Full Text

Transkript

Full Text
Yıl: 2, Sayı: 3, Haziran 2015, s. 57-74
Haluk ÖNER1
TABİATIN, AŞKIN, SAVAŞIN, AİLE HAYATININ TANIKLIĞINDA BİR
ULUSUN İNŞA SÜRECİ: CENGİZ AYTMATOV’UN ROMAN VE
HİKÂYELERİ
Özet
Toplumların inşa sürecini, tarihin yanı sıra sanatın estetik gözlerinden takip
edebilmek de mümkündür. Kırgız Edebiyatının önemli ismi Cengiz Aytmatov, bir
ulusun oluşturduğu değerleri, yaşadığı sıkıntıları kurgulayan sanatçı rolüyle inşa
sürecinde yer almıştır. Bu bakımdan Aytmatov’un eserleri yalnızca metin odaklı,
metin dışı unsurların dışarıda bırakıldığı bir çözümleme biçimine uygun değildir.
Onun metinlerinin içeriği ile Kırgız dünyasının yaşadıkları, bir bütünün iç içe
geçmiş parçaları gibi olduğundan çözümlenirken metin dışı unsurların yardımına
ihtiyaç vardır. İnsan-iklim, toplum-tarih, birey-toplum, savaş-birey, savaş-toplum,
aşk-tabiat unsurları, onun metinlerinde kendiliğinden bir bağ kurmuş gibidir.
Cengiz Aytmatov’un roman ve hikâyelerinde tabiat, aşk, savaş, aile hayatı,
biyografik unsurlarla örülü bir kurgu dünyası karşımıza çıkar. Sanatçının
dünyasında yer alan bu unsurlar farklı kurgularla ancak benzer altmetin
okumalarıyla anlamlandırılabilir. Bu makalede Aytmatov’un bazı eserlerinde
ortaya çıkan ana çerçeveler, tematik olarak birleştirilmeye çalışılacaktır. Yanı sıra
onun eserlerinin ulusun inşa sürecinin kaydını tutan yönüne vurgu yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Cengiz Aytmatov, Kırgız Edebiyatı, roman, hikâye,
tabiat
THE CONSTRUCTION OF A NATION UNDER THE TESTIMONY
OF NATURE, LOVE, WAR AND FAMILY LIFE: THE NOVELS AND
STORIES OF CENGİZ
Abstract
It is possible to witness the construction processes of societies through the
aesthetic eyes of the art as well as history. Cengiz Aytmatov, an outstanding name
in Kyrgyz Literature, has his place as an artist who builds the values of a society in
1
Yrd. Doç. Dr., Bartın Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü[email protected]
Haluk Öner
the construction process of a nation as well as the difficulties they encounter. In
this respect, the works of Aytmatov are not proper for a text-focused analysis in
which extratextual elements are left out. Because the content of his texts are what
the Kyrgyz world has experienced and like the pieces of a intertwined pieces of a
whole, extratextual elements are needed. Human-climate, society-history,
individual-society, war-individual, war-society, love-nature elements have a natural
connection in his texts. In Cengiz Aytmatov’s novels and stories, we see a
constructed world including nature, love, war, family life and biographic elements.
These elements in the world of the author could be explained through different
constructions but similar subtext readings. In this article, the main frameworks in
Aytmatov’s works will be tried to be combined thematically. In addition, his
feature which records the construction process of a nation will be emphasized.
Key words: Cengiz Aytmatov, Kyrgyz Literature, novel, story, nature
GİRİŞ
İnsan ve toplum, harekete geçen herhangi iki gücün işbirliğiyle geçmişinden
uzaklaşabilir. Unutmanın gücü ‘siler’, belleğin gücü ‘dönüştürür’. İnsanoğlu biraz da tarihin
yardımıyla belleğin dönüştürücü gücünü gelecek planlamak, yaşamını devam ettirmek için
kullanabilir. Ancak unutmanın önüne geçmesi kolay değildir. ‘Unutma’nın önüne geçecek
önemli güçlerden biri sanat ve sanatçılardır. Toplumsal hafıza, unutmaya direnirken –güzel ve
estetik olanı anlatmanın yanında- aidiyet hissi, kimlik, geçmiş ve geçmişte birleştirici unsur
olma işlevine sahip kriz anlarının kaydını da tutan sanat, toplumsal hafızaya yardımcıdır. Bütün
toplumlar, varoluşunu, birlikte yaşama becerisini, yakın ve uzak geçmişteki kırılma noktalarına
borçludur. Bu kırılma noktalarının kaydını tutan disiplinlerin başında tarih gelir. Tarih, bu kaydı
bilimsel ilkelerin ışığında neden sonuç ilişkisiyle tutarken sanat, bireylere, duygulara, ayrıntılara
inerek bu kaydın satır aralarını da aktarır. Bu aktarım, sanatın dönüştürücü gücünü
kullanmasıyla kimi zaman gerçeklikten ve tarihi bilgilerden uzaklaşarak yalnızca duygu ya da
mesaj boyutuyla da yapılabilir. Dolayısıyla toplumların inşa sürecini, tarihin yanı sıra sanatın
estetik gözlerinden takip edebilmek de mümkündür.
Kırgız Edebiyatının önemli ismi Cengiz Aytmatov, bir ulusun inşa sürecinde
oluşturduğu değerleri, yaşadığı sıkıntıları kurgulayan sanatçı rolüyle inşa sürecinde yer almıştır.
Bu bakımdan Aytmatov’un eserleri yalnızca metin odaklı, metin dışı unsurların dışarıda
bırakıldığı bir çözümleme biçimine uygun değildir. Onun metinlerinin içeriği ile Kırgız
dünyasının yaşadıkları, bir bütünün iç içe geçmiş parçaları olduğu için çözümlenirken metin dışı
unsurların yardımına ihtiyaç vardır. İnsan-iklim, toplum-tarih, birey-toplum, savaş-birey, savaştoplum, aşk-tabiat unsurları onun metinlerinde kendiliğinden bir bağ kurmuş gibidir. Bu nedenle
bu unsurları ayrıştırarak çözümlemek, Aytmatov metinlerini yalnızca roman ya da hikâye
düzlemine indirgemek anlamına gelir. Ancak onun metinleri roman olmanın ötesinde bir ulusun
tarihini, karakteristik özelliklerini bireylerin hayatından kaydeden birer belge niteliği de taşır.
Cengiz Aytmatov’un roman ve hikâyelerinde tabiat, aşk, savaş, aile hayatı, biyografik
unsurlarla örülü bir kurgu dünyası karşımıza çıkar. Sanatçının dünyasında yer alan bu unsurlar
farklı kurgularla ancak benzer altmetin okumalarıyla anlamlandırılabilir. Bu nedenle Cengiz
Aytmatov’un eserlerinde ayrıntıya inmek sonrasında onun eserlerinin bir ulusun inşa sürecinin
kaydını tutan tarafına vurgu yapmaya çalışmak doğru bir gidiş yolu olacaktır.
TİDSAD
Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies
Yıl: 2, Sayı: 3, Haziran 2015, s. 57-74
58
Tabiatın, Aşkın, Savaşın, Aile Hayatının Tanıklığında Bir Ulusun İnşa Süreci:
Cengiz Aytmatov’un Roman ve Hikâyeleri
Toprak Ana
Aytmatov’un ilk baskısı 1963 yılında olan ilk romanı İkinci Dünya Savaşı’nda kocasını ve üç
oğlunu cepheye gönderen bir kadının yaşadıklarını konu alır. Tolganay, mutlu bir yuvaya
sahipken, kocası ve üç oğlu savaşa katılınca en büyük oğlunun karısı Aliman ile birlikte
gidenlerin döneceği umuduyla yaşar. Tolganay güçlü bir yapıya sahip, yüreği insan ve toprak
sevgisi, üretme coşkusuyla dolu bir kadındır. Erkeklerini savaşa gönderen köyün dertleriyle
uğraşır. Ev ev ihtiyacı olan insanlarla ilgilenen Tolganay, yokluğun pençesinde her türlü acıyla
yüz yüze gelir. Toprak Ana romanında anlatıcı, ömrünün sonuna gelmiş toprakla dertleşen
Tolganay’dır. “Cengiz Aytmatov, birçok eserinde, özgürlüğüne ve seçimlerine müdahale edilen,
baskı altında tutulan bireyin bu baskıdan kurtulmak için giriştiği mücadeleyi anlatır.”2 Yazar bu
romanında baskıyı, üretmenin verdiği huzur, toprağa saygı, insan sevgi gibi temel değerlerle
aşmaya çalışırken savaşın mantığını ardında bıraktığı kırık dökük hayatlar çerçevesinde
sorgular. Roman tabiatın tanık olduğu değişimler, acılar, birey tecrübeleri ile örülü bir kurgudan
oluşur.
Tabiatın Tanıklığı
Tabiat, romanda aşklara, ölümlere çalışmaya şekil veren ve yaşananların yakın şahitliği
yapan önemli bir unsurdur, romanda. Tolganay’ın Suvankul ile yaşadığı aşkı anlatırken tabiatla
aşklarını birleştiren sözleri aşkların, savaşın sessiz şahidi tabiatın romandaki yerini de vurgular:
“Tanyeri pırıl pırıl parlar, önce dağların dorukları altın yaldızlar içinde kalır, sonra bozkırın
hafif rüzgârı koyu mavi bir dalga gibi yüzümüze çarpardı. O yazı şafakları aslında bizim
aşıkımızdı.”3 Aliman’ın Kasım’a olan aşkının sessiz şahidi de gülhatmi çiçekleridir. Hasat
zamanı Suvankul’un ve Kasım’ın askere gidişlerine tanıklık etmiştir. Aliman iki aydır
Kasım’dan beklediği mektubu aldığında sevincini tabiatla bütünleşerek gösterir: “Aliman yere
çömelmiş avuç avuç karları alnına, yüzüne sürüyordu. Caynak mektubu okuduktan sonra o da
ayağa kalktı. Yüzünde eriyen karları silmeyi unutmuştu. Çıtır çıtır parıl parıl bir mutluluk vardı
yüzünde.”(s.67) Ekim ayı çoğu zaman kötü haberlerin en canlı şahididir. ‘Baba-oğul’un ölüm
haberlerine tanıklık etmiştir: “Sonbaharda sürdüğümüz toprak kurumaya, otlar ise güneşin can
veren ışıklarıyla yeşermeye başlamıştı…. Şeflerden birinin beni çağırması pek olağandı. Hele
ekim başlarında bu tür çağırmalar ve görüşmeler çok olurdu”(s.73-74) Bu çağrının asıl sebebi
‘baba-oğul’un ölüm haberini vermektir. Aliman’ın ölümünün, bebeğin doğuşunun en yakın
şahidi Baktaş ve soğuk, yağışlı bir gecedir. “Zifiri karanlık bir gece buz gibi soğuk yağmur,
çamur, tekerlek sarsıntısı…”(s.133) Aliman, iki oğlunu ve kocasını kaybeden küçük oğlundan
haber alamadığı için nerdeyse bütün umudunu yitiren Tolganay’ı yağmur, güneş ve mısırla
neşelendirmeye, umutlandırmaya çalışır: “O günü hiç unutamam. Güneş bulutların ardından
yeni doğmuş bir çocuk gibi göründü. Yağmurdan yıkanmış pırıl pırıl olmuştu. Aliman sabahın
açtığı ve çamurlaşan çizgiden çıplak ayakla yürüyor, her iki adımda bir durup mısır tanelerini
serpiyordu. Mısır taneleriyle birlikte umut, iyilik, hasret tohumlarını ekiyordu.”(s.109)
Toprak Ana romanında tabiatın izlerinden ve şahitliğinden bahsederken toprak özelinde
ayrıntıya girmek gerekir. Çünkü toprak belki de romanın başkahramanıdır. Toprak Ana ile
Tolganay’ın diyolaglarından oluşan romanda emeğin karşılığının alındığı yer, savaşın,
Özcan Bayrak-Tahsin Yaprak ’Cengiz Aytmatov’un Yazarlık Üslubunun “Yıldırım Sesli Manasçı’ Hikâyesinde
İncelenmesi” International Journal of Social Science Nisan 2013 s.159
3 Cengiz Aytmatov. Toprak Ana. Ötüken Yayınları, İstanbul 1999, s.10-11 (Kitaptan yapılan alıntıların tamamı
kitabın bu baskısından alınmıştır)
2
TİDSAD
Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies
Yıl: 2, Sayı:3, Haziran 2015, s. 57-74
59
Haluk Öner
doğumların ve ölümlerin; çalışmanın, aşkın kısaca hayata dair her unsurun en büyük ve gerçek
tanığı topraktır. İnsan ne yapmışsa bir ayna gibi yansıtmıştır, insanın yaptıklarını. Savaştığında
kan izleri, çalıştığında emeğin ürünleri hep toprağın üzerindedir. Aşk toprağın üzerinde dile
gelmiştir. Âşıklar toprakla birbirlerini sevmişlerdir. Tolganay, Suvankul’la toprağın tanıklığında
birlikte olmuştur. Toprağın yaşadığı coğrafyada ne kadar önemli bir yeri olduğunu her zaman
dile getiren Aytmatov, onu bu romanda “ana” yerine koymuştur. Zaten romanın sonlarına doğru
toprağı kadına benzetmiştir: “Sen insanlara meyve verdin. Şimdi doğum yapmış kadınlar gibi
uzanmış yatıyorsun.”(s.142) Toprak Ana’da ve Aytmatov’un diğer romanlarında toprak değişik
niteliklerde ancak hemen her metninde ana unsur olarak görünür: “Aytmatov, vatan toprağının
yüzyıllarca gelişmiş, olgunlaşmış ve mükemmelleşmiş bir geleneğin sözcüsüdür. Uzun yüzyıllar
boyunca, Türk-Kazak-Kırgız taşıyan ve sinesinde barındıran bu topraklar, Issık Gölü ile Ala
Dağı ile Aksay’ı Sarısay’ı ile Anarha’yı, Sarı Özek, Mujunkum bozkırları ile toprağın
hikâyesini anlatır. Eserlerinde değişen zaman ve mekâna karşılık toprak daima aynı saflığı ve
şefkati ile önemini korur… Cengiz Aytmatov’u çağdaş klasiklerden biri kılan unsurların başında
onun toprağa bağlı hayat tezahürlerini anlatma sanatında gösterdiği başarı gelir. Onun
eserlerinde toprak, tarihtir, kültürdür, istikbaldir, yürekten kainata açılan bir hümanizm
penceresidir. Kendini idrakin şuurudur, kısacası her şeyle yoğrulmuş bir anadır; toprak anadır…
Aytmatov’un toprağa bağlılığını en güzel ifade eden eseri Toprak Ana romanıdır. Toprağı bir
ana olarak teşhis edip bir başka ana ile karşılıklı konuşturup dertleştirmesi, eserin can alıcı
noktalarından birini teşkil eder. Biri yüzyıllarca insanları beslemiş , büyütmüş; zamanı
geldiğinde onları yine bağrına basmış Toprak Ana diğeri kocası ve üç oğlunu savaşta kaybetmiş
bir ana…”4
Savaşın İzleri:
Aytmatov’un hemen her eserinde olduğu gibi bu romanında da savaş bütün yönleriyle bir
felaket senaryosunun başrol oyuncusudur. Romanın kurgusunda kahramanların bütün hayatı
savaşın getirdikleri ile değişir. İnsanların hayatı, savaştan önceki mutlu dönem ve savaştan
sonraki mutsuz-zorlu dönem ikiye ayrılır. Savaş sahnenin dışındaki insanların günlük hayatını
ve hayata bakışını değiştiren milattır. Aileleri dağıtmıştır: Savaştan önce başta Tolganay ve
ailesi olmak üzere bütün köy halkı mutludur. Tolganay ve Suvankul evlenmişler, üç çocuk
sahibi olmuşlar. Çocuklarından Kasım’ı da evlendirmişlerdir. Mutlulukla çalışmaktadırlar.
Ancak aniden gelen savaş ailenin bütün mutluluğunu bozmuş, hayallerini yıkmıştır.
Masalbek’in en büyük hayali öğretmen olmaktır. Ancak savaş yüzünden subay okuluna gitmek
zorunda kalmıştır. Savaş hayatı zorlaştırmıştır: “Hayat çok zordu. Eskisine hiç benzemiyordu.
Açlık her kapıya gelip dayanmıştı.”(s.53) Savaş yalnızca Tolganay ve ailesinin hayatını alt üst
etmemiştir. Köydeki herkesin hayatını olumsuz bir şekilde değiştirmiştir: “Ama savaşın kanlı
pençesini boğazına geçirmediği bir tek aile, bir tek insan yok. Hele o kara haberi, ölüm haberini
bildiren o kağıtlar yok mu, insanı canevinden vuruyor.,. öfke ve kin bakışlarını donuklaştırırken,
yüreğini parça parça ediyordu.”(s. 65)
Savaşın ağır darbeleri romanın hemen her bölümünde verilmiştir. Bununla birlikte her fırsatta
lanetlenmiştir. Bu lanetlemeler aynı zamanda bütün insanlığa verilen mesajlar gibidir: “ Savaşı
biz istemedik ve biz başlatmadık. Bu savaş herkesi canevinden vuran büyük bir felakettir.”(s.97)
4
Ali İhsan, Kolcu. Milli Romantizm Açısından Cengiz Aytmatov. Ötüken Yayınları, İstanbul, 1997, s.84-86
TİDSAD
Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies
Yıl: 2, Sayı: 3, Haziran 2015, s. 57-74
60
Tabiatın, Aşkın, Savaşın, Aile Hayatının Tanıklığında Bir Ulusun İnşa Süreci:
Cengiz Aytmatov’un Roman ve Hikâyeleri
Çalışmanın Erdemi
Romanda savaşla birlikte en çok işlenen tema, çalışma ve çalışmayla gelen mutluluktur.
Çalışma her yerdedir. Tolganay ve Suvankul’un aşkları, sabahları birlikte çalışmaya giderken
filizlenmiştir. Çalışma ile zorluklar atlatılır, aile bağları sağlamlaşır. Suvanku,l çocuklarından
okuma yazma öğrenip traktör kullanmayı öğrenirken aile bireyleri daha da yakınlaşır. Romanda
Tolganay ve ailesinin en mutlu anları hep birlikte tarlada çalıştığı anlardır. Tolganay ve Aliman
sevdiklerini kaybettikten sonra bu kayıpların acılarını çalışarak atlamaya çalışmışlardır. Çalışma
romanda adeta ibadet gibidir. Çalışmanın bir erdem, insanı mutlu eden en önemli unsur olduğu
romanın pek çok yerinde anlatılmaktadır:“İnsanın eli-ayağı tutuyorsa, sağlığı yerindeyse
çalışmaktan daha iyi ne vardır onun için?” (s.19) “Bir çifti için mutluluk, kendi tarlasını sürüp
ekmek ve ürün almaktır.”(s.12) “bu emekçi, oğlumun nasırlı ellerinden çıkan ekmekti. Tarlayı
süren, buğdayı yetiştiren, hasadı kaldıran, tarlada çalışan insanlarımızın, halkımızın ekmeğiydi.
Kutsal ekmek”(s.27)
Toprak Ana romanında kadınlar tam olarak çalışma hayatının içindedir. Erkekler
savaşta olduğu için bütün tarla işlerini kadınlar yapmaktadır. Kadınlar romanın hemen
bütününde çocuklarıyla ilgilenmek ve ev işleriyle uğraşmaktan çok tarla işleri yaparken görülür.
Tolganay, kocası askere gittikten sonra “ekip başı” olarak köydeki bütün işleri yapmıştır.
Ayliman ve Tolganay liderliğinde bütün köy kadınları erkekleri aratmayacak bir güçle ve
beceriyle çalışmışlardır. Romanın ayrıntılarından biri de kadın erkek bütün köylülerin birlikte
çalışmasıdır.
Aşk Fedakârlık ve Aile Bağları
Aytmatov hemen her eserinde olduğu gibi Toprak Ana romanında da sevgiyi ve aşkı
anlatır. Aşkın insanları nasıl birleştirdiğini, tek ve aynı kişi yaptığını, ustaca gözler önüne serer.
Sevenler için dünyaya ve hayata bakışın nasıl değiştiğini anlatır. Tabiatın üstünde gerçekleşen
her iyi ve kötü şey tabiatla birlikte insanın iç dünyasında da meydana gelir. Toprak Ana
romanında bunu görmek mümkündür. Romanda daha çok ölüm anlatılsa da asıl tema hayattır.
Tolganay ve Suvankul’un birlikte olması ile toprak ana üzerinde başlayan roman, Aliman’ın
ölümüyle aynı anda doğan torunun hayata gözlerini açması ve adeta hayatı sembolize eden
Torgay kuşunun öttüğü bir sahnenin anlatımıyla biter. Tolganay ile Suvankul, Kasım ile Aliman
baştan sona fedakârlık ve saflıklarla dolu aşkların kahramanıdır. Tolganay ile Suvankul
birbirlerini ilk gençlik yıllarında tanırlar. Birlikte oldukları ilk sabah Suvankul’un Tolganay’ı
kaldırmadan işe koyulması, bütün aile fertlerinin birbirleri için yapacağı fedakârlıkların
başlangıcı olmuştur. Tolganay’ı n üzgün ve sabırsız olduğu zamanlarda yanında bütün sakinliği
ve sakinleştirici haliyle Suvankul vardır. Tolganay kocası için her türlü fedakârlığı yapmaktan
çekinmemiştir. Aliman ve Kasım’ın aşkı da büyüklerininkine benzer. Aliman tarlada çalışırken
topladığı çiçekleri Kasım’ın biçer-döverine bırakması, aşklarını ne kadar derinden yaşadığını
gösteren küçük bir işarettir. Toprak Ana romanında aşkın ele alınışını Cemile romanıyla da
kıyaslamak gerekir. Aytmatov, Cemile romanında aşkı yüceltmiş ve yasak da olsa aşkın ne
kadar yüce bir değer olduğunun mesajını vermiştir. Bu romanda da Aliman’ın yaşadığı bir
yasak aşk vardır. Bu yasak aşk Cemile’deki kadar değerli olmasa da saygı duyulması gereken
bir bakış açısıyla verilmiştir. Tolganay, Aliman’ın yaşadığı bu yasak aşktan çok, yasak ilişkiye
saygı duymuştur. Ve gelinini incitmemek için görmezden gelmeye çalışmıştır. Yasak ilişkinin
meyvesi olan Canbolat’ı da sevgiyle ve büyük bir bağlılıkla büyütmüştür.
TİDSAD
Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies
Yıl: 2, Sayı:3, Haziran 2015, s. 57-74
61
Haluk Öner
Toplumların başına gelebilecek en kötü felaketlerden birini –savaşı- yaşayan
Tolganay’ın ailesi ve köy halkı savaşın getirdiği bütün olumsuzluklara rağmen birbirleri için
fedakarlık yapmaktan kaçınmamışlardır. Birlikte ve anlayışla yaşamanın en güzel örneğini
vermişlerdir. Savaşın ağır darbelerinden ağır yaralar alarak çıkan köy halkı kıtlık yaşadığı
zamanlarda bile birbirine yardım etmiştir. “bugün kendi kendime diyorum ki, eğer dünyadaki
bütün insanlar, o gün bizim köyde olduğu gibi hep iyi şeyler düşünseydiler, çocuklarını,
kardeşlerini, babalarını, eşlerini bizim kadar çok sevseydiler, belki savaş hiç
başlamazdı.”(s.100) Köy halkı aynı anlayışla Tolganay’ın topladığı tohumluk buğdayların
çalınmasını hiç sorun etmemiş bundan bir kez bile Tolganay’a bahsetmemiştir. Aliman askere
gidenlerden birer birer kötü haberler alınca yıkılan Tolganay’ı neşelendirmek için elinden her
şeyi yapmıştır. Tolganay kocasını kaybeden Aliman’a bütün iyi niyetiyle daima anlayışlı
olmuştur. Toprak Ana, bu açıdan mutluluğu, sevgiyi, aşkı, acıyı, umudu, sıkıntıyı, yoksulluğuyokluğu yani hayatı iliklerine kadar yaşamış insanların hikâyesidir.
Kurgu:
Romanda iç konuşma ve mektup tekniklerinden yararlanılmıştır. Bu teknikler kurgunun
düğümlenmesinde veya düğümün çözülmesi için önemlidir. Bazı durumlarda yazarın adeta
kahramanını uyarmak bazen de söylemek istediklerini dile getirmesi için aracı olmuştur. Mesela
Masalbeg’in annesine yazdığı mektup aslında Kırgızların savaşa gidiş sebebini anlatan bir
özetidir: Savaşı kökünden bitirebilmek için. Tolganay’ın sözleri adeta yazarın bütün insanlara
savaş hakkında söylemek istedikleridir: “Sevgili Toprak Ana en çalışkan evlatları, en usta
sanatçıları öldürüyor. İşte bunun için ben hayatım boyunca bu cinayetlerden, bu katliamdan
nefret ettim, savaşa karşı geldim. İnsanlar savaş yolunu kapatabilirler ve bunu yapmak
zorundadırlar diyorum…”(s.80-81)
Biyografik Unsurlar
Aytmatov, II. Dünya Savaşı’nda babasını ve amcasını kaybetmiştir. Ve bu savaşın
bütün izlerini bizzat yaşamıştır: “Toprak Ana “yazarın biyografisinden izler taşır. II. Dünya
Savaşı’nın Aytmatov üzerinde büyük tesirleri vardır. Babasını ve amcasını bu savaş esnasında
kaybetmiştir. Babası Stalin’in kurbanlarındır. Eser yazar tarafından nerede yattığını bilmediği
babası ile annesine ithaf edilmiştir.”5 Aytmatov çocukluğunda ve ilk gençliğinde tarlalarda
çalışmıştır. Tarım işçiliğinden bahsetmesi, köylülerin günlük hayatlarını bu kadar başarılı bir
şekilde anlatabilmesi bu sebebe bağlanabilir.
Toprak Ana, hayatla ölümün iyi ile kötünün, umut ve umutsuzluğun, aşk ve
fedakârlığın, savaşla çalışmanın iç içe geçtiği bir romandır.
Aytmatov’un roman
kahramanlarının bireylikten ulus temsiliyeti olan fertlere buradan da evrensel değerleri
benimseyen ve dillendiren birey olmaya dönüşün temsilcisidir. Toprak Ana romanı da bu
döngüsel değişimin kurgulandığı romanlardan biridir.
5Ali
İhsan, Kolcu. Milli Romantizm Açısından Cengiz Aytmatov. İstanbul, Ötüken Neşriyat, 1997, s.85
TİDSAD
Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies
Yıl: 2, Sayı: 3, Haziran 2015, s. 57-74
62
Tabiatın, Aşkın, Savaşın, Aile Hayatının Tanıklığında Bir Ulusun İnşa Süreci:
Cengiz Aytmatov’un Roman ve Hikâyeleri
Cemile
Cengiz Aytmatov, eserlerinde milli malzemeyi, folklor unsurlarını yansıtan, mahalli olandan
milli, milli olandan evrensel olan değerlere ulaşır. Cemile6 Sovyet okuyucusunun da beğenisi
kazanan, birçok dile çevrilmiş ve Aragon’un “dünyanın en güzel aşk hikâyesi” olarak
gösterdiği, 1956-58 yılları arasında Moskova’da Gorki Edebiyat Enstitüsü’ne devam ederken
yazdığı eseridir. 1958 yılında Cengiz Aytmatov bu eserinde törelerine bağlı bir hayat tarzı
sürdüren Kırgız toplumu içinde Cemile ile Danyar’ın toplumun değerlerine uygun düşmeyen
yasak aşklarını anlatır. Bu yasak aşk çevresinde tabiat ve vatan sevgisi temaları işlenmiş,
savaşın insan hayatına etkileri, savaşın bıraktığı izlerden manzaralar anlatılmıştır.
Aşk İlişkisi
Kocası askerde olan Cemile ile Savaştan yaralı olarak dönen Danyar kendilerine verilen
ortak bir işi yaparken tanışırlar. Tanışmalarından itibaren Seyit onların yanındadır. Başlangıçta
birbirine uzak olan iki genç Danyar’ın türkü söylemesiyle birbirine yakınlaşır. Aralarında
engellenmesi güç bir aşk ilişkisi başlar. Ancak Cemile’nin evli olması kavuşmalarını
engellemektedir. Buna rağmen Cemile, Danyar’la birlikte Kurkurcu’dan kaçar. Kaçtıkları
zaman da tek şahitleri Seyit’tir.
Seyit’in Sanat Macerası
Anlatılan yasak aşk dışında bu yasak aşkın tek gerçek şahidi Seyit’in “ilhamı ve artist
olarak gelişmesi de hikâyenin ikinci ana konusunu teşkil eder.”7 Seyit, çocukluğunda okula
gittiği dönemlerde resme olan ilgisini keşfetmiştir. Resim yapmaktan büyük mutluluk
duymaktadır. Ancak savaşın başlaması ve ağabeylerinin askere gitmesi üzerine okuldan
ayrılmak zorunda kalmıştır. Cemile ile Danyal’ın aşkı Seyit’i de etkilemiştir. Seyit, kendisini
derinden etkileyen bu aşkı anlatmak için ikisinin resmini yapma yolunu seçmiştir. Okuldan
ayrılmasıyla unuttuğu sanatı, sanat kadar yüce bir duygu olan aşk sayesinde hatırlamıştır.
Yeniden resim yapması için ilk ilham Cemile ile Danyar’ın aşkıdır.
Otobiyografik Unsurlar:
Orhan Söylemez ve Abdıldacan Akmataliyev hikâyedeki otobiyografik unsurlara dikkat
çekerler. Aytmatov’un doğduğu yerlere ait izlerin ve ilk-gençlik döneminde yaşadıklarının bu
hikâyeye nasıl yansıtıldığının altını çizerler. “Anlatıcı-ressam ve yazar arasındaki güçlü
paralelliğin sembolize ettiği otobiyografik unsur, hikâyenin arka planının tamamında sunulur.
Kırgızistan’ın kuzeybatısındaki Talas Vadisi’ndeki köy Talas’ın içlerine akan Kurkuru Nehri,
ufuktaki dağlarla bozkır, hepsi, Aytmatov’un ilk yurdudur.”8 “Cengiz Aytmatov çocukluğunda
ilçe komitesinde vergi toplayıcısı, traktör bakımında muhasebeci olarak çalışır. 1944 senesinde
ekin toplama sırasında yazar, Toylubay Usubaliyev adlı biçerdöver sürücüsüne yardımcı olmak
üzere olarak gece gündüz dinlenmeden çalışır. “hayatımda çok çalıştığım yaz o yazdır diye
düşünüyorum. Hiç unutmuyorum der, C. Aytmatov. Camiyla hikâyesindeki Seyit’in hatırladığı
Ağustos’un zor günleri o yaz dönemi olduğu için yazarın aklında bugünkü gibi canlıdır.
Arabaya binerek eki taşırken ressam, gelecekteki güleryüzlü kahramanlar Daniyar ve Camiyla
Cengiz Aytmatov. Cemile-Sultammurat. Ötüken Neşriyat, İstanbul 1997
Orhan Söylemez. Cengiz Aytmatov Hayatı ve Eserleri Üzerine İncelemeler. Ankara: Karam yayınları 2002, s. 130
8 Orhan Söylemez a.g.e s.130
6
7
TİDSAD
Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies
Yıl: 2, Sayı:3, Haziran 2015, s. 57-74
63
Haluk Öner
ile karşılaşır. Yazarın hayat yolu ile eser arasındaki ilişki Seyit tipi ile ayan beyan ortadadır.
Camiyla’nın yengesi olduğu da gerçektir.”9
Vatan Sevgisi-Tabiatın tanıklığı
Vatan sevgisi, daha çok, savaştan yaralı olarak dönen Danyar’ın şahsiyetinde
verilmiştir. Cemile ve Seyit’i çok etkileyen şarkılar daha çok vatan üzerinedir. “Ey benim karlı,
morlu dağlarım!/Milletimin ecdadımın toprağı!.../ Ey benim karlı, morlu dağlarım!/ Ey benim
beşiğim vatanım!...”(s.45) Danyar ile Cemile’nin birbirlerine aşkını dile getirirken Danyar’ın
söyledikleri vatan ve aşk temasının birlikte ele alındığını gösterir: “Aşkımı, sevgilimi kendi
vatanımda bulacağımı biliyordum...”(s.67) Anlatılan aşk hikâyesi ve verilen diğer bütün temalar
hikaye boyunca tabiat tasvirleri ile beraber anlatılmıştır. Ali ihsan Kolcu Cemile’yi “aşk ile
tabiatın çocuk dikkatiyle ve en masum şekliyle sunulduğu bir duygu tablosu”10olarak tanımlar.
Seyit savaştan, aşktan, resme olan merakından, gündelik hayattan bahsederken hep tabiatın da
tasvirini yapar. “Soğuyan Kurkurcu dersini kum kapladı. Kum setlerinin üzerinde koyu yeşil ve
portakal sarısı yosunlar bitti. Sevimli, küçük ve çıplak bir söğüt ağacı erken gelen donlar
yüzünden kızardı ama kavakların sararmış kalın yaprakları hala dökülmemişti.”(s.69)
Savaşın İzleri
Hikâyede Seyit’in ailesinden iş yükünü üstlenebilecek iki genç savaşa gitmiştir. Bu
durum aileyi psikolojik olarak etkilemesinin yanı sıra ailenin günlük yaşayışlarını da
aksatmıştır. Henüz ilk-gençlik çağlarını yaşayan Seyit, Seyit’in annesi ve Cemile bütün işleri
omuzlamak zorunda kalmıştır. Savaş günlük yaşayışı olumsuz yönde etkilemiştir. Yanı sıra
Danyal’ın konuşmalarında da savaş tablosu çizilir. Çocukların savaş hakkında sorduğu soruya
Danyal’ın verdiği cevap savaşın insan hayatı için ne kadar yıkıcı bir yanı olduğunu ortaya
koyar: “Yo olmaz savaşın ne olduğunu bilmeseniz daha iyi... Danyar başka bir şey söylemedi
ama, o kısacık anlamsız görünen cevabı ile savaşın öyle laf olsun diye anlatılacak bir konu
olmadığını uyumak için bir peri masalı gibi dinlenemeyeceğini çok açık bir şekilde anlatmış
oluyordu. Savaş, bu erkek yüreğinde kan gibi pıhtılaşmıştı.”(s.31)
Savaş resme meraklı Seyit’in Okulu bırakmasına neden olmuştur. “okulun duvar gazetesi için
yaptığım resimleri öğretmenler de çok beğenirdi. Ama sonra savaş patlamış, ağabeylerim askere
gitmiş, ben de bütün yaşıtlarım gibi kolhozda çalışmak için okulu terk etmek zorunda
bırakılmıştım.”(s.51)Hikâyenin daha pek çok bölümünde anlatılan savaş, insanların bütün
hayatını, hayallerini engelleyen bir felaket olarak çıkar karşımıza.
Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek
Okhost denizi kıyısındaki bir yerleşim bölgesinden olan dört fok balığı avcısının
“hikâyesidir. ‘Alacalı köpek’ deniz kıyısındaki bir dağın adıdır ve tehlikeli anlarda avcılar için
önemli bir işaret, dönüm noktasıdır. Belli bir zamana yerleştirilmediği halde, Aytmatov’un diğer
romanlarındaki, prensip haline gelmiş konuların tersine, bu eser, Sovyet öncesi döneme aittir.
Akmataliyev. Cengiz Aytmaov’un Dünyası. Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara 1998,
s.21
10Ali İhsan Kolcu. Milli Romantizm Açısından Cengiz Aytmatov. İstanbul, Ötüken Yayınları, 1997, s.73
9Abdilcaban
TİDSAD
Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies
Yıl: 2, Sayı: 3, Haziran 2015, s. 57-74
64
Tabiatın, Aşkın, Savaşın, Aile Hayatının Tanıklığında Bir Ulusun İnşa Süreci:
Cengiz Aytmatov’un Roman ve Hikâyeleri
Tabiatın Tanıklığı
Aytmatov’un Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek11 hikâyesi diğer eserlerinden farklı
olarak deniz insanını anlatır. Eserlerinin hemen hepsinde tarımla uğraşan toplumların ve
insanların -savaşla birlikte- yaşadığı güçlükleri, yaşayış tarzlarını anlatan Aytmatov bu eserinde
hayatını denize bağlı olarak yaşayan insanları anlatır. Esere bu yönden bakıldığında
Aytmatov’un eserleri içinde bu hikâyesinin ayrı bir yeri olduğunu söyleyebiliriz. Bu farklılık
göze çarparken Aytmatov’un farklı bir coğrafyayı –aynı zamanda üslubunu da oluşturan- ortak
noktalardan işlediğini söylememiz de mümkündür. Hikâyenin kahramanları bir taraftan coğrafi
şartlara bağlı olarak yaşamaya çalışırken diğer taraftan bu şartların sunduğu işleri yaparlar. Ve
bu durum onların yaşam felsefesi olur: “Doğal ortamın birleşenleri ile insan arasındaki karşılıklı
etkileşim coğrafyanın temel meselelerinden birisidir. Doğal ortamın birleşenleri arasında yer
alan iklim şartları ile insan arasındaki ilişki bölge insanının yaşamını etkilediği gibi duyuş
tarzında da bazı özel yapılanmalara neden olmaktadır. Denizin insana sunduğu koşullar ile
dağlık alanların sunduğu koşullar farklılaşırken bu bölgelerde yaşayan insanların düşünme
biçimi, söz varlığı, duyuş tarzı da farklılıklar göstermektedir.”12 Aytmatov bu hikâyesinde deniz
insanını anlatmış olsa da temelde coğrafi şartların insanların düşünme biçimini, inanışlarını,
duyuş tarzlarını nasıl etkilediği gözler önüne sermektedir. Bu bakımdan Aytmatov’un
eserlerinde modern toplumları anlatmaktan çok, teknolojiden uzak tabiatla iç içe yaşayan
insanları anlattığı söylenebilir. Teknolojiden uzak tabiatla bir arada yaşayan kahramanlar,
yaşadığı şartlara göre bir hayat felsefesi de oluşturmuşlardır. Bu hayat felsefesi kimi zaman
insanların hayatına yüzyıllar boyunca tanık olmuş Toprak Ana gibi kahramanlar çıkarır, kimi
zaman da Danyar’ın söylediği gibi içler türküler söyletir. Yani hayat şartlarına bağlı olarak
oluşan halk inanışları, folklor ürünleri, efsaneler vb. halka dair pek çok unsur Aytmatov
eserlerinde önemli motiflerdir. Aytmatov eserlerinde bu inanışları ve kültür unsurlarını dile
getirirken bir taraftan mahalli olandan evrensel olana ulaşırken diğer taraftan kendi toplumuna
ait şifahi kültürün de yazıya geçmesini bir anlamda kalıcı olmasını sağlamlaştırmış olmaktadır.
İnanışlar
Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek hikâyesinde deniz insanının inançları, gelenekleri,
hayat tarzları anlatılmaktadır. Hikâyenin ilk sayfalarında karaların nasıl oluştuğuna dair “Lura
Ördeği” efsanesi anlatılmaktadır. Daha başlarda yer alan bu efsane insanın tabiatla
mücadelesini anlatmaktadır. Topal bir adamla denizkızının yaşadığı aşkı konu alan efsane de
aklaTüreyiş Efsanesi’ni getirmektedir.Ala Köpek, Üç Meme gibi yer adları da insanın sadece
coğrafi şartlara bağlı tecrübelerinden yola çıkarak isimler verdiğini anlatmaktadır. Hikâyedeki
dört kişi de zor anlarında tabiata sığınmıştır. Orhan atanın Deniz Kızı hayaline dalması,
Kirisk’in sürekli olarak Mavi Yarasadan su istemesi, Mılgın’ın isyan edercesine Rüzgarların
Şamanı’na seslenmesi ondan yardım beklemesi de inanışlarının coğrafya temelli yerleşmesine
örnek niteliği taşır. Yanı sıra denizde av için giden erkeklerini sabırla bekleyen kadınların ateş
yakmaları, büyüğe saygı gibi geleneksel davranışların da işlendiği görülür. Bu hikâyede
yaşanan hayatın kendisi, ya da hayat şartlarını öğrenmek babadan oğula geçen en önemli
mirastır.
11
Cengiz Aytmatov. Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek, Cem Yayınevi, İstanbul 1977
Kefeli. Edebiyat Coğrafyasında Akdeniz. 3F Yayınevi, İstanbul 2006, s.12
12Emel
TİDSAD
Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies
Yıl: 2, Sayı:3, Haziran 2015, s. 57-74
65
Haluk Öner
Kurgusal Yapı
Aytmatov, hikâyede kahramanların başına geleceklerle ilgili ipuçlarını önceden
vermiştir. Orhan ata Kirisk’e suyun ne kadar önemli olduğunu anlattıktan sonra yazar: “Çocuğa
bunları söylemekle çok iyi etmişti, çünkü çok geçmeden bunun yararı ve önemi
anlaşılacaktı”(s.138) demiştir. Orhan atanın ölümünü de birkaç sayfa öncesinden bildirmiştir:
“O uzun ve hüzün dolu gün, Orhan atanın son günü, işte böyle geçti”(s.155) Bu durum teknik
bir zayıflık gibi görünse de yazarın bunu bilinçli bir şekilde yaptığı anlaşılmaktadır. Çünkü
meydana geleceklerle ilgili bu bilgiler önceden verilerek eserdeki trajik unsurun yarattığı
duygunun etkisi artırılmıştır. Orhan atanın öleceğini önceden bilmek onun kendini denize attığı
sayfalarda yaşanan trajedinin olayın önüne geçmesini sağlamıştır. Kurgudan çok yaşanan duygu
daha önemli hale gelmiştir. Bu uygulamayla trajedi ile birlikte yaşam sevgisi, hayatın güzelliği
gibi temalar da ön plana çıkmıştır. Eserde ayrıca baba-oğul ilişkisi de ele alınmıştır. Sultan
Murat ve diğer eserlerinde olduğu gibi bu eserinde de baba-oğul ilişkisine değinen Aytmatov’un
bu tercihi otobiyografik bir ipucu olarak da düşünülebilir. Eserin başında anlatılan Lura Ördeği
efsanesi aslında bir taraftan halkın inanışını yansıtırken diğer taraftan kurgusal yapı içinde de –
hikâyecinin ustalığını gösteren- bir yere sahiptir. Çünkü hikâyedeki kahramanlar Lura ördeği
gibi sığınıp hayatta kalabilecekleri bir kara parçası aramaktadırlar.
Biyografik Unsurlar
Eserdeki biyografik unsurlar Aytmatov’un içinde yetiştiği şifahi kültürün izlerini
eserine yansıttığını gösterir : “Bir defasında Nivhli yazar Vladimir Sangi, Aytmatov’u yemeğe
davet eder. Adetlere göre ördek getirir. Lavr ördeği, yedi yaşında büyük insanlarla denize ava
çıktığını, kaybolduklarında da uçan guguk kuşu ile karayı buldukları hakkında Ç. Aytmatov’a
anlatır. Bu hikâye Aytmatov’u hikaye yazmaya sevk eder. Kısa zaman içerisinde başladığı
hikâyesini bitirir. Hikâyenin kahramanlarının bir kısmı V. Sangi’nin eserlerinde alınmıştır.” 13
Zaten hikâye Sangi’ye ithaf edilmiştir. “Bu hikâyede yaşanmış bir olayı anlattım. Hikâyenin
kahramanı küçük Kirisk halen yaşamaktadır, adı da Vladimir. Bana bir gün başından geçen
hadiseyi anlattı. Bu hadiseyi bana vermesini, izin verirse yazmak istediğimi söyledim. Hiç
tereddüt etmedi, hatta ‘bundan hikâye mi çıkarmış?’ diye hafifçe burun kıvırdı. Ben oturdum
yazdım. Yayınlandı. Bir gün karşılaştık. Hayretler içindeydi, ‘yahu nasıl yazdın? Olacak şey
değil, keşke hikâyemi sana vermeseydim!’ demez mi? Güldüm, ‘o hadiseyi yaşayan sensin, ama
sen yazamazdın’ dedim. ‘Ancak ben yazabilirim!’ ben ne yaptım? Vladimir’in yaşadığı,
herkesin başına gelebilecek bir olayı aldım, kendi felsefemin içine oturttum. İnsanın evrensel
özünü yakaladım o hikâyede, beşeri olanı yakaladım. Her usta yazar, dünyanın neresinde
yaşarsa yaşasın, bütün insanlar arasında müşterek noktayı yakalar ve o noktayı hedef alarak
eserlerini kaleme alır”14 Bu cümleler Aytmatov’un yazma anlayışı hakkında da ipuçları
vermektedir.
Abdilcaban Akmataliyev, Cengiz Aytmaov’un Dünyası. Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara
1998, s.22
14Ali İhsan Kolcu. Milli Romantizm Açısından Cengiz Aytmatov. Ötüken Yayınları, İstanbul 1997, s.128
13
TİDSAD
Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies
Yıl: 2, Sayı: 3, Haziran 2015, s. 57-74
66
Tabiatın, Aşkın, Savaşın, Aile Hayatının Tanıklığında Bir Ulusun İnşa Süreci:
Cengiz Aytmatov’un Roman ve Hikâyeleri
Fujiyama
Fujiyama15, Aytmatov’un,
insanın toplumdaki yeri, başkalarına karşı insani
sorumlulukları, arkadaşlık, ihanet, savaş gibi bütün insanlığı ilgilendiren evrensel temalar ve
değerlere değindiği önemli eseridir.
Dosbergen’in daveti üzerine çocukluk dönemlerinde beraber büyüyen, ilk gençlik dönemlerinde
savaşa -gönüllü olarak- birlikte katılan dört arkadaşın yıllar sonra Fujiyama Tepesi’nde bir araya
gelişi anlatılır. Dosbergen, Yusufbay Tatayev, İsabek ve Mehmet oldukça zor şartlarda
yetişmişlerse de kariyer sahibi, çevrede saygın kişiliğe sahip bireyler olarak görülmektedir.
Yemekli, içkili, bir ortamda eğlenmektedirler. Yetişmelerine ve bugünlere gelmelerinde önemli
bir payı olan Ayşe Abla (öğretmenleri) da sonradan bu sohbete katılır. Fuji-Yama adını
Almagül koymuştur. ‘Kutsal Dağ’ anlamına gelmektedir, Fuji-Yama. Bir zamanlar toprak ve
toza karışan çocukları şimdi evli barklı olarak hayat hakkında konuşur, geçmiş günleri
hatırlayarak her şeyi zaman terazisine koyduklarını görseniz! Belki onların kendilerine geçmişin
aynası ile baktıkları ilk zamanlarıdır.
Fuji-Yama Dağı’nda herkesin hayatında hiçbir sırrı gizlemeden anlatma şartı konulur. Bu bir
çeşit günah çıkarmadır. Şahitleri de Ayşe Abla’dır. Başkanlığa Gülcan seçilir. Gülcan hırsızlık
yaptığını ve çocuğu ile ilgili gerçekleri çekinmeden söyler. Sıra dört arkadaşa geldiğinde işler
değişir. Çünkü hepsinin geçmişinde soru işaretleri ile dolu ortak bir nokta vardır: Beşinci
arkadaşları Sabur. Sabur’un savaş sırasında başına gelenlerden sorumluluğun kime ait olduğu
konusunda sert tartışmalara girerler. Ama hiçbiri Sabur’un başına gelenlerden kendini sorumlu
tutmaz. Sabur, savaş sırasında yazdığı bir şiir yüzünden sürgüne gönderilmiş sonra da
arkadaşlarına ve hayata küsmüştür. Dört arkadaşın konuşmalarında Sabur’un hayata küsmesinde
hepsinin payı olduğu gerçeği ortaya çıkar.
Aytmatov’un anlattığı bu olay sadece Kırgız ya da Kazak toplumunda değil bütün dünyada
insan ilişkilerini anlatmaktadır. Oyunda gerçek ve yalan, acıma ve katılık, başkalarını düşünme
ve bencillik, insanlık ve cahillik bir arada verilmektedir. Cengiz Aytmatov’un eserlerinin
otobiyografik unsurlar taşıdığı bilinen bir gerçektir. Kitabının bir bölümünde Aytmatov’un
eserlerinde biyografik unsurlara değinen Akmataliyev, Fujiyama ile ilgili biyografik noktalara
da temas eder: “Burada C. Aytmatov konunun ana hatlarını Kazak tiyatro yazarı Kaltay
Muhamedjanov’a anlatır, Sonra hikâye yazmak düşüncesinden vazgeçerek ikisi dram yazmaya
başlarlar. Dram, edebi arayışın, çok varyantların temelinde Rusça yazılır. İlk başta Ayşa Nine
karakteri yoktu. Dramdaki olayları, karakteri yoktu. Dramdaki olayları, karakterleri bir bütün
içinde birleştirerek merkezde duran akıllı anne tipi, üstad Almatı’da huzurlu bir gecede
dinlendiği sırada doğmuştur”16
Satır Araları
Aytmatov oyunda, bir taraftan olay örgüsünü kurup kahramanları anlatırken diğer
taraftan bütün insanlığı ilgilendiren öğüt niteliğinde altı çizilecek sözler sarf eder. Bunların
yanında atasözlerine de yer verir. Mesela oyunun başlarında Dosbergen’in başkanı seçerken
15
Cengiz Aytmatov. İlk Turnalar-Fujiyama, Cem Yayınevi, İstanbul 1976
Abdilcaban Akmataliyev, Cengiz Aytmaov’un Dünyası. Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara
1998, s.21
16
TİDSAD
Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies
Yıl: 2, Sayı:3, Haziran 2015, s. 57-74
67
Haluk Öner
söyledikleri aynı zamanda kadın haklarına yapılan bir vurgudur. “Doğu’da kadının özgürlüğünü
bir kez daha pekiştirmek amacıyla Gülcan’ın başkanlığını öneriyorum.”(s.156) Sabur’un savaş
hakkında yazdığı şiir de savaşın insan hayatına etkilerini anlatır ki bu yazılanlar bütün insanlığa
savaşın olumsuz etkilerini anlatmaktadır: ....Ölüm hepsini eşit yaptı,/ Birbirine denk ademoğlu/
Ne mareşal kaldı, ne er/ Onlara ben ne diyeceğim/ ...Acıların sonu nerdedir? (s.158)
Karakterler
Dört karakter de birbirinde farklı özelliklere sahip görünse de temelde aynıdır. Yusuf
Tatabey ülkede önemli bir adamı, Mehmet idealist bir köy öğretmeni, Dosbergen iyi bir tarım
uzmanı, İsabek de ünü dışarıya çıkmaya başlamış önemli bir yazardır. Ancak dördünün de
kişiliğinde ortak noktalar vardır ki bunu oyunun sonlarında çizilen en olumlu karakter Gülcan’ın
ağzından dinleriz. “ne korkunç, ne korkunç. Aşağıda ölü bir kadın yatıyor, bizim yüzümüzden
ölen bir insan... Bunların aldırdıkları bile yok, sorumluluğu kimse üzerine almak istemiyor....
Aman Tanrım ne insanlarmış! Ne küçük, değersiz, korkak yaratıklarmış bunlar!”(s.222)
Öğretmen Duyşen
Cengiz Aytmatov’un Öğretmen Duyşen17 hikâyesi 1924’te fakir bir köylü çocuğu olan ve
okuma yazması yarım Duyşen’in kendi köyüne öğretmen olarak gönderildikten sonra bir
taraftan zenginlerin diğer taraftan da cahil köylünün engellemelerine rağmen Altınay gibi
çocukları yetiştirmesini anlatır. Duyşen’in başta Altınay olmak üzere öğrencilerine gösterdiği
ilgi ve iyi niyet sayesinde Kırgız toplumunun ilk aydınları yetişir. Hikâye, ressamlık yapan
yazarın sözü Altınay’ın kendisine yazdığı mektuba bırakmasıyla başlar. Hikâyenin anlatıcısı da
kurgunun başkahramanlarından Altınay’dır. Hikâyede Türk okuyucunun yabancı olmadığı bir
konu ele alınmıştır. Angaje yaşam biçiminden uzak insani değerleri ön planda tutan,
öğrencilerinin birer aydın olarak yetişmesini isteyen bir öğretmenin zor şartlarda öğrencileri için
yaptığı fedakârlıklar anlatılır. Bu hikâye bize Cumhuriyet’le birlikte ‘yeni insan’ tipinin
yetişmesinde Anadolu’ya giden aydın öğretmenlerinin anlatıldığı Cumhuriyet Dönemi
romanlarını hatırlatır. Bu romanlarda da öğretmenler bir taraftan dönemin ağır şartları ile
uğraşırken diğer taraftan yeniliğe kapalı toplumun engelleyici tavırları ile mücadele etmek
zorunda kalırlar. “O bu haliyle bizim İstiklal Savaşı sonrası köyüne, toprağına çekilip yeniden
imar faaliyeti içine giren adı sanı bilinmeyen insanlarımıza benzer. Bunlar her devrin ve
şartların veballerini paylaşırlar; bunun için çalışırlar, çabalarlar, sonuçta ne bir unvan ne de bir
mükâfat beklerler”18
Aytmatov, Öğretmen Duyşen’in fedakârlıklarını anlatırken 1920’li yılların şartlarını da gerçekçi
bir dille anlatır. Altınay’ın küçük yaşta teyzesi ve amcası tarafından zorla evlendirilmek
istenmesi kadının o dönemde toplumdaki konumunu gösterir. Çetin kış şartları, baharla birlikte
gelen güzellikler kurgunun içinde önemli bir yere sahiptir. Aytmatov’un diğer eserlerinde
olduğu gibi bu hikâyesinde de Duyşen’in taştan köprü yapmasına şahit olan kış ve soğuk nehir,
Altınay’ın hayatındaki kırılma noktası sayılan yolculuğunda dağ vb. örneklerle tabiat yaşanan
olayların en canlı şahididir.
17
18
Cengiz Aytmatov. Öğretmen Duyşen, De Yayınevi, İstanbul 1971
Ali İhsan Kolcu. Milli Romantizm Açısından Cengiz Aytmatov. Ötüken Yayınları, İstanbul 1997, s.108
TİDSAD
Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies
Yıl: 2, Sayı: 3, Haziran 2015, s. 57-74
68
Tabiatın, Aşkın, Savaşın, Aile Hayatının Tanıklığında Bir Ulusun İnşa Süreci:
Cengiz Aytmatov’un Roman ve Hikâyeleri
Altınay’ın okulunu bitirdikten sonra Duyşen’i aradığı dönemlerde savaşın izlerini görmek
mümkündür. Altınay, Duyşen’i bulamamıştır, çünkü Duyşen cephededir. Savaştan sonra da
ondan bir haber alamamıştır. Çünkü savaş bitse de etkileri devam etmektedir. Altınay gibi
sevdiklerini umutla bekleyenler çoğunluktadır. Yazar, Altınay’a yazdırdığı mektubunda
öğretmenine olan saygısını ve içinde filizlenen ilk sevgiyi oldukça başarılı bir şekilde
anlatmıştır. Eserde geçen ve Altınay’la Duyşen arasındaki ilişkinin sembolü olan kavaklar da
aslında ülkedeki eğitim hareketinin filizlenip geliştiğini gösteren bir motif gibidir. Eserde
toprağa bağlı bir hayat tarzı sürdüren Kırgız toplumunun eğitimle karşılaştığı anda yaşadığı
bocalamayı da gösterir. Ancak toplum hikâyenin sonunda –Altınay’ı yolcularken- eğitim ne
kadar önemli olduğunu kabul etmiş görünmektedir. Zira köylerine bir ortaokul yaptırmışlar ve
açılışa okuduğu için gurur duydukları Altınay’ı onur konuğu olarak çağırmışlardır.
Eserin Aytmatov’un hayatından izler taşıdığını gösteren şu cümleler dikkat çekicidir:
“Eserin tarihi gerçek yönü vardır. Şeker Köyü’nde Düyşön isimi adam ilk olarak okul açmış ve
çocuklara alfabe öğretmiştir. Şimdi Şeker’de eski okulun yeri hala vardır. Düyşön’ün diktiği
fidan, ağaçlar çoğalmıştır. Burada ilk öğretmen Düyşön’ün hürmetine anıt yapılmıştır. Japon
okuyucusu Odazava Masanosuke yazara gönderdiği mektubunda ‘birinçi mugallim’ hikayesinin
halk yaşamı, tarihi ile ilişkisi, Düyşön gibi öğretmenlerin cahilliği yok detmek için hayatlarını
feda etmeleri üzerinde durmuş, onların hayatını bütün gerçeğiyle ortaya sermiştir. C. Aytmatov
‘Lenindin adamı’ adlı makaleyle verdiği cevapta Düyşön karakterinin uydurulmadığını, onun
gibi gelişmiş tarihi figürlerin ihtilal yıllarında çok olduğunu, yeniden Sovyet hükümeti
geldiğinde Lenin’in fikirlerini yaymaya Düyşönlerin çok emek verdiklerini anlatarak Düyşön’ü
‘Lenin’in adamı’ diye adlandırarak över.19
‘Dünyada Babaların Olması Ne İyi’: Sultan Murat
1943 yılının kış başlarında erkekleri savaşa gitmek zorunda kalan bir köyde Sultanmurat
ve arkadaşlarının köydeki kıtlığı gidermek için verdikleri mücadelenin anlatıldığı Sultanmurat20
romanında Manas Destanı’ndan savaşın yıkıcı etkilerine, çalışmanın erdeminden aşka kadar pek
çok konu üzerinde durulmuştur.
Manas Destanı’ndan İzler ve Şifahi Kültür
Sultan Murat romanında ilk göze çarpan unsur milli unsurlardan özellikle de Kırgızlara
ait Manas destanından belirgin izlerin görülmesidir. “Kırgızların yaşayış biçimlerini,
geleneklerini, din ve ahlak anlayışlarını, kısacası sosyal yapılarını romanlarında işleyen
Aymatov, Kırgızların en büyük destanı olan ‘Manas Destanı’ndan geniş ölçüde istifade etmiştir.
Aytmatov’un romanları incelendiğinde Manas Destanı’ndan gelen pek çok unsura rastlamak
mümkündür.”21 Bir çeşit Kırgız antolojisi olarak kabul edilen ve sadece Kırgız dünyasında değil
bütün Türk dünyasında önemli bir yere sahip olan Manas Destanı’ndan izlere Sultan Murat
romanında sıkça rastlarız. “Aytmatov’un Kırgız gençleri için aldığı temel kriter Manas Destanı
Abdilcaban Akmataliyev.Cengiz Aytmaov’un Dünyası. Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara,1998,
s.20-21
20
Cengiz Aytmatov. Cemile-Sultammurat. Ötüken Neşriyat, İstanbul 1997
21Orhan Söylemez. Cengiz Aytmatov Hayatı ve Eserleri Üzerine İncelemeler. Karam Yayınları Ankara, 2002, s. 79
19
TİDSAD
Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies
Yıl: 2, Sayı:3, Haziran 2015, s. 57-74
69
Haluk Öner
ve bu destanda tezahür eden insan tipleridir. Yazar Manas’ın kahramanlıklarının yanı sıra
destanda cereyan eden aşk hadisesine de göndermeler yapar. Hikâyede Sultanmurat ile
Mirzagül’ün aşkları milli hafızada Manas destanında yer alan Semetay ile Ayçörek’in aşkının
hatırlanmasına vesile olur. Yazar böylece destan geleneğinin günlük hayatta nasıl bir kültür
malzemesi olarak değer kazandığını gözler önüne serer.”22 Eserde destana açık göndermeler de
yapılmıştır. Ben sonsuz mavilerde uçan güvercinim Sultanmurat’ın Mirzagül’e yazdığı
mektubuna eklediği bu türkü Manas Destanı’na bir göndermedir. Aksay’daki tarlaları ekmek
için beslenen atlar için Çekiş’in söylediği Manas’ın Tulparları’nı mı bulacaktınız sözleri de
Manas Destanı’nda yiğitlikleri ile ünlü atlara göndermedir. Onu seviyorsun ha! Tıpkı Ayçötek ve
Semetey gibi… Hacımurat’ı ağabeyi ve Mirzagül için yaptığı bu benzetme de Manas
Destanı’ndaki aşk hikâyesine açık bir göndermedir. “Aynı hikâyede yer alan Çoban
Camankur’un hikâyesi bir bakıma eserin eksenini teşkil eder. Aytmatov, bu eserinde lirizmin
dozunu yüksek tutmak için aşk hikâyelerini iç içe yerleştirir. Sultanmurat ile Mirzagül’ün aşkı
folklor içinde karşılığını bulmakta gecikmez. Yukarıda ifade edildiği gibi Semetay ile
Ayçörek’in yanı sıra Çoban Camankur’un hikâyesi de bu vesile ile yerini alır… Böylelikle
sıradan bir aşk hikâyesi bile sifahi edebiyat içerisinde başka hikâyeler ile örtüşmekten,
aynileşmekten geri durmaz.”23 Romanda şimdi ile geçmiş birbirini tamamlayan örtüşmelerle yer
alır.
Günlük Hayat – Tabiatın Tanıklığı
Cengiz Aytmatov’un romanlarında tabiat, sadece manzara tasvirinden ibaret değildir.
Tabiat kahramanlarının düşüncelerini ifade etmesinde, duygularını göstermesinde en büyük
yardımcısıdır. Sultanmurat romanında da günlük hayatın ve tabiatın belirgin izlerine hemen her
sayfada rastlamak mümkün. Günlük hayatla birlikte ağır tabiat şartları da romanı şekillendiren
başlıca unsurlardandır. Romanın başlarından itibaren Sultanmurat ve arkadaşları sınıfta ders
yaparken kışın ağır şartları anlatılmıştır. “Pencereden soğuk geliyordu. Kenardaki yarıklardan
ıslık ıslık giren bir rüzgâr sağ tarafını buz gibi yapmıştı… Dışarısı kötüydü. Kar dinmek
bilmiyordu… Yazık ki Talas Dağları’nda iklim sıcak ülkelerdeki gibi değildi. İklim farklı
olsaydı hayat da farklı olurdu. Filleri de olurdu o zaman. Mandalara biner gibi fillere hiç
korkmazdı….”(s.75-76)
Aytmatov, Sultanmurat’a söylettiği bu sözlerle coğrafyanın insanı ve yaşayışı nasıl
şekillendirdiğinin altını çizer. Kışın zor şartları sahnenin dışında hayatta kalmak mücadelesi
veren Sultanmurat ve köylülerin işini zorlaştırmak için adeta elinden geleni yapmıştır. Aksay’da
çalışan beş çocuk karın başlamasıyla çok zor anlar yaşamışlardır. Sultanmurat ve arkadaşları
okulda yine kış yüzünden zor şartlar altında okumaktadırlar.
Savaşın İzleri
Aytmatov’un diğer eserlerinde olduğu gibi Sultanmurat romanında da savaş -bütün yönleriylecephenin gerisinde kalanların gözüyle anlatılmıştır. Aytmatov romanlarında genellikle cephenin
gerisinde kalanlar ve bu insanların yaşadığı zorluklar anlatılır. Sultanmurat ve köydeki diğer
çocukların babaları, Sultanmurat’ın matematik öğretmeni, öğretmen İnkamay-Apay’ın oğlu
22Ali
23Ali
İhsan Kolcu. Milli Romantizm Açısından Cengiz Aytmatov. Ötüken Yayınları, İstanbul 1997, s.75
İhsan Kolcu. Milli Romantizm Açısından Cengiz Aytmatov. Ötüken Yayınları, İstanbul 1997, s.75
TİDSAD
Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies
Yıl: 2, Sayı: 3, Haziran 2015, s. 57-74
70
Tabiatın, Aşkın, Savaşın, Aile Hayatının Tanıklığında Bir Ulusun İnşa Süreci:
Cengiz Aytmatov’un Roman ve Hikâyeleri
kısacası eli silah tutan herkes cephededir, romanda. Tarımla uğraşan, bütün hayatını tarla ve
hayvan işlerine göre kurmuş bir toplumda işleri yapabilecek güçte olan herkes cephededir.
Savaş yüzünden yiyecek sıkıntısı da çekilmektedir. Bu yüzden tarlayı ekme işi yedinci sınıf
seviyesindeki çocuklara kalmıştır. Cephenin gerisinde hayatın her alanında savaşın ağır şartları
kendisini hissettirmektedir. Bir kilo etin nerdeyse bir hayvanın fiyatına eşit olduğu zamanlardır.
Tinailev’in Aksay’da çalışacak çocukları seçmeye geldiğinde bütün sınıfa söyledikleri savaşın
yıkıcı etkilerini özetler niteliktedir: “Görüyorum sınıfınız soğuk. Ben de size yardım
edemiyorum, samandan başka yakacak bir şey veremiyorum… Eskiden dağlardaki ağıllardan
eşekle tezek indirirdik. Sonra da arabalara yükleyip buralara taşırdık. Geçen yıl bu işi yapacak
kimse yoktu., vakit de yoktu. Herkes cephede… Ama şimdi durumumuz kötü. Burada da cephe
de kötü.”(S.101) Tinailev’in çocuklarla sınıfta karşılıklı konuşmasında da savaşın ailelerin
mutluluğuna nasıl gölge düşürdüğünü görürüz. Çocukların babası savaş yüzünden cephede,
hastanede ya da mezardadır.
At
Türk yaşayışında ve kültüründe önemli bir yere sahip olan at da romanda sıkça
karşımıza çıkan bir motiftir. Aytmatov, Aksay’daki işlerin yürümesi programın aksamaması için
atlara ne kadar çok ihtiyaç duyulduğunu anlatırken aynı zamanda atın insanların hayatında ne
kadar önemli bir yere sahip olduğunu da anlatmaktadır. Sultanmurat’ın babası savaşa
katılmadan önce atlarının her özelliğini bilir. Onlara deyim yerindeyse gözü gibi bakar ve
bunları oğluna miras bırakacakmış gibi anlatır. Savaşa gittikten sonra da atlara Sultanmurat
bakacaktır. Atlar aynı zamanda baba ile oğul arasındaki ilişkide de önemli bir yere sahiptir.
Çalışmanın Erdemi Ve Aşk
Aytmatov’un diğer romanlarında olduğu gibi bu romanında da çalışma, insanlar hangi
şartlarda yaşarsa yaşasın en büyük erdemdir. Aytmatov, çalışma temini köydeki her insanda
işlemiştir. Ancak başta Sultanmurat olmak üzere Aksay’da çalışan beş tarım komandosunun
ayrı bir yeri vardır. Sahnenin dışında aç kalmamak için verilen toprak savaşı çalışma temiyle
verilir. Sultanmurat ve arkadaşları cepheye gönderilenler gibi adeta Aksay cephesine gönderilen
tarım komandolardır. Köylülerin aç kalmaması için komando gibi disiplinli çalışırlar. Önce
atları ve pullukları hazırlarlar. Sonra Aksay’a gidip tarlayı sürerler. Aytmatov Toprak Ana
romanında olduğu gibi bu romanında da haksız kazanç üzerinde durur. Sultanmurat ve
arkadaşlarının günlerce besleyip iyileştirdiği atlar hırsızlar tarafından çalınır. Sultanmurat için
hayatın iki boyutu vardır. Birincisi; babasının cephede olması, Aksay hazırlıkları, küçük yaşta
üzerine binen sorumlulukların içine aldığı zorluklar, ikincisi de bütün bu zorlukları bir anda
unutturan aşkıdır. Mirzagül’e duyduğu aşk en zor zamanlarında bile hep aklındadır. Atları
ekime hazırlarken, Aksay’da tarlayı sürerken bu işlerle birlikte Mirzagül’e olan aşkı aklındadır.
Romanın kahramanı Sultanmurat’ın hayatında aşk ve çalışma hep birlikte verilmiştir. Çalışma
bir erdem, aşk ise bütünüyle kahramanın iç dünyasına yönelik bir etkinliktir.
TİDSAD
Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies
Yıl: 2, Sayı:3, Haziran 2015, s. 57-74
71
Haluk Öner
Yüzyüze
Yüzyüze24, Aytmatov’un konusu II. Dünya savaşı yıllarında geçen hikâyesidir. Yeni evli
İsmail evlendikten hemen sonra savaşa katılmak zorunda kalır. Karısı Seyde de yeni doğan
çocukları Amantur ve İsmail’in annesi ile birlikte sabırla savaşın bitmesini beklemektedir. Bir
gece İsmail, cepheden kaçıp köyüne gelir. Seyde kocasının askerden kaçtığını anlar. Yaptığının
doğru olup olmadığını sorgulamadan kocasının saklanmasına yardım eder. Bir taraftan İsmail’e
diğer taraftan çocuğuna bakmaktadır. İsmail kaçamak bir hayat yaşamaktadır. Mağarada
yaşadığı bu kaçamak hayat İsmail’in bazı insani özelliklerini kaybetmesine neden olur. Vahşi
bir insan gibi yaşamaya başlar. Bu değişim İsmail’in hırsızlık yapmasına da neden olur.
Komşularının hayvanını çalar. Hırsızlık olayına kadar kocasına bütün iyi niyetiyle bakan Seyde
bu olaydan sonra düşünmeye başlar ve aslında kocasının bencilce davrandığının farkına varır.
Çünkü yaşanılan acı ve zorluklar Seyde’yi değiştirmiştir. İsmail’in Seyde’nin etkili bakışlarını
görüp teslim olmasıyla hikâye biter.
Eserde savaşın toplumların yaşamını nasıl etkilediği üzerinde de durulur. Savaş
yüzünden aile erkeksiz kalmıştır, kadınlar ve çocuklar ağır işleri yapmak zorundadır dahası
insanlar temel ihtiyaçlarını karşılayamamakta, yiyecek sıkıntısı çekmektedir. Bu eserde diğer
eserlerinden farklı olarak savaşa farklı bir bakış açısı daha getirmiştir, yazar. “Dünyanın öbür
ucunda ne işim var benim? Bana ne? O uzak ülkeleri atalarım rüyalarında bile
görmediler!”(s40) İsmail’in biraz da savaştan kaçışına bahane bulmak için söyledikleri savaşa
Kırgız toplumundan gelen farklı bir bakış açısıdır. Ancak Aytmatov Mirzakul’un söyledikleri
ile bu görüşün yanlışlığını ortaya koyar: “ Böyle davranmakla ona iyilik ettiğini mi sanıyorsun?
Halka karşı şeref ve haysiyeti ne olacak? ... Büyük babamız Devlet’in soyundan olan, başında
tebetey taşıyan herkes, son ferdimize kadar gittik. İyi ya da kötü günlerde hep aynı şekilde
hareket ettik. .... o da öbürleri gibi gidip savaşsın!”(s.66)
Eserde mekân bir Kırgız köyüdür. Köyde kışın bütün ağır şartları yaşanmaktadır. Diğer
eserlerinde tabiat ve iklimin ağır şartlarını kurgunun içinde önemli bir yere oturtan Aytmatov bu
hikâyesinde de iklim şartlarını kahramanların yaşadığı hayata tanıklık edecek kadar önemli bir
konumlandırmayla anlatır. Hikâyede kış bütün zorlayıcılığı ile ile savaşın bütün olumsuz
etkilerini yaşayan köy halkına eziyet etmektedir. Çünkü kış yüzünden -hayatı tarıma bağlı olanköylü, toprağı işleyememektedir.
Bu eserinde Aytmatov kahramanlarının psikolojileri üzerinde diğer eserlerine göre biraz
daha fazla durur. Seyde’nin hikâye boyunca düşüncelerindeki değişimi takip etmek
mümkündür. Başlarda kocasının her şeyi doğru bildiğine inanan Seyde zamanla kocasının ne
kadar vahşileştiğini ve bencilce yaşadığını fark eder ve bakışlarıyla kocasına her şeyi anlatmış
olur. Aytmatov hikâyede karakterleri eserin gidişine uygun bir bakış açısıyla vermiştir. Seyde
kocasının cepheden kaçışının doğru olmadığını hissetse de bunu sorgulamaz. Aynı zamanda
uyumlu ve geleneklere bağlı olduğu için sesini çıkarmaz. Bütün iyi niyetiyle kocasına yardım
eder. İsmail de savaştan kaçarak kişiliği hakkında ilk ipucunu verir. Mağarada tek başına
kalarak iyice yozlaşır ve sonunda başkalarının hakkını yiyerek aslında kişiliğine uygun bir
davranış sergilemiş olur.
24
Cengiz Aytmatov. Yüz Yüze. Elips Kitapları, İstanbul 2006
TİDSAD
Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies
Yıl: 2, Sayı: 3, Haziran 2015, s. 57-74
72
Tabiatın, Aşkın, Savaşın, Aile Hayatının Tanıklığında Bir Ulusun İnşa Süreci:
Cengiz Aytmatov’un Roman ve Hikâyeleri
Hikâyede okuyucu olaylara Seyde’nin gözüyle bakar. Aytmatov İsmail’in yaptıklarında
doğrudan İsmail’i suçlamaz. Bunun yerine, değerlendirmeyi –gelişmeleri aktararak- okuyucuya
bırakır. İsmail’in yaptıkları ile ilgili değerlendirmeleri okuyucu Seyde’nin gözünden yapar.
Yani olaylar geliştikçe okuyucu Seyde’nin gözlerinden izlediği hikâyede yine onun bakışlarıyla
bir sonuca ulaşır.
Eserde iyi ile kötü karşılaştırılmaktadır. Savaştan kaçan İsmail ile savaşa giden diğer
köy erkekleri, hikâyenin her yerinde karşılaştırılmaktadır. Savaşa gitmek istemeyen İsmail,
köyün diğer erkeklerini düşünmeden onların yanında olmayı istememiştir. Cepheden kaçarak
Seyde’nin omuzlarına bir yük daha bindirmiştir.
SONUÇ
Yukarıda bazılarını incelediğimiz Aytmatov’un eserleri, tabiatın tanıklık ettiği
değişimler, acılar, birey tecrübeleri ile örülü bir kurgusal yapıya sahiptir. Bu kurgusal yapı
bireylerin hayatları üzerinden ilerler. Ancak eserlerdeki hemen her birey, yaşadığı zorluklar ve
hayat hikâyeleri ile bir düşüncenin, bir mesajın temsiliyeti halinde sunulur. Aytmatov’un hemen
her kahramanı, bir ulusun toplu biçimde yaşadıklarını örnekleyen mikro bakışlardır. Bu
temsiliyet bir ulusun inşa sürecinin temsiliyetidir. Aytmatov, savaş yıllarında yaşanan zorlukları
ve ulus olma sürecini, ‘tabiat, şifahi kültür, tarih, musiki, eğitim, iklim, coğrafya’ gibi ulus olma
yolunda önemli unsurları romanlarında ayrıntılandırarak dile getirmiştir. Bu ayrıntılar
Aytmatov’un evrensel değerlerle birleştirilebilecek görüşlerini de destekler niteliktedir.
Bireylerin ulus temsiliyetleri vardır. Ancak hepsi evrensel mesajlar verirler. Aytmatov’un
savaşa katılan kahramanları ve onları bekleyen kadınları, hiçbir zaman epik bir dille savaşı
kutsamazlar. Daima savaşın yıkıcı, ayrıştırıcı tarafını eleştirirler. Bu kahramanlar, savaşın yıkıcı
etkilerinin edilgen örnekleridir.
Aytmatov’un tasvir ettiği, olayların geçtiği mekânlar da kahramanları gibidir.
Aytmatov’un içinde yetiştiği coğrafya onun eserlerinin mekânı olur. Bu mekânlar organik
biçimde birbirine bağlanmış insan-coğrafya ilişkisinin hafıza mekânlarıdır. Hafıza mekânlar
Aytmatov’un biyografik etkilerle yazdığına işaret ettiği gibi Kırgız toplumunun coğrafi ve
kültürel hayatı hakkında da geniş bir malzeme olanağı sunar. Yanı sıra onun eserlerinde
anlatılan mekânların da bir temsiliyeti olduğunu eklemek gerekir. Aytmatov’un eserlerinde
anlattığı köyler aslında bütün bir ulusun tecrübelerine tanıklık eden temsili mekânlardır. Onun
anlattığı küçük bir köyden bütün bir ulusun yaşantısına ulaşılabilir.
Cengiz Aytmatov’un hemen her eserinde ayrıntılarını görebileceğimiz biyografik
unsurlar yalnızca tecrübelerini kurgulayan bir yazarın varlığına işaret etmez.
Onun
eserlerindeki temel meseleler dikkate alındığında özelde bir ulusun bireyi, genelde bir dünya
vatandaşı olarak Aytmatov’un bütün bir hayatının fotoğrafıdır.
TİDSAD
Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies
Yıl: 2, Sayı:3, Haziran 2015, s. 57-74
73
Haluk Öner
KAYNAKLAR
AKMATALİYEV, Abdilcaban. Cengiz Aytmaov’un Dünyası. Atatürk Kültür Merkezi
Başkanlığı Yayınları, Ankara: 1998
AYTMATOV, Cengiz. Cemile-Sultammurat. Ötüken Neşriyat, İstanbul: 1997
AYTMATOV, Cengiz. Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek, Cem Yayınevi, İstanbul: 1977
AYTMATOV, Cengiz. İlk Turnalar-Fujiyama, Cem Yayınevi, İstanbul: 1976
AYTMATOV, Cengiz. Öğretmen Duyşen, De Yayınevi, İstanbul: 1971
AYTMATOV, Cengiz. Toprak Ana. Ötüken Yayınları, İstanbul: 1999,
AYTMATOV, Cengiz. Yüz Yüze. Elips Kitapları, İstanbul: 2006
BAYRAK, Özcan-Bayrak Tahsin “Cengiz Aytmatov’un Yazarlık Üslubunun “Yıldırım Sesli
Manasçı’ Hikâyesinde İncelenmesi” International Journal of Social Science Nisan 2013
s. 159-177,
KEFELİ, Emel. Edebiyat Coğrafyasında Akdeniz. 3F Yayınevi, İstanbul: 2006
KOLCU, Ali İhsan. Milli Romantizm Açısından Cengiz Aytmatov. Ötüken Yayınları, İstanbul:
1997
KUNDERA, Milan. Roman Sanatı, Can yayınları, İstanbul: 2002
NASKALİ, Emine Gürsoy. Manas Destanı Kırgız Türkçesi Metin-Türkiye Türkçesi Çevirisi.
Türksoy Yayınları, Ankara: 1995
SÖYLEMEZ, Orhan. Cengiz Aytmatov Hayatı ve Eserleri Üzerine İncelemeler. Karam
Yayınları Ankara: 2002
TİDSAD
Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies
Yıl: 2, Sayı: 3, Haziran 2015, s. 57-74
74

Benzer belgeler

Tam Metin - Turkish Studies

Tam Metin  - Turkish Studies Gülsarı gibi eserlerinde av ve avlanma, tabiatın ve tabiliğin bir parçası olduğu sürece zararlı değildir, ancak bu söz konusu niteliği insanın tabiatını ve özünü bozan bir mahiyete dönüştürüldüğünd...

Detaylı