indir - Öğretmenler Odası Dergisi
Transkript
indir - Öğretmenler Odası Dergisi
1 Yeni Dönem editörden Bu sayımızı eğitim camiasını yakından ilgilendiren önemli konular üzerine hazırladık. Bir numaralı gelişme Prof. Dr. Nabi Avcı’nın Milli Eğitim Bakanı olması. Entelektüel kişiliğiyle muarızlarının bile beğenisini kazanan Avcı’nın camiaya yeni bir üslup getireceği herkesin ortak kanaati. Çalışmamız bakanımızı biraz daha yakından tanımaya matuf. 2 Yeni ve farklı bir dönemeçteyiz. Malumunuz artık derneğimiz yok. Ne oldu, niye dernek yok sorusunun cevabını da biliyorsunuz. Bir ara dernek olmazsa dergi de olmaz zehabına kapıldık. Zira dergi, bir olursak, iri ve diri olarak devam edersek var olabilir diye düşünüyorduk. Elan bu fikir üzereyiz. Arkadaşlarımız bu düşüncemizin muktezasını yerine getirmeye çalışıyorlar. Kim hangi işin ehli ise o iş onun omuzlarına yüklendi. Yeniden toparlanarak kimliğimizi ve mevcudiyetimizi ikame etmenin tatlı telaşı içindeyiz. Taksimde hissemize Öğretmenler Odası dergisinin devamını getirmek düştü. Aşağı yukarı aynı kadro ile yolumuza devam ediyoruz. İbrahim Hakan Karataş işimize Amerika’dan riyaset ediyor. Dergi atölyemiz ise bize imkanlarını tahsis ederek adeta kucak açan YECDER’in Sancaktepe’deki merkezinde devam ediyor. Buradan YECDER’in muhterem hocası Mehmet Keskin Bey’e dergimiz adına teşekkür ediyorum. Zor günlerde bize destek oldukları için tüm YECDER camiasına müteşekkiriz, bunu unutmayacağız. Dergimiz şimdilik yeterli sayıda matbu olmak kaydıyla sanal alemde yoluna devam edecek. Bu meyanda tüm öğretmenlerden güçleri nisbetinde destek bekliyoruz. Bize göstereceğiniz müzaherat iddia ediyoruz Türkiye’nin en iyi öğretmen derneklerinden birinin yoluna devam etmesine sebep olabilir. Rabbimin işleri şüphesiz böyledir, bir kapı kapanırken başka bir kapı açılır. Allah azze ve celle her şeye kadirdir. *** Bu sayımızı eğitim camiasını yakından ilgilendiren önemli konular üzerine hazırladık. Bir numaralı gelişme Prof. Dr. Nabi Avcı’nın Milli Eğitim Bakanı olması. Entelektüel kişiliğiyle muarızlarının bile beğenisini kazanan Avcı’nın camiaya yeni bir üslup getireceği herkesin ortak kanaati. Çalışmamız bakanımızı biraz daha yakından tanımaya matuf. Şartlar bizi zorlarken biz de imkanlarımızı sonuna kadar kullanma peşindeyiz. Bu dergi geldiği bu noktada kalmamalı. Yola çıkan kervan bazı noksanlarını yolda ikmal edebilmeli. B u zaten bizim tarzımız değil mi? Bir sonraki sayımızda ümit ediyorum daha güzel bir dergi bulacaksınız. O zaman şimdi dile getirdiğim bir çok sıkıntımızın izale olduğunu göreceğimizi sanıyorum. Kısacası tüm okurlarımızdan eğitimci dayanışması bekliyorum. Ne gariptir şimdi bu yazıyı bir 28 Şubat yıldönümünde yazıyorum. Hani bin yıl sürecekti? Bizi dizüstü çökertebildi mi meşum sürec? Bize bizden başkası zarar veremez, ya da siz bunu tersten okuyun. Yeni sayımızda buluşmak dileğiyle... editör içindekiler Adına Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Mustafa EVERDİ: AVCI’ya Zaman Tanımalıyız Yaygın süreli yayın. 3 ayda bir yayınlanır. 4 Okul: Merhametsiz Mabet Prof. Dr. Selahattin Turan 6 Bakan - Öğretmen İletişimi dr. İbrahim hakan karataş 9 Modernite Sonrası Türk Eğitiminin Sorunsalını Doğru Okumak mehmet cüneyt ancın 11 11 Geçmişten Günümüze Milli Eğitim Bakanlarımız 16 33 Geleceğin Eğitimi Üzerine Sınıf Hakimiyeti Üzerine V. Metin bayrak Ramazan özer 19 34 Forvet Öğrenci, Maestro Öğretmen! Oku(t)ma Manifestosu erkan kerem gözen vural gündüz 20 36 Eskişehir Milli Eğitim Müdürü Arif Dede Ha- Garip Bir Elma Hikayesi yat Boyu Öğrenme Programını değerlendirdi Gürhan gürses mesut kaymakÇı 38 22 Sınıfta Gönül Hakimiyeti Alp’lerin Eteklerindeki Sessizlik Özgür girgin zehra şaşmaz 42 40 Tanımalıyız 26 Eğitimi Öğretmenler Odasına Taşıyabilmek Eğitim Sistemimize Farklı Bir Bakış Ali hikmet demir Adil gülmez Hasan hüseyin selvi Mustafa Everdi: AVCI’ya Zaman 42 14 28 Geçmişten Günümüze Milli Başarı için IQ mu Önemli EQ mu? Nitelikli Eğitim - Öğretim, Verimli İnsan Eğitim Bakanlarımız sinan aydın yusuf mesut kilci ekrem aytar Temel Becerileri Kazandırmak İçin Filmleri Nasıl Kullanmalıyız? 54 54 44 Hedefi On İkiden Vuran Bir Eğitim Sistemi Gerekli şadettin göksu 46 Değerler ve İlkeler: Yolumuzu Aydınlatan Kandiller mahmut balcı 49 57 İnsan Olmak (Şiir) mehtap ergün 58 Eğitimden Haberler Seyfullah Köksal 60 Prizen ve Üsküp’te Türk Mahalleleri mesut kaymakçı 52 Saadet Öğretmenimin Tekerlemeleri emine adıgüzel Yayımlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Yazılarda yayın kurulu ve editör değişiklik yapabilir. Gönderilen yazılar iade edilmez. Yazılar, kaynak gösterilerek yayınlanabilir. 66 Mezuniyet Acısı (Şiir) emrullah bedir Elmalı Pasta Şemseddin Koçak 50 60 Temel Becerileri Kazandırmak İçin: Filmleri Nasıl Kullanmalıyız? didem özkarakaya bayındır Bir Fotoğrafın Anatomisi ahmet özcan Online Eğitimin Hayatımıza Etkileri dilek kalmaz Seçeneklerin Pencesindeki Hayatlar hacer yalçıntaş Prizren ve Üsküpde Türk Mahalleleri 64 Sınıfta Oturma Düzeni (Yazkan Modeli) mustafa yazkan Yazı göndermek ve her türlü öneri ve değerlendirmelerinizi bize ulaştırmak için:[email protected] 67 68 70 Yazar Öğretmenler Sıtkı Serdar 71 Film Kulübü zeynep kanbay 72 Web Siteleri ismail toNbuloğlu Baskı: NanoDigitalPrint Yüzyıl Mah. Mas-Sit. Matbaacılar Sitesi 5 Cd. No:22 Bağcılar / İstanbul Tel: 0212 429 29 03 www.nanodigitalprint.com www.ogretmenlerodası.org.tr İletişim : Bulgurlu Mah. Bugurlu Cad. Etiler Sok. No: 10 Üsküdar / İstanbul Tel: 02165461003 http://www.facebook.com/ogretmenlerodasidergisi?fref=ts https://twitter.com/OgrtmnlrOdasi yıl: 3 sayı:7 mart - nisan - mayıs 2013 yıl:3 sayı:7 mart-nisan-mayıs 2012 Dr. İbrahim Hakan KARATAŞ Yayın Koordinatörü Adil GÜLMEZ Yayın Kurulu İsmail CİHANGİR Gökhan ERENOĞLU Aysen ERAYDIN Zehra ŞAŞMAZ Didem BAYINDIR Mahmut AYTEKİN M. Cüneyt ANCIN Necdet BAYINDIR Mesut KAYMAKÇI Danışma Kurulu Prof. Dr. Selahattin TURAN Dr. Melike GÜNYÜZ Dr. Faruk KANGER Ali CAN Ahmet AKBAL Hüseyin AKAR Muhammet YILMAZ Dr. Özlem GÜNEŞ Düzelti ve Edisyon Mesut KAYMAKÇI Dizgi-Tasarım-Uygulama Ayşe ÖZLÜ Reklam ve Tanıtım Gökhan ERENOĞLU Sekreterya ve İletişim Seyfullah KÖKSAL Abone ve Satış Yahya DEPREM Eğitimden Haberler Seyfullah KÖKSAL Film Kulübü Zeynep KANBAY Yazar Öğretmenler Sıtkı SERDAR Web Siteleri İsmail TONBULOĞLU Okul: Merhametsız Mabet Prof. Dr. Selahattin Turan 6 Eskişehir Osmangazi Ü. E. F. Merhameti hayata teşmil etmenin yolu makro söylemler olmasa gerektir. Küçük ölçekte, tikel alanda değişimler üzerinden bir dönüşümdür sağlıklı olan. Gençlerle yaşlılar arasındaki bariyerlerin yıkılması, yaşlıların bakım görmenin ötesinde hayatın bilfiil parçası olarak kabul görmesi, hayatlarımıza müdahil olması merhamet inşasının ilk adımı olabilir. 6 Eğitim buzdağımız ve okullarımız eriyor. Çaba sarf ediyoruz, direniyoruz, yapıyoruz, bozuyoruz fakat kendi eğitim birikimimize dayalı özgün modeller geliştiremiyoruz. Sorun derin: Eğitim ve okulu yeniden düşünmek ve kavramlaştırmak, yeni bir istikamet belirlemek zorundayız. Batı’dan aktardığımız ‘eğitimde fırsat ve imkân eşitliği’ çalışmıyor. Her geçen gün eğitimde sosyal adalet bozuluyor, merhamet yok ediliyor. Merhamet ve adalet iki özgün kavram terk ettiğimiz. Annenin bebeğini ilk nutfe halinden nihai cenin haline ve doğumuna değin taşıdığı uzvu rahimdir. Anne ile bebeğin ilk buluşma mekânı adını, yaratıcının yarattıklarına merhametini ifade eden sıfatından alıyor. Ve aynı kavram merhamet haliyle bütün yaratılmışların münasebetlerinde, hayati bir unsura dönüşüyor. Gazali bir kimseye gerçek anlamda merhametli denilebilmesi, dolayısıyla acıma duygusunun ahlâkî bir değer taşıması için onun acıdığı kişinin ihtiyacını gücü ölçüsünde karşılaması, bunu da hür iradesiyle yapması gerek- tiğini belirtir. Gazali’nin bu tespiti merhametin ahlak alanına girdiğini hatırlatıcıdır. Merhamet sadece histen ya da yalınkat bir fiilden ibaret değildir, dâhili-enfüsi boyutlar, bunun gereği fiili sorumluluklar ihtiva eder. Fiili kendinden bilmemeyi, muhatabı minnet altında bırakma hissine kapılmamayı, teşekkür beklememeyi; nihayet fiile zerrece menfaat karıştırmamayı gerekli kılar. Menfaat karıştığı andan itibaren fiil rasyonelliğin, hesabiliğin alanında ifa edilir olmuştur. Hesabın olduğu yerde ise hasbiliğe yer yoktur. Hâlbuki merhamet pür hasbilik alanında yer alır. Merhamet çok katmanlı bir haldir. Hal sözlü telkinle kuşanılmaz, yılların birikiminin hülasasıdır. Hal’in inşa yeri aile başta olmak üzere bireyi çevreleyen, bireyin içinde var olduğu muhitin bütünüdür. Okul bunun sadece bir parçasıdır. Merhameti dışarıdaki nesnel bir hareket formu olarak konuşmaktan çok içselleştirilmiş, hale dönüşmüş bir davranış düzeyi olarak vasıflandırdıktan sonra, ‘merhamet eğitimi’ kavramsallaştırması merhameti belli zaman-mekân-ders kutucuklarına sıkıştırmak anlamında problemli hale gelir. Buna indirgeyicilik tehlikesi diyebiliriz. Bunun yerine merhametin söz ve eylem olarak hayatın bütününe hatta bütün canlı ve cansızlara teşmil edildiği bir iklim, bütün müfredata giydirildiği bir program tahayyül edebiliriz. Aksi takdirde iğreti acıma ve acıdığıyla kalma fiilleri öğretisinden öteye gidilmesi zor görünüyor. Merhameti hayata teşmil etmenin yolu makro söylemler olmasa gerektir. Küçük ölçekte, tikel alanda değişimler üzerinden bir dönüşümdür sağlıklı olan. Gençlerle yaşlılar arasındaki bariyerlerin yıkılması, yaşlıların bakım görmenin ötesinde hayatın bilfiil parçası olarak kabul görmesi, hayatlarımıza müdahil olması merhamet inşasının ilk adımı olabilir. İnsanın birbirine muhtaç olduğu, vererek var olduğu, merhametin bir lütuf değil hayatın bir parçası oldu- ğu, insanın merhamet görmeye olduğu kadar merhamet göstermeye de ihtiyaç içinde olduğu anlayışı-öğretisinin kuşanılması bunu takip edebilir. Bu fiil ve söylemler merhametin ontolojik bir boyuta taşınması, varlığın merhamet üzerinden anlamlı kılınması demek olacaktır. Buna karşın mevcut söylemin/öğretinin dayattığı bireyselleşme merhameti örseleyicidir. Kendi kendine yetme kaygısı merhameti aşındırıcıdır. Başarı, kariyer odaklı rekabet atmosferi merhameti azaltıcıdır. Kendini kusursuz görme hissiyatı merhameti yok edicidir. Modern olmanın bir gereği de merhametli olmamaktır diyebiliriz. En merhamet çağrıştırıcı görünüme sahip insan hakları kavramsallaştırması da dâhil modern söylemler merhamete referans vermez, aksine perde olur. Okul ya merhamet ve adaleti esas alan bir mabet ya da irademizi piyasanın emrine veren ücretle gittiğimiz bir ticarethane olmalıdır. Gazali bir kimseye gerçek anlamda merhametli denilebilmesi, dolayısıyla acıma duygusunun ahlâkî bir değer taşıması için onun acıdığı kişinin ihtiyacını gücü ölçüsünde karşılaması, bunu da hür iradesiyle yapması gerektiğini belirtir. 7 7 Bakan - Öğretmen İletişimi Dr. İbrahim Hakan Karataş Fatih Üniversitesi / İstanbul Bakan öğretmenle nasıl iletişim kurar? Öğretmen bakanla nasıl iletişim kurar? Bu sorulardan hangisini önce sorduğunuz bile bu hassas iletişimde büyük önem arzediyor. Ancak hangi yönden baktığınızdan daha önemlisi elbette aradaki iletişimin ne kadar sağlıklı olduğudur. Nitekim öğretmenler açısından -ve bence bakanlar açısından da- son üç bakan ile gerçekleşen iletişim tecrübeleri bu sorun üzerinde daha fazla düşünmemiz gerektiğini gösterdi. 8 Bakan öğretmenle nasıl iletişim kurar? Öğretmen bakanla nasıl iletişim kurar? Bu sorulardan hangisini önce sorduğunuz bile bu hassas iletişimde büyük önem arzediyor. Ancak hangi yönden baktığınızdan daha önemlisi elbette aradaki iletişimin ne kadar sağlıklı olduğudur. Nitekim öğretmenler açısından -ve bence bakanlar açısından da- son üç bakan ile gerçekleşen iletişim tecrübeleri bu sorun üzerinde daha fazla düşünmemiz gerektiğini gösterdi. Şimdi bu iletişimin taraflarından biri değişti. Artık iletişim uzmanı olan bir bakanımız var. Doğal olarak öğretmenlerde de daha sağlıklı bir iletişimin gerçekleşeceğine dair oldukça güçlü bir umut var. Eğitimde iletişimin önemini tartışmak abesle iştiğaldir. Literatüre bakıldığında ise eğitimde iletişime ilişkin araştırmalar, çalışmalar çoğunlukla öğretmen-öğrenci, öğretmen-yönetici, öğretmen-veli ve öğretmen-öğretmen arasındaki iletişime odaklanmaktadır. Acaba bakan ile öğretmen arasında gelişen iletişim önemli midir? Eğitim sisteminin en tepesindeki kişi ile eğitimin gerçek uygulayıcısı olan, öğrenci ile doğrudan etkileşim halinde olan sınıf içindeki öğretmenin iletişimi eğitimin niteliği açısından bir önem taşımakta mıdır? Doğrusu her ne kadar bu konuda yeteri kadar araştırma yoksa da çok önemli ol- duğunu ve sınıf içini doğrudan etkilediğini yine yakın geçmişteki tecrübelerimizle müşahede ettik. Öğretmenlerin kişisel ve duygusal olarak moral ve motivasyonunu doğrudan etkileyen ve sınıftaki performansına yansıyan bu iletişim türü, bazen fiili olarak sınıfı terk etmeye, eylemler yapmalarına ve dolayısıyla eğitimin fiilen durmasına da sebep oldu. Açıkça görülüyor ki bakan ile öğretmen arasındaki iletişim bel ki de diğer tüm iletişim türlerinden daha güçlü bir şekilde eğitime etki ediyor. Hal böyle olunca hem bakanın öğretmenlere kuracağı iletişim hem de öğretmenlerin bakanla kuracağı iletişim eğitimin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi açısından üzerinde durulmayı hak ediyor. İletişim uzmanı bir bakana ya da her biri birer iletişim uzmanı olması gereken öğretmenlere, aralarındaki iletişimi sağlıklı bir biçimde yürütmelerinin yollarını anlatmak ilk bakışta biraz zor ve hatta gereksiz olsa da bazı hususlara dikkat çekmek uygun olacaktır. Bu tür bir iletişimin bakan açısından bakıldığında kitlelere yönelik olduğunu biliyoruz. Diğer taraftan sadece verilen mesajın içeriği değil, veriliş biçimi, jestler, mimikler, vücut dili, seçilen kelimeler, ortam ve zaman da mesajın alıcı tarafından yorumlanmasına etki ediyor. Reklamcılar “kitleler duygusaldır” der. Dolayısıyla mesajın yüzyüze verilmesi ile resmi yollarla ya da medya aracılığıyla iletilmesi arasında etki bakımından büyük farklılıklar olmaktadır. Bu iletişim ile ilgili diğer bir ayrıntı ise yaşadığımız çağın bir iletişim çağı olması. 10 yıl öncesine göre bile iletişim kanalları ve tarzları arasındaki farklılıkları dikkate almadan eski usullerle sürdürülecek iletişim çok büyük sorunlara yol açabilmektedir. Eğitim Bakanının hitap ettiği kitlenin bir diğer özel tarafı ise toplumun eğitim ortalaması en yüksek olan kesimini oluşturuyor olmalarıdır. Genelde eğitimciler ve özelde öğretmenlerin tamamı yüksek öğretim mezunu ve toplumla sürekli ve sıcak iletişim halinde olan kitledir. Bu durumda da bakanının her mesajının öğretmenler nezdinde toplumun diğer kesimleri ile karşılaştırıldığında daha hassas ve geniş etkileri ve yansımaları olduğu kabul edilmelidir. Elbette öğretmenlerle iletişimin bu genel özelliklerine, bir de son dönemde yaşanan iletişim kazaları ile biriken duygusal algı rezervlerini eklemek gerekir. Belki bugün verilen bir mesaj, dün verilseydi daha farklı bir tepki ortaya çıkabilecekti. Tüm bu iletişim bağlamında bakan ile öğretmen ve öğretmen ile bakan nasıl iletişim kurar? Bir bakanın öğretmenlerle iletişim kurmasının altı yolu vardır. Resmi yazışmalarla, aracı kurumlarla, medya aracılığıyla, sosyal medya aracılığıyla, eposta ya da mektupla ve yüzyüze. Resmi yazışmalarla kurulan iletişim bu kanalların en formal biçimidir. Bakan ya da bakanlık, bir kanun, yönetmelik, genelge ya da tebliğ ile öğretmenlere ulaştırmak istediği mesajı iletir. Mesaj bir kağıt parçasında ya da bir epostada bakan imzasıyla öğretmenlere ulaşır. Esasen bu işin profesyonel tarafıdır ve her öğretmen bu mesajı görevi ile ilgili bir gereklilik olarak almak ve uygulamak durumundadır. Ne var ki, her ne kadar formal ve mesleki bir gereklilik de olsa resmi yazılarla iletilen mesajların da muhatapta oluşturduğu bir duygusal etki olduğu unutulmamalıdır. Bakanla öğretmen arasındaki iletişimin en spekülatif hali medya aracılığıyla gerçekleşen iletişimdir. Bakanın medyaya yansıyan mesajı, haberi yapan medya kuruluşunun ve gazetecinin ilgisi ve yönlendirmesine açıktır. Çoğu zaman mesaj, bağlamından kopar ve salt bir cümle ya da yargı olarak kalır. Ayrıca yorumcuların bu mesajları analizleri de mesajın amacını ve yönünü saptırabilir. Elbette daha iyi anlaşılmasını sağlamaya yardımcı olduğu durumlar da vardır. Bakanın, öğretmenleri temsil eden sendikalar, sivil toplum kuruluşları ya da diğer kurumların yöneticileri ya da temsilcileri aracılığıyla öğretmenlerle kurduğu iletişim medya aracılığıyla kurulan iletişime nazaran daha sağlıklı, resmi yazılarla kurulan iletişime nazaran da daha doğrudan ve samimi olduğu söylenebilir. Fakat eğer ilgili kurum, üyeleriyle sağlıklı ve güçlü bir iletişim becrisine sahip değilse bu iletişimin de sınıf içine yansıması spekülatif bir hal alabilir. Bakan öğretmenlerle iletişimde sosyal medyayı da kullanabilir. Yeni bakanımızın böyle bir iletişime merakı olup olmadığını bilmemekle birlikte anlık ve doğrudan olması açısından önceki iletişim yollarına nazaran daha güçlü ve doğrudan etkiye sahip bir iletişim yolu olduğu kabul edilmelidir. Nitekim bir bakanın yedi yüz bini aşkın öğretmenle her an yüzyüze iletişim kurmasının mümkün olmadığı kabul edilirse sosyal medya ile kurulan iletişimin bu eksikliği gidermek açısından bir ara yol olduğu kabul edilmelidir. Eğitim Bakanının hitap ettiği kitlenin bir diğer özel tarafı ise toplumun eğitim ortalaması en yüksek olan kesimini oluşturuyor olmalarıdır. Genelde eğitimciler ve özelde öğretmenlerin tamamı yüksek öğretim mezunu ve toplumla sürekli ve sıcak iletişim halinde olan kitledir. Bu durumda da bakanının her mesajının öğretmenler nezdinde toplumun diğer kesimleri ile karşılaştırıldığında daha hassas ve geniş etkileri ve yansımaları olduğu kabul edilmelidir. 9 Bakanın, öğretmenleri temsil eden sendikalar, sivil toplum kuruluşları ya da diğer kurumların yöneticileri ya da temsilcileri aracılığıyla öğretmenlerle kurduğu iletişim medya aracılığıyla kurulan iletişime nazaran daha sağlıklı, resmi yazılarla kurulan iletişime nazaran da daha doğrudan ve samimi olduğu söylenebilir. Fakat eğer ilgili kurum, üyeleriyle sağlıklı ve güçlü bir iletişim becrisine sahip değilse bu iletişimin de sınıf içine yansıması spekülatif bir hal alabilir. Yine de bir bakanın her fırsatta öğretmenlerin resmi makamı olan okulları ve sınıfları ziyaret etmesi, onlarla yüzyüze ve samimiyetle konuşması, daha doğrusu onları canu gönülden dinlemesi, etrafındaki güvenlik sarmalını ve hevesli guruhunu azıcık uzaklaştırarak öğretmenlerin nefeslerini, kokusunu, heyecanını hissetmesi ve bunu sık sık yapması kadar güçlü bir iletişim yolu olmayacaktır. Mesela neden bir bakan basın açıklamalarını, önemli duyurularını, kitleyi ilgilendiren bilgilendirmelerini her seferinde başka bir okulun öğretmenler odasında yapmasın ve mesela neden gazetecilerin sorularını cevaplamak yerine bizzat öğretmenlerin konuyla ilgili sorularını cevaplamasın? Eğitimciler Değişim İstiyor 10 Bakanın öğretmenlerle email ve posta yoluyla da iletişim kurması mümkündür. Değil mi ki her öğretmenin kurumsal bir eposta adresi vardır. Değişim süreci, iyi yönetildiği takdirde örgütü başarıya götüren, kötü yönetildiği takdirde örgüt için bir yıkım da yaratabilecek oldukça zor ve sancılı bir süreçtir. Öyleyse bakanın her yeni durumla ilgili öncelikle ve ilk elden öğretmenleri bilgilendirmek adına kendilerin bir tuşa basmak marifetiyle ulaşması mümkün değil midir? Sözün özü, iletişim uzmanı olan bir bakana nasıl iletişim kurması gerektiğine dair öneri sunmak yersizdir. Zira insanoğlunun yapıp etmelerinin büyük kısmı -belki de tamamı- iletişim ile amacına ulaşmaktadır. Söz konusu eğitim olunca, daha doğrusu söz konusu masum çocuklarımız ve geleceğimiz olunca bu konuda sorumluluk sahibi olanların ve eğitim sisteminin en tepesindeki bakanımızın elinden gelenin fazlasını yapmaya gayret ederek sağlıklı ve etkili bir iletişim becerisi örneği göstermesini beklemek hem hakkımız, hem de onun en büyük sorumluluğudur. MODERNİTE SONRASI TÜRK EĞİTİMİNİN SORUNSALINI DOĞRU OKUMAK Mehmet Cüneyt ANCIN Tarih Öğretmeni Eğitim Yöneticisi / İSTANBUL Kalkınma hülyası başladığından beri geri kalışımızın (!) ezbere bağlanmış nedenleri nakaratıyla tekrarlanıp durduğu süreç boyunca, tabiat bilimleri ve matematikte bilimsel açığımızın kapatılması adına pompalanan pozitivizmin ideolojik cazibesi, yeni bir üst kimlik oluşumuna kapı aralamıştır; “aydın”… Zihin dünyamızı şekillendiren kavramlar ve onların oluşturduğu bağlam, fiziki dünyayı da doğru algılama ve değerlendirme becerimizi sağlar. Kavramsal zıtlıklar da “her şey zıddıyla kaimdir” düsturunca bu zihni bağlamın ortaya çıkmasında en önemli sacayağını oluşturur. Bazen de mantıksal bir yanılsama ile birbiriyle doğrudan zıtlık ilişkisi içerisinde olmayan kavramlar da birbirlerinin zıddıymış gibi algılanarak zihin dünyamızın şekillenmesinde rol oynamaktadır. Din/dünya, doğu/batı, eril/dişil, milli/dini, resmi/sivil gibi günümüzde geçerliliğini sürdüren tüm ayrımların, yeterince soyutlama kapasitesi gösterilemeden aynı sosyokültürel düzlemde algılanıyor oluşu da günümüz Türkiye toplumunun en önemli sorunsalı olarak önümüzde durmaktadır. Oysa dünyayı zıtlıkların birlikteliği olarak değerlendirmek, bu zıtlıkların olmazsa olmaz bağlılığıyla evrensel ahenkli düşün sistemini nasıl kurduklarını anlamak ve anlamlandırmak demektir. Zihni bağlamın sağlıklı kurulduğu bir kültür, sağlıklı bir toplumsal sistemi de beraberinde getirir. Bu döngü de kuşaktan kuşağa eğitimle tevarüs eder. Bu bakımdan tümdengelimi önceleyen bir bakış açısına sahip olmak, hayat ve evreni algılama becerilerimizi geliştirme iddiasındaki eğitim süreçlerinde doğru hareket noktası olacaktır. Herhangi bir numen ya da fenomenin analizine ihtiyaç duyulduğunda da bu bütünlükten kopmadan sağlıklı çıkarımlar elde edilebilecektir. Yine göreceli ayrımlar kabilinden gelişmişlik kriterlerine göre sanayileşme açısından yapılan tasnifte eğitimin payına düşenin ne olduğuna bakılacak olursa ülkemizde fen ve anadolu liseleri sayısını arttırarak bu konudaki açığı kapatma gayretkeşliğimiz masaya yatırılabilir. Kalkınma hülyası başladığından beri geri kalışımızın (!) ezbere bağlanmış nedenleri nakaratıyla tekrarlanıp durduğu süreç boyunca, tabiat bilimleri ve matematikte bilimsel açığımızın kapatılması adına pompalanan pozitivizmin ideolojik cazibesi, yeni bir üst kimlik oluşumuna kapı aralamıştır; “aydın”… Bu yüzden Türk modernleşmesinin satır aralarını okurken, eğitim tarihimizdeki bu dalgalanmaları dikkate alma zorunluluğu ihmal edilmemelidir. “İleri” in, “geri” out denilerek, kriterleri dahi sorgulanmadan cehalet ile aydınlanma zıtlığı üzerinden Türkiye toplumunun kültür kodları ve kimliği yeniden inşa edilmeye çalışıldı. Oysa tahsilin 11 11 cehaleti alıp neyi baki bıraktığı, sorulmasa da erbabının meçhulü değildi hiçbir zaman… Şimdi birey ve toplumu hangi yönde geliştiren eğitime ihtiyaç duyduğumuzu sorguladığımız bu noktada hamasi ilerlemeci retoriğin yaşadığı ironi, toplumun her kesimini artık gülümsetebiliyor. Bugün kaybedilmiş erdemlerin nasıl tekrar kazanılabileceğine olan artan duyarlılığın yanı sıra, yanlış yolda uzun süre yol alınmış olmanın hasıl ettiği kaygının, eğitim sisteminin ve eğitimcinin el yordamıyla sorgulanması sonucu anarşik bir darboğaza girilmesiyle bizi karşı karşıya bıraktığı açıktır. Bu zafiyet, eğitimciyi ve okulu nereye koyacağını tam olarak kestirememekten tutun, bir türlü değeri biçilemeyen değerler eğitimi ihtiyacının giderilme, başka bir deyişle doyurulma telaşında da açıkça gözlemlenebilmektedir. Toplumsal taleplerin ve birikmiş sosyokültürel ihtiyaçların yoğunluğu, bir bakıma iftar sofrasına hızlı giriş yapan oruçlu misali dengesiz beslenme ve hazım problemleri yaşanabileceği sinyalini de vermektedir. söylenebilir. Ne zaman eğitimin paraya tahvil edilebilir olma ihtimalinin yükselişe geçmesi söz konusu olduysa -ki özel eğitime muhtaç çocuklar için hizmet verme mükellefiyetindeki merkezlerin devletin müşteri rolünü iyi değerlendirdikleri ve hakkını teslim edenler hariç bir çok simsarın da sektöre daldığı gerçeğinden hareketle- eğitim bezirganları için de gün o zaman doğmaya başlamış oldu. Kuşkusuz burada eğitimin özel sektör üzerinden gelişmesinin ve rekabete dayalı kalite arayışı ve artışının eleştirildiği düşünülmemelidir. Ölçülemeyen ve denetlenemeyen süreçlerin yönetilemeyeceği gerçeğini bir kez daha hatırlatmak ve eğitimde modernleşme çabalarının başladığı 19. Yüzyıl Osmanlısına burada atıf yapmak yeterli olarak görülmeli. Ancak eğitim gibi ulvi olduğu sıkça dillendirilen ve insanı kemalata yüceltme işlevi olduğu dolayısıyla iktisadın kurallarından bağımsız kurgulanagelmiş bir alanın tümüyle piyasa ehlinin insafına bırakılmasının da eleştirilmesinden daha tabii bir hak düşünülemez. Öyleyse nasıl ki “ey bezirgan al ve sat benim haraç mezat el yazmalarımı antika niyetine…” denilemiyor ise tüccarın ulemaya, ilim tedrisinin ne idüğüne ilişkin pişkin bir eda ile kaide öğretmesinin de önüne geçmeyi bilmek iktiza eder! Zor alan ve zor olan, ilim ile iktisat sahalarının kesişimindeki gordiyonu çözebilmek hasılı… Eğitimciler Değişim İstiyor Eğitimin yükselen değer olması ile birlikte genelde eğitim sürecinin tümü ve özelde okul olgusunun hayatın neresine denk düştüğü sorunsalı da giderek derinleşmektedir. Zira artık yaşamın ta göbeğindeki en aktif yılları verip karşılığında ne kazandığını merak etmekte kitleler. “Kariyer mi, karakter mi, para mı öncelenmeli, yoksa hepsi aynı derekede olabilir mi, biri adına diğerleri feda edilebilir mi?” Bu sorular, gencecikken on yılları verdiğimiz ve sonuçta “XXXS” merkezi değerlendirmesinde elliyi aşıp iş ve aş beklediğimiz bir garabet sarmalı için oldukça anlamlı olmalı… Ekonomik krizlerde satışında önemli düşüş gözlemlenmeyen, hatta belki de artış gösteren metaların başında define dedektörleri geliyorsa bu bizim umut tacirliği sektörlerimizdeki (!) trendin yüksekliği ile eğitimden beklenen aydınlanmanın birbirine oranını ölçmemizi kolaylaştırdığı pekala 12 Şekil verilen çamura üflenen ruhun gıdası “hikmet” müminin niçin ve nasıl yitiğidir ki onu nerede bulsa almak bu kadar kıymetdar olsun? “Üflediler asr-ı evvelde, söndü kandil” deyu bağırıp çağırmakla karanlıktan aydınlığa çıkılamayacağı aşikarken hem aramalı, hem tedkik etmeli, hem de sahip olduğunun ayırdında olmayı bir arada bulundurmalı muallim ve mürebbi. Bu da kelimenin tam anlamıyla yanmayı icap ettiriyor. İçimizden birileri mütemadiyen yanmalı öyleyse çerağ gibi… Zira artık yaşamın ta göbeğindeki en aktif yılları verip karşılığında ne kazandığını merak etmekte kitleler. “Kariyer mi, karakter mi, para mı öncelenmeli, yoksa hepsi aynı derekede olabilir mi, biri adına diğerleri feda edilebilir mi?” Bu sorular, gencecikken on yılları verdiğimiz ve sonuçta “XXXS” merkezi değerlendirmesinde elliyi aşıp iş ve aş beklediğimiz bir garabet sarmalı için oldukça anlamlı olmalı… “Üflediler asr-ı evvelde, söndü kandil” deyu bağırıp çağırmakla karanlıktan aydınlığa çıkılamayacağı aşikarken hem aramalı, hem tedkik etmeli, hem de sahip olduğunun ayırdında olmayı bir arada bulundurmalı muallim ve mürebbi. Bu da kelimenin tam anlamyla yanmayı icap ettiriyor. İçimizden birileri mütemadiyen yanmalı öyleyse çerağ gibi… Mustafa Everdi: Eğitimciler Avcı’ya Zaman Değişim Tanımalıyız İstiyor adil gülmez DKAP Öğretmeni / İSTANBUL Adil Gülmez Nabi Avcı, gerilimlerin yazı değil, ılık bir ortamın kurucusu, medeni ölçüler Değişim süreci, içinde farklı fikirlerin mevcudiyetine inanmış, iyi yönetildiği farklılıktan doğan takdirde örgütü gerilimleri işbölümüne başarıya götüren, bilen dönüştürmeyi birisidir. kötü yönetildiği takdirde örgüt en Bilgisayar teknolojisini iyi kullanan, için bir yıkımöneminin da farkında olan, yaratabilecek hatta tehlikelerini, zararlarını oldukça zor vegören, çok önceden sancılı bir süreçtir. Enformatik Cehalet kitabını yazan bir aydındır. Kimse onun ismini zikretmedi ama atandıktan sonra ise herkes en uygun isim oydu dedi. Milli Eğitim Bakanımız Prof . Dr. Nabi Avcı’nın bakanlığa getirilmesi sürpriz oldu. Atandığı andan itibaren hakkında yazılıyor-çiziliyor. Av. Mustafa Everdi medyada yazıları ve kitaplarıyla etkin olan bir büyüğümüz. Bakan Avcı ile yıllar öncesine dayanan dostlukları var. Ondan dinleyelim Avcı’nın özelini dedik ve aldığımız cevapları sizinle paylaşıyoruz. Ömer Dinçer gibi Milli Eğitim’de devrim niteliğinde işler başaran bir isim yerine Nabi Avcı’nın seçilmesinin özel bir anlamı var mı? Nabi Avcı’nın M.E.B. ile ilgisi ve mesaisi ta Hasan Celal Güzel’in MEB’den beri var. Kaldı ki Ömer Dinçer’le Nabi Avcı İstanbul Belediyesinden bu yana aynı ekibe dahiller. Akparti’nin eğitim, personel rejimi vb. alanlardaki çalışmalarda birlikte teşrik-i mesaileri var. Bu nedenle Ömer Dinçer’den sonra bu politikaları sürdürecek en iyi isim Nabı Avcı’dır. Mevcut sistemi sürdürmeye devam edecektir. Kaldı ki Nabi Avcı’nın Eğitimle ilgili görüşleri çok eskiden beri bir entelektüel olarak da sürüp gelen ilgi alanı olmasıyla net, açık ve zamanın ruhuna uygundur. Bakan olduktan sonra verdiği bir röportajda –mealen- “öğretmenlerin sosyal medya konusunda öğrencilerinin gerisinde kalabileceğini; bu nedenle öğretmenlerin öğrencilerine faydalı olabilmek için zamanın ruhuna iştirak edebilme ve teknolojik aygıtları kullanma konusunu iyi anlamaları gerektiğini” söylemiştir. Küreselleşen dünyada ve bilgiye ulaşmanın okul dışındaki yollarının daha etkin olduğu bir dönemde eğitimin eski dar alışkanlıklar ile sürdürülemeyeceğini en iyi bilen bir eğitimcidir. Yine 1990’lı yıllardaki bir yazısında “Talim Terbiye Kurulu daha bilgisayar destekli 13 13 Nabi Avcı’nın Eğitimle ilgili görüşleri çok eskiden beri bir entelektüel olarak da sürüp gelen ilgi alanı olmasıyla net, açık ve zamanın ruhuna uygundur. Bakan olduktan sonra verdiği bir röportajda –mealen“öğretmenlerin sosyal medya konusunda öğrencilerinin gerisinde kalabileceğini; bu nedenle öğretmenlerin öğrencilerine faydalı olabilmek için zamanın ruhuna iştirak edebilme ve teknolojik aygıtları kullanma konusunu iyi anlamaları gerektiğini” söylemiştir. Küreselleşen dünyada ve bilgiye ulaşmanın okul dışındaki yollarının daha etkin olduğu bir dönemde eğitimin eski dar alışkanlıklar ile sürdürülemeyeceğini en iyi bilen bir eğitimcidir. 14 eğitim malzemelerinin nasıl denetleneceği meselesini halledemeden bir de internet çıktı. İnsanlar dört duvarlı okulun, üniformanın, başörtülü/başörtüsüz eğitimin, müfredatın ve Talim-Terbiye’nin o kadar da matah birşey olmayabileceğine uyanmak üzereler. Zira internet daha işin başı ve buna rağmen, hangi klavyeyi kaldırsanız altından bir on-line eğitim projesi çıkıyor… Hele şu süper iletken araştırmaları kapitalizmin orta vadeli çıkarlarıyla uyumlu hale getirilsin, bakalım o zaman ‘varlığım Türk varlığına armağan olsun’ diye bağırttıracak reaya bulabiliyor musunuz?” diye 90’lı yıllardan bugünleri öngörebilmiş bir aydındır. Konuya olan ilgisi ve geçmişten beri sahip olduğu birikimin optimal bir şekilde uygulanabileceği alan olarak Milli Eğitim Bakanı yapılması önemlidir. Aslında bana göre milletvekili seçildiği 2011 yılı hükümet teşkilinde bakan yapılmalıydı. Yine de Türkiye’nin en temel sorunu olan Milli Eğitim için isabetli bir tercihtir ve umut veren bir isimdir. Sabık Bakan’ın değişim ve dönüşüm hareketi yeni Bakan’la devam mı eder yoksa dizginlenir mi? Akparti’nin uzun iktidar yıllarında en çok değiştirilen bakanlık Milli Eğitim Bakanlığı’dır. Biriken devasa sorunlar; her aileyi ilgilendiren önemli bir konu olması, geniş kadro ve 20 milyona yaklaşan öğrenci sayısıyla; eski alışkanlıklarının direnciyle kolay yürütülecek bir bakanlık değildir. Buna rağmen Akparti’nin önemle üzerinde durduğu Milli Eğitim Bakanlığı’nın temel eğitim politikası devam eder. 4+4+4 Nabi Avcı’nın Milli Eğitim Komisyon Başka- nı olduğu dönemde TBMM’den geçti. Ve bu yasalaşma süreci Nabi Avcı aleyhine kullanılan bir süreç oldu. Muhalefet Partileri, muhalefet hakkını biraz da şiddetle Nabi Avcı üzerinden yürütmüştü. Bu kadar cansiperane çalıştığı bir yasanın uygulanmasında ısrarlı olması ve elinden geleni yapması tabiidir. Nabi Avcı kişiliğinden kaynaklanan üslup farklılığı elbette olacaktır. Ancak bu olumlu yönde olur diye umut ve temenni ediyorum. Yeni bakan, öğretmenlere, veli ve öğrencilere ve kamuoyuna, medyaya karşı daha bir güleryüz ve ağırbaşlılık içinde yaklaşacak; kırmadan dökmeden yürütmeye çalışmakla önceki bakandan farkını ortaya koyacaktır diye düşünüyorum. Yeni Bakanımızı yakından tanıyan birisi olarak bir portre çizer misiniz. Kimdir Prof. Avcı? Güzel ve entelektüel, eğitim işine başından beri emek vermiş bir insandır. Akademisyendir; derslerine giren öğrenciler kırk beş dakika “Afedersiniz konumuz neydi?” şaşkınlığına düşer; son on dakikada anlattıklarının hepsi yerli yerine oturur. Bizatihi pergel metaforu; zamanın gerçeğidir. Evreni dolaşır, kitaplar onun dilinde daldan dala atlar; sonunda o bir tek cümle içinde anlamını bulur. Dersini dinlemek; bulmaca çözmekten, kelime oyunu oynamaktan, hafiye romanında katili bulmaktan daha zevkli bir uğraş haline gelir. Halil Ürün’le de ilişki kurar Yılmaz Büyükerşen’le de. Aydın bağımsızlığını savunur. Bir kesime aittir ama bir cepheye değil. Bir iktidar yanlısıdır ancak yandaşı değil. Savaştadır ancak muharebede değil. Karakteri çatışmanın dışındadır. Sıcak sudan soğuk suya ansızın geçme dikotomisi (çatışmalar) karşısında ılık bir ortamın kurucusudur. Esprileri ile siyasetin soğuk yüzüne mizahı ekleyerek bir sıcaklık, gülümseme getirecek ve güleryüzlü bir devlet adamı portresi çizeceğini söyleyebilirim. Sizce Bakan Avcı başarılı olabilir mi? Eğitimde başarı kısa vadede, iktidar süresince görülemez ve ölçülemez. Bu yıllar sonra anlaşılır. Ancak bakanlıkta bir iz bırakacağına eminim. Geçmiş bakanları düşündüğümüzde; Hasan Ali Yücel’i klasiklerle; yerel Türkiye’yi evrensel düşünceye açan bakan olarak; Tevfik İleri’yi en ücra köylere kadar eğitimi yaygınlaştıran uygulamalarla, Hasan Celal Güzel’i dünyayı göğüsleyecek ve rekabet edecek bir eğitim anlayışını hayata geçirmekle hatırlıyoruz. Bu açıdan baktığımızda Nabi Avcı, unutulmayacak bakanlardan biri olacak diye umuyorum. Temenni de ediyorum. Çünkü bakanlıkla ve eğitimle bu kadar ilgili bir insan başarısız olursa Türkiye kaybedecek, insanımız kaybedecek demektir. Onun için öğretmenler, veliler, aydınlar ve eğitimle ilgili her kurum, kuruluş, bu başarıya ortak olmak için elinden geleni yapmakla, bakana yardımcı olmakla mükelleftir diye düşünüyorum. Yoksa bir kişi, -Bakan da olsa- sihirli bir dokunuşla her şeyi güzelleştirecek diye bir realite olmaz. Eğitim gibi netameli bir konuda gerilimi azaltabilir. Nabi Avcı, gerilimlerin değil, ılık bir ortamın kurucusu, medeni ölçüler içinde farklı fikirlerin mevcudiyetine inanmış, farklılıktan doğan gerilimleri işbölümüne dönüştürmeyi bilen birisidir. Bilgisayar teknolojisini en iyi kullanan, öneminin farkında olan, hatta tehlikelerini, zararlarını çok önceden gören, Enformatik Cehalet kitabını yazan bir aydındır. Bu nedenle sistematik ve diyalektik bir şekilde kullanılmazsa insanı malumata boğan, bütüncül bir bakıştan uzaklaştıran mevcut teknolojinin, kitleleri kapitalizme tüketici yapacağını öngörmüş bir düşünürdür. Bu haliyle teknolojinin, insanımızın ve Türkiye’nin gücü olabilmesi nasıl mümkündür diye düşünmüş insandır. Teknolojik uyumla nasıl yarar sağlanabileceğini, eğitimde olumlu işlevine nasıl kavuşabileceğini, çocuklarımızın dünya ile rekabet edebilir hale nasıl getirileceğini en iyi bilebilecek bir Eğitimci olarak başarılı olur,olsun- diye dua ediyorum. Nabi Avcı kişiliğinden kaynaklanan üslup farklılığı elbette olacaktır. Ancak bu olumlu yönde olur diye umut ve temenni ediyorum. Yeni bakan, öğretmenlere, veli ve öğrencilere ve kamuoyuna, medyaya karşı daha bir güleryüz ve ağırbaşlılık içinde yaklaşacak; kırmadan dökmeden yürütmeye çalışmakla önceki bakandan farkını ortaya koyacaktır Milli Eğitim gibi memleketin en sorunlu bakanlığında bir islamcı entelektüel kimlik olan Avcı, bu ülke için neler yapabilir? 15 BAŞARI İÇİN MU ÖNEMLİ MU? Sinan AYDIN DKAB Öğretmeni / İstanbul Bugün, özellikle çok uluslu şirketler, sosyalliği ve insan ilişkilerindeki başarıyı, kişisel çalışmalardan, mesleki bilgilerden ve çabalarınızdan çok daha önemli kabul ediyor. 16 Zekâ Türlerinin Başarıya Etkisi Bilişsel Zekâ (Intelligence Quotient-IQ), kişilerin birbirlerine göre zekâlarını kıyaslayabilmemizi sağlayan bir zekâ katsayısıdır. Duygusal Zekâ (Emotion Quetient-EQ) ise kişinin kendi duygularını ve karşısındaki insanın duygularını, ne kadar anlayabildiği ve bunlar arasında nasıl bir ilişki kurduğu ile ilgilidir. “Duygusal zekâ” terimi, ilk olarak 1990’da psikolog Peter Salovey ve John Mayer tarafından kullanılmıştır. Daha sonra Harvard Üniversitesinden beyin bilimleri konularından sorumlu Psikolog Daniel Goleman tarafından geliştirilmiştir. Dr. Goleman, “duygusal zekayı kişinin kendi duygularını anlaması, başkalarının duygularına empati beslemesi ve duygularını yaşamı zenginleştirecek biçimde düzenleyebilme yetisi” olarak tanımlıyor. Goleman’a göre beynin düşünen parçası, beynin duygusal parçasından ürüyor. Yine Goleman’a göre, beynin düşünen ve duygusal parçaları genelde yaptığımız her şeyde birlikte çalışıyor. Gerek iş yaşamında gerekse özel yaşamda başarılı ve mutlu olmak, insanların duygusal zekâ becerilerine bağlıdır. Hayat Başarısını Duygusal Zekâ Belirliyor Goleman’ın 1995’te yayınladığı “Duygusal Zekâ” ismini verdiği kitabından dikkat çekici tespitlerden bir bölümünü sizlerle paylaşmak istiyorum: “Aramızdaki en zeki insanlar gem vurmadıkları tutkuların, söz geçiremedikleri yüksek dürtülerin esiri olabiliyor. IQ’su yüksek kişiler, özel yaşamlarını hayret edilecek ölçüde kötü yönetebiliyor.”. Goleman’a göre IQ’nun hayattaki başarıya katkısı en fazla yüzde yirmi; geri kalan yüzde sekseni başka etkenlerden kaynaklanıyor. Bir kişinin toplumda edindiği yeri, IQ dışında kalan ve sosyal sınıftan, şansa kadar uzanan etkenler belirler. Eşit umut vaat eden, eşit eğitime ve imkânlara sahip kişilerin farklı yazgılarını açıklamakta da IQ’nun pek yardımı olduğu söylenemez. 1940’larda Harvard’dan mezun olan 95 öğrenci orta yaşlarına kadar takip edildiğinde, okul sınavlarında en yüksek puanları alan kişilerin, daha düşük puanlı arkadaşlarına oranla maaş, verimlilik ve kendi alanlarındaki konumları açısından çok daha başarılı olmadıkları gözlenmiştir. Daha da ötesi, bu kişilerin hem arkadaş ilişkilerinde hem de aile ilişkilerinde diğerlerine nazaran daha mutsuz oldukları tespit edilmiştir. Bu örnekte görüldüğü gibi akademik zekâ, yaşamın getirebileceği değişiklikler ve imkânlara hazırlıklı olmayı, neredeyse hiç sağlamıyor. Yüksek IQ sahibi olmak zenginliği, saygınlığı, ya da mutluluğu garanti etmiyor. Durum böyle olduğu halde, okullarımız ve kültürümüz akademik becerilere takılıp kalarak, kişinin geleceğini belirlemekte çok önemli rolü olan duygusal zekâ dediğimiz, geliştirilebilir çok önemli özelliği göz ardı ediyor. Duygusal yetenek, ham zekâ dâhil, var olan diğer yeteneklerimizi ne kadar iyi kullanabileceğimizin belirleyicisidir. Birçok bulgu gösteriyor ki, duygusal yetenek sahibi kişiler, hayatın her alanında (gerek aile içi ilişkilerde, gerekse kuruluş içi politik ilişkilerde başarıyı belirleyen sözsüz kuralları kavrama becerisinde) diğer insanlardan daha avantajlıdırlar. Çalışma hayatında sosyal ve politik ilişkiler ile takım oyunu, kişisel başarının hep önünde gidiyor. Bunu kabullenmeyen kişiler bir süre sonra yalnız kalıyor ve nereye giderlerse gitsinler en sonunda (genellikle) yine başarısız oluyorlar. Oysaki başarı kendinin ve başkalarının duygularını okuyabilmekten ve yönetebilmekten geçiyor. Çok çalışan mı başarılı oluyor, yoksa insan ilişkilerini ve duygularını yönetebilmesini bilenler mi daha başarılı oluyor? Bugün, özellikle çok uluslu şirketler, sosyalliği ve insan ilişkilerindeki başarıyı, kişisel çalışmalardan, mesleki bilgilerden ve çabalarınızdan çok daha önemli kabul ediyor. Bu durum nasıl açıklanabilir? “Günümüzde yüksek zekâya sahip olarak, iyi okullara giderek ve çok çalışarak meslekte güzel bir yere gelme şansı olmayacak mı?” diye düşünebilirsiniz. Goleman’a göre bu çok zor; ancak bu konuda “ben kendimden taviz vermem diyorsanız”, o zaman kendi işinizi kurmanız veya bir adada tek başına yaşamayı istemeniz lazım! Yine Goleman’a göre başarılı olabilmek için, öncelikle kendimizi, duygularımızı tanımalıyız, daha sonra duygularımızı kontrol etmeyi ve ilişkilerimizde politik olmayı öğrenmeliyiz. Takım içinde çalışma, insanların fikirlerini ön yargısız dinleme, farklı insanlarla sosyal ilişkilerimizi geliştirme konusunda çaba göstermeliyiz. “Empati” ve “Motivasyon” konusunda bilgi seviyemizi artırmalıyız. Bu iki kelime ulaşmak istediğimiz her türlü hedefte bize yol gösterecek ve hedefimize ulaşmamızı kolaylaştıracak, insanlarla ve kendimizle daha barışık olmamızı sağlayacaktır. Sonuç olarak bugün iyi bir işe girmek için, ne kadar akıllı olduğunuza değil, başkalarıyla ne kadar başarılı ilişki ve iletişim kurduğunuza bakılmaktadır. İşe girdikten sonra kariyerinizde yükselmek ve hayatınızın tüm olanlarında başarılı olmak için de duygusal zekânızın gelişmiş olması şart. Şu halde bu günkü eğitim yaklaşımımızla, çocuklarımızı geleceğin mesleklerini icra etmek üzere hazırlayabilmemiz zor görünüyor. Onun için çocuklarımızın IQ’sune değil EQ’süne önem vermeli ve onu geliştirebilmenin çabası içerisinde olmalıyız. Yararlanılan Kaynaklar: 1. Duygusal Zeka, Daniel Goleman, Varlık Yayınları, 2. İşbaşında Duygusal Zekâ, Daniel Goleman, Varlık Yayınları. 3. Hayatta başarının sırrı nedir? IQ mu yoksa EQ mu?, Taner Özdeş, http://www.f2r.net/hayattabasarinin-sirri-nedir-iq-mu-yoksa-eq mu/ Birçok bulgu gösteriyor ki, duygusal yetenek sahibi kişiler, hayatın her alanında (gerek aile içi ilişkilerde, gerekse kuruluş içi politik ilişkilerde başarıyı belirleyen sözsüz kuralları kavrama becerisinde) diğer insanlardan daha avantajlıdırlar. 17 Geleceğin Eğitimi Üzerine V. METİN BAYRAK Felsefe Öğretmeni / İstanbul İnsanın çevresini, içinde yaşadığı toplumu, doğayı, evreni anlamasının koşulu, kendini ve olanaklarını bilmesinden geçmektedir. 18 “Gelecek şimdiye yapılan müdahaledir.” M. Foucault İnsan kendini ve çevresini anlamak ihtiyacı duyan bir varlıktır. Çünkü var olan her şey daha ilk günden bu yana insan için “bilinmesi gereken birer problemdir.”. İnsanın çevresini, içinde yaşadığı toplumu, doğayı, evreni anlamasının koşulu, kendini ve olanaklarını bilmesinden geçmektedir. gisayar bilimi kadar eskidir. Fikir babası, “Makineler düşünebilir mi?” sorunsalını ortaya atarak Makine Zekâsını tartışmaya açan Alan Mathison Turing’dir. 1943’te II. Dünya Savaşı sırasında Kripto Analizi gereksinimleri ile üretilen elektromekanik cihazlar sayesinde bilgisayar bilimi ve yapay zekâ kavramları doğmuştur. İnsanın, her geçen gün üretimin dışına itilmesi, el becerileri ve düşünme gücünden daha az istifade edilmesi, atalarımızın aksine açlık, hastalık, vb. sorunlar yerine “küçük burjuva sorunu” gibi görünen “boş zaman” olgusunu yaşamamıza neden olmaktadır. Görünen o ki, yapay zekâ ile bu sorun şu anda yaşadığımızdan daha da derinleşecektir. Bu süreçte eğitim ya da okul nerede duracaktır? Modern bilgisayarın atası olan bu makineler ve programlama mantıkları aslında insan zekâsından ilham almışlardı. Ancak sonraları, modern bilgisayarlarımız daha çok uzman sistemler diyebileceğimiz programlar ile gündelik hayatımızın sorunlarını çözmeye yönelik kullanım alanlarında daha çok yaygınlaştılar. 1970’li yıllarda büyük bilgisayar üreticileri olan Microsoft, Apple, Xerox, IBM gibi şirketler kişisel bilgisayar (PC Personal Computer) modeli ile bilgisayarı popüler hale getirdiler ve yaygınlaştırdılar. Yapay zekâ çalışmaları ise daha dar bir araştırma çevresi tarafından geliştirilmeye devam etti. Size, kısaca yapay zekâ ile ilgili ansiklopedik bir bilgi vermek istiyorum. (Kaynak: Wikipedia. Erişim tarihi 28 Aralık ama şu anda aldığım sayfanın aynı şekilde durma olasılığı çok düşük.) “Yapay Zekâ” kavramının geçmişi modern bil- Gelecekte yapay zekâ araştırmalarındaki tüm alanların birleşeceğini öngörmek zor değildir. Sibernetik bir yaklaşımla modellenmiş bir Yapay Beyin, Sembolik bir yaklaşımla insan aklına benzetilmiş bilişsel süreçler ve Yapay Bilinç sistemi, insan aklı kadar esnek ve duyguları olan bir İrade (Karar alma yetisi), Uzman sistemler kadar yetkin bir bilgi birikimi ve rasyonel yaklaşım ortaya çıkacaktır. Bunların dengeli bir karışımı sayesinde Yapay Zekâ, gelecekte insan zekâsına bir alternatif oluşturabilir. Şimdi bundan yola çıkılarak şu söylenebilir: Geleceğin eğitimi, artık pek çok şeyin yapay zekâ ile kotarıldığı bir ortamda insanın akademik anlamda profesyonel olmasına odaklanmaktan ziyade bir kişi olarak insanın kendini inşa sürecinde etkin bir rol oynamalı; değilse basit bir maliyet–fayda analizi ile eğitimin ne işe yaradığı bugün olduğundan daha fazla sorgulama konusu yapılacak ve saygınlığının azalmasıyla bir kurum olarak aşınıp kamusal alanın dışına itilecek ve yerini başka türden kurumlara bırakacaktır. Geleceğin eğitimi, insanın bir kişi olarak kendini inşasında “Kendini Tanı!” prensibiyle hareket etmeli ve onu özel bir alan olarak kabul edip eğitim süreçlerinde, özellikle karar almada inisiyatif sahibi olması sağlanmalıdır. Peki nasıl? İnsan, yerleşik hayata geçtiğinden ama özellikle yazının icadından bu yana birikimlerini yeni kuşaklara aktarmakta. Burada, eğitimin Sümerlerde yazının icadıyla başladığını hatırlatmama gerek var mı, bilmiyorum. Aktarma yöntemleri ve teknikleri zamanla değişse de insan hala aynı varlıktır. Burada kritik etmek istediğim, ‘yenilik’in kutsallaştırılmasıdır. Farklı ve yeni olsun! Pek çok kurumda pilot olarak uygulanan yöntem ve teknikler antropolojinin eleğinden geçmişler midir? Mevcut birikimleri ve özellikle de geleneği ne denli hesaba katmıştır? İnsan yetiştirmenin telafisi var mıdır? Bu soruları çoğaltmak olanaklı ama dikkat çekmek istediğim şey, insanlığın ortak birikimlerinin kapitalizmin kendini yeniden üretme araçlarından biri olan farklı ve yeni ürün geliştirme ilkesinin eğitim kurumlarına sirayet edip eğitimi de esir almış olduğunu görmemdir. Burada şu anda ilköğretimin ardından ortaöğretim kurumlarında da uygulamaya konan “yapılandırmacı kuramın” bir yıllık pilot uygulamanın ardından bütün kurumlara uygulanması için alınan kararı da hatırlatmak isterim. Doktor, mühendis yetiştirmek istedik, yeterince yetiştirdik de. Hepimiz, önce insanız ardından marangoz, tornacı, felsefeci, doktor ya da mühendisiz. Amacımız insan yetiştirmek ise bunun akademik bilgilerle olmadığını özellikle son 100 yıllık deneyimimizle görmüş durumdayız. Bunun en somut göstergesi, iki yıl önce Ankara’da Eğitim-Bir Sen’in düzenlediği “Küreselleşme Sürecinde Eğitim Sorunlarının Felsefi Boyutu” başlıklı Uluslararası Eğitim Felsefesi Kongresi’nde bildiri sunan pek çok akademisyenin Türk Eğitim Sisteminin hala belli bir felsefeye dayanmadığını ileri sürmeleri ve bu minvalde eğitim sistemimize felsefi bir temel arayışının sürmesidir. Eğitim olgusu üzerine düşünen günümüz aydınları, “iyi insan” yetiştirmenin akademik donanımdan geçmediğinin artık farkındadırlar. Yapay zekâ olgusunun son yirmi yıldır artan etkisi, akademik donanımın kıymetini tali kılmakta. Bugün, akademik bilgi yerine daha çok eğlence, kişiler arası ilişkilerde başarı vb. önemsenmekte. İyi insan yetiştirilebilir. Nasıl mı? İnsanı, tarihsel birikimlerinden ve özellikle antropolojiden soyutlamadan ele alarak. İnsan, tarihin her döneminde insandı ve hayata dair kaygıları özü itibariyle ortaktı. Eğitim, yerleşik hayata geçti- Geleceğin eğitimi, insanın bir kişi olarak kendini inşasında “Kendini Tanı!” prensibiyle hareket etmeli ve onu özel bir alan olarak kabul edip eğitim süreçlerinde, özellikle karar almada inisiyatif sahibi olması sağlanmalıdır. 19 Sosyolojide bütün toplumların aile, ekonomi, din, siyaset, eğitim ve sanat olmak üzere beş kurumdan oluştuğu ileri sürülür; hatta kimi sosyologlar sanatı bir kurum olarak kabul etmezler. Şimdi, buna eğlencenin de eklenmesi gerekmektedir. Çünkü özel ya da kamusal alanda neredeyse bütün kurumlardan daha etkili ve mesai alan bir olgudur eğlence. 20 ğimizden bu yana kurumsal anlamda verilmekte. İnsanı, soran, sorgulayan, sürece dâhil eden, kendini değerli görmesini sağlayan, hiyerarşiden uzak bir ortamda, kendini ifade etmesine olanak veren bir yöntem ile kazanabiliriz. Bunun için Sokratik Yöntem kullanılabilir. İçerik olarak da duygu, değer ve düşünme kavramlarının derinlemesine irdelenmesi ve bunlar üzerinden insanın bir kişi olarak kendini daha fazla tanımasına katkıda bulunulabilir. Burada son yıllarda Milli Eğitim Bakanlığının çok olumlu bulduğum bir girişimini anmak istiyorum: İlköğretim 6, 7 ve 8. sınıflarda seçmeli olarak Düşünme Eğitimi dersi verilmektedir. Bu ve benzeri çalışmalar desteklenmeli ve nasıl ilköğretimin ilk yıllarından son yılına kadar birtakım dersler veriliyorsa felsefe ya da düşünme eğitimi de verilmelidir. Bu anlamda düşünme eğitimi ve felsefe dersi belli bir çerçevede ele alınabilir ve ilköğretimin ikinci kademesinden başlatılıp lise son sınıfa değin 7 yıl okutulabilir. Bu alanda yapılacak bir çalışmayla dünyaya da örnek olunabilir. İnsan, yalnızca düşünen bir varlık değil elbette. Seven, üzülen, aşık olan, pişmanlıklar yaşayan bir varlıktır da... Peki, okulda verdiğimiz akademik eğitim, insanı bu anlamda hayata hazırlayabilmekte midir? Ergenlik dönemindeki bunalımlarına nasıl çözüm olmaktayız. Okulun, çocukların hayatlarındaki yerine bakmak için çok uzağa gitmeden çevremizdeki ergenlerin odalarına şöyle bir göz atmamız yeterlidir. Biz, Forvet Ogrenci, Maestro Ogretmen! yani okul ve türevi olan simgeler neredeyiz? Bize yer veriyorlar mı? Bizden mi beslenmekteler? Geleceğin okulu, insan ile daha fazla bütünleşmeli. İnsanı yalnızca mesleki anlamda hayata hazırlamalı. Mesela ilişkilerini nasıl yöneteceği konusunda, kendini nasıl ifade edeceği konusunda ne derece etkili? Sosyolojide bütün toplumların aile, ekonomi, din, siyaset, eğitim ve sanat olmak üzere beş kurumdan oluştuğu ileri sürülür; hatta kimi sosyologlar sanatı bir kurum olarak kabul etmezler. Şimdi, buna eğlencenin de eklenmesi gerekmektedir. Çünkü özel ya da kamusal alanda neredeyse bütün kurumlardan daha etkili ve mesai alan bir olgudur eğlence. Eğlence, kapitalizmin Adorno’nun tabiriyle Kültür Endüstrisi tarafından insanı çalışma mekânı ve anında değil “boş vakit”te yakaladığını ve bireyi yeniden üretip biçimlendirdiğini iddia eder. Tam da bu bağlamda eğitimin ‘artık eğlenceli olması gerektiği’ talebi sanırım anlaşılır hale gelmekte. Eğlenceye kayıtsız kalmak olanaksız ama eğitimi eğlencenin içinde eritmeye doğru giden politikaların da farkında olunması gerektiği kanaatindeyim. Eğitim, kayıtsız kalınamayacak kurum. Nerede toplumsallık varsa orada eğitim vardır. Bizler, öncelikle çağımızı anlamak ve ardından var olan olgulara dair tutumlar geliştirmekle sorumluyuz. M. Foucault, “geleceğin şimdiye yapılan müdahale” olduğunu söyler; o halde biz, şimdiye nasıl müdahale edeceğiz? Bunun aynı zamanda geleceğimizin nasıl olacağını belirlediğini bilmem söylemeye gerek var mı? İnsan, duygularıyla kendini, değerlerle sosyal çevreyi, düşünmeyle yaşamı ve evreni anlar. Kendini, çevresini ve evreni sorgulayan bir kişi hayata karşı bir tutum geliştirip kendini konumlandırabilir ve önce uluslararası rekabet gücü olan bir dünya yurttaşı ardından da ülkesinin bir ferdi olabilir. Erkan Kerem GÖZEN Rehberlik ve Psikolojik Danışman / İstanbul İşi öğrenci yerine yapan öğretmen anlayışından, işi öğrencinin yapmasına rehberlik eden öğretmen anlayışına geçiş kaçınılmazdır. Yazıma böyle bir başlık seçmemin amacı, öğrenci merkezli öğretim modelinin öğretmeni değersizleştirdiğine dair görüşün temelsizliğine dikkat çekmekti. Öğretim sürecinin öğretmen ile öğrenci arasında planlı ve kontrollü bir etkileşim olduğu göz önüne alınırsa taraflardan birini diğerinin karşısında pasifize etmek, modern eğitim anlayışıyla uyuşmayacak faşizan bir fanatizmden öteye geçemeyecektir. Aksi bir beklenti abesle iştigaldir. Öğrenci rolüne kaynaklık eden ‘forvet’ kavramı incelendiğinde, forvetin futbolda amacı gol atmak olan hücum oyuncusu anlamında kullanıldığı görülmektedir. Buradan da anlaşıldığı gibi forvet oyuncusu ‘ofansif’ olmak durumundadır. Hücuma dayalı anlamına da gelen ‘ofansif’ kavramı kendisine yüklenmiş olan öğrencilerimizin üretken sonuçlara imza atmaları, kendilerine sunulacak profesyonel, sistematik bir yardım süreciyle (rehberlikle) gerçekleşebilir. İşi öğrenci yerine yapan öğretmen anlayışından, işi öğrencinin yapmasına rehberlik eden öğretmen anlayışına geçiş kaçınılmazdır. Çağımız aktif hale gelen bireyleri yetiştirmenin gerekliliğine işaret etmektedir. İşte bu yardım sürecinin, diğer adıyla rehberliğin, öznesi adeta bir orkestra şefi gibi sınıfını sevk ve idare eden öğretmen olmalıdır. Futbolda da ‘maestro’, takımın beyni rolünü üstlenen futbolcular için kullanılan bir yakıştırmadır. Golü atan değil belki ama golün atılmasına destek veren, uygun koşulları hazırlayan kişilerin bu yakıştırmayı hak ettiği çoğu kez kabul edilir. İşte bu yüzdendir ki, Hagi ismi Jardel isminden çok daha fazla hatırlanır. Öğretmenin öğrenciye sunmasından çok daha zahmetli bir yol olan öğrenciye buldurma işi, süreci itibariyle yorucu ancak sonuçları itibariyle çok daha verimli bir yol olacaktır. Üstadın dediği gibi ‘Hiçbir zafere çiçekli yollardan gidilmez.’. O çok klişeleşen tabirle ‘balığı tutmak değil, balık tutmayı öğretmek’ sınıfın maestrosu olan öğretmene düşecektir. Bu şekilde öğretmenin, öğrencinin ‘özerkliğini’ teşvik edici rolü de pekişecektir. Buraya kadar ortaya koyduğumuz argümanlardan hareketle ‘işbirlikçi bir öğrenme modelinin’ değişen dünya tasarımında, ulusumuzun eğitsel gelişimine katkı getireceği aşikardır. Son söz: Sınıflarımızın maestrosu olacak öğretmenlerimizin, geleceğin gol kralları olacak forvetleri yetiştirme konusunda ‘ben’ düzleminden, ‘biz’ düzlemine geçiş yapma konusunda göstereceği özveriyi izlemekten kıvanç duyacağımı açık sözlülükle ifade etmek isterim. 21 MESUT KAYMAKÇI Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni / İstanbul Arif Dede kimdir? 1958 yılında Giresun’da doğdu. İlk ve ortaokul öğrenimini İstanbul’da, lise öğrenimini Kırşehir Erkek Öğretmen Lisesinde, Yüksek öğrenimini Trabzon Fatih Eğitim Enstitüsü Fen ve Tabiat Bilgileri Bölümünde tamamladı. Ardından Anadolu Üniversitesi Fizik Lisans Tamamlama Programını bitirdi. Bir süre Marmara Üniversitesi Ticari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümüne devam etti. Sonra İstanbul Esenler Atışalanı Ortaokulunda öğretmenliğe başladı ve aynı okulda Müdür Yardımcısı oldu. Daha sonra Bahçelievler Altınyıldız Ortaokulunun kuruluşunda Müdür Yardımcısı ve Müdür Vekili olarak görev aldı. 2005 yılında İstanbul Fatih İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne Şube Müdürü olarak atandı, İl Millî Eğitim Müdürlüğündeki Şube Müdürlüğü görevine devam etti. 2008 yılında Arnavutköy İlçe Milli Eğitim Müdürü olarak görev aldı. 2012 yılından itibaren ise Eskişehir İl Milli Eğitim Müdürlüğü 22 DAHA ÇOK BAYANLAR TERCİH EDİYORLAR.. mesleki gelişim ve bilgilendirme faaliyetleri de hayat boyu öğrenme kapsamında yürütülmektedir. lir. Örneğin 2. Kademe okuma yazma kurslarına 1. Kademe okur-yazar belgesi olmayanlar katılamaz. Mesut Kaymakçı: Bu programda ne tür belgeler verilmektedir? Bu belgelerin işlevi nelerdir? Bu belger nerelerde kullanılabilir? Mesut Kaymakçı: HBÖ programlarını kimler daha çok tercih etmektedir? Eskişehir İL Milli Eğitim Müdürü Arif Dede Hayat Boyu Öğrenme Programını değerlendirdi Arif Dede: Etkinliklerden seminerlere katılanlara katılım belgeleri verilmektedir. Kurslara katılanlara ise kurs eğitimi sonunda yapılan değerlendirme sınavı sonucunda başarılı olanlara Kurs Bitirme Belgesi verilmektedir. Başarılı faaliyetlerinden övgüyle söz ettiren Es• Sosyal açıdan dışlanmalarını engellemek ‘Hayat Boyu Öğrenme’nin hedeflerikişehir İl Milli Eğitim Müdürü ile “Hayat Boyu dir. Öğrenme Programı“ çerçevesinde bir söyleşi gerçekleştirdik. Aldığımız cevaplar bize farklı geldi. Mesut Kaymakçı: Hayat Boyu Öğrenme ProgSizin de ilginizi çekeceğini düşünüyoruz. Sizi Arif ramı hangi alanlarda kullanılıyor? Dede’nin söyledikleri ile baş başa bırakıyoruz. Arif Dede: Bireylerin ve toplumun ihtiyaç duyMesut Kaymakçı: Son günlerde ortaya konan duğu her alanda kullanılmaktadır. çok güzel bir program var. Hayat Boyu Öğrenme programı. Sizce Hayat Boyu Öğrenme Mesut Kaymakçı: Vatandaş nasıl faydalanabilir, bilinçlendirme nasıl yapılır? programı nedir? Arif Dede: Başta okuma-yazma kursları olmak üzere diğer mesleki, sosyal ve kültürel kurslar hakkında yaygın eğitim kurumları ve örgün eğitim kurumları (Halk Eğitimi Merkezleri ve Mesleki Teknik Eğitim merkezleri, okullarımız) Mesut Kaymakçı: Hayat Boyu Öğrenmenin tarafından bilgilendirme çalışmaları ve alan çaamacı ve hedefleri nelerdir? lışmaları ile yapılmaktadır. Bireylerin de ihtiyaç duyduklarında internet yolu ile web sayfalarınArif Dede: Bireylerin; dan bilgilenmeleri mümkündür. • Değişen teknoloji karşısında sürekli olarak ‘istihdam edilebilir’ konumda tutul- Mesut Kaymakçı: Hayat Boyu Öğrenme Programı halka dönük bir program ama bu halkımasını sağlamak, mız tarafından yeterince anlaşıldı mı? • Sadece ülkesindeki değil dünyadaki toplumsal gelişmelere ve değişime uyum Arif Dede: Hayat boyu öğrenme etkinliklerinden yararlanmak için bireylerin istekli olmaları sağlamalarına yardımcı olmak, ve ihtiyaç duymaları çok önemlidir. Bu etkin• Ekonomik ve sosyal yaşama aktif katı- likler tamamen isteğe bağlı ve gönüllülük esalımlarını kolaylaştırmak, sına göre yürütülmektedir. Arif Dede: Kişisel, toplumsal, sosyal ve istihdam ile ilişkili bir yaklaşımla bireyin; bilgi, beceri, ilgi ve yeterliliklerini geliştirmek amacıyla hayatı boyunca katıldığı her türlü öğrenme etkinliğidir. • Yaşamlarını daha etkin bir biçimde dü- Ancak son zamanlarda bazı meslek gruplarınzene koyma ve denetleme yeteneklerini da başlatılan ve zaman içerisinde tüm meslek geliştirmek, gruplarında uygulanması yasal zorunluluk olan Bu belgeler diğer mesleki eğitim programlarında Çıraklık, Kalfalık, Ustalık eğitimlerinde modüler kredilendirmelerde kullanılmaktadırlar. Mesut Kaymakçı: Bu programın halkımıza tanıtılması için ve onların bu programdan azami düzeyde faydalanması için neler yapılması gerekir? Mesela STK’lardan destek olur mu? Arif Dede: Tüm kişi, kurum ve kuruluşların yardımcı olması, sorumluluk alması ve katkı sunması gerekir. Arif Dede: Hayat Boyu Öğrenme programlarını en çok bayanlar tercih ediyor. Emekliler, yetişkinler, resmi görevi olanlar veya çalışma durumunda olanlar da çalışma saatleri dışında programlara katılmaktadırlar. Herkes her zaman her konuda eğitime katılmaktadırlar. Mesut Kaymakçı: Bu programda kimler ders veriyor? Dersler nerede veriliyor? Arif Dede: Bu programlarda kurslarda verilen eğitim programı alanında öncelik sırasına göre yüksek lisans, lisans, ön lisans, ihtiyaç halinde lise ve dengi, ortaokul hatta ilkokul düzeyinde eğitim görmüş ve alanında mevzuatında ön görülen düzeyde yeterli kurs görmüş öğretmenler, kadrolu veya ücretli usta öğ- reticiler ile konunun gönüllü uzmanları tarafından ve uygun olan her mekânda verilmektedir. Halk Eğitimi Merkezi, Mesleki Eğitim Merkezi, Olgunlaşma Enstitüsü binalarında, okullarda, belediyelere ait mekânlarda, muhtarlıklara, derneklere, vakıflara, resmi dairelere ait uygun mekânlarda bireylerin kolay erişebileceği uygun mekanlarda eğitim verilmektedir. Mesut Kaymakçı: HBÖ programında yapılan etkinliklerde yöreselliğin etkileri var mı? Yani dersler bölgeden bölgeye değişiyor mu? Arif Dede: Hayat Boyu Öğrenmede eğitimin en önemli özelliği bölgesel özelliklerin etkin farklı ihtiyaçlara göre olmasıdır. Bir bölgede ihtiyaç duyulan eğitime başka bir bölgede ihtiyaç duyulmayabilir. Mesut Kaymakçı: Değerli Müdürüm verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederiz. Çalışmalarınızda başarılar dileriz. Hayat Boyu öğrenmeden yararlananların sayısı gelişmiş ülkelerde olduğu gibi yüksek olması ülkemizin mutluluğu ve başarısı için çok önemli olduğundan resmi-özel tüm kurum ve kuruluşlar, sivil toplum kuruluşları (dernek, vakıf vb.) hayat boyu öğrenmenin etkinliklerinde duyuru, tanıtım, ulaşım, mekân temini, uzman öğretici desteği, faaliyetlerde malzeme desteği gibi konularda katkı sunmaları çok gerekli olmaktadır. Mesut Kaymakçı: HBÖ programlarına kimler katılabilir? Katılmak isteyenlerin nereye başvurmaları gerekir? Programlar ücretli midir? Arif Dede: Hayat Boyu öğrenme programlarına bazı programların özelliğine göre aranan Kayıt Kabul Şartları dışında herkes katılabi- 23 hatta birbirini ezerek hareket eden öğrenciler göremeyince oldukça etkilendik, hepimiz. Sanki okul değil hastaneleri geziyorduk. Anasınıfı öğrencilerinden başlayarak özdenetim maksimum seviyedeydi. Her okulda bunu nasıl başardıklarını araştırdığımızda yetkililerden şu cevabı aldık: “Öğrencilerin tümü kuralları çok iyi bilirler, kurallara uymadıklarında ise okuldan atılmak gibi yaptırım söz konusudur. Aileler bu kurallara göre çocuklarını yetiştirirler.”. Her yerde sükûnet hâkim, “Alman disiplini” dedikleri buydu sanırım. ALP ’LERİN ETEKLERİNDEKİ SESSİZLİK zehra Şaşmaz Okul Öncesi Öğretmeni/İstanbul Evler bahçeli ve yeşil alan alabildiğine fazla olduğundan şehirde hiç çocuk parkı yok, her bahçe sanki birer çocuk bahçesi… 24 Alpler’in eteklerinde İsviçre ile 100 metrelik bir köprü ile birbirine bağlanmış olan 30.000 nüfusluk yemyeşil bir Alman kasabası Kostans. Adını verdiği Kostans Gölü’nü Avusturya ve İsviçre ile paylaşıyor. İsterseniz öğlen yemeğini İsviçre’de akşam yemeğini Avusturya’da yiyebilirsiniz. Şehrin yüksek yamacına kurulmuş Kostans Üniversitesi’nin tüm binaları bu üçgen manzara içerisinde eğitim vermekte. Şehirdeki yapılanma, geniş alana yayılmış dubleks ve tripleks geniş bahçeli evlerden oluşuyor. Evler bahçeli ve yeşil alan alabildiğine fazla olduğundan şehirde hiç çocuk parkı yok, her bahçe sanki birer çocuk bahçesi… 27 Ocak 2013 tarihinde, davet edildiğim bir öğretmen değişimi projesi ile Almanya’nın Kostans eyaletine gerçekleştirdiğim 1 haftalık çalışma gezisi esnasında Alman Eğitim Sistemi’ni yakından tanıma ve inceleme fırsatı elde ettiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum. Gezi programında Kostans Üniversitesi, bizim fen liselerimize denk olan üst düzey akademik başarı gösteren gymnasiyum, Gesamtschule deni- len meslek liseleri, Realschule ve Houptschule adlı ortaöğretim ve Kindergarten’i (anaokulu) de içinde olan Grundschule dedikleri ilköğretim okulları olmak üzere 9 eğitim kurumunu ayrıntılarıyla gezip brifing aldık. 16 eyaletten oluşan yapısı, kuzeyden güneye, batıdan doğuya olmak üzere kendi arasında dört ana bölgeye ayrılmış durumda. Eğitimden bizdeki eşiti olan il ve ilçe milli eğitim müdürlükleri sorumlu. Okullara yönetici ve öğretmen atamalarını bu müdürlükler yapıyor. İlçe Milli Eğitim Müdürlüklerine müdür ve öğretmen ihtiyacını bildiriyor, İl Milli Eğitim Müdürlüğü de atamayı gerçekleştiriyor. Her il milli eğitim müdürlüğü üç eyaletin eğitim işlerinden sorumlu. Türkiye’de olduğu gibi merkezi atama ve kadrolu olma söz konusu değil. Bizdeki ücretli öğretmen ataması gibi bir uygulama yapılıyor ve performansı düşen öğretmenin çalışmasına gerektiğinde son veriliyor. Hiç kimse işinden olma riskini göze alamıyor ve en yüksek performansla çalışıyor. Ülkede ulusal bir eğitim bakanlığı var, yılda bir kez bu bölge müdürleriyle toplantı Her okulda giriş kapısının ilerisinde sandıklar içerisinde elmalar vardı. Bölgedeki elma yetiştiricileri her gün her çocuğa bir elma düşecek şekilde bağışta bulunuyorlarmış, kimse iki tane almıyor, sadece bir tane. Kıyafet serbestisi olduğundan öğrenciler en rahat buldukları kıyafeti giyip gelmiş, marka düşkünlüğü kesinlikle yapıyor ve bir çerçeve program hazırlıyor, üçer eyaleti içine alan bölge milli eğitim müdürlükleri, bu ana programa ek olarak kendi istekleri doğrultusunda programlar ekleyebiliyorlar. Okulları ziyaretimiz esnasında ilk olarak dikkat çeken şey onlarca öğrenci olmasına rağmen ortamın çok sessiz olması oldu. Dersler bizdeki gibi 50 dakika ama zil sesi yok. Neden zil çalmıyor? diye sorduğumuzda ise “Sadece biz öğretmenlerin duyacağı kadar olması yeterli, sadece biz duyuyoruz ve dersi bitirip bitirmeyeceğimize biz karar veriyoruz.” cevabını aldık. İkinci en dikkat çekici durum ise okullarda bahçe duvarı ya da tel örgü olmayışıydı. Dolayısıyla güvenlik görevlisi diye biri de yoktu! Özellikle küçük grup öğrencilerinin davranışlarını izlediğimizde hiç birinin okuldan uzaklaşmak gibi bir eylemde bulunmadığını gördük. Ne okul yöneticilerinin odasında ne de koridorlarda güvenlik kameraları yoktu. Teneffüste koşarak bağırarak 25 Özellikle liselerde tertemiz tıraşlı, düzgün giyinmiş erkek öğrenciler, saçlarını toplamış makyajsız kız öğrencileri görünce şaşkınlığımız ister istemez yüzümüze Adil Gülmez sirayet yazı etmiş durumdaydı. göremedik. Özellikle liselerde tertemiz tıraşlı, düzgün giyinmiş erkek öğrenciler, saçlarını toplamış makyajsız kız öğrencileri görünce şaşkınlığımız ister istemez yüzümüze sirayet etmiş durumdaydı. Eğitimciler Değişim İstiyor Ne üniversitede ne de okullarda akıllı tahta göremedik. Nedenini sorduğumuzda ise devletin ekonomik nedenlerle temin edemediğini belirtti yetkililer. Sınıflarda raylı çift tahtalar var, birisi yazı ile dolunca yukarı kaldırıp diğerini kullanıyorlar. İstisnasız her sınıfta lavabo var, eli tebeşir olan hemen yıkıyor ellerini. Küme şeklinde oturma düzeni kullanılıyor ancak dersin içeriğine göre anında daireye de çevirebiliyorlar ders sıralarını. Çok değişken oturma şekilleri kullanıyorlar. Otomobil motor bölümü olan meslek lisesinde öğrenciler, ülkenin kendi üretimi olan BMW, Mercedes, Audi ve Wolkswagen fabrikalarının hibe ettikleri onlarca araç üzerinde uygulamalı olarak eğitim yapıyorlar. En son geliştirilen elektronik sistemlerle tam bir uzman gibi yetiştiriliyorlar. Meslek liselerinde malzeme sınırı yok, öğrenmeyi sağlayacak her tür materyal fazlasıyla temin edilmiş. Elleriyle, bedenleriyle yaparak yaşayarak öğreniyorlar. Almanların I. Dünya Savaşı’nda geliştirdiği hava aracı Zeplin’in orijinal büyüklükteki maketi ve kalıntıları Zeplin Müzesi’nde sergilenmekteydi. O yıllarda ülkemiz varlık mücadelesi verirken, Almanya’nın varlığını çoktan ispatlamış olduğu anlaşılmaktaydı bu müze gezisinde. Türkiye’de alışık olmadığımız bir diğer durum ise yol kenarlarında sadece dönüşlerde trafik dolu otobüsler, bir yerden bir yere yetişmeye çalışan insanlar, yollarda dilenciler yoktu. Kısacası yaşamı tehdit edecek hiçbir unsur yoktu. Dolayısıyla çevrede hiç polis de yoktu. Evlerin önünde arabasını, bisikletini, oyuncağını bırakmıştı çocuklar. Eğitimciler Değişim İstiyor Ren nehriyle birleşen bu devasa gölde balık tutmak yasaktı. Alplerden gelen kar sularıyla beslenen gölün suyu içilecek derecede berrak görünüyordu. Tüm kurallar doğayı ve şehrin dokusunu korumaya yönelik planlanmıştı. İşte böyle akıllarda uzun süre iz bırakacak bir araştırma gezisiydi bu. Almanya’nın Hamburg, Berlin, Bonn gibi kozmopolit şehirleriyle fazla benzerlik göstermeyen, yüzlerce kilometrelik alana serpiştirilmiş yaşanası bir güzellikti Kostans. Adil Gülmez yazı Değişim süreci, iyi yönetildiği takdirde örgütü başarıya götüren, kötü yönetildiği takdirde örgüt için bir yıkım da yaratabilecek oldukça zor ve sancılı bir süreçtir. 26 lambaları var. Yol kenarında bir kişi bile olsa tüm araçlar duruyor ve yayaya yol veriyor. Bir haftalık ziyaretim esnasında bir kez bile korna sesi duymadım. Yollar yaya, bisiklet, araba ve tren olmak üzere dört bölüme ayrılmış, herkes ait olduğu yoldan gidiyor. Arkadaşımın resmini çekmek için yanlışlıkla bisiklet yoluna girmişim, bir de baktım gelen bisikletliler durmuş benim resmi çekmemi bekliyorlar, herkes nazik, kimse kimseye bağırmıyor hakaret etmiyor. Benim için alışılmışın çok dışında şeylerdi bunlar. Üçüncü gün otobüs durağında bekleyen bir kişi görünce sevindik, şehir bomboş gibi. Nerde bu insanlar demekten kendinizi alamıyorsunuz. Akşam saat 8.00’de tüm mağazalar kapanıyor ve insanlar saat 10.00‘da uyuyorlar, o saatte sanki sabaha karşıymış gibi şehir sokakları sessizliğe bürünüyor. Gündüz sessiz, gece sessiz, şehrin her yeri sükûnet kaplıydı. Ağzına kadar Değişim süreci, iyi yönetildiği takdirde örgütü başarıya götüren, kötü yönetildiği takdirde örgüt için bir yıkım da yaratabilecek oldukça zor ve sancılı bir süreçtir. 26 27 27 EgITIM SISTEMIMIZE FARKLI BIR BAKIS Hasan Hüseyin SELVİ Eğitim Denetmeni / Ankara Sistem bazı değişimleri henüz hazmedememişken eğitim sistemindeki 4+4+4 olarak bilinen okul ayrımlarının yapılması, dershanelerin kapatılma çalışmaları vb. kafa karışıklığını daha da arttırmıştır. 28 Son dönemlerde Milli Eğitim sistemimizde köklü değişimler olmuştur. Şüphesiz bu olumlu değişimleri görmezden gelmek mümkün değildir. Milli Eğitim yapısında sistem kavramı 1739 Milli Eğitim Temel Kanununda yer almaktadır. Sistem, karmaşık ve etkileşimli parçaların bütünleşmiş bir topluluğudur. Barnard, organizasyonları bilinçli oluşturulmuş işbirliği sistemi olarak görmüştür. Parsons ise organizasyonları üyelerin oynadığı rollerden meydana gelen sosyal bir sistem olarak tanımlamıştır. Katz ve Kahn organizasyonların kendi kendini beslediği açık bir sistem olarak görmüştür. Sonuç olarak milli eğitim camiasının bir sistem bütünlüğü içinde yönetildiğini söyleyebiliriz. Milli Eğitim Sistemi içinde son dönemde yapılan en köklü değişim yapının değişmesidir. Downsizing (küçülme) denilen kavram mükemmele ulaşmanın yolu olarak görülmüştür. Bu kavram 1990’ların modasıdır. Katmanları azaltmak, zararlı otlardan kurtulmak, kangren olmuş bölümleri kesmek, pasları temizlemek, fazla kilolardan kurtulmak, hiyerarşik basamakları azaltmak deyimleri küçülmeye örnek olabilir. Şirketlerde bunun uygulaması esas faaliyet alanı olmayan yan uğraşılardan kurtulmaktır. Bakanlık birimlerinin azaltılması buna örnek verilebilir. Ancak Milli Eğitim Bakanlığında devrim olarak nitelendirilebilecek bu çalışmanın etkisi alt birimlerde olumlu görülememiştir. Okulların bürokrasiden kaynaklanan işleri azalmamış, bakanlığın yan uğraşı alanı olan ve eğitim dışı faaliyetleri olarak kabul edilen öğretmenevleri, İLKSAN, hizmet içi eğitim merkezleri vb. uygulamalar devam etmiş, atamalarda şeffaflık sağlanamamış kısacası fordist ve taylorist yapılar zayıflamamış tam tersi güçlenmiştir. Sistemler çevreden enerji alırlar, aldıkları enerjiyi çıktı olarak verirler. Bu süreç temel olarak bu şekilde devam eder. Sistemi oluşturan birçok öğe bulunur. Sistem yeterli enerjiyi alamadığında entropi denilen güç yitimi olur. Organizasyonlar yaşayan, öğrenen, büyüyen organizma olarak görülebilir. Etkili bir girdinin olmaması, ya da sistem içerisinde girdiğinin etkili olarak değerlendirilememesi yönetim anekrosisi denilen beslenme bozukluğu sorununa neden olacaktır. Öğretmen atamalarında aksaklıklar, uygun yönetici seçememe, temel girdi olan öğrencilerin ve velilerin belirsizlik yaşaması vb. örnekler milli eğitim sisteminin yeterli girdiyi almasını ve bu girdiyi işlemesini güçleştirmektedir. Sistem bazı değişimleri henüz hazmedememişken eğitim sistemindeki 4+4+4 olarak bilinen okul ayrımlarının yapılması, dershanelerin kapatılma çalışmaları vb. kafa karışıklığını daha da arttırmıştır. Toplumda 4+4+4 olarak bilinen 6287 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile zorunlu eğitim süresi 8 yıldan 12 yıla çıkarılmış ve bazı yeni uygulamalar gündeme gelmiştir. Şüphesiz eğitim süresinin uzaması, imam hatip öğrencilerin ilkokul sonrası eğitim almaya başlaması olumlu ve insan hakları açısından gerekli uygulama olarak görülebilir. Ancak sistem anlayışı içinde değerlendirildiğinde bu değişimin sistem içerisinde hazmedilmesi kısa sürede mümkün görülmemektedir. Peter Senge’nin 5. Disiplin adlı meşhur kitabında çeşitli yasalar sunulmuştur. Bu yasalar çerçevesinde ilgili kanun kapsamında yapılan değişimleri değerlendirmek istiyorum. Birinci yasa: Bir fiilin ikiye bölünmesi diye bir şey yoktur. Sistemlerin bir bütünlüğü vardır. Doğal olmayan yollarla okulları ilkokul ve ortaokul diye bölmek sisteme zarar vermiştir. İkinci yasa: Pastanız olur, yiyebilirsiniz ama hepsini birden değil. Okulların dönüşümünde süreç düşünüşü gerekliydi. Ani kararla okulları ve ünvanlarını değiştirmek sisteme zarar vermiştir. Üçüncü yasa: Daha hızlı daha yavaştır. Okullar kısa sürede dönüşüme tabi tutulmuştur. Sistem hazmedemediği halde ani değişimlere devam etmek hazımsızlığa neden olmuştur. Dikkat sistem her an kusabilir. Dördüncü yasa: Tedavi hastalıktan kötü olabilir. 28 Şubatla birlikte 8 yıllık zorunlu eğitimde sistemde bazı hastalıkların çıktığı kesin. Ancak tedavi yöntemi de bir önceki gibi sorunlu. Beşinci yasa: Kısa vadeli kârlar, uzun vade- li zararlar doğurur. Sistem uzun süre kendine gelemeyecektir. Altıncı yasa: Bir sorundan kolay çıkış o sorunu normal olarak geri getirir. Sorunlara çözüm olarak getirilen öneriler başka sorunlar doğurmuştur. Yedinci yasa: Bugünün problemleri dünün çözümlerinden kaynaklanır. Basit çözümler zor problemlere neden olacaktır. Sekizinci yasa: Olaylara takılıp kalmamak gerekir. 28 Şubat’a takılıp kalmak 2013 problemlerine çözüm olmaz. Basit çözümler zor problemlere neden olacaktır. Kısacası bu değişimler Türkiye’nin uluslararası ölçekli sınavlarda başarılı olmasını sağlamamıştır. Bu değişimlerle okullardaki şiddet azalmamıştır. Okuldaki değerler artmamıştır. Üst düzey atamalarda kayırma, hemşericilik, sendikacılık devam etmektedir. Öğretmenlerin uzmanlaşması için bir girişim başlatılamamıştır. Öğrenciler ve veliler hatta eğitimcilerde sisteme karşı güven sorunu vardır. Milli Eğitim Sisteminin en büyük problemi ise motivasyon eksikliğidir. Sistemi oluşturan bütün girdilerin motivasyon kaynakları yok edilmiştir. Değişim tek başına bir hiçtir. Önemli olan insanları değişimlere inandırmak ve onları motive etmektir. İki yılda dört genel müdür değiştirmek değişim değil, değiştirmektir. Bardağı kırmak istiyorsanız daha yukarıdan bırakın. Yani önce öğretmeni grup başkanı yapın sonra teşekkür ederek okuluna arkadaşlarının yanına gönderin. Yumurtaları kırmak istiyorsanız bir adamın eline 30 yumurta koyun ya da bir adama 30 yumurta taşıtın. Adamların boğulmasını istiyorsanız bakanlıktaki havuza atın. Müfettişe denetmen deyin, haklarını değiştirmeyin. Müfettişleri okul müdürlerinin üzerine sık sık gönderin, okul birliklerine baskınlar yaptırın. Cezalar yağdırın. Sistem içerisinde aynı safta olan insanları karşı karşıya getirin. Bu böyle gider. Kısacası çalışanların gayelerini/vizyonlarını yok edin. Eğer milli eğitim sisteminde illa bir küçülme ve değişim olacaksa rehabilitasyon merkezlerini kapatabilirsiniz, rehberlik araştırma merkezlerini, bilim sanat merkezlerini daha işlevsel hale getirebilirsiniz. İlksan’ı kapatabilirsiniz. Hizmetiçi eğitim merkezlerini kapatıp Milli Eğitim Akademisini açabilirsiniz. Öğretmen ve okul müdürü kriterlerinden önce bakanlık teşkilatı yöneticilerinin kriterlerini koyabilirsiniz. Müfettişlere kariyer sistemi getirebilirsiniz. Sistemi oluşturanların gayesi ne olmalı? Bu soruya Einstein kuralı ile cevap vermek istiyorum: “İyi ya da mutlu olmak benim için gaye olmamıştır. Ben bu türden ahlaki hedefleri daha çok bir domuzun hırsıyla mukayese ederim. Yalnızca başkalarına adanan hayat yaşamaya değerdir (John, Adair).”. Öğrenciler ve veliler hatta eğitimcilerde sisteme karşı güven sorunu vardır. 29 NİTELİKLİ EĞİTİMÖĞRETİM, VERİMLİ İNSAN YUSUF MESUT KİLCİ Meslek Dersleri Öğretmeni/ Eskişehir Ailede, insan çocuk yaşlarda bilgiden çok, çevresiyle olan ilişkilerini düzenleyici davranış özellikleri kazanmaktadır. 30 Her toplum için geçerli davranış kalıplarının sosyalleşme ve sosyal denetim aracılığıyla gerçekleştirilen, çocuğun ailesi içinde başlayıp çevresi ile sürdürülen okul dönemini de içine almak suretiyle mesleki eğitimini de kapsayan hayat boyu sürüp giden etkinliğe eğitim denir. Öğretim; gayesine ulaştırıcı özellikteki kurumlarda önceden belirlenen program ve kurallar çerçevesinde gerçekleştirilen bir sosyolojik etkinlik olup diploma ile belgelenir. Eğitim ve öğretim birbirini tamamlayan iki unsurdur. Eğitim insanların birbirleri üzerindeki tabii etkilerini ve sonuçta meydana gelecek davranış değişikliklerini planlı ve kontrollü bir biçimde yapma işidir. İlgili ve sorumlu kişiler bu işi belli değerlere dayanarak ve görev alarak yaparlar. Eğitim kişiyi ve toplumu aynı derecede ilgilendiren bir iştir. İnsan bütün beceri ve kabiliyetini yine insanlar arasında yetişmekle geliştirebilmektedir. Kısaca eğitim ve öğretim insanı küçük yaşlardan itibaren hayata hazırlama demektir. Bir yıl sonrası ise düşündüğün, tohum ek. Ağaç dik, on yıl sonrası ise düşündüğün. Ama düşünüyorsan yüz yıl ötesini, Halkı eğit o zaman. Bir kez tohum ekersen, bir kez ürün alırsın. Bir kez ağaç dikersen, on kez ürün alırsın. Yüz kez olur bu ürün, eğitirsen milleti. KUANTZU(M.Ö 650) Eğitim ve öğretim insan hayatı boyunca aile, okul ve çevre üçgeninde meydana gelen bir olgudur. Eğitim ve öğretim ailede başlamaktadır. Okul yaşına gelinceye kadar, anne baba, sonra da öğretmen bir insanın hayata, daha doğrusu hayatın gerçeklerini karşılamaya, onlara karşı koymaya hazırlanmasını sağlayan kişilerdir. Ailede, insan çocuk yaşlarda bilgiden çok, çevresiyle olan ilişkilerini düzenleyici davranış özellikleri kazanmaktadır. Görgü terbiye, dediğimiz kavramlar aslında bu davranış özelliklerinden gelmektedir. Hayata hazırlanırken; ihmali mümkün olmayan aile görgü ve terbiyesi insanlarda çok küçük yaşlardan itibaren şahsiyetin oluşmasını sağlamaktadır, daha doğrusu güçlü ve zayıf karakter ile şahsiyetlerini meydana getirmektedir… Eğitim süreci, nitelikli insanı yetiştirmeye çalışan bir faaliyet bütünüdür. Nitelikli insan, nitelikli eğitimin sonucudur. Eğitim yolu ile yetiştirilmesi hedeflenen insan tipinin özel- likleri; bilgi ve beceri sahibi olmakla beraber en üst seviyede kendini ifadelendirmeyi, kendini gerçekleştirmeyi ve gizli güçlerini açığa çıkarmayı amaçlayan, bu amaçla kendini yönetebilen bir güce sahip olan insanı yetiştirmektir. Eğitimin kalitesini yükseltmek yolu ile yetiştirmeyi amaçladığımız insanın sahip olduğu bilgileri sadece zihinsel değil, davranış ve tutum düzeyinde de yansıtabilen üretici bir insan olması beklenir. O aynı zamanda başkalarının isteklerine ve çevreye karşı da duyarlı olabilen, paylaşmayı bilen, duygu, düşünce ve fiillerinde özgür ve girişimci olabilen, ön yargılardan uzak hiçbir fark gözetmeksizin kendini insanlıkla bütünleştirebilen bir insan tipidir. Böylece bu insan doğruyu arayan; çalışmayı, bilgi edinmeyi ve verimli olmayı amaçlayan ve giderek tüm evreni kucaklayacak bir sevgi duygusunu taşıyabilir. Arzu edilen nitelikli insan tipini yetiştirebilmek için onu yetiştiren öğretmenin nitelikli olması ve öğretim becerilerine sahip olacak şekilde eğitilmesi gerekir. Öğretmenin yetiştirilmesinde gelişmiş ülkelerin kullandığı model: 1) Eğitim felsefesi 2) Eğitim politikası 3) Seçme 4) Yetiştirme; a) Alan bilgisi b)Genel kültür c)Meslek Bilgisi d) Uygulama 5) Yerleştirme 6) Araştırma ve değerlendirme Öğretmen, aile gibi görgü ve terbiye yanında bilgi de aktardığında, önem sırası itibariyle ailenin dahi önüne geçer. Öğretmen bir nesilde biriken görgü, terbiye ve bilgiyi diğer nesillere aktaran toplumun en önemli parçasıdır. İnsanların hayatla mücadelesini sağlayan refaha ve haysiyete dayanan bir yüksek hayat tarzını mümkün kılan kişidir. Öğretmen bilgi aktarırken insanı işleyen, ona kültür veren, onu hayatı boyunca etkileyecek olan kişidir. Öğretmenden beklenen kültür kavramı insanlar için çok önemlidir. Çünkü bilgili olmak, kültürlü olmaya yetmez. Gözleri görmeyen bir insana, yol göstermesini, rehberlik etmesini bilen kurt köpeği belli ölçüde bilgi edinmiştir. Şimdi bu köpeğe kültürlüdür diyebilir miyiz? O halde biz öğretmenin niteliklerini şu cümle ile özetleyebiliriz: İnsanları hayata hazırlayan, bilgi ve kültür veren insanları yönlendirme sanatkârıdır. Kalkınma politikasında en önemli konu eğitim ve öğretim anlayışı ile ilgilidir. Çok savunulan bir anlayışa göre herkesin genel eğitim ve öğretimden yani herkesin ilköğretimden geçmesi ve okuryazar oranının yüzde yüze çıkarılması ile ülkenin kalkınacağı zannedilmiştir. Bu anlayış öğrencinin birinci plana, öğretmenin arka plana konmasını gerektirir. Hâlbuki buradaki amaç öncelikle yetişmelerini sağlamak olmalıdır. Çünkü eğitmek, öğretmekten daha zor ve önemli bir iştir. Öğretmenin görevi öğrencideki kabiliyeti ortaya çıkarmak ve onun gelişmesine yardımcı olmaktır. Bunu yapabilmek için de öğretmenin kabiliyetli ve iyi yetiştirilmesi gerekir. Aksi halde öğretmen kendinde olmayan bir şeyi başkasına veremez. İnat Öğretmen belli bir sistem etrafında, belli bir konuyu işleyen değil, dağın kalbini, ağacın acısını kuşun ele avuca sığmazlığını yani her şeye yürek ve ruh katarak veren; böylece kuru toprak parçasına vatan, dağ, heybet, mezar taşında şehidin serencamını hissettirendir. 31 31 Eğitimciler Değişim İstiyor edici bilgiye sahip olmayan öğretmen, Adil Gülmez öğrenci karşısında ancak spikerlik hizmeti yapar. yazı Öğretmen mesleki formasyonunu almış, çağın gereklerini yerine getirebilen, maDeğişim süreci, nevi değerlere bağlı, ileri görüşlü, aydın yönetildiği fikirli, sevgiiyidolu ve müşfik olmalıdır. Öğretmen belli bir sistem etrafında, belli takdirde örgütü bir konuyu işleyen değil, dağın kalbini, götüren, ağacınbaşarıya acısını, kuşun ele avuca sığmazlığını yani her şeye yürek ve ruh katarak kötü yönetildiği veren; böylece kuru toprak parçasına vatakdirde örgüt tan, dağ, heybet, mezar taşında şehidin serencamını hissettirendir. için bir yıkım da yaratabilecek “Karanlığa küfredeceğine bir mum yak.” diyen Konfüçyüs insanı hep bir göreve ve oldukça zor ve sorumluluğa çağırır. Bu görev ve sorumsancılı süreçtir. luluğu bilinçli bir bir şekilde yerine getiren öğretmendir. Medeniyetlerin kurulması ve yaşatılması düşünür ve bilginlerle 32 mümkündür. ”Ya öğreten, ya öğrenen ol.” emri insanı şekillendirmeye çağıran bir davet, şekillendiriciye ise bir övgüdür. Günümüz okullarındaki eğitim metotlarına şöyle baktığımızda; öğrencilere eğitim yerine hayatta kullanamayacağı bilgiler veriliyor. Böylece olumlu anlamda nitelikli insan yetişmesi imkânsız hale geliyor. İlköğretim birinci kademe müfredat programını ve ders kitaplarını incelediğimizde; bir öğrenciye bir yıl sonunda rahatlıkla öğretilebilecek bilgiler beş yılda verilir. Geriye kalan zaman hayatta hiçbir zaman kullanamayacağı bilgileri öğretmek için sarf edilir. Böylece, öğrencilerin öğrenmeye en elverişli çağı olan yaşlarda beş yılın dördü boşa harcanmış olur. Beş yılın sonunda öğrencinin elinde biraz bilgi olarak aritmetik, biraz geometri, bir de kırık dökük bir okuma yazma bilgisi kalır. Nasıl olsa öğrencinin önünde ortaöğretim vardır. İlköğretim ikinci kademe ve liselerde verilen eğitim öğretim de yoğunluk olarak ilköğretim birinci kademeden farklı değildir. İlköğretim birinci kademede kavrayamadığı bazı bilgi, biraz daha ayrıntılı bir şekilde yeniden anlatılır çocuğa… Böylece lise mezunu bir genç, yüz yıl önceki yaşıtlarının daha fazla bilgi, güzel davranışa sahip olduğu bir yaşta diploması ve bilgi birikimi hemen hiçbir şey için yeterli olmayan potansiyel bir işsiz olarak kalır. Genel eğitim kurumlarının yetiştirdiği öğrencilere baktığımızda tanzimattan bu güne kadar yetişen insanımızda eğitimin kalitesinin kademeli olarak düştüğünü görürüz. Bu eğitim sisteminde okullarda öğrenilmesi gerekeni öğrenmeden hayata atılan kişiler; toplumun karşısına gerekli eğitimi alamamış mühendisler, doktorlar, savcılar, öğretmenler olarak çıkarılıyor. Eğitim hizmeti ister devlet ister özel sektör tarafından verilsin mutlaka bir hedefin bir istikametin olması gerekir. Geçmişten günümüze kadar ülkemizde uygulanan eğitim sistemlerini incelediğimizde gördüğümüz gerçek şudur; Uygulanan metotla istenilen hedefe ulaşamadığımız gibi arzulanan insan tipini de yetiştiremedik. Aksine bu eğitim sistemlerinde yetişen bireyler kendi değerlerinden, kültür ve medeniyetinden uzak olarak toplumun karşısına çıkmaktadırlar. Bu güne kadar uygulanan eğitim sistemleri bizlere istenilen faydayı sağlamamıştır. Bizim eğitim sistemimiz bize göre olmalıdır. Eğitim öğretim sisteminin etkin olabilmesi için toplumsal yapıdaki değişmelere uygun olarak düzenlenmesi gerekmektedir. Ancak eğitim, öğretim sistemimiz toplumumuzun ihtiyaçlarına, gelişen eğitim, öğretim tekniklerine ayak uyduramadığı için yetersiz kalmaktadır. Genellikle bilgiler hayatın pratiklerinden kopuk bir yığın bilgi olarak kalmakta, ortaöğrenimini yüksek öğrenime geçiş, bir ara basamak özelliğinin ötesine geçirmemektedir. 32 Hâlbuki eğitimin, öğretimin amacı toplumun ihtiyacına göre insan yetiştirme, önceki nesillerden intikal eden kültürü manevi değerleri, medeniyeti geliştirerek daha sonraki nesillere intikal ettirmektir. Eğitimden beklenen ise “İlim tahsil etmenin amacı ilim sahibi olmaktır.”. Bu düşüncede olan anne ve babalar çocuklarını bu amaca hizmet eden kurumlara göndermekten çekinmemektedirler. Bu gün gelinen noktada bütün milletler, bütün toplumlar sivil eğitim, özel eğitim olgusunu tanımak zorundadır. insan anahtar sorusunu sorar “Ya önceki bilgilerim yanlışsa?” Bu soruyu sorabilecek insanın ön yargısız olması gerekiyor. İnsanları yüceltmemesi, bazı insanları da yargısız infaz etmemesi gerekiyor. Eğitimciler Değişim İstiyor Eğitim, “Kişinin kendi yaşantısı yoluyla, istenilir tavırlar, davranışlar ve beceriler kazandırmaktır.” şeklinde de tanımlanabilir. Bütün eğitim işiyle uğraşan aynı soruyla bu işe başlarlar. Niçin öğretelim?(Amaç),Neyi öğretelim?(Konu),Nasıl öğretelim?(Metot). İster öğrenen, ister öğreten Adil olalımGülmez amaç ve konu tespitinden önce iyi anlamamız gereken şeylerden yazı biri kaynak farklılığının, insanı nerelere götürebileceğidir. Değişim süreci, Yaşantı yoluyla elde edilen yeni bilgiiyi yönetildiği lerden bazıları zihne ulaştığında, orada önce bulunan bilgilerle uyum içinde yetakdirde örgütü rine geçer oturur. İlgili konuda hiç bilgi götüren, yoksa başarıya kendi merdivenin ilk basamağı olur, daha sonra gelecek bilgilerin temel kötü yönetildiği taşı olur, daha önce kendisiyle ilgili bilgitakdirde örgüt ler varsa da son basamağı… Zihne ulaşan bilgilerin hepsi bu kadar uysal için bir yıkım da ve uyumlu değil, zihindeki mevcut bilgiler de öyle. yaratabilecek Dışarıdan giren bilgilerle, mevcut bilgiler arasında, oldukça ilk karşılaşmalarında zor ve birbirleriyle çelişebilirler ve hatta çatışabilirler. sancılı biröğretmenin süreçtir.görevi buraİşte eğitimcinin, da başlıyor. Yeni bilgi, eski bilgiyle yani alışılmışla çelişip çatıştığında düşünen İki günümüz birbirine eşit olmasın diyorsak görüşlerimizi dondurmamak, doğru zannedilen bazı bilgilerin zamana ve mekâna göre yanlış ve doğru olabileceğini hesaplamak zorundayız. Hele kendimize şu soruyu sormak; Ya ben yanlış anlamışsam? Bu soru, çok bildiğini sanan insanların kibirlerini hakikatin üzerinde bir perde olmaktan çıkaracak ve insanı konunun araştırmasına götürecektir. Nasıl öğretelim? Öncelikle yaşayarak. Eğitimci yaşadığının ve anlattığının dengesini bozmamalıdır. Bilinen odur ki öğrenci, öğretmenin dediklerinden ziyade hareketlerine, işine bakar. Diğer bir konu, bugüne kadar ezber eğitiminden araştırma eğitimine bir türlü geçememektir. Özellikle kavram eğitimine ağırlık vermeliyiz. Üstün bir toplum olmak bütün toplumların en büyük rüyası, hayallerini süsleyen en büyük düşüncesidir. Çağlar boyunca her toplumun kendi medeniyetini kurma ve kendi kültür inancını yayma çabası ile yaşamış, gerektiğinde bunların uğrunda gücünün üstünde fedakârlıklarda bulunmuştur. Bir toplumun geleceği, medeniyetinin küçük ama ileride kahraman olabilecek çocukların sayesindedir. Çocuklar geleceğin yolcusudur. Onların rehberi öğretmendir. Ortaöğretimde amaç iyi bir eğitim almak olmalıdır. Bu açıdan bakıldığında yeterli bir eğitim alan öğrenci Yaşantı yoluyla elde edilen yeni bilgilerden bazıları zihne ulaştığında, orada önce bulunan bilgilerle uyum içinde yerine geçer oturur. 33 33 toplumla bütünleşerek, günlük hayatında ihtiyaç duyacağı bilgileri edinerek, gelecekteki hayatı için yön verici problemlerini çözücü bir başlangıç olacaktır. Öğrencilerin kendilerini daha yeterli hissederek, yaşama daha güvenli bakmaları sağlanabilecektir. Eğitimciler Değişim Gencin İstiyor özellikle gelecekle ilgili aşırı Adil Gülmez güvensizliği onu yazı sağlıksız bir Değişim psikolojik süreci, iyi yönetildiği gelişim içine takdirde örgütü ittiği, bunun başarıya götüren, daha kötüda yönetildiği takdirde örgüt çok sosyal için bir yıkım da problemleri yaratabilecek beraberinde oldukça zor ve sancılı bir süreçtir. getirebileceği söylenebilir. 34 Üniversite ve yükseköğretim kurumlarının öğrenci yerleştirmedeki sınırlı imkânları sebebiyle, ortaöğretim kurumları bir yarış alanına çevrilmiştir. Türkiye’deki ortaöğretim kurumlarında öğretimin aynı düzeyde verilemeyişi bu yarışın eşit şartlar altında gerçekleştirilmesine imkân vermemektedir. Genellikle üniversite ve yüksek öğretim okullarına girebilen öğrencilerin çoğunluğunu büyük şehirlerdeki bilinen belirli liselerden mezun olan öğrenciler oluşturmaktadır. Ayrıca sosyo-ekonomik şartlar altında yetişen öğrenciler farklı ölçülerde faydalanabilmektedirler. Bu durum geleceğe kuşku taşıyan gençler ortaöğretimdeki aldıkları öğretimi ciddiye almadıklarından başarısızlıkları ve verimsizlikleri yaygınlaşmaktadır. Ortaöğretimin kendisini, üniversiteye girebilmenin ötesinde hiçbir şey kazandırmadığını gören genç, güvensizlik duyduğu ortamda öğretim sistemini eleştirmeye başlayacak, daha sonra da bu eleştiriler gittikçe büyüyen bir biçimde yönetim eleştirisine dönüşebilecektir. Gençliğin eğitim kurumlarıyla olan anlaşmazlığı, toplumdaki diğer kurumlarla da çelişki içine girmesini kolaylaştırıcı bir rol üstlenmektedir. Gencin özellikle gelecekle ilgili aşırı güvensizliği onu sağlıksız bir psikolojik gelişim içine ittiği, bunun da daha çok sosyal problemleri beraberinde getirebileceği söylenebilir. Eğitim sistemi aileden çevreye, çevreden okula bütün sosyolojik kurumlara daha alt düzeyde kitle iletişim araçlarına kadar uzanan ve devletin genel politikası doğrultusunda gerçekleşen öğeler bütünü olarak ele alınmalıdır. Ortaöğretimde başarılı olmanın bir şartı da zamanı verimli halde değerlendirmektir. Zaman kavramı insanın günlük hayatında çeşitli dilimler halinde yer almaktadır. Kişinin hem kendisi hem de başkaları için bütün zorunluluklarından, yaptırımlarından, bağlantılarından vazgeçeceği ve kendi seçeceği bir faaliyetle uğraşacağı zaman dilimini bazı bilim adamları serbest zaman veya özgür zaman olarak tanımlamışlardır. Gerçi kişinin bütün hayatını içine alan zaman sürecini verimli bir şekilde değerlendirmesi onun psikolojik ve biyolojik açıdan sağlıklı gelişmesine yardımcı olacaktır. Genel eğitim sisteminde zamanın her sürecini en verimli şekilde değerlendirmek, uygulanan eğitim sistemini destekleyen bir araç olarak ele alınmalıdır. Öncelikle devletin sunduğu var olan imkânlardan en üst düzeyde yararlanmalıyız. Mesela okulda geçen süre eğitsel kulüplerde, okul kitaplıklarında, el işi atölyesinde, spor salonlarında öğrencilerin hizmetinde değerlendirilmeli. Okuma alışkanlığı kazandırılması, sporun her bir dalında yetiştirilmesi, yeteneklerine göre edebiyat veya görsel sanatlarda becerilerinin geliştirilmesi kısacası öğrencilerin pasiflikten aktif duruma geçirilmesi. Atatürk bu konuda ”Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür. Kültür ise okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, ders almak, düşünmek, zekâyı eğitmektir.” demektedir. 34 Sınıf Hâkimiyeti Üzerine Eğitimciler Değişim İstiyor Bir ülkenin geleceğini şekillendirecek olan şüphesiz eğitimcilerdir. Çünkü yetişme çağındaki çocuklar ve gençler onlara emanet edilmiştir. Haliyle vatanını sevip milletine yararlı olmak isteyen her eğitimcinin bu bilinçle davranması gerekir. Ramazan ÖZER Meslek Dersleri Öğretmeni / Denizli Öğrencilik Adil Gülmez günlerimizi yazı düşünürsek, bizleri Değişim en çoksüreci, etkileyen iyi yönetildiği ve derslerine takdirde örgütü severekgötüren, katıldığımız başarıya kötü yönetildiği öğretmenlerin takdirde örgüt monotonluktan için bir yıkım da uzak, dersi neşeli yaratabilecek oldukça ve halezor getirmeyi sancılı bir süreçtir. bilenler olduğunu fark ediyoruz. Ülkemizin öğretmen yetiştiren kurumlarının işlevleri tartışılsa da, bir öğretmen sınıfta geçireceği zamanı en verimli şekilde değerlendirmeyi bilmelidir. Yalnızca ders anlatması; ne kadar tutarlı ifadeler kurarsa kursun veya ne denli etkileyici ses tonuna sahip olursa olsun, bir öğretmeni öğrencileri için cazip kılamaz. Öğrencilik günlerimizi düşünürsek, bizleri en çok etkileyen ve derslerine severek katıldığımız öğretmenlerin monotonluktan uzak, dersi neşeli hale getirmeyi bilenler olduğunu fark ediyoruz. İnsanların dikkatleri yirmi dakikadan sonra zayıfladığı için arada güncel bir konudan bahsedip sınıfta dikkatleri toplamak önemli görünüyor. Tabii ki tamamen ders konularını bir kenara bırakmayı kimse savunamaz. Yetiştirilmesi gereken yıllık müfredata uyulması gereken bir zorunluluktur. Ama bahsettiğimiz konu, eğitimcinin mümkün olduğunca öğrencileri okullardan soğutmamaya özen göstermesidir. Artık günümüzde bilgisayarlı eğitime geçtiğimiz için, bu konuda öğretmenlerin işi daha da kolaylaşmış bulunmaktadır. Kendini geliştirme gayretinde olan ve işini seven bir öğretmen, en başta öğrencilerine bir şekilde dersi, öğrenmeyi sevdirmelidir. Sonra öğrencinin davranışlarında daima olumlu yönde değişmeler gerçekleştirebilmelidir. Bütün bunlar ise öğretmenin sınıf hâkimiyetini sağlamasıyla da bağlantılıdır. O halde sınıf hâkimiyeti sağlama hususunda öğretmen nelere dikkat etmelidir? Buna eğitim bilimcilerinin yaklaşımlarıyla tecrübelerden elde edilen neticeler birbirine yakın normlardır. Öğretmen sevgiye dayalı bir otoriteyi sağlamaya çaba göstermelidir. Öğretmenini seven öğrenciler saygıda kusur etmezler, içlerinden gelerek ona itaat ederler. Ancak gözden kaçırılmaması gerekir ki beş parmağın beşi bir olmadığı gibi, insanlar da farklı karakter özellikleri taşırlar. Bazıları öğretmenlerini fazla yumuşak huylu bulup bunu suistimal etmek isteyebilir. Bazıları sabrını ölçmek ister, bazıları öğretmenlerinin bilgisini sınamak ister. Hepsine karşı uyanık olup gerekli cevabı vermelidir. Yani öğretmen sınıf hâkimiyetini sağlama, derste huzursuzluk çıkarmak isteyenlere fırsat vermeme bakımından “tatlı sert” olmalıdır. Örneğin hakkını savunmak isteyen bir öğrenciyi asla azarlamamalı, tam tersine cesaret vermelidir. Böyle yaparsa öğrencileri üzerinde muhakkak olumlu etkisi olacaktır. Diğer yandan haddini aşan, saygısız ve terbiyesizce tavır sergileyen olursa elbette disiplin kuruluna sevk edilip gereken yapılmalıdır. Fakat okulların disiplin kurulları bazen disiplin vakalarının çok olması endişesiyle, mesela bir öğrencinin sigara içtiğinin tesbit edilmesi olayını görmezden gelebilmektedir. Bu bakımdan öğretmenler ve idare ayrı telden çalmamalıdır. 35 Oku(t)ma ManIfestosu Vural GÜNDÜZ Coğrafya Öğretmeni / Ankara Türk insanının ‘niçin az okuduğu’ ve ‘kitapla neden iyi dostluk kuramadığı’ gibi sorulara verilecek cevaplar içerisinde bazı kültürel, sosyal ve tarihi sebeplerin olduğu inkâr edilemez. 36 Aynı ülkede yaşayanlar olarak, şehirlerarası otobüslerde, trenlerde, uçakta veya gemide yolculuk yaparken ya da bir yerde oturmuş sıranın bize gelmesini beklerken durumumuz genellikle bellidir. Bekleme sırasında boş boş oturur, sağımıza solumuza bakınır, insanları takip ederiz. Evde okulda kitap okumak veya kütüphanede vakit geçirmek için, çoğu zaman olağan üstü durumlar gerekir. Biz neden okumayı sevmeyiz, ortalama bir Avrupalı, Amerikalı veya Japon neden sever? Bu soruların tek bir cevabı olmadığı gibi sebeplerin ağırlıklarına göre sağlıklı bir sıralamasını yapmak da o kadar kolay değil. Türk insanının ‘niçin az okuduğu’ ve ‘kitapla neden iyi dostluk kuramadığı’ gibi sorulara verilecek cevaplar içerisinde bazı kültürel, sosyal ve tarihi sebeplerin olduğu inkâr edilemez. Okumak bir ihtiyaç işi olduğu kadar aynı zamanda bir sevda işidir. Türk insanında bu güzel sevdanın yayılması için kısa ve uzun vadede yapılması gerekli olan değişik öneriler ileri sürülebilir. Her iki vadede önerilecek teklifler aileden başlamak şartıyla, örgün eğitimden, yaygın eğitime, kurum ve kuruluşlardan, gazete, dergi, radyo, televizyon, bilgisayar gibi yayın organlarına kadar, bütün sosyal yapıda etkin olanların kitap okuma alışkanlığı konusunda yapması gerekli hususlar üzerinde yoğunlaşmalıdır. Çünkü düşünme kapasitemizi artırmanın yolu okumaktan geçmektedir. Kitapla ilk tanışma alışkanlığının temeli, sağlam olarak aile ortamında atılması gereken bir olgudur. Ülkemizde okuma alışkanlıkları aile ortamında yaygın bir biçimde gelişmemiştir. Bu da ancak geleceğin ailesini kuracak olan çocuk ve gençlere eğitim uygulamalarının içinde verilebilir. Bir yarış haline getirilen liseye giriş sınavları ve üniversite sınavlarının heyecanı en az iki yıl öncesinden öğrencilere zorla benim- setilmektedir. Bunlara yönlendirilen çocuk ve gençler, sınav dergileri, test kitapları ve dershane sarmalından kurtulamamaktadırlar. Bu vahim durum önümüzde bir garabet olarak durmaktadır. Bu tür olumsuzluklara rağmen okuma alışkanlığını artırmak için yollar da tamamen kapalı değildir. Çocuklara okuma alışkanlığı kazandırılması sadece okula bırakılmamalıdır. Aile ortamında çocuklara haftanın belirli saatlerinde yetişkinler tarafından kitapların sesli olarak okunması yararlı bir ilk adım olacaktır. Daha sonra okula başlayacak çocuğun okuma alışkanlığı kazanmasında ailenin okul ve kütüphane ile ilişkilerini artırması da gereklidir. Çocuk ve gençlerin okuma alışkanlığı kazanmaları ve bunu geliştirmeleri okul ve kütüphanede gerçekleşebilir. Bunun için okul kütüphaneleri sadece ansiklopedileri ve başvuru eserlerini toplayan yer olmamalıdır. Yerli ve yabancı bütün yazarların kitaplarına yer verilmeli, edebiyatın, sanatın her türünün bulunduğu yayınlar da yer almalıdır. Yani kütüphanelerin içeriği sürekli güncellenmeli ve zenginleştirilmelidir. ‘Kütüphaneci’ bir eğitimci gibi düşünmeli, bunun için kütüphane eğitimine daha fazla önem verilmelidir. Bu alanda eğitilen personelin istihdamı sağlanmalıdır. Personelin kendisinin de bizzat ‘kitap sevgisi’ olmalıdır. Kütüphaneler sadece ödev yapılan yerler durumundan kurtarılmalıdır. İlkokuldan üniversiteye kadar her okulun bir ‘kitaplığı’ değil bir ‘kütüphanesi’ olması sağlanmalıdır. Mevcut olan kütüphaneler okuyucunun en iyi şekilde faydalanmasına açık olacak şekilde düzenlenmelidir. Okuma alışkanlığı kazandırılmasında öğretmenlerin yetiştirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Çünkü bizzat kendisi okuma alışkanlığı kazanmış, iyi yetişmiş bir öğretmen kitapla dost yapabilir. Derslerin düzenlenmesinde ve ders kitaplarında okuma alışkanlığını sağlayacak yeni girişimler olmalıdır. Örneğin dersler özelliklerine göre öğrencilerin başka kitaplara da ihtiyaç duyacakları şekilde işlenmeli ve ödev ona göre verilmelidir. Gazetelerin spor ve magazin sayfalarına ayırdıkları yerin dörtte biri kadar kültür ve sanat’a yer ayırmaları sağlanmalıdır. Bu sayfalarını geniş tutan gazete ve dergilere destek verilmelidir. Bu arada sadece kültür, sanat ve eğitim içerikli gazete ve dergiler göz ardı edilmemelidir. Etkili ve yetkili çeşitli kurum ve kuruluşların (sendikalar, vakıf ve dernekler, siyasi partiler, belediyeler) okuma alışkanlığını geliştirmek için kütüphaneler kurması, okuma etkinlikleri ve kitap okumayı artırıcı yarışmalar düzenlenmesi çok önemlidir. Yine bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı ve Kültür Bakanlığı en önemli yerde bulunmaktadır. Zira kitaba uygulanan KDV uygulamasının kaldırılmasında bu iki bakanlık kilit noktada yer almaktadır. Bu öneriler geliştirilebilir ve yeni öneriler ortaya konabilir. Bunun için önerileri uygulama yolları aranmalıdır. Bu konuda çalışmaların zaman geçirilmeden başlatılması, devam eden uygulamaların yaygınlaştırılarak sürdürülmesi ülkemizin geleceğe daha güçlü hazırlanması için kuşkusuz çok önemlidir. Çocuk ve gençlerin okuma alışkanlığı kazanmaları ve bunu geliştirmeleri okul ve kütüphanede gerçekleşebilir. Bunun için okul kütüphaneleri sadece ansiklopedileri ve başvuru eserlerini toplayan yer olmamalıdır. Yerli ve yabancı bütün yazarların kitaplarına yer verilmeli, edebiyatın, sanatın her türünün bulunduğu yayınlar da yer almalıdır. Yani kütüphanelerin içeriği sürekli güncellenmeli ve zenginleştirilmelidir. 37 Garip Bir Elma Hikâyesi Gürhan Gürses Türk Dili Ve Edebiyatı Öğretmeni / Elazığ “Örtmenim sana alma getirdim.” dedi gözü kara, kaşı kara, bahtı kara Burhan, masanın üzerine elmaları bırakıp giderken... 38 Bugün size bir hikâye anlatacağım. Yüreğinizin bam teline kalemimle basacağım. Zülfi yâre dokunacağım. Eğitimde şefkatin, kıymetin, değerin ne kadar önemli olduğunu, küçük yüreklerin ne de büyük yürekler olduğunu ilan edeceğim. İlk görev yerindeymiş öğretmenliğinin, Amasya’nın bir köyünde. Elmalar diyarı Amasya, şehzadeler şehri Amasya… Elma kentin elma yetiştiren ücra bir köyünde bıyıkları yeni terlemiş, stajyer bir öğretmendir hem de… Öğretmensizliğin tavan yaptığı zamanda, öğretmene hasret, öğretmene muhtaç bir köy… Gelir başlar ilk günden görevine Öğretmen Kemal. Büyük bir iştiha ile hem de… Büyük bir gururla! Çocuklar elma yanaklıdır, türküler elma üzerinedir, kokular elma kokusudur. Yani anlayacağınız her şeye değin sinmiştir elma buralarda. Elmadan çok ne var Allah aşkına? Elma kenttedir Öğretmen Kemal. Sahi yazıya da sindi mi elma kokusu? Çocuklar belki de ilk kez öğretmen görmüştür, kravatlı, takım elbiseli hem de. Pırıl pırıl potinler ayağında… Elma kokusunun dışında parfüm kokusuyla ilk kez tanışmışlar belki de… Öğretmen civan mı civan, idealist mi idealist hem de! Çocukların ilk günden kanı ısınmıştır Öğretmen Kemal’e, ilk günden güvenivermişler kendilerine bir harf öğretecek olana. Köle olmak icap ederse olacaklardır gözlerini kırpmadan, çünkü o gözlerinde ulaşılmazdır, çünkü o gözlerinde kutsaldır. “Örtmenim seni çok sevdim” dedi yeşil gözlü Ceylan, arkasından Mahmut yanaştı “Örtmenim örtmenim, sana sevdim” dedi bozuk Türkçesiyle. Öğretmen Kemal “İyi ki buradayım.” dedi usulca, gözlerindeki nemi silerken. Çocukları daha bir sevdi içinden. Çocuklar ertesi gün birer elma getirir tek tek. Her bir öğrencinin elinde bir elma… Her bir öğrencinin elinde bir yürek… Bütün sermayeleri budur bu memlekette, en kıymetli olanı getirmişlerdir kendilerince, en kıymetlileri olana. “Örtmenim sana alma getirdim.” dedi gözü kara, kaşı kara, bahtı kara Burhan, masanın üzerine elmaları bırakıp giderken. Sonra Sarı Nurullah gelir “Örtmenim alma getirdim.” der sonra Elif gelir “Öğretmenim ben de elma getirdim size.” der usulca. Ve diğerleri… Murat, Çiğdem, Ayşe, vesaire… En dikkat çekeni yetim ve öksüz Menekşe’nin getirdiği elmaydı. Bir yüzü kırmızı, diğer yüzü ise sarı ila yeşilimsi bir renk taşıyan bir elmaydı bu. Bu bir misket elmasıydı evet evet… Masaya bıraktı ve geri çekildi. Öğretmeni seyre koyuldu yetim ve öksüz Menekşe’yi. Öğretmen Kemal çocuklara baktı; kiminin yüzü gözü toz toprak içindeydi. Kiminin üstü başı perişandı. Kiminin tırnakları upuzun ve kirliydi. Bazılarının burnu akıyordu köy çeşmesi gibi. Saçları dağınık ve ayakkabıları çamur haldeydi çoğunun. Hayır, hayır bu hediyeleri alamazdı ki katiyen temiz değildir diye düşündü. Masanın üstü elma ağacına dönmüştü ve bütün çocuklar istisnasız olarak Öğretmen Kemal’e bakıyordu. Belki de bir teşekkür, belki de verdikleri hediyeye uzanacak olan bir el, belki de bir gülümseme… Lakin hiçbir tepki görmediler Öğretmen Kemal’den. Gözlerde bir heyecan ve gurur amadeydi adeta Öğretmen Kemal’e. Bu biraz saygı, biraz sevgi, biraz hürmet ihtiva ediyordu. Ve biraz da mahcubiyet… Ellerinde olan en kıymetli şeyi vermişlerdi. Çünkü sevmişlerdi onu; bundan daha büyük bir iltifat olmazdı onlara göre. Öğretmen Kemal elini uzatmamıştı elmalara. Elmalar masanın üzerindeydi bırakıldıkları gibi duruyordu. Küçük ellerin sıcaklığı daha yitip gitmemişti elmaların üzerinde. Küçük ellerinin izleri daha silinmemişti elmaların üstünde. Her bir elmada saklı olan aslında onu veren her bir çocuğun yüreğiydi. Verebilecekleri tek şey olanı vermişlerdi öğretmenlerine. Bunu yapabilen kaç insan vardır bu dünyada? Sahip olduğu en kıymetli hazineyi bir kalemde bir başkasına verebilecek kaç babayiğit vardı acaba? Öğretmen Kemal yutkundu bir iki… Tam konuşacakken Metinlerin Engin’i soruverdi hemen: “Öğretmenim elmaları almayacak mısınız?” diye. “Size getirdik hem” dedi. Boncuk boncuk terler birikti Öğretmen Kemal’in alnında. Sakinleşmeye çalıştı, mendiliyle alnında biriken ter damlalarını sildi. “Çocuklar” dedi, “şey” dedi sonra. “Ben bunları alamam çünkü üstünüz başınız pis, bu yüzden elmalarınızı alamam.” dedi. “Elmalarınızı da o kirli ve pis ellerinizle getirmişsiniz alamam, kusura bakmayın.”. Hepsinin göz kapakları aynı anda ve aynı hızla aşağı düştü. Başlarını eğdiler. Usulca oturdular sıralarına. Ortalık buz kesti aniden. Çocukların izanı almıyordu bir türlü. Onlara göre en kıymetli olan şey elmaydı burada. Ki hep bu ellerle tutup koparırdılar dallardan ve hep bu ellerle yerlerdi köyde. Ve bugüne kadar kimsede onlar elleriniz kirli dememişti. Çünkü hep dışarıdaydılar. Toprakla iç içeydiler. Öğretmeni sevmişlerdi bir de! Ama anlayamıyorlardı. Ertesi gün uzun dallara Yetim ve öksüz Menekşe de çok üzüldü bu duruma lakin söyleyemedi Öğretmen Kemal’e. Onu sevmişti ve ona en güzel elmasını getirmişti buranın. “Demek ellerimiz kirli, tırnaklarımız uzun ondan beğenmedi öğretmenim. O zaman ben de tutmadan getiririm elmayı.”. Size getirdim öğret- asılı olan yine çok güzel bir elmayla okula geldi Menekşe. Öğretmen Kemal’e yaklaştı ve dedi ki “Şey öğretmenim, şey...” dedi, “Size elma getirdim yalnız bakın dallarından tuttum sırf kirlenmesin diye. Sırf ellerim değmesin diye. menim, bakın ellerim değmemiş hiç bile…”. Ertesi gün uzun dallara asılı olan yine çok güzel bir elmayla okula geldi Menekşe. Öğretmen Kemal’e yaklaştı ve dedi ki “Şey öğretmenim, şey...” dedi, “Size elma getirdim yalnız bakın dallarından tuttum sırf kirlenmesin diye. Sırf ellerim değmesin diye. Size getirdim öğretmenim, bakın ellerim değmemiş hiç bile…”. Öğretmen Kemal ağlıyordu. Hatasını anlamıştı ama mahcubiyeti çok fazlaydı. Ben bunu kastetmemiştim, kusura bakmayın, özür diliyorum diyordu gözlerinden yaşlar boşalırken. Bundan daha büyük bir hediye göremiyorum ve hepinizi çok seviyorum diyordu ha bire. 39 Sınıfta Gönül Hakımıyetı Özgür GİRGİN Bilişim Teknoloijleri Öğretmeni / Balıkesir Tüm bu çizilen çerçeve bize gösteriyor ki klasik yaklaşımlarla, öğretmenlerin sınıflarına hâkim olması artık nerdeyse imkânsızdır bu yüzden birçok öğretmenin yaptığı şey çocuk bakıcılığından öteye geçemiyor. 40 Her mesleğin belirli görev alanları ve bu alanlarda gerçekleştirmesi gereken belirli görevleri vardır. Biz öğretmenlerin hammaddeleri de, ürünleri de insan olduğu için görev tanımlamamızı netleştirmek zordur. Herhangi bir mesleğin standartlarını Mesleki Yeterlilik Kurumu belirleyebilir ancak sınıf içinde ya da dışında anlık oluşan, insan kaynaklı bir sorunun nasıl çözülebileceğinin standardını belirleyemez. Öğretmenlik bir anlamda çözüm üretme mesleğidir. Sadece öğretmekle yükümlü olduğu sahada bilgi sahibi olmak bir insanı öğretmen yapmaz. Yeri geldiğinde öğretmen, anne-babaya ulaşmalı, anne-babayı da eğitmelidir; çünkü aileyi yönlendirmedikten sonra ahlâki sahada öğretmenin yapabilecekleri çok azdır. Öğretmen, eğitim verdiği gençlerin yaşam tarzlarını doğru analiz edebilmelidir örneğin kitle iletişim araçlarının gençlerin vazgeçilmezi olduğunu ve internetin, “sörf kültürü”nün günlük hayatlarına da yansımış olduğunu doğru okuyabilmelidir. Öğretmen, içinde olduğumuz hız çağını da doğru okuyabilmelidir, biz sabrı bilirdik ancak şimdiki gençlik, anında yapmayı istiyor. Kısaca öğretmen, farklı perspektiflerden bakıp, durum analizi yapabilmelidir. Tabi gençlerin görev tanımlamaları da yapılmalı. Ders dinlerken mesaj yazan, twit atan bir gençlikle karşı karşıyayız artık. Gençler için aynı anda çok görev yapmak normal hale gelmiş durumda ve sürekli bölünmüş bir dikkat söz konusu. Bu yeni gençliğe görevlerini anında yaptırmak gerekiyor. Bu yüzden , “Ânındalığı nasıl sağlayabilirim?”, “Gençlere nasıl çoklu görev verebilirim?” sorularını her öğretmen yanıtlayabilmek zorundadır. edemezseniz bile o öğrencinin sınıfta mutlu olmasını sağlayabilirsiniz. Örneğin sınıf temizliği, getir götür işleri ya da yapılması gereken rutin görevlerde bu öğrencileri kullanıp bir şekilde onların da bir şeyler üretmesini sağlayıp kendilerini işe yarar, sınıfa ait ve mutlu hissettirebilirsiniz. Yetenekli ve kendini gerçekleştiren öğrenciler zaten siz ne verseniz alacaklardır. Bir öğrencinin, derse olan motivasyonuna etki eden çok fazla parametre vardır. Çocuk kahvaltısını yapmış mı, sabah nasıl bir ev ortamından çıkıp gelmiş, arkadaşlarıyla ilişkisi ne durumda, cebinde parası var mı gibi birçok sorunun cevabı yukarıda geçen, “Etki alanındaki kitle” ve “öğrencilerin oluşturduğu sosyo-ekonomik ağ” kavramlarının içini doldurur. İşte 21. yüzyıl öğretmeni bu vizyona sahip olduğu kadar sınıfına hâkimdir. Tüm bu çizilen çerçeve bize gösteriyor ki klasik yaklaşımlarla, öğretmenlerin sınıflarına hâkim olması artık nerdeyse imkânsızdır bu yüzden birçok öğretmenin yaptığı şey çocuk bakıcılığından öteye geçemiyor. Açıkçası çocuk bakıcılığı da öğretmenin görev tanımının içinde ancak ne yazık ki bir çok öğretmenin tek yapabildiği bu. Sınıfın %30’una bir öğretmenin bakıcılık yapması kabul edilebilir ancak geri kalan %70’e de öğretmenlik yapması gerekir. Buraya kadar yazılanları özetlersek, bir öğretmenin olmazsa olmaz iki özelliği vardır: Dirâyet ve fedâkârlık. Öğretmen dirâyetiyle kendisi, öğrencisi ve öğrencinin dâhil olduğu ağ için bir yol haritası çıkartmalı; fedakârlığı ile bu yolda yürümeli, yürütmelidir. 21. yüzyıl öğretmeni “etki alanındaki kitlenin” ihtiyaçlarını karşıladığı ölçüde sınıfına hâkim olabilir. “Etki alanındaki kitle” kavramı ile gençlerin oluşturmuş olduğu “sosyo-ekonomik ağ”a dâhil olan tüm unsurları kast ediyorum. Bu satırlar biraz kapalı olabilir o yüzden biraz açayım. Örneğin elinizden geleni yaptığınız halde derse çekemediğiniz öğrenciler vardır. O öğrenciyi neden derse çekemediğinizi tespit ettikten sonra, akademik başarı elde 1) Üçüncü ders sınıfa giren öğretmen, önceki iki dersin rüzgârında kalır. Verimsiz, sıkıcı, boş geçen iki dersin ardından bir sınıfa hâkim olmak zorlaşır. Sınıf hâkimiyetiyle ilgili, göz önünde bulundurması gereken bazı noktalara da başlıklar halinde değinmek istiyorum. 2) Derse nasıl başlanırsa öyle devam eder. İlk dakikalarda öğretmen, sınıfı avucunun içine almalıdır. 3) Öğretmen kırmızı çizgilerinden bahsetmeli, diğer yandan öğrencilere hareket alanı bırakmalıdır (Örneğin derse geç kalmaya müsamaha edilmezken, fısıltıyla konuşmaya ve sessizce sınıf içinde yer değiştirmeye izin verilebilir.). arttırır hem de arkadaşlarına bazen biz öğretmenlerden daha hızlı konuyu öğretmelerini sağlar. Hz. Ali’nin, damdan düşmek üzere olan bir çocuğu nasıl kurtardığını hatırlayalım! 4) Not tutmayı ve ders dinlemeyi teşvik edecek formüller bulunmalıdır (Girilen derslerin muhtevasına göre sınavın son üç dakikası ya da sınav boyunca defterlerin açık olmasına izin verilebilir.). 8) Fırsat eğitimi; işler yolunda gitmediğinde, bir fırsat ya da sıkıntı oluştuğunda mevcut problemi çözerken yapılan eğitimdir. Öğretmenin heybesi dolu olmalı ve bu gibi durumlarda anlatacağı eğitici hikâyelerle sınıfı avucuna alabilmelidir. 5) Öğrencilerin, tam da karşı cinse dair açmazların içinde olduğu bir dönemde, karma eğitim vermek derse odaklanmalarını zorlaştıracaktır. Bunun yanında, karma eğitim yapılan liselerde hanım öğretmenlerin büyük çoğunluğunun disiplin noktasında çaresiz kaldıklarına ve öğrencilere çeşitli tavizler verdiklerine şahit oluyorum. Özellikle erkek meslek liseleri, hanım öğretmenler için uygun değildir. 6) Kendinizi klonlayın. Şöyle ki; Bilişim Teknolojileri öğretmeni olduğum için derslerimi projeksiyon üzerinden anlatıyorum ve bu sırada ekran görüntüsünü sesimle birlikte kaydediyorum. 20 dakikayı geçmeyen bu videoları öğrencilerle paylaşıyorum. Böylece öğrenciler uygulamaları yaparken dersi tekrar tekrar izleyebiliyor, durdurup başa alabiliyor. Bu sırada bende onların arasında dolaşıp sorularını cevaplıyorum. 7) Akran eğitimi de öğretmenin, kendisini bir tür klonlaması olarak düşünülebilir. Hızlı kavrayan öğrencileri, öğretmen eğitim-öğretimde kullanabilmelidir. Yetenekli öğrencilere verilecek bu tür bir statü hem onları onore eder, derste boş kalmalarını engeller ve kavrayışlarını Yetenekli öğrencilere verilecek bir statü hem onları onore eder ve derste boş kalmalarını engeller, kavrayışlarını arttırır hem de arkadaşlarına bazen biz öğretmenlerden daha hızlı konuyu öğretmelerini sağlar. 41 yönelik çalışmaları yaparken doğrudan doğruya kimseyle etkileşimde bulunma zorunluluğu hissetmeyebilir. Sonuçta yasal düzenlemeler öğretmenlere verilen görev ve sorumlulukları neredeyse tek tek saymıştır. Bu görev ve sorumlulukların yerine getirilmesi sürecinde her öğretmen kendi başına buyruk davranabilir. Öğretmen ancak okul yönetimine karşı sorumluluk taşımaktadır. Bu yasal yapılanmanın gereği olarak okul yönetimleri öğretmenler arasında, sınıflar, dersler bazında birlik ve beraberlik ruhunu geliştirme görevini daha fazla önemsemelidir. Her öğretmen kendi sınıfı veya dersine yönelik çalışmaları yaparken büyük resmin bir parçasını tamamladığının farkında olmalıdır. Egıtımı Ögretmenler Odasına Tasıyabılmek Alİ Hİkmet DEMİR Eğitim Denetmeni /Kütahya Eğitim ile öğretim arasındaki sıkı ilişki bu iki kavramın birlikte kullanılmasını getirmekte hatta çoğu zaman öğretimin eğitimden çok daha önemli konuma geldiğinden de şikâyet edildiği görülmektedir. 42 Eğitim faaliyeti çok farklı yönleri, anlamları içeren geniş kapsamlı bir kavramı ifade eder. Bu kavramın içine eğitimin teorik tartışmaları, eğitimin yapılanması, sistem olarak kurulması, işletilmesi, yönetilmesi, eğitimin süreçleri, düzeyi, tarihi ve daha akla gelebilecek toplumsal ve bireysel boyutların tümü girmektedir. Bu nedenle eğitime dair konuşmalar, tartışmalar yapılacaksa alanın sınırlarının çok iyi çizilmesi gerekiyor. Aksi takdirde eğitim kavramının içine giren tüm alanlar adeta karmakarışık bir şekilde tartışmacıların, konuşmacıların zihnindeki durumuna göre, kişisel anlayış düzeyine göre karşı karşıya gelir ve yapılmak istenen çalışma sonuçsuz bir kısır döngüye dönüşür. Kimin hangi kavramı hangi anlamda kullandığı anlaşılamaz ve tartışmadan beklenen sonuca da ulaşılamaz. Toplumun temelini oluşturan bireyi geliştirmeye konu olan eğitim, okullarda yapılan eğitimdir. Eğitimin yönetilmesi, yapılandırılması, sistemleştirilmesi gibi faaliyetler eğitim faaliyetinin genel çerçevesi ile ilgilidir. Dolayısıyla bu tür tartışmalar aslında eğitimle ikinci derecede ilgili konulardır. Okuldaki eğitim faaliyetlerinde can alıcı unsur öğrenci ve öğretmen etkileşiminin yaşandığı sınıf ortamlarıdır. Sınıf ortamlarındaki eğitim faaliyetleri, bireye yönelik geliştirici işlevi dikkate alındığında var olan tüm eğitim süreçlerinin temelini oluşturur. Eğitim kavramı her ne kadar tek başına kullanılsa da eğitim faaliyetindeki öğretim boyutunun da ihmal edilmemesi gerekmektedir. Eğitim ile öğretim arasındaki sıkı ilişki bu iki kavramın birlikte kullanılmasını getirmekte hatta çoğu zaman öğretimin eğitimden çok daha önemli konuma geldiğinden de şikâyet edildiği görülmektedir. Aslında eğitim ve öğretimi birbirinden ayırmak çok da mümkün değildir. Öğretim zihinsel, bilişsel bir faaliyet gibi algılanırken eğitim daha çok davranış, duygu, yaşantı olarak algılanmaktadır. Eğitim ve öğretim sınıf içi öğretmen ve öğrenci etkileşiminin sonucunda yapılandırılmakta ve sonuçları öğrencideki davranışlar olarak ölçülmeye çalışılmaktadır. Sınıf içi eğitim öğretim faaliyetlerinde öğretmen ve öğrenci etkileşimi, eğitim öğretimdeki kaliteyi doğrudan etkileyecek unsurları içermektedir. Dolayısıyla eğitim öğretimde kaliteye yönelik bir şeyler yapılmak isteniyorsa bu unsurlara etki edilmesi gerekmektedir. Eğitim öğretimde kaliteyi doğrudan etkileyen unsurların neler olduğuna dair ortaya konacak göstergeler, kriterler ve standartlar çalışma yapılması gereken alanların da ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Bu nedenle öğretmen öğrenci etkileşim sürecinin, sınıf içi öğrenmeöğretme süreçlerinin, eğitim öğretim faaliyetlerinin yürütülmesinde işe koşulan ortamların çok iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Bu konularda yapılacak analizler, kaliteye yönelik etkisi olan unsurların görünür hale gelmesine katkı sağlarken çözüme yönelik teşhis çalışmalarını da kolaylaştıracaktır. Teşhisin yapıldığı bir durumda ise çözüme çok daha kolay ulaşılır. Eğitim öğretim faaliyetlerinin yapısını, karakterini en iyi öğretmenler bilir. Bu nedenle öğretmenler arasında eğitim öğretim odaklı konuşma, tartışma ve değerlendirmelerin yoğun bir şekilde yapılmasının sağlanması gerekmektedir. Bu ise okul yönetimlerinin üzerine düşmektedir. Okulda her öğretmen kendi dersi veya sınıfına Eğitimin niteliğine etki eden unsurların betimlenmesi amacıyla yapılacak sınıf içi faaliyetlerin analizine yönelik çalışmalar ciddi bir şekilde yapılmadan eğitimde kaliteyi sağlayacak hedeflere ulaşmayı beklememek gerekmektedir. Öğretmenler arasında etkin bir diyalog ortamının oluşturulması, öğretmenleri yönlendirecek somut göstergelerin ortaya konması, ortak hedefe doğru ekip çalışması ruhunu geliştirecek bir yönetim yapısının oluşturulması sonrasında katılımcı ve şeffaf bir yönetim faaliyeti eğitimde istenen sonuçların oluşmasında önemli aşamaların kat edilmesini sağlayacaktır. Öğretmenler arasında etkin diyalog okulda özellikle öğretmenler odalarında güçlü bir şekilde vurgulanmalıdır. Resmi toplantılar, kurullar, komisyonlar genelde rutin çalışmalar olarak görülmektedir. Bir bakıma bu tür faaliyetler adet yerini bulsun anlayışıyla yapılırken öğretmenler odaları çok daha sıcak, samimi ve gerçek bir diyalog ortamına dönüşebilir. Bu başarılabildiği andan itibaren okullarda eğitim öğretime yönelik önemli adımlar da atılmaya başlanmış olacaktır. Eğitimin niteliğine etki eden unsurların betimlenmesi amacıyla yapılacak sınıf içi faaliyetlerin analizine yönelik çalışmalar ciddi bir şekilde yapılmadan eğitimde kaliteyi sağlayacak hedeflere ulaşmayı beklememek gerekmektedir. 43 GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE MİLLİ EĞİTİM BAKANLARIMIZ Ekrem AYTAR Müdür Yardımcısı /İstanbul Milli Eğitim Bakanlığı yapmış kişilerin hayat hikâyelerini okuduğumuzda ister hukukçu, ister doktor, ister asker hangi meslekten olursa olsunlar hayatlarının bir döneminde bir eğitim kurumunda öğretmenlik yaptıklarını görürüz. 44 Eğitim denilince ilk olarak akla öğrenciler ve hemen arkasından da eğitimin olmazsa olmazı olan öğretmenlerimiz gelir. Öğretmenler odası sohbetlerinin dönüp dolaşıp geldiği noktalardan biri de gelmiş geçmiş Milli Eğitim Bakanları’dır. Başta öğretmenler olmak üzere kamuoyunda Milli Eğitim Bakanlığı’na öğretmen kökenli bir bakanın gelmediği ve gelmeyeceği yönünde bir kanaat hâkimdir. Bu kanaat doğru bir düşünce değildir. Geçmişten günümüze Milli Eğitim Bakanları’mıza baktığımızda öğretmen kökenli birçok bakanımızın olduğunu görürüz. H.Suphi Tanrıöver (Edebiyat Öğretmeni), İsmail Safa Özler (Tarih-Coğrafya Öğretmeni), Hüseyin Vasıf Çınar (Tarih Öğretmeni), Hasan Âli Yücel (Felsefe-Edebiyat Öğretmeni), Reşat Şemsettin Sirer (Edebiyat Öğretmeni), H.Tahsin Banguoğlu (Edebiyat Öğretmeni), Orhan Dengiz (Coğrafya Öğretmeni), Avni Akyol (Pedagoji Öğretmeni)… Milli Eğitim Bakanlığı yapmış kişilerin hayat hikâyelerini okuduğumuzda ister hukukçu, ister doktor, ister asker hangi meslekten olursa olsunlar hayatlarının bir döneminde bir eğitim kurumunda öğretmenlik yaptıklarını görürüz. Milli Eğitim Bakanlarımızın mesleklerine baktığımızda en kalabalık grubun 19 sayısı ile avukatlara ait olduklarını görürüz. Avukatları 14 sayısı ile üniversitede kürsü sahibi olan akademisyenler izlemektedir. Akademisyen Milli Eğitim Bakanlarımızın 12 tanesi profesör, 1 tanesi de doçenttir. Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu 9 Milli Eğitim Bakanımız kaymakam veya vali kökenlidir. Yine 8 Milli Eğitim Bakanımız Harp Okulu mezunu subaydır. Mühendis olan 6 Milli Eğitim Bakanımız vardır. Tıp doktoru olan Milli Eğitim Bakanlarımızın sayısı ise 5’tir. Milli Eğitim Bakanlığının tarihine baktığımızda, ilk Milli Eğitim Bakanımızın Dr. Rıza Nur olduğunu görürüz. Dr. Rıza Nur 04.05.1920 ile 13.12.1920 yılları arasında sadece 7 ay ve 7 gün Milli Eğitim Bakanlığı koltuğunda oturmuştur. 76. Milli Eğitim Bakanımız Prof. Dr. Nabi Avcı ise 25.01.2013 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı görevine getirilmiştir. Ne kadar süre Milli Eğitim Bakanlığı yapacağını ise tabii ki zaman gösterecektir. Milli Eğitim Bakanlığının sitesinden aldığımız bilgilere göre; en uzun süre Milli Eğitim Bakanlığı görevini Hasan Ali Yücel; 28.12.1938 ve 05.08.1946 yıllarında 7 yıl 7 ay ve 7gün olarak yerine getirmiştir. Hasan Ali Yücel’den sonra en uzun süre Milli Eğitim Bakanlı- ğı görevini yürüten ise; 17.03.2003 ile 03.05.2009 tarihlerinde 6 yıl 1 ay 16 gün görev yapan Doç. Dr. Hüseyin Çelik’tir. En kısa süre Milli Eğitim Bakanlığını ise; 09.04.1929 tarihinde aldığı Milli Eğitim Bakanlığı görevini 10.04.1929 tarihinde devreden Recep Peker yapmıştır. Yalnızca 1 günlük Milli Eğitim Bakanlığı süresi vardır. Recep Peker bu görevi vekâleten yapmıştır. En kısa süre asaleten Milli Eğitim Bakanlığı yapan kişi ise Prof. Turhan Feyzioğlu’dur. 06.01.1961 ile 07.02.1961 tarihleri arasında 1 ay 1 gün Milli Eğitim Bakanlığı görevini yerine getirmiştir. Milli Eğitim Bakanlığında bakanların ortalama görev yapma süreleri (Vekâleten yürütülen görevleri saymadığımızda.) yaklaşık olarak 17 aydır. O da 1yıl 5 ay gibi bir süreye tekabül etmektedir. Milli Eğitim Bakanlığı tarihinde 9 defa vekâleten yönetilmiştir. Vekâleten yönetilme süreleri toplamı tam olarak 12 ay, yani 1 yıldır. Vekâleten bakanlık görevini yürütenler tarih sırasına göre şunlardır: İsmet İnönü, Recep Peker, Dr. Refik Saydam (İki kez.), Nuri Özsan, Tevfik İleri, Prof. Fehmi Yavuz ve Ahmet Tahtakılıç (İki kez)’tır. Milli Eğitim Bakanlığı tarihinin tek kadın bakanı Nimet Çubukçu Hanımefendidir. Nimet Çubukçu 03.05.2009 ile 07.07.2011 tarihleri arasında 2 yıl 2 ay ve 4 gün Milli Eğitim Bakanlığı görevini yerine getirmiştir. 76 Milli Eğitim Bakanımızdan 4 tanesi değişik dönemlerde başbakanlık görevini de yerine getirmişlerdir. Başbakanlık da yapan Milli Eğitim Bakanlarımız şunlardır: İsmet İnönü, Refik Saydam, M.Şükrü Saraçoğlu ve Recep Peker. “Şu mektepler olmasaydı maarifi ne güzel idare ederdim.” sözü ile meşhur olan Milli Eğitim Bakanı (Maarif Nazırı) Emrullah Efendi’dir. Emrullah Efendi (d. 1859, Lüleburgaz – ö. 14 Ağustos 1914, İstanbul) Osmanlı eğitimcisidir. II. Meşrutiyet döneminde iki defa Maarif Nezareti (Milli Eğitim Bakanlığı) görevine getirilmiştir. Milli Eğitim Bakanları dediğimizde ilk olarak aklımıza en uzun süre milli eğitim bakanlığı yapmış olan Hasan Âli Yücel gelmektedir. Hasan Âli Yücel; 17 Aralık 1987’de İstanbul’da dünyaya gelmiş ve 26 Şubat 1961’de yine İstanbul’da hayata gözlerini kapamıştır. Köy Enstitüleri onun Milli Eğitim Bakanlığı döneminde kurulmuştur. Yine dünya klasiklerinin Türkçe’ye çevrilmesi Hasan Âli Yücel dönemindedir. İlk telifli resmi Türkçe Ansiklopedi, Devlet Konservatuarının kurulması, Türkiye’nin UNESCO’ya girişi, Üniversiteler Yasası’nın çıkarılışı da onun dönemindedir. Turgut Özal döneminin Milli Eğitim Bakanları’ndan Vehbi Dinçerler de adını hatırladığımız Milli Eğitim Bakanları’ndandır. 1940 Gaziantep doğumlu olan Vehbi Dinçerler 14/12/1983 ve 13/0971985 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı yapmıştır. Bakanlığı döneminde yaradılış görüşü Fen dersi programına alınmıştır. Milli Eğitim Bakanları’ndan adı anılması gereken bir diğer Milli Eğitim Bakanı’mız Hüseyin Çelik’tir.Değişim 1959 yılında Van ili Gürsüreci, pınar ilçesinde dünyaya gelmiştir. İstanbul iyi yönetildiği Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunudur. Daha önce de bahsettiğimiz gibi Hasan Âli takdirde örgütü Yücel’den sonra en uzun süre milli eğitim başarıya götüren, bakanlığı yapmıştır. İlköğretim ve ortaöğrekötü yönetildiği tim müfredatı yıllar sonra köklü olarak yeniden onun döneminde yazılmıştır. Halen aynı takdirde örgüt program ana çerçevesine dokunulmadan geiçin bir yıkım da rekli düzenlemeler yapılarak okutulmaktadır. Yine Çelik’in bakanlığı döneminde ilköğretim yaratabilecek ve ortaöğretime ayrı ayrı olmak üzere 100 Teoldukça zor ve mel Eser serisi önerilmiştir. sancılı bir süreçtir. Şu an görevde olan Milli Eğitim Bakanımız Prof. Dr. Nabi Avcı; görevi 25.01.2013 tarihinde eski Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’den devralmıştır. Ömer Dinçer Milli Eğitim’de köklü değişikliklere imza atmıştır. Bu değişikler zaman içerisinde Milli Eğitim tarihindeki yerini alacaktır. Eğitim sisteminin 4+4+4 kademeli olarak 12 yıl zorunlu hâle getirilmesi, Kur’an-ı Kerim, Peygamberimizin Hayatı, Spor Etkinlikleri, Yabancı Dil… gibi seçmeli derslerin programa konulması, serbest kıyafet uygulaması, sınavların kaldırılması Ömer Dinçer’in uygulamalarından ilk aklımıza gelenler. Şu an görevde bulunan Milli Eğitim Bakanımız Prof. Dr. Nabi Avcı 24. Dönemde Milli Eğitim Komisyon Başkanlığı görevini yürüttüğü için; Milli Eğitimdeki bu konulara yabancı değildir. Bu değişikliklerdeki aksayan yönleri uzlaşmacı tavrı ile kısa sürede çözüme kavuşturacağını sezdirmektedir. Bize ayrılan bu sayfalarda geçmişten günümüze Milli Eğitim Bakanlarımızı sizlerle kısaca paylaşmaya çalıştık. Fakat görünen o ki; Milli Eğitim Bakanlarımız ve Milli Eğitim; başta öğretmenler odası olmak üzere kamuoyunda daha çok konuşulacağa benzer. (15.02.2013) 45 HEDEFİ ON İKİDEN VURAN BİR EĞİTİM SİSTEMİ GEREKLİ Şadettin GÖKSU DKAB Öğretmeni / İstanbul Günümüzün modern olarak adlandırılan toplumlarında yaşayan fertler olarak çözmemiz gereken en önemli problem, çocukların geleceğini şekillendirecek eğitimi onlara vermektir. Nasıl bir yöntem uygulanmalıdır ki, çocuklarımız için daha az endişe duyalım? Çocuklara ne vermeliyiz ki onlar doğruları öğrensin, uygulasın ve güvende olsunlar? 46 Hz. Ali (ra)’ye ithaf edilmiş olan meşhur bir söz vardır: “Çocuklarınızı kendi yaşayacakları zamana uygun olarak eğitiniz!”. Günümüzün modern olarak adlandırılan toplumlarında yaşayan fertler olarak çözmemiz gereken en önemli problem, çocukların geleceğini şekillendirecek eğitimi onlara vermektir. Nasıl bir yöntem uygulanmalıdır ki, çocuklarımız için daha az endişe duyalım? Çocuklara ne vermeliyiz ki onlar doğruları öğrensin, uygulasın ve güvende olsunlar? Nasıl bir eğitim sistemi olmalı ki toplumsal bunalımlar, kişisel sorunlar en aza indirilebilsin? İnsanlar daha mutlu ve huzurlu, daha hoşgörülü, geleceğe güvenle bakabilen kimseler olabilsin? Tarihimize baktığımızda yukarıdaki sorulara ya da bunlara benzer diğerlerine bir çok cevap verilmiş, konu ile ilgili olarak eğitim felsefeleri oluşmuş, bazen birbirinden çok farklı mecralara uzanan sistemler geliştirilmiş ve farklı bakış açılarıyla konu ele alınmıştır. Bizim buradaki hedefimiz bu sistemleri ele almak ve incele- mek olmayıp amacımız içerisinde bulunduğumuz güzel ülkenin hepsi birbirinden değerli çocuklarının nasıl ve ne şekilde eğitildiği ile ilgili birkaç söz söylemektir. Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, hemen hemen her toplumda toplumun okumuş kesimi ya da önderleri, insanların kötü gidişatını dile getirip durumun düzelmesi için çeşitli önerilerde bulunmuşlardır. Hatta bazılarının, bundan bin yıl kadar önce, toplum bu şekilde devam ederse kıyametin kopmasının çok yakın olduğunu söylediğini okumuşsunuzdur. Günümüzde ise durum, şikayetten daha da ötede, bir isyan konumundadır maalesef! “Kimsede saygı, sevgi, merhamet, adalet, yardımseverlik, cömertlik, misafirperverlik, güleryüz, tatlı dil ve güzel bir söz kalmadı!” diyen kimselerle iç içe yaşıyoruz, hatta eğitimciler olarak bizzat kendisiyiz bunları dile getirenlerin… Gerçekten de çevremize baktığımızda olumlu diye nite- lendirdiklerimizin yüzdelik oranının, olumsuzlara nispetle aşağılarda kaldığını görmemiz hiç de zor değildir. O halde yeni nesillerin inanç, ahlak, örf ve adetler vb. bakımlardan toplumca değer verilenlere sahip olma yeterliliklerini sağlama itibariyle doğru, kaliteli, iş görür bir eğitim verdiğimizi iddia etmemiz zordur. Eğitim yönetimiyle en üst düzeyde meşgul olanlar hep iyiye ve kaliteliye dönük olarak çalışmalar yapmaya çalıştıklarını söylemekte, fakat ortaya çıkan ürün her yıl verim olarak düşmektedir. Yapılan çalışmalara baktığımızda en belirgin yanlışlığın şu olduğunu söyleyebiliriz: Eğitim için binalar, kitaplar, çeşitli materyaller, bilişim ve teknolojik donanım, ulaşım araçları, öğretmenler, kısacası ne gerekli ise ortaya konmaya çalışılıyor. Hatta son yıllarda ülke hazinesinin en büyük payının eğitim için harcandığı söylenmektedir. renciyi merkeze koyarak çırpınmasını izlemek yerine, öncelikle ne verilecekse bunun farkında olmalarını sağlayarak eğitim rehberleri olan öğretmenlerin önderliğinde, yaşayarak, yaparak, dramatize ederek, ettirerek bir öğrenme sürecini gerçekleştirmek zorundayız. Örneğin fastfood tarzı beslenmenin yanlışlığını kavratmak istediğimiz öğrenciye sadece okul saatleri içerisinde bu durumu benimsetmeye çalışmak imkansızdır. Bunun yolu toplumun beslenme tarzının toplu olarak ıslah edilmesi, öğrencilerin ise anti-fastfood birer birey olarak yetiştirilmesidir. İkna en büyük yardımcımızdır. İkna olmayan çocuğun ya da gencin eğitilmesi mümkün değildir. Çocuklar ve gençler eğitimin hedefidir. Eğitimi yönetmekle yükümlü kimseler bu işi en iyi bilen kişiler olarak eğitimcilerle planlamalı, hedefe onlarla ulaşmalıdır. Aksi takdirde hedef ıskalanmış olacaktır. Birkaç yüz yıldır yapıldığı gibi… Değişim süreci, “Kimsede iyi yönetildiği saygı, sevgi, takdirde örgütü başarıya götüren, merhamet, kötü yönetildiği takdirde adalet,örgüt için bir yıkım da yardımseverlik, yaratabilecek oldukça zor ve cömertlik, sancılı bir süreçtir. misafirperverlik, güleryüz, tatlı dil ve güzel bir söz O halde artık sonucun alınması gerekmez mi? kalmadı!” diyen Elbette bunu beklemekteyiz. Fakat bu sonuç için yapılanların yeterli olmayacağını görmemiz gerekir. Çünkü yapılanlarda bir eksiklik söz konusudur. O da öğrencinin öğrenme azmi, motivasyonu, hazır bulunuşluğu kısacası ne dersek diyelim “verileni alma” kapasitesidir. Öğrenci, ne kazanması, ne alması gerektiğini bilseydi durum kolay olabilirdi. Fakat hedefteki kitle, eksikliğinin farkında olmayan bir kitledir. Yani sadece kendiliğinden açılabilen kapalı bir kutu… Bu kutuyu açmak için öğrenciyi ikna etmeliyiz. İkna etmenin yolu ise çocuğun ruh hallerine hitap etmek, çocukla çocuk olmak, gençle genç olmaktır. Hayatın olumlu veya olumsuz yönlerini onlarla yaşamak, sistemi ezbercilikten kurtarmak, hiçbir şeyin farkında olmayan öğ- kimselerle iç içe yaşıyoruz, hatta eğitimciler olarak bizzat kendisiyiz bunları dile getirenlerin… 47 47 bu değerlerin daha iyi anlaşılmasını kolaylaştıracaktır. Eğitimciler Değerler Ve İlkeler: DeğişimYolumuzu Aydınlatan İstiyor Kandiller Mahmut Balcı DKAB Öğretmeni / İstanbul Değer, bireyin sosyalleşme sürecinde çevresiyle etkileşimi sonucunda içselleştirdiği, eylemlerini yönlendirdiği kalıcı bir yargı ve standart olarak tanımlanabilir. Toplumsal anlamda ise değerler, toplum tarafından en iyi, en doğru ve en faydalı olduğu kabul edilen genelleştirilmiş davranış prensipleridir. 48 Önce değer kavramına dair kısa bir bilgi verelim. Değer, bireyin sosyalleşme sürecinde çevresiyle etkileşimi sonucunda içselleştirdiği, eylemlerini yönlendirdiği kalıcı bir yargı ve standart olarak tanımlanabilir. Toplumsal anlamda ise değerler, toplum tarafından en iyi, en doğru ve en faydalı olduğu kabul edilen genelleştirilmiş davranış prensipleridir. Bir toplumda değerlerin ortaya çıktığı temel mekanizmalar, kişinin üstlendiği sosyal rollerdir. Bu roller toplumun sosyal yapısını oluşturan sosyal süreçlerle yakından ilgilidir. Diğer yandan bir toplumdaki iyi-kötünün belirlenmesi, ideal düşünme ve davranma yolları değerler tarafından oluşturulur. Böylece, bir toplumda toplumsal kontrolü sağlayan sosyal kontrol ve ödüllendirme araçlarının tümü değer kaynaklıdır (Prof. Dr. Yunus ÇENGEL (http://www.insanidegerler.org/sdetay. asp?id=1549&did=741 ). Değerlerin öneminin daha iyi anlaşılması için tarihi bir şahsiyet olan Mahatma Gandhi’nin veciz görüşünü paylaşalım. Söylediklerinize dikkat edin; düşünceleriniz olur. Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınız olur. Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınız olur. Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınız olur. Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerleriniz olur. Değerlerinize dikkat edin; karakteriniz olur. Karakterinize dikkat edin; kaderiniz olur. Değerleri; çocuktan aileye, aileden topluma, hayatımıza yön veren ilkeler, kadim hasletlerimiz, yol ışıklarımız, kandillerimiz olarak ifade etmek mümkündür. Eşya zıddıyla kaimdir ilkesinden hareketle kavramların zıt anlamlarını da bilmek gerekir. Hatta bazen kavramların zıt anlamlarını bilmek ve önemini kavramak için buna ihtiyaç vardır. Örneğin bir insana iyiliğin değerini anlatmak için belki ciddi bir vakit harcamak gerekebilir. Ancak iyiliğin zıddı olan kötülüğün zararlarını yaşanan somut bir örnekten hareketle anlatmak işimizi kolaylaştıracaktır. Şeref ve itibar sahibi olmanın önemini daha iyi anlatmak için şeref ve itibarını kaybeden insanların yaşadıklarından örnekler vermek Yayınlanmak üzere olan ‘Değerleri Yaşamak Ve Yaşatmak’ isimli kitap çalışmamda yer alacak bu paylaşımın eğitimciler için yararlı olmasını diliyorum. Olumlu-Olumsuz Kavramlardan Bazıları: Değer Vermek –Nefret etmek Arkadaşlık -Kıskançlık Şefkatli olmak –Bencil olmak Merhamet -Küçük Görmek Barış -Saldırganlık Nezaketli olmak-Alay etmek Konuşanı dinlemek -Kötü sözler söylemek İzin alarak konuşmak -Konuşanın sözünü kesmek Görev bilinci- Tembellik Öz disiplin sahibi olmak-Önemsememek Çevreye duyarlı olmak –Duyarsız olmak Güven -İhmal Umursamak- Özensizlik Doğruluk -Haksızlık Tarafsızlık -Taraf tutmak Eşitlik -Ayrımcılık Hakkı gözetmek –İntikam almak Takdir etmek -Ön yargılı olmak Kararlılık -Acelecilik Hoşgörü Olmak-Şikâyetçi olmak Tahammül etmek –İnat etmek Sırasını beklemek –Telaşlı olmak Özgüven -Çekingenlik Cesaret -Karamsarlık Girişkenlik -Kibir Öz bilinç -Yetersizlik Kararlılık -Dayanıksızlık Hatayı kabul – Kibirli olmak Özür dilemek- Kendini beğenmişlik Teşekkür etmek –Bencilik yapmak Nezaket –Ukalalık etmek Uyumluluk -Küçük görmek Dayanışma -Bencillik Fedakarlık -Çıkarcılık Cömertlik -Cimrilik Merhamet -Nankörlük İyilik -Fırsatçılık Azim -Tembellik Görev Bilinci –Boş vermişlik Kararlılık -Dağınıklık Üretkenlik -Pasiflik Sorumluluk -Gayret etmemek Görgü kurallarına uymak -Kuralsızlık Sırasını beklemek –Torpil yaptırmak Hayatımıza Yön Vermesi Gereken Değerlerimizden Bazıları: Hem din hem de diğer eğitimcilerin aşağıdaki listeyi oluşturmak için önce öğrencilerle ortak bir çalışma yapmaları gerekir. Hayatımıza Yön Vermesi Gereken Değerlerimizi Oluşturalım başlığı altında yapılacak çalışma daha öğretici olacaktır. Daha sonra ise belirlenen değerler ve kavramlar birer cümlede kullanılabilir. Öğrencilerden her değer ve ilke hakkında yapacakları bir araştırma ödevini sınıfta sunmaları istenebilir. İşte Kadim Değerlerden Ve İlkelerden Bazıları: Adabı muaşeret sahibi olmak Adalet sahibi olmak Affedici olmak Ahitleşmek Alay Etmemek Ahsen-i takvim üzere yaratıldığımızı bilmek Ailemize sahip çıkmak Akıl nimetinin kıymetini bilmek Akrabalık ilişkilerine sahip çıkmak Değişim süreci, Bir toplumda iyi yönetildiği değerlerin takdirde örgütü ortaya başarıya götüren, çıktığı temel kötü yönetildiği mekanizmalar, takdirde örgüt kişinin için bir yıkım da üstlendiği yaratabileceksosyal oldukça zorBu ve rollerdir. sancılı toplumun bir süreçtir. roller sosyal yapısını oluşturan sosyal süreçlerle yakından ilgilidir. Diğer yandan bir toplumdaki iyi-kötünün belirlenmesi, ideal düşünme ve davranma yolları değerler tarafından oluşturulur (Prof. Dr. Yunus ÇENGEL). 49 49 Alçakgönüllü olmak Arkadaşlığa önem vermek Azimli olmak Beklenmedik durumları sabırla karş lamak Barışçıl olmak Bildiklerinden büyüklük taslamamak Bilgiye önem vermek Birlikte ve barış içinde yaşamak Cami ve Cemaate önem vermek Cömert olmak Çaba ve gayret sahibi olmak Çalışkan olmak Çevre bilincine sahip olmak Dayanıklılık Dayanışmaya önem göstermek Dedikodudan kaçınmak Devletin milletin hizmetçisi olmasını sağlamak Diğergâmlık Dil farklılığına saygı göstermek Din kardeşliği Dini bütün olmak Doğayı sevmek ve korumak Doğruluk-Dürüstlük Dostluğa önem verir Duyarlı olmak Duyguları kontrol etmek Düşünmek Düzenli olmak Eleştirilere tahammül etmek Emeğe saygılı olmak Empati sahibi olmak Erdemli işlerle iç içe olmak Estetik düşünmek Eşitlik Eşrefi mahlukat olduğumuzu bilmek Etik değerlere sahip çıkmak Evlilik Fedakarlık Fikir özgürlüğü Gaflete düşmekten korkmak Gelenek ve görenekleri korumak Gençlik Görev bilincine sahip olmak Grup çalışması yapmak Güvenilir olmak Haddini bilmek Hakkı gözetmek Haksızlıklara karşı sessiz kalmamak Haram ve haksız kazançtan uzak dumak Hatadan dönmek Hayalı olmak Hediyeleşmek Hizmet adamı olmak Hoşgörü olmak Eğitimciler Değişim İstiyor Evrenin nimetlerini israf etmemek Fakirliği sabırla karşılamak Farklılığa saygı göstermek 50 Hüsnüzan sahibi olmak Ilımlı olmak İbadethanelere saygı göstermek İbadetlere devam etmek İdeal sahibi olmak İffet -iffetli olmak İftiradan uzak durmak İhtiyaç sahiplerine yardım etmek İkram İlgili olma İman İnsaflı olmak İstişareye önem vermek İşbirliği İtibar- itibarlı olmak İtimat edilen kişi olmak İyiliğe karşılık iyilikle karşılık vermeli İyiliği başa kalkmaz Kanaatkârlık Kardeşlik hukukuna önem vermek Kararlılık Kariyer mücadelesinde ölçülü olmak Kendini tanımak Kibirli olmamak gerekir Komşuluk Kalp temizliği Metanetli olmak Misafirperverlik Kurallara uymak Kutsal mekanlara saygılı olmak Kitaba ve kütüphanelere değer vermek Liyakate önem vermek Manevi temizlik Merhametli olmak Milliyetçiliği ırkçılığa dönüştürmemek Nefsini temizlemek Nezaketli olmak Nimete sahip çıkmak Ortak durgulara önem vermek Öfkesine sahip çıkmak Önyargısız bakmak Ötekine saygı duymak Özeleştiri yapabilmek Özür dilemeyi bir erdem bilmek Para kazanmayı bir araç görmek Paylaşmak gerekir Rahatsız etmemek Sabırlı olmak Sağlığımızın kıymetini bilmek Saygılı olmak Samimiyet Selam vermek Sevgi insanı olmak Sözünün eri olmak Söze ve konuşana değer vermek Sorumluluk sahibi olmak Şeffaf olmak Şehitlik Şefkatli olmak Şehrin huzur ve güvenliğine katkıda bulunmak Şeref-şerefli olmak Şiir ve şaire önem vermek Şikâyet yerine şükretmek Taciz ve imadan uzak durmak Tahammül sahibi olmak Online Eğitim’in Hayatımıza Etkileri Dilek KALMAZ Fransızca Öğretmeni / İstanbul Bu eğitim yöntemiyle yoğrulmuş yeni iş gücü ve çalışma yetisi elde eden bireyler uzaktan eğitim sistemi programlarına alışkanlığıyla bu sistemlere daha çabuk uyum sağlamaktadırlar. Günümüz insanı çağın gerektirdiği hız ve çalışma ritmi içerisinde adeta zaman yoksunu olarak yaşamaktadır. Eğitim ordusunun askerleri biz öğretmenler, geleceğe yetiştireceğimiz insan kaynağının tüm edinimleri ve değerleri ile örnek bilgi birikimi sağlamaya çalışan nesillerin hayat mücadelesi ve yaşanan yaşam zorlukları çerçevesinde daha donanımlı nasıl bir gelecek kuşak yetiştirebilir endişesi yaşamaktayız. Bu sebeple insanı insan yapan değerleri zaman olgusu içerisinde kaybetmeden yoğurmak güzelleştirmek biçimlendirirken teknolojinin sunduğu pozitif imkânlardan yararlanarak hayatımızı anlamlandırmak en güzeli olacaktır. Günümüzde bilgiye ulaşma, değerlendirme, organize etme, bilgiyi kullanma ve diğerleriyle paylaşma bu hızlı iletişim çağında büyük önem kazanmıştır. Bireyin ailesine, sosyal yaşamına, hobilerine zaman ayırma isteği; iş ve sorumlulukların baskısı gibi modern yaşamın getirdiği problemler, onu alışılagelen öğrenme yöntemleri dışında farklı çözümler aramaya yönlendirmektedir. Uzaktan eğitim kavramı gittikçe insan yaşamında yerleşmektedir ve bu da eğitim kurumlarını alternatif öğretim yolları bulunması konusunda araştırmaya yöneltmiştir. Hızla gelişen metropollerde uzak mekânların ulaşım sorununa çözüm olması, nüfusun yoğunluğunun eğitimde fırsat eşitliği sağlaması engelini oluşturması, özürlülere ve çeşitli sebeplerle eğitim yapamamış veya yarıda bırakmış olanlara şans tanıması, yaşam seyrini bozmadan ekonomik zaman kullanımı yaratması, öğrencilerin tek başına eğitimi gerçekleştirmesine yardımcı olması uzaktan eğitimi tercih edilebilir hale getirmiştir. Her şeyin ders sırasında öğrenilmesinin aksine, zamandan ve mekândan bağımsız olarak öğrenme daha etkin sonuçlar doğurur. Değişim süreci, Eğitimin ucuza mal olması, yol masraflarından iyi yönetildiği ve diğer harcamalardan ekonomi yapılması eğitim alan bireye daha çok kaynak elde etme takdirde örgütü imkânı sağlamaktadır. başarıya götüren, Uzaktan eğitim alan kişi kendi öğrenme hızında yönetildiği ve kendi kavrayışınakötü göre dersi istediği sayıda tekrar edebilme imkânına sahip olmaktadır. takdirde örgüt Bireysel öğrenme hızına göre planlanabilen bir eğitim, etkinliğini için arttırmaktadır. bir yıkım daGörsel işitsel bilişim zenginlikleri öğrenmeyi yaratabilecek zenginleştirmekte düşünme gücünü mukayese ve araştırmayı derinleştirmektedir. oldukça zor ve Teknoloji kullanımının eğitime en olumsancılı bir süreçtir. lu etkilerinden Avrupa laboratuvarlarında yapılan araştırmalarda kanıtlandığı üzere yeni uygulamaların geliştirilmesi ve bunun devamı olarak kişinin yeni öğrendiği bilgileri algılayış hızı, öğrencinin beyin gelişimine yansımadaki potansiyeli, öğrenmeyi daha etkin ve hızlı kılmaktadır. Bilginin küresel yapıya dönüşmesinin temeli iletişim teknolojilerinde meydana gelen hızlı gelişmelerdir. Günümüzde birçok işletme çoğu zaman işe aldıkları yeni mezunları yeniden eğitme gereği duymaktadır. Uzaktan eğitim işletmelerin bu ihtiyacını da ortadan kaldırmaktadır. Yeni model şirketlerde yeni yapılan organizasyon şemalarında bu eğitim modelinin uzantısı olan uzaktan-evden çalışma yöntemleri yaygınlaşmaktadır. Bu eğitim yöntemiyle yoğrulmuş yeni iş gücü ve çalışma yetisi elde eden bireyler uzaktan eğitim sistemi programlarına alışkanlığıyla bu sistemlere daha çabuk uyum sağlamaktadırlar. Hem iş gücü hem kaynak tasarrufuyla evde ailesiyle daha fazla beraber olabilen huzurlu anne babaların olduğu, ulus değerlerimizin paylaşımına olanak sağlayacak verimli insanların ülkemiz kalkınmasına yapacağı katkıları göz ardı etmemek gerekir ki bu da Türk Eğitim Sistemi’ne yapılabilecek en iyi edinimdir. 51 51 lup saklanacakmış gibi erteliyoruz duygularımızı ve böylece yaşamı kaçırıyoruz. Seçeneklerin Seçeneklerin Pençesindeki Pençesindeki Hayatlar Hayatlar Hacer YALÇINTAŞ Psikolojik Danışman ve Rehber Öğretmen / Balıkesir Annebabasının mükemmeli arzu ettiği çocuk birden tek bir hedefin esiri oldu, gerisinin ne önemi vardı ki!.. 52 Geleceğimizi belirleyecek olan sınavlar bizim her şeyimiz oldu. Onları başarmadan bir yerlere gelmenin mümkün olmadığını çok küçük yaşlarda öğrenir olduk ve böylece gelecek adına bugünden vazgeçmeyi de öğrendik. Henüz daha oyun çağında olan çocuklar seçenekler arasında sıkışıp kaldı. Doğru seçeneği bulmak bu kadar mı önemli? Önemli olmasaydı bu kadar çabalanır mıydı? Önemli olmasaydı aileler çocuklarının ders başarısına her şeyden daha fazla değer verir hale gelir miydi? Doğru seçenek bizim geleceğimize eşdeğer oldu, hayallerimize eşdeğer oldu. Evet, bilmek, doğru seçeneği bulmak, hep kazanmak zorundaydık. Aslında bu seçim falan değil, bir zorunluluktu. İlkokula başlayan bir çocuk arkadaşlarıyla oyununa doyamadan daha, sınav maratonunun içerisinde buldu kendisini. Tabi bir meslek sahibi olabilmesi için iyi bir lise şarttı. Anne-babasının mükemmeli arzu ettiği çocuk birden tek bir hedefin esiri oldu, gerisinin ne önemi vardı ki! Oysa paylaşılmayı bekleyen arkadaşlıklar, kurulması beklenen hayaller vardı. “Ben bir liseyi garantileyeyim de sonra devam ederim yaşamıma.” deyip yaşamın ne anlama geldiğini anlayamadan daha, daha büyük bir hedef koyuldu önümüze bu defa ”Üniversite”… Şimdi daha büyük bir maratonun başlangıcındaydı genç. Dershaneydi, okuldu, denemeydi derken en önemli görülen bir aşama daha kat edilmişti böylece. Nerden bilebilirdi ki üniversiteyi bitirince geleceğini garantilemiş olmayacağını? Seçmiş olduğu alanı, mesleğini daha yakından tanımaya, sevmeye başlayan genç bu defa meslektaşlarıyla yarışmak zorundaydı; o hep arzu ettiği geleceğine bir an önce kavuşmak için. Ve bu son yarış(!) da bir kez daha seçeneklere maruz bırakacaktı onu. Başlanan noktaya geri dönüş müydü bu? Senelerdir böyle köreltilmemiş miydi yaratıcılığınız, böylece heba edilmemiş miydi umutlarınız? İşte böyle geçiyor hayatımız! Böyle yitiriyoruz duygularımızı, duygusallığımızı. Hedefine kilitlenmiş bir aslan misali göremiyoruz etrafımızdaki birçok güzelliği, yaşanılası anları. Sanki geri getirilecekmiş gibi, sanki donduru- Dediğim gibi bunu, böyle yaşamayı biz seçmedik; biz kendimizi hep zorunlu hissettiğimiz için böyle geçirdik senelerimizi. Bu zorunluluk nedeniyle biz her şeyi yüzeysel yaşamaya başladık. Belki de duygularımızı erteleye erteleye nasıl yaşayacağımızı da unuttuk. Hislerimizi kaybettik, yüreğe temas etmeden… Birinin bu gidişe “DUR” deme vakti gelmedi mi daha?! Çocuklarımızı oyunun bağrından koparıp sınavların kucağına atıyoruz. Sonra da onlardan değerlerini kaybetmemelerini istiyoruz. Onlara paylaşmayı, şefkati, sevgiyi, hoşgörüyü seçeneklerle mi öğreteceğiz? Önceden okul yaşamın bir parçasıydı, şimdiyse yaşamımız eşittir okul oldu. Çocuklarımıza hayatta öğrenmeleri için fırsat vermediklerimizi; sınırı, çerçevesi belirlenmiş olan okullarda öğretmeye çalışıyoruz. Bu mu “hayat boyu öğrenme”? Bilmem fark ettiniz mi çocuklarımızın duygularını tekdüze bir yaşam içinde sınırlı kelimelerle ifade ettiklerini? Çocuklarımıza böyle bir dünyayı miras bırakamayız. Anneler, babalar, öğretmenler görün artık yaşamda başarılı olmanın sadece okul derslerinden, sınavlardan başarılı olmak anlamına gelmediğini. Çocuklara yöneltilen “Yaşamda başarılı olmak ne demek?” sorusuna birçok öğrenciden aldığım tekdüze cevaplar… “Derslerde başarılı olmak”, “Karnede iyi notlarının olması”, “Matematikten 100 almak”, ”Sınavlarda yüksek not almak”… Görüyor musunuz çocuklarımızın gözünde artık yaşam=sınav? Böyle bir düşünceyle yetişmiş, hayat yolunun sonuna gelmiş bir kişi hayatında geriye dönüp “Önemli olan katılmaktı.” diyebilecek mi? Tabii ki hayır. Her zaman önemli kabul ettiğimiz ‘Hep kazanmak’ tı çünkü. Onlara paylaşmayı, şefkati, sevgiyi, hoşgörüyü seçeneklerle mi öğreteceğiz? Önceden okul yaşamın bir parçasıydı, şimdiyse yaşamımız eşittir okul oldu. 53 Saadet Öğretmenimin Tekerlemeleri Emine ADIGÜZEL Çukurova Üniversitesi DKAB Öğrencisi / Adana Bu duygu, çocuk masumluğumu kaybedişimin, yer yer iple boynumuza astığımız kokulu silgilerin, tebeşir kokulu sınıfların, kareli masa örtülerinin, öğretmenimden yıldız almanın, ayaklarımı yerden kestiği o günlerin özlemiydi. 54 Mersin Mimar Sinan İlköğretim Okuluna, ününü duyduğumuz Saadet Öğretmeni tanımak, öğrencileriyle ilişkisine tanık olmak, uygulamalarını yakından görmek için Çukurova Üniversitesi Eğitim Bilimleri Öğretim Görevlisi Şemseddin Koçak Hocamız ve bir grup arkadaşımızla Mersin’e gittik. Okul, Mersin’in ücra bir köşesinde… Okula girdiğimizde bizi Okul Müdürü Kutlay Su Bey karşılıyor ve bizi öğretmenler odasında ağırlıyor. 103 öğretmeni ve yaklaşık 1700 kadar öğrencisi olduğundan bahsediyor. Bölge ve okul sakinleri genelde Güneydoğu Anadolu Bölgesinden gelmiş. Çoğu zaman eylemlerle, biber gazıyla karşı karşıya kalan bu bölge ve okulda verilecek eğitimin işlenmiş bir mücevher kadar değerli olacağını düşünüyorum. Sıcak sohbetimiz devam ederken bir yandan çayımı yudumluyor, bir yandan Müdür Bey’i dinliyorum. Diğer yandan da öğretmenleri süzüyorum. Dikkatimi en çok çoğunluğun genç olması çekiyor. Bir an için kendimi öğretmen olarak hayal ediyorsam da bu durum fazla sürmüyor. Oysa uzun zaman önce bırakmıştım hayal kurmayı. Tekrar hayal kuracağım anları düşünürken, kapıda beliriveriyor Saadet Öğretmen. Sanki ilk defa değil de yıllardır görüşüyormuşçasına sıcacık selamlıyor bizi. Saadet Öğretmenin mesleğinde titiz ve zamanının kıymetli olduğu- nu, ‘Hadi arkadaşlar sınıfa çıkalım, öğrencilerim sizleri merakla bekliyor.’ deyişinden anlıyorum. Ve sanki yüreğinin kıpırtılarının yüzüne yansıdığını hissediyorum. Sınıfa doğru ilerlerken, koridorun o dar merdivenlerinde adını koyamadığım bir şeyler hissediyorum. Ve sınıfa girdiğimde adını koyabiliyorum artık: “Özlem”. Evet, bu sadece bir “özlem”di. Bu duygu, çocuk masumluğumu kaybedişimin, yer yer iple boynumuza astığımız kokulu silgilerin, tebeşir kokulu sınıfların, kareli masa örtülerinin, öğretmenimden yıldız almanın, ayaklarımı yerden kestiği o günlerin özlemiydi. Daha önce bu kadar büyüdüğümü, o günlerin ne kadar eskide kaldığını, hiç bu kadar canlı hissetmemiştim. Hayatta bu kadar mı kaybolmuştum? Yıllar mı hızlanmıştı, ben miydim hızlı olan? Yoksa ben miydim renk değiştiren, hayatında o masumiyeti kaybeden? Bir kız çocuğu takılıyor gözlerime. Gözleri yosun yeşili. Kirpikleri o kadar gür ki kaşlarını tarıyor. ‘Hoş geldin abla’ diyor, ‘Sağ ol tatlım, hoş buldum’ diyorum ama duygularımı açığa vuramıyorum. İçimden yanaklarını sıkmak geliyor. Yapamıyorum. Neden yapamadığımı da bilmiyorum. Sadece omzuna dokunmakla yetiniyorum. Bu küçücük davranışım bile, onu mahcup bir mutluluğa büründürmeye yetiyor. Bu uygulamalı eğitimde, Saadet Öğretmen’in birçok faaliyetine tanık oluyorum. Bunlardan dikkatimi en çok çeken, “tekerleme” etkinliğinden söz etmek istiyorum. Tekerleme deyip geçmeyin, sakın. İlk bakışta anlamsız gibi görünen bu tekerlemelerin, Saadet Öğretmen ve öğrencileri için değeri büyük. Saadet Öğretmen, yirmi kadar uzun ve karışık sözcüklerden oluşan bu tekerlemeleri önce öğrencilerine ezberletip, daha sonra şarkı haline getirerek, el, kol ve mimik hareketleriyle anlam kazandırmış. Bunları bize göstermek için, hemen bir öğrenci kaldırıyor tahtaya. Öğrenci, bütün tekerlemeleri bir çırpıda, dili hiç dolaşmadan, hiç yanılmadan hatta arada nefes bile almadan söyleyiveriyor. Bu tekerlemelerin, ‘iğne battı, canımı yaktı’, ‘bisiklete bindik, karıncayı ezdik’ gibi basit tekerlemeler olduğunu düşünmeyin sakın. “Bir berber bir berbere, bre berber, beri gel, diye, bar bar, bağırmış.” “Çatalca’da topal çoban, çatal yapıp çatal satar, nesi için Çatalca’da topal çoban, çatal yapıp çatal satar, kârı için Çatalca’da topal çoban, çatal yapıp çatal satar.” tarzında bugün diksiyon eğitiminde yaygın olarak kullanılan, biz büyüklerin dahi hızlıca, tekrarsız ve yanlışsız söylemekte zorlandığı tekerlemeler bunlar. Sonra üç öğrenci daha kaldırıyor tahtaya, biri başlıyor tekerlemeleri söylemeye. O durunca diğeri devam ediyor ve sonra diğeri... Yine hiç durmadan, şaşırmadan, tekrarlamadan söylüyorlar tekerlemeleri. Ayrıca, şarkı biçimine getirilerek söylenen tekerlemeleri bir öğrenci arabesk, diğer bir öğrenci pop tarzında söylüyor. Böylece, müziksel-ritmik zekânın öğretimde uygulanması gerçekleştirilmiş oluyor. Saadet Öğretmen, tekerlemelerin aynı zamanda geçerli anlamlarının olduğunu da öğretiyor. O bunları öğretirken, öğrencileri, tekerlemenin anlamına göre el, kol ve mimik hareketleri yapıyor. Yapılan bu etkinlik öğrencinin konuşma ve bevinsel gelişimine etki etmenin yanında, ona günlük yaşamda uygulanabilir pratik bir dil kazandırıyor. Öğrencinin sözcük dağarcığı gelişiyor ve sık sık yapılan tekrarla dilsel bellek gücü artıyor. Öğrenciler tekerlemeleri, diğer etkinliklerinin yanında, ağızlarında kalem tutarak da çok hızlı ve anlaşılabilir şekilde söyleyebiliyorlar. Böylece öğrencilerin dil sınırları genişletilmiş ve alıştırmalar yaptırılarak güçlendirilmiş oluyor. Evet, başta demiştim tekerleme deyip geçmeyin diye. Saadet Öğretmen de deyip geçmeyin. Tekerleme etkinliği, Saadet Öğretmenin uygulamalarından sadece bir tanesi. O daha birçok uygulamasıyla, zihinsel ve duygusal yönden öğrencilerini fethetme yolunda ışık saçmaya devam ediyor. Öğrencileri de tıpkı kelebeklerin ışığa koştuğu gibi ona koşuyor. Saadet Öğretmen öğrencilerine hem saygılı hem de sıcak ve içten davranıyor. Onun öğrencilerine böyle dokunması, saçlarını okşaması, yanaklarını sıkması dikkatimi çekiyor. Yine dalıyorum ilkokul günlerime. Bana göre o zamanlar öğretmen bir tabu gibi dokunulamaz, erişilemez, ulaşılamaz bir varlık idi. Oysa şimdiki ben olsaydım, gider sıkıca sarılırdım öğretmenime. Şimdi anlıyorum, o yosun gözlü kız çocuğunun yanaklarını neden sıkamadığımı, neden sadece omzuna dokunmakla yetindiğimi. Çünkü ben henüz bir öğretmen değildim. Onun için uzak durdum, dokunamadım yanaklarına. Çıkışta gözlerim arıyordu yosun gözlü, gür kirpikli kızı. Oysa o çoktan kalabalığa karışmıştı… Böylece öğrencilerin dil sınırları genişletilmiş ve alıştırmalar yaptırılarak güçlendirilmiş oluyor. Yapılan bu etkinlik öğrencinin konuşma ve bevinsel gelişimine etki etmenin yanında, ona günlük yaşamda uygulanabilir pratik bir dil kazandırıyor. Öğrencinin sözcük dağarcığı gelişiyor ve sık sık yapılan tekrarla dilsel bellek gücü artıyor. 55 Temel Becerileri Kazandırmak için; Eğitimciler Filmleri DeğişimNasıl Kullanmalıyız? İstiyor Çev.: Didem Özkarakaya Bayındır Okul Öncesi Öğretmeni / İstanbul Pek çok insan filmleri basit görür. Öğrencilerden filmleri analiz etmelerini isterken, onlara film yapımcısının ne yapmayı denediğini ve bunda başarılı olup olmadığını açıklamalarını isteriz. Ben öğrencilerden filmdeki dil unsurlarını belirlemelerini isteyerek başlıyorum. 56 Ben öğrenciyken sınıfta film izlemenin anlamı ya belgesel, ya edebiyat uyarlamaları ya da bilgilendirici film kareleri izlemekti. Bunların da tamamen faydasız olduğunu söyleyemem. Beşinci sınıftayken, özellikle cinsiyet eğitimi derslerinde izlediğimiz o berbat filmlerdeki şarkıları hala hatırlarım. Filmin adı “Annem Bebek Bekliyor”du, fakat gördüklerimizden biraz daha fazlasını anlayabilmemiz için bence o filme “İşte Tam Orada Ekranda” alt başlığı da eklenmeliydi. Travmatik hatıralar bir yana, öğrencilik yıllarımızda sınıfta film izlerken oldukça pasif bir konumda olurduk. Bir ya da iki çalışma sayfası doldurmuşumdur, hepsi bu. Şimdi bir lise öğretmeni olarak filmleri öğrencilerimin çeşitli metinlerle etkileşime geçmeleri için kullanıyorum. Film ve Temel Beceriler Temel Beceriler öğrencilerin her çeşit metni aktif olarak analiz etmesini bekliyor. Neden filmler de bu metinlerden biri olmasın? Bir şeyi analiz etmenin ilk adımı onun nasıl çalıştığını anlayabilmek için parçalarına ayırmaktır. Fakat aynı zamanda öğrenciler de bu işleyişi değerlendirebilmeli veya izleyicilerin neden onları önemse- mesi gerektiğini yorumlayabilmelidir. Öğrencilere metinle üç yolla etkileşim kurmayı öğretiyorum: 1)Olgusal etkileşim: Metindeki kişi, mekân, zaman ve olayı anlamak. 2)Tümevarım: Metindeki neden ve nasılları anlamak. 3)Analitik yaklaşım: Metinden çıkarımlar yapmak ya da fikirleri uygulamak. Film her çeşit öğrenci tarafından ulaşılabilecek karışık bir metin sunar. Bu imkân, sınıfta öğrencileri analitik düşünmeye yöneltmek isteyen öğretmenler için mükemmel bir araçtır. İşte size lisedeki Dil ve Anlatım dersinde film metinlerini analiz yöntemim: Birinci adım: Edebi Analiz Pek çok insan filmleri basit görür. Öğrencilerden filmleri analiz etmelerini isterken, onlardan film yapımcısının ne yapmayı denediğini anlamalarını ve bunda başarılı olup olmadığını açıklamalarını isteriz. Ben öğrencilerden filmdeki dil unsurlarını belirlemelerini isteyerek başlıyorum. Yukarıda sözünü ettiğim sorulardan ilham alarak öğrencilerden aşağıdaki kalıp soruları sormalarını istiyorum: •Karakterler kimlerdir? •Bakış açışı nedir? (Kimin hikâyesi?) •Tema/atmosfer nedir? •Bariz sembol nedir? (Örneğin Hz. İsa figürü olarak Batman) •Ortam/zaman/mekân nedir? •Hikâyenin temel konusu nedir? Bu aşamada, 53 dakikalık bir ders süresinde öğrencilerin bütün hikâyeyi görebilmeleri ve anlayabilmeleri için filmden kısa bir bölüm izletiyorum. Bazen bir film bölümünde üç filmden birini gösteriyorum “Run Lola Run”. Tabii eğer okul kuralları yaş grubuna uygun olmayan filmlere izin veriyorsa. Pek çok kısa filme Netfix, Youtube ya da Pixar kısa film koleksiyonlarından ulaşılabiliyorum. İkinci Adım: Sinematik ve Dramatik Analiz Film analizinin ikinci aşamasında, öğrencilerimden kamera önünde yapılan seçimlere (Dramatik) ve kamera arkasında yapılan seçimlere (Sinematik) odaklanmalarını istiyorum. Dramatik Analiz için, öğrenciler rolleri, kostümleri, makyajı, sahne tasarımını ve mekânı inceliyorlar. Bu tip analizleri, bir miktar karmaşık olan filmleri kullanarak onlara modellemeyi seviyorum. Böylece umarım, sanatsal olarak karışık olan şeyleri görebilmeleri için öğrencilere ilham verebilirim. Bu amaçla kullandığım iki favori filmden biri “Yazın 500 Günü” (Mark Webb 2009) diğeri de “Scott Pilgrim ya da Dünya” (Edgar Wright, 2010). Sinematik Analizde ise, öğrencilerin filmin yapımı ile ilgi daha fazla alt unsur arayabilmeleri gerekir. Kişisel birikiminize (ve ne kadar bilgisayar kurdu olduğunuza) bağlı olarak öğrencilere kamera açılarından sahne çerçeveleme tekniklerine kadar birçok konuyu öğretebilirsiniz. Öğrencilere, gördüklerini tanımlamaya yardım edecek bazı terimleri tanıtıyorum. Özellikle çerçeveleme, kamera açısı, ışıklandırma, düzeltme ve seslendirmeye odaklanıyorum. Bu tekniklerin nasıl uygulandığını işlemenin en iyi yolu resimleri, kısa klipleri ya da Vatandaş Kane gibi klasikleri analiz etmektir. Üçüncü Adım: Eleştirel Analiz Öğrencilerimden filmi pek çok açıdan analiz etmelerini istiyorum. Örneğin yapımcının, filmde bazı hususlara vurgu yapmak için diyalogları nasıl kullandığına bakmalarını istiyorum. Onlardan filmin yapım masrafı ile film kalitesini karşılaştırmalarını ve değerlendirmelerini istiyorum. Onları filme kaynak olan metinle, filmde kullanılan sembolleri karşılaştırmaya zorluyorum. Ve buna benzer daha birçok ayrıntıyı düşünmelerini ve eleştirmelerini istiyorum. Bir keresinde sınıfımda filmi göstermek için ortam hazırladığımda, bu tip fikirlere yönelik bir küçük sınav bile düzenlemiştim. Bu tip sorular tartışmayı yönlendirmek için oldukça yararlı oluyor: Film yapımcısı benim duygularımı nasıl yönlendiriyor? Başarılı olabiliyor mu? Bu filmin amacı nedir, eğitmek mi, eğlendirmek mi, yoksa şaşırtmak mı? Bunu ne kadar iyi yapabiliyor? Konu hakkında ne biliyordum? Bu filmi izlerken elde ettiğim deneyimlerimi aklımda zaten var olan bilgilerle nasıl yönlendirebilirim?.. Değişim süreci, Temel Beceriler iyi yönetildiği öğrencilerin her takdirde örgütü çeşitbaşarıya metnigötüren, aktif kötüanaliz yönetildiği olarak takdirde örgüt etmesini bekliyor. için bir yıkım da Neden filmler de yaratabilecek bu metinlerden oldukça zor ve bir süreçtir. biri sancılı olmasın? Bir şeyi analiz etmenin ilk adımı onun nasıl çalıştığını anlayabilmek için parçalarına ayırmaktır. Fakat aynı zamanda öğrenciler de bu işleyişi değerlendirebilmeli veya izleyicilerin neden onları önemsemesi gerektiğini yorumlayabilmelidir. 57 57 Öğrencilerimden filmi pek çok açıdan analiz etmelerini istiyorum. Örneğin yapımcının, filmde bazı hususlara vurgu yapmak için diyalogları nasıl kullandığına bakmalarını istiyorum. Onlardan filmin yapım masrafı ile film kalitesini karşılaştırmalarını ve değerlendirmelerini istiyorum. Onları filme kaynak olan metinle, filmde kullanılan sembolleri karşılaştırmaya zorluyorum. Ve buna benzer daha birçok ayrıntıyı düşünmelerini ve eleştirmelerini istiyorum. Öğrencilerimden cevaplarında film yapımının tüm yönleri- Eğitimciler Değişim İstiyor 58 ni (ses, görsel, hikâye) düşünme- BIr FotoGrafın lerini isteyerek, onları film izleme deneyiminde aktif katılımcı olmaya zorluyorum. Öğretmenler olarak en büyük sıkıntımız öğrencilerimizin katılımını sağlamaktır. Bu zorluk, ortak müfredatın gereklerini yerine getirme mecburiyetiyle birleşince bir kat daha artıyor. Şimdi öğrencilerimizin, ölçeceğimiz becerilerini uygulamaları için her zamankinden daha fazla farklı ve ulaşılabilir metinler önermemize ihtiyacı var. Filmleri kullanmak bütün öğrenciler için eğlenceli bir alan olur ve umarım liseden sonra uzun bir süre Ms. Keigan’ın Dil ve Anlatım dersini hatırlayabilecekleri daha iyi deneyimler yaşamalarını sağlar. Kaynak: Premium article access courtesy of TeacherMagazine.org. http://www.edweek.org/tm/articles/2012/12/12/ tln_keigan.html?tkn=VRCFsYjcSvNmXNoIDavmN44Qa HPVqwE8ot8l&cmp=clp-sb-ascd “Jessica Keigan Colo Kimdir? Thornton’ da Horizon Lisesinde dil sanatları öğretmenidir. Teaching Quality’s Teacher Leaders Network Merkezi’nin bir üyesidir. Jessica öğretmenler mesleklerini daha iyi bir geleceğe doğru yönlendirsin diye keşfetmek ve sürdürülebilir öğretmen liderlik modelleri oluşturma hakkında isteklidir.” AnatomIsI Ahmet Özcan Marmara ÜniversitesiÖğrencisi / İstanbul Hayatı sorgularken örneklem grubuma ilk başta babamı eklerim ben. Tüm sorgulamalara çıkmadan onun durduğu yerden bakar gibi yapmaya çalışırım, ona fark ettirmeden düşüncelerini öğrenmeye çalışırım. Çoğu zaman düşünceleri aklıma yatmaz ve kendi yolumu çizeyim diye uğraşırım. Tabi sonrasında her deneyimim hüsran. Değişim süreci, iyi yönetildiği takdirde örgütü başarıya götüren, kötü yönetildiği takdirde örgüt için bir yıkım da yaratabilecek oldukça zor ve sancılı bir süreçtir. Babamla beni yan yana görenler çoğu zaman inanamazlar babaoğul olduğumuza.. Babam felsefe ikinci sınıf öğrencisiyken evlenmiş. İş, okul, ev üçgenine çok geçmeden çocuk olarak da ben eklenmişim. Ve çıkmak bilmemişim. Hayatı sorgularken örneklem grubuma ilk başta babamı eklerim ben. Tüm sorgulamalara çıkmadan onun durduğu yerden bakar gibi yapmaya çalışırım, ona fark ettirmeden düşüncelerini öğrenmeye çalışırım. Çoğu zaman düşünceleri aklıma yatmaz ve kendi yolumu çizeyim diye uğraşırım. Tabi sonrasında her deneyimim hüsran. Bu fotoğraf 1993 yılında Konya otogarında çekilmiş. Babam 23, ben 3 yaşındayım. Babamın ilk görev yeri Ağrı- Konuk Tepe köyüne gitmeden önce çekilen son fotoğraf. Babam gururluca durmuş ve damarlarını oynamaya bayıldığım eliyle yanağımı okşuyor. Ben ise arafta kalmış halde bakmışım fotoğraf makinesine. Bugün bu fotoğrafa saatlerce bakmaktan alıkoyamadım kendimi. Bakarken de düşünmekten… Bugün babamın yaşındayım. Sadece yaşındayım. Ne bu sorumlulukları alabilecek yürekte ne de durumdayım. Bu zamana kadar yaptığım hatalardan çok yapamadığım şeylerden pişmanlık duyuyorum. Bugün babamı çok özlüyorum. Bugün babama daha çok imreniyorum. Bugün babamın o damarları ellerine sımsıkı sarılmak saatlerce konuşmak istiyorum. Babama kızmak ve kavga etmek istiyorum. Ben babamla ölmek istiyorum. 59 Eğitimciler Değişim Elmalı İstiyor Pasta Şemseddin KOÇAK Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi / Adana Gideceğimiz köyün yolu vardı, fakat arabası yoktu. Asfalta yaklaşık bir saat uzaklıktaydı. Bu nedenle, yarın Lice’ye gidecek ilk otobüse binecek ve akşama tekrar eve dönebilecektik. Yarın buluşma saatimizi kararlaştırarak daireden ayrıldık. Mevsim kıştı, ama hava güneşliydi. 60 Müfettişler odası bomboştu girdiğimizde. Büyük olasılıkla hafta içi bir gündü. Hafta içi gün demek, pazartesi ve cumanın dışındaki günler demekti, müfettişlik kavramında. Çünkü diğer günler, genellikle kimse bulunmazdı müfettişler odasında. Bulunanlar da, özel ya da beklenmeyen işleri nedeniyle daireye uğrardı. Bugün bizim dairede bulunma gerekçemiz, bu iki nedene de dayanmıyordu. Sanırım, elimizdeki işlerimizi bitirmiş, boş kalmamak için daireye uğramıştık. Grup Başkanım, siyah bond çantasını, masaları boylamasına dizerek oluşturduğumuz kocaman T masanın üzerine koyuyor ve kapağını açıyordu. Çantanın içerisinden il haritasını çıkarıyor. İşaret parmağını harita üzerinde gezdirdikten sonra, “Yarın şu köye gideceğiz.” diyor. Haritayı dikkatlice inceledikten sonra, otobüsten nerede inip ne kadar yürüyeceğimizi kestirmeye çalışıyoruz. Gideceğimiz köyün yolu vardı, fakat arabası yoktu. Asfalta yaklaşık bir saat uzaklıktaydı. Bu nedenle, yarın Lice’ye gidecek ilk otobüse binecek ve akşama tekrar eve dönebilecektik. Yarın buluşma saatimizi kararlaştırarak daireden ayrıldık. Mevsim kıştı, ama hava güneşliydi. Ertesi gün garajda buluşup ilk otobüse bindiğimizde hava soğumuştu; fakat yağış yoktu, fazla kapalı da sayılmazdı. Yaklaşık iki saat yolculuktan sonra, gideceğimiz köyün yakınlarına geldiğimizde, hava tamamen kapanmıştı. Hatta otobüsün camlarına tek tük yağmur taneleri düşüyordu. Köyün durağına geldiğimizde, yağmurdan ıslanacağımızı bile bile otobüsten iniyoruz. (İnmeyip ilçeye kadar gidebilirdik de.) Ovanın yüzünde, ne bir bekleme, ne bir dinlenme yeri var. Kamyoncular için bir dinlenme yeri vardı ama o da çok gerilerde kalmıştı. Otobüsle başka bir gidecek yerimiz de olmadığına göre, çaresiz ıslanacağız. Çünkü şemsiyemiz yok. Hem olsa bile bu fırtınalı havada ne yazar? Her ne kadar şemsiyemiz yoksa da, kalın pardösülerimiz var, diye teselli ediyoruz kendimizi. Üşümüyor, fakat ıslanıyoruz. Daha da ıslanacağız. O halde acele etmemize ne gerek var? Biz de öyle yapıyoruz zaten. Nasıl olsa ıslanacağız. Elimizde çantalar, rüzgâra karşı yürüyoruz. Rüzgâra karşı yürümek, yağmur tanelerinin yüzümüze çarpması demektir. Bu nedenle, gözlerimizi korumak için, sağ elimizi siper ediyoruz. Bir süre yağmur altında, çamurlu yollarda yürüdükten sonra, yolun kenarında iki üç ev görüyoruz. Köyün burası olmadığını hemen anlıyoruz. Çünkü okul binası görülmüyor da. Evlerin yanına ulaştığımızda, merdivende bizi seyreden köylü amca, “Eve buyurun, bir çay içelim hocam,” diyor. Zamanımızın olmadığını söyleyince, “Peki size şemsiyemi vereyim, dönüşte bırakırsınız.” diyor. Alıp teşekkür ettikten sonra, yürümeye devam ediyoruz, iki kişi bir küçük şemsiyeyle... Üstelik şemsiye sağlam da değil. Bu rüzgârlı havada, ancak beş dakika yürüyebiliyoruz şemsiyeyle. Derken çıkan fırtına ters çeviriyor şemsiyemizi. Şemsiyeyi düzeltip kapatıyorum ve başkanıma, “Şemsiye bizi yağmurdan korumak bir yana, ancak yük oluyor, üstelik de önümüzü kapatıyor.” diyorum. Evet, karşılığını alınca, hiç acele etmeden yürümeye devam ediyoruz. “Pardösümüz ıslanana kadar, nasıl olsa köye varırız.” diyorum. Ayaklarımızda çamurdan ikinci bir ayakkabı, sırtımızda üzerine düşen her damlayı içmiş bir pardösü ve uçlarından sular damlayan saçlarımızla varıyoruz okula. Öğrenciler derste. Bu halde öğrencilerin karşısına çıkmak olmaz. Biraz dinlenip ayakkabılarımızın çamurunu, saçlarımızın suyunu siliyoruz. Ellerimizle saçlarımızı da düzelttikten sonra giriyoruz dış kapıdan içeri dikkatimizi ilk çeken durum, yerlerin temizliği oluyor. Bahçe çamur içinde olmasına rağmen, salonda hiçbir çamur parçası yok. Bir dakika kadar salonda bekliyoruz, belki öğretmen geldiğimizi fark eder diye. Öğretmenin geldiğimizi duymadığını anlayınca, kapıya vurup bekliyoruz. Öğretmen kapıyı açıyor ve “Hoş geldiniz.” diyerek içeri alıyor bizi. Çocukları selamladıktan sonra, geçiyoruz öğretmen masasına. Çantalarımızı bırakıp, hemen pardösülerimizi çıkarıyoruz ve sobanın yanına dikiliyoruz. Çocuklar şaşkın değiller. Çalışmalarına devam ediyorlar. Bu arada dikkatimizi ilk çeken, sınıfın temizliği oluyor. Yerlerde hiçbir çamur parçacığı yok, bizim ayakkabılarımızda getirdiğimizden başka. Camlar da tertemiz, camların önü de, yazı tahtasının yanı da. Paçalarımızı birazcık kuruttuktan sonra, başlıyoruz teftişe. Ben yine “rehberlik” yapıyorum, başkanım “durum tespiti”. Değişim süreci, Derken çıkan iyi yönetildiği fırtına ters takdirde örgütü çeviriyor başarıya götüren, şemsiyemizi. kötü yönetildiği Şemsiyeyi takdirde örgüt düzeltip için bir yıkım da yaratabilecek kapatıyorum oldukça zor ve ve başkanıma, sancılı bir süreçtir. “Şemsiye bizi yağmurdan korumak bir yana, ancak yük oluyor, üstelik de önümüzü kapatıyor.” diyorum. Evet, karşılığını alınca, hiç acele etmeden yürümeye devam ediyoruz. “Pardösümüz ıslanana kadar, nasıl olsa köye varırız.” diyorum. 61 Eğitimciler PRIZREN VE ÜSKÜP’TE Değişim TÜRK MAHALLELERI İstiyor Mesut Kaymakçı Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni / İstanbul Tito, 1953 yılında Kosova Savaşı Anıtı olarak I. Murat Türbesinin karşısına Sultan Murad’ı savaş meydanında şehid eden Sırp Miloş Obiliç anısına bir taş kule yaptırmış. Sırp lider Slobadan Miloseviç, 1989 yılında bu anıtın önünde 1 milyon Sırp’ı toplayarak yapacakları savaşın 600 sene önce kaybettikleri I. Kosova Savaşı’nın intikamı olduğunu belirterek Balkan Savaşı’nın fitilini ateşlemiş. 62 Sabah erkenden Kosova’ya doğru yol alıyoruz. Çok güzel huzurun ve yeşilliğin kucaklaştığı dağ manzaralarının arasından geçerken çok değil 20 sene önce acımasız katliamın seslerini sanki ruhumuzda duyar gibiyiz. Binalar hep yeni, sürekli bir çalışma var. Şehirde sürekli bir yenilenme havası var. Sonradan öğreniyoruz ki savaştan yeni çıktıktan sonra 2008 yılının Şubat ayında bağımsızlığını kazanan Kosova, yaralarını daha yeni yeni sarmaya başlamış. Çünkü Sırplar yakmadık yıkmadık bina bırakmamışlar. Şu anda en yeni binanın 10 senelik olduğu söyleniyor. Otobüsümüz I. Murat Türbesine doğru ilerlerken TİKA’da çalışan Blerim Karabacak adlı dostumuz eşiyle birlikte gönüllü olarak rehberlik hizmeti vermek için bize katılıyor. Blerim Bey ve eşi bize Kosova ile ilgili çok ilginç bilgiler veriyor. İkisi de gayet kibar ve hoşsohbet insanlar. I. Murat Türbesinin Kosova Kültür, Gençlik ve Spor Bakanlığı ile Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) tarafından iç ve dış mimarisinin restorasyonunun yaptırıldığını söylüyor. Bu arada TİKA’nın Kosova’da yaptığı çalışmaları Blerim Bey’den dinlerken “babasının yadigarına sahip çıkan, koruyan bir evlat edasıyla” Türkiye adına gurur duyuyoruz. I. Murat Türbesinin yanında küçük bir müze var. Yugoslav diktatör Tito, 1953 yılında Kosova Savaşı Anıtı olarak I. Murat Türbesinin karşısına Sultan Murad’ı savaş meydanında şehid eden Sırp Miloş Obiliç anısına bir taş kule yaptırmış. Sırp lider Slobadan Miloseviç, 1989 yılında bu anıtın önünde 1 milyon Sırp’ı toplayarak yapacakları savaşın 600 sene önce kaybettikleri I. Kosova Savaşı’nın intikamı olduğunu belirterek Balkan Savaşı’nın fitilini ateşlemiş. Buradaki anıtın çok ilginç bir özelliği var. Anıtın bütün merdivenlerine tek tek iki grup için beddua yazılmış. Bu beddualardan birisi Müslümanları diğeri Müslümanlara yardım eden Sırpları hedef almış. Burada Amerikan hayranlığı göze çarpıyor. Birçok yerde Amerikan ve Arnavut bayrakları var. Kosova Parlamentosu ile ABD elçiliği yan yana. Belki de bu yakınlık hükümetler arasındaki samimiyeti temsil ediyor. Priştina’nın en işlek caddelerinden birine Bill Clinton’un adı verilmiş. Kosova’nın yüzde 90’ı Arnavutlardan oluşuyor. Kosova’da 40.000’e yakın Türk nüfusu olduğu söyleniyor. Ayrıca, çok az sayıda Sırp nüfusu olduğu söyleniyor. Kosova’nın yeni gelişmekte olan başkenti Priştina’da, oranın meşhur köftesinden yedikten sonra “Küçük Kosova” olarak adlandırılan Prizren’e ilerliyoruz. Küçük Kosova denmesinin sebebi Kosova’da bulunan özellikler Prizren’de mini ölçekte temsil ediliyormuş. Şehre girdiğinizde merkezdeki cami, han, hamam, tekke, şadırvan ve köprülerden tipik bir Osmanlı şehrine geldiğinizi anlıyorsunuz. Otobüsün Türk plakasını görenler bizimle sohbet etmeye çalışıyor. Burada insanların çok düzgün Türkçesi olduğunu görüyoruz. Zaten Prizren en çok Türk nüfusun yaşadığı şehirmiş. Şehrin belli bölgelerinde Türk mahalleleri varmış. Dükkân, sokak ve cadde isimlerinde Türkçe adlar gözümüze çarpıyor. Hatta burada Türk nüfus 20-30 bin olsa da, 300-400 bin kişinin Türkçe konuştuğu söyleniyor. Özellikle Arnavutlar çok iyi Türkçe biliyormuş. Ayrıca, burada Türkçe konuşmak şehirliliğin, beyefendiliğin ve entelektüelliğin bir göstergesiymiş. Devletin resmi dili Arnavutça, Sırpça ve İngilizce. 1999 yılına kadar Türkçe de resmi diller arasındayken Birleşmiş Milletler İdaresinde Türkçe resmi diller arasından çıkarılmış. Prizren şehri içerisinden geçen Akdere (Bistriça) nehri, şehre ayrı bir güzellik katıyor. Bütün manzaraya hakim olarak duran Sinan Paşa Camii şehrin sembolü gibi duruyor. Sufi Sinan Paşa’nın Bosna valiliği sırasında şehir merkezinde, yol seviyesinden yüksekçe bir yere 1657 yılında yapılmış. Barok süslemeleri ve başka hiçbir camide görmediğimiz manzara ve meyve resimleriyle dikkat çeken, tek kubbeli zarif bir cami... Sırplar tarafından civardaki bir kiliseye ait devşirme taşların çalınmış olduğu iddiasıyla 1939 yılında başlanan arkeolojik kazılar sırasında üç kubbeli son cemaat mahalli yakılmış. Blerim Karabacak Bey, bu taşların Osmanlı döneminde satın alındığını satış evrak ve kayıtlarının bulunduğunu belirtti. Bütünüyle yıkılacağı endişesine kapılan Müslüman halkın galeyana gelerek caminin etrafına etten bir duvar örmesi üzerine durdurulan sözde arkeolojik kazının izleri, TİKA tarafından yaptırılan restorasyon çalışmaları tamamen silin- Değişim süreci, iyi yönetildiği takdirde örgütü başarıya götüren, kötü yönetildiği Prizren en çok Türk takdirde örgüt nüfusun yaşadığı için bir yıkım da şehirmiş. Şehrin yaratabilecek belli bölgelerinde oldukça zor ve Türk mahalleleri sancılı bir süreçtir. varmış. Dükkân, sokak ve cadde isimlerinde Türkçe adlar gözümüze çarpıyor. Hatta burada Türk nüfus 20-30 bin olsa da, 300-400 bin kişinin Türkçe konuştuğu söyleniyor. Özellikle Arnavutlar çok iyi Türkçe biliyormuş. Ayrıca, burada Türkçe konuşmak şehirliliğin, beyefendiliğin ve entelektüelliğin bir göstergesiymiş. 63 63 miş durumda. Akşam olunca yine köfte yiyoruz. Zaten burada içinde et bulunmayan yemeği yemekten saymıyorlarmış. Daha sonra İstanbul Derneği’nin bizim için ayarladığı konaklama yerine geçiyoruz. Fakat elektrik ve su kesintisi ile karşılaşıyoruz savaştan yeni çıkan bir şehir olduğu için belediyecilik hizmetlerinde bu tarz aksamalar oluyormuş. Eğitimciler Değişim İstiyor Sabah erkenden Makedonya’nın en büyük üçüncü şehri Tetova nam-ı diğer Kalkandelen’e yol alıyoruz. Tetova’da akan Pena Nehri yakınında yer alan önemli yapılardan biri olan Alaca Cami yine Osmanlı mimarisini çok iyi temsil eden bir cami. Yapılış tarihi 1495 olarak tahmin ediliyor. Cami “Painted Mosque” (Boyalı Camii) olarak da biliyor. İnce işlemeli, cıvıl cıvıl görüntüsüyle ve ihtişamıyla dikkat çekiyor. Daha sonra Harabati Baba Tekkesine geçiyoruz. Rivayete göre Ali Baba, devlet işlerini bırakıp dinî hayata geçmek isteğinde olmuştur. Büyük 64 bir yönetici olduğu için, kendisinin bu kararına şaşıran Sultan Süleyman “Eğer sersem isen, git!” diye cevap vermiş, bundan sonra Ali Baba, buraya gelmiştir. Kalkandelen’de lakabıyla tanınmaya başlayan Ali Baba, Sersem Ali Baba olarak anılmaya başlamıştır. Tekke kurumu, Sersem Ali Baba’nın ölümünden sonra yerine geçen ve bu deneyimli şahsiyetin veziri olan Harabati Baba’dan itibaren “Harabati Baba Tekkesi” olarak anılmaya başlamış ve günümüze bu şekilde gelmiştir. Ünlü şair Yahya Kemal’in memleketi başkent Üsküp’e yol alıyoruz. Mehmet Hançer adlı bir öğrenci kardeşimiz rehberlik etmek için bize katılıyor. Şehir, Vardar Nehri’nin iki yakasında kurulmuş, nehrin sol yanında kalan bölümü Eski Üsküp, sağ yanında kalan kısmı ise Yeni Üsküp şehri olarak bilinmekte. Arada ise şehirdeki en önemli Osmanlı dönemi eseri olan meşhur “Taş köprü” bulunuyor. Köprünün bir yanı Avrupa, diğer yanı ise sanki Anadolu. Sanki bu köprü iki medeniyeti birbirine bağlıyor. Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan köprünün uzunluğu- nun 214 metre olduğu söyleniyor. Köprünün yapıldığı dönemde, köprüyü korumak için askerler nöbet tutuyorlarmış. Mihrap ise günümüzde ortadan kaybolmuş. Hatta mihrabın bulunduğu yerin hemen karşısına Makedonlar tarafından, köprünün üstünde 17. yüzyılda idam edilen Makedon lideri Karpoş’a ait bir taş yerleştirilmiş ve üzerine bir de tabela asılmış. Köprünün her iki tarafında çok sayıda heykel görüyoruz. Makedonya tarihini sembolize eden heykellerin en önemlisi hiç kuşkusuz Büyük İskender Heykeli. Makedonya’da işsizlik yüksek olduğu için bu tip yatırımlarla Üsküp’ü turistik bir şehir konumuna getirmeyi amaçlıyorlarmış. Ama her ne hikmetse Osmanlı Döneminden kalan tarihi eserlere pek önem verilmediğini öğreniyoruz. Vardar Nehri’nin sol yanında Üsküp Kalesini görüyoruz. Kalenin alt tarafında Yahudiler tarafından yapılan çok ihtişamlı bir sinagog görüyoruz. Bu binanın 200 milyon dolara mal olduğu söyleniyor. Zaten Makedonya’da da 250- 300 civarı bir Yahudi nüfusu varmış. Mehmet kardeşimiz bizi şehri tepeden gören bir kafeye götürüyor. Şehir ayaklarımızın altında harika görünüyor. Tam bir Osmanlı şehri gibi fakat bu arada Makedonların, şehrin en yüksek noktasına 2000 yılında diktikleri dev bir haçı görüyoruz. Bu haçı, şehrin Hıristiyanlara ait olduğunu sembolize etmek için koymuşlar sanırım. Daha sonra akşam yemeği için Ensar Vakfına geçiyoruz. Günün yorgunluğu ile otobüsteki yerlerimizi alırken bu gezinin ruhuma gönderdiği mesajları algılamaya çalışıyorum. Önce aklıma Sırp lider Slobodan Miloseviç’in 600 yıllık intikamla ilgili sözleri geliyor. Yani biz bıraksak onlar atalarının intikamını bırakmayacak. Yüzlerce yıl buralarda yaşayan atalarımızın bıraktığı kültür ve medeniyet mirasının hoyrat ellerde zayi olmasına mı, yoksa farklı din ve ırkların barış, kardeşlik, huzur ortamının yerini çatışmaya bırakmasına mı hangisine daha çok üzülmeliyim bilemedim. Yanmış, yakılmış koskoca medeniyet sarayının küllerinden, yeni bir ruhla kendimize ait geleceğin tuğlalarını yapmaya başlayabiliriz belki de. Ne demişti Beyazıd Bestami: “Bütün arayanlar bulmadı ama bütün bulanlar arayanlar idi.”. Yüzlerce yıl buralarda yaşayan atalarımızın bıraktığı kültür ve medeniyet mirasının hoyrat ellerde zayi olmasına mı, yoksa farklı din ve ırkların barış, kardeşlik, huzur ortamının yerini çatışmaya bırakmasına mı hangisine daha çok üzülmeliyim bilemedim. 65 yakında yer değişikliği yapılacağı söylenir ve biraz sabretmesi istenir. yere oturtulduktan sonra tahtada birbiri ile eşleşemeyen 5 ile 10 arasında öğrenci kalacaktır. Sınıfta Oturma Düzenı (Yazkan Modelı) Mustafa YAZKAN Sınıf Öğretmeni / İstanbul Hoşlanmadığı bir arkadaşı ile oturan bir çocuğun psikolojisini empati yaparak düşünüyorum 66 da… Biz öğretmenler, öğrencilerimizin yerlerini zaman zaman bazen de sıklıkla değiştiririz. Ama bu değişimlerden öğrenciler ne kadar mutlu olurlar? Bazen öğrenciler sıkıldıklarını, yanındaki arkadaşı ile oturmak istemediğini söyler ve yerinin değiştirilmesini isterler. Bazen de bu değişimi veli söyler. Özellikle veliler çocuklarının oturdukları yerleri çok önemserler ve çocuklarının sınıfta oturdukları yerlere göre öğretmenin çocuklarına ne kadar değer verdiklerini düşünürler. Bu anlamda arkada oturanların öğretmenler için değersiz olduklarını düşünürler. Hele çocuğu uzun süre arkada kalmışsa velinin içi içini yer ama bunu söyleyemez. Bazı veliler önde oturanların torpilli ve öğretmenin özel çocukları olduğunu düşünürler. Bunun üzerine bir de öğrenciler sizin belirleyeceğiniz öğrenci ile oturmaktan rahatsız oluyor, bunu söylüyorsa hatta söyleyemiyorsa… bir süre yaşadım. Ama sonunda çok makul bir yol buldum ve en az 8 yıldır bunu uyguluyorum. Bu konuda rahat nefes aldım. Buna göre sınıf oturma düzeni şöyle sağlanır: 1-Bütün öğrenciler çantaları ile tahtaya kaldırılır. 2-Öğrencilere kiminle oturmak istediklerini düşünmeleri için bir kaç dakika süre verilir. 3-Süre sonunda öğrenci atlamaksızın sıra ile öğrencilere kiminle oturmak istediği sorulur. 4-Öğrenciden alınan cevaba göre; A-Örneğin Ahmet’e sorulur ve Ahmet, Ali ile oturmak istediğini söylerse Ali’ye sorulur ve Ahmet’in kendisi ile oturmak istediği söylenir. Ali de Ahmet ile oturmak isterse ikisi yan yana olmak üzere sınıfta bir yere oturmaları sağlanır. 12-Gözlerinde veya kulaklarında sorunu olan öğrencilere pozitif ayrımcılıkla onlar sürekli yerleri değişmemek üzere öne oturtulur. 6-Onlara “Düşünüp birbiriniz ile eşleşin.” denir. Bir kaç tanesi daha eşleşir. 2-4 tane öğrenci birbiri ile eşleşemez. Onları da öğretmen eşleştirir. 13-Ayrıca ben buna önde oturup beni güzelce sırasında defterini kitabını açmış bir durumda istikrarlı bir biçimde bekleyenlerin yerlerini değiştirmemeyi bir ödül olarak kullanmaktayım. 7-Bu aşamadan sonra öğrenciler bu oturma düzeni ile bir hafta otururlar. İkinci haftanın pazartesi günü öğretmen sınıfa gelmeden tüm öğrenciler geçen hafta oturdukları sıranın bir arkasına geçerler. En arkadaki öğrenciler yeni haftada ikinci sıranın en önüne, sınıfın en sonunda oturanlar hemen öğretmenin önüne gelirler. Bu durum her hafta bir arkaya kayarak devam eder. 8-İlk haftalarda unutanlar dan ya da başka sebeplerden dolayı bir kargaşa oluşacaktır. Bu gayet normaldir. Sonraki haftalarda otomatiğe bağlanmış gibi hareket ederler ve bir sorun çıkmaz. 2-Öğrenci sürekli yer değişerek farklı yerlerde oturmuş ve özellike arkada sıkılanlar yer değiştirmiş olur. 9-Süreç içerisinde arkadaşını kendisi seçse bile arkadaşı ile yaşayacağı sorunlardan dolayı öğrenciler yerlerinin değiştirilmesini talep ederler. Bu durumda: A-İki arkadaşın sorunu dinlenir ve neden kendileri karar verdiği halde şimdi ayrılmak istedikleri sorulur. Çözüm bulunmaya ve öğrenciler barıştırılmaya çalışılır. Öğretmenler bütün çalışmalarını özellikle ilk üç sınıfta çocuklara okulu sevdirmeye yönelik olarak ayarlamalıdır. Hoşlanmadığı bir arkadaşı ile oturan bir çocuğun psikolojisini empati yaparak düşünüyorum da… B-Ali, Ahmet ile oturmak istemezse Ali’ye kiminle oturmak istediği sorulur. Ali’nin oturmak isteği öğrenci bulunur ve eşleştirilir. (Eğer, birbiri ile oturmak isteyenler yan yana gelsin denirse sevilen bir öğrenci ile çok sayıda çocuk oturmak istiyor ve çözülmesi zor bir durum oluşturuyor.) B-Sorun devam ederse veya çözüm bulunamazsa sadece bu iki öğrencinin yeri değiştirilir. Ben de bir öğretmen olarak bu sorunu uzunca 5-Bu şekilde öğrenciler eşleştirilip sınıfta bir 11-Yer değişikliği talebi çoğalırsa öğrenciye 10-Bu oturma düzeni en az 1 ay süreyle devam eder. 1 ay sonra tekrar öğrenciler tahtaya kaldırılır. İsteyen eski arkadaşı ile oturabilir. Bu oturma düzeni sonrasında: 1-İsteyen öğrenci sevdiği ve anlaşabildiği arkadaşı ile oturur. Bu durum eğitilende istenilen davranışları kazandırma sürecini hızlandırır. Öğrenci okula daha mutlu gelir. 3-Öğrencide ve velide oturma düzeninden dolayı öğretmenin öğrencilere ayrımcılık yaptığı düşüncesi yerine öğretmenin adaletli olduğu herkesin istediği arkadaşı ile sınıfın her yerinde oturduğu düşüncesi oluşur. Bazen öğrenciler sıkıldıklarını, yanındaki arkadaşı ile oturmak istemediğini söyler ve yerinin değiştirilmesini isterler. Bazen de bu değişimi veli söyler. Özellikle veliler çocuklarının oturdukları yerleri çok önemserler. 67 Son karnemizi aldık, okul bitiyor artık Bir gün bu an gelirse kanatlanır uçardık Gözyaşımız karıştı ayrılık acısına İçimiz kan ağlıyor, üzüntüden karardık Güle güle canlarım, canım arkadaşlarım Beni hiç unutmayın en güzel sırdaşlarım Bir film şeridi gibi yaşanan hatıralar Sizleri düşündükçe sel olur gözyaşlarım MEZUNİYET ACISI Okumanın zevkini aklımıza koyardık En son ders zili için çok heyecan duyardık Silgiler kalemlerin rengini soldursa da Bir diploma resmini hep beraber boyardık Emrullah BEDİR Sosyal Bilgiler Öğretmeni / İstanbul Sarılmak istiyorum herkese doya doya Kimi üzdüm, kırdımsa hatamı bağışlaya Hakkını helal eyle gül yüzlü öğretmenim Canım nasıl dayanır sizden ayrı kalmaya İyi kötü günümde her zaman yanımdaydın Ah! Sıra arkadaşım sen sanki canımdaydın Ne olur çok mektup yaz bana ömrün boyunca Aklım, fikrim, kalbimde sen sanki kanımdaydın 68 İnsan Olmak Mehtap ERGÜN Psikolojik Danışman ve Rehber Öğretmen / Bitlis Nedir ki acaba bu insan olmak? Bir kahramanlık mı yapmak, Ülkeleri mi yoksa gönülleri mi fethetmektir, Yapılamayanı mı yoksa yapılabileni mi yapabilmektir, Nedir ki insanı insan yapan… Küçükken sorulurdu ya hep, “Ne olacaksın büyüyünce?” diye, Ne olmak gerekir, bilmem ki, Doktor olmak mı, öğretmen olmak mı lazım Yapar mı ki bunlar insanı insan, Şerefli bir mahlûkatı ne kadar yüceltir, İnsan olmak… İnsan olduğunu, herkese her şeye ispatlamak, Düşeni kaldırmak, Yaralıyı sarmak, şefkatle bakmak, Merhametle okşamak, Bildiğini paylaşmak, Hem de karşılık beklemeden, Yardımlaşmak, sevgiyle paylaşmak, Ne kaybeder ki insandan bunu yapmak, İşte insan, Yapılabileni, Yapılamayanı ve yapılması gerekeni yapmak, Herkese ve her şeye rağmen yapabilmek… 69 eğitim haberleri Seyfullah Köksal Marmara Üniversitesi / İSTANBUL ogretmenhaberleri.com 52 Yıldır Öğrencilerinden Ayrılamadı Şırnak’ın Güçlükonak ilçesinde 73 yaşında olmasına rağmen hala öğretmenlik yapan Orhan İnan, 52 yıldır öğrencilerine ışık saçmaya devam ediyor. ‘’Emekli olduktan sonra 7 yıldır çeşitli köy okullarında gönüllü olarak ücret karşılığında çalışıyorum. Halen Yenimahalle İlköğretim Okulunda görev yapıyorum. İşimi çok sevdiğim için görevimden kopmak istemiyorum. Amacım bilgili ve başarılı öğrencileri yetiştirmek Bugün en büyük servetim yetiştirdiğim öğrencilerim.’’ dedi. Emektar öğretmen, geçmişte bu mesleği icra etmenin çok daha zor olduğunu, atlarla okula gittiklerini, birçok yerde kendi imkânlarıyla okulu onarmak zorunda kaldıklarını belirterek “Bu gün öğretmenlik daha rahat şartlar altında yapılıyor. Hem öğretmenlerimizin bilgi ve birikimi daha fazla, hem de öğrencilerimiz artık daha girişken ve öğrenmeye açık nesiller.’’ dedi. 70 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan okul müdürlerinin bundan böyle nasıl atanacağına dair ipuçları verdi Başbakan Erdoğan, hafta sonu temaslarda bulunmak üzere gittiği Gaziantep’te yüz binlerce kişiyi ilgilendiren bir açıklamada bulundu. Gaziantep’te kanaat önderleriyle bir araya gelen Başbakan Erdoğan, Milli Eğitim’i yakından alakadar eden o projeden bahsetti. Okul müdürlerinin atamalarında bundan böyle valilerin yetkili olacağını açıklayan Erdoğan, konuyla ilgili olarak yaptıkları çalışma hakkında kısa bilgiler verdi: “Müdürler puana göre atanınca yatılı bölge okulları sıkıntı yaşıyor. Şimdi biz bir çalışma yapıyoruz, bu tamamlanınca puan ve sicil baz alınarak üç aday belirlenecek. O ilin valisi, bunların arasından birini müdür olarak atayacak.”. Eğitim Felsefemizi Değiştiriyoruz Sur içi Grup tarafından düzenlenen İstanbul Toplantıları’na katılan Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, Türkiye’de eğitim üzerinde yapılan değişiklikleri değerlendirdi. “Bu ülkede 40- 50 yıldır eğitim stratejisi hiç değişmemiştir. Sınav zamanları, sayıları gibi programlar ve uygulamaları değişmiştir. Biz eğitim stratejisi değişiyormuş gibi tartıştık durduk. Aslında şimdi stratejilerimizi tartışıyoruz. Çünkü eğitim felsefemizi değiştiriyoruz” ifadelerini kullanan Dinçer, bu günlerde yapılan tartışmalarda ‘Üniversitelerden mezun olanları istihdam edemeyecekseniz niye okutuyorsunuz’ tartışmasını da vakit kaybından başka bir şey görmediğini, bütün çocukları mezun etmeleri gerektiğini ayrıca istihdam ve eğitim arasındaki ilişkinin giderek güçlendiğini söyledi. 2013 yılı öğretmenlerin eğitim yılı oldu MEB, öğretmenlerin mesleki gelişimi için, 2013 yılında öğretmenlere 278 hizmet içi kurs verecek. Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürlüğü koordinasyonunda 2013 yılı öğretmenlerin mesleki gelişimi planı kapsamında, 2 ile 96 gün arasında değişen 278 hizmet içi kurs düzenlenecek. Kurslarla toplam 13 bin 716 kişiye hizmet içi eğitim verilecek. Kurslar arasında hızlı okuma ve hafıza teknikleri, bilgisayar, İngilizce, bilgisayar destekli çizim, network, grafik ve animasyon, FATİH Projesi teknoloji kullanımı, Kur’an-ı Kerim ve Siyer öğretim yöntemleri seminerleri yer alıyor. Öğretmenler almak istedikleri eğitim için ‘’http://mebbis.meb.gov.tr’’ adresinden başvuruda bulunabilecek. 66 Kız Çocuğu Okula Kazandırıldı Ağrı Milli Eğitim Müdürlüğünün bu yıl kendi bünyesinde başlattığı proje kapsamında 63 olmak üzere toplam 66 kız öğrenci yeniden okullu oldu. Milli Eğitim Müdürü Fatih Başak, proje sayesinde öğretmen-veli arasında sıcak ve samimi diyalog kurulduğunu söyledi. Başlattıkları proje kapmasında her öğretmenin hafiye gibi çalıştığını ifade eden Milli Eğitim Müdürü Fatih Başak şöyle dedi: “Öncelikle çocuklarını okula göndermeyen aileleri tespit ediyoruz. Bölgenin öğretmenleri tarafından okul bitiminde veya hafta sonu evlerine giderek velileri ile konuşuluyor. Veliye psikolog gibi yaklaşan öğretmenlerimiz çocuklarının okutmalarının yararlarını anlatıyor. Maddi nedenden çocuğunu okula gönderemediklerini belirten aileye devletin her türlü imkânı sağladığını söylüyoruz. Büyük bir özveri ile ev ev dolaşan öğretmenlerimiz için bunun yorucu olduğu kadar severek ve isteyerek yaptıklarını da biliyorum. Bu eğitim öğretim yılının başında başlattığımız kampanya ile ilçe ve kent merkezimiz dahil 63 öğrenciyi yeniden okula kazandırdık. Ayrıca bakanlığımızın açmış olduğu Alo 147 ihbar hattına gelen 3 şikâyeti de değerlendirip o çocuklarımızı da okula kazandırmanın mutluluğu içindeyiz.”. Öğrenme Şenliği Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürü Mustafa Kemal Biçerli, Eskişehir’de bir otelde gerçekleştirilen ‘’Öğrenme Şenliği’’nin tanıtım toplantısı öncesinde yaptığı açıklamada, şenliğin, farklı öğrenim ve yaş seviyesindeki bireylerin istihdam edilebilirliklerini ve sosyokültürel gelişimlerini sağlamak için bilgi, beceri ve yeterliliklerini geliştirmeyi, öğrenmeye erişimlerini arttırmayı ve öğrenen bireyden, öğrenen topluma dönüşümü amaçladığını kaydetti. Gelişmiş ülkelerde bini aşkın kentte uygulanan öğrenme festivalini, ‘’öğrenme şenliği’’ adı altında Eskişehir’de başlatılacağını ifade eden Biçerli, şöyle konuştu: ‘’Hayat Boyu öğrenmede, özellikle 25-64 yaş arasındaki yetişkin eğitimi önemlidir.Kültürümüzde ‘beşikten mezara kadar öğrenme’ diye bir tabir var. Ancak yetişkin eğitimi, yetişkin öğrenmesi açısından Türkiye, Avrupa Birliği (AB) ortalamasının oldukça gerisinde. AB’de 25-64 yaş arasında bir ay içinde herhangi bir öğrenme aktivite programına katılma oranı yüzde 8.9 oranındadır. İskandinav ülkelerinde ise bu oran yüzde 30’lardadır. Türkiye’de bu oran 2.9’dur. Avrupa’nın bu alandaki en geri 7’nci ülkesiyiz. Kalkınmış bir ülke olmak, yüksek idealleri gerçekleştirmek için bizim, insanımıza her türlü öğrenme fırsatlarını sunmamız lazım. Bu fırsatları sunarsak, ülke zenginleşecektir. Türkiye artık öğrenen bireyden, öğrenen topluma doğru geçmek zorundadır.’’. ‘Dersi Kaçırdım’ Sıkıntısı Bitiyor! Öğrencilerin “dersi kaçırdım” sıkıntısı bitiyor. Milli Eğitim Bakanlığı, tüm müfredatın internet ortamına taşınacağı yeni bir sistem hazırlıyor. Öğrenciler, okullarda anlatılan her dersi, internetten de izleyebilecek. Dersler, video, animasyon ve çeşitli programlarla sanal ortamdan da takip edilebilecek. Milli Eğitim Bakanlığı’nın üstünde çalıştığı ve sekiz ay sonra hayata geçirmeyi planladığı “e-müfredat” ve “e-ders” sistemi artık öğrencilere bu imkanları sağlayacak. Uygulama, dersleri kaçıran veya dersi izlemesine rağmen ek bilgi edinip kendini geliştirmek isteyen öğrencilere kolaylık sağlamayı amaçlıyor. Tüm derslerin internetten izlenerek öğrencilerin devamsızlığı artırmasının önüne geçmek için okula devamsızlık konusundaki sınır korunacak. Şu anda sistemde bulunan 44 bin görsel, iki bin işitsel materyal, daha da artırılarak zenginleştirilecek. Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu’nun (TÜBİTAK) bilim ve teknik dergisi de artık çocuklara ücretsiz olacak. E-ders programında da okullardaki akıllı tahtada ders anlatan öğretmenlerin videoları yer alacak. 71 KERBELA OLAYI MAKTELU’L-HÜSEYN IMDB Puanı : 7. 5/10 Yapım:2010 - Hindistan Tür: Dram, Gerilim, Romantik Süre: 165 dakika Yönetmen: Karan Johar Oyuncular:Shahrukh Khan, Kajol, Kenton Duty, Zarina Wahab, Sonya Jehan… Yusuf EĞİNÇ Çeviri Tarih İmam Hatip Lisesi Meslek Dersleri – Mersin Efendimiz’in (s.av) torunu Hz. Hüseyin’in (r.a) Kerbela’da şehid edilmesini ayrıntılarıyla hüzünlü bir dille anlatan bir eser. Diğerlerinden en bariz farkı, bu olayda söylenen recezler, mersiyeler ve şiirlerin Türkçe’ye şiir şeklinde çevrilmiş olmasıdır. Nasıl Fatih Oldu? yazar öğretmenler Sıtkı Serdar Yüksek Lisans Öğrencisi / İstanbul Zafer BİLGİ Tarih Öğretmeni - İstanbul • • • • • • Fatih’in çocukluğu ve yetişme tarzı hakkında yazılan ilk kitap! Şehzade Mehmed’in anne karnındaki süreçten, 21 yaşında İstanbul’un fethine kadar ki süreçte yaşadıkları kaleme alınıyor. Fatih’in çocukluk ve gençliği, Topkapı sarayı arşivinden edinilen bilgilerle, Fatih’in çocukluk defterinden, orijinal ve nadide görsel arşiv malzemelerinden oluşan karelerle; şehzadenin nasıl yetiştiğini, fethe giden süreçte yaşadıkları gözler önüne seriliyor. Konu Başlıkları: • Fatih nasıl bir çocuktu? TÜRK Romanında avrupa • • Fİlm kulübü zeynep kanbay Marmara Üniversitesi Öğrencisi/İstanbul IMDB Puanı: 8.3/10 Yapım: 2010-ABD Tür: Biyografi, Dram Spotlar Öğr. Gör. Dr. Ahmet Koçak Edebiyat Fakültesi - Medeniyet Üniversitesi Edebî eserler, milletlerin hayatlarındaki önemli sosyolojik değişim ve dönüşümleri en geniş ve farklı yönleriyle yansıtan metinlerdir. “Sokağa tutulan bir ayna” olarak da tanımlanan romanlar, toplumların yaşadığı değişim ve dönüşüm süreçlerini her yönüyle, geniş şekilde ortaya koyarlar. XIX. yüzyıl Osmanlı’nın yüzünü Batı’ya döndüğü, siyasî, fikrî ve edebî alanda hızlı yenilik ve değişimlerin yaşandığı bir yüzyıldır. Türk Romanında Avrupa adını taşıyan bu araştırmanın hedefi de özellikle on dokuzuncu yüzyılda Türk aydını ve edebiyatçısı tarafından 72 Fatih olana kadar, hangi süreçlerden geçti? Fethe giden yolda, hangi kaynaklardan beslendi? Fatihi kimler, nasıl yetiştirdi? Fethe giden yoldaki başarı sırları nelerdi? Fetih önündeki engelleri nasıl aştı? Fatihin liderlik şifreleri nelerdi? Bugün nasıl fatih olunur? Fatih gibi nesilleri nasıl yetiştirebiliriz? My name is Khan, 2010 yapımı bir Hint filmi. Başrolde seyrettiğimiz Shahrukh Khan; Otizmin bir çeşidi olan Asperger Sendromu hastası Rızvan Khan’ı canlandırmaktadır. Çocukluğunu annesi ve küçük kardeşiyle geçiren bir Müslümandır Rızvan Khan. Annesi ona daima inanır ve bir anne olarak onu anlayacağı biçimde yetiştirmeye gayret eder. Rızvan Khan’ın annesinin ölümüyle Amerika’daki küçük kardeşinin yanı- Süre: 107 dakika Yönetmen: Mick Jackson bir rüya olarak görülen Avrupa’nın kültür ve medeniyetine dair meselelerinin romanlara nasıl yansıdığını incelemek olmuştur. Oyuncular:Claire Danes, Julia Ormond, David Strathairn, Catherine O’Hara, Charles Bake… Genel hatlarıyla “Türk Romanında Avrupa” ve “Türklerin Avrupa Algısı” gibi iki temel düşünce etrafında şekillenen eserde Ahmet Midhat Efendi, Şemseddin Sami, Namık Kemal, Samipaşazâde Sezai, Recaizâde Mahmut Ekrem, Mizancı Murat, Fatma Âliye Hanım, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Nabizâde Nazım, Safveti Ziya ve Safvet Nezihi gibi Türk edebiyatının öncü isimlerinin romanlarında yer alan Avrupa kültür ve medeniyetine ait değerlerle beraber, bunların romanlar üzerinden sosyal hayata nasıl yansıdığına yer verilmiştir. Yarı biyografik bir eser olan bu film, Amerika’da yaşayan ve bir üniversite profesörü olan başarılı hayvan bilimci Temple Grandin’in hayatını anlatır. Onun başarısının filmlere konu olmasının sebebi aynı zamanda bir otistik olmasıdır. Hastalığına teşhis konulmasının ardından annesinin desteğiyle eğitim hayatını diğer çocuklar gibi tamamlamaya başlar. Temple, çok na yerleşmesi ve oradaki Hindu dul bir kadına (Mandira) aşık olmasıyla devam eder film. Evliliklerinin sonrasında ülkede gerçekleştirilen 11 Eylül saldırıları Müslümanlar’a karşı olan nefreti tırmandırırken; Mandira’nın oğlu Müslüman birinin soyadını taşıması nedeniyle bir saldırıda dövülerek öldürülür. Film, Rızvan Khan’ın Amerikan başkanına ulaşıp “Benim adım Khan ve ben terörist değilim.” demek istemesi süreci üstüne kurgulanmıştır. Bu süreçte başına gelen onca şeye rağmen amacını geçekleştiren Rızvan Khan filmin sonunda Mandira ile yeniden bir araya gelir. Film 11 Eylül dönemi sonrası Amerika’sını, tırmanan İslam düşmanlığını ve Müslümanların bu durum karşısında tutundukları tavrı anlatması açısından ilginçtir. Eleştirel bir bakış açısıyla izlenmesi gerekir. zeki bir kızdır ve fırsat verilip sabırla beklenildiğinde ortaya muhteşem sonuçlar çıkaracaktır. Nitekim öyle de olur; ona inanan bir öğretmeninin, hayattaki her zorluğu açılması gereken bir kapı olarak tanımlaması ve bu kapıları açtığında yepyeni dünyalara ulaşacağını söylemesi Temple’ın her zorluğu cesaretle aşmasını sağlar. 18 yaşında insanlara sarılma hissi veren bir alet yapar ve zekâsını herkese gösterir. Üniversiteden başarıyla mezun olup hayvan biliminde uzmanlaşmaya devam eder. Bir besi çiftliğinde hayvanlardan en iyi verimin alınması ve hayvanlara en iyi şekilde muamele edilmesini sağlayan bir sistem geliştirir. Yaptığı projelerle, yazdığı makalelerle büyük beğeni toplayan Temple, otizmin aslında onu bir şeylerden mahrum bırakmadığını tam tersine ona farklı bir dünya kazandırdığını herkese gösterir. Değişim süreci, iyi yönetildiği takdirde örgütü başarıya götüren, kötü yönetildiği takdirde örgüt için bir yıkım da yaratabilecek oldukça zor ve MY NAME sancılı bir süreçtir. IS KHAN Temple Grandin 73 WEB SİTELERİ www.wordtest.com İsmail TONBULOĞLU Araştırma Görevlisi, Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul www.coursera.com ”İngilizce kelime öğrenme” temelinden yola çıkan site bu işi çeşitli işlemlerle eğlenceli hale getirmiş bir sitedir. Oyun oynayarak, güncel haberler okuyarak, sorular çözerek ve birbirinden eğitici ve eğlenceli aktivitelerle site ingilizce öğrenmeye katkı sağlıyor. Ayrıca site eski adı adıyla ÜDS ve KPDS sınavlarına yeni adıyla YDS sınavına üyelerini de hazırlamaktadır. Değerli eğitimcilerin yararlanabileceği eğitici ve kaliteli bir site. Online eğitimin dünyadaki güzel örneklerinden biri de coursera internet sitesidir. Birçok branş ve konunun dünyadaki prestijli öğretim üyeleri tarafından verildiği derslere katılma imkanı sunmaktadır. Princeton, Stanford, California, Berkeley, Michigan-ann Arbor ve Pennsylvania vb. üniversitelerden çevrimiçi ders alma imkanını sunan bir öğretim ortamıdır. Site size sadece katılımcı olarak izlemenize veya ders sınavları, ödevlerine katılıp sertifika almanıza imkan sağlamaktadır. www.ted.com www.unutturmam.com Dünya çapında birbirinden farklı konularda öğretici nitelikte görsel sunumların yer aldığı bir sitedir. Sitede binlerce yetkin kişinin ustaca aktardıkları durumları izleyebiliyorsunuz. Site Türkçe dil seçeneğini de desteklemektedir. Site eğitim personelinin görevlendirildiği ÖSYM sınavlarının tercih işlemleri ve sınav görev onaylarını SMS yöntemi ile üyelerine hatırlatıyor. Ayrıca ALES, YDS gibi sınav başvuru işlemlerini hatırlatan bir hizmeti de üyeleri sunmaktadır. www.ogretmenlerodasi.org.tr facebook.com/ogretmenlerodasidergisi twitter.com/OgrtmnlrOdasi 74 74 75 76