HF151 - Hayatım Futbol

Transkript

HF151 - Hayatım Futbol
Yayın Koordinatörü
Garip lig
İlker Yılmaz
Spor Toto Süper Lig bu sezon bir çok garipliği de beraberinde getirdi.
Vasat Fenerbahçe ile kötü Galatasaray liderliği paylaşırken iyi Beşiktaş
dördüncü sırada. Akhisar beklentilerin üstüne çıkarken hayalkırıklığı
Bursaspor ligin en çok gol atanı. Geçtiğimizi sezonun en iyi Anadolu
takımı Sivasspor ligin dibine saplanırken Başakşehir en iyi averajı
yakalayan takım. Eskişehir ve Karabükspor da kayıplarda. Neler oluyor
bu ligde? Tablo neden böyle. Yazarlar olarak oturduk nedenini kısa kısa
yazmaya çalıştık.
Yazarlar
Ahmet Sercan Ergün
Bahadır Bozkurt
Cihat Akbel
Emre Çelik
Fırat Topal
Rafet Baran Eryılmaz
Serkan Akkoyun
Uğur Karakullukçu
Hayatım Futbol’un 151. Sayısında ayrıca; Ziraat Türkiye Kupası’nda
gruplara kalmayı başaran Diyarbakırspor ile Cizrespor’un tarihsel
gelişimini, kısıtlı bütçesiyle Bundesliga devlerine kafa tutan Favre’nin
Borussia Mönchengladbach’ını, 10 bin paundluk transfer bütçesiyle
Premier League’nin kapısına dayanan Ipswich Town’ı, Lyon’u belki de
eski günlerine döndürecek olan Lacazette’yi, parlak futbolculuk kariyerini
teknik direktörlükte şu an süsleyememiş olan Sabri Lamouchi’yi
bulabilirsiniz.
Keyifli okumalar,
İlker Yılmaz
[email protected]
[email protected]
#151 BU SAYIDA
Garip Lig
Süper Lig’deki tablo herkesi şaşırtıyor. Peki neden?
Xêr Hati Cizrespor
Şırnak’ın ilçe takımı Türkiye Kupası’nda gruplara kaldı. Mazisine
göz atma vakti
İmkansızın Türküsü
Lucien Favre’nin Mönchengladbah’ı Bundesliga’da devlere
kafa tutuyor
10.000 Poundluk Traktörcüler
2,5 yılda sadece 10 bin paund harcayarak Premier League’e
göz kırpıyorlar
Hanedanlık Geri Dönüyor
İrtifa kaybeden Lyon, Lacazette ile eski günlerine dönebilir
Profil: Lamouchi
Parlak futbolculuk kariyerini teknik direktörlükte
gösterme peşinde
Türkiye
HF151
SÜPER DEĞiL
GARiP LiG
Passolig tartışmalarının gölgesinde başlayan Spor
Toto Süper Lig, sadece az seyircisiyle değil; az
gollü, düşük tempolu maçlarıyla da sezona ağır bir
giriş yaptı. Geçen sezon şampiyonluk yarışını ilk iki
sırada tamamlayan Fenerbahçe ile Galatasaray,
lige kendi taraftarları da dahil olmak üzere kimseyi
tatmin etmeyen bir giriş yapmalarına karşın 8
hafta sonunda liderlik koltuğunu 16’şar puanla
paylaşıyorlar. Bu tablo tek başına ligin özeti
olmakla birlikte diğer takımların da aslında anlık
parlamaların dışında bu iki takımdan üst düzeyde
bir oyun ortaya koyamadığını gösteriyor.
8 hafta itibariyle ligin en golcü ekibi konumunda
olan Bursaspor, kaydettiği 14 golün 8’ini son
iki haftada rakip filelere bıraktı. Yani sadece 9
gün önce oynadığı maç başına 1 gol ortalamayı
geçememişlerdi. Çıkış yakalayan Bursaspor’un
yanında dikkat çeken bir diğer ekip de İstanbul
Başakşehir… Abdullah Avcı yönetimindeki ekip
attığı 10 ve yediği 3 golle ligin en iyi averajına sahip
ancak bu onları ancak ligin ancak orta sıralarına
taşıyabiliyor. Bu da gol barajının düşüklüğünü,
kağıt üstünde ligin en golcü ekipleri olan ekiplerin
dahi hücumda kısırlığı aşamadıklarını gösteriyor.
Geçen sezon aynı döneme bakıldığında yine
lider konumda bulunan Fenerbahçe’nin 8
maçta 18 gol attığı görülüyor. Bu sezon ise
sadece 11 gol bulabildiler. Ayrıca Kasımpaşa 16,
Sivasspor 14, Rizespor da aynı dönemde 13 gol
atmayı başarmıştı. Beşiktaş ile Galatasaray ise
nispeten benzer performanslar sergilese de
birisi yarım kalan derbinin, diğeri Fatih Terim’in
gönderilmesinin yarattığı krizle boğuşuyordu.
Bu sene ligin eli ayağı düzgün addedilen, Avrupa
kupalarındaki performansıyla takdir toplayan
takımı olan Beşiktaş ise göze hoş gelen oyununa
karşın geçen sezona göre 2 gol daha az atmış
durumda.
Gol sorunu sadece ligin zirvesinde değil… Yine
ligde oynadığı ofansif oyunla sayı gören, kendini
kabul ettirmiş olan Roberto Carlos’un Sivasspor’u
ise sadece 5 puanla 17.sırada yer alıyor. Geçen
sezonun aynı dönemine göre gol sayıları yarı
yarıya düştü. Kadrosunda Gabriel Torje, Ciprian
Marica, Djalma Campos, Alexander Hleb gibi
uluslararası düzeyde dahi saygı gören oyuncuları
bulunmasına karşın Torku Konyaspor sadece 5
gol atabildi ve bu alanda ligin en kötüsü.
Bu kısırlığın muhtemel sebepleri arasında bu
yaz düzenlenen Dünya Kupası’nın fikstürde
yarattığı esneme gösterilebilir. Mayıs ortasında
biten lig Ağustos ayının sonunda açıldı ve bu
yakın dönemin en büyük sezon arası… Yaklaşık
2.5 ay sonra başlayan lig bu yetmezmiş gibi ilk
haftadan sonra tekrar milli takım arasına girdi
ve 15 Eylül’de ligin ikinci hafta karşılaşmaları
oynandı. Bu boşluğun ligin ilk çeyreğine
yansıması fazlasıyla doğal… Milli takımın aldığı
kötü sonuçlar da aynı şekilde ligin üst düzey
yerlilerinin form durumunu ortaya koyması
açısından önemli bir göstergeydi.
Zaman içinde bir toparlanma yaşanması, özellikle
ikinci yarıyla birlikte oyun kalitesinin ve rekabetin
artması beklenebilir ancak şu an ligin durumu
aynı tribünler gibi hiç de iç açıcı değil. Sorun
üzerine daha derinlikli teşhisler koymak düzelme
yolundaki ilk adım olacak.
Tat kalmadı
Her hangi bir sezonda, Türkiye futbolunu
şekillendiren herhangi bir olgudan şikayet
etmediğimiz olmuş muydu? Federasyon,
hakemler, kulüp yöneticileri, teknik direktörler,
futbolcular, statlar, taraftarlar, yayıncı kuruluş, vs
vs vs. Fakat bu sezon tüm bu olgulardan o kadar
çok şikayetçiyiz ki bu da sahaya yansıyor. Peki
futbolseverler haksız mı? Kesinlikle değil.
Passolig uygulaması tribünleri etkilediği kadar pek
tabi ki sahadaki futbolu da etkiliyor. Derbiler bile
neredeyse yarısı boş tribünlere oynanır hale geldi.
Geçmişte bu ülkenin tribünleri hafta sonu oynanan
9 maçta da tıklım tıklım dolmuyordu elbette ama
Passolig uygulamasının etkisini gözardı edemeyiz.
Bunun birinci müsebbipi pek tabi ki yöneticiler.
Onlar tribünde olan biten için gayret göstermeyip
devamlı halı altına süpürdü, kulüple ilgili diğer
birçok faaliyette olduğu gibi. Financial Fair Play
kurallarını ve yabancı sınırlamasını da yıllarca
gözardı ettiklerinden bu sezon kurulan kadrolarda
da pek bir düzenden bahsedemeyiz.
Ligin büyüklerine bakacak olursak; Fenerbahçe
zamansız ve plansız teknik direktör değişikliğinin,
Galatasaray plansız kadro yapılanmasının ve
Prandelli’nin uyum sürecinin, Beşiktaş ise harika
maçlar çıkarmasına rağmen hala kadrosunun
kendine güven sorununun, Trabzonspor kadrodaki
yeni 23 oyuncunun buhranını yaşıyor.
Aslında tek bir takıma bakmak bile her şeyi
özetliyor belki de. Akhisar Belediyespor, Süper
Lig’e geldiği günden bu yana istikrarlı kadrosuyla,
polemikten uzak olmasıyla, statsız olmasına
rağmen tribünüyle, adını bilmediğimiz başkanıyla
en derli toplu kulüp. Adım adım yükselişi de
ortada. İLKER YILMAZ
Paralel lig olabilir mi?
Montaigne, ‘bütün toptancı yargılar çürük ve
tehlikelidir’ der. Ligin içinde bulunduğu vaziyete
teşhis koyarken tahriş olabiliriz. Zira dindar bir
kadının istenmeyen gebeliği gibi kabullenmek
zorunda kaldığımız Passolig olayı, Fenerbahçe’nin
reklamsız forması ile ilan ettiği şövalyeliği,
Galatasaray’ın Başkan kaç-muhalefet kovala
oyunları yüzünden kafalar çok karıştı. Saha
içine bakmaya fırsat bulamadan saha dışında
kalabalığın ortasında ezilme tehlikesi ile karşı
karşıya kaldık. Avrupalı 3. hafta maçlarını oynarken
başlayan ligimiz, kalite kontrolünden geçse ISO 1
bile alamaz.
Fenerbahçe kendisine garip bir misyon yükledi.
Başkanı ve kaptanları kavga, dövüş ve gerginlikten
besleniyor. Türk futbolunun belki de son
dönemdeki en itici figürleri bir arada Fenerbahçe’de
toplanmış. Üstüne bir de İsmail Kartal faktörü
eklenince ‘Saldır Kanarya’ oldu ‘Aman gol yeme de
Kanarya.’ Beşiktaş, üstün olmayan Hırvat teknolojisi
sayesinde performansını artırdı ama saha içinde
üretimi kişilere bağlayınca 6. haftanın sonunda yağ
damlatmaya başladı. Futbolda taktik her zaman
fizikten üstündür.
Trabzonspor, 90’ların TBMM’si gibi. Allah yardım
etsin. Galatasaray yüzünden hükümet yakında
İtalya’ya nota verecek. Kötü futbol, daha kötüleri
sayesinde -ve fikstür sayesinde- ikinci sırada
oturuyor. Bu bir illüzyon. Anadolu’da da takımlar
Ege kıyıları gibi. Ne dikler ne paralel. Bunca şeyin
sebebi acaba içimizdeki ‘paralel lig’ varlığı olabilir
mi? SERKAN AKKOYUN
Katı olan her şey buharlaşıyor
Bu sezon ligimizdeki garipliğe çok şaşırmamak
gerekiyor aslında. 18’i de birbirinden kötü
yönetilen, 18 futbol faciasının mücadelesinin
böyle şekillenmesi gayet normal. Futbolcu
yetiştirme misyonlarını çöpe atmış Eskişehirspor
ve Trabzonspor gibi takımların beklentilerin
uzağında kalmaları gayet doğal. Yine aynı misyonu
hiçbir zaman üstlenmemiş ama yabancı oyuncu
seçimlerini doğru yapan Akhisar Belediyespor gibi
bir takımın üst sıraları zorlaması da şaşırtıcı bir şey
değil. Şaşırtıcı olan ülke futbolunun kalitesinde
yaşanan erozyon.
Kayan yıldızlar ligi
Son şampiyon hoca bu sezon lige başlayamadı.
Ligin 17. sırasında geçen sezonun en iyi futbol
oynayan ekiplerinden birisi olarak gösterilen
Sivasspor duruyor. Görevden alınmasının
ardından fırtınalar koparılan Ersun Yanal’ın yerine
getirilen yada futbol kamuyonunun bir kısmının
yorumuyla, Aziz Yıldırım’ın dediklerini yapması için
oturtulan İsmail Kartal lig lideri, teknik direktörlük
kariyeri sorgulanmaya başlayan Cesare Prandelli
takipçisi. Ülkenin en iyi futbol oynayan takımı
olduğu söylenen Beşiktaş dördüncü sırada, bu
yukarıdaki iki kariyersiz adamın gerisinde. Hayal
kırıklığı yarattığı söylenen Bursaspor liderin 3
puan gerisinde ve ligin en çok gol atan takımı. Ha
unutmadan 34 yaşındaki Theofanis Gekas 9 golle
ligin gol krallığı yarışında lider.
Türkiye Ligi, aynen kendini oluşturan elementlerin
bir dışavurumu gibi. Futbolcusu kalitesiz ve
eğitimsiz, hakemi değişken, yorumcusu bilgisiz,
teknik direktörü istikrarsız, başkanı sevimsiz,
tribünleri renksiz. Bu acaiplikte Caner Erkin gibi 1,5
sene form tutan, Gekas gibi sahada duracağı yer
bilen, Bilic gibi söylediklerini tartarak ve mantık
çerçevesine oturtarak konuşan, Şenol Güneş
gibi mimimalizmin getirisini bilen isimler büyük
fark yaratıyorlar işte. Türkiye Ligi de böyle bir lig,
anlık parlamaların cenneti. Stefan Zweig Yıldızın
Parladığı Anlar’ı şu 34 haftaya bakıp yazsa İnce
Memed yanında hafta sonu eki gibi kalırdı.
FIRAT TOPAL
Bir örnekle açıklamaka gerekirse buna Denizlispor,
Malatyaspor, Ankaragücü ve Gençlerbirliği
gibi takımların Avrupa kupalarında oynadıkları
dönemlerde aldıkları sonuçları kullanabiliriz. Bugün
ligimizin 5. sıradaki takımının Lyon’u, Sparta Prag’ı
elemesini bekleyebilir miyiz? Malatyaspor gibi
Avrupa kupalarına ilk defa katılan bir takımımız
Basel’e kök söktürebilir mi? Bu sorulara koca bir
‘hayır’ cevabı verdiğimiz için lig bu durumda.
Futbolumuzda da katı olan her şey hızla
buharlaşıyor. Ortaya da böyle 0 averajlı takımın 2.
sırayı aldığı acayip puan tabloları çıkıyor.
RAFET BARAN ERYILMAZ
Tablo normal
Ligin garip bir hâl almasının sebebi tablodaki
değil dışarıdaki hava. Şaşırılacak bir görüntü yok.
3 büyük takım ilk 4 içerisinde yine. Arada bir
Akhisar Belediye gözüküyor. Beşiktaş’ın Arsenal
ve Avrupa’daki kulüpler karşısındaki oyunları iyi
Beşiktaş’ın neden kötü Galatasaray ve vasat
Fenerbahçe’nin arkasında kaldığı sorusunu
doğurdu. Zira durum bu değil. Siyah-beyazlılar her
zaman istedikleri skoru elde edemeseler de ligdeki
takım olmuşluk olgusunu Akhisar Belediye’yle
birlikte en iyi gösteren ekip konumunda.
Bu iki kulüpte de oyuncular arası saha içi
yardımlaşmanın üst düzeyde olduğu aşikar.
Bunların yanında sıkı bir oyun tutma özelliğine
sahip Başakşehir göze çarpıyor. 8 maçta yalnızca 3
gol yediler. Maç kazanmakta zorlansalar da daha
da üst sıralara tırmanacaklarını tahmin ediyorum.
Aynısı Trabzonspor için de geçerli. En büyük hayal
kırıklığını yaratan ekip ise kuşkusuz Sivasspor.
Roberto Carlos geçen seneki yenilen gol sayısından
ders almamış gibi gözüküyor. Atamadıkları
takdirde açık oyunlarından mütevellit çok zor anlar
yaşayabiliyorlar. Bana kalırsa ligde garip bir durum
yok. 7-8 hafta sonra daha da netleşecektir sezon
sonu görünümü. CİHAT AKBEL
takımlardan Başakşehir’in ise Abdullah Avcı ile
zaten alışkın olduğu düzeni tekrar yakalaması ise
bu karmaşada yukarıya bir takım daha taşıdı.
Kalitesizliğin heyecanı
Lig lideri Fenerbahçe ile 10’uncu sırada bulunan
Gençlerbirliği’nin arasında sadece beş puan
bulunması, klasikleşen ‘artık küçük takım yok’
geyiğinden ziyade kopup gitmesi beklenen
takımların problemlerinden dolayı istenen
performansı sergileyememesi ve lige yeni çıkan
Mersin İdman Yurdu ile geçtiğimiz sene güç bela
ligde kalan Gaziantepspor’un şaşırtıcı performansı
ile birleşince ortaya bu tablo çıktı. Lige yeni katılan
Son 8’de yer alan takımlardan en fazla dikkat
çekeni olan Trabzonspor ise başta Halilhodzic’in
tek başına yarattığı, tabiri caizse Süper Lig’deki
18 takım yetip de artacak, problemlerden dolayı
daha uzun süre zirveye yaklaşamamaya devam
edecek bir görüntüde. Daha yukarıda olması
beklenen Eskişehirspor ve Karabükspor’un ortaya
koyduğu kırılgan oyunlardan gelen kayıplar ile bu
ikile Sivasspor’un katılması da ligin iyice absürd bir
görüntüye girmesine sebep oldu.
Uzun lafın kısası performans beklenen takımların
aşırı vasatlığı, 2-3 ekibin beklenenin üzerine
çıkmasıyla birleşince ‘normal’ işleyişindeki
ekiplerin ’daha iyi’ görünmesine sebep oldu ve bu
durum da tablodaki görünümü karıştırdı.
EMRE ÇELİK
Sözde Süper Lig
Aslında Passolig sadece malumun ilanıydı. Türk
futbolu, 3 Temmuz 2011’de girdiği girdaptan hala
çıkamadı ve çıkacak gibi de görünmüyor. Milli
takımın Avrupa Şampiyonası veya Dünya Kupası
vizesi alamaması sürpriz değil, yabancı sınırına
rağmen Türk oyuncu havuzunun darlığı sebebiyle
yaşanan gurbetçi akınının sürpriz olmaması gibi.
Yetiştiremiyoruz, zaten az olan seyirciyi tribünlere
küstürdük, ülkenin futbol iklimi siyaset sahnesiyle
hiç olmadığı kadar içli dışlı.
Türk futbolunun geleceği karanlık. Tek tük birkaç
isim dışında heyecan verici veya gelecek vadeden
hiçbir oyuncu yok, tribünler bomboş, hakemler yine
(!) formsuz, ülkeye gelen her yabancı teknik adam
veya futbolcu medyanın hedefinde, Batuhan
Karadeniz hala bir yerlerde ilk 11’de sahaya
çıkıyor. Bir zamanlar tuttuğu takımın maçlarında
sevinçten çıldıran veya öfkeden kuduran birçok
futbolsever gibi ben de, artık sadece -o adet yerini
bulsun diye- yayıncı kuruluşun resmi internet
sitesinden sadece maç özetlerini izliyorum. Hleb,
Torje, Gekas, Cicinho veya Stancu gibi kalbur üstü
yabancı oyuncuların varlığı, en azından Anadolu
takımlarının kendi aralarında yaptıkları maçların
seyir zevkini arttırıyor; hepsi bu. Ligimizin yalnızca
adı Süper, özde değil sözde. AHMET SERCAN
ERGÜN
Bir takım arıyoruz
Son birkaç sezondur buhran geçiren Türk
futbolunun yeni sezonu da beklediğimiz gibi
başladı diyebiliriz. Hemen hemen her kulüp kendi
içerisinde bir kaos yaşıyor. Stadyum, yönetim,
teknik adam krizleri yetmezmiş gibi Passolig’le
beraber taraftar sıkıntısı da baş gösteriyor. Boş
tribünlerin önünde oynamanın zorluklarını yaşayan
ekiplerde konsantrasyon eksiklikleri göze çarpıyor.
İtici güç olan taraftar marşları yerine, yardımcı
antrenörün “çık-çık-çıık” sesini duymak açıkçası
ekran başında bile oturanın sinirini bozuyor.
Futbol kalitesi bu kadar düşük bir ligde
hakemlerimizin de payı var. “Hatasız” maç
yönetmek adına neredeyse her ikili mücadelede
düdük çalarak, maçların temposunu iyice
düşüyorlar. Ligde şu an, Bilal- Gekas ikilisi,
Bursaspor’dan Bakambu, oynadığı süre zarfında
Gökhan Töre ve Sneijder’in derbide attığı goller
dışında güzel oyuna katkı sunan bir şey yok.
Tüm takımların birbirini yenebildiği bir lig bana
sadece 90’ların sonundaki keyifsiz Fransa
Ligi’ni hatırlıyor. Şampiyonun, ertesi sene küme
düştüğü bu garip ligin kurtarıcısı da, yaptığı
akıllı yatırımlarla Lyon olmuştu. Bir Lyon çıkar
mı bilinmez ama oynanan kötü futbola tüm
takımların bir çare bulması şart.
BAHADIR BOZKURT
Serkan Akkoyun
Türkiye
HF151
XÊR HATi* CiZRESPOR!
*Hoşgeldin
Şırnak’ın Bölgesel Amatör Lig’de mücadele eden ilçe takımı Cizrespor, Ziraat Türkiye
Kupası’nda gruplara kaldı. Futbolumuz mazisinde bol öyküler olan bir takımı daha
tanımak üzere. Biz de katkı sağlayalım istedik…
“…doğduğu yer yüzünden
doğuştan kavgacı zannedilen ama
pek çoğu kavgadan nefret eden
kavgacı esmer, cesur, korkak, çoğu kürt, çoğu türk
çocuklardık…”
Yılmaz Erdoğan (Ankara şiirinden)
Cizresporlu taraftarlar 90’ların başında
takımlarının her maçında tribünleri tıklım tıklım
dolduruyorlardı. Oynanan futbol onları çok tatmin
etmese de, yıldız futbolcuları bulunmasa da
özellikle bir isim ayağına ne zaman topu alsa
çılgına dönüyorlardı. Bazen kaleci hariç diğer 9
oyuncuyu da topu o isme vermeleri için baskı
altına alıyorlardı. Top ne zaman onun ayağına
gelse büyük bir heyecan ve gürültü ile bağırmaya
başlıyorlardı: “En büyük Apo başka büyük yok”
Cizrespor’da adı Abdullah olan bu futbolcu onlar
için başka bir anlam ifade ediyordu. Cizresporluların
Apo’su Kürt bile değildi ama en büyük gürültü onun
için çıkıyordu. Bu gürültüleri o kadar yükseldi ki
devlete kadar ulaştı. Sahada hiçbir bölücü faaliyeti
olmayan hatta takımı derleyip toparlayan Abdullah,
Siyasi Şube’nin müdahalesi sonucu devletten
kırmızı kart gördü ve Cizrespor’dan gönderildi.
Şırnak güldü, güzelleştik!
Bu olay dönemin gazetelerde haber olarak yer
aldı. Hikâyesi daha sonra yıllarca bölgede anlatıldı.
İşte Abdullah’ın coşturduğu o Cizrespor uzun
bir aranın ardından tekrar futbol gündemine
oturmayı başardı. Önce Aydınspor daha sonra
Göztepe’yi Ziraat Türkiye Kupası’nda elediler ve
gruplara kalmayı başaran ilk amatör takım oldular.
Şırnak’ta futbol başarı olarak vücut buldu. Ülkenin
yanağındaki gamze Şırnak, bizi daha da yakışıklı
gösterdi.
1972 yılında Dr. Fahrettin Sönmez tarafından
kurulan takımın ilk ismi Cizre Serhat Spor’du.
Maçlarını önce Mardin’de oynayan takım süreç
içerisinde 1. Lig’in kapısına kadar dayandı. 2001/02
sezonunda play-off’lara kaldı ancak başarılı
olamadı. 2007/08 sezonunda amatöre düştüler.
İki sezon önce de Cizre Basraspor’la birleşerek
Bölgesel Amatör Lig’lerde mücadele etmeye
başladılar. Logosunda Türkiye bayrağı bulunduran,
renklerini bölgenin idol takımı Diyarbakırspor’dan
alan Cizre, yıllarca terör kıskacında spora
tutunmaya çalıştı.
Küme düşme kaldırılsın
Cizrespor’un her dönem devletle yakın ya da
uzak bir şekilde ilişkisi oldu. Örneğin amatör lige
düştüğü yıllardan birisi olan 1994’te işler çok
kötü gidiyordu. Ligin ilk 10 haftası sadece 4 puan
toplayabildiler. Futbolcular terör olayları nedeniyle
idmanlara dahi çıkmak istemiyor, şehirde
durmaktan çekiniyorlardı. Gruplarında Elazığspor,
Batmanspor, Şanlıurfaspor gibi dönemin bölgedeki
güçlü takımları vardı ve işleri gittikçe zorlaşıyordu.
Artık ligin bitimine çok az bir süre kala, başka
çaresi kalmadığını düşünen başkan, Başbakan
Tansu Çiller’e bir mektup yazdı. Mektubunda,
Cizre’nin küme düşmemesi gerektiğini eğer
böyle bir şey olursa şehrin teröre kayacağını
vurguluyordu. Başkan, “Biz PKK’ya karşıyız.
Futbolla gençleri motive ediyoruz, şehri bir arada
tutuyoruz. Bizim küme düşmemize izin vermeyin.
Küme düşmeyi kaldırın” gibi ifadeler yer alıyordu.
Ancak bu gerçekleşmedi. Cizrespor 1993/94
sezonunda Mardinspor’la beraber amatöre düştü.
Bir tepki bayrağı
Takım şu andan itibaren Kürt kimliğinin bir
dışavurumu haline geldi. Gerek Aydınspor
gerekse Göztepe maçlarında yaşananlar,
Cizrespor üzerinden bir Kürt çığlığının atıldığını
gösteriyor. Bunun zarar/fayda analizi işin siyaset
boyutu. Futbol ve futbol sosyolojisi açısından
bakarsak, durum bize gösteriyor ki Cizrespor’un
kendi sahasında oynayacağı maçlarda deplasman
takımlarının ‘güvenli’ bir şekilde maç kazanması
zor. Taraftarlar sadece Cizrespor taraftarı
sorumluğunu değil aynı zamanda Kürt olma
sorumluğunu da üzerlerinde hissediyor. Maç
öncesi İstiklal Marşı’nın ıslıklanması, tribünlerde
PKK simgelerinin bulunması bölgeye yüzünü yeni
çevirenlere şaşırtıcı gelebilir ancak bu çok uzun
süredir oralarda zaten olağan durum (Doğrusu
ya da yanlışı üzerine bir söylem koymuyorum.
Hayatının yaklaşık 10 senesi bölgede geçmiş birisi
olarak realiteden söz ediyorum). Hâl böyle olunca
Cizrespor, ‘Türkiye’ Kupası’nda Kürt kimliğinin
altını çize çize maçlara çıkacak. Kadrosunda iki
Fildişi Sahilli futbolcu bulundurması da cabası…
PKK ve futbol
Futbol ve PKK özelinde anlatılan çok ilginç
hikâyeler var. Örneğin İletişim Yayınları’ndan
çıkan Futbol ve Kültürü kitabında Ragıp Duran’ın
anlatısına göre, 1993 yılında oynanan bir
Diyarbakırspor-Galatasaray maçında tribünler,
“Galatasaray seni çok seviyoruz. Seni seveni de çok
seviyoruz” yazılı pankart asmış. Burada, Abdullah
Öcalan’ın Galatasaraylı oluşuna gönderme
yapılıyor. Anlatılanlara göre PKK lideri Öcalan, çok
koyu bir Galatasaray taraftarı…
Yine aynı kitabın sayfalarına mürekkeplenmiş
hikâyeye göre Abdullah Öcalan ile Bekaa’da
röportaj yapan Yalçın Küçük’ün başına ilginç bir
olay gelmiş. Küçük’ün röportajı sırasında Öcalan
1-2 saatlik izin isteyerek gazetecinin yanından
ayrılmış. “Bir işim var” deyip kalktıktan 1,5 saat
sonra gelen Öcalan’a Küçük heyecanla sormuş:
-Sevgili Başkanım, hayrola bir şey mi oldu?
-Sorma hocam, bizimkiler 3 tane yedi!
Bu sözler, futbolla alakası olmayan Yalçın Küçük’ü
heyecanlandırmış. Çünkü Küçük yaşanan olayı bir
çatışma zannedip ayrıntı istemiş. Ayrıntıda, İzmir,
radyodan canlı dinledik, zaten sürekli dinleriz
ifadeleri geçince şaşırmış. Yine de çekinmeden
sormuş:
-Cenazelerde misilleme yapacak mısınız?
Bu sözün üzerine PKK lideri Öcalan da durumu
açıklamış: “Ne cenazesi hocam, ben bizimkiler
derken, Galatasaray’dan bahsediyorum. İzmir’de
Altay’a 3-0 yenildiler. Radyo maçı veriyor. E bizim
biraz Galatasaraylı olma durumumuz var da
dinleriz yani, Metin Oktay zamanındna beridir, bir
yerde bir kurtuluş çabasının parçası yani…”
‘Gelir yönetimi devralırım’
Olaylar bununla da kalmıyor. Ragıp Duran
anlatmaya devam ediyor; Bölgede Galatasaray
yenilince, “Eyvah bu akşam bir korucu
kötü basarlar herhalde” şeklinde rivayetler
döndüğünden, Öcalan’ın 1992 yılında başarısız
sonuçlar alan takım için Şam’daki Nevruz
kutlamaları sırasında: “Alp Yalman’a söyleyin,
doğru dürüst oynatsın takımı, yoksa taraftar
desteğimizi çekeriz ha!” dediğine kadar neler
neler… Hatta işin son noktası ise şu oluyor:
1992 yılında Ragıp Duran ve Halil Nebiler, Güneş
gazetesi için Abdullah Öcalan’la görüşüyor.
Öcalan’ın vereceği mesajı spor kamuoyuna
ileteceklerini ifade eden ikilinin aldığı yanıt ise
tarihe geçecek nitelikte:
“Tamam, o zaman okusunlar: Takım bunca şeye
rağmen şampiyon olmazsa gelir yönetimi devirir,
idareyi devralırız!”
Bir yerde dur demek lazım!
Cizrespor’la birlikte adını ‘Amedspor’ olarak
değiştiren Diyarbakır Büyükşehir Belediyespor
da Türkiye Kupası’nda gruplara kaldı. Amed,
Diyarbakır’ın Kürtçesi. Yeni logosu -açık
konuşalım- birçok PKK öğesi taşıyor: sarı, kırmızı,
yeşil renkler üzerine tek kırmızı yıldız. Gruplarda,
Türk milliyetçiliği ağır basan tribünlü takımlarla
eşleşmeleri durumunda neler yaşanır tahmin
etmek zor değil. Taraftar yasağı kesin. Binlerce
polis görev alacak. Şehir girişleri tutulacak. Ya
da hiç bunlarla uğraşılmadan ‘sıkıntılı’ takımlar
birbirleri ile aynı gruba düşmeyecek. Bunu UEFA
yapıyor, TFF neden yapmasın?
‘Spor, barış, kardeşliktir’ söylemini tribünden
izlediğim ilk maç; 1994 yılında Diyarbakırspor Malatyaspor maçından bu yana aralıksız 20 yıldır
duyuyorum. Bu imkansız, bu ütopik söylemin
yeniden canlanmasına az kaldı. Siyasetle
ilgilenen kankası ‘Türk-Kürt kardeştir’ ile birlikte
Türkiye Kupası etrafında çok tur atacaklar.
Artık bu sözlere bir yerde dur demek lazım.
Artık bunlara gerek olmaması lazım. Irklar arası
DNA ilişkisini ve sporun spor dışında ne olması
gerektiğini birilerinin bize öğreteceği çağ çok
geride kaldı. Neyin ne olduğunu artık biliyoruz.
“Hep kardeş olacak değiliz ya, yaşasın halkların
sevgililiği”
Yılmaz Erdoğan (Ankara şiirinden)
Almanya
Bahadır Bozkurt
HF151
iMKANSIZIN
TÜRKÜSÜ
Sezon başlarken Dortmund, Schalke veya Wolsfburg’un Bayern’e kafa tutacağına
inanlar yanıldı. Yenimezlik serisini 17 maça çıkaran Lucien Favre’nin ekibi Borrussia
Mönchengladbach, “imkansızı” başarmanın yollarını arıyor
2011 Şubat’ında Almanya’nın en soğuk
kentlerinden bir tanesi hiç süphesiz
Mönchengladbach’tı. Kentin takımı, Michael
Frontzeck yönetiminde kâbus gibi bir sezon
geçiriyordu. Almanya’nın publarında takımının
eski günlerini yâd ederek vakitlerini geçiren
orta yaşlı insanlar, takımdan ümidini kesmişti.
Babalar, oğullarına Gladbach’ı desteklemek
için yeterli argümanı sunamaz haldelerdi.
Belki eski bir sevda olmasa onlar da takımı
çoktan terk edip, başka bir maceranın peşinden
gidebilirlerdi. Bundesliga, bu şehre acı veren bir
organizasyonun adından başka bir şey değildi.
Mönchengladbach yönetimi ligde tutunmanın
reçetesi olan Yılmaz Vural’dan haberdar olsa hiç
düşünmeden ayaklarına sarılırdı. Yönetim, ligin
dibinde oksijen azalırken son bir umut Lucien
Favre’nin kapısını çaldı. Ülkesinin Alp dağlarında
inzivaya çekilen İsviçreli teknik adam, bavullarını
toplayıp, Hollanda sınırındaki şehre doğru yola
çıktı. Bu yolculuk, ‘ancak filmlerde olan’ bir
hikayenin başlangıcıydı.
Favre, ‘‘Futbol sadece taktikten ibaret değil’’ dese
de Bundesliga’nın en iyi taktisyenlerinden biri.
En son “Koçum Benim” dizisiyle hatırladığımız,
bir akıllı koçun bir grup gencin hayatlarını
değiştiren başarı öyküsünü bu sefer Favre,
Gladbachlılara hatırlatmıştı. Tebeşiri eline alıp
kaleye üçüncü kaleci tüysüz Ter Stegen’in ismini
yazdığında soyunma odası şaşkına dönmüştü.
Sonra Dante, Reus, Hermann, Nordtveit,
Neustadter isimlerini yazarak devam etti.
Madem küme düşeceklerdi, bu genç adamların
Bundesliga’da oynamaya hakkı olmalıydı.
Sahaya çıktıklarında futbolun ilkbaharını gören
bu gençler üstün bir performans göstererek
takımlarına play-out oynattı ve ligde kalmayı
başardılar. Favre sezonu kurtarmıştı, fakat bu
ümit vaad eden takımın asıl sınavı bir sonraki
sezonuydu. 2011/12 sezonunda Borrussia
Mönchengladbach, sahasında fırtınalar
estiriyordu. Bir önceki sezon kafadan 3 puan
yazılan, averaj hesabı yapılan Mönchengladbach
deplasmanından, yara almadan çıkmak
neredeyse imkânsızdı. Ceylan gibi zarif ve hızlı
futbol oynayan Marco Reus, defansta etten bir
duvar Dante, kalede geçit vermeyen Ter Stegen,
Sergen Yalçın’ın Venezuella şubesi Juan Arango
ile Mönchengladbach, Bundesliga’ya futbolun
inceliklerini izletti.
Lucien Favre kendini ispat etti, oynattığı 4-4-2
sistemi ile Alman otoriterlerin saygısını kazandı.
İzleyen yıllarda Möchengladbach ligin en iyi
ekipleri arasında gösterildi. Özellikle evinde
oynadığı maçlarda rakibi boğan, ligin kalburüstü
takımlarının oyunlarını kitleyip kontra ataklarla
mahveden bir takım kimyasına büründüler.
Sırasıyla, Reus, Dante, Neustadter, Ter Stegen,
Arango gibi isimleri kaybetse de Favre, yaptığı
transferle de taraftarına büyük güven aşıladı.
Borrussia Dortmund cephesi iyi oyuncularını
Bayern München’e kaptırdığı için büyük laf
kavgalarıyla, zaman ve konsantrasyonlarını
kaybederken, aynı durumdan muzdarip
Favre, Avrupa’nın çeşitli bölgelerinden ve
Bundesliga’dan bulduğu gençlerle takımını hep
diri tutmayı başardı.
Vitesi her sene giderek arttıran İsviçreli
teknik adam, bu senede Bayern München’in
gölgesinde geçen ligde oynattığı futbolla
Almanya futbolunun en iyi performanslarından
bir tanesini sergiliyor. Bloklararası hızlı çıkış ve
kusursuz 4-4-2 taktiği, kanat atakları, boğucu
defans esintileri ile şu ana kadar ligde bileği
bükülemeyen iki ekipten biri. Diğeri de kuşkusuz
tahmin edileceği gibi ligin “diktatörü” Bayern
Münih. UEFA Avrupa Ligi’nde de aynı başarıyı
gösteren ekibin, makinalaşan düzeni tüm
rakiplerine korku salmaya başladı.
3,5 sezondur süren bu peri masalında Favre’nin
öğrencileri, bu sene 1970/71 sezonundaki 17
maçlık yenilmezlik serisini tekrar etme şansını
buldu. Bu fikstür içerisinde Bayern München,
7 gollü Roma fethinin ardından konuk olduğu
Mönchengladbach deplasmanında 90 dakika
boyunca adeta kilitlendi. Etkili kontra ataklarla
Münih ekibini sallayan ama yıkamayan
Gladbach, Guardiola’nın tüm hamlelerine
rağmen ayakta kalmayı başardı. Bu beraberlik
ve maçta oynanan futbolla Bundesliga’nın tüm
ekiplerine gereken mesaj, Favre tarafından
iletildi. Pep Guardiola da maç sonunda bu
deplasmandan yara almadan çıkmanın pek
mümkün olmadığı bilgisini ligin diğer ekipleriyle
paylaştı.
Favre’nin bu sezon en büyük saha içi yardımcıları
kalede Bayern’li Neuer’den sonra Bundesliga’da
en iyi kaleci performansını sergileyen Yann
Sommer, orta sahada Almanların yeni parlayan
yıldızı Kramer, Augsburg’tan geldiği günden
bu yana performansını yükselten Andre Hahn,
çalışkanlığı ile göz dolduran golcü Max Kruse ve
Reus’un gittiği günden bu yana bayrağı elinde
taşıyan Patrick Herrmann...
Kulubün tozlanan tarih kitaplarını raflardan
indirip, yeni serüvenler eklemeye devam eden
Favre, şampiyonluk tepsisine uzanmak için
elinden geleni yapıyor. Hiç olmazsa Dortmund,
Schalke, Wolsfburg gibi büyük bütçeli takımları
geride bırakıp Bayern’in arkasında Şampiyonlar
Ligi bileti almaya çalışıyor.
Kramer, Almanya’nın
orta sahasının yeni
maestrosu
Jürgen Klopp, Pep Guardiola’nın klasik müzik
sanatçısı olduğunu ve kendisinin bir heavy
metalci olduğunu belirtirken atladığı bir nokta
oldu. Lucien Favre de bu sanatkârlar arasında,
70’ler punk’ını kusursuz düzenleyen bir ritim
ustası. Bunu da en güzel Borussia Park’ta
icra ediyor. Temposuyla, hızlı futbollarıyla
mabedlerinde bu sene ortaya çıkardıkları
hortumla, Bundesliga’yı kasıp kavuruyorlar.
Yann Sommer,
Bundesliga’da 10
maçta 38 kurtarış
yapıp sadece 5 gol
yedi.
Ahmet Sercan Ergün
Fransa
HF151
HANEDANLIK GERi DÖNÜYOR
2000’li yılların başında gelen üst üste 7 şampiyonluk, Şampiyonlar Ligi’nde gelen
başarılar… Sonny Anderson, Cris, Juninho gibi yıldızlar… O günler bitti. Olympique
Lyon, son yıllarda gençlere yaptığı yatırım ve bütçe küçültmesi ile yarışmacı
kimliğinden uzaklaştı. Şampiyonluktan uzak geçen yıllar ise yavaş yavaş geride
kalmaya aday. Takımın tekrar ayağa kalkmasında ise 23 yaşında bir yıldız adayının,
Alexander Lacazette’nin payı oldukça büyük
“Geçen yılın kış aylarında hakkımda birçok
dedikodu çıktı, bunlar çoğunlukla Lyon’dan
olası ayrılışım ve başka bir takıma transfer
olmamla alakalıydı. Bu konuyla ilgili o kadar
çok şey konuşuldu ki, benim için hiç de kolay
olmayan bir süreç yaşadım. Ama bir süre sonra
bunlara alıştım, şu an Lyon’dayım ve yeni sezona
konsantre olmaya çalışıyorum.’’ Bu sözler, son
yıllarda zirve yarışından uzaklaşıp UEFA Avrupa
Ligi hedefinde bir baş altı takıma dönüşen
Olympique Lyon’un 23 yaşındaki yıldız adayı
Alexander Lacazette’ye ait. Geçen sezon Ligue
1’i 5. sırada tamamlayan Lyon’un bu başarısında
Lacazette attığı gollerle büyük pay sahibiydi.
Ligde 15, Fransa Kupası ve Avrupa’da da 7 gole
imza atan oyuncunun ismi yaz dönemi boyunca,
suyun öte yakasında bir Fransız hanedanlığı
yaratan -şimdilik minimal ama daha istikrarsız
bir Wenger projesi olmaktan öteye gidemese deNewcastle United ile anıldı. “Hakkımızda çıkan
söylentiler doğru. Max (Gonalons) ve Clement
(Grenier) gibi ben de, insanların dikkatle takip
ettiği oyuncularız. Bunun üzerimizde yarattığı
baskının ise olumlu olduğunu düşünüyorum.’’
Söylediklerinde haksız sayılmaz, zira son
dönemde performansını gün ve gün yukarıya
taşıyan bir Lacazette izliyoruz.
İstikrarın büyüttüğü takım
Lyon’un son şampiyonluğunun üzerinden 7 yıl
geçti. Bu süre zarfında borçlarını yapılandıran
ve yeni stadını inşa eden Doğu Fransa ekibi,
genç oyunculardan kurulu bir kadroyla mücadele
etmeye başladı. Son iki sezon sırasıyla şampiyon
Paris Saint Germain’in 16 ve 28 puan gerisinde
kalan takım, geçen sezon Lille ve ezeli rakibi
Saint Etienne’ye de geçilerek Şampiyonlar Ligi
bileti alamadı. Özellikle deplasmanlarda 30
puan barajının üzerine çok çıkamayan Lyon, iç
sahada daha iyi bir performans ortaya koymasına
rağmen tam anlamıyla bir iç saha hegemonyası
kuramadı. 2014 yaz aylarında bu kez takımın
tecrübeli forveti Bafetimbi Gomis Ada’nın,
Swansea City’nin yolunu tuttu; geçen yılın yaz
aylarında eski takım arkadaşı Dejan Lovren’in
yaptığı gibi.
Tüm bu kayıplara rağmen Olympique Lyon,
izlediği yolu değiştirmedi ve yeni sezona da yaş
ortalaması 24 olan genç bir takımla girdi. Yaz
transfer döneminde yalnızca PSG’den kadroya
kattıkları tecrübeli savunmacı Christophe Jallet
ve Valenciennes’ten Lindsay Rose’a bonservis
ödediler. Savunmada oynayan Jallet, Bedimo ve
Bisevac dışında 30 yaşın üzerinde yalnızca iki
oyuncuları var; kariyerinde Fulham, Tottenham
ve Sunderland gibi Premier League ekipleri olan
tecrübeli orta saha oyuncusu Steed Malbranque
ve Valenciennes’te yaptığı çıkışla Lyon’a transfer
olan, ama burada rotasyon oyuncusu olmaktan
öte gidemeyen Gael Danic. Kalede Portekiz Milli
Takımı’na uzun zaman önce alınması gereken
Anthony Lopes, savunmada Fransa U20 takımı
ile Türkiye’de şampiyonluk yaşayan takımın
önemli parçalarından Samuel Umtiti, orta sahada
Gonalons’a eşlik eden genç Tolisso ve Ferri
-tecrübenin gerekli olduğu maçlarda Mvuemba-
takımın önemli yapı taşları olarak göze çarpıyor.
2010 yılından beri yaşadığı fiziksel ve psikolojik
sorunları bir nebze de atlatmış görünen ve
yıldız olması beklenirken, skorun korunması için
maçların son yarım saatinde sahaya sürülen
bir görev adamına dönüşen Yoann Gorcuff;
ülkemizde uzun yıllar Trabzonspor forması
terleten Ibrahima Yattara’nın kardeşi Mohamed
Yattara ve genç Kamerunlu yıldız adayı Clinton
Mua Nije de takımın hücum gücünü oluşturan
diğer isimler.
Bir yıldızın ayak sesleri
Asıl farkı yaratan isim ise elbette Alexander
Lacazette. Lyon, bu sezon iç sahada oynadığı 7 lig
maçında 6 galibiyet aldıysa -ki Lens’a yenildikleri
karşılaşmada ideal savunma dörtlüsünden üçü
oynamamıştı- bunda 23 yaşındaki oyuncunun
payı oldukça büyük. Ligde oynanan 12 maçın
tamamında sahada kalan Lacazette,
attığı 10 golle gol krallığında zirveyi
Bielsa ile yeniden doğan Andre-Pierre
Gignac ile paylaşıyor. 5 Ekim’de Lille’e
karşı alınan 3-0’lık galibiyette attığı
3 golle kariyerinde ilk kez hat-trick
yapan genç oyuncu, özellikle attığı
ilk golde giderek komple bir forvete
dönüştüğünü kanıtladı. Açık
alanda omuz omuza mücadele
ettiği Lille savunmacısını
güçlü fiziğiyle ekarte eden
Lacazette, ikinci golde
fırsatçılığını ve hava
hakimiyetini, üçüncü
golde ise kale önündeki
soğukkanlılığını ve teknik
kapasitesini ortaya koyarak
futbolseverlere bir resital sundu.
İstatistiki verilere bakarak
Lacazette’nin gelişimini çok daha
rahat anlayabiliriz. Geçen sezon
maç başına 1,4 dribling yapan
genç oyuncu, bu sezon bunu iki
katına çıkararak maç başına 2,8
dribling yapmaya başladı. Peki bu
rakam neden önemli? Ligue 1’de
ondan fazla maç başına dribling
yapan sadece iki oyuncu var;
Marsilya’nın genç yıldız adayı Imbula
ve PSG’nin Brezilyalısı Lucas Moura.
Bu oyuncuların açık oyuncuları
olduğu göz önüne alındığında,
Lacazette’nin rakamları çok
daha etkileyici hale geliyor.
Geçen sezon maç başına 1,1
top kapan ve daha fiziğe dayalı bir
hücum performansı ortaya kayan genç
Fransız, bu sezon bu rakamı 0,3’e çekti. Dribling
sayısındaki radikal artış göz önüne alındığında,
Lyon’un hücum planının da geçen sezona göre
daha farklı bir yapıya büründüğünü söylemek
mümkün. Geçen sezon maç başına kaleye 2 şut
atan, bunların 1,1’inde isabet bulan Lacazette;
2014/15 sezonuyla birlikte hücumda daha efektif
bir görüntü çizmeye başladı. Bu sezon maç
başına 2,8 şut çeken ve bunların 2’sinde isabet
bulan yıldız oyuncu, geçen yıl 3 asist yaparken
bu sezon henüz 12 hafta geride kalmışken 4
asiste ulaştı.
Güzel günler çok yakın
Lyon’un geleceği parlak. Bu
sezon başında Gourcuff mevcut
sözleşmesinde indirime gitti, Alexander
Lacazette 2 yıllık yeni bir sözleşmeye
imza attı ve sözleşmesi 2018 yılına
kadar uzatıldı. Ellerinde heyecan
verici ve gelişime açık genç yıldızlar
var, Lacazette mevcut performansını
sürdürürse sezon sonu 25 gol-10 asist
rakamlarına rahatça ulaşacaktır. Daha önce
onunla ilgilenen Newcastle United, Luis
Suarez sonrası gol sorununa henüz çözüm
bulamayan Liverpool ve her daim transfer
piyasasında söz sahibi olan Real Madrid,
genç oyuncu için yarışa girebilecek ekipler.
Lyon, tecrübeli oyunculara sahip olmasına
rağmen kırılgan bir savunma hattına sahip
ve deplasmanda 5 maçta yalnızca bir kez
kazanabildiler, bu onların şampiyonluk
adayları içinde zikredilmemelerine sebep
olan bir etken.
Yeni stadın inşası 2015 yılında bitecek
ve emektar Gerland’a veda edecekler.
Beş büyük ligde altyapılarından yetişmiş
31 oyuncu mücadele ediyor, bu alanda
sadece Barcelona’nın gerisindeler.
Centre Tolo Vologe bir futbolcu fabrikası
hüviyetinde ve her yeni mahsulü oldukça
heyecan verici. Şampiyonlar Ligi’nde 3 yıl
üst üste çeyrek final oynadıkları yıllar artık
çok uzakta olsa, Olympique Lyon yeniden
Fransa’nın kralı olma konusunda kararlı.
Fırat Topal
İngiltere HF151
10.000 POUNDLUK TRAKTÖRCÜLER
Alf Ramsey ve Bobby Robson dönemlerinde hem İngiltere hem de Avrupa’nın sayılı
takımlarından olan Ipswich Town, bugünlerde Premier League’e dönmekle meşgul. Bu
yolda ilerlerken son 2,5 sezonda transfer için harcadıkları para ise sadece 10 bin pound
The Tractor Boys’un 5 Ekim’de oynanan
Nottingham Forest maçında sahaya çıkardığı
11’in, transferleri sırasında ödenen bonservis
bedelleri hesaba katılarak ulaşılan değeri 10 bin
pounddu ve kadro şu oyunculardan oluşuyordu.
Dean Gerken (Bristol City’den bonservissiz),
Jonathan Parr (Crystal Palace’tan bonservissiz),
Luke Chambers (Nottingham Forest’ten
bonservissiz), Christophe Berra (Wolves’tan
bonservissiz), Tyrone Mings (Chippenham
Town’dan 10 bin pound bonservisle transfer),
Luke Hyam (altyapı), Cole Skuse (Bristol
City’den bonservissiz), Jonny Williams (Crystal
Palace’tan kiralık), Daryl Murphy (Celtic’ten
bonservissiz), David McGoldrick (Nottingham
Forest’ten bonservissiz) ve Conor Sammon
(Derby County’den kiralık). Rakip Nottingham
Forest ise daha 2 ay önce, Fransız forvet Britt
Assombalonga için Peterborough’a 5,5 milyon
pound ödeyerek kulüp transfer rekorunu kırmıştı.
Bugün Ipswich, sıralamada Nottingham’ın
üzerinde yer alıyor. Chris Martin 10 golle ligin gol
krallığında zirvede, ama onu takip edenlerden
birisi, Ipswich’in Celtic’ten bedelsiz olarak
transfer ettiği 8 gollü Daryl Murphy. Yani fiyatfayda dengesi üzerine tartışılabilir.
21 yaşındaki Tyrone Mings’in 2013 Ocak ayında
transfer edildiği düşünülürse, Ipswich’in neredeyse
2 yıldır transfer dönemlerinde tek kuruş bonservis
bedeli ödemediği sonucuna ulaşıyoruz. İngiltere
gibi futbol ekonomisinin oldukça güçlü olduğu bir
ülkede, dünya çapında en fazla ortalama seyirci
çeken ilk 10 ligden birisi olan Championship’te
böyle bir bütçe ile büyük hedeflere oynamak
hayal gibi. Ama Ipswich, bundan 24 ay önce,
bugün yaptığı hamleleri onlar için zorunlu kılacak
bir durumda, League One’a düşmeme savaşı
veriyordu.
Eski formaları atmayın seneye
antrenmanda giyeriz
1 Kasım 2012 tarihinde Ipswich Town kulübü, tam
55 yıl sonra İngiliz futbolunun üçüncü kademesine
düşme korkusunu iliklerine kadar hissediyordu.
Takım sezonun 2. haftasında Watford
deplasmanında 1-0 kazandıktan sonra galibiyet
yüzü görememiş, 3’ü kendi evinde olmak üzere
son 4 lig maçında mağlup olmuş ve son olarak
Sheffield Wednesday karşısında Portman Road’da
3-0 ile bozguna uğramıştı. 13 maçta 1 galibiyet 4
beraberlik ve 8 mağlubiyet. 24 takımlı ligin dibinde
olan Ipswich’te, Paul Jewell, Sheffield maçından
önce istifayı vermiş, takım yeni menajerini
bulana kadar, Jewell’in yardımcılığını yapan Chris
Hutchings 1 maçlığına takımı sahaya çıkarmıştı.
Kulübün sahibi ve başkan Marcus Evans’ın elinde
tam 70 milyon poundluk bir borç vardı.
1 Kasım 2012 tarihinde İrlandalı Mick McCarthy
Ipswich’in başına getirildi. McCarthy, şubat ayında,
6 sezon çalıştığı Wolverhampton Wanderers’tan
kovulmuş (ki bu kovulmanın Wolves’a sonradan
çok da büyük bir yarar getirmeyeceği ortaya
çıkacak, hatta taraftarlar gün geçtikçe kararın
yanlış olduğuna inanacaklardı), temmuz ayında
da Nottingham Forest’la yaptığı görüşmeler de
olumsuz sonuçlanmıştı. McCarthy görevdeki
ilk 4 maçında 2 galibiyet aldı. Yine de enkazı
toparlamasının zor olacağı belliydi, zira
diğer 2 maçta Crystal Palace ve Leicester
deplasmanlarında sırasıyla 5-0 ve 6-0 mağlup
olmuşlardı. 2012 bittiğinde Ipswich düşme
hattından çıkmıştı. Ligi de 14. sırada, play-off
hattının 8 puan altında bitirdiler. Geçtiğimiz sezon
play-off şansını son anda kovaladılar, ancak son 3
haftada bu şansı ellerinden kaçırarak ligi 9. sırada
bitirdiler. Bu sezon McCarthy, Premier League
şansını sonuna kadar zorlamak istiyor. Geçtiğimiz
cumartesi günü Blackpool deplasmanında 2-0
kazandılar. Yazının grişinde belirttiğimiz gibi
bu 2 senelik dönemde Mings’e verdikleri 10 bin
pound dışında tamamen bonservisleri elinde olan
oyuncular veya kiralama yöntemlerine yöneldiler.
55 yaşındaki menajer için de bu yeni bir yaklaşım.
Zira bir önceki takımı Wolves’ta, kulüp tarihinin
transfer rekorlarını kırmıştı. Şimdi ise ocak ayındaki
transfer döneminde de kasalarından para çıkarmak
niyetinde olmadıklarını, transfer bütçelerini
tamamen oyuncu maaşlarını ödemek için
kullanmak istediklerini söylüyor. Ipswich, eli sıkılığı
o kadar ciddiye almış durumdaki, geçtiğimiz yaz
Aaron Cresswell’in West Ham United’a satışından
gelen 3.75 milyon poundu, tamamen maaş
ödemelerinde kullandılar. Murphy bu sezon başı
imza atarken yabancı olmadığı bir yere gelmişti,
çünkü zaten önceki 2 sezon kiralık olarak Ipswich’te
forma giymişti. Stephen Hunt ve Christophe Berra,
McCarthy’nin Wolves’tan tanıdığı eski öğrencileri.
70 milyonluk borç ve 55 yıl önceki seviyeye düşme
korkuları, onları aklı başında adımlar atmaya
sevketmiş diyebiliriz.
Ipswich eylül ayında oynadığı 5 maçta 4 galibiyet
1 beraberlik alınca McCarthy ayın menajeri, Tyrone
Mings de ayın oyuncusu ödülüne layık görüldü.
Mings için yaz transfer döneminin son günü Crystal
Palace’tan gelen 3 milyon poundluk teklifi reddeden
başkan Evans da ne kadar doğru bir karar verdiğini
görmüş oldu. Zira eylül ayında, 21 yaşındaki
oyuncuyla 3 yıllık yeni bir sözleşme imzaladılar
ve muhtemelen onu çok daha yüksek bir bedelle
Premier League’in üst düzey takımlarından birisine
pazarlayacaklar.
Ipswich, 1962’de Alf Ramsey zamanında kazanılan
tarihin ilk ve tek İngiliz şampiyonluğu günlerine
dönmeyecek elbet. Ancak 1960’lardan, 80’lerin
sonlarına dek aralıksız olarak İngiliz futbolunun zirve
liginde mücadele ettiği dönemlere geri dönmek de
çok uzak değil. Takım şu anda 16 maç sonrasında 5.
sırada ve lider Bournemouth’un 3 puan gerisinde.
Yarın, 3. sıradaki Watford ile oynayacaklar.
Mick McCarthy
“Ayaklı felaket” diyordum onun için bir zamanlar. Kendisi hakkındaki
olumsuz yorumlarım sebebiyle pişman olduğum tek adamdır. Mick
McCarthy, Ada futbolunun en renkli kişiliklerinden oldu her zaman.
1996’da İrlanda’nın başına geçtiğinde görevi Jack Charlton gibi bir
efsaneden almıştı. Takımı 2002 Dünya Kupası’na götürdü ve gruptan
çıkardı ama tüm ülke, onun daha turnuva başlamadan bir kahvaltı
sırasında, bütün takımın önünde Roy Keane ile yaşadığı dillere destan
kavga yüzünden kupa performansından çok bu olayı konuşuyordu,
ben de uzun yıllar ne zaman laf açılsa bu olayı anlattım zaten. Keane
takımdan kovuldu ve ülkesine döndü. McCarthy de 2002 Kasım’ında
görevinden istifa etti. Ondan sonrası hep Championship takımlarını
Premier League’e ulaştırma macerası olarak geçti. Sunderland’de
bunu başardı, ama takım Premier League’de küme düşme hattına
demir atmışken görevinden alındı. Kaderin cilvesi, yerine
belalısı Roy Keane getirilmişti. Ardından 6 sezon görev
yaptığı Wolves’u Premier League’e getirip küme
düşene kadar orada tuttu. Şimdi de Ipswich
ile benzer şeyi yapmak istiyor. Futbol ilginç
hikayeleri yazıyor hep. Göreve geldiğinden beri
10 bin pounddan fazla harcamadığı Ipswich,
2009-2011 arası Roy Keane’e emanetti
ve Keane önemli transfer harcamaları
yapmıştı, ama başarıya ulaşamamıştı.
“Sezon öncesi toplantısında
oyunculara ne söylediniz?”
sorusuna, “Churchill konuşması
yapacak değildim, zaten sezon öncesi
toplantılarda da ne desem beni pek
dinlemiyorlar” diyen bir adam McCarthy.
Zamanında Wolves’un başında iken
takımın antrenmanlar sonrası tesislerde
izlediği “Lock, Stock and Two Smoking
Barrels” DVD’si yerine Maradona’nın
hikayesinin anlatıldığı bir DVD’nin gelmesi
üzerine “Maradona DVD’sinin gelmesine
çok sevindim, insanların birbirini
öldürmesini görmekten bıkmıştım” diyen
de kendisidir. İngiliz federasyonunun
AB üyesi olmayan oyuncuların sayısını
azaltma planına kulüpler karşı çıkarken
“Beni ilgilendirmez, bu onların işi,
benim elimde bir sürü İngiliz futbolcu
var, sınır koyarlarsa koysunlar, biz
oyuncu buluruz” demişti aynı
zamanda.
Cihat Akbel
SABRI
LAMOUCHI
Fransa’da büyüyen Tunuslu bir ailenin
çocuğu Sabri, futbolculuğunda attırdığı
tozu teknik adamlık kariyerinde henüz
başarabilmiş değil
Profil
HF151
9 Kasım 1971’de Lyon’da doğan Lamouchi’nin
futbola ilgisi çok küçük yaşlarda başlar. Henüz
5 yaşındayken Montee de Balmont semtinde
faaliyet gösteren Lyon-Duchere kulübünün
altyapısında yeşil sahalara adımını atar. 10
yaşına kadar burada kalır. 1981 senesinde 7 sene
amatör olarak futbol oynayacağı Cascol Oullins’e
transfer olur. Orta sahadaki oyunuyla büyük etki
yarattıktan sonra Fransa’nın köklü kulüplerinden
Olympique Ales’le 4 yıllık profesyonel sözleşme
imzalar. Dört sezonluk Ales performansı ona
kariyer zirvesini yaşayacağı Auxerre’e götürmeye
yeter. 1995/96 sezonunda Laurent Blanc ve
Taribo West gibi isimlerle birlikte hem ligi hem de
kupayı kazanmayı başarır. Fransa Milli Takımı’na
da seçilen Lamouchi, Euro 96 kadrosuna dahil
edilir. Bir sonraki sezon ilk Şampiyonlar Ligi
maçlarına çıkar. 1998 yılı sonunda AS Monaco
tarafından transfer edilir. 1999/00 sezonu
sonunda ise Lamouchi, Fabian Barthez, Rafael
Marquez, Christanval, Ludovic Guily, David
Trezeguet, Marcelo Gallardo, Willy Sagnol,
Costinha, Dado Prso ve John Arne Riise gibi
yüksel profilli isimlerle şampiyonluk kupasını
kazanır. Fransa’da birçok başarıya imza atan
Tunuslu için yeni durak İtalya olacaktır.
Parma’yla sözleşme imzalayan Lamouchi
kısa sürede taraftarın sevgilisi hâline gelir.
Fransa’ya oranla daha sert olan İtalya Ligi’nde
savaşçı oyunuyla orta sahada ön plana çıkar.
Bir dönem Hakan Şükür’le de oda arkadaşı olur.
İtalya Kupası’nı kazandığı Parma’dan sonraki
durak Internazionale’dir. Çok fazla forma şansı
bulamasa da iki sezon geçirdikten sonra tekrar
Fransa’ya, Marsilya’ya döner. 2005/06 sezonu
sonunda ise maddi sebeplerden dolayı Katar’a
gider. Çeşitli kulüplerde 3 sezon oynadıktan
sonra kariyerine antrenör olarak devam edeceğini
açıklar.
Afrika macerası
2012 Mayıs’ında Fildişi Sahili Futbol
Federasyonu’nun teklifini kabul eden Sabri
Lamouchi’den istenen Fildişi Sahili futbol
tarihinin en iyi jenerasyonuna kupalar
kazandırmasıydı. Zira yerli ve de yabancı ne
kadar teknik direktör değiştirilse de sürekli
favori gösterildikleri Afrika Uluslar Kupası’nı
dahi kazanamamışlardı. İlk hedef belliydi. Güney
Afrika’da oynanacak olan 2013 Afrika Uluslar
Kupası’nı ülkeye getirmek. Grup aşamasını
kolay geçtiler. Çeyrek finalde rakip, kupayı da
kazanacak olan Nijerya’ydı. Fildişi Sahili kötü bir
oyun sonunda turnuvaya veda etti. Yaya Toure,
Drogba, Gervinho, Kolo Toure ve Didier Zokora
gibi son yıllarda Avrupa futbolunda ses getirmiş
oyuncularla yine başarı elde edilememişti.
Federasyon, hüsrana rağmen Lamouchi’yle
devam etme kararı aldı. Dünya Kupası grup
aşaması geçilmiş play off turuna gelinmişti.
Rakip Senegal kolay lokma olmayacaktı. İlk maç
Senegal’ın cezasından dolayı Fas’ta oynandı.
1-1’lik skorla biten karşılaşma sonunda Fildişi
evine avantajlı dönüyordu. Abidjan’da oynanan
karşılaşmada 2-0 öne geçen ev sahibi ekip
kutlamalara erken başlayınca kalesinde golü
gördü. Son dakikaları heyecan fırtınasıyla geçen
oyunda Senegal inanılmaz goller kaçırarak turu
Fildişi’ne hediye etti. Maçın bitimine doğru gelen
kontratak golüyle karşılaşma 3-1 sona erdi ve
Brezilya bileti cebe konuldu.
Dünya Kupası’nda rakipler Kolombiya, Yunanistan
ve Japonya’ydı. Fildişi Sahili, Brezilya’ya gelirken
büyük bir krizi de yanında getirmişti. Ülkenin
değil belki de Avrupa’nın en formda ve kaliteli
santraforlardan biri olan Seydou Doumbia
kadroya alınmamıştı. Bu haber sadece Fildişi
Sahili’nde değil tüm dünyada geniş yankı
uyandırdı. Lamouchi bunun teknik bir karar
olduğunu söylese de kimseyi ikna edemedi. İlk
maç Japonya’yla oynandı. Geriye düşmelerine
rağmen kazanmayı başardılar. İkinci maç
turnuvanın flaş ekibi Kolombiya’ydı. Fazla
varlık gösteremedikleri karşılaşmadan mağlup
ayrıldılar. Tarihlerinde ilk kez gruptan çıkmaları
için Yunanistan maçında alınacak 1 puan
yetiyordu. 1-1 giden maçın son dakikalarında
Seydou Doumbia’nın yerine kadroya dahil edilen
Giovani Sio, Samaras’ı düşürüp penaltıya sebep
olunca Lamouchi’nin de Afrika macerasını
sonlandırıyordu. Karşılaşmadan sonra istifa eden
teknik adam başarısız olduğunu da kabul etmek
zorunda kaldı. Böylece Sabri Lamouchi’nin ilk
antrenörlük kariyeri hüsranla sonuçlanıyordu. Bir
gün Fransa Milli Takımı’nı çalıştırmak istediğini
söyleyen genç teknik adam için yol daha çok
uzun. Halihazırda da büyük hatalar yaptığı Afrika
serüveni var.
Sezon
Takım
1990-1994
Alès
1994-1998
Auxerre
1998-2000
Monaco
2000-2003
Parma
2003-2004
Internazionale
2004-2005
Genoa (kiralık)
2005-2006
Marsilya
2006-2007
Al-Rayyan
2007-2008
Umm-Salal
1996-2001
Fransa Milli
Toplam
Maç
106
129
56
90
16
20
36
7
10
12
482

Benzer belgeler

Paco Alcacer - Hayatım Futbol

Paco Alcacer - Hayatım Futbol bu ligde? Tablo neden böyle. Yazarlar olarak oturduk nedenini kısa kısa yazmaya çalıştık.

Detaylı