Tavır Dergisi 1. sayısını pdf formatında görmek için tıklayınız

Transkript

Tavır Dergisi 1. sayısını pdf formatında görmek için tıklayınız
YIL BİR SAYI BİR
3 TAVIR
BİR MÜCADELE ALANI
OLARAK KÜLTÜR
5
ŞİİR
15
HÜKÜMETLER VE
KÜLTÜR POLİTİKASI
17
TAVIR
30
Mümine MERT
ŞİİR
36
N. Y. VAPTSAROV
GENÇLİK BİRLİKLERİNİN
GÖREVLERİ
ŞİİR
39
43
Mehmet AYDIN
N. HİKMET
BULGAR HALKININ ÖVÜNCÜ
N. Y. VAPTSAROV
Öykü
45 Nam HA
DEĞİNMELER
51
M. ÖZENBAŞ'LA SÖYLEŞİ
58
GELECEK SAYIDA
ÇAĞRI
V. İ. LENİN
B. BRECHT
TAVIR
60
64
TAVIR
ÖNEMLİ NOT
Hem enerji kısıtlaması hem de kağıt yokluğuna
bilinen klasik teknik aksaklıklar da eklenince,
ilk sayımızı zorunlu olarak geciktirdik. Okuyu­
cularımızdan özür diler, gelecek sayılarımızı
ayın ilk onbeş günü içinde çıkaracağımızı duyu­
ruruz.
TAVIR
Dizgi - Baskı : ZAFER MATBAASI — Çatalçeşme Sokak Tevfik Birkan Han. No: 1
Cağaloğlu/İSTANBUL
YIL BİR SAYI BİR
Yeni yılda yeni bir kültür - sanat dergisi daha. Yaşamın ve sa­
vaşımın en genel hatlarıyla özümlenmesi anlamında bir birikimin,
dergi aracılığıyla yeni bir somuta dönüşmesi olarak değil ama, yo­
ğun, sıkı ve sabırla sürdürülen bir çalışmanın sonucu olarak TAVIR.
Bir yanda emperyalizm, ideolojik yapılanmalarıyla sistemli sal­
dırılarıın sürdürürken, diğer yanda elli küsür yıllık savaşkan ve
utkan (!) savaşım yıllarında kültürel planda hiç bir şey yapmadan
laf bonkörlüğü yapmak. Öte yandan emperyalizmin kültür politikası­
nı genel hatlarıyla bilmesine rağmen onun ne denli uyuşturucu, hedef
saptırıcı bir politikası olduğunu kavramasına karşın ona karşı mü­
cadele etmeyi yadsıyan devrimciler. Ve hem aydın çevrede, hem de
devrimci kitleler içinde doğru devrimci çizgiyi kültürel planda mü­
cadeleye tabi tutacak, onun kadrolaşmasını ve örgütlenmesini ya­
ratacak organizasyonu a r a m a çabaları.
Evet yukarda değindiğimiz olgular bizi kültür ve, sanat alanında
bir boşluğu doldurmaya aday, yol gösterici bir dergi çıkartmaya
zorladı.
İlk sayımızda, bundan sonra da sürekli kılacağımız kuramsal
görüşlerimizin açılacağı bir bölümümüz var. «Mücadele Alanı Ola­
rak Kültür» bu türden yazılarımızdan ilki.
«Hükümetler ve Kültür Politikaları», AP azınlık hükümetinin
kurulması üzerine değişen hükümetlerin ne derece bir kültür poli­
tikaları olduğuna açıklık kazandırmak amacına yönelik bir soruş­
turma yazısı. Güncel olan, tartışılan konulara kamuoyunda ilgi oluş­
turmak amacıyla soruşturma ve röportajlar dergide yer alacak.
Yaşamlarını devrimci mücadeleye adamış, gerektiğinde bu uğur­
da ölüme göğüs germiş, sanatlarını mücadelede bir silah olarak
kullanmış olan devrimci sanatçıların tanıtılmasına yönelik yazıla­
rımız da yer alacak dergimizde. İlkinde; «Bulgar Halkının Övüncü»
Nikolas Yonkov Vaptsarov'un yaşamı ve şiirleri tanıtılıyor.
«Gençlik Birliklerinin Görevleri», Lenin'in bu makalesi devrim­
cilerin eğitim ve kültür konularında kendilerine ders çıkarmaları
ve yaşamlarında örnek almaları açısından yararlı olmasını düşün­
düğümüz bir yazı olarak dergimizde yer alıyor.
TAVIR
TAVIR/3
BİR
MÜCADELE
ALANI OLARAK
KÜLTÜR
Mehmet AYDIN
Devrimciler herhangi bir konuya açıklık kazandırmak için kendilerine bi­
limsel yöntemi (diyalektik yöntemi) kılavuz olarak alırlar. Bu nedenle kültüı
konusundaki yaklaşımımızda da yöntemimiz diyalektik materyalizm olacaktır
Yararlanacağımız bilim ise, çağımızın tek devrimci sınıfı olan işçi sınıfının bi­
limi Marksizmdir.
«Marksizm bize bir meseleye yaklaşırken, soyut tariflerden değil, objektif
gerçeklerden hareket etmemiz ve bize yol gösteren ilkeleri, siyasetleri ve tedbir­
leri bu gerçeklerin tahlilinden çıkarmamız gerektiğini gösterir.» (Lenin)
Ekonomik temelde nitelik bir değişikliğin olması, yani üretici güçlerin ge­
lişimini sağlayacak üretim ilişkileri ile, eski üretim tarzına uygun üretim iliş­
kileri arasındaki çelişki, üst yapıda da ideolojiler arasında bir çelişki olarak
kendini gösterir. Bu yeni ideoloji, üretici güçlerin gelişimini sağlayacak yeni
üretim ilişkilerinin gelişiminde de yardımcı olur.
İnsanlık tarihinin, belli bir aşamasında toplumların sınıflara ayrılmasıyla
ideolojilerde belli bir sınıfın damgasını taşımışlardır. Dolayısıyla da bir üst
yapı kurumu olan kültürü toplumların sosyo-ekonomik yapısından ayrı ince­
lemek olanaksız hale gelmiştir.
Bilim, sanat, ahlak, teknik, politika vb. alanlarının maddi ve manevi ürün­
lerinde olduğu kadar, toplumsal yaşama biçimlerinde de ifadesini bulan kül­
tür, toplum ve doğanın tarihsel bir süreç içerisinde üretim yapan insan tara­
fından değiştirilmesinin bir ifadesidir. Bu nedenle Mao'nun da dediği gibi :
«İnsanın toplumsal yaşamında kendini gösteren her kültürel yapı o top­
lumun ekonomisinin ve siyasetinin ideolojik bir yansımasıdır.»
TAVIR/5
Ekonomik yapıya hakim olan, üretici güçleri elinde bulunduran, bunlara
bağlı olarak politik iktidarın sahibi olan sınıf, ya da sınıflar kültüre de kendi
damgalarını vururlar. Onu sömürdükleri sınıfların ideolojilerine karşı çıkacak
bir ideolojiyle biçimlendirirler.
Çağımızda iki temel sınıf olan proleterya ile burjuvazi arasında hayatın
her alanında süren mücadele, kültür alanında da sürmektedir. Bu mücadele­
nin dışında kalmak mümkün değildir. Herkes şu veya bu şekilde sınıf bilinçlerini
düzeylerine göre, sınıfsal yapılarına göre birinin yanında tavır geliştirirler. Yap­
tıkları çalışmalar direkt, yada dolaylı olarak ikisinden birine hizmet eder. BU
nedenle bu alanda tarafsızlık diye birşey söz konusu olamaz.
Gerek burjuvazinin, gerekse emekçi yığınların kültürleri birbirlerini etki­
lerler. Buna hakim sınıflarla, ezilen sömürülen sınıfların kültürleri birbirleri
üzerinde etkide bulunurlar demek daha doğrudur. Emekçi yığınların kültür birikimlerindeki hakim sınıfların yarattığı olumsuz etkiler arındırılmadıkça dev­
rimciler sosyalist kültürün yaratılmasında başarıya ulaşamazlar. Bu ise ancak
devrimcilerin doğa ve toplumsal olayları yorumlamalarındaki yöntemleri olan
diyalektik materyalizm ile olur.
Bilindiği gibi devrimci mücadele çok yönlü kavranıp sürdürülmesi gereken
bir mücadeledir. Devrimci kültür çalışmaları da bu mücadele alanından bi­
ridir. Toplumsal düzenin değiştirilmesinde bu alanda yaratılan örgütlülük ve
bu örgütlülüğün sürdürdüğü mücadele temel bir öneme sahip olmasada; temel
alınan mücadeleyi kültürel araçlarla desteklemesi nedeniyle reddedilemeyecek
bir konuma sahiptir. Mao kültür hareketinin devrim hareketinin pratiği açı­
sından önemini belirtirken şunları söylüyor;
«Devrimci kültür geniş halk yığınları için, güçlü bir devrimci silahtır. Hem
devrimden önceki ideolojik zemini hazırlar, hem de devrim sırasında geniş dev­
rimci cephe içerisinde önemli ve gerçekten gerekli bir mücadele cephesi oluş­
turur.»
Devrimci kültür çalışmaları, her şeyden önce kapitalizmin şartlandırmala­
rından arındırılmış sosyalist insanın yetiştirilmesinde (hem devrimden önce,
hem devrimden sonra) işlevi vardır. Yani toplumsal yaşantımızda, eğitim öğ­
retim kurumlarında, çeşitli sanat alanlarında, TV, radyo vb. kitle iletişim-haberleşme araçlarında yansıtılan kültür insanların düşünce yapılarının oluşu­
munda, hayata bakış açılarının gelişiminde büyük rol oynar.
Çağımızda dünya halklarının kültürel gelişimini engelleyen (emperyalizm
sömürü ağı içinde tuttuğu ülkelerin ekonomik gelişimini nasıl ki yeni sömür­
gecilik yöntemleriyle engelliyorsa) en önemli öğelerden biri emperyalizmin kül­
tür politikasıdır.
Bugün emperyalizm sömürgesi, pazarı haline getirmek istediği bir ülkeye;
ekonomik, siyasal, askerî ve kültür politikalarıyla bir çok alanda birden yanaş­
maktadır. Ekonomik alanda yukardan aşağı oluşturduğu hafif ve orta sana­
yiye dayalı çarpık kapitalist sistem. Siyasi platformda görünürde bağımsız,
gerçekte ise ekonomik bağımlılığın doğal sonucu olarak emperyalizmin istem­
lerine göre biçimlenmiş siyasal yapı (parlementer demokrasi maskesi altında
sürekli faşizm). Askeri alanda emperyalizmin dünya üzerindeki egemenliğinin
korunmasına yönelik bir yapı (ki yabancı üsler, çeşitli askeri paktlarda yer
alma vb.) Kültürel alanda ise' tüm bu alanlardaki yozluğunu çürümüşlüğünü,
6/TAVIR
asalaklığını, sömürüsünü gizlemek, hatta hoş göstermek, kendi düşünce sis­
temini aşılamak, halkların kültürel gelişimini engellemek, çarpıtmak, kültürel
yabancılaşmayı oluşturmak, gelişen devrimci kültür çalışmalarını engellemek,
en doğru, en güzel olanı burjuva kültür ve sanat anlayışı olduğunu yerleştir­
mek ve bunu ulusal kültür politikası diye adlandırdığı; tüm ulusun benimse­
diği varsayımına dayanan kavramlarla ideolojik zeminde de haklı göstermek,
yüzyıllardan beri halkların maddi yaşamlarından kaynaklanan kültürel biri­
kimlerinin olumlu yönlerini yozlaştırmak için yoz, kozmopolit, bir kültür poli­
tikası oluşturur.
Emperyalizmin yeni sömürgesi olan ülkelerde, kapitalizmin iç dinamiği ile*
gelişememesinin doğal sonucu olan olgunlaşmamış anlamdaki milli kriz sürekli
olarak varlığını korur. Bu ise, hakim sınıfların iktidarlarını sürdürmeleri için,
sürekli baskı ve zoru devlet içersinde örgütlendirmelerine yol açmaktadır. Bu
tip ülkelerde burjuva demokrasileri aramak olanaksızdır. Devlet biçimi sömür­
ge tipi faşizmdir. Sömürge tipi faşizmi emperyalizmden ayrı bir olgu olarak
ele almak olanaksızdır. Bu nedenle kültür alanında da faşizmin etkilerini ayrı
bir olgu olarak ele almayacağız. Bugün faşizmin isteği şey, düzenin ve kendi
ideolojisinin devamını sağlayacak kişi ve kurumlar oluşturmaktır. Bunlar ara­
cılığıyla da kendisine taban yaratmaya çalışmaktadır. Bunu bazen yalan, kara­
lama, iftira kampanyasından ibaret sanat, kültür faaliyetleriyle, yalanının kâr
etmediği bazı zamanlarda da toplumsal etkisi yüksek sanat eserleri ve yaratı­
cılarına karşı, terörle sürdürmektedir.
Kültür alanındaki devrimci çalışmalar emperyalizmin kültür politikasını
ve faşizmin demogojisini yıkıcılığını kurumlarıyla birlikte teşhir etmeyi amaç­
lamalı, ezilen halkların çıkarlarını savunmayı, kurtuluşlarının yollarını ve bu­
na engel oluşturanları sergilemeyi amaçlamalıdır. Emekçi sınıf ve tabakaları
arasında birliğin sağlanmasına yönelik olmalıdır. Geleceğin proleter kültürü­
nün yaratılmasına zemin hazırlamak amacıyla, geçmişin demokratik özlü kül­
türünün yozlaştırılmalarına karşı mücadele etmelidir. Devrimci saflardaki kü­
çük burjuva özlemlerinin yansıması olan popülizm, yılgınlık, pasifizm ve ben­
zeri türden eğilimlere karşı tavır almalıyız.
Kısacası kültür alanındaki devrimci mücadelede, diğer alanlardaki gibi si­
yasi mücadeleye bağlı ve onun belirleyiciliğinde sürmelidir. Bunu sağlamak,
alandaki çalışmaları merkezi bir örgütlülük altında sürdürmekle olacaktır. Bu
örgütlülük hem alana ilişkin kadrolaşmayı gerçekleştirmeli hem de alanda ku­
rumlaşmaya yönelik olmalıdır. Bunu ise, kendi dışındaki bağımsız çalışmaları,
belli bir dünya görüşüne dayanan kültürel perspektifi oluşturduğu ölçüde sağ­
layacaktır.
Devrimcilerin bugünkü hedefi, kısa vadede kültür alanındaki devrimci ça­
lışmaları emperyalizme ve faşizme karşı sürdürülen mücadelede demokratik bir
mevzi halinde bütünleşmek olmalıdır. Zaten bugün sürdürülen demokratik mü­
cadele geneldeki devrimci mücadelenin bir parçası olması nedeniyle; kültür
alanındaki demokratik mücadelede siyasi gerçeklerin açıklanmasına, kitlelerin
bilinçlenmesine yardımcı olan devrim için eğitim ve kültür mücadelesinin bir
parçasını oluşturur. Devrimci kültür çalışmalarının başarıya ulaştırılması için
hem sanatsal yönü hem de içeriği üstün olan yapıtlar yaratılmalıdır. Niteliği dü­
şük yapıtlar en az, emperyalizmin kültür politikasının ürünleri kadar tehlikeTAVIR/7
lidir. Engels bu konuda şunları söylüyor : «Özellikle çapsız edebiyatçıların, eser­
lerindeki zekâ geriliğini örtmek için ilgi çekeceğinden şüphe olmayan politik
imalar yapmaları alışkanlık oldu.»
Bu belirlemelerin ışığında ülkemiz somutuna bakacak olursak; ülkemizin
1920'lerde emperyalizmin fiili işgalinden, küçük burjuva radikallerinin önder­
liğindeki ulusal kurtuluş savaşı ile kurtulmasından sonra, küçük burjuvazinin
ülkede milli burjuva yaratma çabasına paralel olarak, ulusal kültür yaratma
çabaları da olmuştur. Bu konuda öncülüğü hümanist aydınlar üstlenmiştir.
Küçük burjuvazinin, ekonomik alanda milli burjuva yaratma çabaları ça­
ğımızın emperyalizm çağı olması nedeniyle boşa çıkmış ve ülke 1946'dan itiba­
ren emperyalizmin gizli işgali altına girmiş (ki bu dönem Marshall-Truman
Doktrinleri, yabancı sermayenin ülkeye girişini düzenleyen kanunlar, Ameri­
ka'yla karşılıklı dostluk, yardımlaşma, kültür alışverişi (!), NATO gibi askeri
paktlarda yer alma ve benzeri olayların yoğun olduğu bir dönemdir) buna bağlı
olarak emperyalizm ülkemizin kültürel sürecine de müdahale etmiştir. (Çünkü,
emperyalizm ekonomik, askeri, siyasal ve kültürel bütün bir sistemdir). Sonuç
ise, küçük burjuva hümanistlerinin, hümanizmi yaygınlaştırma çabalarının bo­
şa çıkışı, yerine emperyalizmin sömürüsünü devam ettirebilmesi için zorunlu
bir ittifak içersinde siyasi iktidarı elinde bulunduran, hakim sınıflar ittifakı­
nın yapısına uygun çarpık bir kültürel yapının gelmesi olmuştur. Bu yapının
görünümü kentlerde işbirlikçi, tekelci burjuvalar tarafından yaygınlaştırılan
emperyalizmin kültür politikasının yoz ürünleri, kırsal kesimde gerici feodal
kültür öğelerinin (şeyhlik, tarikatçılık, din ve mezhep ayrılıklarının körüklen­
mesi) filizlendirilmesi, güçlendirilmesi şeklindedir.
Sol adına, ilericilik adına yürütülen çalışmalar ise uzun yıllar ülkemiz so­
lunda, siyasi anlamda doğru devrimci bir önderliğin olmaması revizyonizmin
etkisinde oluşu, kültür alanına da yansımış pasifizm, yoksulluk edebiyatının
sürekli olarak işlenmesi ve sürecin özelliklerini dile getirmeyen eserler dönem
dönem boy göstermiştir. Bu arada gündemde olan bazı çalışmalar ve birkaç
tutarlı kalem dışında bir şey yapılamamıştır. Yapılamadığı gibi, yapılanların
da etkisi zayıf kalmıştır.
EMPERYALİZMİN KÜLTÜR POLİTİKASI
Kapitalizmin emperyalizm aşamasında yeni sömürge ülkelerde artık burju­
va demokrasisinden (burjuvaların kendi aralarındaki demokrasiden) söz edi­
lemiyor. Çünkü ekonomik hayatta tekelci burjuvazinin mutlak hakimiyeti söz
konusu. Bu ise tekelci sermayenin gittiği her yere beraberinde baskı eğilimini
ve siyasi gericiliği de götürmesini ve mevcut çelişkilerin artması sonucunu
doğuruyor.
Kısaca bu nedenlerden dolayı gündeme gelen gericilik, kültürel alanda da
kendini gösteriyor. Kapitalizmin henüz üretici güçleri geliştirdiği serbest reka­
betçi dönemindeki burjuva kültürünün ilerici dinamiği kayboluyor. Yerini ise
her şey tekeller için çığlığını atan, kültürel alanda tam anlamıyla bir gericiliği
oluşturan emperyalizmin yoz ve kozmopolit kültür politikası alıyor.
8/TAVIR
Emperyalizm çağında sermayenin uluslararası boyut kazanmasına paralel
olarak, kendi yarattığı ulusal kavram ve sınırları tanımadan gerici ideoloji­
sine dayalı uluslararası bir kültür yaratmaya girişir. Kendi kültür politikasına
yüklediği işlevlerde bunun gerçekleştirilmesine hizmet eder.
Emperyalizm I. ve II. bunalım dönemlerinde kültür politikasının işlevleri
günümüzdekinden daha farklıdır. Biz ülkemiz devrimcilerine ışık tutması ve
somuta ilişkin olması nedeniyle ağırlıkla emperyalizmin günümüzdeki kültür
politikasını ve işlevlerini ele alacağız.
Bugün artık emperyalizm geri bıraktırılmış yeni sömürge konumundaki
ülkelere sermaye, emtia, teknik bilgi vb. yanında toplumun kültürel gelişimini
engelleyen, yoz ilişkilere zemin oluşturan, kendi düşünce sistemini aşılayan
kültür politikasını da ihraç etmektedir. Nasıl ki bu ülkelerde kendisine bağlı
olarak oluşturduğu ekonomik yapı çarpık bir kapitalizm ise kültürel yapı da
yoz, karmaşık, çarpık bir kültürel yapıdır. İşte yeni sömürge ülkelerde dev­
letin ulusal kültür politikası diye emekçi kitlelere, halka açıklanan programlar,
bu çarpık kültürel yapı sınırları içinde oluşturulmakta ve emperyalizmin istem­
lerini yerine getirme işlevini üstlenmektedir.
Ülkemizde kültürel alanda emperyalizmin etki ve denetiminin gündeme
gelişi 1946'lar sonrasına denk düşer, bu dönem ekonomik alanda yabancı ser­
mayeye açıldığımız, askeri alanda emperyalizmin Asya'nın batısındaki jandar­
malığını üstlendiğimiz (ABD ve İngiliz üsleri, NATO, vb.'de yer aldı­
ğımız) bir dönemdir. Başında da belirttiğimiz gibi emperyalizm ülkemizin eko­
nomik, siyasal, askeri bütün alanlarına el atmıştır. Aslında buna el atmak ye­
rine emperyalizmin 1940'lardan sonra biçimini değiştirdiği, enerji ve doğal
kaynaklarımızın sömürülmesi, ülkenin kendi askerlerince emperyalizm adına
işgalini, eğitim ve kültür kuramlarında emperyalizmin isteklerine cevap veren
bilim ve sanat adamlarının yetiştirilmesini, bunlar aracılığıyla da mevcut dü­
zeyin en iyi ve doğru olduğuna inandırılmış, kendi sorunlarını düşünmekten
uzaklaştırılmış, hem emperyalizm hem de işbirlikçileri tarafından katmerli sömürülmesinin nedeninin emperyalizme bağlı çarpık kapitalist sistem olduğunu
öğrenmesi engellenmiş, düzene karşı tepkileri emperyalizmin eğitim ve kültür
politikasıyla pasifize edilmiş, insan yığınları yetiştirilmesini amaçlayan yeni
sömürü yöntemi, gizli işgal demek daha doğrudur.
Emperyalizmin kültür politikasının işlevlerini daha da açarsak; yeni sömür­
ge ülkenin emperyalizm tarafından sömürüsüne ideolojik zemin hazırlamak, bu
sömürü kitlelerin gözünden uzak tutmak. Bunu denetimi altında bulundurduğu
kitle iletişim araçları aracılığı ile yapar. Hiç de önemli olmayan bir haber ga­
zetelerin birinci sahifesinde radyoların ilk haberlerinde verilir, günlerce on­
dan söz edilir. (Örneğin, Haydar Paşa'nın Torunu İstanbul'da, vb...). Bunun
ideolojik zemini de daha önce aynı amaçlarda hazırlanmıştır.
Kitleleri kendi sorunlarından, daha iyi üretim ilişkileri önerici ideolojik
kıvılcımlardan uzak tutmak, kapitalist-emperyalist düzenin var olan, olabile­
cek en iyi tek düzen olduğuna kitleleri şartlandırmak. Buna paralel olarak, sü­
rekli burjuva yaşamının reklamını yaparak kitlelerde burjuva özlemi yaratmak.
Yine renkli burjuva basınındaki fotoromanlar, TV'deki mutlu aile görüntülü
diziler (Katraytlar, Küçük Ev, vb...) bu amaç içindir.
Devrimci gelişimleri çarpıtmak, devrimcilerin yararlandığı konuları kullaTAVIR/9
narak devrimci özü yozlaştırmak, devrimci aydınların kitlelere devrimci dü­
şünceleri yaymalarını engellemek, devrimci yayınlar üzerinde artan bir baskı
uygulamak.
Basında olayları sürekli olarak devrimcilerin aleyhine aktarmak, haksız­
lık, yoksulluk insan tarafından sömürülmesini kaderci anlayışla ele alıp kit­
lelerin bunlara karşı çıkmalarını engellemek, teselliyi başka şeylerde aratmak.
Tommix - Texas'lar, seks kitapları, karete kitapları, filmleri kullanarak
gençliği zararlı düşünce akımlarından uzak tutmak. Sansürle de devrimci ya­
yınların işlevini daha da azaltmak.
Kültür politikası sonucu birer sanayi haline getirdiği kuruluşlar aracılığı
ile sömürüsünü arttırmak ve kitlelerde tüketim güdüsü kazandırmak. Bugün bi­
linen bir gerçektir ki Walt Disney'in çizgi romanları, çizgi filmleri ABD em­
peryalizminin yeni sömürgesi olan her ülkede okunmakta, gösterilmektedir.
Amerika bu düzenli dağıtımdan yılda milyonlarca lira kazanmaktadır. Ayrıca
o ülkelerde kurduğu montaj sanayii ürünlerinin pazarlamasını sağlamak için
çeşitli reklam şirketleri kurar, propagandistler yetiştirir. Kitleleri bunları alma­
ya zorlar. Günlük hayatta etrafımıza bir göz atarsak, yaşamımızın hemen her
anı Amerikan emperyalizminin tüketimine zorlayan afiş, ilan, radyo, TV prog­
ramları adeta gözümüzün kulağımızın içine sokulurcasına sergilenmektedir.
Emperyalizme karşı dünya halkları her geçen gün zafer ulusal kurtuluş
savaşı vererek kazanmakta ve gerçek yüzünü iyice açığa çıkartmaktadırlar. Bu­
nu emperyalizm de farketmekte ve sömürüsü olduğu ülkelerde kültürel pro­
paganda araçları ile kendisinin dost, müttefik, yardımsever olduğunu kanıtla­
maya çalışmaktadır. Emperyalizme karşı başkaldıranlar ise, o ülkenin resmi
makamlarınca hemencecik anarşist, bölücü ve hatta vatan haini dahi olarak gösterilebilmektedir. ABD haberler merkezinin bir dönem bütün okul çocuklarına
gösterilmek üzere dağıttığı filmler hatırlansın.
Sanat ve kültür ürünlerinde de devrimci temalar kullanarak yozlaştırma­
ların yanında, burjuva eğilimlerini de hakim kılmaya çalışır. Bunun en güzel
örnekleri, yeni yeni sanat akımları, kübizm, fütirizm, yeni eğilimler vb. oluş­
tururlar. Bunlar üzerinde bilimsel tartışmalar yapılır. Sempozyumlar düzenlenir.
Kozmopolit kültürel yapı içinde yalnız emperyalizmin uluslararası yoz koz­
mopolit politikanın ürünleri yer almaz. Aynı zamanda üst yapıda hâlâ varlığını
sürdüren pre-kapitalist kalıntıları (şeyhlik, tarikatçılık, ağalık, mezhep
ayrılıkları) da yer alır. Emperyalizm bunları da körükleyerek halkların kültü­
rel gelişimine engel teşkil ettirir. Buna ilişkin ülkemizde pek çok örnek yaşan­
mıştır. En çarpıcı ve güncel olan Maraş katliamı da böyle bir zeminde tez­
gâhlanmıştır.
Emperyalizmin kültür politikası aynı zamanda tehlikeli bir popülizm an­
layışı da geliştirir. Bunun aracılığıyla, halkların yüzyıllar boyu yaşatıp, günü­
müze ulaştırdığı kültür birikimini yağmalan kendi amaçları için kullanılır.
Reklamlarında kullanır, müzik alanında özünü yozlaştırarak kullanır. (Türkçe
sözlü hafif müzik vs.).
Bütün bunlar emperyalizmin yeni sömürge ülkedeki kültür işbirlikçileri
diyebileceğimiz kurum ve kişilerce tezgâhlanır. Bunlar da zaten işbirlikçi te­
kelci sermayenin denetimindedirler. (İst. Sanat ve Kültür Vakfı).
Yeni sömürge ülkelerde siyasi iktidarı ellerinde bulunduran ittifak, em10/TAVIR
peryalizme bağlı işbirlikçi tekelci burjuvazi, toprak ağalan ve tefeci tüccar­
lardan oluşan yapıdır.
Emperyalizme bağımlı çarpık kapitalist sistemi zorunlu sonucu olarak,
devlet kurumlarında yukardan aşağı örgütlendirilen faşizm kültür alanında
emperyalizmin kültür politikasına yarayan ek işlevlerde gündeme getirmektedir.
Bunların birincisi yukardan aşağı örgütlendirilen faşizme kitle tabanı yaratmak
anlamında ırkçı, şoven, milliyetçi duyguların abartılması, barbarlığa tekabül
eden saldırganlık aşılanması ve toplumsal korku (komünizm vb.) oluşturulması.
Devrimcilerin kültür ve sanat eserlerinde işledikleri konulan ele alıp çarpıta­
rak sunmada kendini gösteren yalan, iftira, karalama kampanyası ve bun­
ları sağlayacak kurumlar oluşturmasıdır. Diğeri ise gündeme geldiği dönemin
ve ülkenin koşullarına uygun olarak biçimlenmesine rağmen her dönemde ve
her ülkedeki temel özelliği olan baskı, terör, katliamları ile kendi ideolojisine,
örgütlenmesine hizmet etmeyen her şeye olduğu gibi kültür ve sanat eserleri­
ne bunların yaratıcılarına karşı çıkışıdır. Bunun örnekleri dünyanın çeşitli ül­
kelerinde olduğu gibi ülkemizde de görülmüştür.
KÜLTÜR ALANINDA MAHKÛM EDİLMESİ GEREKEN
HATALI YAKLAŞIM: SEKTERİZM
Bu tavır, açıkça belirtmeseler de, kültür alanında çalışmaların gereksizli­
ğini, basit işler olduğunu, boş insanların uğraşı olarak değerlendiren anlayış
biçiminde genelde yansımaktadır.
Tavrı daha da açmadan önce, kaynaklandığı maddi şartlara değinmek uy­
gun olacaktır. 61 Anayasasının getirdiği nispi demokratik ortam, sol yayınla­
rın, özellikle aydınlar arasında okunup tartışılmaya başlanıp ve bunların
ışığında ülkenin sosyo ekonomik yapısının analizi yapılıyor. Bu tespitler doğ­
rultusunda gençlik, köylüler, işçiler örgütlendiriliyor. Bunların mücadeleleri­
nin içinden yetişen devrimcilerin oluşturdukları örgütlülük, hakim sınıfların
telaşına yol açıyor. Telaşla birlikte tüm kurumlarıyla beraber gelişen bu örgüt­
lülüğe saldırıyorlar, onun örgütsel yapısını dağıtarak mücadelenin öne çıkar­
dığı devrimcileri öldürüyor ya da hapse atıyorlardı.
Devrimcilerin dağıtılmasından sonra boş kalan ortam, faşizmin sivil güç­
lerinin örgütlenmelerinin nicelik ve nitelik olarak gelişimine fırsat yaratmıştır.
Faşizm, resmi ve sivil faşizm güçleriyle karşı saldırıya geçmiş, demokratik mevzi­
leri birer birer işlemez hale getirmiş ya da kendi ideolojisini yayan kurumlar
durumuna getirmiştir.
Bütün bunlara karşılık, devrimcilerin dağınık olan güçlerini toparlayarak,
kendilerini savunmaları gündeme gelmiştir.
Bu nedenle bütün çalışmaları
anti-faşist mücadelede örgütlenme doğrultusunda olmuştur.
Devrimci kültür çalışmaları olarak, yalnızca belli anlamlarda maddi gelir
sağlamak ve kitlelerin anti-faşist potansiyelini arttırmak amacını güden kültür
ve dayanışma geceleri düzenlenebilmiştir. Bu gecelerde yer alan ozanların dev­
rimci temayı sanatsal olarak yansıtmadaki başarısızlıkları, belli anlamlarda sa­
nat yapabilenlerin ise burjuva özlemleri içinde olmaları, gecelerin kitleler üzeTAVIR/11
rinde olumlu etki bırakması bir yana, kültür konusunda yanlış bilinçlenmele­
rine yol açmıştır. Öyle ki, eline saz alan devrimci sempatizanlar doğal olarak
gecelerde gördükleri ozanlara özenerek, slogan türü yapıtlara ilgi duymuşlar­
dır. Dolayısıyle, geceler olsun, diğer kültür çalışmaları olsun (ki hayata geçi­
rilen bölgede, gece yapılacaksa ona göre biçimlenir) kitlelerin boşalım istem­
lerini tatminden öteye gidememiştir. Geceler dışındaki kültür çalışmalarının yo­
ğun olduğu kurumlar halkevleri oluyordu. Devrimcilerin denetiminde olanların­
da, kültür çalışmaları bilimsel yöntemle sürdürülmeye çabalanıyordu. Fakat
merkezi bir örgütlülüğün kültür alanındaki çalışmaları da denetleyecek yan
örgütlülüğü olmayışı, buraların da etkisini sınırlandırıyordu.
Bir de sol adına yazan, çizen, söyleyenler vardı bu dönemde. Bunların iş­
lediği konular, geçmişin maceracı tutumunun (!) mahkûm edilmesi, perdesi al­
tında yılgınlık, pasifizm ve devrimcilerin canları pahasına yarattığı mücadeleyi
yermekti. Onlar, yeni bir potansiyel yaratmak yerine, geçmiş mücadelenin ya­
rattığı potansiyeli de günbegün eritiyorlardı.
İşte, kültür çalışmalarına sekter yaklaşım diye adlandırılan bu sol bakış
açısı, bütün bunların sonucu oluştu. Süreç içinde devrimci mücadele
değişik çalışma birimlerinde gelişti. Yeni devrimciler yetişti ve bunlar ge­
lecekte ülkeyi toplumsal refaha götürecek yapının temellerini attılar. Fakat,
devrimci mücadelede asıl olmasa da, mücadelenin gelişimine etkide bulunacak
kültür alanındaki çalışmalara sol bakışı üzerlerinden atamadılar. Bugün de
sol'un kültür alanındaki çalışmaları sosyalist insanın yetiştirilmesini amaçla­
masına rağmen, bir sürü yoz ilişkileri bünyesinde barındıran, sosyalizmle entellektüel bilgilenmelerini tatmin için ilgilenen insanların ve bunların ürünlerinin
yer alması; buna alternatif olabilecek kültür alanındaki devrimci çalışmaların
yetersiz ve örgütsüz oluşu, devrimci mücadelede coşkuyla yer alan insanların
kültür çalışmalarını yanlış değerlendirmelerine yol açmıştır.
Devrimci mücadelenin bugünkü düzeyi ve vardığı örgütlülük artık sadece
anti-faşist mücadelenin öncelikle sürdürüleceği dönemin dışına taşmıştır. Yani;
yeni örgütlülükler yaratmak, daha önce ele alınmayan çalışma alanlarında ör­
gütlenmek gerekliliğini hissettirmiştir. Çeşitli defalarda vurguladığımız gibi,
bu alandaki çalışmalar toplumun kurtuluşundaki genel çalışmaların doğrultu­
sunda ele alındığı ve toplumun daha ileri bir sisteme ulaşmasında çalışan dev­
rimcilerin, sosyalist insanın yaratılmasında işlev gördüğü sürece (bunların sağ­
lanması, bu alandaki çalışmaların örgütlü bir yapı içersinde yer alması sonucu
oluşur) kültür alanındaki devrimci çalışmaları gereksiz uğraşı olarak görmenin
yanlışlığı kavranacaktır. Bu konuyu emperyalizme karşı ulusal kurtuluş savaşı
veren Gine devriminin önderi A. Cabral'ın şu sözleriyle bağlayalım :
«Zihinlerin - kafa yapılarının yeniden dönüştürülmesi, bu yüzden halkın
kurtuluş hareketiyle gerçek bütünleşmesini sağlamak için kaçınılmaz olmak­
tadır. Böyle bir yeniden dönüştürülme mücadeleden önce de yapılabilir. Fakat
mücadele sırasında, mücadelenin gerektirdiği fedakârlıklarına katılırken, halk
kuleleriyle gerçekleşen günlük temaslar yoluyla tamamlanır.»
12/TAVIR
KÜLTÜRÜN ÖNEMİ VE PROLETER KÜLTÜR
Mevcut düzenin ilişkileri geniş yığınları kendi ideolojisi doğrultusunda şart­
landırmaktadır. Bu durum devrimci çalışmalarda, yenilmesi gereken bir unsur
olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü devrimci mücadelede kararlılığın sağlan­
ması, devrime inanç ruhunun arttırılması; öncelikle kişiyi düzenin alışkanlık­
larından arındırmakla olur. Bu konumda kültür alanında çalışan devrimcilere
önemli görevler düşmektedir. Bizler insanlığın tarihi boyunca durmadan de­
ğişip, gelişen bilgileri özümlemeden, sosyalist insanın yetiştirilebileceğini zan­
nederek, yoğun çaba harcamadan genel doğrularla yetinirsek başarıya ulaşamayız. Lenin'in bu konudaki sözlerini tüm devrimciler hatırında tutmalıdır :
«Kapitalizmin şartlandırdığı halk kitleleri üzerindeki alışkanlıkları, yanlış
görüş ve düşünceleri yenemezsek devrimimiz başarıya ulaşamaz.»
Lenin'in bu önermesi devrimden sonraki süreç için ağırlıkla geçerli olma­
sına rağmen, devrim öncesi süreçte de mücadele eden insanların (en azından
örgütlü bir yapıda yer alan devrimcilerin) bu alışkanlıklardan kurtulmaları
için de geçerlidir.
Kültür alanında örgütlenmeyi ve çalışmayı gerektiren bir diğer unsur da,
hakim sınıfların kültürüne alternatif devrimci kültürün tohumlarını atma ve
bunu kitlelere anlatacak, iletecek bir kültür politikası oluşturulması zorunlu­
luğudur. Bilindiği gibi çağımızdaki devrimlerin ideolojik öncülüğü, işçi sınıfının
ideolojisidir. Bu nedenle, devrimci kültür bu ideolojinin belirleyiciliğinde yara­
tılmak durumundadır. İşçi sınıfının bilimi, yani marksizm dünyanın anlaşı­
labilirliğini, düzenin değişebilirliğini, emekçi yığınların sömürülmelerinin, bas­
kı altında tutulmalarının kaderleri sonucu olmadığını, emperyalizmden kay­
naklandığını açıklar. Somut çelişkilerin çözümünü gösterir. Devrimci kültür ça­
lışmaları ve bu konuda oluşturulacak kültürel perspektif emekçi yığınlar için
güçlü bir devrimci silah olmalıdır. Burjuvazinin ideolojisine karşı, işçi sınıfının
ideolojisini savunmalıdır. Mao'nun da dediği gibi «yeni olan her şey zorlu ve
acılı mücadeleden geçilerek elde edilecektir. İyinin de, kötünün de, mücadele
içinde denenip kanıtlandığı kültür için de böyle olacaktır.»
Bu çalışmalardaki hedefimiz bir avuç ayrıcalıklıya, entellektüel - aydın çev­
reye değil, ülkede ezilen, sömürülen yığınlara hizmet etmek, onlar tarafından
anlaşılmak, sevilmek ve desteklenmek olmalıdır. Onların duygu, düşünce, istem
ve mücadelelerini yansıtmalıdır. Bu sayede tüm dünyadaki devrimcilerin amacı
olan işçi sınıfının uluslararası kültürünün yaratılmasından bir adım atmış
olabiliriz.
İşçi sınıfının uluslararası kültürü, öncelikle tek tek ülkelerin emperya­
lizmden kurtuluşları sonucu kendi ülkelerindeki devrimcilerin mücadelelerinden
kaynaklanan geçmiş kültür birikimlerinin sosyalist ideolojiyle eleştirel yorum­
laması sonucu oluşturulan devrimci kültürlerinin «kültür devrimleri sonucu»
yaratılacaktır. Bunların süreç içersinde birbirleriyle ilişkileri, birbirlerine kat­
kıları sonucu işçi sınıfının uluslararası kültürü yaratılacaktır. Bunu yaratır­
ken Marksizmin gereği, burjuva çağının en değerli başarılarını reddetmek bir
yana, insan düşüncesinin, uygarlığının gelişiminde ortaya çıkan her değeri
TAVIR/13
alıp, yeniden biçimlendirmelidir. Ancak bu sayede gerçek proleter kültür yara­
tılır. Yoksa proleter kültür kendilerini proletaryanın ideolojik öncüsü sayan
salon sosyalistlerinin, entellektüel gevezelerin dar çevreleri içersinde mücadele­
den soyut olarak yarattıkları kültür değildir. Bugünkü devrimci kültür çalış­
maları, gelecekte ise proleter kültürün amacı (süreçlerinin özelliklerine uygun
olarak) sömürüye, özel mülkiyete dayanan, eski toplumsal düzeni yıkıp yerine
sömürüden baskıdan arındırılmış gerçek anlamda özgür düzeni yaratacak dev­
rimcilerin yetiştirilmesini; diğer alanlardaki devrimci çalışmalara yardım ede­
rek, karşı-devrim güçlerinin sonunun gelmesini kolaylaştırmak olmalıdır. Kül­
tür perspektifinin oluşturulmasını salt kitaplıklar, kitaplar vb. arasında ara­
maya çalışmak bizi başarısızlığa götürür. Bu ancak insanlığın bugüne kadar
yaşadığı toplumsal süreçler içinde edindiği bilgi ve tecrübesine dayalı olarak
kültürel birikiminin incelenmesi; yaşanılan süreçteki örgütlü işçi, köylü, emek­
çi yığınların emperyalizme ve faşizme karşı verdikleri mücadelelerine bağlı ola­
rak oluşturulacaktır.
KÜLTÜR ALANINDA ÖRGÜTLÜLÜK
Kültür alanında yürütülen devrimci çalışmalar bir örgütlü yapı altında
toplanmazsa gerekli etkinliği gösteremez. Gerek bireysel çalışma yürütenler,
gerek amatör olarak küçük gruplar halinde kollektif çalışma yürütenler, çalış­
malarını yaratılan bu örgütlü yapıya aktarmalıdırlar. Doğaldır ki bu örgütlü­
lüğün yaratılması azami olarak çeşitli olaylar karşısında aynı şekilde düşüne­
bilen ve aynı tavrı geliştirebilen kişilerin ya da toplulukların bir araya gelerek
ortak bir çalışma programını hayata geçirmeleriyle olacaktır.
Emperyalizmin yeni sömürgesi konumundaki ülkelerde, ülkenin emperya­
lizmden kurtuluşunda temel öneme sahip olmaması nedeniyle kültür alanın­
daki devrimci çalışmalar yaratılan bu örgütlü yapısıyla, siyasi örgütlenmenin
ideolojisi doğrultusunda bir kültürel perspektif oluşturmalıdır.
Günümüzde gerek dünyada, bağlı olarak da ülkemizde sosyalizmin anlamı­
nın ve işlevinin çarpıtılması, Marksizmin revize edilmesi (yani oportünizm ve
revizyonizmin her çeşidinin siyasi ortamda var olduğu) de düşünülürse; ki her
biri sosyalizme ulaşmak, emperyalizmi kovmak için bir dizi teori üretmektedir­
ler. Dolayısıyle kültür alanında da bir o kadar gruplaşma (çoğu açıkça belirtmeseler de siyasi yoğunlukların direkt örgütlendirdikleri) belirmektedir. Bu­
nun sonucu kültür alanında çalışan tutarlı demokrat, ilerici, devrimci birçok
unsurun bu yapılar içerisinde gün geçtikçe yozlaşmalarına, devrimci coşkula­
rını yitirmelerine yol açmaktadır.
Örgütlü kültürel yapının dikkat edeceği bir başka sorun ise küçük burju­
va, kendiliğindencilik, popülizm vb. zaaflarla mücadele etmektir. Örneklerini
sürekli olarak yaşadığımız bu dönemlerde bazı devrimci (!) sanatçılar bu yapı­
ları kendi popülist eğilimleri için (geçici bir süre yer alacakları) basamak ola­
rak görürler. Var olan sınıflar mücadelesine katkıda bulunmak yerine entellek­
tüel gezeveliklerini ya da kültür konusundaki isteklerini tatmin edecekleri bir
yer olarak görürler. Bu yapı içinde yer alan devrimciler kültürel denetim me14/TAVIR
kanizmasıyla birlikte, siyasi denetimi de gündemde tuttukları sürece bu tip
eğilimleri kolayca meydana çıkarırlar.
Örgütlülük kültürel çalışmaları kurtuluş mücadelesindeki etkisi tali de ol­
sa güçleri ve maddi olanakları oranında en iyi bir biçimde hayata geçirmelidir­
ler. Bunun için uzmanlaşma temel alınmalıdır. Uzmanlaşmayı sağlamak ama­
cıyla burjuvazinin kurumlarından dahi yararlanılmalıdır. Bugün burjuvazinin
yarattığı kültür dallarından mücadelemizde en etkili olanlarına öncülük tanı­
yarak birçoğunda çalışmayı hayata geçirmelidir.
Başında da belirttiğimiz gibi sadece pratik çalışmaların örgütlendirilmesi
değil, bunun yanında başta devrimci mücadelenin sürdürülmesinde halka ön­
derlik edenlere olmak üzere tüm ezilen, sömürülen işçi ve köylü yığınlara netleştirecek bir teorik yaklaşım yaratmalıdır. Ancak bu sayede kültür alanındaki
çeşitli dallar aynı hedefe yönelik ürünler yaratırlar. Yine ancak bu sayede genel
mücadelenin diğer alanlarındaki devrimciler örgütlenmelerinde bu alanın ça­
lışmalarından yararlanabilirler. Bu teorik yaklaşımın oluşturulması ideolojik
mücadele sürecinde iyice şekillenir ve tüm devrimcilere mal olur.
Yaratılan örgütlülüğün hedeflerinden biri de alanına ilişkin bağımsız ça­
lışmaları ve devrimci sanatçıları çatısı altında toplamak (yani ülke çapında
var olan kültürel potansiyeli toparlamak) olmalıdır. Bu ise doğru devrimci ide­
olojinin (dünya görüşünün) tüm alanlarda birden yürütülen mücadelelerle ken­
dini kabul ettirmesiyle doğru orantılı olarak gelişeceği bilinen bir gerçekliktir.
—ŞİİR— N. HİKMET
— CEVAP NUMARA DÖRT —
Bu yazı gizli bir din halinde bir nevi
neo-faşist bir ideoloji yaptıkları halde
bunu ikrardan sakınanlara aittir. Böy­
le bir halt karıştırmıyoruz diyenler üze­
rine alınmayabilirler.
Onlar istiyorlar ki
çift ağızlı baltalarıyla
yuvarlansın kafalarımız önüne yarın
o kara gömlekleri beyaz kordonlu
golf pantolonlu
kadroların...
KARDEŞLER!
onlara sokakta rastlarsanız eğer
ölümü görmüş gibi çevirin başınızı.
Kirpiksiz sarı gözler gözünüze bakarken
arkadan sırtınıza bir
bıçak girebilir...
TAVIR/15
Onlar istiyorlar ki
kara toprağın kalbi durana kadar
biz pazarda kelepir bir mal gibi satalım
kafamızın ışığını, gücünü kolumuzun...
Kadınları karşılarında oynatalım.
Ve dumanlanmağa başlayınca
gözümüzün bakışı
yavaşlayınca
damarlarımızda kanın akışı
karaya vurmuş balıklar gibi
köprü altlarında yatalım...
KARDEŞLER!
Onlara elleriniz dokunmuşsa eğer
yedi tas su dökün ellerinize.
Yırtarak bayramlık gömleğimi ben
peşkir yaparım size...
Biz,
ayrı dillerde aynı şarkıyı okuyanlar,
biz,
aynı yastıkta yatar gibi
toprağa başlarını yan yana koyanlar,
biz,
yüzümüzün derisi koyu açık yanmış diye,
saçlarımız ayrı ayrı boyanmış diye
barsaklarımızı birbirimizin avucuna dökerek
birbirimizin gırtlağını dişimizle sökerek
gebereceğiz..
Ve kadrolar
parlatarak
kara gömleklerinin beyaz kordonlarını
gömecekler kadife koltuklara
golf pantolonlarını...
KARDEŞLER!
Onların adına benziyorsa adınız eğer
adınızı değiştirin.
Vebanın girdiği kapıdan girin
Onların evine atmayın ayak...
Onlar istiyorlar ki
çift ağızlı baltalarıyla
yuvarlansın kafalarımız önüne yarın
o kara gömlekleri beyaz kordonlu
golf pantolonlu
kadroların...
16/TAVIR
HÜKÜMETLER VE
KÜLTÜR
POLİTİKASI
1923 devrimi, önder sınıfın karekterini yansıtan bir ulusal devrimdir. Em­
peryalist işgal kırılmış, komprador burjuvazi tasfiye edilmiş, feodalizmin ideolo­
jik ve politik gücü kırılmıştır. Ülkede tek parti yönetimi altında küçük bur­
juvazinin diktatörlüğü egemen kılınmıştır. Bu yönetim özel mülkiyet ve kârı
temel alan kendi sınıfsal ve de ekonomik örgütlenmesini genişleten, «millî burjuvazi» yaratmaya yönelik, bir ekonomi - politika yürütmüştür. Başlangıçta
emperyalizmle ekonomik plandaki ilişkilerde çekimser davranıp, yabancı te­
kellere ilişkin stratejik işletmeler satın alma yoluyla ulusallaştırılıp borç al­
mada son derece dikkatli davranılırken öte yandan kapitalist dünya içinde yer
alınarak, yabancı sermayeye bazı imtiyazlar tanınmaktadır. Feodalizmin ekono­
mik gücüne dokunulmamaktadır. Küçük burjuva yönetim, emperyalizm ve feo­
dalizmle olan bütün köprüleri atamamaktadır.
Küçük burjuva diktatörlüğünün, kültür politikası ideolojik - politik ve eko­
nomik çizgisine koşutluk gösterir kuşkusuz. Millî burjuvazi yaratma çabalan,
ilerici liberal aydınların burjuva hümanizmini yaygınlaştırılması çabalarıyla
karşılanır. Bu aydınların meclislerde yer almaları ve yönetimlerdeki görevleri,
özellikle eğitimdeki belirleyiciliklerini, dönemin kültür politikasının çizilmesin­
de burada vurgulamak gerekir.
1923 devrimi, önder sınıfın karekterinden dolayı sürekli kılınamamış, du­
raklama ve geriye dönüşlerle birlikte ülke yeniden sömürgeleşme sürecine
girmiştir.
1950'li yıllarında başında «Amerika'nın Sesi» radyosu ünlü bir tangocumu- '
zun sesiyle dünyaya şöyle sesleniyordu. «Dostluk Şarkısı»
Amerika, Amerika
Türkler, dünya durdukça
Beraberdir seninle
Hürriyet savaşında
Bizim kimlerle birlik olacağımızı, kimlerle kardeş sayılacağımızı biz değil
bizim adımıza «Amerika'nın Sesi» haykırmaktaydı, hem bize, hem dünyâya (1).
TAVIR/17
Bu yeni dönemde, kentlerde işbirlikçi tekelcilerce emperyalizmin kültür poli­
tikasının yaygınlaştırılmasının yanında, toprak ağalarının din olgusu, batıl
inançlar, gelenek ve görenek temellerine dayanan gerici kültür öğelerinin ya­
şatılması çabalarının aynı potada eritildiğini gözlemliyoruz.
Sonuç burjuva anlamda dahi olsa hümanizm kavramına tahammülü ol­
mayan emperyalizmin bu anlamdaki çabaları yerle bir etmesidir. Emperyaliz­
min kültür politikası, yeni sömürgecilik ilişkilerinin gereklerinin karşılanma­
sında, ülkemizde Amerikan emperyalizminin içsel varlığının pekistirilmesinde
ve gizlenmesinde, dolayısıyla anti-emperyalist düşünce hareket ve duyguların
gelişiminde insan bilincinde bir örtü işlevini görmüştür.
Artık, kültürel yaşam bu politika doğrultusunda çeşitli iktidarlar tarafından
biçimlendirilecektir. Yabancı yönetmenlerle kurulup geliştirilmeye çalışılan dev­
let tiyatroları, konservatuarlar. Resmi ideolojinin karşısında en küçük kıpır­
danmaların zorla bastırılması, tutuklanan tartaklanan sanatçılar, bombalanan
tiyatrolar, yasaklanan oyunlar. Saldırıya uğrayıp kırılan heykeller, engizisyonu
anımsatan yasak kitap listeleri.
1977'de yönetime gelen CHP ağırlıklı hükümet kültür politikası kavramına
MC hükümetlerinden farklı yaklaştıklarını savundu ve kültür politikalarını
«Ulusal, demokratik ve halkçı» olarak ilân etti (2). Onlara göre yürütülecek po­
litika toplumdaki tüm sınıfların gereksinimlerini karşılamalıydı. Bunun için de
siyasal iktidarlarla birlikte değil de «Toplumsal yapıdaki evrime koşut» olarak
değişecek bir düzenleme gerekliydi. Bu da özerk kurumlaşmaydı (3). CHP, devleti
egemen sınıftan bağımsız ve özerk olarak bu güce, iktidara sahip, çeşitli sınıfların
birbirleriyle çelişen çıkarlarını ortak bir yararı gerçekleştirmeye yönelik olarak
uyumlu hale getiren, uzlaştıran bir mekanizma olarak gören özne devlet an­
layışını savunur. Doğal olarak bu kavrayış egemen sınıfların denetiminin dı­
şında kurumlaşmaları olanaklı görür. Devlet, sınıflar mücadelesi sürecinde
üretim araçlarını özel mülkiyeti altında tutarak doğrudan üreticinin artık ürü­
nüne el koyan sömüren sınıfın, sınıf egemenliğinin örgütlenmesidir. Üretim
araçlarının sahibi olan sınıf, düşünsel çabaları da denetleyecektir.
18/TAVIR
Sınıflı toplumun kültürü çeşitli sınıfların çıkarlarının ve ideolojilerinin
damgasını taşıdığı için sınıfsal bir karakter taşır. Bu sınıfsallık özellikle mane­
vi ve düşünsel kültür ürünleri, yaşam tarzları, ahlâk ve âdetleri için de geçer­
lidir. Öte yandan maddi bazı alanlar da sınıf çıkarlarının etkisi altındadır. Bu
nedenle uzlaşmaz sınıflarla belirlenmiş her sosyo-ekonomik kuruluşta, tüm ulu­
sun ya da halkın ortak, homojen bir kültüründen söz etmek olanaksızdır. «Her
ulusal kültürde demokratik ve sosyalist kültürün öğeleri bulunur. Çünkü her
ulusta yaşam koşullarıyla demokratik ve sosyalist bir ideoloji üreten, sömürülen ve baskı altında tutulan bir kitle vardır. Ama her ulusta yalnızca öğeler
biçiminde kalmayıp egemen olan bir burjuva kültürü de vardır.» (Lenin)
CHP ağırlıklı hükümetin yerini alan AP azınlık iktidarının kültür politikası
ne olacaktır? Yanıtımız şudur — MC'ler CHP ağırlıklı hükümet AP yönetimleri
yöntem farklılıkları ile özünde sömürüsünün devamını sağlamak için sömürü
altında tuttuğu halkın kültürel yaşamını devamlı ve örgütlü bir şekilde baskı
altında tutan emperyalizmin kültür politikasının birer uygulayıcısı olmuşlar
ve olacaklardır.
Bu dönemde yine «Millî terbiyemize aykırı ahlâk, aile, h a t t a cemiyet de­
ğerlerimizi yıkmaya matuf kitaplar»dan oluşacak yeni listeler hazırlanacaktır.
Dilde aşırılıklardan sakımılmasını isteyen, bazı oyunların yakından izlenmelerini
ve yasaklanmalarını bildiren genelgeler birbirini izleyecektir.
Görevimiz : Geçmişin demokratik özlü kültürünün asimilasyonunu önlemek,
geçmişten kalan mirasın pozitif yönlerini sosyalist ideoloji ile yoğurarak dev­
rimci kültürün nüvelerini oluşturmaktır. Emperyalizmin kültür politikasının
faşist demogoji ve tahribatının teşhir ve mahkûm edilmesi devrimci sorumlu­
luğumuzdur. Devrimci kültür mücadelesinin genel siyasi mücadeleye bağımlı kılın­
ması ise zorunluluktur. CHP ağırlıklı hükümetin istifası ile birlikte TAVIR de­
ğişen hükümetler ve kültür politikaları sorununa kültür alanındaki demokra­
tik örgütlenmeler ve kişilerin bir bölümü ile ilişki kurarak yaklaşmak istedi.
Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı Aziz Nesin. Yazar, sendikacı ve sanatçıların
örgütlenmesi yolundaki çabaları ile tanınan Kemal Sülker ve sanatçı
Timur Selçuk sorularımızı yanıtladılar. Yeni olmanın kendine özgü koşulları­
nın yanısıra, ilişkilerimizde gözlenen tek yanlı ' olumsuzluklar soruşturmanın
daha geniş bir platforma yayılmasını engelledi. Sanatçı kişiliğini gözönüne
alarak görüşlerine dergimizde yer verip, savunmak istediğimiz Yılmaz Güney'le
Ekim - Birlik'teki arkadaşlarının sekter tavırları nedeniyle ilişki kuramadık.
Soruları Yılmaz Güney adına yanıtlamak isteyen bu arkadaşlar ayrıca bizleri
sanatçı ve siyasi kişilikleri arasına çizgi çekmekle suçladılar. Yılmaz Güney sa­
natçı kişiliği ile tanınıyordu. Ve doğal olarak yanıtları siyasi görüşlerini de
yansıtacaktı. Doğal olmayan ise Ekim - Birlik'in siyaset olarak var olma koşul­
larını dergimizin sayfalarında aramasıydı.
Bir diğer olumsuzluk dergimiz Tİ-SAN ilişkisinde yaşandı. Tiyatro Sanat­
çıları Derneği'ndeki arkadaşlar «örtülü MC'nin kuruluşunu daha üst düzeyde
boyutlu eylemlerle (!) karşılayacaklarını» belirterek sorularımızı yanıtlamadılar.
Bu tavırlar, devrimci ilkelere ve demokratik örgütlerin yapılanmalarına
ters düşmektedir. Sürgit olumsuzlukların, tutarsız, ilkesiz davranışların teşhir
ve tecrit sürecinin en kısa yaşandığı kesimin sol kamuoyu olduğunu ayrıca vur­
gulamak ise gereksiz olacaktır.
TAVIR/19
1 — Genel olarak «Kültür Politikası» kavramı üzerine düşünceleriniz. Dev­
letin kültür politikası, hükümetlerin kültür politikası şeklinde bir ayrım dü­
şünür müsünüz? Aralarındaki ilişki sizce nasıl yorumlanır?
2 — IMF somutunu yaşıyoruz. Diğer emperyalist kurum ve kuruluşlarla
ilişkilerimizde, sosyal, ekonomik, siyasal alanlarda sürekli sonuçlarını gözlem­
liyoruz. Emperyalizmin ülkemizde devlet ya da hükümetlerin kültür politikaları
üzerinde ki etkisinden söz edebilir misiniz? Ederseniz, sonuçları hakkında bilgi
verir misiniz?
3 — Tüm toplumsal sınıfların gereksinimlerine yönelik bir kültür politi­
kasından söz edilebilir mi? Geçmiş CHP ağırlıklı hükümetin kültür bakanı olan
A. Taner Kışlalı'nın «Özerk bir kurumlaşma bunu sağlayabilir» görüşüyle bir­
likte değerlendirir misiniz?
4 — Cephe yönetimleri ile CHP ağırlıklı hükümetin kültür politikası üze­
rine karşılaştırın ah gözlemleriniz?
5 — CHP ağırlıklı hükümetin yerini alan AP azınlık iktidarının bu konu­
daki tavrı sizce ne olacaktır? Kültürel yaşantıda değişmeler sözkonusu mu?
6 — Demokratik güçlerin cephe tipi yönetimlerin kültür politikalarına yak­
laşımları ne olmalıdır? Kültürel yaşantı üzerindeki sömürgen dış baskı olarak
tanımlayabileceğimiz emperyalizmin kültür politikasına karşı demokratik güç­
ler nasıl bir tavır geliştirebilir? Tavırda birlikteliğin ilkeleri sizce ne olmalıdır?
20/TAVIR
AZİZ NESİN
YANIT 1 — Kültür politikasını belirleyen başlıca etmen ekonomi politi­
kasıdır. Her ülkenin bir ekonomik politikası olması nasıl zorunluysa buna ko­
şut olarak bir de kültür politikası olması hem gerekli, hem de zorunludur. Tür­
kiye'nin bugüne dek kültür politikası yok idi. Hiç de olmadı tarihimizde. İlk
kez CHP ağırlıklı hükümet bir kültür politikası saptadı, son güne ancak ye­
tişebildi. Devletle, hükümet arasındaki kültür politikası bakımından olan iliş­
kiye gelince, devlet bilindiği gibi Cumhurbaşkan'ında odaklanan, bunun dışın­
da da bir somut varlığı olmayan soyut bir kavramdır. Ancak kendisini mey­
dana getiren, kendisini oluşturan kurumlarla sornutlaşır. Hükümet bunun baş­
lıca somut kurumudur. Hükümetle devleti birbirinden ayırmak bu bakımdan
do£ru olmaz. Hükümet, yasaları yürüterek ve kurum olarak devletin en büyük
temsilcisidir. Onun için hükümetlerle devleti özellikle Türkiye'de ayırmamak
gerekiyor. Ancak şu v a r : Hükümetleri değişik partiler alabilir, iktidara geçe- bilir, oysa devlet sürer gider. Türkiye'de bunu biz ayıramayız. İngiltere'de ör­
neğin; Muhafazakar Parti iktidara geçer, değişir, İşçi Partisi iktidara geçer,
ama İngiltere hükümetinin değişmeyen bir ekonomi politikasının hiç olmazsa
ana çizgileri vardır. Türkiye'de böyle olmuyor. Özellikle çok partili düzeno gir­
dikten sonra her hükümet aynı zamanda devlete de sahip çıktığı için kendi,
politikasını izliyor. Egemen sınıfların temsilcileri neyi istiyorlarsa, hem ekono­
mi politiği, hem de bunun doğrultusunda, ama çizilmemiş, belirlenmemiş, ya­
zılmamış olan kültür politikasını yürütüyorlar.
YANIT 2 — Biz Truman doktrini ile ekonomik boyunduruk altına girdik. Daha
sonra Marshall yardımı, Nato vb.'le daha fazla boyunduruklar altında kal­
dık. Kurtuluş Savaşının ilk dönemlerindeki ekonomik bağımsızlığımızı İkinci
Dünya Savaşın'dan sonra çok daha iyi yürütebilirdik. Ama yanlış yönetildik.
TAVIR/21
Ayrıca kişisel düşüncem emperyalist ülkelerden hiçbir borç almamak doğrultu­
sundadır. Ama bugünkü koşullarda, hangi iktidar gelirse gelsin bu anlaşma­
ları yapmak zorundadır. Ancak toplumsal yapı tümüyle değişirse böyle anlaş­
malara girilmez. Onların kültür politikası, yani kültür emperyalizmine gelince.
Türkiye'de son yıllarda kültür emperyalizmi yoktur, emperyalizm nedir ki kendi
kültürü olsun biçiminde düşünceler gelişti. Ben buna katılmıyorum. Kültür em­
peryalizmi vardır. Emperyalizmin çok sağlam bir kültürü vardır. Sinemasıyla,
çocuk oyuncaklarıyla, filmleriyle, şarkılarıyla. Kültürü, hayatı kapsayan, sü­
rekli, doğurgan, organik bir varlık olarak ele almak gerekiyor. Yani emperya­
lizmin kültürü yoksa, kendisi de yoktur. Kültür emperyalizminin girişi yol açı­
cılıktır. Ekonomi politikaya buldozerlik görevi yapar. Onun önündeki engelleri
temizler. Emperyalizm arkasından girer. Emperyalizmin girdiği hangi ülkeye ba­
karsak bakalım, bu durumu gözleriz. Türkiye başlangıçtan beri, özellikle İkinci
Dünya Savaşı'ndan sonra emperyalist güçlerin kültürlerinin egemen olduğu bir
ülke halindedir.
YANIT 3 — Türkiye'nin kültür politikasını saptayan kurulda üyeydim. O
bakımdan A. Taner Kışlalı'nın burda ne demek istediğini çok daha iyi biliyo­
rum. A. Taner Kışlalı ister istemez bir partinin görüşü sınırları içinde bağım­
lıdır. Ama benim kişisel görüşüme göre ilerici bir kişidir. Ve kültür bakanlığı sıra­
sında çok önemli işler yaptı. Bunların başında Türkiye'nin kültür politikasının sap­
tanması geliyor. Bu tarihimizde ilk kez oldu. Osmanlılıktan, Cumhuriyet kurulduk­
tan bu yana, Türkiye'nin kültür politikası saptanmamıştı. Bence, konunun önemi,
en ileri ve en iyisinin yapılmasında değil, bir hükümetin ilk kez yapmasındadır. Hükümet tarafından böyle bir kültür politikasının saptanması önemli­
dir. Bu, bundan sonra gelecek hükümetleri -bunu değiştirsinler, kaldırsınlar,
önemli değil- bir kültür politikası saptamaya zorlayacaktır. CHP ağırlıklı hü­
kümet hem kendisinin, hem de kendisinden sonra gelecek iktidarların müdahale edemiyeceği bir kurum oluşturmak istedi. Yol aradı, özerkleşmeyi buldu.
Bunda da karşısına engeller çıktı, gerçekleştiremedi. Özel kurumlaşma, özerk­
leşme, kurumların özerkleşmesi, tek umar değil. Çünkü bu kurumlar uygulama­
da gerici ellere geçebiliyor. Bugünkü koşullarda yapılabileceklerin en iyisi ola­
rak özerkliği düşündük: Kurumlara partilerin müdahale edememesi için tek bir
güvence vardı : Özerkleşme. Bunun için de özerkliğin koşullarını iyi hazırlayıp,
saptamak gerekiyor. Kaldı ki bunlar da sorun değil. Özerk yaptığımız bir ku­
rumun özerkliğini başka bir hükümet oylarıyla kaldırabiliyor. Ama bir takım
umarlar arıyorsunuz. Ancak bunları bulabiliyorsunuz.
YANIT4 — Cephe Hükümetlerinin saptanmış bir kültür politikası yoktu.
Ama kendi sınıflarının çıkarları doğrultusunda gerek yayınları, gerekse izle­
dikleri yolla, çok bilinçli ve iyi bir kültür politikası uyguladılar. Yalnız burada
her iki partinin de aynı sınıfın temsilcisi olduğunu söyleyeyim. Cephe partileri temsil ettikleri sınıfın belirli katmanlarının çıkarları doğrultusunda bir po­
litika izlediler. Evet, bunun dışında en hafif anlamıyla savurganlık diyebilece­
ğimiz paraların kendi aralarında, yayın işlerinde veya başka işlerde sorumsuz­
ca kullanıldıklarını gördük. Bugün kültür bakanlığındaki kadroları değiştirme­
ye çalışacaklardır. Bütün yapılan işleri kendi çıkarları doğrultusunda ya değiş­
tirecekler ya da ortadan kaldıracaklardır.
YANIT 5 — Kültürel yaşamı hükümetler yapmıyorlar ki. Ne AP yapıyor,
22/TAVIR
ne CHP yapıyor. Kültürel yaşamı halkımız yapıyor. Aydınlar yapıyor, işçi sını­
fımız yapıyor. Bunlar yaratıyor. Bunlar, bu varlıklar gene yürüyecektir. İster
CHP ağırlıklı hükümet olsun, ister Cephe Hükümetleri gelsin, h a t t a isterse diktatorya gelsin, bu kültür gene sürecektir. İstediğimiz şudur ki; hangi sınıfın
hükümeti olursa olsun, sürmekte olan gerçek ulusal kültüre hız verici işler
yapsın. Burada şu konuya açıklık getirmek isterim; Ulusal kültür egemen sını­
fın politikası doğrultusundadır. Ve onu egemen sınıfın kültürü belirler. Bu bir
kuraldır. Ama egemen sınıf Türkiye'de burjuvazi yani ulusal olan burjuvazi
değildir. Yanlış olan bu. Türkiye'nin burjuvasının yeni ve kapkaççı olması ne­
deniyle henüz kendisine özgü kültürü varedememiştir. Fransız burjuvazisinin
kültürü ulusal bir kültürdür. Çünkü Fransız burjuvazisi vardır. Türkiye'de ege­
menlerin kendi kültürüm dediği şey, ya gelenekçi eski kültürün gerici öğeleri­
dir, ya da bağımlı oldukları yabancı ülkelerin kültürleridir. Türkiye'de burju­
vazinin 40-50 yıllık bir geçmişi vardır. Bu kadar kısa sürede kültür oluşmaz.
Oysa Türk halkı binlerce yıldan beri geliyor. Onun için ulusal kültürün tem­
silcisi bugün egemen olmayan sınıftır.
SON YANIT : Sorunuza genelde bir yanıt vereyim. Bence örgütün en büyük
başarısı ister politik olsun, ister ekonomik olsun, ister sosyal, ister kültürel ol­
gun, en büyük başarısı, kendi sürekliliğini, yaşayışını sağlamaktır. Dengeyi sağ­
lamak gerekiyor. Neyi ne kadar vereceksiniz, neyi ne kadar alacaksınız? Bunu
bilmek gerekiyor. İster Cephe Hükümeti gelsin, ister örtülü Cephe Hükümeti
gelsin, ister askeri yönetim gelsin, amaç yaşayabilmektir. Nasıl davranmalıdır?
Her örgüt bunu kendisi ayarlamalıdır, bazen susmalıdır ,bazen konuşmalıdır?
ne, ne kadar konuşulacaktır, bunu bilmek gerekir. Genel politikanın dışında,
her örgütün ayrı bir politikası vardır. Nitekim Türkiye Yazarlar Sendikası'nın
kendine özgü bir politikası vardır. Dışarıdan bakıldığı zaman bu politika yerilebilir, bazı bölümleri eleştirilebilir, ama bizim kendi politikamızdır o. Biz önce
genelde, genel doğruda yürüyebilmek için, gidebilmek için, yaşamamız gerekli
olduğuna inanıyoruz; koşullar sürekli değişebilir, her koşula uyabileceksiniz. Bu
oportünist bir yaklaşım değildir. Kendi çizginizi bilincinizi yitirmeden verece­
ğiniz ödünlere alacağınız karşılıkları hesaplamak demektir. Hatta ödün değil
o, bir anlamda pazarlık demektir.
TAVIR/23
KEMAL SÜLKER
1 — Kültür politikası kavramı, tek başına ele alınamaz. Biliyoruz ki her
türlü politika üretim ilişkilerine bağımlıdır. Ekonomik alt yapının belirleyiciliği,
üst yapının da etkileri sonucu kültür politikası, sanat politikası, ekonomi poli­
tikası vs. oluşur. Sınıflı toplumlarda, sınıf mücadelesinin olduğu toplumlarda
egemen sınıflar, hangi katmanlardan, hangi güçlerden oluşuyorsa kültür poli­
tikası da onların iktidarını sürdürmek, onları geniş kitlelere sevimli göstermek
temelinde biçimlenir. Günümüzde burjuvalar, karşıt oldukları işçi sınıfını hır­
sız, bayağı, kaba şeklinde anlatmak isteyen, onları küçümseyen, karalayan bir
politikayı çok süslü şekilde ortaya koyarlar. Oysa bu, kendilerinin örtülü hır­
sızlığını, kibar budalalıklarını örtbas etme amacı güder. Karşıt sınıftan olanlar
ise -iktidara gelmeyi amaçlayan sömürülen sınıf- ya kendi içinde, sınıfının sa­
n a t eserlerini ortaya çıkarır, ya da bilinciyle işçi sınıfının yanında yeralmış in­
sanlarla birlikte proleterya kültürünü oluşturmaya yarayan yapıtlar verir. Zaten sınıflı toplumlarda c ülkeye kalıcı yapıtlar vererek onur kazandıran yazar­
lar, toplumcu gerçekçiliğe yaraşır eserleri verenlerdir.
Burjuvazinin övülecek
hiçbir sanatsal, ekonomik, sosyal yanı olmadığından o sınıfın önde gelen sanat­
çısı da çıkamıyor.
Devleti soyut olarak ele alamıyacağımız için hükümetlerin uyguladığı genel
bir devlet kültür politikasından söz edebiliriz. Tek partili dönemin CHP ikti­
darlarında, Demirel yönetimlerinde, Ecevit döneminde bunlar hemen hemen
aynı sınıfların desteğinde iktidarlar olduğundan kimi zoru kullanmayı, kimi al­
datmayı kendine yöntem olarak çizmiştir. Sonuçta bunların kültür politikaların­
dan temelde değişen önemli hiçbir şey olmamıştır. Örneğin, ne Tevfik Fikret
insancıl yapısıyla kitlelere iyi tanıtılabilmiştir, ne de çok değerli bir fıkra ya­
zarı olan Sabiha Sertel kendi türünde edebiyat kitaplarına girmiştir, • ne de
Nâzım Hikmet devlet aracılığıyla okurlara ulaştırılabilmiştir. Bir Nâzım Hik­
met ne zaman okura ulaşabilmiştir? İktidara yürüyen sınıf, kendi şairine kendi
24/TAVIR
sanatçısına sahip çıkma bilincine ermeye başlayınca. Bugün Nâzım Hikmet bir
bayraksa, demek ki dün bayrak olamayışı, dünkü işçi sınıfının zayıflığından,
bugünkü işçi sınıfının gücünden ve dünyanın en kalıcı öğelerinden biri olan
barışı istemelerinden geliyor. Bu pasif bir barış istemi değil tabii...
Bana göre kültür politikası, devletin kültürel politikası olarak vardır: Fakat
bu kültür politikasına karsı iktidara aday olmak isteyen, iktidara gelmek is­
teyen sınıfın kültür politikasıyla da mücadele halindedir. Ama bu politika sı­
nıfsal içeriği ile mutlaka galip gelecektir. Hükümetlerin yapısında önemli de­
ğişiklikler olursa, kültür politikasında değişiklikler olabilir. Ancak öyle bir çağ­
da yaşıyoruz ki iki yoldan birini seçmeye mecburdurlar. Ya emperyalizmden,
tekellerden yana olacaklardır, ya da emekçi halkların yanında yer alacaklar­
dır. Bunun dışında sosyal-demokrasinin yaşayabilmesi olanaklı değildir.
2 — Bir kere IMF ile bağlantı kurulması, yani emperyalizmin para baba­
larıyla ve çeşitli finans kurumlarıyla işbirliği yapılması, devletin emperyalist
blokun içinde yer alması sonucunu vermiştir. Bu yüzden NATO'nun da içinde­
dir. Devlet kurumları, kültür politikasını yönlendiren, kültür politikasına kat­
kıda bulunan kurumlar, geniş iletişim araçlarının başında bulunanlar, devletin
bu politikasının dışına çıkamazlar. Kendi iç sansürleri vardır, denetim kurul­
ları vardır. Son günlerde dikkati çeken bir tartışma, konuya açıklık getirir. Çok
saygı duyduğum, yapıtlarına hayran olduğum Timur Selçuk, TRT Müzik De­
netim kurulu'na seçilmiştir. Ve bu arada Zülfü Livaneli'nin Nâzım Hikmet'in
şiirlerinden bestelediği iki parçayı çeşitli müzik kurallarına, klasik müzik öğre­
tisine bağlı kalarak denetlemiş, «uyum eksikliğine vardık» gerekçesiyle «bu bes­
teler TRT'de çalınamaz» demiştir. Müzik kuralları tek başına ele alındığı za­
man Timur Selçuk haklı görülebilir. Ama yasaklama kararı Nâzım Hikmet'in
şiirine yansımıştır. Bir de bu devlet danışmanı olmanın insana kuruma bağlı
kalma zorunluluğundan ileri geliyor. Bugün TRT'deki filmler, müzik program­
ları, çeşitli yayınlar, emperyalist kültürün belirleyiciliğindedir, arada bir değerli yapıtlar görülse bile...
Savaş kahramanlığı, Kore'de kahramanca savaşmış falan adamın filmi,
«aşağıdakiler-yukardakiler»de uşaklığın öyküsü, uşak olmanın mutluluğu bir ba­
kıma gösteriliyor. Burada eleştiri doğru olmakla birlikte devrimci özü, bu ku­
rumlara tepki gelmesine neden olacak ölçüde gerektiğince yoktur. .
Çağın ortaya getirdiği, bütün halka yararlı şeyler, insanların ortak kültür
mirasıdır. Dil, müzik... Şimdi bunları emperyalist aşamaya gelmiş kapitalist
ülkeler, bu kültürleri kendi kültürlerine dönüştürme aşamasındadırlar. Yoksa
emperyalistlerin bir büyük sanatçı yetiştirebilmeleri, büyük bir ozan yetiştirebilmeleri olası değildir. Yani zulme, sömürüye dayanan bir edebiyat ayakta du­
ramaz. Sömürüye karşı edebiyat vardır. Ancak emperyalistler, sanat eserleri
olmamakla birlikte kendi çıkarlarını savunmaya yönelik çabaların içindedir­
ler. Ve kendi ülkelerinin halklarının mirasını açığa vurmaktan çok, onları çar­
pıtarak geri getirme ve yeni öğeler etrafında zencilerin hayvanlığını, kızılderililerin yok edilmesi gerekli insanlar olduğunu filmler vb. yollarla yansıtmakta­
dırlar. Bunlar emperyalizmin kültürüdür. Olumsuz bir kültürleri vardır emper­
yalistlerin. Halkların kültürü ise daima olumlu yönde gelişir. Karacaoğlan'dan,
Dadaloğlu'ndan, Pir Sultan'dan gelen kültür zulme başkaldırmanın araçlarıdır.
İnsanlar, renklere, ırklara bölünmemiştir. Ama bunların mistik yanlarını alan
TAVIR/25
emperyalist kültürler vardır. Bugün Mevlana'yı insancıllığından ziyade bir tu­
rizm aracı haline dönüştüren törenler yapılmaktadır. Mevlânâ'nın asıl amacı,
asıl kendisini bugüne kadar yaşatan öğeler daima geri planda tutulmaktadır.
İnsanoğlunun ortaya koyduğu bütün iyi şeyleri emperyalizm kendi sömürü çar­
kına uydurmak için kullanmaktadır. Bu onların kültür politikasıdır. Bence Viet­
nam'daki, Kore'deki mezarlar emperyalizmin birer büyük anıtıdır. Hatta Çanak­
kale'deki mezarlar da...
3 — Ben buna hayır diyeceğim. Yani tüm toplumsal sınıfların gereksin­
melerine yönelik tek bir kültür politikası olamaz. Toplum sınıflara bölünmüşse,
sınıfsal yapıya göre kültür ve gereksinmeler vardır. Sınıf kültürü vardır. Ben
bugün bir ampul peşindeyim, benim gereksinmem bu. Ama bu akşam Eczacıbaşı'nın evinde olsam herhalde kırk ampullu bir avizenin altında kalırım. Onun
gereksinmesi bu değil. Benim gereksinmem de onun gereksinmesi değil. İhtiyaç­
lar, özlemler, amaçlar, yaşantılar değişik olduğuna göre, kültürler de sınıfların
yapısına göre değişecektir. Varlıklı sınıfın sıkıntısı video sisteminde kullandığı
TV film kasetlerinin artık bıkkınlık getirdiğidir. Benimse Ruhi'nin, Livaneli'nin
yeni çıkan bir uzunçalarını alabilmek için 200 TL.'sını bir araya getirmek ve
ondan yararlanmak ihtiyacıdır.
Sınıflar üstü politika sınıfsız bir toplumda olabilir. Bulgaristan'da olabilir.
Sovyetler Birliği'nde olabilir, Polonya'da olabilir. Orada kurumları yöneten in­
sanların aralarında sosyalistçe, barışçı bir yarış vardır. Örneğin Pavlov, bir
kurumun başındayken kitapların yaygınlaştırılması, kitapların halka, işçilere,
köylülere ulaştırılması işinde başarısız olursa, yerine Pavel getirilir. Bu olanaklı.
Bizde özerk bir kurumun başına kimi getireceksiniz? Birisi en iyi hikaye yazarı
olarak bilinen Yaşar Kemal der. Doğrudur der, A. Taner Kışlalı, Yaşar Kemal'i
alır. Ya da Aziz Nesin'i alır. Bir başka gazete İbiş'in Rüyası'nı yazmış bir başka
yazarını gösterir. -O da gelsin, o da sanatçıdır- der. Bir diğeri -sadece sanat de­
ğil, sanat eleştirmenleri arasında Ahmet Kabaklı var «Türk Edebiyatı» diye
3 ciltlik kitap yazmıştır- der. Onu da getirir. Ama bu üç dört kişi onlarca
memur arasında temel kararda olumluluk sağlıyamaz. Çünkü siyasi ik­
tidarın temsilcisi kendine uygun sekiz on kişiyi o kuruma yerleştirmiş­
tir. Azınlıkta kalan Yaşar Kemal veya Aziz Nesin istediklerini gerçekleştiremez­
ler. Yani kurumlar partiler üstü olamayacağı gibi, politika üstü de olamaz. Böy­
le düşünenler devleti soyut bir kavram olarak kabul ediyorlar. Devleti bir sı­
nıfın başka bir sınıfın üretimine el koyduğu, artı-değer sağlamakla görevli bir
mekanizma olarak görmüyorlar.
4 — Milliyetçi Cephe, militarist görüşleri savunan, teokratik görüşleri sa­
vunan, faşizan görüşleri savunan ve emperyalizmin mutemet adamları olan in­
sanların biraraya gelmesiyle ortaya çıkan bir garip siyasal oluşumdu. Şimdi, din
devleti kurmak isteyen «hak ile batıl» diye gerçekleri anlatmak isteyen, yani
tamamen dini terminolojiye bağlı kişilere göre tanrı, sadece insanları ve hay­
vanları vareder. Tanrı'nın dışında insanlara ve hayvanlara benzer veya onları
simgeleyen yapıtlar ortaya koymak küfürdür, günahtır. Yokedilmesi gerekir.
Bu anlayışta olanlar, bu nedenledir ki heykelin düşmanıdırlar, heykel yaptırmaz­
lar. Bugün, İş ve İşçi Bulma Kurumu'nun önüne bir işçi heykeli konur. İşçinin
elinde ister istemez ya çekiç olacaktır, ya anahtar olacaktır, onu kırmışlardır.
Elbette ki Taner Kışlalı'nın Kültür Bakanı olduğu dönem ile Milliyetçi Cephe
26/TAVIR
dönemini kıyaslayamayız. Bu, Kışlalı grubuna göre lehte bir görüntüdür. T. Kış­
lalı heykellerin kırılmasını istemez, yapılmasına engel olmaz, klasik operaları
gösterir, opera düşmanlığı yapmaz, ama bu sonuçta hiçbir şeyi değiştirmez.
Tabana önemeyen ve kendi sınıfının kime dayandığını bilmeyen bir iktidar
kültür politikası, sanat politikası iflasa mahkûmdu sonuç da bu oldu.
5 — Bugün Demirel'in kurduğu yeni hükümetin kültür politikası, eğitim
politikası, hatta devlet yönetme politikası, bundan önceki dönemden çok farklı
olacaktır. Demirel gerçekten, halkı aldatmasını çok iyi bilen, çoğunluğun his­
lerini okşayan, onların anladığı dilde konuşmasını çok iyi başaran bir politika­
cıdır. Bu nedenle ulusal demiyeceğim, ama evrensel değerlere önem veren ye
artık Batı'nın bile kabul ettiği bazı sol ve sosyalist anlayışa ılımlı bakış getiren
Ecevit iktidarının gösterdiği hoşgörüyü Demirel'den beklememiz olanaklı de­
ğildir. Demirel'i bugün iktidar yapan güçlü sınıflar kendi siyasal iktidarlarının
sona ermesini sağlayacak ve kapitalizmin içinden fışkıran bir proleter düşün-cenin gelişmesini değil, onun bastırılmasını isterler. Bu nedenle AP azınlık ik­
tidarının getireceği kültür şöven bir k ü l t ü r d ü r . İ ş ç i sınıfının bilincine düşman
bir kültür ve politikadır, Milli Eğitim kadrosu, Kültür Bakanlığı kadroları de­
ğiştirilecektir. A.T. Kışlalı zamanında dağıtılmayan dergiler tekrar dağıtıl­
maya başlanacaktır. Ve barışçı, insancıl bir edebiyat ve sanat yerine mezhep
kışkırtıcılığına, ırk kışkırtıcılığına, milli bütünlük ve beraberlik teranesi ile
azınlıklara karşı düşmanca tavır alınacaktır. İşçi sınıfının özlemlerini, istem­
lerini gerçekleştirmeye sırt çevirecek bir anlayış egemen olacaktır.
6 — Demokratik güçlerin birliğini sağlamak, bugünkü aşamada başlıca gö­
revdir. Ne yazık ki, işçi sınıfı henüz kendi içinden yeterli, lider niteliğinde pek
az kişiyi çıkarabilmiştir. Bununla birlikte demokrasiyi, barışı, sosyalizmi savu­
nan bunca dergide, bunca köşe yazarlığında ustalaşmış emekten yana kültür
oluşmasını başaranlar vardır. Bu nedenle okurların belli fraksiyonların sözcü­
leri arasında geçerli bir tercih yapması, -izlenecek dergi, gazete ve kitapları
Batın alamadığı için- sağlıklı bir sonuca varması güçleşmektedir. Evet, armut­
larla kabakları bir arada toplamak olası değil. Ama ister Amasya elması ol­
sun, ister Tokat elması, isterse yumuşak, isterse sert olsun bütün elmaları bir
arada sergilemek başarılabilecek bir iştir. Bu başarı, ortak kültür politikasının
da saptanması sonucu verecektir. Sömüren sınıfların karşısında daha güçlü bir
kültür politikası saptanınca bunu izleyecek yüzbinler, bunlara dayanarak yeni
ürünler verecek yüzlerce insan çıkacaktır. Sosyalist kültür, barışçı, insancıl,
yaratıcı, kardeşçe dayanışmaya, bütün sömürülen, mazlum insanlara dostça ba­
kacak bir nesil, bir kuşak yetişmesine hizmet edecektir. Hacıyağı kokmayan,
Nötron tekniğini yeren bir kültür... Halkımızın özlemlerine dayalı, onun kıv­
rak, ince, sağlıklı yapısına yaraşır bir kültür, ancak sosyalist kadroların bir­
likteliğinden geçer.
TAVIR/27
TİMUR SELÇUK
YANIT — 1 — Kültür politikası dediğimiz zaman, devletin ne olduğunu
düşünmekte yarar var. Devlet burjuva devlet ise gelen hükümetin politikası,
devlet politikasının dışında bir politika olmayacaktır. Ülkemiz koşullarında sosyal-demokrat ya da daha sağda bir hükümet geldiğinde sağlıklı bir sosyalist
kültür anlamında neler yapılabilir? CHP yönetimleri sırasında bazı konularda
karşımıza çıkan engeller MC yönetimleri sırasındaki güçlükleri aşıyordu. Ve,
müzik alanında çalışan bizler bu konuda işin terminolojisine girmeden şu so­
nucu çıkarıyorduk : Pratikte değişen hiçbir şey yok.
Kendi özlediğimiz anlamda bir kültür politikası ele alındığında; bu sos­
yalist devletin kültür politikası olacaktır.
YANIT — 2 — Basit olarak yaşadığım, bildiğim şeyleri size aktarayım.
Galatasaray Lisesi'nde 12 yıl okudum. Türkçe dışında bütün derslerimiz Fran­
sızca idi. Daha sonra yine eğitimim için gittiğim Fransa'da, Fransız edebiyatı
ve genel olarak Fransız kültürüne ilişkin bazı konuları, Fransız'lardan daha
derinlemesine bildiğimizi onlar da, biz de hayretle gözlemledik. Bizden de önce
Alman okulları modası varmış. Bizim dönemimiz Fransız okulları döneminin
sonuna düştü. Bugün ise Amerikan okulları modası var. Ve bunlar kadroların,
yarının yöneticisi olarak kişilerin eğitildiği yerlerdir. Alın okul sorununu rad­
yoya uygulayın. Bu kurumun da içinde olan bir kişi olarak söylüyorum; Hafta­
lık bir yayın programının istatistiğini çıkardığımızda müzik yayınlarının yüzde
sekseninin batı müziği yani yabancı müzik olarak dinlendiğini görüyoruz. Geri
kalan yüzde yirmi Türkçe sözlü şarkılar. Ama özgün yapıtlar tüm programın
sadece yüzde yedisi, diğer yüzde onüç yabancı beste üstüne yazılanlar. Radyo
ve televizyon 20-25 milyon izleyicisi ile bence okulların en büyüğüdür. Kısaca
bütün bunlar da emperyalizmin kültür alanına yansımasıdır. Ve 5-6 yaşından
itibaren girilen bir bağımlılık ilişkisini açıklamaktadır.
YANIT — 3 — Tüm toplumsal sınıfların gereksinmelerini aynı potada ha­
mur edebilecek bir kültür politikası olabilir dersek, sosyalizmin çıkışını yadsı­
mış oluruz. Ama buradan sosyalizm kurulana kadar emekçi yığınlar hiç bir şe­
kilde eğitimden paylarını almayacaklar, bu eğitimin onlara verecek hiç bir şeyi
olamaz şeklinde bir yorum çıkarılmamalıdır. Bu bizi bütün kadroların ancak
sosyalizm kurulduktan sonra yetiştirilebileceği çarpık anlayışına götürür. Bu­
günün koşullarında dahi emekçiler eğitimden kendilerine düşen payı mutlaka
almalıdırlar. Çünkü burjuva eğitiminin getirdiği bilim ve bırakacağı miras çok
önemlidir. Tüm sınıfların ortak eğitimi burjuva ve sosyal demokrat partilerin
yaraların üstünü merhemlemek için kullandıkları bir slogandan başka bir şey
değildir. Bu anlamda özerk kurumlaşmaya da inanmıyorum. Yara üstüne ge­
çici bir merhem ya da büyük bir ağrıya aspirin. Ben bu şekilde nitelendiriyorum..
YANIT — 4 — MC dönemlerinin bir bakanı ya da kültür müsteşarı ile CHP
ağırlıklı hükümetin bakan ve müsteşarları bir araya gelseler, değişiklik ve ge­
lişmelere ilişkin karşılıklı birçok şey söylerler. Fakat siz halkın içinden onun
28/TAVIR
gözüyle bakarsanız değişiklik adına hiç bir şey göremezsiniz ne Radyo - TV ku­
rumunda ne eğitim düzeninde. CHP ağırlıklı hükümet lehinde bir olumlu göz­
lemim var. Atatürk Kültür Merkezi'nin geçen yılki faaliyetleri.
YANIT — 5 — Biliyorsunuz gelirgelmez Gürer Aykal'ı görevinden aldılar.
Yakında Ergin Orbey'i de alacaklar. Ayrıca TRT'deki değişiklikler Milli Eğitim
müsteşarlığına getirilen Ayvaz bey ve diğer kıyımlar. Aslında ben örtülü MC'nin
tavrını daha dürüst buluyorum. Adamlar açık olarak sağcı olduklarını söylü­
yorlar. Sosyal demokrasinin hem o memnun olsun hem. bu anlayışında değiller.
Ankara Operası'nda Nâzım'ın metni üzerine yazılmış Ferhat ve Şirin bale­
sinin iki aydır provaları sürüyordu. Geldiler ve oyun kalktı. İşte kültürel ya­
şantıda değişme.
YANIT — 6 — Burada genel olarak söylenecek sözlerin dışında deneyim­
lerim ve araştırmalarım çok kısıtlı. Bizler kendi konumuzda ilerici niteliği olan
tüm arkadaşlarımızla işbirliğine dikkat etmeliyiz. Bu doğrultuda gerek semi­
nerlerle gerek açık oturumlarla, tartışmalı sohbetli konserlerle müzik aracılı­
ğıyla kitlelerin birleşmesini sağlamak yolundaki görevlerimiz çok daha fazla
olacaktır. Biz ilerici kuruluşların bir araya gelerek saptayabileceği ortak kültür
politikası doğrultusunda üstümüze düşen görevleri almaya hazırız.
TAVIR/29
BULGAR
HALKININ
ÖVÜNCÜ
NİCOLAS YONKOV VAPTSAROV
Çeviren ve Derleyen: Mümine MERT
Bansko'da (Bulgaristan) doğdu. İlk öğrenimini doğduğu şehir­
de, 1916-1923 yılları arasında bitirdi. Razlog Lisesi'nde okudu (192326). Toplumsal görüşleri, edebiyat ve tiyatroya ilgisi bu dönemde
oluşmaya başladı. Varna Denizcilik Okulu'nda geçen yılları (192632) geleceğin şairi için ideolojik ve politik bir olgunlaşma dönemi ol­
du. Vaptsarov; burjuva düzeninin sert koşulları, sınıf çatışmasının
büyük sorunları ve emekçilerin devrimci mücadelesiyle karşılaştı.
İlk başta görüşleri soyut bir insancıllıktan kaynaklanmışsa da daha
sonra tutarlı eleştiriciliğe yöneldi. Denizcilik okulunu bitirdikten
sonra, Vaptsarov, Kotcherinova kentindeki kâğıt fabrikasında tek­
nisyen olarak çalışır ve bölgenin komünist parti yöneticileriyle bağ­
lantı kurar. 1935'de Bulgar İşçiler Birliği Kongresi'nde delege seçi­
lir. Aynı yıl Rila vadisi Bulgar Komünist Partisi Bölge Komitesi üye­
si olur. Kültürel örgütlenmelerin bağrındaki etkinliği ve 1930 yıl­
larında kitlesel eylemlere katılımı, militanların sekter ayrılıklarının
yok edilmesini hedefleyen partinin yeni politikasına sıkıca bağlıdır.
30/TAVIR
1936'da Sofya'ya taşınır. Sonbahardan sonra Bulgar Demiryollarında
buharlı lokomotif makinisti olur. 1938 Kasımında devlet tabakha­
nelerinde teknisyenliğe başlar. Vaptsarov, SSCB ve Bulgaristan ara­
sındaki yardımlaşma ve dostluk paktından faydalanarak, 1940'da
Razlog eylemini düzenler. Bu eyleme (Sobelev eylemi de denir) ka­
tıldığı için mahkemeye verilir ve Godetch'e kapatılır. Daha sonra
«Technitcheski-Glas» ve «Litteraturen-Kortik» gazetelerinin yazı ku­
rullarında çalışır. 1941 sonbaharında, devrimci eylemlerin baş so­
rumlusu olan, Tsviatko Radoinov'un başkanı olduğu Bulgaristan
Komünist Partisi Merkez Komitesinin Merkezi Askeri Komitesi'ne
alınır. 4 Mart 1942'de Vaptsarov yakalanır ve Parti Merkez Komi­
tesi'ne açılan davada arkadaşlarıyla beraber yargılanır. Dört ay
süren işkencelerden sonra idama mahkûm edilir. Vaptsarov mah­
keme önünde şöyle d e r : «Namuslu bir yurttaş olarak vatanın kur­
tuluşu için çarpıştığımın bilinciyle hareket ettim. Pişmanlık duymu­
yorum. Kimseden de yardım istemiyorum.» Yedeksubay okulunun
atış alanında Anton Ivanov, Anton Popov, Atharase Romanov, Petre
Bogdanov ve Guorgui Mintchev ile birlikte k u r ş u n a dizilir.
Vaptsarov ilk şiirlerini gençlik ve çeşitli derneklerin dergilerin­
de yayınlandı («Globus», «Borba» vs.).
G. Karastavov, C. Radevski, N. Lankov, N. Khrelkov, B. Angheiouchev, A. Gendov, S. Sotirov, N. Chmireel ve diğer ünlü parti üye­
si aydınlarla olan dostluk bağları ona ideolojik ve sanatsal gelişi­
minde özel bir önem kazandırmıştır.
Nicolas Yankov takma adıyla 1940 yılında hayatta iken yayın­
lanan tek eseri «Motorların Türküsü» adlı kitabıdır.
Vaptsarov'un duygusal kahramanı, zamansız ilkbaharın güzel
kokusu ile barut kokusunun birbirine karıştığı dramatik ve karan­
lık bir devrin ürünüdür.
1930 yıllarının Christo Smirnenski ve diğer proletarya şairleri
gibi Vaptsarov da kahramanını, Bulgar Proletaryası'nın devrimci
şiiri tarafından miras bırakılan şiirsel değerler ile yaratmıştır.
Sanatsal açıdan usta bir elle tasvir edilen bu k a h r a m a n ruhen
karışık, sosyal hayatta zengin, canlı ve dinamiktir. Gerçeği ve parti
savaşını onaylayan, sayıları sürekli artan emekçi kitlelerin bir ha­
bercisidir.
O, yaşam koşullarının kaçınılmaz olarak komünist düşüncele­
re götüreceği alelade işçinin, komünistin sembolüdür; o geceleri yor­
gunluktan bitkin yatan meçhul işçidir-, o «kendisini insanların için­
de bulan ve insan olan», «insan üzerine «şiir»in a n a kahramanıdır;
TAVIR/31
\
o fabrikalarda, bürolarda çalışan tanınmamış binlerce insandan
biridir.
1930 yıllarının ortalarında parti içindeki sol sapmalar kesin ola­
rak dağılır ve dikkatler halk kitlelerine yöneltilir. Ve eğer Vaptsarov, bu yeni çizginin en aktif partizanlarından biriyse bu bir rast­
lantı değildir. Genç işçinin yaratıcı olgunluğa eriştiği ve en önemli
şairlerin ortaya çıktığı devirde, parti mücadelesinin desteğini ve
temelini halk kitlelerinin bağrında arar. Vaptsarov'a lirik kahraman
modelini veren de bu halk kitleleridir. Ozan, onların günlük çetin
çalışma yaşamlarından, şiirlerinin lirik atmosferini çıkarır. Onların
ahlaksal ve psikolojik özellikleri, Vaptsarov'un şiirsel dünyasının
psikolojik ve ahlaksal rengini verir. Komünist savaşçı ve sokaktaki
adam, halk ve parti bölünmez, bir bütün haline gelir. Bu birleşmeden
sağlam psikolojik bir lirik kişilik doğar. Vaptsarov, trajik görüşünü
ateşli bir özveri yoluyla ifade eder.. Ölmeden evvel yazdığı şiirler, bir
kuğunun şarkıları değildir; yaşamı selâmlayarak ölüme meydan
okuyanların ateşli haykırışlarını yansıtır. Kahramanın ölümü, son­
suz insan dramının zincirinin bir halkasından başka bir şey değildir.
Vaptsarov'un şiiri teknik ilerlemenin dinamizmini gösterir, çağın
endüstriyel görünümünü algılama olanağı sağlar. Bu havasıyla,
ozan, modern teknikle ekmek ve özgürlük için mücadelenin, insan­
la makinanın bağını olağanüstü bir gerçeklik ve şiddetle göster­
meyi başarır.
Şiirlerinden örneklerle düşüncelerini açalım ve onu daha ya­
kından tanımaya çalışalım:
Dramatik şiir «Düello», Vaptsarov'un yazdığı en iddialı ve hırs­
lı şiirlerinden biridir. Bu yapıtta, insanlığın devamlı ve şaşmaz bir
şekilde mutluluk ve kurtuluşa doğru gittiği önlenemeyen bir coşku
ve inançla gerçekleştirilmiştir.
Şiire başlar başlamaz, geçişe gerek duymadan ozan bize hemen
kavga meydanını gösteriyor.
Biz ellerimizi sıkıca ördük,
Seninle sıkıca kapıştık.
Kan damlıyor yüreğimden
Sense çökmüşsün. O zaman?
Birisi yere yığılacak,
Birisi yenilmiş olacak.
32/TAVIR
Ve yenilen sen olacaksın.
İnanmıyor musun? Korkmuyor musun?
Ama ben, her hamleyi düşündüm,
Son cesaretimi topladım
Ve yenilmiş olacaksın sen,
Dökülen kudurmuş hayat.
Kapitalizmin çok sade bir simgesi olarak «Dökülen, kudurmuş
hayat» m karşısında devrimci proletarya adına konuşmaları ozanı­
mız yüklenmiştir.
Vaptsarov, aynı şiirin bir başka bölümünde emperyalizmin bi­
limi ve ilerlemeyi engelleyemeyeceğini anlatır. Ve insanlığın kazanımlarına devrimciler adına sahip çıkar.
Hatırlıyorsun değil mi?
bir motor
çınlıyor
gülüşü
ve iyimserliğiyle
sisler,
Hani kuşlar bile
inmiyor
ıslak
boşluklara:
parçalıyor
buzlu perdeleri
bir motor kanatlarıyla,
değiştiriyor yeryüzünü
ve benzin buharların patlamasıyla
temizliyorlar yolu
gelişimin.
Devrimci savaşın her yerde patlaması ve enternasyonalizmin
güncel bir konu olmasından etkilenen Vaptsarov, dinamik bir ifade
kullanarak emperyalizmin son günlerini yaşadığını gösteriyor.
Ve ben yanıyorum,
sen de yanıyorsun.
Ve ikimiz
ter içinde yüzüyoruz
Ama senin gücün tükeniyor
zayıflıyor,
TAVIR/33
düşüyorsun sen.
Onun için acımasızca ısırıyorsun.
Ölüm korkusu içindesin, belki de.
Bir başka önemli şiiri olan «Tarih» Tarihi ve onun gelişimini
sağlayanın kitleler olduğunu gösterir. Burada başrolde anti-faşist
savaşçıları görüyoruz. Onlar, halkın temsilcisi olarak hareketin için­
de bir damla olduklarının farkındadırlar; fakat kanlarıyla kahra­
manlık destanları -yazdıkları için de mutluluk içindedirler. Şiirin
başında anti-faşist hareketin geniş tabanı gösterilmeye çalışılır.
Biz meşhur kişiler değildik,
çalışırdık fabrikalarda, bürolarda,
biz köylüydük, ki bizler ekşi ekşi
soğan ve ekmek kokardık,
ve sarkık bıyıklarımız altında
hayata hınçla küfrederdik.
Devrimci fikirlerin bereketli topraklar bulmasının esas neden­
leri de ağır çalışma koşulları ve ucuz ücretlerdir. Gerçekçi köy tab­
losunu çizerek Vaptsarov, halkın sefaletini sergiliyor.
Tarla kenarlarında doğardık.
Dikenlerin orda, kuytuda
Analarımız ter içinde yatarlardı,
Kurumuş dudaklarını ısırarak.
Sinekler gibi ölürdük güzün
Bronşitten çekerdi kadınlar
Şarkıya dönüşen ağıtlarını
Yalnız yaban otları duyardı.
Faşist terör arttıkça devrimci mücadele kızışır. Özgürlük arzu­
suyla dolup taşan gençler, silahlı mücadeleye çekinmeden atılır. Ve
sabretmenin kemikleşmiş felsefesini atarak yeni ideallerine sarılır­
lar —Sosyalizm—:
Böyle gelmiş böyle gider
derlerdi evde babalarımız.
Bizse surat asıp tükürürdük
onların aptalca felsefelerine.
Öfkeyle kalkardık sofralardan
34/TAVIR
Ve dışarıya çıkardık, ki orada
bir umut sarıyordu bizi
güzel ve aydınlık bir şeylerle.
Bu büyük şiirin sonunda da devrimci bir sadelik gösterilir. Ger­
çek devrimciler, kariyer ve herhangi başka bir ödül beklemeden
bu savaşa katılmışlardır. Onlar sadece halkın mutluluk ve refahını
sağlamak istemektedirler. Ve onlar için en büyük ödül bunların
gerçekleşmesi olacaktır. Bu büyük mücadeleye katılanların hepsi
her an ölebileceklerini bilmektedirler. Ve istedikleri son şey de ba­
şarılarını emin ellere bırakmaktır. Halkına karşı büyük sevgisinden
dolayı ölümü göze alan bu kişiler, gelecek nesillerin mücadelenin
zorluklarını bilip, kazanılmış zaferlerin korunmasını ve değerinin
bilinmesini istiyorlar.
Fakat anlat, basit kelimelerle
bizim nöbeti, devir alacaklara,
onlara - gelecekteki nesilere
savaşmışlardı de - korkusuzca.
Genç yaşta ölmesine rağmen büyük şair arkasında çok değerli
bir edebi miras bırakmıştır. Tarih ve Düello'nun yanında diğer önem­
li şiirleri «Hatıra», «Korkmayın Çocuklar», «Fabrika kuracağız»,
«inanç», «Mektup», «İnsan için türkü», «Vasiyet»tir. Şiirlerinden
başka röportajları da vardır. Açık denizde «Marma adası», «Süveyş
anahtarı». «Tiyatro ve seyirciler», «En gençlerin edebiyatı üzerine»
adlı makaleler. «Baraj», «Dalgalar uğradığı zaman» adlı radyo oyun­
ları da yazmıştır.
«Halklar arası dostluk ve barışa olağanüstü katkılarından» do­
layı 1952'de barış ödülünü aldı.
19 Haziran 1953'de de Budapeşte'de Dünya Barış Konseyi, Niko-'
las Yonkov Vaptsarov'a Bulgar Ulusal Ozan ve Kahramanı unva­
nını verdi.
TAVIR/35
—ŞİİR— N. Y. VAPTSAROV
SAMİMİCE
(Karıma)
Seni nasıl çağırayım, sevgilim?
Dolduruyor kalbimi nağmeler,
Fakat benim sevgime isim yok
Ve öyle kalpten mısralar
Seni güçlükler içinde tanıdım diye mi
Sevgilim, öyle fethettin beni?
Yoksa bunun için günler mi kabahatli?
Engebeli, kahramanlıklarla bezemeli
Bu tarihsel ve anıtsal günlerde
Darağacı, mahpus ve savaşlarla dolu
Aşk daha gerçek, daha derindi,
Çünkü ölüm gözlüyor yolumuzu...
Ama biz daha 25 yaşındayız...
Çiçek açmış çağırıyor gençliğimiz,
Hayır, hayır biz seninle düşeceğiz
Aşkımızı da göz kırpmadan feda edeceğiz.
Ve yine kimse, kimse bilmesin
O eylül günkü hülyalarımızı
Yine temiz sevinç dolup taşsın
Doğmamış oğlumuz Vladimir için.
36/TAVIR
ÖLÜMDEN
ÖNCE
Kavga acımasız, gaddardır.
Kavga, dedikleri gibi destansı.
Ben düştüm. Yerimi başkası alacak ve... o kadar
Burada kişinin... ne önemi var.
İnfaz, ve infazdan sonra - kurtlar.
Bu, bu kadar basit ve mantıklıdır.
Fırtınada yine birlikte olacağız,
Halkım benim,
4
Çünkü birbirimizi seviyorduk.
İNANÇ
İşte - nefes alıyorum
Çalışıyor
Yaşıyor
Ve şiirler yazıyorum
Başarabildiğini kadar.
Kaşlarımızı çatmış
Bakışıyoruz hayatla dik dik,
Ve onunla savaşıyorum
Gücümün yettiği kadar.
Hayatla ölüm kalım savaşındayız,
Fakat sen sanma ki,
Hayatı sevmiyorum.
Aksine, aksine!
Ölmek üzere olsam bile,
Hayatı çelik şamarı ile
Ben yine seveceğim,
Ben yine seveceğim...
Diyelim ki, simdi assalar
İpi boynuma ve
«Nasıl, bir saat daha, yaşamak ister misin?» deseler.
Hemen haykırırım :
«İndirin, indirin
daha çabuk indirin
ipi canavarlar!»
Onun için, hayat için,
Her şeyi yapabilirim
Uçabilirim
Göklerde maket uçağıyla
TAVIR/37
Patlamaya hazır roket içine
Girebilirim, tek başına.
Uzayda bilinmeyen, gezegen
Arayabilirim sonsuzluklarda.
Ama her şeye rağmen hissedeceğim,
O hoş kıpırtıyı içimde.
Yukarıya baktığımda göreceğim,
Gökyüzünün maviliğini. .
Herşeye rağmen hissedeceğim,
O hoş kıpırtıyı içimde, ki hâlâ
Yaşıyorum, ki hâlâ var olacağım.
Fakat, diyelim ki siz
Bir buğday tanesi kadar olsanız
Benim inancımdan.
Haykırırdım o zaman,
Kalbinden yaralanmış panter gibi
Haykıracağım acımdan.
Geriye ne kalacak
Benden o zaman?
İlmiklenmiş olacağım
Ve daha açıkça
Ve daha doğruca
Soygundan bir an sonra
Ben bir hiç olacağım!
Belki de yok etmek
istiyorsunuz onu,
Benim inancımı
Müjdeli günler için;
Benim inancımı,
ki yarın hayat daha iyi
Daha güzel olacak.
Pekiyi, ya nasıl hücum edeceksiniz, baylar?
Kurşunla?
Hayır! Yaramaz!
Arta kalan da, para etmez!
Ö derin göğüsümde,
Çelik zırhla kaplıdır.
Ve onu delecek mermi
Daha yoktur.
Daha yoktur.
38/TAVIR
Çürümekte ve can çekişmekte olan bu
düzenin yıkılıp yerine sosyalist bir top­
lumun yaratılmasında gençliğin üzeri­
ne büyük görevler düşmektedir. Bu gö­
revlerin yerine getirilebilmesi için; sos­
yalist eğitim gerekmektedir.
Bu eğitimin nasıl yapılması gerektiği
hakkında bize ışık tutacak olan Lenin'in
öğretisidir.
Bu amaçla Lenin'in Gençlik Birlikleri'nin görevinin ne olması hakkında Rus
Genç Komünist Birliği'nin 3'üncü Rus­
ya Kurultayı'nda- yapılan konuşmasını
yayınlamayı yararlı gördük.
Bu yazı bize gerçek bir sosyalistin ken­
disini nasıl yetiştirmesi ve geliştirmesi
hakkında yol göstermektedir.
Gençlik
Birliklerinin
Görevleri
V. İ. LENİN
Yoldaşlar: bugün Genç Komünist Birliği'nin temel görevlerin­
den ve Sosyalist Cumhuriyet'te gençlik örgütlerinin genel olarak ne
gibi nitelikleri bulunmasından söz etmek isterim.
Bu soruna değinmek daha da gerekli bir duruma gelmiştir. Çün­
kü sosyalist bir toplum yaratmanın asıl göreviyle yüzyüze gelecek
olan kitle bir yerde gençlik olacaktır, denebilir. Çünkü açıkça beTAVIR/39
lirmiştir ki, kapitalist toplumda yetişen emekçi halk kuşağı, sömü­
rüye dayanan eski kapitalist hayat tarzının temellerini yıkmak gö­
revini yerine getirebilir.
.
Gençliğin karşısına çıkan görevlere bu açıdan bakınca, gençli­
ğin genel olarak görevleri ve özellikle Genç Komünist Birlikleri ile
öteki örgütlerin görevleri kanımca bir tek sözcükle özetlenebilir:
Öğrenmek. Elbette bu «tek bir sözcük»tür. Neyi öğrenmek? Nasıl
öğrenmek? Bir tek sözcük, bu temel ve en önemli sorunlara cevap
veremez. Burada önemli olan ş u d u r : Eski, kapitalist toplumun de­
ğişmesi ile, sosyalist toplumu yaratacak olan yeni kuşakların yetiş­
mesi, eğitim ve öğrenimi eski çizgiler üzerinde yürütülemez. Genç­
liğin eğitimi, yetiştirilmesi ve öğrenimi eski toplumun bize bıraktığı
malzemeden başlayarak yürütülmelidir.
Sosyalizmi sadece, bilgi,
örgütleri ve kurumların bütünlüğü esasına göre eski toplumdan bize miras kalan insan gücü kaynaklarından ve yöntemlerden yarar­
lanarak inşa edebiliriz.
İşte bu gerçekle gençliğe ne öğreteceğimiz ve —Sosyalist genç­
lik adına gerçekten lâyık olmak istiyorlarsa.—gençliğin nasıl öğ­
renmesi gerektiği sorunlarıyla ayrıntılı bir şekilde ilgilenmeliyiz.
Yine aynı şekilde, başlattığımız işi tamamlayıp bitirebilmek için
gençliğin ne şekilde yetiştirilmesi gerektiği sorununa da değinmeliyiz.
Şunu belirtmeliyim ki, bu sorulara verilecek ilk ve en doğal
cevap ş u d u r : Gençlik Birliği ve genel olarak gençlik, sosyalizme
doğru ilerlemek için sosyalizmi öğrenmelidir.
Ama bu —«Sosyalizmi öğrenmek»—
çok genel bir cevaptır.
Sosyalizmi öğrenmek için neler gerekmektedir?
Sosyalizmi öğrenmek dendiği zaman, doğal olarak ilk akla gelen sosyalist el kitaplarında, broşürlerde ve kitaplarda toplanmış
bilgilerin t ü m ü n ü iyice hazmetmektir. Bununla birlikte, Sosya­
lizmin incelenmesini bu şekilde tanımlamak çok kaba ve yetersiz
olmaktadır. Sosyalizmi öğrenmek için sadece sosyalist kitap ve bro­
şürlerde yazılanları hazmetmek yeterli olsaydı, gider kitap hokka­
bazlarına ve kendini övmeye meraklı kişilere başvururduk. Bu çoğu
kez bize zararlı olurdu, çünkü bu gibi insanlar sosyalist kitaplarda
ve broşürlerde verilen bilgileri ezberler, ama çeşitli bilgi dallarını
biraraya getiremezler. Ve sosyalizmin gerçekten kendilerinden is­
tediği biçimde hareket etmekten yoksundurlar. Eski, kapitalist top­
lumun bize miras bıraktığı en büyük kötülüklerden, bahtsızlıklar­
dan biri kitaplar ile gerçek hayat arasındaki büyük uçurumdur. Her
şeyi m ü m k ü n olan en iyi biçimde anlatan kitaplarımız vardı. Ama
40/TAVIR
çoğu durumlarda bu kitaplar en zararlı ve iki yüzlü yalanlarla do­
luydu. İşte bu yüzden sosyalizm hakkında kitaplarda verilen bilgi­
leri ezberlemekle yetinmek çok hatalıdır.
Eylem olmadan kavga verilmeden, sosyalist broşürlerden ve
eserlerden edinilmiş kitap bilgileri kesinlikle değersizdir. Çünkü bu
teori ile pratiğin eskiden olduğu gibi birbirinden ayrılması demek­
tir. Bu ayrılık, bu uçurum ise, eski burjuva toplumunun en zararlı
özelliğiydi.
Soru ş u d u r : Sosyalizmi incelemek için bunların t ü m ü nasıl
biraraya getirilmelidir? Eski okullardan, eski t ü r bilimden neleri
almalıyız? Eski tür okulların belirttikleri hedef her konuda eğitil­
miş insanlar yetiştirmek, bilimleri genel hatlarıyla öğretmekti. Bu­
nun tamamiyle hatalı olduğunu biliyoruz, çünkü toplum tümüyle
halkın sınıflara ayrılması temeline dayandırılmıştı, bu şekilde sür­
dürülüyordu. Bir yanda sömürenler, öte yanda ezilenler vardı. Sı­
nıf ruhuyla iyice donatılmış oldukları için, eski okullar doğal olarak
sadece burjuvazinin çocuklarına bilgi aktarmakla yetindiler. Her
söz burjuvazinin çıkarları uğruna tahrif edilmişti. Bu okullarda da­
ha genç yaştaki emekçi ve köylü kuşaklar eğitilecekleri yerde daha
çok burjuvazinin çıkarlarına göre yetiştiriliyorlardı. Bu kuşaklar
burjuvazinin işe yarar hizmetçileri olmak, onun başarısını ve raha­
tını bozmadan kendisine kâr sağlamak için eğitim görüyorlardı. İş­
te bu yüzdendir ki eski tür okulları bir kenara atmakla birlikte, on­
lardan gerçek sosyalist eğitim için gerekli olanları almayı da ken­
dimize görev yapıyoruz.
Eski okul katıksız bir kitap bilgisi okuluydu, sonu gelmez tekrar
ve ezberlerle doluydu deniliyor. Bu doğrudur ama, eski okullarda
kötü olan şeylerle bize yararlı olanları birbirinden ayırmalı ve bun­
ların arasından sosyalizm için gerekli olanlarını seçebilmeliyiz.
Kişi, insanlığın biriktirdiği bilgi haznesini hazmetmeden de sos­
yalist olabilir derseniz, çok büyük bir hataya düşmüş olursunuz.
Sosyalizme yol açan o bilgilerin t ü m ü n ü elde etmeden sosyalist slo­
ganları ve sosyalist bilimin sonuçlarını öğrenmeyi yeterli bulmak
hatalı olur. Marksizm, sosyalizmin insan bilgisinin tümünden orta­
ya çıktığını gösteren bir örnektir. Marks'ın öğrettiklerinin neden en
devrimci sınıfın milyonlarca, on milyonlarca insanın akıllarını, yü­
reklerini kazandığını soracak olursanız, bir tek cevap alırsınız: çün­
kü Marks eserini, kapitalizm döneminde elde edilen insan bilgisinin
sağlam temeline dayandırmıştı. İnsan toplumunun gelişmesini etki­
leyen yasaları araştırdı. Marks ve ardında kapitalizm kaçınılmaz
TAVIR/41
bir şekilde sosyalizme dönüşeceğini anladı. En önemli olanı ise, bu
görünüşü, o kapitalist toplumu en doğru, ayrıntılı ve derin bir şe­
kilde araştırarak, kendinden önceki bilimin yarattığı her şeyi iyice
hazmederek tanıtladı.
Bir tek ayrıntıyı dahi gözardı etmeden, insan toplumunun ya­
rattığı her şeyi eleştirerek yeni bir biçim verdi. İnsan düşüncesinin
yarattığı her şeyi, emekçi sınıf hareketi açısından, yeniden ele aldı,
eleştirdi ve tanıtladı.
Proleter kültürden söz ettiğimiz zaman bunu aklımızdan çıkar­
mamalıyız. İnsanlığın bütün gelişmesinin yarattığı kültürün değiş­
mesini bildiğimiz takdirde, proleter kültürü yaratacak duruma ge­
lebiliriz. Bunu açıkça anlamadan soruna çözüm yolu bulmak müm­
kün olmayacaktır. Proleter kültür ne havadan kapma bir şeydir,
ne de kendilerine proleter kültür uzmanları süsünü verenler tara­
fından yaratılmıştır. Bütün bunlar saçmalıktır. Proleter kültür, in­
sanlığın, kapitalist, bürokrat, toprak ağalarından oluşan toplumun
boyunduruğu altında biriktirdiği bilgi haznesinin mantıksal geliş­
mesi olmak durumundadır. Bütün bu yollardan proleter kültüre
gidilmiştir ve gidilecektir.
RUS GENÇ KOMÜNİST BİRLİĞİNİN ÜÇÜNCÜ
RUSYA KURULTAYINDA YAPILAN KONUŞMA.
2 Ekim 1920
42/TAVIR
—ŞİİR— B. BRECHT
KOMÜN'ÜN KARARI
Gücünüz güçsüzlüğümüzdendir bizim
Yasalarınız bizi köleleştirmek içindir
Köle olmaya niyetlenmedik
Irgalamaz kanunlarınız bizi
Toplar ve tüfeklerle üzerimize geldiğinizde
Ölümden değil
Hayatın zilletinden korkmayı yeğledik
Aç bırakılmışız bir kez
Bu han-ı yağmaya nasıl dayanmışız mübarek
Ekmek nedir, canımız ne?
Bir namus borcumuz kalmış bilelim
Bundan böyle.
Toplar ve tüfeklerle üzerimize geldiğinizde
Ölümden değil
Hayatın zilletinden korkmayı yeğledik.
Bundan böyle.
Üst üste ve dike dike han hamam
Yurtsuz bıraktığınız bizi ve düşünüldüğünde
Bizleri yersiz bıraktığınız
Ve kovuklarımız dar geldiğinde bize
Verdik kararını, şu han apartman dediklerine
Bir kez de biz oturalım dedik.
Toplar ve tüfeklerle üzerimize geldiğinizde
Ölümden değil
Hayatın zilletinden korkmayı yeğledik.
Ve kömürsüz dona dona gördük biz
Kömürü sizlerde tepeleme gördük
Yok ısınacağımız böyle giderse
Ve el koymaksa kömüre
Kararı toptan verdik.
Toplar ve tüfeklerle üzerimize geldiğinizde
Ölümden değil
Hayatın zilletinden korkmayı yeğledik.
Ve düşündük kahredecek
Ücretimizi helâlinden ödemek sizi kahredecek
TAVIR/43
Ve düşündük fabrikaları
Fabrikaları üstlensek
Emeğimiz değil size, hepimize yetecek.
Toplar ve tüfeklerle üzerimize geldiğinizde
Ölümden değil
Hayatın zilletinden korkmayı yeğledik.
Ve gördük ki döneklerin
Dediklerinden dönenlerinmiş hükümet
Ve dedik, hayatı kendi ellerimizle kurmaya
Ahdetmeliydik.
Ve düşündük ki akıllanmadınız
Top güllesi tüfek mermisinden gayrı lâf tanımadınız
Topları üstünüze helâlinden
Bu kez biz çevirmeyi yeğledik.
44/TAVIR
Öykü - NAM HA
TANTE BA ANA VE ÇOCUKLARI
Tante Ba kulağını bambu kepenklere dayadı. Oğlunun soluk alışını tanımıştı. Araladı kapıyı :
— «Minh, sen misin?»
— «Evet ana.» '
Minh'in, tanıdık, dost gölgesi sessizce içeri kaydı.
Bir kibrit çaktı. Gaz lâmbasının titrek ışığı ana-oğulu aydınlattı.
Minh, büyük oğluydu Tante Ba'nın. Ev kapkaranlık gecede, Minh'in varlı­
ğıyla şimdi daha az terkedilmiş gibiydi.
Ana, oğlunun güçlü omuzlarına, kocaman gölgesine sevgiyle baktı:
— «Aç mısın?»
— «Değilim ana.» Sesini alçaltarak : «... sen haberleri ver bir an önce,
zaman yok.»
Anasının anlattıklarını zaman zaman kaşları çatılarak dinledi Minh.
Tante Ba söyleyeceklerini bitirdi ve ekledi:
. — «Bugün bir asker geldi, Tou'yla biraz çatıştılar.»
— «Çatıştılar mı?»
— «Telâşlanma canım, önemli değil. Kardeşin okuldayken, asker onun bi­
sikletini almış, Tou avludayken geri getirdi. Atıştılar. Asker tomsonunu doğ­
rultunca, Tou adamın yakasına yapıştı. Bir şey olacak diye çok korktum ama,
neyse çekti gitti herif.»
Tante Ba, çocuğunun uyuduğu yatağa sevecen gözlerle baktı. Minh, kıvançla
gülümsedi :
— «Küçük kardeşim aslan gibi...»
— «Onu da örgüte alamaz mısın?»
— «Burada daha yararlı olur.»
- Tante Ba içini çekti :
— «Onun için çok kaygılanıyorum. Bir gün ya tutuklayacak, ya da vuracak­
lar.»
Minh birden doğruldu :
— «Seçme hakkımız yok ana! Savaşmalıyız. Biz onların hakkından gelemezsek, pnlar bizi yok edecekler. Kaygılanma, kardeşim ne yaptığını biliyor.
Gün gelecek,hepimizi geride bırakacak o. Tou'ya güvenebilirsin.» Bir an durdu,
yumuşak bir sesle : «Şimdi gitmem gerek anacığım, nerdeyse şafak sökecek.
Bize köydeki asker ve silâh sayısını bildirmeyi unutma.» Bir kaç adım attı,
döndü :
— «Hoşça kal anam.»
Karanlığa karıştı, ayak sesleri uzaklaştı, yitti gitti. Tante Ba, kapıyı kapa­
yarak, ot yatağa oturdu. Derin soluklarla uyuyan en küçük çocuğu Mai'ın üsTAVIR/45
tünü örttü. Sırtını duvara dayadı, dizlerini topladı. Bakışları bir süre, bomboş odada dolaştı.
Dışarda rüzgâr uğulduyordu. Hain düşman saldırıları gibi denizden çıkıp,
ormanda ıslıklar çalarak ilerliyor, pirinç tarlalarını geçip, stratejik köylere ula­
şıyordu. Damdaki demir kiremitler takırdıyor, köpek seslerine makineli tüfek
gürültüleri karışıyordu.
Tante Ba oğlunu düşündü.
Şu sırada, Onu ormana ulaştıracak patikada yürüyor olmalıydı. Her enge­
beyi, her çalıyı, atacağı her adımı gözünde canlandırmaya çalıştı. Oğullarının
yürüyüşünü çok iyi bilirdi. Minh çabuk, atik, Tou'ysa ağır, sağlam yürürdü. Ki­
şiliklerine uygundu yürüyüşleri : Minh kıvrak ve ataktı. Tou, sessiz ve inatçı.
Okulda, generalle, posta müdürünün oğullarını dövdüğü için tutuklamalar­
dı bir kez Tou'yu. Onu salıvermeleri için nasıl da dil dökmüştü. Minn'le işbir­
liği yaptığından kuşkulanınca, bir kez daha tutuklandı.
— «Onu bağışlayın baylar... Ne yaptığını bilmeyen bir çocuktur O. Küçük
bir çocuk...»
— «Çocukmuş... Hıh! Gidi tüydüz Vietkong senii!..» diye bağırdı bölge
komiseri. «Kafası ezilmeli bunların!» Ağzından tükürükler saçılıyordu. Tou, el­
leri arkasından bağlı, düşmanı tepeden tırnağa süzdü.
Tante Ba umutsuzca :
— «Şerefli bölge komiseri, Onu- bağışlayın. Daha 15 yaşında. Hiçbir şey
bilmez O.»
— «İyi avukatlık yapıyorsun kocakarı. Ama ya oğlunu tanımıyorsun ya da
tanımazlıktan geliyorsun. Onlarla başa çıkılmaz. Hepsinin, hepinizin ne mal
olduğunu çok iyi bilirim. Topunuz Vietkongsunuz! Babanız, ananız, büyük oğ­
lunuz, şimdi de bu. Topunuz öyle doğuyorsunuz, öyle doğuruyorsunuz... Yalnız­
ca 15 yaşındaymış... Hiçbir şey bilmezmiş... Yutar mıyım sanıyorsun? Bir gün
hepimizi öldürecek bunlar. Artık yetti be!»
Komiser Tou'nun kulağına yapıştı :
— «Bu seferlik bağışlıyorum seni. Ama bir daha dert açarsan başımıza,
duanı etmeye hazırlan.»
— «Çek elini, dokunma bana!»
Tante Ba bu sırada çocuğunu odadan dışarı çekivermişti bile.
İşte Tou böyleydi... Ona «doğuştan Vietkong» demekte haklıydı komiser,
Tante Ba'nın yanağından yaşlar süzüldü. Ngo Dinh Diem'e karşı ilk kurulan
direniş örgütünde çalışan kocasını hatırladı. On yıldır hiç haber alamamıştı.
. Nam-Bo ya da Poulo-Cordor'da öldürüldüğü söyleniyordu.
Bakmak, beslemek için üç Çocuk bırakmıştı ona. Bu üç çocukla, aslında
bir hazine bırakmıştı. Onların üstüne titrerdi Tante Ba, kollarının, bacakları­
nın hergün biraz daha güçlendiğini, vücutlarının, kafalarının biraz daha ge­
liştiğini görür, umutlanırdı.
Minh, şimdi yakışıklı bir erkek olmuştu. Arananlar listesine adının geç- .
memesi için, Onu uzak bir köydeki yakınlarının yanma göndermeyi düşün­
müştü bir zamanlar. Ama Minh, partizanlarla ilişki kurmuş, onlara elbise, ilâç
sağlamıştı.
Bir gece eve geldi :
— «Ana ben hattı geçiyorum. Bana ihtiyaçları var.» dedi.
Söz, öylesine açık, kesin, doğal söylenmişti; Minh, öylesine inançlıydı ki,
46/TAVIR
karşı çıkmak güçtü. Oğul, artık bir partizan oluyordu. Komandolara, Yankeelere
karşı savaşmak, köyde barınan ajanları cezalandırmak için. Ve anasına bu kara­
rını, sanki bir yürüyüşe çıkıyormuş gibi rahatlıkla söylüyordu. Tante Ba, ka­
rarın gerekliliğine inanıyordu. Şaşırmadan kabullendi.
Minh'in gidişiyle, ananın omuzlarından bir yük kalkmış gibi oldu. Şimdi
sıra Tou'daydı. Tou, daha 9-10 yaşlarında başlamıştı kukla askerlerden nefret
etmeye. Onların saçını, okşamasına, omuzuna dostça vurmasına izin vermez­
di. Şimdi açıkça kaçıyordu. O zamana kadar bilincine varmadığı bir nefretle
tutuştuğunu duyuyordu yüreğinin.
Bütün gün tek söz etmeden oturup düşündüğü olurdu. Böyle durumlarda
Tante Ba'nın içinden ev işi yapmak gelmezdi. O da çöker, oğlunun akıllı, inanç­
lı yüzüne dalardı. Saçlarını, kaşlarını, gözlerini, burnunu, dudaklarını tek tek
incelerdi. Tou'nun kafasından geçenleri çözmeye çalışırlardı. Ne düşünüp, ne
kuruyorsa Tou, mutlaka doğruydu. Buna inanıyordu.
Bir gün, kendi kendini mırıldanırken yakaladı Tante Ba : «Ne düşünüyor­
sun oğul? Senin için kaygılıyım. Tezcanlılık etme, henüz çok gençsin.»
Sanki oğlu onu duyacaktı. Birden sıçradı ana. Utandı düşüncesinden...
Bir gün komandolar köyde kamp kurdu. Tou, o gün okula gitmedi. Akşam­
üstü satılmış zorbalar köyden ayrılmaya hazırlanırken evden çıktı. Bir el bom­
bası patlaması. Bir an sessizlik. Makineli tüfek kusmukları!..
Yüzü ışıl ışıl eve döndü Tou.
— «Yalnızca iki tane öldürebildim ana. Daha uzağa fırlatmalıydım bom­
bayı. Kollarım henüz gerektiği kadar güçlü değil.»
- Küçük Mai ellerini çırparak mutfaktan fırladı :
— «Senin saklandığın yerden o kadar olur. Ben daha iyi bir yer biliyorum.
Ordan tek bir bombayla en az beş tanesini öldürebilirsin.»
Anası Mai'a çıkıştı :
— «Hadi sen mutfağa! Kızlar bu işlere karışmaz.»
Mai üzgün, çekildi.
Tante Ba derin bir göğüs geçirdi. Konuşulanların dışardan duyulmasın­
dan korkuyordu.
— «Aç olmalısın. Git de birşeyler ye.»
— «Olur ana. Pazularımı güçlendirmem gerek. Bir daha yakına sokulaca­
ğım. Mai'a da öyle çıkışma. Bildiği yer bize yararlı olabilir.»
Yemek boyunca yanına oturup onu seyretti Tante Ba.
Tou, son lokmasını yuttuktan sonra :
— «Ben gidiyorum anacım, geceyarısından önce dönmem.» dedi. Ana, ses­
sizce oğluna baktı. Cevaba zaman bırakmadan gitmişti. Yalnızca haber veri­
yordu ona. Partizanlara katılmasına engel olamayacaktı anası, bunu biliyordu.
Tante Ba, ot yatağına büzüldü. Gözünü kırpmadan, saatler boyu düşündü.
Bütün gün bir avuç pirinç uğruna oradan oraya koşuşmakla geçerdi. Ama ge­
celer onundu. Binlerce düşünce, binlerce anı geçerdi aklından. Eski günlere
takılıp kaldığı olur, ama şafakleyin kendini hep o pırıl pırıl yolda bulurdu,
önce kocasının, sonra da çocuklarının kendilerini adadıkları yolda.
Onların gölgelerini görür, inançlı seslerinin yankısını duyardı.
«Sevgili
oğulları...» Boğazında onurlu hıçkırıklar düğümlenir, gözlerinde sevinç yaşları
birikirdi... Aklıyla, onların her adımını izlemeye hazırdı. Gece dönüşlerini bekTAVIR/47
lerdi uyumadan. Bir yaprak hışırtısı, bir dal çıtırtısı, bir ayak sesi... Pırlardı
kapıya!
Bir gece Tou, eve her zamankinden daha geç geldi. Yatağın kıyısına otur­
du. Odanın orta yerine bir suskunluk çöktü kaldı.
— «Ne var, n'oldu oğul?»
Tou gene sustu. Düşüncelerini söze aktarmakta güçlük çekiyordu...
— «Sana bir iyi, bir de kötü haberim var ana.»
Ananın, ana elleri, oğulun omuzlarını kavradı:
— «Çabuk söyle!»
— «El bombası olayından sonra, Halkın Devrimci Gençliği'ne kabul edil­
dim.»
:.
Gözleri nemlendi Tante Ba'nın, bir kuş havalandı yüreğinden...
— «Öteki haber?»
Sıkıca kavradı anasının ellerini Tou, dimdik baktı gözlerine :
—- «Sakın ağlama ana!»
— «Nedir? Minh'e bir şey mi oldu yoksa?»
— «Görevdeymiş ana... Uçakların saldırısına uğramışlar...»
— «Evet?...»
— «Yüreklice... Akıllıca davranmış Minh, uçağa ateş açmış, düşürmüş.
Ama ötekiler taramışlar yeri...
Deminki sevinçli yürek, şimdi acıyla sarsılıyordu. Dudaklarından, isteme­
diği bir cevabın sorusu döküldü Tante Ba'nın :
— «Sonra?»
— «Sonra... Ağlama ana... Ağlama, alacağım öcünü!»
— «Ağlamamak...» Tante Ba dudaklarını ısırdı. Burnunun direği sızlıyor­
du. Bir el yüreğini sıkıştırıyordu...
— «Vietnam kurtulduğu gün ağlarsın anacım. Şimdi kavga zamanı. Şimdi
topunu öldürmeliyiz. Ağlamaya zaman yok!»
— «Senin için nasıl ağlamayayım yavrucuğum, Minh'im... Neden Tou, ba­
na gozyaşlarımı saklamamı söylüyor?.. Aslında... Aslında o kadar basit ki... Bak,
artık ağlamıyorum. Ağlamıyorum işte.»
Yumruklarını, göz çukurlarına bastırdı Tante Ba. Yaşlar kirpiklerinde asılı
kaldı.
Tou, okula gitmiyordu artık.
— İnsanlarımızın aşağılandığını görmeye dayanamıyorum. Bir gün t u t a ­
mayacağım kendimi, tıkacaklar içeri.» diyordu.
Haklıydı oğulu. Ama evde kalması da tehlikeliydi. Kukla askerler her gün
köydeydi.
— «Okula gitmeyi gerçekten istemiyorsan, partizanlara katılmalısın.» dedi
Tou'ya, «Onlarla yaşamalısın. Köyde kalman tehlikeli.»
Oğlu başını salladı:
— «Konuştuk arkadaşlarla anacığım. Burada daha yararlı olduğuma ka­
rar verildi. Herkes bırakıp giderse, köydeki işleri kim yapacak?»
Sustu Tante Ba. Tou, nereye gittiğini, ne yaptığını çok iyi biliyordu. Dua­
larının etkinliğine inanmadan, Buda'ya oğlunu koruması için yakardı. Köylü­
lerin çoğu, onun gibi uykusuzdu. Sanki köyün iki ucundaki askeri noktalar,
birer mengeneydi. Köyü iki ucundan ezip, sıkıştıran birer mengene.
Geceleri, partizanlar köye gelir, toplantılar yapar, muhbirleri öldürür; kuk48/TAVIR
laların yüreğine korku salarlardı. Düşmanın çivili çizmeleri kauçuk sandalların
üzerine basar, partizanlar düşman çizmelerinin bıraktığı izler üstünde yürür­
lerdi. Partizanların tüfek sesleri, düşmanın top atışlarına karışıyordu.
Bir gün, gelen kukla askerler, her zamankinden daha önce bıraktılar köyü.
Onların gidişinden hemen sonra, ekmek satan bir kadın geldi. Çevrede orospu
ve polis olarak bilinirdi. Tou, onun hemen arkasında bitiverdi. Durdurdu ka­
dını ve elindeki bombayı göstererek :
— «Kaçmaya çalışma! Yükünü bırak, benimle gel.» dedi.
Polis sapsarı kesilmişti :
— «Nereye?»
Tou, ormanı gösterdi. Düştüler yola, Partizanlar uzun zamandan beri bu
kadının peşindeydi. Onu bulmaları aslında tuhaf bir rastlantıydı. Tou, kadı­
nın, neden askerlerin gidişinden hemen sonra ortaya çıktığını düşünmemişti
bile.
Ormanın kıyısında kadın yavaşladı. Tou, bombanın fünyesini açtı, çevreyi
kolaçan ederek, kadını itti. Polis birden haykırdı :
• — «Ben size ne yaptım? Beni neden tutukluyorsunuz?»
Çalıların ardındaki düşman, işareti almıştı :
— «Dur! Kaldır ellerini yukarı!»
Durmakla durmamak arasında kısa bir an geçti. Tou'nun tepkisini bek­
lemediler bile. Bir makineli kusmaya başladı. Tou sırtüstü yıkıldı. Ayağından
vurulmuştu. Fünyesi açılmış bombayı elinde sımsıkı tutuyordu. Onu öldü sa­
nan komandolar iyice sokuldular. Bomba patladı, beş komando düştü. Tou'nun
bir kolu ve bir bacağı kırılmıştı. Onu, sırılsıklam bir hücreye attılar.
Kapının parmaklığından al bir güneş sızıyor, Tou'nun, sevgili bayrakları­
nın rengine benzeyen, kanlı gömleğini ışıldatıyordu.
Genç elektrikçi Nguyen Van Troi'u düşündü Tou. Onun,' beyaz gömleğini,
beyaz pantolonunu düşündü. Onlar da, ansızın kızıla kesmişti. İdam manga­
sının karşısındaydı Nguyen Van Troi. Gözünü kırpmamıştı.
Tou, düşüncelerini başıboş bıraktı. İşkencesinin sorularını duymuyordu bile.
Bir kez olsun bakışlarını adamdan yana çevirmemişti.
— «Neden konuşmuyorsun itoğluit!?»
— «Defolun başımdan! Babamı düşünüyorum şimdi, ağabeyimi düşünüyo­
rum.»
— «Kendini tatilde mi sandın küçükbey?»
— «Defolun başımdan diyorum!»
İşkenceciler, bir süre sonra yöntem değiştirdiler. İşkence etkili olmuyordu
«Gerekli bilgileri verirse, ona Saygon'da iyi bakılacağını, isterse okula bile gi­
debileceğini» söylediler. Tou, bir kahkaha attı :
— «Aklımı çelmeye çalışmayın, çocuk değilim».
İşkence, yeniden başladı.
Tou, iyice hırpalanmıştı. Susuyordu. Konuşunca, yalnız aşağılayıcı sözler çı­
kıyordu ağzından.
Akşamleyin bölge komiseri geldi. Kibirliydi içeri girerken. Bir iskemleye
oturdu. Yerde, yarı baygın yatan Tou'ya baktı. Boğazını temizledi. Sustu. Bir­
den bağırmaya başladı :
— «İşte gene sen!... Seni Vietkong dölü!... Haklıymışım... Biz sizi gebertemezsek eğer, siz bizi temizleyeceksiniz. Bu kez anan -yalvarmaya gelemez.»
»
TAVIR/49
— «Senin affına ihtiyacım yok. Kim oluyorsun sen?»
— «Konuş ulan! Yoksa bilirim ben konuşturmasını! Konuş!»
— «Ben senin gibi vatan haini değilim.»
Sapsarı olmuştu komiser. Dişlerinin arasından tısladı :
— «Bana çabuk bir bambu kamışı getirin.»
Kamışı, Tou'nun kolundaki yaraya soktu. Bükmeye başladı.
— «Şimdi konuşacak mısın?» Gözleri kan çanağına dönmüştü komiserin.
Tou, dişlerini sıktı. Komiser, bambu kamışı yaraya biraz daha soktu, kı­
vırdı...
— «Konuşacak mısın ulan!?»
Tou sustu. Son gücünü toparladı. Ansızın korkunç, boğuk, kin ve inanç
dolu bir kahkaha çarptı komiserin suratına, Kahkaha, bir tükürük gibi yapıştı
kaldı kiralık katillerin suratına, işkenceciler donup kaldılar.
Komiser, bitkin, ayağa kalktı.
Tante Ba, gaz lambasının soluk ışığı altında, her zamanki yerinde oturu­
yordu. Dışarda kapkara bir gece vardı. Uğuldayan rüzgârla, damdaki demir ki­
remitler takırdıyor, uzaklardan makineli tüfek sesleri geliyordu. Düşman kork­
muştu. Tou'nun ölümünden sonra partizan hücumları daha sık, daha etkili olu­
yordu. Bir sürü «stratejik köy», bağımsızlığa kavuşmuştu.
Aklında binlerce düşünce, binlerce anı vardı Tante Ba ananın. Kimi za­
man kendinden geçer gibi oluyor, ama sonunda her zamanki gibi, aydınlık,
pırıl pırıl bir yolda buluyordu kendini. Kocasının ve iki oğlunun aydınlık, pırıl
pırıl yolunda. Büyüktüler. Ve çok güzeldiler. Umut saçıyorlardı.
Gerçeğin katılığı, bir an yüreğini titretti Tante Ba'nın :
— «Fakat bir daha asla gelemeyecekler. Gelip, beni göremeyecekler.»
Katıydı gerçek. Yüreği acıdı ananın. Somut bir acıydı bu. Ağlamamak için
dişlerini sıktı. Dudakları titredi. Bir kuş gibi çırpındı.
Yavaşça açıldı kapı. Küçük Mai içeri süzüldü.
Tante Ba, kendini suçlu saydı. Onu, küçük kızını hiç düşünmemişti. «Ne­
den,» diye sordu kendine, Elbette, o daha küçücük bir kızdı. Daha 11 yaşındaydı.
Mai, anasının yanıbaşına oturdu. Yatağa saygıyla bir şey bıraktı. Bir el
bombası. Bir somun bırakırmış gibi bıraktı. Anasının ellerini sıkı sıkı kavradı :
— «Ağlama ana, şimdi ağlama. Sonra ağlarsın. Düşman yurdumuzdan çe­
kip gidince ağlarsın. Şimdi ağlamaya zaman yok.»
İrkildi Tante Ba. Sesi, aynı Tou'nunki gibiydi. Kendinden emin, sert, inançlı.
Elini kızının başına koydu. Alnına düşen bir tutam saçı geriye itti. «Saçları
ne kadar kısa... Henüz bir çocuk.»
Doğduğu gün baktığı gibi baktı ona. Aynı sevecen bakışlarla... Sanki yep­
yeni bir çocuk doğuruyordu. Bu çocukla birlikte yeniden doğuyordu. Mai, bom­
bayı incecik parmaklarıyla kavrayarak :.
— «Bu, Tou'nun bombası ana. Partizanlardan başka bombalar da isteye­
ceğim. Tou'nun öcünü alacağım. Minh'in, babamın, bizimkilerin. Herkesin ve
her şeyin öcünü alacağım ana.»
Tante Ba, Mai'ı göğsüne bastırdı. Bombayı aldı. Ömründe ilk kez bir bomba
alıyordu eline. Sanki içinde hayat vardı soğuk demirin. Göğüs geçirdi.
— «Yavrum... küçüğüm... oğullarım, kocam!... Hepimiz Vietnam'ın aydın­
lık yolundayız... Sonunda güneşin doğacağı aydınlık yolda.»
Uzaklardan bir yerlerden, geceyi yırtan el bombalarının gürültüleri geliyordu.
50/TAVIR
DEĞİNMELER
İSTANBUL TEKNİK
ÜNİVERSİTESİ - GRAFİK
SANATLAR KOLU
I. KARİKATÜR YARIŞMASI
İstanbul Teknik Üniversitesi
öğrencilerinin kültürel etkinlikle­
rinden Grafik Sanatlar bölümünün
5 Kasımda açtığı Karikatür Yarış­
masının sonuçları 22 Aralık'ta
açıklandı. Birincilik ödülünü Meh­
met Özenbaş'ın kazandığı yarış­
manın amacı ve genel değerlen­
dirilmesini İTÜ - GSK yöneticile­
rinden dinleyelim :
«Aralık 79. İTÜ - GSK olarak
düzenlediğimiz I. Karikatür Yarış­
ması sona erdi ve sergisi Karika­
türcüler Derneği sergi salonunda
açıldı.
Aralık 77'de ise İTÜ - GSK
daha yeni kurulmuş ve ilk sergi­
sini İTÜ bünyesinde panolara, du­
varlara, pencerelere asarak varlığı­
nı kanıtlamıştı. Arkasından ikinci
sergimiz hazırlanmış, Arı Kültür
Şenliği için de İTÜ kitlesine su­
nulmuştu. Ve bir buçuk yıllık sus­
kunluk dönemi. Daha doğrusu
susturulmak. Nasrettin Hoca Ka­
rikatür Yarışması'nın duyuruları­
nın bile asılmasının engellenmesi.
Ama
İTÜ - GSK
mücadelesini
sürdürdü. Mücadele için güçlü olmak, güçlü olmak için de karika­
tür sanatının içerisinde yoğun
araştırmalarla var olmak gereki­
yordu. Karikatür sanatını genel­
de ikiye ayırdık. Pembe gözlükler
takan, et yığını haline gelen, ge­
rici bir anlayışla çizilenleri bir kö­
şeye ayırdık. İyiniyetle çizilen ama
biçim yönünden düşülen hatalar­
la dolu olanlardan, biçim yanını
önemsemeyip slogancı yanı ağır
basanlardan dersler aldık. Ve hal­
kın mutluluğu için çalışan kari­
katürcüler yanında safımızı alıp
I. Karikatür Yarışması ile anlayı­
şımızı ülke çapında hayata geçir­
dik. Ülkemizdeki gerçek karikatür­
cülerin küçük bir kısmından olu­
şan seçici kurul 22 Aralıkta top­
lanarak yarışmaya katılan 86 ka­
rikatürcünün 190 yapıtını değer­
lendirdi. Ferruh Doğan, Ali Ulvi
Ersoy, Tonguç Yaşar, Mustafa
Uykusuz, İsmet Lokman, Cemal
Arığ, M. Kemal Şahin'den oluşan
kurulun değerlendirmeleri şu şe*
kildeydi :
MEHMET ÖZENBAŞ
. . İTÜ - GSK Birincilik Ödülü
ALİ IŞIK
İkincilik Ödülü
AHMET ÖNEL
Üçüncülük Ödülü
SEMA ÜNDEĞER
Karikatürcüler Derneği Özel Ödülü
: AHMET SABUNCU
Cumhuriyet Gazetesi Özel Ödülü
: OHANNES ŞAŞKAL
TÜM-İTÜ-DER Özel Ödülü
TUFAN ARKAYIN
Makina Müh. Odası İst. Şb. Özel Ödülü
İ n ş a a t Müh. Odası İst. Şb. Özel Ödülü : LEVENT KARADAYILAR
MAHMUT AKGÜN
TAVIR/51
5 Ocakta sergisi açılan yarış­
maya katılan karikatürlerde gör­
düğümüz en büyük eksiklik, özbiçim dengesinin olmayışıydı. Bi­
çim endişesinin olmayışıyla kar­
şımıza çıkan slogancı karikatür,
biçimin yanlış kullanılması ile
karşımıza çıkan vurgulayıcı yanı
çıkamamış karikatürler, özü ihmal
edilen salt biçim haline gelmiş
karikatür.
Yarışmaya
konulan
özel ödüller, vermeye çalıştığımız
gerçek karikatür sanatı mücade­
lesinde yanımızda gördüğümüz
demokratik kuruluşların ödülleri.
Bunların sayısının önümüzdeki
yarışmalarda artması en büyük
dileğimiz ve amacımız.»
— KİTAPLAR —
T
LENİN : Sanat ve Edebiyat
Payel Yayınevi
İkinci basım
Çeviren : Bülent Arıbaş
Bu kitabın kültür ve sanat
alanında mücadele veren herkes
tarafından okunup özümlenmesi
gerekmektedir. Aynı zamanda tüm
devrimcilerce
de
okunmalıdır.
Çünkü,
kültür alanında verilen
mücadelenin değerlendirilmesi, sa­
nat - siyaset
ilişkisini
kavrayıp
çalışma alanlarında yararlanma­
da ve en önemlisi de devrimci ça­
lışma
yapılması
gereken
bir
alan olan kültürel alanın önemini
kavramaları kollektif çalışma an­
layışıyla bu alana ilişki sağlama­
larının
gerekliliği
konusundaki
netlik getirmektedir.
Kitap iki bölümden oluşmak­
tadır. İlk bölümde daha çok Lenin'in parti edebiyatı, ulusal kül­
tür, resmi dil, gazetelerin niteliği,
Sovyet hükümetinin karşılaştığı
güçlükler ve başarılar, Rus devri­
mi üzerine olan görüşleri yer al­
maktadır.
İkinci bölümde ise edebiyat
ustaları üzerine görüşlerini yansı­
tan mektuplar kısmı, Lenin ta­
rafından imzalanan kararname ve
kararlar ve son olarak da karısı
Nadejya Krupskaya, Maksim Gorki, Clara Zetkin ve Lunaçarski'nin
Lenin'le ilgili anıları ve sanat ya­
şamı anlatılmaktadır.
Kitabın ikinci makalesi özgür­
lük adını taşıyan «Svoboda» der­
gisine karşı Lenin'in eleştirel gö­
rüşleridir. «Svoboda» grubunun «Ne
ciddi ve sağlam görüşleri, ne prog­
ramı ve taktiği ve ne de örgütü,
kitlelerle
bağı vardı»
şeklinde
Lenin tarafından eleştirilmekte­
dir. Bu grup ekonomizmin ve te­
rörizmin görüşlerini savunmakta
ve Rusya'da anti-Iskra'cı grupla­
rı desteklemektedir. Lenin bu
dergiyi popülizm örneklemesi ola­
rak nitelendirmekte ve yazarları­
nın sosyalist düşüncenin yeni bir
tasvirini yapmadan ve bizzat kabalaştırarak kendi aldatıcı diliyle
okuyucuya sunmaktadırlar.
Bu bölümdeki parti örgütü ve
parti edebiyatı kısmında Lenin'in
siyaset dışı bir edebiyatın kabul
edilemeyeceği, edebiyatın bir par­
ti edebiyatı olması gereği ve bu
alanda verilecek olan mücadele­
nin toplumsal yaşamı değiştirme­
de önemli bir rol oynayacağı gö­
rüşleri belirtilmektedir. Burjuva
edebiyatı belli insan gruplarının
tekelinde, burjuvazinin dar, kalıp­
çı sanat anlayışını yansıtmakta
ve amaçları sadece kâr ve kazanç
hırsı olmaktadır. Lenin, parti ede­
biyatı ilkesini neye dayandırmak­
tadır? Bunun cevabını Lenin'in
şu satırlarında bulabiliriz :
«Edebiyat işçi sınıfının genel
davasının bir kısmı haline gelme­
li, bütün işçi sınıfının bilinçli bü­
tün öncülleri tarafından hareke­
te geçirilen, o tek ve bölünmez
TAVIR/53
büyük' sosyal demokrat mekaniz-|
mada 'küçük bir çark, küçük bir]
vida' olmalıdır.»
Lenin,
edebiyatın
partinin
görüşlerini benimsemesi gerektiğisavunmaktadır. Burada anlatıl­
mak istenen körü körüne bir bağlılık, zorlayıcı bir kabullenme de­
dir elbette. Partinin ideolojisi
proletaryanın öz devrimci ideolojisidir, Marksizmdir. Bunu benim­
seyen ve partiye üye olan yazar­
lar kendilerini burjuva önyargıla­
rından, kölelikten kurtarıp tam
bir çalışma özgürlüğü sağlayabile­
cekler ve kitlelerle ilişkilerini güç­
lendireceklerdir. Ve yaratılacak
olan edebiyatta sosyalizm düşün­
cesi temel alınarak milyonlarca
emekçiye ve onun genel davasına
hizmet edecektir.
Kitabın diğer önemli makale­
lerinden birisi de «Ulusal Kültür»
bölümüdür. Burada marksistlerin
ulusal kültürden ne anlamaları
gerektiği açıkça ortaya konmak­
tadır. Her ulusal kültürde demok­
ratik ve sosyalist özlü kültürün
unsurları vardır. Çünkü sömürü­
len bir toplumda yaşama koşulla­
rı zorunlu olarak sosyalist bir ide­
olojiyi doğurmaktadır. Ama ulu­
sal kültürde egemen olan kültür,
toprak sahiplerinin, burjuvazinin
gerici yoz kültürüdür. Lenin «Ulusal Kültür sloganından yana çı­
kan herkesin yeri marksistlerin
arası değil, küçük burjuvazinin
saflarındadır. Bize özgü olan slogan 'Demokrasinin ve dünya işçi
hareketinin uluslararası kültürü­
dür.'» der: Lenin bu sloganı ileri
sürerken her ulusal kültürün sosyalist unsurlarını alıyoruz demek­
tedir. Bunu ise makalesinde şu
satırlarla açıklamaktadır.
«Bunları sadece ve kesinkes
54/TAVIR.
burjuva kültürüne ve her ulusun,
burjuva milliyetçiliğine karşı ol­
duğumuz • için alıyoruz.»
Kitabın büyük bir bölümü Le­
nin in edebiyat ustaları üzerine
görüşlerini ve bunlarla yazışması­
nı kapsamaktadır. Lenin 1912 yı­
lında Sosyal Demokrat gazetesin­
de yazdığı «Herzen'in Hatırasına»
başlıklı makalesinde bu edebiyat
tasının, gazetecinin hem zaafla­
rını, hem üstünlüklerini ve Rus
devrim tarihindeki yerini gösteri­
yor. Feurbach taraftarı, yani ma­
teryalist olan Herzen, Rus popü­
lizminin kurucusudur. Lenin onun
başardığı en büyük' işin yabancı
ülkelerde hür bir Rus basını kur­
mak olduğunu belirtiyor.
1905 devriminin çağdaş ro­
mancıları arasında Lenin'i en çok
çeken Tolstoy'la Gorki olmuştur.
Rus devriminin iki itici kuvveti
köylü sınıfı ve işçi sınıfını büyük
bir sadakatle canlandıran bu iki
yazar, Rus edebiyatının en büyük­
leri ve halka en yakın olanlarıydı.
Lenin Tolstoy hakkında ikin­
ci makalesinde şöyle demektedir:
«Tolstoy öldü. Güçsüzlüğü ve za­
yıflığı felsefede dile getirilen, dâ­
hi sanatçının eserlerinde yansıyan
Rusya, devrim öncesi Rusya'sı geç­
mişin
karanlıklarına
gömüldü,
gitti. Ancak Tolstoy'un bıraktığı
mirasta geçmişin karanlıkları içi­
ne gömülüp gitmeyen geleceğe öz­
gü olan unsurlar da vardır. Rus
proletaryası bu mirası kabullen­
mekte ve incelemektedir.»
Lenin, Gorki hakkındaki dü­
şüncelerini bir mektubunda şöyle
belirtmektedir. «Siz sanatçı kabi­
liyetinizle Rusya işçi hareketine
—hem yalnız Rusya'daki işçi ha­
reketine değil— büyük hizmetler
ettiniz, Yabancı ülkelere göç et-
miş olanlar arasındaki bu müca­
delenin pek önemli olmayan olay­
larından doğan neşesizliklere hiç
bir şekilde kendinizi kaptırmaya­
cak olursanız daha çok hizmet
edeceksiniz. >>
Kitap, edebiyat ustalarının ve
karısının Lenin'le olan anılar kıs­
mıyla son bulmaktadır.
Kısaca özelliklerini belirttiği­
miz bu kitap, kültürel eğitim açı­
sından bize ışık tutacak ve geç­
mişin deneylerinden ders çıkar­
mamızı sağlayacaktır.
DOST DOST İLLE KAVGA
ENVER GÖKÇE
özlem belirtiliyor, kardeşçe hayat
özleniyor (Oy Beni).
Enver Gökçe :
«Adı haritalarda bile
bulunmayan
Bir köyündenim Anadolu'nun»
derken;
«Anamız birdir, aynı memeden
emmişiz dostlar
Kan kardeşiz, sizlere kanım
kaynıyor»
derken de; halktan biri olduğu­
nu, yabancı olmadığını vurgulu­
yor. Şiirlerinde materyalist bakış
açısından kaynaklanan kavgaya
çağrı vardır..
«İlk Adım»da :
«Dum dum kurşunuyla
vursalar da,
Her zaman böyle dövüşeceğiz;
Gırtlak Gırtlağa, diş dişe,
tank tanka
Demokrasi için,
Eşitlik ve hürriyet uğruna»
derken demokrasi uğruna, kavga­
ya tek başına değil, bir bütün ola­
rak girmek gerektiğini belirtiyor.
Kavgada, özlemde, özgülden evrensele, tekten genele ulaşıyor.
«Güzel şeylere hasrettir
memleketim
Güzel şeylere hasrettir bu
dünya»
demesi bu yüzdendir.
Enver Gökçe'yi kendimize ya­
kın bulmamızın bir nedeni de di­
linin halka yakın olması, eserle­
rinde halk deyişlerinden, türküle-
Faşizmin kendinden olmayan
herkese karşı giriştiği baskı ve
zulmün en somut örneklerinden
biridir Enver Gökçe. «Dost Dost
İlle Kavga» adını verdiği bu kitabında, baskıyla, zulümle, işkencey­
le bilinçli kafaların değiştirile­
meyeceğini çok iyi göstermiştir.
O, Mehmet Ergün'ün deyişiyle
«Zor günlerin, kavganın adamıdır.
Türkçenin büyük ustası devrimci
şiirin yüz akıdır.»
Dost Dost İlle Kavga'nın ilk
sayfaları Orhan Suda'nın sunuşu
ve Mehmet Ergün'ün, «Enver Gökçe'nin Şiiri» başlıklı yazıyla, En­
ver Gökçe ile bir konuşmaya ay­
rılmış.
Şiirler ise iki bölümde toplan­
mış. İlk bölüm, «Yusuf İle Bala­
ban» adlı uzun şiirden oluşuyor.
Bu şiirde, topraksız köylülere ezi­
yet eden bir ağa ile, onu öldürerek
mahpusa düşen bir köylü anlatınyor. Yusuf mahpusta toplumsal
gerçekleri
öğrenir,
bilinçlenir.
«Yusuf, Enver Gökçe'nin devrim­
ci niteliğinin ete kemiğe bürünmesidir» der, Orhan Suda.
İkinci bölüm,
«Dergilerden
Kalanlar» da, «Turan Emeksiz»,
«39 Harbi», «fakültenin önü»nde
faşizmin yürürlükten kaldırdıkları
ve II. Paylaşım Savaşı koşulları
eniyor ve gelecek günlere olan
TAVIR/55
rinden bölümler almasıdır. Enver
Gökçe şiirlerinde . konuşma dilini
kullanmıştır. O, «Şiirlerimiz bir
memleket türküsü, bir bozlak, bir
hoyrat gibi okunmasını isterken,
onların bir senfoni bütünlüğünü
göstermesini isterim.» derken bu
özelliği vurguluyor.
O BİR MİLİTANDI :
T. D. Van
(Ma Yayınları
Saldırgan ve sömürücü ABD
emperyalizmine karşı mücadele
veren halklar arasında, Vietnam
halkının kuşkusuz büyük bir yeri
vardır. Onlar bu saldırganlığın en
acımasızını yıllarca göğüsledi ve
haklı olmanın sabrını bilinçli mü­
cadele ile birleştirerek «Ameri­
kan sömürücülerini» yenmeyi ba­
şardılar.
Kitap, o mücadelede yer alan
binlerce kişiden birini;
Nguyen
Van Troi'yu anlatıyor. Troi diğer
devrimci arkadaşları gibi sade ve
kararlı bir kişiliğe sahip. Fakat,
diğerleri gibi onda da sadeliğin
büyüklüğü var. Kitapta bu örnek
alınması gereken kişilik, abart­
maya kaçmadan, efsaneleştirme­
den tüm yalınlığı ile aktarılıyor.
Okuyucu her satırda, mücadelede .
kararlı bir er olmanın koşullarını
öğreniyor.
«Seni daha iyi bir kız yapmak
istiyorum. Daha fazla sevdikçe,
daha iyi insanlar yapmaya çalış­
malıyız birbirimizi.»
«Türküleri adamakılı öğrenemedim, çünkü yazamadım onları.
Bize onları öğreten arkadaş ya­
kalanıp dövüldü. Ama hücreye ge56/TAVIR
«Dost Dost İlle Kavga» En­
ver Gökçe'nin «Mahpusta yatan­
ların, çıyanların uyuduğu saatler­
de» yazılmış eserlerinin tümü. Zor
günlerin, kavganın ürünü. Zor
günlerden geçecek olan bizlerin
mutlaka okuması gereken bir eser.
ri getirildikten sonra, engellemeye
çalıştığımız halde yeniden söyle­
meye başladı. Dedi ki : «Hapisanede türkü öğretmek, devrimci bir
görevdir, çünkü türküler insanı
iyimser ve güvenli kılar.»
Troi, Mac Namara'yı öldür­
mek için onun geçeceği Cong Ly
Köprüsü'ne bomba yerleştirir. Fa­
kat, Mac Namara ölümden kıl pa­
yı kurtulur. Troi tutuklanır, yeni
evlendiği karısı da sorguya çeki­
lir. Troi'nun tüm işkence ve suç­
lamalara karşı verdiği cevap şu­
dur : «Eğer siz eşkiyalar beni bir
komünist ajan olmakla suçluyorsanız, bu bana verse verse onur
verir». Troi idama mahkûm edilir
ve kurşuna dizilir. Ölümü de yiğitçedir :
Bak : Kollarını bağlıyorlar
Son defa bakıyor dünyaya
Nguyen Van Troi
Birazdan göğsünü
parçalayacaklar.
Ama kan onu geriletmiyor
Başlıyor şarkısına
«Yaşasın Ho Şi Minh, Yaşasın
Vietnam
. Damarlarım damarlarıma
bağlı yaralarından
Çünkü öldürülmek istenen
benim de sevincimdir
Nguyen onun siperi.»
(Nihat BEHRAM)
«GÖSTERİLERİMİZ KÜLTÜR BAKANLIĞI SİNEMA DAİRESİ
BAŞKANLIĞINCA BİR SÜRE İÇ İN DURDURULMUŞTUR
AKM'ne «umut»u seyretmeye gidenlerin karşılaştığı duyuru.
İstanbul Film Yapım ve Gös­
terim Merkezi film gösterileri, Kül­
tür Bakanlığı Sinema dairesi BaşKanlığınca «bir süre için» durdu­
ruldu. Haber, 26 Aralık Çarşamba
günü, Yılmaz Güney'in . «Umut»
filminin gösteriminden önce geldi.
«Umut» dahil, «Karaçarşaflı Ge­
lin», «Yusuf ile Kenan» gibi top­
lumsal içerikli birçok film göste­
riden kaldırıldı. Ocak 1980 progra­
mında yer alan Şerif Gören'in «Al­
manya
Acı Vatan»ını seyircinir
görmesi olanak dışı artık. Göre­
ve başladığı yaklaşık iki yıllık sü­
re içinde, İstanbul'da film göste­
rileri yapan diğer dernek ve ku­
ruluşların tersine, gerçek ve bi­
limsel bir sinematek olma yolun­
da ilerleyen bu kuruluş, «Ferhat
ile Şirin»in akıbetine uğradı. Her
türlü yeniliğin, gelişmenin ve devrimci hareketin
karşısında yer
alan faşist zihniyet, bu girişimin­
de geç bile kalmıştı. Sinema gibi
eğitici ve etkileyici bir sanat da­
lını, doğru yönde kullanma yo­
lunda yürüyen bir kurumlaşmaya
izin veremezdi elbet, Ne yapıyor­
du Film Yapım ve Gösterim Mer­
kezi; Herşeyden önce şunu söy­
lemek gerekir ki oynatılanlar eksiksiz bir biçimde doğru, devrim­
ci mücadeleyi yansıtan filmler de­
ğillerdi. Ayrıca merkez geniş halk
kitlelerine de açılamıyordu.
Sa­
dece belirli bir entelektüel düze­
ye gelmiş seyirciler yararlanabili­
yordu. Ancak bu, merkezin zih­
niyetinde olan bir yanlışlık değil,
onun sınırlamaları içinde kalma­
ya zorunlu olmasından doğuyordu.
Filmlerden sonra açılan tartışma­
lar (yaygın olarak uygulanmama­
sına rağmen) yararlı ve sinema­
nın eğitsel rolünü öne çıkaran ge­
lişmelere yol açıyordu. Bunların
yanında,
birçok açık oturumda,
Türk Sineması'nın sorunları tar­
tışıldı. İzleyici ile birlikte çözüm .
arandı. Sinema olayı ile kitleler
arasına Yeşilçam'ın (ticari sinemanın), çektiği set aşılmağa ça­
lışıldı. Yabancı
ülkelerin birçok
ustaları tanıtıldı, dış ülkelerde de
Türk Film'leri haftaları düzenle­
yerek uluslararası kültür alışveri­
şine katkıda bulundu. Uzun sü­
redir yapılamayan
Balkan Film
Festivali gerçekleştirildi. İlk defa
tüm Balkan ülkeleri festivale ka­
tıldılar. Kısa metrajlı film yarış­
ması düzenlendi. Bunların yanın­
da, gösteriler çok az bir ücretle
sinemanın emta olarak değerlen­
dirilmesi anlayışının dışına çıkılabildi.
Merkez, film yapım çalışma­
larına, laboratuar, plato inşa ça­
lışmalarına girişerek,
Yeşilçam'a
(ticari sinemaya) alternatif olma
çabalarına girişti. Ne var ki
C.H.P hükümeti tarafından birçok
yönden olduğu gibi, bu konuda
da engellendi. Sonuçta, olay şaşır­
tıcı ve beklenmedik bir olgu ol­
madı. Ülkemizin içinde bulundu­
ğu ekonomik, siyasal ve toplum­
sal şartlara bağlı olarak gelişen
doğal bir olay. Bütün bu baskı
ve engelemelere karşın sinema sa­
natının susturulamayacağı,
dev­
rimcilerin katkıları ile daha da .
gelişeceği bilinen bir gerçekliktir.
TAVIR/57
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
GRAFİK SANATLAR KOLU 1. KARİKATÜR
YARIŞMASI BİRİNCİSİ
MEHMET ÖZENBAŞ'LA
SÖYLEŞİ
TAVIR
TAVIR — Sayın Mehmet Özenbaş, bize kısaca özgeçmişinizden
bahseder misiniz?
ÖZENBAŞ — 1958 yılında Bursa'da doğdum. Yüksek öğrenime
kadar Bursa'da kaldım. Halen İstanbul'da İDGSA Dekoratif Sanat­
lar Fakültesi Tekstil Bölümü'nde okumaktayım.
TAVIR — Karikatür çizmeye nasıl başladınız? Daha doğrusu,
neler etkiledi sizi?
ÖZENBAŞ — Lise sonda Tayfur Şapolya, Kemal Akkoç'la olan
arkadaşlığımız, resime olan ilgimi karikatüre dönüştürdü. Bu arka­
daşların yardımları ve önerileriyle çizgimi geliştirmeye başladım.
İzlediğimiz yöntem, hemen yarışmalara katılmak, dergilere, gaze­
telere çizmek değil, sürekli karalamak, öğrenmekti.
Akademiye girmem benim için dönüm noktası oldu. Eski lise
çevrem yok olmuş yerine İstanbul'un çelişkilerle dolu ortamı gel­
mişti. Ev bulma sorunu, parasal sorun... Bursa'dan çok büyük apay­
rı bir dünya. Tüm bu sorunlar, ortam, çizdiklerime yansımaya baş­
ladı. Karikatürün salt çizmek değil, çok okumak, görmek, yorum­
lamak ve bilinçlenmek olduğunu anladım. Karikatür sanatının top­
lumsal işlevini hissettim diyebilirim. Bu dönemde çeşitli yarışmala­
ra katılmaya başladım. (Nasrettin Hoca - 75, Çarşaf Dergisi - 75, Marostica-75, Akademideki özel bir yarışma ). Aynı dönemde başgösteren parasal sorunlarım yüzünden, 79 yılına kadar çizerlik, yönün- den sanattan koptum. Bu süre içinde oluşan birikimle ve ülkede
58/TAVIR
gelişen olayların baskısıyla yeniden karikatür çizimine dönmeye
kendimi zorunlu hissettim.
TAVIR — Sizce karikatür nedir? İşlevi ne olmalıdır? Türkiye'­
de karikatürün gelişimi nasıl olmuştur? Ülkemiz karikatürcülerinin
içinde bulunduğu ortamın değerlendirmesini yapar mısınız?
ÖZENBAŞ — Karikatür sanatı, plastik sanatlar içinde en yalın
sanat dalı. Özü ve biçimiyle halka en kolay ulaşabilen sanat dalı.
Karikatüre çizgi-mizah dersek, bu, yani mizah, toplumumuzda es­
kiden beri var olan bir şey. Karikatür toplumun özünden kaynakla­
nıp, halkı iyiye, güzele doğru bilinçlendirmek için kullanılmalı: Bu­
nun için karikatürcülerin bu anlayış çerçevesinde örgütlenmeleri,
var olan örgütlenmelerin çok iyi düzenlenmesi, geniş bir yayın or­
ganına sahip olması gerek. Çünkü karikatür, kitlelere ulaştıkça bir
anlam kazanır. Demek istediğim, bugün Türk karikatürcülerinin
büyük bir kısmı, kendilerini ancak yarışma ve kısıtlı sergilerde gösterebiliyorlar. 70 yıllarının başını bir eksen olarak kabul edersek,
bundan önce karikatür sanatı belirli bir usta kitlesinin elindeydi.
Bu yıldan sonra gençlik örgütlenmeleri, kurulan Karikatürcüler
Derneği çalışmaları, çeşitli mizah dergilerinin etkinleşmesi gençlik
içinde karikatür sanatının yaygınlaşmasını kolaylaştırdı, hızlandır­
dı. Bunu, gençlerin toplumsal sorumluluklarını duymaları ve bu
duygularını, yukarda söylediğim gibi en kolay yol olan çizgiye dök­
meleri olarak belirtebiliriz. Bu genç karikatürcülerin gerçek kari­
katürü öğrenecekleri bir yayıncılık ve iletişim ortamı olmadığından,
gelişim sağlıksız oldu. Öz ve biçim dengesi kurulamadı. Bu eksiklik
henüz giderilmiş de değil.
TAVIR — Yine ülkemizde sayısı gitgide artan karikatür yarışmaları olgusu var (!). Karikatür sanatımız açısından bu durumu
nasıl değerlendiriyorsunuz?
OZENBAŞ — Karikatürcülerin heveslenmesi ve açılan sergiler,
yapılan duyurular ile sağlıklı karikatüre yardımcı olunması, belli
amaçlar koyması açısından yarışmaları olumlu buluyorum. Yarış­
ma dar bir çerçevede kalacak, sorunu salt yarışma olarak ele alacak­
sa bence olumsuzdur. Yani yarışma olgusunun burjuvazinin anla­
dığı anlamda kullanılmaması gerekir. Yarışmalar karikatürcülerin
kullanıldığı, işleri bittikten sonra unutulduğu alanlar değil, katılan­
ların ve izleyicilerin bir şeyler alacağı bir alan olmalı. Yarışmalar,
sergilerinin mümkün olan her yerde açılması, kalıcı sürekli yarar­
lanabilecek yapıtlar bırakılması, karikatürcülerle
olan
ilişkilerinolumlu yönde geliştirilmesi şeklinde olabilir.
TAVIR/59
GELECEK SAYIDA...
SANAT - SİYASET İLİŞKİSİ
Bu yazı, konu hakkında okurların araştırmaya yöneltilmeleri,
konuyu kendi aralarında tartışmaları ve fikirler yürütmelerini sağ­
lamayı amaçlamaktadır. Bu nedenle kapsamı da sınırlı olacaktır.
Konuya ilişkin geniş yazı bir sonraki sayıda yayınlanacaktır. Alter­
natif anlamda görüşlerimizi açmaya çalıştığımız bu gibi konularda­
ki yazılarda genel yöntemimiz bu olacaktır. Yani okuyucuya genel
bir bilgi sunup araştırmaya yöneltmek, sonra çıkan geniş yazıyı
değerlendirmesini ve eleştirilerini bize göndermesini istemektir. Bu
şekilde kültür alanındaki mücadelede kollektif çabalarımıza okuyu­
cularımızın da katkısını sağlayabilirsek seviniriz.
Konuya sanatın bilimsel tanımlamalarını ele alarak yaklaşaca­
ğız. Plehanov'un «Sanat sosyal hayatın aynasıdır.» diye çok kısa ve
özlü bir tanımlaması vardır. Bu tanımlamayı açtığımızda sanatı
«Dünyayı temsil etmenin bir yolu, bir bilme aracı, bir toplumsal
bağ, bir sınıf silahı, insancıl bir zenginleşme, bir bilince varış, bir
toplumun aynası» sayan Marks'ın tanımlaması ile; sanat ve sanat
ürünlerini «İdeolojik birer şekil olarak sosyal hayatın insan beynin­
deki yansıması ve onun ürünleri» olarak gören Mao'nun tanımla­
ması ile karşılaşırız.
Bu tanımlamalardan da anlaşılacağı üzere sanatın gelişimi top­
lumun sosyal, ekonomik yapısındaki değişmelere bağlıdır. Demek
oluyor ki sanat toplumun gelişimine, sosyal sınıfların yapılarında
oluşan değişmelere bağlı olarak değişir ve gelişir. Sanatın maddesi
gerçekliktir. Fakat bu gerçeklik durağan, cansız bir gerçeklik, olay­
ların yüzeysel ve geçici bir görünüşe dayalı izlenimi anlamındaki
gerçeklik olmalıdır. Her sanatçının eserlerinde kendine göre bir an­
layışla gerçeği yeniden yaratması söz konusudur. Doğru olanı ise,
hayatın tarihsel materyalizm ışığında gerçeğe uygun olarak yeni­
den yaratılmasıdır. Stalin'in «insan ruhunun mimarları» olarak ta­
nımladığı yazarlar, sanatçılar da bunu başarabilenlerdir. Sanat ya­
ratımı, insanın estetik duyarlılığının ve gereksinmelerinin şekillen­
mesi sürecine bağlıdır. Bunun kaynağı da Marks'ın en yüce değer
olarak tanımladığı emektir.
60/TAVIR
Sanatın gelişimine bağlı olarak, sanat tarihi; gerçekliğin sana­
ta özgü bir biçimde yansıtılışının gittikçe derinleşmesinden, estetik
kavrayışın ve dünyanın insan tarafından dönüşüme uğratılışının
daha geniş boyutlara erişip, genişleyişinin tarihinden başka bir şey
değildir.
Engels, siyasal, hukuki, felsefi, edebi, dinsel ve diğer üst yapı
kurumlarıyla ekonomik temel arasındaki ilişkinin tek yönlü olma­
dığından söz eder. Bu ilişki karşılıklıdır ve ekonomik temel son çö­
zümlemede belirleyicidir. Sanatın gelişiminin ekonomik yapıdaki
değişmelere bağlı olduğunu belirtmiştik. Bu değişmenin üst yapıda
kendine uygun bir ideoloji doğurduğu da bilinen bir gerçektir. Do­
ğal olarak oluşan sonuç, ideolojik özden yoksun bir sanatın olama­
yacağıdır. Plehanov bunu şu şekilde açıklıyor:
«Belli bir anda, belli bir toplumda veya sınıfta egemen olan
ideolojinin kökü kısmen insan türünün gelişiminin biyolojik şart­
larında, kısmen de bu toplumun veya sınıfın doğuş ve yaşayışının
tarihi şartlarındandır.» Bu nedenle ne sanat için sanat, ne mutlak
sanat diye bir yaklaşım olamaz. Yani ideolojik özden yoksun bir
sanat olamaz.
Bütün bunlar burjuvazinin sanata kendi çıkarları için fayda­
cılık yükleme amacının gizlenmesine hizmet eder. Burjuvazi sanat
sanat içindir ve benzeri türden kavramlarının arkasına gizlenerek
sanatı pazarda alınıp satılan bir meta haline getirir. Yine burjuva
, sanatçılar da kapitalist toplumun kokuşmasını, yozlaşmasını örtbas
etmek için her şeyin iyiye gittiğini, hiç bir şeyin çözülme durumun­
da olmadığını, var olabilecek en iyi toplumsal düzen olduğunu kanıtlamaya çalışırlar. Burjuvazi mutlak sanattan ya da sanat ala­
nında mutlak özgürlükten de söz eder. Bunlara karşı Lenin'in şu
sözlerini hatırlatmak yeterlidir.
«Paranın iktidarı üzerine kurulmuş bir toplumda, bir avuç in­
san asalak olarak yaşarken, emekçi yığınların yoksulluk içinde
süründükleri bir toplumda gerçek ve tam bir 'özgürlük' olamaz: Siz,
bay yazar, burjuva yayınevi sahibine, sizden açık-saçıklık ve 'kut­
sal' sanata 'ek' bir kılıf altında fuhuş bekleyen burjuva kamuoyuna
karşı özgür müsünüz?»
Burjuva edebiyat ve sanatı bir karamsarlığı yansıtır. Sanatçı­
nın hemen her geçen gün yaratılan yeni akımlarla hayata yaban­
cılaşmasına yol açar.
Faydacı sanat anlayışı olarak adlandırılan, sanatçı ve onu sa­
ran sosyal çevre arasında bir uyum olduğu zaman ortaya çıkan,
TAVIR/61
Sanat sanat içindir kavramını savunmaktan bir anda vazgeçerek
oluşan yeni şartların gerektirdiği ideolojik perspektif veya ona ya­
kın perspektifle hareket eden bir akımdır. Buna ülkemizden Cem
Karaca örneği verilebilir. Bir dönem (71 örgütsel yenilgisi sonrası­
nın toparlanması ve sola genel bir sempatinin doğduğu zamanlar),
sırf çıkarı için devrimci içeriği olan parçalar yapmıştı, şimdi ise ne
olduğu belli olmayan bir akım peşindedir.
Romantikler, parnasyenler, realistlere gelince bunlar, içinde ya­
şadıkları sosyal çevrenin örf ve adetlerinin kendilerini isyana yö­
neltmesi sonucu gerçekte burjuvayı lanetliyorlar. Fakat onun düze­
nine bağlı kaldıkları için, toplumun hayatını düzeltmeyi amaçlayan
akımlara gözlerini kapadıklarından eserlerinin etkileri de zayıf
oluyor.
Sanatın bir çağın toplumsal gelişme derecesini aynen yansıttı­
ğını söylemek veya bir burjuva sanatçısının eserlerinin burjuva sı­
nıfının zorunlu ürünü olduğunu öne sürmek hatalıdır. Bu bizleri
kaderciliğe, ön yargılı olmaya götürür.
Sanat eserlerinde yansıtılan hayat, yaşanan hayattan daha can­
lı, ideale daha yakın olmalıdır. Devrimci sanatçıların eserleri de
işçi, köylü, emekçi yığınların mücadelelerinden, yaşamlarından
konularını alarak, yığınların tarihi ileri götürmesine yardımcı ol­
malıdır. Coşkuyu, yeniliği, iyimserliği yansıtmalıdır. Çünkü; o gü­
cünü devrimin ideolojik öncülüğünü üstlenmiş çağın tek devrimci
sınıfı olan işçi sınıfından almaktadır.
Devrimci sanat ve edebiyat özgür olacaktır. Lenin'in de dediği
gibi:
«Bu edebiyata yeni güçlülükler katan ne kazanç hırsı ne de
kişisel yükselme tutkusu değil, sosyalizm düşüncesi ve emekçilere
karşı duyulan yakınlık olacaktır.»
İşçiler, köylüler, aydınlar için özel sanat olamaz. Sanat herkes
içindir. İşçiler, köylüler de yüksek sanat eserlerine lâyıktırlar. Fakat
onların sanat ve kültürel eğitim düzeylerine uygun olmalıdır. Bu
noktada sanatın düzeyinin yükseltilmesi ve yaygınlaştırılması ile
karşılaşmaktayız. Sanatın bir avuç burjuvanın elinde kalmasını is­
teyemeyiz. Devrimci sanatçılar sanatı geniş kitlelere yaygınlaştır­
mada bitmez tükenmez bir azimle çalışmalıdırlar. Yaygınlaştırma
ile birlikte her geçen gün yığınların eğitim düzeyinin ilerlemesine
uygun olarak sanat düzeylerini de yükseltmelidirler. Aksi taktirde
yığınlar her gün aynı türküyü söylemekten usanacaklardır.
Devrimci sanatçılar bu çalışmaları doğrultusunda burjuva sa
62/TAVIR
hat anlayışını da mahkûm etmelidirler. Sanat sanat içindir, apolitik
sanat, mutlak sanat türünden burjuva ikiyüzlülüklerini açığa çı­
kartmalı, burjuva gerçeğinin karşısına kendi gerçeğimizi koymalı­
dırlar. Sınıflar üstü bir sanat anlayışı değil, sınıf mücadelesinde
devrimci ideolojiye bağlı bir sanat anlayışı sergilemelidirler.
Sanat eleştirisine gelince; ikili bir eleştirimiz olmalıdır. Birin­
cisi sanat eserlerinin içeriği yönünden eleştirilmesidir. Toplumun
ileriye götürülmesinde bir mesaj iletmeyen eserler sanat yönünden
ne kadar başarılı olurlarsa olsunlar bir bütün olarak başarılı sayı­
lamazlar. İkinci ölçütümüze gelince, bu eserlerin içeriğine bağlı ol­
makla birlikte ona etkide bulunduğu için de bir yana atılamaz. İçe­
riğin etkili olmasını istiyorsak onu mümkün olan ve anlaşılabilen
en iyi sanatla yansıtmalıyız. Plehanov'un şu sözlerini tüm devrimci
sanatçılar göz önünde bulundurmalıdırlar.
«Edebi olayın toplumsal karşılığını bulmaya çalışan bu eleştiri,
eğer bunu bulmanın yetmediğini ve toplum bilimin estetiğe kapı­
sını kapamayıp, ardına kadar açması gerektiğini anlamazsa bizzat
kendine ihanet etmiş olur. Maddeci eleştirinin ilk işi ikinci işini ge­
reksiz kılmaz, tam tersine onu zorunlu bir tamamlayıcı olmaya götürür.»
TAVIR/63
ÇAĞRI
Dergimiz, sanat ve kültür yaşamında tutarlı, güncel mücadelenin gereklerine uygun bir tavır oluşturmayı amaçlayarak yayın­
lanmaya başlıyor.
Yaşanılan süreçte yansımasını emperyalizmin kültür politika­
sında gözlemlediğimiz, yozlaşma, çürüme, gericileşme karekterindeki burjuva sanat ve kültür anlayışı; kaynağını insanların (gerek
birey olarak gerekse bütün bir toplum halinde) doğa ile ve birbir­
leri ile sürdürdükleri daha iyi bir yaşama ulaşma mücadelelerinden
alan, devrimci ideoloji ile yoğrularak güncele ve ülke koşullarına
göre şekillenen, her geçen gün daha da gelişen (genelde sürdürü­
len doğru devrimci mücadelenin başarısıyla orantılı olarak) kültür
ve sanat anlayışını yok etmek, özünü çarpıtmak, gelişimini engelle­
mek için yoğun çaba harcamaktadır.
Yaşamımızın her alanında bizlerin devrimci gelişimine engel
oluşturan, bizlere hayatı zehir eden burjuva alışkanlıklarına, ku­
rumlarına karşı çıkarak, onların oyunlarını bozan, ikiyüzlülükle­
rini açığa çıkaran bizler kültür alanındaki devrimci çalışmalara da
gücümüzün yettiği kadar katkıda bulunmalıyız. Bu sayededir ki
kollektif bir çabanın ürünü olarak devrimcilerin ülke tespitlerine
uyumlu bir kültür politikaları oluşacaktır.
Dergimiz, bu anlayışı benimseyen, kültür alanındaki devrimci
çalışmaların zorunluluğunu ve önemini kavrayarak toplumsal çe­
lişkilere Marksizmin ışığında çözüm yolları gösterebilen tüm okur­
larına açık olacaktır. Okurlarımız; kültür ve sanata ilişkin araştır­
ma inceleme yazılarını, şiir, hikâye, öykü ve romanlarını, karikatür,
grafik, resim ve fotoğraflarını, halk bilimi hakkındaki derlemelerini,
kısacası kültür ve sanata ilişkin ellerindeki veya bulabilecekleri tüm
verileri ile bizlere yardımcı olurlarsa; bu alandaki çelişkilerin ger­
çek çözümünün de devrimle olacağı gerçeğini kavrayan bizlerin ba­
şarısına katkıda bulunmuş ve hatalarımızın en aza inmesini sağ­
lamış, daha da önemlisi, alandaki mücadele kollektif olarak başa­
rıya ulaştırılmış olacaktır.

Benzer belgeler