rojava bıparêze rêber apo azad bıke

Transkript

rojava bıparêze rêber apo azad bıke
P
STÊRKA CIWAN
K o v a r a
C i w a n a n
a
M e h a n e
ROJAVA BIPARÊZE
RÊBER APO AZAD BIKE !
Mijdar 2013
Hejmar:126
Şehit Şervan
MUSLIM
İçindekiler
Editörden
Alevilik Kardeşliğin Özüdür........................................................................................... 2
Merhaba Güneş’in Genç Yoldaşları !
Abdullah ÖCALAN
KOMPLOYU TAM YENMEK................................................................................................. 6
Duran KALKAN
Uluslararası Komplo 16. Yılında Rojava Devriminin Zaferiyle
Yenilgiye Uğratılacaktır....................................................................................................................13
Umut ÖZGÜR
Popüler Kültür, Para Verip Tüketmek Üzere Satın Alınan Paketlenmiş Kültürdür...................................................................................................................................... 16
Tev-Çand Akademisi
Askerden Firar Edip Gerilla Saflarına Katıldı............................................... 22
Bahoz AMED
Gül Bayramının Gül Kızı ve Mor Dağların Yıldızına ............................24
Bêrî Dersimî
Gizemdir Devrimci Operasyonlar..................................................................................... 27
Jêhat BÊRTÎ
Kürt Kültürü İnsanlığın Geçmişi
Yurtsever Gençliğin Şimdisi'dir ......................................................................................... 32
Ekin RONİ
Acılı Tarihin ve Yaralı Toplumun Çocukları..........................................................
36
Medya DOZ
Ekonomîya Komînan.......................................................................................................................... 41
Abdullah OCALAN
Ji Kurdan Çı Dıxwazın ?............................................................................................................... 45
Aslan MÊRDÎN
Ciwan û Ziman............................................................................................................................................ 47
Awyer DILXWAZ
Yê Barbar Kî Ye?......................................................................................................................................
49
Mistefa TOPRAK
Dewlet nêwazena dewijê Kurd peyser agêyrê dewanê xo................. 52
O. Rayzan DİMİLÎ
Rojava Û Ciwan................................................................................................................................ 54
Halkımız için kara gün olan 9 Ekim
uluslararası komplosunun 15. yıldönümünde bu komploda yer alan tüm güçleri
büyük bir kin, öfke ve nefretle kınıyoruz.
Bu büyük komployu boşa çıkaran başta
Güneşimizi Karartamazsınız şiarıyla bedenlerini ateş topu yapan şehitlerimiz
olmak üzere tüm Apocu fedai ruhuyla
şehit düşenleri saygı ve minnetle anıyor,
büyük iradeleri karşısında saygıyla eğiliyoruz.
Rojava da yaşanan gelişmeler ve
YPG'nin El nusraya karşı geliştirdiği
devrimci operasyonun ortaya çıkardığı
heyecanla Kürt halkının çözüme doğru
yürüdüğü şu günlerde, Kürt gençleri
olarak üzerimize düşen büyük sorumluluğun farkında olarak, her alanda örgütlülüğümüzü güçlendirmeli, bu devrim sürecinde mücadelenin en ön saflarında yerimizi almalıyız.
Önderliğimiz şahsında halkımıza ve Ortadoğu halklarının özgür geleceğine karşı
geliştirilen 9 Ekim komplosu Önderliğimizin ve halkımızın büyük direnişi ile
boşa çıkarılmıştır. Önderlik üzerindeki
tecrit 15. yılına girerken artık Önderliğimizin özgürlüğünü sağlamak, Amed Surları'nda halkımızla buluşmasını sağlamak
biz gençlerin kaçınılmaz görevidir.
Özgür BİLGE
Zur bundesweiten Demonstration am 16. November 2013 in Berlin................
56
Amed’de buluşmak dileğiyle...
Genç kalın...
Huseyin AGIRÎ
Les évolutions politiques au Kurdistan occidental.............................................................
Mail adıesi; [email protected]
STÊRKA CİWAN
PKK yürüyüşü zafer yürüyüşüdür
“Kurumlar daha
değerlidir, daha uzun
ömürlüdür PKK de en iyi
kurumdur. Onun
etrafında oluşan birçok
kurum da değerlidir
Bizim için rönesanstır
En şerefli bir çağdır
Bu kurumların içinde
kendinizi iyi bir yönetici
iyi bir sözcü, iyi bir
yürütücü yapmanızı
diliyorum”
Partimizin 21. yıldönümünü geride
bırakırken, gerçekten sadece kendimizin değil, anlamsızlıkta, çılgınlıkta
sınır tanımayan bir düşmanın bu son
dayatmasıyla birlikte yepyeni bir sürece girdiğimizi, bu temelde bu yıldönümünü oldukça anlamlı ve görkemli kutladığımı, Bu temelde sizleri
selamladığımı belirtmek istiyorum.
Özellikle günlerden beri, düşmanın
başının 1 Ekim’den beri startını verdiği
bu yeni süreci biz de Ortadoğu’dan
çıkışımızla birlikte yeni bir sürece
çevirmek için büyük bir hamle yürüyüşü halindeyiz. Bu yürüyüşümüz,
bir halkın yürüyüşüdür. Bu, dar bir
ulusal yürüyüş değil, uluslararası yürüyüştür. Nitekim bunun en parlak
ifadesi çarpıcı bir biçimde hâlâ etkileri,
yansımaları dünyanın dikkatini çeken
anlamlı ve şanlı Roma yürüyüşüdür.
Roma’nın tarihine de yaraşır bir yürüyüştür. Her şeyden önce özel olarak
tüm zorlukları göze alarak, her türlü
fedakarlığı yaparak bu yürüyüşe kaMijdar 2013
Abdullah ÖCALAN
tılan, gece gündüz demeden, yine soğuğa karşı ayakta günlerce bekleyerek
bu yürüyüşe tarihi anlamını veren
tüm halkımızı, tüm değerli dostlarımızı, İtalyan halkını ve dostlarını da
bu vesileyle kutluyorum, selamlıyorum.
Yine bu süreçte en başta önderliksiz
olamamanın acısıyla veya önderliğin
tehlikede olduğu, hatta biraz da aşırıya
yorumlayarak neredeyse önderliksiz
yaşama gibi bir tehlikenin kapıya dayandığını hissederek, en değerli canlarını gerçekten kahramanca ateş topu
haline getirerek tarihi rolünü oynayanları da büyük bir minnetle anıyorum ve yaralı olanlara da candan selamlarımı, sevgilerimle birlikte sağlıklarına kavuşmalarını ve gerçek bir
mücadele kahramanı olarak tarihi yürüyüşlerine devam etmelerini diliyorum. Ve bu arada yine çok çeşitli nedenlerle yeniden ulusal harekete, insanlık hareketine katılan bütün yeni
insanlarımızı bu katılışlarından dolayı
2
kutluyor ve selamlıyorum. Yine Avrupa’ya, Roma’ya gelişimiz münasebetiyle şüphesiz başta İtalyan halkı
olmak üzere ilgi duyan bütün Avrupalı
dostlarımızı bu yıldönümü vesileyle
kutluyorum, selamlıyorum.
Şuna her şeyden önce değinme
gereği duydum; gerçekten büyük bir
felaket hazırlanmak isteniliyordu.
Kendi duygu dünyamı bu süreç içinde
şunun için çok öz olarak dile getirmek
isterim; bir halkın başsız kalmasının
vehametini iliklerimize kadar duyduk.
Bunu kendimiz, fiziki varlığımız için
değil -ki bu hiç umurumuzda bile
değildi- gerçekten milyonların bizzat
ayağa kalkarak gösterdikleri; önderliksiz olamayız, yaşayamayız yaklaşımını görünce bu en dayanılmaz acı
karşısında sarsıldığımı belirtmek istiyorum. Soğukkanlılığımızı yitirmemekle birlikte hiçbir halkın bu duruma
düşmemesi gerektiğini ve yine hiçbir
halkın da yine böyle mazlum olmaması gerektiğini ve hatta ne kadar
STÊRKA CİWAN
olağanüstü olursa olsun hiçbir kişinin
böylesine bir duruma dayanamayacağını hissederek, ama yine de iğne
ucu kadar bir imkan olursa halklarımız
için değerlendireceğimi, en ufak bir
sarsıntı geçirmeden, hatta ve hatta
bu son şerefli bir ölüm gibi bir şey
de olacaksa, biliyordum ki bu en
Halkımızın büyük beklentilerinin
çok zor da olsa kesinlikle daha
sağlam esaslara bağlanılarak
cevap olunması gerekir
rahat eylem biçimidir.
Tekrar vurguluyorum; inanılmaz
bir yaşam bağlılığın ve gerçekten de
yaşama aşk derecesinde olağanüstü
bağlılığın en çok kendini hissettirdiği
bu süreçte, tanıdığım en şerefli bir
duygunun da hiçbir çare kalmadığında
düşmanın alabildiğine ‘yakaladık, teslim alıyoruz, teslim almaya gidiyoruz’
dedikleri koşullar altında tek kelime
düşman karşısında söylemeden, şahane
bir ölüme gitmenin de şerefli bir eylem
olduğunu düşündüm ve kendimi buna
da oldukça hazırlamıştım. Ve kesinlikle
bunda alınacak, üzülecek bir yan olmadığını belirtiyorum. Hatta bu kahraman direnişçilerimizin yanında bizim
yaptığımızın o kadar ahım şahım olmadığını da kendime söylemek durumunda kalmıştım. Ama buna rağmen
esas olarak endişem kendimiz için
değil, sizin rolünüz içindi. Bir yandan
partimiz içinde yıllardan beri oldukça
zafere yakın çalışma imkanları verilmesine rağmen bu çalışma imkanlarını
zafere dönüştüremeyen geri kadro yapımızın acıları, yarım işleri bizi zorlamıştı. Bunlar bizi çok sarstı. Ve bunların giderilmesinin her şeyden önemli
ve öncelikli olduğunu, fırsat bulur
bulmaz bunun gereklerini yerine getireceğimize birinci görev planında
yer verdik. Yine özellikle halkımızın
büyük beklentilerinin çok zor da olsa
kesinlikle daha sağlam esaslara bağ-
lanılarak, cevap olunması gerektiği,
özgür yaşam imkanlarını bu kadar yakalamışken bunun yarım kalmaması,
mutlaka kalıcı, sarsılmayan, düşmanın
çılgınca hesaplarına yenilmeyen bir
özgür halk hareketinin daimi sürmesi
için yaşamak gerektiğini iliklerimize
kadar hissetmiştik. Önderliksiz bir
halk olmanın çok zor olacağını, felaket
olacağını düşünmüştük. Ve bunu bütün
yolları, yöntemleri deneyerek önümüzdeki süreçte kesinlikle gidererek
ve bir daha zor durumlarda böyle bir
halkı bırakmayarak yanıt vermek gerektiğini yine iliklerimize kadar hissettik. Bu göreve sahip çıkacağımızı
kendimize bin defa and içme temelinde
ve yine sıradan bir imkanı çok iyi değerlendirerek, her sözü, her adımı yerinde atarak geldik. İnanıyorum ki
şimdiye kadar hep böyle atmaya çalıştık. Ama bundan sonra daha anlamlı
ve başarılı bir biçimde böyle adımların
sahibi olmaya kararlılığımız son derece
Sağlam dostlara,
sağlam örgütlere sahip olmak
şerefin, namusun tek izahıdır
Bunun dışında her şey yalan
gelişti demek durumundayım.
Bugünlerde kadınlarımızın, kızlarımızın ister açlık grevleriyle, ister yürüyüşleriyle aslında özünde özgür yaşam tutkularının büyük önem arzettiğini,
bu konuda yarım kalan işlerinin tamamlanmasının söz ve eylemlerinin
geliştirilmesi gerektiğinin büyük önemini ve mutlaka tamamlanması, başarılması gerektiğini iliklerimize kadar
hissederek, bundan sonra gerçekten
bu yönlü özgürleşme çabalarımıza
kesin başarı derecesinde bir yer vererek
daha büyük başarıların ortaya çıkacağının heyecanı içinde de olduk ve bu
konuda da özellikle özgür yaşam tutkularının başlı başına büyük bir kuvvet,
büyük bir yaratıcılık olduğu olgularına
da sonuna kadar ulaştık. Umarım bun-
dan sonra güce de dönüştürürüz.
Düşmanın oldukça küçülen, hiçbir
insani sınır tanımayan, yani otuz bin
kişinin ölümünden ben sorumluymuşum gibi iddiaları... O kadar utanmaz
ve yalancı ki, sen bu toprakların bin
yıldır sahibi olan halkları ne yaptın
ey düşman demek gerekiyor. Sen
kendin diyorsun ‘ben 1070’de bilmem
Malazgirt zaferiyle Anadolu’yu işgal
ettim’. Peki binlerce yıldır bu toprakları kim tarıma açtı, kim uygarlığa
açıldı, hangi dilleri vardı, hangi kültürleri vardı, hani o görkemli tarih
eserleri, o Roma’nın güçlü tarih eserleri? Hâlâ insan yanına gitti mi ürperir.
Bu eserlerin sahipleri kimlerdi? Sen
geldin bunları talan etmedin mi, sen
geldin bunları işgal etmedin mi, sen
geldin bunları yakıp yıkmadın mı?
Büyüklük bunun neresinde, şeref bunun neresinde, anlı şanlı Türklük bunun neresinde... Sonuna kadar yakıp
yıkmayı, sonuna kadar el koymayı,
sonuna kadar işgal etmeyi şeref bileceksin, ama bin yılların en görkemli
uygarlık eserlerinin sahiplerini ise
katletmeyi, soykırıma uğratmayı hak
bileceksin. Bunu nasıl böyle çılgınca
insanlığa karşı, şimdi de sana can
veren -kendi deyişleriyle bilmem iç
elbiselerine kadar bağlı olduğun- Avrupa’ya bile kafa tutacaksın. Haklılık
bunun neresinde, izan, şeref bunun
neresinde? Sen kendini ne sanıyorsun!
Bu topraklara emek verenlere hiç
saygın olmayacak mı, bu uygarlığı
yaratan halklara hiç saygın olmayacak
mı? Hep öldürme, hep yok etmeyi
kahramanlık sayacaksın, yeter diyorum artık buna.
Bu düşman şunu gördü benim şahsımda; ‘bu adam tarihi suçlarımızı
yüzümüze vuracak. Avrupa’ya çıktı,
orada biraz da teslim olmamış, aklına
da, yüreğine de sahip Avrupa’ya anlatacak’ ve burada paniğe kapıldı.
Ve bu son çılgınlığa gireşecek. Türk
3
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
halkı, Türk aydını biraz gerçekten
kendine gelmeli. Ama düşmanın yaptığı küçüklüğüdür, bizim veya benim
büyüklüğümü gösterir. Beni öldürebilir, bu hiçbir şekilde yok olduğumuzu göstermez. Ben şunu gördüm
bu düşmanda; plan yapmış güya, Türkiye’yi satmış o efendilerine, bunun
karşılığında iki yıldır benim kellemin
peşinde. Şu zavallı Mesut’a bakın,
yakalanınca çocuk gibi sahaya düşüp
bayram ediyor. Başbakanlığı kurtaracakmış, bilmem neyi kurtaracakmış.
İnsan bu kadar düşmez. Hani çok
eleştirilir, ama Osmanlılar da savaşmışlardı, hatta Mustafa Kemal de savaşmıştı, Helen generali Tirokops’i
esir de almıştı. Ama Tirokops’in ne
bayrağını çiğnedi ne de bilmem işkence yaptı, geri bıraktı. Şimdi bunlar
çok kemalist geçinir ama Mustafa
Kemal’le de bunların alakası yok.
Bunlar gerçekten çok düşmüşler, bunu
gördük. Sınır tanımaz bir çılgınlık
gördük. Dediğim gibi tarihle ilişkileri
yok. Son mafya-çete-siyaset ilişkisiyle
böyle bir takım oluşturmuşlar, bunun
verdiği çılgınlıkla kurduğu dünya gitmesin elinden diye -çetelerin de belli
Mijdar 2013
bir kuralı vardır, onların da çok dışında- bu histeriyle üzerimize geldiler.
Bu tabii bizi ürküttü, halkımızı ürküttü.
Ama ne yapalım bir düşman türüdür;
en gerici, en sınır tanımaz, en aşağılık
bir düşman türüdür. Tekrar söylüyorum ne hakla halkların kaderini bu
kadar yok edip hiçbir hak onlara tanımayacak? Şimdi bunu gördüm tabii
bana göre çok büyük küçüklük. Ne
kadar zarda zorda olsam da bu süreçte
bende uyanan en büyük duygulardan
birisi; insanlar büyük işler için yaşamalılar ve hatta mademki bir düşman
seni bu kadar hedeflemiş, haksız ve
acımasız o zaman sende de biraz
şeref, onur varsa kolay yem olmamanın tedbirlerini alacaksın. İğne
ucu kadar bir imkan, bir günlük zamanı iyi değerlendireceksin. Namus,
şeref buradadır. Bunu göstermeyene
saygımın olamayacağını ve yine ben
yaşayacaksam bunun gereklerine göre
yaşamam gerektiğini bin defa and
içerek, bin defa insan olmanın, yeni
insan olmanın bir gereği olarak hissettim. Ve en önemlisi halkımız bunu
derinliğine hissetti, sarsıldınız, büyük
öfkeye bağlandınız ve kendinizi yak4
tınız. Bu büyük öfkeyi ve acınızı
kendini yakarak değil de daha inanılmaz bir halk gücünü, yaratıcı bir
örgütü yaratarak göstermenin zamanıdır diyorum. Benden daha çok bu
fırsat elinizdedir, bu fırsatı gerçekten
değerlendirmelisiniz. Acılarınızın, kin
ve öfkenizin büyüklüğüne bağlı olarak
-ki bu aynı zamanda zayıflığınızın
bir sonucudur- onu güce dönüştürerek
yanıtlamalısınız. Bunu derinden hissettim, bağlılığınızın böyle anlam
bulmasının büyük önemini hem kendim için bilince çıkarttım, hem de
bilince çıkardığımıza dair oldukça
umutlandım. Bunun yanında kendi
tarihimizi düşündüm; bu kadar direnmenin tecrübesine de dayanarak
çok trajik, çok acılı bir tarih olduğunu
gördüm. Her Kürt Önderliğinin ya
çok kötü bir teslimiyet -ki hâlâ günümüzde bunların sahipleri belli- ya
hızla darağacında biten bir ömür, ya
vahşi katledilme... Tabii benim başıma
en büyüğü getirilmek istenildi, yalnız
bir bölgesel isyan gibi değil, uluslararası çapta çok amansız hazırlanmış
bir komplo şebekesi içinde. Nereye
adım atıyorsak yok diyor, tutmuşuz.
Bu Mesut Yılmaz aslında sanıyorum
efendilerine dayanarak söylüyor onu,
verdikleri söze göre herhalde konuşuyor; ‘orayı da tuttum, burayı da
tuttum, hiçbir yer bulamayacak’. Bu
da insanlık dışı bir durum, böyle savaşılmaz. Hiçbir düşman demez ‘bu
dünyada senin gireceğin bir delik
kalmamıştır’. Şimdi sen kimsin, Allah
bile olsa günah işlemiş kullarına karşı
bir affedilecek, sığınılacak yer bırakır.
Bunlar bu kadar dinsiz, imansız, Allahsız bir kesim oluyor. Sanmıyorum
başka yerde, başka tarihte böyle olsun.
Ama böyle oldukları ortaya çıktı. En
tehlikelisini bizim de başımıza getirmek istediler ve hâlâ da istiyorlar.
Burada sadece kendim için söylemiyorum, sizler için de önemli. Dikkat
STÊRKA CİWAN
ederseniz büyük bir bağlılık gösterdiniz, şimdi bu bağlılık bir kişiye bağlılık
değildir. Bu kişiye aynı zamanda gösterilen bağlılık, sizin kendi şeref, onurunuza, kimliğinize, özgürlüğünüze
gösterdiğiniz bağlılıktır. O halde sanki
benim yerimde sizin için de girilecek
bir delik bırakılmamıştır ve her an
imha ile karşı karşıyasınız. Bunu hissetmenizi, bunu düşünmenizi önemle
istemek durumundayım veya bu gerçeği bu vesileyle belirtmek durumundayım. Ve destek de budur. Belki siz
bunu hâlâ bilmiyorsunuz, tehlike size
o kadar yaklaşmadı veya belki yaklaşmayacak da ama, eğer tehlike ulusalsa, onursalsa, özgürlüksel, şerefselse
o kadar yakınınızdadır. Odanızda bile
sizi rahat bırakmaz. Bunu böyle bilmenizi önemle vurguluyorum. Ama
bu her şey bitmiş anlamına gelir mi,
hayır. Nasıl ki benim için her şey bitmemişse sizin için de her şey bitmemiştir. Tam tersine birçok şey yeni
başlıyor. Ben buraya gelirken ne bir
tecrübem vardı, ne bir ilişkim vardı.
Vardıysa bile ufak, iyi kurulmuş biriki dostluk ilişkisiydi. Hiçbir şey yoktu.
Kürdistan’a çıkışı yaparken de öyleydi,
Ortadoğu’ya çıkış yaparken gerçekten
tek bir ilişkim yoktu. İlişkim yanımdaki
kuryemdi. Avrupa’ya çıkış ta böyleydi.
Sağlam, verdiği sözü yürütecek bir
ilişki uğruna gelmedim. Mecburen
başlamak zorundaydım bu yürüyüşe.
İnancım vardı, kendime güvenim de
vardı, çıkış yapmakta tereddüt etmedim. Dikkat edin kimseden rica ve
minnetle bir şey istemem. Bir dostuma
söylemişim; ne diyorsun güvenilebilir
mi, güvenilemez mi? Davet çıkarmışlardır bazı dostlar, ben dostluğa inanırım, dostluğa güvenirim. Devletlerden daha çok dostlara güvenirim. Ve
sağlam dost bildiklerime dayanarak
adım atmaktan çekinmedim.
İnanıyorum ki devam edecektir. Biz
sağlam basmışız ve sarsılmamacasına
yürüyeceğiz de. Roma yürüyüşü devam
edecektir. Bunu düşman böyle bilmeli
ve bu çılgınlığından vazgeçmeli. Ne
yoksul halkları, ne de Ortadoğu halklarını öyle efevari, kükreyerek sindiremez. Sonuç alamayacağını bilmelidir. Ama buna rağmen bizim kendimiz
için çıkarmamız gereken derslerin temelinde, madem ki bize bir karış bir
toprak bırakmıyor, bizi başka şerefli
milletlerin toprağında bile kıskaca almak istiyor, biz o zaman ne güne duruyoruz. Namus değildir yani, eğer
bu düşmana karşı ben bir karış toprağımı bile sağlam tutamayacaksam,
sağlam bir ilişkim, sağlam bir örgütüm
olmayacaksa ben o zaman kaç paralık
adamım yani. Ve hepinizin böyle düşünmesinin mutlaka gerekli olduğunu,
kendinizi yakacağınıza, kendinizi böyle
mahvedeceğinize, ayakları yere basmak, sağlam ilişkilere, sağlam bilince,
sağlam dostlara, sağlam örgütlere sahip
olmak şerefin, namusun tek izahıdır.
Bunun dışında her şey yalan.
Özgürlük yürüyüşüyle, başarı
yürüyüşüyle düşmanın kabul
edilemez bu çılgınlığına karşı
gereken cevabı verebilirsiniz
Zamanın kıymetinin çok iyi bilinmesi
gerektiğini, hatta özgür zamanın, özgür
günlerin kıymetini çok iyi bilmenin
gerektiğini size belirtmek durumundayım. Çünkü ben çok kısa bir süre
içinde tek yaşamanın çok zor bir yaşam
tarzı olduğunu, her ne kadar kendimle
konuşsam, kendimle derin derin düşünsem, gücüme güç katsam da insanlarla ilişkide olmanın, özgür olmanın
çok büyük bir değer olduğunu, bunun
kıymetini çok iyi bilmeniz gerektiğini
söylüyorum. İlişkilerden sıkılmayın,
ilişkileri anlamlı kılın, ilişkileri çelikten
halatlar haline getirin. Bu diğer her
şeyden daha öncelikli gelir.
Kaldı ki tarihten bahsetmiştim.
Şimdi bu tarihi artık tersine çevirme
gereği duyuyorum. Zaten bu kadar
yaşama tutkuyla bağlı olmamın bir
nedeni de bu tarihi tersine çevirmektir.
Şimdi bu tarihi tersine çeviremezsek
bütün yüzyıllardan beri amansız katliamların kurbanı olmuş insanların
acılarını hiçbir zaman dindiremeyiz.
Ve unutursak bizden rezili, bizden alçağı yoktur. Bir halk ne kadar düşerse
düşsün bu acı tarihini mutlaka anlayabileceği kadar, duyabileceği kadar
bugünlerde yaşayabilmelidir. Bunu
sizler de görüyorsunuz. Ama bu yürüyüşü bunu tersine çevirmek, yenilmeyen bir tarihe, acılarını, öfkelerini
bilinçlendiren bir tarihi yürüyüşe, her
türlü acı yenilgiye, darağaçlarına teslimiyete kapalı bir yürüyüşe mutlaka
çevirmeniz her şeyden önce gelir.
Kendim de bu yürüyüşün başındayım.
En ufacık imkanlarla birlikte bu yürüyüşü düzenleyeceğim. Ama sizlerin
de gerçekten bu 21. yılın başlangıcının
bir şans olduğunu bilerek, yaşınız başınız ne olursa olsun, bu yeniden
girişi bir şans olarak değerlendirmenizi
ve hakkını vermeniz gerektiğini önemle belirtiyorum. Partimizin içinde bunlar olacak. Ülkemizin dağlarında da
insanlar iyi direnecekler, ama halkımız
olarak dünyanın neresinde olursanız
olun oldukça yepyeni özgürlük yolunda bir halk olmanın kıvancıyla,
bunun gerekli bilinciyle, sürekliliğiyle
kendinizi ileriye taşırmalısınız. Ta ki
bu acılar, bu lanetli tarih, bu acımasız
düşman bu kadar haksız, acımasız,
çirkin bir şekilde halkımızın üzerine
gelmesin. Bunun başka bir ilacı yok.
Ancak özgürlük yürüyüşüyle, başarı
yürüyüşüyle düşmanın kabul edilemez
bu çılgınlığına karşı gereken cevabı
verebilirsiniz.
20 yılda bir çocuk büyür bir delikanlı olur ve yirminci yılında her
türlü yürüyüşü yapar. Ne kadar da
çocuk da olsanız, bilinçsiz de olsanız,
bu 20 yıllık tarihte büyüdünüz, gürbüz
5
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
delikanlı haline geldiniz. Artık
çocuk bir halkı değil, oldukça
delikanlı ve hatta olgunluğa doğru
seyreden genç bir halkı temsil
ediyorsunuz. Yürüyüşünüz bu
gençlikle orantılı olmak zorundadır. Çocukluğu bırakın, olgunluğun gereklerini yerine getiren
bir yürüyüşün sahibi olun. Partiden bu temelde öğrenmelisiniz.
20 yıl bize ne öğretiyor? En önemlisi de bu yıl. Bu partiye çok şey
verdiniz, en değerli kızlarınızı ve
oğullarınızı verdiniz. Bunlar toprağın altına girmişlerdir. Ve bu
özgür yaşam içindir, ama dersleri
var. Onları kendinize maletmelisiniz. Büyük kahraman şehitler
ordusunu mutlaka yaşlı-genç, kadınerkek, çoluk çocuk hepiniz kendinize
nakşetmek durumundasınız. PKK budur. 20 yıllık PKK’yi belki de size
tam olarak veremedik, ama siz alabilirsiniz. İşte kitaplar var, işte şehitlerin kendileri, işte düşmanın kendisi
bu yılın nasıl öğrenilmesi gerektiğini
söylüyor. Eğer bu PKK’yi, 20 yıllık
PKK’yi alırsanız kendiniz için bugünlerde hem şerefli yeriniz vardır,
hem de hiçbir düşman bu şerefinizi
elinizden alamaz. Ama öğreneceksiniz, örgütleneceksiniz, yorulacaksınız.
Buna göre hakkını vereceksiniz. Ben
de, PKK’liler de çalışsın ama artık
yük omuzunuzda, çok sık acı çekiyorsunuz. Kadrolardan daha duyarlı
bir haldesiniz. Hatta onlardan daha
iyi de yapabilirsiniz. Ben yine yapacağımı yaparım, ama dönem artık
kendi özgücüyle yürüyebilen bir halk
durumuna gelmenizi gerektiriyor.
Öyle olmasa bu acıya ben nasıl dayanacağım diye kendimi yaşatamıyorum. Nasıl yaşatacağım? Milyonlar
bana bağlanmış, benim de kaderim
şurada burada, bilmem bir kişinin
elinde. İki kişi bilmem şu devletin
adına beni şöyle de böyle de yapabilir.
Mijdar 2013
Onun için diyorum acı çok büyüktür.
Bu öyle bilimsellikle aşılmıyor. Dünya
böyle bir dünya değil. Yine yaşayacağım, dayanacağım ama bu acılara
bir daha düşmemeniz için. Bir kişiye
bu kadar bağlı olmanın acılarına bir
daha düşmemeniz için diyeceğim “ne
siz beni gördünüz, ne ben sizi gördüm”. Bir anlamda böyle. Ama şerefle
onurla yürüyecek gücü gösterirseniz
buna en çok ben memnun olurum.
Dört bin köyü boşaltan kim ?
Beş bin faili meçhul cinayet var,
bu cinayetleri işleyen kim?
Bunun yanında Avrupa’ya geldik,
gelmem gerekliydi. Aslında düşman
en kritik dönemde üzerimize geldiğinde, bana göre çareler tükenmez,
panik içinde kalmak veya ‘her şey
elden gidiyor’, ‘gelmezse de rahatım’,
böyle bir durumumuz yoktu. Nereye
gidersek bir hamlenin yolunu açabiliriz. Ama bu seferki gelişi gerçekten
büyük bir fırsata, büyük bir şansa
dönüştürüyoruz. Şimdiden bunun en
önemli adımları atılmıştır. Karşımızdaki gerçeklik kendi kurallarıyla,
kendi yasalarıyla, kendi siyasetiyle
yürüyor. Bunlara dikkat edeceğim,
dikkat etmek zorundayım. Hatta en
6
uygar bir biçimde dikkat edeceğim. Kendimi anlatacağım, sizleri
anlatacağım, tarihi anlatacağım,
acıyı, zulmü anlatacağım, artık
gücüm ne kadar yeterse. Bu vesileyle sadece ben değil, tüm aydınları, tüm enternasyonal yoldaşları da gerçekleri anlatmaya
çağırıyorum. Belki istediğimizi,
anlatmak istediğimizi tam anlatamayız. Özellikle halklar adına
anlatmak istediğimiz çok şey var.
Bu kesinlikle benim meselem değildir. Zaten dünya belki de hiç
kimseye nasip olmayacak kadar
beni tanıdı, tanıttı da. Sizleri tanıtmak gerekiyor, siz halkı; haksızlığa uğramış halkımı tanıtmam
gerekiyor. Bunun için hepinizi, dostları
yardıma çağırıyorum. Bütün uluslardan enternasyonal yoldaşları, güçleri
yardıma çağırmak durumundayım.
Onlarla birlikte bu hamleyi yapacağız.
İnanıyorum yani Avrupalıların içinde
halkımıza yararlı olan kesimler var,
onlarla konuşacağız. Güce, kuvvete
dönüştüreceğiz, barışa, halk demokrasisine dönüştüreceğiz. Bunun için
elimizden geleni yapacağız. Ama peşinen şu kadarını yapacağız diyemem.
Çünkü her şey benim elimde değil,
ama elimden gelebilecek her şeyin
en mükemmelini göstermekte de tereddüt etmeyeceğim. Elimden geleni
yeni bir hamle ruhuyla, akıllıkla,
daha çok da kendileri için, amaçları,
özlemleri için, daha yüksek bir tempoyla yerine getirmeye çağırıyorum.
Yine son bir kez de Türk halkına
bir çağrıda bulunmak istiyorum. Hiçbir halk kendi egemenlerinin elinde
böyle kötü bir duruma düşmemeli.
Bile bile bu kadar haksızlık karşısında
bir halk seyirci kalmaz, onay vermez,
vermemelidir. Ve en kötüsü de hiçbir
savaş geleneğinde olmayan ahlak,
kural dışı yöntemlere başvurarak bir
kişiyi hedeflemiş, bir kişi için ittifaklar
STÊRKA CİWAN
kurmuş, bütün Türkiye’yi bunun için
satmış hem de gizli ve kirli bir biçimde. Bu kabul edilemez, buna sessiz
kalınamaz. İşte Mesut, mafyayla ilişkisinden dolayı düştü. Bütün bunların
hepsi bir kişinin kellesi için. Türk
halkı, hatta ulusu bilemiyorum benim
kellemle ne kazanacak. Otuzbin kişi
hikayesi var, resmi rakamlar var. 20
bin gerillayı öldürdük diyen Olağanüstü hal Valiliği’dir. Biraz vicdan,
biraz gerçeklere saygı. Dört bin köyü
-ki kendileri söylüyor resmi rakamdır- boşaltan kim? Beşbin faili meçhul
cinayet var, bu cinayetleri işleyen
kim? Çeteler belli değil mi, resmi
raporlarda bunlar açık değil mi? Ortada ekonomiye bakın, sosyal yaşama
bakın. Tanınmaz hale getiren kimdir?
Yaşamlarına bakın, hiç çalışmadan
kazananlara bakın, öldürdükleri askerlere bakın, kendi çocuklarına bakın
bu egemenlerin. Bunlar kimdir?
Türk halkı, aydınlar biraz düşünmeli ve mümkünse biraz adalete gelmeliler. Böyle çılgınca bir şovenizme
bayrak sallamanın insanlık onuruyla
hiçbir alakası yok. Varsa bir Türklük
şerefi onunla da alakası yok.
Biz Türkiye’den ne istiyoruz? Türk
halkıyla ne yapmak istiyoruz?
Bu toprakların en eski halkı Kürtlerdir. İlk bu toprakları tarıma açan,
hayvanları evcilleştiren bir halkız.
İnsanlığa hizmet eden en eski bir
halkız. Kimseye zarar vermemiş, kimseye işgal, talan dayatmamış bir halkız. Tamam geldiniz, vurdunuz, bey,
paşa, vali oldunuz, bunlar da sizin
olsun. Ama neden bir halkın kimliğini
yok ediyorsunuz? Son ulusal varlık
ne varsa onu da ortadan kaldırmak
istiyorsunuz? Ve yetinmiyorsunuz.
Benim bütün yaptığım “yahu bu halkın bir varlığı, adı var, mümkünse
biraz şeref, haysiyeti yoksa var edilmeli” bunu söyledim. Siz bunu duymuyorsunuz. Bundan başka da bir
şey yaptık mı? Biz bu işe kitapla
başlamadık mı? Felsefeyle, siyasetle
başlamadık mı? Elimde benim önce
topum-tüfeğim var mıydı? Sözle başlamadık mı? Sizde hiç din, iman yok
mu? İnsanlıkla gerçek bağlar yok
mu? Tepeden tırnağa silahlanan, “dünyanın en büyük ordusuyuz” diyen
siz değil miydiniz? Her gün “ABD
bizimle silah ve teknik güce sahibiz”
diyen siz değil misiniz? Ve bu kadar
üstün silah gücü olan en çok vurmaz
mı? Ve siz vurmadınız mı? Bunları
bilmiyor musunuz? Bizim elimizde
silah var mı tek tük basit silahlardan
başka? Bunlar da savunma silahı
değil mi? Şimdi tüm bunların hepsi
ortadayken cinayetlerin, katliamların,
tarihin... Neden böyle çılgınlaşıyorsunuz? Beni otuzbin kişinin katili
diye adlandırmaktan utanmıyorsunuz?
Yani gerçekten bu yüzden Türk halkından utanıyorum demeyeceğim,
ama kendi egemenlerinden o kadar
utanıyor ve onları o kadar çirkin görüyorum ki... Açık söyleyeyim, yarın
kuvvet bizim elimize geçse, o güvendiğiniz ittifakları biz de kursak,
peki sizin haliniz ne olacak? Kim
size sahip çıkacak? Ve mezarından
çıkan halklar, jenoside uğramış, insan
hakları elinden alınmışlar, tüm faili
meçhul öldürülmüşler, yoksul düşürdüğünüz tüm insanlar ayağa kalksa
üzerinize gelse, yine bayrağı sallayacak mısınız, yine sokaklardaki o
çılgınlığı yapacak mısınız? O zaman
kaçacak delik değil, içine girecek
hiçbir yer bulamayacaksınız. İnsanlığın içinde tek saygıdeğer bir kelimeye bile layık olmayacak kadar
hastalıklı bir kimlik sahibi olduğunuzu
göreceksiniz. İşte bu acı sondan kurtulmanız için diyorum ki, sadece istediğimiz bu topraklarda binlerce
yıldır doğup büyümüşüz, niye bize o
kadar saldırıyorsunuz? Önce biz vardık bu topraklarda, siz sonradan geldiniz. Haydi alabildiğiniz yeri de sürün, gelin yeniden kardeşce bir yaşamı
düzenleyelim. Zorbalık, silah sizde
diye sonuna kadar yok etmeyi siz
hak mı biliyorsunuz? Kahramanlık
bu mudur? Bu kahramanlık değil, en
kanlı iştir. Bunu bırakın diyorum
size. Ama bir büyük yalanla peşime
düşüyorsunuz ve alkış çalıyorsunuz
buna. Sayı az olabilir, ama bazıları
7
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
da suskundur. Hz. Ali de “suskunlar
da saldıranların suç ortağıdır” der.
Onun için hepinize sesleniyorum,
Türk aydınlarına da sesleniyorum.
Sağına soluna bakın hepsi bayram
ediyor, ‘son isyancı başı da düştü ve
isyan da bitti’ diyorlar. Acıyla onların
bu durumuna üzüldüm. Kendi adıma
değil, onların adına üzüldüm. Benim
düşmem gerçekten eğer sizin ruhunuzu rahat ettirmişse insanlık utansın
derim. Düşmanı da olsa, Atatürk bile
olsaydı böyle yapmazdı. Ne olurdu,
düşmanı da olsa kaybettiği insanlar
için üzüntü duyabilirdi. Ama siz yamyamlar ordusunu bile geçecek kadar
kendinizden geçtiniz, buna üzüldüm.
O yüzden küçüldüğünüzü gördükçe
yüzünüze bile bakamaz hale geldik.
Bir halkı tanımak niye bu kadar zorunuza gidiyor. Bir halkla gerçekten
kardeşçe yaşamak çok mu zor, neden
bu kadar masadan kaçıyorsunuz? Bak
ateşkes devam ediyor. Çok sevdiğiniz
Türkiye’nin birliği bütünlüğü içinde,
çok istediğiniz demokrasi adına, haydi
gelin oturalım, niye kaçıyorsunuz?
Haydi silahlar sizin olsun, ordu sizin
olsun. Kimlik hakkımızı verin, silahlar
da bir tarafta olsun. Ama neredesiniz,
masaya gelecek misiniz, nereye kadar
daha kaçacaksınız? Bütün insanlığın
önünde ve kurulacak olan Avrupa
mahkemesinde bunları dile getireceğim, bu mahkemeyi kurduracağız.
Ne yapılacaksa, bu hesabı gereklerine
göre vereceğiz. Kim katildir, nasıl
katildir onu anlatacağız. İnsanlık eğer
düşmemişse herhalde adalet yerini
bulacaktır. Ama biz esasen Avrupa
adaleti, Avrupa mahkemesi değil,
kendi halklarımızın mahkemesinde
adaletin sağlanmasını istiyoruz. Türk
halkı eğer gerçekten yaşamak istiyorsa
biraz kendine gelmelidir. Bu çete hükümeti bitti, kurulacak yeni bir hükümet de dikkat etsin. Uyarımı yapıyorum; Avrupa’dan artık bu zulmü
Mijdar 2013
istedikleri gibi sürdürme iznini alamazlar. ABD, İsrail de yakında
elinden gider, o kadar güvenmesinler. Daha fazla acılara yol açmak
istemiyorlarsa, bir an önce kuracakları hükümet mi olur, kuracakları
demokrasi mi olur gelsinler, fazla
acılara yol açmadan bu işleri diyalogla tartışmaya açalım. Ve bunun
başka bir yolu da yoktur. Devam
ederslerse kuvveti biz toplayacağız.
Burada önemli bir adım atılmıştır
ve mevziler kazanılacaktır. Ortadoğu’da edindiğimiz mevziler duruyor. Bunlar ileride çalıştırılacaktır,
ülkede de. Türkiye halkının bağrında
da mevziler kazanılacaktır. Ve bu lanetliler tayfası gidecektir, bunun başka
yolu yoktur. Benim ölümümle bu önlenemez. Benden bu kadar korkmakla
bu korkuyu gideremezler. Aklın yolu,
insanlığın yolu budur. Türk halkını
da bir kez daha bunlar üzerinde düşünmeye, daha acılı bir savaşla her
şeyi kaybetmektense onurunu kurtarmaya, halklarla eşit, barış içinde
ve demokratik bir düzen içinde yaşamaya çağırıyorum.
Siz değerli halkımıza bu temelde
partimizin 20. yılı ve 21. yıldönümü
dolayısıyla seslenirken, dile getirdiğim
gerçeklerin özü budur. Gösterdiğiniz
bütün bağlılığa teşekkürlerimi belirtmek istiyorum. Çok çok bize ulaşmak
isteyen, yürekten ulaşmak isteyenlere,
daha büyük bir yürekle cevap vermek
durumda olduğumu belirtiyorum.
Özellikle bağrı yanık analara, genç
kızlarımıza, o gösterdikleri büyük duyarlılığa hepsine tek tek saygı ve sevgilerimi yolluyorum. Gerçekten istediklerinden ve umduklarından daha
fazla onların emrinde, hizmetinde bir
insan olduğumu belirtmek istiyorum.
Her insanın bir ömrü vardır, onu iyi
değerlendirme sözüme bağlı olduğumu
belirtmek istiyorum. Mühim olan bireyler değil veya bireyler rollerini en
8
iyi oynamak durumunda derken onu
da oynamaya çalışma sözümü yineliyorum. Ama kurumlar daha değerlidir, daha uzun ömürlüdür. PKK de
en iyi şey kurumdur. Onun etrafında
oluşan birçok kurum da değerlidir.
Bizim için rönesanstır. En şerefli bir
çağdır. Bu kurumların içinde kendinizi
iyi bir yönetici, iyi bir sözcü, iyi bir
yürütücü yapmanızı diliyorum.
Hepinizi bir kez daha saygıyla selamlarken geride bıraktığımız ve tarihimizin sayfalarına geçen bu çok
önemli 45 günü, başta da büyük minnetle tekrar tekrar andığımız şehitlerin
anısına adıyorum. Onların anısını
daha büyük yaşatmak için gücüme
güç katarak çalışma sözümü yineliiyorum.
Yine büyük yürüyüşe kalkan, tüm
halkımıza, dostlarımıza özel selamlarımı, şükranlarımı belirtiyorum.
İnanıyorum ki her zamankinden
daha fazla PKK yürüyüşü zafer yürüyüşüdür, sosyalizm yürüyüşüdür,
kardeşlik yürüyüşüdür!
Böylece bir kez daha 2000’li yıllara
doğru elimizde özgürlüğün meşalesiyle daha fazla iradeli, daha fazla
birliktelikle, ama mutlaka zafer tarzıyla yürüyeceğiz ve başaracağız.
27 Kasım 1998
STÊRKA CİWAN
ÖRGÜTLENME SEFERBERLİĞİYLE ROJAVA'YI
KORUYALIM REBER APO'YU ÖZGÜRLEŞTİRELİM
K.CIWAN Koordinasyonu
“Kürdistan’ı özgürleştirerek zaferi halkımıza ve tüm
Ortadoğu halklarına
sunmak için gece gündüz
demeden, bir an bile
dinlenmeden canla başla
‘’ROJAVAYI KORUYALIM
REBER APO’YU
ÖZGÜRLEŞTİRELİM”
şiarıyla mücadeleyi
yükselterek Kürdistan
halkının yüzyıllık
özgürlük özlemini
gerçekleştirelim”
Dünya,Ortadoğu ve Kürdistan
halkıları için tarihi günleri yaşadığımız bu an’larda kader tayin edici
gelişmeler yaşanmaktadır. Adeta
yeni bir çağa girmişçesine, toplumlar tarihi yeni baştan yazılıyormuşçasına değişim ve dönüşüm
sancıları yaşanmaktadır. 2011 yılının
başından itibaren Arap ülkelerinde
başlayan devrimci halk isyanları
tüm insanlığa güçlü bir perspektif
olma temelinde gelişmekteydi. Her
ne kadar özsel açıdan devrimci olsa
da dış müdahalelere açık bir özelliği
de bulunmaktaydı. Özellikle Mısır
ve Tunus’taki ilk çıkış bu biçimdeydi. Bu durumu fırsat bilen küresel sermaye güçleri ve kapitalist
modernite üreticileri gerçek bir
devrimin gerçekleşmemesi için var
güçleriyle gelişmelere müdahil olmaya çalıştılar. Halk ayaklanmalarını fırsat bilen tüm hegemonik
güçler Ortadoğu’nun yeniden di-
zaynını bu zemin üzerinden gerçekleştirmek istedi.
Çünkü halkların ve demokrasinin
lehine gelişebilecek bir durum tüm
küresel sistemi içinden parçalayabilir ve yok oluşa götürebilirdi. Bu
anlamda sıcak bir müdahaleden ziyade ideolojik ve siyasi bir müdahale gerçekleştirmiş ve Ortadoğu’yu
kendi istemleri ve emelleri doğrultusunda şekillendirmek istemişlerdir. Libya örneğinde de görüleceği üzere kendi yöntemleriyle bir
müdahale gerçekleştirmişlerdir.
Ortadoğu’nun bu kaynayan kazanında Kürtlerin bin yıllık tarihini
ters yüz edebilecek ve özgürlüğün
kapısını sonuna kadar aralayacak
bir dönemden geçmekteyiz. Eski
statükolar aşılıyor, yıkılıyor ve
geçmiş yüzyıldaki gibi emperyalist
güçler yeni sistemi kurmakta başarılı
olamıyorlar. Bu da halkların öz iradesinden kaynağını alıyor. Halkın
ortaya çıkan öz iradesi eski statüyü
kabul etmiyor, emperyalist güçlerin
ve çıkar bloklarının kendi sistemlerini kurma çalışmalarına da refleks
gösteriyor. Bu anlamda toplumların
kendi öz iradesi ile kendi demokratik ve toplumsal özgürlükçü sistemini kurma olasılığı güçleniyor.
Toplumlar kendini yeni baştan tanımlıyor.
Kürt halkının 40 yıllık özgürlük
ve demokrasi mücadelesi çok ciddi
bir birikim açığa çıkarmıştır. Hem
politik hem de ahlaki açıdan bilinçlenen Kürdistan toplumu Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerin içerisinde Kürt halkını önemli ve çok
stratejik bir faktör haline getirmiş
bulunmaktadır. Kürtsüz bir Ortadoğu’nun yeniden inşa edilemeyeceği hakikati herkes tarafından
şimdiden kabul edilmiştir. Çünkü
yeniden inşa edilecek bir Ortadoğu
Kürtsüz olamaz. Yeni inşanın en
9
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
önemli faktörü Kürtler ve Kürdistan
gerçeği olmaktadır. Artık Kürtsüz
tek bir sınır bile çizilemeyecek.
Bu gerçeğe karşı direnenler ise başarılı olamayacağı gibi aşılmaya
mahkûm olacaktır. Yani ya yenilenecek ya da aşılacaktır.
Şu anda Suriye’de yaşananlar
bu durumu özetler niteliktedir. Suriye, adeta herkesin kendi siyasetini
denediği bir alan haline gelmiştir.
Her gücün Suriye’deki başarı ve
başarısızlık durumu Ortadoğu’daki
etkiliğinde belirleyici olacaktır.
Suriye’de mevcut rejim aşılmış,
tükenmiş ve iflas etmiştir. Yerine
nasıl bir sistemin konulacağı netleşmiş değildir. Halen tartışılma
durumunda olan bu sistem tüm
Ortadoğu ve dünyayı etkileyecek
bir düzeyde olacağı içinde herkes
bir şekilde müdahil olmaktadır.
Bu durumda halkın mevcut istemlerine ve dönemin ihtiyaçlarına
cevap olamayan muhalefet, çözülen
sistem karşısında başarılı olamamaktadır. Emperyalist güçler de
bu durumu analiz ettikleri halde
yeni bir alternatif geliştirememelerinden kaynaklı süreç uzamaktadır. Libya’nın durumunu değerlendirerek, sürecin dilini iyi okumadan erkenden rejime karşı tavır
alan ve çeteleri destekleyen ve geliştiren Türkiye, olası bir Kürt oluşumunu engelleyebileceğini düşünerek dış siyasetini bunun üzerini
kurmuştur.
Kürtlerin 40 yıllık mücadele birikimlerini, örgütlülük düzeyini ve
gücünü göz ardı ederek anti-Kürt
politikasını devam ettirmiştir. Kısacası Kürt inkârını farklı bir yolla
sürdürmek istemiştir. Suriye de Kürt
hareketinin yürüttüğü siyaset ve
politika başarılı olmuştur. Kürtlerin
kendi statüsünü elde etme imkânları
doğmuştur. Bunu engelleyemeyen
Mijdar 2013
Türkiye dış siyasette büyük bir hezimeti yaşamıştır. Suriye politikasında Kürtleri hedef alarak yürüttüğü
siyaset iflas etmiştir. Ve bunu tüm
dünya görmüş, değerlendirmeye
tabi tutmuştur.
Rojava’da yaşanan olağanüstü
gelişmeler, gerillanın 2012 hamlesi
ve Önder APO’nun üstün çabaları
sonucu iyice sıkışan AKP hükümeti
Önder APO’yu tekrardan muhattap
almak zorunda kalmıştır. Tabi Önder APO’nun süreci tahlilatı sonucu
ortaya çıkan bu yeni gelişmeler
tümden Kürt özgürlük hareketi lehine dönmüştür. Dış siyasette, yine
gerillanın yeni dönem taktiği ve
eylem tarzı karşısında başarısız kalan AKP hükümeti seçimlere bu
haliyle girmek istememiştir. Amacı
sadece bir ateşkesle savaşı durdurmak ve Kürt hareketini oyalamakken Önder APO, AKP’yi müzakere
sürecine çekmiştir. Önder APO’nun
talimatı üzerine gerila kuzeyden
güneye çekilmiş,demokratik siyasetin önünü daha da açmak için
büyük fedakarlılar yapmıştır, özgürlük hareketi.
Tüm bu çabalara rağmen AKP
ve katliamcı TC devletinin imha
ve inkar siyaseti devam etmekte,
TC devleti ile yapilan görüşme ve
diyalog müzakereye dönüşmemekte, bir oyalama süreci yaşanmaktadır. Son açıklanan demokratikleşme paketi, imha ve inkarda AKP
devletinin ısrarcı oldğunu göstermektedir. Paket adeta Kürtlerle
alay etmektedir. Önder Apo’nun,
rodeoculuk siyaseti diye adlandırdığı siyaset ısrarla sürdürülüyor.
AKP adım atacak diye sağa, sola,
öne, arkaya doğru sallanıyor ama
yerinde kalarak tek bir adım dahi
atmıyor. ‘Biraz sallandık, adıma
az kaldı’ söylemi ile zamana yayılmış bir tasfiye politikası yürüt10
meye çalışıyor. Buna karşı Hareketimiz geri çekilmeyi durdurmuş,
bu durumun kabul edilemeyeceğini
ortaya koymuştur. Önder Apo’da
bu durumu net bir şekilde onaylamıştır. Türkiye’de sürdürülen diyalog süreci müzakereye dönüşmemesi durumunda sonuçlarının
çok ağır olacağı, büyük bir çatışma
sürecine neden olacağı da açıktır.
Demokrasi ve özgür zihniyetle
toplumsal inşa
gerçekleşmezse devrimin
yerini diktatörlük alır
Sonuç olarak Ortadoğu büyük
değişimlerin ve gelişmelerin yaşanabileceği ve her an her şeyin
olabileceği bir kaos aralığını yaşamaktadır. Bu kaos aralığında en
avantajlı konumda olan güç ise
Kürtlerdir. Kürtlerin örgütlülük ve
mücadele düzeyi bin yıldır mahrum
kaldığı özgürlük ve demokrasi amacını gerçekleştirecektir. Yani bu
süreç mücadele ile kazanılacaktır.
Bundan kaynaklı her zamankinden
daha çok mücadeleyi yükseltmek
ve daha bilinçli ve örgütlü katılmak
gerektiği açıktır. Bunu güçlü ve
mücadeleci bir gençlik hareketi ile
gerçekleştirmek ancak mümkündür. Ortadoğu’daki devrimci, isyancı halk hareketlerine öncülük
yapan gençlik toplumun yeniden
inşasına da öncülük yapmalıdır.
Çünkü bu halk serhıldanları sürecine en hazırlıklı ve örgütlü katılacak olan Kürdistan'ın dört bir tarafında ve Avrupa’da örgütlenen
Kürdistan gençlik hareketidir. Kürt
gençliğinin ulaştığı ideolojik, siyasi,
askeri ve politik düzey tüm dünya
gençliğine öncülük edebilecek niteliktedir. Bu anlamda Kürt gençliği
kendi misyonunun farkında olarak
yeni sürecin en aktif ve etkin biçimde katılımcısı olmalıdır.
STÊRKA CİWAN
Önder APO tarafından başlatılan
bu yeni dönem özgürlük hareketimize tarihi değerde misyonlar yüklediği gibi aynı zamanda tüm Kürdistan gençliğine de öncülük görevi
vermiştir. Gençlik hareketi olarak
en fazla rolümüzü oynamamız gereken bir eşikteyiz. Hem geçmişte
örgütsel ve eylemsel açıdan yaşadığımız eksikliklerin bir özeleştirisi
hem de halkımıza özgürlüğü taşırma
anlamında ciddi ve hiç olmadığı
kadar önemli bir aşamaya geçmemizden kaynaklıdır. Bu anlamda
ilk etapta sürece cevap olabilmek
için sürecin karakterini doğru ve
iyi kavramak gerekmektedir. Bu
sürecin karakteri nedir ?
Süreç, Kürdistan gençliğinden
zafer kişiliğini kendinde
oturtmayı bir hedef haline
getirmeyi gerektirmektedir.
Tüm Ortadoğu’da yaşanan devrimler bir halk hareketi olarak gelişiyor, bu nedenle dönemin, zamanın ruhu-dili halk hareketidir.
Yani isyandır! Bu anlamda halka
rağmen bir politikanın kazanması
mümkün değildir. Halk serhıldanı
da yine halk içindir. Halk hareketi
de tek başına demokrasi ve özgürlüğü getiremeyebilir. Yani gerçek
bir devrim gerçekleşemeyebilir.
Bunun için geçerli olan ideolojinin
önderliğini de yapmak gerekir yani
ideolojik bir önderlik de dönemin
temel bir gereğidir. Yoksa devrimler
restorasyonla ve reformist dayatmalarla boşa çıkabilir. Devrim sonrası yozlaşama da gelişebilir. Sonu
faşizm de olabilir. Devrimin demokrasi ile beslenmesi gerekir. Demokrasi ve özgür zihniyetle toplumsal inşa gerçekleşmezse devrimin yerini diktatörlük alır.
Halk demokrasiyi isteyebilir ama
kuruluşunu ve inşasını öncü, önder
kadrolar gerçekleştirir. İşte öncülük
halkı ayağa kaldırdığı gibi ayağa
kalkan halkı da doğru çizgide yürütendir. Yol gösterendir. Kimi zaman yol yaratan ve yolu aydınlatandır. Gençlik bilinçlendirme yolunu inşa etmekten de sorumludur.
Zaman neyi gerektiriyorsa ona göre
kendini hemen örgütleyen ve ayak
uydurmada en az zorlanan kesimi
de ifade ettiği için başlangıcı yapan
esas güçtür de. Aslında gençlik hep
bir başlangıç halinde olmayı da
ifade eder. Kapitalist modern sistem
nasıl ki yaşamı katlanılmaz ve içi
boş bir hale getiriyorsa gençlik de
karakteri gereği tam tersine yaşamı
hep dolu dolu kılar ve devrimle
geliştirir. Bu anlamda demokrasiyi
en anlamlı gerçekleştirecek ve özgür
yaşamı en hızlı bir şekilde örecek
olan gençliğin ta kendisidir. Bunu
hem karakteri hem de misyonu gereği belirtmek gerekir.
Demokratik kurtuluş ve demokratik ulusu inşa edecek olan güç
yaratıcı, üretken, istekli ve özgür
zihniyetli Kürdistan gençliğidir.Bu
gerçeklikten hareketle her APOCU
gençliği süreç karşısındaki yoğunlaşma, katılım ve duruşunu yeniden
gözden geçirmeli ve sorgulamalıdır.
Her yurtsever Kürt genci sürecin
bizden istedikleri nelerdir, en temel
görev ve sorumluluklarımız nelerdir
sorularını kendine yöneltmeli ve
doğru tespitlerde bulunarak bu konuda hiçbir tereddütte mahal bırakmayacak şekilde kendisini netleştirmelidir. Bu süreçte “ben süreci
anlamadım, kendimi tekrar ediyorum, eskide kaldım” gibi yaklaşımlar
ve daha sonra kimi platformlarda
özeleştiri vermek yerinde olmayacağı gibi bizi geriye çekecektir. Sürecin gelişiminin yolu katılım ve
yoğunlaşma düzeyimizle ilgilidir.
Kim ne yapabiliyorsa bu dönemde
yapabilmeyi önüne koymalı ve kaygı
taşımadan yapmalıdır. Bu konuda
yüzeysel, basit ve rahat bir yaklaşım
içerisine girilmemelidir. Okumayan,
tartışmadan kaçan, örgüt talimatlarını dahi okumaktan aciz, kendisini
ve gündemi takip etmeyen,sürece
cevap olamayacağı şimdiden aşikârdır. Dönem Kürdistan gençliğinden zafer kişiliğini kendinde
oturtmayı bir hedef haline getirmeyi
gerektirmektedir.
Sonuç olarak tüm Kürdistan Avrupa’da yaşayan Kürdistan gençliğinin, Önderliğimizin başlattığı yeni
sürece daha aktif daha hızlı daha
girişimci daha inisiyatifli ve daha
azimli bir katılımla sürece doğru
öncülük yapma göreviyle karşı karşıyadır. Bu hassas süreçte bin yıllık
tarihi ters yüz edebilecek tarihi fırsatlara sahip olduğumuzu bilmek
zorundayız. Kırk yıllık mücadelemizin birikimi olan Kemallerin, Saraların, Mazlumların, Ronahilerin,
Denizlerin, Bêritanların, Mahirlerin,
Zilanların, Rojbinlerin, Rojinlerin,
Viyanların, Rüstemlerin, Simkoların
mirasçıları olan gençlik hareketinin
devir aldığı bayrağı özgürlük kalesine dikmek dışında hiçbir tercihi
bulunmamaktadır. Yurtsever Kürdistan Gençliği olarak bu süreci
başarıyla yürütmek, örgütlemek ve
öncülük görevlerimizi büyük bir
azimle yerine getirerek anavatanımız
olan Kürdistan’ı özgürleştirerek zaferi halkımıza ve tüm Ortadoğu
halklarına sunmak için gece gündüz
demeden, bir an bile dinlenmeden
canla başla “ROJAVAYI KORUYALIM REBER APO’YU ÖZGÜRLEŞTİRELİM” şiarıyla mücadeleyi yükselterek Kürdistan halkının yüzyıllık özgürlük özlemini
gerçekleştirelim.
***
11
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
PKK’lilik zafer kazanmak demektir
Sterka CIWAN
“PKK’nin 35. kuruluş
yıldönümünün yaşandığı
bugünlerde, PKK’lilik zafer
kazanmakla eşanlamdadır
Ancak zafer kazanıldığı
zaman PKK’lileşme
gerçekleşmiş olur. Bu
dönemde zafer kazanmayan, zafer çizgisinde yürümeyen ve zafere ulaşmayan
bir
partililiğin doğru ve yeterli
bir PKK'lilik olması
kesinlikle mümkün
değildir”
Mısır ve Tunus'ta başlayan ve ‘Arap
Baharı’ olarak adlandırılan halk hareketliliğini Ortadoğu'da yürüttüğü
Üçüncü Dünya Savaşı’nın yeni bir
aşaması haline getiren ABD, buna
dayalı bir biçimde Büyük Ortadoğu
Projesini hayata geçirme isteği ve çabası içine girmiştir. Halkın harekete
geçmesini kendi amaçlarını gerçekleştirmek için önemli bir fırsat ve
yeni bir gelişme olarak değerlendirerek, Arap isyanını yönlendirmeye,
onun içinde yer almaya, ona katılmaya,
onun üzerinde egemenlik kurmaya
çalışmaktadır. Tunus'a böyle yaptı,
Mısır'a ve Yemen'e böyle yaklaştı.
Bunları tamamlamak üzere doğrudan
Libya'ya askeri müdahalede bulundu.
En son ortaya çıkan Suriye Savaşı’nın
da içten çok dıştan kaynaklandığını
biliyoruz. Kuşkusuz Suriye'nin içinde
de çelişkiler vardı. Farklı çıkar grupları
sözkonusuydu, bunların arasında çeMijdar 2013
lişkili ve çatışmalı bir durum yaşanıyordu. Ama böyle bir anda büyük bir
savaş haline gelecek, iki yılda Suriye'yi
neredeyse bir harabeye çevirecek bir
askeri sonucu ortaya çıkartacak bir
çelişki ve çatışma durumu, bunun birikimi ve gücü kesinlikle sözkonusu
değildi. Bütün bunların hepsi dış müdahalelerle ortaya çıktı. Bu bakımdan
Libya'daki gibi, hatta ondan daha
fazla Suriye'de iki yılı aşkın süredir
yaşanan çatışma küresel ve bölgesel
güçlerin müdahalesiyle ortaya çıkan
bir çatışma oluyor;bu çatışma aslında
bu güçlerin bir hesaplaşmasını ifade
ediyor. Kuşkusuz başarılı olmak için
her güç kendisini içerde örgütlemeye
ve Suriye içinden kendisine dayanak
bulmaya çalışıyor. Belli ölçüde bunu
gerçekleştiriyor da. Ama yine de
bu çatışmalı durumun bölgesel ve
küresel güçler arasındaki bir hesaplaşma olduğu ortadadır.
12
Böyle bir hesaplaşmada 2013 yazı
itibariyle ortaya çıkan sonuç, dış müdahalenin ve özellikle küresel müdahalenin başarısızlığıdır. ABD öncülüğü mevcut milliyetçi-dinci iktidarların gelişmesine güç ve destek
veren, öncülük eden ve ön açan bir
güç olmasına rağmen, böyle bir eğilimle kendi çıkarlarını bölgede hâkim
kılamamakta, Büyük Ortadoğu Projesini bu temelde hayata geçirememektedir. Çünkü böyle bir iktidar
yapısıyla istikrar sağlayamıyor, yeni
bir sistem oluşturamıyor. İkincisi,
böyle bir iktidar gücüyle kendi çıkarlarını tam egemen kılamıyor.
ABD’nin çıkmazı buradadır. Bu konudaki en önemli model Afganistan'dı.
Taliban yönetimi ABD'nin geliştirdiği
bir yönetimdi. Ama şimdi ABD'yle
savaşan bir yönetimmiş gibi görülüyor.
Bu bir yalandır. Tarih bilincimizi
gözden geçirdiğimizde Taliban’ın ta-
STÊRKA CİWAN
mamen ABD türetmesi bir eğilim olduğunu ve Sovyet Rusya'ya karşı savaşta ortaya çıkartılıp kullanıldığını
göreceğiz. Afganistan gibi tümüyle
ABD eğilimi denmese bile, İran İslam
Devrimi ve devleti de Yeşil Kuşak
Projesi temelinde Sovyet Rusya'ya
karşı ABD'nin güvendiği ve dayanmak
istediği bir eğilimdi. Milliyetçi-dinci
çizginin öncülüğünü Afganistan'ın
Taliban hareketi ile birlikte İran İslam
Devrimi yaptı. AKP özünde bunun
daha silik bir versiyonudur. AKP Türkiye'de âdeta gökten düşer gibi iktidara
getirildi. Onbir yıldır bu partiyi iktidarda tutuyorlar.
Şimdi Türkiye'de yaşanan çıkmaz
AKP’nin de bir model olmadığını,
AKP iktidarının da ABD’nin ve küresel sermaye sisteminin çıkarlarını
temsil etmeye yetmediğini gösterdi.
Bölgesel düzeyde ABD’nin çıkarlarını
koruyup savunabilen bir iktidar olmak
bir yana, AKP Hükümeti Türkiye'de
bile sorunları sağlıklı bir biçimde çözen istikrarlı bir iktidar olma gücünü
gösteremiyor. AKP’nin iktidara getirilmesinin ardından büyük yatırımlar
yapılarak, para harcanarak ve ağır
can kayıpları göze alınarak geliştirilmeye çalışılan Irak modelinin sonuçları da ortadadır. ABD Irak Savaşıyla bölgeyi ortasından, merkezinden yararak Büyük Ortadoğu Projesinin model sistemini yaratmak istedi. Irak'taki sonuçlar da ortadadır.
Ortadoğu'ya model olmak şurada kalsın, ayakta kalan bir sistem olması
bile zorluklar içeriyor. Halen bir
sistem haline gelebilmiş değildir.
Çetelerin ROJAVA’da insanlık
dışı katliamları karşısında bir
çift söz söyleyen herhangi
bir devlet, bir ülke yoktur
Bütün bunların sonucunda ABD'nin
2011 baharından itibaren gelişen Arap
İsyanını kendi çıkarları doğrultusunda
kullanma çabasının sonuçları da ortadadır. Tunus'taki durum bir sonuca
gitmedi. Mısır'da Hüsnü Mübarek
rejiminin kiri ve pasından kurtulmak
için yapılan manevralar ve yumuşak
geçiş çabaları ABD stratejisini başarıya götürmedi. Tersine, askeri darbe
yapmak, toplumla çatışma ve savaşa
girmek zorunda kaldı. Kansız devrime
örnek diyesunulan bir hareketliliği
yaşayan Mısır'ı giderek Ortadoğu'nun
en kanlı alanı haline getirdi. Bu ülkede
bir çözüm, bir sonuç yoktur. Sistem
Libya'ya büyük askeri müdahaleyle
yöneldi. Kaddafi rejimini suçlayarak
her türlü saldırıyı ve hakareti meşru
gördü. Şimdi ortaya çıkan yönetim aslında yönetimsizlik demek gerekiyor- parçalanmış bir Libya ortamında
eskiyi bin kat aratır durumdadır. Suriye'de de iki yılı aşkın süredir bir
çıkmaz, bir çözümsüzlük yaşanıyor.
ABD'nin Suriye'de de mevcut Baas
yönetimini geriletip daraltarak, İhvan-ı Müslimin Hareketini biraz öne
çıkartıp dinci eğilimi geliştirerek dinci-milliyetçi yeni bir koalisyon oluşturma çabaları ciddi bir sonuca ulaşmamış bulunuyor. Bütün bunlar 1990
Ağustos'undan beridir devam eden
ABD müdahalesinin herhangi bir sonuç yaratamadığını, bölgede yeni bir
model ve sistem ortaya çıkartamadığını netçe gösteriyor. Ortada yeni bir
model, bir istikrar yoktur.
ABD yirmibeş yıldır Ortadoğu'yu
çelişki ve çatışmayla, krizle yönetiyor.
Çelişkileri derinleştirerek, sürekli kriz
yaratarak bu kriz ve çatışma içerisinde
bölgeyi yönetmeye, bölge üzerinde
egemenlik kurmaya, bu egemenliğe
dayanarak dünya hegemonyasını, küresel hegemonyayı sürdürmeye çalışıyor. Ama bunlar bir günlük yönetimdir. Dikkat edilirse bunun bir kalıcılığı, bir sistemi yoktur. Tamamen
varolan askeri güce ve günlük yönetime dayanıyor. Dolayısıyla her an
tersine dönebilir, karşıtı gelişebilir,
farklı eğilimler ve çıkışlar yaşanabilir.
Böyle bir duruş ve yönetim tarzından
yeni gelişmeler ortaya çıkabilir. Bu
duruş, bu tarz kapıyı bu tür çıkışlara
açık tutuyor. Çeşitli milliyetçi ve
dinci eğilimler de gelişebilir, aynı
zamanda özgürlükçü ve demokratik
eğilimler de böyle bir ortamda gelişme
kaydedebilir, çıkış yapabilir. Öyle ki,
13
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
ABD'nin bölgeyi mevcut yönetme
tarzı ve egemen olma düzeyi aslında
Ortadoğu'yu büyük bir demokratik
devrime gebe tutuyor, açık hale getiriyor, böyle bir konumu sürdürüyor.
Şimdi bütün dünya açıkça görüyor
ki, aslında Suriye üzerindeki mücadele
bir yandan ABD-Rusya arasındaki
hegemonya ve etkinlik savaşı, diğer
yandan Türkiye, İran, İsrail ve Arap
âlemi arasında bir etkinlik mücadelesi
olmaktadır. Hiçbir güç mevcut hali
ile çözüm üretemiyor. Ne birbiriyle
çatışan küresel güçlerin ne de bölgesel
güçlerin bir çözüm yaklaşımları vardır.
Ne Amerikan eğilimi ne de Rusya
politikaları bir çözüm yaratıyor. Ne
Türkiye, ne İran, ne de İsrail bir
çözüm ortaya koyabiliyor. Kendi içinde de çözümsüzlüğü yaşayan bir ideolojik-siyasi yapılanma, bir denge durumu, bir zemin vardır.
Rojava Devrimi işte böyle bir ortamda aslında Suriye için de, Arap
Baharı için de gerçekten aydınlatıcı
ve çözümleyici bir ışık gibi ortaya
çıktı; çözümsüzlüğe bir demokratik
çözüm, bir özgürlükçü çözüm oldu.
Demokratik Suriye'nin, demokratik
Arabistan’ın vedemokratik Ortadoğu'nun nasıl oluşması ve hangi özellikleri içermesi gerektiğini, kime, neye
ve nasıl dayanması gerektiğini herkese
gösterdi. Küresel ve bölgesel güçlerin
elbirliği ederek Rojava Devrimi’ne
saldırması tam da bu aydınlatıcı özelliği
nedeniyledir. Bu ışık karartılmaya çalışılıyor; Suriye'yi ve bölgeyi aydınlatan
bu devrimci çıkış yok edilmek isteniyor.
Çünkü Rojava Özgürlük Devrimi’nin
öngördüğü çözüm bütün küresel ve
bölgesel güçlerin, hatta yerel gericiliğin
arayışlarını, çıkarlarını, çatışma ve
kriz yaratarak çözümsüzlük içinde Ortadoğu'yu yönetme politikalarını başarısız kılıyor, teşhir ve deşifre ediyor.
Bu devrimin hem büyük bir aydınlatma
hem de politik çözüm gücü vardır.
Mijdar 2013
Bu dönemde bu aydınlatıcı ve çözümleyici gücü yok etmek için dünyada ve bölgede birbirlerine karşı
olan tüm güçler birleştiler. 2011'den
bu yana Arap Baharı ortamından en
çok faydalanan, aslında eskiden beri
ne olduğu, kimler tarafından kurulduğu ve kime hizmet ettiği çok belli
olmayan ve şaibeler taşıyan bir gücü
taşeron olarak kullanarak,son üç ayda
bu aydınlatıcı ve çözümleyici büyük
devrime yönelik bütünlüklü bir karşıdevrim saldırısı başlattılar. Rojava
Devrimi’ne ve Rojava halkına dönük
El Nusra saldırılarını böyle değerlendirmek gerekir. Bu yapılanmanın
kimlerden oluştuğu ve ne olduğu
fazla belli değildir. İçinde herkes vardır. El Kaide'nin parçası olduğu belirtiliyor. Bu oluşum Suriye muhalefetinden destek alıyor. Türkiye de
gırtlağına kadar bu işin içindedir.
Hem bu çeteleri dünyanın dört bir
yanından toplayıp getirmede, hem
eğitip Rojava'ya sevk etmede, hem
de silah ve teknik olarak desteklemede
her türlü imkânı sunuyor. Dikkat edilirse sadece Rusya buna karşı açıkça
rahatsızlık belirtti. Onun dışında bu
14
çetelerin sivil halka yönelik insanlıkdışı katliamları karşısında bile bir
çift söz söyleyen herhangi bir devlet,
bir ülke yoktur. Ne Avrupa'dan çıt
çıkıyor ne de Amerika'dan. Ne
İran'dan, ne İsrail'den, ne de Arap
ülkelerinden bir tavır gelişiyor. Türkiye yönetimi ise tam bir ikiyüzlülük
içerisindedir. Sıkıştığında El Nusra’ya
karşı çıktığını söyleyerek yüzünü
maskelemeye, fırsat bulduğunda da
açıktan bu vahşi katliamları desteklemeye çalışıyor.
Barış için tüm fedakarlıklar
yapıldı, atılması gereken
adımlar Özgürlük
hareketimiz tarafından atıldı
Bu anlamda Rojava'daki 19 Temmuz Devrimi’ni savunma, koruma
tüm Kürt halkının temel görevi olmaktadır. Başta gençler olmak üzere,
hiç kimse böyle bir görevden asla
geri durmamalı, üzerine düşen tüm
görev sorumluluklara hazır olmalıdır.
Önder APO'nun Newroz'da yeni
bir süreç ilan etmişti. Önder APO'nun
ilan ettiği süreç anlaşılmaz bir süreç
değildi. AKP'nin böyle bir süreci ne-
STÊRKA CİWAN
den kabul ettiğini ve bununla neye
ulaşmak istediğini anlamak zor değildi. Tüm bunlara rağmen, barış için
tüm fedakarlıklar yapıldı, atılması
gereken adımlar Özgürlük hareketimiz
tarafından atıldı.
Hiç kimse, hiçbir etken Kürt
halkının özgürlük mücadelesinden
bir adım dahi geri adım
atmasını sağlayamayacaktır
Fakat AKP çok bilinçli ve planlı
bir biçimde sürecin ikinci aşamaya
geçmesini engellemeye, ertelemeye
ve boşa çıkartmaya çalıştı ve hâlâ
çalışıyor. Üç ayı aşkın bir süre geçmesine rağmen ikinci aşamanın gerektirdiği siyasi adımları atmaktan,
hukuki ve siyasi düzeyde demokratik
reformları gerçekleştirecek adımlara
yönelmekten kaçınıyor. Demagoji
ile zamanı geçirmeye, yapması gerekenleri ertelemeye ve ortamı muğlaklaştırmaya, dolayısıyla çatışmasızlık ortamında 2014 seçim sürecine
ulaşıp bu süreçten seçimleri kazanarak çıkmaya çalışıyor. Önder
APO'nun Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü
için geliştirdiği süreci kendisinin se-
çim kazandığı ve iktidarını güçlendirdiği bir süreç haline getirmek istiyor. Şu açık ki, hem Önder APO
tarafından hem de Özgürlük hareketimiz tarafından AKP'yi çözüme
zorlama anlamında yapılması gereken
her şey yapıldı. Fakat AKP tüm bunlara rağmen birinci aşamaya ilişkin
üzerine düşen sorumlulukları bırakalım yerine getirmeyi, sürekli zamana oynayarak seçimlerde güçlü
çıkmayı esas almıştır. Komuoyunu
da açıkladığı içinde hiçbir şey olmayan demokratikleşme paketi ile
oyalamaktadır. Bu sebeple hareketimiz de bu süreci netleştirmek ve
AKP’yi uyarmak amacıyla gerillanın
geri çekilmesini durdurma kararı almak zorunda kalmıştır.
Önümüzdeki sürecin neyi getireceği, nereye evrileceği henüz
muğlaklak olmakla birlikte, şu açık
ki, AKP yeni bir seçim kazanarak
Kürt inkarcılığını, kültürel soykırımcılığını daha güçlü bir şekilde
sürdürmeye devam edecektir. 2002
yılından bu yana, meclisteki çoğunluk hükümeti olmasına rağmen
sadece kendi iktadarını sağlamlaştırmayı, devletin tüm hücrelerine
kadar yayılmayı esas alan AKP
hükümeti, artık devletin kendisi
haline gelmiştir. Bu anlamda
istese çok rahatlıkla Kürt sorununu çözer, demokratikleşmeyi sağlayabilir. Ama bunu
istemiyor. Muktedir oldukça
daha fazla benim verdiklerimle
yetineceksiniz mantığıyla yaklaşıyor.
Şurası açık ki, Kürt halkı on
yıllardır, bu mantığa karşı mücadele etmiştir. Bundan sonra da
mücadele etmeye devam edecektir. Hiç kimse, hiçbir etken Kürt
halkının özgürlük mücadelesinden
bir adım dahi geri adım atmasını
sağlayamayacaktır.
“PKK’lileşelim, zaferi
kazanalım” diyoruz;
PKK’lilik zafer kazanmak
demektir diyoruz
Yaşanan bu süreçte en fazla da
Kürt gençleri sorumluluk almak, hem
Rojava hem de Kuzey devriminde
üzerine düşen görevleri yerine getirmek zorundadırlar.
PKK’nin 35. kuruluş yıldönümünün yaşandığı bugünlerde, PKK’lilik
zafer kazanmakla eşanlamdadır. Bunun tersi de doğrudur. Ancak zafer
kazanıldığı zaman PKK’lileşme gerçekleşmiş olur.Bu dönemde zafer
kazanmayan, zafer çizgisinde yürümeyen ve zafere ulaşmayan bir partililiğin doğru ve yeterli bir PKK'lilik
olması kesinlikle mümkün değildir.
Önder APO direniş döneminde
"PKK’lileşelim, savaşı kazanalım!"
demişti. Şimdi bu inşa döneminin
partileşmesinde “PKK’lileşelim, zaferi kazanalım” diyoruz; PKK’lilik
zafer kazanmak demektir diyoruz.
11. Kongremiz böyle bir zafer ruhu
vebilinciyle hareket etmeyi ve böylece
üçüncü partileşme döneminin görevlerini gerçekleştirmeyi öngördü. Bu
bakımdan Demokratik Kurtuluş ve
Özgür Yaşamı İnşa Hamlesi için,
Önder APO'nun ve Kürdistan’ın özgürlüğü için zafer çizgisinde zafer
ruhuyla hareket etmeyi ve kazanmayı
temel bir görev olarak belirledi. Tüm
kadroları böyle bir çizgide kendilerini
yenileyip donatarak 11. Kongre görevlerini başarıyla yerine getirmeye
çağırdı. Bu çağrı hepimiz için geçerlidir. Bu çağrı tüm parti kadroları
ve sempatizanları için geçerlidir. Bu
çağrı başta Kürt gençleri olmak üzere
Kürdistan’da özgür ve demokratik
yaşama ulaşmak, inşa etmek isteyen
herkes için geçerlidir.
***
15
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
Komalên Jinen Ciwan birliği olarak tarihi
bir sorumlulukla karşı karşıyayız
Komalên Jinên Ciwan Koordinasyonu
“Bugün özgür kadın
hareketinin bir bileşeni
olan Komalên Jinen
Ciwan birliği olarak tarihi
bir sorumlulukla karşı
karşıyayız
Önderliğimizin başlatmış
olduğu ‘demokratik
kurtuluş ve özgür yaşamı
inşa hamlesinin’ temel
yürütücü, inşacı ve
savunucu gücü
konumundayız”
Tarihin akışını değiştirecek ve
kapitalist modernite güçlerinin yeni
dünya düzeni adı altında kurmaya
çalıştığı krizli sürece tepki olarak
halkların başkaldırısı gelişmiştir.
Bu başkaldırılar Ortadoğu’da somutlaşarak yeni yüzyıla damga vuracak bir nitelik kazanmaktadır.
Arap baharı olarak adlandırılan bu
süreç, Müslüman kardeşler adı altında örgütlendirilen güçlerin
(ABD, AB, Türkiye) ve alternatif
yol olarak dayatılmaya çalışılan
geleneksel rejimlerin (İran-RusyaÇin) çatışmasına sahne olmaktadır.
Bu çatışmaların bir sonuç alamayacağını açığa çıkan kaoslu ortam
göstermiştir. Halk ayaklanmalarının
kendini sistemsel olarak örgütleyememesi sonucu egemenlerin lehine dönüşmesi de sonuç almayan
bir tarz yaratmıştır. Nitekim bu
Mijdar 2013
ayaklanmaları kendine mal eden
îhvanı Müslimcilerin Mısır’da darbe
sonucu devrilmesi bunun göstergesi
olmaktadır. Darbe sonucu el değiştiren rejim ne yazık ki yine halk
aleyhine sonuçlanmıştır. Var olan
düzeni yaşamayacağı noktasında
netlik yaşayan halk cephesinin hala
örgütsel bir sistemle ayaklanmalarını tamamlayamaması yaşanan
kaos durumunun devam etmesine
sebebiyet vermektedir. Bu çerçevede her an dengelerin değişmesine
gebe olan bir süreç Ortadoğu’da
yaşanmaktadır.
Bunlara mukabil örgütlendirilmeye çalışılan 3. Çizgi halk örgütlendirmelerini esas alarak güçlü
bir alternatif hareketimiz öncülüğünde yaratılmaya çalışılmaktadır.
Ortadoğu’da başlayıp tüm dünya
dengelerini sarsacak olan 3. Dünya
16
savaşı, Suriye somutunda gözler
önünde yaşanmaktadır. Geleneksel
BAAS rejimi ve Müslüman kardeşler arasında yaşanan somut savaşa alternatif olarak örgütlendirdiğimiz stratejik yaklaşım ciddi kayıplar vermeden Önderliğin konfederal sistemini yaşamsallaştırmamıza ön ayak olmuştur. Fakat bu
kazanımlarımızı sindiremeyen hegomonik düzen son süreçte saldırılarını yoğunlaştırmaktadır. Rojava’daki kazanımlarımızın sistemleşmemesi için saldırıya başlayan
sömürgeci Türk devleti destekli ElNusra cephesi en son ABD’nin saldırı açıklamalarından da feyiz alarak
saldırılarını yoğunlaştırmıştır. Hala
hangi cephe tarafından yapıldığı
belli olmayan kimyasal saldırı bu
hain ittifakın ürünü olduğu her renginden belli olmaktadır. Yine Rojava
STÊRKA CİWAN
Kürdistan’ındaki halkımızın bu direnişte yerini almaması için
KDP’nin ve Türkiye’nin Kürt halkını göç ettirme politikaları sürmektedir. Savaştan kaçtığını sanıp
bu güçlere sığınanlar daha büyük
facialarla yüz yüze kalmıştır. Göç
edenlerin 3. Sınıf muamelesi görmesi, kamplardaki kadınların fuhuşa
sürüklenmesi, açlıkla terbiye edilmeye çalışılması sadece bu uygulamalardan birkaçıdır.
KDP’nin bu politikalarının bir
kaynağı da Güney’de yaklaşan seçimlerin vermiş olduğu panik halidir. Her ne kadar yıllarca toplumu
sindirerek egemenliği altında tutmaya çalışan politikalar yürütmüş
olsa da artık Güney Kürdistan’da
alternatif güçler de açığa çıkmaktadır. Özellikle PÇDK’nin bu süreçte seçime girmesi ciddi bir kazanımdır. Ayrıca bu parçada Önderliğin önerisiyle örgütlendirilmeye çalışılan ulusal kongre çalışmaları da örgüt tarafından stratejik bir şekilde ele alınmaktadır.
Bu çalışmanın uluslararası çapta
da büyük bir yankı ve merak uyandırmış olması KDP’yi korkuyla
donatmıştır. Çünkü o da bilmektedir
ki bu kadar ciddi yaklaşılan bir
çalışmada masadan kalkan taraf
kaybedecektir. Bu sebeple sürekli
ertelemeci bir yaklaşımın içerisine
girerek bu çalışmayı boşa çıkarmaya çalışmaktadır.
Son süreçte Rojava’daki kazanımlarımızı sindiremeyen ve bu
çerçevede BAAS rejiminden yana
tutum belirleyen İran devleti de sıranın kendisine geleceği korkusuyla
var olan ateşkes durumunu zora
sokacak girişimlerde bulunmaktadır.
En son gelişen operasyonlarda 2
gerillanın şehit düşmesi yine sınırda
kaçakçılık yapanlara ilişkin saldırılar bu girişimlerini sürdüreceğini
göstermektedir. Buna karşı hareketimiz var olan stratejik politikaları
çerçevesinde bu parçaya yaklaşarak
İran devletinin saldırılarını boşa
çıkartacak planlamalar gerçekleştirmektedir.
Önderliğimizin Kuzey Kürdistan’da başlatmış olduğu “demo-
kratik kurtuluş ve özgür yaşamı
inşa” süreciyle beraber gerilla güçlerimizin geri çekilmesi AKP hükümetinin 2. Aşama için adım atmaya zorlamaktadır. Fakat hala bu
konuda netleşmeyen AKP oyalama
taktiğinde ısrarcı davranmaktadır.
Seçime kadar oyalama siyasetiyle
bu süreci yürütmek isteyen AKP
hükümetinin iki yüzlü yaklaşımları
Salih Müslim ile gerçekleştirmiş
olduğu görüşmelerde açığa çıkmıştır.
Aynı zamanda Önderliğin bu süreçte kadına biçtiği rol ve misyona
karşılık kadın iradesini ve örgütlülüğünü kırmaya dönük saldırılar
da sistematik bir şekilde yürütülmeye devam etmektedir. En son
örnek, Bingöl’de gerçekleştirilen
tecavüz olayları olmuştur. 17 yaşındaki bir kız çocuğuna karşı geliştirilen bu saldırı aynı zamanda
bir bütünen Kürt halkına karşı geliştirilmek istenmiştir. Daha bu olayın yankıları sürerken 14 yaşındaki
kız çocuğunun tecavüzcüsü olan
askerin devlet tarafından korunarak
17
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
Yıllarca coğrafyamıza, dilimize, bedenimize karşı tecavüz
kültürünün politikalarıyla bir sonuç alabileceğinin sanan erkek egemen düşünce
yapısı ve temsilcisi
TC devleti yine Önderliğimizin muazzam mücadelesiyle
boşa çıkarılmıştır.
İdeolojik-örgütselsiyasal mücadelelere
yön verebilmek ancak genel konjoktürel
duruma hâkim olma
ve bu doğrultuda
serbest bırakılması nasıl kirli
bir kültürün yaşatılmaya çalışıldığının göstergesi olmaktadır. Türk devletinin esas
zihniyeti olan tecavüz kültürünün yaşamsallaştırılması
için çaba harcayan askerlerinin tecavüz etmesi halkımıza ve Önderliğimizin yaratmak istediği ve bu süreçte
öncülük misyonu yükleyerek
ön plana çıkardığı özgür kadın duruşuna büyük bir saldırıdır. Ünlü faşist Hitler’in
de dediği gibi önce kadınları
vurarak toplumu düşürmeyi
esas edinen bu mantık AKP
hükümeti eliyle de uzun bir
süredir uygulanmaktadır. Daha N.Ç
davasının failleri cezalandırılmadan,
yine tecavüzcülere dönük af yasalarının çıkartılması, her gün katledilen bir kadının katillerinin korunmasıyla devam eden bu politikalar en son Bingöl olayıyla son
raddeye ulaşmıştır. Şüphesiz bu
uygulamalar süreç karşısındaki istemsiz duruştan bağımsız değildir.
Mijdar 2013
onun güçlü öncü ve yürütücü gücü
olmaktan geçer. Dolayısıyla da gençlik ne bugünden bağımız ne de dünden kopuk bir olgu gibi ele alınamaz.
Yani gençlik geçmiş-an-gelecek zamanlarının bileşkesi olmak durumundadır. Bunun içinde günceliği
yorumlayacak bir tarihselliğe ve tarihselliği zafere dönüştürecek bir
güncelliğe sahip olabilmelidir. Kendi
18
hakikatini yaratacak siyasal, düşünsel ve eylemsel donanımı kendisinde oluşturabilmelidir. Bilinmelidir ki bütün sistemler kendi
yapısallığını ve oluşumunu öncelikli
olarak gençlik üzerinden geliştirmektedir, bugününü ve yarını garantiye almak için yalana ve hileye
dayalı olarak en fazla gençliği tahakkümü altına almak ister, bunun
da büyük bir bilinç çarpıtmasıyla
her türlü yol ve yönteme dayanarak
yapar. Gençlik kendi devrimci ve
demokratik özü gereği bunu hep
redd etse de buna karşılık güçlü bir
bilinç düzeyi ve örgütlülük yaratmadığı içinde mevcut hâkim sistem
içerisinde hep parçalı ve dağınık
olduğundan sürekli örgütsüz kalmış, kapitalist modernitenin devam ettirici yürütücü gücü olmuştur. Tam aksine gençlik eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik
özü gereği toplumsal inşaların temel savunucu ve geliştirici gücü
olmalıdır. Stratejik yaklaşım itibariyle de gençlik, demokratik
halk hareketinin örgütlenme ve
eylem alanına öncülük etme, onun
kadrosal gücünü, yine en dinamik
eylemci kitle gücünü oluşturma
bakımından temel bir yer tutuyor.
Genç kadın ise hem gençlik kimliğinin devrimci, dönüştürücü ve
yeniyi yaratan özünü hem de kadının özgür, demokratik adil ve
eşitlikçi yanının bileşkesi olduğu
için daha önemli bir konuma sahiptir. Kendisini örgütlü, eylemsel
kılan genç kadın büyük bir değişim
ve dönüşüm gücüne sahip olabilir.
Kapitalist modernite sistemi ve zihniyetinden kopmamızı gerektiren
birçok güçlü gerekçemiz varken,
bu sistem her geçen gün daha fazla
yaşanamaz hale gelmişken, bireyi
kendi içine çeken bir bataklığa benzerken neden hala bu sistemi tüm
STÊRKA CİWAN
yönleriyle redd etmiyor ve tam bir
kopuşu gerçekleştirmiyoruz? Bunun
cevabı kapitalist modernitenin kurduğu tuzak ve oyunları boşa çıkaracak deşifre edecek bir ideolojik
ve örgütsel mücadeleyi yürütüp yürütmediğimizde yatmaktadır. Kadına
bin yıllardan beri içerilmiş kölelik,
dünyanın neresine gidersek gidelim
hangi kıtasında olursak olalım bir
kadermiş gibi algılatılıp bunun mahkûmuymuşuz gibi kabul ettirilmektedir. Dili, rengi, kültürü ulusu ne
olursa olsun her kadın ‘genç bir
kadınken ağabeyine ya da babasına,
evliyken kocasına, dul iken de yine
babasına itaat etmek zorunda’ bırakılmaktadır. Günümüz de ise yaratılan sahte özgürlük aldatmacası,
yanılgılı bir özgürlük anlayışı yaratmaktadır. Kapitalist modernitenin
liberalizmle yapmak istediği tam
da budur, bireysel kurtuluş adı altında tüm duyargalarımızı toplumsal
sorunlara, kadının acı yüklü yaşamına kapatmış durumda. Her gün
yüzlerce kadın fiziki ve kültürel
kırımdan geçiyor, bir erkek tarafından dumura uğratılıyor ve toplum
bunun karşısında refleksleri don-
durulmuş tepkisiz kalabiliyor. Genç
kadının örgütlenerek mücadele etmesi ve özgürlük saflarına kazandırılması özgürlük bilinciyle yoğrulan, donanan genç kadının temel
görevidir. Sistem gençler ve kadınlar
üzerinden başta kültürel soykırım
olmak üzere çok yönlü bir asimilasyon-soykırım politikası yürütNe kadar genç kadına ulaşılıyor
ne kadarının sorunları çözülüyor
ve ne kadarının arayışlarına
cevap olunabiliyor?
mektedir.
Komalên Jinen Ciwan birliği olarak sistemin tüm yozlaştırma ve
çürütme politikalarını gören ve bunun için her türlü mücadeleyi yürütme kararlılığı olan bir pozisyon
içerisindeyiz. Bunun örgütünü ve
bilinç düzeyini her döneme göre
daha iyi sağlamış durumdayız. Ama
eksik bir nokta var ki özgür toplumsal inşaları hedefleyen örgüt ve
yapılar dar olamaz ahlaki ve politik
toplum sadece dar örgütlerle inşa
edilemez. Kendini sürekli dar kılan
yapılar marjinalleşmek ve sonunda
da tasfiye olmaktan kurtulamazlar.
Ne kadar genç kadına ulaşılıyor ne
kadarının sorunları çözülüyor ve
ne kadarının arayışlarına cevap olunabiliyor? Hem yaşı hem de özü
itibariyle kapitalist modernitenin
denetimine girmemiş ve bunda direten binlerce genç kadın büyük
arayışın sahibidir ve özgür toplumun
vicdani ve ahlaki sesi haline gelebilir, siyasal ve konjoktürel durum
bugün her zamankinden daha uygun
hale gelmiş durumda, demokratik
modernite unsurları kapitalist modernite karşısında daha tepkili, bilinçli haldedir.
Bugün özgür kadın hareketinin
bir bileşeni olan Komalên Jinen
Ciwan birliği olarak tarihi bir sorumlulukla karşı karşıyayız. Önderliğimizin başlatmış olduğu ‘demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı
inşa hamlesinin’ temel yürütücü,
inşacı ve savunucu gücü konumundayız. Önder Apo bu süreç için
‘Ne eskisi gibi yaşanılabilir ne de
eskisi gibi savaşılabilir’ diyor. Mevcut statü altında kadın her gün ölüme mahkûm ediliyor. Böyle bir yaşamı redd etmek, özgür yaşam tercihini geliştirmek her zamankinden
daha fazla ekmek su kadar hayati
bir öneme sahip radikal bir dönüşüm
ve savaşı gerektiriyor.
Kendi toplumsal doğamıza, bireysel hakikatimize ulaşma ancak
Önderliğin sözünü ettiği ve bir
amentü gibi ele aldığı demokratik
modernite değerlerini, onun demokratik ulus bilincini, felsefesini,
eşit ve özgür bir şekilde hayata geçirme, değerlerin fedailiğini koruyuculuğunu yapmakla sağlanacaktır.
Özgür toplumun ahlaki, politik ve
kültürel boyutunun geliştirilmesi
onun temel öncü ve dinamik gücü
olan genç kadının örgütlülük düzeyinin gelişmesiyle sağlanacaktır.
19
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
Botan'ın Asi Çocuğu Şehit Çekdar Botan Anısına
Erdal ÇEWLÎK
“Çekdar arkadaşın iddia
düzeyi, başarı istemi,
özgür yaşamı geliştirme
kararlılığı hep büyüktü.
Büyük yozlaşmaların,
Önder Apo'ya fiziki
saldırının, özgürlük
hareketine ve Kürt
halkına dayatıldığı 2008
sürecinde çıkış sahibi
olmak tamamıyla bunun
göstergesiydi”
PKK tarihine baktığımız zaman,
kuruluşundan bu güne kadar ihanetle
direniş her zaman yan yana yürümüştür. Haki arkadaşla başlayan şahadetler zinciri, Mazlum Doğan’larla
Newroz ateşine dönüşmüş Dörtlerin
sesi ile alevlenmiş ve bu gün Saralar,
Rojbinler, Ronahiler şahsında, daha
da büyümektedir. Direniş her zaman
onların şahsında biraz daha büyümüş
ve anlam kazanmıştır. Bu ay içerisinde yaşanan Rojava kayıpları da,
direnişin son halkalarını oluşturmaktadır. Heval Çekdar'da bu halkalarda direniş ateşini yakan ve büyümesine öncülük eden bir yoldaşımızdı.
Cizre doğumlu olan Çekdar arkadaş, daha küçük yaşlardayken,
devletin baskıları ve ekonomik nedenlerden kaynaklı ailesiyle Avrupa'nın büyük metropollerinden olan
Stutgart şehrine göç etmek zorunda
Mijdar 2013
kalırlar. Yaşadıkları göç ve sonrasındaki sıkıntılar nedeniyle Çekdar
arkadaş ve ailesi kendi gerçekliklerinden uzaklaşmak ve kendilerini
unutmak yerine, daha çok kendi
gerçeklilerine sarılmışlardır. Kürdistani değerleri temel yaşam gerekçeleri olmuş ve Kürt olmanın
gereklerini yerine getirmişlerdir.
Bir yandan ekonomik anlamda yaşamlarını kurma çabası sürmüş, diğer yandan ülkelerinden uzaklaştırılmalarının acısı ve topraklarının
hasretiyle yurtsever bilinci geliştirme çalışmalarında yer almışlardır.
Düşmanın göçerterek, ekonomik
anlamda kendine bağlamak istediği
onurlu Kürt halkı, Çekdar arkadaşın
ailesi şahsında devleti ve politikalarını boşa çıkarmıştır. Çekdar arkadaş da yaşananlardan etkilenip
arayışların içerisine girmiştir. Stutgart'ın soğuk sokaklarında sistemin
20
tüketen çarkına şahitlik eden Çekdar
arkadaş, her geçen gün yüreğinde
büyüyen ülke özlemini anlama kavuşturma yoluna girmiştir.
Yaşananlar daha en başından dayanılmaz boyuttaydı. Kendi topraklarından, insanlarından uzak, dilini,
renklerini, özlemlerini yaşayamadığı
bir ortamda yaşamanın derin acısıydı
bu dayanılmazlığı besleyen. Ama
doğru zamanın geldiğini bilecek kadar bilinçliydi Çekdar arkadaş. Kürt
özgürlük hareketinin hem içten hem
de dıştan çok yoğun saldırıların hedefi olduğu, Kürt halkının hakaretlerle, yok saymalarla, inkârlarla teslim alınmak istendiği, Kürt halk önderi Öcalan'ın tecrit vb. uygulamalara
maruz kaldığı bir süreçte özgür yaşam mekânlarına yönelmesi bunun
göstergesidir.Çekdar arkadaş şahsında dönemin gençliğinin, kapitalist
moderniteye, Türk devletine, özel
STÊRKA CİWAN
savaş politikalarına karşı takındığı duruş özgür yaşam duruşudur. Özgürlüğü dağlarda, mücadeleyi gerillada aramanın temelinde yatan gerçeklik budur.
Büyük insanlar büyük çıkışlara sahip olanlardır. En
kötü, çıkış yapılamaz denilen
zamanlarda bile gözünü kırpmadan mücadele alanını çığlığıyla ve yaşamıyla doldurandır. Büyük insanlar büyük
başarmada ısrar edendir. İddiasını büyük tutarak büyük
başarıp, büyük yaşayandır.
Çekdar arkadaşda büyük bir
insandı. Çünkü Çekdar arkadaşın iddia düzeyi, başarı istemi, özgür yaşamı geliştirme
kararlılığı hep büyüktü. Büyük
yozlaşmaların, Önder Apo'ya fiziki
saldırının,Özgürlük hareketine ve
Kürt halkına dayatıldığı 2008 sürecinde çıkış sahibi olmak tamamıyla bunun göstergesiydi. Çünkü
böylesi süreçler büyük çıkışları
gerektiren süreçlerdir. Çekdar arkadaş Avrupa'dan dağlara yönelerek, gerilla saflarında mücadele
halayına tutuşarak büyük çıkışını
yaptı.
Zamanın kısa aralıklarında gördüm
Çekdar arkadaşı. Bazı şeyleri anlamak için yeterliydi bu zaman süresi.
Çünkü o zamana karşı hep bir yarış
içindeydi. Bu yarışa etrafında bulunan herkesi katmak istiyordu. İnsanlarla yoğun tartışması, özgürlük
arayışları ve bunu paylaşma heyecanı
karşısındaki insana da aynı hisleri
yaşattırıyordu. Aslında onu farklı
kılan da bu duruşuydu. Avrupa’da
olmasına rağmen, yaşam çoşkusu,
insan ilişkilerindeki sıcaklığı, onu
diğer insanlardan ayrı kılıyordu.
Bazı insanlar vardır, insan yaşamında derin izler bırakır, bir daha
unutulmamacasına insan beyninde
yer ederler. Çekdar yoldaş işte
böyle insanlardandı. Onu bir defa
görmek yeterliydi insanda derin izler bırakması için. Herkeste ortak
yarattığı hislerdi bunlar. Onda gençlik sıcaklığını, samimiyetini ve içtenliğini görmek ayrı bir güven
duygusunu yaratıyordu yaşamda.
Bu duruş Çekdar arkadaşın etrafını
örgütlemesinde de doğal bir zemin
oluşturuyordu.
2008 yılında faşist TC devletinin gerçekleştirdiği hava saldırısında şehit düştü. Çekdar'ın şahadeti
çok erkendi. Ve çok acı bir kayıptı.
Bu kayıp ile bu örgüte çok şeyler
katabilecek bir arkadaş, oldukça
erken şehit düşmüş oldu. PKK’nin
şehit gerçekliğini düşündüğümüzde
bundan sonrası açısından bizim neler yapmamız gerektiği de kendisini
açığa çıkarmaktadır. Şehit Çekdar
ve binlerce şehidimizin özgür yaşam
uğruna girdikleri mücadele yolunda
yarım bıraktıkları düşlerini başarıya
ulaştıracak olan biz ardıllarının en
esaslı görevidir. Şehitler ölmez!
Evet şehitleri ölümsüz kılan, mü-
cadele çizgilerinde bir an olsun
durmaksızın yürümekten geçer.
Her Kürt gencinin bu temelde
kendisini derin sorgulamalardan
geçirmesi ve yaşanan mücadele
gerçekliğine katması gerekir.
Özgür yaşam birlikte yaratılır.
Birlikte zaferin rengi daha güzeldir. Bu birlikteliği oluşturma
ve zaferi taçlandırma zamanıdır.
Şimdi Çekdar arkadaşın birer
yoldaşı olarak, oluşturmak istediği yaşamı önder Apo’nun ideoloji ve felsefesiyle donatarak
inşa ediyoruz. Önder Apo’nun
büyük emek ve çabaları sonucunda, geri dönülemez bir boyuta
gelen mücadelemiz şimdi şehide
bağlılığın gereği olarak tüm dönemlerden daha çok zafere yaklaşmış
durumdadır.
Bugün gelinen aşamada şehit gerçekliği ve yaşamımızdaki yeri daha
belirgin bir şekilde kendisini göstermektedir. Yaşanan sürecin yaratıcısı şehitlerimizi anmak, onların,
mücadeleleriyle aydınlattığı yolda
doğru pratik ve yaşamın sahibi olmak
gerekir. Bunu sağladığımız derece
onlara, özlemlerine ve hayallerine
doğru cevabı vermiş oluruz. Uğruna
canlarını, umutlarını adadıkları bu
yolun onurlu birer sürdürücüsü olabiliriz. Bu temelde tüm şehitlerimizin
mücadele gerekçesi olan özgür ve
onurlu bir yaşamın oluşturulması
ve geliştirilmesi sorumluluğunu herkesin en derinden hissederek, bu
temelde döneme cevap olması gerekir. Bu da varolan sürecin doğru
bir temelde bilince çıkarılması, ihtiyaçlarının belirlenmesi ve zamanmekân birlikteliğini yakalayarak yaşamda sergilemesiyle mümkün olacaktır.
***
21
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
Genç başladık genç başaracağız
Umut ÖZGÜR
“Gençlik üzerine düşen
görevleri yerine getirirse
PKK’nin 36. Yılını
Önderliğin özgürleştiği ve
zaferin sağlandığı yıl
haline getirmek mümkün
olacaktır. Dönem inşa
dönemidir. Toplumsal,
yeni, komünal, iktidardan
uzak olan ancak gençlik
ve kadın emeği ile inşa
edilebilir”
Bundan 35 yıl önce bir gençlik
hareketi olarak kuruluşunu ilan eden
Kürdistan İşçi Partisi PKK bugün
Kürdistan’ın dört parçasında milyonları devrime kaldıran ve bölgeyi
aydınlatan bir devrim hareketi haline
gelmiş bulunuyor.
1973 Newroz’un Ankara Çubuk
barajında Önder Apo önclüğünde Kürt
ve Türkiyeli gençlerden oluşan ilk
grub “Kürdistan sömürgedir” belirlemesi ile yola çıkmış ve bu hakikatten
yola çıkarak başta öğrenci gençlik
içinde Kürdistan özgürlük mücadelesinin tohumlarını serpmişlerdir. Daha
sonra birer hakikat arayışçısı olarak
Kürdistan kentlerine dağılan Apocu
kadrolar, gittikleri her yerde toplumun
zihninde kurulan sömürgeci egemenliğe karşı ideolojik bir savaş açmışlardır. Yok edilme aşamasına getirilen
Kürt toplumsal gerçekliği adeta suya
hasret toprak gibi Apocu felsefenini
özgürlükçü düşüncelerini benimsemiş,
Mijdar 2013
dirilmeye ve hareketlenmeye başlamıştır. Kısa bir süre de büyük bir
toplumsal taban kazanan Apocular
beklendiği gibi ideolojik savaş açtıkları
sömürgeci sistem ve işbilikçileri tarafından hedef alınmaya başlamışlardır.
Apocu özgürlük felsefesinin toplumsallaşmasını kendi sonları olarak gören
sömürgeciler ve işbirlikçileri çok geçmeden Apocu harekete karşı savaş
açmışlardır. 18 Mayıs 1977’de Antep’te en zor koşullarda büyük bir fedakarlık kararlılıkla Apocu hareketin
propaganda çalışmalarını yürüten Öncer Aponun ilk yol arkadaşlarından
Türkiyeli devrimci Haki Karer ajan
bir yapılanma olan Sterka Sor tarafından katledilmiştir.
Bu saldırı sömürgeci sistemin Apocu hareketi ilk ciddi yönelimi olmuştur.
Bunu ciddiyetini ve verdiğim mesajı
iyi gören Önder Apo, öncelikle grubu
bir provokasyona gelmemesi için tedbirler almış daha sonra buna en anlamlı
22
cevabın nasl verileceği üzerinde yoğunlaşmaya başlamıştır. Önder Apo
Haki Karer’i ‘gizli ruhu’ olarak tanımlayacaktır. Ve Apocu harekete
yönelik bu saldırıya en iyi cevabın,
mücadeleyi daha ileri bir aşamaya
taşıyarak verilebileceğine karar vermiştir. Bu temelde Haki Karer’in anısına partileşme kararına gitmiştir.
Başlatılan paratileşme hazırılıkları
ardından 27 Kasım 1978’de Amed’in
Lice ilçesine bağlı Fis Köyünde gerçekleştirilen Kuruluş kongresinde
Kürtdistan işçi Partisi PKK’nin kuruluşu gerçekleştirilimiştir.
19 kişi ile gerçekleştirilen kongre
Kürdistan tarihinde yeni bir dönemin
başlangıcı olmuştur. Kürdistan özgürlük mücadelesi bir manifedsto,
program ve tüzüğe sahip, PKK öncülüğünde sürdürülmüştür.
Haki Karer şahsında somutlaşan
parti kişiliği, yoldaşlığı ve maneviyatı
da PKK militan kişiliğine damgasını
STÊRKA CİWAN
vurmuşutur. Halkların eşit ve özgür
yaşamına duyduğu inançla cebinde 5
kuruş para olmadan Kürdistan’a geçen
enternasyonalis devrimci Haki Karer,
Apocu hareket militanlığının fedakarlık, cesaret ve kararlılık timsali
olmuştur. hiç bir imkanın olmadığı
Antep’te gerektiğinde hamallık yaparak eğittiği gençlik grubunun tüm
sorumluluğunu üstlenmiş, mütevazı,
ve devrimci kişiliği ile, ilişkilendiği
herkesi etkileyerek mücadele saflarına
çekmiştir. PKK’nin militanlık ölçüleri
de Önder Apo’yu en iyi anlayan ve
bunun anında mücadele pratiğinde
yansıtan Haki Karer kişiliğinde somutlaşan ölçüler olmuştur.
Bu temelde kurulan PKK Kürdistan
toplumunda özgürlük ruhu, bilinci, iradesi, örgütü ve eylemini geliştirdi. Haki
Karer’in anısına atılan bu adım ve daha
sonra her şahadetin bir atılım ile karşılanması PKK’ye ‘şehitler partisi’ olma
karakterini kazandırmıştır. Sömürgecilerin her tasfiye etme çabası ve saldırısı, PKK’nin mücadeleyi ileri bir
aşamaya taşıran hamlesi ile karşlanmıştır. Önder Apo’nun geliştirdiği bu
tarz PKK’yi yenilmez kılmış ve bugüne
kadar gelişerek gelmesini sağlamıştır.
PKK’nin gelişimi şehitler zincirinin
halkaları olarak bugüne kadar geldi.
Bu temelde Önderliksel doğuş süreci olarak ifade edilen ve 15 Ağustos
1984 Atılımına kadar devam eden
PKK öncülüğündeki özgürlük mücadelesinin birinci döneminde Kürdistan’da büyük gelişmeler yarattı. Bu
dönem inkâr ve imha sistemini anlama,
kültürel soykırım rejimini bilince çıkarma, bu rejime karşı bir duruş göstererek, özgür birey-özgür toplum iradesine vararak bunu yaşayıp sürdürecek bir militanlık ve bu militanlıktan
oluşan partileşmeyi yaratma süreciydi.
Büyük bir ideolojik mücadele süreci
ve zihniyet devrimiydi. Hem toplumsal
hem de kişisel erin bir eleştiri ve öze-
leştiriyi ve kişilik devrimini içeriyordu.
PKK’nin kuruluşu ve Önderliksel doğuş tamamen böyle yeni özgür insanın
doğuşunu ve kişilik devriminin gerçekleşmesini ifade ediyor.
Onlarca insan bedenin ateşe
vererek Önderlik etrafından
ateşten çember oluşturdu
PKK’nin ikinci dönemi direniş dönemi, ise 15 Ağustos Atılımı ile başlayan gerilla dönemi oldu. Bu atılımda
Büyük zindan direnişçileri Mazlumların, Ferhatların, Kemallerin, Hayrilerin
ve Ali Çiçeklerin anılarına bir cevap
olarak gerçekleştirildi. Kürdistan devrimini zindanlarda boğmak isteyen 12
Eylül faşist rejimine zindan direnişçilenin vediği yanıt yankısını Kürdistan
dağlarında buldu. Önderliksel doğuşla
gerçeklik bulan, zindan direnişiyle zafere ulaşan büyük kişilik devrimi, zihniyet devrimi ve ideolojik devrim kendisini bu sefer silahlı direnişte kahramanlık çizgisinde ortaya koydu
Bu direniş gerilla öncülüğünde kahramanca yürütüldü. Agitler, Berîtanlar
ve Zîlanların kahramanlık çizgisiyle
gerçekleşti. Ulusal diriliş devrimi, kadın devrimi, gençlik devrimi, kültür
devrimi, demokratik devrim gerçekleşti. 1990’larda bir bütün olarak bir
ulusal dirilişin gerçekleşmesine yol
açtı. Kürdistan devrimi kitleselleşti,
Kürdistan halkı serhıldana kaltı. Gerilla
direnişi ve kahramanlığının yarattığı
güç ve güven ile halk çıplak bedenleri
ile sömürgeci sistemin karşısına çıktı.
Şehitlerine, Önderlerine ve Partilerine
sahip çıktı. Yüzlerce serhıldan şehidi
verildi. Fakat halk geri adım atmadı,
tersine PKK’den edindiği biliç ve
irade ile her şahadeti yeni bir serhıldanın ve atılımın gerekçesi yaptı. Önderlik gelinen bu aşamayı “diriliş tamamlandı sıra kurtuluşta” belirlemesi
ile tanımladı. Böylece PKK öncülüğündeki Özgürlük mücadelesinin ikin-
ci aşaması da 1993 yılı ile birlikte tamamlanmış oldu.
1994’te başlayan ve Önder Apo’nun
“demokratik kurtuluş” süreci olarak
tanımladığı PKK öncülüğündeki Özgürlük mücadelesinin üçüncü aşamasına Küresel inkâr ve imha sistemi
uluslararası komploy ile saldırdı.
Önder Apo’ya karşı 6 Mayıs 1996
suikastı, ardından 9 Ekim 1998’de
başlayan ve 15 Şubat 1999’da Önder
Apo’nun esareti ile sonuçlanan Uluslarası komlo ile PKK’nin yarattığı
özgür kişilik ve toplum ile demokratik
kurtuluş iradesini tasfiye etmeyi amaçladı. Dolayısıyla demokratik kurtuluş
mücadelesi uluslararası komploya
karşı Önder APO'nun ve Kürdistan’ın
özgürlüğü mücadelesi haline geldi.
Komploya karşı direniş ve mücadelede
yüzlerce şehit verildi. Onlarca insan
bedenin ateşe vererek Önderlik etrafından ateşten çember oluşturdu. Bu
PKK’nin yarattığı irade ve direnişçi
kişiliğin özgürlük tutukusu ile kendini
ortaya koyması idi.
Ardından uluslarası komplonun devamı olan işbirlikçi- ihanetçi çizgisi
tasfiyeciliği PKK çizgisinde verilen
ideolojik mücadele ve 2004 1 Haziran
hamlesi ile yeniden yükselen gerilla
direnişi ile boşa çıkarıldı.
Ve 8. Kongre ile PKK’nin yeniden
inşaasıyla tasfiyeciliğin dayattığı teslimeyete PKK çizgisinde direniş kararlılığı ile cevap verildi. Hakilerin,
Mazlumların, Ferhatların, Kemallerin,
Agit ve Zilanların kişiliğinde somutlaşan PKK direniş kişiliği PKK’nin
yeniden inşaasında Viyanların, Nudaların kişiliğinde somutlaşarak bu
geleneği geleceğe taşıdı.
Önder Apo’da İmralı işkence sistemine karşı benzersiz bir direniş sergileyerek, İmralı adasını Uluslarası komplocu güçlerin şahsında tüm egemenilik
tarihi ve zihniyetini yargılama mekanına
dönüştürdü. Esaret ve tecrit koşullarında
23
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
olağanüstü yoğunlaşması ile Özgürlük
hareketine idelojik yenilenme ve zihniyet devrimini sağlatarak Kapitalist
modernite sistemine karşı Demokratik
modernite sistemini geliştirdi.
PKK idelojisi ve Apocu fedai
ruhla donatılmış gerillanın
yenilmezliği dost düşman herkese
bir kez daha gösterilmiş oldu
İmralı koşullarında yazdığı savunmalar ve en son Demokratik
Toplum Manifestosu ile insanlığa
yol gösteren eylem kılavuzunu ortaya
koydu. Bütün ezilenler, başta kadınlar
olmak üzere gençler, emekçiler, işçiler, köylüler, memurlar, ve herkes
için kurtuluş araç, yol ve yöntemlerini
yeniden tanımladı. Önder APO'nun
geliştirdiği yeni düşünce kuramının
21. yüzyılda ezilenlerin aydınlanma
ve kurtuluş silahı olduğu, eylem kılavuzu olduğu tartışmasızdır. Demokratik komünal, eşitlikçi, ekolojik
ve kadın özgürlükçü bir bakış açısı
ile demokratik sosyalizmi sadece
Kürdistan için değil tüm bölge ve
dünya halkları için yeniden tanımladı.
PKK bir aydınlanma hareketi olma
gerçekliğinin bu sefer tüm bölge ve
dünya halkları için ortaya koymuş
oldu. Bugün bölgede Kapitalis modernist güçler ile statükocu egemen
güçlere karşı 3. Bir alternatif olarak
halkların özgürlük umudu temsil
eden bir hareket haline geldi.
Uluslararası güçlerin devam ettirmekte ısrar ettiği komplo temelinde
oluşturulan İmralı sistemine karşı,
sürekli bir mücadele ve direniş içinde
olundu. Bu direniş, kitlesel olduğu
kadar bireysel kahramanlıklarla kendini ortya koydu. Kürt halkının ;Ululsararsı komploya karşı yürttüğü “Edî
Bese, Öcalan Siyasi İrademdir, Önderliğin Özgürlüğü Özgürlüğümüzdür
ve Öcalan’a Özgürlük Kürtlere Statü
gibi eylem kampanyaları ile milyonlar
Mijdar 2013
ayağa kalkarken Müslüm Doğanlar,
Evrim Demirler, Mustafa Malçoklar
kendi eylemleri ile tarih yazdı. Gerilla
2004 1 Haziran hamlesinin adım
adım geliştirerek 2012 yılında devrimci halk savaşı kapsamında Devrimci operasyonlara taşırdı. PKK’nin
yarttığı Apocu fedai Ruhla Kürdistan
tarihinin en kapsamlı askeri eylemleri
geliştirilerek. Türk ordusuna tarihinin
en ağır yenilgisi yaşatıldı. PKK idelojisi ve Apocu fedai ruhla donatılmış
gerillanın yenilmezliği dost düşman
herkese bir kez daha gösterilmiş oldu.
Bunun yanısıra zindanlarda binlerce
özgülük tutsağının başlattığı ve 68
gün süren açlık grevi PKK direnişçiliğinin zindan alanındaki kahramanca duruşunu ortaya koydu. 12
Eylül faşizmine karşı olduğu gibi
AKP faşizmine karşı geliştirilen zindan direnişi Mazlumlar, Ferhatlar,
Kemal ve Hayrilerin direniş ruhunun
yeniden dile gelişi oldu.
Rojava devrimi PKK’nin
özgürlük çizgisinin
somutlaşmış halidir
Bunun karşısında çaresiz kalan
Türk devleti ve AKP hükümeti Önderliğin ayağına gitmek ve Kürt halkının işaret ettiği iradeyi muhatap
almak zorunda kaldı. Önder Apo’da
her zamanki barış ve çözümde ısrar
ilkesi gereği bu süreci barışçı demokratik bir çözüm fırsatına dönüştürmek istedi. Bu temelde Newroz
2013’te ‘Demokratik Kurtuluş ve
Özgür Yaşamı İnşa Hamlesi’ni ilan
etti. PKK’nin yarattığı direnişçi kitle
gücü, kişilik devrimi, halk iradesi,
militan ve kadro gereçkeliğine dayanarak böyle bir süreci başlattı.Bir
bölgesel barış ve çözüm manifestosu
niteliğindeki çağrısı ile Kürt sorununun demokratik çözümü temelinde
Kürdistan ve bölgede halkların baharını geliştirmek istedi. Bu stratejik
24
çağrı Türk devleti ve AKP’nin tüm
provokasyon ve oyalama politikalarına karşı bugüne kadar sürdürüldü.
PKK çizgisi ve Apocu direniş ruhunun en somut pratikleşmesi bu
dönemde Rojava devrimi somutunda
gerçekleşmiştir. PKK ideolojisi ve
bizzat Önder Apo’nun eğitimi ile
gelişen Rojava’daki halk iradesi bugün bütün bölge halkları için bir
örnek ve aynı zamanda özgürlük
umudu ifade etmektedir. İktidarcı
egemen çizgilere karşı halkların özgürlük çizgisini temsil eden ve bunu
adım adım inşa eden Rojava devrimi
PKK’nin özgürlük çizgsinin somutlaşmış halidir. Bir yandan tüm uluslarası ve bölge gericiliğine karşı
amansız bir savaş direniş sergilenirken
bir yandan adım adım halk kendi öz
yönetim ve özgür yaşamını inşa etmektedir. Rojava devrimi bu anlamda
tüm ezilen halklar için bir özgürlük
umudu, esin kaynağı ve sahiplenilmesi gereken bir devrimdir.
Tam bu süreçte 35. Yılını tamamlarken 11. Kongresini gerçekleştiren
PKK bu sürece denk bir tartışma ve
kararlaşma düzeyi açığa çıkardı. Önder
Apo’nun Demokratik Uygarlık manifestosu ışığında Demokratik Kurtluş
ve Özgür yaşamı inşa kararlılığını
ortaya koydu. Demokratik ulus inşasının öncülüğünü yapma ve demokratik toplumu inşa etme görev ve
programını ortaya koydu.
Bunu PKK’nin 35 yıllık birikimleri,
yarattığı değerler, açığa çıkardığı özgür
halk gerçekliği, gençlik ve kadın iradeleşmesine dayanarak geliştirdi.
Kapitalist modernitenin toplumu
dağıtarak, çürüten kanserli gerçeğine
karşı PKK'nin kuruluşunda somutlaşan
toplumsallık ve insanlık değerlerini
ifade eden ve Haki Karer’de temsilini
bulan kişilik ölçüleri ile ancak toplumcu demokratik sistemin kurulabileceği tespitinde bulundu.
STÊRKA CİWAN
Özellikle öncülük sorunu kadın
ve gençlik öncülüğünün sağlanması
temelinde ele alındı. Çünkü PKK
hep bir gençlik partisi, bir kadın
partisi olarak tanımlandı. PKK bir
gençlik hareketi olarak doğdu. Genç
başladı ve genç başarıyor. Ruhu genç
ve düşüncesi dinamiktir. Ölçüleri
gençliğin temiz, dinamik toplumsal
paylaşımcı özellikleriyle doludur. Bu
bakımdan gençliğin Demokratik inşa
sürecinin çalışmalarına en önde katılması, PKK’nin örgütlülüğünün en
başta gençlik örgütlülüğüne dayanması, genç kadrolar ve kadro adaylarına dayalı olarak kendi çalışmalarını yürütmesi başarı için en temel
koşullardan biridir.
Bunun için her alandaki genlik örgütleri Demokratik Uygarlık manifestosu temelinde PKK’nin ideolojik
donanımını edinerek kendini bu temelde geliştirme ve kiteleselleştirme
görevi ile karşı karşıyadır. Mücadelenin
her döneminde nasılki gençlik kuşakları dönemsel görevler üstlenip
başarıyla yerine getirmiş ve mücadeleyi bugüne kadar getirmiş ise bugünün
gençlik kuşağı bu bayrağı daha ileriye
taşımaktan sorumludur. Bu sıradan
bir taşıma görevi değil Özgür yaşamı
inşa ederek zafere ulaştırma görevidir.
Bugün Rojava’da bu görevi üstlenen
gençlik önümüzdeki en somut esin
kaynağı ve örnektir. Rojava her türlü
gericiliği karşı bir direniş sergilenirken bir yandan özerk, özgür toplum inşa çalışmaları tüm hızıyla sürmektedir. Savunma alanından, toplumun tüm alanındaki inşa çalışmalarına yine gençlik ve kadın öncülük
etmektedir.
Bugün Kürtdistan’ın diğer parçalarında aynı görevler durmaktadır. Bugün Kuzey Kürdistan’da tıkanan çözüm sürecinin önünü açmak bu görevleri yerine getirmek ile mümkün
olacaktır. Devletin toplum-halk karşıtı
bir iktidar sistemi ve yapısı
olduğunu bilerek devletten çözüm bekelme konumuna düşülmemelidir. Devletten çözüm
beklemek PKK ideolojisi ve
Apocu ruhla asla bağdaşmaz.
Devletçi, iktidarcı zihniyetin
farklı bir biçimidir. Bu beklenti
en başta gençlik doğasına ruhuna aykırı bir durumdur. Önderlik bu konuda sürekli uyarılar da yapmasına rağmen,
pratikte devletten çözüm bekelyen duruşlar öne çıkabilmektedir. Önderlik Demokratik
çözüm sürecini ilan edip, bunu
yaşamsallaştırma ve inşaa görevini başta gençler ve kadınlar olmak
üzere tüm toplumun önüne koydu.
Bunu yapmak yerine, hiç bir şey yapmadan Önderliğin devlet ile yaptığı
görüşmelerin sonuçlarını beklemek,
tüm umudunu oradan çıkacak bir porotokol ve anlaşmaya kilitlemek süreci
anlamamaktır, Önderliği anlamamaktır. Çözüm toplumun kendisindedir.
Çözümde aşama toplumun kendi inşa
ettikleri ve onları koruduğu kadardır.
İktidarcı sistem asla topluma bir şey
vermez, bu doğasına aykırıdır. Sadece
mecbur kaldığı noktada geri adım
atar, taviz verir. Bu temelde gençliğin
bu bilinçle hareket etmesi, toplumsal
inşa için adeta arı, karınca gibi çalışması hem sürecin hem de gençliğin
doğası gereğidir.
Elbetteki gençlik sadece pratik değil
düşünsel ve ideolojik alanda da öncülük
misyonunu oynamaklar yükümlüdür.
Bu da bir tercih değil sürecin ve PKK
ideolojisinin yaşamlaşması ve başarısı
için bir ön koşuldur. Gençlik Önderliğin
sunduğu eşsiz bilgi ve ideolojik hazineyi suya hasret kalmışçasına kana
kana içmeli ve bunu başta Kürt gençliği
ve diğer halkların gençliğine taşırmaktan da sorumludur. Her genç bulunduğu her ortmı adeta bir beyin fır-
tınası ortamına dönüştürmeli, ilişkilendiği insanlarda bir aydınlanma ve
gelişim yaratmaldır. Önderliğin PKK
için belirttiği Genç başladık, genç başaracağız” belirlemesi bu anlamda somutluk kazanmalıdır. 35-40 yıl önce
bir gençlik grubu olan Önderlik ve
bu hareketin öncü kurucuları nasılki
olağanüstü bir araştırma inceleme çabası ve deyim yerindeyse beyin patlatma faaliyeti yürütmüşse bugün
başarı döneminin gençlik kuşağı da
pratik kadar düşünsel faaliyet konusunda da kendini sorumlu görmelidir.
Gençlik üzerine düşen görevleri
yerine getirirse PKK’nin 36. Yılını
Önderliğin özgürleştiği ve zaferin
sağlandığı yıl haline getirmek mümkün olacaktır. Dönem inşa dönemidir.
Toplumsal, yeni, komünal, iktidardan
uzak olan ancak gençlik ve kadın
emeği ile inşa edilebilir. Özgürlüğümüzü de, anadilde eğitim sistemimizi de, özerk yönetmilerimizi
de, halkımızın ve Önderliğimizin
özgürlüğünü de biz kendi ellerimiz
ile inşa ettiğimiz kadar kazanmış
olacağız. Önderliği özgürleştirmenin
yolu da onun sistemini inşa etmekten geçer.
***
25
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
Gün Bilinçlenme
Örgütlenme ve Başarma Günüdür
Çektar TOLHILDAN
“İnşanın öncü gücü
konumundaki gençlik,
tarihi sorumluluklarına
denk bir duruş ile direniş
mücadelesini her alanda
güçlü bir şekilde çalışarak
ve örgütlenerek
sağlayabilirse başarılı
olabilmesi için önünde
hiçbir engel bulunmamaktadır. Gün bilinçlenme,
örgütlenme ve başarma
günüdür”
Kapitalist modernitenin üzerinde
şekillendiği üç temel ayak olan azami
kar kanunu, ulus devlet ve endüstriyalizm hemen hemen dünyanın her
alanında ciddi sarsıntılar geçirmekte;
halkların, sınıfların, sistem karşıtı çeşitli eğilimlerin, kadınların ve özellikle
de gençlerin rahatsızlık ve tepkilerine
yol açmaktadır. Bir avuç sermayedarın
dışındaki tüm kesimler, sisteme olan
rahatsızlıklarını artık sadece bazı eleştiri ve görüşlerle dile getirmemekte,
sistemi ciddi bir biçimde sarsacak
etkide isyanlar gerçekleştirmektedir.
Son iki yüzyıl içinde kapitalist
modernitenin ana merkezinde gelişen
ve belli bir örgütlülüğü ve sürekliliği
olan eylemlikler; ete-kemiğe bürünen
politik, sosyal, siyasal sonuçlar yaratmasa da, alternatif sistemler geliştirmeye yetmese de artık en geniş
kesimlerin sistemden bıktığını, onu
yaşamak istemediğini ortaya koyması
ve yeni bir arayış peşinde olduklarına
Mijdar 2013
işaret etmesi bakımından umut verici
ve öğretici derslerle dolu olmaktadır.
Zihni anlamda sorunların kaynağı ve
merkezi konumundaki coğrafyada
bunlar yaşanırken yansımalarını diğer
tüm coğrafyalarda, kıtalarda da hissettirmekte, göstermektedir. Özellikle
Ortadoğu’da yaşanan son gelişmeler,
kapitalist modernite sisteminin bölge
halklarına giydirmeye çabaladığı deli
gömleğinin tutmadığını tüm yalınlığıyla ortaya koymaktadır; zira bölgede
yaşanan sadece bir iktidar savaşı
değil, aynı zamanda kültürel yönü
olan bir çatışma ve direnmedir de.
Önder Apo bölgeye yönelik yaptığı
değerlendirmesinde “her şeyden önce
yaşanan çatışmanın uygarlık hegemonyası çerçevesinde değil, kültürel
çerçevede geçtiğinin bilinmesi büyük
önem taşır... Toplumsal kültür, dünyanın birçok sömürge alanından farklı
olarak, Avrupa modern kültürünü hemen özümsemek yerine, ağırlıklı ola26
rak dirençle karşılıyordu. Bölgenin
tam sömürgeleştirilememesi kültürel
gücünden ileri gelmekteydi. Özellikle
hâkim kültürel gelenek olarak İslamiyet bu dönemde direnişin aktif öznesi durumundaydı;burada ayırt edilmesi önemli olan nokta, direnenin
iktidarcı ve devletçi İslam değil, toplumsal kültür olarak İslam olduğudur… Bu açıdan Ortadoğu’daki çatışmaları ne dar anlamdaki Batılı sınıfsal ve ulusal savaş paradigmasıyla
ne de radikal ve ılımlı siyasal İslam’ın
iktidar ve devlet savaşlarıyla nitelemek
yeterlidir. Şüphesiz çatışmaların bu
boyutları da vardır. Bu boyutlardaki
çatışmalar daha çok iktidar ve devlet
alanlarını ilgilendirir. Fakat savaşların
tüm bu iktidar boyutlarını aşan niteliği
daha önemlidir…” demektedir
Hem 20. yüzyıl boyunca halklar
üzerinde nefes aldırmayacak biçimde
baskı uygulayan statükocu güçlere,
hem de bu sistemin yaratıcısı olan dış
STÊRKA CİWAN
güçlere karşı Arap baharı olarak adlandırılan halk eylemliliklerini bu çerçevede değerlendirmek yerinde olacaktır. Bu eylemler toplum içi dinamikler sonucu gelişen eylemler olmakla
birlikte uluslar arası sermaye güçleri
bu eylemleri kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek için harekete
geçmişlerdir. Bu konuda belli düzeylerde başarılı oldukları da görülmektedir. Kuşkusuz bu yönlendirmeler
karşısında halkların tepkisi gelişmektedir. Mısır örneğinde görüldüğü gibi,
bu yönlendirmeler sürece nokta koymaya yetmemektedir. Uluslar arası
sermayenin yönlendirmeleri istikrar,
güven ve gelişme değil, tam tersine
güvensizliği, istikrarsızlığı ve çatışmayı
daha da derinleştirmiştir. Dolayısıyla
bir süre önce gerçekleşen darbenin
sorunları derinleştirmekten öte bir sonuç yaratmadığı, yaratamayacağı görülmüştür. Çünkü sorunların çözümünün siyasal iktidarın el değiştirmesinden ibaret olmadığı tarihsel olarak
kanıtlanmıştır. Sorunların ekonomik,
kültürel ve tarihsel karaktere sahip
olduğu her geçen gün biraz daha anlaşılmaktadır. Çözümün de ancak bu
temelde gerçekçi ve özgürlükçü bir
yaklaşım ile gerçekleşebileceği aşikârdır.
İran batı karşısında direnme görüntüsü altında kendi çürümüş sistemini çeşitli seçim oyunlarıyla reformcu-radikal yöntemler sergileyerek ayakta tutmaya çalışmaktadır.
İran’ın Irak, Lübnan ve Suriye üzerinden gerçekleştirdiği direniş, aynı
zamanda Türkiye, Katar ve Suudi
Arabistan karşısında bir Şia ortak
cephesini de ifade etmektedir. Dolayısıyla bölgenin tarihi köklerinden
süzülüp gelen zihniyet, ideolojik ve
politik sorunlar bir kez daha Sun iŞii cepheleşmesi biçiminde ortaya
çıkmaktadır. Bu durum İran rejimini
Batı karşısında biraz soluklandırmışa
benzemektedir. Bu anlamda biraz
rahatlayan İran her fırsatta Özgürlük
Mücadelesine karşı şantaj ve dayatma
içine girmesinin zeminini oluşturmaktadır. Hareketimizin Türkiye’de
demokratik bir siyasal hamle yaptığı
ve Rojava devrimini gerçekleştirdiği
bir dönemde İran’ın bu iki alandaki
hamlemizi de boşa çıkarmak için
büyük bir çaba harcadığı görülmektedir. Daha düne kadar Türkiye ile
birlikte geliştirdiği ittifaklarla hareketimizi baskı altında tutmaya çalışırken, şimdi Suriye, Irak ve Güneyli
güçler üzerinden zorlamalar ve dayatmalarda bulunmaktadır.
Suriye, ABD-Avrupa etrafındaki
cephe ile Rusya-İran- Çin cepheleşmesinin, çatışmasının yaşandığı bir
tür paylaşım savaşının yürütüldüğü
bir saha haline gelmiş ya da getirilmiştir. Her bir tarafın kendi içinde
de tam olarak mutabık olamadığı
köklü konuların varlığı, Suriye rejimini ayakta tutan bir duruma dönüşmüştür. Özellikle Batı dünyası ile
Rusya’nın kendi aralarında bir denge
yaratıp çözüme ulaşamamaları, sömürgeci AKP devletinin rejimi devirerek yönetimi kendi müttefikleri
olan İslami cepheye verme yönündeki
politikasının ABD-Avrupa siyasetiyle
çelişmesi nedeniyle Suriye rejimi
hala varlığını koruyabilmektedir. Ortadoğu genelinde işbirlikçi iktidarcı
İslam’a dayalı bir sistem kurmak isterken, Lübnan ve İsrail ile sınır olan
Suriye’de İslamcı bir iktidarı ABD
ve Avrupa kendi çıkarlarına uygun
görmemektedir. Türkiye ile düşündükleri işbirlikçi İslam’a dayalı Ortadoğu düzeni arasında çok farklı etnik, inançsal ve toplumsal kesimlere
dayalı bir tampon olacak Suriye düşünmektedirler. Gelinen aşamada Rusya ve ABD’nin içinde bulunduğu taraflar hem mevcut iktidarı hem de
muhalefeti aşan bir iktidar bloğunda
anlaşacakları büyük bir olasılıktır.
Bu durum kaçınılmaz olarak fiili olarak oluşan statünün Rojava Kürdistan’ında kalıcılaşmasını sağlayacak
bir nitelik de taşımaktadır.
Öte yandan Suriye rejimiyle çatışan
güçlerin rejim karşısında gerileyişleri
ve psikolojik üstünlüğünü yitirmeleri
nedeniyle ( ABD’nin son zamanlarda
müdahaleden bahseder hale gelmesinin temelinde kaybedilen psikolojik
üstünlüğün tekrardan sağlanması yatmaktadır) Türk devletine dayanarak
Rojava’nın bütününe yayılacak bir
27
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
geri cephe oluşturma yönünde bazı
hamlelere girişmesi ve AKP devletinin
de buna açık olması ve hatta açıktan
bunu örgütlemesi, Türkiye’de Önderliğimizin başlattığı “demokratik
kurtuluş ve özgür yaşam” hamlesinden
kopuk ve bağımsız değildir. Hem
Rojava’da oluşan statünün önüne
geçme ve bunun Türkiye siyaseti
üzerinde oluşacak etkilerini bertaraf
etme ve hem de Önderliğimizin başlattığı hamlenin dayanaklarını ortadan
kaldırma ve mümkünse çıkarlarına
en uygun şekilde hareketimizi istediği
noktaya çekme veya getirme amaçlanmaktadır. Uluslararası güçler ve
Türkiye kendi çıkarlarına hizmet edeceklerini düşündükleri işbirlikçi Güneyli güçleri (KDP kısmi düzeyde
YNK) Rojava’da bir iktidar gücüne
dönüştürmek için deyim yerindeyse
her türlü yol ve yöntemi denediler;
ancak gelinen aşamada başarılı olamadıklarını görünce şimdi de dört
bir yandan tecrit ederek ve çeteci
gruplara saldırmaları için destek sağlayarak teslim almaya gayret etmektedir. Özellikle KDP’nin en temel
gereksinimlerin karşılandığı sınır kapılarını kapatması ve ardından savaşın
yoğunlaşması ile beraber kurtarıcı
gibi ortaya çıkıp halkı devrimden ka-
Mijdar 2013
çırtması ve devrimi dayanaklarından
yoksun bırakmaya çabalaması, uluslar
arası güçleri, üçüncü eğilim olarak
kendini örgütleyen hareketimize ve
Kürt halkına karşı geliştirdiği düşmanca siyaset ile alakalıdır; ulusal
Kürt kongresinin gerçekleşmemesi
için KDP’nin zorlayıcı yaklaşımları,
Rojava’daki devrim süreci ve Türkiye’de başlatılan hamle ile de birebir
ilişkisi ve bağlantıları bulunmaktadır.
Türkiye’de başlatılan hamle süreci
tıkanmış, işlemez duruma gelmiştir.
Şimdiye dek hareketimizin tek yönlü
fedakârlıklarla yürüttüğü bu sürecin
bu biçimiyle yürüyemeyeceği ve sonlandığı açığa çıkmıştır. AKP ve Türk
devletinin oyalayıcı yaklaşımlara dayalı olarak seçim hesabı yaptığı ve
Kürt sorununun demokratik çözümü
konusunda herhangi bir perspektifinin
olmadığı netleşmiştir. Bu olmadığı
gibi, her alandaki demokratik kazanımlarımıza dönük saldırılardan da
geri durmamaktadır.
Yaşanan tüm bu gelişmeler Kürt
halkının geleceğini belirleyecek nitelikte olmaktadır. Bu durum, özellikle mücadelenin en aktif öznesi
konumundaki Kürt gençliğini daha
fazla ilgilendirmektedir. Kürt gençliğinin; yaşanan bu gelişmelere se-
28
yirci kalması beklenilmeyeceği gibi,
başarıya etkide bulunmayan kimi
eylemlerle bu sürece dahiliyeti de
kabul edilemez. Avrupa’dan Rojava
devrimine karşıtlık temelinde örgütlendirilip savaşa gönderilen gençlerin
durumu düşündürücüdür. Bu insanlar
ne adına kilometrelerce yolu aşıp
Kürt halkına karşıt hale getiriliyor?
Açık ki, haklı mücadelemizi yeterince
tüm kesimlere anlatamıyoruz. Bu
anlamda halk diplomasisinin daha
fazla işlerlik kazanması gerekmektedir. Sistem tarafından çarpıtılan
ve yönlendirilen bilinç tahakkümden
kurtarılmalı, aydınlatılmalıdır. Ciddi
bir bilinçlenme ve bilinçlendirme
faaliyetine ihtiyaç vardır. Bunu başarır ve her yerde, her alanda tüm
gençlik kesimlerini kapsayacak bir
anlayış temelinde örgütlülüğe erişir
ve eylemi ile de kendini ortaya koyabilirse sürece olumlu anlamda etkide bulunur, değişimin aktif öznesi
haline gelir Kürt gençliği. Oluşan
bu tarihi nitelikteki fırsatı Kürt halkının lehine dönüştürebilmek için
Rojava devrimi ile yatıp Rojava devrimi ile kalkmak gerekmektedir. Deyim yerindeyse düğümün çözüleceği
saha konumuna gelmiştir Rojava.
Dolayısıyla devrimin heyecanıyla,
destekçi olan tarzı da aşarak bizatihi
içinde yer alan bir duruşa sahip olmalıdır Kürt gençliği. Akın akın mücadele ve direniş sahasına akmalılar.
Demokratik modernite temelinde
demokratik özerkliği inşa etme ve
kalıcı kılma vaktidir. İnşanın öncü
gücü konumundaki gençlik, tarihi sorumluluklarına denk bir duruş ile direniş mücadelesini her alanda güçlü
bir şekilde çalışarak ve örgütlenerek
sağlayabilirse başarılı olabilmesi
önünde hiçbir engel bulunmamaktadır.
Gün bilinçlenme, örgütlenme ve başarma günüdür.
STÊRKA CİWAN
Yürüme vakti…
Jêhat BÊRTÎ
Uyku tutmaz ki böyle geceler de adamı. Pardon.
Oysa dikkat ediyordum eril bir dil kullanmamaya.
İnsani olan her şeyi ‘adamla’ ifade etmek Âdem
babamıza övgü olsa da, Âdem babamıza bilgiyi
ve dolayısıyla aklı yani insan olmayı bir elmada
hediye etmiş olan Havva anamıza büyük hem de
çok büyük bir haksızlık oluyor. Oysa, ne güzel bir
kelime İNSAN. Nisa anamızdan geliyor. Anlamı,
‘Nisa’dan olanlar’ demektir.
devular, çakışıyor planda olmayan buluşmalar.
Mesela Zagroslarda ismini bir şkeft'e vermiş
olan buraların en eskilerinden Ali Xebat arkadaş,
çıkıp geliverdi misafirliğimize ortak olmaya. Akşam
yemeği ardından noktanın kamuflajlı çadırında
biraz temaşe-yi televizyondan sonra, kapanıyor
jeneratör, kararıyor ortalık. Ben silikon yığını makinenin cılız ışığında karıştırıyorum dosyaları. Yanımdaki yaşlı, yanı başımızdan usul usul akan
derenin şırıltısında sırt üstü uzanmış, tüttürmüş
bir sigara, tavana dikmiş gözlerini. Canı sıkkın
bir hali var. Saat gecenin 10’u. Ay ışığı karanlık
çadırın aralanmış kamuflajından bıçak gibi sızmış
içeri. Ben uğraşırken silikon yığınıyla, yaşlı adam
doğruluyor yerinden. Dudağında sigarası, çadırın
kapısından sızıyor ay ışığına doğru. Ben dalıp
gitmişim son çektiğimiz fotoğraf dosyaları içinde.
Böylece daha girişte dili düzelttikten sonra anlatayım size, Ağustos’un orta yerinde pırıl pırıl
bir ay vakti Zagrosların bir ucunda Avaşîn’e komşu
akan bir derenin kıyısında uyku tutmayınca insanı,
ne acayip, ne karmaşık, ne çetrefilli sohbetler
gelip buluyor insanı. Gelen-geçenin çok olduğu,
takılanın bol olduğu bir noktaya uğrayıvermişiz.
Yine yanımda bir yaşlı adamla tamamen tendüristik
ve turistik nedenlerle çıkmışız rotasız yolculuklara.
Gelmişiz böyle trafiği bol, trafik polisi olmayan
Misafiri olduğumuz noktanın genç ve misafirbir noktaya. Randevulaşmışız mutlak görmemiz perver gerillası, hafiften aralayıp çadırın kapısını
gereken bir arkadaşla. İşler yoğun, trafik karmaşık çaya davet ediyor beni. Ben de, aralanan perdenin
olunca gecikebiliyor randevular. Gecikince ran- içinden sızan ay ışığının yeterince güçlü olan çe29
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
sında ışıldayıp duruyor. Uzaklardan cırcır böcekleri ve kurbağa sesleri birbirine karışıyor.
İşte böyle zamanlarda uyku tutmuyor insanı.
Yazın sonbahara evirildiği, gündüzün yakıcı
güneşinin yerini gece ay ışığının buz gibi soğuğuna bıraktığı özlenen serin zamanların kapıya dayandığı vakitlerdeyiz. Biraz oturduktan
ve çayımdan birkaç yudum aldıktan sonra soğuktan ürperiyor tenim. Yanımdaki yaşlı adamın
iyice üşüdüğünü ama sohbeti de yarıda bırakmaya niyeti olmadığını görünce, gidip çadırdan
birkaç battaniye getiriyorum. Her birimiz sırtımıza attığımız battaniyelerle oturduğumuz
sandalyelerde gece çayının keyfini çıkarıyoruz.
Sohbet dönüp dolaşıp ulusal kongreye geliyor.
Uzun yıllardır Zagroslarda bulunan Ali Xebat,
yöre halkını iyi tanıyor. Bir süredir bir ayağı
şehirde olan yaşlı adama oraları soruyor. Ulusal
kongre önünde engel olan temel sorunu tartışıyorlar.
Ben dinlemeyi tercih ediyorum. Tartışmanın temel
gündemi giderek kongrede kaçınılmaz olarak ortaya çıkacak olan iki siyasal çizginin değerlendirmesine dönüşüyor.
Kürdistan’da iki temel çizgi sürekli bir mücadele
halinde. Birisi ulusal demokratik ve özgürlükçü
çizgi. Diğeri ilkel milliyetçi işbirlikçi çizgi. Ulusal
mücadelenin yoğun baskı altına alınıp daraltıldığı
zamanlarda iyice marjinalleşen ilkel milliyetçilik,
özgürlükçü çizgisinin geliştiği zamanlarda sömürgeci güçlerin desteğiyle sürekli diriltilmeye çalışılmaktadır. Kürtlerin böyle tarihsel bir fırsat yakaladıkları zamanlarda, bu çizginin kendini gündeme dayatması tarihimizin diyalektiği olarak
değerlendiriliyor. Sohbetlerden kongrenin kaçınılmazlığının nedenlerini yakalamaya çalışıyorum.
Yüz yılı aşan ulusal demokratik ve özgürlükçü
mücadelenin gelinen aşamada birçok engeli aştığı
vurgusu yapılıyor. Mücadelenin bizzat içinde denenmiş bu iki çizginin artık iyice bilince çıkarıldığına dikkat çekiliyor.
kimine çay davetinin çekim gücü de eklenince,
bir kenara itip silikon yığınını hemen fırlıyorum
çadırdan aya doğru. Çadırın hemen yanı başında
geniş düzlüğün orta yerinde iki sandalyede oturmuş
iki eski gerillanın parlayan sigara ateşlerine doğru
yürüyorum. Yaşlı adam henüz giyinmemiş dağlı
giyitlerini. İncecik bir tişörtle iki büklüm oturmuş
sandalyede. Karşısında Ali Xebat, mırıl mırıl bir
şeyler konuşuyorlar. Ben tam yaklaşınca yanlarına,
genç ev sahibimiz, elinde kapkara çaydanıyla
çıkıp geliyor. Ali Xebat, yanımdan kamelyaya
doğru süzülüp gidiyor. Hava iyice soğumuş. Bütün
tenimde hissediyorum soğuğu. Ben de yakıyorum
bir sigara.
‘Hayırdır?’ diyor yaşlı adam.
‘Çaya geldim’ diyorum.
‘Aya mı geldin?’ diyor. Ç’yi atıp ‘aya geldim’
diyorum.
‘Bu aya iyi gider bir çay’ diyor. Gülüşüyoruz.
Bir dönüyorum arkamdan gelen sese; Ali Xebat
elinde koca plastik masayla çıkıp geliyor. Koyuyor
masayı orta yere. Ben de koşup iki sandalye daha
alıp geliyorum. Bardaklar geliyor. Çay doluyor.
Bir taraftan devam eden sohbete kulak kabartıGüney Kürdistan halkının uzun süredir iktidar
yorum, bir taraftan gündüz gibi ortalığı aydınlatan
ay ışığında etraftaki manzaranın tadını çıkarmaya olan işbirlikçi çizgiye olan güvensizliğinin iyice
çalışıyorum. Deredeki yakamozlar dağların silu- gün yüzüne çıkmasıyla tepkilerini daha rahat
etleriyle göğe uzanan kavakların yaprakları ara- ifade ettiği belirtiliyor. Bu çizginin temsilci olan
KDP ve Barzani ailesinin giderek marjinalleştiği
Mijdar 2013
30
STÊRKA CİWAN
ve halk nezdinde bütün meşruiyetini kaybettiği
artık iyice belirginleşmeye başlamış. Özellikle
Kürtlerin temel güncel gündemi olan Rojava
Devrimi ve Ulusal Kongre karşısındaki tutumları,
bu çizginin iyice teşhir olmasına yol açıyor.
keler, tedbiri alınması gereken ayazlar var. Silikon
yığınlarına yansımayan kavgalar var. Ay vakti
zamanlarda yazın cehennem sıcağı yerini sonbaharın ürpertici serinliğine bırakırken, bir halkın
kaderi belirleniyor. Herkes tartışıyor Kürtlerin
geleceğini. Dost-düşman birçok şey söylüyor. Bu
toprakların zenginliğine göz dikenler yeni sömürü
yöntemleri ve siyasetleri tezgâhlarken, ay vakti
zamanlarda bu tezgâhlara çomak sokma sohbetleri
yapılıyor.
Nüfusu kırk milyonun üzerinde olan bir ulusal
gerçeklik içinde tabanı yüzde 10’u bile bulmayan
bu çizginin ulusal kongrede neredeyse yarı yarıya
temsiliyet dayatmasında bulunması, ulusal birlik
yönünde ciddi bir engel olduğunu gösteriyor. Yine
Rojava halkı üzerinde bir taraftan uyguladığı ambargo, bir taraftan da Rojava’yı Kürtsüzleştirme
ve boşaltma politikalarına çanak tutması iyice
teşhir olmasına yol açıyor. Bu durum Kürdistan’la
ilgilenen herkesin dikkatini çekiyor. Gündemi yakından takip eden ve bölge siyasetini bizzat yaşadıkları tecrübelerden iyi tanıyan dağlıların ulusal
gündeme ilişkin bu sohbetleri, kafamdaki birçok
soruya cevap oluyor. Ali Xebat’ın:
Böyle romantik bir havada, böyle romantik
manzarada, böylesine yoğun siyasal, stratejik tartışmalar yoruyor beni. Üstelik hava da iyice soğumaya başlamış. Silikon yığınını açık bırakmışım.
Müsaade isteyip çadıra yönelirken, masadakiler
devam ediyor sohbete. Ben geçiyorum silikon yığınının karşısına. Böyle romantik bir havada bu
kadar siyasal yoğunlaşmayı nasıl özetleyerek aktarabilirim diye düşünüyorum. Üstelik bu havanın
tadını kaçırmadan hangi kelimelerle ifade edebi‘Heval, daha düne kadar Barzaniler için bizimle lirim. Sonra, neyse o diyorum.
savaşan bu köylülerin birçoğu, bugün, onlara küfredebiliyorsa bunun siyasal karşılığı çizgide netOldukça umut veren bir hava. Yürek ferahlatan.
leşmedir’ diyor.
Karanlıkları aydınlatan. Yanlış yerlerde, karanlık
kuytularda karanlık tezgâhlar kuruluyor bir taGüney’de KDP’ye karşı gelişen siyasal hare- raftan. Bir taraftan ay vakti zamanlarda akan
ketlerin giderek taban ve güç kazanması bölgede derelerin kıyısında parlayan ay ışığında, aydınlık
yapılması planlanan başkanlık seçimlerinin erte- kafalar karanlıkları aydınlatmanın sohbetindeler.
lenmesi ve KDP’nin tek meşruiyet zemini olarak Böyle gecelerin sonunda elbette karanlığa değil,
bugüne kadar engel olduğu ulusal kongreye güneşe bırakır yerini ay vakti zamanlar. Elbette
mecbur kalması, bu netleşmenin bir sonucu olarak cam ekranların, gazete sayfalarının, silikon yıgösteriliyor. Ama sohbetin sonunda söylenen bir ğınlarının karartamayacağı zamanlardır o güneşli
söz içime kurt düşürüyor. Derler ki, Barzanilerin zamanlar. Dağlarda ay vakti zamanlarda güneşe
meşhur bir sözü varmış: ‘Biz belki birçok şeyi ya- açılıyor bütün kapılar.
pamayabiliriz ama birçok şeyi iyi bozabiliriz’ derlermiş. Bugün ulusal demokratik birliği inşa ederSiyaset mi!
ken, Kürtlerin önünde en büyük engel, yapma
güçlerinin zayıf olması değil, bozma gücü olanları
Herkes, tarihin Kürtlere ‘yürü’ dediği zamanlara
etkisizleştirme yeteneği gösterip gösteremeyece- işaret ediyor. Gülümsüyor dağlılar. Ay ışığı zağidir.
manlarda yürüyelim de sanki biraz geç kaldı tarih
dedemiz bu sözü söylemede. Ama neylersin. GelBir gece vakti bir derenin kıyısında ay ışığında mişse vakti yürümenin, elbette tereddütsüz yübir masanın etrafında çay içerken ulusal sorunlar rüyecektir tarihin en eski çocukları…
tartışılıyor. Dağdan bakınca, karanlık gecede bile
ay ışığında her şey gündüz gibi açıkça görülüyor.
Böyle zamanlarda uyku tutmuyor insanı. Görülecek
güzellikler var. Gecenin siluetine gizlenmiş tehli31
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
Murat GARE Yoldaş
Mazlum MAKU
Murat Gare’de kendini gerillacılık pratiğinde yetkinleştirmesiyle tanınıyordu. O dönemde bulunan bütün taburlara
askeri ve kumando eğitimi veriyordu. Murat Gare’de kalaşnikofla hedefi 12’den vurmasıyla meşhurdu. Bir gün
Gare alanında Xerê bölgesinde tabura askeri eğitim veriyordu. Ve bir arkadaş hedefi vuramamasının gerekçesini,
silahın nişan ayarı olarak gösteriyordu. Nişan ayarının bozuk olduğunu söylüyordu. Fakat Murat arkadaş sorunun
silahın ayarında değil, arkadaşın nişan alamamasından kaynaklandığında ısrar ediyordu. Fakat arkadaş kabul
etmiyordu. Bunun üzerine Murat arkadaş kalaşnikof silahı arkadaşın elinden kaptığı gibi tek ele nişan alarak hedefi
12’de vuruyor. Murat silah kullanımı ve gerilla taktiklerinde kendini oldukça yetkinleştirmişti. 2004 1 Haziran
hamlesiyle Kuzey Kürdistan’da gelişen yeni savaş ve modern gerilla taktiklerini geliştiren belli başlı arkadaşların
arasında yer alıyordu. Murat savaşta atikliği ve zekasıyla tanınıyordu. Şehit Kendal ve Zara bölgesindeki pratiğinde
çok sayıda gerilla eğleminin hem örgütleyicisi hem de komutanı oldu.
Murat arkadaşla en son 2008’de Mexmur kampında görüşmüştük. Ben yaralandıktan sonra oraya
geçmiştim. Murat’ın ailesi Mexmurlu göçmenlerden olduğu için daha önce hep Ertuş’tan başlayan ve
Mexmur’a kadar süren göcebe yaşamlarını anlatmıştı. Annesini, kardeşini ve çektikleri acıları anlatıyordu.
Ben de anlattıklarından dolayı hep Mexmur’u ve ailesini merak etmiştim. O da 2008’de Mexmur’a tedavi için
geldiğinde görüşmüş ve birlikte ailesini ziyarete gitmiştik. zorlu koşulları omuz omuza aştığımız ve yoldaşlığımızın
geliştiği Murat arkadaşla son görüşmemiz olacaktı. Murat arkadaşla uzun mücadele pratiğimizde sayısız
anılarımız oldu. Bir gün 7 yıldız saymayla (akşam aydınlıktan karanlığa geçiş ve gerilla içi yürüyüşe başlama
anı) başladı yürüyüşümüz ve çoban yıldızının çıkmasıyla menzile varırdık. Ve durduğumuz her noktada ilkin
silahına sarılıp şafak sökene kadar ilk nöbeti o tutardı. Sonra çevreyi keşfeder, arazide düşman olmadığından
emin olduktan sonra ateş yakar ve ondan sonra bizi kaldırırdı. Bu sırrımızı sırtımızı dayadığımız yabani kavak
ağaçları ve doğan güneş bilirdi. Ve yol aldığımız rotada her an ölüm vardı. Ama biz yaşamak adına ölüme
korkusuzca yürüyorduk. Hiç birimiz ölmek ve öldürmek için dağa çıkmamıştık. Ama yaşamak adına ölmeye
hazırdık. Ve bizi öldürmek isteyenlere kurban koyun olmadığımızı defalarca göstermiştik. Ve bu yollarda
Mijdar 2013
32
STÊRKA CİWAN
elimiz hep tetikte olmuştu. Ülkemizin cehenneme çevrilmek
istenen cennet coğrafyasında ölüme karşı cennet yaşamını inşa
etmeye çalışıyorduk. Yeryüzünde cennet vasıflarına layıkken
savaşta tam tersi bir durum ifade edebiliyordu Geliyê Godernê.
Şehit Tekoşerle ilk bu noktayı keşfettiğimizde ne isim verelim
diye birbirimize sorduğumuzda “Dehşet Noktası” olsun demiştik.
Çünkü gerçekten hem ormanlık hem kayalık bir arazideydi.
Fakat etrafı askeri açıdan çembere alıncak bir konumdaydı.
Küçük cennetimiz Dehşet noktasının korucular tarfından fark
edildiğini yaşanacak çatışmadan sonra öğrenecektik. Botan’dan
Amed ve Erzurum’a gidecek karışık bir grup alana gelmişti.
Kuryelik görevi bana düşmüştü. Silvan’da iki gecelik yoldan
sonra Dehşet noktasına 500 metre kadar kalmışken hava hala
aydınlanmadığından hedefe ulaşmanın rahalığıyla durduk.
Yaklaşık bir saat sonra hava biraz aydınlanınca ormanlık
alanda bulunan noktaya geçtik. Noktaya vardığımızda Murat arkadaşın yanında 10’a yakın silahsız yeni
gerilla adayı vardı. Ve o gün öğlen saatlerinde düşmanın nokta baskınıyla başladı çatışma. Nasıl olduğunu
anlamamıştık. İşte o çatışmada Murat arkadaşın savaşa ne kadar hakim olduğunu çok iyi gördüm.
Murat belki binlece asker ve korucu tarafından çembere alınan o noktadan silahsız on savaşçıyı akşama kadar
kayıp vermeden ve düşmana kayıp verdirerek çıkarmayı başardı. Murat’ın hakimiyeti, kendine güveni ve
soğukkanlılığı sayesinde hepimiz o çatışmadan kayıp vermeden çıktık. İnsanların özelliklerini ve yeteneklerini
gerçekten tanımak böylesi zorlu koşullarda oluyordu. Bu çatışmada Murat arkadaşı daha da iyi tanımıştım.
Arkadaşlığımız ülkemizin farklı coğrafyalarında ve koşullarda devam etti. Avaşin’de birlikte yıkandık, Basya
suyunda birlikte balık tuttuk. İlk baharın karanlık gecelerinde Zap patikalarını aniden aydınlatan ve aynı şekilde
karartan şimşekler altında birlikte yolculuk ettik. Harita üzerinde çizili kalan Kürdistan sınırlarını birlikte aştık.
Andok dağının başında esen rüzgarın, Serêspi’de kıyıya demir atan bulutların ve Lice ovasında sabahın gizlenen
nem bulutlarının arasında çıkan güneşte birlikte ısındık. Fis’te birlikte mevzilendik ve düşmana karşı tetiği aynı
anda çektik. Aynı barut kokusundan genzimiz yandı. Ve birbirimizin yaralarını aynı şutük parçasıyla bağladık.
Aynı rüzgar alnımızda tespih taneleri gibi dizilen terimiz kuruttu. Aynı zorlu uçurumları ve dereleri birlikte aştık.
Bir dilim ekmeği yoldaşça paylaştık. Aynı mataradan su içtik ve su içtiğimiz matarada çay demledik. Amed
Ovasında gece serin rüzgarlarıyla gelen kavun kokusunu paylaşatık ve aynı zebeşten yedik. Sigara kullanmadığımız
halde Lice tütününden birlikte sigara sarıp içtik. Ve hayatımız ile mevsimlerimiz bütünleşti. Aynı yağmur altında
sabaha kadar yürüdük, ve aynı karda birbirimizin izini takip ettik. Ama bu birliktelikler yaşamımızı aynılaştırmadı,
hiçbiri diğerinin tekrarı değildi. Ve şu anda hiçbiri yazılmayacak, çünkü o anda yaşandı ve o anda saklı kaldı. Yaptıklarımızın yanısıra aylarca birlikte yapamadıklarımız da oldu. Bir kış boyu Banyo yapamadık mesela. Ve
birlikte yapamadıklarımızın başında her savaşçının ölüme çarpışarak ve savaşarak gitmesi oldu. Şimdi seni
yazarken beni en çok zorlayan belki de budur. Sen savaşarak, çarpışarak şehit düştün. Rojava’ya maalesef
birlikte gidemedik. Devrimin en sıcak bir döneminde birlikte olamadık. Ve şu an neyi hatırlıyorum biliyor
musun? Hani beraber köylere giderdik ya, yaşlı anneler ve babalar “oğlum siz bu kalaşnikofla mı devletin top
ve tankına karşı savaşırsınız ve devrim yaratırsınız?” diye sorarlardı ya....
İşte bak Murat bugün yarattınız işte. Ve belki de sen kendi gözlerinle görmeden düştün toprağa. Ama o
Kürdistan’da korku salan ve ihtiyarların gözünü korkutan tank ve toplar senin komutanlığını yaptığın
savaşçılar tarafından teker teker imha edilyor ve ele geçiriliyor. Biz sadece yüreğimizle kleşimize ve
irademize inandık zalimlerin tankı topu karşısında. Bugün senin izinde onbinlece yürekli Kürt savaşçısı ve
yüzbinlerce yurtsever senin silahını kaldırmış ve dünya gericiliğine karşı savaşıyor Rojava’da. Milyonlar
Devrimi ilmek ilmek örüyor cennet ülkemizin Rojavasında...
33
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
Konfederalîzma Demokratîk Rêxistingeriya
Netewa Demokratîk Ya Ne Dewlet e
Abdullah OCALAN
“Ev ji bo Kurdan jî baş û
di cîde ye. Kurd dikarin di
navbera xwede, bêyku
dest bidin sînoran,
konfederalîzma
demokratîk ya Kurd
damezrînin. Hemû
parçeyên Kurdistanê,
bêyku dest bidin sînoran û
sînoran ji xwere wek
asteng bibînin”
Pêwîste têgîna Konfederalîzma Demokratîk were nîqaşkirin. Ya ez qala
wê dikim demokratîkkirina Komarê
ye. Têgihiştina min ya ji sosyalîzmê
re wiha ye; Sosyalîzma pêkhatî jî dinavê de, ez têgihiştina sosyalîzmeke
ku xwe dispêre dewletê rast nabînim.
Têgihiştina min ya Konfederalîzma
demokratîk jî ev e. Heta ku demokrasî
neyê pêşxistin sosyalîzm jî nabe. Bi
desthilatiya Sovyetan jî ev çareser
nebû. Sovyet, mîna dewleta rahibên
Sûmeran bûn. Çîn jî wisa. Ji ber vê
yekê jî nekarîn xwe li hember DYE
ser lingan bigirin. Rewşa Rojhilata
Navîn a heyî, ne ji jor de DYE’yê, ne
jî di jêr de gel qebul dike. Rêveber di
vê navberê de tengav bûne. Ya wê
xwe biguherînin, yan jî wê di bin
zextên DYE’yê de biçewisin. Pêla
neteweperestiyeke nû çawa bû sedem
ku dema borî da wendakirin, wê îro
jî bide wendakirin. Li vir Konfederalîzma Demokratîk mîna dermanek e.
Mijdar 2013
Dibe ku DYE bi sorkirina neteweperestiyê re rê li ber wendakirina
sedsaleke veke. Neteweperestî sedsalekî da wendakirin, ji bo ev sedsal
jî ne de wendakirin tê xwastin ku
konfederalîzma demokratîk ji binîve
were birêxistin kirin. Ev xeta serekeye. Tê xwastin ku sosyalîzmeke
xwe dispêre demokratbûnê hebe.
Esasê vêya ew her şeş xalên ku min
di bernameyê de dabû diyarkirine.
YE niha demokratîk dibe, Tirkiye
demokratîk dibe, tevgera Kurd demokratîk dibe. Divê ev sentezekî çêbikin. Bila şaş neyê fêhmkirin, ez
nabêjim bila Tirkiye konfederalîzm
be. Bila pêkhateya xwe ya unîter jî
bi parêze, lê ez dibêjim bila li gel
vêya komara demokratîkbe. Ez li
dewsa dewleta Barzanî-Talabanî dibêjim Konfederalîzma Demokratîk
ya Kurdistanê. Divê ev bi Komara
Tirkiyê re dost be. Konfederalîzma
demokratîk ne neteweperestiya Kurd
34
e. Ji netewparêziya dewletî dûr mayîn,
girîngî dayîna netewa demokratîk û
pêvajoya Yekîtiya Ewrûpa wek sentezekî were fêhmkirin. Li ser vê bingehê dixwazim gel seferberbe. Bi vî
rengî emê netewperestiyê ji xeterbûnê
derbixînin. Konfederalîzma Demokratîk diyarî tevahî gelên cîhanê û
Rojhilata Navîn dikim.
Çareseriya heqîqî ya ji bo gelên
Rojhilata Navîn û her wiha ji bo
cîhanê jî konfederalîzma demokratîk
e. Konfederalîzma demokratîk rêxistingeriya netewa demokratîk ya ne
dewlet e. Konfederasyona demokratîk
rêxistiniya hindikahiyaye; rêxistiniya
çandî, dînî, heta ya cinsî û mîna vaye.
Ez ji vêya re dibêjim netewa demokratîk û rêxistiniya çandî. Ji her gundek
komînekî demokratîk dikare derbikeve.
Yekbûna hemû rêxistinên çandî dibe
konfederasyon. Divê wekî xet were
nîşandan. Ez ji vêya re dibêjim konfederasyona demokratîk ya ne dewlet.
STÊRKA CİWAN
Mînakên vê yên dîrokî hene. Beriya
niha demokrasiya Atîna hebû. Di Sûmeran d ejî rêxistiniyeke heman hebû.
Konfederalîzma Ewrûpa çêdibe. Konfederalîzma Rojhilata Navîn jî dibe.
Ji bo Kurdan jî li Rojhilata Navîn
Konfederalîzma Kurd di cî de ye.
Îsraîl û Flîstîn di navbera xwe de dikarin konfederalîzma demokratîk saz
bikin. Ji bo 22 dewletên Ereban, di
navbera xwede konfederalîzmeke demokratîk ya demokrasiyê li ber çavan
bigire, dibe. Tirk di navbera xwede
dikarin konfederalîzma demokratîk
ya Tirk saz bikin. Hun nikarin tevahî
Tirkan di bin yek aleke dewletê de
bînin bahev. Ji ber ku tev dewletên
netewîne. Lê di navbera xwede dikarin
konfederalîzma demokratîk saz bikin.
Ev ji bo Kurdan jî baş û di cîde
ye. Kurd dikarin di navbera xwede,
bêyku dest bidin sînoran, konfederalîzma demokratîk ya Kurd damezrînin.
Hemû parçeyên Kurdistanê, bêyku
dest bidin sînoran û sînoran ji xwere
wek asteng bibînin, divê sînoran mîna
pirekî bibînin û bivî awayî konfederalîzma xwe ya demokratîk pêşbixînin.
Wê Kurd dinavbera xwede têkiliya
siyasî, çandî û polîtîk pêk bîne. Ez
na bêjim hilweşandina sînoran, dibêjim divê sînoran jixwere bikin pir.
Ti zirer û ziyanekî vêya ji ti kesî/ê re
nîne. Eger ev neyê kirin wê her devereke Kurdistanê bibe gola xwînê.
Kurd tenê bi vî awayî dikarin ji pêvajoyeke bixwîn rizgar bibin.
Demokrasiya Kurd ya bêxwîn encax wiha pêşbikeve. Di rewşeke berovajî de wê pêvajoyeke bixwîn ya
mîna Filîstîn-Îsraîl were jiyankirin.
Ev çareserî, wê pevçûna ku di derdora
netewe-dewleta Kurd de pêşbikeve
asteng bike. Ji bo vê yekê hilbijêrka
tenê ewe ku dewlet netewe ji demokrasiyê re vekirîbe. Wê dest tê
wernedin netewbûna demokratîk ya
Kurd û li hev bikin. Ev wê pir bide
qezenckirin. Pêwîst e Tirkiye, Îran,
Sûrî û heta dewletoka Kurd jî li
pêşiya vêya nebin asteng.
Neolîberalîzm dixwaze dewleta
netewe ji nû ve ava bike
lê çi dike nake bi ser nakeve
Dewleta netewe ya di dused salên
dawî de weke hebûneke herî xwedayî
hat pîrozkirin, di serdema fînansê de
derz lê ketiye, ji ber ku di binya xwe
de rastiyên civakî yên bi darê zorê
helandine û tepisandine, bi awayekî
jê tolê hilînin ketine rojevê û ev pêvajoyên bi hev re têkildar in. Têgihiştina karê ya serdema fînansê veguherîna dewleta netewe ferz dike.
Di sîstematîkbûna pêxîrtengiyê de
ev veguherîn bi roleke girîng radibe.
Neolîberalîzm dixwaze dewleta netewe ji nû ve ava bike lê çi dike nake
bi ser nakeve. Di vî warî de mirov
dikare ji ezmûn û tecrûbeyên Rojhilata
Navîn gelekî hîn bibe.
Ev hêman careke din nîşan didin
ku konfederalîzma demokratîk weke
alternatîfeke bi hêz dikeve rojevê.
Di ezmûna Rûsya Sovyetê de pêşî
ya di rojevê de li pêş hat girtin, konfederalîzm li ser navê dewleta navendî
ji holê hat rakirin ev jî yek ji sedemên
bingehîn ên jihevdeketina sosyalîzma
pêkhatî ye. Bi serneketin di demeke
kin de dejenerebûna Tevgerên rizgariya neteweyî ji nêz ve bi pêkneanîna
wan a siyaseta demokratîk û kofederalîzma wê re girêdayî ye. Tevgerên
şoreşger ên dused salên dawî dewleta
netewe şoreşgertir hesibandin konfederalîzm jî weke şêweyekî siyasî
yê paşvemayî dîtin li gorî vê jî bûn
xwedî helwest ev bû bingehê serneketina wan.
Kes tevgerên xwe bi sîleha modernîteya kapîtalîst dewleta netewe
ve girêdan, yeqîn dikirin ku wê di
demeke kin de bi vê sîlehê veguherînên civakî yên mezin pêk bînin, lê
dereng serwextbûn ku bi vê sîlehê li
xwe dane. Nêzîkatiya wan a gerdûnparêz, li ser xeteke rast pêşketî der
barê xwezaya civakî de zû dereng
wan gihandiye têgihiştina sosyalîzma
pêk bê. Eskatalojiya (baweriya bi
axîretê) di Pirtûkên Pîroz de bi awayekî weke sosyalîzmê xwe daye der.
Civak li ser xeteke rast weke modelên
pêş dikevin bi navê destpêk, koledar,
feodal, kapîtalîst sosyalîst teswîr kirine. Li vir bi awayekî din têgihiştina
çarenûs û qederê heye. Ev têgihiştinên
dogmatîk ên kûr em ji wan bi tesîrbûne di bingehê wan de çarenûsperestiya dînî baweriya axîretê heye.
Netewe-dewlet li ser esasê înkara
demokrasiyê û ji vêya jî
zêdetir ya komarê hebûna
xwe diyar dike û pêk tê
Pêvajoya modernîteya kapîtalîst
pêvajoya dewletê ya herî zêde navendî
dibe. Di civakê de navendên hêzê
yên eskerî û siyasî yên ji wan re
otorîte tê gotin ji bo sûdwergirtina
yekdestdariya herî bi hêz têne astengkirin, civak bi awayekî herî zêde
ji aliyê eskerî û siyasî ve bêhêz û bêrêveberî tê hiştin ev rewş jî dihêle
ku rêveberiyên monarşiyên modern
di pey re dewleta netewe ya hatiye
pêşdebirin, civakê herî zêde ji aliyê
eskerî û siyasî ve bê hêz bê sîleh
bikin. Nîzama jêre nîzama huquq
huzra civakî tê gotin, ji bilî damezrandina serwertiya çîna bûrjûvayê
bêtir tiştekî din nîne. Ji ber ku mêtinkarî zêde bi şêweyên wê yên dewleta netewe îcbarî kirine. Dewleta
netewe ya em dikarin wê weke xwerêxistinkirina desthilatdariyê ya dewleteke herî mezin a navendî bi nav
bikin, şêweyê bingehîn ê rêveberiya
modernîteyê ye.
Di rewşa heyî de alternatîfa tenê
konfederalîzma demokratîk e. Ev, modela rêxistiniya pramîtî ye. Li vir axaf-
35
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
tin, nîqaş û biyar ya koman e. Ji herî
jêr heta herî jor delege wê bi hilbijartin
werin û di lûtke de koordînasyonê
çêbikin. Wê delege mîna karmendên
gel yên salekî bixebitin. Prensîba diyarkirina çarenûsa xwe ya netewan
ne tenê mafê avakirina dewlet e
Konfederalîzma demokratîk pir girîng e. Em vêya ne tenê ji bo Kurdan,
ji bo Rojhilata Navîn û her wiha ji
bo cîhanê jî pêşniyar dikin. Wê bandoreke pêşî lê veker di xetimandina
ku jêdera xwe ji dewlet-neteweê
digire de, bike. NY (BM) ya ku dispêre netewe-dewletê îflas kiriye. Pirsgirêka Iraqê vêya pir baş raxist berçavan. Neçareseriya ku di çarika dawî
ya sedsala 20. de tê jiyankirin, rewşa
Kendavê (Körfez), Iraq û Afganîstanê
di holê de ye. NY bêçareye, DYE
vêya hindek fêhmkiriye lê pêşkêşkirina modelekê ya emperyalîzmê sînordar e. Li dewsa alternatîfeke demokratîk ya heqîqî di welatên mîna
Tirkiye, Misir û Afganîstanê de li
pey modelên sixte yên demokrasiya
rast berovajî dikin de ne.
Prensîba diyarkirina çarenûsa xwe
ya netewa ne tenê mafê avakirina
dewlet e. Lenîn mehfa vêya anî. Lenîn
Mijdar 2013
û Stalîn ji ber vê prensîbê pir zêde
wek prensîba avakirina dewletê dest
girtin û bi vî awayî felaketên dîrokî
bixwere anîn. Ji bo rizgariyê komên
dewletê yên sixte avakir. Ez diyarkirina
çarenûsa xwe ya netewan wiha fêhm
dikim, ji ber ku di Kurdan de qismeke
pey vêya dikevin hene: ev maf, mafê
avakirina demokrasiya xwe û çêkirina
rêveberiyeke xwe ya ne dewletiye.
Mafê avakirina modelekî ya komên
ne dewletîne û hemû pirsgirêkên xwe
di gundan de, taxan de û di çarçoveya
bajaran de muneqeşe bikin, biryaran
bigirin û çareserbikine.
Min ji bo gelê Kurd mînaka Enkîdoyê hevkar yê ev pênc hezar sale
ji dema Gilgameş ve dabû. Dewleteke
hevkar a erzan didin sazkirin. Ez êriş
nakim ser damezrandina wê dewletê.
Lê wê ev dewlet li Rojhilata Navîn
dawiya dawî karekterê dewleteke
destpotîk bigire. Tê zanîn avakarên
van dewletan kî ne. Wê ev dewlet
xwîna gel bimije, ji ber ti pêwendiyeke
xwe bi demokrasiyê re nîne. Niha jî
xwe wek serokê dewletê îlan dikin.
Lê dij derketina min a li dijî netewedewletê, wek derketina Zerduşt û
Hz. Brahîm bimane û bibandor e.
36
Biqasî dij derketina Hz. Brahîm li
dijî Nemrût hêjaye. Ez ji bo pesnê
xwe bidim vêya nabêjim, pêwîstiya
min bi pesindanê jî nîne, lê dij derketina min bimaneye, yên dixwazin
fêhm bikin dikarin fêhm bikin. Qey
ezê serî ji Nemrûtan re bitewînim?
Serê xwe ji axayan re danaynim.
Îdeolojiya netewe-dewlet heram e,
ez hezar carî nanê tifsî jî bixwim, lê
minneta van dewletan nakim, her
tiştê wan heram e. Di demên krîzan
de sîstemên modern dikarin bizên
Çawa ku di tevahiya dîroka şaristaniyan de hatiye ceribandin, di demên
modern de jî hewldanên sîsteman ên
yekdestdarîbûn û hev tinekirinê encam
nedane, berdêlên wan jî giranbûne.
Bêguman korbûnên di vî warî de bîlançoyên van şerên sîsteman gelekî
giran kiriye. Sîstem wê giraniyê li
ser hev çêkin bixwazin bi vî awayî
jiyana xwe dewam bikin. Ji asta
global heta bi asta xwecihî wê timî
hegemondariyê bêne ferzkirin, berxwedanên dijber jî wê ji ceribandinan
dersan bigirin û bi awayekî herî bi
hêz dewam bikin. Heta çareserî nebe,
em ê şer aştiyê her bi hev re bibînin.
Analîz û çareserî hê bêtir serketî
bibin, rastî, qencî û bedewiyê çiqasî
nîşan bidin, bêguman rewşeke em
karibin jêre bibêjin bêşerî û bêaştiyê
pêk bê em ê karibin dinyayeke bi
nirx bi arez bêtir xeyal bikin, pêk
bînin. Bêguman hê zêdetir aştî hê
kêmtir şer rewşeke bi nirx e, hewldanên ji bo pêkanîna wê jî hêjane
esîl in. Bi şertê ku mirov bi prensîb,
bi anor bi rûmet be.
Me hegemondariya kapîtal a fînans
globalê bi xwe weke pêvajoya krîza
herî kûr terîf kir. Bûyer vê terîfê piştrast dikin. Herweha me bi awayekî
berfireh anî ziman ku krîz sîstemîk
ji avabûnê ye. Nûçeyên rojane yên
der barê krîzê de jî karekterê sîstemîk
avabûnê piştrast dikin. Di demên krîzan
STÊRKA CİWAN
de sîstemên modern dikarin bizên.
Hinek wexta dizên bi felc tînin, yên
bi awayekî têkûz dizên jî kêm nînin.
Di utopya lîberal a kapîtalîzmê de
paketên çareseriyê yên gelekî berfireh
pevkirî hîç kêm nabin. Nasekinin
planên rojane, hefteyî, mehane, salane, deh salane pêncî salane dikin.
Ev karê wan in, wê her bikin.
Civak ji her demê zêdetir ji
rastiya xwe ya exlaqî polîtîk
hatiye mehrûmkirin
Di van demên krîzan de şensê hêzên modernîteya demokratîk dikare
zêdetir bibe. Dîrokeke mezin a berxwedanê ya pişta xwe danê, utopyayên
azadî wekheviyê pêşiya wan rohnî
dike. Herweha dersên mezin ên ji
têkçûn û kêmasiyan derxistine hene.
Dema ku mirov li hemûyan di zikhev
de weke desteke wezîfeyên entelektuel, exlaqî polîtîk serwext bibe bixe
nava çalakiyê, bêguman şensê wan
ê serketinê zêde ye. Dîsa jî aliyên
xweser ên demên krîzê yên avabûn
sîstemîk hene divê bi baldarî mirov
li ber çav bigire. Herçiqasî li ser
şopa rabihuriyê bin jî zanist felsefeya
exlaqî-polîtîk a divê pêk bînin û nûbûnan bigire nava xwe divê ev neyê
paşguhkirin. Naxwe weke ku gelek
caran di demên berê de hatiye dîtin
wê rê li seresere nêzîkbûn û serkoriyê
veke. Tew misêwa xwe neo’kirina
lîberalîzmê tehlûkeyê mezintir dike.
Divê neyê jibîrkirin ku herkes ji pêxîrtengiya di sala 1929’an de li nava
dinyayê pêk hat, li hêviya şoreşê bû,
lê pêla faşîzmê ya bilind bû hê dewam
dike. Civak ji her demê zêdetir ji
wesfê wê yê exlaqî polîtîk hatiye
mehrûmkirin. Teknolojiya înformatîk,
dinyayên gelekî mezin ên ferazî û
derfetên berevajîkirina rastiyên dinyayê pêşkêşî destê hêzên hegemondar
ên îdeolojîk ên global dike. Avahiyên
xwe yên riziyayî bi hêsanî bi sîste-
meke nû ambalajkirî mîna nû çêbûye
pêşkêş dike di vê de ti xirabiyê jî
nabîne. Girseya heyî ji zûve veguherandiye girseya kerî ya faşîzmê.
Li şûna hêvî şikandinê, divê mirov
qîma xwe bi anîna cem hev a rastiya
analîtîk hiskirinê neyne, ji sedî sed
em heta jiyana exlaqî polîtîk nexin
her kêlî mekanê xwe, bi hêsanî em
dikarin bêne pûçkirin, ji lewra jî ez
van diyar dikim.
Îslama siyasî îdeolojiyeke milliyetgiriyê ye, olîgarşiyên dewletên
netewe yên dused salên dawiyê maske
dike
Mirov ‘Îslama nerm’ ji rêrûesmekê
wêdetir weke diyardeyeke modernîst
a dused salên dawiyê di çarçoveya
dewleta netewe de bigire dest, wê
manedartir bibe. Mirov wê weke Îslama ji rêûresma dîn ne, weke milliyetgiriyê avabûna wê fêhm bike gelekî girîng e. Ji ber ku ji bo serwextbûnê ev nuqte kilît e. Prototîpiya
milliyetgiriya herêmî ye, mohra oryantalîzmê li ser e. Vedîtineke oryantalîstan e, ti têkiliya xwe bi jiyana
Îslamî re nîne. Bi belavbûna li herêmê
ya hêzên hegemonîk ên Ewrûpayê,
nexasim jî bi hegemonya Elmanyayê
re ji nêz ve têkiliya xwe heye. Di
dema dawî de li dijî Rûsya Sovyetê
bi hegemonya DYE’yê ve girêdayî
ye. Gelekî girîng e ku mirov fêhm
bike, Îslama siyasî ya hatiye vedîtin
têkiliya xwe bi çanda Îslama dîrokî
re nîne, ev cureyê Îslamê milliyetgirî
ye, armanca wê jî parçekirina çanda
wê ye, bi vî awayî dixwaze herêmê
ji hêz û taqetê bixe.
Îslama siyasî îdeolojiyeke milliyetgiriyê ye, olîgarşiyên dewletên
netewe yên dused salên dawiyê maske dike. Komara Îslamî ya Îranê vê
rastiyê bi awayekî balkêş nîşan dide.
Îslama Şîa ji serî heta dawiyê milliyetgiriya Îranê ye; îdeolojiya hegemonîk a rêûresma împaratoriya
Îranê ye. Lê weke çanda orjîn, weke
dîrok Îslam hem cuda ye, hem jî girîng e. Mirov heta Îslamê bi vê rastiyê ji hev dernexe, mumkîn nîne
çanda Rojhilata Navîn analîz bike ,
dabeş bike û bike mijara hin çareseriyan. Deryayeke mezin a çandê
ye, weke wezîfe li benda çareserkirinê ye. Nexasim di serî de Hz. Muhammed, ji roja derketina holê heta
roja me ya îro weke hêmaneke demokratîk Îslam weke hêmaneke
desthilatdar Îslam, dîrokek e ku wan
ji hev dike, li ser vî bingehî dîroka
gelan, hebûnên xwecihî û herêmî
ji nû ve li benda nivîsandinê ne.
Dîroka civakî bi vê paradîgmayê
were pêşdebirin ji bo rohnîkirina
roja me ya îro, nirxa xwe zêde misoger e. Şîroveyên bi heman rengî
ji bo Cihûtî, Xirîstiyantî Zerdeştiyê
jî (sentezên mîna Manîheîzmê jî girîng in) bêne pêşdebirin, çanda Rojhilata Navîn wê bi awayekî nêzî
rastiyê bê analîzkirin ev yek ê rê li
dewlemendiya maneyê veke.
Ji bo analîzên çandê, orjînên Sumer
û Misrê bi qasî ku kilîta mijarê bin,
girîng in. Rastiyek e ku piştrast bûye,
dînên yekxwedayî û Pirtûkên Pîroz
çavkaniya xwe ev orjîn in. Çanda
Serdema Neolîtîkê ji hemûyan re
dayiktî kiriye, ji lewra heta bandorên
dîrokî yên vê çandê neyên analîzkirin,
ti çand têra xwe rohnî zelal nabe.
Hegel analîza çanda dema xwe di
wê demê de spart heta çanda Serdema
Antîk a bi sînor dihat bibîranîn çanda
Misrê. Wexta ku dîroka çandî were
tomarkirin şîrovekirin a derkeve
holê wê Ronesanseke çandî be. Di
rastiya çanda Rojhilata Navîn de ev
wezîfe hê bi awayekî serketî bi cih
nehatiye anîn. Fikrên dîroka dîndar
milliyetgir ji pêşkêşkirina dogmayan
wêdetir, vegotinekê pêşkêş nakin.
***
37
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
GAV BI GAV BER BI XWESERIYA DEMOKRATÎK
Aslan MÊRDÎN
“Ji heft salî heta heftê salî
her kes ji bo parastina
xaka xwe di nava şer de
cih digire. Li rojavayê
kurdistanê şerê rûmetê
heye. Şervan jî di nava vî
şerê rûmetê de hebûna
xwe îspat kir. Xwedî
derketina li rojava xwedî
derketina li xwîna
şervan e”
Pêvajoya hevdîtinan ku li Îmraliyê
dest pê kir, salek li pey xwe hişt. Di
hundûrê vê salê de gelek pêşketin çêbûn.
Piştî manîfestoya Newrozê ya Rêberê
Gelê Kurd Abdullah Ocalan pêvajoyek
nû dest pê kir. Piştî vê peyamê KCK'ê
agirbest îlan kir û HPG jî ket rewşa bêçalakîtiyê. Pêngava Rizgariya Demokratîk bi vekişîna gerîla dewam kir.
Gerîlayên HPG û YJA-STAR'ê li ser
banga Rêberê Gelê Kurd kom bi kom
ber bi başûrê kurdistanê dest bi meşa
çareseriya demokratîk kirin. Di hundûrê
salekê de Tevgera Azadiyê çi barê ku
ket ser milê wê tevî hemû şert û mercan
pêk anî. Di nava vê salê de li bakurê
kurdistanê xwîn nerijî. Ev yek jî bi
saya Rêberê Gelê Kurd pêk hat. Lê nêzikatiya li hemberî vê hewldanê berovajî
bû. Hê jî Rêberê Gelê Kurd li îmraliyê
tê ragirtin û hê jî hukûmeta AKP'ê ti
gaveke erênî neavêt.
Hevdîtinên li îmraliyê jî bi sînor
pêk hat. Heyeta BDP'ê ku hevdîtinên
Mijdar 2013
di navbera Îmrali, Qendîl û Dewletê
de pêk tanî jî rastî astengiyan dihat.
BDP wekî ragihandina hevdîtinan hat
bikaranîn. Lê ji roja ku ev pêvajo dest
pê kir heta niha BDP, Qendîl û Îmrali
jî di hewldanên xwe de cidî bûn. Yê
ku ne cidî bû hukûmeta AKP'ê bû. Her
kesî di vê pêvajoyê de rastiya Tevgera
Azadiyê û durûtiya AKP'ê dît. Liv û
tevgera AKP'ê ne ji dil bû. Eger ji dil
bûya wê gelek pêşketinên erênî çêbûbana. Ji ber ku salek ne hindik bû. Diviyabû niha li Kurdistan û Tirkiyê aramiyek hebûya, lê rewş ber bi xerabûnê
ve diçe. AKP peywira xwe bicih neanî.
Di vê rewşê de jî tişta ku Tevgera Azadiyê bike nemaye.
Tevahiya meha havînî AKP'ê behsa
pakêta xwe yî xapandinê dikir. Lê
dema ku pakêt vebû her kesî durûtiya
AKP'ê careke din dît. Ji xwe me dizanîbû bê di pakêtê de çi tineye. Hukûmetê dîsa bi ya xwe kir. Yanî polîtîkaya
xwe yî înkarkirinê domand. AKP dix38
waze bi pakêtan gel bixapîne. Lê êdî
gel dizane pakêt bi kêra çareseriyê
nayê. Çareseriya pirsgirêka kurd bi
pakêtan çareser nabe. Ji bo çareseriyê
divê berî her tiştî zihniyet were guhertin.
Hukûmet dixwaze kurdên girêdayî
xwe ava bike. Televizyona girêdayî
xwe, partiya girêdayî xwe û siyasetmedarên girêdayî xwe...
Pirsgirêka kurd ne pirsgirêkek nû
ye. Ev pirsgirêk ji destpêka komara
Tirkiyê heta niha bi awayekî fermî
dewam dike. Di avakirina vê pirsgirêkê de hêzên derve jî rola xwe
dilîzin. Ji ber vê yekê ji bo çareseriyê
jî divê berî her tiştî sedemên vê pirsgirêkê werin tespît kirin. Lê xûyaye
ku AKP jî naxwaze vê pirsgirêkê çareser bike. Ji bo ku pirsgirêk neyê
çareserkirin jî li riya xitimandinê digere. Ji sala 2002'an heta niha tiştên
ku AKP'ê kirine li ber çavane. Eger
ku AKP'ê xwestiba çareser bike wê
heta niha kiriba.
STÊRKA CİWAN
El Qaîde li dijî kurdan şer dikin.
Li pişt van êrîşan jî dewleta
Tirk heye
Ji sala 1993'an heta niha tevgera
azadiyê li çareseriyek demokratîk digere,
lê mûxatabê vê tine ye. Ji ber ku dewleta
Tirk jî naxwaze ev pirsgirêk çareser
bibe. Xapandina kurdan û paşxistina
çareseriyê ji xwe re esas girtine. Niha
hilbijartin ket rojevê. AKP xwe ji hilbijartinê re amade dike, yanî di rojeva
wan de projeyên çareseriyê tine ye.
Hilbijartinê jî li gorî xwe çêdikin. Dema
ku hilbijartin li gorî wan be wê demokrasî li kuderê be? Ji xwe pirsgirêka
demokrasiyê jî li vê derê derdikeve. Ji
bilî BDP û HDP'ê partiyên mûxalîf li
Tirkiyê tine ne. Parlementer û şaredarên
ku BDP di hilbijartinan de derdixe jî
tên girtin. Operasyonên qirkirina siyasî
ku di bin navê KCK'ê de pêk hatin darbeyek AKP'ê bû. Tevî ewqas zext û
zordariyê wê gelê kurd çawa baweriya
xwe bi vê pergalê re bîne.Di rojeva
kurdan de projeya xweseriya demokratîk
heye. Îro li rojavayê kurdistanê ev proje
pêk tê û bi ser dikeve. Her tişt ji bo xizmeta gel pêk tê. Rêveberiya herêmê di
destê gel de ye. Ev projeya xweser ji
bo parçeyên din yê kurdistanê mînake.
Li bakûrê kurdistanê jî gel xwe amade
dike. Dema ku tu hemû riyên demokratîk
li kurdan bigire wê kurd xwe bi xwe li
çareseriyê bigerin. Çareseriya kurdan
jî xweseriya demokratîk e.
Tevî van pêşketinan rewşa li rojavayê
kurdistanê tesîrê li pêvajoyê dike. Îro
bi hezaran endamên komên çete yên
girêdayî El Qaîde li dijî kurdan şer
dikin. Li pişt van êrîşan jî dewleta Tirk
heye. Eger ne wisa ba wê destûra komên
çete nedaba ku ji Tirkiyê derbasî rojava
bibin. Lê mixabin ev yek ne wisa ye. Ji
gelek welatan bi hezaran endamên komên çete derbasî rojava bûn. Rojavayê
kurdistanê bi dorpêçkirinê re rû bi rû
ye. Niha jî li ser sînorê bakur û rojavayê
kurdistanê dîwarê şermê tê avakirin.
Bi salane ew têlên rêsayî ku dilê kurdan
parçekiribû ne bes bû, niha jî dîwarê
qalin dirêsin. Me dîwarê şermê ji Berlînê
bihîstibû, niha ev dîwar gihîşt welatê
me. Polîtîkaya dîwarê li Berlînê çi be,
wê li bakûrê kurdistanê jî bi heman
rengî be. Helwesta kurdan li dijî vî dîwarê şermê girîng e. Dema ku operasyonên qirkirina siyasî dest pê kir, ji ber
bêdengiyê van operasyonan dewam kir
û bi hezaran kurd hatin girtin. Niha jî
heman bêdengî dewam bike wê lêkirina
dîwarê şermê dewam bike. Nerazîbûna
kurdan wê vê pêvajoyê diyar bike. Bi
dîwarê şermê re dorpêçkirina rojava
hê bêtir dikeve rojevê. Divê gelê li ser
sînorê bakûr û rojavayê kurdistanê destûra vî dîwarî nede. Îro ev dîwar were
lêkirin sibe wê li parçeyên din yê kurdistanê jî were lêkirin. Ev çend mehe li
çar parçeyên kurdistanê ji bo kongreya
netewî ya kurdistanê xebat tên kirin. Ji
bo pêkhatina vê kongreyê jî meha Mijdarê hatibû destnîşankirin. Tam jî di vî
wextî de lêkirina dîwar peyamek ji bo
kongreya netewî ya kurdistanê ye. Dixwazin yekîtiya kurdan xera bikin û
kongreya yekîtiyê asteng bikin.
Mijarek din ya girîng jî şehadeta
ciwanê kurd Şervan Muslûm e. Fedekariya kurdan ji vî ciwanî tê dîtin.
Şervan kurê Hevserokê PYD'ê Salih
Muslûm bû. Yanî zarokê lîderekî kurd
bû û di şerê li rojavayê kurdistanê de
jiyana xwe ji dest da. Bi vê yekê tê îspatkirin ku li rojavayê kurdistanê şerê
gel heye. Ji heft salî heta heftê salî her
kes ji bo parastina xaka xwe di nava
şer de cih digire. Li rojavayê kurdistanê
şerê rûmetê heye. Şervan jî di nava vî
şerê rûmetê de hebûna xwe îspat kir.
Xwedî derketina li rojava xwedî derketina li xwîna şervan e. Her meh bi
dehan şervanên kurd li rojava xwîna
xwe dirijînin. Ev yek hemû ji bo parastina gel û welatê xwe ye. Hebûna
kurdan li vê derê xûya dike. Dibe ku
kurd wendahiyan bidin, lê serketina
wan jî sedî sed e. Ji ber ku kurd li dijî
cîhanê xwe diparêzin. Ji her çar aliyê
cîhanê êrîşî kurdan dikin. Ji bo kurdan
jî parastin navê rûmetê ye.
Li aliyê din Serokwezîrê Tirk Erdogan hê jî gefan li kurdan dixwe. Ji
bo çûyîna Îmraliyê gef li BDP'ê xwar.
Ji xwe cara dawî çûyîna Hevserokê
BDP'ê Selahattîn Demîrtaş jî asteng
kir. Yê ku gotinekê ji wan re bike rê li
wan dibire. Bi heman rengî Sirri Sureyya Onder jî asteng kirin. Kurd wê
çawa bi vê hukûmetê re li hev rûnên.
Erdogan wekî mekîna derewa ye. 24
saetan derewan dike û ew bi xwe jî
bawer nake. Lê êdî civaka li Tirkiyê
wî naskiriye. Her kes dizane ku êdî
derewên Erdogan pere nake. Ji ber vê
yekê ev hilbijartin wê ji bo Erdogan
bibe wekî referandûmekê. Eger li gelek
deveran wenda bike wê siyaseta xwe
yî li dijî kurdan biguherîne. Lê eger
çerxa wî li gorî dilê wî bigere wê pêvajoya mijûlkirinê bidome.
Pêvajoya çend meh pêşiya me wê
xûmamî derbas bibe. Gelek tişt wê
di nava hev de biqewimin. Li bakûrê
kurdistanê pêvajoya çareseriyê, li rojavayê kurdistanê berxwedana gelê
kurd û kongreya netewî ya kurdistanê.
Ji bo ku kurd bi serkevin wê di nava
hewldanê de bin. Hêzên ku naxwazin
kurd bi serkevin jî wê di nava hewldanan de bin. Ev demsala payîzî wê
bi vî rengî derbas bibe. Lê ji bo
kurdan ya herî girîng jî çareseriya bi
destê xwe ye. Rêberê Gelê Kurd Abdullah Ocalan jî di hevdîtina xwe ya
dawî de behsa vê mijarê kiribû. Wî
gotibû li benda hukûmetê nemînin.
Ji dewletê ziman û nasnameya xwe
nexwazin. Ev yek jî nîşan dide ku
wê kurd rêveberiya xwe ya xweser
ava bikin. Navê vê yekê jî xweseriya
demokratîk e !
***
39
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
Ciwanan dixapînin...
Awyer Dilxwaz
“Li hemberî vê hovîtiyê
tevî têkoşîna aktîf a
ciwanan divê seyda û
alimên civaka Kurd jî der
barê îslama rast de
civakê serwext bikin û
hewil bidin pêşî li
xapandinên ciwanan
bigirin. Divê berê
ciwanên Kurd her tim li
rojavayê welêt be ji ber
ku li rojavayê welêt roja
Kurd hil tê”
Ji bakur û başûrê Kurdistanê, ji
Tirkiye, welatên kendavê û Ewrûpayê hestên dînî yên bi hezaran
ciwanan tên îstîsmarkirin û di bin
navê cîhadê de wan li Sûrî didin
şerkirin.Gelek ji van ciwanên tevlî komên çete dibin ketibûn destên
hêzên YPG’ê. Ew çeteyên ketibûn
destê şervanên YPG’ê li xwe mikur
hatibûn ku ew di ser Tirkiyê re
derbasî rojavayê Kurdistanê bûne.Ji
bilî vê jî, bi gelek belgeyan eşkere
bû ku van komên çete li Tirkiye di
otelan de tên bicîhkirin û perwerde
dibin.Ji bo ku bikaribin van ciwanan bixapînin gelek rêbazan bikartînin, ji bo ciwanên xizan gerên
rojhilata navîn û welatên bakurê
Efrîkayê organîze dikin. Ciwanên
tevlî van geran dibin perwerdeya
eskerî dibînin.
Herwiha bi awayekî eşkere li
ser malperên înternetê û mizgeftan
Mijdar 2013
bang li ciwanan dikin da ku tevlî
van komên çete bibin, yên ku tevlî
nebin jî bi kuştinê tehdît dikin.
Di bin maskeya dînê îslamê de,
di bin navê ‘cîhadê’ de bi hestên
ciwanan dileyzin û wan ber bi hovîtiyekê ve dibin.Heta niha gelek
ji wan hatin kuştin. Gelek malbat
hene ku haya wan ji zarokên wan
tine ye. Şûna ku li zarokên xwe
xwedî derkevin û ew bi xwe zarokên xwe li gorî îslama rast perwerde
bikin destê wan digirin û wan dişînin mizgeftên cemaatan ku tê de
ciwanan bi rêxistin dikin û wan
dişînin rojava li hemberî Kurdan
didin şerkirin.
Di nava wan ciwanan de ku tevlî
komên çete bûne, gelek ciwanên
Kurd jî hebûn. Yek ji wan ciwanan
jî Wedat Dînç e ku ketibû destê
hêzên YPG’ê. Diyarkiribû ku ÎHH,
HUDA-PAR û saziyên cemaata
40
Fetullah Gulen ciwanan dişînin
Sûrî û rojava li hemberî Kurdan
didin şerkirin. Herçiqasî bawerkirina wê zehmet be jî, lê rastiyeke
wiha heye û bi belge û şahidan
hatiye piştrastkirin ku ciwanên
Kurd li hemberî Kurdan didin şerkirin.Dîsa ev salek zêdetir e ku
raya gîştî ya Kurd bi dîmen, belge
û şahidan van kirinên qirêj ên di
bin navê îslamê de deşîfre kir û
dike jî. Lê welatên Ewrûpayê li
hemberî van kirinên qirêj heta niha
bêdeng in. Çend roj beriya niha
raya gîştî ya ewrûpiyan jî bi nûçeyên xwe raya gîştî ya Kurd piştrast
kirin. Heta niha ji gelek welatên
Ewrûpayê ciwanan bi rêxistinkirin
û şandin Sûriyê li hemberî Kurdan
dan şerkirin. Li gorî rapora îstîxbarata Elmanyayê heta niha ji Elmanyayê û bi taybetî jî li herêma
NRW 300 ciwan tevlî van komên
STÊRKA CİWAN
çete bûne. Piranî ji wan ciwanan
jî hemwelatiyên Elmanyayê ne.
Herwiha li Bakûrê Sûriyê kampeke bi zimanê Elmanî saz kirine
û li wir wan ciwanan perwerde dikin. Heta niha gelek ji wan jî hatine
kuştin. Li welatên weke Franse,
Belçîka, Hollanda, Ingilîstan û
Skandinavyayê jî van hêzên çete
li ser kar in. Tevî ku hin hikumetên
ewrûpayê çavên xwe li çûyîna wan
ciwanan digirin, hin jî wan jî bi
tirs û fikarin. Tirs û fikara wan jî
ne ew e ku ew ciwan li welatên
wan tên xapandin, diçin Sûriyê û
sucê mirovahiyê dikin. Tirsa wan
ew e ku ev kes careke din vegerin
welatên Ewrûpayê û ew hovîtiya
ku li Sûriyê dikin li ewrûpayê jî
bikin. Ev yek bi awayekî eşkere ji
aliyê polîsê ewlekariyê yê Swêdê
ve hat gotin.
Dema helwesta hikumetên
Ewrûpayê em temaşe bikin, em
dibînin, heta ku ji destê wan
tê hewil didin ciwanên Kurd
Çend meh beriya niha çend ciwanên ku ji Belçîkayê çûbûn, hatibûn kuştin, pîştî kuştina wan hikumeta Belçîkayê lêpirsîna der
barê mijarê de kûrtir û berfirehtir
kir. Li gorî lêkolînan derket holê
ku tenê ji Belçîkayê 300 ciwan
tevlî van komên çete bûne. Dîsa li
welatên Skandinavyayê yên weke,
Swêd, Norvec, Danmark û Fînlandyayê bi sedan ciwan di mizgeftan de hatin xapandin û çûn
Sûriyê. Li gelek mizgeftan bi awayekî eşkere bang dikin da ku ciwan
biçin tevlî komên çete bibin. Li
hemberî vê hikumetên Ewrûpayê
bêdengbûna xwe diparêzin. Weke
me di destpêkê de jî got tirs û gûmana wan tenê ew e ku ev kesên
diçin Sûriyê careke din vegerin
Ewrûpayê û li ewrûpayê jî per-
werdeya ditîn bi cih bînin. Lê dema
mirov helwesta hikumetên ewrûpayê temaşe dike, em dibînin, heta
ku ji destê wan tê hewil didin ciwanên Kurd gunehkar nîşan bidin
û krîmînalîze bikin. Di çalakiyeke herî demokratîk û rewa de jî
ciwanan digirin û bi saetan dixin
jêpirsînê.
Divê berê ciwanên Kurd
her tim li rojavayê welêt be
ji ber ku li rojavayê welêt
roja Kurd hil tê
Dîsa ji bo ciwanên Kurd bikin
sixûr bi hemû teknîk û polîsên
xwe li ser kar in. Lê li hemberî
van organîzasyonên wiha ku ciwanan dixapînin û wan dişînin Sûriyê û wan ji mirovahiyê derdixin
bêdengbûna xwe diparêzin. Çavên
xwe li vê digirin. Li hemberî van
dafikan divê di serî de dayik û
bav divê xwedî li zarokên xwe
derkevin û wan bi çand û hunera
xwe perwerde bikin. Bi destên xwe
wan neşînin mizgeft û civatên- cemaetê.
Ji bo ku ciwanên Kurd xwe li
hemberî van dafikên qirêj û hovane
biparêzin divê rêxistinbûna xwe
xurt bikin. Divê van kesên ku van
karên qirêj dikin deşîfre bikin û li
hemberî wan têkoşîneke aktîf bimeşînin. Herwiha divê ciwanên
Kurd ji bîr nekin ku van komên
çete bi desteka hin hêzên derve
tên şandin. Ev çeteyên ku weke
hovan êrîşî gel dikin û wan qetil
dikin di mizgeftan de fetwayên
‘jinên Kurdan, Malê Kurdan helal
e’ dan û didin. Li hemberî vê hovîtiyê tevî têkoşîna aktîf a ciwanan
divê seyda û alimên civaka Kurd
jî der barê îslama rast de civakê
serwext bikin û hewil bidin pêşî li
xapandinên ciwanan bigirin. Divê
berê ciwanên Kurd her tim li rojavayê welêt be ji ber ku li rojavayê
welêt roja Kurd hil tê.
***
41
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
DI ŞER DE ÇEKA HÊZÊN SERDEST DESTAVÊTIN !
Mizgîn JÛTENYA
Şîdeta li ser jinê li cîhanê ji destpêka dîroka serdestan ve dewam
dike. Di dîrokê de, dema derbasbûna
serdema baviksalariyê de di şerên
kabîleyan de yek ji hedefên aliyan
ew bû ku sembola bereket û zêdebûnê jinê bi dest bixin. Bi vê yekê
tecawiz wekî serkeftina mêr hate
nîşandan û derket pêş. Û çi dibe
bila bibe, jina ku rastî tecawiza mêr
dihat wekî aliyê ku wenda dikir dihate nîşandan. Lewra di şeran de ji
ber ku pergala civakî serûbinî dibe,
jin hem li hundir hem li derve dikevin rewşeke bêparastin. Herî dawî
di 2. şerê cîhanê de şîdeta zayendî
ya li dijî jinê wekî sûcê şer bi awayekî bi pergal hate bikaranîn.Li gorî
daneyan, di vê demê de tenê li Berlînê 100 hezar bûyerên destavêtinê
pêk hatin. Piştî ku leşkerên Sovyet,
DYE, îngilistan û Fransayê ketin
Berlînê di 100 hezar bûyeran de
215 jinan li Spandau întixar kirin.
Dîsa di 2. şerê Cîhanê de artêşa
Japonya ku Mançurya û Kore îşgal
kiribûn, zêdeyî 150 hezar jin kiribûn
kole û bi awayekî sîstematîk rastî
destavêtina leşkeran dihatin. Li
welatên ji aliyê Elmanyaya Naziyan
ve hatibû îşgalkirin jî, bi armanca
ku nîjada xwe li her derê zêde
bikin tecawiz wekî navgînekê bi
kar dianîn...
Yek ji bûyerên di serdema şerên
demên nêz de dîsa dema Pakîstan
Bangladeşê dagir dike de pêkhat.
Şerê di navbera Rojhilatê Pakîstan
û Bangladeşê de 400 hezar jin rastî
destavêtinê hatin. Jinên Bengal ku
Mijdar 2013
rastî destavêtinê hatin û ducanî
man, ji civakê hatin qewitandin.
Zarokên ku ji ber tecawizê çêbûn
jî ji aliyê civakê ve hatin vederkirin.Bi sedan jinên ku rastî destavêtinê hatin ji aliyê xizmên xwe ve
hatin kuştin.
Li Vîetnam, Bosna, Çeçenîstan,
îran, Irak û herî dawî li Sûriyê,
jinên li herêmên şer rastî destavêtinê
hatin. Ji ber şerê li Sûriyê bi sedan
jinên ku koçî kampên li welatên
cîran û Tirkiyê bûn, wekî xenîmeta
şer têne bikaranîn û firotin.Û îro li
Bakurê Kurdistanê di şerê ku li cîhanê nehatiye binavkirin de li hemberî jinên kurd polîtîkaya destavêtinê
ev bi salan e li ser kar e.Li Bakurê
Kurdistanê bi dehan jin û zarok li
derve û li girtîgehên tirk rastî destavêtina leşker, polîs, memûrên dewletê, mamoste û midûrên dibistanan
hatine.Di serê hedefê de jî keçên
zarok in.. Yek ji wan zaroka 13 salî
ya bi navê N. Ç ye. N.Ç. di sala
2002'an de li Mêrdînê rastî tecawiza
26 kesan hat. Di nav van kesan de
qeymeqam, leşker, fermandar, mamoste û xebatkarên di dibistanê
bûn. Ev kes bi cezayê herî hindik
hatin cezakirin. Li şuna ev kes bên
darizandin dozgeriya Mêrdînê ji bo
zaroka 13 salî got 'bi rizaya xwe fihûş kiriye'... parêzerên N. Ç. doz
birin dadgeha mafên mirovan a Ewropayê. Li girtîgeha Pozanti ya Edeneyê jî di sibata 2012'an de derket
holê ku zarokên law ên temenê wan
di navbera 15-17 salî de bi dehan
caran rastî taciz û tecawizê hatine...
42
Paşê hate hînbûn ku di serî de girtîgehên Sîncan û Şakranê, li gelek
girtîgehên din ên Tirk zarokên kurd
rastî heman bûyeran tên.Li girtîgehên
Tirk bi armanca şikenandina îradeya
bi hezaran jin û zarokên Kurd tê meşandin. Û bûyera skandal a tecawiza
li Çewligê..Zaroka 14 salî ya bi navê
E.A li gundê Hezaran ê Çewligê rastî
destavêtina 8 leşkerên Tirk hat. Çar ji
van çawîşên pispor bûn. Bûyer di sala
2007'an de pêk hat. Li ser gilîyan çar
ji van leşkeran hatin girtin, lê di pey
re serbest hatin berdan.. Dewleta tirk
û hikûmeta AKP'ê ji bo tinekirin û
bêrûmetkirina kurdan, polîtîkaya tecawizê li hemberî kurdan û têkoşîna
rizgariya kurd bi kar tîne.Vê polîtîkayê
bi qasî qadên din, di Dibistanan de jî
dimeşîne. Bûyera ku di destpêka sala
2013'an de derket holê ev yek bi awayekî zelal çespandibûDi bernameyeke
bi navê 'Orumcek Agi' ku di televizyonên kurd de hate weşandin de xwendekarên kurd îtiraf kiribûn ku bê çawa
polîs, mît, leşker di bin navê mamosteyan de wan dikişînin nava xefika
qirêj.Wan hînî tiryakê dikin, tecawizê
li wan dikin û pasê wekî sîxûr dişînin
nava hêzên gerîla. Bi vî rengî hewl
didin têkoşîna rizgariya kurd û azadiya
tevahiya kurdistanê ji xwe re kiriye
hedef birûxîne. Rejimên ku li hemberî
şerê mafdar ên Kurdan bi ser nakeve
dixwaze bi tecawizê kurdan bi bin
bixe. Lê têkoşîna gelê Kurd ku ev zêdeyî 30 salan didome ev polîtîkayên
rizandinê pûç kirin.
***
STÊRKA CİWAN
Em Ji Siyaseta Demokratîk Û Netewa
Demokratîk Çi Fêmdikin?
Jiyan HÊVÎ
“Kurd, Tirk, Ereb, Fars,
Suriyan, Ermenî...û hwd,
hemû dikarin li gorî reng
û xweseriyên xwe di bin
banê netewa demokratîk
de îfade bikin. Zerduştî,
Elewî, Misliman,
Xiristiyan... û hemû
baweriyên din jî dikarin
xwe di nava netewa
demokratîk de îfade bikin.
Lewma pêşxistina netewa
demokratîk pir girîng e..
ji pirsgirêkên heyî re
derman e”
Di roja me de siyaset, rêveberî û
îqtîdar weke hev têne dest girtin.
Di vî milî de mirov dikarê bêje ku
tevliheviyek mezin heye. Elbet sedemên vê yekê raste rast bi zihniyeta
sîstema hîyararşî û dewletî ve girêdayiye. Sîstema hiyararşîk ji bo
desthilatdariya xwe xurt bike, rewa
bike pêdivî bi perçekirinê dîtiye.
Di navbera pêkhateyên civakê de
perçebûn çêkiriye. Di navbera jin û
mêr de, mirov û xwezayê de perçebûn çêkiriye. Bi kurtî bi vê perçebûnê her tişt ji xwezaya wî, ji heqîqeta wî dûrxistiye. Lewma mirov
dikarê bêje ku mirovê niha dijî mirovê ku ji heqîqeta xwe hatiye dûrxistin e. Rêbertî di paraznemeyên
xwe de di derbarê heqîqeta mirov
ango taybetmendiyên ku di mirov
de hene tînê li ser ziman. Mînak dibêje: “ Di mirov de kevirê bingehîn
ê maddeyê atom, hem di warê hej-
marê û hem jî di warê rêzbûnê de
bi awayê herî dewlemend bi cih dibin. Her wiha dibêje mirov ji nebatan
û heywanan zêdetir temsîliyeta gerdûnê dike, ji ber ku hemû pêşveçûnên beriya xwe di nava xwe de dihewîne. Her wiha mirov şêweyê
herî pêşketî yê jiyana civakî ava kiriye. Mirov xwediyê cîhaneke zêhnî
ya gelek nerm û azad e. Dikarê metafizîk bijî”. Di civaka xwezayî de
mirovan xwe bi van xisletên xwe
xwe jiyanî dikirin û xwe pêktanîn.
Mirov di çarçoveya civakîbûnê de
dihizirîn û tevdigeriyan. Ji ber ku
civakîbûn şert û mercê yekane yê
hebûna mirovan bûn. Feraseta heyî
“yek ji bo herkesî, her kes ji bo
yek kesî bû”. Lewma hemû mirovên
wê civakê ji bo pirsgirêk û pêdiviyên civaka xwe pêkbînin û çareser
bikin difikirîn pîlan û proje derdixistin, biryar digirtin û pêktanîn.
Ji bo wê ji civaka xwezayî re tê
gotin civaka exlaqî û polîtîk. Encama ku mirov ji vê yekê derdixe
ew e ku hemû mirovên civaka xwezayî mirovên siyasî bûn, mirovên
exlaqî bûn. Ji aliyê din jî derdikeve
holê ku siyaset di rastiyê de karê
civakê ye. Siyaset û civakbûnê mirov ji hev qut nikarê bigire dest.
Ji tiştê ku min di pêşî de anî ser
zimên pênaseya siyasetê derdikeve
holê ku siyaset ji bo çareserkirina
pirsgirêkên civakê, ji bo pêkanîna
pêdiviyên civakê, ji bo xweşikirina
jiyana civakê fikirîn biryar, pîlan û
proje derxistin e. Baş e, wê demê
siyaseta demokratîk çi ye? Ji kîjan
siyasetê re mirov dikarê bêje demokratîk e? Dema ku hemû mirovên
civakê, ango hemû pêkhateyên civakê tevlî vê karê fikrandinê, biryar
û pîlan derxistinê dibin mirov dikarê
bêje ku siyaseta tê kirin siyaseteke
43
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
demokratîk e. Weke me got karê fikirandinê ji aliyê her kesî ve tê
kirin. Hemû mirov difikirin. Ji xwe
demokrasî weke em dizanin tevlîbûna hemû pêkhateyên civakê û rêvebirina wan a xwe bixwe ye.
Xurtbûna mirovan, civakan
û xwebûna wan bingehê ku
dewlet xwe li ser dike
desthilatdar ji holê radike
Li ser vî bingehî mirovên ku dikarin siyaseta demokratîk bimeşînin
û cihê xwe di nava netewa demokratîk de bigirin mirovên ku xwe li
gor xwezaya xwe, li gor heqîqeta
xwe, xwe pêktînin û jiyan dikin e.
Mirovên ku li gor potansiyela xwe
xwe pêktînin e. Lê piştî damezrandina sîstema hiyararşî û dewletî û
perçekirin û berovajîkirina wî ya
rastiyê, tenê karê fikirînê bû ayîdî
hinek mirovan. Hinek mirov tenê
dikarin bifikirin û yên din tenê karê
wan bû xizmet û pêkanîn. Hinek
mirov tenê dikarin siyasetê bikin.
Ji wê jî bi awayekî xwezayî derdikeve ku tenê hinek dikarin karê rê-
Mijdar 2013
veberiyê bikin. Lewma desthilatdariya wan jî rewa dibe. Ew mirovên
xuliqkar, berpirsiyar, ew mirovên
ku difikirin û xwe bixwe pirsgirêkên
xwe çareser dikirin ji holê rabûn û
di cihê wan de mirovên ku nahizirin,
naxuliqînin, nikarin xwe birêvebibin
û pirsgirêkên xwe çareser bikin derketin. Fikirandin, bi rêvebirin bi vî
rengî tenê bû kar û sifata mirovên
desthilatdar ên ku hêza civakê ya
fikirandinê xistine bin yekdesta xwe.
Bi saya vê sîstema ku bi hezarê
sala hewilda xwe di nava hemû
pêkhateyên civakê de bide rûnişkandin, mirovan bawer kirin ku bi
rastî ew nikarin bifikirin, ew ji vê
hêzê mehrûm in. Jixwe hinek ji ber
wan ve difikirin, hinek ji ber wan
ve siyasetê dikin û pirsgirêkan çareser dikin. Îro dewlet heta jê tê vê
zihniyetê hîn xurtir dike. Bi hemû
hêza xwe ji bo mirov û civak negihin
heqîqeta xwe her tiştî dike. Dewlet
naxwaze bi ti awayî mirov, civak
bibin ê xwe. Dewlet bi ti awayî nahêlin ku mirov, civak bibin îrade û
xwe bixwe xwe bi rêvebibin. Ji ber
44
ku îradebûna mirov û civakê tê wateya têkçûna dewletê. Xurtbûna mirovan, civakan û xwebûna wan bingehê ku dewlet xwe li ser dike desthilatdar ji holê radike.
Mirov ji ber zihniyeta heyî neketine hewldana ku vê yekê
bikin jî, her ji derveyî xwe hêvî
kirine, ji dewletê hêvî kirine
Di vê rewşê de ji ber ku siyaset,
birêvebirin her ji aliyê desthilatdaran
ve hatiye meşandin, di hişê mirovan
de siyaset, birêvebirin û desthilatdarî
weke ku yek têgeh in hatine rûnişkandin. Jixwe tevlîheviya ku derdikeve jî ji ber vê yekê ye.
Bi kurtî eger em dixwazin siyaseta
demokratîk di nava civakê de bê
meşandin divê beriya her tiştî zihniyeta heyî bê derbazkirin. Divê têgihîştina heyî ya di derbarê mirov
û civakê de bê derbazkirin. Divê
em heqîqeta mirovan bi mirovan
bidin naskirin. Divê mirov bikevin
ferqa xwe. Elbet pêkanîna vê ango
guhertin û veguherîna di vî warî de
bi riya perwerdeyê wê bê kirin. Bi
perwerdeyê tenê tu dikarê yê nû di
cihê yê kevin de damezirînî. Ji derveyî wê yê kevin wê di meriyetê de
be. Ji bo ku gel bikaribe siyasetê
bike divê li gor paradîgmeya nû bê
perwerdekirin. Guhertin û veguhertin
bi perwerdê tê pêşxistin. Bi perwerdê
mirov dikarê yê nû înşa bike. Dema
ku mirov di cihê yê kevin de yê nû
înşa nekir, jixwe yê kevin di jiyanê
de wê bê meşandin. Li gorî zihniyeta
desthilatdar mirov nikarin bihizirin,
nikarin biryar bidin, ji xwe mirov ji
ber zihniyeta heyî neketine hewldana
ku vê yekê bikin jî, her ji derveyî
xwe hêvî kirine, ji dewletê hêvî kirine. Jixwe yê ev sîstema avakiriye,
dewlet e. Dewlet ti carî hêviyên civakê pêknayinê, ji ber eger wê bike
wê têkbiçe. Lewma divê mirovên ji
STÊRKA CİWAN
xwe bawer, mirovên bi hêz, mirovên
ku bikaribin xwe birêvebibin û civaka xwe xweşik bikin bên avakirin.
Bi vî rengî feraseta ku ji derve hêvî
dike wê bişke. Ew jî elbet bi riya
perwerdê wê bê avakirin.
Jin tevahî rengîniya gerdûnê
nava xwe de hembêz bike,
jinbûyîn wê civakîbûna
heqîqî û azad bi pêşbixe
Wekî din di derbarê Netewa Demokratîk de tiştê ez bînim ser ziman
ev e. Netewa demokratîk hertim dayikê, sîstema dayiktî tîne hişê min.
Beriya niha Rêbertiyê di nameya
xwe de peyveke nû di derbarê têkoşîna azadiya jinê de bikaranîbû.
Rêbertî gotibû ku “ji dêvila azadiya
zayendî azadiya jinê hîne rastir e”.
Ji ber Rêbertî azadiya civakê di
azadiya jinê de dibîne. Li ser vî
bingehî gotina jinbûyînê bikartîne.
Çawa ku di civaka xwezayî de jiyan
li derdora jina-dayik dimeşiya û civakîbûn bi pêşengiya jinê pêşvediçû,
ya ku Rêbertî dixwaze cardin pêk
bê jî dîsa avakirina sîstema li derdora
jinê ye. Ji ber ku em hemû dizanin
zihniyet û sîstema ku bi pêşengiya
jina-dayîk dimeşiya rê nedida ku ti
pirsgirêkên civakî derbikevin. Hemû
pêkhateyên civakê di civaka xwezayî
de bi rengê xwe tevlî jiyanê dibûn.
Her kes di wir de wekhev xwedî
rol bû, ti ferq û cudatî di navbera
pêkhateyên civakê de nebû. Ji bo
vê demokrasî weke gotin an têgeh
nebû, lê sîstema jiyanê sîstemeke
demokratîk, komûnal bû. Di vê civakê de têkilî, danûstandin li ser
bingehê rêz, hezkirin, parvekirin,
hevdu xwedîkirin, hevdu mezinkirin
û hevdu temamkirinê pêşdiket. Ev
danûstandin ne tenê di navbera pêkhateyên civakê de derbazdar bû, di
navbera civakê û xwezayê de jî têkiliyeke bi vî rengî hebû. Mirovên
wê civakê xweza weke dayika xwe
didîtin, lewma heta dawiyê rêz didan
xwezayê û bawer dikirin ku çi zerara
ku bigihê xwezayê digihê wan bixwe
jî. Lewma xweza diparastin. A ku
ev jiyan û sîstema rengareng afirandiye û înşakiriye jin e, zihniyet
û sîstema jina-dayikê ye. Taybetmendiyên jinê, xwezaya wê şer, çînayetiyê, newekheviyê, bê rengîniyê
napejirîne. Jin dikare tevahî rengîniya gerdûnê di nava xwe de hembêz
bike, lewma Rêbertî dibêje jinbûyîn
wê civakîbûna heqîqî û azad bi pêşPêşxistina netewa demokratîk
pir girîng e... ji pirsgirêkên
heyî re derman e
bixe.
Em civaka xwezayî jî bidin aliyekê, di roja me de her çi qas em
dibêjin ku dayiktiya heyî ji cewherê
xwe dûrketiye jî, tevî wê jî yê ku
malbatê îro li ser piyan digire dîsa
dayîk e. Ya ku malbatê bi rêk û pêk
dike, dayîk e. Dayîk yekîtiyekê di
navbera ferdên malbatê de çêdike.
Dayîk bêyî ku ti ferq û cudahiyê
bixe navê de hemû zarokên xwe
hembêz dike û nirx dide wan. Zarokên wê çi keç bin, çi law bin, çi
xurt bin, çi lawaz bin, çi baş bin, çi
xirab bin nirxê wan li ber dilê wê
giranbiha ye. Hemû jî kezeba wê
ne, her hewl dide milên wan yê
kêm temam bike. Netewa demokratîk
jî weke dayikê ye. Hemû pêkhateyên
civakê bi rengê wan qebûl dike.
Hemû netew, hemû bawerî, hemû
etnîsîte, hemû ziman dikarin xwe
di nava netewa demokratîk de îfade
bikin. Rêbertiya me got netewa demokratîk yek zimanî tenê esas nagire, hemû ziman dikarin xwe di
bin banê netewa demokratîk de îfade
bikin. Kurd, Tirk, Ereb, Fars, Suriyan, Ermenî...û hwd, hemû dikarin
li gorî reng û xweseriyên xwe di
bin banê netewa demokratîk de îfade
bikin. Zerduştî, Elewî, Misliman,
Xiristiyan... û hemû baweriyên din
jî dikarin xwe di nava netewa demokratîk de îfade bikin. Lewma
pêşxistina netewa demokratîk pir
girîng e.. ji pirsgirêkên heyî re derman e.
45
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
Ciwan Hêviya Pêşerojê Ne
Binevş EDESSA
Ciwan di her civakê de çavkaniya
hêvî, pêşeroj û çoş in. Hemu civak ji
bo pêşeroja xwe ciwanan çavkaniya
jiyanê dibînin û di wê çerçovê de
nêzî ciwanan û zarokên xwe dibin.
Ya rast ew têkiliya di navbera pêşeroj
û paşerojê de ne. Ev têkilî çiqas
qewîm be ewqas dikarin pêşeroja civakan jî qewîm bibe. Di civakan de
bi ciwanan re ciwan dimînin. Amadekirina ciwanên ku temsîla coş,
moral û germiye dikin ne tenê erkê
dê û bav e. Ciwanên ku aîdî civakênê,
ji aliyê hemu civakê de pêwîste ku
bên amadekirin. Di vê mijarê de
civak hemu berpirsyare. Pêwîste ku
civak ciwanên xwe bi hesasiyeta zêrîngerekî di hemû qadên jiyanê de ji
perwerdê bigrin heya vînek azad avakirinê, bi exlaq û polîtîqaya civakê
mezinkirinê heya bi zimanê xwe xwe
bide jiyîne bi şiklek herî kûr bê eleqedarbûn.
Her çiqas ciwan temsîla nûbûn û
neslê nû bin jî ji ber ceribandinên
jiyanî kêmin di bin bandorê hêstan
de li jiyanê meyzandin û xwe wusa
tevlîkirina jiyanê tiştek mîsogere.
Raste, ji dil, bê hesap, xwezayî xwe
tevlîkirina jiyanê pir girînge. Ger
tevgerîna me bi zanebûna ku cihana
em niha têde dijîn ne bê berjewendî
de be emê hingî fambikin ku çima
pêwîste em ciwanê xwe biparêzin.
Em di nava hewildana cîhanek bê
berjewendî ji bo ciwanê xwe avakirinê de ne. Her çiqas pêşengtiya
jiyana azad pêşxistin dayina destêwan girîng be, di heman demê de
wek civak li wan xwedî derketin jî
Mijdar 2013
pir girîng e. Ji bo ciwan bi tiştê pûç
û vala tine nebin pêwîstî bi vê heye.
Niha ger em li ciwanê xwe xwedî
dernekevin emê ji bo pêşerojê jî
dereng bimînin.
Ger em li giştî cîhanê binêrin
emê bibinin ku nifûsa herî zêdeyî
ciwan li Kurdistanê ye. Di heman
demê de dema em li lîstokên hêzên
cîhanî ê li ser Kurdistanê dinerin
em dibînin ku ji bo ciwan nirxên
xwe ê civakê bi parêze girîngiya
zanabûna wan pêş xistin jî derdikeve
holê. Ji ber ciwanên ku ne aîdî
civaka xwene ji bo civaka xwe tên
astek bi tehlûke. Di cîhana roja me
de ji bo ciwan ji nirxên xwe dûr kevin, pêşiya fikirandina ciwanan bigrin, sekna serhildêr a li hember neheqî û paşverûtiya bişkîne hewildan
di asta herî jor de ne. Her çiqas li
her derê cîhanê ev rêbaz bên bi kar
anîn jî li Kurdistanê bi taybet li ser
tê sekinîn. Di demê xwe ê herî bi
bandor de bi madeyên hişbir û fihûşê
bê bandor hiştin ji bo civakan tê
wateya hêvî temirandinê. Ev polîtîka
bêguneh nînin. Destpêkê bi madeyên
hişbir û fihûşê bi xwe ve gire de
dûvre jî li hember gelê wê/wî bixe
nav şerek bê hempa. Di bingeh de
tişta dixwazin bikin jî ev e.
Îro di Rojava de li hember Kurdê
azad şerek bê hempa tê meşandin.
Ticarên olê sexte ku çi ne, xizmetê
çi dikin ne diyare îro li ser ciwanên
Kurd lîstokên pir qirêj didin meşandin. Ew kesên ku li ser baweriyên
mirovan baweriyek sexte avadikin,
mirav wek qurbanan serjêkirin, ev
46
li gel zarok û civakan pêkanin û
wek dêrindêzek pîroz nişandan,
qîrên kêfxweşiyê avêtin û tekbîr
anîn li ser navê kîjan olî tê kirin.
Ev kesên ku ji wan mirovên di arenayên Roma de dema mirov diavêtin
pêşiya şêr ji ser xwe diçûn hîn zalimtirin xizmetî çi dikin. Em pêşeroja
xwe nedin destê wan ticarên ku ti
hêviya jiyanê nadin. Ciwan di bin
navê perwerde, pere û kar de xapandin û li hember gelê xwe, bi
taybet jî di Kurdistanê de, dayîna
şerkirin tişta herî dij mirovî ye. Li
hember vê sekinin û dest avêtina
wan ciwanan û ji nav tarîtiya ku
ketinê xilaskirin ji bo pêşeroja me
di astek jiyanî de ye. Ew dayik û jinên ku bê berjewendî ji zayîn, mezinkirin, êş û xweşiyê wî/wê berpirsayar û ked dayî pêwîste ku li
van zarokan xwedî derkevin. Ji bo
ew keda salan û pêşeroja me bê armanç û vala vala ji destê me neçe
pêwîste xwe berpirsayar bibinin. Ji
bo vê jî pêwîste ku derfetên jiyanê
bên avakirin. Ji bo li derveyî civakê
nekeve nav lêgerînan, berpirsyariya
jin û dayikan di asta herî jor de ye.
Ji hemuyan girîngtir ciwan bi xwe
di zanebûna van de bin. Bizanibin
ku hêvî û pêşeroja civakêne. Wê
demê hingî li dijî wan lîstokên ku
tên lîstin, bêyî ku bibin dîlê hêstên
xwe dikarin rêxistinbûna xwe avabikin. Ger nekin ew hevesên jiyana
demî a modernîteya kapîtalîst di be
ku pêşeroja me daîmî tarî bike.
***
STÊRKA CİWAN
MIN DIXWEST EZ JI NÊZVE WÊ JINA
BI HEYBET BINASIM
Dûnya PALE
“Ez niha bi nasnameya
gerila li daholê dixînim û
mîna hemû keç û xortên
Kurd li çiyan gerilayetî
dikim. Li pêşberî gerila li
daholê xistin ji bo min
şadî û kêfekî mezin e. Êdî
ezê mîna şehîd Delîla bi
çek û dahola xwe li çiyan
bigerim”
Sara Masîro bi kesayeta gerilaya
Kurd Sakîne Cansiz bi navê kud
“Sara” bandor dibe û wiha tevlî nava
refên gerila dibe.
Gerilaya Kurd Sara Masîro ya bi
navê Evîn Adliğ di sala 1995 an li
Batmanê tê dinê. Malbata wê welatparêz e. Heyanî zanîngehê bi
dawî dike, dixwîne. Di heman demê
de neh saliya xwe diçe navenda
çand û hunerê. Armancê wê ewe ku
bibe bijîjka diranan, di dibistanê de
gelekî zîrek e. Ne pergal ne jî dibistan ji lêgerînên wê re dibin bersiv.
Bi wate nêzî jiyana çand û hunerê
dibe. Masîro di nava gotinên xwe
de anî ziman ku wê nakokiyeke mezin di navbera jiyana dibistanê û jiyana navenda çand û hunerê de
didît. Masîro bi vê mijarê ve girêdayî
wiha diaxivê; “Nakokiyên min li
dijberî dibistanê di mijara hevaltî û
exlaq de destpêkir. Di navenda çand
û hunerê de hevaltî, hurmet dayîn û
hevdû re bûyîna alîkar serek e bû û
gelekî girîng bû. Di milê manewî
de min hêz ji wê jiyanê digirt. Lê
belê di dibistanê de nikarîbûm azad
bifikirim, ew giyanê takakesî, pêşbazî û bê îrade jiyankirine, ez difetisandim. Ji vê yekê min her dixwest
ez li navenda çand û huner bi hevalên
xwe re bijîm.”
LI NAVENDA ÇAND Û HUNERÊ YA BİHAR FÊRÎ DÎROKA
XWE DİBE
Masîro li navenda çand û hunerê
ne tenê fêrî lêxistina aletê mûzîkê
dibe, di heman demê de fêrî dîroka
gelê Kurd û çanda xwe dibe. Masîro
hestê girêdana xwe bi çanda Kurdîniyê
ve wiha tîne ziman “Ji xwe ev bi
sala ye zimanê me qedexe ye û şûna
em fêrî çanda xwe bibin em fêrî
çanda tirkîtiyê dibûn û wiha nasname
xwe wenda dikin. Lê piştî ez çûm
navenda çand û hunerê, bi naskirina
dîroka aletên mûzîkê em fêrî çanda
kurdîniyê dibûn. Vê yekê bandor li
jiyan û têkiliyê me jî dikir. Ji ferdiyet
û pêşbaziya ku dibistanê û pergalê
em fêrdikirin dibû asteng. Min dahol,
erbana û aletên mûzîkê mîna aletên
mûzîkê nedigirte dest, ji min û hevalên
min re mîna çandekê bûn û bi wî giyanî me digirte destê xwe û lêdixist.”
‘ÇEPIKLÊDANA DAYÎKAN Û
TILÎLIYÊN WAN MORALEKÎ
MEZIN DIDA ME’
Masîro û pênc hevalên wê piştî
çend salan dibin kom. Tevlî pîrozbahî
û mitîngan dibin. Masîro li ser dikê
û derketina pêşiya gel ji bo xwe
serkeftinekî mezin bi navdike û hestê
xwe yê wan kêliyan wiha bi lêvkir
“ her ez bi komê re diçûm ser dikê,
heyecan û kelecaneke ku hertim bi
47
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
“Sara” wiha tîne ziman “ berî ku hevala
Sara şehîd bikeve, tenê carekê min wê
di televizyonê de dîtibû. Min gotinên
wê nebihîstin, lê tişta di kesayeta wê
de bala min kişand tevger û sîmeyên
wê bûn. Heybeta wê di bîra min de bû.
Min dixwest ez ji nêzve wê jina bi
heybet bibînim û nasbikim. Piştî ku
hevala Sara şehîd ket, mayîna di nava
wê pergalê de min ji bo hevalên şehîd
heqaret dît. Ji ber vê yekê ez tevlî nava
refên gerila bûm.”
MASÎRO LI ÇIYAN DEV JI
HUNERMENDÎYA XWE BERNEDAYE
destê mirov nakeve dilê min dorpêçdikir. Bi çepiklêdana dayîk, ciwan, zarok, jin û mêrên kurdan re,
her car mîna ku ez ji nûve ji dayîkbûme, giyanê min zîndî dibû. Hêzekî
mezin didan min û min hîsdikir ez
xizmeta gelê xwe dikim. Ew moralê
ku me ji gel digirt destûr nedida ku
rojekê jiyan li ber çavê min reşbibe.
Min xwe bextvekirî didît ku şensekî
wiha ketiye destê min de.”
Mijdar 2013
Masîro sala 2013 an tevlî nava
refên gerila dibe, piştî ku perwerdeya
xwe ya şervanê nû dibîne, derbasî
yekîneya leşkerî dibe. Li civakê ji
gel re li dahol û erbanê dixist, niha
jî ji gerila re lêdixîn e. Masîro texmîn
nake ku derfet hebin hem gerilayetî
bike, hem jî hunermendîya xwe bidomîne û heyecana di nava gerila
de hunertiya xwe domandin wiha
anî ziman “ piştî ku ez hatim yekîneya
leşkerî ya xweser, min rojekê di nava
suhbetê de ji hevalan re got: ez dizanim li daholê bixînim û min perwerdeya wê dîtiye. Piştî wê bi demekî
ne dirêj min dît hevalan gazî min
kirin û gotin were dahola xwe bigire.
Min bawer nekir û ez gelekî matmayî
mam, ji ber min texmîn nedikir ku
ez rojekê mîna şehîd Delîla bijîm.
‘PIŞTÎ ŞEHADETA HEVALA Hem çeka min li milê min be, hem
SARA MIN TENÊ RIYA ÇIYAN jî ez dahola xwe bi xwe re bigerînim.
Ez niha bi nasnameya gerila li daholê
JI XWE RE VEKIRÎ DÎT’
dixînim û mîna hemû keç û xortên
Masîro zanîngehê bi dawî dike, lê Kurd li çiyan gerilayetî dikim. Li
piştî ku keç û xortên Kurd bi fedakarî pêşberî gerila li daholê xistin ji bo
têkoşîn dikin û jiyana xwe ji dest didin, min şadî û kêfekî mezin e. Êdî ezê
gelekî bandor dibe û xwe li beramberî mîna şehîd Delîla bi çek û dahola
têkoşîna wan deyîndar dibîne. Bi taybet xwe li çiyan bigerim.”
bandora xwe ya bi kesayeta milîtana
***
PKK’ê Sakîne CANSIZ bi navê kud
48
STÊRKA CİWAN
Kurdên Ku Nayên Rê Û Eşîra Reşkotan
Zerdeşt TOLHILDAN
“Peçebûn binketinê,
binketin jî tinebûnê tîne
Rastiyeke tinebûyî
rastiyeke ku ji refleksên
xwe yên civakî hatiye
dûrxistin e. Rastiyeke
wisa nabe ku li hember
êrîşên pêşdikevîn seknekî
rast pêşbixe”
Dibe ku îro gelê herî zede di rojeva
cîhanê de li ser nîqaş tên pêşxistin
gelê Kurd be. Ev ne bê sedem e! Hîn
ji bere de lîstok û hewldanên serdestan
ê li ser Rojhilata Navîn ku ji bo
nirxên jiyanî yên van gelan bixe bin
destê xwe berdewam dikin. Ev nêzîkatî di sedsala 20’emîn de gelek êş
dan kişandin. Li kêleka qirkirinên
fizîkî qirkirinên çandî jî pêşxist. Armancê herî sereke dewlemendiyên
van axan xistina bin bandorê xwe û
jiyana civakî xilaskirin bû.
Hewldana berdewamiya vê ferasetê
di sedsala 21’emîn de jî xwe li ser
gelên Rojhilata Navîn ferz kir. Bi
şerên gelek qirêj xwestin serdestiya
xwe bidin jiyîn. Ji bo vê jî sedemên
vala amade bûn. Ev sedemên vala
mudaxale, mudaxaleyan jî êş û tarîtî
anî. Ji bo ku gelên li ser van axan
dijîn bêhnek rihet negrin her tişt
kirin. Bi rêka amûrên pêşxistî, ev
civak her kêlî di bin êrîşekê de man.
Girîngiya gelê Kurd di vir de derdikeve holê. Gelê Kurd ku yek ji
gelên herî qedîm ê xaka Rojhilata
Navîn e, li gel ku her cure pêkanînên
perçekirin, tepisandin û qirkirinê her
dem bû parêzvanê van axan û civakîbûnê. Bi taybet jî di van du sed
salên dawî de, bi şikil girtina netewdewlet di xaka Rojhilata Navîn re,
gelê Kurd her dayîm li hemberê
Hêzên serdest berxwedanî ji xwe re
esas girt. Kurdên ku di Kurdîstana
hatî çarperçekirin de dijîn, ti demê
hêviya xwe ji jiyana azad qut nekiriye,
li ser vî bingehî jî berxwedanî û serhildan pêşxistiye. Kurdên ku li her
çar perçeyên Kurdistanê dijîn ji aliyê
netew-dewlet ku weke kilîda ewlehiya
pergala Kapîtalîst e ve xwestine ku
her bê bandor bikin. Weke amûrekê
ku her dayîm bikaribin bikarbînin di
dest de hatiye hiştin. Li ser vî bingehî,
netew-dewletên ku li her çar perçeyên
Kurdistanê serdest in; ti pêkanînên
qirêj neman ku li ser gelê Kurd bikar
neyînin. Bi rêka qedexekirinên pêşxistî
bişaftin pêşxist, li hember raperînên
ku pêşketine jî qirkirinên fizîkî û
çandî pêk anî.
Netew-dewletên li Kurdistanê ji
bo ku Kurdan bê bandor bikin rêbaza
terbiyekirinê esas girtin. Terbiye peyveke Erebî ye û tê wateya perwerdeyê.
Ev peyv di heman demê de di wateya
fêrkirinê de ji bo heywanan jî tê bikaranîn. Bi cewherî ev nêzîkatiya ku
bi armanca wek xwe lê kirin, tiştê
dixwaze pê bide kirin tê wateya bişaftina çandî jî. Wateya terbiyekirina
Kurdan vê rastiyê dihewîne. Ji ber
Kurd ji rastî û azadiya xwe tawîz nadin, ê ku ji jehra îhanet û hevkariyê
vexwarine ne di nav de, ew pêkanînên
hatî pêşxistin hemû vala derxistin. Ji
ber ev pêkanîn vala derxistin rastî
êrîşên gelek qirêj û wahşî hat. Xwestin
ku kokê wan biqelînin, nirxên wan
rastî destdirêjî û xespkirinê hatin, ji
49
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
cih û warên xwe hatin koçkirin û bû
‘yekane’ gelê ku qirkirina çandî li
ser hatî pêşxistin.
Ev pêkanîn di demê dawî yê Osmaniyan de destpêkir û bi avabûna
komarê heya roja me ya îro, her çi
qas bi tevgera azadiyê û Rêber Apo
re gelê Kurd hate astek ku statuya
xwe bidest bixe jî, berdewam kirberdewam dike. Îro jî ev ji nêzîkatiya
dewleta Tirk a li hember Kurdan pir
baş tê famkirin. Li hember destkeftiyên gelê Kurd bi şîdet sekinîna
wan berhemê vê ferasetê ye. Bi feraseta ‘Kurd li kîderê be bila bibe
nabe ku bixwe bibe, nikare xwe
îdare bike, nikare bi rastiya xwe ve
bijî’ nêzîk dibe û dijmintiya xwe
vekirî vekirî nîşan dide. Dîsa, ev
rastî ji bo wan netew-dewletên ku li
perçeyên din ên Kurdistanê jî derbasdar e. Ya rastî, ev têgihiştina modernîteya kapîtalîst e. Kurd encex
di bin bandora serweriya wan de,
tiştên ku dixwazin eger pêkbînin dikarin bibin Kurd. Li gel vê, pêwîst
e ku bi serde biçin û terbiye bikin!
Mijdar 2013
Kurdên ku di serdema Osmaniyan
de zêdehiyê xwe xweser dijîn, piştî
Kurdistan hate çar perçekirin û di
encamê pêkanînên netew-dewletên
Ereb, Fars û Tirk de kete nava gelek
berxwedanan. Di netew-dewleta Tirk
de piştî ku komar hat rewakirin lêgerînên netewek di çerçoveya netewperestî de avabikin pêşket. Xwestin netewên li derveyî Tirkan dimînin,
ew gelên ku bi sedan sal in bi hev
re, di nav hevsengiyekê de dijîn
weke xwe bikin, di nav xwe de bihelînin. Li ser vî bingehî gelek civak
û bawerî di qirkirinan de hatin derbaskirin, hatin koçkirin, anîne astek
ku li dijî xwe bisekine. Mantiqê
‘yek’ ê netew-dewlet, her cure pêkanîn ji bo gel û civakên din rewa
dît. Netew-dewleta ku siya xwedê
ya ser rûyê erdê bû, li ser bingehê
xwe bide jiyîn civak di qirkirinê re
derbaskir. Berê jî pêkanînên wisa
çêbibûn. Bes bi netew-dewletê re vê
astek cuda girt, hovîtî jî derbas kir.
Tiştê ecêp, dema ku zîhniyetê netew-dewletî ev pêk dianî gotinên wek
50
‘aşîtî, Demokrasî’ bikaranîn bû. Netew-dewleta Tirk jî hîn di destpêka
avabûna xwe de di bin slogana ‘li
welat aşîtî, li cîhanê aşîtî’ de ti pêkanînên qirej ku li ser gelan nedabe
meşandin nehişt. Vê yekê jî bi xwe
re şer, pevçûn, kîn, dijbertî, hevkarî
û îxanet anî. Ji bo ku li derve hindekî
din hêz bigre bû pêlîstoka destê desthilatdaran. Li şûna aşitiyê şer, demokrasiyê jî dîktatortî û rêveberên
zordest bilind bû. Ne li welat ne jî li
cîhanê armancek weke aşîtî tine bû.
Armancê sereke hîn zêdetir serweriya
xwe bi hêzkirin û feraseta xwe bi
ewlekirin bû.
Gelê Kurd jî gelekî ku rastî van
pêkanînan hatî li hember van pêkanînan gelek berxwedan pêşxistiye.
Kurdistan bibû çar perçe. Bes tişta
herî xiraptir; Kurd li perçeyên ku
dijîn jî perçe perçe bibûn. Binketina
bi dehan serhildanan pêwîst e em
di vê çerçovê de şîrove bikin. Xwendinek wisa hîn rastir e. Hinek bandorên din jî hene. Bes di encam de
her bandorê ku em bigrin dest sedemê xwe ji perçebûnê digre. Li
gel van yekan jî, lêgerînên gelê
Kurd xilas nebûn. Her çi qas heya
derketina PKK’ê serhildan di çerçoveyek heremî, eşîrî û malbatî de
mabe jî, dem dem hin qutbûn çêbûbin jî, berdewam kiriye. Li hember
van serhildanên pêşketî tişta ku netew-dewletê bi taybet jî netew-dewleta Tirk ji xwe re esas girtî bi tundî
tepisandin, piştî tepisandinê ji bo
ku serhildanên din pêş nekevin ‘operasyonên paqijiyê’ pêşxistin bû. Ev
jî weke tevgerên ‘tenkîl’ û ‘tedîp’
binav dikir.
Tenkil û tedip peyvên bi Erebî
ne û bi cewherî tên wateya ‘paqijî’
yê. Wateya peyva tenkil; dûrxistin,
cezayek ku ji her kesî re bibe mînak
dayîn, dijmin û ew kesên ku zirar
bidin bi komî ji holê rakirin e. Tedip
STÊRKA CİWAN
jî; bi aqilkirin, anîna rê û terbiyekirin
e. Ji van peyvan jî tê famkirin kû;
netew-dewleta Tirk di hewldana
Kurd û ew gelên din weke xwe
kirin, ji binî paqijkirin, fêrî feraseta
jiyana serdestan kirin e. Ji ber bi
halê heyî li dijî berjewendiyên serdesta ne, serdest nikarin serweriya
xwe weke tê xwestin rewa bikin.
Tê gotin ku eşîra Reşkotan
ji Îranê herema
Mazenderan ku heremek
çiyayî û girtî ye derketiye
Eşîra Reşkotan jî yek ji wan eşîran
e ku rastî pêkanîna tevgera tedip û
tenkilê hatiye. Serhildana Reşkotan-Raman ku weke tevgera tenkil
û tedip ya Reşkotan-Raman derbasî
dîroka netew-dewleta Tirk bûyî,
piştî ku serhildana Şêx Seîd bi qirqirinan hate tepisandin, ji bo raperîneke nû pêş nekeve, qaşo ‘ji bo
çekên di destê eşîr û malbatên heremê de bigrin’, bi pêkanînên tundî
û tepisandina bi ser heremên Kurdan
hate esas girtin.
Eşîra Reşkotan ku Îro hîn zêdetir
li navçeya Êlih Qubînê dijîn, eşîrekî
pir berfereh ku li dewr û bera Amedê
jî dijîn in. Li gel ku di derbarê
dîroka eşîra Reşkotan de ya ku berî
serhildanê nayê zanîn jî; bûyera di
navbera Filîtê Quto û Emê Etmanekî
de derbas dibe ku ji sedsala 16’emîn
ve maye ya vê eşîrê ye. Li gorî hin
çavkaniyan; navê Reşkotan, ji bo
ku şêxek ji eşîra Reşî ye bûye Reşkotan, hin çavkanî jî bi navê ‘Reşdînyan’ ku di dîroka Ermeniyan de
derbas dibe ve girêdidin. Pêve girêdayî tê gotin ku eşîra Reşkotan ji
Îranê herema Mazenderan ku heremek çiyayî û girtî ye derketiye.
Eşîra Reşkotan ku şerker û berxwedêr e, ji bo helwesta xwe a li
hember serdestan ketiye dîroka Osmaniyan jî. Li hember pêkanînên
islehatê ya dewleta Osmaniyan ku
li hember Kurdan pêşxistiye serî ne
tewandiye û bi sekna xwe ya serhildêr bersiv daye. Li ser vî bingehî;
di derbarê eşîra Reşkotan de, raporek
ku Paşe Salih Safî yê ji aliye qesra
Osmaniyan ve hatî erkdarkirin û di
Mijdar-Kanûn a 1890’ê de amadekiriye de ev gotin hene;
“Dema ku ez li herema Sêrtê
bûm, di nav wan eşîrên li wîlayeta
Bitlîsê dijîn de ya herî hov û tevgerên
me yên islehatê bê bandor kirî eşîra
Reşkotan e…”
Eşîra Reşkotan ku nedihat zilmê
û teslîmkariyê, her tim bi sekna xwe
ya berxwedêr li dijî serdestan sekiniye.
Bes eşîra Reşkotan jî, weke wan serhildanên berê û piştre çêbûyî, ji ber
perçebûn derbasnekirin li hember
êrîşên hatî pêşxistin binket. Her çi
qas bi eşîrên heremê re hinek lêgerînên yekîtiyê pêşketibin jî; piştî binketina serhildana Şêx Seîd ew halê
binketinê nehişt ku yekîtiyek ava
bibe. Pê ve girêdayî bandora Hêzên
hevkar û îxanetkar li ser binketina
serhildana eşîra Reşkotan û wan serhildanên din çêbû ye. Eger di roja
me ya îro ku lêgerînên yekîtiyê pêşdikevin de weke tê xwestin yekîtiyek
ava nabe, sedemê xwe ji wan Hêzên
hevkar û îxanetkar digre. Ji ber yekîtiya Kurdan li hesabê serdestan
nayê, her tim Kurdan perçe perçe
dihêlin. Tenê perçe nake, pê ve girêdayî navxweyî jî pevçûnan pêşdixe.
Bi vê şêwazê weke tehdit nikare li
hember serdestan bisekinin.
Berxwedana gelê Kurd a bê
hemta li Rojavayê Kurdistanê
serdestan û polîtîkayên
wan bê bandor dike
Peçebûn binketinê, binketin jî tinebûnê tîne. Rastiyeke tinebûyî rastiyeke ku ji refleksên xwe yên civakî
hatiye dûrxistin e. Rastiyeke wisa
nabe ku li hember êrîşên pêşdikevîn
seknekî rast pêşbixe. Tişta ku serdest
jî dixwazin ev e. Bi vê şêwazê dikarin civakan bi aqil bikin, terbiye
bikin, weke xwe bikin, her cure polîtîkayên xwe ên qirêj bikarbînin.
Polîtîkayên ku ji dîrokê de, ji bo ku
Kurdan terbiye bikin, bi aqil bikin
pêk dihatin îro jî berdewam dikin.
Ji bo ku bêne rê serî li her şêwazî
dan. Pêwîst e ku em têkoşîna ku îro
li Bakûrê Kurdistanê didome û pêkanînên li hember wê pêşdikevin
di vê çerçovê de şîrove bikin. Pê ve
girêdayî, em dikarin rastiya gelê
Başûrê Kurdistanê ku ji aliye serdestan ve bê refleks hatî hiştin, hatî
bêdenkirin jî wisa pênase bikin.
Hemû polîtîka di çerçoveya ku Kurdan terbiye bikin û bînin rê de ne.
‘Eger pirsgirêka Kurd wê bê çareserkirin encek ew dikarin çareser
bikin! Eger mafek bê dayîn encex
ew dikarin bidin! Encex di nav wan
sînorên ku bixwe diyar kirine de
dikarin bijîn û tevbigerin!’
Nêzîkatiya serdestan li ser vî esasi
ye. Ji bo wê, dema Kurdan serî hildan
û ne li gorî wan tevgerîn pêwîst e ku
bêne rê, bên terbiyekirin…
Bes rastiya Kurd ji vî tiştî dûr
bû, nikaribû vî tiştî ji xwe re hezim
bike. Çawa ku di dîrokê de li hemberî
vê ferasetê di eniyên berxwedanê
de cihê xwe girtibûn, îro jî eniyên
berxwedanê dadigirin. Berxwedana
gelê Kurd a bê hemta li Rojavayê
Kurdistanê serdestan û polîtîkayên
wan bê bandor dike. Bi berxwedana
tê li darxistin ve ev feraseta aqilkirinê, terbiye kirinê, weke xwe kirinê,
anîna rê binpê kir.
Belê, di xalekê de gelê Kurd hate
rê, terbiye bû! Ew jî; di bin her şert û
mercî de ji jiyana azad û cîvakîbûna
demokratik tavîz nedayîn e…
***
51
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
Şexsiyeta Modernîteya Demokratîk
Bi Rexneya Virazêna
Sinan SUTPAK (Girotxaneya Elbistan)
“Ciwan û ciwanikê ma
babetê kamey da xo de,
pergala perwerdeyê
modernîteyê kapîtalîstî
sero haydar bê, cibigeyrê,
perskerdoxî bê,
îteatkarey red kerê û
enerjiyê xo vera kok dê
dara cematê xo
biheriknê. Rayver Apo na
jiwere zey dê “cayo
vinîkerde de cigeyrayena
heqîqeta xo” biname
keno”
Têwgeyrayena xosereya şarê Kurdî
ya Demokratîk û zayendîpawitoxe
miyan de her merdim; camêrd û cenî
bi cehdên do awarteya cigeyrenê.
Çirê ki na têwgêyrayena miyan de
gezencê şaran, çînan û zayenda bindestan esasî yê. Têwgeyrayena ki bi
hîşmendiya cematkî rayfîneyo de qezencê şexsî rê ca çinîyo, nêbeno. No
rîwal ra cigeyrayoxê ki na têwgeyrayene miyan de ca gênê goreyê qezencanê cemat, şar û merdimane xeftênê, apêdayena xo ya zanayene zî
nê esasan sero virazenê; mezg û zerriya xo bi manewiyatê erjan dê şar
dê xo ya degênê. Na jû arizeya felsefe
dê cuya têwgeyrayena apovanî ya.
Her merdimê Kurd yan ki şaran
dê bînan ra (tirk, ereb, Ecem, Ermenî,
çerkez, Elman) ê kin a têwgeyrayene
miyan de ca gene, bi felsefe dê cuya
apovaniya mezg, zerî û paştiya xo
şidênena. Bêyî ku berjewendiyanê
Mijdar 2013
xo yê şexsî bipawê, seweta girdkerdena erjanê şar, çîn û zayenda bindeste
xeftênê. Bi no cehda cuya rayvistene
xurt kenê. Çirê kin ê cigeyrayoxî
cuya rayvistene zey karitene/çanda
cuda şehîdan vînenê.
No cehdê nê embazan-olwazan
tecrube dê hereketanê şoreşgeran yê
dinyayî û tecrube dê têwgeyrayena
xosereya şarê Kurdî ya demokratîk
û zayendpawitox ya çewrês serran
ra yeno û babedê neweyî vejeno
beyntar. Aktiwistê na têwgeyrayene
hewl danê ki no radeyo ki vijyayo
beyntar, nê erjê ki destfineyayê ya
bisînor nêmanê; xo ra tewr kerê, gird
kerê, xurtêrî têkiz kerê. Seweta na
kerdene ray û raybazê ki biyê zey
pergalê kariteyî/çandî ronayê.
Rexnekerdene û rexnedayene
Nê ray û raybazan raj û zî rexnekerden û rexnedayena. Rexnedayene
û rexnekerdene/ bi xo mikuramya52
yene zey raybazên heme hereketanê
şoreşgeran de esta. Na jiwere de
ma heme hemfikiriyê ki îdeaya ki
nîro karardene, renc û cehdê merdimana cu da cemat û merdimî de
nêalawiyo, nêdefineyo cuda cematki
ti qimetê ci nêmaneno.
Rexne goreyê xoza da merdim û
cematîya. Çirê ki merdimî wayirê
aqil dê cêravetene; sero werdîbiyayene, hewadayene û ronayene, peymitene û setenê. Kar û zirarê heme
têwgeyrayen da xo danê pirojinda
mezg dê xo ro, moxil da zerrî da xo
ra ravêrnenê û cir a netîceyêndo
hewlek vejenê. Na kerdene bena
tecrubeyê merdiman ki kerden û
caardenê weşêrî virazê. Bi no babeta
rexne bena fanosa vernîvînayen da
cigeyroxan dê heqîqete.
Nê tecrubeyan sero merdimey pergalî virastê û rijnayê, desthilatdarî
awan kerdê û beyntar ra hewadayê.
STÊRKA CİWAN
Goreyê nê awan kerdenan, viraştenan
û şahtenan lazimo ki dînamîkê cemat,
şar û merdimey her gamî, her çirka,
her rojê xo, kerdenanê xo newede r
aver çim ra ravêrno, bivirnê, ki bişê
xo newe kerê û bi îmkananê ki estê
ya bisînor nêmanê.
Têwgeyrayena xosereya şarê Kurdî
ya demokratîk û zayend pawitoxe bi
rexnekerden û rexnedayena vijî beyntar û dest bi tekoşîna xo kerd. Jewêna/
o ki mêjûya têwgeyrayena Apovanî
biwano na jiwere bi asaney û zelal
vîneno ki livdaranê şarê Kurdî na tekoşîne miyan de her ki tecrube girot
kiltie kêveran ê ki verkewtena cemat
û şaran sero bi destê desthilatdariya
ameybî zurbekerdene şikitî. Bi şiktena
her berê zurbekerdiya hem xo resna
heqîqeta şar dê xo, hem zî şarê xo
goreyê ray û raybazan dê na heqîqete
aya kerdî, ray vistî. Bi no babeta bi
raşteyêna ki tekoşîna şarê kurdî miyan
de vijyaya beyntar ra rîbirî mendî.
Lazimo ware rexnedayene û rexnekerdene de xorî bê. Bi karardena na
raybaza rayverê şarê Kurdî, rayver
Apo serowerdibiyayena şexsiyete zey
raybazêna felsefeya Apovanî vetî
beyntar. Bi karardena na raybaza xo
resna rih dê merdiman. O riho ki bi
destê modernîteya kapîtalîsta çengizneyabî, leym û lêsê desthilatdarî
miyan de moliqnayabî. Netîceyo biyaye xora destpeykerdene
Têwgêyrayena xosereya şarê Kurdî ya demokratîk û zayendî pawitoxe
têwgeyrayenên da rayberî ya. Rayverê na tekoşîne felsefe dê cuda xo
de na jû esas girota; e ki projeyê
merdimên, rayvistenên yê cuyên da
newê estibo ganî verê verikan xo
de biyaro ca. Xo de bi do roniştene.
Xo ra dest pay kerê û bi cehdê xo
ya cuda cematkî de alawê ki bişê
şaran rê bikerê mal, bikerê omidê
amyayen da merdimey.
Cuya cematkî cuyêna winiya ki
xaxey, xiltey, zexeley, visoley, û tamsaley qebûl nêkena. Xo ra destpeykerdene bena sedemên do rindek ki
o projeyê cuda newê ra xaxey, xiltey,
zexeley û visoley weçîneyo, zelal û
helal bimano.
Her embazê ki tekoşîna şarê Kurdî
miyan de ca gene cehd kenê ki xo
ra dest pey kerê, karitene xo ver ro
dayene xo de bidê ronistene, bi no
cehd û hewldana bibê pêşengê şar
dê xo. Merdim şeno wayirê nê
cehdî, her embazê/a tekoşeran bişibno wêneviraştoxî.
Her embazê ma ravêrdeya serrên
miyan de bi cehd û têwgeyrayena xo
ya hewl danê ki bi vinderdene, têwgeyrayene, cehdê xoya wêneyên virazênê. Peynî da ravêrdeyîya serên
dê no resm bi kombiyayisanê arizîya
nirxneyêno. Embazê bînî, ê ki kombiyayis de ca gene ê wêneyê embazî
kerdene viraşten, ca arden, zihifey
ûsnb gene dest. Hetê behre firçe tone
rengan, ray û raybaza virastena, hetê
xotewrkerdena û awankerdena rexneyanê xo kenê, pêşniyarî û temeniyanê xoya ê wêneyî kenê temam.
Nê rexneyê ki yenê kerdene pêroyê
ci seweta na jiwerê ki cigeyroxanê
têwgeyrayena xosereya şarê Kurdî
miyan de ca gene bi zanayen, apêdayen û kerdena xoya bisînor nêmanê,
“wênesaz” ê biyayeyî bivijyê beyntar,
şexsiyetê ki bişê bare şar dê xo hewadê, pergala modernîteya demokratîkê xo de bide roniştene viraziyê.
Rexne viraştena şexsiyeta modernîteya demokratîk a. Şexsiyetêna
ki bi angaştê awankerdena modernîteya demokratîka cehdê tekoşîne
bikero leyminey qebûl nêkena. Lazimo kin a şexsiyeta ki bi îdeayeno
wina gird a, projeyê cuya amyayen
da merdimeya têwgeyrena xo leym
û lês dê modernîteyê kapîtalîzmî ra
bişiwo, pak kero, mezgê xo agozno,
zeriya xo hera tepşo, gird kero.
Birêz Cemil bayik nab abed de vano
“laya ki biherikiyo leymin nêbena.
Seweta raştey, seweta xo rexnekerdene şaqulê ma esto. O zî rexnedayen
û rexnekerdena. Rexnedayene karê
merdiman dê girdana. Serdestî tim
rexne kenê la ê rexne ra nêreyênê.
Ma leyminey weş nêvînenê. Ma çi
çax weş vînenê wexto ki peynî da
ci de xo paqijkerdene estibo. Goreyê
ma rexne peynî da pratîkî de xo pakijkerdena”. Bi na tespîta kerden û
53
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
caardena her embazanê kin a têwgeyrayene miyan de ca g3enê şibiyêna layê. Bi rexnekerden û rexnedayena a la herikêna. Ver şina, zelalêna.
Modernîteyê kapîtalistî cemat kerd
qurbanê şexsî. Bi no babeta verniya
ezezî akerd. Îdeolojiyê modernîteyê
kapîtalîzmî liberalism jî vervistena.
Ezezî dê rolêna bêpeymîtê kay keno.
Bi na raybaza cemat hetanî miyan
dê keyî kerdo lete, cêser visto. Na
kerdene dê armanc a jûya ki cematêno
îteatkar vejo beyntar û bişo goreyê
qezencanê xo bixeftino, cewherê cuya
cematkî bikero vejenê qezencanê xo.
Modernîteyê kapîtalîstî goreyê na
armanca mezgê merdiman têmiyan
kerdo, zeriyê merdiman leym û lês
dê xoya alawitê. Bi rexnedayene û
rexnekerdena ma hewl danime ki
xo na qirêjey ra pak kerime. No
rîwal ra peyniya her ravêrdeyîya
serrên dê ma hewl danîme ki bi raybaza rexnedayene û rexnekerdena
leym û lêso ki şexsiyet û ferasetanê
ma sero bandor viraşto vejîme beyntar û mahkum kerime. Bi na kerdena
zeriyê her aktî wistê têwgeyrayena
Mijdar 2013
şar dê Kurdî raywaney da tekoşîna
şarê xo de zelalêna mezgê ci agozêno.
Bi zerrî û mezgo zelal û asana dest
bi ravêrdeyiyena newe kenîme.
Tesîrê Modernîte dê Kapîtalîstî bi
rexneya şikêno
Ewro roj têwgeyrayena xosereya.
Şarê Kurdî resaya radeyên do erjiyaye. Awankerdena modernîte dê
demokratîkî de xeylekên ray gerîyaya. Têwgeyrayena ki bi rihê Apovaniya berz biya hayrê heme merdimeya ki rîyê erdî sero ciwiyênê
anta. Se mixabin ki hewna xeylekê
ciwan û ciwanikê Kurdî tesîrê modernîteyê kapîtalîstî bin de na verkewtena tekoşîna xosereya şarê
Kurdî ya demokratîk û zayendpawitoxe ra dûrî ye, bêhajî ye. Cehd
û vejenê nê ciwananê ma yê erjiyayan dekewno xizmetê modernîteya kapîtalîstî. Tesîrê nê modernîte
dê decalî zerrî û mezg dê xeylekê
ciwan û ciwanikan de ma sero zaf
o. No tesîr teniya bi xo mukuramyayene û rexneya şikêno. Wexto ki
no tesîr bişikiyo ê zerrî û mezgê
tezeyî do silasnaye erjanê xo yê
neteweyî û cematkî bê.
54
Kiştên ra laj û keyneyê şarê kurdî
seweta erjanê xo yê netewîganê xo
feda kenê kişta bîn ra zî ciwan û ciwanikê ma mektebanê netewedewlete
de, çerxanê asîmîlasyonî miyan de
heleyênê. Nê babetan sero zaf çi vajîyênê, nusyenê. Nê vaten û nuştenî
bêminaqeşe raşteyên anê ziwan la
seweta vurnayene û newekerdene
qim nêkenê. Cehd, kerdene û renc
lazim o. Ganî ma xo ra pers bikerimê.
Seweta/qandê şiknayena tesîrê modernîteyê kapîtalîstî faaliyetê ma çiçî
yo? Seweta roniştayena pergala modernîteya demokratîkê keda ma besa?
Ma jû bêminaqeşeya ki xelaseya
merdimey a cendere dê modernîteyê
kapîtalîstî ra bi awankerdena modernîteyo demokratîka mimkon o.
O wext lazimo ki her têkoşerê cuyên
da newê yê ki têwgeyrayena xosereya şarê Kurdî miyan de ca gene û
her merdimo welatperwer xo ra pers
kero, pê ra pers kerê; awankerdena
modernîteyê demokratîkî bi çi babeta, kotî ra dest kena pey?
Goreyê zanayena ki ma felsefeyê
cuya Apovanî ra apêdaya merdim
şeno vajo ki xo ra destpeykerdene
qezenco tewr gird û raşto. No
ware de merdim ageyro xo ser,
cuya xo çim ra ravêrno, kemaneya
xo bivîno û dest bi rexneya pergale
bikero raybaza tewr raştê do dest
fîno. Rexnekerdene û rexnedayene
nameyê awankerdena modernîteyê
demokratîkî o bîn o. Bes wa ciwan
û ciwanikê ma babetê kamey da
xo de, pergala perwerdeyê modernîteyê kapîtalîstî sero haydar bê,
cibigeyrê, perskerdoxî bê, îteatkarey
red kerê û enerjiyê xo vera kok dê
dara cematê xo biheriknê. Rayver
Apo na jiwere zey dê “cayo vinîkerde de cigeyrayena heqîqeta xo”
biname keno.
***
STÊRKA CİWAN
Bist du Welatparêz ? Oder Ciwanên Kurd Ên Li
Ewropayê Dijîn Û Welatparêzî
Ronî TATOS
“Die Frage die sich für die
in Europa lebenden
kurdischen jugendlichen
hier stellt ist, wo stehen
wir im Moment wenn
grade in Kurdistan gekämpft wird? Nehmen
wir die Geschichte selbst
in die Hand und schreiben
sie richtig oder werden
wir wieder keinen Platz in
der Geschichte anderer
finden und ausradiert?
Und werden bis in die
Ewigkeit zur Verrat an
der Geschichte verurteilt
und Verdammt.
Bist du Welatparêz ? ”
Es wird viel darüber geredet aber
was oder wer ist Welatparêz? Wenn
wir das Wort Welatparêz übersetzen würde “Welat=Heimat und Parêz=Beschützer” gleich kommen.
Wenn wir das Wort benutzen,
sind wir uns dessen bewusst, oder
ist es auch zu irgend einem Wort
verkommen, dass wir jeden Tag
benutzen aber uns nie Gedanken
darüber machen welchen geschichtlichen Hintergrund es haben
könnte und weise es in einer Gesellschaft von besonderer Bedeutung ist. Jedoch muss ich entsetzt
feststellen wie so vieles auch hier
in Europa wird das Wort Welatparêz unter den in Europa lebenden
kurdischen Jugendlichen ihrem
eigentlichen Sinn beraubt und am
Ende stehen wir nationalistisch
geprägten jugendlichen gegenüber.
Wie so vieles in Europa oder
besser gesagt in der kapitalistischen
Modernität hat auch dieses seinen
eigentlichen Sinn verloren. Denn
die größte Vermarktungsstrategie
des Kapitalismus ist ”Hauptsache
die Verpackung sieht gut aus” also
wie auch alles andere Oberflächlich.
Daher ist es auch kein Wunder das
jugendliche die in diesem System
ihre Bildung erhalten das gleiche
auch mit unseren Begriffen machen.
So auch mit dem Begriff Welatparêz. Gehen wir auf die Frage zu
wieso grade bei den Kurden das
Word ”Welat” so viel Gewicht hat
oder haben sollte. Wir wollen nicht
bestreiten, dass es bei den anderen
Völker anders ist. Jedoch wenn wir
die erste bedeutende Revolution in
der Menschheitsgeschichte vor die
Augen führen wird einiges verständlicher. Wir reden hier von der
neolithischen Revolution, die Art
von Revolution wo die ersten Menschen angefangen haben sich auf
einem Boden nieder zu lassen und
nicht mehr nomadisch waren oder
nur noch halb-nomadisch gelebt
haben. Mit dem neolithischen Revolution entsteht somit auch das
erste Gefühl von Heimat=Welat.
Wie wir auch inzwischen Wissen
hat diese Revolution ihre Wurzeln
im oberen Mesopotamien(Nordkurdistan) und wurde von den ArîVölker wozu auch die Kurden gehören vollzogen. Mensch müsste
sagen die Vorreiter dieser Revolution waren die Proto-Kurden. Die
neuesten Entdeckungen von ”Gö-
55
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
bekli Tepe” bei Urfa in Nordkurdistan zeigen uns wie tief,weit und
ausgeprägt das Heimat Gefühl der
dort lebenden Menschen geht. Also
können wir im groben sagen, dass
die Kurden schon seit 12.00014.000 Jahren in diesen Gebieten
ansässig sind. Kurdistans Reichtum
war und ist der Grund warum die
Kurden nie das Bedürfnis danach
hatten auszuwandern, denn das Gebiet gab ihnen die Idealen Bedingungen zu leben, was heute immer
noch so wäre wenn die Heimat der
Kurden nicht von NATO-Mächten
besetzt wäre. Trotz dessen sind die
Kurden ihrer Heimat und Kultur
treu geblieben, auch wenn viele
Verrat an ihrem Herkunft begangen
haben. Die Wahrheit ist jedoch,bis
zum Einbruch des Kapitalismus
und somit dem jetzigen Form des
Patriarchates konnten sich die Kurden relativ gut verteidigen und ihre
ethisch-politischen Werte schützen.
Mit dem Einbruch des Kapitalismus wollte man plötzlich nicht
mehr mit den Kurden zu tun haben
Mijdar 2013
besser gesagt um die Reichtümer
Kurdistans und Mesopotamiens zu
plündern hat Mensch die Kurden,
nachdem positivistischen Denkmuster, als nicht-existent also nachdem
Motto ”wenn wir sagen es gibt
keine Kurden dann werden sie von
alleine verschwinden”.
Deswegen ist auch die Geschichte
der Kurden besonders in den letzten
Jahrhunderten voller Aufstände und
Unterdrückungen. Jedoch was die
Kurden immer trauriger gemacht
hat als das Hab und Gut der Kurden
zur Vergewaltigung frei gegeben
wurde, dass die ganze Welt zu gesehen hat oder auch daran beteiligt
war. Denn die kapitalistischen
Banden(Staaten) sahen es selbstverständlich an, um ihrer Interessen
Willen andere Völker extremer Assimilierungspolitik auszusetzen und
sie Willenlos zu stimmen.
Im Hintergrund dieser sehr grob
und kurz geschilderten Geschichtlichen-wissen,wollen wir uns mit
der Heimatliebe, wo sich die in
Europa lebenden kurdische jugend-
56
lichen befinden und was noch gemacht werden muss, beschäftigen.
Die Schuld der Unterdrücker an
der Unterdrückung der Kurden haben wir versucht kurz zu schildern,
jedoch wie viel Schuld tragen die
Kurden selbst oder um genauer zu
sein die kurdische Jugend selbst?
Denn wie wir wissen werden Kriege
oder Revolutionen nicht durch alte
Menschen gewonnen oder vollbracht. Allein das müsste uns klar
vor die Augen führen, dass es nicht
ausreichen wird zu sagen ”ich bin
Welatparêz”, nur weil man sein
Kurden-sein nicht mehr leugnet.
Das wäre vielleicht vor 30 Jahren
so gewesen, wo fast alle sich geleugnet haben und sich vor dem
Wort ”Kurde” geschämt haben jedoch nach 30 Jahren Kampf und
Aufopferung zu meinen es würde
ausreichen, wäre eine Selbsttäuschung. Wir müssen uns im klaren
sein, dass im allgemeinen Kriterien
für Heimtatliebe gibt, aber seit 30
Jahren gibt es sehr klare Linien
wie ein Welatparêz unter den Bedingungen in Kurdistan zu sein
hat. An dieser stelle möchte ich
die Situation der in Europa lebenden
kurdischen jugendliche unter die
Lupe nehmen.
Deswegen möchte ich paar fragen
stellen, die jeder für sich oder in
Diskussionen beantworten soll.Im
Hinblick was zur Zeit in Kurdistan
passiert; reicht es aus was die in
Europa lebenden kurdischen jugendlichen machen?Was sind oder
sollten die Kriterien für Kurdesein oder Welatparêz-sein sein?Können wir wirklich nicht mehr tun
als auf Veranstaltungen oder Demos
gehen und Slogans rufen?Wie tief
glauben wir wirklich an die Slogans
die wir rufen?, dass sind einige
von vielen Fragen die wir uns stel-
STÊRKA CİWAN
len sollten. Wenn wir ehrlich zu
uns sind hat jeder von uns schon
mal die Vorfahren der Kurden verflucht, weil sie damals für unsere
jetzige Situation verantwortlich
sind. Haben wir uns je gefragt,
dass wir vielleicht die verfluchten
der Zukunft sein könnten? Stellt
euch vor es gibt ca.45.000.000 Kurden und davon sind nur ca. 10.000
Freiheitskämpfer(Guerilla) d.h. die
Last von 44.990.000 sind auf den
Rücken von 10Tausend jugendlichen verteilt! Das ist ein Widerspruch, mit dem wir uns definitiv
beschäftigen müssen. Ist es ethisch
das wir unsere Last von anderen
tragen lassen, können wir es mit
unserem Gewissen vereinbaren?
Denn eines müssen wir endlich
anfangen zu verstehen, nicht diejenigen die am lautesten Slogans
rufen sind radikal oder Welatparêz
sondern diejenigen die sowohl ihr
glauben jedem laut mitteilen als
auch das woran sie glauben sich
auch zum Lebensziel machen und
es praktizieren. Radikalität bedeutet
wie tief habe ich die Ideologie verinnerlicht und mit welcher Intensität
setze ich sie um, dass Ergebnis
derer wäre dann dem richtigen Welatparêz-sein näher kommen. Jedoch
ohne einen richtigen Bewusstseinsentwicklung gegen der kapitalistischen Moderne werden die kurdischen jugendlichen in Europa nie
die wahre Radikalität erleben. Wenn
wir das richtige Bewusstsein entwickelt haben, werden wir auch
wissen das die europäischen Staaten
insbesondere England,Deutschland
und Frankreich einen großen schuld
daran haben das Kurdistan Vier
geteilt ist,wenn wir diese Erkenntnis
haben dürfte uns nichts mehr in
Europa aufhalten. Wir sollten anfangen in unserem Land in Freiheit
zu leben, und jederzeit bereit sein
auch für die Freiheit zu kämpfen.
Denn wie Rêber APO sagt ”Wenn
wir das Wahre Gesicht der kapitalistischen Moderne verstehen(sehen)wollen,dann dürfen wir sie
nicht in London oder New York
suchen, sondern in Amed-Qamislo,Mahabad-Erbil suchen”. Kurdistan ist den Interessen der Kapitalisten zum Opfer gemacht worden
aber gleichzeitig haben die Kapitalisten auch ihren schwächsten
Glied gelegt d.h. der Kampf gegen
den Kapitalismus muss dort anfangen wo sie auch am schwächsten
ist und zwar in Kurdistan.
Die Frage die sich für die in
Europa lebenden kurdischen jugendlichen hier stellt ist, wo stehen
wir im Moment wenn grade in Kurdistan gekämpft wird? Nehmen wir
die Geschichte selbst in die Hand
und schreiben sie richtig oder werden wir wieder keinen Platz in der
Geschichte anderer finden und ausradiert? Und werden bis in die
Ewigkeit zur Verrat an der Geschichte verurteilt und Verdammt.
Bist du Welatparêz ???
***
57
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
Die Verräter des Islam: Al-Qaida und Al-Nusra
Azad AZADİ
“Machen uns schon diese
beiden Zitate nicht klar
was der Wahre Islam ist
und wieso die Al Qaida
Verrat am Islam begeht?
Denn die Interessen des
Islam können nicht darin
liegen im Namen von
Islam überall auf der Welt
und jetzt in Rojava Terror
gegen die Menschen zu
begehen!”
Wir Kurden müssen uns leider seit
zwei Jahren intensiver mit dem Problem beschäftigen was sich „Al-Qaida“ nennt. Die Frage die viele Kurden
sich stellen ist, was will die „AlQaida“ eigentlich von den
Kurden?Müsste die Al-Qaida eigentlich nicht nach Ihren aussagen gegen
Israel und Amerika kämpfen?Müssten
sie eigentlich nicht gegen den „Westen“ sein, der seinen Unfug im ganzen Nahen und Mittleren Osten
treibt?Müsste die Al-Qaida nicht im
Interesse vom Islam handeln und die
Moslems beschützen?Das sind einige
von vielen Fragen die Mensch sich
stellen muss,wenn Mensch zu einem
rationalen(logischen) Schlussfolgerung kommen möchte.
Al Qaida und Al Nusra, genau
diese beide Organisationen,, begehen
den größten Verrat an den Wahren
Islam.Wieso das so ist werden wir
versuchen gemeinsam an Hand der
Mijdar 2013
Fragen die wir uns wie oben gestellt
haben raus zu finden.
Viele von uns haben das erste Mal
wirklich die Al-Qaida wahr genommen als das mit den Twin-Towers in
Amerika passiert ist. Das war auch
gleichzeitig der Startschuss für die
Anti-Islam Kampagne der kapitalistischen Banden (Staaten) und somit
auch die Legitimation für den Einmarsch im Nahen-und Mittleren
Osten. Aber die Geschichte von AlQaida geht noch ein wenig
zurück,nämlich zur Zeiten wo die
Sowjetunion Afghanistan besetzt hat
und sich die Chance für Amerika ergeben hat den ersten versteckten
Kampf durch Söldner gegen Sowjetunion zu führen. Damals mit Osama
Bin Laden an der spitze kämpfte die
Al-Qaida gegen die „ungläubigen“
mit den Gelder und Waffen der gläubigen(?) Amerikaner. Wir müssen
uns mal die Frage stellen ob die Ak58
tionen die angeblich die Al-Qaida
im Namen von Islam durch führt, ob
sie den Islam in einem besseren Licht
darstellen oder nicht? Ich bin der festen Überzeugung dass solche Organisationen wie die Al-Qaida zu nichts
mehr da sind als die Projekte Amerikas
in Mittleren Osten durch zu setzen.
Die Form der Al-Qaida Kriegsführung
ist die neue Art der Kriegsführung
der Banden (Staaten) die in Besitz
von Atomwaffen sind und sich Krieg
als solches nicht leisten können, deswegen brauchen sie sozusagen Söldner-Splittergruppen die bereit sind
für Geld alles zu machen. Dazu
kommt noch das wichtigste, dass die
kapitalistischen Staaten grundsätzlich
ein Problem mit dem Islam als Ideologie haben,weil grade der Islam und
ihr Einfluss im Mittleren Osten bis
jetzt nicht zu ließ, dass Amerika ihre
vorgesehenen Projekte als solches
durch führen kann. Denn so lange
STÊRKA CİWAN
der Islam ihren Einfluss im Mittleren
Osten beibehält wird der Kapitalismus
von den Moslems nichts akzeptiert
und nicht angenommen, deswegen
braucht die USA und ihre verbündeten, darunter auch Türkei und Israel,
einen weg der sie dazu legitimiert
um in Nahen und Mittleren Osten
einzugreifen. Und solche Organisationen eben wie die Al-Qaida geben
ihnen grade das Perfekte Alibi um in
islamische Länder einzumarschieren.
Ich nenne euch jetzt paar technische
Wissen über die Al-Qaida zu Verfügung, woran ich auch fest glaube,
ihr könnt natürlich selbst Recherchen
erstellen und zur Diskussion frei
geben. Der Gründer von Al-Qaida
heißt Sultan Bin Mender. Er ist der
ehemalige Saudi arabische Konsulat
Obervertreter in Washington gewesen
und er ist heute der Oberchef des
saudischen Geheimdienstes. Er gründet es natürlich nicht alleine, ihm
wird von der USA geholfen. Wieso
USA? Weil die USA die Situation
der Sowjets in Afghanistan zu Ungunsten von Sowjets ausfallen lassen
möchte. Denn einen offenen Kampf
konnte sich damals keiner von den
beiden Weltmächten leisten, deswegen
bedienten sie sich solcher Methoden.
Somit wurde die Al-Qaida mit Osama
Bin Laden an der spitze, wobei es
nicht unerwähnt bleiben darf, dass
Osama Bin Laden zur der Königsfamilie in Saudi Arabien gehört, gegründet. Ihm wurden 12 Milliarden
Dollar, je zu Hälfte von USA und
Saudi Arabien, zur Verfügung gestellt.
Damit ging Osama Bin Laden nach
Pakistan und eröffnete schulen. Was
dann passierte und immer noch passiert kennen wir ja aus der Presse,
aber es gibt wichtige Details, was
wir nicht ohne weiteres so in der
Presse zu sehen bekommen wie z.B.,
dass die Al-Qaida im Jahre 2013 in
Pakistan in einer ihrer treffen beschließen, dass die folgenden drei
Staaten anzugreifen verboten seien:
Israel, Türkei und Saudi Arabien.
Viele werden sich sagen O.K., Türkei
und Saudi Arabien verstehen wir ja,
wieso sollte die Al-Qaida nicht Israel
angreifen oder hat es bis jetzt nicht?
Diese frage ist eine unschöne frage
aber um die Al-Qaida besser zu kennen müssen wir sie uns leider stellen.
Wenn wir wieder darauf zurück kommen, wie bekanntlich haben sich die
Sowjets aus Afghanistan zurück gezogen und so mit hat die Al-Qaida
ihre erste Mission erfolgreich gemeistert. Und kurz darauf ist die Sowjetunion in sich zusammengebrochen und der angeblich größte Feind
Amerikas war verschwunden. Nun
konnten sich die USA anderen Sachen
widmen und zwar seinen schon lange
vorgesehenen Großen-Mittleren
Osten-Projekt durchsetzen. Um das
durchzusetzen wollten sie erst Mal
ihren größten Feind, Rêber APO, aus
dem weg schaffen, deswegen begannen sie mit dem Komplott von 9.Ok-
tober 1998 und übergaben Rêber
APO an die Türkei. Dadurch erhofften
sie sich, dass die kurdische Freiheitsbewegung sich auflöst und sie ein
leichtes Spiel haben werden, wie wir
heute wissen sollte es anders kommen.
Somit gingen sie zu ihrem zweiten
Schritt über; wie schon oben erwähnt,
mit dem Anti-Islam Kampagne auf
der ganzen Welt. Der Wahre Islam
erlebt jeden Tag, seit der Gründung
von Al-Qaida ihre größten Rückschläge und Verrat. Die Al-Qaida
hat die Religion des Friedens zur
Religion des Terrors denunziert. Deswegen müssen wir den Wahren Islam
strikt von den Islam unterscheiden
der zur Legitimation zum Einmarsch
fremder Mächte im Mittleren Osten
dient, unterscheiden.
An der Stelle möchte ich erwähnen,
dass natürlich ich auch gegen den
jetzigen zustand bin, dass die Menschen im Mittleren Osten von den
jeweiligen Diktatoren unterdrückt
werden und es keine Demokratie
gibt. Jedoch kann niemand von uns
behaupten, dass bis jetzt der Kapita-
59
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
lismus nicht mehr als den Tod zu
uns gebracht hat. Wenn es so weiter
geht werden unsere Länder zur Friedhöfe ihrer eigenen Völker verkommen.
Wenn Revolution, dann nur wenn
sich das Volk organisiert und Widerstand leistet. Und wir wissen von
den Kurden und Kurdistan, dass es
möglich ist auf seine eigene Kraft zu
vertrauen und die Revolution durch
führen.
Damit kommen wir zu der Revolution in Rojava und den angriffen
derer auf die Kurden, die im Namen
vom Islam kurdische Kinder ermorden
und kurdische Frauen vergewaltigen
und somit den Wahren Islam beschmutzen und Verraten. Schauen
wir uns die letzten Angriffe der AlNusra-Front gegen die Kurden in
Rojava an. Die Frage die sich viele
Kurden stellen ist; wieso greift die
Al-Qaida die Kurden an? Sollten sie
eigentlich nicht gegen Assad kämpfen? In wessen Interessen handeln
sie? Und wieso gewährt die Türkei,
ein Nato-Mitglied Staat, der Al-Qaida
von „türkischen“ Boden aus zu agieren? Wurde nicht die Al-Qaida zur
Feind NATO's erklärt worden? Haben
sie nicht überall unter dem Vorwand
Al-Qaida vernichten zu wollen den
Mijdar 2013
„Terror“ den Kampf angesagt? Wir
können uns jetzt hunderte solcher
Fragen stellen!
Ihr habt bestimmt schon von der
„ISID“(Irak-Sam Islam Devleti) gehört. Wir können es auch als die Vereinigung von Al-Qaida-Irak und AlQaida-Syrien zusammenfassen. Diese
Organisation wird von Bekir El
Baghdadi und Tarik Hasimi angeführt.
Ihre höchsten Obersöldner sind Ömer
Sisani(Ceceni),Yakup Sisani und Seyfullah Sisani. Für die, die es nicht
wissen Tarik Hasimi hat seinen Sitz
in der Türkei und die Sisanis werden von der türkischen Geheimdienst(MIT) höchstpersönlich ausgebildet und unterstützt. Nun kommt
vielleicht, an Hand dieser groben Informationen, ein wenig Licht in die
Frage in wessen Interesse die AlQaida(ISID-Al Nusra) handelt, wenn
sie die Kurden in Rojava(Syrien) angreifen. Jedoch muss die Al Qaida
wissen, dass sie in Rojava nicht gegen
irgendeine Organisation kämpft und
sie muss auch wissen, dass ihre Maske
gefallen ist. Die Kurden haben vom
vornherein klar gestellt, dass sie
weder an der Seite von Asad noch
an der Seite vom syrischen Opposition
kämpfen wird. Die Kurden haben
sich für den 3.Weg von Rêber APO entschieden, der
Weg das auf das Zusammenleben aller Völker in
Ruhe und Frieden auf
Selbstverwaltung basiert.
Der türkische Staat, dass
seit mehr als 90 Jahren die
Kurden leugnet, hat sich
von Anfang an gegen diese
Entwicklung in Rojava gestellt. Natürlich wollen die
kapitalistischen Banden, wie
Israel und USA auch nicht,
dass die Kurden frei über
sich entscheiden, denn sie
60
hatten ja geplant, dass mit der Gefangennahme von Rêber APO der
freie Kurde auch verschwindet. Nun
steht der freie Kurde mit erhobenem
Haupt gegenüber ihnen und lässt sich
durch nichts seine Freiheit nehmen.
Mit den Angriffen auf Rojava ist
noch klarer geworden durch wessen
Gelder und Waffen die Al Qaida unterstützt wird und wessen Interessen
bei Ihnen im Vordergrund stehen.
Wie gut zu wissen, dass der Wahre
Islam des Propheten Mohammed
nichts mit dem Islam dieser Organisationen gemeinsam hat. In der Geschichte des Islams begegnen wir
nirgends darauf das Kinder geköpft
und Frauen im Namen des Islams
geköpft werden.
Wer für seinen Eigentum, Heimat
und Leben seinen leben lässt, der ist
ein Märtyrer(Sehid)“. -Prophet MohammedNach diesen Worten des Propheten
begeht die Al Qaida ein Verbrechen,
denn weder ist Kurdistan ihr Eigentum,noch ihr Heimat oder ihr leben
wird durch die Kurden bedroht!
“Das Land und Eigentum eines
Moslems ist einem anderen Moslem
untersagt.”-Prophet MohammedWie bekanntlich gehören 90% der
Kurden dem Islam an. Damit wir
richtig hier verstehen auch hier werden
in Syrien moslemische Kurden angegriffen und ermordet. Wie vereinbart sich das mit den Worten des
Propheten?
Machen uns schon diese beiden
Zitate nicht klar was der Wahre Islam
ist und wieso die Al Qaida Verrat
am Islam begeht? Denn die Interessen
des Islam können nicht darin liegen
im Namen von Islam überall auf der
Welt und jetzt in Rojava Terror gegen
die Menschen zu begehen!
***
STÊRKA CİWAN
La Turquie construit un « mur de la honte »
entre les Kurdes
Maxim AZADÎ
“La Turquie devrait
intensifier ses patrouilles
le long de la frontière et
empêcher le passage en
Syrie de combattants et
d'armements destinés à
des groupes qui ont été
accusés de manière
crédible de violations
systématiques des droits
humains”
Le régime AKP a lancé la construction d’un mur sur ses frontières avec
le Kurdistan syrien, alors qu’aucune
mesure n’a été prise pour empêcher
les jihadistes accusés de crimes contre
l’humanité.
La co-présidente du principal parti
kurde BDP, Gultan Kisanak, a dénoncé la construction du mur entre
le Kurdistan syrien et les Kurdes de
Turquie. Le Kurdistan est un pays
déjà divisé entre la Turquie, l’Iran,
la Syrie et l’Irak après la Première
Guerre Mondiale, devenant ainsi
« une colonisation internationale ».
SI LA TURQUIE VEUT
DEVENIR ISRAEL
« Si la Turquie veut devenir Israël,
alors les Kurdes sauraient devenir
Palestine » a défié la coprésidente
du Parti pour la paix et la démocratie
(BDP).
Le 9 octobre, le régime AKP,
parti au pouvoir du premier ministre
Recep Tayyip Erdogan, a commencé
à ériger un mur à sa frontière avec
Serêkaniyê (Rass al-Ain), ville jumelle
de Ceylanpinar, partagée entre la Turquie et la Syrie.
Cette construction intervient après
la prise de poste-frontière le 16 juillet
par des combattants kurdes qui ont
chassé les jihadistes d’Al-Qaïda. Les
« jihadistes » étrangers entraient par
la Turquie depuis la poste frontière
de Serêkaniyê, d'où ils introduisaient
aussi des armes et recevaient des
soins médicaux. Aucune mesure
n’avait été prise jusqu’à avoir chassé
les membres d’Al-Qaida.
Trois jours plus tard, le 12 octobre,
le régime a lancé la construction d’un
nouveau « mur de la honte » sur la
frontière entre la ville kurde syrienne
de Qamishli et la ville de Nusaybin,
dans la province de Mardin, au Kur-
distan de Turquie, alors que les Kurdes
ne représentent aucune menace.
PREUVE D’HOSTILITE
ENVERS LE PEUPLE KURDE
La maire BDP de Nusaybin, Ayşe
Gökhan, et le responsable locale du
BDP Reşat Kaymaz ont tenté d’empêcher la construction en s'accrochant aux barbelés. « L’Etat colonialiste ne pourra pas diviser le
Kurdistan avec un mur » a dit M.
Reşat Kaymaz.
Lors d’une conférence de presse
tenue à Diyarbakir, Mme Gultan Kisanak a appelé le gouvernement a
abandonné ce projet. « Soit le gouvernement persiste dans son erreur
et payera le prix cher, soit il l’abandonnera » a-t-elle averti, dénonçant
aussi l’embargo imposé par la Turquie et des forces internationales
qui n’envoient aucune aide huma-
61
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
du PKK, dans un communiqué.
HRW : LA TURQUIE DOIT
EMPECHER LE PASSAGE EN
SYRIE DE COMBATTANTS
nitaire dans la région kurde.
« La Turquie n’a pas pour objectif
d’empêcher les attaques et d’une
menace, mais pour étouffer et isoler
la révolution kurde. Le but est d’empêcher la rencontre des Kurdes » a
ajouté Ayşe Gökhan, qualifiant le
mur « d’hostilité » envers le peuple
kurde.
ILS ENTRENT PAR LA
TURQUIE AVANT DE
COMMETTRE DES CRIMES
CONTRE L’HUMANITE
Le soutien de la Turquie aux
groupes armés qui commettent des
crimes contre l’humanité a été
confirmé dans le nouveau rapport
de l’ONG de défense des droits de
l’homme Human Rights Watch, publié le 11 octobre. L’ONG affirme
que «des groupes armés d'opposition en Syrie ont tué au moins 190
civils et en ont pris plus de 200 en
otage» le 4 août dernier lors d’une
opération visant des villages
alaouites. L’organisation point du
doigt la Turquie, soulignant que
Mijdar 2013
« les combattants étrangers qui pénètrent dans le gouvernorat de Latakia le font presque exclusivement
depuis la Turquie. »
Les organisations kurdes dénoncent depuis plusieurs mois le soutien
de l’Etat turc aux groupes armés
d’Al-Qaïda qui ont intensifié leurs
attaques contre la région kurde ces
derniers mois. De nombreux témoignages et preuves ont été publiés
par les medias kurdes et turcs sur
ce soutien visible depuis la frontière
avec la Syrie. Les jihadistes opèrent
notamment dans les villes frontalières avec la Turquie comme Tall
Abyad, dans la région de Raqa et
Atma, dans la région d’Idlib, mais
ils sont également soutenus militairement depuis le village de Tall
Halaf, près de la ville de Serêkaniyê.
« Les bandes armées commettent
des crimes contre l’humanité à Rojava
(Kurdistan occidental). La Turquie
s’est également associée à ces crimes »
a déclaré de son côté la co-présidence
de L’Union des Communautés du
Kurdistan (KCK), système politique
62
Human Rights Watch appelle le
Conseil de sécurité de l'ONU et les
alliés de la Turquie à faire pression
sur cette dernière pour empêcher les
jihadistes.
«Selon des responsables des services de sécurité syriens, des informations de presse, des diplomates
occidentaux et selon les observations
faites par des journalistes et des employés des organisations humanitaires,
les combattants étrangers appartenant
à ces groupes entrent en Syrie par la
Turquie, d'où ils introduisent également des armes, de l'argent et d'autres
équipements, et où ils se replient
pour recevoir des soins médicaux.
La Turquie devrait intensifier ses
patrouilles le long de la frontière et
empêcher le passage en Syrie de
combattants et d'armements destinés
à des groupes qui ont été accusés de
manière crédible de violations systématiques des droits humains. La Turquie devrait aussi soumettre à une
enquête et poursuivre en justice, selon
le principe de la compétence universelle et en conformité avec ses propres
lois, quiconque en Turquie est soupçonné d'avoir commis des crimes de
guerre et des crimes contre l'humanité,
d'en avoir été complice, ou d'avoir
eu une responsabilité de commandement dans leur commission.
Le Conseil de sécurité de l'ONU
et les alliés de la Turquie devraient
appeler tout particulièrement celleci à faire davantage pour vérifier
qu'aucune arme ne transite par la
Turquie pour être livrée à des groupes
qui commettent des abus, a souligné
Human Rights Watch.»
STÊRKA CİWAN
Juge antiterroriste cambriolé: Quel rapport avec
l’assassinat des femmes Kurdes ?
Maxime AZADÎ
“L’emprisonnement
d’Omer Guney le 21
janvier, tout reste un
mystère : quelle est la
véritable identité d’Omer
Guney, quel sont ses
engagements, son rôle
dans l’assassinat, ses
motivations, ses voyages
en Turquie, qui sont les
éventuels commanditaires
du massacre. Enfin,
pourquoi ce silence ?
Est-ce une complicité ?”
L'appartement d'un juge d'instruction du pôle antiterroriste du
tribunal de grande instance de Paris
a été cambriolé le 23 septembre. Il
s’agit du juge Jeanne Duyé qui instruit notamment le dossier de l’assassinat de trois militantes kurdes
en janvier 2013.
Ce cambriolage suspect a été révélé par Le Parisien qui affirme que
« le ou les cambrioleurs seraient
parvenus à entrer dans les lieux
sans effraction avant de s’emparer
d’un ordinateur portable contenant
des informations sur les dossiers
traités par le magistrat. » Une enquête est en cour.
Selon Le Figaro, il s'agit de Jeanne
Duyé, nommée au pôle antiterroriste
il y a environ un an. « Le ou les
cambrioleurs seraient parvenus à
entrer dans son domicile sans effraction avant de s'emparer d'un or-
dinateur portable contenant des informations sur les dossiers traités
par la magistrate. Étant nouvelle
dans l'équipe, celle-ci est plutôt
amenée à travailler sur toutes sortes
de dossiers, aussi bien islamistes
que corses ou même celui du sabotage présumé de Tarnac en 2008.
Souvent d'ailleurs en cosaisine »
affirme le journal.
Un magistrat en poste dans la capitale, cité par Le Figaro, souligne
de son côté qu’un ordinateur de travail du tribunal ‘comporte évidemment des pièces de justice scannées,
des éléments des dossiers d'instruction qui ne sont pas classifiés confidentiel ou secret défense puisqu'un
dossier d'instruction est accessible
en pratique aux avocats.’
Mais ni Le Parisien, ni Le Figaro
ou même Le Monde n’a fait un lien
entre ce cambriolage et le dossier
de l’assassinat de trois femmes
kurdes.
OMER GUNEY AVAIT-IL FAIT
L’OBJET DE SURVEILANCE ?
Curieusement, ce cambriolage intervient après une demande déposée
auprès du juge Duyé par l’avocat de
proches de victimes, Me Antoine
Compte, pour savoir si l'assassin présumé, Ömer Güney, avait fait l'objet
de surveillance par les services de
renseignement français avant les
crimes. Selon un article de l’AFP,
publié le 30 septembre, Me Antoine
Comte a confirmé avoir fait "une demande portant sur l'ensemble des
écoutes administratives" qui auraient
pu viser Ömer Güney afin de "savoir
s'il avait fait l'objet d'une surveillance"
des services français.
"On m'a répondu que cela n'avait
pas de relation avec les faits", a re-
63
Mijdar 2013
STÊRKA CİWAN
gretté Me Comte qui a affirmé avoir
fait appel de ce refus. Une source
proche du dossier citée par l’AFP
affirme que les juges antiterroristes
Christophe Teissier et Jeanne Duyé
ont rejeté la demande d'acte le 20
septembre.
EST-CE VOTRE COMPLICITE
DERRIERE VOTRE SILENCE ?
De nombreuses questions s’imposent : ce cambriolage n’a-t-il pas
un lien avec le dossier de trois
femmes assassinées en plein Paris
afin de changer le cours des choses
? Qui a intérêt de fermer le dossier
de cet assassinat politique ou qui
peut entrer dans l’appartement d’un
tel juge « sans effraction » ? Les
services français ou étrangers n’auraient-il pas un lien avec le cambriolage ? On sait que les services
de renseignement sont à l’origine
de la plupart des affaires « suspectes
» ou « sales » dans le monde.
Les questions se multiplient face
au silence des autorités françaises
sur ce triple assassinat dont les Kurdes
attendent une avancée concrète depuis
plus de neuf mois. Chaque mercredi,
des femmes kurdes manifestent à
Paris et dans d’autres villes euroMijdar 2013
péennes pour demander la justice
avec le slogan « Est-ce votre complicité derrière votre silence ? »
QUE CACHENT LES
AUTORITES ?
Sakine Cansiz, 55 ans, co-fondatrice du PKK, Fidan Dogan, 32
ans, représentante du Congrès national kurde, basé à Bruxelles, et
Leyla Saylemez, 24 ans, membre
d’un mouvement de jeunesse, ont
été exécutées le 9 janvier 2013 au
Centre d'information kurde (CIK)
à Paris.
Les Kurdes ne voient aucun
effort convaincant de la part des
autorités françaises pour dissiper
le brouillard sur l’assassinat des
femmes kurdes, alors que le centre
d’information et les activités kurdes
sur le sol français étaient sous surveillance pérennante. Aucune déclaration n’a été faite sur l’avancement
de ce dossier. Rien n’a été dit sur les
voyages obscurs d’Omer Guney en
Turquie, dont le dernier en décembre
2012, soit quelques semaines avant
64
le triple assassinat.
Omer Guney était bien connu des
services français, car il avait été interpellé en mars 2012 lors d’une manifestation sur Tour Eiffel, puis en
décembre au Pays-Bas au cours de
la même année. La police hollandaise
avait informé les services français
sur cette arrestation avant de libérer
quelques heures plus tard l’auteur
présumé de l’assassinat de trois
femmes, sans aucune interrogation.
A part l’emprisonnement d’Omer
Guney le 21 janvier, tout reste un
mystère : quelle est la véritable identité
d’Omer Guney, quel sont ses engagements, son rôle dans l’assassinat,
ses motivations, ses voyages en Turquie, qui sont les éventuels commanditaires du massacre. Enfin, pourquoi
ce silence ? Est-ce une complicité ?
"Il n'y a aucun assassinat politique
en France qui ait débouché sur la
mise en cause de la responsabilité
d'un Etat commanditaire" et "j'aimerais
bien qu'on rompe avec cette tradition"
disait à l’AFP Me Comte.
***

Benzer belgeler