Sopa gibi düĢünenlere göre ben öyle hizmetleri asla baĢaramayacaktım. Oysa ki, köy toplumu adına daha muhtar olmadan köyün geçmiĢine dönük 50 yılda baĢarılamayan iĢleri baĢarmıĢtım ve de meyvelerini de kendileri kütür kütür yiyorlardı. ĠĢte böylesine uyur gezer, nankör bir kitle beni düĢündürmüyor da değildi? ġimdi dönelim konumuza. Ben 15 kiĢinin listesini yaptım. Ġkinci heyetim olan Musa Uluçay‟la Divriği‟ye bir akĢamdan birlikte gittik, otelde yattık. Sabah saat 8-9 arası Kızılay ġube BaĢkanlığının önünde sıraya dizildik. 3-4. sırayı almıĢtık. Önümüzdeki muhtarlar haklarını aldılar, sıra Bahçeli Köyüne, bize gelmiĢti. ĠSMĠNĠ BĠLMEDĠĞĠM KIZILAY ġUBE BAġKANI 226 Ölmeyen Çocuk BaĢkan bizim hakkımızı da ayırdı, „Buyurun” dedi, bize teklif etti. Ancak „Ben böyle bir yardımı alamam” diye baĢkana itiraz ettim. Aramızda tartıĢma baĢlamıĢtı. Ġtirazım Ģuydu: “Sayın BaĢkan sizin bu verdiğiniz yardım, verilmesi gerekenin çok altındadır ve yetersizdir. Zira Divriği‟ye köylerden yardım almak için her köyden az iki kiĢi geliyor. Bir gece, bir gündüz Divriği‟de kalıyor. Sizin verdiğiniz yardımın yarısını zaten iki kiĢi harcamıĢ oluyor. Bu kadar bir yardım içinde köyden gelmemize dahi değmez.“ Kızılay ġube BaĢkanının çıkıĢları bir tehtit mahiyetindeydi ve Ģunları söylüyordu: “Siz ne demek istiyorsunuz? Bize akıl mı veriyorsunuz? Yoksa bizim yaptığımız iĢi bize mi öğreteceksiniz?” BaĢkana yanıt: „Ben size sadece sordum. Size öğretmeyle ilgisi yoktur. Size tekrar soruyorum. “Verilen yardım paketleri ortadan bölünerek iki kiĢiye taksim edilir” diye bir tarifname var mı?” BaĢkan, „Siz bana böyle bir soruyu soramazsınız.” Yanıt: “Sayın BaĢkan, ben sorarım, sormak da hakkımdır. Zira ben hak sabihiyim, siz ise burada sadece bizim için görev yaparsınız. Aynı zamanda siz burada 3-5 kiĢiyi temsil eden bir Ģubenin baĢkanısınız. Ben ise bir köyü temsil eden seçilmiĢ muhtarım. Binaenaleyh listemde ismi olan 15 kiĢiyi temsil eden hak sahibi de benim.” BaĢkandan tekrar tepki, „Siz ukalalık mı ediyorsunuz veya eski köye yeni kanun mu koyacaksınız?“ BaĢkana tekrar yanıt: “Sayın BaĢkan, biraz uslubunuzun dıĢına çıkıyorsunuz. Ama konuĢtuğunuz cümleler gerçekten tesadüfen doğrudur. Zatınız muhtarları sıradan bir insan sayarak karĢınıza muhatap olarak içinize sindiremediğiniz için bu Ģekilde tepkili ve tenkitli kelimeler sarf ediyorsunuz. Madem ki, istediniz o zaman söylüyorum. Evet, artık eski köye değil de sizin eski uygulama geleneğinize yeni kanun getirme zamanı gelmiĢtir. Ben ise sizin uslubunuza uygun bir muhtar değilim. Her Ģeyi bilen bir muhtarım. Divriği‟de en zengin aileler Ģu sizin dağıttınız peynirleri masalarında yemektedirler. Eğer daha da ileri giderseniz bunu ispatlarım.” BaĢkan, „Bana bu kadar geliyor, size de bu kadar veriyorum.“ BaĢkana ret cevabı: „Tamam baĢkan ben sizin vereceğiniz böyle bir yardımı almıyorum“ dedim. Tavrımı koydum, çıkıp gittim. Bir de baktım 20-30 metre yürüdüm, BaĢkan birkaç saniyede galiba jetonu düĢmüĢ olacak ki, bizi çağırttı. Orada memurun bir tanesi arkamızdan bağırıyor, “Muhtar, muhtar!. Gel hele BaĢkan çağırıyor sizi.” Neyse biz geri döndük. BaĢkanın bu defa konuĢma uslübu değiĢti: „Sayın muhtar, siz ne istediğinizi söyler misiniz?“ Cevap: „Sayın baĢkan, benim isteğim Ģudur: deponuzda yardım için ne gelmiĢ ise, her cins maldan en az bir parça veya paket veya çuval her yardım sahibine bölüp parçalamadan vermenizi istiyorum.“ BaĢkan, „Sizin isminiz ne?” „Sayın BaĢkan benim ismim Rıza ġahin. Bahçeli Köyü muhtarıyım.“ BaĢkan ismimi galiba duymuĢ veya kulağına birisi fısıldamıĢ olacak ki, „Haa anladım. Rıza Bey Ģöyle oturur musunuz?“ Heyetimle birlikte altımıza sandalye geldi, iki de çay geldi. Oturduk çayımızı içmeye baĢladık. Bu arada diğer köy 227 Ölmeyen Çocuk muhtarlarının durumları dikkatimi çekmiĢti. Muhtarların hepsinin de baĢlarında Ģapkaları vardı. ġapkaları ellerinde, elleri önlerinde, aĢağıya doğru Ģapkalarının üstünde bağlı mutanasip bir vaziyette askervari hazırolda, sessizce bizim tartıĢmamızı seyrediyorlardı. BAġKAN Dönelim yine baĢkana. Bizim tartıĢmamız esnasında BaĢkanın adamları diğer muhtarlardan birkaçının hakkını vermiĢ, savmıĢtı. ġimdi sıra tekrar bize gelmiĢti. Bir baktım bizim iaĢeler yığılmaya baĢladı. Bu arada baĢkana tekrar bir ricada bulundum. BaĢkana rica etmek benim nezaketim icabıdır. Dedim ki, “Sayın BaĢkan, bu mallar dıĢarı devletlerden karton paketlerle geliyor. Lütfen o boĢalan karton kutulara her hak sahibinin iaĢesi ayrı ayrı yerleĢtirilsin ya da o boĢ kutuları bize verin paketlemeyi biz de yapabiliriz.” Mamafih en azından ayrı cins iaĢelerden 15-20 parça paket ya da kutu vardı. Yani her yardım sahibine en az 15 parça bütün olarak iaĢe yığıldı. Eh bu malları çuvallara doldurmak taĢımak ve teslim etmek oldukça zor olacaktı. Bu nedenle her hak sahibine bir karton paket halinde dağıtmak daha tabiata uygun olacaktı. BaĢkan bu ricamı da kabul etti. Ancak baĢkan, „Siz zahmet etmeyin, ben malları ayırttırırken herkesin hissesini ayrı kartonlara koydururum” dedi. Biz hiçbir Ģeye elimizi vurmadan 15 kiĢinin adına birer karton olmak üzere 15 tane karton hazırlandı, „Buyurun muhtar!” denildi. ġimdi bu kartonları artık bir at arabasına yükletip taĢımak kalmıĢtı. ġube baĢkanı ise bizi edebî Ģekilde kapıya kadar uğurladı. Ben de içimden Ģunları geçiriyordum: “Ulan kâfirler Ģimdi ne çabuk adam oldunuz. Demek ki, kâfirin korkusu Ali‟den olurmuĢ” dedim. Velhasıl biz malımızı aldık, istasyona indik. Yine bu arada yanımdaki heyetim Musa Uluçay Ģimdi rahmetliktir, sevincinden dört köĢe oluyor. Zira aldığımız yardımların birisi de onun olacaktı. Aldığımız iaĢe yardımlar ise her kiĢi baĢına düĢen yardım 30 lira değerindeydi. Temiz buğdayın bir tenekesi ise 8 liraydı. Demek oluyor ki, ben her kiĢi baĢına dört tenekeden az noksan buğday karĢılığında yardım almıĢtım. SAĠT SOPA Hatırlanacağı üzere bu anıma konu olan Sait Sopa ve arkadaĢlarıydı ama ben sadece Sait Sopa‟nın ismini yazdım. Yardımı Bahçeli köy durağında indirdik. Bizim o gün öğlen posta treniyle geleceğimizi biliyorlardı. Haberi olduklarından yardım sahiplerinden iki kiĢi hayvanlarıyla birlikte bizi karĢılamıĢlardı. 228 Ölmeyen Çocuk Malları hayvanlara yüklettik, bizim eve götürdük. Yardım listemde bekçim olan Hüseyin Yıldırım da vardı. Hüseyin köye çıktı, yardım sahipleri olan 15 kiĢiyi çağırdı ve benim odaya toplandılar. ġu anda yardımlar sahiplerine dağıtılacak. Bekçi Hüseyin Yıldırım benim talimatım üzerine herkesin önüne birer tane koskocaman karton paketi getirdi koydu. Paketler önüne konan yardım sahipleri ĢaĢkın ĢaĢkın bakıĢmaya baĢladılar. Ama yüzlerinde birer sevinç belirtisi vardı. Fakat belli etmemeye çalıĢıyorlardı. Ġçlerinden geçen ve hayrete düĢtükleri durum Ģuydu: „Acaba bunlar ne yepyeni karton paketler. Muntazam Ģekilde ağızları bantlanmıĢ, üzerlerinde yabancı yazılar var.” Belki de Ģunu diyorlardır: „Bu paketler bize özel olarak mı gelmiĢti? Böylesine muazzam karton paketler de neyin nesi?” Bu kartonların boĢunu yine o günkü parayla 5 liraya ancak alabilirsin ki, 5 lira çok paraydı. Velhasıl bir müddet ĢaĢkınlıkları sürdü. Ben daha fazla sabredemedim. Bir konuĢmayla saygıdeğer komĢularıma açıklamayı yaptım. “Saygıdeğer komĢularım, ĢaĢırmanıza gerek yoktur. ĠĢte size ilk sosyal hizmetim olarak almıĢ olduğum gıda yardımlarınız bu karton kutuların içindedir. Önünüzdeki karton paketlerin içinde hepsi ayrı cinsten olmak üzere en az 15-20 tane paket vardır. Sizin adınıza bizim Divriği‟ye gitmemiz bir gece, bir gündüz Divriği‟de yaptığımız masrafların toplamı 6 liradır. Biz iki kiĢiye üçer lira düĢer. Ben üç lirayı sizden almıyorum. Musa Uluçay‟ın üç lirasını verirsiniz. Her adam baĢına 90 kuruĢ düĢer. Oysa ki, getirdiğim yardım ise her birinizin (ki 30 lira değerindedir) 90 kuruĢunu düĢtüğünüzde yaklaĢık 29.5 TL karĢlığında ilk etapta bir yardımı aldım, afiyetle yiyin. Ancak bu arada komĢum ve de rahmetli babamın arkadaĢı olduğunu iddia eden Sait Sopa‟ya birkaç sorum olacak.” SAĠT SOPA‟YA AġAĞIDAKĠ ANIMIN SONUNA DOĞRU GÖÇ OLAYINI AÇIKLADIM “Saygıdeğer Sait Ağa, siz ve birkaç arkadaĢınız birlikte A. muhtarlığın ayrılmasına, B. öğretmenin alınmasına, C. okulun yapılmasına karĢı çıkmıĢtınız. ġimdi soruyorum, senin üç tane oğlun bu köyde o ilkokuldan mezun oldular, diplomalarını aldılar. 1. Bu köyde ben olmasaydım, 2. ben öğretmen getirmeseydim, 3. daha da önemlisi okuma hayatını baĢlatıp yedi ay çocuklarınızı okutup çeĢitli sınıflara geçirmeseydim, çocuklarınız okuyabilecekler miydi?” Tabi ki, „Hayır” cevapları gelmiĢti. “Ġkinci sorum: Siz muhtara hak vereceksiniz, vereceğiniz hakkın adı buğdaydır. Bir yıl da muhtara vereceğiniz bir teneke buğday olacaktı. Bunların cevabını Sait ağadan almak istiyorum.” Sait Sopa‟dan cevap: „Bir teneke buğday veriyoruz.” “Güzel. ġu anda değirmenlik buğday 8 liradır. Doğru mu Sait ağa?” “Evet.” „O halde üç teneke buğdayın 24 lira yapar. Ben Ģimdi sana 24 lira vereyim bu ilk defa getirdiğim yardımı bana verir misin?” Sait Sopa‟dan „Hayır” cevabı gelir. Haklıdır çünkü aldığı yardımın değeri 30 liradır. „O halde tekrar ediyorum, ben senin bana verceğin üç yıllık buğdayı sana üstelik üç yıl önceden vermiĢ oluyorum. Dahası, her 229 Ölmeyen Çocuk üç ayda bir bu yardımı da almaya hakkınız vardır. Ama maalesef siz Ģu okulunuzun temelini attıktan sonra benim gibi bir muhtarı da bulamayacaksınız.” Ġyi biliyorum ki, sizlerin kafasında yatan idrak Ģuydu: Rıza fakir bir insan. Rıza henüz bu gibi iĢleri yapabilecek kapasitede değildir. Yani hala karamsarlık, idraksızlık vicdanınızı kaplamıĢ bir türlü silip atamıyorlardı. Keza, Sait Sopa‟dan cevap bekliyordum. Sait Sopa sonunda patlamıĢ ve Ģunları söylemiĢti: “Ne dersen haklısın. Hepsi cahilliğin poku.” Sait Sopa‟nın konuĢma uslübu böyleydi. Ama Sait Sopa bu itirafı yapmakta çok geç kalmıĢtı. Sait Ağa bu biçim itirafı veya itirafları yapsa da benim nazarîmda artık kıymet ifade etmiyordu. Aynı zamanda modası geçmiĢ, çürümüĢ bir itiraftı. Mamafih köylümün idraksız ve nankör tutumları beni tamamen tiksindirmiĢti. Ben ise artık kısa bir müddet sonra köyden göçme kararını almıĢtım. Yani ok yaydan çıkmıĢ, yayın tekrar geri dönmesi mümkün değildi. Tekrar ediyorum, benim Sait Sopa‟yı konuĢturmamdaki kastım Ģuydu: yani 1957-1964‟ün 4. ayına kadar tam tempoda verimli senelerim olarak 6-7 senelik köy adına maddi manevî verilmiĢ hizmetlerime karĢılık anlamamazlıktan, takdirsizlikten, idraksızlıktan kaynaklıydı. AlınmıĢ bir kararın ifadesiydi. Pir Sultan Abdal‟ın Ģiirinde geçen dizelerinde sergilediğinin bir benzeridir bu anım. Biz gidiyoruz gelen gelsin, Buralarda kalan kalsın. Ahiret hakkın helal olsun, Diyenlere selam olsun. Pir Sultan‟ım söyler sözün, Hak iledir benim özüm. Bilmeyenler bilsin bizi, Bilenlere selam olsun. ĠĢte rahmetli ozanımızın dediği gibi ben de diyorum ki; Gözüm açıktır görmüyor sanmayın, Sizi biliyorum bilmiyorum sanmayın. Aklım vardır iyi kötüyü görüyorum, Sizi biliyorum bilmiyorum sanmayın. Garip Musa‟dan gelir soyum, Hak ile haklıdan yanayım. Ġnsanlık uğruna ağmayım, Sizi biliyorum bilmiyorum sanmayın. Burda kalırsam derdim olur, Hapishaneler yurdum olur. Gençliğime yazık olur. Rıza‟yım biliyorum bilmiyorum sanmayın. 230 Ölmeyen Çocuk ĠĢte babamın, sonra da bizim samimi aile dostumuz olduğunu iddia eden Sait Sopa‟yla buraya kadar olan anımı burada noktalıyorum. Belki ileride daha sonraki senelere ait olan anılarımda Sait Sopa‟nın ismi geçecektir. Elbetteki iyiliği değerlendirmelerin içinde Sait Sopa sadece biridir. Sait Sopa‟yla geçen anılarımdan kaynaklı bu anılarımı okuyanlara birkaç cümle yorumlarımı aktarmak istiyorum. Anlatacağım yorumun konusu toplum olmanın, birlik olmanın gereğidir. TOPLUM OLMA ve TOPLUM ADINA Ġġ YAPABĠLMEK Toplum olmak ilkesi birlik beraberliğe dayalıdır. Yani birlik beraberlik mevhumu toplumun temeli ve esasıdır. Birlik ilkesi toplumun tuzu ve yağıdır, kaynaĢma metodur. Bu temeli sarsan unsurlar ise; a. menfaatperestlik, b. iki yüzlülük, c. dil ile kalplerin bir olmayıĢı, d. bencillik yani sen olma ben olayım deme anlayıĢlarıdır. Bu gibi zihniyetler birlik beraberliği kökünden sarsar. Bu gibi zihniyetler tarih boyu toplumlara zarar vermiĢlerdir. TOPLUM ADINA Ġġ YAPMAK Toplum veya birlik adına iĢ yapan aynı toplumun içinden birisidir. Binaenaleyh toplumun ortak iĢlerini herkes yapamaz. Hele hele bedava çalıĢacaksa o taktirde hiç kimse yanaĢmaz. Bu genellikle fedai kuruluĢlarda önder olan insanlar toplumsal sosyal ve kültürel bilincini almıĢ gerçekten çalıĢıp iĢ yaptığına inanıyorsanız o kiĢiye yardımcı olmak destek olmak gerekir. Toplum önderliğine soyunmuĢ birisi varsa, onun bilmediği noksanlıkları varsa, onu tamamlayıcı metotlarla, „Sen git baĢkası gelsin, sen düĢ ben geleyim“ düĢüncesinin yerine onun bir takım boĢluklarını doldurup onu lider düzeye getirmek bana göre en doğru tercihtir. Aksi durumlarda ise durmadan elbise değiĢtirir gibi lider değiĢirsiniz. O zaman da o toplum fertlerini tiksindirirsiniz. Kolay kolay bir daha da toplumun birliğini sağlayamazsınız. Buna rağmen bir önder toplumdan çok kendini toplum üzerinde görüyorsa onu da düĢürmek sizin ellerinizdedir. NANKÖRLÜK Nankörlük çok kötü, çok tehlikeli bir düĢünce tarzıdır. Nankörlük belirtileri ile iligili benim bildiklerim Ģöyledir. Bir insanın bir ya da birden çok kiĢiye maddi manevî bazı yardım mahiyetinde yaklaĢımlarını kıskanması ve bilerek inkârdan gelmesi, onun gıyabına atanlarla bir olmasıdır. Ona destek olmanın yerine onun aleyhine söylenenlere kulak tıkamak, karĢı gelmemek. b. egoist olmak, c. onun yaptığı iĢleri kıskanarak, „O kadar da mühim değildi; o iĢleri o yapmasaydı, baĢkaları yapardı“ gibi benzeri aleyhte savunmalar birbirlerini tamamlayıcı faktörlerdir. Yapıcılığın temeline dinamit lokumu koymak kadar tehlikeli tavır ve hareketlerdir bunlardır. 231 Ölmeyen Çocuk Burada iki atasözüne de yer vermek gerekir: „Bir deli bir bendi bozar, bin akıllı yapamaz, bir muber bir orduyu bozar bin kiĢi düzeltemez.“ SABRĠ KAYA ve ANNESĠ KEZBAN HANIM Sabri Kaya yukarıda ve daha önceki geçen anımda ismi konu olan Celal Kaya‟nın oğludur. Sabri Kaya, Divriği Nuri Demirağ Ortaokulunda ve de babasının sağlığında okuyordu. Takdiri ilahiye bak ki, baba Celal Kaya bir kaza neticesi ölmüĢtü. Babasının ölümü üzerine Sabri‟yi anası Kezban okuldan çıkarmıĢtı. Sabri ise ortaokul birinci sınıfı okul birincisi olarak bitirmiĢti. Hem Sabri hem de Sabri‟nin ailesi hem de o devirlerde köyümüz için Sabri‟nin Divriği ortaokulunun birinci olması iyi bir Ģanstı. Zira o devirlerde Divriği ortaokulu kaliteli ve iyi öğrenci yetiĢtiren Türkiye çapında tercih edilen bir okuldu. Bu nedenle Sabri‟nin okuması gerekiyordu. Sabri‟nin okula devam etmesi için ben devreye girmiĢ Sabri‟nin annesine gitmiĢ hatta rica etmiĢtim. Malesef Kezban Hanım„ı ikna etmemiĢtim. Kezban Hanım düĢündüğünü uygulamıĢtı ve oğlu Sabri‟yi sığır çobanı yapmıĢtı. Köyün sığırını almıĢ, iki sene sığır yaydırmıĢtı. Sabri iki yıl sığır gütmüĢtü, üçüncü sene köyde kendi evinin muhtelif iĢlerini yürütecekti. Bu arada Sabri 16 yaĢına girmiĢ, ancak 16 yaĢını bitirmemiĢti. Bana gelince benim içimde bir burukluk devam ediyordu. Ġçimden Sabri‟nin annesine hep kızıyordum, „Allah belasını versin. Bu kadın çocuğa sığır yaydırıp para kazanmak uğruna çocuğun istikbaliyle oynadı. Bu çocuk bu zekasıyla okuyacaktı, köyümüzden yüksek tahsilli bir insan çıkacaktı. Binaenaleyh hepimizin gururu olacaktı.“ Sabri ile ilgili bu duygularımı bazen anneme de anlatıyordum. O da üzülüyordu. Ama ne onun ne de benim elimizden gelen ve yapabileceğimiz bulabileceğimiz bir çare yoktu. Mamafih Sabri‟nin halen okula girme Ģansı vardı. Ama bu Ģansı az kalmıĢtı. Zira 16 yaĢını bitirince milli eğitim kanunlarına göre orta ve lise okullarında gündüz normal sınıflara giremiyordu. Böylece o yıl da geçince Sabri‟nin okuma Ģansı ortadan kalkıyordu. Ben takip ediyordum Sabri‟nin durumunu. Yani Sabri‟yi kendi ailemden biri biliyordum. Ama malesef annesi benim düĢündüğüm gibi değildi. KEZBAN KAYA Kezban Kaya 1.70-1.75 boylarında çok güzel fiziki yapıya sahip temiz ve titiz bir insandı. Oldukça da dil yaramazı olan bir kadındı. YaklaĢık 40-45 yaĢlarındaydı. Ama görünümü 35-36 gösteriyordu. Bu kadın kocasının ölümünden sonra fevkalade değiĢmiĢ, kadınlık hırsları artmıĢ, köy gibi yerde bir kapalı kutu haline gelmiĢ patlama durumundaydı. Kezban Hanım‟daki belirtiler Ģunlardı. KomĢulardan bir tanesi ona soldan gitme sağdan git derse hemen hiddetleniyor kavga çıkarıyordu. Bir erkek yolda giderken arkasından bakmıĢ ise hemen komĢularından birine gidiyor onu bir olay haline getirip dedikodu yapıyordu. Ama çocuklarının annelerinin bu durumundan malesef haberleri yoktu. Kezban Hanım‟ın iki oğlu, iki de kızı vardı. 232 Ölmeyen Çocuk Oğlunun biri Yakup Kaya evliydi. Bir de kızı vardı o da bir komĢunun oğluyla kaçmıĢ, evlenmiĢti. Üçüncü çocuğu söz konusu olan Sabri, dördüncü çocuğu, kızı, bekârdı. Bu çocukların hiçbirisi annelerinin durumuyla ilgilenecek kadar kapasiteye sahip değiller. Anne Kezban, bildiği gibi hareket eden birisiydi, hem kendi evinde hem de köyde krallık pozisyonuna kadar gelmiĢti. Yani görünen oydu ki, Kezban Hanım patlamaya hazır bir bomba durumundaydı. KABAK BENĠM BAġIMDA PATLAYACAK Sene 1959 yılı temmuz ayının son günleriydi. Ekin biçiyorduk. O yıl biraderim Mahmut askerden henüz gelmemiĢti. Dolayısıyla biraderin hanımı ve benim hanımımla birlikte köye bir saat uzaklıkta çok çetin bir yokuĢu çıktıktan sonra baĢlayan bir düzlük arazide bulunan tarlamıza gidip geliyorduk. Bu arazinin adı Yazı„ydı. Bu arazide köyden herkesin en az birer tarlası vardı. Buraya her gün akĢam sabah gelip gitmesi güçtü. Bu nedenle ekin biçerken tarlada yatmak zorundaydık. Bu Ģekilde ekin biçmeye devam ederken gündüzleri de biçtiğimiz ekinleri hayvanlarla köydeki harmana taĢırdık. Köyümüzde herkesin birer ikiĢer de sulu tarlaları vardı. Bu sulu tarlaların bir kısmına bostan, bir kısmına da yine ekin ekerdik. ĠĢte bu tempoda köy çalıĢmalarımın sürdüğü bir sırada bakın bomba benim baĢımda nasıl patladı. Onu okurlarımla paylaĢmak istiyorum. Bakın ne oldu: Olaya sebebiyet teĢkil edecek bostan sulamamdı. Bir sabah sapı getirdim. Harmana hayvanı yıktım. Annem, „Oğlum bostanda patates susamıĢ. Patatesin tevekleri olduğu gibi yere yatmıĢ“ diye haber verdi. Gerçekten gittim baktım ki, patates çok fena olmuĢtu. Eğer bir gün daha su verilmeseydi patatesler kuruyacaktı. Patates ise evimizin hemen hemen buğdaydan sonra gelen en değerli yıllık yiyeceklerimizden bir ürünüydü. Üstelik patates ürünümüzün bir kısmını da satıp para ihtiyacımızı sağlıyorduk. ġimdi böylesi değerli ve emek çekilmiĢ tam mahsül verme durumuna getirilmiĢ, bu günkü parayla 200.000.000 TL. değerinde bir ürünü kurutmak yani toru topu bir saatte sulanıp kurtarılabilecek bir ürünü kurutmak Allah‟ın emri gibiydi. Buna vicdan tahammül eder miydi? Bu durum karĢısında ben patatesi sulamak zorundaydım. Mamafih su da bizim tarlaya çok yakındı. Su arkına çıktım, su köy tarafına çevrilmiĢ bizim tarafın su yolu kapanmıĢ. Ben ise suyu kimin hangi komĢunun kulladığına bakmadan suyu kendi tarafıma bağladım. Patatesin yanına indim. Patatesin içine suyu yürüttüm. YaklaĢık patatesin üçte bir kısmı sulandı. Bir de baktım su kesiliverdi. Suyun köy tarafına giden arkı yaklaĢık 60-70 derece yokuĢ olan yüksek ve benim tarlaya 75 metre yakınlığı var. Suyun bağlanma noktasından benim tarlanın tamamı görünüyordu. Yani suyu kullanan Ģahısın suyu benim tarafa döndürdüğüm suyu tekrar kendi tarafına çevireceği yerde benim patetes suladığımı görüp seslenebilirdi. Maalesef seslenmeden bu Ģahıs suyu tekrar çeviriyor, görünmeden gidiyor. 233 Ölmeyen Çocuk Böyle olunca ben tekrar suyu kendi tarafıma bağlamak üzere suyun baĢına gittim. Gidince suyun aktığı arkı takip edip kimin tarlasını suladığına bakacak ve konuĢacaktım. Vardım ki, bizim Kezban Hanım fasulye suluyordu. Fasulye ise su istemiyor. Hatta fasulye tarlasının içine girdim, ayağım yürürken tarlaya gömülür vaziyette. Hatti zatında o durumda sulanırsa o ürünün zararına olurdu. Zira Kezban Hanım„a yalvararak izah ettiysem de ikna olmadı. Ben de bu inada karĢın suyu tekrar kendi tarafıma yıktım. Bu arada Kezban Hanım„la itiĢmeye baĢladık. YaklaĢık 15-20 dakika itiĢtik. Kezban Hanım da üç peĢli bir entariyle temiz bir giyimi vardı. O bu elbiseyle daha çok ıslanıverdi ve de periĢan oldu. Maalesef bu durumda halen hırsını yenemedi. Hızlı bir tempoda koĢarak köye gitti. Ben de hemen tarlaya indim suyu patatese yaydım. Anladım ki, bu hanım köyün orta yerine gidecek aleyhime bir takım çirkin iftiralarda bulunacaktı. Bu bakımdan koĢup gittim ki, aynısını yapıyor ve köyün orta yerine dikilmiĢ var hızıyla bağırıyor: „Rıza Dede bana saldırdı. Duyun iĢte dede dediğiniz bir insan suyun baĢında bana saldırdı“ diye köye duyurmaya çalıĢıyordu. Ben ise koĢtum, yetiĢtim, elime bir de odun geçirmiĢtim. „Sen misin böyle yalan söyleyen, iftira atan“ diye elimdeki odunla dövecektim. Malesef bu hanımı tutamadım ki, yine var hızıyla kaçtı evine girdi. Köyde birçok insanlarda hadiseyi gördü, duydu ve izledi. Kavga burada o gün için sona erdi. Ama bir gün sonra kavga yine alevlenecek ve devam edecekti. Ben hadiseden sonra bostana döndüm, patatesi suladım, suyu da tekrar Kezban Hanım‟ın tarafına çevirdim, eve geldim. Annem son derece hadiseye üzülmüĢ ve bitkin bir haldeydi. Buna rağmen rahmetli, yemeğimizi de hazırlamıĢtı. Ben tam iki saat gecikmeyle azığımızı aldım, hayvana bindim dağdaki tarlaya döndüm. Gittim hanım ve gelinim meraklanmıĢlar. Hemen alelacele niçin geç kaldığımı sordular. Ben ise, „önce gelin yemek yemeye oturalım. Hem yemeğimizi yeriz, hem de size hadiseyi anlatırım“ dedim. Tarlada büyük dağ armudu ağaçlar vardı. Bu ağaçlar yaklaĢık 10-15 kiĢiyi gölgesinde barındırabilecek çaptaydı. Bu ağacın gölgesine oturduk, elimizi yüzümüzü yıkadık serinledik. Yemeğimize baĢladık ya hanımları iyice merak sarmıĢtı. Ben köyde olan bitenlerin hepsini anlattım. Tabi ki, onlar da üzüldüler. Mamafih bir gün sonra çıkacak hadiseden habersizdik. Ne mi oldu? YAKUP, SABRĠ ve KEZBAN HANIM Kezban Hanım iki oğluna hadiseyi anlatıyor ve damın baĢında yaptığı iftiranın tam tersini iki oğluna anlatıyor, „Dedegilin Rıza bana saldırdı“ diyor. Bu iki oğluda 1.75 ve 1.65 boylarında ama vücutları kuvvetli ve benden bir tanesi 5 diğeri 11 yaĢ küçükler. Ama kara döğüĢte kalırsa, teke tek de olsa beni dövebilirler. Fakat ben de yukarıki anılarım da belirttiğim gibi niĢanlımın kaçırılmasından dolayı düĢman sahibi olmam dolayısıyla üzerimde devamlı tabanca ve bıçak taĢıyordum. Silah taĢıdığımı köyde bir çokları da biliyordu. Eğer annelerinin tahrikine uyar da dağda önüme felan 234 Ölmeyen Çocuk çıkacak olurlarsa aynı zamanda dövmeye kalkarlarsa elbette silahımı kullanacağım. O zaman da birimiz hapiste diğerimiz mezarda çürüyecektik. Velhasıl bu delikanlılar ikinci gün bu anımın yarı kısmında tarif ettiğim yokuĢun baĢında ve yolun kenarında ellerinde birer sopayla bekliyorlar. Ben de hayvanla sap taĢırken aynı yoldan geçeceğim. Bunlar beni orada yakalayıp döveceklermiĢ. Çocukların planı böyleymiĢ. Maalesef ben de o gün o yoldan değil de bu vadinin bir de diğer kuzey tarafından onların beklediği mahalden 200 metre yukarıdan ayrılıp giden yoldan gitmiĢim. Dolayısıyla bana rastlayamayınca çekip elleri boĢ geri dönmüĢler. Mamafih bunlar benim önüme çıkmak için köyden çıkarken ellerinde sopayla yürüdüklerini bir çok hanımlar erkekler görüyor. Olayı gidip anneme söylüyorlar. Annem de zavallı 200 metre köyün baĢına kadar yürüyüp söz de bana karĢı geliyor. Nihayet benim sağ salim geldiğimi görüyor. Bir baktım yolun kenarına yığılıp kalmıĢ. „Ne o anne“ demeye kalmadı, „Oğlum Zeynepgilin çocukları seni dövmeye gelmiĢler, görmedin mi?“, „Yok anne, ben kimseyi görmedim“ ve orada anneme Ģunları söylemiĢtim: „Anne sen hiç merak etme bana kimse yaklaĢamaz. Hele onlar hiç yaklaĢamaz. Belki de beni gördüler de görmezlikten gelmiĢlerdir. Zira ben de silah olduğunu biliyorlardı. Neyse ki, o gün bir dönüm daha sap getirdim. Ġkinci dönüĢüm akĢama kalmıĢtı. Ben evden çıkarken annem erzağımızı hazırlamıĢ. Onu da aldım katırımın sırtına attım, yoluma devam ettim. Köyden çıkınca 50-60 metre uzunlukta bir yokuĢ çıkıyorduk. Bu yokuĢun adı Topraklık olarak geçiyordu. Topraklık„ın düzlüğüne çıktım baktım ki, Sabri Kaya yaklaĢık 300 metre ileride katırın üstünde gidiyor. ġimdi amacım ona yetiĢip bir gün önceki durumu sormak ve hesaplaĢmaktı. Ama ne kadar hızlı sürdüysem de yazıya çıkan yokuĢa kadar ardından kavuĢamadım. Sabri‟nin katırı yokuĢa tırmanınca onun katırı yavaĢladı. Zira benim katır onunkinden hem genç, hem de yiğitti. YokuĢu çıkmadan bir yol ayırımı var. Bu yol ayırımında Sabri‟ye yetiĢtim ve seslendim. Ġkimizde katırın üstündeyiz ve karĢı karĢıyayız. Benim tarafımdan ilk teklif, “Sabri dün ağabeyinle beni dövmeye gelmiĢsiniz. Doğru mu?” Sabri‟den cevap: „Sen bizim anamıza hakaret etmiĢsin.“ Cevap: “Sabri eğer inandı iseniz ve beni dövmeye kararlıysanız iĢte Ģimdi ikimizde burdayız, dövülecek adam ayağına geldi. Ġn katırdan dövüĢelim.“ Baktım Sabri‟nin katırdan inip dövüĢmeye niyeti yoktur ve katırını sürüp kaçmak niyetindedir. Ben tekrarladım: “Sabri dur, gitme, sana birkaç cümle sözüm var.“ Sabri, „NeymiĢ sözün?” „Bak Sabri! Ben annene hakaret etmedim. Bilhassa, annen bana hem hakaret hem de iftira etti. Aslında sizin yapacağınız bir durum vardır, o da özür dilemenizdir. ġunu da söylüyorum ki, Sabri biliyorum bana kızacaksın ama ben doğruyu söyleyim de sen yine bana kız. Fakat beni bir gün anlayacağınıza eminim. Söylemek istediğim Ģudur: annenizin durumu iyi değil. ĠnĢallah dua edin de ya bir tarafa kaçıp gitsin ya da ölsün de sen o zaman okula gidip okuyasın.“ Sabri bu sözüme de fena halde kızdı ve mırıldanarak katırını sürüp gitti. 235 Ölmeyen Çocuk KEZBAN HANIM KAÇACAK Aradan bir ay geçmiĢti, bizim ekin bitmiĢti. Fakat bir komĢunun ekinini aldım, parayla biçiyordum. Bir akĢam üzeri güneĢ aĢmaya yakındı, eve geldim. Annem yine bir haber verdi: „Oğlum Sabri‟nin anası Dumlucalı Süleyman‟a kaçmıĢ. Sabri‟de Sait Dayı‟nın gelini ve Süleyman‟ın kızı Selver‟e saldırmıĢ. ġu anda Sait Dayın Sabri‟yi savcıya vermek için trene gitmiĢ, git onu getir demez mi?” Al baĢına belayı. Ben hemen durağa koĢtum, yolcu treni gelmeden Dayıma kavuĢtum. Sait Dayım durakta bekliyordu. Ama çok sıkıntılıydı. Sait Dayı tez kızan, heyecanlı ve de kuvvetli bir insandı. Sait Dayı‟ya ben değil de bir baĢkası gitseydi, geri dönmesi mümkün değildi. Zira Sabri, gelinini harmanda yakalamaya teĢebbüs ederken Selver kaçmıĢ. Sabri ise peĢinden çok kötü terki edep küfür ederek eve kadar kovalamıĢ. Selver akıllı ve namuslu bir gelindi. Sabri kendisini yakalamaya fırsat vermeden hemen eve girer girmez kapısını arkadan kilitlemiĢ. Hadiseyi birden çok, belki de 40-50 kiĢi seyrediyor ve görüyor. Dolayısıyla Sabri‟nin harmandan eve kadar Selver‟i kovalaması esnasında evle harman arası 200 metre felan vardır. Sabri‟nin 200 metre Selver‟i eve kadar, hatta kapı kilitleyene kadar kovalaması, yüze karĢı ve herkesin gözü önünde Selver‟in aile mevhumunu yedeleyecek terki edep sözler kullanması ile Sabri‟nin suçu sabit görünecekti. Gerçi Sabri henüz 16 yaĢındaydı. Belki de verilmesi gereken cezanın az bir kısmı verilebilirdi. Ama en azından Sabri Kaya okula gidemeyecekti. Yani Sabri, istikbal yönünden çok büyük bir darbe yiyecekti. Binaenaleyh eğer hadiseyi önlemeseydim, iĢ baĢka boyutlara da uzanacaktı. Örneğin Selver‟in kocası Ahmet Kılıç o gün için evde yoktu. Yani hadise aileler arasında çok büyük kavgalara yol açacaktı. ġimdi dönelim Sait Dayı‟nın dönmesine. Sait Dayı benim Dayımın dayısıydı. Üvey Dayımdı ama beni yeğen yerinde değil, bir evladı yerinde severdi. Ben böylesi hadiselerde yanına yaklaĢınca eli kolu inerdi. Peki demekten baĢka bir çare bulamazdı. Velhasıl Sait Dayımı aldım, kendi evime getirdim. Kendisine hemen bir yoğurt ezmesi, bir ayran içirdim. Ġbrikle su getirdim, eline su döktüm. Elini yüzünü bir güzel yıkadı. Sait Dayı geriye doğru yaslandı. ġöyle bir „Oh” diye nefes aldı. ġu sözleri söyledi: “Ulan Ġnsaf Ana‟nın torunu, sen yok musun, ben Ģu anda anadan doğmuĢa döndüm.“ Yanıt: “Dayı, bunlar birĢey değildir. Bunlar bizim vazifemiz, elbette yapacağız.“ Bu aĢamadan sonra yapılacak iĢ, Sabri‟yi çağırıp Sait dayıya özür diletip barıĢtırmaktı. Keza müsahip kardeĢim olan Mustafa Ağabeymin oğlunu çağırttım, Mustafa Ağabeymin oğlu Zeynel‟i gönderdim. Zeynel‟e “Sabri‟ye benim çağırdığımı söyle” dedim ve Zeynel gitti. Sabri‟yi aldı getirdi, önce oturttum. ġunları söyledim: „Bak Sabri bir süre önce çıkan hadiseleri herhalde unutmadın. Bir akĢam karanlık basmak üzereyken ikimizde katırlarımızın üzerinde yazıya ırgatların yanına giderken 236 Ölmeyen Çocuk yokuĢun o yol ayırımında sana söylediklerimi de hatırlarsın? Sanırım Ģu geçen bir ay içerisinde olan olaylardan esinlenerek beni bir nebze olsun anlamıĢsındır. Sen çok çirkin bir suç iĢlemiĢsin. Sabri birinci çirkin suçu annen iĢledi. Annenin kaynaklık ettiği hadise benim baĢıma dönecekti. Senin bir Ģansın varmıĢ ki, aramızda hadise ilerlemedi. ġimdi ise, ikinci bir çirkin suça sen teĢebbüs etmiĢsin. Dua et ki, bugün yine ben evdeydim. ĠĢte Sait Amcan seni savcıya vermek için cünü meĢrüt yani suç üstü seni yakalatıp savcılığa götürecekti. Ben kendisini gittim trene binmek üzereyken vazgeçirdim ve getirdim. ġimdi kalk, Sait Amcanın elini öp, özür dile. Olay da burada kapansın.“ Bu konuĢmam ve teklifim üzerine Sabri kalktı, Sait Dayı‟nın elini öptü, özürünü diledi. Sait Dayı da onun yüzünü öptü. Sabri‟yi tekrar oturttum ve devam ederek Sait Dayı‟ya Ģunları söyledim: „Bak Dayı, bir kötünün yüzünden bin tane iyiler devreye girer. Kavgalara yol açar, sürer gider. ĠĢte bu misal hadiseyi küçükken önlemek tarafların huzuru açısından en iyi bir yöntemdir. Bu nedenle yarın bir gün oğlun, vesaire tarafların bu hadiseyi sürdürmemelerini temenni ediyorum.“ Sabri‟ye döndüm: “ġimdi Sabri sana gelince, bak kardeĢim, Rahmetli Babanın ölümünden sonra sana en büyük darbeyi vuran, seni okuldan almakla annen vurmuĢtur. Tabi ki, o da cahilliğinden dolayı bilmeyerek böylesi hatalara düĢebiliyor. O senin annendir. Ama istikbal, insanlık, toplum, barıĢ ve sevgi ortamı da anneni aĢan olgulardır. Dolayısıyla iki sene geçmesine rağmen yine Ģu anda tekrar okula baĢlayıp okuyacaksın.“ Sabri bütün bu konuĢmalarım karĢısında sessiz kalmıĢ, sadece son önerime karĢılık gülümseyerek, „Buna imkan yok” diyerek kalkıp gitmiĢti. SABRĠ OKULA GĠRECEK Yukarıda konuĢmamın üzerinden kısa bir süre geçmiĢti, harmanlarımız henüz bitmemiĢti. Ben ise cuma günü Divriği‟ye gitmiĢtim. Divriği‟de ortaokul kayıtlarının baĢladığını öğrendim. Köye geldim, hemen ikinci gün öğleden sonra Erzurum Kars istikametine giden posta trenin geleceği bir saate yakındı, Sabri‟nin harmanına gittim. Sabri‟nin harmanı ise kapılarının önünde bir dam vardı, damın üzerine oda yapılmıĢ, harmanları da oda kapısının önündeydi. Bu durum bir köĢesinde baĢında ev damının bacası çıkıyor. Baca söğüt çubuğundan örülü, yaklaĢık iki metre uzunlukta, yüzü de çamurla çok güzel bir vaziyette sıva yapılmıĢtı. Fakat bu baca bir tarafa 15-20 derece meyille eğri yerleĢtirilmiĢti. Bacanın uzun ve eğri olmasından dolayı gölgesi bol oluyordu. Ben bu bacanın dibine, gölge yere oturdum. Kendisi de katırla sap getirmiĢ, sapı harmana yıkıyordu. Sabri, sapı yıktıktan sonra yanıma geldi sordu, „Buyur bir iĢ mi var?” dedi. Ve ben baĢladım konuĢmaya: “Var Sabri.” dedim. “Hem de öyle bir hayırlı iĢ var ki, bu iĢ kapısı seni bekliyor. Sabri iĢte bu kapı okul kapısı. Bu okulun kapısı sana açıldı Sabri.“ Sabri cevap vermek için epeyce düĢünmüĢ ve sonra diyor ki, „Buna imkan yok Dede, ben büyüdüm artık arkadaĢlarımın arasına yakıĢmam. Sonra beni daha okula almazlar” diyerek bu tür itirazları ileri sürmüĢtü. 237 Ölmeyen Çocuk Bana gelince, „Bak Sabri, ben öyle bir insanım ki, sizler için yaratılmıĢ bir önderim. Sen de görüyorsun ki, köyde öğretmen var. Çocuklar harıl harıl okuyorlar. Senin bacıların da okuyor. Ağabeyn ve akranların da okuma yazma öğrendiler. Ve köyde bir takım yenilikler, geliĢmeler vardır. Bütün bu geliĢmelere önderlik yapanın kim olduğunu herhalde sana söylememe gerek var mı? Velhasıl okumanın, öğrenmenin yaĢı olmaz. Sen, bilakis suç yapmayacaksın, okumaya geldim diyeceksin. Senin baban öldüğünden dolayı okuldan çıktığını herkes biliyor. Binaenaleyh bu hadiseyi okul yönetimine aynen anlatacaksın.“ Sabri hala evet cevabını vermemiĢti. „Bak Sabri, Ģu günlerimiz biliyorsun ki, en verimli günlerimiz. ĠĢ güç çok, burnumuz tutulsa canımız çıkacak, zaman olmasına rağmen bugün buradan yollanıp trene gidene kadar bu bacanın gölgesinden kalkmayacağım. Hatta gerekirse burada yatacağım ama illa ki, sen gidecek okula kaydını yaptıracaksın.“ Ne mutlu ki, Sabri „Olur“ dedi. „Olur demekle yetmez Sabri, inanmam lazım“, „Dede, Ģu yemin billah olsun hemen hazırlanıp gideceğim. Madem bu kadar üzerimde durdun, vardır bir hayır“ mealinde vaadde bulundu. Ben de inandım, Ģu iki cümleyi de ilave ettim: „Sabri okul kaydının yapılıp yapılmadığı hakkında yarın senden cevap bekliyorum. Hadi Allah iĢini rast getirsin. Allahaısmarladık“ dedik ve o gün için ayrıldık. SABRĠ OKULA KAYDINI YAPTIRDI Sabri ertesi gün yanıma geldi ve Sabri‟nin yüzü gülüyordu. Heyecanla cevap bekliyordum. Sabri müjdeyi verdi. „Eee Sabri, anlat bakalım nasıl oldu?“ Sabri, „Dede“ diyerek baĢladı. „Bir tane Kadir isminde öğretmenim vardı. Ona mazimi anlattım. O da kalktı dosyamı buldu ve baktı dedi ki, „Sabri 16 yaĢını bitirmeye bir ayın kalmıĢ. Sonra 1.60 boyundasın, maaĢallah çok geliĢmiĢsin. Ama sen çok iyi bir öğrencimizdin. Bu nedenle seni yine okulumuza alıyorum ve kaydını yapıyorum. Hayırlı olsun“ dedi“ dedi Sabri. „Eee Sabri, Ģimdi bana ne diyeceksin söyle bakalım?“ Sabri gülümseyerek Ģunları söyledi: „Sağol Dede, senin bu iyiliklerini ölünceye kadar unutmayacağım.“ Ben de, „Bir Ģey değil Sabri. Yeter ki sen oku, ben her zaman arkanda olacağım. Her ne ihtiyacın olursa olsun ben buradayım. Sen de verdiğin sözleri unutma ama!“ Sabri Divriği‟de Nuri Demirağ Ortaokulunu okuyup baĢarıyla bitirmiĢti. Sonrasında ikinci bir okul dönemi daha baĢlamıĢtı. Sabri‟yi hala takip ediyordum. Sabri sınavlara girmiĢ, iki üstün okul kazanmıĢtı. Bunlardan birisi polis koleji, diğeri öğretmen okuluydu. Sabri bana sordu: „Hangisine gideyim?“ Ben polis kolejini önerdim. Sabri de 1964 tarihinde polis kolejine girmiĢti. Ankara Polis Kolejine baĢlamıĢtı sonunda Sabri. Ben ise 1964 yılının 4. ayının sonunda Ankara‟ya ailece göç etmiĢ ve daha sonra 1965„te yine 4‟üncü 5„inci aylarda biraderden ayrılmıĢ, iki yıl değiĢik yerlerde oturmuĢ, daha sonra Tuzluçayır BağlarbaĢı mahallesinde gecekondu ev yapmıĢ, 238 Ölmeyen Çocuk Etibank‟ta da iĢbaĢı yapmıĢtım. Sabri de polis kolejini bitirdiği sene eve gelmiĢti. Böylece Sabri‟yle köyde baĢlayan anımız Ankara‟da tekrar devam etmiĢti. Sabri ortaokulda ve ardından polis kolejinde epeyce olgunlaĢmıĢ, bayağı aklı yeter duruma gelmiĢti. Son derece saygılıydı, geçmiĢini unutmuyordu. Okuldaki ileri derecede bir öğrenci olma konumunu da kayıp etmiyordu. Sabri her hafta veya en az 15 günde bir gelir görüĢürdük, dertleĢirdik, elimi öper giderdi. Böyle devam ederken sene 1968‟e gelmiĢti. 1968 yılında bir baĢka geliĢme daha olmuĢtu. O da benim kayınım Mehmet, Sabri‟nin hem yaĢ akranı hem de ortaokulda arkadaĢıydı. Mehmet‟le olan anımıza ileriki sayfalarda ayrıca değineceğim. Bu anımda Sabri, ben ve kendisi birlikte üç yıl zamanımız geçmiĢti. ġimdi ona devam edeceğim. Mehmet TaĢkıran Sivas Sanat Enstitüsünü bitirmiĢ, yanıma gelmiĢti. AkĢam lisesine kaydını yaptırmıĢtı. AkĢam lisesine devam ederken Sabri de koleji bitirmiĢ, polis akademisine girmiĢti. Benim ev dardı. Bir oda, bir mutfak, tuvalet, banyo ikisi birlikte olmak üzere gecekondu bir evde idare ederken Sabri, Mehmet ve ben üçümüz bir köylü olarak birleĢmiĢtik. Bu arada Dayımın oğlu Bayram‟ı daha önceden okuttuğumu ve mazi anılarını yazmıĢtım. Bu dayıoğlu Bayram ayrıca yine köyümüzden Rıza Erdoğan‟ın oğlu öğretmen Ali Erdoğan. Bu iki kiĢide Erzincan‟dalar. Çok güzel iĢleri ve yaĢantıları vardı. ġimdi üç Ankara‟da iki de Erzincan‟da bir köyden beĢ kiĢi olarak köyümüz adına bir dernek kuracağız. ANKARA‟DA DERNEK KURACAĞIZ Sabri‟yle Mehmet‟i bir gün topladım, üçümüz bir aradayız. Ġlk öneri benden geldi: „Bakın çocuklar, köyümüzden bizler çıkıp Ankara‟ya, Erzincan‟a gitmemizle köyü unutmuĢ değiliz ve unutmayacağız da. Köyde okulu yaptırmak, okul hayatını baĢlatmak, okutmak ve köyü ağaçlandırmayla, ayrıca muhtarlık yaptırmakla aĢama aĢama bir yerlere getirdik. Bu köyümüzü daha ileri seviyere kavuĢturmak üzere köyü bırakmadan Ģimdi de bir dernek kuralım. Derneğimizin adı Bahçeli Köyünü Kalkındırma Tanıtma Derneği olsun.“ Bu önerim Mehmet‟le Sabri tarafından olumlu ve yerinde karĢılanmıĢtı. Öyleyse yapacağım iĢ, öncelikle ve ön hazırlık olarak tüzük yazmaktı. Ben kendilerine dedim ki, „Siz okuyorsunuz. Ben boĢ zamanlarımda bir taslak hazırlayayım, siz de bu yazıyı tartıĢır düzeltirsiniz. Sonra da bu yazıyı Erzincan‟a göndeririz, onlar da okurlar ve daktiloda yenisini yazarlar, tekrar bize gönderirler. Biz de merkezi Ankara‟da olmak üzere köyde de Ģubesini açarız, faaliyetlerimizi yürütmeye baĢlarız.“ „Tamam“ dediler. Ne yazık ki; Mehmet TaĢkıran, Sabri Kaya, Bayram Kaya Derneğimizin kurulmasına mani oldular ve köyümüz adına derneğimiz kurulamadı. MEHMET ALĠ KARAGÜLLE Mehmet Ali Karagülle ve karısı Zeynep. Benim hanımın adı da Zeynep‟ti. Mehmet Ali Karagülle ile 1967 yılında 15 gün arayla aynı mahallede yan yana gecekondu yapmıĢtık. Ben 15 gün önce yapmıĢtım. Mehmet Ali ailesi 15 gün sonra 239 Ölmeyen Çocuk yapmıĢtı, ben de inĢaatlarında çalıĢarak yardım etmiĢtim. Zira o yıl yıkım çok yoğundu. Benim evi küçük yapmıĢtım. Ama komĢum Mehmet Ali‟ye tam 3+1, teĢkilatlı, yani 90-100 metrekare bir ev yapmıĢtık. ġansımızdan evlerimize yıkım uğramadı. KomĢum Mehmet Ali gazetede çalıĢıyordu. Aksine hep gece çalıĢıyordu. 1.701.75 boylarında oldukça yakıĢıklı bir delikanlı çocuktu. Benden yaklaĢık 10 yaĢ küçüktü. Hanımı Zeynep de 1.70 boyunda fiziki yapısı çok düzgün ve güzel bir hanımdı. Bu ailenin bir de o tarihlerde 80 yaĢında anneleri vardı. Bu ailenin ayrıca beĢ tane de çocuğu vardı. Dört kız, bir erkek çocuğuydu. Bu komĢumla çok iyi anlaĢıyor ve geçiniyorduk. KomĢum iĢinin zor olduğunu söylüyordu. Bu nedenle o ilk yıllarda midesinden Ģikayetçiydi. Bilahare torpil yaptırmıĢ, bizim atölyede ağır nakliye Ģoför muavinliğine girmiĢti. Benim iĢ yerimin yukarıda anımda Etibank„ın Merkez Atölyesi olduğunu yazmıĢtım. Bu komĢumun da, benim de evimizde mobilya yoktu. Köyden getirdiğimiz köy kilimleri evlerimizde sergi olarak görünürdü. Kap kacaklarımız da keza çok mütevazi eĢyalardı. Ama çok huzurlu bir yaĢantımız vardı. Benim bir tane çanta tipi radyom vardı. KomĢumun da masa tipi radyosu vardı. Bir gün benim hanım bir haber verdi, „KomĢumuz mobilya almıĢ“ dedi. Tabi ki, sevindim, aynı gün akĢam hayırlı olsun demeye gittik. Oturduk, mobilyayı gördük. Üç kanepe, iki sehpa, bir tane pikap, bir tane radyo, yemek masası sandalyesi felan… KomĢuma sordum: „Kaça aldınız?“ Mehmet Ali yedi bin liraya alınmıĢ. Yani ödenecek borç yedi bin TL. Pikap çaldık, radyo çaldık, dinledik, komĢumuza kolaylık diledik, kalktık hanımla eve geldik ama evimizde komĢumuz adına üzüntümüzü konuĢtuk. Yani yedi bin TL bir yılda ödenecekti. Mamafih benim tahminime göre evin yapımından da borç vardı. Bunu bizden gizledikleri bizce malûmdü. ĠĢ ayna gibi meydandaydı. Ben bir oda, bir sofa, bir mutfak bir de tuvalet, banyo birlikte toplam 55 metrekare yeri üç bin liraya yapabilmiĢtim. KomĢu ise 100 metrekare evi herhalde üç bin TL‟ye yapamazdı. Zira ikimizin de parası yoktu. Yani komĢumun evden kalan borcuyla birlikte 10 binden aĢağı borcu yoktu. 24 ayda ödeyecekti hepsini. Her ay 415 TL ödemesi gerekiyordu. Bizim aldığımız para 200 TL. Bu paranın hepsini ödese ne yiyecekti? 8 baĢ nüfus 30 gün neyle geçinecekti. GörüĢüme göre Mehmet Ali ailesine 200 TL. yetmiyordu. Ben cumartesi pazar günü gecekondu inĢaatı yapıp biriktiriyordum. Yani her hafta 200 TL de açıktan kazanıyordum. Evlerimizi yapalı 1.5 sene olmuĢtu. Hâla 3 bin TL borcum vardı. Mehmet Ali hastaydı, benzi git gide sararıyordu. Biz ailenin git gide uçuruma gittiğini görüyorduk. Ama komĢumuz kendi kendilerini göremiyorlardı. Nihayet bu ailenin durumunun git gide bir felakate sürükleneceği çok yakında görünüyordu. NETĠCEDE NE OLDU? 240 Ölmeyen Çocuk Sene 1970 oldu. Ben Almanya‟ya gittim. Ama komĢumun borcu azalmamıĢ çoğalmıĢtı. Almanya‟ya gittikten sonra bir yıl geçti. Mehmet Ali benden 3 bin TL istedi, ehliyet alacağını yazmıĢtı. Ama mektubunda hoĢ olmayan bir not vardı. O da Ģuydu. Hanımının aleyhinde yazmıĢ olduğu kötü notlardı. Binaenaleyh ben komĢum Mehmet Ali‟nin ehliyetini almasına yardımcı olmak üzere 3 bin TL‟yi hemen göndermiĢtim. Mehmet Ali gerçekten ehliyetini almıĢtı. Ama bana bir mektup daha geldi. Mehmet Ali‟nin hastahanede yatar durumda olduğunun resimleri var. Çok kötü bir mide ameliyatı geçirmiĢ. Heyet doktoru çalıĢamaz diye ihraç raporu vermiĢti. Mehmet Ali mide ameliyatından ihraç olmuĢ ama bakalım karısı Zeynep Hanım ne olmuĢ? Ben 1975 yılında izine gelmiĢtim. Ġzine geldiğimin ikinci günü Dikimevi semti Ġçcebeci‟den Ankara hastahanesine doğru giderken komĢu hanımı Zeynep‟e rastladım. Zeynep‟in yüzünü tanır gibi oldum ya fiziki yapısını tanımama imkan yoktu. Hayretlere düĢtüm. Kendisine sordum, „Allah aĢkına ben benzetme mi yaptım, yoksa sen Zeynep misin?“ O da gülerek cevap verdi, „Hayır yanlıĢ değilsin, ben Mehmet Ali‟nin karısıyım.“ Yani Zeynep Hanım 1.70 boyunda 60 kilo ağırlığında incecik, taslak yüzlü çok narin bir hanımdı. Maalesef gördüğüm hanım en az 100 kilo rahat vardı. „Yahu komĢu sana ne oldu?“ Zeynep cevap verdi: „Sorma“ dedi. „Mehmet Ali ihraç oldu. Aylarca hastahanede yatmıĢtı. Ben çalıĢmak zorundaydım. Bir zaman ara ve ev iĢlerinde çalıĢtım. ġimdi de Mehmet Ali emekli oldu. Beni bizim Etibank‟ın iĢçilerinin bağlı olduğu sendikaya iĢe aldılar. Ben iĢe gidiyor ve çalıĢıyorum.“ Bu ifadeleri komĢum Zeynep Hanım„dan dinledim ama ben beynimden vurulmuĢa döndüm. Sanki benim ailemden biri gibiydiler onlar. Bu duruma düĢmeleri gerçekten beni gönülden üzmüĢtü. Maalesef Zeynep gidiciydi. Durumu ya kendisini fark edemiyor ya da gerçekleri gizliyordu. Allah Ģahidim olsun yalan söylüyorsam. Hemen geldim bizim evde söz ettim. Zeynep Hanım gidicidir Allah‟tan kendisini hemen bir doktora tedavi ettirse diye de düĢündüm. Kendisine veya Mehmet Ali‟ye durumu söyleyemezdim. Söylesem aksi tepki alacağımı biliyordum. Maalesef ben izinden döndüm, bir dahaki izine gelmeye yakın Zeynep Hanım ölmüĢtü, haberini duymuĢtum. Ġzine geldim Mehmet Ali‟nin annesi 92 yaĢına gelmiĢ, halen yaĢamaktaydı. Biz izine geldik, Mehmet Ali‟nin evine baĢsağlığı için gittik. Kendisi evde yoktu. Maalesef Mehmet Ali yanıma hoĢgeldine de gelmedi. Ama ben kendisini dıĢarıda görmüĢtüm. Kendisinin durumu da kötüydü. Bazı izahatlarda bulundum ama ne çare… Benim bir aylık izinim bitmiĢ ve geriye dönmüĢtüm. Nihayet bir dahaki geldiğimde Mehmet Ali evlenmiĢ dediler. Biz kalktık Mehmet Ali‟nin evine gittik. Bu sefer de Mehmet Ali evlenmiĢ bir hanım getirmiĢ, kadının davranıĢlarından hiç de ev hanımı olacağa benzemiyordu. Nihayet aradan 15 gün geçti, kötü bir haber daha duyduk. Kadın ablasını ve yanı sıra birkaç tane yakınlarını davet etmiĢ, içki masası kurmuĢ, Mehmet Ali‟ye içirmiĢler, ağzına bir avuç hap basmıĢlar, götürmüĢ banyoya da asmıĢlar. Daha sonra da kocakarıyı bir 241 Ölmeyen Çocuk taksiye bindirmiĢ, götürüp Natoyolu güzergâhında bir çalılık yere atmıĢ, kendileri de evi terk etmiĢ gitmiĢler. Olayın ikinci günü kamuoyunda olay bomba gibi patlamıĢtı. ĠĢte böyle tertemiz bir komĢu ailesinin hayatları sönmüĢ, yuvaları kapanmıĢtı (Not: Bu anımı okuyanlara ibret olsun diye yazdım. YaĢanan hadiseye bir harf dahi ilave etmedim). SAĠT GÜNERĠ VE FARUK BEY Bunlar atölyenin amirleridir. Tarih 1966„nın 11„inci ayı. ĠĢ yerim Etibank‟ın Merkez Atölyesi. Ġstanbul yolu üzerindeydi. Faruk Bey bu atölyenin Ģefiydi. Sait Güneri de Ģef muaviniydi. 1966„nın 4„üncü ayında bu atölyenin trafolarında muakkat olarak iĢbaĢı yapmıĢtım. Ankara çevresi ve Konya‟nın Cihanbeyli‟de trafoların inĢaatlarında dört ay çalıĢtım. Sonra da atölyede kadrolu iĢçi oldum. Bir ay atölyede motor ambalajları ve altlı üstlü dört tane malzeme koymak için ranza yaptım. Daha sonra Mustafa Kahraman Usta„nın yanında bir yıl çıraklık yaptım. Mustafa Kahraman Kayserili idi ve çok değerli bir kaynak ustasıydı. Trafo malzemelerinin montaj kaynaklarını ve her türlü elektrik kaynağını yapardı. Bu ustanın yanında ve bir yıl içerisinde o iĢi fevkalede öğrenmiĢtim, artık kendi baĢıma iĢ yapabiliyordum. Bir gün bir baktım Mustafa Usta„yla birlikte çalıĢırken atölye Ģefi Faruk Bey„le Ģef muavini Sait Güneri geldiler, baĢımıza dikildiler. 1-2 dakika ayakta baktılar. Mustafa Ustaya dediler ki, „Rıza‟yı senin yanından alacağız. Kaportacı Mustafa ustaya acil adam lazım. Rıza‟yı oraya vereceğiz.“ dediler. Mustafa Usta tabiki üzüldü ve dedi ki, „ġefim ben her zaman acemi adamlarla uğraĢıyorum. Yanımda yetiĢtiriyorum, tam iĢ yapmaya baĢladığında alıp götürüyorsunuz. Sonra Rıza‟ya gelince, ben Rıza‟yla iyi anlaĢıyorum. Hem de iyi iĢ yapmaya baĢlamıĢtı“ dedi. Ama nafileydi. Faruk Bey„le Sait Bey beni almaya kararlıydı. Bana sordular: Rıza kaportada çalıĢır mısın?” Cevap: “Vallahi Ģefim ben bu iĢi de girerken bilmiyordum. ġimdi o iĢi de bilmiyorum.“ ġefler gülerek yanıt verdiler: “Ġyi ya, bu iĢi nasıl çabuk öğrendiysen o iĢi de öğrenirsin” dediler. “Vallahi siz istedikten sonra tabi ki, öğrenirim. Benim için fark etmez“ diye cevap vermiĢtim. Neticede beni Mustafa Usta‟dan koparıp götürdüler. Ama Mustafa Usta da be nde fevkalade birbirimize alıĢmıĢtık. Ayrılırken sadece ağlamadığımız kalmıĢtı ve bana Ģunu söyledi: “Rıza Dede çok kabiliyetli bir insansın, eğer bir kusurum olduysa hakkını helal et” dedi. Döndü Ģefe dedi ki, „Vallahi Ģefim, yanıma 15 yaĢında bir çocuk alsaydım Rıza kadar olamazdı. Son zamanda elime bir adam geçmiĢti. Onu da elimden aldınız“ dedi. Tabi ki, Mustafa Usta„nın Ģeflere böyle söylemesi benim için son derece önemliydi. Mustafa Usta sair zamanlarda benim adımı söylemezdi. Hep Dede diye anardı. Binaenaleyh 1.5 sene sonra da Dede olduğumu bütün atölye öğrenmiĢti. MUSTAFA DOĞANAY 242 Ölmeyen Çocuk Mustafa Doğanay kaporta ustabaĢıydı. Kendisi Çanakkaleli„ydi. Onun bir de lakabı vardı. Sota derlerdi. Tanımayan kimse onu Mustafa olarak tanımazdı, hep Sota olarak tanırlardı onu. Sait Güner‟i aldı, beni Sota„nın yanına götürdü dedi ki, „Sota sana Rıza‟yı getirdim“ dedi. O da çekici bıraktı, belini doğrulttu, „Sait Ağabey bana eli anahtar tutabilecek biri lazım. Rıza bu iĢleri yapabilir mi? Anahtarları tanıyabilir mi, kullanabilir mi?“ diye haklı olarak sordu. Sait Bey Sota„ya sanırım „Rıza‟dan memun olacaksın. Yanında bir ay çalıĢsın, yapamaz ise o zaman konuĢuruz.“ demiĢti. TUHAF ġEY Bu anıyı okuyacak olanlara ben soruyorum. Sait Bey„in bu yaptığı tuhaf Ģey değil mi? Ben kaportanın K„sını bilmem, ben ne anlarım kaporta ve oksijen kaynağından. Sait Bey de Ģuna dayanarak söylüyor sanırım. Rıza elektirik kaynağını nasıl çabuk kavrayabildi ise, bu iĢi de yapabilir zannıyla Mustafa Usta„ya bu güvenceyi veriyordu. Mustafa Usta„ya gelince, Mustafa Usta Ģöyle bir boynunu kırdı. Belini eğerek, „Ağa bu iĢi yapabilir misin? Eğer bu iĢi yapabileceksen, benim yanıma gel, yoksa gelme anladın mı?” Mustafa, Çanakkale Ģivesi ile konuĢurdu. Mesela „C“Leri „J“ olarak kullanırdı. Ağa kelimesini efendi, ağabey gibi anlamlarda kullanılırdı. Neyse, artık ben de Mustafa Usta„ya karĢılık da vermedim, sessiz kalmayı tercih ettim. ġimdi bu anımda da bazı noktaları özetlemek gerekiyor. Örneğin Sait Bey bana güveniyor. Yani Rıza bu iĢi yapar diye bayağı diretiyor. ġurası malum ki, ve herkes de biliyor ki, Sait Güneri Divriğili. Ben de Divriğili olduğuma göre atölyede çok çevreler kulak kabartıyor, „Sait Bey iĢ bileni de bilmeyeni de getirip atölyeye dolduruyor, hemĢehrilerine iltimas yapıyor.“ sözleri yaygındı. Öte taraftan Sota haklı olarak benden iĢ istiyor, „Bana iĢi bilen lazım“ diyordu. Buna karĢılık Sait Bey bir ay gün veriyordu. Peki bu duruma karĢılık ben kaportayı nasıl çabuk öğrenebilirdim? BEN ĠSE BU ĠġĠ MUTLAK SURETTE ÖĞRENECEKTĠM Mustafa Sota‟nın isteğine kısa zamanda cevap verebilecek duruma gelmeliydim. Ayrıca bana yardım eden Ģef muavini Sait Güneri‟yi mahcup etmemeliydim. O halde ne yapmam gerekiyordu? Bu iĢi nasıl çabuk öğrenebilirdim? Gelin aĢağıda okuyalım. 31 yaĢındayım, iki çocuğum var bu durumda. Gittim birilerinden fikir aldım. Öğrendim ki, Ulus‟ta pratik kurs veren devlet okulu, akĢam sanat enstitüsü var. Cumartesi günü öğleden sonra bu okula gittim, derhal kaydımı yaptırdım. Haftada iki gün, hafta arası 19-22‟ye arası üç saat devam edeceğim. ALEADDĠN HOCA Aleaddin Hoca„nın soyadını bilmiyorum, çok değerli, iĢ öğreten bir öğretmendi. Aleaddin Hoca yaklaĢık 40-45 yaĢlarında vardı. Bu hocanın önünde 8 ay oksijen 243 Ölmeyen Çocuk kaynak kursu aldım. Ancak ben sadece pratik kurs almakla kalmadım, Hoca„nın tarifi üzerine teknik kitaplar da almıĢ, teknik bilgiler de öğrenmiĢtim. ATÖLYEDEKĠ DURUM Atölyedeki duruma gelince, Sait Bey bir ay gün vermiĢti Ustama. Ama aradan iki ay geçmiĢti. Sait Bey gelip Usta‟ya bir Ģey sormamıĢtı. Kanımca Mustafa (Sota) Usta‟dan Ģikayet gitmeyince o da verdiği sürenin üzerinde durmak istememiĢti. Zira Usta memnun olmasaydı ġefe söylerdi. Bir gün Sait Bey eli cebinde biz bir kamyonda çalıĢırken geçiyordu. Orada Mustafa Usta‟dan ses çıkmayınca gülümser bir durumda Sota‟ya yaklaĢtı. ġöyle seslendi: “Ne o Mustafa, Rıza‟dan memnunsun galiba? Hiç sesin çıkmadı?” “Sağol be Ağa, memnunum. Rıza bu iĢi yapacak sanırım. ġimdilik bir Ģikayetim yoktur.” Mustafa benim yaĢımdaydı. Doğumumuz aynıydı. Mustafa Usta‟yla üstelik sıkı sıkıya arkadaĢ olmuĢtuk. Mustafa Sota Ustam çok değerli, çok temiz iĢ yapan, dengi bulunmaz bir ustabaĢıydı. Mustafa (Sota) biraz palavracıydı ama insanlığına diyecek yoktu. Benim hem Alevî hem de Alevî Dedesi olduğumu kısa zamanda öğrenmiĢti. Mustafa Usta Sünni inançlıydı ama namaz kılmaz, oruç da tutmazdı, rakıyı da iyi içerdi. Mustafa Usta bir de çaya çok düĢkündü. Bu usta 1.70 boyundaydı ama 55-60 kilo ancak gelirdi. 3 yaĢında bu iĢe baĢladığını hâla bu iĢte çalıĢtığını iddia ediyordu. Mustafa (Sota) Usta bir günde su bardağıyla üç bardak demli çay içerdi. Demli çay dediğim öyle normal demli değildi. Avcuyla demliğe çay koyardı, avcunun yaklaĢık ortasını dolduran çaydan sadece bir bardak yapardı. Onu içtiği zaman bir oh çekerdi. Aynı zamanda çaya Ģeker de atmazdı. Velhasıl Mustafa Ustamla çok tatlı, çok da huzurlu günlerimiz geçiyordu. Bu değerli Ustam günlerden bir gün iĢimizin az olduğu bir gün bana Ģunları sordu: “Rıza be ben görüyorum ki, baĢta Alevîler olmak üzere sana çok saygı duyan var. Nedir bu iĢin sırrı?” MUSTAFA DOĞANAY‟A CEVAP Mustafa Usta bu soruyu yöneltmekte haklıydı. Zira o da bizim servisle gidip geliyordu. Sabah iĢe gelirken, akĢam paydos edip eve giderken müessesenin servisi bizi taĢırdı. Bu servise akĢam sabah binerken bana yer vermek için önümden kalkar yerlerini verirlerdi. YaĢları büyük olsun, küçük olsun hiç farketmiyordu. Arabaya binince eğer boĢ koltuk kalmamıĢ ise ilk önüme gelen arkadaĢ kalkar beni ısrarla oturturdu. Bir süre sonra bu saygı Sünni olan arkadaĢlara da yansımıĢtı. Onlardan da önümden kalkanlar olurdu. Mustafa Usta bu hali seyredince ister istemez dikkatini çekiyordu ve merak ediyordu, „Acaba bu adamda ne var diye?“ ġimdi geçelim cevaba. „Saygıdeğer Ustam, eğer dinlemeye tahammül edersen sana özet olarak birkaç cümle anlatayım.“ „Buyurun“ dedi. „Bak Ustam, Ġslâm Dini bir bütündür. Ġslâm Dininin esaslarında ve Kur‟an‟ı Kerim‟de Ģu veya bu mezhep yoktur. Hele hele Sünnilik hiç yok. Alevîler„e gelince, Hz. Ali‟nin taraftarlarına takılmıĢ bir isimdir. Binaenaleyh bu 244 Ölmeyen Çocuk doğru verilmiĢ bir isimdir. Zira Hz. Ali‟nin ve evlatlarının, hatta hanımı Fatıma‟nın isimleri Kur‟an‟ı Kerim ayetlerinde methedilir. Hz. Ali ile Hz. Muhammed bir nurun parçalarıdır. Bunlara topluca 5 kiĢiye birlikte bir ünvan verilmiĢtir. Bu ünvanı Allah-u Teâla‟nın kendisi vermiĢtir. Bu ünvan tek cümleyle Ehl-i Beyt‟tir. Bu Ehl-i Beyt‟in birincisi Hz. Muhammed. Hz. Ali ve onun oğlu Hz. Hüseyin soyunu takip eden torunu Musa Kâzım‟dan türeyen iki nesilden birine seyyidilik verilmiĢtir. Malümunuz olduğu üzere Hacı BektaĢ-ı Veli bunlardan biridir. ĠĢte Ġslâmiyet‟te hocalık yapacak olan bu seyyidilerdir, bu neslidir. Bu nesilden gelip de Ġslâmiyet‟in esaslarını iyi bilen ve dürüst olan dedelere Alevî inancına sahip olanlar son derece saygı duyarlar. Hatta Hakkın varlığını o kiĢilerde ararlar, onların elini öperler. Bu nesil A. Kur‟an-ı Kerim‟e, B. Ehl-i Beyt‟e, C. dedelere inanırlar. Ġlk üç halifeye ve içtihat mezheplerine asla inanmazlar. Kur‟an-ı Kerim‟de olmayan manevî ve de dini ayinlere inanmazlar. ġimdi seyredilen icraatların hemen hemen tamamı Ġslâmî değildir. Hepsi icma kararından kaynaklı kendi yorumlarıdır. Mamafih bu atölyede bazı bencil softalar gözüme çarpıyor.” Sözün burasında Mustafa ikinci soruyu sordu: “Sahi Rıza (be) siz kurban keser misiniz?” “Tabi keseriz.” Mustafa tekrarladı: “Rıza (be) Ģurda bizim Ġbrahim Ağa var ya, onunla bir konuĢabilir misin?” diye ısrar etti. “Ne demek Ustam, ben sana bir Ģey soruyorum. Türkçe yazılı Kur‟an‟a inanır mısın?” “Evet”, „O zaman mesele kalmadı. Mustafa, „Biraz duralım, Ģimdi biraz sonra Ġbrahim Ağa buradan geçecek, ben onu çağıracağım. Sana onun yanında bu kurban meselesini soracağım. Sen de ona cevap vereceksin.” Cevap: “Hay hay, memnuniyetle.” Bekledik, 11.30‟da Ġbrahim Usta geliyordu. Ġbrahim Usta‟nın soyadı Pekmezci‟ydi. 54 yaĢında halen çalıĢıyordu. Adını ve atölyede bazı Alevî olanlara karĢı hocalık tasladığını da duymuĢtum. O arada Ġbrahim Pekmezci geldi. Ġbrahim Pekmezci‟nin yolu bizim servisin önünden geçerdi. Yarım saat paydostan önce abtest almaya giderdi. Yanımızdan geçerken, “Ġbrahim Ağa, biraz gelir misin?“Diye çağırdı Usta. ĠBRAHĠM PEKMEZCĠ Ġbrahim Pekmezci‟ye Mustafa Sota‟nın sorusu, “Ġbrahim Ağabey, Alevîler Müslüman mıdır? Bu bizim Rıza Alevîyim diyor da…” Ġbrahim Pekmezci‟nin cevabı: “Vallahi Mustafa, Müslüman olanları da var.” Mustafa, “Nasıl? Mesela Alevîler‟in Müslüman olmayanlarıda mı var?” “Tabi, mesela Ġslâmın 5 Ģartı vardır. Bu 5 Ģartı yerine getirenler Müslüman‟dırlar. Örneğin bizim Mümtaz‟la Rıza Ökten‟de Alevîler ama 30 gün orucu tutarlar. Mustafa ile Ġbrahim Ağa biz oruç da tutmuyoruz, namaz da kılmıyoruz. Sünni inançlıyım. ġimdi ben Müslüman değil miyim?” Yanıt: “Senin durumun ayrı. Ne gibi: misali sen 5 Ģartı kabulleniyorsun, bir zaman tutmuĢsundur da Ģimdi belki de mazeretin vardır, tutmazsın. Ama bir kesim Alevîler var ki, 5 Ģartı kabullenmiyor, doğrudan rest çekiyorlar.” 245 Ölmeyen Çocuk O günlerde de kurban bayramı yakındı. Mustafa devreye girdi, „Ġbrahim Ağa, ben Rıza‟ya birĢey soracağım müsaade edersen“ Ġbrahim, „Sor“ dedi. „Rıza, siz Kelime-i ġahadet getirir misiniz? Ve kurban bayramında kurban keser misiniz?“ Cevap: „Yoo. Ġbrahim Ağanın söylediğine göre Müslüman olmayan yani 5 Ģartı yerine getirmeyenler Kelime-i ġahadet de getirmez, kurban da kesmez.“ „Rıza be Ģakayı bırak da gerçekten cevap ver.“ „Saygıdeğer Ustam, ben bu soruyu sadece senin değil de ikinizin adına cevaplamıĢ olayım. Soruyu cevaplamadan önce ben Ġbrahim Hoca„dan istihram etsem, kurban keserken hangi duayı, nasıl okuyor ve kurban kesmenin usullerini bize söyleyebilirler mi acaba?“ Ġbrahim Hoca, „Tabi, memnuniyetle.“ Ġbrahim Hoca Arapça ağırlıklı bir kurban duası okudu. Geldik kurban kesme usullerine: „Kurbanın önünü kıbleye çeviririz, ayaklarını bağlarız. „Lailahe illalah, Allah-u Ekber“ der bıçağı çalarız.“ Peki Ġbrahim Hoca! Kelime-i ġahadetin devamında Kelime-i Tevhidi de okur musunuz?” “Kelime-i Tehvid sünnetir, onu okumasan da olur.“ „Size göre olabilir ama en azından bilmen lazım.“ Ġbrahim, “Vallahi tabi ki bilinse iyi olur ama ben Ģimdi tam olarak hatırlayamıyorum dedi.” „Peki Ġbrahim Hoca sana üç tane soru sordum. ġimdi dördüncü sorumu soracağım. Sonra sizlere bilgim dahilinde kendim cevaplamaya çalıĢacağım. Soru 4- Ġbrahim usta çok insanlardan duydum ve hocalardan da duydum ki, Kelime-i ġahadet getirenler 5 Ģartı yerine getirse de getirmese de Müslüman„dır diyorlar. Siz buna ne dersiniz? Cevap: „Vallahi Allah-u Teâla„nın buyruklarını yerine getirmeden Müslüman olunuyorsa o zaman üç cümleyi okuyanların hepsi Müslüman olması gerekir.“ „Sayın hocam, ben sana daha çok soru sorarım da cevap alamayacağım için kalsın. Eğer vaktiniz varsa ben size biraz konuĢayım.“ „Buyurun“ dediler. Ben de baĢladım konuĢmaya: „YanlıĢ konuĢursam Allah‟a sığınırım. Ġkincisi biliyorsanız siz düzeltebilirsiniz. Değerli hocam, 54 yaĢında olduğunuzu duydum. Devamlı beĢ vakti kıldığınızı, otuz günü tuttuğunu duydum ve Kur‟an okuduğunuzu duydum. Doğru mu?“ Ġbrahim Hoca göğsünü gererek „Evet, evet“ deyip geçiyor. Zavallı karĢısına neler çıkacağını, hangi bahaneyle kaçacağını hiç de aklına getirir gibi görünmüyordu. Rahmetli Feyzullah Çınar deyiĢinin bir yaprağında diyor ki; Sarığına güvenme be hey softa Gel gör de bak bizim bahçede neler var! Gerçekten Ġbrahim Hoca„nın da tam bunları konuĢurken baĢında namaz takkesi vardı. „Saygıdeğer Ġbrahim Hoca, 54 yaĢındaki bir Müslüman olarak en azından 40 yıldır hem Kur‟an okuyor, hem de Ġslâm„ın Ģartlarını eksiksiz yerine getiren bir Müslüman gerçekten Ģu durumda hoca üstü bir hoca olması gerekirdi. Maalesef 246 Ölmeyen Çocuk zatınızda olması gereken Ġslâmi bilgiler hiç de görünmüyor. Hatta bir o nisbette olgunluk da görünmüyor. Biraz sonra o olgular veya vasıflara sahip misiniz değil misiniz göreceğiz. Merak etmeyin ben sizi hakir felan görüp küçük düĢürücü kendimden kaynaklı birĢeyler söylemeyeceğim. Ancak ithamlarım olursa da sizin görüĢlerinize yanıt Ģeklinde olacaktır. Değerli Ġbrahim Hocam, önce sorularınıza gelelim. Birinci sorunuz Kelime-i ġahadetti. Alevîlikte Kelime-i ġahadet Ģu Ģekilde getirilir: EĢhedüenla Ġlahe Ġllallah ve EĢhedü Enne Muhammeden Abdühü ve Resüluhu. Kelime-i Tevhid: Lailahe illallah, Hak birsin Muhammeden Resülullah, Alisin Velüyullah Velisin Aliyüllah.” Ġkinci sorunuz “Kurban bayramında kurban keser misiniz?” Ģeklinde idi. Müsaade ederseniz bu konuyu size biraz izah edeyim. Bir kere kurban bayramı Ġslâmi değildir. Ama halkın çoğunluğu tarafından kabul görmüĢ güzel bir gelenektir. Kurban bayramı Muhammed ümmetine Hazreti Ġbrahim‟den intikal etmiĢtir. Kur‟an-ı Kerim‟in Saffat suresi 10-114. ayetlerinde geçer. Tekrar ediyorum aslına uygun kurban kesilirse toplumsal kaynaĢımın ve birlik olmanın bir kaynağıdır. Maalesef Ġbrahim Usta‟nın uyguladığı veya algıladığı gibi kurbanlar aslına uygun olamaz. O taktirde normal bir davar kesmekten farkı olmaz. Bilhassa biraz zararı ve sakıncası da vardır. Nitekim bugün Alevîler de bugünkü kurban kesme usullerine uymakta ve kesmektedirler. Yani hatayı onlar da iĢlemekteler. Kurban duasının tam Türkçe metini olarak önce selavat getirilir, sonra Ģu dua okunur: Kurban-ı halilullah, delili Cebrâil, tekbiri Ġsmail, süphanellezi üç defa Allah-u Ekber Lailahe illallah velahavle vela kuvvete illa billahil aliyyül azim. Allahu Ekber.” Kurban kesme usullerine gelince, bu benim sorumdu. Kurban önce kurban bayramı niyetine alınmıĢtır. Bu nedenle inancımıza göre o Hak lokması olarak topluma ait bir emanet durumundadır. Onu Hak‟ka kavuĢturana kadar sever ve okĢarsan, ona hizmette kusur koymamaya özen gösterirsin. Biraz önce okuduğum dua kesmende de okunur. Kurbanı kesmeden, hocanın önüne duaya götürmeden önce onun ayakları ve yüzleri yıkanır, abdest aldırılır. Güzel bir yıkanır. Hatta çokları kurbanın sırtını kırmızı, yeĢil, pembe boyayla boyarlar. Bu doğru yapılan bir hizmettir. Zira o hayvanın dili yoktur. Ama bu yapılan hizmetlerin hepsini bilir. Kurban adayı olan koç veya koyun, önceden bütün tabiat hizmetleriyle bezendirilir. Daha sonra özel bir yerde yeteri kadar bir çukur kazılır. Sonra hocanın veya duayı yapabilecek bir kiĢinin karĢısına getirilir. Kurban sahibi kurban adayının sağ tarafına diz üstü oturur Ģekilde sağ ayağını eline alır, kulağının dibine kadar kaldırır. Sıra hocaya gelir. Hoca veya bir bilen duasını okur. Bundan sonra kurban adayı artık kurban olmayı bekler. Bu adayı kazılan çukurun tam ucunda kıbleye dönük yatırır, selavat-ı Ģerifi, besmeleyi okur, lailahe illallah‟tan sonra Allah-u Ekber der bıçağını çalar. Kurban kesilme usülleri bu Ģekilde sona ermiĢtir. 247 Ölmeyen Çocuk ġimdi de gelelim kurban etinin yedirilme usülüne. Bir kere kurban eti lokma durumuna gelmiĢtir. Bu lokma dağıtılmaz, yedirilir. Kurban eti doğranır, bulgurla piĢirilir. Kurbanı kesen kiĢi veya kiĢiler zira kurbanı tek kiĢi veya aile yapacağı gibi birden çok insanlar da ortaklaĢa kesebilirler. Önce tanıdık konu komĢularını müsaitse evine, değilse münasip bir mekâna davet eder. Toplanırlar, bir cemaat oluĢur. Bu cemaata hitaben hoca, dede veya bilen biri kurbanın kültürel yönlerini anlatır. Cemaati sevgi ile barıĢa teklif eder. BarıĢtaki kasıt: oraya toplananlar birbirleriyle niyazlaĢırlar. Sonra dua okunur. Bu lokma yenir. Lokma yeme merasiminin sonunda sofra duası okunan sofrada dökülen a‟dan z‟ye kadar kırıntılar ve artıkların hepsi kazınmıĢ çukurlara doldurulur. Yani kurbandan meydana gelen kırıntı, döküntü, kan vesaire hiçbir damlası dıĢarıda kalmamaksızın toprağa gömülür. Binaenaleyh kurban bayramını icat eden Hz. Ġbrahim iĢte bu koĢullara uygun olarak yapmıĢtır. Bu koĢullar ise tamamen Ġslâm geleneklerine uygundur. Sayın Ġbrahim Pekmezci sanırım hem sorunuza cevap verebildiysem hem de kurban kesme hakkında sizlere birĢeyler aktarabildiysem mutluyum. Ġsterseniz biraz da kurban hakkında bugünümüzde uygulanan yöntemi anlatıyım.“ Dedim, „Buyurun“ dediler. „Sayın Hoca, sokakta, caddelerde bir taraftan satarken satanların meydana getirdiği pislikler, diğer yandan satın alanlar icabında üç gün önceden alıp getirip apartman bodrumlarına veya benzeri yerlere kapatırlar. Bir de o mekânlarda o hayvanların o kadar günlük yaptığı pislikler oluĢur. Rasgele yerlerde kesilir, karnı bağırsağı rasgele yerlere atılır. Bu karın ve bağırsaklar keserken kesildiği yerlerde çok kere göllenir kanları. O hayvanlara verilen zahmetler… Bu saydıklarımın hepsi yanlıĢtır. Bunun aksini iddia edebilir misiniz? O halde bütün bu meydana gelen pisliklerin kokusu günlerce kurban keseni veya kesmeyeni rahatsız etmiyor mu? Bütün bu tabiatsız iĢ yapanlara Allahu Teâlanın bir ayeti mesaj vermektedir: „Ey inananlar! Kendiniz için veya Allah için bir iĢ veya bir hizmet ederken, yaparken yanınızdakileri ve komĢularınızı rahatsız etmeyin“ diyor. Zira rahatsız olunmak Ģurada dursun ülkede zaten sağlık sorunu ileri boyutlara çıkmıĢ, her yıl bir yenisi de kurban kesimlerinde eklenmektedir. ĠĢte bu nedenle tabiatsız kesilen kurbanlar sevap kazanmanın yerine zarar vermiĢ ve hatta yapmıĢ olmuyor muyuz? Oysa ki, Ġslâm Dinin bir kuralı da temizliktir. Bu durumda bu kuralı da ihlal etmiĢ olmuyor musunuz? 5 Ģarta gelince. Sayın Ġbrahim Pekmezci, 5 Ģartın, 5 vakit namazın farz olduğunu iddia ediyorsun.“ Pekmezci, „Tabi“ diyerek cevap veriyordu. „Sayın Ġbrahim Pekmezci, dinin yasası Kur‟an‟dır. O halde 5 vakit namaz hakkında, yani gündüz 5 vakit namaz kılın diye bir emir varsa lütfen söyleyin. Ben 248 Ölmeyen Çocuk yok diye iddia ediyorum. Buyrun!“ Ġbrahim Pekmezci sadece „Vardır“ diye yanıtladı. Maalesef cevap veremedi. „Sayın Ġbrahim Pekmezci‟ye bir sorum daha Kur‟an‟ı Kerim‟de Ramazan da sayılı günlerde oruç tutun vardır. Fakat otuz gün diye yazmıyor. Buna ne dersin?“ Pekmezci bu soruyu yanıtsız bırakmıĢtır. „Sayın Ġbrahim Pekmezci, Kur‟an‟ı Kerim‟de teravih namazı diye bir konu yoktur. Eğer var diyorsanız buyurun yerini gösterin.“ Yine cevap yoktur. „Daha da sormama gerek yoktur.“ „Ġbrahim Pekmezci‟ye benim birkaç cümle söyleyeceklerim vardır. Önce bir soru? Sayın Ġbrahim Pekmezci, sizin iddia ettiğiniz konuları ben size yönelttim. ġimdi siz, sizin bildiğiniz Ģartları icra etmeyenler Müslüman değildir diyorsunuz. Dediğiniz sözde hala iddialı mısınız yoksa bilmeyerek gerekse bilerek sözünü geri alıyor musunuz?“ Ġbrahim Pekmezci‟nin yanıtı „Vallahi arkadaĢım, biz burada herhalde bir imtihan masasında değiliz ki, sözümü geri almak gibi bir tavır içine gireyim. Biz burada Ģaka muhabbet konuĢuyoruz“ dedi. „Sayın Ġbrahim Pekmezci, sizin yönelttiğiniz cümlelerin bir muhatabı da karĢında, ben de sizin icra ettiğiniz 5 Ģartı yerine getirmiyorum. Ama ben de benim yaptığım ibadet Ģeklini yapmayanlar Müslüman değildir diye atıfta bulunmuyorum. Mamafih herkesin gittiği yol kendine göre doğrudur görüĢündeyim. Zira benim söylediklerim sizin iddia ettiklerinizin tam tersidir diyorum. Eğer siz Kur‟an‟a göre ibadet yapıyorsanız iddia ettiğiniz gibi olmadığını izah ettim. Size gelince iddia ettiklerinizin Kur‟an‟da olduğuna dair yer gösteremediğinize göre siz bana karĢı haksız istinaatte bulunmuĢ olmuyor musunuz? Ben ise size kızmadan, hırslanmadan, bilhassa size sakin bir üslupla sözlerinizin yanlıĢ ve yersiz olduğunu ispatladım. Eğer siz yenilgiyi kabul etmiyor üstelik karĢı muhatabınızı da incitmedim diyorsanız, o taktirde ben sizin hem insanlığınızdan hem de Müslümanlığınızdan Ģüphe duyarım.“ Ġbrahim Pekmezci bu son konuĢmalarım karĢısında artık itiraf etmek zorunda kalmıĢtı, „Eğer sizi incitti isem, Ģahsınızdan özür dilerim“ dedi. Ben de kelimelerimi biraz daha yumuĢak söylemeye özen gösterdim. „Sayın Ġbrahim Pekmezci, ben naçizane, görev yapmıyorum. Ama bir dede ocağı soyundanım. Bu nedenle tarafsız bir dede olarak size tavsiyem Ģudur. Bundan böyle Alevîler hakkında hiçbir yerde, hiçbir Ģekilde kötü ve aĢağılayıcı atıfta bulunmayın. Alevîler iddia ettiğinizin tam tersidir. Kur‟an‟ı Kerim‟e, Hz. Muhammed‟e ve Ehl-i Beyt‟ine sımsıkı bağlıdırlar. Bu gerekçe ve düĢüncelerle Alevîler hatti zatında Ġslâmın özüdürler.“ MUSTAFA DOĞANAY‟DAN AYRILMAM Mustafa Usta„nın yanında tam iki sene çalıĢtım. Bir gün yine atölye Ģefi Faruk Bey yanında muavini Sait Bey ile yine geldiler. Benim aklıma Ģu geldi: „Eyvah! Bunlar beni rahat koymacaklar. Beni burada da koymayacaklar.“ DüĢündüğüm çıktı. 249 Ölmeyen Çocuk Biraz o yana bu yana bakıĢtılar. Ustaya sordular: „Mustafa, küçük Ģase arabaları büyük Ģase arabalardan ayırmak istiyoruz. Küçük Ģasenin baĢına kimi vereceksin?“ Bir de baktım Usta beni gösteriyordu. Meğerse ciddiymiĢ, Ģaka felan değilmiĢ. Hemen bir gün sonra Sait Bey geldi, Mustafa Usta‟ya liste tutturdu ve beni mubayeci Fevzi Bey‟in arabasına bindirdi. Dedi ki, „Bir atölyeye ne lazımsa, takım taklavat alacaksın. Bunlar senin zimmetinde olacak ve küçük Ģasenin kaporta ustabaĢı olacaksın, orayı idare edeceksin demez mi?“ Evet, Sait Bey dediğini yaptı. Aslında Sait Bey‟in gayesi Ģuydu: benim birilerinin emri altında çalıĢmamı ve ezilmemi istemiyordu. Benim bir yerlere gelmem için en azından bir idareci olmam için elinden gelen çabayı sarf ediyordu. Allah için ben de onu mahçup etmiyordum. Yani gerçekten elime aldığım iĢi Allah‟ın izniyle yapıp çıkarıyordum. Bunu fark edip hazmedemeyenler Ģefe gammazlıyorlardı. Atölye Ģefimiz Faruk Bey birgün geldi, atölyeyi daha yeni baĢlattığımın ilk haftasında, „Sana bir kamyonet vereceğim. Eğer bu arabayı toparlarsan buranın ustabaĢı olacaksın“ dedi. Bahsettiği araba ise 1957 Ģavrole, 2.5 tonluk kamyonet. 11 yaĢındaki araba. Atölyede ondan baĢka 57 model kamyonet yoktur. Araba çalıĢmıyordu, hurdaya atılmıĢ bir köĢede duruyordu. Parçalarının her biri bir tarafta, çok parçası yoktu. Yani Faruk Bey„in kanaatine göre ben o arabayı imkanı yok toparlayamayacağım. Gerçekten haklı da. O araba aklı baĢında bir kaportacının baĢarabileceği bir iĢ değildi. Zira, baĢka model bir arabanın parçası diğerine uymaz. Daha Türkçesi o arabaya yapılan masraf kayıp edilen emek karĢılığı sıfırını garanti alır. Sait Bey olayı duymuĢ, geldi. Boynunu o yana bu yana büktü ama nafile. Ben dedim ki, „Sait Bey, hiç üzülme. Sizin ve Allah‟ımın sayesinde ben onu baĢaracağım ve senin de yüzünü ağartacağım“ dedim. ġunu söyledi: „Sait Bey kasti yapıyor. Pezevenk!“ Neyse, ben de gittim pazarlık ettim, dedim ki ,“ġefim, bu araba 57 model, arabanın parçaları yok. Bu araba uydurmasyon bir Ģey olacak. Bu arabayı toplayabilmem için; 1. Üç ay zaman isterim, 2. Yanıma bir de arkadaĢ isterim, 3. Bu süre içerisinde baĢka iĢler vermeyeceksin.“ Faruk Bey‟in kendine göre ben o arabayı yapamayacaktım. Bu nedenle her ne istedimse kabul ediyordu. Ama Faruk Bey bu sefer de kaportadan oksijendan hiç anlamayan elektrik kaynakçısı olan Mahmut Kabadayı arkadaĢı benim yanıma verdi. Mahmut ise Divriğili ve hemĢehrimdi. Mahmut‟un yanıma gelmesine memnun oldum. Ama ben zaten iki yıllık bir kaportacıyım, Mahmut ise kaportadan hiç anlamıyordu. Bu Ģartlar altında arabayı sökmeye baĢladık. Gece gündüz uyumuyorum, „Allah‟ım sen bana bir yardım et. Ne olur beni mahçup etmeyesin“ diye gece rüyamda dahi Allah‟a yalvarıyordum. Arabanın en ufak parçasına kadar söktüm, dağıttım. BaĢladık yapmaya. Mahmut arkadaĢım sadece boyaları yakmak için oksijen hamlacanı tutuyordu. Oksijen kaynağı yapamıyor, eğri yerlere çekiç vuramıyordu. Sadece boyalı yerleri yakıyor, çamurlukların alt kısımlarını temizliyor, kazıyor, yardım edebiliyordu. Arabanın kapı camları krikolarını tamamen kendim uydurma yaptım. Maalesef Faruk Bey sözünde 250 Ölmeyen Çocuk durmadı. Arada bir yine de baĢka iĢler de veriyordu. Buna rağmen ben yine arabayı üç ay dolmadan yaptım, meydana getirdim. Mustafa Usta„ya önce bir kontrol ettirdim. Mustafa dedi ki, „Aferin Rıza! Vallahi benim el vuracağım hiçbir yeri kalmamıĢ. Sen bu arabayı macuna ver, Mehmet Usta buna bir macun, bir de astar atsın. Sonra boya atmadan yine arabayı buraya getirirsin.” dedi. Ben de gittim vaziyeti Mehmet Usta„ya anlattım. Mehmet hemen geldi, motorunu da koydurmuĢtum, Mehmet arabayı götürdü. Üç ay bitmeye 3-4 gün vardı. Faruk Bey„e gittim, haber verdim. Arabayı macuna verdiğimi söyledim ve iĢ istedim. Faruk Bey yüzüme baktı, “Vay be! Ġnanılır Ģey değil.” dedi. „Aferin!” dedi, “Hele bir macun yapılsın bakalım.” dedi. ARABANIN MACUNU BĠTMĠġTĠ Bereket boyacı da hem hemĢehrim hem de iyi konuĢtuğum çok sevimli bir çocuktu. Kendisi Divriği‟nin ÇamĢıhı yöresinden bir köydendi. Mehmet Çınar, can bir arkadaĢtı. Sonunda o da ailece Avusturalya‟ya gitti. Tam 28 sene oldu göremedim. Neyse gelelim konumuza. Mehmet arabayı bir güzel macun yapmıĢ, astar boya atmıĢ, arabayı bir sabah daha iĢe baĢlamadan aldı getirdi. Araba daha boyası tam atılmadan bile öyle bir olmuĢ ki, Mehmet dedi ki, “Rıza abi, bunu sen mi kaporta ettin?” Ben de „Evet” dedim. “Vallahi Rıza Ağabey, bu arabayı sen tek baĢına kaporta yaptıysan, sen ustabaĢılığını haketmiĢsin. Faruk Bey‟in bu arabanın beğenmeyeceği hiçbir Ģeyi kalmamıĢ.” “Sana bir Ģey söyleyem mi?” Mehmet, „Buyur Rıza Ağabey” dedi. „Benim bu arabayı yapmama imkan ve ihtimal yoktu. Zaten Faruk Bey de yapamaz diye bana bunu verdi. Bu arabayı yapabilmeme ceddimiz yardım etti. Ġnanın buna ben üç aydır gece gündüz uyumadım. Ona yalvardım ya Rabbim, ceddim Garip Musa Sultan, Hüseyin Abdal Sultan yüzüsuyu hürmetine bana yardım et. Beni mahçup etme dedim. Ġnanır mısın, Mehmet sanki bana birisi gelip söylüyordu: “Merak etme sen o arabayı yapacaksın. Hem de öyle bir yapacaksın ki, herkes beğenecektir” deniyordu. Ustam Mustafa‟ya bazı yerlerini sadece sordum. Fakat Mustafa hiçbir parçasına el vurmadı. Nitekim sana arabayı getirmeden önce onu çağırdım, kontrol etti. O da senin gibi çok güzel olmuĢ dedi. Arabayı sen doğrudan Mehmet‟e ver macun yapsın dedi. Ben de sana geldim. ġimdi sen de sağol belli ki, bu arabayı ben yaptım diye ayrı bir özen göstermiĢ, çok imtinalı bir iĢçilik sarf etmiĢsin. Çok çok teĢekkür ederim Mehmet. Sevgili Mehmet Ustam. Sen ÇamĢıhı‟lısın. Ben de Pengürtlü. Sen Hüseyin Abdal Sultan soyundan, ben de Seyit Garip Musa soyundanım. Her ne kadar dedelik yapmasak da eğer biz o zatlara layık birileri olabilirsek onlar bize çok Ģey verir. Yeter ki, onlara kulluk edelim ve çalıĢalım.” 251 Ölmeyen Çocuk Ben 27 mayıs 1970 yılında Almanya‟ya gittim. Mehmet Çınar benden kısa bir süre sonra Avusturalya‟ya gitmiĢ, orada on sene sonra öldüğünü duydum, Allah rahmet eylesin. FARUK BEY Mehmet‟le bu konuĢmayı yaptıktan sonra gittim. Faruk Bey‟i çağırdım, geldi. Faruk Bey arabanın sağına geçti soluna geçti. Kapılarını açtı örttü, kaputunu açtı kapattı, çamurluklarına baktı. Faruk Bey‟in yüzü gülüyordu. Belki de içinden bu araba fabrikadan çıkmıĢ, burada yapılmamıĢ diyordu. Faruk Bey döndü yüzüme baktı, “Vay be! Acemi ustalar…” diye söylendi. Faruk Bey, „Bana Mustafa‟yı çağır.” dedi. “Peki Ģefim!” Hemen koĢtum Mustafa Usta‟yı çağırdım. “Mustafa bir de sen bak bakalım, Ģu arabayı acemi ustalar yapabilmiĢler mi?” dedi. Mustafa zaten arabayı a‟dan z‟ye kontrol etmiĢti. Faruk Bey‟e karĢı bir daha baktı. ġöyle dedi: “Vallahi Ģefim, bu araba fabrikadan çıkmıĢ. Helal olsun Rıza‟ya hiç bu kadar ummazdım. Vallahi ben de yapsam bundan iyi yapamazdım Ģefim.” Faruk Bey tekrar etti, “Yani sence Ģimdi Rıza ustalığı haketti mi?” “ġefim Rıza‟ya güvenmeseydim zaten buraya göndermezdim. Yanımda sekiz yıldır çalıĢan SatılmıĢ var. Çok güzel kaportacı olan Hüseyin vardır. Ama yanımda henüz iki yıldır çalıĢan Rıza‟yı ben size münasip gördüm. Rıza‟da olağanüstü bir kabiliyet vardır.” Faruk Bey taĢ gibi kesildi. Hiçbir cevap veremedi. Dudadığının ucuyla sadece istemeyerek „Aferin” dedi o kadar. Faruk Bey‟in ne yapması gerekirdi? Önce Ģunu söylemek gerekir ki, Faruk Bey adına ben insanlığımdan utandım. O arabayı yaparken ben olmayım kim olursa olsun iki yıllık bir kaportacı eleman 1957 model 12 yaĢındaki her parçası bir tarafta kalmıĢ. Hasarlı bir arabayı o hale getirebildiyse, onu daha da ileriye doğru baĢarı dilekleriyle tebrik ederek en azından ona bir ödül Ģeklinde derhal ustabaĢılığa terfiye ettirip daire baĢkanlığına bir rapor yazarak bir üst terfiyeye yükseltmek isteyemez miydi? Bir elemanın daha iyi iĢler yapabilmesi hevesle çalıĢabilmesi için böyle bir teĢvik yöntemini kullanması gerekirdi diye düĢünmüĢtüm. Ama Faruk Bey„de atölye idarecisi olmakla mesleğine uygun bir kabiliyet göremediğime üzülmüĢtüm. Faruk Bey daha sonra neler yaptı aĢağıda okuyacağız. Kaporta yapılan bir atölyeye kanal yaptırmıyordu. Arabaların altına yatacağız diye dört kat oluyorduk. Bu kanal Mustafa„nın tarafında da benim tarafımda da yoktu. Binaenaleyh bir gün taksi arabasının ön tamponuna civata takmak için ön taraftan altına doğru yatmıĢtım. Civatayı parmağımla döndürürken civatanın anahtar tarafı deliğe gelmiĢ. Faruk Bey de o sırada gelmiĢ eli cebinde bana bakıyormuĢ. O esnada Ģu kelimeyi söyledi Faruk Bey: „Vay eĢek kafalı vay.“ Atölye Ģefimden ben terfiye beklerken beni aĢağılayıcı bir kelimeyle tenkit etmesi bardağı taĢırdı. Faruk Bey kendisi gitti, ben kalktım, Mahmut arkadaĢım takımlarla uğraĢıyordu. Yanına vardım, „Mahmut“ dedim, kafayı kaldırdı baktı ki, benim rengim atmıĢ. Mahmut, „Ne Dede, bir Ģey mi oldu?“ „Faruk Bey„in söylediğini iĢitmedin mi?“ „Hayır“ dedi Mahmut devam etti: „Faruk Bey„den zaten o beklenir. BaĢka bir Ģey beklenmez ki. Odun gibi 252 Ölmeyen Çocuk bir adam. Biz onu Ģimdi mi öğreneceğiz?“ Mahmut devam ediyordu: „Bir takım oruç tutan yobaz usta baĢları var biliyorsun. Faruk‟un kendisi de oruç tuttuğu için o bağnaz yalakalarının ĢiĢirmesiyle oruç tutmayanlara iĢte böyle sanki düĢman gibi muamele yapıyor. Faruk Bey bizi burada istiyor mu sanıyorsun?“ Mahmut bu konuĢmaları yaptıktan sonra, „Mahmut!“ dedim. „Buyurun Dede“ dedi. „Bir çay yapalım da içelim mi?“ „Olur hay hay“ dedi Mahmut. Zira bir tane elektrik ocağımız vardı, bir de çaydanlığımız vardı. Mahmut hemen çaydanlığı ocağa koydu. Biz baĢladık ileri geri dedikodu yaparken ben Mahmut‟a patladım: „Ben bu atölyeden gideceğim Mahmut“ dedim. Mahmut bu kelimeyi duyunca güldü ve sordu: „ĠĢ bulma kurumunda kaydın var mı?“ Cevap: „Hayır“ Atölyemizde motorcu Hıdır da vardı. O arada o da geldi. O arada dıĢarıda çalıĢan bazen bir araya gelip sohbet ettiğimiz Çorumlu AĢır vardı. O da geldi. Dört kiĢi olduk. Çayımız demlendi, bardaklarımızı doldurduk. Mahmut söze baĢladı: „ArkadaĢlar, bizim Rıza Dede Almanya‟ya gidiyor.“ Hıdır‟la AĢır sandılar ki, gerçekten herĢeyi bitmiĢ de gidecekmiĢim Ģeklinde algılamıĢ olacaklar ki, „Allah Allah biz niye duymadık Ģimdiye kadar?“ diyerek hayrete kapıldılar. Oysa ki, Mahmut matrak olsun diye söylüyordu. Bizim Mahmut da kolay kolay güldüğünü belli etmezdi. Mahmut birden bire patladı ve gülücük attı. Hıdır‟a ve AĢır‟a „Yahu siz de gerçek sandınız. Dede daha yeni kayıt olacak, kâğıdı çıkacak, ondan sonra gidecek.“ ġimdi bu arkadaĢların üçü birden ellerini ellerine vurarak yüksek sesle gülmezler mi... Ama ben gülmüyor ve onları izliyordum. „Siz gülün bakalım. Bir gün kâğıdı alır karĢınıza dikilirsem o zaman da gülecek misiniz?“ Hıdır, „Yahu Mahmut, Rıza Dede ya o dedeliğine güveniyor ya da bir bildiği var.“ Meğerse bu arkadaĢlarımızın üçü de iĢ bulma kurumunda kimi dört, kimi üç, kimi iki yıldır kayıtları varmıĢ ve çağrılmamıĢlar. Onun için gülüyorlarmıĢ. ġimdi bunlara dedim ki, „Yarın siz biriniz benim kartımı Ģefe imzalatır mısınız?“ Mahmut, „Olur“ dedi. „Ben de yarın öğlene kadar gideceğim. ĠĢ bulmaya kaydımı yaptıracağım“ dedim. O günkü sohbetimiz bitmiĢti. Ġġ BULMA KURUMUNDAKĠ MEMUR AHMET BEY 07 Mart 1970 Sabahleyin erken kalktım. Saat yedide Maltepe yurtdıĢı iĢ bulma kurumunun önünde az bir kuyruk oluĢmuĢtu. Ben de vardım kuyruğa durdum. Saat dokuza kadar yaklaĢık kuyruğa duranların sayısı üçyüze ulaĢtı. Sıram geldi, bir memurun önüne durdum. Memurun adının Ahmet olduğunu öğrendim. Memur Laz Ģiveli biriydi. Kaydımı yaparken sordum: „Ahmet Bey, acaba bize sıra gelir mi?“ dedim. „2.5 aya kadar sana kâğıt gelir.“ demez mi? Ben memurun önünden ayrılmadan bir daha sordum: „Abi nasıl olur bu?“ diye sormaya bırakmadan Ahmet Bey beni terslemiĢti: „Yahu git be baĢımdan. Bu kalabalıkta bir Ģey söyledim. Gelip gelip soru soruyorsun, git baĢımdan“ demez mi? Özür dileyerek memurun önünden ayrılmıĢtım. 253 Ölmeyen Çocuk Gelelim ikinci güne. Ġkinci gün daha iĢbaĢı yapmadan arkadaĢlar baĢıma toplandılar.“ Ne oldu Dede? Ne zaman gideceksin Dede?“ Ģeklinde matrağa alıp soruyorlardı. Ben de, „2.5 ay sonra kâğıdım gelecek“ deyince arkadaĢlar yine yüksek sesle gülüyorlardı. Bir Çorumlu daha vardı. Kendisi Alevî inançlıydı, adı da Ömer‟di. O da sık sık gelir sorardı: „Ne zaman gidiyorsun Dede?“ ġimdi bu Almanya iĢini ileri de tekrar devamını yazmak üzere beklemeye koyalım. Geçelim baĢka bir anımıza. BĠR ÇOCUĞUM DOĞACAK 1959 doğumlu, 1964 doğumlu iki tane kızım vardı. Ġkinci çocuğum 1964 doğumlu. Aradan 4.5 sene geçmiĢ, hanım tekrar hamile kalmıĢtı. O zamanlarda gerek mahalledeki çevrem, gerekse iĢ yerindeki çevrelerim ve ben de baĢta olmak üzere doğacak çocuğun oğlan olmasını bekliyorduk. Oğlan olsun, kız olsun derken özellikle iĢ yerimdeki arkadaĢlarım gelip takılırlardı: „Dede çocuğun kız mı oğlan mı doğsun?“ Cevap verirdim: „Ben oğlan bekliyorum ama Allah bilir.“ Bu beklentimden fırsat bulan Çorumlu Ömer ArkadaĢ, bir baktım yanına iki tane de arkadaĢ almıĢ, „Dede sana bir müjdem var.“ Cevap: „NeymiĢ Ömer müjden?“ Ömer, „Bak Dede, ben bugün rüyamda gördüm. Senin bir oğlun olmuĢ.“ „Eee?“ „Adı Ömer, oğlunun adı Ömer diye öyle bir zenginleĢmiĢ ki, büyük bir iĢ adamı olmuĢ. Unutma senin çocuğun oğlan olacak adını ya Ömer ya da Osman koyacaksın.“ Ben ise birden bire fırlamıĢım, „Hasiktir ulan Ģurdan, benim oğlum ne Ömer ne de Osman ne de Bekir olsun, ne de zengin, eğer öyle olacaksa ölsün daha iyi.“ deyince bu arkadaĢlar kızacakları yerde güle güle belleri kırıldı. Atölyeyi yıkarcasına kahkaha atıyorlardı. Soruyorlar, „Yahu Dede, sen Ömer‟den, Osman‟dan ne kötülük gördün de bu kadar kızıyorsun.“ Cevap: „Vallahi Ģimdiki Ömer‟leri Osman‟ları bilmem de, Ģimdiye kadar çektiklerimiz halife olan Ömer‟le Osman‟ın elinden olmuĢtur. Onların çaktıkları kazık hala çıkmamaktadır. Eğer siz de onları sevmiyorsanız niçin adınızı Ömer, Osman koydunuz bilemem?“ Bu sefer de bu konuĢmaya gülüyorlardı. „Neye gülüyorsunuz? Canım ben doğrusunu ve ciddiyi söylüyorum demek ki, siz o kiĢilerin koymuĢ olduğu yasaları beğeniyorsunuz ki, adını kendinize vurmuĢsunuz?“ Velhasıl günü, saati geldi. Bir oğlum dünyaya geldi. Bir oğlum dünyaya geldi ama oğlumun doğumunda alamet oldu. Vakti gelmiĢ olmasına rağmen hanımı Doğumevi‟ne yatırdık, 3 gün yattı. Hanım doğum yapamadı. Doğum evinden çıkardılar, eve getirdim. Hanım gecikmenin dördüncü günü evde doğum yaptı. Doğumda ebelik yapan öğretmen komĢumuzun hanımıydı. Allah razı olsun bu hanımdan, ebelikten anlıyormuĢ. Doğumu yaptırmıĢ ama ben eve geldim. Ebe dedi ki, „Bu çocuk çok zor ve gecikmeli doğdu, 10 kilogram geliyor kanımca bu ağırlık anolmaldir. Çok ĢiĢmiĢ. Bir gün dursun eğer ĢiĢlik inmez ise doktora götürün.“ dedi. Biz de bir gün bekledik. Bereket çocuğun ĢiĢliği indi. 254 Ölmeyen Çocuk Çocuk 4.5 kilo oldu. Bu nedenle de 19.3.1969‟da doğmasına rağmen bir gün sonra 20.3.1969‟da yazdırdım. Gelelim sonrasına. Doğum izini almıĢtım. Bu iznim bitmiĢti, atölyeye döndüm. Daha iĢ yerine varmadan mahallede servis arabasına bindim. Atölyeye varana kadar bir tek ağlamadığım kaldı. Kimi arkadaĢlar Ģaka, kimisi de ciddi olmakla beni bezdiriyorlardı. „Niçin Ömer, Osman, Bekir koymadın? Adam rüya görmüĢ sana oğlan olacağını söylemiĢ. Demek ki, bu iĢte bir keramet vardı. O nedenle bu isimlerden birisini koysaydınız oğluna bir zarar gelmezdi ve de kısmeti bol olurdu. ĠĢte bu gibi Ģaka sözlerle bana takılıyorlardı.“ Servisimiz atölyenin kapısına geldi. Atölyeye girdim, hakeza iĢe baĢlamadan AĢır‟la Ömer gelip baĢımda bittiler, „Ooo Dede hayırlı uğurlu olsun. Oğlun olmuĢ. Adını ne koydun?“ „Oğlumun adı Garip. Bu ad babamın adıdır. Aynı zamanda ceddimizin de adıdır.“ Ömer baĢladı söze: „Bak Dede, ben sana oğlun olacak dedim. Oğlun oldu. Adını da Ömer veya Osman koymazsan oğlan da ölürse sana söylemedim mi artık.“ Ömer‟e Ģaka da olsa cevap vermem gerekiyordu: „Ömer, bak arkadaĢım, artık bu Ģakaları kes. Öyle 10 tane oğlum ölse yine adlarını Ömer, Osman, Bekir felan koymam. Zira bizler ölümden felan korkmayız. Aynı zamanda paraya pula da satılmayız.“ „Ömer amma da yaptın Dede haa. Yani Ģimdi biz paraya pula satıldık mı?“ „Sen değil, ama besbelli baban dünya malına satılmıĢ. Baban sağ ise git Dede böyle söyledi de ve hadi burdan git. Daha da bu Ģakayı yapma tamam mı?“ Ömer‟le arkadaĢları gittiler. Oğlumun doğum olayı da burada noktaladı. Bu oğlum Ģu anda Almanya‟da 28 yaĢındadır. Aşağıdaki Anımı yukarıda yazmam gereken anımı unutmuş olduğumdan yer değişti. * Birinci baskıyı okuyanlardan özür dilerim. KÖYDEN ANKARA‟YA GÖÇ OLAYI Köyden göç etme olayı anıma baĢlarken Pir Sultan Abdal‟ın bir Ģiirini hatırlatmadan geçemedim. Buralardan gider olduk, Yarenlere selam olsun. Bilmeyenler bilsin bizi, Bilenlere selam olsun. Pir Sultan bu Ģiirinde Ģu mesajları veriyordu. Bu yurtları bize haram ettiler, bizi bir türlü anlayamadılar ya da anlamak istemediler. Ama bu yurtlarda kalanlar, biz gittikten sonra anlarlar bizi. Zira bizi anlayanlara yine selam olsun. SEBEP ve GEREKÇELER ġÖYLEDĠR Köyden göçmeye sebep, a. okul ve eğitim meselesi, b. ulaĢım sorunları, c. iĢsizlik sorunları, d. uyum sağlama sorunu. Binaenaleyh köyde küfür var, kavga var. 255 Ölmeyen Çocuk Bizde de bütün bunlar olmayınca, ya hapse ya da mezara gireceksin. Bu nedenle köyden Ankara‟ya göçme kararı almıĢtık. Tabi ki; dedelerimizin, babalarımızın ömrünü tükettiği, bizim de yarı yaĢımızın geçtiği yurdumuzu terk etmek o 200-300 yıllık hatıraları bir celsede geride bırakıp terk etmek kolay olmamıĢtı. Belki de göçme olayın üzüntüsü birkaç ayın içinde birkaç yıllık ömrümüzü eksiltecekti. Sonra onca yılın komĢuluğu, yöre halkından kopmak kolay değildi. Ama ne çare ki, yukarıda da bahsettiğim gibi mecburiyetlik hasıl olunca ölüm pahasına da olsa, artık her Ģeyden kopmak zorunda kalıyorsun. MEZAR KALDIRMA Eskiden bu gibi ananelerde mezar kaldırma olayı vardı. Yani o ülkede anan baban ölmüĢ, mezarları o ülkede kalıyor görüĢüne bağlanarak onların canı için bir kurban keseceksin, yedirip içireceksin, Kur‟an okutacaksın, helallik alacaksın, helallik vereceksin. Biz de öyle yaptık. Babamızın anamızın mezarlarını onardık, beğenilir derecede bir tane koç aldık, bulgurla karıĢık etli pilav, fasülye yahnisi, helva yaptık. Ve köyümüzü 7‟den 100 yaĢına kadar bizzat kendimiz kapılarına kadar giderek davet ettik. Köyün tümünü evimize topladık. Kurbanımız yenildi, içildi, dua edildi. Kur‟an okundu, en son sıra helallik almaya geldi. Evimizin hesabına ben edep erkân oldum: „Ey komĢular! Bir helallik vardır ki, o insan ölmüĢtür. O teneĢire çıktığında hoca onun adına halktan hellallik ister. Ama o ölüdür konuĢamıyor artık. Onun sizlerde alıp vereceği de olsa artık ne verebilir, ne de alabilir. Ona helallik verseniz de vermeseniz de hiçbir Ģey değiĢmez. Esas helallik sağ iken verilir, alınır. ġimdi biz sağız. Ama aranızdan ayrılıyoruz. Bizim sizlerde hiçbir Ģekilde alacağımız yoktur. Bizden yana hakkımız helal olsun. Eğer sizlerin alacağı vereceği varsa, veya ağrımıĢ incimiĢ varsa, iĢte biz burdayız. Bizi borçlu ve küskün göndermemenizi sizlerden rica ediyoruz“ deyince, bir de baktım ki, milletin gözleri dolmuĢ, yaĢ oluk gibi önlerine akmaya baĢladı. Belki yarım saat, kapıdan içeri hepsi hüngür hüngür ağladılar. Ama nafile idi, bizim artık geri durmamız imkansızdı. HELALLEġTĠĞĠMĠZ GÜNÜN SABAHI ĠLE YOLCULUK Kars‟tan gelip Ankara‟ya giden posta treni saat 12.00‟de bizim köyün önünden geçiyordu. Köyün önünde de durak vardı. Durağa gitmek üzere evden çıkacağız. ANNEMĠN GĠTMEMESĠ Annem, „Ben bu köyden ve evimden gitmem.“ Diyor, bir daha demiyor. Anneme ne kadar yalvardıysam „Yok“ diyor. „Ölürüm de ben gitmem.“ diyor. „Benim ölüm burada kalacak.“ diyor. Kızların iki tanesi de köydeydi. Onlar da baĢından hiç ayrılmıyorlardı. Annelerinin yanından gitmiyorlardı. Ama faydaları da olmuyordu. Daha ziyade zararları oluyordu. Köydeki bacılarımın birisi büyük Ablamız, birisi de 256 Ölmeyen Çocuk benden altı ay büyük olan bacımdı. Aslında anılarımın annemle ilgili bölümlerinde belirttiğim gibi öz kızlarının annesidir. Benim ise üvey annemdir. Bu duruma rağmen Analığımın beni bir buçuk yaĢında annemin ölümünden sonra büyütmüĢ olmasından dolayı ben öz kızlarından daha iyi bakıyordum. Binaenaleyh eğer annemin isteğine uysam, köyde bıraksam annemin ilerisi kötü olacaktı. Onunla ilgilenen olmayacak, ona gereği kadar bakamayacaklardı. Bu durumu kendileri de bildiği halde ileriyi göremiyor, sadece o günün heyecanının etkisinde kalıyorlardı. Aynı zamanda biz Ankara‟da olmamızla haliyle kendisinden ilgimiz zaman içerisinde kesilecekti. Örneğin bütün bu durumları göz önünde, babamızdan tek emanet ve de tek hediye olan annemizi ne yapıp yapıp beraberimizde götürmem lazımdı. Zira bu annemiz babamızdan emanet olduğu kadar, annemizin kendi babası tarafından da bizzat bana emanet edilmiĢti. Ġleriki sayfalarda annemin babasıyla, kardeĢiyle, aynı zamanda kendisinin hastalıklarıyla ilgili anılarım olacaktır. ġimdi tekrar dönelim annemin köyden nasıl çıkaracağıma. Onu çok fazla hırpalamadan nasıl bir yöntemle götürebileceğimi, bu yöntemleri düĢünürken aklıma gelen Ģu oldu. Bir kere evdeki çoluk çocuk, hanımlar, bacılarım, vesaire yakınlarım durağa gitmek üzere evi terk etsinler, evde annemden baĢka kimse kalmasın. En son annemle hellalleĢip çıkan ben olacağım. Böylece onu götürmeye muvaffak olacaktım ve bu yöntemi uyguladım. Hepsi yolcu oldular. Annemi rahat bir yere oturtmuĢtum. Benim kendisini kucaklayıp götüreceğimden habersizdi, hatta aklından bile geçmezdi. Evde kendisinden baĢka kimse kalmamıĢtı. Yalnız Ģunu da ilave etmeden geçmemek gerekir, bu ev annemin. Evi terk edeceği tarih de tam tamına 50 yıllık eviydi. Babamla 13 yaĢında evlenmiĢ, aynı zamanda 63 yaĢındaydı. Binaenaleyh o ev de ona hem kayınbabasından hem kaynanasından ve hem de kocasından emanet kalmıĢtı. Zira bu yazdığım kiĢilerin hepsi de ölmüĢ, eve ilk gelen gelin olarak sadece annem kalmıĢtı. Böylesine tarihi hatıraları bir anda silip atmak dile kolaydı. Gerçekten düĢündüğü zaman insanın kemikleri sızlıyor ve ona hak vermemek elimde değildi. ĠĢte bütün bunlar benim beynimi durduruyordu. Onu terk etmek de elimden gelmiyordu. Dolayısıyla her ne olursa olsun zor fendi bozuyor, istikbal ve de günün koĢulları herĢeyin önüne geçiyordu. Annemi nasıl kucaklayacaktım? Annemin önüne diz üstü edep, erkan olarak oturdum. Bir dua okudum. Okuduğum dua da Ģuydu: Bismillahirrahmanirrahim. Bu ocaktan geçmiĢlerin ruhuna, Elhamdülüllah-i Rabbil-alemin Errahmanir Rahim. Maliki yevmiddin. Ġyyakenabüdü ve iyyake nesteiyn. Ġhdinas-sıratel müstakiym, Sıretellezine en-amte aleyhim. Gayril mağdubi veladdalin amin. Bismillahirrahmanirrahim. 257 Ölmeyen Çocuk Kulhuvallahu ahat. Allahüs samed, velem yelid, velem yüled, venahatın Allah-u Ekber. Bismillahirrahmanirrahim. Allahmmeselli ala seyyina Muhammed vela ali Muhammed ya rabbim. Hz. Muhammet Mustafa ve Ehl-i Beyt‟in yüzü suyu hürmetine beni bağıĢla. Ya Rabbi Ġmam Aliyyül Murtaza, Ġmam Hüseyin Kerbela‟nın. Ġmam Hasan Hulki Rıza‟nın. Ġmam Muhammet Bakır Baka‟nın yüzü suyu hürmetine. Ġmam Cafer-i Sadık‟ın. Ġmam Musa-i Kâzım‟ın. Ġmam Aliyyül Rıza‟nın, Ġmam Muhammet Taki‟nin; Ġmam Muhammet Naki‟nin yüzü suyu hürmetine beni bağıĢla ya Rabbim. Ġmam Hasanü‟l Askeri‟nin, Ġmam Mehdi Liva Sahip Zaman‟ın yüzü suyu hürmetine beni bağıĢla ya Rabbim. Bu ocakta kesilen kurbanların ve piĢen lokmaların ve yine bu ocakta yapılan duaların gelmiĢ geçmiĢ pirlerin ve mümin kulların yüzüsuyu hürmetine beni bağıĢla ya rabbim. Ve el fatihayı bir daha okuduktan sonra anneme „Beni bağıĢla.“ dedim. Nasıl kucaklamamla omuzuma heybe gibi attım. Yüzü arka tarafa dönük ayakları öne doğru sallanarak yürüdüm. Zaten annem hafifti. Çok gelse 45 kilo ancak gelirdi. Annem bağırıyor, çağırıyor, çok da terk-i edep küfürler ediyor. Ama nafile annemi sım sıkı tutmuĢ bırakmıyordum. Köy halkı olduğu gibi durağa dolmuĢ bekliyorlardı. Bir de baktılar ki, annem benim omzumda çırpınıyordu. Tabi biraz da matrak geldiği için insanlar haklı olarak gülmeye baĢladılar. ġimdi annem bu sefer de „Beni indir. Ben kendim giderim.“ demeye baĢladı. Annem insanları da görünce artık utandı. Ben de kendisine dedim ki, „Bak anne, halkın içerisinde geri gidem felan dersen, vallahi seni indirmeyeceğim. Yemin et kendi gönlünce halkınla görüĢüp trene bineceğine, seni sırtımdan indireceğim. Yoksa tren gelene kadar indirmem, elaleme rezil olursun.“ dedim. Böyle anlaĢtık, indirdim sırtımdan. Trenin saati de yakındı artık, köy halkıyla görüĢtük. Tekrar helallaĢtık, göz yaĢları içinde komĢulardan ayrıldık, trenimize bindik. Böylece göç olayı ve köyümüzden ayrılma bu durakta noktalandı. Gerçekten inanılması güç bir olay, aklıma geldiğinde 38 sene sonra halen o günleri yaĢıyor gibi oluyorum. AĢağıdaki anımda okuyalım o günleri. EKĠN TARLALARINDA ZEYNEPLE ĠKĠ ANIM Köyümüzün karĢısında ve köyün önünden akan suyun öbür geçesinde bir mühit vardır. Bu mühidin adı Seki Tarlası„ydı. Orada sadece iki komĢunun tarlası vardı. Bu iki tarlanın olduğu arazi yaklaĢık iki yüz dönüm vardı. Bu arazi iki eve aitti. Ġki ev köyün iki ağası durumundaydı. Bu arazi bu iki aile arasında taksim edilmiĢ, yarısı birinin diğer yarısı da ötekinindi. Biz ise Gazi Kâhya„ya ait, yarısı ekin olan ekin tarlasını biçmek için götürü almıĢtık. Yani elli dönümlük ekin tarlasını para karĢılığında götürü aldık. Hanımla ikimiz bu tarlayı orakla biçeceğiz. Binaenaleyh 258 Ölmeyen Çocuk tarlaya baĢladık, biçiyoruz. Bu elli dönümlük tarlayı yevmiyeyle biçtirmiĢ olsalar her dönümü bir ırgat biçer hesabıyla 50 ırgat ancak biçebilir. Biz ise burayı iki ırgat 15 günde bitireceğz. 30 ırgat yapar. Tarlaya giriĢtik ama bizim çalıĢmamıza arkadan baktığın zaman usul adımlarla yürüyor sanılır. Yani bir eğildiğimiz zaman en az 20 metrekare yeri biçmeden belimizi doğrultmayız. Bir gün hanımla akĢam geç vakite kadar çalıĢtık, paydos ettik, eve gideceğiz. Tam suya ineceğimiz yere 20 metre kala ben hanıma dedim ki, „ġuraya biraz oturup dinlenelim, sonra gidelim. Toprak o kadar hoĢ, yumuĢak ki; ayakkabıların gömülür durumda. Hafif de sıcaktı toprak. Hanımın adı Zeynep‟ti. Zeynep‟le yan yana oturduk. Sırt üstü uzanmıĢız. Oturduğumuzu biliyoruz ama yatıp uyuduğumuzu hiç hatırlamıyorum. Tam sırt üstü yattığımız gibi kalmıĢız. Tam manasıyla uykumuzu almıĢ olacağız ki, gözümüzü açtık ki, güneĢ ekin biçtiğimiz tarlaya doğru yol almıĢ. Oysa ki, eve gidip, evden kalkıp gelseydik sabahleyin yerler ağarırken ekin biçmeye baĢlamıĢ olacaktık. Zeynep‟le gözümüzü silerken bir baktım rahmetli annem suyun öbür geçesinde gelmiĢ, bizim kahvaltımızı almıĢ getirmiĢ bağırıyordu, „Rıza, Rıza!“ Belki de biz annemizin sesine uyanmıĢızdır. Velhasıl tarlayı yukarıda bahsettiğim gibi 15 günde bitirdik. Bitirmesine bitirdik ama Gazi Kâhya paramızı eksik ödedi. Hatırımda kaldığı kadarıyla iki ırgat yevmiyesi karĢılığında paramızı noksan ödemiĢti. Sene 1962, kaleme aldığım tarih 1998... ĠKĠNCĠ BĠR ANIM 15 yaĢındayız. Bir mühit vardı. Bu mühit ikiye ayrılır. Bir tarafı Yayla Damı, diğer tarafı Balkayası denen bir mühittir. Ġki mühit de birbirine bağlıdır. Çok çetin, dağlık, kayalık vadilerle çevrili bir yerdir. Balkayası çok yüksek bir kayadır. Kayanın bir tarafı tam doğuya bakar, doğu tarafından baktığında kayanın tepesi Ģapka Ģeklinde öne eğik sarp bir kaya, doğu tarafı ise yaklaĢık 500 metre yüksekliktedir. Kayanın batı tarafı ise batıya doğru 30 metre meyilli taĢlık, kayalık ve ara yerlerinde meĢe ağaçlarıyla süslenmiĢtir, yaz olunca da kayalığın çevresi burcu burcu binbir çeĢit çiçeklerle bezenir. ġimdi bu kayanın doğuya doğru salınan ama 50-60 metre eğimli yerlerinde yaklaĢık dört dönüm ekin ekilecek tarlamız vardı. Bu tarlanın aĢağı doğru kısımları biraz düzlüktü. Bu düzlükte de yukarıdan kopup gelmiĢ bir tane taĢ parçası vardı. Bu taĢ toprağa oturmuĢ, tabanı düz, fakat üst kısmı sanki özel yapılmıĢ gibi öne doğru yaklaĢık 20 derece eğridir. Dolayısıyla gündüz taĢın gölgesine yiyecek, gece de yatacak malzemelerimizi korusun diye koyardık. Bu mühitin köye uzaklığı 15 kilometre vardır. Tarlanın alt kısmı çok derin, yaklaĢık 30 metre, 90 derece bir Ģelale altı dere boyu yabani çalılarla ormanlık bir tarafı Dumluca köyüne 5 kilometre yakınına kadar uzar. Etraftaki dereciklerden doğup gelen sular büyük bir derede birleĢir, kuzeye doğru akar ve sonra bizim köyün doğu tarafından ve önünden geçen Tokma Çayına karıĢır. Derenin Tokma suyundan Dumluca köyüne kadar bitiĢ noktası yaklaĢık 20 kilometre vardır. 259 Ölmeyen Çocuk Abdullah Sopa EniĢtemdir. Büyük ablamın beyidir. EniĢteyle birlikte ekin biçiyoruz. Abdullah EniĢte bacım Bağdat‟la beni gece tarlada yalnız bıraktı, kendisi köye gitti. Bacım Bağdat‟la birilkte, tarif ettiğim taĢın dibinde bacımla gece yatacağız. Fakat EniĢtem akĢam yanımıza gelmeyeceğini söylemedi. Balkayası ve çevresi o kadar korkunç bir vadi ki, her türlü vahĢi hayvan var. Bu hayvanlar ekseriyetle oralarda gece avına çıkarlar. Ayısı, kurdu, tilkisi, sansarı ve birçok büyük gece kuĢları vardır ki, kayalıkta öttüğü zaman vadilere yankı yapıyordu. KuĢun ötüĢ Ģekli Ģöyle idi. Gööök diye uzatır durur 5-10 dakikada bir seslenir bu kuĢlar. Velhasıl biz yorganımızı baĢımıza doladık, yattık. Daha uyuyamamıĢtık. Bir baktık soluk sesi ve ayak sesi korkunç bir gürültü yaparak bir Ģeyin bize doğru geldiğini anlamıĢtım. Hemen ben bacım Bağdat‟a usulca iĢittirdim: „Bağdat sakın ses çıkarma! Kafanı açma, nefesini de kes. Ayı geliyor.“ dedim. Ayı gerçekten geldi tam baĢımıza dikildi. Hayvan çok fena halde soluyordu. Kafamızda yaklaĢık beĢ dakika durdu. Artık ne düĢündüyse bize dokunmadı. BaĢ ucumuzda yiyecekler de vardı, onlara da dokunmadı. YavaĢça doğu tarafına döndü. Ben yorganı çok az birĢey araladım. Arkadan gördüm ki, gerçekten kocaman bir ayı. Ayı kayıp olana kadar kafamızı çıkaramadık. Ama tabi ki, fena halde korktuk. Aradan yarım saat felan geçti. Birbirimizin sırtını yumrukladık, damaklarımızı çektik. Testide su vardı. Hemen birer tas su içtik. Ama artık sabaha kadar ağlamıĢtık. Bazen dertleĢtik. ġu sözleri konuĢtuk: „Ne kadar da eniĢtemiz olsa da bak biz iki çocuğu ayının kurdun içinde bu vadide yalnız bıraktı. Acaba kendi çocuğu olsaydı burada yalnız bırakır mıydı? Acaba bizim de babamız sağ olsaydı mümkün mü çocuklarını böyle bir yerde gece yalnız bırakır mıydı?“ Derken gece yarıyı geçiyordu. Saat 3-4 oldu. Bağdat‟a dedim ki, „Artık bu saatten sonra daha bir Ģey gelmez. Yine kafamızı bürüyüp yatalım.“ Kafamıza yorganı bürüdük, yattık. Bir taraftan yorgunluk, diğer taraftan korku ve ağlama yorgunluğu bizi iyice ezmiĢti. Sabahleyin uyandık üzerimizi güneĢ almıĢtı. Gözlerimizi ovaladık, birbirimize bir baktık, bir nefes aldık. „Of be! Sağ kalmıĢız.“ dercesine Allah‟a Ģükür ettik. Dereye indik, akan suda bir güzel yıkandık. Biraz daha gözümüz açıldı ve ferahladık. Daha sonra oraklarımızı aldık, ekinimizi biçmeye baĢladık. YaklaĢık 1.5-2 saat sonra eniĢtemiz Abdullah katırla geldi. Ġyi de acıkmıĢız. Bahsettiğim taĢın dibine indik, eniĢtemizin evden getirdiği yemeğimizi yemeye baĢladık. EniĢtemiz durumumuzdan anlamıĢtı ve sordu: „UĢaklar sizin durumunuzda bir gariplik var. Ne oldu, gece uyuyamadınız mı yoksa?“ Ben cevap verdim eniĢteye: „BirĢey de oldu, çok Ģey de oldu eniĢte.“ EniĢte haklı olarak öfkelendi: „Ne oldu kaynım?“ „Vallahi eniĢte, sen bugün bizi sağ bulduğuna Ģükret. Biz de sağ olduğumuza inanmıyoruz. Ayı bizi parçalayabilirdi.“ EniĢte ayı sözünü duyunca rengi değiĢti. Biraz merak sarmıĢtı. Ben anlatmaya devam ettim. „AkĢam ikimiz de yatmıĢtık. Henüz uyumamıĢtık. Bir de baktık bir ayı patır kütür soluyarak bize doğru geliyordu.“ EniĢte, „Eyvah! Sizi burada yalnız bırakmamalıydım.“ dedi ve ben devam ettim: „Biz ise yorganımızı baĢımıza sardık. Ayı geldi baĢımıza 5 dakika felan 260 Ölmeyen Çocuk bekledi. Sonra çekip gitti.“ EniĢte de olayı bu Ģekilde dinleyince oda göz yaĢını tutamamıĢtı ve ağlamıĢtı. Ama nafile, mühim olan gitmemesiydi. Gerçi EniĢtem yanımızda olsaydı ayı gelmeyecek miydi? Gelirdi ama, kendisi ne de olmasa 35 yaĢına gelmiĢ, askerlik yapmıĢ, tecrübeli bir insandı. En azından üç kiĢi olurduk ve fazla korkmazdık. O bize metanet verirdi. ĠĢte böyle olunca kız kardeĢim Bağdat‟la böylesine acılı bir anımız geçmiĢti. Gerçi Bağdat‟la doğduğumuz tarihten itibaren 1964 yılına kadar yani 29-30 yaĢlarına kadar hem iĢte hem de evde, bahçede beraber günlerimiz beraber geçmiĢti. Sayısı belirsiz benzeri anılarımız vardı. Bu yazdıklarım anılarımızın birkaçıdır. ALMANYA KÂĞIDIMIN ÇIKMASI Yukarıda bu anıma tekrar değineceğimi söylemiĢtim. Benim kâğıdım 2.5 ay sonra çıkacak demiĢtim. Fakat arkadaĢlarım yüksek sesle gülüp geçmiĢlerdi. Allah‟ın iĢine bakın ki, daha 2.5 ay da olmadan bana davetiye kâğıdı gelmiĢti. O akĢam eve geldim. Hanım mektubu elime uzattı. Mektubu bir açtım iĢ bulma kurumundan gelen davetiye kâğıdı. Kâğıtta Ģunlar yazılıydı: „60 gün zaman tanımıĢ. 60 gün içerisinde a. iĢini gücünü evini toparlayıp hazırlanman, b. imtihanlara girip imtihanları kazandıktan sonra muayenelere girip kazanmıĢ olmak, c. pasaportunu çıkarıp 27.05.1970 tarihinde Ġstanbul ĠĢ Bulma Kurumu önünde hazır olmanız gerekmektedir.“ Kâğıttaki talimat böyledir. Sabahleyin kâğıdı cebime koydum, Tuzluçayır‟dan servise bindim. Ama ben öyle bir keyifliyim, öyle bir sevinçliyim ki; durumum her halim ve hareketimle belli oluyordu. ArkadaĢlar bakınca, „Dede, bugün sen de bir hal var.“ diyorlar. Ben ise kâğıdı söylemiyorum. Söylesem ellerinden kurtulamaycağım, sonra atölyeye akın edecekler. Binaenaleyh bilahare sınavları kayıp edersem elaleme kepaze olacağım. Bu nedenle atölyede birkaç arkadaĢın dıĢında kimseye duyurmamak niteyindeydim. Böylece atölyeye kadar kendimi sıktım, söylemedim. Nihayet ilk önce ameliyat olacağım. Nitekim bacağımda varis var ki, bazen 10-12 saat ayakta durduğumda kayısı gibi ĢiĢmiĢ oluyordu. Bazılarından bilgi aldım, dediler ki; bu çok basit, bir ayda ameliyat olur ve sağalırsın dediler. Neyse ben ilk önce bu ameliyatı olmaya karar verdim. Karar vermeye verdim ya bu kısa sürede bu ameliyatı nasıl ve nerede yaptırabileceğim? Sigortaya gittim, muayene oldum, tam üç ay gün attılar. Derdimi anlattım; ama nafile, kim iĢitir? Özel doktora gitsem imkanı yok gücüm yetmez. Sanayide yakın köylüm olan Fahri Aykaç vardı. O dedi ki, „Benim sigortada tanıdığım var. Yarın seni götüreyim.“ dedi. Ġsmini hatırlayamadığım bir doktorun özel muayenehanesine gittik. O da, „En erken iki ay sonra yapabilirim.“ dedi. Ben ise ısrar ettim: „Sayın doktorum etme eyleme, benim iki ay sonra Almanya‟da olmam lazım. Böyle bir iĢ kapısı bir daha 261 Ölmeyen Çocuk benim elime geçemez. Bu benim istikbalim. Ne olursa olsun bana imkan tanı dediysem de doktor Nuh dedi, Peygamber demedi.“ Ben doktora bir Ģey sordum: „Sayın doktorum, bu bacakla ben sıhhî muayeneyi kazanabilir miyim?“ Doktor beni aĢağılayıcı ve uslubuna uymayan bir kelime kullandı. Ve doktor devam etti, „Yahu siz nerede bulunduğunuzun farkında mısınız? Almanya‟ya giden kızların kızlığını dahi muayene ediyorlar. Sen ise bacağın ĢiĢmiĢ, yemyeĢil olmuĢ kalkıp bana soru soruyorsun. „Ben muayeneyi kazanabilir miyim?“ diyorsun. Çık dıĢarı sizinle uğraĢacak vaktim yok!“ demez mi? Değerli okurlar bir atasözü vardır. „AĢ taĢınca kepçenin bahası bulunmaz.” derler. ĠĢte benim de bu doktrorun payını vermem gerekiyordu. KarĢımdaki kim olursa olsun birden kükrerdim ve aklıma gelenleri söylerdim. O esnada doktorun masasına yumruğunu vuruyorum. Siz bana bir imkanı tanımadınız. Ama ben de bu muayeneleri kazanacağım dememle kapıdan hızlıca çıkmam bir olmuĢtu. Tabi ki, doktor arkamdan bağırıp çağırıyordu. Ama kim iĢitir. ġimdi geçelim önce amelî ve nazari sınavları kazanmaya. Sonra da muayenelere baĢlayacağız. Maltepe„de ana caddenin Kızılay‟dan Tandoğan‟a doğru giden yolun sağ tarafında YurtdıĢı ĠĢ Bulma Kurumu vardı. Bu iĢ bulma kurumunun altında, bodrum katta sınava gireceğiz. Birlikte sınava gireceğimiz ve tanıdık birkaç arkadaĢın isimleri Ģöyleydi. Sivas yöresinden ġahin Sayıner ve Sırrı diye bir arkadaĢ. Bunlar Karayolları Merkez Atölyesinden. Ben, Cafer ve Hüseyin Etibank Merkez Atölyesindendik (Hüseyin Yozgatlı, Cafer‟de Kangallı‟ydı). Ġsmini hatırlayamadığım birkaç kiĢi daha varlardı. 9-10 kiĢi kaynakcılık ve montajcılıktan bir grup olarak sınava girecektik. Ama içlerinde o sanatta en az emeği olan bendim. Ben dört seneden beri çalıĢıyordum. Diğer arkadaĢların en aĢağısı 8-10-12 yıllık sanatkâr ustalardı. ġansa bak ki, sınavı kazananlar 1. ben, 2. ġahin Sayıner ve 3. Cafer olmuĢtuk. Yani 10-12 kiĢiden 3 kiĢi kazandık. Bu sınav nazari sınavıydı. Burayı kazananlar olarak üç gün sonra Ġstanbul ĠĢ Bulma Kurumuna gideceğiz. Orada da aynı sanattan amelî sınav olacağız. Yalnız, sınavları kazanıp kazanamama sıkıntısı çekerken en fazla çektiğimiz sıkıntı kuyruk beklemekti. Ġnsanlar her vardığı kapıda bir saatten aĢağı beklemiyordu. ĠĢ bulma kurumları özel bölümlerde sınav yerleri ayrı ayrı bölmelerde, kan ve idrar tahlilleri ayrıca en sonunda sıhhı muayene yerleri tıklım tıklım dolup boĢalıyordu. Yani nerdeyse insan canından dahi beziyordu. Bir anda Almanya‟ya gitmekten sarfı nazar edenler oluyordu. Benim varislerim üç gün içinde yemyeĢil baklava Ģeklinde ĢiĢmiĢti. Velhasıl dördüncü gün saat 10‟da kuyruğa girdik, 12‟de kuyruk bitti. Muayenede a‟dan z‟ye vücudumuz ve dosyamız incelemeden geçecekti. Muayene salonuna 30 kiĢi grup halinde giriyorduk Binaenaleyh muayeneye girip çıkanları hemen yakalıyor ve soruyorduk. Yalan olmasın, hemen 10 kiĢiden 3 tanesi eleniyordu. Elenenlerin yarısı varis hastalığından oluyordu. Bunları duyunca beni biraz daha merak ve tasa sarıyordu. Ama içimde de istemeyerek de olsa bana bir Ģey söyleniyordu. Diyordu 262 Ölmeyen Çocuk ki, „Hiç tasalanma, sen kazanacaksın.“ Bu umudum yurt dıĢına ilk kaydımı yaptırdığımdan beri hiç eksilmemiĢ devam ediyordu. Binaenaleyh bu sıhhî muayeneyi de kazanmıĢtık. Sıhhî muayeneyi kazanmamda mucizevi bir durumun olduğu açıkca ortadaydı. Alman doktor Ģunu söylüyordu: „Ameliyat olmuĢ olanlar ve de vücudunda bir envaresi olanlar bir adım ileri çıksınlar.“ Bazı arkadaĢlar envarelerini gizlemek için ya ileri çıkmamıĢ ya da uzun kilot giymiĢlerdi. Benim ise kilodum da kısaydı ve iki tane envarem vardı. Birisi feci Ģekilde ĢiĢmiĢ varis, ikincisi fıtık. Fıtığıma yüzeysel baktı, sanırım fark edemedi. Varisimi ise bir dakika kadar sehbanın üzerine aldı inceledi ve ovaladı. Böylece ben son muayeneyi de kazanmıĢ hiçbir sorunum kalmamıĢ, Almanya‟ya gitmeye hak kazanmıĢtım. Muayeneyi kazandıktan bir hafta sonra, yani 27.05.1970 tarihinde trenle Münih‟e, Münih‟ten de 2000 Hamburg‟a uçakla devam etmemiz için talimat verilmiĢti. ĠSTANBUL‟DA KARġILAġTIĞIM SÜRPRĠZ ġimdi sıhhî doktor muayenesinden çıktım. Beni tanıyanlardan bir tanesi yanıma sokuldu, „Rıza Ağabey muayeneyi nasıl kazandın?“ diye sordu. Ben de Ģakadan „30 bin TL verdim.“ dedim. Çocuk hemen ayağıma kapandı, „Abi elini ayağını öpeyim.“ demez mi? „KardeĢim Ġstanbul‟a gelirken bile benim harçlığımı borç aldım da geldim. Ben sana Ģaka yaptım, vallahi para vermedim. Korkma sen de kazanırsın.“ dedim ve yakayı da elinden zor kurtardım. Zira adam para vermediğime bir türlü inanamıyordu. Haklıydı da çünkü o varisli bacakla gerçekten bir mucizeydi muayeneyi kazanmak. Diğer ikinci ve acı bir olay ise, nazarî imtihan odasında yaĢanmıĢtı. Binaenaleyh amelî imtihan dediğim olay Ģöyleydi. Burası atölye felan değildi. ĠĢ bulma kurumunda gıcır gıcır koltuğu masası olan bir odaydı. Ancak odanın bir tarafına 200 x 100 ebatında masa konmuĢ. O masanın üzerine 20 x 30 - 20‟lik iki tane demir vardı. Yanında kaynak pensesi vardı. Üç çeĢit kaynak elektordu vardı. Önce soruyor: „Bu demir kaçlık elektörler? Kaçlık?“ Bunları doğru cevaplandırırsan, penseyi soruyor, kaynak maskesini soruyor. Sonra da diyor ki, „ġimdi bu demirlerin ikisini birbirine a. yatay kaynak, b. dikey kaynak yapacaksın.“ diyordu. „Fakat esastan kaynak yapmayacaksın. Elektrodu penseye takacaksın. Kaynak yapar gibi tarifini yapacaksın.“ Son olarak alman mühendisi ellerinizi açtırıyor, bakıyor çık diyordu. Yalnız kazanıp kazanmadığını hemen dosyana yazıyor eline veriyordu. Bu Ģekilde imtihanlarımız bitince 10-15‟er kiĢi grup halinde girdiğimiz için kapıda birbirimizi bekliyorduk. Benim grubumdan olan üç kiĢi henüz 25-26 yaĢlarında imtihanı kazanamamıĢlardı. Bu çocukların iki tanesi kafasını duvara vura vura kırdı gözümün önünde. Diğeri de kendini yerlere atıyor, debeleniyor ve ağlıyorlardı. Bu haraketleri yaparken de çocuklar Ģunları konuĢuyorlardı: „Ben sanat okul mezunuyum. Nasıl olurda bana kazandırmıyor?“ Diğerleri ise, „Biz 10 seneden beri 263 Ölmeyen Çocuk kaynakçıyız ve bu iĢte çalıĢıyoruz. Ben nasıl olurda kazanamam?“ gibi sözlerle öfkeleniyorlardı. Ama bu öfkenin kendilerine iĢkence vermekten baĢka bir faydası yoktu malesef. ALMANYA‟YA YOLCULUK 22 Mayıs‟ta iĢlemlerim bitmiĢ, 28 Mayısa altı gün vardı. Bu altı günün birisi yola çıkma günü, kalan 5 günde Ankara‟da iĢlerimi, evimi, kapımı düzene koyacağım. 27 mayıs günü gece saat 11-12 arası Ġstanbul‟a yolcu olacağım. Ben bu anımı yazarken gerçekten ellerim titriyor ve o günleri yeniden yaĢıyorum. AĢağıdaki cümlelerden anlaĢılacağı gibi insanoğlunun baĢına neler geliyormuĢ neler. Hazin ve çok hazin durumlar yaĢadım. 1965 yılında biraderden ayrılmıĢ, hayata sıfırdan baĢlamıĢtım. Bir gecekondu ev yapmıĢtım. Onu satmıĢ ikinci bir gecekonduyu Tuzluçayır BağlarbaĢı Mahallesinde yapmıĢtım. Bu bir oda, bir ara, bir mutfak ve tuvalet birlikte bir de banyo olan evimde otururken bir taraftan bahsettiğim atölyede çalıĢıyordum. Diğer taraftan haftasonları mahallede gecekondu ev yapıyordum. Onunla da durmuyordum. Ticaret hayatına atılmak için teĢkilat hazırlıyordum. HAZIRLADIĞIM TEġKĠLAT Evin yanında yaklaĢık 40 metrekare yerim vardı. Bu yerin yarısını tavuk kümesi yapmıĢtım. Yarısını da tavukların çıkıp güneĢlenmeleri için havĢa yapmıĢtım. 1970 yılının ilkbahar ayı, mart ayının ilk haftasında 250 tane tavuk civcivi almıĢtım. Tarım Bakanlığı Tavuk YetiĢtirme Çiftliğinde Ġspanyol cinsi yumurta tavukları olacak olan safi Beyaz civcivleriydi. Bu civcivlerden tam tamına 90 tane yumurta piliçleri kalmıĢ, onları büyütmüĢtüm. Bu piliçler 20 gün sonra yumurtlamaya baĢlayacaklardı. ĠĢte iĢin üç tane hazin boyutu ve dayanılmayacak kadar acı tarafı birincisi hanım ve üç tane küçük çocuk yalnız kalıyordu ve 7 bin TL ödenmesi gereken borç kalıyordu. Üçüncüsü ise ben gidince hanım imkanı yok bu tavukları baĢaramayacaktı. Bu durumda yumurtlar duruma gelmiĢ 90 tane tavuğu mecburen satacaktım. ĠĢte 5 günün içinde bu kadar üzüntülü ve problemli iĢleri toparlayacaktım. Velhasıl tavukların 80 tanesini iki gün içinde sattım. Hanımın yanına da Hüseyin isminde bir ağabeyi vardı, onu oturtmuĢtum. Borçlarımı da alacaklılarla üç ay sonra göndereceğime dair senet yapmıĢtım. Böylece eĢimden, çocuklarımdan ayrılıp 1970 27 Mayıs gecesi ayrılıp Ġstanbul‟a yolcu olmuĢtum. 28 Mayısta, sabah saat 9.30‟da uçakla Münih‟e yolcu olduk. Münih‟ten trenle 2000 Hamburg Ģehrine akĢam saat 21 sularında inmiĢtim. 2000 Hamburg, Feldstr. adresinde Blohm-Voss firması bizim için bir bina tutmuĢ, 3-4 kiĢilik odalarda yataklarımız tamamen hazırlanmıĢtı. Bizi karĢılayan firmanın personelinden biri Sevil isminde tercüman bir kız, bir tane de Alman mühendisti. Bizi bir lokantaya götürdüler, karnımızı doyurdular. Sonra sözünü 264 Ölmeyen Çocuk ettiğim hazırlanmıĢ odalara yerleĢtirdiler. Sabah kalktık, 60 kiĢiydik. 60 kiĢi hep birlikte Blohm-Voss firmasına gittik. PERSONEL ġEFLĠĞĠNDE Ġġ TAKSĠMĠ Personel Ģefliğinin salonuna dolduk. Bu arada seyrettiğim ilginç bir durum vardı. Ġnsanlar 3-4-5êr kiĢiler halinde tanıdık ya da aynı memleketli birbirlerini takip ediyorlardı. Ben ise tek baĢıma ta arka sıradaydım. ĠĢ taksiminde ilk defa oksijenci, üç tane iĢçi lazım imiĢ, tercüman kız, „Ġçinizde oksijen bilen varsa, ön tarafa gelsin.“ dedi. 60 kiĢinin içinde ben arkadan parmak kaldırdım, ileriye gittim. Tercüman Sevil Hanım, „Yahu 60 kiĢinin içinde bir tane mi oksijencı vardı? Yok mu iki tane daha?“ diye seslendi. Bu arada iki tane de Hamburg„a daha önceden gelmiĢ ama iĢsiz kalmıĢ, Ġki Türk arkadaĢ da bizlerin arasındaymıĢ. Sevil Hanım dedi ki, „Rıza senin yanına bu iki arkadaĢı verirsek, sen bunlara yardım eder, iĢ öğretir misin?“ Ben de, „Olur“ dedim. „Tabi biz bu durumu ayrıca ustabaĢına izah edeceğiz.“ dedi. Böylece biz üç kiĢi atölyede iĢe baĢladık. Diğerleri ise üç ay süreyle kaynak kursuna tabi tutulmuĢlardı. DURSUN KEYGĠR Dursun Keygir, annemizin eniĢtesiydi. Mahmut‟la benim aramızı bulmaya çalıĢıyordu. „Rıza, oğlum açıkcası Mahmut ayrılmak istiyor.“ demez mi? Ben sordum, „Peki nasıl ayrılacakmıĢ? Söyledi mi?“ Dursun EniĢte, „Söyledi, diyor ki; „Buradaki masrafları Ağabeyim üzerine alsın, benim hisseme düĢen parayı da bana versin, ben ayrılayım.““ Bu haberi aldıktan sonra annemi çağırdım, Mahmut‟u çağırdım. Dursun EniĢte„nin yanında, „Söyle bakalım Mahmut, Dursun EniĢte„ye söylediklerin doğru mudur?“ Mahmut, „Evet Aağabey, doğrudur. Ben ayrılmak istiyorum.“ diye açıkça gayesini söylemiĢti. BENĠM SÖYLEDĠKLERĠM „ġimdi beni biraz dinle bakalım. Mahmut, ben köyde sana teklif ettim. Bak birader, eğer Ankara‟ya gitmeye gönlün yoksa veya ayrılmayı düĢünüyorsan hiçbir yerimizi satmadan sen beğendiğin tarlaları ve bahçeyi al, beğenmediğini ben alayım. Ben kendi hissemi satarım, giderim dedim mi demedim mi?“ Mahmut: „Dedin Ağabey.“ GELELĠM BURADAKĠ DURUMA „ġu konuĢmalarımı biraz dinle bakalım, ne diyeceksin? Seninle bir hafta gezdik. „Birader ilerimiz ne olur ne olmaz gel paranın bir kısmıyla bir arsa alalım ve dolmuĢ, araba alalım. DolmuĢculuk yapalım.“ dedim, kabul etmedin. Ya da bir arsa alalım dedim, onu da kabul etmedin. Ġlla da burayı yapmayı istedin mi?“ Mahmut: „Evet Ağabey.“ Ġyi, evet evet ama Ģimdi bu yaptıkların nedir? Bu dağın baĢına malzemeyi 265 Ölmeyen Çocuk döktürdün, taĢı yığdırdın. 6 bin liralık ağacı döktürdün. Ondan sonra da bunları sen al, ben de hisseme düĢen paramı alayım, çıkayım diyorsun öyle mi? El alemin içinde malımızı mülkümüzü sattık, Ankara‟ya göçtük. Ġnsanları arkamızdan ağlattık. Geleli daha 20 gün oldu. ġimdi de bütün insanları arkamızdan güldüreceğiz. Sen bu durumdan hiç ar duymayacaksın öyle mi? Yani bütün bunları gözüne aldın. Bu tür bir ayrılığı bana teklif ediyorsun? Peki Birader, bütün bunlara rağmen madem ki; ayrılığı sen istiyorsun, o zaman burayı da senin alman gerekmez mi? ġimdi soralım annemize ve Dursun EniĢtemize. Bakalım onlar ne diyor?“ Dursun EniĢte döndü, Mahmut‟a Ģunları söyledi:.“ Mahmut, oğlum bak ağabeyinin sana daha önce bunların hepsini hatırlatmıĢ, söylemiĢ olmasına karĢılık Ģimdi senin bu yaptığın insanlık değildir. Öyle ya madem ki, burayı illa da yapmayı sen istemiĢsin, o taktirde burayı niçin sen almıyorsun da ağabeyine teklif ediyorsun? Bak Mahmut, aklını baĢına topla. Birliğinizi bozmayın, evinizi yapın, iĢinize devam edin. Göreceksiniz siz burada çok zengin olacaksınız.” Dursun Keygir bunları söylüyordu. Anneme gelince, Annem, „Ben karĢımam, ne yaparsanız yapın. Ben size dedim, beni götürmeyin dedim. ġimdi daha dün bir, bugün iki olmadan ayrılıyorsunuz.” Annemiz de böyle tepkisini dile getiriyordu. Velhasıl Mahmut ayrılmaktan vazgeçmiĢti. Ah keĢke Mahmut‟un tekliflerini kabul etseydim. Zira zararım sadece 6 bin TL olurdu. Gel gör ki, Mahmut sonradan daha ne oyunlar oynadı. Adamın birine sormuĢlar: “DüĢmanın var mı? Hayır benim hiç düĢmanım yok.“ demiĢ. Tekrar sormuĢlar, „KardeĢin var mı?“ Adam bir de gururla cevap vermiĢ.:“Evet, iki tane kardeĢim var.“ demiĢ. Konuyu soran Ģahıs tekrar yanıt vermiĢ: „Hay Allah iyiliğini versin, desene senin iki tane düĢmanın var.“ deyince adam afallamıĢ, „Nasıl olur efendim, kardeĢim düĢman olur mu hiç?“ Adam tekrar yanıt vermiĢ, „Niye? Yakup„un oğulları Mısır yolculuğu yaparken Yusuf‟u kuyuya atmadılar mı?“ Adam, „ĠĢte ben bunu bilmiyordum.“ demiĢ. BANA GELĠNCE Yukarıdaki Mahmut ġahin ismiyle geçen anılarımda biradere yaptığım maddi manevî iyiliklerime karĢılık bilseydim ki böyle olacak yapar mıydım hiç. Daha Türkçesi ben biraderime babalık yapmıĢtım. Ne acıdır ki biraderim de benim istikballerimle oynuyordu ve istiyordu ki ben aç kalayım. Ama Allahu Teâlanın izniyle bir de çalıĢmamın sayesinde birader onu da baĢaramadı. Hani derler ki Allah‟ın aç koymadığını kullar aç koyamaz. Yeter ki insan çalıĢsın. Daha devam edecek Mahmut‟un ızdıraplı anıları. Mahmut ayrılmaktan vazgeçmiĢ çalıĢmaya baĢlamıĢtı. Ama meğer içindeki kurgu daha baĢkaymıĢ. Mahmut‟la ahırımızı yaptık. Evimizi de yaptık sonra da hemen evin bitiĢiğinde bir de samanlık damı yaptık. Evimize de oturduk. Bundan sonraki iĢimiz damızlık inek 266 Ölmeyen Çocuk alacağız. Malcılık yapacağız. Binaenaleyh bu iĢi yapmak için bu iĢi yapan tecrübeli insanlardan biraz bilgi almak gerekiyordu. Bunu da yaptık. Aldığımız bilgi ve tavsiyelere göre Kars‟a gitmemiz gerekiyordu. Biraderle bindik trene albeni Kars. Kars‟a ilk defa gidiyoruz. Kars‟tan inek almaya gitmemizin bir sebebi daha pardon ben tek baĢıma Kars‟a 1962 yılında bir kere daha gitmiĢtim. Orada bize ıraktan amcazade olan Battal Ercan diye biri vardı. Bu amcazade Devlet Demir Yolları istasyonunda ambar müdürüydü. Bu zat Kars‟ta mal almak için yardım eder diye düĢünmüĢtük. Ama maalesef tam tersiyle karĢılaĢmıĢtık. BĠRADER MAHMUT‟LA KARS‟TAYIZ - CĠHANGĠR ve BATTAL ERCAN Tarih 25 Mayıs 1964 Kars‟ı yeteri kadar tanımıyoruz. Ġnsanlardan sorduk, bize „Ġyi ve temiz” diye bir otel gösterdiler. Otele yerleĢtik. Yalnız anıma geçmeden önce Kars‟ın o günkü durumunu birkaç cümleyle biraz tanıtmak istiyorum. Bu anılarımı okuyanlar beni bağıĢlasınlar. Kars‟ın doğa yapısı çok iyi bir durumdaydı. Bir defa Kars‟ı SarıkamıĢ‟tan itibaren Kars‟ın diğer Rus hududuna kadar yol boyu, Kars‟a kadar da etrafı trenle seyrettim. Gördüğüm kadarıyla yörenin değerli bir doğa yapısı vardı. Örneğin hepsi doğadan yetiĢmiĢ olmasına karĢın dağ taĢ her yer ormanlıktı. Otu, suyu hakeza benim gördüğüm kadarıyla SarıkamıĢ‟tan Göle hududuna kadar o yörede bir Türkiye vardır. Kars‟ın halkı ve Ģehir tabiatı Kars‟lılar darılmasın ama, sıfırdı. Örneğin temiz diye tavsiye edilen bir otel. Otelin tuvaletleri kullanılmaz durumdaydı. Otelin çıkıĢ kapısının hemen yanında tuvalet kuyusu vardı. Tuvalet kuyusunun üzeri ağaç ve ağaçların üzeri vaktiyle toprakla kapatılmıĢ. Topraklarda dökülmüĢ kuyunun içi görünüyordu. Hemen otelin paralelinde bir çarĢı vardı. ÇarĢıyı gezdik. Kasap var, manav var ve muhtelif satıcılar vardı. Maalesef otelin tuvalet ayağından kalkan sinekler gelip sebzelerin üzerine konuyordu. Velhasıl sinekler çarĢıyı istila eder durumdaydı. Kars‟ın caddeleri sokakları hekaza. BĠZĠM KONUMUZ Bizim konumuz, teĢkilatı yaptıktan sonra Kars‟a gidip damızlık inek getirmemizdi. Tabii ki, önce yukarıda ismi söz konusu olan Battal Amca„ya uğramak zorundaydık. Otelden kalktık, Battal Amca„nın evine gittik. Evinde kendisini bulduk. Battal Amca bize bir kart verdi. Kars‟ta meĢhur tüccarlandanmıĢ Zavut, bizi Zavut Çiftliğine gönderdi. Zavut Çiftliğine üzeri açık bir nakliye kamyonetle gittik. Yalnız bu yolculuğu yaparken bir durum dikkatimizi çekti. Ġnsanların hepsinin belinde silahı vardı. Bir ara Mahmut‟a dedim ki, „Dikkatli davranalım.“ Zira bizim de silahımız vardı. Ama gizli tutuyorduk. Fakat bu yolculuğumuzda gizli tutmayalım. Birimiz silahı 267 Ölmeyen Çocuk belimize takalım, insanlar bizi boĢ sanmasınlar. Birader dedi ki, „Silahı sen beline tak.“ Böylece Kars‟tan Zavut Çiftliğine giderken silah belimizdeydi. Bizim muhatap olduğumuz ve bizi çiftliğe gönderen Beyin adı Cihangir‟di. Zavut Çiftliğine vardık. Oradaki Ģahsın ismini unutmuĢ yazmamıĢtım. Adam bizi iyi karĢıladı. Önce evine götürdü. Bize yemek yedirdi. Bu hane sahibini evinde oturduğum yerde evin içinde dolaĢmalarını, yaptığı ev hizmetlerini, evin durumunu hep izledim. Bir kere evin durumu Ģöyleydi. DıĢarı giriĢ kapısı sağlam tahtalarla yapılmıĢ kanatlı kapı, kapının haber verme aleti sarı demirden yapılmıĢ topuz idi. Ġçeri girince geniĢ bir havĢa, havĢanın etrafı bir buçuk metre taĢ duvarla çevrili. Kanatlı kapı giriĢi kemer Ģeklinde dinsel bir görünüm arz ediyordu. Ev büyük ve tarihi bir evdi ve iki katlıydı. Oturduğumuz oda iki sedirdi. Sedirlerin üzeri eski köy halıları yastıkları hakeza duvarlar kilimle kaplıydı. Hane sahibi bize bu evde yemek yedirdi, karnımızı doyurdu. YaklaĢık 1.5 saat bir zamanımız geçti. Hane sahibini fiziki yapısı 1.70 boyunda, dolgun vücutlu, esmer rengi et kırmızısı külhanbey vari bir insan görünümündeydi. Diğer dikkati çeken bir durumu da belinden koskoca bir tabancayı hiç belinden indirmemesiydi. Yani görümünden, itamlarından anladığım ya da çıkardığım gerçek sonuç Ģuydu. O yörenin ağası. Bu görünüm ağalığın vermiĢ olduğu heyecandı. Köyde bir de süt fabrikalarının olduğunu söylemiĢti. Bizim ne için gittiğimizi varınca söyledik ve de ağabeyi Cihangir Bey„den kendisine bir kart götürmüĢtük. Bu nedenle Bey bizi ağırladıktan sonra mal almak üzere yaylaya gitmemizi teklif etti. Üç tane at getirdi. Atlara bir baktım, maĢallahı vardı. Ġyi beslenmiĢ, bakılmıĢ, hayvanlar pırıl pırıl güneĢ gibi parlıyorlardı. Atlara bindik yola koyulduk. Atlarla tam tamına 1.5 saatlik yol aldık. Gittiğimiz yollar biraz engebeliydi. Ama yaylaya varana kadar tamamen otun içinde yürüdük. Otun en kısa olan yeri atların topuk seviyesindeydi. Vardığımız yer, yaylanın yaylım yeriymiĢ. Yaylım yeri meranın gözümüzün gördüğü kadarıyla yaklaĢık 5-6 yüz dönüm yüzölçümü vardı. Az meyilli arazide hiç mi hiç kel, otsuz yer göremedik. Yüz kadar mal geldi önümüze. Yalan olmasın, hangisinin yaĢlı hangisinin genç olduğunu anlayamazsınız. Bizim amacımız ise ineklerde üç özellik aramak. A. kuzulamıĢ danalı inek, B. en geç 1 ay sonra kuzulayacak olan inek, C. en çok iki dana kuzulamıĢ. Genç inek olacak yani. Peki bunları nasıl anlayacağız? Ġneklerin yaĢını tespit etmek ve bir ay sonra kuzulayacağını anlamak gerekiyordu. Ġneklerin Kars Belediyesi bünyesinde muayene edilip menĢe kâğıdının alındığı da tespit edilecekti. Pazarlığımız bu yöndeydi. Tabii ki, satıcılar kendi ineklerinin bu özelliklerini bildiği için bize pazarlığımız dıĢında mal vermeleri mümkün olmayacaktı. Binaenaleyh sadece 1.000 TL kapora vereceğiz. Aranan özelliğin tespiti, ineklerin sağlık raporu tespit edildikten sonra paranın yarısı ödenecek, yarısı da 3 ay vadeyle ödenecekti. Ödeme Ģartımız böyleydi. Biz de bu pazarlık üzerine 10 ineği ayırdık, Kars‟a getirdik. Ġnekler Kars‟a geldi, Cihangir Bey paranın hepsini peĢin 268 Ölmeyen Çocuk istedi, önce konuĢtuğumuz pazarlığa uymadı. Biz ise “Pazarlığı siz bozduğunuz için o halde bizim 1.000 TL kaporayı geri verin ya da inekleri biz seçelim. Paramıza göre inek alalım.” dedik. Adam hiçbirisini kabul etmedi. Doğrudan doğruya bizim bir 1.000 liramızı gasp etmek istedi. Binaenaleyh bizi bu tüccara gönderen Battal Bey‟di ve de hem tüccar tarafına hem de bize kefil olacaktı. Bizi gönderirken söylediği de buydu. Gittik Battal Bey‟e, durumu anlattık. Anlattık ama nafile bugün git yarın gel demeye baĢladı. Bir günümüz bu Ģekilde kayıp oldu. Mahmut dedi ki, „Bana kalırsa biz bu paradan vazgeçelim. Ağabey bu adam bu parayı vermez. Belki de bu parayı bizim amcazadeyle kırıĢtıracak.” dedi. Ben ise, “Peki ama biz Battal Amca‟ya bir daha gidelim. Alacağımız son cevapta Battal Amca‟nın da gerçek yüzü meydana çıkar.” dedim ve Battal Amca‟nın evine bir daha gittik. Maalesef Battal Amca bir kere olsun Cihangir Bey‟e gelip de bu niye böyle oldu diye sormadı bile ve son cevabı da Ģu olmuĢtu: “Ne yapalım canım, 1.000 lira için gidip adam mı dövelim.” dedi çıktı iĢin içinden. “Yahu Amca bizim davamız sadece 1.000 lira değil. Biz burada senin gönderdiğin tüccar tarafından haksızlığa uğradık. Biz damızlık inek alacaktık. Ġnekler Kars‟tan geri götürüldü.” dediysem de fayda etmedi. Battal Amca‟nın durumunun biraderin dediği yönde olduğu anlaĢılmıĢtı. KARS‟TAN GÖLE‟YE GĠTMEMĠZ BĠNALĠ TOPÇU VE URUT KÖYÜ Göle Kars‟ın ilçesidir. Kars‟ta duyumlar almıĢtık “Göle‟de daha iyi inekler bulunur.” diye. Aynı zamanda “Göle‟nin insanları da daha iyidir.” diye duyumlar almıĢtık. Kars‟a gittiğimizin üçüncü günü sabahı erkenden yine bir üzeri açık nakliye arabasıyla Göle‟ye gittik. O gün de Göle‟nin bir mal pazarı varmıĢ. Biz burayı birilerinden sorduk adam dedi ki, „Ben de oraya gidiyorum düĢün peĢime gelin.” Adamın peĢine düĢtük gittik. O memlekette dıĢarıdan gelen insanlara „Garip” diyorlardı. Biz pazarı dolaĢırken adamın birisi bizi takip etmiĢ. Önümüze geldi sordu, “Sanıram siz buranın garibisiniz.” dedi. “Zaten de durumunuz giyisimiz belli ediyor.“ Biz yok da desek, kim inanır. „Evet“ dedik. 45 yaĢlarında, orta boylu, pala bıyıklı, esmer, güler yüzlü bir adamdı. „Size bir Ģey söylesem bana inanır mısınız?“ dedi. Ben onun dilini yazıyorum. Biz birbirimize bakıĢtık. „Söyle amca, inanırız.“ dedik. „Siz burayı neyin için gelmiĢseniz?“ „Amca biz buraya damızlık inek almaya geldik.“ Adam, „Damızlık inek almaya gelmiĢseniz?“ „Ha evet amca.“ „Siz nereden gelmiĢseniz?“ „Biz Ankara‟dan geldik. Ama bizim memleket Divriği‟dir.“ „Bakın delikanlılar siz madem ki, damızlık inek alasanız, burada siz iyi mal bulamazsanız. Eğer siz bana inanırsanız ben sizi götüreceğim. Köye size yardım edeceğüm.“ dedi. Biz bir daha birbirimize baktık. Ona da razı olduk. „Peki amca!“ Bakalım sonumuz 269 Ölmeyen Çocuk nereye varacak. Ama bu defa sonumuz iyi olacak. Aslında Kars‟a iner inmez içime bir kuĢku düĢmüĢtü. Ama bizi tuzağa düĢüren Battal Amca olmuĢtu. Binaenaleyh bir yandan tecrübe sahibi olduk. 1.000 TL bize çok Ģey öğretmiĢti. Hattı zatında Zavut Çiftliğinin yaylası Rus hududuymuĢ. Oraları görmemize değerdi o bin lira. Adamın peĢine düĢtük, çarĢıya gittik. Giderken sorduk, „Amca isminizi söyler misiniz?“ Adam, „Benim adım Binali Topçu.“ dedi. O da bizim ismimizi öğrendi. Gittik büyük bir kahvehaneye girdik. Binali Bey bizi bir masaya oturttu. Bir baktık ağzı kapalı dört çay geldi. Çayı içerken, „Aç mısınız? Yemek yer miseniz?“ diye sordu. Biz yemek yemeyeceğimizi söyledik. Aslında sabahleyin yemek felan yememiĢtik. Ama neyse kabadayılığımız tuttu, yemeyeceğimizi söyledik. Oysa ki, o memleketin geleneği icabı dıĢarıdan geldiğine ve böylesi yerde yeni gelen misafir olduğuna inanıldığı taktirde ilk defa ne yersen, ne içersen katiyen para almıyorlarmıĢ. Mamafih biz ikiĢer çayı içtik. Bir dört çay daha geldi. Binali Bey„e sorduk: „Ne yapacağız ki, çay daha gelmesin?“ Binali Bey dedi ki, „KaĢıkları bardağın üzerine ters çevirirsen, bir daha gelmez.“ dedi. Dörder çayı zorla içtik. Çayımızı içtik, dinlendik. Sıra geldi Binali Bey„in köyüne gitmeye. Binali Bey„in köyünün adı Urut köyüydü. Binali Topçu bizi kaldırdı, köye giden yolun üzerine çıktık bekliyoruz. Binali Bey dedi ki, „Köyümüze bir tane de dolmuĢ arabası çalıĢır. Nakliye arabaları da gidiyor. Hangisi önce gelirse binerseniz he?“ Biz de „Fark etmez.“ dedik. Mamafih Ģansımızdan hep nakliye arabalarına denk geliyoruz. Zira az sonra yine bir yük arabası geldi, bindik. Arabayla Urut Köyüne giderken etrafı seyrettim. Dağı, deresi, ovası hepsi su, hepsi ot ve ağaç, zümrüt gibi yeĢillikti. Nihayet akĢam üzeri Urut Köyüne vardık. Binali Topçu‟nun evine misafir olduk. Binali Topçu bizi iyi ağırladı. Yalnız köye girince köyde minaresiz cami gözümüze çarptı. Binali Bey bize dedi ki, „Bana izin veresen ben akĢam namazı için camiye giderem he?“ dedi. Biz de „Ne demek Binali Bey? Sen camiye git, gel.“ Yalnız Binali Bey„in ailesi yayladaymıĢ. Bizi o akĢam köyde yatırdı. Sabahleyin yaylaya götürecekmiĢ. Binali Bey camiden geldi. Biraz oturduk, fakat namazdan niyazdan hiç bahsetmedik. Biz camiye gitmediğimizden dolayı da adam da hiçbir Ģey değiĢmedi. Bize karĢı olan ilgisinde hiç eksilme felan olmadı. Neticede sabah oldu, yaylaya erken gittik. Kapıların önünde inekleri hanımlar sağarken yakaladık. Satılık ineklerin sahiplerine haber verdi, herkes satacağı ineklerini evde koydular. 10 tane danası, peĢinde yarım montofon inekleri aldık. 950-1.100 TL‟ye kadar fiyatta inek aldık. Danaları da peĢinde. ÖDEME KOġULU Ödeme koĢulları Ģöyle olacaktı. Malların menĢe kâğıtları alınacak, malların zaten danaları yanlarındaydı. Battal Amca da ambar müdürü olduğu için vagonomoz da hazırdı. HaydarpaĢa„ya o gün ilk giden postanın arkasına bir küçük vagon 270 Ölmeyen Çocuk takacak, malları yükleyeceğiz, Ankara‟da indireceğiz. Yani bizim için özel bir muamele olacak. Biz de Göle Ziraat Bankası ġubesi aracılığı ile Ankara‟dan para getirteceğiz, adamların parasını peĢin ödeyeceğiz. Binali Topçu on tane ineğin parasını alıp götürecek. ġU ANDA GÖLE‟DEYĠZ Göle‟ye inekleri getirmek sahiplerine aitti. Binali Bey bir arkadaĢıyla inekleri bir kamyona yüklediler. Göle‟ye danalarla malların arasına bir de bölme koydular. Birlikte aldık geldik. Ġlk önce belediye baĢkanlığına gittik. Belediye baĢkanı uzun boylu, uzun suratlı, çok candan ve yardımsever bir adamdı. Bize hemen çay ısmarladı. Baytarları çağırttı. Ġki tane daha adam temin etti. Malların menĢe kâğıtlarını hemen yaptı. Kamyonu da kendisi buldurdu. Muazzam bir Ģekilde mallarla danaların yerlerini ayırttı. Sonra yanımıza geldi. Dedi ki, „Mallarınız hem genç, hem de çok temiz hayvanlar.“ Belediye baĢkanı, Binali Topçu‟ya da teĢekkür etti. Sonra, „Mallarınıza 75 lira menĢe parası almam gerekiyordu. Fakat size gelince, 1. hemĢehrim olduğunuz için, 2. göleden damızlık inek aldığınız için sadece 15 TL para ödeyeceksiniz.“ dedi. „ġimdi gidin, bankadan paranızı alın. Bu hemĢehrilere ödeyin. Ben de siz gelene kadar mallarınıza burada bakacağım, geldiniz mi size teslim edeceğim.“ dedi. Biz de biraderle bankaya gittik, banka müdürüne meseleyi anlattık. Banka müdürü Hüseyin Bey dedi ki, „Siz Ģöyle 45-60 dakika kadar gidin Göle‟yi bir gezin ben de paranızı Ankara‟dan isterim, gelir alırsınız.“ Biz hemen oradan belediye baĢkanına bir telefon açtırtık, bir saat sonra geleceğimizi söyledik. Göle‟yi bir güzel gezdik. O belediye baĢkanı Göle caddelerinde bir onarım baĢlatmıĢ; harıl harıl, çok hızlı bir çalıĢma vardı. Çok güzel bir Ģehirdi. Bir saat dolmadan bankaya gittik. Para hazırdı. Fakat Hüseyin Bey bizi çay içirtmeden bırakmadı. Ama biz rica ettik, „Bari çaylar çift olmasın.“ dedik. Birer bardak çay içene kadar epey de sohbet ettik. Dedim ki, „Sayın Hüseyin Bey, Ankara‟ya Divriği‟den 12 saatte para geldi ve 12 lira alındı. Siz 45 dakikada paramızı ödediniz, 1 lira para alıyorsunuz. Bunun sırrı nedir?“ Hüseyin Bey, „Bu iĢin sırrı o banka müdürünün insiyatifine bağlıdır. Ġsterse alır, istemez ise almaz. Nerde kalmıĢ ki, siz ta Göle„den mal götürüyorsunuz. Malınız da kamyonda bekliyor.“ Hüseyin Bey„e çok çok teĢekkürlerimizi bildirdik. Adamların paralarını saydık. Diğer mal sahiplerinin parasını da ödediğimize dair Binali Topçu‟dan imza aldık ve bankadan ayrıldık, belediye baĢkanına geldik. Belediye baĢkanımız ücretli bekçi gibi malımızın baĢını bekliyordu. Allah selamet versin. Eğer öldüyse de Allah rahmet eylesin. Çok değerli insanlar eĢi emsali bulunmaz insanlardı. Velhasıl 10 tane inek, 10 tane de danayı Kars istasyonuna getirdik. Battal Amcam da malımızı vagona yüklettirdi. Binaenaleyh o memlekette devamlı mal sevkiyatı yapıldığı için, her türlü imkânlar bulunuyordu. Battal Amca iki gün önce Cihangir Bey„den 1.000 TL 271 Ölmeyen Çocuk paramızı almadı ya da alabilmemize yardım etmedi ama bu defa istasyonda adamlarını getirdi. Vagonda özel ve ayrı bir bölme yaptırdı. Bize iki tane de su kovası, biraz da ot temin ettirdi. Vagona çok güzel bir vaziyette yerleĢtirdi. Bu hizmetlerden ötürü de bize hiç para ödetmedi. Biz sadece vagon parası ödedik. Kars‟tan Ankara‟ya sanıyorum üç günde ancak yetiĢebilmiĢtik. Bu üç gün içinde elbette inekler ve danalar aç gelemezlerdi. Biz ise bu iĢlerde bilgimiz olmadığı, için Göleli Binali Topçu Ģu bilgileri vermiĢti. KARS‟TAN ANKARA‟YA KADAR Tren bazı istasyonlarda aktarmalar yapıyor. Su alıyor bu nedenle o çok duruyordu. Bu istasyonların isimlerini dahi bize yazdırmıĢ ve bizi bilinçlendirmiĢti. Binali Topçu gibi bu izahatları Battal Amca da bize vermiĢti. Ayrıca Battal Amca trende çalıĢan personellerden kardifirenleri de tenbih etmiĢti. Bazı istasyonlara geldiğimizde bizimle ilgilenmelerini de söylemiĢlerdi. Tuttuğumuz vagonun her iki baĢında kapalı yerleri vardı. Biraderle birimiz birinde birimiz de birinde altımıza da ot sermiĢtik. Bu Ģekilde yerleĢtik. Böylece trenlerin çok durduğu istasyonlarda malların suyunu otunu verdik, danaları emzirdik. Ġnekleri kovalara sağdık istasyonlarda bize verilen talimatlara göre bekci ve makascı aileleri oturuyorlarmıĢ, o kardifirenler onları tanıyor ve biliyorlardı. Hemen eĢlerini çağırırlardı. Ġnekleri biz emzirirdik. ĠkiĢer memelerini de onlar sağarlardı. Böylece Ankara‟ya kadar mallarımızı sağ salim getirebildik. ANKARA‟DAYIZ Ankara KayaĢ Ġstasyonunda malımızın olduğu vagonu kesip bıraktılar. Kars‟tan Ankara‟ya 48-50 saatte gelmiĢtik. KayaĢ‟a indiğimiz saat 12-13 arasıydı. KayaĢ‟tan bizim mahalleye ineklerle birlikte danaları götüremezdik. Zira danalarımızın bazıları erken doğmuĢ bazıları bir aylık felandı. Bu nedenle danalara Ģehir içi bir araba tuttum. Hemen ben danaları götürdüm eve bıraktım. Geri döndüm, biradere doğru gittim. Ġnekler yolların kenarından yürüdü ve ayrıca Ģehire acemi olduklarından birimiz malın önünden yürüdük, birimiz de arkadan inekleri yürüttük. Böylece öğlen sonu saat 14-15 arası evimize malları bir zayiat olmadan yetiĢtirmiĢtik. Ankara‟dan Kars‟a baĢlayan yolculuğumuz 10 gün sürmüĢtü, onuncu gün eve gelmiĢtik. 10 gün zarfında hem çok yorulmuĢ hem de çok kirlenmiĢtik. Hemen eve iner inmez bir güzel yıkandık. Kafayı vurduk yatağa yattık. 10-12 saat yataktan kalkamadık. Ankara‟ya geldiğimizin ikinci günü ineklerin sütünü satma problemleri ortaya çıkmıĢtı. Tabii ki, bir iĢin baĢlangıcında her Ģey kolay olmuyordu. Bir takım problemler, zorluklar orta yere çıkıyordu. Bereket mahallede tanıdıklar bize yardım ediyorlardı. ĠĢte bu düzenin ilk baĢlangıcı da Ģöyle olmuĢtu. 272 Ölmeyen Çocuk Ben çarĢıya gittim. Önce süt güğümleri yaptırdım. 2-1 yarım olmak üzere üç tane de litre yaptırdım, bunları eve getirdim. Ġkinci gün gittim. EĢek üzerinde taĢınması için iki tane sandık sipariĢi verdim. Sandık yapılırken gittim mal pazarları vardı, oralarda eĢek satanlar da vardı. Biz ilk önce bir eĢek aldık. Bu iĢleri de tam tekmil yapıp tamamlamamız 10 gün sürmüĢtü. Bu 10 gün içinde birader Mahmut, eliyle gezdirerek yakın komĢularımıza ve mahallenin ırak yerlerine kadar süt satmayı epeyce öğrenmiĢti. Bu arada malları otlaması için bir de çoban bulmuĢtuk. Yusuf isminde bir arkadaĢtı. ĠLERĠYE DÖNÜK ÇALIġMA PROGRAMI Evin alıĢveriĢ meseleleri, süt satma vesaire meseleleri düzene konduktan sonra ben ileriye dönük programı çizmiĢtim. Bu program Ģöyleydi. Birader Mahmut sütü götürüp mahallelerde satacak, malın bakımıyla uğraĢacak, vesaire. Bana gelince, ben de bu malcılığımızı daha geniĢ çapta teĢkilandırmak üzere devamlı dıĢardan mal alıp getirme ve mevcut malların kısır olup etlenmiĢlerini satmaya ve diğer taraftan iĢi daha büyük bir arazi bulup çiftlik alanına yayma, kooperatiflere kayıtımızı yapmaya çalıĢacaktım. Bir baĢka hedef ise, muhtelif yerlere kasap dükkanı açıp etlenen malları kasaplarda et olarak satmayı sağlamak, vesaire para çoğaldıkça ticari alanlara yaymaktı. Bu arada evin etrafında daha bir takım inĢaat iĢleri vardı. Ben bunları da yapmaya koyuldum. Evin etrafını yaptım, düzelttim. Ne acıdır ki, ben bu ağır çalıĢmanın sonunda ağır bir hastalığa tutuldum. AĞIR HASTA OLMAM / 27 Mayıs 1964 Hastalığım daha ziyade zayıf düĢmemden ileri geliyordu. Ama nerdeyse ölüme doğru yaklaĢmıĢtım. Zayıf düĢmüĢtüm. Yatağa düĢmemle kalmadı, hastahanelik olacaktım. Bir hafta evde yattım. Yanıma gelen yakınlarım durumumu tehlikeli görmüĢler ki, bana derhal bir hastahaneye yatmamı tavsiye ediyorlardı. Ben de „Eğer hastaneye yatacaksam, hastahaneye harcayacaklarımın yerine köye gidip köyde kendimi tedavi etmeyi tercih ederim.“ dedim. „Belki de hastahaneye harcanacak paranın yarısına dahi çıkmaz benim köydeki harcamalarım.“ dedim. Benim ev halkı da buna razı olmuĢtu. Böylece, ben Ankara‟dan alacaklarımı aldım, 200 lira da harçlık aldım. Trenle gittim köye. Köydeki evimizde bacım Bağdat oturuyordu. Oraya indim. Köylü komĢularım ve Abdullah EniĢtem yanıma geldiler. Onlar da doğrusu durumumu çok kötü görmüĢlerdi. Bir gün sonra EniĢtem Abdullah bana bir tane kıĢ kuzusu kesti. Bu kuzunun kuyruğunu 10 kilo balla adam akıllı ovaladı. Etini de birkaç gün yedim. Velhasıl tedaviye baĢladım. Her iki günde bir tane tavuk kestiriyordum ve yine hiç ĢaĢırmadan sabahleyin bir tane de çiğ yumurta içiyordum. Yumurtaları bazen de kahvaltılarda yiyordum. Divriği‟den taze sebze getiriyordum. Aylardan ağustosun 273 Ölmeyen Çocuk sonlarıydı gittiğimde ben 45 gün kendimi köyde besledim ve hastalıktan kurtuldum. 45 gün içinde 4-5 kilo ağırlaĢtım. Yani kilo aldım. Böylece iyi oldum Ankara‟ya döndüm. HASTALIĞIMDAN SONRA Hastalıktan kurtulup iyileĢtikten sonra önümüz kıĢa geliyordu. Malların yaklaĢık 7-8 aylık yiyeceklerini aldım, stok yaptım. Malların yiyecekleri Ģöyleydi. A. saman, B. kepek, C. arpa kırması, D. Ģeker pancarı gübresiydi. Bu durumda 8-10 tanede peyder pey mal almıĢtık. Danalarla birlikte ahırımızda 28-30 tane mal olmuĢtu. Bunların sütlülerinden günlük 25-30 kilo süt satılıyordu. Borcumuz felan da yoktu artık. Üstelik altı ay sonra 7.500 TL köyde, rahmetli üvey dayımda alacağımız vardı. 1965 - 5. aylarında o gelecekti. Sonra elimizde paraya gelir 15 tane satılık malımız, 7.500 TL. paramız nakit oluyordu ki; bu 15 malı sattığımızda bir sene içinde, daha birinci senede 10-12 inek bize kâr olarak kalıyordu. 15 mal daha alacağız. Ayrıca 7.500 TL 1965„in 5. aydan sonra 1964‟de yaptığımız yatırımın üç misli bir daha yatırım yapma imkanımız doğmuĢtu. Sonuç ne oldu? MAHMUT MAHMUT MAHMUT Mahmut durmadan kötülük düĢünüyordu. Mayıs ayına doğru gelmiĢtik. Bu aradayken bir aydan beri Mahmut günlük süt paralarını vermemiĢti. Bende de hiç para kalmamıĢtı. Evin günlük ihtiyaçlarını veresiye almaya baĢlamıĢtık. Rahmetli anneme sordum ve de Mahmut‟a söylemesi için tenbih ettim, „Anne bu çocuk bir aydır paraları vermiyor. Evde ve bende de hiç para kalmadı. Sor bakalım kendisine parayı ne yapıyor? Ve niçin parayı getirip vermiyor?“ Annem söylemiĢ, söylemiĢ ama Mahmut‟tan cevap yoktu. Mahmut‟tan ne cevap, ne de para gelmeyince ben bir akĢam evde bir konuĢma yaptım. Annemin, hanımların huzurunda konuĢuyoruz ve Ģunları söylüyordum, Mahmut‟a soruyordum: „Söyle bakalım Mahmut, niçin hesabı getirip vermiyorsun, derdin nedir?“ Mahmut söze baĢladı ve Ģunları söylüyordu: „Ağabey sen çok masraflısın. ġuraya buraya çok para harcıyorsun. Örneğin her gelene sofra kuruyor, rakı çıkarıyorsun. Yani senin masrafın bu evin tümüne bedel oluyor.” diyordu. Görülüyor ki, kendisine babalık vazifesi yapmıĢtım, hatta ve hatta babamız yaĢıyor olsaydı benim yaptığımı evlatlarına yapamazdı diye düĢünüyorum. Ama benim biraderime baba üstü bir baba olduğum halde, benim yüzüme karĢı masraflısın sözleriyle beni suçluyordu. “Eyvah eyvah!” dedim ama iĢ iĢten geçmiĢti. “Peki birader söyleyeceklerin bitti mi?“ „Bitti“ „ġimdi sana bir iki sorum daha var. Onları da Ģu külfetimizin içinde soru olarak konuĢayım da, bakalım onlara da bir cevabın olacak mı? Beni iyi dinle Mahmut. Sen henüz 24 yaĢındasın. Bu evde iĢe 15 yaĢında baĢladığını hesap 274 Ölmeyen Çocuk edersek 9 yıllık bu evde emeğin var. Nerde kalmıĢ ki, bu dokuz yıllık emeğin ise benim himayemde olmuĢtur. Ben ise bu evde 10 yaĢımda baĢladım. BaĢta senin annen olmak üzere beni dövenlerden çalıĢtığım kadar da sopa yiyerek bu güne geldim. Bu bir. Ġkincisi ben bu evin iĢini, yükünü ve sorumluluğunu devralırken öyle borcu derdi olmayan hazır bir ev almadım Mahmut. Binaenaleyh bizim evimiz mi vardı? 1954‟ün ilkbaharında 11 aylık gurbetliğimde kazanıp getirdiğim 550 lirayla ben Ģimdi sattığım evi yapmasaydım bizim evimizde 1964 ve bugüne kadar oturabilecek miydik? Ayrıca Ģu anda o evi üç bin liraya sattık. Buraya kadar noktalıyor ve soruyorum? Bu evde 10 sene oturmuĢtun. Üç bin TL‟ye de satmıĢık. ġimdi bu kimin sayesinde oldu? Cevap senin. Sayende güzel cevabını aldık. YapılmamıĢ olsaydı satabilir miydik?“ Cevap: „Hayır.“ „Parasını ben mi aldım? O da hayır. Onu koyduk bir tarafa. Sevgili kardeĢim Mahmut, yolun altındaki bahçenin kenarındaki selvileri ben 12 yaĢımda diktim. Onları hiç hesaba felan katmıyorum. Hele Ģu kumluktaki bahçe meselesine gelelim. Sen iki sene askerlik yaptın. Ben o bahçeyi de iki yılda bahçe yaptım. Sen biliyor musun o bahçe iki yıllık emekle felan yapılması mümkün olmayan bir emek. Sonra, o bahçeye dört tane iĢçi koysaydın dört sene de meydana getiremezdi. Benim oradaki emeğimi bir kere parayla satın alamazdın Mahmut. Ama o bahçeyi 16 bin liraya sattık. Sana bir Ģey daha söyleyeyim. Bu 16 bin liranın 6 bin lirasını hanımların emeğine bir de babamızdan kalan yere çıkalım. Ben öyle hesap ediyorum ama 10 bin TL‟si yegane benim kaynağımdır ve benimdir. Onu da koyduk bir tarafa. Etti mi 13 bin TL. Bu kadar yeter daha sayacak olursam sen sıfıra çıkarsın Mahmut. Esas baĢka bir konuya gelelim. ġimdi benimle birlikte gelmeden köyden ayrılsaydım biliyorsun ki, hakim Ahmet Bey yüzüne karĢı söylemiĢti. ġu paranın dörtte biri benim miydi, değil miydi? Sen kulağınla duydun bunu.“ „Evet ağabey öyleydi.“ „ġimdi yukarıda çıkardığım 13 bini de ekliyorum. 15 bin TL Ģu anda çıkardığımız paradan alacaktım. Köydeki tarlaya 22 bin TL verdiler. Biliyorsun bunun dörtte biri 5.500 TL tutardı. Bir defa 20.500 TL tutarmıĢ.“ „Evet.“ „O halde 60 binden 20.500 TL çıkınca 39.500 TL kalırdı. Bunların dıĢında Bibim hissesini bana veriyordu. Bu yüzden de ben almadım. Ġkimizin adına olmak için çok uğraĢtım. Meliha Ablam hakeza, kabul etmedim ve tenezzül de etmedim. Bunları da koy bir tarafa. ġimdi geriye kaldı bir tarlamız. Biz köy önündeki tarlayı da sattığımız zaman 82 bin TL‟den 21.000 düĢtük mü? 61.000 TL kalırdı. 61.000 TL‟nin de yarısı senin yarısı benim olacaktı. Demek ki, bütün bu dedikodulara Ģu anda seninle karĢı karĢıya gelmeden 51.500 TL benim 31.000 TL senin olacaktı. ĠĢin neresinden bakarsan bak, iĢin yüzde yüz doğrusu buydu. Nerde kalmıĢ ki, eğer benim kahramanca çalıĢmalarım olmasaydı 82.000„i felan bırak bizim sattığımız yerler etse etse eski haliyle 30.000 TL tutardı. Bu saydıklarım iĢin parasal yönü ya bir de iĢin manevî yönünü ele alacak olursam taĢlar erir. Sen bugün bu çıkıĢı bana yaptıktan sonra ben artık sana ne söylesem tesir 275 Ölmeyen Çocuk etmez. Belli ki, sen bu teĢkilatımızı ve bu birliğimizi yıkmayı önceden göze almıĢsın demektir. Hey gidi Mahmut demek ki, ben sana bunca emeğimle birlikte 21 bin TL‟yi sana bağıĢlarken çocuğum gibi seni yoktan var edip bu seviyeye ve buralara kadar taĢırken, hem ustalık hem amelelik yapıp bugün bir tüccar olacak bir seviyesine geldik. Maalesef fırsatları da senin eline verene kadar masraflı değildim. Azami dört aydır masraflı oldum. Benim masrafım 10 kiĢiye bedel oldu. Haa, ama bunun sonu çok büyük piĢmanlık olur. Unutma sana Ģunu da söylüyorum ki, sen bununla da kalmayacaksın. Ġleride daha sen bana çok oyunlar oynarsın. Sendeki bu kurgu ve nankörlük var mı, sen daha çok fırıldaklar çevireceksin Mahmut. ġimdi son sözünü söyle bakalım. Bunları söylemekteki kastın nedir gayen nedir?“ Mahmut, „Ayrılık abi...“ „Maksadının ayrılık olduğunu ben biliyorum Mahmut, ancak kendine gerekçe olarak beni masraflı olarak suçlama yöntemine gittin. Bu senin kabiliyetin gereğidir. Uzatmadan sana Ģunu önereyim Mahmut. Önce sana Ģunu söylerim ki, eğer elalemin ve çevremizin bize gelecek hücumları düĢünmesem Ģu onur düĢkünlüğü bende olmasa vallahi Ģu andan itibaren durmazdım. Ama ben senin gibi değilim. Mahmut hiç olmazsa aradan bir iki sene geçmiĢ olsaydı. Böyle bir yer daha yapsaydık elalem leĢimize tükürmezdi. Benim Ģu andaki ayrılık çok gücüme ve ağrıma gidiyor. Üstelik böylesine ağır itamlarla suçlanarak bu nedenle sermayeyi ayırmayalım. Tamam mı? Ayrı oturalım ama mandırayı birlikte yürütelim. Eğer bana güvenmiyorsan para senin elinden harcansın“ dedim. Bu teklifi yapınca sesi çıkmadı. Cevap felan da vermedi. Maalesef aradan 5 ayı zor etmiĢtik. Mahmut 1965‟in 4. ayın sonlarına doğru yine baĢladı. Mahmut, „Ayrılalım ağabey!“ „Ttamam kardeĢim, anlaĢıldı ki, seninle artık bu iĢ yürümez. ġimdi sen söyle, nasıl ayrılacağız?“ Mahmut, „Bu evi bölelim, malları da bölelim, yarısında sen otur, yarısında da ben.“ Cevap: „Oh öp babanın elini. Bir gün kadınlar kavga yapar, bir gün de biz, ikinci günüde bir de bakmıĢsın birbirimizi öldürürüz. Birimiz mezara birimiz ise hapise. Karılarımız da dul kalır, çocuklar da yetim. Yahu bu ne biçim ayrılık? Böyle olduktan sonra ayrılmanın ne önemi var ki?“ Mahmut, „Eee, ne yapalım?“ „Ben bilemem ne yapacağını. Zira ayrılığı sen istiyorsun. Ben sana her Ģeyi söyledim. Kabul ettiysen beĢ ay sonra iĢ yapmanın teĢkilatı çoğaltmanın yerine ayrılalım demezdin. Üstelik beĢ aydır iĢini daha da sağlama bağladın. Tekrar ayrılığı gündeme getirdin.Bak Mahmut, bu iĢin iki yöntemi var. Bu evden ya sen ceketi alır çıkarsın ya da ben.” „Nasıl olur abi?” „Bayağı olur. Aslında senin istediğin budur. Ama iç duygularını dıĢarı vurmuyorsun. Zira her gün ölmedense bir gün ölür kurtuluruz. Maksadımız Ģu memlekette bir iĢ adamı olmaktı. Bu olmadıktan sonra, ha burada iki kilo süt satarak bir ekmek yiyeceksin, ha birinin kapısında çalıĢarak yiyeceksin, ha böyle. Ne fark 276 Ölmeyen Çocuk eder? Ġki kiĢi bu Ģartlar altında her gün hırgür etmektense, hiç olmasa kulağımız rahat olur. Köydeki tarla bir yana, burası bir yana. Hangisini tercih edersin?” „Ağabey olur mu? Burası üste götürür.” “Üste götürürse bu kadar mal var. Burayı kim alırsa diğerine para verir. Zira burası her gün para getiren bir yer. Hadi Mahmut.” Aslında Mahmut‟un kanatları gıcırdıyordu „Oh abimi yana getireceğim!” diye. “Ġyi Ağabey, sen bilirsin.” „Ben bilmem, söyle hangisini istiyorsun?” Mahmut, “Ġyi, madem öyle ben burada kalayım.” “Neden peki hani burası üste götürür diyordun? O zaman niye üste götüreni alıyorsun da altta kalanı almıyorsun. Ġyi o zaman bölelim. Öyle ya ben beğenir alırsam razı olmuyorsun. Seni beğenmeye teklif edersem evet diyorsun. Böylece failin açıkça belli olmuĢtur. Mahmut bak birader, ben ceketimi alıp çıkacağım. Buradan, buranın bugünkü değeri 150 bin liradır, 150 bin liralık bir teĢkilata karĢılık 20.000 liralık satılacak bir tarlayı almak, ceketi alıp çıkmak anlamındadır. Benim senden tek isteğim köyden gelecek olan 7.500 TL‟yi, bir de o parayı alana kadar benim ev kiramı ve günlük yiyeceğimi günlük satılan süt parasından karĢılamandır. Ayrıca kitaplarıma, usta takımlarıma müdahale edeyim demeyesin.” „Ayıp ettin Ağabey, seni aç mı koyacağım? Niye böyle söylüyorsun?” “Hadi bakalım göreceğim.” Bu konuyu bu aĢamadan sonra notere gittik, senetleĢtik. Ev eĢyalarını bölmeye baĢladık. Kitaplara, benim usta takımlara gelince daha ilk günden Mahmut‟un bir gün önceki sözü sanki baĢka yerinden çıkmıĢtı. Birader karĢıma çıkıyor: „Ağabey bunları da böleceğiz.” diyor. ġimdi iĢin seyri değiĢiyor. Bakın ayrıca ne kadar ayırdığımız malları senet altına alana kadar biraderim Ağabeyine karĢı devamlı yumuĢak davranması. Sonra sözde kalan önceden adı konmuĢ ama evden çıkmamıĢ ve de senette ismi geçmeyen eĢyaların üzerinde hemen bir gün sonra Mahmut tutum değiĢiyor, yön değiĢiyor ve de ağız değiĢiyor ve ayrıca benim Ģok duruma düĢmüĢlüğümden, fırsattan istifade edip yararlanıyor. ĠĢte oyunun kuralı budur. Biraderimin yaĢı benden küçük olmasına ve birçok konularda benden bilinçsiz olmasına rağmen, içinden kurguladığı Ģeytani tutumlarıyla beni hep tuĢa getiriyordu. HALKIN DĠLĠNDEKĠ GERÇEK Ġnsanlar herhangi bir halledemediği konu üzerinde tartıĢmaya girerler. Elbette konu üzerinde tarafların ikiside haklı veya ikiside haksız olamaz. Mutlaka bir taraf haklıdır, diğer bir tarafta haksızdır. Haklı taraf haksızlığa uğraması karĢısında bir anda aklı zivanadan çıkar, hakimiyetini kayıp eder. Bu defa ya silah kullanır ya taĢ sopa kullanır ya da en azından terki edep sözlerle muhatabına hücum eder. Dolayısıyla olmaması gereken nahoĢ durumlar ortaya çıkar. Bazen de bu gibi kavgalar ölümle sonuçlanır. Bir bakarsınız gazete manĢetlerinde kamuoyunu oyalayan bir hadise olur çıkar. Bu sefer kamuoyu kendi yorumunu yapar. 277 Ölmeyen Çocuk Yahu suç ölende mi? Öldürende mi? ĠĢte bu deyimin gerçek payı vardır. Halkın dilindeki gerçekte budur. BĠZĠM OLAY Bizim olay da tıpa tıp böyleydi. Allah‟a Ģükür ki, ben bahsettiğim türlerden kavgalara meydan vermiyor, hiddetlenince bazı hırsı cümleleri kullanıyor içimi döküyor, konu olan bir maddi haksızlığa uğramıĢsam yine ondan da vazgeçiyordum. Zaten biraderim benim nabzımı bildiği için onun isteği de oluveriyordu. Neticede istediğini elde ediyordu. Nitekim öyle olmuĢtur. ġimdi konu benim ekmek kapım olan usta takımlarım, ayrıca boĢ kaldığım zamanlarda okuduğum kitaplarımın taksimi. Yani insaf etmek lazım. Ben bir gün önce söylemiĢ olduğum sözlerde biradere demiĢim ki, „Bak birader“, „1. ben tarlayı satana kadar ve köyden hismeme ayrılan 7.500 TL‟yi alana kadar satacağın günlük süt parasından benim günlük çoluk çocuğumla yiyecek paramı temin etmem lazım.“ demiĢim. „2. Bari bu kadar iĢleri huzursuzlukları ve de gülünç durumları meydana getirdin, hiç olmasa benim Ģahsi malzemelerime müdahale etme.“ demiĢim. Yani bunu illa ki, senede yazmamız mı gerekirdi? Bütün bunları konuĢmuĢ ve kabullenmiĢ olduğumuz halde birader mallar ve evi noter senediyle üzerine devrolunca, „Ağabey takımları ve kitapları da taksim edeceğiz.“ Deyince, Mahmut artık bardağı taĢırmıĢtı. O anda gözüm kararmıĢ dünyayı göremez olmuĢtum. Binaenaleyh bütün bu olaylara karĢı kendimi sıkmıĢ patlamaya hazır bir bomba haline gelmiĢ olduğum halde Ģu kelimeleri sarf etmiĢtim: „Ulan terbiyesiz, ulan nankör herif elimden almadığın bunlar mı kaldı?“ Bu Ģekildeki öfkeli kelimelerime karĢılık Mahmut Ģu karĢılığı veriyordu: „Sen gittin köylerde keyif sürdün ve sümsündün. Üstelik 200 TL‟de para yedin.“ ĠĢte Ģimdi buyurun cenaze namazına demenin sırası gelmemiĢ miydi? Peki daha ayrılığın sona ermemiĢ olmasına karĢın, üstelik ayrılık olayını kendi çıkarmıĢ olması na karĢın, daha da yetmedi kendi diliyle de ifade ettiği gibi bu ayrılıkta kazanan kendisi olmasına karĢın, nasıl oluyor ki; dört tane takım ve 5-10 tane kitap için Ağabeyine karĢı çıkıp „Sen köylerde sümsündün.“ diyebiliyor? Ne demiĢti usta edebiyatçı, „KardeĢin varsa baĢka düĢman gerekmez.“ CEVABI ġUDUR Biraderim Mahmut bu çıkıĢlarıyla yaptıkları daha yetmemiĢ gibi eline fırsat geçtiği için o fırsatı ileride kullanmak üzere ileriye kılıf hazırlıyordu. O günkü sebep olduğu kavgayı gerekçe olarak kullanacaktı. O da Ģuydu. 1. Mahmut‟un aldığı mülkiyet tapusuzdu. Sadece vergi su ve elektrik kayıtları vardı. 278 Ölmeyen Çocuk 2. Mallar ise canlı mallardı. Bunlara senetle sahip olabiliyordun. Kanun nezdinde bunların satıĢı ve sahiplenmesi senetle muhteberdir. Bana gelince benim üzerime tescil edilecek tarla tapuluydu. 20 bin TL tarla 7.500 TL para. Bunlar senede yazılmıĢ ama satıĢı tapuyla mümkündü. Yani „Vekaletimi azledip ben hissemi üçüncü Ģahıslara satmıyorum.“ diyebiliyordu. Görülüyor ki, ben Mahmut‟un kucağına düĢmüĢ bir keklik avıydım. Artık istediği oyunu oynayabiliyordu. Benimse hiçbir imkanım kalmamıĢtı. Vurdukça vuruyordu. Biraderim sayın Mahmut „ġimdi sen eĢeğin sırtının iki tarafına iki tane sandık vuruyor, süt kovalarını koyuyor, götürüp satıyorsun. Bu sandıklar ve bu kovalar senedimizde yazılı değildir. Hatta bu takımların sana kalacağını da konuĢmadık. ġimdi ben sandığın bir tanesini kovanın ve litrenin bir tanesini alırsam sen sütü satabilir misin? Veya sen Ģimdi bunları hesaba koymadan ben de yarın takımları alıp çalıĢıp ekmeğimi temin edeceğim. Malzemeyi bölmeye kalkınca benim onlarda hakkım yok mu? Nerde kalmıĢ ki, eĢeğin sırtındaki malzeme benim takımlarımla kitaplarımın iki mislidir. O zaman eĢeğin sırtındaki malzemeler bir tarafa takımlarla kitaplarım bir tarafa.“ Ha bunu duyan Birader yine de utanmadan sıkılmadan Ģunları söylüyordu: „O zaman takımlarını al, kitapları bölelim.“ Oysa ki, Mahmut‟un bir gün bir kitabın kapağını açıp okuduğuna ben rastlamamıĢtım. ĠĢte fırsatçılık diye bir kavram vardır. Bu fırsatçılık menfaatperestlikten doğmakta. Ġnsanın gözünü menfaatperestlik bürümüĢ ise önüne gelen fırsatı kullanır. AğabeymiĢ, anaymıĢ, babaymıĢ veya hak sahibiymiĢ ilgilendirmez. O insanın aklına bunların hiçbiri gelmez. O artık dünyasının birini kayıp etmiĢ. Dünya ile sarhoĢ olmuĢtur. ġu anda olayın üzerinden 31 sene geçmiĢtir. Halen yaĢamakta olan Birader Ģu anda da tarih 15.Nisan.1998. 2 ay önce annesi ölmüĢtü. Halen dünyadan ve insanî yönden hiçbir pay almamıĢ olacak ki, annesine dahi bakmamıĢtır. Mahmut‟la anılarımız ayrıldıktan sonra da devam etmiĢtir. Bu olayların olduğu tarih 1965 Haziran ayı. SEYREDELĠM BĠRADERĠN OYUNUNU Ev bulana ve yukarıda bahsettiğim köyden para gelene kadar mevcut evimizin diğer tarafına açılan bir kapı ve büyük bir oda vardı. Burada oturacaktım. Maalesef aradan 6-7 gün henüz geçmiĢti. Benim cebimde günlük yiyecek param dahi olmadığı halde annem geldi, „Oğlum Mahmut beni sıkıĢtırıyor. „Ġlla da git söyle, evden çıksın“ diyor.“ demez mi! Ben ise, „Anne merak etme, çıkarım. Yalnız benim de sana bir ricam var. Sen de onu söyle. Benim adam ettiğim ve mal mülk sahibi ettiğim bir kardeĢ Ģimdi de beni evden kovuyor. Ayrıca Ģunu da söyle, o aslında bir bela arıyor. Ama merak etmesin ben o değilim. Dünya malı için de ona muhatap olmayacağım. Allah onun belasını verir inĢallah.“ ĠĢte bu nedenle evi hemen terk ettim. Tuzluçayır‟da oturulur durumda 279 Ölmeyen Çocuk olmayan, çok mutevazi bir ev tuttum. Ġki çocuğu ve hanımı götürüp köye bıraktım, geri geldim. Artık devamlı bir iĢyeri bulana kadar ara iĢlerinde çalıĢmaya karar vermiĢtim. Ama çalıĢabilmemin imkanı yoktu. Ben öyle bir bunalıma düĢmüĢüm ki, yolda dahi yürüyemiyordum. Kimselerin yüzüne bakamıyordum. Kimseden para da isteyemiyordum. Binaenaleyh daha 12 ay dahi olmamıĢtı. 12 ay önce 50-60 bin lirayla Ankara‟ya geldiğimizi, koskoca bir mandıra kurduğumuzu çevremizin hepsi biliyordu. Daha 10 gün öncesine kadar herkes bana çunuyordu. Aynı zamanda daha o yaĢtayken elim öpülüyordu. Binaenaleyh 10-15 gün önce bu durumdayken Ģimdi de gidip bir dostuma „Bana ödünç para verin.“ diyemiyordum. Belki inanılması güç ama gerçek buydu. Ġki gün ekmek yemedim. Üçüncü gün de kapıyı açıp kimselerin yüzüne bakmadım. Üçüncü gün aklıma Ģunu taktım. Gece gideceğim, elime bir kazma alacağım üstelik bir de silahım vardı. Önce kapıya gideceğim eğer Birader çıkarsa vurup öldüreceğim. Ya da evin dört tarafından köĢe taĢlarını kaydırıp evi çökerteceğim. Samanlığa bir de ateĢ atacağım, gideceğim. Kararım buydu. Saat 22 sularıydı. Oraya gidene kadar saat 22:30 olacak ki, herkes yatmıĢ olacaktı. Silahı kuĢandım. Evden çıktım, yol ağzına vardım. Orada tanıdık bir kuruyemiĢçi ve Gürün„ün Yuva Köyünden Ġbrahim vardı. O açıktı. Orada fikrim değiĢti. Ġbrahim‟e dedim ki, „Ġbrahim Bey, üzerimde para yoktur. Bana bir küçük rakı, biraz kuru yemiĢ, bir tane de ekmek verir misin?“ Ġbrahim, „Tabi veririm Dede. O ne demek?“ Bu malzemeleri aldım eve geri döndüm. Dedim ki, „ġu rakıyı içeyim, sonra gideyim.“ Rakıyı içince bana bir çomaklık geldi. Dedim, „Rıza henüz 30 yaĢındasın. Ġki çocuk, bir hanım var. Dört çocuk, bir hanım da bu nankörün var. Hadi biz ikimiz öldük. Bu çocukların ne kabahatı var. Para mülk hepsi kazanılır ve yerine gelir. Ama bu kadar insanın kanına girmiĢ oluruz. Bu nedenle gel Rıza bu düĢüncelerden vazgeç.“ Velhasıl bu düĢüncemden ve kararımdan vazgeçtim yattım. Sabahleyin kalktım. Kalkmasına kalktım ya evde yiyecek adına birĢey yoktu. Aç susuz içeride oturup düĢünüyordum. DüĢünürken aklımdan Ģunlar geçiyordu. „Hey yaradan Mevla, hayatımda bir kula kötülük yapmadım. Yaradana karĢı bir asilik yaptığımı bilmiyorum. Hırsızlık, yalan, vesaire de bile bile bu gibi kötü iĢlerde de bulunmadım. Yarabbi benim günahım neydi ki, bu kadar periĢan duruma düĢürdün?“ Aklımdan bunları geçirirken bir baktım rahmetli Annem, Arzu Ablam ve Biraderim nankör kapıya gelmiĢler. Bana seslendiler. „Ne o? Ne istiyorsunuz?“ Annem Ablamla beraber, „Oğlum noterlikte yapmıĢ olduğunuz Mahmut‟un senetlerini sen imzalamamıĢsın ve senet imzasız. Bunları imzalaman için geldik.“ „Allah Allah! Bak anne, bu adam var ya bu; her Ģeyi, her kötülüğü yapan, paradan baĢka hiçbir Ģeyi düĢünmeyen, arı, namusu, haysiyeti, Ģerefi düĢünmeyen nankör ne istiyor? Peki hiç düĢündünüz mü bu adamı oyuna getirdik, bir de yetmiyor gibi evden de kovduk, çıkardık. Bu adam ve çoluğu çocuğu ne yiyor? Ne içiyor? Aç mı, 280 Ölmeyen Çocuk susuz mu? Ulan terbiyesiz nankör hani para verecektin? Ben burada günlerdir para yok, ekmek yok, açlık çekiyorum. Elalemin yüzüne de bakamaz oldum. Sen senedin peĢine düĢmüĢsün. Lanet, nankör köpek.“ demiĢ üzerine yürümüĢüm. Annem Ablam önüme gelmiĢler: „Oğul etme, tutma. KomĢular seyirimize çıkıyorlar.“ „Hey gidi Anne! Seyrimize yeni mi çıkıyorlar? Bu kelimeleri ayrılırken bu herif her gün bir söz ve bir yön tavır değiĢtirirken niye söylemiyordun? ġimdi benim çoluğum çocuğum, ben aç kalmıĢ elaleme gülünç olmuyoruz, Ģimdi nanköre iki söz söyleyince elalem oluyor he mi anne? Ben açım aç, haberin var mı? AkĢam yola çıktım geliyordum. Hepiniz ölecektiniz. Dua edin Ģu yol ağzındaki kuruyemiĢçiye de bana bir ekmek biraz yemiĢ, bir de rakı borç verdi de sizin hayatınız kurtuldu. ĠĢte bu silahla önüme çıkanı temizleyecektim ya da evi yıkıp ateĢe verecektim. Dua edin Ģu anda yaĢıyorsunuz.“ GELELĠM SENETLERE „Bak anne, kendisi burada dinliyor. Noterde ben koltukta oturdum. Hiç birĢeye karıĢmadım. Kendisi senetleri döne döne okudu. Hatta kendi orada Ģurası olmuĢ, burası olmamıĢ gibi itirazlarda bulunuyor. Ben hiç Ģu veya bu nedenle müdahale etmedim. Ancak önüme gelen imza yerlerini noter gösterdi ben de imzaladım. ġimdi ne istiyor benden.“ Annem, „Oğlum, bunları imzala.“ „Hala bunları imzala diyorsun. Biraz önce konuĢtuklarımı dinlemedin galiba. Ben açım, bu adam bana para verecekti, vermedi. Kendisine niçin dönüp de konuĢmuyorsun?“ deyince annem, „Oğlum ben bilmiyorum. Mahmut, oğlum niçin para vermiyorsun. Rıza açmıĢ oğlum.“ diye neyseki bir kelime söyleyebildi. Söylemeye söyledi ama Mahmut oradan „Param yoktur.“ diye sesleniyordu. Param yoktur sesini duyunca ben yine kükremiĢtim: „Ulan nankör! Param yok diyorsun. Senin çocukların da aç mı? Sen de aç mısın? Sabahleyin evden çıkarken ekmek yemedin mi? Biraz önceki ağzından çıkan açım ifademi bir yabancı iĢitseydi eminim ki, bana para da verirdi, ekmek de verirdi. Ulan nankör! Hani „Ağabey, seni aç mı koyacağız demedin mi?“ Nerde kaldı o tuzak kurucu sözlerin. Paran yoksa hadi git buradan, gözüm görmesin.“ Velhasıl besbelli ki, aç olduğumu bile bile eğer senette imza noksanlığı olmasaydı para vermeyecekti. Bereket senette imza yeri vardı. Yoksa vermeyecekti. Arkasını bize döndü, 400 TL parayı çıkardı, ödedi ve gitti. Gitmeye gitmiĢti ya daha kavga bitmemiĢti. SöylemiĢtim yukarıdaki sayfalarda Biraderin bana karĢı uygulayacağı tuzaklar tam manasıyla bir düĢmanlık kiniymiĢ. Bu nedenle kolay kolay yakamı bırakmaya niyeti yoktu. AĢağıdaki anımda ileride ne yapacağı ortaya çıkacaktır. TARLAYI SATMAM 281 Ölmeyen Çocuk Ben bu parayı aldım, köye gittim. Köyde yukarıdaki satırlarımda söz ettiğim gibi bir tarla, bir de Sait Kılıç Dayım„dan alınacak 7.500 TL benim olacaktı. ġimdi ben tarlayı Hüseyin Yüksel‟e satsaydım 24 bin TL‟yi peĢin satıp paramı alacaktım. Mamafih Bacım Bağdat da tarlanın yarısına müĢteri olunca iĢ değiĢti. Bu sefer tarla 22 bin liraya düĢmüĢtü. Yani Bacım için 2 bin TL noksanına satacağım. Üstelik Bacım parayı iki taksitte ödeyecekti. Yani tarla doğrudan doğruya 20 bin liraya satılmıĢ oluyordu. Böylece ben kendisine feragatimi, noter senedini vermiĢtim. Mahmut ise vekil tayin etmiĢti. 10-15 gün sonra Hüseyin Yüksel tapuya gidiyor. Bir bakıyor ki, dosyada Mahmut‟un vekili azlettiğinin kâğıdı çıkıyor. Dosyaya mektup yazmıĢ ki, „Ben hissemi satmıyorum.“ demiĢ. Bunun üzerine Hüseyin Yüksel çıkıp Ankara‟ya, yanıma geldi: „Dede, Mahmut vekaleti azletmiĢ. Hissesini satmıyormuĢ. ġimdi ne yapacağız?“ diye karĢıma dikilmiĢti. Hüseyin‟e cevap: „Sen merak etme Hüseyin, hallederim onu. Zira, onun derdi paradır. Mutlaka bir oyun oynamayı planlamıĢtır.“ Yalnız ben tarlayı satmaya gittiğimde hanımı çocukları getirmiĢtim. Aynı yıl haziran ayı sonuydu. MAHMUT ġAHĠN YĠNE SAHNEDE Sahnede yine Mahmut oynuyordu. Arzu Ablam„la haber gönderdim, „Tapuya mektup yazmıĢ. Adamlar tapusunu alamamıĢ. Söyle Ģuna gelsin, vekaletini versin.“ dedim. Mahmut, Ablam„a Ģunu söylemiĢ: „Köyden alacağı Sait Kılıç‟daki 7.500 TL‟yi bana verirse, ben feragatimi veririm, yoksa vermeyeceğim.“ ġimdi gördünüz mü Mahmut‟un oyununu? Sıkıysa Mahmut‟un teklifini yapma. Evet 7.500 TL‟den vazgeçmek zorundayım. Çünkü adamlar paralarını ödemiĢ, ben kendi feragatimi vermiĢtim. Üstelik, benim yiyecek param da yok. Zaten ben Ģoktayım ve ĢaĢkınım. ġimdi bu durum, Mahmut‟un bu oyunu beni bir Ģoka daha sokmuĢtu. Ne yapmam gerekiyordu? Yapacağım tek iĢ Mahmut‟un teklifini yerine getirmek. Bu tek kurtuluĢ çaresiydi. Ablam„a birkaç saat sonra cevap verdim: „Tamam Abla, gelsin. Mahmut gelsin o parayı da alsın da doysun. Yeter ki, adamların tapusunu verelim. Ben de Ģu adam alsın da böylece yakamı kurtarayım. Para pul hepsi onun olsun.“ NOTERDEYĠZ Hüseyin Yüksel, Mahmut ġahin ve ben Rıza. Tekrar noterliğe gittik. Mahmut tekrar Sait Sopa‟ya vekaletini verdi. Ben de 7.000 liranın senedini de verdim. Böylece Mahmut‟tan yakamı kurtarmıĢ oldum. Ama Ģoktan ve ĢaĢkınlıktan kendimi kurtaramamıĢtım. MAHMUT ġAHĠN‟E SON BĠR MEKTUP 282 Ölmeyen Çocuk Mahmut ġahin‟e Ağabeyi Rıza ġahin tarafından yazılmıĢ ve gönderilmiĢ 43 sene önce ayrılırken yaptığı haksızlıkları içeren bir mektuptur. Helal edilmeyen ve de affedilmesi mümkün olmayan bir hak iddiasıdır. Bir tarafı a. hiç bir kötülüğü, ayrılığı, kötü sözü, küfürü, kinciliği olmayan, b. iyilikten baĢka hiç bir Ģeyi düĢünmeyen iyi niyetinin kurbanı olan bir ağabey. Diğer taraftan tam aksine a. Ģeytanî ve sinsi düĢünen, c. eline geçen ve lehine her türlü fırsatı değerlendiren, d. aĢırı paraya düĢkün, e. insanlık dünyasına kapıyı kapatmıĢ, kalbi ıĢığa karĢı mühürlenmiĢ Abbasi halifesi misali bir kardeĢtir. Bu mektupta bahsi geçen 43 sene önce kardeĢin ağabeye yaptığı olay M. 750 yıllarında yaĢamıĢ Harun ReĢit‟in Muhammed Ali torunlarına ya da afedersiniz Muaviye‟nin Hz. Ali‟nin iyi düĢüncelerinden yararlanıp, hep Ali‟nin pundunu araması ve sonunda da o kirli emellerinde muvaffak olmasına benzemektedir. Mahmut ise o günkü nakit maddiyatları gasp etme yoluyla iyi niyetime karĢılık muvaffak olmuĢtur. Zira Muaviye kadar bilgiye sahip olmadığından benim iyi niyetim olmakla beraber bilinçli çalıĢmalarıma ileriye doğru gidiĢ hedeflerime engel olamadı. Öte taraftan diğer ticari hedeflerime fevkalade darbe vurmuĢtur. Zira kurduğumuz ticari teĢkilatı birlikte en az beĢ sene devam ettirseydik Ankara‟da ve çevremiz içinde parmakla gösterilen birer iĢ adamı haline gelecektik. Belki binlerce insan çalıĢtıracak kapasiteye sahip bir iĢ yerimiz olacaktı. ĠĢte Mahmut‟un oyunu bu parlak ve aydın yolumuzu felce uğratmıĢtır. Bu mektupta ayrıntılara geçmiyorum. Çünkü Birinci baskı Ölmeyen Çocuk adlı kitabımda bunların detayları yazılıdır. ġimdiyse kitabımın bazı yerlerini düzelterek ikinci baskıya vermek üzereyken anılarımızın bir analizi olarak kendisi de ben de ölmeden son bir defa daha uyarmak istedim ama önce birkaç cümle açıklamam gerekiyor. Zira Mahmut, ağabeyine karĢı uyguladığı düĢmanca hareketlerinden dolayı 43 yıl zaman içinde hiç bir gün, hiç bir defa olsun vicdanı ile baĢbaĢa kalıp bir özür dileme, maddî manevî bir hak hesaplaĢması açısından bir yaklaĢım da bulunmamıĢtır. Binaenaleyh benim olduğu gibi ağabeyimin de çoluk çocuğu vardır düĢüncesi ile, dahası anılarımdan da anlaĢılacağı gibi, ağabeyine bir vefa borcu olduğunu hatırına bile getirmemiĢtir. Zira Mahmut karĢı tarafı tamamen bir aptal yerine koyup bütün yaptıklarına karĢılık yukarıda belirttiğim gibi benim kinci olmayan, iyi niyetimle bila istinaden kendisine yaklaĢımlarımı ganimet sayar gibi geçmiĢini hiç de hatırlama tenezzülünde bulunmamıĢtır. Ben ise Mahmut‟un tam tersine bir hakkın paylaĢımını kötülükle halletmeyi hiç bir zaman düĢünmedim. Zira belki bir gün kendi içinde çektiği ızdırapları bir kere olsun göz önüne getirerek acaba ben ne yaptım diye kendi kendine bir soru sormasını, ağabeyine karĢı bir özür dileyerek gelir gasp ettiği hakların bu dünyanın ötesi de var düĢüncesiyle bir hesaplaĢma yaklaĢımını 43 sene bekledim ama Ģunu bilmelidir ki, hiç bir zaman gasp edilen hakkı helal etmedim, etmeyeceğimi de bir kez daha bildiririm. Ey Mahmut, bu kitabı ve yazıyı okuyun. Hatırlaman için son bir kez daha aĢağıya sıralıyorum: 283 Ölmeyen Çocuk 1. Seni annenin yanında üç sene okuttum, sonunda annen okuldan çıkardı, çobanlık yaptırıyordu. Buna karĢılık seni gizlice kaçırıp, eĢeğe bindirip evine geri getiren kimdi? 2. Ben bir yıl gurbette çalıĢıp 1954‟ün ikinci üçüncü aylarında o günün parası ile 500 Lira kazanmıĢtım. Bu parayla evimizi sil baĢtan yapan kimdi? 3. Ben askere gideceğim diye, gitmeden önce seni o memlekette eĢi emsali görülmemiĢ bir düğünle evlendiren kimdi? 4. Senin iki yıl askerlik süren içinde kesinlikle yapmama karĢı çıktığın halde Kumluk‟taki yedi dönümlük araziyi imar edip yine herkesin gözbebeği durumuna getirip bahçe yaptım, böyle bir bahçeyi sonuçta 1964 yılında on altı bin liraya satıp, keza iki yıl içinde ve senin askerlikten sonra üç ay da Ankara‟da kalmanla birlikte 26 ay süre zarfında meydana getirdiğim bu bahçe tamamen benim emeğimin karĢılığı değil miydi? 5. Tarlalarımızı ikimizin üzerine tapu yaptıran, burada bir duruĢmada ikimizin de yüzümüze, ikinci bir duruĢmada bacılarımız ġehriban, Meliha, Bağdat ve Ġnsaf da olmak üzere altı kardeĢ birlikte feragat ederken hakim Ahmet Çıtırıklıoğlu Ģunu söylemedi mi: „Bakın kardeĢler babanız üç hanımla evlenmiĢ, bunlardan sadece Firdevs‟in nikahlı olduğundan bu tapulanan arazilerin dörtte biri ona düĢer, sonra aranızda kavga etmeyesiniz diye size söylüyorum“ dedi, sen de bunu kulağınla duydun. 6. Bir kere bütün bu saydıklarımın üstünde tescil davası açmak, iki kardeĢin üzerine tapu yaptırmak, mirasçılarımızı toplayıp onlarını feragatini alabilmek senin haddine miydi? Üstelik aklının ucundan bile geçmiyordu. Bunlar tamamen ağabeyinin mücadelesi ve bilinci ile olan baĢarılardı. Netice olarak arazileri satabildik ve Ankara‟ya göç edebildik. ġimdi ben birlik olalım, birlikte bir ticarethane kurarsak aĢamayacağımız engel kalmaz düĢüncesi ile annemin de dörtte bir hakkına tenezzül edip amladım. Bu benim hakkım değil miydi? 7. TeĢkilatı kurduktan sonra azami bir yılın sonunda ayrılığı sen çıkardın ve o anda teĢkilat ve mallarla beraber orasının değeri en az yüz elli bin lira ediyordu ve bu değeri aynı iĢi yapan Haymanalı iki tane o muhterem Kürt olan insanlar koymuĢlardı. Bunu biliyordun! Ne acıdır ki, baba yurdunu bir anda terk edip gitmemiz ardından köydeki suyumuz kurumadan Ankara‟da daha neyin ne olduğunu anlamadan bir sene sonra ayrılmanın Ģoku beni ĢaĢkınlığa uğratmıĢtı. Netice olarak yüz elli bin liralık bir teĢkilatı, köye Sait Kılıç‟ta kalan yedi bin beĢ yüz lira ve yirmi iki bin beĢ yüz liraya satacağımız tarla olmak üzere toplam otuz bin liraya karĢılık kahrımdan 150 liralık mandırayı bırakıp çıkmıĢtım. Bir kere orayı yüz elli bin liraya satsaydık nakit yüz seksen bin lira ikiye bölünecekti, doksan bin lira nakit para almıĢ olacaktım. Bunu sen benden daha iyi bildiğin halde son hazırlamıĢ olduğun plan ve kurduğun tuzağı, ağabeyini nasıl tongaya düĢürdüğünü oku ve hatırla. 284 Ölmeyen Çocuk 8. Malları, evin vergisini noter senedi ile üzerine aldın. Buna karĢı kayın babana bana feragat vermesi için vekalet verdin. Bu anlaĢmaların içinde bir de Ģu vardı: Evin ayrı bir odasında köyü satıp parayı alana kadar o evde oturacaktım, günlük harçlığımı da sattığın süt parasından karĢılayacaktın. Malesef daha bir hafta geçmeden ev falan da bulmadan ben ise o anda hasta olmuĢ yatarken annemle haber gönderdin, evi de terk etmemi bildirdin. Mamafih kulağıma gelen dedikodulardan rahatsız oldum, gittim, Tuzluçayır‟dan oturulur durumda olmayan iki odalı bir ev tuttum ve para gelecek ki hem günlük yiyeceğimizi karĢılayacağız hem de köye gideceğim ki tarlayı satayım, dört baĢ nüfusum. Bu durum karĢısında birilerinden borç para bulmaya baĢladım, çocuklarla birlikte köye gidiyoruz. Divriği‟ye tapu dairesine gittik, orada bomba patladı. Patlayan bomba Ģuydu: Mahmut daha ben köye gitmeden tapu dairesine noterlikten bir yazı göndermiĢ ve Mahmut ġahin, ben feragat etmiyorum ve vekaletimi azlediyorum. Aksine Sait Kılıç‟ın bana ödeyeceği paranın henüz günü gelmemiĢ olduğundan onu da alamadım. Tarlayı sattığım kiĢi, komĢum Hüseyin Yüksel ve bacım Bağdat tarlayı ortak almıĢlardı, benimle beraber Ankara‟ya gelen Hüseyin de olmak üzere, bu sefer Mahmut ne derse beğenirsin: „Sait Kılıç‟tan alacağın yedi bin beĢ yüz lirayı da bana verirsen, bir de noterde yaptırdığımız senet imzasız çıktı, onu da imzalarsan vekaletimi tekrar veririm“ dedin Bay Mahmut, iyi düĢün! O anda ben üç gündür açım, ekmek yememiĢim, ĢaĢkın ördek gibiyim, elimden her imkan alınmıĢ, rahmetli annem ve ablam Arzu da yanımızdalar, bu öfkeli konuĢmaları da dinliyorlar. Bay Mahmut bana sadaka mukabilinde çıkarıp dört yüz kuruĢ para veriyorsun, oysa ki ben on gündür açtım. Yukarıdan aĢağı mazinin özetini yazdım. Keza tekrar soruyorum. Ben sana ne yaptım? Yaptığım tek Ģey maddî manevî babalık rolünde aĢırı iyiliktir Bay Mahmut. Bir de gecekondu mealinde yaptığımız eve ve senette zikredilen canlı cansız gayrı menkullere karĢılık köyde üzerimize tapulu tarlaların satıĢı için feragatim ve yine alacağımız olan Sait Kılıç‟taki yedi bin beĢ yüz lira da Rıza ġahin‟in olacaktır. ĠĢbu bölüĢüme karĢı vaadini yerine getirmeyen ve bu mukavelenin aksine hareket edersek aramızda varmıĢ olduğumuz mukavelemiz geçersiz sayılacaktır Ģeklinde bir ifadenin yazılmıĢ olmamasından dolayı ipin her iki ucunuda eline geçmiĢ ve bu fırsatı ağabeyine karĢı çok iyi kullanmıĢ oldun. Tam mânâsı ile köĢeye sıkıĢtırmıĢtın bay Mahmut. Binaenaleyh taksimatta bir taraf öyle bir duruma düĢmüĢ ki, bir taraftan onurunun diğer taraftan çevrede eĢinden dostundan gelecek olan kınamaların esiri olmuĢ ĢaĢkın bir durumdadır. Durum böyle olmasından faydalanan sen yukarıda rakamla belirtilmiĢ olan bir varlığın dörtte üçüne sahip oluyorsun. Dörtte biri bile olmayan bir hisseyle ceketini alıp çıkan zavallı duruma düĢmüĢ ağabey dediğin, sana babalık yapmıĢ bir insanın alacağı yedi bin beĢ yüz lira nakidini de gasp 285 Ölmeyen Çocuk ediyorsun. Her Ģey bir tarafa böyle bir tuzak kurmak insanlığa yakıĢır mı? Seni sıfır doğuĢundan otuz yaĢlarına kadar bir babadan doğmuĢ isek bu kadar maddî manevî zulûmü, ben insanım diyen bir kiĢi bunu yapar mı? (Bu olayı okuyanlara ibret-i âlem olsun) ġimdi Bay Mahmut, diyeceksin ki, 43 sene sonra nereden çıktı böyle bir olay? ĠĢte bu soruyu kendine soracaksın. 43 sene önce insana ve de kardeĢliğe yakıĢmayan öyle bir olayı sen uyguladın. Ayrıca yüz sene de geçmiĢ olsa hesaplaĢmamıĢ kardeĢler arasında bir haksızlığı bilerek kendi vicdanına nasıl sindirebildin? 43 sene boyunca helal olmayan bir hak ve ağabeyine yaptıkların vicdanını hiç rahatsız etmedi mi? Binaenaleyh ağır bir hastalığa yakalandın, aylarca yattın. BeĢ defa yanına geldim, hiç aklına gelmedi mi? Ben ağabeyime geçmiĢte yaptığım hatalara karĢı ondan özür dileyerek, onu razı edeyim de helallık alayım, arkamda öyle bir kötü mazim kalmasın diye hiç mi düĢünmedin? Böyle tarihi hatalar çoluk çocuğumuzun arasında bir problem olur demedin mi? Ey Mahmut eğer bunları idrak edemediysen, bu konuya iliĢkin babamızdan kalan tarihi bir borcun ödenmesi var, yeri gelmiĢken anlatayım da oku ve ibret al, belki bir hisse kaparsın. 1947 yılında on iki yaĢındaydım. O sene de yiyecek kıtlığı devam ediyordu. On paranın çalıĢtığı dönemlerdi. Rahmetli Belgüzar annem beni dayımla Divriği‟ye gönderdi. Paramız, pulumuz yok, eĢeğe biraz odun yüklediler, odunu satacağız. O parayla birkaç tane ekmek alacağız, artan parayla da lüzumlu birkaç Ģey alacağız. Tabi bu alıĢveriĢler dayımın refakatinde oluyor. ġimdi dayımla odunları sattık, hayvanları hana götürdük. Bu han Abdullah diye bir Divriğili‟nin hanıydı. Kendisine Kör Abdullah derlerdi. Bu adam aynı zamanda babamı da iyi tanıyormuĢ. Kör Abdullah, dayımın yanında beni görünce dayıma sordu: „Hüseyin ÇavuĢ bu çocuk Adı Güzel Dede‟nin oğlu mu?“ dayım: „Evet“ dedi. Kör Abdullah defteri açtı, „Oğlum babanızın doksan kuruĢ nalbant borcu var, paran varsa bunu öde“ dedi. Dayım bana döndü: „Ne diyorsun, ödeyelim mi?“ Ben, „Elbette Dayı, babamın borcunu ödeyelim“ dedim ve doksan kuruĢu ödedim, defterden sildirdim. ĠĢte o doksan kuruĢ borç babamız ölmeden on beĢ gün önce katırının nal parasından kalan borçmuĢ. Olayı geldim annemize de söyledim, „Ġyi etmiĢsin oğlum“ dedi. Yani borç babamızın adına yedi yıl sonra ödenmiĢ oldu. Burada dikkati çeken Ģudur. Ben on iki yaĢında bir çocuğum, babam ben beĢ yaĢındayken borç etmiĢ, ödemeyedebilirdim. Ġmzalı senetli bir borç da değildi. Ama Kör Abdullah birkaç kiĢiye söylerse bizim aleyhimizde kötü bir not eklenirdi. Ben de buna dayanamazdım. Ama bunu düĢünebilmek öyle bir babanın oğlu olduğunu ıspatlamak gerekir. ġimdi gelelim biz o babanın oğulları olarak, birbirimize oğul baba gibi, kardeĢ gibi olamaz mıydık? Neden olamadık? Bunun cevabını vermek Mahmut‟a düĢer. ġimdi ben sana hatırlatıyorum. Nerede kalmıĢ ki, babamızın o üç parça tarladan baĢka hiç bir yatırımı yoktu. Babamızın üzerimizde bir hakkı varsa benim biraderim üzerinde on misli hakkım vardır. Bu hakların manevî tarafının parayla pulla ödenmesi mümkün değildir. Son yaptığım örneği göz önüne getireyim: 286 Ölmeyen Çocuk Bahriye Bahriye‟yi bir düĢün. Bu senin öz kızındır. Annesi ölmüĢ kızını atmıĢtın bir damın deliğine. Genç ve güzel kızınla hiç mi hiç ilgilenmiyordun. Kızının durumu iyi değildi. Eğer bir iki sene daha evlenmeseydi baĢına iĢler açılacaktı. Üstelik gelen düğürcüleri de kovmuĢtun. Bereket ben de o gün oraya gelmiĢtim. O sıralarda hava kıĢtı, kızın için Ġstanbul‟a gittim, kızını isteyen kiĢilerin evlerini ve durumlarını araĢtırdım ve geldim, kızını verdim. Yeni evlenen bir kıza ne yapılıyorsa ben de Bahriye‟ye aynısını yaptım. Dahası götürdüm, kendi elimle evlerine yerleĢtirdim. O da yetmedi düğünleri olduktan on beĢ gün sonra Ġstanbul‟a tayinini çıkarttırdım. Sen ise bir baba olarak sadece iki saatliğine nikâh salonuna gelebildin. Bu olay babalığı da aĢan biro lay değil midir?. Senin ise 1984‟te, aynı yıl, aniden atın ölmüĢtü, sütün evde kalmıĢtı. Bir sabah saat sekizde Halil paraya gelmiĢti. Hemen istediği parayı eline verdim, aynı gün atı aldın, sütünü de satmaya götürdün Bay Mahmut. Bir iki sene sonra, 1986 senesi idi, ben senden iki defa ihtiyacım oldu para istedim. Bir araba alacaktım, sen bir haftalığına iki yüz bin lirayı vermedin. Nerede kalmıĢ ki bankanın vereceği faizden fazlasını da ödeyecektim sana. Ġkincisi süper emeklilik için yüz elli bin lirayı ha keza vermedin, gittim Fahri‟den aldım. Bütün bu senin bana uygulamıĢ olduğun maddî manevî tuzaklarına karĢı ben yine sana yaklaĢmıĢ ve yardım etmiĢtim. Sana son sözüm Ģudur Bay Mahmut. 43 sene sonra benim seni dava edip de bir Ģey istediğim yoktur. Bu hak resmî bir dava ile halledilebilecek bir hak değildir. Böylesine hazırlamıĢ olduğun kötü tablo için seni uyarıyorum. Elbette ki, aradan yüz yıl da geçmiĢ olsa ben gasp edilmiĢ hakkımı helal etmedim ve de edemem. Görülüyor ki, ikimiz de yolun sonuna geldik. Bu aĢamada 43 yıl sonra seni bir kez daha uyarıyorum. Eğer tarihi bir hesaplaĢmayı istemiyorsan bu mektup Ölmeyen Çocuk adlı kitabımın ikinci baskısında ileride yazılacaktır. Dolayısı ile birinci baskıdaki anıya bu da eklenecektir. Mamafih çocukların ve torunların, daha da ötesi bugünkü ve de gelecek neslimiz bu tarihî çirkin olayı okuyacaktır. Okuduktan sonra da senin hazırlamıĢ olduğun bu tabloya karĢı iftihar mı ederler, yoksa lanet mi ederler artık o onların kendi yapılarına, karakterlerine bağlıdır. Ama bir gerçek var ki, sen babanın ve de neslinin dedelerin bir torunu olarak üzerinde bir sorumluluk olduğunu hissediyorsan bu tarihî sorumluluğunu hâlen üzerinden kaldırma imkanı senin elindedir. Bu mektup eline geçtikten sonra senden yaklaĢım ve cevap bekliyorum. Rıza ġahin 287 Ölmeyen Çocuk Not: Tekrar ediyorum, aynı babadan doğduğuna inanıyorsan, bir soydan gelmiĢ dede soyuna bu tür maddi manevi oyunlar yakıĢmaz. Binaenaleyh kendini ve çocuklarını söz konusu kültürün içinde bulmak istiyorsan, ayrıca aile içinde barıĢın ve de diyalogların devam etmesini istiyorsan uyarılarıma kulak vermen gerekecek. Bak Mahmut, Ölmeyen Çocuk adlı kitabımın çocukluk bölümünde yazdığım gibi karĢında babadan vasiyetli ve de icazetli bir ağabey var. Bu uyarıdan sonra aynı babadan doğmuĢ iki aile arasındaki samimi duygular ya bitecek ya da yenilenecektir. Bunun halli tamamen sana bağlıdır Bay Mahmut. MUSTAFA AYDIN‟DAN BAKKAL ALMAM (1966 NĠSAN) O ĢaĢkınlığımla neyin ne olduğunu anlamadan bilmeden tuttum bir bakkal devraldım. Bakkalda 7 ay çalıĢtım. 7 ay sonra bir hesap ettim. Baktım mal azalmıĢ para meydanda yok, zarar etmiĢim. Mamafih hanım da bana yardımcı olamıyordu. Baktım yapamıyorum, neticede Divriği‟nin Mursal köyünden Ali Rıza Yaman diye bir arkadaĢa bakkalı devrettim. Devrettim ya ben kendimi yokladım, yine kendime gelememiĢtim. Biraz da bakkalda zarar ettiğim durumlar beni hırpalamıĢtı. Ben en iyisi bir açık havada ya çalıĢarak, ya da gezerek üzerimdeki stresi atabilecektim. Zira oturduğum ev de rutubetli bir yerdi. O evden de çıkmam lazımdı. Tuzluçayır 19 Mayıs Ġlkokulu üstünde yine Divriği‟nin Çüküzler köyünden Ali ġerik‟in bir oda bir salon evini tuttum. Bu evde üç ay oturdum. Bazı ara iĢlerinde çalıĢtım. Bu arada kadere bak ki, hanımın ayağı yandı. Bir akĢam üzeri saat 4-5 sularında eve geldim. Baktım hanım sızlıyor, ayağa kalkamıyor. O sırada 6 ve 2 yaĢlarında iki tane kız çocuğum vardı. Hanım gaz ocağından suyu kaynatır, suyu gaz ocağından indireceği yerde çocuk arkasından entarisini çeker, Hanımın elindeki tenceredeki su hanımın sol ayağının bilek kısmından aĢağıya dökülür ve topukla ayak üstleri fena halde yanar. Hastaneye götürmeye hazırlanırken bir de komĢu geldi. Bu komĢum Divriği‟nin Gâlın köyünden Halil Özkan‟dı. Önce karısı Hatice eve ben yokken gelmiĢ görmüĢ. Sonra kocası Halil‟e iĢten gelince söylemiĢ. Bir baktım Halil geldi. Tabi ki, üzüldü. Halil‟e dedim ki, “Halil, ben Hanımı hastahaneye götüreyim. Hatice‟ye söyle, çocuklara ben gelene kadar baksın.” Halil, “Yok Dede! Hastaneye götürmeye gerek yok.” dedi. Mahallede bir yanıkçı var. Bu adam Gülhane Askeri Hastahanesinde yanıkçıdır. Ben gideyim, ona haber vereyim, o gelsin bir baksın.“ dedi. Sağolsun Halil, hemen gitti o da paydos etmiĢ, eve gelmiĢ, evdeymiĢ. Bir baktım Halil‟le beraber eve geldiler. Adama hoĢgeldin felan demeden ve oturmadan bana bakmaya baĢladı. Ayakta beni bir dakika felan süzdü ve „Yahu ben seni tanıyorum.“ demez mi? „Dur bakayım, sen Pengürt köyünden Rıza Dede değil misin?“ Ben, “Evet” 288 Ölmeyen Çocuk dedim. „Pengürt Köyünde benden baĢka Rıza Dede isminde biri olmadığına göre o benimdir.“ Adam devam ediyordu: „Beni tanıdın mı?“ „Hayır, ben seni tanıyamadım.“ deyince tekrar devam ediyordu. „Ben ÇamĢıhı‟ya kız beğenmeye giderken yolumu kayıp etmiĢtim ve kıĢta kalmıĢtık. Sizin eve gelmiĢtik. Yanımda Dayım da olduğu halde ikimiz de kıĢta kaldık ve donmak üzereydik. Sizin eve canımızı zor atabilmiĢtik. Sen o zaman bizi bir ölüm felaketinden kurtarmıĢtın.” Yanıt: “Evet öyle bir iki hadise olmuĢtu. O yıl 1957 senesiydi. Hatırladım Ģimdi ama hadisenin üzerinden 13 sene geçmiĢtir. Siz gençtiniz. ġimdi çok değiĢmiĢsiniz.” dedim ve bu heyecanlı aynı zamanda sürpiz ve mucizevi bir tanıĢmadan sonra sarım görüm baĢladı. Hal hatır sorma sona erdi. Sonra sıra geldi Hanımın ayağına bakmaya. Görülüyor ki, harabetilerin baĢına çok felaketler gelir ama bazen de böyle doktor ayağına geliverir. YANIK 45 GÜNDE ĠYĠ OLACAK ArkadaĢımın adı Gazi idi. Gazi ise Kangal kazasının DaĢlık köyündendi. Gazi, Hanımın ayağını inceledi, baktı ve dedi ki, „Dede, yanık çok ağır. Ama benim tariflerime uyarsanız, ben bu yanığı 45 günde iyi yaparım. Aynı zamanda iz de bırakmam.“ dedi. Gazi‟ye verdiğim yanıt Ģöyle olmuĢtu: „Gazi sana önce Ģunu arzetmek istiyorum. Allah‟ın iĢine bakın ki, 13-14 sene önce bir hadise vesilesiyle muhatap olduğum bir insan Ankara‟ya gelecek, sonra Gülhane‟de iĢe girecek ve orada yanıkcı olacak. Sonra ben geleceğim, baĢıma olmadık felaketler gelecek. Sonra da Hanımın ayağı yanacak. 13-14 sene önce bir hadiseden dolayı muhatap olduğum insan bir mahallede böylesi bir faciaya maruz kaldığım bir günde karĢıma çıkacak. Bu mucizevi bir olay deği mi? Biz hiçbir zaman bu gibi karĢılaĢmamızdan yaptığımız iyiliğe karĢılık beklemediğimiz halde Yaradan„ın iĢine bakın ki, zaman zaman ve teker teker bir mucize mukabili hem de tam daraldığım zamanlarda yani ya bir Ģeye ihtiyaç duyduğumda ya da baĢıma bir iĢ geldiğinde karĢıma çıkıyor.“ Dönelim tekrar konuya. Gazi yarayı tedavi etti, ilk müdahalesini yaptı ve ince bir gazlı bezle sardı. ġunları tenbih ediyordu: „Ben her gün bu saatlerde uğrayacağım. Siz benden baĢka hiçbir kimseye yarayı elletmeyecek ve kendiniz de elinizi sürmeyeceksiniz. Ancak ben Ģimdiden yine bir ağrı iğnesi vururum. Eğer ağrı Ģiddetini sürdürürse benim ev buraya yakın. Çağırırsınız tekrar ağrı ilacı veririm ya da iğne yaparım.“ 45 GÜN BĠTMĠġTĠ 45. gün Gazi yanığı açtı, baktı. Binaenaleyh ayakta ağrı ve yanık diye birĢey kalmamıĢtı. Ama 45 günün tamamlanması gerekiyordu. Yani ayakta iz diye hiçbir 289 Ölmeyen Çocuk belirti kalmamıĢtı. Gazi 45 günlük emeğine ve sürdüğü ilaçlara karĢılık bir kuruĢ dahi almıyordu ve Ģunları söylüyordu: „Ben nasıl sizden para alabilirim Dede. Siz benim canımı kurtardınız. Ben o günden sonra yaĢamamı size borçluyum. Aynı zamanda Dayım da beraber.“ Ama ben yine bütün ısrarına rağmen cebine 50 lirayı zorla koyabilmiĢtim. Kendisi hala yaĢamaktadır. Allah sağlık versin ve uzun ömür versin. Mayıs 1966 Nisan 1998. Gazi‟yle bir anım daha olacak. O da ileriki sayfalarda tekrar kaleme alınacaktır. ADĠL USTA Adil usta Yozgat‟lıdır. Daha önceden Almanya‟da 6-7 sene çalıĢmıĢ, bir ara Türkiye‟ye dönmüĢ, Türkiye‟de 3 sene kaldıktan sonra yine Almanya‟ya gelebilmiĢ, o da bizim binada kalırdı. Kendisi Yozgatlı idi. Biraz dini bilgisi varmıĢ. Bu nedenle kendisine Adil Hoca derlerdi. Ayrıca bir tane de yine Yozgat‟ın Boğazlayan‟dan olan Mehmet Çandar diye biri daha vardı. Bu iki Yozgatlı arkadaĢ bir odada beraber kalırlardı. ArkadaĢım Ahmet Kıpırtı ise bir gün bana bir soru sordu. Besbelli ki, benim aleyhimde birĢeyler duymuĢtu ki, Mehmet Çandar da yanımızda olduğu bir sırada, „Rıza Ağabey sana bir Ģey soracağım.“ dedi. Ben ise, „Buyurun Ahmet, sorun.“ dedim. ALEVÎLĠK „Alevîler hakkında çok kötü Ģeyler söylüyorlar. Acaba bu doğru mu?“ „Sorunu anladım Ahmet. Açıklamana gerek yok. Ayrıca sana böyle bir çirkin kelimeyi kimin söylediğini de biliyorum. ġimdi sen beni dinle. Esas doğruyu benden öğrenirsin. Ama izin verirsen önce bu çirkin ve kendine layık kelimeyi kim söyledi ise ona bir yanıt vereyim. Sonra da sorunu cevaplayayım. Saygıdeğer arkadaĢım. Bunu sana söyleyen kimse o insan muhakkak Ebu Suud efendinin torunudur. Malumunuz Yavuz Sultan Selim vardı. Bu zat üç kardeĢini öldürttü. Sonra babası Ġkinci Bayezit‟i zehirletti, öldürttü. Sonra halifelik makamını ele geçirdi. Bu katil PadiĢahın bir ġeyh„ül Ġslâmı Ebu Suud vardı. Melun, bu Ebu Suud‟un fetvasına uyarak Alevîler„e toplu kırım yaptı. Ebu Suud‟un içtihatına göre sözde gayrı ciddi bir dinî inancı olan, Ģeriata uymayan Alevîler hakkında Ģöyle bir ferman çıkarmıĢtı. FERMAN ġUYDU: „KızılbaĢ Alevîler sultanımız Osman‟ı âli‟ye, padiĢahımızın emirlerine uymamıĢ ve karĢı gelmiĢlerdir. Bunlar Ģeriata inanmadıkları için Müsülman değildir. Bunların katli vaciptir. Bu rafıziler nerede bulunursa öldürüle.“ diyordu. Ne hazindir ki, Ġslâm„ın özü olan safi temiz olan Alevî Toplumuna böylesine yüz kızartıcı olan bir iftirayı atfetmiĢlerdir. Size böylesine çirkin olan, aynı zamanda yüzyıllar önce yaĢamıĢ bir iftirayı söyleyen de o Ebu Suut„un torunudur. 290 Ölmeyen Çocuk Umut ederim bu insan duysun gelsin benimle tartıĢsın. Zaten o insan tahmin ederim ırakta değildir. Bu yakınımızdadır. Değerli arkadaĢım Ahmet, tam tersine Osman„ın Kur‟an nüshası diye çoğalttırdığı, günümüzde de Sünni hocaların tefsir ettiği Bakara süresinde hülleletme vardır. Alevîler bunu ayet diye kabul etmez. Kesinlikle ret ederler. Nerde kalmıĢ ki, yine Alevîler„de namus üzerinde vuruculuk vardır. Alevî milletinin namus meselesinde titiz olduğu kadar hiçbir millet titiz değildir. Bu gibi dedikodular iftiradan ibarettir. Lanet olsun onlara.“ Binaenaleyh ben bu konuĢmalarımı yaptıktan sonra Mehmet Çandar konuĢmaya baĢladı ve Ģöyle dedi: „Bizim yakınımızda bir Alevî köyü var. O köyde akĢam toplantıları düzenleniyor ve mum söndürüyorlar. Hatta bizi de bir gün davet ettiler. Biz gitmedik.“ dedi. Mehmet Çandar‟a yanıt: „Sayın Mehmet, sen Ģimdi bu aleyhtarlığını yineledin. Aslında daha önce söyleyenin de sen olduğunu bu konuĢmanla ortaya koymuĢ oldun. ġimdi bakalım bu ortaya attığın yalanı ispatlayabilecek misin? Daha da kötüsü, kendini kurtarabilecek misin? Mamafih ben ve benim konuĢmalarımı anlayabilseydin, böyle bir talihsiz konuĢmayı yapmazdın. ġimdi soruyorum: sen bu olayı gidip gördün mü? Ve bu çirkin iĢi yapan köyün ismi nedir? O köyden hiç kimsenin ismini biliyor musun? Bütün bunları söyleyeceksin, ben yazacağım. Hadi bakalım senden cevap bekliyorum.“ Maalesef Mehmet Çandar‟dan ses seda yoktu. Ben sorumu yeniledim: „Sayın Mehmet, ister doğru söyle, istemez isen söyleme. Senin bir tek kurtulma Ģansın var, o da özür dilemen. Bu iftira ve yalan sözünden vazgeçmen. Aksi halde yarın kendini konsoloslukta bulacaksın. Zira söylediğin sözler ırkçılıkla ilgilidir.“ Hem de insan sözüne, kiĢiliğine sahip çıkar. Görüldü ki, çirkin iftirayı söyleyen kiĢi söylediği sözü iki dakika sonra geri yutmaya baĢladı. Ama emin olun ben Mehmet‟in yakasını bırakmayacağım. Velhasıl yalan, gerçek burnunun ucuyla bir özür dileyerek çıkıp gitti. Ama bakalım sonunda nasıl bir bomba patlayacak. Mehmet Çandar gitti, 10 dakika sonra Adil Usta baskına geldi. Odada Ahmet‟le ben, bir de Ahmet‟in yanında Çorumlu Mehmet vardı. Onunla da dinleyici olarak samimi bir havada muhabbetimizi yaparken Adil Usta apar topar bir heyecanla kapıyı açtı, daldı odamıza, baĢladı, hakaret dolu sözlerle Ģunları söylüyordu Adil Usta: „Ahmet, bana bak bu adam Alevî ve KızılbaĢtır. Bu Müslüman değildir. Bu adam burada Alevîlik propagandası yapıyor. Bak sana söylüyorum: bu adamın kafasını kırın, yoksa senin kafan kırılır.“ Adil Usta„yı çağırır, „Sayın Adil Usta ben seni tanımıyorum. Ayrıca ben Alevî ya da Sünni propagandası da yapmıyorum. Ben burada arkadaĢımla kendi halimizde muhabbet ediyoruz. Siz eğer iddianıza göre bir insansanız ya da Müslümansanız böyle hakaretli palavra konuĢmayı bırakın. Gelin oturun konuĢalım, yoksa bizi rahatsız etmeye hakkınız yoktur.“ Dediysem de Adil Usta kendine layık sözleri sarf 291 Ölmeyen Çocuk etmeye devam ediyordu. Ahmet, artık daha fazla tahammül edemedi: „Adil Usta benim adıma gelip beni ve misafirimi rahatsız etme. ArkadaĢımın dediği gibi ya otur konuĢ, ya da çık burdan git.“ dedi. Adil Usta gitti. Adil Usta gittikten sonra aradan bir ay felan geçmiĢti. Ayrıca Adil Usta„nın söylediği çirkin sözleri kendisini rahatsız etmiĢti. Bir ay sonra iĢyerimde bana özür dilemeye gelmiĢti. Bir öğlen zamanı yemek paydosu yaparken, atölyemizin içinde iĢçilere tahsis edilmiĢ bir salon vardı. Bu salonda yemek zamanı, istirahat zamanı yemek yer, çayımızı kahvemizi içerdik, dinlenirdik. Adil Usta orada geldi, beni buldu, Ģunları söyledi: „Rıza, senden özür dilemeye geldim. Beni affet.“ Ben ise, „Hayr„ola arkadaĢ, rüya mı gördün?“ dedim. Adil Usta, „ArkadaĢ benim sana söylediğim sözler tamamen yersiz ve haksızmıĢ. Okudum ve öğrendim, dolayısıyla bir doldurmaya, bir heyecana kapıldım. O gün seni incittim. ġimdi ben sana geldim, özür diliyorum, bağıĢla beni.“ Adil Usta„ya yanıt: „Sayın Adil ben anlamıĢtım zaten. Özürünü Ģahsım adına kabul ediyorum. Ben zaten küskün değilim. Zira benim söylediğim sözler ise bana ait de değil. Ancak tarih boyu böyle mesnetsiz ve delilsiz sözlere ve hakaretlere Alevî Toplumu maruz kalmıĢ bir millettir. Bunlardan biri de benim. Ben de o toplumun bir ferdiyim. ĠĢte kendinde gördün ki, o kadar hakaret dolu hücumlarına karĢı bir cümle desen Ģahsına karĢılık olarak kötü söz kullandım mı?“ Verilen cevap: „Hayır.“ „Peki ama neden? Yanıt Ģudur: Ben iyi biliyorum ki, kabahat sizin değil. Bu çirkin ve asılsız sözler Ebu Suut„un ve ġeyh„ül Ġslâm„ın uydurmuĢ olduğu fetvalardır. Ama bu gibi fetvalar bazı çevrelerin iĢine yaramıĢ. Dolayısıyla bu çirkin ve insan onuruna yakıĢmayan fetvaları cami hocalarına da yansıtmıĢlar. Hocalar da mütevellit zamanlar güya sizlere vaaz etmiĢlerdir. Binaenaleyh o gibi hocalar Kur‟ana göre ve tarihi vesikalara göre değil, elinde hazırlanmıĢ broĢür halinde maksatlı ve gayeli yazılmıĢ kitaplar ve programa göre vaaz ediyor. Sizlere gelince sizler günahsız ve sadece dinleyen ve okuyup gerçekleri öğrenen Müslümanlar değilsiniz. Sayın Adil ben de sana sert cevaplar verebilirdim. O arada aramızda Ģiddetli kavgalar çıkabilirdi. Peki o zaman ne olacaktı? Ne ise, konuyu daha fazla uzatmak istemiyorum. Ancak izin verirsen kendimden size birkaç söz edeceğim.“ Adil dinliyordu: „Bakın Adil Usta ve dinleyenler, ben bir Dede çocuğuyum. Dedeler esasında gerçek Ġslâm„ın hocalarıdır. Görüyorsunuz, Anadolu‟nun her tarafında bir yatır vardır. Bu yatırlara ocak da denir. Birinci Sultan Selim‟e kadar bu ocaklar dergâh olarak çalıĢıyor. Bu ocak sahibi dedeler Hz. Muhammed ve Hz. Ali soyundan, daha sonra Musa Kâzım‟ın seyyidiler neslinden gelenlerdir. Hacı BektaĢ-ı Veli de bunlardan biridir. Ocak sahibi dedeler mektep medreselerde yetiĢmiĢ, dünya iĢleriyle uğraĢmayan, sadece manevî ve kültürel bilgilerle donatılmıĢ, Kur‟an-ı Kerim‟e göre halka hocalık yapan gerçek insanlardı. Bizlere gelince, Yavuz Sultan Selim‟in mezalimi karĢısında mektep medreselerden okullardan men edilmiĢ, hatta ölüme iĢkencelere maruz tutulmuĢ, sindirilmiĢiz. Dedelerimiz dağlara, verimsiz yerlere kaçmıĢ. Dağ baĢlarını, ovukları mekân tutmuĢ ama canlarının pahasına 292 Ölmeyen Çocuk olsun yine de mezalimlere göğüs germiĢ, gerçek Ġslâm„ın tarih boyu savunuculuğunu yapmıĢlardır. Halâ da yapmaktadırlar. ĠĢte bizim sabır ve tahammül kaynağımız bahsettiğim tarihin derin kaynaklardan gelir. Sizlere gelince, esas doğru ve Ġslâm bilgilerini bizden ve de tarafsız yazılmıĢ kitaplardan alabilirsiniz. Zira biz sizlere verdiğimiz bilgilere karĢılık ücret almayız. Görülüyor ki, hocalar hem bizim paramızı alıyor hem de devlet desteğiyle bizlere doğru yerine yalanı Kur‟an‟ın yerine Ġcma Kararlarını öğretiyorlar. Olay budur Adil Usta.“ Binaenaleyh bu konuĢmam yaklaĢık 45 dakika felan sürdü. Adil Ustayla barıĢtık. Dinleyenler de hepsi birlikte teĢekkürlerini ilettiler. Böylece anımız burada noktalanmıĢ oldu. 1970 Kasım ayı, kaleme alınıĢ tarihi 1998 2 Eylül. AHMET KIPIRTI, ZÜLFÜ PEKPAK VE HACI Hacı adında bir de Erzincanlı arkadaĢımız vardı. Heim„da bunlar oldukça sık konuĢtuğum arkadaĢlardı. Hacı aĢırı dinciydi. Et cinsi yemez, bira ve alkollü içki kullanmazdı. Ama atıp tutmayan, yalan dolan bilmeyen, temiz yürekli, namaz kılan, 30 gün orucu tutan bir arkadaĢımızdı. Zülfü‟ye gelince, Zülfü de Alevî„ydi. Fakat Alevî olduğunu benden baĢkası bilmezdi, kendini gizlerdi. Ahmet Kıpırtı‟ya gelince, Ahmet de Sünni inançlıydı. Fakat oruç namaz gibi olaylarla alakası yoktu. En çok konuĢtuğum, alıĢveriĢ ettiğim bir insandı. ĠĢin garibine bakın ki, günümüzde insanlar iyi niyetlerden yararlanıyor. Sonuçta insanî samimiyetleri ve kültürel değerlerini bir anda tepeliyor. Kendi kiĢisel çıkarlarını öne geçirebiliyorlar. Velhasıl onu elde edemeyince de bir müddet sonra diyaloglarını sona erdiriyorlar. ĠĢte arkadaĢlarımın birçokları bu akibetlere mahkûm olmuĢlardır. Örneğin Ahmet Kıpırtı. Ahmet ve ben ailelerimizi yanımıza aldık, eski adreslerimizden ayrıldık. Ama iĢlerimiz aynı firmada, ayrı iĢ bölümünde çalıĢıyorduk. Yani istersek her gün birbirlerimizi görme imkanlarımız vardı. Bu arkadaĢım bir ara benden 500 mark ödünç para almıĢtı, gayet normaldi. Zira Türkiyeli arkadaĢlar olarak birbirlerimizle bu tür yardımlaĢmalarımız olurdu. Ahmet„in bir ay sonra ödeyeceği parayı bir yıl boyu evine gele gide istemekten artık bezmiĢimdir. Ve neticede 3-4 taksitle ve ağır tenkitlerle 500 markı çıkarabilmiĢimdir. Aynı firmada olmamıza rağmen bir daha da birbirimizi göremedik. Zülfü‟ye gelince, Zülfü‟yle de çok az miktarda para alıp verme samimiyetlerimiz oldu. Fakat Zülfü ArkadaĢ hayattan hiçbir Ģey bilmiyordu. Sadece palavralarla kendini avutan bu tür insanla ne kadar ve ne zamana kadar diyaloğunu sürdürebilirsin ki? Her Ģeyden önce birbirimize muhatap olamıyorduk. Bu nedenle o da elenmiĢ oldu. 293 Ölmeyen Çocuk Hacı ArkadaĢımıza gelince; Hacı temiz yürekli, sözüne, borcuna, alıĢveriĢine sahip bir insandı. Bütün bunlara karĢı kendini yaĢatabilecek gıdaları yiyip içmeyip sağlığını tehlikeye düĢürdü. Zira çorbadan, çaydan, makarnadan baĢka yiyecek kullanmazdı. Böylelikle hastalandı, hastaneye düĢtü. Ölümden kılpayı kurtuldu. Doktorların koyduğu teĢhis gıdasızlıktı. Zira 1.70 boyunda olan Hacı 40-45 kiloya kadar düĢmüĢtü. Hacı„nın mazisi Ģöyle noktalanmıĢtı. Hacı 45 gün Erzincan‟a izine gider, bu 45 gün izninde köyde kendini güzel bir besiye çeker. Ġzinden dönerken de yanına 5 kilo bal, 10 kilo da et kavurması getirir. Hacı gelir gelmez bir de aile evi tutar. ĠĢ yerime gelir, beni evine davet eder. Ben ise bu davete karĢılık pazar günü Hacı„nın evine giderim. Hacı„nın evine gittim ama gördüğüm Hacı eski Hacı değildi. Hacı kilo almıĢ, eli yüzü parlamıĢ, evini de çok güzel bir temizlemiĢ ve düzen vermiĢ. Bu arada Hacı çayımızı kaynatıp getirdi. Fakat kendisi ara sıra mutfağa gidip geliyordu. Sordum, „Yahu Hacı otur, Ģurda iki konuĢak. Ne diye sık sık kalkıyorsun.“ Hacı, „Rıza Ağabey, dur hele benim sana sürprizlerim var.“ dedi. „NeymiĢ bu sürprizin Hacı, hayr‟ola!“ Hacı, „Rıza Ağabey, dur bakalım, sen bana az mı izah verdin. Az mı akıl öğrettin. ĠĢte o günlerin sohbetlerinin karĢılığını Ģimdi göreceksin.“ „Yahu Hacı beni iyice merak sardı. Sen ne yapacaksın?“ O yılda Kıbrıs Harekatı olmuĢ, Kıbrıs Harekatının bittiği günden 20 gün sonraydı. Bizim Hacı bir de baktım, masayı kurdu, yaklaĢık yarım kilo kuru koyun etinden yapılmıĢ kıymayı bir tabağın içinde getirdi. BaĢka yemekler de getirdi. „Bunlar normal ama esas sürpriz olan neydi?“ diye ben halâ onu merak ediyordum. Bir baktım Hacı bir tabakta kuruyemiĢ getirdi. KuruyemiĢ yemeklerin yanı sıra gelince ben manzarayı çaktım. Ama Ģenlik olsun diye Hacı„ya tekrar sordum, „Yahu Hacı, bu güzel yiyecekler, kolalar varken Ģu kuruyemiĢin manasını anlayamadım arkadaĢ.“ Hacı, „Ah Rıza Ağabey, esas iĢin sürprizi iĢte o olacak.” dedi. Hacı bir de baktım, bir viski ĢiĢesini gizleyerek getirdi, masanın ortasına dikti. „Eee Hacı hemĢehrim, hele söyle: sen içkiye haram derdin. Et türü yiyeceklere domuz eti karıĢmıĢtır, gâvur eli değmiĢtir diyordun. Ama Ģimdi gördüm ki, viskiyle baĢladın.“ Hacı‟dan yanıt: „Amaan Rıza Ağabey hepsi boĢaymıĢ. Örneğin ben ölümden kılpayı kurtuldum. Peki ölseydim benim ailem, çoluk çocuğum ne olacaktı? O Ģekilde kazandığım sevap çocuklarımı kurtaracak mıydı?“ Hacı devam ediyordu: „ĠĢte bugün sana sergilediğim bu nimetler de o geçmiĢin kör piĢmanlığıdır.“ Binaenaleyh daha viskiye dudaklarımızı sürmemiĢtik. Hemen kalktım, „Ulan Hacı, gel bir öpüĢek. ArkadaĢlarımın içinde böylesine doğru söyleyen, zararlardan dönmeyi bilen bir tek sen çıktın.“ Yanıtlarıma karĢılık yine devam etti ve dedi ki, „Rıza Ağabey, hele birer yudum alalım, daha sonra ne sürprizler çıkaracağım göreceksin.“ dedi. Neyse viskimizi yudumladık. Nimetleri yemeye baĢladık. Hacı„nın bir de pikabı vardı. Getirdi bir plak koydu. O yıllarda adı yeni duyulmuĢ olan Ali Kızıltuğ imiĢ. Ben tanımadım. Ayrıca o yıl Kıbrıs çıkarması yapılmıĢ, Kızıltuğ bir 294 Ölmeyen Çocuk plakta Kıbrıs‟a türkü söylemiĢ, o plaktaki türküyü ilk defa duyuyordum. Böylece muhabbetimize, yemeye içmeye devam ettik. Hacı 1984 yılında Türkiye‟ye dönene kadar arkadaĢlığımız devam etmiĢti. 1984 yılında Hacı benden iki ay önce Erzincan‟a kesin dönüĢ yapmıĢtı. O günden sonra daha da görüĢemedik. Hacı„yla 13 yıl arkadaĢlığımız olmuĢtu. YaĢıyorsa Allah selamet versin, öldüyse Allah rahmet eylesin. 1984 - 1998 5 Eylül. HASAN SÜRERER / EROL ERGÜN Önceki sayfalarda sözünü ettiğim anımın devamıdır bu anı. Sonradan bana dönüp Heim„da tartıĢtığımız dini konulardan dolayı özür dilemeleri. Bu arkadaĢlarım Heim„da 5 ay kaldıktan sonra ben kendime bir oda bulmuĢ ve bu arkadaĢların yanından çıkmıĢtım. Yeni adresim 2000 Hamburg 72- Bernerstieg Wonheim„dı. Burası devlete ait Arbaitsamt konutu idi. Bu konutlar kaloriferli, çok modern ve kullanıĢlıydı. Ancak orasının da her katında geniĢ ve her teferruatı yapılmıĢ geniĢ bir mutfak ve bir banyo vardı. Her kat iki kısıma bölünmüĢ, her bölümde dört oda vardı. Dört odanın kendine ait bir banyo ve bir tuvaleti vardı. Her bölümün de kendine ait bir mutfağı vardı. KöĢe baĢlarına rastlayan odalar büyüktü. Bu odalarda iki kiĢi yatıyordu. Ayrıca kendilerine ait bir de duĢ kabini vardı bu odaların. Ben önce bu iki kiĢilik odayı, kendine ait bir duĢ kabini olan bu odayı bulabilmiĢtim. Böyle bir odayı buldum ve yerleĢtim. Ama gelelim arkadaĢıma. Oda arkadaĢım Alman‟dı. Odaya ilk giriĢimizde birimizin Türk, birimizin Alman olmasına sevinmiĢtim. Maalesef benim sevinmem birkaç hususu içeriyordu. Birincisi iki ayrı millet bir arada uyum sağlayabilirse ben bundan çok mutlu olacaktım. Ġkincisi birimiz Almanca, birimiz Türkçe öğrenme açısından yararlanacaktık. Ayrıca odamızdaki radyodan, televizyondan, müzik aletlerinden müĢterek yararlanacaktık. Mamafih benim düĢüncelerim böyleydi. ArkadaĢımın adı Rainer idi. Rainer benim gibi düĢünmüyordu. Yukarıdaki anlattığım olguların hiçbirisine Rainer‟nın ihtiyacı yoktu. Oysa ki, odada ne kadar müzik aleti varsa hepsi benimdi. Ayrıca Rainer çok pis ve hayvansı yaĢamayı seven bir insandı. Bu nedenle bu arkadaĢtan da ayrılmam gerekiyordu. Bereket yanımızdaki odada oturan Türk arkadaĢım odadan çıkıyordu. Bu arkadaĢ Gaziantepli Alparslan Arslan, evlenmiĢ, yeni bir aile evi tutmuĢ, odadan çıkacaktı. Bu arkadaĢ ise çok iyi niyetli bir arkadaĢtı. 49-50 yaĢlarına gelmiĢ bu insan yeni evleniyordu. Bu arkadaĢlarımla da anılarım vardır. Onu da ileriki sayfalarımda kaleme alacağım. Alparslan‟la HausUstabaĢı‟na gittik. Yani o binanın yönetim baĢkanı hanımefendiye gittik, keyfiyeti anlattık. Yönetici hanımefendi bize imkan tanıdı ve tek kiĢilik odayı bana devretti. Böylece Rainer Alman arkadaĢımdan kurtuldum, tek kiĢilik odaya yerleĢtim. Ġlk oturduğumuz adresten taĢındığım bu adreste sadece dört ay oturdum. Bu arada ve yukarıda sözünü ettiğim Hasan Sürerer, Erol Ergün ikisi 295 Ölmeyen Çocuk birlikte odama gelmiĢlerdi. Onlara elimden gelen saygı ve hürmette kusur etmemeye çalıĢtım. ġimdi bu iki arkadaĢımı dinleyelim. Hasan, „Selamünaleyküm eğem, biz geldik.“ „HoĢ geldiniz, sefa geldiniz eğem. Hasan yörüm, Rıza biz seni incittik. Seni küstürdük. ġimdiyse senin gönlünü almaya ve özür dilemeye geldik. Gerçekten sen o zaman doğru sözler ettin. Ama biz seni anlayamadık. Sonraları anladık ki, Ekrem TaĢdemir bizi tahrik etmiĢ. Sözde o bizim büyüğümüzdü, bizden iyi bilir dedik. Oysa Ekrem sadece menfaati için bizden yeyip içmek için bizi kullanmıĢ eğem. Netice olarak kabahatımızı anladık. Senin gönlünü almak için geldik. Sen de bizden büyüksün. Artık bizi affedersin. Aramızda bundan böyle ayrılık kalmadı eğem. Sen gittikten sonra zaten çok sürmedi 15-20 gün geçti, Ekrem‟le kavga ettik. ġimdi hiçbirimiz onunla konuĢmuyoruz.“ Hasan Sürerer konuĢurken Erol da sadece dinliyordu. Hiçbir kelimeye kadir olmuyordu. Bir ara sordum, „Erol sen niçin konuĢmuyorsun?“ dedim. Erol, „Ne konuĢam eğem. Hasan ikimizin yerine konuĢuyor.“ diye cevap verdi. Bu arkadaĢlarım Gaziantepliydi. Birbirlerine saygılı olduklarını ilk etapta anlamıĢtım. Yani birisi konuĢurken aynı konuyu diğeri konuĢmaz. Biri diğerinin sözünü kesip önüne geçmezdi. Böyle saygıdeğer insanlardı. Neyse ki, onların bu Ģekildeki yaklaĢımlarıyla, özür dilemek, gönlümü almak üzere yaklaĢık 20 kilometre ıraktan yanıma kadar gelmiĢlerdi. Bana gelince bu saygıdeğer arkadaĢlara yanıtım Ģöyle olmuĢtu: „Saygıdeğer arkadaĢım Hasan, siz ki; hatanızı ve Ekrem gibi bir insanın tahrikini anlamıĢ, idrak etmiĢ, buraya yanıma kadar gelmiĢsiniz. Sizi af etmemek de ne demek olur? Bilakis kendinde noksanlık veya hata gören insan dünyada en değerli insandır. Aslında ben o zaman da söylemiĢtim. Bundan böyle bizler bir kardeĢiz ve dostuz. Ben de sizlere çok teĢekkür ediyor saygılarımı sunuyorum.“ Binaenaleyh Gaziantepli arkadaĢlarla aramız bu Ģekilde düzeldi. Hamburg‟dan ayrılıncaya kadar birbirlerimizi görür ve birbirlerimize misafir olurduk. Allah onlara selamet versin. 1970 – 1984 arası muhataplığımız, 1998‟de kaleme almamdır. ALMANYA‟YA ĠLK DEFA HANIMI GÖTÜRECEĞĠM 23.12.1970 noel bayram tatili. Aralık ayında hafta tatilleri 1970-1971 izini birlikte 2 ay izine gideceğim, Hanımı getireceğim. Hanımı getirmem için gereken koĢullar Ģunlardı: 1. Almanya‟da bir yıllık iĢçi olmam yani bir yıllık kontratın bitmiĢ ve çalıĢma oturma müsadelerin yenilenmiĢ olmasıydı, 2. Bir tek hanım gelecek ise iki odalı bir ev bulmuĢ olman, 3. evini yabancılar dairesi ilgililerine tespit ettirmen, 4. eline kâğıdı alman. Bu dört madde kapsamındaki koĢulları tamamlarsan aileni Almanya‟ya getirmeye hak kazanıyordun. Maalesef yukarıdaki koĢulların hiçbirisini yapmadan hatta kontratım dahi bitmeden henüz 7 aylık iĢçi olarak 1 yıl olmaya 5 ay varken ben izin alıp Türkiye‟ye 296 Ölmeyen Çocuk gelip Hanımımı Almanya‟ya götüreceğim. Hiç olacak iĢ mi? Almanya‟da, hatta bu iĢyerinde 6 yıldır çalıĢan arkadaĢıma bu keyfiyeti anlattım. ArkadaĢımın adı Erol Becerikli idi, kendisi Bursalı„ydı. Bu arkadaĢım kafasını havaya kaldırıp tangır tangır gülmüĢtü. Erol Ģu cümleleri konuĢuyordu: „Yahu Rıza, senin iĢlerin Nasrettin Hoca‟nın iĢlerine benziyor.“ Erol‟a yanıt: „Doğrudur Erol ArkadaĢım, Nasrettin Hoca göle yoğurt damızlığı atmıĢ, baĢına toplananlar senin güldüğün gibi gülmüĢler, „Yahu bu adam bunamıĢ, göl yoğurt tutar mı?“ demiĢler. Hoca Efendi, „Ben de biliyorum tutmayacağını. Ama ya tutarsa.“ diye o baĢına toplanıp gülenlere yanıt vermiĢ.“ Erol arkadaĢımın dediği gibi ben de biliyorum mevzuatta en az dört madde koĢul varken hiçbirini dahi yapmadan, üstelik önümüzdeki senenin izniyle birlikte yaklaĢık 45-50 gün izin istemek ve almak hem mevzuata ters hem de hiç hak etmediği bir hakkı istemek mantığa da ters düĢüyordu. Böyle bir baĢvuruyu yaparken çok düĢünmem gerekiyordu. Benim kafamdaki hukukum Ģunu söylüyordu. Bir insan yapacağı iĢi düĢünerek karar verir, mantığı olur dedi ise, karĢı muhatpı da ikna etti ise o iĢ olur. Erol ArkadaĢım doğru söylüyor. Ġlgili tarafından kovulabilirim. Ġlgili makam, „Yahu sende hiç akıl yok mu? Hangi mantığa göre böyle bir baĢvuru yapabiliyorsun?“ diyebilirdi. Zira bu gibi hakaret unsuru, onur kırıcı mahiyetteki tenkitlere maruz kalabilirdim. O taktirde ne olurdu? Öyle bir tenkite maruz kaldığım zaman rezil ve rüsva olurdum. Belki aylarca, belki de ölünceye kadar kiĢiliğimden taviz vermiĢ bir insan olarak üzüntü içinde yaĢayacaktım. Çünkü hakkım olmayan bu baĢvuruyu bilmeyerek değil, bilerek yapıyordum (bu bir istekti). Yani iĢin içinde bir bila istisna vardı. GEREKÇE BULACAĞIM Ben ise bu izini almayı kafama yerleĢtirmiĢ, kararımı kesin almıĢtım. Mutlak böyle bir izni almam gerekiyordu. Binaenaleyh böyle bir baĢvurumun geri dönmemesi, yukarıda anlattığım itamlara maruz kalmamam için çok düĢünüp bir formül bulmam lazımdı. Ġyi güzel de böyle bir formülü hangi kafayla, hangi bilgiyle bulabilecektim? Önceki anılarımda belirtmiĢimdir. Ben hiç okula gitmemiĢ, kendiliğinden okumayı öğrenmiĢ, çok küçükken hem anadan hem babadan yetim kalmıĢ, yetim büyümüĢ, zor konuĢabilen bir insanım. 34 yaĢındaydım. Zira önkoĢul olan 4 maddede sıralanmıĢ iĢlemlerin önüne geçebilecek ilgili makamı ikna edebilecek bir formül hakkında yazılı kaynak yoktur. Mevzuat, kanunlarda yoktur. Bulunabilecek formülün kaynağı sadece mazuriyete dayalıydı. Eğer ileri süreceğim mazuriyetler inandırıcı olursa, ikna edebileceğime inanıyordum. Zira atölyede iĢe baĢladığımın 15. günü benzeri bir iĢi baĢarmıĢtım. O baĢvurmamda da Erol ArkadaĢım gülmüĢtü. O da Ģu idi. Ankara‟da esnaflara borcum vardı. Bu borçlarımı kapatabilmem için 300 Mark„a ihtiyacım vardı. Oysa ki biz iĢe yeni baĢlamıĢ, hiç para haketmemiĢ, haftada 20 Mark avans alıyorduk. Buna rağmen 300 Mark„ı iĢverenimden borç alabilmiĢtim. 297 Ölmeyen Çocuk Erol ArkadaĢım ise, gülmesinde haksız çıktığını anlamıĢ, özür dilemiĢti. ġimdi de Erol o vakayı unutmuĢ olacak ki, yine gülüp beni küçümsüyordu. Neyse dönelim maziye. ĠKĠ YILLIK ĠZĠN ĠÇĠN BAġVURU DĠLEKÇESĠ Dilekçem Ģöyleydi. Ġkinci tank atölyesi ustabaĢına. Konu: Blohm+Voss AG„de izin hakkında. AĢağıda yazılı mazuriyetlerime binaen 1970 izin hakkımla birlikte 1971 yılının izinini peĢin kullanmak üzere 2 yıllık izin hakkımı kullanmak istiyorum. Mazuriyetlerim. Türkiye‟de üç çocuğum ve bir hanımım vardır. Benim anam babam olmadığından ailem Türkiye‟de, ben Almanya‟da ayrı yaĢam koĢullarımızda sıkıntı çekiyoruz ve mağdur oluyoruz. Binaenaleyh ailemi yanıma getirmem için. Ayrıca Türkiye‟de bir takım iĢlerimi toparlayıp ayarlamak ve aile pasaportlarını hazırlayabilmem için yukarıda zikrettiğim iki aylık uzun bir izine ihtiyacım vardır. Gereğinin yapılmasını saygıyla arz ederim. Personel No: 04807 Rıza ġahin 15.12.1970 Not: Ġzine gitmek istediğim tarih 23.12.1970. BaĢvuru yazılı dilekçem Ģöyledi. ĠĢ yerinin tam adresi: Tank Firması Atölye 2, Brenner (oksijen) kısmı, (UstabaĢı) UstabaĢı. Sascha. 2000 Hamburg 11 Blhom+Voss A.G. EROL BECERĠKLĠ Erol Becerikli ArkadaĢımın ismi bir önceki anımda geçmiĢti. Erol Becerikli benim yaĢıtımdı. Kendisi çok değerli, yardımsever bir insandı. Tank atölyesinde iĢe baĢlarken ilk tanıĢtığım insandı. Kendisiyle atölyede olduğumuz günler her gün birlikte kahve içerdik. KonuĢmadığımız gün olmazdı. Erol‟la bazen siyaset, bazen din konuĢmalarımız ve tartıĢmamız olurdu. Erol içkiyi de çok içerdi. Ben onun kadar içki içemezdim. Ama bazen birlik olurduk. Erol‟la iĢ yerinde baĢlattığımız o samimi muhabbetimizi, diyaloğumuzu evlerimize de taĢıdık. Birbirlerimize aile misafirlikleri yapardık. Uzun yıllar yiyeceğimizi, içeceğimizi, hatta sorunlarımızı paylaĢtık. Velhasıl Erol‟la 13 sene bir atölyede arkadaĢlık yaptık. Erol anlattığım gibi sadece bir mesele için gülmüĢtü. Bu gülme ise 13 senelik tatlı ve mutlu arkadaĢlık karĢısında sıfır sayılır. Yalnız Erol‟a üzüldüğüm bir nokta oldu. Erol çok içki 298 Ölmeyen Çocuk içtiğinden sağlık durumu bozulmuĢ, bir yıl benden önce Bursa‟ya dönüĢ yapmıĢtı. Kendisiyle son bir daha görüĢmek nasip olmamıĢtı. Eğer yaĢıyorsa Allah‟tan ona sağlıklı günler diliyorum. 1983-1998. ALĠ TAVUKÇU Ali Tavukçu Manisa‟nın Kulalı Nahiyesinden olduğunu söylüyordu. Bu arkadaĢım ve ismini unuttuğum iki arkadaĢıyla birlikte 15 gün benden önce Türkiye‟den gelmiĢ, aynı sanatta ve aynı atölyede iĢe baĢlamıĢlardı. Ġlk baĢlayanlardan ben dördüncü isimdim. Erol Becerikli altı yıllıktı. Ama o, aynı atölyede taĢlama iĢleri yapardı. TaĢlama iĢçisi bizim yaptığımız iĢin tesfiyesi sayılıyordu. Biz oksijenle yakarak keserdik. O da diğer birkaç arkadaĢlarla eğri yerlerini düzeltirlerdi. Atölyeye ve bizim iĢe benden sonra 10 kiĢi daha gelmiĢti. Bu arkadaĢlardan aklımda kalan isimler Ģunlardı. Battal Turhan KırĢehir‟in Kaman ilçesi Ġsa Hoca Nahiyesindendi. Ömer Osman Göktal Sivaslı„ydı. Muzaffer Çimendağ Kars‟lıydı. Arif‟in soy ismini bilmiyorum, bu arkadaĢ da EskiĢehir‟in Sivrihisar‟ın Sarı Köyündendi. Hüseyin Duman Adanalı„ydı. Hayri Fırat da Adana‟lıydı. Sait Tulun Konya Ereğli‟dendi. Ali Tandoğan Bingöllü„ydü. Zeki ÇalgınbaĢ EskiĢehirli, aynı kısımda presçiydi. Muzaffer Arslan Samsun‟luydu. Ġsimlerini hatırlayamadığım birkaç arkadaĢ daha gelmiĢ, 3 ila 4 ay çalıĢtıktan sonra çıkıp gitmiĢlerdi. Oksijenci olarak ilk iĢe baĢlayan Ali Tavukçu ile ben vardık. Diğerlerine Ali ve ben birer buçuk ay sürelerle iĢ öğrettik. Ben 10 arkadaĢa iĢ öğrettim. Bu Türkiyeli arkadaĢlara iĢ öğretirken iĢveren bize fazla bir ücret ödemedi. Biz hem kendi iĢimizi yapardık hem de kendi özverimizle de arkadaĢlarımıza iĢ öğretirdik. BU ARKADAġLAR SONUNDA ALEYHĠME ÇIKTILAR. NASIL MI? Türkiye Toplumu arasında varedilmiĢ sözde din zıddiyeti ne acıdır ki, bilim çağımızda hala Ģiddetini sürdürmektedir. T.C. Devleti bu sorunu aĢamadığı müddetçe de batı uygarlığına uyum sağlaması hatta kendi toplumu arasında huzur sağlaması mümkün değildir. Görülüyor ki, yüzlerce sayı baĢlığını aĢan anılarımın hemen hepsinde din tartıĢması vardır. Bu benim arz ettiğim konu değildi. Hep soru karĢısında tartıĢma konusu olmuĢtur. Bunu yaratan da çarpık siyasettir. ĠġTE ĠBRET ÖRNEKLERDEN BĠRĠSĠ Bu Ömer Osman Sivaslı hemĢehrim. 1.55 boyunda 80 kilo ağırlığında. Sadece ekmek yeyip karnını ĢiĢirebilecek, bir de hanımıyla kendi medeni anlayıĢına göre yatıp çocuk doğurabilecek hayvandan farkı olmayan bir tip insandı. UstabaĢım getirdi yanıma, „Rıza, bu arkadaĢı sana getirdim. Sen ne yapacağını bilirsin.“ Dedi, teslim etti gitti. Ben ise bu adama 1.5 ay iĢ öğrettim. Zaman geldi ki, benim günlük 299 Ölmeyen Çocuk yazdığım akortum sıfıra düĢmüĢtü. 1.5 ay bitti mi Ömer Osman % 30 akort Ģurda dursun % 15 ancak çıkarabilir duruma ancak gelebilmiĢti. Buna rağmen ben ustabaĢıma tam tekmili vermiĢtim. Yani Ömer Osman bu iĢi yapabilir tekmilini vermiĢtim. Ömer Osman„ın 3-4 ay devamlı akort çıkarabilmesine yardım etmiĢimdir. Ömer Osman: „Rıza Ağabey, ben iki iĢ yerimden çıkarıldım. Burası benim üçüncü iĢyerim. Ben buradan da çıkarılırsam periĢan olurum. Benim üç çocuğum ve bir ailem vardır. Sen bilirsin, bana yardım et“ diye yalvarıyordu. Ben ise Ömer Osman‟ın istediği Ģekilde yardım ettim. 3-4 ay boyunca kendi için riski yüklenmiĢ, tam bir oksijen makinesi kullanır, % 50 akort çıkarabilecek seviyeye getirmiĢ olduğum Ömer Osman bakalım bana ne gibi bir karĢılık verecek görelim. Kötülük etmesin yeter! ÖMER OSMAN GÖKDAL Bir ara gece çalıĢıyorduk. Bizim tezgâh üzerinde kestiğimiz plaka demirleri mıknatıs vinç alıp götürüyordu. Ben tezgahın yanında dururken havanın yüzünden gelen vincin mıknatıs topları beni tezgaha sıkıĢtırır. Ġki tane kaburga kemiğimi kırar. Gece doğrudan beni ambulansla hastahaneye götürürler. Dolayısıyla ben hastahaneden çıktıktan sonra iki ay evde istirahatli kalırım. Ġki ay bitip iĢe döndüğümde ne görsem ve ne duysam iyi? Benim çalıĢtığım tezgâhımın yanıbaĢında takım sandığım ve üzerinde duvarın yüzüne yerleĢtirdiğim 15x20 ebatında aynam bulunuyordu. Kimin gözüne çapak kaçarsa benim yanıma gelir, o aynaya bakar aynı zamanda kafasını gözünü düzeltir yararlanırlardı. Bir baktım aynamın üst kısmında Beyaz tebeĢirle yazılmıĢ, duvarda iri harflerle yazılmıĢ bir yazı var „DEDE.“ Kazayla, hastalığımdan iki ay sonra iĢbaĢı yapmadan hemen bir gün önce iĢyerinde birkaç arkadaĢ aleyhimde ırkçılık ve inanç içerikli bir dedikodu tertip eder. Bu tertibi düzenleyen yukarıda ismini yazdıklarımdan 1. Battal Turan, 2. Sait Tulun, 3. Muzaffer Çimendağ. Tertibin esas birinci elemanı ve organizesini yapan da Battal‟dır. Tertipin bir de solisti olacak, bu solisti tertipi sahneye koyacaktı. O da Ömer Osman‟dan baĢkası olamazdı. Tertipin yöntemi ve uygulaması Ģöyle oluyordu. Yukarıda ismini yazdığım üç kiĢi toplanıyor. Aynanın üst kısmına “Dede” ismini yazıyorlar. Dedikoduyu alevlendiriyorlar. Sonra Ömer Osman yanlarına geliyor, olaya müdahil oluyor. Battal, Ömer Osman‟a Ģunları soruyor: “Ömer sen bu iĢleri iyi bilirsin. HemĢehrin Rıza Alevî ve dededir. Bu adam karısını boĢadı. Bu adam oruç tutmaz, namaz kılmaz. Aynı zamanda seni de hiç sevmez. Zira duyduğuma göre seni de UstabaĢı‟na Ģikayet ediyormuĢ.” Battal bu sözleri Ömer‟e kafasından uydurup söylerken, Sait ve Muzaffer de destek olurlar. Bu komployu dinleyen Ömer ise hemen harakete geçiyor. Gıyabıma ana avrat, kız kısrak ver yansın ediyor ve bu dedikodu sesli oluyor. Diğer arkadaĢlar da bu hayali hadiseyi izliyor ve Ģahit oluyorlar. 300 Ölmeyen Çocuk Yukarıda bahsettiğim üzere ben de hastalık dönüĢümde tezgahımı düzeltip temizlemeye çalıĢırken EskiĢehir‟li Arif yanıma geliyor. ġu iğrenç haberi bana aktarıyordu, “Rıza Ağabey sana bir haberim var.” Soru: “Ne o Arif, hayr‟ola?” „Ağabey ben söylemesem haberi sen baĢkalarından az sonra duyacaksın.” Arif beni alır, kahve otomatına götürür. Kahvelerimizi alırız, çekiliriz bir selamet yere. “Yahu Arif, ben merak ediyorum. Söyle hele Ģu haberi.” Kahvemizi yudumlarken Arif baĢlar konuĢmaya, „Ağabey bu senin hemĢehrin ve diğer Battal, Sait, Muzaffer senin aynanın önüne toplamıĢlar sesli olarak senin aleyhinde konuĢmalar oluyordu. Ömer Osman birden fırladı baĢladı sana ana avrat küfür etmeye. Ben üzüldüm ama hadiseye müdahale edemiyordum. Ben seni seviyorum. Ben bu haberi vermesem sen sonra bana darılırsın diye sana haberi vermek zorunda kaldım. Hadise böyle oldu ağabey.” BANA GELĠNCE Bana gelince, elbette aleyhimde cereyan eden böyle bir menfur ve çirkin bir hadiseyi içime sindiremezdim. Arif‟ten haberi duyar duymaz oldukça sinirime hakim olmayı düĢündüm. Aksi halde hadise karĢılıklı ağız kavgasından vurma kırma, yaralamaya, belki de ölüme dönüĢebilirdi. Hadiseye ancak soğuk kanlılıkla yaklaĢmam ama esas gerçeğin failini kendisinden dinlemem gerektiğini düĢündüm. Böylece Ömer Osman‟ın çalıĢtığı tezgâhın yanına vardım. Ömer Osman çalıĢıyordu. O çalıĢmaya devam ederken ben sorularımı yöneltiyordum. Ömer‟e sorduğum sorular: “Sen benim aleyhimde çirkin küfür ve hakaretlerde bulunmuĢsun. Doğru mu Ömer?” “Evet, doğru.” “Niçin Ömer?” “Sen beni UstabaĢı‟na Ģikayet ettin. Beni Ģikayet eden ve ekmeğimle oynayanın anasını avradını…” Ģeklinde Ömer Osman tekrarlıyordu. Terki edep sözlerinin üzerine ben ise soruyu yineliyordum: “Ulan Ömer, bu ağız senin değil. Seni kim doldurduysa onu söyle.” derken, “Peki Ömer senden yarım saat sonra bir daha tekrarlamanı isterim olmaz mı?” Yarım saat sonra ne olacak bakalım. Tabii ki, Ömer Osman ve de arkadaĢları benim Alevî olduğumu ve Alevî dedesi olduğumu bildikleri için ve iĢyerinde arkadaĢlar arasında olup biten haksız ve yolsuz olaylara göz yummadığım için bu tezgahları düzenliyorlar. Ama benim tertipli ve hukuki bilgilerimin olduğunu öyle küfüre küfürle, kavgaya kavga ile karĢılık vermeyeceğimi, bu tür hadiselere hukuki yollardan cevap vereceğimi bilmiyorlardı. Bunlar sanıyor ki, kendileri gibi hemen vurup kıracağım. Yani Ömer, Rıza‟ya küfür edecek, Rıza‟da bu ağır hakarete tahammül edemeyecek, birbirine vuracak, yaralanacak ya da ölecek. En azından kavga yapacaklar. ĠĢveren de nasıl olsa bunları iĢten atacak. Ortalık da kendilerine boĢ kalacak. Oysa ki, baĢlarına geleceği bir bilselerdi vallahi avratlarına sövsen dahi böyle bir haksız tertipe değil, haklı da olsalar böyle bir olaya baĢvurmazlardı. Gelelim ne yapacağıma. Bir defa benim atölyedeki durumum Ģu idi. Hadise tarihinde sekiz yıllık iĢçiydim. Yanıma gelen Türkler‟in hepsine yardım etmiĢtim. ĠĢimde dürüst çalıĢmıĢ, ihtar felan 301 Ölmeyen Çocuk almamıĢım. Ayrıca çalıĢtığım atölyenin sendika temsilcisi seçilmiĢtim. Ayrıca iĢyerine doğrudan usta olarak baĢlamıĢım. Bir baĢka özelliğim ise sendikaya o tarihlerde 23 mark üye aidatı ödüyorum. Diğer iĢçiler 8-9 en çok 10 mark ödemektedir. Bu demek oluyor ki, ben istediğim an sendika yanımda olacaktı. ĠĢte bu denli tertipli ve kendimi hukuki yönlerden koruma altına ve de güvence altına aldığımı bilmiyorlardı. Evet, hemen büroya koĢtum. Durumu sendika baĢkanına anlattım. Birincisi sendika baĢkanı, ikincisi Türk sendikacı. Ġkisi de hadisenin çok vahim olduğunu anlayınca geldiler. Atölye elbiselerini 15 dakikanın içinde giydiler, atölyede oldular. Atölye ve atölye Ģefinin odasında, 1. oberUstabaĢı yani baĢ ustabaĢı, 2. atölye Ģefi, 3. UstabaĢı, 4. UstabaĢı yardımcısısı, iki de sendikacı yedi kiĢi toplandılar. Ömer Osman‟ı çağırdılar, dosyaları açtılar. Önce Ömer Osman‟ı konuĢturdular. Sonra UstabaĢı konuĢtu. Ömer Osman, „Rıza ġahin beni UstabaĢı‟na Ģikayet etmiĢ, beni çıkarmak istiyormuĢ.“ diye ifade veriyordu. UstabaĢı‟na soruldu, UstabaĢı„ın cevabı: „Rıza bana Ģimdiye kadar hiç kimsenin hakkında ve hiçbir Ģekilde bir laf söylemedi. Aynı zamanda Rıza bunların hepsine iĢ öğretti. Rıza‟nın böyle bir Ģikayet getirmesine hiçbir gerekçe olamaz.” Soru sırası bana geldi, bana da sordular. Verdiğim cevaplar: „Efendim zaten söyleyeceklerimin bir kısmını UstabaĢı söyledi. Bana gelince ifadelerim Ģunlardır. Bu Ömer Osman doldurmaya gelir, içi dıĢı boĢ laf. Eline 10 Mark versen adam öldürür tipte bir insandır. ĠĢin esasında kavganın kaynağı Battal Turhan‟dır. Battal atölyede içki satıyor. Bu zavallılardan biraz çıkar elde ediyor. Kavganın kaynağı budur. Birincisi ben de bu biçim iĢlere göz yummadığım için, ikincisi Battal inanç ayrılığını da koz kullanıyor. Türkler arasında böylesi kavgaların çıkmasına zemin hazırlıyor. Örneğin ben Türk Müslümanların içinde Alevî inançlıyım. Bunlar ise Sünniler. Ben bunların tuttuğu orucu tutmam, bunların kıldığı namazı kılmam. Ayrıca ben dede olduğum için iĢte bu nedenle beni yerimden oynatmak için Battal elinden gelen çarelere baĢ vuruyor. Hadise budur. Örneğin sanırım sizlerde okumuĢsunuzdur. Benim aynanın baĢından baĢlamıĢlar fabrikanın kapısına kadar kırmızı tuğlaların üzerine dede yazmıĢlar. ĠĢte o yazıyı benim için yazıyorlar.” ĠĢte böylesi bir ifade karĢısında o yedi kiĢi birkaç dakika düĢünüp kaldılar. Verdiğim ifadelerin bir kısmını UstabaĢı da doğrulamıĢ oldu ve dedi ki, “Rıza‟nın söylediklerini biliyorum ve doğrudur. Ancak aralarındaki mezhep kavgalarını bilmiyordum.” dedi. UstabaĢı‟dan sonra sıra sendika baĢkanı Gihat‟a geldi. GĠHAT ġUNLARI SÖYLEDĠ “UstabaĢı, dosyalar yanımızda. Rıza buraya doğrudan oksijenci olarak baĢlamıĢ. Doğru mu?” UstabaĢı, “Doğru.” “Rıza‟nın hiç ihtarı var mı?” Mayıstar: “Hayır.” Soru: “Siz Rıza‟dan memnun musunuz?” UstabaĢı, “Evet memnunum.” Gihat devam ediyordu: “Sayın baĢmühendis ve Ģef ve de UstabaĢı aynı zamanda Rıza‟yı atölye temsilcisi seçmiĢler. Bir baĢka özelliği daha vardır. Rıza sendikaya diğer iĢçilerden farklı aidat ödemektedir. Ömer Osman Gökdal‟a gelince Rıza kendisini Ģikayet ettiyse eğer ispatlayabiliyorsa kendisi de Rıza gibi sorununu ya 302 Ölmeyen Çocuk bize getirmeliydi ya da UstabaĢı‟ına götürmeliydi. Görülüyor ki, bu adam Rıza‟ya çok kötü bir hakarette bulunmuĢ. Eğer ben olsaydım bu adamı öldürürdüm. AĢk olsun Rıza‟ya ki0 elini pisliğe bulaĢtırmadan bize gelmiĢtir. Bu adam bugün Rıza‟ya yarın da bir baĢkasına yapar. Ben bu adamın bir sendikacı olarak bu firmadan çıkmasını istiyorum.” diyor Gihat, savunmasını bitiriyordu. ġimdi de söz sırası Türk sendikacıda idi. AHMET YARAR Ahmet Yarar Ģu sözleri yöneltiyordu Ömer Osman‟a. Soru: “Senin karın var mı?” “Var.” “Ulan alçak! Karısı olan bir baĢkasının karısına küfür edir mi? KarĢındaki de sana eder. Senin çocuğun var mı?” “3 tane.” “Kaçıncı iĢ yerin?” “Üçüncü iĢyerim.” „Bak Ömer sen bu firmadan çıkarılıyorsun. Ancak ben bir soru yönelteceğim. Eğer Rıza kabul ederse sen kalacaksın. Kabul etmez ise sen çıkacaksın.” Ahmet Yarar Almanlar‟a bunu aktarır. Onlar da birbirlerinin yüzüne baktıktan sonra Ģunu söylüyorlar: “Vallahi onu Rıza‟nın kendisi bilir. Eğer geçinebileceğini ve beraber çalıĢabileceğine güveniyorsa, af ederse artık bu sorun kendisine aittir.” Söz tekrar Ahmet‟e geçmiĢti: “Ulan Ömer! Git Rıza‟ya, elini öp, özür dile.“ Ömer yanıma gelir, özür diler ve Ģu sözleri söyler: „Rıza Ağabey, ben seni yanlıĢ tanımıĢım. Elini öpeyim, beni affet. Beni ekmeğimden etme. Bir daha da böyle bir hata yapmayacağıma söz veriyorum.” Ömer bu biçim müfrit bir yalvarıĢta bulununca söz sırası bana gelmiĢti: “Sayın Ahmet Bey Ģu sözlerimi mühendislerime ve UstabaĢı‟ıma duyurmanı istiyorum.” Ömer Osman‟ın elime gelmesine karĢılık ayağımla geri itip ret ettikten sonra Ģunları söylüyordum: “ġunu bilin ki, eğer bu sözleri kendisi söylemiĢ olsaydı, kendiliğinden haraket ettiğini bilseydim affetmezdim. Ama iyi biliyorum ki, bütün bunları Battal örgütlüyor. Bu ve bunun gibi birkaçı daha var. ġimdi bu gitse de Ģebeke baĢı duruyor. O adam bizim kısımdan gitmedikçe Türklerin arasından kavga bitmeyecektir. Göreceksiniz ileride daha neler olacak. Bu nedenle bu herif bir daha doldurmaya gelmeyeceğine dair bir akit imzalasın kalsın ve çalıĢsın.” Toplanan heyet durdu, benim lehime muhataplarımın aleyhine yazılar tutanakla sonuçlandı. Ama bizim aramızda sonuçlanmamıĢtı daha. Atölyede tezgahın baĢına geldikten sonra önce Ömer Osman‟a tekrar ettiği küfürlerin ben kendi kabiliyetime göre yüksek sesle Ģöyle sesleniyordum: “Ulan köpek! Sana, o kendine yakıĢır terki edep sözleri söylettiren, aleyhime böyle bir hadiseyi düzenleyenler seni kurtarsaydı ya, ne oldu? Sabahleyin erkek gibi sövmeye devam ettiğin hadise ağzından o sözünü bir daha sarfetseydin, niye dürdün büktün geri yuttun? ĠĢte bundan böyle yine Rıza‟nın sayesinde burada çalıĢıp yine Rıza‟nın ayağına yapıĢasın olur mu?” Battal’a yöneliyordum. “Sayın Battal senin artık bu atölyede suyun, kepeğin azalıyor. Haberin olsun. Etrafında toplayıp Rıza‟nın aleyhine kıĢkırttığın köpekler artık seni kurtaramayacaktır. Ben sana haber veriyorum. Daha öncede uyarmıĢtım. Ben sizler 303 Ölmeyen Çocuk gibi arkadan vuran bir insan değilim. Artık foyalarını ortaya çıkartmak da bana bir vazife olacaktır, haberin olsun. ArkadaĢlarla nahoĢ anılarımız ileride devam edecektir.” ġimdi hanımı Almanya‟ya getirdikten sonra neler oldu tekrar oraya döneceğim. HANIMA OTURMA ALMA ĠġLEMLERĠM Ankara‟da izindeyim. 24.12.1970. Tuzluçayır BağlarbaĢı Mah. 31. Sokakta gecekondu evimizdeyim. Ġznimin ilk gününde sabah erkenden kalktım. Ankara‟da bir radyo dinleyeyiym diye. Radyoyu açtım, geri yatağa gidecektim. Kulağıma bir acı haber duyuldu. Ama bu haber çok acı bir haberdi. “Çok değerli bir kültür varlığımızı, Veysel‟i kayıp ettik..“ AĢık Veysel öldü. Sanırım radyoların, televizyonların sabah ilk haberleriydi. „AĢık Veysel öldü.” dediler. Ben ise odanın yüzünde dikili kaldım. Hemen baktım gözümden yaĢlar damla damla akmaya baĢladı. Sonra Hanım kalktı, o da ağladı. Velhasıl evde bir matem havası esmeye baĢlamıĢtı. 24.12.1970 yılı tam noel bayramında, Hz. Ġsa‟nın doğum gününde kayıp etmiĢtik. Hakkın rahmetine kavuĢmuĢtu Veysel. Diğer bir deyimle „Sadık yarine, kara toprağa“ kavuĢmuĢtu Veysel. Radyoda hemen ölüm haberinin ardından Kara Toprak türküsünü okundu. Allah rahmet eylesin. Böylece bu anımda rahmetli ve değerli Ģairimiz Veysel‟i de hatırlamıĢ ve anmıĢ olduk. Umuyorum ki, Türkiye‟den onun gibi değerli Ģairlerimiz türeyecektir. Ruhuna el fatiha. 1971 - 12. ay. Tuzluçayır /Ankara. 1998 - 9. ay. Eryaman/ANKARA. KÂZIM TAġKIRAN 1970„in 5„inci ayında Almanya‟ya giderken üç çocuğumuz vardı. 1959 Firdevs, 1964 Aliye, 1969 Garip. Ġzine geldiğimde Garip 8 aylıktı. Ancak ben Almanya‟ya gittiğim sene daha önceden Hanımın ağageyi Sait‟in oğlu Kâzım Ankara‟ya gelmiĢti. Onu yanımıza almıĢ, akĢam lisesinde okuması için okula sokmuĢtuk. Aynı zamanda evlenmiĢ, karısını da beraberinde getirmiĢti. Biz bunları eve aldık. Karısıyla birlikte yeyip içip bizim evde kalacaklardı. Ġki tane çocuğumuz da yanlarında kalacaktı. Planımız böyleydi. Firdevs„in 5„inci sınıfı kendi köyümüzde okuması için Pengürt‟te bıraktık. Aliye de Tuzluçayır‟daki evde, Kâzım‟la karısı Çiçek‟in yanında kalmıĢtı. 1970„in 12„nci ayında izine geldiğimde oğlum Garip‟i ve annesini Almanya‟ya götürecektim. Ankara‟da benim pasaportumla, yani tek pasaportla Hanımla oğlumun iĢlerini yaptırdım, iĢlemlerim bitti. Zamanımız çok olduğundan Divriği‟ye ve köye gidecektik. Böylece çocukları aldık, köye gittik. Köyde 6-7 gün kaldıktan sonra Hanıma dedim ki, „Hanım, oğlanla annengilde kal. Ben iki gün Erzincan‟a gideyim. Orada bacım var. Dayımın oğlu Bayram var ve bizim köylü lise 304 Ölmeyen Çocuk öğretmeni Ali Erdoğan var. Bunları yaklaĢık 5-6 sene oldu görmemiĢim. Gideyim onları göreyim, biraz hasretliklerimizi gideririz, dönerim.“ dedim. Gittiğim gün akĢamdı. Yalnız, gitmeden mektup yazmıĢtım. Trenden inerken gelip beni alacaklardı. Bu vesileyle Erzincan‟a bir akĢam gittim, diğer gün de öğretmen Ali Erdoğan‟ın evine gittik. Bir gündüzü onun evinde geçirdik. Gündüz daha Ali‟nin evine oturmadan Dayımın oğlu Bayram‟ın hanımı hastaymıĢ, onu da kısa bir zaman içinde gittik, gördük, sonra Ali‟ye gittik. Öğle yemeğini Ali‟nin evinde yedik. Ali birinci hanımından ayrılmıĢ, ikinci Erzincanlı öğretmen olan hanımı ile evlenmiĢti. Öğretmen, sarıĢın 1.70 boyunda güzel bir kızdı. Ali‟de 1.75-1.80 boyunda vardı. Ali‟nin de fiziki yapısı çok düzgün, güzel bir delikanlıydı. Ali‟nin hanımı çok güzel nefis yemekler yapmıĢtı. Ali sofrada bana iki kadeh de rakı ikram etmiĢti. Bir çok özlü konuĢmalar yapmıĢtık. KonuĢmalarımız üç bölümden oluĢuyordu. A. öğretmen - öğrenci ve halkla diyalog kurma, B. benim konuĢmalarım, C. siyaset bu konular üzerinde Ali, karısı ve ben yaklaĢık 5-6 saat tartıĢmalar yapmıĢtık. Ziyaretimin birinci günü böyle geçmiĢti. Programda birinci günü akĢamında EniĢtem Ali PaĢa, Bacım Ġnsaf‟ın evinde de olacağız. Bu akĢamki toplantımız üçlü olacaktı. Ali PaĢa Küçük, Bayram Kaya, Ali Erdoğan ailesi hep birlikte bir arada güzel bir gün geçirecektik. Ġkinci gün, gündüz de Erzincan‟ı gezeceğiz. AkĢam Dayıoğlu Bayram‟ın evinde aynı geceyi bir daha değerlendirecektik ve üçüncü gün öğlenden önce trenle köye dönecektim. Programım buyken görelim ne olacak. Bir atasözünün dediği gibi, „Ne oldum değil, ne olacağım demeli.“ NE MĠ OLDU? AkĢam Bacım Ġnsaf öyle bir yemekler hazırlamıĢ, öyle bir sofra donatmıĢtı ki, görmeye ve yemeye değer nefis yemeklerden bir sofradı. Sözünü ettiğim aile efratı sofraya neĢelice oturduk. Saatimiz sekizi geçmek üzereydi. Yemeklere uzandık, iki veya üç lokma aldık. Birer kadeh rakı aldık. KonuĢmaya baĢlamadan benim yüreğimde bir sızı baĢladı. Öyle bir sızı ki, oturmama ya da bir lokma dahi yememe imkan yoktu. Birden bire tutuldum. Çocuklara dedim, „Bu hastalık değil, bir kaza haberi. Çocuklarda bir kaza var, beni trene yetiĢtirin.“ Bereket bir saat sonra yolcu treni varmıĢ. Kalktık, çocuklar beni trene bindirdiler. Tren köyün önünden geçiyordu. Üç saat sonra yaklaĢık 12.30‟da köyde oldum. KÖYDE NE OLMUġ BĠTMĠġ BĠR BAKALIM Köyde ben gittiğim gün benim oğlan yanmıĢ. Ben akĢam treniyle gittim. Sabah saat 7-8 arası annesi ocaktan süt indiriyormuĢ. Oğlan da peĢisıra dolaĢırken annesinin ayağına dolaĢıyor. Tenceredeki süt oğlanın sol böğründen aĢağı, sol ensenin kaba yeri, ön tarafta hayasına 2-3 santim kala yanıyor. Yangının büyüklüğü 20 x 30 cm ebatında idi. Yanma iĢi sabah saat 7-8 arası olmuĢ. Ben o gün değil, 305 Ölmeyen Çocuk ikinci gün saat 0:30‟da köye geliyorum ki, aradan yaklaĢık 12 saat geçmiĢ. DüĢünün ki, 13 saat o biçimde yanmıĢ bir çocuğu doktora götürmüyorlar. Evlerinde 8-10 tane erkek vardı. O günkü ve o evin insanlarındaki zihniyet Ģu imiĢ: „Oğlan çok yanmıĢ, kurtulması imkansızmıĢ. Doktora götüreceğiz diye yolda felan ölürmüĢ. Bu sebeple götürmemiĢler.“ ġimdi düĢünün bir defa aradan 13 saat geçmiĢ, henüz ölmemiĢ, yaranın üzeri 4-5 milimetre kerme bağlamıĢ, diĢ macunu sürmüĢler. Yanık yarası alttan durmadan derinleĢiyordu. 13 saat acı çeken çocukta sadece biraz nefes kalmıĢ idi. 13 saatte Ankara‟ya yetiĢtirdim. 15 saatte köyden Divriği Cürek Ġstasyonuna sırtımda yürüyerek geldik. 37 saat 50 dakikada doktora yetiĢtirebildim. Doktorlar derhal müdahale ettiler. Sonucu söylediler: „Bu çocuk çok bekletilmiĢ. Orada 37 saat geçmiĢ, niçin Ģimdiye kadar beklettiniz?“ diye biraz da tenkit etmiĢlerdi beni. Tabi ki, doktorlara keyfiyeti anlattım. Ama olacak olmuĢ. Neyse ki, müdahale neticesinde ölümü önlendi. Biz de annesiyle gece saat 3-4 sularında Tuzluçayır‟daki evimize ancak yetiĢmiĢtik. Ġki gece, bir gündüz ve gündüz bir taraftan ağlıyor, bir tarafta içimiz ciğerimiz yanıp tutuĢuyordu. Diğer taraftan uykusuzluktan her tarafımız ağrımaya baĢlamıĢtı. 18 gün hastahaneye her gün gelip gitmemizde çocuk yeri göğü yıkıyor, fakat doktorlar yanına yaklaĢtırmıyordu. 18„inci gün gece gündüz ağlamanın ve üzülmenin yanı sıra bir de Almanya‟daki iĢimize gecikme endiĢesi vardı. Bir baĢka husus da Ģuydu. Köyde bir sürü insanın içinde çocuk yanmıĢ, bu insanların bir defa 15 tanesi öz be öz nenesi, dayısı, halası ve dedesi. Hepsi birinci derecede yakınları. Aynı zamanda zenginler. Paraları pulları çok idi. Buna karĢın çocuğu iki gün evde ölüme terk etmeleri, diğer taraftan gece evlerinde ölüm döĢeğinde olan bir çocuğu alıp gidiyoruz. Biz çocukla beraber dört kiĢiyiz. „Paranız var mı, yok mu?“ sormuyorlar. Veyahut, „Biz bu çocuğu ölür durumda bunlara teslim edip yola vuruyoruz, yolda ölür ise bu iki ana baba ne yaparlar?“ diye düĢünüp de hiçbir tanesi bize yardım gayesiyle olsun yanımızda gelmiyor. Daha da ötesi arkadan birkaç satır mektup yazıp „Yahu oğlum, kızım siz buradan ölür durumda olan çocuğu alıp gittiniz. Ne yaptınız? Ne oldu? Öldü mü, kaldı mı?“ soran da yoktur. Velhasıl aradan seneler geçti sormadılar. ĠĢte bu ilgisiz yakınlar da insanı yiyip bitiriyordu. Yakın akraba tarafından sorup soruĢturmalar gayet tabi ki, insanların beklediği konulardır. Sorup soruĢturma hastayı iyi etmez, ölüyü diriltmez. Ama insanları ferahlandırır. Manevî bir gönül alma paradan daha fazla yeri gelir ki, hora geçer. Maalesef köyden ölüm durumundaki çocuğu alıp Ankara‟ya gelirken toru topu 4 bin TL paramız kalmıĢtı. Bu para gitmeye 7 gün kala bitmiĢti. Bir lira desen paramız kalmamıĢtı. Ne yapacaktık? Mecburen eĢe dosta ağız eğip borçlanacaktık. Ne Hanım tarafından, ne de benim tarafımdan hiçbir Allah‟ın kulu halimizi sormuyordu ve de ilgilenmiyordu. Mamafih bu durum da insanda kötü bir psikolojik durum yaratıyor. Yani insan Ģöyle bir kendini yokluyor: „Acaba bizim bir kötülüğümüz mü söz konusu? 306 Ölmeyen Çocuk Yakınlarımız tarafından hiç mi beğenilir tarafımız yok?“ Demek zorunda kalıyorsun. Ama Ģunu da söylemek gerekiyor ki, böylesine düĢüp kalkmalar insanlar için bir taraftan da iyi oluyor. Ve ileriki günlerde insanlar kendini tertipli olmaya zorluyor diye düĢünüyorum. Gitmeye 7 gün kala param bitmiĢ olmasına karĢın hiçbir yakınımdan cesaret edip para isteyemedim. ALĠ TAVUKÇU Hamburg‟ta Manisa Kula‟dan bir arkadaĢım vardı. Ona telefon ettim. Adı Ali Tavukçu„dur. Bu arkadaĢım bana 1.000 DM para gönderdi. Bu satırları yazarken bu arkadaĢımın kulaklarını çınlatıyor ve teĢekkür ediyorum. Bu arkadaĢım da çok onurlu, kötü söze dayanamayan bir tip insandı. Ali Tavukçu‟ya UstabaĢı yardımcısı Diter vardı, bu yobaz adam Ali„ye Ģunları söylüyor: „Hem buralara çalıĢmaya geliyorsunuz, hem de iĢ beğenmiyor ya da Almanları beğenmiyorsunuz. Memleketinizde iĢ bulup çalıĢsaydınız ya!“ Ali bu sözlere maruz kalınca elindeki rayın üzerindeki yürümekte olan makineyi kaldırıp yere vuruyor, makineyi parçalıyor: „Ulan senin iĢinde çalıĢanın da, çalıĢtıranın da anasını avradını.“ diye basıyor kalayı. Atölyeyi terk ediyor, bir daha iĢbaĢı yapmıyor Ali. 1982‟de Almanya‟yı terkediyor. Yine eski çalıĢtığı Manisa Kula‟ya geri dönüyor. Orada tezgâhını kuruyor. Ali‟nin sanatı sıcak demirciymiĢ. Kendisini izine gelen gidenlerden sorardım. ĠĢinin çok iyi olduğunu söylüyorlardı. Binaenaleyh Ali‟den ayrılalı tam 17 sene oldu, görüĢemedim. ĠnĢallah ölmeden bir kez daha görüĢeceğim. Her gün aklımdan çıkmıyor ve kendisine Allah‟tan sağlık ve hayırlı iĢler diliyorum. Ali Tavukçu benden 10 yaĢ da küçüktü. Henüz evlenmemiĢti. 1982 - 1998. Dönelim yine Ankara‟da izinde iken Hamburg‟a dönüĢümüze. Oğlumuzu tam iyi olmadan Hacettepe hastanesinden çıkardık. Vaynacar uçakla Hamburg‟a indik. ĠĢyerine iki tane kâğıt göndermiĢtim. Bir tanesi hastanenin verdiği kâğıt, diğeri de benim yazdığım mektuptu. BaĢıma gelen hadiseden dolayı iĢverenim ve UstabaĢı„ıma bilgi vermiĢtim. Sıcak anlayıĢ gösterdiler, iĢime devam ediyordum. 22.000 Elmson‟da Ġzmirli Hasan‟ın bir odasına oturduk. Oturmaya oturdum ama, oturma alma problemi vardı. Bir oda içinde üç kiĢi nasıl idare edeceğiz. 15 metrekare bir oda, banyo, tuvalet birlik. Aynı zamanda ev yol seviyesinden 1.5 metre aĢağıda, normal oturulacak bir ev değildi. Hadi buna razı olduk ama oturma alma iĢine nasıl bir formül bulacağız. Gece gündüz aklımda hayalimde bu vardı. Hiç sevmediğim ve beğenmediğim bir yola baĢvurmak zorunda kaldım. Yabancılar dairesindeki ilgili memurlara yalan söyleyecektim ve onları hayali bir çizimle ikna edip kandıracaktım. Demek ki, zor fendi bozuyormuĢ. Almanya‟da önce izin almadan yabancılar dairesine baĢvurmadan eĢini ya da çocuğunu götürdüysen yine turist muamelesi görüyor ve ben eĢimi çocuğumu bir mazuriyetten dolayı getirdim, Ģimdiyse yanımda eylemek istiyorum, gereğinin yapılması diye form dolduruyorsun. 307 Ölmeyen Çocuk Elmson kentinin bağlı olduğu yabancılar dairesi Pieneberg‟te idi. Pieneberg‟e bu baĢvuruyu yapıyorum. Hanımın üç ayı bitiyor. Bu üç ay süre içerisinde doktor muayenelerini bitiriyordu. Eğer muayene neticesinde raporlar sağlam çıkarsa, Ģu evrakları tamamlıyor ilk baĢvuruda bir yıllık oturma talebinde bulunuyordun. 1. Doktor raporları, 2. iĢverenin çalıĢma izni, 3. pasaportun süresi, 4. oturduğun evin kontratı. ġimdi ilk üç evrak tamamdı. Dördüncü evrağa gelince problemliydi. Örneğin benim kontratı kiracıdan almam gerekiyordu. Zira evin tamamı Hasan‟ın üzerine kayıtlıydı. Hasan bana bir oda verdiğini beyan ederse ilgili daire bana oturmayı vermeyecekti. O halde ne yapmam gerekiyordu? HASAN‟IN SOYADINI UNUTMUġUM Ben ev kira kontratı hususunda önce Hasan‟a baĢvurmayı düĢündüm ve Hasan‟a gittim, keyfiyeti anlattım. Hasan ev sahibimizin bana bir kira sözleĢmesi yapabileceğini söyledi. Fakat bu yazıĢmaya karĢılık para alacağını söyledi. Soru: “Peki Hasan parayı verelim ama nasıl olacak bu iĢ?” Cevap: „Kolay Ağabey!“ dedi ve devam etti. Hasan, „Ben Ģimdi sana SözleĢmede iki oda gösteririm. Zaten benim burası dört oda, benim de bir küçük çocuğum var. Oturmamı da almıĢım. GiriĢi müĢterek kullanıyoruz. Geri kalan iki odada bana yetiyor. ġimdi ben sana iki oda sözleĢmesi yaparım. Oturmanı alana kadar ben o odayı boĢ bırakır anahtarını sana veririm. Oturmayı aldıktan sonra yine anahtarı geri verirsin.“ dedi. Hasan Ģunu da ilave ediyordu, „Bu iĢin için 100 Markını alırım.“ Ben ise, „Zararı yok Hasan, bu olay oturumumuzu alabilecekse 100 Mark birĢey değil, memnuniyetle öderim.“ dedim ve kira sözleĢmemizi yaptık. Dosyanın arasına koydum, 100 Markı da ödedim. Tarih 10.5.1972, bu tarihte bir yıllık kontratım bitmiĢ çalıĢma izinim süresiz olarak yenilenmiĢti. MaaĢ gelirim net 1.400 DM olarak belirtilmiĢti. Böylece belirttiğim tarihte yanıma bir de Almanca„yı çok iyi bilen Malatyalı bir komĢum Bayram diye vardı, onunĢa birlikte Pieneberg yabancılar dairesine gittik. Orada gereken formları doldurduk. Hanım ve çocuk da yanımızdaydı. O sıralarda oğlum da tam yürümeye baĢlamıĢtı. Ayrıca çok da sevimli bir tipti. Yani herkes tarafından sevilir bir bebekti. Velhasıl sıramız geldi, dördümüz birlikte içeri girdik. Ġçeri girerken Bayram sevindi ve döndü, „ġansın varmıĢ Rıza Ağabey!“ „Niçin?“ diye sordum. Dedi, „Ben bu memuru tanıyorum. Birkaç defa geldim o da beni tanır.“ dedi. „Ġyi öyleyse desene öksüz kuĢun yuvasını Mevlam yaparmıĢ.“ Memur bizim dosyayı açtı, pasaporta baktı. Pasaportta Ģu yazılıydı: „Yabancılar dairesine baĢvurmadan eĢinizi ve yakınınızı getiremezsiniz.“ diyordu. Memur sordu: „Bu yazıyı okumadınız mı?“ Memura cevap: „Okudum ama mazuriyetim vardı. EĢimi ve bir çocuğumu getirmek zorunda kaldım. Mazuriyetim ise Ģudur. ĠĢte bu oğlum feci Ģekilde yanmıĢtı. 18 gün iĢgünü olarak Türkiye‟de kaldım. Daha da fazla kalamazdım. Çocuğumu hastayken çıkarıp getirdim. Burada tekrar tedavi ettirdim.“ Gerçekten çocuğun da kaba etinde yanık izi vardı. Memur bu mazuriyetimi dinledi ve not yazdı. Çocuğu sevdi ve sıra ev sözleĢmesine geldi. SözleĢmeye baktı, döndü Bayram‟a dedi ki, „Aslında eve bakmamız gerekir ama ben size inanıyorum. Ancak 308 Ölmeyen Çocuk bu iĢçi evin Ģeklini ve metrekaresini Ģu kâğıda çizip tarif etsin, inanalım, oturmasını verelim.“ dedi. Ben de beyaz bir kâğıda elal usul çizdim. Aslında mühim olanı metrekare büyüklüğüydü. Birini 10, diğerini 15 metre kare, giriĢi 3 metre uzunluk, 1.5 metre geniĢlik olarak gösterdim. Adam kabul etmiĢ, mühürü bir yıllık olarak basmıĢtı. Böylece Hanımın ve oğlum Garip‟in oturmasını ilk defa Pienebenrg‟te almıĢtım. HANIMIM ZEYNEP Bu bir yıllık oturma aldıktan sonrası Hanımın derdi. Hanımı ve oğlumu götürdüm hakkım olmamasına karĢın çetin uğraĢı neticesinde oturmalarını almayı baĢardım. Hanımın durumuna bakalım. Zeynep gittiği sıfır günde baĢlamıĢ tam 11 ay ve her gün ağlıyordu. Her gün akĢam geldiğimde Hanımı ağlar görüyordum. Yani rahat ve huzurlu bir gün yaĢamadık. 11 ay boyu huzursuz ve kavgalı yaĢadık. Geldiği onuncu ayında bir de kız çocuğu yaptık. Güzel bir kızım doğmuĢtu. Adını Ayselih koymuĢtum. Bu çocuğumun doğmasıyla dördüncü çocuğumuz da olmuĢtu. ġimdi iki çocuğumuz Türkiye‟de, iki tane de Almanya‟da oluyordu. Durumdan rahatsızlığım yoktu, o iki çocuğumu da ikinci iznimde getirecektim. Ama hanım halen ağlamaya devam ediyordu. Bir gün sordum kendisine, „Yahu Hanım, o iki çocuk yalnız senin değil. Bu çocukları müĢterek yaptık. Sen anaysan ben de babayım. Bak elalem 5-6-7 sene burada, ailesi ve çocukları Türkiye‟de. Ben ise seni 7-8 ay olmadan yanıma getirdim. ġimdi sen ve bir çocuk burada hak sahibi oldunuz. Kısa bir süre sonra da hepimiz Hamburg‟ta, bu güzel Ģehirde birleĢeceğiz. Biraz bunları düĢünürsen, her gün ağlayıp bizi de üzmeye huzursuz etmezsin.“ dedim. Ve yarın oldu. Hakeza Hanım ağlıyor. „Peki Hanım, seni Ankara‟ya gönderiyim mi?“ Bu soruma karĢılık Hanım, „Tamam gitmeye razıyım.“ demez mi? Ben de o anda önyargılı olarak, „Tamam Hanım, hemen biletini alıyorum. Seni bir ay sonra gönderiyorum.“ dedim, kararı aldım. Oysa ki, üç ay önce 73 Bernerstieg Farmsen mahallesinden 2.5 odalı bir ev bulmuĢ, buraya taĢınmıĢtık. Büyük bir bahçe içerisinde, müstakil bir evdi. Çok da temiz bir mahalleydi. Aynı kotta bir Türk, bir de yugoslav komĢumuz vardı. Bu komĢularımız çok da iyi insanlardı. Tam bir rahat yere düĢmüĢken bu sefer de Hanımı göndermemle bu güzelim evi terk edip Heim„a çıkmak zorundaydım. Yine bu arada Hanımı göndermeye hazırlık yapmak için birkaç gün izine ya da istirahata ihtiyacım vardı. „Ne yapalım“ dedik. Hanıma dedim ki, „Benim ayağımın baĢparmağında nasır var. Her gün topallayarak gidip geliyorum. Bunu ameliyat ettireyim. Zaten yatmayacağım. Çok cüzi bir ameliyat. Seni gönderdikten sonra 15 gün evde kalırım. Hem de evi devreder ve Heim„a taĢınırım.“ O arada evi de isteyen vardı. Peki dedik, parmağımı ameliyat ettirmeye de karar verdik. Böylece ameliyat olmadan evi devralacak olan Trabzon‟lu Hasan isminde bir arkadaĢ benim eski kaldığım Heim„da kalıyordu. Bu adamda bizim firmadaydı. Ġkimiz birlikte Blohm+Voss tarafından tahsis edilmiĢ bir HausUstabaĢı„lık vardı. Yani iĢçilere memurlara bütün çalıĢanlara ev bulan, ev veren, bu iĢleri takip eden bir daire. 309 Ölmeyen Çocuk Hasan‟la ikimiz birlikte bu büroya gittik. O benim eve ben de onun odasına taĢınmak üzere muamele yaptık. O iĢi de hallettik. Sıra geldi Hanımı uçağa bindirmeye. Hanım bir hafta on gün kala gitmekten vazgeçer. Eh Ģimdi bu Hanımın yaptığı iĢ ne nane, ne de turĢu. ġimdi sen gel de Ģu bahsettiğim bütün iĢlemleri tamamlanmıĢ, elin adamı ailesini getireceğim diye memleketine de hem haber salmıĢken böyle bir muamele iĢlemlerini geri durdur. Olacak Ģey mi? Maalesef Hanıma ret cevabı vermek ve kendisini de göndermek zorundaydım. Maalesef Hanımın uçağa binmesine iki gün kala parmağımı ameliyat ettirdim. Doktor 14 gün evde yat 15‟inci gün iĢe git diye bana kâğıt yazmıĢtı. Ben ise bir gündüz iki gece evde kaldım. Ġkinci gün Hanımı uçağa bindirdim, Ankara‟ya gönderdim. Hanımı ve iki çocuğu Ankara‟ya yolcu ettiğim gün Ankara‟ya telefon ettim. Tabi ki, evimde duran yeğeni Kâzım kendisini hava alanından alacaktı. 72 Bernerstieg Farmsen adresindeki Heim‟a ikinci kez tek kiĢilik odaya taĢınmıĢ oldum ve yine yalnızlığa mahkum olmuĢtum. Bu Heim‟da 4.5 ay kaldım. Bu esnada arkadaĢlarla geçirdiğim anılarımdan biraz bahsetmek istiyorum. MUHĠTTĠN ARSLAN, ĠZMĠRLĠ HÜSEYĠN, ĠSTANBULLU MUAMMER Heim‟a taĢındım taĢınmaya ama Hanım gittikten sonra ikinci gün sabahleyin kalktım, ayağımla yürümeme imkan yok. Zaten yatağa yattıktan bir saat sonra sızlamaya baĢlamıĢ, 3-4 saat beni bağırtıyordu. Sabahleyin saat 10-11‟de uyandım. Ayak ĢiĢmiĢti, o gün kaldım. Ameliyatın üçüncü günü aynı doktora gittim. Doktor dedi, “14 gün istirahat yazmıĢım. Bunun üzerine tekrar istirahat yazılmaz, 14 gün biter iĢe baĢlarsın, çalıĢamıyorum der yine gelirsin.” dedi. “Çünkü ben kâğıdına iĢbaĢı yapabilir diye yazmıĢım.” dedi. Böylece 14 gün biter. Maalesef ayak iyi olmaz. Ben iĢi bırakır tekrar doktora giderim. Bu ameliyatçı doktor beni tekrar ev doktoruma havale eder. Ev doktorum Hamburg 11 Feldstr. de otururdu. Dr. Udi. Ben Dr. Udi‟ye giderim, Udi tam yedi gün istirahat yazar. Gelelim Heim„daki arkadaĢlarıma. ArkadaĢlarından Sivas Koyluhisar‟dan Muhittin Aslan, Ġstanbul Sağmacılar‟dan Muammer, Kastamonu‟dan Kemalettin Ertürk, Zonguldak Çaycuma‟dan Mehmet Çelikkanat, Gaziantep‟ten Alparslan, Denizli Sarayköy„den Ġhsan Alvar. Birkaç kiĢi daha Türkiyeliler vardı. Ama bu isimlerini saydığım arkadaĢlarla yakından merhabamız vardı. Koyluhisarlı Muhittin‟le her hafta beraberdik. Ġyi bir arkadaĢtı. Önümüze bir kanyak ya da viski alır, eğlenir, dertleĢirdik. Bir de Sinop‟tan Mustafa UslubaĢ vardı. 1.55 boyunda, Ģakacı bir çocuktu. Bu arkadaĢlarımla geçen anılarımız Ģöyle olmuĢtu. Anılarıma geçmeden önce benim arkadaĢlar arasındaki önemimi anlatmam gerekiyor. Ben Heim„daki arkadaĢların yanında olsun, iĢ yerinde olsun bir mahalli danıĢman durumundaydım. Alevî olmamın yanı sıra dede olmamın da önemi vardı. Çok arkadaĢların hukuki ve sosyal sorunlarına yardımcı olurdum. O nedenle arkadaĢım da çok olurdu. Örneğin Gaziantepli Alparslan‟ın durumu Ģöyleydi. Bu 310 Ölmeyen Çocuk arkadaĢımız tam 50 yaĢında idi. Türkiye‟ye her sene izine gitmiĢ, evlenmek istemiĢ, bir türlü evlenememiĢ. 12 defa 12 kızla niĢan yapmıĢ, her niĢanda çok zengin niĢan yapmıĢ, para harcamıĢ. Her niĢan yaptığı kız kendisi Almanya‟ya dönüĢ yaptıktan sonra niĢandan vazgeçmiĢ. Genellikle kendi çevresi her gittiğinde parasını yemiĢler. Alparslan bu mazileri bana anlattı. Ben de kendisine dedim ki, „Eğer benim sözümü tutarsan, 13. niĢanda evleneceksin. Bir daha vazgeçemeyecek.“ dedim. Alparslan yalvarmaya baĢladı, „Aman Rıza Dede bu iĢin sırrı neyse bana söyle.“ Kendisi Sünni inançlıdır. Alparslan‟a, „Yok öyle Ģey. Benim vereceğim akılları uygularsan söylerim. Yoksa söylemem.“ dedim. Alparslan, „Rıza Dede, Ģu yemin bu yemin anam avradım olsun, senin dediklerini harfi harfine uygulayacağım.“ dedi. O esnada da bir yakınından da mektup gelmiĢ. Polis emeklisi bir ailenin kızı varmıĢ. Onunla niĢan yapması için Türkiye‟ye çağırıyormuĢ. Alparslan‟a verdiğim hukuki tasviyem Ģöyleydi: „Bak Alparslan, Ģimdi önce kızla birbirinizi beğeneceksiniz. Sonra senin bu yaĢtan sonra 20-25 yaĢlarındaki kızlarla mutahap olmaya durumun müsait değil. Senin evleneceğin bir hanım 30-40 yaĢları arasında olmalıdır. Doğru mu?“ Cevap: „Evet Dede, doğru.“ „Eh, bu yaĢta bir hanım bulursan, herhalde o da epeyce akıllanmıĢ, olgunlaĢmıĢ bir kız olmalıdır. Eğer bu yaĢta ve bu olgunlukta bir kız bulamaz isen zaten evlenmen de boĢa olur. Söyleyeceklerimi kavrayabilecek anlayıĢta birini bulursan Ģu Ģartları ileri sürecektir. 1. Önce geçmiĢteki bana anlattığın maziyi anlatacaksın. Sonra iĢte bu deneyimlere göre sana teklifim Ģu olacak. NiĢanda el öpüĢürken istediğin her türlü ziyneti alacağım. Mesela ziynetteki kasıt Ģudur. Bir tek elbiseden hariç diğerlerin hepsi altın, akça olacak. „Çünkü biz nikâhımızı kıydırıp Almanya‟ya gideceğiz, Almanya‟daki evimize istediğin mobilyayı alacağız.“ Bunları Ģart olarak ileri süreceksin. Bir tek niĢan elbisesini giyeceksin. „Geri kalanı nikâhta. Nikahımız kıyıldıktan sonra evimize gideceğiz, bütün ziynetini yani almıĢ olduğum altın ve akçalarını bir gün sonra sana teslim edeceğim ve bu günümüz zaten Almanya‟ya dönüĢümüzden iki gün öncesine rastlar.“ diye ciddi olarak bu tekliflerini kabul ederse niĢana yanaĢ, yoksa yanaĢma.“ dedim. Sözümü de noktaladık. Alparslan bir ay izine gitti. Bir ay bitti Alparslan 1.70 boyunda, 35 yaĢlarında sarıĢın bir hanımla evlenmiĢ, birlikte geldiler. Ama çok sevinçliler, pırıl pırıllar. „Dede, vallahi senin sayende evlendik. Sağol.“ diyordu. Böylece Alparslan‟ı aile hayatına 50 yaĢından sonra kavuĢturmuĢ olduk. Allah onları mutlu etsin. Heim„da kaldığım ilk devreydi. 1971-72 Bernerstieg. Muammer‟e gelince Muammer bana çok gelir, izine giderken genelde ne yapacağı hususlarda akıl danıĢırdı. Bir defasında da geldi Ģunları söylüyordu: „Ağabey ben 12 yıldır Almanya‟dayım. Hiç müzik takımı almadım. Bana yardım edersen bir pikap, bir tane teyipli radyo, bir de televizyon alacağım.” dedi. “Tabi Muammer, niçin olmasın? Benim tanıdığım var. Eğer dilersen sana oradan istediklerini alırım.” dedim. Cumartesiydi. Müzik takımı aldığım mağazaya götürdüm. Muammer‟e istediği malları aldık. Ödemeleri taksitle yapacaktı. Ben de kendisine kefil oldum. Bu sayede Muammer istediği müzik aletlerine sahip oldu. Muammer bir televizyon, bir pikap, bir teyipli radyo üç parça elektronik eĢya almıĢtı. 311 Ölmeyen Çocuk Muammer bir gün de, nereden bulduysa, AĢık Veysel‟in plaklarını almıĢ, odasında oturup dinlendiği zamanlar genellikle Veysel‟in plaklarını çalar dinlermiĢ. Bu arada yanıbaĢında oda komĢusu olan Ġzmir‟li Hüseyin‟in baskısına maruz kalır. Ġsimlerini verdiğim bu arkadaĢlarla çok muhabbetli uyumlu günlerimiz geçti. Tarih, 1977 yılının Temmuz-Kasım ayları idi. ADANA‟LI MUSTAFA ONUN DA SOYĠSMĠNĠ YAZAMADIM Bu arkadaĢta Heim„daydı. Sonra hanımını getirmiĢ, 22 Elmson‟dan ev tutmuĢtu. Heim„da birkaç defa merhaba etmiĢtik. Kendisiyle daha sonra Elmson‟da karĢılaĢtık. Elmson‟da hep bir arada, yani birbirine yakın oturan Tokat‟lı aileler vardır. Bir gün Tokatlı Ġbrahim Utku diye tanıdığım ailenin evine misafir olmuĢtuk. Orada Mustafa ve ailesi de vardı. Bu Ġbrahim Utku‟nun hanımı Güllü Hanım, Adana‟lı Mustafa‟ya Ģunları soruyordu, “Hocam benim muskalarımı yazdın mı?” Mustafa, Güllü Hanım‟a cevap veriyordu: “Yok Bacı, daha muskan hazır değil.” dedi. Dedi ya bende o anda Ģok geçirdim. Bir dakika sonra Mustafa‟ya döndüm, “Yahu Mustafa sen hoca mı oldun?” Deyince Güllü Hanım hemen devreye giriyor, Ģunları söylüyordu: „Ağabey Mustafa Ağabey öyle bir hoca ki, yazdığı muskalar hastaları iyi ediyor.” Allah Allah, Mustafa tekrar konuĢuyor: „Biz elimizden geldiği kadar ayetleri yazıyoruz. Gerisi Allah‟a kalmıĢtır.” deyince cevap veriyordum, “Yahu Mustafa! Sen hangi ayetleri yazıyorsun ben anlayamadım. Benim tanıdığım Mustafa okumayı zor beceriyor.” deyince, bir de baktım Mustafa tüymüĢ. Mustafa kaçınca, ben Tokat‟lı ailelere baĢladım konuĢmaya, “Siz aptal mısınız? Siz ne biçim ailelersiniz? Türkiye‟de yaĢattığınız muskacılık geleneğini Almanya‟ya da mı taĢıdınız? Allah sizin belanızı versin. Mustafa‟nın hocalığı felan yoktur. Mustafa sahtekârlık yapıyor. Sizleri sömürüyor. Ben yarın Mustafa‟nın evine gideceğim konuyu konuĢacağım. Aklınızı baĢınıza toplayın. Eğer Mustafa bu iĢi yapmaya devam ederse kendisini de, burada muska yazdıranları da konsolosluğa Ģikayet edeceğim haberiniz olsun.” Nereden duymuĢ, kim söylemiĢ ise baktım, ikinci gün pazar günü Mustafa geldi, beni buldu: “Rıza Ağabey, bir cahillik yaptım. Bir daha yapmayacağım. Sen bilirsin. Benim ekmeğimle oynama.” “Yahu ben senin ekmeğinle oynamıyorum. Sen kendi kendinin ekmeğiyle oynuyorsun. Böyle aileler arasına girip, „Ben hocayım, size muska yazayım ne demek? Hoca olsanız dahi bunu yapamazsınız. Üfürükçülük yasaktır. Bak Mustafa madem ki, özür diledin, „Bir daha yapmayacağım.” diyorsun. Ben hep buralardayım. Eğer bir daha duyarsam vallahi affetmem. Gerisini sen düĢün. Sonra sanırım benim kim olduğumu öğrenmiĢsindir.” “Öğrendim Ağabey, sen Alevîsin ve dedesin ve de Divriğilisin.” “Ha, iyi öğrenmiĢsin. Benim dedeliğim sizin üfürükçü hocalarınkine benzemez, bunu unutmayın. Ayrıca bazı bu hususlarda da burnuma kötü kokular geliyor. Dikkatli olun, aileler arasında ırkçılık ve inanç ayrılığını kim yaparsa ben onun karĢısında olurum. Benim görevim budur Mustafa.” 312 Ölmeyen Çocuk MUSTAFA PANCARCI Mustafa Pancarcı ailesi NevĢehirli‟ydi. Bu aileyle de 22 Elmson‟da tanıĢmıĢtık. Mustafa ailesiyle hanımı ilk getirdiğimde tanıĢmıĢtım. Onlar Sünni inançlı, biz Alevî inançlı olmamıza karĢın çok iyi anlaĢırdık. Mustafa bizi en az bizim kadar bilir ve severdi. Mustafa‟nın hanımı Sevim Hanım da anam bacım olsun çok güzel bir hanımdı. Bunların üç tane çocukları vardı. Üçü de birbirinden güzeldi. Çocukların adları Ģöyleydi. Zeliha, Aleaddin, Gülperi. Bu Mustafa ailesiyle en az 15 günde bir bir araya gelirdik. Ayrıca her bir araya gelmemizde çok samimi muhabbetler ve konuĢmalar yapardık. Mustafa‟yla önümüze bir ĢiĢe alırdık. Saatlerce oturur güzel Ģeyler konuĢurduk. Mustafa ailesiyle çok sürpriz güzel günlerimiz geçti. Bu sürpriz ve bazen de hoĢ olmayan günlerimizden birkaçını yazmadan geçemeyeceğim. Mustafa‟yla birbirimize sarsılmaz bir aile samimiyetimiz vardı. Ben istirahat alır evde bazen fazla kalırdım. Evde bir iki hafta kalırdım. Mustafa‟nın kendi öz ağabeyi olduğu halde hanımının halledemeyeceği iĢleri olduğu zaman hanımına Ģunu söylüyordu: “KardeĢine git o yapsın.” Yani kendi ağabeyine güvenemez, bana güvenirdi. Örneğin biz Elmson‟dan kalktık 73 Bernerstieg diye bir mahalleye göçtük. Burası Elmson‟a 50 kilometre. Hanımının oturması bitmiĢ, yabancılar dairesinden oturması yenilenecekmiĢ. Adresimizi hanımının eline verir, 50 kilometre ırakta olmamıza rağmen bize gönderir. Bir baktım Sevim Hanım çıkıp gelmiĢ. Sevim‟e, “Ne o Bacım? Yoksa bir zarar mı var? Hayr‟ola? Böyle tek baĢına bu kadar uzun yolu gözüne alıp geldiğine göre mühim bir hadise vardır.” Sevim, “Hayır Ağabey, yaramaz hiçbir Ģey yoktur. Benim oturmam bitmiĢ, kardeĢin beni sana gönderdi. Oturmamı yenilemeye gideceğiz.” dedi. „Oysa ki, Mustafa‟nın ağabeyi sizin 2-3 istasyon yakınınızda niçin ona gitmedin?” Sevim, “Yok Ağabey, Mustafa beni ağabeyine güvenmez. Hem de o benim kaynım ama çoluk çocuğu Türkiye‟de. Kendisi bir Alman hanımıyla kalıyor. Mustafa beni sana güvenir, ona güvenmez.” “Peki Bacım, o halde gidelim oturmanı halledelim. Bana itimat edip geldiğin için size de çok teĢekkür ederim.” Yabancılar dairesi 2000 Hamburg‟un tam orta yerinde Ģehirin merkezindeydi. Gittim, iĢi hallettim. Sonra kendisini Elmson (U-Bahn‟ı) banliyö trenine bindirdim gönderdim. ADANALI HÜSEYĠN (1982) Blohm+Voss Hamburg Hüseyin‟le tank atölyesinde, ikinci atölyede yanyana çalıĢırken kendisi 1978‟de o iĢyerine girmiĢti. 1.75 boyunda, yaklaĢık 85 kilo ağırlığında sakallı, Adana Ģalvarı giyer. Hem aĢırı dinci, hem de aĢırı sağcı. Sözüm ona Türk vatandaĢıydı. Bu insan daha önce baĢka birkaç iĢyerinde çalıĢmıĢ, oralarda kavga çıkarmıĢ olacak ki, iĢverenler tarafından çıkarılmıĢ sanırım. Blohm+Voss firması onun son iĢyeriydi. Aynı zamanda sureten, yani görünürde bir insan olan ne acıdır ki, adı Hüseyin olan bu yaratık, ĢiĢirmeye de çok geliyordu. Örneğin birlikte çalıĢtığımız baĢka arkadaĢlarımızdan Karslı Muzaffer Çimendağ, KırĢehirli Battal Turhan, Sivaslı 313 Ölmeyen Çocuk Ömer Osman Gökdal. Bu arkadaĢlardan ikisi Muzaffer‟le Ömer Osman ve yine Hüseyin Ramazan ayı geldiğinde otuz gün oruç tutarlar. Türkler arasında baĢka oruç tutup namaz kılanlar da var. Oruçlarına bir diyeceğimiz yok ama bu insanlar üçüncü Ģahıslara, kendileri gibi oruç tutmayanlar ve ne enterasandır ki, oruç tutmayanlardan da Alevî inançlı vatandaĢlara ters bakıyor, onlara cephe alıyor, onlara düĢman gözüyle bakıyorlardı. Hele hele biraz sessiz ve yalnız gördükleri Alevî bir arkadaĢı gözüne kestirmiĢlerse, onun üzerine üzerine küfürle, terki edep sözlerle gidiyorlardı. ĠĢte gözüne kestirdikleri biri de bendim. Kendilerince biz bu Rıza‟yı yeneriz diye kafalarına takmıĢlardı. Aynı zamanda içimizde hem oruç tutmuyor, hem de gözümüze baka baka yiyip içiyor diye üzerime geliyordu. Ben kendilerine yardım ettiğim halde, kendilerine yumuĢak ve edebi bir uslubumla yaklaĢtığım halde bir türlü yaranamıyordum. Öyle bir güne geldik ki, Ramazan ayıydı. Birlikte çalıĢtığımız 13 kiĢiden sadece 5 tanesi oruç tutuyordu. Geri kalan 8 kiĢi oruç tutmuyordu. Bir gün 5-6 arkadaĢ bir arada kahvaltı yapıyorduk. Bu arada Adana‟lı Hüseyin yanımıza bir hıĢımla geldi ve baĢladı sövüp saymaya. ġunları söylüyordu Hüseyin. O arada ben de Hürriyet Gazetesi almıĢtım. Gazetede Atatürk‟ün resmi var ve Atatürk‟ten bahseden yazılar var. Hüseyin, “Siz bu kâfir KızılbaĢ‟ı yanınıza almıĢ onunla yemek yiyor ve konuĢuyorsunuz. Özellikle böylesi bir mübarek günde hem oruç tutmuyor hem de bir KızılbaĢ‟ı da yanınıza almakla onunla konuĢup yemek yemekle kâfir oluyorsunuz. Kafirin büyüğü de yanınızda gazetededir.” Mübarek günü içki içiyor felan diye terki edep sözlerle Atatürk‟e de saldırdı ve üzerime geliyor, hücum ediyor. Ġkimizde ayağa kalktık, birbirimize vurmaya hazırlandık. ĠĢin garip tarafı Hüseyin‟i özellikle ĢiĢirip üzerime gönderen Battal Turhan aramıza girdi ve kavgayı durdurdu. Battal ikili oynuyordu. Battal‟ın gayesi beni bu iĢyerinden kaydırmaktı. Maalesef ilerideki sayfalarda okuyacaksınız, Battal‟da ve tahrik ettiği yandaĢları da benim ayağımı o iĢyerinden kaydıramayacaktır. Ama tersine Battal Turhan‟ın ayağı öyle bir kayacak ki, Battal eĢtiği kuyuya kendisi düĢecektir. ġimdi zavallı ve sureten insan görünen Hüseyin hakkında Hürriyet‟e bir Ģiir yazmıĢtım. Onu aĢağıya alıyorum. Baddal‟ın mazisini yukarıda yaymıĢtık. HĠKMET BĠL KÖġESĠ HÜRRĠYET GAZETESĠ (Frankfurt‟tan) Hamburg‟tan yazan Rıza ġahin‟in taĢlaması Sene bindokuz yüz yetmiĢ ağustos ayı Ramazan Atatürk‟e Atan Yobazlar Var Duyun Ayıptır Türk‟tür ırkın, Almanya‟dır iĢyerin Atatürk‟e atan yobazlar var duyun Adana‟dan gelmiĢ iĢçiyim der öğünür Softalar önünde namaza duruyor 314 Ölmeyen Çocuk Ġbadet yerine koğu gaybet ediyor Atatürk‟e atan yobazlar var duyun. Sen Müslüman değilsin konuĢmam diyor Cennet bahçesinde durup zerze yiyor Üstelik etrafına zehirler saçıyor Atatürk‟e atan yobazlar var duyun. Söz dinlemiyor sohbet etmiyor kinci Kelam yerine üç öğün yonca yiyici Kendine günde 90 defa düzen verir hacı Atatürk‟e atan yobazlar var duyun. Ġslâmlığı kendi alıp bize hiç vermiyor Kendinden olmayana Müslüman demiyor Tüm varlığıyla TürkeĢ‟i, Erbakan‟ı övüyor Atatürk‟e atan yobazlar var duyun. Hamburg Ģehrinde Blohm+Voss iĢyeri DüĢük kalite ile burası altıncı yeri Kumar ile kavgadan hiç gelemez beri Atatürk‟e atan yobazlar var duyun. Bilmem ki cahillere bunu kim öğretir Öğreten hocası kendinden beterdir Yobazlar elinden ülkemiz dertlidir Atatürk‟e atan yobazlar var duyun. ĠĢte böylesi bir Türk ve görünürde Müslüman Hüseyin ve de benzerleri camide Müslüman Meyhanede sarhoĢ kulüplerde kumar oynayan. Atatürk‟e atan yobazlar var duyun. Rıza böyleleri namert oğlu namert diyor Bülbül olsa dalda ötse hiç inanmıyor Atatürk‟e atan yobazlara Türk demiyor Atatürk‟e atan yobazlar var duyun. GELELĠM ATÖLYEDE GEÇEN BĠR BAġKA ANIMA / BATTAL TURHAN Battal Turhan‟la ikinci anımdır. Battal KırĢehir‟in Kaman ilçesine bağlı Ġsa Hoca Köyündendi. Battal sanat enstitüsü mezunuydu. Ereğli Demirçelik„te çalıĢmıĢ, projeli ve kalifiye iĢçiydi. O elektrik kaynakçısıydı. Oksijeni bilmiyordu. Aynı zamanda atölyede iĢ ve makine acemisiydi. Bu nedenle ustabaĢımız Battal‟ı da benim yanıma verdi. Kendisine tam 35 gün eğitim verdim. Neticede atölyeyi, iĢi ve makine kullanmayı öğrendi. Battal oldukça edebiyatçıydı. KonuĢmayı ve insanla diyalog kurmayı çok iyi beceriyordu. Battal konuĢmalarıyla, yumuĢak yaklaĢımıyla, insanların gönlünü 315 Ölmeyen Çocuk kazanma bakımından fevkalade bir insandı. Benimle çabuk kaynaĢtı. Kendisi benden 5 yaĢ küçüktü. Yani Battal‟la bir sene zarfında sanki bir evde doğmuĢ gibi, bir amca çocukları gibi birbirimizle kaynaĢtık. Hatta Hamburg‟ta bir de dernek kurduk. Türkler bir araya geldik. Hamburg‟ta Türk ĠĢçi Derneği kurduk. Battal yönetime girdi. Orada da kendisine yardım ettim. Parmak kaldırdım. SONRA NE OLDU? Sonra ne olmadı ki? „Ġnsanoğlunun alası içinde olurmuĢ“ diye bir atasözü vardır. Gerçekten zaman zaman edebiyatçı yazarlarımızın kitaplarını okudukça insan yapısını, insanların psikolojik durumlarını bilir hale geldim ve insanların nabzını öğrendim. Neticede insanların iki yapılı ve iki dünyalı olduklarını fevkalade öğrendim. Hele hele pratik yaĢantılarım bana çok Ģey verdi. ĠĢte arkadaĢım Battal‟ın iç yapısının ayrı, dıĢ yapısının ayrı olduğu aĢağıdaki yazacağım ibret örnekleriyle ortaya çıktı. Battal‟ın bir tane de kardeĢi vardı. O da baĢka bir atölyedeydi. Onu da yanımıza almıĢtık. Battal beni kazandığı kadar diğer arkadaĢları da kazanmıĢtı. Onlar da Battal diyor daha demiyorlardı. USTABAġI YARDIMCISI SEÇĠMĠ Atölye ustabaĢımız bir gün geldi, „Ġçinizden birinizin iĢ taksimi yapmak için biriniz bana yardımcı olması gerekecek. Hanginiz planı projeyi biliyorsanız o olacak.“ dedi. Ġlk önce bana geldi, „Sen projeyi biliyorsan ben senin ustabaĢı yardımcısı olmanı istiyorum.“ dedi. UstabaĢı Sascha„nın bana bu teklifi yaptığına çok teĢekkür ettim „Ama ben projeyi bilemiyorum.“ dedim. UstabaĢı Dudmlaid, „Acıdım!“ dedi ve dolayısıyla Battal ustabaĢı yardımcılığını da ele geçirmiĢ oldu. Dolayısıyla iĢ yerimizde Türkler‟in, yani kendi kısımımızdaki Türkler„in iĢ taksimini Battal yapacaktı. BATTAL‟IN DURUMU Battal‟da birçok özellikler vardı. Örneğin. a. çabuk ve iyi diyalog kurma, b. ikna kabiliyeti, c. insan nabzını çok iyi ölçüp anlaması, d. güleryüzlü, aynı zamanda yardımsever olmasıydı. Bütün bu olgulara Battal sahipti. Ama Battal bütün bu olgularını ve iyi niyetlerini menfaat beklentisi yönünde kullanıyordu. Battal bu becerilerini kendi kiĢisel çıkarları yönünde kullanacaktı. O zaman Battal‟ın bu tür faaliyetlerine ayak bağı olan ve onun çıkarlarına ters düĢen kimse olmayacaktı. Eğer varsa onun da bir Ģekilde o kısımdan ayağını kaydırması gerekiyordu. Binaenaleyh ahlâk yapısı bozuktu. Mamafih ben ve bir arkadaĢın dıĢında Battal‟la birlikte hepsi de Sünniydi. Biz ise ben Rıza ġahin ve EskiĢehir‟li Arif Alevîydik. Arif saf, korkak, etli de sütlü de eli olmayan bir insan tipiydi. Ben ise atölyeye önce gelenlerin aynı meslekten ikincisiydim. Birisinin mesleği ayrıydı. O zaman ben ikinci sırada UstabaĢı„ın nezdinde kusursuz bir iĢçiydim. Bir baĢka yönüm ise iĢ konusundaki proje bilgisi dıĢında Battal‟da olan olguların daha fazlası, onu üçe katlayacak bilgiler bende 316 Ölmeyen Çocuk vardı. Ama ben hiçbir imkânımı hak etmeden kendi çıkarlarıma kullanma kabiliyetine sahip değildim. Battal ise benim bu durumumu da çok iyi anlamıĢtı. Eğer Battal‟ın karakteri doğrultusunda olsaydım, o taktirde birlikte haraket edebilirdik. Bu nedenle Battal‟ın benim o kısımdan ayağımı kaydırması gerekiyordu. Bu prensipleri düĢünürken gayrı meĢru yollardan para kazanmanın doğuracağı tehlikeleri de göremiyordu. ĠĢte Battal‟a göre oradan gitmesi gereken biri varsa o da bendim. Tabi ki, gücü yeterse bazı kılıçlar tersinede dönebilir ve kılıcın taĢa çarpabilir. Ya da ummadığın taĢ kafanı kırabilir. Sen birilerinin ayağını kaydırayım derken senin ayağın kayabilir. Zira bakalım bazı çıkar hesapları yaparken, kılıcın kendine döneceğini hesap edebiliyor muydu. Maalesef Battal iĢte bu yönden aptaldı. Mamafih küçük gördüğü yumruk, kendi yumruğundan büyük olabilir görüĢüne sahip değildi. BATTAL‟IN Ġġ TAKSĠMĠNDE YAPTIĞI AYRIMCILIK Bizim çalıĢma sistemimiz akort sistemiydi. Yaptığın iĢ nisbetinde normal kazancının dıĢında fazla prim alırsın. Bu nedenle bazı iĢ vardır avantajlıdır. Yani 4 saatlik iĢi rahatlıkla iki saatte bitirirsin. Bazı iĢ de vardır baĢı baĢına ancak getirebilirsin. Yine bazı iĢlerde de 8 saat çalıĢma süresinde normal akortunu dahi çıkaramazsın. ĠĢte Battal zor ve akort kazandırmayan iĢleri bilerek bana vermeye baĢladı ve beni bezdirme eylemine giriĢti. Bir müddet bu yöntemi denedi. Randıman alamadı. Bu arada da Battal atölyede sert içki satmaya baĢladı. Örneğin günde 8-10 ĢiĢe gizli içki satar, her ĢiĢe baĢına 3 Marktan icabında günlük 10-20 Mark kazancı olurdu. Battal ayrıca Almanya‟da seyyar pazarlama iĢine girdi. AMC tenceresi satardı. Bu iĢi cumartesi pazar günleri, ayrıca senede 4-5 defa aralıklı olarak 15-30, icabında 45 gün suni hastalık beyan ederek doktorlardan istirahat alır satıĢını yapardı. Doktorlardan aldığı istirahat veya dıĢarıda yaptığı ticaret iĢleri beni hiç ilgilendirmiyordu. Beni ilgilendiren durum benim iĢ yerimdeki yolsuzluklara göz yummadığım için benim ekmeğimle oynaması. Bu gayesinde muvaffak olabilmesi için de her yöntemi deneyip de randıman alamayınca, bu defa da dinciliği koz kullanarak bazı dolduruĢa gelen arkadaĢları üzerime göndermesiydi. Adana‟lı Hüseyin, Kars‟lı Muzaffer Çimendağ, Ömer Osman Gökdal, Sait Tulun. Ömer Osman‟ın anısı daha önceki anımda yazmıĢtım. Eğer ben Ömer Osman‟ı benim karĢıma çıkaranı, onu benimle karĢı karĢıya getireni bilmeseydim hiç yoktan Ömer Osman iĢinden olacak, senelerce iĢsiz kalmaya mahkum olacaktı. ĠĢte kavganın temelinde Battal olduğunu bildiğim için, Ömer Osman benim yüzüme karĢı çok ağır biçimde küfürle hakaret etmesine karĢılık olayın halli için bir de gerçeğin ortaya çıkması için ben atölye temsilcilerini, sendika temsilcilerini biraraya toplamıĢ olayın gerçek yüzünü anlatarak büyük bir olgunluk içerisinde Ömer Osman‟ı affetmiĢ ve çalıĢmaya devam etmesini sağlamıĢtım. BATTAL‟LA DEVAM EDĠYORUZ 317 Ölmeyen Çocuk Yukarıdan beri anlattığım olumsuz hadiseler artık hat safhaya çıkmıĢ, Battal‟ın aleyhinde tanzim edilmesi gereken tam bir dosya oluĢmuĢtu. Bu dosyayı tanzim etmeden önce Battal‟ın dikkatine bir iki sözlü mesaj vermem gerekiyordu. Bu sözlü mesajın tam zamanıydı. Ömer Osman hadisesinde öğleden önce saat 11-12 arası herkes tezgah baĢında çalıĢırken Battal da onların baĢında iken ben geliyorum ve Ģunları söylüyordum: “Ey Battal Bey! Oynadığın oyun bitmiĢtir. Artık yolun sonuna yaklaĢtın. Yıllardan beri bir senaryo filmi oynadın. Kendin dahil burada yardım ettiğim zavallı insanların duygularını sömürdün. Sözde onlara dost görünür rolleriyle kayırmacılık yaptın. Hepsini benim karĢıma çıkardın. Avradıma dahi küfür ettirdin. Benim dedeliğimi dahi araç olarak duvarlara yazdırarak kullandın. Bütün bu oynadığın oyunların bir tek gayesi vardı. ġahsi ve kiĢisel çıkarlarını serbestçe yürütebilmendi. Elbetteki bu amellerin bizleri ilgilendiren kısımlara benim göz yummam ve seninle beraber olmaya karakterim uygun değildi. Bu nedenle beni bazı tavırlarınla bezdirip bu iĢyerinden ıraklaĢtırman gerekiyordu. Ey Battal! Ne yazık ki, bunu baĢaramadın ve baĢaramayacaksın. Eğer unutmadıysan bir yıl önce Ģu durduğun yerden bana demir attın. Eğer kafama dokunsaydı Ģu anda belki ben mezarda, sen de hapiste olacaktın. Ama iĢ tersine dönmüĢ, aĢağıdaki hayandan bir potin yeyince olduğun yere kıvrılmıĢtın. Buna rağmen yandaĢların seni çıkarılırsın korkusuyla kaçırmıĢ, tuvalete gizlemiĢlerdi. ĠĢte bu hadiseden bir ibret örnek alman gerekiyordu. Ama senin yapın o idraka müsait olmadığı için maalesef yine bir yıldır aynı oyuna devam ettin. ġimdi iĢ, hadiseler aleyhinde telakki etti. Aleyhinde bir dosya oluĢturumanın zamanı gelmiĢtir. Zira ben de senin seviyene inerek senin gibi arkadan vuramazdım. ġu anda sen özür de dilesen, artık o fırsatı da kaçırdın. Velhasıl sen bu atölyeden öyle bir kovulacaksın ki, ölünceye kadar bu karĢında olan Rıza Dede„den güzel bir hatıra olacaktır.Haberin olsun.“ Sene 1970-1981 tarihleri arası Hamburg kaleme alınıĢ tarihi 23.2.1999. Eryaman/ANKARA. ĠSMAĠL ULUSU VE HANIMI TÜRKAN Ġsmail Ulusu ailesi ile tanıĢmamız. Ġsmail Ulusu 1968 tarihlerinde Hamburg‟ta Alman Havayolları Lufthansa„ya gelmiĢ, 1973 - 4. ayına kadar 6 senelik iĢçi olduğunu söyledi. Yani 1971 - 4. ayında tanıĢmamız Ģöyle olmuĢtu. Ben Hanımı Türkiye‟ye göndermiĢtim ve ikinci defa Hanımı getirmiĢtim. Hanımla iki çocuğuma yeniden oturma almam gerekiyordu. Bizim firmada çalıĢan yine Sivas‟ın Hafik‟ten olan Ali Cinkaya vardı. Ben de ev arıyordum. Ali Cinkaya da Ġsmail‟le komĢuymuĢ. Ali baĢka bir ev bulmuĢ, Ġsmail‟in yanında oturduğu evini bana devredecekti. Bu vesile ile hem Ali Cinkaya hem de Ġsmail Ulusu‟yla tanıĢmıĢ oldum. 61 Nirndorf, 80 Weren adresinde çok eski iki katlı bahçe içinde yaklaĢık 7-8 odaya bölünmüĢ alt ve giriĢ katta 7-8 tane odalara bölünmüĢ asker kıĢlası gibi bir evde, aslında evin ikinci katı çatı kattı, çatı katta 2.5 oda halinde bir mutfak, bir tuvalet banyo raf, bir giriĢ, iki büyük bir küçük odası olan evi Ali Cinkaya‟dan 250 Mark karĢılığında devralmıĢtım. Ġsmail Ulusu ise bu evin giriĢinde yaklaĢık 15 metrekare bir odada oturuyordu. Tavla Ģeklinde olan bu evin yaklaĢık 30 metre 318 Ölmeyen Çocuk uzunluğunda 7-8 metre eninde boydan boya bir koridoru vardı. Koridora da açılan karĢılıklı odalar vardı. Bu koridorun her iki baĢında tuvalet ve banyo birlikte iki tane ihtiyaç yerleri vardı. Adam bu yeri bu Ģekilde bölmüĢ, oda yapmıĢ, yabancı iĢçilere fevkalade pahalı fiyattan kiraya veriyordu. KOMġULUK MĠSAFĠRLĠĞĠ KomĢu olduğumuz Ġsmail Ulusu‟ya misafir olarak gittik. Bir gün önce komĢusuyla hanımları kavga yapıyorlardı. Sorduk, “Neden kavga yaptınız?” Ġsmail Ulusu‟nun söylediği, Koridora çamaĢır serilmiĢ, çamaĢırın suyu ayak tozlarına karıĢmıĢ ve oralar çamur olmuĢ. Kavga kesildi. Ben de Ġsmail‟in evine gittim. Kendilerini çok fena bir Ģekilde suçladım ve dedim ki, “Koridora son serilen çamaĢırlar sizindi. Benim kızın da sizin yarattığınız çamurdan ayağı kaydı ve beli incidi. Ama biz buna rağmen gelip de sizi rahatsız etmedik. ġimdi siz iki eski komĢu bir türlü kabahati biriniz kabullenmiyor ve kavga ediyorsunuz. Sayın Ġsmail, üstelik sen de evde olduğun halde karının kavga etmesine taraftar oluyor ve göz yumuyorsun. Oysa ki, kabahatli olanda sizsiniz. Siz utanmıyor musunuz?” Ben bu sözleri saydıktan sonra bana oturmak için ısrar ediyorlardı. Ben ise, “ġimdi oturamam. ġimdi eve gideyim de sonra Hanımla geliriz.” dedim. Eve gittim. Olayı Hanıma anlattım. Hanımı, çocukları aldım, tekrar Ġsmail Ulusu ailesine indim. Ġndik inmesine ya, ben canımın sıkıntısıyla biraz önce farkında olamamıĢtım. Farkında olamadığım Ģey evlerindeki kokuydu. Ġsmail‟in evine nasıl girdik, tuvalet gibi evden koku dıĢarı vuruyordu. Neyse, içeri girdik. Derhal söyledim, „Açın Ģu pencereleri.” dedim. Ġsmail, “Ne oldu Dede?” demeye kalmadı, “Yahu siz hayvan mısınız? Kendinize acımıyorsanız Ģu çocuklara acıyın. Eviniz leĢ gibi kokuyor.” dedim. O arada kahvaltı hazırlanmıĢtı. Sofra kuruldu, ortaya kahvaltı yerine fevkalade tavuk eti felan yemekler geldi ama ben ve Hanım sorfadan yine de Ģüphelendik. Bereket önce ben tavuk etine bir baktım ki, o da kokuyordu. Onlar da uzandılar tavuk etini ağızlarına götürmeden bıraktırdım. „Bırakın yemeği felan.“ derken Ģimdi bunlar yüzüme bakmaya baĢladılar. Ġsmail, „Ne var ki?“ felan demeye baĢladı. Ben, „Kokla Ģu eti ne olduğunu anlarsın.“ Aldı, kokladı, Ġsmail, „Biraz bozulmuĢ.“ demez mi? „Ulan terbiyesiz, biraz ne demek? Et tamamen kokuyor. Çocuklarınızın eli yüzü yara olmuĢ. Baksanız ya bu çocuklara ve kendinize acımıyor musun? Kaldırın Ģu sofrayı, bir güzel temizleyin.“ dedim. Buzdolabının kapısını açtılar. Oradan tekrar tavuk çıkarıp piĢireceklerdi. Dolabın kapağı açılır açılmaz kokuyla beraber bir buhar evin içine dağıldı. Tekrar kızdım. Ġsmail, „Dede özür dilerim. Biz çalıĢıyoruz. Haftada bir pazara gidiyorum, 10 tane tavuk alıyorum. Dolaba koyuyoruz, bir hafta yiyoruz.“ „Yahu iyi, güzel de pazardan tavuğu getirip kokutup öyle mi yiyorsunuz? Siz kokmadan bir Ģey yemiyor musunuz.?“ Ġsmail, „Ne bileyim? Buzdolabında durduğu yerde nasıl kokmuĢ?“ „Ulan be adam! Sen malzemeyi buzdolabına kor, fiĢi çeker, kapıyı kapatırsan o malzeme 319 Ölmeyen Çocuk bile bile kokmaya terk edilir.“ Velhasıl buzdolabını, evi bir güzel yıkattım, temizlettim. Ġsmail‟e „Hadi git, sen de yeniden yiyecek malzeme getir. Bak buzdolabına malzeme nasıl konulurmuĢ. Bir gör öğren.” Ġsmail gitti. Hanımlar da evde olanları yaptılar, evi temizlediler. Ġsmail malzemeyi getirdi, yemekler yapıldı. Öğlen de olmuĢtu. Ondan sonra dolabın fiĢini taktık, malzemeyi doldurduk. „Bak Ġsmail, dolabı normal bir ayara getireceksin. FiĢi hiç çekmeyeceksin.” Neyse sofrayı önümüze aldık, iki lokma yedik. Ġsmail kalktı, “Dede her Ģey için özür dilerim. Yalnız sana bir Ģey söyleyeceğim.” “NeymiĢ o? Söyle bakalım.” „Bir sene önce bir ĢiĢe rakı getirmiĢtim. Getirsem içer misin?” ġimdi gel de ĢaĢma. “Yahu Ġsmail, sen bir hafta önce bana içki içiyorsun diye bir sürü eleĢtiri yaptın. ġimdi de kendin teklif ediyorsun. Dede ne olur kusuruma bakma diyorsun. Getir haydi getir bakalım. Bu kadar uğraĢmaya herhalde rakıyı da hakettik galiba. O gün Ġsmail‟in evinde yedik, içtik. Sanki kurs açmıĢ gibi Ġsmail ailesine akĢama kadar ders vermiĢtim.” BAYRAM AĠLESĠ Bayram ailesi Ġsmailler‟le kavga yapan karĢı karĢıya komĢular. Bu ailenin Manisa‟nın Turgutlu ilçesinden olduğunu söylediler. Ġsmail‟den bir gün sonra hemen sıcağı sıcağına Hanıma dedim ki, “Kalk bugün de Ģu komĢuya gidelim. Biraz da onlara ders verelim.” Hanımla Bayram ailesine akĢam saat 19 sularında indik. Bayram ailesi tam bizim altımızda oturuyordu. Evine girdik, ama onların odada Ġsmailler‟inkinden farklı değildi. Ġkisinin oturduğu tek bir oda, aynı büyüklükte bir tane oda. Yani yattıkları yer, mutfak vesaire bütün ihtiyaçları bu bir odada görülüyordu. Odaların durumu ise oturulur durumda değildi. Odaların duvarlarının, tavanın badanaları kalkmıĢ, odada meydana gelen buhar o kalın plastik badanaları yumuĢatmıĢ ve kıvrım kıvrım aĢağıya sarkıtmıĢ durumda. Yani duvarlar tavana baktığın zaman sanki uzman bir usta özel olarak yapmıĢ gibi bir dekor verilmiĢ bu odalarda. Bayram ailesinin iki tane oğlu, 7-8 yaĢlarında nur gibi iki tane çocuk, iki de kendileri olmak üzere dört kiĢi bütün eĢyalarıyla birlikte bu evde 6 yıldır oturuyorlar. Ġsmail hakeza dört yaĢında bir kızları, 6 yaĢında oğulları, iki de kendileri dört kiĢiler. Velhasıl bu iki aileye baktığın zaman biri Manisalı biri Sivaslı olmasına rağmen yaĢantıları, tabiat durumları vesair yönden eĢdeğerler, hiç farkları yoktur. BAYRAM AĠLESĠYLE KONUġACAĞIZ Bayram ailesi ilk fırsatta bize çay ikram etti. Fakat uzun bir müddet çaylarını içmedik. Bayram‟a ilk soru: “Sayın Bayram dün senin hanımınla komĢu hanımı kavga yaptılar. Siz evde miydiniz? Veya bu Ģekildeki kavgadan haberin var mıydı?” Bayram, “Hayır evde değildim ama hanım söyledi.” Yengeye soru: “Peki yenge, aranızda kavga yapmaya sebep olan durum neydi?” Yengeden cevap: „Ağabey biz, ikimizde koridara çamaĢır sereriz. Siz de evinize girip çıkarken görürsünüz. Bu defa 320 Ölmeyen Çocuk da çamaĢırlar onlarındı. Koridorda su birikmiĢ ve ayak tozlarından çamur oluĢmuĢtu. Bu çamura basınca insanların ayağı kayıyor ve evlere çamur taĢınıyordu. KomĢu ise çamaĢırlar benim değil diyordu. Bu yüzden yok senindi, yok benimdi derken aramızda kavga kabardı.” “Peki yenge. Ben kavgaya Ģahit oldum. Biliyorsun ikinizi de evinize ittim. Ġkiniz de kapılarınızın önüne çıkmıĢ birbirinize çok ağır ve ağıza alınmayacak kadar terk-i edep sözlerle birbirinizi itam ediyordunuz. Kavga çok Ģiddetliydi. Ben sizi susturmasaydım birbirinize vurabilirdiniz.” Bu arada yenge gülümser gibi oldu, cevap verdi, „Bilmiyorum Ağabey, belki de olabilirdi. Ama Türkan bir türlü hatayı kabullenip susmuyordu.” Soru: “Ġkiniz de susmuyordunuz ben biliyorum. Fakat sen çok enteresan ağır bir itamda bulundun ve dedin ki, pis KızılbaĢlar. Hep birbirinizin içinde yatıyorsunuz dedin. Bu kelimeyi neye göre sarfettiniz? Manası neydi?“ Cevap: „Ağabey eskiden beri duyardık. ĠĢte KızılbaĢlar varmıĢ, böyle yaparmıĢ, Ģöyle yaparmıĢ mum söndürürmüĢ derlerdi. Derlerdi ama sizin memlekette tanıdığınız yörelerde Alevîler yok muydu? Sizler de böyle bir olaya Ģahit oldunuz mu?“ Cevap: „Bizim yörelerde elbette Alevî köyleri vardır. Ama biz içlerinde bulunmadık. Size kimler söylüyordu. Hocalar söylermiĢ, büyüklerimiz de hocalardan alıp bize söylerdi.“ „Peki Bayram Bey, ailenizi dinlediniz. Siz de bu görüĢlere katılıyor musunuz?“ Bayram, „Hayır, böyle bir görüĢe olumlu olarak katılmıyorum. Ben de duydum, iĢittim. Ama bizim anladığımız gibiyse böyle bir iliĢki medeniyete ters düĢer.“ „Peki Bayram, sizin yanınızda böyle sözler olurken veya size böyle bir sözü direk söyleyenlere hiç tepki gösterdiniz mi?“ „Hayır.“ „Yani sadece dinlemekle yetindiniz öyle mi? Sayın Bayram, çirkin gördüğün bir anlatıma karĢı en azından insan olarak bir tepki göstermiyorsan, o olayın gerçekleğini kısmen kabullenmiĢ ve onaylamıĢsın anlamındadır. Nitekim karınız da iĢittiği böyle bir çirkin iftiraya ciddi inanmıĢ olmasaydı, kalkıpta karĢı muhatabına bir leke anlamında bu lafları sarf etmezdi! ġimdi sizden bir ricam var. Bana imkân verirseniz oraya bir bakacağım. Sizin kapının giriĢinde bir kapı gördüm. Oraya bakabilir miyim?“ Bayram, „Orası bizim depomuz, oraya fazla eĢyalarımızı koyarız.“ „Olsun bir görmek istiyorum.“ Bayram kalktı, kapıyı açtı, depo dediği yere baktım. Bu yer yaklaĢık 4 metrekare vardı. Yani fevkalede bir mutfak veya banyo olabilir durumda idi. Zira bu yerin bir duvarı dıĢ cephe idi. Ama burası kite kit muhtelif eĢyalarla dolu idi. Bu eĢya tahminime göre bir Ģehir içi nakliyatını doldurabilirdi. Ama hepsi de temizlenmiĢ tertipli olarak yerine istif edilmiĢti. Bayram‟a bir soru daha: „Sayın Bayram sana nabal atacağım. Bana doğruyu söyleyeceksin. Dinine imanına, Allah‟ını seviyorsan soracağım soruya doğru yanıt ver. Bu eĢyaları nereden aldınız ve bu eĢyaları ne yapacaksın?“ Bayram bu ağır yeminler vererek sorduğum soruya karĢılık „Doğrusunu söyleyeceksem Ağabey, biz 321 Ölmeyen Çocuk bu eĢyaları sokaktan toplarız. Böyle yıkar kuruturuz. Yazın izine gittiğimizde Türkiye‟ye götürür satarız.“ „Peki Bayram Bey bu iĢi her yıl yapar mısınız?“ „Evet Ağabey, her yıl yaparız.” “Peki bu eĢyaları nerede yıkayıp kurutursunuz?“ Bayram sorunun bu kısmında cevap vermek için epey zorlandı. „Ağabey yazın bahçede, kıĢın da iĢte bu banyoda yıkar ve koridorlara sereriz.” Yani banyo dediğiniz yer hepimize ait olan banyo değil mi?” “Evet Ağabey.” dedi ve tastikledi. „Bayram Bey Ģimdi odanıza gidelim orada konuĢmamıza devam edelim.” “Peki” dedi ve odaya gittik. Oturduk, Bayram çay içmemiz için bir daha ısrar etti. Bu ısrarına dayanamdık, çayını içmeye „Evet” dedik. Çaylarımız doldu. Çaylarımızı içmeye baĢladık, konuĢmaya sorulu cevaplı devam ediyoruz. “Sayın Bayram ve yenge, elbise ve eĢya koyduğunuz depoyu gördüm. ġimdi ben bir komĢu olarak bir de sizden yaĢça büyük olduğum için sizin lehinize ve insanî yönlerden bazı yanlıĢlıklarınıza yanıt vereceğim. Bazı yönlerinizi ise çok ağır eleĢtireceğim. Sanırım bana kızmayacaksınız. Zira dün akĢama kadar komĢularınızla aynı benzeri konuĢmaları yaptım. Bu gün de sizdeyim.” 1. Dünkü kavgaya sebep olan çamaĢırlar Türkan‟ın olduğunu ben biliyorum ve de onlara bunu söyledim. Benim kızın da o çamurdan ayağı kaymıĢ, beli incimiĢ, iki gündür evde yatıyor. Olayı ne onlara, ne de size gelip söylemedik. Böyle kavga da çıkarmayı düĢünmedik. ġimdi bu olayda komĢunuz hatalıdır. Size soruyorum: Siz de bu koridora çamaĢır asıyor musunuz?” Karı koca cevap: „Evet.“ “Hattı zatında sizin daha da fazlalığınız vardır. Oda sokaktan ticaret amaçlı olarak alıp sattığınız eĢyalardır. Dahası satılık eĢyalarınız için harcadığınız su ve elektrik de bu binada oturanların hepsinin cebinden çıkmıyor mu?” “Evet” dediler. “Demek ki, koridorda çamaĢır asıp pislik yaptığınıza, bu harcadığınız suya ve elektriğe sizin birbirinizle kavga etme yerine buradaki komĢuların size karĢı koymaları gerekir. Daha olmadı ilgili makama sizin bu durumunuzu Ģikayet etmeleri gerekir. Bu yönde sizin birbirinize hiç diyeceğiniz olamaz. Üstelik sizin bu yöndeki vebaliniz, hatanız onlardan bir fazladır. YanlıĢım varsa söyleyin.” Tabi ses yok. “2. Ġkinci bir hatanız çok büyük hatadır. Sizin suçunuz kamuoyuna karĢı iĢlenmiĢ suçtur. Ġsmail‟e karĢı değil ama vicdanına karĢı suç iĢlediniz. Ben kalksam bu durumu Ģahitli ispatlı yazıya alıp savcılığa versem sizin hakkınızda savcılık ırkçılık suçundan kamu davası açar. Hatta sizi en azından konsolosluğa çağırtabilirim. Nedir suçunuz? Pis KızılbaĢlar birbirinizin içinde yatıyorsunuz dedin. Ben ve daha baĢkaları bu sözlere Ģahitiz. ĠĢte kendinize yakıĢabilecek sarf edilen bu cümleler doğrudan suç unsurudur. 3. Üçüncü bir konu ise sizin Ģu yaĢantınızdır. Bu konuda ikiniz de eĢdeğerdesiniz. Hiç birbirinize diyeceğiniz olamaz. Zira ikinizin de evi kokuyor. Allah‟tan korkun! Bir odanın içinde dört kiĢi yatıyorsunuz. Üstelik bu oda sadece yatmanız için değil, iĢte göründüğü gibi yiyecekleriniz, içecekleriniz, yeriniz, 322 Ölmeyen Çocuk yatağınız, mutfağınız hepsi Ģu küçücük bir odanın içindedir. Sizi açık açık kınıyor ve ayıplıyorum. Yahu sizler ne biçim insansınız? Kendinize acımıyorsanız kendi doğurduğunuz Ģu iki tane gül gibi taze çocuklarınıza acıyın. Üstelik Ģu duvarların ve tavanın durumuna bakın. Burada yemek yapılıyor, yemek yeniliyor ve insanlar yatağa girip yatıyor. Siz bana ne derseniz deyin, yüzünüze söylüyorum. Bunu insan yapmaz. Nerde kalmıĢ ki, siz çalıĢan ana babasınız? 4. Siz kalkıp pis KızılbaĢlar diyorsunuz. Sizin anlayıĢınıza göre öyle bir KızılbaĢ milleti var ise, inanın iĢte onlar sizsiniz. Nasıl mı? Ben size sorayım. Siz cevap verin. Bu çocukların biri 8 birisi 6 yaĢında. Bu odanın yarısını eĢyalarınız ve malzemeleriniz kapatmıĢ siz karı koca ve bu iki çocuğunuz burada yatmıyor musunuz? Sonra dıĢarıdaki banyoya burada en az beĢ eve ait siz yıkanmak için nereyi kullanıyorsunuz?” Bunların hiçbirisine cevap yok. „Ayrıca sizin Ģu yaptığınız iĢler ve tabiatsız yaĢantılar sadece sizin adınıza değildir. A. kendi adınız, b. Türk Toplumu adınadır. Size burada Türkler diyorlar Ahmet, Bayram değil. Sizin bu tür yaĢantı durumu ve görünümüz ne Türklüğe ne de Müslümanlığa yakıĢır. ġunu iyi bilin ki, burada olanlar hangi millet olursa olsun Türklerin her bierr temsilcisidir. Bu ülkede size KızılbaĢ, Sünni, Çerkez, Laz demezler. Sizin hepinize birden Türk milleti derler. Sizin iftira ettiğiniz KızılbaĢ kelimesi ise, sizin anladığı gibi değildir. Tam tersidir. Ben size birkaç kelimeyle burada anlatmaya çalıĢıyım da öğrenin. Bundan sonra böyle bir hataya düĢmeyin. KızılbaĢ 1.400 sene önce Hz. Muhammet‟le Hz. Ali Ġslâmiyet‟i yaymaya çalıĢırken savaĢ halinde iken, Ġslâm ordusu çok büyük bir kayıp vermiĢti. Ġslâm ordusunun kayıp vermesine sebep olan üniformaydı bu. Örneğin Ġslâm ve Ġslâm karĢıtı ordusunun giyisileri birbirine benziyordu. Birbirlerini tanıyamıyorlardı. Velhasıl Ġslâm ordusunda bir baĢı bozukluk vardı. Hz. Muhammed bu durumdan rahatsız olmuĢtu. Zira tayin ettiği kumandanlar Ġslâm ordusuna zaiyat verip, geri dönüyorlardı. Bakın Kur‟an-ı Kerim‟de bu geri dönüĢe Ģu ad verilmiĢti. „Ökçesi üzerine geri dönenler‟. Yarın öyle birini kumandan tayin edeyim ki, o ökçesinin üzerine geri dönenlerden olmayacaktır denilmektedir. Böylece Ġslâm ordusunun baĢına Hz. Ali‟yi tayin etmiĢtir. Hz. Ali ordunun baĢına geçince askere bir çeki düzen verdi. Askerin kafasına ise kırmızı sarık giydirdi. Bu hadiseden sonra karĢı ki küffar ordusu Ġslâm ordusuna KızılbaĢ ismini verdi. ĠĢte küffarların Ġslâmlar‟a taktığı bu isim tam tersine ünvan kazandı. Zira küffarlar Hz. Ali‟nin ordusunun hücumlarını görünce „KızılbaĢ ordusu geliyor!‟ diye kaçıyorlar idi. Bakın, Bayram Ailesine söylenecek çok Ģey var ama değmez. Burada noktalıyorum.‟‟ ALĠ CĠNKAYA, HASAN EĞLEMLĠ 61. Nirndorf 80 Weren mahallesinde, yukarıda anlattığım Bayram ve Ġsmail Ulusular ve Ali Cinkaya ile komĢu olan bir de Kırıkkaleli Hasan Eğlemli ailesi vardı. Bu aileyle tanıĢmamız da Ģöyle olmuĢtu. 323 Ölmeyen Çocuk Ben bir gün hasta olmuĢ, istirahat almıĢtım. Mahallede bulunan bir markete alıĢveriĢe gitmiĢtim. AlıĢveriĢimi yaptım, kasaya geldim. Kasada para öderken oranın personelinden bir hanımefendi iki tane oğlan çocuğunu yakalamıĢ, yanıma getirdi. Ellerinde birkaç tane çikolata vardı. Bu çocuklar çikolataları almıĢ, para ödemeden gidiyorlarmıĢ. „Birkaç defa böyle yaptılar. Siz bunlara yardımcı olur musunuz?” Cevap: “Tabi yardımcı olurum.” dedim. Çikolataların parasını ödedim, aldım dıĢarı çıkardım. Baktım çocukların üstü baĢı periĢan, kirli felan. Bunların ikisi de oğlan, çok esmerler. Ama güzel çocuklardı. Tahminim 6-7 yaĢlarındaydı. Çocukları eve götürdüm. Hasan Eğlemli‟nin evi bahçe içerisinde müstakil bir evdi. Evin içine girdim. Biraz sağa sola göz gezdirdim. Evin büyüklüğü 60-70 metrekare var ama Hasan‟ın dört tane çocuğu varmıĢ. Ana baba ikisi de çalıĢıyorlarmıĢ. Fakat ben diğer iki çocuğu görmedim. Getirdiğim çocuklardan epeyce büyüklermiĢ. Ama çocuklar iyi anlatamadılar, önemli değil. Benim için önemli olan Hasan Ailesinin tabiat ve medenî durumlarıydı. Maalesef yukarıda anlattığım iki aile tipinden hiç mi hiç farkı yoktu. HANIMIM ZEYNEP ĠLE HAMBURG HOPFEN STRASSE‟DE BAġLAYAN BĠRĠNCĠ HUZURSUZLUĞUMUZ ġÖYLE OLMUġTU Kızım Firdevs‟le Aliye‟yi okula soktum. Oğlum Garip ise henüz 4 yaĢında idi. Hamburg‟ta doğan kızım Ayselih‟i Ankara‟da bırakmıĢtık. Zira Ankara Tuzluçayır BağlarbaĢı mahallesi 31. sokakta iki odalı, iki tane gecekondu evimiz vardı. Bu arada Hanımın büyük Ağabeyi Sait TaĢkıran‟ın oğlu Kasım‟ı okuması için eve oturtmuĢtuk. Lise okulunda okuyordu. Aynı zamanda bu çocuk evliydi. Hanımıyla beraber oturuyordu. Tüm masraflarını da ben karĢılıyordum. Bu küçük kızımız Ayselih‟i de onların yanında bırakmıĢtık. Dönelim tekrar Hamburg‟a. Sene 1973 ilkbahar aylarıydı. Hanımla aramızda kavga hızlanıyordu. Ben hanıma karĢı haklılığımı Ģöyle savunuyordum: “Hanım bak, evliliğimiz kasım ayı 1957‟de gerçekleĢti. Seni köyde zorla kaçırdıklarına yüzde yüz inanmıĢtım. Buna istinaden köyde bazı kadınların ve de öz annenin seni kandırdığını söylemiĢtin. Bu ifadelerine karĢı zorla olan bir kaçma olayına boyun eğmiĢ, sana böyle bir olayın kir ve hata olmadığını ve senin rahat olmanı, dahası birbirimizi kazanalım, birbirimizi çok sevelim, fakat o seni kandıranlarla iliĢki kurma, onlarla konuĢma demiĢtim. Maalesef sen aksine, köyünde seni kandıran iki tane hanımla tekrar bağ kurup konuĢtun. O günlerde de aramızda dövme vurma gibi kavga yapmıĢtım. Bu birinci hata hem de kayda değer bir hata idi. Aradan yıllar geçti. Ben bir ara çalıĢmak için 1960 üçüncü ayda Ankara‟ya gitmiĢ, orada altı ay sonra seni de götürmüĢtüm. Ve bir yıl Ankara‟da kalmıĢtık. Bu arada köyden Ankara‟ya getirdiğimde bir takım olumsuz durumlarını tespit etmiĢtim. Mamafih onu içimizde sır ettik. ĠĢ normale dönmüĢtü. Daha sonra Biraderim Mahmut‟la aramızda bir anlaĢmamazlığımızdan dolayı kardeĢim Mahmut‟un illa köye geri gel çağrısına aldanmıĢ iĢe girip çalıĢmakta olduğum Karayolları Merkez Atölyesi gibi bir iĢ yerimden çıkmıĢ birlikte geri köye dönmüĢtük. 324 Ölmeyen Çocuk Köyde 3.5 sene durduk. Bu 3.5 senede köyde iyi veya kötü günlerimiz geçmiĢti. Tekrar Biraderle birlikte aile efratımızı aldık. Ankara‟ya göç ettik. Tekrar köyde, aramızda baĢlayan benzeri geçimsizliği Ankara‟ya taĢımıĢtık. Ankara‟da bir yıl sonra Biraderim Mahmut‟tan ayrılmıĢtık. Tuzluçayır‟da kiraya oturmuĢtuk. Orada ben hakkında boĢanma davası açtım. Ġki defa mahkemelik olduk. Ben seni köye göndermiĢtim. Mamafih bir ara köye yolum düĢtü. EĢ, dost, akraba aramıza girdi, ben senin haksızlığını ispatladım. “Fakat tövbe olsun bir daha aramızda böyle bir hata olmayacak.” dedin. O durumda senin tarafından olan ikinci hata olmuĢtu. Zeynep, dikkat et onu da kapatmıĢtık. ġimdi gelelim ve Ģu yıllarda ve günlerde ne oluyor? Neden oluyor? Sayıyorum sen de bana haklılığını ispat et. Hamburg‟a ilk geldin. 11 ay ağladın. 11 ay evimizde aĢ ekmek yerine zehir zıkkım yedik. Bu rahatsızlığın verdiği heyecanla seni gönderdim. Fakat bu defa Ankara‟dan gelmemeye zorlandın. Yani benim zorum olmasaydı gelmiyordun. Üç çocuğumuzu yanımıza alacaktık. Küçük Ankara‟da bırakılacaktı. Kararımız bu iken ve bu Ģekilde pasaportları yaptırmıĢ olduğum halde sen ölüme razıydın ama Almanya‟ya gelmeye razı değildin. ġu hadiseye dikkat et, cevap ver. KardeĢin Mehmet Ġzmir‟de okurken yanıma gelmiĢ ve bir sabah çantanda bulduğum Almanya‟dan getirdiğin tırnak çakısının üzerinde benim yakınım olan birinin ismi üzerinde yazılı idi. Yani o kiĢi sana ismi yazılı bir hediye vermiĢ oluyordu. Bunu kardeĢinin yanında üç kiĢi bir arada tespit ettik, bu duruma sessiz kaldın. Bu tutumuna sebep olan durum ne idi? ġimdi bu arada bana karĢı olan yaklaĢımında hiçbir ilerleme olmadığı gibi hatta daha da gerileme vardır. ġimdi Ģu durumda geldim ve önümüzde müĢterek yaptığımız bir çocuğumuz, oğlumuz 4 yaĢındadır. ĠĢte göz önünde altına pislemiĢ köĢede duruyor ve kokuyor. Bu çocuk senin değil mi? Aldığım cevap: “Koskocaman oğlan altına yapıyor. Ben bıktım artık.” diyordun.” Hanımın verdiği cevap iĢte bu olmuĢtu. Tabi ki o gün oğlumun pisliğini ben yıkadım. Elbette bu olay bir defaya mahsus değil, devamlı oluyordu. NE YAPMALIYDIM? Bu çocuk bizim öz çocuğumuz. Öz anne, öz baba, öz doğurduğumuz çocuğumuza böyle bir hastalık tebelleĢ olmuĢtu. Hastalık çocuğun elinde değil ki, onu suçlayasın. Elbet doktorlara götürüp bir çaresini bulacaktık. Oysa ki, çocuğumuzun o durumlara düĢmesindeki hata yine annesinindi. Zira geride kalan sayfalarda yazmıĢtım. Bir izinimizde ve annesinin evinde sabahleyin üzerine ocaktan indirdiği kaynar sütü üzerine dökmüĢ, feci Ģekilde yakmıĢtı. Ayrıca yine Tuzluçayır‟da oğlanın parmağını kapı arasında koymuĢ orta parmağını 3 milimetre kopartmıĢtı. Oğlanın parmağı hala da o durumdadır. Bu durumlar gözle görülen ve kazayla olan hastalıklardı. Daha Türkçesi oğlumuzun üzerinde toplanan ruh bozuklukları vesaire hastalıklara maruz koyan da annesi olduğu halde Ģimdi de diyor ki, „Ben bu oğlanın pokunu yıkamaktan bezdim.” 325 Ölmeyen Çocuk Ama gerçek Ģu ki, bütün bu tartıĢmalar bir çare olmuyordu. Ne yapmam gerekiyordu acaba? Sene 1974. Zeynep iĢe girmiĢti. Zira kendisi 31 yaĢında, ben ise 38 yaĢımda idim. Ġkimiz de gençtik. Evleneli 16 sene olmuĢtu. Peki böylesine kavgalı, böylesine sevimsiz, hoĢ olmayan günlerimiz devam etsin miydi? Etseydi acaba bir düzelme olacak mıydı? Görülüyor ki, bu durumumuzla çocuklarımıza da faydalı olamıyorduk. Mamafih geride kalan 16 yılımız kötü geçtiyse, 16 yıldan sonra da düzelmeyeceği açıkça ortadaydı. Zira benim tarafımdan affedilemeyecek, hatta af kapsamından çıkmıĢ, artık yaraya ilaç bulunamaz düzeye gelmiĢti. Böyle olunca ne yapacağımız da yine belliydi. Maalesef hiçbir hususta Zeynep‟le muhatap olamamıĢtık. Huyumuz, aile yapımız, aile mevhumumuz, dünya ve toplumsal görüĢlerimiz. Ama ne yazık ki, dört tane çocuk yapmıĢtık. Bu dört çocuğu ne yapacaktık? Bu dört büyük çocuk ikimiz için de çok büyük sorundu. Bu arada Ģunu da yapıyordum. Kızım büyük olduğu için o okula devam ediyordu. Ama Almanca‟yı çabuk öğrensin diye Hamburg‟ta Berlinssuchle diye dil öğreten özel bir okul vardı. Kızım Firdevs‟i haftada dört gün ikiĢer saat dil kursu alıyordum. Üstelik bu kurs için gerekli parayı da Deutsche Bank„tan % 13 faizle kredi almıĢtım. Böyle bir mücadele içerisindeydim. Yukarıdan aĢağı sıraladığım geliĢmelerden anlaĢılıyor ki, ne yapacağımız sorusuna Hanım Zeynep hiçbir Ģekilde kendini savunacak kelimeler bulamamasına rağmen hiçbir sürette yardımcı olacak durumu da yoktu. Yani bütün sorunlar üzerime biniyordu. Bir durum daha var ki, Ankara‟da Hanımın üç tane yakını vardı. Birisi kendinden üç yaĢ büyük ağabeyi Hüseyin, ikincisi kendisinin bir küçüğü kardeĢi Mehmet, üçüncüsü yine büyük ağabeyinin oğlu Kasım. Kasım‟la Mehmet‟e her birine üçer sene liseyi okutmuĢtum. Mehmet 1972‟de üniversiteyi kazanmıĢ, Ġzmir‟de idi. Kasım ise 74‟de liseyi bitiriyordu. Bilahare Devlet Su ĠĢlerine girmiĢti. Hanımın Ağabeyi ve de kardeĢi aramızdaki huzursuzluğun olduğunu biliyor ve Ģunları söylüyorlardı. Hüseyin, „Bir kadın babasının evine yakıĢır. Getirirsin kızımızı bize teslim edersin.“ Mehmet ise, „EniĢte, sen bu bacımızı hallet, bize gösterme.“ diyordu. Oysa ki, aramızdaki geçimsizlik ne olursa olsun dört tane çocuğun annesiydi. Yani kendilerine kalsaydı, biz ayrılınca kızlarını götürüp annesine teslim edecektim. Bana gelince bu görüĢlere hiç katılmıyordum. Benim düĢünceme göre kardeĢlerinin her iki teklifte hem bacıları için hem de çocuklarımız için yapılacak ne doğru bir yöntem, ne de doğru bir öğüt değildi. BENĠM BULDUĞUM FORMÜL ġU ĠDĠ Durumu Hanımla konuĢup iyi anlaĢmamız gerekiyordu. Ne yazık ki, Hanımın okuması yazması yoktu. Buna rağmen Hanımı aldım karĢıma. „Bak Hanım, öyle anlaĢıldı ki, biz artık birlikte bu gemiyi yürütebileceğimizi tartıĢmayalım. Bizim birbirimizden ayrılmamız tam bir ihtiyaç haline gelmiĢtir. Buna göre konuĢacaksak ailelerimiz bizi hiçbir yönde etkilemesin. Ġkinci bir durum ise Ģöyledir: Ne sen periĢan 326 Ölmeyen Çocuk olacaksın, ne de ben. Keza biz çocuklarımızın geleceğini düĢünür ve okuturuz. Kimse aramıza girmeden biz boĢanma formülünü buluruz.“ Maalesef Zeynep bu kadar sorularıma ve uğraĢılarıma karĢılık tek bir cümle soruyordu: „Peki nasıl olacak? Ne yapacaksın? Benim okumam yok, yazmam yok ki, gideyim bir yerde çalıĢayım. Ben iĢçi bile değilim.“ dedi. Zeynep‟e cevap: „Bak Zeynep, ben seni bu memlekette iĢçi yapacağım. Memlekete götürüp atmayacağım. Ben bu memlekette ne kadar haklara sahip olmuĢ isem, sen de aynı haklara sahip olacaksın. Ben sadece kendi keyfim için, nefsim için bir hareket, bir iĢ yapmayacağım. Ben hırsımla yola çıkmıyorum. Aklımla yola çıkıyorum. Ġyi biliyorum Zeynep. Sen 16 sene beni anlayamadın. Bugün ve bugünden sonra da anlayamayacaksın. Zira ben ne sizin aileye göre, ne de bizim mevcut topluma göre bir insanım. ġunu iyi bilesin ki, benim dört çocuğum da ve sen de ekonomi bakımından, iĢ bakımından hiç kimseye muhtaç olmayacak Ģekilde, herkes kendi ekonomik bağımsızlığına kavuĢabilir platformlarda formüller hazırlayacağım.“ Zeynep, „Peki ne yapacaksın bundan sonra? Ġyimizi kötümüzü bir tarafa atsak artık, birbirimize sadık kalsak, çocuklarımızı periĢan etmesek olmaz mı?“ „Bu konuĢmalar çok güzel ama, Zeynep 16 senedir aynı sözler konuĢuldu. Sözler verildi. Ama anlattığın koĢulları 16 yıldır tek taraflı yürüttüm, geldim. Hanım, bu noktaya kadar konuĢmadığımız hiçbir Ģey kalmadı. Hanım, artık iĢ çığırından çıkmıĢtır. Bu konuĢtuğum ve ortaya attığım koĢulların hepsi de gerçek olacaktır. Ancak senden tek bir isteğim var.“ „Nedir?“ „O Ģöyledir. ġimdi ikimiz birlikte bir protokol yazacağız. Sonra konsolosluğa gideceğiz, boĢanmak üzere ayrı avukatlara vekalet vereceğiz. Hiç birimizi ağır gerekçelerle suçlamayacağız.“ Zeynep, „Ya beni kandırırsan?“ „Hayır önce senin iĢ imkanını yaratacağım, sonra konsolosluğa gideceğiz tamam mı?“ Birlikte „Tamam“ dedik. Ama Hanımımın hiç umudu yoktu. Mamafih bu yönde birlikte karara vardık. USTABAġI (ZEAHA) HANIMI, ĠġÇĠ YAPACAĞIM O yıllara kadar Blohm+Voss‟a iki tane Türk kadın iĢçisi girmiĢ. Bu kadınlar firmada çalıĢan Türk iĢçilerinin hanımıydı. Hanımını firmada iĢçi yapmak isteyen birkaç arkadaĢ tanıyordum. Fakat henüz hanımlarına iĢ alamamıĢlardı. ĠĢçi eĢlerinin iĢçi olma hakkı ise protokole bağlıydı. Protokol koĢulu Ģuydu. ĠĢçi eĢi a. oturma alacağı devrelerde heyet kontrolünden geçmiĢ sağlam raporu, b. bir yılı bitirmiĢ olmalı, c. okur yazar olmalı. Fakat personel müdürü Ģu düĢünceler altında „Bu hanım okumuĢ mu?“ diye sormayacaktı. Binaenaleyh düĢünce Ģu idi, okuyup yazması olmayan bu ülkeye gelemez. Tabi gayri meĢru yollardan gelenler bu düĢüncenin dıĢındadır, iĢçi ailesi de bu koĢulun dıĢındadır. Ġlk baĢvuru sayın Zeaha Hanım UstabaĢı‟edir. UstabaĢı Zeaha‟ya gittim, durumu anlattım. Oysa ki, diğer arkadaĢlar baĢvuruyu önce personele yapmıĢlardı. BaĢvurduğum UstabaĢı„den aldığım cevap, „Doğrusu, benim iki bayan iĢçiye 327 Ölmeyen Çocuk ihtiyacım var. Ama bilmem personel müdürü kabul eder mi, etmez mi?“ „Sayın UstabaĢıim, sizden ricam, siz bana ihtiyacınız olduğuna dair bir kâğıt yazın, bir de benim baĢvurduğumu ve benim Hanımımın adını yazarsanız memnun olurum ve de bu iĢ olur.“ dedim. Sayın Zeaha aynen söylediğim gibi yazdı. Ben bir gün sonra Hanımı aldım, sabah yedide birlikte gittik. Personelde tercüman olan Sevil Hanım vardı. Hanım yanımdayken kâğıdı eline uzattım. Sevil Hanım sordu: „Bu ne Rıza? Sen bu UstabaĢı‟i tanıyor musun?” “Sevim Abla, tabi tanıyorum. Ben bu UstabaĢı‟i tanımasaydım önce biliyorsun sana gelirdim.” Halbuki ne tanıyorum, ne de birĢey. Kadını ilk defa görüyordum. Sevil, „Akıllı adamsın vessalam.” “Ne oldu Sevil Abla?” “Vallaha senin bu iĢ olur Rıza.” “Hay Abla, Allah ağzından iĢite.” Sevil Abla gülerek kâğıdı personel müdürüne götürdü. Sevil Abla dosyamı buldu getirdi. Dosyaya baktı, Hanım daha 10 aylık, 12 ay olmamıĢ. Bu duruma karĢılık Ģef Ģunu söyledi. UstabaĢı ihtiyaç göstermiĢ, bu bayanın ismini yazmıĢ ama biz bu hanımı alsak da bizim vereceğimiz bir istek kâğıdına karĢılık Arbeitsamt‟tan bir kart getirmesi gerekecek. Orası ise 12 ay dolmamıĢ diyerek bu bayana olur diye kartı vermeyecek. Bu nedenle bu bayan iki ay daha bekleyecek” dedi. Sevil Abla Ģimdi bize bunları aktardı. “Kusura bakma Rıza, Hanımın henüz iĢçilik hakkını kazanamamıĢ.” ġimdi iĢ bana düĢtü: “Sevil Abla, ben sana bir formül söyleyeceğim. Bunları Ģefime söyler misin?” Sevil Abla, “Söylerim.” „Bak Abla UstabaĢı‟in bu bayan iĢçiye ihtiyacı vardır. Siz Ģimdi bu hanımı iki ay önce alsanız ben de kâğıdı iki ay sonra gidip alsam olur mu? Aynı zamanda UstabaĢı‟e telefon açın, bugün dahi UstabaĢı Hanımı iĢe baĢlatabilir.“ Sevil Abla bunları Ģefe anlattı. UstabaĢı‟e telefon açtı. O da kabul etmiĢ, Ģimdi Ģef soruyor: „Peki Ģimdi biz hanımınızı iki ay gizli çalıĢtırırsak, hanımızın baĢına bir kaza gelirse, ne olacak?“ Cevap: „Kolay Sevil Abla siz bir kâğıt yazın. Hanım da ben de imzalayalım.“ ġef, “Pekala, o taktirde bugün iĢe baĢlayabilir mi?“ Cevap: „Tabi baĢlar.“ Velhasıl aynı gün Hanımın iĢe baĢlamasına ne dersiniz? Soran eden yok, „Okuman var mı, yok mu?“ Bir imza kafidir. Allah‟ın iĢine bakın. Sevil Abla tekrar tekrar bana dönüyordu, “Yahu Rıza, sen bu sözleri düĢünceleri nereden buluyorsun. Buraya çok Türk geliyor ve geldi. Böyle hakkı olmayanı bırak yıllar olmuĢ yine de iĢ alamadılar.” “Sevil Abla ben yetimim, onun için Allah bana yardım ediyor.” “Vallahi sende bir Ģeyler var Rıza.” diyordu. Hanımla ikimizin de ayağı yere değmiyordu. Sevincimizden karnımız yırtılıyordu. Daha Türkçesi bu yapılan iĢ bir mucize mukabiliydi. Benzerine rastlanmamıĢ bir olaydı. Evet Hanım artık aynı benim gibi bir iĢçi olmuĢtu. Hem de Blohm+Voss gibi köklü, iyi para veren bir firmada. Ama gelelim benim Hanım bu yapılan iĢi değerlendirebilecek mi? ġimdi Hanım artık iĢe gelip gidiyor. Oğlum Garip‟i yuvaya verdim. Gelelim diğer geliĢmelere. Bu arada kızım Firdevs yaramazlık yapmaya baĢladı. Kızıma bazı Türk öğrenci kızlar muhatap oldular. Kıza epeyce huzursuzluk verdiler. Önce okuduğu okulun adı 328 Ölmeyen Çocuk Hamburg 11‟de Friederichsschule idi. Okulunu değiĢtirdim, kızım iki yıl okudu. Ġki yıllık okulu okuduktan sonra, sanat okuluna baĢlamıĢtı. Ama durumu iyi değildi. Bir gün akĢam eve geldim, hoĢuma gitmeyen tabiatsız haraketler yaptı. O arada Ģuurumu kayıp etmiĢtim. Kızı ayrı bir odaya götürmüĢ çok fena dövmüĢtüm. Bu dövmenin üzerine biz sabahleyin kalktık iĢe gittik. KOMġUMUZ SUNA HANIM AkĢam geldim ki, kızım evde yoktur. Yanımızda oturan Hataylı Suna ve kocası Mustafa adında bir komĢumuz vardı. Bu komĢu hanımı eve gelmiĢ kızı dövülmüĢ halde görünce, kızı almıĢ polis doktoruna götürmüĢ. Ġlk fırsatta 15 gün rapor almıĢ ve kızı da polise teslim etmiĢ. Bir baktım akĢam iki tane polis eve geldiler, „Kızınız bizde dediler. Sabah saat 9‟da kriminal polis dairesi felanca odaya gelirmisiniz? Yoksa sizi Ģimdi götürelim mi?“ Ben, „Biz sabahleyin iĢverenimizden izin alır ve geliriz.“ dedik. Polisler gittiler, biz ise sabahleyin iĢ yerine gittik, haber verdik. Saat 8.30‟da kriminal polis dairesine vardık. Ġfade vereceğimiz daireyi bulduk. Kapı önündeki koltuklara oturduk. Beklerken bir baktık, Türk simalı bir kadın karĢımıza dikildi. „ġahin ailesi siz misiniz?“ diye kadın bize sordu. Cevap: „Evet, biziz.“ Kadın, „Adım Makbule. Ben mahkemeden geliyorum. Yeminli tercümanım. Biraz sonra baĢkomiserlikte ifade vereceksiniz. Bana soracağınız birĢey var mı?“ Cevap: „Var tercüman hanım.“ „Buyrun“ dedi. „Bak Makbule Hanım benim sizden bir ricam var.” Makbule Hanım, „Buyurun“ dedi. „Bana yardım edecekseniz sizden isteğim Ģudur. Ben ne söylersem siz bir harfini dahi değiĢtirmeyecek, doğrusunu söyleyeceksiniz. Yani ben küfür dahi etsem „Küfür atıyor” diye söyleyeceksiniz. Yani böyle söylüyorum ki, beni anlayasınız tamam mı?“ Makbule Hanım devam ediyordu: „KardeĢim biz zaten doğru söylemeye yeminliyiz. Ama çok Türkler konuĢmayı bilmiyor. Biz yine de onlara yardım ediyoruz.” “ĠĢte ben o Türkler‟den değilim. Bana da doğruyu söylersen yardım etmiĢ olacaksın.” Makbule Hanım, “Siz bilirsiniz kardeĢim, yanlıĢ bir ifade bir bakarsınız sizi yıllarca hapse sokar. Sonra senin iĢin çok ağır, kızın ilk olarak 15 günlük heyet raporu almıĢ. Bu ne demek biliyor musun? 12 ay hapislik demektir. 12 ay hapis olunca oradan da doğru Türkiye‟yi boylarsınız.” “Sen iĢine bak Makbule Hanım, sen sadece doğruyu söyle. Ben o senin dediklerinden değilim.” KRĠMĠNAL DAĠRESĠ BAġKOMĠSERĠ BAġKOMĠSERLE KARġI KARġIYAYIZ Odada dört tane daha baĢkomiser var. Ġfade vermeye baĢlıyoruz. Ġlk soru: „Adın, soyadın, adresin, memleketin, Almanya‟daki iĢ yerin, iĢin, sanatın, ünvanının ve tahsili ev adresin.” Bunlar tamamlandı. BaĢkomiserin sorusu; “Sayın Rıza ġahin, kızını çok feci dövmüĢsün. Bu ülkede 16 yaĢında bir kızın dövülmesinin yasak olduğunu bilmiyor muydun?” Cevap: “Sayın 329 Ölmeyen Çocuk Komiser, ben en az sizin kadar biliyorum. Ben sadece kızımın değil, insanın insanı dövmesinin dahi yasak olduğunu biliyorum.” BaĢkomiser soruyu tekrarladı: “Rıza Bey, biz seni bir daha uyarıyoruz. Bizim burada alacağımız ifade savcıya gider. Savcılık ifadeni mahkemeye sevk eder. Burada ifade vermeye de mecbur değilsin, yani avukat tutar ifadeni avukata da verebilirsin. Biz seni uyarıyoruz. Siz kızınızı öldürmeye teĢebbüsten yargılanacaksınız. Zira kızın ifadesi böyledir. Ayrıca kızın aldığı rapor da bunu doğruluyor. ġimdi bu suç ağır bir suç. Bu rapora göre en az 12 ay hapislik verirler. O zaman da 12 ay hapislik alan yabancı bir iĢçiyi hapishaneden doğrudan doğruya uçağa bindirir Türkiye‟ye gönderirler. ġimdi sen ifadelerinde bilmeyerek böyle bir suçu iĢledim dersen, belki suçun hafifleyebilir.” Ġfademde ilk cevabım: “Sayın Komiser, ben yalan söyleyemem. Ben yalan söyleyen insan değilim. Ayrıca kızımı öldürmeye de teĢebbüs etmedim. Yani ben kızımı öldürüyüm niyetiyle dövmedim. Ancak kızımı döverken sinirimden Ģuurumu kayıp etmiĢ olabilirim. Soru: „Peki niçin dövdün kızını? Kızımı terbiye etmek için, onu tabiatlı olmaya medeniyetli olmaya, yaptığı iĢlerden ve hareketlerden baĢta babasını anasını ve üçüncü Ģahısları rahatsız etmemeye ve insan olmaya davet ettim. Bu öğütlerime ters cevaplar, aksi davranıĢlar gösterince sinirime ve Ģuuruma hakim olamadım ve dövdüm.“ „Sayın Rıza, senin kızın okula gitmiyor mu? Orada bu saydıklarını öğrenemez mi?“ Cevap: „Sayın BaĢkomiser, baba ve ana çocuğunun en iyi öğretmenidir. Babanın, ananın vereceği eğitimi okuldaki öğretmen veremez. Sonra bu ülke Avrupa. Ben nacizane Avrupa‟nın özelliklerini bilen insanım. Bu medeniyet dünyasına ve Avrupa ülkesine medeniyetsiz, tabiattan yoksun bir insan katmak istemiyorum. Bu olguları ise çocuğa aile ve ana baba verir.” Soru: „Rıza Bey, siz kızınızın arkadaĢ tutmasını istemiyor, o yüzden de kızınızı dövüyormuĢsunuz. Neden?” „Doğrudur. Sayın Komiser Bey, ben kızımın normal ve kendisine kendisinin de arkadaĢına normal koĢullar ve yararlı konuĢmalar, birbirlerinden bilgi alıĢ veriĢi yapabilecek, öğrenebilecek arkadaĢa karĢı değilim. Ancak bu tarif ettiğimin dıĢında, bilhassa tahrik edici, birbirlerini insanlaĢtırma yerine hayvanlaĢtıran arkadaĢlığa karĢıyım. Sadece kıza değil, herkesin edebi arkadaĢ olmasından yanayım. Nerde kalmıĢ ki, Türk aile mevhumu ile Avrupa aile mevhumu arasında fark vardır. Bu konu ise bir kadının medenî halidir. Yani bir Türk kızı yine Türk erkeği ile evlendiği zaman kız bekâreliğini kayıp etmiĢ ise, erkek o kızla bilmeden daha önceden resmi olarak evlenmiĢ ise, onu kayıtsız Ģartsız bir celsede boĢayabilir. Bu nedenle Türk ana babalar ırzını bu hususta sıkı tutar.” Bu konu üzerinde baĢkomiser tercümana sordu, „Doğru mu söylüyor bu Bey? Tercüman, „Evet Komiserim, bu Bey doğruyu söyledi. Oradaki dört tane baĢkomiser hayretlerini gizleyemediler.“ Ben anladım ve onlardan izin istedim, „Bu konuda birĢey söyleyebilir miyim BaĢkomiserim?“ „Tabi söyleyebilirsin. Biz de öğrenmiĢ oluruz.“ dediler. 330 Ölmeyen Çocuk „Ben Avrupa ve Almanya medeniyetlerini biliyorum. Bu ülkelerde eĢler birbirleriyle evlendiği zaman bekârelik aranmaz. Hatta bazı yörelerde tersi vardır. Ancak bu tür medeniyetlerin kaynağı bir meclis kanunu değildir. Bu tür medeniyetlerin kaynağı kutsal kitaplardır. Kutsal kitaplar ise Allah buyruğudur. Bu nedenle Allah buyrukları değiĢmez. Avrupa ve Amerika ülkelerinde meclis kararıyla bu mevhumu serbest bırakmıĢlardır. Asya kıtalarında özellikle Türk Ġslâmlar„ın demokrasiye ayak uyduramamasına karĢılık medeniyetin bu kısmını sıkı tutarlar. Olay budur.“ Soru: „Rıza Bey, siz çocuğunuzun eğitimi ve terbiyesi için dövdüğünüzü ve bu hususlarda titiz olduğunuzu iddia ettiniz. Bu iddianızı bize nasıl kanıtlayabilirsiniz?“ Cevap: „Sayın BaĢkomiserim, ben kızımın okulunu ve durumunu takip eden bir babayım. Bir defa en geç her 15 günde bir okula gider öğretmenlerinden bilgi alırım. Bir sorun olduğu zaman da okul müdürüyle görüĢürüm. Dilerseniz Frieredichschule„ye telefon açıp bilgi alabilirsiniz.“ Bu ifadem üzerine baĢkomiser hemen telefonu kıvrır, okul müdürüne sorar. Okuldan aldığı cevabı bana tekrar aktarır. Gelen cevaplar Ģunlardır: „Rıza ġahin iyi bir babadır ve iyi bir velîdir. Her fırsatta kızını takip eder. Hatta Türkler hakkında bize çok bilgi verdi. Kızının geçinemediği arkadaĢlardan Türkler, Türk öğrenciler olduğunu söylerdi. Rıza Bey ve de kızı iyi bir Atatürkçü‟dür.” Yalnız baĢkomiser bu bilgileri bana aktarırken baktım dudak altından ve yüz kıvrıklarından gülücükler görünüyordu. Anlıyordum ki, ifadelerim BaĢkomiseri memmun ediyor. Bu sefer BaĢkomiser 40-45 yaĢlarındaydı ve insancıl yönleri ağır basan bir görünümü vardı. Okuldan BaĢkomiser olumlu bilgiyi bana aktarınca, benim konuĢmam biraz daha rahatladı. Bir soru: “Sayın baĢkomiserim bir hususu sormama izin verir misiniz?” “Tabi sorabilirsin.” “Sizin kızınız bir yabancı dil öğrenmek istiyor. Bu yabancı dili de paralı okuldan öğrenmesi icap ediyor. Ama sizin de paranız yoktur. Kızınızın parayla dil öğrenmesi için bankadan faizli kredi alır mısınız?” BaĢkomiserden cevap: „Hayır.“ Diğerlerine, „Ya sizler?“ Onlar da, “Hayır” cevabı verdiler. „Bakın sizler tahminim Almansınız, ben de Türk„üm ve bu ülkede yabancıyım. Bir anlamda para kazanmak için gelmiĢimdir. Dört yıl oldu burayadım. Dört tane de çocuğum vardır. Ben kızıma dil eğitimi almak için Deutsche Bank„tan % 13 faizle kredi aldım. 61 Nirnndorf ġubesi ve Berlinsschule. Açın telefonu sorun.“ BaĢkomiser derhal her iki makama da telefon açar ve sorar. Bankadan ve okuldan „Evet, doğru“ cevabı alır. Soru: „Rıza Bey kızınızı bilmeyerek değil, bilerek dövdüğünüzü ve eğitim için, insan olması için dövdüğünüzü iddia ettiniz ve bütün bu iddialarınızın da doğruluğunu kanıtlamıĢ bulunuyorsunuz. Bu soruyu bir de eĢinize sormak istiyoruz.“ „Tabi sorabilirsiniz.“ EĢim de adını soyadını vesairesini yazdıktan sonra. 331 Ölmeyen Çocuk „Zeynep Hanım, beyinizin vermiĢ olduğu bu ifadeler ve iddialar doğru mudur? Rıza Bey kızını döverken siz de evde miydiniz, gördünüz mü?“ „Ben evdeydim. EĢim evimizin öbür odasında kızını döverken salondaydım. Ben kızın bağırtısına koĢup gittim. EĢim çok fena halde sinirlenmiĢ ve kızmıĢ hiç kendisinde değildi. Yanına yaklaĢsam beni de dövebilirdi. Ben ise ağlayarak yalvardım. Ġyi sözlerle yalvarmama karĢılık kızı bıraktı. EĢimin diğer iddialarının ise hepsi doğrudur. Her gün çocukların sorunlarıyla uğraĢır. Onlara bir öğretmen gibi izahlar verir. EĢim hiç kötü kelimeler de kullanmaz. Ancak kızdığı zaman iĢte böyle kendini dahi kayıp eder.“ BaĢkomiser Zeynep‟e, „TeĢekkür ederim Zeynep Hanım.“ Dedi. Soru: „Peki Rıza Bey, siz bu iĢlediğiniz suçtan dolayı ceza alsanız da almasanız da bundan sonra kızınızı daha döver misiniz?“ Cevap: „Önce Ģunu söyleyelim ki, ben insan olduğumun farkındayım. Yukardaki ifademde bahsetmiĢtim, insan insanı dövmez. Ancak insanlar arasında iyi babadan, iyi anadan da doğsa zamane icablarına göre insanlar hayvanlaĢabiliyorlar. ĠĢte insanların çocukluk devresinde çocuğun kabiliyetine göre bu tür zorbalıklara baĢvuruyor. Evet, eğer kızım himayemde kaldığı müddetçe hayvanlaĢırsa yine dövebilirim. Ayrıca Ģunu da ilave edeyim ki, Ģu Hamburg Ģehrinin nüfusu iki milyon. Eğer ana babalar çocuğuna polislik yapmaz ise, bu sayının yarısı polis olsa bu memlekette asayiĢ sağlanamaz. Aynı zamanda çocuk babanın ananın bir mülkiyetidir. Olağanüstü istisnalar hariç, bir ana baba çocuğunun kabiliyetine göre terbiye etmeye bir memur olduğu kadar, ona hırsını dökmeye öfkelenmeye de hakkı vardır.“ Bu aĢamada ifadelerim bitti sanıyordum. Ben sandalyede oturarak ifade veriyordum. O arada kalkmıĢım. BaĢkomiser, „Otur otur daha sizin iĢiniz bitmedi.“ dedi. Beni oturttu ve yine Ģu soruları yöneltiyordu BaĢkomiser. „Sayın Rıza Bey, iki saat konuĢtunuz. Ġfadeleriniz, savunmalarınız, hepsi iddialarınızı doğruladı. Cezalı çıkacağınızı söylemiĢtik ama siz kazandınız. Buna göre biz bu dosyanızı savcılığa göndeririz ama sanırım siz beraat edeceksiniz. Bu duruma biz de memnun olduk. Ancak biz sizi biraz öğrenmek istiyoruz. Siz çok Ģeyler biliyorsunuz. Sıradan bir Türk değilsiniz. Kendinizi biraz anlatır mısınız?“ Bir soru: „Sayın BaĢkomiser bu anlatacaklarımı da yazacak mısın?“ BaĢkomiser gülerek, „Hayır hayır“ dedi. Ben de baĢladım anlatmaya. Size baĢta Ģunu söyleyeyim. Türklerin en küçüğü ve en bilinçsizi benim. Böyle deyince polislerin dördü birden tercümanimiz Makbule hanım da kahkahalarla gülmeye baĢladılar. Nain nain kesinliklikle hayır dediler ve bu bir tepkiydi. Bize gelenlerin ayrıca karĢılaĢtığımız Türklerin en iyi en büyük Türk sizsiniz. O zaman baĢkomiserim yukarıdaki sorunuzda sıradan bir Türk değilsiniz sorusu yerine, sıradan bir insan değilsiniz deyimini kullanmanız gerekecekti. Tercümane bunları anlattım. BaĢkomiser özür dilerim dedi. Konuyu değiĢtirdik ve Makbule 332 Ölmeyen Çocuk hanım devreye girdi. Komiserlere Ģunu söyledi. Ben kapıda kendimi tercüman olduğumu tanıtırken Rıza Bey benden söz aldı ve dedi ki sayın Makbule hanım ben ifade verirken benim sözlerimi asla çarpıtmadan ne söylersem komiserlere olduğu gibi doğru yansıtmanızı rica ediyorum dedi. ġimdi de gördüm ki gerçekten Türk insanlarının içinde ender rastlanır bir insan olduğunu ortaya koydu. Ben de teĢekkür ederim kendisine. Devam etmek gerekiyordu. Ben baĢkomisere bu arada sizin tahsiliniz ve ûnvanınız nedir diye sordu? Benim okul tahsilim yoktur baĢkomiserim. Bu arada kahkaha ile bir gülücük daha attı. Nasıl olur okul tahsilim yoktur. Siz okuma bilmiyor musunuz? Hayır yanlıĢ anlamayın ben mektebe giderek okumadım ben okumayı yazmayı kendiliğimden öğrendim. Bunlar yine hayret ettiler. Nasıl olur mektebe gitmeden okunabilir mi? Cevap olur olur iĢte ben varım ve de tarihte bu tür bilginler çoktur. Ben elbette çok kitaplar okudum ve devam ediyorum. Henüz 39 yaĢındayım. Bu sefer yine güldüler. Sen kesinlikle 39 yaĢında yoksun olsan olsan 35 olabilirsin. Doğumum orada yazılı baĢkomiserim. Sonra ûnvanıma gelince benim ünvanım oksijan iĢçisiyim baĢka ünvanım da yoktur. Peki öyleyse okula gitmeden okudunuz ve iĢçisiniz. Siz bu imkansızlıklarda bu kadar bilgiyi nasıl topladınız. Bu iĢin sırrı nedir? Cevap. Sayın baĢkomiserim madem ki ısrarla üzerinde durarak sordunuz. O halde bu iĢin sırrını söylüyorum. Hristiyanlıkta dini önderlerin adları inanç durumlarına göre papaz vardır, keĢiĢ vardır. Ayrıca katolik, irfanglıĢ, porotoston ve ortadoks inanç grupları vardır. Müslümanlıkta ise Sünni çatısı altında yine benzeri dört inanç grubu vardır. Birde diğer inanç gruplarına dahil olmayan Alevî Ġslâm grubu vardır. ġimdi diğer dört inancın dini hocaların adı ünvanı hocadır veya imamdır. Alevî Ġslâmda ise dini önderlerin ünvanı dededir. ĠĢte ben o Alevî kesiminin dedelerinden en küçük bir dedeyim. Yalnız Müslüman kesimindeki çok vatandaĢlar bizi de papaza kıyaslarlar. ġimdiki iĢ yerimde aynı geliĢmeler devam eder. Türkler kendi aralarında beni tanıyan kesimlere güya kötülemek için papaz derler. Oysa ki Alevî inancında ne hoca, ne papaz, ayırmaksızın Muhammed‟i, ne Ġsa, ne de Musa hiçbir dini ayrım zihniyeti yoktur ve olamaz. Buna göre bizim eBeynimizden süre gelen bir anlayıĢ Ģudur. Dini kültür bilinci, siyasi kültür bilinci, sosyal ve toplumsal bilinç. Hukuki bilinçler bütün dünya medeniyetlerini de içine alan harmanlaĢmıĢ bir zihniyetle yetiĢiriz. Yani sizin dilinizle ben küçük bir papazım. Ama Hz. Ġsa‟nın Hz. Muhammed‟e göre bir papazım. Böylece ifadelerimizi birazda sohbet diyebileceğim konuĢmalarımızın sonuna gelmiĢ bulunuyorduk. Komiserler son olarak Rıza Bey siz küçük değil gerçekten büyük bir papazsınız. Ayrıca kızınız yan odadadır. Sizin karĢınıza çıkmak istemiyor. Onu siz alıp götürebilirsiniz. Hayır baĢkomiserim. Ben kızımı biliyorum. Siz bu sözlerimi kendisine iletirseniz o kendisi biz gittikten sonra evine dönsün gelsin. Elbette o benim yavrumdur. Vücudumun bir parçasıdır. ġĠMDĠ DE KRMĠNAL POLĠS DAĠRESĠNDEN ÇIKIP EVE GĠTME VE POLĠSLERĠN BĠZĠ UĞURLAMASI 333 Ölmeyen Çocuk Dört tane komiser tercümanımız Makbule Hanımla hep birlikte kapının önüne çıktılar. Ellerini göğüslerinin üzerine koydular. Bizi layık olmadığımız bir hürmetle uğurladılar ve dediler ki, “Sizi bir arabamız evinize götürsün.” Ancak ben, “hayır” dedim. “Biz alıĢveriĢ yapacağız ve sonra eve gideceğiz.” dedik ve ayrıldık. ZEYNEP‟LE DAVAMIZ ġimdi dönelim Zeynep‟le olan davamıza. Zeynep iĢçi oldu, istikbali garantiye bağlandı. ġimdi geldik ayrılmaya. Zeynep‟le konsolosluğa gittik. Ayrı ayrı vekil tuttuk. Gerekçeli dilekçemizi verdik. DuruĢmamızın olacağı bir ayda izine gideceğiz. ĠĢimiz sessiz sedasız bitecekti. Hiç kimse kimseye kir sürmeyecek, hiç kimse kimseye maddi ve manevî masraf çektirmeyecekti. AnlaĢmamız buydu. Bu plana göre ben Zeynep‟e dedim ki, “Evimizi burada ayıralım. Sen benden bir hafta önce git. Ben bir de mektup yazayım.“ Orada da anlaĢtık. Böylece Hanımı gönderdim, mektubu da yazdım. Ağabeyleri Ankara‟daydı. Haberleri olsun diye mektup yazmıĢtım. Ben de bir hafta sonra gittim. Maalesef Zeynep anlaĢmamızın tersine 90 derece dönmüĢ. Liseyi okuttuğum, evimde yıllarca yedirip içirdiğim Zeynep‟in kardeĢleri iĢin seyrini kendi karakterlerine göre düĢünmüĢ ve değiĢmiĢlerdi. Mahkemeye gittik ki, karĢıma kim çıksa iyi? 12 yaĢını yeni bitirmiĢ kızım, ikincisi küçüklükten beri kardeĢ gibi yeyip içtiğim arkadaĢım… Hatta bu arkadaĢım Ali ġevik‟in yaptırmak istediği bir gecekondu evini yıkıcılar üç defa yıkmıĢlardı, artık yapmaktan da vazgeçmiĢti. Oturacak evi de yoktu, zira kirayı ödeyemeyecek durumdaydı. Ben bu arkadaĢımın evini bir gece, bir gündüz çalıĢıp yıkımdan kurtarmıĢtım. ĠĢte bu iyilik ettiğim yaĢıtım olan arkadaĢım karısıyla birlikte, ayrıca hiç tanımadığım bir karı koca ile yalancı Ģahit olarak mahkemede karĢıma çıktılar. Söyledikleri ifadeler Ģöyle idi: „Ben evlenmiĢim, bir de kız çocuğum varmıĢ. Hanımı bu yüzden terk ediyormuĢum.“ Evlendiğim kadının adını, çocuğun adını ve ne zaman evlendiğimi, ayrıca bu hayali eĢ Türk mü, Alman mı hakim soruyor bilmiyorlar. Hakim bunlar yalan söyledikleri için, „Sizi hapse attırırım.“ tehtidi ile bunları kovuyordu. BoĢanmaya gelince; boĢanma dilekçesini beraber vermiĢ, sonra hanım boĢanmadan vazgeçince tek taraflı gerekçeler de yeterli gelmediğinden mahkememiz ret ediliyordu. DuruĢma ret olunca muhataplarım gidiyorlar. O arada bana bir cesaret geldi. Sanki kalbime ilahi bir ilham geliĢ gibi içimden durmadan dürtüklüyordu. Diyordu ki, „ġunlar gitmeden birkaç söz söyle.“ MAHKEME SALONUNDA Temmuz 1976„ydı. Ulus‟taki valiliğin önünden geçince Çankırı Caddesine inerken, o tarihte bir adliye binası tahsis edilmiĢti. Bu adliyenin salonundayız. Bunlara seslendim: „Zeynep, Mehmet ve Ģahitler! Bir dakika durur musunuz? Lütfen beni biraz dinleyin. Sizlerden kimini okuttuğum için, kiminizin evini yaptığım için, Zeynep‟i ise okuma yazma dahi bilmediği halde ancak dört çocuğumun annesi 16 334 Ölmeyen Çocuk yıllık ailem diye iĢçi yaptığım için nankör oldunuz. Hiç kimseye muhtaç olmasın, aynen benim kadar haklara sahip olsun diye onu iĢçi yaptım. ġimdi bu tablo, hepiniz benim haklı olduğumu bile bile bugün karĢıma çıktınız, yalan söylediniz. ġimdi benden Ģunu da duyun, ondan sonra gidin. Bu davayı ben kendi kabiliyetime göre açmıĢtım. ġimdi ikinci davayı da sizin kabiliyetinize ve de karakterinize göre açacağım. Ayrıca en geç bir yıl sonra iĢiniz bitmiĢ olacak. ĠnĢallah sizlerin boyunu bir daha bu salonda görürüm. Hadi Ģimdi gidin.“ Böylece birinci açılan boĢanma davası ret edilmiĢti.“ Ama Ģunu da bilin ki, bu izinimde niĢanlanmadan gitmeyeceğim.“ dedim. CEBĠMDE 50 LĠRA KALMIġTI Eve geldim ki, Zeynep pasaportları da çalmıĢ götürmüĢ. Çocuklardan Garip, Firdevs, küçük kızım Ayselih evdeler. ġahit dinlettikleri 12 yaĢındaki kızım yoktu. Zeynep‟in kaldığı, benim okuttuğum Ağabeyinin oğlu Kasım‟ın evine karı koca olarak gitmiĢlerdi. KomĢularımdan üç tane aile gönderdim. Pasaportları da, kızı da vermediler. Ayrıca yine Zeynep‟in küçüğü olan Mehmet‟e mektup yazdım. Ġki gecekondu evimiz vardı. „Biri birimizin, biri de birimizin olsun. Gelsin, hem pasaportları versin, hem de imzasını versin. Artık biz birleĢemeyiz. BoĢ yere birbirimizi periĢan etmeye de gerek yok. Bu son çağrımdır. Aksi halde iki güne kadar evin birini satıyorum. Haberiniz olsun. Zeynep‟in bu yaptığına karĢılık bu evin parasıyla hem çocukların pasaportlarını çıkarıp götüreceğim hem de bu izinimde birini bulup niĢan olmadan gitmeyeceğim. Zeynep bunu da bilmiĢ olsun.“ Ģeklinde yazdım sonra. Ama cevap alamadım. SATILIK EV Ev için satılık ilanı verdim. Bir tarafdan da niĢanlanmak için kız bakmaya çıktım. Diğer taraftan ilk iĢim olarak hemen bir yeminli tercüme bürosu bulup Hamburg‟tan kayıtlarımızın gelmesi için telgraf çektirdim. Diğer bir iĢ ise çocukları, benim yeniden fotoğraflarını çektirdim. Altı gün içinde bunların hepsi hazırlandı. Ama evi satana kadar hiçbir yere para ödeyemedim. Daha altı gün olmadan eve müĢteri çıktı. KomĢumuz olan bakkal Mehmet ile 74 bin TL‟ye pazarlık ettik, bir gün sonra satıĢa gideceğiz. Bakkal Mehmet, bir gün önceki sözünden caymıĢ, evi 60-65 TL‟den almak istiyor. Bu teklife karĢılık ben dargın bir bakıĢla „hayır“ dedim. Ġkinci gün bir baĢkasına 70 bine sattım. Daha ben parasını diğer kiĢiden almadan bakkal Mehmet 74 bin TL teklif etti ama bu defa bakkal Mehmet‟e „Defol git buradan, 80 bin de versen olmaz. Evi de 70 bin liraya sattım.“ dedim. Bu 70 bin liranın 15 binini aldım, doğru avukata gittim. Bir hanım avukat buldum: Süreyya Baraz. AVUKAT SÜREYYA BARAZ‟LA KONUġMA Süreyya Baraz‟a davanın Ģeklini anlattım. Dosyaya bakmak için bir gün müsade istedi. Birgün sonra gittim. Avukat dosyaya bakmıĢtı. Ali Kaya adlı avukatımı davayı 335 Ölmeyen Çocuk suistimalden dolayı ret ettirdim. Sonra avukatla pazarlığa giriĢtik. Avukat ilk önce Ģunu sordu: „Davanın çabuk bitmesini ister misin?“, „Tabi ki, isterim.“ dedim. „O halde 3 bin TL ödersin.“ dedi. „Sayın avukat hanım ben size bir lira dahi veremem. Ancak davayı bitirir, hesabım olan bankaya ilamı ibraz eder, paranı alırsın.“ dedim. Avukat, „Buna göre konuĢalım. O zaman birkaç bin daha ilave ederiz.“ dedi. „Mesela kaç olur?“ diye sordum. „4 olur.“ dedi. Cevap: „Az olur. Ben davanın çabuk bitmesini istiyorum avukat hanım. O zaman altı olsun.“ Süreyya Hanım, „Ben sana birĢey söyleyim mi?“, „Buyrun kardeĢim.“ „Ben sana 15 bin TL para ödeyeceğim. Ama 3-4 ay sonra paranı bankadan alır, ilamı teslim edersin.“ Avukat, „Benimle dalga mı geçiyorsun? Ben 15 bin TL‟yi bir senede alamıyorum. Alamıyorsan iĢte al. KarĢına bir deli geldi. ĠĢi bitir, paranı al. Ancak sana bir teklifim daha var. O da Ģu. Ben sana bir vekalet vereceğim. Vekaletin altına bir not düĢeceğim. BoĢanma ilamını teslim edecek, 15 bin TL‟yi öyle alacaksın.“ Avukat bu teklifime tepki gösterdi ve dedi ki, „Vekaletnameye para yazılmaz. Noterde söylersen sana gülerler. Para alabilmem için ayrı bir vekalet verirsin.“ dedi ya, bu konuĢmasında avukat beni biraz da küçümseyerek saf yerine koydu. O nedenle ben tekrar ettim: „Bak avukat hanım! Vekalet iĢi benim sorunum mu yoksa sizin sorununuz mu?“ „Sizin kardeĢim, ama vekalete para yazılmaz.“ „Vekalete para yazılmaz diye bir kanun var mı avukat hanım?“ „Ġyi kardeĢim! Sen bildiğin gibi yap.“ Bu tartıĢmadan sonra yedinci notere gideceğim. YEDĠNCĠ NOTERDEYĠM Avukata söylediğimi baĢkâtipe de söyledim. O da ret etti beni. Ben ise iddia ettim, dedim ki; „Notere bir danıĢalım. Vekalete para yazılır mı yazılmaz mı?“ BaĢkâtiple birlikte noterin huzuruna gittik. BaĢkâtip, „Sayın noterim, bu arkadaĢ avukata vereceği vekaletnamenin altına ileride avukata ödeyeceği parayı yazdırmak istiyor. Olur mu?“ Sayın noter Ģu cevabı veriyordu: „Niçin olmasın?“ BaĢkâtip Halil Bey, „Ama sayın noterim, Ģimdiye kadar böyle birĢey yazmamıĢtık?“ Noter tekrar baĢkatibin yüzüne bir bakıĢ fırlattı. Noter, “Sen hiçbir Ģey bilmiyor musun? Ġnsanda biraz da kaynak olur. ġimdiye kadar hiç olmayan bir iĢ Ģimdi veya Ģimdiden sonra olmayacak mı? Daha düne kadar Türkiye‟de radyo yoktu. ġimdi niçin oldu? Bak, adam sana ne diyor? “Vekaletnamenin altına bir not düĢ. Avukat ilgili davayı kazanırsa ilamı ve bu vekaletnameyi ilgili bankaya ibraz edecek, hakettiği parayı çekecek.” diyor. Fevkalade bir düĢüncedir. Bu yazdığın yazıya para almıyor musun? Bunda ne var? Tamam sen vatandaĢın talimatına göre bu yazıyı yaz.” BaĢkâtip Halil Bey kör piĢman geri geldi. Daktilosunun baĢına geçti yazıyı yazmaya baĢladı ya diliyle söyleyemediği özürü kalbinin söylediği yüzünden belliydi. Neyse vekaletname benim isteğime göre yapıldı. Aldım avukatın yanına geldim. 336 Ölmeyen Çocuk Avukat da baĢkâtipten fazla birĢey değildi. Yüzüme bakıyor, kıpkırmızı kesiliyordu. Avukat hanım zaten kırmızı karıĢık sarıĢın tenli bir Bursa güzeliydi. Avukat Süreyya Hanım bereket Ģunu söyleyebildi: “Allah Allah! BirĢey daha öğrendik. Demek ki, bilmediğimiz daha çok Ģey vardır.” dedi. Beni oturttu, çay ısmarladı. Orada 50 yaĢlarında biri oturuyordu. O adam da ciddi görünümlü ama asık olmayan tatlı bakıĢlı bir simaydı. Döndü bana bir soru sordu: “Siz nerelisiniz kardeĢim?” “Ben Divriğiliyim Beyefendi.” “Sivas‟a bağlı Divriği mi?” “Evet Bey.” “Siz Alevîmisiniz?” “Evet Bey Alevîyim.” Adam hayretini gizleyemedi, tekrar sordu: “Yahu sizin aĢiretlerde aile boĢama olamaz. Nasıl olur? Anladığıma göre sizin de uzun bir evliliğiniz var.” Adam avukata döndü, “Süreyya Hanım, Alevîlik‟te aile boĢama yoktur. Olsa da pek nadirdir. Bunlar aile mevhumuna çok bağlı bir millettir.” Avukat cevap veriyordu: “Vallahi Beyefendi, Rıza Bey de Ģu durumuna göre bilinçli, kültürlü bir insana benziyor. ĠĢte bana getirdiği vekalette yazdığı konu kendisini ıspatladı. Buna göre boĢanmaya gerekçe olan sebepler vardır. Nitekim dosyada bayağı inandırıcı gerekçeler var. Biz müvekkilin ifadelerine göre yola çıkarız. Gerisi bizi ilgilendirmiyor.” Adam tekrar konuĢtu: “Tabi ki, siz kendi konumuzda haklısınız. Avukat hanım Ģu durumda bakın! KarĢınıza öyle bir insan geldi ki, belki de Ģu 20 yıllık avukatlığınızda böyle biriyle karĢılaĢmadınız. Nihayet siz de bir saat önceki iddianızda yenik düĢtünüz. Bu çok enterasandır. Bu nedenle ben Ģimdi Rıza Beyle bir konuĢmak isterim. Tabi ki, kendisi de kabul ederse. Ne dersin Rıza Bey, biraz konuĢalım mı?“ „Estağfurullah Beyim! Ben o kadar abarttığınız kadar öz konular hakkındaki bilgilere sahip değilim ama, siz istiyorsanız sayın avukatımın da baĢını ağrıtmayacaksak bir de müsaade ederlerse tabi ki; konuĢmak, muhabbet etmek hoĢ bir Ģeydir.“ „ġimdi izniniz olursa, ben önce avukatımla aramızda geçen konu hukuki bir konu olduğu için o konudan birkaç söz etmek isterim.“ Bey ve avukat ikisi birden, „Tabi ki, memnuniyetle dinleriz.“ dediler. „Efendim konferanslarda, panallerde konu olmayan, anlatılmayan ama anlatılması, konuĢulması gerekli olduğunu düĢündüğüm hukuklar vardır. Dikkat edersek konuĢmacılar hep kâğıt üzerindekilerini birbirinden devralarak değiĢik bir biçimde insanlara yansıtırlar. Ama hiçbir zaman insanın içinde yatan yazıya yansımamıĢ ya da yazıya dökülememiĢtir. Gizli hukukların araĢtırmasını yapmamıĢlardır. ĠĢte bazen de es kaza benim gibi bir zerreden duyulmamıĢ bir görüĢ ortaya çıktığında, kimse içine sindiremez, dikkate dahi alınmaz. Ben bunlara inanmasalar da gizli kalan, ama geçerli olan hukuki kaynaklar diyorum. Sayın muhterem Hz. Muhammed ve Hz. Ali Keremallahu Veçihenin Ģahsına 6666 ilahi vahiy indi. Zahiri alemde ancak ve ancak sözde 6434 tanesi görünüyor. Bunlar Allahu Teala„dan geldiği gibi yazılmıĢ mı? Hayır. Doğrudur, Kur‟an‟da bu sayı vardır. Ama kime göre? Hz. Muhammed‟e ve Hz. Ali‟ye göre değildir. Ġlk üç halifeye göre, Muaviyeye göre vardır. Nasıl mı? Aklı selim insanlara ilim sahibi insanlara bir soralım. Hz. Muhammed‟e ve aile efratına karĢı olan, olanlara saygı duyar mı? Böyle bir insan, onun yazdığı bir yasayı doğru yazar mı? Hz. Muhammed‟in öldüğünün sıfırıncı gününde bu üç halife icma yasası 337 Ölmeyen Çocuk hazırlamıĢlardır. Hz. Muhammed‟in yasasını ve de vasiyetnamesini ihlal etmiĢlerdir. HerĢeyi sil baĢtan kendi insiyatiflerine göre yazmıĢlardır. Kur‟an‟da olan doğrularda ise birçok kelime oyunları vardır. Ġyi üzerinde durarak, bir de tarihi kitaplarla karĢılaĢtırarak okumaz iseniz doğruyu bulamazsınız. Vasiyetnameyi değiĢterenler Allah tarafından günahkâr ilan ediliyor. Buna dair Kur‟an-ı Kerim‟in Bakara süresi ayet 181, maide süresi ayet 67, „Kim iĢittikten sonra vasiyetnameyi değiĢtirirse günahı onadır. Günahı değiĢtirenin boynunadır.“ buyurmaktadır. Vasiyetnameye karĢı çıkan, icamayı kuranlar ise yukarıda tarif ettiğim gibi ilk üç halifedir. Vasiyeti ihlal edip sıfır günde icmayı kuranlar, Hz. Muhammed‟in yazdığı yasayı doğru yazar mı? Hangi aklı selim buna inanır. Meğer bir menfaat karĢılığıdır. Binaenaleyh menfaatler tarih boyu gerçeğin önüne geçmiĢtir. Eğer böyle değilse aklî dengesi yerinde olanlar geliĢen hadiselere iyi dikkat etsinler. ġimdi sizlere bu kaynakları söylemedeki kastım Ģudur. ĠĢte Ġslâm„ın kuruluĢunda KureyĢiler ve Ebu Sufayanların sebep olduğu itilaflar Ġslâm„ı ikiye bölmüĢtür. Dolayısıyla Ġslâm Toplumu doğru yönlerde eğitilmemiĢtir. Bu kargaĢalı itilaflı yönetim Ģekli Türk Ġslâm Toplumuna da yansıtılmıĢtır. Binaenaleyh, ne acıdır ki; Türkiye‟de de iktidarlar A. üç hafileye, B. Muaviye düzenine, C. mezhepçi zihniyete, D. ġeyh„ül Ġslâm„ın ve Ebu-Suud‟un fetvalarına göre yönlendirilmiĢtir. Bu zeminleri kullananlar da iktidar olmuĢ, dolayısıyla Türk Halkı bir taraftan Arap, diğer taraftan Farısi kültürlerin etkisinde kalmıĢ, kendi dilleriyle doğru dürüst kimliğini tanıyamamıĢ, hep dejenere ve itilaflı ve kavgalı yaĢamalarından, bir türlü çocukluktan kurtulup Türk„e göre, Ġslâm„a göre eğitimlerini alamamıĢlardır. Bu durum halen var gücüyle de devam etmektedir. Dolayısıyla da hakim olmak, avukat ve doktor olmak yetmiyor. Ġnsan yönetmek için kültürel olgularla eğitim almaları gerekiyordu. Alevîlerin ise bütün bu baskılara, tenkitlere, sansürlere rağmen dedelerden aldıkları kültürel bilgileri diğer inanç gruplarına göre çok çok bilinçli ve insanî yönleri ağırlıklıdır. Olay budur efendim.“ Biz gelelim konumuza. Avukata davayı verdim ve bu kadar uzun muhabbeti yaptıktan sonra avukatın bürosundan çıktım. Tuzluçayır‟daki evime geliyordum. Tam eve 200 metre kala Divriği‟nin Höbek Köyünden komĢum Ali Akbıyık‟ın dükkanı vardı, bu dükkanın önünden geçerken komĢum Ali Akbıyık‟la karĢılaĢtım. Bana Ģunları sordu: „Yahu komĢu, senin kaç gündür buralardan gelip geçtiğini izliyorum. Fakat çok dalgın ve üzüntülü görüyorum. Ne oluyor? Kötü bir durum mu vardır? „ Ali Beye cevap: „Haklısın komĢu. Sormakta da haklısın. Çünkü biz hemĢehriyiz. Burada komĢuyuz ama birbirimizle içten bir diyaloğumuz yoktur. Hatta birbirimizi doğru dürüst yeterince tanımıyoruz bile. Bu nedenle sorduğun içinde teĢekkür ederim. Benim durumuma gelince biliyorsun ben 4-5 yıldır yurt dıĢındaydım. ġu anda da izinliyim. Üzülerek söylüyorum, mahkemelik bir durum vardı. DuruĢmada hakim davamı reddetti.“ Ali Bey merakla sormaya baĢladı: „Nedir Ağabey? Niye mahkemeliksin?“ Cevap: „Vallahi komĢu, sorma… Hanımla ayrılıyoruz. Bir yıldır devam eden duruĢmamızda bugün birkaç tane yalancı Ģahitin ifadelerine inanan hakim davayı ret etti. Bugün de ikinci bir davayı açmak üzere avukata verdim, oradan geliyorum.“ 338 Ölmeyen Çocuk Derken, Ali Beyin dükkanına girdik. Sohbet ilerliyordu. Ali Beyin sorusu: „Peki Rıza, ne düĢünüyorsun? Bildiğim kadarıyla senin dört çocuğun varmıĢ. Çok uzun hayat yaĢamıĢsınız. Bu davanın altından kalkmak senin için çok zor olmaz mı?“ „Sayın komĢum ve hemĢehrim, elbette zor olur. Hem öyle zor ki, umarım Allah kimsenin baĢına böylesi davaları vermesin.“ Ali Bey, „Bize düĢen, yardım edeceğimiz bir Ģey var mı?“ „Vardır tabi. Madem ki, sordun, söyleyim Ali Bey. Muhataplarım beni çok hırpaladı. Mahkemenin haksız yere ret edilmesi, yalancı Ģahitlerin dinlenmesi de bir baĢka yönden beni bazı kararları almaya zorladı. ġöyle ki. DuruĢmadan çıkarken Hanıma ve yanında gelen kardeĢlerine hitaben Ģunları söyledim: Bakın madem ki, siz böylesine sahte yönlere baĢ vurdunuz, bu davayı bugün iptal ettirdiniz, yarın iptal etmeye gücünüz yetmeyecek. Azami 6-12 ay içerisinde hem boĢanmıĢ hem de ben evlenmiĢ olacağım. Bu izinimde de niĢanlanmadan gitmeyeceğim. Bunu bilmiĢ olun.“ ĠĢte bu kararlarımdan yola çıktım. Ġki gecekondu evim vardı. Birini sattım. Onun bir kısmını avukatın hesabına yatırdım. Bir kısmıyla da evlenmeye kararlıyım. ġimdi hakkıma hayırlı birini bulunca niĢan yapacağım. Dava bitince de düğün yapıp götüreceğim. Olay budur. Sizlerin tanıdığı bir aile kızı varsa, bu yönde yardımcı olursanız memnun olurum. KIZ BAKMAYA GĠDECEĞĠZ / ALĠ AKBIYIK Sebep sebebüllahtır. Derdini söylemeyen derman bulamaz gibi atasözleri vardır. Demek ki, bu sözler gerçekmiĢ. Bak sen Allah‟ın iĢine. Ali Akbıyık‟la konuĢmamızın üçüncü bölümündeyiz. Ali Bey devam ediyor: “Ben sana bu yönde yardım ederim.” “Buyrun Ali Bey?” “Benim üvey ağabeyim vardı, Hasan Ali Ağabeyim. O sizlere ömür.... Onun bir kızı var. Ayağı az aksaktır. Annesi var, kardeĢleri var. Dilersen ben onlarla önce bir konuĢurum, sonra seni oraya götürürüm. Birbirinizi görürsünüz, olmaz mı?“ „Olur tabi, niçin olmasın? Aradan iki gün geçti. Ali Beyin dükkanının önünden geçerken bu defa, „Rıza Ağabey, ben yengemle görüĢtüm. Vaktin varsa bugün akĢam gidelim. Onlar Esertepe‟de oturuyorlar. AkĢam üzeri buraya gelirsin, gideriz.“ dedi. O gün akĢam üzerini bekledim. Bekledim ya o bir gün bana iki gün gibi geldi. AkĢamı iple çekmiĢtim. Bir taraftan „nedir, ne değildir“ diye heyecan, diğer taraftan 16 senelik bir evlilik hayatı sona eriyor. Beri tarafta dört tane çocuğun geleceğinin sorunu... Gerçekten her ne kadar bu davada haklılığımı kanıtlasam da önüme gelecek günlerin daha da zor olacağı gün geçtikçe beni daha çok düĢündürüyordu. ġimdi daha bir nikâh bitmeden diğer bir nikâhın temellerini hazırlıyordum. Artık ne mahkemelik olan davadan, ne de yeni yapacağım akitten ve vaadden geriye dönüĢüm olmayacaktı. Bu iki ağır, ağır olduğu kadar da sorumluluk taĢıyan iki ayrı mücadelenin altına giriveriyordum. Her ikisinden 339 Ölmeyen Çocuk de yenilmeden çıkıp, tekrar sıfırdan bir aile yuvası kurmak beni bekliyordu ve de düĢündürüyordu. ESERTEPE‟DEYĠZ Ali Akbıyık‟la Esertepe‟ye kızın evine gittik. Gittiğimiz evin yeri mahalleye göre iyi bir yerdi. Ama evde oturan küflet çok tabiatsız, periĢan görünümü olan bir aileydi. Dört yıl önce babaları ölmüĢ, anneleri oldukça bilinçsiz bir cahil insan. Ġki oğlan bir kız, bir de bakacağım kız olmak üzere dört çocuğu vardı. Oğlanlardam biri evli, diğeri askere gitmiĢti. Evde olan bir gelin iki çocukluydu. Bir de fakir halli bir bakkalları vardı. Geçimlerini bu bakkaldan sağlıyorlardı. Velhasıl bakacağımız kızın annesi tanıĢ çıktı. Bizim bir saat yakınımızda, 5-6 hanelik çok çetin bir yerde olan Hıdırlık Köyünden Garip Dede diye biri vardı. Bu muhterem Devlet Demir Yollarında bekçiydi. Bana kaynana olacak kadın onun kızıymıĢ meğer. Ben babasını tanıyordum. Meğer kızın annesi Gülbahar da bizim aileyi, eskileri tümden tanıyormuĢ. Kızla birbirimize baktık. Gülbahar Ana Ģunu söyledi: „Ben sizi tanıyorum oğlum. Sizi sorup araĢtırmama da gerek yok. Kızımla birbirinizi beğenirseniz, kızımı sana veririm ve de size güvenim vardır.“ dedi. Ve devam ediyordu: „Benim Ankara‟da kimsem yok. Siz birbirinizi beğenirseniz, benim Asri Mezarlıkta bir kardeĢim var. O gelirse, bu iĢ olur.“ KonuĢma sırası bana gelmiĢti. Beni götüren Ali Bey ve Gülbahar Anaya Ģunları söylüyordum: „Ben eski eĢimle halen mahkemeliğim. Dört tane çocuğum vardır. Fakir bir aileyim. Parası çoktur diye de güvenmeyin. Ama aç değilim. 39 yaĢındayım. Eğer iĢimiz olursa hemen düğün yapamam. Ama en erken 6 ay, en çok da 12 ayda iĢim biter. Gelir, nikâhı kıyarız ve götürürüm eĢimi.“ KonuĢmalarımız burada noktalandı. Ali Beyle oradan kalktık, Tuzluçayır‟a geri döndük. Ġkinci gün Tuzluçayır‟dan kalktım, Asri Mezarlığa gittim. Orada benim yakınlarım var. Kuluncaklı Cafer Dede vardı. Ve yine onun oğlu Hasan vardı. ĠĢin seyrine bakın ki, Hasan da istediğim kızın dayısıyla bacanakmıĢ. Tabi ben kendisini tanımıyorum. Hasan‟ın evine vardım. Orada biri oturuyordu, hoĢ beĢten sonra Hasan bizi tanıĢtırdı: Hacı CoĢkun. ĠĢin iki enterasan yönü vardı. Birincisi benim durumum. Daha nikâhlı olduğum hanımla resmen iliĢiği kesememiĢsin. Dört tane çocuğun var. Bu durum karĢısında evliliğe kalkacaksın. Ġkincisi iĢin daha baĢlangıcından sanki eskiden organize olmuĢ gibi. Bakmaya gittiğim kızın ailesinin tanıĢ çıkması, kıza önderlik yapacak olan dayısının benim yakınımın bacanağı olması. Diyebilirim ki, bu olağanüstü bir Ģanstır. ĠĢte bu nedenle ben de orada Hacı CoĢkun‟la tanıĢırken Ģunu söyledim: „Ġyi olacak hastanın doktor ayağına gelir. Galiba bu hayırlı iĢimizde bir uğur var gibi geliyor bana.“ Ben önce böyle bir misal söyleyince afalladılar ve „Ne o, yoksa bir hayırlı iĢin mi var?“ diye sordular. „Vallahi var ama iĢimi bitirecek zat buradaymıĢ. Sizin de bacanağınız olduğuna göre bu iĢ oldu demektir.“ 340 Ölmeyen Çocuk Derken bunları iyice merak sarmıĢtı. „Durun söyleyeyim de sizi meraktan kurtarayım. Evet Ģimdi bu evde benim bir yakınım olduğu ve de beni bilen bir aile için hemen konuyu samimi olarak söylemem gerekiyor. Değerli dayıoğlu Hasan, ben bir aile itilafı geçirdim. Dilerim Allah sizlerin ve hiç kimsenin baĢına vermesin. Yani ben hanımdan ayrıldım. Henüz mahkemem sona ermedi. Ama artık bir araya gelmemiz imkansızdır. Mutlak ayrılacağız. Hanımın taraflarıyla epeyce uğraĢtık. Benim aleyhime olan çok kötü geliĢmeler oldu. ġimdi ise ben bir hayırlısını bulup niĢan yapmak istiyorum. Durumum buyken Allah‟ın iĢine bak ki, iki gün önce Tuzluçayır‟da Ali Akbıyık‟la konuĢtuk. O bana söyledi. „Esertepe‟de ağabeyimin kızı var.“ dedi. Dün gittik ağabeyinin kızına baktık. Kızın annesi Gülbahar Ana da tanıĢ çıktı. Bizim aileyi çok önceden tanıdıklarını söyledi. Dolayısıyla kızla birbirimizi beğendik. Sağolsun Gülbahar Ana da kızının verilmesini kardeĢi Hacı‟nın üzerine attı. ĠĢte ben de Ģimdi Hacı Dayının yanına bu hayırlı iĢ için gelmiĢ bulunuyorum. Olay bundan ibaret.“ SÖZ HASAN BEYDE VE HACI COġKUN‟DA Önce Hasan Beyin konuĢması Ģöyleydi: „Vallahi bacanak, biz Rıza‟yı eskiden beri tanırız. Babamın dayıları oluyormuĢ. Aynı zamanda aynı soydanız. Rıza‟nın yalan, yanlıĢ söyleyeceğini hiç sanmıyorum. Biz aile olarak da fert olarak da bunlara inanır ve güveniriz. Madem baĢına böyle bir hadise gelmiĢ tabi ki, kendisi daha gençtir. Elbette evlenecektir. Kendisi de seni, ablanları tercih etmiĢ; gelmiĢtir. Ben de hem Rıza‟nın hem de sizin bir yakınınız olarak münasip görürüm. Artık gerisini siz bilirsiniz.” ĠKĠNCĠ OLARAK KONUġAN HACI COġKUN Hacı Bey de sağolsun çok olgun, sözünü, sohbetini bilen kiĢi olduğunu ortaya koymuĢtu doğrusu. Hacı Beyin konuĢması Ģöyle olmuĢtu: “Ablam öyle dediyse, oğlan kız da birbirini beğendiyse, bacanağım da münasip görüyor. O zaman bana ne düĢer? Zaten iĢ olmuĢ bitmiĢ sayılır. Ablam sağolsun beni arzetmiĢ, beni istemiĢ ise, bana da gidip kızın sözünü vermek düĢer. Kızın gönlü varsa, sen de onu beğenmiĢsin ki, buraya kadar gelmiĢsin. Peki bu iĢ ne zaman olacak?” “Vallahi Hacı Dayı ben gurbetçiyim. Benim zamanım çok kısıtlı. Bu nedenle yarın isterseniz siz Hasan Beyle gelin, isterseniz ben gelip götüreyim. Bunu siz tayin edin.” “O zaman biz yarın saat 13‟te bacanağın arabasıyla geliriz, siz de oradan doğrudan Esertepe‟ye gelin. Bu hayırlı iĢi Allah yazmıĢ ise kavuĢturalım.” Düğürlük iĢini de böyle bağladık. Ġkinci gün Ali Akbıyık, rahmetli Ġlyas Ördek, rahmetli Annem, hep birlikte Tuzluçayır‟dan bir araba tuttuk. Saat 13‟te Esertepe‟ye varmıĢtık. Esertepe‟ye vardık, 10 dakika oturduk, Hacı Dayı ve Hasan birlikte geldiler. Çaylarımızı içene 341 Ölmeyen Çocuk kadar benim götürdüğüm rahmetli Ġlyas Ördek ve Annem, Hacı CoĢkun ve Hasan hepsi birlikte tanıĢma sohbeti yaptılar. Çaylarımızı da içtik bitirdik. Artık kız isteme zamanı gelmiĢti. Ġlyas Ördek baĢladı: “Saygıdeğer Hacı Bey ve Gülbahar Ana, sizler birbirinize yakın köylü olmakla beraber aynı zamanda her iki taraf da dededirler. Ben önce Ģunu söylemek isterim ki, Rıza Dedeyi ben 1960‟dan beri tanırım. Tek sözle Ģunu söylemek istiyorum. Sizin kızınızın Ģansı varmıĢ. Zira Rıza Dede Ģu anda bana direk kızına düğürüm deseydi, tek bir cümleyle ben kızımı Rıza Dedeye verirdim. Ama sizin kızınızda benim kızımdır. ġimdi Allah-u Teala yazdıysa kızınıza Rıza Dede için düğürüz kızınıza.” Kız tarafı beĢ dakika düĢündüler, Gülbahar Ana ve kardeĢi Hacı Dayı diğer odaya gittiler, kızı çağırdılar. 15 dakika felan konuĢtular ve geldiler. Ġlyas Ördek yüzlerini güleç görünce isteği yeniledi: “Ben durumu iyi görüyorum. Onun için Allah‟ın ismiyle bir daha yineleyeceğim. Saygıdeğer Hacı Bey ve Gülbahar Ana, Allah‟ın emriyle Peygamberimiz sellellah-u teala Aleyhi Vesselam‟ın emriyle kızınız Yeter‟e Rıza Dede için düğürük.” Kızın annesi Gülbahar Ana, “Ben söz hakkımı kardeĢim Hacı‟ya verdim. O kendisi bilir.” dedi. Hacı CoĢkun, “Allah yazdı ise, ben de yeğenimin sözünü veriyorum.” dedi. Bizim taraftan Ġlyas Ağa, Annem ve ben kalktık hepimiz bir birimizle nizamlı intizamlı olarak görüĢtük, böylece kızın sözünü almıĢ olduk. SIRA ġERBET ĠÇMEYE GELMĠġTĠ Kız sahibinin kendi bakkalları vardı. Lüzumlu malzemeleri bakkaldan aldım. ġerbetimizi de içtik. Böylece niĢanın birinci temelini atmıĢtık. Sıra geldi ikinci aĢamaya. Ġkinci aĢamayı ben kendilerine söyledim. “Ġki gün sonra Hacı Dayıyla birlikte kızı görmeye geleceğim. Bu nedenle haberiniz olsun istedim.” Onlar da “tamam” dediler. ĠĢ kaldı, iki gün sonra Hacı CoĢkun‟la randevulaĢtık, Ulus‟ta birleĢtik. Ulus‟ta Zincirli Camiden Sümerbank tarafına doğru giderken o arada bir çiçekçi vardı. Hanımın dayısı Hacı CoĢkun‟a dedim ki, “Dayı, zamanı kayıp etmeden sen burada yeğenine bir çiçek yaptır. Ben yeğenine bir esans kokusu alayım, geleyim.” dedim. Ben 50 metre ileride Eyüp Sabri mamüllerini satan bir yer vardı. Oradan bir esans Ģisesi aldım, çiçekçiye geldim. Hacı Dayı da çiçeği yaptırmıĢtı. Çiçeğe baktım beĢ tane kırmızı gül yapmıĢlardı. Dedim ki, “Dayı, bu beĢ tane gülle niĢanlı görmeye gidilmez. Ben niĢanlıma öyle bir çiçek yaptırmalıyım ki, orada hem kendi ailesinin içinde, hem de ziyaretlerine gelecek olan eĢin dostun dikkatini çekmeli. Hem de bir hatıra Ģeklinde olsun.” O da, “Olur yeğenim, sen bilirsin.” dedi. Ben çiçekçiye böylece söyledim. Çiçekçi “Olur ağabey, biz satıcıyız. Bizden nasıl istersen onu öyle yaparız.” dediler. Bir baktım bir küp saksısına benzer çanak gösterdiler. YaklaĢık 20 santimetre, yuvarlak bir saksı onun için. Hatırımda kaldığına göre her cins çiçekten beĢ veya yedi adet olmak üzere yedi deste yani 42 adet çiçek ve de içini, etrafını da baĢka otlarla doldurup süslediler. Martava atmak gibi olmasın, 342 Ölmeyen Çocuk bugünkü parasıyla onu ancak 75 milyon TL‟ye ancak yaptırabilirsiniz. Bu değerde bir çiçek yaptırmıĢtım. Binaenaleyh altı ay sonra düğün yapmaya geldiğimde çiçek niĢanlımın odasında hala duruyordu. Zira eğer Türkiye‟de ikamet ediyor olsaydım, o çiçeğin kurusunu ömrüm boyu saklardım. Çiçek yaptırma anım da böyle olmuĢtu. Dönelim sonrasına. NĠġANLI GÖRME NiĢanlı görme Anadolu insanında çok değer verilen bir gelenekti. Tabi ki, çok yörelerde imkansızlıklar nedeniyle fazla değerlendiremezlerdi. Zira Anadolu köylüsü niĢanlı görmeyi kız babasından ve de evde bulunan ya da komĢu büyüklerinden gizli tutarlardı. Bu görüĢ Anadolu Halkının terbiye ve utanma duygularıydı. Bu da bir nevi saygı gereğiydi. Anadolu Halkında kız ve oğlan birbirlerini görücü usülüyle beğeniyorlardı. Ama yukarıda tarif ettiğim gibi sözleĢmenin hemen ikinci raundunda yukarıda niĢanlıların birbirini görme usulü ile oldu ve aile de eskiden birbirini tanıdığı için bu iĢ oluverdi. Bu görüĢme esnasında niĢanlılar saatlerce her hususlarını karĢılıklı konuĢacaklar, anlaĢacaklar. Eğer aralarında kayda değer bir anlaĢmamazlık çıkarsa, ailelerde fazla bir harcama ve gün kayıp etme yönünde fazla bir yatırım yapmadan iĢin birinci basamağından geri dönebilecekler anlamını taĢıyordu. Bu görüĢe göre kız ve oğlanın bu birinci görüĢmesinde böylece tam niĢanlanma temelini atmıĢ oluyorlardı. Sonrasında da iĢ ikinci aĢamaya yani tam niĢan yapmaya gelinip yüzük takmaya kalıyordu. Biz ise bu niĢanlı görme ananesine uymuĢ, bu aĢamayı da burada noktalamıĢtık. Temmuz 1976. DÖRT ÇOCUĞUMUN PASAPORTLARININ ÇIKARILMASI Dört çocuğumun pasaportlarının çıkarılması ve niĢan için vesair ihtiyaçların karĢılanması için evi sattığımı ayrıca cebimde sadece 50 liram kaldığını yukarıki anımda yazmıĢtım. TERCÜMAN Ankara Kızılay Atatürk Bulvarı güzergahında eski gökdelen binasını 5 bina geçtikten sonra o aralarda Alman uyruklu kocası olan bir Türk tercüman vardı. Birinin tavsiyesi üzerine gitmiĢtim. Yalnız kadının ismini yazmayı ihmal etmiĢim. Bu tercüman hanım dedi ki, “Ben bu senin kayıtlarını altı günde getiririm.” Benim de on günüm kalmıĢtı dönmeye. Bu altı gün zarfında, bir komĢum vardı 1981-92 yıllarında hem kendisi hem de karısı öldüler Allah ikisini de rahmet eylesin, daha evi satmadan ondan bir miktar ödünç para almıĢtım. Gerçi Almanya‟dan kayıtlarım felan gelmeden evi satmıĢ, paranın 15-20 binini almıĢtım. KomĢudan aldığım borçla o sıkıntılı günlerimde iĢim çabuklaĢmıĢtı. ġimdi altı gün sonra, hatta altıncı günün öğlden sonrasında kayıtları tercümeden almıĢtım. Bu esnada ve iĢimin düĢtüğü 343 Ölmeyen Çocuk makamlarda üç yerde zorlukla ve problemlerle karĢılaĢtım. Birinci problem muhtarlıkta çıkmıĢtı. HASAN TĠMĠSĠ - TUZLUÇAYIR MUHTARIYDI Hasan Timisi‟ye ilk muhtarlığında oyda vermiĢtim. Ġki devre muhtarlık yapmıĢtı. Yalnız muhtarlık yaptığı devrede mahallede birçok yolsuz hareketleri olmuĢtu. Ben ise bazı yerlerde bu nedenlerle Hasan Timisi‟yi yermiĢtim. Demek ki, benimle konuĢan bazı arkadaĢlarım benim eleĢtiri mahiyetinde konuĢmalarımı kendisine muhbirlemiĢler. O da bu muhbirleri dikkate almıĢ ki, sonunda ve benim kendisine iĢim düĢtüğünü fırsat bilerek duyduklarını bana karĢı koz olarak kullanmıĢtı. Timisi ailesi Tuzluçayır Kartaltepe Mahallesinde oturuyordu. O sıralarda da gayri meĢru bir aile ile kaldığını öğrenmiĢtim. Ama o konu beni ilgilendirmez diye düĢünüyordum. Ama öyle bir durumda belki de morali bozuk olabilirdi. Binaenaleyh muhtarın kapısına kâğıtları mühürletmeye gittim. Evin karĢısında Sadık isminde 4050 yaĢlarında bir bakkal vardı. Ona sormuĢtum. Muhtarın evde olduğunu söylemiĢti. Hasan Timisi‟nin ziline bastım, kapıya vurdum, bir türlü kapıyı açmadı. Saat 8-9 sularında kapıya gittim. Tam 12‟ye kadar kapıda bekledim ve dolaĢtım. Hasan Bey mümkün değil kapıyı açmadı. Sadık Beye bir daha gittim, durumu anlattım. Sadık Bey dedi ki, „Dur bakalım, benim bir adamım gelecek. O zaman belki kapıyı açtırırız, senin iĢini de yapar.“ dedi. Saat 12‟yi geçmek üzereydi. Sadık Beyin adamı geldi. Ben de beraberinde kapıya yaklaĢmıĢtım. Sadık Bey kâğıtlarını aldı, kapıya vardı. Hasan Timisi kapıyı açtı. Ben haklı olarak „Hasan Bey ben saat sekizden beri kapıda bekledim. Kapıyı açmadın. Biliyorsun ki, yurt dıĢındayım, zamanım yoktur.“ Bu cümledeyken Hasan Bey hörledi. Üzerime geliyordu ve Ģu kelimeleri sarf ediyordu: „Siktirol git Ģuradan. ġimdi seni ezerim.“ gibi küfürlerle hücum ediyordu. Bakkal Sadık Bey bir taraftan bana sesleniyor, „ArkadaĢım buradan uzaklaĢ.“ diyordu. Bir taraftan da Hasan Beyi tutuyor ve sakinleĢtirmeye çalıĢıyordu. Tabi ki, artık benim iĢimin görülmeyeceği kesindi. Ama Hasan Timisi bu hakareti niçin yapıyordu? Hasan Timisi, Mustafa Timisi ailesi, 1957‟den bu mazinin olduğu temmuz 1976 tarihine kadar, çok iyi tanıdığım bir aileydi. Yani benim bir eleĢtirim kulağına gitmiĢ olsa bile bu kadar hakaret yapmasına gerekçe olamazdı. Zira kendisi hala muhtardı. Maalesef hadiseyi kaleme aldığım 13 Mart 1999 bu tarihe kadar hala düĢünüyorum. Hasan Timisi‟nin o duruma niçin düĢtüğünü hala merak ediyorum. Haketmediğim bir hakarete maruz kalmıĢtım. Bu nedenle hala üzgünüm. Timisi‟ye karĢıda öfkem geçmiĢ değildir. Kendileri de hala yaĢamaktalar. Velhasıl Timisi‟den payımı aldım. Orada Tuzluçayır yol ağzında iyice tanımadığım, birkaç defa merhaba dediğim bir komĢuma mevzuyu anlattım. O da bana Tuzluçayır‟da baĢka bir muhtar tarif etti. O da Tuzluçayır yol ağzından AbidinpaĢa‟ya giden anayol güzergahında hemen 100 metre ilerideydi. Oraya gittim. 344 Ölmeyen Çocuk Adam hemen buyur etti, çay ısmarladı. Evraklarımı aldı, hepsi 30 dakika bile sürmeden bitirdi. 3 lira aldı, „tamam“ dedi. Hasan Timisi‟ye ödemek için 10 lira ayırmıĢtım. Tabi ki, o günüm zayolmuĢ gitmiĢti. Pasaport için emniyet sarayına o gün daha gidemezdim. Fakat bir iĢim daha vardı ki, o hepsinden zordu. Kızım Aliye… Aliye‟yi annesinin sakladığı evi biliyordum. Saat 13 sularıydı. Doğru Mamak karakoluna indim. Bereket, kızın nüfus kâğıdı bendeydi. Hemen iki satır yazı yazdım, kızımın kurtarılmasını talep ettim. Ġyi bir baĢkomisermiĢ. Derhal iki tane ekip arabası tahsis etti. Arabaların ikisinde yaklaĢık sekiz tane polis vardı. Bir saat sürmeden yukarıda isminden sözettiğim hanımın büyük Ağabeyinin oğlu olan, okuttuğum çocuk, Kasım TaĢkıran„ın evine ekip arabalarını götürdüm. Polisler içeri girdiler, kızımı ve kendisini aldılar, arabaya bindirdiler. Yolda karakola giderken kızımı 12 gün evinde sakladığı halde aracı insanları gönderdim. „Kızı benim evimde yok.“ dedi, vermedi. Bu nedenle, bir baba olarak öfkemi dökmek istedim. Kasım ise suçlu olduğunu bile bile bana terki edep sözler söylemeye baĢladı. Polis kendisine hakettiği kelimelerle karĢılık verince sesini kesti. KASIM TAġKIRAN: NANKÖRLÜĞÜN TAM DANĠSKASI Askerliğimi yapıp geldikten sonra ve 1957-1958 öğretim yılında köyde eğitmenlik yapmıĢtım. ĠĢte bu yıl Kâzım‟a ilkokul biri okuttum. Ġkinci yıl ise kendi özverilerimle köyde okul sıraları yapmıĢ, mahalli odalar tutmuĢ, köye resmi öğretmen getirmiĢ, aynı Kasım‟ı ve diğer çocukları da milli eğitimin ilköğretimi müffettiĢi sayın Necdet Eke nezdinde olmak üzere Kasım‟ı üçüncü sınıfa, diğerlerini de hakettiği sınıflara geçirtmiĢtim. Bu anımın Kasım‟a ait ön bölümünü daha önceden bahsetmiĢtim. Kasım‟la olan anılarım bu yazdıklarımla bitmedi. Ankara‟da ve evimde okuttuğum zaman bir gün aile sohbeti yaparken, bu Kasım bana haĢa peygamber gibi değer veriyor, elimi öpüyordu. Ben ise, „Bu kadar müfrit olmayın!“ diye izah ederken, bana „EniĢte, sen benim babamsın, anamsın.“ ve daha da ilahlaĢtırarak çok müfrit kelimeler söylemeye baĢlamıĢtı. Ben tekrar Ģunu söylemiĢtim: „Bak Kasım, tarihimiz bu tür hadiselerle doludur. Sen ileride müstakil bir aile olup yuvanı kurduğun, hayata geçtiğinde icabı hallerde bana kötülük etmez isen, bana en büyük iyiliği etmiĢ olursun.“ Sözlerime karĢılık Kasım tekrar, „Sayın EniĢte, beni babam kovdu. ġimdi sen beni ailemle birilkte evine aldın, barındırıyorsun ve okutuyorsun. Beni baĢkalarına benzetme. Namusum hariç sen bana ne yaparsan yap, kemiklerimi dahi doğrasan, bir çuvala doldursan, benim elim dilim sana karĢı dönmez.“ diyen aynı Kasım„dı. Benim ayrıldığım kadın Kasım‟ın sadece bibisi, bir deyimle de teyzesi oluyordu. Binaenaleyh yukarıdaki sayfalarda anlattığım gibi Teyzesi benim 16 yıllık ailem, dört çocuğum var kendisinden. Ailemi iĢçi yapmıĢım ve çocuklarım da benim yanımda, Teyzesinin yanında değildir. Görülüyor ki, Kasım‟ın Teyzesini sahiplenip benim kızımı saklamaya ve bana hakaret etmeye hiçbir gerekçe ve sebep yoktur. Ama niçin bu cani durumuna 345 Ölmeyen Çocuk düĢüyor ve bana terk-i edep sözlerle hakaret ediyor? Tek bir cevabı vardır. A. okuttum, B. hanımıyla birlikte evimde üç yıl yedi, içti, okudu, memur oldu. Dönelim karakol hadisesine. Kasım, kızım ve ben karakolda baĢkomiserle karĢı karĢıyayız. BaĢkomiserin ilk söylediği cümle: „Sayın Rıza Bey, bu kız senin mi?“ „Evet Bey.” “MaĢallah! Kızın giysisine bak, bir de kendine bak.” Komisere cevap: “Sayın BaĢkomiser, benim düĢünceme göre normal bir baba sırtında yük taĢıyan bir hamal da olsa, yine çocuğuna sizin de taktir ettiğiniz bu elbiseyi giydirmez, mamafih çocuğumu 12 gün gizleyip de sonunda karakol gücüyle bu çocuk bu adamın elinden kurtarıldıysa gerisi malumdur.” BaĢkomiserin ikinci konuĢması: “Sayın Rıza Bey, Ģimdi ben sana savcılık tutanağı yazacağım. “Kızını Kasım TaĢkıran 12 gün evinde hapsettiği ve baba Rıza ġahin‟in karakolumuza baĢvuruĢuna karĢılık iki tane polis ekip arabası mahal yerine gitmiĢ, seninle Kasım TaĢkıran‟ın evinde kızı bulmuĢ ve beraberinde karakolumuza getirilmiĢ olup, iĢbu tutanağımızla keyfiyet makamınıza sanıkla birlikte sunulur.” Ģeklinde yazacağım. Bu adamın elini de kelepçeleyip gönderiyorum.” BaĢkomisere ikinci yanıt: “Sayın BaĢkomiser, karĢımda görünen, görüldüğü gibi daha da ağır cezalara layıktır. Ben de iyi biliyorum ki, bu sanık bu yaptığına karĢılık en az üç ay yatar veya aradan 45 gün geçtikten sonra ben de bu sanık hakkında maddi manevî tazminat davası açarım. Hatta avukat tutar hapisliğini de talep ettiririm. Fakat Ģu anda kızımı kurtardım. Bundan böyle de bu tür insanı karĢıma alıp muhatap olmayı istemem. Ancak kendisine bir sözüm var. Hiç olmazsa bundan sonra insanlığı öğrensinler.“ Kasım TaĢkıran Ģu kelimeyi sarf ediyordu: „Ġnsanlığı sen öğren pezevenk!“ BaĢkomiser tenkit ediyordu: „Sus ulan hayvan! ġimdi seni atarım nezarete, eĢek sudan gelene kadar dayak attırırım. Ulan hayvan! Adamın sana yaptığına bak, sen ise hala kendi kabiliyetini iĢliyorsun.“ Neyse bu anımda Kasım TaĢkıran‟la karakolda noktalanmıĢtı. Temmuz 1976 - Mart 1999 Ankara. EMNĠYET SARAYINDAYIM: BAġKOMĠSER ZEKĠ BEY Pasaportları almak için bütün evraklarım tamamdı. Emniyet sarayında form aldım, doldurdum, pasaport komiseri Zeki Beye götürdüm. Zeki Bey evrakı eline aldı: „Evraklar tamamdır. Fakat bu formda yazılı çocukların annelerinin imzaları yoktur. Annelerinin imzaları olmayınca da çocukları yurt dıĢına çıkaramazsın.“ Komisere izahım: „Sayın Komiser Bey, annelerinden ayrılıyorum. Kendisi de izindeydi. Bir hafta önce buradan çıkıĢ yaptı. Dosyaya bakarsanız dosyada bu çocukların üç tanesi ve anneleri pasaport muamelesi gördüler. Ancak ben çocuklarla birlikte kalayım diye kendi düĢüncesine göre pasaportlarımızı çalmıĢ götürmüĢler. Dolayısıyla çocuklarımı burada bırakacak kimsem de yoktur. Bu çocuklarımın pasaportlarının verilmesi lazımdır ve de almak zorundayım.“ BaĢkomiser direniyordu: „KardeĢim sen bana iĢ mi öğretiyorsun? Veremem dedim, anlamıyor musun?“ Komisere cevap: „Sayın Komiser ben sizi kırmak istemiyorum. Ben bu pasaportları alırım. Hem de Ģimdi alırım.“ diyorum. Komiser 346 Ölmeyen Çocuk Zeki Beyle tartıĢtıktan sonra evrakları aldım götürdüm. BaĢmüdürün kapısında bir de nöbetçi asker vardı. Asker beni sorguya tutarken, hırsımdan onu da dinlemedim, kapıyı ittim, odaya girdim. Nöbetçi emniyet görevlisi bağırıyordu, Müdür; „Bırak bırak gelsin. Görmüyor musun? Beyin rengi değiĢmiĢ.“ Ben içeri girer girmez dosyayı müdürün önüne hırslıca bıraktım. „Ne var? Hadise nedir kardeĢim?“ „Sayın BaĢmüdürüm, bu çocukların anneleriyle ayrılıyoruz. ġu durumda mahkemedeyiz. Anneleri komple pasaportlarımızı çaldı götürdü. ġimdi ise benim çocuklara bakacak kimsem yoktur. Yurt dıĢında anneleri de, ben de iĢçiyiz. Ġnanın pasaportları vermezseniz bu çocukların dördünü de emniyetin kapısından içeri atıp gideceğim. Sayın BaĢkomiser beni huzurundan kovmuĢtur. Buyrun yardımınıza ihtiyacım vardır.“ „Seni kovdu mu?“ „Evet“ „Hangi komiser bu?“ „Pasaport komiseri Zeki Bey.“ Bunu duyunca Müdür Bey kalktı, dosyayı eline aldı. BaĢkomiserin karĢısına geldi, dikildi. ġöyle bir yüzüne baktı. „Zeki Bey!“ diye seslendi. Zeki Bey yakasını toparladı. „Buyrun BaĢmüdürüm.“ „Bu adamın pasaportlarını niçin vermiyorsun?“ „BaĢmüdürüm annelerinin imzası yoktur.“ „Anneleri yurtdıĢında iĢçiymiĢ. Sana bunları anlatmadı mı?“ „Anlattı BaĢmüdürüm.“ „Bu ailenin dosyasını al getir bakalım.“ Dosya geldi, BaĢmüdür baktı: „Peki sen bu dosyaya bakmadın mı?“ „Hayır BaĢmüdürüm.“ „Baksana bu çocukların anneleri çıkmıĢ, yurtdıĢına gitmiĢ. Bu adam Ģimdi nerde bulsun anneyi? Bak ne diyor? Çocuklarını getirip buraya terkedeceğini söylüyor. Sen bakar mısın dört çocuğa?“ „Efendim?“ BaĢmüdür bir daha komiseri itiraz etmeye fırsat vermeden „Efendiye felan dedirtme. ġimdi sen ne biçim baĢkomisersin? Bu adam nereye bırakacak çocuklarını? Görmüyor musun, ailenin hepsi Almanya‟da, hepsi muamele görmüĢ. Eski kayıtlara göre yeniden pasaport çıkaracaksın. Bu adamın sadece dört günü kalmıĢ. Çabuk al evrakları. Eline al, yarım saatte pasaportları hazırla. Kendin dolaĢtır, bana getir. Beye bir çay ısmarla, otursun burada. Görmüyor musun, adamda renk felan kalmamıĢ. Dört tane çocuk baĢına kalmıĢ. Sen olsan ne yaparsın? Çabuk muameleyi yaptır getir.“ BaĢkomiser alacağını aldı BaĢmüdürden. Çayımı ısmarladı, beni oturttu, 15-20 dakikada iki tane pasaportu hazırlamıĢ, aldı getirdi. Çocukları komple bir pasaportta toplamıĢ, bana da ayrı bir pasaport, iki tane pasaportu almıĢ geldi. „Hadi BaĢmüdüre birlikte gidelim.“ dedi. Ben de çayımı içmiĢtim. Gerçekten çok fena olmuĢtum. 25 gündür dolaĢıyorum, 4 çocuk üzerimde, Hanım çekmiĢ gitmiĢ, gece gündüz uyku dahi uyumuyorum. Hiç kimse, yardım eden yoktur. Komiserle birlikte BaĢmüdüre gittik. BaĢmüdür pasaportları imzaladı, „Al kardeĢim.“ dedi. „Hadi! Canını sıkma, geçmiĢ olsun.“ dedi. BaĢkomisere gelince, o da beni uğurladı: „Kusura bakma, hadi güle güle!“ dedi. Böylece kavgayla pasaportları aldım elime. HEY GĠDĠ DÜNYA Kafirin korkusu Ali‟den olurmuĢ. Durumun biraz periĢansa, biraz da iĢ bilmiyorsan, ağzın da laf yapamıyorsa, yandı çıran. Koridorlarda dolaĢ dur. Ona 347 Ölmeyen Çocuk yalvar, buna yalvar. Ya da pasaport komiseri muameleyi yapıp pasaportları vermediyse, çocukları mahalle ortasında bırakıp kurda kuĢa yem olursun. Bu sefer de çevre içerisinde dedikodu alıp yürüyecekti: „Ulan Ģunlara bakın hele, anne bir tarafa, baba bir tarafa gitmiĢler, dört çocuğu kendi baĢına bırakmıĢlar. Bunlar nasıl anne babalar.“ felan, laf mı yok, uydurup uydurup konuĢurlar. ġöyle yeter ki, sen paçayı ele ver. Böylece pasaport davası halloldu. KONSOLOSLUK Konsolosluğa pasaportları vize yapılması için baĢvurdum. Konsoloslukta yaklaĢık 500 kiĢi vardı. O sıralarda numaralı fiĢ veriyorlardı. ĠĢin aksi tarafı tam uçağa bineceğimiz güne fiĢ verildi. Biz uçağa öğleden sonra 14.30‟da bineceğiz. Vize saati saat 9 yazıyor ama nafile... Sabah saat 8.30‟da kızım Firdevs‟le birlikte konsolokluktayız. Bu arada evde tüm hazırlıkları yaptım. Sadece çocukları evden alıp havaalanına gideceğiz. Ama en geç bir saat önce hava alanında olmamız gerekir ki, eĢyalarımızı bagaja vereceğiz. Buna göre konsolosluktan eve, evden hava alanına yani Tuzluçayır Mahallesinden hava alanına iki saat zaman lazım. Konsolosluktaki iĢimizin en geç 11-12‟de bitmesi lazım. Bizim konsolosluğa gitme sıramız ise uzuyordu. Konsolosluk toplantıda diyorlar, halk bekliyordu. Saat 11‟i geçti. On ikiye doğru yaklaĢıyordu. Kızımla benim iyice canı sıkılmaya baĢlamıĢtı. Kızım durmadan bana yanaĢıyor, ağlıyor, „Baba ne olacak bu iĢ, burada mı kalacağız? Hala bizi almadılar.“ diyerek ve haklı olarak sıkıĢıyor. Son bir daha kapıda duran polise gittik. Kız dedi ki, „Bizim uçağa binme saatimiz geldi. Evde çocuklar var. Onları evden alacağız ki, oradan da hava alanına gidelim.“ Bu Ģekilde konuĢurken polis ise Ģunları söylüyordu: „ġimdi toplantı bitince bu sefer de öğle tatili olur ve sizin iĢiniz saat 13‟e kalır.“ der demez kızım kriz geçirdi. Kendini attı yere. Bu durum karĢısında ben kızımın üstüne kapandım. Bir polis biraz su getirdi. Kızın yüzüne serpiyordu. O arada kıza, „KardeĢim kendini serin tut, ben hemen seni konsolosluğa söz veriyorum, götüreceğim.“ diyordu. Neyse ki, biri ve ben iki kiĢi kızın koluna girdik. Polis pasaportlarımızı eline aldı, gittik, böylece pasaportlarımıza vize yaptırabildik. Saat 12‟yi 10 felan geçiyordu. Hemen oradan kızımla bir taksi tuttuk. Taksiciye dedim ki, „KardeĢim bizi Tuzluçayır‟a, oradan da havaalanına götüreceksin. Ona göre bizi uçağa yetiĢtirmen lazım.“ O da sağolsun, „Merak etme ağabey, kavuĢtururum, üzülmeyin.“ diye bize metanet veriyordu. Çankaya‟dan Tuzluçayır Mahallesine yollandık. Tuzluçayır‟da eve vardık. Evde üç çocuğum var. Yanımdaki 16 yaĢındaki kızım hariç 12 yaĢında Aliye, 7 yaĢında Garip, 4 yaĢında Ayselih. Eve geldik bu çocuklarım da bizim geç kalmamıza üzülmüĢler. Üçü bir araya gelmiĢ ağlıyorlardı. Onlara kavuĢtuk, eĢyalarımızı aldık. Aynı taksiyle yola çıktık. Böylece bir kedersiz hava alanına varmıĢ bulunuyoruz. Hava alanına vardığımızda bagaj giĢesine yük veren son yolcu olduk. YaklaĢık 10-15 dakika daha gecikseydik, bagaj alma kapanacaktı. Haliyle biz de belki iki belki 3-4 gün gecikecektik ve periĢan olacaktık. Bu uçağımız ise ara uçağıydı. Normal ve 348 Ölmeyen Çocuk de Hamburg‟a direk uçak bulamamıĢtık. Zeynep sadece pasaportları değil, pasaportların arasında gidiĢ dönüĢ biletlerimizi de götürmüĢtü. Dolayısıyla çocuklarımın annesi olan Zeynep beni maddi yönden de çok periĢan etmiĢti. Örneğin sadece Lufthansa„nın uçağından 4-5 kiĢinin bileti 1.300 DM karĢlığında idi. Yani o bir ayın bana açtığı maddi harcama 5 bin DM idi. Bu da ne oldu? Evimizi satmaya sebep oldu. Anımın bu noktasında Ģunu da vurgulamam gerekiyor ki, hanımım Zeynep bu cümlelerdeki olayı çevresine Ģöyle yaymıĢtı. Banka hesabında 4 bin DM varmıĢ. Ben bu parayı almıĢım, kendisine vermemiĢim. Oysa ki, gerçek bu değildi. Bir defa Zeynep‟le evimiz, yeme içme harcamalarımızı ayrıdığımızda Zeynep 1.5 senelik iĢçiydi. Zaten evimiz ayrıldığında bankadaki hesap numaralarımız da ayrılmıĢtı. Yani kendisini izine gönderirken bu ayrılık oldu. O zaman ikimizin hesabında 8 bin DM vardı. Bu paradan kendisinin uçak bileti, ve saire harcayacakları; benimki hakeza hesapta 2 bin DM„nin üzerinde bir para kalmıĢtı. Gelelim bu 8 bin markın çoğunluğu kime ait olduğuna Zeynep 1.000 DM alıyordu. Ben ise 2.500 DM alıyordum. Bu gelirimizin 500 markını çocuk parasına aylık vergi kesintilerine sayarsanız bankadaki 8 bin DM‟nin 6 bini bana 2 bini de Zeynep‟e ait oluyordu. Gerçek buyken yine bu paranın 3 bin DM Zeynep almıĢtır. 5 bini de bana kalmıĢtı. Yine öbür ay devrenin harcamaları ortak olması gerekirken çocuklarınkiyle birlikte hepsi benim boynuma binmiĢti. Yine bu anımda gerçeğin bir noktası da Ģu idi. Ben çocuklarım adına Zeynep ise sırf kendi adına uğraĢıyordu. Bu kanıtı da yukarıda bahsettiğim gibi Zeynep pasaportları biletleri kaçırırken bir veya iki çocuğunu da alıp götürebilirdi. Kendisi kızımızı yeğeninin evine gizleyip kendisinin tek baĢına dönmesi tam manasıyla anlamsızdır. Kendi kendini koruyup çocukları ve beni periĢan etmek amacıydı? ÇOCUKLARLA BĠRLĠKTE Hamburg‟a vardık. ġtransaze caddesi 200 Hamburg 11 no 15 numaralı bir evdeyiz. Hemen Aliye‟yi bir okula koydum. Firdevs‟te sanat okuluna devam etmeye baĢladı. Garip ise Türkiye‟de yatılı okulda olduğu için tatildeydi. Ayselih‟le onu da yuvaya vermiĢtim. Zira sekizinci ayda Garip yatılı okula dönecekti. Bu Ģekilde yerleĢtik. Dönelim tekrar Zeynep‟in durumuna. Kendisi bir hemĢehrimizin odasında oturuyordur. Oturduğu yer iyi değildi. Kendisine iki odalı bir ev buldum. Bu evden iĢ yerine vasıtaya binmeden gidip gelebiyordu. Çok rahat bir yerdi. Bu evi tuttum. 12 yaĢındaki kızımız Aliye‟de akĢamları yanına gidecek birlikte yaĢıyor gibi görünecekti. Bu Ģekilde kendisiyle herĢeye rağmen konuĢup anlaĢtık. Devam ederken birde baktım bir akĢam bana bir telefon geldi. Bu kızım Aliye‟ydi. Diyordu ki baba Bayram Dayım geldi. Seni buraya çağırıyor diyordu. AkĢam Bayram‟ın yanına gittim. Bayram iki konu için beni çağırmıĢtı. Birisi bizi birleĢtirmeye çalıĢmak ikincisi Zeynep‟i kendi 349 Ölmeyen Çocuk bulunduğu Ģehire götürmekti. Zeynep benden ayrılmıĢtır. Ġstediği yere gidebilirdi. Ama çocuklarımı götürmeye izin veremezdim. Zeynep‟in oturduğu eve 2.600 mark hava parası vermiĢ ve tutmuĢtum. Bu anımdan bir önceki anımda Zeynep bankadan 4000 markımı vermedi demesinin tam tersi görülüyor ki 2 bin DM hakkı varken 3000 DM almıĢtı. 2.600 DM‟de ev için ödemiĢim. Artı Zeynep‟in 12 tane 200 gramın üstünde bilezikleri evde kalmıĢtı. Tam 1.5 ay bilezikler evde kaldı. Bir gün kızımı evine götürdüm. 12 tane altın bilezikleri kendine verince kanı iliği kurudu. Çoktan unutmuĢtu bilezikleri. Al bunları birgün çocuklara geldiğin zaman küçük bir çantan vardı. Onu bırakmıĢ gitmiĢtin. Ama sen yine benim hakkımda yalan söylemeye iftira etmeye devam et dedim. Altınlarını vermiĢ gitmiĢtim. ġimdi dönelim konumuza. Bayram Ģunları söylüyordu. Sizi birleĢtirelim diyordu. Bayram‟ın bu teklifine karĢılık ben kendisine bazı tekliflerde bulunmuĢtum. Ama kabul etmemiĢti. Zeynep Türkiye‟de giriĢtiği iĢ insanlığa bir anaya yakıĢmayacak kötülükleri hakaretleri yaptı. Sonunda 140 bin lira değerinde evimizi 70 bin liraya sattırdı. Kızımı mahkemede Ģahit dinletti. Daha sonra kızımı Kasım‟ın evine gizledi. Polis ekip arabalarıyla kızımı kurtarıp getirdim. ĠĢte Ģimdi yanında. Kızımı dahi mahkemeye alet etti, Ģahit dinletti. Pasaportları ve uçak biletlerimi çaldı vermedi. Bütün bunlar bana ve çocuklarımıza yapılan en büyük darBeydi. Mahkeme salonunda söylediğim sözleri unutmasın. Sizin bu hunharca giriĢtiğiniz çirkin iĢlerinize karĢılık ben de bu iznimde niĢanlanmadan gitmeyeceğim. Bunu bil Zeynep dedim. ĠĢte görüyorsunuz ben Ģimdi bir kızın yüzüğünü taĢıyorum. Ben hayatta kimseyi dolandırmadım. Kötülükte yapmadım. ġimdi ise o elin kızı bana ümit bağladı. Bu duruma baĢvurmaya Zeynep beni mecbur etmiĢtir ve durum bundan ibarettir. Zeynep Ģunu söylüyordu. Nikah olmamıĢsın sadece yüzük takmıĢsın. Zeynep‟e verdiğim cevap sen beni 16 senedir anlayamadın. Hala da anlamıyorsun. 16 seneden beri ben sana hiçbir oyun oynamadım. Farkındaysan burada iĢçi olman bu sözlerimin bir kanıtıdır. ĠĢte Türkiye‟ye gidip buradaki konuĢtuklarımızı inkardan gelip 90 derece dönüp oyun oynaman son bardağı taĢırmıĢtır. Zeynep umarım bundan sonra bana kötülük yapmaktan vazgeçersin hadi Allahaısmarladık. BAYRAM KAYA Bayram Kaya öz dayımın oğludur. Bana yakınlığı Zeynep‟ten bir göbek daha yakındır. Zeynep‟in babası Bayram‟ın babasının amcasının oğlunun oğludur. Ben ise Bayram‟ın öz teyzesinin oğluyum. ġimdi anımın bu kısmında ben Bayram‟a ne yapmıĢım. Sonra Bayram bana nasıl karĢılık vermiĢ ve ne yapmıĢ gerçekleri bu anımdan öğreneceğiz. (Okuyanlarda bu konuda ibret alacaklar). ġimdi anıma Zeynep‟le baĢlıyorum. Geriye doğru sallanacağız. 2000 Hamburg‟ta Zeynep‟le ayrıldık. Ama çocuklar açısından fazla bir kayıp olmuyordu. Çocuklarımız normal okuluna gidiyordu. Ġkimizde çocukları istediğimiz zaman görüyor ve seviyorduk. Maalesef Bayram Kaya ve Türkiye‟deki yakınları araya girince bizim düzenin Ģekli değiĢti. Bu düzenimiz aralık 1976 tarihine kadar devam 350 Ölmeyen Çocuk etmiĢti. 1976 sekizinci ayda ve izinden döndük. Yakınları aramıza girince düzenimizi daha da bozdular. Tabiki ben evlenecektim. Garip‟te ilkokul 3 de idi. Yatılı okulda baktım okulun durumu çok kötüleĢmiĢti. Çocuğu orta birden çıkardım. Birlikte geldik Hamburg‟a. Hamburg‟ta aynı düzenimiz devam ediyordu. Büyük kızım Firdevs‟in ocak ayında Ankara‟ya gitmeden bazı yanlıĢ durumlarını görmüĢtüm. Kendisi 17 yaĢını bitirmiĢ 18 yaĢın içindeydi. Kendisine bir baba olarak sordum. Kızım istiyorsan seni evlendireyim dedim. Bu arada Ankara‟da benim kaynım olacak. Selahattin‟le niĢanlanmıĢtım. Kızım sanat okulunu bitirip iĢini alınca evlendirip niĢanlısını da Hamburg‟a getirecektim. Bunu duyan annesi bu sefer kızını benim aleyhime tahrik etmeye baĢladı. Halbuki çocuklar dördüde benim üzerimde olmasına rağmen ısrarı üzerine kendisine vermiĢtim. Ama Zeynep kızımızı niĢanlısından ayırmaya çalıĢıyordu. Kız ise herĢeye rağmen annesine inanıyordu. Kendisine bazı olanaklar aramaya baĢlıyordu. Artık okulunu da ihmal ediyordu. Ama annesi kızına ne yaptığının farkında değildi. Böyle devam ederken bir cumartesi konsolosluğa iĢim düĢmüĢ ve oraya gitmiĢtim. Meğerse Bayram Frankfurt‟tan Hamburg‟a gelmiĢ. Beni takip ediyormuĢ. Konsoloslukta ben memurun önünde konuĢurken bir baktım kapıdan bana bir bakan vardı. Bakan kiĢinin yüzünü tam gördüm ve tanıdım bu Bayram‟dı. Hemen tüydü. Benim iĢim bitti oralarda Bayram‟ı bir süre aradım yoktu. Aklıma geldi ki bu mutlak Zeynep‟in yanına gelmiĢtir. Bende yarım saatimi kayıp etmiĢtim. Otobüse bindim geldim. Eve vardım ki evde bir tufan var. Ne oldu felan derken hanımım Yasemin hem ağlıyor hem de söylüyordu. Çocuklarını annesi geldi Garip‟le Aysel‟i kaçırdı. Ben soruyordum. Hadise ne zaman oldu hemen yeni oldu ben hemen arkalarından koĢtum. Mahallede felstrase diye bir istasyon vardı. Tam bu istasyonun yanında pro diye büyük bir alıĢveriĢ yerleri vardı. Bu yere çocuklu aileler alıĢveriĢe gittiği zaman çocuklara tahsis edilmiĢ bir kınderkartin çocuk yuvası Ģeklinde bir bölüme koyuyor. Aileler alıĢveriĢlerini yaptıktan sonra çocuklarını alıp gidiyorlardı. Bu arada ben bunları proya girerken gördüm. Fakat ben arkadan biraz yavaĢ davrandım. Prodan içeri girdim. Hemen çocukların olduğu bölüme girdim. Baktım çocuklar oradalar. Ben babasıyım diye çocukları aldım bir taksiye attım. Eve getirdim. Ben hemen hazırlık yapıp çocukları alıp bir tarafa gidecektim. O arada büyük kızım Firdevs‟e sordum. Kızım annen çocukları kaçırırken sen neredeydin. Evdeydim ama ben birĢey yapamazdım baba deyince anladım ki annesiyle yardımlaĢıyordu. Aradan 30 dakika geçmiĢti. Bir baktım Zeynep tufanla eve baskın yaptı. Çocukları alamıyordu. Zeynep bana vurmaya baĢladı. Kuluncuma omuz baĢlarıma rasgele yerlerime yumruk atıyordu. Ben ise hiçbir vuruĢuna karĢılık vermiyordum. Sadece kendisini sakin olmaya davet ediyordum. Beni dövmekten usandı. Sonra kapı arkasına yığıldı kaldı. Ben kıza dedim ki kızım biz anlaĢamayacağız. Sen Ģuradan polise telefon et dedim. Kız polis çağırdı. Polis pasaportlara ve elimdeki boĢanma ilamına baktı dedi. Çocuklar sizin velayetinizdedir. Böyle olunca çocukları bu Ģehrin dıĢına annesi çıkaramaz. Ancak birbirinizle anlaĢın yani almak istiyorsa verin diye izah ediyor. Ben ise polise Ģunları 351 Ölmeyen Çocuk söylüyordum. Bu anne bugün bu hadiseden öfkesini alamadı. Ağlıyor ama gel gör ki bu anne çocuklarıma sahip çıkmak için yapmıyor bu hareketi ciddiyetten çok ırak. Bunun amacı aynı anne çocuklarını Türkiye‟de bıraktı kaçtı. Üstelik pasaportlarını ve uçak biletlerini kaçırdı. Çocukları babasının getirmemesini istiyordu. Baba çocukları getiremeyince Türkiye‟de bakacak kimse yoktu. Sokakta kalacaklardı. Ben ise baba olarak bu rezalete dayanamazdım. O arada param dahi yoktu. Evimi sattım. ġu gördüğün dört tane çocuğumu çok zorluklarla yeni pasaport çıkarıp Hamburg‟a getirebildim. ġimdi de çocuklarımı baĢka Ģehire götürüp bana karĢı kullanmak için bu zorbalığa baĢvuruyor. ĠĢte bu annenin yapmak istediği budur. Maalesef polisin yapacağı bir iĢ yoktu. Sadece bizim aralaĢmamız için ben çağırmıĢtım. Polisler bıraktı gittiler. Ben ise kızıma dedim ki kızım aha annen aha sen Ģimdi imkanlar bakımından birbirimizden hiç farkımız yoktur. Ben kendisini iĢçi yaptım. Ġkimizde aynı firmada çalıĢıyoruz. Kendisine ev de buldum. Bunun dıĢına annen kendi gururları, düĢünceleri ya da öfkeleri için sizi kullanmak istiyor. Annenin sadece kabiliyetinde bu var. Eğer Aliye‟yle Ayselih‟i yanına istiyorsa Hamburg‟ta kalmak koĢuluyla aramızda protokol yaparız. Çocukların sorumluluklarını üstlenir ona göre veririm. Bunu da bir tercüman nezdinde yaparız ve protokolü de notere tastik ettiririz. Böylece iki çocuğu verebilirim. Zeynep bunu duyunca razı olmuĢtu. Mamafih yapacağımız protokole uymayacağını ben peĢinen biliyordum. Bile bile de böyle bir anlaĢmaya giriyordum. Zira bazı istisnai durumlarda beni de mecbur ediyordu. Böylece o gün Zeynep gitti. Gelecek hafta cumartesi muameleyi yapmak üzere anlaĢmıĢtık. BAYRAM KAYA‟YLA DEVAM Gelelim Bayram Kaya‟ya. Bayram Kaya Dayımın oğlu. Bayram Kaya benim konsoloslukta olduğumu tespit ediyor. Ben konsolosluktan eve dönmeden Bayram çocukları kaçırıp götürüyor çocukları kandırmak için onlara bazı oyun aletleri alacaklardı. Sonra aynı gün alıp birlikte kendi çalıĢtığı Ģehir olan Frakfurt‟a götürecekti. Zeynep eve baskına gelirken de kendisi dıĢarda bekliyordu. Yani pusuda bekliyordu. Bayram sadece Zeynep‟i değil birlikte çocuklarımı yardım edip kaçırıyordu. Mamafih çocuklarımı yanlarına kaçırdıktan sonra da babalarına karĢı kalkan olarak kullanacaklardı. Nitekim oldu da. Bayram ve Zeynep‟in baĢta kardeĢlerinin esas gaye ve amaçları buydu. Ama niçin? Zeynep‟in kardeĢleri ve amcamın oğlu diye kabul ettiği üvey amcasının oğlu Bayram niçin beni ve çocuklarımı periĢan etmek için çirkin ve de bir insanın yapmayacağı iĢe alet oluyor ve yakıĢıksız terki edep sözlere baĢvuruyorlardı? Ortada bir sebep bir gerekçe olmalıydı? Yani bir ailenin arasında aile geçimsizliği olmuĢ ise bu aileyle kendi aralarında sorunlarını resmiyette halletmiĢ sosyal ve ekonomik sorunları da halletmiĢ üçüncü Ģahıslara hiçbir sorun bırakmamıĢ. Yurt dıĢında aile fertlerinin iĢi var, okulu var her Ģeyi vardır. Peki bu durum karĢısında bir kimsenin bu ailenin içine girip sen iyisin öbürü kötü deyip tahrikçi emellerle müdahale etmelerine bir gerek var 352 Ölmeyen Çocuk mıdır? Görülüyor ki hiçbir sebep yoktur. Maalesef yine de ve daha da kriz durumlar yaratmak için ellerinden gelen çabayı sarf ediyorlar. Bu sorunun cevabı Ģudur. AġIRI ĠYĠLĠK Kime yaptın bir iyilik, Görürsün bin kötülük” Hz. Ali AĢırı iyilik kötü bir iĢ yapmıĢ kadar kötüdür. Eğer iyilik etmeye gücün yoksa Ģahıslara özveriyle yardım ederseniz o da sizin için hem doğru değildir hem de ileriki günlerde baĢınıza çok büyük felaketler açar. Ġyilikteki kasıt iki türlüdür. Maddi ve manevî. Fakat maddi iyilik ve maddi yardım manevî iyiliklere yardımlara karĢın daha da ağır basan tehlikedir. Bu geliĢmelerin karĢılığını peygamber ailelerini ve Ehl-i Beyt‟i yazan tarihlere baktığınız zaman bulabilirsiniz. ġimdi bu anılarımı yazdıktan sonra benimle Dayımın oğlu Bayram‟ın arasındaki tarihi geliĢmelerde benzerliğini bulabilirsiniz. (AĢağıyı iyi okuyun). ÇIRAKLIK GÜNLERĠMDĠ Askerden terhis oldum. Köyde niĢan yaptım. NiĢanlımla aynen Ģöyle anlaĢmıĢtım. Ben Ankara‟ya gideceğim. Orada bir müddet çalıĢacağım. Hem bir miktar para kazanacağım hem de Ankara‟da yerimi yurdumu hazırlayacağım. Gelip düğünümü yapıp Ankara‟ya nakledeceğim. Program plan buydu. Tabi bu program biraz zaman alacaktı. Örneğin en az 12 ay, 13 ay gibi bir zaman içerisinde bu programı gerçekleĢtirmeyi düĢünüyordum. Maalesef evdeki hesap çarĢıya uymamıĢtı. Birinci problem iĢ bulmak, iĢ bulup para kazanmaktı. Kolay bir iĢ değildi. Hala da öyledir. Ben köy ustasıydım. Köy yapılarının her çeĢidini yapıyordum. Dolayısıyla bu sanatımı biraz daha geliĢtirip mesleğime uygun bir yere girmem gerekiyordu. Bu durumda en kolay iĢ bir marangoz atölyesine girip kurs nisbetinde 5-6 ay orada birĢeyler öğrenmek için ilk önce Ankara Cebeci‟de bir doğrama atölyesine çırak olarak girdim. Orada daha iki aylıktım. Bir baktım Dayımın oğlu bu Bayram orta okul mezunu olarak çıktı geldi. Orta tahsilinden sonra yapı enstitüsü inĢaat bölümüne girmek istiyordu. O zaman okullara sınavsız girebiliyorlardı. Sene 1956‟nın sekizinci aylarıydı. Ben de Tuzluçayır‟da Ablamın evinde kalıyordum. Neyse bu çocuğu götürdüm. Bu okula soktum. Ama yatıp kalkacağı yer yoktu. Kendisine bir yer bulmam gerekiyordu. SABRĠ AKGÜN 353 Ölmeyen Çocuk Sabri Akgün bana birkaç göbek ırak olan bir amcazademdi. Aynı zamanda Dayımlarla da eskiye dayalı bir aile dostlukları vardı. Kalktım Sabri Beye gittim. O da DıĢkapı‟da müstakil ve mütevazi bir evde oturuyordu. Ev geniĢdi ama Sabri Beyin altı tane çocuğu vardı. Bu durumuna karĢılık Sabri Bey bu çocuğu okutmak için evine aldı. Bayram okula devam ediyordu. Ben ise 20 lira haftalıkla çalıĢıyordum. Bayram Sabri Beyin evinde kıĢ yarısına kadar yani karne tatiline kadar devam etti. Karne tatilinde Bayram‟ın yedi tane zayıfı gelince Sabri Bey bana haber gönderiyor ve evine çağırıyor. Maalesef Sabri Beyin evine istediği günden bir gün geç gitmiĢ oluyorum. Bir gün gecikmemden kuĢkulanan Sabri Bey Bayram‟ın eĢyalarını yatağını sarmıĢ hemen 10-15 dakika sonra yola çıkmak üzere trene bindirip köye gönderiyordu. Bereket ben de 10-15 dakika önce eve gitmiĢ oluyordum. Sabri Beyin evinde Bayram‟ın benim gibi bir yakını daha yanına gelmiĢ. Orada 15 dakika sonra yola çıkmak üzere bekliyorlardı. O gün hafifte kar yağıyordu. Ben içeri girer girmez Sabri Bey hemen bir soru soruyordu. Amcaoğlu hemen cevap ver Bayram‟a sahip çıkacak mısın? Yoksa trenin saatini kaçırmadan Bayram trene yetiĢtirelim. Yok sahip çıkıp götüreceksen oturur konuĢuruz. Sonra gidersiniz diyordu. Ben hemen cevap veriyordum. Sen üzülme Sabri amca. Bayram‟a sahip çıkıyorum. Bayram‟ın zayıfı 10 tane de olsa o okuyacaktır. Sabri Bey bu cevabı alınca bir nefes aldı rahatladı ve oturduk. Hanımı Kadriye yenge çayımızı yaptı içiyorduk. Hem de Bayram‟ın meselesini konuĢuyoruz. Sabri Beyin konuĢacağı bir mesele yoktu. O 7 tane zayıf olan bir çocuğa Velî olmaktan utanıyordu. Bir de benim büyük kızlarım var birilerinden ailemize dedikodu gelebilir diyordu. KonuĢacak olan Bayram‟a eĢit yakınlığı olan teyzesinin oğlu Mehmet yükseldi ve bendim. Mehmet Yüksel 4 senedir Ankara‟da kolaycıydı. 150 TL maaĢ alıyordu. Parası vardı. Benim de cebimde sadece beĢ lira vardı. O zamanlar taksiler en yakın yere 5 TL‟ye gidiyordu. Bir de Bayram‟ı nereye götüreceğim o problem vardı. Mehmet‟e dedim ki Mehmet ya 50 TL para ver ödünç ya da bu çocuğu köyden para gelene kadar evinde idare et dedim. Teyze oğlu Mehmet hiçbirini kabul etmedi. Mehmet bu teklifi kabul etmeyince aklıma birisi daha gledi. O da Dayımın kirvesi olan kuluncaklı Bayram Doğan. Bayram Doğan‟ın Aydınlıkevlerde 3 odalı bir dairede oturuyor ve bir de arabası vardı. Ben Ģunu da biliyorum ki Bayram bir defa köye gelmiĢti. Bayram‟ın babası Bayram Doğan‟a kurban kesmiĢti. ġimdi bir taksi getirdim. Bayram‟ı 5 liraya diğer Bayram kirvesinın evine götürdüm. Oraya adresimi yazdım. O arada köye de mektup yazdım. Keyfiyeti bildirmiĢtim. Aradan bir hafta geçti. Bir baktım Bayram Doğan benim iĢ yerinde geldi buldu. Bayram Doğan (Bayram Doğan‟ın evine bıraktığım gün DıĢkapı‟dan Tuzluçayır‟a kadar yaya gitmek zorunda kalmıĢtım.) Bir baktım beni geldi iĢ yerinde buldu Ģunları söylüyordu. Doğan Rıza kirvenin oğlunu eve getirmiĢsin. Bir hafta idare ettim ama daha fazla idare edemeyeceğim. Cevap. Bayram Bey ben Ablamın evinde barınıyorum. Burada 354 Ölmeyen Çocuk çıraklıkta çalıĢıyorum. 20 TL haftalık alıyorum. Sen hele bir hafta daha idare et. Dayıma mektup yazdım yakında para mutlak gelecek dediysem de Bayram tekrar etti. En iyisi ben kirvenin oğlunu bizim Cılloğ‟un yanına götürem dedi gitti. Bana da Cılloğ‟un adresini yazdı. Böylece aradan 3 hafta geçmiĢti. 3. hafta cumartesi iĢten çıktım. Asri mezarlığa gittim. Aradım Cılloğ‟un evini buldum. Evde ne Cılloğ var ne de Bayram. Evde ne toru topu bir tane 15 metrekare bir oda vardı. Oraya bir not yazdım. Bayram pazar günü eĢyalarını bir at arabasına ya da bir taksiye at. Tuzluçayır‟da Ģu adrese gel diye yazdım. Zira Tuzluçayır‟da bir oda bir sofa 10 TL kirayla bir ev buldum. Bu evde Bayram‟ın okul arkadaĢı Kangal karanlıktan Ahmet Metin‟in evi idi. Velhasıl Bayram yaklaĢık saat 11-12 sularında bir at arabasıyla çıktı geldi. Arabaya 8 lira para ödedim. Bundan böyle artık her hafta iki akĢam Bayram‟ın yanındaydım. Bayram okula devam ediyordu. Bayram sene sonu 7 zayıftan 3 ikmale düĢürdü. Onu da ikmalde verdi. Kısa bir ara köye gitmiĢti. Köyden de Divriği‟ye, Divriği‟den de bir yakınına ve ErĢin köyüne gidiyor. ErĢin köyüne giderken yolda fena halde yağmur yağıyor. Bir söğüt ağacının dibine gizleniyor. Gökten bulutlar patır kütür birbirine vururken gökten bir de yıldırım gelip Bayram‟ın tam boyun kütüğünden vuruyor. Bızdınına kadar etrafına çapraz halinde yankı yaparak yakıyor. Bir akĢam eve geldim ki Ablamın evinde Dayımla Bayram gelmiĢler. Dayım kalktı sarıldı ağlıyor. Bayram ise kafasını önüne beli eğik oturuyor kalkamıyor. Ağladık Ablam EniĢtem Dayım ben hep birlikte ağladık. Ama ne çare artık çare doktorda. BAYRAM‟LA ÇĠLELĠ GÜNLERĠMĠZĠN BĠTĠP ĠYĠLĠĞE DÖNMESĠ Ben Bayram‟dan 9 yaĢ büyük olmama rağmen Bayram‟da da olağanüstü bir büyüme bir geliĢme vardı. Benim boyum 1.65. Bayram daha 16 yaĢını bitirmiĢ 17 yaĢın içinde olmasına karĢın konuĢmasında da boyu da yaĢından ilerideydi. 1.80 boyu vardı. Evde boĢ kaldığımda Bayram‟ı durmadan gıdıklardım. Sağına soluna dürtüklerdim. Derken Bayram‟la kapıĢırdık. Birbirimizi incitmezdik. Ama güreĢirdik debelenirdik. Ter içinde kalırdık. Zira Bayram‟a bu davranıĢlarımla fevkalade bir cimnastik yaptırırdım. Bu haraketleri yapmamı bana doktorum Turhan Soycengiz Bey söylerdi. Durmadan haraket ettir derdi. KÖYE DÖNECEĞĠM 115. anımda bahsetmiĢtim. NiĢanlımdan dolayı biraderimin mektupta acele gel demesine karĢılık köye döneceğim. Ablama gittim dedim ki Arzu Abla ben de bir acil durumdan dolayı köye döneceğim. Dolayısıyla Bayramı da senin yanına vereceğim. Ne dersin? Ablam Ģunları söylüyordu. Rıza o benim de bir Dayımın oğludur. Sonra Bayram iyi çocuk. Çocuk okuyor sende gidiyorsan ona kim bakacak dedi. Ablam, Bayram‟ı evine aldı. Yapı sanat enstitüsünü bitirtti. Bayram okuldan mezun oldu. Bir müddet de Ankara piyasasında çalıĢmıĢtı. Böylece Bayram köye döndü demir 355 Ölmeyen Çocuk madenine sürviyan olarak iĢe girdi. Uzun zaman içerisinde bir defa görüĢtük. 5-6 sene Bayram‟la görüĢemedim. 1965 SONRASI BAYRAM ve BAYRAM AĠLESĠ 1965 Ankara‟ya göçmüĢtüm, mart ayıydı. Bayram evleniyor. Bir baktım Dayımdan bana düğün davetiyesi geldi. Bende hanımı götürmeye durumum müsait değildi. Kendim davetiyeye karĢılık köye gittim. Ben davetiyede belirtilen düğünün baĢlayacağı ilk gün köydeyim. Gittim ki ne düğün ne birĢey. Dayımın evindeyim. Bayram‟da halen köye gelmemiĢ demir madeninde çalıĢıyor. Dayıma soruyorum hani dayı ne oldu hani düğün? Dayım cevap veriyor. Yeğenim kız tarafından bir engel çıktı. Düğünü üç gün gecikti. Yani düğün benim gittiğim gün hariç daha üç gün bitecek dördüncü gün düğün baĢlayacak. Hesap Ģu bir kere gittiğim günle birlikte dört gün öncesi üç günde düğün sürecek ki benim 7 günüm kayıp olacak. Dayımla bu hesapları yüzyüze konuĢurken yok dayı ben bu kadar köyde bekleyemem. Bu duruma göre ben düğünü bekleyemem. Ancak sana bir sorum olacak. Benim bugün geleceğimden Bayram‟ın haberi var mıydı yok muydu? Cevap vardı yeğenim. Bayram‟ın düğünü gecikmesinden de haberi var mı? Cevap evet haber gönderdim. Bu anımı okuyanların dikkatini çekiyorum. Bir yukarıki anımda Bayram‟ın bana karĢı olan ifadelerini okudunuz. Bir de burayı okuyun. Ben olmasaydım ne sağlığına kavuĢabilirdi ne de o okulu okuyabilirdi. Zira bu ifadeleri doğruydu. Bayram‟ın niçin gelmediğini Dayıma sordum. Ne yapıyım yeğenim ben de çok üzüldüm ama elimde bir Ģey yoktur. Bu anılarımı okuyacak olanların bir daha dikkatini çekiyorum. O yıllarda Dayım Hüseyin Kaya ailesinin durumu çok iyi yani her konuda köyde birinci ev idi. Bir atasözünü misal vermek istiyorum. Yalnız ata sözünü misal verirken de bağıĢlanmamı istiyorum. A. El eli yur, elde döner yüzünü yur ya da yıkar. B. Yağalalma gönül alma yani sevdiğin bir insana karĢı layık olduğu hizmeti veremediysen dahi bir elmayla da onun gönlünü bir vesile yapabilirsiniz? Bu tarifim size gelen misafirin sizden bir karĢılık bekliyor anlamına gelmez. Binaenaleyh misafir sahibi gelen misafire ne kadar değer verme kavramlarıdır. Zira misafirin gelmesine vesile olan evlenme evlilik düğünü vesilesidir. Son derece sevinçli bir gündür. Yeyip içilir çalıp oynanır. O üç gün düğün sahibinin kesesinin ağzını açma günüdür. Gelen misafir ise düğün sahibinin öz yeğenidir. O tarihlere kadar aramızda geçenler gahı acılı mazili günler gahı sevinçli muhabbetli günler. Bu günleri nokta nokta bir daha hatırlatayım bakalım insanlar geçmiĢini nasıl unutuyormuĢ. Veyahutta ne yapması gerekiyordu? Hey gidi insan hey gidi insanlar. Hatırla bakalım Ģu günlerini o günkü yeğenin Rıza bu günkü yine yeğenin Rıza‟dır. Eğer sizin gözünüzde bugün baĢka bir Rıza‟ysa o da sizin değer yargılarınıza sizin değiĢen kabiliyetlerinize bağlıdır. Nokta 1 sene 1957-1958. Bu Dayımın torunu Sırma‟yı sekiz yaĢında birinci sınıfı okutup ikinci sene sınıf üçe geçirmem. Nokta 2.