Bir Halkla İlişkiler Uygulama Alanı Olarak Sosyal Medya Kullanımı

Transkript

Bir Halkla İlişkiler Uygulama Alanı Olarak Sosyal Medya Kullanımı
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Güz 2010, Sayı : 31
Autumn 2010, Number: 31
İletişim 2003/18
BOŞ SAYFA
II
G. Ü. İ. F. Adına Sahibi
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Rıza AYHAN
M. Naci BOSTANCI
Editör
Cengiz ANIK
Editör Yardımcıları
Umur IŞIK
Ayşe Gül SONCU
Yayın Kurulu
Zülfikar DAMLAPINAR
Sirel GÖLÖNÜ
Yayın Kurulu Sekreteryası
Ç. Murat HAZAR
Cem YAŞIN
Eda Turancı
Danışma Kurulu
Ömer AÇIKGÖZ
Suat ANAR
Nejdet ATABEK
Ümit ATABEK
Bilal ARIK
Nabi AVCI
Burhan AYKAÇ
Aysel AZİZ
Hasan BACANLI
Hamza ÇAKIR
Dilruba ÇATALBAŞ
Yusuf DEVRAN
İhsan ERDOĞAN
Fatma GEÇİKLİ
Suat GEZGİN
Nilgün GÜRKAN
Nurettin GÜZ
Metin IŞIK
Seçil DEREN VAN HET HOF
Süleman İRVAN
Ahmet KALENDER
Asker KARTARİ
Kurtuluş KAYALI
Metin KAZANCI
Fahrettin KORKMAZ
Hale KÜNÜÇEN
Ahmet TOLUNGÜÇ
Hasan TOPBAŞ
Mustafa YAĞBASAN
Kırıkkale Üniversitesi
Yeditepe Üniversitesi
Anadolu Üniversitesi
Yaşar Üniversitesi
Erciyes Üniversitesi
Başbakanlık
Gazi Üniversitesi
Yeni Yüz Yıl Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Erciyes Üniversitesi
Galatasaray Üniversitesi
Yeditepe Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Atatürk Üniversitesi
İstanbul Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Erciyes Üniversitesi
Akdeniz Üniversitesi
Akdeniz Üniversitesi
Selçuk Üniversitesi
Hacettepe Üniversitesi
Ankara Üniversitesi
Ankara Üniversitesi
Atatürk Üniversitesi
Başkent Üniversitesi
Başkent Üniversitesi
İnönü Üniversitesi
Fırat Üniversitesi
III
ISSN: 1302-146x
Copyright © Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi. Tüm hakları saklıdır
Yayın ve Türü: Yılda iki kez basılan hakemli, yaygın, süreli bir dergidir.
Yönetim Merkezi ve Adresi: Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, 06510 Emek, Ankara
Tel: 90 312 212 6495 Fax: 0 312 212 1832
e-mail: [email protected]
Basım yeri: Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Basımevi, Emek, Ankara.
TÜBİTAK/ULAKBİM SBVT tarafından taranmakta ve dizinlenmektedir.
IV
İÇİNDEKİLER
EBRU YETİŞKİN
Tarde’ın Toplum Yaklaşımı Açısından Kamuoyu ve Maduniyet / 1
Public Opinion and Subalternity from Tarde’s Society Approach
GÜLCAN IŞIK
Medyada “Yeniden Üretilen” Cumhuriyet Mitingleri / 29
Reproduced Republican Demonstrations in Media
METİN IŞIK - EMEL TANYERİ
Contribution of Stari Most To Turkey’s Reputation in Terms of Culture and Heritage Tourism / 59
Kültür Ve Miras Turizmi Bağlamında Mostar Köprüsü’nün Türkiye’nin Tanıtımına Katkısı
AYŞE ASKER
Türkiye’nin Formula 1 Rüyası: Ekonomi Politik Bir Değerlendirme/ 79
Formula 1 Dream Of Turkey: A Politic -Economic Assessment
FERAH ONAT
Bir Halkla İlişkiler Uygulama Alanı Olarak Sosyal Medya Kullanımı: Sivil Toplum Örgütleri Üzerine Bir
İnceleme/ 103
Social Media Practices As A Public Relations Application Field: An Analysis About Nongovernmental
Organizations
SİREL GÖLÖNÜ – YASEMİN KARCI
İletişim Meslek Lisesi Öğrencilerinin İletişim Beceri Düzeylerinin İncelenmesi (Ankara İl Örneği)/ 123
Vocatıonal High School Students 'Communication Skills Communication Levels (Sample Ankara)
M. SEZAİ TÜRK – HABİBE AKÇAY
Yerel Yönetimlerde Halkla İlişkiler Faaliyetlerinin Kurum İmajına Etkisi Üzerine Bir Çalışma: Trabzon
Belediyesi/ 141
A Study on the Effects of Public Relations Activities on Corporate Image in Local Administration: The
Case of the Trabzon Municipality
V
ÖYKÜ EZGİ YILDIZ
Ambalajın Marka Farkındalığı Yaratmadaki Etkisi/ 181
The Effect of Packaging in Creating Brand Awareness
ZÜBEYDE SÜLLÜ
Küresel Ekonomik Kriz Bağlamında; Halkla İlişkiler ve Ekonomi İlişkisi/ 195
In Contemporary Global Economic Crisis Context; The Relationship Between Economi And Public
Relations
ORHAN BAYTAR
Gazete Çalışanlarının Gözüyle Medya Ekonomisinde Temel Yönelimler/ 211
Trends In Media Economics By The View Of Newspaper Works
RACİ TAŞCIOĞLU
Türkiye’de İletişim Bilimine Katkı Bağlamında Hilmi Ziya Ülken’i Okumak/ 233
Reading Hilmi Ziya Ülken In Terms Of Contribution To The Communication Sicence In Turkey
ASLAN ASLANOV
Azertac`ın Oluşum Süreci ve Tarihi Gelişme Dönemleri/ 251
Formation Process Of Azertac And Historical Development Periods
DÜZELTME
YURDAGÜL BEZİRGAN ARAR – NURİ BİLGİN
Gazetelerde Ötekileştirme Pratikleri: Türk Basını Üzerine Bir İnceleme/ 269
Othering Practices in Newspapers: An Analysis on Turkish Press
VI
‘S U N U Ş’
Bu sayımızda, “Sunuş”a ‘özür’lerle başlıyoruz.
Nuri Bilgin Hocam (pek çok meslektaşımız gibi benim de gıyabi hocamdır) o
ve meslektaşımız Yurdagül Bezirgan Arar’ın 30. sayıda yayınlanan makalelerindeki
‘grafik’in baskısını hatalı yapmışız. Düzelttik ve bu sayıda düzeltilmiş halini
okurlarımızın dikkatine sunduk. Elbette kusur bizim ama yayıncılığın da bazı garip
cilveleri oluyor. Dizgicimizin bilgisayarındaki program, hiç kimsenin
sezinleyemeyeceği bir maharetle, ‘grafik’te gösterilen gazetelere ilişkin eğrilerin bir
kısmını silivermiş. Hiçbirimiz de fark etmemişiz ve hocalarımızın yazılarının en
önemli görsel öğesi olan ‘grafik, bu yüzden hatalı basılmış.
Bir başka özür de benim yazımla ilgili. Shannon’un kitabının adını, “A
Mathematical Theory of Communication” olarak zikretmişiz. Bilkent Üniversitesi
Kütüphanesinde de bulunan, Weaver’in “katkı”sıyla birlikte yayınlanmış kitabın adı
“The Mathematical Theory of Communication”. Hafızamda muhtemelen makale
olarak yayınlanmış hali (1948: Bell System Technical Journal. Vol:27) yer etmiş
olmalı ki, hafızama güvenip kitaplığıma bakma gereği bile duymamış olmam, bu
vahim hataya neden oldu. Okurdan özür dilerim.
Özür müdür bilmiyorum ama açıklama gerektiren bir başka konu, devam
ettireceğimi vaat ettiğim yazılarımla ilgili. 29. sayıdan itibaren bilimin, bilim
insanının ve iletişim biliminin karakteri, mantığı ve iştigal alanını müzakere konusu
yapmayı denemiştik ve varabildiğimiz noktada “revelation”la birlikte,
sorunsallaştırılması gereken kavramın “intentionality” olduğunu belirtmiştik.
Kanaatimizce bu sorunsal kitap boyutlarına ihtiyaç duyacak bir tartışma ve
çözümleme konusudur.
Sıra yazarlarımıza yönelik serzenişlerimize geldi: “Sunuş” sayfalarımızı
müzakere amacıyla kullanabilmeyi tasarlamıştık. “Dergi”mize daha çok puan, yani
akademik kariyer amaçlı yazılar gönderildiğini, geçen sayılar boyunca müzakereye
katılım amacıyla kaleme alınmış yazı alamadığımıza ilişkin yakınmalarımızı, ‘Yayın
Kurulu Üye’miz Cem Yaşın’le paylaşmıştık. Bu serzenişle ilgili ilk alınganlığı
sevgili Cem göstermiş olmalı ki, ilk yazımızı da ondan aldık. Darısı izleyen
sayılarımızın başına.
Cengiz ANIK
Editör
VII
BİLİMSEL BİLGİNİN ELEŞTİREL TEMELLERİ ÜZERİNE
Akademisyen olma rutinlerinin en önemlilerinden biri olan hakemli bir
dergide yazı yazma edimi,
kendini doğallaştıran; doğallaştırdıkça da
sorgulamadığımız pratiklerden biri haline gelir. Bir bilgisayar oyununun düzeylerini
geçermiş gibi, akademik basamakları çıkarken toplanan puan için yoğunlaşıldığında,
teslim tarihleridir gündemimizi dolduran. Oysa bilim dediğimiz süreçleri süreçlerin
dışından bakmaktır bir yaklaşıma göre. Bu da soyutlama yetisini gerektirir. Ama
gündelik akademik pratikler o kadar yoğundur ki bu alanın dışına çıkılamaz.
Bilginin veya bilgi üzerine düşünmenin her yükselişi gündelik yaşam pratiklerinin
dışına çıkılması veya yaşam pratiklerinin insanları dışarı çıkardığı süreçlerde
olmuştur. Felsefenin doğuşu olarak bir çok kaynağın kabul ettiği, İyonyalı (Miletli)
filozoflar, Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes gündelik pratiklerin dışına
çıkabildikleri görünenin arkasındaki mutlak gerçekliği aramaya koyulabilmişlerdir.
Görünenin ötesine geçebilmek için gündelik pratiğin ötesine geçebilmek
gerekmektedir. Gerçeğin arayışını engelleyen en önemli engel gerçeği açıkladığına
inandığımız bir açıklama tarzının mevcudiyetidir. Bu aşamada paradigmanın işlevi
mevcut yaklaşımın çözüm (açıklama) bekleyen pratiklere uygulanmasıdır. Artık
yeni şeyler söylemeye gerek yoktur. Bilim adamı da bilmediği bir kıtayı keşfetmek
isteyen bir maceracıdan, bir transatlantik yolcusuna dönüşür. Bu bağlamda hakemli
dergiye yazı yollamak, indirimli uçak bileti almak için İnternet’e girmek gibidir.
Bilimsel dergi Khun’un olağan bilim dediği şeye dönüşür çoğu zaman.
Olağan bilim yapmak, kaskolu araba kullanmak gibidir bir açıdan. Nereye
çarparsanız çarpın hasarı onaracak kaynak vardır. Paradigmanın her şeyi
açıklayıcılığının getirdiği güvenle yapılması gerekenler de bellidir. Akademisyenin
kendini teslim ettiği paradigma, bir inanç sisteminde sağladığı iç huzur gibi
akademisyeni kaygılardan azad eder. Hayatının aşamalarında yapacakları bellidir.
Ne zaman, ne kadar puana ihtiyaç duyacağı takvimle belirlenmiştir. Bu yolla
akademisyen hayatındaki belirsizliklerin kaygılarından da kurtulmuş olur. Geriye
kalan ise takvimlenmiş eylemlerin gerçekleştirilmesidir. Bunların içinde en önemli
payı akademik dergilerde makale üretmek almaktadır.
Akademik
dergide
makale,
pratik
gereksinimlerin
ötesinde
değerlendirildiğinde farklı yaklaşımların, dergilere olağan işlevinin ötesinde değer
atfettiği gözlemlenmektedir. Karl Popper’ın “üç dünya” kuramına göre dergiler,
bilimin objektifliğini mümkün kılan araçlardır. Popper, nesnelerden oluşan “Dünya
1”in, “Dünya 2”de öznel zihinler dünyasına dönüştüğü; “Dünya 3” ise zihinsel
süreçler ile üretilmiş sanat eserleri, kitaplar ve dergilerden oluştuğunu
VIII
söylemektedir. Popper’a göre “3.Dünya” öznel zihinlerin üretimiyle oluşsa da
objektiftir. Bunun sebebi bu düzeyin özerkliği ve öznelliği ortadan kaldıran
eleştiriye açıklığıdır. Akademik dergi bu tanımla hem geçmiş kuramların eleştirisini
hem de eleştiriye açık kuramların sunumudur. Onu bilimsel yapan iki unsur hakem
mekanizmasıyla sunum standardının oluşturulması (bu akademik ortak dil olarak da
algılanabilir) ve eleştiri yazılarına açık olmasıdır.
Bilimsel bilgiyi diğer bilgi türlerinden ayıran muhtelif kriterler bulunabilir.
Ama en rahat uzlaşılabilir olanlardan biri dogmatik olmamasıdır. Dogmatik bilgi
eleştiriden arınmış sorgulanmayacak kadar mutlak algılanan bir bilgi türüdür; “a
priori” kabulleri ve her şeyi açıklama iddiası vardır. Bu tür bilgi sahipleri bilme
edimine ve bilgilerine olan güvenleri hiçbir şeyden şüphe etmezler. Onlar için iki tür
bilgi vardır: doğru bilgi veya kendi bilgileri, yanlış bilgi veya kendi kabullerini
paylaşmayanların bilgileri. Bilginin iki türü bilen öznenin iki türünü bilme edimine
göre sınıflar: doğru biliş sahibi ve yanlış biliş sahibi. Bu yaklaşım aslında bilginin
bir ayrışması gibi görünse de bilgiyi kavramsal olarak parçalayan eklemleyen bir
yapıdır. Doğruluk, gerçeklik ile birlikte yansız bilginin sorgulanışını da sunmaktadır.
Farklı bilgiler, eğer farklı bilme biçimlerinde ise birbirleri ile mukayese
edilmeleri ve yarıştırılmalarına gerek yoktur. Ama bilginin nesnesinin aynı olması
bile tek başına karşılaştırılabilirliklerini getirmektedir. İlk durum farklı
paradigmaların farklı bilim nesneleri olmaları nedeniyle farklı alanlar içinde
kendilerini tanımladıkları durumdur. Bu duruma Kuantum ve Newton’un fizik
anlayışı verilebilir. İkinci durum ise farklı paradigmaların ortak bilim nesneleri
olduğu durumdur. Bu durum kamusal alan ve demokrasi tartışmalarını
çağrıştırmaktadır. Farklı kimliklerin farklı talep ve istemlerinin ortak alanda
ifadelenmesinin koşulu nedir? Ortak bir iletişimsel alanlarının olması, bu alana
girişin sınırlandırılmaması. Analojinin paradigma tarafında aynı soruyu
ifadelendirirsek, sorumuz farklı paradigmaların ortak tartışma alanlarının nasıl
olacağıdır? Bilim toplumsal kimliklerin alt kültürlerinden daha karmaşık öznel
terminoloji ile yapılan bir olgudur. Bu nedenle her bilimsel paradigma kendi alanını
tanımlayan bir tasarım olarak değerlendirilebilir. Bu tanım belki de bilimin ortak
öznellik kümelerinden oluştuğunu göstermektedir. Bu usa vurum bizi farklı
öznelliklerin nasıl nesnel bir alanda bir araya gelebileceği sorusuna ulaştırır.
Karl Popper’ın üç dünya kuramı belki farklı öznelliklerin nasıl nesnel bir
alanda bir araya gelebileceğini açıklayan kuramlardan biridir. Ama her kuram gibi
hayatın pratiğinde siyah kuğu gerçeğiyle yüzleşmeye mahkumdur. Her kuram gibi
deyişimiz en saf kuramın bile kendi değer sistemi içinde olması gerekeni
IX
üretmesindendir. Yaşamın pratiği ise olmakta olan üzerinedir. Bu nedenle tüm
yaklaşımlara açık, bütüncül bir dergi iddiası olması gerekenler arası iletişimsel alan
olarak tanımlanabilir. Olması gereken tanımı bilimin ne olduğundan bilimsel yayının
ne olduğuna kadar karşılaştığı tüm kavramları içerir.
Her tanım da bir belirlenmedir. Başka bir deyişle kendi öznelliğimizin
terminoloji içinde vücut bulmasıdır. Protagoras “her şeyin ölçüsü insandır” deyişiyle
vurgu yaptığı bilme ediminin göreceliliği, dergi yayıncılığında perspektif
kardeşliğine dönüşmektedir. Bu katı belirlenimcilik birinin kuğu olarak gördüğünü
diğerinin ördek olarak görmesini engeller. Dergi içeriği ve yaklaşımı üzerine
belirlenme düzeylerini asgari ve azami olarak sınırlanabilir. Azami belirlenmiş
içerikli bir dergi paradigmanın sesidir. Yazarı açısından homojenliği, okur profilini
de sınırlar. Görülen şeyin kuğu mu, tavşan mı olduğu tartışılmaz. Tartışılan kuğunun
olabilirliğidir. Asgari belirleme ise görülen şeyin kuğu mu, tavşan mı tartışmasını
imkanlı kılar. Bu bağlamda temellenen bir yayın kuğu algısına tavşan eleştirisini,
tavşan algısına kuğu eleştirisini imkanlı kılarken yarattığı iletişimsel ortamdır.
Bilimin eleştirilere açık bir eleştirel ortamda yürüdüğünü söylemek
mümkündür. Dergi yayıncılığına yüklenen işlev bu olduğunda, tanım gereği eleştiri
ve diyalog bilimsel bilginin ilerlemesi için bir imkan yaratmaktadır. Bu noktada
önümüzdeki sorun farklı yaklaşımlar arasında nasıl bir ortak dilin olacağı ve bu dilin
yarattığı iletişimsel alanın nasıl bilimsel standartlarla temelleneceğidir. İletişim
Dergisinin bu zorlu yolculuğa açılan bir kapı olduğunu düşünmek istiyorum. Ama
tanımladığım biçimi ile bir yolculuk ise bilinmeyene doğru bir yolculuk olacaktır.
Bu yolun da bilimsel bilginin doğru güzergahı olduğuna inanıyorum. Yolun
meşakkatli olması, bu yolculukta önyargıların, doğmaların yükünü taşınmaz
kılmakta. Bu yolun yolcularının paradigmig kamburlarını aldırmaları önerilebilir.
Eğer yolculuk için seçtiğiniz araç zeplin ise yükselmenin yolu ağırlıklardan
kurtulmaktır. Asgari belirlenimli bir dergide ise bir nehir seyahatine benzeyebilir.
Suyun üzerinde kalabilmek için katı ve sert bir kaya olmamak gerekir. Kayalar da
hareket eder ama hareketleri yuvarlanan taş olmaktan öteye gitmemektedir.
Eleştiriye açık özgür akademik tartışmalar dileğimle..
Cem YAŞIN
X
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
TARDE’IN TOPLUM YAKLAŞIMI AÇISINDAN KAMUOYU
VE MADUNİYET
Ebru YETİŞKİN*
ÖZET
Bugün sermayenin yönetim zihniyeti üzerindeki iktidarı nedeniyle çeşitliliğin kültürel,
ekonomik ve siyasi üretim sürecine girememesinin tartışılması güçtür. Siyaset, hukuk ve
ekonomide olduğu gibi iletişimde de zihinlere ve gündelik pratiğe yerleşmiş olan egemen
toplum anlayışının iktidarı, bu tartışmanın yapılmasını güçleştiren unsurlardan biridir. Bu
çalışma, kamuoyu ve maduniyet arasındaki karşılıklı ilişkiye odaklanmaktadır. Bu konuyu
egemen toplum yaklaşımdan farklı bir bakış açısı ile incelemek amaçlanarak, Gabriel
Tarde’ın kamuoyu, toplum ve toplumsallaşma ile ilgili düşüncelerinden yararlanılmıştır.
Maduniyet ile ilgili olarak da, kamuoyu ve meşru rıza meselesine gönderme yapması
nedeniyle Antonio Gramsci ve Gayatri Chakravorty Spivak’ın düşüncelerine ağırlık
verilmiştir. Niteliksel araştırma yöntemiyle yapılandırılan çalışmada, iletişimin yenisömürgeciliğin özel mülkiyet metası olarak mevzilendirilebilmesinin yanı sıra emek ve
işgücüne dönüşebilmesinin toplumsallaşma ve temsil ile ilgili sorunların yarattığı açmazlara
dayandığı sonucuna erişilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Tarde, Madun, maduniyet, iletişim, kamuoyu, temsil.
PUBLIC OPINION AND SUBALTERNITY FROM TARDE’S SOCIETY APPROACH
ABSTRACT
Today it is difficult to discuss that the integration of multiplicity in the economic, political and
cultural production due to the power of capital on governmentality. The power of the
dominant conception of society which is installed in communication as well as in politics,
economy and law is one of the components of this difficulty. This paper focuses on the
reciprocal relation between public opinion and subalternity within this framework. In order
to develop another perspective about this topic, Gabriel Tarde’s notions on public opinion,
society and socialization are used. With regard to subalternity, it is concentrated on Antonio
Gramsci’s and Gayatri Chakravorty Spivak’s thoughts as they refer to legitimate consent and
public opinion. As a result of the paper, which is structured with the qualitative method, it is
reached to the conclusion that the deployment of communication as neo-colonialism’s private
property and its transformation into labor is related with the dilemmas generated by the
problems of socialization and representation.
Keywords: Tarde, subaltern, subalternity, communication, public opinion, representation.
*
Dr., İstanbul Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü
İletişim 2003/18
2
E. Yetişkin
GİRİŞ
Sermayenin ulusaşırılaşmasına bağlı üretim (tüketim)1 koşullarıyla
yönetenler, yönetilenler ve onların birbirleriyle kurdukları ilişkiler karmaşıklaştıkça,
kamuoyu oluşumunda gerçekliğin anlamlandırılması da bir o kadar sofistike hale
gelmektedir. Sermayenin evrensel tarihinden bağımsız düşünülemez olan iktidarın
(bilginin)2 meşruluğu ve hâkimiyeti ise gerçekliğin yeniden sunulmasıyla
anlamlandırılarak inşa edilmekte ve korunmaktadır. Elbette bu, günümüzde pek çok
aracı sayesinde yapılabilmektedir. Enformasyon iletimi ve kurgulama niteliğiyle
iletişim, buna katkıda bulunan aracılardan biri olarak değerlendirilebilir.
Sömürülenin iktidarı (bilgisi) ve maddi varlıkları, sömürenin çıkarlarına hizmet
edecek biçimde medya, reklamcılık ve halkla ilişkilere odaklanan iletişim
çalışmaları tarafından meşru ve rızaya dayanan yollarla yeniden sunulabilmektedir.
Bu ise ekonomik ve siyasi emperyalizmin hem içselleştirilerek kabul edilmesini hem
de güncellenmesini sağlayarak sermaye dolaşımının hızlanmasını ve meta pazarının
genişlemesini sağlamaktadır. Buradaki temel sorun ise yoksunluk koşullarının
üretimi ve yönetiminde ortaya çıkmaktadır. Yurttaşların siyasi, ekonomik ve kültürel
haklardan ve olanaklardan daha eşit bir şekilde yararlanabilme olanaklarının
sınırlandırılmasından çok nasıl sınırlandırıldığının ifade edilememesinde iletişimin
bugün ne ölçüde etkin olabildiği yeniden sorgulanmalıdır. İktidarın (bilginin)
egemenin lehine üretilmesi sürecinde gerçekliğin yeniden sunularak
anlamlandırılmasında iletişimin gerek kamuoyu oluşturmada gerekse eşitlik, adalet,
demokrasi ve özgürlük kazanımları bakımından kritik bir konuma sahip olduğu
görüşü ön plana çıkmaktadır. Oysa günümüzde siyasi iletişim araçlarıyla da
fetişleştirilerek içi boşaltılan adalet, demokrasi, özgürlük, barış gibi kavramlar, emek
sömürüsü sonucu sağlanan artı-değer birikiminin egemen olana aktarılması için
baskıcı ve manipülatif bir işleve sahip hale getirilebilmektedir. Bir başka deyişle
adalet, demokrasi, özgürlük, barış gibi kavramlar, egemen olanın çıkarlarına hizmet
etmek için kamuoyu ve kanaat oluşturma sürecinde iletişimin farklı alanlarında
kullanılan birer susturucu olarak da kullanılabilmektedir. Bu kavramlar, pragmatik
1
2
Ne de olsa “üretim tüketimdir, tüketim de üretimdir” (Marx, 1993: 93).
Foucault’nun (2005) bahsettiği anlamda “iktidar” adlandırma, sınıflandırma, açıklama ve tanımlama,
yani bilgiyi oluşturma gücüne sahip olma anlamıyla kullanılır. Burada aynı zamanda bilgiyi
çevreleyen normların iktidarın ihtiyaçlarına göre değişmesi nedeniyle hem iktidarın bilgiyi belirlediği
hem de oluşturulan bilginin iktidarı belirlediği, yani iktidar ve bilginin karşılıklı olarak birbirini
içerdikleri bir ilişki ortaya çıkmaktadır. Bu durumda birey, bu ilişki ağı içinde kurulan deneyimlerin
öznesi olabilecek konumda bulunabilir. Bir başka deyişle birey, iktidarı içselleştirmek suretiyle
iktidar normlarını kendi iradi eylemleri sayarak özneleşir. Bu yolla iktidar, birey/özne üzerinden
yeniden üretilir ve bu nedenle de modern iktidar ilişkileri hem pozitif hem de üreticidir.
Güz 2010, Sayı:31
Tarde’ın Toplum Yaklaşımı Açısından Kamuoyu ve Maduniyet
3
ve popülist yaklaşımlar sonucu kullanım değerleri göz önünde bulundurularak
araçsallaştırılabilmektedir. Dolayısıyla aynı kavramın farklı kişi ve kurumlar
tarafından gerçekliğin yeniden sunularak anlamlandırılması için tekrar edilmesi ve
birbirinden ayırt edilmekte güçlük çekilmesiyle ortaya çıkan güncel bir
epistemolojik sorun ile karşı karşıya olunduğu görülmektedir.
Bu epistemolojik sorunla uğraşmak için bu çalışmada “madun” (subaltern)
ve “maduniyet” (subalternity) konusuna odaklanılarak kamuoyu, iletişim ve
toplumsallaşma arasındaki ilişkiler irdelenecektir. Maduniyet, alt ve aşağı konumda
olmaktan dolayı duyulan sıkıntıdan ve şikâyetten çok, tekilliğin ve çeşitliliğin siyasi,
ekonomik ve kültürel üretim hatlarına girememesi ile ilgilidir. Madun en geniş
anlamıyla, ekonomik, siyasi ve kültürel üretim ilişkilerinin içine dâhil olsa dahi
tekilliğini ifade edemeyen ve egemen olana tabi, alt ve aşağı konumdaki ‘başka’
olandır (Spivak 1988; Spivak 2003). Oysa günümüzde madun, siyasi, ekonomik ve
kültürel bakımdan alt ve aşağı konumdaki ezilen, mağdur, mağrur ve mazlum her
türlü kişi, grup ya da topluluğun sabit kimlik kalıplarına sıkıştırılarak ‘temsil’
edilmektedir. Böylelikle madun, önceden belirlenmiş siyasi, ekonomik ve kültürel
programlamaların içinde farklı birleşenlerin oluşturduğu ve kamuoyunu
oluşturabilen popülist bir unsur olarak değerlendirilebilmektedir. Ayrıca madun,
kapitalizmin ve küreselleşmenin eleştirisi için de çeşitlilikleri homojenleştirerek
merkezileştiren bir birleştirici olarak kullanılabilmektedir.3 Kavramın bu şekilde
kullanılması ise kavramın içerdiği anlam zenginliğinden koparılmasına, bir kimlik
tanımına ya da homojen olduğu varsayılan tek bir gerçekliğe indirgenerek
genelleştirilmesine ve araçsallaştırılmasına neden olabilmektedir. Burada dikkat
edilmesi gereken ise, madunun ‘öteki’ olarak yeniden sunulmasıyla indirgenerek
genelleştirilmesine ve normalleştirilerek araçsallaştırılmasına neden olan koşulların
sorgulanmasıdır. Bu koşulların değerlendirilerek, iletişimin gerçekliğin yeniden
sunularak anlamlandırılmasına gündelik hayatı oluşturma ve değiştirme sürecinde
nasıl bir egemenlik ve mücadele ilişkisi içinde katkıda bulunduğu yeniden
düşünülmesi gerekmektedir.
Bu bağlamda geliştirilecek olan makale, birbirine gönderme yapan dört
bölüm ile yapılandırılmıştır. Öncelikle siyaset, hukuk ve ekonomide olduğu gibi
siyasi iletişimde de zihinlere ve gündelik pratiğe yerleşmiş olan egemen toplum
anlayışı genel hatlarıyla ele alınacaktır. İkinci bölümde ise egemen toplum
3
Madun kavramının, postkolonyal çalışmalarda kullanılması ve bu konuyla ilgili görüşler ve örnekler
için bkz. Dirlik, Arif (1998) The Postcolonial Aura: Third World Criticism in The Age of Global
Capitalism, Boulder, Colorado: Westview Pres.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
4
E. Yetişkin
anlayışından başka yaklaşımların irdelenmesi ihtiyacına yönelik olarak Gabriel
Tarde’ın kamuoyu ve toplum ile ilgili düşünceleri vurgulanacak; kamuoyu
oluşturulma süreci içinde maduniyet sorununun irdelenmesine başka bir perspektifle
katkıda bulunulmaya çalışılacaktır. İletişime atfedilen aydınlatma ve bilgilendirme
misyonunundan yola çıkarak kamuoyu oluşturulma süreci içinde benzer işlevi
üstlenen entelektüelin, uzman profesyonelin ve temsil ile ilgili sorunların yarattığı
açmazların ortaya çıkma koşulları, üçüncü bölümde eleştirel bir şekilde tartışılarak
kamuoyu oluşturulma süreci içinde maduniyet sorunu ile ilişkilendirilecektir. Son
bölümde ise, maduniyet meselesine ağırlık verilerek önceki bölümlerdeki tartışmalar
ile iletişim arasındaki bağlar kurulmaya çalışılacaktır.
1. Yöntem ve Kavramsal Çerçeve
Niteliksel araştırma yöntemiyle gerçekleştirilen bu çalışmada konuyla ilgili
kaynakların analiz edilmesiyle nitel veriler toplanmış; iç içe geçmiş, karmaşık
değişkenler arasındaki ilişkiler analiz edilmiş ve gerçekçi bir değerlendirmeye
ulaşılmaya çalışılmıştır. Kuramsal ve kavramsal yapı bakımından çalışmada
öncelikle iletişim çalışmalarında hâkim olan toplum anlayışının günümüz siyasi,
ekonomik ve kültürel yaşamındaki kurucu rolü vurgulanmıştır çünkü bu toplum ve
toplumsallaşma anlayışının egemenliği, onunla birlikte işleyen pozitivist-rasyonalist
iktidarın (bilginin) egemenliğinin de korunarak sürdürülebilmesine neden
olmaktadır. Bunun için Emile Durkheim ve Gabriel Tarde’ın yaklaşımlarından yola
çıkarak, iletişim çalışmalarının hangi toplum düşüncesi ile birlikte hareket ettiği
irdelenmiştir. Liberal-kapitalist devlette toplumun rızasını alarak demokratik, meşru
ve yasal bir şekilde düşünülmesi ve eylemde bulunulması hususu, kamuoyu ve
kanaat oluşturma süreci ile ilgili tartışmanın geliştirilmesi için gerekli olan
bağlantıyı sağlamıştır. Üretim hatlarına dâhil olamayanların uzlaşma ve uyum
mekanizmalarına katılarak temsil edilmeye dair sorunları ise madun kavramı
etrafında tartışılmıştır. Madun ve maduniyet kavramları için Antonio Gramsci,
Ranajit Guha ve Gayatri Chakravorty Spivak’ın birbiriyle ilişkili ancak farklı
anlamlar içeren kavramsal ayrım göz önünde bulundurulmuştur.4 Kamuoyu ve
meşru rıza meselesine doğrudan gönderme yapması nedeniyle bu çalışmada Gramsci
ve Spivak’ın madun kavramlarına ağırlık verilmiştir. Maduniyetin kamuoyu
oluşturabilmek amacıyla ve ekonomik, siyasi ve kültürel hâkimiyeti ele geçirme
4
Bu ayrım, Gayatri Chakravorty Spivak (2010) ile gerçekleştirilen mülakatta kendisi tarafından
yapılmıştır.
Güz 2010, Sayı:31
Tarde’ın Toplum Yaklaşımı Açısından Kamuoyu ve Maduniyet
5
sürecinde oluşması nedeniyle Tarde’ın konuyla ilgili düşüncelerini normatif bir
demokrasi anlayışının içine yerleştiren Chicago Ekolü, bu bağlamda eleştirel bir
yaklaşımla tartışılmıştır. Örüntülerin ortaya çıkarılmasıyla verinin zenginliği içinde
anlaşılabilmesi ve betimlenebilmesi için, niteliksel araştırma yöntemiyle
yapılandırılan bu çalışmada başka bir perspektif inşa etmek amaçlanmıştır.
2. Egemen Toplum Yaklaşımı Açısından Kamuoyu ve Maduniyet İlişkisi
Kapitalist programda egemen olan toplum yaklaşımı, zihinlerdeki ve
gündelik pratiklerdeki yaygınlığı nedeniyle etkin bir üretim aracı olarak
çalışmaktadır. Egemen toplum anlayışı olarak değerlendirilen, 19. yüzyılın sonunda
geliştirilmeye başlanan Emile Durkheim’ın toplum yaklaşımıdır. Bu toplum
anlayışının, egemen olarak nitelendirilmesinin nedeni ise politika, ekonomi, hukuk
ve sosyal bilimlerin üretim sürecinde yaygın ve eşgüdümlü olarak hala geçerli
olması ve bu nedenle de gündelik hayatın dönüşümüne doğrudan güçlü bir etkide
bulunmasıdır. Sanayi kapitalizminin erken dönemlerinde gelişen bu toplum
yaklaşımının pozitivist-rasyonalist paradigmaya bağlı olduğu vurgulanmalıdır.
Durkheim’ın toplum yaklaşımında da görülen ve rasyonalist bir şekilde indirgemeyi
önceleyen pozitivist-rasyonalist paradigmanın temel özelliklerini Schwarts ve
Ogilvy (1979) şöyle özetlemiştir: a) Gerçeklik basittir. Bir şey parçalarının
toplamıdır. b) Hiyerarşi düzenin ilkesidir. c) Evren saat gibi çalışan mekanik bir
obje ya da bir makinadır. d) Gelecek ve yön belirlidir, dolayısıyla öngörülebilir. e)
Parçalar arasındaki nedensellik ilişkisi biliniyorsa bu ilişkinin sonuçları da
açıklanabilir. f) Değişim niceliksel ve birikim şeklindedir. Sistemler birikim yoluyla
gelişirler, yani değişim sisteme bir yeni parça ya da boyut ekler ve niteliksel veya
sıçramalı değişim çok seyrektir. g) Nesnellik zorunluluktur. Kartezyen evrende
bilme, akıl yoluyla anlama ile olasıdır.
Pozitivist-rasyonalist paradigmanın temel özelliklerini esas alan ve egemen
toplum anlayışının hâkim olduğu ekonomik, politik ve toplumsal ilişkilerde
işbölümü başat belirleyicidir. Durkheim’a (2006: 303) göre “…toplumlar ilerledikçe
oylumları da artmakta, dolayısıyla işbölümü de ilerlemektedir”. İş bölümü üzerine
temellendirilen toplum, bütünsel, birleşmiş ve organik bir sistem olarak ele
alınmaktadır. Bu tıpkı bedenin bir takım organlardan meydana geldiği ve her
organın bedenin sağlığını muhafaza etmek ya da bedenin sürekliliğini sağlamak için
kendine özgü ve vazgeçilmez bir işlevi olduğu anlamına gelmektedir. Toplumun da
bireylerden, yapılardan ve kurumlardan meydana geldiği ve her unsurun politik,
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
6
E. Yetişkin
hukuki, kültürel, ekonomik, bilimsel ve toplumsal sistemin uyumunu ve
devamlılığını sağladığı homojenleştirici ve merkezileştirici bakış açısı burada
hâkimdir. Bu suretle, bileşenlerinin karmaşık karşılıklı ilişkileri ve bağımlılıkları
sonucu ortaya çıkan toplum, uyumlu ve işe yarayan ya da işbölümünde yer alan
parçalardan, yani bireylerden oluşan bir bütün olarak değerlendirilmektedir.
Sanayi kapitalizminde sermaye dolaşımının sağlanabilmesi ve meta pazarının
genişletilebilmesi için birbirinden bağımsız parçaların (bireylerin, kurumların,
sözcüklerin, belgelerin vs.) uyumunu sağlayan ve paylaşılan bir ortaklık gereklidir.
Bu da dışsal bir gerçeklik olarak kabul edilen, soyut ve genel niteliklere sahip
“toplumsal olgu” ile mümkün olabilmektedir çünkü Durkheim’a (1982: 59) göre
toplumsal olgu kaynağını bireysel bilinçten ayrı tutulan ortak bilinçten (örneğin
toplumdan) almaktadır. Bu ortak bilinç ise birbirinden bağımsız parçalar olarak
değerlendirilen siyaset, ekonomi, hukuk, sanat gibi alanların birbiriyle iletişimini ve
dolayısıyla uyumunu sağlayan pozitivist, rasyonel ve kartezyen dinamikler ile
işlemektedir. Toplumsal olgular, bu dinamikler sayesinde bireyi denetleyebilmekte,
eylemlerini sınırlayabilmekte ve bireyler üzerinde yaptırım gücüne
kavuşabilmektedir. Durkheim (1982: 56–57) bu hususu gerekçelendirerek,
geliştirdiği toplum yaklaşımında doğallaştırmakta ve normalleştirmektedir:
“Toplumsal olgu, güç kullanan ya da güç kullanma yetisini bireyler üzerinde
kullanan dışsal zorlayıcılığın iktidarı yoluyla tanımlanabilir. Bunun karşılığında, bu
iktidarın mevcudiyeti ise, daha önceden belirlenmiş bazı yaptırımlar ya da olgunun
her bireysel eylemi tehdit ederek karşı çıktığı direniş aracılığıyla tanınabilir”.
Bireyler üzerindeki zorlayıcılık ve buna gösterilen direniş, hem siyaset, ekonomi ve
kültür gibi birbirinden bağımsız olarak değerlendirilen parçaların uyumlu bir bütün
olarak varsayılmasını sağlamakta, hem de meta pazarının genişlemesini amaçlayan
ve sermaye dolaşımını yönetenler lehine araçsallaştırılmaktadır. Bu yaklaşım mikromakro, parça-bütün, birey-toplum, ‘ya o, ya da bu’ gibi ikili karşıtlıklar ve
ayrımlarla politika, hukuk ve ekonomide tekrar edilerek güncellenmeye devam
etmektedir.
Buna göre kamuoyu, bireylerin toplumu oluşturduğu görüşüne dayanan bir
kavram olarak ortaya çıkmaktadır. Bireylerin oluşturduğu çoğunluğun
merkezileşmeyi belirlediği görüşüne dayanan kamuoyu, bireylerin ikna olmasına ve
rıza göstermesine yönelik dışsal bir zorlayıcılık ve baskının iktidarına sahip
olabilmektedir.
“kamuoyu, bazen siyasetçilerin temelsiz söylemlerine dayanak olarak
kullanılırken, bazen de piyasa ekonomisinin tüketici araştırmalarının kuramsal
Güz 2010, Sayı:31
7
Tarde’ın Toplum Yaklaşımı Açısından Kamuoyu ve Maduniyet
nedensellik kurgusundan hareket edilerek yapılan kamuoyu araştırmalarıyla
desteklenmektedir. Kamuoyu savıyla bilinçlere ekilen düşünce, bireylerin her
konu hakkında fikir sahibi olduğu ve bunu demokratik koşullarda ifade
edebileceği; herkesin görüşünün demokratik toplum içinde aynı düzeyde etki
ve değere sahip olduğu; tek tek bireylerin görüşlerinin toplamının
dağılımındaki yeterli çoğunluğun veya merkezi yönelimin “kamuoyunu”
belirlediği ve bunun doğruluğu ve geçerliliğidir”. (Erdoğan, 2000: 23 – 24)
Bu noktada eleştirelliğin nasıl gerçekleştirilebileceği daha çok önem
kazanmaktadır çünkü karşı çıkma, başkaldırma ve direniş pratikleri egemen toplum
anlayışının iktidarı (bilgisi) nedeniyle araçsallaştırılabilmektedir. Tekillikler, ikili
karşıtlıkların birine dâhil edilerek yadsınmakta ve yadırganmaktadır. Bütünü
oluşturan uyumlu ve homojen ortaklığa uymayan, “anomi” olarak algılanmaktadır
çünkü “anomi, toplumsal organlar arasındaki ilişkilerin düzensizliği” (Durkheim,
2006: 421) olarak tanımlanmakta ve yaygın bir şekilde kabul edilmektedir. Bütünü
oluşturan parçaların birbiriyle uyumlu bir şekilde çalışmasına uymayan herhangi bir
parça, olumsuz bir şekilde değerlendirilerek sorun varsayılmaktadır. Sorunun
nedenleri tespit edilerek işbölümü anlayışına göre ‘işe yaraması’ için çözüm yolları
aranmaktadır. Egemenin iktidarını (bilgisini) (dolaylı yoldan da olsa) güncelleyen
çözüm yolları ise demokratik, adil, eşitlikçi ve özgürlükçü gerekçelendirmelere
dayandırılarak geliştirilmekte ve pragmatik niteliklerinden dolayı işbölümüne dâhil
edilebilmektedir. Böylelikle demokrasi, adalet, eşitlik, özgürlük gibi kavramlar da
bir kullanım değeri olarak değerlendirilebilmektedir. Anomi göstergeleri olarak
ekonomik krizlere, uluslararası bunalımlara, ailelerin düzenli olmayan yapılarına
dikkat çeken Durkheim (1964), anomiyi tıpkı anatomik bir hastalık gibi toplumlara
musallat olabilen, dahası olumsuz toplumsallık halinde bireyleri intihar gibi bir
toplumsal olguya dek götürebilen verileri bünyesinde taşıyan bir kavram olarak
değerlendirmektedir. Durkheim’a göre sanatlar, bilimler ve sanayiler ilerledikçe suç
ve intihar oranları gibi sapmalar da artmaktadır. İşbölümünün toplumlarda
yaygınlaşmasıyla birlikte anominin şu üç durumda ortaya çıktığı ileri sürülmektedir:
“1) Ekonomi dünyasında iflasların çoğalması halinde, 2) Ekonomik faaliyetler
içerisindeki işveren-ücretli ilişkilerinde, 3) Bilimlerin aşırı parçalanması ve
uzmanlaşması sonucunda bilgi alanında” (Durkheim, 1964: 386). Ekonomik kriz ve
iflas dönemlerinin, işveren ve çalışanlar arasındaki ilişkilerdeki hak ihlallerinin ve
bilim insanlarının genel hükümler verme hususunda yaşadığı yargılama yetisindeki
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
8
E. Yetişkin
tutarsızlık ve belirsizliğin yaşanmasıyla “tekinsizlik”5 ve güven arayışının
günümüzde giderek arttığı ve siyaset, ekonomi ve kültür gibi alanlarda birbirinin
içine nüfuz eden değişik paydaşlık alanları yarattığı gözlemlenmektedir. Sermaye
dolaşımının hızlanması ve meta pazarının genişleyebilmesi için kriz, risk, tehlike ve
güvensizlik durumları vurgulanarak direnişin denetlenmesi ve zorlayıcılığın kendini
rıza yoluyla içselleştirmeye bırakması sağlanabilmektedir. Hatta günümüzde bizzat
direniş, karşı çıkma ve başkaldırma pratiklerinin harekete geçirilen tekinsizlik ve
güvensizliğe ilişkin duygular yoluyla rıza göstermeye dönüştürülmesi söz
konusudur.
Sermayenin ulusaşırı bir nitelik kazanmasıyla ve meta pazarına hâkim olan
güçlerin çeşitlenmesiyle sermayenin evrensel tarihine dayalı epistemolojik tek bir
merkeze dayanan zihniyete karşı direniş, karşı çıkma ve başkaldırma alanları ve
yolları da son yıllarda çoğalarak çeşitlenmiştir. Ancak bugün ulusaşırı sermayenin
akışını sağlayan, çok-merkezli ya da merkezsiz ilişkileri eş zamanlı olarak kullanan
ve sömürü anlayışını sürekli güncellemekte olan ‘aynı’ siyasi ve ekonomik zihniyet
ve ona bağlı işleyiş de hala egemendir. İkili karşıtlık anlayışını temel alan egemen
düşünce ve pratikler, egemen olanın tabi olan madun ‘ile’ birlikte olmak ‘koşuluyla’
var olduğu bir iktidar-bilgi üretimi gerçekleştirmektedir. Burada dikkat edilmesi
gereken unsur ise, tümleyen bir bütün olarak algılanan toplumun egemen üretim
hatlarına dâhil edilmemekten, yani dışlanmaktan duyulan sıkıntıdan ibaret değildir.
Bu meselenin bu şekilde algılanması ve çalışılması için bir başka çalışmayı
gerektirecek kadar çeşitli koşul hazırlanmıştır. Zira kapsayıcı, dönüştürücü ve
dolayısıyla özgürleştirici olarak temsil edilen sermaye ve sermaye ağı ile güçlü bağ
kurarak yönetilenler ve yönetenler, dışlanmaya dayalı bu güven eksikliğini ikame
etmek üzere çalışmaktadır. Egemenin eksiklik yaratan bir sorun olarak madun ‘ile’
birlikte ancak madunu kullanmak ‘koşuluyla’ fetişleştirilmiş demokrasi, ilerleme ve
kalkınma programlarının altında nasıl hâkimiyetini sürdürdüğünü incelemek için
egemen toplum anlayışının dışında bir yaklaşımla hareket etmek, başka bakış açıları
kazanabilmek bakımından kaçınılmaz durmaktadır.
5
Freud’un (2003) 1919 yılında geliştirdiği “tekinsizlik” (unheimlich) kavramı, bireylere dayatılan
kimlikler ve bu kodlaştırmalara yüklenen anlamlar ve yükümlülüklerin baskısı nedeniyle ortaya
çıkar. Bireylere normlar, eğitim, gelenekler, ritüeller, kurallar, din ve kültür aracılığı ile dayatılan
kimlikler ve kodlar sabit olmayı gerektirir; ne var ki birey karşılaştığı ve ilişki kurduğu objeler,
kişiler, kavramlar, semboller ve kurallar vasıtasıyla sürekli bir etkileşim ve değişim halindedir.
Kendinin - en tanıdık ve yakın olanın - bile tanınmazlığı ise, bir sıkıntıyı, güvende olmama halini ve
yalnızlık duygusuyla kendini küçücük hissetmeyi beraberinde getirir. Tekinsizliğin aksine bir yere,
bir şeye, bir kimseye, bir görüşe ait olma ya da bağlı bulunma ise güvenli bir histir.
Güz 2010, Sayı:31
9
Tarde’ın Toplum Yaklaşımı Açısından Kamuoyu ve Maduniyet
“Egemen iletişim biliminde, çatışma yönetimi dâhil ana ilgi, etki üzerine, yani
‘daha etkin olarak nasıl sömürülebilir, yönetilebilir ve yönlendirilebilir’
üzerine eğilir. Bu ilgi de, davranış psikolojisinden, faşist kalıtım psikolojisinin
‘iletişimin becerisi, motor becerisi, içsel yeterlilik, rol yeterliliği, mesaj
yeterliliği, yorum yeterliliği’ gibi inceleme ve sunumlarına kadar çeşitlenen,
bireyi egemen topluma hazırlama, bu hazırlananı inceleyerek ölçme ve
gerekirse hazırlama ve yönetmeyi ona göre ayarlama girişimlerini egemen
kılmıştır” (Erdoğan, 2000: 7).
Günümüzde egemenin sömürebileceği, yönetebileceği ve yönlendirebileceği
iktidar alanını etkileyerek genişletmesi ve üretimini yayması, karşı çıkma,
başkaldırma ve direniş üzerinden tasarlanan eklektik biraradalıklar ile teşvik
edilmektedir. Birbirinden bağımsız ve farklı niteliklere sahip unsurları ayrıştırarak
yeniden düzenlemek, sermayenin ve meta pazarının genişlemesi lehine çalışan
kurum ya da kişilerin egemenliği ile iktidarını ve iktidarının sürekliliğini sağlayan
bir unsur olarak işlemektedir. Bu eklektikliği, yani birbirinden bağımsız ve farklı
parçaların, bireylerin, unsurların bir araya gelerek ve iç içe geçerek ortak bir bütün
oluşturabilmesine iletişim çalışmaları ise yeniden düzenleme ve temsil etme
işlevleriyle katkıda bulunmaktadır. Gerçekliğin yeniden sunulması yoluyla
anlamlandırılması ve işlevselleştirilmesi açısından aracı bir konuma sahip olduğu
için iletişim çalışmalarının simge ve söylemleri nasıl düzenlediği ve kullandığı
giderek daha büyük önem kazanmaktadır çünkü iletişim çalışmaları toplumsal
olguların temsil edilmesiyle kamuoyu oluşturma ve kamuoyunu etkileme gücüne
sahiptir. Dolayısıyla iletişim çalışmalarında egemen olan toplum anlayışını bir sorun
olarak tespit ederek başka yaklaşımlara açılmak, madunun siyasi, ekonomik ve
kültürel üretime katılmasını sağlamak bakımından zorunlu bir koşuldur.
3. Tarde’ın Toplum Yaklaşımı Açısından Kamuoyu ve Entelektüel
İşlevinin Ortaya Çıkış Koşulları
Durkheim ile aynı dönemde çalışan Tarde, toplum kavramı ile kamuoyu ve
kanaat oluşturulması sorununu irdeleyen düşünürlerden biridir. Tarde, egemen
toplum anlayışına göre başka bir toplum yaklaşımı geliştirmiştir. Durkheim’ın
bireylerden oluşan toplum anlayışının aksine Tarde, bireyin içindeki toplumları ve
toplumların içindeki bireylikleri keşfetmeye çalışmıştır. Tarde’ın toplum anlayışı
bireyin mikro, toplumun da makro olarak algıladığı hiyerarşiden ziyade heterarşiyi,
yani önceden kestirilemez karşılıklı sınırlılık, etkileşim ve hareketlerle belirlenimi
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
10
E. Yetişkin
esas almaktadır. Latour (2001), Tarde’ın toplum anlayışı ile ilgili bu hususu şöyle
açıklamaktadır: Büyük olan ya da bütün olan, küçük ya da az olandan, parçadan
(Tarde’ın deyişiyle monaddan) üstün değil; yalnızca kendi görüşünün bir kısmını
diğerlerine benimsetme amacını başarmış olan parçalardan birinin daha basit ve
standartlaştırılmış biçimidir. Tarde’ın toplum anlayışı, görüldüğü üzere, kamuoyu ve
kanaat oluşturulma süreci ile doğrudan ilgilidir. Kamuoyu olarak kabul edilen,
Tarde’ın yaklaşımına göre, tek bir kanaatin basitleştirilerek ve standartlaştırılarak
yaygın olarak sahiplenilmesidir.
Düşünce üretenlerin, üretimlerinin siyasal ve ekonomik olarak nasıl
kullanılabileceğine izin verme ve denetleme hakkına ya da olanağına her zaman
sahip olamayabileceği göz önünde bulundurulduğunda, Tarde’ın kamuoyu ve kanaat
oluşumu ile ilgili düşüncelerinin iletişim çalışmalarında pozitivist-liberal-eleştirel
Chicago Ekolü tarafından egemen olanın üretimi için temellük edildiği tartışılabilir.
Bugüne kadar Tarde’ın kamuoyu düşüncesini nasıl ve diğer hangi unsurlarla birlikte
geliştirdiğinin üzerinde yeterince durulmamıştır. Oysa Tarde, iletişim aracılığıyla
oluşturulan kamuoyunun egemenin lehine nasıl işleyebildiğini ve toplumsallaşmalar
yarattığını irdeleyen ilk düşünürlerden biridir. Tarde’ın toplum ve kamuoyu anlayışı,
egemenin (kapitalistin) lehine işleyen işbölümüne değil, bölünmüş güçlerin
merkezileşerek yeniden bölünmek üzere tekrar dağılmasıyla yenileşmeye eğilim
gösteren başkalaşma (alterity) esasına dayalı işbirliğine dayanmaktadır.
Lazzarato’ya (2008: 21 – 22) göre “Tarde aslında yeninin üretim koşullarını sorgular
ve bunu ‘beyinlerin işbirliği’nde görür: arzular, inançlar ve duygulanımlar yoluyla
beyinler birbirleri üzerinde etki eder… ‘sosyal uyum’, bu ekonomik, toplumsal ve
politik biçimler altında, ‘bir araya gelmiş beyinler’in duygulanım, farklılaşma ve
taklit güçleriyle açıklanabilir”. Tarde için temel toplumsal eylemler, bilinç
durumlarında değişime sebebiyet veren ilişkilerdir (Barry ve Thrift, 2008: 52). Yani
Tarde’a göre (1903: 28) bir insanın varlığından emin olabilmesi ve “şüpheciliği
ortadan kaldırabilmek için en az iki zihin, iki ruh ya da iki beyin gerekir”. İletişim
duygulanım, farklılaşma ve taklit güçleriyle ilişkiselliği sağlaması ve
yaygınlaştırması nedeniyle Tarde’ın dikkatini çekmiştir çünkü Tarde’ın
sosyolojisinde “değişime uğrayan özne ya da birey değil, iletişim ve değişim
(örneğin etki, itaat, sempati veya eğitim) ilişkisidir” (Tarde, 1895: 63 – 66; Barry ve
Thrift, 2008: 52; Williams, 1982: 402).
Bu görüşleri toplumsal bir olay etrafında daha ayrıntılı olarak ele almak,
Tarde’ın toplum, iletişim ve kamuoyuna ilişkin görüşlerini maduniyetle
ilişkilendirerek tartışmak için yol açabilir. Tarde’ın yaşadığı dönemin ekonomik,
Güz 2010, Sayı:31
Tarde’ın Toplum Yaklaşımı Açısından Kamuoyu ve Maduniyet
11
siyasal ve hukuki koşulları irdelendiğinde onun toplum, iletişim ve kamuoyuna
ilişkin yaklaşımlarını geliştirmesine neden olan koşullardan birinin Dreyfus Davası
olduğu tartışılmaktadır (Salmon, 2005). Fransa’da 1894 yılında başlayan, hukuksal
bir hatanın ideolojik bir meseleye ve siyasi bir krize dönüştüğü Dreyfus Davasının,
bu çalışma bakımından üç önemli yönü bulunmaktadır: Bunlardan ilki, bu dava
sürecinin Tarde’ın bahsettiği iletişim ve değişim ilişkisinin değişimini imlemesidir.
İkincisi ise Dreyfus Davasının basının yargılama yetisini etkilediği, kamuoyu
oluşturma gücünü pekiştirdiği ve de ‘entelektüel’ adının da ilk kez ortaya atıldığı bir
toplumsal olay olmasıdır. Son olarak dava etrafında yaşananlar, uzlaşma ve
uyumsuzluk mekanizmalarının sermaye dolaşımının el değiştirmesi ve meta
pazarının genişlemesi sürecinde nasıl ve hangi amaçlarla kullanıldığını da
imlemektedir. Davaya neden olan olay, Yüzbaşı Dreyfus’un Savaş Bakanlığı'nda
çalışırken, Paris'teki Alman askeri ataşesine Fransız ordusunun sırlarını satarak
vatana ihanet ile suçlanmasıdır. Dreyfus’un ömür boyu sürülmesine ve rütbesinin
geri alınmasına neden olan şey ise, yetersiz delile dayanarak tutuklanması yönünde
hüküm verilmesi ve meşru olmayan koşullar altında yargılanılmasıdır. Basının
kamuoyu oluşturma gücü ve yargılama yetisine yaptığı etkiyle bu davanın hüküm
verilme sürecinde önemli rol oynadığı bilinmektedir. Davaya yol açan ve davanın
yol açtığı olayları irdeleyebilmek için o dönemdeki siyasi ve ekonomik ilişkiler ile
mücadelenin de değerlendirilmesi gerekmiştir. Dreyfus, Yahudi asıllıdır ve nüfuzu
artan Yahudi asıllı orta sınıfı temsil eden bir figür haline getirilmiştir. Brown’a
(1995) göre “ticaret ile uğraşan Yahudi asıllı orta sınıfın nüfuzunun artırması
karşısında duyulan ve artı-değer paylaşımından kaynaklanan rahatsızlık
büyümüştür”. Bu durum, o güne kadar mevcut ortaklığın ve paylaşımın normlarına,
yani o güne kadar hâkim olan belirli grupların çıkarlarına aykırı düşmekte olduğu
için güvensizlik, risk ve tekinsizliğe yol açmıştır. Ekonomik ve siyasi istikrarsızlık
döneminde sermayenin el değiştirmesi, birbirinden farklı grupların yeni bir zeminde
birleşmesi ve bu zemin üzerinde mücadele etmesiyle sonuçlanmıştır. Örneğin 1880
seçimlerinde parlamentoya elli sosyalistin girmesiyle laiklik yanlısı görünen ılımlı
politikacıların ruhban sınıfıyla uzlaşması ve bazı parlamenterlerin dolandırıcılık
yapmaları ve rüşvet almaları nedeniyle patlak veren Panama skandalı, dönemin
siyasi ve ekonomik olaylarından yalnızca birkaçıdır. Dinci-kralcı sermayenin
kurduğu Union Generale adlı bankanın 1882 yılında batması üzerine iflasın
ardından bunun bir Yahudi komplosu olduğu söylentisi de Dreyfus olayını
hazırlayan öncüllerden bazıları olarak sayılabilir (Burns, 1999: iv).
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
12
E. Yetişkin
Sermayenin farklı kesimleri arasında artı-değerin paylaşımı mücadelesi
içinde nasıl olaylar çıktığı, kamuoyunun ve entelektüelin nasıl oluştuğu ve
maduniyetle ilişkisi bağlamında entelektüel işlevi atfedilen iletişimin bu süreç içinde
nasıl değiştiği burada odaklanılan esas meseledir.
“Maddi üretim araçlarının mülkiyetine sahip olan sınıf aynı zamanda düşünsel
üretim araçları üzerinde de denetime sahiptir. Bu açıdan, genel olarak
düşünsel üretim araçlarından yoksun olanların düşünceleri egemen
düşüncelere tabidir” (Erdoğan ve Alemdar, 1990: 178).
Benzer ekonomik ve siyasi çıkarları paylaşanların ortak amaçlar
doğrultusunda birleşerek birbirine karşıt grupları oluşturmalarını tetikleyen bir olay
ya da olaylar dizisi, iletişimin kamuoyu oluştururken aynı zamanda taraf olma ve
oluşturma yönünü de ön plana çıkarmaktadır. Soylular ile Katolik ve kralcı büyük
burjuvazi arasında yayılan Yahudi düşmanlığı, zenginliğin ve iktidarın yeniden
dağılımı ve paylaşımı sürecinde ortaya çıktığı için Dreyfus’un dava süreci, birbirine
karşıt iki kamplaşmanın ya da iki zıt tarafın oluşmasına aracı olmuştur. Bu
kamplaşmanın bir tarafında eski düzeni muhafaza ederek siyasi ve ekonomik
çıkarlarına sahip olmayı arzu eden bir kesim ve de onların egemenliğinin sürmesine
katkıda bulunacak değerler ve düşünceler vardır. Diğer tarafta ise düzenin
değişmesiyle oluşan yeni burjuvazi ve onunla birlikte gelişen yeni değerler ile
düşünceler bulunmaktadır.
“Egemen düşünceler egemen maddi ilişkilerin açıklanmasından başka bir şey
değildir. Önceki egemen sınıfın yerini alan her sınıf kendi amaçlarına ulaşmak
için, kendi çıkarlarını toplumun bütün üyelerinin ortak çıkarları olarak sunmak
zorunda kalır. Bu nedenle, bu sınıf kendi düşüncelerine evrensellik biçimi
verir ve tek akılcı, evrenselci geçerli düşünceler olarak sunar. Toplumda
kurulu ilişki biçimlerinin gelişen üretim güçleriyle çelişkileri arttıkça, egemen
sınıf içindeki ve bu sınıfla bağımlı sınıf arasındaki çatışma büyür.” (Erdoğan
ve Alemdar, 1990: 178)
Dreyfus Davası öncesi La Libre Parole adlı gazetesiyle yapılmaya başlanan
Yahudi düşmanlığı propagandası, o güne kadar süren ekonomik ve siyasal ortamda
iktidar sahibi olan soylular ile Katolik ve kralcı büyük burjuvazi tarafından
desteklenmiştir. “28 Ekim'de, Yahudi düşmanı Édouard Drumont'un Libre Parole
Güz 2010, Sayı:31
Tarde’ın Toplum Yaklaşımı Açısından Kamuoyu ve Maduniyet
13
gazetesi, Yahudi ordu mensubu Dreyfus’un Fransa'nın sırlarını Almanlara sattığı
yolundaki ‘kesin’ kanıtlardan söz eden yayınına başlamıştır. Ardından sağ eğilimli
Le Soir koroya katılmıştır. Savaş Bakanı General Mercier, 28 Kasım'da Le Figaro'ya
Dreyfus’un suçluluğunun ‘neredeyse kesin olduğunu’ açıklamıştır” (Hür, 2006). La
Croix da, Katolik Yahudi düşmanlığının uç noktasında şiddetle Dreyfus karşıtlığına
soyundu… François Mauriac bu gazetenin, içinde yaşadığı Bordeaux burjuvazisinin
duyarlılığı üzerindeki etkisini sık sık dile getirmiştir (Jeanneney, 1998: 109 – 110)
Ancak suçsuz olduğunu tekrarlayan Dreyfus’la ilgili tek bir kanıt bulunamamasına
rağmen basın, gerçekliğin yeniden sunularak anlamlandırılması, kanaat oluşumu ve
yargılama yetisindeki etkisini arttırmıştır. Bunun üzerine Dreyfus’un ailesi, onun
suçsuzluğunu kanıtlayabilmek için Le Voltaire'de yazan Bernard Lazare'la görüşerek
karşı kamuoyu oluşturmaya çabalamıştır. Örneğin, Dreyfus’un suçsuzluğu hakkında
Lazare'ın yazdığı bir mektup, etkin gazetecilere ve parlamenterlere gönderilmiştir.
Öte yandan Emile Zola, 1897 ve 1898 yıllarında Le Soir ve Le Figaro gazetelerinde
Dreyfus’u savunan yazılar yazarak karşıt görüşü desteklemiştir. Zola’nın bu
gazetelerde yayınlanan dört makalesi, ‘kendi’ sesini duyuramayan ve egemene tabi
olanı (yani Dreyfus’u) ‘onun için’ ve ‘onun adına’ konuşarak destekleyen bir
“politik melodram” niteliğine sahiptir.6 Davaya dair bu görüşü destekleyen
Sennett’a (2002: 324) göre “politik melodramda bir tek sonuç vardır ki, o da kişinin
kendi dış görünüşünü istikrara kavuşturmasının biricik yolunun düşmanlarını yok
etmek olduğunu öne sürmektir. Kolektif bir kişiliğin mantığı, tasfiyedir”. Bu hususla
ilgili olarak Sennett (2002: 330) 19. yy.da ortak norm ve değerlerin paylaşıldığı
kentli burjuva yaşam kültürünü ve kamusal insanın çöküşünü irdelemektedir: kentli
burjuva yaşam kültürü, bireyleri kamu içinde ifade ettikleri kanaatlerinin
kendilerinin psikolojik olarak açığa vurulması olduğunu düşünmeye alıştırmıştır. Bir
başka deyişle, egemen toplum anlayışına bağlı olarak kamuoyu, birey için zorlama
ve baskı oluşturmaktadır. Örneğin “Zola’nın “J’accuse” başlıklı mektubunu 13
Ocak 1898’de yayınlayarak yalnızca Paris’te 200.000 satış yapan L’Aurore
gazetesinin editörü Clemencau, mektuba karşı fikirlerini beyan edenlere bunun bir
‘kanaat hareketi’ olduğunu belirtmiştir. Paylaşılan bu kanaat etrafında birleşenlerin
6
Natüralizm akımının öncüsü kabul edilen Zola’nın örneğin Meyhane (1877), Nana (1880) gibi
romanlarında dikkat çeken roman kahramanlarının geldiği toplumsal sınıfın dilini kullanarak
yazmasıdır. Zola, fikir manipülasyonlarının spekülasyon ve iletişim şebekelerinin yön değiştirme
aşamalarını nasıl içerdiğini de 1891’de yazdığı L’argent’ta dile getirmiştir. Bu romanda Zola, “bakan
tarafından finansçı Saccard’a verilen tercihi enformasyonu, tamamıyla Paris Borsası’na ayırdığı
romanının merkezindeki spekülasyon olarak sunar” (Barbier ve Lavenir, 2001: 143).
Yani
ezilenlerin sömürüye karşı verdiği mücadele, kültürel üretim hattına girebilen ve ezilenler için ya da
ezilenler adına yazan biri tarafından estetik alanda yeniden sunulmaktadır.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
14
E. Yetişkin
ise ‘entelektüel’ bir direniş gerçekleştirdiklerini ifade ederek kamuoyu baskısının
gücünü vurgulamıştır” (Judaken, 2006: 4). Entelektüele atfedilen vicdani sorumluluk
ve cesaret gibi psikolojik nitelikler ile haksızlığa karşı başkaldırı, demokrasi, insan
hakları, hukukun üstünlüğü gibi sermayenin evrensel tarihi içinde gelişen değerler,
kamuoyu oluşturma süreci içinde yüceltilerek ve öncelenerek siyaset ve estetik
alanını birleştirmiştir.
4. Temsil Sorunu Açısından Kamuoyu ve Maduniyet
Siyaset ve estetik alanındaki temsil anlayışlarının birbirinin yerine geçecek
şekilde kullanılması ise günümüze kadar süren bir sorundur. Temsil meselesi, gerek
iletişimin yeniden sunma niteliğiyle gerekse iletişimin kamuoyu ve kanaat
oluşturulma sürecinde egemenin lehine çalışabilmesi eleştirisiyle yakından ilgilidir.
Spivak’ın (2003: 256 – 257) işaret ettiği ayrım izlenecek olursa, estetikte ‘yeniden
sunma’ olarak kullanılan temsil (re-presentation / darstellen) anlayışı ile siyasetteki
‘biri için ve biri adına konuşma’ olarak kullanılan temsil (representation / vertreten)
anlayışının bir sayılmasıyla oluşan egemen bilgi-iktidar, madunun üretim
olanaklarından yoksunluğunu sabitleyen bir anlayışa yol açmaktadır. Bir başka
deyişle, bu iki anlayışın temsil sözcüğü içinde birlikte kullanılması, gerçekliğin
anlamlandırılması sürecinde bir kayma yaratmaktadır. İki anlayış, birbirinin içine
geçebilmektedir. Bir gerçekliğin yeniden sunulması yoluyla anlamlandırılması siyasi
vekâlet ilişkilerini yönlendirebilmekte, bunun tersi de geçerli olabilmektedir. Bu
kaymanın kamuoyu ve kanaat oluşturulma süreci içindeki maduniyet ve iletişim
açısından yarattığı en büyük iki sorun ise biri adına ve biri için konuşulurken 1)
madunun siyasi, ekonomik ve kültürel üretim hatlarına dâhil edilmemesinden dolayı
sesini duyuramaması ve dolayısıyla kendisi için ya da kendisi adına konuşan kişinin
(örneğin bir liderin) düşünce ve eylemlerine tabi olması, maruz kalması ve rıza
göstermek durumunda kalması; 2) madunun düşünce ve eylemlerinin sürekli olarak
(örneğin entelektüel tarafından) açıklanma, sınıflandırılma, tanımlanma yoluyla
yeniden sunulması ve bu şekilde anlamlandırılan gerçeklik yoluyla egemenin lehine
işlevsel hale getirilebilmesidir. Bir diğer sorun ise, maduniyetin egemen toplum
anlayışını ve egemenin lehine çalışan bu toplum anlayışına bağlı işleyen iktidarın
(bilginin) sürdürülebilmesine yardımcı hale getirilmesidir.
Temsilin iki farklı anlamının birbirinden ayrıştırılmadan kullanılması ile
gerçekliğin anlamlandırılması sürecinde ortaya çıkan kaymadan kaynaklanan sorunu
Spivak (2003: 318 – 319) “epistemik ihlal” olarak imlemektedir. Epistemik ihlal,
Güz 2010, Sayı:31
Tarde’ın Toplum Yaklaşımı Açısından Kamuoyu ve Maduniyet
15
emperyalizm ve yeni-sömürgecilikten bağımsız düşünülemez bir sorundur çünkü
emperyalizm ve yeni-sömürgeciliğin özel mülkiyet metası olarak mevzilendirdiği
emek ve işgücü, iletişimsel süreçlerde çelişki, karşıtlık ve dönüştürme kipleri
kullanılarak üretilmektedir. Örneğin entelektüel ve de aydınlatma misyonunu ikame
eden ve mevzilendirilmiş emek ya da işgücü olarak iletişim profesyonelleri,
özellikle anomi olarak tespit edilen ve varsayılan durumlarda tanınmayan ya da
anlaşılmayanın mevcut kodların (örneğin özcü kimlik tanımlarının) altına sokarak
açıklanmasına, sınıflandırılmasına ve tanımlanmasına çalışmaktadır. Bu, epistemik
ihlalin işlemeye başladığı durumlardan yalnızca birisidir çünkü temsili parlamenter
demokrasilerde madun, bizzat onu temsil ettiğini ileri süren kişi, kurum, meta ve
belgelerde kapılmaktadır.
Epistemik ihlalin hızını yavaşlatabilmek ise, buna neden olan koşulların ve
unsurların saptanarak sorgulanabilmesi ve değiştirilmesiyle mümkün olabilir. Bu
noktada
örneğin
iletişim
profesyonellerinin
bugün
madun
olarak
değerlendirilebileceğine dair görüşleri, mesafe ile irdelemek gerekir. Curran’a
(2005: 210) göre, İngiltere’de bugün “profesyonel iletişimciler, madun rolünü
zorlanmadan kabul etmişlerdir… Medya profesyonelleri, toplumun iktidar yapısını
temelden değiştirmeyi aramaksızın siyasi sistemi nispeten pasif bir şekilde
yorumlamaktadır”. Burada öncelikle iletişim ya da değişim ilişkisinin değişiminden
çok bireyin değişimine odaklanan egemen toplum yaklaşımını tespit etmek gerekir.
İletişim profesyonelleri olarak adlandırılan uzmanlara atfedilen entelektüele özgü
direnişçi ve aydınlanmacı niteliklerin ikame edilmekte güçlük çekildiği
vurgulanarak bunun nedenleri bireye ya da özneye bağlanmaktadır. Yani iletişim
profesyonellerinin artık toplumun iktidar yapısını değiştirmeyi aramadığı bir sorun
olarak belirtilmiştir. Madun ise pasiflik ile özdeşleştirilmekte ve dolaylı yoldan
egemenin iletişim üzerindeki iktidarı pekiştirilmektedir. Egemenin iktidarı (bilgisi),
madunun pasif-aktif, güçlü-güçsüz, yoksul-zengin, mikro-makro, parça-bütün,
birey-toplum gibi kartezyen ikiliklerin altına sokulmasıyla dolaylı yoldan
tanınabilmiş, içselleştirilebilmiş ve güncellenebilmiştir. Görüldüğü üzere sorunlar
çelişki, karşıtlık ve dönüştürme ilişkileri ortaya konarak ifade edilmektedir ancak
bizzat çelişki, karşıtlık ve dönüştürme kiplerinin sahiplenilmesiyle entelektüelin ve
iletişimin emeği ve işgücü, egemenin konumunu dolaylı olarak pekiştirecek şekilde
mevzilendirilebilmektedir. Bunu tartışmak son derece güçtür çünkü ne de olsa
entelektüel figürü adalet, özgürlük, eşitlik, barış gibi üstün ve dokunulmaz kabul
edilen değerler için mücadele etmektedir. Dolayısıyla entelektüel figürünün
eleştirisi, bu değerlerin olumlu niteliklerinin benimsenmemesi yanılgısı
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
16
E. Yetişkin
yaratabilmekte ve entelektüel figürünün yanı sıra entelektüelin aydınlatma ve
bilgilendirme misyonunu sahiplenmiş iletişimin (ve profesyonellerin ya da
uzmanların) varlık nedeninin (raison d'être) de sorgulanmasına neden
olabilmektedir.
Bu konuyla ilgili olarak, Tarde’ın da entelektüel figürü ile ilgili eleştirisini
mesafeli ve sağduyulu bir şekilde geliştirdiği ileri sürülebilir çünkü Tarde (1969:
289 – 290), estetik kalabalıkların dini kalabalıklar gibi inanç temeline dayandığını
ve 1800’lerin son yıllarında da artık gözden düştüğüne işaret etmektedir. Tarde’ın
estetik kalabalıklar olarak imlediği grubun, Zola’nın eylemi sonrası ‘entelektüel’
olarak adlandırılanlar ile ilişkisi ortadadır. Salmon’un (2005) da görüşü bu kanıyı
güçlendirmektedir.7 Böylelikle Tarde’ın temsil sözcüğü ile gerçekliğin
anlamlandırılmasında oluşan kaymanın koşullarını irdelediği daha da
belirginleşmektedir. Toplumsal, ekonomik ve siyasi bakımdan iktidarını sürdürme
olanakları zarar gören ya da tehdit edilenler, üstün değerler olarak kabul edilen
eşitlik, demokrasi, özgürlük ve adaleti kendi çıkarlarına kullanabilmektedir. Bu ise
toplumsallaşma süreci içinde irdelenmesi gereken bir meseledir.
Bununla ilgili olarak Tarde’ı ilginç kılan bir diğer unsur ise onun demokrasi,
insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi değerler ile egemenliğin inşa edilmesine katkı
sağlayan, tabiyet (bireyin topluma, yasaya tabi olanın yasaya vs.) ilişkileri yaratan
ve pozitivist-rasyonalist paradigmaya dayanan Kartezyen ikiliklere (karşıt
kamplaşmalara) bağlı egemen toplum anlayışından kopmasıdır. Tarde, taklit ve
tekrar ilişkilerinin toplumu inşa ettiği üzerinde yoğunlaşarak siyasi, ekonomik ve
kültürel açıdan yeni bir sınıflandırma ve derecelendirme kuran bir karşıtlık
ilişkisiyle karşılaşıldığı zaman, mevzilenme ve ele geçirme harekâtının iletişimin
etkin bir şekilde devreye sokulmasıyla nasıl işlediğini irdelemiştir. Kamuoyunu
etkileme ve aydınlatma misyonuyla tanımlanan ve yüceltilenler için burası bir ayrım
noktasını oluşturmaktadır. ‘Entelektüel’ olarak kodlanan kalabalıkların beğeni
yargılarındaki gelişigüzellik ve öznellik yüzünden en hoşgörüsüz olanlar olduğunu
vurgulayarak Tarde, gelişigüzel ve taraflı kanaat oluşumunun yayılarak güç
kazanmasıyla yargılama yetisinin egemenin lehine kullanılabilecek hale
getirilebileceğine dikkat çekmiştir. Gerçekliğin anlamlandırılması sürecinde
7
Çünkü Salmon’a göre (2005) Gabriel Tarde bu makaleyi yayınlanması için Revue de Paris’nin
direktörüne Zola’nın 13 Ocak 1898 tarihinde davaya karşı yayınlanan “J’accuse” başlıklı makalesi
yayınlandıktan sonra, yani 3 Mayıs 1898’de göndermiştir. Dahası Tarde’ın “The Public and The
Crowd” adlı makalesinde iki apaçık gönderme Dreyfus Olayı’na ve iki tanesi daha da Édouard
Drumont ve onun antisemitizmine yapılmaktadır.
Güz 2010, Sayı:31
Tarde’ın Toplum Yaklaşımı Açısından Kamuoyu ve Maduniyet
17
demokrasi ve ilerleme gibi değerlerin yüceltilmesi, yargı yetisinin temsil sözcüğüyle
manipüle edilmesine ve bu değerlerin egemenin lehine kullanılabilmesine olanak
tanımaktadır. Foucault’nun (2002: 44) da vurguladığı üzere, ne de olsa “Hukuksal
iktidar, sanayi devriminden itibaren mutlak monarşilerin karşısında parlamenter
demokrasi modelini kurmaya soyunmuştur”.
Bu mücadele ilişkileri içinde madunun tekinsizliğinden yola çıkarak,
fetişleştirilen değerler üzerinden egemen olan ile işbirliği yapması ise dikkat çekici
olan bir diğer unsudur. Madunun bu niteliği, Tarde’ın heterarşik toplum anlayışıyla
da örtüşmektedir. Yani madunun geçici ilişkiler kurmasından dolayı egemen ile
karşılıklı olarak yaptığı işbirliği önceden kestirilemez bir sınırlılık, etkileşim ve
hareketlerle belirlenmeyi içermektedir. Buna rağmen Gramsci’ye (1971: 207) göre,
“Madun gruplar iktidardaki grupların etkinliklerine her zaman bağlıdır; isyan
ettiklerinde ve başkaldırdıklarında bile. Yalnızca ‘geçici’ bir zafer, onların
tabiyetlerini kırar ki o da birdenbire olmaz. Gerçekte, zafer kazanmış gibi görünseler
bile madun gruplar, yalnızca kendilerini savunmaya can atarlar”. Tarde’ın
toplumsallaşmaya dair görüşleri izlenecek olursa, günümüzde yoksun ve yoksul
olmanın yanı sıra tekinsizlik ve eksiklik hislerinin, başka bir şeyle ilişki kurarak
kendi varlığını savunma esasına dayandığı ileri sürülebilmektedir. Üretim ve
yönetimleriyle kamuoyunu yönlendirme ve örgütleme mücadelesi veren
milliyetçilik, faşizm, hemşerilik, ataerkillik gibi egemen söylem ve cemaat ağlarıyla
kurulan ilişkiler ile tekinsizlik ve eksiklikler ikame edilebilmektedir. Kendi zihninde
neyi istediğine ya da istemediğine ve neyin kendi çıkarlarına hizmet edip
etmeyeceğine ilişkin bir görüş geliştiren kişi, kendisinin gerçekliğe uygunluğundan
çok gerçekliğin içinde kendisi için ne bulduğuna bakacaktır (Sennett, 2002: 287).
Sabit bir kimliği, tanımı, cemaati ya da ideolojiyi özcü bir şekilde sahiplenerek
‘önceden belirlenmiş’ bir kanaate sahip olmak, eksiklik ve tekinsizliği ikame etmesi
nedeniyle işlevsel bulunabilmektedir. Bir kanaat etrafında bir taraf olmak, aynı
zamanda önceden belirlenmiş bir güce, bir ötekiye, bir düşmana karşı birlikte
mücadele vermeyi de yanında getirmektedir. Dayanışma ve destek mekanizmaları,
tekinsizlik ve güvensizlik eksikliklerini sahiplenen bireye tamamlanmışlık (yani
bütünlük) hissi vererek parça-bütün ikili karşıtlık ilişkisine dayanan egemen toplum
anlayışını dayatan iktidara (bilgiye) uyum sağlanması için bu anlamda bir güç
sağlamaktadır. Zaten Tarde’a (2004: 78) göre, toplum “son derece değişik
biçimlerde herkesin tek tek ve karşılıklı olarak birbirine sahip olması”dır.
Dolayısıyla bu sorun, toplumsallaşmaya dair yaklaşımların ayrımı ile irdelenebilir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
18
E. Yetişkin
Siyasi iletişim açısından değerlendirildiğinde ise birbirine karşıt taraflar
etrafında gelişecek kamuoyunun egemenin lehine örgütlenebilmesi, denetimi ve
yönetimi ise böylelikle daha kolay hale gelmektedir. Kanaat oluşumunu
etkileyebilecek ve birbirinden bağımsız pek çok değişken, ‘ya o, ya da bu’ ikili
karşıtlığına indirgenerek bireyler üzerindeki meşru ve rızaya dayalı zorlayıcılığın
etkinleştirilmesini sağlamaktadır. Bu şekilde oluşturulan kamuoyu, yok oluş ve
kurban kaderinin yayılmasıyla madunun egemen olanla işbirliği yaparak var olma
sorunuyla uğraşabilmesi için de bir araç olmaktadır. Öte yandan yok oluş ve kurban
kaderinin yayılması söylemini kullanan kişi ve kurumların da düşünce ve
eylemlerini sürdürerek varlık nedenleri pekiştirilebilmektedir. Burada artık sabit bir
madun anlayışından bahsedilemez çünkü madun, egemenle işbirliği yapmak
koşuluyla üretim hatlarının içine girerek geçici de olsa hegemonik bir konuma
geçebilmektedir. Madunun bu niteliğinden ötürü, onu homojen bir kimliğin, sınıfın,
etnik grubun ya da tanımın altında örneklendirmek de güçleşmektedir. Savunulan
tarafı ve çıkarlarını haklı çıkartarak iktidar sahibi olmak ve egemen ile birlikte
çalışmak ise sermayenin evrensel tarihine bağlı olarak gelişen düşüncelerin,
pratiklerin ve değerlerin üstünlüğü tekelinde dolaylı yoldan da olsa zorunlu
kılınmaktadır. Bu bir üretim ve yönetim zihniyeti sorunudur.
5. Tarde’ın Yaklaşımı Açısından Kamuoyu Oluşumu Süreci İçinde
Maduniyet
Madun kavramı da nitekim Gramsci tarafından üretim ve yönetim zihniyeti
sorununun İtalya’da en çok yaşandığı faşizm döneminde önerilmiştir. Gramsci,
pozitivist bilim ile faşizmin uzlaşmasına karşı çıkarak hegemonyanın nasıl
kurulduğunu ve sürdürülebildiğini tartışmış; yönetici sınıfın çıkarlarının evrensel
çıkarlar olarak kabul edilme sürecini irdeleyerek madun kavramını önermiştir.
“Hegemonik olmayan gruplar ya da sınıflar olarak adlandırılan ve ‘tabi’ ile ‘araçsal’
anlamlarını içeren madun” (Gramsci, 1971: 20) da bu sorunsallaştırma içinde ortaya
çıkmıştır.
“faşizm, yeni yaratılmış proleter kitlelerin yok etmek için mücadele ettiği
mülkiyet yapısına zarar vermeden bu kitleleri örgütlemeye çalışmaktadır.
Faşizm kurtuluşunu bu kitlelere haklarını vermek yerine onlara kendilerini
ifade etme şansı vermekte görmektedir… Faşizmin mantıksal sonucu,
estetiğin siyasete sokulmasıdır” (Benjamin, 2004: 408).
Güz 2010, Sayı:31
Tarde’ın Toplum Yaklaşımı Açısından Kamuoyu ve Maduniyet
19
Görüldüğü üzere estetiğin siyaset ile iç içe girmesiyle ilgili Spivak’ın işaret
ettiği temsil sorunu, bu üretim ve yönetim sorunu ile yakından ilgilidir. Siyasi temsil
sorununa değinerek Gramsci (1971: 52 – 53) bir toplumda sesi olmayan, toplumun
işleyiş mekanizmaları içinde kendini ifade edemeyen işçiler, köylü kadınlar gibilerin
klasik Marksist anlamdaki proleteryadan ‘başka’ bir durumda olduğunu belirtmek
amacıyla altta ve aşağıda konumlananları ‘madun’ olarak ifade etmiştir. Gramsci’ye
göre, madun toplumsal gruplar, ekonomik üretim alanından doğan gelişmeler ve
dönüşümler tarafından nesnel olarak biçimlendirilmelerine rağmen egemen politik
oluşumlara aktif veya pasif manevralar yaparak katılsalar da onların rızasını
korumaya ve onlar üzerindeki kontrolü sürdürmeyi arzu eden yeni siyasal partiler
madunlardan değil, egemen gruplardan çıkmaktadır. Ezilenler için ya da ezilenler
adına konuşanlar, bugün de azınlıklar, göçmenler, yoksullar, mazlumlar ve
mağdurlarla özdeşleşerek kendilerini yeniden sunmaktadır. Bu kişi ve kurumlar,
iletişim çalışmalarının da katkıda bulunduğu popüler kimlik politikalarına dâhil
edilerek uyuşmazlık inşa etme aracı olarak kullanılmaktadır.
Uyuşmazlık sürecinde ise kimlerin ve nelerin, ulusaşırı sermayenin
egemenliği lehine ekonomik ve siyasi alanda nasıl uzlaştığı ve böylelikle kamuoyu
oluşturulduğu ise epistemik ihlal nedeniyle okunamamaktadır. Bir başka deyişle
geçici de olsa hegemonik konuma geçen madunun egemen olan ile işbirliği yaparak
onun iktidarını güçlendirmesinin ifade edilmesi, geçici ve dinamik ilişkilerin
genelleştirilerek tek bir homojen parçaya ya da bütüne indirgenmesinden dolayı
güçtür. Yeni-sömürgeciliğin epistemik ihlal ile tahakküm ettiği alan da burasıdır.
“Hakikaten de her zaman sarf edilen çaba, kamuoyu organları denilen ve bazı
durumlarda yapay olarak çoğaltılan gazeteler ve dernekler tarafından ifade edilen
çoğunluğun rızası üzerinde zorlamanın ortaya çıkması için verilmektedir. Rıza ile
zorlama arasında ise yozlaşma, çürüme ve dolandırıcılık durmaktadır” (Gramsci,
1971: 80). Madunun yargılama yetisine dayanarak yozlaşma, çürüme ve
dolandırılmaya karşı nasıl mücadele ettiği ise iletişim çalışmalarının da katkı
yapacağı araştırmaları gerektirmektedir. Nitekim “Tabi grup, ahlaki entelektüel
öncülüğü politik ve kültürel olarak kazandığı zaman madun, hegemonik hale
gelmektedir” (Fontana, 2005: 116); bu da kamuoyunun organizasyonu ve
yönlendirilmesi mücadelesini içermektedir.
Bu hususla ilgili olarak Tarde, kamuoyunu kullanarak egemenliğin nasıl inşa
edilebileceğinden ziyade, egemenliğin inşa edilme sürecinde nesnel olarak kabul
edilen yargılama yetisinin kamuoyu oluşturularak nasıl etkilenebildiği ile
ilgilenmiştir. Chicago Ekolü’nden olan iletişim sosyoloğu Park’a (1972) göre
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
20
E. Yetişkin
yurttaşlar arasında kurulacak bir kanaat ortaklığı olarak kamuoyu, ‘halk’ tartışmasını
gerektirmektedir.8 Yani kamuoyu, halk arasında hem uyuşmazlığı gerektiren hem de
uyuşmazlıktan çıkmayı zorunlu bırakan bir niteliğe sahiptir. Burada, uyumun ve
uzlaşmanın mümkün olabilmesi için uzlaşmazlığın bir zorunluluk olarak ortaya
çıktığı vurgulanmalıdır. Dolayısıyla uzlaşmazlık, rıza gösterilmesini yani uyum
sağlamayı zorunlu bırakan bir araç olarak işbirliğini sağlamaktadır. Park’ın
yaklaşımında uzlaşma ve uyuşmazlık temelinde normatif bir demokrasi tartışması
yapılmaya çalışıldığını okumak zor değildir. Zor olan, uyuşmazlıktan uzlaşmaya
giden yolun inşa sürecinin iletişimsel olarak sorgulanabilmesidir ve bu noktada
başka bir mesele ortaya çıkmaktadır. Park’ın egemen toplum anlayışına dayanan
iletişim yaklaşımına göre kanaat ortaklığı olarak tanımlanan ve kamuoyunun
zorunlu koşulu olan halk tartışması, egemenin lehine inşa edilen anlam ve işlev
kaymalarını içeriyorsa bu bir sorun değil midir? Bir terör örgütü lideri, bir politikacı,
bir yargıç ve bir işçinin nesnel olarak kabul edilen yargı yetisiyle ifade ettiği insan
hakları, özgürlük ve demokrasi ile ilgili yapılan halk tartışmasında, bu kavramların
kullanılmasıyla hangi farklı taleplerin ve koşulların oluştuğu gerçekliğinin yeniden
sunularak anlamlandırılması bir uzlaşmazlık yaratmaktadır. Bir kez daha
vurgulamak gerekirse, burası aynı zamanda epistemik ihlali de imlemekte ve yeni
sömürgeciliğin tahakküm alanı ile zamanını oluşturmaktadır.
İletişim araçları, uzlaşmazlıkları gerek inşa ederek gerekse gündeme
taşıyarak, egemen olan sermayenin ve ona bağlı yönetenler ile onların öncelediği
değerlerin lehine kurulacak ortaklıklara, paylaşımlara ve uzlaşmaya katkıda bulunan
bir fail işlevi görebilmektedir. Yani, uzlaşmazlığın kendisi polemik, spekülasyon ve
komplo teorisi olarak adlandırılan güncel mitler aracılığıyla egemenin lehine bir
uyum aracı olarak kullanılabilmektedir. Egemen olanla işbirliği, yani uyum, bu
uzlaşmazlık sürecinin içinde gerçekleşmektedir. Buna neden olan ise egemen toplum
anlayışının zihinlerdeki ve gündelik pratiklerdeki yaygınlığıdır. Uzlaşma ve uyum,
birbirinden farklı parçaların ortaklığını, paydaşlığını ve bütünü oluşturan bir unsur
olarak belirmektedir. İstikrarsızlık ve kriz durumları, gerçekliğin anlamlandırılması
sürecinde birer anomi olarak görülmektedir. Sorunlar tespit edilerek toplumsal uyum
için bir an önce çözülmelidir ve bu baskı, iktidarın güçlenmesi için iletişim araçları
tarafından da yapılmaktadır. Dreyfus Olayı’nda da görüldüğü üzere, iletişim araçları
kamuoyunda uzlaşmazlığı hem gerçeklik olarak yeniden sunma yoluyla
8
Kamuoyu (public opinion) ve halk (public) arasındaki ilişki, bu kavramların çevirisinde kaybolduğu
için iki kavram arasındaki kamu ve halk sözcükleri ile kurulan ortaklık ve karşılıklı ilişki
vurgulanmalıdır.
Güz 2010, Sayı:31
Tarde’ın Toplum Yaklaşımı Açısından Kamuoyu ve Maduniyet
21
anlamlandırarak inşa etmekte hem de bu uzlaşmazlık sürecinde sermaye dolaşımının
hızlanması ve meta pazarının gelişmesi için çalışanların ürettiği koşullara uyum ve
rıza gösterilmesini dolaylı da olsa sağlayabilmektedir. Sermayeyi yöneten, egemen
iktidarın (bilginin) yayılmasına ve güçlenmesine aracı olabilmektedir.
O halde, sermayenin lehine işleyen ortaklıkların egemenliğini
sağlamlaştırmasında ortaya çıkan ve uzlaşmazlığın gürültüsüne esir olan nasıl ifade
edilecektir? Fetişleştirilerek içi boşaltılan kavramların, tek bir kanaatin
basitleştirilerek standartlaştırılması yoluyla gerçekliğin anlamlandırılmasında
kullanılması ve kamuoyu yaratmak için araçsallaştırılması, bugün hukuk, siyaset,
ekonomi ve iletişim gibi alanlarda sıklıkla ortaya çıkan ortak bir meseledir. Bu
alanların gündelik pratiklerden oluştuğu düşünüldüğünde, gündelik pratikler ile
kamuoyunun oluşması arasındaki ilişkinin sorgulanma ihtiyacı ortaya çıkmaktadır.
Katz (1992) Tarde’ın kamuoyu ile ilgili tartışmasını şöyle özetlemektedir: (a)
Gazete, sohbeti besler (b) sohbet, kanaati şekillendirir ve (c) kanaat, eyleme yol
açar. Tarde’a (2000: 75) göre, “Her zaman olduğu gibi sohbet ve şu anda sohbetin
ana kaynağı olan basın, kanaatteki başlıca unsurlardır”. Dolayısıyla buradan yola
çıkarak siyasi, kültürel ve ekonomik üretim (eylem) için gereken kanaatin ve
kamuoyunun, Bhabba’nın (1995: 4) da tartıştığı üzere “tam da laf aramızda
konuştuğumuz zaman” ve gündelik, sıradan pratiklerimizle şekillendiği ve yerleştiği
ileri sürülebilir.
Özellikle 1990’lardan sonra bilginin ticarete yönelik bir üretim aracına
dönüşmesi ve enformasyon ile bilgi arasındaki ayrımın giderek silinmesi ya da
Lyotard’ın (1994: 151) deyişiyle bilginin “TV oyunlarının konusu” haline
dönüşmesi nedeniyle kanaatin şekillenmesinde ve kamuoyunun oluşturulmasında
iletişimin sohbet gibi gündelik pratikleri eskisinden daha güçlü bir şekilde etkilediği
tartışılabilir. Gündelik iletişimde tam olarak hangi unsurların taklit ve tekrar edilerek
yayıldığını tespit edebilmek güç olmasına rağmen, kanaatlerin oluşturduğu söylem
ve eylem birliği ağlarının bugün egemenle uzlaşmak ve işbirliği yapmak koşuluyla
egemenin lehine kullanıldığı tartışılabilir çünkü gerçekliği yeniden sunarak
‘entelektüel’ işlevini taşıyan aracılar tarafından tanımlanmış, sınıflandırılmış ve
ölçülmüş olanın siyasi, ekonomik, kültürel, hukuksal ve akademik alanda taklit
edilerek tekrar edilmesi, yargılama yetisi için bir anlaşılma kolaylığı ve
konformizmi sunmaktadır. Bir başka deyişle, egemen toplum anlayışına bağlı,
Kartezyen dinamiklerle yapılan açıklama, tanımlama ve sınıflandırma çabaları
gerçekliği ‘biri için’ yeniden sunarak anlamlandırmaktadır. Bu da “birileri nasıl olsa
benim yerime, ya da benim için düşünüyordur, yapıyordur” algısını yaratabilmekte,
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
22
E. Yetişkin
kişisel kanaat oluşumu çeşitli cemaat ağlarıyla kurulan ilişkiler ve onların
sahiplendiği grup kanaati ile ikame edilmekte ve sorumluluk ile vicdan duygusu
temsil aracılığıyla bir başkasına devredilmektedir. Ancak bazı nitelikleri, düşünce ve
eylemleriyle söz konusu tanım, sınıflandırma ve ölçülerin sınırlandırmalarının dışına
taşan alt ve aşağı konumdaki ‘başka’ olanlar, yani madunlar, bu süreç içinde
kendilerini alt ve aşağı konumdaki bir başkalık (alterity) olarak ifade edememektedir
çünkü madunlar bu üretim sürecine dâhil olmayanlardır. Madun ya kendisi için
uygun görülen tanım, sınıf ve ölçüte rıza göstermektedir ya da direnişinin
uyuşmazlık unsuru olarak kabul edilmesiyle uzlaşma ve uyum için
araçsallaştırılmaktadır.
İletişimsel süreçte tekrarların arasındaki küçücük düşünce, eylem ve
pratiklerin dikkatle kavranabilmesi ve ifade edilebilmesi zahmetlidir. Burası, anlam
ve işlev kaymalarının yanı sıra sapmaların oluştuğu ve araçsallaştırıldığı yer olarak
da imlenebilir. Örneğin otorite sembollerinin ters yüz edilmesi, tanınmaması,
yıkılması, başka bir şeyle ikame edilmesi ya da hafife alınması gerçekliği, medyada
otoriteye karşıt bir söylemi sahiplenen popülist bir siyasal partiyle ilişkilendirilerek
yeniden sunulabilir. Ne de olsa düşman olarak bir öteki tayin edilmesi, popülist
rejimlerin önemli bir karakteristiği olarak gösterilmektedir (Laclau 1977). Bu
gerçekliği yaratan koşulların ve sorunların nedenlerinin ve çeşitliliğinin kitlelere
hitap eden iletişimsel yeniden sunma sürecinde homojen tek bir bütüne
indirgenmesiyle alt ve aşağı konumdakilerin üretimleri basitleştirilerek
standartlaştırılabilmektedir. Kamuoyu ve kanat oluşumu süreci içinde maduniyet
popülist, özcü, ahlakçı, kimlikçi ve bütüncü yaklaşımlar gibi egemenin lehine
işleyen iktidar-bilginin sahiplenilmesi nedeniyle üretim hatlarına dahil
edilmemektedir. Bu da toplumsallaşmaya dair bir konu olduğu için pozitivistrasyonalist paradigmaya bağlı egemen toplum yaklaşımından farklı bakış açılarıyla
çalışmak kaçınılmaz bulunmaktadır.
SONUÇ
Madunun kültürel, ekonomik ve siyasi olarak üretim süreci içine dâhil
edilmemesinin yanı sıra meşru, rızaya dayanan ve dolaylı yollarla sömürülmesi
olarak tanımlanan yeni-sömürgeciliğin günümüzde nasıl gerçekleştiğini
irdeleyebilmekte güçlük çekilmektedir. Meşru ve rızaya dayanan demokratik karar
alma aşamalarından biri olan kamuoyu oluşturma sürecinde uzlaşma ve uyumsuzluk
mekanizmalarının egemenin, yani sermaye ve meta dolaşımıyla artışı için iktidara
Güz 2010, Sayı:31
Tarde’ın Toplum Yaklaşımı Açısından Kamuoyu ve Maduniyet
23
(bilgiye) hâkim olanların lehine işlemesini sağlayan bir aracı olarak iletişim
çalışmalarının bu bağlamda kritik bir yere sahip olduğu görülmektedir. Çelişki,
karşıtlık ve dönüştürme kipleriyle gerçeklik, iletişim çalışmaları tarafından yeniden
sunularak anlamlandırılabilmekte ve tahakküm edenin iktidarını (bilgisini)
güçlendirmeye devam edebilmektedir. Buna neden olan unsur ise günümüzde
siyaset, hukuk ve ekonomi gibi alanlarda hala geçerli olan pozitivist-rasyonalist
paradigmaya bağlı toplum ve toplumsallaşma anlayışının egemenliğidir. Egemen
toplum anlayışına dayanan iletişim çalışmalarının bu noktada neyi tekrar ederek
yeniden sunduğunun ve güçlendirdiğinin farkında olarak yapacağı eleştirel
sorgulamalar ise gerçekliğin yeniden sunulması yoluyla nasıl anlamlandırıldığına
ilişkin bilinci de pekiştirecektir. Böylelikle kamuoyu oluşturulması sürecinde
madunun üretime dâhil edilmesi için de çalışılabilecektir. Bu çalışmada söz konusu
eleştirel perspektife katkı sağlamak için egemen toplum yaklaşımından farklı
görüşleri olan Gabriel Tarde’ın kamuoyu ve toplum ile ilgili düşüncelerine
odaklanılmıştır.
Tarde’ın görüşleri, maduniyet ile ilişkili olarak irdelendiğinde kamuoyu
oluşturulması sürecinin üç şekilde gelişmekte olduğu ortaya çıkmaktadır. Bunlardan
ilki iletişim profesyonellerinin yeni-sömürgeciliğin özel mülkiyet metası olarak
mevzilendirdiği emek ve işgücüne dönüşebilmesidir. Egemen toplum anlayışının
bağlı olduğu pozitivist-rasyonalist paradigma politika, ekonomi, hukuk ve sosyal
bilimlerin üretim sürecinde olduğu gibi iletişim profesyonellerinin de zihinlerinde ve
gündelik pratiklerinde yaygın ve eşgüdümlü olarak geçerli olabilmektedir. Bu
yüzden basitlik, hiyerarşik düzen, lineer bir zaman algısı, öngörülebilirlik,
açıklamaya dayalı neden-sonuç ilişkisi ve nesnellik gerçekliğin yeniden
sunulmasıyla anlamlandırılması, iletişimsel üretim ve yönetim sürecinde bir
zorunluluk olarak hala aranmaktadır. Madunun düşüncelerinin ve eylemlerinin bu
standartlara göre irdelenmesi sonucunda ise alt ve aşağı konumdaki başkalık, yani
maduniyet popülist, özcü ve kimlikçi ekonomik-siyasete göre araçsal bir veriye ya
da metaya dönüştürülerek silinebilmektedir. İletişimin ve iletişim profesyonellerinin
yeni-sömürgeciliğin özel mülkiyet metası olarak mevzilendirdiği emek ve işgücüne
dönüşebilmesi meselesi, bu çalışmada ulaşılan ikinci sonuçla ilişkisi bağlamında
somutlaştırılabilmektedir.
İkinci olarak, iletişimin gündelik hayatın dönüşümündeki taklit gücü ile
madunun kamuoyu oluşturulma sürecinde bir uzlaşmazlık ve uyum aracı olarak
kullanılması tartışılmıştır. İletişimin sohbeti etkilemesi, sohbet sırasında gelişen ya
da değişen kanaatin ise gündelik pratiklere taklit yoluyla yön vermesi söz
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
24
E. Yetişkin
konusudur. Bu, iletişim profesyonellerinin zihinleriyle gündelik deneyim ve
pratiklerini de etkilediği için bireylerden oluşan toplum yerine bireyin içindeki
toplumlardan bahseden Tarde izlendiğinde, gösteren ve izleyen, yani iletişimci ve
halk arasındaki ayrımın silinerek, bu rollerin geçici ve dinamik olarak değiştiği
döngüsel bir işleyişten bahsetmek mümkün hale gelmektedir. Kanaatin ve kamuoyu
oluşturulma sürecinin egemen toplum anlayışına bağlı üretim ve yönetim zihniyetine
dayanması yüzünden ise madunun madun olarak kalması ve madunun kendisini
egemenin iktidarına (bilgisine) tabi kılacak koşullara rıza göstermesi
güçlenmektedir. Zira kanaat ve kamuoyu oluşturmada çelişki, karşıtlık ve
dönüştürme kiplerine dayanan uzlaşmazlık ve uyuşmazlık süreci içinde birbirinden
ayrışan düşünceler ve eylemler basitleştirilerek, standartlaştırılarak, genelleştirilerek
ve indirgenerek yeniden sunulmakta ve gerçeklik anlamlandırmaktadır. Karşıt
taraflar arasındaki gündelik pratiklere de yansıyan bu uzlaşmazlık ve uyumsuzluk
ise bir tekinsizlik ve istikrarsızlık sorunu olarak algılanmaktadır ve çözüm yolları
geliştirmek amacıyla bu soruna neden olan koşulların, kişilerin, olayların somut
olarak tespit edilmesi öncelenmektedir. Sorunları teşhis edilerek reçete önerilerinin
oluşturulması ise ‘uzman’ kişi, kurum ve etkinliklerin varlık nedenini
oluşturmaktadır. Demokrasi, ilerleme, kalkınma, adalet gibi kavramlar, bu süreç
içinde kullanım değerleri göz önünde bulundurularak araçsallaştırılabilmektedir
ancak ‘iyi niyete’ dayanan bu kişi, kurum ve etkinliklerin sorgulanması kuşkuyla
karşılanmakta ve egemen toplum anlayışına göre basitleştirilerek bir tarafa, kimliğe,
tanıma, sınıflandırmaya indirgenebilmektedir. Uzlaşmazlık ve uyuşmazlık süreci
içinde taraflardan biri lehine bir kanaatin gelişmesine bağlı olarak, bu kanaatin taklit
yoluyla yayılarak çoğalmasıyla kamuoyunun oluşturulması söz konusudur.
Uyuşmazlık, kamuoyu oluşturma sürecinde egemenin iktidarına (bilgisine) uyum
sağlama mekanizması olarak işlemektedir.
İlk ikisiyle bağlantılı olan üçüncü husus ise, kentli bireyin bir başka zihinle
ya da ruhla (spirit) ilişki kurarak var olma sorunuyla uğraştığı toplumsallaşma
sürecinde ortaya çıkmaktadır. Bu, ilk ikisinden daha karmaşıktır. Siyaset ve estetik
alanındaki temsil anlayışlarının, yani hem yeniden sunma hem de biri için ya da biri
adına konuşma, iletişim çalışmalarında iç içe girmiştir. Temsil anlayışlarının
birbirinden ayırt edilememesi ise kamuoyu oluşturma sürecinde madunun egemen
ile işbirliği yaparak üretim süreçlerine dâhil olmasına katkı sağlamaktadır. İletişimin
entelektüel figürü ile paylaştığı aydınlatma ve bilgilendirme misyonu yüzünden
kamuoyu oluşturulması sürecinde siyaset ve ekonomi tarafından önceden
belirlenerek tanımlanmış, sınıflandırılmış ve ölçülmüş olanın taklit edilmesi,
Güz 2010, Sayı:31
Tarde’ın Toplum Yaklaşımı Açısından Kamuoyu ve Maduniyet
25
yargılama yetisi için bir anlaşılma kolaylığı ve konformizmi sunmaktadır. Bu
durumun tersi de aynı oranda geçerlidir, yani iletişim tarafından önceden
belirlenerek tanımlanmış, sınıflandırılmış ve ölçülmüş olan siyaset ve ekonomi
üretimi açısından yargılama yetisi için bir anlaşılma kolaylığı ve konformizmi
sunmakta, bu da taklidi egemenin lehine güçlendirmektedir. Bir başka deyişle,
egemen toplum anlayışına bağlı, Kartezyen dinamiklerle yapılan açıklama,
tanımlama ve sınıflandırma çabaları gerçekliği ‘biri için’ ‘yeniden sunarak’
anlamlandırmaktadır. Temsil edenin, gerçekliği anlamlandırmasında kaybolan ise
maduniyettir. Madun, toplumsallaşma süreci içinde sabit bir kimliği, tanımı, cemaati
ya da ideolojiyi sahiplenerek önceden belirlenmiş bir kanaate sahip olabilmekte ve
yeniden sunulabilmektedir. Ancak, bu durum siyasi, kültürel ve de ekonomik üretim
hatlarına giremeyen madun tarafından işlevsel de bulunabilmektedir. Yeni
sömürgeciliğin nasıl gerçekleştiğini kavrayabilmede güçlük çekilmesinin başlıca
nedenlerinden biri, madunun kendisini tabi kılacak koşullara meşru olarak rıza
göstermesidir. Madun, kendisini madunlaştıracak koşullara, egemen olan ile işbirliği
yaparak ikna olmakta ve rıza göstermektedir. Ancak meşru rızaya giden yol, dolaylı
bir zorlamadan, maruz kalmadan ve mecbur bırakılmadan geçmektedir. Bir kanaat
etrafında bir taraf olmak, aynı zamanda önceden belirlenmiş bir güce, bir ötekiye, bir
düşmana karşı birlikte mücadele vermeyi de yanında getirmektedir. İşbölümünden
ziyade işbirliği esasına dayanan bu toplumsallaşma sürecinde ise birbirine karşıt
taraflar etrafında gelişecek kanaatlerin ve kamuoyunun örgütlenebilmesi, denetimi
ve yönetimi basitleştirilmekte ve standartlaştırılmaktadır. Böylelikle ulusaşırı
sermaye dolaşımının hızlanması ve meta pazarının genişlemesi için taraflara
bölünmüş mevzilerin konumlandırılması ve manipüle edilebilmesi siyasi iletişim
açısından da kolaylaşmaktadır. Madunun kendisini tabi konuma sokan egemen
toplum anlayışının zorlayıcılığına rıza göstermesi, özellikle siyasi ve ekonomik
istikrarsızlık, yoksulluk ve kültürel haklardan yoksunluk gibi eksiklik hallerinin
iletişimin de katkıda bulunduğu tekinsizliğin yaratılma süreçlerinde aranabilir.
Özellikle burjuva yaşam kültürünün şekillendirdiği kentlerde madun, bu eksikliği
başka bir şeyle ilişki kurarak ikame etmekte ve kendi varlığını savunmaktadır.
Bununla birlikte madunun egemen ile işbirliği yapma nedenleri ile koşullarının
madunun değişmesinden çok, madunun değişen iletişim ilişkilerinin içinde su
yüzüne çıktığı görülmektedir. Bugün madunun üretimi, ilişkiselliğin içinde ortaya
çıkmaktadır. Bu ilişkisellik ise dinamik ve geçici niteliğinden ötürü ayırt
edilememektedir çünkü homojen varsayılan kimlik, tanım ve sınıflandırmaların
kendi içindeki heterojenliği, kamuoyu oluşturma gücünden hala yoksundur.
Gerçekliğin anlamlandırılması sürecinde yeniden düzenlenerek bir yandan
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
26
E. Yetişkin
demokratikleşme ve kalkınma halelerinin altında ulusaşırı sermaye ağına dâhil
olunarak bir dönüşüm süreci deneyimlenirken, diğer yandan demokratikleşme ve
kalkınmaya dair yeni sorunlar gündeme gelmektedir. Bu bir üretim ve yönetim
zihniyeti sorunudur.
KAYNAKÇA
Barbier, F; Lavenir C B (2001) Diderot’dan İnternete Medya Tarihi, (Çev.) K Eksen,
İstanbul: Okuyanus.
Barry, A; Thrift, N (2008) “Gabriel Tarde: Taklit, İcat ve Ekonomi”, (Der.) E
Koyuncu, P B Yalım, C Gündüz, (Çev.) E Koyuncu, S Karlıtekin, P B
Yalım, Tesmeralsekdiz: Gabriel Tarde, No:3, Ankara: Mattek, s.50 - 67.
Benjamin, W (2004) ‘Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat
Yapıtı’, Pasajlar, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, s.50-87.
Bhabba, H. (1995) “Cultural Diversity and Cultural Differences”, The Post-colonial
Studies Reader, (Der.) B Ashcroft, G Griffin, P Tiffin, London: Sage.
Brown, F (1995) Zola: A Life, New York: Farrar, Straus and Giroux.
Burns, M (1999) France and Dreyfus Affair, Boston: Bedford.
Curran, J (2005) “Communications, power and social order”, Culture, Society and
the Media, (Der.) M Gurevitch, J Curran, T Bennett, J Woollacott, London:
Routledge.
Durkheim, E (1964) The Division of Labor in Society, Glencoe: Free Press.
Durkheim, E (1982) The Rules of the Sociological Method, (Der.) S Lukes, New
York: Free Press.
Durkheim, E (2006) Toplumsal İşbölümü, (Çev.) Ö. Ozankaya, İstanbul: Cem.
Erdoğan, İ ve Alemdar, K (1990) İletişim ve Toplum: Kitle İletişim Kuramları,
Tutucu ve Değişimci Yaklaşımlar, Ankara: Bilgi.
Erdoğan, İ (2000) Kapitalizm, Kalkınma, Postmodernizm ve İletişim, Ankara: Erk.
Freud, S (2003) The Uncanny, Penguin, London.
Fontana, B (2005) “The Democratic Philosopher: Rhetoric as Hegemony in
Gramsci”, Italian Culture, Volume 23, s. 97-123.
Foucault, M (2002) Toplumu Savunmak Gerekir, (Çev.) Ş Aktaş, İstanbul: Yapı
Kredi.
Güz 2010, Sayı:31
27
Tarde’ın Toplum Yaklaşımı Açısından Kamuoyu ve Maduniyet
Foucault, M (2005) Seçme Yazılar 2: Özne ve İktidar, (Çev.) F Keskin İstanbul:
Ayrıntı.
Gramsci, A (1971) History of the Subaltern Classes: Methodological Criteria,
Selections from the Prison Notebooks of Antonio Gramsci, (Der.) (Çev.) Q
Hoare, G Nowell Smith, New York: International Publishers.
Hür, A (2006) Dreyfus’ların, Zola’ların Aziz Hatırasına, Radikal [İnternet], 23
Temmuz, http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=6070,
(Erişim 14 Mart 2010).
Jeanneney, J N (1998) Başlangıcından Günümüze Medya Tarihi, (Çev.) E Atuk,
İstanbul: Yapı Kredi.
Judaken, J (2006) Jean-Paul Sartre and The Jewish Question: Anti-antisemitism and
The Politics of the French Intellectual, Lincoln: University Of Nebraska.
Katz E (1992) On Parenting a Paradigm: Gabriel Tarde's Agenda for Opinion and
Communication Research, International Journal of Public Opinion
Research, 4: s. 80–86.
Laclau, E (1977) Politics and Ideology in Marxist Theory, Capitalism, Fascism,
Populism, London: Verso.
Latour, B (2001) “Gabriel Tarde and the End of Social”, The Social Question New
Bearing in History and the Social Sciences, (Der.) P Joyce, London:
Routledge: 117-132.
Lazzarato, M (2008) “Ekonomi Politiğe Karşı Ekonomik Psikoloji”,
Tesmeralsekdiz: Gabriel Tarde, (Der.) E Koyuncu, P B Yalım, C Gündüz,
No:3, Ankara: Mattek, s.21-28.
Lyotard, J F (1994) Postmodern Durum, (Çev.) A Çiğdem, Ankara: Vadi.
Marx, K (1993) Grundrisse: Foundations of The Critique of Political Economy,
London: Penguin.
Park, R (1972) The Crowd and the Public and other essays, Chicago: University of
Chicago Press.
Salmon, L (2005) “Gabriel Tarde and the Dreyfus Affair: Reflections on the
Engagement of An Intellectual”, Champ Penal / Penal Field, Nouvelle
Revue Internationale de Criminology, Vol: II, http://champpenal
.revues.org/7185 (Erişim 11 Mart 2010).
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
28
E. Yetişkin
Scwartz, P; Ogilvy J (1979) The Emergent Paradigm: Changing Patterns of Thought
and Belief, Menlo Park, CA: SRI International.
Sennett, R (2002) Kamusal İnsanın Çöküşü, (Çev.) S Durak, A Yılmaz, İstanbul:
Ayrıntı.
Spivak, G C (1988) Can the Subaltern Speak?, Marxism and The Interpretation of
Culture, (Der.) C Nelson ve L Grossberg, Chicago: University of Illinois
Press, s.271-313.
Spivak, G C (2003) A Critique of Postcolonial Reason, Cambridge, London:
Harvard University Press.
Spivak, G C (2010) “Madun: Gramsci, Guha, Spivak - Gayatri Chakravorty Spivak
ile Mülakat”, Post-kolonyal Düşünce Özel Sayısı, Toplumbilim, Sayı: 24,
(Der.) E B Yetişkin, Bağlam: İstanbul.
Tarde G (1895) “Les deux elements de la sociologie'', in Etudes de psychologie
sociale, Paris: Giard et Briecure.
Tarde, G (1903) The Laws of Imitation, New York: Henry, Holt and Co.
Tarde, G (1969) The Public and The Crowd, On Communication and Social
Influence, Selected Papers, (Der.) T Clark, Chicago: University of Chicago
Press, s. 227 – 294.
Tarde, G (2000) Social Laws: An Outline of A Sociology, Kitchener: Batoche.
Tarde, G (2004) Monadoloji ve Sosyoloji, (Çev.) Ö. Doğan, Ankara: Öteki.
Williams, R (1982) Dream Worlds: Mass Consumption in The Late Nineteenth
Century France, Berkeley, CA: University Of California Press.
Güz 2010, Sayı:31
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
MEDYADA “YENİDEN ÜRETİLEN” CUMHURİYET
MİTİNGLERİ
Gülcan IŞIK*
ÖZET
Günümüz demokrasilerinin vazgeçilmez unsurlarından olan sivil toplumun gelişmesi için, devletin yanı
sıra toplumsal yaşamın da bazı temel özelliklere sahip olması gerekmektedir. Bu kapsamda sivil toplumun
gelişmesi; “toplumsal farklılaşma”, “toplumsal örgütlenme”, “gönüllü birliktelik”, “toplumsal düzeyde
otonomileşme” ve “baskı mekanizması oluşturma” gibi faktörlere bağlıdır. Bu faktörlerden en önemlisi
toplumsal düzeydeki farklılaşmadır. Nitekim toplum yaşamındaki etnik, kültürel, dinsel, ideolojik, siyasi,
ekonomik ve hatta cinsiyet bazındaki farklılaşmalar sivil toplumun gelişmesi için zorunludur. Toplumdaki
farklılaşmayı yansıtan ve bunlara ait söylemlerin taşıyıcılığını yapan en önemli araçlardan biri ise
medyadır.
Bu çalışmada, sivil toplum ve medya bağlamında “Cumhuriyet Mitingleri”nin ilklerinden ve katılım
sayısı bakımından da en kapsamlı olanlarından “Tandoğan” ve “Çağlayan” mitingleri incelenmiştir.
Çalışmada, söz konusu mitinglerin medya tarafından farklı açılardan değerlendirildiği ve daha çok
ideolojik söylemlerle haberlerin yeniden üretildiği ve bu yönde kamuoyunun algısının da
şekillendirilmeye çalışıldığı varsayılmıştır. Cumhuriyet, Hürriyet ve Zaman gazeteleri üzerinden yapılan
incelemede, medya söyleminin hegemonik mücadelenin bir ürünü olarak oluştuğu görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: “sivil toplum”, “medya”, “haber söylemi”, “Cumhuriyet Mitingleri”
REPRODUCED REPUBLICAN DEMONSTRATIONS IN MEDIA
ABSTRACT
In today’s indispensible democracy’s elements for improving civil society. Beside of goverment it
requires, societal life also needs some fundemental characteristics. In this meaning improving of civil
society depends on “society differentiation”, “society organizations”, “voluntary togetherness”, “society
level of autonomy” and “creating pressure mechanism”. Out of these the most important one is society
differentiation. As a matter of fact in society’s ethnic, cultural, religious, ideological, political, economic
an deven sex based differentiations required for improving the civil society. Media is the most important
tool that reflects social differentiation and carries discourse which related to that.
In binding of civil society and media, this paper examined very first and highly participated “Repuclican
Demonsrations” “Tandoğan” and “Çağlayan”. In media this demonstrations evoluated differently and
with the ideological discourses, it reproduced different point of view and tried to reshape public opinion
with this reproduction. An examination on Cumhuriyet, Hürriyet and Zaman newspapers discourses of
media as seen part of hegemonic campaign.
Keywords: “civil society” “media”, “discourse of news”, “Republican Demonstrations”
*
Yrd. Doç. Dr., Gazi Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü
İletişim 2003/18
30
G. Işık
GİRİŞ
Çoğulcu toplumlarda demokrasi, bireylere ve toplumsal gruplara kendilerini
güçlendirme ve oldukları veya olmak istedikleri gibi kabul edilme olanağını veren
koşulların varlığını gerektirmektedir. Diğer bir ifadeyle bu toplumlarda demokrasi,
bireysel ve kolektif anlamlandırma süreçlerinin kabul edilmesini ve özerkliğini
öncelemektedir. Buna göre, kendini yansıtan bir kimliğin zaman içinde
oluşturulması, sürdürülmesi ve değiştirilmesi, denetimden veya baskıdan bağımsız
toplumsal alanların varlığını zorunlu kılmaktadır. Nitekim bu alanlar, kolektif
aktörleri sağlamlaştıran, onların taleplerinin devamlılığını güvence altına alan ve
bunların dış dünya ile karşı karşıya gelmelerine ve pazarlık etmelerine izin veren
(örgütlenme, liderlik ve ideoloji) süreçler tarafından oluşturulurlar. Bir kimliğe ait
olma ve bu kimliğin tanımlanmasına katkıda bulunma özgürlüğü, böylece temsil
edilme özgürlüğünün önceden var olduğunu kabul eder. Ancak ait olma ile temsil
edilme aynı şey değildir. Ait olma doğrudandır, temsil edilme ise dolaylıdır. Ait
olma bir kimliğin getirdiği yararları dolaysızca edinmektir, buna karşılık temsil ise
bu edimin ertelenmesidir. Dolayısıyla böyle bir demokrasinin gerekli koşullarından
ilki, hükümet kurumlarından, parti sisteminden ve devlet yapılarından bağımsız
kamusal alanların varlığıdır.1 Söz konusu bu alanlar, eklemlenmiş bir karar alma,
pazarlık ve temsil istemi halini almaktadırlar ki, bu sistem içinde gündelik yaşamda
geliştirilmiş anlamlandırma pratikleri, resmi siyasal kurumlardan bağımsız bir
biçimde ifade edilebilmekte ve duyurulabilmektedirler. Dolayısıyla bu tür kamusal
alanlar, bireysel ve kolektif kimliklerin var olabilecekleri bazı güvenceleri, bilgi
edinimi ve sembolik kaynakların üretimi lehinde olan “yumuşak” bir biçimde
kurumsallaşmış sistemleri ve enformasyonun dolaştırılabildiği açık sistemleri de
içermelidirler. Kamusal alanları nitelendiren şey ise, büyük bir akıcılıktır ve bu
alanların büyüklüğü, kendileri için uygun görülen bağımsızlığa göre artabilir veya
ortadan kalkabilir. Yine bu alanlar, tanımları gereği sadece kolektif eylem ile
kurumlar arasındaki yaratıcı karşıtlama yüzünden açık tutulan hareketli bir kerteler
sistemidir. Ayrıca siyasal iktidar ve karar alma düzeyleriyle gündelik yaşamdaki
ilişki ağları arasında yer almaları ölçüsünde kamusal alanlar, yapısal bakımdan
kararsızdır da. Çünkü temsil ve katılım terimlerinin iki anlamını da ifade
etmektedirler. Buna göre temsil, çıkarların ve taleplerin ortaya konulma olanağıdır
1
Kamusal alan olarak sivil toplum, siyasi toplumla sivil toplum arasındaki demokratik tartışma
alanıdır. STK’ların toplumsal sorunların/taleplerin demokratik bir platformda tartışılmasına ve bu
yolla da siyasi topluma aktarılmasına verdiği katkı, sivil toplumun kamusal alan olarak hareketini
tanımlar (Keyman, 2006: 322).
Güz 2010, Sayı:31
Medyada “Yeniden Üretilen” Cumhuriyet Mitingleri
31
fakat aynı zamanda da farklı kalma ve hiçbir zaman bütünüyle sesini
duyuramamaktır. Katılımın da iki anlamı vardır: Hem rol alma –yani bir aktörün
çıkarlarını, gereksinimlerini sağlamlaştırmak yönünde eylemde bulunma- hem de
bir sisteme ait olma, cemaatin genel çıkarlarıyla özdeşleşmedir. Kısacası çoğulcu
toplumlarda gelişmeye başlayan kamusal alanlar, siyasal kurumlar ile kolektif
talepler, hükümet işlevleri ile çatışmaların temsili arasındaki bağlantı noktalarıdır.
Buna göre söz konusu hareketler, kamusal alanlar içinde özgüllüklerini
kaybetmeksizin eylemde bulunabilirler (Melucci, 1991: 62).
Türk siyasi hayatında bir döneme damgasını vuran önemli olayların
yaşandığı 57. AKP iktidarı dönemi, bu anlamda merkez-çevre ilişkilerinin de
tartışmalı bir hâl aldığı sürece işaret etmektedir. Hatırlanacağı üzere, söz konusu
dönemde ülke gündemi özellikle de Cumhurbaşkanlığı seçimlerine odaklanmış ve
bu yönde bazı toplumsal ve siyasi kamplaşmalar görülmüştü. Söz konusu dönemde
yaşanan toplumsal olayların ve sonrasındaki gelişmelerin bir anlamda başlangıcı
sayılan 12 Nisan 2007 tarihi, hafızalarda dönemin Genel Kurmay Başkanı Org.
Yaşar Büyükanıt’ın iç ve dış politikaya ilişkin “değerlendirme” konuşmasıyla yer
etmişti. 2 Büyükanıt’ın söz konusu ifadeleri henüz yorumlanmaya çalışılırken; ondan
bir gün sonra bu kez de dönemin Cumhurbaşkanı A.Necdet Sezer’in 13 Nisan 2007
tarihinde Harp Akademileri’nde yaptığı konuşma3, ülke gündemini “rejim
2
3
Büyükanıt’ın söz konusu açıklamasında akıllarda kalan en çarpıcı ifadelerden bazıları şunlardı:
“Şimdiye kadar bu konuda hiçbir şekilde, hiçbir zeminde, hiç kimseyle konuşmadım. Bir hususu
belirtmek istiyorum: Türk Silahlı Kuvvetleri'ni yalnız basın mensupları değil Türk milleti de
yakından tanıyor. Bizim temel düşünce yapımızı, inandığımız temel değerleri, cumhuriyet ilkelerine,
laiklik ilkesine bağlılığımızı bilmeyen kimse yoktur herhalde. Olamaz... Bu konulardaki
hassasiyetimizi Türk milleti biliyor. Onun için bunları tek tek saymaya gerek yok. Bu değerler
manzumesine sahibiz.
Bir diğer önemli husus, seçilecek cumhurbaşkanı aynı zamanda TSK'nın başkomutanıdır. Bu yönüyle
TSK'yı yakından ilgilendirmektedir. Biz hem cumhurbaşkanımızın hem de aynı zamanda
başkomutanımızın Silahlı Kuvvetler ve Türk milletinin sahip olduğu cumhuriyetin temel değerlerine,
anayasamızda ifadesini bulan laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti idealine, devletin üniter
yapısına bağlı ama sözde değil özde, bunu davranışlarına yansıtacak şekilde bir cumhurbaşkanının
oraya seçileceğine olan inancımı belirtmek istiyorum.
Tabii ki yasal mevzuatı, anayasayı, hukuku, cumhurbaşkanı nasıl seçiliyor, bunların hepsini
biliyoruz. Hem vatandaş hem TSK'nın bir personeli olarak cumhuriyetin temel değerlerine sözde
değil özde sahip olan bir kişinin cumhurbaşkanı seçilecek olmasını umut ediyoruz. Bunu biz
bilemeyiz. Karar Meclis'in kararıdır. Cumhurbaşkanlığı konusunda zaten bundan başka da bir şey
söyleme durumunda değilim. Hukuken de hakka sahip değilim.”
Cumhurbaşkanı Sezer’in söz konusu konuşmasının ana başlıkları şu şekildeydi: - Cumhurbaşkanının
tarafsızlığı Anayasa gereğidir.- Cumhurbaşkanı Anayasa kurallarından yana taraf olmalıdır. Uzlaşma anayasal rejim çerçevesinde mümkün - Türk siyasal rejimi bugüne kadar hiç olmadığı kadar
tehlike altında - İlk kez cumhuriyet rejimi tartışmaya açıldı. - Türkiye'ye siyasal İslam bir model
olarak dayatılıyor.- Ilımlı İslam'ın kısa sürede radikal İslama dönüşmesi kaçınılmaz.- TSK'ya karşı
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
32
G. Işık
tartışmaları”na odaklandırmıştı. Yaşanan bu süreçte, yargıdan orduya,
üniversitelerden sendikalara, meslek kuruluşlarından sokaktaki insana kadar
toplumun geniş bir kesiminde başlayan siyasi hareketlenme, özellikle de “laiklik”
konusu bağlamında birkaç büyük sivil toplum örgütünün başlattığı “Cumhuriyet
Mitingleri”nde somutlaşmıştı. Söz konusu dönemde çoğu çevrelerce “sivil toplumun
sesi” olarak da nitelendirilen Cumhuriyet Mitingleri, Türk siyasi tarihinde üzerinde
en çok tartışılan mitinglerden biri haline gelmiştir.
Bu çerçevede çalışmada, ülkenin çok değişik bölgelerinde yapılan
“Cumhuriyet Mitingleri”nden, gerek katılım sayısı bakımından gerekse de ilk
olmaları ve bu anlamda da “öncü” kabul edilmeleri sebebiyle, “Tandoğan” ve
“Çağlayan” mitingleri ele alınmıştır. Gerçekleştirildiği dönemde siyasetin ve
toplumun değişik kesimlerinden farklı söylemlerin yöneltildiği Cumhuriyet
Mitingleri, bu anlamda medyada da oldukça önemli bir yer edinmişti. Buna göre
çalışmada, söz konusu mitinglerin medya tarafından da farklı açılardan
değerlendirildiği ve daha çok ideolojik söylemlerle haberlerin yeniden üretildiği ve
bu yönde kamuoyunun algısının da şekillendirilmeye çalışıldığı varsayılmıştır. Bu
bağlamda söz konusu mitinglerin gazeteler üzerinden yapılacak okumasında, miting
haberlerinin ne tür “örtük” ve “açık” anlamlarla sunulduğu incelenecektir.
Cumhuriyet, Hürriyet ve Zaman gazeteleri’nde 15 Nisan 2007 ile 30 Nisan 2007
tarihlerine ait haberler kapsamında yapılacak olan incelemede, her bir gazete için
öne çıkan temalar, şu kategoriler altında değerlendirilecektir: Cumhuriyet
Gazetesi’nde: “Atatürkçülük” ve “Yurttaşlık”, “Laiklik”, “Katılımcı Profili” ve “
‘Öteki’ Medya İnşası”; Zaman Gazetesi’nde: “Dernek ve Darbe Suçlamaları” ve “
‘Öteki’ Medya İnşası”; Hürriyet Gazetesi’nde ise: “Katılımcı Profili”.
1. Siyasal Erki Denetim Aracı Olarak Sivil Toplum Alanı ve Medya
18. yüzyılda bireylerin toplumsal birlikteliğini anlamaya yönelik analitik bir
araç olarak ortaya çıkan sivil toplum kavramı, bu yönüyle modernitenin hem sonucu
hem de önkoşulu özelliğini içermekteydi. Çünkü moderniteyle birlikte toplum, "artık
bir kurumlar bütünü ya da egemen bir istencin etkisi olarak" değil, "modernliğin
karşıt iki yüzünü oluşturan akılcılaştırmayla öznelleştirmenin arasında yer alan bir
çatışmalar, uzlaşmalar ve arabulmalar alanı” olarak da görülmeye başlanmıştı.
Şüphesiz bu anlayış, klasik modernite ideolojisinde değerlerin kaynağı olan,
zamanlaması ayarlanmış bir oyun oynanıyor.- Türkiye'nin her türlü tehdide karşı savunulması en
büyük hakkımız. - Türkiye Kuzey Irak'taki terör tehdidine karşı uzun süre izleyici durumda kalamaz.
Güz 2010, Sayı:31
Medyada “Yeniden Üretilen” Cumhuriyet Mitingleri
33
“iyiliğin ona yararlı”, “kötülüğün ise onun bütünleşmesine ve etkinliğine zarar
veren” kabulün, toplum kavramlaştırmasından radikal bir kopuşu da
simgelemekteydi. Böylece, toplum halinde yaşamanın ancak çeşitli değerlerin vücut
verdiği bir yapılanmayı gerektirdiği, dolayısıyla "iyi"nin de, "kötü"nün de bu
yapılanmada içkin olduğu bir kavramlaştırmaya ulaşıldı ve sonuçta sivil toplum da
bu kavramlaştırmanın analitik bir aracı olarak görülmeye başlandı (Sarıbay, 1995:
15).
Demokratikleşmeye hazır destek olarak varsayılan sivil toplum kavramı,
birlikler, dernekler, gönüllü kuruluşlar, profesyonel gruplar ya da en moda
deyimiyle STK’lar gibi elementlerin varlığı ile devlet ve devletin demokratik
olmayan tutumları üzerinde bir denetim olarak görülmektedir. Fakat sivil toplum ve
demokratikleşme arasında pozitif bir bağın varlığı her yerde bir kural değildir. Bu
tür bağlar var oldukları yerlerde ise oldukça çeşitlidir. İkinci olarak aşırı
basitleştirme, sıklıkla devlet ve sivil toplumu farklı dünyalara aitmiş gibi
tanımlamaktadır. Bu da devletin normal işleyişi totaliter değilse bile, en azından
otoriter olan devasa ve yayılmacı bir güç olduğu anlamına gelmektedir. Modern
toplumlarda, özellikle de batılı olmayan çevrelerde, devlet ve sivil toplum arasında
siyasi partiler ile geniş kapsamlı kurumlar aracılığıyla kurulmuş ciddi bağlar
gözlemlemekteyiz. Bu sebeple, böylesine apaçık bir ikilik ne mutlak olarak
doğrudur ne de kuramsal analiz için faydalıdır. Üçüncü olarak, sivil toplum ve
cemiyet kavramları sanki eş anlamlı kavramlarmış gibi algılanmaktadır.
Muhtemelen cemiyet, bireylerin içinde doğduğu doğal bir insan grubu iken, sivil
toplum bağımsız birey gruplarından oluşmaktadır. Gerçekte bireyler için bağlı
oldukları cemiyet yaşamını bırakarak sivil toplumun kurumsal hayatına adım
atmaları oldukça zordur. Dördüncü olarak, sadece demokratik özellikleri dikkate
alınırken, sivil toplumun içsel uyuşmazlıkları ve otoriter eğilimleri sıklıkla göz ardı
edilmektedir. Gerçekten de iyi bir şekilde düzenlenmez ve dengede tutulmazsa, sivil
toplum bireylerin ellerinde baskıcı bir güce de dönüşebilir. Son olarak sivil toplum
genelde tek ve homojen bir toplum olarak algılanmaktadır ki, aslında bu da doğru bir
değerlendirme değildir. Nitekim farklı sivil toplum türleri, daha doğrusu sivil
toplumda farklı gruplar da yer almaktadır. Bu gruplar ise, çeşitli çıkarlara sahip
olabilir ve birbirlerinden ayrı siyasi tutumlar da sergileyebilirler (Şimşek, 2004: 4647).
Clande Lefort, Marcel Gauchut, Paul Ricoeur, Fred Dallmayr gibi yazarlar,
sivil toplumun varlığının temeli olan sembolik bir politika boyutundan
bahsetmektedirler. Lafort ve Gauchut’e göre, toplumun politik boyutu “sürekli bir
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
34
G. Işık
kendini yineleme” olarak anlaşılmalıdır. Her iki yazara göre de bu durum, sivil
toplumun “kendi üzerine yansıması”dır. Yani “kendi kendine yansıması”dır. Kendi
kendine yansıma işlemi ise, toplumun politik gücünün ortaya çıkabileceği bir ortama
ihtiyaç duyar. Bu ortam, kendi kendine yansımanın tarih, anayasa, kendi ve devleti
anlamak üzerine olan değişik işlemlerinin bir araya gelebileceği bir ortamdır.
Buradan toplumun politik boyutlarının yalnızca parlamento gibi kurumlardan oluşan
basit bir mekanizma olmadığı, ayrıca toplum içinde sürekli olarak bir politik
topluluk kurma işlemi olduğu da anlaşılmaktadır. Dolayısıyla buna “toplumsal
alan”da diyebiliriz. Bu alanı ise, basitçe oy verenlerin yasal haklarına
indirgeyemeyiz; öyle ki bu alan, demokrasiden de daha fazlasını kapsamaktadır.
Örneğin sivil topluma farklı bir açıdan yaklaşan Ronald Dworkin, sivil toplumun
insanların şekillendirdiği bir yapı olmadığını, farklı bir boyut olduğunu ve aynı
zamanda da insanların birlikte hareketinin bir sonucu olduğunu söylemektedir
(Grunenberg, 1998: 420-421).
Gelinen son noktada sivil toplum, demokratik bir yapılanmayı toplumsal
katılım temeline oturtacak, toplumsal farklılaşmayı sağlayacak, yaygın sosyal
örgütlenmelerin yolunu açacak, temel hak ve yükümlülükleri yaygınlaştıracak bir
araç olarak görülmektedir. Dolayısıyla sivil toplum, “devletin şekillendirmediği,
kendi inisiyatif ve renkliliğine terk ettiği devlet dışı bir alanı ifade etmekle sınırlı
kalmamakta, aynı zamanda aktif ve örgütlü siyasal katılım ve politizasyon sürecini
de ifade etmektedir” (Çaha, 2000: 94). Bu noktada sivil toplum; örgütlü, kamu
bilincinin gelişebildiği, demokratik katılıma imkân veren ve iletişime açık bir
alandır. 4
Kısacası, alana ilişkin yapılan hemen her çalışmada sivil toplum; gönüllü,
kendi kendini oluşturan, kendi desteklerine sahip, devletten özerk, özel alan ile
devlet arasında aracı niteliğinde örgütlü bir sosyal yapılanma olarak tarif
edilmektedir. Bu yapı, yasal düzen veya ortak kurallar dizisi gibi, özgürlüklerin ve
özerkliklerin güvencesi olan kurumsallaşmış bir temele oturmaktadır. Bu temel, hem
devlet iktidarını sınırlayıcı, hem de o iktidarı hukuka dayandığı sürece meşrulaştırıcı
bir güce dayanmaktadır. Dolayısıyla sivil toplum, devletten özerk olmayı içerir fakat
4
Farklı bir şekilde ifade edilecek olursa, “birey özgürlüklerinin ve temel haklarının korunduğu,
gönüllülük temelinde örgütlenmenin asli olduğu, toplumun devletin önüne geçerek devlet
politikalarını denetleyip yönlendirebildiği, yurttaşlık bilincine dayanan bir gelişmişlik düzeyi”
(Arslan, 2001: 9) olarak ifade edilen sivil toplum, bir anlamda günümüzün gelişmiş ve demokratik
toplumlarının da ortak adı olmaktadır.
Güz 2010, Sayı:31
Medyada “Yeniden Üretilen” Cumhuriyet Mitingleri
35
ondan yabancılaşmayı zorunlu kılmaz. Başka bir deyişle, sivil toplum devlet
iktidarına karşı dikkatli fakat aynı zamanda da saygılıdır (Sarıbay, 2007: 544-545).
Sivil toplumun ve demokrasinin etkin bir paydaşı olan medyanın, sivil
toplum kuruluşlarının sesini duyurmada önemli roller üstlenmesi gereken araçlar
olduğu bilinmektedir. Fakat uygulamada, ideoloji ekseninde yapılan çifte standart ve
yok sayma noktasında medyaya dönük eleştiriler, hala sürekliliğini korumaktadır.
Kültürel kimliklerin biçimlenip ifadelendirilmesinde ve sonra da kamusal
alanın bir söylemler mücadelesi alanı haline dönüşmesinde, medyanın önemli
rollerinin olduğu söylenebilir. Öyle ki günümüzde kitle iletişim araçları, özellikle de
televizyon ve yazılı basın, söylemsel/sembolik yeniden üretimin başlıca aracı haline
gelmiştir. Özellikle de siyasetle ilgili meselelerin tartışıldığı bir forum olarak da
kabul edilen medya, kamusal alandaki etkileşimlere de büyük ölçüde aracılık
etmekte ve böylece onun da bir parçasını oluşturmaktadır. Buna göre de medya,
kamusal alanın belirleyeni değil, bileşeni olarak ortaya çıkmaktadır. Nitekim
günümüzde medyanın özelliklerinden hareketle kamusal alanı ve içerisinde olup
biten her şeyi sadece medya dolayımıyla açıklama çabalarına rağmen, medya
alımlayıcıları da “kendilerine ne söyleniyorsa onu aynen benimseyen” pasif
izleyiciler de değillerdir (Alankuş Kural, 1995: 79-80). Örneğin siyasal metinler
(parti programları, demeçler, miting konuşmaları vs.) ile bunları alımlayan ya da
bunların seslendiği “bireyler”, “kitle”, “yurttaşlar”, “halk” vs. arasında da diyalojik
bir ilişki vardır. Zira “seslenilenler” de bu metinleri kendilerine özgü bir
metinlerarasılığın (mitler, atasözleri, simgeler, hatıralar, pratik bilinç vs.) içinden
geçerek okur ya da alımlarlar. Dolayısıyla, paradigmatik olarak saf, geçirimsiz,
homojen, çelişkisiz ve belirli bir toplumsal konumla birebir temsil ilişkisi içinde
olan ideolojik söylemlerden söz edilemeyeceği gibi, bir ideolojik endokrinasyonun
(beyin yıkama) pasif nesneleri olarak bilinçleri işlenen bireyler, halk, kitle vs.den de
söz edilemez (Erdoğan, 1994: 47). Dolayısıyla medyanın verdiği mesajlar, toplumsal
bir edim içinde okunmaya devam etmektedir. Diğer taraftan medya metinleri,
kendine dönük, özerk, kapalı ve sabit bir nesne değil; aksine toplumsal çokdilliliğin
ve metinlerarası ilişki ve süreçlerin belirli bir anlam haritası ekseninde sabitlenmeye
çalışıldığı fakat daima boşluklar, çelişkiler, aykırılıklar ve belirsizliklerle dolu olan,
dolayısıyla da kendini kapatırken başka metinlere açılan ve başka metinlere açılırken
de kendini kapatan, “bütün olmayan bir bütün”dür. Bu durum, anlamın metne içkin
ya da metinde verili olmadığını, toplumsal-semiyotik ilişkilerin metinlerarası
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
36
G. Işık
yapılanışının bir ürünü olarak yapıldığını, dönüştürüldüğünü ve yeniden
bağlamsallaştırıldığını göstermektedir (Erdoğan, 1994: 42).
Bu tespitlerin ışığında toplumsal iktidarın yaygınlığı ölçüsünde
söylem/hegemonya mücadelesinin de çok taraflı bir mücadele olduğu kabul
edilebilir. Bu durumda siyasal iktidar ile birlikte bütün toplumsal iktidar sahiplerinin
sivil toplum alanında olduğu gibi, kamusal ve siyasal alandaki hegemonya/söylem
mücadelesine dâhil oldukları; medyanın söylemsel yeniden üretim işlevinin ise,
onun tek bir sınıfa ait hegemonya aracı olarak görülmesiyle anlaşılamayacağı
anlamına gelmektedir. Başka bir ifadeyle siyasal iktidar sahipleri, iletişim araçlarını
kontrol etmeye çabalayanların sadece bir kısmıdır. Bu nedenle medyayı da kısmen
kontrol edebilmektedirler. Ya da medya, bütün toplumsal/siyasal iktidar gruplarının
söylemsellik alanına egemen olmayı umarak, kontrolüne kayıtsız kalamadığı bir
araçtır (Alankuş Kural, 1995: 82).5
Bu bağlamda medyanın toplumsal etkilerine yönelik çalışmalarda söylem
üzerindeki yoğunlaşma dikkat çekicidir. Bu yönelim, medyanın anlam üzerindeki
belirleyiciliğini hem kaynak, hem kanal, hem de alıcı açısından farklı boyutlarıyla
çözümleme amacı taşımaktadır. Söylem analizinde varılan önemli sonuçlardan biri,
medyanın enformasyon aktarımı sırasında belli bir dünya görüşü ile hareket
etmesidir. Dolayısıyla medyanın üstü kapalı olarak taşıdığı ideoloji, medyanın
söylem oluşturmada bağlı olduğu teknikler aracılığıyla anlam üzerindeki
egemenliğini de büyük ölçüde ifade etmektedir (Güneş, 2001: 96-97).
Medyanın söylemsel yeniden üretiminde dil oldukça önemlidir. Ancak, dil ve
söylem ile ideoloji bütünüyle örtüşmezler. Öyle ki dil, ideoloji ile eklemlenir,
5
Bu noktada medyanın söylem/sembollerin yeniden üretimi faaliyetinde bir yandan ulusal ve global
ölçekli pazarın ve onun kültürel sisteminin işleyiş koşullarına bağlı olurken, diğer yandan da ulusdevlete karşı sorumluluğunu da yerine getirme zorunluluğudur. Bunun anlamı ise, medyanın
ekonomik veya siyasal iktidar sahiplerinin başlıca hegemonya araçlarından birisi olması demektir.
Laclau ve Mouffe, “her söylemin söylemsellik alanına egemen olmak, farklılıkların akışını
durdurmak, bir merkez tesis etmek üzere..”işlediğini iddia etmekle birlikte hemen arkasından bu
eklemleyici/hegemonik mücadelenin sanıldığı gibi sabitlenmiş tek bir merkezden götürülmediğini
Gramsci’nin iddia ettiğinin tersine toplumsal formasyonun tek bir hegemonik merkez etrafında
yapılanmamış olduğunu ifade ederler. Böylelikle onlara göre, iktidar sorunu bir hegemonik
formasyonun, merkezini hangi sınıfın oluşturduğuna bakarak anlaşılamaz. Yani ne hegemonik
söylemlerin ne de karşısındaki muhalif söylemlerin ideolojik mücadeleyi götüren sabit/değişmez
merkezleri vardır. Ancak bunun tam karşıtı da; iktidarın toplum içinde bütünüyle yayılmış,
merkezsizleşmiş olduğu iddiası da açıklayıcı değildir. Her somut toplumsal formasyonda kısmi
iktidar/merkez yoğunlaşmaları vardır (bunlara “düğüm noktaları” denmektedir) ve işte bu iktidarın
kısmen sabitlenmiş olduğu düğüm noktalarında ancak söylem-yine- kısmen sabitleşir (Alankuş
Kural, 1995: 81).
Güz 2010, Sayı:31
Medyada “Yeniden Üretilen” Cumhuriyet Mitingleri
37
ideolojik pratik tarafından işlenir, ancak onun içinde bütünüyle yok olmaz. Bu
nedenle dil, ekonomik, politik, ideolojik pratiklerin yanında dördüncü bir pratik
olarak görülmeye başlanmıştır. Bu durum, medyanın söylemsel yeniden üretiminin,
egemen ideolojilerin yeniden üretimi olarak algılanmasına bir çekince koymayı
gerektirmektedir. Nitekim dilin bir pratik olarak işleyişi ve ideolojiden öte tabiatı,
söylemle ideoloji arısında basit bir özdeşlik ilişkisi kurulmasına izin vermez. Ancak
bu durum, söylem ve onun araçlarından birisi ya da en önemlisi olarak medya
alanının, ideolojik kontrol alanı olmadığı anlamına da gelmemelidir. Çünkü egemen
söylemlerin sadece iktidar edenlerin hegemonya-içi mücadelesinden ötürü değil,
dilin ve söylemin çok-katlı olmasından ötürü de tek sesli olmayacağı anlamına
gelmektedir. Böylece egemen söylemler, birbiri ile çelişen mesajlarla da yüklü
olabilecek ve dolayısıyla medyanın söylemine müdahaleleri ideolojik bir tutarlılık
taşımayabilecektir. Sonuç olarak dilin/söylemselin sınırsızlığında egemen söylemler
de kaçınılmaz olarak çokdilli biçimde yapılanmışlardır ve bu çokdillilik hem
medyanın söylemsel olarak kurulmasına hem de verdiği mesajların çokanlamlı
olarak okunmasına yansıyabilecektir (Alankuş Kural, 1995: 82).
Dil her zaman çok vurguludur ve bu vurguların ardında toplumsal yapı içinde
ortaya çıkan iktidar ilişkilerini görmek mümkündür. Dil çoğu zaman bu iktidar
ilişkilerinin sürmesi için kullanılır. Var olan iktidar yapısına karşı çıkmak, yine dil
içinde bir mücadeleyi gerektirir. Dildeki farklı vurgular, farklı iktidar ilişkilerini
yansıtır. Hegemonik ilişkilere karşı çıkmak, dil içinde bir anlamlandırma
mücadelesini zorunlu hale getirir (İnal, 1999: 27). Bu noktada söylemselin
sonsuzluğu, iktidarın çok-merkezliliği ve de muhtelif söylemlere eklemlenebilen
özne düşüncesi, bizi medya mesajlarının okunma işleminin bütünüyle
yapılandırılmayacağı ve böylelikle potansiyel çoklu-okumalara izin vereceği
düşüncesine götürmektedir. Diğer bir deyişle medya mesajlarının güdülenmesi,
üretim ve dağıtım aşamalarında olduğu gibi, tüketim/okunma aşamasında da
anlamın üretimi katlanarak devam edecektir (Alankuş Kural, 1995: 84 ).
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
38
G. Işık
2. Sivil Alanda Medyatik Dolayımlama : “Tandoğan ve Çağlayan
Mitingleri”
“Tandoğan” ve “Çağlayan” Mitingleri’ne ilişkin yapılan inceleme, haberlerin
içeriğinden hareketle belirlenen kategoriler üzerinden gerçekleştirilmiştir. Söz
konusu kategoriler ise her bir gazetenin ağırlıklı söylemlerinden hareketle
oluşturulmuştur.
2.1. 14 Nisan 2007 “Tandoğan Mitingi” ve 29 Nisan 2007 “Çağlayan
Mitingi”nin Cumhuriyet Gazetesi’nde Sunumu
2.1.1. “Atatürkçülük” ve “Yurttaşlık”
Cumhuriyet Mitingleri’nden ilki olan Tandoğan Mitingi’ne oldukça
kapsamlı yer verilen ve ideolojik temalardan hareketle haberlerini üreten
Cumhuriyet’te, bu anlamda göze çarpan ilk temanın “yurttaşlık” olduğu ve
haberlerin büyük çoğunluğunda mitinge katılanların “yurttaş” olarak tanımlandığı
görülmektedir. Örneğin, “Ulusal Uyanış” başlığıyla mitingin genel çerçevesini
yurttaşlık ekseninde çizen Cumhuriyet, “…yurtiçinden ve yurtdışından başkente
akın eden yaklaşık 1 milyon yurttaş, dün Tandoğan Meydanı’nda düzenlenen
“Cumhuriyet Mitingi”nde buluştu… Yurttaşlar, Başbakan Erdoğan ya da onun gibi
düşünen bir kişiyi Çankaya’da görmek istemediklerini vurguladı…” şeklinde bir
sunumla, mitingin bir anlamda kapsamını da ortaya koymaktadır. Nitekim aynı
vurguyla yer verilen“Ulusal dayanışma” başlıklı bir başka haberde de, “Atatürk’ün
kurduğu Cumhuriyet’e ve onun temel ilkelerine bağlı” olan bir kitleye hitaben şu
satırlar dikkat çekmektedir: “…yurdun dört bir yanından gelen yurttaşlar,
Düzenleme Komitesi tarafından, “Sevgili Atatürkçüler, soyunuzla sopunuzla
geldiniz. Soyunuza sopunuza kurban. Cinsinizle cibiliyetinizle geldiniz. Cinsinize


Dolayımlama, medya içeriğini oluşturan metinlerle, tüketici (izleyici, okuyucu, dinleyici) arasındaki
bağı kuran dizidir. Dolayımlama ile içerik, medyaya ve tüketicisine uygun hale getirilir.
Dolayımlama haberde iki aşamada gerçekleştirilir. İlkinde haberin içinde barındırdığı bilgi
enformasyona, olay öyküye, kaynak aktöre, ilgi eğlenceye çevrilerek yapılır. İkinci aşamada ise,
dağıtımı yapacak medya organizasyonunun yapısına, teknoloji kullanımına, yayın kimliği ve yayın
politikasına göre gerçekleştirilir. Haber yazımında her olay, her konuşma, görüş, diyalog,
çevrimden/dolayımlamadan geçirilir. Bu medyaya uygun hale getirilme süreci ile yeni bir dil, medya
dili yaratılır. Dolayımlama; haberin kavramsal olarak karmaşıklaşmasının ve tanımlama
güçlüklerinin ard yöresidir. Dağıtım yapılacak medya organizasyonunun doğasına teknolojisine
uygun hale getirilen haber metni böylece tüketiciye, tüketim anında (yapıyı çözme açısından)
kolaylık sağlar. Aynı zamanda bir metin olarak anlam katmanlarının artmasına, alılmayana göre
okumanın çeşitlenmesine neden olur (Rigel, 2000: 179-181).
Metin içinde gazetelerden yapılan bire bir alıntılar, italik olarak belirtilmiştir.
Güz 2010, Sayı:31
Medyada “Yeniden Üretilen” Cumhuriyet Mitingleri
39
cibiliyetinize kurban. Hoş geldiniz”. Cumhuriyetin kuruluşunda rol alanlara yapılan
bu göndermeyle, şimdiki nesillere dolaylı yoldan Milli Mücadele yılları
hatırlatılmakta ve mitinge katılanların da bu ruhla özdeşleştirilmek istendiği
anlaşılmaktadır. Diğer taraftan Cumhuriyet’in ön plana çıkarttığı bu haberde, Erken
Cumhuriyet Dönemi’nin “elitist” yaklaşımının etkileri de hissedilmektedir. Zira
hitap ettiği kitlenin duygularını “coşturma”ya yönelik bu ifadelerde, “cins” ve
“cibiliyet” kavramlarıyla, “soy” ve “benliğe” yapılan vurgu ve övgü de ön plana
çıkmaktadır. Bunun yanı sıra haberde “Atatürkçülüğe” yapılan vurgu da dikkat
çekmektedir. Öyle ki, bu temayı güçlendiren ve“…Mustafa Kemal Atatürk
Cumhuriyetinin, Türk Devriminin bekçileri Anadolu’nun dört bir yanından gelip,
yüz binlerle sel olup aktılar…” şeklindeki ifadeyle de, gazetenin mitinge katılanları
“Atatürkçü” olarak tanımlaması, bu kavramın açılımından da hareketle
Cumhuriyet’in, söz konusu mitingleri hangi kıstaslarla değerlendirdiği daha da net
görülmektedir.
Haberlerin söz konusu temalara ilişkin kurgusunda, sık sık miting alanındaki
pankartlara ve atılan sloganlara da gönderme yapılarak, söz konusu temaların
pekiştirilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. “Yurttaşların” slogan ve pankart
konusunda “yaratıcılıkları”nı ortaya koyduklarının belirtildiği haberlerde; “Savaşı
Atatürk kazanacak” , “Atatürk’ün Samsun’a ikinci çıkışı gibi…”Asıl Cumhuriyet
Bayramı bugün…”, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz”, “Atam izindeyiz”, gibi
ifadelerin ön plana çıkartıldığı görülmektedir. Böylece Cumhuriyet’in, mitingleri
büyük ölçüde Kurtuluş Savaşı ve Milli Mücadele dönemindeki ruhla özdeşleştirerek,
“bugün de aynı şartların oluştuğu” yönünde bir algı oluşturmaya çalıştığını
söyleyebilmek mümkündür. Bu noktada Cumhuriyet’in, mitingleri yurt içinde
“muhalif” kanada, yurt dışında da “emperyalist” güçlere karşı başlatılan bir
“Kurtuluş Savaşı” timsali gibi göstermeye çalıştığı dikkat çekmektedir. Yine aynı
şekilde gazetenin, “Cumhuriyet için birleşin. Yarın çok geç olacak”, “Atatürk’üm,
yorulsak da seni takip edeceğiz”, “Orduya uzanan eller kırılsın”, “Atam buradayız,
sen rahat uyu”, “Atatürk gençliği görev başında” gibi sloganlarla da, söz konusu
temayı güçlendirmeye çalıştığı anlaşılmaktadır.
Tandoğan Mitingi’nin ardından düzenlenen Çağlayan Mitingi’ne de yine aynı
“coşku”yla geniş yer veren Cumhuriyet’in, Tandoğan Mitingi’nde dile getirdiği
“ulusalcılık, yurttaşlık ve Atatürkçülük” temalarını, Çağlayan’a ilişkin haberlerde
daha az kullandığı görülmektedir. Nitekim “Çağlayan Mitingi”nde daha çok “halk”,
“kitle” “Cumhuriyet”, “Cumhuriyet çocuğu” gibi kavramlarla mitingin yapısının
tanımlandığı gözlenmektedir. Örneğin, “Türkiye’nin her köşesinden, İstanbul’un her
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
40
G. Işık
semtinden, yüz binlerce Cumhuriyet çocuğu, demokratik, sosyal hukuk devleti için,
irticaya, dinci ve ırkçı faşizme “dur” demek için, emperyalizme karşı tam bağımsız
Türkiye için, ülkemizin ve ulusumuzun bölünmez bütünlüğü için, çağdaş, laik,
demokratik, parasız eğitim için, onurlu yaşam ve emeğe sahip çıkmak için Çağlayan
Meydanı’na aktı…” şeklindeki ifadelerde, Cumhuriyet Mitingleri’nin amacı,
ideolojisi ve tarafgirliği ortaya konulmaktadır. “Cumhuriyet’in ve sosyal hukuk
devletinin temel ilkeleri” ile “sömürgeciliğe karşı tam bağımsızlığa” vurgu yapılan
bu cümlelerde, örtük anlamda hükümetin söz konusu ilkeleri “göz ardı” ettiğinin ve
hatta kimi yerde “yok saydığı”nın da altı çizilmektedir.
“Atatürkçülük” vurgusunun, “Tandoğan Mitingi”nden farklı olarak,
“Çağlayan Mitingi”nde daha çok görsel öğeler aracılığıyla yapıldığı görülmektedir.
Örneğin, mitinge katılanların “Atam izindeyiz yazılı kasketleriyle”, “başlarında
boyunlarında Atatürk resimli bantlarla”, “Cumhuriyet bize emanet yazılı
tişörtleriyle” miting alanında yer aldığı ifade edilmektedir. Yine aynı şekilde alanda
yer alan pankartlar ve atılan sloganlar üzerinden de söz konusu temaya vurgu
yapıldığı ortaya çıkmaktadır. Örneğin, “Vatan toprağı kutsaldır, satılmaz”,
“Hepimiz Mustafa Kemal’iz”, “81 ilden dirildi geldi Mustafa Kemal’in çocukları”
gibi.
Cumhuriyet’te, söz konusu mitingde gözlenen “uyanış”ın ise, “Türkiye
ayıldı imam bayıldı” şeklindeki espirili bir sloganla ifade edildiği ve “… büyük
önder Atatürk ve takipçileri Cumhuriyetin temelini nasıl attıklarını ortaya koydu…”
cümlesiyle de, mitingin etkisinin anlatıldığı görülmektedir.
Son olarak, Tandoğan Mitingi’nde kullanılan “yurttaşlık” kavramının,
Çağlayan Mitingi’nde “halk” kavramıyla karşılandığı anlaşılmaktadır. Nitekim
buradaki halk kavramı da, yine “bir ülke içerisinde yaşayan değişik soylardan insan
topluluklarının her biri” anlamında kullanılmaktadır. Örneğin“Bunun adı sivil
muhtıra” başlıklı haberde, “…Ankara Tandoğan Meydanı’nda toplanan ve
Başbakan’ın “bindirilmiş kıtalar” diyerek “küçümsediği” halk, bu kez “on binlerce
dirilmiş kıtalar” olarak İstanbul Çağlayan Alanı’ndaydı…” cümlelerinde, kavramın
anlamı üzerinden mitingin bir kez daha yüceltildiği görülmektedir.
2.1.2. “Laiklik”
Cumhuriyet’in söz konusu mitinglerde öne çıkarttığı temalardan bir diğeri de
“laiklik” kavramıdır. Atatürkçülüğün temelinde yer alan laiklik kavramı, gazetenin
Cumhuriyet Mitingleri’nin ideolojisine yönelik oluşturduğu haber kurgusunda, en az
Güz 2010, Sayı:31
Medyada “Yeniden Üretilen” Cumhuriyet Mitingleri
41
diğer iki kavram kadar ön plana çıkmaktadır. Örneğin, mitinglerin bir anlamda
gerçekleştirilme nedenini de ortaya koyan aşağıdaki haberde, laiklik vurgusu
üzerinden Başbakan’a ve iktidara yönelik eleştirel bir tavır sergilendiği
anlaşılmaktadır: “…Başta Başbakan Tayyip Erdoğan olmak üzere Çankaya’ya
“anti-laik” bir ismin çıkması olasılığına karşı tepki amacıyla düzenlenen
“Cumhuriyet Mitingi”ne, kadınlar ve gençler damgasını vurdu. Katılımcıların “Asıl
Cumhuriyet Bayramı bugün, Atatürk sanki ikinci kez Samsun’a çıktı” yorumlarını
yaptığı mitingde yüz binlerce yürek başlarının üzerinde taşıdıkları metrelerce
uzunluktaki Türk bayrağıyla Ata’nın huzurunda buluşup “Türkiye laiktir laik
kalacak” sloganları attı…”. Haberde Başbakan’ın doğrudan “anti-laik” olarak
nitelendirilmesi, kamuoyunun zihninde Başbakan’ın ve iktidarının, Türkiye
Cumhuriyeti devletinin temel değerlerine ve ilkelerine olan bağlılığı noktasında
“kuşku” uyandırmaya yönelik bir amaca hizmet etmektedir.
Haberlerde, laiklik vurgusu bağlamında “şeriat” kavramına da gönderme
yapıldığı görülmektedir. Örneğin gazetede, mitinge katılanların “ Çankaya yolları
şeriata kapalı”, “Çankaya’da molla istemiyoruz”, “Laiklik/Atatürk düşmanı, Meclis
Başkanı”, “Fethullah çocukları, Amerika uşakları”, “Tayyip imamdır, imam
kalacak”, “İrticaya set, işte sine-i millet”, “Cumhuriyete sahip çıkalım” şeklinde
sloganlar atarak, bu konuda “ulusça kararlı bir duruş” sergilediklerini ve “ne
pahasına olursa olsun Cumhuriyet’in temel değerlerini koruyacaklar”ını vurgulayan
ifadeleri öne çıkartılmaktadır.
Söz konusu kavramın ele alındığı“Laiklik vurgusu” başlıklı bir başka
haberde ise, mitinge katılan “aydınlar”ın dilinden, “laiklik” kavramına ilişkin
düşüncelerin aktarıldığı görülmektedir. Bu kapsamda ADD Genel Başkan
Yardımcısı ve Miting Düzenleme Komitesi Başkanı Prof. Ali Ercan’ın “…Ulusun
bütünlüğüne, demokratik, laik Cumhuriyete karşı tehditlere karşı direncimizi
göstermek için buraya geldik. Bugün Tandoğan’dan yükselecek ses, Türk ulusunun
sesidir. Kutlu olsun…” şeklindeki ifadelerine yer verilmektedir.
Çağlayan’daki Mitingden de “şeriata, darbeye karşı laik, demokratik, sosyal
hukuk devleti” sesinin yükseldiğine vurgu yapılan Cumhuriyet’te, mitingin ilk
konuşmasını yapan Ulusal Sivil Toplum Kuruluşları Birliği Başkanı Prof. Dr. Necla
Arat’ın, söz konusu kavramın anlamına ilişkin şu sözleri aktarılmaktadır:
“…Türkiye’nin laik yapısını kararlılıkla, cesaretle savunmak, yasal ortamı aşındırıp
daraltmaya çalışarak laik rejimi sinsi bir şekilde ve adım adım değiştirmek
isteyenleri durdurmak için buradayız. Ulus devletin ve ulusalcılığın bittiğini öne
sürenlere küreselleşmenin tapınıcılığını yapanlara Cumhuriyetimizin kuruluş
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
42
G. Işık
ilkelerindeki akılcılığı ve bilimi reddedenlere yanıldıklarını ispat etmek için
buradayız...” Arat’ın sözlerinden de anlaşılacağı üzere Cumhuriyet, mitinglere
ilişkin yer verdiği haberlerde, başından sonuna kadar “Cumhuriyet’in temel
değerlerine, sivil topluma, ulus-devlete” ve sonraki kategoride de görüleceği üzere
“çağdaş bilim kadınına” vurgu yaparak, bu değerlerin “yok edilmeye” çalışıldığını,
daha doğrusu “tehlike altında” olduğunu belirterek bu yönde söylemler
üretmektedir. Ancak gazete, söz konusu tüm bu “olumsuzluk”ların, “Cumhuriyet
Mitingleri” aracılığıyla ortaya çıkan tablodan hareketle, kolay kolay “yok
edilemeyeceği” yönünde muhalif çevrelere de “gözdağı” mesajları vermektedir.
Yine Çağlayan Mitingi’nde “laiklik” temasının vurgulandığı “Laiklik için dev
miting” başlıklı bir başka haberde ise, BBC’nin “Türk laikliği için dev miting”
başlığıyla, uluslararası kamuoyuna duyurduğu habere dikkat çekilmektedir. Söz
konusu haberde Cumhuriyet, BBC’nin “…Ülkenin yeni cumhurbaşkanına ilişkin
oylama konusundaki tartışmalar arasında on binlerce kişinin, laikliği desteklemek
üzere İstanbul’da toplandığına, İstanbul’daki göstericilerin iktidardaki partinin
adayının İslamcı köklerine bağlı olduğundan kaygı duyduklarını…” belirttiğine
vurgu yapılmaktadır. Yine aynı şekilde CNN’in de, internet sayfasında yer alan
“Gül karşıtı laik Türkler toplandı” başlıklı bir haberden alıntı yaptığını belirten
gazete, uluslararası medya kuruluşlarının da mitingi “laiklik” kapsamında
yorumladıklarını vurgulamaktadır. Böylece gazete, uluslararası medya
kuruluşlarının ve dolayısıyla da kamuoyunun,
Cumhuriyet Mitingleri’nin
ideolojisini “kendi” düşüncelerine paralel yönde algıladıklarını öne çıkartmaktadır.
2.1.3. “Katılımcı Profili”
Cumhuriyet Mitingleri’nin ideolojik söylemlerinin yanı sıra, dikkat çeken bir
diğer boyutu da “miting katılımcıları” ve bu bağlamda da miting düzenleme
komitesine yöneltilen eleştirilerdi. Muhalif çevrelerin “güdülenmiş kitle” ya da
“örgütlü topluluk” olarak nitelendirdiği miting katılımcıları, bu anlamda medyada da
son derece önemli ayrıntılarla aktarılan haberler arasında yer almaktadır. Örneğin,
Tandoğan Mitingi’ne ilişkin katılımı, “Kimler vardı, kimler yoktu?” başlığı altında
dile getiren Cumhuriyet, bu haberle aynı zamanda mitinge katılanları/katılmayanları,
“Cumhuriyetçilik” ve “Atatürkçülük” bağlamında “taraf” ve “karşıt” olanlar
şeklinde de sınıflandırmaktadır. Buna göre, Tandoğan Mitingi’ne katılanlara ilişkin
yapılan tanımlamalarda ve ilgili haberlerin farklı bölümlerinde, özellikle gençlere ve
kadınlara yapılan vurgu göze çarpmaktadır. Örneğin, “Toplumun her katmanından,
Güz 2010, Sayı:31
Medyada “Yeniden Üretilen” Cumhuriyet Mitingleri
43
kasketli, başörtülü insanlar, yürümekte zorluk çeken nineler, Atatürk’ün adını her
duyuşlarında gözyaşları gözlüklerinden süzülen dedeler vardı. Ancak bu yürüyüşün
kahramanları, 12 Eylül’ün ardından anti politik bir kuşak haline getirilen 16-25 yaş
arası gençlerdi. Asıl uyanışı onlar sergilemişti. Bağnazlığın tehlikesine karşı en çok
geleceğin sahipleri silkinmişti…” cümlelerinde, Türk siyasi geleneğinde genellikle
gençlere ve kadınlara ilişkin yapılan “apolitik” tanımlamasının, Cumhuriyet
Mitingleri’yle yıkıldığına ilişkin bir anlam üretilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır.
Yine aynı şekilde, söz konusu mitingin “iddia edilenin aksine” siyasi bir partiye
hizmet etmediği, başka bir deyişle siyasi bir oluşum olmadığı, bu anlamda da
toplumun tüm katmanlarını kapsayan, tabandan gelen bir “halk hareketi” olduğuna
dikkat çekilmektedir. Nitekim “Başta Başbakan Tayyip Erdoğan olmak üzere
Çankaya’ya “anti-laik” bir ismin çıkması olasılığına karşı tepki amacıyla
düzenlenen Cumhuriyet Mitingi’ne kadınlar ve gençler damgasını vurdu…”,
“Artvinli kadınlar alyanslarını satarak Ankara’ya geldikleri ifade etti…”
“Anadolu’nun çeşitli köylerinden miting alanına gelen şalvarlı kadınlar, Başbakan
Erdoğan’ı protesto etti…”, “Başbakan Erdoğan’ın Mersinli bir çiftçiye yönelik
“Ananı da al git” sözünü protesto eden Mersinli çiftçiler, anneleriyle birlikte
mitinge katıldı…”, Mitinge katılanların büyük bölümünü ise gençler ve kadınlar
oluşturdu…” cümlelerinde de görüldüğü üzere gazete, mitinge katılanların profiline
ilişkin oldukça geniş bir tablo sunmaktadır. Haberlerde gösterilmek istenen
“samimi”, “içten” ve büyük ölçüde “Anadolu insanı”nı kapsayan miting
görüntüsünün, özellikle “şalvarlı” ve “eşarplı” kadınlarla oluşturulduğu
görülmektedir. Özellikle “modern” kadınların (sanatçılar, akademisyenler vs.),
Anadolu kadınlarıyla aynı karede sunulması, mitingin bir kez daha toplumun her
katmanından insanı kapsayan bir “buluşma” olduğu yönünde benimsetilmesine
yönelik bir kurgudur. Bu anlamda gazetede mitingler, “dipten gelen bir dalga”
olarak da nitelendirilmektedir. Yine bazı üniversite rektörlerinin ve siyasi parti
liderlerinin de gerek isimlerinin gerekse görüntülerinin aynı haber kurgusunda yer
alması, mitingin söz konusu kapsamına ilişkin yapılan bir diğer vurgudur.
Tandoğan Mitingi’ne katılanlara ilişkin yapılan olumlu tanımlamalara
karşılık;
katılmayanlara yönelik olumsuz nitelendirmeler ise şu şekildedir:
“…Küreselleşmenin, emperyalistlerin bilinçli bilinçsiz destekçileri, ülkemizi bölmek
ve parçalamak isteyen Amerikan uşakları, aynı hesaptaki AB yalakaları, Soros’un
çocukları yoktu…Karşı devrimciler, foncular, dönekler, sahte demokrat ve solcular,
beyinlerini ve kalemlerini küresel düzene satan ve kiralayan hainler, liboşlar,
enteller, turuncu giysili ikinci cumhuriyetçiler yoktu… Ilımlı İslamcılar, karanlık
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
44
G. Işık
ortaçağın sevdalıları, F tipi örgütler, tarikatçılar, dinciler, Amerikan desteğiyle
koltuklarında oturanlar, terörist başına “sayın”, şehitlere “kelle” diyenler, BOP’un
eşbaşkanlık görevini üstlenenler ve yandaşları yoktu… Bölücüler, emperyalistlerin
kucağında sözde bağımsız devletten söz eden, işgalci ABD’nin kuklaları Talabani ve
Barzani’yi “doğal lider” görenler, onları kucaklayanlar, selam, sevgi ve saygı
gösterenler yoktu… Tandoğan’a koşup bu yürüyüşe katılanları, ülkelerine sahip
çıkan antiemperyalistleri, devrimcileri, yurtseverleri, solcuları, ulusalcıları,
Kemalistleri “darbecilere destek vermekle” suçlayanlar yoktular. Çoluk
çocuklarıyla bu görkemli yürüyüşte yer alan öğretmen, mühendis, mimar, hekim,
kamu çalışanı, işçilere karşın, “mitinge katılmayın” çağrısı yapan DİSK’in, TÜRKİş’in, KESK’in, Eğitim-Sen’in, TMMOB’nin, TTB’nin koltukçu ve tabansız
yöneticileri yoktular…” Genelde Başbakan ve partisini hedef alan haberin son
bölümünde, özellikle de önde gelen bazı meslek örgütleri sıralanmaktadır. Böylece
gazetenin, bunlar üzerinden mitinge gelmeyenleri de dolaylı yoldan “vatan
hainliği”yle suçladığı söylenebilir.
Cumhuriyet’te söz konusu kategoriye ilişkin yer alan haberlerde, Çağlayan
Mitingi’ne katılımın ise; STK’lar, bunların temsilcileri ve açıklamaları kapsamında
daha çok önemsendiği görülmektedir. Öyle ki kimi haberlerin başlığında dâhi -“Sivil
darbe yapıyoruz”, “Bunun adı sivil muhtıra”, gibi- bu vurgu açıkça görülmektedir.
Örneğin, “Sayısız sivil toplum örgütü alandaydı” başlıklı haberde, mitinge katılan
STK’lardan bazıları sıralanmakta, böylece Tandoğan Mitingi’nden daha net bir
şekilde Çağlayan Mitingi’ni kimlerin düzenlediği ortaya konulmaktadır: “…Ulusal
Sivil Toplum Kuruluşları Birliği, İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği, Çağdaş Yaşamı
Destekleme Derneği, Atatürkçü Düşünce Derneği, Çağdaş Eğitim Vakfı, Cumhuriyet
Kadınları Derneği, İstanbul Barosu Kadın Hakları Komisyonu ve Kanaltürk
tarafından organize edilen miting için Türkiye’nin dört bir yanından yüz binlerce
kişi dün sabah erken saatlerden itibaren Çağlayan Meydanı’nda toplanmaya
başladı…” Gazetenin bir “güç” gösterisi olarak “övgüyle” öne çıkarttığı bu durum,
hatırlanacağı üzere kimi çevrelerde “güdülenmiş kitle” ya da “örgütlü topluluk”
şeklinde tanımlanarak eleştirilmişti. Ancak gazetenin söz konusu eleştirileri “sivil
toplumun gücü” ve “etkisi” bağlamında karşı söylemlerle yok etmeye çalıştığı
görülmektedir.
Çağlayan’daki mitinge çok sayıda tiyatrocu, sinemacı, müzisyen, yazar ve
sanatçının da katıldığının vurgulandığı “Sanatçılardan destek” başlıklı haberde ise,
sanatçıların da “Cumhuriyetin temel ilkelerine el uzatanlara karşı” mitinge destek
verdikleri belirtilmektedir. Bunun yanı sıra, söz konusu mitinge katılan kadınlar
Güz 2010, Sayı:31
Medyada “Yeniden Üretilen” Cumhuriyet Mitingleri
45
üzerinden hem “ kadın gücüne ve duyarlılığı”na hem de katılımcı profilindeki kadın
yoğunluğuna da dikkat çekilmektedir. Örneğin, “Çağlayan ‘şeriata’ kapalı”
başlıklı haberin girişinde, “Çağlayan Meydanı’ndan dün yükselen Türkiye’nin
aydınlık sesinin içinde “kadınların sesi” daha yüksek tınladı. Cumhuriyet
Devrimi’nin açtığı yolda ilerleyen Türkiye’nin kadınları “Kadınız duyarlıyız” diye
yazdıkları dövizlerle kararlılıklarını vurguladılar. Her biri kendi dallarında uzman
bilim, hukuk kadınları, yüz binlere önderlik ederek Türkiye’de dinin, inançların
siyasete alet edilmesine, en önemlisi de kadının kullanılmasına karşı duvar
ördüler…” şeklinde bir değerlendirmede bulunulmaktadır. Burada dikkat çeken bir
başka nokta ise, Tandoğan’da “Anadolu kadını” (şalvarlı, eşarplı) vurgusuna karşın,
Çağlayan’da daha “modern” ve “eğitimli” Türk kadını imgesinin kullanmasıdır.
Kısacası, Tandoğan Mitingi’nde olduğu gibi Çağlayan Mitingi’nde de gazetenin,
kadınları ve gençleri daha ön planda sunduğu görülmektedir. Nitekim aynı haberin
devamında bu kez de “Cumhuriyet gençliği” şu cümlelerle “yüceltilmektedir”:
“…Türkiye’nin her köşesinden, İstanbul’un her semtinden, yüz binlerce Cumhuriyet
çocuğu, demokratik, sosyal hukuk devleti için, irticaya, dinci ve ırkçı faşizme “dur”
demek için, emperyalizme karşı tam bağımsız Türkiye için, ülkemizin ve ulusumuzun
bölünmez bütünlüğü için, çağdaş, laik, demokratik, parasız bilimsel eğitim için,
onurlu yaşam ve emeğe sahip çıkmak için Çağlayan Meydanı’na
aktı…Cumhuriyetin temel ilkelerini yok sayanlara karşı bir arada olunacak,
“bindirilmiş değil, 1000 dirilmiş” gençlik olduklarını göstereceklerdi. Dillerde “On
yılda on milyon genç yarattık her yaştan” diyen 10. Yıl Marşı vardı…” Burada, daha
önceki kategorilerde de görüldüğü gibi, günümüz gençliğinin Kurtuluş Savaşı
yıllarının gençliğiyle özdeşleştirilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır.
2.1.4. “ ‘Öteki’ Medya İnşası”
“Cumhuriyet Mitingleri”ne ilişkin yapılan tartışmalardan biri de medya
kuruluşlarının birbirlerine “taraf”lık ve “karşıt”lık noktasında yönelttikleri
suçlamalardı. Öyle ki “yandaş medya” söyleminin ortaya çıktığı bu dönemde, her iki
kesim de söz konusu suçlamaları kendi ideolojik yaklaşımlarından hareketle
yöneltmişlerdi. Buna göre, Tandoğan Mitingi’ni Kanaltürk ve Skytürk’ün dışındaki
ulusal televizyon kanallarının adeta “göz ardı” ettiklerini belirten Cumhuriyet, bu
yöndeki eleştirilerini “BBC, TRT’den duyarlı” başlığı altında dile getirmektedir.
Zira İngiliz BBC kanalının, mitingi TRT’den daha kapsamlı olarak ele aldığının
belirtildiği haberde, TRT’nin mitingi “sıradan bir habermiş gibi” “Tandoğan
Meydanı’nda miting sürüyor”, “Bazı katılımcılar Anıtkabir’i ziyaret ediyor”
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
46
G. Işık
şeklinde duyurduğu vurgulanmaktadır. Haberde, pek çok özel televizyon kanalının
mitingi adeta “yok saydıkları”, “iktidar yanlısı” televizyonların ise mitingi özellikle
“basitleştirmeye” çalıştıklarının da altı çizilmektedir. Bu anlamda Kanaltürk’ün ve
Skytürk’ün “sorumlu yayıncılık” yaptığını ima eden Cumhuriyet, mitinge katılan
“yurttaş”ların da “sorumsuz yayıncılık” yapan medyaya ilişkin tepkilerini, attıkları
sloganlarla ve taşıdıkları pankartlarla ortaya koyduklarını vurgulamaktadır:
“Satılmış medya, Tayyip’in uşağı”, “Satılmış medya, bunu da yazsana”, “Doğan
medya dışarı, CNN dışarı”, “Biz buradayız, TRT nerede?” gibi.
Tandoğan Mitingi’nde bazı medya kuruluşlarına yöneltilen eleştiriler
bağlamında gazete haberlerine yansıyan söylemlerin, Çağlayan Mitingi’nde de
devam ettiği görülmektedir. Örneğin, “Bu kez görmezden gelemediler” başlığıyla
yer verilen haberde, “…Yurtseverleri 14 Nisan’da Tandoğan’da buluşturan mitingi
görmezden gelen ulu Türk medyası, dün milyonları tek yürek Çağlayan’da
buluşturan Cumhuriyet Mitingi’ne kayıtsız kalamadı…” ifadesiyle gazete,
Tandoğan’daki mitingi “kesintisiz” veren Kanaltürk, Avrasya Televizyonu ve
Skytürk’ün, Çağlayan Mitingi’ni de aynı şekilde sunduğunu vurgulamaktadır.
Haberin devamında, gazete’nin “yandaş medya” olarak nitelendirdiği ulusal
kanallardan ATV’nin mitingi “geçiştirdiği”; Kanal D’nin “dizi yayınlamayı tercih
etti”ği; Tandoğan’daki miting sırasında “belgesel yayınlamayı tercih eden”
TRT’nin, bu kez mitingin ilk saatlerinde “çok kısa süreli de olsa birkaç bağlantı
gerçekleştirdi”ği; “Haber kanalı olduğunu ileri süren” NTV’nin, “tıpkı Tandoğan
mitinginde yaptığı gibi” Çağlayan mitingini de “canlı sunmadı”ğı; Kanal 7’nin ise,
Sami Selçuk’la sivil-asker ilişkilerini değerlendirdiği kaydedilmektedir.
Diğer taraftan Cumhuriyet’te, Tandoğan’ı “görmezden gelen” ve “hafife
alan” “yandaş medya” ve iktidar çevrelerine, Çağlayan Mitingi’nin bir cevap
niteliğinde olduğu vurgulanmaktadır. Nitekim “İşte Çağlayan… İşte kadınlar…”
başlıklı haberde; “…Ankara’da 14 Nisan’da Tandoğan’da 1 milyon dolayında
yurttaşın katılımıyla gerçekleştirilen “Cumhuriyet’e bağlılık” mitingini “güzide
medya”mız görmezlikten gelmişti. AKP hükümetini savunan bazı gazeteler,
gazeteciler ile AKP’li bazı politikacılar “Nerede 1 milyon kişi var. Sıkıyorsa
Çağlayan’da miting yapsınlar da görelim” demişti… İşte İstanbul, işte Çağlayan…”
şeklindeki ifadelerle, gazetenin iktidar çevrelerine ve “yandaş medya” olarak
nitelendirdiği bazı medya kuruluşlarına adeta “gövde gösteri”nde bulunduğu
anlaşılmaktadır.
Tandoğan Mitingi’nde ağırlıklı olarak “Atatürkçülük” ve “yurttaşlık”
temasını; Çağlayan Mitingi’nde bu temaların yanı sıra “sivil darbe”, “sivil muhtıra”
Güz 2010, Sayı:31
47
Medyada “Yeniden Üretilen” Cumhuriyet Mitingleri
ve “STÖ” vurgusunu öne çıkaran Cumhuriyet’in, bunları daha çok mitinglerin
“gücü” ve “kapsamı” bağlamında kullandığı görülmektedir. Yine her iki miting
haberlerinde de “laiklik” temel söylemi oluşturmaktadır. Aynı şekilde her iki
mitingde de kadınlara ve gençlere özellikle vurgu yapan Cumhuriyet’te, bu anlamda
Ankara’daki mitingde “Anadolu kadını” imgesi, İstanbul’dakinde ise, “çağdaş,
modern, eğitimli” Türk kadını imgesi öne planda yer almaktadır. Bunların yanı sıra
Çağlayan Mitingi’nde, Tandoğan’da dile getirilmeyen “darbe” ve “darbe karşıtı”
söylemler ve bu yöndeki suçlamalara ilişkin bazı STK temsilcilerinin yaptığı
“cevap” niteliğindeki açıklamalar da yer almaktadır. Yine Çağlayan Mitingi’nde öne
çıkan söylemlerden bir diğeri de “birleşin” çağrısıdır. Öyle ki “Sağda da solda da
birlik istiyoruz” başlıklı haberde, ÇYDD Genel Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan’ın
bu yöndeki açıklamaları dikkat çekmektedir. Söz konusu mitinglere ilişkin yer alan
tüm haberlerde, miting alanında yükselen sloganlardan ve taşınan pankartlardan
yapılan alıntılarla, söz konusu temalara ilişkin söylemlerin kuvvetlendirilmeye
çalışıldığı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda, Tandoğan’daki mitinge ilişkin haberlerde
daha çok sloganlar ve pankartlar üzerinden söylemi kuvvetlendiren Cumhuriyet’in,
Çağlayan Mitingi’ne ilişkin haberlerde ise, bireysel açıklamalara daha fazla önem
verdiği görülmektedir. Neticede Cumhuriyet Mitingleri’nin söz konusu dönemde
destekleyicisi olduğunu ve bu anlamda da açıkça “taraf” olduğunu ortaya koyan
gazetenin, miting haberlerini kendi ideolojik ekseninde yeniden ürettiği
anlaşılmaktadır.
2.2. 14 Nisan 2007 “Tandoğan Mitingi” ve 29 Nisan 2007 “Çağlayan
Mitingi”nin Zaman Gazetesi’nde Sunumu
2.2.1. “ ‘Dernek’ ve ‘Darbe’ Suçlamaları”
Tandoğan ve Çağlayan Mitingi’ne ilişkin kısa haberlerin yer aldığı
Zaman’da, Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD)’nin mitinglerin örgütleyicisi olduğu
vurgulanmakta ve bununla bağlantılı olarak da “darbe” iddialarının çok sık
kullanıldığı görülmektedir. Ayrıca Tuncay Özkan ve Türkan Saylan’a yönelik
eleştirilerin de ön planda yer aldığı haberlerde, mitingden ziyade söz konusu derneğe
ve kişilere yönelik olumsuz ifadelerin ağırlıkta olduğu dikkat çekmektedir.
Örneğin, “ADD’liler ‘darbeci’ diye anılmaktan rahatsız” başlığıyla sunulan
haberde, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr.
Birgül Ayman Güler’in konuşmasından bazı satırbaşlarının aktarıldığı ve Güler’in
“Darbeci değil devrimci olduklarını savundu”ğu kaydedilmektedir. Haberde, yine
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
48
G. Işık
aynı fakülteden Prof. Dr. Alpaslan Işıklı’nın da ADD’ye yönelik “darbeci”
suçlamalarına karşı, “Asıl darbeci kendileridir” şeklindeki ifadesine yer
verilmektedir. Söz konusu kişilerin birer cümlelik açıklamalarına yer verilen
haberde, son olarak ADD Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Nur Serter’in de,
“uzlaşma istediklerini savundu” ğu belirtilerek, Serter’in bu yöndeki açıklamaları şu
şekilde aktarılmaktadır: “…Türkiye’yi, Türkiye’den yöneten, emperyalizme boyun
eğmeyen, AB politikalarına ülkeyi kurban etmeyen bir cumhurbaşkanı istiyoruz.
Tam bağımsızlıktan ödün vermeyen, ulus devlete sahip çıkan cumhurbaşkanı
istiyoruz…”.
Yine aynı temanın işlendiği bir başka haberde, ADD Genel Başkanı Şener
Eruygur’a vurgu yapılmaktadır. “Derbeci imajı Eruygur Paşa’yı susturdu”
başlığıyla verilen haberde, Eruygur’un “emekli paşa ve bazı rektörlerle birlikte
konuşmaları platformun altından dinledi”ği ve Eruygur’un “organizatör” olmasına
rağmen konuşma yapmadığı belirtilmektedir. “…Bunda, hakkında çıkan ‘darbeci’
suçlamalarının etkili olduğu belirtildi…” şeklinde bir yorumla devam edilen
haberde, Eruygur’un miting esnasında “El-Cezire televizyonuna verdiği demeçte,
Türkiye’deki insanların yüzde 90’ının Atatürkçü olduğunu belirtti” ği de
kaydedilmektedir.
“Dernek içindeki çıkar çatışması mitinge de yansıdı” başlıklı haber izlenim
köşesinde ise, “…Cumhuriyet Mitingi’ni izlerken, bir süredir tartışılan Sarıkız ve
Ayışığı kod adlı darbe planlarının yer aldığı günlüklerin etkili olduğunu gördük…”
cümlesi dikkat çekicidir. Öyle ki gazetenin söz konusu tarihlerde gündemde olan
“darbe” iddialarını, miting haberleri bağlamında öne çıkarttığı görülmektedir.
Buradan hareketle gazetenin, Cumhuriyet Mitingleri’ne ilişkin genel algısını,
mitinglerin tabanına dair düşüncesini ve kamuoyu oluşturmaya yönelik çabasını
daha net anlamak mümkündür. Nitekim aynı haberin devamında “darbe”
söylentilerine ilişkin şu ifadeler göze çarpmaktadır: “…Deniz Kuvvetleri eski
Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen günlükte
‘Rektörlerle temas edip öğrencileri sokağa dökecektik’ deniliyordu. Üniversite
rektörleri cübbeleriyle, ücretsiz olarak kiralanan otobüslerle getirdikleri
öğrencileriyle birlikte alandaydı. Üniversitelerin miting için yaptığı çalışmalar
medyaya yansımıştı. Günlükte ayrıca sendikalarla ve derneklerle temas kurulup
hükümet aleyhine toplumun kışkırtılacağı ifade ediliyordu. Planın bu bölümü eksik
kaldı…” Bu yorumdan da anlaşılacağı üzere Zaman, Cumhuriyet Mitingleri’ni
doğrudan “darbe planları”nın bir parçası olarak değerlendirmektedir.
Güz 2010, Sayı:31
Medyada “Yeniden Üretilen” Cumhuriyet Mitingleri
49
Zaman’ın, Tandoğan Mitingi’nin ardından yapılan Çağlayan Mitingi’ne
ilişkin haberleri de “Mitingde konuşulanlar marjinal kaldı” ana başlığıyla çok kısa
değerlendirdiği görülmektedir. Öyle ki haberde, “…Çağdaş Yaşamı Destekleme
Derneği (ÇYDD) ve Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) öncülüğündeki sivil toplum
kuruluşları”nın Çağlayan’da bir miting düzenlediği belirtildikten sonra, “…kürsüde
marjinal konuşmalar yapılırken, hükümet, AB ve ABD aleyhine sloganlar atıldı.
Medyaya ‘satılmış’ sıfatı verilirken, konuşmacılar Genelkurmay Başkanlığı
tarafından yapılan açıklamayı destekledi” şeklinde bir yorumla haber
sonlandırılmaktadır. Buradan da anlaşılacağı üzere Zaman’ın, Cumhuriyet
Mitingleri’nin “askeri taban”dan oluştuğuna yönelik bir algı yaratmaya çalıştığını
söylemek mümkündür.
2.2.2. “Katılımcı Profili”
Zaman’da, Tandoğan Mitingi’ne ilişkin olarak “Tuncay Özkan’ın
provokasyonu ADD’yi bile kızdırdı” başlığı altında, mitingin tabanının şu şekilde
resmedildiği görülmektedir: “…mitinge ‘kurumsal olarak’ katılmayacağını
açıklayan CHP, tam kadro alandaydı. Deniz Baykal torunuyla birlikte hazır
bulundu. DSP lideri Zeki Sezer ve Hürparti lideri Yaşar Okuyan da miting
alanındaydı. İki sol partinin tabanının oluşturduğu kalabalık, CHP ve DSP
liderlerine ‘birleşin’ mesajı gönderdi…”. Buna göre Zaman’da, mitingin tabanını
söz konusu iki partinin ve daha önceki haberlerden de hareketle ADD ve TSK’nın
oluşturduğu işaret edilmektedir.
Zaman’ın, Cumhuriyet Mitingleri’ni “yanlı” , “güdülenmiş” ve “belli bir
kesimin hareketi” olarak gösterme çabasına bir başka örnek de; “Mitingcileri
taşıyan otobüsler arasında resmi plakalı araçların bulunduğu dikkatlerden kaçmadı.
Şişli Belediyesi’nin çok sayıda minibüs tahsis ettiği, diğer ilçe belediyelerinin de
aynı şekilde kamu araçlarıyla mitinge geldikleri gözlendi. Bazı otobüslerde CHP ve
DSP’nin genel başkanlarının fotoğrafları ve parti bayrakları asılıydı…” şeklindeki
haberdir. Nitekim bu haberde de gazetenin, Cumhuriyet Mitingleri’ne ilişkin ürettiği
negatif söylemi ve yaklaşımı görmek mümkündür. Yine aynı şekilde Tandoğan
Mitingi’ne ilişkin katılımcı profilinin sunulduğu bir diğer haberde ise, mitinge
katılan bazı dernek adları ve bunlarla bağlantılı şahıslar şu şekilde sıralanmaktadır:
“Türkiye Emekli Subaylar Derneği, Cem Vakfı, Kuvayı Milliye Derneği,
Mülkiyeliler Birliği, “Danıştay’a yönelik silahlı saldırıda ismi geçen Vatansever
Kuvvetler Güç Birliği Hareketi Derneği Başkanı Taner Ünal sahnenin ön
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
50
G. Işık
sıralarındaki yerini almıştı…Yine Danıştay saldırısında gözaltına alınan emekli
Yüzbaşı Muzaffer Tekin de mitingin rekli simaları arasındaydı. Üyelerine silah
üzerine yemin ettiren emekli albay Fikri Karadağ’ın Kuvayı Milliye Derneği de
sahnenin önlerinde yerini almıştı.” Bu haberin de alt anlam katmanlarında, söz
konusu mitingin hangi tabandan ve ideolojiden beslendiğini gösterme çabasına
yönelik bir kurgu göze çarpmaktadır.
Diğer taraftan Zaman, “Mitinge ismi daha önce hiç duyulmayan derneklerin
katılımı dikkatlerden kaçmadı…” şeklindeki ifadesiyle de, söz konusu mitingleri
“küçümseyerek” bu derneklerden bazılarını şu şekilde sıralamaktadır: “Kamu
Yararına Çalışan Çağdaş Görmeyenler Derneği, Müzik Eğitimcileri Derneği, İzmir
Cumhuriyet Okulları’nın yanı sıra Mülkiyeliler Birliği, Emekli Astsubaylar Derneği,
Selçuk Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu ile aynı üniversiteden Genç
Atatürkçüler Topluluğu…”. Aynı haberde, “Alevi vatandaşlar ve derneklerinin de
katılımlarının oldukça yoğun oldu”ğunu belirten Zaman’da, katılımcılara ilişkin
“mezhep” unsuru da vurgulanarak, bunun üzerinden mitinge ilişkin olumsuz bir
söylem üretildiği anlaşılmaktadır.
Zaman’da mitinglerin katılımcı profiline ilişkin yer alan haberlerde, katılımcı
profilinin kitlesel boyutunun göz ardı edilerek, daha çok kişisel bir çerçeveye
indirgendiği ve bu bağlamda olumsuz bir söylem oluşturulduğu dikkat çekmektedir.
Örneğin “Mitinge katılan tek sağcı Yaşar Okuyan” başlığı altında, birkaç siyasi parti
liderinin ve bazı emekli askerlerin adları sıralanarak, “’Türklere barbar diyen’
ÇYDD’li Türkan Saylan’da alandaydı” denilmektedir. Bu durum, daha önce de
belirtildiği üzere Zaman’ın, özellikle Tuncay Özkan ve Türkan Saylan’a ilişkin
“negatif” tavrıyla ilişkilidir. Nitekim miting haberlerinin büyük bir bölümünde bu
iki isime yönelik yorumların ağırlıklı olarak yer aldığı görülmektedir. Örneğin
Çağlayan Mitingi’ne ilişkin, “Kutlu Doğum’lar için ‘şov’ hakareti” başlıklı haberde
şu ifadeler dikkat çekmektedir: “…Yaradılış için ‘hurafe’ diyen… Kutlu Doğum
haftası kutlamalarına ‘şov’ diyen Saylan…İstanbul Teknik Üniversitesi Maçka
Yerleşkesi’nde ‘Türkiye’mizin çağdaşlaşma sürecinde laiklik konulu toplantıda da
konuşmuş ve Türk milletinin tarih boyunca hep yakıp yıktığını öne sürmüştü.
‘Çocuklarımızın sıra üstünde namaz kılmasını değil, bale yapmasını istiyoruz’ diyen
ÇYDD Başkanı, Gençlik Korusu’nu yöneten müzisyenin isminin ‘Muhammed’
olmasını da ‘ironi’ olarak değerlendirmişti”. Saylan’ın daha önceden yaptığı “iddia
edilen” konuşmadan bazı satırbaşlarının aktarıldığı bu haberle, gazete aynı zamanda
Cumhuriyet Mitingleri’nin “ideolojisi”ni, katılımcılar ve düzenleme komitesinde
öne çıkan bazı isimler üzerinden “olumsuzlamakta” dır. Diğer taraftan bu haber
Güz 2010, Sayı:31
Medyada “Yeniden Üretilen” Cumhuriyet Mitingleri
51
aracılığıyla kamuoyunun “manevi” değerlerine de seslenilerek, din olgusu üzerinden
mitinglere ilişkin üretilen olumsuz söylem, bir kez daha göze çarpmaktadır.
Tuncay Özkan’a yönelik yapılan olumsuz göndermelerin başlıklarda bile
açıkça dile getirildiği görülmektedir: “Tuncay Özkan’ın provokasyonu ADD’yi bile
kızdırdı”, “Tuncay Özkan Konuştu, kavga çıktı”, “Mitingde Muzaffer Tekin’le
Özkan sarılarak kucaklaştı”, “Fethullah Gülen’e ağır hakaretlerde bulundu” gibi.
Özellikle de Tandoğan Mitingi’ne ilişkin haberlerde Özkan’a yönelik olarak dile
getirilen “Fethullah Gülen’e ağır hakaretlerde bulundu” yönündeki ifadeyle,
gazetenin doğrudan belli bir dini anlayışa yakın kesime seslendiği ve bu yönde
mitingin “karşı” cephesinin de dolaylı olarak tanımlandığı anlaşılmaktadır.
Gazetede, Tandoğan Mitingi’nin bazı çevrelerin “iddia ettiği”nin aksine
“sönük” geçtiği ve sadece “belli çevreler”in yer aldığı bir miting olduğu
vurgulanmakta ve bu yönde söylemler üretilmektedir. Bu bağlamda, “Dernek
içindeki çıkar çatışması mitinge de yansıdı” başlıklı haberde yer alan şu ifadeler
dikkat çekmektedir: “…Değişik illerden geldikleri için yorgunlukları yüzlerinden
okunuyordu. Kürsüdeki görevli slogan attırmak için bağırıyor; ancak bir türlü
istediği sonucu alamıyordu…Kendi aralarında konuşurlarken ‘Aslında daha
kalabalık olabilirdi; ama paşanın günlükleri etkiledi’ diyorlardı. Bu arada,
Örnek’in günlüklerine ‘darbe türkücüsü’ olarak görülen Tolga Çandar kürsüye
çıkmaz mı?...Ankara’nın Bala ilçesinden gelen bir vatandaşın ‘Kolumdan çekip
getirdiler. Niye geldiğimi de bilmiyorum. Benim için de gezi oldu’ sözleri mitingin
özeti gibiydi.”
Çağlayan Mitingi’nde de tıpkı Tandoğan Mitingi’nde olduğu gibi, “belli
kesimler”in ve “kişiler”in üzerinden haber üreten Zaman’ın, bu kez de Muzaffer
Tekin’e vurgu yaptığı görülmektedir. Öyle ki, “…Danıştay saldırısında gözaltına
alınan Muzaffer Tekin’e miting alanında büyük ilgi gösterildi. Kanaltürk’ün sahibi
olduğu belirtilen Tuncay Özkan, İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek ve ADD Genel
Başkanı emekli Orgeneral Şener Eruygur miting sırasında Muzaffer Tekin’le sohbet
etti. Eruygur Paşa’nın elini öpen Tekin’in, Tuncay Özkan’la da kucaklaştığı
görüldü…” şeklindeki cümlelerle gazetenin, mitingin hangi çevrelerce
gerçekleştirildiğine ve bu anlamda da kimlere “hizmet” ettiğine ilişkin önceki
söylemlerine göndermede bulunduğu anlaşılmaktadır.
“Oyak Sitesi’nden mitinge otobüs” başlıklı haberde ise, gazetenin daha
önceki ifadelerinde dolaylı olarak gönderme yaptığı TSK vurgusunun, bu kez
doğrudan yapıldığı görülmektedir: “…Önceki günden itibaren, yakın çevrelerini
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
52
G. Işık
‘mitinge katılın’ diye arayan bazı askerler, Çağlayan’a sivil otobüslerle geldi.
Levent’teki subay ve astsubayların oturduğu Oyak Sitesi’nin girişine ‘Mitinge
ücretsiz araç kaldırılacak’ pankartlarının asıldığı öğrenildi”.
Kısacası, Zaman’da Cumhuriyet Mitingleri’ne ilişkin olarak dikkat çeken en
önemli unsur, miting katılımına ilişkin olarak yapılan “olumsuz” göndermelerdir.
Öyle ki Cumhuriyet’te, söz konusu mitinglerin “tabandan gelen bir halk hareketi”,
“bir yurttaş hareketi”, kadınların ve gençlerin çoğunluğunda bir “uyanış hareketi”
olduğu yönünde söylemler üretilirken; bunun tam aksine Zaman’da her iki mitingin
de “örgütlü” çevrelerin “baskı ve “gözetimi”nde düzenlenmiş bir “siyasi hareket”
olduğu vurgulanmaktadır. Bu bağlamda Zaman’da, “asker”, “parti”, “dernek” ve
“yandaş medya” söylemlerinin ön planda yer aldığı görülmektedir.
2.3. 14 Nisan 2007 “Tandoğan Mitingi” ve 29 Nisan 2007 “Çağlayan
Mitingi”nin Hürriyet Gazetesi’nde Sunumu
2.3.1. “Katılımcı Profili”
Cumhuriyet ve Zaman’ın aksine Hürriyet, Tandoğan ve Çağlayan
Mitingleri’ni sadece “katılım” boyutunda değerlendirmektedir. Örneğin Tandoğan
Mitingi’ni ana sayfadan “En güçlü itiraz” başlığıyla duyuran ve “%65’in
yüzbinleri” başlığıyla da devam eden gazetede, “Türkiye tarihinin en büyük mitingi
dün Ankara’da gerçekleştirildi. Yüzbinler, Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı’na
itirazını dile getirdi…” yorumu dikkat çekmektedir. Meclis Başkanı Bülent Arınç’ın
“provokasyon” uyarısına rağmen gerçekleştirilen mitinge, “…sade vatandaşından
sanatçısına, siyasetçisine Türkiye’nin dört bir yanından insanı bir araya getiren
miting, gövde gösterisine dönüştü…” şeklinde bir ifadeyle, Hürriyet’in mitingi
dolaylı yoldan “olumladığı” dikkat çekmektedir. Bu noktada Hürriyet’in Zaman’la
ayrışarak, tıpkı Cumhuriyet gibi mitingi “tabandan gelen bir halk hareketi”,
“örgütsüz bir hareket” olarak nitelendirdiği anlaşılmaktadır. Nitekim aynı haberin
devamında yer alan şu cümlelerle de bu algının güçlendirildiği görülmektedir:
“…7’den 70’e, sade vatandaşından sanatçısına, parti liderine, ülkenin doğusundan
batısına kadar hemen her yerden insanı bir araya getiren miting, “Cumhuriyete
sahip çıkanların” gövde gösterisine dönüştü…”. Diğer taraftan “…miting alanına,
herhangi bir siyasi partinin amblemini taşıyan malzemeler sokulmasına izin
verilmedi…” şeklindeki ifadeyle de, gazetenin yine dolaylı yoldan mitingin siyasi
bir tabanı olmadığı yönündeki söylemleri desteklediği anlaşılmaktadır. Aynı şekilde
mitinge katılımın “651 bin 749” olduğunun da belirtildiği Hürriyet’te, mitingin
Güz 2010, Sayı:31
Medyada “Yeniden Üretilen” Cumhuriyet Mitingleri
53
büyüklüğünün ara başlıklarda da açıkça ortaya konulduğu ve bu anlamda da
mitingin bir “coşku” olarak yüceltildiği söylenebilir.
Hürriyet’in Cumhuriyet Mitingleri’ni doğrudan olumlaması, “Sözde değil
özde” başlıklı haberde görülmektedir. Nitekim başlıkta yer alan ifade, ilgili bölümde
de belirtildiği üzere, dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt’ın
“rejim” endişesi kapsamında dile getirdiği sözdü. Bu nedenle Hürriyet’in söz
konusu ifadeyi aşağıdaki haberde doğrudan başlıkta kullanması anlamlıdır:
“…Mitinge katılanlar ve Anıtkabir’e yürüyenler ellerinde “1923 ruhuyla Türk
Silahsız Kuvvetleri Burada” pankartları taşıdılar. ADD Başkanı ve emekli
Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur, eski Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısı Vural Savaş’la birlikte coşkuya eşlik ettiler. Eruygur, “Sözde değil özde
cumhuriyetçiler bu meydanı doldurdu dedi…”.
Tandoğan Mitingi’ne üniversite öğretim üyelerinin de cüppeleriyle katıldığını
belirten Hürriyet, bu bağlamda ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ural Akbulut’un Anıtkabir
özel defterine yazdığı notlardan bazı önemli satırbaşlarını aktarmaktadır. Buna göre
haberde Akbulut’un; ”…Ulu Önder Atatürk, laik, demokratik cumhuriyetin, senin
kurduğun devletin koruyucusu olduğumuzu bildirmek için huzurundayız. ODTÜ
mensupları, mezunları ve öğrencileri olarak sana ve en büyük eserine en küçük
müdahaleye asla izin vermeyeceğiz ve bu uğurda her türlü mücadeleye hazırız. Laik
Cumhuriyeti sonsuza kadar koruyacağımıza ant içiyoruz” şeklindeki cümleleri öne
çıkartılmaktadır.
Hürriyet’te diğer iki gazeteden farklı olan nokta ise, miting sonrası ADD
Genel Başkanı Emekli Orgeneral Şener Eruygur’un “Dosta, düşmana açıkça
gösterdik” başlığıyla sunulan röportajıdır. Mitingi ve bir anlamda da “başarısını”
dile getirmeye aracılık eden bu özel haber, Hürriyet’in aslında mitingi dolaylı da
olsa bir kez daha olumladığını ortaya koymaktadır. Öyle ki bu durum, haberin genel
kurgusunda ve öne çıkartılan bazı noktalarda da açıkça göze çarpmaktadır.
Tandoğan Mitingi’nin ardından Çağlayan Mitingi’ni de yine aynı “coşku”
ifadeleriyle sunan Hürriyet’te, “Cumhuriyet ‘Çağlayan’ı”, “Yer gök kırmız beyaz”,
“Tüm Türkiye’den geldiler” gibi başlıklarda, söz konusu mitingin de
“büyüklüğü”nün ve “kapsamı”nın olumlandığı anlaşılmaktadır: “…İstanbul’da
sayısız mitinge tanıklık eden Çağlayan Meydanı dün tarihi bir güne ev sahipliği
yaptı. Cumhuriyete sahip çıkmak için tüm Türkiye’den gelen milyonu aşkın kişi, laik
ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti için ant içti ve sağ ve sol partilere birleşmeleri
için mesaj verdi…”.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
54
G. Işık
Aynı şekilde “Tüm Türkiye’den geldiler” başlıklı haberde de, mitinge
İstanbul’dan ve Türkiye’nin “dört bir yanından” Atatürkçü Düşünce Derneği,
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, köy dernekleri, barolar, sendikalar ve parti
şubelerinin katıldığı belirtilmektedir. Hatırlanacağı üzere, Zaman’da bu örgütler
üzerinden söz konusu mitinglerin ideolojisi ve bu anlamda da taraflılığı
olumsuzlanmıştı. Ancak Hürriyet’te bu durum, “katılımcı profili” bağlamında
olumlu olarak yansıtılmaktadır. “…Mitinge katılanlar arasında genci, yaşlısı,
erkeği, kadını, başörtülüsü on binlerce kişi Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı
olmasına tepki gösterdi” şeklinde biten söz konusu haberde, Hürriyet’in Zaman’dan
farklı olarak tıpkı Cumhuriyet gibi, söz konusu mitinglerin “tabandan gelen bir halk
hareketi” olarak ortaya koyduğu anlaşılmaktadır.
Son olarak, Çağlayan Mitingi’ni ve “coşku”sunu büyük ölçüde mitinge
katılan bazı siyasal parti ve önde gelen STK’ların temsilcilerinin açıklamalarından
da aktaran Hürriyet’te, gazetenin yorumunun da ağırlıkta hissedildiği, “Mitingin
öncüsü kadın kuruluşlarıydı” başlıklı haberdir. Bu anlamda, “…Yıllardır kadın
hakları, insan hakları, cumhuriyet ve laiklik için omuz omuza savaşan Ulusal Sivil
Toplum Kuruluşları Birliği Başkanı Prof. Necla Arat ve İstanbul Sivil Toplum
Kuruluşları Birliği Başkanı Avukat Nazan Moroğlu, kürsüde yine yan yanaydılar…”
şeklinde başlayan haberde; Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Prof.
Türkan Saylan, Genel Başkan Yardımcısı Prof. Türkel Minibaş ve “Memleketim”
şarkısının “unutulmaz yorumcusu” Ayten Alpman’ın da kürsüdeki “yorgun
savaşçılardan” olduğu belirtilmektedir. “…Ancak yorgunlukları yüzlerine vursa da
inandıklarından vazgeçmeyeceklerini konuşmalarında bir bir vurguladılar”
cümlesiyle ise Hürriyet’in, Türkiye’nin “aydın” kadınına ve toplumda oynadığı
önemli rolüne de işaret ettiği görülmektedir.
Cumhuriyet ve Zaman’da, bazı medya organlarının mitinge ilişkin
yayınlarının, söz konusu gazetelerin ideolojik tavırlarıyla ilişkili olarak eleştirildiği
görülürken; Hürriyet’te medyanın mitinge ilişkin tavrı, diğer iki gazetenin aksine
olumlu yönde değerlendirilmektedir. Örneğin, “TV’ler mitinge kilitlendi” başlıklı
haberde; Çağlayan’da düzenlenen Cumhuriyet Mitingi’ni, CNN Türk, NTV, 24,
Kanaltürk, Kanal B, SkyTürk ve Avrasya TV’nin “canlı” olarak yayınladığı, Star ve
TRT 2’nin de “ara ara canlı” olarak aktardığı kaydedilmektedir. Oysa Cumhuriyet,
“yandaş medya” olarak tanımladığı ve başı TRT’nin çektiği bazı ulusal kanalların,
“kasıtlı” olarak mitingi görmezden geldiklerine vurgu yapmış; Zaman ise bazı ulusal
kanalların bu “ilgisizliği”ni, mitingin “amacı, katılımcılar” ve son noktada
“ideolojisi” bağlamında değerlendirmiş ve bu anlamda mitingin sadece “yandaş
Güz 2010, Sayı:31
Medyada “Yeniden Üretilen” Cumhuriyet Mitingleri
55
medya” da büyütüldüğüne vurgu yapmıştı. Bu noktada Hürriyet’te, medyaya ilişkin
olarak diğer iki gazetenin söz konusu tavırlarının dışında, daha tarafsız bir yaklaşım
sergilendiği söylenebilir.
SONUÇ
Günümüzde siyasal sistemlerin biçimlenmesinde toplumun örgütlü kesimini
oluşturan sosyolojik yapılar – buna kısaca sivil toplum da denebilir – önemli bir rol
oynamaktadır. Nitekim küreselleşme ve sivil toplum tartışmalarının yoğunluk
kazanarak, sivil toplum kuruluşlarının adeta devlete alternatif etkinlikler
geliştirmesiyle başlayan değişim (siyasal ve ekonomik), özellikle 1990’larda ivme
kazanarak toplumun her katmanında iyice belirginleşmiştir. Bu gelişmede
ekonomik, siyasal, kültürel ve medya alanındaki artan çoğulculuğun etkisi büyük
olmuştur. Ancak sivil toplumun gelişmesi için niceliksel görüntünün yanı sıra,
niteliksel bir değişim de gerekmektedir. Bu noktada “sivil oluşum”ların kendilerini
devletten ayrıştıracak özgün ve özgürlükçü bir kimliğe kavuşturmaları şarttır.
Yalnız Türkiye’deki mevcut duruma bakıldığında, söz konusu oluşumların
kendilerini devletten ayrıştıracak kültürel ve felsefi birikimden çoğu zaman yoksun
olduğu görülmektedir. Böyle olunca da sendikalarıyla, dernekleriyle, medyasıyla
“sivil” olması gereken unsurlar, kimi zaman devletin birer uzantısı gibi, kimi zaman
da farklı güç odaklarına eklemlenerek hareket edebilmektedirler.
Türkiye’nin yakın siyasi tarihinde yaşanan önemli mitinglerden olan
Cumhuriyet Mitingleri, gerek gerçekleştirildiği dönem itibariyle, gerek dile getirilen
ideolojik temalarla ve gerekse de katılımcılar boyutuyla, çok yönlü tartışmalara ve
analizlere yol açmıştı. Şüphesiz bunda medyanın rolü büyük olmuştur. Söz konusu
mitinglerin gerçekleştirildiği dönemde hem siyasi cepheden hem de sivil kesimden
yükselen eleştirilerin odağında yer alan medya, özellikle de “taraflı yayıncılık”
açısından değerlendirilmiş ve “yandaş medya” nitelendirmesi üzerinden tartışmalar
yürütülmüştü. İlgili bölümlerde de değinildiği üzere, miting öncesi yaşanan siyasi
olaylar, devlet ve sivil toplumdan sert söylemler yükselmesine neden olmuş ve bu
noktada kamuoyu en çok medyaya ve söylemlerine göre mevcut siyasi atmosferi
anlamaya ve yorumlamaya çalışmıştı. Medyanın kamuoyu üzerinde var olan bu
etkisinin de göz önünde bulundurulduğu çalışmada, Cumhuriyet Mitingleri örneği
üzerinden bir kez daha medyanın büyük ölçüde ideolojik temelden hareketle olayları
değerlendirdiği ve bu yönde haberleri yeniden ürettiği gerçeği ortaya çıkmıştır.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
56
G. Işık
Bunun yanı sıra medyadaki hegemonik söylemin, siyasal iktidar ve sivil toplum
tarafından da üretildiği anlaşılmıştır.
Bu bağlamda çalışmada incelenen gazetelerde çıkan sonuçlara ayrı ayrı
bakıldığında; söz konusu mitinglerin “ideolojik sözcülüğü”nü üstlenen ve bu
anlamda da taraf olduğunu açıkça ortaya koyan Cumhuriyet’te; “Atatürkçülük”,
“laiklik”, “yurttaşlık” ve “sivil toplum” ekseninde söylemlerin üretildiği
görülmektedir. Söz konusu kavramlarla ilişkili olarak hükümetin açıkça hedef
alındığı söylemlerde, iktidar doğrudan “rejim düşmanı” olarak nitelendirilmektedir.
Karşıt çevrelerin eleştirilerinin aksine, mitinglerin “tabandan gelen bir halk hareketi”
olduğunu ifade eden Cumhuriyet, haberlerinde de bu durumu vurgulayan söylemlere
yer vermektedir. Özellikle de “Çağlayan Mitingi”nde sivil toplum vurgusunu ön
plana çıkaran Cumhuriyet, bu anlamda da mitingleri “sivil toplumun sesi” olarak
nitelendirmektedir.
Söz konusu mitingleri Cumhuriyet’in aksine bir tavır sergileyerek
değerlendiren, ancak tıpkı onun gibi ideolojik bir yaklaşımla söylemler üreten
Zaman’ın, Cumhuriyet Mitingleri’ni doğrudan “darbe” ve “darbe iddiaları”nda adı
geçenlerle ilişkilendirdiği görülmektedir. Bu doğrultuda mitingin tabanını açıkça
TSK, ADD ve önde gelen birkaç sivil toplum örgütü ile bağlantılandıran Zaman,
mitinglerin belli çevrelerin sözcülüğünü üstlendiğini ve Cumhuriyet’in aksine,
“örgütlü bir sınıf hareketi” olduğunu işaret etmektedir.
Hürriyet’e bakıldığında ise, söz konusu mitinglerin daha “tarafsız”mış gibi
yansıtılmasına rağmen; başlıklarda ve haberlerin kurgusunda kullanılan ifadelerle,
kimi zaman doğrudan kimi zaman da dolaylı olarak mitinglerin olumlandığı
görülmüştür.
KAYNAKÇA
Alankuş K. S. (1995) Türkiye’de Medya, Hegemonya ve Ötekinin Temsili, Toplum
ve Bilim, 67, s.76-108
Arslan, O. (2001), Kuramsal ve Tarihsel Aşamalarıyla Sivil Toplum ve Türkiye
Gerçeği, İstanbul: Bayrak Yayıncılık
Çaha, Ö. (2000) Aşkın Devletten Sivil Topluma, İstanbul: Gendaş Kültür
Erdoğan, N. (1994) Metinlerarasılık, hegemonya ve siyasal alan, Toplum ve Bilim,
63, s.40-56
Güz 2010, Sayı:31
57
Medyada “Yeniden Üretilen” Cumhuriyet Mitingleri
Grunenberg, A. (1998) Public Spirit and Civil Society. How to Conceptualize
Politics in a Globalizing World, International Review of Sociology, 8(3), s.
413-423
Güneş, S. (2001) Medya ve Kültür: Sessiz Yığınların Kültürel İntiharı, Ankara: Vadi
İnal, A. (1999) Medya, Dil ve İktidar Sorunu, İletişim, 99(3), s.13-36
Keyman, F. (2006) Avrupa’da ve Türkiye’de Sivil Toplum, Avrupa’da ve Türkiye’de
Sivil Toplum, Dünden Bugüne Türkiye’nin Toplumsal Yapısı (Der.)
Mehmet Zincirkıran, Ankara: Nova Yayınları, s.311-323
Melucci, A. (1991) Toplumsal hareketler ve gündelik yaşamın demokratikleşmesi,
Birikim, S.24.
Rigel, N. (2000) İleti Tasarımında Haber, İstanbul: Der Yayınları
Sarıbay, A. Y. (1995) Postmodernite, Sivil Toplum ve İslam, İstanbul: İletişim
Sarıbay, A. Y. (2007) Türkiye’de Demokrasi ve Sivil Toplum, Türkiye’de Politik
Değişim ve Modernleşme (Der.) Ersin Kalaycıoğlu ve Ali Yaşar Sarıbay,
İstanbul: Alfa Akademi, s. 543-561
Şimşek, S. (2004) The Transformation of Civil Society in Turkey: From Quantity to
Quality, Turkish Studies, 5(3), s. 46-74
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
58
G. Işık
Boş Sayfa
Güz 2010, Sayı:31
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
CONTRIBUTION OF STARI MOST TO TURKEY’S
REPUTATION IN TERMS OF CULTURE AND HERITAGE
TOURISM
Metin IŞIK*
Emel TANYERİ**
ABSTRACT
In our global world in which information necessity and flow are increased every single day, countries as
individuals and institutions directs towards alternative fields in terms of differentiation. Cultural and
heritage pieces known to be very valuable in each terms and also today are one of the most precious
formations which are alternative and significant in terms of differentiation of the country’s advertisement
at this point. This study has been developed in order to emphasize the possible contribution of Stari Most
to Turkey’s promotion which is included in many Turkish pieces abroad and listed under World Cultural
Heritage List on 2005 and for which reconstruction Turkey’s efforts are also utilized. As a result of the
survey which is conducted with tourists chosen as random samples around Stari Most, it has been
determined that Turkish art works situated in foreign countries contribute to Turkey’s promotion and
preferability in future visits.
Keywords: Stari Most, Culture Tourism, Heritage Tourism, Promotion
KÜLTÜR VE MİRAS TURİZMİ BAĞLAMINDA MOSTAR KÖPRÜSÜ’NÜN TÜRKİYE’NİN
TANITIMINA KATKISI
ÖZET
Enformasyon ihtiyacının ve akışının her geçen gün artığı küresel dünyamızda bireyler ve kurumlar gibi
ülkelerde farklılaşma adına alternatif alanlara yönelmektedirler. Her dönemde olduğu gibi günümüzde de
çok kıymetli olduğu bilinen kültür ve miras eserleri de bu noktada ülkelerin tanıtım olgusu adına
farklılaşma sağlayacağı alternatif ve hatırı sayılır nitelikteki kıymetli oluşumlardandır. Bu çalışma
yurtdışında yer alan birçok Türk eseri içinde bulunan, yeniden inşasında Türkiye’nin de katkıları olduğu
ve 2005 yılında Dünya Kültür Miras Listesi’ne alınan Mostar Köprüsü’nün (Stari Most) Türkiye’nin
tanıtımına sağlayabileceği olumlu etkinin vurgulanması amacıyla gerçekleştirilmiştir.Mostar Köprüsü
çevresinde tesadüfi örneklem yoluyla seçilen turistler üzerinde uygulanan anket sonucunda, yurtdışındaki
Türk eserlerinin Türkiye’nin tanıtımına ve sonraki ziyaretlerde tercih edilebilirliğine katkı sağladı
saptanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Mostar Köprüsü, Kültür Turizmi, Miras Turizmi, Tanıtım
*
**
Ass. Prof., Erciyes University, Faculty of Communication, Public Relations and Advertisement
Department
Res. Ass. Erciyes University, Faculty of Communication, Public Relations and Advertisement
Department
İletişim 2003/18
60
M. Işık – E. Tanyeri
INTRODUCTION
Globalisation trend affects and changes many formations from individual
living to social life. Personal interests change every single day. Life styles of the
people differentiate with the innovations technology present to human life and as a
result of this governing the country and even dialogues between countries gain
flexibility. According to Levitt (1983), world turns to a public bazaar area in which
people do not care about where they live and also about the same preferences they
make on products or life styles. Factors such as development of relationships,
proliferation of education, increase in number of informed people and customers,
increase in number of masses affected by pressure groups and dominant role of the
media in information flow lie beneath the basis of this trend called globalisation. As
this causes the field of interest to change (Burnley, 1998: 107), tourism phenomenon
which is especially a potential router of foreign changes occurs (Wood, 1979: 277).
Tourism as a constantly developing sector constitutes an important part of the
economic planning as the most attractive field in structuring of the nations (Leong,
1989: 359).
Tourism has become the most effective social phenomena of the last 200
years and particularly pre-war era as it has developed as a mass contribution of the
international industry from a small activity. In terms of the latest position of
international tourism, while the worldwide tourist circulation was 25 million during
1950s, it is expected to exceed 600 million tourists at the end of the millennium
(Baum, 1996:25). Cultural tourism as a leading concept at this point is an important
phenomenon for conjoining past to present and even future and for turning this event
to a benefit. While cultural tourism was known as a small market 15 years ago,
today it has become one of the most important dynamos of mass tourism. According
to Sugaya, 240 million of the 650 million international tourists are the ones
interested in cultural tourism. According to Antolovic, it is pointed out that 70% of
the American tourist want to learn European cultural heritage (from McKercher &
Cros, 2002: 135). As a result of these numbers, it is obvious that cultural tourism
will create an important opportunity for people, societies and countries desiring to
turn global life cycle of the cultural tourism creating a tourism form that can exist
always in today’s world in which necessities and interests are changing into a
benefit.
Especially more and more European cities prefer tourism as a sector in terms
of local development. Tourism industry is a rapidly growing sector in global arena
and it is becoming an industry developing with its other strategic sectors of urban
economy together with its excessive energy as it provides sustainability in cities
Güz 2010, Sayı:31
Contribution of Stari Most to Turkey’s Reputation in Terms of Culture and Heritage Tourism
61
international tourism map with investments and re-constructions performed for
cultural events (Russo & Borg, 2002: 631).
Nations possessing historical or cultural heritage have valuable assets and
they can effectively utilize them in order to meet the necessities of economy,
environment and society. The direct effect of culture on ensuring socio-economic
development constitutes fundamentals of many world nations’ policies today. It is
obligatory to be in constant communication with these fields and to make
investments in order to make the benefits, which are presented by cultural heritage
to societies in today’s world and in future, permanent. Cultural heritages which are
catalysers in inter-cultural dialogues are significant for both tourists and also for
societies and countries which aim to gain benefit from cultural and heritage tourism.
Cultural heritage works as an important source provides advantage not only to the
country on which they are situated but also to the countries and societies which have
put their efforts for creating and even reconstructing this art work.
From this point of view, promotion phenomenon in terms of culture and
heritage tourism will indirectly be addressed in this study. The prediction that
envisages the contribution of art works which are situated particularly out of the
borders of one country but whose origins and historical connections are solid to the
promotion of that country and also to the curiosity of tourists about these art works
and to their preferences of visits is tested in Stari Most example. As a matter of fact,
Stari Most example which is an Ottoman work and situated in Bosnia-Herzegovina
borders today is examined within framework of this study.
1. Related Studies
According to one definition, cultural tourism may be defined as visits to the
hosting community performed by individuals who are motivated to be interested in
one part of historical, cultural heritage and life style of a group, region, institution or
community (Sillberberg, 1995: 361). According to another definition, it is a
complement of activities performed by individuals, who want to meet cultural
requirements and collect new information and experiences, by leaving their routine
residential areas (Richards, 1996b: 24). Even tough cultural tourism has always
preserved its value, it is becoming a sector especially preferred and developed in
Europe in recent years (Richards, 1996a: 11 ; Costa, 1995: 15, Smith 2007: 75). This
is mainly due to the tourism points of Europe and its historically redundant and
various regions. According to Halcomb (1999), tourists interested in cultural tourism
are generally well-educated people with financial status over the middle income
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
62
M. Işık – E. Tanyeri
level and these tourists also travels frequently and have desires and expectations
different from a normal tourist scale (from Hughes & Allen, 2005: 176).
At this point, it will be beneficial to mention about culture heritage and
heritage tourism which have a significance position in cultural tourism. As a matter
of fact, majority of the preferred sources constituting the cultural tourism are
comprised of concrete and abstract elements of cultural heritage. Heritage which is a
broad term in terms of its meaning may be defined as things conveyed from
generation to generation (Sigala & Leslie, 2005: 4). According to another definition,
heritage can be classified as immovable concrete sources (buildings, rivers, natural
places), movable concrete sources (objects in museums, documents in archives) and
abstract sources such as values, traditions, ceremonies, life styles, festivals, art
works and cultural events (Timothy & Boyd, 2003: 3, ICOMOS, UNESCO). The
generally accepted opinion states that abstract and concrete sources are very
valuable for international tourism activities. From this point of view, it can be
envisaged that cultural sources, especially sources included in cultural heritage, have
important functions. Rather that special contribution of the said source, heritage
tourism is a phenomenon dependent on the motivation and perception of the tourist
(Poria et al, 2001: 1048). Visiting a historical work occurs on full scale as a
motivation of the past beliefs. According to Moulin (1990: 3), especially many
tourists visit international heritage work in order to know and appreciate world
civilisation and to create the level of humanitarian alliance (from Timothy, 1997: 752).
International
Local
Heritage
National
Sharing
Individual
Figure 1. Heritage Tourism Scale (Timothy 1997:752)
Güz 2010, Sayı:31
Contribution of Stari Most to Turkey’s Reputation in Terms of Culture and Heritage Tourism
63
According to Timothy, even tough cultural heritage is a small part of many
programs for many tourists, individual based effects constitutes a large area with
participation of tourists from many countries. Cultural heritage activities from an
individual perspective comprise individuals who set up connections with
emotionally private places. Special groups including religious communities, ethnic
groups and vocational groups are included in these groups of people. Historical
heritage represents generally the constant national ideals and it is also an incentive
of which representative role in forming national pride in Western communities is
significant (Timothy & Boyd, 2003: 14-15). According to Timothy (1997: 753),
visits to religious, cultural, vocational and historical places are another form of
individual heritage tourism. A visit to steam machine museum may stimulate the
nostalgic feelings of retired railway workers or visit to Mecca may be a personal,
spiritual and awarding experience for hajjis coming from Southeast Asia.
Tourists from various countries visit the tourism destination point for
different motivating reasons (Kozak, 2002: 224). According to Jenkins and
McArthur (1996), visitors give a decision about different destinations depending on
their consumptions and evaluations and personal memories or image of the place of
the previous visits or on other’s experiences (from Prebensen, 2007: 748). Even
tough the travel motivations and preferences of individuals are different, it is
obligatory to successfully perform the promotion of that work or heritage source.
As a matter of fact, various environmental conditions and challenges in
strategic choices in international arena make promotion concept complicated. Within
this framework, new brand awareness may be created via “promotion” which is an
important activity of relationships with proactive public and an effort to reflect this
to the behaviours of people can be made (Burnley, 1998: 107). Baskin et al. (1997:
207) defines promotion as a broad concept as conveying the news about an
organization without buying time or place. Thus, due to this management of
relationships with proactive public, public interest in region or work related to
strategies including tourism can be kept alive. Within this perspective, terms of
culture and heritage are also promotions of cultural advertisement and are utilized as
activities creating positive images (Hughes & Allen, 2005: 175). Gain and
sustainability of advantage with promotion of these works constitutes an important
mission for conveying to the next generations. At this point as an international
organization UNESCO has taken grand steps in this important mission by
performing regulations in order to protect World Cultural Heritage in 1972 and also
creating UNESCO World Cultural Heritage List in 1996. As a matter of fact, Stari
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
64
M. Işık – E. Tanyeri
Most taken as basis in implementation part of the study was demolished by
Croatians in 1993 and reconstructed as per its original form by contributions of UN,
UNESCO and Turkish Government in 2004 and included to World Cultural
Heritage List in 2005 by UNESCO. Sarajevo and Mostar which have become
museum cities in Europe in terms of Turkish-Islamic works (Hacımeyliç, 2002: 189)
are one of the most visited regions in the world during pre-war era and it is expected
to regain their aliveness by reconstructions also during the post-war era.
From another point of view, tourist culture of postmodernism has natural, old
and new characteristics also affected by other cultures (Leong, 1989: 370). Rojek
(1993:136-165) defines 4 types of spare time activities gained value with
postmodernism as the following:
1. Black Spots (graves, war fields, massacre areas etc.)
2. Heritage sites
3. Literary Landscapes
4. Theme Parks
Especially sites accepted as heritages or areas in which heritage works are
situated are one of the preferred sites during the recent years. The pattern of history
generally constitutes an important and integrated part of the tourism activities.
Places which are the symbols of special events and important people are significant
sources in tourism industry. As a matter of fact, sacred places, museums and
historical works are structures with traces of the past. Historical structures which
seem to be ugly and distant become nostalgic and romantic with connotations of
previous feelings. For this reason, places with ethnical, authentic and exotic traces
preserve the continuity of history (Leong, 1989: 360). These traces concealed in
historical works are presented to tourists. The ultimate message to be perceived by
tourist changes according to the type, experience and travel motivations of the
tourist (Cohen 1972, 1974, 1979, Smith 1989 from Leong, 1989: 360).
Countries with similar cultural histories, religions and races may have better
communication rather than culturally heterogeneous participators (Shoemaker &
Danielian, 1991: 785). According to Wu (1998), countries under the same
ideological group or politic opinion have more frequent interaction. As a result of
that, it is not surprising that these two countries tied together to each other by means
of history and culture establish a bridge between themselves also in tourism
interactions. According to one opinion, the unfamiliarity of Hungary and England
which are the important sustainers of culture tourism can be completed only with
Güz 2010, Sayı:31
Contribution of Stari Most to Turkey’s Reputation in Terms of Culture and Heritage Tourism
65
cultural experiences and wine and cuisine culture may have important functions
while performing this (Hughes & Allen, 2005: 179).
Within this framework, culture tourism and especially cultural heritage works
are one of the most important fields of the future. As a matter of fact, nations are
invited to pay complete attention to cultural heritage in the policy document
published on the dated of 3 June 2009 within framework of Europa Nostra 2009
Congress. It is planned to gather sharers who take part in cultural heritage field and
to create an opinion exchange environment via 2nd European Cultural Heritage
Policy Forum planned to be organized in Brussels in 2010 (www.europanostra.org).
Cultural heritage is an important power that creates effects such as providing
employment, contribution to tourism and hence to economy, ensuring information
transfer, means for regional development, strengthening local/region/supranational
identity and supporting sustainability.
When Stari Most example is examined, it can be accepted that during first
stage which is information gaining stage tourists visiting here gain information
about the history of Stari Most which is a cultural heritage work. After that, tourist
who thinks accordingly to the information he/she gained may have curiosity to see
similar works. Thus, the origin and historical past of Stari Most may create a
positive attitude and behaviour for other Turkish works on tourists. When it is
considered that majority of the tourists coming to the region are individuals
interested in history and culture and heritage tourism, the importance of the subject
comes clear. As a matter of fact, Stari Most and similar cultural works may direct
tourists with historically and culturally dominant motivations to Turkish works and
Turkey by creating connotation in their minds.
2. Method
The question whether a work situated outside borders of a country and listed
under World Cultural Heritage list can indirectly contribute to the promotion of that
country or not is tested within the research. The research is limited with Stari Most
example which is listed under World Cultural Heritage list in Bosnia-Herzegovina.
Researches show that 95% of the Ottoman structures in Balkans are demolished
(Yenişehirlioğlu, 1989: IX). Within this framework, as the bridge was built by
Ottoman Empire during 16th century and demolished by Croatians in 1993 and
reconstructed with contributions of Turkey as per its origins in 2004 and added
World Heritage List in 2005, these factors played an important role to choose Stari
Most as an example.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
66
M. Işık – E. Tanyeri
On the other hand, Turkey is one of the countries possessing the most
historical works outside its borders. The researches show that 60% of the foreign
visitors coming to Turkey have vacation purposes and only 9% of them have
cultural reasons (Hacıoğlu, 2008: 135). Within this framework, the phenomenon
indicating that historical works outside the borders of Turkey may be reference for
tourist for seeing the other works in Turkey emphasizes the importance of the study.
Within the study, surveys prepared in English, German and Bosnian were
implemented by utilizing face-to-face interview technique to tourists who visit Stari
Most within borders of Bosnia-Herzegovina. The degree of interests in historical
works of tourists was primarily focused in the study. It was aimed to reach findings
about the degree of interest in history and historical works of tourists by taking
travel motivations into consideration. After that, by taking the degree of knowledge
of tourists about Stari Most being a Turkish work into consideration; interests and
attitudes of tourists for other Turkish works situated abroad and thus for Turkey
were sought to be determined.
Within this framework, by virtue of the information collected from tourism
agencies in Bosnia-Herzegovina, it was envisaged that 107 people will represent the
main mass on an acceptance degree of 0.03 by taking the tourist number visiting
Stari Most during the year and time period of the survey into consideration. The
prepared survey form was implemented by expert pollsters to the samples via
random sampling method.
Data gathered as a result of the research are transferred to computer
environment and analysed with SPSS 15.0 programme. The frequency level and
percentages of the date were found and comments and analysis were made.
3. Findings
It will be correct firstly to have a look at the demographic characteristics of
the subject mass and then make explications for evaluating and interpreting the
collected research findings. The related information is provided in Table 1-4.
3.1 Demographic Characteristics of Subjects
Subjects were examined in terms of gender, age, profession, monthly income
and nationality.
Güz 2010, Sayı:31
Contribution of Stari Most to Turkey’s Reputation in Terms of Culture and Heritage Tourism
67
Table 1
Gender Status of the Subjects
Gender
Freq.
Valid
Percentage
Female
51
47,7
Male
56
52,3
Total
107
100
2
Unanswered
109
Total
A close distribution is seen in gender distribution of the people participated to
the research. 52,3% of the subjects are male and 47,7% are female (Table 1).
According to this result, it can be said that there is not a certain difference in gender
distribution of the tourist visiting Stari Most.
Table 2
Age Status of the Subjects
Age
Freq.
Valid Percentage
25 and less
27
25
26-35
25
23,1
36-45
24
22,2
46-55
20
18,5
56 and more
12
11,1
Total
108
100
Unanswered
Total
1
109
In order to determine the age range of the people participating to the research,
a grouping comprising five ranges (+25 ages, 26-35 ages, 36-45 ages, 46-55 ages
and 56+ ages) was formed. According to this, similar to gender distribution, close
values are seen in age distribution. This result show that individual from each age
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
68
M. Işık – E. Tanyeri
group are represented by subjects. 25% of the subjects are within 25 and less group,
23,1% is in 26-35 age group, 22,2% is in 36-45 age group, 18,5% is in 46-55 age
group and 11,1% is in 56 and more age group (Table 2). According to this, it can be
said that Stari Most is visited by tourists approximately from all age groups.
The professions of the subjects (worker, civil servants, freelancer, student
and other) are also grouped according to their types. Approximately one third of the
subjects (31,8%) are freelancers followed by 21,5% of students, 18,7% of other
professions, 15% of civil servants and 13,1% of workers (Table 3). When
individuals from other professions are taken into consideration, retired people are
the majority within this group. By virtue of the survey results, it may be considered
that freelancers represent a higher rate due to factors such as being more flexible
than the other groups and also being above a certain average income group as they
have their own businesses and do not have problems in terms of time and
permission.
Table 3
Profession Status of the Subjects
Profession
Freq.
Valid Percentage
Worker
14
13,1
Civil Servant
16
15
Freelancer
34
31,8
Student
23
21,5
Other
20
18,7
Total
107
100
Unanswered
Total
Güz 2010, Sayı:31
2
109
Contribution of Stari Most to Turkey’s Reputation in Terms of Culture and Heritage Tourism
69
Table 4
Monthly Income Status of the Subjects
Monthly Income
Freq.
Valid Percentage
500 and less
12
11,1
501-1000
16
14,8
1001-1500
27
25
1501-2000
27
25
2001 and more
26
24,1
Total
108
100
Unanswered
Total
1
109
The monthly incomes of the subjects are important in terms of their travel
habits because foreign travel may require an income which is above the average.
According to this, a quinary grouping was made in survey questions. The results
gained represent EURO currency. According to this, 25% of the participants are
within 1001-1500 and 1501-2000 income range. This is closely followed by (24,1%)
2001 and more income range and it is also followed by 501-1000 Euro with 14,8%
and 500 Euro and less with 11,1% (Table 4). Within this framework, it can be said
that participants are above the average in terms of income characteristics.
One of the demographic findings is the nationality of the participants. It is a
question prepared as open ended in order to determine the nationalities of the
persons visiting Bosnia-Herzegovina and Stari Most. According to this, majority of
the participants are German (12,8) followed respectively by Japanese with 11% and
English with 10,8%. It is followed by French (8,3%), Hungarian (5,5%) and
Bulgarian (4,6%). It may be improper to make a certain generalization by just taking
nationalities into consideration because factors such as the time conditions of the
survey and a randomly chosen tourist group may not provide solid information in
order to reach a conclusion about the nationalities preferring Mostar more than the
others. As a result of this fact, it will be more accurate to evaluate the nationalities
only within the framework of this survey.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
70
M. Işık – E. Tanyeri
3.2 Findings Related to Travel Motivations of the Subjects
3.2.1 Findings Related to Travel Destination Attractiveness of the Subjects
Travel destination attractiveness is one of the important factors in
determination of the travel motivations of the subjects. Attractiveness factors
determined by Var et. al. can be grouped under 5 headings (Küçükkurt 1988, 13):
According to this, natural factors, social factors, historical factors, factors related to
rest and shopping and infrastructure and accommodation affect the travel destination
choice of the tourist. Five likert scales are formed in order to determine the
admission degree of the subjects for the abovementioned sentences diversified by
these factors. Admission degrees were determined as the following 1-Strongly do
not agree 2-Do not agree 3-No opinion 4-Agree 5-Strongly Agree and subjects were
asked to provide answers. If the average values are above 3, it shows that that factor
is important for subjects.
Findings gained according to this are provided in Table 5. At this point, all
averages of the participators regarding travel destination attractiveness were high
above of 3. The factor receiving most attention was the historical works and
historical past of the destination with 4,46 average. As a matter of fact, it is not
surprising to get such an average from the tourists visiting Stari Most which is an
old and important historical art work. This is followed by natural beauties with 4,33;
artistic activities with 4,28; infrastructure and accommodation conditions with 4,13;
regional food of the country with 4,11; attitudes and behaviours of the people with
4,00; climate conditions with 3,98 and sports facilities, shopping malls and night
entertainment preferences with 3,94. At this point, it can be observed that subjects
adopt the factors regarding the attractiveness of travel destination and especially the
historical works and historical past.
3.2.2 Findings Regarding the Travel Habits of the Subject
A question comprising five scales was prepared in order to determine the
findings regarding the travel habits of the subjects. Findings are presented in Table
5. According to the results, the majority of the participants is the group which travels
abroad once in 1-2 years (44%). It is respectively followed by travelling once in 612 months with 21,1%, travelling once in 2-3 years with 13,8% and travelling once
in 0-6 months with 11,9%. The ones within the group called others travel once in 35 years (5,5%) and once in a month (0,9%). From this point of view, it can be
concluded that subjects are familiar with foreign travels.
Güz 2010, Sayı:31
Contribution of Stari Most to Turkey’s Reputation in Terms of Culture and Heritage Tourism
71
Table 5
Findings Regarding the Travel Motivations of the Subjects
Factors
Regarding
Attractiveness
of Travel
Destination
Destination
should certainly
have natural
beauties
The climatic
conditions of the
destination is
very important
Destination
should certainly
have artistic
activities,
festivals, fairs,
exhibitions
Destination
should certainly
have historical
works and
historical past
Destination
should certainly
have sports
facilities,
shopping malls,
night
entertainments
The attitudes and
behaviours of
the people are
very important
The
infrastructure
and
accommodation
conditions are
very important
The food is very
important
N
Minimum
Maximum
Average
Frequency
of Foreign
Travels
Freq.
Valid
Percentage
105
1
5
4,3333
Once in 0-6
months
13
11,9
105
2
5
3,981
Once in 6-12
months
23
21,1
104
3
5
4,2885
Once in 1-2
years
48
44
104
2
5
4,4615
Once in 2-3
years
15
13,8
104
1
5
3,9423
Once in 3-5
years
6
5,5
103
2
5
4,0097
Once in a
month
1
0,9
104
2
5
4,1346
First time
3
2,8
104
2
5
4,1154
Total
109
100
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
72
M. Işık – E. Tanyeri
3.3 Findings Regarding the Knowledge Level of the Subjects about Stari
Most
The level of knowledge of the subjects about Stari Most may be tested in
various kinds of ways. In terms of main idea of the study, “Knowledge Level of
Inclusion of Turkish Government and Turkish Construction Companies” was taken
under the scope of evaluation in terms of level of knowledge of Stari Most being a
Turkish art work and its reconstruction and reutilizing as per its origin after it was
demolished by Croatians in 1993.
3.3.1 Findings Regarding the Knowledge Level of Subjects about Stari Most
Being a Turkish Art Work
One of the main baselines of the research is the findings regarding the
knowledge level about Stari Most being a Turkish art work. By virtue of the analysis
results, majority of the subjects know that Stari Most is a Turkish work. This rate is
66,4%. On the other hand, the rate of the subjects who do not know that Stari Most
is a Turkish work is 33,6% (Table 6). Within this framework, Stari Most is known as
a Turkish work by tourists and this knowledge is an important reference to create an
orientation to Turkey and other Turkish works because it can be interpreted that
many unique Turkish works like Stari Most listed under World Cultural Heritage
can have an important role in providing opinion in terms of worldwide works and
especially Turkish works in Turkey.
3.3.2 Findings Regarding the Knowledge Level of Subjects about
Participation of Turkish Government and Turkish Construction
Companies in Reconstruction of Stari Most
In addition to knowledge level of Stari Most being Turkish work, it is also
beneficial to measure the degree of knowledge about reconstruction of the bridge. If
the contributions of Turkey in this recent event are known throughout the world, it
may increase the prestige of Turkey as being a country protecting its art works. At
this point, 58,5% of the subjects stated that they do not know that Turkish
construction companies and Turkish government are participated in reconstruction
of Stari Most. 41,5% of the subjects stated that they are aware of this information
(Table 6). As a result, it is not possible to say there is a common knowledge about
contributions of Turkish construction companies and Turkish government. A reason
of this result may be the fact that not only Turkish construction companies and
Güz 2010, Sayı:31
Contribution of Stari Most to Turkey’s Reputation in Terms of Culture and Heritage Tourism
73
Turkish government but also organizations such as UN, UNESCO, World Bank and
countries such as USA, Italy, Netherlands and Croatia are participated in the
reconstruction 1.
Table 6
Findings Regarding the Knowledge Level of Subjects about Stari Most Being
a Turkish Art Work and Participation of Turkish Government and Turkish
Construction Companies in Reconstruction of Stari Most
Knowledge of
Stari Most
Being a
Turkish Art
Work
Freq.
Yes
No
Total
Unanswered
Total
71
36
107
2
109
Valid
Percentage
66,4
33,6
100
Knowledge Level
of Participation
of Turkish
Government and
Freq.
Turkish
Construction
Companies in
Reconstruction
of Stari Most
44
Yes
62
No
106
Total
3
Unanswered
109
Total
Valid
Percentage
41,5
58,5
100
3.4 Findings Regarding the Opinions of the Subjects about Choosing
Turkey For Their Future Visits
One of the findings that will generally comprise the result part of the study is
the opinions of the tourists about preferring Turkey for their next visits. Within this
framework, quinary likert scale was formed as 1-Strongly do not agree 2-Do not
agree 3-No opinion 4-Agree 5-Strongly Agree. The fact that the results are above 3
indicates that the opinions are positive. When findings are taken into consideration,
the averages of the participators were above 3. The fact that there are places in
Turkey worthwhile to see had 4,10 average, the fact that there are works in Turkey
worthwhile to see had 4,06 average and the fact that I will consider to visit Turkey
1
Yorulmaz, Hüseyin: Western Side of Ottoman: Bosnia, 3F Publications ,İstanbul, 2008, p:179.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
74
M. Işık – E. Tanyeri
in my future travels had 4,02 average (Table 7). As a result, tourists participating to
the survey think that Turkey is a country worthwhile to visit and this average is very
high.
Table 7
Findings Regarding the Opinions of the Subjects about Preferring Turkey for
Their Future Visits
Findings
Regarding the
Opinions of the
Subjects about
Preferring
Turkey for Their
Future Visits
There are places
worthwhile to see
in Turkey
There are works
worthwhile to see
in Turkey
I will consider to
visit Turkey in
my future travels
N
Minimum
Maximum
Average
Standard
Deviation
107
1,00
5,00
4,1028
0,85710
107
1,00
5,00
4,0654
0,88244
106
1,00
5,00
4,0283
0,81014
DISCUSSION AND CONCLUSION
Before evaluating the basic findings of the research, it is beneficial to
mention about the demographic characteristics and travel habits of the individuals
participated to the survey. Subjects participated to the research have close
percentages in terms of gender. This result indicates that an equal evaluation can be
made in terms of gender. Similarly, subjects had close percentages in terms of age.
This situation indicates that individuals from all age groups have interest in Stari
Most and generally visit there. As a matter of fact, factors such as gender and age
have effect on choosing the touristic place to visit. Freelancers have the greatest
ratio as being one third of the professions of the subjects. This is closely followed by
other kinds of profession. The point that should be paid attention to is the fact that
Güz 2010, Sayı:31
Contribution of Stari Most to Turkey’s Reputation in Terms of Culture and Heritage Tourism
75
freelancers have more flexible conditions than the other profession groups in terms
of permission and time. Subjects also showed that they are within the income group
above the average on Euro basis in terms of income. When nationalities are taken
under the scope of evaluation again in terms of demographic characteristics,
majority of the subjects are German, Japanese and English. They are followed by
French, Hungarian and Bulgarian. Even tough geographical nearness is considered
as an important factor on this result of nationality results, this situation arises from
the groups visiting Mostar during that period and their random participation.
When the travel habits of the subjects are taken into consideration, a great
percentage represents the individuals who goes abroad once in 1-2 years. This
phenomenon indicates that the subjects often make foreign travels and there is not
any hinder to prevent this. When attractiveness factors to which subjects pay
attention while giving decision about the travel destination, it is observed that they
pay attention to all factors under the scope of the survey and they find the places
with historical past and touristic places with historical works most attractive.
Within this framework, tourists visiting Stari Most include individuals from
all genders and age groups whose income levels are above the average and whose
travels are often and who pays attention primarily to cultural values and historical
works and also to all factors affecting the attractiveness in terms of attractive aspects
of the travel destination in foreign travels.
When the level of knowledge about Stari Most being a Turkish work is taken
into consideration, majority of the subjects provided positive answers by stating that
they already know this information. It can be stated here that they gathered
information about the destination place before visiting the bridge or that the tourism
agency transferred the information. One of the points to be paid attention to here is:
high ratio may be because of the fact that construction works and latest condition of
the bridge of cultural heritage which was desired to be reconstructed in recent years
due to its demolition are broadcasted in mass communication means and watched
with great interest. It is found out that tourists participating to the survey do not
sufficiently know that Turkish government and Turkish companies had effective
roles in reconstruction and building works of Stari Most.
On the other hand, the trend in tourists for visiting Turkey for their possible
future visits are seem to be high as the ratio is above 3. These values between 4-4,5
show that tourists have reached positive judgements about Turkey also by virtue of
Stari Most.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
76
M. Işık – E. Tanyeri
The budget separated directly for promotion by Turkey and activities of the
country may be criticised as they are inefficient in terms of international tourism
market. With this study, in addition to direct promotion of tourism values, the
assumption that suggests a work situated outside the borders of a country can also
make contributions to the promotion of the country was verified.
Within this framework, the necessity to protect not only Stari Most but also
the other works and its possible contributions to Turkey and also the necessity to try
alternative promotion ways for Turkey by performing planned and programmed
studies by primarily by Ministry of Culture and Tourism and also by related
institutions and organizations come into the picture.
As a conclusion, this study in which Stari Most example is addressed within
framework of culture and heritage tourism is of very importance as it shows that an
art work (Stari Most) outside the borders of a country and listed under world cultural
heritage inventory will provide contributions to the promotion of that country.
REFERENCES
Baskin, Otis; Aronoff, Craig ve Lattimore, Dan (1997). Public Relations: The
Profession and Practice, 4th ed., Boston: Mc Graw Hill.
Baum, Tom (1996). “Images of Tourism Past and Present”. International Journal of
Contemporary Hospitality Management, 8(4): 25-30.
Burnley, Rosemary (1998). “International Publicity: Concepts and Applications”.
Marketing Intelligence&Planning 16(2):107-113.
Costa, Jorge (1995). “International Perspectives on Travel and Tourism
Development”. International Journal of Contemporary Hospitality
Managament, 7(7): 10-19.
Hacımeyliç, Kazım (2002). Turkish Existence in Bosnia. The Past Present and
Future of Turkish Culture in Balkans International Symposium 26-28
October 2001, Bursa, Uludağ University Publications:187-190.
Hacıoğlu, Necdet (2008).Turizm Pazarlaması.(6. baskı). Ankara: Nobel Yayın
Dağıtım.
Hughes, Howard ve Allen, Danielle (2005). “Cultural Tourism in Central and
Eastern Europe: The Views of Induced Image Formation Agents’”.Tourism
Management, 26(2): 173-183.
Güz 2010, Sayı:31
Contribution of Stari Most to Turkey’s Reputation in Terms of Culture and Heritage Tourism
77
Kozak, Metin (2002). “Comparative Analysis of Tourist Motivation by Nationality
and Destinations”.Tourism Management, 23(3): 221-232.
Küçükkurt, Mehmet (1988). Uluslararası Turizm ve Türkiye’yi Tanıtma Stratejisi,
Akevler İzmir:Akdeniz Bilimsel Araştırma Merkezi Yayınları.
Leong, Wai Teng (1989). “Culture and the State: Manufacturing Traditions for
Tourism”. Critical Studies in Mass Communication, 6(4):355-375.
Levitt, Theodore (1983).“Globalization of Markets”. Harward Business Review,
61(3):92-102.
McKercher, Bob ve Cros, Hillary du (2002). Cultural Tourism: The Partnership
Between Tourism and Cultural Heritage Management, New York: The
Haworth Hospitality Press.
Prebensen, Ninna K (2007). “Exploring Tourists’ Images of a Distant Destination”.
Tourism Management, 28(3): 747-756.
Poria,
Yaniv; Butler, Richard ve Airey, David (2001). “Clarifying
HeritageTourism”. Annals of Tourism Research, 28(4): 1047-1049.
Richards, Greg (1996a). “Culture and Tourism in Europe”. Richards Greg
(ed.),Cultural Tourism in Europe. Wallingford: CAB International.
(http://www.tram-research.com/cultural_tourism_in_europe.PDF)
Richards, Greg (1996b). “The Scope and Significance of Cultural Tourism”.
Richards Greg (ed.),Cultural Tourism in Europe. Wallingford: CAB
International.(http://www.tramresearch.com/cultural_tourism_in_europe.P
D)
Rojek, Chris (1993). The Ways of Escape: Modern Transformation in Leisure and
Travel, London: Macmillan.
Russo, Antonio ve Borg, Jan van der (2002). Planning Considerations for Cultural
Tourism: A Case Study of Four European Cities, Tourism Management,
23(6):631-637.
Sigala, Marianna ve Leslie, David (2005). International Cultural Tourism
Management, Implications and Cases, Oxford: Elseiver.
Sillberberg, Ted (1995). “Cultural Tourism and Business Opportunities for Museum
and Heritage Sites”. Tourism Management,16(5): 361-365.
Smith, Melanie K (2007). Issues in Cultural Tourism Studies, Routledge: New York.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
78
M. Işık – E. Tanyeri
Shoemaker, P.J ve Danielian, L.H (1991). “Deviant Acts, Risky Business and U.S.
Interests: The Newsworthiness of World Events”.Journalism Quarterly,
68(4):781-795.
Timothy, Dallen J (1997). “Tourism and Personal Heritage Experience”. Annals of
Tourism Research, 24(3): 751-754.
Timothy, Dallen J ve Boyd, Stephen W (2003). Heritage Tourism, Harlow: Prentice
Hall.
Wood, Robert E (1979). Tourism and Underdevelopment in Southeast Asia. Journal
of Contemporary Asia, 9(3):274-287.
Wu, Haoming Denis (1998). Investigating the determinants of international news
flow: A meta-analysis”.International Communication Gazzette, 60(6):493512.
Yenişehirlioğlu, Filiz Çalışlar (1989). Türkiye Dışındaki Osmanlı Mimari Yapıları,
Ankara: Dışişleri Bakanlığı Yayınları.
http://www.europanostra.org/news/(Retrieval September 2009)
http://www.unesco.org.tr/kultur.php?gitid=1(Retrieval September 2009)
http://www.international.icomos.org/statuts_eng.htm(Retrieval October 2009)
Güz 2010, Sayı:31
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
TÜRKİYE’NİN FORMULA 1 RÜYASI: EKONOMİ POLİTİK
BİR DEĞERLENDİRME
Ayşe ASKER*
ÖZET
Kapitalist sistemde otomobil önce ulaşım/iletişim ya da zamanı ve mekanı dönüştürmesiyle önem kazanır.
Giderek hızla sistemin kültürel yapısı olan “tüketim toplumu”nda toplumsal çözümlemenin tüm
görünümlerini/yönsemelerini yansıtır. Otomobilin meta değerini sıradanlaştıran, simgesel anlamlar
saçan kapitalist sistemin can damarı reklamlarda ve örneğin bunun çok işlevli bir uzantısı olan araba
yarışlarında hazzın, eğlencenin, endüstrilerin ve benzeri kârlı planların sarmalı sergilenir. Bu yarışların
başında gelen Formula 1 Yarışları (F1 Yarışları) ise, yapılanmasıyla/örgütlenmesi ve gerçekleştirilme
biçimiyle sistemin yayılma, kuşatma mantığına uygun bir gelişim gösterir. F1 Yarışları, 1980 sonrasında
izlenen neo - liberal politikalar sonucunda dünya ile bütünleşen ve bu süreçte tüketim toplumu olma
aşamasını kovalayan Türkiye’de, hem ekonomik hem politik zemin bulmuştur. Bu çalışmada, dünyada
otomotiv endüstrisinin üslerinden biri haline gelen Türkiye’de F1 Yarışları’nın düzenlenme koşulları,
yarattığı çeşitli ekonomik, sembolik güç, fayda beklentilerini sorgulamak üzere tasarlanmıştır.
Çalışmada, kapitalist sistemde ve onun kültürel yapısı olan tüketim toplumunda otomobilin karmaşık
konumu çerçevesinde F1 Yarışları değerlendirilmiş ve Türkiye’ye bu etkinliğin uzanma serüveni ekonomi
politik bir yaklaşım içinden çözümlenmiştir. Çalışmanın sonunda, F1 Yarışları’nın, izlenen ekonomik
politikalar ve siyasi tercihler gözönüne alındığında Türkiye’de düzenlenmesinin tesadüf olmadığı ortaya
konulurken, böyle pahalı bir yarışın devlet desteğiyle üstlenilmesinin çok kategoride fayda beklenmesi
hedefleri açısından da bir değerlendirmesi yapılmıştır.
Anahtar Kelimeler: F1 Yarışları, Otomobil, Kapitalizm, Tüketim Toplumu.
FORMULA 1 DREAM OF TURKEY: A POLITIC -ECONOMIC ASSESSMENT
ABSTRACT
Automobile becomes important first through its transformation of transportation/communication or time
and space in the capitalist system. It increasingly reflects the all facets of social analysis in "consumption
society", which is cultural structure of the system. Commercials are the vital point of the capitalist
system, which stereotypes the commodity value of automobile and sheds symbolic meanings. The spiral of
delight, fun, industry and similar profitable plans is displayed in commercials and by extension in car
races, which perform multiple functions for commercials, for instance. Formula 1 Races (F1 Races) lead
such races. F1 Races displays a development in accordance with the expansion and envelopment
rationale of the system with the way of their organization and realization. F1 Races have found both
economic and political ground in Turkey, which integrates with the world as a result of neo-liberal
policies pursued in the aftermath of 1980 and aspires to become a consumption society in this process.
This study is designed to question the organization conditions, various economic and symbolic powers
generated, expected utilities of F1 Races in Turkey, which has become a base of automotive industry in
the world. This study evaluates the complicated position of automobile in the capitalist system and
consumption society, which is the capitalist system's cultural structure. Within this context it also
evaluates F1 Races and analyzes Turkey's hosting of these races within a political economic perspective.
While this study concludes that the organization of F1 Races in Turkey is not a coincidence taking into
account the economic policies and political preferences pursued, that such an expensive race is
undertaken with Turkish state's subsidy is evaluated with respect to the expected utilities in many
categories.
Keywords: F1 Races, Automobile, Capitalism, Consumption Society.
*
Dr., TBMM, Araştırma Merkezi Müdürlüğü.
İletişim 2003/18
80
A. Asker
GİRİŞ
Günümüz toplumlarında otomobil uç derecede önemli bir yer tutar.
Otomobil, 19. yüzyılın ikinci yarısında üretilmiş, Amerika, Batı Avrupa’da hızla
yaygınlaşmış ve üretildiğinin ertesi yıllarında bir çeşit “hız gösterisi” biçimini alan
otomobil yarışları düzenlenmeye başlamıştır. İlk otomobil yarışı 1887 yılında
Paris’te Le Velocipede gazetesi tarafından düzenlenmiş, ancak katılımcı sayısı az
olduğu için yarışma yapılamamıştır (Begün, 2005: 1-2). Bunu izleyen yıllarda ise
araba yarışlarına olan ilgi artmış ve dünya çapında yarışlar düzenlenmeye
başlamıştır. Bu gelişme içinde yer alan yarışlardan biri de 1950’li yıllarda
düzenlenmeye başlayan Formula 1 Yarışları (F1 Yarışları) olmuştur. Ülkemizde de
otomobil, üretildikten kısa bir süre sonra Osmanlı toplumunda yerini almaya
başlamış, Türkiye Cumhuriyeti’nde izlenen politikalarla önemini giderek artırmıştır.
F1 Yarışları ise, Türkiye’de yeni piyasa toplumunun örgütlendiği 2000’li yıllarda
düzenlenmeye başlamıştır.
“Teknolojinin gelişimini ve örgütlenme biçimini belirleyenin egemen üretim
biçimi ve ilişkileri olduğu” görüşünden yola çıkarsak, teknolojik bir ürün olan
otomobilin (ve bunun bir çeşit reklam/tanıtım/promosyon uzantısı olan otomobil
yarışlarının) bir üretim ve toplumsal model olan kapitalizmle bağlantılı olarak
değerlendirilme gereği ortaya çıkar. Otomobilin (ve otomobil yarışlarının) ilk çıkış
yeri, Amerika, Batı Avrupa gibi kapitalist ekonomi anlayışını benimseyen ülkelerdir
ve sanayileşmesini tamamlamamış Türkiye, bu anlayışa kavuşurken dünya otomotiv
devlerinin üretim platformu ve giderek tanıtım endüstrilerinin arayış alanı haline
gelmiştir.
Otomobilin kapitalist ülkelerde önemli kılınması tesadüf değildir. Kapitalizm
“meşruluğunu güvence altına almak için, kapitalist üretim biçimi egemenliğinin
akılcılığını kanıtlayan fetişlere gereksinim” duymaktadır. Bu fetişlerin ortaya çıkışı
ise, “üretim güçlerinin gelişmesine” bağlıdır. Bir sürecin ya da olgunun (ya da
metanın/malın) fetişe dönüştürülmesi de, “üretimin gerçek koşullarından
soyutlanmış, yalıtılmış bir nesne biçimi içine kristalleştirilerek bir fetiş haline
getirilmesi” biçiminde olmaktadır (Alemdar ve Erdoğan, 2010: 219). Bu açıdan
bakınca meta fetişi olarak otomobilin görsel özellikleri, toplu biçimde
pazarlanmalarını sağlayan reklamcılıkla (promosyonla) bir süreklilik oluşturacak
şekilde tasarlanmıştır ve özellikle bunu yansıtan ve sistemin başka bir “fetişi” olan
iletişimde/reklamlarda sistemin ideolojisine uygun olarak kodlarla/simgelerle
yansıtılmaktadır. Bunun yansımalarını otomobil yarışlarında da görmek
mümkündür. Kapitalist sistemde otomobil önce ulaşım/iletişim ya da zamanı ve
Güz 2010, Sayı:31
Türkiye’nin Formula 1 Rüyasi: Ekonomi Politik Bir Değerlendirme
81
mekanı dönüştürmesiyle önem kazanırken, bunun toplumsal yaşamdaki karşılığı
kentlerin “otomobilli yaşama” uygun biçimde düzenlenmesi ve “kral-nesne”
nitelemesi içinde “üstün nesne” olan otomobilin “ekonomiden söyleme kadar” çok
sayıda davranışı düzenlemesi ve kendine özgü kodu (trafik) olan otomobilin
“hiyerarşilendirmeye” yol açması olarak kendini göstermektedir (Lefebvre,
1998:101-106).
Öte yandan otomobil yarışlarının kapitalist sistemde, “örgütlü spor olarak
önemli bir işleve sahip” olduğunu belirtmek gerekir. Kapitalizmde spor, “iş dışı
eğlence ve dinlenme” zamanının kolonileştirilmesine en açık bir örnek olarak hem
“ekonomik çıkar” hem de “bilinç yönetimi” ve “ideolojik egemenlik” bakımından
faydaları vardır. Spor, etkinlik veya ilgi “şeyi” olarak, toplumsal olarak tesis edilir,
kurulur tanımlanır, anlam verilir ve bu anlamlar rekabetçi bireycilik, bireysel, yerel
ve bölgesel kimliklerin öne çıkarılması, milliyetçilik, denetim, seks ve cinsel
farklılık, ekonomi, pazar, reklamcılık ve sponsorluk, kolay yoldan zengin olma,
tüketim kültürünün yaygınlaştırılması, ideolojisiz eğlence ve spor olarak
belirtilmektedir. Marksist araştırmacılara göre de spor, kapitalist toplumun
“mikroskobik aynası” olarak dört noktada nitelendirilmektedir. Buna göre spor,
birincisi “uysal işgücünün eğitilmesinde” önemli rol oynamaktadır. İkincisi, tümüyle
ticarileştirilmiş ve ulusal ve uluslar arası pazarın egemenliği altındadır. Üçüncüsü,
kapitalist toplumun ideolojisini taşımakta ve yansıtmaktadır. Dördüncüsü, devlet ve
örgütleri girişimiyle bu durum desteklenmektedir (Alemdar ve Erdoğan, 2005: 178192).
Bu açıdan bakınca, çalışmanın konusunu oluşturan Türkiye’de F1
Yarışları’nın düzenlenmesini ele almak, Türkiye’nin de kapitalist dünyanın bir
parçası olması/olmaya çalışması nedeniyle önemlidir. Çalışmanın amacı, F1
Yarışları’nın Türkiye’de düzenlenmesi mantığını/ideolojisini kapitalizmin
Türkiye’deki gelişim çizgisinde aramak gerektiğini ortaya koymaktır. Çalışmada
çözümlemeyi kısaca “üretim tarzı ve ilişkilerini” esas alan ekonomi politik yönteme
dayandırarak yapacağız. Bunun içinde, özellikle “eleştirel ekonomi politik”in
özelliklerinden birisi olan “toplumsal değişimin ve tarihsel dönüşümün”
incelenmesini göz önünde bulundurarak genel olarak kapitalist sistemde otomobilin
önemini; otomobilin ekonomik- politik ve simgesel anlamını vurgulayan bir çerçeve
içinde, F1 Yarışlarını betimlemeye çalışacağız. Türkiye’de Cumhuriyetin
kuruluşundan başlayarak otomobilin önemli kılınması sonucunda karayolu
politikalarının gelişmesi ve kentlerde buna uygun yapılanmaya gidilmesi; özellikle
1980 sonrasında uygulanan neo - liberal politikalar içinde otomobil endüstrisi
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
82
A. Asker
güçlenirken iletişim alanında yaşanan özelleştirmelerle birlikte ticari yayınların
kapitalizm kültürü olan tüketim kültürünü yayması ve bu kültür içinde “otomobilli
yaşamın” ön plana çıkarılması; büyük bir reklam veren sektör olarak medya
yayınlarında otomobil endüstrisinin özel bir yere sahip olması gibi gelişmeler
yaşanmıştır (Seçkin, 2007: 341-343). Bu süreç aynı zamanda önce Avrupa’da
düzenlenen daha sonra hem yapılanmasıyla hem iletişim alanına yapılan yatırımlarla
küresel bir örgütlenmeye kavuşan F1 Yarışları’nın Türkiye’de düzenlenme
koşullarını yaratmıştır. Bu yüzden otomobilin Türkiye’de yerini ve bu yarışların
düzenlenmesini aynı başlık altında inceleyeceğiz.
Otomobilin Ekonomik ve Politik Anlamı
1914’te, dünyada yaklaşık olarak sadece 2 milyon motorlu araç varken,
1990’lı yıllarda 600 milyon civarında, günümüzde ise 700 milyondan fazladır ve
dünya genelinde yapılan istatistiklere göre, kayıtlı motorlu taşıtların yaklaşık yüzde
80’i binek otosudur. Otomobilin icadından sonra artırılan hızı nedeniyle daha uygun
bir altyapı gerekliliği ortaya çıkmış ve 20. yüzyılda kentler otomobilleşen kültüre
göre yeniden planlanmıştır. Bunun sonucunda da kentlerdeki mimari doku
otomobilli yaşama uygun olarak trafik akışını kolaylaştırmaya yönelik yeni yollarla,
müstakil evler için garajlar, alışveriş yerleri için yer altı garajlarıyla, otoparklarla
birlikte oluşturulmuş (Cengiz, 2009: 47) ve “otomobil egemen” toplumsal mekanlar
ortaya çıkmaya başlamıştır. Öte yandan toplumda gençler (özellikle de genç
erkekler) için ehliyet almak ve araba sahibi olmak bir çeşit yetişkinliğe ve erkekliğe
geçişi ifade ederken, ehliyet sahibi olmak, bir ergenin hayatında önemli bir dönüm
noktası olmuştur. Ayrıca otomobil, çağdaş toplumun otomobil egemen toplumsal
mekanlarının yarattığı bağımlılığın, dışlanmışlığın üstesinden gelmeyi, serbestlik
kazanmayı sağlayan gerekli, maddi bir araç haline gelmiştir.
Bugün kapitalist toplumlarda (ya da tüketim toplumlarında) bir yerden bir
yere gitmek tek bir ulaşım biçiminin, otomobilin tekeli altındadır. Otomobil
merkezli ulaşım sistemi “global bir model” olarak başarısını da ilk aşamada, belirli
bazı politik ve ekonomik güçlerin desteğiyle kazanmıştır ve sistem, genel yapısına
yayılmış anlamlı politik boyutlara sahiptir. Başka bir deyişle, otomobilin mekanın,
zamanın ve hareketin toplumsal kullanımları ile anlamları üzerinde derin politik
içerimleri vardır ve bu ulaşım biçiminden yararlanma konusunda yurttaşlar arasında
meydana gelen ayrılıklarda açıkça kendini belli eder. Bu ulaşım politikasının,
yoksulların, yaşlıların, kadınların, çocukların ve fiziksel ve özürlülerin çıkarlarını
Güz 2010, Sayı:31
Türkiye’nin Formula 1 Rüyasi: Ekonomi Politik Bir Değerlendirme
83
gözetmediği arka planda tutulurken, otomobil merkezli ulaşım sistemleri oldukça
demokratik ve toplumsal farklılıkların giderilmesinde yardımcı bir etken gibi
sunulur. Bu düşüncede bir ölçüde haklılık payı varsa da, otomobil sahibi olmanın
demokratikliği konusunda sorgulanmayı bekleyen önemli sayılabilecek birçok sorun
vardır. Bunlardan bazıları, otomobiller, fiyatları ve bakım masraflarıyla pahalı
araçlardır; topluma ve çevreye verdikleri zararların dağılımı eşitsizdir ve kamusal
mekanların birçok kişinin aleyhinde olacak şekilde düzenlenmesine neden olurlar.
Kamu alanlarının bu şekilde düzenlenmesinden olumsuz etkilenenler de çoğunlukla
yoksullar, yaşlılar, çocuklar, kadınlar ve kent merkezlerinde oturanlardır.
Bunun yanında, otomobil merkezli bir ulaşım sisteminin coğrafi hareketlilik
konusundaki ısrarcılığı politik ve ekonomik bir bağlamda ele alınırsa anlaşılır
olabilmektedir. Genel olarak hızlı hareketliliğin, gelişmiş kapitalizmin zaman ile
mekanı sıkıştırma özelliğini hem beslediği hem de kapitalizmin bu özelliğiyle yakın
ilişki içinde olduğu öne sürülür. Bundan dolayı da, ulaşım alt yapılarını kurulma
aşamalarında toplumsal ihtiyaçlar (sözgelimi enerji verimliliği, kirliliğin azaltılması,
ulaşımın daha demokratik bir hale getirilmesi) özel teşebbüsün tamamen ilgi alanı
dışında kalır. Örneğin ABD’de, bu tür sistemlerin desteklenmesinde hükümetin çok
büyük bir rolü olmuştur. Otomobil ulaşımının gerçekte olduğunun aksine hep ucuz
olduğu düşünülür. Bunun nedeni, otomobil ulaşımının maliyetinin toplu ulaşımdaki
gibi kolayca fark edilir özellikte olmamasıdır. Demiryolu ulaşımında, vagon,
istasyon, köprü ve personel örneğin örgütlü yapı içinde bir arada değerlendirilir, bu
yüzden de her birinin maliyeti görünür bir şekilde ortadadır. Oysa otomobil merkezli
ulaşımda, kamunun desteğiyle bakımı sağlanan fiziksel altyapı (otoyollar) ve
personel altyapı (karayolları ve polis departmanları) maliyetleri ile sürücülerin
yaptıkları harcamalar ayrı ayrı değerlendirilir. Otomobil merkezli ulaşım
sistemlerinde özel ve kamusal tüketim öyle bir şekilde konumlandırılmıştır ki,
sistemin toplam maliyeti fark edilmez olmuştur. Otomobilleşmenin getirdiği
maliyetlerin dağınık ve belirsiz oluşu, bunların anlaşılmasını daha da
zorlaştırmaktadır. Otomobilleşmenin maliyeti, bireysel kullanım aşamasında da
belirsiz bir hal almakta ve otomobil tüketicilerinin otomobilin mali boyutlarını
azımsaması biçiminde kendini göstermektedir. Öte yandan otomobilin maliyeti
hükümetin sürücülere verdiği mali destekte de görünür kılınmamaktadır. Oysa
otomobilin doğrudan veya dolaylı olarak sübvanse edilmesi de bir kamu politikası
kararı daha doğrusu politik bir karardır. Otomobilleşmenin hiç hesaba katılmayan
maliyetlerinden biri de, otomobil kirliliği ve kazalarının kamu sağlığı üzerinde
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
84
A. Asker
yarattığı kötü etkilerin de dahil olduğu toplumsal maliyetler olmaktadır (Freund ve
Martin, 1996: 89, 177-181).
Otomobilin Simgesel Olarak Gelişimi ve Yansımaları
Otomobillerin simgeler olarak üretilmesi, 18. yüzyılın sonlarında yaşanan
Sanayi Devrimi’nden bu yana, toplu biçimde üretilen bütün tüketim mallarının
anlamlar dünyasıyla kesişmeye başlamalarının özel bir durumunu temsil eder.
Otomobillerin görsel özellikleri, toplu biçimde pazarlanmalarını sağlayan
reklamcılıkla (promosyonla) bir süreklilik oluşturacak şekilde tasarlanmıştır. Yalnız
modern otomobilin, kendi promosyonunu yapan bir meta simge olarak, iki ayırt
edici özelliği daha vardır. Birincisi otomobiller, ulaşımı sağlama işlevlerinin dışında,
kullanıcıları açısından daima bir promosyon/prestij rolü de oynamışlardır ve bu
açıdan bakınca otomobiller sahiplerinin göreceli toplumsal konumlarını yansıtırlar.
Öte yandan otomobiller “modaya” da konu olmaktadır ve bu yüzden üretici
firmaların sayısının giderek azalmasına rağmen, stillerin çoğalması ve durmadan
değişmesi mühendislik alanındaki yeniliklerin çok ilerisine gitmiştir. İkincisi,
otomobil elle yapılan ürünlerden farklı olarak yeni bir icat olarak sanayileşmiş toplu
üretimin çerçevesi dışında hiçbir zaman varolmamıştır. Dolayısıyla ona yüklenen
anlamın tarihi, daima, promosyona/reklama yönelik bir tasarım düşünülerek imal
edilmiş olmasının anlamıyla bağlı olmuştur ve bu bağ o kadar sıkıdır ki, otomobiller,
üreticiler olduğu kadar tüketiciler için de başından beri üretilmelerini sağlayan tekno
- ekonomik dönüşümün gerçek amblemleri olarak değerlendirilmiştir. Örneğin
1920’li yılların ortalarında toplu üretilen otomobiller toplu zenginlik vaadini haber
vermekteydi ve bu yıllardaki bir seçim sloganı, “Her tencereye bir tavuk, her garaja
iki otomobil” şeklinde olabiliyordu. Bundan başka otomobiller, diğer yeni ürünler
(buzdolapları, daktilolar, fotoğraflar, kameralar, radyolar vb) gibi, sanayi ile bilimin
öncülüğünü yapmakta birleştikleri bütün yenidünyayı (yeni’nin dünyasını)
sembolize etmeye başlamıştır. Başka bir deyişle, otomobillerin yaygınlaşması, ona
bağlı sanayiler, yol sistemleri ve yeni oluşturulan kentlerle yaşamın bütün
ekolojisini hızla dönüştürürken, bireysel düzeyde bütün zaman ve mekan duygusunu
değiştirerek özel ve iş yaşamındaki hareketliliği hızlandırmıştır. Bunun anlamı
otomobillerin, promosyon amacıyla “Modernite’nin, Teknoloji’nin ve İlerleme’nin”
sembolleri olarak sunulmasının bilinçli bir girişim olduğu ve otomobile dayanarak
karayolu temelinde bir ulaşım sisteminin kurulmasının, gerçekte, uygarlık düzeyinde
20. yüzyılın başlangıcında meydana gelen değişikliklerin ayrılmaz bir unsuru
olmasıdır.
Güz 2010, Sayı:31
Türkiye’nin Formula 1 Rüyasi: Ekonomi Politik Bir Değerlendirme
85
Otomobillerin belli kurgularla çevrelenen sembolizmleri de oldukça
değişkendir ve yalnızca zaman içinde değil, piyasa içindeki bölünmeleriyle de
değişkenlik gösterirler. En eski modellerden beri (Ford ve Oldsmobile)
otomobillerin imajları için üç kültürel referans noktası olmuştur ve bunların her biri
büyük ölçüde, farklı türde otomobillerin tasarımlanıp sunulduğu piyasanın farklı
kesitlerine denk düşmektedir. Birincisi, teknoloji yapısına en yakın olanıdır ve uzun
yol araçlarının, spor otomobillerin (Porsche’lerin, Trans-Am’lerin) çağrıştırdığı imaj
kümesi olup “kaslı-araba” olarak tanımlanmaktadır ve bir seyirlik spor ve erkeğin
rekabetçi cesaretinin sergilendiği güçlü bir ritüel olan araba yarışları, seksen yıl
boyunca bütün bu gelişmelerden esinlenmiştir. İkinci bir tasarım olan lüks
otomobiller ise, bir öncekilerle tam bir karşıtlık oluşturmuş ve daha çok “geleneği”
yaşatmaya çalışan tasarımlar olmuştur. Son bir tasarım olan ailenin kullanımına
dönük tasarımların da imajları çok yönlü olmuştur; işe gidip gelme, boş zamanda
kullanma aracı olarak sportif görünüme sahip ama ailenin beğeni sahibi olduğu,
modayı izlediği ya da zengin olduğunu gösteren toplumsal statü göstergeleri de
taşımaktadır. Aslında otomobil, genel olarak bir tür hareket halindeki ev olma
özelliğiyle, saygın, fonksiyonel ve güvenli görünecek şekilde imal edilmiş ve içinde
aile bireylerinin oturacakları yerlerin belirlendiği bir tasarıma sahiptir ve daha sonra
kadınların ve gençlerin otomobil kullanmaya başlamasıyla cinsiyet ve yaş ayrımı
ortadan kalkmaya ve büyüklük ve bileşim bakımından da değişken bir modele
yönelinmiştir. Bu açıdan bakınca otomobilin imajları zamana bağlı olarak değişiklik
göstermiştir ama bu değişiklik dinamik bir süreklilik oluşturmuştur. Bu konuda
belirtilmesi gereken birinci nokta, sembolik anlamda hiçbir tip otomobil saf
görünmezken (sanayiyi ayakta tutan) aile otomobilleri bütün imajları kendisinde
toplamıştır. Bir kitle aracı olarak da otomobil en zengin ailelere göre olduğu kadar
bütün ailelere de çekici gelecek şekilde tasarımlanmıştır ve halen de öyle
tasarımlanmaktadır. Bu nedenle, zanaatkar gelenekselciliği, tekno – fütürizm ve
“aile”yi kuşatan değerler tam bir bütünsellik oluşturmadığı için hazırlanan imajlar da
belirsizliğini ve bir uzlaşma ürünü olma özelliklerini korumuşlardır. Günün geçerli
sloganı ne olursa olsun, otomobilin karakteristik biçimde ortalama bir görünüşte
olmasının nedenini bu duruma bağlamak gerekir. Aynı nedenle tasarımdaki çelişkili
olma ihtimali taşıyan unsurlar törpülenerek yumuşatılmış, hatta birbirlerini gizleyen
bir görünüm kazandırmaya bile dikkat edilmiştir. Bu karışım içinde,
modernist/erkekçi teknoloji değerleri daima ön plana çıkarılarak ifade edilmiştir.
Ama aynı nedenle onların etkileri de en azından piyasa cazibesinin mantığıyla
ilişkili nedenlerden dolayı sürekli denetim altına alınmaya başlamıştır. İkinci nokta,
otomobilin çıkış biçimi olan at arabasına yönelik göndermelerinin giderek gözden
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
86
A. Asker
kaybolması doğrultusunda düzenli bir eğilim gözlenmesidir ve bu süreçte,
kapitalizmin gelişme seyrine bağlı olarak en yeni modellerin izlenmesini otomobilin
saygınlık taşıma kapasitesinin temel bir yönü haline getirmeye başlamıştır. Örneğin,
1945’ten sonra işçi sınıfından ve orta sınıftan aileler açısından modern görünümlü
otomobiller, yoksulluğun geride bırakıldığının gözle görülür bir işareti olmuştur.
Üçüncü bir nokta, otomobil imajlarının tekno - mitin kodlanmasıyla ilgili olan yönü
– bilhassa da, hız yapmanın ve ona bağlı olarak teknolojik ilerlemenin bir sembolü
olarak otomobilin demode duruma düşüp, daha hızlı ulaşım biçimlerinin, özellikle
havada hareket eden araçların ortaya çıkması nedeniyle-ciddi ölçüde değişmiştir.
Buna bağlı olarak, toplu biçimde üretilen otomobillerin tasarımları yeni baştan
hazırlanmaya başlamış ve her yeni modelde hız/ilerleme idealine o an en yakın olan
ulaşım biçimi taklit edilmiştir. Öte yandan iki gelişme daha otomobil tasarımlarını
etkilemiştir. Bunlardan biri, 1960’lardan sonra uzay teknolojisinin gelişmesiyle
birlikte, taşımacılık alanındaki ilerlemelerin fırlatma sistemlerinden daha çok
yönlendirme sistemleri ile onların parmak ucuyla bir tuşa basılarak denetlenmesi
alanındaki atılımlara dayanmaya başlamıştır. Belli bir imaj verilmiş olan otomobiller
açısından bu değişimin yansıması, modern görünümün hem hızlı ve havada giden bir
görünüş, hem de bilgisayarlara ve onların çağrıştırdığı her şeye bağlı olma anlamını
yüklenmeye başlamasında ortaya çıkmıştır. İkinci bir gelişme ise, 1960’lardan sonra
fonksiyonalizmin yaptığı etki olmuş ve özellikle Avrupa’daki üreticiler arasında
yaygın olan araba tasarımlarında “biçim fonksiyondan sonra gelir” anlayışı
Amerika’da da benimsenmeye başlamıştır (Wernick, 1996: 113-122).
Öte yandan otomobilin kendi kendisinin promosyonunu yapan bir araç
olması yanında kitle iletişim araçlarında yer alan reklam gibi ek promosyonlara
başvurulması da sistemin işleyişi içinde kaçınılmaz bir yol olarak ortaya
çıkmaktadır. Reklamların tüketim toplumunun (ya da kapitalist sistemin) ayrılmaz
bir parçası olduğu düşünülürse buna başvurma gereği daha iyi anlaşılabilir. Reklam
sistem içinde akıl almaz boyutlarıyla “işlevsel” olarak yorumlanırken, yapılan
anketler reklamların tüketici üzerinde etkileme gücünün sanıldığından daha az
olduğunu göstermiş ve zamanla dayatılan reklam yerine “ikincil bir tüketim ürünü
ve kültürel kanıt olarak sunulan reklam” yani bir başka deyişle dolaylı reklam bunun
yerini almaya başlamıştır ve bunun etkilerini araba yarışlarında da görmek
mümkündür. Bu konuda değinilmesi gereken bir nokta da, otomobilin simgesel
anlamlarını özellikle otomobil reklamlarında ve (bir ölçüde de otomobil
yarışlarında) yakalamak mümkündür. Bu reklamların içeriklerini de çoğunlukla
otomobili birey için cazip kılan teknoloji üzerindeki hakimiyet, bireysel özgürlük,
Güz 2010, Sayı:31
Türkiye’nin Formula 1 Rüyasi: Ekonomi Politik Bir Değerlendirme
87
güç ve hız, toplumsal statü ve cinsellik gibi kültürel ve psikososyal deneyimlere
dayanan simgeler oluşturur. Buna göre, otomobil, tümüyle eril bir simge olmaktan
çok öte bir şeydir, hem dişi, hem de eril benzetmeleri yansıtma ve gerek kadınlar
gerek erkekler için cinsel çekicilik taşıma içerimlerine sahiptir. Otomobile erotik
çekiciliğini veren şeyin kendi içine çekilme, her yana hakim olma ve denetim kurma
duygularını aynı anda yaşatması olduğu ileri sürülmektedir. Her iki cinsiyete hizmet
eden bir araç haline gelmiş olsa da otomobil, bugüne kadar hep erkeksi bir simge
olarak kullanılmaktadır. Erkek dış dünyanın hakimi olup, bu dünyaya ait en
etkileyici gösterge arabadır ve bunun psiko-seksüel anlamları vardır. Buna göre,
mekana egemen olmak gerçek dünyaya ait soyut bir göstergeye benzerken, aynı
dünyada yapılan güç gösterisi bir narsistik göstergesi olarak kabul edilmektedir.
Araba ya da hıza “erotik” bir değer kazandırıldığında, otomobilin, bu hızlı yer
değiştirme yeteneği sayesinde toplumsal yasaklar ve yaşamın her anında değişen
sorumluluk bilincine bir son verdiği ve insanın, hem kendine hem de diğerlerine
karşı gösterdiği tüm direnç biçimlerinin açıklanmasını sağladığı görülmektedir.
Otomobilin yaşattığı erotik duygularda cinsel bir ilişkiden çok, her araba sahibinin
narsistçe bir yöntemle baştan çıktığı ve aynı nesne konusunda tüm diğer araba
sahipleriyle duygu ve düşünce birliği içinde olduğu zihinsel bir cinsel ilişkiye
benzemektedir. Bu açıdan bakınca otomobilin bir nesne-kadına benzetilmesi yanlış
olmakla birlikte reklamların kadın konusunda “esnek, seçkin, rahat, pratik, munis,
ateşli vs” sözcükler kullanmaları reklam dünyasındaki nesnelerin genellikle
dişileştirildiğini göstermektedir. Başka bir deyişle nesne-kadın bir ikna aracı, en
etkili toplumsal efsane görevi yapmaktadır. Araba da dahil olmak üzere tüm
nesneler satılabilmek için kadın görünümüne büründürülmektedir (Baudrillard,
2010: 201-205, 86-88).
Otomobil reklamcılığının kullandığı benzetmelerde otomobil, hayvansal
canlılık ile teknik kusursuzlukların iç içe geçtiği bir özellikler yığınıyla da
bağdaştırılır. Böylece otomobil teknolojisi, doğal hayvani güçlerden cinsiyetçi
imgeler üretmek için bir anlamda insancıl biçimlere büründürülür. Genç sürücüler
arasında yapılan bir araştırmada, otomobilin saldırganca kullanımının sapkın bir
davranış biçimi olmadığı, daha çok erkeksi değerlere sahip çıkma çabalarının aşırı
bir ifadesi olduğu sonucu ortaya çıkmıştır. Otomobil, özellikle de genç erkeklerde,
aile otoritesine karşı bir başkaldırı simgesi olma işlevi görebilmekte, hızlı araba
kullanmak da genç neslin maskülen alt kültürlerinin normal bir parçası
sayılabilmektedir. Buna bağlı olarak otomobil kazalarında ve ölümlerinde, aşırı hız
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
88
A. Asker
tehlikeli araba kullanma ve içkili araba kullanma nedeniyle verilen cezalarda gençler
hep ön sıralarda yer almaktadır (Freund ve Martin, 1996: 133).
Toplumsal yaşamda da otomobil zaman ve mekanı dönüştürmesiyle ön plana
çıkarken, bir yerden bir yere gitme bir “zorunluluk” ve hız ise bir “keyif alma”
biçimi olarak algılanmaya başlamıştır. Otomobil özellikle “hız” sayesinde zaman ve
mekanı dönüştürerek bireylere farklı duygular yaşatmaktadır. Buna göre, hız
aracılığıyla sunduğu hareket kabiliyetinin her türlü alışılageldik işlevden çok farklı
olduğu görülmektedir. Tek başına hareket yeteneği bile belli bir mutluluk kaynağı
olmakla birlikte, mekanik hızın sağladığı esenlik duygusu, insanın zihinsel bir
şekilde gerçekleştirdiği bir yerden başka bir yere gitme mucizesinin yaşattığı bir
duygu olup hiçbir çaba harcamadan otomobille, gerçekleştirilen bir yer değiştirme
bir tür gerçekdışı mutluluk, insanın yaşamıyla oynama ve sorumsuzluk duygusuna
yol açmaktadır. Zaman- mekanla bütünleşen hız, dünyayı iki boyutlu bir imgeye
indirgerken onun üç boyutlu ve hareket halinde bir varlık olduğunu unutmamaktadır.
Bir anlamda hız insanı çok heyecanlandıran bir hareketsizlik ve hayranlık duygusu
yaşatmaktadır. Bu “hız sevdası” ailenin ev içinde sunduğu durağan tatmin olma
duygularının karşıtına ve toplumsal gerçeklik içinde kendine bir yer açmaya
benzemektedir. Araba gündelik yaşamı ikiye bölerek evdeki yaşantının karşıtını
sunmaya çalışmaktadır (Baudrillard, 2010: 84 - 85).
Formula 1 (F1) Yarışları
Tüketim toplumunu çözümlemede ön plana çıkan Lefebvre’nin deyimiyle
(1998); “Klavuz/Şey Kral/Nesne” olan otomobil, üretildiği yılların ertesinde “hız
gösterisi” olan yarışlarla da toplumda yerini almış ve bu yarışlar “Ralli”, “Cup” ve
“Formula” gibi adlarla düzenlenmeye başlamıştır. Bu yarışlar, bir yandan şirketlerin
kendilerini tanıtmalarını sağlarken, öbür yandan da araştırma ve geliştirme
sonuçlarının sınanmasına yaramaktadır. Eril bir kültür içinde gerçekleştirilen bu
yarışlarda, yeni teknik, ona göre geliştirilen yol modelleri sergilenmektedir. Aslında
burada sergilenen otomobilin sunduğu “hız” ve ona atfedilen “erotik değer” dir ve
bu eril bir kültür içinde izleyiciye sunulur. Bu yarışlarda otomobilin simgesel
anlamını A. Wernick (1996); “Bir mermi şeklinde tasarlanmış olan ve orgazma,
geleceğe ve ölüme doğru keyifli bir coşkuyla hamle yapmanın yaşandığı, erkek
kimliği damgasını taşıyan bir makine.” olarak tanımlamaktadır (Wernick, 116).
Otomobil yarışlarından biri olan F1 Yarışları ise, 1950 yılından beri
düzenlenmektedir ve düzenli bir organizasyon olmasında katılımcı firmaların ilgisi
Güz 2010, Sayı:31
Türkiye’nin Formula 1 Rüyasi: Ekonomi Politik Bir Değerlendirme
89
yanında tüketicilerin izleyici olarak ilgi göstermesinin etkisi vardır. F1’in diğer
sporlardan en önemli farkı, üretici firmalarla ve sponsorlarla iç içe bir yapılanmaya
sahip olmasıdır. F1 Yarışları’nın düzenlenmesinde önemli bir yeri olan ve sözcük
anlamıyla “teşvik eden, para veren” anlamına gelen sponsorluk, “sponsor firma ile
sponsorluğu yapılanın her ikisine de avantaj sağlamaya yönelik bir iş anlaşması”dır
(Karademir, Çoban, Devecioğlu, Kafkas, Mendeş, 2009: 105). Sponsorluğun kökü
çok eskilere gitmekle birlikte, girişimcilerin kendi çıkarları için sportif etkinlikleri
teşvik etmesi 19. yüzyılda başlamış ve ardından gelişmesini sportif etkinliklerin
televizyondan yansıtılmasıyla göstermiştir. Sponsorluğun ortaya çıkmasındaki
önemli etken, sigara ürünlerinin televizyon reklamlarında gösterilmesinin
yasaklanması olmuş ve sigara üreticileri için bu yol yasaklardan kurtuluş olmuştur
(Grassinger, 2003: 23). Son yirmi yılda kurumsal sponsorluk pazarlama iletişim
aracı olarak büyümektedir ve dünya çapında sponsorluk pazarı (2000 yılı için) 25
milyar dolar olarak hesaplanmıştır ve Coca Cola gibi büyük şirketler sponsorluk için
pazarlama bütçelerinden her yıl 100 milyon doların üstünde para ayırmaktadırlar
(Tripodi, Hirons, Bednall ve Sutherland, 2003: 435-436). Avustralya’da daha
1996’larda spor sponsorluğu büyüme oranı yüzde 18’lere ulaşmıştır ve gittikçe de
artmıştır. Örneğin IBM ve Telstra gibi büyük şirketler 2000 Sydney
Olimpiyatları’nda sponsorluk için 100 milyon dolar ödemişlerdir (Quester, Farrelly,
1998: 539-540). Dünyada sponsorluk pazarının büyümesine koşut olarak bu konuda
yapılan araştırmalar çoğalmış daha önceleri “farkındalık yaratma” stratejileri
üzerinde durulurken, “marka imajı” (Gwinner, Eston, 1999: 47) ve bu yolla “rekabet
avantajı” yakalama gibi konular üzerinde durulmaya başlanmıştır (Fahy, Farrelly,
Quester, 2004: 1024-1025). Bu konuda yapılan bir araştırma, Avustralya’da yapılan
Formula yarışlarını konu almış ve dört yıl boyunca (1993-1996) bu yarışlarla ilgili
izleyici araştırmaları yapılmış ve bu çalışmanın sonuçlarına göre; tüketicilerin
zihinlerinde güçlü ve inandırıcı bir bağ yaratıldığı takdirde tüketicinin sponsor olan
etkinliğe katılımı ve bağlılığı marka/sponsor bağlılığı olarak sponsorun ürünlerine
yansıdığı ortaya koyulmuştur. Fakat daha da önemlisi uluslar arası düzeyde spor
sponsorluğu “umut, acı, zafer” gibi evrensel mesajlarla önemli bir sözsüz bileşeni
olan ortam sağlayarak, ulusal sınırları aşabilmektedir. Özellikle bu bağlılığın
yaratılmasında sporculardan yararlanılması da etkili bir yöntem olarak ortaya
çıkmaktadır (Quester, Farrelly, 1998: 551-554). Bu konuda Nike-Michael Jordan
ilişkisi “küresel başarı” olarak ele alınmaktadır (Fahy, Farrelly, Quester, 2004:
1014).
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
90
A. Asker
F1 Yarışları’nda da önce yarışların sponsorluğunu otomobillerle ilgili
üreticiler - petrol, lastik gibi – yaparken daha sonra sigara firmaları bu işi
üstlenmiştir. Bu gelişme 1968’lerde olmuş; F1’in iki büyük petrol sponsoru olan BP
ve Esso yanında lastik üreticisi Firestone da desteğini çekmiştir. Bunun üzerine
F1’de sigara firmalarının sponsorluğu tütün üreticilerinden Gold Leaf Tobacco ile
anlaşmaya varılmasıyla başlamış ve otomobillerin üzerine reklamlar konulmuştur.
Ancak 1990’lı yılların sonunda Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde sigara reklam
yasağının getirilmesi, F1’in örgütü olan Federation Internatıonale de l’Automobile
(FİA) ile hükümetler arasında birtakım anlaşmazlıklara yol açmış ve bu gelişme
üzerine yarışların bir bölümü Avrupa dışına kaydırılmıştır (Begün, 2005: 45,160).
Günümüzde F1 Yarışları’nda Avrupa - 10-18 yarış ile - ilk sırada yer almakla
birlikte, bunu 5 yarışla Asya kıtası izlemektedir ve gelişmeler bu yarışların Avrupa
dışındaki ülkelere kayma eğiliminin süreceği yönündedir. Bunun nedenleri arasında
yukarıda değindiğimiz gibi başta Avrupa’daki mevzuatın sıkı olması yanında
otomobil üreticilerinin bu yarışlar sayesinde otomobile artan ilginin yaratacağı yeni
pazarlar peşinde olması ve bu yarışları destekleyen sigara tekellerinin sigara reklam
yasağı olan ülkelerde bu yolla markalarının reklamını yapmak istemeleri de yer
almaktadır. Bu gelişim kapitalizmin yayılma mantığı içinde düşünüldüğünde anlamlı
görünmektedir. Time dergisinde (2001) Kate Noble imzalı bir makalede, “40.000
kişinin çalıştığı, yıllık gelirleri 7,5 milyar dolar olan ve her yarışta 500 milyondan
fazla bir seyirci kitlesini televizyona çeken endüstri için Formula 1 şaşırtıcı derecede
küçük görünüyor…” yorumu yer alır. Oysa F1 yayın anlaşmaları yoluyla dünyaya
açılmış ve “küresel, kurumsal ve arındırılmış bir spor şirketi” olarak hızla
ilerlemiştir (Collings, 2005: 469). Bunun sonucunda örneğin, F1’in “en çok
şampiyon olan, en çok yarış kazanan” gibi “en”lerle medyada yıldız pilotlarından
biri olan Michael Schumacher yılda 75 milyon dolar kazanmasıyla kamuoyunda,
dünyada “en çok kazanan” sporculardan ikincisi olarak yerini almıştır (Time, 2004).
Yirminci yüzyılın ulusötesi şirketleri, “iletişim teknolojilerindeki gelişmeleri de göz
önüne alarak nasıl bütçelerinin büyük bir bölümünü dev reklam kampanyalarına
ayırıyorsa”, F1 yöneticileri de bu yöntemi uygulamaya koyulmuşlardır (Lafeber,
2001:44). F1’in yöneticileri yayıncılığa verdikleri önemin işareti olarak daha
1995’lerde yarışları izleyicilere iyi bir yayınla ulaştırabilmek amacıyla bir dijital
televizyon projesini desteklemişlerdir. 1981 yılında yapılan bir anlaşmaya göre de,
F1’de yer alan takımlara iflas etmedikleri sürece yarışma zorunluluğu getirmekle
birlikte onlara televizyon yayın haklarından elde edilen gelirden pay verilmektedir.
Günümüzde ise, F1’in gelirlerinin önemli bir bölümünü de 203 ülke ile yapılan
yayın anlaşması oluşturmaktadır (Siyaset, 2006). Örneğin 2006 yılında
Güz 2010, Sayı:31
Türkiye’nin Formula 1 Rüyasi: Ekonomi Politik Bir Değerlendirme
91
Avustralya’da yapılan F1 yarışlarını 300 binin üzerinde kişi yarış alanında, 1,5
milyon izleyici de televizyondan izlemiştir. Tüm bu gelişmeler F1 Yarışları’nın,
“dünya çapında seyirci ve hayran kitlesi ile dünyanın en teknolojik, yüksek profili
gelişmiş ve pahalı sporu” olarak nitelendirilmesine yol açmakta ve bu yarışların her
kıta için en az 100 milyon izleyicisi olduğu düşüncesi” ön plana çıkmaktadır.
Özellikle tecimsel yayıncılıkta bunun anlamının daha çok reklam almak olduğu göz
önünde bulundurulursa, bu rakamlar daha anlaşılır olmaktadır. F1’i düzenleme
hakkını elinde bulunduran Formula One Administration (FOA) bu yarışlara ev
sahipliği yapma hakkını bazı koşulları yerine getiren ülkelere belli bir süre için
vermektedir ve bu yarışları yayınlama hakkını alan ülkede de yayın gelirleri önemli
bir gelir pastası oluşturmakta ve ülke televizyonları arasında rekabet yaratmaktadır.
Örneğin daha 1990’lı yıllarda İngiltere’de ITV’nin daha önce BBC’nin sahip olduğu
F1 yayın hakkı için BBC’nin ödediği rakamın iki katını ödediği ileri sürülmektedir
(Collings, 2005: 355-357). Öte yandan bir F1 takımının 2006 yılı için harcaması
ortalama olarak 350 milyon doların üstündedir ve gelirinin yüzde 80-85’ini
sponsorluk oluşturmaktadır ve bunu elde etmek için kıyasıya bir mücadeleye,
rekabete girmek zorundadır. Sponsorluk paketleri ise takımın sıralamasına bağlı
olarak 15-50 milyon dolar arasında değişmektedir (Donahay, Rosenberg, 2008: 1).
Sonuçta iyi bir takım, buna bağlı olarak izleyici sayısının artması ve yayında daha
fazla yer ve bunun getirisi olarak daha fazla sponsor desteği öte yandan markanın
pazarlanması yani yarışmalarda yer alanlara “mali kazanç”tır. Bu yönüyle F1
Yarışları kapitalizm mantığı içinde “karlı bir iş” olarak değerlendirilebilir.
F1 Yarışları’nda kullanılan arabalar ise, son derece ileri teknoloji ile
üretilmektedir ve güvenlik açısından en güçlü darbeleri karşılayabilecek
malzemelerden yapılmaktadır (Demir, Eylül 2007). Başka bir deyişle günlük
yaşamda kullanılan otomobille “her an” karşılaşılabilecek olan kaza riski, bu
yarışlarda kullanılan arabalarda en aza indirgenmiş görünmektedir. Zaten bu yönde
gelişimin teknolojik denemesinin sergilemesi de bu yarışlar olmaktadır. Otomobilli
yaşamda kaza bir “rastlantı” olup hatta daha öncesinde yaşattığı duygularla “güzel
bir rastlantı” olup, sonuçları bakımından “göz ardı” edilmesi gereken bir şeydir. Öte
yandan arabanın çarpması, bozulması da tüketim mantığı içinde düşünüldüğünde,
olması gereken bir unsurdur. Bu açıdan bakınca yarışlarda sergilenen de tüketim
mantığına uygun bir sergileme olmaktadır: Gelişmiş teknoloji ile hızın ve yolun test
edildiği bu yarışlarda otomobilin gerçekte olumsuz olan bu yanları göz ardı edilir ya
da edilmesinde etki etmeye çalışılır. Tüketim toplumunda otomobilin bu yönünü
Baudrillard şöyle açıklamaktadır; “Arabanızı çarpın, gerisini sigorta halledir.” Zaten
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
92
A. Asker
araba hiç kuşkusuz gündelik ve uzun vadeli, özel ve kolektif savurganlığın
ayrıcalıklı odaklarından biridir. Sadece sistematik olarak düşürülen kullanım
değeriyle, sistematik olarak güçlendirilen prestij ve moda katsayısıyla, kendisine
yapılan ölçüsüz yatırım miktarıyla değil, ama hiç kuşkusuz daha derin bir şekilde,
kuşkusuz kazada cisimleşen sac, mekanik ve insan yaşamı kaybıyla kaza, tüketim
toplumunun, törensel madde ve yaşam kaybında aşırı bolluğunu kanıtladığı en güzel,
en heybetli happening’dir (bu kanıt ters yönden işlese de derin bir hayal gücü için
birikime dayanan dolaysız kanıttan çok daha etkilidir).” (Baudrillard, 1997: 45).
F1 yıl boyunca her birine “Büyük Ödül” adı verilen ve genellikle değişik
ülkelerde özel yollarda yapılan yarışlardan oluşmaktadır. Yılsonunda 19 ayrı ülkede
kazanılan puanlara göre “Dünya Sürücüler Birinciliği” ve “Dünya Takımlar
Birinciliği” ödülleri verilmektedir. Başka bir deyişle şoförler (pilot) ayrı, markalar
ayrı şampiyon olmaktadır. Öte yandan F1’de başarılı olmak için iyi bir pilot, iyi bir
araba ve teknik destek sağlayanlara yani iyi bir ekibe sahip olmanız gerekmektedir.
Başka bir deyişle “başarıya ulaşmak için sahip olduğunuz en güçlü öğeleri bir araya
getirip uyum içerisinde çalıştırabilmeniz” gerekmektedir. F1 Yarışları’nda yer alan
arabalarda da özel lastikler kullanıldığı için yarışların çoğu kötü hava koşullarında
da yapılabilmekte ve ancak aşırı yağmur ve sis gibi görüşü engelleyen durumlarda
yarış direktörü tarafından ertelenmesi mümkün olabilmektedir. Yarışlar ise, atılacak
turlara bağlı olarak en az 305 km geçilmek zorunda olup, hava muhalefeti dışında 2
saat sürmektedir. (Aykol, Eylül 2008).
Türkiye’de Otomobilin Yeri ve Formula 1 Yarışları’nın Düzenlenmesi
Türkiye’nin toplum yapısına bakıldığında, 1950’ye kadar “köylü-işçi”
ağırlıklı bir toplum olduğunu, 1950’lerden sonra izlenen “ithal ikameci” politikalarla
başlayan değişmenin 1980’den sonra izlenen “serbest piyasa” ekonomisiyle
tamamlandığını söylemek mümkündür. 1980’li yıllarda neo-liberal politikalarla
birlikte ekonomik yapıda meydana gelen değişme, toplumun tüketim
alışkanlıklarının, görsel kültürünün ve mekansal oluşumların da köklü bir şekilde
değişmesine neden olmuştur. Küresel ekonomiyle bütünleşen Türkiye ekonomisi,
küresel kapitalizmin ekonomik, sosyal ve kültürel değerlerini de Türkiye’de
gündelik yaşama dahil ederek, sosyo-ekonomik ve kültürel yapıyı dönüştürmüştür.
Bu süreçte, öncelikle toplumsal sınıflar arasındaki gelir ve buna bağlı olarak yaşam
biçimleri arasındaki farklılıklar daha belirgin bir hale gelmiştir. Yine aynı dönemde,
iletişim alanındaki gelişmelerle birlikte toplumun kültürü ticari televizyonlar
Güz 2010, Sayı:31
Türkiye’nin Formula 1 Rüyasi: Ekonomi Politik Bir Değerlendirme
93
tarafından daha yoğun bir şekilde biçimlendirilmeye başlanmıştır (Korkmaz, 2009:
143,145,160). Bu biçimlendirme süreci aynı zamanda tüketim toplumu olarak
adlandırılabilecek olan toplum yapısının oluşmasıdır. Tüketim toplumunu
çözümlemelerde en iyi örnek olan otomobilin Türkiye’ye gelişine baktığımızda ise,
daha önce değindiğimiz gibi ilk otomobilin üretildiği 19. yüzyılda Osmanlı
toplumunda yer aldığını daha sonra kurulan Cumhuriyet Türkiye’sinde de
otomobilin önemli bir yer tuttuğunu görürüz. Burada şunun altını çizmek gerekir ki,
otomobil üretildiğinin ertesi yıllarında kapitalizmin yayılma mantığına uygun olarak
dünyada yerini almıştır. 19. yüzyılın son dönemlerinde ortaya çıkışından bu yana
otomobil global bir meta haline gelmiştir. Otomobil, 1886 yılında ilk patentinin
çıktığı Kuzey Amerika ile Batı Avrupa’da yaygınlaşmıştır. ABD’de, 1900 yılında
sadece 8000 otomobil mevcutken ve 9.500 kişiye bir otomobil düşerken; 1930’lerde
bu sayı 23 milyon yükselerek 5,3 Amerikalıya bir otomobil düşmüştür. Bu
tarihlerden sonra da zaten ABD otomobil pazarı yavaş yavaş doygunluk noktasına
ulaşmıştır ve bugün bu Pazar artık daha çok değişim pazarı durumundadır.
Günümüzde ise, bir günde üretilen otomobil sayısı, neredeyse bir günde dünyaya
gelen bebek sayısına eşittir ve otomobilin bu kadar yaygınlık kazanmasında reklam
sektörünün oldukça önemli etkisi olmuştur (Freund ve Martin, 1996: 91).
Bu gelişmelerin ışığında değerlendirdiğimizde otomobilin Türkiye’de önem
kazanması da kaçınılmaz olarak ortaya çıkmaktadır. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında
ulaşım alanında herhangi bir yatırımı ve birikimi olmayan Türkiye’nin bu alandaki
politikalarını belirleyen ABD olmuştur. Bu süreçte önce ulaşım araçları üretmesi
için Amerikan Ford şirketine izin verilmiş, daha sonra Amerika’nın bu konudaki
raporu bu alanda izlenmesi gereken politikaları belirlemiştir. Bu konuda son gelinen
nokta ise, üyesi olmaya çalıştığımız AB ile imzaladığımız Gümrük Birliği
Anlaşması’nın izlenen politikalarda etkili olmasıdır. Bu sürecin gelişimine
baktığımızda, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Amerikan Ford şirketi, verilen izinle
Türkiye’de bir fabrika kurmuş ve burada ürettiği araçları Ortadoğu, Balkanlar ve
Sovyetler Birliği’ne ihraç etmiştir. Bu şirketin üretimi 1929 Ekonomik Bunalımı
nedeniyle 1934 yılında kesintiye uğramışsa da, Demokrat Parti Dönemi (19501960)’nde gelişen Türk - Amerikan ilişkileri ve büyüyen bir pazar olarak görülen
Türkiye’ye bu kez 1959 yılında yanına Türk ortak olan Koç grubuyla Otomobil
Sanayi A.Ş.’ni kurarak üretimini sürdürmüştür. 1960 darbesi sonrasında Türkiye’de
yerli otomobil üretildiyse de bu bir denemeden öte gitmemiştir (Altun-Sarıoğlu,
2006: 1-2,9, 24-25). Başarısızlıkla sonuçlanan bu denemenin ardından 1967 yılında
Koç şirketi Anadol marka otomobili üretmiş ve bu otomobilin “kaportasının
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
94
A. Asker
zayıflığı” tartışma konusu olsa da 2000’li yıllara kadar kullanılmıştır. Bu otomobilin
gördüğü ilgi ise, başka bir yabancı marka otomobilin - Renault - Türkiye’ye girişini
sağlamıştır. Fakat Türkiye’yi otomobil üreticilerinin iyi bir pazar olarak görüp üs
olarak seçmeleri asıl, 1996 yılında imzalanan Gümrük Birliği Anlaşması’ndan sonra
olmuştur (Sektör Raporu, 2008: 6). Bugün Türkiye’de güçlü bir otomobil
sektöründen sözedilebilmektedir ve bunların çoğunu yabancılar oluşturmaktadır
(Sektör Rehberi, 2008: 22). Türkiye’nin 1950’lerden sonra ulaşım politikalarında
tercihini karayollarından yana kullanması da bu gelişmeler ışığında elbette tesadüf
değildir. Karayollarına göre birçok bakımdan daha avantajlı görülen demiryollarının
gelişi Osmanlı İmparatorluğu dönemindedir. Ancak 19. yüzyıldan 20. yüzyıla
geçerken Osmanlı İmparatorluğu topraklarında önemli kalitede ve uzunlukta bir yol
ağı yoktur. Varolan demiryolları ise, genelde yabancı şirketler tarafından kendi
amaçları doğrultusunda yapılmışlardır. İlk demiryolu hattı 1851’de İzmir-Aydın
arasında kurulmuştur. Türkiye’de demiryolları açısından en parlak dönem 1950’ye
kadar olan dönemdir. Bu dönemde Cumhuriyetin kurucusu Atatürk’ün
demiryollarına önem vermesinin de büyük etkisi olmuştur ve günümüzde 8 bin
küsur km olan demiryollarının 4 bin km küsuru bu dönemde inşa edilmiştir (Ural,
2001:198). Bundan sonraki dönemde Türkiye’nin ulaşım politikası ABD tarafından
hazırlanan bir raporla belirlenmiştir ve bu politika günümüze kadar sürdürülmüştür.
1948 yılında ABD tarafından hazırlanan ve “Hilts Raporu” adı verilen bu rapora
göre, Türkiye’de ulaşım ağırlığının demiryolundan karayoluna kaydırılması
gerektiği ve bu doğrultuda karayolu yapımı için Yollar Genel Müdürlüğü’nün
kurulması öngörülmektedir. Ayrıca raporda Yollar Genel Müdürlüğü’nün Ulaştırma
Bakanlığı’ndan bağımsız olarak kurulması vurgulanmıştır (www.kamusen.org.tr/
imaj/arge/demiryolu.pdf). Zaten 1950 sonrasında da Truman Doktrini çerçevesinde
Marshall Planı gereğince, ülkemizde karayolları politikası desteklenmiştir (Ural,
2001: 198). İç politikada da - ilerlemeyi / modernleşmeyi sağlaması bağlamında
düşünüldüğünden-karayollarında atılım yapan her iktidar başarılı görülmüştür. Bu
açıdan liberal politikalara sıkı sıkıya bağlı olan Demokrat Parti ve Anavatan Partisi
iktidarı bu konuda iyi birer örnek olmuştur. Türkiye’de ulaştırma altyapısına yapılan
yatırımlar da çoğunlukla karayolu ulaşımında yoğunlaşmaktadır. Türkiye’deki
karayollarının uzunluğu 63 bin küsur kilometreye ulaşmıştır ve bunun neredeyse 2
bin kilometreye ulaşan bölümü otoyoldur. Türkiye’de şehir içi ve şehirlerarası
yapılan yolcu taşımacılığının ise yüzde 90’ından fazlası, yük taşımacılığının ise
yüzde 90’ına yakın bölümü karayolu ağırlıklı olarak gerçekleşmektedir (Kaya, 2008:
32,34). Türkiye’de karayolu taşımacığının ön planda olmasının bir sonucu da trafik
kazalarının çok yüksek oranlarda olmasıdır. Bugün Türkiye dünyanın 195 ülkesi
Güz 2010, Sayı:31
Türkiye’nin Formula 1 Rüyasi: Ekonomi Politik Bir Değerlendirme
95
arasında her 10.000 araca düşen ölü sayısı bakımından 12. sıradadır. (Ural,
2001:198,201). Türkiye kentlerinde ulaşım sorununun temelinde karayollarına fazla
ağırlık verilmesi yatmaktadır. Toplu taşımacılıkta ise yeterli hizmet verilmemekte;
duraklarda fazla bekleme, durak yerlerinin uygunsuzluğu, otobüslerin kalabalık
olması gibi nedenlerle özel araba kullanılması artmaktadır (http://www.obitet.
gazi.edu.tr/ makale/Makaleler/ otomobil. htm).
Ulaşım politikalarında karayolu taşımacılığının öne çıkması ile toplumsal
yaşamda otomobilin önemli kılındığı bir gelişim içinde olunan Türkiye, otomobilli
yaşamın parçalarından biri olan otomobil yarışlarından F1 Yarışları’na 2005 yılına
gelindiğinde ev sahipliği yapmaya başlamıştır. Tarihsel açıdan baktığımızda,
Türkiye’de ilk otomobil yarışları 1920’li yıllardan itibaren düzenlenmeye başlamış
ve 1930 yılında düzenlenen yarışa Milliyet Gazetesi de destek olmuştur. Yine 1972
yılında Günaydın Rallisi adı altında düzenlenen yarışmayı Günaydın Gazetesi
organize etmiş ve bununla ilgili haberleri birinci sayfadan kamuoyuna duyurmuştur.
Bu yönde bir başka gelişme ise, 1993 yılında olmuş ve ilk yerleşik yarış pisti olan
Yarımca Körfez Pisti’nin temelleri atılmış ve bu pistte 1994 yılından itibaren
yarışlar (Formula dışında) yapılmaya başlanmıştır (Altun ve Sarıoğlu, 2006: 16-20).
Fakat Türkiye’nin F1’e ev sahibi olma aşamasına gelmesi sürecinin, yukarıda
değindiğimiz ulaşım politikası bir zemin olmakla birlikte, asıl 1980’lerden sonra
piyasa ekonomisine geçmesiyle başladığını söylemek mümkündür. Bu süreçte, F1’in
ilk ayağı olan otomobil üreticileri 1990’larda Türkiye’ye uzanmıştır. 1996 yılında
imzalanan Gümrük Birliği Anlaşması sonrasında dünyanın sayılı otomobil
üreticileri, Türkiye’yi dünya üretim üslerinden birisi haline getirmiştir. Türkiye’de
günümüzde 15 otomobil üreticisi vardır ve bunların çoğunluğu yabancılardan
oluşmaktadır. F1’in ikinci ayağı olan sigara üreticileri ise, 1984’ten beri Türk
piyasasına girmişlerdir. Bu yıldan itibaren devletin elinde ve piyasada tek olan Tekel
aracılığıyla Amerika dışında dünya sigara pazarının % 15,6’sına sahip Philip Morris
ürünleri Türkiye’ye ithal edilmeye başlanmış ve Türk halkı bu firmanın en çok
bilinen markası olan Marlboro ile tanışmıştır. Bu şirket daha sonra yerli ortak olarak
Sabancı Holding ile 1991 yılında %75 Philip Morris’in, %25 Sabancılar’ın olmak
üzere Philsa’yı kurmuş ve dünyanın yedinci büyük sigara piyasasına sahip
Türkiye’de, %42 gibi azımsanmayacak bir paya sahip olmuştur. 2000’li yıllara
geldiğinde ise artık Tekel’in özelleştirilmesi gereği ortaya çıkmış ama ilk açılan
ihale gerekli ilgi olmadığı için iptal edilmiştir. Bu ihale Tekel’in yabancılara
pazarlanabilmesi için rehabilitiye ihtiyacı olduğunu ortaya çıkarmış ve bu
yapıldıktan sonra Tekel, Türkiye’de %7 paya sahip olan British American Tobbacco,
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
96
A. Asker
BAT’ a satılmıştır. F1’in üçüncü ayağı olan televizyon yayınları ise ülkemizde,
1990’lı yıllarda özel televizyonların yer almasıyla başlamıştır. Önce Cine 5 ardından
NTV gibi özel kanallar F1 Yarışları’nı Türk izleyicisine tanıtmışlar ve naklen
izletmişlerdir. Bu alt yapı hazır olunca sıra F1’in Türkiye’de yapılmasını sağlamak
olmuş ve bu girişimi başlatan kişi de Tahincioğlu Holding’in sahibi, Türkiye
Otomobil Federasyonu Başkanı ve daha önce İngiltere’de Formula kurslarına katılan
Mümtaz Tahincioğlu olmuştur. Bu girişimin gelişiminde de önce Tahincioğlu, yat
yaptırmak için Türkiye’ye gelen F1’in patronu B. Eclesstone ile tanışmış ve onu
F1’in Türkiye’de yapılması için ikna etmeye çalışmıştır. Başlangıçta Formula’nın
patronu bu fikre, Türkiye’de 1996 yılından beri sigara reklamı yasağı olduğundan
dolayı pek sıcak bakmamış; ancak, 2005’ten sonra Avrupa Birliği ülkelerinin
tamamında reklam yasağı uygulama kararının olması, kararının olumlu yönde
değişmesini sağlamıştır. Bundan sonraki süreçte Hükümet arazi tahsisi ve teminatlar
konusunda, İstanbul Ticaret Odası (İTO) ise, projenin yürütülmesi ve desteklenmesi
konusunda ikna edilmiş; DSP-ANAP-MHP Koalisyon Hükümeti zamanında
başlayan görüşmeler AKP iktidarı döneminde sonuçlandırılıp, F1 Yarışları’nın 2005
yılından itibaren 7 yıl süreyle Türkiye’de yapılması anlaşması, 2003 yılının Ağustos
ayında F1’i düzenleme hakkını elinde bulunduran FAO ile gerçekleştirilmiştir. Buna
göre Türkiye her yıl FAO’ya 13,5 milyon dolar ödeyecek ve yarış pistinin
zamanında yetiştirilmesi için 25 milyon dolarlık teminat mektubu verecektir.
Formula’nın düzenlendiği ülkelerde bu yarışlar tamamen özel kesim tarafından
yapılmakta olduğundan bu durum kamuoyunda daha sonra eleştiri konusu olacaktır.
Bununla birlikte, bundan sonraki süreç de devlet destekli işleyecek ve bu işle ilgili
yolsuzluklar kamuoyu gündemine yansıyacaktır. Bu olayların gelişimine
baktığımızda ise, 2005 yılında F1’in Türkiye’de yapılabilmesi için alt yapı
hazırlanmaya başlanmış ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden 20 yıllığına kiralanan
Kurtköy Tepeören mevkiindeki ormanlık araziye (bedeli yaklaşık 500 milyon dolar)
F1 yarışları için bir pist yapılmıştır. Bu pistin temeli Eylül 2003’te Başbakan Tayyip
Erdoğan tarafından atılmış ve F1 pistlerinin değiştirilemez mimarı Hermann Tilke
tarafından çizilen pist, sahip olduğu Tilke firmasının denetim ve müşavirliğinde
Türk proje grupları tarafından bitirilmiştir. Bu işi Türkiye’de tamamlayacak firma
ortakları arasında, daha önce değindiğimiz gibi F1 Yarışları’nın Türkiye’de
yapılması için girişimleri başlatan Mümtaz Tahincioğlu ve dönemin İTO Başkanı
Mehmet Yıldırım’ın da ortak olduğu Formula 1 İstanbul Yatırım A.Ş., FİYAŞ adlı
firma olmuştur. Bu firmaya pistin yapımının ihale açılmadan verilmesi ve 60 milyon
dolara mal olması öngörülen pistin 220 milyon dolara bitirilmesi kamuoyunda
tartışma konusu olmuş ve bunun üzerine harekete geçen Sanayi Bakanlığı
Güz 2010, Sayı:31
Türkiye’nin Formula 1 Rüyasi: Ekonomi Politik Bir Değerlendirme
97
müfettişleri olayı soruşturup, ilgili kişiler hakkında savcılığa suç duyurusunda
bulunmuştur. Pistin maddi açıdan zamanında bitirilememesi söz konusu olduğunda
da, Başbakanın devreye girerek Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ve
İstanbul Belediyesi’ni finansal açıdan desteklemeleri için işe dahil ettiği iddiaları
kamuoyuna yansımıştır. Öte yandan, F1 Yarışları için yapılan pist 2400 kilometrelik
bir alan üzerine kurulmuş olup, 90-140 bin kişilik seyirci kapasitesine sahiptir. Pistin
yapılacağı alan belirlendikten sonra bu bölgedeki arsa fiyatlarının hızla el değiştirip
artması ve buraya villalar yapılması kamuoyunun gözünden kaçmamış ve bunlar
arasında Doğan Medya Grubu’na ait Mil-Pa’nın da olduğu ileri sürülmüştür.
F1 Yarışları’nda hiçbir Türk firması da “dünya markalarıyla yarışamayız”
düşüncesiyle ana sponsor olmamıştır ama devlet destekli” takım kurma düşünceleri
kamuoyuna yansımıştır. Yukarıda değindiğimiz gibi başlangıçta 60 milyon dolara
mal olması öngörülen pist 220 milyon dolara güçlükle bitirilmiş ve 145 bin izleyici
gelmesi beklenirken, gelen izleyici sayısı 14 bini bir türlü geçmemiş ve bu konu
F1’in patronu B. Ecclestone tarafından, net bilet gelirlerinin %45’i F1
organizasyonuna gittiği için, şikayet konusu yapılmıştır. Bu durumda Türk
Hükümeti izleyici sayısını artırmaya çalışmış ve bunun için örneğin, F1
Yarışları’nın Türkiye’de ilk kez yapıldığı 2005 yılında Bayındırlık ve İskan
Bakanlığı bir kararname ile F1’in yapılacağı bölgelerde bulunan gişelerden geçişi
parasız ilan etmiştir. F1’in bir özelliği de izleyicilerin yüksek fiyatlar ödemesi ve
bunun karşılığında özel yerlerde ağırlanmasıdır. Bu izleyicilere sunulan yemekler de
merkezi Viyana’da bulunan bir yemek şirketi tarafından hazırlanmaktadır. Buna
rağmen Kültür ve Turizm Bakanı, bu yarışlara bir Türk kimliği verme düşüncesi ile
olsa gerek, “Formula 1 yarışlarını Türk geleneklerine göre başlatma” - arabanın
arkasından su dökmek gibi – önerileri Türk kamuoyuna yansımıştır. Bu çabalarla
birlikte Türkiye, sadece yılda bir kez yapılan ve 3 gün süren F1 Yarışları için gelen
14 bin izleyicinin bu süre içinde ülkede yaptıkları harcamalarla yetinmek zorunda
kalmıştır. Öte yandan pistin yıllık bakım ücreti 5 milyon dolardır ve Türkiye bunu
karşılamak için pisti 3 milyon dolara FAO’ya kiralamak zorunda kalmıştır.
Türkiye’nin tanıtımı için 203 ülkede yapılan yayınlar üzerinden milyonlarca
izleyiciye ulaşma ve tanıtım ise varsayımdan öte bir anlam içermemiştir. Yurt içinde
yayınlanma hakkı da özel televizyonlar arasında rekabet konusu olmuş ve devlet
televizyonu olan TRT, 7 milyon dolara bu hakkı elde etmiştir.
Bütün bu gelişmeler göstermektedir ki, F1 Yarışları’nın ülkemizde
düzenlenmesi kapitalizmin yayılma mantığı çerçevesinde gelişmiş ve Türkiye’de
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
98
A. Asker
özel sektörün gelişmemiş olması bu yarışların devlet desteğiyle düzenlenmesini
ortaya çıkarmış ve kamu gelirleri bunun için harcanmıştır.
SONUÇ
Kapitalist sistemde otomobil, özellikle zaman ve mekanı dönüştürmesiyle
ekonomik ve politik olarak önem kazanırken; ona atfedilen önem toplumda
ekonomiden söyleme kadar pek çok şeyi biçimlendirmesiyle kendini gösterir. Bu
yüzden de otomobil, kapitalist sistemin kültürü olan “tüketim”in oluşturduğu
toplumda başka bir deyişle “tüketim toplumu”nda, toplumsal çözümlemenin tüm
görünümlerini üzerinde toplamakta ve simgesel anlamlarını sistemin ayrılmaz bir
parçası olan reklamlarda ve bunun bir çeşit uzantısı olan araba yarışlarında
yakalamak mümkün olabilmektedir. Reklamlarda ve araba yarışlarında özellikle
“hız” ve ona atfedilen “erotik” değer “eril bir kültür” içinde izleyiciye
sunulmaktadır. Spor araba tasarımlarının öne çıktığı araba yarışları, bir yandan bu
alanda üretim yapan firmaların kendilerini tanıtmaları, öbür yandan da araba
araştırma sonuçlarının sınanması olarak ilk arabanın üretildiği 19. yüzyıldan beri
düzenlenmektedir. Tanıtım açısından yarışlar başından beri reklamcılıkla bağlantılı
olmakla birlikte burada ele aldığımız F1 Yarışları’nın bir özelliği, bu yarışları sistem
içinde yer alan diğer seyirlik sporlardan ayırır: F1 Yarışları, üretici firmalarla
sponsorlarla içiçe bir yapılanmaya sahiptir ve gelişim çizgisi içinde önceleri
sponsorları arabalarla ilgili firmalar olan petrol, lastik üreticileri iken, daha sonra
sigara firmaları olmuş ve bu gelişme arabaların üzerine reklam konulmasıyla
sonuçlanmıştır. Hatta reklamcılığın gelişimine bağlı olarak bu yarışlarda reklamcılık
unsuru öne çıkmış ve Formula’nın dünyanın dört bir tarafında düzenlenmesinde
yayın haklarının devredilmesi öne çıkmıştır. Bu gelişim kapitalizmin yayılma
mantığı içinde düşünüldüğünde anlamlı bir gelişim olarak ortaya çıkmaktadır.
Öte yandan Türkiye’de, kapitalist sistemin ya da bu sistemin kültürel yapısı
olan tüketim toplumunun varolmak için ihtiyaç duyduğu en önemli ihtiyaç
nesnelerinden biri olan otomobil, Cumhuriyetin kuruluş yıllarından beri izlenen ya
da izlemek zorunda kaldığı politikalarla önplana çıkmış ve böylece oluşan
otomobilli yaşam buna uygun karayolları politikası izlenmesi yanında toplum
yapısının da biçimlenmesine neden olmuştur. Tüketim toplumlarında eğlencenin
karlı bir faaliyet alanı olarak ortaya çıkan ve bu toplumun en önemli nesnesi olan
otomobilin kullanıldığı F1 Yarışları ise, 1980 sonrasında izlenen neo-liberal
politikalar sonucunda dünya ile bütünleşen ve bu süreçte tüketim toplumu olma
Güz 2010, Sayı:31
Türkiye’nin Formula 1 Rüyasi: Ekonomi Politik Bir Değerlendirme
99
aşamasını tamamlayan Türkiye’de, düzenlenmek için hem ekonomik hem politik
zemin bulmuştur. Bu zeminde düzenlendiği hiçbir ülkede devlet tarafından finanse
edilmeyen F1 Yarışları Türkiye’de devlet desteğiyle yapılmaya başlanmıştır. Siyasal
iktidarların, Türkiye’nin tanıtımına katkı ve gelir elde etmek için destek verdikleri
bu proje ise, tam bir fiyaskoyla sonuçlanmış yapılan onca masrafa karşın atıl bir
tesise sahip olunmuş ve bunun bakım masraflarını da üstlenmek zorunda kalınmıştır.
F1 Yarışları’ndan medya aracılığıyla haberdar olan Türk halkı ise bölgesel farklarla
daha da belirginleşen gelir dağılımı adaletsizliği, terör ve buna bağlı iç göçler,
işsizlik, gibi asıl sorunlarla uğraşmaktadır. Bu durumda onların da tek tesellisi, F1
Yarışları gibi dünyaca ünlü bir yarış kendi ülkelerinde yapıldığı ve böylece küresel
dünyada yer aldıklarını düşünen yöneticileriyle gururlanmak olmaktadır. Başka bir
deyişle kapitalizmin yayılma mantığı içinde Türkiye’ye gelen/getirilen F1 Yarışları,
bir girişim olarak bunun risklerini yüklenecek yerli girişimci gelişmediği için tüm
alanlarda olduğu gibi bu yarışlar da devlet destekli yapılmış ve kamu gelirleri bunun
için harcanmış ve kamuoyuna bu girişim her yeniliğin “modernleşme” çerçevesinde
görüldüğü ya da görülmesi sağlandığı bir ülkede “uygun” bir girişim olarak
gösterilmiştir.
KAYNAKÇA
Altun Ş., Sarıoğlu, C. (2006). Türk Popüler Tarihinde İlkler. İstanbul: Alfa.
Alemdar, K., Erdoğan, İ. (2005). Popüler Kültür ve İletişim. Ankara: Erk.
---- (2010). Öteki Kuram. Ankara: Erk.
Altan, M. (2005, 6 Ağustos). ‘Formula 1’in Neden Sponsoru Yok?. Sabah.
Aykol, H. Formula 1’in Türkiye Ayağı Sorgulanıyor. (2006). http://www.
gundemonline.org/yazdir.asp?haberid=19308. (Erişim: 19 Eylül 2008).
Aracın Arkasından Su Dökelim. (2005, 19 Temmuz). Hürriyet.
Avrupa Birliği’ne Uyum Sürecinde Otomotiv Sektörü
Rehberi. (2008). (haz: Eurohorizons Dan.ve İlet. Hiz.). İstanbul: İstanbul Ticaret
Odası.
Baudrillard, J. (1997). Tüketim Toplumu. (çev: H. Deliçayırlı. F. Keskin). İstanbul:
Ayrıntı.
----
(2010). Nesneler Sistemi. (çev: O.AdanırBoğaziçi.
A.Karamollaoğlu).
İstanbul:
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
100
A. Asker
Begün, B. A. (2005). Dünden Bugüne Formula 1, Formula 1’in 55 Yılı. İstanbul:
İnkilap.
Bigat, S. M. (7 Eylül 2005). Dünya Türkiye’yi İzledi. Türsab.
Collings T. (2005). Piranalar Kulübü Formula 1’in Ardındaki İktidar Savaşı. (çev:
Recep Kurt). İstanbul: Alkım.
Cengiz, S. A. (2009). Modernizm, Otomobil Kültürü ve Reklam. Ankara: Ütopya.
Demir, G. (Eylül 2007). Formula Efsanesi. Ekonomik Forum.
Donahay B., Rosenberger P.J. (2007) Using Brand Personality to Measure the
Effectiveness of Image Transfer in Formula One Racing. Marketing
Bulletin, p.18.
Freund, P., Martin, G. (1996). Otomobilin Ekolojisi. (çev:Gürol
Ayrıntı.
Koca).
İstanbul:
Fahy, J., Farrelly, F., Quester P. (2004). Competitive advantage through
Sponsorship: A conceptual model and research Propositions. European
Journal of Marketing, Vol. 38 No. 8, p.1013-1030.
Formula 1, Atina Olimpiyatları’nı Gölgede Bırakacak, Projenin
Tamamlandı. (Temmuz 2004). İtovizyon.
Yüzde
60’ı
Formula 1 Tarihi. (2010). http://tr.wikipedia.org/wiki/Formula_1_tarihi. (Erişim:19
Eylül 2010).
Formula
1 2005’te Türkiye’de. (2004).
http://www.otoalsat.com/guncel/
fuar_yaris/1201/form ula_1_2005’te_turkiyede.
(Erişim:19
Eylül
2008). Formula 1’de Türk Yemeği Yoktu. (2006, 29 Ağustos). Zaman.
Formula’cılara Arazi İkramı. (25 Ağustos 2002) Aydınlık.
Formula 1 Sanayisi. (2005, 7 Mart). Cumhuriyet. Görgü, E. Formula 1 Türkiye’de.
(2003). http://cagatay.gezgin.com/forum/2003/9/formula-1- turkiye-de/.
(Erişim: 19 Eylül 2008).
Gönültaş, N. (2005, 15 Şubat).Vatandaş 125 Milyon Doların Formula 1’e Gitti.
Tercüman.
Güneş, H. (2005, 23 Ağustos). Formula 1: Ne Getirdi, Ne Götürdü?. Milliyet.
Grassinger, E. G. (2003). Sponsorluk Sözleşmesi. Ankara: Seçkin.
Gwinner K., P., Eaton J. (1999). Building brand image through
Güz 2010, Sayı:31
101
Türkiye’nin Formula 1 Rüyasi: Ekonomi Politik Bir Değerlendirme
event sponsorship: The role of image transfer. Journal of
28 (4), p.47-57.
Advertising,
İstanbul Ticaret Odası Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Şubesi Otomotiv Sektör
Raporu. (haz: Fahri Karbüz-And Silahçı-Emrah
Çalışkan).
(2008).
http://www.ito.org.tr/ITOPortal/Dokuman/15.127.pdf. (Erişim: 25 Eylül
2008).
Kim Kimdir. http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=1805.
Eylül 2008).
(Erişim:
19
Kaya, S. (Şubat 2008). Türkiye’de Ulaştırma Sektörünün Genel Görünümü ve
Sorunları. İzmir Ticaret Odası Bülteni.
Karademir, T., Çoban, B., Devecioğlu S., Kafkas, M., E.,
Mendeş, B. (2009).
Sporcu Yetenek Seçiminde Sponsorluğa Alternatif Bir Yaklaşım. EJournal of New World Sciences Academy, s.104-115.
Korkmaz, N. (2009). Türkiye’de Tüketim Kültürü ve Mekansal Ayrışma. Medya,
Tüketim Kültürü ve Yaşam Tarzları. (der: Banu-Erdal Dağtaş). s.142-165.
Lefebvre, H. (1998). Modern Dünyada Gündelik Hayat. (çev: Işın Gürbüz).
İstanbul: Metis.
Mandıracıoğlu A., Gövsa F., Hancı, İ. H. Dünyada ve Türkiye’de Otomobil
Bağımlılığı. (2001). http://www.obitet.gazi.edu.tr/makale/Makaleler/
otomobilhtm. (Erişim: 23 Eylül 2008).
Tripodi, J.A., Hirons, M., Bednall D., Sutherland, M. (2003). Cognitive evaluation:
prompts used to measure sponsorship awareness. International Journal of
Market Research, Quarter 2003, Vol. 45, p.435-455.
Manşetin Sırrı. (2003). http://arsiv.sabah.com.tr/2003/08/17/g02.html.
Munyar, V. Türkiye’nin Dünya Markalarının Formula 1’de Takım Kurma Planı. (2006).
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=4995488&p=2.
(Erişim:19 Eylül 2008).
10 Üzerinden 10: Formula’yı Kaç Yabancı İzledi?. (2005, 22 Ağustos). Milliyet.
Mccarthy, T. (24 Temmuz 2004). Speed Kills (All The
Fun)
Time.
Nobel, K.. (5 Mart 2001). Small Family Business. Time. Philip Morris International.
(2008).http://www.insankaynaklari.com/ASmart/Client_info.asp?ID=5044(Eri
şim: 23 Eylül 2008).
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
102
A. Asker
Rosenberg, P. J., Donahay, B. (2008). Brand Differentiation in Formula One Motor
Racing: An Australian View. Marketing Bulletin, 19, Article 2, p.1-14.
Savcı P. Türkiye Acaba Formula 1’in Neresinde?. (2003). http://www.padokf1.com/
printalt.asp?id=15&tip=kokpit. (Erişim:19 Eylül 2008).
Sizce Formula Yarışları Ülkemize Ne Bırakıyor. (2008). http://www.trport.net/
board/sizce-formula-yarislari- ulkemize-ne-birakiyor-t166..., (Erişim:
19 Eylül 2008).
Seçkin, G. (2007).. Medyanın (da) Özel ve Kolektif Bir Arzu
Trafik ve Yol Güvenliği. Ankara: CMS.
Türkiye
Nesnesi: “Otomobiller”.
Az Kazandırıyor Diye Formula 1 2009’da Gidebilir. (2008).
http://www.hurriyetoto.com/oto/otoyasam/haberdetay.php?cid=5159.
(Erişim:19 Eylül 2009).
Türkiye’nin Paha Biçilmez Kazancı; Formula 1. (Eylül 2006). Siyaset.
Tekel
İhalesi
Sigara
Devlerini
Harekete
Geçirdi.
(2007).
http://www.haberler.com/tekel-ihalesi-sigaradevlerini-harekete-gecirdihaberi/. (Erişim:19 Eylül 2008).
Tekel'in
Sigara
Bölümünün
İhalesini
BAT
Kazandı.
(2008).
http://www.milliyet.com.tr/2008/02/22/son/soneko09.asp. (Erişim: 19
Eylül 2008).
Tekel
ihalesini BAT kazandı. (2008). http://yenisafak.com.tr/Ekonomi/
?t=22.02.2008&c=3&i=101399, (Erişim: 19 Eylül 2008).
Türkiye’de Demiryolunun Tarihi Gelişimi.
demiryolu.pdf, (Erişim: 23 Eylül 2008).
www.kamusen.org.tr/imaj/arge/
Temel F., Özcebe, H. Türkiye’de Trafik Kazaları. (2006). http://www.ttb.org.tr/
STED/ 2006/kasim/turkiye.pdf, (Erişim: 23 Eylül 2008).
Uludağ, O. (Haziran, 2005). Otomobilin Sınırları. Atlas.
Ural, A. (2001). TMMOB 3. Enerji Sempozyumu. Ankara: Milli Kütüphane.
Quester P., Farrelly F. (1998). Brand association and memory decay effects of
sponsorship: The case of the
Australian Formula One Grand Prix.
Journal of
Product & Brand Management, 7 (6), p.539-556.
Wernick, A. (1996). Promosyon Kültürü. (çev: Osman Akınhay). Ankara: Bilim ve
Sanat.
20 Milyon Dolara Başladı 220 Milyon Dolara Bitti. (2005, 22 Ağustos). Hürriyet.
Güz 2010, Sayı:31
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
BİR HALKLA İLİŞKİLER UYGULAMA ALANI OLARAK
SOSYAL MEDYA KULLANIMI: SİVİL TOPLUM
ÖRGÜTLERİ ÜZERİNE BİR İNCELEME
Ferah ONAT
ÖZET
Halkla ilişkiler uygulamalarında iletişim kanalı olarak kullanılan sosyal medya kanalları,
geniş kitlelere ulaşmada önemli bir yer tutmaktadır. Sosyal medya kanalları sivil toplum
örgütleri için iki yönlü simetrik iletişim ortamı sunan ideal halkla ilişkiler araçlarıdır. Sivil
toplum örgütleri arasında eylemleriyle önemli bir yer tutan global ve ulusal çevre
örgütlerinden bazıları özellikle Facebook, Twitter gibi sosyal ağ sitelerini web siteleriyle
birlikte bir uyumlu ve bağlantılı olarak kullanmaktadır. Araştırma kapsamında öncelikle
sosyal medyada yer alan sivil toplum örgütleri izlenmiş, ardından basında haberi yer en çok
yer alan 5 çevre örgütü incelenmiştir. Elde edilen niceliksel ve niteliksel veriler halkla
ilişkiler yönünden değerlendirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Sivil toplum örgütleri, sosyal medya, halkla ilişkiler
SOCIAL MEDIA PRACTICES AS A PUBLIC RELATIONS APPLICATION FIELD: AN
ANALYSIS ABOUT NONGOVERNMENTAL ORGANIZATIONS
ABSTRACT
Social media channels, that are used as communication channels in public relations
applications, has an important role to access mass audiences. Nongovernmental
organizations, Social media channels are ideal public relations tools which serve as two way
symmetrical communication environment for non-governmental organizations. Some of the
global and national environmental organizations use social network sites like Facebook and
Twitter in coherence and in conjunction with their official web sites. In the research
nongovernmental organizations that take part in social media have been primarily observed.
Secondly, 5 environmental organizations have been tracked by participative observation
technique. The qualitative and quantitative data has been evaluated with public relations
perspective.
Keywords: Non-governmental organizations, social media, public relations

Yrd. Doç. Dr., Yaşar Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü
İletişim 2003/18
104
F. Onat
GİRİŞ
Halkla ilişkiler, bir işletme ile hedef kitle arasında karşılıklı iletişimi, anlayışı
oluşturmaya ve sürdürmeye yardımcı olan ayrıcalıklı bir yönetim görevidir
(Peltekoğlu, 1998: 2). Sosyal medya kanalları sadece bireyler arası etkileşimde değil
aynı zamanda örgütlerin amaçları doğrultusunda mesajların yayılmasında kitle
iletişim aracı niteliğine kavuşmuştur. Sosyal medya, mesajların birebir gönderilmesi
ve hızlı tepki alabilme, ölçümleyebilme gibi sunduğu olanaklar örgütle hedef kitle
arasında Grunig Hunt’ın dört halkla ilişkiler modelinden (Okay ve Okay, 2007: 109)
iki yönlü simetrik iletişime modeline uygun iletişim olanakları sunmaktadır. Çağdaş
halkla ilişkiler uygulamaları çift yönlü simetrik iletişim modelini ideal model olarak
göstermektedir. Sosyal medya ortamları ise örgütlerin hedef kitlelerindeki bireylerle
birebir etkileşim içine girebildikleri, çift yönlü iletişim akışının mümkün olduğu,
paylaşıma ve katılıma açık iletişim ortamlarıdır. Sosyal medya ortamları halkla
ilişkiler taktikleri kapsamında kurumsal iletişim mesajlarını yayabildikleri ve kriz
yönetimi, etkinlik yönetimi, kamuoyu oluşturma, paydaşlarla işbirliği gibi uygulama
alanlarını destekleyebildikleri en yeni iletişim kanallarıdır. Sosyal medya
kanallarının ölçülebilir, izlenebilir olması, hızlı bilgi paylaşımı ve yayımına olanak
vermesi halkla ilişkilerde örgüt hedef kitleleriyle iletişimde aranan önemli bir
iletişim kanalı özelliğidir.
Sivil toplum örgütlerinin (STÖ) iç ve dış hedef kitleleriyle olan halkla
ilişkiler uygulamaları arasında geleneksel medya ilişkileri, reklam, toplantılar,
eylemler, imza kampanyaları, lobicilik, tabana yönelik faaliyetleri bulunmaktadır.
STÖler, toplumun ilgisini çekmek amacıyla geleneksel kitle iletişim kanalları
yanında sosyal medya kanallarını iç ve dış hedef kitleleriyle iletişimde
kullanmaktadırlar. Sosyal medya sadece sivil toplum örgütlerinin halkla ilişkilerinde
değil herhangi bir hukuki yapı altında toplanmamış sivil girişimlerin ve eylemlerin
örgütlenmesinde, sosyal olguların tartışılmasında etkin iletişim kanallarıdır.
Makalenin birinci bölümünde halkla ilişkiler kavramı, sosyal meda kavramı
ve sosyal medyanın halkla ilişkiler amaçlı kullanımına yer verilmiştir. İkinci
bölümde sivil toplum örgütlerine ve örgütlerde halkla ilişkiler konusu irdelenmiş,
sivil toplum örgütlerinin sosyal medya kullanımıyla ilgili çeşitli araştırmalardan
veriler sunulmuştur. Makalenin araştırma bölümünde araştırma evrenini oluşturan
sivil toplum örgütleri arasından seçilen 5 çevre örgütünün Facebook ve Twitter’da
bir hafta süreyle izlenmesi sonucunda örgütlerin halkla ilişkiler amaçlı iletişim
faaliyetlerine ilişkin niceliksel veriler sunulmuştur.
Güz 2010, Sayı:31
Bir Halkla İlişkiler Uygulama Alanı Olarak Sosyal Medya Kullanımı:
105
1. Halkla İlişkiler ve Sosyal Medya
Halkla ilişkiler, demokratik toplumlara özgü bir kamuoyu oluşturma, güven,
onay, rıza veya saygınlık elde etme yöntemi olarak kabul edilmektedir (Biber,
2009). Castells’e göre, bireyler artık küresel ve yerel olarak örülmüş, birbiriyle
bağ(ıntı)lı ağ toplumu içinde yaşamaktadır (2005). Sürekli açık, her zaman
erişilebilir olan internet sayesinde oluşan ağ, özel yerelleri global ölçekte birbiriren
bağlayarak “mekan” kavramını, mesafe ve uzaklık duygusunu değiştirmiştir
(Varnelis, 2008: 26). İnternet, halkla ilişkiler adına hemen herşeyi değiştirmiştir.
Kuruluşlar sadece kullanışlı olan önemli bilgileri internetle sağlamakla kalmaz aynı
zamanda sürekli olarak hedef gruplarla iki yönlü iletişim sağlayan bir ortam sunar
(Breakenridge, 2008: 14). Grunig ve Hunt’ın dört halkla ilişkiler modeline göre
(Grunig, Hunt, 1984: 6) internetteki iletişim ortamı, sosyal medya olanaklarının
gelmesine kadar çift yönlü dengesiz etkinin ortaya çıktığı iki yönlü asimetrik
iletişim modelinin geçerli olduğu bir ortamdır. Sosyal medyanın katılım, açıklık,
konuşma gibi kullanıcılara sağladığı yer ve zaman kısıtı olmayan olanakları
kuruluşlarla hedef grupları arasındaki iletişimi, çift yönlü dengeli etkinin elde
edildiği iki yönlü simetrik iletişim ortamı haline getirmiştir. İnternette zaman ve
mekan gözetmeksizin kendiliğinden oluşan ağlar, halkla ilişkilerin kamuoyu
oluşturma, güven, onay, rıza ve saygınlık elde etme yöntemlerinin etkin, verimli ve
ölçülebilir olarak uygulanabildiği iletişim kanalları haline gelmiştir. Cultip ve Center
iyi yönlü simetrik terimini şöyle tanımlamışlardır (Grunig, Hunt, 1984: 42):
“Halkla ilişkiler bir kuruluşun hedef kitlesine yönelik olarak verilen bilgilerin
ve fikirlerin yorumlanması ve iletişimidir. Hedef kitleden kuruluşa yönelik
olarak beliren fikir, kanaat ve bilgilerin yorumlanması ve iletişim her ikisini
de (kuruluş ve hedef kitlesi) uyumlu hale getirme çabasındadır. Bu tanımda da
görüldüğü üzere, vurgulanan nokta devamlı olarak hedef kitlenin görüşlerinin
de dikkate alınması ve iki yönlü bir iletişimin kurulmasıyla, bir uyumun
sağlanması amacıdır.”
Sosyal medya terimi kullanıcıların birbirleriyle bilgi, görüş ve ilgi alanlarını
paylaşarak etkileşim kurmaları için olanak sağlayan online araçlar ve web sitelerini
içermektedir. Sosyal medya, teknolojiyi, sosyal girişimciliği kelimeler, resimler,
videolar ve ses dosyaları ile birleştiren şemsiye bir kavramdır. Sosyal medya
ortamları, bloglar, online sohbet, RSS, sosyal ağ siteleri, sosyal imleme, forum,
podcast, online sohbet ortamları, e-posta zincirleri, sanal dünyalar, wikiler gibi
interaktif, kullanımı kolay, katılıma açık olan internet üzerindeki iletişim
ortamlarıdır (www.spannerworks.com/ebooks 5). Sosyal ağ sitelerinin en popüler
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
106
F. Onat
olanları Türkiye’de öncelikle Facebook ve Twitter’dır (www.alexa.com/
topsites/countries/TR). Sosyal ağ sitesi Facebook’un küresel kullanıcı sayısı
509.422.080
iken
Türkiye’deki
kullanıcıları
ise
23.516.140’dır
(http://www.checkfacebook.com/). Sosyal ağ sitelerinden Facebook, Türkiye’de en
çok tıklanan ikinci internet sitesidir (Ipsos KMG, 2009). Facebook kullanıcıları
genellikle gerçek yaşamda karşılığı olan herhangi bir durum karşısında hızla tepki
verme eğilimine sahiptirler. (Toprak v.d., 2009: 46). Facebook ortamında
oluşturulan bu grupların üyeleri çeşitli konularda kampanyalar düzenlemektedir.
(Toprak v.d.,2009:47). Twitter’ın dünyada Haziran 2010 verilerine göre 93 milyon,
Türkiye’de 7 milyon civarında kullanıcısı bulunmaktadır. (http://www.comscore.com/...).
Twitter kuruluşlar tarafından anlık mesajların izleyicilerine mobil araçlardan bile
kolaylıkla iletilmesini sağlamaktadır. Youtube erişimi Türkiye’de uzun süredir
yasak olduğu için elde edilecek veriler yeterince sağlıklı değildir.
2. Sivil Toplum Örgütleri ve Halkla İlişkiler
Sivil toplum, devlet ve bireyler arasında aracı ve düzenleyici rol
oynamaktadır. Bu rol kapsamında kolektif hedefler belirler ve bunlara ulaşmak için
devlet kuruluşlarının ve özel firmaların politikalarını etkilemeye çalışır. Türkiye’de
STÖ rolünü üstlenen ve tam anlamıyla yerine getiren örgütler, dernek, vakıf, sendika
gibi adlar altında ortaya çıkmaktadır. Mesleki örgütlenmelerin, üyeliği zorunlu
tuttukları için, STÖ sayılıp sayılmayacağı tartışmalıdır. (Biber, 2006: 32). Vakıf ve
dernekler, toplum yararına hizmet veren ve kar amacı gütmeyen birimler olarak
tanımlanmıştır. (Ateş ve Erdoğan, 1986: 5 ve http://www.dernekler.gov.tr/...).
Küreselleşme süreciyle STÖlerin yeni işlevler üstlendiği, toplumsal değişimin temel
ve asli aktörlerinden birisi konumuna geldikleri, farklı yapılanmalarla giderek
yaygınlaştığı, gündemin ilk sıralarında yer aldıkları görülmektedir. STÖler, gönüllü
yurttaş insiyatiflerinden, farklı motiflerle bir araya gelen sosyal hareketlere,
hükümet dışı hareketlerden küreselleşme karşıtlarına, düşünce kuruluşlarından
sendikalara ve meslek örgütlerine dek uzanır. (Yıldız, 2005).
STÖlerin siyasal işlevleri arasında bulunan kamuoyunu etkileme işlevini,
kamuoyu oluşturmak suretiyle karmaşık ve geniş toplumsal yapıda bireylerin
taleplerinin dile getirilmesine ve dikkate alınmasına katkı sağlamaktadırlar
(Yıldırım, 2004: 84). Çeşitli konular etrafından kamuoyu oluşturmak amacıyla
STÖler, geleneksel medya ilişkileri, reklam, toplantılar, eylemler, imza
kampanyaları, lobicilik, tabana yönelik faaliyetleri gibi halkla ilişkiler yöntemlerini
Güz 2010, Sayı:31
Bir Halkla İlişkiler Uygulama Alanı Olarak Sosyal Medya Kullanımı:
107
kullanmaktadırlar. STÖlerin başarısında medya desteğinin büyük bir önemi
bulunmaktadır. Bazen en mükemmel çalışmalar medyanın ilgisini çekmediği için
kamuoyuna yansımamakta, bazen de bireysel ilişkiler devreye girmektedir.
Çalışmalar medyada olumsuz imajla veya abartılı verilebilmekte ya da görmezlikten
gelinebilmektedir (Ataseven, 1997: 32). STÖler, halkla ilişkiler çalışmalarını
planlarken, toplumdaki kendilerine yönelik ilgi eksikliğinin nedenlerini araştırmalı
ve ilgisizliği ilgiye dönüştürecek çözüm yollarını bu planlara dahil etmelidirler
(Biber, 2006: 50). STÖlerin halkla ilişkiler sorunları ise STÖlere ilişkin olumsuz
algılamalar, sivil örgütlenmenin önündeki yasal engeller, STÖlerin çalışmalarına
toplumun ve medyanın ilgisizliği, örgütsel amaçların belirsizliği, genel yönetsel
politikaların belirsizliği, örgüt içi iletişim kanallarının yetersizliği, yönetsel katılım
olanaklarının yetersizliği olarak sıralanmaktadır (Biber, 2006). Sosyal medya
kanallarının getirdiği teknolojik olanaklar halkla ilişkiler ve örgüt içi iletişimle ilgili
söz konusu engellerin ve kısıtların bir kısmını ortadan kaldırabilme özelliğine
sahiptir.
2. 1. STÖlerin Halkla İlişkiler Amaçlı Sosyal Medya Kullanımları
Sosyal medyanın getirdiği iletişim olanakları STÖlerin ulaşmakta
zorlandıkları hedef kitlelere ulaşmalarını, kolay eyleme geçebilmelerini, mesajlarını
yayabilmelerini sağlamıştır. STÖlerin hedef kitleleri (Ciğerdelen, 2005): İç hedef
kitle: Profesyoneller, Gönüllüler, Uzmanlar, Danışmanlar, Dış hedef kitle: Ulaşmak
istediği birey ve gruplar, sponsor olabilecek birey, kurum ve kuruluşlar, hükümet,
siyasi kişiler, yerel yöneticiler, hayırseverler, diğer ulusal ve uluslararası STÖ’ler,
potansiyel gönüllüler, potansiyel üyeler, ulusal ve yerel medyadan oluşmaktadır.
STÖlerin hedef kitlelerini günümüzün iletişim ortamında paydaşları olarak
adlandırmak daha doğru bir yaklaşım olacaktır, çünkü STÖler ancak onu bir araya
getiren insanlarla var olan onların motivasyonu ve birlikteliğiyle üretebilen
örgütlerdir. STÖlerin halkla ilişkilerde başarı sağlamaları için gereken faktörler
(Lattimore, vd. 2008): Hedefe odaklanma, bir araya getirecek dış halkla ilişkiler,
yönetimdeki üyelerin aktif katılımı, basit mesajlardır.
STÖler, medyanın ilgisizliğiyle mücadele etmek amacıyla sosyal ağ
sitelerinde profil oluşturulmakta ve medya mensuplarıyla doğrudan iletişime
geçilebilmektedir. Örgüt içi iletişimi hızlı ve katılıma açık olarak sağlanmasında
yine sosyal medya araçları etkili olabilmektedir. Yine ağ sitelerinde ve interaktif
web sitelerinde üyeler birbirleriyle iletişime geçebilmekte, görüş ve önerilerini
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
108
F. Onat
paylaşabilmekte ayrıca sivil toplum örgütünün mesajlarını hızlı bir şekilde kendi
sosyal ağlarına yayabilmektedirler. STÖler, halkla ilişkilerde sosyal medyayı
etkinliklerin duyurulması, çağrı yapılması, etkinlik gelişiminin aktarılması, çağrı
yapılması, imza kampanyaları, STÖ’yü ilgilendiren konular etrafında kamuoyu
oluşturulması amacıyla kullanmaktadır.
Sosyal medya ortamlarından sosyal paylaşım ağları, kişisel iletişimleri
sürdürmenin mekanı olmanın ötesinde, “internetin yeni bir kamusal alan olma
özelliğini de yansıtmaktadır” (Rheingold, 1993). Kamusal alan özelliği taşıyan sivil
toplum örgütleri de sosyal medya ortamlarını kullanarak savundukları konuların
tartışılmasını, mesajlarının yayılmasını, üyelerinin ve destekçilerinin harekete
geçirilmesini sağlamaktadır. Barnes ve Mattson tarafından yapılan 2007 ve 2008
yılında yapılan araştırmada ABD’de bulunan Fortune Dergisinin belirlediği 200
yardım kuruluşunun sosyal medya kullanımları ve sosyal medyaya bakışlarıının
incelendiği araştırmada yardım kuruluşlarının %80’nin sosyal medyanın önemine
inandıkları ortaya çıkmıştır (http://www.umassd.edu/cmr/). 2009 yılında yapılan Kar
Amacı Gütmeyen Sektörde Sosyal Medya isimli anket çalışmasında ise 200 kuruluş
yöneticisinin neredeyse tamamı sosyal medyayı denediklerini ifade etmişlerdir
(www.webershandwick.com/resources/...) ancak örgütlerin %51’i aktif sosyal
medya kullancısı olduğunu belirtmiş, %70’i sosyal medyada dış hedef kitlelerle
iletişim kurarken, %42’si bağışçılarla, %41’i medya ile, %30’u yasa yapıcılarla
iletişim kurduklarını ifade etmişlerdir. Şubat 2009 tarihli Küresel Eylemcilik ve
Yeni Medya isimli bir ülkeler arası yapılan araştırmada yeni medyanın kullanım
işlevlerini örgütün imajını duyurmak, bağış kaynaklarını arttırmak, gazetecilere bilgi
akışı sağlamak, halkla etkileşim içine girmek, diğer STÖlerle bağlantı kurmak
olarak sıralanmaktadır (Seo, Kim, Yang, 2009). Araştırma sonuçlarında dezavantaj
olarak güvenilirlik, mesaj kontrolü, online olan kitlelerin genişliği görülmektedir.
Araştırmada öyküleri kitle iletişim araçlarına koymayı hala çok önemli bulduklarınıçünkü hedef kitlelerinin yeni medya programlarını hala güvenilir bulmadıklarını
ifade etmişlerdir. Sosyal medyaya ve bloglara yazılanların kolaylıkla değiştirilip
başkaları tarafından kötüye kullanılacağıyla ilgili endişeleri bulunduklarını
belirtmektedirler. Bu endişeler, bazı sivil toplum kuruluşlarının yeni medya tabanlı
halkla ilişkiler eylemlerine hala neden dahil olmadıklarını göstermektedirSTÖlerin
internet kanalıyla kurdukları iletişimin ve düzenledikleri eylemlerin internet
dışındaki ortamda destek aldığını örgüte hizmet eden; uzun süre kalan gönüllülerin,
bağışçıların, tekrar bağışçıların, yeni bağışçıların gönüllü sayısında artış, konferans
ve atölye çalışmalarına; gelir getiren giriş ücretli etkinliklere katılanlarda artış,
Güz 2010, Sayı:31
Bir Halkla İlişkiler Uygulama Alanı Olarak Sosyal Medya Kullanımı:
109
ürünlerin ve yayınların daha çok satın alınması veya yüklenmesi, örgütün
çalışmalarıyla ilgili olarak hazırlanan yayınlarda, tekliflerde kullanılacak anketleri
yanıtlayanların sayısında artış, daha fazla geri bildirim, hedef gruplardan gelen daha
fazla destek, örgütün etkisinin daha iyi algılanır olması, toplumda örgütün
savunduğu konulara karşı artan duyarlılık ölçülerek görülebilir (Cravens, 2010).
Ancak STÖler, özellikle halkla ilişkiler uygulamalarında ortaya çıkan duyurum
eksikliğini mesajlarını istedikleri gibi kurgulayıp aktarabildikleri sosyal medya
ortamlarını kullanarak giderebilmektedir. Sadece duyuruma destek olması ve örgütle
ilgilenen kişilerle iletişim için olanaklar sunması yönünden bile sosyal medya
ortamları STÖlerle ilgili medyanın ve toplumun ilgisizliği gibi engellerin aşılması
için bugüne kadar elde edilmemiş olanaklar sunmaktadır.
STÖler arasında geleneksel kitle iletişim kanallarını ve sosyal medya
ortamlarını en etkin kullanan örgütler arasında çevre örgütleri bulunmaktadır.
Küresel ısınmanın etkilerinin gün geçtikçe daha yoğun hissedilmesiyle çevrecilik
hareketi çok geniş kitlelere yayılmıştır. Bugün ulusal ve yerel ölçekte binlerce STÖ
tarafından doğal kaynakların, canlıların korunması için mücadeleler toplumların
duyarlılığının gittikçe artmasıyla birlikte genişleyerek sürmektedir. Son yıllarda
tabana yayılan, yerel halkın tepkilerinin de eklendiği çevre hareketleri, sosyal
medyanın sunduğu olanaklarla daha hızlı ve etkili olarak örgütlenmektedir. Örneğin
yapılan çağrılarla belli bir yerde toplanma, ağaç dikme, çevre temizliği, imza
kampanyaları, protestolar gibi eylemler kısa sürede örgütlenebilmektedir. Hukuki
yapılanmaların yanında farklı örgütlerce bir konu çevresinde biraraya gelerek ortak
platformlar oluşturmak ta mümkündür. Bunlara örnek olarak Türkiye Su Meclisi
(www.turkiyesumeclisi.net/) gibi girişimler verilebilir. Yapılan araştırmanın
örneklemini oluşturan çevre örgütleri sosyal medyanın halkla ilişkiler amaçlı
kullanımı için örnek olacak uygulamalar geliştirmişlerdir.
3. Sosyal Medya Kullanımında STÖler Üzerine Bir İnceleme
Halkla ilişkiler amaçlı olarak sosyal medyanın kullanılmasına ilişkin yapılan
araştırmada sivil toplum örgütlerinin internet ve sosyal medyadaki halkla ilişkiler
uygulamaları ele alınmıştır. Sosyal medya uygulamalarının incelemesinde internet
etnografisi yöntemi uygulanmıştır. Etnografi kelimesi, Yunanca’da etnos (halk) ve
graphia (yazma) kelimelerinin birleşiminden oluşmaktadır. Machin’e göre (2002)
etnografi gözlemlenen birey ya da grupların gözünden onların dünyasını anlama,
anlamlandırma faaliyetidir. İletişim alanında etnografik araştırmalar 1970lerde yeni
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
110
F. Onat
izleyici araştırmaları arasında sunulmuştur (Park, 2004). İnternet teknolojilerinin
yaygınlaşmasıyla internetin anlaşılması ve analiz edilmesinde etnografi yönetimi
online içerik analizi, elektronik anket gibi yöntemlerin eksikliklerini tamamlamış,
kullanıcıların uygulamlarını ve günlük yaşamlarını anlamayı sağlamıştır. İnternetteki
araştırmalar, sosyal bir oluşuma uzun süreli dahil olunarak yapılmakta, formal ve
informal görüşmeler, siber kafelerde insanları izlemek ve onlarla chat yapmak, uzun
süreli arkadaşlıklara dahil olmak, resmi olmayan karşılaşmalar ve izlenen kişilere
soru formu yöneltmek yöntemler arasında bulunmaktadır. Hine (2000), Sanal
Etnografi isimli kitabında etnografik araştırma için online ve offline yaklaşımların
birleştirilmesini önermektedir. İnternet etnografisi yöntemiyle yapılan araştırmalar
arasında Bainbridge’ın (2000) gözlem etnografisi ve haberli etnografiyi birlikte
kullandığı “İnternette dinsel etnografi” isimli çalışması; Sunden’ın katılımcı gözlem
yöntemini kullanıp, web topluluklarıyla tartışmalara katıldığı “Siberbedenler:
Dijital bireysel-temsillerde cinsiyeti yazmak” isimli çalışmaları, Altunay’ın (2010)
“Gündelik Yaşam ve Sosyal Paylaşım Ağları” isimli makalesi örnek olarak
verilebilir (Park, 2004).
Halkla ilişkiler uygulama alanı olarak sosyal medya kullanımının STÖler
üzerinde incelenmesi amacıyla yapılan araştırmaya temel olması için araştırma
evrenini oluşturan STÖlerden Google arama motorunda arama yapıldığında çıkan
ilk 10 dernek ve 10 vakıf seçilmiştir. 20 örgütün Facebook ve Twitter’daki aktif
sayfaları 3 Mart- 3 Eylül 2010 tarihleri arasında altı ay süreyle gözlenmiştir.
Örgütlerin Facebook sayfalarına üye olunmuş, sayfa üyeleriyle paylaştıkları
haberler, linkler ve mesajlar izlenmiştir. Araştırma amacıyla 20 STÖ arasından
Ajans Press verilerine dayanarak seçilen 5 çevre örgütü yargısal örneklem olarak
belirlenmiştir. En çok haber olan Sivil Toplum Örgütleri Ajans Press tarafından
yapılan 1 Ocak-31 Mayıs 2010 tarihleri arasındaki analize göre 1099 haberle TEMA
Vakfı’dır. Doğal Hayatı Koruma Vakfı 622, Greenpeace 471, Doğa Derneği241 ve
Çekül 223 adet haberle, TEMA’yı izlemektedir. (Terzi, 2010).
İnternet araştırmalarında etnografinin kullanılmasına uygun olarak gözlem ve
izleme tekniklerinden katılımcı gözlem ve görüşme teknikleri araştırma amaçlı
olarak kullanılmıştır. Ajans Press verilerinde yer yanında STÖlerdeki halkla ilişkiler
uygulamalarının bizzat içinde olan kurumsal iletişim yetkililerine açık uçlu
sorularak sosyal medyanın iş süreçlerine getirdiği faydalar hakkında bilgi
edinilmiştir. Araştırma kapsamında 5 sivil toplum örgütünün Facebook sayfalarına
üye olunmuş, örgütler araştırmadan haberdar edilmiş, sadece iki örgütün kurumsal
iletişimden sorumlu üyesiyle bağlantıya geçilebilmiş, kendilerine araştırmayla ilgili
Güz 2010, Sayı:31
Bir Halkla İlişkiler Uygulama Alanı Olarak Sosyal Medya Kullanımı:
111
sorular yöneltilmiştir. Araştıma amacıyla 17-23 Ağustos 2010 tarihleri arasında, 7
gün süreyle üye artışı, paylaşılan linkler, duvar yazıları ve üyelerin beğenileri ve
linklere gelen yorumlar gözlenmiş, sayısal veriler gün gün not edilmiştir. Ayrıca
araştırmanın yargısal örnekleminde bulunan çevre örgütlerinin yönetici
konumundaki bazı üyeleriyle de “arkadaş” olunmuş, onların paylaşımları
gözlenmiştir. Araştırma kapsamındaki katılımcı gözlemde Facebook ve Twitter
sayfalarındaki akışa müdahale edecek herhangi bir uygulamadan kaçınılmıştır.
Etnografik araştırma kapsamında yapılan katılımcı gözlemde Facebook ve Twitter
sayfaları izlenerek gün gün alınan notlar alınmış, sanal ortamdaki iletişim mesajları
ve mesajlara gelen tepkiler gözlenmiştir. Bu gözlemin yanında 5 örgütün
ulaşılabilen 2 kurumsal iletişim görevlisiyle görüşülerek açık uçlu bir soru
yöneltilmiştir:
Araştırma sonucunda örgütlerin yazılı basında yer alma çabalarına paralel
sosyal medyada da yer alıp almadıkları sorgulanmıştır. Araştırmada elde edilen
veriler, halkla ilişkiler uygulamaları arasında bulunan kurumsal iletişim, hedef
kitlelerle iletişim ve medya ilişkileri yönünden yorumlanmıştır.
3.1. Araştırma
Makaledeki araştırma amacıyla seçilmiş yargısal örneklemi oluşturan 5 STÖ
ve örgütlerin sosyal medya kullanımı aşağıda sunulmuştur. örgütlerden ikisinin
kurumsal iletişim sorumlularıyla yapılan görüşmeler de aşağıda sıralanmıştır.
1. TEMA: 11 Eylül 1992 tarihinde, Karaca Arboretum'un kurucusu, BM
Çevre Ödülü sahibi Hayrettin Karaca ve Tekfen Holding kurucu ortaklarından,
Türk-B.D.T. İş Konseyleri Başkanı Nihat Gökyiğit tarafından kurulmuştur.
TEMA'nın hedefi topluma toprak erozyonunun nedenlerini, vahim sonuçlarını ve
ülkemizin çöl olma tehlikesini anlatmaktır. Tema’nın web sitesindeki linklerde eposta aboneliği, gönüllü olmak için link bulunmaktadır (www.tema.org.tr). Sayfada
çeşitli etkinlikler, televizyon programlarının duyuruları, çevreyle ilgili güncel
olaylara ait yorumlar ve tartışmalar bulunmaktadır.
2. WWF- Türkiye: WWF, dünyada 100’den fazla ülkede çalışmalar yürüten
uluslararası bir doğa koruma kuruluşudur. WWF, küresel ölçekte bir değişim
yaratmaya, yeryüzünün en değerli yaşam alanlarını ve canlı türlerini korumayı
hedeflemektedir. WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) 1996 yılında Doğal
Hayatı Koruma Derneği’nin öncülüğünde kurulmuş, 2001 yılında ise WWF’nin
Türkiye ulusal kuruluşu olarak WWF-Türkiye ünvanını almıştır. WWF-Türkiye
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
112
F. Onat
çalışmalarını bağışlar ve kurumsal sponsorluklar ile yürüten kâr amacı gütmeyen
bağımsız bir vakıftır (http://www.wwf.org.tr/page.php?ID=27).
Vakfın web
sayfasında her ülkeye ait sayfaların linkleri bulunmaktadır. Çeşitli eylemlerini sosyal
medya desteğiyle oluşturan ve destek kazanan vakıf, sosyal medya kanallarını
kullanarak viral etki yaratabilmektedir.
3. Greenpeace Akdeniz: Greenpeace Avrupa, Amerika, Asya ve Pasifik'te
40 ülkedeki varlığıyla kar amacı gütmeyen bir çevre kuruluşudur. 1971'den beri
dünyanın dört bir yanında çevre katliamlarına karşı mücadele veren Greenpeace,
çalışmalarını bağımsız olarak sürdürmek için devletlerden, şirketlerden ya da siyasi
partilerden bağış ve sponsorluk kabul etmez; tüm çalışmalarının kaynağını sadece
bireylerden aldığı maddi ve manevi destek oluşturur. Greenpeace, gezegeni
yaşanmaz hale getiren çevre suçlarına şiddet içermeyen doğrudan eylemlerle tanıklık
eder ve bunları basın aracılığıyla gündeme getirir (http://www.greenpeace.org/turkey
/about). Küresel anlamda en aktif çevre örgütlerinden biri olan Greenpeace, sosyal
medyayı en aktif kullanan örgütlerin neredeyse başında gelmektedir. Greenpeace’in
Facebook’ta 39 ülkeden 1 milyon kadar üyesi bulunmaktadır ve üye sayısı her geçen
gün artmaktadır. Greenpeace International’ın genel sayfasının üyesi 458.715 iken 24
saat içinde üye sayısı 459.567 olmuştur (www.facebook.com, 23-24/4/2010). 19
Ağustos 2010 tarihinde bakıldığında ise 589.943 rakamına ulaşıldığı gözlenmiştir.
Greenpeace, Endonezya’daki ormanlardaki ağaçları keserek elde edilen palmiye
yağlarını satın alması nedeniyle bir başlattığı kampanya kapsamındnaki video ilk
otuz saatte 180 bin kişi tarafından izlenmiştir.. (http://www.greenpeace.org/turkey
/campaigns/enerji/kit-kat). 17 Ağustos 2010 tarihi itibariyle videoyu 1.000.000 kişi
izlemiştir ve bu sayı artmaya devam etmektedir (http://www.greenpeace.org/
turkey/news/nestle-...). Kit Kat paradosi örneği sivil toplum örgütlerinin sosyal
medyayla kuruluşları krize sürükleyebileceğini gösteren çarpıcı bir örnek olmuştur.
Meksika Körfezine dökülen BP firmasının petrol tankerlerini protesto için yaptıkları
Yeniden Markalama viral kampanyaları, nükleer enerji yatırımlarını protestoları ve
çevreyle ilgili güncel pek çok konuyu sosyal medyada paylaşmaktadır. Greenpeace
aynı zamanda iletişim faaliyetleriyle ilgili Facebook kullanıcılarına görüşlerini
sormakta ve onlardan duyurum anlamında görüş ve öneri almaktadır.
4. Doğa Derneği: 2002 yılından beri faaliyet gösteren dernek Türkiye’nin
doğasının sorunları için yapıcı ve yerinde çözümler getirmeyi ilke edinmiştir.
Çalışanlar, yerel temsilciler, üyeler, gönüllülerle ve kırk binin üzerindeki destekçisi,
16 farklı ilde yerel projeleri bulunmaktadır (www.dogadernegi.org/
hakkimizda.aspx). Doğa Derneği genelde Greenpeace’in uyguladığı iletişim
Güz 2010, Sayı:31
Bir Halkla İlişkiler Uygulama Alanı Olarak Sosyal Medya Kullanımı:
113
tekniklerini izlemektedir. Son aylarda Hasankeyf’in sular altında kalması gibi
konularda sürekli görüşlerini yayınlamakta ve doğa dostlarını duyarlılığa ve eyleme
davet etmektedir. Köşe yazarlarından ve sanatçılardan yoğun bir şekilde destek alan
Doğa Derneği, Hasankeyf’in baraj yapılmasına finansman desteği sağlayan bankalar
için bankaların reklam filmlerini tekrar çekmiş ve sanal ortamda yaymıştır.
5. ÇEKÜL Vakfı: (Çevre ve Kültür Varlıklarını Koruma Vakfı) Türkiye’nin
doğal ve kültürel mirasını korumak amacıyla 1990 yılında vakıf statüsünde
kurulmuş, bir sivil toplum kuruluşudur. Doğal kaynakları, kültürel mirası ve insanı
bir bütün olarak ele alan ÇEKÜL, doğal ve kültürel çevreyi korumak için kenthavza-bölge-ülke ölçeğinde projeler geliştirmektedir. ÇEKÜL'ün korumadeğerlendirme-yaşatma amaçlı projelerinin hayata geçirilebilmesi ve sonuç
alınabilmesi için benimsenen strateji kamu-yerel-sivil-özel birlikteliğine öncelik
verilmesidir.(www.cekulvakfi.org.tr/icerik/...).
Çekül’ün
sosyal
medya
uygulamaları, şu anda pek aktif olmayan bir blogla başlamıştır. Çekül’ün Twitter
sayfası yoktur ancak her geçen gün izleyici sayısı artan Facebook sayfalarında
yürütülen projeler paylaşılmakta ve izleyiciler tarafından destekleyici yorumlar
alınmaktadır.
Araştırma amacıyla katılımcı gözleme desteklemesi için kurumsal iletişim
sorumlularına e-posta aracılığıyla yöneltilen soru: “Sosyal medya ortamları gönüllü
ve üye sayınızın artmasına, halka daha kolay ulaşmanıza, üyeler arasındaki
iletişimin daha verimli hale gelmesine, örgütün katılımcı kararlar almasına, basın
mensuplarıyla iletişim kurmanıza, daha fazla bağış toplamaya, etkinlikleri daha iyi
organize etmenize katkıda bulunuyor mu?” şeklindedir. Soruya verilen cevaplar
aşağıda sunulmuştur.
Doğa Derneği kurumsal iletişim sorumlusu Yücel Sönmez sosyal medya
kullanımıyla ilgili olarak şunları söylemiştir: “Facebook, twitter ve diğer sosyal
medya araçları Doğa Derneği'nin çok farklı kesimlerden çok farklı profillere
ulaşmasını sağladı. Bizim hedefimiz savunduğumuz konuların ilgi odakları
açısından daha geniç bir tabanı kapsaması gerekiyordu. Örneğin HES (hidro
elektrik santralleri) mücadelesini yürüten insanlar daha çok köyde yaşayan
insanlardı. Biz de bu bilgi ve veriler ışığında derneğin iletişim stratejisini önemli
ölçüde revize ettik. Yaygın medya ile ilgili stratejimize ek olarak, sosyal medya
araçlarını, yerel medyayı ve basılı afiş, katalog, el ilanı konusunda yoğun bir
yeniden yapılanma süreci yaşadık. Bütün bu çalışmalar hem bizim daha etkili
iletişim çalışmaları yapmamıza neden oldu hem de destekçi sayımızı hem de üye
sayısını ve az da olsa bağışçıları artırdı Ancak bizi görüp tanıyan kişi ve kurumlar
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
114
F. Onat
bağış ve üyelikte hala mesafeli durmaktadır”. Görüldüğü üzere Doğa Derneği
iletişim kurmak istediği hedef kitleyle iletişim kurabilmiş, üye sayısı artımıştır.
Ancak sanal ortamda destek verenlerin oranıyla gerçek yaşamda destek verenlerin
oranı paralel gitmemekte, bağış ve eylemlere katılımda örgüt yetkilileri bekledikleri
ilgiyi görmekte zorlanmaktadır. Çekül’de kurumsal iletişimden sorumlu Şirin Sıngın
Yılmaz, sosyal medyada vakfın yer almasıyla ilgili olarak şunları söylemiştir: “Önce
sivil toplum örgütlerinin Facebook’ta nasıl yer aldıklarını, nasıl kullandıklarını
inceledik. Önce Facebook için bir yazım dili geliştirmenin pratiklerini yaptık.
Ardından bin kadar üyeye ulaşınca “hayran” sayfası hazırladık ve gruptaki
üyelerimizi oraya davet ettik. Hergün en az bir haber paylaşmaya çalışıyoruz.
Hedefimiz farkındalık, algılama, davranış ve düşünce değişikliği yaratmak.
Facebook üzerinden gönüllü katılımı arttırma amacımız yok. Facebook’a bir haber
koyduğumuzda anında tepkisini alabiliyoruz. ÇEKÜL gönüllülerinin düşüncelerini
sıcağı sıcağına görebiliyoruz. Sayfamıza koyduğumuz notlarımızı beğenenler,
beğenmeyenler, o nota yorum yazanlar arasında bir iletişim oluyor. Ayrıca vakıf
maillerine gelen paylaşımlar da artıyor. Bu ortamda yer alarak gençlerin ilgisini
çekmeye çalışıyoruz. Facebook sayfamız yerel basın mensupları tarafından da
izleniyor, yerel basına ulaşmamızda önemli bir iletişim kanalı.” Çekül yetkilisinin
verdiği bilgilere göre gençlerin örgüte ilgi göstermesini sağlamış, özellikle
Facebook, örgütle örgüt gönüllüleri ve takipçileri arasında iletişim ortamı
yaratmıştır. Yerel medya mensuplarıyla iletişimi kolaylaştırmıştır.
Araştırma kapsamında 5 örgütün Facebook ve Twitter sayfaları incelenmiştir.
STÖlerin aşağıdakiler dışında çeşitli amaçlı profilleri de vardır ancak sadece halkla
çift yönlü iletişim kurmak için açılmış profiller incelenmiştir. STÖlerin sosyal ağ
sitelerinden Facebook ve Twitter’daki sayfalarından katılımcı gözlem yöntemiyle
elde edilen veriler aşağıdadır.
STÖ
TEMA
WWF TÜRKİYE
Güz 2010, Sayı:31
Mesajın
Tarihi
Yorum
Beğeni
17/8/2010
17/8/2010
19/8/2010
20/8/2010
19/8/2010
23/8/2010
17/10/2010
18/10/2010
21/8/2010
23/8/2010
1
27
12
7
6
20
5
10
4
42
44
İzleyici Sayısında Bir
Haftalık Artış ve
Yüzdesi
4989-5184 / %3.9
16100-16720/ %3.85
115
Bir Halkla İlişkiler Uygulama Alanı Olarak Sosyal Medya Kullanımı:
GREENPEACE
AKDENİZ
DOĞA DERNEĞİ
ÇEKÜL
16/8/2010
50
496
18/8/2010
17/8/2010
19/8/2010
20/8/2010
18/8/2010
18/8/2010
20/8/2010
20/8/2010
20/8/2010
47
39
31
53
7
11
368
272
2800
284
33
44
12
30
34
20/8/2010
17/8/2010
18/8/2010
18/8/2010
19/8/2010
19/8/2010
20/8/2010
23/8/2010
4
5
3
1
2
61
14
17
12
4
9
7
14
175.991-178.104 /
%1.2
16453-16636/ %1.1
2322-2388 / %2.8
Tablo 1: 17-24 Ağustos 2010 tarihleri arasında Facebook’ta yapılan gözlem.
Kaynak:http://www.facebook.com/home.php?#!/pages/TEMA-Vakfi/112863912086073?ref=ts
http://www.facebook.com/wwfturkiye
http://www.facebook.com/#!/Greenpeace.Akdeniz.Turkiye?ref=ts
http://www.facebook.com/?ref=hp#!/pages/Doga-Dernegi/95369986590?ref=ts
http://www.facebook.com/pages/CEKUL/272896409099?ref=mf&v=wall
Tablo 1’deki verilere bakıldığında STÖler, hafta tatili günleri dışında hemen
her gün Facebook’ta bir mesaj yayınlamaktadırlar. Facebook’un ağ güncesi (blog)
hizmeti veren “Notlar” uygulaması içinnde yayınladıkları notlara yorum ve “beğen”i
alan en çok Greenpeace Akdeniz ve Doğa Derneği’dir. Her iki örgüt te
etkinliklerinin ve haberlerinin yanında güncel çevre olaylarını da izleyicileriyle
paylaşmakta, gündemi yakaladıkları için izleyicileriyle daha sık iletişim
kurmaktadır. Facebook’ta araştırmaya konu olan örgütlerin hemen hepsinin
sayfalarının üye sayısında artış gözlenmiştir. Örgütlerin Twitter kullanımına
bakıldığında ise genelde Facebook uygulamalarıyla eşgüdümlü olduğu gözlenmiştir.
Facebook, Twitter, Friendfeed, blog gibi sosyal medya kanallarında aynı anda aynı
iletiyi paylaşarak çok sayıda kullanıcıya ulaşabilmek mümkün olduğu için STÖler,
birden çok kanalı iletişim amaçlı kullanmaktadır. Basında en çok haberle yer alan ilk
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
116
F. Onat
5 STÖ’den 3 örgütün Twitter hesabı bulunmaktadır. Üç örgütten Twitter’ı en çok
kullanan Greenpeace Akdeniz’in 24 Ağustos 2010 tarihine kadar gönderdiği
mesajlarının toplamı 682’dir ve 9036 izleyicisi bulunmaktadır. WWF-Türkiye
(1659 izleyici, 320 mesaj), Doğa Derneği (380 izleyici, 278 mesaj) Greenpeace’i
izlemektedir. Twitter’da paylaşılan mesajlar örgütlerin web sayfalarına, gazetelerde
çıkan haberlere ve Facebook sayfasına verilen linkler ve linklerin haber başlıklarıdır
(www.twitter.com, Erişim 24/8/2010). Paylaşılan linkler ve yazılar aynı gün çok kişi
tarafından beğenilmekte ve linklere yorum yapılmaktadır. Daha sonraki günlerde
gelen beğeniler ve yorumların sayısı ise oldukça azdır. Vakıf ve derneklere üye
olanların profillerinde üye oldukları örgüte ait linkleri paylaştıkları, yorumlar
yaptıkları, bazılarının ise profil resmi olarak kendi resimleri yerine örgütün
savunduğu faaliyetlerin görsel imgelerini koymuşlardır.
STÖlerin hepsinin Youtube’daki videolarının ve az sayıda en yeni tarihli
olanının 9 ay önceye aittir. Dailymotion, Videogoogle gibi diğer video paylaşım
sitelerindeki videoların sayısı sınırlıdır, bu nedenle video paylaşım sitelerinin sosyal
ağ siteleri kadar aktif olarak kullanıldığı söylenemez.
3.2. Araştırma Bulgularının Halkla İlişkiler Yönünden Değerlendirilmesi
Sivil toplum örgütlerinin sosyal medyayı aşağıda sıralanan halkla ilişkiler
uygulamalarında iletişim kanalı olarak kullandıkları gözlenmiştir.
1. Kurumsal iletişim: Araştırmaya konu olan STÖlerde halkla ilişkiler
uygulamaları bu işe kendisini adamış ya da profesyonel olarak hizmet veren kişiler
tarafından yapılmaktadır. Her örgütün de mutlaka bir “halkla ilişkiler sorumlusu”
veya “kurumsal iletişim yöneticisi” bulunmaktadır. Bu kişiler aynı zamanda sosyal
medya uygulamalarının da sorumlusudur. Araştırma kapsamında sosyal medya
uygulamalarının 5 STÖ de kendi web siteleriyle uyumlu ve eş zamanlı olduğu,
kurumsal kimliğin unsurlarının (logo gibi görsel malzemeler, vizyon, misyon vd.) ve
genel hedeflerin dışına çıkılmadığı gözlenmiştir. Yurtdışı merkezli Greenpeace
Akdeniz ve WWF isimli çevre örgütlerinin web sitelerinin ve sosyal medya
sayfalarının merkezle uyumludur. STÖlerin web sayfalarında Facebook ve
bağlantıları olması dahilinde Twitter, Flickr, Mynet, Tell linkleri bulunmaktadır.
Paylaşılan linkler ve duvar yazılarıyla web sitelerinde yapılan duyurular aynı mesaj
içeriğini taşımaktadır. Mesajların üç mecrada da yayınlanma tarihleri eş zamanlıdır.
2. Hedef kitlelerle iletişim: Araştırmadaki 5 çevre örgütünün de web siteleri
hem profesyonel olarak hazırlanmış hem de ziyaretçileri derneğe üye olmaya,
Güz 2010, Sayı:31
Bir Halkla İlişkiler Uygulama Alanı Olarak Sosyal Medya Kullanımı:
117
derneğin faaliyetlerine katılmaya teşvik edici mesajlar içermektedir. Ayrıca bütün
örgütlerin web sitelerinin ana sayfalarındaki düzenlemeler, ziyaretçinin kolaylıkla
dernek yetkilileriyle iletişim kurabilmesini sağlayacak şekilde yapılmıştır. STÖ
olarak değerlendirildiğinde araştırmanın örneklemindeki bütün örgütlerin sosyal
medyaya ve paydaş iletişimine birçok özel işletmenin göstermediği duyarlılığı
gösterdiği gözlenmiştir. STÖlerin web sayfalarında RSS, e-bülten, iletişim kutusu,
imza kampanyalarına online katılım, online bağış, sık güncellenme gibi web
sayfalarının iletişim kalitesini üst seviyede tutan uygulamalar gözlenmiştir.
Çabalarının sonucu olarak STÖlerin üye sayıları hergün artmakta ve iç ve dış hedef
gruplarla karşılıklı iletişim içinde olunmaktadır.
3. Medya ilişkileri: STÖler, sosyal medya ortamlarını geleneksel kitle
iletişim kanalları gibi haber akışı sağlamak amaçlı kullanmaktadırlar. STÖler, web
sayfalarında verdikleri ve gazete, dergi, radyo ve televizyon gibi geleneksel kitle
iletişim kanallarına gönderikleri basın bültenlerini ve fotoğrafları Facebook ve
Twitter’da paylaşmaktadırlar. Sosyal medya ortamlarında paylaşılanlar genellikle
çevreyle ilgili haberler ve örgüt faaliyetleridir. STÖler, sosyal medya kanallarını
aynı zamanda basın mensuplarıyla iletişim amaçlı da kullanmaktadır. İzlenen
örgütlerin sayfalarının takipçileri arasında yerel ve ulusal gazeteciler bulunmaktadır.
Örgütler aynı zamanda televziyon ya da gazetede çıkan haberleri, köşe yazılarını da
haber kaynağına linkler vererek en az iki günde bir paylaşım yapılmaktadır.
Mesajlara gelen yorum ve beğenilme sayısıyla gruba üye sayısı arasında pozitif
korelasyon bulunmaktadır. Mesajlar, Facebook’ta “Notlar” uygulaması altında
verilmektedir. Notlardaki mesajlara biçimsel olarak bakıldığında 3-7 kelime
arasında başlık kullanıldığı, en az 1 fotoğraf verildiği, haberin ters piramit
formatında, 2 ila 4 satırlık ilk paragrafta 5N 1K sorularına cevap verilmektedir.
Yazılan metinlerin 3-7 paragrafla sınırlığı kaldığı ve gazete haberine göre daha kısa
cümleler kullanıldığı, özetle yalın bir anlatımın benimsendiği gözlenmiştir.
Paylaşılan linklere gelen yorumlar genellikle mesajları destekleyici niteliktedir.
Yorumlardan daha çok “beğen”ilerin olması bunun bir göstergesidir.
SONUÇ
Halkla ilişkilerde uygulama alanı olarak sosyal medya kullanımı: örgüt
haberlerini duyurma, çeşitli konular üzerinde görüş bildirme ve kamuoyu yaratma,
web sitesine yönlendirme, kriz dönemlerinde halkla birebir iletişim kurma, yeni üye
kazanma, görünülürlük elde etme, diğer sivil toplum örgütleriyle iletişim ağı kurma,
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
118
F. Onat
imza, eylem veya yardım amaçlı kampanyalara destek sağlama olarak sıralanabilir.
Araştırma kapsamında örneklem olarak seçilen 5 çevre örgütü geleneksel kitle
iletişim kanallarında yer almakta gösterdiği çabayı sosyal medya kanallarından
Facebook ve Twitter’daki uygulamalarında da gösterdikleri gözlenmiştir. Örgütlerin
hemen her gün bir mesaj, not paylaşmaları, sayfa üyelerini eylemlere katılmaya
çağırmaları, imza kampanyalarına yapılan davetler örgütlerin halkla ilişkilere
verdikleri öneme işaret etmektedir. Örgütlerin sayfalarının sürekli artan üye sayısı,
paylaşılan mesajlara gelen yorumlar ve “beğen”iler örgütlerin çabalarının karşılıksız
kalmadığının kısmi bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Genel anlamda halkla
ilişkiler uygulamalarında geleneksel medyaya verdikleri önemi geleneksel kanallarla
sosyal medya kanallarındaki mesajlarla tutarlı ve eş zamanlı olarak hedef kitlelerine
vererek, onlardan gelen geri bildirime duyarlı olarak göstermişlerdir. Araştırma
sonucunda halkla ilişkiler uygulamaları kapsamında geleneksel medyaya önem
veren sivil toplum örgütlerinin genel olarak interneti ve sosyal medya ortamlarını
kullanarak çift yönlü simetrik halkla ilişkiler modeline uygun sonuçları
hedefledikleri ve hedeflerine kısmen ulaştıkları gözlenmiştir. Halkla ilişkilerde
uygulama alanı olarak sosyal medya kullanımı STÖler üzerinde incelendiğinde
STÖlerin genellikle duyarlılık yaratma, tanınma, duyurum, iletişim kurma gibi
hedeflerine ulaştıkları, sanal olmayan gerçek dünyada eylemlere katılım ve bağışları
arttırma gibi konularda ise sosyal medyanın kısmen motive edici olduğu
gözlenmiştir.
Bir kamusal alan özelliği gösteren (Rheingold, 1993) sosyal medya sivil
toplum örgütlerinin çevre hareketinin tabana yayılmasında önemli bir yere sahiptir.
Ülke nüfusunun önemli bir bölümünün dahil olduğu internetteki sosyal ortamlarda
STÖleri izleyen yüzbinlerce kişi zamanını sosyal ağ sitelerinde belki eğlenerek
geçirirken STÖlerin faaliyetleriyle ilgili paylaşımları izliyor, paylaşıyor, onlara
yorumlar yazıp, çevre ve toplumsal konularla ilgilenen diğer kişilerle tanışıyor ve
etkileşim haline geçmektedir.
KAYNAKÇA
Altunay, M. C. (2010). Gündelik Yaşam ve Sosyal Paylaşım Ağları: Twitter ya da
“Pıt Pıt Net”, İleti-ş-im, Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi,
Sayı:12, (31-57).
Ataseven, G. (1997/18). Sivil Toplum Kuruluşları ve Kadın, Yeni Türkiye
Güz 2010, Sayı:31
Bir Halkla İlişkiler Uygulama Alanı Olarak Sosyal Medya Kullanımı:
119
Ateş, İbrahim ve Erdoğan, Abdülkerin (1986). İl İl Vakıflar, Vakıflar Genel
Müdürlüğü Yayını, Ankara.
Breakenridge, D. (2008). PR 2.0, New Media, New Tools, New Audiences,
Pearson, New Jersey, ABD.
Biber, A. (2006). Sivil Toplum Örgütlerinde Halkla İlişkiler, Nobel, Ankara.
Biber, A. (2009) Halkla İlişkiler Çalışmalarının Dünü, Bugünü ve Geleceğine İlişkin
Bir Değerlendirme, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi İletişim Kuram ve
Araştırma Dergisi, Güz 2009, Sayı: 29 (134-148).
Castells, M. (2005) Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür-Ağ
Toplumunun Yükselişi (Cilt 1). (Çev. Ebru Kılıç), İstanbul: İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları.
Ciğerdelen, T. Sivil Toplum Kuruluşlarının Yönetsel Başarısında Halkla İlişkilerMedya Etkileşiminin Rolü, II. Ulusal Sivil Toplum Kuruluşları Kongresi
15-16 Ekim 2005 Çanakkale, 517-525.
Grunig, J., & Hunt, T. (1984). Managing Public Relations. New York: Holt,
Rinehart & Winston.
Hine, C. (2000). Virtual Etnography, Thousand Oaks, CA: Sage.
Ipsos KMG, Türkiye’yi Anlama Kılavuzu, (2009). Aktaran: Baysal, A., Saçar, E.,
MediaCat, Mart 2010, Yıl: 18, Sayı: 182 Teşhir ve Röntgen Çağı.
Lattimore D., Suzette T. H., Toth E., Public Relations/The Profession and the
Practice 3. Baskı, ABD: Mc Graw Hill International Edition.
Machin, D. (2002). Etnographic Research, Bloomsbury, USA.
Okay, A., Okay, A. (2005). Halkla İlişkiler Kavram Strateji ve Uygulamaları, Der
Yayınları, İstanbul.
Peltekoğlu, F. B., (1998). Halkla İlişkiler Nedir?, Beta Yayıncılık, İstanbul.
Rheingold, H. (1993). The Virtual Community. Homestdeading on the Electronic
Frontier. Massachussetts: Addison-Wesley Pub.
Seo, H, Kim, Y, Yang, S, Global Activitism and new media: A study of transnational
NGO’s online public relations, Public Relations Review, 2009 Şubat,
Elsevier/Science Direct 19/3/2009 sayfa: 123-126 /Volume 35, Issue 2
Terzi, Ö., Sorumluluk Dolu Bir Rekabet, Özlem Terzi Marketing Türkiye, 1
Temmuz 2010, sayı: 199, sayfa: 86.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
120
F. Onat
Toprak, T, Yıldırım, A, Aygül E, Binark, M, Börekçi S, Çomu, T (2009) Toplumsal
Paylaşım Ağı Facebook: “görülüyorum öyleyse varım!”, İstanbul:
Kalkedon.
Varnelis, K. (2008). Networked Publics, Cambridge, MA, USA: MIT Press.
Yıldız, Ö., 21. Yüzyılda Sivil Toplum Örgütleri: Demokratikleşme’nin mi, ‘NeoLiberalizm’in mi araçları?’ II. Ulusal Sivil Toplum Kuruluşları Kongresi
15-16 Ekim 2005 Çanakkale Sayfa: 586-588
İnternet Kaynakları
Barnes, N. G., Mattson, E. Still Setting the Pace in Social Media: The First
Longitudinal Study of Usage by the Largest US Charities,
http://umassd.edu/cmr/studiesresearch/socialmediacharity.doc
Erişim:
20/8/2010
Cravens, J., Evaluating Online Activities: Online Action Should Create & Support
Offline Action, www.coyotecommunications.com/culture/online2offline.
shtm Erişim: 7/4/ 2010
Indonesia, Brazil and Venezuela Lead Global Surge in Twitter Usage
http://www.comscore.com/Press_Events/Press_Releases/2010/8/Indonesia_Brazil_a
nd_Venezuela_Lead_Global_Surge_in_Twitter_Usage Erişim: 1/9/2010
Kanter, B. (22/5/2009), 4 Ways Social Media is Changing the NonProfit World,
www.mashable.com/2009/05/22/non-profit-social-media Erişim:15/3/2010
Park, J. , 2004-05-27 "Virtual Ethnography or Ethnography of Virtuality?:
Methodological Analysis of Ethnographic Research of the Internet"
International Communication Association Annual Meeting, New Orleans,
New Orleans, LA. Erişim: 26/5/2009
web: http://www.allacademic.com/meta/p112721_index.html
Social Media in the Nonprofit Sector, The Weber Shandwick Social Impact Team
www.webershandwick.com/resources/ws/flash/SI_FiveFastFactsv2.pdf
Erişim: 1/4/2010
Top Sites in Turkey, 2010 http://www.alexa.com/topsites/countries/TR, Erişim:
1/9/2010
Türkiye İçişleri Bakanlığı Dernekler Dairesi Başkanlığı Derneğin Tanımı
http://www.dernekler.gov.tr/index.php?option=com_content&view=article
Güz 2010, Sayı:31
Bir Halkla İlişkiler Uygulama Alanı Olarak Sosyal Medya Kullanımı:
121
&id=365%3Adernein-tanm&catid=37%3Adernek-nedir-naslkurulur&Itemid=77&lang=tr Erişim: 18/4/2010
Vast Majority of Leading U.S. Political Advocacy Groups Are Using at Least One
Social Media Study Finds, Washington, DC, Erişim: 13/7/2010
What is Social Media?, 2007 www.spannerworks.com/ebooks 5, Erişim: 27/8/2010
http://www.checkfacebook.com/, Erişim: 26/8/2010
http://www.cekulvakfi.org.tr/icerik/icerik.asp?sayfaID=1
http://www.dogadernegi.org/hakkimizda.aspx
http://www.facebook.com/#!/Greenpeace.Akdeniz.Turkiye?ref=ts
http://www.facebook.com/pages/CEKUL/272896409099?ref=mf&v=wall
http://www.facebook.com/pages/Doga-Dernegi/95369986590
http://www.facebook.com/home.php?#!/pages/TEMAVakfi/112863912086073?ref=ts
http://www.facebook.com/pages/TEMA-Vakfi/112863912086073#!,
http://www.greenpeace.org/turkey/campaigns/enerji/kit-kat
http://www.greenpeace.org/turkey/news/nestle-molayi-haketmiyor-010410
http://www.tema.org.tr
http://www.turkiyesumeclisi.net/
http://www.twitter.com, Erişim 24/8/2010
http://www.wwf.org.tr/page.php?ID=27
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
122
F. Onat
Boş Sayfa
Güz 2010, Sayı:31
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
İLETİŞİM MESLEK LİSESİ ÖĞRENCİLERİNİN İLETİŞİM
BECERİ DÜZEYLERİNİN İNCELENMESİ
(ANKARA İL ÖRNEĞİ)
Sirel GÖLÖNÜ* Yasemin KARCI**
ÖZET
İletişim, var olmak ve yaşamak için beslenmek kadar doğal ve kaçınılmazdır. Kendimizi, çevremizi, ait
olduğumuz toplumu anlamamız için etkin iletişim şarttır. Kişilerarası ilişkilerdeki sorunlar ve bu
sorunlara bağlı olarak ortaya çıkan pek çok psikolojik bozukluğun temelinde, iletişim becerilerindeki
eksikliğin yattığı söylenebilir.
Çalışma, Ankara ilindeki üç iletişim meslek lisesinde öğrenim gören öğrencilerin, iletişim beceri
düzeylerinin sosyo-demografik değişkenler açısından incelenmesi amacıyla yapılmıştır. Araştırma
evrenini, 2009-2010 eğitim-öğretim yılı güz döneminde Ankara il merkezinde bulunan üç iletişim meslek
lisesi dokuzuncu, onuncu, onbirinci ve onikinci sınıflarında öğrenim gören toplam 526 öğrenci
oluşturmaktadır. Araştırmada örnekleme gidilmemiş, araştırmayı kabul eden katılımcılar ile anket
çalışması gerçekleştirilmiştir. Araştırmada, kişisel bilgi formu ve beşli likert tipi 45 sorudan oluşan
İletişim Becerileri Envanteri kullanılmıştır. Elde edilen verilerin analizi, SPSS 11,5 programı
kullanılarak yapılmıştır. Varsayımların testi, verilerin parametrik test varsayımlarını sağlaması nedeni
ile iki grup karşılaştırmalarında bağımsız iki grup ortalama karşılaştırma t–testi, ikiden fazla grup
ortalaması karşılaştırmalarında ise tek yönlü varyans analiz testi ile gerçekleştirilmiştir. Araştırma
bulgularına göre öğrencilerin iletişim becerileri; cinsiyete ve sınıflara göre anlamlı bir farklılık
gösterirken, öğrencilerin sosyo-ekonomik düzeyi, iletişim beceri puanlarını anlamlı bir biçimde
etkilememektedir.
Anahtar Kelimeler : İletişim, iletişim becerisi, kişilerarası iletişim.
VOCATIONAL HIGH SCHOOL STUDENTS 'COMMUNICATION SKILLS COMMUNICATION
LEVELS (SAMPLE ANKARA)
ABSTRACT
Communication, be fed and to live as natural and inevitable. Ourselves, our environment, effective
communication is essential to our understanding of our society. Interpersonal relations and the problems
caused by these problems on the basis of many psychological disorders, the defect lies in communication
skills said.
The study, the students of vocational high school in Ankara three communication, communication skill
levels in terms of socio-demographic variables was carried out to investigate. The research population,
the center of Ankara during the 2009-2010 academic year in the fall of the three communication
vocational school ninth, tenth, eleventh and twelfth grades of the total 526 students are studying.
Research, sampling has not been examined, a survey was conducted with participants who accepted to
participate. In the study, the personal information form and Communication Skills Inventory consisting of
five Likert-type 45 questions. The obtained data analysis, performed using the SPSS 11.5 program. Test
assumptions, the assumptions of parametric test data because of the two-group comparisons provide an
average compared two groups of independent t-test comparisons of more than two groups in the average
one-way analysis of variance test was conducted. According to research findings, students
'communication skills, showed a significant difference according to gender and class, socio-economic
level of students' communication skills in a meaningful manner does not affect the scores.
Keywords : Communication, communication skills, interpersonal communication
*
**
Yrd. Doç. Dr., Gazi Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü
Gazi Üniversitesi, Teknik Eğitim Fakültesi, Bilgisayar İşletmeni
İletişim 2003/18
124
S. Gölönü – Y. Karcı
GİRİŞ
İnsanların toplumda var olan kuralları öğrenmesi, değer ve inançları
benimsemesi, kurallara uygun olarak kendisine verilen rolleri oynaması, yani
toplumsallaşması, ancak iletişimle gerçekleşir. İnsanlar başkalarıyla bir arada
olabilmek, onları anlayabilmek, kendilerini anlatabilmek ve etkileyebilmek yani;
toplumsallaşabilmek için iletişim kurar. Bir başka ifadeyle iletişim, bireylerin
kendini ifade edebilme ve kendilerini dinletme gereksinimleri sonucu ortaya
çıkmaktadır (Gürgen, 1997: 5).
İletişim kavramının 4560 kullanımı olduğu ve bu kullanımlardan 15 anlamın
çıkarılabileceği saptaması yapılmıştır. Bunlar; düşüncenin değiş tokuşu, anlamaanlatabilme, etkileşim, belirsizliğin azaltılması, aktarım süreci, değişme süreci,
bağlantıların kurulma süreci, paylaşım süreci, araç-usul-teknikler, belleğin
uyarılması, yanıt verme, uyaran, etkileme, geçiş süreci, iktidar kaynağıdır (Zıllıoğlu,
1996: 4-5).
İletişim ‘’Birbirlerine ortamdaki nesneler, olaylar, olgularla ilgili değişmeleri
haber veren, bunlara ilişkin bilgilerini birbirine aktaran, aynı olgular, nesneler,
sorunlar karşısında benzer yaşam deneyimlerinden kaynaklanan, benzer duygular
taşıyıp bunları birbirine ifade eden insanların oluşturduğu topluluk ya da toplum
yaşamı içinde gerçekleştirilen tutum, yargı, düşünce ve duygu bildirişimleri”dir
(Oskay, 2001: 9).
İnsanın her davranışı, konuşması, susması, dinlemesi, duruşu ve oturma
biçimi, kendini ifade etmesi, kısaca çevresine mesaj iletmesidir. İletişim; mesaj
üretme, iletme ve algılama sürecidir. İletişim kurmakta asıl amaç, anlaşılabilir
mesajların gönderilmesi ve karşı tarafın tutum ve davranışlarında değişiklik
yapmaktır (Tutar ve Yılmaz, 2003: 5).
Her birey, doğduğu andan itibaren iletişim kurmaya başlasa da her zaman bu
iletişimin etkili olduğu söylenemez. Karşılıklı mesaj alışverişinde ortaya çıkan
hatalar; duygu, düşünce ya da bilgilerin doğru iletilememesi anlamına gelmektedir.
Başka bir deyişle, iletişim eylemi, süreç içindeki öğelere gereken önem verilmeden
yapıldığında, insanların birbirlerini anlamalarında büyük aksaklıklara yol
açmaktadır. Bu durum, bireylerin kendilerini amaçladıkları gibi ifade edememeleri
ya da karşılarındaki kişiyi doğru anlamamaları ile sonuçlanmaktadır (Demirci, 2002:
2). İletişim becerileri gelişmiş bir birey, kendini diğer bireylere doğru ifade
edebilme ve onları doğru anlama imkanı bulacaktır.
Güz 2010, Sayı:31
İletişim Meslek Lisesi Öğrencilerinin İletişim Beceri Düzeylerinin İncelenmesi
125
İletişim meslek liseleri, öğrencilerini hem mesleğe hem de yüksek öğrenime
hazırlayan eğitim kurumlarıdır. İletişim alanında çalışmak isteyen bireylerin meslek
yaşamlarının gereği olan etkili iletişim becerilerine sahip olmaları, onları kariyerleri
boyunca başarılı kılacak etkenlerin başında gelmektedir. Etkili iletişim becerileri,
her türlü insan ilişkisinde ve her türlü meslek alanında ilişkileri kolaylaştırıcı
olabilmektedir.
Çalışmanın ilk bölümünde iletişim becerileri kavramı açıklanmaya
çalışılacaktır. Daha sonra iletişim becerileri ile ilgili yapılan araştırmalar üzerinde
durulacaktır. İkinci bölümde ise Ankara ilindeki iletişim meslek liselerinde yapılan
uygulama ve araştırma sonucu elde edilen bulgular ele alınmıştır.
1. İletişim Becerileri Kavramı
İletişim; bireyler, gruplar ya da toplumlar arasında çeşitli yöntemlerle bilgi,
düşünce ve inanç alışverişini sağlayan etkileşim sürecidir. İletişim bireylerin
kendilerinden farklı rollere, inançlara, tutumlara, değer ve davranışlara sahip
bireylerle ve gruplarla nasıl ilişki kurulacağının öğrenilmesini sağlar (Şimşek, 2003:
50).
Ceyhan, etkili iletişim için gereken becerileri genel olarak ele almış ve
özetlemiştir. Bunlar; karşılıklı konuşmada yanıt verme ve verilen yanıtta
konuşmacının duygu ve düşüncelerini yansıtma, yönlendirici olmayan açık sorular
sorma, sözel olmayan ipuçlarının kodlarını çözme, mesajlara doğru yanıtlar verme,
dinlemeye istekli olma, göz teması kurma, anlamaya yoğunlaşma, doğru geribildirim
verme, “Ben” mesajlarıyla yanıt verme, kendini açma, empatik anlayış sergileme,
eleştirilere olumlu yanıt verme, girişken davranışlar sergileme, çatışmaları yöneterek
problemleri uygun şekillerde çözme ve koşulsuz kabuldür (Ceyhan, 2006: 367-379).
Kişilerarası yüz yüze iletişimde düşünceler sözlü, duygular ise sözsüz dil ile
anlatılır. Başka bir deyişle, kişilerarası iletişimde konuşma dili duyguları dile
getirmede genellikle yetersiz kalır. Çünkü sözler konuşmanın içeriğini oluştururlar,
oysa sözsüz iletişim duygusal bilgiyi aktarır. Günlük yaşamdaki ilişkilerde sözel
kodlar dışında başvurulan simgesel kodlardan sözsüz olanlar, anlamı yaratma ve
paylaşmada çoğu kez bilinçsiz olarak sürekli kullanılırlar. Öyle ki beden diliyle
verilen mesajlar, insanlarla anlaşmada en temel araç niteliği taşır. Araştırmalar
iletişimde beden dilinin, ses tonu (%38 ) ve sözcüklere (%7) göre %55 oranla önde
olduğunu göstermektedir (İzgören, 2000: 6; Pease-Pease, 2003: 13).
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
126
S. Gölönü – Y. Karcı
İletişim sürecinin başarılı ve etkili olabilmesi için;
● İletilecek mesajın hedef - alıcının dikkatini çekmesi,
● İletinin kodlanmasında; iletiyi gönderen kaynak kadar, onu alacak ve
açıklayacak hedef alıcı tarafından da bilinmesi,
● İletinin hedef - alıcının gereksinmelerine seslenebilmesi,
● Hedef - alıcıda istenen tutum değişikliğinin elde edilebilmesi için, hedef alıcının tutum ve değerlerinin bilinmesi, beklenti ve kalıplarına ters
düşülmemesi,
● Hedef-alıcıya ulaşmada en uygun kanalın-aracın ne olduğunun bilinmesi,
● İletilecek mesajın içeriği hedef-alıcı için yeni bilgi niteliği taşıyorsa, söz
konusu mesajın hedefin alışkın olduğu yaşam deneyimlerine uygun tarzda
aktarılması,
● İletişimde iletilmesi zor konuları, hazırlayıcı iletişim süreci ile hedefalıcının bilgi ve algılama düzeyinin yükseltilerek aktarılması,
● İletişimde hazırlayıcı iletişim sürecine rağmen kırılamayan dirençlerin de
olabileceğinin unutulmaması, özellikle temel nitelikteki değerlere
dolaysız saldırılmaması gerekmektedir (Oskay, 2001: 36- 41).
2. İletişim Becerileri ile İlgili Araştırmalar
İletişim becerileri konusunda yapılan araştırmaları, yurtiçinde yapılan
araştırmalar ve yurtdışında yapılan araştırmalar olarak ele almakta fayda vardır.
Ülkemizde iletişim becerilerine yönelik araştırmaların bir bölümü, iletişim
becerileri eğitiminin etkilerini araştırmaya yöneliktir. Korkut yetişkinler için
hazırlanmış bir iletişim becerileri eğitimi programının, yetişkinlerin, sahip oldukları
iletişim becerilerini değerlendirme düzeylerini arttırdığını ortaya koymuştur
(Korkut, 2005: 143-149). Yüksel-Şahin (1997), deneysel bir çalışmasında on iki
oturumdan oluşan iletişim becerileri eğitimini alan ve almayan üniversite
öğrencilerinin iletişim becerilerindeki değişmeye bakmıştır. Çalışmada, iletişim
becerileri eğitimi programına katılan öğrencilerin iletişim becerilerinin, kontrol
grubuna kıyasla arttığı ortaya konmuştur. Benzer şekilde Demirci (2002), Ankara
Mesleki Eğitim Merkezi’ne devam eden genç işçilere İletişim Becerilerini
Değerlendirme Ölçeği uygulamış, eşit puanlara sahip kontrol ve deney grupları
oluşturmuş, deney grubuna beş oturumluk bir iletişim becerileri eğitimi vermiş,
Güz 2010, Sayı:31
İletişim Meslek Lisesi Öğrencilerinin İletişim Beceri Düzeylerinin İncelenmesi
127
kontrol grubuna herhangi bir uygulama vermemiş ve eğitim sonrasında her iki
grubun iletişim becerilerini nasıl değerlendirdiğine tekrar bakmıştır. Eğitim
programına katılan genç işçilerin sahip oldukları iletişim becerilerini, kontrol
grubuna kıyasla daha olumlu şekilde değerlendirdikleri görülmüştür. İletişim
becerileri eğitiminin, iletişim çatışmalarına girme eğiliminde düşüşler sağlayıp,
olumlu sonuçlar verdiği de ortaya konmuştur (Işık, 1993; Özgit, 1991). Genelde,
iletişim becerileri konusunda verilen eğitimlerin iletişim becerilerini arttırdığı
gözlenmektedir. Buradan iletişim becerilerinin öğrenilebilir ve geliştirilebilir
beceriler olduğu sonucu çıkmaktadır.
Bulut Bozkurt, sınıf öğretmenleriyle yaptığı bir çalışmada, iletişim
becerisinin "Etkililik" ve "Yeterlilik" alt boyutlarında kadın öğretmenlerin, erkek
öğretmenlerden daha yüksek bir ortalama tutturduklarını ortaya koymuştur.
(Bozkurt, 2004: 443-454).
Ceyhan (2006), üniversite öğrencileri üzerine yaptığı bir çalışmada algılanan
iletişim becerisi düzeyine bağlı olarak uyum derecesinin değişip değişmediğini
araştırmıştır. Çalışmada iletişim becerisi düzeyini yüksek olarak algılayan
öğrencilerin, kişisel, sosyal ve genel uyum ölçümlerinin her üçünden de anlamlı
olarak daha yüksek puanlar aldıkları görülmüştür.
Dünyada iletişim becerilerinin yaşamın ilk yıllarında nasıl kazanıldığı ve
bağlantılı değişkenlerin incelendiği araştırmalar yapılmıştır. İletişim becerileri
gelişim dönemleri açısından da ele alınmıştır (Berglund, Eriksson & Westerlund,
2005: 485-491; Didow & Eckerman, 2001: 170-188). Berglund, Eriksson ve
Westerlund 18 aylık 1019 çocuğun annelerinden çocuklarının gelişimsel olarak
iletişim becerilerini değerlendirmelerini istemişlerdir. Çalışmada kız çocukların
erkek çocuklara, ilk sırada doğan çocukların daha sonra doğan çocuklara kıyasla
daha yüksek puanla değerlendirildikleri görülmüştür (Berglund, Eriksson &
Westerlund, 2005: 485-491).
İletişim becerilerinin yetişkinlerde yaş ilerledikçe değişip değişmediğini
araştıran çalışmalar da bulunmaktadır. Örneğin Siegel ve Gregora (1985) gençlerle
yaşlıları karşılaştırdıkları çalışmalarında; yaşlıların daha ağır ve etkisiz iletişim
kurduklarına ilişkin inançlara karşın, gençlerle yaşlılar arasında iletişim performansı
açısından bir fark bulamamışlardır ( Siegel ve Gregora, 1985: 485-494).
Malatesta ve Izard, genç, orta yaşlı ve yaşlı kadınlarla yaptıkları bir
çalışmada başkalarından gelen duygusal mesajları çözümlemede, yaşlı kadınların
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
128
S. Gölönü – Y. Karcı
genç olanlara kıyasla daha zayıf olduklarını ortaya koymuştur (Malatesta ve
Izard,1987: 193-203).
İletişim becerileri, cinsiyet farkı açısından da ele alınmıştır. Cunningham,
sözel olmayan ifadelere ilişkin mesajların yorumlanmasında, diğer bir deyişle kod
çözümünde kadınların erkeklerden daha iyi olduklarını ortaya koymuştur
(Cunningham,1977: 564-584).
3. Araştırmanın Amacı
Ankara ilinde üç iletişim meslek lisesinde dokuzuncu, onuncu, onbirinci ve
onikinci sınıflarda öğrenim gören öğrencilerin iletişim becerileri düzeylerinin sosyodemografik değişkenler açısından incelenmesi araştırmanın temel amacını
oluşturmuştur.
4. Yöntem
Bu çalışma, tanımlayıcı türde kesitsel saha araştırmasıdır. Betimsel
araştırmalar, mevcut olayların daha önceki olay ve koşullarla ilişkilerini de dikkate
alarak, durumlar arasındaki etkileşimi açıklamayı hedef alır. Bu yönteme dayanan
araştırmalarla; ‘’Mevcut durum nedir?’’ ‘’Neredeyiz?’’ ‘’Ne yapmak istiyoruz?’’ ‘’
Nereye, hangi yöne gitmeliyiz?’’ ‘’Oraya nasıl gideriz?’’ gibi sorulara, mevcut
zaman kesiti içinde olduğu düşünülen verilere dayanılarak cevap bulunmak istenir
(Kaptan, 1998:59).
Araştırma evrenini, 2009-2010 Eğitim-Öğretim yılı güz döneminde Ankara il
merkezinde bulunan Aydınlıkevler Ticaret Meslek ve Anadolu İletişim Meslek
Lisesi, Batıkent Şevket Evliyagil Ticaret Meslek ve Anadolu İletişim Meslek Lisesi
ile Türk Telekom Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi, dokuzuncu, onuncu, onbirinci
ve onikinci sınıflarda öğrenim gören öğrenciler oluşturmaktadır. Araştırmada
örnekleme gidilmemiş, araştırmayı kabul eden katılımcılar ile anket çalışması
gerçekleştirilmiştir Araştırma verilerini 450 öğrencinin verileri oluşturmuştur.
4.1. Veri Toplama Araçları
Veri toplama aracı olarak, kişisel bilgi formu ve iletişim becerileri envanteri
ölçeğinden oluşan soru formu kullanılmıştır. Kişisel bilgi formu, araştırmacının
kendisi tarafından hazırlanmıştır.
Güz 2010, Sayı:31
İletişim Meslek Lisesi Öğrencilerinin İletişim Beceri Düzeylerinin İncelenmesi
129
Kişisel bilgi formunda aşağıda verilen değişkenlere ait sorular yer almıştır.
 Okunan okul
 Okunan sınıf
 Yaş
 Cinsiyet
 Cevaplayıcının kendisi ve ailesine ilişkin olarak algıladığı sosyoekonomik düzey
Bu çalışmada kullanılan, İletişim Becerileri Envanteri ilk olarak Balcı (1996)
tarafından geliştirilmiş ve kullanılmıştır. Gerekli geçerlik ve güvenirlik çalışmaları
yapılan envanterin bu ilk sürümünün madde sayısı 70’tir. Envanter daha sonra
tekrar, 500 üniversite öğrencisinden oluşan bir örnekleme uygulanmış, yapılan
faktör analizi sonucunda madde sayısı 45’e indirilmiştir (Ersanlı & Balcı, 1998).
Ersanlı ve Balcı (1998), tarafından son hali verilen envanter, likert tipi 45
sorudan oluşmaktadır. Envanter zihinsel, duygusal ve davranışsal açıdan iletişim
becerilerini ölçmektedir. Maddeler, “Her Zaman”, “Genellikle”, “Bazen”,
“Nadiren”, “Hiçbir Zaman” olarak yanıtlanmaktadır. Her zaman 5, Hiçbir zaman 1,
şeklinde puanlanmaktadır.
Her bir boyutu ölçen 15 madde vardır. Her boyuta giren maddeler aşağıda
görülmektedir:
Zihinsel : 1,3,6,12,15,17,18,20,24,28,30,33,37,43,45
Duygusal : 5,9,11,26,27,29,31,34,35,36,38,39,40,42,44
Davranışsal : 2,4,7,8,10,13,14,16,19,21,22,23,25,32,41
Ölçeğin genelinden alınabilecek en yüksek puan 225, en düşük puan ise
45’dir. Her bir alt ölçekten alınabilecek en yüksek puan 75, en düşük puan ise
15’dir. Bireyin hangi alt ölçekteki puanı yüksek ise, iletişim becerisi açısından o alt
boyutta daha iyi olduğu söylenebilir. Ölçeğin tamamı için ise, puanların yüksekliği o
bireyin iletişim beceri düzeyinin yüksek olduğunu göstermektedir.
4.2. İstatistiksel Yöntemler
Araştırmada elde edilen verilerin analizi, SPSS 11,5 (Statistical Packages for
Social Sciences) programı kullanılarak yapılmıştır.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
130
S. Gölönü – Y. Karcı
İlk olarak, kişisel bilgi formunda yer alan bağımsız değişkenlere ait
tanımlayıcı istatistikler, sayı ve yüzdeler elde edilmiş, tanımlayıcı tablolar elde
edilmiştir.
Daha sonra, iletişim becerileri envanteri puanlaması yapılmış ve alt boyut
ölçek skorları elde edilmiştir. Ölçek toplamına ve alt boyutlara ait ortalamaların,
demografik değişkenlere göre farklılık gösterip göstermediğine yönelik
varsayımların test aşaması gerçekleştirilmiştir.
Varsayımların testi, verilerin parametrik test varsayımlarını sağlaması nedeni
ile iki grup karşılaştırmalarında bağımsız iki grup ortalama karşılaştırma t–testi,
ikiden fazla grup ortalaması karşılaştırmalarında ise tek yönlü varyans analiz testi ile
gerçekleştirilmiştir. Hipotezlerin testinde önemlilik düzeyi, alfa yanılma düzeyi
olarak 0,05 kullanılmıştır.
5. Bulgular ve Yorumlar
Bu bölümde ilk olarak, anket katılımcılarına ait demografik değişkenlerin
dağılımları sayı ve yüzdelerle tablolar şeklinde verilecektir. Daha sonra, iletişim
beceri envanteri ölçek sonuçları anket katılımcılarının demografik değişkenlerine
göre verilip, demografik değişkenlere göre iletişim becerilerinin farklılaşıp
farklılaşmadığını test etmek amacı ile gerçekleştirilen hipotez testi sonuçları
sunulacaktır.
5.1. Ankete Katılan Öğrencilerin Okudukları Okullara Göre Dağılımı
Tablo 1’de,
verilmektedir.
ankete
katılan
öğrencilerin
okullara
göre
dağılımları
Tablo 1. Ankete Katılanların Okudukları Okullara Göre Dağılımı
Okunulan okul
Sayı (n)
Yüzde (%)
Aydınlıkevler İletişim Meslek Lisesi
172
38,22
Batıkent Ş. Evliyagil İletişim Meslek Lisesi
147
32,66
Türk Telekom Teknik ve Endüstri M.L.
131
29,11
TOPLAM
450
100,0
Güz 2010, Sayı:31
131
İletişim Meslek Lisesi Öğrencilerinin İletişim Beceri Düzeylerinin İncelenmesi
Tabloyu incelediğimizde, anket katılım oranlarının üç okulda da benzer
olduğu görülmektedir. Aydınlıkevler İletişim Meslek Lisesi’nden 172 öğrenci,
Batıkent Şevket Evliyagil İletişim Meslek Lisesi’nden 147 öğrenci, Türk Telekom
Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi’nden 131 öğrenci ankete katılmıştır.
Aydınlıkevler İletişim Meslek Lisesi öğrencileri %38 oranında, Batıkent Şevket
Evliyagil İletişim Meslek Lisesi öğrencileri yaklaşık %33 oranında, Türk Telekom
Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi öğrencileri ise %29 oranında ankete katılmıştır.
5.2. Ankete Katılan Öğrencilerin Okudukları Sınıflara Göre Dağılımı
Tablo 2’de öğrencilerin okudukları sınıflara göre dağılımları verilmektedir.
Tablo 2. Ankete Katılanların Okudukları Sınıflara Göre Dağılımı
Okunulan sınıf
Sayı (n)
Yüzde (%)
9. sınıf
187
41,6
10. sınıf
103
22,9
11. sınıf
79
17,6
12. sınıf
81
18,0
450
100
TOPLAM
Tablo 2’ye göre; ankete katılan 187 öğrenci 9.sınıf, 103 öğrenci 10. sınıf, 79
öğrenci 11. sınıf, 81 öğrenci ise 12.sınıf öğrencisidir. Yüzdesel olarak ankete katılan
öğrencilerin yaklaşık %42’sini 9. sınıf öğrenciler, %23’ünü 10. sınıf öğrenciler
oluştururken, 11. ve 12. sınıf öğrencilerin oranı % 18’dir. İletişim meslek liselerinde,
onikinci sınıflar haftanın üç günü okul dışında staj yaptıklarından bu sınıflara anket
uygulamak için birkaç kez okullara gitmek zorunda kalınmıştır. Bu sebepten dolayı,
ankete katılım son sınıflarda düşüktür.
5.3. Ankete Katılan Öğrencilerin Yaşlarına Göre Dağılımı
Ankete katılan öğrencilerin yaş dağılımları Tablo 3’de verilmiştir.
Öğrencilerin yaşları, 13 yaş ile 19 yaş arasında değişmektedir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
132
S. Gölönü – Y. Karcı
Tablo 3. Ankete Katılanların Yaşlarına Göre Dağılımı
Yaş
13
14
15
16
17
18
19
Toplam
Kayıp gözlem
TOPLAM
Sayı (n)
1
67
147
86
103
29
3
436
14
450
Yüzde (%)
0,2
14,9
32,7
19,1
22,9
6,4
0,7
96,9
3,1
100,0
Tabloya göre, ankete katılan öğrencilerin %33’ü 15 yaşında, %23’ü 17
yaşında, %19’u 16 yaşında ve %15’i ise 14 yaşındadır. Öğrencilerin yaş ortalaması
ise 15,7 ± 1,2’dir.
5.4. Anket Katılan Öğrencilerin Cinsiyetlere Göre Dağılımı
Tablo 4. Ankete Katılanların Cinsiyetlere Göre Dağılımı
Cinsiyet
Sayı (n)
Yüzde (%)
Kız
248
55,1
Erkek
202
44,9
TOPLAM
450
100
Öğrencilerin cinsiyet dağılımı tablo 4’de verilmektedir. Tablodan da
görüleceği üzere ankete katılan kız öğrenci sayısı 248 kişi, erkek öğrenci sayısı ise
202 kişidir. Kız öğrenciler %55 oranında, erkek öğrenciler yaklaşık %45 oranında
ankete katılmıştır.
5.5. Ankete Katılan Öğrencilerin Ailelerinin Sosyo-Ekonomik Düzeylerine
Göre Dağılımı
Öğrencilerin kendileri tarafından algıladıkları ailelerinin sosyo-ekonomik
düzeylerinin dağılımı Tablo 5’de verilmektedir.
Güz 2010, Sayı:31
133
İletişim Meslek Lisesi Öğrencilerinin İletişim Beceri Düzeylerinin İncelenmesi
Tablo 5.
Ankete Katılanların Kendilerince Algıladıkları Ailelerin
Sosyoekonomik Düzeylerine Göre Dağılımı
Sosyo- ekonomik düzey
Alt
Orta
Üst
Toplam
Kayıp gözlem
TOPLAM
Sayı (n)
Yüzde (%)
7
408
34
449
1
450
1,6
90,7
7,6
99,8
0,2
100
Tablo 5’e göre, öğrencilerin neredeyse tamamı %91’i ailelerinin sosyoekonomik düzeyini orta düzey olarak belirtmişlerdir. Üst düzey olarak belirtenlerin
oranı yaklaşık olarak %8 iken, alt seviyede olarak belirtenlerin oranı yaklaşık olarak
%2’dir.
5.6. Cinsiyetlere Göre İletişim Beceri Puanları Ortalamaları
İletişim beceri puanlarının cinsiyetlere göre değerlendirilmesi Tablo 6’da
verilmektedir.
Tablo 6. Cinsiyetlere Göre İletişim Beceri Puanları Ortalamaları
Cinsiyet
Kız
Erkek
İletişim
beceri
envanteri
alt
boyutları
Zihinsel İB
Duygusal İB
Davranışsal
İB
Toplam İB
Zihinsel İB
Duygusal İB
Davranışsal
İB
Toplam İB
n
Minimum
puan
Maksimum
puan
Ortalama
Std.
Sapma
248
248
248
41,00
34,00
42,00
70,00
69,00
75,00
57,11
54,84
59,86
5,99
6,66
6,72
248
202
202
202
133,00
37,00
32,00
37,00
208,00
71,00
68,00
71,00
171,81
55,18
53,56
57,01
13,77
5,65
6,63
6,63
202
132,00
207,00
165,75
13,44
Ho: Cinsiyete göre zihinsel, duygusal, davranışsal ve genel (toplam) iletişim
beceri düzeylerinde farklılık yoktur.
H1: İletişim becerileri cinsiyete göre farklılık göstermektedir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
134
S. Gölönü – Y. Karcı
Tablo 6’ya göre; kız öğrencilerde toplamda ortalama puan 172 iken, erkek
öğrencilerde ortalama 166 olarak bulunmuştur. Kız öğrencilerde alt boyutlarda en
yüksek ortalama 60 puan ile davranışsal iletişim alt boyutunda, erkeklerde de benzer
şekilde 57 puan ile aynı alt boyutta elde edilmiştir. Kız öğrencilerde en düşük
ortalama beceri puanı 55 ile duygusal iletişim beceri alt boyutunda, erkeklerde de
aynı şekilde 54 puan ile aynı alt boyutta elde edilmiştir.
Cinsiyetlere göre iletişim beceri puan ortalamaları arasındaki farklılık
toplamda ve 3 alt boyutta %5 önem seviyesinde bağımsız gruplarda t-testi ile
sınandığında anlamlı bulunmuş ve ilgili Ho hipotezi red edilmiştir (p< 0,05).
Tablodan da görüleceği gibi kız öğrencilerin iletişim beceri puanı ortalaması,
erkek öğrencilerin iletişim beceri puanı ortalamasından yüksektir. Kız öğrencilerin
iletişim kurma becerilerinin, erkek öğrencilere göre gelişmiş olduğunu söylemek
mümkündür.
5.7. Okunulan Sınıflara Göre İletişim Beceri Puanları Ortalamaları
Tablo 7 ’de öğrencilerin iletişim beceri puanlarının okunulan sınıflara göre
değerlendirilmesi verilmektedir.
Tablo 7. Okunulan Sınıflara Göre İletişim Beceri Puanları Ortalamaları
Okunulan
sınıf
9. sınıf
10. sınıf
11. sınıf
12. sınıf
İletişim beceri
envanteri alt
boyutları
Zihinsel İB
Duygusal İB
Davranışsal İB
187
37,00
75,00
60,82
6,90
Toplam İB
187
132,00
208,00
173,67
14,38
Zihinsel İB
103
43,00
68,00
55,03
5,82
Duygusal İB
103
40,00
67,00
54,44
6,10
Davranışsal İB
103
41,00
71,00
57,19
5,86
Toplam İB
103
139,00
196,00
166,66
12,93
Zihinsel İB
79
41,00
64,00
54,73
5,43
Duygusal İB
79
35,00
66,00
53,37
6,79
Davranışsal İB
79
43,00
68,00
56,62
5,99
Toplam İB
79
133,00
187,00
164,72
11,39
Zihinsel İB
81
41,00
67,00
55,46
5,74
Duygusal İB
81
35,00
69,00
53,30
7,18
Davranışsal İB
81
39,00
70,00
57,10
7,19
Toplam İB
81
133,00
202,00
165,85
13,55
Güz 2010, Sayı:31
187
Minimu
m puan
37,00
Maksimum
puan
71,00
Ortalam
a
57,89
Std.
Sapma
5,87
187
34,00
68,00
54,97
6,66
n
İletişim Meslek Lisesi Öğrencilerinin İletişim Beceri Düzeylerinin İncelenmesi
135
Ho: Zihinsel, duygusal, davranışsal ve genel (toplam) iletişim becerilerinde
okunulan sınıfa göre fark yoktur.
H1: İletişim becerileri okunulan sınıflara göre farklılık göstermektedir.
Tabloyu incelediğimizde; toplam puanlar üzerinden sınıflar arasında en
yüksek puan ortalaması 174 puan ile 9. sınıf öğrencilerinde, daha sonra 167 puan ile
10. sınıf öğrencilerinde ve daha sonra ise 166 puan ile 12. ve 165 puan ile 11. sınıf
öğrencilerinde elde edilmiştir. Sınıflara göre toplam iletişim beceri puanları
arasındaki farklılık gerçekleştirilen tek yönlü varyans analizi hipotez testi ile
duygusal iletişim beceri puanı haricindeki tüm alt boyutlarda ve toplamda
istatistiksel olarak anlamlı bulunmuş (p<0,05) Ho hipotezi red edilmiştir. Farklılığın
hangi sınıf veya sınıflardan kaynaklandığının belirlenmesi için gerçekleştirilen ileri
düzey post-hoc düzeyde Tukey testine göre farklılığın 9. sınıf öğrencilerinden
kaynaklandığı tespit edilmiştir.
Tablo 7 ’de ki alt boyutlar bazında elde edilen iletişim beceri puan
ortalamaları değerlendirildiğinde, 9. sınıflarda en yüksek ortalama 61 puan ile
davranışsal iletişim beceri alt boyutunda, en düşük ortalama ise 55 puan ile duygusal
iletişim beceri alt boyutunda elde edilmiştir. 10. sınıflarda en yüksek ortalama puan
57 puan ile benzer şekilde davranışsal iletişim beceri boyutunda, en düşük ortalama
puan 54 puan ile duygusal iletişim beceri alt boyutunda elde edilmiştir. 11. ve 12.
sınıf öğrencilerinde de benzer şekilde en yüksek ortalama davranışsal iletişim beceri
alt boyutunda, en düşük puan ortalaması duygusal beceri alt boyutlarında elde
edilmiştir. Zihinsel beceri alt boyutunda en yüksek puan ortalaması tüm sınıflar
arasında 58 puan ile 9. sınıf öğrencilerinde, duygusal boyutta en yüksek puan
ortalaması 55 puan ile 9. sınıflarda, davranışsal iletişim beceri alt boyutunda en
yüksek puan ortalaması yine 61 puan ile 9. sınıf öğrencilerinde elde edilmiştir.
Zihinsel, davranışsal ve toplamda iletişim beceri puan ortalamaları arasındaki
farklılık istatistiksel olarak önemli bulunarak Ho hipotezi red edilmiştir (p<0,05).
Sınıf değişkeni ile öğrencinin iletişim becerisi arasında anlamlı bir ilişki
bulunmaktadır. Öğrencilerin okudukları sınıf düzeyi arttıkça, iletişim becerilerinin
de olumlu yönde geliştiğini söylemek mümkündür.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
136
S. Gölönü – Y. Karcı
5.8. Ankete Katılanların Ailelerinin Sosyoekonomik Durumuna Göre
İletişim Beceri Puanları Ortalamaları
Tablo 8. Ailelerinin Sosyoekonomik Durumuna Göre İletişim Beceri
Puanları Ortalamaları
Sosyo
ekonom
ik
düzey
Alt
Orta
Üst
İletişim beceri
envanteri alt
boyutları
Zihinsel İB
Duygusal İB
Davranışsal İB
Toplam İB
Zihinsel İB
Duygusal İB
Davranışsal İB
Toplam İB
Zihinsel İB
Duygusal İB
Davranışsal İB
Toplam İB
n
Maksimu
m puan
7
Minim
um
puan
49,00
Ortala
ma
Std.
Sapma
62,00
55,29
5,02
7
7
37,00
48,00
60,00
64,00
49,86
57,57
8,322
5,32
7
408
143,00
37,00
183,00
70,00
162,71
56,14
16,34
5,90
408
408
34,00
39,00
69,00
75,00
54,39
58,44
6,63
6,74
408
34
132,00
46,00
208,00
71,00
168,97
57,44
13,67
6,26
34
34
43,00
37,00
68,00
71,00
53,97
60,53
6,65
7,97
34
132,00
207,00
171,94
16,52
Ho: Öğrencilerinin ailelerine ilişkin algıladıkları sosyo-ekonomik düzeye
bağlı olarak zihinsel, duygusal, davranışsal ve genel (toplam) iletişim becerileri,
farklılık göstermemektedir.
H1: İletişim becerileri ailenin sosyo-ekonomik düzeyine göre farklılık
göstermektedir.
Katılımcılardan, ailelerine ilişkin olarak algıladıkları sosyoekonomik düzeyi
üçlü bir sınıflama üzerinde yanıtlamaları istenmiştir. Sınıflamada düşük, orta ve
yüksek sosyo-ekonomik düzey grupları bulunmaktadır. Öğrencilerin neredeyse
tamamı %91’i ailelerinin sosyo-ekonomik düzeyini orta düzey olarak belirtmişlerdir.
Sosyo- ekonomik düzeylere göre iletişim beceri puan ortalamaları ve standart
sapmaları Tablo-8’de verilmiştir. İletişim becerileri puanlarının tümünde
gruplararası anlamlı fark bulunmamaktadır. İlgili Ho hipotezi kabul edilmiştir
(p>0,05).
Güz 2010, Sayı:31
İletişim Meslek Lisesi Öğrencilerinin İletişim Beceri Düzeylerinin İncelenmesi
137
SONUÇ ve ÖNERİLER
Ankara ilindeki, üç iletişim meslek lisesinde öğrenim gören öğrencilerin
iletişim becerileri düzeylerinin sosyo-demografik değişkenler açısından incelenmesi
amacıyla yapılan bu araştırma da elde edilen sonuçlar kısaca şöyledir:
Cinsiyetlere göre iletişim beceri puan ortalamaları arasındaki farklılık
toplamda ve 3 alt boyutta % 5 önem seviyesinde bağımsız gruplarda t-testi ile
sınandığında anlamlı bulunmuş ve ilgili Ho hipotezi red edilmiştir (p< 0,05). Kız
öğrencilerin iletişim beceri puanı ortalaması, erkek öğrencilerin iletişim beceri puanı
ortalamasından yüksektir. Kız öğrencilerin iletişim becerilerinin, erkek öğrencilere
göre gelişmiş olduğunu söylemek mümkündür. Bu da, kız öğrencilerin etkili iletişim
kurmada daha başarılı olduklarını göstermektedir.
Araştırmamızda sınıflara göre toplam iletişim beceri puanları arasındaki
farklılık, gerçekleştirilen tek yönlü varyans analizi hipotez testi ile duygusal iletişim
beceri puanı haricindeki tüm alt boyutlarda ve toplamda istatistiksel olarak anlamlı
bulunmuş (p<0,05) Ho hipotezi red edilmiştir. Farklılığın hangi sınıf veya
sınıflardan kaynaklandığının belirlenmesi için gerçekleştirilen ileri düzey post-hoc
düzeyde Tukey testine göre farklılığın 9. sınıf öğrencilerinden kaynaklandığı tespit
edilmiştir. Sınıf değişkeni ile iletişim becerileri arasında anlamlı bir ilişki
bulunmaktadır. Öğrencilerin okudukları sınıf düzeyi arttıkça, iletişim becerilerinin
de olumlu yönde geliştiğini söylemek mümkündür. Bu sonucu da, iletişim
becerilerinin öğrenilebilir ve geliştirilebilir beceriler olduğu yönünde
değerlendirmek mümkündür.
Araştırmada katılımcılardan, ailelerine ilişkin olarak algıladıkları sosyoekonomik düzeyi üçlü bir sınıflama üzerinde yanıtlamaları istenmiştir. Sınıflamada
düşük, orta ve yüksek sosyo-ekonomik düzey grupları bulunmaktadır. İletişim
becerileri puanlarının tümünde gruplar arası anlamlı fark bulunmamaktadır. İlgili Ho
hipotezi kabul edilmiştir (p>0,05). Öğrencinin sosyo-ekonomik düzeyi, iletişim
beceri puanlarını anlamlı bir biçimde etkilememektedir.
Çalışmada elde edilen sonuçlara göre uygulama ve araştırmaya yönelik
öneriler aşağıda sunulmuştur :
İletişim becerileri konusunda yapılacak çalışmalarda, daha büyük bir
örneklem üzerinde çalışılması, daha ayrıntılı sonuçlar elde edilmesini sağlayacaktır.
Bu araştırmada ki evren ve örneklem daha geniş alınarak yeni çalışmalar
yapılmalıdır. Bu araştırmada kullanılan kişisel bilgi formundaki değişkenlerin sayısı
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
138
S. Gölönü – Y. Karcı
artırılarak yeni araştırmalar yapılabilir. Örneğin; annenin mesleği, babanın mesleği,
ailenin aylık ortalama gelir düzeyi gibi değişkenler kullanılabilir.
KAYNAKÇA
Berglund, E., Eriksson, M. & Westerlund, M. (2005) Communicative Skills in
Relation to Gender, Childcare and Socioeconomic Status in 18-Month Old
Children. Scandinavian Journal of Psychology, 46, 485-491.
Bulut, Bozkurt, Nergüz (2004) “İlköğretim Sınıf Öğretmenlerinin İletişim
Becerilerine İlişkin Algılarının Çeşitli Değişkenler Açısından
İncelenmesi.’’ Türk Eğitim Bilimleri Dergisi, 2 (4), s. 443-454.
Ceyhan, Aydoğan Aykut (2006) An Investigation of Adjustment Levels of Turkish
Univeristy Students With Respect to Perceived Communication Skill
Levels, Social Behaviour and Personality, 34 (4), s.367-379.
Cunningham, M.R. (1977) Personality and The Structure of the Nonverbal
Communication of Emotion. Journal of Personality, 45 (4), 564-584.
Demirci, Emine E. (2002) İletişim Becerileri Eğitiminin Mesleki Eğitim
Merkezi’ne Devam Eden Genç İşçilerin İletişim Becerilerini Değerlendirmelerine
Etkisi, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Hacettepe Ü. Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Ankara.
Didow, S.M. & Eckerman C.O. (2001) Toddler peers: from nonverbal coordinated
action to verbal discourse, Social Development, 10(2), 170-188.
Ersanlı,
Kurtman, Balcı, Seher (1998) “İletişim Becerileri Envanterinin
Geliştirilmesi: Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması’’, Türk Psikolojik
Danışma ve Rehberlik Dergisi, 10 (2), s. 7-12.
Gürgen, Haluk (1997) Örgütlerde İletişim Kalitesi, İstanbul: Der Yayınları.
Işık, A. Zeynep (1993) İletişim Becerileri Konusunda Ebeveynlere Verilen Eğitimin
İletişim Çatışmalarına Girme Eğilimi Üzerindeki Etkisi, (Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi), Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
İzgören, Ahmet Şerif (2000) Dikkat Vücudunuz Konuşuyor – Türkiye’de Beden
Dili, İş Yaşamı ve Renkler, Ankara: Academyplus Yayınevi.
Güz 2010, Sayı:31
İletişim Meslek Lisesi Öğrencilerinin İletişim Beceri Düzeylerinin İncelenmesi
139
Kaptan, Saim (1998) Bilimsel Araştırma Ve İstatistik Teknikleri, Geliştirilmiş
Baskı, Ankara: Tekışık Web Ofset Tesisleri.
Korkut, Fidan (2005) ‘’Yetişkinlere Yönelik İletişim Becerileri Eğitimi’’ Hacettepe
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 28, s. 143-149.
Maletasta, C.Z. & Izard, C.E. (1987) Emotion Communication Skills in Young,
Middle, Aged, and Older Women. Psychology and Aging, 2 (2), 193-203.
Oskay, Ünsal (2001) İletişimin ABC’si, İstanbul: Der Yayınları.
Özgit, Şükran (1991) İletişim Becerileri Konusunda Verilen Eğitimin İletişim
Çatışmalarına Girme Eğilimi Üzerindeki Etkisi, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi), Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Pease, Allan (2003) Beden Dili, Yeşim Özben (Çev.), İstanbul: Rota Yayın.
Siegel, C.M. & Gregora, A. W (1985) Communication Skills of Elderly Adults, J.
Commun.Disord, 18, s. 485-494.
Şimşek, Hasan ve Yıldırım Ali (2005) Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma
Yöntemleri, İstanbul: Seçkin Yayıncılık.
Şimşek, Şerif, Akgemci, Tahir ve Çelik, Adnan (2003) Davranış Bilimlerine Giriş
ve Örgütlerde Davranış, Ankara: Nobel Yayıncılık.
Tutar, Hasan, Yılmaz, M. Kemal ve Erdönmez, Cumhur (2003) Genel Ve Teknik
İletişim, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
Yüksel-Şahin, Fulya (1997) Grupla İletişim Becerileri Eğitiminin Üniversite
Öğrencilerinin İletişim Beceri Düzeylerine Etkisi, (Yayınlanmamış Doktora Tezi),
Gazi Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Zıllıoğlu, Merih (1996) İletişim Nedir? İstanbul: Cem Yayınevi.
İNTERNET KAYNAKLARI
http://www.aytim.k12.tr/okul_iletisim.aspx, (Erişim: 09.08. 2010 )
http://sgb.meb.gov.tr/istatistik, (Erişim: 20.07. 2010 )
http://ttogm.meb.gov.tr, (Erişim: 13.08.2010 )
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
140
S. Gölönü – Y. Karcı
http://www.pdrciyiz.biz/iletisim-becerileri-envanteri-t7223.html, (Erişim: 26.07.2010)
http://www.sevliyagiltml.com/tr/index.php, (Erişim: 01.08. 2010 )
http://www.ttatl.k12.tr/bolum.html, (Erişim: 05.08. 2010 )
Güz 2010, Sayı:31
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
YEREL YÖNETİMLERDE HALKLA İLİŞKİLER
FAALİYETLERİNİN KURUM İMAJINA ETKİSİ ÜZERİNE
BİR ÇALIŞMA: TRABZON BELEDİYESİ
M. Sezai TÜRK* - Habibe AKÇAY**
ÖZET
Belediyeler, halk ile yönetim arasındaki ilişkilerin en yoğun yaşandığı kurumlardır.
Günümüzde halk, geçmişe oranla, yönetimle ilgili bilgi sahibi olmayı daha fazla istemekte,
yönetimle ilgilenmektedir. Kurumla iletişimde bulunmak için ise çoğu zaman informal olmak
üzere, birçok yola başvurmaktadır. Doğru halkla ilişkiler çalışması ve imaj stratejisi
örgütün hedef kitle tarafından olumlu algılanması ve içselleştirilmesini sağlamaktadır.
Bu çalışmada, Trabzon Belediyesi’nin yapmış olduğu halkla ilişkiler faaliyetlerini tanıma ve
tanıtma faktörleri şeklinde sınıflandırılmış ve bu faktörlerin, kurum imajı faktörü olarak
belirlenen fiziksel özellik, sosyal sorumluluk, hizmet kalitesi ve kurum yöneticisi faktörlerine
etkisi ölçülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Yerel Yönetimler, Kurum İmajı, Halkla İlişkiler
A STUDY ON THE EFFECTS OF PUBLIC RELATIONS ACTIVITIES ON
CORPORATE IMAGE IN LOCAL ADMINISTRATION: THE CASE OF THE
TRABZON MUNICIPALITY
ABSTRACT
Municipalities are institutions which are experiencing the most intense relationships between
the people and the local administration. Nowadays, in comparison to the past, people want to
be more informed about administrative affairs and are more involved with administration.
And to communicate with the organization, they turn to various and often informal channels.
With the appriporiate public relations strategy, a positive perception and internalization of
the organization’s work and image will be provided to the stakeholders.
This study classified the public relations activities which the Trabzon Municipality had done
as ‘’identifying and promoting’’ factors and measured the effect of these factors on “physical
characteristics, social responsibility, quality of service and the corporate manager” factors
which are defined as the corporate image factors.
Keywords: Local Administration, Corporate Image, Public Relations
*
**
Doç. Dr., Gazi Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü
Arş. Gör., Gümüşhane Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü
İletişim 2003/18
142
M. Sezai Türk – H. Akçay
GİRİŞ
Ekonomik, sosyal ve siyasal alanda hızlı gelişmelerin yaşandığı günümüzde,
kurumların en çok merak ettikleri şeylerden biri, hedef kilelerinin kendilerini nasıl
algıladıklarıdır. Kar amacı olsun ya da olmasın, bütün kurumlar hedef kitleleri
tarafından olumlu algılanmak ve desteklenmek ister. Bu algıyı doğru tespit edebilen
kurumlar, hizmet götürdükleri kişilerle uyumlu ilişkiler kurabilmekte, onların
duygu, düşünce ve beklentilerini bilip, yönetim politikalarını buna göre
düzenlemekte, yani yaşamlarını sürdürebilmektedir.
Belediyelerin, hedef kitleleri ile yoğun etkileşim içinde olan kurumlar
olmaları, kurum imajlarına daha fazla önem vermelerini zorunlu kılmaktadır.
Olumlu kurum imajı; kurumun değerini artırır, dolayısıyla kurumsal başarıyı olumlu
yönde etkiler. Etkili bir kurum imajı oluşturan kurumlar ise uzun vadeli amaçlarına
daha rahat ulaşabilmektedir.
Günümüzün yoğun rekabet ortamında tıpkı insanlar gibi dikkat çekmek ve
fark edilmek isteyen kurumlar dış görünüşlerine önem vermekte, davranışlarına
dikkat etmekte ve çevresiyle etkili bir iletişim içinde bulunmaktadır. Kurumlara
değer katan imajlarıdır ve imaja gösterilecek önem kurumların yapacakları en
önemli yatırımlardan biridir.
Yönetim yapısındaki değişmeler, iletişim sürecindeki gelişmeler,
küreselleşme ve değişen değerler, tüm bunlar belediyecilikte de yeni anlayışların
ortaya çıkmasına yol açmış ve kurumlar açısından insan faktörünün daha fazla önem
kazanmasını sağlamıştır. Günümüzde vatandaşlar, çevrelerinde olan biteni
sorgulamakta, yönetimden isteklerini dikkate almasını ve çözüm üretmesini
beklemektedir. Vatandaşlar artık kapısının önünden çöpünü zamanında alan, içme
suyunu arıtan, park yapan belediyeyi değil, olumlu algıladığı belediyeyi
desteklemekte ve ona güvenmektedir. Belediyecilikte olumlu imaj, iyi hizmet
üretmenin ötesinde, stratejik bir sürece dönüşmüştür. Halkla ilişkiler, bu süreçte
çevre ile etkileşimi ve iletişimi sağlamada ve kurumun istediği olumlu imajı elde
etmede gereksinim duyulan önemli bir olgudur.
Halkla ilişkiler çalışmaları ile belediyelerin, akılda kalıcı, olumlu, saygın bir
imajı oluşturulur ve sağlamlaştırılır. Olumlu bir kurum imajın oluşturulmasında ise
halkla ilişkiler çalışmalarına verilen önem etkili olmaktadır.
Belediyenin vatandaşlar tarafından nasıl algılandığı ve nasıl bir imaja sahip
olduğu, kurumun başarısı için çok önemli kavramlardır. Kurma bağlılık ve kurum
imajı arasında paralellik bulunmaktadır. Kısacası vatandaşlar kurumsal imajı güçlü
Güz 2010, Sayı:31
Yerel Yönetimlerde Halkla İlişkiler Faaliyetlerinin Kurum İmajına Etkisi…
143
olan kurumlara daha çok bağlılık göstermektedir denilebilir. Bu açıdan kurum imajı
tüm kurumlar da olduğu gibi belediyeler için de önemli bir kavramdır.
Kamu hizmetlerinde kalite ve etkiyi artırma gayretleri ve demokratik devlet
anlayışının bir gereği olarak, kamu yönetiminde şeffaflığın ve katılımın artırılması,
kamuoyu denetiminin etkinleştirilmesi, halkın dilek ve beklentilerinin yönetimlerin
kararlarına yansıtılarak daha sağlıklı çözümler oluşturulması tüm dünyada daha
fazla önem arz etmeye başlamıştır. Özellikle son yıllarda Türkiye’de hızla artan
şehirleşme, yerel yönetimlerin halkın katılımına ve verimli işleyen yönetim yapısına
olan ihtiyacı artırmıştır. Yönetim yapısının etkili ve verimli işletilmesinde yerel
yönetimlerde halkla ilişkiler hizmetlerinin ve bu hizmeti yürütmekle görevli
birimlerin önemi daha da artmıştır.
Belediyelerde halkla ilişkiler, belediye ile halk kesimi arasında, karşılıklı
anlayış, onay ve işbirliğine dayalı ilişkileri içermektedir. Bu ilişki, belediyeden
halka, halktan da belediyeye doğru işleyen iki yönlü bir iletişimi gerektirir. Bu
sebeple, belediyeler, halk ile iletişim kanallarını sürekli açık tutmalı ve bunlardan
gelecek tepkileri önemsemelidir. Bu, halkta olumlu bir imaj yaratmanın gereğidir.
Kurum imajı, kurumun kültüründen, iletişim faaliyetlerine, kurum kimliği ve
kurum felsefesine kadar çok geniş bir alanı kapsamaktadır. Halkla ilişkiler olumlu
bir ortam yaratmayı amaçlar (Tortop, 2006: 37) bu açıdan bilinçli ve etkin bir kurum
imajı geliştirmek ise halkla ilişkiler faaliyetlerini doğru ve yerinde uygulamadan
geçer.
Bu araştırmada yerel yönetim kavramı belediye yönetimi olarak ele alınmış
ve Trabzon Belediyesi’nin yapmış olduğu halkla ilişkiler faaliyetlerinin kurum
imajına etkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Çalışmada tümdengelim metodu uygulanmış olup, teorik kısımda halkla
ilişkiler, yerel yönetimlerde ve belediyelerde halkla ilişkilerin amaçları ve halkla
ilişkiler faaliyetleri, kurum imajı ve oluşumunda etkili olan faktörler, pek çok
araştırmacı ve yazarın görüşleri doğrultusunda belirlenmeye çalışılmıştır.
1. Kavramsal Çerçeve
1.1. Yerel Yönetimlerde Halkla İlişkiler
Halkla ilişkiler bir yönetim anlayışı ve uygulaması olarak, diğer tüm
kuruluşlarda olduğu gibi yerel yönetimlerde de bir bütün olarak yönetsel işleyişin ve
hizmetin iyileştirilmesi, geliştirilmesi hedefine yöneliktir. Halkla ilişkilerin bilgi
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
144
M. Sezai Türk – H. Akçay
almayı ve bilgi vermeyi içeren iki yönlülüğünün bu amaçla kullanılması; daha
nitelikli, daha verimli hizmet üretmeye, hizmetlerin daha eşitlikçi dağılımını
sağlamaya, kentlinin kenti benimsemesine, günlük ilişkilerin daha rahat yürümesine
yönelmesi gerekir (Uysal-Sezer, 1996: 65). Öte yandan kamu kurumlarının
yereldeki bir uzantısı olan yerel yönetimlerde, halkla ilişkilerin uygulama amacı
yalnız çevreyi aydınlatmak değil, yöneticileri örgütsel davranışlarını ve yönetsel
eylemleri değiştirmeye itmek ve bu konuda yol göstermektir (Kazancı, 2007: 72).
Yerel yönetimlerde bu tarz çalışmalar kimi zaman taklit, kimi zaman ise planlı
olmayan ilişkiler sonucu ortaya çıkmaktadır. Fakat ideal anlamda halkla ilişkiler
sürekli ve sistemli çabayı (Uysal, 1983: 25) gerektirir.
Yerel yönetimler açısından halkla ilişkiler halkın siyasal bir alt birim olarak
yerel yönetime sesini duyurmasını sağlamak kadar, bir yönetsel alt birim olarak
yerel yönetimlerin kaynakları verimli bir biçimde kullanmasını denetlemesini; yerel
yönetimlerin de halkın talepleri, yerel yönetimlerin olanakları ve işin gerekleri
arasında bir uzlaşma yaratmasını ve bu konuda halkı bilgilendirerek destek
kazanmasını; ayrıca bunun düzenli, sürekli, planlı bir biçimde yerine getirilmesini
sağlamayı içermektedir (Uysal-Sezer, 1996: 60).
Günümüzde önemi giderek artan halkla ilişkiler hizmetleri, özel kuruluşlarda,
kuruluş devleştikçe yerini ve önemini korurken; kamu kuruluşlarında ise, sunulan
kamu hizmetlerinin vatandaşlara istenilen ölçü ve kalitede sunulabilmesi için gerekli
bir hizmet olmaktadır (Bilgin, 1994: 43). Öte yandan gerçek belediyeciliğin temel
amacı, iyi çalışan, başarılı belediyeyi gerçekleştirmektir. İnsanı ön plana alarak, bir
başka deyişle, insan hak ve özgürlüklerini gözeterek, kent halkına karşı duyarlı,
sorumlu ve saygılı davranış içinde yürüten halkın belediyesinin oluşturulması,
böylece toplumsal, kültürel ve fiziksel nitelikleri ile yaşanmaya değer, kentlilerin
övdükleri, gurur duydukları ve aynı nitelikleriyle torunlarına miras bırakabilecekleri
bir kentin yaratılmasıdır (Yalçındağ, 1996: 70). Bu nedenle belediyecilikte halkla
ilişkiler çağdaş, demokratik ve saydam bir yönetim sistemi oluşturmanın gereğidir.
Kamu kuruluşları ve kuşkusuz belediyeler bağlamında halkla ilişkilerin işlevi
ise; kuruluşun ilişkide bulunduğu toplum kesiminin güven ve desteğini sağlamak
amacıyla giriştiği, iki yönlü haberleşmeye dayalı, sonuçta, kamuoyunda kuruluşun,
kuruluşta da kamuoyunun istediği yönde değişikliklerin gerçekleşmesine, böylece
kuruluş ile çevresi arasında uyum sağlanmasına yönelik, sistemli, planlı ve sürekli
çabalardır (Yalçındağ, 1987: 75). Bu sürekli, planlı ve programlı çalışmalardaki
amaç; öncelikle halka yakın, halkla bütünleşmiş bir belediye oluşturmak, diğer
tarafından belediyeyi benimsemiş, destekleyen ve belediyeden memnun kent halkını
Güz 2010, Sayı:31
Yerel Yönetimlerde Halkla İlişkiler Faaliyetlerinin Kurum İmajına Etkisi…
145
oluşturmaktır. Bunun için belediyenin, halkla etkili ilişkiler kurabileceği haberleşme
kanallarını açık tutması ve halka karşı açık bir tutum sergilemesi, halkın
ihtiyaçlarını, şikayet ve yakınmalarını dikkate alması önemlidir.
Türkiye’de toplumsal, siyasal ve ekonomik gelişmelerin ortaya çıkardığı
değişimler, kamu kuruluşlarını, bünyelerinde bu değişimlere uygun düzenlemeleri
gerçekleştirmeye zorlamıştır. Bugün birçok kamu kuruluşunda; değişik adalarla da
olsa, halkla yönetim arasındaki ilişkileri düzenlemek ya da en azından kuruluşun
çalışmalarını kamuoyuna aktarmak görevini üstlenen birimler bulunmaktadır (Sezen,
1991: 1). Toplumsal ve siyasal yapıdaki bu değişimler diğer kamu kuruluşlarında
olduğu gibi belediyeleri de halkla ilişkiler alanına daha duyarlı hale getirmiş,
belediyeler için halkla ilişkiler ayrı bir önem taşımasını sağlamıştır. Bu durum
üzerinde, belediyelerin halkın oyu ile belirlenen bir yönetsel yapısının olması ve
halkın kendi kendini yönetmesinde bir aracı kurum olmasının önemi bulunmaktadır.
Sosyal ilişkileri güçlü olmayan kuruluşların verim sağlayamayacağı son
yıllarda dünyanın her yerinde kabul edilmiş bir gerçektir (Asna, 1968: 4). Öte
yandan, halkla ilişkilerde amaç, belli bir kitleyi etkilemek ve ondan etkilenmek,
sonuçta bir bütünleşmeye ulaşmak suretiyle karşılıklı anlayış ve işbirliğini sağlamak
(Ertekin, 1995: 7) olduğunu da gözönünde bulundurursak, gerek kar amaçlı, gerekse
kar amacı olmayan kurumlarda halk ile kurulan sağlam ve iyi ilişkiler kurumlara
olumlu imaj olarak geri dönecektir. Bu durum ise kurumların başarısı ya da
başarısızlığı üzerinde önemli bir rol oynamaktadır.
Hızlı ve çarpık kentleşmenin sonucu olarak, fikrini ifade etme konusunda
‘’köylü’’ kalmış, hayat standartları boyutunda ise ‘’şehirli’’ olma yolunda, ama bunu
tam manasıyla gerçekleştiremeyen bir kitle söz konusudur (Ulu, 1994: 98). Şehirlilik
bilinci henüz gelişmemiş bu kitleye yönetsel formaliteleri anlatmak hem kurumun
işini kolaylaştıracak hem de vatandaşta kuruma karşı olumlu bir algı oluşturacaktır.
Böylece belediye ve halk arasındaki olumlu ilişkileri gelişmesinin yanı sıra, halkta
belediyeye yönelik oluşabilecek olumsuz düşünceler de engellemektedir.
Halkla belediyelerin ilişkileri demokrasi sürecinin bir parçasıdır ve son
analizde halkla ilişkiler çabaları sonucunda belediyeler ve halk arasında karşılıklı
uyum ve olabilecek en üst düzeyde kaynaşma sağlanması amaçlanmaktadır. Tüm
bunlar ise yerel yönetim kurumunun ve özellikle belediyenin varlık nedeni ve
kurumun yapıcı öğeleridir. Belediyeler, halkın kendi öz kuruluşlarıdır, seçimle onun
içinden çıkmaktadır, kent halkı için vardır, ilke olarak kaynakları kent halkı
tarafından sağlanmakta, temsil mekanizmaları aracılığı ile bu kaynakları, kent
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
146
M. Sezai Türk – H. Akçay
halkının kararları doğrultusunda, kent hizmeti için harcamaktadır (Yalçındağ, 1987:
87). Bu nedenle kent halkı bu süreçten haberdar olmak istemekte, kaynakların etkin
kullanılıp kullanılmadığını merak etmektedir. Belediyeler de bu süreçte kent
halkında bu güveni oluşturmak ve desteği sağlamak zorundadır. Aksi halde
belediyeden hoşnut olmayan kent halkı profili ortaya çıkmakta, bu ise gerek halkın
maddi desteği, gerekse belediye başkanlarının siyasi geleceği açısından tehlikeli bir
durum ortaya çıkarmaktadır. Bu açıdan diyebiliriz ki ‘’Belediyecilik, aslında
tümüyle bir halkla ilişkiler konusudur’’ (Ertekin, 1995: 8).
Diğer taraftan tüm bunların yanı sıra belediye içinde halkla ilişkiler biriminin
yeri ve örgütleniş biçimi de önem taşımaktadır. Çünkü örgütlerdeki birimlerin
önemi, bizzat yaptıkları işten başka hiyerarşideki yerine göre de değişir. Bir genel
müdüre veya müsteşara doğrudan doğruya bağlı olan, onun denetim ve gözetimi
altında bulunan bir birimle; örneğin bir şube şefinin denetiminde olan bir birimin
etkinliği aynı olmayacaktır. Bir birimin öteki birimlerle haberleşmesinde,
eşgüdümünde, çıkan veya çıkabilecek anlaşmazlıkların çözümlenmesinde, emirlerin
yerine getirilmesinde birimin konumu önem taşır (Ertekin, 1990: 39). Kısaca
kurumlarda halkla ilişkiler biriminin teşkilatlanması o kurumun halkla ilişkiler
konusundaki başarısında etkili olmaktadır. Halkla ilişkiler birimi kurumun üst
yönetici ile sürekli bir alışveriş içinde olmalıdır. Bu nedenle teşkilat yapısı içerisinde
kurumun en üst yöneticisine yakın olması önemlidir. Aksi takdirde bütün örgüt
tarafından uyulması gereken halkla ilişkiler politika ve projelerine uyum güçleşecek
uygulamada aksaklıklar ortaya çıkacaktır (Onal, 2000: 83). Bununla birlikte
belediyelerde halkla ilişkiler biriminin kurum içinde örgütlenmesine ilişkin yasal bir
dayanak bulunmamakta, yöneticilerin bu konudaki duyarlılıklarına göre halkla
ilişkiler biriminin örgüt içindeki yeri belirlenmektedir.
Belediyelerde halkla ilişkiler birimlerinden bahsederken üzerinde durulması
gereken önemli konulardan biri de birimin bütçesi ve personel yapısıdır. Kurumlar
halkla ilişkiler çalışmalarına verdikleri önem ile ayırdıkları bütçeler ve personel
sayısı doğru orantılı olmaktadır. Birçok yönetici halkla ilişkiler çalışmalarını lüks
olarak algılayarak, bu çalışmalar için harcanan paraları kurumun bütçesi için yük
olarak görmektedirler. Bu açıdan çoğu zaman halkla ilişkiler birimlerine ayrılan
bütçeler temel harcamalara bile yetersiz kalmaktadır.
Bu çalışma kapsamında belediyelerde gerçekleştirilen halkla ilişkiler
faaliyetleri ‘’halkı tanıma’’ ve ‘’kurumu halka tanıtma’’ faaliyetleri başlıkları altında
ele alınacaktır.
Güz 2010, Sayı:31
Yerel Yönetimlerde Halkla İlişkiler Faaliyetlerinin Kurum İmajına Etkisi…
147
Kurumun hedef kitleyi tanımaya yönelik faaliyetleri halkla ilişkiler
çalışmalarının en önemli yanını oluşturur. Halkla ilişkiler uygulamasında
çalışmaların bir bölümü çevreye dönük iken, bir bölümü de yönetimin karar almada
bilgi eksikliğini gidermek çevreyi tanımak, halkla kimi konularda sorumluluğu
bölüşmek, değişen koşulları ve onlarla ilişkili halk isteklerini öğrenmeyle ilgilidir
(Kazancı, 1980: 59). Çünkü ilişki kuracağımız hedef kitle hakkında bilgi sahibi
olmadan ilişkileri yürütmek kolay değildir (Asna, 1974: 78). Halkla ilişkilerin
vatandaşın istek ve ihtiyaçlarını öğrenmeye dönük bu uygulamaları ‘’tanıma’’
faaliyetleri olarak nitelendirilmektedir. Belediyelerde halkı tanıma yöntemleriyle
yapılmak istenen besleyici yankının (Kazancı, 1980: 60), yani kurumun yapmış
olduğu hizmetlere yönelik tepkilerin, halktan elde edilmesidir. Böylece yönetsel
belleğin işler kılınması ve geliştirilmesi açısından önemlidir.
Halkla ilişkilerin işlevlerinden biri halkı tanımak, halkın belediyeyi nasıl
algıladığını öğrenmektir. Tanıma yöntemleri ise, vatandaşın zihnindeki belediye
algısını öğrenmenin en kolay yöntemlerinden biridir. Bu yöntemleri ile kent halkının
zihnindeki, belediyeye yönelik yanlış ve olumsuz algılar belirlenmeli ve bu yönde
çalışmalar yapılmalıdır. Tanıma ya da tanıtma amaçlı olsun belediyelerdeki halkla
ilişkiler çalışmalarında genel amaç budur.
Halkın, yönetimin işleyişi ile ilgili şikayet ve isteklerinin öğrenmeye ve yerel
halkla ilgili belleği geliştirmeye yönelik tanıma yöntemleri; Halkı dinleme günleri,
kamuoyu araştırmaları ve anketler, dilek-şikayet kutuları, mektup ve dilekçeler,
basının takip edilmesi, halkın başvuruları, referandumlar, örgütlenmiş gruplarla
ilişkilerdir.
Belediyelerde halkla ilişkiler faaliyetlerinin diğer bir boyutunu ise ‘’tanıtım’’
ya da ‘’tanıtma’’ faaliyetleri oluşturmaktadır. Bu faaliyetler hedef kitlenin genel
olarak aydınlatılması, kararların açıklanması, bilgi eksikliğinin giderilmesi için,
sorunlu noktalarda hedef kitleyi bilgilendirme çalışması olarak tanımlanabilir
(Kazancı, 2007: 81). Özetle tanıtma, kişi veya örgütün politikaları, örgüt yapıları,
eylem ve kararları hakkında kamuoyunu aydınlatmak için giriştikleri çabalardır
(Onal, 2000: 32). Bir tür, belediyenin kendisini denetlemek üzere kent halkına
açması, sunması demektir (Yalçındağ, 1987: 98).
Belediyenin kendini halkla tanıtmaya yönelik faaliyetleri ise; Basılı yayınlar,
yüz yüze ilişkiler, süzme ve yönlendirme hizmetleri, idari danışma merkezleri,
sosyal etkinlikler, basınla aracılığıyla tanıtım, önderlerden yararlanmadır.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
148
M. Sezai Türk – H. Akçay
1.2. Kurum İmajının Oluşmasında Etkili Olan Faktörler
Kurum imajı; hedef kitlenin kurumla karşılaştığı ilk anda zihninde, kurumla
ilgili olarak oluşturmuş olduğu resimdir (Gray ve Balmer, 1998: 697). Bu durumda
diyebiliriz ki her kurum olumlu ya da olumsuz bir imaja sahiptir.
Bir kuruluşun, pek çok yönüyle, hem kendi iç bünyesinde yer alan bireylerin,
hem de dış hedef kitlerin zihinlerinde, kendisine ilişkin izlenimler yaratması
mümkündür. İşte, kuruluşu algılayanların bakış açılarına ve algılama biçimlerine
göre değişiklik gösterebilecek olan bu imaj, kurum imajı olarak ele alınmaktadır
(Bakan, 2004: 1).
Hangi faaliyet alanında olursa olsun, iş dünyasının içinde yer alan kuruluşlar,
mevcut konumlarını korumak ya da daha iyi bir yere gelebilmek için sürekli olarak
olumlu bir imaj oluşturma çabası içindedirler (Dinçer, 1998: 2). Piyasadaki ürün ve
markalar gibi, kurumlar da hedef kitleleri nezdinde olumlu ya da olumsuz izlenimler
oluşturabilirler. Kurumlar açısından yapılması gereken iş, şayet hedef kitleleri
nezdinde olumsuz algılanıyorlar ise, bunun sebebini saptamak ve bu durumu
düzeltmeye yönelik çabalara girişmektir (Bakan, 2004: 32). Çünkü olumlu bir imaj
sahip olmak çoğu zaman kurumlar açısından kaliteli hizmet sunmaktan bile daha
önemli olabilmektedir. Hedef kitle ile kurulacak olan uzun vadeli ilişkileri etkileyen
önemli bir faktör olarak göz önünde bulundurulması gereken olumlu imaj oluşturma,
uzun yıllar süren çalışmaları gerektirmektedir.
Geçmişte kurum imajı, sadece görünüşe hitap eden kurumla ilgili maddi
unsurlar olarak ön plana çıkmaktaydı. Ancak bugünün gelişen dünyasında kurum
imajı, kurumun görsel, işitsel ve davranışsal boyutlarını da içermektedir (Gemlik ve
Sığrı, 2007: 268). Pek çok araştırmacı ve yazara göre, kurum imajı oluşturmada
kuruluşların yapabileceği çalışmaları; fiziksel unsurlara (görsel kimliğe) ilişkin
çalışmalar, sosyal sorumluluk çalışmaları, iletişim etkinlikleri ve kitleye yönelik
çalışmalar şeklinde ifade etmek mümkündür (Bakan, 2004: 1).
Olumlu kurum imajı; hedef kitlelerin kurumu benimsemesi, aidiyet
duygularının güçlenmesi, kişilerin kurumlarıyla özdeşleşerek o kurumun bir üyesi
olmaktan haz duyması, kurumun dış çevrede gönüllü tanıtıcısı ve savunucuları
olması gibi pek çok olumlu tutum ve davranışın ortaya çıkmasını sağlayan önemli
bir kavramdır (Erkmen ve Çerik, 2007: 108). Bu açıdan güçlü bir kurum imajı
oluşturmak isteyen kurumlar, hedef kitlelerin zihninde olumlu nitelikler, yararlar ve
değerler uyandırmaları gerekir. Başarılı bir kurum imajı, kurumların vermek
Güz 2010, Sayı:31
Yerel Yönetimlerde Halkla İlişkiler Faaliyetlerinin Kurum İmajına Etkisi…
149
istedikleri mesajların hedef kitlenin zihninde oluşan imajla örtüşmesi sonucunda
oluşur.
Halkla ilişkiler ve pazarlama alanının önemli konularından biri olan kurum
imajı, bazı kavramlarla bağlantılı olarak ele alınmaktadır. Bu kavramlar şu
şekildedir: Bir kurumun kendi kişiliğini tanıtmak için başvurduğu yöntemlerin
toplamından oluşan ‘’kurum kimliği’’, bir kurumda faaliyet gösteren birey ve
grupların tepki, karar ve davranışlarını kapsayan (Okay, 2008: 196) ve kurumun
hem iç hem dış hedef kitleler ile kurumun etkileşimi sonucunda oluşan ‘’kurumsal
davranış’’, kurumun kendisini görsel olarak ifade ettiği (Okay, 2008: 62) ‘’kurumsal
görüntü’’, kurumun amaç ve hedeflerine ulaşması, isleyişini sağlaması için gereken
üretim ve yönetim süreci içinde, kurumu oluşturan bölüm ve öğeler arasında
eşgüdümü, bilgi akısını, motivasyonu, bütünleşmeyi, değerlendirmeyi, eğitimi, karar
almayı ve denetimi sağlamak amacıyla belli kurallar içinde gerçeklesen iletişim
sürecini (Argenti, 1994: 20) ifade eden ‘’kurumsal iletişim’, bir kurumun üyelerinin,
birbirleriyle ve kurumla olan ilişki ve etkileşimlerinin nicelik ve biçimini ifade eden
(Bakan, 2004: 57) ‘’kurum kültürü’’ ve bir kuruma dışarıdan gösterilen saygı,
hürmet ve genel anlamda olumlu bir algıyı ifade eden ‘’kurum itibarı’’. Bu
bağlamda kurum imajı oluşturmada etkili olan faktörler; hedef kitlelerin zihninde
oluşacak imaj algısı üzerinde etkili olan kuruluşların mimarisinin, iç
dekorasyonunun, ürünleriyle ilgili fiziksel özelliklerin, belirli bir yönetim anlayışı
içerisinde, planlı biçimde tasarlanması gerekliliğini beraberinde getiren (Bakan,
2004: 67) fiziki özellik faktörü. Kurumlar, hedef kitleler üzerinde olumlu bir imaj
yaratabilme çabası içerisindedirler. Kurum kimliği, işletmede çalışan insanların
davranışlarından, giyinişlerine, kullanılan renklere, amblem, logo, dış görünüşe, bina
ve çevresinin dizaynına, işlemeye ait araçların renginden, üzerlerindeki logoya,
zarflarına, antetli kağıtlar, irsaliyeler, zarflar, sevk kağıtları, burada kullanılan
renkler ve logonun yerleştirilme tarzı dahi kurumsal kimliği ifade etmesi açısından
önemlidir (Göksel ve Yurdakul, 2002: 208).
Kurum imajının oluşmasında etkili olan bir diğer faktör ise sosyal sorumluluk
faktörüdür. Sosyal sistem üzerinde etkiyle ilişkili olan sosyal sorumluluk, işletmenin
toplum nezdindeki imajıyla doğru orantılıdır. Toplum, daha fazla para kazanandan
çok, ‘’sosyal’’ olan şirketleri beğenmektedir. Günümüzde sosyal sorumluluk, kurum
felsefesinin tamamlayıcı bir öğesidir (Bakan, 2004: 76). Bununla birlikte
kurumların, sosyal sorumluluklarının bilincinde olarak davranmaları, en başta
olumlu kurumsal imaj olarak geri dönecektir (Peltekoğlu, 2009: 365).
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
150
M. Sezai Türk – H. Akçay
Kurum imajının oluşmasında etkili olan hizmet kalitesi faktörüdür.
Günümüzde pek çok insanın, kaliteli olduğu gerekçesiyle bir ürünü diğerine tercih
ettiği bilinmektedir. Kalitenin sadece ürüne ilişkin bir nitelik olmadığı, onun aynı
zamanda ürün ve hizmetleri piyasaya sunan kuruluşlar için de geçerli olduğunu
söylemek mümkündür. Kalite, kuruluşların olumlu imaj yaratmak istediklerinde,
belki de üzerinde en çok odaklanmaları gereken bir konu gibi görünmektedir
(Bakan, 2004: 110).
Bununla birlikte personelin kalitesi, eğitim seviyesi, nitelikleri ve müşterilere
karşı tutumları de kurum imajını etkileyen hizmet faktörleri arasında
sayılabilmektedir. Kurum çalışanları kurumun dışarıdaki temsilcileri konumundadır.
Bu nedenle kurum imajına önem veren kurumların, çalışanlarına müşterilerle
kuracakları ilişkiler konusunda eğitim vermeleri ve bir bilinç oluşturulmaları
gerekmektedir. Bu anlamda kurumların halkla ilişkiler birimlerine, personel eğitimi
konusunda önemli görevler düşmektedir. Öte yandan kurumun iç ve dış hedef
kitlesi ile kuracağı etkili iletişim, hedef kitlelerde kuruma karşı olumlu bir tutum,
dolayısıyla olumlu bir kurum imajı oluşmasını sağlar. Kurumlar açısından,
kamuoyunda olumlu bir imaj algısı yaratabilmek etkili iletişim ile mümkündür
(Peltekoğlu, 2009: 516). Bu bağlamda kurumların, hedef kitlelerle kurdukları etkili
iletişim de hizmet kalitesi faktörü başlığı altında değerlendirebiliriz.
Olumlu kurum imajını etkileyen bir diğer faktör kurum yöneticilerinin tavır
ve tutumlarıdır. Kuruluşun sahiplerinin ve yöneticilerinin eğitim durumları, bilgi
düzeyleri, iş tecrübeleri, ve tüm özel yetenekleri, yönetim kalitesi bağlamında
değerlendirilebilir.
Yerel yönetimlerde halkla ilişkiler faaliyetleri ve kurum imajının
oluşmasında etkili olan faktörler bağlamında geliştirilen çalışmanın hipotezleri ve alt
hipotezleri ise şu şeklidedir;
H1: Belediye’nin halkla ilişkiler faaliyetleri, Belediye’nin kurum imajını
etkiler.
H1a: Tanıma faaliyetleri kurum imajı faktörü olan hizmet algısını olumlu
yönde etkiler.
H1b: Tanıma faaliyetleri kurum imajı faktörü olan fiziksel özellik algısını
olumlu yönde etkiler.
H1c: Tanıma faaliyetleri kurum imajı faktörü olan sosyal sorumluluk algısını
olumlu yönde etkiler.
Güz 2010, Sayı:31
Yerel Yönetimlerde Halkla İlişkiler Faaliyetlerinin Kurum İmajına Etkisi…
151
H1d: Tanıma faaliyetleri kurum imajı faktörü olan kurum yöneticisi algısını
olumlu yönde etkiler.
H1e: Tanıtma faaliyetleri kurum imajı faktörü olan hizmet algısını olumlu
yönde etkiler.
H1f: Tanıtma faaliyetleri kurum imajı faktörü olan fiziksel özellik algısını
olumlu yönde etkiler.
H1g: Tanıtma faaliyetleri kurum imajı faktörü olan sosyal sorumluluk algısını
olumlu yönde etkiler.
H1i: Tanıtma faaliyetleri kurum imajı faktörü olan kurum yöneticisi algısını
olumlu yönde etkiler.
H2: Gençler, Belediyenin tanıma amaçlı halkla ilişkiler faaliyetlerine daha
fazla önem vermektedir.
H3: Eğitim seviyesi arttıkça halkla ilişkiler faaliyetlerine verilen önem de
artmaktadır.
2. Araştırmanın Metodoloji
2.1. Araştırmanın Amacı ve Kapsamı
Bu çalışmanın temel amacı; Trabzon Belediyesinin yapmış olduğu halkla
ilişkiler çalışmalarının kurum imajına etkisini ele alıp değerlendirmektir. Çalışma
kapsamında, gerek kurumun halkla ilişkiler müdürlüğünün, gerekse farklı isimler
altında, diğer birimlerin yapmış olduğu faaliyetler ele alınıp irdelenmiştir. Ayrıca
kurum imajının oluşumunda etkili olan kurumun fiziksel görüntüsü, yönetici
faktörü, sosyal sorumluluk faktörü ve hizmet kalitesi faktörü gibi değişkenler kurum
imajı bileşenleri olarak çalışmada ele alınıp değerlendirilmiştir. Bu bağlamda
kurumun var olan imajı ve araştırma sonuçları karşılaştırmalı olarak ele alınmıştır.
Kurumsal başarı ve kurum değerinin artırılması bakımından önem taşıyan kurum
imajı bu çalışmada halka ilişkilerle etkileşimli bir biçimde değerlendirilmiştir.
Çalışma sonunda kurumun var olan imajı analiz edilmiş, olumlu imajın elde
edilmesi, stratejilerinin planlanması, uygulanması ve kontrolü ile ilgili olarak
kuruma öneriler sunulmuştur.
Bunun yanı sıra kurum imajı belirlenirken, araştırmada kullanılacak kurum,
örneklem seçimi, bütçe, zaman vb. sınırlılıklar çalışmanın gerçekleştirilmesinde
önem taşımaktadır. Ayrıca, imajın dinamik bir kavram olması ve algı gibi bir süreci
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
152
M. Sezai Türk – H. Akçay
içermesi bakımından gerek zaman, gerekse örneklem açısından çeşitli sınırlılıkları
da taşımaktadır.
Çalışmada kullanılan anket soruları Trabzon Belediye’sinin ‘’halkla
ilişkiler’’ faaliyetleri başlığı altında yapmış olduğu ve bizim çalışma kapsamında
belirlemiş olduğumuz ve genel itibarı ile belediyelerin yapmış olduğu hakla ilişkiler
faaliyetleri ile ilgili literatür göz önünde bulundurularak hazırlanmıştır.
Araştırmada Trabzon belediyesinin seçilmiş olmasının sebebi; son yıllarda
yoğun bir şekilde yerel yönetimler de dahil olmak üzere bir çok kamu kuruluşunda
‘’halkla ilişkiler’’ ve diğer isimler altında çeşitli birimlerin kurulmakta ve bu
birimlerin yapmış olduğu bir çok faaliyet ‘’halkla ilişkiler faaliyeti’’ olarak
değerlendirilmektedir. Bu araştırma ile halkla ilişkiler çalışmalarının yerel
yönetimler açısından ne anlama geldiği, halkla ilişkiler birimlerinde gerçekleştirilen
faaliyetlerin ne kadarının gerçek anlamda halkla ilişkiler faaliyeti olarak
değerlendirilebileceği gibi konularda aydınlatılmaya çalışılmıştır. Bu çalışmanın,
diğer belediyelerle ilgili yapılacak çalışmalara karşılaştırmalı bir devamlılık sunacak
olması, çalışmanın önemini oluşturmaktadır.
Bu çalışmanın hazırlanması aşamasında kurum imajı ölçümü ile ilgili bazı
ölçeklere rastlanmıştır. Çalışmada kurum imajının halkla ilişkiler çalışmaları ile
bağlantılı olarak ele alınıyor olması ve bir yerel yönetim birimi olan belediyede
uygulanmış olması nedeniyle bu ölçekler kullanılamamıştır. Bu nedenle, çalışmanın
uygulama alanına uygun ölçek literatür bilgilerinden yararlanılarak araştırmacılar
tarafından oluşturulmuştur.
Belediyelerin yapmış oldukları halkla ilişkiler faaliyetlerinin kurum imajına
olan etkisi anket tekniği ile veri toplama ve bu verilerin istatistiksel teknikler
aracılığı ile analizi sonucunda ele alınıp değerlendirilmiştir. Araştırmada, ‘’Halkla
İlişkiler’’ ve ‘’Kurum İmajı’’ konuları bağımsız değişkenler olarak ele alınmıştır.
2. 2. Araştırmanın Modeli
Halkla ilişkiler faaliyetlerinin kurum imajını etkileyeceği genel olarak kabul
görmektedir. Bu varsayımdan hareketle geliştirilen araştırma modeli Trabzon
Belediyesinin halkla ilişkiler faaliyetlerinin kurum imajına etkisini test etmeyi ve
varsayılan bu etkinin Trabzon belediyesinin faaliyetlerini değerlendirmeye yönelik
bir örneklemde test edilmesini amaçlamaktadır.
Güz 2010, Sayı:31
Yerel Yönetimlerde Halkla İlişkiler Faaliyetlerinin Kurum İmajına Etkisi…
153
HİZMET
H1a
H1e
FİZİKSEL
H1b
TANIMA
H1f
H1c
SOSYAL
SORUML
H1g
TANITMA
ULUK
H1d
KURUM
H1i
YÖNETİCİ
Şekil 1. Yerel Yönetimlerde Halkla İlişkiler Faaliyetlerinin Kurum İmajına Etkisi
Modeli
Modelin test edilmesi amacı ile bu çalışmada yapısal eşitlik modeli
kullanılmıştır. Yapısal eşitlik Modeli (YEM), açık (gözlenen, ölçülen) ve gizli
(gözlenemeyen, ölçülmeyen) değişkenler arasındaki nedensel (tek yönlü okla
gösterilen) ve korelasyonel (çift yönlü okla gösterilen) ilişkilerin bir arada
bulunduğu modellerin test edilmesi ve kuramsal yapıların formüle edilmesinde
kullanılan kapsamlı bir istatistik yaklaşımdır (Hoyle 1995’den akt. Uzkurt, 2007:
35). Yapısal eşitlik modelinin veri uyumunu değerlendirmek için kullanılan
kriterlerden biri Ki kare istatistiği ve serbestlik derecesinin değerlendirilmesidir. Ki
kare değeri serbestlik derecesi ile oranlandığında değerin yüksek olması genel
anlamda kötü bir uyumun göstergesidir (Şimşek, 2007: 47). Modelin veriyle
tatminkar bir uyum gösterdiğini söyleyebilmek için Ki kare / Serbestlik derecesi
oranının 1 – 3 arasında olması gerektiği genel anlamda kabul görmektedir (Wank ve
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
154
M. Sezai Türk – H. Akçay
Armstrong: 2001, 9). Ancak Ki kare değeri örneklem büyüklüğüne oldukça duyarlı
olduğundan model uyumunu değerlendirmek için kullanılan diğer kriterlerden
yararlanmak yerinde olacaktır (Şimşek, 2007: 47). Bu bağlamda çalışmada model
uyumunu değerlendirmek üzere örneklem büyüklüğüne duyarsız indeksler olan
CFI(Comperative fit İndex), TLI (Tucker Levis İndex) ve RMSEA (Root mean
square error of approximation), GFI (Goodness of fit indeks), NFI (Normative fit
indeks indeksleri kullanılmıştır. Modelin iyi uyum gösterdiğini ifade edebilmek için
CFI, TLI indekslerinin ,90’ın üzerinde değerlere sahip olması gerekirken RMSEA
endeksinin ,08 den düşük olması ve RMR indeksinin olabildiğince küçük (sıfıra
yakın) bir değer alması beklenmektedir (Wank ve Armstrong, 2001: 9).
2.3. Araştırmanın Örneklemi
Araştırmanın amacı ve sınırlılıkları doğrultusunda ana kütle Trabzon ilinin
merkez mahallelerinde oturan 15 yaş ve üzerindeki bireylerden oluşturulmuştur. Ana
kütlenin belirlemesinde belediyenin yapmış olduğu halkla ilişkiler faaliyetlerinin
kurum imajına etkisinin ölçülmesi amacıyla, merkez mahalleler dışında oturan
vatandaşlar örnekleme dahil edilmemiştir. Türkiye İstatistik Kurumunun, en son
adrese dayalı nüfus sayımı sonuçlarına göre bu sayı 408.103 olarak belirlenmiştir.1
Ana kütleden örneklem girmede her denek için N/n=1 olasılığını sunan basit
tesadüfi örnekleme yöntemi kullanılmıştır. Örneklemin belirlenmesinde %95 güven
aralığında e=%5 hata payı ile gerekli örnek büyüklüğü n= 384 olarak hesaplanmıştır
(http://www.surveysystem.com/sscalc.htm). Veri toplamak için belediyeden gerekli
izinler alındıktan sonra hazırlanan anket formu yüz yüze anket tekniği ile
doldurulmuştur. Veri toplama aşamasında toplam 450 kişiyle görüşülmüş, bunların
425 tanesi örnekleme dahil edilmiştir. Çalışmada kullanılan örneklemin yeterliliği
ayrıca kullanılan analiz yöntemleri bakımından da değerlendirilmiştir. Çalışmada,
istatistiksel analiz yöntemi olarak Faktör Analizi kullanılmıştır. Örneklem yeterliliği
konusunda, faktör analizi için ileri sürülen görüş; örneklem sayısının, değişken
ölçeklerinin madde sayısından büyük olması gerektiği yönündedir (Akgül ve Çevik,
2005: 419). Ayrıca çeşitli çalışmalarda örnek büyüklüğünün değişken ölçeklerinin
madde sayısının en az 5 katı olması gerektiği ileri sürülmüştür (Albayrak, 2006:
112).
1
http://report.tuik.gov.tr/reports/rwservlet?adnksdb2=&report=turkiye_il_koy_sehir.RDF&p_il1=61&p_k
od=2&p_yil=2009&p_dil=1&desformat=html&ENVID=adnksdb2Env
Güz 2010, Sayı:31
Yerel Yönetimlerde Halkla İlişkiler Faaliyetlerinin Kurum İmajına Etkisi…
155
Çalışmada ayrıca geliştirilen ölçeklerin güvenilirlik ve geçerlilik analizlerinin
yapılması amacı ile uygulanan pilot çalışmada toplam 112 kişiden oluşan bir
örnekleme ulaşılarak anket formları doldurulmuştur.
Ayrıca anketin dağıtımı ve toplanması, anket yoluyla elde edilen bilgilerin
yanında kurum yetkilileriyle ve anket uygulanan örneklemle mülakat yoluyla
görüşme imkânının olması çalışmanın kapsamının belirlenmesinde etkili olmuştur.
Araştırmaya katılan deneklerin sosyo-demografik özelliklerini saptamak için
7 soru sorulmuştur. Bu sorular ile deneklerin eğitim durumları, yaşları, cinsiyetleri,
gelir durumları, meslekleri, Trabzon’da yaşama süreleri ve Belediye Başkanı’nın
adını bilip bilmeme durumları ölçülmüştür.
Buna göre araştırmaya katılan deneklerin %61,4’i erkek %38,6’sı kadındır.
Araştırmaya katılan deneklerin meslek dağılımları ise; %13,4’ü esnaf, %18,8 özel
sektör işçisi, %3,8’i kamu işçisi, %2,6 serbest meslek (doktor ya da avukat),
%13,4’ü memur, %1,2 sanayici/tüccar, %9,4’ü emekli, %8,2’si ev hanımı, %24’ü
öğrenci, %5,2’si ise diğer (işsiz ya da akademisyen).
Deneklerin eğitim düzeyleri ile ilgili elde edilen bulgular; %3,3’ü okur-yazar,
%15,5’i ilkokul, %11,8’i ortaokul, 26,4’ü lise, %38,1’i üniversite, %4,9’u yüksek
lisans/doktora şeklindedir.
Deneklerin yaşları ise; 15-23 yaş %24,5, 24-30 yaş %28,9, 31-37 yaş %14,6,
38-44 yaş %10,6, 45-51 yaş %10,1, 52-58 yaş %5,2, 59 ve üzeri 56,1 şeklindedir.
Araştırmaya katılan deneklerin gelir durumları; %25,6’sinin geliri yok,
%10,4’ünün 500 ve daha az, %29,6’sı 501/1000, %15,1’i 1001/1500, %11,5’i
1501/2000, %4,2’si 2001/2500, %3,5 2501 ve daha fazla şeklindedir.
Deneklerin şehirde yaşam süresi, yerel seçimlerin yapılma süresi göz önünde
bulundurarak gruplandırılmıştır. Yaş ortalamaları göz önünde bulundurulduğunda
çalışmaya katılan en küçük deneğin yaşı 15 olduğu için 16 yaş ve sonrası şehirde
sürekli yaşama olarak değerlendirilmiştir. Buna göre; şehirde 0-5 yıl arasında
yaşayan deneklerin oranı %14,1, 6-10 yıl yaşayanlar %4,0, 11-15 arası şehirde
yaşayanlar %4,9, 15 yıl ve daha fazla yani sürekli yaşayanların oranı ise %76,9’dur.
Deneklerin %81,9’u Belediye Başkanı’nın adını bildiğini, %18,1’i ise
Başkanın adını bilmediğini söylemiştir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
156
M. Sezai Türk – H. Akçay
2.4. Araştırmada Kullanılan Ölçekler, Güvenilirlik ve Geçerlilik Analizleri
Çalışmada veri toplama aracı olarak anket tekniği kullanılmıştır. Hazırlanan
anket formu iki ana kısımdan oluşmuştur. İlk kısımda yer alan 44 soru kurum imajı
ve halkla ilişkiler faaliyetlerini ölçmeyi amaçlamaktadır. Bu bölümde kurum imajı
toplam 30 soru ile temsil edilmektedir. Kurum imajı ölçeği 4 alt boyuttan
oluşmuştur. Bu boyutlar; hizmet faktörü 13 soru, fiziki özellik 5 soru, sosyal
sorumluluk 5 soru ve kurum yöneticisi 7 soru, ile temsil edilmiştir. Halkla ilişkiler
faaliyetlerini ölçmeyi amaçlayan sorular ise tanıma faaliyetleri 9 soru, Tanıtma
Faaliyetleri ise 5 soru ile olmak üzere iki boyutla temsil edilmiştir. Anket formunun
son bölümünde ise deneklerin demografik özelliklerini ölçmeye yarayan 7 adet
soruya yer verilmiştir.
Çalışmada kullanılan ölçek literatürden uyarlanmıştır. Bu ölçekte yer alan
sorulan 1’den (kesinlikle katılmıyorum) 5’e (Kesinlikle katılıyorum) uzanan 5
noktalı Likert tipi tepki skalası üzerinde yer almıştır. Halkla ilişkiler faaliyetleri
ölçeği ise yine önceki bölümlerde incelenen literatür temeline dayanılarak
araştırmacılar tarafından geliştirilmiştir. Bu ölçek de yer alan sorular da 5 noktalı
Likert ölçeği üzerinde yer almaktadır. Her iki ölçek için düşük skorlar, düşük kurum
imajı ya da daha az halkla ilişkiler faaliyetleri etkinliği olarak kabul edilmektedir.
Çalışmada ölçeklerin güvenilirliklerini test etmek için ölçek maddelerinin
varyans değerlerini dikkate alan ve ölçeğin içsel tutarlılığını değerlendiren
Cronbach’s Alpha yöntemi kullanılmıştır. Ölçeğin güvenilir kabul edilmesi için bu
yöntemle hesaplanan Alpha değerinin, 70 değerinin üzerinde olması gerektiği genel
olarak kabul edilmektedir. Öte yandan ölçeğin toplanabilirlik özelliğinin
bozulmaması için her sorunun bütün ile ilişkisini veren soru bütün korelasyonlarının
da negatif olmaması ve 0,25 in üzerinde olması gerekmektedir. Son olarak bir
sorunun ölçekten silinmesi kararını vermek için soru silindiğinde Alpha
katsayısındaki değişimin ne olacağına bakmak gerekmektedir (Akgül ve Çevik,
2005: 440). Ölçeklerin yapı geçerliliklerinin test edilmesi için ise keşfedici faktör
analizi ve keşfedici faktör analizi çalışmaları ile belirlenmiş olan faktör yapısının
veri ile uyumunu ortaya koymak için doğrulayıcı faktör analizleri uygulanmıştır
(Şimşek, 2007: 4).
Ölçeklerin güvenilirlik ve geçerliliklerini sınamak için ilk aşamada 112
denekten oluşan bir örneklemle pilot çalışma uygulanmıştır. Ayrıca yüzey geçerliliği
ve içerik geçerliliğini (Şencan, 2005: 743-745) test etmek için konu ile ilgili çalışan
iki araştırmacıdan soruları değerlendirmesi istenmiştir. Yapılan değerlendirmeler,
Güz 2010, Sayı:31
Yerel Yönetimlerde Halkla İlişkiler Faaliyetlerinin Kurum İmajına Etkisi…
157
güvenilirlik analizi sonucunda denekler tarafından anlaşılmadığı düşünülen ifadeler
belirlenmiştir. Bu aşamada yapılan güvenilirlik ve keşfedici faktör analizleri
sonucunda ölçeğin toplanabilirlik özelliğini bozan ve faktör analizi sonucunda
birden çok faktöre yüklenen 16 madde ölçekten çıkarılmıştır.
Keşfedici faktör analizi sonuçları özetlendiğinde, kurum imajı ölçeği için,
toplam Varyansın % 66,76’sını açıklayan 4 faktörün elde edildiği görülmektedir. Bu
faktörler içerisinde 7 sorudan oluşan ilk faktör kurum yöneticisi, 4 sorudan oluşan
ikinci faktör hizmet faktörü, 4 sorudan oluşan üçüncü faktör fiziksel faktörü ve 4
sorudan oluşan son faktör ise sosyal faktörü olarak isimlendirilmiştir. Kurum imajı
ölçeği için örneklemin yeterliliğini ölçmeye yarayan Kaiser-Meyer -Olkin (KMO)
örneklem yeterliliği ölçütü iyi bir değer olarak nitelendirilebilecek 0.87 olarak
hesaplanmıştır. Verilerin çoklu normal dağılımdan gelmeleri ile ilgili bir test olan
Barlett Testi’de kabul edilir sınırlar içindedir (p<0.000). Bu sonuçlar elde edilen
faktör yapısının kullanılabilir olduğunu göstermektedir. Halkla ilişkiler faaliyeti
ölçeği için elde edilen iki boyut ise tanıma faktörü olarak isimlendirilen 8 soru ve
tanıtma faktörü olarak isimlendirilen 3 sorudan oluşmaktadır. KMO örneklem
yeterliliği ölçütü bu ölçek için ,798 olarak hesaplanmıştır. Barlet testi (P<,000) ile
birlikte yorumlandığında bu bulgu da ölçeğin kullanılabilir olduğunu
göstermektedir.
Pilot çalışma sonucunda ölçeklerin alt boyutları için güvenilirlik katsayıları
,72 - ,91 aralığında değişmektedir. Bu katsayılar tüm ölçekler için tatmin edici
düzeyde güvenilirlik değerlerine ulaşıldığı şeklinde yorumlanabilir.
Bir ölçeğin güvenilirlik ve geçerlilik kavramlarını birlikte sağlaması aynı
zamanda standardizasyon anlamına gelmektedir. Standardizasyonun sağlanması o
ölçeğin değişik örneklemlerde güvenilirlik ve geçerliliğinin yapılması ve bu
bilgilerin her defasında yapılan gözlem ve deneylerle kanıtlanmasına bağlıdır. Bu
bilgiler ışığında güvenilirlik ve geçerlilik analizlerinin her örneklem için
tekrarlanması yararlı olacaktır.
Örnekleme sürecinin sonunda elde edilen 425 veri için pilot çalışmada elde
edilen halkla ilişkiler faaliyetleri ve kurum imajı boyutlarının nasıl bir faktör
yapısında ortaya çıkacağını belirlemek için keşfedici faktör analizi uygulanmıştır
(Tablo 1 ve Tablo 2). Bu analiz sonucunda kurum imajı ölçeği için pilot çalışmayla
tutarlı bir faktör yapısı elde edilirken, halkla ilişkiler faaliyetleri ölçeği için iki
faktöre birden yüklenen iki soru ölçekten çıkarılmıştır. Bu analizler sonucunda elde
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
158
M. Sezai Türk – H. Akçay
edilen yapı göz önüne alındığında çalışmada kullanılan Kurum imajı ölçeği 19 ve
Halkla ilişkiler faaliyetleri ölçeği ise 9 sorudan oluşmuştur.
Tablo 1. Kurum İmajı Ölçeği için Ana Örnekleme Uygulanan Keşfedici
Faktör Analizi Sonuçları
Soru
s.5. Belediye
Başkanını
herhangi bir
sosyal ya da
kültürel
etkinlikte
vatandaşla iç içe
görüyorum.
s.6. Belediye
Başkanı
vatandaşların
sorunlarıyla
yakından
ilgilenmektedir.
s.7. Belediye
Başkanı
vatandaşı
dinleyen
anlayışlı bir
yöneticidir.
s.8. Belediye
başkanı
belediyecilik
konusunda
donanımlıdır.
s.9. Belediye
Başkanı şehrin
geleceğine dair
uzun vadeli
projeler üreten
ileri görüşlü
biridir.
s.10. Belediye
Başkanın
Güz 2010, Sayı:31
SS
2,61
Kurum İmajı Ölçeği
Kurum
Hizmet Fiziksel
Yöneticisi
,666
1,31
,668
2,65
1,57
,733
2,80
1,24
,754
3,03
1,22
,710
3,28
1,26
3,15
1,31
,664
Sosyal
sorumluluk
Yerel Yönetimlerde Halkla İlişkiler Faaliyetlerinin Kurum İmajına Etkisi…
Trabzon’u temsil
ettiğini
düşünüyorum.
s.11. Belediye
Başkanı halkın
farklı ihtiyaç ve
isteklerine uygun
projeler
üretmektedir.
s.16. Trabzon
Belediyesi
başarılı bir
kurumdur
s.17. Trabzon
Belediyesi
yeniliklere açık,
sürekli kendini
yenileyen bir
kurumdur.
s.18. Trabzon
Belediyesinin
sunmuş olduğu
hizmetler
kalitelidir.
s.19. Trabzon
Belediyesi
vatandaşa vaat
ettiklerini yerine
getiren bir
kurumdur.
s.35. Trabzon
Belediyesi’nin
kolay ulaşılabilir
bir binası var.
s.36. Trabzon
Belediyesi’nin
temiz ve düzenli
bir binası var.
s.37. Belediye
binası içinde
aradığım bir
birime kolayca
ulaşmaktayım.
3,12
1,25
159
,623
,780
3,10
1,17
,832
3,07
1,19
,818
2,95
1,15
,698
2,82
1,19
4,12
1,12
,776
3,71
1,20
,751
3,49
1,25
,683
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
160
s.38. Trabzon
Belediyesi’nin
logosunu
(amblemini)
rahatlıkla
tanıyabilirim.
s.40. Trabzon
Belediyesi spor
faaliyetlerini
destekleyen bir
kurumdur.
s.41. Trabzon
Belediyesi sanat
ve kültür
faaliyetlerini
destekleyen bir
kurumdur.
s.42.Trabzon
Belediyesi
çevreye karşı
duyarlı bir
kurumdur.
s.43. Trabzon
Belediye’si
halkın eğitimine
katkı sağlayan
projeler
üretmektir.
Açıklanan
Varyans
Cronbach’s
Alpha
İstatistikler
Güz 2010, Sayı:31
M. Sezai Türk – H. Akçay
3,69
1,40
,596
,511
3,36
1,28
,702
3,26
1,19
,784
3,13
1,24
,589
3,04
1,20
37,243
13,806
7,091
6,312
,82
,89
,75
,81
KMO, örneklem yeterliliği testi: , ,897
Barlet’in Küresellik Testi: 4237,319 (,000)
161
Yerel Yönetimlerde Halkla İlişkiler Faaliyetlerinin Kurum İmajına Etkisi…
Tablo 2. Halkla İlişkiler Faaliyetleri Ölçeği İçin Ana Örnekleme Uygulanan
Keşfedici Faktör Analizi Sonuçları
Soru
s.21. Trabzon Belediyesi’nin internet (
Web) sitesinden yararlanırım.
s.22. Bir problemimin çözümü için
Trabzon Belediyesi’ne mail (e-posta) ile
başvuru yaparım
s.23. Bir problemimin çözümü için
Trabzon Belediyesi’nin çağrı
merkezinden (santral) faydalanırım.
s.24. Trabzon Belediyesi’nin dilek ve
şikâyet kutularını işe yarar buluyorum.
s.25. Belediyede vatandaşın istek ve
şikâyetlerini bildirebileceği ‘’ Beyaz
Masa’’ isminde bir birimin olduğunu
daha önce duydum.
s.26. Belediyeyle ilgili herhangi bir isteğin
ya da şikayetim olduğunda ‘’Beyaz
Masa’’dan faydalanırım.
s.29. Belediye tarafından çıkarılan ilan,
dergi, broşür vb. yayınlardan haberdar
olmaktayım.
s.30. Belediye tarafından çıkarılan ilan,
dergi, broşür vb. yayınlara genellikle
ulaşabilmekteyim.
s.31. Trabzon Belediyesi’nin bir vatandaş
olarak benim ihtiyaçlarımı dikkate
alacağını beni dinleyeceğini
düşünüyorum.
Açıklanan Varyans
Cronbach’s Alpha
İstatistikler
SS
Halkla İlişkiler
Faaliyetleri Ölçeği
Tanıma Tanıtma
,688
2,70
1,32
2,61
1,34
,822
2,80
1,35
,813
2,50
1,30
,598
,634
3,06
1,45
2,68
1,33
2,57
1,31
2,50
1,28
2,87
1,23
,731
,878
,878
,607
45,391
14,448
,75
,84
KMO, örneklem yeterliliği testi:
,818
Barlet’in Küresellik Testi:
1562,063 (,000)
Kurum imajı faktörüne ait elde edilen faktör yapısı için yapılan güvenilirlik
analizi sonuçları kurum imajı ölçeğinin tüm alt boyutları için tatmin edici düzeyde
bir içsel tutarlılıktan bahsedilebileceğini göstermektedir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
162
M. Sezai Türk – H. Akçay
Elde edilen kurum imajı faktör yapısının yapı geçerliliğini teyit etmek için
ayrıca doğrulayıcı faktör analizi (CFA) uygulanmıştır. Doğrulayıcı faktör analizinde
ilk aşamada kurum imajı ölçeği için elde edilen 4 faktörlü kavramsal yapının
alternatif modellerle kıyaslanarak test edilmesi için iç içe (nested) modeller
kullanılmış ve Ki karedeki değişim yorumlanmıştır. Buna göre kurum imajı faktörü
için önce tüm soruların tek faktöre yüklendiği tek faktörlü yapı test edilmiş,
ardından dört faktörden oluşan kavramsal yapı test edilerek Ki karelerdeki değişim
Tablo 3’de yorumlanmıştır.
Tablo 3. Kurum İmajı Ölçeği Doğrulayıcı Faktör Analizi Sonuçları
Model
x2
Df
1-Faktör
1744,678*
152
4-Faktör
390,753*
142
*
∆x2
1353,925
∆df
10
x2/df
CFI
TLI
RMSEA
11,478
.61
.56
.15
2,752
,94
,93
,064
P<.001
Tablo 3’deki değerler yorumlandığında Ki karedeki iyileşmenin anlamlı
(P<,05) oluşu 4 faktörlü kavramsal modelin tüm ölçek maddelerinin aynı faktöre
yüklendiği tek faktörlü modele göre veriyle daha yüksek uyum gösterdiği
görülmektedir. Modelin veri uyumunu ifade eden uyum indeksleri dört faktörlü yapı
için tatminkar düzeydedir (CFI=,94; TLI=,93; RMSEA=,064). Kurum imajı ölçeği
için elde edilen kavramsal yapı Şekil 1’de gösterilmiştir.
Güz 2010, Sayı:31
163
Yerel Yönetimlerde Halkla İlişkiler Faaliyetlerinin Kurum İmajına Etkisi…
e2
e3
e4
e5
s_16
s_17
s_18
s_19
,89 ,83
,81
Hizmetl
e9
s_38
e8
s_37
e7
s_36 ,66
e6
s_35
e13
s_43
,45
s_42
e11
s_41
e10
s_40
,28
,72
,84
e12
,75
Fiziksell
,58
,51
,69
,81
,74
,70
,29
Sosyal
Sorumlulukl
,57
,54
,29
,79
Kurum
Yöneticisil
,82
,82
,80
,58
,41
,51
s_11
s_10
s_9
s_8
s_7
s_6
s_5
e21
e20
e19
e18
e17
e16
e15
,45
,50
,47
Şekil 2. Kurum İmajı Ölçeği İçin Elde Edilen Kavramsal Yapı*
(*)Yapısal modelde, dikdörtgenler gözlenen değişkenleri, daireler ise örtük değişkenleri ifade etmektedir.
Değişkenlere ait hata terimleri ise e ile gösterilmiştir.
Halkla ilişkiler faaliyetleri ölçeğinin alt boyutları için yapılan güvenilirlik
analizi sonuçları ölçek boyutlarının güvenilir kabul edileceğini göstermektedir.
Halkla ilişkiler faaliyetleri ölçeği için doğrulayıcı faktör analizi sonuçları
Tablo 4’de özetlenmiştir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
164
M. Sezai Türk – H. Akçay
Tablo 4. Halkla İlişkiler Faaliyetleri Ölçeği Doğrulayıcı Faktör Analizi
Sonuçları
2
x2
df
1-Faktör
375,932
25
2-Faktör
71,710*
24
Model
*
∆x2
∆df
304,222
1
x2/df
CFI
TLI
RMSEA
15,037
,77
,67
,18
2,98
,97
,95
,06
P<.001
Tabloda özetlenen analiz sonuçları, halkla ilişkiler ölçeği için de test edilen 2
faktörün tek faktörlü yapıya göre daha iyi veri uyumu gösterdiğini ortaya
koymaktadır. Bu ölçek için de iki faktörlü yapı için Ki karedeki iyileşme anlamlıdır
(P<,05). Son olarak uyum indeksleri elde edilen 2 boyutlu kavramsal yapının veri
uyumunun tatminkâr olduğunu göstermektedir (CFI=,97; TLI=,95; RMSEA=,06).
Halkla ilişkiler faaliyetleri ölçeği için elde edilen kavramsal yapı Şekil 2.’ de
gösterilmiştir.
s_21
e1
,18
s_29
,65
,85
,51
e2
s_30
e4
,91
s_22
e5
s_23
e6
s_24
e7
s_25
e8
,79
,82
Tanıma_ Tanıtma_
,60
,42
e3
s_31
,47
,66
,39
s_26
e9
Şekil 3. Halkla İlişkiler Faaliyetleri Ölçeği İçin Elde Edilen Kavramsal Yapı
Güz 2010, Sayı:31
Yerel Yönetimlerde Halkla İlişkiler Faaliyetlerinin Kurum İmajına Etkisi…
165
Ölçeklerin güvenilirlik ve geçerlilik analizleri kurum imaj için 4 faktörlü ve
halkla ilişkiler faaliyetleri için 2 faktörlü yapıların güvenilir ve geçerli kabul
edilebileceğini doğrulamaktadır. Çalışmada verilerin analizinde elde edilen bu faktör
yapıları kullanılmıştır.
2.5. Verilerin Analizi ve Bulgular
2.5.1. Yapısal Model
Halkla ilişkiler faaliyetlerinin kurum imajı üzerindeki etkisini ölçmek için
tasarlanan yapısal eşitlik modeli Şekil 4’de gösterilmiştir. Şekilde de görüldüğü gibi
modelde toplam 28 adet gözlenen değişken (dikdörtgenlerle ifade edilen)
kullanılmıştır bu değişkenlerden 9 adedi halkla ilişkiler faaliyetleri boyutlarına diğer
19 adedi ise kurum imajı boyutlarına ait maddeleri ifade etmektedir. Modelde yer
alan örtük değişken sayısı ise toplam 6’dır. Bu değişkenlerden 4 tanesi (kurum
imajı) endojen diğer 2 tanesi ise (Halkla ilişkiler) endojen değişken olarak
tanımlanmıştır. Modelde her bir değişkene ait hata terimi ise (e) ile gösterilmiştir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
166
M. Sezai Türk – H. Akçay
e2
e3
e4
e5
s_16s_17s_18s_19
,80,82
,88,74
e31
e9
s_38
e8
s_37
e7
,84
s_36 ,65
e6
s_35
,30
Fiziksell
,63
e32
e12 s_42,69
s_41 ,54
Sosyal
Sorumlulukl
e33
e10 s_40
Kurum
e34 Yöneticisil
,77,80,81
,35
s_29
e22
Tanıma. s_30
e23
s_31
e24
s_21
e25
s_22
e26
s_23
e27
s_24
,46
,63
e28
s_25
e29
s_26
e30
,39
,65
,11
,22
,79
,75
e11
,84
,44
,71
e13 s_43
,31
Hizmetl
,70
,23
,28
,39,49
,79 ,56
,69
,83
,81
Tanıtma.
,58
,74
,40
s_11s_10s_9 s_8 s_7 s_6 s_5
e21 e20 e19 e18 e17 e16 e15
,45 ,47
,50
Şekil 4. Halkla İlişkiler Faaliyetlerinin Kurum İmajı Üzerindeki Etkisini Ölçmek
İçin Tasarlanan Yapısal Eşitlik Modeli
Daha önce ifade edildiği gibi herhangi bir modelin bütünsel olarak kabul
edilebilir olması için modeldeki ilişkilerin veri ile uyumlu olup olmadığını ölçmeye
yarayan uyum indeksleri kullanılmaktadır (Şimşek 2007, 47). Yapısal modele ait
hesaplanan uyum indeksleri Tablo 5‘da özetlenmiştir.
Güz 2010, Sayı:31
167
Yerel Yönetimlerde Halkla İlişkiler Faaliyetlerinin Kurum İmajına Etkisi…
Tablo 5. Yapısal Modele Ait Hesaplanan Uyum İndeksleri
Uyum İndeksi
Model
Değeri
779,673
335
2,327
,92
,89
,88
,92
,05
X2 (Chi Square - Ki kare)
Df (Serbestlik Derecesi)
X2/df
TLI (Tucker-Levis İndeks)
GFI (Uyum İyiliği Endeksi)
NFI (Normed Fit İndeks)
CFI (Comperative Fit İndeks)
RMSEA Root mean square error of
approximation
Endeksin Kabul Edilebilir
değeri *
,000 (İdeal değer)
,000 (İdeal değer)
1-3 Arası
,90 üzeri
,90 üzeri
,90 üzeri
,90 üzeri
,08 den küçük
* (Wank ve Armstrong, 2001:9).
Uyum indeksleri
göstermektedir.
modelin veri ile uyumunun
tatminkar olduğunu
Tanıma ve tanıtma boyutlarında ele alınan halkla ilişkiler faaliyetlerinin
kurum imajı üzerindeki etkisini değerlendirmek için değişkenler arasındaki ilişki
katsayılarının yorumlanması gerekmektedir. Tablo 6’de Yapısal modelin hipotez
testi sonuçlarını özetlemektedir.
Tablo 6. Yapısal Modelin Hipotez Testi Sonuçları
Değişkenler ve
ilişkinin yönü
Tanıma Hizmet
Tanıma  Fiziksel
Tanıma  Sosyal
Sorumluluk
Tanıma Kurum
Yönetici
Tanıtma  Hizmet
Tanıtma 
Fiziksel
Tanıtma  Sosyal
Sorumluluk
Tanıtma  Kurum
Yönetici
Tahmin*
,841
,303
Standart
Hata
,26
,118
t
değeri
6,21
4,06
P
(Anlamlılık)
,000
,000
Hipotez
H1a : Kabul
H1b: Kabul
,631
,176
5,38
,000
H1c: Kabul
,704
,178
5,48
,000
H1d: Kabul
,114
,045
2,45
,014
H1e: Kabul
,224
,047
3,80
,000
H1f: Kabul
,226
,043
3,94
,000
H1g: Kabul
,283
,039
5,05
,000
H1i: Kabul
* Standardize edilmiş regresyon katsayısı
Halkla ilişkiler faaliyetlerinin kurum imajı üzerindeki etkisini test eden
regresyon katsayıları incelendiğinde tanıma faaliyetleri ile kurum imajı boyutları
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
168
M. Sezai Türk – H. Akçay
arasında pozitif yönlü ve anlamlı ilişkiler (P<,05) gözlenmiştir. Buna göre tanıma
faaliyetlerindeki artış kurum imajının tüm alt boyutları için artışa neden olmaktadır.
Benzer şekilde tanıtma faaliyetlerindeki olumlu artış kurum imajı faktörünün tüm alt
boyutları için pozitif yönlü ve anlamlı bir etkiye sahiptir (P<,05). Bu bulgu tanıtma
faaliyetlerindeki olumlu artışın kurum imajı boyutlarında aynı yönde artışa neden
olacağını ifade etmektedir. Özetlenen bulgular ışığında H1 hipotezi tüm alt boyutları
ile birlikte kabul edilmiştir.
2.5.2. Demografik Özellikler ile Faktörler Arasındaki İlişki
Deneklerin sosyo-demografik özellikleri ile faktörler arasındaki ilişkileri
incelemek amacıyla bu bölümde halkla ilişkiler faaliyetleri ve kurum imajı
faktörlerinin demografik özellikler bakımından karşılaştırılması için bağımsız
örneklem t testi ve Tek Yönlü Varyans Analizleri uygulanmıştır.
Halkla ilişkiler faaliyetlerinin yaş grupları bakımından farklılık gösterip
göstermediğini analiz etmek için yapılan tek yönlü varyans analizi (ANOVA)
sonuçları Tablo 7’de özetlenmiştir.
2.5.2.1. Yaş Değişkeniyle Halkla İlişkiler Faktörlerinin Karşılaştırılması
Tablo 7. Yaş Değişkeniyle Halkla İlişkiler Faktörlerinin Karşılaştırılması
Yaş
Grupları
Ortalamalar
SD
15-23
2,62
,97
2,91
2,77
2,68
2,74
2,89
2,06
,96
,96
1,05
1,02
,92
1,09
Ortalamalar
SD
2,66
1,06
Post Hoc1
Grup 1
59 ve
üzeri
15-23 15-23
38-44 38-44
45-51
31-37
52-58
24-30
Post Hoc1
Grup 1
59 ve üzeri
2,63
2,76
2,67
2,62
2,56
2,44
1,04
,99
1,21
,97
,96
1,06
52-58
45-51
24-30
15-23
38-44
31-37
Tanıma 24-30
Faktörü 31-37
38-44
45-51
52-58
59 ve üzeri
Yaş
Grupları
15-23
Tanıtma 24-30
Faktörü 31-37
38-44
45-51
52-58
59 ve üzeri
1
ANOVA
F
P
3,03
,007
ANOVA
F
P
,33
,92
Homojen varyans varsayımı geçerlidir, Tukey HSD Post Hoc Testi Kullanılmıştır.
Güz 2010, Sayı:31
Yerel Yönetimlerde Halkla İlişkiler Faaliyetlerinin Kurum İmajına Etkisi…
169
Tablo 7’de özetlendiği gibi denekler yaş grupları bakımından 7 grup
oluşturacak biçimde sınıflandırılmıştır. Tek yönlü varyans analizi sonuçları, bu yaş
grupları arasında tanıma faktörü bakımından istatistiksel olarak anlamlı düzeyde
fark olduğunu ortaya koymaktadır (F=3,03; P<,05). Anlamlı farkın hangi gruplardan
kaynaklandığını anlamak için uygulanan “Tukey HSD” Post Hoc testi sonuçları
yorumlandığında ise 59 yaş ve üzeri deneklerin tanıma faktörü ortalamalarının 4551, 31-37, 52-58 ve 24-30 gruplarından anlamlı düzeyde düşük olduğu
görülmektedir. Bu sonuçlardan belediyelerin yaşlılara yönelik tanıma faaliyetlerine
ağırlık vermesi gerektiği sonucunu çıkarabiliriz. Belli bir yaş grubu ve üstünün
belediyenin yapmış olduğu çeşitli halkı tanıma amaçlı halkla ilişkiler faaliyetlerine
katılamamaları üzerinde, bu kişiler arasında internet kullanımının yaygın olmaması,
belediye tarafından kurulmuş olan çeşitli halkla ilişkiler bürolarına ulaşım
konusunda bu kişilerin fiziksel anlamda yaşayabileceği zorluklar göz önünde
bulundurulması gerekmektedir.
Çünkü çoğu zaman yaşlılar okuma-yazma
bilmemeleri, fiziksel imkansızlıklar. zamanlama vb. bir takım yetersizliklerden ötürü
halkla ilişkiler faaliyetlerine katılama konusunda yetersiz kalabilmektedir. Öte
yandan 15-23 ve 38-44 grupları için ise anlamlı farklılığa rastlanamamıştır. Tanıtma
faktörü bakımından ise farklı yaş grupları arasında anlamlı bir farklılığa
rastlanamamıştır (F=,33; P>,05).
2.5.2.2 Yaş Değişkeniyle Kurum İmajı Faktörlerinin Karşılaştırılması
Kurum imajı faktörlerinin farklı yaş grupları bakımından farklılık gösterip
göstermediğini analiz etmek için yapılan tek yönlü varyans analizi (ANOVA)
sonuçlarına göre yaş grupları ile kurum imajı faktörlerinden Yönetici Faktörü
(F=1,01; P>,05), Sosyal Sorumluluk Faktörü (F=1,38; P>,05), Fiziksel Özellik
Faktörü (F=1,78; P>,05), Hizmet Faktörü (F=,99; P>,05) arasında anlamlı düzeyde
farklılığa rastlanamamıştır.
2.5.2.3. Şehirde Yaşam Süresi Değişkeniyle Halkla İlişkiler Faktörlerinin
Karşılaştırılması
Halkla ilişkiler faktörlerinin şehirde yaşam süresi bakımından farklılık
gösterip göstermediğini analiz etmek için yapılan tek yönlü varyans analizi
(ANOVA) ile değerlendirilmiştir. Şehirde yaşam süresi sınıflarının belirlenmesinde
belediyelerin seçim süreleri de dikkate alınarak sınıf aralıkları 5 yıl olacak biçimde
belirlenmiştir. Öte yandan yaşam süresi için üst sınır örnekleme dahil edilen
deneklerin en küçük yaşı dikkate alınmıştır. Tek yönlü varyans analizi sonuçlarına
göre şehirde yaşam süresi grupları arasında tanıma (F=,98; P>,05) ve tanıtma
faktörleri (F=1,26; P>,05) bakımından anlamlı düzeyde fark görülmemiştir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
170
M. Sezai Türk – H. Akçay
2.5.2.4. Şehirde Yaşam Süresi Değişkeniyle Kurum İmajı Faktörlerinin
Karşılaştırılması
Kurum imajı faktörlerinin şehirde yaşam süresi bakımından farklılık gösterip
göstermediğini analiz etmek için yapılan tek yönlü varyans analizi (ANOVA)
sonuçlarına göre ise şehirde yaşam süresi grupları arasında kurum imajı faktörleri;
Yönetici Faktörü (F=,64; P>,05), Sosyal Sorumluluk Faktörü (F=,74; P>,05),
Fiziksel Özellik Faktörü (F=,95; P>,05), Hizmet Faktörü (F=,56; P>,05) bakımından
anlamlı düzeyde fark görülmemiştir.
2.5.2.5. Eğitim Değişkeniyle Halkla İlişkiler Faktörlerinin Karşılaştırılması
Halkla ilişkiler faktörlerinin eğitim değişkeni bakımından farklılık gösterip
göstermediğini analiz etmek için yapılan tek yönlü varyans analizi (ANOVA)
sonuçları Tablo 8 ‘de özetlenmiştir.
Tablo 8. Eğitim Değişkeniyle Halkla İlişkiler Faktörlerinin Karşılaştırılması
Eğitim
Grupları
Ortala
SD
malar
Okur yazar
1,84
1,25
İlkokul
Tanıma
Ortaokul
Faktörü
Lise
Üniversite
2,90
2,67
2,79
2,68
1,08
1,01
1,04
,88
Yükseklisans/
2,92
doktora
ANOVA
F
P
2,96
Post Hoc1
Grup 1
Okur
yazar
,01
,96
ANOVA
F
P
Post Hoc1
Grup 1
Okur
yazar
Üniversite
Yükseklis
ans/
doktora
Ortaokul
Üniversite
Lise
İlkokul
Yükseklis
ans/
doktora
Eğitim
Grupları
Ortala
SD
malar
Okur yazar
1,90
,64
3,04
1,04
2,68
1,03
Lise
2,76
Üniversite
2,47
Yükseklisans/
2,55
doktora
1,10
,98
Üniversite
Yükseklis
ans/
Doktora
Ortaokul
Lise
,96
İlkokul
İlkokul
Tanıtma
Faktörü Ortaokul
Güz 2010, Sayı:31
4,71
,00
Yerel Yönetimlerde Halkla İlişkiler Faaliyetlerinin Kurum İmajına Etkisi…
171
Tablo 8’ e göre deneklerin eğitim grupları arasında hem tanıma (F=2,96;
P<,05) hem de tanıtma (F=4,71; P<,05) faktörleri bakımından anlamlı düzeyde fark
gözlenmiştir. Tukey HSD Post Hoc testi sonuçlarına göre Okur yazarların tanıma
ortalaması diğer eğitim seviyelerinden anlamlı düzeyde düşüktür. Tanıtma faktörü
için ise Okuryazarların ortalaması ortaokul, lise ve ilkokul mezunlarından anlamlı
düzeyde düşüktür. Üniversite ve yüksek lisans mezunları için ise anlamlı fark
gözlenmemiştir.
2.5.2.6. Eğitim Değişkeniyle Kurum İmajı Faktörlerinin Karşılaştırılması
Kurum imajı faktörlerinin eğitim değişkeni bakımından farklılık gösterip
göstermediğini analiz etmek için yapılan tek yönlü varyans analizi (ANOVA)
sonuçları Tablo 9’da özetlenmiştir.
Tablo 9. Eğitim Değişkeniyle Kurum İmajı Faktörlerinin Karşılaştırılması
Yönetici
Faktörü
Eğitim
Grupları
Okur yazar
İlkokul
Ortaokul
Lise
3,33
3,36
2,97
2,86
,88
,91
1,07
1,05
Üniversite
2,81
,91
Yükseklisan
s/
doktora
Eğitim
Grupları
Okur yazar
İlkokul
2,85
,82
Sosyal
Sorumluluk Ortaokul
Faktörü
Lise
Üniversite
Yükseklisan
s/
doktora
Ortalamalar SD
Ortalamalar SD
ANOVA
F
P
3,73 ,00
ANOVA
F
P
3,28
3,31
1,04
,84
3,19
3,26
3,10
3,19
1,08
,98 ,55
1,02
,95
,73
Post Hoc1
Grup 1
Üniversite
Lise
Ortaokul
Ortaokul
Okur yazar Okur
yazar
Yükseklisan Yükseklis
s/
ans/
doktora
Doktora
İlkokul
Post Hoc1
Grup 1
Üniversite
Yükseklisans/
Doktora
Ortaokul
Lise
Okur yazar
İlkokul
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
172
M. Sezai Türk – H. Akçay
ANOVA
Eğitim
Ortalamalar SD
Grupları
F
P
Okur yazar 3,08
1,46
Fiziksel
Özellik
Faktörü
Hizmet
Faktörü
İlkokul
Ortaokul
Lise
Üniversite
Yükseklisan
s/
doktora
Eğitim
Grupları
Okur yazar
3,75
3,70
3,74
3,71
3,82
1,05
1,12
,99 1,13 ,34
,91
1,14
3,25
1,16
İlkokul
3,41
,97
Ortaokul
Lise
Üniversite
2,95
3,00
2,83
1,10
3,77 ,00
1,04
,95
Ortalamalar SD
Yükseklisan 2,64
s/
doktora
,86
ANOVA
F
P
Post Hoc1
Grup 1
Okur
yazar
Ortaoku
Üniversite
Lise
İlkokul
Ortaoku
Üniversite
Lise
İlkokul
Yükseklisan
s/
Doktora
Post Hoc1
Grup 1
Yükseklisans
/
doktora
Üniversite Üniversit
e
Ortaokul
Ortaokul
Lise
Lise
Okur yazar Okur
yazar
İlkokul
Tablo 9’e göre eğitim grupları arasında yönetici faktörü (F=3,73; P<,05) ve
Hizmet faktörü (F=3,77; P<,05) boyutları bakımından anlamlı düzeyde fark
gözlenmiştir. Post Hoc testi sonuçlarına göre Üniversite ve lise mezunlarının
yönetici faktörü ortalaması ilkokul mezunlarından anlamlı düzeyde düşüktür.
Hizmet faktörü bakımından ise yüksek lisans mezunlarının ilkokul mezunlarından
anlamlı düzeyde düşük ortalamaya sahip olduğu görülmektedir.
2.5.2.7. Cinsiyet Değişkeniyle Halkla İlişkiler Faktörlerinin Karşılaştırılması
Halkla ilişkiler boyutlarının cinsiyet grupları arasında farklılık gösterip
göstermediğini test etmek için yapılan bağımsız örneklem t testi sonuçlarına göre
cinsiyet grupları arasında tanıtma faktörü bakımından fark gözlenememiştir (t=1,873; P>,05). Tanıma faktörü bakımından ise kadınların ortalaması erkeklerden
anlamlı düzeyde daha düşüktür (t=-1,908; P<,05).
Güz 2010, Sayı:31
Yerel Yönetimlerde Halkla İlişkiler Faaliyetlerinin Kurum İmajına Etkisi…
173
2.5.2.8. Cinsiyet Değişkeniyle Kurum İmajı Faktörlerinin Karşılaştırılması
Kurum imajı boyutlarının cinsiyet grupları arasında farklılık gösterip
göstermediğini test etmek için yapılan bağımsız örneklem t testi sonuçlarına göre
cinsiyet grupları arasında kurum imajı faktörleri (Yönetici Faktörü t=,481; P>,05,
Sosyal Sorumluluk Faktörü t-,116=,74; P>,05, Fiziksel Özellik Faktörü t=-,748;
P>,05, Hizmet Faktörü t=-1,625; P>,05)bakımından anlamlı düzeyde farklılığa
rastlanmamıştır.
SONUÇ
Kurumun varlığını devam ettirebilmesi ve amaçlarını gerçekleştirebilmesi,
çevresi ile uyum sağlamasına bağlıdır. Bu nedenle kurumlar, çoğu zaman çevreden
nasıl algılandıklarını bilme ve araştırma gereği hissederler.
Olumlu imaja sahip olmak ve onu sürdürmek, günümüzde bütün kurumların
arzu ettiği bir durum haline gelmiştir. Kurumların, hedef kitleleri tarafından olumlu
algılanmalarında ve olumlu bir kurum imajına sahip olmalarında etkili olan pek çok
unsur söz konusudur. Bu çalışmada, bir yerel yönetim birimi olan belediyelerde,
halkla ilişkiler çalışmalarının kurum imajına etkisi yapılan alan araştırması ile
belirlenmiştir. Çalışmanın hipotezlerini test etmek amacıyla, Trabzon İlinin
merkezinde yaşayan 450 kişiye anket yapılmış ve bu anketlerin 425’i analize tabi
tutulmuştur. Bu araştırma sonucunda halkla ilişkiler çalışmalarının kurum imajı
üzerinde olumlu yönde etki yaptığı varsayımı doğrulanmıştır.
Halkla ilişkiler faaliyetlerinin test edilmesinde deneklere yöneltilen sorular,
tanıma ve tanıtma başlıkları altında iki faktöre, kurum imajı ise sosyal sorumluluk,
hizmet kalitesi, kurum yöneticisi, fiziksel özellik olmak üzere dört faktöre
ayrılmıştır.
Araştırma sonuçlarına göre kurum imajını oluşturan faktörler arasında,
kurum imajını açıklayıcılık bakımından en önemli faktör ‘’Kurum Yöneticisi
Faktörü’’dür. Bu faktörü önem sırasına göre; Hizmet Faktörü, Fiziksel Özellik
Faktörü, Sosyal Sorumluluk Faktörü takip etmektedir.
Halkla ilişkiler faktörleri içerisinde ise Tanıtma Faktörü en önemli olandır.
Tanıma Faktörü ise ikinci sırada yer almaktadır. Tanıtma Faktörünün bu özelliği
açısından kurum imajı üzerinde daha fazla etkili olabileceğini söyleyebiliriz. Öte
yandan, belediye kendi faaliyetlerini anlatmaya ve kurumu halka tanıtmaya önem
verdiği sürece, hedef kitlesi, yani kent halkı tarafından olumlu algılanmakta, olumlu
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
174
M. Sezai Türk – H. Akçay
bir kurum imajına sahip olmaktadır. Bu nedenle halkla ilişkiler faaliyetleri,
kurumlar için sadece biçimsel olarak günlük işlerinin kolaylaştırıcı bir araç olarak
görülmemeli, kurum içinde iyi bir teşkilat yapısı oluşturulmalıdır. Bu bağlamda
Trabzon Belediyesi’nin halkla ilişkiler müdürlüğünü ele alırsak; Trabzon
Belediyesinde halkla ilişkiler çalışmaları ‘’Halkla İlişkiler Müdürlüğü’’ nün
sorumluluğunda yürütülmektedir. Bu müdürlük kurumun en üst yöneticisi olan
Belediye Başkanına bağlı olarak görev yapmaktadır. Halkla ilişkiler müdürlüğü
kendi içinde iki birime ayrılmıştır. Bu durum uzmanlaşma açısından, halkla ilişkiler
çalışmalarının daha sağlıklı yürütülmesini sağlamaktadır. Halkla İlişkiler
Müdürlüğü, Belediye’nin çalışmalarını tanıtmak ve gerek kurum içinde gerekse
kurum ile çevresi arasında iyi bir iletişim süreci kurulması açısından; bülten
çıkarma, rehber, kitap, broşür vb. tanıtma araçlarından faydalanmalıdır. Bu
çalışmalar halkla ilişkiler çalışmalarının tanıtma boyutu açısından olumludur.
Yapılan istatistiksel analiz sonucunda 59 yaş ve üzeri deneklerin tanıma
faktörüne diğer yaş grubundaki deneklere oranla daha az önem verdiği
görülmektedir. Bunun sonucunda, ‘’Gençler Belediyenin tanıma amaçlı halkla
ilişkiler faaliyetlerine daha fazla önem vermektedir’’ şeklinde formülle edilen
hipotez doğrulanmaktadır. Bu durum üzerinde, belli bir yaş grubundaki insanların
sosyal anlamda daha sınırlı yaşamaları, okuma yazma oranlarındaki düşüklük,
geçmişten gelen siyasi bir gelenek vb. durumlar etkili olabileceği düşünülebilir. Bu
bağlamda belediye belli bir yaş seviyesi üzerindeki kişilere yönelik tanıma
faaliyetler yürütmeli ve onların yönetime katılma oranlarını artırıcı çalışmalar
yapması gerektiği söylenebilir. Öte yandan 59 ve üzeri yaştaki deneklerin tanıma
faaliyetlerine yönelik algılarının düşük olmasının nedenleri bu çalışmanın
sınırlılıkları içerisinde araştırılmamıştır. Birçok kamu kurumunda olduğu gibi
belediyelerde de en önemli halkla ilişkiler problemi yeterli sayı ve nitelikte uzman
personelin bulunmamasıdır. Bunun yanı sıra, Halkla İlişkiler Müdürlüğü ve bağlı
birimlerde çalışan personelin halkla ilişkiler konusunda eğitici ve aydınlatıcı bir
eğitim almamış olmaması, özel önem gerektiren hedef kitlelerle kurulacak iletişimin
düzenlenmemiş olması ve personelin bu yöndeki eğitim almamış olması ise bu
alanda bir eksiklik olarak değerlendirilebilir.
Halkla ilişkiler faaliyetlerini deneklerin eğitim seviyeleri bakımından ele
aldığında ise aralarında anlamlı bir fark olduğu görülebilir. Buna göre deneklerin
eğitim seviyeleri yükseldikçe halkla ilişkiler faaliyetlerine verdikleri önem de
artmaktadır. Bu durum ‘’Eğitim seviyesi arttıkça halkla ilişkiler faaliyetlerine
verilen önem de artmaktadır.’’ Şeklinde formüle edilen hipotezi doğrulamaktadır.
Güz 2010, Sayı:31
Yerel Yönetimlerde Halkla İlişkiler Faaliyetlerinin Kurum İmajına Etkisi…
175
Bu konuda belediye eğitim seviyesi düşük ya da okuma yazma bilmeyen kişilerin
halkla ilişkiler faaliyetlerine katılımını artırıcı bir takım uygulamalar yapmasının
uygun olacağını söylenebilir.
Diğer taraftan yapılan istatistik analizlere göre eğitim seviyesi düşük olan
denekler, kurum imajı faktörlerinden yönetici faktörüne diğer eğitim seviyelerine
sahip deneklere göre daha fazla önem vermektedir. Benzer şekilde hizmet faktörüne
de eğitim seviyesi düşük olan deneklerin daha fazla önem verdiği tespit edilmiştir.
Buna göre eğitim seviyesi düşük olan kişilerin kurumun imajını, belediye başkanının
imajına göre değerlendirdiklerini söylenebilir. Ayrıca eğitim seviyesi düşük olan
kişilerin belediyeden almış oldukları hizmetleri olumlu algılamaları ve bu hizmetlere
önem vermeleri hizmet faktörünün önemini göstermesinin yanı sıra, eğitim seviyesi
arttıkça kişilerin belediyeden almış oldukları bir takım hizmetleri belediyenin görevi
olarak algılandığı sonucunu ortaya çıkardığını söyleyebiliriz. Sonuç olarak kent
halkı üzerinde olumlu bir görüntü yaratmak için kaliteli hizmet götürmek kuşkusuz
gereklidir ama yeterli değildir denilebilir.
Öte yandan kadınlar belediyenin tanıma ve tanıtma amaçlı halkla ilişkiler
faaliyetlerine erkeklerden daha az yoğunlukta katılmaktadırlar. Trabzon Belediyesi,
kadınların bu faaliyetlerine katılımını artırıcı çalışmalar yapması bu konuda bu
konudaki algıyı olumlu yönde etkileyebilecektir. Ayrıca bu konu kadınları sosyal
faaliyetlere katılımını artırıcı çalışmaların yapılması gerektiği şeklinde de
yorumlanabilir.
Öte yandan Trabzon Belediyesinde vatandaşların, belediyeye başvurularında
kendilerine yardımcı olacak bir idari danışma merkezi, halkın dilek ve yakınmalarını
öğrenme amacıyla oluşturulan dilek ve şikayet kutuları (Beyaz Masa, Alo 153 vb.)
gibi uygulamalara kadın ve yaşlıların katılımını artırmak amacıyla bir takım
çalışmaların yapılması ve bu tarz uygulamalara katılımın daha basitleştirilmesi ile
kurumun tanıma ve tanıtma faaliyetleri açısından görüntüsünü olumlu yönde
etkileyeceği söylenebilir. Ayrıca vatandaşın belediye ve hizmetleri hakkındaki
sorunlarını, şikayet ve isteklerini telefonla iletebilecekleri idari danışma merkezleri
oluşturulması, bu merkezler aracılığıyla, hem yönetimin yapısından kaynaklanan
karışıklıkların giderilmesi, hem de gereksiz başvurular ile personelin zaman
kaybetmesinin önüne geçilecektir.
Ayrıca Belediye Başkanının düzenlemiş olduğu halk günleri gibi halkı
tanımaya yönelik faaliyetlere kadınlarında katılımını artırıcı bir takım çalışmalar
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
176
M. Sezai Türk – H. Akçay
yapılması, bu tür toplantıların duyurulması ve içeriği hakkında yeterli bilgi
sunulmasının kurum imajı açısından önemli olduğu söylenebilir.
Diğer taraftan, yapılan istatistik araştırma sonucunda, deneklerin önemli bir
çoğunluğunun Belediye’nin yayınlarından haberdar olmadığı görülmüştür. Birçoğu
ise bu yayınların siyasi amaçla çıkarıldığı düşüncesindedir. Ayrıca Belediye
yayınları halka yeterince ulaşmamaktadır.
Trabzon Belediyesi
Web sitesi önemli bir halkla ilişkiler aracı
olmasının yanı sıra, vatandaştan gelebilecek tepkilerin, istek ve şikayetlerin
belirlenmesi ve kurumun halka tanıtılmasında da önemli derecede etkili olmaktadır.
Bu sayede Belediye’nin kurum imajı geliştirilmekte ve analiz edilmektedir. Trabzon
Belediyesi’nin Web sitesini etkin kullanması ve halkın yönetime katılımını artırıcı
bir araç olarak görmesi de bu konuda öneri olarak sunulabilir.
Kamu kurumlarının birçoğunda olduğu gibi belediyelerdeki en önemli
problemlerden biri halkla ilişkiler konusunun, kurumun içte entegrasyonunu dışa
karşı ise adaptasyonunu sağlayıcı bir yönetim fonksiyonu olarak görülmesi ve bütün
kurum çalışanlarına benimsetilmesidir. Halkla ilişkiler felsefesinin tüm çalışanlar
tarafından bir kurum kültürü olarak ele alınması ve benimsenmesi, halkla ilişkiler
çalışmalarının başarısı için önemlidir. Öte yandan halkla ilişkiler birimleri
kurumların çift yönlü iletişimini sağlar. Bu süreci sadece kurumdan çevreye doğru
işleyen bir süreç olarak görmek en önemli hatalardan biridir. Belediyelerde halkla
ilişkiler çalışmaları kent halkı ile uyumlu, olumlu ve sağlam ilişkilerin kurulması ve
geliştirilmesi açısından önemlidir. Bu açıdan bu hizmeti veren birimlerin gerekli alt
yapıya ve donanıma sahip olması gereklidir. Bunun yanı sıra en uç yöneticiden en
alt görevliye kadar herkesin halkla ilişkiler konusunda hassas davranması ve bu
bilince sahip olması en önemli konulardan biridir denilebilir.
Belediyeler, yönetimlerini yerel halkın oyları ile belirleyen ve halkla iç içe
olan kamu kurumlarıdır. Bu nedenle, belediyelerin halkın yerel yönetime etkin
olarak katılımını sağlayıcı uygulamalar içerisinde olması, gerek demokratik
yönetimin gereği olarak gerekse halkla olumlu ilişkiler içerisinde olmaları açısından
önemlidir. Halkın yönetime etkin olarak katılımını artırıcı çalışmalara önem
verilmesi bu açıdan önemlidir.
Kamu kurumları özellikle de halkla iç içe olan belediyeler açısından olumlu
imaj oluşturma, toplumun beğenisini, sevgi güven ve desteğini sağlamaktır.
Kuşkusuz bu, kamu kurumlarının varlıklarını sürdürmeleri ve başarılı olmaları
açısından yaşamsal nitelikte bir yarardır (Yalçındağ, 1987: 79). Bu açıdan
Güz 2010, Sayı:31
Yerel Yönetimlerde Halkla İlişkiler Faaliyetlerinin Kurum İmajına Etkisi…
177
baktığımızda, bu çalışmanın ana hipotezini de oluşturan, halkla ilişkiler
faaliyetlerinin kurum imajı üzerindeki etkisi bu çalışmada doğrulanmıştır.
Belediyelerde halkla ilişkiler, kent halkın da‘’kentlilik’’ bilincini oluşturmak,
yerleştirmek ve geliştirmek ve bunun yanı sıra belediye ile kent halkı arasındaki
mesafeyi azaltmak ve belediyeyi destekleyen, benimseyen bir kent halkı oluşturmak
açısından önemlidir.
Belediyelerin, halkla ilişkilerde en etkili yöntemlerden biri olan yüz yüze
ilişkiler için en uygun ortamlar olduğu söylenebilir. Öte yandan halkın
yakınmalarının önemli bir bölümünün kamu görevlilerinin halkla dolaysız
ilişkilerindeki yanlış tutum ve davranışlarından kaynaklandığı (Ertekin, 1978: 68)
görüşünden hareketle, bu ve benzeri tutum ve davranışların, belediyenin imajı
hakkında olumsuz izlenimler oluşturabileceği gerçeğini gözden kaçırmamak gerekir.
Belediye ve kent halkı arasındaki ilişkilerin düzeltilmesi ve olumlu bir
algının oluşabilmesi, başta belediye başkanı olmak üzere tüm belediye çalışanlarının
görevidir. Halkla ilişkiler birimi ise kurum imajının ve halkla ilişkiler faaliyetlerinin
planlı ve düzenli bir biçimde yürütülmesini sağlayan, kurum içindeki en önemli
örgütlenmelerden biridir. Halkla ilişkilerin sağlıklı bir ortamda yürütebilmesi için
her şeyden önce bu konuda nitelikli personele ve iyi çalışma koşullarına ihtiyaç
duyulmaktadır.
Belediyenin, almış olduğu kararlara yerel halkın daha etkin katılımını ve
uygulama sürecinde desteğini sağlayıcı çalışmalar yapılmalıdır. Halk belediyelerin
yetki ve sorumluluklarını tam olarak bilmemektedir. Demokratik hakları
çerçevesinde günlük yaşamını etkileyebilecek hizmetler konusunda dahi katkıda
bulunmak ya da etkileme amaçlı bir faaliyete bulunmamaktadır. Belediyeye yapılan
başvurular daha çok bireysel istekler ve yakınmalar, iş isteme amaçlıdır. Halka yasal
yollarla müracaatlar konusunda çekingen kalmaktadır.
Vatandaşın yararı için çalışan, onların istek ve beklentilerine önem veren,
halkın katılımına ve denetimine açık, saydam ve yenilikçi bir belediye kurumu
oluşturulursa, kent halkının da böyle bir belediyeye güvenmesi, destek sağlaması,
dolayısıyla olumlu bir algıya sahip olması mümkün olabilecektir. Bu sonucun elde
edilmesi ise, burada ele alınan anlamda, etkili planlı tanıma ve tanıtma faaliyetleri ve
kent halkı ile kurulan iki yönlü iletişim ile sağlanmaktadır denilebilir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
178
M. Sezai Türk – H. Akçay
KAYNAKÇA
Akgül, A; O. Çevik (2005) İstatistiksel Analiz Teknikleri, SPSS’te İşletme Yönetimi
Uygulamaları, 2.Baskı, Emek Ofset, Ankara.
Albayrak, A. S. (2006) Uygulamalı Çok Değişkenli İstatistik Teknikleri, Asil Yayın
Dağıtım, Ankara.
Argenti, P. A.(1994) Corporate Communication, Irwin Pub., New York.
Asna, A. (1968) Yönetim Halkla İlişkileri, Amme İdaresi Dergisi, C.1, S.3-4, Aralık,
s. 55-68.
Asna, A. (1974) Halkla İlişkiler, Bahar Matbaası, İstanbul.
Bakan, Ö. (2004) Kurumsal İmaj Oluşumunu Etkileyen Faktörler: İletişim
Faktörlerinin Rolünü Belirlemeye Yönelik Amprik Bir Çalışma, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler Anabilim Dalı,
Doktora Tezi, Konya.
Bilgin, K. U. (1994) Türk Kamu Yönetiminde Halkla İlişkiler Uygulamasına
Örgütsel Bir Yaklaşım, Amme İdaresi Dergisi, Cilt: 27, Sayı: 4, s. 43-62.
Dinçer, M. K. (1998) İş Yaşamında ve Özel Yaşamda Kişisel İmaj, Alfa Basım
Yayım Dağıtım, İstanbul.
Erkmen, T.; Ş. Çerik (2007) Kurum İmajını Oluşturan Kurum Kimliği Boyutları
Bağlamında Örgüte Bağlılığın İncelenmesi: Üniversite Öğrencileri Üzerine
Bir Uygulama, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
Cilt:7, Sayı:28, Haziran, s. 107-119.
Ertekin, Y. (1978) Halkla İlişkiler ve Görüntü Yaratma, Amme İdaresi Dergisi, Cilt:
11 Sayı:3, s. 65-72.
Ertekin, Y. (1990) Halkla İlişkiler Hizmetinde Örgütlenme ve Personel Sorunları,
Amme İdaresi Dergisi, Cilt: 23 Sayı: 4, s. 33-54.
Ertekin, Y. (1995) Çağdaş Yerel Yönetimler, TODAİE, Ankara.
Gemlik, N.; Ü. Sığrı (2007/2) Kurum İmajı Analizi ve Bir Belediye Üzerindeki
Uygulamanın Değerlendirilmesi, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, Yıl: 6, Sayı: 11, Bahar, s. 267-282.
Gray, R. Edmund; John M.T. BALMER (1998) Managing Corporate Image and
Corporate Reputation, Long Range Planning, Vol. 31, No:5, pp.695-702.
Güz 2010, Sayı:31
Yerel Yönetimlerde Halkla İlişkiler Faaliyetlerinin Kurum İmajına Etkisi…
179
Göksel, A. B.; Yurdakul, N. B. (2002) Temel Halkla İlişkiler Bilgileri, Ege
Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayını, İzmir, 2002
Kazancı, M. (1980) Halkla İlişkiler, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi
Yayın No:459, SBF Basın Yayın Yüksek Okulu Basımevi, Ankara.
Kazancı,M. (2007) Kamuda ve Özel Sektörde Halkla İlişkiler, Turhan Kitapevi,
Ankara.
Okay, A. (2008) Kurum Kimliği, 6. Baskı MediaCat Yayınları, İstanbul.
Onal, G. (2000) Halkla İlişkiler, Türkmen Kitapevi 2. Baskı, İstanbul.
Peltekoğlu, F. B. (2009) Halkla İlişkiler Nedir, Beta Yayınları, 6. Baskı, İstanbul.
Tortop, N. (2006) Halkla İlişkilere Giriş, Yargı Yayınevi, Ankara.
Sezen, S. (1991) Belediyelerde Halkla İlişkiler, Uzmanlık Tezi, Türkiye ve
Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü Kamu Yönetimi Lisans Üstü Uzmanlık
Programı, Ankara.
Şencan, H. (2005) Sosyal ve Davranışsal Ölçümlerde Güvenilirlik ve Geçerlilik
(Reliability and Validity in Social and Behavioral Measurements), Seçkin
Yayıncılık, Ankara.
Şimşek, Ö. F. (2007) Yapısal Eşitlik Modellemesine Giriş, Ekinoks, Ankara.
Ulu, E. A. (1994) Belediyelerde Halkla İlişkiler ve Ankara Büyük Şehir
Belediyesi’nin 1990-1993 Yılları Arasındaki Halkla İlişkiler Çalışmaları
Örnek Olayı, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve
Tanıtım Bölümü, Ankara.
Uysal-Sezer, B. (1996) Yerel Yönetimler ve Halkla İlişkiler; Çağdaş Yerel
Yönetimler Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 6, s. 66-70.
Uysal, B. (1983) Halkla İlişkiler Bir Değerlendirme, Amme İdaresi Dergisi, Cilt: 16,
Sayı: 3, Eylül.
Uzkurt, C. (2007) Tüketicilerin yenilikleri benimseme Eğilimleri Üzerinde Kişisel
Değerlerin Etkisi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,
Cilt/Vol.:7- Sayı/No: 2, s. 241-260
Wang, X; A. Armstrong (10/2001) A Structural Model Of Professional
Committment From The Perspective Of Characteristics Of A Professional
Community, Victoria University Of Technology, Working Paper Series, pp.
1-22.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
180
M. Sezai Türk – H. Akçay
Yalçındağ, S. (1987) Belediyelerde Halkla İlişkiler, Türk İdare Dergisi, Sayı: 376377, s. 75-115.
Yalçındağ, S. (1996) Belediyelerimiz ve Halkla İlişkiler, TODAİE, Ankara, 1996
(http://www.surveysystem.com/sscalc.htm [Erişim: 11 Haziran 2009]
http://report.tuik.gov.tr/reports/rwservlet?adnksdb2=&report=turkiye_il_koy_sehir.
RDF&p_il1=61&p_kod=2&p_yil=2009&p_dil=1&desformat=html&ENVI
D=adnksdb2Env [Erişim: 16 Haziran 2009]
Güz 2010, Sayı:31
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
AMBALAJIN MARKA FARKINDALIĞI YARATMADAKİ
ETKİSİ
Öykü Ezgi YILDIZ*
ÖZET
Küreselleşen dünyamızda rekabetin ülkelerin sınırlarını aşmasıyla birlikte, markalar ürün ve
hizmetlerinin tanıtımlarına yönelik yenilik arayışlarına girmişlerdir. Geçmişte çok güçlü bir
etkiye sahip olmayan tanıtım ve tutundurma etkinlikleri günümüzde markaların yaşamlarını
sürdürebilmelerinin ön koşuludur. Özellikle endüstrileşmenin ardından ürün ve hizmet
sayısında meydana gelen artışla tanıtım, marka kimliği oluşturma konuları gündeme
gelmiştir. Bu nedenle bu alanda gerçekleştirilen yaratıcı çalışmalara yönelik, kurumlar
yatırımlar yaparak, hedef kitlelerine ulaşmaya ve piyasadaki benzer markalar arasından ayırt
edilmeye çalışmaktadırlar. Markaların tüketicinin zihninde yer edinebilme çabaları olarak
tanımlanabilecek bu etkinlikler çeşitli başlıklar altında incelenebilir. Bu etkinliklerin arasında
sayılan ambalajlama da tüketiciye ulaşmada, markanın, ürün ve hizmetin tüketicinin zihninde
yer etmesinde, marka farkındalığı yaratmada etkili bir araç olarak ele alınabilir. Bu
çalışmada ambalajlamanın tüketici algısı üzerinde oynadığı rol dikkate alınarak, günümüzde
ambalajlamanın marka kimliği oluşturmadaki işlevi irdelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Ambalajlama, Tüketici Algısı, Marka Farkındalığı, Reklam
THE EFFECT OF PACKAGING IN CREATING BRAND AWARENESS
ABSTRACT
In our globalized world as the competition exeeds the country borders, the brands begin to
seek out the new innovations about promoting their products and services. The advertising
and promotion activities that did not have a strong effect in the past, are now priority for the
brands in order to maintain their life. Especially after the industrilization related to the
increasing number of products and services, creating brand identity comes up. For this
reason the institutions try to reach their target markets and be distinguished from other
similar brands by making investments to the creative works realized in this area. These
activities can be called efforts that try to place in consumer minds and can be analyzed in
various captions. Packaging can also be called an effective tool in reaching the consumer,
placing the product/service in consumer mind and creating brand awareness. In this study,
the effects of packaging in creating brand identity will be analyzed by considering the role of
packaging on consumer perception.
Keywords: Packaging, Consumer Perception, Brand Awareness, Advertising
*
Arş. Gör. Dr., İstanbul Kültür Üniversitesi, Sanat ve Tasarım Fakültesi, İletişim Sanatları Bölümü
İletişim 2003/18
182
Ö. Ezgi Yıldız
GİRİŞ
Endüstrileşmenin ardından giderek güçleşen piyasa koşullarında marka
yaratmanın önemi yadsınamaz. Tüm olguların birbiriyle etkileşimli olduğu
küreselleşen dünyamızda, üreticiler, ürün ve hizmetlerini rakipleri karşısında
farklılaştırarak daha çekici bir unsura dönüştürme çabasındadır. Günümüzde, seri
üretimin ve piyasa koşullarının etkisiyle farklılaşma kavramı üretici kurumlar ve
markalar için yaşamsal bir konuma ulaşmıştır. Çünkü sahip oldukları işlevler
açısından birbirine benzeyen markaların ürün ve hizmetlerinin, tüketiciler tarafından
algılanabilmesi için bir yenilik sunmaları gerekmektedir.
İletişimin ve ticaretin sınırlarının ortadan kalktığı küreselleşen dünyamızda,
ürünlerin yalnızca belli gereksinimlere yanıt vermesi yeterli olmamaktadır. Markalar
yarattıkları kimlikleriyle, tüketicilerin mantıklarına seslendikleri kadar onların
duygularına ve düşlerine de seslenmektedir. Böylece hedef kitleleriyle daha sıkı
bağlar kurmayı hedefleyen markalar satış amaçlarının olumlu bir biçimde
gerçekleşmesini beklemektedirler. Ancak, her gün sayısız iletiyle etkileşime geçen
bireylerin satın alma davranışını gerçekleştirmelerini sağlamak gün geçtikçe
zorlaşmaktadır. Tüketicinin beklentilerine yanıt verecek biçimde uygun artı değer
yaratan markalar, bu artı değer sayesinde tüketiciler tarafından tercih edilebilmekte
ve rakipleri karşısında avantajlı bir konuma geçebilmektedir.
Çağımızda markaların farklılaşarak kendilerine bir yer edinmesi, markaların
yaşamlarını sürdürmeleri için ön koşuldur. Geçmişte de günümüzde olduğu gibi
markalar pazarda rekabet edebilmek için farkındalık yaratma çabasındaydı. Markalar
varoldukları andan yaşadığımız çağa kadar farklı yollar izleyerek pazarda yer
edinme çabalarını sürdürmektedir. Markaların bu farklı çabaları arasında ambalajın
da önemli bir yeri bulunmaktadır. Tüketicilerle iletişimin kurulmasında ve
tüketicilerin dikkatinin ürüne çekilmesinde ambalajın rolü büyüktür. Bu çalışmada,
ambalajın marka farkındalığı yaratmadaki rolü çeşitli konu başlıkları ve “Wiev
Modeli” çerçevesinde ele alınacaktır. Çalışmada ayrıca, “Wiev Modeli” temel
alınarak gerçekleştirilen bir uygulama örneği üzerinden ambalajın farkındalık
yaratmadaki işlevleri de ortaya konulacaktır.
Marka Farkındalığı Yaratmada Ambalajın Önemi
Markaların pazardaki rakipleri karşısında tüketicilerin zihninde
konumlandırılmasına yardımcı olan; markan adı, marka logosu, karakteri ve
markanın sunduğu yararlar gibi biçimsel ve içeriksel özellikler marka farkındalığı
Güz 2010, Sayı:31
Ambalajın Marka Farkındalığı Yaratmadaki Etkisi
183
konusunun kapsamına girmektedir (Tosun, 2010: 84). Geniş bir kapsama sahip olan
marka farkındalığına ilişkin Aaker, iki temel etmene dikkat çekmektedir. Aaker
marka farkındalığı kavramını, belirli bir ürün kategorisine ait markaların
hatırlanması ve tanınması biçiminde açıklamaktadır (Aaker, 1991: 61). Aaker,
böylece markanın tanınması ve hatırlanması arasındaki ayrımı vurgulamaktadır.
Aaker’e göre, marka tanınması kavramı, tüketiciye markaya ilişkin ip ucu
verildiğinde tüketicinin marka adını bilmesini ve daha önceki bilgileri doğrultusunda
markayı ayırt etmesini içeren bir süreçtir. Markanın tanınması süreciyle markanın
hatırlaması karşılaştırıldığında, hatırlamanın tanımaya göre daha güç olduğu
söylenebilir (Aaker, 1991: 62). Çünkü marka tanıma tüketicinin bilinçli bir biçimde
o ürüne yönelmesiyle ilgilidir. Hatırlama ise, tüketici bir ürünün işlevine gereksinim
duyduğunda zihnine bir markanın gelmesidir (Tosun, 2010: 84). Bu da markanın
tüketici zihninde iyi bir konumlandırma yaparak güçlü bir marka pozisyonu
yaratmasıyla ilişkilendirilebilir.
Yukarıdaki tanımlamalardan anlaşılacağı üzere; marka tanıma, tüketicilerin
satın alma noktalarında karar verme süreçlerinde daha fazla önem taşımaktadır ve bu
noktada, diğer markalar arasında belli bir farkındalık yaratabilen markalar “güçlü”,
“hatırlanan” markalar olabilmektedir. Markaların, tanınmalarını ve hatırlanmalarını
sağlayan marka farkındalığının oluşturulma sürecinde ise; farkı disiplinlerin
yaklaşımlarından yararlanılmaktadır.
Farkındalık yaratma ve bu farkındalığın sürdürülmesi için, psikoloji alanıyla
ve reklam alanıyla ilgili kimi ilkelere başvurulmaktadır. Bu ilkeler; iletinin
rahatlıkla hatırlanabilir olması, sloganlar ve reklam müzikleriyle tüketicilerle bir bağ
kurulması, bir markanın bir simgeye dönüşerek akılda kalması, marka işaretiyle
tüketicinin ürünün farkına varılmasının sağlanması ve bunun gibi bir çok farkındalık
sağlama yollarını içermektedir. Farkındalık yaratmada izlenen bu yolların hepsi,
farkındalık sürecinde ayrı bir önem taşımaktadır. Ancak tüketicinin ürüne ilişkin ilk
izlenimi satın alma noktalarında ürünle tüketicinin karşı kaşıya geldiği anda
gerçekleşmektedir. Bu ilk anda tüketicinin ilgisini ambalaj çektiğinden, ambalaj
markaya ilişkin unsurların en önemlilerinden biridir (Aaker ve Keller, 1990: 27).
Çağımızın tüketim toplumunda bir imgeye, temsile dönüşen tüketim
nesnelerinin, ürün ve hizmetlerin kullanım değerinden çok simgesel değerleri ön
plana çıkmaktadır. Ürünlere, hizmetlere ve markalara yüklenen bu simgesel değeri
yansıtan önemli unsurlar arasında tanıtım etkinlikleri ve ambalaj yer almaktadır.
Ürünler, gereksinim ya da kullanım değeri taşıyan varlıklardır. Ancak ürünlerin bu
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
184
Ö. Ezgi Yıldız
özelliklerinin yanında genel görünümleri de onların günümüzde temel ayırıcı
özelliklerindendir (Tunalı, 2007: 90).
Geçmişte, endüstriyel ekonominin egemen olmadığı toplumlarda, zanaatçı
tarafından yapılan ürünün yalnızca işlevsel olması yeterliydi. Ancak, günümüzde
ürünün temel işlevsel özelliklerinin yanında artı bir değere, çekiciliği de sahip
olması gerekmektedir. Ürüne doğrudan gereksinimi bulunmayan müşterilerin de,
üründen haz duymaları ürünün ambalajının tasarımının çekiciliğiyle
ilişkilendirilebilir (Ruppert, 1996: 36).
Teknolojinin hızla geliştiği ve üretiminin arttığı günümüz rekabet ortamı
içerisinde tüketim nesneleri kendilerini gerçekte olduklarından daha çekici kılmak
ve ayırt edici özelliklerini vurgulamak için ambalajlardan yararlanmışlardır. Bu
dönemde daha önce üzerinde durulmayan ancak zaman içinde tüketicilerin algılarını
yönlendirmedeki gücü anlaşılan ambalajlama kavramı gündeme gelmiştir. 19.
yüzyılın sonlarından itibaren üretim alışkanlıkları değişen toplumların tüketim
biçimleri de farklılaşmıştır. Herkesin birbirine benzediği, ürün ve hizmetlerin
aynılaştığı dünyamızda insanlar da kendi özgünlüklerini gösterebilmek amacıyla
yeniliklere yönelmişlerdir. Çünkü yeni olan, diğerlerinden ayırt edici özelliklere
sahip olan dikkat çekmektedir.
Tüketicilerin yenilik, artı değer beklentilerine ilişkin yapılan tanımlamalarda
pazarda yer edinmek isteyen markaların izlemeleri gereken stratejiler
vurgulanmaktadır. Bu söz konusu yaklaşımlardan birinde artı değer şu biçimde
aktarılmaktadır: “Pazara sunulan ürünlerin özellikleri her geçen gün birbirine
yaklaşmaktadır. Ürünlerin fonksiyonel özellikleri aracılığıyla yapılan ürün
farklılaştırma imkanları azalmaktadır. Ürünlerini farklı şekilde konumlandırmak
isteyen firmalar, ürünlerine yeni değerler eklemek zorunda kalmaktadırlar” (Yaraş,
2005: 27).
Tanımdan anlaşılacağı üzere, markalar tüketicilerin ürünlerine
odaklanmalarını sağlayabilmek ve onların zihinlerinde bir iz bırakabilmek için,
yeniliklere yönelmek durumundadırlar. Bu yeniliklerden biri olan ambalajlama da
marka farkındalığı yaratmada önemli bir yere sahiptir. Görsel dünyanın parçası olan
ambalajlamanın tarihsel süreç içindeki durumu ve tüketicilerin satın alma
alışkanlıkları üzerindeki etkisi incelendiğinde, endüstrileşme sürecine paralel bir
gelişim gösterdiği de anlaşılmaktadır.
Güz 2010, Sayı:31
Ambalajın Marka Farkındalığı Yaratmadaki Etkisi
185
Ambalajın Tarihsel Süreç İçindeki Gelişimi
Endüstrileşmeden günümüze ürün ve hizmetlerin pazarlamasında
ambalajlamanın müşteriler üzerinde farkındalık yaratmadaki önemi kurumlar ve
pazarlamacılar tarafından bilinmektedir. Bu duruma örnek olarak, 19. yüzyılda
İngiltere’de sabun ticaretinde yaşanan rekabetin etkisiyle sabun üreticilerinin
izledikleri stratejiler verilebilir. Bu yüzyılda İngiltere’de çeşitli pazarlar içinde sabun
piyasasında yaşanan değişimler dikkat çekmektedir. 1850’lerden itibaren sabun
piyasasında tanınmamış, markasız bir çok sabun üreticisi ortaya çıkmıştır. Rekabet
ortamının yoğunlaşmasıyla da, bu sabun üreticileri arasında piyasaya yön veren
kurumlar; tanıtım için ayırdıkları bütçelerini artırmak ve ürünlerini daha estetik bir
görünüme
kavuşturmak durumunda kalmışlardır. Ürünlere yeni bir kimlik
kazandırma sürecinin parçası olan ambalajlamada da yeniliklere gitmişlerdir.
Örneğin müşteri bağımlılığını yaratmak ve tanınabilirliğini kolaylaştırmak amacıyla
piyasada lider kurumlar arasında yer alan Unilever’in kurucularından Lord
Leverhulme tarafından kurulan sabun şirketi, sabunlarını özel ambalajlarda satarak,
bir anlamda markalaşmaya doğru gitmiştir (Dyer, 2010: 72).
19. yüzyılda, geleneksel satış yöntemlerinden yararlanılarak, ambalajsız
olarak satışa sunulan temel tüketim maddelerinden, markalı ürünlerin satışına doğru
bir değişim yaşanmıştır. 19. yüzyılda tüm ülkelerde ve özellikle de Amerika’da,
yeni üretim teknolojileri sonucunda, ürünlerin ambalajsız biçimde satışa sunulması
anlayışı yavaş yavaş terk edilmeye başlanmıştır. Bu dönemde markası olan ve ilginç
görünüme sahip ambalajlı ürünler pazarda yer almaya başlamıştır. Örneğin bir
bisküvi markası olan Uneeda, sabun markası Ivory (1879) ve yulaf markası Quaker
(1877) ambalajlı ürün satışları geçekleştirerek, varilden özel ambalajlara doğru
gelişim göstermişlerdir. 1880 ve 1890’larda onların gelişimini izleyen farklı
alanlardan diğer üreticiler de tüketicinin seçimlerini etkileyecek ad, yapay logo, ve
tanıtım kampanyaları gerçekleştirmişlerdir (Varnedoe ve Gopnik, 1991: 235-236).
Bu markalardan Uneeda Bisküvi markasının tanıtımlarında kullandığı küçük
erkek çocuğu imgesi Amerikan reklamcılığının ve markalaşmanın öyküsünü
özetlemektedir. 1890’lı yılların başında, yerel fırınlarda üretilerek ve üzerinde
herhangi bir marka, etiket, adı bulunmayan bisküviler, katı ya da sıvı maddelerin
taşınmasında kullanılan standart bir ölçütü olmayan varillerle ve gösterişsiz taşıma
kutularında tüketicilere ulaştırılmaktaydı. Ancak Uneeda markası getirdiği yenilik
ile bu alanda ön plana çıkmıştır. Marka sağlıklı ambalajlama tekniği sayesinde;
kendi bulunduğu bölgenin dışında satışlarını geçekleştirerek bisküvi üreticileri
arasında kitlesel pazara ulaşan ilk kurum olma özelliğini de taşımaktadır. Ayrıca
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
186
Ö. Ezgi Yıldız
ürünlerini ambalajlayarak satışa sunmasıyla sağlık ve güvenilirlik açısından diğer
kurumların önüne geçerek önemli bir başarı kazanmış ve ambalajlama konusunda
pazardaki diğer kurumlara ön ayak olmuştur. Ambalajlamada kazandığı başarının
ardından kurum ürünlerinin tanıtımı amacıyla milyon dolarlık reklam harcamaları
yapmıştır (http://freepages.rootsweb.ancestry.com/~bradytrilogy/memori es/images/
bibliography/na-bis-co/nabisco-history.html (20 Temmuz 2008).
Resim 1:Uneeda Büskivisnin Reklamı
Kaynak:http://freepages.rootsweb.ancestry.com/~bradytrilogy/memories/images/bibl
iography/na-bis-co/nabisco-history.html (25Eylül 2008).
Böylece ambalajlar, kimi ürünlerin piyasadaki rakipleri arasından ayırt
edilmesini ve ilgi görmesini sağlamıştır. Ambalajlamanın niteliklerinin yanında
estetik açıdan da çekici olması, tüketici üzerinde etki yaratan bir unsurdur. Bu
nedenle markalar, tasarımlarıyla birbirinden ilginç görünüme sahip ambalajlar,
teneke kutular üretilmesini desteklemiştir. Markaların böylesi bir girişimde
bulunmasına neden olan koşulların temelinde ise; seri üretime geçilmesi, kitlesel
üretim biçimi ve teknoloji yer almaktadır (Haug, 2008: 34).
19. yüzyıldan itibaren yaşan değişimlerin etkisiyle tüketim nesnelerinin
benzer tüketim nesnelerinden ayırt edilmesi gereksinimi, ürünlerin ambalajlanması
konusunda ve pazarlanması konusunda önemli gelişmelerin yaşanmasına neden
olmuştur. Başlangıçta yalnızca yiyeceklerin sağlıklı bir biçimde saklanması için
ortaya çıkan ambalajlar, seri üretime geçilmesiyle birlikte ürünlere bir “değer”
katmaya başlamıştır.
19 yüzyılda sanatçılar tarafından tasarlanan ambalajlar, tüketiciyle iletişim
kurma rolünü üstlenerek, modern reklamcılığın ilk dönemlerinden bu yana;
“şaşırtmak”, “baştan çıkartmak”, “ikna etmek” ve “bilgi vermek” işlevlerini yerine
Güz 2010, Sayı:31
187
Ambalajın Marka Farkındalığı Yaratmadaki Etkisi
getirmektir. Çağımızda tüketim nesnesine estetik bir görünüm kazandırarak onu
çekici kılabilir bir konuma getiren ambalajlar, tüketicilerde olumlu duygular
uyandırmaktadır (Peltier, 2008: 4).
Günümüzde ürünlerin korunmasına yönelik olarak hazırlanan ambalajlar
kimi estetik kaygılarla tasarlanmaktadır ve marka farkındalığı yaratmada etkili
unsurlardan birine dönüşmüştür. Ürünün korunmasından çok bir pazarlama aracı
halini almıştır. Tarihsel gelişimi ele alındığında geçmişte de ambalajlamanın önemi
ortadadır. Yukarıda adı geçen Uneeda bisküvi markasının 19. yüzyılda pazardaki
rakipleri karşısında güçlü bir konuma ulaşmasında reklam kadar ambalajlamanında
göstermiş olduğu gelişme de etkilidir. Günmüzde tüketim toplumunda bireylerin
satın alma davranışını gerçekleştirme sürecinde ambalajın etkisi tartışılmaz.
Ambalajın İşlevleri, “VIEW Modeli” ve Bir Uygulama Örneği
Bir markanın ambalajı öncelikle “ürünü koruma” işlevini üstlenmiştir.
Ancak, pazarlama uzmanları; markanın ambalajlanmasının koruma işlevinin dışında
pazarlama iletişimindeki öneminin üzerinde durmaktadırlar. Ambalajlamanın
çağımızda artan iletişimsel rolü çeşitli düşüncelere, ifadelere yol açmıştır. Örneğin
bir düşünceye göre sessiz bir satış elemanı olan ambalaj, reklam yapmanın en ucuz
yoludur ve her ambalaj 5 saniyelik bir reklamdır (Shimp, 2007: 197).
Ambalaj, tüketiciyle iletişim kurarak adeta satış noktasındaki bir “satış
elemanı” rolünü gerçekleştirmektedir. Bu bağlamda raf bir satış noktasıyken,
ambalaj da satış elemanına dönüşmektedir. Günümüz tüketicisi, temel
gereksinimlerinin çoğunu tek başına gerçekleştirmektedir. Tüketicinin bireysel
olarak gerçekleştirdiği satın alma eyleminde, tüketici ürünle ilgili bilgilere öncelikle
ambalaj üzerinden ulaşmaktadır. Ambalajlar, tüketicinin satın alma kararını
vermeden önce, üretici kurumların tüketiciyi ikna etmek için çaba gösterdikleri son
noktadır. Bundan ötürü satış noktalarında ambalajı oluşturan tüm unsurlar; renkler,
metinler, biçimsel özellikler, imgeler, satın alma davranışının gerçekleştirilmesinde
ve tüketicinin zihninde marka farkındalığının oluşmasında büyük önem taşımaktadır
(Ampuero, Olga ve Vila, 2006: 103-104).
Ambalaj aynı zamanda şu amaçlara da hizmet etmektedir; markaya dikkati
çeker, satın alma noktasında ürünün fiyatı ve değerini gösterir, rekabette ürünü öne
çıkarır, ürünün özelliklerini ve yararlarını aktarır. Tüm bunların sonucunda
bireylerin ilgisini çekerek, tüketicilerin marka seçimlerini etkileyerek,
yönlendirmektedir. Ambalaj, ikame mallar diye nitelendirilen; sıradan, birbirinin
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
188
Ö. Ezgi Yıldız
yerine geçebilecek ürünleri farklılaştırmayı sağlamaktadır. Markanın, içeriği ve
özellikleri, tüketiciye ne gibi faydaları olduğu, nasıl kullanıldığı ambalajlama
aracılığıyla aktarılmaktadır. Reklamdan farklı olarak ambalajlamada bu bilgi akışı
kesintiye uğramamaktadır. Kısaca ambalajlar markaya yönelik; işlevsel, simgesel ve
deneyimsel yararlar sağlayarak, marka imajı ve marka farkındalığı gerçekleştirerek,
marka değerini arttırmaya yardımcı olmaktadır (Shimp, 2007: 197) .
Markaya ilişkin değerler, farklı göstergeler aracılığıyla tüketiciye aktarılmaya
çalışılmaktadır. Böylece tüketicinin zihninde bir yer edinebilen marka, benzer
markalar arasından sıyrılarak, farklılık yaratabilmektedir. Çünkü günümüzde
markalar ve ürünler işlevsel özelliklerinin yanında çok yönlü bir biçimde tüketici
tarafından değerlendirilmekte ve anlamlandırılmaktadır (Küçükerdoğan, 2009: 80).
Ambalajlar bu bağlamda kimi zaman simgesel, kimi zaman da işlevsel özellikleriyle
markanın farklılaşmasında rol almaktadır.
Ambalajın satış noktasında tüketiciyle bir satış elemanı sıfatıyla iletişim
kurma biçimleri arasında; ambalajın rengi, biçimi, ambalajın üzerindeki çizgiler ve
ambalajın materyali ve benzeri pek çok etmen etkili olmaktadır. Ambalaj
tasarımıyla ilişkilendirilebilecek tüm bu özellikler tüketicilerin ürün tercihlerini
yönlendirebilmektedir. Örneğin, bir alışveriş merkezinde markaya ilgi çekmek için
bir uyarıcıya gereksinim duyulmaktadır. Yapılan araştırmalar, belli özelliklere sahip
renklerin ve biçimlerin tüketicilerin dikkatlerini çektiğini belgelemiştir. Bundan
ötürü ürünlerin ambalajlarında kullanılan çarpıcı ve özgün renkler, ürünlerin diğer
ürünler arasından ayırt edilmesini sağlamaktadır (Raisanen, 2010: 163-164).
Bu ayırt edici etmenler arasından renklerin, bireylerin beyinlerini uyararak,
onları etkilediği söylenebilir. Renkler bireylerde değişik duyguların uyanmasında
etkili olmaktadır. Ancak renklerin her birey üzerindeki etkisi farklı olmaktadır.
Kültürel bir olgu biçimde nitelendirilebilecek olan renklerin toplumlara göre
anlamları da farklılaşmaktadır (Küçükerdoğan, 2005: 90-91).
Ambalajın biçimi de tıpkı renkler gibi, duygular üzerinde etkilidir. Örneğin
kimi görüşlere göre ambalajın üzerinde kullanılan çizgilerin yatay olması,
tüketicide sakinlik, dinginlik gibi duygular uyandırırken, çizgilerin dikey olması ise
güç, kendine güven gibi duyumsamalar yaratmaktadır. Ayrıca yuvarlak hatlara sahip
biçimlerin dişilik, daha keskin açılara sahip olanların da erkeksiliğe göndermede
bulunduğu öne sürülebilir. Tüm bunların yanında ambalajlar aynı zamanda ürünün
içeriğine ilişkin tüketiciye bilgi aktarmaktadırlar. Kimi iddialara göre ise; ambalajın
biçimi tüketici algıları üzerinde etki ederek, bireylerde yanılsamalar
Güz 2010, Sayı:31
Ambalajın Marka Farkındalığı Yaratmadaki Etkisi
189
yaratabilmektedir. Örneğin alışılmışın dışında bir biçime sahip ambalajlar, miktar
olarak daha çok ürün barındırdığına dair izlenim uyandırabilmektedir. Ayrıca
alışılmışın dışında bir biçime sahip ya da büyük olan ambalajlara yönelik tüketici
ilgisinin daha büyük olduğu da öne sürülmektedir. Bu kanıya göre, bireyler büyük
ambalajlar için daha az birim fiyat ödediklerini düşünmektedirler. Bir alış veriş
yerinde markaya ilgi çekmek için bir uyarıcıya gereksinim duyulmaktadır. Yapılan
araştırmalar, belli özelliklere sahip renklerin ve biçimlerin tüketicilerin dikkatlerini
çektiğini belgelemiştir. Bundan ötürü ürünlerin ambalajlarında kullanılan çarpıcı ve
özgün renkler, ürünlerin diğer ürünler arasından ayırt edilmesini sağlamaktadır
(Shimp, 2007: 198-199).
Her geçen gün artan satışların ve karlılığın sonucunda ambalajlama
tasarımının daha çekici ve etkili olması için çalışmalar yapılmaktadır. Kurumlar,
karları arttıkça daha çekici ambalajlar üretmektedirler. Çünkü ambalajlama
materyalleri duyguları harekete geçirmektedir. Yapılan kimi araştırmalarda
tüketiciler için, ambalajların yapısının farklı anlamlara gelebileceği öne
sürülmektedir (Shimp, 2007: 200).
Günümüzde tüketiciler ürünlerde, hem işlevselsel hem de hazsal değerleri
göz önünde bulundurmaktadır. Bu nedenle çağımızda markaların tüketici açısından
sağlayacağı işlevsel yararların yanında tüketiciler için simgesel yararlar da söz
konusu olmaktadır. Görselliğin başat bir konuma yerleştiği 20. yüzyılın başından bu
yana hazsal tüketim biçimi, ürünlerin ne olduklarından çok, neyi temsil ettiğini öne
çıkarmıştır (Çelik, 2009: 48). Görsel kültürün de etkisiyle günümüzde maddi
nesnelerin yerini imgeler ve göstergeler almıştır. Göstergeler, kültürlere ve bireysel
yaşam deneyimlerine göre farklılık gösterse de kimi zaman ortak bir anlam yaratma
çabasıyla pazarlamacılar tarafından marka kimliği ve farkındalık yaratmada
kullanılabilmektedir. Farkındalık oluşturmada satış noktasında dikkat çeken bir
unsur olan ambalajlar tüketiciler üzerinde etki yaratmak amacıyla ortak kimi
göstergelere göndermede bulunabilmektedir.
Örneğin metal yapıya sahip bir ambalaj, güçlülüğü, dayanıklılığı ifade
edebilirken, plastik ambalajlar hafifliği, temizliği ifade edebilmektedir. Saten, ipek
gibi yumuşak ambalajlar da dişiliği aktarabilmektedir. Ambalajın, tüketiciler
üzerindeki etkisini ölçerek, ambalajın satın almadaki rolünü irdelemek amacıyla Dik
Warren Twedt tarafından ilk kez kullanılan “View Modeli”, ambalajlamanın
önemini kavrayabilmek adına yol gösterici bir yaklaşım biçimidir. Ambalajın,
satıştaki yerinin değerlendirilmesinde kullanılan View Modeli’ne göre; etkili bir
ambalajlamanın 4 temel özelliği bulunmaktadır: (Shimp, 2007: 200-202)
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
190
Ö. Ezgi Yıldız
1- Görünürlük(Visibility): Satın alma noktasında ambalajın dikkat çekme
özelliğine işaret eder. Örneğin parlak renkte, özgün boyutlara ve tasarımlara sahip
ambalajlar tüketicinin dikkatini çekmektedir. Bu amaçla; yumuşak içecekler,
şekerlemeler, tahıllı gevrekler gibi ürün kategorilerindeki çoğu marka, belli özel
günlerde özel ambalajlamaya geçerler. Renkleri ve tasarımlarıyla tüketicilerin
ilgilerini üzerlerinde toplamaya çalışırlar.
2- Bilgi(Information): Bu modelin ikinci elemanı; ambalajların üzerinde yer
alan farklı ürün bilgileriyle ilgilidir. Örneğin; ürünün yararları, besin değerleri,
kullanım talimatları ve uyarılar bu başlığa girmektedir. Buradaki amaç karmaşıklığa
yol açmadan doğru bilgiyi vermektir. Bu tür bilgilerin yanında ambalajın üzerine
kısa akılda kalıcı bir slogan yerleştirmek yaygın bir pazarlama stratejisidir.
Sloganlar markanın reklamının anımsanmasına yaramaktadır. Hatta reklamın
içeriğinin anımsanmasına neden olarak, markanın deneme amaçlı satın alınmasını
da sağlayabilmektedir.
3- Duygusal Çekicilik(Emotional Appeal):Ambalaj aracılığıyla arzuların
yaratılmaya çalışılmasıdır. Ambalaj tasarımcıları, şıklık, mutluluk gibi duygular
uyandırmaya çalışmaktadırlar. Bunları yaparken de renk, şekil, ambalajlama
materyalleri ve diğer araçları kullanırlar. Kimi ambalajlar hiçbir duygusal unsur
içermezken, diğerleri duygusallığa daha fazla yer vermektedir.
4- İşlevsellik(Workability): Ambalajın işlevselliği, çok çeşitli işlevsellik
konularını kapsamaktadır. Örneğin Ambalaj ürünü koruyor mu? Ambalaj ürünün
hem perakendenci hem de tüketici açısından kolay depolanmasını sağlıyor mu?
Ürünün sağlıklı koşullarda saklanmasına yardımcı olabiliyor mu? Tüketicinin o
ürünü kullanmasını kolaylaştırıcı mı? (kimi ambalajlar açılmaz) Aynı zamanda
ambalajlar kırılmalara karşı koruma sağlıyor mu? Çevre dostu mu? gibi konular
ambalajın işlevselliği maddesinin içeriğinde yer almaktadır.
Yukarıda modelde sıralanan özelliklerden anlaşılacağı üzere, ambalajın
geçmişteki özelikleri günümüzde katlanarak artmıştır. Temel görevi ürünün kimi
koşullarda daha uzun süre sağlıklı bir biçimde saklanmasına ve yer değiştirmesine
yardımcı olan ambalajlar, günümüzde marka farkındalığının yaratılmasında ve
sürdürülmesinde özellikle satış noktalarında etkili bir unsura dönüşmüştür. Bu amaç
doğrultusunda da ambalaja tüketicinin dikkatini çekecek yeni bir çok özellik
eklenmiştir.
Çağımızda tüketim toplumunda bireylerin ürün ambalajlarıyla karşılaşmadığı
bir gün bile geçmemektedir. Ambalajlar günümüz bireyinin boş zaman
Güz 2010, Sayı:31
191
Ambalajın Marka Farkındalığı Yaratmadaki Etkisi
etkinliklerinin içinde yer aldığı gibi iş yaşamında ve günlük yaşamın tüm alanlarında
görülmektedir. Bu ambalajlar tüketim toplumu bireylerinin, bir anlamda tüketerek
oluşturdukları değerlerini ve kimliklerini yansıtmaktadırlar. Ambalajlar aynı
zamanda, çağımıza ve yaşam biçimlerine dair ipuçlarını da içlerinde
barındırmaktadır (Peltier, 2008: 6).
Günümüzde ambalajın farkındalık yaratmadaki rolünün kavranabilmesi için
çeşitli yaklaşımların işaret ettikleri temel noktaları dikkate alması gerekli
olabilmektedir. Bu yaklaşım biçimlerinden biri olarak kabul edilen “View Modeli”
yöntem olarak ele alınarak, bir uygulama örneği üzerinden ambalajın öneminin
anlaşılması sağlanmaya çalışılacaktır. Bu çalışmada da ambalajın marka farkındalığı
yaratmadaki rolü, “View Modeli”nin temel oluşturucuları göz önünde
bulundurularak irdelenmiştir. Hayat Su markasının “Disney Karakterli Pratik
Kapaklı Hayat Su” ürününün ambalaj özellikleri “View Modeli”nin dayandırıldığı 4
özellik doğrultusunda incelendiğinde sözü edilen su markasının ambalaj
özelliklerinin rakipler karşısında nasıl bir farkındalık yaratmaya çalıştığı
anlaşılabilir.
Resim 1 :Şimşek McOueen
Resim 2:Tinkerbell
Karakterli Şişe
Karakterli Şişe
Kaynak: http://www.hayatsu.com.tr/hayat_su/urun_bilgisi.aspx#urunler-disney
“Disney Karakterli Pratik Kapaklı Hayat Su” özellikle çocuklara su içme
alışkanlığının kazandırılması amacıyla oluşturulmuş ambalaj tasarımına sahip bir
üründür.( http://www.hayatsu.com.tr/hayat_su/urun_bilgisi.aspx) Ürünün internet
sayfasındaki özellikleri incelendiğinde “View Modeli”nin tüm özelliklerini yansıtan
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
192
Ö. Ezgi Yıldız
bir ambalajının olduğu söylenebilir. Öncelikli olarak pratik açma kapağıyla
çocukların bu kapağı daha kolay açmaları sağlanmaktadır. “Disney Karakterli Pratik
Kapaklı Hayat Su”nun ambalajının bu özelliği “View Modeli”nin İşlevsellik özelliği
ile örtüşmektedir. Kapağının kolay biçimde çevrilerek açılması çocuklar için üretilen
bu ürünün kullanımını kolaylaştıran bir özelliktir. Ayrıca ambalajın Disney
karakterleriyle süslenmiş renkli görüntüsü ürünün hem rakipleri arasında fark
edilebilme olasılığını arttırmakta hem de su tüketiminin daha eğlenceli bir biçime
sokulmasıyla çocuklarla ürün arasında duygusal bir bağ kurulmasına olanak
tanımaktadır. Ayrıca su şişesinin üzerinde yer alan birbirinden farklı Disney
karakterleriyle, kız ve erkek çocuklarının ilgileri ayrı ayrı çekilmeye çalışılmaktadır.
Böylece ürün ambalaj tasarımıyla incelenen modelin, “Duygusal Çekicilik” ve
“Görünürlülük” özelliklerini de yerine getirdiği söylenebilir. Ayrıca ambalajın
üzerinde yer alan PH değerine ilişkin açıklama da “Bilgilendirici İşlev” özelliğiyle
örtüşmektedir. Özetle, “Disney Karakterli Pratik Kapaklı Hayat Su”nun ambalajının,
“View Modeli”nin özelliklerinin göz önünde bulundurulmasıyla oluşturulduğu öne
sürülebilir. Markanın bu özelliklere sahip olması da ürünün ambalaj tasarımıyla
farkındalık sağlayarak, hedef kitlesiyle iletişim kurmasına olanak tanımaktadır.
SONUÇ
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de görsel kültürün egemenliğinde, ambalaj
temel işlevlerinin yanında tüketici ile iletişim kurma işlevini de yerine getirdiğinden
marka farkındalığı yaratmada önemini korumaktadır. Görselliğin bireylerin satın
alma davranışını gerçekleştirme sürecindeki etkisi, 20. yüzyıldan itibaren tüketim
alışkanlıklarındaki değişimler ve perakende alışveriş eğilimindeki artış göz önünde
bulundurulduğunda, ambalaj sanayinin marka farkındalığı yaratmadaki yeri daha
açık anlaşılacaktır.
Ambalaj, temel koruma işlevinin yanında tüketicilerin algılarını
yönlendirmede markların güçlü bir aracıdır. Markalar, dikkat çekici, işlevsel ve
bilgilendirici ambalajları aracılığıyla tüketicilerine kendilerine ilişkin iletileri
ulaştırmaktadır. Markaların bu iletileri tüketici davranışları üzerinde rol oynayarak,
marka farkındalığı sağlayan diğer unsurlarla birlikte tüketiciyi eyleme
geçirmektedir.
Rekabetin küresel boyutlara ulaştığı çağımızda görsel algının oynadığı başat
rol nedeniyle ambalajın farkındalık yaratmadaki etkisinin tarihsel süreç içinde
güçlendiği söylenebilir. Tüm bunlardan yola çıkarak tüketiciyle iletişim kurmanın
Güz 2010, Sayı:31
193
Ambalajın Marka Farkındalığı Yaratmadaki Etkisi
yollarından biri olan ambalajın, farkındalık yaratmada başvurulan önemli
stratejilerden biri olduğu öne sürülebilir.
KAYNAKÇA
Aaker, D.A (1991) Managing Brand Equity-Capatilizing on the Value of a Brand
Name, New York: The Free Pres.
Aaker, D. A ve Keller, K. L (1990) Consumer Evaluations of Brand Extensions”,
Journal of Marketing,.54, s.27-41.
Ampuero, O. ve Vila, N (2006) Consumer perceptions of product packaging,
Journal of Consumer Marketing., 23, (2), s.100-112.
Çelik, S (2009) Hazsal ve Faydacı Tüketim, İstanbul : Derin Yayınları.
Dyer, G (2010) İletişim Olarak Reklamcılık,. N.Ö. Taşkıran (çev.), İstanbul: Beta
Yayınları.
Haug, W.F (2008) Meta Estetiğinin Eleştirisi, M. Toprak (çev.), İstanbul: Felsefe
Logos Yayınları.
Küçükerdoğan, G.R (2005) Reklam Söylemi, İstanbul: Es Yayınları.
Küçükerdoğan, G.R (2009) Bir Marka Nasıl Değerli Olur? The Brandage,. 9, s.7981.
Raisanen, H.K. (2010,9 The impact of extrinsic and package design attributes on
preferences for non-prescription drugs”, Management Research Review,
33, (2), s.911-925.
Ruppert, W (1996) Bisiklet, Otomobil, Televizyon Gündelik Eşyaların Kültür
Tarihi, M. Tüzel(çev.), İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Shimp, T.A (2007) Advertising, Promotion and Other Aspects Integrated Marketing
Communications, Thompson Coorporation: University of South California.
Tosun, N. B (2010) İletişim Temelli Marka Yönetimi, İstanbul: Beta Yayınları.
Tunalı, İ (2007) Estetik , İstanbul: Remzi Kitapevi.
Peltier, F (2008) Art Échanges Créatifs, Paris : Pyramyd ntcv.
Varnedoe ,K ve G, A (1991) High and Low: Modern Art and Polular Culture,
Spain,: The Museum of Modern Art .
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
194
Ö. Ezgi Yıldız
Yaraş, E (2005) Pazarlama Karması Kararlarının Tüketicinin Marka Değeri
Algılaması Üzerine Etkisi, İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi İşletme
İktisadi Enstitüsü Dergisi ,52, ( s.26-38).
http://freepages.rootsweb.ancestry.com/~bradytrilogy/memories/images/bibliograph
y/na-bis-co/nabisco-history.html.
http://www.hayatsu.com.tr/hayat_su/urun_bilgisi.aspx
Güz 2010, Sayı:31
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
KÜRESEL EKONOMİK KRİZ BAĞLAMINDA; HALKLA
İLİŞKİLER VE EKONOMİ İLİŞKİSİ
Zübeyde SÜLLÜ*
ÖZET
Günümüzdeki küresel ekonomik kriz hemen hemen bütün dünyayı etkilemiştir. Son dönemde halkla
ilişkiler ve tanıtım faaliyetleri de ekonomik krize bağlı olarak azalmıştır. Bunun yanı sıra halkla
ilişkilerin de ekonomik süreci etkileyen özellikleri vardır. Son kriz döneminde, bazı halkla ilişkiler
uygulayıcıları, ekonomiyle ilgili bazı gelişmeleri meşru göstermişler ya da halktan saklamışlardır. Bu
yaklaşım kriz sürecini hızlandırmış ve sonuçlarını ağırlaştırmıştır. Bu nedenle, bu çalışma ekonomi ve
halkla ilişkiler arasındaki ilişkiyi açıklamayı amaçlamaktadır. Birçok akademisyen ve halkla ilişkiler
uygulayıcısı ekonomiler ve halkla ilişkiler arasındaki bağlantıyı ihmal etmişlerdir Genellikle halkla
ilişkiler ile ekonomi bağlantısı üç kategoride incelenmiştir;“finansal halkla ilişkiler”, “kriz ve ekonomik
kriz” ve “bütçeleme”. Ancak halkla ilişkiler ve ekonomi teorileri arasındaki bağlantı ele alınmamıştır.
Bu bağlamda, bu makale şu konuları içermektedir. Halkla ilişkiler sektörü ve çağdaş küresel kriz
arasındaki ilişki, halkla ilişkilere farklı ekonomik yaklaşımlar- bunlar neoklasik yaklaşım, PostKeynesyen yaklaşım ve işlem maliyetleri yaklaşımıdır. Halkla ilişkilerin ekonomik teorileri ve güçlü
ekonomik sistemleri teşvik etmedeki rolü. Çözüm önerileri sonuç başlığı altında tartışılmıştır
Anahtar Kelimeler: Küresel ekonomik kriz, halkla ilişkiler, ekonomik yaklaşımlar
IN CONTEMPORARY GLOBAL ECONOMIC CRISIS CONTEXT; THE RELATIONSHIP
BETWEEN ECONOMI AND PUBLIC RELATIONS
ABSTRACT
The present global economic crisis affects virtually the whole world. İn recent times the public relations
and promotional activities decreased due to the economic crisis. During the last economis crisis, some
public relations practitioners have shown legitimate some related economic developments or have been
hidden from the public. This approach has accelerated the process and results of the crisis has made
heavy. Therefore, this paper aims to explain the relationship between economi and public relations. Most
scholars and practitioners of public relations have neglected to make the theoretical connections to
theories of economics and public relations. Usually, the connection between public relations and the
economy are examined in three categories:” financial public relations”, “crisis and economic crisis, and
“budgeting”. But the connection between public relations and the economy theories have not discussed.
İn this contex, this article includes the following issues ; the relationship between contemporary global
economic crisis , and the public relation industry, different economic approaches to public relation.
Those are neoclassical approach, Post – Keynesian approach and transaction costs approach. And the
role of public relations in promoting economic theories and powerful economic systems Solution offers
are presented to discuss into the topic conslusion.
Keywords: Global economic crisis, public relations, economic approachs
*
Dr., Milli Eğitim Bakanlığı, Eğitimi Araştırma ve Geliştirme Dairesi
İletişim 2003/18
196
Z. Süllü
GİRİŞ
Mevcut küresel ekonomik kriz tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de
otomobilden inşaata, gıdadan turizme birçok sektörü etkilemiştir. Çok sayıda
insanın işsiz kalmasına neden olan ekonomik kriz beklenildiği gibi önce “lüks”
olarak görülen harcama kalemlerinin kısıtlanmasına ve hem bireylerin hem de
kurumların tasarruf yoluna giderek krize karşı tedbir almasına yol açmıştır. Firmalar
ve kurumlar açısından kısıtlamaya gidilen harcamaların arasında halkla ilişkiler ve
tanıtım harcamaları, reklâmcılık ve pazarlama harcamalarıyla birlikte ön sıralarda
yer almıştır.
Bir başka küresel ekonomik kriz sürecinde; 1929 Büyük Bunalım döneminde
işletmeler açısından hayati bir yönetim işlevi olarak önemi tescillenen halkla ilişkiler
uygulamaları, bu kez kriz sürecine dolaylı katkıları nedeniyle sorgulanmaya ve
eleştirilmeye başlanmıştır. Kimi yazarlara göre, “halkla ilişkilerin küresel boyutta
ekonomik teorileri teşviki ile ilgili rolü, neo-liberal ideolojinin fiyat serbestisini
cesaretlendirmesi, gözetimin cesaretini kırması, yöneticilik uygulamaları odaklı
açgözlülüğe elverişli bir ortam oluşturmuştur” (Lawniczak, 2009: 346).
Bu gelişmelerle birlikte bir yönetim işlevi olarak tartışmasız biçimde kabul
gören halkla ilişkilerin ekonomi ile bağlantısı, ekonomik gelişmelerden etkilenmesi
ve ekonomik süreçleri etkileme yeteneği üzerinde yeterince durulmamıştır. Bütün bu
nedenlerden dolayı halkla ilişkiler-ekonomi arasındaki bağlantının araştırılması
konusundaki ihtiyaç son kriz ortamında bir kez daha ortaya çıkmıştır (Lawniczak,
2009: 346, Sriramesh ve Duhe, 2009:368 ; Podnar ve ark. 2009; 340).
Bu çalışmada önce küresel ekonomik kriz süreci özetlenmiş ardından halkla
ilişkiler literatüründen yola çıkılarak halkla ilişkiler ekonomi bağlantısı
değerlendirilmiştir. Ekonomi teorilerinden hareketle, halkla ilişkilere yönelik
yaklaşımlardan yola çıkılarak ekonomik kriz sürecinde halkla ilişkilerin rolü
irdelenmiştir. Çalışmanın son bölümünde, halkla ilişkiler ve ekonomi bağlantısı
açısından bazı öneriler sunulmuştur.
1. Dünyada ve Türkiye’de Küresel Ekonomik Kriz
Son birkaç yıldır dünya ve ülke gündeminin en temel sorununu oluşturan
küresel ekonomik krizin kökenleri ABD’de Şubat 2007’de ortaya çıkan mortgage
krizine dayanmaktadır. Dünyanın en büyük ekonomisine sahip olan ABD’de uzun
vadeli ev kredisi veren kuruluşların oluşturduğu mortgage piyasası 10 trilyon
dolarlık büyüklüğüyle dünyanın en büyük piyasası konumunda bulunmaktaydı. Bu
Güz 2010, Sayı:31
Küresel Ekonomik Kriz Bağlamında; Halkla İlişkiler ve Ekonomi İlişkisi
197
kuruluşlar dünyadaki olumlu ekonomik beklentilere ve iç piyasada emlak
fiyatlarının yükseleceğine ilişkin tahminlere dayanarak kredibilitesi zayıf olan
kişilere de konut kredisi vermeye başladılar. Böylece ABD’de dar gelirli birçok
vatandaş faizler son derece düşük olduğu için değişken faizli kredi kullandılar.
Ancak dünyadaki olumsuz ekonomik gelişmeler iyimser havayı bozdu ve ABD
Merkez Bankası (FED) faiz oranlarını arttırdı. Bu artış konut sektöründe
durgunluğa yol açtı. Yükselen faizler nedeniyle konut kredisi almış olan alt ve orta
gelir grubundan pek çok kişi kredileri geri ödeyemez duruma düştü. Ayrıca
beklentilerin aksine ABD’de konut satış fiyatlarının düşmesi ve kira gelirlerinin de
piyasa düzeyinin altına inmesiyle hem pek çok kişi evsiz kaldı hem de mortgage
kredisi sağlayan finansal kuruluşlar dar boğaza girdi. Konut sektöründe başlayan bu
mali kriz zamanla bir likidite krizine dönüştü. ABD’de 2007 yılında, finans ve
sigorta, gayrimenkul, inşaat ve madencilik sektörü başta olmak üzere farklı
sektörlerde büyüme hızının yavaşlamasıyla, genel ekonominin büyüme hızı da
yavaşlamaya başladı (Kutlu, 2008).
Ekonomik kriz zamanla etki alanını genişletmeye başladı. Mortgage krizi
patlak vermeden önce ABD’de uzun vadeli kaynak transferi yapma görevi üstlenmiş
beş büyük yatırım bankası bulunuyordu. Mevduat toplama yetkisi bulunmayan bu
bankalardan ilk olarak Lehman Brothers - alıcı bulamadığı için -iflasını açıkladı.
Yine zor duruma düşen büyük yatırım bankalarından Bear Stearns, JP Morgan’a
satıldı. Batma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Merrill Lynch ise Bank of America
tarafından satın alındı. Amerikan Merkez Bankası’nın (Fed) kurtarma paketiyle
ABD’nin en büyük iki yatırım bankası Goldman Sachs ve Morgan Stanley’in
statüsü değiştirildi. Yine Amerikan Merkez Bankası , ünlü sigortacılık şirketi
AIG’nin krizden kurtulması için destek verdi. ABD’nin en büyük bankalarından
Washington Mutual ise destek alamadığı için takip eden süreç içerisinde iflas
ettiğini açıkladı. Tüm bu olup bitenler hem Wall Street’deki yatırım bankacılığı
modelinin sona erdiği hem de ekonomik krizin boyutlarının tahmin edilenden çok
büyük olduğu anlamına geliyordu (NTVMSNBC).
Elbette ki ekonomik krizin etkileri ABD ile sınırlı kalmadı. Kriz Avrupa’daki
bankaları da etkiledi. İngiltere hükümeti ülkenin en büyük finans kuruluşlarından
Bradford & Bingley (B&B) Bankası’na el koyacağını açıklarken, Benelüks ülkeleri
de Fortis Bankası’nı kısmen kamulaştırma kararı aldı. Başta Almanya ve İngiltere
olmak üzere Avrupa ülkelerindeki önde gelen finansman kuruluşları ve bankaları
Amerika’daki konut sektörüne büyük miktarlarda kredi vermişlerdi. ABD’deki
olumlu ekonomik havayı esas alarak, gerekli risk analizleri yapılmadan verilen bu
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
198
Z. Süllü
krediler Avrupa ekonomisinin de krizle tanışma sürecini hızlandırdı. AB’nin
genişleme süreci ise ekonomik krizle birlikte daha da sıkıntılı bir sürece girdi. Başta
Yunanistan olmak üzere, İrlanda, Portekiz, İspanya ve başka birçok ülkede
ekonomik krizin etkilerinin hissedilmesi Birlik ekonomisinin de daralmasına yol açtı
(Kurtbağ, 2010; Morgil, 2008).
Türk Finans sektörü ABD’deki mortgage kredileri nedeniyle oluşturulan
sanal kağıtlara büyük yatırımlar yapmadığı için küresel ekonomik krizin, Türk
Bankacılık krizini derinden etkilediği söylenemez. Bunun temel nedenlerinden bir
diğeri de uygulanan yüksek kur ve düşük faiz politikasıdır. Bu nedenle Türkiye’de
Bankacılık sektörü 2008 yılını %9.2’lik bir büyüme ile tamamlamıştır. Ancak bu
Türkiye’nin ekonomik krizden etkilenmediği anlamına gelmemektedir. Ülkemizde
ekonomik kriz kendini reel sektörde göstermiş ve tüketici kesimi üzerinde etkili
olmuştur. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’da tıpkı New York, Londra ve Tokyo
Borsaları gibi krizden etkilenmiş, borsada sert düşüşler yaşanmıştır (Arıkan, 2008).
Türkiye Ekonomisinin temel kırılganlık alanları; yüksek reel faiz sonucu kamu
borcu ödemelerinin bütçeye oranının % 25 gibi yüksek bir düzeyde oluşu, dalgalı ve
düşük kur politikası, enerji ve gıda fiyatlarındaki artış sonucu gelişen enflasyonist
eğilimleri olarak kriz sürecinde kendini göstermiştir (Batırel, 2008).
Dünya da yaşanan tüm bu ekonomik gelişmeler gelişmeler ; söz konusu
örgütlerin medya ve halkla iletişiminde yaşadığı sorunlar, paydaşlarından ve tüm
kamuoyundan olan biteni gizlemeye ve ekonominin durumunu olduğundan iyi
göstermeye çalışması, kurumsal iletişim yöneticilerinin örgütlerinde yaşanan
gelişmelere hakim olamaması ve bu konuda üst düzey yöneticileri kamuoyuna doğru
ve tutarlı bilgi vermeye yönlendirememesi, ekonomik krizin halkla ilişkiler
açısından da krize dönmesine yol açmıştır.
2. Halkla İlişkiler Sürecinde Ekonomi ile İlgili Konular
Halkla ilişkiler genellikle melez bir disiplin olarak kabul edilmektedir.
Gerçekten de halkla ilişkiler sosyolojiden psikolojiye, iletişim biliminden yönetim
bilimine uzanan geniş bir teorik ve pratik çerçeve üzerine inşa edilmiş, disiplinler
arası bir alandır (Asna,1997; Peltekoğlu, 2009; Kazancı, 2009). Halkla ilişkilerin
bağlantılı olduğu alanlardan biri de ekonomidir. Çünkü halkla ilişkiler her şeyden
önce bir yönetim fonksiyonudur. Bu açıdan hem halkla ilişkiler uygulamaları
ekonomik faaliyetleri gerektirir. Hem de sonuçları itibari ile uzun dönemde de olsa
ekonomiyi etkiler. Ancak halkla ilişkilerin ekonomiyle olan bu temel bağlantısı
Güz 2010, Sayı:31
Küresel Ekonomik Kriz Bağlamında; Halkla İlişkiler ve Ekonomi İlişkisi
199
bilinmekle birlikte bu konu üzerinde yeterince durulmamıştır. Halkla ilişkilerin
ekonomiyle olan bağlantısı akademisyenler tarafından çoğu kez ihmal edilmiştir
(Lawniczak, 2009: 346). Halkla ilişkiler ve ekonomi arasındaki ilişki genellikle dar
bir kapsam dışında düşünülmemiştir. Oysa halkla ilişkiler kökleri ekonomi biliminde
olan bir disiplindir. Bu açıdan konuya bakıldığında halkla ilişkilerin bir disiplin
olarak ortaya çıktığı ABD başta olmak üzere hem batılı ülkelerde hem de Türkiye’de
halkla ilişkilerle ekonomi bilimi arasındaki bağlantıyı, açık ve ayrıntılı bir biçimde
inceleyen çalışma sayısı oldukça sınırlıdır.
Konuya literatür açısından bakacak olursak; “halkla ilişkiler- ekonomi”
bağlantısının kurulduğu üç farklı kategoriden bahsedebiliriz. Bunlardan ilki halkla
ilişkilerin ekonomik kökleri ile ilintisinin ayrıntılı biçimde de araştırılmasına olanak
veren ancak bu bağlantının teorisine değil de pratik sonuçlarına yönelen “finansal
halkla ilişkiler” kategorisidir. Finansal halkla ilişkiler veya yatırımcılarla ilişkiler
1990’lardan beri halkla ilişkilerde büyüyen bir alan olmuştur. Finansal halkla
ilişkiler, 1930’ların ortalarında gerçekleştirilen bazı yasal düzenlemelerle ortaya
çıkmış, fakat alana ilişkin belirsizlik 1960’lara kadar devam etmiştir. Bu tarihten
itibaren yatırımcılar hisse senedi piyasasına yönelmişler, hisse senetlerinin fiyatları
yükselmiş ve yatırımcılarla ilişkiler en yoğun dönemlerini yaşamıştır (akt. Okay ve
Okay, 2007: 282)
Finansal halkla ilişkilerin 1930’lu yıllara dayanan geçmişine rağmen; halkla
ilişkiler çevreleri tarafından benimsenen ve finansal halkla ilişkiler veya
yatırımcılarla ilişkilerin ne olduğunu açıklayan belirgin bir tanım yoktur. Finansal
halkla ilişkilerin, finans hizmeti veren kurumların halkla ilişkiler faaliyetlerini
yürütmek demek olmadığı, halka açık şirketlerin iletişiminin idaresi oluğu ileri
sürülmektedir (Theaker, 2008: 285).
Günümüzde finansal halkla ilişkiler başta ABD olmak üzere bütün dünyada
gelişmiştir. Finansal halkla ilişkilerin gelişimini sağlayan çeşitli faktörler
bulunmaktadır. Bunlar son yıllarda “halka açılan” firmaların sayısında artış olması,
şirketlerin birleşmelerindeki artışlar, şirketlerin yönetimleri devraldıktan sonra
olumlu tutum sergilemeleri ve global finans piyasalarının öneminin artmasıdır
(Okay ve Okay, 2007: 282). Finansal halkla ilişkiler yaklaşımı, batıda ve ülkemizde
giderek gelişirken bu alanda da uygulamalara ve sonuçlarına odaklanılmakta,
ekonomi teorileri ve halkla ilişkiler arasındaki bağlantıya yeterince vurgu
yapılmamaktadır.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
200
Z. Süllü
Halkla ilişkiler ekonomi bağlantısının zayıf bir biçimde kurulduğu bir diğer
kategori “ekonomik kriz”dir. Bu anlamda ekonomik kriz küresel veya ulusal bir
kriz olmaktan çok örgütün karşılaştığı lokal bir sorun olarak görülmektedir. Ancak
son yaşananlar bir kez daha göstermiştir ki ekonomik kriz; günümüz dünyasında
küresel düzeyde ortaya çıkan ve domino etkisiyle bütün dünyayı az veya çok
etkileyen bir sürece sahiptir. Önce Amerika’da ki mortgage piyasasında ardından
ulusal ve uluslar arası bankacılık kuruluşlarında yaşanan gelişmeler ekonomik krizin
karakteristiğinin bu yönünü açıklar niteliktedir. Bu nedenle ekonomik kriz sürecinde
örgütün halkla ilişkileri açısından ne yapılabilir sorusu kadar ekonomik krizin ne
olduğunu, hangi ekonomik gelişmelerin ürünü olduğunu soruları da önem
arzetmektedir. Ekonomik krizin kökenleri ve yanı sıra çözümleri konusunda da,
ekonomi teorilerinin neler ileri sürdüğünü ve bunların halkla ilişkiler sürecine
doğrudan veya dolaylı etkilerini de araştırmak gerekmektedir.
Halkla ilişkilerle ekonomi bağlantısın ele alındığı son kategori ise “ halkla
ilişkilerde bütçeleme” konusuna vurgu yapmaktadır. Bu başlık altında halkla
ilişkilerin kısa vadede örgütlere getirdiği maliyetten ve uzun dönemde bunun
sağladığı mali faydadan kısaca bahsedilmektedir. Konuyla ilgili olarak, halkla
ilişkilerin ekonomik köklerine ve ekonomi teorileriyle bağlantılarına neredeyse hiç
değinilmemektedir.
3. Literatürde Halkla İlişkiler ve Ekonomi Bağlantısı
Bu noktaya kadar literatürde, halkla ilişkilerin ekonomi ile bağlantısı “
finansal halkla ilişkiler”, “ kriz ve ekonomik kriz”, ve “ bütçeleme” başlıkları
açısından ele alınmıştır. Öte yandan, halkla ilişkilerin ekonomi ile bağlantısı
üzerinde yeterince durulup durulmadığını anlamak için halkla ilişkiler literatüründe
ekonomi ile ilgili teorilere ve yukarıda sayılan başlıklara ne kadar yer verildiğini;
çalışmanın sınırlılıkları içinde de olsa kısaca gözden geçirmek gerekmektedir.
Grunig’den yola çıkacak olursak; “Halkla İlişkiler ve iletişim yönetimi; bir örgütün
iç ve dış hedef kitlelerle, yani örgütün hedeflerine ulaşma yeteneğini etkileyen
gruplarla kurduğu iletişime ait planlama, yürütme ve değerlendirme etkinliklerinin
toplamını ifade eder (2005: 15).
Tanımdan da anlaşılacağı gibi halka ilişkilerin ulaşması gereken çok sayıda
örgütsel hedefi vardır. Bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için de halkla ilişkilerin
örgüt bütçesine getirdiği maliyetler açısından, ekonomiyle öncelikle giderler
açısından bağlantısı vardır. Halkla ilişkiler departmanı bulunduran ya da bağımsız
Güz 2010, Sayı:31
Küresel Ekonomik Kriz Bağlamında; Halkla İlişkiler ve Ekonomi İlişkisi
201
halkla ilişkiler firmalarıyla çalışan her örgüt için söz konusu halkla ilişkiler maliyeti
kaçınılmazdır. Kimi halkla ilişkiler ölçümlerinde bu maliyetle elde edilen faydalar
değerlendirilerek halkla ilişkilerin etkililiği saptanmaya çalışılır. Konuya böyle
yaklaşıldığında, halkla ilişkiler için ayrılan bütçe ve halkla ilişkiler faaliyetlerinden
elde edilen fayda arasında bir doğru orantı beklenir. Bu açıdan halkla ilişkiler
sürecinde bütçelemeden bahsederken ebetteki ekonomik bir bağlantıya belli bir
vurgu yapılmaktadır
Ancak halkla ilişkilerin ekonomi ile bağlantısı bu giderler ile sınırlı değildir.
Halkla ilişkiler kamulara yaptığı etki açısından daha makro düzeyde ekonomiyi ve
ekonomik süreçleri etkileme yeteneğine ve enstrümanlarına sahiptir. Örneğin bir
ülkedeki ekonomik havanın iyimser veya kötümser olmasında, bir şirketin hisse
senetlerinin menkul kıymetler borsasında değer kazanıp kaybetmesinde ya da benzer
karmaşık ekonomik süreçlerde halkla ilişkiler uygulamacılarının belli bir dereceye
kadar sorumluluğu vardır. Ülkemizde yaşanan kuş gribi paniğinde, tavukçuluk
sektöründe yaşanan mali gerilemenin ve yaşanması muhtemel iflasların önüne
büyük oranda halkla ilişkiler faaliyetleri ile geçilmesi bu durumu destekler
niteliktedir. Halkla ilişkilerin, yönetsel iletişim faaliyetleri bütünü olarak firmaya bir
takım giderler yükler ve bu nedenle ekonomi teorileri ile doğrudan bir bağlantısı
vardır.
Makro boyutta ise, halkla ilişkiler faaliyetleri ile üstü örtük biçimde ve
dolaylı olarak örgütlerin ekonomik çıkarları doğrultusunda, ekonomik süreçlere yön
verilmekte ve halkla ilişkiler tarafından kamuların, firmaların ekonomik beklentileri
ve çıkarları doğrultusunda manipüle edilebildiği örnek olaylara rastlanmaktadır.
Halkla ilişkiler mesleğinin kurucularından Bernays’ın “tütün firmaları” yararına
gerçekleştirdiği ancak “özgürleştirici” bir adım olarak kamuoyuna sunduğu
kampanya bu açıdan en bilinen ve en eski örnek olaylardan biridir.
Bu süreçte hem makro hem de mikro düzeyde, halkla ilişkiler ekonomi
bağlantısı bilinmekle hatta son derece aşikar olmakla beraber karşımıza çıkan temel
soru şudur: Neden halkla ilişkiler diğer disiplinlerle bağlantıları açısından ayrıntılı
biçimde ele alınırken; ekonomi ile bağlantısı ihmal edilmiştir? Neden ekonomik
teorileri halkla ilişkilere bağlayan literatür oldukça sınırlıdır? Bu soruları
yanıtlamak için halkla ilişkiler literatüründe ekonomiyi kısaca gözden geçirmek
gerekmektedir.
Halkla ilişkilerin ekonomik boyutuna dikkat çeken yazarlar arasında en
bilineni Grunig’dir. Grunig 1966 yılında ekonomi teorileri ve halkla ilişkiler
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
202
Z. Süllü
teorileri arasında gelişmekte olan ilişkileri analiz ettiği bir çalışma yayınlamıştır. Bu
çalışma uzun yıllar boyunca Halkla ilişkiler ve ekonomiyi doğrudan bağlantılı
biçimde ele alan az sayıdaki eserden biri olarak önemini korumuştur. 1993 yılına
gelindiğinde ise Culbertson ve arkadaşları “Halkla İlişkilerde Ekonomik Bağlam ve
Sosyal Politikalar” konusunda bir derleme yapmışlardır. Bu derlemede, halkla
ilişkiler uygulayıcılarının ekonomi ve ekonomik ilkeler açısından önemi üzerinde
durulmuştur (Lawniczak, 2009; 347).
Grunig’in Halkla İlişkiler ve ekonomi teorisi arasındaki ilişkileri analiz ettiği
bir diğer çalışma da Vercic’le birlikte kaleme aldığı “Ekonomik ve Stratejik
Yönetimde Halkla İlişkilerin Orjini” adı ile yayınlanmıştır. Bu çalışmanın ana
temalarından biri çevresel kirlilik gibi örgütün üretim maliyetlerini arttıran “
dışsallıklar” üzerinde ayrıntılı biçimde durmuş olmasıdır. James Grunig, ekonomik
teoriler ve Halkla İlişkileri temel alan bir diğer ortak çalışmasında da halkla
ilişkilerin dışsal maliyetleri azaltmada en etkili yol olduğunu öne sürmüştür
(Lawniczak, 2009: 348).
Halkla ilişkiler araştırmalarında en etkili değerlendirmeler “Eleştirel Okul’a
mensup yazarlar olan Berger (2005), Mc Kie (2005), Munshi (2007), Freitag (2003)
ve Lawniczak (2007) tarafından yapılmıştır. Bu değerlendirmeler şu başlıklar altında
toplanmıştır. Güç, Ekonomik Kurumsal Güç, Kurumsal Çıkar Çevreleri ve
Küreselleşen Dünyada Hegemonya, Baskın Koalisyonun Temsilcilerinin Etik
Davranışı; Medya Sahipliği ve Medyanın İçeriği Üzerindeki Etkisi, Post
Koloniyalizm ve Halkla İlişkiler, Halkla İlişkilerin Ekonomi Teorileri ve Ekonomik
Sistemleri Desteklemesi (Lawniczak, 2009: 348)
Türkçe literatürde de birçok yazar halkla ilişkiler ekonomi ilişkisine çok kısa
yer vermiş sınırlı sayıda yazar daha ayrıntılı analizler yapmıştır. Halkla İlişkiler
ekonomi bağlantısı son dönemde kimi yazarlar tarafından finansal halkla ilişkiler
başlığı altında ayrıntılı biçimde ele alınmaya başlanmıştır (Okay ve Okay, 2007).
Bunun dışındaki genel eğilim ise daha önce de değinildiği gibi halkla
ilişkiler-ekonomi bağlantısını genel olarak kriz başlığı altında kısaca açıklamak
biçimindedir. Kazancı krizi şöyle tanımlamaktadır; “kurum, hükümetin almış
olduğu kararlardan dolayı, teknolojik gelişmelere yeterince ayak uyduramamış
olmaktan dolayı ya da doğal etkenlerden ötürü krize sürüklenebilir. Ekonomik
sistemde meydana gelen değişmeler, yüksek enflasyon, ekonomik belirsizlik,
istikrarsız bir siyasal sistem ve onun almış olduğu kararlar da kriz nedeni olabilir
(2004: 311).
Güz 2010, Sayı:31
Küresel Ekonomik Kriz Bağlamında; Halkla İlişkiler ve Ekonomi İlişkisi
203
Kazancı, kriz dönemlerinin aşılmasında halkla ilişkiler faaliyetlerine
başvurulmasının son derece önemli olduğunu vurgulamakta ve “kriz dönemlerinde
halkla ilişkiler” başlığı altında şöyle yazmaktadır: Kurumun her zaman ve her
ortamda halkla ilişkiler çalışması olmalıdır. Ancak kimi dönemler vardır ki, burada
Halkla ilişkiler daha önemli, daha gerekli ve daha anlamlıdır. Bu dönemler kurumun
yaşayacağı bunalım dönemleridir, kriz dönemleridir. Kriz örgüt içinden
kaynaklanabileceği gibi çevrede oluşan faktörlerin etkisiyle de oluşabilir. Batı
dünyasını etkileyen 1929 Bunalımı halkla ilişkilerin içerik kazanmasına, öneminin
anlaşılmasına yol açmıştır (2009: 387) .
Budaklar da ekonomik sistem ve ülkenin ekonomik durumunu, krize yol açan
nedenler başlığı altında değerlendirmişlerdir. Yazarlara göre, ekonomik
dalgalanmalar, istikrarsızlık, yüksek enflayon oranları, büyüme hacminin daralması
işletmeyi krize itebilir. Bu etkenler ürüne yönelik pazardaki talep dengesini bozar
ve bu durumda yatırım kararları, fiyat politikaları, kar marjları ve üretim miktarları
konusunda yeni karalar almak gerekebilir (2004: 354)
Peltekoğlu ise ekonomik krizlerin yol açtığı toplu işten çıkartma gibi
sorunlara kısa bir gönderme yapmıştır. (2009: 468) . Baytekin ve Pira’da kriz
yönetimi başlığı altında işletmeleri kriz ortamına sürükleyecek nedenleri şöyle
sıralarlar. Ekonomik sistem ve durum, teknolojik gelişmeler, toplumsal yapı ve
kültürel etmenler, hukuki ve siyasi etmenler, uluslar arası çevre etmenleri, doğal
etkenler: yangın, sel deprem (2007: 59). Görüldüğü gibi, ekonomik kriz, genellikle
kriz yönetimi başlığı altında ele alınarak, değerlendirilmektedir ve bu noktada halkla
ilişkilerle – ekonomi teorileri arasında herhangi bir bağlantı kurulmamaktadır.
4. Halkla ilişkilerle Ekonomi Arasındaki Bağlantının İhmal Edilme
Nedenleri
Yukarıda kısaca bahsedilen akademik temellerine rağmen ne dünyanın diğer
ülkelerinde ne de halkla İlişkilerin beşiği sayılan ABD’de halkla ilişkiler
uygulamalarının ekonomi teorileri ile bağlantısı üzerinde yeterince durulmamıştır.
Bunun nedenlerinden biri söz konusu bağlantının ele alındığı sınırlı sayıdaki
çalışmada halkla ilişkiler neoklasik mikro ekonomi ile bağlantılandırılmış olmasıdır.
Bu bakış açısı da halkla ilişkiler araştırmalarında ekonomik bağlamın daraltılıp
yönetim bağlamı içinde değerlendirilmesine neden olmuştur.
Halkla İlişkiler doğrudan pazarlama, reklamcılık gibi kar amacı güden ticari
tanıtım faaliyetlerinden uzak tutma ve kamular lehine planlanmış bir faaliyetler
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
204
Z. Süllü
bütünü olarak gösterme kaygısı da halkla ilişkiler –ekonomi bağlantısının gözden
yitirilmesine yol açmıştır.
Olasky, halkla ilişkiler- ekonomi bağlantısı üzerinde yeterince
durulmamasının bir başka nedenini, halkla ilişkiler uzmanlarının yüksek maaşlar
uğruna mesleklerinin bu yönünü firmalar yararına kamunun dikkatinden uzak tutma
girişimlerine bağlar (akt. Lawniczak, 2009; 349) Bu açıdan konuya bakıldığında
halkla ilişkilerle ilgili araştırmacıların da sorumluluğu vardır. Bu alanda çalışan
akademisyenlerin bir kısmı da halkla ilişkiler teorisi yerine halkla ilişkiler
pratiklerine yoğunlaşmışlardır.
Önce Enron daha sonra da Mortgage krizlerinde olduğu gibi etik olmayan
ticari olayların halkla ilişkiler uygulamacıları ve akademisyenleri tarafından önemsiz
algılanması da halkla ilişkiler – ekonomi bağlantısının gözden yitmesine neden
olmuştur. Mali sektör ve bankacılık sektörü kısa vadeli kar için uzun dönemde
dalgalanma etkisi yaratmayı göze almışlardır. Son ekonomik krizle ilgili olarak
yapılan şu değerlendirme bu durumu açıklar niteliktedir. “Sermaye ve likidite
yeterliliğinin olmaması, risk yönetimindeki başarısızlık, aşırı kar hırsı ve ünlü finans
kuruluşlarının Yönetim Kurulu Başkanlarının kişisel kar primlerinin artması için
çalışanlarını karı büyük, riski karlılığından çok daha büyük olan kâğıtları almaya
zorlamaları, krizin önemli nedenleri arasında sayılabilir” (Durukan, 2008). Bu
noktada halkla ilişkiler uygulamacıları ve akademisyenlerinin yalnızca faaliyetlere
odaklanmaları ekonomik süreci ve sonucunda yaşanacak krizi görmezden
gelmelerine neden olmuştur
5. Ekonomi Teorileri Açısından Halkla İlişkilerin İşletme Ekonomisine
Etkileri
Halkla ilişkiler uygulamaları için işletmeler ve diğer kuruluşlar farklı
miktarlarda bütçeler ayırmaktadırlar. Orta ölçekli ekonomik bir işletmede söz
konusu bütçe son derece sınırlı olabilirken Heritage Foundation, Enterprise İnstitute,
Cato İnstitute gibi büyük kuruluşlarla çalışan çok uluslu şirketler ya da hükümetler
için halkla ilişkilere ayrılacak bütçe çok yüksek miktarlara çıkabilmektedir. Bu
nedenle çoğu zaman halkla ilişkilerin şirketlerin genel bütçesi açısından bütçe
gelirlerine yaptığı katkı görmezlikten gelinemez. Elbette ki halkla ilişkilere yapılan
yatırımların devam etmesi bu anlamda beklenen faydanın sağlanması ile ilgilidir.
Son yıllarda akademisyenler ve halkla ilişkiler uygulayıcıları halkla ilişkiler
Güz 2010, Sayı:31
Küresel Ekonomik Kriz Bağlamında; Halkla İlişkiler ve Ekonomi İlişkisi
205
faaliyetlerinin sonuçlarını değerlendirmeyi ve etkinliğini ölçmeyi daha çok
önemsemeye başlamışlardır.
Neoklasik ekonomiye göre halkla ilişkilerle ilgili maliyetler iki grupta
toplanabilir. Birincisi öncelikli fonksiyona ilişkin maliyetlerdir. Araştırma yapmak,
imaj oluşturmak, danışmanlık gibi. İkincisi ise halkla ilişkilerin kullandığı yöntem
ve araçların maliyetidir. Ticari fuarlar, tanıtım, ürün yerleştirme, web sitesi
oluşturma gibi. Farklı iletişim araçlarıyla gerçekleştirilen bir tanıtım kampanyası;
müşterilerde örgütün ürününü yerleştirme, tüketicilerin bilişsel gündeminde
farklılığı artıma ve ürünün satışı için kullanılabilir. Neoklasik ekonomide halkla
ilişkiler “propagandacı” sayılabilecek bir model olarak işlev görür. Nihai amacı
satışı arttırmak ve kar elde etmektir (akt: Podnar ve ark. 2009: 342).
Post- Keynesyen ekonomistlere göre ise bir şirketin amacı kısa dönemde karı
maksimize etmekten çok uzun dönemde büyümektir. Bu teoriye göre büyük bir
firma kısa dönemde düşük bir kar oranını kabul edebilir. Çünkü uzun dönemde
üretim ve yeni pazarlar için yapılan yatırımlar, reklâm ve diğer harcamalarla daha
yüksek bir büyüme oranına ulaşacaktır. Aynı biçimde halkla ilişkiler faaliyetlerine
ağırlık verilmesi de kısa dönemde karları düşürebilmekte ama uzun dönemde
firmanın büyümesiyle sonuçlanmaktadır.
Galbraith’e göre Post-Keynesyen ekonomide çok uluslu şirketlerin
merkezinde yatırım süreci vardır. Konuya bu açıdan yaklaşıldığında halkla ilişkilerin
rolü açıkça görülebilir. İki yönlü simetrik halkla ilişkilerin ön yatırım sürecindeki
rolü özellikle önemlidir. Halkla ilişkiler paydaşlardan ve potansiyel kamulardan
gelen bilgileri toplar ve daha geçici bir toplumun beklentilerini yansıtır. PostKeynesyen ekonomi teorisine göre olmazsa olmaz bir tamamlayıcı yatırım aracı
olarak halkla ilişkilerin görevi üç aşamalıdır. İlki bütün paydaşları ve hedef kitleleri
meseleler etrafında birleştirmek ve bu kesimleri yatırım kararlarına ortak etmek.
İkinci olarak planlanmış dönemler için iletişim stratejileri, kampanyalar hazırlamak.
Üçüncü olarak olası tepkileri beklemek ve bu tepkilere mümkün olabildiğince
önceden yanıt vermeyi denemektir (akt: Podnar ve ark. 2009: 342).
Halkla ilişkilerle ekonomi bağlantısına bakmak için başvuracağımız bir başka
ekonomik teori işlem maliyeti yaklaşımıdır. İşlem maliyeti yaklaşımına göre piyasa
işlemlerinin bir bedeli ve belli bir maliyeti vardır. Bir firmanın faaliyet gösterip
büyüyebilmesi için işlem fiyatlarını düşürmek çok önemlidir. Bu yaklaşıma göre
halkla ilişkiler aracılığıyla işlem maliyetleri düşürülebilir. Bu halkla ilişkiler
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
206
Z. Süllü
uygulayıcılarının firmanın ortaklarının çıkarlarını tespit etmesi ve firmanın bu
çıkarlara adapte edilmesi ile mümkündür (Podnar ve ark. 2009: 343).
Bir işletmenin halkla ilişkiler faaliyetleri belli bir maliyet getirebilir. İletişim
ya da yönetim maliyeti biçiminde sınıflandırılabilecek olan bu maliyetler işletmenin
daha düzgün çalışması için gerekli harcamalar olarak görülebilir. Eğer işletme halkla
ilişkileri hiç uygulamıyorsa ya da yetersiz uyguluyorsa işlem maliyetleri
yaklaşımına göre işlem maliyetleri daha yüksek olacaktır. Halkla ilişkiler ortaklarla
ilişki kurduğundan işlem maliyetlerini azaltarak paradan tasarruf sağlar (Grunig ve
Grunig, 2000: 307).
Halkla ilişkiler teorisinde birbiriyle tamamen zıt iki temel yaklaşım vardır.
Culbertson ve arkadaşlarına göre, (1993: 34) bu temel yaklaşımlardan ilki halkla
ilişkilerin örgütleri, toplumların çıkarları doğrultusunda hareket etmeye ikna eden
uygulamalar bütünü olduğuna dair yaklaşımdır. İkinci yaklaşım ise son küresel
ekonomik kriz sürecinde kendisine daha fazla destek bulan eleştirel-teorik bir
yaklaşımdır. Bu ikinci gruptaki yazarlardan olan Chomsky ve Herman, Beder,
Stauber ve Rampton’a göre (akt: Lawniczak, 2009), halkla ilişkiler; iş ve endüstri
dünyasının çıkar alanını topluma rağmen genişletme tekniklerini kullanan bir
zihniyete göre hareket eder. Son yıllarda AIG, Royal Bank of Scotland ve Tyco gibi
büyük şirketlerin en üst düzeydeki yöneticilerinin idari açgözlülük ve sosyal
sorumsuzluğu halkla ilişkiler uygulayıcıları tarafından ya örtbas edilmiş yada
görmezden gelinmiştir. Özellikle ABD’de birçok yazar etik olmayan Halkla İlişkiler
çalışmalarının piyasa güçlerine nasıl büyük katkılarda bulunduğunu açıkça ortaya
koymuştur.
Bu açıdan son küresel ekonomik krizde ortaya çıkan iki çarpıcı örnek
olaydan kısaca bahsetmek gerekir. Bunlardan ilki 158 yıllık Lehman Brothers’in
batması olayıdır. Uzmanlara göre bu bankanın sonunu, konut piyasasında yüksek kar
karşılığı dağıttığı riskli borçlar getirmiştir. Konumuz açısından bu olayın önemi
bankanın yöneticileri tarafından ekonomik durumunun ortaklarından ve kamudan
uzun süre gizlenmiş olmasıdır. Bankanın CEO’su Richard Fuld’un şirkette yaşanan
sorunları görmezden gelmesi ve batmadan kısa bir süre önce kamuoyu önünde krizin
en kötü kısmının atlatıldığını söylemesi, kriz süresince uzun dönem boyunca hiçbir
sorun yaşanmadığını söyleyerek yardım istemekten kaçınması (Demirkesen, 2008)
ekonomik krizin yanı sıra kurumsal iletişim krizinin de var olduğunu gösteriyor.
Bir başka örnek olay ise son günlerde hakkında dolandırıcılık davası açılan
ABD’nin en büyük yatırım bankalarından olan Goldman Sachs’ın batacağı belli
Güz 2010, Sayı:31
Küresel Ekonomik Kriz Bağlamında; Halkla İlişkiler ve Ekonomi İlişkisi
207
ipoteklerle ilgili kâğıtlar yaratarak konuyla ilgili hiç bilgisi olmayan Avrupalı
yatırımcılara pazarlaması olayıdır. Bu banka ortaklara ve kamuoyuna yanıltıcı bilgi
vermekle ve kendi ticari faaliyetleri lehine bilgi gizlemekle ve yönlendirici yanlış
bilgi vermekle suçlanmaktadır (Uras, 2010). Dünyanın en büyük tanıtım kuruluşları
ile çalışan Goldman Sachs’ın günümüzde Amerikan Sermaye Piyasası tarafından
dava konusu edilen tutumu, Berger’in Halkla İlişkilerin, ikna edici metinler ve
etkileyici söylemlerle stratejik girişimlerde bulunarak, üretim güçlülerinin
statükolarını desteklediği yönündeki iddiasını (akt: Lawniczak, 2009) doğrular
niteliktedir.
Bütün bu gelişmelerden sonra bazı yazarlar, halkla ilişkiler
uygulayıcılarının ve akademisyenlerinin ekonomi ve özellikle siyasal ekonomi ile
ilgilenmelerini bir çözüm yolu olarak önermişlerdir (Sriramesh ve Duhe, 2009:
368).
SONUÇ
Halkla İlişkiler bir yönetim fonksiyonu olarak ekonomik süreçlerle bağlantılı
bir disiplindir. Yaşanan son küresel ekonomik kriz, halkla ilişkiler ekonomi
bağlantısı üzerinde yeniden düşünülmesini sağlamıştır. Hem dünyada hem
ülkemizde gerçekleştirilen akademik çalışmalarda, halkla ilişkilerin ekonomi ile
olan bağlantısı üzerinde durulmamış ve halkla ilişkilerin ekonomik yapı üzerindeki
rolü yeterince önemsenmemiştir.
Batıda kimi yazarlar halkla ilişkiler ile ekonomi teorileri arasında bağlantı
kuran az sayıda çalışma gerçekleştirmişlerdir. Ancak bunun dışında, halkla İlişkiler
ekonomi ilişkisi genellikle “finansal halkla ilişkiler”, “halkla ilişkilerde bütçeleme”
ve “kriz yönetimi” başlıklarında dar bir alana hapsedilmiştir. Oysa dolaylı da olsa
halkla ilişkiler uygulamalarının ve uzmanlarının küresel ekonomik kriz öncesinde ve
kriz döneminde bazı olayları ve gelişmeleri meşru göstermesi kriz sürecini
hızlandırmış ve sonuçlarını ağırlaştırmıştır. Son küresel ekonomik kriz göstermiştir
ki halkla ilişkiler faaliyetleri ve uygulayıcıları mevcut durumda güçlü olanların
lehine, statükonun korunmasına yönelik söylemler inşa etmekte, iletişim sürecini bu
esas üzerinde yapılandırmaktadırlar.
Bu anlayış, neoklasik liberal sistemin gerektirdiği “ propagandacı halkla
ilişkiler “ anlayışı ile örtüşmektedir. Oysa halkla ilişkilerin ortaya çıkış nedeni, tam
da bu durumun tersi olarak, “kamuların doğru zamanda, doğru biçimde
bilgilendirilmesi” prensibini gerektirmektedir. Bu durumda halkla ilişkiler
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
208
Z. Süllü
uygulayıcılarına, öncelikli olarak da akademisyenlere bu konuda sorumluluk
düşmektedir.
Bu bağlamda, halkla ilişkilerin ekonomi ile olan bağlantısı ayrıntılı biçimde
gözden geçirilmeli ve halkla ilişkiler ekonomik kriz dönemlerinde mağdur olan
kamuların yararı da dikkate alınarak yeniden yapılandırılmalıdır. Halkla ilişkileri
eleştirel ekonomik teoriler-özellikle de siyasal ekonomi- bağlamında sorgulamak
halkla ilişkilercilerin meslek etiğine daha uygun tutum ve davranış geliştirmelerini
sağlayacaktır.
Son yaşanan küresel ekonomik kriz, sistemde güçlü görünen aktörlerin de
zamanında müdahale edilmeyen yanlışlardan dolayı büyük zararlar görebileceğini
göstermiştir. Halkla ilişkiler uygulayıcıları, şirketlerinin ve kendilerinin elde
edeceği faydalardan çok paydaşların ihtiyaçlarına yönelmeli ve faaliyetlerinde kamu
yararı ile sosyal sorumluluk ilkesini unutmamalıdırlar.
KAYNAKÇA
Asna, A. (1997) Halkla İlişkiler Public Relations PR. İstanbul: Sabah Yayınları
Batırel,
Ö. F. (2008) Global Ekonomik Kriz ve Türk Maliyesi
http://www.iticu.edu.tr/kutuphane/dergi/s13/01-09.pdf (Erişim: 2 Nisan
2010).
Baytekin, P. ve Pira, A.G. (2007). Halkla İlişkiler; Neyi nasıl yapmalı. İstanbul:
Dönence Yayınları
Budak, G. ve Budak, G. (2004). Halkla İlişkiler Davranışsal Bir Yaklaşım. İzmir:
Barış Yayınları
Culbertson.H., Jeffers, D. , Stone,D. & Terrel, M. (1993) Social, political, and
economic contexts in public relations: Theory and cases. Hillsdale, NJ:
Erlbaum
Demirkesen, Aslı Tuğrul; Üç Dev Banka Neden Battı http://arsiv.ntvmsnbc.com/
news/459620.asp (Erişim: 12 Nisan 2010)
Durukan, Tülin; Küresel Ekonomik Krizin Türk İşletmeleri ve Piyasalar Üzerindeki
Muhtemel Etkileri www.turksam.org/tr/a1520.html (Erişim: 12 Nisan 2010)
Grunig, J. E. (2005) İletişim, Halkla İlişkiler ve Etkin Örgütler; Kitaba Genel Bir
Bakış” Halkla İlişkiler ve İletişim Yönetiminde Mükemmellik. İstanbul:
Rota Yayınları
Güz 2010, Sayı:31
209
Küresel Ekonomik Kriz Bağlamında; Halkla İlişkiler ve Ekonomi İlişkisi
Grunig ve Grunig (2000. Public Relations in strategic management and strategic
management of public relations: Theory and evidence from the IABC
Excellence Project. Journalism Studies, 1(2), 303-321.
Kazancı, M. (2004). Kamuda ve Özel Kesimde Halkla İlişkiler. Ankara: Turhan
Kitabeevi Yayınları
Kazancı, M.(2009). Kamuda ve Özel Kesimde Halkla İlişkiler. Ankara Turhan
Kitabevi Yayınları
Kutlu,
K. (2008). Küresel Ekonomik Kriz, Liberalizm
http://kocpost.ku.edu.tr (Erişim: 5 Nisan 2010)
ve
Türkiye
Kurtbağ, Ö. (2010).
Küresel Ekonomik Kriz ve AB Genişlemesinin
Geleceğihttp://www.ataum.tk/editorler.asp?UID=3 (Erişim: 16 Nisan 2010)
Lawniczak, R. (2009). Re- examinig the economic roots of public relations.Public
Relations Rewiew, 35( 2009) 346-352
Morgil,
O. (2008) Küresel Kriz ve Türk Ekonomisine Yansımaları.
http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=2204&id=105 (Erişim: 5
Mart 2010)
NTV-MSNBC 10 Soruda Küresel Ekonomik Kriz http://arsiv.ntvmsnbc.com/
news/460082.asp#storyContinues (Erişim: 5 Nisan 2010)
Okay, A. ve Okay, A. (2007). Halkla İlişkiler Kavram Strateji ve Uygulamaları.
İstanbul: Der Yayınları
Peltekoğlu, F.B. (2009). Halkla İlişkiler Nedir? İstanbul Beta Basım Yayım
Podnar, K. Lah, M., Golob, U. ( 2009). Economic perspectives on public relations
Public Relations Rewiew, 35( 2009) 340-345
Sriramesh, K. And Duhe , S. C. ( 2009). Extending cultural horizons. Political
economy and public relations Public Relations Rewiew, 35( 2009) 368375
Theaker, A. (2008). Halkla İlişkilerin El Kitabı. İstanbul: Media Cat Yayınları
Uras, G. (2010, 20 Nisan) Balon Makinesi Goldman Sachs’ın Başı Dertte. Milliyet
http://www.yazarx.com/FEkonomi/gungor-uras/20-04-2010/balon-makinesigoldman-sachs-in-basi-dertte/218709.aspx (Erişim: 20 Nisan 2010).
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
210
Z. Süllü
Boş Sayfa
Güz 2010, Sayı:31
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
GAZETE ÇALIŞANLARININ GÖZÜYLE MEDYA
EKONOMİSİNDE TEMEL YÖNELİMLER
Orhan BAYTAR*
ÖZET
Global düzeyde gelişen ekonomik ve teknolojik faktörler medyanın ekonomik yapısını önemli
ölçüde etkilemektedir. Bir ekonomik etkinlikler alanı olarak medya ekonomisi, teknoloji
tabanlı yeni iletişim ortamının zorunlu kıldığı yapısal koşullarda yeniden tanımlanmaktadır.
Geleneksel medyanın tedarik, üretim ve dağıtım süreci yeni iletişim ortamında yeniden
yapılanırken, medya ekonomisinin üretim-tüketim zincirinde teknoloji, gelir-gider ve okur
yapısı değişmektedir. Böylece yöndeşen yeni medya ortamında değişimden etkilenen
kesimlerin başında medya çalışanları gelmektedir.
Bu çalışmada medya ekonomisindeki değişimi en çok hisseden gazete çalışanlarının, sektörün
genel gidişatına ilişkin beklenti ve farkındalıklarını incelemek temel amaçtır. Çalışmada,
Turkuvaz Medya Grubu gazete ve dergilerinin farklı birimlerinde çalışan gazetecilerin medya
ekonomisindeki dönüşüme ilişkin beklentileri bir anketle analiz edilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Medya ekonomisi, yeni medya ortamı ve gazetecilerin bakışı
TRENDS IN MEDIA ECONOMICS BY THE VIEW OF NEWSPAPER WORKS
ABSTRACT
The economic and technological factors occuring at the global level has significant effects on
the economic structure of media. As a sub-economic activity, the field of media economics are
newly being redefined according to requirements by the new communication environment
based on technological structural conditions. As the supply-demand, production and
distribution process of the traditional media are restructured, the main topics of media
economics such as technology, structure of cost-revenue, consumer and financial enables are
changed at the production-consumption chain.. Thus, generally feeling and living of this
changes are newspaper employees.
In this study, journalists that mostly feelings changes in media economics and work in
different media unit at “Turkuvaz Medya Grubu” will be analyzed with a survey about their
expectation and awareness on new media environment and its general trend.
Keywords: Media economics, new media environment and view of journalists
*
Yrd. Doç. Dr., Marmara Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Basın Ekonomisi ve İşletmeciliği ABD
İletişim 2003/18
212
O. Baytar
GİRİŞ
Medya ekonomisinde, teknolojik gelişme paralelinde hızlı değişimler
yaşanmaktadır. İnternet ve baskı teknolojisindeki gelişmeler bu alanın dayandığı
temel ilkeleri derinden etkilemektedir. Arz-talep zincirindeki bütün aşamalar yeni
medya ve yeni ekonomi doğrultusunda yeniden şekillenmekte, medya ekonomisinin
ekonomik yapısını dönüştürmektedir.
Medya ekonomisinde gelişen yönelimi değerlendirmek üzere medya
çalışanlara uygulanan anket; medya ekonomisi kavramının çerçevesi ve gelişiminin
ne yönde olduğunu göstermesi açısından önem taşımaktadır. Bu çalışmada medya
ekonomisinin ilgi alanı, yapısal özellikleri ve son yıllarda multi-medya alanında
meydana gelen dönüşümler anlatılmakta ve bu dönüşümün sektörde çalışan
gazetecilerin gözüyle nasıl algılandığı analiz edilmektedir.
1. Medya Ekonomisi Kavramı
Medyanın bir alt alanı olarak medya ekonomisi, salt bir iletişim felsefesine
dayanmamaktadır. İlgi alanı medya olmasına rağmen, bakış açısı ve uğraşı alanları
açısından bu alan, ekonomi ilkelerinin medyaya uygulanmasıyla ortaya çıkmaktadır.
Tedarik zincirinden üretim, dağıtım ve okur/tüketici boyutlarına kadar tüketilen
kaynakların ihtiyaçları karşılayacak şekilde nasıl kullanıldığı medyanın ekonomik
yönünü oluşturmaktadır.
Ekonomi biliminin temel ilkeleriyle işleyen medya ekonomisi, enformasyon
ve eğlence ihtiyacını gidermek ve medya sektörünün ekonomik özgüllüklerini
irdelemek amacını taşımaktadır. Medya işletmeleri, enformasyon ve eğlence
ihtiyacını gidermek yönünden mal veya hizmet üreten diğer işletmelerden ayrılırken,
öte yandan arz ve talep yasaları itibariyle tam da ekonomik mekanizmanın
merkezinde durmaktadır.
Medya-ekonomi ilişkisinde iki farklı durum görülmektedir (Treutler, 2004:
3): ‘Ekonomik düşüncenin medyaya uygulanması’ ve ‘medya teorisinin ekonomiye
uygulanması’. Ekonomi biliminin kıt kaynaklarla tüketicilerin ihtiyaçlarını en
rasyonel şekilde karşılaması amacı, medya ekonomisinin ilkeleriyle de
örtüşmektedir. Sınırlı kaynaklarla üretim yapmak ve ürün/hizmeti farklı kesimler
arasında dağıtmak ekonomi bilimi gibi medya ekonomisinin de temel amacı
olmuştur. Özellikle dağıtım ağı, sermaye gereksiniminin büyüklüğü, frekans
sınırlılığı ve gün geçtikçe tükenen kağıt vb hammadde girdileri medyanın
kaynaklarının kıt olduğunu, kullanım sırasında stratejik davranılması gerektiğini, bu
Güz 2010, Sayı:31
Gazete Çalışanlarının Gözüyle Medya Ekonomisinde Temel Yönelimler
213
nedenle sınırsız ihtiyaçları karşılamak için rasyonel davranmak zorunda olduğumuzu
göstermektedir.
Ekonominin aksine iletişim bilimleri, dayandığı kavram ve terimler setine
sahip değildir (Treutler, 2004: 1). Ekonomi biliminin kavram ve ilkeleri medyaya
uygulansa da medya ekonomisi geçmişinin ekonomi bilimine göre daha erken
olması ve medyanın farklı disiplinlerden beslenmesi; medyanın somutlaşmış ve
oturmuş bir literatürünün olmamasına ve disiplinler arası bir alan olarak çalışma
alanlarının ekonomi, tarih, iletişim ve felsefeye kadar birçok disipline kadar
uzanmasına yol açmaktadır.
Disiplinler arası bir alan olarak uğraşı konularının çeşitliliği ve kaygan
konumu, medya ekonomisini belirsizliklerin yoğun olduğu bir mecra olarak ortaya
çıkarmaktadır. Temel faaliyet alanı düşünceyi işlemek, ürün ve hizmet üretmek olan
medya endüstrileri, adeta düşüncenin karmaşık halini yansıtmaktadır.
Okur/tüketici/izleyicinin düşünce ve davranışlarındaki kayganlık, değişimin de
yoğunluğu dolayısıyla bu alanı önceden öngörülmesi zor, belirsizliklerin hakim
olduğu bir sektör haline getirmektedir.
Eğer ekonomi ‘kasvetli bir bilim’ ise, o zaman medya ekonomisi tüketicinin
kaprislerine/saçma arzularına ve daha da önemlisi reklam verenin istek ve
ihtiyaçlarına bağlı hale geldiğinden beri kesinlikle ‘kasvetli bir tahmin oyunu’ olarak
nitelenebilir. Düşünce pazarında arz ve talep, özellikle tüketicinin güven ve
itimadına bağlı olarak öngörülemeyen birçok faktöre bağlı olmaktadır (Edge,
2004: 1).
Albarran‘a göre (1996) medya ekonomisi, ‘istek ve ihtiyaçları karşılamak
için editoryal içeriği üretmek ve tüketiciler arasında dağıtmak üzere gazete vb.
medya endüstrilerinin kıt kaynakları nasıl kullandığına bakılarak anlaşılabilir’
(Baltes, 2003: 11). İstek ve ihtiyaçlar hiyerarşisindeki karmaşıklık ve talep yönlü
belirsizlik ve kararsızlık; medya ekonomisini öngörülmesi en zor alanlardan birisi
haline getirmektedir.
Medya ekonomisi kavramı herhangi bir basın işletmesinden çok sektörü
tanımlayan bir kavramdır. Medya ekonomisi, daha çok mal/hizmet üretiminde
piyasa yapısı, üretim süreçleri ve tüketici davranışları üzerine odaklanır. Medya
ekonomisi, yöneticilerin okur, reklam veren ve toplumun enformasyon ve eğlence
istek ve ihtiyaçlarını mevcut kaynaklarla nasıl karşıladığıyla ilgilenmektedir (Barca,
2005: 1).
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
214
O. Baytar
1980 sonrasında başta medya teknolojisi ve yeni iletişim teknolojilerinde
görülen gelişmeler olmak üzerinde bu alandaki yapısal dönüşümler araştırmacıların
dikkatini bu alana yöneltmiştir.
2. Medya Ekonomisinin Gelişimi
Medya ekonomisi, eğlencenin modern toplumun temel boş zaman
uğraşılarından biri olduğundan beri önem kazanmıştır (Barca, 2005: 1). Teknik,
ekonomik ve sosyal gelişmelere (İnuğur, 1993: 16) bağlı olarak tarihsel evrelerden
geçerek olgunlaşan medya ekonomisi, günümüzde önemli bir ekonomik etkinlik
alanı olarak varlığını pekiştirmiştir. Baskı teknolojisindeki gelişmeler, kağıdın icadı
ve endüstri devrimiyle artan okur-yazarlık ve alım gücünde göreli iyileşmeler
sonucu gazetelerin ucuzlayarak kitleselleşmesi, reklam gibi sihirli bir kaynağın
kullanılmasıyla daha da düşen fiyatlar ve demokrasi alanındaki gelişmeler medya
ekonomisini, ekonomi ve işletmelerle olan göbek bağını kurarak devasa bir sektör
haline getirmiştir.
Medyanın ekonomik bir değer olarak endüstrileşmesini sağlayan faktör,
medya sektöründe kapitalist felsefe ve üretim mantığının gelişmesidir. “Kapitalist
ekonominin temel bileşkelerinden olan endüstrileşme, makineleşme ve kentleşme,
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gazetenin toplumsal ve teknolojik olarak
toplum içinde yerini belirlemiştir. 17. yüzyılın başından itibaren aramızda olan
gazeteler, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren seçkinlerin gazetesi olmaktan
kurtularak kitle gazetesi olmaya yönelmiştir. Dizgi, baskı, kağıt üretimi yönünden
gerçekleşen teknolojik gelişmeler, gazetenin daha ucuza satılmasını beraberinde
getirmiştir.” (Tokgöz, 2003: 29). Bu gelişmeler, medya alanına olan ilgiyi artırarak
medyanın sadece üst yapısını değil, tüm üretim sürecini etkilemiştir.
Gazete ve dergi sektörünün yer aldığı yazılı basının gelişim dönemi Endüstri
Devrimi ve sonrasına denk gelmektedir. Bu devrim 19. yy.’ın ikinci yarısından sonra
yazılı basını temelden sarsmıştır. Televizyonun çıktığı 1950’lere kadar güçlü bir
iletişim ortamı olan yazılı basın, özellikle iki gelişme nedeniyle geliştiği
söylenebilir. 1) Okuryazarlığın gelişmesi 2) İletişim teknolojisindeki gelişmeler
(Doyle, 2002: 120).
Büyük ölçüde endüstri devriminin etkisiyle dönüşen toplumun refah
seviyesindeki artış ve okuryazar sayısının yayılması gazete tirajlarını artırmıştır.
Geliri artan bireyler, boş zaman uğraşı ve lüks tüketim malı olarak gazete ürünlerine
daha fazla zaman ve para ayırma olanağına kavuşmuştur. Gazete ve dergiler,
Güz 2010, Sayı:31
Gazete Çalışanlarının Gözüyle Medya Ekonomisinde Temel Yönelimler
215
seçkinci bir kitle iletişim aracı olmaktan çıkarken, aynı zamanda medyayı da
ekonomik bir etkinlik faaliyeti olarak ortaya çıkarmıştır. Özellikle medya
ekonomisinin doğmasında reklam gibi sihirli bir kaynağın yazılı basında
kullanılması ve bunun gazete ve dergi fiyatlarını düşürerek farklı kesimlere
ulaşmasını sağlaması önemli faktör olmuştur. Öte yandan gelişen teknoloji, yazılı
basın ürünlerini baskı, kalite ve dağıtım açısından daha etkin hale getirirken, daha
çok sayfa, daha hızlı dağıtım ve daha kaliteli yayını olanaklı hale gelmiştir.
Yazılı basının toplumsal üstünlüğü, 1950’lerde televizyonun çıkmasıyla
bozulmuştur. Bu tarihten itibaren yazılı basının geleceği tartışma konusu olmuştur.
Son yıllarda yeni iletişim teknolojilerindeki gelişimle beraber gazetelerin birkaç yıl
içinde ortadan kalkacağı ileri sürülmektedir. Oysa mevcut değişimin gazeteciliğe
etkisini değerlendirebilmek gazeteciliğin ne tür bir gereksinimi karşıladığını
incelemekle mümkündür.
Gazetecilik bir iş modeli, bir meslek, bir işletme, bir endüstri, bir medya
formu, bir dağıtım platformu değildir. Gazetecilik, bir faaliyettir: Gazetecilik,
enformasyon ve eğlenceyi toplayan, işleyen ve onu aktaran pratikler dizisidir. Bu
pratikler, elbette gazeteciliği destekleyen finansal düzenlemeler kadar medya formu
ve dağıtım platformu tarafından etkilenmektedir (Picard, http://themediabusiness.
blogspot.com). Bu kadar çok yönlü bir faaliyet olan gazetecilik, değişimden en fazla
etkilenen bir faaliyet alanıdır.
Temelde bakıldığında gazeteciliğin değişen bir kitle iletişim aracı olduğu
fikri göz ardı edilmektedir. Oysa gazetecilik, değişimden etkilenen ve aynı zamanda
değişime uyum sağlayan bir iletişim aracıdır. Yeni iletişimin ortak platformu olarak
internete taşınan gazeteler bunun en açık örneğidir.
Gazete endüstrisindeki riskli durumun daha da kötüleşmesi için üç koşulun
gerçekleşmesine bağlıdır. 1. Tüketicilerin enformasyon ve eğlence ihtiyaçlarının
ortadan kalkması, 2. Gazetelerin enformasyon ve eğlence ihtiyacı karşılama
yeteneklerinin kaybolması 3. Gazetelerin enformasyon ve eğlence ihtiyacını başka
mecralara kaptırması.
Gazetelerin enformasyon ve eğlence ihtiyaçlarını karşılama yetenekleri yeni
teknolojilerle azalmamakta, bilakis artmaktadır. Bilgisayarlaşma ve baskı
teknolojileri bu sektörün maliyet azaltma ve içerik işleme olanaklarını artırmaktadır.
İnternet gazeteciliği baskı, dağıtım ve kağıt gibi gazeteciliğin kronikleşmiş maliyet
kalemlerini silerek bu alanda bir devrim yaratmıştır. Yeni teknolojiyle beraber
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
216
O. Baytar
tüketicinin beklentilerini eş zamanlı karşılama olanağı ortaya çıkmış, müşteriyle
olan geri besleme (back-ground) en iyi şekilde sağlanmıştır.
Ekonomik yapısı, işgücüne olan bağımlılığı, dağıtım biçimi ve kârlılık gibi
ekonomik faktörler yönünden değişse de enformasyon ve eğlence ihtiyacı
dolayısıyla medyanın toplumdaki varlığı sürecektir.
Medya ekonomisinde son yıllarda araştırmacı, yatırımcı, politikacı ve
gazetecilerin ilgi göstermesinde bu alanda son birkaç yıl içerisinde görülen dört
gelişmeden kaynaklanır (Ramstad, 1997: 45): a) Medya düzenlemelerinde liberal
piyasa ilkelerinin artan kullanımı b) çok uluslu büyük medya şirketlerinin ortaya
çıkması, c) medya ürünlerinin sınır ötesi dağıtımı d) uluslar arası medya
düzenlemelerinin artması (yayın hakları yasaları vs).
1970’lerden sonra piyasa ekonomisinin yeniden yapılanmasıyla ortaya çıkan
neo-liberal ekonomi; yayıncılık alanındaki tekellerin kaldırılarak rekabete
açılmasına, deregülasyon ve re-regülasyonla birlikte medya sektörünü düzenlemek
ve denetlemekle görevlendirilen üst düzenleyici kuruluşların kurulmasını
sağlamıştır. 1980’lerden sonra Türkiye’nin medya sektörünü de etkileyen yeni
dönem, ekonomide esnek üretimi hedefleyen ve devletin piyasalara müdahalesini en
aza indiren rekabetçi bir yapıyı hedeflemektedir. Özellikle bilgisayar
teknolojisindeki gelişmelere bağlı olarak, bu dönemin teknoloji tabanlı bir gelişme
eğilimi sergilediği söylenebilir. Baskı ve internet teknolojisindeki gelişmeler,
gazetecilerin çalışma ortamı ve donanması gereken beceriler olmak üzere medya
ekonomisinin tüm bir üretim sürecini baştan aşağı yeniden dönüştürmektedir.
3. Medya Ekonomisinde Temel Yönelimler
Medya işletmeleri sektör yapısı, faaliyet tarzı ve ürün özellikleri itibariyle
kendine özgü bir yapısı vardır. Ürün bazında bakan bazı iletişimciler, medya
ürünlerini içerik ve mal olarak gören bakış açısından üç temel özellik ileri
sürmüşlerdir (Reca, 2006: 182):
“1. Bilgi/enformasyon olarak medya ürünleri 2. Dual mal olarak medya
ürünleri, 3. Yeteneğe dayalı mallar olarak medya ürünleri. Sektör bazında ise
Lavine ve Wackman (1988), medya endüstrilerini diğerlerinden ayıran 5 farklı
karakteristik belirlemişlerdir. Bunlar (Albarran, 2006: 3): 1) Medya ürününün
dayanıksız mal olması, 2) son derece yaratıcı çalışanlar, 3) organizasyon
yapısı, 4) medyanın toplumsal rolü (farkındalık/duyarlılık, etki gibi) ve 5)
geleneksel medyadan ayrılan silik çizgiler”.
Güz 2010, Sayı:31
Gazete Çalışanlarının Gözüyle Medya Ekonomisinde Temel Yönelimler
217
Bunlar içerisinde mevcut eğilimi göstermesi açısından hız/zaman baskısına
karşı duyarlılık, çalışanların yaratıcı olma özelliği ve farklı medyaların tek merkezde
toplanması medya ekonomisinin yöndeşme eğilimi ve gidişatını göstermesi
açısından önem taşımaktadır.
Ürünlerin dayanıksızlığı: Medya ürünlerinin önemli bir özelliği dayanıklılık
sürelerinin az olmasıdır. Hız-zaman baskısına karşı duyarlı olması, medya
sektörünün teknolojik değişime bağımlılığını ve bu alana yapılan yatırımların
büyüklüğünü iyi açıklamaktadır. Bu duyarlılığa örnek olarak verilebilecek bayat
haber kavramı; zamana karşı eskiyen, tazeliğini yitiren haberleri vurgulamaktadır.
Yaratıcı işgücü gereksinimi: Medya işletmeleri, zihinsel bir çabanın ürünü
olarak yaratıcılığa dayanan bir faaliyeti yerine getirir. Bu açıdan bu ürünleri üreten
medya çalışanlarının teknik ve yaratıcı faaliyetler olmak üzere iki ana eksende
yoğunlaştıkları görülmektedir. Zihinsel emeğin bedensel emekten ağır bastığı medya
işletmeleri, sektörün teknik ve ekonomik yapısının değişmesiyle çalışanların yeni
ortama uyumlarını zorunlu hale getirmektedir. Yeni ortamda sadece gazetede
uzmanlaşmak yetmemekte, farklı mecralara hizmet veren ortak haber birimlerine
hizmet vermek için gazete, dergi, televizyon ve internet gibi farklı mecralarda çok
yönlü becerilere sahip olmak bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır.
İçerik üretiminde insanın hala ağırlık oluşturduğu bir sektör olarak
yaratıcılığın egemen, çalışanların bireysel yetenek ve düşünsel gücünün vazgeçilmez
olduğu medya sektöründe çalışanların sahip olması gereken bilgi ve becerilerin
niteliği önem kazanmıştır.
Medya üretiminde yönetimler, özellikle haber ve görsel malzemenin
üretiminde yer alan çalışanların yetenek, beceri, yaratıcılık ve entelektüel birikime
sahip olup olmamasına dikkat etmeleri, sektörün yeni döneme uyum göstermesinde
önemli bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır.
Öte yandan teknolojik donanımın belirleyiciliğinin artmasıyla beraber gazete
çalışanlarının, teknoloji tabanlı yeni ortama kuşkuyla bakmalarına ve işsiz
kalmalarına yol açacak bir unsur olarak yaklaşmaktadırlar.
Esnek organizasyon yapısı: Farklı bir sektörde üretilen dayanıklı bir ürünün
piyasa koşullarına bakıldığında, kullanım ve dayanıklılık süresi daha fazla, stoklama
ve depolama koşulları ise zaman baskısının azlığı dolayısıyla medya ürünüyle
kıyaslanamayacak derecede daha azdır. Bu ürünlerin bozulma ve bayatlama ihtimali
daha düşük olduğundan organizasyon yapısı, ürünü müşteriye en hızlı şekilde
ulaştırmaktan çok belki de kalite yönetimine odaklanacak biçimde şekillenmiştir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
218
O. Baytar
Oysa bir gün içinde tüketilmemesi durumunda bir gazetenin atık kağıt yığınından
farkı kalmamaktadır. Ya da ‘az sonra’ ve ‘canlı yayın’ spotlarıyla özdeşleşen
kanalların son dakika bir haberi/görüntüyü rakip televizyon kanallarından sadece
birkaç saniye geç vermesi, bir televizyon/radyo işletmesini önemli ölçüde zora
sokmaktadır.
Medya işletmeleri, zamanla yarışan işletmeler olarak karar aşaması çok kısa
alınabilecek ve ani değişimlere cevap verebilecek şekilde örgütlenmeye gitmektedir.
Yeni üretim ortamı, elektronik yayıncılığın da ötesine geçerek haber toplama,
üretme ve dağıtım aşamalarını linkler ve terminaller aracılığıyla birbirine bağlayarak
bütünleşik bir üretim ve kontrol sistemi getirmektedir.
Geleneksel medyanın daha çok dikey olarak organize olduğu yapılar,
etkileşimin ve çok yönlülüğün yaşandığı günümüz medya ortamına cevap vermekten
uzaktır. Geleneksel dikey, yatay ve matriks organizasyon yapıları yerine günümüzde
daha girift, diyagonal örüntüleri de kapsayan, çok yönlülük ve uzmanlaşmayı
olanaklı kılan, günün koşullarına karşı duyarlı ve esnek organizasyon yapıları
zorunlu hale gelmektedir. Medya işletmelerinde “son dakika” ya da “canlı yayın”
mantığı, bu işletmelerin esnek bir organizasyon yapısına sahip olmasının ne kadar
önemli olduğunu gösterir.
Medya işletmeleri, uzmanlaşmayla beraber yayın sahibinin aynı zamanda
genel yayın yönetmeni olduğu bir dönemden profesyonel yönetimlerin giderek önem
kazandığı daha karmaşık işletmelere bürünmektedir. Genellikle yazı işleri, idare ve
teknik servislerden oluşan yazılı medya işletmelerinde genel yayın yönetmeninin
yayın sahibinden sonra başta yazı işleri olmak üzere üç bölümün yönetimi üzerinde
egemen olduğu söylenebilir. Gazete sahiplerinin Genel Yayın Yönetmenlerine
tanıdığı bu yetkinin temelinde yayının başarısızlığı durumlarında sorumluluk
sahibini görmek istemeleridir. Bu nedenle başarı/başarısızlık, Genel Yayın
Yönetmenlerine karşı yayın sahibinin yaklaşımını belirleyen temel önceliklerden biri
haline gelmiştir.
Yöndeşen üretim birimlerinin ortaya çıkması: Medya ekonomisinin üretim
felsefesini temelde değiştiren baskı ve internet teknolojisi, üretim sürecini linkler
aracılığıyla birbirine bağlayarak tek merkezde toplamaktadır. Bu gelişmeler,
gazetelerin farklı terminallerde hazırlanmasına olanak sağlamaktadır. Böylece
gazetenin üretim ve dağıtımında merkeziyetçilik parçalanmakta yerellik öne
çıkmaktadır.
Güz 2010, Sayı:31
Gazete Çalışanlarının Gözüyle Medya Ekonomisinde Temel Yönelimler
219
İnternet şebekeleri, standartlaşan teknolojik platform üzerinde ulaşılabilen ve
herhangi biri tarafından üretilebilen içeriğin yerelleşmesini ön plana çıkarmaktadır
(Carveth, 2004:269). Sadece gazetenin sayfa tasarımı ve üretimi değil, farklı illerde
basılmasına kadar çok farklı şekillerde hem kurum içi intranet hem de kurum dışı
internet hizmetlerinden yararlanılmaktadır. Böylece internet teknolojisi, bir yandan
merkezileşmeyi, diğer yandan yerelleşmeyi teşvik ederek birbirine zıt iki yönden
gelişmektedir.
Kontrol süreçlerinin değişmesi: Gazete yönetiminin etkinliği ve sürecin
kontrolü açısından iyi bir durum olarak görülen yöndeşme, öte taraftan gazete
çalışanlarını haber kaynaklarından uzaklaştırarak masa başı haberciliğe
yöneltmektedir. Bu nedenle muhabirlerin özel habercilik ilgileri azalırken, kurumsal
düzlemde ajans haberciliği ve derleme habercilik öne çıkmaktadır. Yöneticilerin
kontrol güçleri artarken, muhabirlerin haber kaynağı üzerindeki kontrolü
kaybolmakta, gazete ve dergiler neredeyse haber yapma ve haber üretme
fonksiyonlarını ajanslara terk etmektedir. Muhabirler, özel haber yapmak yerine
haberleri derleyen, şekillendiren, adeta 'haberleri haber yapan’ çalışanlara
dönüşmektedir.
Bilgisayar ve internete dayanan yeni iletişim ortamı, okur ve çalışanların
haber kaynaklarını da çeşitlendirmektedir. Yeni iletişim teknolojileri, çalışanların
habere ulaşmak için messenger, web, e-mail, facebook, twiter, blog vs. şeklinde çok
farklı alternatifler kullanmalarını sağlamaktadır. İnternetin artan ağırlığı dolayısıyla,
habercilik pratiği klasik gazeteden internet gazeteciliğine doğru kaymaktadır.
Mecralar arasındaki farkların silikleşmesi: Geleneksel medyada gazete,
radyo ve televizyon olarak yapılan ayrımlar arasındaki alan belirsizleşmektedir.
Günümüzde teknolojik değişimin etkisiyle bu geleneksel araçların aynı noktada
toplanarak üretilmeleri ve merkezileşmeleri bu sınıflandırmaları anlamsızlaştırmaktadır.
Geleneksel kitle iletişim araçlarının organizasyon yapısı ve üretim sürecinin
değişmesiyle, aynı havuz altında ortak üretim yapılmakta, ortak çalışanlardan
yararlanılmaktadır.
Analog sistemin dijital (sayısal) sisteme yerini bırakmasıyla beraber kitle
iletişim araçlarının birbirine yakınsama süreci başlamıştır. Öncelikle, “yöndeşme
/yakınsama kavramı; yayıncılar, telefon şirketleri, kablo TV şirketleri ve televizyon
kanallarının firma düzeyinde baskı, telekomünikasyon ve teknolojik entegrasyonu”
(Mueller, 1999: 11) olarak birleşmesini ifade etmektedir. Bugün veri, medya ve
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
220
O. Baytar
telekomünikasyon sistemlerinin entegrasyonu olarak ortaya çıkan yakınsama,
sıklıkla medya endüstrileriyle özdeşleşmiştir (Albarran, 2006: 15).
Gerçekten günümüzde yöndeşmenin “enformasyon işleme maliyetini
azalttığı” (Mueller, 1999: 11) ve piyasa yapısı üzerindeki etkisinin ”konsolidasyon
ya da dikey birleşmeyi teşvik etmesi değil, fakat daha çok medya piyasasını çok
veya az uzmanlaşmış yatay bileşenlere ayırttığı (içerik, iletim, yazılım, paketleme
hizmeti ve terminal ekipmanları)” iddia edilmektedir (Mueller, 1999: 11). Tüm
iletişim ve enformasyon biçimleri sayısal şebekelerle merkezileşmekte, bu nedenle
bilgi iletme ve üretme daha kolay hale gelmektedir. Sayısal olarak kodlanabilen
görsel, işitsel unsurlar daha kolay değiştirilebilmekte, stoklanabilmekte ve
aktarılabilmektedir.
Bu sürecin bilgisayar temelli internet üzerinden ilerlediği söylenebilir.
Teknolojideki gelişmeler (chip kapasitesi) sayesinde veri aktarma miktarı ve hızı
önemli ölçüde artmıştır. Terminaller (network) ve PC’lerin ses ve görüntü aktarma
yetenekleri önemli ölçüde artmıştır. İnternet aracılığıyla veri aktarma kapasitesi de
arttığından yayın kuruluşlarının bilgisayar terminalleri arasında veri akışı çok rahat
sağlanabilmekte, neredeyse üretim öncesi ve sonrası olarak tüm süreç anında kontrol
edilebilmektedir.
Teknolojik olanaklar sağladığı multi-medya sayesinde basılı metinle
özdeşleşen gazete ve dergiler, işitsellikle özdeşleşen radyo, görsel-işitsel özelliğiyle
özdeşleşen televizyonlar arasındaki sınırlar belirsizleşmekte, keskin sınırlar kalkarak
silikleşmektedir.
4. Gazete Çalışanlarının Gözüyle Medya Ekonomisinde Temel
Yönelimler
4.1. Kuramsal Çerçeve
Liberal anlayışa uygun olarak düzenlenen bir iletişim sistemi, belirli ilkeler
temelinde kurulur. Bunlardan birincisi iletişim araçlarıyla iletilen her şeyin serbest
dolaşımı, ikincisi ise serbest (özel) girişimdir (Kaya, 2009: 79-80). Bu sistem
içerisinde faaliyet gösteren medya sektörü; teknik donanımı, alt yapısı, istihdam
potansiyeli, tüm üretim ve tüketim süreçleriyle ekonominin başka sektörlerini de
yönlendiren bir mantıkla işlemektedir (Kaya, 1999: 23).
Liberal bir piyasa içinde yer alan medya sektörü için endüstriyel
organizasyon teorisi önemli bir yere sahiptir. Özellikle temel amacı kârı maksimum
Güz 2010, Sayı:31
Gazete Çalışanlarının Gözüyle Medya Ekonomisinde Temel Yönelimler
221
kılmak olan genelde medya sektörünün, özelde ise medya işletmelerinin
davranışlarını/stratejilerini incelemek için bu model faydalı bir tercih olmaktadır.
George Ramstad, son yıllarda medyanın ekonomik araştırması ve analizinde
endüstriyel organizasyon teorisi önemli bir yer kazandığını, bu modelin medya
ekonomisine uygulanabilirlik tercihi olarak, “sahiplik analizi ve medya
işletmelerinin stratejik davranışlarını daha iyi açıklayabilme” olanağı sunduğunu
iddia etmektedir (Ramstad, 1997: 45-46). Medya sektörünü ve bu sektörü etkileyen
dışsal faktörlerin sonuçlarını iyi analiz etmek için bu model, piyasa rekabeti
konusunda öngörü sağlamaktadır. Böylece bir piyasada içerisinde yer alan firmaların
sayısı, rekabet olanakları, performansları ve dışsal faktörlerle olan ilişkisi daha iyi
bir şekilde analiz edilebilir.
Medya işletmeleri, yukarıda teorik çerçevesi çizilen medya ekonomisinin
temel dinamiklerine göre işleyen endüstriyel organizasyon modeli içinde faaliyet
göstermektedir. Birleşik kaplar misali, neoliberal ekonomik düzene bağlı olarak
medya üretim ve dağıtım süreci Endüstriyel Organizasyon Modeli içinde
dönüşmektedir. Serbest piyasa yapısı içinde rekabet ve özel girişimciliğe dayanan ve
bu nedenle üretim faktörlerini verimlilik ve kâr mantığı içinde değerlendiren medya
sektörü, bu amaçlara ulaşmak için teknolojiye en bağımlı sektörlerden birisi
olmuştur. Bu değişimi ve yönünü en iyi değerlendirebilecek kesimlerin başında yeni
ortamı birebir yaşayan medya çalışanları olmaktadır.
Sabah, Yeni Asır, Takvim, Fotomaç gazeteleri ve ATV’ye ek olarak
Turkuvaz Dağıtım Pazarlama, Turkuvaz Matbaacılık ve 25 tane dergiyi kapsayan
Turkuvaz dergiyi yayınlayan Turkuvaz Medya Grubu; Ciner Holdinge bağlı Merkez
Medya Grubu'ndan ATV Televizyonu ve Sabah Gazetesinin satın alınmasından
sonra medya sektöründe yıllarca Doğan Grubu ve Bilgin Grubunun kontrolünde olan
ikili medya dengesinin önemli ayaklarından birisi haline gelmiştir.
Türkiye’de ortak kaynak paylaşımından sinerji sağlamak üzere farklı medya
gruplarını barındıran, teknoloji tabanlı ve ekonomik sinerji sağlayarak medya
ekonomisindeki temel yönelimleri yansıtan medya grubu sayısı çok azdır. Doğan
Grubu ve Turkuvaz grubu yayınladığı yayın türü, sayısı, ekonomik gücü ve piyasa
ağırlığı dikkate alındığında medya ekonomisindeki yönelimi yansıtan en önemli
gruplardır.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
222
O. Baytar
4.2. Araştırmanın Amacı ve Yöntemi
Bu çalışma, teknoloji ve internet tabanlı medya ekonomisindeki temel
yönelimi incelemek üzere, bu yönelimi birebir yaşayan medya çalışanlarının mevcut
dönemde mesleklerine bakışlarını, yeni iletişim ortamına ilişkin beklentilerini ve
hazır bulunuşluklarını incelemek amacıyla yapılmıştır. Bu ankette mevcut değişimin
nedeni, sonuçları ve temel yönelimin ne yönde olacağının gazete çalışanları
tarafından nasıl algılandığı kendi yargılarına dayalı olarak ele alınmıştır.
Gazetecilerin eski gazetecilik ile yeni gazetecilik pratiğine bakışlarını incelemek, bu
çalışmanın temel amacıdır.
Turkuvaz Medya Grubunun örnek olarak seçilmesinde bu grubun televizyon,
gazete ve dergilerinin aynı merkezde üretime hazırlanması önemli bir etken
olmuştur. Medya ekonomisindeki dönüşümün gazetecilik üzerindeki etkisini
incelemek üzere veri toplama aracı olarak bir anket çalışması yapılmıştır. Grup
bünyesinde dağıtılan anketlerden 18 tanesi cevaplanmıştır. Anket uygulanan
kişilerin meslek dağılımları; yönetici, muhabir, editör, köşe yazarı, masaüstü
yayıncılık ve sayfa sekreterinden oluşmaktadır. Teknik ve ekonomik değişimin
haber yapma biçimini kökten değiştirmesi nedeniyle anket uygulanan kişilerin haber
toplama ve üretim birimlerinde olmasına dikkat edilmiştir.
Açık uçlu ve kapalı uçlu 12 sorudan oluşan bu anketin farklı birimlerde
çalışan kişilere uygulanmasına dikkat edilmiştir. Kapalı uçlu anket sorularının
sınırlılıkları dikkate alınarak, çalışanların rahat yorum yapabilmeleri için açık uçlu
sorular da yöneltilmiştir. Kapalı uçlu soruların tamamında tercih kısıtını aşmak
üzere ‘diğer, belirtiniz’ seçeneği eklenmiştir.
4.3. Kapsam ve Sınırlılıklar
Bu çalışmanın diğer holding çalışanlarını kapsamaması bir sınırlılık olarak
görülebilir.
4.4. Bulguların Değerlendirilmesi
Bu çalışmada, anket sonuçları bir bütün olarak değerlendirilerek teorik
bölümde değinilen çerçevede belli kategorilere göre sınıflandırılmıştır. Açık ve
kapalı uçlu anket sorularına verilen cevaplarda yargı niteliği taşıyan ve bu nedenle
medya ekonomisinin temel yönelimini gösteren ifade ve açıklamalar şu ana başlıklar
altında toplanmıştır: Gazetecilik Ortamını Dönüştüren Faktörler, Mevcut Ortama
Güz 2010, Sayı:31
223
Gazete Çalışanlarının Gözüyle Medya Ekonomisinde Temel Yönelimler
Bakışları, Değişimin Yönü, İnternet Haberciliğine İlişkin Yargılar, Yeni Ortamda
Habercilik Ve Haber Kaynaklarına Bakış, Yeni Ortamda Eğitim Gereksinimi Ve
Beceriler, Gazete/Radyo/Televizyonların Tek Merkezde Toplanmasının Sonuçları,
Verimlilik/Üretkenliğe Bakış, Haber Kaynaklarına Ulaşmada Öncelikli İletişim
Araçları.
Üslup birliği sağlamak için cevapların özüne dokunulmadan çalışanların
yargıları, yukarıda belirtilen ana başlıklar altında toplanmış, aynı olan yargılar bir
kez ele alınmıştır. Bu nedenle tablolarda yer alan yargılar havuzu, belli bir
sıralamayı ve önem derecesini göstermekten çok, medya ekonomisinin mevcut
durumunu ve geleceğini çalışanların bakış açılarına dayandıran belli bir eğilimi ve
yönelimi göstermektedir.
Tablo 1: Çalışanların Yaş Durumu (Yıl)
Yaş Grubu
21-30
31-40
41 Üstü
6
9
3
Sayı
Örnekleme katılanların çoğunun 31 yaş ve üzeri olduğu görülmektedir.
Medya ekonomisindeki temel yönelimin bilgisayar teknolojisi ve internete dayalı
olduğu düşünüldüğünde yaş düzeyine bağlı olarak değişime uyum yeteneğinin az
olacağı ve gelişmelerin yaratacağı endişe dolayısıyla değişime ihtiyatlı
yaklaşacakları ihtimali gözardı edilmemelidir. Anketlerde genç yaşta olanların
mevcut değişime daha sıcak baktıkları görülmüştür.
Tablo 2: Ortalama Çalışma Süreleri (Yıl)
Süre
1-5
6-10
11-20
20 Ve Üstü
Sayı
5
4
7
2
Yaş ortalaması ve çalışma sürelerinin yüksek olması, çalışanların yeni ortama
olumsuz yaklaşmalarında önemli bir faktörü olarak görülmektedir.
Tablo 3: Meslek/İş Dağılımı
Yönetici
Muhabir
Editör
Köşe
Yazarı
Masaüstü
Yayıncılık
Sayfa
Sekreteri
4
2
8
2
2
1
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
224
O. Baytar
Ankette editör sayısının ağırlığına bakıldığında, yeni ortamda haber
yapmaktan çok, haberleri haber yapan, süreci denetleme ve kontrol etmenin
öneminin arttığı bir habercilik ortaya çıktığı söylenebilir. Medya ekonomisindeki
yeni yönelimle beraber masa başı habercilik ve multi-medya olanakları editörlerin
önemini artırmaktadır.
Tablo 4: Gazetecilik Ortamını Dönüştüren Faktörler
Kapitalizmin kâr marjını artırma eğilimi
Her şeyin globalleşme çerçevesinde değerlendirilmesi
Teknolojik değişim ve gelişme
Teknoloji- medya işbirliği
Tablo 4’teki yargılar setinde görüldüğü gibi, gazeteciler medya sektöründeki
değişimin ana nedeni olarak, temelde “kapitalizmin kâr güdüsüne dayanan
küreselleşme ve teknolojik dönüşümü” olarak ifade etmişlerdir.
Tablo 5: Mevcut Ortama Bakışları
Gazetecilik ruhu kaybolmaktadır
Toplumsal bilinçten yoksun gazeteciler yetişmektedir
Zaman zaman bilgi kirliliğine yol açar derecede çok bilgilenmeye yol açmaktadır
Hızlı ve detay gazeteciliğin yolu açılmaktadır
Haberin hızından yayın mecrası dönüşmektedir
Gazetecilik “emek yoğun” değil, “teknoloji yoğun” bir meslek haline
dönüşmektedir
Bilgiye kolayca ulaşma imkanı doğmaktadır
Masabaşı habercilik öne çıkmaktadır
Teknolojik paylaşım artmaktadır
Aynı şeyi düşünen insanların ortak yolu, akıl birliği artmaktadır
Dil ihtiyacı, bilgi ağı genişliği ve masaüstü gazetecilik önem kazanmaktadır
Haber kaynaklarına ulaşım kolaylaşmaktadır
Özel/araştırmacı habercilik önemini kaybetmektedir
Haberin değişik yönlerden işlenebilmesi artmaktadır
Tablo 5’teki yargılara bakıldığında medya çalışanlarına göre yeni gazetecilik
ortamının emek yoğun meslekten teknoloji yoğun bir mesleğe dönüştüğü,
Güz 2010, Sayı:31
Gazete Çalışanlarının Gözüyle Medya Ekonomisinde Temel Yönelimler
225
teknolojinin sağladığı hız ve olanakların haberciliği kolaylaştırırken pasif
gazeteciliği öne çıkararak gazeteciliğin ruhundan bir şeyler götürdüğü ileri
sürüldüğü görülmektedir.
Tablo 6: Değişimin yönü
Yazılı medya değişecek, görsel medya ise internete entegre olacak
Gazetecilik mesleğini bildiğimiz usulden on-line usule doğru taşıması kuvvetle
muhtemel gözükmektedir
İnsani değeri yok edip, sadece parayı ve ticareti öne çıkaracak, gazeteleri yok
edecek
İnternet daha çok yaygınlaşacak
Eriyen muhabirlerin sonu olma tehlikesi doğacak
Haber toplama ve sunma ortamı değiştikçe, yeni araçlar ortaya çıkıp eski
tanımlamaları anlamsız kılacak
Daha fazla çalışan emek piyasasından dışlanacak
Gün boyunca iletişim ağlarına bağlanma isteği artacak
Gazetecilik, uzmanlığın kıymetli olduğu bir yapıya evrilecek
Bir alanda uzmanlaşmaya gidilecek
Farklı olanı ve haberin kaynağını değerli kılacak
Hız/yöndeşme kaçınılmaz olacak
Değişimin yönünün medya çalışanları tarafından nasıl kavrandığını ölçmek
amacıyla oluşturulan bu kategoride, medya ortamının geleceğine karşı olumsuz bir
bakış açısının egemen olduğu görülmektedir. Gazetecilik mesleğinin yöndeşerek
elektronik ortamla bütünleşeceği vurgulanırken, yeni ortamda daha fazla zaman
harcanacağı, uzmanlaşmanın artacağı ve farklılığın/özgünlüğün ve haber kaynağının
değerli olacağı, iş korkusunun da olduğu yeni bir dönem olarak görmektedirler.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
226
O. Baytar
Tablo 7: İnternet Haberciliğine İlişkin Yargılar
“Tembel” insanın ihtiyaçlarını karşılama arzusudur
Masabaşı haberciliktir
İş yapış biçimini değiştiren bir araçtır
Haber/haberciliği öldüren ortamdır
Haber alışverişini sağlar
Bilgi kirliliğine yol açar
Aşırı bilgilenmeye yol açar
Haberlerin monotonlaşmasına neden olur
Son derece yanlış bilgiler de yer almaktadır
İnternet gazeteciliği, medya ekonomisindeki temel eğilimlerden biri olarak,
bütün bir medya ekonomisini yeniden gözden geçirmeyi zorunlu kılmaktadır.
Dağıtımın önemini azaltan ve entegre üretim sürecini getiren yeni ortam, internete
dayanmaktadır. Gazeteler de gelişen bu alana taşınmaya başlamışlardır.
Yeni bir gazetecilik ortamı olan internete ihtiyatlı yaklaşan medya çalışanları,
yeni dönemde pasif gazetecilik, bilgi kirlenmesi ve haberin yapış biçimini olumsuz
görmektedir. Kaçınılmaz olan internet gazeteciliği ortamı, bir gazetecinin ifadesiyle
“Tembel insanın ihtiyaçlarını karşılama arzusu” olarak görülmektedir.
Tablo 8: Yeni Ortamda Habercilik ve Haber Kaynaklarına Bakış
Kaynak-muhabir arasında “kopukluk” olması
Ajans ve internet gazeteciliğine doğru gidilmesi
Güvenilir gazeteciliğin sonu
Habercilik refleksinin azalması
Habercilere değer verilmemesi
Muhabirlerin yerini editörlerin alması
Gazetelerin rutin gündemden geri kalması
Haber ve haber kaynaklarının aynılaşması
Habere kolay ulaşılabilmesi
Haberciliğin kişiselleşmesi
Haber kaynaklarının değişmesi
Her bireyin bir muhabir haline gelmesi
Güz 2010, Sayı:31
Gazete Çalışanlarının Gözüyle Medya Ekonomisinde Temel Yönelimler
227
Dönüşen medya ortamında haber kaynaklarına dönük yargılar arasında
kaynak-muhabir bağlantısının kopması, habercilik yapma biçiminde görüle değişme
sayılabilir. Özellikle yeni iletişim teknolojilerinin cep kamerası olan sıradan
vatandaşı bile adeta muhabir yapması ve haberciliği kişiselleştirmesi, önümüzdeki
dönemde yeni ortamın eğilimi konusunda önemli ipuçları vermektedir.
Tablo 9: Yeni Ortamda Eğitim Gereksinimi ve Beceriler
On-line arama yöntemlerini kullanabilme
Teknolojik gelişmeleri yakından takip etmeyi zorunlu kılması
Haberciliğe ve teknik bilgiye hakimiyet
Klasik eğitim yöntemlerinin yerine çok yönlü eğitim
Teknoloji ile iç içe yaşama,
Sosyal paylaşım mecralarını takip eden sürekli bir takip anlayışını gerektirmesi
Çok yönlü habercilik eğitimi
Yeniliklerden haberdar olma zorunluluğu
Hızlı habercilik eğitimi şart
Dili iyi kullanabilme
Teknoloji kullanımı (bilgisayar ve internet)
Sosyal paylaşım ağlarından yararlanma
Yeni ortamda iyi bir muhabirin hangi becerilerle donanması gerektiği
konusunda Tablo 9’da çalışanların verdikleri ifadeler yargılar arasında yer alan
teknolojiyi kullanabilme, değişimi takip etme, çok yönlü habercilik ve sosyal
paylaşım sitelerini kullanma becerileri, iletişim eğitiminin nasıl olması gerektiği
konusunda önemli ipuçları vermektedir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
228
O. Baytar
Tablo 10: Gazete/Radyo/Televizyonların Tek Merkezde Toplanmasının
Sonuçları
Maliyet ve gelir disiplini sağlaması
Çalışanlar arasında işbirliğini/haber desteğini geliştirmesi
Ajans haberciliğine bağımlılığı artırması
Ortak arşivi paylaşma olanağını tanıması
Kanallar arasında çapraz haberciliği öne çıkarması (ortak haber havuzu)
Medya ekonomisinin en önemli ilgi alanlarından birisi, üretim sürecinin
entegre hale gelmesi ve farklı mecralar arasındaki sınırların yöndeşme sonucu
belirsizleşmesiyle sektörün maliyet-gelir dengesi ve kaynak kullanımı açısından
sağladığı ekonomik katkılardır. Tablo 10’da görüldüğü üzere yeni ortam; ekonomik
verimlilik, bütünleşik üretim sistemi ve etkin yönetim açısından üstünlükler
sağlamaktadır.
Teknik ve ekonomik yöndeşme/yoğunlaşma farklı mecralar arasında sinerji
sağlarken, geleneksel haberciliğin bazı niteliklerini erozyona uğrattığı gazetecilerin
yargılarından anlaşılmaktadır. Sözgelimi yeni ortamda maliyet disiplini, ortak arşiv
paylaşımı ve çapraz habercilik(ortak haber havuzu) öne çıkarken, özel habercilik
yerine ajans haberciliğine bağımlılık artmaktadır.
Tablo 11: Verimlilik/Üretkenliğe Bakış
İşletme kâra geçer
Masraflar azalır
Üretkenlik azalır
Uzmanlaşma artar
Ortak çalışma artar
Yargılarda da görüldüğü gibi medya, yeni bir yönetim anlayışı ve
yapılanmaya gitmek zorundadır. Çağdaş üretim ortamında tam zamanında üretim ve
sıfır stok miktarının hedeflendiği günümüzde üretkenlik, maliyet disiplini,
uzmanlaşma ve ortak çalışmanın artacağı söylenebilir.
Güz 2010, Sayı:31
Gazete Çalışanlarının Gözüyle Medya Ekonomisinde Temel Yönelimler
229
Tablo 12: Haber kaynaklarına Ulaşmada Öncelikli İletişim Araçları
Cep telefonu
Elektronik e-mail
Sabit telefon
Blog
Facebook
Messenger
Haber kaynaklarına ulaşmada en çok kullanılan iletişim araçları arasında
klasik iletişim araçları yerine yeni nesil iletişim araçları kullanımının çalışanlar
arasında sık yaygınlaştığı görülmektedir. Önümüzdeki dönemlerde sosyal paylaşım
sitelerinin ağırlık kazanacağı söylenebilir.
SONUÇ
Liberal piyasa mekanizmasına göre faaliyet gösteren medya holdingleri ve
işletmeleri, rekabet stratejilerine dayalı olarak iç ve dış çevresel faktörlerden
etkilenmektedir. Stratejik amaçlar, medya ekonomisini sert rekabet ortamına doğru
sürüklerken, gerek teknolojik yeniliklere uyum sağlamak, gerekse de haber yapma
biçimini değiştiren güncel gelişmeler güçlü ya da güçsüz medya sektöründeki bütün
işletmelerin bu sürece uyum sağlamalarını zorunlu hale getirmektedir. Özellikle
dışsal bir faktör olarak neo-liberal ekonomi politikaları, teknolojik ve ekonomik
yönden medya ekonomisini derinden etkilemiştir.
Serbest piyasa modeli içinde rekabet ve özel girişimciliğe dayanan ve bu
nedenle üretim faktörlerini verimlilik ve kâr mantığı içinde değerlendiren medya
sektörü, bu amaçlara ulaşmak için teknolojiye ve ekonomik rasyonaliteye en bağımlı
sektörlerden birisi olmuştur. Medya ekonomisindeki temel yönelimler, bu sektörün
bir bütün olarak kendi içinde evrilmesine yol açarken, rekabet ve davranış biçimini
de temelde etkilemektedir. Bu evrilme, daha çok sektör bazında ve sektör içinde
faaliyet gösteren holdingler olarak görüldüğünden bu çalışmada Endüstriyel
Organizasyon Modeli tercih edilmiştir. Endüstriyel Organizasyon Modeli, sahiplik
analizi ve medya işletmelerinin stratejik davranışlarını daha iyi açıklayabilme
olanağı sunduğu söylenebilir.
Değişimden en fazla etkilenen ve bu değişimi en iyi değerlendirebilecek
kesimlerin başında yeni ortamı birebir yaşayan medya çalışanları olmaktadır. Medya
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
230
O. Baytar
çalışanlarının gözünden değişimin yönü, çapı ve yönelimi çalışanlara uygulanan
anketlerden çıkan yargılara dayalı olarak analiz edilmiştir.
Bu çalışma, teknoloji ve internet tabanlı medya ekonomisindeki temel
yönelimi incelemek üzere, bu yönelimi birebir yaşayan medya çalışanlarının mevcut
dönemde mesleklerine bakışlarını, yeni iletişim ortamına ilişkin beklentilerini ve
hazır bulunuşluklarını incelemek amacıyla yapılmıştır. Bu ankette mevcut değişimin
nedeni, sonuçları ve temel yönelimin ne yönde olacağının gazete çalışanları
tarafından nasıl algılandığı kendi yargılarına dayalı olarak ele alınmıştır.
Türkiye’de ortak kaynak paylaşımından sinerji sağlamak üzere farklı medya
gruplarını barındıran, teknoloji tabanlı ve ekonomik sinerji sağlayarak medya
ekonomisindeki temel yönelimleri yansıtan medya grubu sayısı çok azdır. Turkuvaz
grubu yayınladığı yayın türü, sayısı, ekonomik gücü ve piyasa ağırlığı dikkate
alındığında medya ekonomisindeki yönelimi yansıtan en önemli gruplardan birisidir.
Bu çalışma, Turkuvaz grubunda çalışanların açık uçlu ve kapalı uçlu anket
sorularına verilen yargılara dayalı olarak medya ekonomisindeki dönüşüme ilişkin
temel eğilimler analiz etmiştir. Örneklemdeki yargılara dayanarak medya
ekonomisindeki temel eğilimin teknoloji tabanlı hızlı üretim, tüketici eğilimlerinin
değişmesi, maliyet ve gelir yapısının disipline olması, teknolojinin katkısıyla haber
kaynaklarının bireyselleşerek çeşitlenmesi, farklı mecralar (gazete, televizyon,
radyo, internet) arasında sınırların belirsizleşmesi ve yöndeşen haber birimlerinin
kurulmasının kaynakların rasyonel kullanılması açısından gerekliliği yargılarının
medya çalışanları tarafından paylaşıldığı görülmektedir. Yargılardan yeni süreçte
uzmanlaşmanın arttığı ve farklı mecraların bir merkezde toplanma eğilimi gösterdiği
ileri sürülmüştür. Bu durumu, özellikle ürün farklılaştırma ve niş pazar
politikalarında görmek mümkündür.
Çalışanlar, yeni medya ortamının genellikle üretim ve haber yapma
biçiminde kolaylıklar sağladığına katılmaktadır, ancak yeni ortamı gazetecilik
kalitesi açısından olumsuz görmektedirler. Yeni dönemde içerik benzeşmesi, bilgi
kirliliği ve pasif gazeteciliğin öne çıktığına ilişkin kaygılar dile getirilmiştir.
Anketten çıkan başka bir sonuç, yeni dönemde ajans haberciliğine dayalı
masabaşı haberciliğin egemen olduğu, özel/araştırmacı haberciliğin geri planda
kaldığı görülmektedir.
Bir diğer sonuç ise aynı birim ve çatı altında olmasına rağmen etkileşimin ve
ortak haber havuzunun yaygın olarak kullanılmaması, dünyadaki gelişmelerden
farklı olarak yöndeşmenin ekonomik verimlilikten çok haber toplama üzerinde
Güz 2010, Sayı:31
Gazete Çalışanlarının Gözüyle Medya Ekonomisinde Temel Yönelimler
231
ortaya çıktığı görülmektedir. Gelişmiş ülkelerde yeni dönemde üretim öncesi ve
sonrası olmak üzere görsel-işitsel-yazılı medya arasında görüntü ve yazılı materyal
alışverişi ortaya çıkarken, bu durum önemli oranda maliyet avantajı sağlamaktadır.
Oysa Türkiye’deki örnekte, çalışanlar yeni sürecin maliyet disiplini getirir
düşüncesini önemli ölçüde dile getirmelerine rağmen, farklı mecraların birbirinden
ortak haber havuzu olarak yeterli derecede yararlanmadığı, aynı bina içerisinde
olmasına rağmen birbirinden haber ve kaynak olarak bağımsız hareket edildiği
söylenmiştir.
Medya ekonomisinde görülen dönüşümün medya çalışanları tarafından nasıl
algılandığı, farkındalıkları ve değişimi hangi yönde gördüklerine ilişkin ankette,
çalışanların teknolojik olanakların ve ekonomik sinerjinin medyaya olan etkilerini
desteklediklerini, ancak her değişimde olduğu gibi yeni ortamın istihdam koşulları
ve iş korkularını artırdığı söylenebilir. Ancak dünyadaki genel eğilime bakıldığında
gazetecilik biçimini yeniden yapılandıran yeni medya ortamı; medyanın haber
kaynakları, dağıtım, tedarik, üretim ve satış çabalarını derinden etkileyeceği
söylenebilir. Gazetelerin internette hızla yayınlanmaya başladığı günümüzde
medyamızın da bu sürece işgücü, teknoloji inovasyonu ve ekonomik entegrasyon
açısından ayak uyduracak adımlar atmasının kaçınılmaz olduğu görülmektedir.
KAYNAKÇA
Albarran Allan B. (2006), “Historical Trends and Patterns in Media Management
Research” Handbook Of Media Management And Economics, Ed. Alan B.
Albarran, Sylvia M. Chan-Olmsted, Michael O. Wirth, Lawrence Erlbaum
Associates, New Jersey.
Baltes A. J. (2003, “Online Technology And The Ohıo Newspaper Company:
Strategic Media Economics Decisions”, ProQuest Information And
Learning Company.
Barca
F.
(2005,
“Media
Economics”
–
seminario
httpwww.agcom.iteventitwinningBARCA-28.03.2008.
Sarajevo,
Carveth
Rod (2004), “The Economics Of Online Media”, (Editor) Alison
Alexander, James Owerd et all, Media Economics Theory And Practice,
Lawrence Erlbaum Associates, London.
Doyle Gillian (2002), Understanding Media Economics, Sage Publications, London.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
232
O. Baytar
Edge Marc (2004), “En Enduring Success Story: The Little Nespaper That Could”,
WeekendToday.
İnuğur Nuri (1993), Basın ve Yayın Tarihi, Der Yayınları, 3. bsk., İstanbul.
Kaya, A. Raşit (2009), İktidar Yumağı Medya-Sermaye-Devlet, İmge Yayınevi,
Ankara.
Kaya Raşit (1999), “Medya, Toplum, Siyaset”, Alemdar Korkmaz (haz.), Medya
Gücü ve Demokratik Kurumlar, Afa Yayınları, İstanbul.
Mueller Milton(1999), “Digital Convergence And Its Consequences”, The Public,
Vol.6.
Ramstad Georg O. (1997), “A Model for Structural Analysis of the Media Market”,
Journal of Media Economics, I0(3), Lawrence Erlbaum Associates, Inc.
Reca Angel Aressa (2006, “Issues In Media Product Management”, Alan B.
Albarran (Editor), Sylvia M. Chan-Olmstad, Michael O. Wirth, Handbook
Of Media Management And Economics, Lawrence Erlbaum Associates,
New Jersey, London.
Tokgöz Oya (2003), Temel Gazetecilik, İmge Kitabevi, 5. bsk, Ankara.
Treutler Marc M. (2004), “Media Economics: A Media Theoretical Approach”,
http://cniss.wustl.edu/workshoppapers/treutlerfall04.pdf, Erişim Tarihi
16.07.2008.
Güz 2010, Sayı:31
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
TÜRKİYE’DE İLETİŞİM BİLİMİNE KATKI BAĞLAMINDA
HİLMİ ZİYA ÜLKEN’İ OKUMAK
Raci TAŞCIOĞLU
ÖZET
Özellikle sosyoloji, psikoloji ve felsefe alanlarında Türkçe ve yabancı dillerde
yazdığı birçok çalışma ile önemli bir entellektüel kimliği kazanan Hilmi Ziya
Ülken’in, yaptığı öncü iletişim çalışmaları yeterince bilinmemektedir. Oysa,
Türkiye’de iletişimin adından dahi bahsedilmeyen bir dönemde Ülken, iletişim
alanıyla doğrudan ilgili çalışmalar kaleme almıştır. Bu çalışmada, Ülken’in bu
çalışmalarıyla birlikte sosyoloji, psikoloji ve felsefe alanlarındaki kimi çalışmaları
incelenerek, iletişimle ilgili boyutları ortaya çıkartılmaya çalışılmıştır. Çalışmada
görüleceği gibi, Ülken iletişim bilimine kavramsal, yöntemsel ve tarihsel bağlamda
dolaylı ve doğrudan olmak üzere önemli katkılar sağlamıştır.
Anahtar Kelimeler: Hilmi Ziya Ülken, iletişim bilimi, iletişim kavramı, iletişim
yöntembilimi, iletişim araçları, iletişim tarihi.
READING HİLMİ ZİYA ÜLKEN IN TERMS OF CONTRIBUTION TO THE
COMMUNICATION SICENCE IN TURKEY
ABSTRACT
Hilmi Ziya Ulken, who is an important intellectual, has written many works in the
sociology, psychology and philosophy fields in Turkish and foreign languages. The
pioneering work of communication is poorly understood. Whereas, he has written
works directly related to the field of communication when the name of
communication was not even called in Turkey. In this study, this works and some
works of in the sociology, psychology and philosophy fields have been trying to
uncover direct relevance with communication. As can be seen in this study, Ulken
has provided inderect and direct significant contributions in the context of
conceptual, methodological and historical to the communication science.
Keywords: Hilmi Ziya Ülken, communication science, communication concept,
communication methodology, communication tools, communication history.

Dr., Atatürk Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü
İletişim 2003/18
234
R. Taşcıoğlu
GİRİŞ
İletişim olgusu, dünyada 20. yüzyılın birinci çeyreğinden sonra, ülkemizde
ise özellikle 1960’ların sonuna doğru iletişim eğitimiyle birlikte önem kazanmaya
başlarken,1 bu olgunun, dünya örneğinde olduğu gibi ülkemizde de diğer toplumsal
bilimlerden önemli miktarda beslendiği dikkat çekmektedir. Dolayısıyla,
disiplinlerarası bir bilim dalı olan iletişim, sosyoloji, siyaset bilimi, felsefe, tarih,
antropoloji, dilbilimi, sosyal psikoloji ve ekonomi gibi alanların katkısı olmaksızın
veya bu alanlara yönelmeksizin kısır kalır (Alemdar ve Erdoğan, 1998: 6-7).
Türkiye’de iletişim olgusunun önem kazanmasıyla birlikte iletişim
araştırmalarına da ağırlık verilmeye başlanmıştır. Altyapısını özellikle çeşitli sosyal
bilimler araştırmalarının hazırladığı iletişim araştırmalarına gerçek anlamda yöneliş
hiç kuşkusuz 1970’li yıllar ile birlikte olurken, 1980 ve 90’lı yıllar özgün iletişim
araştırmalarının yapılmasını beraberinde getirmiştir (Tokgöz, 2000: 28). Kısaca,
iletişim eğitimi paralelinde sistemli iletişim araştırmalarını da tetiklemiş ve bu
bağlamda, hem iletişim eğitimi öncesini hem de sonrasını kapsayan detaylı bir
çalışma alanı olarak Türk iletişim araştırmaları üzerinde itina ile durulması gereken
bir konu olarak önem kazanmıştır.
Bu nedenle, Türk iletişim araştırmalarına yönelik bir çalışma yapılırken,
konuyu iki dönem halinde incelemek doğru bir başlangıç olacaktır. Birincisi;
iletişim eğitimi öncesini yani Cumhuriyet’in ilk yıllarından 1960’lı yılların sonuna
kadar olan süreci kapsayan dönem, diğeri ise; Türkiye’de 1970’li yıllardan sonra
hızla yaygınlaşan iletişim eğitimi sonrasıdır.
İletişim eğitim öncesi dönemde iletişim alanına katkılar, Batı’da olduğu gibi
benzer bir özellik göstermiş ve felsefe, siyaset bilimi, sosyoloji, psikoloji, tarih,
sosyal antropoloji gibi birçok bilim alanındaki çalışma ve araştırmalar bağlamında
sınırlı kalmıştır. Yine de, bu alanlarda çalışmalar yapan kimi bilim adamları (H.
Ziya Ülken, Nermin Abadan Unat, Mübeccel Kıray, Behice Boran, Niyazi Berkes
gibi), yaptıkları çeşitli araştırma ve çalışmalar ile dolaylı olarak iletişim alanına
1
Türkiye’de iletişim eğitimi, 1950 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi içinde kurulan
Gazetecilik Enstitüsü ile başlamış, fakat, 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi’ne bağlı olarak kurulan Basın Yayın Yüksek Okulu ile ciddi anlamda üzerine durulan bir
konu haline gelmiştir. 1990’lı yılların ilk yarısına kadar İstanbul, Ankara, İzmir ve Eskişehir ile
sınırlı olan iletişim eğitimi, daha sonraki yıllarda yeni kurulan diğer iletişim fakülteleri ile
yaygınlaşarak ülkemizde önemli ve gözde bir alan olmuştur. Bu gelişime paralel olarak, ortaya konan
çalışma ve araştırmalarla doğrudan katkı sağlanarak iletişim olgusu ve bilimi gelişme göstermiştir.
Türkiye’de iletişim eğitiminin tarihsel gelişimi ile ilgili ayrıntılı bilgi için bakınız: (Tokgöz, 2003).
Güz 2010, Sayı:31
Türkiye’de İletişim Bilimine Katkı Bağlamında Hilmi Ziya Ülken’i Okumak
235
katkıda bulunmuşlardır. Hatta, üstü kapalı bir şekilde, yani, adını koymadan iletişim
olgusuna yer yer değinmişlerdir.2
İletişim olgusuna adını koymadan değinen bilim adamlarından biri olan H.
Ziya Ülken, bu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır. Ülkemizin önde gelen
entelektüellerinden kabul edilen Ülken’in, Türkiye’de henüz iletişim eğitiminden
söz edilmezken ve bu alanla ilgili kurumlar yokken, yer yer iletişim bilimi ile
ilgilendiği bilinmektedir. Dolayısıyla bu çalışmanın amacı, sosyoloji, felsefe, tarih,
psikoloji gibi alanlarda birçok çalışmaya sahip Ülken’in, iletişim bilimine yaptığı
katkıları ortaya koymaktır. Bu kapsamda, çoğu çalışmaları incelenerek, iletişim
bilimi ile ilgili boyutları belirlenmeye çalışılmıştır. Elde edilen bulgulara göre
Ülken, iletişim bilimine dolaylı ve doğrudan katkılar sağlamıştır. Bu yönüyle
çalışma, Türkiye’de iletişim biliminin tarihsel gelişimi bağlamında büyük önem
taşımaktadır. Zira, çalışma ile iletişim biliminin diğer toplumsal bilimlerden önemli
derecede beslendiği somut olarak ortaya konulmaktadır.
Çalışmanın altbaşlıklarında, Ülken’in hayatına ve çalışmalarına kısaca
değinilirken, iletişim bilimine sağladığı dolaylı ve doğrudan katkılar detaylı olarak
ele alınmaktadır. Dolaylı katkı kapsamında ağırlıkla kavramsal ve yöntemsel,
doğrudan katkı çerçevesinde ise daha ziyade tarihsel katkıların ön plana çıktığı
görülmektedir.
1. H. Ziya Ülken’in Hayatı3
3 Ekim 1901’de İstanbul’da doğan Ülken’in, babası Dr. Kimyager Mehmet
Ziya Ülken, annesi Müşfike Ülken’dir. İlkokulu özel “Tefeyyüz” mektebinde,
ortaokul ve liseyi de İstanbul Sultanisi’nde (şimdiki İstanbul Erkek Lisesi) okumuş,
1921 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden başarı ile mezun olmuştur. İstanbul
Edebiyat Fakültesi Beşeri Coğrafya kürsüsü asistanlığı yanı sıra, fakültede felsefe
tarihi ve ahlak sosyolojisi öğrenciliğini yürüterek bu konularda sertifika almıştır.
Anadolu’ya karşı duyduğu suçluluk ve kendini bağışlattırma isteğinden dolayı
üniversitedeki araştırmalarını bırakarak orta öğretimde çalışmayı kabul etmiştir.
Sırasıyla; Bursa Lisesi coğrafya öğretmenliği, Ankara Lisesi felsefe öğretmenliği,
Öğretmen Okulu tarih ve coğrafya öğretmenliği, Maarif Vekaleti İstatistik Dairesi
2
3
Türkiye’de ve Batı’da iletişim biliminin beslendiği alanlar ve kaynaklar ile ilgili bazı örnek
çalışmalar için bakınız: (Öztürk, 2008; Damlapınar, 2009: 1-21).
H. Ziya Ülken’in hayatıyla ilgili bilgiler, Eyüp Sanay (1988) ile Hamza Uygun ve İnan Özer’in
(2003) eserlerinden derlenmiştir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
236
R. Taşcıoğlu
Tercüme Heyeti üyeliği, Çapa Kız Öğretmen Okulu tarih ve psikoloji öğretmenliği,
İstanbul Erkek Lisesi, Galatasaray ve Kabataş Liseleri’nde felsefe ve sosyoloji
öğretmenliği görevlerinde bulunmuştur. 1928-29 yıllarındaki askerlik vazifesini
müteakiben 1930-33 yılları arasında İstanbul’da çeşitli liselerde yine tarih, psikoloji,
sosyoloji, felsefe öğretmenliği yapmıştır.
Ülken, öğretmenlik yaptığı yıllarda bilimsel çalışmalardan uzak kalmamış ve
Türk bilim tarihi için ana kaynak sayılabilecek eşsiz eserler kaleme almıştır. Öyle ki,
bu eserleri (özellikle iki ciltlik Türk Tefekkür Tarihi kitabı) Atatürk’ün dikkatini
çekmiş ve Milli Eğitim Bakanlığı hesabına incelemeler yapmak üzere Almanya’ya
gönderilmiştir. Dönüşünde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Tefekkürü
Tarihi doçentliğine atanmıştır. 1941 yılında Prof. Ernst von Aster ve Prof.
Şerafeddin Yaltakaya’nın teklifleri üzerine fakülte kurulu kararı ile felsefe
profesörlüğüne yükseltilmiştir. 1942’de sosyoloji profesörü unvanını elde ederken,
1944’de ek görevli olarak İstanbul Teknik Üniversitesi Yüksek Mühendis Mektebi
Mimarlık Bölümü’nde sanat tarihi derslerine de girmiştir.
İstanbul Üniversitesi’ndeki yönetim değişikliği ile birlikte verdiği dersler
elinden alınarak etkisiz hale getirilmeye çalışılmıştır. Bu arada gelen teklif üzerine
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Sistematik Felsefe kürsüsüne geçmiş ve bu
kürsüyü ek görev şeklinde yürütmüştür. Bu görevi esnasında iletişim bilimi ile
doğrudan ilgilenmiş ve Siyasi İlimler Mecmuası’nda basın konulu makaleleri
yayınlanmıştır. Ülken, 1957’de ordinaryüs profesörlüğe yükseltilirken, ülkemizde
akademik yaşantıyı önemli derecede sekteye uğratan 1960 askeri darbesi ile
üniversitelerden uzaklaştırılan 147 profesör içerisinde yer almıştır. Bu uygulamanın
yürürlükten kaldırılmasıyla İstanbul Üniversitesi’ndeki görev yerine çağrılmıştır. Bu
çağrıya olumsuz yanıt veren Ülken, vefa göstererek zor zamanda kendisine sahip
çıkan Ankara Üniversitesi’ndeki kürsüsüne devam etmiş ve aynı üniversitenin
Eğitim Fakültesi Eğitim ve İlim Felsefesi kürsüsünde 1968-71 yılları arasında ek
görevde bulunmuştur.
Yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen bilimsel üretkenliğinden hiçbir şey
kaybetmeyen Ülken, verimli bir mesleki yaşamın ardından 1971 yılında emekliye
ayrılmış ve Ankara Üniversitesi Senatosu’nca bir yıl daha uzatılan görevini 1973
yılında bırakmıştır. Yakalandığı kalp ve beyin rahatsızlığı sonucu ise, 5 Haziran
1974’de İstanbul’da vefat etmiştir.
Güz 2010, Sayı:31
Türkiye’de İletişim Bilimine Katkı Bağlamında Hilmi Ziya Ülken’i Okumak
237
Hayatı boyunca değişik akımların ve düşüncelerin etkisinde kalan ve bunu da
eserlerine yansıtan Ülken, sürekli araştırarak kendisini yenilemiş ve felsefeden
sosyolojiye, psikolojiden iletişime birçok alanda yüzlerce çalışma ortaya koymuştur.
2. H. Ziya Ülken’in Çalışmaları4
Yaşamı boyunca sosyal bilimler alanında çeşitli çalışmalar kaleme alan
Ülken’in, özgün çalışma yaratma hususunda bir arayış içinde olduğu ve
çalışmalarına yazıldıkları dönemin kimi özelliklerinin yansıdığı görülmektedir.
Dünyaya ve Türkiye’ye hep başka pencerelerden ve geniş bir perspektiften bakmaya
çabalarken, değişik dönemlerdeki düşünceleri doğrultusunda çok farklı konularla
ilgilenmiştir. “Eski batı ve doğu kültüründen romana, genel anlamda felsefeye ve
sosyoloji teorilerine, doğa bilimlerindeki gelişmelere ve hatta resim yapıp Resim ve
Cemiyet yapıtını yazacak kadar sanatın her alanına yönelik yoğun bir ilgisi
olmuştur” (Kayalı, 1994: 178-9).
Fransızca, İngilizce, Almanca, Arapça dillerini bilen Ülken, ilmi çalışmaların
yanı sıra dergicilik faaliyeti ile de uğraşmıştır. Mihrab, Anadolu, İnsan, Sosyoloji,
Felsefe ve İçtimaiyat dergilerini arkadaşları ile çıkarmış, Dergah ve Türk Yurdu
dergilerinde yazılar yazmış, Muallimler Birliği dergisinde çalışmış, Galatasaray ve
Mülkiye dergilerinin imtiyaz sahipliğini yapmıştır. Bununla birlikte, birçok ulusal ve
uluslararası panel, konferans, kongre, seminer ve açık oturumlara katılarak tebliğler
sunmuş ve oturum başkanlığında bulunmuş, Felsefe Derneği ve Sosyoloji
Derneği’nin kurulmasına ön ayak olmuştur (Sanay, 1988: XIII-V).
Farklı alanlarda birçok konuya kafa yoran Ülken, toplumu aydınlatma
noktasında yaygın bir etki alanına kavuşmuş ve hatta, “döneminin çoğu bilim
adamını da etkilemiştir”. Evrensel bilimi ve bilgiyi topluma kazandırma ve öğretme
uğraşı yanında, “sosyolojik sorunları anlamanın vesilesi olarak Türkiye’yi tanımayı
önemsemiş, bu nedenle de, ampirik sosyoloji çalışmalarına ilgiyle yaklaşmıştır”
(Kayalı, 1994: 179 ve 186).
Kayalı’nın da vurgulamaya çalıştığı gibi önemli bir entellektüel olan
Ülken’in, bu çalışma kapsamında psikoloji, sosyoloji, felsefe ve tarih gibi konularda
yazdığı bazı kitapları ve makaleleri ile iletişim alanıyla doğrudan ilgili olan basın ve
basın hareketleri konusundaki makaleleri incelenmiştir. Bu çalışmaların iletişimle
4
Ülken’in çalışmaları ile ilgili ayrıntılı bilgi için bakınız: (Sanay, 1988: 119-152; Uygun ve Özer,
2003: .205-212).
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
238
R. Taşcıoğlu
ilgili boyutları ortaya çıkarılarak iletişim alanına kazandırdıkları netleştirilmeye
çalışılmıştır.5
3. H. Ziya Ülken’in Türkiye’de İletişim Bilimine Katkıları
Ülken’in Türkiye’de iletişim bilimine yaptığı katkıları, dolaylı ve doğrudan
katkılar şeklinde sistematik hale getirmek mümkündür. Dolaylı katkılar, diğer sosyal
bilimlerin de kullandığı ve iletişim biliminin de disiplinlerarası niteliği bakımından
yararlandığı kavramsal ve yöntemsel bilgilerdir. Doğrudan katkılar ise, Türkiye’de
iletişim biliminin temel konuları arasında yer alan iletişim tarihiyle ilgili bilgilerdir.
3.1. Dolaylı Katkıları
a) İletişim Bilimine Kavramsal Katkıları6
Ülken, toplumsal olguyu irdelediği Sosyoloji Problemleri (1955a) isimli
çalışmasında, toplumsal ilişki ve toplumsal bağ kavramları dolayısıyla iletişim
bilimi açısından toplumsal kanaat ve kamuoyu kavramları ile kişilerarası iletişime ve
ikna yöntemlerine vurgu yapmaktadır.
İnsana aitliği ile içsel, kültüre aitliği ile dışsal olan toplumsallık, ilişkiler
yoluyla oluşmaktadır. Toplumsal ilişkiler; “a-)iki veya daha ziyade fert arasında, b-)
bir zümreyle diğer bir zümre arasında, c-)bir zümrenin içinde” cereyan etmektedir.
Her cemiyet aynı zamanda kanaatler toplamıdır ve genel kanaat cemiyetteki
kanaatlerden meydana gelmektedir. Fakat, genel kanaat ferdi kanaatler toplamı
değildir, dolayısıyla, “kolektif şuur hadiseleri ferdi şuur hadiselerinden ancak içtimai
hareketin aksettiği alanda gördükleri rollere göre ayrılmaktadır” (1955a: X ve 8-12).
Diğer bir ifadeyle, toplumsal ilişki bağlamında toplumsal kanaatlerin ortaya çıktığını
ve böylece kamuoyunun oluştuğunu ifade etmektedir.
5
6
Ülken’in çalışmada incelenen eserleri kaynakçada yer almaktadır. Uygun ve Özer’in (2003), Ülken’e
ait olduğunu söyledikleri Radyonun İçtimai Tesirleri Üzerine Sosyolojik Anket isimli makaleye, Milli
Kütüphane’de yaptığım araştırma sonucunda ulaştım. Bu makalenin, araştırmacılar tarafından
belirtildiği gibi, Ülken’e ait olmadığını gördüm. Türk Sosyoloji Cemiyeti yayını olan Sosyoloji
Dünyası Dergisi’nde yayınlanan makalenin başlığına konulan dipnotta, bu makalenin Harvard
Üniversitesi’nde kullanılan anketten tercüme olduğu ve bu tercümeyi de Bilge Temel isimli kişinin
yaptığı ifade edilmektedir.
Ülken, Batı dillerindeki sosyolojik bazı kavramların Türkçe karşılıklarının şu şekilde olduğunu
söylemektedir: Cemiyet (societe), cemaat (communaute), birleşme veya birlik (association), kitle
(masse), halk (volk), yapı (structure), münasebet (rapport), bağ (lien), tesir veya etki (action), tepki
(reaction), umumi kanaat (opinion publique), kolektif tasavvur (representation collective) (1955a:
65-66).
Güz 2010, Sayı:31
Türkiye’de İletişim Bilimine Katkı Bağlamında Hilmi Ziya Ülken’i Okumak
239
“Toplumsal bağ, maddi ve manevi vasıtalar ile insanlar arasındaki
yakınlaşmadır. Manevi yakınlaşma his, duygu, irade ve bilgi, maddi yakınlaşma ise
toprak ve iş ilişkileri” sayesinde ortaya çıkmaktadır. Toplumsal bağ sadece
yakınlaşma değil, mücadele ve dayanışma içgüdüleri dolayısıyla çift karakterlilik
göstermekte ve bu nedenle, uzaklaşma anlamına da gelmektedir (1955a: 12-14).
Toplumsal bağ ve bu bağı sağlayan araçlar nedeniyle iletişim olgusuna,
sürecine ve araçlarına değinirken, iki veya daha çok insan arasındaki toplumsal
bağın mutlaka bir takım maddi araçlarla kurulduğunu; bir sınır üzerinde eşya
değiştiren iki kişi için çuval, ip ve araba gibi şeylerin onlar arasındaki toplumsal
bağın tekniği olduğunu söylemektedir. Uzak yerden birbirlerine düşüncelerini
nakleden insanlar arasındaki toplumsal bağda, mektup, kitap, telefon, radyo vb. gibi
araçlar diğerlerinden çok daha geniş olan bir teknik meydana getirmekte ve
toplumsal bağın aracı ve dayanağı olan teknik, aynı zamanda değer taşıyıcısı ve
nakledicisi olmaktadır (1955a: 37).
“İnsani İlimler Mümkün müdür?” (1949) başlıklı makalesinde ise, kişiler
arasındaki bağın tek taraflı veya iki taraflı olduğunu belirterek, üstü örtük bir şekilde
tek yönlü ve iki yönlü iletişim ile simetrik ve asimetrik iletişimden bahsetmektedir.
“Müminle Tanrı’nın münasebeti tek taraflı iken, sevgililerin münasebeti simetrik,
kumandanla ordunun münasebeti asimetriktir. Fakat, bütün bu münasebetlerde
kişiler arasında daima çok farklı perspektifler vardır”. Kişiler arasındaki bağ sayı
olarak çoğaldığında toplumlar kompleksleşerek derinleşmekte, toplumsal tabakalar
arasındaki karşılıklı tesir ve ilişkiler kolektif hayatı yani cemiyeti oluşturmaktadır.7
Yine, toplumsal bağ çerçevesinde bireyleri yönetmede veya baskılamada,
toplumsal kuvvetler tarafından çeşitli araçların kullanıldığını ifade ederek, iletişim
biliminde özellikle de siyasal iletişimde bugün sıkça kullanılan ikna yöntemlerine
değinmektedir.8 “Psiko-biyolojik unsurlarca iradi veya irade-dışı zor kuvvetine
başvurulmakta ve fertler arasında karşılıklı kontrol meydana getirebilmek için,
birilerince diğerlerini baskı altına alma içtimai baskı, telkin veya muhakeme yolları
kullanılmaktadır” (1955a: 8-14).9
7
8
9
Ülken, insanların bir araya gelerek birbirleri ile etkileşim halinde olduklarında ve birbirlerine tesir
ettiklerinde, artık birey olarak değil, “zümre coşkunlukları, zümre kanaatleri, kütle heyecanı veya
iradesi gibi” adlarla anılan farklı bir ruh hayatı yaşamaya başladıklarını ve buna cemaat ruhu
denildiğini belirtmektedir (1955: 104).
Günümüzde özellikle siyasal iletişim sürecinde öne çıkan bir kavram olan siyasal ikna ve yöntemleri
ile ilgili ayrıntılı bilgi için bakınız: (Anık, 2000).
Ülken’in bu tespiti bir yönüyle Althusser’in (1991) ileri sürdüğü, “egemen sınıf, zora dayanmayan
devletin ideolojik aygıtları (okul, kilise, sendika, medya gibi) ile egemen görüş ve düşünceleri
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
240
R. Taşcıoğlu
“Cemiyette İlk Basın Hareketleri” (1954b) isimli makalesinde, makalenin
taşıdığı amacı ortaya koyarken kitle iletişimi kavramı ile araçlarına gönderme
yapmakta ve medyanın dördüncü güç olduğunu vurgulamaktadır. Makalenin
amacını, “haberlerin ve fikirlerin yayılmasının tarih boyunca takip eylediği seyri ve
geçirdiği muhtelif merhaleleri ilmi esaslara uygun bir surette hikâye etme”
biçiminde açıklamaktadır. “Haber ve fikirlerin bir insandan öteki insan veya
insanlara iletilmesi noktasında ortaya önemli bir mesele çıkmıştır”. Bu meselenin,
haber ve fikirlerin hangi araçlarla iletileceği olduğunu ifade etmektedir. “Girişilen
çeşitli teşebbüsler neticesinde bugün basın-yayın denilen ve medeni cemiyetin
dördüncü kuvveti sayılan müessese doğmuştur.” Teknolojik gelişmeler ile birlikte
iletişim kişilerarası boyuttan kitle boyutuna ulaşırken, bu süreçte sırasıyla, “gazete,10
dergi, radyo, film ve televizyondan faydalanılmaya başlanılmıştır”.
b) İletişim Bilimine Yöntemsel Katkıları
Ülken, iletişim araştırmalarında da bugün sıklıkla kullanılan ampirik
araştırma yöntemine işaret etmekte, bu yöntemin veri toplama teknikleri hakkında
önemli ipuçları vermekte ve araştırmanın sadece istatistiksel rakamlardan ibaret
olmadığını özellikle vurgulamaktadır. Anket ve test tekniğinden bahsetmekte, bu
tekniklerin sosyal bilimler, bilhassa sosyoloji alanındaki kullanımını açıklamakta ve
sosyal olguların toplumsal değerlerle araştırılabileceğini şu örnek üzerinden
anlatmaktadır:
“Okulda çocukların konuşmaları (münakaşa, münazara, derse çekilme),
çarşıda ve pazarda konuşma, muhabere veya gazeteye ya da kitap şeklindeki
umumi ve ihtisas-i iki dilin işleyişi bize bütün içtimai değerlerin tebliğleri
sırasında normların nasıl işlediğini ve manalarının nasıl içtimai yerleşim
yerlerine, tabakalara (okumuş, cahil, fakir, zengin), açık veya kapalı zümrelere
(tarikat, mezhep birliği, milletlerarası kooperasyonlar vb. gibi) göre
değiştiğini gösterir” (1955a: 125).
Sosyal bilimler ile ilgili bir araştırmada araştırmacının veri toplayabileceği
bilgi kaynaklarını; belge kaynakları ve saha kaynakları diye ikiye ayırmaktadır.
Belge kaynakları; resmi belgeler ve istatistikler, resmi olmayan belgeler ve
10
insanlara benimsetirken, zora dayanan devletin baskı aygıtları (ordu, polis, yargı, hapishane gibi) ile
de kitleleri bastırmakta ve denetim altına almaktadır” iddiası ile paralellik göstermektedir.
Gazetenin Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa’nın ileri gelen ülkelerindeki gelişimini ve geçirdiği
dönüşümü (gazetelere ilan alınması, edebi gazetecilik gibi) ayrıntılı olarak ele almaktadır (1955b:
352-364). Türkiye’deki gelişimiyle ilgili söyledikleri yedinci başlıkta konu edilmektedir.
Güz 2010, Sayı:31
Türkiye’de İletişim Bilimine Katkı Bağlamında Hilmi Ziya Ülken’i Okumak
241
istatistikler, kütüphaneler, fotoğraf, film ve mikrofilm arşivler, tarihi veriler, saha
kaynakları ise; gözlem (kontrollü, kontrolsüz), anket çalışması, mülakat ve vaka
metodlarıdır. Bu kaynaklar hakkında detaylı bilgi vermekte, ampirik araştırmanın
önemli tekniklerinden biri olan anket ile ilgili olarak ise, anket sorularının nasıl
hazırlanması ve anketin nasıl yapılması gerektiğini, anketin kaidelerini, örneklemin
nasıl oluşturulacağını anlatmaktadır (1955a: 289-329).
Millet ve Tarih Şuuru (1948) isimli çalışmasında ise, kendimizi ve
yaşadığımız coğrafyayı tanımak için iki yolun bulunduğunu ve bunların, sosyolojik
anket ile monografik araştırmalar olduğunu söylemekte ve istatistik ile elde edilen
rakamların yalnız başlarına bir anlam ifade etmediklerini belirtmektedir. “İstatistiği
mücerret rakamlar halinden çıkararak ona mana vermek gerekir. Fakat, objektif ve
gayri şahsi olabilmek için biricik çare, içtimai monografilerle istatistiği tefsir
etmektir.” Muhtelif sosyal olgular arasındaki karşılıklı tesirleri araştıran ve bir
toplum kesitinin gözlemlenmesine dayanan monografi, refah derecesi, kültür
derecesi ve ananeye göre toplumsal tabakaların irdelenmesidir.11
c) İletişim Biliminin Disiplinlerarası Niteliğine Katkıları
Bireyi ve toplumu konu edinen iletişim biliminin günümüzde disiplinlerarası
niteliği geniş kabul görürken, bu kabulün izlerine Ülken’in çalışmalarında da
rastlamak mümkündür. Toplumbilimi ve toplumsal yapı konusunda söylediği
ifadelerde bu durum açıkça görülmektedir.
“Her şahıs bilfiil yani fiilileşme doğrultusunda bir fert, bilkuvve yani
imkanlarının normlar halinde ifadesi olarak içinde bulunduğu toplumun
unsurlarını kendinde aksettiren bir cemiyettir. Nitekim, her şahsiyet (kişilik)
objektifleşme (veya haricileşme) olma bakımından cemiyet, subjektifleşme
(veya derunileşme) olma bakımından bir ferttir” (1949: 33).
Görüleceği gibi, bireye ve onun meydana getirdiği toplumsal bütüne
toplumbilimi ve psikoloji bilimi çerçevesinde bakmaktadır. Temelde bu bilimlerin
insan üzerinde odaklaştığını belirtmekte ve toplumsal değişmeyi de bu bilimler
11
Bu çerçevede, Maraş-Malatya ve Safranbolu-Cide karşılaştırmalı monografisini yapmış ve
bulgularına yer vermiştir. Buna göre; Malatya halkı Maraş halkına oranla daha yerleşik bir yaşam
sürmekte, bu şehirde büyük aile kavgaları, toprak meseleleri ve siyasi gerginlikler Maraş’a oranla
daha az olmaktadır. Maraş’a göre daha çok gelişen Malatya’nın geçim kaynağı bağcılık, Maraş’ın ise
ziraat ve birazcık da zanaattır. Cide coğrafik olarak darlığı sebebiyle daha çok göç vermekte ve
Safranbolu da Karabük’ün gölgesinde kaldığı için gelişememektedir. Fakat, yeni belediye planı ile
ileride Karabük ile birleşerek önemli endüstri bölgesi haline gelebilecektir (1948: 35-40).
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
242
R. Taşcıoğlu
temelinde açıklamaya çalışmaktadır. Ülken’e göre, psikoloji insan davranışını birey
boyutunda ele alırken, toplumbilimi toplumsal ilişkiler sistemini konu edinmektedir.
Bu sistemde, insanlar arası ilişkiler ile bu ilişkilerin üzerinde yer aldığı doğal olaylar
bulunmaktadır (Uygun ve Özer, 2003: 159-204).
d) İletişim Teknolojisi Bağlamında Toplumsallaşma ve Küreselleşmeye
Yaklaşımı
Ülken, teknolojik yenilikleri olabildiğince yüceltmekte ve bu yenilikler ile
toplumsallaşma ve küreselleşme arasında doğru bir orantı kurmaktadır. Dolayısıyla,
toplumsallaşma ve küreselleşmeye yönelik yaklaşımının teknolojik determinist
(teknolojik iyimserlik) izler taşıdığını söylemek mümkündür. Zira, “makine, radyo,
sinema, traktör, tren, kamyon, otomobil, fabrikanın kasabalara ve köylere kadar
sokulduğu zaman halkın ister istemez gözünün açıldığını, okuma şevkinin
uyandığını ve dolayısıyla, içtimai ilgilerinin arttığını” (1948: 105) söylemektedir. Bu
bağlamda, kitle iletişim araçlarının toplumdaki ağırlığının giderek hissedildiğini
vurgulamaktadır. Diğer bir ifadeyle, bu araçların yönetimsel ve toplumsal bağlamda
önemli bir güç haline geldiğini iddia etmektedir. “Tanzimat döneminde
Avrupalılaşmak ve reform yapmak amacıyla Yeni Osmanlılar, Divan-u
Hümayun’dan ayrılan Bab-ı Ali’ye aşağıdan yukarıya doğru destek veren ilk
yardımcı kuvvet olmuş ve bu kuvvet sokağa yani matbuata dayanmıştır.” (1948:
106)
İletişim ve ulaşım teknolojisindeki yeniliklerin sadece toplumsallaşmayı
değil, aynı zamanda, kültürler arası etkileşimi de tetiklediğini ifade ederek,
küreselleşme olgusuna işaret etmektedir. Ona göre, bu durum olumlu bir gelişmedir.
Ateşin icadı ve buharın keşfi ile birlikte medeniyet tarihinde büyük bir çağ değişimi
yaşanmış, böylece, kıtalararası münasebetler doğmuş ve zamanla gelişmiştir. Bu
süreçte, milletler dünya medeniyetinin uzuvları gibi rol oynamaya başlamışlardır.
Bu gelişime ayak uyduramayan milletler eski çağların havasında erimeye yüz
tutacak ve “radyonun, sinemanın, tayyarenin, telsiz telgrafın, telefonun hüküm
sürdüğü bir dünyada kendi içine kapanmış, kimseye benzememeyi düstur edinmiş
bir kültürün manası olamayacaktır” (1948: 10).
Güz 2010, Sayı:31
Türkiye’de İletişim Bilimine Katkı Bağlamında Hilmi Ziya Ülken’i Okumak
243
3.2. Doğrudan Katkıları
a) İletişim Tarihi Bağlamındaki Katkıları12
Ülken, iletişim tarihi bağlamında Türkiye’de matbaanın, gazeteciliğin ve
dergiciliğin gelişimi konularını ele almaktadır. Ülkemizde henüz iletişim eğitimi ve
araştırmalarının başlamadığı bir dönemde bu konular ile ilgili önemli bir bilgi
birikimi ortaya koymakta ve Türk iletişim tarihine hayati bir katkı sağlamaktadır.
Matbaanın icadı ve Türkiye’de gelişimi konusunu ele alırken söyledikleri,
günümüzde bile hala tartışılmakta olan bu hususlarda tartışmanın bir tarafında yer
alan kişilerin savunduklarına dayanak oluşturmaktadır. Matbaanın Avrupa’ya
nazaran Osmanlı İmparatorluğu’na gecikmeli gelmesini, Kur’an ve diğer dini
kitapların bu şekilde basılmasını arzu etmemeye ve matbaacılık yayıldığı takdirde
kitap kopya ederek geçinen kişilerin işsiz kalacaklarından duyulan endişeye
bağlamaktadır. Bundan dolayı da, ülkemizde matbaacılık hareketi azınlıklar
tarafından başlatılmıştır. Dolayısıyla, öncelikle azınlıklara ait matbaacılık
hareketlerinden bahsetmektedir. Daha sonra, Avrupa’dan üç yüzyıl sonra faaliyete
geçen ilk Türk matbaasına değinmekte ve Sait Efendi ile İbrahim Müteferrika
önderliğindeki bu girişimin serüvenini ayrıntılı olarak aktarmaktadır (1955c: 408415).
Sait Efendinin 1732 yılında Müteferrika ile olan ortaklıklarını sona
erdirdiğini ve bu tarihten sonra yalnız başına matbaayı idare etmeye başlayan
İbrahim Efendinin esasen başlangıçtan beri bu işin hakiki sahibi olduğunu iddia
etmektedir. Bu matbaada eski düşünce sistemiyle ilgili eserler yanında, yenileşme
hareketleri içinde ağırlıkla yer alan ordu ile ilgili düzenlemeler çerçevesinde batı
dillerinden çevrilmiş eserler de basılmıştır (1955d: 75-84). İlk Türk matbaasından
sonra Anadolu’da kurulan ve Türkçe eser basan diğer matbaaları konu edinmektedir.
Özellikle, Sefaret Matbaası, Mühendishane Matbaası ve Üsküdar Matbaası ile
bunların bastıkları eserlerden ayrıntılı olarak bahsetmektedir (1955e).
Ülken, matbaacılık hareketinin azınlıklar tarafından başlatılmasına paralel
olarak Türkiye’de gazetecilik faaliyetlerine yine azınlıkların önderlik ettiğini ve bu
kapsamdaki girişimlerin Türk gazeteciliği için ilk örnekleri oluşturduğunu
belirtmektedir. “Türk Gazeteciliği Doğuyor” (1955f) başlıklı makalede, Türkiye’de
gazeteciliğin gelişimi bağlamında ağırlıkla Osmanlı topraklarında azınlıkların
12
Aslında bu başlık başka bir çalışmanın konusunu oluşturacak kadar geniş kapsamlıdır. Dolayısıyla,
burada yazılanlar olabildiğince özet bir aktarımdır.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
244
R. Taşcıoğlu
yürüttüğü gazetecilik faaliyetlerinden ve ilk Türk gazetesi Takvim-i Vekayi’den,
ayrıca, kısmen de Jöntürklerin Avrupa’daki gazetecilik çabalarından söz etmektedir.
“Türkiye’de -matbaa gibi- gazetecilik de geç gelişmiş ve yine öncelikle azınlıklar
tarafından önem verilen bir girişim olmuştur.” Bunun nedenini, azınlıkların ağırlıkla
ekonomik hayatta boy göstermesine bağlamaktadır. Şöyle ki, 1820’li yıllarda
neşredilen Le Spectateur Oriental’den bahsederken, gazetenin İzmir’de hep varlıklı
ve de tanınan tüccarlar tarafından satın alındığını, gazetenin okuyucu kitlesinin ise
yine hep ticaret ile uğraşan azınlıklar olduğunu söylemektedir.
Bu gazetenin 1829 yılında kapatılmasından sonra, son sahibi olan Alexandre
Black13, II. Mahmut’un daveti üzerine İstanbul’a yerleşmiş ve Bab-ı Ali’nin desteği
ile İstanbul’da Le Moniteur Ottoman isimli bir gazete çıkarmaya başlamıştır. Yazar
bu gazetenin ilk Türk gazetesi olup olamayacağı konusunda bir tartışma içerisine
girmektedir. Gazete, “hem havadis, hem de resmi ve yarı resmi tebliğlerde
bulunmuş, Osmanlı Hükümetinin siyasetini gütmüştür”. Fakat, “Fransızca
yayınlandığı için ilk Türk gazetesi olarak kabul edilemeyeceğini” iddia etmektedir.
Benzer şekilde, Anadolu sınırları dışında neşredilen gazetelere de değinirken bu
tartışmayı sürdürmektedir. Örneğin, Mısır’da 1828’de yarı Türkçe yarı Arapça
Vekay-i Mısıriye’nin yayın hayatına başladığını, fakat, “bu gazetenin bağımsızlığını
ilan eden Kavalalı Mehmet Ali Paşanın menfaatlerini temsil ettiğinden, Türkiye’de
yayınlanan ve okunan bir Türk gazetesi olarak kabul görmediğini” ileri sürmektedir.
Hemen herkes gibi Ülken de, 1831 yılında yayın hayatına başlayan Takvim-i
Vekayi’yi ilk resmi Türk gazetesi olarak kabul etmektedir. Bu kabulden hareketle
gazetenin yayın hayatını ayrıntılı bir biçimde anlatmaktadır. “Haftalık resmi bir
gazete olarak başlangıçta resmi tebliğ ve haberler ile birlikte, iç ve dış olaylara dair
haberler vermiş, sonrasında ise, içeriği boşaltılmış ve bu nedenle, zaman içerisinde
itibarını kaybetmiştir”. Dikkat çeken husus, gazetede iş bölümü yapılması (yönetim,
tashih, haber toplama gibi) ve Mukaddime isimli ilavesinin bulunmasıdır. Bu ilave,
“gazeteyi halka takdim etmek ve gazetenin faydası, lüzumu ve ehemmiyeti hakkında
izahat vermek amacıyla kaleme alınmaktadır”. Gazete resmi ve gayriresmi diye iki
kısma ayrılmakta, resmi kısmında devlete ait haberler, gayriresmi kısmında ise
çeşitli havadisler, eğitim-öğretim, bilim, sanat ve ticaret ile ilgili haberler yer
13
“Türk Gazeteciliğinde Yabancı Bir Sima” (1955g) başlıklı makalesinde Ülken, önce İzmir’de ve
sonrasında II. Mahmut’un daveti ile İstanbul’da basın hareketlerinde bulunan ve bu hareketlerinde
Türkiye yanlısı bir politika izleyen Alexandre Black’in hayatını ele almaktadır. Ailesiyle birlikte
Fransa’dan Türkiye’ye göç eden ve İzmir’e yerleşen Black’in, hukukçu ve aynı zamanda İzmir’deki
yabancı tüccarların ticaret mümessili olduğunu ifade etmektedir.
Güz 2010, Sayı:31
Türkiye’de İletişim Bilimine Katkı Bağlamında Hilmi Ziya Ülken’i Okumak
245
almaktadır. Gazetenin yazım kuralları konusunda ise; “sütun başlıklarının büyük
harflerle ve metindeki yazıların ise hep aynı punto harfleriyle dizildiğini, nokta ve
virgül gibi yazı işaretlerinin kullanılmadığını” söylemektedir. İmparatorluk sınırları
içerisindeki diğer halklara da ulaşabilmek amacıyla gazete sonraları Arapça, Rumca
ve Ermenice de yayınlanmıştır. Resmi otorite tarafından özel önem verilen ve
padişah tarafından desteklenen gazetenin halka sevdirilmesi, benimsetilmesi ve
tirajının artırılması için hiçbir fedakarlıktan kaçınılmamıştır (1955h).
Tanzimat ile birlikte gazete Gülhane Hattı’nı içeren bir ilave ile birlikte
yayınlanırken, bu süreçte gazetede iç ve dış haberler yanında yer yer makalelere ve
risalelere yer verilmeye başlanmış ve bu nedenle, içerik olarak zenginleşen gazeteye
halkın ilgisi artmıştır. Sadaret makamına gelen Reşit Paşa döneminde (1845),
gazetede yeniden yapılanmaya gidilmiş ve bu yapılanma ile birlikte gazetenin
içeriğinde yabancı basından fıkra, makale, haber tercümeleri ve nakillere de yer
verilmiştir. Sonraları, “neşr düzeninin yeniden bozulmaya yüz tuttuğunu ve zaman
içinde içeriğin zayıfladığını, halkın ilgisinin büsbütün kaybedildiğini ve kendisine
rakip olan Ceride-i Havadis karşısında kuru ve tatsız bir görünüm kazandığını” ifade
etmektedir. Bu kötüye gidiş sürecinde tamamen resmi içeriği olan haber ve
duyuruları yayınlar hale gelmiş, “tayin, terfi, nakil ve tevcih gibi resmi haberler
dışında, zabıta ve yangın havadislerinden başka bir şeye rastlanmamıştır” (1955ı).
Ülken, çalışmalarında Türk dergiciliğinin gelişimine de değinmektedir. Türk
Düşüncesi Dergisi’nde yayınlanan “Türk Düşüncesi ve Dergilerimiz” (1954a)
başlıklı makalesinde, Türk dergiciliğinin tarihçesi ve ilk örnekleri, fen, ilim, edebi
ve özellikle fikir dergilerinin (Garpçı, İslamcı, Türkçülük) mahiyeti gibi konulardan
bahsetmektedir.
“Dergi sistemleşmekte olan bir fikri yaymakta ve bu fikrin devamlılığını
sağlamaktadır”. Bu bağlamda, bizde dergicilik batılılaşma cereyanı ile başlamış ve
bu fikrin toplumsal kabulünde büyük bir rol oynamıştır. Batılılaşma hareketinin
temelinde fennin yani teknik ve ilmin yatması dolayısıyla, bu dönemde çıkan
dergiler de bu yönde yayın politikası izlemişler, bir diğer ifadeyle, garbın fennini
öğreterek ve yayarak medenileşmeye katkı sağlamışlardır. Zaman içerisinde
memleket dergileri Garpçı ve İslamcı olmak üzere iki düşman saf haline gelirken,
yine, bu sıralarda Türkçülük akımı üçüncü bir fikir cereyanı şeklinde ortaya
çıkmıştır. Bu fikir cereyanın hem Türkiye topraklarında hem de Türkiye dışında
yaygınlaşmasında, bu fikir cereyanı çerçevesinde neşredilen birçok dergi önemli rol
oynamıştır.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
246
R. Taşcıoğlu
b) Basın ve Yayımcılık Alanının Düzenlenmesi Konusundaki Katkıları
Ülken, yenileşme hareketleri çerçevesinde matbaayla birlikte basın ve
yayımcılığın gelişmesine paralel olarak ortaya önemli bir sorunun çıktığını
söylemektedir. Bu sorun, haber ve fikirlerin iletilmesinin çerçevesinin resmi
makamlarca belirlenmesi, diğer bir ifadeyle, basın ve yayımcılık alanının yasal bir
düzenlemeye kavuşturulması ihtiyacıdır (1954b: 300).
Azınlıklara ait özel basımevleri ve ardından devlet basımevleri kurulurken,
bu müesseselerin yaygınlaşmasının sonucu olarak basımevi tüzüğüne ihtiyaç
duyulmuştur. Bu amaçla, “basın hukukunun pek ehemmiyetli iki vesikası
sayılabilecek ‘Matbaa Nizamnamesi 15 Şubat 1857 tarihinde ve ‘kitap hakkındaki
inhisar maddesini ilga eden nizamname’ 3 Mart 1857 tarihinde yürürlüğe
konmuştur” (1955ı: 321). Bu düzenlemeler ile basın ve yayımcılığa sansür konusu
gündeme gelmiştir.
Sansür, Islahat Fermanı ile başlarken, Ali Paşa’nın sadaretiyle basın üzerinde
baskı artmıştır. Özel girişimciliğe rağmen devlet matbuata karşı otoriter bir tavır
sergileyerek, Tanzimat’ın getirdiği yeni fikirlerin doğurabileceği anarşi tehlikesine
karşı kontrolü ele almıştır. Sansür dönem dönem gevşerken, dönem dönem aşırı bir
şekilde uygulanmıştır. Bu durum yazarları ciddi derecede rahatsız etmiştir. Kimi
zaman sansür yayım öncesini kapsarken, bazen yayımın belirli bölümleri veya
sayfalarını kapsamıştır (1966a: 58-60).
Hızla gelişen basın ve yayımcılık alanında bir düzenlemeye ihtiyaç
duyulduğunu belirten Ülken, aynı zamanda basın özgürlüğünden yana bir tavır
ortaya koymakta ve çok sesliliğin toplumsal gelişmeye önemli katkı sağladığını
iddia etmektedir. II. Meşrutiyet ile birlikte her türlü basın özgürlüğü sağlanırken, bu
bağlamda zıt dünya görüşleri çatışan ideolojiler haline gelmiştir. Avrupacılık,
İslamcılık ve Türkçülük gibi bu cereyanlar, gazete yazarlığında, edebiyatta ve halk
seviyesindeki mücadelede gittikçe belirli kişileri meydana çıkarmış, onlara ışık
tutmuş ve fikir hayatında hayati rol oynamıştır (1966a: 307-35).
SONUÇ
Bu çalışmada, disiplinlerarası bir alan olan iletişim biliminin diğer toplumsal
bilimlerden önemli derecede beslendiği, Hilmi Ziya Ülken örneği üzerinden
somutlaştırılmaktadır. Türk düşün tarihinin önemli bir entellektüeli olan Ülken’in,
sosyoloji, psikoloji ve felsefe alanlarındaki çalışmaları ile iletişim bilimine sağladığı
dolaylı katkılar yanında, Türkiye’de henüz iletişim eğitimi ve araştırmaları söz
Güz 2010, Sayı:31
Türkiye’de İletişim Bilimine Katkı Bağlamında Hilmi Ziya Ülken’i Okumak
247
konusu değilken bu alanda yaptığı çalışmalar ile doğrudan katkıları söz konusudur.
Dolaylı katkılarının ağırlıkla kavram ve yöntemle, doğrudan katkılarının ise iletişim
tarihi ve iletişim alanının yasal düzenlemesiyle ilgili olduğu görülmektedir.
Ülken, günümüzde iletişim bilimi ve siyasal iletişim literatüründe sıklıkla
kullanılan bazı kavramlar konusunda öncülük etmektedir. Toplumsal ilişki ve
toplumsal bağ konuları dolayısıyla toplumsal kanaat, kamuoyu, kişilerarası iletişim
ve ikna yöntemleri gibi bazı önemli kavramlar üzerinde durmaktadır. Yine,
toplumsal bağ ve bu bağı sağlayan araçlar konusuna değinirken iletişim bilimi
açısından önem taşıyan iletişim olgusuna, sürecine ve araçlarına vurgu yapmaktadır.
Sosyal bilimlerde araştırma yöntemleri çerçevesinde ampirik araştırma yönteminin
önemine dikkat çekerken, iletişim bilimine yöntemsel açıdan yol gösterici
olmaktadır. Bilgi kaynakları (belge ve saha) ile veri toplama teknikleri hakkında
(anket ve test tekniği, monografik araştırma) önemli ipuçları vermekte ve bu
tekniklerin sosyal bilimler alanındaki kullanımını açıklamaktadır.
Ülken, basın konulu makalelerinde Türkiye’de matbaanın, gazeteciliğin ve
dergiciliğin gelişimi konularını ele alırken, bu konular ile ilgili önemli bir bilgi
birikimi ortaya koymakta ve Türk iletişim tarihine hayati bir katkı sağlamaktadır.
Ülkemizde matbaacılık ve gazetecilik faaliyetlerinde azınlıkların öncü rolü
oynamasına dikkat çekerken, günümüzde bile hala tartışılmakta olan Türk
matbaacılığı ve gazeteciliği konularında söyledikleri ile tartışmanın bir tarafında yer
alan kişilerin savunduklarına dayanak oluşturmaktadır. Fikir hayatındaki çok
sesliliğin dergicilik faaliyetlerine ivme kazandırdığını belirterek, Türk dergiciliğinin
tarihçesi ve ilk örnekleri, fen, ilim, edebi ve özellikle fikir dergilerinin (Garpçı,
İslamcı, Türkçülük) mahiyeti gibi konulardan bahsetmektedir. Hızla gelişen basın ve
yayımcılık alanıyla ilgili yapılan yasal düzenlemelerin ilk örneklerine ve bu
bağlamda hayata geçirilen sansür uygulamalarına da kısaca değinmektedir.
Son söz olarak Ülken’in, kimi çalışmalarında adını koymadan kimilerinde ise
doğrudan iletişim olgusu ile ilgilendiğini, özellikle Türk iletişim tarihine yönelik
kendine özgü tarihsel ve toplumsal yorumlarda bulunarak gelişimin arka planına ışık
tuttuğunu ve böylece, ülkemizde iletişim bilimine önemli ve değerli bir bilgi
birikimi kazandırdığını söylemek mümkündür.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
248
R. Taşcıoğlu
KAYNAKÇA
Alemdar, K ve Erdoğan, İ (1998) İletişim, Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de
Bilim: Sosyal Bilimler II, TÜBA, s.1-10.
Althusser, L (1991) İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Y. Alp ve M. Özışık
(Çev.), İstanbul: İletişim Yayınları.
Anık, C (2000) Siyasal İkna, Ankara: Vadi Yayınları.
Damlapınar, Z (2009) İletişim Bilimini Rousseau’dan Okumak: ‘Kötü’ Yanlarımızın
Sonucu mu, ‘İyi’ Yanlarımızın Katkısı mı?, İletişim, Gazi Üniversitesi
İletişim Fakültesi Yayını, 29, Güz, s.1-21.
Kayalı, K (1994) Türk Düşünce Dünyası I, Ankara: Ayyıldız Yayınları.
Öztürk, S (2008) Türkiye’de İletişim Düşüncesinin Kökenleri, Ankara: Gazi
Üniversitesi İletişim Fakültesi Kırkıncı Yıl Kitaplığı.
Sanay, E (1988) Hilmi Ziya Ülken – Psikolojisi, Sosyolojisi, Felsefesi, Ankara: Gazi
Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Yayınları.
Tokgöz, O (2000) Türkiye’de İletişim Araştırmaları: Nereden Nereye, Kültür ve
İletişim, 3 (2), Yaz, s.12-30.
Tokgöz, O (2003) Türkiye’de İletişim Eğitimi: Elli Yıllık Bir Geçmişin
Değerlendirilmesi, Kültür ve İletişim, 6 (2), s.7-32.
Uygun, H ve Özer, İ (2003) Hilmi Ziya Ülken, Emre Kongar (Der.), Türk
Toplumbilimcileri 1, İstanbul: Remzi Matbaası, s.145-204.
Ülken, H Z (1933/34) Türk Tefekkürü Tarihi I-II, İstanbul: Matbaa-i Ebuzziya.
Ülken, H Z (1935) Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü, İstanbul: Vakit Matbaası.
Ülken, H Z (1942) Şeytanla Konuşmalar, İstanbul: Ülkü Matbaası.
Ülken, H Z (1948) Millet ve Tarih Şuuru, İstanbul: Pulhan Matbaası.
Ülken, H Z (1947/1949) İnsani İlimler Mümkün müdür?, Sosyoloji Dergisi, 4-5, s.151.
Ülken H Z (1954a) Türk Düşüncesi ve Dergilerimiz, Türk Düşüncesi Dergisi, 1 (2),
Ocak, s.82-87.
Ülken, H Z (1954b) Cemiyette İlk Basın Hareketleri, Siyasi İlimler Mecmuası, 285,
Aralık, s.299-317.
Ülken, H Z (1955a) Sosyoloji Problemleri, İstanbul: Hüsnütabiat Matbaası.
Güz 2010, Sayı:31
Türkiye’de İletişim Bilimine Katkı Bağlamında Hilmi Ziya Ülken’i Okumak
249
Ülken, H Z (1955b) Modern Basının Doğuşu, Siyasi İlimler Mecmuası, 286, Ocak,
s.352-364.
Ülken H Z (1955c) Modern Basın, Siyasi İlimler Mecmuası, 287, Şubat, s.403-415.
Ülken, H Z (1955d) İlk Türk Matbaasının Eserleri, Siyasi İlimler Mecmuası, 290,
Mayıs, s.75-84.
Ülken, H Z (1955e) Müteferrika’yı Takip Edenler, Siyasi İlimler Mecmuası, 291,
Haziran, s.111-114.
Ülken, H Z (1955f) Türk Gazeteciliği Doğuyor, Siyasi İlimler Mecmuası, 292,
Temmuz, s.151-156.
Ülken, H Z (1955g) Türk Gazeteciliğinde Yabancı Bir Sima, Siyasi İlimler
Mecmuası, 293, Ağustos, s.188-189.
Ülken, H Z (1955h) İlk Türk Gazetesi: Takvim-i Vekayi, Siyasi İlimler Mecmuası,
294, Eylül, s.219-222.
Ülken, H Z (1955ı) Tanzimat’ta Takvim-i Vekayi, Siyasi İlimler Mecmuası, 297,
Aralık, s.317-321.
Ülken, H Z (1966a) Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi I, İstanbul: Selçuk
Yayınları.
Ülken, H Z (1966b) Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi II, İstanbul: Selçuk
Yayınları.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
250
R. Taşcıoğlu
Boş Sayfa
Güz 2010, Sayı:31
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
AZERTAC`IN OLUŞUM SÜRECİ VE TARİHİ GELİŞME
DÖNEMLERİ
Aslan ASLANOV*
ÖZET
Azerbaycan Devlet Telgraf Ajansı`nın (AzerTAc) kurulması, onun gelişme tarihi, sıyasal
değişiklikler sürecinde kurumun önüne çıkan sorunların yorumu gösteriyor ki, her hangi bir
devletin mevcutluğu, onun irade ve etkisinin tasdiki için enformasyon teminatının olması
önemli şarttır. AzerTAc, böyle bir ihtiyaçtan kurulmuş ve mevcut olduğu tarih boyu
Azerbaycan`ın en önemli enformasyon mekanı ve enformasyon üreticisi gibi tanınmasında
önemli rol oynamıştır.
AzerTAc`ın tarihi ve onun karşılaştığı sorunlarla ilgili günümüze kadar ayrıca bilimsel
araştırma yapılmamıştır. Bir takım jubile makalelerini, bazı gazeteci anılarını dikkate
almazsak, bu yönde her hangi bir iş neredeyse yapılmamıştır. İlk kez bu makalede AzerTAc`ın
kurulması, onun gelişme dönemleri, ajansın yenidən teşkili ve maddi-teknik temelinin
güçlendirilmesi konuları detaylı biçimde ele alınmıştır.
Anahtar Kelimeler: AzerTAc, Azerinform, ROSTA, SİTA, ajans, enformasyon, Haydar Aliyev
FORMATION PROCESS OF AZERTAC AND HISTORICAL DEVELOPMENT
PERIODS
ABSTRACT
The founding of the Azerbaijan State Telegraph Agency (AzerTAc), its development history
and analysis of the problems the Agency faced during the process of political changes prove
that information provision is a vital condition for the existence of every state and
consolidation of its national and secular ideals. Established by this necessity during the first
democratic state in the Muslim East, AzerTAc has been playing a crucial role in
implementing Azerbaijan’s information policy and popularizing it in the world.
There has not been a single analysis of AzerTAc`s history and the problems it faced. Nothing
has been done in this context except for several jubilee stories and journalists` memories. The
article highlights the founding of AzerTAc, its development stages, reorganization of the
Agency and the strengthening of its financial and technical resources.
Keywords: AzerTAc, Azerinform, agency, information, ROSTA, SITA, Heydar Aliyev
*
Azertac Genel Müdürü
İletişim 2003/18
252
A. Aslanov
GİRİŞ
Enformasyon kurumlarının ortaya çıkması tarihi durumla, siyasal ve
toplumsal taleplere dayanan toplumsal gelişim süreçleri ile ilgili konudur. Geçmiş
imparatorluklar kendi sömürge politikalarını uygularken yalnız siyasal baskı
araçlarını değil, aynı zamanda ideolojik araçları da kullanıyorlardı. 20. yüzyılın
başlarında dünyada ve aynı zamanda Rusya`dakı demokratik devrimci hareketler,
ulusal bağımsızlık mücadeleleri, ifade, basın ve bilgi özgürlüklerini de gündeme
taşımış ve halkın en önemli ihtiyaçları haline getirmişdir. Bu yüzden bağımsızlık
için yapılan devrimci mücadeleler döneminde bilgi işi çok önemli unsur haline
gelmiştir.
Azerbaycan Halk Cumhuriyeti`nin kurulduğu ilk dönemlerden itibaren onun
siyasal ve ulusal çıkarlarına hizmet eden, politikasını dünyaya duyuran, tarafsiz
bilgileri ise halka ulaştıran bir haber ajansına ihtiyaç vardı. Böyle bir durumda milli
haber ajansının – AzerTAc`ın kurulması bir zorunluluk olarak, ulusal, siyasal ve
toplumsal ihtiyaçlardan kaynaklanıyordu.
Yöntem: Konunun araştırılması zamanı tarihsel tartışmalı analiz yönteminin
kullanılması daha uygun görülmüştür. Ayrıca, araştırmada sistemli yanaşma,
kuramsal fonksiyonel ve diğer yöntemler de kullanılmıştır. Bu, gelişmeyi
göstermeye, onun gidişini canlandırmağa olanak tanımaktadır.
1. AzerTAc`ın Kurulması
Azerbaycan`ın en önemli haber ajansının – 90 yılda zorlu bir yol kat etmiş
Azerbaycan Devlet Haber Ajansı`nın – AzerTAc`ın kurulması tümüyle Azerbaycan
Halk Cumhuriyeti hükumetinin adı ile bağlıdır.
AzerTAc`ın tarihine kısa bir goz atarsak “zorlu yol” ifadesi basit bir kavram gibi
kabul edilmemelidir. Ajansın yalnız adının 7 kez değiştirilmesi – 1920 yılında AzerTAc,
aynı yılda AzKafROSTA, 1921`de AzerTA, 1922 yılında ZagTA, 1936 yılında tekrar
AzerTAc, 1972 yılında Azerinform, nihayet 1992 yılında AzerTAc olarak değiştirilmesi
geçilmiş tarihi yolun zorluklarını göstermektedir. Bu zorluklara rağmen AzerTAc tüm
zamanlarda halka ve devlete sadakatla hizmet etmiş, halkın iradesini yansıtan haberleri
dünyaya yaymıştır. Zorluklara rağmen o dönem için çağdaş sayılan teknik araçları
kullanmakla kendi görevini başarıyla yapmıştır.
Radyotelgrafın teknik kapasitesi o zaman dünyanın ekonomik, siyasal ve
kültürel başkentlerinden, uzak noktalarından en yeni bilgileri kabul etmeyi sağlıyordu.
Güz 2010, Sayı:31
Azertac`ın Oluşum Süreci ve Tarihi Gelişme Dönemleri
253
Bu yöntemle elde edilen bilgi aynı zamanda telgrafla ulaştırılan bilgilerden daha ucuza
maloluyordu. Batılı ülkelerde, ABD`de daha geçen yüzyılın
başlarında
radyotelgrafların geniş kulanımına başlanılmıştı. Wolff, Reuter gibi ajanslar kendi
bilgilerini yaymak için özel radyoistasyonlardan (kablosuz telgraf) oluşan ağlarla
temin olunmuş durumdalardı. Kararların ve diğer resmi bilgilerin yayılması için
hükumetler radyoistasyonları önemli ölçüde kullanıyorlardı.
Çar Rusyası`ndaki Kiev, Harkov, Odessa gibi eyalet şehirlerinin büyük
yayınevlerinde bu tür radyoistasyonların kurulması için çabalar gösterilmişdi. Fakat
devrimcilerin bu radyoistasyonlardan yararlanabileceklerinden kaygılanan Çar
hükumeti bu alanı kendi tekeline almış ve bu şehirlerde radyoistasyonların
kurulması projesini geri çevirmişti. En son 1918 yılında Çar hükumeti yıkıldıktan
sonra radyoistasyonların kurulması ile ilgili plan hazırlanmış ve zamanla bu planın
gerçekleştirilmesine başlanmıştır.
Azerbaycan`da ise Azerbaycan Halk Cumhuriyeti kurulduktan sonra
radyoistasyonların işini gereken seviyeye ulaştırmak için önemli adımlar atılmaya
başlanmıştır. Bakü`nün kıyısında bulunan radyoistasyonun Posta ve Telgraf
Bakanlığına verilmesi bu yönde atılmış en önemli adımlardan biri olmuştur. Ancak
bilgilerin kabülü ve devredilmesi, bültenlerin hazırlanması ve baskısı, yerel
haberlerle ilgili bilgi sayfalarının hazırlanması üçün özel araç ve ilave işçilere
ihtiyaç duyulmaktaydı. Tüm bu işlerin görülmesi için ise küçük radyoistasyonların
kapasiteleri yeterli değildi. Bu yüzden en yeni tekniklerle donatılmış bir ajansın
kurulmasına ihtiyaç vardı.
Bu amaçla 3 mart 1919 yılında Bakanlar Konseyi toplantısında Azerbaycan
Telgraf Ajansı`nın teşkili ile bağlı konu müzakereye çıkarılmıştır. Toplantıda
Bakanlar Konseyi`nin başkanı Fetheli Han Hoyskinin bu konudaki raporu dinlenmiş,
Halk Eğitim bakanı Nesib bey Usubbeyov Azerbaycan Telgraf Ajansı`nın kurulması
ile ilgili görevlendirilmiştir (ACDA, f.51, s.b.33: 104).
Ajansın tüm faaliyetini, bilginin kabülü ve devredilmesini ise radyo-teknik
araçlar dışında düşünmek mümkün değildir. Aynı araçların Posta ve Telgraf
Bakanlığı’nın kullanımında olması ve bu alana uygunluğu dikkate alınarak sonradan
ajansın teşkili görevi Eğitim Bakanlığı`ndan alınarak Posta ve Telgraf Bakanlığı`na
verilmiştir.
1919 yılının ikinci döneminde bakanlığa bağlı Azerbaycan Telgraf Ajansı`nın
kurulması ile ilgili kanun tasarısı ve onun tüzüğü hazırlanmıştır. Tasarıda
AzerTAc`ın amaç ve görevleri, 1920 yılı için gelir ve masrafları hesaplanmış, bu
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
254
A. Aslanov
hesaba uygun olarak Devlet Hazinedarlığı`ndan ajansın masrafları için 1.843.400
ruble miktarında paranın ayrılması ile ilgili karar verilmiştir (ACDA, f.895, s.b.292:
9-12).
AzerTAc`ın kurulmasında amaç Avrupa, Asya ve Amerika`nın siyasal
merkezlerinden alınmış bilgilerle Azerbaycan Cumhuriyeti`nin devlet kurumlarını, basın
kuruluşlarını, toplumsal ve sanayi müesseselerini temin etmek, aynı zamanda
Azerbaycan Cumhuriyeti`nin toplumsal, askeri, ekonomik hayatı, hükumetin faaliyeti ve
parlamentonun işi ile ilgili bilgileri Kafkasya, Avrupa ülkeleri ve eyaletlere göndermek
olmuştur. Tasarıya göre ajans kendi görevlerini gerçekleştirmek için elde ettiği bilgilere
dayalı “Bültenler”, en önemli bilgilere dayalı ise “Haberler” yapmalı ve kendi
yönetimindeki araçları kullanarak onları yaymalıydı.
Tüzükte ajansın 1 Ocak 1920 tarihinde Posta ve Telgraf Bakanlığı`nın
yönetiminde, bakanlığın özel bölmesi hukukunda, Azerbaycan Telgraf Ajansı`nın
teşkili, genel editör makamını tutan şahsın da aynı zamanda kuruma başkanlık
edeceği kaydedilmiştir. İşin teşkili ile ilgili disiplin kurallarını belirlemek, projeler,
masrafların hesabını yapmak için genel redaktörün başkanlığında Konsey
toplanması öngörülmekteydi. Ajansın başkanı Posta ve Telgraf Bakanlığı tarafından
atanır, diğer çalışanların işe alınması ise genel redaktörün yetkileri dahilinde
olmuştur.
Ajansın gelirinin yayınladığı bültenlere abone olunmakla oluşması
öngörülüyordu. Abone miktarı yayın evleri için 9000, özel aboneciler için 6000,
hükumet abonecileri için ise ayda 4000 ruble miktarında tespit edilmişti.
Ajansın çalışanlarının sayısı, karşılaşılan sorunlar, işin yoğun ve acil olması,
talep ve teknik şartlar dikkate almakla 13 kişi olarak belirlernmişti. Bunlardan biri
genel editör, biri editör, beşi daktilocu (bunlardan dördü abunecilere gönderilen
bültenleri çöğaltıyor, biri ise ajansın kontörünün ve redaksiyonun yazışmalarını
yapıyordu), hükumet kurumlarına, gazetelere ve diğer adreslere bültenlerin hızla
ulaşıltırılması için üçü postacı, biri muhasebeci, biri korrektör ve biri de güvenlik
görevlisi olarak belirlenmiştir.
Yabancı radyoistasyonlarından alınmış haberlerin çevirisi, muhabir
haberlerinin ajansa ulaştırılması, radyotelgrafcılara kabul edilmiş telgraf haberlerine
göre ödenecek para her satıra göre hesaplanıyordu. Böyle bir yöntemin uygulanması
bilgiyi kabül edenlerin kendi işlerini daha istekli yapmaları ve ajansın devamlı
enformasyon ile sağlanmasından kaynaklanıyordu. Ajansın çalışanları için harçlar
1.433.600, idari harçlar ise 142.000 ruble olarak beilirlenmişti. Ajansın yıllık
Güz 2010, Sayı:31
255
Azertac`ın Oluşum Süreci ve Tarihi Gelişme Dönemleri
gelirinin 1.884.000 civarında olduğunu düşünürsek, o zaman ajansın net gelirinin
yılda 297.600 ruble olduğu ihtimal edilmektedir.
Gereken malzemelerin alınması için ajansa 245.000 rublenin ayrılması
belirlenmişti. Ajansın 1 Ocak 1920 tarihinden itibaren faaliyete başlayacağını
düşünerek bu paranın aynı tarihden itibaren ayrılması düşünülmüştü. Fakat bazı
nedenler yüzünden ajans belirtilen tarihde faaliyete başlayamamıştır. O dönemde
basında AzerTAc`ın adı ile basılmış her hangi bir habere rast gelinmemesi bunu
doğrulamaktadır.
2 Şubat 1920 tarihinde yapılan hükumet toplantısında Azerbaycan Telgraf
Ajansı`nın – AzerTAc`ın yönetim yapısının taslağı ve kurumun tüzüğünün belirli
sayıda değişikliklerle parlamentonun gündemine çıkarılmasına karar verildi. Kararda
şunlar vardı:
1. Azerbaycan Telgraf Ajansı`nın yönetim yapısının taslağı ve kurumun
tüzüğünün
aşağıdaki değişikliklerle Parlamentonun gündemine
çıkarılması için onaylansın:
a) Editör yardımcısı makamı kaldırılsın.
b) Genel editörün aylık maaşı 6000 ve onun yardımcısının ise 4500
manat olarak hesaplansın.
c) Abone ücreti 4000 manata kadar artırılsın
2. Parlamento çalışan sayısını ve tüzüğünü onaylayana kadar posta ve
telgraf bakanına harçları radyobültenler için abone ücretletinden elde
edilen gelirlerle karşılanmakla, yukarıda kaydedilmiş Telgraf Ajansı`nı
kurma yetkisi verilsin (ACDA, f.24, s.b.412: 19).
Bundan bir kaç gün sonra 23 Şubat 1920`de parlamentonun 127.
toplantısında “Bakü kıyısındakı radyoistasyonların işçi sayısı hakkında” kanun
tasarısının müzakeresi zamanı parlamento üyeleri Azerbaycan Telgraf Ajansı`nın
kurulmasının zorunluluğunu, daha yeni bağımsızlığını elde etmiş bir ülke için böyle
bir ajansın önemini belirtmişlerdir. Konuşmacı milletvekili Ağa Eminov kıyıdaki
radyoistasyonun üç cihazdan oluşduğunu söylemiştir. Bunlardan iki tanesi
kabuledici, diğeri ise kabuledici olmanın yanısıra, verici olmuştur. Onun sözlerine
göre, teknik imkanların kısıtlı olması sebebinden Avrupanın üç büyük istasyonundan
aynı anda gelen haberleri kabül etmek imkansız oluyordu.
Böylece, Azerbaycan ile ilgili haberler yalnız bir cihaz aracılığıyla
gönderiliyordu. Radyoisrasyonlardaki cihazların bir günde 70 binden fazla kelime
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
256
A. Aslanov
kabül edemediğini hatırlatan konuşmacı, hükumetin telgraf ajansı kurma niyetinin
olduğunu ve bu yönde proje hazırlandığını belirtmiştir.
Daha sonra milletvekili Ağa Aşurov konuşma yaparak müzakereye çıkarılmış
konu ile ilgili kendi düşüncelerini söylemiştir. Aşurov radyocihazların yetersiz
olduğu ve telgraf ajansının olmayışının neden olduğu zorluklara değinerek
söylemiştir: “...bunların yokluğu yüzünden düşmanlarımız hakkımızda ve Bakü
hususunda çeşitli yalan ve iftiralarla dolu dedikodu ve haberler yaymaktalar. Eğer
bizim kendi ajansımız olursa o zaman biz bu ajansın yardımıyla hakkımızda
yayınlanan haberleri görür ve gereken cevapları de vermiş oluruz” (Azerbaycan Halk
Cumhuriyeti, c.2: 150).
Nihayet, 2 Mart 1920 yılında “Azerbaycan” gazetesinde ilk kez olarak
“AzerTAc” imzası altında haberler yayınlandı. Gazetenin 3 Mart sayısında ise
“AzerTAc`ın yerel haberleri` adıyla Şuşa, Karyagin (günümüzdeki adı Füzuli) ve
Hankendi`nden alınmış küçük haberler yer almıştı. 9 Mart 1920 tarihinde yine aynı
gazetede AzerTAc`ın 7 Mart tarihli 7 sayılı bülteninden “Gürcüstan`a yardım”
başlığı ile haber yayınlanmıştı. Bu olay ajansın 1 Mart 1920 yılında faaliyete
başladğını ıspatlamaktadır. Bu haberin kendisi de çok ilginçtir ve genç Azerbaycan
hükumetinin humanist karakterini göstermektedir. Haberde belirtiliyor ki, Bakanlar
Konseyi`nde depremden zarar görmüş Gürcüstan halkına parasal yardım yapmak
için Maliye Bakanlığı`nın, hükumete 2 milyon manat ayırması hakkında kanun
tasarısı hazırlayarak parlamentoya sunmasına karar verilmiştir.
Bu tarihten bir ay sonra 25 Mart 1920`de Azerbaycan Telgraf Ajansı`nın
Halk Eğitim Bakanlığı`na gönderdiği 17 saylı resmi mektup ajansın 1 Mart’ta
kurulduğunu açık göstermektedir. Mektupta hükumetin 1 Mart tarihli yasaya uygun
olarak Posta ve Telgraf Bakanlığı`na bağlı Azerbaycan Telgraf Ajansı`nın
kurulduğu ve onun oluşum dönemini yaşadığı gösterilmiştir. Bundan başka
mektupta, 1 Nisan tarihinden itibaren hükumetin yönetimi altında olan müessese ve
yetkililerin AzerTAc`ın bültenlerine abone olmağa başlayacakları ile ilgili bilgi de
yer almıştır. Abone ücretleri ulaştırma ücreti de dahil Bakü`de 3000, Azerbaycan`ın
diğer şehirlerinde ise 300 ruble olarak belirlenmiştir. Resmi mektupta ajansın geçici
olarak Posta ve Telgraf Ajansı`nın Naberejnaya ve Sadovaya sokaklarının kesiştiği
binada yerleştiği kaydedilmiştir (ACDA, f.51, s.b.12: 18).
AzerTAc`ın haber bültenleri, bayram günleri de dahil, her gün iki dilde –
Azerice ve Rusca yayınlanıyordu. Bültenlerde Azerbaycan`daki önemli olaylar yer
alıyor, hükumetin gördüğü işler tarihin hafızasına yazılıyordu. Bültenlerde Moskova,
Güz 2010, Sayı:31
Azertac`ın Oluşum Süreci ve Tarihi Gelişme Dönemleri
257
Paris, Basra, Roma, Tiflis, Taşkent, Kuzey Kafkasya, Hazarötesi, Karadeniz kıyıları
radyoistasyonlarından, telefon, telgraf ve muhabirlerden alınan haberler de
basılıyordu.
2. AzerTAc`ın Sovyet Dönemindeki Faaliyeti
28 Nisan 1920 yılında Azerbaycan bolşevikler tarafında işgal edildi. Sovyet
yönetiminin kurulduğu ilk aylarda AzerTAc formal olarak kendi bağımsızlığını korusa
da, aslında Rusya Telgraf Ajansı – ROSTA`ya bağlı bir kurum gibi faaliyet
gösteriyordu. Bölgelerden gönderilen haberler dışında AzerTAc diğer haberleri
ROSTA`dan alıyordu. Bu haberler arasında Moskova, Petrograd, Çelyabinsk, Saratov,
Vladivostok`tan ve Rusya`daki iç savaş hakkında haberler geniş yer alıyordu.
AzerTAc bu haberleri genellikle duvar ve yerel gazetelere gönderiyordu.
Ajansın ROSTA`nın bir bölümü gibi resmi statü alması 9 Haziran 1920`de
Neriman Nerimanovun “Azerbaycan Merkez Basın Birliği`nin Kurulması Hakkında”
kararnameyi imzalamasından sonra gerçekleşmiştir. Aynı kararnameyle o zaman
faaliyet gösteren ROSTA`nın Kafkasya eyalet şubesinin Azerbaycan bölümü de
(AzKafROSTA) önemli şubelerden biri olarak Birliğe dahil edilmiştir. Kurumun
başkanlığını ROSTA`nın Kafkasya üzere yetkili temsilcisi, 1903`ten Komünist Parti
üyesi S.Y.Bogdatyev yürütüyordu. Enformasyon işinin teşkilinde birliğin başkanı,
ünlü gazateci Agababa Yusifzade`nin büyük hizmetleri olmuştur.
AzKafROSTA`nın faaliyeti sadece Bakü ile kısıtlı değil, ülkenin diğer
şehirlerinde de (Gence, Şuşa, Lenkeran ve diğerleri) kurumun şube ve birimleri
faaliyet gösteriyorlardı. Aynı birimler bölgelerdeki olaylarla ilgili merkeze haber
göndermenin yanısıra, kendi olanaklarını kullanmakla bilgi karakterli gazete ve
teşvikat plakaları yayınlıyorlardı. Bu konuda ünlü ressam Azim Azimzade de büyük
gayret sarf ediyordu. Savaşa çağrı ve devrimci şiirlerin yer aldığı plakalar
dükkanların camlarına, şehir ve köylerde evlerin duvarlarına, demiryolu
istasyonlarına yapıştırılıyordu.
O zaman AzKafROSTA Milyutinski sokağındaki (günümüzde Terlan
Aliyarbeyov) geçmiş banka binasına yerleşmişti. Burada gece ve gündüz, hatta hafta
sonlarında bile işler durmadan yürütülüyordu. Haftanın bütün günlerinde kurumun
adresine sayısız telgraf ve radyogramlar dahil oluyordu ve onların üzerine bültenler
hazırlanarak ülkenin basın kurumlarına, parti teşkilatlarının başkanlarına, kültür
müesseselerine gönderiliyordu. En önemli haberler AzKafROSTA`nın yayınladığı
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
258
A. Aslanov
haber bültenleriyle ülke genelinde yayılıyor ve en ilginç haberler ise yurtdışına
gönderiliyordu.
1921`de Azerbaycan müzik kültürü tarihi ve Üzeyir Hacıbeyli`nin
faaliyetinin en önemli araştırmacılarından olan Gubad Gasımov, 14 Temmuz`da
ajansın direktörü makamına atanır. Gubad Gasımov kendi hatıralarında bu konuda
yazıyordu: “1921 yılında beni yeni haber kurumunun başkanı makamına atadılar. O
zaman ben askeri kışlaların birinde askerler arasında eğitimsizliğin ortadan
kaldırılması üzere olağanüstü komisyonun başkanlığını yapıyordum. Siyasal ve
kültürel iş alanında belirli tecrübe sahibi olsam da gazetecilik alanında tecrübem
yoktu. O zaman genç Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti`nde kadro problemi en ağrılı
konulardan biriydi ve böyle beklenmedik atamalar sık sık oluyordu. O yüzden
tamamen yeni ve sorumluluk gerektiren bu işi çok kısa bir zaman diliminde
öğrenmek gerekiyordu. Bilgiyi yaymak için teknolojik imkanlar yetersiz olduğundan
mümkün olan tüm yöntemleri kullanmaya çalışıyorduk. Örneğin, Komünist ve
Caparidze (İstiklaliyet ve Aziz Aliyev – Red.) sokaklarının kesişmesinde kurulmuş
dev ekranda gösterilen “ışık gazetesi” haberlerin yayılmasında önemli yol
oynamaktaydı. Sonradan Bakü`nün işçilerin çoğunlukta olduğu bölgelerinde de
gösterilen “ışık gazeteleri” merakla karşılanmıştır (“Bakinskiy raboçiy” gazetesi, 8
Mayıs 1990).
Bir süre sonra AzKafROSTA, Genel Siyasal Eğitim İdaresi`ne bağlı
kurumlardan birine bağlanır. Aynı bölümdeki iş disiplininin normal faaliyet için
verimli olmaması kurumun faaliyetini kötü yonde etkilemiştir. Sonuçta, komşu
ülkeler arasında en iyi ajanslardan biri olan, ülke dahiline ve yurtdışına haber
dağıtan kurum zamanla çökmeğe ve yabancı ülkelerle ilişkilerini kaybetmeğe
başlamıştır.
Ajansın Genel Siyasal Eğitim İdaresi`nin yönetiminde olarak yürütülen
faaliyetinin imkansız olduğu fark edildikten sonra Ağustos 1921`de AzerTA adıyla
tekrar bağımsız kurum olarak faaliyete başlanmasına karar verilmiştir. Eski şöhretini
geri getiren ajans kısa sürede sadece kendisinden onceki AzKafROSTA seviyesine
yükselmemiş, hatta ondan daha yüksek düzeye ulaşabilmiştir.
Ancak bu yükseliş fazla devam etmemiştir. Halk Komiserleri Konseyi`nin kararı
ile Ocak 1922`de devlet teminatı ve her türlü mali yardımları kesilerek kendi başına
faaliyet gösteren ajansın zor günleri tekrar başlamıştır. Bültenlere abone yazılımının
azalması, ajansın gelirlerinin de azalmasına neden olmuştur. Örneğin, eğer Ocak ayında
ajansın yayınladığı günlük bültenlere abone yazılanların sayısı 14 olmuşsa da
Güz 2010, Sayı:31
Azertac`ın Oluşum Süreci ve Tarihi Gelişme Dönemleri
259
Temmuz`da bu rakam 8`e kadar inmişti. Ama bu azalmanın ajansın faaliyeti ile hiç bir
ilgisi olmamıştır. O dönemde faaliyet gösteren “İzvestiya”, “Zahmet”, “Komünist” gibi
bir çok gazetelerin satışlarında da azalmalar olmuştu. Tüm bu zorluklara rağmen, ajansın
faaliyetinde gecikmelere rastlanılmamaktaydı. Sovyetler Birliği`nin farklı bölgelerindeki
olaylar, yabancı basında çıkan haberleri yerel gazetelere ulaştırır, Azerbaycan SSC
hakkında bilgileri diğer sovyet cumhuriyetlerine iletiyordu. Azerbaycan`ın toplumsal,
siyasal ve ekonomik hayatı ile ilgili ajansın bilgileri “Radyo haberleri”, “Telgraf
haberleri” ve “Azerbaycan`dan mektuplar” programlarında seslendiriliyordu.
Ajansın mevcut durumu ve kendi hesabına faaliyete başladıktan sonra
karşılaştığı zorluklar Halk Komiserleri Konseyi`nin raporunda da detaylı
gösterilmiştir. Raporda bölgelere ücretsiz bilgilerin gönderilmesinin durdurulması ve
verilen bilgilere göre ücretlerin alınması teklif edilmiştir. Bundan başka, toplantıda
Haziran ayında verilen bilgilere göre her bölgeden 100, Temmuz ayında verilen her
bilgiye göre 150 milyon ruble alınması, ilerleyen aylarda ise bölgelere gönderilen
bilgilere göre ücretin nereden ödeneceğinin belirlenmesi ile ilgili tafsiyeler
seslendirilmiştir (ACDA, f.411, s.b.82: 14-16).
ROSTA Kafkasya`da faaliyet gösteren ajansları KafROSTA adı altında
birleştirmeğe ve AzerTA`nı da şube kısmında kendisine bağlamağa çalışıyordu. Bu teklif
1922`de Zakafkasya ajanslarının toplantısında da seslendirilmişti. Fakat hiç bir hazırlık
önlemleri yapılmaksızın ajansların KafROSTA`ya birleştirilmesi farklı yapıya sahip
kurumların gelecek faaliyetlerinin verimliliği konusunda şüpheler yaratıyordu.
AzerTA`nın işi hakkında, hatta onun kendi hesabına faaliyet göstermesi ile ilgili bilgi
sahibi olmayan ROSTA, ajansın Nisan ayındakı harçları için 50 milyon ruble ayırmıştı.
Nitekim bu para kurumun aylık masraflarının onda bir kadarı bile değildi.
Bu konu İşler İdaresinin 13 Mayıs 1922 tarihli toplantısında da detaylı müzakere
edilmiş ve konuşmacı kısmında konuşan şahıs ajansın gelecek durumu ile ilgili karar
vererken bu hususları dikkate almanın önemini belirtmiştir. ROSTA`nın hakkında hiç bir
bilgi sahibi omadığı bir kurumu tekrar oluşturmağa çalışmasını konuşmacı haklı olarak,
“affedilemeycek bir aptallık” olarak nitelendirmiştir. Onun sözlerine göre, eğer böyle
devam ederse, ajansa yardım etmek, onun faaliyeti için daha verimli olanak sağlamak
yerine son yıllarda kurumun elde ettiği tüm uğurların üzerinden kırmızı çizgi çekilecek,
kurumlar gelecekte “bağımlılık ve bürokratik resmiyetcilik” sorunlarıyla karşı karşıya
kalacaklar. Toplantının sonunda AzerTA`nın acilen KafROSTA`yla birleştirilmesinin
doğru karar olmadığı, parti kurumuna yaklaştırılması için kurumun Merkez Kurulunun
Teşvikat şubesinin hükmüne verilmesi, ekonomik teminat açısından ise Halk
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
260
A. Aslanov
Komiserleri Konseyi`nin hükmüne geçmesi ile ilgili teklifler seslendirilmiştir (ACDA,
f.411, s.b.74: 13-14).
1922`de SSCB`nin kurulmasından sonra diğer cumhuriyetlerin haber ajansları
gibi AzerTA da Sovyetler Birliği Telgraf Ajansı`nın (SİTA) bir bölümüne dönüşmüştü.
Fakat maddi ve teknik imkanların zamanın taleplerini karşılayamaması ajansın
faaliyetinde ve verimliliğin temininde bir takım zorluklar ortaya çıkartıyordu. Ajansın
50. yıldönümü ile bağlı yayınlanmış kitapta o dönem kurumun karşılaştığı zorluklar
şöyle gösterilmektedir:
“Gelişen olaylarla ilgili haberler Bakü`ye uzun süre SİTA aracılığıyla ve hem de
genel kullanımda olan telgrafın yardımıyla dahil oluyordu... AzTAG`ın
redaktörleri “telgraf dilini” genel dile çevirir, sonra daktilocular düzelmiş metni
yazıyor, aynı metin dikkatle okunuyor, çoğaltılır ve sonra SİTA haberleri
gazetelere gönderiliyorlardı. Yerel basın için büyük haberler hazırlandığı
dönemlerde redaksiyon masalarında telgraf kağıtları birikiyor ve belgelerin
içerisinde kaybolmuş editörü bu kağıt birikiminin içerisinde görmek hiç de kolay
olmuyordu” (AzerTAg, 1971: 11).
Zakafkasya Federasyonu kurulduktan sonra Mart 1923`te her üç Güney Kafkasya
cumhuriyetinin haber ajansları ZakTA adlı altında birleştiler (ACDA, f.379, s.b.1738:
56). 1936`da ise AzerTA tekrar bağımsız haber ajansı olarak faaliyetini sürdürmeğe
başlamıştır.
1932`de Azerbaycan Halk Komiserleri Konseyi`nin özel olarak ayırdığı para ile
yurtdışından alınmış “Kleinschmidt” teletayp makinesi kurulduktan sonra mevcut
durumda önemli ölçüde düzelme olmuştur. Bu, ülkenin habercilik hizmetinde dönemin
koşullarına göre gerçekten devrim sayılırdı. Teletayp Sovyetler Birliği ve dünya
haberlerinin alınarak basın ve radyoya devredilmesinde prosedürü hızlandırma olanağı
sağlıyordu.
Tüm bunlar Azerbaycan Telgraf Ajansı`nın faaliyetinin yalnız bir yönünü
göstermektedir. Ajansın faaliyetinin daha bir önemli tarafı ise tabii ki AzerTA
muhabirlerinin emeği olmuştur. Onlar Azerbaycan halkının – işçi ve köylülerin, bilim
adamlarının, kültür, eğitim alanında çalışan insanların fedakar gayretleri sonucunda
ülkemizdeki büyük değişimin tarihini yazıyorlardı.
Fakat faşist Almanya`nın SSCB`ye saldırısı huzur ve ülke genelindeki yapım
çalışmalarını durdurdu. O zaman SSCB`de ve dolayısıyla Azerbaycan`da toplumun
hayatı savaş psikolojisi ile yüklendi ve yalnız bir temel amaç – zafer için ve zafer
yolunda bütün işleri yapmağa yönlendirildi.
Güz 2010, Sayı:31
261
Azertac`ın Oluşum Süreci ve Tarihi Gelişme Dönemleri
Savaşın neredeyse ilk günlerinden itibaren Moskova ile irtibat kesildiği için
AzerTA Moskova`dan haberleri yine telgrafla, sonra ise hatta radyo aracılığıyla alıyordu.
Ajansın bütün çalışanları – daktilocular, redaktörler, korrektörler gündüz ve gece iş
başında olmuşlardı. AzerTA`nın savaş muhabirleri savaş alanlarından yaptıkları
röportajları ajansa gönderiyorlardı. Kalemlerini silaha dönüştürerek, Azerbaycan Telgraf
Ajansı kimliği ile kanlı savaş yollarında ilerleyenler sırasında Resul Rza, Gılman İlkin,
Abbas Zamanov, Cemşid Emirov, Nüsret Bağırov, Mihail Pleskaçevski ve diğer ünlü
isimler vardı. Ünlü bilim adamı, Tarih Enstitüsü`nün direktörü İsmayıl Hüseynov da
“Kızıl ordu” savaş gazetesine redaktör yardımcısı olarak gönderilmişti. O, aynı zamanda
AzerTA`nın savaş muhabiriydi. Onların kışın soğuğunda, yazın sıcağında ateş yağmuru
altında siperlerde yazdıklarını, Azerbaycanlı askerlerin savaştakı kahramanlıklarını konu
alan haberleri AzerTA hızla yaymaktaydı. Bu haberler radyoda seslendiriliyor, gazete
sayfalarında basılıyordu. Ülke halkı kendi topraklarında uzaklarda hem de Azerbaycanı
koruyan Hezi Aslanov`un, İsrafil Memmedov`un, Mezahir Abasov`un ve yüzlerle,
binlerle diğer Azerbaycanlı askerin kahramanlığından AzerTA`nın bilgileri ile haberdar
oluyorlardı.
Savaş muhabiri olarak çatışma alanına giden ünlü şair Resul Rza ajansın ve onun
çalışanlarının fedakarlığı hakkında kendi hatıralarında yazıyordu:
“...1941 yılının sonlarında ülkenin önde gelen şair ve yazarları ile birlikte ben de
Novorossiysk`e geldim. Burada ordu Kırım`a askeri çıkarma yapmaya
hazırlanıyordu. Askerler arasında çok sayıda Azerbaycanlı asker de vardı. Samed
Vurgun ve ben bir kaç gün defalarca askerler karşısında konuşma yaptık. O zaman
ben kendimi savaş muhabiri gibi denemeye karar verdim.
Azerbaycanlılardan oluşan askeri birliklerin olduğu Kırım cephesine siyasal birim
elemanlarından oluşan grup gönderiliyordu. Grupa beni de dahil etdiler. AzTAg`ın
başkanlığı ile anlaşarak bana savaş muhabiri kimliği verdiler. Bir gün sonra akşam
ben sevgili şehrime – savaşın en önemli yakıt rezervi olan Bakü`ye veda ettim.
Görünüş itibarile Bakü`yü hatırlatan Kerç şehri ilk andan bana çok yakın gözüktü.
Almanlar her gün bir kaç kez şehri bombalıyorlardı. Bizim cephe gazetesinin
redaktörü sığınaklara taşınmağa mecbur kaldı.
Sık sık ön cepheye gidiyor, geceyi yeraltı sığınaklarda, siperlerde 396. Azerbaycan
birliğinin komutanları ve askerleri ile geçiriyorduk. Azerbaycan Telgraf Ajansı`nın
savaş muhabiri olduğumu onaylayan kimlik bana ordunun haberleşme idaresine
gitmeğe olanak sağlıyordu. Askeri telgrafla Kırım cephesi askerlerinin
fedakarlıkları hakkında kısa haberler, kendi vatandaşlarımın hünerlerinden
bahseden küçük makaleler gönderiyordum.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
262
A. Aslanov
Uzun zamandı Bakü`den haber almıyordum, yazılarımın ulaşıp ulaşmadığını
bilmiyordum. İki aydan sonra Bakü`den cepheden gönderdiğim yazılarımın
basıldığı bir bavul gazete aldığımda nasıl sevindiğimi anlatamam” (Aslanov,
Musayev ve İsmayılov, 2008: 26).
AzerTA ülke yayınlarını savaş haberleri ile temin etmenin yanısıra, sivil
hayattaki insanların kahramanlığı, onların zafer yolunda fedakar ve vatansever gayretleri
hakkında da savaşan askerler için haberler yayınlamaktaydı. Özel baskılar için düşünülen
ve savaş alanına gönderilen bu yazıların kahramanları “makina savaşı”nda önemli rol
oynamış Bakü`de petrol çıkaran işçiler, savaş için yüksek kaliteli benzin ve diğer petrol
malzemeleri üretilmesi için laboratuvarlarda araştırmalar yapan bilim adamları, silah,
savaş malzemeleri üreten işçiler oluyorlardı.
Maalesef Azerbaycan`ın zaferin elde edilmesindeki hizmetleri ne o zamanki, ne
de sonrakı dönemlerde Sovyet yönetimi tarafında yeterince değerlendirilmemiştir. Yalnız
şunu belirtmek gerekir ki, 1941-1945 yıllarında ülkede çıkartılmış petrolün yüzde 75`ini,
uçak benzininin ve diğer petrol malzemelerinin ise yüzde 85-90`ını Azerbaycan
karşılıyordu. Yani o zaman Bakü petrolu olmasaydı savaşın sonunu tahmin etmek
neredeyse imkansızdı.
Savaşdan sonraki yıllarda ekonomik, toplumsal-siyasal, kültürel hayattaki
başarılar tekrar AzerTA`nın haberlerinin önemli konuları olmuştur. Ülkenin hayatının
farklı alanlarından - Hazardan petrol çıkaran kahraman işçilerin, pamuk toplayan
insanların başarıları, Bakü`nün, Sumgayıt`ın ve diğer şehirlerin tamamen yeniden inşası
çalışmalarından, bilim adamlarının bilimsel araştırmalarından, sanatçıların
başarılarından, nihayet toplumsal-siyasal hayattaki değişimlerden bahseden AzerTA`nın
çeşitli haberleri, SİTA aracılığıyla Sovyet ve yabancı ülke basınında yer alıyordu.
Temmuz 1969’da Haydar Aliyev’in Azerbaycan’ın siyasi yönetimine gelişi
Cumhuriyetin hayatında dönüm noktasını simgelemekteydi. O dönemde Azerbaycan,
sosyo-ekonomik açıdan tüm birlik cumhuriyetleri arasında sonuncu sıralarda
bulunmaktadır. Ekonomik krize girmiş ülkenin düştüğü zor durumdan kurtarmanın
yollarını aramak, ilkesel olarak yeni kavramsal yanaşma esasında gelişim planları
hazırlamak, planlı ekonomide yapısal değişim gerçekleştirmek ve diğer önlemler almak
gerekmekteydi. Haydar Aliyev’in yoğun çabaları sayesinde Azerbaycan’da tüm
alanlarda hızlı gelişme sağlandı. Haydar Aliyev’in inisiyatifi ile Sovyet hükümeti
Azerbaycan ekonomisinin çok yapılı gelişimini konu alan beş özel karar kabul etmiştir.
Bunu dikkate alarak diye biliriz ki, çağdaş Azerbaycan’ın halk egemenliği ve ekonomik
bağımsızlığının, onun dünya ekonomisine daha derin entegrasyonunun temelleri
1970’lerin sonu 1980’lerin başlarında Haydar Aliyev tarafından koyulmuşdur. Bu büyük
Güz 2010, Sayı:31
Azertac`ın Oluşum Süreci ve Tarihi Gelişme Dönemleri
263
çabalar sayesinde Azerbaycan, Sovyetler Birliği mekanında öncül yerlerden birini
tutmuş, ülke ile ilgili negatif imaj tamamen ortadan kaldırılmış ve onun dünyada
tanınması istikametinde önemli işler görülmüştür.
Azerinform o dönemde SİTA’nın enformasyon bültenlerini teslim alarak Güney
Kafkasya Cumhuriyyetleri’ne ulaştıran bir merkez rolünü icra etmekteydi. Bu kurumun
çalışanları SİTA çalışanlarının terkibinde yabancı ülkere giderek orada çalışmakta ve
buradan da bu veya başka ülkede baş tutan Azerbaycan günleri, Azerbaycan
ressamlarının sergilerinin açılışı, kültür günleri ve diğer olaylardan haberler
vermekteydiler. Bu yerler arasında Paris, Prag, Havana, Montreal, Rotterdam, Hamburg,
Sofya ve Zair de vardır. Ajansın muhabirleri Küba, Kanada ve İtalya’nın çeşitli gazete
ve dergilerinin siparişleriyle geniş bilgiler hazırlayıp göndermekteydiler.
Haziran 1972’de Cumhuriyet Bakanlar Kurulu’nun kararıyla Azerbaycan
Enformasyon Ajansı - Azerinform isimli ajans o dönem için çağdaş teknolojiyle
donatıldı. Tabii ki, o dönem için bu o kadar da kolay bir mesele değildi. Lakin Haydar
Aliyev’in şahsi nüfuzu tüm zorlukları aradan kaldırmaktaydı. SİTA gibi büyük
enformasyon merkezini yönetenler Sovyet idarecilerinin büyük saygı ve rağbet
beslediği, hesaplaştığı bir kuruma dönüşürken, Haydar Aliyev sayesinde Azerbaycan’ın
kazandığı başarılarla ilgili Azerinformun hazırladığı haberleri dünyaya ulaştırmağa
çalışmaktaydılar. Geçen asrın 70’li yıllarında SİTA Moskova ofisini bilgisayarla
donatmaya başladığında Haydar Aliyev’e saygı göstergesi olarak, Sovyetler Birliği’nde
Ukrainform`dan sonra o dönemin en çağdaş bilgisayar sistemi- Olivetti bilgisayarları ile
Azerinform da donatıldı. Böylelikle 1970-1980’ci yıllarda o dönemin en ileri
teknolojileri ile donatılan Azerinform geçmiş Sovyet Cumhuriyyetleri arasında maddi ve
teknik temeline göre, aynı zamanda üst düzey yaratıcı potansiyeline göre en üst mevkide
konuşlandı.
1982`den itibaren Moskova`da Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez
Kurulu`nun, Politbüro`nun üyesi, SSCB Bakanlar Konseyi başkan yardımcısı gibi
yüksek makamda görev yapan Haydar Aliyev`in, 1987 yılında “sağlık durumu” bahane
gösterilerek istifaya gönderilmesi, başta M.Gorbaçov olmakla, merkezin Azerbaycan`a
karşı sergilediği olumsuz politikaların hayata geçirilmesi yolunda ilk adım olmuştur.
Diğer tarafdan merkezin her dediğini yerine getiren ülkenin o zamanki yöneticilerinin
halkın isteklerinin tersi yönünde sergiledikleri politikalar Azerbaycan`da toplumsalsiyasal durumu önemli ölçüde zorlaştırmıştı.
Bu yüzden geride bıraktığımız yüzyılın 80`li yıllarının sonu – 90`lı yılların
başlarında Azerinform`un gazetecileri ve bütüm diğer çalışanları için yüksek
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
264
A. Aslanov
profesyonellik, vatandaşlık bilinci, vatanseverlik sınavı olmuşdu. Maddi, manevi, siyasal
ve ideolojik temellerden mahsur bırakılan Azerbaycan basını bir takım zorluklarla karşı
karşıya kaldı. O dönemin zor koşullarında Azerbaycan`dakı olaylara SSCB mekanında
ve tüm dünyada oluşmuş önyargılı tutumların en önemli nedenlerinden biri bu olmuştur.
1990 yılının “Kanlı Ocak” günlerinde Sovyet imparatorluğunun orduları hiçbir
uyarı yapmaksızın Azerbaycan`a saldırarak, İttifak üyesi olan ülkenin sivil halkına
tarihte benzeri olmayan saldırılar yapmıştır. Gazeterin yayınlanmasına olanak
sağlanmadığı, enerji paylayıcıların patlatılması yüzünden radyo ve televizyonların
faaliyet göstermediği günlerde insanlar olaylardan sadece ajansın Bakü`nün çeşitli
semtlerinde duvarlara yapıştırdığı bültenlerinden haber alıyorlardı.
Bültenlerdeki haberler aslında ülkenin o zamanki yöneticilerini rahatsız ediyordu.
Buna rağmen Azerinform gazetecileri kendi görevlerini yerine getirerek, gerçek olaylara
dayalı doğru haberleri halka ulaştırıyorlardı. Bu haberlerin en önemli değeri, ilk önce,
onların hızla iletilmesindeydi. Haberler Azerbice ve Rusca yayınlanır ve bazen
Azerinform`un kendi muhabirlerince ülkenin diğer bölgelerine de dağıtılıyordu. Haber
yaprakları gizlin şekilde, askeri sansürden (Azerinform`un binasında onun daimi
temsilcisi faaliyet göstermekteydi – A.A) habersiz olarak hazırlanır ve hava karardığı
zaman Bakü`nün mahellelerinde evlerin duvarlarına yapıştırılıyordu. Fakat gündüz
olduğunda imparatorluğun askerleri bu haberleri duvarlardan koparıyorlardı. O günlerin
acı gerçeklerini tüm çıplaklığı ile yansıtan Azerinform`un fotovitrinlerinin de sonucu
böyle olmuştur.
Yukarı Karabağ`da ermeni ayırımcılarının aktifleşmesi ve daha sonra
Ermenistan`ın askeri tecavüzü, bağımsızlığını daha yeni elde etmiş Azerbaycan`ın
savaşa sürüklenmesine neden oldu. Yabancı ülkelerdeki güçlü ermeni lobisinin, bazı
devletlerin maddi ve askeri yardımlarına güvenen Ermenistan`ın Azerbaycan
topraklarının bir kısmını işgalı, yürüttüğü etnik temizlik politikası ülkede gergin durum
oluşturmuştu. Ermenistan`daki kendi tarihi topraklarından zorla kovulmuş 250 bin
Azerbaycanlı da dahil, toplam 1 milyondan fazla mültecinin durumu Azerbaycan`ı tam
bir felaketle karşı karşıya getirdi. Böyle bir durumda Azerinform`un muhabirleri hem
savaş alanına, hem de kendi evlerinden kovulmuş insanların geçici olarak yaşamak
zorunda kaldıkları kamplara giderek haberler hazırlıyor ve ülkemizin bu zor durumu ile
bağlı acı gerçekleri dünya kamuoyuna duyurmağa çalışıyorlardı.
O dönem Azerinform`un ve “Azerbaycan” yayınevinin çabası ile çeşitli yayınlar
– Ermenistan`ın uluslararası normlara aykırı tezavüz politikasını, onun tarihi Azerbaycan
toprağı olan ve Ermenilerin sadece 19. yüzyılın 30`lu yıllarından sonra Çarlık
Güz 2010, Sayı:31
265
Azertac`ın Oluşum Süreci ve Tarihi Gelişme Dönemleri
Rusya`sının isteği ile göç ettirildikleri Yukarı Karabağ`a yönelik aşırı iddaalarını ifşa
eden kitaplar yayınlanmaktaydı. “Denizden denize Ermenistan devleti kurmak” yolunda
hayali fikirlerin peşinde koşan ermeni ayırımcılarının çirkin niyetlerinden kaynaklanan
olayların gerçek yüzünü, ilk kez bu kitaplar tümüyle açık ve net gösteriyorlardı.
3. AzerTAc`ın Bağımsızlık Dönemindeki Faaliyeti
Azerbaycan`ın bağımsızlığını ilan ettikten kısa bir süre sonra, 18 Aralık 1992
tarihinde Azerinform`un tarihi ismi geri getirilmiş ve kurum Azerbaycan Telgraf Ajansı
– AzerTAc adlanmağa başlanmıştır. Fakat Azerbaycan`ın o zamanki yöneticileri ajansın
faaliyetinin çağdaş talepler doğrultusunda teşkili hakkında düşünmemişlerdir. Keza
mevcut durum ajansın işinin yeni dönemin talepleri doğrultusunda maddi ve teknik
temele dayalı ve dünya standartları seviyesinde kurulması ve geliştirilmesini zorunlu
kılıyordu. Bunun için de ilk önce mali kaynak gerekiyordu. Ancak dönemin bütce
kaynaklarından yoksun bırakılan AzerTAc ağır günlerini yaşamak zorunda kalmıştı.
Fakat AzerTAc muhabirleri böyle zor bir durumda çalışıyor, Ermenistan`ın
tecavüzüne uğramış, enformasyon ablukası ile karşı karşıya kalmış Azerbaycan ile ilgili
gerçekleri dünyaya duyurmağa çalışıyorlardı.
Haydar Aliyev`in 1993 yılının yazında halkın talebi üzerine tekrar siyasal iktidara
dönüşü Azerbaycan için bir kurtuluş olmuş, devlet bağımsızlığının kaybedilmesi
tehlikesi ortadan kalkmıştır. Haydar Aliyev`in ülkenin çıkarlarına yönelik faaliyeti,
zengin tecrübesi sayesinde Azerbaycan`da toplumsal-sıyasal istikrar sağılanmış,
ekonomik kriz ortadan kaldırılmış, ülke zamanla kalkınma yolunda hızla ilerlemeye
başlamışdı.
1994 yılında dünyanın en önemli petrol şirketleri ile imzalanmış ve
Azerbaycan`ın yeni petrol stratejisinin temelini koymuş olan, “Yüzyılın anlaşması” ismi
verilen ilk petrol anlaşması ve ilerleyen dönemlerdeki diğer anlaşmalar ülkenin
kalkınmasında yeni dönemin başlangıcını oluşturmuştur. Hazar denizinin Azerbaycan`a
ait bölgesindeki zengin petrol ve doğal gaz rezervleri dünya piyasasına açıldı. Ülkenin
kalkınma yolunu net belirleyen Haydar Aliyev genç Azerbaycan devletinin dünya
birliğinde layikiyle yer tutmasını başarmış, Ermenistan`ın ve ermeni lobisinin
Azerbaycan`a karşı hain tebliğinin oluşturduğu enformasyon ablukasını kırmış, ülkemiz
hakkında asıl gerçeklerin dünyaya duyurulmasını sağlamıştır.
Bu yıllarda ve genellike toplumun hayatında basının, ilk önce de haber ajansının
rolünü yüksek değerlendiren Haydar Aliyev bağımsız Azerbaycan`ın devlet haber
kuruluşunun işinin çağdaş talepler seviyesinde teşkiline çok önem vermekteydi. AzerTAc
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
266
A. Aslanov
ise bu işde ajansa her zaman hassasiyyet gösteren halkımızın büyük önderinin layikli
yardımcısı olmağa çalışmış, Azerbaycan gerçeklerini dünyaya iletmiştir.
3 Mart 1995 tarihinde Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev Azerbaycan Telgraf
Ajansı`nın yeniden teşkil edilmesi hakkında kararname imzaladı (“Azerbaycan”
gazetesi, 7 Mart 1995). Bu kararname ile ajansın tarihi adı korunmakla ona devlet haber
kurumu statüsü verilerek, Azerbaycan Cumhuriyeti`nin Bakanlar Kurulu yanında Devlet
Telgraf Ajansı kuruldu. AzerTAc`ın mali sıkıntılarını dikkate alarak, onun genellikle
devlet bütcesinden maliyeleştirilmesi belirlendi. Bakanlar Kurulu Cumhurbaşkanının
imzaladığı kararnamenin hayata geçirilmesi ile bağlı karar vererek, bir takım tedbirler
planı hazırladı. Söyleyebiliriz ki, bu kararname ile AzerTAc`ın hayatında yeni bir
dönemin temelleri atılmış oldu. Devlet bütcesinden maliyeleştirilmeye geçilmesi,
borçların silinmesi, ajansın tümüyle bilgisayarlarla donatılması için maliye kaynağının
ayrılması, bir çok yabancı devletlerde ajansın muhabir birimlerinin kurulmasına
başlanması, AzerTAc`ın faaliyetini önemli ölçüde yükseltmiş oldu.
29 Haziran 1996 `da ise “Azerbaycan Cumhuriyeti Bakanlar Kurulunun yanında
Azerbaycan Devlet Telgraf Ajansı`nın (AzerTAc) işinin iyileştirilmesi ile ilgili
Cumhurbaşkanının kararı verildi (ACC KK, Nisan-Hazıran 1996: 170-171) ve onun
hayata geçirilmesi için Bakanlar Kurulunun da uygun kararı çıktı (Aslanov, A. 2005:
19). Aynı kararla işin kendine özgü özellikleri dikkate alınmakla AzerTAc`ın maddi ve
teknik temeli iyileştirilerek onun faaliyetini güçlendirmek amacıyla bir takım önlemler
alındı. Ajansın, tarihinde ilk kez olarak ABD, İran, Almanya, Fransa, Türkiye, Londra,
Aşkabat, Tiflis, Moskova ve Daşkent`te muhabir birimleri açılarak, yabancı dillerde
haber hazırlayan ve yayan genel redaksiyon (bölüm) kuruldu.
Yapılan bu işlerin sonucunda AzerTAc`ın faaliyetinde de önemli gelişmeler
yaşandı. Teknik teminatın yükseltilmesi ajansın faaliyetinde verimliliğin artmasına,
bilginin kabülü, hazırlanması ve devredilmesinde hızın artmasına neden olmuştur.
Sonuçta önceki yıllara oranla dağıtılmış haberlerin sayısı on kattan fazla artmıştır.
17 Ocak 2000 yılında AzerTAc`ın 80. yıldönümü öncesinde Cumhurbaşkanı
Haydar Aliyev AzerTAc`ın faaliyetinin geliştirilmesi hakkında kararname imzaladı
(“Azerbaycan” gazetesı, 18 Ocak 2000). Bu, devlet başkanının ülkede iletişim sektörüne
nasıl önem verdiğine örnektir. Yıldönüm ile bağlı Azerbaycan Cumhuriyeti`nin
Cumhurbaşkanının kararıyla ajans çalışanlarının bir grubu ödüllendirilmiştir.
Cumhurbaşkanı Haydar Aliyevin Şubat 2000`de AzerTAc`ın 80. yıldönümü
öncesinde ajansın kolektivine gönderdiği tebrik mektubunda şunlar bulunmaktaydı:
Güz 2010, Sayı:31
267
Azertac`ın Oluşum Süreci ve Tarihi Gelişme Dönemleri
“Son yıllar AzerTAc`ın faaliyetinde kesin dönüş olmuş, maddi ve teknik
temelinin iyileştirilmesi, işinin geliştirilmesi, daha hızlı ve verimli kurulması
için önemli adımlar atılmıştır. Ancak bilimsel ve teknolojik gelişimin medya
için, özellikle de elektronik iletişim araçlarının sınırsız gelişimi için sağladığı
bütün olanaklar her gün yenilenmeli ve dünya biliminin bu alandaki
başarılarının aktif şekilde tatbiki zorunlu hale gelmektedir. Bu yüzden
AzerTAc`ın kolektivi milli gazeteciliğimizin yüksek ahlaka sahip değerlerini
şerefle devam ettirmenin yanısıra, dünya enformasyon mekanında layikli yer
edinmek için daha gayretle çalışmalıdır” (“Azerbaycan” gazetesi, 1 Mart
2000).
2005 yılı AzerTAc`ın tarihine önemli bir yıl olarak dahil olmuş, ajans
kuruluşunun 85. yıldönümünü kutlamıştır. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev`in
yıldönüm öncesinde – Şubatın 28`de imzaladığı Karar ile AzerTAc`ın çalışanlarından 13
kişi “Tarakki” madalyası, 5 kişi ise “Emektar kültür hizmetcisi” fahri adları ile
ödüllendirilmiştir (“Azerbaycan” gazetesi, 1 Mart 2005). Bu, Cumhurbaşkanı Haydar
Aliyev`in AzerTAc`a gösterdiği dikkat ve hassasiyetin Cumhurbaşkanı İlham Aliyev
tarafından devamına en bir örnek, ajansın faaliyetine verilen kıymettir.
Hızla sosyo-ekonomik kalkınma yolunda ilerleyen Azerbaycan`ın bütün
alanlarında giden kökten değişim AzerTAc`ın haberlerinin esas konusudur. Demokratik
sivil toplum oluşturulması yolunda yürüyen, dünya ekonomisine hızla entegre olan,
kendisinin zengin doğal kaynaklarını dünyaya açan ve Avrupa`nın enerji güvenliğine
kendi katkılarını sağlayan Azerbaycan’ın bütün alanlardaki başarıları ile ilgili haberler
AzerTAc aracılığıyla sadece ülke dahilinde değil, yabacı ülkelere de yayılmaktadır.
SONUÇ
AzerTAc`ın kurulması, siyasal değişiklikler döneminde karşılaşdığı sorunların
yorumu demokratik gelişme sürecinde devletin enformasyon teminatının teşkilinin ve
ulusal enformasyon politikasının belirlenmesinin önemini göstermektedir. Doksan yıllık
faaliyeti döneminde AzerTAc, Azerbaycan`la ilgili bilgilerin uluslararası düzeyde
tanıtılmasına gayret etmiş ve kara propagandaya karşı durmuştur.
AzerTAc`ın gelişme tarihinin büyük bir dönemi Haydar Aliyev ile bağlıdır.
Haydar Aliyev`in siyasal iktidarda olduğu yıllarda gösterdiği dikkat sayesinde ajansın
faaliyeti geliştirilmiş, en modern teknik ve teknolojilerle donatılmıştır. Bu, AzerTAc`ın
dünya enformasyon mekanına ulaşmasına ve Azerbaycan haberlerinin daha geniş
biçimde duyurmasına olanak tanımıştır.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
268
A. Aslanov
KAYNAKÇA
Aslanov, A. Musayev, V. İsmayılov, D. (2008) AzerTAc`tan AzerTAc`a zorlu ve şerefli
yol, Bakü: “Şark-Garb” Yayınevi.
Aslanov, A. (2005) Haydar Aliyev ve AzerTAc, Bakü: “Nurlan" Yayınevi
Calagoniya, V. (1971) AzTAG, Bakü: “Kommunist” Yayınevi
ACC KK (“Azerbaycan Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu yanında Azerbaycan Devlet
Telgraf Ajansı`nın – AzerTAc`ın işinin iyileştirilmesi hakkında” Azerbaycan
Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanının
kararı,
Azerbaycan
Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanının kararnameleri ve kararları), Nisan-Haziran 1996.
Azerbaycan Halk Cumhuriyeti. Parlamento. 1918-1920 (Stenografik hesabatlar) (1998),
2 ciltte, cilt 2, Bakü, “Azerbaycan” Yayınevi.
ACDA (Azerbaycan Cumhuriyeti`nin Devlet Arşivi), fon: 51, liste: 1, saklama birimi: 33.
ACDA, fon: 895, liste: 1, saklama birimi: 292.
ACDA, fon: 24, liste: 1, saklama birimi: 412
ACDA, fon: 51, liste: 2, saklama birimi: 12.
ACDA, fon: 411, liste: 1, saklama birimi: 82.
ACDA, fon: 411, liste: 1, saklama birimi: 74.
ACDA, fon: 379, liste: 3, saklama birimi: 1738.
“Azerbaycan” gazetesi, (7 Mart 1995).
“Azerbaycan” gazetesi, (18 Ocak 2000).
“Azerbaycan” gazetesi, (1 Mart 2000).
“Azerbaycan” gazetesi, (1 Mart 2005).
Kazımzade, A. “Ot AzKavROSTA do Azerinforma” (“AzKafROSTA`dan
Azerinforma kadar)”, “Bakinskiy raboçiy” gazetesi, 8 Mayıs 1990.
Güz 2010, Sayı:31
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
DÜZELTME
Bir önceki sayı olan 30. Sayının 12. sayfasındaki
tablonun eksik ve hatalı basılmasının anlaşılması
üzerine doğru şekli 31. sayıda aşağıdaki gibi düzeltilmiş
olarak yeniden basılmıştır.
GAZETELERDE ÖTEKİLEŞTİRME PRATİKLERİ:
Türk Basını Üzerine Bir İnceleme
Yurdagül BEZİRGAN ARAR- Nuri BİLGİN
Ötekinin Yıllara Göre Dağılımı

Dr., Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü.
Prof. Dr., Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Psikoloji Bölümü.

İletişim 2003/18
270
Boş Sayfa
Güz 2010, Sayı:31
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
Yazı Teslim Kuralları
1. Dergiye gönderilen makaleler başka bir yerde yayınlanmamış veya
değerlendirmeye alınmamış olmalıdır.
2. Makalelerde yazı tipi “Times New Roman 12 punto” ve satır aralığı “1.5
satır” olmalıdır. Sayfa yapısı soldan 4, diğer taraflardan 3 cm boşluk bırakılmalıdır.
Renkli grafik, şekil ve tablo kullanılmamalıdır.
3. Makalelerin 150-200 sözcük civarında İngilizce ve Türkçe özetleri de
yazıyla birlikte gönderilmelidir. Özetlere Türkçe ve İngilizce anahtar kelimeler
eklenmelidir.
4. Çalışmalarda şu sıranın takip edilmesi uygun olacaktır: Başlık, Özet,
Anahtar Sözcükler, Yabancı Dildeki Başlık, Abstract, Key Words, Giriş, Yöntem,
Ana Metin, Bulgular, Tartışma, Sonuç ve Kaynakça.
5. Gönderilen basılı kopyalarda kapak sayfası olmalı, kapak sayfasında
yazar ismi ya da isimleri, adresler, e-mail ve telefonları bulunmalıdır. Bu bilgiler
makaleye ait kapakta bulunmamalıdır. Yazılı kopyalar hakeme isimsiz gönderileceği
için makalenin iç sayfalarında değil, makaleye iliştirilecek kapak sayfasında yer
almalıdır.
6. Makalelerin kaynakça ile birlikte 20 sayfayı geçmemesi tavsiye edilir.
7. Basılı kopyalar A4 boyutunda dijital kopyalar “Word” formatında
olmalıdır.
8. Dergiye gönderilen makaleler 2 basılı ve 1 dijital kopya olmalı ve
“İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Bişkek
Caddesi 81.Sokak No:9 06510 Emek/Ankara” adresine posta yoluyla
gönderilmelidir.
9. Hakem raporları doğrultusunda yazarlardan, yazılarında bazı düzeltmeler
veya
yapmaları
istenebilir.
Makalenin
düzeltilmeden
yayınlanmasına
yayınlanmamasına karar verilebilir. Makaleyi Hakemlerden birisi yayınlanmasına
ikincisi yayınlanmamasına karar verdiği takdirde makale üçüncü bir hakeme
gönderilir. Makaleye ilişkin raporlar ve makale metni makale yazarına iade edilmez.
10. Yazının yayımlanması konusunda son karar yayın kuruluna aittir.
11. Yasal ve etik her türlü sorumluluk makale yazarlarına aittir.
Kaynakların Düzenlenmesi
1- Kaynakçada, sadece yazıda gönderme yapılan kaynaklara yer verilmeli ve
yazar soyadına göre alfabetik sıralama izlenmelidir.
2- Bir yazarın birden çok çalışması kaynakçada yer alacaksa yayın tarihine
göre eskiden yeniye doğru bir sıralama yapılmalıdır. Aynı yılda yapılan çalışmalar
İletişim 2003/18
272
için “a”, “b”, “c,” ibareleri kullanılmalıdır ve bunlar metin içinde yapılan
göndermelerde de aynı olmalıdır.
Kaynakça ve Alıntı Kuralları
Metin içi kaynak örnekleri:
(Duran, 2003), (Tas, 2005: 16), (Hemdi, 2004; Kimy, 2001)
Günay’a göre (2005), (Vert ve Hale, 2005: 71), (Lazersfeld vd., 1944: 23).
Kaynakça örnekleri:
Tek Yazarlı Dergide Makale
Varis, T (1984) International Flow of TV Programmes, Journal of
Communication, 34(1), s.143-152.
İki Yazarlı Dergide Makale
McCombs, M E ve Shaw D L (1972) The Agenda-Setting Function of Mass Media,
The Public Opinion Quarterly, 36, (2), s.176-187.
Tek Yazarlı Kitap
McQuail, D (1987) Mass Communication Theory: An Introduction, Beverly Hills,
CA: Sage Pulication Inc.
İki Yazarlı Kitap
Perelman, C ve Olbrechts-Tyteca, L (1971) The New Rhetoric, Notre Dame:
University of Notre Dame Pres.
İkiden Çok Yazarlı Kitap
Lazarsfeld, P F, Berolson, B ve Gaudet, H (1944) The People Choice, London:
Colombia University Press.
Editörlü Kitapta Bölüm
Schramm, W (1992) Haberleşme Nasıl İşler, Ünsal Oskay (Der.), Kitle Haberleşme
Teorilerine Giriş, İstanbul: Derya Yayınları, s.95-134.
Çeviri Kitap
Mattelart, A ve Mattelart M (1995) İletişim Kuramları Tarihi, M Zıllıoğlu (Çev.),
İstanbul: İletişim.
İnternet
Elçi, O (1991) Futbol, Business Journal, s.11-12. (Erişim: EBSCO Masterfile
database, 2 Mayıs 1999)
Mel, H (2005) Vücudun dili olmaz, http://www.dnr.org/hra.htm. (Erişim: 12 Mayıs
2005)
Türkiye İstatistik Kurumu (2001) Zenginlik indeksleri. http://www.trkist..tr/hra.htm.
(Erişim: 1 Mart 2002)
Bahar 2009, Cilt 7, Sayı 2

Benzer belgeler