Basın-İş Gündem 40`ıncı sayıyı okumak için - Basın

Transkript

Basın-İş Gündem 40`ıncı sayıyı okumak için - Basın
Basın-İş
g ndem
ü
bahar - 2011- Sayı: 40
basın-iş gündem
bahar 2011 / sayı: 40
Yayınlayan:
Türkiye Basın, Yayın, Grafiker ve Ambalaj
Sanayii İşçileri Sendikası (Basın-İş)
Genel Merkezi
Basın-İş Merkez Yönetim Kurulu
Genel Başkan
: Yakup Akkaya*
Genel Sekreter
: İ.Hakkı Kütükcü
Genel Mali Sekreter : İlhami Çelik
Genel Teşkilat Sekr. : Reyhan Mutlu
Genel Eğitim Sekr. : Menderes Çadır
(*Genel Başkan Yakup Akkaya’nın milletvekili
adaylığı nedeniyle görevi askıdadır)
Adres: Necatibey Cad. Hanımeli Sok.
No: 26/7 06430-Sıhhıye / ANKARA
Tel: (312) 230 29 08 / 229 96 15
Fax: (312) 229 43 15
E-mail: [email protected]
Internet: www.basin-is.org
İmtiyaz Sahibi:
Basın-İş Sendikası adına,
İsmail Hakkı Kütükcü
Genel Başkan Vekili & Genel Sekreter
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Fatih Aydemir
Yazılar:
Yıldız Ekiz
Duygu Gözlek
Fatih Aydemir
Grafik Tasarım:
Fatih Aydemir
Yıldız Ekiz
Yerel Süreli Yayın
Baskı&Cilt
Gurup Matbaacılık
Adres: İstanbul Yolu Trafo Karşısı 06070
Tel: (312) 384 73 44-45 Varlık / ANKARA
www.gurupmatbaacilik.com.tr
[email protected]
[email protected]
Baskı Tarihi:
Mayıs 2011
İÇİNDEKİLER
BAŞYAZI
Nasıl Söz Sahibi Olabiliriz ........................................ 1
YAKIN PLAN AKP Dönemi Çalışanlar İçin Kayıp Yıllar.................. 2
Torbadan Daha Fazla Sömürü Çıktı ......................... 4
Modern Kölelik Yasası .............................................. 8
İŞ GÜVENLİĞİ - EKONOMİ
İş Kazaları Can Almaya Devam Ediyor .................. 11
Rakamlar Yalan mı Söylüyor .................................. 12
İnsanlık Unutturuluyor ............................................ 13
GREV, EYLEM, DİRENİŞ
En Büyük Sağlık Mitingi ve Sağlıkta “Hak Grevi” ... 14
Emekçiler Güvencesiz Çalışmaya “Hayır” Dedi................15
GENEL KURULLARIMIZ
İzmir Genel Kurulumuz........................................... 16
Ankara Genel Kurulumuz ....................................... 18
İstanbul Genel Kurulumuz ...................................... 20
ÜLKENİN GÜNDEMİ
Dokunan Yanarsa Dokunacağız ............................. 22
EMEKÇİNİN GÜNDEMİ
Birlik, Mücadele ve Dayanışma: 1 Mayıs .............. 23
SENDİKALARIMIZDAN
Sendikalarımızın Genel Kurulları Toplanıyor .......... 27
Çiğli İşçi Kurultayı Yapıldı ....................................... 27
11 Sendikadan Mücadele Birliği ve BAT Eylemi ..... 28
BERİCAP ve KAMPANA İşçilerine Ziyaret.............. 28
Tüpraş’ta Toplu Sözleşme Eylemi .......................... 29
Deri-İş’ten Toplu Sözleşme Eylemi ......................... 29
EMEKÇİ KADIN
Kadının Yeri ............................................................ 30
8 Mart’ı Üyelerimizle Kutladık................................. 31
SENDİKAMIZDAN
Toplu Sözleşme ve Davalarımız ............................. 32
DMO Basımevi’nde Farklı Planlar mı Gündemde .. 33
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Eğitimlerimize Devam...........34
Eğitim Seminerlerimiz ......................................................35
ULUSLARARASI
Meksika İşçisine Destek Verdik .............................. 36
UNI’den Eylem Stratejisi......................................... 37
Emekçilerin Resmine Dahi Tahammülleri Yok ........ 38
HUKUK KÖŞESİ
İşkolu Tespitlerine ve İşkolumuza Dair ................... 39
SEKTÖRDEN
Plastik Gıda Ambalajları ve Sağlık ......................... 43
ÇEVRE
Nükleer Kriz Sürüyor .............................................. 46
Türkiye’de Nükleer Flekate Davetiye Çıkarılıyor .... 47
ÜYE İŞYERLERİNDEN .............................................. 48
BASINDA BASIN-İŞ .................................................. 49
başyazı
Nasıl söz sahibi olabiliriz? Bunun için Birlik,
Mücadele ve Dayanışma ilkelerimizi en etkin
nasıl hayata geçiririz?
İşte en büyük ortak sorunumuz.
Sevgili Üyelerimiz,
4 yılllık bir çalışma döneminin sonuna yaklaşıyoruz. Şube Genel Kurullarımızı son derece saygın
ve demokratik bir şekilde, kavgasız ve barış içinde
tamamladık. Yeniden seçilen arkadaşlarımız oldu,
geride bıraktığımız dönemde verdikleri emek nedeniyle kendilerine teşekkür edilerek yerini bir başka
arkadaşımıza devredenler oldu. Genel Kurullarımız
sonrasında Şube Yönetimlerimizde oluşan tablonun
tek bir anlamı var o da sendikal görev ve sorumlulukların bizzat delegelerimiz ve üyelerimizce yeniden
dağıtılmasıdır. Seçilen ve seçilmeyen arkadaşlarımızın dünden bugüne Sendikamız açısından değerleri
değişmedi. Üyelerimizin, örgütlü ve örgütsüz diğer
emekçilerin Sendikamızdan beklentisi veya sendikal
ihtiyaçları değişmedi. Değişen sadece sorumluluklarımız. Hepimiz bu sendikanın bir parçasıyız, emekçisiyiz.
Emekçi kimliğimiz devam ettiği sürece de bu böyle devam edecek. Bizden öncekilerden bir miras ve gelenek
devralacağız, bizden sonrakilere bir miras ve gelenek
devredeceğiz.
Geride bıraktığımız dönemde, 1 Mayıs’ı, yaptığımız
onca eylem ve verdiğimiz mücadeleleri, seçim sürecinde yaşananları, ihlalleri, baskı ve şiddeti, bu dergi
sayfalarında okuyacağınız tüm gelişmeleri dikkate
aldığımda birkaç noktanın altını çizmek gerektiğini
düşünüyorum.
Sendikal hareketin doğuşu ve gelişmesi, birlik, mücadele ve dayanışma ilkeleri üzerine kurulu, kişilerin
üzerine değil. Bu ilkelerin gereği yerine getirilmediğinde kim yönetirse yönetsin sendikalarımızın etki alanı
sınırlı kalacaktır ki bugün yaşadığımız deneyimler bunu doğruluyor. Sendikaları ortaya çıkaran hareket, işçilerin önce işyerlerinde sonra devlet idaresi üzerinde
söz sahibi olmak istemesi değil miydi? Bir başka deyişle işçilerin yani emekçilerin kollektif iradesinin, emek
sürecimizi, hayatımızı, geleceğimizi doğrudan belirleyen işyeri ve devlet yönetiminde söz sahibi olması,
belirlenen politikalara ortak olma talebi değil miydi?
Evet kısaca buydu ve demokrasinin kaynağı da işte
bu talepte yatıyordu. Kısaca sendikaları ortaya çıkaran
gerçeklik: çalışma ve yaşam koşulları; fikir: yönetimde
söz sahibi olmak gereği; eylem biçimi: birlik-mücadele-dayanışma idi.
Dolayısıyla önümüzde duran ortak sorunumuz:
İnsanca yaşam için olmazsa olmaz olan, güvenceli iş,
çalışma, sağlık, sigorta, çevre, ücret, temsil edilme,
sözümüzü, eleştirimizi ifade etme, gösteri yapma,
v.b. hak ve özgürlüklerimizi ve menfaatlerimizi yani
emeğimizin/alınterimizin karşılığını hakça, adil ve eşit
bir şekilde nasıl alırız sorunudur; bunları belirleyen,
çerçevesini çizen yönetim organlarında, iktidar üzerinde nasıl söz sahibi olabiliriz; bunun için birlik, mücadele ve dayanışma ilkelerimizi en etkin nasıl hayata
geçiririz sorunudur.
Basın-İş Sendikamızı bu çizgide tutmak hem ülkesi
ne olursa olsun işverenler karşısında hem de kim gelirse gelsin hükümetler karşısında bizleri emek çizgisinde tutacaktır. Bu bizim emekçi sorumluluğumuzdur
ve her bir üyemizin, temsilci ve yöneticimizin boynuna
borçtur.
Bu anlamda 2011 yılı, tüm emekçiler açısından gerek sağlık sistemindeki dönüşüm, torba yasa, güvencesizleştirme, iş kazaları, basın üzerindeki sansür gibi
karşı karşıya kaldığımız sorunların yoğunluğu, gerekse
katıldığımız eylemler, eğitim ve seminerler, gerçekleştirdiğimiz Genel Kurullar ve özellikle 1 Mayıs dikkate
alındığında önemli bir yıl oluyor; önümüzdeki dönemde karşı karşıya kalacağımız sorunlar, genel seçimler
ve Genel Merkez Genel Kurulumuz ve diğer çalışmalar
düşünüldüğünde önemi daha da artıyor.
Bu vesileyle, milletvekili adayı olan Genel
Başkanımız Yakup Akkaya’ya, Şube Genel Kurullarımız
sonucunda önceki dönem kurullarda yer alıp önümüzdeki dönem yer almayacak olan tüm arkadaşlarımıza
emeğinize sağlık diliyoruz ve emekçi sorumluluklarının
devam ettiğini hatırlatmak istiyoruz. Yeni dönemde
kurullarda görev alan arkadaşlarımıza da birlik mücadele ve dayanışma ruhuyla başarılı bir çalışma dönemi
diliyoruz.
Saygılarımla,
İsmail Hakkı Kütükcü
Genel Başkan Vekili & Genel Sekreter
basın-iş gündem / mayıs 2011
(2)
yakın plan
Çalışma Yaşamına Dair
Düzenlemeler Ve
Hak Kayıpları Raporu
Sendikamız Basın-İş tarafından hazırlanan “AKP
Döneminde Çalışma Yaşamına Dair Düzenlemeler ve
Hak Kayıpları (2003-2011)” adlı rapor; Mart ayında
kamuoyu ile paylaşıldı. Raporda; son 8 yılda, AKP’nin
çalışma hayatıyla ilgili yaptığı yasal düzenlemeler ile
çalışanların açısından ortaya çıkan şu önemli hak kayıplarına yer verildi:
AKP DÖNEMİ =
İş güvencesi hakkı elimizden alındı Bilindiği gibi
AKP, iktidar olur olmaz ilk olarak 32 yıllık İş Kanunu’nu
tamamen değiştirdi. 4857 sayılı Yeni İş Yasası ile iş güvencesi hakkını kaybeden çalışanlar, aynı zamanda
esnek çalışma biçimleri dayatması ile karşı karşıya
bırakıldı.
Sağlık özel sektöre devredildi Sosyal devlet anlayışından tamamen uzak politikalar üreten AKP; SSK
Hastanelerini tasfiye ederek, işçilerin sağlık hizmeti
almasının önünü tıkamış oldu. Hastanesiz kalan işçilere adres olarak özel sağlık kuruluşlarını gösteren
AKP, sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi için “Sağlıkta
Dönüşüm Projesi”ni hayata geçirdi.
Kız çocuklarımız korumasız bırakıldı AKP döneminde 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık
Sigortası Kanunu çerçevesinde, katılım payı uygulaması getirildi. Bu şekilde vatandaşımız sağlık hizmetlerini
satın almak zorunda bırakıldı. Bu yasa çerçevesinde
Genel Sağlık Sigortasının kapsamı da daraltıldı. Bu
yasada, 18 yaşını dolduran kız çocuklarımızın sağlık
hizmetinden yararlanmasını engelleyen yeni bir düzenlemeye yer verildi. En önemli sağlık hizmeti olan
diş sağlığı hizmetinin kapsamı da daraltıldı.
İşçiler arası çifte standart yaratıldı Yine bu 8 yıllık dönemde kamuda ve özel sektörde çalışan işçiler
arasında çifte standart yaratıldı. Kamuda çalışan
mevsimlik işçilerin; hizmet akitlerinin askıda olup çalışmadıkları sürece, genel sağlık sigortası primlerinin
işverenlerince ödenmesi yine bu Kanun ile düzenlendi. Ancak özel sektörde çalışan mevsimlik işçilere aynı
hak verilmedi.
Emeklilik yaşı yükseltildi Reform adı altında yürürlüğe konulan 5510 sayılı Kanun ile çalışanlara mezarda
emeklilik getirilmiş oldu. Emekli aylığını hak etmek için
kademeli de olsa kadın ve erkekte yaş 65’e, prim ödeme gün sayısı tam aylıkta 7200’e; kısmi aylıkta 5400’e
yükseltildi. Emeklilik maaşlarının hesaplanmasında
kullanılan güncelleme katsayısı düşürüldü.
Meslekte kazanma gücünü kaybedenler açlığa
mahkum edildi İş kazası sonucu oluşan sakatlık nedeniyle meslekte kazanma gücünü kaybedenlere
bağlanan maaşlar için geçerli olan alt sınır uygulaması
kaldırıldı. Bu düzenleme ile iş kazası nedeniyle sakat
kalan işçilerimiz, aileleri ile birlikte açlığa ve yoksulluğa mahkum edilmiş oldu.
Yıpranma hakkı kaldırıldı İtibari hizmetin kapsamı
özellikle ağır ve tehlikeli işlerde çalışanlar hiçe sayı-
ÇALIŞANLAR
İÇİN
KAYIP YILLAR
(3)
basın-iş gündem / mayıs 2011
bir de vergi adaletsizliği ile gelirleri daha da azaltıldı.
AKP’nin uyguladığı yanlış politikalar neticesinde gelir
dağılımındaki adaletsizlik çalışanlar aleyhine daha
da bozulurken, diğer taraftan yoksulluk oranında da
büyük artış yaşandı ve her beş kişiden biri yoksul durumuna geldi.
Özelleştirme uygulamaları hızlandı Yıllarca halkımızın vergileri ile kurulan pek çok değerli kuruluşumuz,
AKP döneminde “sat, kurtul” anlayışı içerisinde değerlerinin çok altında özelleştirildi. Ülkemize sağladıkları
istihdam olanakları ve katma değer göz ardı edilerek
gerçekleştirilen özelleştirmeler sonucunda ne yazık
ki pek çok işyerimiz, fabrikamız kapandı ve işçilerimiz
(10 bin Tekel işçisi gibi) işsiz kaldı.
İşçilerimiz, özelleştirmeler neticesinde işsiz kalınca;
bir anda özlük hakları ellerinden alınarak; düşük ücrete, güvencesiz çalışmaya ve kölelik düzeni olan 4-C
uygulamasına mahkum edildiler.
Taşeronlaşma, sendikasızlık ve iş kazaları arttı
Taşeron uygulamaları sürekli arttı. Taşeronlaşma;
sendikasızlığı, örgütsüzlüğü, iş güvenliğinden yoksunluğu ve ölümlü iş kazalarındaki artışı da beraberinde
getirdi.
Sendikalaşma oranı geriledi AKP dönemi sendikal
hak ihlallerinin arttığı bir dönem oldu. Örgütlenme
önündeki engeller kaldırılmadı ve buna bağlı olarak da
sendikal örgütlülük oranı sürekli gerildi.
Bu dönemde yandaş sendikalar yaratıldı. Yandaş
sendikalar; baskı, zorlama ve tehdit yoluyla çalışanları, yıllardır üyesi oldukları sendikalardan istifa ederek
kendi sendikalarına üye olmaya zorladılar.
Grevler engellendi AKP döneminde gerçekleştirilen grev sayısı daha önceki yıllara göre azaldı. Bunun
nedeni ülkemizde iş barışının sağlanması değil, çıkılan
grevlerin çoğunun milli güvenlik gerekçesi ile engellenmesi oldu.
“Biz yaptık, oldu” yaklaşımı hakim kılındı AKP, iktidarda bulunduğu 8 yıl boyunca, gerçekleştirdiği yasal
düzenlemelerde “biz yaptık, oldu” mantığıyla, çoğu
zaman sosyal diyalog mekanizmalarını işletmeden çalışmalarını sürdürdü.
Hak arama kültürü bitirildi Bilindiği gibi AKP, iktidar
olduğu günden bu yana çalışma hayatı ile ilgili pek
çok düzenleme yaptı. Bu düzenlemeler ile çalışanlar
önemli hak kayıplarına uğradı. Haklarını korumak
isteyen işçiler ve memurlar sendikaları ile birlikte
çeşitli eylemler gerçekleştirdiler. Bu eylemlerden biri
de Tekel işçilerinin 78 gün boyunca Ankara’nın soğuğunda verdikleri onurlu hak arama mücadelesi oldu.
Ancak AKP döneminde Tekel işçilerinin eyleminin de
yer aldığı pek çok eyleme; hoşgörüsüzlük ve tahammülsüzlük çerçevesinde çok sert bir şekilde müdahale
edildi. Bu nedenle son 8 yıllık dönem; çalışanlar için
hak kayıplarının yaşandığı ve hak arama kültürünün
bitirildiği bir dönem oldu.
yakın plan
larak daraltıldı. Basın ve matbaa işçilerinin yıpranma
(itibari hizmet) hakkı da bu kapsamda kaldırıldı.
İşsizlerimizin parasına el konuldu 2008’de yasallaşan 5763 sayılı Kanun ve 2009’da yasallaşan 5921 sayılı Kanun ile iki yıl art arda işsizlerimizin parasına AKP
tarafından el konuldu. Bunlar yetmezmiş gibi bir de 13
Şubat 2011 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda kabul
edilen Torba Yasayla da işverenlerin yükünü azaltmak
amacı doğrultusunda bir kez daha işsizlik fonuna el
uzatıldı.
Sendikalaşma önündeki engeller kaldırılmadı 2010
yılında Anayasa’da yapılan değişiklikler ile AKP’nin
iddia ettiği gibi çalışanlara yeni haklar getirilmedi.
Sendikalaşmanın, örgütlenmenin önündeki engelleri
kaldıran düzenlemelere yer verilmedi. Aksine, toplu
sözleşme sürecini kilitleyecek, örgütlülüğü zayıflatacak
ve yandaş sendikacılığı besleyecek olan birden fazla
sendikaya üye olmayı sağlayan değişiklikler yapıldı.
Grev yasakları kaldırılmadı Anayasa değişiklikleri çerçevesinde; memurlara grevsiz toplu sözleşme
yapma hakkı verildi. Bu durumda kamu çalışanlarının
toplu iş sözleşmesi aracılığıyla yaşam koşullarını geliştirmesinin önü; grev yasaklarının kaldırılmaması nedeniyle tıkanmış oldu.
Torba Yasa ile çalışanların pek çok hakkı
ellerinden alındı Son olarak da AKP; Şubat 2011’de
yasalaştırdığı Torba Yasa ile çalışanların pek çok hakkını bir çırpıda ellerinden aldı. Ulusal İstihdam Stratejisi
Belgesi’nin sessiz sedasız yerleştirildiği Torba Yasa ile
stajyer sömürüsünün, memura ve 52 bin belediye işçisine sürgünün, özel sektör destekli kadrolaşmanın, 4-C
kölelik düzeninin yaygınlaştırılmasının önü açıldı.
Çalışanlar sosyal politikalardan dışlandı Çalışan
kesim AKP döneminde uygulanan ekonomik ve sosyal
politikalardan adeta dışlandı. Hazırlanan bütçelerde
sosyal yaklaşımlar terk edilerek, başta eğitim ve sağlık
olmak üzere pek çok temel hizmet ile ilgili harcamalar
azaltıldı.
İşsizlik, yoksulluk ve yoksunluk arttı Sosyal devlet
anlayışından uzak bir şekilde uygulanan ekonomik politikalar neticesinde; yoksulluk ve işsizlik sürekli arttı.
AKP döneminde üretim aracılığıyla değil de sıcak para
akışıyla ekonomimiz büyüme kaydetti. Ancak bu büyüme; ne istihdam ne de çalışanlar için bir refah artışını
beraberinde getirdi.
Sadaka anlayışı ile hareket edildi AKP döneminde
yoksullara yardım götürülmesi ne yazık ki sadaka anlayışı çerçevesinde yürütüldü. Yardımlar daha çok siyasi
iktidar tarafından kullanılan bir araca dönüştürüldü.
Gelişmiş ülkelerde vatandaşlık hakkı olarak kabul edilen “aile yardımı” ise gündeme hiç getirilmedi.
Ücretler, sefalet ücretlerine dönüştürüldü Bu dönemde zaten düşük olan ücretler; özellikle kamu kesimi zamlarının enflasyona bağlanması ile sefalet ücretine dönüştürüldü. Sürekli yoksullaşan çalışanların,
basın-iş gündem / mayıs 2011
(4)
yakın plan
N
A
D
A
TORB
F
A
H
A
D
Ü
R
Ü
M
Ö
S
AZLA
kısa çalışma ödeneği
işsizlik sigortası fonunun yağması
asgari ücrette düşüş
Meclis gündemine ne zaman, uzun başlıklarla bir
yasa tasarısı gelse ve bu yasa tasarısı bizlere, ‘torba’,
‘paket’, ‘strateji’ ya da ‘reform’ gibi isimlerle tanıtılsa
şüphelenmek gerekiyor.
‘İstihdam yaratacağı’ iddia edilen ve ‘İstihdam
Paketi’ adıyla sunulan paketten, işverenlere fondan
kaynak aktarımı çıkmıştı. ‘Ulusal İstihdam Stratejisi’
ise işçi kiralamanın önünü açıyor, kıdem tazminatımıza
göz dikiyordu. Şimdi bir de ‘torba’mız var.
Torba yasa tasarısı, 29 Kasım 2010 günü, Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla TBMM’ye sunuldu.
Mecliste tasarıya ilişkin yapılan çalışmalar oldukça
kısa sürdü ve 13 Şubat günü “Bazı Alacakların Yeniden
Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık
Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun” yasalaştı.
Yasa tasarısı kimin çıkarlarına hizmet ediyor?
Hükümet, sermaye ve uluslararası güç odakları,
çeşitli konularda zaman zaman karşı karşıya geliyor
gibi görünseler de, emek gündemlerinde aralarından
su sızmıyor. Daha somut olarak, Torba Yasa’nın temel
dayanak noktalarından ikisine kısaca göz atmakta
yarar var:
- OECD Türkiye Raporu 2010
- TİSK, TOBB ve TÜSİAD’ın Esneklik Konusundaki
Ortak Görüş ve Önerileri (2009)
OECD Raporu, işgücü maliyetlerinin ve işverenlerin
prim oranlarının düşürülmesi gerektiğini, daha esnek
istihdam biçimlerine geçilmesi yönünde reformlara
ihtiyaç olduğunu, meslek liseleri ile işgücü arasındaki
basın-iş gündem / mayıs 2011
memurlara sürgün
stajyer sömürüsünde artış
13 Şubat günü TBMM’den geçen torba yasa,
kapsamlı bir saldırının ilk ayağı olarak, pek çok
farklı başlıkta hak kayıplarını gündeme getiriyor.
Sermayenin ve uluslararası güç odaklarının talepleri
doğrultusunda gündeme gelen torba yasa, sermaye
kesiminin pek çok talebini karşılayan bir nitelik taşıyor.
(5)
!
I
T
K
I
Ç
mesafenin kapatılması gerektiğini vurgulamaktadır.
Torba yasa, sayılan talepler doğrultusunda değişikleri
de barındırmaktadır. Ancak daha da kritik olan,
OECD Raporu’nun ‘olmazsa olmaz’ dediği üç başlık;
yani kıdem tazminatlarının fona devredilmesi, işçi
kiralama sisteminin yürürlüğe girmesi ve bölgesel
asgari ücret uygulamasına geçilmesi. Bu başlıkların
her biri yıllar içinde çok kere gündeme geldi, her gündeme gelişinde emekten yana güçlerin büyük protestosuyla karşılaştı ve geri çekildi. Hükümet’in, işçi
sınıfı açısından artık ‘namus meselesi’ haline gelmiş
olan bu başlıklarda adım atmak için seçim sonrasını
beklediğini ve ikinci bir ‘torbadan’ bu başlıkları
çıkartmayı planladığını söylemek çok zor değil.
TİSK, TOBB ve TÜSİAD’ın hazırladığı rapor ise,
benzer talepleri içermektedir. Sermaye kuruluşları,
esnek çalışma hükümlerinin mevcut haliyle işçiyi koruyucu nitelik taşıdığını, oysa ‘işletmelerin korunması
ilkesi’nin gözetilmesi gerektiğini belirtmekte ve
esnek çalışma biçimlerinin mevcut haliyle içerdiği
kısıtlamaları, esnek çalışmanın ‘işçinin rızası’na
bağlanmasını eleştirmektedir. Bu bağlamda önerilen atipik istihdam biçimlerinin yanısıra, raporda
denkleştirme sürelerine ve kısa çalışmaya ilişkin
talepler de yer almaktadır. Bu başlıklarda, birebir karşılamıyor olsa dahi, torba yasada yer alan
hükümler sermayenin talepleri ile uyum göstermekteydi; ancak son görüşmeler sırasında esnek
çalışmaya ilişkin kimi hükümler tasarıdan çıkarıldı.
Sermaye kuruluşları, ayrıca taşeronluk sistemindeki
kısıtlamaların kaldırılmasını, işçi kiralama sisteminin
önünün açılmasını ve belirli süreli hizmet akdinin istisnai olmaktan çıkartılmasını talep etmektedir. Ayrıca
elbette, kıdem tazminatlarının fona devredilmesi
yönündeki talepler de sürmektedir.
Diğer yasalar ‘göstermelik’ mi?
Yasanın özellikle İş Kanunu’nda yarattığı tahribata
geçmeden önce, usule ilişkin son bir not düşmekte
Tasarıdan yasaya: Hangi maddeler yasalaşmadı?
Türk-İş’in torba yasa tasarısına ilişkin temel
rahatsızlıkları dört ana başlıkta toplanıyordu:
1- Hükümet işçilerin İşsizlik Sigortası Fonu’na bir
kez daha el uzatmaktadır.
2- Esnek çalışma düzensizliği genişletilmektedir.
3- İl Özel İdare ve belediye işçileri istihdam fazlası
sayılarak başka işyerlerine dağıtılmak istenmektedir.
4- Sosyal güvenlikte beklenen düzenlemeler
yapılmamıştır.
Türk-İş’in temel başlıklarına ek olarak, engelli
istihdamından, devlet memurlarının güvenceli çalışmasına, artan stajyer sömürüsünden, vergi affına
kadar pek çok saldırı başlığı da torbaya sıkıştırılmış
durumda. Meclisteki son görüşmeler esnasında ise,
başta esnek çalışma modellerine ilişkin düzenleme
olmak üzere, bazı maddeler tasarıdan çıkartıldı.
Torba yasa ile çalışma yaşamına ilişkin mevzuatta
neler değişti?
Asgari ücret gençlerde aşağıya çekiliyor
18 yaşından küçük sigortalılar için prime esas aylık
kazanç alt sınırı yaşlarına uygun asgari ücret tutarına
çekilecek. Bu şu anlama geliyor: 16 yaş üzeri ve
altındakiler için ayrı ayrı belirlenen asgari ücret, yasa
tasarısı ile 18 yaş üstü ve altındakiler için ayrı ayrı belirlenecek. Bu düzenleme ile 16-18 yaş arasında asgari
ücretle çalışan yüzbinlerce genç, bugünkü asgari ücret
tutarından 84 TL daha az ücret alacak.
Stajyerlik ucuz işgücü haline getiriliyor
3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu’nda yapılan
değişiklik ile, stajyer öğrenci çalıştırabilecek
işyerlerinin sayısı arttırılıyor. Torba yasa öncesinde, 20 kişinin üzerinde işçi çalıştıran işyerlerinde
stajyer öğrenci çalışabilirken, yasa ile 10’dan fazla işçi çalıştıran işyerleri stajyer uygulama kapsamına
alınacak. Yeni yasa ile, bir taraftan ucuz emek
sömürüsünün bir biçimi olarak stajyerlik uygulaması
genişletiliyor, diğer taraftan bunlara ödenecek ücretler
düşürülüyor.
Belediye işçilerine sürgün
İl özel idarelerinin sürekli işçi kadrolarında çalışan
ihtiyaç fazlası işçiler Karayolları Genel Müdürlüğü
taşra teşkilatındaki sürekli işçi kadrolarına; belediyelerin sürekli işçi kadrolarında çalışan ihtiyaç fazlası
işçiler ise Milli Eğitim Bakanlığı ve Emniyet Genel
Müdürlüğü taşra teşkilatındaki sürekli işçi ile sürekli
işçi norm kadro dahilinde olmak üzere ihtiyacı bulunan mahalli idarelere atanacak. Bu düzenleme ile
belediyeler ve il özel idarelerinde çalışan onbinlerce
işçi, buralarda artık onlara ihtiyaç olmadığı gerekçesi
ile bahsedilen kurumların taşra teşkilatlarına, kendilerinin rızası aranmadan gönderilebilecek.
İşsizlik sigortası fonu bir kez daha işverenlerin
kullanımına açılıyor
Kriz döneminde defalarca işverenlerin kullanımına
sunulan işsizlik sigortası fonu, bu torba yasa ile yeniden işverenlere kaynak için kullanılıyor.
Yasada yer alan düzenleme ile, 31 Aralık 2015
tarihine kadar ilk defa işe alınacak her bir sigortalı
için, özel sektör işverenine sigorta primi muafiyeti
getiriliyor. Buna göre, 31 Aralık 2015 tarihine kadar
işe alınan sigortalının sigorta primlerinin işverene
ait tutarı, işe alındıktan sonra belirli sürelerle İşsizlik
Sigortası Fonu’ndan karşılanacak. Milyonlarca işsizin
olduğu ülkemizde, fonun gerçek amacı dışında
kullanılmasına yol açan bu düzenleme ile bir kez daha
fon işverenlerin yararına kullanılmış oluyor.
İşverenler kısa çalışma ödeneğini çok sevdi
İşsizlik sigortası fonunun işverenler tarafından
yağmalanmasının bir diğer aracı olan kısa çalışma
ödeneği, torba yasa ile kapsamı genişletilerek
yaygınlaştırılıyor. Buna göre, genel ekonomik, sektörel veya bölgesel kriz nedeniyle haftalık çalışma
süresinin geçici olarak azaltılması, işyerinin faaliyetinin kısmen veya geçici olarak durdurulması hallerinde işyerinde 3 ayı aşmamak üzere kısa çalışma
yapılabilecek. Düzenleme ile işverenlerin bu ödeneğe
başvurma koşulları kolaylaştırılmış oluyor. İşsizlik
Sigortası Fonu’ndan karşılanacak olan kısa çalışma
ödeneği, günlük brüt ücretin yüzde 60’ı oranında
olacak. Miktar, asgari ücretin brüt tutarının yüzde
yakın plan
yarar var. Yasa tasarısı, emek örgütlerinin görüşleri
alınmadan meclis gündemine getirilmiştir. Bu durum, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 114’üncü maddesinde düzenlenen ve kanun metninde amaçlarından
birinin ‘çalışma hayatıyla ilgili mevzuat çalışmalarının
ve uygulamalarının izlenmesi’ olarak belirtilen Üçlü
Danışma Kurulu’nu yok sayarak, kanunun bu maddesine aykırı hareket etmek anlamına gelmektedir.
Ayrıca, 12 Eylül referandumundan sonra Anayasal bir
kurum haline getirilen Ekonomik Sosyal Konsey de bu
süreçte toplanmamıştır.
basın-iş gündem / mayıs 2011
(6)
yakın plan
150’sini geçemeyecek. Bakanlar Kurulu, kısa çalışma
ödeneğinin süresini 6 aya kadar uzatabilecek.
Diğer hükümler…
Yukarıda ele alınan maddelerin tümü, sermaye
örgütlerinin uzun süredir talep ettiği değişikliklerdi.
Torba yasa içinde yer alan ve çalışma yaşamını
doğrudan etkileyen diğer düzenlemeler ise şu şekilde:
- Erken doğum yapan kadın işçi doğumdan önce
kullanamadığı izni doğum sonrasında kullanabilecek.
Sekiz haftalık iznin kullanılmayan süresi yine 8 hafta
olan doğum sonrası izine eklenecek.
- Kadın memurlara, doktor raporunda belirtilmesi halinde, hamileliğin 24. haftasından önce ve her
durumda hamileliğin 24. haftasından itibaren ve
doğumdan sonraki bir yıl gece nöbeti ve gece vardiyası
görevi verilmeyecek. Doğum yapan memura analık
izni süresinin bitiminden, eşi doğum yapan memura
ise doğum tarihinden itibaren, istekleri halinde, 24
aya kadar aylıksız izin verilecek.
- Memurlar, geçici görevlendirme yapmak isteyen
kurumun talebi ve çalıştıkları kurumun izni ile diğer
kamu kurum ve kuruluşlarında geçici süreli olarak
görevlendirilebilecek. Bu memurlar için sürgün
anlamına geliyor.
- Sendika üyesi kamu görevlilerine 3 ayda bir 45 TL
toplu görüşme primi ödenecek.
- Kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan sürekli
işçiler, birinci derece yakınlarının ağır kaza geçirmesi
ve önemli bir hastalığa yakalanması halinde, 6 aya
kadar ücretsiz izin kullanabilecek. Bu süre bir katına
kadar uzatılabilecek.
- Sendikaların yetki tespitinde, 30 Haziran
2011 tarihinden sonra yayımlanacak istatistikler
dikkate alınacak. Bu tarihten sonraki ilk istatistik
yayımlanıncaya kadar, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığınca yayımlanmış en son istatistikler geçerli
sayılacak.
- Haftalık çalışma süresi 30 saatin altında olan,
esnek çalışma türlerini kapsayan kısmi süreli iş
sözleşmesiyle çalışan sigortalılar, kısmi süreli
çalıştıkları aylara ait eksik sürelerini borçlanacak.
Borçlanılan bu süreler, hizmet akdine istinaden
gerçekleşen çalışma sürelerinde olduğu gibi,
(7)
basın-iş gündem / mayıs 2011
sigortalılık türü olarak sayılacak.
- Sigortalı olmayan ve silikozis hastalığı nedeniyle
meslekte kazanma gücünü en az yüzde 15 kaybedenlere SGK tarafından aylık bağlanacak.
- İşsizlik Sigortası Fonu’nun bir önceki yıl prim gelirlerinin yüzde 30’u, istihdamı artırmaya yönelik politika
ve tedbirleri uygulamak, istihdamı koruyucu tedbirler
almak, işe yerleştirme ve danışmanlık hizmetleri
temin etmek amacıyla kullanılabilecek. Bakanlar
Kurulu bunu yarı oranında artırabilecek.
- İşsizlik Sigortası Kanunu’ndan ‘’hizmet akitlerinin
sona ermesinden önceki son 3 yıl içinde en az 600 gün
sigortalı olarak çalışıp işsizlik sigortası primi ödemiş
ve işten ayrılmadan önceki son 120 gün içinde prim
ödeyerek sürekli çalışmış olma’’ koşulu kaldırılıyor.
Sonuç
İşverenlerin taleplerini içeren yasal düzenlemeler,
farklı farklı başlıklarda olmasına rağmen bir torbanın
içine doldurulup, apar topar meclisten geçiriliyor.
Borçların yeniden yapılandırılması, istihdamda sermaye kesiminin kendi üzerindeki yükümlülüklerinin
azaltılması, işsizlik sigortası fonunun amacı dışında
kullanılabilmesi gibi birçok talep hükümetle işbirliği
halinde yasal zeminde karşılanıyor.
Peki ya biz işçilerin talepleri?
Talep etmekten öte mücadelesini vermeye
çalıştığımız, sendikalar yasasında, toplu iş sözleşmesi
ve grev lokavt yasasında, iş kanununda yapılması
gereken değişiklikler neden yıllarca meclis gündemine
gelemiyor?
Birinci torba yasa, ikincisi muhtemel seçim
sonrasında gündeme gelecek bir diğer torba yasaya
kadar sermayenin ihtiyaçlarını gözetiyor. İkincisinde
ise çok daha kapsamlı bir saldırı bizleri bekliyor. Onlar
için sırada kiralık işçilik var, kıdem tazminatlarımız var,
istihdamın bir bütün olarak güvencesizleştirilmesi var.
Kendi talepleri-mizi hayata geçirebilmenin yolu
mevcut haklarımıza yönelen bu büyük saldırıya karşı
güçlü bir şekilde durabilmekten geçiyor.
İzin vermezsek yapamazlar.
Biz istersek,
yapabiliriz...
yakın plan
TÜRK-İŞ
TORBA YASA TASARISINI
PROTESTO ETTİ
Yakup AKKAYA: “Sosyal diyalog ciddi
bir iştir. İşine geldiğinde bunu uygulayıp,
işine gelmediğinde uygulamamak kabul
edilebilir bir durum değildir”
Türk-İş’e bağlı sendikaların üyeleri; 26 Ocak 2011
tarihinde TBMM’de görüşülen Torba Yasa Tasarısı’nı
AKP’nin tüm il başkanlıkları önünde protesto etti.
Ankara İl Başkanlığı önünde toplanan grup adına açıklamayı Sendikamız Genel Başkanı Yakup Akkaya yaptı.
Genel Başkanımız Yakup Akkaya, torba yasa tasarısının
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından hazırlandığını, Türk-İş’in ve diğer sosyal tarafların görüşüne
başvurulmadığını ifade etti. Sosyal diyaloğun ciddi bir iş
olduğunu söyleyen Akkaya, “Bir yandan ‘sosyal diyalog’
deyip, diğer yandan dostlar alışverişte görsün hesabıyla
işine geldiğinde bunu uygulayıp, işine gelmediğinde uygulamamak kabul edilebilir bir durum değildir’’ dedi.
Tasarıyla hükümetin, işçilerin İşsizlik Sigortası
Fonu’na el uzattığını savunan Akkaya, hükümetin,
tasarı ile işverenlerin isteğini kabul ederek, genel
ekonomik kriz dışında sektörel ve bölgesel krizlerde
de kısa çalışma ödeneğinin İşsizlik Sigortası Fonu’ndan
ödenmesini hükme bağladığını kaydetti.
Tasarıda, belediyelerde çalışan bir kısım işçinin istihdam fazlası olarak sayıldığını, bu çalışanların Milli
Eğitim Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün
taşra teşkilatları ile ihtiyaç talebinde bulunan belediyelere dağıtılmak istendiğini belirten Akkaya, bu
durumun yeni mağduriyetlere zemin hazırlayacağını
söyledi. Hükümetin, sosyal güvenlikte de beklenen
düzenlemeleri yapmadığını savunan Akkaya, “Türk-İş,
hükümeti, tasarının sakıncalı maddelerini geri çekmeye, TBMM Genel Kurulunu da tüm bu hususlar konusunda duyarlılığa çağırmaktadır” dedi.
SENDİKAMIZ TORBA YASAYA TEPKİSİNİ KOYDU:
“Bu yasa emekçilerin daha güvencesiz ve daha kötü koşullarda çalışmasının önünü açmaktadır”
Sendikamız Merkez Yönetim Kurulu; yaptığı açıklamalarla TBMM’ye getirildiği günden itibaren torba yasaya
tepkisini ortaya koydu. Yasanın sakıncalarına ve çalışanlar açısından yaratacağı hak kayıplarına dikkat çekerek,
bu konuda gerek üyelerini gerekse de kamuoyunu bilgilendirdi. Bu açıklamalar ile çalışanların yıllardır süregelen sıkıntılarının çözümüne yönelik hiçbir düzenlemenin yapılmadığı aksine kazanılmış haklarının sürekli olarak
ellerinden alındığı ifade edildi.
4857 sayılı İş Kanunu’nu ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu gibi önemli yasalarda, emekçiler açısından son
derece olumsuz düzenlemeler yapılan bu yasa tasarının yasalaşması ile çalışma hayatının var olan sıkıntıların daha
da artacağı, çalışma barışının büyük zarar göreceği belirtildi. Torba yasa ile işveren kesiminin talepleri doğrultusunda düzenlemelere gidildiği, emekçilerin daha güvencesiz ve daha kötü koşullarda çalışmasının önünün açıldığı
kaydedildi. Bu yasa ile çalışanların işsiz kaldıkları zaman tek güvenceleri olan ve zaten yıllardır amacı dışında kullanılan işsizlik sigorta fonunun krizin zararlarının çıkartılabileceği bir kaynak haline getirildiği ifade edildi.
Sendikamız Merkez Yönetim Kurulu tarafından söz konusu açıklamalarda torba yasa içerisine yerleştirilen bir
düzenleme ile yaklaşık 52 bin belediye ve il özel idare işçisinin işlerinden ayrılmak zorunda bırakılarak maddi ve
manevi yönden olumsuz etkileneceği dile getirildi. Kamuda taşeronlaştırma ve sözleşmeli çalışmanın yaygınlaştırılmaya çalışıldığı vurgulandı. Torba yasada yer alan düzenlemelerin yasalaşması halinde çalışanların; esnek
çalışma biçimleri ile güvencesiz, işsizlik tehdidi altında, gelecekten umutsuz bir şekilde çalışmak durumunda
kalacakları belirtildi. Ekonomik ve Sosyal Konsey’in toplanması sağlanarak, sendikaların önerileri ve çalışanların
insan onuruna yakışır iş talepleri dikkate alınarak, işsizliği önleyecek ve daha iyi çalışma koşullarının oluşmasını
sağlayacak yeni yasal düzenlemelerin gündeme getirilmesi talebi tekrar tekrar yinelendi.
basın-iş gündem / mayıs 2011
(8)
yakın plan
M O DERN KÖLELİK
YASASI
EN
D
M
DE
N
Ü
OR
G
Y
Ü
DÜŞM
Ulusal istihdam stratejisi ile yeniden gündeme
getirilen işçi kiralama sistemi, Torba Yasa’da yer almıyor. Ancak hükümet, daha önce iki kere
geri dönen düzenlemeyi hayata geçirmek için seçim sonrasını bekliyor.
Uzun yıllardır, emeğe saldırının, en ısrarlı gündemi
kıdem tazminatıdır. Yılda birkaç kez, hükümet ve sermaye kesimi kıdem tazminatlarının fona devredilmesi
gündemini açar akabinde işçi konfederasyonları da
buna karşı alınmış olan ‘genel grev’ kararını hatırlatır.
Son dönemde bu ‘en kıdemli’ saldırı başlığına, bir de
işçi kiralama sistemi eklendi. Hükümet her fırsatta, kısaca ‘modern kölelik sistemi’ denmesinde hiçbir sıkıntı
olmayan bu düzenlemeyi gündeme getiriyor, denemeler yapıyor ve oluşacak tepkiden kaçındığından olsa
gerek, birkaç ay sonra yeniden gündeme getirilmek
üzere geri çekiyor.
Ancak tasarı asla rafa kalkmıyor.
Emperyalizmin uluslararası güç odaklarının,
Türkiye’deki işgücü piyasasına ilişkin en önemli taleplerinden biri haline gelmişken; hele de uzun yıllardır
bu kapsamlı düzenlemenin adımları atılıyor, hazırlıkları yapılıyorken, gündemden kolay düşürürler mi?
Düzenlemenin rafa kalkması ancak, güçlü ve ayakları
yere sağlam basan bir dirençle karşılaşması halinde
mümkündür.
İlk Adımları 2003’te Atıldı
İşçi kiralama sisteminin temellerini oluşturan ilk
düzenlemeler, 22 Mayıs 2003 tarihinde kabul edilen
4857 sayılı İş Kanunu’nda işçi kiralamaya olanak tanınması ile gündeme geldi. Hatırlanacağı gibi, 4857’nin
yasalaşması sürecinde emek örgütleri onlarca eylem
yapmış ve yasa ‘Kölelik Yasası’ olarak adlandırılmıştı.
İş Kanunu’nun doğrudan yarattığı hak kayıplarının yanı sıra, ileriye dönük hak kayıplarının temellerinin bu
yasayla atıldığı da, o dönem yürütülen mücadelelerde
sıkça dile getirilmişti.
Nitekim, bugünkü düzenlemenin temel dayanak
noktalarından biri de İş Kanunu’nun 7’nci maddesidir.
Bu madde, bir işverenin, kendi işçisini, başka bir işverene kiralayabilmesine olanak sağlayan düzenlemeyi
(9)
basın-iş gündem / mayıs 2011
içermektedir.
İşçi kiralama sistemine ilişkin yapılmaya çalışılan
düzenlemenin ikinci dayanak noktası ise, 2004 yılında
Resmi Gazete’de yayımlanan, Özel İstihdam Büroları
Yönetmeliği ile birlikte, bu alanın devlet kontrolünden
çıkartılmasıdır.
Ülkemizde iş ve işçi bulma hizmetleri, 1945 yılından, yönetmeliğin çıkartıldığı 2004 yılına kadarki süreçte devlet tekelindeydi ve devletin kontrolü
altında İş ve İşçi Bulma Kurumu (2003 yılında adı
Türkiye İş Kurumu olarak değiştirildi) tarafından
yürütülmekteydi. Ancak 2000 yılında kabul edilen
617 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile özel istihdam bürolarının kurulmasının ilk adımları atıldı;
ancak kararname Anayasa Mahkemesi tarafından
iptal edildi.
AKP Hükümeti’nin iktidara gelmesinin ardından
ise, önce 2003 yılında Türkiye İş Kurumu Yasası kabul
edildi ve yasada özel istihdam bürolarının kurulmasına izin verildi ve ardından 2004 yılında çıkartılan
yönetmelikle özel istihdam bürolarına ilişkin düzenlemeler yapıldı. Bu değişiklik, istihdam politikalarının
merkezi olarak planlanması yerine, yerelci ve piyasacı
bir yönelimle istihdam politikalarının belirlenmesini
de beraberinde getirdi. ‘İş bulma’ devletin bir görevi
olmaktan adım adım çıkarken, bu ‘iş’ özel sektöre devrediliyor.
Yukarıdaki iki başlık, hayata geçirilmeye çalı-şılan yeni düzenlemenin temel kaynaklarıdır.
Özetle mevcut durumda, bir şirket, kendi işçisini
başka bir işyerine belirli bir süre ile kiralayabilmekte; iş veya işçi arayanlara da özel istihdam
büroları aracılık yapabilmektedir. Ancak özel istihdam bürolarının mevcut düzenlemeye göre işçi
kiralama yetkisi yoktur.
Bugün yapılmaya çalışılan, özel istihdam büroları-
adım adım değiştiriliyor. Tüm bu değişikliklere karşı
kapsamlı bir karşı duruş örgütlenmediği durumda, örneğin yalnızca özel istihdam bürolarına karşı bir eylem
örgütlemenin bugün fazlaca bir anlamı kalmamıştır.
İşçi sınıfının ekmek mücadelesi ile emperyalizme
karşı mücadelesi bugün aynı kulvardadır. Sosyal hakların elimizden adım adım alınması ile, sadaka kültürünün yerleştirilmesi, yurttaş olmaktan ‘kul’ olmaya geçiş
süreci ayrı değerlendirilemez. Torba yasa, kıdem tazminatının kaldırılması, özel istihdam büroları gibi saldırı
başlıklarını püskürtmek, ancak yeniden bağımsızlık, kamuculuk ve aydınlanma çerçevesinde, en geniş kesimlerle birlikte örülecek bir mücadele ile mümkündür.
yakın plan
nın işçi kiralayabilmesini sağlamaktır.
26 Haziran 2009 günü TBMM’den geçen 5920
sayılı yasada yer alan düzenleme, yukarıda anlatılan
şekliyle, işçi kiralama sistemini düzenliyordu, yasa
Cumhurbaşkanı tarafından geri gönderildi. TEKEL işçilerinin 78 günlük Ankara direnişi sürecinde tekrar
gündeme gelen düzenlemeler, TBMM Plan ve Bütçe
Komisyonu’nda tasarılardan çıkartıldı. Son olarak
Ulusal İstihdam Stratejisi ile gündeme getirildi; ancak Kasım ayında TBMM gündemine gelen Torba
Yasa içinde yer almadı.
Dayatılan, Çağdışı İşçi Simsarlığıdır!
Hükümet’in ve sermaye kesimlerinin planladığı
düzenlemelerin hayata geçirilmesi durumunda, işsizler, çağdaş köle pazarında uzmanlaşmış özel istihdam
bürolarına kayıt yaptıracaklar ve bu bürolar tarafından
çeşitli şirketlere kiralanacaklardır. Kiralanan işçiler, ücretlerini özel istihdam bürolarından alacak ve işveren
bu büro olacaktır. Özel istihdam bürolarının kârı ise,
kiralanan işçiye verdiği ücret ile, işçiyi kiraladığı şirketten o işçi için aldığı para arasındaki farktır.
Geçmişin köle pazarlarından farkı, işçilerin bir
pazarda değil, kağıtlarla, dosyalarla, CV’lerle sergileniyor olmasından başka birşey değildir.
Kiralanan işçi ile özel istihdam bürosu arasında
kurulan akit, belirli süreli hizmet akdidir. Bu durum
son derece geri bir düzeyde olan İş Kanunu’nun pek
çok hükmünün dahi işlememesi anlamına gelmekte;
ayrıca işçiler değişik işyerlerinde çalışacakları için
yıllık ücretli izin hakkının elde edilememesine de
yol açmaktadır. Ayrıca işçilerin iş güvencesi hakkından yararlanmaları da söz konusu olmayacağı gibi,
kıdem tazminatı haklarını alamayacakları neredeyse
kesindir.
Özel istihdam bürosundan kiralanan işçilerin sendikalaşma, toplu sözleşme gibi hakları da olmayacak.
Tasarılardaki düzenlemeye göre, işçinin gönderildiği
işyerinde grev veya lokavt olması durumunda, özel
istihdam bürosu işçiyi başka bir işyerine göndermezse, kiralık işçiye asgari ücretten az olmamak üzere
ücretinin yarısını vermek durumunda. Dolayısıyla işçilerin grev kırıcılığa zorlanmaları da söz konusu. Zaten
gönderildiği fabrikada sendikalı olamayacak olan özel
istihdam bürosu işçisinin greve katılma hakkı da yok.
Planlanan düzenleme, ‘demokrasi’ ve ‘özgürlük’ gibi sözcüklerin içeriği boşaltılarak sürekli vurgulandığı
günümüzde, kiralanan işçilerin sendikal hak ve özgürlüklerinin tamamen ortadan kaldırılması anlamını da
taşımaktadır.
Bitirirken son bir noktayı tekrar vurgulamak gerekiyor. Hergün yeni yasa tasarıları meclis gündemine
geliyor. Torba yasa gibi, sosyal güvenlik sisteminde
yapılan değişiklikler gibi pek çok başlığın, emekçiler tarafından takibi neredeyse imkansız hale gelmiş durumda. Oysa çalışma yaşamına ilişkin mevzuatın yaklaşımı
Uluslararası
Güç
Odaklarının
Başlıca
Taleplerinden
Özel istihdam büroları, Avrupa Birliği’nde,
sosyal güvenlik ve iş ilişkilerinde esnekleştirme sürecinin bir parçası olarak gündeme
geldi ve uzun yıllar boyunca süren müzakereler sonucunda 2002 yılında Özel İstihdam
Büroları Hakkında Direktif kabul edildi.
2008 yılında ise, direktife işçiyi koruyucu kimi hükümler eklendi ve direktif son halini aldı.
Bu ülkelerde yasanın çıkartılması sürecinde
işçi ve işveren örgütleri ve hükümet konuya
ilişkin ortak çalışmalar yürütmüş olmasına
karşın, pek çok ülkede sistem insan pazarına
dönüşmüş durumdadır.
AB ülkelerinde işgücü maliyetlerini olabildiğince kısmak için uygulamaya konulan bu
düzenlemelerin bir sonraki ayağı ise, Türkiye
gibi üyelik sürecindeki diğer ülkelerde daha
da ucuz işgücünü yaratabilmektir.
Nitekim OECD’nin Eylül 2010 tarihli raporunda da, öncelikli ve ısrarla vurgulanan taleplerden birisi ‘geçici çalışmanın serbestleştirilmesi’dir. Raporda daha esnek ve daha az
maliyetli yasal istihdam biçimlerinin deneysel
biçimde yürürlüğe konmasının gerekliliğine
vurgu yapılmakta; ayrıca doğrudan yabancı
sermaye için koşulların kolaylaştırılması gerektiği yönünde basınç uygulanmaktadır. Tüm
bunlar ise, Türkiye’yi sermaye için ucuz işgücü cenneti haline getirmekten başka bir anlam
ifade etmiyor.
basın-iş gündem / mayıs 2011
(10)
yakın plan
Basın-İş:
TEMEL SENDİKAL HAKLARA SAYGI
İSTİYORUZ; KİRALIK İŞÇİLİĞE
7 Aralık 2010’de İstanbul’da düzenlenen “Mesleki Anlamda Geçici İş İlişkisi
Alanında Sosyal Diyaloğun Geliştirilmesi Yuvarlak Masa Toplantısı” Avrupa Komisyonu
İstihdam ve
Sosyal İşler Genel Müdürlüğü tarafından EUROCIETT (Avrupa Özel İstihdam Büroları Konfederasyonu) ve üyesi
olduğumuz UNI Europa (Hizmet İşçileri Avrupa İşkolu Federasyonu) işbirliği ile organize edildi. Toplantıya, bu
kurumların temsilcilerinin yanısıra, Türk-İş’e bağlı Basın-İş, Haber-İş, Koop-İş, Tez Koop-İş, DISK’e bağlı Sosyal-İş,
DISK ve Hak-İş temsilcileri; İş-Kur ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı temsilcileri ve Özel İstihdam Büroları
Derneği temsilcileri katıldı. Toplantıya katılan Sendikamız kiralık işçilik üzerine tepkisini dile getirdi ve ardından
bir açıklama yaptı. Açıklama şöyle:
Sendika ve işçi örgütlerinin, kiralık işçilik düzenlemesi, işveren ve hukümet kanadının ise geçici istihdam veya mesleki anlamda geçici iş ilişkisi olarak
adlandırdığı ve işçilerin Özel İstihdam Büroları ile
yapacakları sözleşmeler üzerinden, geçici işçi ihtiyaçlarını karşılamak üzere başka işverenlere bir ücret
karşılığında dönemlik kiralanmasının yolunu açan düzenleme, geçtiğimiz yıl Haziran ayında meclisten geçirilmiş ancak Cumhurbaşkanımız tarafından “istihdam
ve çalışma şartlarında eşitliği bozacak uygulamaların
yasaklanması yönünde hükümlere yer verilmediği”
gerekçesiyle Temmuz 2009’da veto edilmişti.
Bizler, bahsi geçen yasa değişikliği meclise inmeden
önce Haziran 2009 tarihinde yapılan Üçlü Danışma
Kurulu’nda Türk-İş, DİSK ve Hak-İş’in açıkça belirttikleri
gerekçeler üzerinden kiralık işçilik düzenlemesine karşıyız. Bu yaklaşımı paylaşıyoruz ve toplantı esnasında
da bu yaklaşım tüm sendika temsilcileri tarafından
açıkça dile getirildi.
Bizler bu yaklaşımımızda, işçi ve memuruyla bu
ülkenin emekçilerinin, en temel hak ve özgürlüklerini
dahi, varolan tüm yasal düzenlemelere, Anayasamızın
90. Maddesine, imzalanmış ILO Sözleşmelerine, 60 yılı
aşkın bir geçmişi olan ikili-üçlü endüstriyel ilişkilerin
varlığına ve AB Direktiflerine rağmen kullanamadıklarını, kullanmalarının çeşitli şekillerde engellendiğini
dikkate alıyoruz.
Bizler bu yaklaşımımızda, özellikle sendikalaşma
ve toplu pazarlık hakkını kullanmak isteyen binlerce
emekçinin gerek hükümet, gerekse de işveren kanadından türlü şekillerde ve ölçülerde uygulanan baskıya, şiddete ve tehdite maruz bırakılmasını ve hatta
işten atılmasını dikkate alıyoruz.
Bizler, işçiye ve işçilerin temsilcisi olan sendikalara
saygıyı, ILO tarafından çerçevesi çizilen temel hak ve
özgürlüklerin şartsız koşulsuz tanınması olarak algılıyoruz. Bu saygı karşılıklı olarak kurumsallaştırılmadan, işçilerin işveren ve hükümet karşısında bağımsız
kurumsal temsiliyetinin önündeki engeller ve baskılar
ortadan kaldırılmadan, bir kurum olarak sosyal diyaloğun inşa edilebileceğine inanmıyoruz.
Bu çerçevede, en temel kollektif haklarımız, şartsız
(11)
basın-iş gündem / mayıs 2011
koşulsuz ve ILO normları çerçevesinde tanınmadan
bırakın “Mesleki Anlamda Geçici İş İlişkisi”nin veya
kiralık işçiliğin yasal çerçevesinin AB direktifi doğrultusunda ve ILO 181 kapsamında tartışılmasını, bu
tartışmaya başlamayı bile anlamsız, temsil ettiğimiz
emekçilere saygısızlık olarak algılıyoruz.
Bu gerçeklere rağmen, 2008/104 sayılı AB Direktifi
ve 181 sayılı ILO Sözleşmesi hükümlerine uyan bir
yasal düzenleme yapılsa bile, temel hak ve özgürlüklerimize saygının olmadığı bir siyasal ve endüstriyel ortamda aşağıda kısaca ifade ettiğimiz çekincelerimizin
ortadan kalkacağı iddialarını anlayamıyoruz.
Bu yaklaşımdan hareketle, temel hak ve özgürlüklerimize ilişkin taleplerimiz karşılanmadan, işveren ve
hükümet kanadının “mesleki anlamda geçici iş ilişkisini” yasalaştırması, işgücü piyasasında işçi aleyhine
daha fazla esneklik, kuralsızlık, anti-demokratik bir
sömürü düzeninin kurulması yönünde atılmış bir adım
olacak; sendikalar için “kiralık işçilik” anlamına gelecek
ve kısaca şu kabul edilemez sonuçlara yol açacaktır:
- İşçilerin işsizliğinin ve yoksulluğunun istismar edilmesi, işçi simsarlığının kurumsallaşması
- İşçilerin ticari meta haline gelmesi, emeklerinin
yanısıra öz iradelerinin de satıldığı bir işgücü piyasasının oluşturulması, insan onuruna yakışmayacak çalışma ortamlarına zorlanmaları,
- Mevcut düzende kısıtlı bir uygulama alanı olan,
işgüvencesi, kıdem tazminatı ve yıllık izin haklarının
bu kapsamda istihdam edilecek işçiler için ortadan
kaldırılması,
- İşçilerin bugün dahi kullanmakta binbir güçlükle
karşılaştıkları örgütlenme ve toplu pazarlık hakkının
fiilen ortadan kalkması ve
- Sendika ve toplu sözleşme düzeninin olduğu işyerlerinde, işçilerin kollektif iradesinin kırılması, sendikal
örgütlülüğünün parçalanması, toplu sözleşme ve grev
hakkının işlevsizleştirilmesi.
Bu çerçevede, Konfederasyonumuz TURK-İŞ’in kiralık işçiliğe ilişkin olarak daha önce hükümet ve işveren
kanadına ilettiği yaklaşımı destekliyoruz. 08 .12.2010
Basın-İş Sendikası Merkez Yönetim Kurulu
iş güvenliği
İŞ KAZALARI
CAN ALMAYA
DEVAM EDİYOR
Son yıllarda ülkemizde iş kazaları her
gün artıyor ve bu kazalar nedeniyle işçilerimiz hayatlarını
kaybediyor.
Davutpaşa’daki patlamada, Tuzla tersanelerinde;
Bursa Mustafakemalpaşa, Balıkesir’in Dursunbey,
Zonguldak’ın Karadon maden ocaklarında meydana
gelen iş kazalarında onlarca işçimizin hayatını kaybetmesinin acısını henüz yüreğimizde hissederken iş
kazalarının ve can kayıplarının ardı arkası kesilmiyor.
Ankara’daki patlamalarda ve Afşin-Elbistan’da meydana gelen heyelanlarda yine işçilerimiz hayatlarını
kaybettiler.
Ostim ve İvedik’te İş Cinayetleri Yaşandı
Türkiye’nin en önemli sanayi bölgelerinden biri olan ve Ankara’da bulunan Ortadoğu Sanayi ve
Ticaret Merkezi (OSTİM)’de ve İvedik Organize Sanayi
Bölgesi’nde 3 Şubat 2011 günü 9 saat arayla iki ayrı
patlama meydana geldi. Bu patlamalarda 20 işçi hayatını kaybederken 40’ın üzerinde işçi de yaralandı.
“Yine Kayıtdışılık, Yine Sendikasızlık,
Yine Ölümlü İş Kazaları”
Patlamanın ardından Sendikamız Merkez Yönetim
Kurulu adına yazılı bir açıklama yapan Genel
Başkanımız Yakup Akkaya; iş güvenliği çerçevesinde
gerekli önlemlerin alınmamasının, kayıtdışı ve sendikasız olarak işçi çalıştırılmasının neticesinin yine iş kazaları, can kayıpları ve yaralan-malar olduğunu belirtti.
İşçi sağlığı ve iş güvenliğine gerekli önemin
verilmediği ülkemizde iş kazalarında günde ortalama
3 işçinin hayatını kaybettiğini ifade eden Yakup
Akkaya açıklamasında şunlara yer verdi: “Türkiye, iş
kazaları bakımından pek çok geri kalmış ülkeden bile
kötü durumda bulunmaktadır. Bilindiği gibi ülkemiz iş
kazalarında Avrupa’nın birincisi, dünyanın ikincisidir.
Ülkemiz açısından büyük bir ayıp olan bu duruma
rağmen; İş Kanunu’ndan bağımsız bir İş Sağlığı ve
Güvenliği Kanunu Tasarısı hazırlanmış olmasına
karşın; henüz ne ciddi bir adım atılmış ne de bu
tasarı yasalaştırılmıştır. Tasarıya baktığımızda da
ölümlü iş kazalarını önleyecek gerekli düzenlemelerin
yapılmadığı görülmektedir.
Bu da yetmezmiş gibi taslakta yapılan bir değişiklikle
taşeron çalıştırılması kolaylaştırılmak ve muvazaalı
ilişkinin kurulması mümkün kılınmak istenmektedir.
İş güvenliğini artırmak amacıyla kanunlaştırılması
planlanan bu tasarı ile iş kazalarının artmasına
neden olan taşeron uygulamaları yaygınlaştırılmak
istenmektedir. İş güvenliğini tehlikeye atan bu
girişimlerden vazgeçilmelidir. İş kazalarını önleyecek
tedbirlerin hayata geçirilmesini sağlayacak, işyeri
denetimlerini daha da etkinleştirecek, kayıtdışılığı,
taşeronlaşmayı bitirecek ve sendikalaşmanın önünü
açacak düzenlemeler bir an önce yasalaştırılmalıdır.”
9 Maden İşçisi Heyelan Altında Kaldı
EÜAŞ Afşin Elbistan Linyitleri, Çöllolar Kömür Sahası’nda 6 ve 10 Şubat 2011 tarihlerinde meydana gelen iki heyelanda 11
maden işçimiz hayatını kaybetti. 6 Şubat gecesi meydana gelen heyelanda 1 maden işçisi hayatını kaybederken, 11 maden
işçisi de yaralandı. 10 Şubat günü meydana gelen çok büyük ölçekli heyelanda ise 10 madencimiz milyonlarca metreküp
heyelanın altında kalarak can verdi. 1 işçinin cenazesinin çıkartılmasına karşın hala 10 madencinin cenazesine ulaşılamadı.
Ulaşılmasının da çok zor olduğu, yıllar sürecek çalışmaların ardından cenazelere ulaşılabileceği dile getirilmektedir.
Genel Başkanımız ve CHP Parti Meclisi Üyesi Yakup Akkaya; CHP
Genel Başkan Yardımcısı İzzet Çetin, Parti Meclis Üyesi Perihan
Sarı ve Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’tan oluşan CHP
Heyeti ve DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi ile birlikte Çöllolar
Kömür Havzası’na giderek, facianın yaşandığı bölgede incelemelerde
bulundu. CHP Heyeti tarafından yapılan açıklamalarda; yaşanan bu
korkunç olayın, insana ve işçiye değer verilmeden, kar amaçlı ticaret
anlayışının sürdürülmesinin bir sonucu olduğu ifade edildi.
basın-iş gündem / mayıs 2011
(12)
ekonomi
RAKAMLAR YALAN MI
SÖYLÜYOR?
Açıklanan ekonomik verilerin tersine, emekçilerin yaşamları her geçen gün daha da
zorlaşıyor. İşsizlik, büyüme, verimlilik gibi
ekonomik veriler bize aslında ne anla�yor?
Her akşam haber bültenlerinde ekonominin ne kadar iyiye gittiğini dinliyoruz. Başbakan yüzlerce tesisin
açılışını yapıyor, enflasyon düşüyor, kişi başına düşen
gelir 10 bin dolara yükseliyor, işsizlik geriliyor… TÜİK
anketlerine göre, her 100 kişiden 61’i mutlu, 71’i gelecekten umutlu yaşıyor.
İnsan haliyle düşünüyor: “Yahu, şu 70 milyonluk
memlekette, bir ben miyim ekonomik sıkıntı çeken,
ekonomideki parlak tablo bir bizim eve mi uğramıyor”
diye. Düşünüyor, acaba ay sonunu getiremeyen,
kredi kartlarının limiti dolan, faturaların yığıldığı,
çocukların okul masraflarını, dersane taksitlerini nasıl
ödeyeceğini düşünen, koca ülkede bir tek kendisi mi
var diye…
İstatistiğin birçok bilimsel tanımı vardır, ama veriler
yanlış kişilerin elindeyse, derler ki: “İstatistik en büyük
toplumsal yalandır.”
Devletin istatistik kurumu yalan merkezi gibi
çalışırken ve büyük medya kuruluşları bu yalanları
allayıp, pullayıp kamuoyuna aktarırken, ekonomik veriler de yalnızca bir manipülasyon aracı haline geliyor.
Peki nedir bu son derece yanlı açıklanan veriler? Ülkemizin ekonomik tablosuna bir de işçilerin
tarafından bakalım.
İşsizlik: TÜİK verilerine göre 2010 yılında işsizlik
oranı yüzde 11,9, işsiz sayısı da 3 milyon 46 bine düştü.
Oysa, iş bulma umudunu yitirenler, geçici çalışanlar,
mevsimlik işçiler bu rakama dahil edildiğinde gerçek
rakam 6 milyonu buluyor.
Verimlilik Arttı Ama...: Ülkemizde ekonomik krizin
etkileri atlatıldı. Ama emekçiler için değil, işverenler
için. 14 aydır sanayi üretimi kesintisiz artarken, son 1
yıl içinde 527 bin sanayi işçisi işsiz kaldı. Veriler yine
baktığımız yere göre farklı şeyler söylüyor. Aynı veri,
işverenler için verimlilik artışına, işçiler için ise aynı
ücretle daha fazla çalışmaya işaret ediyor.
Bireysel Borçlanma: İyiye giden ekonomimizde
nedense bizlerin de borçları katlanarak artıyor. Bu
borçlanma daha lüks tüketime yöneldiğimizden, ya da
çocuklarımızı yurtdışında okuttuğumuzdan değil; tam
aksine yaşamımızı sürdürebilmek için yapmak zorunda
olduğumuz zorunlu harcamalardan kaynaklanıyor. Son
dönemde, vatandaşın bankalara olan kredi kartı ve
tüketici kredisi borcu 173 milyon liraya yükseldi.
Devletin Borcu: Ekonomik iyileşmeden bahsedilirken, son 8 yılda devletin borcunun neredeyse iki
katına çıktığından bahsedilmiyor. 2002 yılında Türkiye
Cumhuriyeti’nin toplam borcu 242 milyar lirayken,
2010 yılı sonu itibariyle 478 milyar liraya ulaştı. Bu
borçlanma, her geçen gün daha fazla bağımlılaşma
anlamına geliyor.
Dış Ticaret Açığı Arttı: 2010 yılı verilerine göre,
ihracat yüzde 11,5 artarken, ithalat yüzde 31,6 arttı.
Aynı dönemde dış ticaret açığı yüzde 84,5 artışla, 38
milyar 786 milyon dolardan 71 milyar 563 milyon
dolara yükseldi. İthalatın ihracatı karşılama oranı ise
yüzde 72,5’ten, yüzde 61,4’e geriledi.
Cari Açıkta Rekor: 2010 yılındaki yüksek ithalat
talebi, cari açıkta rekor getirdi. Cari işlemler açığı
yüzde 247 artarak 48,6 milyar dolara ulaşırken; Aralık
2010’daki yüzde 132’lik artış ve 7,5 milyar dolarlık cari
açık ile tüm zamanların aylık bazda rekoru kırıldı.
Yoksullaştır, sadakaya muhtaç et!
ю Ülkemizde nüfusun en fakir yüzde 10’luk dilimi, toplam
gelirin yüzde 2,2’sini alırken; en zengin yüzde 10’luk dilim,
toplam gelirin yüzde 30,9’unu alıyor.
ю Her 10 kişiden 6’sının yoksul olduğu bir ülkede yaşıyoruz.
ю Her 100 haneden 60’ında borç sorunu var ve 30’unun borç yükü
çok ağır.
ю Nüfusun yüzde 40’ı kendine ait bir evde oturmuyor.
ю Nüfusun yüzde 42’sinin oturduğu konutun çatısı sızdırıyor, duvarı nemli, penceresi çürümüş, ev ısınmıyor; yüzde 80’i mobilyasını
yenileyemeyecek durumda.
ю Nüfusun yüzde 37,8’i evin ısınma ihtiyacını yeterince karşılayamıyor.
ю Nüfusun yüzde 60,5’i ‘iki günde bir et, tavuk ya da balık içeren yemek’
yiyemiyor.
(13)
basın-iş gündem / mayıs 2011
“Nüfusunun çoğunluğu
yoksulluk sınırının altında
yaşayan bir ülkede, yoksulluktan bahsedenlere “yoksulluk edebiyatı yapma” denen tek ülke herhalde Türkiye’dir”
tespitiyle başladığı yazısında Selami İnce, Türkiye’de de adım adım
egemen kılınan vahşi kapitalizme Birleşmiş Milletler içinden ışık
tutan bir söyleşiyi Birgün Pazar ekine taşıyor. Söyleşiden bir bölümü biz de dergimize aldık. Söyleşi, BM İnsan Hakları Konseyi
Danışma Kurulu üyesi ve İsviçre Sosyal Demokrat Parti eski milletvekili olan ve dünyaca tanınmış küreselleşme karşıtı yazar Prof. Dr.
Jean Ziegler ile yapılmış:
Meteliksizmişsiniz, doğru mu? Doğru. 6 milyar frankın üzerinde de borcum var.
Sürekli hakaret ettiğiniz spekülatörlere, bankacılara ve politikacılara tazminat ödemeye mahkûm ediliyorsunuz. İş avukatı
Hans W. Kopp’u akbaba olarak nitelemiştim, bana 320 bin franka
mal oldu. Zürih Yüksek Mahkemesi Kopp’u, yatırımcıları bilerek yanıltmaktan cezalandırdığından, artık ona “dolandırıcı” diyebilirim.
Pinochet’i faşist olarak nitelendirdiğiniz için de 2 bin frank
ödemek zorunda kalmıştınız. Diğerleriyle karşılaştırılınca daha
ucuz! Mali’nin 23 yıllık Başkanı Moussa Traoré, 180 bin frank
kazandı. Çünkü ülkesinde insanlar açlıktan ölürken, devlet kasasından İsviçre’deki kendi kasasına 2 milyar dolar aktardığını yazmıştım. Hırsız demiştim ona.
Ağzınıza geleni söylemek yerine, biraz çenenizi tutamaz mısınız? Büyük şerefsizlikler karşısında insan çenesini tutmamalı.
Davaların çoğunu kaybetmem haksız olduğum anlamına gelmiyor.
Traoré, daha sonra Mali’de devletin parasını zimmete geçirmekten
ölüm cezasına çarptırıldı.
Sizi hareketlendiren şey ne? Öfke. Gereksiz acıları ve mantıksızlığı algılama. Düzenli olarak Brezilya’da São Luís’e gidiyorum.
Orada devlet tarafından işletilen, sokak çocuklarının günde bir
öğün yemek yiyebildikleri bir ev var. Yemeklerini dışarı çıkıp
kardeşleriyle bölüşmesinler diye çocukları odaya hapsediyorlar.
Çocuklara, hayatta kalabilmeleri uğruna, insanlık unutturuluyor.
Bunu görüyorsam, bir şeyler yapmak zorundayım. Suçlunun adını
koymak zorundayım.
Kim suçlu? Size bir örnek vereyim. 12 Ekim 2008’de ekonomik krizin tavan yaptığı dönemde, avro bölgesi devlet başkanları Paris’te bir araya geldi ve bankalarının stabilizasyonu
için 1 trilyon 700 milyar avro kredi açılmasını kararlaştırdı. 1
trilyon 700 milyar! Aynı patronlar daha yıl bitmeden BM’nin
Dünya Gıda Programı’nın 6 milyarlık bütçesini yarıya indirdi.
Bu, Bangladeş veya Honduras’ta artık öğrencilerin öğle yemeği
yiyememesi demek.
Politikacıların suçlu olduğuna mı inanıyorsunuz? Bunlar,
borsada her şey çökünceye kadar vurgunculuk yapan eşkıyaların
uşağı. Açlıktan ölenler, parlamentonun önündeki çimenlikte ölmüyorlar ki, görülsünler. Her 5 saniyede bir, şimdi biz konuşurken de,
bu dünyada bir çocuk açlıktan ölüyor. Bu rakam BM Gıda ve Tarım
Örgütü’nün (FAO) Dünya Gıda Raporu’nda duruyor. Her 4 saniyede
bir insan, görme yetisini kaybediyor, çünkü yeterince A vitamini alamıyor. Her 6 insandan biri sürekli ciddi bir biçimde yetersiz besleniyor. Bu rakamlar silah, hem de iyi silah. Çünkü Dünya Bankası’nın
adamları bile bunları sorgulayamıyor. Aynı Dünya Gıda Raporu
bize, şimdiki tarımımızla 12 milyar insanı normal besleyebileceğimizi söylüyor. Hiçbir objektif eksiklik yok. Bu gün açlıktan ölen bir
çocuk, öldürülmektedir. Beş yüzyıldır gezegenimize sürekli farklı
sömürü sistemleriyle beyaz azınlık hükmediyor. Önce Marx’ın
“sermayenin ilkel birikimi” dediği Güney Amerika’daki soykırım
ve yağmacılık. Sonra üçgen trafiği: Köleler Afrika’dan Amerika’ya,
şeker Avrupa’ya. Sonra 150 yıl süren sömürgeci katliam. Bugün
ise, bu sistemlerin hepsinden daha kötüsü: Global finans kapitalin
dünya diktatörlüğü. Zincirlerinden boşanmış açgözlülük. Dünya
Bankası’na göre, geçen yıl dünyanın en büyük 500 şirketi, dünya
üretiminin yüzde 53,8’ini kontrol altında tutuyordu. Bu öyle bir
zenginlik ve güç ki; bu zamana kadar buna ne kral, ne papa, ne
şansölye sahipti.
Bu sistemin neredeyse zafiyet geçirdiği bir dönemdeyken bile,
hemen hiç kimse tarafından esaslı olarak eleştirilmemesini nasıl
açıklıyorsunuz? Bence, bu neoliberal çılgınlık kolektif bilinci kalıcı
olarak yerle bir etti. Çocukların açlıktan ölmesi gerçeği, bu bakış
açısına göre, sanki doğanın kanunu gibi görülüyor.
Bu insanlardan nefret mi ediyorsunuz? Hayır, bunlara karşı
değilim. Jean-Paul Sartre demişti ki; “Bir insanı sevmek için, onu
baskı altına alan şeyden çok güçlü bir biçimde nefret etmek lazım. Onu baskı altına alan kişiden değil.” Kişisel düşmanlıklarla
ilgili değil, dünyanın yapısıyla ilgili bir şey bu.
BM’de sizi dinliyorlar mı? New York’ta beni Moğol ya da
Somalili bir bakandan daha çok kendilerine eşit görüyorlar! Ben
beyaz bir profesörüm. BM hâlâ ne kadar ırkçı, inanamazsınız.
Bir zamanlar kendinizi işinin temelini sefillik oluşturan bir
vampire benzetmiştiniz. Zambia’da korkunç bir açlık vardı.
Uluslararası gıda tekelleri genetiği değiştirilmiş besinlerini pazara sürmek için bu durumu kullanmaya kalktı. Hesap şuydu:
Genetiğiyle oynanmış mısırı BM Gıda Yardımı’na bağışlayacaklar,
BM de bunları köylülere ulaştıracak. Kıtlık nedeniyle bazı köylüler
mısır koçanlarını gelecek yıl dikmek için sakladı. Böylelikle genetiği
değiştirilmiş mısıra bağımlı hale geleceklerdi. Tohum tekelleri için
bu oldukça kârlı olacaktı ama köylüler için tam bir iflas. Köylüler
mısırlarını Avrupa’ya satıyor ama Avrupa genetiği değiştirilmiş
gıda almıyor. Ne yapıyor Zambia devlet başkanı? “Zehirli besin!”
diye gıda yardımı diye gelen çuvalları yaktırdı. ABD, benim derhal
görevden alınmamı istedi. Basın kükredi: Bu köpek Ziegler’in dogmatizmi yüzünden insanlar ölüyor. Kötü bir zamandı. Ama dayandık ve bir uzlaşmaya vardık. BM mısırı dağıttı ama koçan olarak
değil, ekilemeyecek un olarak dağıttı.
Güncel kitabınız “Batı Düşmanlığı”nda Cezayir Başkanı
Abdülaziz Bouteflika ile Fransa Başkanı Nicolas Sarkozy’nin bir
karşılaşmasını tasvir ediyorsunuz.Doğalgaz anlaşmasını imzalamak için 2007’de Cezayir’de bir araya geliyorlar. Her şey bitmiş
masanın üzerinde beklerken, Bouteflika birden doğruluyor ve diyor
ki, “Setif için özür dilemenizi istiyorum.” Setif’te Fransız sömürgeciliğine karşı başkaldırdıkları için 1945’de binlerce Cezayirli katledilmişti (8 Mayıs anma günü kabul edilir). Bunun üzerine Sarkozy,
“Ben nostalji için buraya gelmedim” diyor. Bu tutanakta var.
Bouteflika ısrar ediyor: “Hafıza ticaretten önce gelir!” Anlaşma bu
zamana kadar imzalanmadı!
Hayatın daha kötü olduğu ülkeler de var, sürekli İsviçre’yi
kötülüyorsunuz. Ne istiyorsunuz İsviçre’den? Hiç bir şey, ben
ülkemi seviyorum. Sadece bu yalancı egemen sınıfa karşıyım.
Kişi başına düşen milli gelir hesaplarına göre İsviçre dünyanın
en zengin ikinci ülkesi. Yeraltı zenginliklerinden yoksun, yüzde
60’ı yaşanabilir, gerisi kayalık ve buzul olan 41 bin kilometrekarelik bir ülke. Bütün bu zenginliği nasıl yapıyor? Yeraltı zenginliği yabancı para: Kanlı para, üçüncü dünyanın kara parası,
vergiden kaçırılan para. Sadece 2,2 milyar frank eski Kongo
Devlet Başkanı Mobutu’nun parası ki, Kongo’da hastane yetersiz. 1,8 milyar Nijerya eski Devlet Başkanı, kokain bağımlısı,
katil Abacha’nın parası. Bu listeyi istenildiği kadar uzatabilirim.
Nazi altınlarının paraya çevrilmesinden de söz etmeliyiz.
20 kitap yazdınız ama bir bilânço çıkarıldığında o kadar da
etkili olamadınız. Hayatının sonunda Brecht’e soruldu: Bütün
tiyatro eserleri, bütün yazılar, sürgün yılları… Bütün bunlar ne
işe yaradı? Brecht biraz düşündü ve sonunda şunları söyledi:
“Biz olmasaydık, işleri daha kolay olurdu.”
ekonomi
HAYATTA KALABİLMELERİ
UĞRUNA INSANLIK
UNUTTURULUYOR!*
* Söyleşinin aslı Almanca Die Zeit gazetesinde yayınlandı.
basın-iş gündem / mayıs 2011
(14)
grev, eylem, dreniş
CUMHURİYET TARİHİNİN EN BÜYÜK SAĞLIK MİTİNGİ
VE SAĞLIKTA BİR İLK: HAK GREVİ
Sağlığın piyasalaş�rılmasına karşı Ankara’da toplanan onbinlerce
sağlık emekçisi, daha sonra iki gün greve gi�...
AKP
Hüküme�’nin
sağlıkta dönüşüm programı, sağlığın hızla piyasalaşmasını ge�rirken; takip edilemeyen bir hızda çıkar�lan yasalar ve genelgelerle, sağlık
işgücü piyasası özelleş�rmeye hazırlanıyor. Bunun için de
sağlıkçıların güvencesiz ve düşük ücretle çalışmaya ikna
edilmesi gerekiyor.
Sağlık Bakanlığı, tüm açıklamalarında doktora ulaşımı ön
plana çıkar�r ve yeni sistemin
başarısını buna bağlarken;
sağlıkçıların pek çoğu insanların
aynı hastalık için doktor doktor
gezmek zorunda kaldığını, tedavi alamadıklarını ifade ediyor.
Sağlıkçılar Açısından Sistem Nasıl İşliyor?
Hasta hekime geldiğinde, hastaya yapılan her işlemin
bir puanı var. Hekimler ne kadar puan toplarsa, o düzeyde
performans ödemesi alıyor. Her bölüm, normalde işbirliği
içinde çalışması gereken bölümlerle dahi yarışmak zorunda bırakılıyor. Hekimler daha fazla puan alabilmek için,
aynı sürede daha fazla hastaya bakmak zorunda bırakılıyor.
Başhekimlikler, gelen hiçbir hastanın geri çevrilmeyeceğini
doktorlara söylüyor. Dolayısıyla doktorlar 3-5 dakikada bir
hasta bakmak zorunda kalıyor. Asistanlar, henüz eği�m
süreçlerini tamamlamamış olmasına karşın, eği�m saatlerinde dahi hasta bakmaya mecbur tutuluyor. Hekimler,
tedavisi zor olan, uzun süre yatması gerekecek hastalar yerine, hızlıca bakıp gönderilecek, daha çok puan ge�recek
hastalıklara yönlendiriliyor.
Bu sistem, hem hastaların sağlığını tehlikeye sokuyor,
hem de hekimlerin bu koşullarda sağlık hizme� verebilmesi imkansız hale geliyor.
13 Mart günü Ankara’dan yükselen çığlık da, aslında,
sağlık çalışanlarının ‘hastalarımızı puan olarak görmeyece-
(15)
basın-iş gündem / mayıs 2011
ğiz’ çığlığıydı. Sağlık örgütleri, sağlık çalışanlarının mahkum
edildiği bu yarışmanın, hastalar için ‘ÖLÜMCÜL’ olduğunu
bir kez daha vurguladı.
Sağlık Emekçisi: “Çok Ses Tek Yürek”
14 Mart Tıp Bayramı öncesinde, Türk Tabibleri Birliği
(TTB) tara�ndan düzenlenen “Çok Ses Tek Yürek” mi�ngi,
13 Mart Pazar günü Ankara’da yapıldı. Cumhuriyet tarihinin en büyük sağlık mi�nglerinden bir olan eyleme, sağlık
emekçilerinin örgütlü olduğu sendikalar ve derneklerin yanısıra, taşeron işçiler, �p fakültesi, eczacılık ve diş hekimliği
öğrencileri de pankartları ile kitlesel olarak ka�ldılar. Mi�nge, aralarında sendikamızın da olduğu farklı işkollarında örgütlü sendikalar, siyasi par�ler ve demokra�k kitle
örgütleri de destek verdi. Önlükleriyle mi�nge ka�lan ve
Ankara’yı beyaza boyayan sağlık emekçileri, ‘Sağlıkta performans ölüm demek�r”, “Sağlık hak�r, sa�lamaz” sloganları ile AKP’nin sağlık poli�kalarını protesto e�.
Mi�ngde yapılan konuşmalarda, özelleş�rmelerin,
sağlık hakkının gaspının, performans sisteminin ve döner
sermaye çarkının kabul edilemez olduğu belir�ldi; “Görevdeyiz, yarından yakın bir zamanda grevde olacağız”
vurgusu yapıldı; insan emeğinin ihalelerle alınıp sa�ldığı
bir sistem olan taşeronluğun sağlıktan ve tüm alanlardan
süpürülmesi gerek�ği üzerinde duruldu. Mi�ng Ezginin
Günlüğü ve Hace�epe öğrencilerinden oluşan müzik grubunun konserleri ile sona erdi.
Ve Sağlıkçılar Yasağa Rağmen Hak Grevinde!
Herkese sağlık, güvenli gelecek; sağlıkta özelleştirmeye
karşı iş güvencesi, gelir güvencesi, can güvencesi, mesleki
bağımsızlık, her türlü katkı-katılım paylarının kaldırılması
talepleri ile sağlık çalışanları; 19-20 Nisan tarihlerinde,
iki günlük iş bırakma eylemi gerçekleştirdi. Türk Tabipler
Birliği’nin (TTB) ve Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri
Sendikası’nın (SES) öncülüğünü yaptığı eyleme 10 sağlık
örgütü de katıldı. Türkiye’nin hemen her yerinden, yaklaşık 600 bin sağlık emekçisinin katıldığı eylemde; sağlıkçılar,
AKP’nin sağlık politikalarını, “Tam Gün Yasası”nı ve performansa dayalı ücret uygulamasını protesto ettiler.
Eyleme katılan sağlık emekçileri ile ilgili olarak Sağlık
Bakanı Recep Akdağ’ın “Bunlar küçük marjinal gruplar
olabilir” şeklinde bir açıklama yapması üzerine; İstanbul
Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Taner Gören de “Eğer bu
eylemi yapanlar marjinalse, 600 bin sağlık çalışanın hepsi marjinal demektir. Bu herhalde akla uygun bir açıklama değildir” dedi. Sağlık emekçileri; mücadelelerinin
talepleri yerine getirilene kadar süreceğini belirterek
eylemlerini bitirdiler.
Emek örgütlerinin çağrısıyla Ankara’da toplanan emekçiler, taşeron sistemine ve güvencesiz çalışmaya karşı
mi�ng gerçekleş�rdi. Sendikamızın da ka�ldığı mi�ngde emekçiler ‘ güvenceli iş’ talep e�.
TÜRK İŞ, KESK ve DİSK’e bağlı sendikalarla emek ve
meslek örgütlerinin çağrısı ile “Güvencesiz Çalışmaya
Hayır” mitingi 3 Nisan Pazar günü Ankara’da, taşeron,
sözleşmeli ve işten atılan emekçilerin katılımıyla düzenlendi. Taşeron uygulamasının kaldırılması isteğinin
ön plana çıktığı mitingde Kolej Kavşağı’nda toplanan
işçiler ve emekçiler “güvenli bir iş ve güvenli bir gelecek” talep ettiler.
grev, eylem, direniş
EMEKÇİLER
GÜVENCESİZ ÇALIŞMAYA
“HAYIR” DEDİ
Mitingde yapılan konuşmalarda Hükümet’in 4/B, 4/
C, taşeron, özel istihdam büroları, Torba Yasa, kıdem
tazminatının budanması gibi güvencesizleştirme
politikalarına gittikçe daha fazla ağırlık verdiği ve emekçilerin bunların gerçekleşmesini engelleyeceği vurgusu yapılırken; emekçilerin siyasete müdahale etmesinin önemi üzerinde duruldu. Yapılan konuşmaların
ardından miting, Aydoğan Topal’ın seslendirdiği
Karadeniz şarkılarıyla son buldu.
Sendikamız da Mitinge Katıldı
Direnişte Olan İşçiler Miting Alanındaydı
Ontex, Canbebe, Selçuk Üniversitesi, Polatlı
Duatepe Devlet Hastanesi ve PTT taşeron işçileri mücadelelerinin devam edeceğini ifade ettiler. Sabiha
Gökçen Havalimanı’nda işten atılan işçiler, işe dönüş
mücadelelerinin; güvenceli çalışma haklarını elde
edene kadar süreceğini vurguladılar. Casper işçileri de
“İşten atılan işçiler geri alınsın, sendikal haklarımız tanınsın” pankartı ve dövizleri ile alandaydılar.
Ankara Şubemizin Genel Kurulu’nun gerçekleştirildiği 3 Nisan günü; Genel Başkanımız Yakup Akkaya,
Genel Sekreterimiz İsmail Hakkı Kütükcü, Genel Mali
Sekreterimiz İlhami Çelik, Genel Eğitim Sekreterimiz
Menderes Çadır, Genel Teşkilatlandırma Sekreterimiz
Reyhan Mutlu, İstanbul Şube Başkanımız Levent
Dinçer, İzmir Şube Başkanımız Yılmaz Yurteri de, üyelerimiz ile birlikte “Güvencesiz Çalışmaya Hayır” mitingine katıldılar.
Dev Sağlık-İş üyesi bir işçi ile Birleşik
Metal-İş üyesi bir işçi tarafından okunan
miting bildirisinde temel talepler şu şekilde
sıralandı:
*4/B, 4/C, 50/D, sözleşmeli, ücretli, vekil
gibi tüm güvencesiz çalışma kategorileri
kaldırılsın.
*Taşeron çalıştırma yasaklansın.
*İnsanca yaşayacak bir asgari
ücret.
*Tüm çalışanlar için iş güvencesi
ve sosyal güvence.
*Tüm çalışanlar için sendika ve
grev hakkı.
basın-iş gündem / mayıs 2011
(16)
sendikamızdan
Çiğli Belediyesi Eski Meclis Toplantı
Salonu’nda 20 Mart 2011 tarihinde yapılan
Şube Genel Kurulumuz, sendikamız Basın-İş’e
yakışır bir düzey ve olgunlukta gerçekleşti.
Genel Kurul Divanı’nın oluşturulmasından
sonra ilk konuşmayı yapan İzmir Şube Mali
Sekreteri Turgay Güler “2006 yılında hepimiz elimizi taşın altına koyarak bir örgütlenme süreci
yaşadık. O dönem sayıları 30-35 civarında olan
bayan arkadaşlarımızla beraber omuz omuza
bir örgütlenme çalışması yürüttük ve sonunda
başarılı olduk. Örgütlenme sürecinden sonra
bu bizim ikinci Genel Kurulumuz oluyor. Genel
Kurulumuzun hepimize hayırlı olmasını diliyor,
herkese teşekkür ediyorum.” dedi.
Turgay Güler’in konuşmasının ardından
Sendikamız Genel Başkanı Yakup Akkaya bir konuşma yaptı. Konuşmasında son sekiz yıllık AKP
dönemini çalışma hayatı açısından değerlendiren Yakup Akkaya; AKP tarafından çıkartılan
yasalarla çalışanların pek çok hak kaybına uğradığını dile getirdi. AKP’nin sanayi ile ilgili politikalarını eleştiren Akkaya şunları ifade etti: “8
yıllık AKP iktidarınn sanayileşme politikalarına
baktığımızda; üretimi ön plana alan, işçiyi ise
üretimden sonra değerlendiren bir yaklaşımın
mevcut olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Üretimi
ön plana alan yaklaşımda kuralsızlaştırma, sendikasızlaştırma, esnek çalışma, kayıtdışı çalıştırma karşımıza çıkar. Buradaki tek amaç daha çok
üretim yapmaktır. Bu da yapılırken insan ikinci
plana itilir. İnsan ikinci plana itildiği zaman ise
iş kazaları ile daha yoğun bir şekilde karşılaşılır.
İş kazalarında şu anda dünya ikincisi, Avrupa
birincisiyiz.”
Konuşmasının devamında Genel Başkanımız
Yakup Akkaya; Etapak Ambalaj işyerindeki örgütlenme sürecine değindi ve şunları söyledi:
“Örgütlenme mücadelesi verirken Etapak işçisi
ile ortaklaştık. Siz örgütlendiğinizde yüzde yüz
birlikte hareket ettiğiniz için bu başarıyı elde
ettiniz. Ancak şunu da belirtmek isterim ki;
daha fazla işyerinde örgütlenme gerçekleşti-
(17)
basın-iş gündem / mayıs 2011
remediğimiz sürece, istediğimiz düzeyde toplu
iş sözleşmesi imzalama şansımız ne yazık ki olmayacaktır.” Etapak işçisine ve İzmir Şubesi’ne
yakışır bir kongre yaşandığını söyleyen Akkaya;
“İzmir Şubesi’nin daha da büyümesi, işyerinde
barış, huzur ve arkadaşlık duygusunun gelişmesi için önünüze bakarak sevgi ve saygı içinde
daha çok çalışmamız gerekmektedir” dedi.
Yakup Akkaya’nın ardından söz alan Ankara
Şube Başkanımız Savaş Nigar ise, geride bıraktığımız dört yıl içerisinde Türkiye işçi sınıfının
çeşitlenen ve gelişen eylemliliğine rağmen
emekçilerin hakları açısından pek çok hak kaybının yaşandığını vurguladı ve İzmir’de bulunan
diğer ambalaj fabrikalarında örgütlenmenin
Etapak işçilerinin katkıları ile mümkün olabileceğini belirtti.
İstanbul Şube Başkanımız Levent Dinçer de
konuşmasında önümüzdeki aylarda daha büyük hak kayıplarının gündeme geleceğini ve
bunların karşısında durabilmek için iç ve dış örgütlülüğümüzü güçlendirmemiz gerektiğini vurguladı ve “Buradan sizlere Amcor İstanbul işçilerinin mesajını iletmek istiyorum. Onlar, İzmir
Şube’nin Amcor örgütlenmesi çalışmasında her
türlü desteği vereceklerini sizlere iletmemi istediler” diyerek konuşmasını bitirdi.
20 Mart 2011 günü İzmir Şube Başkanı
seçilen Yılmaz Yurteri; genel kurulda yaptığı
konuşmada sendikacıların yapması gerekenler
üzerinde durdu ve şunları ifade etti: “Hiçbir
temsilci, yönetici ve sendikacı; işveren vekilinin,
iyi ve olumlu yaptığı icraatlar üzerinden, yola
çıkarak görev yapmaz. Her temsilci, yönetici
ve sendikacı işveren erkinin; yapmadıkları,
yapamadıkları ve yanlışlıkları üzerinden
hareketle, görevini icra eder. Sendikaların
varoluş nedeni de budur. Bu nedenler ortadan
kalkmadığı sürece, sendikalar var olmaya devam edecektir. Sendikalar, ezilen işçi sınıfının,
savunucusu ve bayrağı olacaktır.”
Mİ
2011-2015 DÖNE
RULU
İZMİR ŞUBE YÖNETİM KU
YURTERİ
ŞUBE BAŞKANI : YILMAZ
AT BERK
ŞUBE SEKRETERİ : MUR
ŞUBE MALİ SEKRETERİ:
İLHAN KARABAĞ
RULU
İZMİR ŞUBE DENETİM KU
HAKAN KARAKURT
GÜRHAN AYHAN
NECDET KUNDAK
RULU
İZMİR ŞUBE DİSİPLİN KU
ARSLAN GÜNGÖREN
ERDİNÇ ÇELİK
OLCAY DAŞDEMİR
basın-iş gündem / mayıs 2011
(18)
sendikamızdan
Ankara Şubemizin Olağan Genel Kurulu; 3 Nisan
2011 günü, Türk-İş Toplantı Salonunda yapıldı. Birlik
ve beraberlik vurgusunun ön plana çıktığı Genel
Kurulumuz; barış ve huzur ortamında gerçekleştirildi.
Genel Kurul’un ilk konuşmasını yapan Ankara
Şube Başkanımız Savaş Nigar; geçtiğimiz 4 yıllık döneme ilişkin bir değerlendirme yaparak, şunları söyledi: “Geçtiğimiz dört yıl adeta meydanlarda sokaklarda geçti. Eğitim ve konferanslarda gelişmeleri tartıştık. Ama karşılığında “yollar yürümekle aşınmaz”
dendi, “bunların tuzu kuru bağırıyorlar” dendi, “iş
bulmuşlar daha ne istiyorlar” dendi. Hatta TEKEL
direnişinde, “Sizin sayınız kaç, senin kaç üyen var,
üyen kadar konuş” diyebilen, polis şiddetiyle bizleri
sindirmeye çalışan bir zihniyetle, işçinin sorunlarını
görmezden gelen, “dediğim dedik” diyen ve tüm
emekçilerin sorunlarına kulak tıkayan bir zihniyetle karşı karşıya kaldık.” Yeni bir sendikal geleneğin
inşasının bugün en acil ihtiyaçlardan biri olduğuna
değinen Nigar; “Hiçbir iktidar ve hiçbir sermaye siz
talep etmediğiniz ve mücadele etmediğiniz sürece
kendiliğinden bir şey vermez. Bu nedenlerle, ‘plansız, programsız, stratejik yaklaşımdan yoksun olarak
sadece sokağa, meydana çağrı’ şeklinde bir sendikacılık anlayışını da, ‘aidat verdim, emek verdim, biraz
da yesem, nimetlerinden yararlansam ne olur’ anlayışını da yıkmak gerekiyor. ‘Beni karıştırma, ama
sendika olarak, temsilci ve yönetici olarak sen yap’
anlayışını yıkmak gerekiyor. ‘Bugüne kadar yürüdük
de ne oldu’ anlayışını yıkmak gerekiyor. Önümüzde
bir dönem var ve bu dönemde ben ve arkadaşlarım,
yakıcı sorunlar karşısında etkili bir sendikal mücadele için, deneyimlerden ve tecrübelerden yararlanarak birlikte yeni bir sendikal gelenek inşa etmek için
kararlıyız.” dedi.
Savaş Nigar’ın ardından Genel Başkanımız Yakup
Akkaya bir konuşma yaptı ve konuşmasında çalışanların son yıllarda uğradıkları hak kayıplarına
değindi. İşsizlik sigortası fonunun amacının dışında
kullanılmasını eleştiren Akkaya şunları kaydetti:
“Bildiğiniz gibi işsizlik sigortası fonu uygulaması; işsiz kalındığı zaman, hiç olmazsa iş buluncaya kadar
işçilerin, emekçilerin geçimlerini sağlayacak asgari
düzeyde bir gelir elde etmesiyle ilgili getirilen bir
düzenlemedir. Ancak, ne yazık ki işsizlik sigortası
fonundan emekçilerin yararlanması pek mümkün
olamadı. Öncelikle bu fondan yaralanma koşulları
(19)
basın-iş gündem / mayıs 2011
ağırlaştırıldı. Daha sonra işverenleri krizden kurtarmak amacıyla bu fondan kaynak aktarıldı. Bu
kaynak aktarımı da “işçilerin maaş ve SSK primlerini ödemede güçlük çeken işverene destek” adı
altında yapıldı. Diğer taraftan istihdam yaratılacak
söylemleriyle, yine bu fondan GAP’a kaynak aktarımı gerçekleştirildi. En son olarak işsizin parasına
bir kez daha el uzatılarak; Şubat ayında yasalaşan
torba yasa ile daha önce işverenlere işsizlik sigortasından aktarılan ve yüzde 30 olan payın; yüzde
50’ye kadar artırılabilme yetkisi Bakanlar Kurulu’na
verilmiş oldu.”
Genel Başkanımız Yakup Akkaya’nın ardından
konuşma yapan İstanbul Şube Başkanımız Levent
Dinçer; örgütlü kesimler olarak işçi sınıfının daha
fazla sorumluluğu olduğunu söyledi ve şunları ekledi: “Bizlerin, işçi sınıfının örgütlü kesimleri olarak
daha fazla sorumluluğumuz var. Yürütülecek mücadelede en önde durmak ve yol açmak zorundayız.
Gerek toplu iş sözleşmelerimizde, gerek gündeme
gelecek olan emek düşmanı yasal düzenlemelerde yürütülecek mücadele her zamankinden daha
önemli olacak. Baskısı yapılmayan kitapların yasak
edildiği bir ülkede işçilerin haklarını koruması, yeni
kazanımlar elde etmesi için örgütlülüğüne sımsıkı
sarılması gerekir. Örgütümüze, örgütlülüğümüze
sımsıkı sarılalım ki, mevcut toplu iş sözleşmelerimiz
basılmamış yasak kitaplara dönmesin.”
Ankara Şube Olağan Genel Kurulu’nda İzmir
Şube Başkanımız Yılmaz Yurteri de bir konuşma
yaptı ve hükümetin gündeminde bulunan Ulusal
İstihdam Stratejisi ile getirilmek istenen yeni düzenlemelerden bahsetti: “Ulusal İstihdam Stratejisi
ile amaçlanan kıdem tazminatını kaldırmak veya
fona devretmektir. Yoğun işgücü ve esnek üretim
modeli, bölgelere göre asgari ücret uygulaması,
kiralık işçi büroları eli ile sosyal güvencesiz işçiler
yaratılması, taşeronlaşmanın önü açılarak daha
yaygın ve yasal hale getirmesi bu proje kapsamında
karşımıza çıkmaktadır. Mecliste kabul edilen ‘torba
yasa’larla da, işçiler köleliğe bir adım daha yaklaşmıştır. Bunlar karşısında işçiler de işçi sınıfı birlik ve
beraberliğini koruyup saflarını güçlendirmelidir. İşçi
sınıfı, sendikal hareketi içinde bulunduğu küçülmeden ve krizden çıkarmak için var gücüyle çalışmalı,
örgütlü söylem ve örgütlü eylem birliği içinde mücadele etmelidir.”
NEMİ
2011-2015 DÖ
N
ANKARA ŞUBE YÖ
ETİM KURULU
VAŞ NİGAR
ŞUBE BAŞKANI: SA
YASİN ÇAĞLAR
ŞUBE SEKRETERİ:
MEHMET ALİ ZARA
ŞUBE MALİ SEKR.:
.: İLHAN ÖZTÜRK
ŞUBE EĞİTİM SEKR
YLI
.: HABİB ÖMER ÇA
KR
SE
L.
ŞK
TE
BE
ŞU
ETİM KURULU
ANKARA ŞUBE DEN
HİKMET AYTAR
NACİ KARAELMA
FARUK KURT
İPLİN KURULU
ANKARA ŞUBE DİS
ALİ BAĞÇACI
SAVAŞ KELEŞ
LÜTFİ SUNGUR
basın-iş gündem / mayıs 2011
(20)
sendikamızdan
İstanbul Şubemizin Olağan Genel Kurulu; 10 Nisan
2011 günü, Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi’nde yapıldı. Genel Kurul’un açılış konuşmasını yapan İstanbul
Şube Sekreteri Arif Kantarcı; Genel Kurul’un Türkiye
işçi sınıfı açısından zor bir dönemden geçilen bir
dönemde gerçekleştiğini ifade etti ve “Umuyorum
ki genel kurulumuz önümüzdeki dönemde karşı karşıya kalacağımız saldırılara karşı bizi güçlendirecek,
birliğimizi dayanışmamızı, sendikal örgütlüğümüzü
sağlamlaştıracak bir nitelik taşıyacaktır” dedi.
Divanın oluşturulmasının ardından, İstanbul Şube
Genel Kurulumuz, Genel Kurul’a katılamayan Genel
Başkanımız Yakup Akkaya’nın mesajının okunması
ile devam etti. Yakup Akkaya mesajında “Genel
Kurul süreci nasıl biterse bitsin yeni dönem başladığında birliğimizi, beraberliğimizi, dayanışma ve
mücadele anlayışımızı korumak çok önemli. Karşı
karşıya kalacağımız sorun ve saldırılara karşı etkin
ve başarılı şekilde cevap verebilmemiz buna bağlı.
Birbirimize kenetlenmeden hayat standartlarımızı
yükseltmenin ve demokratik haklarımızı koruyup
geliştirmemizin imkanı yok. Bu duygu ve düşüncelerle; başarılı, sendikal birlik ruhuna yakışan, sonucu sendikamıza ve Türkiye emek hareketine katkı
koyan bir genel kurul geçirmenizi diliyorum.” dedi.
Yakup Akkaya’nın mesajının okunmasının ardından kürsüye gelen, İstanbul Şube Başkanımız Levent
Dinçer geçtiğimiz dört yıllık dönemi değerlendirerek
şunları söyledi: “Görevde bulunduğumuz son dört
yılda ülkede son derece önemli gelişmeler yaşandı. Sekiz yıllık iktidarı boyunca AKP, ülkeyi köklü bir
dönüşüme tabi tutarken, işçi sınıfı bu dönüşümde
büyük bir yıkıma uğradı. Dört yıl öncesine göre daha
piyasacı bir ülkede yaşıyoruz. Dört yıl öncesine göre
daha liberal bir ülkedeyiz artık. Sağlık ve eğitim başta olmak üzere tüm kamu hizmetlerinin adım adım
paralı hale geldiği bir ülkedeyiz bugün. Köklü bir dönüşüm bu. Bu dönüşüm sermayenin ihtiyaçlarını karşıladı. İşçi sınıfı ise bu dönüşümün altında bırakıldı.
Dört yıl öncesine göre işçiden daha fazla alınıp, patronların cebine daha fazla konulan bir ülkedeyiz artık.” Örgütlenmenin gün geçtikçe hem daha önemli,
hem de daha zor bir hale geldiğini vurgulayan Levent
Dinçer “Önümüzdeki dönemde de, örgütlenme başlığında hepimize daha fazla iş düşeceği açık. Bu yalnızca sendika yönetimindeki arkadaşlarımızın değil,
tüm üyelerimizin hissetmesi gereken bir sorumluluk.
İç ve dış örgütlenmemizi artırdıkça, gücümüzü de
artıracağımız açıktır. Toplu sözleşmelerde de, yaptığımız eylemlerde de, işyerlerinde işverenle yaptığımız
(21)
basın-iş gündem / mayıs 2011
görüşmelerde de, taleplerimizi hayata geçirebilmemizin yolu, gücümüzü artırmaktan geçiyor.” dedi.
Ankara Şube Başkanımız Savaş Nigar da yaptığı konuşmada en büyük kayıpların 2008 yılında çıkarılan
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu
ile başladığını, referandumla devam ettiğini, en son
olarak torba yasa ile emekçilerin pek çok hakkının
alındığını ifade etti. Seçimlerden sonra bu sürecin
kıdem tazminatı hakkının gaspı ile devam edeceğini
söyleyen Nigar; son dönemde artan iş kazalarına
değindi ve şunları kaydetti: “Kar etmekten başka bir
şey düşünmeyen taşeronlar ve bunları yeteri kadar
kontrol etmeyen yetkililer yüzünden başta maden
ocakları olmak üzere, tersanelerde, Ankara OSTİM’de
onlarca emekçi ne yazık ki yaşamlarını yitirdi. Ve halen bu ülkede toprak altında bedenleri çıkartılmayı
bekleyen emekçi kardeşlerimiz var.”
İzmir Şube Başkanımız Yılmaz Yurteri de bir konuşma yaparak, işverenler hızla örgütlenirken, işçilerin örgütlü oldukları sendikaların küçülmesinin
kaygı verici ve düşündürücü olduğunu ifade etti
ve şunları söyledi: “İş, patronların hak ve taleplerine geldiği zaman, dikkat edin odalar kuruyorlar,
dernekler kuruyorlar. Hatta sendikalar kuruyorlar.
Bunlar da bizim yasal ve Anayasal hakkımız diyorlar. Ama iş, işçilere gelince, zorlama, dayatma,
tehdit, şantaj, işten çıkarma taktikleri uyguluyorlar. Bu nedenle işçiler sendikal hareketi, içinde
bulunduğu küçülmeden, krizden çıkarmak için var
gücüyle çalışmalı ve örgütlü söylemi, örgütlü eyleme dönüştürmelidir.”
Genel Kurulda Şube Başkanlığı için aday olan
İbrahim Kılıç da yaptığı konuşmada birlik ve beraberliğin önemine değinerek şunları söyledi: “Seçim sonuçları ne olursa olsun, sandıktan hangi arkadaşımız
çıkarsa çıksın, biz yıllardır bu camianın içinde görev
aldık. Mücadele ettik. Bundan sonra da mücadele
edeceğiz. Seçilen arkadaşlarımız kim olursa olsun,
omuz omuza mücadelenin içinde yer alacağız.” dedi.
İstanbul Şube Genel Kurul Delegesi olan Ali Şimşek
ise yaptığı konuşmada, 12 Haziran Genel Seçimlerine
dikkat çekerek, önümüzdeki seçimlerin biz emekçilerin geleceğini şekillendirecek bir seçim olduğunu
vurguladı.
Son olarak söz alan Genel Merkez Denetim
Kurulu Üyesi Hakan Yüksekal; kendilerini DMO’ya
ilişkin bir mücadele sürecinin beklediğini söyleyerek, sendikamızın DMO’da yaşanan sürece ilişkin
bugüne kadar attığı adımları anlattı.
yakın plan
2011-2015 DÖNE
Mİ
İSTANBUL ŞUBE YÖNETİ
M
ŞUBE BAŞKANI: LEVENT
KURULU
DİNÇER
ŞUBE SEKRETERİ: ARİF KA
ŞUBE MALİ SEKRETERİ:
ÇE
ŞUBE EĞİTİM SEKR.: AB
NTARCI
TİN AKYAYLA
DULKADİR ERGİN
ŞUBE TEŞKL. SEKR.: AHM
ET
ÖZBAKIR
İSTANBUL ŞUBE DENETİ
M
OKTAY ALTUN
KURULU
NAİM DEMİR
İHSAN KARAKUŞ
İSTANBUL ŞUBE DİSİPLİN
SALİH AFACAN
KURULU
SAFFET GÜNAY
ERDİNÇ ŞAHİN
basın-iş gündem / mayıs 2011
(22)
ülkenin gündemi
basından
DOKUNAN
YANARSA,
DOKUNACAĞIZ!
Ergenekon davası, gazetecilere yönelik son
operasyonlarla yeniden gündeme gelirken,
ülkemizde hukukun ne kadar ayaklar altına
alındığı da bir kez daha görülmüş oldu.
Ülkemizde ilk kez, basılmayan bir kitap toplatıldı.
Radikal Gazetesi basılırken, bilgisayarında kitabın
kopyasını bulunduranlar dahi itham edildi. ‘İleri
demokrasi’ denilen rejimimizde, basılmamış kitaplar
tutuklanmak için yeterli gerekçe kabul edildi.
Ergenekon, Balyoz gibi davaların da dönüşümün
bir aracı olarak kullanıldığı ülkemizin medyasının
suskun, gazetecisinin yandaş, halkının sindirilmiş
olması hedefleniyor.
Gerici uygulamalara, tarikatlara, yolsuzluklara,
hukuksuzluklara dokunan, akıl almaz suçlamalarla
yakılıyor. 2 bine yakın gazeteci yargılanıyor, 4 bine
yakını soruşturma altında, 68 gazeteci cezaevinde.
Bu gelişmeler üzerine, sokağa çıkan ve özellikle İstanbul ve Ankara’da kitlesel eylemler
gerçekleştiren gazetecilerin eylemlerinde de
öne çıkan sloganlardan biri ‘Dokunan yanarsa,
dokunacağız!’ oldu.
Gazetecilerin haber hazırlamak için kullandığı
belgelerin, yaptıkları görüşmelerin suç delili olarak kullanılması, örgütsel faaliyet olarak gösterilmesi Ergenekon sürecinde sık yaşanan bir durum haline geldi.
Öte yandan, Radikal Gazetesi Muhabiri
Ertuğrul Mavioğlu ile Ahmet Şık’ın birlikte yazdığı
ve Ergenekon davası sürecini incelediği ‘Kırk
Katır Kırk Satır’ kitabının yargılandığı davanın
duruşması 14 Nisan günü Kadıköy Adliyesi’nde
görüldü. Yoğun yağmura rağmen yüzlerce kişinin
destek için toplandığı duruşmaya, ‘cezaevinde
nakil aracı bulunmadığı’ gerekçesi ile Ahmet Şık
getirilmedi.
AKP Döneminde Medyaya Yönelik Baskılar
Gazetecilerin yıpranma hakkı elinden alındı.
Muhalif gazeteciler tutuklandı.
Siyasi şantaj yoluyla gazeteciler işten atıldı.
Çok yüksek miktarlarda vergi cezaları kesildi ve büyük medya
bunların üzerinden de teslim alınmak istendi.
Başbakan gazetecilere ve karikatüristlere yüzlerce tazminat
davası açtı, çoğunu kaybetti.
Başbakanlıkta akreditasyon yasakları ve sipariş soru dönemi başladı.
Muhabirler, köşe yazarları patronlara şikayet edildi.
Tayyip Erdoğan, yolsuzlukların haber yapılmadan önce belge ve
bilgilerle birlikte kendisine getirilmesi talimatını verdi.
Bizzat Başbakan tarafından, basına yönelik boykot çağrısı yapıldı.
(23)
basın-iş gündem / mayıs 2011
emekçinin gündemi
İŞÇİ SINIFININ ULUSLARARASI BİRLİK MÜCADELE VE DAYANIşMA GÜNÜ
1 MAYIS 2011’de GÖRKEMLİ eylemlere sahne oldu!
Türkiye İşçi Sınıfı 2011 1 Mayıs’ında Alanlara Aktı. Üyelerimiz ve tüm emekçiler açısından görkemli bir 1 Mayıs
yaşadık. Üyelerimiz düzenlenen mitinglere özellikle İzmir ve Düzce’de aileleriyle birlikte kitlesel katıldı. Bu yıl 1
Mayıs sendika ve meslek örgütlerinin ortak çağrıları ile “Emek, Barış, Demokrasi ve Özgürlük” ortak sloganıyla,
yasak ve baskıların olmadığı bir ortamda ve tüm illerde ortak meydanlarda kutlandı. Genç-yaşlı, kadın-erkek, işçi,
memur, öğrenci, emekli, Türkiye genelinde milyonlar baskının ve sömürünün olmadığı daha adil, eşit ve yaşanabilir
bir dünya taleplerini haykırmak için alanlara indi.
Güvencesizliğe, taşeron uygulamalarına, esnekliğe, AKP iktidarına, baskı ve antidemokratik uygulamalara, özellikle özgür basına yönelik tehdit, yasak ve tutuklamalara, örgütlenme mücadelesi veren işçilerin karşı karşıya kaldığı
ihlallere ve sınav rezaletlerine, nükleer enerji girişimlerine, HES’lere ve sağlık sisteminin piyasalaştırılmasına, kısaca
her alanda geleceğimizin güvencesizleştirilmesine karşı tepkilerimizi alanlara taşıdık. Bu yıl 1 Mayıs’a “Güvenceli
Gelecek” talebi damgasını vurdu.
Memurlar ve sözleşmeliler için toplu sözleşme hakkı, parasız, şifresiz, bilimsel, anadilde eğitim, siyasi tutuklulara
serbestlik, siyasi yasakların ve barajların kalkması, iş cinayetlerinin ve kadına yönelik şiddetin durdurulması belli
başlı diğer talepler arasındaydı.
“Yaşasın 1 Mayıs”, “Biji Yek Gulan”, “Yaşasın Sınıf Dayanışması”, “Kurtuluş Yok Tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiç
Birimiz”, “İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek”, “Yaşasın Halkların Kardeşliği”, “Yansak da Dokunacağız” vb sloganlar
ortak sloganlarımızdı.
(24)
emekçinin gündemi
TÜRK-İŞ, DİSK, KESK, HAK-İŞ, TEB, TMMOB ve
MEMUR-SEN tarafından ortak örgütlenen 2011
1 Mayısı’nda, merkezi eylem, yıllar süren mücadelenin ardından tekrar alınan Taksim 1 Mayıs Alanı idi.
TAKSİM İSTANBUL
Kimilerine göre 500 bini hayli aşkın, kimilerine
göre yüzbinler, ama tartışmasız en geniş katılımlı
en renkli 1 Mayıs kutlaması Taksim’de yapıldı.
Düzenleyici örgütlerle birlikte çeşitli sendikalara,
konfederasyonlara, siyasi parti ve gruplara, meslek
örgütlerine, derneklere, insiyatiflere, kollektiflere
mensup yüzbinler dört koldan Taksim’e aktı. Kitleler,
ayrım gözetmeksizin, omuz omuza, türkülerle
marşlarla halay çekti. DİSK tarafından 34 yıldır
saklanan tarihi 1 Mayıs afişi AKM önüne asıldı.
Düzenleyici örgütlerin temsilcileri, Kazancı Yokuşu’nda
hayatını kaybedenler için kırmızı karanfil bıraktı; saygı
duruşunda bulundu. Ardından karanfillerle yazılmış 1
Mayıs çelengi Taksim Anıtı’na bırakıldı.
İstanbul Şubemize bağlı işyerlerimizden gelen
üyelerimiz, temsilci ve yöneticilerimiz de Türk-İş
Kortejindeki yerlerini aldılar. Milletvekili adayı olan
Genel Başkanımız Yakup Akkaya ve emekli olmuş
üyelerimiz de Basın-İş kortejine katılanlar arasındaydı.
Yürüyüş kolları, ‘’Emek, Barış, Özgürlük ve Demokrasi
İçin 1 Mayıs’’ yazılı pankartının arkasında yürüdü.
Emekçiler alana akarken, meydanda bu yıl Türkçe,
Kürtçe, Ermenice şarkılar, marşlar çalındı, 1 Mayıs
mücadelesi anlatıldı, kürsünün iki yanında kurulan dev
ekranlardan belgeseller anlatımlara eşlik etti.
Miting başladığında 1 Mayıs mücadelesinde
(25)
basın-iş gündem / mayıs 2011
katledilenlerin adları tek tek okundu. Alandan
“aramızda” sesi yükseldi.
Ruhi Su Dostlar
Korosu’nun seslendirdiği 1 Mayıs Marşına bütün
alan eşlik etti. Güvencesizliğe karşı mücadele ve
demokrasi vurgusunun öne çıktığı ortak 1 Mayıs
Bildirisi sendikalaşma mücadelesi veren üç direnişçi
işçi tarafından okundu ( Tam metni 26. sayfadan
okuyabilirsiniz). Kürtçe ve Türkçe okunan bildirilerin
ardından, Grup Yorum, Kardeş Türküler ve Agîre
Jiyan’ın söylediği Türkü ve şarkılar eşliğinde yüzbinler
halaya durdu. Konserlerin ardından miting son buldu.
SIHHİYE ANKARA
1 Mayıs Ankara’da da coşkuyla kutlandı. Ankara’da
binlerce kişinin katıldığı 1 Mayıs eyleminde güvenceli
iş insanca yaşam sloganı öne çıktı. TÜRK-İŞ, DİSK,
KESK, HAK-İŞ, TEB, TMMOB ve MEMUR-SEN’in ortak
oluşturduğu kortej öncülüğünde Ankara Tren Garı
önünde toplanan, pek çok farklı sendika, dernek,
örgüt, insiyatif ve parti oluşumlarından onbinlerce
emekçi halaylar çekerek Sıhhiye Meydanına aktı.
Eyleme, Genel Merkez yöneticilerimiz, Ankara Şube
yöneticilerimiz, temsilci ve üyelerimiz ile emekli
üyelerimiz Ankara Şube pankartı ile katılım sağladı.
Ellerinde, “Taşeron karanlıktır”, “İnsanca iş, insanca
gelir”, “Toplu sözleşme ve grev haktır” yazılı pankartlarla; dillerinde “Faşizme karşı omuz omuza”, “Hak
verilmez alınır” sloganları ile toplanan emekçiler hükümetten “iş ve aş” talebinde bulundu. Barınma Hakkı
Meclisi üzerinde “Ne villa ne saray, barınacak ev istiyoruz” yazılı maket ev ile ilgi odağı oldu.
Miting, Grup Kibele’nin seslendirdiği ve onbinlerin
emekçinin gündemi
eşlik ettiği 1 Mayıs Marşı ile başladı. Ardından tertip
komitesi adına konuşmalar yapıldı ve ortak bildiri
okundu. Konuşmaların ardından Grup Kibele marşlar
ve türküler ile alanda büyük coşku yaşattı. Son olarak
tertip komitesinin emekçileri selamlamasının ardından
miting son buldu.
GÜNDOĞDU İZMİR
İzmir’de TÜRK-İŞ, DİSK, KESK, KAMUSEN ve
TMMOB tarafından ortak düzenlenen kutlamaların
adresi Gündoğdu Meydanı’ydı. Düzenleyici örgütlere
ve pek çok farklı siyasi gruba, dernek, parti ve
örgütlere mensup emekçiler ile öğrenciler Gündoğdu
meydanına, dört koldan kortej oluşturarak yürüdüler.
İzmir’de de güvencesiz çalışma, taşeron uygulamaları
ile AKP politikaları hedefteydi. Bu 1 Mayıs İzmir
Şubemizin yönetici, temsilci ve üyesiyle en kitlesel
katıldığı 1 Mayıs oldu. Üyelerimiz aileleriyle katıldı.
Kortejimize çocuklarımız öncülük etti.
Miting alanında Taksim’de olduğu gibi, 1977 1
Mayıs kutlamalarından günümüze 1 Mayıslarla
özdeşleşen “zincirlerini kıran işçi” pankartı açıldı.
Ortak Bildiri okunduktan sonra, Petrol-İş Sendikası
Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın, dil, din, ırk, renk ve
cinsiyet ayrımı gözetmeksizin emeğe saygılı bir kimlik
edinmek istediklerini belirtti. Öztaşkın, “Vatandaşlık
tanımlamalarının yeniden yapıldığı, taşeronlaşmaya
karşı olan yeni bir anayasayı, emeğin anayasasını
istiyoruz” dedi. Miting, konuşmaların ardından verilen
konser ve çekilen halaylardan sonra sona erdi.
ANITPARK DÜZCE
1 Mayıs Eylemi düzenleyici örgütlerin yanısıra
çeşitli siyasi parti, grup, dernek ve demokratik kitle
örgütü üyesi emekçilerin ve öğrencilerin katılımıyla
Düzce Belediyesi önünde başladı. Bu 1 Mayıs Düzce
Temsilciliğimizin en kitlesel katıldığı 1 Mayıs oldu.
Çocukları ile katılan üyelerimiz vardı. Emekçiler, Anıtpark’a kadar “Yaşasın 1 Mayıs İşçi Bayramı”, “Yaşasın
Sınıf Dayanışması”, sloganları ile yürüdü. 1 Mayıs
şehitleri için saygı duruşu ile başlayan programda,
Sendikamız Düzce Temsilcisi olan ve 1 Mayıs Düzce
Tertip Komitesi Başkanı olan Ali Güler, İşçi Bayramı’nı
kutlayarak;
“Bu ülkenin emekçileri olarak tüm dünya emekçileriyle birlikte 1 Mayıs’tayız, emeğin bayramındayız. 1 Mayıs 2011’i güvencesiz, kuralsız çalışmanın
yaygınlaştığı koşullarda karşılıyoruz. İşçiler kölelik
düzenine mahkum ediliyor. Sendikasızlaştırma
yaygınlaşıyor. Örgütlenen işçiler işten atılıyor.
İş kazası adı verilen cinayetler durmak bilmiyor.
Biz sosyal adalet, eşitlik ve demokrasi istiyoruz.”
dedi. Konuşmaların ardından Emekçiler türkü ve marşlar eşliğinde halay çekti, sloganlarla talep ve protestolarını dile getirdi.
1 Mayıs 2011’de Türkiye’nin her tarafında coşkuyla
kutlandı. Ardanuç’ta 32 yıl aradan sonra ilk defa
kutlandı. Adana, Antalya, Denizli, Trabzon’da kitlesel
kutlamalar oldu. Karadeniz’de HES karşıtı talep ve
protestolar, doğu ve güneydoğuda demokrasi, eşitlik
ve anadilde yaşam talebi, tüm illerde parasız eğitim
ve sağlık, güvenceli çalışma, kadına karşı şiddete son,
eşit işe eşit ücret vb talepler bu yıl yapılan 1 Mayıs
mitinglerine damga vurdu.
basın-iş gündem / mayıs 2011
(26)
emekçinin gündemi
1 MAYIS
EMEKÇİLERİN ULUSLARARASI BİRLİK, MÜCADELE VE DAYANIŞMA GÜNÜ
KUTLU OLSUN!
Bizler bu ülkenin işçileri, kamu emekçileri, meslek sahipleri, emeklileri, işsizleri, yoksulları,
kadınları, gençleri olarak, tüm dünya emekçileriyle birlikte 1 Mayıs alanlarında, emeğin
bayramındayız.
Barış için, özgürlük için, demokrasi için, saygın bir iş için, savaşsız bir dünyada sömürüsüz,
baskısız, insan onuruna yaraşır bir yaşam için birlikteyiz. Sosyal adalet, eşitlik, bağımsızlık
ve sendikal haklarımız için 1 Mayıs 2011’de, başta Taksim olmak üzere tüm alanlarda, omuz
omuzayız.
1 Mayıs 2011’i güvencesiz, esnek, kuralsız çalışmanın, taşeronlaşmanın yaygınlaştırıldığı
koşullarda karşılıyoruz. Emekçilerin yarısı kayıt dışında çalışıyor, sendikal örgütlenmenin önündeki
engeller korunuyor ve örgütlenen işçiler işten atılıyor. İş kazası adı verilen iş cinayetleri durmak
bilmiyor. Torba Yasa ile her alanda emekçilerin hak ve çıkarları geriye götürülmek isteniyor.
Biz sosyal adalet, eşitlik, özgürlük ve demokrasi istiyoruz. Biz, özgürlükçü, eşitlikçi sivil
demokratik bir anayasa ve yasalar için; inanç ve düşünce özgürlüğü için sesimizi yükseltiyor,
özgürlükten, demokrasiden ve sosyal devletten vazgeçmeyeceğimizi bildiriyoruz.
1 MAYIS’TA ALANLARDAN BİR KEZ DAHA HÜKÜMETE ve
İŞVERENLERE SESLENİYORUZ;
İşsizliğin önlenmesini, kıdem tazminatı hakkımızın korunmasını, esnek, kuralsız ve
güvencesiz çalışma biçimlerinden vazgeçilmesini istiyoruz.
İşsizlik Sigortası Fonu’nun amacı dışında kullanılmasına karşı çıkıyoruz.
Sağlık ve sigorta alanındaki mağduriyetlerimizin giderilmesini istiyoruz.
Asgari ücretin insan onuruna yakışır olmasını, vergi adaletsizliğinin giderilmesini istiyoruz.
İş cinayetlerinin önlenmesini, iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin artırılmasını istiyoruz.
Taşeronlaşma ve kayıt dışı ekonominin engellenmesini, özelleştirmelerin durdurulmasını
istiyoruz.
Anti demokratik sendikal yasaların değiştirilmesini, toplu pazarlık ve örgütlenmenin önündeki
engellerin kaldırılmasını istiyoruz.
Kürt sorununun demokratik ve barışçıl bir şekilde çözümünü; din, vicdan ve düşünce
özgürlüğünün toplumun tüm kesimlerine hakim kılınmasını istiyoruz.
Cezaevlerindeki yaşam koşullarının insan onuruna yakışır bir şekilde iyileştirilmesini, ağır
hastaların tahliye edilmesini istiyoruz.
Doğal yaşamın korunmasını ve ekolojik çevrenin katline son verilmesini istiyoruz.
Kadına yönelik şiddetin engellenmesini, istihdamda kadın emeğine daha çok yer verilmesini
istiyoruz.
Engellilerin toplumsal yaşama eşit bireyler olarak katılmasının sağlanmasını istiyoruz.
ÖSYM tarafından yapılan sınavlarda güvenlik ve adaletin kuşkulara yer bırakmayacak şekilde
sağlanmasını istiyoruz.
Biz, 1 Mayıs 1977’ nin aydınlatılmasını ve kaybettiklerimizin faillerinin bulunmasını, adalet
önüne çıkarılmasını istiyoruz.
Biz, Arap halklarının demokrasi mücadelesini destekliyor, onlara yapılan tüm anti demokratik
müdahaleleri kınıyoruz.
İşçiler, Kamu Emekçileri, Emekliler, İşsizler, Yoksullar, Kadınlar, Gençler,
EMEK, BARIŞ, ÖZGÜRLÜK ve DEMOKRASİ İÇİN HAYDİ 1 MAYIS’A!
1 MAYIS BİRLİK, MÜCADELE VE DAYANIŞMA
GÜNÜ TÜM EMEKÇİLERE KUTLU OLSUN
TÜRK-İŞ • HAK-İŞ • DİSK • MEMUR-SEN • KESK • TMMOB • TTB • TEB
(27)
basın-iş gündem / mayıs 2011
23-24 Nisan 2011 tarihleri arasında yapılan Olağanüstü Genel
Kurul sonrası oluşan ÇİMSE-İŞ GN. MERKEZ YÖNETİMİ
Genel Başkan
Genel Sekreter
Genel Mali Sekreter
Genel Örgütlenme Sekreteri
Genel Eğitim Sekreteri
Zekeriye Nazlım
Kazım Belek
Cemil Kaya
Erkan Atar
Cengiz Gözüküçük
16-17 Nisan 2011 tarihleri arasında yapılan Olağan Genel
Kurul sonrası oluşan TÜMTİS GN. MERKEZ YÖNETİMİ
Genel Başkan
Genel Sekreter
Genel Mali Sekreter
Genel Örgütlenme Sekreteri
Genel Eğitim Sekreteri
Kenan Öztürk
Gürel Yılmaz
Seyfi Erez
Cafer Kömürcü
Nurettin Kılıçdoğan
9-10 Nisan 2011 tarihleri arasında yapılan Olağan Genel Kurul
sonrası oluşan GENEL MADEN-İŞ GN.MERKEZ YÖNETİMİ
Genel Başkan
Genel Başkan Yardımcısı
Genel Sekreter
Genel Mali Sekreter
Genel Teşkilat. ve Eğitim Sekreteri
Eyüp Alabaş
Satılmış Uludağ
Behzat Cinkılıç
Muharrem Sarıçam
Osman Tutkun
26-27 Mart 2011 tarihleri arasında yapılan Olağan Genel Kurul sonrası oluşan TEZ-KOOP-İŞ GN. MERKEZ YÖNETİMİ
Genel Başkan
Genel Sekreter
Genel Mali Sekreter
Genel Örgütlenme Sekreteri
Genel Eğitim Sekreteri
Genel Yönetim Kurulu Üyesi
Genel Yönetim Kurulu Üyesi
Osman Gürsu
Hakan Bozkurt
Yalçın Çalışkan
İsmail Aydın
Haydar Özdemiroğlu
M.Adem Can
Ünal Özcan
12-13 Mart 2011 tarihleri arasında yapılan Olağan Genel
Kurul sonrası oluşan SAĞLIK-İŞ GN. MERKEZ YÖNETİMİ
Genel Başkan
Yönetim Kurulu Üyesi
Yönetim Kurulu Üyesi
Yönetim Kurulu Üyesi
Yönetim Kurulu Üyesi
Yönetim Kurulu Üyesi
Hasan Öztürk
Mehmet Demirci
Ali Tepeci
Osman Seyhan
Zülküf Cantürk
Halit Kayalı
sendikalarımızdan
TÜRK-İŞ GENEL KURULUNA DOĞRU
KARDEŞ SENDİKALARIMIZDA GENEL
KURULLAR BİR BİR TOPLANIYOR
5-6 Mart 2011 tarihleri arasında yapılan Olağan Genel Kurul sonrası
oluşan T.DENİZCİLER SENDİKASI GN. MERKEZ YÖNETİMİ
Genel Başkan
Genel Sekreter
Genel Mali Sekreter
Genel Eğitim Sekreteri
Genel Teşkilat Sekreteri
Hasan Pekdemir
Eyüp Kasap
Sinan Günaydın
Cevahittin Yeşiltaş
İrfan Mete
26-27 Şubat 2011 tarihleri arasında yapılan Olağan Genel
Kurul sonrası oluşan BASISEN GN. MERKEZ YÖNETİMİ
Genel Başkan
Genel Sekreter
Genel Mali Sekreter
Genel Örgütlenme ve Eğitim Sekreteri
Genel Toplu İş Sözleşmesi Sekreteri
Metin Tiryakioğlu
Cihanser Keskin
Canan Kayan
Temel Ünlü
Etem Ağdaş
19-20 Şubat 2011 tarihleri arasında yapılan Olağan Genel
Kurul sonrası oluşan TEKSİF GN. MERKEZ YÖNETİMİ
Genel Başkan
Genel Başkan Yardımcısı
Genel Başkan Yardımcısı
Genel Sekreter
Genel Mali Sekreter
Nazmi Irgat
M.Metin Kır
Ali Seyvan
Mustafa Burgaz
İbrahim Öner
12-13 Şubat 2011 tarihleri arasında yapılan Olağan Genel
Kurul sonrası oluşan TARIM-İŞ GN. MERKEZ YÖNETİMİ
Genel Başkan
Genel Sekreter
Genel Mali Sekreter
Bedrettin Kaykaç
Mustafa Çardakçı
İlhami Polat
Göreve Gelen Arkadaşlarımıza Başarılar Dileriz!
ÇİĞLİ İŞÇİ KURULTAYI YAPILDI
Çiğli Organize Sanayi Bölgesi işçilerinin,
fabrika toplantıları, ev toplantıları ve bülten dağıtımlarıyla 1 ay boyunca çalışmalarını sürdürdüğü Çiğli İşçi Kurultayı, 20’nin
üzerinde fabrikadan 250 işçinin katılımıyla
10 Nisan 2011 günü gerçekleştirildi.
Petrol-İş Aliağa Şubesi, Tek Gıda-İş, Deri-İş, Birleşik Metal-İş,
Haber-Sen, Yapı Yol-Sen İzmir Şube başkanlarının da aralarında
bulunduğu çok sayıda sendika yöneticisi ve işyeri temsilcisi
kurultayı izledi. Sendikamız Basın-İş’i temsilen İzmir Şube
Sekreterimiz Murat Berk, Şube Mali Sekreterimiz İlhan Karabağ,
Etapak İşyeri Temsilcilerimiz Murat Dönmez, Aykut Ayaz ve
Etapak İşyerimizden üyelerimiz kurultayda hazır bulundular.
Çiğli Belediyesi Meclis Salonu’nda yapılan Kurultayda,
Çiğli Organize Sanayi Bölgesi’ndeki örgütlü ve örgütsüz çok
sayıda işçi söz alarak, işyerinde yaşadıkları sorunları ve örgütlenme çalışmaları sırasında karşılaştıkları zorlukları paylaştı.
Kurultayda Etapak İşyeri Vardiya Temsilcisi Murat Dönmez de
söz aldı ve şunları kaydetti: “Basın-İş İzmir Şube Yönetim Kurulu
olarak yaklaşık 1 aydır görevdeyiz. Bundan sonra gerek Çiğli İşçi
Kurultayı’nda alınan kararlar çerçevesinde gerekse de sınıfsal
mücadelemizde; örgütlü ve örgütsüz tüm işçi ve emekçi kar-
deşlerimizle beraber, Basın-İş Sendikası İzmir Şubesi Yönetim
Kurulu olarak omuz omuza mücadele edeceğiz.”
Kurultay sonunda şu önemli kararlar alındı:
- Kurultay Komitesinin, Çiğli Sendikal Örgütlenme Komitesi
olarak genişletilmesi, iş yerlerinde komiteler oluşturarak çalışmalarına devam etmesi,
- Kurultayın sonuç deklarasyonu ve 1 Mayıs çağrısının yer
aldığı bir bülten çıkarılarak işçi ve emekçilere dağıtılması,
- 1 Mayısın önce Çiğli’de kutlanması için çalışmalar yürütülmesi,
- İşyerlerinde sendikal örgütlenme çabasında olan işçilere
yönelik baskılara karşı mücadele edilmesi,
- Asgari ücretin yükseltilmesi, ödenmeyen asgari geçim indirimi paralarının alınması, ücretli izin, fazla mesai ücretlerinin
ödenmesi için mücadele edilmesi,
- Tüm kamu emekçilerinin ücretli, 4-b’li, 4-c’li değil, kadrolu
çalışması için mücadele edilmesi,
- Taşeron işçilerin örgütlenmesi, taşeronlaşmanın kaldırılması için mücadele edilmesi,
- Çiğli’de sendikal örgütlenme bürosu kurulması ve bu büronun İşçi Kültür ve Dayanışma Evi olarak da değerlendirilmesi,
- AOSB’de bütün işkollarında çalışan kadın işçilerin yararlanabileceği ücretsiz kreş açılması,
- “İşçiler nasıl bir Anayasa istiyor” konulu bir panel yapılması.
basın-iş gündem / mayıs 2011
(28)
sendikalarımızdan
MÜCADELE BİRLİĞİ YAPAN 11 SENDİKA,
İSTANBUL’DA 120 TEKEL İŞÇİSİNİN İŞTEN
ÇIKARTILMASINI PROTESTO ETTİ
Aralarında sendikamızın da bulunduğu Türkİş üyesi 11 sendika, 15 Nisan’da Samsun-Ballıca
Sigara Fabrikası’nda Tek Gıda-İş üyesi 120 işçinin işten çıkarılmasını, BAT firmasının İstanbul
Maslak’ta bulunan Genel Müdürlük binası önünde kitlesel basın açıklaması yaparak protesto
etti ve işvereni, işçileri yeniden işbaşı yaptırmaya
davet etti. Hatırlanacağı üzerine işten atılan işçiler fabrikaya kapanmış ve polis şiddet kullanarak
işçileri dışarıya çıkarmıştı.
Protesto eylemine, tüm emek karşıtı uygulamalara karşı birlikte mücadele etme ve dayanışma kararı alan ve aralarında sendikamızın da
bulunduğu 11 sendika, Tek Gıda İş, Belediye-İş,
Tezkoop-İş, Hava-İş, Kristal-İş, Deri-İş, TÜMTİS,
Harb-İş, Petrol-İş, TGS yöneticileri ile İstanbul’da
kurulu bulunan şube başkan ve yöneticileri, TekGıda-İş’in kamu ve özel sektör işyerlerindeki
temsilci ve üyeleri katıldı.
Tek Gıda-İş Genel Başkanı Mustafa Türkel
yaptığı açıklamada Başbakan Erdoğan’a
seslenerek, TEKEL’in özelleştirilmesi sırasında
gerçekleşeceği söylenen istihdam artışı,
fabrikaların çalışacağı gibi vaadlerin hiçbirisinin
yerine gelmediğini, bütün yaşananlar
karşısında neden sessiz kalındığını sordu. Türkel
açıklamasında işçilerin birlik ve dayanışmasının
önemine değindi ve mücadelenin ancak güç
birliği yapılarak kazanılabileceğinin altını çizdi.
Katılımcılar basın açıklamasının ardından BAT
Genel Müdürlük binasının önüne siyah çelenk
bıraktı.
MÜCADELE BİRLİĞİ YAPAN 11 SENDİKADAN
BERİCAP VE KAMPANA İŞÇİLERİNE
DAYANIŞMA ZİYARETİ
14 Nisan’da aralarında sendikamızın da yer al(29)
basın-iş gündem / mayıs 2011
dığı Türk- İş üyesi 11 sendika direnişteki işçilere
dayanışma ziyaretlerinde bulunarak, ortak kitlesel
basın açıklaması yaptılar. İlk ziyaret, öğlen Tuzla
Organize Sanayi Bölgesi’nde Deri-İş Sendikası’nda
örgütlendikleri için işten çıkarılan Kampana Deri
işçilerine, ikinci ziyaret ise akşam saatlerinde
Gebze’de Petrol-İş’te örgütlendikleri için işten çıkarılan Bericap işçilerine gerçekleştirildi.
Tuzla Deri Organize Sanayi Bölgesinde bulunan
Kampana Deri işçileri sendikalı oldukları için işten
çıkarılmalarının ardından direnişe geçmişlerdi.
Sendikamız ve Türk-İş üyesi Petrol-İş, Tek Gıda
- İş, Belediye-İş, Tez-Koop-İş, Harb-İş, Kristal-İş,
Deri-İş, Hava-İş, TÜMTİS, TGS yönetici ve üyeleri
Kampana Deri işçilerini direnişlerinin 27. gününde
ziyaret etti. Dayanışma ziyaretine DİSK/Genel-İş
Sendikası yönetici ve üyeleri ile siyasi partilerin
temsilcileri ve direnişteki emekçiler de katıldı.
11 sendika adına Belediye-İş Genel Başkanı Nihat
Yurdakul, mücadele ve dayanışmaya vurgu yaptığı
bir açıklama yaptı.
Deri-İş Sendikası Genel Başkanı Musa Servi
de direnişte olan PTT, Ontex, Bericap işçilerini
selamlayarak başladığı konuşmasında, AKP
hükümetinin iş kolu ayrımı yapılmaksızın, kuralsız
çalışmayı dayattığını, bunun aynı zamanda
küresel düzeyde bir saldırı olduğunu ifade etti.
Servi, AKP’nin iki sendikaya üye olunabileceğini
ifade ettiği süreçte, bırakın iki sendikayı, Kampana
örneğinde olduğu gibi bir sendikaya üye olanların
bile işten çıkarıldığını, örgütlenmeye tahammül
edilmediğini bildirdi. Servi, tüm bu saldırılara
karşı yılmayacaklarını, nerede bir direniş varsa
orada işçilerle, emekçilerle birlikte olacaklarını
vurguladı.
11 sendika ve dayanışma ziyaretlerine katılan
diğer sendika yöneticileri, siyasi ve işçiler daha
sonra direnişlerinin 112. gününde Bericap işçilerini ziyaret ettiler. Kristal-İş Genel Başkanı Bilal
Çetintaş 11 sendika adına ortak bir açıklama
emek gündemi
yaptı. Çetintaş, “ Avrupa ülkelerine gidip demokrasi nutku atanlar, gelip burada dört aydır direnen
Bericap işçilerini görsünler. Neden işçiler bu uygulamalara maruz kalıyorlar? Bericap işçisi kölelik
düzenine karşı geldiği için, sendikasızlaştırmaya
karşı geldiği için bu uygulamalara maruz kaldı ve
şimdi de direniyor” dedi.
Petrol-İş Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın da
yaptığı konuşmada, Bericap işçisinin 112 gündür
onurlu bir direniş gerçekleştirdiğini, 112 gündür
bu mücadelenin ilk günkü gibi kararlılıkla,
inatla, azimle sürdürüldüğünü belirtti. Öztaşkın,
Fabrika önünde bir mücadele verilirken, içeride
çalışan taşeron işçileri de eleştirdi. Petrol-İş
Sendikası’nın bu mücadeleyi yıllarca sürdürecek
güçte olduğunu belirten Öztaşkın, işverenden
taleplerini bir kere daha özetledi:
“Birincisi işten atılan işçi arkadaşlarımız işe
alınmalıdır. İkincisi işçi arkadaşlarımız içeri
girince işveren sendikanın yetkisini düşürmek için
işçilere baskı yapmamalıdır. Üçüncüsü de kapsam
içi-kamsam dışı, taşeron ayırımı yapılmadan
çalışanlar sendikalı olmalıdır. İşçilere sendikalı
oldukları için baskı yapılmamalıdır. Bu taleplerimiz
karşılandığı takdirde Bericap işçisi hemen iş başı
yapmaya hazırdır. Aksi halde bu mücadelemizi ilk
günkü heyecan ve kararlılığımızla sürdüreceğiz.
Zafer mutlaka ama mutlaka direnen işçinin
olacaktır.”
PETROL- İŞ ÜYESİ TÜPRAŞ İŞÇİLERİ
TOPLU SÖZLEŞME EYLEMİNDE
Petrol-İş’e üye 3 bin 337 işçinin çalıştığı
TÜPRAŞ’ta devam eden toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine işçiler, TÜPRAŞ Genel Müdürlüğü, Kocaeli, Batman,
Aliağa, Kırıkkale rafinerilerinde 18 Nisan’da 1
saat geç iş başı yaptı. Gündüz vardiyası çalışanlar vardiyayı teslim almayıp rafinerilerin önünde
toplanarak, işverenin uzlaşmaz tutumunu protes-
to etti. Protestolar sırasında Şubeler tarafından
yapılan açıklamada, işçilerin geleceğini yakından
ilgilendiren müteahhit-taşeron işçi çalıştırılması
ve farklı işe ilk giriş ücreti uygulaması gibi idari ve
parasal maddeler üzerinde anlaşma sağlanamadığı ve işletmenin grev yasağı kapsamında olması
nedeniyle toplu iş sözleşmesinin Yüksek Hakem
Kurulu’na gönderilmesi sürecinin başlayacağı ancak bunun çalışma barışını olumsuz etkileyeceği
vurgulandı.
DERİ İŞÇİLERİ: SÖZLEŞME YOKSA
ÜRETİM DE YOK!*
Deri-İş Sendikası ile Deri İşverenleri Sendikası
arasında devam eden toplu iş sözleşmesi sürecinin
tıkanması üzerine Tuzla deri işçileri 28 Nisan’da organize sanayi bölgesinde yürüyüş yaptılar ve 2 saat
iş durdurma eylemi gerçekleştirdiler.
Deri işçileri bu eylemleriyle, işveren sendikasının Grup TİS sürecinde düşük ücret dayatmasını
protesto etmek ve Deri İşverenleri Sendikasının
üyesi olan Kampana Deri’de sendikalı oldukları için işten atılan ve 41 gündür direnişte olan
Kampana işçilerine destek vermek için işverenleri
uyardı. İşverenlerin sözleşme masasına kabul edilemez tekliflerle gelmesi üzerine Deri-İş Sendikası
öncülüğünde birleşen 1500’ü aşkın işçi iki koldan
yürüyüşe geçti ve sanayinin içinde birleşerek direnişteki Kampana Deri’nin önüne kadar yürüdüler.
“Sözleşme Hakkımız, Grev Silahımız”, “Sözleşme
Yoksa Üretim de Yok”, “Kurtuluş Yok Tek Başına Ya
Hep Beraber Ya Hiçbirimiz”, “1 Mayıs’ta 1 Mayıs
Alanındayız”, “Yaşasın Kampana Direnişimiz” sloganlarının atıldığı eyleme örgütsüz işyerlerinden
çok sayıda işçinin katılması dikkat çekti. Yapılan
açıklamaların ardın eylem halaylarla ve sloganlarla sona erdi ve işçiler işbaşı yapmak için işçiler
fabrikalarına döndüler.
(*Deri işkolundaki grup toplu sözleşme, dergimizin baskıya verilmesinden hemen önce, 5 Mayıs’ta imzalandı)
basın-iş gündem / mayıs 2011
(30)
emekçi kadın
“Dekolte giyinen kadın tecavüzde suçludur.” - Prof.
Orhan Çeker
“Örtüsüz kadın, perdesiz eve benzer. Perdesiz ev ya sa�lık�r,
ya kiralık.” - AKP Ünye Tanı�m ve Medya Başkanı Süleyman Demirci
“Kadınlar ilgi çekmek için in�hara kalkışıyorlar” Zonguldak Emniyet Müdür Yardımcısı Ümit Boztepe
“Açıkça söylemem gerekirse ben aslında kadın erkek eşitliğine
inanmıyorum.” - Başbakan Tayyip Erdoğan...
Yukarıda alın� yapılan cümleler, şeriatla yöne�len bir ülkede sarfedilmedi;
‘demokrasi’ ve ‘özgürlüklerin’ yaşandığının iddia edildiği ülkemizde söylendi.
Bu cümleleri söyleyenler, ülkemizde kıyıda köşede duran, düşük eği�m seviyesine sahip birkaç gerici de değildi. Bu cümlelerin her biri, bu ülkeyi yöneten
kadroların ağzından çık�.
Ülkemiz emekçileri açısından ve özellikle emekçi kadınlar açısından son derece zor bir dönemden geçiliyor.
Yukarıdaki açıklamaların da gösterdiği gibi, mevcut ik�darın kadına
bakışı, kadınların üre�mden çekilmeleri, ya da alabildiğine esnek çalışma
koşulları ile mümkünse evden çalışmaları; sosyal güvenlik haklarının da
olmadığı bir haya�a, kendilerine evi geçindirecek bir koca bulup, “en
az üç çocuk” doğurmalarından ibare�r. Emekçi ailelerden doğan
“üçer çocuğun” ise ileriki yaşamlarında ucuz işgücü olarak yerleri
şimdiden hazırdır.
Evde evlilik programları izleyip, dört duvar arasında ‘koca
bekleyen’ ve akşamları ikişer üçer izlediği dizilerdeki yaşamı
hayal eden milyonlarca ‘ev kızımız’ bu haya�n parçası olmaya
zorlanmaktadır.
Bir yandan özgürlük ve demokrasi nidaları a�lırken diğer yandan,
AKP ik�darı döneminde kadın cinayetlerinin yüzde 1400 ar�ğı bir
ülke söz konusudur. Yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda dönüşüme
zorlanan bir ülkede, bu ar�ş şaşır�cı değildir.
Bir yandan 8 Mart çiçeklerle “kadınlar başımızın tacıdır” denerek kutlanırken, madalyonun diğer yüzünde çocuklarına kahval� veremediği için in�har eden, çocuğunun dersane parasını ödeyemediği
için cezaevine giren ve bu nedenle oğlu in�har eden anneler vardır.
Önümüzde iki aylık bebeklerin açlıktan öldüğü ve bu yıkımın en çok
emekçi kadınları sars�ğı bir ülke vardır.
Ülkemiz kadınları ne bu acıları yaşamak zorundadır, ne de bu onursuzluğa mahkumdur. Gi�kçe yoksullaşan, sömürünün ar�ğı ve çürümenin
had sa�aya ulaş�ğı bir ülkede yaşıyoruz. Bizler, bu ülkenin onurlu kadınları olarak gericileşmeye, çürümeye, yoksulluğa, bağımlılığa, sömürüye
karşı, eşitlikçi ve insanca yaşanabilcek bir düzen için mücadele e�ğimiz
sürece her zaman umut vardır.
2011 yılının bu düzene teslim olmayan emekçi kadınların
mücadeleyi yüksel�ği bir yıl olması umuduyla, tüm kadınlarımızın 8
Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutluyoruz.
(31)
basın-iş gündem / mayıs 2011
Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü Kutladık
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde
Ankara’da düzenlediğimiz etkinliğe, Ankara
Şubemize bağlı işyerlerinde çalışan kadın üyelerimiz ve Sendikamız çalışanları katıldılar.
Etkinlik çerçevesinde ilk olarak Türk-İş’e gidildi. Türk-İş toplantı salonunda, Ankara Şube
Başkanımız Savaş Nigar kadın üyelerimize hitaben
bir konuşma yaptı.
Dünyada ve ülkemizde kadınların yaşadıkları
sorunlara değinen Nigar; bu sorunların üstesinden yine kadınların örgütlenerek, güç birliği yaparak gelebileceğini ifade etti.
Dünya emekçi kadınlar gününün tarihçesi ve
ülkemizdeki önemli kadın mücadeleleri hakkında
üyelerimizle gerçekleştirilen sohbetin ardından
hep birlikte öğle yemeği yenildi.
Öğle yemeğine Genel Başkanımız Yakup Akkaya
ve Genel Sekreterimiz İsmail Hakkı Kütükcü de
katıldı.
Diğer şubelerimizde de çeşitli etkinliklerle
Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlandı.
Ka d ın la r ın
e
d
iz
m
e
lk
Ü
R a ka m la r la r u m u
rDu
dan 58’i he
emekçi kadın
8 Mart
kadın
r alan 100
e
y
na
a
d
m
a
d
lik kurumu
- İstih
n
e
v
ü
g
l
a
y
os
hangi bir s
il.
kayıtlı değ
dete
n fiziksel şid ce
a
d
n
fı
ra
ta
i
e
ski eş
zde 39. Sad
ü
y
ı
- Eşi veya e
n
ra
o
n kadınların lan kadınların oranı
maruz kala
ka
n
ete maruz
ete uğraya
d
id
ş
l
e
s
cinsel şidd
in
c
rı fi; fiziksel ve
. Yaşadıkla
,9
1
4
yüzde 15,3
e
d
z
ü
dınların
oranı ise y
ralanan ka
a
y
kadınların
a
d
n
u
c
t sonu
ziksel şidde oranı yüzde 25.
karşı
’si kadınlara
7
8
e
d
z
ü
y
detin
elerde
- Aile içi şid
sul mahall
k
o
y
n
ra
o
bu
işleniyor ve zde 97’ye çıkıyor.
terken
yü
ne olmak is
n
a
ın
d
a
k
500
- Yılda 2 bin amını yitiriyor.
zde
yaş
ı bazen; yü
’s
,6
5
3
e
d
z
yü
or.
- Kadınların e içi tecavüze uğruy
il
a
şta
ık
8 ve altı ya
1
16,3’ü sık s
’u
9
3
e
d
yüz
- Kadınların evlenmiş.
den
inci derece
ik
’ü
,4
2
1
yüzde
.
- Kadınların
la evlenmiş
akrabalarıy ı 2002 – 2009 yılları
r
ayet oranla 00 arttı.
- Kadın cin
üzde 14
arasında y
basın-iş gündem / mayıs 2011
(32)
sendikamızdan
Yılın İlk Toplu Sözleşme İmzaları
Amcor’da (Rotopak) Atıldı
Amcor (Rotopak) işyeri için imzalanan 2. dönem toplu iş sözleşmesinin yürürlük süresinin
30 Haziran 2010 tarihinde son bulması ile başlayan yeni dönem toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin sonucunda anlaşma sağlanmıştır.
Bilindiği gibi işveren ile sürdürülen görüşmelerin tıkanmasının ardından 23 Kasım 2010 tarihinde grev kararı ve 21 Aralık 2010 tarihinde grev
uygulama kararı alınmış, greve çıkış tarihi olarak
da 3 Ocak 2011 tarihi belirlenmişti.
Greve çıkış tarihi olan 3 Ocak günü; işverenle
gerçekleştirilen görüşmeler neticesinde de mutabakat sağlanarak, Amcor işyeri için 3. dönem
toplu iş sözleşmesi imzalanmıştır. Yeni dönem
toplu iş sözleşmesinin Amcor işverenine ve Amcor
işçilerine hayırlı olmasını diliyoruz.
İşkolu Tespiti ile İlgili Davalarımız Sürüyor
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) Çalışma Bölge Müdürlüğü tarafından yapılan tespitte,
Kütahya Seramik Porselen Turizm A.Ş. Ambalaj Fabrikası’nda yapılan işlerin niteliği itibariyle, kağıt işkoluna
girdiğine karar verilmişti. Bunun üzerine Sendikamızca bu karara itiraz edilerek dava açılmıştı. Dava sürecinde işkolunun tespiti için bilirkişi görüşüne başvurulması kararlaştırıldı. 22 Mart 2011 tarihinde mahkemeye
sunulan bilirkişi raporuna göre Kütahya Seramik Porselen Ambalaj Fabrikası’nda işkolu “basın ve yayın”
olarak belirlendi. Dava süreci devam edi-yor. Davanın lehimize sonuçlanmasının ardından Kütahya Seramik
Porselen Ambalaj Fabrikası’ndaki örgütlenme çalışmalarımızın hızlandırılması planlanıyor.
Diğer taraftan Milli Eğitim Basımevi ile ilgili olarak açılan işkolu tespit davası devam ediyor. Bilindiği
gibi 1 Mart 2010 tarihi itibariyle Milli Eğitim Basımevi işçileri makine parkı ile birlikte Devlet Kitapları
Müdürlüğü’ne nakledildi. Bu işlemin ardından Devlet Kitapları Müdürlüğü; ÇSGB’ye başvurarak yeniden bir
işkolu tespitinin yapılmasını istedi. Tespitin 17 no’lu ticaret ve büro işkoluna çıkması üzerine işkolu uyuşmazlığı çıktı. Devam eden dava sürecinde, 8 Şubat 2011 tarihli celsede işkolunu 10 no’lu “basın ve yayın”
olarak tespit eden bilirkişi raporu mahkemeye sunuldu. Mahkeme, yerinde yapılan inceleme ve tespitler
üzerinden lehimize hazırlanan bu bilirkişi raporuna gelen itirazlar nedeniyle, itiraz konusu noktalar açısından raporu gözden geçirilmek üzere tekrar bilirkişilere havale etti. Dava süreci devam etmektedir.
Kamu Kesimi Toplu Pazarlık Süreci Devam Ediyor
Toplu pazarlık görüşmeleri süreci; 1 Kasım 2010 günü yapılan Türk-İş Başkanlar Kurulu’nda kamu kesimi
toplu iş sözleşmeleri için çoğunluk tespiti başvurularının 11-12 Kasım 2010 tarihlerinde topluca yapılmasına karar verilmesi ile başladı. 31 Mart 2011 tarihinde toplanan Türk-İş Başkanlar Kurulu’nda; yaklaşık 250
bin işçiyi, aileleriyle birlikte bir milyonu aşkın insanı ilgilendiren kamu kesimi toplu iş sözleşmelerinin 12
Haziran Genel seçimlerinden önce bağıtlanması için görüşmelerin hızlandırılacağı dile getirilmiştir.
Sendikamızın örgütlü bulunduğu Darphane ve Damga Matbaası işyerleri, Başbakanlık Basımevi, SHÇEK
50. Yıl Yetiştirme Yurdu Basımevi, Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü
Matbaası, Türkiye İstatistik Kurumu Matbaası, Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü
Matbaası ve DMO Basım İşletmesi için toplu iş sözleşmesi görüşmeleri devam ediyor. Yetki uyuşması olan
işyerlerimizde ise toplu sözleşme süreci askıda bulunuyor.
(33)
basın-iş gündem / mayıs 2011
BASIMEVİ’NDE
FARKLI PLANLAR
MI GÜNDEMDE?
Geçtiğimiz ay içinde, uzun yıllardır yüksek kar
oranıyla üretimini sürdüren ve başta Maliye Bakanlığı
olmak üzere pek çok bakanlığın basım işlerini yapan,
kamunun kırtasiye malzemeleri ihtiyacını pek çok kalemde karşılayan Devlet Malzeme Ofisi Basım İşletmesi
Müdürlüğü’nün kapatılması gündeme getirildi.
Genel Müdürlüğün üretim faaliyetlerini yerine getiren İstanbul Basım İşletmesi Müdürlüğü yılda yüzde
60’lara varan kar oranı, 70 cm x 100 cm baskı ebadına
göre yıllık 154 milyon devir kapasitesine sahip makine
parkıyla ve kamunun pek çok alanda ihtiyacını karşılamasıyla, bugün Türkiye’nin önemli kurumlarından
biridir.
28 Nisan 2010 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan
Özelleştirme Yüksek Kurulu Kararı’ ile DMO taşınmazları özelleştirme programına alınmış; ancak konuya ilişkin imzalanan protokol ile, Basım İşletmesi
Müdürlüğü’nün, Gebze Çayırova’da verilecek arsaya
yapılacak olan tesiste üretime devam etmesi karara bağlanmıştır. Bugün gelinen noktada ise, Basım
İşletmesi Müdürlüğü’nün üretime son vermesi ve kapatılması, işçilerin ise başka kamu kurumlarına devri
söz konusu edilmektedir.
Özelleştirme Yüksek Kurulu kararı, Basım İşletmesi
Müdürlüğü’nün kapatılmasına dair değil,
taşınmazların satışına dairdir.
DMO işçileri hali hazırda 12 Haziran seçimleri için
YSK’ya zarfları basmaktadır. Sendikamızın konuya ilişkin yaptığı görüşmeler sonucunda 12 Haziran’a kadar
işletmenin kapatılmasının gündemde olmadığı ifade
edilmiştir. Ancak, işletmenin kapatılmasına dair bir
karar olmamasına karşın, ülkemizdeki benzer uygulamalar da göz önünde bulundurularak, 12 Haziran
sonrasında DMO’ya ilişkin alınacak karar belirsizliğini
korumaktadır.
Bu nedenle, sendikamız Basın-İş’in girişimiyle
T.B.M.M’ye konuya ilişkin bir soru önergesi verilmiştir.
Basın-İş üyesi işçiler, 12 Haziran’ın ardından aksi
yönde bir gelişme olması durumunda, DMO işçileriyle
birlikte mücadeleye hazırdır.
28 Nisan 2010 tarih ve 27565 sayılı Resmi
Gazete’de, “Devlet Malzeme Ofisi Genel
Müdürlüğü’ne ait taşınmazların özelleştirme
kapsam ve programına alınması” konu başlığı
altında, DMO Basım İşletmesi Müdürlüğü’nün
faaliyetini sürdürdüğü “İstanbul İli, Üsküdar
İlçesi, Bulgurlu Mahallesi, 83.892 m2 yüzölçümlü, 1059 ada, 5 no’lu parsel” de yer almaktadır.
Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun DMO Basım
İşletmesi Müdürlüğü hakkındaki kararı yalnızca
taşınmazların satışını içermekte, kurumun faaliyetinin durdurulmasını içermemektedir. Bu
bağlamda;
1) 108 kamu işçisi ve 30 devlet memurunun istihdam edildiği ve pek çok kamu kurumunun, Maliye Bakanlığının tüm işleri başta
olmak üzere, başka bazı bakanlıkların da basım
işlerini ve kamunun kırtasiye ihtiyacının önemli
bir bölümünü karşılayan DMO Basım İşletmesi
Müdürlüğü’ne bağlı Basımevinin kapatılması,
makine parkının satışı veya taşınması gündeminizde midir?
2) Gündeminizde ise bu ne zaman gerçekleştirilecektir. Gerçekleştikten sonra kurumun
faaliyet gösterdiği taşınmazlar ve müştemilat ne
olarak değerlendirilecektir?
3) Gündeminizde değil ise, sözkonusu
taşınmazların özelleştirme kapsamında değerlendirilmesinin ardından DMO Basım İşletmesi
Müdürlüğü basımevi üretimini nerede sürdürecektir? Özellikle önümüzdeki 6 aylık siparişlerin
alınmış olduğu, makinelerin şu anda işlerin yetişmesi için tam randımanla çalışmakta olduğu
ve Yüksek Seçim Kurulu zarflarının da 12 Haziran
seçimlerine yetiştirilmek üzere basımının sürdüğü bu süreçte, DMO Basım İşletmesi Müdürlüğü
Basımevinin akıbetine ilişkin bir belirsizlik söz
konusu mudur?
4) DMO 2010 yılı yatırım programı belgesinde, 2010 yılında tamamlanmış olan projeler
arasında “DMO İstanbul Bölge Müdürlüğü
ile İstanbul Basım İşletme Müdürlüğü Gebze
faaliyet binaları proje hazırlama işi” bulunduğu ve bu projenin hazırlanmasında 2010 yılı
ödeneğinden 500.000,000 TL kullanıldığı ifade
edilmektedir. Proje ve inşaat hangi aşamadadır?
Basım İşletme Müdürlüğü’nün Gebze’ye taşınması gündemde midir?
basın-iş gündem / mayıs 2011
sendikamızdan
DMO
T.B.M.M.’YE SUNULAN
SORU ÖNERGESİ
(34)
sendikamızdan
İŞÇİ SAĞLIĞI VE
İŞ GÜVENLİĞİ
EĞİTİMLERİMİZ
DEVAM EDİYOR
2011 yılının ilk İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği
Eğitimi, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı Devlet
Kitapları DÖSE Müdürlüğü Basımevi işyerimizde
yapıldı.
16 Nisan günü yapılan eğitime, Basımevi’nde
çalışan işçilerden, sendikamıza üye 60 işçi ile
Koop-İş Sendikası’na üye 40 kadar işçi katıldı.
Öğleden önce ve sonra olmak üzere iki bölümde gerçekleştirilen eğitim semineri, Hacettepe
Üniversitesi öğretim görevlisi Doç.Dr.Ali Naci
Yıldız ve ÇASGEM Eğitim Uzmanı Kadir Tomas tarafından verildi.
Öğleden önceki bölümde, sağlık, sağlık hakkı, iş
ve sağlık ilişkisi, işyeri ortam faktörleri, korunma
yöntemleri, iş kazaları ve meslek hastalıkları, temel mevzuat konularının işlendiği temel iş sağlığı
eğitimi verildi.
Öğleden sonraki bölümde ise iş güvenliği, kişisel koruyucu donanımlar (KKD), makine koruyucular, güvenlik işaretleri, iş kazalarından korunma,
iş güvenliği bilinci, iş sağlığı ve güvenliği alanında
temel mevzuat, iş sağlığında ilgili taraflar, yetki ve
sorumluluklar konularının işlendiği temel iş güvenliği eğitimi verildi.
GENEL BAŞKANIMIZ MECLİS YOLUNDA
Sendikamız Genel Başkanı Yakup Akkaya, 12
Haziran 2011 tarihinde yapılacak olan milletvekili seçimlerinde, milletvekilliğine adaylığını koyacağını ifade ettiği 10 Mart 2011 tarihli dilekçesi ile Sendikamız Genel Başkanlığı görevinden
ayrılma isteğinde bulunmuştur.
Yönetim Kurulumuz, Genel Başkanımız
Yakup Akkaya’nın ayrılma isteğini 2821 sayılı
Sendikalar Kanunu’nun 37. Maddesinin son fıkrası çerçevesinde kabul etmiştir.
Yönetim Kurulumuz, emekçilerin sorunlarının
ve taleplerinin, öncelikle emekçi kimliği taşıyanlar tarafından siyasal kurumların gündemine taşınmasının son derece önemli olduğu düşüncesindedir. Sendikacıların, emek ve meslek örgütü temsilcilerinin ve emeği kutsal bir değer olarak yüreğinde hissedenlerin TBMM’de yer almasını her zaman
savunmuştur.
Bu çerçevede çıktığı yolda biz kendisini yalnız bırakmayacağız, destek ve dayanışmamızı eksik etmeyeceğiz. Genel Başkanımızın da bizi yalnız bırakmayacağına inanıyoruz. Kendisine başarılar diliyor,
yolu açık olsun diyoruz.
Basın-İş Sendikası
Merkez Yönetim Kurulu Adına
İsmail Hakkı Kütükcü / Genel Sekreter
(35)
basın-iş gündem / mayıs 2011
sendikamızdan
EĞİTİM SEMİNERLERİMİZ
Etapak, İzmir
Etapak Baskı Ambalaj’da çalışan üyelerimize yönelik, Basın-İş Sendikası olarak düzenlediğimiz eğitim seminerleri İzmir’de gerçekleştirildi. 4-5 Aralık
2010 tarihlerinde, Bornova Öğretmenevi’nde yapılan seminerlerde üyelerimize temel sendikalcılık
eğitimi Rıfat Çelebi tarafından verildi.
Etapak’taki üyelerimizden üç ayrı grup oluşturularak verilen seminerlerin açılış konuşmalarını
Sendikamız Genel Sekreteri İsmail Hakkı Kütükcü
yaptı. Etapak’taki başarılı örgütlenme sürecine
değinen Kütükcü, toplu sözleşme süreçlerinde de
önemli kazanımların elde edildiğinden bahsetti.
Kütükcü, eğitime katılan üyelerimize; “haklarımızı
korumak ve geliştirmek için bundan sonra da hep
birlikte ve dayanışma içinde çalışacağız” dedi.
Eğitim Seminerleri sonunda katılımcılara sertifikaları, Basın-İş Sendikası Genel Sekreteri İsmail
Hakkı Kütükcü, İzmir Şube Başkanı Kurtay Kılıçbeyli
ve Etapak İşyeri Baş Temsilcisi Turgay Güler tarafından verildi.
Propak, Düzce
Propak Ambalaj’da çalışan üyelerimize yönelik,
Basın-İş Sendikası olarak düzenlediğimiz eğitim seminerleri, 19-20 Şubat 2011 tarihlerinde Düzce’de
gerçekleştirildi. Seminerlerde üyelerimize Rıfat
Çelebi tarafından temel sendikalcılık eğitimi verildi.
Propak’taki üyelerimizden iki ayrı grup oluşturularak verilen seminerlerin açılış konuşmalarını
Ankara Şube Başkanımız Savaş Nigar yaptı. Nigar; özel sektörde sendikalaşmanın zorluğundan bahsetti
ve şunları kaydetti: “Özel sektörde sendikaya sahip
çıkmak gerçekten çok zordur. Sizden önce çalışanlar
bir çok bedel ödeyerek bu işyerinde örgütlülüğün
oluşmasını sağladılar. Sendikayı bu işyerine soktular.
Sizin çok sıkı bir şekilde bu örgütlülüğe ve sendikaya
sahip çıkmanız gerekiyor.”
Eğitim seminerleri sonunda, Basın-İş Sendikası
Genel Sekreteri İsmail Hakkı Kütükcü ve Ankara
Şube Başkanı Savaş Nigar tarafından katılımcılara
sertifikaları verildi.
Genel Sekreterimiz İsmail Hakkı Kütükcü ve
Ankara Şube Başkanımız Savaş Nigar Seminerlerin
ardından Propak Ambalaj Fabrikası’nı ziyaret ettiler.
Propak İşyeri Baştemsilcisi Hasan Sözmez ile görüşerek sendikal çalışmalar ve fabrikanın üretimi hakkında bilgi aldılar.
basın-iş gündem / mayıs 2011
(36)
uluslararası
MEKSİKALI
İŞÇİLERE
D EST E K E Y L E M İ
Meksika’daki sendikal hak
ihlalleri, Meksika Büyükelçiliği
önünde yapılan eylemle
protesto edildi.
ICEM, ITF, IMF, UNI Global Union üyesi, Türk-İş’e Bağlı
Sendikalar; 14 Şubat 2011 tarihinden itibaren dünya
genelinde yürütülen kampanya kapsamında, Meksika
Büyükelçiliği’nin önünde 18 Şubat 2011 günü toplanarak
Meksika’daki sendikal hak ihlallerini protesto ettiler.
Grup adına basın açıklamasını Sendikamız Genel
Başkanı Yakup Akkaya yaptı. Meksika’da özellikle son 5
yıldır, sendikalara saygı gösterilmediğini ve işçi liderlerinin
tanınmadığını ifade eden Yakup Akkaya, sendikal örgütlenme, toplu pazarlık, grev, istihdam devamlılığı gibi işçilerin
temel hak ve özgürlüklerinin de sistematik olarak ihlal
edildiğini dile getirdi. Meksika’daki işçiler ile mücadelelerinin ortak olduğunu dile getiren Akkaya; “Bizler, işçilerin
uluslararası birliğinin Türkiye temsilcileri olarak, Meksika
Hükümetini, çalışma otoritelerini yaşanan bu ihlaller ve
baskılar nedeniyle kınıyoruz” dedi.
Basın açıklamasının ardından; Basın-İş Sendikası Genel
Başkanı Yakup Akkaya, Basisen Sendikası Ankara ve İç
Anadolu Şube Başkanı Yaşar Seyman, Tezkoop-İş Sendikası
Genel Sekreteri Hakan Bozkurt, Türk Metal Sendikası Genel Eğitim ve Toplu İş Sözleşmesi Sekreteri Yavuz Gökçe,
Hava-İş Sendikası Ankara Şubesi Teşkilatlandırma Sekreteri Kenan Tavukçu ve Koop-İş Sendikası Genel Başkan
Danışmanı Deniz Akdoğan’ın yer aldığı bir heyet; Meksika’nın Türkiye Büyükelçisi Jaime Enrique Inocencio García
Amaral’ı ziyaret ettiler. Sendika temsilcileri, Meksika’daki sendikal hak ihlallerinin sonlandırılması yönündeki küresel sendikaların taleplerini içeren bir mektubu, büyükelçiye Meksika Devleti Başkanı’na iletilmek üzere verdiler.
(37)
basın-iş gündem / mayıs 2011
UNI
uluslararası
ı
s
a
�
r
e
a
k
r re
a
l
s ha
u
l
u ek
em
EYLEM STRATEJİSİ
Nagazaki’de Emek Kongresi
Grafik, Finans, Hizmet, Medya, Teknik, Telekom,
Ticaret, Kuaförlük, Güzellik, Eğlence, Güvenlik işkollarında 150 ülkeden 900 sendikanın 20 milyon üyesini temsil eden küresel bir emek örgütü olan UNI
Global Union’ın 3. Dünya Kongresi 9-12 Kasım 2010
tarihleri arasında düzenlendi. Japonya’nın Nagazaki
kentinde, UNI’nin kuruluşunun 10. yılında yapılan
bu kongreye 900 sendikayı temsilen 2 bin 200 delege katıldı.
UNI’nin sendikal gücü yeniden inşa etme planlarının tartışıldığı “Küresel Sendika-UNI Hamle Planı:
2010’dan 2014’e; Nagazaki’den Cape Town’a Eylem
Stratejisi” başlıklı oturumda; örgütün temel mücadele başlıkları ise şöyle sıralandı: Küresel finans
krizi ile birlikte ortaya çıkan hükümetlerin ekonomik planlarında insanların işlerine geri dönmesine
yönelik düzenlemelerinde olmasını sağlamak, gelir
adaletsizliği ile mücadele etmek, dünyanın her bir
köşesinde işçilerin örgütlemesi ve toplu pazarlık
haklarının garantiye alınması doğrultusunda stratejiler geliştirmek.
UNI Kongresi’ne Sendikamız Genel Başkanı Yakup
Akkaya, BASISEN Sendikası Genel Başkanı Metin
Tiryakioğlu, BASS Sendikası Genel Başkanı Turgut
Yılmaz, T. HABER-İŞ SENDİKASI Genel Başkanı Ali
Akçan, TEZ-KOOP-İŞ Sendikası Genel Başkanı Gürsel
Doğru ve TÜRK KOOP-İŞ Genel Sekreteri Metin
Güney katıldılar. Kongre’de yapılan seçimler sonucunda UNI icra kuruluna BASİSEN Genel Başkanı
Metin Tiryakioğlu yeniden seçildi.
UNI Avrupa Grafik ile Intergraf
ortak bir deklarasyon imzaladı
UNI Avrupa Grafik’in Başkanı Simon Dubbins
ve Intergraf’ın Başkanı Havard Grjotheim, baskı
sektörünün karşı karşıya olduğu çeşitli zorlukların
üstesinden gelmek için, iki örgüt tarafından ortak
beyan açıklamasının yapıldığı bir deklarasyona
imza attılar. Bu ortak deklarasyon; 23 Kasım 2010
tarihinde Brüksel’de gerçekleştirilen ve sosyal sorumluluğun yeniden yapılandırılması konusunun;
işverenler (Integraf) ile sendika temsilcileri (UNI
Avrupa Grafik) arasında tartışıldığı, 150’den fazla
katılımcının yer aldığı bir konferansta imzalandı. Bu
konferansa Sendikamızı temsilen Genel Başkanımız
Yakup Akkaya katıldı.
UNI’nin “Barış İçin Hamle”
adını taşıyan inisiyatifi
çerçevesinde 11 Kasım 2010
günü delegelerin ve Nagazaki
sakinlerinin katılımı ile bir barış
yürüyüşü gerçekleştirildi.
basın-iş gündem / mayıs 2011
(38)
uluslararası
EMEKÇİLERİ
ANLATAN RESME DAHİ
DAYANAMIYORLAR!
ABD’de emekçilerin
haklarına yönelik saldırıların ardından,
şimdi de emekçileri anlatan resmin dahi
kaldırılması gündemde.
ABD’de büyük umutlarla görevi devralmış olan
Obama Hükümeti son dönemde işçi haklarını tırpanlama girişimleriyle ve sosyal güvenlik sistemindeki değişikliklerle gündemde.
Hatta emekçilerin haklarına yönelik saldırılar öyle bir noktaya gelmiş durumda ki, ezilenleri anlatan
bir duvar resmine dahi dayanamaz hale geldiler.
ABD’nin kuzey doğusunda yer alan Maine eyaletinde, Çalışma Bakanlığı duvarını süsleyecek bir
müral için 2007 yılında yarışma açılmıştı. Yarışmayı
kazanan sanatçı Judy Taylor, Bakanlık binasına yaptığı 11 metrelik müralde ABD işçi sınıfı tarihinden
çeşitli kesitleri resmetti.
Duvar resminde koloni dönemi atölye çırakları,
oduncular, 2. Dünya Savaşı döneminde kadın işçileri sembolize eden ‘Perçinci Rosie’ yer alıyor.
Ayrıca 1937 yılında gerçekleşen bir kunduracılar
grevi ve 1986’da örgütlenen kağıt işçileri grevi de
tasvir edilmiş.
Ancak basına yansıyan haberlere göre Maine
valisi duvar resminin ‘yeterince tarafsız olmadığı’
gerekçesiyle binadan kaldırılmasını istiyor. Vali
LePage, emeklilik yaşını arttıracak ve sendikaların
aidat toplamasını zorlaştıracak girişimleriyle de
Amerikan kamuoyunda tanınıyor.
Hatırlanacağı gibi Obama, ilk seçildiği dönemde
‘dünya halklarının umudu’ olarak görülmüş, iç ve
dış politikada ABD’nin yönelimlerinde önemli bir
dönüşüm bekleyenlerin sayısı azımsanmayacak bir
noktaya gelmişti.
Oysa ekonomik krizin başından itibaren izlediği
politikalar, faturanın emekçilere kesildiğini gösterdi. Bu dönemde iflas noktasına gelen tekeller,
emekçilerden alınan vergilerle kurtarıldı.
Dış politikada da, Bush dönemine göre bir iyileşme yaşanmazken; tam tersine askeri harcamalar
(39)
basın-iş gündem / mayıs 2011
katlanarak arttı.
Son olarak da Nisan ayında Washington
Üniversitesi’nde bir konuşma yapan Barack
Obama, yeni sosyal kesintilerin müjdesini verdi.
Sosyal harcamalarda yapılacak kesintilerin 4 trilyon
civarına ulaşacağını ifade eden Obama, düzenlemelerin 12 yıla yayılacağını söyledi.
Seçildiği dönemde, Cumhuriyetçilere oranla
daha emekten yana politikalar izlemesi beklenen
Obama, Cumhuriyetçilerin sosyal ve ekonomik
politikalarının devamcısı haline gelmiş durumda.
Bilindiği gibi, Cumhuriyetçiler, alt ve orta sınıfların
ezilmesi pahasına Amerikan zenginlerinin korunması için her türlü kemer sıkma politikasını hayata
geçiriyordu.
Obama yönetiminde şu ana kadar kesintiye gidilen bazı kalemler şöyle:
- Çocuk Sağlığı Sigorta Programı’nda 3.5 milyar
dolarlık kesinti,
- Kar amacı gütmeyen sağlık sigortası kooperatiflerinde 2.2 milyar dolarlık kesinti,
- Sağlık ocaklarında 600 milyon dolarlık kesinti,
- HIV/AIDS, tüberküloz ve öteki hastalıkları önleme programlarında 1 milyar dolarlık kesinti,
- Çevre Koruma Kuruluşu (EPA)’nun temiz su içme ve öteki projelerinde 1.6 milyar dolarlık kesinti,
- Toplum kalkınma hibelerinde 950 milyon dolarlık bir kesinti,
- Yoksul kadın, bebek ve çocuklara gıda yardımında 504 milyon dolarlık bir kesinti,
- Eğitim programlarında 500 milyon dolarlık bir
kesinti,
- Yoksullara ev ısıtması için yapılan devlet yardımlarında 390 milyon dolarlık bir kesinti.
I. BÖLÜM: İŞKOLU TESPİTLERİNDE YAŞANAN
AÇMAZLAR
Sendikal örgütlenmenin ve toplu pazarlık düzeninin işkolu temelinde katı bir şekilde düzenlendiği
2821 ve 2822 sayılı yasalar işkolu uyuşmazlıklarını da
beraberinde getirmiş, bu uyuşmazlıklar işçilerin anayasal örgütlenme ve toplu pazarlık haklarını kullanmalarının önünde kimi zaman aşılması güç bir engel
haline gelmiştir.
Bu sorunu en yakıcı haliyle yaşayan sendikalardan
birisi de Sendikamız Basın-İş’tir. İşkolları tüzüğüne
göre, Gazetelerin basıldığı matbaaların gazetecilik
işkolunda, savunma bakanlığına bağlı basımevlerinin
savunma işkolunda değerlendirilmesinin yanısıra, asıl
iş yardımcı işkolu yorumunda yapılan hatalar nedeniyle de örneğin pek çok kamu matbaası bağlı olduğu
kamu idaresinin işkolunda, baskılı ambalaj işyerleri
de ana işletmenin faaliyet gösterdiği işkolunda değerlendirilmiş ve fiilen matbaa ve baskılı ambalaj işçilerinin kendi işkollarındaki sendikada örgütlenmeleri
engellenmiştir.
Yaşanan bir diğer sorun ise ambalaj sektöründe faaliyet gösteren işyerlerinin hangi işkolunda değerlendirileceği sorunudur. Çünkü bu sektörde baskılı ve baskısız ambalaj malzemesi üretiminin olması (kimi işyerlerinde aynı üretim organizasyonu içinde yer almaktadır)
veya baskılı ambalaj sektöründe baskı altı malzeme
olarak kağıt, plastik ve metal kullanılması işkolumuzun
kimi işyerlerinde, petro-kimya ve lastik, kağıt ve metal
işkolları ile içiçe geçmesine neden olmuştur.
İşkolumuzla ilgili bir diğer sorunlu alan ise, teknolojik gelişmelere bağlı olarak yayınevlerinde yaşanan
değişimdir. Artık “yayınevi” kavramı yerini “medyaevi” kavramına terketmektedir çünkü yayıncılık
faaliyetleri içerisinde, radyo-tv-internet üzerinden
görsel yayın ve dijital yayın faaliyetleri artmış bu da
ister istemez işkolumuzun iletişim işkolu ile, ticaret,
büro, eğitim ve güzel sanatlar işkolu ile ve gazetecilik
işkolu ile etkileşimini ve iç-içeliğini artırmıştır.
Güncel bir diğer sorun ise, Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı’nın, işyeri verileri için Sosyal
görüş
İŞKOLU TESPİTLERİNDE YAŞANAN AÇMAZLAR,
BASIN-YAYIN İŞKOLUNUN GÜNÜMÜZDEKİ
GÖRÜNÜMÜ VE İŞKOLLARI TEMELİNDE YASAL
ÇERÇEVESİ ÇİZİLEN SENDİKAL ÖRGÜTLENME
VE TOPLU PAZARLIK DÜZENİNE SENDİKAL
GÖRÜŞLERİMİZ
Güvenlik Kurumu verilerini kullanmaya başlamasıyla
ortaya çıkmıştır. Bu sorun,
1- SGK kayıtları için kullanılan standart ile 2821 sayılı Yasa kapsamında esas alınan işkolları standardının farklı olmasından (SGK için NACE Rev.2, Bakanlık
için İşkolları Tüzüğü’ndeki sınıflandırma, Banknot
örneğinde sözleşmeli çalışıp sigortası 4a üzerinden
yatanlar ile 4857 sayılı yasa kapsamında çalışıp sigortası yine 4a olarak yatanların aynı bordro kaydında
olması veya gazete matbaalarının NACE Rev.2’de
gazetecilikten farklı olarak basın-matbaa sanayi
içinde değerlendirilmesi, İşkolları Tüzüğü’ne göre ise
Gazetecilik İşkolunda sayılması vb),
2- Tek bir mali idare altındaki farklı işyerleri için tek bir
işletme kaydının kullanılmasından (örneğin Karayolları
Genel Müdürlüğü’ne bağlı matbaa işyerinde çalışan işçilerin, Karayolları Genel Müdürlüğü’nde çalışan tüm diğer
işçilerle aynı bordo bildiriminde yer alması,
3- İşyerlerinin SGK’ya kayıtları yapılırken, faaliyet alanı olarak üretim prosesi değil, ticari&nihayi
ürün/hizmet bildirimlerinin esas alınması (örneğin
rotogravür, flekso veya ofset baskı sistemleri ile baskılı plastik veya kağıt veya metalize ambalaj üretimi
yapan işyerlerinin, plastik ambalaj olarak bildirildi ise
plastik, kağıt ambalaj olarak bildirildi ise kağıt, metal
ambalaj olarak bildirildi ise metal işyeri olarak kayda
geçmesi vb)
Çalışmamız dört bölüm üzerinden kurgulandı.
Takipeden sayfalarda okuyacağınız bu ilk bölümde,
yukarıda bahsettiğimiz sorunlardan sadece 2821 sayılı Kanun çerçevesinde işyeri/işletme asıl iş/yardımcı
iş kavramları Yargıtay kararları ışığında tartışılacaktır.
İkinci bölümde yukarıda değindiğimiz diğer sorunlar
tartışılacak. Üçüncü bölümde basın-yayın işkolunun
günümüzdeki görünümü (ambalaj sektörü ağırlıklı
olarak) uluslararası meslek standartları (NACE Rev.2)
ve Türkiye’de kullanılan versiyonunu ele alınarak
tartışılacak. Son bölümde ise gündemden inmeyen
Sendikalar Kanun Taslakları da dikkate alınarak sendikamızın çözüm önerilerine yer verilecektir (2. 3. ve
4. bölümlere web sayfamızdan ulaşabilirsiniz).
basın-iş gündem / mayıs 2011
(40)
görüş
İşkolu Tespitine Esas Temel Kavramlar
İşkolu tespitleri ile ilgili en önemli sorunumuz, gerek Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın, gerek
mahkemelerin ve bilirkişilerinin yaptıkları işkolu tespit, inceleme ve vardıkları nihayi kararlarda, 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 60. maddesi ile bu kanuna
dayanılarak çıkarılan İşkolları Tüzüğü hükümlerinde
yer alan temel kavramları, yasanın ele aldığı şekliyle
ele almamalarıdır.
2821 sayılı Sendikalar Kanunu’nun 4. maddesinde, “Bir işyerinin girdiği işkolunun tespiti Çalışma
Bakanlığınca yapılır”, 60. Maddesinin 2. fıkrasında
da “Bir işyerinde yürütülen asıl işe yardımcı işler de
asıl işin dahil olduğu işkolundan sayılır” hükümlerine yer verilmiştir. Yani Kanun, “örgütlenme modelini ve sistemini oluştururken ölçü olarak işkolu
ve işyeri kavramlarını temel almaktadır” (Ulucan,
Eyrenci, Taşkent, 1990). Bir işyerinin hangi işkoluna
girdiği saptanırken başvurulan ölçü ise, Kanunun
60. Maddesine göre, o işyerinde görülen “asıl iş”tir.
Dolayısıyla işkolu tespitine giden yolda karşımıza
çıkan ilk soru “işyeri nedir” sorusudur. Bu soruya
verilecek yanıt, asıl iş- yardımcı iş kavramını da doğru
tespit etmemizi sağlayacaktır.
İşyeri, 2821’nin 2. Maddesinde “İşin yapıldığı yer”
olarak tanımlanmış ve devamında “İşin niteliği ve yürütümü bakımından işyerine bağlı bulunan yerlerle,
dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma,
muayene ve bakım, beden veya mesleki eğitim yerleri ve avlu gibi sair eklentiler ve araçlar da işyerinden
sayılır” şeklinde bir açılım getirilmiştir. Benzer bir tanım 4857 sayılı İş Kanununda da vardır.
Bu tanımda işyerinin sınırları ile ilgili bir belirsizlik
söz konusu değildir ancak işkolu tespitlerinde en önemli meselelerden biri “bağlı bulunan yerler”in tespite konu işyeri için nasıl yorumlandığı meselesidir.
Dolayısıyla burada işin “niteliği”nden ve “yürütü”münden ne anlaşılması gerektiği önemli. “İşin niteliği” deyimi, asıl işyerinde belirli bir mal üretmek ya
da hizmet sunmak amacıyla yapılan işlerle, işyerine
(41)
basın-iş gündem / mayıs 2011
bağlı yerlerdeki işlerin aynı teknik amaca yönelik olmaları ve ekonomik anlamda birbirini tamamlamaları
anlamına gelmektedir. İki yer arasında teknik açıdan
bir bağlılık yoksa, biri diğerini ekonomik yönden tamamlamıyorsa birbirinden bağımsız iki ayrı işyerinin
varlığı kabul edilmelidir (Ulucan, Eyrenci, Taşkent,
1990). “İşin yürütümü” yönünden bağlılıktan ise,
yapılan işlerin aynı yönetim altında örgütlenmiş bulunmaları anlaşılmalıdır. Yani iki mal/hizmet üretim
biriminin birbirine bağlı tek bir işyeri olarak kabul
edilebilmesi için işin niteliğinde (amaçta birlik) ve
işin yürütümünde (yönetimde birlik) açısından da
birbirlerine bağlı olmaları gerekir.
Bir örnek vermek gerekirse, bir üniversitenin bir
matbaası ve bir hastanesi olabilir ama bu iki yerin amaçlarının bir olduğundan söz edilemez. Diğer taraftan bir işverenin hem seramik fabrikası hem de bu
seramiklerin ambalajları için baskılı ambalaj fabrikası
olabilir ama bu iki yerde mal ve hizmet üretilmesi
için maddi olan ve olmayan öğeler ile işgücü bağımsız bir şekilde örgütlenmiş ise yine tek bir işyerinden
söz edilemez.
Dolayısıyla işkolu tespitlerinde tespite konu olan
işyerinin sınırları ile bağlı veya bağımsız bir işyeri
olup olmadığının doğru tespit edilmesi atılacak bir
sonraki adım için temel oluşturur. Özellikle kamu
kurum ve kuruluşlarında, grup şirketlerinde bu tespit önemlidir. İşkolu tespitinde yapılacak en önemli
hata bir “işletme”nin “işyeri” olarak tespit edilmesidir. Unutulmaması gereken husus, “işyerinin teknik
üretim birimi, işletmenin ise iktisadi üretim birimi
olmasıdır”. İşletme, iktisadi bir amacın gerçekleştirilmesi için bir girişimciye (özel veya kamu) ait bir veya
birden çok işyerinin örgütlenmesinden oluşan bir birimdir (Ulucan, Eyrenci, Taşkent, 1990).
Sonraki adım ise o işyerindeki asıl işin ne olduğu sorusudur. Çünkü bir işyeri sınırları ve eklentileri ile tespit
edildikten sonra, o işyerinde yapılan asıl iş, işkolu tespiti için belirlenen yasal ölçüdür. 2821 sayılı Kanunun
60. Maddesi-2. fıkrasına göre de asıl işe yardımcı işler
de asıl işin dahil olduğu işkolundan sayılacaktır.
züğünün 20 sıra numaralı Deniz Taşımacılığı işkoluna
girdiğinin tespitine kesin olarak 18.9.1985 gününde
oybirliği ile karar verildi.”
Yukarıda ifade etmeye çalıştığım yaklaşımdan benzer bir karar da sendikamız üyesi DSİ Foto Film Şube
Müdürlüğü (DSİ Basımevi) için verildi (5.7.1985 tarih
ve Esas No: 7491, Karar No: 7298 sayılı Karar):
“…….yapılan işlerin büyük çoğunluğunu DSİ ve
bağlı kuruluşlarına ait işler ve belirli nedenlerle bu
işletmeyi tercih eden kamu kurum ve kuruluşlarının
işlerinin teşkil etmesi, kaldı ki, işyerinin gerek makine
ve teçhizat bakımından gerekse de işyerinde çalışan
personel yönünden müstakil bir matbaa görünümünde olduğu ve fotofilm işlerini de yürütebilecek nitelikte bulunduğu anlaşılmıştır. 2821 sayılı Kanunun 60.
Maddesinde ve bu maddeye dayanılarak çıkarılmış
olan İşkolları Tüzüğünün 3. maddesinde belirtildiği
üzere “bir işyerinde yürütülen asıl işe yardımcı işler”
şeklinde yorumlanmasının mümkün olmaması sebebiyle, müstakil bir işyeri niteliğinde olan DSİ Basım ve
Foto Film Şube Müdürlüğünde yapılan işlerin, nitelik
itibariyle yardımcı işler olması ve işyerinin İşkolları
Tüzüğünün 16 sıra nolu Enerji işkoluna girdiğine dair
Bakanlık kararının hatalı olduğu sonuç ve kanısına
varıldığından ……………………işyerinin 10 sıra numarasında kayıtlı olduğunun tespitine karar verilmesi
mahkemece uygun görülmüştür.”
Bu iki örnek, işkolu tespitinde ilgili yasa ve tüzük hükümlerinin ruhuna uygun olarak, “işyeri”ni temel almıştır.
Aksi durumda, kamu matbaalarının hiçbirini 10
nolu işkolunda düşünemezdik. Oysa, işkolumuza
giren ve sendikamızın toplu sözleşme bağıtladığı,
Bilkent Holding’e bağlı Meteksan Matbaacılık ve
Teknik Sanayii A.Ş. Matbaa işyeri, Etap Holding’e
bağlı Etapak Baskı ve Ambalaj işyeri, Karayolları
basın-iş gündem / mayıs 2011
görüş
Ancak bir kez daha vurgulanması gereken şey, bir
işyerinde görülen asıl işe yardımcı işlerle, bir işletmenin birbirine yardımcı olsalar dahi ayrı işyerleri
karıştırılmamalıdır. Yani, sözkonusu fıkra hükmü “asıl
işyeri-yardımcı işyeri” olarak yorumlanmamalıdır
(Ulucan, Eyrenci, Taşkent, 1990). Ulucan, Eyrenci ve
Taşkent, işkolu tespitlerine ilişkin verdikleri mutaalada ele aldıkları yargı kararı ile konuya tartışmaya
yer vermeyecek şekilde açıklık getiriyorlar. Örneğin
Yargıtay’ın 18.9.1985 tarihli (Esas No: 8514, Karar
No: 820) kararında bu hususların altı çiziliyor:
“ Bir işkoluna giren işlerin neler olacağı, işyerini
işletene göre değil, uluslararası normlarda gözetilerek o işyerinde yapılan ve yapılması gerekli olan
işlerin niteliğine göre belirlenmelidir. Uyuşmazlıkta
sözkonusu olan Zonguldak limanının tamamı olup,
bu limanda TTK’ya ait hizmetler görülmeyip her türlü
liman hizmetleri görüldüğü müfettişlerce düzenlenen
tutanaklardan anlaşılmaktadır. Böyle faaliyet içinde
bulunan bir işyerinin işkolları tüzüğünün 2 sıra numarasındaki madencilik işkoluna girmeyeceği ortadadır.
“Her ne kadar, İşkolları Tüzüğü’nün 3. maddesi ile
2821 sayılı Kanunun 60. maddesinde, bir işyerinde
yrütülen yardımcı işlerin de asıl işlerin dahil olduğu
işkolundan sayılacağına dair kurallar getirilmişse de
yasada ve tüzükte belirlenmek istenen asıl işe yardımcı işler doğrudan doğruya tüzük sıra numarasında
yer alan işin veya işlerin meydana getirilmesi için yapılması zorunlu olan örneğin topraktan kömür çıkarılmasına yardımcı işler olarak anlaşılmak gerekir….
“Zonguldak limanındaki yukarıda sayılan işler ise
……………tüzüğün 20 sıra numarasında sayılan gemi
ve benzeri taşıtlarla ve deniz işkoluna tabi gemi
adamları eliyle her türlü yük ve hatta yolcu taşıması
ve deniz taşıtları ile yapılan liman hizmetlerinden
olduğu ………… Zonguldak liman işyerinin işkolları tü-
(42)
görüş
(43)
Genel Müdürlüğü’ne bağlı Karayolları Matbaa işyeri, Milli Eğitim Bakanlığı, Eğitim Teknolojileri Genel
Müdürlüğü Matbaa işyeri, MEB Devlet Kitapları DÖSE
Müdürlüğü Basımevi vb pekçok işyeri’nin idari ve
mali olarak bünyesinde örgütlendikleri Holding veya
Genel Müdürlüğün işkolundan sayılması gerekir ki bu
durum fiiilen basın-yayın işkolunun ortadan kalkması
anlamına gelir.
Yardımcı iş kavramına ilişkin bir diğer göz önünde
bulundurulması gereken yaklaşım da, yardımcı işi;
asıl işle tam bir uyum gösteren, yapılmaması halinde
asıl işi önemli ölçüde sekteye uğratabilen ya da asıl
işin yapılması için varlığı ve devamı zorunlu olan veya
asıl işin yürütülmesi sürecinde asıl işten ayrılamayacak durumda ve ayrıldığı zaman asıl işin tamamlanmasına engel olacak nitelikte olan işler olarak tarif
eden yaklaşımdır.
Örneğin Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 1987/8792
nolu Kararı bu niteliktedir. Bu kararda özetle:
“Tarım, Orman ve Köyişleri Bakanlığı’nın,
Teşkilatlanma ve Destekleme Genel Müdürlüğü, bakanlığın işletme kavramı içinde değerlendirilmesi sonucu “Tarım, Orman, Avcılık, Balıkçılık” işkolunda sayılmışsa da, söz konusu Genel Müdürlük’te yapılan asıl
işin görülmesinde yardımcı nitelikte olmayan, asıl işten
bağımsızlığı ağır basan bir özellik taşıyan yapılacak
işlerin organizasyonu işidir. Bu da, işkolunun “Ticaret,
Büro, Eğitim ve Güzel Sanatlar” olmasını gerektirir.
Zaten asıl işe yardımcı işler kavramından, asıl işin görülmesi ve sonuçlandırılması bakımında o süreç içinde
doğrudan yardımcı olan ve işi tamamlayan nitelikte
işler anlaşılmak gerekir. Söz konusu Genel Müdürlükte
yapılan ve yukarıda sayılan işlerin asıl işin görülmesinde yardımcı olmayıp asıl işlerden önce, yapılacak
işlerin organizasyonunu teminine yarayan ve asıl işten
bağımsızlığı ağır basan bir özellik taşımaktadır.”
denilmiştir.
Yine Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 1985/11470
sayılı Yargıtay İlamı ile kesinleşen Ankara 3. İş
Mahkemesi’nin (Esas No: 1985/122 D.İş Karar No:
985/45) kararında, Karayolları Genel Müdürlüğü’ne
bağlı matbaa işyerine ilişkin uyuşmazlık incelenmiş
ve her ne kadar bu matbaa sadece Karayolları’nın
işlerini yapıyor olsa dahi asıl işe yardımcı iş olarak
kabul edilemeyeceği hükmüne varılmıştır. İşkolları
tüzüğün’de yer alan yardımcı iş kavramı söz konusu
kararda şu şekilde tanımlanmıştır:
“Dosya müracatına göre ve yapılan incelemelerde
Karayolları Genel Müdürlüğüne bağlı merkez birimi içinde yer alan matbaa işyeri, Davalı Bakanlıkça
İşkolları Tüzüğü’nün 3. maddesindeki “bir işyerinde
yürütülen asıl işe yardımcı işler de asıl işin dahil olduğu işkolundan sayılır hükmü gereğince 15 sıra nolu
inşaat işkolunda mütaala edilmiştir. Ancak, İşkolları
basın-iş gündem / mayıs 2011
Tüzüğünün 3. Maddesinde yer alan bu düzenlemeyi,
asıl işin dahil olduğu işkolunda bulunan yapılan işler
açısından asıl işle tam bir uyum gösteren, yapılmaması halinde asıl işi sekteye uğratabilen ve asıl işin
yapılması için varlığı ve devamı zorunlu olan işler olarak değerlendirilmesi gerekmektedir ki bu durumda
3. madde hükmü müvacehesinde matbaa işyerinin
asıl işin dahil olduğu 15 sıra nolu inşaat işkolu içinde
mütaala etmek mümkün değildir.”
Yine Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 1989/2100 sayılı
Yargıtay İlamı ile kesinleşen, Ankara 4. İş Mahkemesi,
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’na bağlı matbaa birimi
ile ilgili verdiği (Esas No: 1989/8 Karar No: 1989/89)
kararında, özetle; “…..yardımcı işin, asıl işin yürütülmesi sürecinde asıl işten ayrılamayacak durumda ve
ayrıldığı zaman asıl işin tamamlanmasına engel olacak nitelikte bulunması halinde, yardımcı işin asıl işle
aynı işkolunda sayılması gerektiği”nin altını çizmiş ve
işyerinin 10 nolu işkolunda olduğuna hükmetmiştir.
Güncel Bir Hatalı Bilirkişi Raporu
Geçtiğimiz günlerde sendikamızın taraf olduğu bir
davada oldukça hatalı bir bilirkişi tespiti yapılmıştır.
Tespite konu olan iki baskılı ambalaj fabrikası,
seramik ve porselen eşya üzerine uzmanlaşmış bir
gruba aittir. Her iki işyerinde yapılan incelemeler
aynı bilirkişi heyeti tarafından yapılmıştır. İnceleme
sonucunda heyet, tartışmaya yer bırakmayacak şekilde, işyerlerinin son birkaç yıllık üretimine ve üretim
proseslerine bakarak ve doğru bir şekilde, Bakanlığın
bu işyerlerini 9 sıra nolu kağıt işkolunda değerlendiren tespitinin yanlış olduğu, toplam üretime ve makine parkına bakarak baskılı ambalaj üretiminin ağır
bastığı yönünde değerlendirmede bulunmuştur.
Ancak bu işyerlerinden birini, satışlarının büyük bir
kısmını dışarıya yaptığı gerekçesiyle 10 nolu işkolunda
sayarken, diğerini, satışlarının büyük bir kısmını gruba
ait diğer işyerlerine yaptığı gerekçesiyle 12 sıra nolu
“Çimento, Toprak ve Cam” işkolunda değerlendirmiştir.
Dolayısıyla yukarıda açıklamaya çalıştığımız ve
2821 sayılı Kanun ile İşkolları Tüzüğünün ilgili hükümlerine tamamen aykırı bir şekilde tespitinde işyerini
değil işletmeyi esas almış ve buradan yasaya aykırı
bir biçimde “asıl işyeri”, “yardımcı işyeri” tespitinde
bulunmuştur.
Böylece, sendikamızın işkolu uyuşmazlıklarıyla ilgili
olarak yıllardır yaşadığı sıkıntı, bu anlamda halen aşılamamıştır. 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ve İşkolları
Tüzüğünün 30 yıldır yürürlükte bulunmasına rağmen
işkollarının tespitinde net bir yaklaşım ve içtihat ortaya çıkarılamamış olmasını nasıl yorumlamak gerekir?
Oysa, sendikal örgütlenme ve toplu pazarlık sistemi
tümüyle bu tespiler üzerine oturuyor.
sektörden
PLASTİK
GIDA AMBALAJLARI
VE SAĞLIK
Uzm. Dr. Raika Durusoy
Prof. Dr. Ali Osman Karababa
(Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi
Halk Sağlığı Anabilim Dalı)
Plastik gıda ambalajları ve kapları pratik, hafif, kırılmaz ve görece ucuz olmaları nedeniyle gıda ve içecek saklama amacıyla çok yaygın kullanıma sahiptir.
Plastikler monomer adı verilen basit yapıdaki moleküllerin polimer adı verilen uzun ve zincirli bir yapıya
dönüştürülmesi ile elde edilen malzemelerdir.
Saf plastikler suda çözünmedikleri ve kimyasal tepkimeye girmedikleri için mekanik hasar
veya tıkanma hariç herhangi bir zarar vermeden/
hastalanmaya yol açmadan sindirim sisteminden
geçip giderler. Ancak plastikler genelde, kullanım
alanına uygun özellikler kazandırmak amacıyla
üretim sürecinde eklenen kimyasallar nedeniyle çok
çeşitli katkı maddeleri içerirler. Veya tamamlanmış
plastik son ürününün kendisi zararlı olmayabileceği
halde, üretiminde kullanılan monomerler zararlı
olabilir ve ürünün içinde bir miktar monomer kalmış olabilir.
Plastiklerin gıda saklamada kullanımı esnasında
monomerleri ve zararlı katkı maddeleri gıdalara ve
içeceklere geçerek sağlık riskleri oluşturabilmektedir. Bu yazının amacı, gıda ambalajında ve saklamada kullanılan plastikleri, oluşturabilecekleri sağlık
risklerini tanıtmak ve korunmada dikkat edilecek
noktalara, kaçınılması gereken plastik türlerine dikkat çekmektir.
Gıdaya Geçişi Arttıran Durumlar
Plastik gıda ambalajlarında/kaplarında yer alabilen ve sağlık için risk oluşturabilen başlıca maddeler
(45. sayfadaki) tabloda sunulmaktadır. Bu zararlı
maddelerin gıdaya geçişi, plastiğin ve gıdanın kimyasal özelliğine, paketleme, işleme ve depolama
sıcaklığına, UV ışınıyla temasa ve saklama süresine
göre değişebilmektedir. Yağlı ve asitli gıdalarla temas, gıdanın plastik kapta ısıtılması ya da plastik
bardağa sıcak içecek konması, eski, çizilmiş plas-
tiklerin kullanımı ve bazı deterjanlar, geçiş riskini
arttırmaktadır.
Plastik Gıda Kaplarında Bulunabilen Zararlı
Kimyasallar Ve Sağlık Etkileri
Günümüzde çok yaygın olarak kullanılan pet şişelerin adı, bu plastik türünün kısaltmasından gelmektedir. Günlük kullanım koşullarında PET şişelerden
şişedeki sıvıya hormon bozucu bir kimyasal olan
ftalatın geçebildiği yakın zamanda bildirilmiştir.
Ftalatlar, yağ dokusunda ve insülin direncinde artışa, hamilelik ve emzirme döneminde geçiş sonucu
erkek bebeklerde cinsel ve sinir sistemi gelişim sorunlarına yol açabilmektedir. Di-2-etilhekzil ftalat
(DEHP), esnek plastik ürünlerde yumuşatıcı olarak
en yaygın kullanılan maddedir.
Plastikler ağırlıkça %40’a varan oranlarda DEHP
içerebilirler. Avrupa Birliği ve ABD, DEHP’nin kullanımını yasaklamıştır. Bu kuralın geçerli olmadığı ülkelerden yapılan ithalat ve ülkemizdeki üretim nedeniyle belirtilen sağlık riskleri ülkemiz için geçerlidir.
Tabloda yer alan plastik türlerinin birçoğunun yapısında bulunan trinonilfenil fosfitin (TNPP) parçalanması ile ortaya çıkan nonilfenolün geri dönüşüm
kodu 2 olan HDPE şişelerden süte geçtiği gösterilmiştir. Nonilfenol, östrojen yani kadınlık hormonunun etkilerine benzer etkiler göstermektedir.
PVC, zehirli plastik olarak bilinmektedir ve yapısında kullanılan monomer olan vinil klorür, insanlar için
kanserojendir. İşçilerde karaciğer kanserine yol açtığı
gösterilmiştir. Bağ dokusu ve yumuşak doku tümörlerine yol açtığına dair kuşkular bulunmaktadır.
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’ndan izin almadan
PVC’nin gıda ambalajında kullanılması yasaktır. Oysa
streç filmin yapısında PVC bulunmaktadır ve sıklıkla
basın-iş gündem / mayıs 2011
(44)
sektörden
gıda ile temas halinde satılmaktadır. Streç film, gıdaya temas etmeyecek şekilde kullanılmalıdır.
Streç filmin yapısında bulunan Di-2-etilhekzil
adipat (DEHA) hormon bozucu bir kimyasaldır.
Karaciğer, böbrek, dalak, kemik oluşumu ve vücut
ağırlığı üzerine olumsuz etkileri olduğu bildirilmiş
ve karaciğeri etkileyen olası bir kanserojen olduğu
açıklanmıştır.
Polistiren kaplar ısıtıldığında gıdaya stiren geçirebilir. Stiren, olası hormon bozucu ve kanserojendir.
Farelerde karaciğere zararlı ve akciğerlere zararlı
olduğu ve akciğer kanserine yol açtığı belirlenmiştir.
Genler üzerine olumsuz etkileri olduğuna dair bulgular da vardır.
Polistirenin yapısında bulunan ve toksik etkileri
bilinen başka bir kimyasal madde 1,3 butadien’dir.
İnsanlar için kanserojen olduğu saptanmıştır: işçilerde lösemiye, genel olarak da lenfomaya yol açabilmektedir.
Geri dönüşüm kodu 7 (diğer) olan plastiklerin
çoğu polikarbonat plastiklerdir. Ülkemizde ambalajlanmış su satışının artması ve taşıma kolaylığı
nedeniyle polikarbonat damacanaların kullanımına
geçilmesi nedeniyle Bisfenol A (BPA) gündeme gelmiştir. BPA, 1930’larda yapay östrojen bileşiği olarak
kullanılmıştır. Polikarbonat plastiğin yapıtaşıdır ve
dünyada kullanım hacmi en yüksek olan kimyasallardandır. ABD’de yapılan bir taramada 2500 kişiden
%93’ünün idrarında BPA saptanmıştır ve en yüksek
düzey çocuklardadır.
BPA’nın prostat ve meme kanserine yol açabileceği, farelerde beyin ve üreme sistemi gelişimine
etkilerinin olduğu, hamilelik döneminde maruz
kalınca vücut ağırlığında artışa ve yağlanmaya yol
açtığı, deney hayvanlarında şeker hastalığı, erken
ergenlik ve sinir sistemi sorunlarıyla ilişkili olduğu
saptanmıştır. Güvenli olduğu bildirilen düzeyin
yüzlerce kat altındaki dozlarda deney hayvanlarına
olumsuz etkiler belirlenmiştir. BPA konusunda yapılan 163 kamu finansmanlı araştırmanın %92’si
düşük düzeyde BPA’ya maruz kalındığında bile gelişim, üreme ya da bağışıklık sistemine önemli etkiler saptadığı halde plastik endüstrisi tarafından
finanse edilen 13 araştırmanın hiçbirinde olumsuz
bir etki saptanmamıştır.
Formaldehit kesin kanserojendir: işçilerde burunboğaz kanserlerine, ayrıca lösemiye yol açtığına dair
kanıtlar bulunmaktadır. Formaldehitle ilgili olarak
Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliği’nde dikkat çeken bir
değişiklik, 1997 yılında gıda maddeleri ile doğrudan temas edecek kağıt ve kartonların formaldehit
içermemesi gerekirken 2008’de yapılan değişiklikle
aynı malzemelerde 15mg/kg’a dek formaldehit bulunmasına izin verilmesidir. 1997’den 2008’e dek
formaldehit’in zararlı etkileriyle ilgili araştırma
sonuçlarında artış olmasına karşın ilgili standartta
gerileme dikkat çekicidir.
IARC’a göre melaminin hayvan çalışmalarında
mesane kanserine yol açtığı gösterilmiştir, ancak insanda kanıtlar yetersizdir. Melamin ayrıca böbreğe
hasar verir. Çin’de çocuklarda böbrek taşı ve akut
böbrek hasarı salgınına yol açmıştır.
Reçinelerin yapısında bulunabilen akrilamid
molekülünün sinir sistemine zararlı olduğu saptanmıştır. Hayvan çalışmalarında üreme sistemine ve
genlere zarar verdiği ve kanserojen olduğu gösterilmiştir. Ağız yoluyla alınan akrilamidin rahim ve yumurtalık kanserleri açısından risk artışına yol açtığı
belirlenmiştir. Kanserojen etki, az miktarda da olsa
uzun yıllar boyu maruz kalınca ortaya çıkmaktadır.
Ne yapmalı?
Kısa erimde ve bireysel olarak yapılabilecekler,
gıda saklama ya da tüketme amacıyla plastik kapların ve ambalajların kullanımından olabildiğince
kaçınmak, zorunlu hallerde de sağlığa daha az zararı
olanlar tercih etmek ve gıdaya geçişi arttıran durumları göz önünde bulundurmaktır.
Uzun erimde, toplumsal düzeyde yapılabilecekler
ise, mevzuatla ilgili düzenlemeler, tek kullanımlık
plastik ambalajlar yerine eskiden olduğu gibi “depozitolu” çok kullanımlık cam şişeleri talep etmek ve
ambalaj sektöründeki bu değişimin ardında yatan
dinamikleri sorgulamaktır.
Kaynak: 1.Durusoy R, Karababa AO. Plastik gıda ambalajları ve sağlık. TSK Koruyucu Hekimlik Bülteni,
2011 (bu kaynaktan kısaltılarak hazırlanmıştır).
(45)
basın-iş gündem / mayıs 2011
Plastik türünü temsil eden
örnekler
İçindeki toksik madde(ler) ve olası sağlık
etkileri
sektörden
Plastik türü
(kısaltması ve varsa geri
dönüşüm üçgen simgesi içindeki
numarası)
- Ftalatlar (hormon bozucu)
Polietilen tereftalat (PET) (1)
- Nonilfenol (hormon bozucu)
Yüksek dansiteli polietilen
(HDPE) (2)
- Nonilfenol (hormon bozucu)
Polivinil klorür (PVC) (3) (Türk
Gıda Kodeksi’ne göre gıda
ambalajında PVC kullanılamaz,
ancak gıdadan ayrı satılan
streç film PVC’dir.)
- Vinil klorür (kesin kanserojen)
- DEHA (hormon bozucu, olası kanserojen)
- Ftalatlar (hormon bozucu)
Düşük dansiteli polietilen
(LDPE) (4)
- Nonilfenol (hormon bozucu)
Polipropilen (PP) (5)
- Nonilfenol (hormon bozucu)
- Stiren (kanserojen ve olası hormon bozucu)
Polistiren (PS) (6)
- 1,3 butadien (kanserojen)
- Nonilfenol (hormon bozucu)
Polikarbonat (PC) (7)
Melamin ve üre formaldehit
dökümler
- Bisfenol A (BPA) (hormon bozucu)
-
- Formaldehit (kanserojen)
- Melamin (böbreğe toksik)
- DEHP (hormon bozucu)
Reçinesel/polimerik kaplamalar
-
Poliamitler (PA) (Naylon)
-
- Akrilamid (nörotoksik, genotoksik, olası
kanserojen)
- Bisfenol A (BPA) (hormon bozucu)
basın-iş gündem / mayıs 2011
(46)
çevremiz
NÜKLEER KRİZ
SÜRÜYOR
Japonya’da gerçekleşen deprem,
tsunami ve nükleer felake�n etkileri
sürerken; devlet yetkilileri televizyon
kameraları karşısında domates ve
hıyar yiyerek gıdalarda radyasyon
olmadığını kanıtlamaya çalışıyor.
Japonya’da 11 Mart günü gerçekleşen deprem,
Cahit Aral’ı anımsa�.
ardından gelen tsunami ve nükleer felake�n yara�ğı
Japonya’da gıdalarda yüksek miktarda radyasyon
yıkım her geçen gün daha net olarak ortaya çıkıyor.
olduğunun kanıtlanmasının ardından, yaklaşık 25 ülke
Japonya’dan gıda ve zirai ürün alımını kes�. Türkiye’de
Geç�ğimiz günlerde, Japonya Başbakanı’nın kapalı
ise 24 Mart günü yayınlanan genelge ile, Japonya’dan
kapılar ardında sarfe�ği ‘Santral çevresinde ar�k yagelen ürünler için gümrüklerde ‘radyasyon kontrolü’
şam olmayacak’ sözleri basına sızdı. Bu sözlerin hızla
şar� ge�rilmiş�. Ancak İzmir Limanı’ndaki kontrol ciyalanmasına ve Başbakan ile diğer hükümet yetkililehazının aylardır bozuk olduğu ortaya çık�.
rinin kameralar karşısında sistemli biçimde salatalık
ve domates yemesine karşın; bilimadamları tam tersi
Radyasyonlu Su Okyanusa!
yönde görüş bildiriyor.
TEPCO, deposunda halihazırda bulunan radyasyonlu
39 sene nükleer santral operatörü olarak çalışmış
suyu okyanusa boşaltmaya başladı. Bu ilk aşamada,
olan Arnold Gundersen ile yapılan görüşmede, Gunokyanusa yaklaşık 15 bin ton radyoak�viteli suyun
dersen, Fukuşima’daki nükleer felaket nedeniyle önüboşal�lması anlamına geliyor. Bir haber ajansında yer
müzdeki 50 yıl içerisinde 200 bin kişinin artan kanser
alan bilgiye göre, bu su çevreye yayılmasına izin verilen
nedeniyle haya�nı kaybedeceğini savundu.
yasal eşiğin 500 ka� radyasyon içeriyor. Radyoak�vitenin okyanusta seyrelmesine karşın, sızmanın da devam
Öte yandan tüm bu süreçte dedikodular, medyanın
etmesi nedeniyle, deniz yaşamının nasıl etkileneceği
yazdıkları, söylen�ler, hükümet açıklamaları birbirine
henüz bilinmiyor.
karışmış durumda. Bağımsız gazetecilerin düzenlediği
toplan�da, Santrali işleten TEPCO’nun 20
milyar Yen’lik reklam bütçesi nedeniyle
Felake�n Etkileri Sürüyor
ulusal medyanın TEPCO’nun açıklamalaJaponya’da 11 Mart günü yaşanan deprem, tsunami ve ardınrını savunduğu vurgulandı.
dan gelen nükleer sızın�nın etkileri devam ediyor.
Japonya’nın resmi nükleer güvenlik
Onbinden fazla kişinin öldüğü felake�e, 17 bin 33 kişi kayıp,
kurumu NISA, Fukuşima’daki kazanın seyaklaşık 3 bin kişi ise yaralı.
viyesini, en yüksek seviye olan INES 7’ye
yüksel�. Dünyada bundan önce 7’nci
Bölgede deprem ve tsunamiden sağ olarak kurtulanlar da
seviye olarak belirlenen tek nükleer kaza,
yaşam mücadelesi veriyor. Yaklaşık 19 bin ev tamamen yıkılmış
1986 yılında gerçekleşen Çernobil patladurumda. 160 bin kişi evleri yıkıldığı için barınaklarda yaşamını
sürdürüyor. Yiyecek, su, ısınma problemlerinin yanısıra, yaşanan
ması idi.
artçı depremler de
Yapılan testler sonucunda kirli suyun
yaşam koşullarını
normalde olması gereken seviyenin 10
zorlaş�rıyor.
bin ka� radyasyona sahip olduğu belirSürmekte olan
�lirken; Tokyo valisi kameralar önüne
radyoak�f sızın� ise,
çıkıp “Bakın ben de içiyorum, birşey
nükleer felake�n
olmuyor” diyerek musluk suyu iç�. Göboyutlarının yapırüntüler, Çernobil felake� sonrasında
lan ilk açıklamaların
Karadeniz’e ulaşan radyasyon kirliliğinin
çok üzerinde olduçayları etkilemediğini kanıtlamak için kağunu gösteriyor.
meralar önünde çay içen eski bir bakanı,
Turgut Özal Hüküme�’nin Sanayi Bakanı
(47)
basın-iş gündem / mayıs 2011
Bilimadamlarının son yap�kları araş�rmalar, ru�n
yaşan�mızda da radyasyona maruz kaldığımız bu dönemde güvenli bir eşik kalmadığı yönünde. Örneğin
Ba� Eyaletleri Vak� Yöne�cisi Jacqueline Cabasso,
“ABD’de enerjiden sorumlu birim sağlık riski yaratmayan bir radyasyon seviyesinin kalmadığını kanıtladı”
şeklinde bir açıklama yap�. Cabasso açıklamasında, bir
zemin radyasyonun zaten var olduğunu belir� ve iki
binden fazla nükleer tes�n bu zemin radyasyon seviyesini ar�rdığını ve bu nedenle zaten yapay olarak radyasyonu ar�rılmış bir çevrede yaşadığımızı vurguladı.
Cabasso “Bir işçinin ya da sıradan bir insanın bir yılda
ne kadar radyasyonu kaldıracağı gibi hesapların hepsi
saçma. Güvenli bir radyasyon seviyesi yok. Bu güvenli
denilen seviyelerin hepsi, nükleerci camia tara�ndan
belirleniyor” dedi.
Facia Kar Hırsının Ürünü
Yaklaşık 20 yıldan bu yana, nükleer santralin bulunduğu bölgeyi bir tsunaminin vurabileceği biliniyordu.
Ancak, santrale yeni tetkikler yapılması konusunda
yavaş davranıldı; çünkü tetkikler iş dünyasına yüksek
bir maliyet ge�recek�.
İşçiler Ölümüne Çalış�rıldı
Facia sonrasında reatörde çalışan yüzlerce işçi,
ölümcül dozlarda radyasyona maruz kalmanın yanı
sıra, günde iki öğün yemek yiyerek ve çok soğuk olan
ortamda geceleri sadece bir ba�aniye ile uyuyarak
çalış�rıldı. Günlük 1,5 litre su kullanım hakları olduğu için ellerini alkol ile yıkıyor, banyo yapamıyorlar.
Kıdemli bir TESCO işçisinin “Nükleer kazadan hemen
sonra bir kuru ekmek aldık. Çok çalış�ğımız ve neredeyse hiç uyuyamadığımız için o kadar bitkindik ki,
ekmeği çiğneyemedik bile” sözleri işçilerin durumu
nu özetliyor. TESCO’da çalışan işçiler felake� önleyebilmek ya da zararı en aza indirebilmek için hayatlarını
tehlikeye atarken, firma ve Hükümet işçilere sahip
çıkmıyor.
çevremiz
Radyasyonda ‘Güvenli Eşik’ Var Mı?
Öte yandan, işçilere sahip çıkmayan Hükümet,
TEPCO’ya sahip çıkıyor. TEPCO’nun nükleer felaket nedeniyle ödemesi gereken tazminatları karşılaması için
devlet destekli bir sigorta fonu kuruluyor. Yani firmanın
zararı yine halkın sır�ndan karşılanmış olacak.
Nükleer Radyasyon
Nasıl Zarar Veriyor?
Atom bombası ve nükleer reaktörlerin yaydığı
iyonize radyasyon,
DNA’yı güçsüzleş�riyor ve kırıyor.
Radyasyon DNA moleküllerini yeterince
değişime uğra�rsa, hücreler
çoğalamaz ve ölmeye başlar.
Bu da radyasyon hastalığının ilk belir�leri olan
kusma, terleme ve saç kaybı
ile kendini gösterir.
Daha az zarar gören hücreler ise haya�a
kalabilir ve çoğalmayı sürdürebilir;
ancak DNA’larındaki yapısal değişimler,
hücrelerin ne zaman ve nasıl bölüneceği
gibi mekanizmaları etkileyebilir.
Bunun kontrol edilemediği
durumda ise, hücreler kanserli
hale dönüşmeye başlar.
Türkiye’de Nükleer Felakete
Dave�ye Çıkar�lıyor
Japonya’da yaşanan felake�n boyutları halen
tar�şılırken; Türkiye’de elektrik üreten nükleer
enerji santrali kurulması tar�şmaları da 1965
yılından beri devam ediyor.
46 yıl önce “Atom Enerjisi Komisyonu İkinci
Beş Yıllık Plan” başlıklı belge ile temeli a�lan
nükleer enerji ihalesi ve tar�şmalarına Akkuyu’nun seçilmesi ile ilk somut adım a�lmış oldu. Nükleer enerji için açılan ve iptal edilen sayısız ihale
söz konusu. Bu ihalelere ka�lmış olan firmaların neredeyse hiçbirinin ise doğanın, çevrenin ve canlı
haya�n korunması konusunda sicili temiz değil. İhale en son Rus-Türk ortaklığında Park Teknik (Ciner
Grubu) ile Atomstroyexport girişiminde kaldı.
Japonya’daki felakete, bilim insanlarının açıklamalarına ve devam eden protestolara rağmen Hükümet, santrali kurmakta kararlı olduğunu vurguluyor. Ha�a Başbakan Erdoğan’ın nükleer santral konusunda belirledikleri programı gerçekleş�receklerini söylediği konuşmasında yap�ğı “O zaman evinize
Aygaz tüpü de koymamak gerekir” şeklindeki trajikomik açıklaması uzun süre gündemde kalmış�.
basın-iş gündem / mayıs 2011
(48)
işyerlerimizden
mutluluklarımız
kayıplarımız
Ankara: Meteksan Matbaası’ndan Aziz Aras, Erdem
Aydoğmuş, Semih Gencer, Ali Bozoğlan ve Deniz Şanker;
Milli Eği�m Basımevi’nden Ahmet Erduran, Hasan Şahin ve
Mustafa Demiroğlu; TÜİK Basımevi’nden Mehmet Kanbur
İstanbul: Darphane Genel Müdürlüğü’nden Ramazan Çavdar, Vedat Tornak ve Erdal Özdemir; Damga
Matbaası’ndan Mustafa Karaman, Mustafa Toktaş ve
Mahmut Beki; DMO Basımevi’nden Tuncay Yarış, Ali Osman Yıldız, Cem Abanoz ve Sedat Sarıgül
İzmir: Etapak Baskı ve Ambalaj’dan Menderes
Gündoğan, Cengiz Akbaş, Fa�h Ergün, Hacı Ali Akgün,
Aytekin Armağan, Şenol Pamuk ve İbrahim Sürek
Düzce: Propak Ambalaj’dan Yılmaz Cankit ve Erkan
Danışan
arkadaşlarımızın bebekleri olmuştur. Üyelerimizi kutlar, ailelerine ve bebeklerine sağlıklı ve mutlu bir gelecek dileriz.
Ankara: Başbakanlık Basımevi eski işyeri temsilcisi Alper
Beribey vefat etmiş�r. İhsan Sezer babasını, İhsan Özer
babasını kaybetmiş�r. Meteksan Matbaası’ndan A�f
Çelikkanat yeni doğan bebeğini, Hikmet Aytar babasını
kaybetmiş�r. Milli Eği�m Basımevi Müdürü Murat
Öndoğan babasını kaybetmiş�r.
İstanbul: Darphane Genel Müdürlüğü’nden Rahmi
Alaçam annesini ve amcasını kaybetmiş�r. DMO
Basımevi’nden Tuncay Yarış annesini, Hüseyin Kara
babasını, Nevzat Yaman Kayınvalidesini, Mustafa Çolak
yeğenini kaybetmiş�r. DMO Basımevi’nden emekli üyelerimiz Türker Acar ve Aziz Kapan vefat etmiş�r.
İzmir: Etapak Baskı ve Ambalaj’dan Hamdullah Topaç
babasını kaybetmiş�r.
Düzce: Propak Ambalaj’dan Kaşif Özbayrak babasını,
Hamdi Yaz babasını kaybetmiştir.
Ankara: Meteksan Matbaası’ndan Özgür Ceylan ve
Murat Akkurt; Ziraat Gurup Matbaası’ndan Baki Turan’ın
oğlu Nurullah Arda Turan, Erdem Eyüpoğlu’nun oğlu
Erşahin Eyüpoğlu
İstanbul: Darphane Genel Müdürlüğü’nden Hasan
Atasoy; DMO Basımevi’den Serdar Aksu, Fikret Dizdar
Düzce: Propak Ambalaj’dan Kerim Hunç, Özgür Yavuz, Ömer
Çaboğlu
arkadaşlarımız evlenmiştir. Arkadaşlarımıza ve eşlerine
mutlu ve uzun bir beraberlik diliyoruz.
Niyazi Özer ve Sinan Altay arkadaşlarımız makine
operatörlüğünden vardiya formenliğine atanmıştır.
Arkadaşlarımızı kutluyor,
yeni görevlerinde başarılar diliyoruz.
Kaybe�klerimize Tanrı’dan rahmet, yakınlarına sabır
ve başsağlığı diliyoruz.
Sendikamıza yıllarca yöne�ci,
baştemsilci ve temsilci olarak
emek veren, son olarak 20032007 döneminde Genel Teşkilatlandırma Sekreterliği görevini
yürüten ve geçirdiği ani bir rahatsızlık sonucunda Damga Matbaası’ndan emekli olan sevgili Davut
Bilirer arkadaşımızı, art arda
yaşadığı talihsiz rahatsızlıklar sonrasında 2010 sonbaharında kaybe�k. Davut arkadaşımız, abimiz ve
sınıf mücadelemizde yoldaşımızdı. Anısı her zaman
yaşayacak. Kendisine bir kez daha Tanrı’dan rahmet
tüm sevenlerine başsağlığı diliyoruz.
iş kazası / hastalık
Sendikamız uzmanlarından Duygu Gözlek
ile Koop-İş Sendikası uzmanı Deniz Akdoğan,
23 Nisan günü evlenmiştir. Basın-İş olarak Duygu ve
Deniz’e, uzun ve mutlu bir beraberlik diliyoruz.
emekli
Ankara: Başbakanlık Basımevi’nden Cemal Par� ve
Mustafa Hüner; TÜİK Basımevi’nden Sibel Kuş, Özcan
Karanfil; Milli Eği�m Basımevi’nden Muharrem Çiğdem,
Halit Kanbur; Ziraat Gurup Matbaası’ndan Ayhan Ülker,
Yılmaz Özboğa, Erkan Aydın ve Erol Soylu; Meteksan
Matbaası’ndan Nedim Yılmaz ve Hamza Aslantaş; DSİ
Matbaası’ndan Cemal Özen
İstanbul: Darphane Genel Müdürlüğü’nden Hasan Basri
Hoşafçı, Sezai Kurt, Kamber Erbay, Nahit Öztürk; Damga
Matbaası’ndan Sebaha�n İşnaz
İzmir: Etapak Baskı ve Ambalaj’dan Teyfik Aslan ve Nurtane Kapanca;
Düzce: Propak Ambalaj’dan Me�n Yükselen
Arkadaşlarımız emekli olmuştur. Arkadaşlarımıza bundan sonraki hayatlarında da sağlık ve mutluluk diliyoruz.
(49)
basın-iş gündem / mayıs 2011
Ankara: TÜİK Basımevi’nden Ali Çe�ntaş ��k ameliya�
geçirmiş�r. Milli Eği�m Basımevi emekli üyemiz
Şerafe�n Bektaş beyin kanaması geçirmiş�r. Şu anda
durumunun iyi olması hepimiz için sevindiricidir.
Ziraat Gurup Matbaası’ndan Özkan Polat trafik kazası
geçirmiş�r.
İstanbul: Darphane Genel Müdürlüğü’nden Harun
Soyözkan rahatsızlanmış, İhsan Acar’a bel ��ğı, Abdullah Dülger’e de boyun ��ğı teşhisi konmuştur. Damga
Matbaası’ndan Rafet Tecer ve Mehmet Kaplan iş
kazası, Ramazan Ay ise evinde bir kaza geçirmiş�r. DMO
Basımevi’nden Serdar Dereyayla iş kazası geçirmiş�r.
Ekber Utuş, Bayram Budak, Gökmen Öztürk, Murat
Aydoğan, İhsan Şahin ameliyat olmuşlardır. Hakan
Gugu’nun eli yanmış ve 10 gün yanık tedavisi görmüştür.
Hasan Işık gözünden ameliyat olmuştur. Yusuf Derici
boyun fıtığı ameliyatı geçirmiştir. Mahmut Kurban boynundan ameliyat olmuştur. Nevzet Sancaktutan böbrek
taşını kırdırmıştır. Hüseyin Kara elindeki yanıktan dolayı,
yanık tedavisi görmüştür.
İzmir: Etapak Baskı ve Ambalaj’dan Ali Fidan ile İzmir Şube
Başkanımız Yılmaz Yurteri iş kazası geçirmiş�r.
Arkadaşlarımıza geçmiş olsun diyor, biran önce
sağlıklarına kavuşmalarını umuyoruz.
BASINDA
SENDİKAMIZ
Bu dergi Basın-İş üyesi işçiler
tarafından basılmıştır.

Benzer belgeler