Basın-İş Gündem 40`ıncı sayıyı okumak için - Basın
Transkript
Basın-İş Gündem 40`ıncı sayıyı okumak için - Basın
Basın-İş g ndem ü bahar - 2011- Sayı: 40 basın-iş gündem bahar 2011 / sayı: 40 Yayınlayan: Türkiye Basın, Yayın, Grafiker ve Ambalaj Sanayii İşçileri Sendikası (Basın-İş) Genel Merkezi Basın-İş Merkez Yönetim Kurulu Genel Başkan : Yakup Akkaya* Genel Sekreter : İ.Hakkı Kütükcü Genel Mali Sekreter : İlhami Çelik Genel Teşkilat Sekr. : Reyhan Mutlu Genel Eğitim Sekr. : Menderes Çadır (*Genel Başkan Yakup Akkaya’nın milletvekili adaylığı nedeniyle görevi askıdadır) Adres: Necatibey Cad. Hanımeli Sok. No: 26/7 06430-Sıhhıye / ANKARA Tel: (312) 230 29 08 / 229 96 15 Fax: (312) 229 43 15 E-mail: [email protected] Internet: www.basin-is.org İmtiyaz Sahibi: Basın-İş Sendikası adına, İsmail Hakkı Kütükcü Genel Başkan Vekili & Genel Sekreter Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Fatih Aydemir Yazılar: Yıldız Ekiz Duygu Gözlek Fatih Aydemir Grafik Tasarım: Fatih Aydemir Yıldız Ekiz Yerel Süreli Yayın Baskı&Cilt Gurup Matbaacılık Adres: İstanbul Yolu Trafo Karşısı 06070 Tel: (312) 384 73 44-45 Varlık / ANKARA www.gurupmatbaacilik.com.tr [email protected] [email protected] Baskı Tarihi: Mayıs 2011 İÇİNDEKİLER BAŞYAZI Nasıl Söz Sahibi Olabiliriz ........................................ 1 YAKIN PLAN AKP Dönemi Çalışanlar İçin Kayıp Yıllar.................. 2 Torbadan Daha Fazla Sömürü Çıktı ......................... 4 Modern Kölelik Yasası .............................................. 8 İŞ GÜVENLİĞİ - EKONOMİ İş Kazaları Can Almaya Devam Ediyor .................. 11 Rakamlar Yalan mı Söylüyor .................................. 12 İnsanlık Unutturuluyor ............................................ 13 GREV, EYLEM, DİRENİŞ En Büyük Sağlık Mitingi ve Sağlıkta “Hak Grevi” ... 14 Emekçiler Güvencesiz Çalışmaya “Hayır” Dedi................15 GENEL KURULLARIMIZ İzmir Genel Kurulumuz........................................... 16 Ankara Genel Kurulumuz ....................................... 18 İstanbul Genel Kurulumuz ...................................... 20 ÜLKENİN GÜNDEMİ Dokunan Yanarsa Dokunacağız ............................. 22 EMEKÇİNİN GÜNDEMİ Birlik, Mücadele ve Dayanışma: 1 Mayıs .............. 23 SENDİKALARIMIZDAN Sendikalarımızın Genel Kurulları Toplanıyor .......... 27 Çiğli İşçi Kurultayı Yapıldı ....................................... 27 11 Sendikadan Mücadele Birliği ve BAT Eylemi ..... 28 BERİCAP ve KAMPANA İşçilerine Ziyaret.............. 28 Tüpraş’ta Toplu Sözleşme Eylemi .......................... 29 Deri-İş’ten Toplu Sözleşme Eylemi ......................... 29 EMEKÇİ KADIN Kadının Yeri ............................................................ 30 8 Mart’ı Üyelerimizle Kutladık................................. 31 SENDİKAMIZDAN Toplu Sözleşme ve Davalarımız ............................. 32 DMO Basımevi’nde Farklı Planlar mı Gündemde .. 33 İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Eğitimlerimize Devam...........34 Eğitim Seminerlerimiz ......................................................35 ULUSLARARASI Meksika İşçisine Destek Verdik .............................. 36 UNI’den Eylem Stratejisi......................................... 37 Emekçilerin Resmine Dahi Tahammülleri Yok ........ 38 HUKUK KÖŞESİ İşkolu Tespitlerine ve İşkolumuza Dair ................... 39 SEKTÖRDEN Plastik Gıda Ambalajları ve Sağlık ......................... 43 ÇEVRE Nükleer Kriz Sürüyor .............................................. 46 Türkiye’de Nükleer Flekate Davetiye Çıkarılıyor .... 47 ÜYE İŞYERLERİNDEN .............................................. 48 BASINDA BASIN-İŞ .................................................. 49 başyazı Nasıl söz sahibi olabiliriz? Bunun için Birlik, Mücadele ve Dayanışma ilkelerimizi en etkin nasıl hayata geçiririz? İşte en büyük ortak sorunumuz. Sevgili Üyelerimiz, 4 yılllık bir çalışma döneminin sonuna yaklaşıyoruz. Şube Genel Kurullarımızı son derece saygın ve demokratik bir şekilde, kavgasız ve barış içinde tamamladık. Yeniden seçilen arkadaşlarımız oldu, geride bıraktığımız dönemde verdikleri emek nedeniyle kendilerine teşekkür edilerek yerini bir başka arkadaşımıza devredenler oldu. Genel Kurullarımız sonrasında Şube Yönetimlerimizde oluşan tablonun tek bir anlamı var o da sendikal görev ve sorumlulukların bizzat delegelerimiz ve üyelerimizce yeniden dağıtılmasıdır. Seçilen ve seçilmeyen arkadaşlarımızın dünden bugüne Sendikamız açısından değerleri değişmedi. Üyelerimizin, örgütlü ve örgütsüz diğer emekçilerin Sendikamızdan beklentisi veya sendikal ihtiyaçları değişmedi. Değişen sadece sorumluluklarımız. Hepimiz bu sendikanın bir parçasıyız, emekçisiyiz. Emekçi kimliğimiz devam ettiği sürece de bu böyle devam edecek. Bizden öncekilerden bir miras ve gelenek devralacağız, bizden sonrakilere bir miras ve gelenek devredeceğiz. Geride bıraktığımız dönemde, 1 Mayıs’ı, yaptığımız onca eylem ve verdiğimiz mücadeleleri, seçim sürecinde yaşananları, ihlalleri, baskı ve şiddeti, bu dergi sayfalarında okuyacağınız tüm gelişmeleri dikkate aldığımda birkaç noktanın altını çizmek gerektiğini düşünüyorum. Sendikal hareketin doğuşu ve gelişmesi, birlik, mücadele ve dayanışma ilkeleri üzerine kurulu, kişilerin üzerine değil. Bu ilkelerin gereği yerine getirilmediğinde kim yönetirse yönetsin sendikalarımızın etki alanı sınırlı kalacaktır ki bugün yaşadığımız deneyimler bunu doğruluyor. Sendikaları ortaya çıkaran hareket, işçilerin önce işyerlerinde sonra devlet idaresi üzerinde söz sahibi olmak istemesi değil miydi? Bir başka deyişle işçilerin yani emekçilerin kollektif iradesinin, emek sürecimizi, hayatımızı, geleceğimizi doğrudan belirleyen işyeri ve devlet yönetiminde söz sahibi olması, belirlenen politikalara ortak olma talebi değil miydi? Evet kısaca buydu ve demokrasinin kaynağı da işte bu talepte yatıyordu. Kısaca sendikaları ortaya çıkaran gerçeklik: çalışma ve yaşam koşulları; fikir: yönetimde söz sahibi olmak gereği; eylem biçimi: birlik-mücadele-dayanışma idi. Dolayısıyla önümüzde duran ortak sorunumuz: İnsanca yaşam için olmazsa olmaz olan, güvenceli iş, çalışma, sağlık, sigorta, çevre, ücret, temsil edilme, sözümüzü, eleştirimizi ifade etme, gösteri yapma, v.b. hak ve özgürlüklerimizi ve menfaatlerimizi yani emeğimizin/alınterimizin karşılığını hakça, adil ve eşit bir şekilde nasıl alırız sorunudur; bunları belirleyen, çerçevesini çizen yönetim organlarında, iktidar üzerinde nasıl söz sahibi olabiliriz; bunun için birlik, mücadele ve dayanışma ilkelerimizi en etkin nasıl hayata geçiririz sorunudur. Basın-İş Sendikamızı bu çizgide tutmak hem ülkesi ne olursa olsun işverenler karşısında hem de kim gelirse gelsin hükümetler karşısında bizleri emek çizgisinde tutacaktır. Bu bizim emekçi sorumluluğumuzdur ve her bir üyemizin, temsilci ve yöneticimizin boynuna borçtur. Bu anlamda 2011 yılı, tüm emekçiler açısından gerek sağlık sistemindeki dönüşüm, torba yasa, güvencesizleştirme, iş kazaları, basın üzerindeki sansür gibi karşı karşıya kaldığımız sorunların yoğunluğu, gerekse katıldığımız eylemler, eğitim ve seminerler, gerçekleştirdiğimiz Genel Kurullar ve özellikle 1 Mayıs dikkate alındığında önemli bir yıl oluyor; önümüzdeki dönemde karşı karşıya kalacağımız sorunlar, genel seçimler ve Genel Merkez Genel Kurulumuz ve diğer çalışmalar düşünüldüğünde önemi daha da artıyor. Bu vesileyle, milletvekili adayı olan Genel Başkanımız Yakup Akkaya’ya, Şube Genel Kurullarımız sonucunda önceki dönem kurullarda yer alıp önümüzdeki dönem yer almayacak olan tüm arkadaşlarımıza emeğinize sağlık diliyoruz ve emekçi sorumluluklarının devam ettiğini hatırlatmak istiyoruz. Yeni dönemde kurullarda görev alan arkadaşlarımıza da birlik mücadele ve dayanışma ruhuyla başarılı bir çalışma dönemi diliyoruz. Saygılarımla, İsmail Hakkı Kütükcü Genel Başkan Vekili & Genel Sekreter basın-iş gündem / mayıs 2011 (2) yakın plan Çalışma Yaşamına Dair Düzenlemeler Ve Hak Kayıpları Raporu Sendikamız Basın-İş tarafından hazırlanan “AKP Döneminde Çalışma Yaşamına Dair Düzenlemeler ve Hak Kayıpları (2003-2011)” adlı rapor; Mart ayında kamuoyu ile paylaşıldı. Raporda; son 8 yılda, AKP’nin çalışma hayatıyla ilgili yaptığı yasal düzenlemeler ile çalışanların açısından ortaya çıkan şu önemli hak kayıplarına yer verildi: AKP DÖNEMİ = İş güvencesi hakkı elimizden alındı Bilindiği gibi AKP, iktidar olur olmaz ilk olarak 32 yıllık İş Kanunu’nu tamamen değiştirdi. 4857 sayılı Yeni İş Yasası ile iş güvencesi hakkını kaybeden çalışanlar, aynı zamanda esnek çalışma biçimleri dayatması ile karşı karşıya bırakıldı. Sağlık özel sektöre devredildi Sosyal devlet anlayışından tamamen uzak politikalar üreten AKP; SSK Hastanelerini tasfiye ederek, işçilerin sağlık hizmeti almasının önünü tıkamış oldu. Hastanesiz kalan işçilere adres olarak özel sağlık kuruluşlarını gösteren AKP, sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi için “Sağlıkta Dönüşüm Projesi”ni hayata geçirdi. Kız çocuklarımız korumasız bırakıldı AKP döneminde 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu çerçevesinde, katılım payı uygulaması getirildi. Bu şekilde vatandaşımız sağlık hizmetlerini satın almak zorunda bırakıldı. Bu yasa çerçevesinde Genel Sağlık Sigortasının kapsamı da daraltıldı. Bu yasada, 18 yaşını dolduran kız çocuklarımızın sağlık hizmetinden yararlanmasını engelleyen yeni bir düzenlemeye yer verildi. En önemli sağlık hizmeti olan diş sağlığı hizmetinin kapsamı da daraltıldı. İşçiler arası çifte standart yaratıldı Yine bu 8 yıllık dönemde kamuda ve özel sektörde çalışan işçiler arasında çifte standart yaratıldı. Kamuda çalışan mevsimlik işçilerin; hizmet akitlerinin askıda olup çalışmadıkları sürece, genel sağlık sigortası primlerinin işverenlerince ödenmesi yine bu Kanun ile düzenlendi. Ancak özel sektörde çalışan mevsimlik işçilere aynı hak verilmedi. Emeklilik yaşı yükseltildi Reform adı altında yürürlüğe konulan 5510 sayılı Kanun ile çalışanlara mezarda emeklilik getirilmiş oldu. Emekli aylığını hak etmek için kademeli de olsa kadın ve erkekte yaş 65’e, prim ödeme gün sayısı tam aylıkta 7200’e; kısmi aylıkta 5400’e yükseltildi. Emeklilik maaşlarının hesaplanmasında kullanılan güncelleme katsayısı düşürüldü. Meslekte kazanma gücünü kaybedenler açlığa mahkum edildi İş kazası sonucu oluşan sakatlık nedeniyle meslekte kazanma gücünü kaybedenlere bağlanan maaşlar için geçerli olan alt sınır uygulaması kaldırıldı. Bu düzenleme ile iş kazası nedeniyle sakat kalan işçilerimiz, aileleri ile birlikte açlığa ve yoksulluğa mahkum edilmiş oldu. Yıpranma hakkı kaldırıldı İtibari hizmetin kapsamı özellikle ağır ve tehlikeli işlerde çalışanlar hiçe sayı- ÇALIŞANLAR İÇİN KAYIP YILLAR (3) basın-iş gündem / mayıs 2011 bir de vergi adaletsizliği ile gelirleri daha da azaltıldı. AKP’nin uyguladığı yanlış politikalar neticesinde gelir dağılımındaki adaletsizlik çalışanlar aleyhine daha da bozulurken, diğer taraftan yoksulluk oranında da büyük artış yaşandı ve her beş kişiden biri yoksul durumuna geldi. Özelleştirme uygulamaları hızlandı Yıllarca halkımızın vergileri ile kurulan pek çok değerli kuruluşumuz, AKP döneminde “sat, kurtul” anlayışı içerisinde değerlerinin çok altında özelleştirildi. Ülkemize sağladıkları istihdam olanakları ve katma değer göz ardı edilerek gerçekleştirilen özelleştirmeler sonucunda ne yazık ki pek çok işyerimiz, fabrikamız kapandı ve işçilerimiz (10 bin Tekel işçisi gibi) işsiz kaldı. İşçilerimiz, özelleştirmeler neticesinde işsiz kalınca; bir anda özlük hakları ellerinden alınarak; düşük ücrete, güvencesiz çalışmaya ve kölelik düzeni olan 4-C uygulamasına mahkum edildiler. Taşeronlaşma, sendikasızlık ve iş kazaları arttı Taşeron uygulamaları sürekli arttı. Taşeronlaşma; sendikasızlığı, örgütsüzlüğü, iş güvenliğinden yoksunluğu ve ölümlü iş kazalarındaki artışı da beraberinde getirdi. Sendikalaşma oranı geriledi AKP dönemi sendikal hak ihlallerinin arttığı bir dönem oldu. Örgütlenme önündeki engeller kaldırılmadı ve buna bağlı olarak da sendikal örgütlülük oranı sürekli gerildi. Bu dönemde yandaş sendikalar yaratıldı. Yandaş sendikalar; baskı, zorlama ve tehdit yoluyla çalışanları, yıllardır üyesi oldukları sendikalardan istifa ederek kendi sendikalarına üye olmaya zorladılar. Grevler engellendi AKP döneminde gerçekleştirilen grev sayısı daha önceki yıllara göre azaldı. Bunun nedeni ülkemizde iş barışının sağlanması değil, çıkılan grevlerin çoğunun milli güvenlik gerekçesi ile engellenmesi oldu. “Biz yaptık, oldu” yaklaşımı hakim kılındı AKP, iktidarda bulunduğu 8 yıl boyunca, gerçekleştirdiği yasal düzenlemelerde “biz yaptık, oldu” mantığıyla, çoğu zaman sosyal diyalog mekanizmalarını işletmeden çalışmalarını sürdürdü. Hak arama kültürü bitirildi Bilindiği gibi AKP, iktidar olduğu günden bu yana çalışma hayatı ile ilgili pek çok düzenleme yaptı. Bu düzenlemeler ile çalışanlar önemli hak kayıplarına uğradı. Haklarını korumak isteyen işçiler ve memurlar sendikaları ile birlikte çeşitli eylemler gerçekleştirdiler. Bu eylemlerden biri de Tekel işçilerinin 78 gün boyunca Ankara’nın soğuğunda verdikleri onurlu hak arama mücadelesi oldu. Ancak AKP döneminde Tekel işçilerinin eyleminin de yer aldığı pek çok eyleme; hoşgörüsüzlük ve tahammülsüzlük çerçevesinde çok sert bir şekilde müdahale edildi. Bu nedenle son 8 yıllık dönem; çalışanlar için hak kayıplarının yaşandığı ve hak arama kültürünün bitirildiği bir dönem oldu. yakın plan larak daraltıldı. Basın ve matbaa işçilerinin yıpranma (itibari hizmet) hakkı da bu kapsamda kaldırıldı. İşsizlerimizin parasına el konuldu 2008’de yasallaşan 5763 sayılı Kanun ve 2009’da yasallaşan 5921 sayılı Kanun ile iki yıl art arda işsizlerimizin parasına AKP tarafından el konuldu. Bunlar yetmezmiş gibi bir de 13 Şubat 2011 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilen Torba Yasayla da işverenlerin yükünü azaltmak amacı doğrultusunda bir kez daha işsizlik fonuna el uzatıldı. Sendikalaşma önündeki engeller kaldırılmadı 2010 yılında Anayasa’da yapılan değişiklikler ile AKP’nin iddia ettiği gibi çalışanlara yeni haklar getirilmedi. Sendikalaşmanın, örgütlenmenin önündeki engelleri kaldıran düzenlemelere yer verilmedi. Aksine, toplu sözleşme sürecini kilitleyecek, örgütlülüğü zayıflatacak ve yandaş sendikacılığı besleyecek olan birden fazla sendikaya üye olmayı sağlayan değişiklikler yapıldı. Grev yasakları kaldırılmadı Anayasa değişiklikleri çerçevesinde; memurlara grevsiz toplu sözleşme yapma hakkı verildi. Bu durumda kamu çalışanlarının toplu iş sözleşmesi aracılığıyla yaşam koşullarını geliştirmesinin önü; grev yasaklarının kaldırılmaması nedeniyle tıkanmış oldu. Torba Yasa ile çalışanların pek çok hakkı ellerinden alındı Son olarak da AKP; Şubat 2011’de yasalaştırdığı Torba Yasa ile çalışanların pek çok hakkını bir çırpıda ellerinden aldı. Ulusal İstihdam Stratejisi Belgesi’nin sessiz sedasız yerleştirildiği Torba Yasa ile stajyer sömürüsünün, memura ve 52 bin belediye işçisine sürgünün, özel sektör destekli kadrolaşmanın, 4-C kölelik düzeninin yaygınlaştırılmasının önü açıldı. Çalışanlar sosyal politikalardan dışlandı Çalışan kesim AKP döneminde uygulanan ekonomik ve sosyal politikalardan adeta dışlandı. Hazırlanan bütçelerde sosyal yaklaşımlar terk edilerek, başta eğitim ve sağlık olmak üzere pek çok temel hizmet ile ilgili harcamalar azaltıldı. İşsizlik, yoksulluk ve yoksunluk arttı Sosyal devlet anlayışından uzak bir şekilde uygulanan ekonomik politikalar neticesinde; yoksulluk ve işsizlik sürekli arttı. AKP döneminde üretim aracılığıyla değil de sıcak para akışıyla ekonomimiz büyüme kaydetti. Ancak bu büyüme; ne istihdam ne de çalışanlar için bir refah artışını beraberinde getirdi. Sadaka anlayışı ile hareket edildi AKP döneminde yoksullara yardım götürülmesi ne yazık ki sadaka anlayışı çerçevesinde yürütüldü. Yardımlar daha çok siyasi iktidar tarafından kullanılan bir araca dönüştürüldü. Gelişmiş ülkelerde vatandaşlık hakkı olarak kabul edilen “aile yardımı” ise gündeme hiç getirilmedi. Ücretler, sefalet ücretlerine dönüştürüldü Bu dönemde zaten düşük olan ücretler; özellikle kamu kesimi zamlarının enflasyona bağlanması ile sefalet ücretine dönüştürüldü. Sürekli yoksullaşan çalışanların, basın-iş gündem / mayıs 2011 (4) yakın plan N A D A TORB F A H A D Ü R Ü M Ö S AZLA kısa çalışma ödeneği işsizlik sigortası fonunun yağması asgari ücrette düşüş Meclis gündemine ne zaman, uzun başlıklarla bir yasa tasarısı gelse ve bu yasa tasarısı bizlere, ‘torba’, ‘paket’, ‘strateji’ ya da ‘reform’ gibi isimlerle tanıtılsa şüphelenmek gerekiyor. ‘İstihdam yaratacağı’ iddia edilen ve ‘İstihdam Paketi’ adıyla sunulan paketten, işverenlere fondan kaynak aktarımı çıkmıştı. ‘Ulusal İstihdam Stratejisi’ ise işçi kiralamanın önünü açıyor, kıdem tazminatımıza göz dikiyordu. Şimdi bir de ‘torba’mız var. Torba yasa tasarısı, 29 Kasım 2010 günü, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla TBMM’ye sunuldu. Mecliste tasarıya ilişkin yapılan çalışmalar oldukça kısa sürdü ve 13 Şubat günü “Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” yasalaştı. Yasa tasarısı kimin çıkarlarına hizmet ediyor? Hükümet, sermaye ve uluslararası güç odakları, çeşitli konularda zaman zaman karşı karşıya geliyor gibi görünseler de, emek gündemlerinde aralarından su sızmıyor. Daha somut olarak, Torba Yasa’nın temel dayanak noktalarından ikisine kısaca göz atmakta yarar var: - OECD Türkiye Raporu 2010 - TİSK, TOBB ve TÜSİAD’ın Esneklik Konusundaki Ortak Görüş ve Önerileri (2009) OECD Raporu, işgücü maliyetlerinin ve işverenlerin prim oranlarının düşürülmesi gerektiğini, daha esnek istihdam biçimlerine geçilmesi yönünde reformlara ihtiyaç olduğunu, meslek liseleri ile işgücü arasındaki basın-iş gündem / mayıs 2011 memurlara sürgün stajyer sömürüsünde artış 13 Şubat günü TBMM’den geçen torba yasa, kapsamlı bir saldırının ilk ayağı olarak, pek çok farklı başlıkta hak kayıplarını gündeme getiriyor. Sermayenin ve uluslararası güç odaklarının talepleri doğrultusunda gündeme gelen torba yasa, sermaye kesiminin pek çok talebini karşılayan bir nitelik taşıyor. (5) ! I T K I Ç mesafenin kapatılması gerektiğini vurgulamaktadır. Torba yasa, sayılan talepler doğrultusunda değişikleri de barındırmaktadır. Ancak daha da kritik olan, OECD Raporu’nun ‘olmazsa olmaz’ dediği üç başlık; yani kıdem tazminatlarının fona devredilmesi, işçi kiralama sisteminin yürürlüğe girmesi ve bölgesel asgari ücret uygulamasına geçilmesi. Bu başlıkların her biri yıllar içinde çok kere gündeme geldi, her gündeme gelişinde emekten yana güçlerin büyük protestosuyla karşılaştı ve geri çekildi. Hükümet’in, işçi sınıfı açısından artık ‘namus meselesi’ haline gelmiş olan bu başlıklarda adım atmak için seçim sonrasını beklediğini ve ikinci bir ‘torbadan’ bu başlıkları çıkartmayı planladığını söylemek çok zor değil. TİSK, TOBB ve TÜSİAD’ın hazırladığı rapor ise, benzer talepleri içermektedir. Sermaye kuruluşları, esnek çalışma hükümlerinin mevcut haliyle işçiyi koruyucu nitelik taşıdığını, oysa ‘işletmelerin korunması ilkesi’nin gözetilmesi gerektiğini belirtmekte ve esnek çalışma biçimlerinin mevcut haliyle içerdiği kısıtlamaları, esnek çalışmanın ‘işçinin rızası’na bağlanmasını eleştirmektedir. Bu bağlamda önerilen atipik istihdam biçimlerinin yanısıra, raporda denkleştirme sürelerine ve kısa çalışmaya ilişkin talepler de yer almaktadır. Bu başlıklarda, birebir karşılamıyor olsa dahi, torba yasada yer alan hükümler sermayenin talepleri ile uyum göstermekteydi; ancak son görüşmeler sırasında esnek çalışmaya ilişkin kimi hükümler tasarıdan çıkarıldı. Sermaye kuruluşları, ayrıca taşeronluk sistemindeki kısıtlamaların kaldırılmasını, işçi kiralama sisteminin önünün açılmasını ve belirli süreli hizmet akdinin istisnai olmaktan çıkartılmasını talep etmektedir. Ayrıca elbette, kıdem tazminatlarının fona devredilmesi yönündeki talepler de sürmektedir. Diğer yasalar ‘göstermelik’ mi? Yasanın özellikle İş Kanunu’nda yarattığı tahribata geçmeden önce, usule ilişkin son bir not düşmekte Tasarıdan yasaya: Hangi maddeler yasalaşmadı? Türk-İş’in torba yasa tasarısına ilişkin temel rahatsızlıkları dört ana başlıkta toplanıyordu: 1- Hükümet işçilerin İşsizlik Sigortası Fonu’na bir kez daha el uzatmaktadır. 2- Esnek çalışma düzensizliği genişletilmektedir. 3- İl Özel İdare ve belediye işçileri istihdam fazlası sayılarak başka işyerlerine dağıtılmak istenmektedir. 4- Sosyal güvenlikte beklenen düzenlemeler yapılmamıştır. Türk-İş’in temel başlıklarına ek olarak, engelli istihdamından, devlet memurlarının güvenceli çalışmasına, artan stajyer sömürüsünden, vergi affına kadar pek çok saldırı başlığı da torbaya sıkıştırılmış durumda. Meclisteki son görüşmeler esnasında ise, başta esnek çalışma modellerine ilişkin düzenleme olmak üzere, bazı maddeler tasarıdan çıkartıldı. Torba yasa ile çalışma yaşamına ilişkin mevzuatta neler değişti? Asgari ücret gençlerde aşağıya çekiliyor 18 yaşından küçük sigortalılar için prime esas aylık kazanç alt sınırı yaşlarına uygun asgari ücret tutarına çekilecek. Bu şu anlama geliyor: 16 yaş üzeri ve altındakiler için ayrı ayrı belirlenen asgari ücret, yasa tasarısı ile 18 yaş üstü ve altındakiler için ayrı ayrı belirlenecek. Bu düzenleme ile 16-18 yaş arasında asgari ücretle çalışan yüzbinlerce genç, bugünkü asgari ücret tutarından 84 TL daha az ücret alacak. Stajyerlik ucuz işgücü haline getiriliyor 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu’nda yapılan değişiklik ile, stajyer öğrenci çalıştırabilecek işyerlerinin sayısı arttırılıyor. Torba yasa öncesinde, 20 kişinin üzerinde işçi çalıştıran işyerlerinde stajyer öğrenci çalışabilirken, yasa ile 10’dan fazla işçi çalıştıran işyerleri stajyer uygulama kapsamına alınacak. Yeni yasa ile, bir taraftan ucuz emek sömürüsünün bir biçimi olarak stajyerlik uygulaması genişletiliyor, diğer taraftan bunlara ödenecek ücretler düşürülüyor. Belediye işçilerine sürgün İl özel idarelerinin sürekli işçi kadrolarında çalışan ihtiyaç fazlası işçiler Karayolları Genel Müdürlüğü taşra teşkilatındaki sürekli işçi kadrolarına; belediyelerin sürekli işçi kadrolarında çalışan ihtiyaç fazlası işçiler ise Milli Eğitim Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü taşra teşkilatındaki sürekli işçi ile sürekli işçi norm kadro dahilinde olmak üzere ihtiyacı bulunan mahalli idarelere atanacak. Bu düzenleme ile belediyeler ve il özel idarelerinde çalışan onbinlerce işçi, buralarda artık onlara ihtiyaç olmadığı gerekçesi ile bahsedilen kurumların taşra teşkilatlarına, kendilerinin rızası aranmadan gönderilebilecek. İşsizlik sigortası fonu bir kez daha işverenlerin kullanımına açılıyor Kriz döneminde defalarca işverenlerin kullanımına sunulan işsizlik sigortası fonu, bu torba yasa ile yeniden işverenlere kaynak için kullanılıyor. Yasada yer alan düzenleme ile, 31 Aralık 2015 tarihine kadar ilk defa işe alınacak her bir sigortalı için, özel sektör işverenine sigorta primi muafiyeti getiriliyor. Buna göre, 31 Aralık 2015 tarihine kadar işe alınan sigortalının sigorta primlerinin işverene ait tutarı, işe alındıktan sonra belirli sürelerle İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanacak. Milyonlarca işsizin olduğu ülkemizde, fonun gerçek amacı dışında kullanılmasına yol açan bu düzenleme ile bir kez daha fon işverenlerin yararına kullanılmış oluyor. İşverenler kısa çalışma ödeneğini çok sevdi İşsizlik sigortası fonunun işverenler tarafından yağmalanmasının bir diğer aracı olan kısa çalışma ödeneği, torba yasa ile kapsamı genişletilerek yaygınlaştırılıyor. Buna göre, genel ekonomik, sektörel veya bölgesel kriz nedeniyle haftalık çalışma süresinin geçici olarak azaltılması, işyerinin faaliyetinin kısmen veya geçici olarak durdurulması hallerinde işyerinde 3 ayı aşmamak üzere kısa çalışma yapılabilecek. Düzenleme ile işverenlerin bu ödeneğe başvurma koşulları kolaylaştırılmış oluyor. İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanacak olan kısa çalışma ödeneği, günlük brüt ücretin yüzde 60’ı oranında olacak. Miktar, asgari ücretin brüt tutarının yüzde yakın plan yarar var. Yasa tasarısı, emek örgütlerinin görüşleri alınmadan meclis gündemine getirilmiştir. Bu durum, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 114’üncü maddesinde düzenlenen ve kanun metninde amaçlarından birinin ‘çalışma hayatıyla ilgili mevzuat çalışmalarının ve uygulamalarının izlenmesi’ olarak belirtilen Üçlü Danışma Kurulu’nu yok sayarak, kanunun bu maddesine aykırı hareket etmek anlamına gelmektedir. Ayrıca, 12 Eylül referandumundan sonra Anayasal bir kurum haline getirilen Ekonomik Sosyal Konsey de bu süreçte toplanmamıştır. basın-iş gündem / mayıs 2011 (6) yakın plan 150’sini geçemeyecek. Bakanlar Kurulu, kısa çalışma ödeneğinin süresini 6 aya kadar uzatabilecek. Diğer hükümler… Yukarıda ele alınan maddelerin tümü, sermaye örgütlerinin uzun süredir talep ettiği değişikliklerdi. Torba yasa içinde yer alan ve çalışma yaşamını doğrudan etkileyen diğer düzenlemeler ise şu şekilde: - Erken doğum yapan kadın işçi doğumdan önce kullanamadığı izni doğum sonrasında kullanabilecek. Sekiz haftalık iznin kullanılmayan süresi yine 8 hafta olan doğum sonrası izine eklenecek. - Kadın memurlara, doktor raporunda belirtilmesi halinde, hamileliğin 24. haftasından önce ve her durumda hamileliğin 24. haftasından itibaren ve doğumdan sonraki bir yıl gece nöbeti ve gece vardiyası görevi verilmeyecek. Doğum yapan memura analık izni süresinin bitiminden, eşi doğum yapan memura ise doğum tarihinden itibaren, istekleri halinde, 24 aya kadar aylıksız izin verilecek. - Memurlar, geçici görevlendirme yapmak isteyen kurumun talebi ve çalıştıkları kurumun izni ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarında geçici süreli olarak görevlendirilebilecek. Bu memurlar için sürgün anlamına geliyor. - Sendika üyesi kamu görevlilerine 3 ayda bir 45 TL toplu görüşme primi ödenecek. - Kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan sürekli işçiler, birinci derece yakınlarının ağır kaza geçirmesi ve önemli bir hastalığa yakalanması halinde, 6 aya kadar ücretsiz izin kullanabilecek. Bu süre bir katına kadar uzatılabilecek. - Sendikaların yetki tespitinde, 30 Haziran 2011 tarihinden sonra yayımlanacak istatistikler dikkate alınacak. Bu tarihten sonraki ilk istatistik yayımlanıncaya kadar, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca yayımlanmış en son istatistikler geçerli sayılacak. - Haftalık çalışma süresi 30 saatin altında olan, esnek çalışma türlerini kapsayan kısmi süreli iş sözleşmesiyle çalışan sigortalılar, kısmi süreli çalıştıkları aylara ait eksik sürelerini borçlanacak. Borçlanılan bu süreler, hizmet akdine istinaden gerçekleşen çalışma sürelerinde olduğu gibi, (7) basın-iş gündem / mayıs 2011 sigortalılık türü olarak sayılacak. - Sigortalı olmayan ve silikozis hastalığı nedeniyle meslekte kazanma gücünü en az yüzde 15 kaybedenlere SGK tarafından aylık bağlanacak. - İşsizlik Sigortası Fonu’nun bir önceki yıl prim gelirlerinin yüzde 30’u, istihdamı artırmaya yönelik politika ve tedbirleri uygulamak, istihdamı koruyucu tedbirler almak, işe yerleştirme ve danışmanlık hizmetleri temin etmek amacıyla kullanılabilecek. Bakanlar Kurulu bunu yarı oranında artırabilecek. - İşsizlik Sigortası Kanunu’ndan ‘’hizmet akitlerinin sona ermesinden önceki son 3 yıl içinde en az 600 gün sigortalı olarak çalışıp işsizlik sigortası primi ödemiş ve işten ayrılmadan önceki son 120 gün içinde prim ödeyerek sürekli çalışmış olma’’ koşulu kaldırılıyor. Sonuç İşverenlerin taleplerini içeren yasal düzenlemeler, farklı farklı başlıklarda olmasına rağmen bir torbanın içine doldurulup, apar topar meclisten geçiriliyor. Borçların yeniden yapılandırılması, istihdamda sermaye kesiminin kendi üzerindeki yükümlülüklerinin azaltılması, işsizlik sigortası fonunun amacı dışında kullanılabilmesi gibi birçok talep hükümetle işbirliği halinde yasal zeminde karşılanıyor. Peki ya biz işçilerin talepleri? Talep etmekten öte mücadelesini vermeye çalıştığımız, sendikalar yasasında, toplu iş sözleşmesi ve grev lokavt yasasında, iş kanununda yapılması gereken değişiklikler neden yıllarca meclis gündemine gelemiyor? Birinci torba yasa, ikincisi muhtemel seçim sonrasında gündeme gelecek bir diğer torba yasaya kadar sermayenin ihtiyaçlarını gözetiyor. İkincisinde ise çok daha kapsamlı bir saldırı bizleri bekliyor. Onlar için sırada kiralık işçilik var, kıdem tazminatlarımız var, istihdamın bir bütün olarak güvencesizleştirilmesi var. Kendi talepleri-mizi hayata geçirebilmenin yolu mevcut haklarımıza yönelen bu büyük saldırıya karşı güçlü bir şekilde durabilmekten geçiyor. İzin vermezsek yapamazlar. Biz istersek, yapabiliriz... yakın plan TÜRK-İŞ TORBA YASA TASARISINI PROTESTO ETTİ Yakup AKKAYA: “Sosyal diyalog ciddi bir iştir. İşine geldiğinde bunu uygulayıp, işine gelmediğinde uygulamamak kabul edilebilir bir durum değildir” Türk-İş’e bağlı sendikaların üyeleri; 26 Ocak 2011 tarihinde TBMM’de görüşülen Torba Yasa Tasarısı’nı AKP’nin tüm il başkanlıkları önünde protesto etti. Ankara İl Başkanlığı önünde toplanan grup adına açıklamayı Sendikamız Genel Başkanı Yakup Akkaya yaptı. Genel Başkanımız Yakup Akkaya, torba yasa tasarısının Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından hazırlandığını, Türk-İş’in ve diğer sosyal tarafların görüşüne başvurulmadığını ifade etti. Sosyal diyaloğun ciddi bir iş olduğunu söyleyen Akkaya, “Bir yandan ‘sosyal diyalog’ deyip, diğer yandan dostlar alışverişte görsün hesabıyla işine geldiğinde bunu uygulayıp, işine gelmediğinde uygulamamak kabul edilebilir bir durum değildir’’ dedi. Tasarıyla hükümetin, işçilerin İşsizlik Sigortası Fonu’na el uzattığını savunan Akkaya, hükümetin, tasarı ile işverenlerin isteğini kabul ederek, genel ekonomik kriz dışında sektörel ve bölgesel krizlerde de kısa çalışma ödeneğinin İşsizlik Sigortası Fonu’ndan ödenmesini hükme bağladığını kaydetti. Tasarıda, belediyelerde çalışan bir kısım işçinin istihdam fazlası olarak sayıldığını, bu çalışanların Milli Eğitim Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün taşra teşkilatları ile ihtiyaç talebinde bulunan belediyelere dağıtılmak istendiğini belirten Akkaya, bu durumun yeni mağduriyetlere zemin hazırlayacağını söyledi. Hükümetin, sosyal güvenlikte de beklenen düzenlemeleri yapmadığını savunan Akkaya, “Türk-İş, hükümeti, tasarının sakıncalı maddelerini geri çekmeye, TBMM Genel Kurulunu da tüm bu hususlar konusunda duyarlılığa çağırmaktadır” dedi. SENDİKAMIZ TORBA YASAYA TEPKİSİNİ KOYDU: “Bu yasa emekçilerin daha güvencesiz ve daha kötü koşullarda çalışmasının önünü açmaktadır” Sendikamız Merkez Yönetim Kurulu; yaptığı açıklamalarla TBMM’ye getirildiği günden itibaren torba yasaya tepkisini ortaya koydu. Yasanın sakıncalarına ve çalışanlar açısından yaratacağı hak kayıplarına dikkat çekerek, bu konuda gerek üyelerini gerekse de kamuoyunu bilgilendirdi. Bu açıklamalar ile çalışanların yıllardır süregelen sıkıntılarının çözümüne yönelik hiçbir düzenlemenin yapılmadığı aksine kazanılmış haklarının sürekli olarak ellerinden alındığı ifade edildi. 4857 sayılı İş Kanunu’nu ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu gibi önemli yasalarda, emekçiler açısından son derece olumsuz düzenlemeler yapılan bu yasa tasarının yasalaşması ile çalışma hayatının var olan sıkıntıların daha da artacağı, çalışma barışının büyük zarar göreceği belirtildi. Torba yasa ile işveren kesiminin talepleri doğrultusunda düzenlemelere gidildiği, emekçilerin daha güvencesiz ve daha kötü koşullarda çalışmasının önünün açıldığı kaydedildi. Bu yasa ile çalışanların işsiz kaldıkları zaman tek güvenceleri olan ve zaten yıllardır amacı dışında kullanılan işsizlik sigorta fonunun krizin zararlarının çıkartılabileceği bir kaynak haline getirildiği ifade edildi. Sendikamız Merkez Yönetim Kurulu tarafından söz konusu açıklamalarda torba yasa içerisine yerleştirilen bir düzenleme ile yaklaşık 52 bin belediye ve il özel idare işçisinin işlerinden ayrılmak zorunda bırakılarak maddi ve manevi yönden olumsuz etkileneceği dile getirildi. Kamuda taşeronlaştırma ve sözleşmeli çalışmanın yaygınlaştırılmaya çalışıldığı vurgulandı. Torba yasada yer alan düzenlemelerin yasalaşması halinde çalışanların; esnek çalışma biçimleri ile güvencesiz, işsizlik tehdidi altında, gelecekten umutsuz bir şekilde çalışmak durumunda kalacakları belirtildi. Ekonomik ve Sosyal Konsey’in toplanması sağlanarak, sendikaların önerileri ve çalışanların insan onuruna yakışır iş talepleri dikkate alınarak, işsizliği önleyecek ve daha iyi çalışma koşullarının oluşmasını sağlayacak yeni yasal düzenlemelerin gündeme getirilmesi talebi tekrar tekrar yinelendi. basın-iş gündem / mayıs 2011 (8) yakın plan M O DERN KÖLELİK YASASI EN D M DE N Ü OR G Y Ü DÜŞM Ulusal istihdam stratejisi ile yeniden gündeme getirilen işçi kiralama sistemi, Torba Yasa’da yer almıyor. Ancak hükümet, daha önce iki kere geri dönen düzenlemeyi hayata geçirmek için seçim sonrasını bekliyor. Uzun yıllardır, emeğe saldırının, en ısrarlı gündemi kıdem tazminatıdır. Yılda birkaç kez, hükümet ve sermaye kesimi kıdem tazminatlarının fona devredilmesi gündemini açar akabinde işçi konfederasyonları da buna karşı alınmış olan ‘genel grev’ kararını hatırlatır. Son dönemde bu ‘en kıdemli’ saldırı başlığına, bir de işçi kiralama sistemi eklendi. Hükümet her fırsatta, kısaca ‘modern kölelik sistemi’ denmesinde hiçbir sıkıntı olmayan bu düzenlemeyi gündeme getiriyor, denemeler yapıyor ve oluşacak tepkiden kaçındığından olsa gerek, birkaç ay sonra yeniden gündeme getirilmek üzere geri çekiyor. Ancak tasarı asla rafa kalkmıyor. Emperyalizmin uluslararası güç odaklarının, Türkiye’deki işgücü piyasasına ilişkin en önemli taleplerinden biri haline gelmişken; hele de uzun yıllardır bu kapsamlı düzenlemenin adımları atılıyor, hazırlıkları yapılıyorken, gündemden kolay düşürürler mi? Düzenlemenin rafa kalkması ancak, güçlü ve ayakları yere sağlam basan bir dirençle karşılaşması halinde mümkündür. İlk Adımları 2003’te Atıldı İşçi kiralama sisteminin temellerini oluşturan ilk düzenlemeler, 22 Mayıs 2003 tarihinde kabul edilen 4857 sayılı İş Kanunu’nda işçi kiralamaya olanak tanınması ile gündeme geldi. Hatırlanacağı gibi, 4857’nin yasalaşması sürecinde emek örgütleri onlarca eylem yapmış ve yasa ‘Kölelik Yasası’ olarak adlandırılmıştı. İş Kanunu’nun doğrudan yarattığı hak kayıplarının yanı sıra, ileriye dönük hak kayıplarının temellerinin bu yasayla atıldığı da, o dönem yürütülen mücadelelerde sıkça dile getirilmişti. Nitekim, bugünkü düzenlemenin temel dayanak noktalarından biri de İş Kanunu’nun 7’nci maddesidir. Bu madde, bir işverenin, kendi işçisini, başka bir işverene kiralayabilmesine olanak sağlayan düzenlemeyi (9) basın-iş gündem / mayıs 2011 içermektedir. İşçi kiralama sistemine ilişkin yapılmaya çalışılan düzenlemenin ikinci dayanak noktası ise, 2004 yılında Resmi Gazete’de yayımlanan, Özel İstihdam Büroları Yönetmeliği ile birlikte, bu alanın devlet kontrolünden çıkartılmasıdır. Ülkemizde iş ve işçi bulma hizmetleri, 1945 yılından, yönetmeliğin çıkartıldığı 2004 yılına kadarki süreçte devlet tekelindeydi ve devletin kontrolü altında İş ve İşçi Bulma Kurumu (2003 yılında adı Türkiye İş Kurumu olarak değiştirildi) tarafından yürütülmekteydi. Ancak 2000 yılında kabul edilen 617 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile özel istihdam bürolarının kurulmasının ilk adımları atıldı; ancak kararname Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. AKP Hükümeti’nin iktidara gelmesinin ardından ise, önce 2003 yılında Türkiye İş Kurumu Yasası kabul edildi ve yasada özel istihdam bürolarının kurulmasına izin verildi ve ardından 2004 yılında çıkartılan yönetmelikle özel istihdam bürolarına ilişkin düzenlemeler yapıldı. Bu değişiklik, istihdam politikalarının merkezi olarak planlanması yerine, yerelci ve piyasacı bir yönelimle istihdam politikalarının belirlenmesini de beraberinde getirdi. ‘İş bulma’ devletin bir görevi olmaktan adım adım çıkarken, bu ‘iş’ özel sektöre devrediliyor. Yukarıdaki iki başlık, hayata geçirilmeye çalı-şılan yeni düzenlemenin temel kaynaklarıdır. Özetle mevcut durumda, bir şirket, kendi işçisini başka bir işyerine belirli bir süre ile kiralayabilmekte; iş veya işçi arayanlara da özel istihdam büroları aracılık yapabilmektedir. Ancak özel istihdam bürolarının mevcut düzenlemeye göre işçi kiralama yetkisi yoktur. Bugün yapılmaya çalışılan, özel istihdam büroları- adım adım değiştiriliyor. Tüm bu değişikliklere karşı kapsamlı bir karşı duruş örgütlenmediği durumda, örneğin yalnızca özel istihdam bürolarına karşı bir eylem örgütlemenin bugün fazlaca bir anlamı kalmamıştır. İşçi sınıfının ekmek mücadelesi ile emperyalizme karşı mücadelesi bugün aynı kulvardadır. Sosyal hakların elimizden adım adım alınması ile, sadaka kültürünün yerleştirilmesi, yurttaş olmaktan ‘kul’ olmaya geçiş süreci ayrı değerlendirilemez. Torba yasa, kıdem tazminatının kaldırılması, özel istihdam büroları gibi saldırı başlıklarını püskürtmek, ancak yeniden bağımsızlık, kamuculuk ve aydınlanma çerçevesinde, en geniş kesimlerle birlikte örülecek bir mücadele ile mümkündür. yakın plan nın işçi kiralayabilmesini sağlamaktır. 26 Haziran 2009 günü TBMM’den geçen 5920 sayılı yasada yer alan düzenleme, yukarıda anlatılan şekliyle, işçi kiralama sistemini düzenliyordu, yasa Cumhurbaşkanı tarafından geri gönderildi. TEKEL işçilerinin 78 günlük Ankara direnişi sürecinde tekrar gündeme gelen düzenlemeler, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda tasarılardan çıkartıldı. Son olarak Ulusal İstihdam Stratejisi ile gündeme getirildi; ancak Kasım ayında TBMM gündemine gelen Torba Yasa içinde yer almadı. Dayatılan, Çağdışı İşçi Simsarlığıdır! Hükümet’in ve sermaye kesimlerinin planladığı düzenlemelerin hayata geçirilmesi durumunda, işsizler, çağdaş köle pazarında uzmanlaşmış özel istihdam bürolarına kayıt yaptıracaklar ve bu bürolar tarafından çeşitli şirketlere kiralanacaklardır. Kiralanan işçiler, ücretlerini özel istihdam bürolarından alacak ve işveren bu büro olacaktır. Özel istihdam bürolarının kârı ise, kiralanan işçiye verdiği ücret ile, işçiyi kiraladığı şirketten o işçi için aldığı para arasındaki farktır. Geçmişin köle pazarlarından farkı, işçilerin bir pazarda değil, kağıtlarla, dosyalarla, CV’lerle sergileniyor olmasından başka birşey değildir. Kiralanan işçi ile özel istihdam bürosu arasında kurulan akit, belirli süreli hizmet akdidir. Bu durum son derece geri bir düzeyde olan İş Kanunu’nun pek çok hükmünün dahi işlememesi anlamına gelmekte; ayrıca işçiler değişik işyerlerinde çalışacakları için yıllık ücretli izin hakkının elde edilememesine de yol açmaktadır. Ayrıca işçilerin iş güvencesi hakkından yararlanmaları da söz konusu olmayacağı gibi, kıdem tazminatı haklarını alamayacakları neredeyse kesindir. Özel istihdam bürosundan kiralanan işçilerin sendikalaşma, toplu sözleşme gibi hakları da olmayacak. Tasarılardaki düzenlemeye göre, işçinin gönderildiği işyerinde grev veya lokavt olması durumunda, özel istihdam bürosu işçiyi başka bir işyerine göndermezse, kiralık işçiye asgari ücretten az olmamak üzere ücretinin yarısını vermek durumunda. Dolayısıyla işçilerin grev kırıcılığa zorlanmaları da söz konusu. Zaten gönderildiği fabrikada sendikalı olamayacak olan özel istihdam bürosu işçisinin greve katılma hakkı da yok. Planlanan düzenleme, ‘demokrasi’ ve ‘özgürlük’ gibi sözcüklerin içeriği boşaltılarak sürekli vurgulandığı günümüzde, kiralanan işçilerin sendikal hak ve özgürlüklerinin tamamen ortadan kaldırılması anlamını da taşımaktadır. Bitirirken son bir noktayı tekrar vurgulamak gerekiyor. Hergün yeni yasa tasarıları meclis gündemine geliyor. Torba yasa gibi, sosyal güvenlik sisteminde yapılan değişiklikler gibi pek çok başlığın, emekçiler tarafından takibi neredeyse imkansız hale gelmiş durumda. Oysa çalışma yaşamına ilişkin mevzuatın yaklaşımı Uluslararası Güç Odaklarının Başlıca Taleplerinden Özel istihdam büroları, Avrupa Birliği’nde, sosyal güvenlik ve iş ilişkilerinde esnekleştirme sürecinin bir parçası olarak gündeme geldi ve uzun yıllar boyunca süren müzakereler sonucunda 2002 yılında Özel İstihdam Büroları Hakkında Direktif kabul edildi. 2008 yılında ise, direktife işçiyi koruyucu kimi hükümler eklendi ve direktif son halini aldı. Bu ülkelerde yasanın çıkartılması sürecinde işçi ve işveren örgütleri ve hükümet konuya ilişkin ortak çalışmalar yürütmüş olmasına karşın, pek çok ülkede sistem insan pazarına dönüşmüş durumdadır. AB ülkelerinde işgücü maliyetlerini olabildiğince kısmak için uygulamaya konulan bu düzenlemelerin bir sonraki ayağı ise, Türkiye gibi üyelik sürecindeki diğer ülkelerde daha da ucuz işgücünü yaratabilmektir. Nitekim OECD’nin Eylül 2010 tarihli raporunda da, öncelikli ve ısrarla vurgulanan taleplerden birisi ‘geçici çalışmanın serbestleştirilmesi’dir. Raporda daha esnek ve daha az maliyetli yasal istihdam biçimlerinin deneysel biçimde yürürlüğe konmasının gerekliliğine vurgu yapılmakta; ayrıca doğrudan yabancı sermaye için koşulların kolaylaştırılması gerektiği yönünde basınç uygulanmaktadır. Tüm bunlar ise, Türkiye’yi sermaye için ucuz işgücü cenneti haline getirmekten başka bir anlam ifade etmiyor. basın-iş gündem / mayıs 2011 (10) yakın plan Basın-İş: TEMEL SENDİKAL HAKLARA SAYGI İSTİYORUZ; KİRALIK İŞÇİLİĞE 7 Aralık 2010’de İstanbul’da düzenlenen “Mesleki Anlamda Geçici İş İlişkisi Alanında Sosyal Diyaloğun Geliştirilmesi Yuvarlak Masa Toplantısı” Avrupa Komisyonu İstihdam ve Sosyal İşler Genel Müdürlüğü tarafından EUROCIETT (Avrupa Özel İstihdam Büroları Konfederasyonu) ve üyesi olduğumuz UNI Europa (Hizmet İşçileri Avrupa İşkolu Federasyonu) işbirliği ile organize edildi. Toplantıya, bu kurumların temsilcilerinin yanısıra, Türk-İş’e bağlı Basın-İş, Haber-İş, Koop-İş, Tez Koop-İş, DISK’e bağlı Sosyal-İş, DISK ve Hak-İş temsilcileri; İş-Kur ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı temsilcileri ve Özel İstihdam Büroları Derneği temsilcileri katıldı. Toplantıya katılan Sendikamız kiralık işçilik üzerine tepkisini dile getirdi ve ardından bir açıklama yaptı. Açıklama şöyle: Sendika ve işçi örgütlerinin, kiralık işçilik düzenlemesi, işveren ve hukümet kanadının ise geçici istihdam veya mesleki anlamda geçici iş ilişkisi olarak adlandırdığı ve işçilerin Özel İstihdam Büroları ile yapacakları sözleşmeler üzerinden, geçici işçi ihtiyaçlarını karşılamak üzere başka işverenlere bir ücret karşılığında dönemlik kiralanmasının yolunu açan düzenleme, geçtiğimiz yıl Haziran ayında meclisten geçirilmiş ancak Cumhurbaşkanımız tarafından “istihdam ve çalışma şartlarında eşitliği bozacak uygulamaların yasaklanması yönünde hükümlere yer verilmediği” gerekçesiyle Temmuz 2009’da veto edilmişti. Bizler, bahsi geçen yasa değişikliği meclise inmeden önce Haziran 2009 tarihinde yapılan Üçlü Danışma Kurulu’nda Türk-İş, DİSK ve Hak-İş’in açıkça belirttikleri gerekçeler üzerinden kiralık işçilik düzenlemesine karşıyız. Bu yaklaşımı paylaşıyoruz ve toplantı esnasında da bu yaklaşım tüm sendika temsilcileri tarafından açıkça dile getirildi. Bizler bu yaklaşımımızda, işçi ve memuruyla bu ülkenin emekçilerinin, en temel hak ve özgürlüklerini dahi, varolan tüm yasal düzenlemelere, Anayasamızın 90. Maddesine, imzalanmış ILO Sözleşmelerine, 60 yılı aşkın bir geçmişi olan ikili-üçlü endüstriyel ilişkilerin varlığına ve AB Direktiflerine rağmen kullanamadıklarını, kullanmalarının çeşitli şekillerde engellendiğini dikkate alıyoruz. Bizler bu yaklaşımımızda, özellikle sendikalaşma ve toplu pazarlık hakkını kullanmak isteyen binlerce emekçinin gerek hükümet, gerekse de işveren kanadından türlü şekillerde ve ölçülerde uygulanan baskıya, şiddete ve tehdite maruz bırakılmasını ve hatta işten atılmasını dikkate alıyoruz. Bizler, işçiye ve işçilerin temsilcisi olan sendikalara saygıyı, ILO tarafından çerçevesi çizilen temel hak ve özgürlüklerin şartsız koşulsuz tanınması olarak algılıyoruz. Bu saygı karşılıklı olarak kurumsallaştırılmadan, işçilerin işveren ve hükümet karşısında bağımsız kurumsal temsiliyetinin önündeki engeller ve baskılar ortadan kaldırılmadan, bir kurum olarak sosyal diyaloğun inşa edilebileceğine inanmıyoruz. Bu çerçevede, en temel kollektif haklarımız, şartsız (11) basın-iş gündem / mayıs 2011 koşulsuz ve ILO normları çerçevesinde tanınmadan bırakın “Mesleki Anlamda Geçici İş İlişkisi”nin veya kiralık işçiliğin yasal çerçevesinin AB direktifi doğrultusunda ve ILO 181 kapsamında tartışılmasını, bu tartışmaya başlamayı bile anlamsız, temsil ettiğimiz emekçilere saygısızlık olarak algılıyoruz. Bu gerçeklere rağmen, 2008/104 sayılı AB Direktifi ve 181 sayılı ILO Sözleşmesi hükümlerine uyan bir yasal düzenleme yapılsa bile, temel hak ve özgürlüklerimize saygının olmadığı bir siyasal ve endüstriyel ortamda aşağıda kısaca ifade ettiğimiz çekincelerimizin ortadan kalkacağı iddialarını anlayamıyoruz. Bu yaklaşımdan hareketle, temel hak ve özgürlüklerimize ilişkin taleplerimiz karşılanmadan, işveren ve hükümet kanadının “mesleki anlamda geçici iş ilişkisini” yasalaştırması, işgücü piyasasında işçi aleyhine daha fazla esneklik, kuralsızlık, anti-demokratik bir sömürü düzeninin kurulması yönünde atılmış bir adım olacak; sendikalar için “kiralık işçilik” anlamına gelecek ve kısaca şu kabul edilemez sonuçlara yol açacaktır: - İşçilerin işsizliğinin ve yoksulluğunun istismar edilmesi, işçi simsarlığının kurumsallaşması - İşçilerin ticari meta haline gelmesi, emeklerinin yanısıra öz iradelerinin de satıldığı bir işgücü piyasasının oluşturulması, insan onuruna yakışmayacak çalışma ortamlarına zorlanmaları, - Mevcut düzende kısıtlı bir uygulama alanı olan, işgüvencesi, kıdem tazminatı ve yıllık izin haklarının bu kapsamda istihdam edilecek işçiler için ortadan kaldırılması, - İşçilerin bugün dahi kullanmakta binbir güçlükle karşılaştıkları örgütlenme ve toplu pazarlık hakkının fiilen ortadan kalkması ve - Sendika ve toplu sözleşme düzeninin olduğu işyerlerinde, işçilerin kollektif iradesinin kırılması, sendikal örgütlülüğünün parçalanması, toplu sözleşme ve grev hakkının işlevsizleştirilmesi. Bu çerçevede, Konfederasyonumuz TURK-İŞ’in kiralık işçiliğe ilişkin olarak daha önce hükümet ve işveren kanadına ilettiği yaklaşımı destekliyoruz. 08 .12.2010 Basın-İş Sendikası Merkez Yönetim Kurulu iş güvenliği İŞ KAZALARI CAN ALMAYA DEVAM EDİYOR Son yıllarda ülkemizde iş kazaları her gün artıyor ve bu kazalar nedeniyle işçilerimiz hayatlarını kaybediyor. Davutpaşa’daki patlamada, Tuzla tersanelerinde; Bursa Mustafakemalpaşa, Balıkesir’in Dursunbey, Zonguldak’ın Karadon maden ocaklarında meydana gelen iş kazalarında onlarca işçimizin hayatını kaybetmesinin acısını henüz yüreğimizde hissederken iş kazalarının ve can kayıplarının ardı arkası kesilmiyor. Ankara’daki patlamalarda ve Afşin-Elbistan’da meydana gelen heyelanlarda yine işçilerimiz hayatlarını kaybettiler. Ostim ve İvedik’te İş Cinayetleri Yaşandı Türkiye’nin en önemli sanayi bölgelerinden biri olan ve Ankara’da bulunan Ortadoğu Sanayi ve Ticaret Merkezi (OSTİM)’de ve İvedik Organize Sanayi Bölgesi’nde 3 Şubat 2011 günü 9 saat arayla iki ayrı patlama meydana geldi. Bu patlamalarda 20 işçi hayatını kaybederken 40’ın üzerinde işçi de yaralandı. “Yine Kayıtdışılık, Yine Sendikasızlık, Yine Ölümlü İş Kazaları” Patlamanın ardından Sendikamız Merkez Yönetim Kurulu adına yazılı bir açıklama yapan Genel Başkanımız Yakup Akkaya; iş güvenliği çerçevesinde gerekli önlemlerin alınmamasının, kayıtdışı ve sendikasız olarak işçi çalıştırılmasının neticesinin yine iş kazaları, can kayıpları ve yaralan-malar olduğunu belirtti. İşçi sağlığı ve iş güvenliğine gerekli önemin verilmediği ülkemizde iş kazalarında günde ortalama 3 işçinin hayatını kaybettiğini ifade eden Yakup Akkaya açıklamasında şunlara yer verdi: “Türkiye, iş kazaları bakımından pek çok geri kalmış ülkeden bile kötü durumda bulunmaktadır. Bilindiği gibi ülkemiz iş kazalarında Avrupa’nın birincisi, dünyanın ikincisidir. Ülkemiz açısından büyük bir ayıp olan bu duruma rağmen; İş Kanunu’ndan bağımsız bir İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu Tasarısı hazırlanmış olmasına karşın; henüz ne ciddi bir adım atılmış ne de bu tasarı yasalaştırılmıştır. Tasarıya baktığımızda da ölümlü iş kazalarını önleyecek gerekli düzenlemelerin yapılmadığı görülmektedir. Bu da yetmezmiş gibi taslakta yapılan bir değişiklikle taşeron çalıştırılması kolaylaştırılmak ve muvazaalı ilişkinin kurulması mümkün kılınmak istenmektedir. İş güvenliğini artırmak amacıyla kanunlaştırılması planlanan bu tasarı ile iş kazalarının artmasına neden olan taşeron uygulamaları yaygınlaştırılmak istenmektedir. İş güvenliğini tehlikeye atan bu girişimlerden vazgeçilmelidir. İş kazalarını önleyecek tedbirlerin hayata geçirilmesini sağlayacak, işyeri denetimlerini daha da etkinleştirecek, kayıtdışılığı, taşeronlaşmayı bitirecek ve sendikalaşmanın önünü açacak düzenlemeler bir an önce yasalaştırılmalıdır.” 9 Maden İşçisi Heyelan Altında Kaldı EÜAŞ Afşin Elbistan Linyitleri, Çöllolar Kömür Sahası’nda 6 ve 10 Şubat 2011 tarihlerinde meydana gelen iki heyelanda 11 maden işçimiz hayatını kaybetti. 6 Şubat gecesi meydana gelen heyelanda 1 maden işçisi hayatını kaybederken, 11 maden işçisi de yaralandı. 10 Şubat günü meydana gelen çok büyük ölçekli heyelanda ise 10 madencimiz milyonlarca metreküp heyelanın altında kalarak can verdi. 1 işçinin cenazesinin çıkartılmasına karşın hala 10 madencinin cenazesine ulaşılamadı. Ulaşılmasının da çok zor olduğu, yıllar sürecek çalışmaların ardından cenazelere ulaşılabileceği dile getirilmektedir. Genel Başkanımız ve CHP Parti Meclisi Üyesi Yakup Akkaya; CHP Genel Başkan Yardımcısı İzzet Çetin, Parti Meclis Üyesi Perihan Sarı ve Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’tan oluşan CHP Heyeti ve DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi ile birlikte Çöllolar Kömür Havzası’na giderek, facianın yaşandığı bölgede incelemelerde bulundu. CHP Heyeti tarafından yapılan açıklamalarda; yaşanan bu korkunç olayın, insana ve işçiye değer verilmeden, kar amaçlı ticaret anlayışının sürdürülmesinin bir sonucu olduğu ifade edildi. basın-iş gündem / mayıs 2011 (12) ekonomi RAKAMLAR YALAN MI SÖYLÜYOR? Açıklanan ekonomik verilerin tersine, emekçilerin yaşamları her geçen gün daha da zorlaşıyor. İşsizlik, büyüme, verimlilik gibi ekonomik veriler bize aslında ne anla�yor? Her akşam haber bültenlerinde ekonominin ne kadar iyiye gittiğini dinliyoruz. Başbakan yüzlerce tesisin açılışını yapıyor, enflasyon düşüyor, kişi başına düşen gelir 10 bin dolara yükseliyor, işsizlik geriliyor… TÜİK anketlerine göre, her 100 kişiden 61’i mutlu, 71’i gelecekten umutlu yaşıyor. İnsan haliyle düşünüyor: “Yahu, şu 70 milyonluk memlekette, bir ben miyim ekonomik sıkıntı çeken, ekonomideki parlak tablo bir bizim eve mi uğramıyor” diye. Düşünüyor, acaba ay sonunu getiremeyen, kredi kartlarının limiti dolan, faturaların yığıldığı, çocukların okul masraflarını, dersane taksitlerini nasıl ödeyeceğini düşünen, koca ülkede bir tek kendisi mi var diye… İstatistiğin birçok bilimsel tanımı vardır, ama veriler yanlış kişilerin elindeyse, derler ki: “İstatistik en büyük toplumsal yalandır.” Devletin istatistik kurumu yalan merkezi gibi çalışırken ve büyük medya kuruluşları bu yalanları allayıp, pullayıp kamuoyuna aktarırken, ekonomik veriler de yalnızca bir manipülasyon aracı haline geliyor. Peki nedir bu son derece yanlı açıklanan veriler? Ülkemizin ekonomik tablosuna bir de işçilerin tarafından bakalım. İşsizlik: TÜİK verilerine göre 2010 yılında işsizlik oranı yüzde 11,9, işsiz sayısı da 3 milyon 46 bine düştü. Oysa, iş bulma umudunu yitirenler, geçici çalışanlar, mevsimlik işçiler bu rakama dahil edildiğinde gerçek rakam 6 milyonu buluyor. Verimlilik Arttı Ama...: Ülkemizde ekonomik krizin etkileri atlatıldı. Ama emekçiler için değil, işverenler için. 14 aydır sanayi üretimi kesintisiz artarken, son 1 yıl içinde 527 bin sanayi işçisi işsiz kaldı. Veriler yine baktığımız yere göre farklı şeyler söylüyor. Aynı veri, işverenler için verimlilik artışına, işçiler için ise aynı ücretle daha fazla çalışmaya işaret ediyor. Bireysel Borçlanma: İyiye giden ekonomimizde nedense bizlerin de borçları katlanarak artıyor. Bu borçlanma daha lüks tüketime yöneldiğimizden, ya da çocuklarımızı yurtdışında okuttuğumuzdan değil; tam aksine yaşamımızı sürdürebilmek için yapmak zorunda olduğumuz zorunlu harcamalardan kaynaklanıyor. Son dönemde, vatandaşın bankalara olan kredi kartı ve tüketici kredisi borcu 173 milyon liraya yükseldi. Devletin Borcu: Ekonomik iyileşmeden bahsedilirken, son 8 yılda devletin borcunun neredeyse iki katına çıktığından bahsedilmiyor. 2002 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin toplam borcu 242 milyar lirayken, 2010 yılı sonu itibariyle 478 milyar liraya ulaştı. Bu borçlanma, her geçen gün daha fazla bağımlılaşma anlamına geliyor. Dış Ticaret Açığı Arttı: 2010 yılı verilerine göre, ihracat yüzde 11,5 artarken, ithalat yüzde 31,6 arttı. Aynı dönemde dış ticaret açığı yüzde 84,5 artışla, 38 milyar 786 milyon dolardan 71 milyar 563 milyon dolara yükseldi. İthalatın ihracatı karşılama oranı ise yüzde 72,5’ten, yüzde 61,4’e geriledi. Cari Açıkta Rekor: 2010 yılındaki yüksek ithalat talebi, cari açıkta rekor getirdi. Cari işlemler açığı yüzde 247 artarak 48,6 milyar dolara ulaşırken; Aralık 2010’daki yüzde 132’lik artış ve 7,5 milyar dolarlık cari açık ile tüm zamanların aylık bazda rekoru kırıldı. Yoksullaştır, sadakaya muhtaç et! ю Ülkemizde nüfusun en fakir yüzde 10’luk dilimi, toplam gelirin yüzde 2,2’sini alırken; en zengin yüzde 10’luk dilim, toplam gelirin yüzde 30,9’unu alıyor. ю Her 10 kişiden 6’sının yoksul olduğu bir ülkede yaşıyoruz. ю Her 100 haneden 60’ında borç sorunu var ve 30’unun borç yükü çok ağır. ю Nüfusun yüzde 40’ı kendine ait bir evde oturmuyor. ю Nüfusun yüzde 42’sinin oturduğu konutun çatısı sızdırıyor, duvarı nemli, penceresi çürümüş, ev ısınmıyor; yüzde 80’i mobilyasını yenileyemeyecek durumda. ю Nüfusun yüzde 37,8’i evin ısınma ihtiyacını yeterince karşılayamıyor. ю Nüfusun yüzde 60,5’i ‘iki günde bir et, tavuk ya da balık içeren yemek’ yiyemiyor. (13) basın-iş gündem / mayıs 2011 “Nüfusunun çoğunluğu yoksulluk sınırının altında yaşayan bir ülkede, yoksulluktan bahsedenlere “yoksulluk edebiyatı yapma” denen tek ülke herhalde Türkiye’dir” tespitiyle başladığı yazısında Selami İnce, Türkiye’de de adım adım egemen kılınan vahşi kapitalizme Birleşmiş Milletler içinden ışık tutan bir söyleşiyi Birgün Pazar ekine taşıyor. Söyleşiden bir bölümü biz de dergimize aldık. Söyleşi, BM İnsan Hakları Konseyi Danışma Kurulu üyesi ve İsviçre Sosyal Demokrat Parti eski milletvekili olan ve dünyaca tanınmış küreselleşme karşıtı yazar Prof. Dr. Jean Ziegler ile yapılmış: Meteliksizmişsiniz, doğru mu? Doğru. 6 milyar frankın üzerinde de borcum var. Sürekli hakaret ettiğiniz spekülatörlere, bankacılara ve politikacılara tazminat ödemeye mahkûm ediliyorsunuz. İş avukatı Hans W. Kopp’u akbaba olarak nitelemiştim, bana 320 bin franka mal oldu. Zürih Yüksek Mahkemesi Kopp’u, yatırımcıları bilerek yanıltmaktan cezalandırdığından, artık ona “dolandırıcı” diyebilirim. Pinochet’i faşist olarak nitelendirdiğiniz için de 2 bin frank ödemek zorunda kalmıştınız. Diğerleriyle karşılaştırılınca daha ucuz! Mali’nin 23 yıllık Başkanı Moussa Traoré, 180 bin frank kazandı. Çünkü ülkesinde insanlar açlıktan ölürken, devlet kasasından İsviçre’deki kendi kasasına 2 milyar dolar aktardığını yazmıştım. Hırsız demiştim ona. Ağzınıza geleni söylemek yerine, biraz çenenizi tutamaz mısınız? Büyük şerefsizlikler karşısında insan çenesini tutmamalı. Davaların çoğunu kaybetmem haksız olduğum anlamına gelmiyor. Traoré, daha sonra Mali’de devletin parasını zimmete geçirmekten ölüm cezasına çarptırıldı. Sizi hareketlendiren şey ne? Öfke. Gereksiz acıları ve mantıksızlığı algılama. Düzenli olarak Brezilya’da São Luís’e gidiyorum. Orada devlet tarafından işletilen, sokak çocuklarının günde bir öğün yemek yiyebildikleri bir ev var. Yemeklerini dışarı çıkıp kardeşleriyle bölüşmesinler diye çocukları odaya hapsediyorlar. Çocuklara, hayatta kalabilmeleri uğruna, insanlık unutturuluyor. Bunu görüyorsam, bir şeyler yapmak zorundayım. Suçlunun adını koymak zorundayım. Kim suçlu? Size bir örnek vereyim. 12 Ekim 2008’de ekonomik krizin tavan yaptığı dönemde, avro bölgesi devlet başkanları Paris’te bir araya geldi ve bankalarının stabilizasyonu için 1 trilyon 700 milyar avro kredi açılmasını kararlaştırdı. 1 trilyon 700 milyar! Aynı patronlar daha yıl bitmeden BM’nin Dünya Gıda Programı’nın 6 milyarlık bütçesini yarıya indirdi. Bu, Bangladeş veya Honduras’ta artık öğrencilerin öğle yemeği yiyememesi demek. Politikacıların suçlu olduğuna mı inanıyorsunuz? Bunlar, borsada her şey çökünceye kadar vurgunculuk yapan eşkıyaların uşağı. Açlıktan ölenler, parlamentonun önündeki çimenlikte ölmüyorlar ki, görülsünler. Her 5 saniyede bir, şimdi biz konuşurken de, bu dünyada bir çocuk açlıktan ölüyor. Bu rakam BM Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) Dünya Gıda Raporu’nda duruyor. Her 4 saniyede bir insan, görme yetisini kaybediyor, çünkü yeterince A vitamini alamıyor. Her 6 insandan biri sürekli ciddi bir biçimde yetersiz besleniyor. Bu rakamlar silah, hem de iyi silah. Çünkü Dünya Bankası’nın adamları bile bunları sorgulayamıyor. Aynı Dünya Gıda Raporu bize, şimdiki tarımımızla 12 milyar insanı normal besleyebileceğimizi söylüyor. Hiçbir objektif eksiklik yok. Bu gün açlıktan ölen bir çocuk, öldürülmektedir. Beş yüzyıldır gezegenimize sürekli farklı sömürü sistemleriyle beyaz azınlık hükmediyor. Önce Marx’ın “sermayenin ilkel birikimi” dediği Güney Amerika’daki soykırım ve yağmacılık. Sonra üçgen trafiği: Köleler Afrika’dan Amerika’ya, şeker Avrupa’ya. Sonra 150 yıl süren sömürgeci katliam. Bugün ise, bu sistemlerin hepsinden daha kötüsü: Global finans kapitalin dünya diktatörlüğü. Zincirlerinden boşanmış açgözlülük. Dünya Bankası’na göre, geçen yıl dünyanın en büyük 500 şirketi, dünya üretiminin yüzde 53,8’ini kontrol altında tutuyordu. Bu öyle bir zenginlik ve güç ki; bu zamana kadar buna ne kral, ne papa, ne şansölye sahipti. Bu sistemin neredeyse zafiyet geçirdiği bir dönemdeyken bile, hemen hiç kimse tarafından esaslı olarak eleştirilmemesini nasıl açıklıyorsunuz? Bence, bu neoliberal çılgınlık kolektif bilinci kalıcı olarak yerle bir etti. Çocukların açlıktan ölmesi gerçeği, bu bakış açısına göre, sanki doğanın kanunu gibi görülüyor. Bu insanlardan nefret mi ediyorsunuz? Hayır, bunlara karşı değilim. Jean-Paul Sartre demişti ki; “Bir insanı sevmek için, onu baskı altına alan şeyden çok güçlü bir biçimde nefret etmek lazım. Onu baskı altına alan kişiden değil.” Kişisel düşmanlıklarla ilgili değil, dünyanın yapısıyla ilgili bir şey bu. BM’de sizi dinliyorlar mı? New York’ta beni Moğol ya da Somalili bir bakandan daha çok kendilerine eşit görüyorlar! Ben beyaz bir profesörüm. BM hâlâ ne kadar ırkçı, inanamazsınız. Bir zamanlar kendinizi işinin temelini sefillik oluşturan bir vampire benzetmiştiniz. Zambia’da korkunç bir açlık vardı. Uluslararası gıda tekelleri genetiği değiştirilmiş besinlerini pazara sürmek için bu durumu kullanmaya kalktı. Hesap şuydu: Genetiğiyle oynanmış mısırı BM Gıda Yardımı’na bağışlayacaklar, BM de bunları köylülere ulaştıracak. Kıtlık nedeniyle bazı köylüler mısır koçanlarını gelecek yıl dikmek için sakladı. Böylelikle genetiği değiştirilmiş mısıra bağımlı hale geleceklerdi. Tohum tekelleri için bu oldukça kârlı olacaktı ama köylüler için tam bir iflas. Köylüler mısırlarını Avrupa’ya satıyor ama Avrupa genetiği değiştirilmiş gıda almıyor. Ne yapıyor Zambia devlet başkanı? “Zehirli besin!” diye gıda yardımı diye gelen çuvalları yaktırdı. ABD, benim derhal görevden alınmamı istedi. Basın kükredi: Bu köpek Ziegler’in dogmatizmi yüzünden insanlar ölüyor. Kötü bir zamandı. Ama dayandık ve bir uzlaşmaya vardık. BM mısırı dağıttı ama koçan olarak değil, ekilemeyecek un olarak dağıttı. Güncel kitabınız “Batı Düşmanlığı”nda Cezayir Başkanı Abdülaziz Bouteflika ile Fransa Başkanı Nicolas Sarkozy’nin bir karşılaşmasını tasvir ediyorsunuz.Doğalgaz anlaşmasını imzalamak için 2007’de Cezayir’de bir araya geliyorlar. Her şey bitmiş masanın üzerinde beklerken, Bouteflika birden doğruluyor ve diyor ki, “Setif için özür dilemenizi istiyorum.” Setif’te Fransız sömürgeciliğine karşı başkaldırdıkları için 1945’de binlerce Cezayirli katledilmişti (8 Mayıs anma günü kabul edilir). Bunun üzerine Sarkozy, “Ben nostalji için buraya gelmedim” diyor. Bu tutanakta var. Bouteflika ısrar ediyor: “Hafıza ticaretten önce gelir!” Anlaşma bu zamana kadar imzalanmadı! Hayatın daha kötü olduğu ülkeler de var, sürekli İsviçre’yi kötülüyorsunuz. Ne istiyorsunuz İsviçre’den? Hiç bir şey, ben ülkemi seviyorum. Sadece bu yalancı egemen sınıfa karşıyım. Kişi başına düşen milli gelir hesaplarına göre İsviçre dünyanın en zengin ikinci ülkesi. Yeraltı zenginliklerinden yoksun, yüzde 60’ı yaşanabilir, gerisi kayalık ve buzul olan 41 bin kilometrekarelik bir ülke. Bütün bu zenginliği nasıl yapıyor? Yeraltı zenginliği yabancı para: Kanlı para, üçüncü dünyanın kara parası, vergiden kaçırılan para. Sadece 2,2 milyar frank eski Kongo Devlet Başkanı Mobutu’nun parası ki, Kongo’da hastane yetersiz. 1,8 milyar Nijerya eski Devlet Başkanı, kokain bağımlısı, katil Abacha’nın parası. Bu listeyi istenildiği kadar uzatabilirim. Nazi altınlarının paraya çevrilmesinden de söz etmeliyiz. 20 kitap yazdınız ama bir bilânço çıkarıldığında o kadar da etkili olamadınız. Hayatının sonunda Brecht’e soruldu: Bütün tiyatro eserleri, bütün yazılar, sürgün yılları… Bütün bunlar ne işe yaradı? Brecht biraz düşündü ve sonunda şunları söyledi: “Biz olmasaydık, işleri daha kolay olurdu.” ekonomi HAYATTA KALABİLMELERİ UĞRUNA INSANLIK UNUTTURULUYOR!* * Söyleşinin aslı Almanca Die Zeit gazetesinde yayınlandı. basın-iş gündem / mayıs 2011 (14) grev, eylem, dreniş CUMHURİYET TARİHİNİN EN BÜYÜK SAĞLIK MİTİNGİ VE SAĞLIKTA BİR İLK: HAK GREVİ Sağlığın piyasalaş�rılmasına karşı Ankara’da toplanan onbinlerce sağlık emekçisi, daha sonra iki gün greve gi�... AKP Hüküme�’nin sağlıkta dönüşüm programı, sağlığın hızla piyasalaşmasını ge�rirken; takip edilemeyen bir hızda çıkar�lan yasalar ve genelgelerle, sağlık işgücü piyasası özelleş�rmeye hazırlanıyor. Bunun için de sağlıkçıların güvencesiz ve düşük ücretle çalışmaya ikna edilmesi gerekiyor. Sağlık Bakanlığı, tüm açıklamalarında doktora ulaşımı ön plana çıkar�r ve yeni sistemin başarısını buna bağlarken; sağlıkçıların pek çoğu insanların aynı hastalık için doktor doktor gezmek zorunda kaldığını, tedavi alamadıklarını ifade ediyor. Sağlıkçılar Açısından Sistem Nasıl İşliyor? Hasta hekime geldiğinde, hastaya yapılan her işlemin bir puanı var. Hekimler ne kadar puan toplarsa, o düzeyde performans ödemesi alıyor. Her bölüm, normalde işbirliği içinde çalışması gereken bölümlerle dahi yarışmak zorunda bırakılıyor. Hekimler daha fazla puan alabilmek için, aynı sürede daha fazla hastaya bakmak zorunda bırakılıyor. Başhekimlikler, gelen hiçbir hastanın geri çevrilmeyeceğini doktorlara söylüyor. Dolayısıyla doktorlar 3-5 dakikada bir hasta bakmak zorunda kalıyor. Asistanlar, henüz eği�m süreçlerini tamamlamamış olmasına karşın, eği�m saatlerinde dahi hasta bakmaya mecbur tutuluyor. Hekimler, tedavisi zor olan, uzun süre yatması gerekecek hastalar yerine, hızlıca bakıp gönderilecek, daha çok puan ge�recek hastalıklara yönlendiriliyor. Bu sistem, hem hastaların sağlığını tehlikeye sokuyor, hem de hekimlerin bu koşullarda sağlık hizme� verebilmesi imkansız hale geliyor. 13 Mart günü Ankara’dan yükselen çığlık da, aslında, sağlık çalışanlarının ‘hastalarımızı puan olarak görmeyece- (15) basın-iş gündem / mayıs 2011 ğiz’ çığlığıydı. Sağlık örgütleri, sağlık çalışanlarının mahkum edildiği bu yarışmanın, hastalar için ‘ÖLÜMCÜL’ olduğunu bir kez daha vurguladı. Sağlık Emekçisi: “Çok Ses Tek Yürek” 14 Mart Tıp Bayramı öncesinde, Türk Tabibleri Birliği (TTB) tara�ndan düzenlenen “Çok Ses Tek Yürek” mi�ngi, 13 Mart Pazar günü Ankara’da yapıldı. Cumhuriyet tarihinin en büyük sağlık mi�nglerinden bir olan eyleme, sağlık emekçilerinin örgütlü olduğu sendikalar ve derneklerin yanısıra, taşeron işçiler, �p fakültesi, eczacılık ve diş hekimliği öğrencileri de pankartları ile kitlesel olarak ka�ldılar. Mi�nge, aralarında sendikamızın da olduğu farklı işkollarında örgütlü sendikalar, siyasi par�ler ve demokra�k kitle örgütleri de destek verdi. Önlükleriyle mi�nge ka�lan ve Ankara’yı beyaza boyayan sağlık emekçileri, ‘Sağlıkta performans ölüm demek�r”, “Sağlık hak�r, sa�lamaz” sloganları ile AKP’nin sağlık poli�kalarını protesto e�. Mi�ngde yapılan konuşmalarda, özelleş�rmelerin, sağlık hakkının gaspının, performans sisteminin ve döner sermaye çarkının kabul edilemez olduğu belir�ldi; “Görevdeyiz, yarından yakın bir zamanda grevde olacağız” vurgusu yapıldı; insan emeğinin ihalelerle alınıp sa�ldığı bir sistem olan taşeronluğun sağlıktan ve tüm alanlardan süpürülmesi gerek�ği üzerinde duruldu. Mi�ng Ezginin Günlüğü ve Hace�epe öğrencilerinden oluşan müzik grubunun konserleri ile sona erdi. Ve Sağlıkçılar Yasağa Rağmen Hak Grevinde! Herkese sağlık, güvenli gelecek; sağlıkta özelleştirmeye karşı iş güvencesi, gelir güvencesi, can güvencesi, mesleki bağımsızlık, her türlü katkı-katılım paylarının kaldırılması talepleri ile sağlık çalışanları; 19-20 Nisan tarihlerinde, iki günlük iş bırakma eylemi gerçekleştirdi. Türk Tabipler Birliği’nin (TTB) ve Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası’nın (SES) öncülüğünü yaptığı eyleme 10 sağlık örgütü de katıldı. Türkiye’nin hemen her yerinden, yaklaşık 600 bin sağlık emekçisinin katıldığı eylemde; sağlıkçılar, AKP’nin sağlık politikalarını, “Tam Gün Yasası”nı ve performansa dayalı ücret uygulamasını protesto ettiler. Eyleme katılan sağlık emekçileri ile ilgili olarak Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın “Bunlar küçük marjinal gruplar olabilir” şeklinde bir açıklama yapması üzerine; İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Taner Gören de “Eğer bu eylemi yapanlar marjinalse, 600 bin sağlık çalışanın hepsi marjinal demektir. Bu herhalde akla uygun bir açıklama değildir” dedi. Sağlık emekçileri; mücadelelerinin talepleri yerine getirilene kadar süreceğini belirterek eylemlerini bitirdiler. Emek örgütlerinin çağrısıyla Ankara’da toplanan emekçiler, taşeron sistemine ve güvencesiz çalışmaya karşı mi�ng gerçekleş�rdi. Sendikamızın da ka�ldığı mi�ngde emekçiler ‘ güvenceli iş’ talep e�. TÜRK İŞ, KESK ve DİSK’e bağlı sendikalarla emek ve meslek örgütlerinin çağrısı ile “Güvencesiz Çalışmaya Hayır” mitingi 3 Nisan Pazar günü Ankara’da, taşeron, sözleşmeli ve işten atılan emekçilerin katılımıyla düzenlendi. Taşeron uygulamasının kaldırılması isteğinin ön plana çıktığı mitingde Kolej Kavşağı’nda toplanan işçiler ve emekçiler “güvenli bir iş ve güvenli bir gelecek” talep ettiler. grev, eylem, direniş EMEKÇİLER GÜVENCESİZ ÇALIŞMAYA “HAYIR” DEDİ Mitingde yapılan konuşmalarda Hükümet’in 4/B, 4/ C, taşeron, özel istihdam büroları, Torba Yasa, kıdem tazminatının budanması gibi güvencesizleştirme politikalarına gittikçe daha fazla ağırlık verdiği ve emekçilerin bunların gerçekleşmesini engelleyeceği vurgusu yapılırken; emekçilerin siyasete müdahale etmesinin önemi üzerinde duruldu. Yapılan konuşmaların ardından miting, Aydoğan Topal’ın seslendirdiği Karadeniz şarkılarıyla son buldu. Sendikamız da Mitinge Katıldı Direnişte Olan İşçiler Miting Alanındaydı Ontex, Canbebe, Selçuk Üniversitesi, Polatlı Duatepe Devlet Hastanesi ve PTT taşeron işçileri mücadelelerinin devam edeceğini ifade ettiler. Sabiha Gökçen Havalimanı’nda işten atılan işçiler, işe dönüş mücadelelerinin; güvenceli çalışma haklarını elde edene kadar süreceğini vurguladılar. Casper işçileri de “İşten atılan işçiler geri alınsın, sendikal haklarımız tanınsın” pankartı ve dövizleri ile alandaydılar. Ankara Şubemizin Genel Kurulu’nun gerçekleştirildiği 3 Nisan günü; Genel Başkanımız Yakup Akkaya, Genel Sekreterimiz İsmail Hakkı Kütükcü, Genel Mali Sekreterimiz İlhami Çelik, Genel Eğitim Sekreterimiz Menderes Çadır, Genel Teşkilatlandırma Sekreterimiz Reyhan Mutlu, İstanbul Şube Başkanımız Levent Dinçer, İzmir Şube Başkanımız Yılmaz Yurteri de, üyelerimiz ile birlikte “Güvencesiz Çalışmaya Hayır” mitingine katıldılar. Dev Sağlık-İş üyesi bir işçi ile Birleşik Metal-İş üyesi bir işçi tarafından okunan miting bildirisinde temel talepler şu şekilde sıralandı: *4/B, 4/C, 50/D, sözleşmeli, ücretli, vekil gibi tüm güvencesiz çalışma kategorileri kaldırılsın. *Taşeron çalıştırma yasaklansın. *İnsanca yaşayacak bir asgari ücret. *Tüm çalışanlar için iş güvencesi ve sosyal güvence. *Tüm çalışanlar için sendika ve grev hakkı. basın-iş gündem / mayıs 2011 (16) sendikamızdan Çiğli Belediyesi Eski Meclis Toplantı Salonu’nda 20 Mart 2011 tarihinde yapılan Şube Genel Kurulumuz, sendikamız Basın-İş’e yakışır bir düzey ve olgunlukta gerçekleşti. Genel Kurul Divanı’nın oluşturulmasından sonra ilk konuşmayı yapan İzmir Şube Mali Sekreteri Turgay Güler “2006 yılında hepimiz elimizi taşın altına koyarak bir örgütlenme süreci yaşadık. O dönem sayıları 30-35 civarında olan bayan arkadaşlarımızla beraber omuz omuza bir örgütlenme çalışması yürüttük ve sonunda başarılı olduk. Örgütlenme sürecinden sonra bu bizim ikinci Genel Kurulumuz oluyor. Genel Kurulumuzun hepimize hayırlı olmasını diliyor, herkese teşekkür ediyorum.” dedi. Turgay Güler’in konuşmasının ardından Sendikamız Genel Başkanı Yakup Akkaya bir konuşma yaptı. Konuşmasında son sekiz yıllık AKP dönemini çalışma hayatı açısından değerlendiren Yakup Akkaya; AKP tarafından çıkartılan yasalarla çalışanların pek çok hak kaybına uğradığını dile getirdi. AKP’nin sanayi ile ilgili politikalarını eleştiren Akkaya şunları ifade etti: “8 yıllık AKP iktidarınn sanayileşme politikalarına baktığımızda; üretimi ön plana alan, işçiyi ise üretimden sonra değerlendiren bir yaklaşımın mevcut olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Üretimi ön plana alan yaklaşımda kuralsızlaştırma, sendikasızlaştırma, esnek çalışma, kayıtdışı çalıştırma karşımıza çıkar. Buradaki tek amaç daha çok üretim yapmaktır. Bu da yapılırken insan ikinci plana itilir. İnsan ikinci plana itildiği zaman ise iş kazaları ile daha yoğun bir şekilde karşılaşılır. İş kazalarında şu anda dünya ikincisi, Avrupa birincisiyiz.” Konuşmasının devamında Genel Başkanımız Yakup Akkaya; Etapak Ambalaj işyerindeki örgütlenme sürecine değindi ve şunları söyledi: “Örgütlenme mücadelesi verirken Etapak işçisi ile ortaklaştık. Siz örgütlendiğinizde yüzde yüz birlikte hareket ettiğiniz için bu başarıyı elde ettiniz. Ancak şunu da belirtmek isterim ki; daha fazla işyerinde örgütlenme gerçekleşti- (17) basın-iş gündem / mayıs 2011 remediğimiz sürece, istediğimiz düzeyde toplu iş sözleşmesi imzalama şansımız ne yazık ki olmayacaktır.” Etapak işçisine ve İzmir Şubesi’ne yakışır bir kongre yaşandığını söyleyen Akkaya; “İzmir Şubesi’nin daha da büyümesi, işyerinde barış, huzur ve arkadaşlık duygusunun gelişmesi için önünüze bakarak sevgi ve saygı içinde daha çok çalışmamız gerekmektedir” dedi. Yakup Akkaya’nın ardından söz alan Ankara Şube Başkanımız Savaş Nigar ise, geride bıraktığımız dört yıl içerisinde Türkiye işçi sınıfının çeşitlenen ve gelişen eylemliliğine rağmen emekçilerin hakları açısından pek çok hak kaybının yaşandığını vurguladı ve İzmir’de bulunan diğer ambalaj fabrikalarında örgütlenmenin Etapak işçilerinin katkıları ile mümkün olabileceğini belirtti. İstanbul Şube Başkanımız Levent Dinçer de konuşmasında önümüzdeki aylarda daha büyük hak kayıplarının gündeme geleceğini ve bunların karşısında durabilmek için iç ve dış örgütlülüğümüzü güçlendirmemiz gerektiğini vurguladı ve “Buradan sizlere Amcor İstanbul işçilerinin mesajını iletmek istiyorum. Onlar, İzmir Şube’nin Amcor örgütlenmesi çalışmasında her türlü desteği vereceklerini sizlere iletmemi istediler” diyerek konuşmasını bitirdi. 20 Mart 2011 günü İzmir Şube Başkanı seçilen Yılmaz Yurteri; genel kurulda yaptığı konuşmada sendikacıların yapması gerekenler üzerinde durdu ve şunları ifade etti: “Hiçbir temsilci, yönetici ve sendikacı; işveren vekilinin, iyi ve olumlu yaptığı icraatlar üzerinden, yola çıkarak görev yapmaz. Her temsilci, yönetici ve sendikacı işveren erkinin; yapmadıkları, yapamadıkları ve yanlışlıkları üzerinden hareketle, görevini icra eder. Sendikaların varoluş nedeni de budur. Bu nedenler ortadan kalkmadığı sürece, sendikalar var olmaya devam edecektir. Sendikalar, ezilen işçi sınıfının, savunucusu ve bayrağı olacaktır.” Mİ 2011-2015 DÖNE RULU İZMİR ŞUBE YÖNETİM KU YURTERİ ŞUBE BAŞKANI : YILMAZ AT BERK ŞUBE SEKRETERİ : MUR ŞUBE MALİ SEKRETERİ: İLHAN KARABAĞ RULU İZMİR ŞUBE DENETİM KU HAKAN KARAKURT GÜRHAN AYHAN NECDET KUNDAK RULU İZMİR ŞUBE DİSİPLİN KU ARSLAN GÜNGÖREN ERDİNÇ ÇELİK OLCAY DAŞDEMİR basın-iş gündem / mayıs 2011 (18) sendikamızdan Ankara Şubemizin Olağan Genel Kurulu; 3 Nisan 2011 günü, Türk-İş Toplantı Salonunda yapıldı. Birlik ve beraberlik vurgusunun ön plana çıktığı Genel Kurulumuz; barış ve huzur ortamında gerçekleştirildi. Genel Kurul’un ilk konuşmasını yapan Ankara Şube Başkanımız Savaş Nigar; geçtiğimiz 4 yıllık döneme ilişkin bir değerlendirme yaparak, şunları söyledi: “Geçtiğimiz dört yıl adeta meydanlarda sokaklarda geçti. Eğitim ve konferanslarda gelişmeleri tartıştık. Ama karşılığında “yollar yürümekle aşınmaz” dendi, “bunların tuzu kuru bağırıyorlar” dendi, “iş bulmuşlar daha ne istiyorlar” dendi. Hatta TEKEL direnişinde, “Sizin sayınız kaç, senin kaç üyen var, üyen kadar konuş” diyebilen, polis şiddetiyle bizleri sindirmeye çalışan bir zihniyetle, işçinin sorunlarını görmezden gelen, “dediğim dedik” diyen ve tüm emekçilerin sorunlarına kulak tıkayan bir zihniyetle karşı karşıya kaldık.” Yeni bir sendikal geleneğin inşasının bugün en acil ihtiyaçlardan biri olduğuna değinen Nigar; “Hiçbir iktidar ve hiçbir sermaye siz talep etmediğiniz ve mücadele etmediğiniz sürece kendiliğinden bir şey vermez. Bu nedenlerle, ‘plansız, programsız, stratejik yaklaşımdan yoksun olarak sadece sokağa, meydana çağrı’ şeklinde bir sendikacılık anlayışını da, ‘aidat verdim, emek verdim, biraz da yesem, nimetlerinden yararlansam ne olur’ anlayışını da yıkmak gerekiyor. ‘Beni karıştırma, ama sendika olarak, temsilci ve yönetici olarak sen yap’ anlayışını yıkmak gerekiyor. ‘Bugüne kadar yürüdük de ne oldu’ anlayışını yıkmak gerekiyor. Önümüzde bir dönem var ve bu dönemde ben ve arkadaşlarım, yakıcı sorunlar karşısında etkili bir sendikal mücadele için, deneyimlerden ve tecrübelerden yararlanarak birlikte yeni bir sendikal gelenek inşa etmek için kararlıyız.” dedi. Savaş Nigar’ın ardından Genel Başkanımız Yakup Akkaya bir konuşma yaptı ve konuşmasında çalışanların son yıllarda uğradıkları hak kayıplarına değindi. İşsizlik sigortası fonunun amacının dışında kullanılmasını eleştiren Akkaya şunları kaydetti: “Bildiğiniz gibi işsizlik sigortası fonu uygulaması; işsiz kalındığı zaman, hiç olmazsa iş buluncaya kadar işçilerin, emekçilerin geçimlerini sağlayacak asgari düzeyde bir gelir elde etmesiyle ilgili getirilen bir düzenlemedir. Ancak, ne yazık ki işsizlik sigortası fonundan emekçilerin yararlanması pek mümkün olamadı. Öncelikle bu fondan yaralanma koşulları (19) basın-iş gündem / mayıs 2011 ağırlaştırıldı. Daha sonra işverenleri krizden kurtarmak amacıyla bu fondan kaynak aktarıldı. Bu kaynak aktarımı da “işçilerin maaş ve SSK primlerini ödemede güçlük çeken işverene destek” adı altında yapıldı. Diğer taraftan istihdam yaratılacak söylemleriyle, yine bu fondan GAP’a kaynak aktarımı gerçekleştirildi. En son olarak işsizin parasına bir kez daha el uzatılarak; Şubat ayında yasalaşan torba yasa ile daha önce işverenlere işsizlik sigortasından aktarılan ve yüzde 30 olan payın; yüzde 50’ye kadar artırılabilme yetkisi Bakanlar Kurulu’na verilmiş oldu.” Genel Başkanımız Yakup Akkaya’nın ardından konuşma yapan İstanbul Şube Başkanımız Levent Dinçer; örgütlü kesimler olarak işçi sınıfının daha fazla sorumluluğu olduğunu söyledi ve şunları ekledi: “Bizlerin, işçi sınıfının örgütlü kesimleri olarak daha fazla sorumluluğumuz var. Yürütülecek mücadelede en önde durmak ve yol açmak zorundayız. Gerek toplu iş sözleşmelerimizde, gerek gündeme gelecek olan emek düşmanı yasal düzenlemelerde yürütülecek mücadele her zamankinden daha önemli olacak. Baskısı yapılmayan kitapların yasak edildiği bir ülkede işçilerin haklarını koruması, yeni kazanımlar elde etmesi için örgütlülüğüne sımsıkı sarılması gerekir. Örgütümüze, örgütlülüğümüze sımsıkı sarılalım ki, mevcut toplu iş sözleşmelerimiz basılmamış yasak kitaplara dönmesin.” Ankara Şube Olağan Genel Kurulu’nda İzmir Şube Başkanımız Yılmaz Yurteri de bir konuşma yaptı ve hükümetin gündeminde bulunan Ulusal İstihdam Stratejisi ile getirilmek istenen yeni düzenlemelerden bahsetti: “Ulusal İstihdam Stratejisi ile amaçlanan kıdem tazminatını kaldırmak veya fona devretmektir. Yoğun işgücü ve esnek üretim modeli, bölgelere göre asgari ücret uygulaması, kiralık işçi büroları eli ile sosyal güvencesiz işçiler yaratılması, taşeronlaşmanın önü açılarak daha yaygın ve yasal hale getirmesi bu proje kapsamında karşımıza çıkmaktadır. Mecliste kabul edilen ‘torba yasa’larla da, işçiler köleliğe bir adım daha yaklaşmıştır. Bunlar karşısında işçiler de işçi sınıfı birlik ve beraberliğini koruyup saflarını güçlendirmelidir. İşçi sınıfı, sendikal hareketi içinde bulunduğu küçülmeden ve krizden çıkarmak için var gücüyle çalışmalı, örgütlü söylem ve örgütlü eylem birliği içinde mücadele etmelidir.” NEMİ 2011-2015 DÖ N ANKARA ŞUBE YÖ ETİM KURULU VAŞ NİGAR ŞUBE BAŞKANI: SA YASİN ÇAĞLAR ŞUBE SEKRETERİ: MEHMET ALİ ZARA ŞUBE MALİ SEKR.: .: İLHAN ÖZTÜRK ŞUBE EĞİTİM SEKR YLI .: HABİB ÖMER ÇA KR SE L. ŞK TE BE ŞU ETİM KURULU ANKARA ŞUBE DEN HİKMET AYTAR NACİ KARAELMA FARUK KURT İPLİN KURULU ANKARA ŞUBE DİS ALİ BAĞÇACI SAVAŞ KELEŞ LÜTFİ SUNGUR basın-iş gündem / mayıs 2011 (20) sendikamızdan İstanbul Şubemizin Olağan Genel Kurulu; 10 Nisan 2011 günü, Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi’nde yapıldı. Genel Kurul’un açılış konuşmasını yapan İstanbul Şube Sekreteri Arif Kantarcı; Genel Kurul’un Türkiye işçi sınıfı açısından zor bir dönemden geçilen bir dönemde gerçekleştiğini ifade etti ve “Umuyorum ki genel kurulumuz önümüzdeki dönemde karşı karşıya kalacağımız saldırılara karşı bizi güçlendirecek, birliğimizi dayanışmamızı, sendikal örgütlüğümüzü sağlamlaştıracak bir nitelik taşıyacaktır” dedi. Divanın oluşturulmasının ardından, İstanbul Şube Genel Kurulumuz, Genel Kurul’a katılamayan Genel Başkanımız Yakup Akkaya’nın mesajının okunması ile devam etti. Yakup Akkaya mesajında “Genel Kurul süreci nasıl biterse bitsin yeni dönem başladığında birliğimizi, beraberliğimizi, dayanışma ve mücadele anlayışımızı korumak çok önemli. Karşı karşıya kalacağımız sorun ve saldırılara karşı etkin ve başarılı şekilde cevap verebilmemiz buna bağlı. Birbirimize kenetlenmeden hayat standartlarımızı yükseltmenin ve demokratik haklarımızı koruyup geliştirmemizin imkanı yok. Bu duygu ve düşüncelerle; başarılı, sendikal birlik ruhuna yakışan, sonucu sendikamıza ve Türkiye emek hareketine katkı koyan bir genel kurul geçirmenizi diliyorum.” dedi. Yakup Akkaya’nın mesajının okunmasının ardından kürsüye gelen, İstanbul Şube Başkanımız Levent Dinçer geçtiğimiz dört yıllık dönemi değerlendirerek şunları söyledi: “Görevde bulunduğumuz son dört yılda ülkede son derece önemli gelişmeler yaşandı. Sekiz yıllık iktidarı boyunca AKP, ülkeyi köklü bir dönüşüme tabi tutarken, işçi sınıfı bu dönüşümde büyük bir yıkıma uğradı. Dört yıl öncesine göre daha piyasacı bir ülkede yaşıyoruz. Dört yıl öncesine göre daha liberal bir ülkedeyiz artık. Sağlık ve eğitim başta olmak üzere tüm kamu hizmetlerinin adım adım paralı hale geldiği bir ülkedeyiz bugün. Köklü bir dönüşüm bu. Bu dönüşüm sermayenin ihtiyaçlarını karşıladı. İşçi sınıfı ise bu dönüşümün altında bırakıldı. Dört yıl öncesine göre işçiden daha fazla alınıp, patronların cebine daha fazla konulan bir ülkedeyiz artık.” Örgütlenmenin gün geçtikçe hem daha önemli, hem de daha zor bir hale geldiğini vurgulayan Levent Dinçer “Önümüzdeki dönemde de, örgütlenme başlığında hepimize daha fazla iş düşeceği açık. Bu yalnızca sendika yönetimindeki arkadaşlarımızın değil, tüm üyelerimizin hissetmesi gereken bir sorumluluk. İç ve dış örgütlenmemizi artırdıkça, gücümüzü de artıracağımız açıktır. Toplu sözleşmelerde de, yaptığımız eylemlerde de, işyerlerinde işverenle yaptığımız (21) basın-iş gündem / mayıs 2011 görüşmelerde de, taleplerimizi hayata geçirebilmemizin yolu, gücümüzü artırmaktan geçiyor.” dedi. Ankara Şube Başkanımız Savaş Nigar da yaptığı konuşmada en büyük kayıpların 2008 yılında çıkarılan Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile başladığını, referandumla devam ettiğini, en son olarak torba yasa ile emekçilerin pek çok hakkının alındığını ifade etti. Seçimlerden sonra bu sürecin kıdem tazminatı hakkının gaspı ile devam edeceğini söyleyen Nigar; son dönemde artan iş kazalarına değindi ve şunları kaydetti: “Kar etmekten başka bir şey düşünmeyen taşeronlar ve bunları yeteri kadar kontrol etmeyen yetkililer yüzünden başta maden ocakları olmak üzere, tersanelerde, Ankara OSTİM’de onlarca emekçi ne yazık ki yaşamlarını yitirdi. Ve halen bu ülkede toprak altında bedenleri çıkartılmayı bekleyen emekçi kardeşlerimiz var.” İzmir Şube Başkanımız Yılmaz Yurteri de bir konuşma yaparak, işverenler hızla örgütlenirken, işçilerin örgütlü oldukları sendikaların küçülmesinin kaygı verici ve düşündürücü olduğunu ifade etti ve şunları söyledi: “İş, patronların hak ve taleplerine geldiği zaman, dikkat edin odalar kuruyorlar, dernekler kuruyorlar. Hatta sendikalar kuruyorlar. Bunlar da bizim yasal ve Anayasal hakkımız diyorlar. Ama iş, işçilere gelince, zorlama, dayatma, tehdit, şantaj, işten çıkarma taktikleri uyguluyorlar. Bu nedenle işçiler sendikal hareketi, içinde bulunduğu küçülmeden, krizden çıkarmak için var gücüyle çalışmalı ve örgütlü söylemi, örgütlü eyleme dönüştürmelidir.” Genel Kurulda Şube Başkanlığı için aday olan İbrahim Kılıç da yaptığı konuşmada birlik ve beraberliğin önemine değinerek şunları söyledi: “Seçim sonuçları ne olursa olsun, sandıktan hangi arkadaşımız çıkarsa çıksın, biz yıllardır bu camianın içinde görev aldık. Mücadele ettik. Bundan sonra da mücadele edeceğiz. Seçilen arkadaşlarımız kim olursa olsun, omuz omuza mücadelenin içinde yer alacağız.” dedi. İstanbul Şube Genel Kurul Delegesi olan Ali Şimşek ise yaptığı konuşmada, 12 Haziran Genel Seçimlerine dikkat çekerek, önümüzdeki seçimlerin biz emekçilerin geleceğini şekillendirecek bir seçim olduğunu vurguladı. Son olarak söz alan Genel Merkez Denetim Kurulu Üyesi Hakan Yüksekal; kendilerini DMO’ya ilişkin bir mücadele sürecinin beklediğini söyleyerek, sendikamızın DMO’da yaşanan sürece ilişkin bugüne kadar attığı adımları anlattı. yakın plan 2011-2015 DÖNE Mİ İSTANBUL ŞUBE YÖNETİ M ŞUBE BAŞKANI: LEVENT KURULU DİNÇER ŞUBE SEKRETERİ: ARİF KA ŞUBE MALİ SEKRETERİ: ÇE ŞUBE EĞİTİM SEKR.: AB NTARCI TİN AKYAYLA DULKADİR ERGİN ŞUBE TEŞKL. SEKR.: AHM ET ÖZBAKIR İSTANBUL ŞUBE DENETİ M OKTAY ALTUN KURULU NAİM DEMİR İHSAN KARAKUŞ İSTANBUL ŞUBE DİSİPLİN SALİH AFACAN KURULU SAFFET GÜNAY ERDİNÇ ŞAHİN basın-iş gündem / mayıs 2011 (22) ülkenin gündemi basından DOKUNAN YANARSA, DOKUNACAĞIZ! Ergenekon davası, gazetecilere yönelik son operasyonlarla yeniden gündeme gelirken, ülkemizde hukukun ne kadar ayaklar altına alındığı da bir kez daha görülmüş oldu. Ülkemizde ilk kez, basılmayan bir kitap toplatıldı. Radikal Gazetesi basılırken, bilgisayarında kitabın kopyasını bulunduranlar dahi itham edildi. ‘İleri demokrasi’ denilen rejimimizde, basılmamış kitaplar tutuklanmak için yeterli gerekçe kabul edildi. Ergenekon, Balyoz gibi davaların da dönüşümün bir aracı olarak kullanıldığı ülkemizin medyasının suskun, gazetecisinin yandaş, halkının sindirilmiş olması hedefleniyor. Gerici uygulamalara, tarikatlara, yolsuzluklara, hukuksuzluklara dokunan, akıl almaz suçlamalarla yakılıyor. 2 bine yakın gazeteci yargılanıyor, 4 bine yakını soruşturma altında, 68 gazeteci cezaevinde. Bu gelişmeler üzerine, sokağa çıkan ve özellikle İstanbul ve Ankara’da kitlesel eylemler gerçekleştiren gazetecilerin eylemlerinde de öne çıkan sloganlardan biri ‘Dokunan yanarsa, dokunacağız!’ oldu. Gazetecilerin haber hazırlamak için kullandığı belgelerin, yaptıkları görüşmelerin suç delili olarak kullanılması, örgütsel faaliyet olarak gösterilmesi Ergenekon sürecinde sık yaşanan bir durum haline geldi. Öte yandan, Radikal Gazetesi Muhabiri Ertuğrul Mavioğlu ile Ahmet Şık’ın birlikte yazdığı ve Ergenekon davası sürecini incelediği ‘Kırk Katır Kırk Satır’ kitabının yargılandığı davanın duruşması 14 Nisan günü Kadıköy Adliyesi’nde görüldü. Yoğun yağmura rağmen yüzlerce kişinin destek için toplandığı duruşmaya, ‘cezaevinde nakil aracı bulunmadığı’ gerekçesi ile Ahmet Şık getirilmedi. AKP Döneminde Medyaya Yönelik Baskılar Gazetecilerin yıpranma hakkı elinden alındı. Muhalif gazeteciler tutuklandı. Siyasi şantaj yoluyla gazeteciler işten atıldı. Çok yüksek miktarlarda vergi cezaları kesildi ve büyük medya bunların üzerinden de teslim alınmak istendi. Başbakan gazetecilere ve karikatüristlere yüzlerce tazminat davası açtı, çoğunu kaybetti. Başbakanlıkta akreditasyon yasakları ve sipariş soru dönemi başladı. Muhabirler, köşe yazarları patronlara şikayet edildi. Tayyip Erdoğan, yolsuzlukların haber yapılmadan önce belge ve bilgilerle birlikte kendisine getirilmesi talimatını verdi. Bizzat Başbakan tarafından, basına yönelik boykot çağrısı yapıldı. (23) basın-iş gündem / mayıs 2011 emekçinin gündemi İŞÇİ SINIFININ ULUSLARARASI BİRLİK MÜCADELE VE DAYANIşMA GÜNÜ 1 MAYIS 2011’de GÖRKEMLİ eylemlere sahne oldu! Türkiye İşçi Sınıfı 2011 1 Mayıs’ında Alanlara Aktı. Üyelerimiz ve tüm emekçiler açısından görkemli bir 1 Mayıs yaşadık. Üyelerimiz düzenlenen mitinglere özellikle İzmir ve Düzce’de aileleriyle birlikte kitlesel katıldı. Bu yıl 1 Mayıs sendika ve meslek örgütlerinin ortak çağrıları ile “Emek, Barış, Demokrasi ve Özgürlük” ortak sloganıyla, yasak ve baskıların olmadığı bir ortamda ve tüm illerde ortak meydanlarda kutlandı. Genç-yaşlı, kadın-erkek, işçi, memur, öğrenci, emekli, Türkiye genelinde milyonlar baskının ve sömürünün olmadığı daha adil, eşit ve yaşanabilir bir dünya taleplerini haykırmak için alanlara indi. Güvencesizliğe, taşeron uygulamalarına, esnekliğe, AKP iktidarına, baskı ve antidemokratik uygulamalara, özellikle özgür basına yönelik tehdit, yasak ve tutuklamalara, örgütlenme mücadelesi veren işçilerin karşı karşıya kaldığı ihlallere ve sınav rezaletlerine, nükleer enerji girişimlerine, HES’lere ve sağlık sisteminin piyasalaştırılmasına, kısaca her alanda geleceğimizin güvencesizleştirilmesine karşı tepkilerimizi alanlara taşıdık. Bu yıl 1 Mayıs’a “Güvenceli Gelecek” talebi damgasını vurdu. Memurlar ve sözleşmeliler için toplu sözleşme hakkı, parasız, şifresiz, bilimsel, anadilde eğitim, siyasi tutuklulara serbestlik, siyasi yasakların ve barajların kalkması, iş cinayetlerinin ve kadına yönelik şiddetin durdurulması belli başlı diğer talepler arasındaydı. “Yaşasın 1 Mayıs”, “Biji Yek Gulan”, “Yaşasın Sınıf Dayanışması”, “Kurtuluş Yok Tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiç Birimiz”, “İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek”, “Yaşasın Halkların Kardeşliği”, “Yansak da Dokunacağız” vb sloganlar ortak sloganlarımızdı. (24) emekçinin gündemi TÜRK-İŞ, DİSK, KESK, HAK-İŞ, TEB, TMMOB ve MEMUR-SEN tarafından ortak örgütlenen 2011 1 Mayısı’nda, merkezi eylem, yıllar süren mücadelenin ardından tekrar alınan Taksim 1 Mayıs Alanı idi. TAKSİM İSTANBUL Kimilerine göre 500 bini hayli aşkın, kimilerine göre yüzbinler, ama tartışmasız en geniş katılımlı en renkli 1 Mayıs kutlaması Taksim’de yapıldı. Düzenleyici örgütlerle birlikte çeşitli sendikalara, konfederasyonlara, siyasi parti ve gruplara, meslek örgütlerine, derneklere, insiyatiflere, kollektiflere mensup yüzbinler dört koldan Taksim’e aktı. Kitleler, ayrım gözetmeksizin, omuz omuza, türkülerle marşlarla halay çekti. DİSK tarafından 34 yıldır saklanan tarihi 1 Mayıs afişi AKM önüne asıldı. Düzenleyici örgütlerin temsilcileri, Kazancı Yokuşu’nda hayatını kaybedenler için kırmızı karanfil bıraktı; saygı duruşunda bulundu. Ardından karanfillerle yazılmış 1 Mayıs çelengi Taksim Anıtı’na bırakıldı. İstanbul Şubemize bağlı işyerlerimizden gelen üyelerimiz, temsilci ve yöneticilerimiz de Türk-İş Kortejindeki yerlerini aldılar. Milletvekili adayı olan Genel Başkanımız Yakup Akkaya ve emekli olmuş üyelerimiz de Basın-İş kortejine katılanlar arasındaydı. Yürüyüş kolları, ‘’Emek, Barış, Özgürlük ve Demokrasi İçin 1 Mayıs’’ yazılı pankartının arkasında yürüdü. Emekçiler alana akarken, meydanda bu yıl Türkçe, Kürtçe, Ermenice şarkılar, marşlar çalındı, 1 Mayıs mücadelesi anlatıldı, kürsünün iki yanında kurulan dev ekranlardan belgeseller anlatımlara eşlik etti. Miting başladığında 1 Mayıs mücadelesinde (25) basın-iş gündem / mayıs 2011 katledilenlerin adları tek tek okundu. Alandan “aramızda” sesi yükseldi. Ruhi Su Dostlar Korosu’nun seslendirdiği 1 Mayıs Marşına bütün alan eşlik etti. Güvencesizliğe karşı mücadele ve demokrasi vurgusunun öne çıktığı ortak 1 Mayıs Bildirisi sendikalaşma mücadelesi veren üç direnişçi işçi tarafından okundu ( Tam metni 26. sayfadan okuyabilirsiniz). Kürtçe ve Türkçe okunan bildirilerin ardından, Grup Yorum, Kardeş Türküler ve Agîre Jiyan’ın söylediği Türkü ve şarkılar eşliğinde yüzbinler halaya durdu. Konserlerin ardından miting son buldu. SIHHİYE ANKARA 1 Mayıs Ankara’da da coşkuyla kutlandı. Ankara’da binlerce kişinin katıldığı 1 Mayıs eyleminde güvenceli iş insanca yaşam sloganı öne çıktı. TÜRK-İŞ, DİSK, KESK, HAK-İŞ, TEB, TMMOB ve MEMUR-SEN’in ortak oluşturduğu kortej öncülüğünde Ankara Tren Garı önünde toplanan, pek çok farklı sendika, dernek, örgüt, insiyatif ve parti oluşumlarından onbinlerce emekçi halaylar çekerek Sıhhiye Meydanına aktı. Eyleme, Genel Merkez yöneticilerimiz, Ankara Şube yöneticilerimiz, temsilci ve üyelerimiz ile emekli üyelerimiz Ankara Şube pankartı ile katılım sağladı. Ellerinde, “Taşeron karanlıktır”, “İnsanca iş, insanca gelir”, “Toplu sözleşme ve grev haktır” yazılı pankartlarla; dillerinde “Faşizme karşı omuz omuza”, “Hak verilmez alınır” sloganları ile toplanan emekçiler hükümetten “iş ve aş” talebinde bulundu. Barınma Hakkı Meclisi üzerinde “Ne villa ne saray, barınacak ev istiyoruz” yazılı maket ev ile ilgi odağı oldu. Miting, Grup Kibele’nin seslendirdiği ve onbinlerin emekçinin gündemi eşlik ettiği 1 Mayıs Marşı ile başladı. Ardından tertip komitesi adına konuşmalar yapıldı ve ortak bildiri okundu. Konuşmaların ardından Grup Kibele marşlar ve türküler ile alanda büyük coşku yaşattı. Son olarak tertip komitesinin emekçileri selamlamasının ardından miting son buldu. GÜNDOĞDU İZMİR İzmir’de TÜRK-İŞ, DİSK, KESK, KAMUSEN ve TMMOB tarafından ortak düzenlenen kutlamaların adresi Gündoğdu Meydanı’ydı. Düzenleyici örgütlere ve pek çok farklı siyasi gruba, dernek, parti ve örgütlere mensup emekçiler ile öğrenciler Gündoğdu meydanına, dört koldan kortej oluşturarak yürüdüler. İzmir’de de güvencesiz çalışma, taşeron uygulamaları ile AKP politikaları hedefteydi. Bu 1 Mayıs İzmir Şubemizin yönetici, temsilci ve üyesiyle en kitlesel katıldığı 1 Mayıs oldu. Üyelerimiz aileleriyle katıldı. Kortejimize çocuklarımız öncülük etti. Miting alanında Taksim’de olduğu gibi, 1977 1 Mayıs kutlamalarından günümüze 1 Mayıslarla özdeşleşen “zincirlerini kıran işçi” pankartı açıldı. Ortak Bildiri okunduktan sonra, Petrol-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın, dil, din, ırk, renk ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin emeğe saygılı bir kimlik edinmek istediklerini belirtti. Öztaşkın, “Vatandaşlık tanımlamalarının yeniden yapıldığı, taşeronlaşmaya karşı olan yeni bir anayasayı, emeğin anayasasını istiyoruz” dedi. Miting, konuşmaların ardından verilen konser ve çekilen halaylardan sonra sona erdi. ANITPARK DÜZCE 1 Mayıs Eylemi düzenleyici örgütlerin yanısıra çeşitli siyasi parti, grup, dernek ve demokratik kitle örgütü üyesi emekçilerin ve öğrencilerin katılımıyla Düzce Belediyesi önünde başladı. Bu 1 Mayıs Düzce Temsilciliğimizin en kitlesel katıldığı 1 Mayıs oldu. Çocukları ile katılan üyelerimiz vardı. Emekçiler, Anıtpark’a kadar “Yaşasın 1 Mayıs İşçi Bayramı”, “Yaşasın Sınıf Dayanışması”, sloganları ile yürüdü. 1 Mayıs şehitleri için saygı duruşu ile başlayan programda, Sendikamız Düzce Temsilcisi olan ve 1 Mayıs Düzce Tertip Komitesi Başkanı olan Ali Güler, İşçi Bayramı’nı kutlayarak; “Bu ülkenin emekçileri olarak tüm dünya emekçileriyle birlikte 1 Mayıs’tayız, emeğin bayramındayız. 1 Mayıs 2011’i güvencesiz, kuralsız çalışmanın yaygınlaştığı koşullarda karşılıyoruz. İşçiler kölelik düzenine mahkum ediliyor. Sendikasızlaştırma yaygınlaşıyor. Örgütlenen işçiler işten atılıyor. İş kazası adı verilen cinayetler durmak bilmiyor. Biz sosyal adalet, eşitlik ve demokrasi istiyoruz.” dedi. Konuşmaların ardından Emekçiler türkü ve marşlar eşliğinde halay çekti, sloganlarla talep ve protestolarını dile getirdi. 1 Mayıs 2011’de Türkiye’nin her tarafında coşkuyla kutlandı. Ardanuç’ta 32 yıl aradan sonra ilk defa kutlandı. Adana, Antalya, Denizli, Trabzon’da kitlesel kutlamalar oldu. Karadeniz’de HES karşıtı talep ve protestolar, doğu ve güneydoğuda demokrasi, eşitlik ve anadilde yaşam talebi, tüm illerde parasız eğitim ve sağlık, güvenceli çalışma, kadına karşı şiddete son, eşit işe eşit ücret vb talepler bu yıl yapılan 1 Mayıs mitinglerine damga vurdu. basın-iş gündem / mayıs 2011 (26) emekçinin gündemi 1 MAYIS EMEKÇİLERİN ULUSLARARASI BİRLİK, MÜCADELE VE DAYANIŞMA GÜNÜ KUTLU OLSUN! Bizler bu ülkenin işçileri, kamu emekçileri, meslek sahipleri, emeklileri, işsizleri, yoksulları, kadınları, gençleri olarak, tüm dünya emekçileriyle birlikte 1 Mayıs alanlarında, emeğin bayramındayız. Barış için, özgürlük için, demokrasi için, saygın bir iş için, savaşsız bir dünyada sömürüsüz, baskısız, insan onuruna yaraşır bir yaşam için birlikteyiz. Sosyal adalet, eşitlik, bağımsızlık ve sendikal haklarımız için 1 Mayıs 2011’de, başta Taksim olmak üzere tüm alanlarda, omuz omuzayız. 1 Mayıs 2011’i güvencesiz, esnek, kuralsız çalışmanın, taşeronlaşmanın yaygınlaştırıldığı koşullarda karşılıyoruz. Emekçilerin yarısı kayıt dışında çalışıyor, sendikal örgütlenmenin önündeki engeller korunuyor ve örgütlenen işçiler işten atılıyor. İş kazası adı verilen iş cinayetleri durmak bilmiyor. Torba Yasa ile her alanda emekçilerin hak ve çıkarları geriye götürülmek isteniyor. Biz sosyal adalet, eşitlik, özgürlük ve demokrasi istiyoruz. Biz, özgürlükçü, eşitlikçi sivil demokratik bir anayasa ve yasalar için; inanç ve düşünce özgürlüğü için sesimizi yükseltiyor, özgürlükten, demokrasiden ve sosyal devletten vazgeçmeyeceğimizi bildiriyoruz. 1 MAYIS’TA ALANLARDAN BİR KEZ DAHA HÜKÜMETE ve İŞVERENLERE SESLENİYORUZ; İşsizliğin önlenmesini, kıdem tazminatı hakkımızın korunmasını, esnek, kuralsız ve güvencesiz çalışma biçimlerinden vazgeçilmesini istiyoruz. İşsizlik Sigortası Fonu’nun amacı dışında kullanılmasına karşı çıkıyoruz. Sağlık ve sigorta alanındaki mağduriyetlerimizin giderilmesini istiyoruz. Asgari ücretin insan onuruna yakışır olmasını, vergi adaletsizliğinin giderilmesini istiyoruz. İş cinayetlerinin önlenmesini, iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin artırılmasını istiyoruz. Taşeronlaşma ve kayıt dışı ekonominin engellenmesini, özelleştirmelerin durdurulmasını istiyoruz. Anti demokratik sendikal yasaların değiştirilmesini, toplu pazarlık ve örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılmasını istiyoruz. Kürt sorununun demokratik ve barışçıl bir şekilde çözümünü; din, vicdan ve düşünce özgürlüğünün toplumun tüm kesimlerine hakim kılınmasını istiyoruz. Cezaevlerindeki yaşam koşullarının insan onuruna yakışır bir şekilde iyileştirilmesini, ağır hastaların tahliye edilmesini istiyoruz. Doğal yaşamın korunmasını ve ekolojik çevrenin katline son verilmesini istiyoruz. Kadına yönelik şiddetin engellenmesini, istihdamda kadın emeğine daha çok yer verilmesini istiyoruz. Engellilerin toplumsal yaşama eşit bireyler olarak katılmasının sağlanmasını istiyoruz. ÖSYM tarafından yapılan sınavlarda güvenlik ve adaletin kuşkulara yer bırakmayacak şekilde sağlanmasını istiyoruz. Biz, 1 Mayıs 1977’ nin aydınlatılmasını ve kaybettiklerimizin faillerinin bulunmasını, adalet önüne çıkarılmasını istiyoruz. Biz, Arap halklarının demokrasi mücadelesini destekliyor, onlara yapılan tüm anti demokratik müdahaleleri kınıyoruz. İşçiler, Kamu Emekçileri, Emekliler, İşsizler, Yoksullar, Kadınlar, Gençler, EMEK, BARIŞ, ÖZGÜRLÜK ve DEMOKRASİ İÇİN HAYDİ 1 MAYIS’A! 1 MAYIS BİRLİK, MÜCADELE VE DAYANIŞMA GÜNÜ TÜM EMEKÇİLERE KUTLU OLSUN TÜRK-İŞ • HAK-İŞ • DİSK • MEMUR-SEN • KESK • TMMOB • TTB • TEB (27) basın-iş gündem / mayıs 2011 23-24 Nisan 2011 tarihleri arasında yapılan Olağanüstü Genel Kurul sonrası oluşan ÇİMSE-İŞ GN. MERKEZ YÖNETİMİ Genel Başkan Genel Sekreter Genel Mali Sekreter Genel Örgütlenme Sekreteri Genel Eğitim Sekreteri Zekeriye Nazlım Kazım Belek Cemil Kaya Erkan Atar Cengiz Gözüküçük 16-17 Nisan 2011 tarihleri arasında yapılan Olağan Genel Kurul sonrası oluşan TÜMTİS GN. MERKEZ YÖNETİMİ Genel Başkan Genel Sekreter Genel Mali Sekreter Genel Örgütlenme Sekreteri Genel Eğitim Sekreteri Kenan Öztürk Gürel Yılmaz Seyfi Erez Cafer Kömürcü Nurettin Kılıçdoğan 9-10 Nisan 2011 tarihleri arasında yapılan Olağan Genel Kurul sonrası oluşan GENEL MADEN-İŞ GN.MERKEZ YÖNETİMİ Genel Başkan Genel Başkan Yardımcısı Genel Sekreter Genel Mali Sekreter Genel Teşkilat. ve Eğitim Sekreteri Eyüp Alabaş Satılmış Uludağ Behzat Cinkılıç Muharrem Sarıçam Osman Tutkun 26-27 Mart 2011 tarihleri arasında yapılan Olağan Genel Kurul sonrası oluşan TEZ-KOOP-İŞ GN. MERKEZ YÖNETİMİ Genel Başkan Genel Sekreter Genel Mali Sekreter Genel Örgütlenme Sekreteri Genel Eğitim Sekreteri Genel Yönetim Kurulu Üyesi Genel Yönetim Kurulu Üyesi Osman Gürsu Hakan Bozkurt Yalçın Çalışkan İsmail Aydın Haydar Özdemiroğlu M.Adem Can Ünal Özcan 12-13 Mart 2011 tarihleri arasında yapılan Olağan Genel Kurul sonrası oluşan SAĞLIK-İŞ GN. MERKEZ YÖNETİMİ Genel Başkan Yönetim Kurulu Üyesi Yönetim Kurulu Üyesi Yönetim Kurulu Üyesi Yönetim Kurulu Üyesi Yönetim Kurulu Üyesi Hasan Öztürk Mehmet Demirci Ali Tepeci Osman Seyhan Zülküf Cantürk Halit Kayalı sendikalarımızdan TÜRK-İŞ GENEL KURULUNA DOĞRU KARDEŞ SENDİKALARIMIZDA GENEL KURULLAR BİR BİR TOPLANIYOR 5-6 Mart 2011 tarihleri arasında yapılan Olağan Genel Kurul sonrası oluşan T.DENİZCİLER SENDİKASI GN. MERKEZ YÖNETİMİ Genel Başkan Genel Sekreter Genel Mali Sekreter Genel Eğitim Sekreteri Genel Teşkilat Sekreteri Hasan Pekdemir Eyüp Kasap Sinan Günaydın Cevahittin Yeşiltaş İrfan Mete 26-27 Şubat 2011 tarihleri arasında yapılan Olağan Genel Kurul sonrası oluşan BASISEN GN. MERKEZ YÖNETİMİ Genel Başkan Genel Sekreter Genel Mali Sekreter Genel Örgütlenme ve Eğitim Sekreteri Genel Toplu İş Sözleşmesi Sekreteri Metin Tiryakioğlu Cihanser Keskin Canan Kayan Temel Ünlü Etem Ağdaş 19-20 Şubat 2011 tarihleri arasında yapılan Olağan Genel Kurul sonrası oluşan TEKSİF GN. MERKEZ YÖNETİMİ Genel Başkan Genel Başkan Yardımcısı Genel Başkan Yardımcısı Genel Sekreter Genel Mali Sekreter Nazmi Irgat M.Metin Kır Ali Seyvan Mustafa Burgaz İbrahim Öner 12-13 Şubat 2011 tarihleri arasında yapılan Olağan Genel Kurul sonrası oluşan TARIM-İŞ GN. MERKEZ YÖNETİMİ Genel Başkan Genel Sekreter Genel Mali Sekreter Bedrettin Kaykaç Mustafa Çardakçı İlhami Polat Göreve Gelen Arkadaşlarımıza Başarılar Dileriz! ÇİĞLİ İŞÇİ KURULTAYI YAPILDI Çiğli Organize Sanayi Bölgesi işçilerinin, fabrika toplantıları, ev toplantıları ve bülten dağıtımlarıyla 1 ay boyunca çalışmalarını sürdürdüğü Çiğli İşçi Kurultayı, 20’nin üzerinde fabrikadan 250 işçinin katılımıyla 10 Nisan 2011 günü gerçekleştirildi. Petrol-İş Aliağa Şubesi, Tek Gıda-İş, Deri-İş, Birleşik Metal-İş, Haber-Sen, Yapı Yol-Sen İzmir Şube başkanlarının da aralarında bulunduğu çok sayıda sendika yöneticisi ve işyeri temsilcisi kurultayı izledi. Sendikamız Basın-İş’i temsilen İzmir Şube Sekreterimiz Murat Berk, Şube Mali Sekreterimiz İlhan Karabağ, Etapak İşyeri Temsilcilerimiz Murat Dönmez, Aykut Ayaz ve Etapak İşyerimizden üyelerimiz kurultayda hazır bulundular. Çiğli Belediyesi Meclis Salonu’nda yapılan Kurultayda, Çiğli Organize Sanayi Bölgesi’ndeki örgütlü ve örgütsüz çok sayıda işçi söz alarak, işyerinde yaşadıkları sorunları ve örgütlenme çalışmaları sırasında karşılaştıkları zorlukları paylaştı. Kurultayda Etapak İşyeri Vardiya Temsilcisi Murat Dönmez de söz aldı ve şunları kaydetti: “Basın-İş İzmir Şube Yönetim Kurulu olarak yaklaşık 1 aydır görevdeyiz. Bundan sonra gerek Çiğli İşçi Kurultayı’nda alınan kararlar çerçevesinde gerekse de sınıfsal mücadelemizde; örgütlü ve örgütsüz tüm işçi ve emekçi kar- deşlerimizle beraber, Basın-İş Sendikası İzmir Şubesi Yönetim Kurulu olarak omuz omuza mücadele edeceğiz.” Kurultay sonunda şu önemli kararlar alındı: - Kurultay Komitesinin, Çiğli Sendikal Örgütlenme Komitesi olarak genişletilmesi, iş yerlerinde komiteler oluşturarak çalışmalarına devam etmesi, - Kurultayın sonuç deklarasyonu ve 1 Mayıs çağrısının yer aldığı bir bülten çıkarılarak işçi ve emekçilere dağıtılması, - 1 Mayısın önce Çiğli’de kutlanması için çalışmalar yürütülmesi, - İşyerlerinde sendikal örgütlenme çabasında olan işçilere yönelik baskılara karşı mücadele edilmesi, - Asgari ücretin yükseltilmesi, ödenmeyen asgari geçim indirimi paralarının alınması, ücretli izin, fazla mesai ücretlerinin ödenmesi için mücadele edilmesi, - Tüm kamu emekçilerinin ücretli, 4-b’li, 4-c’li değil, kadrolu çalışması için mücadele edilmesi, - Taşeron işçilerin örgütlenmesi, taşeronlaşmanın kaldırılması için mücadele edilmesi, - Çiğli’de sendikal örgütlenme bürosu kurulması ve bu büronun İşçi Kültür ve Dayanışma Evi olarak da değerlendirilmesi, - AOSB’de bütün işkollarında çalışan kadın işçilerin yararlanabileceği ücretsiz kreş açılması, - “İşçiler nasıl bir Anayasa istiyor” konulu bir panel yapılması. basın-iş gündem / mayıs 2011 (28) sendikalarımızdan MÜCADELE BİRLİĞİ YAPAN 11 SENDİKA, İSTANBUL’DA 120 TEKEL İŞÇİSİNİN İŞTEN ÇIKARTILMASINI PROTESTO ETTİ Aralarında sendikamızın da bulunduğu Türkİş üyesi 11 sendika, 15 Nisan’da Samsun-Ballıca Sigara Fabrikası’nda Tek Gıda-İş üyesi 120 işçinin işten çıkarılmasını, BAT firmasının İstanbul Maslak’ta bulunan Genel Müdürlük binası önünde kitlesel basın açıklaması yaparak protesto etti ve işvereni, işçileri yeniden işbaşı yaptırmaya davet etti. Hatırlanacağı üzerine işten atılan işçiler fabrikaya kapanmış ve polis şiddet kullanarak işçileri dışarıya çıkarmıştı. Protesto eylemine, tüm emek karşıtı uygulamalara karşı birlikte mücadele etme ve dayanışma kararı alan ve aralarında sendikamızın da bulunduğu 11 sendika, Tek Gıda İş, Belediye-İş, Tezkoop-İş, Hava-İş, Kristal-İş, Deri-İş, TÜMTİS, Harb-İş, Petrol-İş, TGS yöneticileri ile İstanbul’da kurulu bulunan şube başkan ve yöneticileri, TekGıda-İş’in kamu ve özel sektör işyerlerindeki temsilci ve üyeleri katıldı. Tek Gıda-İş Genel Başkanı Mustafa Türkel yaptığı açıklamada Başbakan Erdoğan’a seslenerek, TEKEL’in özelleştirilmesi sırasında gerçekleşeceği söylenen istihdam artışı, fabrikaların çalışacağı gibi vaadlerin hiçbirisinin yerine gelmediğini, bütün yaşananlar karşısında neden sessiz kalındığını sordu. Türkel açıklamasında işçilerin birlik ve dayanışmasının önemine değindi ve mücadelenin ancak güç birliği yapılarak kazanılabileceğinin altını çizdi. Katılımcılar basın açıklamasının ardından BAT Genel Müdürlük binasının önüne siyah çelenk bıraktı. MÜCADELE BİRLİĞİ YAPAN 11 SENDİKADAN BERİCAP VE KAMPANA İŞÇİLERİNE DAYANIŞMA ZİYARETİ 14 Nisan’da aralarında sendikamızın da yer al(29) basın-iş gündem / mayıs 2011 dığı Türk- İş üyesi 11 sendika direnişteki işçilere dayanışma ziyaretlerinde bulunarak, ortak kitlesel basın açıklaması yaptılar. İlk ziyaret, öğlen Tuzla Organize Sanayi Bölgesi’nde Deri-İş Sendikası’nda örgütlendikleri için işten çıkarılan Kampana Deri işçilerine, ikinci ziyaret ise akşam saatlerinde Gebze’de Petrol-İş’te örgütlendikleri için işten çıkarılan Bericap işçilerine gerçekleştirildi. Tuzla Deri Organize Sanayi Bölgesinde bulunan Kampana Deri işçileri sendikalı oldukları için işten çıkarılmalarının ardından direnişe geçmişlerdi. Sendikamız ve Türk-İş üyesi Petrol-İş, Tek Gıda - İş, Belediye-İş, Tez-Koop-İş, Harb-İş, Kristal-İş, Deri-İş, Hava-İş, TÜMTİS, TGS yönetici ve üyeleri Kampana Deri işçilerini direnişlerinin 27. gününde ziyaret etti. Dayanışma ziyaretine DİSK/Genel-İş Sendikası yönetici ve üyeleri ile siyasi partilerin temsilcileri ve direnişteki emekçiler de katıldı. 11 sendika adına Belediye-İş Genel Başkanı Nihat Yurdakul, mücadele ve dayanışmaya vurgu yaptığı bir açıklama yaptı. Deri-İş Sendikası Genel Başkanı Musa Servi de direnişte olan PTT, Ontex, Bericap işçilerini selamlayarak başladığı konuşmasında, AKP hükümetinin iş kolu ayrımı yapılmaksızın, kuralsız çalışmayı dayattığını, bunun aynı zamanda küresel düzeyde bir saldırı olduğunu ifade etti. Servi, AKP’nin iki sendikaya üye olunabileceğini ifade ettiği süreçte, bırakın iki sendikayı, Kampana örneğinde olduğu gibi bir sendikaya üye olanların bile işten çıkarıldığını, örgütlenmeye tahammül edilmediğini bildirdi. Servi, tüm bu saldırılara karşı yılmayacaklarını, nerede bir direniş varsa orada işçilerle, emekçilerle birlikte olacaklarını vurguladı. 11 sendika ve dayanışma ziyaretlerine katılan diğer sendika yöneticileri, siyasi ve işçiler daha sonra direnişlerinin 112. gününde Bericap işçilerini ziyaret ettiler. Kristal-İş Genel Başkanı Bilal Çetintaş 11 sendika adına ortak bir açıklama emek gündemi yaptı. Çetintaş, “ Avrupa ülkelerine gidip demokrasi nutku atanlar, gelip burada dört aydır direnen Bericap işçilerini görsünler. Neden işçiler bu uygulamalara maruz kalıyorlar? Bericap işçisi kölelik düzenine karşı geldiği için, sendikasızlaştırmaya karşı geldiği için bu uygulamalara maruz kaldı ve şimdi de direniyor” dedi. Petrol-İş Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın da yaptığı konuşmada, Bericap işçisinin 112 gündür onurlu bir direniş gerçekleştirdiğini, 112 gündür bu mücadelenin ilk günkü gibi kararlılıkla, inatla, azimle sürdürüldüğünü belirtti. Öztaşkın, Fabrika önünde bir mücadele verilirken, içeride çalışan taşeron işçileri de eleştirdi. Petrol-İş Sendikası’nın bu mücadeleyi yıllarca sürdürecek güçte olduğunu belirten Öztaşkın, işverenden taleplerini bir kere daha özetledi: “Birincisi işten atılan işçi arkadaşlarımız işe alınmalıdır. İkincisi işçi arkadaşlarımız içeri girince işveren sendikanın yetkisini düşürmek için işçilere baskı yapmamalıdır. Üçüncüsü de kapsam içi-kamsam dışı, taşeron ayırımı yapılmadan çalışanlar sendikalı olmalıdır. İşçilere sendikalı oldukları için baskı yapılmamalıdır. Bu taleplerimiz karşılandığı takdirde Bericap işçisi hemen iş başı yapmaya hazırdır. Aksi halde bu mücadelemizi ilk günkü heyecan ve kararlılığımızla sürdüreceğiz. Zafer mutlaka ama mutlaka direnen işçinin olacaktır.” PETROL- İŞ ÜYESİ TÜPRAŞ İŞÇİLERİ TOPLU SÖZLEŞME EYLEMİNDE Petrol-İş’e üye 3 bin 337 işçinin çalıştığı TÜPRAŞ’ta devam eden toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine işçiler, TÜPRAŞ Genel Müdürlüğü, Kocaeli, Batman, Aliağa, Kırıkkale rafinerilerinde 18 Nisan’da 1 saat geç iş başı yaptı. Gündüz vardiyası çalışanlar vardiyayı teslim almayıp rafinerilerin önünde toplanarak, işverenin uzlaşmaz tutumunu protes- to etti. Protestolar sırasında Şubeler tarafından yapılan açıklamada, işçilerin geleceğini yakından ilgilendiren müteahhit-taşeron işçi çalıştırılması ve farklı işe ilk giriş ücreti uygulaması gibi idari ve parasal maddeler üzerinde anlaşma sağlanamadığı ve işletmenin grev yasağı kapsamında olması nedeniyle toplu iş sözleşmesinin Yüksek Hakem Kurulu’na gönderilmesi sürecinin başlayacağı ancak bunun çalışma barışını olumsuz etkileyeceği vurgulandı. DERİ İŞÇİLERİ: SÖZLEŞME YOKSA ÜRETİM DE YOK!* Deri-İş Sendikası ile Deri İşverenleri Sendikası arasında devam eden toplu iş sözleşmesi sürecinin tıkanması üzerine Tuzla deri işçileri 28 Nisan’da organize sanayi bölgesinde yürüyüş yaptılar ve 2 saat iş durdurma eylemi gerçekleştirdiler. Deri işçileri bu eylemleriyle, işveren sendikasının Grup TİS sürecinde düşük ücret dayatmasını protesto etmek ve Deri İşverenleri Sendikasının üyesi olan Kampana Deri’de sendikalı oldukları için işten atılan ve 41 gündür direnişte olan Kampana işçilerine destek vermek için işverenleri uyardı. İşverenlerin sözleşme masasına kabul edilemez tekliflerle gelmesi üzerine Deri-İş Sendikası öncülüğünde birleşen 1500’ü aşkın işçi iki koldan yürüyüşe geçti ve sanayinin içinde birleşerek direnişteki Kampana Deri’nin önüne kadar yürüdüler. “Sözleşme Hakkımız, Grev Silahımız”, “Sözleşme Yoksa Üretim de Yok”, “Kurtuluş Yok Tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiçbirimiz”, “1 Mayıs’ta 1 Mayıs Alanındayız”, “Yaşasın Kampana Direnişimiz” sloganlarının atıldığı eyleme örgütsüz işyerlerinden çok sayıda işçinin katılması dikkat çekti. Yapılan açıklamaların ardın eylem halaylarla ve sloganlarla sona erdi ve işçiler işbaşı yapmak için işçiler fabrikalarına döndüler. (*Deri işkolundaki grup toplu sözleşme, dergimizin baskıya verilmesinden hemen önce, 5 Mayıs’ta imzalandı) basın-iş gündem / mayıs 2011 (30) emekçi kadın “Dekolte giyinen kadın tecavüzde suçludur.” - Prof. Orhan Çeker “Örtüsüz kadın, perdesiz eve benzer. Perdesiz ev ya sa�lık�r, ya kiralık.” - AKP Ünye Tanı�m ve Medya Başkanı Süleyman Demirci “Kadınlar ilgi çekmek için in�hara kalkışıyorlar” Zonguldak Emniyet Müdür Yardımcısı Ümit Boztepe “Açıkça söylemem gerekirse ben aslında kadın erkek eşitliğine inanmıyorum.” - Başbakan Tayyip Erdoğan... Yukarıda alın� yapılan cümleler, şeriatla yöne�len bir ülkede sarfedilmedi; ‘demokrasi’ ve ‘özgürlüklerin’ yaşandığının iddia edildiği ülkemizde söylendi. Bu cümleleri söyleyenler, ülkemizde kıyıda köşede duran, düşük eği�m seviyesine sahip birkaç gerici de değildi. Bu cümlelerin her biri, bu ülkeyi yöneten kadroların ağzından çık�. Ülkemiz emekçileri açısından ve özellikle emekçi kadınlar açısından son derece zor bir dönemden geçiliyor. Yukarıdaki açıklamaların da gösterdiği gibi, mevcut ik�darın kadına bakışı, kadınların üre�mden çekilmeleri, ya da alabildiğine esnek çalışma koşulları ile mümkünse evden çalışmaları; sosyal güvenlik haklarının da olmadığı bir haya�a, kendilerine evi geçindirecek bir koca bulup, “en az üç çocuk” doğurmalarından ibare�r. Emekçi ailelerden doğan “üçer çocuğun” ise ileriki yaşamlarında ucuz işgücü olarak yerleri şimdiden hazırdır. Evde evlilik programları izleyip, dört duvar arasında ‘koca bekleyen’ ve akşamları ikişer üçer izlediği dizilerdeki yaşamı hayal eden milyonlarca ‘ev kızımız’ bu haya�n parçası olmaya zorlanmaktadır. Bir yandan özgürlük ve demokrasi nidaları a�lırken diğer yandan, AKP ik�darı döneminde kadın cinayetlerinin yüzde 1400 ar�ğı bir ülke söz konusudur. Yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda dönüşüme zorlanan bir ülkede, bu ar�ş şaşır�cı değildir. Bir yandan 8 Mart çiçeklerle “kadınlar başımızın tacıdır” denerek kutlanırken, madalyonun diğer yüzünde çocuklarına kahval� veremediği için in�har eden, çocuğunun dersane parasını ödeyemediği için cezaevine giren ve bu nedenle oğlu in�har eden anneler vardır. Önümüzde iki aylık bebeklerin açlıktan öldüğü ve bu yıkımın en çok emekçi kadınları sars�ğı bir ülke vardır. Ülkemiz kadınları ne bu acıları yaşamak zorundadır, ne de bu onursuzluğa mahkumdur. Gi�kçe yoksullaşan, sömürünün ar�ğı ve çürümenin had sa�aya ulaş�ğı bir ülkede yaşıyoruz. Bizler, bu ülkenin onurlu kadınları olarak gericileşmeye, çürümeye, yoksulluğa, bağımlılığa, sömürüye karşı, eşitlikçi ve insanca yaşanabilcek bir düzen için mücadele e�ğimiz sürece her zaman umut vardır. 2011 yılının bu düzene teslim olmayan emekçi kadınların mücadeleyi yüksel�ği bir yıl olması umuduyla, tüm kadınlarımızın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutluyoruz. (31) basın-iş gündem / mayıs 2011 Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü Kutladık 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde Ankara’da düzenlediğimiz etkinliğe, Ankara Şubemize bağlı işyerlerinde çalışan kadın üyelerimiz ve Sendikamız çalışanları katıldılar. Etkinlik çerçevesinde ilk olarak Türk-İş’e gidildi. Türk-İş toplantı salonunda, Ankara Şube Başkanımız Savaş Nigar kadın üyelerimize hitaben bir konuşma yaptı. Dünyada ve ülkemizde kadınların yaşadıkları sorunlara değinen Nigar; bu sorunların üstesinden yine kadınların örgütlenerek, güç birliği yaparak gelebileceğini ifade etti. Dünya emekçi kadınlar gününün tarihçesi ve ülkemizdeki önemli kadın mücadeleleri hakkında üyelerimizle gerçekleştirilen sohbetin ardından hep birlikte öğle yemeği yenildi. Öğle yemeğine Genel Başkanımız Yakup Akkaya ve Genel Sekreterimiz İsmail Hakkı Kütükcü de katıldı. Diğer şubelerimizde de çeşitli etkinliklerle Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlandı. Ka d ın la r ın e d iz m e lk Ü R a ka m la r la r u m u rDu dan 58’i he emekçi kadın 8 Mart kadın r alan 100 e y na a d m a d lik kurumu - İstih n e v ü g l a y os hangi bir s il. kayıtlı değ dete n fiziksel şid ce a d n fı ra ta i e ski eş zde 39. Sad ü y ı - Eşi veya e n ra o n kadınların lan kadınların oranı maruz kala ka n ete maruz ete uğraya d id ş l e s cinsel şidd in c rı fi; fiziksel ve . Yaşadıkla ,9 1 4 yüzde 15,3 e d z ü dınların oranı ise y ralanan ka a y kadınların a d n u c t sonu ziksel şidde oranı yüzde 25. karşı ’si kadınlara 7 8 e d z ü y detin elerde - Aile içi şid sul mahall k o y n ra o bu işleniyor ve zde 97’ye çıkıyor. terken yü ne olmak is n a ın d a k 500 - Yılda 2 bin amını yitiriyor. zde yaş ı bazen; yü ’s ,6 5 3 e d z yü or. - Kadınların e içi tecavüze uğruy il a şta ık 8 ve altı ya 1 16,3’ü sık s ’u 9 3 e d yüz - Kadınların evlenmiş. den inci derece ik ’ü ,4 2 1 yüzde . - Kadınların la evlenmiş akrabalarıy ı 2002 – 2009 yılları r ayet oranla 00 arttı. - Kadın cin üzde 14 arasında y basın-iş gündem / mayıs 2011 (32) sendikamızdan Yılın İlk Toplu Sözleşme İmzaları Amcor’da (Rotopak) Atıldı Amcor (Rotopak) işyeri için imzalanan 2. dönem toplu iş sözleşmesinin yürürlük süresinin 30 Haziran 2010 tarihinde son bulması ile başlayan yeni dönem toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin sonucunda anlaşma sağlanmıştır. Bilindiği gibi işveren ile sürdürülen görüşmelerin tıkanmasının ardından 23 Kasım 2010 tarihinde grev kararı ve 21 Aralık 2010 tarihinde grev uygulama kararı alınmış, greve çıkış tarihi olarak da 3 Ocak 2011 tarihi belirlenmişti. Greve çıkış tarihi olan 3 Ocak günü; işverenle gerçekleştirilen görüşmeler neticesinde de mutabakat sağlanarak, Amcor işyeri için 3. dönem toplu iş sözleşmesi imzalanmıştır. Yeni dönem toplu iş sözleşmesinin Amcor işverenine ve Amcor işçilerine hayırlı olmasını diliyoruz. İşkolu Tespiti ile İlgili Davalarımız Sürüyor Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) Çalışma Bölge Müdürlüğü tarafından yapılan tespitte, Kütahya Seramik Porselen Turizm A.Ş. Ambalaj Fabrikası’nda yapılan işlerin niteliği itibariyle, kağıt işkoluna girdiğine karar verilmişti. Bunun üzerine Sendikamızca bu karara itiraz edilerek dava açılmıştı. Dava sürecinde işkolunun tespiti için bilirkişi görüşüne başvurulması kararlaştırıldı. 22 Mart 2011 tarihinde mahkemeye sunulan bilirkişi raporuna göre Kütahya Seramik Porselen Ambalaj Fabrikası’nda işkolu “basın ve yayın” olarak belirlendi. Dava süreci devam edi-yor. Davanın lehimize sonuçlanmasının ardından Kütahya Seramik Porselen Ambalaj Fabrikası’ndaki örgütlenme çalışmalarımızın hızlandırılması planlanıyor. Diğer taraftan Milli Eğitim Basımevi ile ilgili olarak açılan işkolu tespit davası devam ediyor. Bilindiği gibi 1 Mart 2010 tarihi itibariyle Milli Eğitim Basımevi işçileri makine parkı ile birlikte Devlet Kitapları Müdürlüğü’ne nakledildi. Bu işlemin ardından Devlet Kitapları Müdürlüğü; ÇSGB’ye başvurarak yeniden bir işkolu tespitinin yapılmasını istedi. Tespitin 17 no’lu ticaret ve büro işkoluna çıkması üzerine işkolu uyuşmazlığı çıktı. Devam eden dava sürecinde, 8 Şubat 2011 tarihli celsede işkolunu 10 no’lu “basın ve yayın” olarak tespit eden bilirkişi raporu mahkemeye sunuldu. Mahkeme, yerinde yapılan inceleme ve tespitler üzerinden lehimize hazırlanan bu bilirkişi raporuna gelen itirazlar nedeniyle, itiraz konusu noktalar açısından raporu gözden geçirilmek üzere tekrar bilirkişilere havale etti. Dava süreci devam etmektedir. Kamu Kesimi Toplu Pazarlık Süreci Devam Ediyor Toplu pazarlık görüşmeleri süreci; 1 Kasım 2010 günü yapılan Türk-İş Başkanlar Kurulu’nda kamu kesimi toplu iş sözleşmeleri için çoğunluk tespiti başvurularının 11-12 Kasım 2010 tarihlerinde topluca yapılmasına karar verilmesi ile başladı. 31 Mart 2011 tarihinde toplanan Türk-İş Başkanlar Kurulu’nda; yaklaşık 250 bin işçiyi, aileleriyle birlikte bir milyonu aşkın insanı ilgilendiren kamu kesimi toplu iş sözleşmelerinin 12 Haziran Genel seçimlerinden önce bağıtlanması için görüşmelerin hızlandırılacağı dile getirilmiştir. Sendikamızın örgütlü bulunduğu Darphane ve Damga Matbaası işyerleri, Başbakanlık Basımevi, SHÇEK 50. Yıl Yetiştirme Yurdu Basımevi, Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü Matbaası, Türkiye İstatistik Kurumu Matbaası, Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü Matbaası ve DMO Basım İşletmesi için toplu iş sözleşmesi görüşmeleri devam ediyor. Yetki uyuşması olan işyerlerimizde ise toplu sözleşme süreci askıda bulunuyor. (33) basın-iş gündem / mayıs 2011 BASIMEVİ’NDE FARKLI PLANLAR MI GÜNDEMDE? Geçtiğimiz ay içinde, uzun yıllardır yüksek kar oranıyla üretimini sürdüren ve başta Maliye Bakanlığı olmak üzere pek çok bakanlığın basım işlerini yapan, kamunun kırtasiye malzemeleri ihtiyacını pek çok kalemde karşılayan Devlet Malzeme Ofisi Basım İşletmesi Müdürlüğü’nün kapatılması gündeme getirildi. Genel Müdürlüğün üretim faaliyetlerini yerine getiren İstanbul Basım İşletmesi Müdürlüğü yılda yüzde 60’lara varan kar oranı, 70 cm x 100 cm baskı ebadına göre yıllık 154 milyon devir kapasitesine sahip makine parkıyla ve kamunun pek çok alanda ihtiyacını karşılamasıyla, bugün Türkiye’nin önemli kurumlarından biridir. 28 Nisan 2010 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Özelleştirme Yüksek Kurulu Kararı’ ile DMO taşınmazları özelleştirme programına alınmış; ancak konuya ilişkin imzalanan protokol ile, Basım İşletmesi Müdürlüğü’nün, Gebze Çayırova’da verilecek arsaya yapılacak olan tesiste üretime devam etmesi karara bağlanmıştır. Bugün gelinen noktada ise, Basım İşletmesi Müdürlüğü’nün üretime son vermesi ve kapatılması, işçilerin ise başka kamu kurumlarına devri söz konusu edilmektedir. Özelleştirme Yüksek Kurulu kararı, Basım İşletmesi Müdürlüğü’nün kapatılmasına dair değil, taşınmazların satışına dairdir. DMO işçileri hali hazırda 12 Haziran seçimleri için YSK’ya zarfları basmaktadır. Sendikamızın konuya ilişkin yaptığı görüşmeler sonucunda 12 Haziran’a kadar işletmenin kapatılmasının gündemde olmadığı ifade edilmiştir. Ancak, işletmenin kapatılmasına dair bir karar olmamasına karşın, ülkemizdeki benzer uygulamalar da göz önünde bulundurularak, 12 Haziran sonrasında DMO’ya ilişkin alınacak karar belirsizliğini korumaktadır. Bu nedenle, sendikamız Basın-İş’in girişimiyle T.B.M.M’ye konuya ilişkin bir soru önergesi verilmiştir. Basın-İş üyesi işçiler, 12 Haziran’ın ardından aksi yönde bir gelişme olması durumunda, DMO işçileriyle birlikte mücadeleye hazırdır. 28 Nisan 2010 tarih ve 27565 sayılı Resmi Gazete’de, “Devlet Malzeme Ofisi Genel Müdürlüğü’ne ait taşınmazların özelleştirme kapsam ve programına alınması” konu başlığı altında, DMO Basım İşletmesi Müdürlüğü’nün faaliyetini sürdürdüğü “İstanbul İli, Üsküdar İlçesi, Bulgurlu Mahallesi, 83.892 m2 yüzölçümlü, 1059 ada, 5 no’lu parsel” de yer almaktadır. Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun DMO Basım İşletmesi Müdürlüğü hakkındaki kararı yalnızca taşınmazların satışını içermekte, kurumun faaliyetinin durdurulmasını içermemektedir. Bu bağlamda; 1) 108 kamu işçisi ve 30 devlet memurunun istihdam edildiği ve pek çok kamu kurumunun, Maliye Bakanlığının tüm işleri başta olmak üzere, başka bazı bakanlıkların da basım işlerini ve kamunun kırtasiye ihtiyacının önemli bir bölümünü karşılayan DMO Basım İşletmesi Müdürlüğü’ne bağlı Basımevinin kapatılması, makine parkının satışı veya taşınması gündeminizde midir? 2) Gündeminizde ise bu ne zaman gerçekleştirilecektir. Gerçekleştikten sonra kurumun faaliyet gösterdiği taşınmazlar ve müştemilat ne olarak değerlendirilecektir? 3) Gündeminizde değil ise, sözkonusu taşınmazların özelleştirme kapsamında değerlendirilmesinin ardından DMO Basım İşletmesi Müdürlüğü basımevi üretimini nerede sürdürecektir? Özellikle önümüzdeki 6 aylık siparişlerin alınmış olduğu, makinelerin şu anda işlerin yetişmesi için tam randımanla çalışmakta olduğu ve Yüksek Seçim Kurulu zarflarının da 12 Haziran seçimlerine yetiştirilmek üzere basımının sürdüğü bu süreçte, DMO Basım İşletmesi Müdürlüğü Basımevinin akıbetine ilişkin bir belirsizlik söz konusu mudur? 4) DMO 2010 yılı yatırım programı belgesinde, 2010 yılında tamamlanmış olan projeler arasında “DMO İstanbul Bölge Müdürlüğü ile İstanbul Basım İşletme Müdürlüğü Gebze faaliyet binaları proje hazırlama işi” bulunduğu ve bu projenin hazırlanmasında 2010 yılı ödeneğinden 500.000,000 TL kullanıldığı ifade edilmektedir. Proje ve inşaat hangi aşamadadır? Basım İşletme Müdürlüğü’nün Gebze’ye taşınması gündemde midir? basın-iş gündem / mayıs 2011 sendikamızdan DMO T.B.M.M.’YE SUNULAN SORU ÖNERGESİ (34) sendikamızdan İŞÇİ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİ EĞİTİMLERİMİZ DEVAM EDİYOR 2011 yılının ilk İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Eğitimi, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı Devlet Kitapları DÖSE Müdürlüğü Basımevi işyerimizde yapıldı. 16 Nisan günü yapılan eğitime, Basımevi’nde çalışan işçilerden, sendikamıza üye 60 işçi ile Koop-İş Sendikası’na üye 40 kadar işçi katıldı. Öğleden önce ve sonra olmak üzere iki bölümde gerçekleştirilen eğitim semineri, Hacettepe Üniversitesi öğretim görevlisi Doç.Dr.Ali Naci Yıldız ve ÇASGEM Eğitim Uzmanı Kadir Tomas tarafından verildi. Öğleden önceki bölümde, sağlık, sağlık hakkı, iş ve sağlık ilişkisi, işyeri ortam faktörleri, korunma yöntemleri, iş kazaları ve meslek hastalıkları, temel mevzuat konularının işlendiği temel iş sağlığı eğitimi verildi. Öğleden sonraki bölümde ise iş güvenliği, kişisel koruyucu donanımlar (KKD), makine koruyucular, güvenlik işaretleri, iş kazalarından korunma, iş güvenliği bilinci, iş sağlığı ve güvenliği alanında temel mevzuat, iş sağlığında ilgili taraflar, yetki ve sorumluluklar konularının işlendiği temel iş güvenliği eğitimi verildi. GENEL BAŞKANIMIZ MECLİS YOLUNDA Sendikamız Genel Başkanı Yakup Akkaya, 12 Haziran 2011 tarihinde yapılacak olan milletvekili seçimlerinde, milletvekilliğine adaylığını koyacağını ifade ettiği 10 Mart 2011 tarihli dilekçesi ile Sendikamız Genel Başkanlığı görevinden ayrılma isteğinde bulunmuştur. Yönetim Kurulumuz, Genel Başkanımız Yakup Akkaya’nın ayrılma isteğini 2821 sayılı Sendikalar Kanunu’nun 37. Maddesinin son fıkrası çerçevesinde kabul etmiştir. Yönetim Kurulumuz, emekçilerin sorunlarının ve taleplerinin, öncelikle emekçi kimliği taşıyanlar tarafından siyasal kurumların gündemine taşınmasının son derece önemli olduğu düşüncesindedir. Sendikacıların, emek ve meslek örgütü temsilcilerinin ve emeği kutsal bir değer olarak yüreğinde hissedenlerin TBMM’de yer almasını her zaman savunmuştur. Bu çerçevede çıktığı yolda biz kendisini yalnız bırakmayacağız, destek ve dayanışmamızı eksik etmeyeceğiz. Genel Başkanımızın da bizi yalnız bırakmayacağına inanıyoruz. Kendisine başarılar diliyor, yolu açık olsun diyoruz. Basın-İş Sendikası Merkez Yönetim Kurulu Adına İsmail Hakkı Kütükcü / Genel Sekreter (35) basın-iş gündem / mayıs 2011 sendikamızdan EĞİTİM SEMİNERLERİMİZ Etapak, İzmir Etapak Baskı Ambalaj’da çalışan üyelerimize yönelik, Basın-İş Sendikası olarak düzenlediğimiz eğitim seminerleri İzmir’de gerçekleştirildi. 4-5 Aralık 2010 tarihlerinde, Bornova Öğretmenevi’nde yapılan seminerlerde üyelerimize temel sendikalcılık eğitimi Rıfat Çelebi tarafından verildi. Etapak’taki üyelerimizden üç ayrı grup oluşturularak verilen seminerlerin açılış konuşmalarını Sendikamız Genel Sekreteri İsmail Hakkı Kütükcü yaptı. Etapak’taki başarılı örgütlenme sürecine değinen Kütükcü, toplu sözleşme süreçlerinde de önemli kazanımların elde edildiğinden bahsetti. Kütükcü, eğitime katılan üyelerimize; “haklarımızı korumak ve geliştirmek için bundan sonra da hep birlikte ve dayanışma içinde çalışacağız” dedi. Eğitim Seminerleri sonunda katılımcılara sertifikaları, Basın-İş Sendikası Genel Sekreteri İsmail Hakkı Kütükcü, İzmir Şube Başkanı Kurtay Kılıçbeyli ve Etapak İşyeri Baş Temsilcisi Turgay Güler tarafından verildi. Propak, Düzce Propak Ambalaj’da çalışan üyelerimize yönelik, Basın-İş Sendikası olarak düzenlediğimiz eğitim seminerleri, 19-20 Şubat 2011 tarihlerinde Düzce’de gerçekleştirildi. Seminerlerde üyelerimize Rıfat Çelebi tarafından temel sendikalcılık eğitimi verildi. Propak’taki üyelerimizden iki ayrı grup oluşturularak verilen seminerlerin açılış konuşmalarını Ankara Şube Başkanımız Savaş Nigar yaptı. Nigar; özel sektörde sendikalaşmanın zorluğundan bahsetti ve şunları kaydetti: “Özel sektörde sendikaya sahip çıkmak gerçekten çok zordur. Sizden önce çalışanlar bir çok bedel ödeyerek bu işyerinde örgütlülüğün oluşmasını sağladılar. Sendikayı bu işyerine soktular. Sizin çok sıkı bir şekilde bu örgütlülüğe ve sendikaya sahip çıkmanız gerekiyor.” Eğitim seminerleri sonunda, Basın-İş Sendikası Genel Sekreteri İsmail Hakkı Kütükcü ve Ankara Şube Başkanı Savaş Nigar tarafından katılımcılara sertifikaları verildi. Genel Sekreterimiz İsmail Hakkı Kütükcü ve Ankara Şube Başkanımız Savaş Nigar Seminerlerin ardından Propak Ambalaj Fabrikası’nı ziyaret ettiler. Propak İşyeri Baştemsilcisi Hasan Sözmez ile görüşerek sendikal çalışmalar ve fabrikanın üretimi hakkında bilgi aldılar. basın-iş gündem / mayıs 2011 (36) uluslararası MEKSİKALI İŞÇİLERE D EST E K E Y L E M İ Meksika’daki sendikal hak ihlalleri, Meksika Büyükelçiliği önünde yapılan eylemle protesto edildi. ICEM, ITF, IMF, UNI Global Union üyesi, Türk-İş’e Bağlı Sendikalar; 14 Şubat 2011 tarihinden itibaren dünya genelinde yürütülen kampanya kapsamında, Meksika Büyükelçiliği’nin önünde 18 Şubat 2011 günü toplanarak Meksika’daki sendikal hak ihlallerini protesto ettiler. Grup adına basın açıklamasını Sendikamız Genel Başkanı Yakup Akkaya yaptı. Meksika’da özellikle son 5 yıldır, sendikalara saygı gösterilmediğini ve işçi liderlerinin tanınmadığını ifade eden Yakup Akkaya, sendikal örgütlenme, toplu pazarlık, grev, istihdam devamlılığı gibi işçilerin temel hak ve özgürlüklerinin de sistematik olarak ihlal edildiğini dile getirdi. Meksika’daki işçiler ile mücadelelerinin ortak olduğunu dile getiren Akkaya; “Bizler, işçilerin uluslararası birliğinin Türkiye temsilcileri olarak, Meksika Hükümetini, çalışma otoritelerini yaşanan bu ihlaller ve baskılar nedeniyle kınıyoruz” dedi. Basın açıklamasının ardından; Basın-İş Sendikası Genel Başkanı Yakup Akkaya, Basisen Sendikası Ankara ve İç Anadolu Şube Başkanı Yaşar Seyman, Tezkoop-İş Sendikası Genel Sekreteri Hakan Bozkurt, Türk Metal Sendikası Genel Eğitim ve Toplu İş Sözleşmesi Sekreteri Yavuz Gökçe, Hava-İş Sendikası Ankara Şubesi Teşkilatlandırma Sekreteri Kenan Tavukçu ve Koop-İş Sendikası Genel Başkan Danışmanı Deniz Akdoğan’ın yer aldığı bir heyet; Meksika’nın Türkiye Büyükelçisi Jaime Enrique Inocencio García Amaral’ı ziyaret ettiler. Sendika temsilcileri, Meksika’daki sendikal hak ihlallerinin sonlandırılması yönündeki küresel sendikaların taleplerini içeren bir mektubu, büyükelçiye Meksika Devleti Başkanı’na iletilmek üzere verdiler. (37) basın-iş gündem / mayıs 2011 UNI uluslararası ı s a � r e a k r re a l s ha u l u ek em EYLEM STRATEJİSİ Nagazaki’de Emek Kongresi Grafik, Finans, Hizmet, Medya, Teknik, Telekom, Ticaret, Kuaförlük, Güzellik, Eğlence, Güvenlik işkollarında 150 ülkeden 900 sendikanın 20 milyon üyesini temsil eden küresel bir emek örgütü olan UNI Global Union’ın 3. Dünya Kongresi 9-12 Kasım 2010 tarihleri arasında düzenlendi. Japonya’nın Nagazaki kentinde, UNI’nin kuruluşunun 10. yılında yapılan bu kongreye 900 sendikayı temsilen 2 bin 200 delege katıldı. UNI’nin sendikal gücü yeniden inşa etme planlarının tartışıldığı “Küresel Sendika-UNI Hamle Planı: 2010’dan 2014’e; Nagazaki’den Cape Town’a Eylem Stratejisi” başlıklı oturumda; örgütün temel mücadele başlıkları ise şöyle sıralandı: Küresel finans krizi ile birlikte ortaya çıkan hükümetlerin ekonomik planlarında insanların işlerine geri dönmesine yönelik düzenlemelerinde olmasını sağlamak, gelir adaletsizliği ile mücadele etmek, dünyanın her bir köşesinde işçilerin örgütlemesi ve toplu pazarlık haklarının garantiye alınması doğrultusunda stratejiler geliştirmek. UNI Kongresi’ne Sendikamız Genel Başkanı Yakup Akkaya, BASISEN Sendikası Genel Başkanı Metin Tiryakioğlu, BASS Sendikası Genel Başkanı Turgut Yılmaz, T. HABER-İŞ SENDİKASI Genel Başkanı Ali Akçan, TEZ-KOOP-İŞ Sendikası Genel Başkanı Gürsel Doğru ve TÜRK KOOP-İŞ Genel Sekreteri Metin Güney katıldılar. Kongre’de yapılan seçimler sonucunda UNI icra kuruluna BASİSEN Genel Başkanı Metin Tiryakioğlu yeniden seçildi. UNI Avrupa Grafik ile Intergraf ortak bir deklarasyon imzaladı UNI Avrupa Grafik’in Başkanı Simon Dubbins ve Intergraf’ın Başkanı Havard Grjotheim, baskı sektörünün karşı karşıya olduğu çeşitli zorlukların üstesinden gelmek için, iki örgüt tarafından ortak beyan açıklamasının yapıldığı bir deklarasyona imza attılar. Bu ortak deklarasyon; 23 Kasım 2010 tarihinde Brüksel’de gerçekleştirilen ve sosyal sorumluluğun yeniden yapılandırılması konusunun; işverenler (Integraf) ile sendika temsilcileri (UNI Avrupa Grafik) arasında tartışıldığı, 150’den fazla katılımcının yer aldığı bir konferansta imzalandı. Bu konferansa Sendikamızı temsilen Genel Başkanımız Yakup Akkaya katıldı. UNI’nin “Barış İçin Hamle” adını taşıyan inisiyatifi çerçevesinde 11 Kasım 2010 günü delegelerin ve Nagazaki sakinlerinin katılımı ile bir barış yürüyüşü gerçekleştirildi. basın-iş gündem / mayıs 2011 (38) uluslararası EMEKÇİLERİ ANLATAN RESME DAHİ DAYANAMIYORLAR! ABD’de emekçilerin haklarına yönelik saldırıların ardından, şimdi de emekçileri anlatan resmin dahi kaldırılması gündemde. ABD’de büyük umutlarla görevi devralmış olan Obama Hükümeti son dönemde işçi haklarını tırpanlama girişimleriyle ve sosyal güvenlik sistemindeki değişikliklerle gündemde. Hatta emekçilerin haklarına yönelik saldırılar öyle bir noktaya gelmiş durumda ki, ezilenleri anlatan bir duvar resmine dahi dayanamaz hale geldiler. ABD’nin kuzey doğusunda yer alan Maine eyaletinde, Çalışma Bakanlığı duvarını süsleyecek bir müral için 2007 yılında yarışma açılmıştı. Yarışmayı kazanan sanatçı Judy Taylor, Bakanlık binasına yaptığı 11 metrelik müralde ABD işçi sınıfı tarihinden çeşitli kesitleri resmetti. Duvar resminde koloni dönemi atölye çırakları, oduncular, 2. Dünya Savaşı döneminde kadın işçileri sembolize eden ‘Perçinci Rosie’ yer alıyor. Ayrıca 1937 yılında gerçekleşen bir kunduracılar grevi ve 1986’da örgütlenen kağıt işçileri grevi de tasvir edilmiş. Ancak basına yansıyan haberlere göre Maine valisi duvar resminin ‘yeterince tarafsız olmadığı’ gerekçesiyle binadan kaldırılmasını istiyor. Vali LePage, emeklilik yaşını arttıracak ve sendikaların aidat toplamasını zorlaştıracak girişimleriyle de Amerikan kamuoyunda tanınıyor. Hatırlanacağı gibi Obama, ilk seçildiği dönemde ‘dünya halklarının umudu’ olarak görülmüş, iç ve dış politikada ABD’nin yönelimlerinde önemli bir dönüşüm bekleyenlerin sayısı azımsanmayacak bir noktaya gelmişti. Oysa ekonomik krizin başından itibaren izlediği politikalar, faturanın emekçilere kesildiğini gösterdi. Bu dönemde iflas noktasına gelen tekeller, emekçilerden alınan vergilerle kurtarıldı. Dış politikada da, Bush dönemine göre bir iyileşme yaşanmazken; tam tersine askeri harcamalar (39) basın-iş gündem / mayıs 2011 katlanarak arttı. Son olarak da Nisan ayında Washington Üniversitesi’nde bir konuşma yapan Barack Obama, yeni sosyal kesintilerin müjdesini verdi. Sosyal harcamalarda yapılacak kesintilerin 4 trilyon civarına ulaşacağını ifade eden Obama, düzenlemelerin 12 yıla yayılacağını söyledi. Seçildiği dönemde, Cumhuriyetçilere oranla daha emekten yana politikalar izlemesi beklenen Obama, Cumhuriyetçilerin sosyal ve ekonomik politikalarının devamcısı haline gelmiş durumda. Bilindiği gibi, Cumhuriyetçiler, alt ve orta sınıfların ezilmesi pahasına Amerikan zenginlerinin korunması için her türlü kemer sıkma politikasını hayata geçiriyordu. Obama yönetiminde şu ana kadar kesintiye gidilen bazı kalemler şöyle: - Çocuk Sağlığı Sigorta Programı’nda 3.5 milyar dolarlık kesinti, - Kar amacı gütmeyen sağlık sigortası kooperatiflerinde 2.2 milyar dolarlık kesinti, - Sağlık ocaklarında 600 milyon dolarlık kesinti, - HIV/AIDS, tüberküloz ve öteki hastalıkları önleme programlarında 1 milyar dolarlık kesinti, - Çevre Koruma Kuruluşu (EPA)’nun temiz su içme ve öteki projelerinde 1.6 milyar dolarlık kesinti, - Toplum kalkınma hibelerinde 950 milyon dolarlık bir kesinti, - Yoksul kadın, bebek ve çocuklara gıda yardımında 504 milyon dolarlık bir kesinti, - Eğitim programlarında 500 milyon dolarlık bir kesinti, - Yoksullara ev ısıtması için yapılan devlet yardımlarında 390 milyon dolarlık bir kesinti. I. BÖLÜM: İŞKOLU TESPİTLERİNDE YAŞANAN AÇMAZLAR Sendikal örgütlenmenin ve toplu pazarlık düzeninin işkolu temelinde katı bir şekilde düzenlendiği 2821 ve 2822 sayılı yasalar işkolu uyuşmazlıklarını da beraberinde getirmiş, bu uyuşmazlıklar işçilerin anayasal örgütlenme ve toplu pazarlık haklarını kullanmalarının önünde kimi zaman aşılması güç bir engel haline gelmiştir. Bu sorunu en yakıcı haliyle yaşayan sendikalardan birisi de Sendikamız Basın-İş’tir. İşkolları tüzüğüne göre, Gazetelerin basıldığı matbaaların gazetecilik işkolunda, savunma bakanlığına bağlı basımevlerinin savunma işkolunda değerlendirilmesinin yanısıra, asıl iş yardımcı işkolu yorumunda yapılan hatalar nedeniyle de örneğin pek çok kamu matbaası bağlı olduğu kamu idaresinin işkolunda, baskılı ambalaj işyerleri de ana işletmenin faaliyet gösterdiği işkolunda değerlendirilmiş ve fiilen matbaa ve baskılı ambalaj işçilerinin kendi işkollarındaki sendikada örgütlenmeleri engellenmiştir. Yaşanan bir diğer sorun ise ambalaj sektöründe faaliyet gösteren işyerlerinin hangi işkolunda değerlendirileceği sorunudur. Çünkü bu sektörde baskılı ve baskısız ambalaj malzemesi üretiminin olması (kimi işyerlerinde aynı üretim organizasyonu içinde yer almaktadır) veya baskılı ambalaj sektöründe baskı altı malzeme olarak kağıt, plastik ve metal kullanılması işkolumuzun kimi işyerlerinde, petro-kimya ve lastik, kağıt ve metal işkolları ile içiçe geçmesine neden olmuştur. İşkolumuzla ilgili bir diğer sorunlu alan ise, teknolojik gelişmelere bağlı olarak yayınevlerinde yaşanan değişimdir. Artık “yayınevi” kavramı yerini “medyaevi” kavramına terketmektedir çünkü yayıncılık faaliyetleri içerisinde, radyo-tv-internet üzerinden görsel yayın ve dijital yayın faaliyetleri artmış bu da ister istemez işkolumuzun iletişim işkolu ile, ticaret, büro, eğitim ve güzel sanatlar işkolu ile ve gazetecilik işkolu ile etkileşimini ve iç-içeliğini artırmıştır. Güncel bir diğer sorun ise, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın, işyeri verileri için Sosyal görüş İŞKOLU TESPİTLERİNDE YAŞANAN AÇMAZLAR, BASIN-YAYIN İŞKOLUNUN GÜNÜMÜZDEKİ GÖRÜNÜMÜ VE İŞKOLLARI TEMELİNDE YASAL ÇERÇEVESİ ÇİZİLEN SENDİKAL ÖRGÜTLENME VE TOPLU PAZARLIK DÜZENİNE SENDİKAL GÖRÜŞLERİMİZ Güvenlik Kurumu verilerini kullanmaya başlamasıyla ortaya çıkmıştır. Bu sorun, 1- SGK kayıtları için kullanılan standart ile 2821 sayılı Yasa kapsamında esas alınan işkolları standardının farklı olmasından (SGK için NACE Rev.2, Bakanlık için İşkolları Tüzüğü’ndeki sınıflandırma, Banknot örneğinde sözleşmeli çalışıp sigortası 4a üzerinden yatanlar ile 4857 sayılı yasa kapsamında çalışıp sigortası yine 4a olarak yatanların aynı bordro kaydında olması veya gazete matbaalarının NACE Rev.2’de gazetecilikten farklı olarak basın-matbaa sanayi içinde değerlendirilmesi, İşkolları Tüzüğü’ne göre ise Gazetecilik İşkolunda sayılması vb), 2- Tek bir mali idare altındaki farklı işyerleri için tek bir işletme kaydının kullanılmasından (örneğin Karayolları Genel Müdürlüğü’ne bağlı matbaa işyerinde çalışan işçilerin, Karayolları Genel Müdürlüğü’nde çalışan tüm diğer işçilerle aynı bordo bildiriminde yer alması, 3- İşyerlerinin SGK’ya kayıtları yapılırken, faaliyet alanı olarak üretim prosesi değil, ticari&nihayi ürün/hizmet bildirimlerinin esas alınması (örneğin rotogravür, flekso veya ofset baskı sistemleri ile baskılı plastik veya kağıt veya metalize ambalaj üretimi yapan işyerlerinin, plastik ambalaj olarak bildirildi ise plastik, kağıt ambalaj olarak bildirildi ise kağıt, metal ambalaj olarak bildirildi ise metal işyeri olarak kayda geçmesi vb) Çalışmamız dört bölüm üzerinden kurgulandı. Takipeden sayfalarda okuyacağınız bu ilk bölümde, yukarıda bahsettiğimiz sorunlardan sadece 2821 sayılı Kanun çerçevesinde işyeri/işletme asıl iş/yardımcı iş kavramları Yargıtay kararları ışığında tartışılacaktır. İkinci bölümde yukarıda değindiğimiz diğer sorunlar tartışılacak. Üçüncü bölümde basın-yayın işkolunun günümüzdeki görünümü (ambalaj sektörü ağırlıklı olarak) uluslararası meslek standartları (NACE Rev.2) ve Türkiye’de kullanılan versiyonunu ele alınarak tartışılacak. Son bölümde ise gündemden inmeyen Sendikalar Kanun Taslakları da dikkate alınarak sendikamızın çözüm önerilerine yer verilecektir (2. 3. ve 4. bölümlere web sayfamızdan ulaşabilirsiniz). basın-iş gündem / mayıs 2011 (40) görüş İşkolu Tespitine Esas Temel Kavramlar İşkolu tespitleri ile ilgili en önemli sorunumuz, gerek Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın, gerek mahkemelerin ve bilirkişilerinin yaptıkları işkolu tespit, inceleme ve vardıkları nihayi kararlarda, 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 60. maddesi ile bu kanuna dayanılarak çıkarılan İşkolları Tüzüğü hükümlerinde yer alan temel kavramları, yasanın ele aldığı şekliyle ele almamalarıdır. 2821 sayılı Sendikalar Kanunu’nun 4. maddesinde, “Bir işyerinin girdiği işkolunun tespiti Çalışma Bakanlığınca yapılır”, 60. Maddesinin 2. fıkrasında da “Bir işyerinde yürütülen asıl işe yardımcı işler de asıl işin dahil olduğu işkolundan sayılır” hükümlerine yer verilmiştir. Yani Kanun, “örgütlenme modelini ve sistemini oluştururken ölçü olarak işkolu ve işyeri kavramlarını temel almaktadır” (Ulucan, Eyrenci, Taşkent, 1990). Bir işyerinin hangi işkoluna girdiği saptanırken başvurulan ölçü ise, Kanunun 60. Maddesine göre, o işyerinde görülen “asıl iş”tir. Dolayısıyla işkolu tespitine giden yolda karşımıza çıkan ilk soru “işyeri nedir” sorusudur. Bu soruya verilecek yanıt, asıl iş- yardımcı iş kavramını da doğru tespit etmemizi sağlayacaktır. İşyeri, 2821’nin 2. Maddesinde “İşin yapıldığı yer” olarak tanımlanmış ve devamında “İşin niteliği ve yürütümü bakımından işyerine bağlı bulunan yerlerle, dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden veya mesleki eğitim yerleri ve avlu gibi sair eklentiler ve araçlar da işyerinden sayılır” şeklinde bir açılım getirilmiştir. Benzer bir tanım 4857 sayılı İş Kanununda da vardır. Bu tanımda işyerinin sınırları ile ilgili bir belirsizlik söz konusu değildir ancak işkolu tespitlerinde en önemli meselelerden biri “bağlı bulunan yerler”in tespite konu işyeri için nasıl yorumlandığı meselesidir. Dolayısıyla burada işin “niteliği”nden ve “yürütü”münden ne anlaşılması gerektiği önemli. “İşin niteliği” deyimi, asıl işyerinde belirli bir mal üretmek ya da hizmet sunmak amacıyla yapılan işlerle, işyerine (41) basın-iş gündem / mayıs 2011 bağlı yerlerdeki işlerin aynı teknik amaca yönelik olmaları ve ekonomik anlamda birbirini tamamlamaları anlamına gelmektedir. İki yer arasında teknik açıdan bir bağlılık yoksa, biri diğerini ekonomik yönden tamamlamıyorsa birbirinden bağımsız iki ayrı işyerinin varlığı kabul edilmelidir (Ulucan, Eyrenci, Taşkent, 1990). “İşin yürütümü” yönünden bağlılıktan ise, yapılan işlerin aynı yönetim altında örgütlenmiş bulunmaları anlaşılmalıdır. Yani iki mal/hizmet üretim biriminin birbirine bağlı tek bir işyeri olarak kabul edilebilmesi için işin niteliğinde (amaçta birlik) ve işin yürütümünde (yönetimde birlik) açısından da birbirlerine bağlı olmaları gerekir. Bir örnek vermek gerekirse, bir üniversitenin bir matbaası ve bir hastanesi olabilir ama bu iki yerin amaçlarının bir olduğundan söz edilemez. Diğer taraftan bir işverenin hem seramik fabrikası hem de bu seramiklerin ambalajları için baskılı ambalaj fabrikası olabilir ama bu iki yerde mal ve hizmet üretilmesi için maddi olan ve olmayan öğeler ile işgücü bağımsız bir şekilde örgütlenmiş ise yine tek bir işyerinden söz edilemez. Dolayısıyla işkolu tespitlerinde tespite konu olan işyerinin sınırları ile bağlı veya bağımsız bir işyeri olup olmadığının doğru tespit edilmesi atılacak bir sonraki adım için temel oluşturur. Özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında, grup şirketlerinde bu tespit önemlidir. İşkolu tespitinde yapılacak en önemli hata bir “işletme”nin “işyeri” olarak tespit edilmesidir. Unutulmaması gereken husus, “işyerinin teknik üretim birimi, işletmenin ise iktisadi üretim birimi olmasıdır”. İşletme, iktisadi bir amacın gerçekleştirilmesi için bir girişimciye (özel veya kamu) ait bir veya birden çok işyerinin örgütlenmesinden oluşan bir birimdir (Ulucan, Eyrenci, Taşkent, 1990). Sonraki adım ise o işyerindeki asıl işin ne olduğu sorusudur. Çünkü bir işyeri sınırları ve eklentileri ile tespit edildikten sonra, o işyerinde yapılan asıl iş, işkolu tespiti için belirlenen yasal ölçüdür. 2821 sayılı Kanunun 60. Maddesi-2. fıkrasına göre de asıl işe yardımcı işler de asıl işin dahil olduğu işkolundan sayılacaktır. züğünün 20 sıra numaralı Deniz Taşımacılığı işkoluna girdiğinin tespitine kesin olarak 18.9.1985 gününde oybirliği ile karar verildi.” Yukarıda ifade etmeye çalıştığım yaklaşımdan benzer bir karar da sendikamız üyesi DSİ Foto Film Şube Müdürlüğü (DSİ Basımevi) için verildi (5.7.1985 tarih ve Esas No: 7491, Karar No: 7298 sayılı Karar): “…….yapılan işlerin büyük çoğunluğunu DSİ ve bağlı kuruluşlarına ait işler ve belirli nedenlerle bu işletmeyi tercih eden kamu kurum ve kuruluşlarının işlerinin teşkil etmesi, kaldı ki, işyerinin gerek makine ve teçhizat bakımından gerekse de işyerinde çalışan personel yönünden müstakil bir matbaa görünümünde olduğu ve fotofilm işlerini de yürütebilecek nitelikte bulunduğu anlaşılmıştır. 2821 sayılı Kanunun 60. Maddesinde ve bu maddeye dayanılarak çıkarılmış olan İşkolları Tüzüğünün 3. maddesinde belirtildiği üzere “bir işyerinde yürütülen asıl işe yardımcı işler” şeklinde yorumlanmasının mümkün olmaması sebebiyle, müstakil bir işyeri niteliğinde olan DSİ Basım ve Foto Film Şube Müdürlüğünde yapılan işlerin, nitelik itibariyle yardımcı işler olması ve işyerinin İşkolları Tüzüğünün 16 sıra nolu Enerji işkoluna girdiğine dair Bakanlık kararının hatalı olduğu sonuç ve kanısına varıldığından ……………………işyerinin 10 sıra numarasında kayıtlı olduğunun tespitine karar verilmesi mahkemece uygun görülmüştür.” Bu iki örnek, işkolu tespitinde ilgili yasa ve tüzük hükümlerinin ruhuna uygun olarak, “işyeri”ni temel almıştır. Aksi durumda, kamu matbaalarının hiçbirini 10 nolu işkolunda düşünemezdik. Oysa, işkolumuza giren ve sendikamızın toplu sözleşme bağıtladığı, Bilkent Holding’e bağlı Meteksan Matbaacılık ve Teknik Sanayii A.Ş. Matbaa işyeri, Etap Holding’e bağlı Etapak Baskı ve Ambalaj işyeri, Karayolları basın-iş gündem / mayıs 2011 görüş Ancak bir kez daha vurgulanması gereken şey, bir işyerinde görülen asıl işe yardımcı işlerle, bir işletmenin birbirine yardımcı olsalar dahi ayrı işyerleri karıştırılmamalıdır. Yani, sözkonusu fıkra hükmü “asıl işyeri-yardımcı işyeri” olarak yorumlanmamalıdır (Ulucan, Eyrenci, Taşkent, 1990). Ulucan, Eyrenci ve Taşkent, işkolu tespitlerine ilişkin verdikleri mutaalada ele aldıkları yargı kararı ile konuya tartışmaya yer vermeyecek şekilde açıklık getiriyorlar. Örneğin Yargıtay’ın 18.9.1985 tarihli (Esas No: 8514, Karar No: 820) kararında bu hususların altı çiziliyor: “ Bir işkoluna giren işlerin neler olacağı, işyerini işletene göre değil, uluslararası normlarda gözetilerek o işyerinde yapılan ve yapılması gerekli olan işlerin niteliğine göre belirlenmelidir. Uyuşmazlıkta sözkonusu olan Zonguldak limanının tamamı olup, bu limanda TTK’ya ait hizmetler görülmeyip her türlü liman hizmetleri görüldüğü müfettişlerce düzenlenen tutanaklardan anlaşılmaktadır. Böyle faaliyet içinde bulunan bir işyerinin işkolları tüzüğünün 2 sıra numarasındaki madencilik işkoluna girmeyeceği ortadadır. “Her ne kadar, İşkolları Tüzüğü’nün 3. maddesi ile 2821 sayılı Kanunun 60. maddesinde, bir işyerinde yrütülen yardımcı işlerin de asıl işlerin dahil olduğu işkolundan sayılacağına dair kurallar getirilmişse de yasada ve tüzükte belirlenmek istenen asıl işe yardımcı işler doğrudan doğruya tüzük sıra numarasında yer alan işin veya işlerin meydana getirilmesi için yapılması zorunlu olan örneğin topraktan kömür çıkarılmasına yardımcı işler olarak anlaşılmak gerekir…. “Zonguldak limanındaki yukarıda sayılan işler ise ……………tüzüğün 20 sıra numarasında sayılan gemi ve benzeri taşıtlarla ve deniz işkoluna tabi gemi adamları eliyle her türlü yük ve hatta yolcu taşıması ve deniz taşıtları ile yapılan liman hizmetlerinden olduğu ………… Zonguldak liman işyerinin işkolları tü- (42) görüş (43) Genel Müdürlüğü’ne bağlı Karayolları Matbaa işyeri, Milli Eğitim Bakanlığı, Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü Matbaa işyeri, MEB Devlet Kitapları DÖSE Müdürlüğü Basımevi vb pekçok işyeri’nin idari ve mali olarak bünyesinde örgütlendikleri Holding veya Genel Müdürlüğün işkolundan sayılması gerekir ki bu durum fiiilen basın-yayın işkolunun ortadan kalkması anlamına gelir. Yardımcı iş kavramına ilişkin bir diğer göz önünde bulundurulması gereken yaklaşım da, yardımcı işi; asıl işle tam bir uyum gösteren, yapılmaması halinde asıl işi önemli ölçüde sekteye uğratabilen ya da asıl işin yapılması için varlığı ve devamı zorunlu olan veya asıl işin yürütülmesi sürecinde asıl işten ayrılamayacak durumda ve ayrıldığı zaman asıl işin tamamlanmasına engel olacak nitelikte olan işler olarak tarif eden yaklaşımdır. Örneğin Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 1987/8792 nolu Kararı bu niteliktedir. Bu kararda özetle: “Tarım, Orman ve Köyişleri Bakanlığı’nın, Teşkilatlanma ve Destekleme Genel Müdürlüğü, bakanlığın işletme kavramı içinde değerlendirilmesi sonucu “Tarım, Orman, Avcılık, Balıkçılık” işkolunda sayılmışsa da, söz konusu Genel Müdürlük’te yapılan asıl işin görülmesinde yardımcı nitelikte olmayan, asıl işten bağımsızlığı ağır basan bir özellik taşıyan yapılacak işlerin organizasyonu işidir. Bu da, işkolunun “Ticaret, Büro, Eğitim ve Güzel Sanatlar” olmasını gerektirir. Zaten asıl işe yardımcı işler kavramından, asıl işin görülmesi ve sonuçlandırılması bakımında o süreç içinde doğrudan yardımcı olan ve işi tamamlayan nitelikte işler anlaşılmak gerekir. Söz konusu Genel Müdürlükte yapılan ve yukarıda sayılan işlerin asıl işin görülmesinde yardımcı olmayıp asıl işlerden önce, yapılacak işlerin organizasyonunu teminine yarayan ve asıl işten bağımsızlığı ağır basan bir özellik taşımaktadır.” denilmiştir. Yine Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 1985/11470 sayılı Yargıtay İlamı ile kesinleşen Ankara 3. İş Mahkemesi’nin (Esas No: 1985/122 D.İş Karar No: 985/45) kararında, Karayolları Genel Müdürlüğü’ne bağlı matbaa işyerine ilişkin uyuşmazlık incelenmiş ve her ne kadar bu matbaa sadece Karayolları’nın işlerini yapıyor olsa dahi asıl işe yardımcı iş olarak kabul edilemeyeceği hükmüne varılmıştır. İşkolları tüzüğün’de yer alan yardımcı iş kavramı söz konusu kararda şu şekilde tanımlanmıştır: “Dosya müracatına göre ve yapılan incelemelerde Karayolları Genel Müdürlüğüne bağlı merkez birimi içinde yer alan matbaa işyeri, Davalı Bakanlıkça İşkolları Tüzüğü’nün 3. maddesindeki “bir işyerinde yürütülen asıl işe yardımcı işler de asıl işin dahil olduğu işkolundan sayılır hükmü gereğince 15 sıra nolu inşaat işkolunda mütaala edilmiştir. Ancak, İşkolları basın-iş gündem / mayıs 2011 Tüzüğünün 3. Maddesinde yer alan bu düzenlemeyi, asıl işin dahil olduğu işkolunda bulunan yapılan işler açısından asıl işle tam bir uyum gösteren, yapılmaması halinde asıl işi sekteye uğratabilen ve asıl işin yapılması için varlığı ve devamı zorunlu olan işler olarak değerlendirilmesi gerekmektedir ki bu durumda 3. madde hükmü müvacehesinde matbaa işyerinin asıl işin dahil olduğu 15 sıra nolu inşaat işkolu içinde mütaala etmek mümkün değildir.” Yine Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 1989/2100 sayılı Yargıtay İlamı ile kesinleşen, Ankara 4. İş Mahkemesi, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’na bağlı matbaa birimi ile ilgili verdiği (Esas No: 1989/8 Karar No: 1989/89) kararında, özetle; “…..yardımcı işin, asıl işin yürütülmesi sürecinde asıl işten ayrılamayacak durumda ve ayrıldığı zaman asıl işin tamamlanmasına engel olacak nitelikte bulunması halinde, yardımcı işin asıl işle aynı işkolunda sayılması gerektiği”nin altını çizmiş ve işyerinin 10 nolu işkolunda olduğuna hükmetmiştir. Güncel Bir Hatalı Bilirkişi Raporu Geçtiğimiz günlerde sendikamızın taraf olduğu bir davada oldukça hatalı bir bilirkişi tespiti yapılmıştır. Tespite konu olan iki baskılı ambalaj fabrikası, seramik ve porselen eşya üzerine uzmanlaşmış bir gruba aittir. Her iki işyerinde yapılan incelemeler aynı bilirkişi heyeti tarafından yapılmıştır. İnceleme sonucunda heyet, tartışmaya yer bırakmayacak şekilde, işyerlerinin son birkaç yıllık üretimine ve üretim proseslerine bakarak ve doğru bir şekilde, Bakanlığın bu işyerlerini 9 sıra nolu kağıt işkolunda değerlendiren tespitinin yanlış olduğu, toplam üretime ve makine parkına bakarak baskılı ambalaj üretiminin ağır bastığı yönünde değerlendirmede bulunmuştur. Ancak bu işyerlerinden birini, satışlarının büyük bir kısmını dışarıya yaptığı gerekçesiyle 10 nolu işkolunda sayarken, diğerini, satışlarının büyük bir kısmını gruba ait diğer işyerlerine yaptığı gerekçesiyle 12 sıra nolu “Çimento, Toprak ve Cam” işkolunda değerlendirmiştir. Dolayısıyla yukarıda açıklamaya çalıştığımız ve 2821 sayılı Kanun ile İşkolları Tüzüğünün ilgili hükümlerine tamamen aykırı bir şekilde tespitinde işyerini değil işletmeyi esas almış ve buradan yasaya aykırı bir biçimde “asıl işyeri”, “yardımcı işyeri” tespitinde bulunmuştur. Böylece, sendikamızın işkolu uyuşmazlıklarıyla ilgili olarak yıllardır yaşadığı sıkıntı, bu anlamda halen aşılamamıştır. 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ve İşkolları Tüzüğünün 30 yıldır yürürlükte bulunmasına rağmen işkollarının tespitinde net bir yaklaşım ve içtihat ortaya çıkarılamamış olmasını nasıl yorumlamak gerekir? Oysa, sendikal örgütlenme ve toplu pazarlık sistemi tümüyle bu tespiler üzerine oturuyor. sektörden PLASTİK GIDA AMBALAJLARI VE SAĞLIK Uzm. Dr. Raika Durusoy Prof. Dr. Ali Osman Karababa (Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı) Plastik gıda ambalajları ve kapları pratik, hafif, kırılmaz ve görece ucuz olmaları nedeniyle gıda ve içecek saklama amacıyla çok yaygın kullanıma sahiptir. Plastikler monomer adı verilen basit yapıdaki moleküllerin polimer adı verilen uzun ve zincirli bir yapıya dönüştürülmesi ile elde edilen malzemelerdir. Saf plastikler suda çözünmedikleri ve kimyasal tepkimeye girmedikleri için mekanik hasar veya tıkanma hariç herhangi bir zarar vermeden/ hastalanmaya yol açmadan sindirim sisteminden geçip giderler. Ancak plastikler genelde, kullanım alanına uygun özellikler kazandırmak amacıyla üretim sürecinde eklenen kimyasallar nedeniyle çok çeşitli katkı maddeleri içerirler. Veya tamamlanmış plastik son ürününün kendisi zararlı olmayabileceği halde, üretiminde kullanılan monomerler zararlı olabilir ve ürünün içinde bir miktar monomer kalmış olabilir. Plastiklerin gıda saklamada kullanımı esnasında monomerleri ve zararlı katkı maddeleri gıdalara ve içeceklere geçerek sağlık riskleri oluşturabilmektedir. Bu yazının amacı, gıda ambalajında ve saklamada kullanılan plastikleri, oluşturabilecekleri sağlık risklerini tanıtmak ve korunmada dikkat edilecek noktalara, kaçınılması gereken plastik türlerine dikkat çekmektir. Gıdaya Geçişi Arttıran Durumlar Plastik gıda ambalajlarında/kaplarında yer alabilen ve sağlık için risk oluşturabilen başlıca maddeler (45. sayfadaki) tabloda sunulmaktadır. Bu zararlı maddelerin gıdaya geçişi, plastiğin ve gıdanın kimyasal özelliğine, paketleme, işleme ve depolama sıcaklığına, UV ışınıyla temasa ve saklama süresine göre değişebilmektedir. Yağlı ve asitli gıdalarla temas, gıdanın plastik kapta ısıtılması ya da plastik bardağa sıcak içecek konması, eski, çizilmiş plas- tiklerin kullanımı ve bazı deterjanlar, geçiş riskini arttırmaktadır. Plastik Gıda Kaplarında Bulunabilen Zararlı Kimyasallar Ve Sağlık Etkileri Günümüzde çok yaygın olarak kullanılan pet şişelerin adı, bu plastik türünün kısaltmasından gelmektedir. Günlük kullanım koşullarında PET şişelerden şişedeki sıvıya hormon bozucu bir kimyasal olan ftalatın geçebildiği yakın zamanda bildirilmiştir. Ftalatlar, yağ dokusunda ve insülin direncinde artışa, hamilelik ve emzirme döneminde geçiş sonucu erkek bebeklerde cinsel ve sinir sistemi gelişim sorunlarına yol açabilmektedir. Di-2-etilhekzil ftalat (DEHP), esnek plastik ürünlerde yumuşatıcı olarak en yaygın kullanılan maddedir. Plastikler ağırlıkça %40’a varan oranlarda DEHP içerebilirler. Avrupa Birliği ve ABD, DEHP’nin kullanımını yasaklamıştır. Bu kuralın geçerli olmadığı ülkelerden yapılan ithalat ve ülkemizdeki üretim nedeniyle belirtilen sağlık riskleri ülkemiz için geçerlidir. Tabloda yer alan plastik türlerinin birçoğunun yapısında bulunan trinonilfenil fosfitin (TNPP) parçalanması ile ortaya çıkan nonilfenolün geri dönüşüm kodu 2 olan HDPE şişelerden süte geçtiği gösterilmiştir. Nonilfenol, östrojen yani kadınlık hormonunun etkilerine benzer etkiler göstermektedir. PVC, zehirli plastik olarak bilinmektedir ve yapısında kullanılan monomer olan vinil klorür, insanlar için kanserojendir. İşçilerde karaciğer kanserine yol açtığı gösterilmiştir. Bağ dokusu ve yumuşak doku tümörlerine yol açtığına dair kuşkular bulunmaktadır. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’ndan izin almadan PVC’nin gıda ambalajında kullanılması yasaktır. Oysa streç filmin yapısında PVC bulunmaktadır ve sıklıkla basın-iş gündem / mayıs 2011 (44) sektörden gıda ile temas halinde satılmaktadır. Streç film, gıdaya temas etmeyecek şekilde kullanılmalıdır. Streç filmin yapısında bulunan Di-2-etilhekzil adipat (DEHA) hormon bozucu bir kimyasaldır. Karaciğer, böbrek, dalak, kemik oluşumu ve vücut ağırlığı üzerine olumsuz etkileri olduğu bildirilmiş ve karaciğeri etkileyen olası bir kanserojen olduğu açıklanmıştır. Polistiren kaplar ısıtıldığında gıdaya stiren geçirebilir. Stiren, olası hormon bozucu ve kanserojendir. Farelerde karaciğere zararlı ve akciğerlere zararlı olduğu ve akciğer kanserine yol açtığı belirlenmiştir. Genler üzerine olumsuz etkileri olduğuna dair bulgular da vardır. Polistirenin yapısında bulunan ve toksik etkileri bilinen başka bir kimyasal madde 1,3 butadien’dir. İnsanlar için kanserojen olduğu saptanmıştır: işçilerde lösemiye, genel olarak da lenfomaya yol açabilmektedir. Geri dönüşüm kodu 7 (diğer) olan plastiklerin çoğu polikarbonat plastiklerdir. Ülkemizde ambalajlanmış su satışının artması ve taşıma kolaylığı nedeniyle polikarbonat damacanaların kullanımına geçilmesi nedeniyle Bisfenol A (BPA) gündeme gelmiştir. BPA, 1930’larda yapay östrojen bileşiği olarak kullanılmıştır. Polikarbonat plastiğin yapıtaşıdır ve dünyada kullanım hacmi en yüksek olan kimyasallardandır. ABD’de yapılan bir taramada 2500 kişiden %93’ünün idrarında BPA saptanmıştır ve en yüksek düzey çocuklardadır. BPA’nın prostat ve meme kanserine yol açabileceği, farelerde beyin ve üreme sistemi gelişimine etkilerinin olduğu, hamilelik döneminde maruz kalınca vücut ağırlığında artışa ve yağlanmaya yol açtığı, deney hayvanlarında şeker hastalığı, erken ergenlik ve sinir sistemi sorunlarıyla ilişkili olduğu saptanmıştır. Güvenli olduğu bildirilen düzeyin yüzlerce kat altındaki dozlarda deney hayvanlarına olumsuz etkiler belirlenmiştir. BPA konusunda yapılan 163 kamu finansmanlı araştırmanın %92’si düşük düzeyde BPA’ya maruz kalındığında bile gelişim, üreme ya da bağışıklık sistemine önemli etkiler saptadığı halde plastik endüstrisi tarafından finanse edilen 13 araştırmanın hiçbirinde olumsuz bir etki saptanmamıştır. Formaldehit kesin kanserojendir: işçilerde burunboğaz kanserlerine, ayrıca lösemiye yol açtığına dair kanıtlar bulunmaktadır. Formaldehitle ilgili olarak Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliği’nde dikkat çeken bir değişiklik, 1997 yılında gıda maddeleri ile doğrudan temas edecek kağıt ve kartonların formaldehit içermemesi gerekirken 2008’de yapılan değişiklikle aynı malzemelerde 15mg/kg’a dek formaldehit bulunmasına izin verilmesidir. 1997’den 2008’e dek formaldehit’in zararlı etkileriyle ilgili araştırma sonuçlarında artış olmasına karşın ilgili standartta gerileme dikkat çekicidir. IARC’a göre melaminin hayvan çalışmalarında mesane kanserine yol açtığı gösterilmiştir, ancak insanda kanıtlar yetersizdir. Melamin ayrıca böbreğe hasar verir. Çin’de çocuklarda böbrek taşı ve akut böbrek hasarı salgınına yol açmıştır. Reçinelerin yapısında bulunabilen akrilamid molekülünün sinir sistemine zararlı olduğu saptanmıştır. Hayvan çalışmalarında üreme sistemine ve genlere zarar verdiği ve kanserojen olduğu gösterilmiştir. Ağız yoluyla alınan akrilamidin rahim ve yumurtalık kanserleri açısından risk artışına yol açtığı belirlenmiştir. Kanserojen etki, az miktarda da olsa uzun yıllar boyu maruz kalınca ortaya çıkmaktadır. Ne yapmalı? Kısa erimde ve bireysel olarak yapılabilecekler, gıda saklama ya da tüketme amacıyla plastik kapların ve ambalajların kullanımından olabildiğince kaçınmak, zorunlu hallerde de sağlığa daha az zararı olanlar tercih etmek ve gıdaya geçişi arttıran durumları göz önünde bulundurmaktır. Uzun erimde, toplumsal düzeyde yapılabilecekler ise, mevzuatla ilgili düzenlemeler, tek kullanımlık plastik ambalajlar yerine eskiden olduğu gibi “depozitolu” çok kullanımlık cam şişeleri talep etmek ve ambalaj sektöründeki bu değişimin ardında yatan dinamikleri sorgulamaktır. Kaynak: 1.Durusoy R, Karababa AO. Plastik gıda ambalajları ve sağlık. TSK Koruyucu Hekimlik Bülteni, 2011 (bu kaynaktan kısaltılarak hazırlanmıştır). (45) basın-iş gündem / mayıs 2011 Plastik türünü temsil eden örnekler İçindeki toksik madde(ler) ve olası sağlık etkileri sektörden Plastik türü (kısaltması ve varsa geri dönüşüm üçgen simgesi içindeki numarası) - Ftalatlar (hormon bozucu) Polietilen tereftalat (PET) (1) - Nonilfenol (hormon bozucu) Yüksek dansiteli polietilen (HDPE) (2) - Nonilfenol (hormon bozucu) Polivinil klorür (PVC) (3) (Türk Gıda Kodeksi’ne göre gıda ambalajında PVC kullanılamaz, ancak gıdadan ayrı satılan streç film PVC’dir.) - Vinil klorür (kesin kanserojen) - DEHA (hormon bozucu, olası kanserojen) - Ftalatlar (hormon bozucu) Düşük dansiteli polietilen (LDPE) (4) - Nonilfenol (hormon bozucu) Polipropilen (PP) (5) - Nonilfenol (hormon bozucu) - Stiren (kanserojen ve olası hormon bozucu) Polistiren (PS) (6) - 1,3 butadien (kanserojen) - Nonilfenol (hormon bozucu) Polikarbonat (PC) (7) Melamin ve üre formaldehit dökümler - Bisfenol A (BPA) (hormon bozucu) - - Formaldehit (kanserojen) - Melamin (böbreğe toksik) - DEHP (hormon bozucu) Reçinesel/polimerik kaplamalar - Poliamitler (PA) (Naylon) - - Akrilamid (nörotoksik, genotoksik, olası kanserojen) - Bisfenol A (BPA) (hormon bozucu) basın-iş gündem / mayıs 2011 (46) çevremiz NÜKLEER KRİZ SÜRÜYOR Japonya’da gerçekleşen deprem, tsunami ve nükleer felake�n etkileri sürerken; devlet yetkilileri televizyon kameraları karşısında domates ve hıyar yiyerek gıdalarda radyasyon olmadığını kanıtlamaya çalışıyor. Japonya’da 11 Mart günü gerçekleşen deprem, Cahit Aral’ı anımsa�. ardından gelen tsunami ve nükleer felake�n yara�ğı Japonya’da gıdalarda yüksek miktarda radyasyon yıkım her geçen gün daha net olarak ortaya çıkıyor. olduğunun kanıtlanmasının ardından, yaklaşık 25 ülke Japonya’dan gıda ve zirai ürün alımını kes�. Türkiye’de Geç�ğimiz günlerde, Japonya Başbakanı’nın kapalı ise 24 Mart günü yayınlanan genelge ile, Japonya’dan kapılar ardında sarfe�ği ‘Santral çevresinde ar�k yagelen ürünler için gümrüklerde ‘radyasyon kontrolü’ şam olmayacak’ sözleri basına sızdı. Bu sözlerin hızla şar� ge�rilmiş�. Ancak İzmir Limanı’ndaki kontrol ciyalanmasına ve Başbakan ile diğer hükümet yetkililehazının aylardır bozuk olduğu ortaya çık�. rinin kameralar karşısında sistemli biçimde salatalık ve domates yemesine karşın; bilimadamları tam tersi Radyasyonlu Su Okyanusa! yönde görüş bildiriyor. TEPCO, deposunda halihazırda bulunan radyasyonlu 39 sene nükleer santral operatörü olarak çalışmış suyu okyanusa boşaltmaya başladı. Bu ilk aşamada, olan Arnold Gundersen ile yapılan görüşmede, Gunokyanusa yaklaşık 15 bin ton radyoak�viteli suyun dersen, Fukuşima’daki nükleer felaket nedeniyle önüboşal�lması anlamına geliyor. Bir haber ajansında yer müzdeki 50 yıl içerisinde 200 bin kişinin artan kanser alan bilgiye göre, bu su çevreye yayılmasına izin verilen nedeniyle haya�nı kaybedeceğini savundu. yasal eşiğin 500 ka� radyasyon içeriyor. Radyoak�vitenin okyanusta seyrelmesine karşın, sızmanın da devam Öte yandan tüm bu süreçte dedikodular, medyanın etmesi nedeniyle, deniz yaşamının nasıl etkileneceği yazdıkları, söylen�ler, hükümet açıklamaları birbirine henüz bilinmiyor. karışmış durumda. Bağımsız gazetecilerin düzenlediği toplan�da, Santrali işleten TEPCO’nun 20 milyar Yen’lik reklam bütçesi nedeniyle Felake�n Etkileri Sürüyor ulusal medyanın TEPCO’nun açıklamalaJaponya’da 11 Mart günü yaşanan deprem, tsunami ve ardınrını savunduğu vurgulandı. dan gelen nükleer sızın�nın etkileri devam ediyor. Japonya’nın resmi nükleer güvenlik Onbinden fazla kişinin öldüğü felake�e, 17 bin 33 kişi kayıp, kurumu NISA, Fukuşima’daki kazanın seyaklaşık 3 bin kişi ise yaralı. viyesini, en yüksek seviye olan INES 7’ye yüksel�. Dünyada bundan önce 7’nci Bölgede deprem ve tsunamiden sağ olarak kurtulanlar da seviye olarak belirlenen tek nükleer kaza, yaşam mücadelesi veriyor. Yaklaşık 19 bin ev tamamen yıkılmış 1986 yılında gerçekleşen Çernobil patladurumda. 160 bin kişi evleri yıkıldığı için barınaklarda yaşamını sürdürüyor. Yiyecek, su, ısınma problemlerinin yanısıra, yaşanan ması idi. artçı depremler de Yapılan testler sonucunda kirli suyun yaşam koşullarını normalde olması gereken seviyenin 10 zorlaş�rıyor. bin ka� radyasyona sahip olduğu belirSürmekte olan �lirken; Tokyo valisi kameralar önüne radyoak�f sızın� ise, çıkıp “Bakın ben de içiyorum, birşey nükleer felake�n olmuyor” diyerek musluk suyu iç�. Göboyutlarının yapırüntüler, Çernobil felake� sonrasında lan ilk açıklamaların Karadeniz’e ulaşan radyasyon kirliliğinin çok üzerinde olduçayları etkilemediğini kanıtlamak için kağunu gösteriyor. meralar önünde çay içen eski bir bakanı, Turgut Özal Hüküme�’nin Sanayi Bakanı (47) basın-iş gündem / mayıs 2011 Bilimadamlarının son yap�kları araş�rmalar, ru�n yaşan�mızda da radyasyona maruz kaldığımız bu dönemde güvenli bir eşik kalmadığı yönünde. Örneğin Ba� Eyaletleri Vak� Yöne�cisi Jacqueline Cabasso, “ABD’de enerjiden sorumlu birim sağlık riski yaratmayan bir radyasyon seviyesinin kalmadığını kanıtladı” şeklinde bir açıklama yap�. Cabasso açıklamasında, bir zemin radyasyonun zaten var olduğunu belir� ve iki binden fazla nükleer tes�n bu zemin radyasyon seviyesini ar�rdığını ve bu nedenle zaten yapay olarak radyasyonu ar�rılmış bir çevrede yaşadığımızı vurguladı. Cabasso “Bir işçinin ya da sıradan bir insanın bir yılda ne kadar radyasyonu kaldıracağı gibi hesapların hepsi saçma. Güvenli bir radyasyon seviyesi yok. Bu güvenli denilen seviyelerin hepsi, nükleerci camia tara�ndan belirleniyor” dedi. Facia Kar Hırsının Ürünü Yaklaşık 20 yıldan bu yana, nükleer santralin bulunduğu bölgeyi bir tsunaminin vurabileceği biliniyordu. Ancak, santrale yeni tetkikler yapılması konusunda yavaş davranıldı; çünkü tetkikler iş dünyasına yüksek bir maliyet ge�recek�. İşçiler Ölümüne Çalış�rıldı Facia sonrasında reatörde çalışan yüzlerce işçi, ölümcül dozlarda radyasyona maruz kalmanın yanı sıra, günde iki öğün yemek yiyerek ve çok soğuk olan ortamda geceleri sadece bir ba�aniye ile uyuyarak çalış�rıldı. Günlük 1,5 litre su kullanım hakları olduğu için ellerini alkol ile yıkıyor, banyo yapamıyorlar. Kıdemli bir TESCO işçisinin “Nükleer kazadan hemen sonra bir kuru ekmek aldık. Çok çalış�ğımız ve neredeyse hiç uyuyamadığımız için o kadar bitkindik ki, ekmeği çiğneyemedik bile” sözleri işçilerin durumu nu özetliyor. TESCO’da çalışan işçiler felake� önleyebilmek ya da zararı en aza indirebilmek için hayatlarını tehlikeye atarken, firma ve Hükümet işçilere sahip çıkmıyor. çevremiz Radyasyonda ‘Güvenli Eşik’ Var Mı? Öte yandan, işçilere sahip çıkmayan Hükümet, TEPCO’ya sahip çıkıyor. TEPCO’nun nükleer felaket nedeniyle ödemesi gereken tazminatları karşılaması için devlet destekli bir sigorta fonu kuruluyor. Yani firmanın zararı yine halkın sır�ndan karşılanmış olacak. Nükleer Radyasyon Nasıl Zarar Veriyor? Atom bombası ve nükleer reaktörlerin yaydığı iyonize radyasyon, DNA’yı güçsüzleş�riyor ve kırıyor. Radyasyon DNA moleküllerini yeterince değişime uğra�rsa, hücreler çoğalamaz ve ölmeye başlar. Bu da radyasyon hastalığının ilk belir�leri olan kusma, terleme ve saç kaybı ile kendini gösterir. Daha az zarar gören hücreler ise haya�a kalabilir ve çoğalmayı sürdürebilir; ancak DNA’larındaki yapısal değişimler, hücrelerin ne zaman ve nasıl bölüneceği gibi mekanizmaları etkileyebilir. Bunun kontrol edilemediği durumda ise, hücreler kanserli hale dönüşmeye başlar. Türkiye’de Nükleer Felakete Dave�ye Çıkar�lıyor Japonya’da yaşanan felake�n boyutları halen tar�şılırken; Türkiye’de elektrik üreten nükleer enerji santrali kurulması tar�şmaları da 1965 yılından beri devam ediyor. 46 yıl önce “Atom Enerjisi Komisyonu İkinci Beş Yıllık Plan” başlıklı belge ile temeli a�lan nükleer enerji ihalesi ve tar�şmalarına Akkuyu’nun seçilmesi ile ilk somut adım a�lmış oldu. Nükleer enerji için açılan ve iptal edilen sayısız ihale söz konusu. Bu ihalelere ka�lmış olan firmaların neredeyse hiçbirinin ise doğanın, çevrenin ve canlı haya�n korunması konusunda sicili temiz değil. İhale en son Rus-Türk ortaklığında Park Teknik (Ciner Grubu) ile Atomstroyexport girişiminde kaldı. Japonya’daki felakete, bilim insanlarının açıklamalarına ve devam eden protestolara rağmen Hükümet, santrali kurmakta kararlı olduğunu vurguluyor. Ha�a Başbakan Erdoğan’ın nükleer santral konusunda belirledikleri programı gerçekleş�receklerini söylediği konuşmasında yap�ğı “O zaman evinize Aygaz tüpü de koymamak gerekir” şeklindeki trajikomik açıklaması uzun süre gündemde kalmış�. basın-iş gündem / mayıs 2011 (48) işyerlerimizden mutluluklarımız kayıplarımız Ankara: Meteksan Matbaası’ndan Aziz Aras, Erdem Aydoğmuş, Semih Gencer, Ali Bozoğlan ve Deniz Şanker; Milli Eği�m Basımevi’nden Ahmet Erduran, Hasan Şahin ve Mustafa Demiroğlu; TÜİK Basımevi’nden Mehmet Kanbur İstanbul: Darphane Genel Müdürlüğü’nden Ramazan Çavdar, Vedat Tornak ve Erdal Özdemir; Damga Matbaası’ndan Mustafa Karaman, Mustafa Toktaş ve Mahmut Beki; DMO Basımevi’nden Tuncay Yarış, Ali Osman Yıldız, Cem Abanoz ve Sedat Sarıgül İzmir: Etapak Baskı ve Ambalaj’dan Menderes Gündoğan, Cengiz Akbaş, Fa�h Ergün, Hacı Ali Akgün, Aytekin Armağan, Şenol Pamuk ve İbrahim Sürek Düzce: Propak Ambalaj’dan Yılmaz Cankit ve Erkan Danışan arkadaşlarımızın bebekleri olmuştur. Üyelerimizi kutlar, ailelerine ve bebeklerine sağlıklı ve mutlu bir gelecek dileriz. Ankara: Başbakanlık Basımevi eski işyeri temsilcisi Alper Beribey vefat etmiş�r. İhsan Sezer babasını, İhsan Özer babasını kaybetmiş�r. Meteksan Matbaası’ndan A�f Çelikkanat yeni doğan bebeğini, Hikmet Aytar babasını kaybetmiş�r. Milli Eği�m Basımevi Müdürü Murat Öndoğan babasını kaybetmiş�r. İstanbul: Darphane Genel Müdürlüğü’nden Rahmi Alaçam annesini ve amcasını kaybetmiş�r. DMO Basımevi’nden Tuncay Yarış annesini, Hüseyin Kara babasını, Nevzat Yaman Kayınvalidesini, Mustafa Çolak yeğenini kaybetmiş�r. DMO Basımevi’nden emekli üyelerimiz Türker Acar ve Aziz Kapan vefat etmiş�r. İzmir: Etapak Baskı ve Ambalaj’dan Hamdullah Topaç babasını kaybetmiş�r. Düzce: Propak Ambalaj’dan Kaşif Özbayrak babasını, Hamdi Yaz babasını kaybetmiştir. Ankara: Meteksan Matbaası’ndan Özgür Ceylan ve Murat Akkurt; Ziraat Gurup Matbaası’ndan Baki Turan’ın oğlu Nurullah Arda Turan, Erdem Eyüpoğlu’nun oğlu Erşahin Eyüpoğlu İstanbul: Darphane Genel Müdürlüğü’nden Hasan Atasoy; DMO Basımevi’den Serdar Aksu, Fikret Dizdar Düzce: Propak Ambalaj’dan Kerim Hunç, Özgür Yavuz, Ömer Çaboğlu arkadaşlarımız evlenmiştir. Arkadaşlarımıza ve eşlerine mutlu ve uzun bir beraberlik diliyoruz. Niyazi Özer ve Sinan Altay arkadaşlarımız makine operatörlüğünden vardiya formenliğine atanmıştır. Arkadaşlarımızı kutluyor, yeni görevlerinde başarılar diliyoruz. Kaybe�klerimize Tanrı’dan rahmet, yakınlarına sabır ve başsağlığı diliyoruz. Sendikamıza yıllarca yöne�ci, baştemsilci ve temsilci olarak emek veren, son olarak 20032007 döneminde Genel Teşkilatlandırma Sekreterliği görevini yürüten ve geçirdiği ani bir rahatsızlık sonucunda Damga Matbaası’ndan emekli olan sevgili Davut Bilirer arkadaşımızı, art arda yaşadığı talihsiz rahatsızlıklar sonrasında 2010 sonbaharında kaybe�k. Davut arkadaşımız, abimiz ve sınıf mücadelemizde yoldaşımızdı. Anısı her zaman yaşayacak. Kendisine bir kez daha Tanrı’dan rahmet tüm sevenlerine başsağlığı diliyoruz. iş kazası / hastalık Sendikamız uzmanlarından Duygu Gözlek ile Koop-İş Sendikası uzmanı Deniz Akdoğan, 23 Nisan günü evlenmiştir. Basın-İş olarak Duygu ve Deniz’e, uzun ve mutlu bir beraberlik diliyoruz. emekli Ankara: Başbakanlık Basımevi’nden Cemal Par� ve Mustafa Hüner; TÜİK Basımevi’nden Sibel Kuş, Özcan Karanfil; Milli Eği�m Basımevi’nden Muharrem Çiğdem, Halit Kanbur; Ziraat Gurup Matbaası’ndan Ayhan Ülker, Yılmaz Özboğa, Erkan Aydın ve Erol Soylu; Meteksan Matbaası’ndan Nedim Yılmaz ve Hamza Aslantaş; DSİ Matbaası’ndan Cemal Özen İstanbul: Darphane Genel Müdürlüğü’nden Hasan Basri Hoşafçı, Sezai Kurt, Kamber Erbay, Nahit Öztürk; Damga Matbaası’ndan Sebaha�n İşnaz İzmir: Etapak Baskı ve Ambalaj’dan Teyfik Aslan ve Nurtane Kapanca; Düzce: Propak Ambalaj’dan Me�n Yükselen Arkadaşlarımız emekli olmuştur. Arkadaşlarımıza bundan sonraki hayatlarında da sağlık ve mutluluk diliyoruz. (49) basın-iş gündem / mayıs 2011 Ankara: TÜİK Basımevi’nden Ali Çe�ntaş ��k ameliya� geçirmiş�r. Milli Eği�m Basımevi emekli üyemiz Şerafe�n Bektaş beyin kanaması geçirmiş�r. Şu anda durumunun iyi olması hepimiz için sevindiricidir. Ziraat Gurup Matbaası’ndan Özkan Polat trafik kazası geçirmiş�r. İstanbul: Darphane Genel Müdürlüğü’nden Harun Soyözkan rahatsızlanmış, İhsan Acar’a bel ��ğı, Abdullah Dülger’e de boyun ��ğı teşhisi konmuştur. Damga Matbaası’ndan Rafet Tecer ve Mehmet Kaplan iş kazası, Ramazan Ay ise evinde bir kaza geçirmiş�r. DMO Basımevi’nden Serdar Dereyayla iş kazası geçirmiş�r. Ekber Utuş, Bayram Budak, Gökmen Öztürk, Murat Aydoğan, İhsan Şahin ameliyat olmuşlardır. Hakan Gugu’nun eli yanmış ve 10 gün yanık tedavisi görmüştür. Hasan Işık gözünden ameliyat olmuştur. Yusuf Derici boyun fıtığı ameliyatı geçirmiştir. Mahmut Kurban boynundan ameliyat olmuştur. Nevzet Sancaktutan böbrek taşını kırdırmıştır. Hüseyin Kara elindeki yanıktan dolayı, yanık tedavisi görmüştür. İzmir: Etapak Baskı ve Ambalaj’dan Ali Fidan ile İzmir Şube Başkanımız Yılmaz Yurteri iş kazası geçirmiş�r. Arkadaşlarımıza geçmiş olsun diyor, biran önce sağlıklarına kavuşmalarını umuyoruz. BASINDA SENDİKAMIZ Bu dergi Basın-İş üyesi işçiler tarafından basılmıştır.