indir - Öğretmenler Odası Dergisi

Transkript

indir - Öğretmenler Odası Dergisi
1
Yeni Dönem
editörden
Bu sayımızı eğitim
camiasını yakından
ilgilendiren önemli
konular üzerine
hazırladık. Bir numaralı
gelişme Prof. Dr.
Nabi Avcı’nın Milli
Eğitim Bakanı olması.
Entelektüel kişiliğiyle
muarızlarının bile
beğenisini kazanan
Avcı’nın camiaya yeni
bir üslup getireceği
herkesin ortak kanaati.
Çalışmamız bakanımızı
biraz daha yakından
tanımaya matuf.
2
Yeni ve farklı bir dönemeçteyiz. Malumunuz artık derneğimiz yok. Ne oldu, niye dernek yok
sorusunun cevabını da biliyorsunuz. Bir ara dernek olmazsa dergi de olmaz zehabına kapıldık.
Zira dergi, bir olursak, iri ve diri olarak devam
edersek var olabilir diye düşünüyorduk. Elan bu
fikir üzereyiz. Arkadaşlarımız bu düşüncemizin
muktezasını yerine getirmeye çalışıyorlar. Kim
hangi işin ehli ise o iş onun omuzlarına yüklendi.
Yeniden toparlanarak kimliğimizi ve mevcudiyetimizi ikame etmenin tatlı telaşı içindeyiz.
Taksimde hissemize Öğretmenler Odası dergisinin devamını getirmek düştü. Aşağı yukarı aynı
kadro ile yolumuza devam ediyoruz. İbrahim
Hakan Karataş işimize Amerika’dan riyaset ediyor. Dergi atölyemiz ise bize imkanlarını tahsis
ederek adeta kucak açan YECDER’in Sancaktepe’deki merkezinde devam ediyor. Buradan
YECDER’in muhterem hocası Mehmet Keskin
Bey’e dergimiz adına teşekkür ediyorum. Zor
günlerde bize destek oldukları için tüm YECDER
camiasına müteşekkiriz, bunu unutmayacağız.
Dergimiz şimdilik yeterli sayıda matbu olmak
kaydıyla sanal alemde yoluna devam edecek.
Bu meyanda tüm öğretmenlerden güçleri nisbetinde destek bekliyoruz. Bize göstereceğiniz
müzaherat iddia ediyoruz Türkiye’nin en iyi öğretmen derneklerinden birinin yoluna devam
etmesine sebep olabilir. Rabbimin işleri şüphesiz böyledir, bir kapı kapanırken başka bir kapı
açılır. Allah azze ve celle her şeye kadirdir.
***
Bu sayımızı eğitim camiasını yakından ilgilendiren önemli konular üzerine hazırladık. Bir
numaralı gelişme Prof. Dr. Nabi Avcı’nın Milli Eğitim Bakanı olması. Entelektüel kişiliğiyle
muarızlarının bile beğenisini kazanan Avcı’nın
camiaya yeni bir üslup getireceği herkesin ortak kanaati. Çalışmamız bakanımızı biraz daha
yakından tanımaya matuf.
Şartlar bizi zorlarken biz de imkanlarımızı sonuna kadar kullanma peşindeyiz. Bu dergi geldiği
bu noktada kalmamalı. Yola çıkan kervan bazı
noksanlarını yolda ikmal edebilmeli. B u zaten
bizim tarzımız değil mi?
Bir sonraki sayımızda ümit ediyorum daha güzel bir dergi bulacaksınız. O zaman şimdi dile
getirdiğim bir çok sıkıntımızın izale olduğunu
göreceğimizi sanıyorum. Kısacası tüm okurlarımızdan eğitimci dayanışması bekliyorum. Ne
gariptir şimdi bu yazıyı bir 28 Şubat yıldönümünde yazıyorum. Hani bin yıl sürecekti? Bizi
dizüstü çökertebildi mi meşum sürec?
Bize bizden başkası zarar veremez, ya da siz
bunu tersten okuyun. Yeni sayımızda buluşmak
dileğiyle...
editör
içindekiler
Adına Sahibi ve
Genel Yayın Yönetmeni Mustafa EVERDİ: AVCI’ya
Zaman Tanımalıyız
Yaygın süreli yayın. 3 ayda bir yayınlanır.
4
Okul: Merhametsiz Mabet
Prof. Dr. Selahattin Turan
6
Bakan - Öğretmen İletişimi
dr. İbrahim hakan karataş
9
Modernite Sonrası Türk Eğitiminin
Sorunsalını Doğru Okumak
mehmet cüneyt ancın
11
11
Geçmişten Günümüze Milli
Eğitim Bakanlarımız
16
33
Geleceğin Eğitimi Üzerine
Sınıf Hakimiyeti Üzerine
V. Metin bayrak
Ramazan özer
19
34
Forvet Öğrenci, Maestro Öğretmen!
Oku(t)ma Manifestosu
erkan kerem gözen
vural gündüz
20
36
Eskişehir Milli Eğitim Müdürü Arif Dede Ha-
Garip Bir Elma Hikayesi
yat Boyu Öğrenme Programını değerlendirdi
Gürhan gürses
mesut kaymakÇı
38
22
Sınıfta Gönül Hakimiyeti
Alp’lerin Eteklerindeki Sessizlik
Özgür girgin
zehra şaşmaz
42
40
Tanımalıyız
26
Eğitimi Öğretmenler Odasına Taşıyabilmek
Eğitim Sistemimize Farklı Bir Bakış
Ali hikmet demir
Adil gülmez
Hasan hüseyin selvi
Mustafa Everdi: AVCI’ya Zaman
42
14
28
Geçmişten Günümüze Milli
Başarı için IQ mu Önemli EQ mu?
Nitelikli Eğitim - Öğretim, Verimli İnsan
Eğitim Bakanlarımız
sinan aydın
yusuf mesut kilci
ekrem aytar
Temel Becerileri Kazandırmak İçin
Filmleri Nasıl Kullanmalıyız?
54
54
44
Hedefi On İkiden Vuran Bir Eğitim
Sistemi Gerekli
şadettin göksu
46
Değerler ve İlkeler: Yolumuzu
Aydınlatan Kandiller
mahmut balcı
49
57
İnsan Olmak (Şiir)
mehtap ergün
58
Eğitimden Haberler
Seyfullah Köksal
60
Prizen ve Üsküp’te Türk Mahalleleri
mesut kaymakçı
52
Saadet Öğretmenimin Tekerlemeleri
emine adıgüzel
Yayımlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Yazılarda
yayın kurulu ve editör değişiklik yapabilir. Gönderilen yazılar
iade edilmez. Yazılar, kaynak gösterilerek yayınlanabilir.
66
Mezuniyet Acısı (Şiir)
emrullah bedir
Elmalı Pasta
Şemseddin Koçak
50
60
Temel Becerileri Kazandırmak İçin:
Filmleri Nasıl Kullanmalıyız?
didem özkarakaya bayındır
Bir Fotoğrafın Anatomisi
ahmet özcan
Online Eğitimin Hayatımıza Etkileri
dilek kalmaz
Seçeneklerin Pencesindeki Hayatlar
hacer yalçıntaş
Prizren ve Üsküpde Türk
Mahalleleri
64
Sınıfta Oturma Düzeni
(Yazkan Modeli)
mustafa yazkan
Yazı göndermek ve her türlü öneri ve
değerlendirmelerinizi bize ulaştırmak
için:[email protected]
67
68
70
Yazar Öğretmenler
Sıtkı Serdar
71
Film Kulübü
zeynep kanbay
72
Web Siteleri
ismail toNbuloğlu
Baskı: NanoDigitalPrint Yüzyıl Mah. Mas-Sit.
Matbaacılar Sitesi 5 Cd. No:22 Bağcılar / İstanbul
Tel: 0212 429 29 03 www.nanodigitalprint.com
www.ogretmenlerodası.org.tr
İletişim :
Bulgurlu Mah. Bugurlu Cad. Etiler Sok. No: 10 Üsküdar / İstanbul Tel: 02165461003 http://www.facebook.com/ogretmenlerodasidergisi?fref=ts
https://twitter.com/OgrtmnlrOdasi
yıl: 3 sayı:7 mart - nisan - mayıs 2013
yıl:3 sayı:7 mart-nisan-mayıs 2012
Dr. İbrahim Hakan KARATAŞ
Yayın Koordinatörü
Adil GÜLMEZ
Yayın Kurulu
İsmail CİHANGİR
Gökhan ERENOĞLU
Aysen ERAYDIN
Zehra ŞAŞMAZ
Didem BAYINDIR
Mahmut AYTEKİN
M. Cüneyt ANCIN
Necdet BAYINDIR
Mesut KAYMAKÇI
Danışma Kurulu Prof. Dr. Selahattin TURAN
Dr. Melike GÜNYÜZ
Dr. Faruk KANGER
Ali CAN
Ahmet AKBAL
Hüseyin AKAR
Muhammet YILMAZ
Dr. Özlem GÜNEŞ
Düzelti ve Edisyon
Mesut KAYMAKÇI
Dizgi-Tasarım-Uygulama
Ayşe ÖZLÜ
Reklam ve Tanıtım
Gökhan ERENOĞLU
Sekreterya ve İletişim
Seyfullah KÖKSAL
Abone ve Satış
Yahya DEPREM
Eğitimden Haberler
Seyfullah KÖKSAL
Film Kulübü
Zeynep KANBAY
Yazar Öğretmenler
Sıtkı SERDAR
Web Siteleri
İsmail TONBULOĞLU
Okul:
Merhametsız
Mabet
Prof. Dr. Selahattin
Turan
6
Eskişehir Osmangazi Ü. E. F.
Merhameti hayata
teşmil etmenin yolu
makro söylemler
olmasa gerektir. Küçük
ölçekte, tikel alanda
değişimler üzerinden
bir dönüşümdür sağlıklı
olan. Gençlerle yaşlılar
arasındaki bariyerlerin
yıkılması, yaşlıların bakım
görmenin ötesinde
hayatın bilfiil parçası
olarak kabul görmesi,
hayatlarımıza müdahil
olması merhamet
inşasının ilk adımı
olabilir.
6
Eğitim buzdağımız ve okullarımız eriyor. Çaba
sarf ediyoruz, direniyoruz, yapıyoruz, bozuyoruz fakat kendi eğitim birikimimize dayalı
özgün modeller geliştiremiyoruz. Sorun derin:
Eğitim ve okulu yeniden düşünmek ve kavramlaştırmak, yeni bir istikamet belirlemek
zorundayız. Batı’dan aktardığımız ‘eğitimde
fırsat ve imkân eşitliği’ çalışmıyor. Her geçen
gün eğitimde sosyal adalet bozuluyor, merhamet yok ediliyor. Merhamet ve adalet iki özgün kavram terk ettiğimiz. Annenin bebeğini
ilk nutfe halinden nihai cenin haline ve doğumuna değin taşıdığı uzvu rahimdir. Anne ile
bebeğin ilk buluşma mekânı adını, yaratıcının
yarattıklarına merhametini ifade eden sıfatından alıyor. Ve aynı kavram merhamet haliyle
bütün yaratılmışların münasebetlerinde, hayati bir unsura dönüşüyor.
Gazali bir kimseye gerçek anlamda merhametli denilebilmesi, dolayısıyla acıma duygusunun ahlâkî bir değer taşıması için onun
acıdığı kişinin ihtiyacını gücü ölçüsünde karşılaması, bunu da hür iradesiyle yapması gerek-
tiğini belirtir. Gazali’nin bu tespiti merhametin ahlak alanına girdiğini hatırlatıcıdır.
Merhamet sadece histen ya da yalınkat bir
fiilden ibaret değildir, dâhili-enfüsi boyutlar, bunun gereği fiili sorumluluklar ihtiva
eder. Fiili kendinden bilmemeyi, muhatabı
minnet altında bırakma hissine kapılmamayı, teşekkür beklememeyi; nihayet fiile
zerrece menfaat karıştırmamayı gerekli kılar. Menfaat karıştığı andan itibaren fiil rasyonelliğin, hesabiliğin alanında ifa edilir olmuştur. Hesabın olduğu yerde ise hasbiliğe
yer yoktur. Hâlbuki merhamet pür hasbilik
alanında yer alır. Merhamet çok katmanlı
bir haldir. Hal sözlü telkinle kuşanılmaz,
yılların birikiminin hülasasıdır. Hal’in inşa
yeri aile başta olmak üzere bireyi çevreleyen, bireyin içinde var olduğu muhitin bütünüdür. Okul bunun sadece bir parçasıdır.
Merhameti dışarıdaki nesnel bir hareket
formu olarak konuşmaktan çok içselleştirilmiş, hale dönüşmüş bir davranış düzeyi
olarak vasıflandırdıktan sonra, ‘merhamet
eğitimi’ kavramsallaştırması merhameti belli
zaman-mekân-ders kutucuklarına sıkıştırmak
anlamında problemli hale gelir. Buna indirgeyicilik tehlikesi diyebiliriz. Bunun yerine merhametin söz ve eylem olarak hayatın bütününe
hatta bütün canlı ve cansızlara teşmil edildiği
bir iklim, bütün müfredata giydirildiği bir program tahayyül edebiliriz. Aksi takdirde iğreti
acıma ve acıdığıyla kalma fiilleri öğretisinden
öteye gidilmesi zor görünüyor.
Merhameti hayata teşmil etmenin yolu makro
söylemler olmasa gerektir. Küçük ölçekte, tikel
alanda değişimler üzerinden bir dönüşümdür
sağlıklı olan. Gençlerle yaşlılar arasındaki bariyerlerin yıkılması, yaşlıların bakım görmenin
ötesinde hayatın bilfiil parçası olarak kabul
görmesi, hayatlarımıza müdahil olması merhamet inşasının ilk adımı olabilir. İnsanın birbirine
muhtaç olduğu, vererek var olduğu, merhametin bir lütuf değil hayatın bir parçası oldu-
ğu, insanın merhamet görmeye olduğu kadar
merhamet göstermeye de ihtiyaç içinde olduğu
anlayışı-öğretisinin kuşanılması bunu takip edebilir. Bu fiil ve söylemler merhametin ontolojik
bir boyuta taşınması, varlığın merhamet üzerinden anlamlı kılınması demek olacaktır.
Buna karşın mevcut söylemin/öğretinin dayattığı bireyselleşme merhameti örseleyicidir. Kendi
kendine yetme kaygısı merhameti aşındırıcıdır.
Başarı, kariyer odaklı rekabet atmosferi merhameti azaltıcıdır. Kendini kusursuz görme hissiyatı merhameti yok edicidir. Modern olmanın
bir gereği de merhametli olmamaktır diyebiliriz. En merhamet çağrıştırıcı görünüme sahip
insan hakları kavramsallaştırması da dâhil modern söylemler merhamete referans vermez,
aksine perde olur. Okul ya merhamet ve adaleti esas alan bir mabet ya da irademizi piyasanın
emrine veren ücretle gittiğimiz bir ticarethane
olmalıdır.
Gazali bir
kimseye
gerçek
anlamda
merhametli
denilebilmesi,
dolayısıyla
acıma
duygusunun
ahlâkî bir
değer taşıması
için onun
acıdığı kişinin
ihtiyacını gücü
ölçüsünde
karşılaması,
bunu da hür
iradesiyle
yapması
gerektiğini
belirtir.
7
7
Bakan - Öğretmen İletişimi
Dr. İbrahim Hakan Karataş
Fatih Üniversitesi / İstanbul
Bakan öğretmenle nasıl
iletişim kurar? Öğretmen
bakanla nasıl iletişim
kurar? Bu sorulardan
hangisini önce sorduğunuz
bile bu hassas iletişimde
büyük önem arzediyor.
Ancak hangi yönden
baktığınızdan daha
önemlisi elbette aradaki
iletişimin ne kadar sağlıklı
olduğudur. Nitekim
öğretmenler açısından
-ve bence bakanlar
açısından da- son üç
bakan ile gerçekleşen
iletişim tecrübeleri bu
sorun üzerinde daha fazla
düşünmemiz gerektiğini
gösterdi.
8
Bakan öğretmenle nasıl iletişim kurar? Öğretmen bakanla nasıl iletişim kurar? Bu sorulardan
hangisini önce sorduğunuz bile bu hassas iletişimde büyük önem arzediyor. Ancak hangi yönden baktığınızdan daha önemlisi elbette aradaki
iletişimin ne kadar sağlıklı olduğudur. Nitekim
öğretmenler açısından -ve bence bakanlar açısından da- son üç bakan ile gerçekleşen iletişim
tecrübeleri bu sorun üzerinde daha fazla düşünmemiz gerektiğini gösterdi.
Şimdi bu iletişimin taraflarından biri değişti. Artık iletişim uzmanı olan bir bakanımız var. Doğal
olarak öğretmenlerde de daha sağlıklı bir iletişimin gerçekleşeceğine dair oldukça güçlü bir
umut var.
Eğitimde iletişimin önemini tartışmak abesle
iştiğaldir. Literatüre bakıldığında ise eğitimde
iletişime ilişkin araştırmalar, çalışmalar çoğunlukla öğretmen-öğrenci, öğretmen-yönetici, öğretmen-veli ve öğretmen-öğretmen arasındaki
iletişime odaklanmaktadır. Acaba bakan ile öğretmen arasında gelişen iletişim önemli midir?
Eğitim sisteminin en tepesindeki kişi ile eğitimin
gerçek uygulayıcısı olan, öğrenci ile doğrudan
etkileşim halinde olan sınıf içindeki öğretmenin
iletişimi eğitimin niteliği açısından bir önem taşımakta mıdır? Doğrusu her ne kadar bu konuda
yeteri kadar araştırma yoksa da çok önemli ol-
duğunu ve sınıf içini doğrudan etkilediğini yine
yakın geçmişteki tecrübelerimizle müşahede
ettik. Öğretmenlerin kişisel ve duygusal olarak
moral ve motivasyonunu doğrudan etkileyen
ve sınıftaki performansına yansıyan bu iletişim
türü, bazen fiili olarak sınıfı terk etmeye, eylemler yapmalarına ve dolayısıyla eğitimin fiilen
durmasına da sebep oldu. Açıkça görülüyor ki
bakan ile öğretmen arasındaki iletişim bel ki de
diğer tüm iletişim türlerinden daha güçlü bir şekilde eğitime etki ediyor.
Hal böyle olunca hem bakanın öğretmenlere
kuracağı iletişim hem de öğretmenlerin bakanla kuracağı iletişim eğitimin sağlıklı bir şekilde
yürütülmesi açısından üzerinde durulmayı hak
ediyor.
İletişim uzmanı bir bakana ya da her biri birer
iletişim uzmanı olması gereken öğretmenlere,
aralarındaki iletişimi sağlıklı bir biçimde yürütmelerinin yollarını anlatmak ilk bakışta biraz zor
ve hatta gereksiz olsa da bazı hususlara dikkat
çekmek uygun olacaktır.
Bu tür bir iletişimin bakan açısından bakıldığında kitlelere yönelik olduğunu biliyoruz. Diğer
taraftan sadece verilen mesajın içeriği değil, veriliş biçimi, jestler, mimikler, vücut dili, seçilen
kelimeler, ortam ve zaman da mesajın alıcı tarafından yorumlanmasına etki ediyor. Reklamcılar
“kitleler duygusaldır” der. Dolayısıyla mesajın
yüzyüze verilmesi ile resmi yollarla ya da medya aracılığıyla iletilmesi arasında etki bakımından büyük farklılıklar olmaktadır.
Bu iletişim ile ilgili diğer bir ayrıntı ise yaşadığımız çağın bir iletişim çağı olması. 10 yıl öncesine göre bile iletişim kanalları ve tarzları arasındaki farklılıkları dikkate almadan eski usullerle
sürdürülecek iletişim çok büyük sorunlara yol
açabilmektedir.
Eğitim Bakanının hitap ettiği kitlenin bir diğer
özel tarafı ise toplumun eğitim ortalaması en
yüksek olan kesimini oluşturuyor olmalarıdır.
Genelde eğitimciler ve özelde öğretmenlerin
tamamı yüksek öğretim mezunu ve toplumla
sürekli ve sıcak iletişim halinde olan kitledir.
Bu durumda da bakanının her mesajının öğretmenler nezdinde toplumun diğer kesimleri ile
karşılaştırıldığında daha hassas ve geniş etkileri
ve yansımaları olduğu kabul edilmelidir.
Elbette öğretmenlerle iletişimin bu genel özelliklerine, bir de son dönemde yaşanan iletişim
kazaları ile biriken duygusal algı rezervlerini
eklemek gerekir. Belki bugün verilen bir mesaj,
dün verilseydi daha farklı bir tepki ortaya çıkabilecekti.
Tüm bu iletişim bağlamında bakan ile öğretmen ve öğretmen ile bakan nasıl iletişim kurar?
Bir bakanın öğretmenlerle iletişim kurmasının
altı yolu vardır. Resmi yazışmalarla, aracı kurumlarla, medya aracılığıyla, sosyal medya aracılığıyla, eposta ya da mektupla ve yüzyüze.
Resmi yazışmalarla kurulan iletişim bu kanalların en formal biçimidir. Bakan ya da bakanlık,
bir kanun, yönetmelik, genelge ya da tebliğ ile
öğretmenlere ulaştırmak istediği mesajı iletir.
Mesaj bir kağıt parçasında ya da bir epostada
bakan imzasıyla öğretmenlere ulaşır. Esasen bu
işin profesyonel tarafıdır ve her öğretmen bu
mesajı görevi ile ilgili bir gereklilik olarak almak
ve uygulamak durumundadır. Ne var ki, her ne
kadar formal ve mesleki bir gereklilik de olsa
resmi yazılarla iletilen mesajların da muhatapta
oluşturduğu bir duygusal etki olduğu unutulmamalıdır.
Bakanla öğretmen arasındaki iletişimin en spekülatif hali medya aracılığıyla gerçekleşen iletişimdir. Bakanın medyaya yansıyan mesajı, haberi yapan medya kuruluşunun ve gazetecinin
ilgisi ve yönlendirmesine açıktır. Çoğu zaman
mesaj, bağlamından kopar ve salt bir cümle ya
da yargı olarak kalır. Ayrıca yorumcuların bu
mesajları analizleri de mesajın amacını ve yönünü saptırabilir. Elbette daha iyi anlaşılmasını
sağlamaya yardımcı olduğu durumlar da vardır.
Bakanın, öğretmenleri temsil eden sendikalar,
sivil toplum kuruluşları ya da diğer kurumların
yöneticileri ya da temsilcileri aracılığıyla öğretmenlerle kurduğu iletişim medya aracılığıyla
kurulan iletişime nazaran daha sağlıklı, resmi
yazılarla kurulan iletişime nazaran da daha
doğrudan ve samimi olduğu söylenebilir. Fakat
eğer ilgili kurum, üyeleriyle sağlıklı ve güçlü bir
iletişim becrisine sahip değilse bu iletişimin de
sınıf içine yansıması spekülatif bir hal alabilir.
Bakan öğretmenlerle iletişimde sosyal medyayı
da kullanabilir. Yeni bakanımızın böyle bir iletişime merakı olup olmadığını bilmemekle birlikte anlık ve doğrudan olması açısından önceki
iletişim yollarına nazaran daha güçlü ve doğrudan etkiye sahip bir iletişim yolu olduğu kabul
edilmelidir.
Nitekim bir bakanın yedi yüz bini aşkın öğretmenle her an yüzyüze iletişim kurmasının
mümkün olmadığı kabul edilirse sosyal medya ile kurulan iletişimin bu eksikliği gidermek
açısından bir ara yol olduğu kabul edilmelidir.
Eğitim Bakanının
hitap ettiği kitlenin
bir diğer özel
tarafı ise toplumun
eğitim ortalaması
en yüksek olan
kesimini oluşturuyor
olmalarıdır. Genelde
eğitimciler ve özelde
öğretmenlerin
tamamı yüksek
öğretim mezunu
ve toplumla sürekli
ve sıcak iletişim
halinde olan kitledir.
Bu durumda
da bakanının
her mesajının
öğretmenler
nezdinde toplumun
diğer kesimleri ile
karşılaştırıldığında
daha hassas ve
geniş etkileri ve
yansımaları olduğu
kabul edilmelidir.
9
Bakanın, öğretmenleri
temsil eden
sendikalar, sivil
toplum kuruluşları ya
da diğer kurumların
yöneticileri ya da
temsilcileri aracılığıyla
öğretmenlerle
kurduğu iletişim
medya aracılığıyla
kurulan iletişime
nazaran daha sağlıklı,
resmi yazılarla
kurulan iletişime
nazaran da daha
doğrudan ve samimi
olduğu söylenebilir.
Fakat eğer ilgili
kurum, üyeleriyle
sağlıklı ve güçlü bir
iletişim becrisine
sahip değilse bu
iletişimin de sınıf içine
yansıması spekülatif
bir hal alabilir.
Yine de bir bakanın her fırsatta öğretmenlerin
resmi makamı olan okulları ve sınıfları ziyaret
etmesi, onlarla yüzyüze ve samimiyetle konuşması, daha doğrusu onları canu gönülden dinlemesi, etrafındaki güvenlik sarmalını ve hevesli
guruhunu azıcık uzaklaştırarak öğretmenlerin
nefeslerini, kokusunu, heyecanını hissetmesi
ve bunu sık sık yapması kadar güçlü bir iletişim
yolu olmayacaktır. Mesela neden bir bakan basın açıklamalarını, önemli duyurularını, kitleyi
ilgilendiren bilgilendirmelerini her seferinde
başka bir okulun öğretmenler odasında yapmasın ve mesela neden gazetecilerin sorularını cevaplamak yerine bizzat öğretmenlerin konuyla
ilgili sorularını cevaplamasın?
Eğitimciler
Değişim
İstiyor
10
Bakanın öğretmenlerle email ve posta yoluyla
da iletişim kurması mümkündür. Değil mi ki her
öğretmenin kurumsal bir eposta adresi vardır.
Değişim süreci,
iyi yönetildiği
takdirde örgütü
başarıya götüren,
kötü yönetildiği
takdirde örgüt
için bir yıkım da
yaratabilecek
oldukça zor ve
sancılı bir süreçtir.
Öyleyse bakanın her yeni durumla ilgili öncelikle ve ilk elden öğretmenleri bilgilendirmek
adına kendilerin bir tuşa basmak marifetiyle
ulaşması mümkün değil midir?
Sözün özü, iletişim uzmanı olan bir bakana nasıl iletişim kurması gerektiğine dair öneri sunmak yersizdir. Zira insanoğlunun yapıp etmelerinin büyük kısmı -belki de tamamı- iletişim
ile amacına ulaşmaktadır. Söz konusu eğitim
olunca, daha doğrusu söz konusu masum çocuklarımız ve geleceğimiz olunca bu konuda
sorumluluk sahibi olanların ve eğitim sisteminin
en tepesindeki bakanımızın elinden gelenin
fazlasını yapmaya gayret ederek sağlıklı ve etkili
bir iletişim becerisi örneği göstermesini beklemek hem hakkımız, hem de onun en büyük
sorumluluğudur.
MODERNİTE SONRASI
TÜRK EĞİTİMİNİN
SORUNSALINI DOĞRU
OKUMAK
Mehmet Cüneyt ANCIN
Tarih Öğretmeni
Eğitim Yöneticisi / İSTANBUL
Kalkınma hülyası
başladığından beri geri
kalışımızın (!) ezbere
bağlanmış nedenleri
nakaratıyla tekrarlanıp
durduğu süreç boyunca,
tabiat bilimleri ve
matematikte bilimsel
açığımızın kapatılması
adına pompalanan
pozitivizmin ideolojik
cazibesi, yeni bir üst
kimlik oluşumuna kapı
aralamıştır; “aydın”…
Zihin dünyamızı şekillendiren kavramlar ve onların oluşturduğu bağlam, fiziki dünyayı da doğru algılama ve değerlendirme becerimizi sağlar.
Kavramsal zıtlıklar da “her şey zıddıyla kaimdir”
düsturunca bu zihni bağlamın ortaya çıkmasında en önemli sacayağını oluşturur. Bazen de
mantıksal bir yanılsama ile birbiriyle doğrudan
zıtlık ilişkisi içerisinde olmayan kavramlar da
birbirlerinin zıddıymış gibi algılanarak zihin
dünyamızın şekillenmesinde rol oynamaktadır.
Din/dünya, doğu/batı, eril/dişil, milli/dini, resmi/sivil gibi günümüzde geçerliliğini sürdüren
tüm ayrımların, yeterince soyutlama kapasitesi
gösterilemeden aynı sosyokültürel düzlemde
algılanıyor oluşu da günümüz Türkiye toplumunun en önemli sorunsalı olarak önümüzde
durmaktadır. Oysa dünyayı zıtlıkların birlikteliği
olarak değerlendirmek, bu zıtlıkların olmazsa
olmaz bağlılığıyla evrensel ahenkli düşün sistemini nasıl kurduklarını anlamak ve anlamlandırmak demektir. Zihni bağlamın sağlıklı kurulduğu bir kültür, sağlıklı bir toplumsal sistemi
de beraberinde getirir. Bu döngü de kuşaktan
kuşağa eğitimle tevarüs eder. Bu bakımdan
tümdengelimi önceleyen bir bakış açısına sahip
olmak, hayat ve evreni algılama becerilerimizi
geliştirme iddiasındaki eğitim süreçlerinde doğru hareket noktası olacaktır. Herhangi bir numen ya da fenomenin analizine ihtiyaç duyulduğunda da bu bütünlükten kopmadan sağlıklı
çıkarımlar elde edilebilecektir.
Yine göreceli ayrımlar kabilinden gelişmişlik
kriterlerine göre sanayileşme açısından yapılan
tasnifte eğitimin payına düşenin ne olduğuna bakılacak olursa ülkemizde fen ve anadolu liseleri sayısını arttırarak bu konudaki açığı
kapatma gayretkeşliğimiz masaya yatırılabilir.
Kalkınma hülyası başladığından beri geri kalışımızın (!) ezbere bağlanmış nedenleri nakaratıyla tekrarlanıp durduğu süreç boyunca, tabiat
bilimleri ve matematikte bilimsel açığımızın
kapatılması adına pompalanan pozitivizmin
ideolojik cazibesi, yeni bir üst kimlik oluşumuna kapı aralamıştır; “aydın”… Bu yüzden
Türk modernleşmesinin satır aralarını okurken,
eğitim tarihimizdeki bu dalgalanmaları dikkate
alma zorunluluğu ihmal edilmemelidir. “İleri”
in, “geri” out denilerek, kriterleri dahi sorgulanmadan cehalet ile aydınlanma zıtlığı üzerinden
Türkiye toplumunun kültür kodları ve kimliği
yeniden inşa edilmeye çalışıldı. Oysa tahsilin
11
11
cehaleti alıp neyi baki bıraktığı, sorulmasa da
erbabının meçhulü değildi hiçbir zaman…
Şimdi birey ve toplumu hangi yönde geliştiren
eğitime ihtiyaç duyduğumuzu sorguladığımız
bu noktada hamasi ilerlemeci retoriğin yaşadığı ironi, toplumun her kesimini artık gülümsetebiliyor. Bugün kaybedilmiş erdemlerin nasıl
tekrar kazanılabileceğine olan artan duyarlılığın
yanı sıra, yanlış yolda uzun süre yol alınmış olmanın hasıl ettiği kaygının, eğitim sisteminin ve
eğitimcinin el yordamıyla sorgulanması sonucu anarşik bir darboğaza girilmesiyle bizi karşı
karşıya bıraktığı açıktır. Bu zafiyet, eğitimciyi
ve okulu nereye koyacağını tam olarak kestirememekten tutun, bir türlü değeri biçilemeyen
değerler eğitimi ihtiyacının giderilme, başka bir
deyişle doyurulma telaşında da açıkça gözlemlenebilmektedir. Toplumsal taleplerin ve birikmiş sosyokültürel ihtiyaçların yoğunluğu, bir
bakıma iftar sofrasına hızlı giriş yapan oruçlu
misali dengesiz beslenme ve hazım problemleri yaşanabileceği sinyalini de vermektedir.
söylenebilir. Ne zaman eğitimin paraya tahvil
edilebilir olma ihtimalinin yükselişe geçmesi
söz konusu olduysa -ki özel eğitime muhtaç
çocuklar için hizmet verme mükellefiyetindeki
merkezlerin devletin müşteri rolünü iyi değerlendirdikleri ve hakkını teslim edenler hariç bir
çok simsarın da sektöre daldığı gerçeğinden
hareketle- eğitim bezirganları için de gün o zaman doğmaya başlamış oldu. Kuşkusuz burada
eğitimin özel sektör üzerinden gelişmesinin ve
rekabete dayalı kalite arayışı ve artışının eleştirildiği düşünülmemelidir. Ölçülemeyen ve
denetlenemeyen süreçlerin yönetilemeyeceği
gerçeğini bir kez daha hatırlatmak ve eğitimde
modernleşme çabalarının başladığı 19. Yüzyıl
Osmanlısına burada atıf yapmak yeterli olarak
görülmeli. Ancak eğitim gibi ulvi olduğu sıkça dillendirilen ve insanı kemalata yüceltme
işlevi olduğu dolayısıyla iktisadın kurallarından
bağımsız kurgulanagelmiş bir alanın tümüyle
piyasa ehlinin insafına bırakılmasının da eleştirilmesinden daha tabii bir hak düşünülemez.
Öyleyse nasıl ki “ey bezirgan al ve sat benim
haraç mezat el yazmalarımı antika niyetine…”
denilemiyor ise tüccarın ulemaya, ilim tedrisinin ne idüğüne ilişkin pişkin bir eda ile kaide
öğretmesinin de önüne geçmeyi bilmek iktiza
eder! Zor alan ve zor olan, ilim ile iktisat sahalarının kesişimindeki gordiyonu çözebilmek
hasılı…
Eğitimciler
Değişim
İstiyor
Eğitimin yükselen değer olması ile birlikte genelde eğitim sürecinin tümü ve özelde okul
olgusunun hayatın neresine denk düştüğü sorunsalı da giderek derinleşmektedir. Zira artık
yaşamın ta göbeğindeki en aktif yılları verip
karşılığında ne kazandığını merak etmekte kitleler. “Kariyer mi, karakter mi, para mı öncelenmeli, yoksa hepsi aynı derekede olabilir mi,
biri adına diğerleri feda edilebilir mi?” Bu sorular, gencecikken on yılları verdiğimiz ve sonuçta “XXXS” merkezi değerlendirmesinde elliyi
aşıp iş ve aş beklediğimiz bir garabet sarmalı
için oldukça anlamlı olmalı… Ekonomik krizlerde satışında önemli düşüş gözlemlenmeyen,
hatta belki de artış gösteren metaların başında
define dedektörleri geliyorsa bu bizim umut
tacirliği sektörlerimizdeki (!) trendin yüksekliği
ile eğitimden beklenen aydınlanmanın birbirine oranını ölçmemizi kolaylaştırdığı pekala
12
Şekil verilen çamura üflenen ruhun gıdası “hikmet” müminin niçin ve nasıl yitiğidir ki onu nerede bulsa almak bu kadar kıymetdar olsun?
“Üflediler asr-ı evvelde, söndü kandil” deyu
bağırıp çağırmakla karanlıktan aydınlığa çıkılamayacağı aşikarken hem aramalı, hem tedkik
etmeli, hem de sahip olduğunun ayırdında olmayı bir arada bulundurmalı muallim ve mürebbi. Bu da kelimenin tam anlamıyla yanmayı
icap ettiriyor. İçimizden birileri mütemadiyen
yanmalı öyleyse çerağ gibi…
Zira artık yaşamın ta
göbeğindeki en aktif
yılları verip karşılığında ne
kazandığını merak etmekte
kitleler. “Kariyer mi, karakter
mi, para mı öncelenmeli,
yoksa hepsi aynı derekede
olabilir mi, biri adına diğerleri
feda edilebilir mi?” Bu
sorular, gencecikken on yılları
verdiğimiz ve sonuçta “XXXS”
merkezi değerlendirmesinde
elliyi aşıp iş ve aş beklediğimiz
bir garabet sarmalı için oldukça
anlamlı olmalı…
“Üflediler asr-ı evvelde,
söndü kandil” deyu bağırıp
çağırmakla karanlıktan
aydınlığa çıkılamayacağı
aşikarken hem aramalı,
hem tedkik etmeli, hem
de sahip olduğunun
ayırdında olmayı bir arada
bulundurmalı muallim ve
mürebbi. Bu da kelimenin
tam anlamyla yanmayı icap
ettiriyor. İçimizden birileri
mütemadiyen yanmalı öyleyse
çerağ gibi…
Mustafa Everdi:
Eğitimciler
Avcı’ya Zaman
Değişim
Tanımalıyız
İstiyor
adil gülmez
DKAP Öğretmeni / İSTANBUL
Adil Gülmez
Nabi Avcı, gerilimlerin
yazı
değil, ılık bir ortamın
kurucusu, medeni ölçüler
Değişim
süreci,
içinde farklı
fikirlerin
mevcudiyetine
inanmış,
iyi yönetildiği
farklılıktan doğan
takdirde örgütü
gerilimleri işbölümüne
başarıya
götüren, bilen
dönüştürmeyi
birisidir.
kötü yönetildiği
takdirde
örgüt en
Bilgisayar
teknolojisini
iyi kullanan,
için
bir yıkımöneminin
da
farkında
olan,
yaratabilecek hatta
tehlikelerini, zararlarını
oldukça
zor vegören,
çok önceden
sancılı
bir süreçtir.
Enformatik
Cehalet
kitabını yazan bir
aydındır.
Kimse onun ismini zikretmedi ama atandıktan sonra ise herkes en uygun isim oydu dedi.
Milli Eğitim Bakanımız Prof . Dr. Nabi Avcı’nın
bakanlığa getirilmesi sürpriz oldu. Atandığı
andan itibaren hakkında yazılıyor-çiziliyor. Av.
Mustafa Everdi medyada yazıları ve kitaplarıyla etkin olan bir büyüğümüz. Bakan Avcı ile
yıllar öncesine dayanan dostlukları var. Ondan dinleyelim Avcı’nın özelini dedik ve aldığımız cevapları sizinle paylaşıyoruz.
Ömer Dinçer gibi Milli Eğitim’de devrim niteliğinde işler başaran bir isim
yerine Nabi Avcı’nın seçilmesinin özel
bir anlamı var mı?
Nabi Avcı’nın M.E.B. ile ilgisi ve mesaisi ta
Hasan Celal Güzel’in MEB’den beri var. Kaldı ki Ömer Dinçer’le Nabi Avcı İstanbul Belediyesinden bu yana aynı ekibe dahiller.
Akparti’nin eğitim, personel rejimi vb. alanlardaki çalışmalarda birlikte teşrik-i mesaileri var.
Bu nedenle Ömer Dinçer’den sonra bu politikaları sürdürecek en iyi isim Nabı Avcı’dır.
Mevcut sistemi sürdürmeye devam edecektir.
Kaldı ki Nabi Avcı’nın Eğitimle ilgili görüşleri çok eskiden beri bir entelektüel
olarak da sürüp gelen ilgi alanı olmasıyla
net, açık ve zamanın ruhuna uygundur.
Bakan olduktan sonra verdiği bir röportajda –mealen- “öğretmenlerin sosyal medya konusunda öğrencilerinin gerisinde
kalabileceğini; bu nedenle öğretmenlerin
öğrencilerine faydalı olabilmek için zamanın ruhuna iştirak edebilme ve teknolojik
aygıtları kullanma konusunu iyi anlamaları
gerektiğini” söylemiştir.
Küreselleşen dünyada ve bilgiye ulaşmanın
okul dışındaki yollarının daha etkin olduğu
bir dönemde eğitimin eski dar alışkanlıklar ile sürdürülemeyeceğini en iyi bilen bir
eğitimcidir.
Yine 1990’lı yıllardaki bir yazısında “Talim Terbiye Kurulu daha bilgisayar destekli
13
13
Nabi Avcı’nın
Eğitimle ilgili görüşleri
çok eskiden beri bir
entelektüel olarak da
sürüp gelen ilgi alanı
olmasıyla net, açık
ve zamanın ruhuna
uygundur. Bakan
olduktan sonra verdiği
bir röportajda –mealen“öğretmenlerin sosyal
medya konusunda
öğrencilerinin gerisinde
kalabileceğini; bu
nedenle öğretmenlerin
öğrencilerine faydalı
olabilmek için zamanın
ruhuna iştirak edebilme
ve teknolojik aygıtları
kullanma konusunu iyi
anlamaları gerektiğini”
söylemiştir.
Küreselleşen dünyada
ve bilgiye ulaşmanın
okul dışındaki yollarının
daha etkin olduğu bir
dönemde eğitimin eski
dar alışkanlıklar ile
sürdürülemeyeceğini en
iyi bilen bir eğitimcidir.
14
eğitim malzemelerinin nasıl denetleneceği
meselesini halledemeden bir de internet
çıktı. İnsanlar dört duvarlı okulun, üniformanın, başörtülü/başörtüsüz eğitimin,
müfredatın ve Talim-Terbiye’nin o kadar
da matah birşey olmayabileceğine uyanmak üzereler. Zira internet daha işin başı
ve buna rağmen, hangi klavyeyi kaldırsanız
altından bir on-line eğitim projesi çıkıyor…
Hele şu süper iletken araştırmaları kapitalizmin orta vadeli çıkarlarıyla uyumlu hale
getirilsin, bakalım o zaman ‘varlığım Türk
varlığına armağan olsun’ diye bağırttıracak
reaya bulabiliyor musunuz?” diye 90’lı yıllardan bugünleri öngörebilmiş bir aydındır.
Konuya olan ilgisi ve geçmişten beri sahip olduğu birikimin optimal bir şekilde
uygulanabileceği alan olarak Milli Eğitim
Bakanı yapılması önemlidir. Aslında bana
göre milletvekili seçildiği 2011 yılı hükümet teşkilinde bakan yapılmalıydı. Yine de
Türkiye’nin en temel sorunu olan Milli Eğitim için isabetli bir tercihtir ve umut veren
bir isimdir.
Sabık Bakan’ın değişim ve dönüşüm
hareketi yeni Bakan’la devam mı
eder yoksa dizginlenir mi?
Akparti’nin uzun iktidar yıllarında en
çok değiştirilen bakanlık Milli Eğitim
Bakanlığı’dır. Biriken devasa sorunlar; her
aileyi ilgilendiren önemli bir konu olması,
geniş kadro ve 20 milyona yaklaşan öğrenci sayısıyla; eski alışkanlıklarının direnciyle
kolay yürütülecek bir bakanlık değildir.
Buna rağmen Akparti’nin önemle üzerinde durduğu Milli Eğitim Bakanlığı’nın temel eğitim politikası devam eder. 4+4+4
Nabi Avcı’nın Milli Eğitim Komisyon Başka-
nı olduğu dönemde TBMM’den geçti. Ve
bu yasalaşma süreci Nabi Avcı aleyhine
kullanılan bir süreç oldu. Muhalefet Partileri, muhalefet hakkını biraz da şiddetle Nabi Avcı üzerinden yürütmüştü. Bu
kadar cansiperane çalıştığı bir yasanın
uygulanmasında ısrarlı olması ve elinden
geleni yapması tabiidir.
Nabi Avcı kişiliğinden kaynaklanan üslup farklılığı elbette olacaktır. Ancak bu
olumlu yönde olur diye umut ve temenni
ediyorum. Yeni bakan, öğretmenlere, veli
ve öğrencilere ve kamuoyuna, medyaya
karşı daha bir güleryüz ve ağırbaşlılık
içinde yaklaşacak; kırmadan dökmeden
yürütmeye çalışmakla önceki bakandan
farkını ortaya koyacaktır diye düşünüyorum.
Yeni Bakanımızı yakından tanıyan
birisi olarak bir portre çizer misiniz. Kimdir Prof. Avcı?
Güzel ve entelektüel, eğitim işine başından beri emek vermiş bir insandır.
Akademisyendir; derslerine giren öğrenciler kırk beş dakika “Afedersiniz konumuz neydi?” şaşkınlığına düşer; son on
dakikada anlattıklarının hepsi yerli yerine
oturur. Bizatihi pergel metaforu; zamanın
gerçeğidir. Evreni dolaşır, kitaplar onun
dilinde daldan dala atlar; sonunda o bir
tek cümle içinde anlamını bulur. Dersini
dinlemek; bulmaca çözmekten, kelime
oyunu oynamaktan, hafiye romanında
katili bulmaktan daha zevkli bir uğraş haline gelir.
Halil Ürün’le de ilişki kurar Yılmaz
Büyükerşen’le de. Aydın bağımsızlığını
savunur. Bir kesime aittir ama bir cepheye
değil. Bir iktidar yanlısıdır ancak yandaşı
değil. Savaştadır ancak muharebede değil. Karakteri çatışmanın dışındadır. Sıcak
sudan soğuk suya ansızın geçme dikotomisi (çatışmalar) karşısında ılık bir ortamın
kurucusudur. Esprileri ile siyasetin soğuk
yüzüne mizahı ekleyerek bir sıcaklık, gülümseme getirecek ve güleryüzlü bir devlet
adamı portresi çizeceğini söyleyebilirim.
Sizce Bakan Avcı başarılı olabilir mi?
Eğitimde başarı kısa vadede, iktidar süresince görülemez ve ölçülemez. Bu yıllar
sonra anlaşılır. Ancak bakanlıkta bir iz bırakacağına eminim. Geçmiş bakanları düşündüğümüzde; Hasan Ali Yücel’i klasiklerle; yerel Türkiye’yi evrensel düşünceye
açan bakan olarak; Tevfik İleri’yi en ücra
köylere kadar eğitimi yaygınlaştıran uygulamalarla, Hasan Celal Güzel’i dünyayı
göğüsleyecek ve rekabet edecek bir eğitim
anlayışını hayata geçirmekle hatırlıyoruz.
Bu açıdan baktığımızda Nabi Avcı, unutulmayacak bakanlardan biri olacak diye
umuyorum. Temenni de ediyorum. Çünkü bakanlıkla ve eğitimle bu kadar ilgili bir
insan başarısız olursa Türkiye kaybedecek,
insanımız kaybedecek demektir. Onun
için öğretmenler, veliler, aydınlar ve eğitimle ilgili her kurum, kuruluş, bu başarıya
ortak olmak için elinden geleni yapmakla,
bakana yardımcı olmakla mükelleftir diye
düşünüyorum. Yoksa bir kişi, -Bakan da
olsa- sihirli bir dokunuşla her şeyi güzelleştirecek diye bir realite olmaz.
Eğitim gibi netameli bir konuda gerilimi
azaltabilir. Nabi Avcı, gerilimlerin değil,
ılık bir ortamın kurucusu, medeni ölçüler
içinde farklı fikirlerin mevcudiyetine inanmış, farklılıktan doğan gerilimleri işbölümüne dönüştürmeyi bilen birisidir.
Bilgisayar teknolojisini en iyi kullanan,
öneminin farkında olan, hatta tehlikelerini,
zararlarını çok önceden gören, Enformatik Cehalet kitabını yazan bir aydındır.
Bu nedenle sistematik ve diyalektik bir
şekilde kullanılmazsa insanı malumata
boğan, bütüncül bir bakıştan uzaklaştıran
mevcut teknolojinin, kitleleri kapitalizme
tüketici yapacağını öngörmüş bir düşünürdür. Bu haliyle teknolojinin, insanımızın
ve Türkiye’nin gücü olabilmesi nasıl mümkündür diye düşünmüş insandır. Teknolojik uyumla nasıl yarar sağlanabileceğini,
eğitimde olumlu işlevine nasıl kavuşabileceğini, çocuklarımızın dünya ile rekabet
edebilir hale nasıl getirileceğini en iyi bilebilecek bir Eğitimci olarak başarılı olur,olsun- diye dua ediyorum.
Nabi Avcı kişiliğinden
kaynaklanan üslup
farklılığı elbette olacaktır.
Ancak bu olumlu yönde
olur diye umut ve
temenni ediyorum. Yeni
bakan, öğretmenlere,
veli ve öğrencilere ve
kamuoyuna, medyaya
karşı daha bir güleryüz
ve ağırbaşlılık içinde
yaklaşacak; kırmadan
dökmeden yürütmeye
çalışmakla önceki
bakandan farkını ortaya
koyacaktır
Milli Eğitim gibi memleketin en sorunlu bakanlığında bir islamcı entelektüel kimlik olan Avcı, bu ülke için
neler yapabilir?
15
BAŞARI İÇİN
MU ÖNEMLİ
MU?
Sinan AYDIN
DKAB Öğretmeni / İstanbul
Bugün,
özellikle çok
uluslu şirketler,
sosyalliği
ve insan
ilişkilerindeki
başarıyı, kişisel
çalışmalardan,
mesleki
bilgilerden ve
çabalarınızdan
çok daha önemli
kabul ediyor.
16
Zekâ Türlerinin Başarıya Etkisi
Bilişsel Zekâ (Intelligence Quotient-IQ), kişilerin
birbirlerine göre zekâlarını kıyaslayabilmemizi
sağlayan bir zekâ katsayısıdır. Duygusal Zekâ
(Emotion Quetient-EQ) ise kişinin kendi duygularını ve karşısındaki insanın duygularını, ne
kadar anlayabildiği ve bunlar arasında nasıl bir
ilişki kurduğu ile ilgilidir.
“Duygusal zekâ” terimi, ilk olarak 1990’da psikolog Peter Salovey ve John Mayer tarafından
kullanılmıştır. Daha sonra Harvard Üniversitesinden beyin bilimleri konularından sorumlu
Psikolog Daniel Goleman tarafından geliştirilmiştir. Dr. Goleman, “duygusal zekayı kişinin
kendi duygularını anlaması, başkalarının duygularına empati beslemesi ve duygularını yaşamı
zenginleştirecek biçimde düzenleyebilme yetisi” olarak tanımlıyor. Goleman’a göre beynin
düşünen parçası, beynin duygusal parçasından
ürüyor. Yine Goleman’a göre, beynin düşünen
ve duygusal parçaları genelde yaptığımız her
şeyde birlikte çalışıyor. Gerek iş yaşamında gerekse özel yaşamda başarılı ve mutlu olmak,
insanların duygusal zekâ becerilerine bağlıdır.
Hayat Başarısını Duygusal Zekâ Belirliyor
Goleman’ın 1995’te yayınladığı “Duygusal
Zekâ” ismini verdiği kitabından dikkat çekici
tespitlerden bir bölümünü sizlerle paylaşmak istiyorum: “Aramızdaki en zeki insanlar gem vurmadıkları tutkuların, söz geçiremedikleri yüksek
dürtülerin esiri olabiliyor. IQ’su yüksek kişiler,
özel yaşamlarını hayret edilecek ölçüde kötü
yönetebiliyor.”. Goleman’a göre IQ’nun hayattaki başarıya katkısı en fazla yüzde yirmi; geri
kalan yüzde sekseni başka etkenlerden kaynaklanıyor. Bir kişinin toplumda edindiği yeri,
IQ dışında kalan ve sosyal sınıftan, şansa kadar
uzanan etkenler belirler. Eşit umut vaat eden,
eşit eğitime ve imkânlara sahip kişilerin farklı
yazgılarını açıklamakta da IQ’nun pek yardımı
olduğu söylenemez. 1940’larda Harvard’dan
mezun olan 95 öğrenci orta yaşlarına kadar
takip edildiğinde, okul sınavlarında en yüksek
puanları alan kişilerin, daha düşük puanlı arkadaşlarına oranla maaş, verimlilik ve kendi alanlarındaki konumları açısından çok daha başarılı olmadıkları gözlenmiştir. Daha da ötesi, bu
kişilerin hem arkadaş ilişkilerinde hem de aile
ilişkilerinde diğerlerine nazaran daha mutsuz
oldukları tespit edilmiştir. Bu örnekte görüldüğü gibi akademik zekâ, yaşamın getirebileceği
değişiklikler ve imkânlara hazırlıklı olmayı, neredeyse hiç sağlamıyor. Yüksek IQ sahibi olmak
zenginliği, saygınlığı, ya da mutluluğu garanti etmiyor. Durum böyle olduğu halde, okullarımız
ve kültürümüz akademik becerilere takılıp kalarak, kişinin geleceğini belirlemekte çok önemli
rolü olan duygusal zekâ dediğimiz, geliştirilebilir
çok önemli özelliği göz ardı ediyor.
Duygusal yetenek, ham zekâ dâhil, var olan
diğer yeteneklerimizi ne kadar iyi kullanabileceğimizin belirleyicisidir. Birçok bulgu gösteriyor ki, duygusal yetenek sahibi kişiler, hayatın
her alanında (gerek aile içi ilişkilerde, gerekse
kuruluş içi politik ilişkilerde başarıyı belirleyen
sözsüz kuralları kavrama becerisinde) diğer insanlardan daha avantajlıdırlar.
Çalışma hayatında sosyal ve politik ilişkiler ile
takım oyunu, kişisel başarının hep önünde gidiyor. Bunu kabullenmeyen kişiler bir süre sonra
yalnız kalıyor ve nereye giderlerse gitsinler en
sonunda (genellikle) yine başarısız oluyorlar.
Oysaki başarı kendinin ve başkalarının duygularını okuyabilmekten ve yönetebilmekten
geçiyor. Çok çalışan mı başarılı oluyor, yoksa
insan ilişkilerini ve duygularını yönetebilmesini
bilenler mi daha başarılı oluyor? Bugün, özellikle çok uluslu şirketler, sosyalliği ve insan ilişkilerindeki başarıyı, kişisel çalışmalardan, mesleki
bilgilerden ve çabalarınızdan çok daha önemli
kabul ediyor. Bu durum nasıl açıklanabilir? “Günümüzde yüksek zekâya sahip olarak, iyi okullara giderek ve çok çalışarak meslekte güzel bir
yere gelme şansı olmayacak mı?” diye düşünebilirsiniz. Goleman’a göre bu çok zor; ancak
bu konuda “ben kendimden taviz vermem diyorsanız”, o zaman kendi işinizi kurmanız veya
bir adada tek başına yaşamayı istemeniz lazım!
Yine Goleman’a göre başarılı olabilmek için,
öncelikle kendimizi, duygularımızı tanımalıyız,
daha sonra duygularımızı kontrol etmeyi ve ilişkilerimizde politik olmayı öğrenmeliyiz. Takım
içinde çalışma, insanların fikirlerini ön yargısız
dinleme, farklı insanlarla sosyal ilişkilerimizi geliştirme konusunda çaba göstermeliyiz. “Empati” ve “Motivasyon” konusunda bilgi seviyemizi
artırmalıyız. Bu iki kelime ulaşmak istediğimiz
her türlü hedefte bize yol gösterecek ve hedefimize ulaşmamızı kolaylaştıracak, insanlarla ve
kendimizle daha barışık olmamızı sağlayacaktır.
Sonuç olarak bugün iyi bir işe girmek için, ne
kadar akıllı olduğunuza değil, başkalarıyla ne
kadar başarılı ilişki ve iletişim kurduğunuza bakılmaktadır. İşe girdikten sonra kariyerinizde
yükselmek ve hayatınızın tüm olanlarında başarılı olmak için de duygusal zekânızın gelişmiş
olması şart. Şu halde bu günkü eğitim yaklaşımımızla, çocuklarımızı geleceğin mesleklerini
icra etmek üzere hazırlayabilmemiz zor görünüyor. Onun için çocuklarımızın IQ’sune değil
EQ’süne önem vermeli ve onu geliştirebilmenin
çabası içerisinde olmalıyız.
Yararlanılan Kaynaklar:
1.
Duygusal Zeka, Daniel Goleman, Varlık Yayınları,
2.
İşbaşında Duygusal Zekâ, Daniel Goleman, Varlık
Yayınları.
3.
Hayatta başarının sırrı nedir? IQ mu yoksa EQ
mu?, Taner Özdeş, http://www.f2r.net/hayattabasarinin-sirri-nedir-iq-mu-yoksa-eq
mu/
Birçok bulgu
gösteriyor
ki, duygusal
yetenek
sahibi kişiler,
hayatın her
alanında
(gerek aile
içi ilişkilerde,
gerekse
kuruluş
içi politik
ilişkilerde
başarıyı
belirleyen
sözsüz
kuralları
kavrama
becerisinde)
diğer
insanlardan
daha
avantajlıdırlar.
17
Geleceğin
Eğitimi Üzerine
V. METİN BAYRAK
Felsefe Öğretmeni / İstanbul
İnsanın
çevresini,
içinde yaşadığı
toplumu,
doğayı, evreni
anlamasının
koşulu, kendini
ve olanaklarını
bilmesinden
geçmektedir.
18
“Gelecek şimdiye yapılan müdahaledir.” M. Foucault
İnsan kendini ve çevresini anlamak ihtiyacı duyan bir varlıktır. Çünkü var olan her şey daha
ilk günden bu yana insan için “bilinmesi gereken birer problemdir.”. İnsanın çevresini, içinde
yaşadığı toplumu, doğayı, evreni anlamasının
koşulu, kendini ve olanaklarını bilmesinden
geçmektedir.
gisayar bilimi kadar eskidir. Fikir babası, “Makineler düşünebilir mi?” sorunsalını ortaya atarak
Makine Zekâsını tartışmaya açan Alan Mathison Turing’dir. 1943’te II. Dünya Savaşı sırasında
Kripto Analizi gereksinimleri ile üretilen elektromekanik cihazlar sayesinde bilgisayar bilimi ve
yapay zekâ kavramları doğmuştur.
İnsanın, her geçen gün üretimin dışına itilmesi,
el becerileri ve düşünme gücünden daha az istifade edilmesi, atalarımızın aksine açlık, hastalık,
vb. sorunlar yerine “küçük burjuva sorunu” gibi
görünen “boş zaman” olgusunu yaşamamıza
neden olmaktadır. Görünen o ki, yapay zekâ
ile bu sorun şu anda yaşadığımızdan daha da
derinleşecektir. Bu süreçte eğitim ya da okul
nerede duracaktır?
Modern bilgisayarın atası olan bu makineler ve programlama mantıkları aslında insan
zekâsından ilham almışlardı. Ancak sonraları,
modern bilgisayarlarımız daha çok uzman sistemler diyebileceğimiz programlar ile gündelik
hayatımızın sorunlarını çözmeye yönelik kullanım alanlarında daha çok yaygınlaştılar. 1970’li
yıllarda büyük bilgisayar üreticileri olan Microsoft, Apple, Xerox, IBM gibi şirketler kişisel bilgisayar (PC Personal Computer) modeli ile bilgisayarı popüler hale getirdiler ve yaygınlaştırdılar.
Yapay zekâ çalışmaları ise daha dar bir araştırma çevresi tarafından geliştirilmeye devam etti.
Size, kısaca yapay zekâ ile ilgili ansiklopedik
bir bilgi vermek istiyorum. (Kaynak: Wikipedia.
Erişim tarihi 28 Aralık ama şu anda aldığım sayfanın aynı şekilde durma olasılığı çok düşük.)
“Yapay Zekâ” kavramının geçmişi modern bil-
Gelecekte yapay zekâ araştırmalarındaki tüm
alanların birleşeceğini öngörmek zor değildir.
Sibernetik bir yaklaşımla modellenmiş bir Yapay Beyin, Sembolik bir yaklaşımla insan aklına
benzetilmiş bilişsel süreçler ve Yapay Bilinç sistemi, insan aklı kadar esnek ve duyguları olan
bir İrade (Karar alma yetisi), Uzman sistemler
kadar yetkin bir bilgi birikimi ve rasyonel yaklaşım ortaya çıkacaktır. Bunların dengeli bir
karışımı sayesinde Yapay Zekâ, gelecekte insan
zekâsına bir alternatif oluşturabilir.
Şimdi bundan yola çıkılarak şu söylenebilir: Geleceğin eğitimi, artık pek çok şeyin yapay zekâ
ile kotarıldığı bir ortamda insanın akademik
anlamda profesyonel olmasına odaklanmaktan
ziyade bir kişi olarak insanın kendini inşa sürecinde etkin bir rol oynamalı; değilse basit bir
maliyet–fayda analizi ile eğitimin ne işe yaradığı
bugün olduğundan daha fazla sorgulama konusu yapılacak ve saygınlığının azalmasıyla bir kurum olarak aşınıp kamusal alanın dışına itilecek
ve yerini başka türden kurumlara bırakacaktır.
Geleceğin eğitimi, insanın bir kişi olarak kendini inşasında “Kendini Tanı!” prensibiyle hareket
etmeli ve onu özel bir alan olarak kabul edip
eğitim süreçlerinde, özellikle karar almada inisiyatif sahibi olması sağlanmalıdır.
Peki nasıl? İnsan, yerleşik hayata geçtiğinden
ama özellikle yazının icadından bu yana birikimlerini yeni kuşaklara aktarmakta. Burada,
eğitimin Sümerlerde yazının icadıyla başladığını hatırlatmama gerek var mı, bilmiyorum. Aktarma yöntemleri ve teknikleri zamanla değişse
de insan hala aynı varlıktır. Burada kritik etmek
istediğim, ‘yenilik’in kutsallaştırılmasıdır. Farklı
ve yeni olsun! Pek çok kurumda pilot olarak
uygulanan yöntem ve teknikler antropolojinin
eleğinden geçmişler midir? Mevcut birikimleri
ve özellikle de geleneği ne denli hesaba katmıştır? İnsan yetiştirmenin telafisi var mıdır? Bu
soruları çoğaltmak olanaklı ama dikkat çekmek
istediğim şey, insanlığın ortak birikimlerinin kapitalizmin kendini yeniden üretme araçlarından
biri olan farklı ve yeni ürün geliştirme ilkesinin
eğitim kurumlarına sirayet edip eğitimi de esir
almış olduğunu görmemdir. Burada şu anda ilköğretimin ardından ortaöğretim kurumlarında
da uygulamaya konan “yapılandırmacı kuramın” bir yıllık pilot uygulamanın ardından bütün kurumlara uygulanması için alınan kararı da
hatırlatmak isterim.
Doktor, mühendis yetiştirmek istedik, yeterince yetiştirdik de. Hepimiz, önce insanız ardından marangoz, tornacı, felsefeci, doktor ya
da mühendisiz. Amacımız insan yetiştirmek ise
bunun akademik bilgilerle olmadığını özellikle
son 100 yıllık deneyimimizle görmüş durumdayız. Bunun en somut göstergesi, iki yıl önce
Ankara’da Eğitim-Bir Sen’in düzenlediği “Küreselleşme Sürecinde Eğitim Sorunlarının Felsefi
Boyutu” başlıklı Uluslararası Eğitim Felsefesi
Kongresi’nde bildiri sunan pek çok akademisyenin Türk Eğitim Sisteminin hala belli bir felsefeye dayanmadığını ileri sürmeleri ve bu minvalde eğitim sistemimize felsefi bir temel arayışının
sürmesidir.
Eğitim olgusu üzerine düşünen günümüz aydınları, “iyi insan” yetiştirmenin akademik donanımdan geçmediğinin artık farkındadırlar. Yapay zekâ olgusunun son yirmi yıldır artan etkisi,
akademik donanımın kıymetini tali kılmakta.
Bugün, akademik bilgi yerine daha çok eğlence, kişiler arası ilişkilerde başarı vb. önemsenmekte.
İyi insan yetiştirilebilir. Nasıl mı? İnsanı, tarihsel birikimlerinden ve özellikle antropolojiden
soyutlamadan ele alarak. İnsan, tarihin her döneminde insandı ve hayata dair kaygıları özü
itibariyle ortaktı. Eğitim, yerleşik hayata geçti-
Geleceğin
eğitimi,
insanın bir
kişi olarak
kendini
inşasında
“Kendini
Tanı!”
prensibiyle
hareket
etmeli ve onu
özel bir alan
olarak kabul
edip eğitim
süreçlerinde,
özellikle
karar almada
inisiyatif
sahibi olması
sağlanmalıdır.
19
Sosyolojide bütün
toplumların aile,
ekonomi, din, siyaset,
eğitim ve sanat olmak
üzere beş kurumdan
oluştuğu ileri sürülür;
hatta kimi sosyologlar
sanatı bir kurum
olarak kabul etmezler.
Şimdi, buna eğlencenin
de eklenmesi
gerekmektedir. Çünkü
özel ya da kamusal
alanda neredeyse bütün
kurumlardan daha
etkili ve mesai alan bir
olgudur eğlence.
20
ğimizden bu yana
kurumsal anlamda
verilmekte. İnsanı,
soran, sorgulayan,
sürece dâhil eden,
kendini
değerli
görmesini sağlayan, hiyerarşiden
uzak bir ortamda, kendini ifade
etmesine olanak
veren bir yöntem
ile kazanabiliriz.
Bunun için Sokratik Yöntem kullanılabilir. İçerik olarak
da duygu, değer
ve düşünme kavramlarının derinlemesine irdelenmesi ve bunlar üzerinden insanın bir kişi
olarak kendini daha fazla tanımasına katkıda
bulunulabilir. Burada son yıllarda Milli Eğitim
Bakanlığının çok olumlu bulduğum bir girişimini anmak istiyorum: İlköğretim 6, 7 ve 8. sınıflarda seçmeli olarak Düşünme Eğitimi dersi
verilmektedir. Bu ve benzeri çalışmalar desteklenmeli ve nasıl ilköğretimin ilk yıllarından
son yılına kadar birtakım dersler veriliyorsa
felsefe ya da düşünme eğitimi de verilmelidir.
Bu anlamda düşünme eğitimi ve felsefe dersi
belli bir çerçevede ele alınabilir ve ilköğretimin
ikinci kademesinden başlatılıp lise son sınıfa
değin 7 yıl okutulabilir. Bu alanda yapılacak
bir çalışmayla dünyaya da örnek olunabilir. İnsan, yalnızca düşünen bir varlık değil elbette.
Seven, üzülen, aşık olan, pişmanlıklar yaşayan
bir varlıktır da... Peki, okulda verdiğimiz akademik eğitim, insanı bu anlamda hayata hazırlayabilmekte midir? Ergenlik dönemindeki bunalımlarına nasıl çözüm olmaktayız. Okulun,
çocukların hayatlarındaki yerine bakmak için
çok uzağa gitmeden çevremizdeki ergenlerin
odalarına şöyle bir göz atmamız yeterlidir. Biz,
Forvet Ogrenci,
Maestro Ogretmen!
yani okul ve türevi olan simgeler neredeyiz?
Bize yer veriyorlar mı? Bizden mi beslenmekteler? Geleceğin okulu, insan ile daha fazla
bütünleşmeli. İnsanı yalnızca mesleki anlamda
hayata hazırlamalı. Mesela ilişkilerini nasıl yöneteceği konusunda, kendini nasıl ifade edeceği konusunda ne derece etkili?
Sosyolojide bütün toplumların aile, ekonomi,
din, siyaset, eğitim ve sanat olmak üzere beş
kurumdan oluştuğu ileri sürülür; hatta kimi
sosyologlar sanatı bir kurum olarak kabul etmezler. Şimdi, buna eğlencenin de eklenmesi
gerekmektedir. Çünkü özel ya da kamusal alanda neredeyse bütün kurumlardan daha etkili ve
mesai alan bir olgudur eğlence. Eğlence, kapitalizmin Adorno’nun tabiriyle Kültür Endüstrisi
tarafından insanı çalışma mekânı ve anında değil “boş vakit”te yakaladığını ve bireyi yeniden
üretip biçimlendirdiğini iddia eder. Tam da bu
bağlamda eğitimin ‘artık eğlenceli olması gerektiği’ talebi sanırım anlaşılır hale gelmekte. Eğlenceye kayıtsız kalmak olanaksız ama eğitimi
eğlencenin içinde eritmeye doğru giden politikaların da farkında olunması gerektiği kanaatindeyim. Eğitim, kayıtsız kalınamayacak kurum.
Nerede toplumsallık varsa orada eğitim vardır.
Bizler, öncelikle çağımızı anlamak ve ardından
var olan olgulara dair tutumlar geliştirmekle sorumluyuz. M. Foucault, “geleceğin şimdiye yapılan müdahale” olduğunu söyler; o halde biz,
şimdiye nasıl müdahale edeceğiz? Bunun aynı
zamanda geleceğimizin nasıl olacağını belirlediğini bilmem söylemeye gerek var mı?
İnsan, duygularıyla kendini, değerlerle sosyal
çevreyi, düşünmeyle yaşamı ve evreni anlar.
Kendini, çevresini ve evreni sorgulayan bir kişi
hayata karşı bir tutum geliştirip kendini konumlandırabilir ve önce uluslararası rekabet gücü
olan bir dünya yurttaşı ardından da ülkesinin
bir ferdi olabilir.
Erkan Kerem GÖZEN
Rehberlik ve Psikolojik
Danışman / İstanbul
İşi öğrenci
yerine yapan
öğretmen
anlayışından,
işi öğrencinin
yapmasına
rehberlik
eden
öğretmen
anlayışına
geçiş
kaçınılmazdır.
Yazıma böyle bir başlık seçmemin amacı, öğrenci merkezli öğretim modelinin öğretmeni
değersizleştirdiğine dair görüşün temelsizliğine
dikkat çekmekti.
Öğretim sürecinin öğretmen ile öğrenci arasında planlı ve kontrollü bir etkileşim olduğu göz
önüne alınırsa taraflardan birini diğerinin karşısında pasifize etmek, modern eğitim anlayışıyla
uyuşmayacak faşizan bir fanatizmden öteye geçemeyecektir. Aksi bir beklenti abesle iştigaldir.
Öğrenci rolüne kaynaklık eden ‘forvet’ kavramı
incelendiğinde, forvetin futbolda amacı gol atmak olan hücum oyuncusu anlamında kullanıldığı görülmektedir. Buradan da anlaşıldığı gibi
forvet oyuncusu ‘ofansif’ olmak durumundadır.
Hücuma dayalı anlamına da gelen ‘ofansif’ kavramı kendisine yüklenmiş olan öğrencilerimizin
üretken sonuçlara imza atmaları, kendilerine
sunulacak profesyonel, sistematik bir yardım
süreciyle (rehberlikle) gerçekleşebilir. İşi öğrenci yerine yapan öğretmen anlayışından, işi öğrencinin yapmasına rehberlik eden öğretmen
anlayışına geçiş kaçınılmazdır. Çağımız aktif
hale gelen bireyleri yetiştirmenin gerekliliğine
işaret etmektedir.
İşte bu yardım sürecinin, diğer adıyla rehberliğin, öznesi adeta bir orkestra şefi gibi sınıfını
sevk ve idare eden öğretmen olmalıdır.
Futbolda da ‘maestro’, takımın beyni rolünü
üstlenen futbolcular için kullanılan bir yakıştırmadır. Golü atan değil belki ama golün atılmasına destek veren, uygun koşulları hazırlayan
kişilerin bu yakıştırmayı hak ettiği çoğu kez kabul edilir. İşte bu yüzdendir ki, Hagi ismi Jardel
isminden çok daha fazla hatırlanır.
Öğretmenin öğrenciye sunmasından çok daha
zahmetli bir yol olan öğrenciye buldurma işi,
süreci itibariyle yorucu ancak sonuçları itibariyle çok daha verimli bir yol olacaktır. Üstadın
dediği gibi ‘Hiçbir zafere çiçekli yollardan gidilmez.’. O çok klişeleşen tabirle ‘balığı tutmak değil,
balık tutmayı öğretmek’ sınıfın maestrosu olan
öğretmene düşecektir. Bu şekilde öğretmenin,
öğrencinin ‘özerkliğini’ teşvik edici rolü de pekişecektir.
Buraya kadar ortaya koyduğumuz argümanlardan hareketle ‘işbirlikçi bir öğrenme modelinin’
değişen dünya tasarımında, ulusumuzun eğitsel gelişimine katkı getireceği aşikardır.
Son söz: Sınıflarımızın maestrosu olacak öğretmenlerimizin, geleceğin gol kralları olacak forvetleri yetiştirme konusunda ‘ben’ düzleminden, ‘biz’ düzlemine geçiş yapma konusunda
göstereceği özveriyi izlemekten kıvanç duyacağımı açık sözlülükle ifade etmek isterim.
21
MESUT KAYMAKÇI
Türk Dili ve Edebiyatı
Öğretmeni / İstanbul
Arif Dede kimdir?
1958 yılında Giresun’da doğdu. İlk ve
ortaokul öğrenimini İstanbul’da, lise
öğrenimini Kırşehir Erkek Öğretmen
Lisesinde, Yüksek öğrenimini Trabzon
Fatih Eğitim Enstitüsü Fen ve Tabiat
Bilgileri Bölümünde tamamladı.
Ardından Anadolu Üniversitesi Fizik
Lisans Tamamlama Programını bitirdi.
Bir süre Marmara Üniversitesi Ticari
Bilimler Fakültesi İşletme Bölümüne
devam etti. Sonra İstanbul Esenler
Atışalanı Ortaokulunda öğretmenliğe
başladı ve aynı okulda Müdür Yardımcısı
oldu. Daha sonra Bahçelievler
Altınyıldız Ortaokulunun kuruluşunda
Müdür Yardımcısı ve Müdür Vekili olarak
görev aldı. 2005 yılında İstanbul Fatih
İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne Şube
Müdürü olarak atandı, İl Millî Eğitim
Müdürlüğündeki Şube Müdürlüğü
görevine devam etti. 2008 yılında
Arnavutköy İlçe Milli Eğitim Müdürü
olarak görev aldı. 2012 yılından itibaren
ise Eskişehir İl Milli Eğitim Müdürlüğü
22
DAHA ÇOK BAYANLAR TERCİH
EDİYORLAR..
mesleki gelişim ve bilgilendirme faaliyetleri
de hayat boyu öğrenme kapsamında yürütülmektedir.
lir. Örneğin 2. Kademe okuma yazma
kurslarına 1. Kademe okur-yazar belgesi
olmayanlar katılamaz.
Mesut Kaymakçı: Bu programda ne tür belgeler verilmektedir? Bu belgelerin işlevi nelerdir? Bu belger nerelerde kullanılabilir?
Mesut Kaymakçı: HBÖ programlarını
kimler daha çok tercih etmektedir?
Eskişehir İL Milli Eğitim Müdürü Arif Dede Hayat
Boyu Öğrenme Programını değerlendirdi
Arif Dede: Etkinliklerden seminerlere katılanlara katılım belgeleri verilmektedir. Kurslara katılanlara ise kurs eğitimi sonunda yapılan değerlendirme sınavı sonucunda başarılı
olanlara Kurs Bitirme Belgesi verilmektedir.
Başarılı faaliyetlerinden övgüyle söz ettiren Es• Sosyal açıdan dışlanmalarını engellemek ‘Hayat Boyu Öğrenme’nin hedeflerikişehir İl Milli Eğitim Müdürü ile “Hayat Boyu
dir.
Öğrenme Programı“ çerçevesinde bir söyleşi gerçekleştirdik. Aldığımız cevaplar bize farklı geldi.
Mesut Kaymakçı: Hayat Boyu Öğrenme ProgSizin de ilginizi çekeceğini düşünüyoruz. Sizi Arif ramı hangi alanlarda kullanılıyor?
Dede’nin söyledikleri ile baş başa bırakıyoruz.
Arif Dede: Bireylerin ve toplumun ihtiyaç duyMesut Kaymakçı: Son günlerde ortaya konan duğu her alanda kullanılmaktadır.
çok güzel bir program var. Hayat Boyu Öğrenme programı. Sizce Hayat Boyu Öğrenme Mesut Kaymakçı: Vatandaş nasıl faydalanabilir, bilinçlendirme nasıl yapılır?
programı nedir?
Arif Dede: Başta okuma-yazma kursları olmak
üzere diğer mesleki, sosyal ve kültürel kurslar
hakkında yaygın eğitim kurumları ve örgün
eğitim kurumları (Halk Eğitimi Merkezleri ve
Mesleki Teknik Eğitim merkezleri, okullarımız)
Mesut Kaymakçı: Hayat Boyu Öğrenmenin tarafından bilgilendirme çalışmaları ve alan çaamacı ve hedefleri nelerdir?
lışmaları ile yapılmaktadır. Bireylerin de ihtiyaç
duyduklarında internet yolu ile web sayfalarınArif Dede: Bireylerin;
dan bilgilenmeleri mümkündür.
• Değişen teknoloji karşısında sürekli
olarak ‘istihdam edilebilir’ konumda tutul- Mesut Kaymakçı: Hayat Boyu Öğrenme Programı halka dönük bir program ama bu halkımasını sağlamak,
mız tarafından yeterince anlaşıldı mı?
• Sadece ülkesindeki değil dünyadaki
toplumsal gelişmelere ve değişime uyum Arif Dede: Hayat boyu öğrenme etkinliklerinden yararlanmak için bireylerin istekli olmaları
sağlamalarına yardımcı olmak,
ve ihtiyaç duymaları çok önemlidir. Bu etkin• Ekonomik ve sosyal yaşama aktif katı- likler tamamen isteğe bağlı ve gönüllülük esalımlarını kolaylaştırmak,
sına göre yürütülmektedir.
Arif Dede: Kişisel, toplumsal, sosyal ve istihdam
ile ilişkili bir yaklaşımla bireyin; bilgi, beceri, ilgi
ve yeterliliklerini geliştirmek amacıyla hayatı
boyunca katıldığı her türlü öğrenme etkinliğidir.
• Yaşamlarını daha etkin bir biçimde dü- Ancak son zamanlarda bazı meslek gruplarınzene koyma ve denetleme yeteneklerini da başlatılan ve zaman içerisinde tüm meslek
geliştirmek,
gruplarında uygulanması yasal zorunluluk olan
Bu belgeler diğer mesleki eğitim programlarında Çıraklık, Kalfalık, Ustalık eğitimlerinde
modüler kredilendirmelerde kullanılmaktadırlar.
Mesut Kaymakçı: Bu programın halkımıza
tanıtılması için ve onların bu programdan
azami düzeyde faydalanması için neler yapılması gerekir? Mesela STK’lardan destek
olur mu?
Arif Dede: Tüm kişi, kurum ve kuruluşların
yardımcı olması, sorumluluk alması ve katkı
sunması gerekir.
Arif Dede: Hayat Boyu Öğrenme programlarını en çok bayanlar tercih ediyor.
Emekliler, yetişkinler, resmi görevi olanlar veya çalışma durumunda olanlar da
çalışma saatleri dışında programlara
katılmaktadırlar. Herkes her zaman her
konuda eğitime katılmaktadırlar.
Mesut Kaymakçı: Bu programda kimler
ders veriyor? Dersler nerede veriliyor?
Arif Dede: Bu programlarda kurslarda
verilen eğitim programı alanında öncelik sırasına göre yüksek lisans, lisans,
ön lisans, ihtiyaç halinde lise ve dengi,
ortaokul hatta ilkokul düzeyinde eğitim
görmüş ve alanında mevzuatında ön görülen düzeyde yeterli kurs görmüş öğretmenler, kadrolu veya ücretli usta öğ-
reticiler ile konunun gönüllü uzmanları
tarafından ve uygun olan her mekânda
verilmektedir. Halk Eğitimi Merkezi,
Mesleki Eğitim Merkezi, Olgunlaşma
Enstitüsü binalarında, okullarda, belediyelere ait mekânlarda, muhtarlıklara,
derneklere, vakıflara, resmi dairelere
ait uygun mekânlarda bireylerin kolay
erişebileceği uygun mekanlarda eğitim
verilmektedir.
Mesut Kaymakçı: HBÖ programında
yapılan etkinliklerde yöreselliğin etkileri
var mı? Yani dersler bölgeden bölgeye
değişiyor mu?
Arif Dede: Hayat Boyu Öğrenmede
eğitimin en önemli özelliği bölgesel
özelliklerin etkin farklı ihtiyaçlara göre
olmasıdır. Bir bölgede ihtiyaç duyulan
eğitime başka bir bölgede ihtiyaç duyulmayabilir.
Mesut Kaymakçı: Değerli Müdürüm
verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederiz. Çalışmalarınızda başarılar dileriz.
Hayat Boyu öğrenmeden yararlananların sayısı gelişmiş ülkelerde olduğu gibi yüksek olması ülkemizin mutluluğu ve başarısı için çok
önemli olduğundan resmi-özel tüm kurum
ve kuruluşlar, sivil toplum kuruluşları (dernek, vakıf vb.) hayat boyu öğrenmenin etkinliklerinde duyuru, tanıtım, ulaşım, mekân
temini, uzman öğretici desteği, faaliyetlerde
malzeme desteği gibi konularda katkı sunmaları çok gerekli olmaktadır.
Mesut Kaymakçı: HBÖ programlarına kimler
katılabilir? Katılmak isteyenlerin nereye başvurmaları gerekir? Programlar ücretli midir?
Arif Dede: Hayat Boyu öğrenme programlarına bazı programların özelliğine göre aranan
Kayıt Kabul Şartları dışında herkes katılabi-
23
hatta birbirini ezerek hareket eden öğrenciler göremeyince oldukça etkilendik, hepimiz.
Sanki okul değil hastaneleri geziyorduk. Anasınıfı öğrencilerinden başlayarak özdenetim
maksimum seviyedeydi. Her okulda bunu nasıl
başardıklarını araştırdığımızda yetkililerden şu
cevabı aldık: “Öğrencilerin tümü kuralları çok
iyi bilirler, kurallara uymadıklarında ise okuldan
atılmak gibi yaptırım söz konusudur. Aileler bu
kurallara göre çocuklarını yetiştirirler.”. Her yerde sükûnet hâkim, “Alman disiplini” dedikleri
buydu sanırım.
ALP ’LERİN
ETEKLERİNDEKİ
SESSİZLİK
zehra Şaşmaz
Okul Öncesi Öğretmeni/İstanbul
Evler bahçeli
ve yeşil alan
alabildiğine
fazla
olduğundan
şehirde hiç
çocuk parkı
yok, her
bahçe sanki
birer çocuk
bahçesi…
24
Alpler’in eteklerinde İsviçre ile 100 metrelik
bir köprü ile birbirine bağlanmış olan 30.000
nüfusluk yemyeşil bir Alman kasabası Kostans.
Adını verdiği Kostans Gölü’nü Avusturya ve
İsviçre ile paylaşıyor. İsterseniz öğlen yemeğini İsviçre’de akşam yemeğini Avusturya’da yiyebilirsiniz. Şehrin yüksek yamacına kurulmuş
Kostans Üniversitesi’nin tüm binaları bu üçgen
manzara içerisinde eğitim vermekte. Şehirdeki
yapılanma, geniş alana yayılmış dubleks ve tripleks geniş bahçeli evlerden oluşuyor. Evler bahçeli ve yeşil alan alabildiğine fazla olduğundan
şehirde hiç çocuk parkı yok, her bahçe sanki
birer çocuk bahçesi…
27 Ocak 2013 tarihinde, davet edildiğim bir
öğretmen değişimi projesi ile Almanya’nın Kostans eyaletine gerçekleştirdiğim 1 haftalık çalışma gezisi esnasında Alman Eğitim Sistemi’ni
yakından tanıma ve inceleme fırsatı elde ettiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum. Gezi
programında Kostans Üniversitesi, bizim fen
liselerimize denk olan üst düzey akademik başarı gösteren gymnasiyum, Gesamtschule deni-
len meslek liseleri, Realschule ve Houptschule
adlı ortaöğretim ve Kindergarten’i (anaokulu)
de içinde olan Grundschule dedikleri ilköğretim okulları olmak üzere 9 eğitim kurumunu
ayrıntılarıyla gezip brifing aldık.
16 eyaletten oluşan yapısı, kuzeyden güneye,
batıdan doğuya olmak üzere kendi arasında
dört ana bölgeye ayrılmış durumda. Eğitimden
bizdeki eşiti olan il ve ilçe milli eğitim müdürlükleri sorumlu. Okullara yönetici ve öğretmen
atamalarını bu müdürlükler yapıyor. İlçe Milli
Eğitim Müdürlüklerine müdür ve öğretmen ihtiyacını bildiriyor, İl Milli Eğitim Müdürlüğü de
atamayı gerçekleştiriyor. Her il milli eğitim müdürlüğü üç eyaletin eğitim işlerinden sorumlu.
Türkiye’de olduğu gibi merkezi atama ve kadrolu olma söz konusu değil. Bizdeki ücretli öğretmen ataması gibi bir uygulama yapılıyor ve
performansı düşen öğretmenin çalışmasına gerektiğinde son veriliyor. Hiç kimse işinden olma
riskini göze alamıyor ve en yüksek performansla çalışıyor. Ülkede ulusal bir eğitim bakanlığı
var, yılda bir kez bu bölge müdürleriyle toplantı
Her okulda giriş kapısının ilerisinde sandıklar
içerisinde elmalar vardı. Bölgedeki elma yetiştiricileri her gün her çocuğa bir elma düşecek
şekilde bağışta bulunuyorlarmış, kimse iki tane
almıyor, sadece bir tane. Kıyafet serbestisi olduğundan öğrenciler en rahat buldukları kıyafeti giyip gelmiş, marka düşkünlüğü kesinlikle
yapıyor ve bir çerçeve program hazırlıyor, üçer
eyaleti içine alan bölge milli eğitim müdürlükleri, bu ana programa ek olarak kendi istekleri
doğrultusunda programlar ekleyebiliyorlar.
Okulları ziyaretimiz esnasında ilk olarak dikkat
çeken şey onlarca öğrenci olmasına rağmen
ortamın çok sessiz olması oldu. Dersler bizdeki gibi 50 dakika ama zil sesi yok. Neden zil
çalmıyor? diye sorduğumuzda ise “Sadece biz
öğretmenlerin duyacağı kadar olması yeterli,
sadece biz duyuyoruz ve dersi bitirip bitirmeyeceğimize biz karar veriyoruz.” cevabını aldık.
İkinci en dikkat çekici durum ise okullarda bahçe duvarı ya da tel örgü olmayışıydı. Dolayısıyla
güvenlik görevlisi diye biri de yoktu! Özellikle
küçük grup öğrencilerinin davranışlarını izlediğimizde hiç birinin okuldan uzaklaşmak gibi bir
eylemde bulunmadığını gördük. Ne okul yöneticilerinin odasında ne de koridorlarda güvenlik
kameraları yoktu. Teneffüste koşarak bağırarak
25
Özellikle
liselerde
tertemiz tıraşlı,
düzgün giyinmiş
erkek öğrenciler,
saçlarını
toplamış
makyajsız kız
öğrencileri
görünce
şaşkınlığımız
ister istemez
yüzümüze
Adil
Gülmez
sirayet
yazı etmiş
durumdaydı.
göremedik. Özellikle liselerde tertemiz tıraşlı,
düzgün giyinmiş erkek öğrenciler, saçlarını toplamış makyajsız kız öğrencileri görünce şaşkınlığımız ister istemez yüzümüze sirayet etmiş
durumdaydı.
Eğitimciler
Değişim
İstiyor
Ne üniversitede ne de okullarda akıllı tahta
göremedik. Nedenini sorduğumuzda ise devletin ekonomik nedenlerle temin edemediğini
belirtti yetkililer. Sınıflarda raylı çift tahtalar var,
birisi yazı ile dolunca yukarı kaldırıp diğerini
kullanıyorlar. İstisnasız her sınıfta lavabo var, eli
tebeşir olan hemen yıkıyor ellerini. Küme şeklinde oturma düzeni kullanılıyor ancak dersin
içeriğine göre anında daireye de çevirebiliyorlar ders sıralarını. Çok değişken oturma şekilleri
kullanıyorlar.
Otomobil motor bölümü olan meslek lisesinde
öğrenciler, ülkenin kendi üretimi olan BMW,
Mercedes, Audi ve Wolkswagen fabrikalarının hibe ettikleri onlarca araç üzerinde uygulamalı olarak eğitim yapıyorlar. En son geliştirilen
elektronik sistemlerle tam bir uzman gibi yetiştiriliyorlar. Meslek liselerinde malzeme sınırı
yok, öğrenmeyi sağlayacak her tür materyal
fazlasıyla temin edilmiş. Elleriyle, bedenleriyle
yaparak yaşayarak öğreniyorlar.
Almanların I. Dünya Savaşı’nda geliştirdiği hava
aracı Zeplin’in orijinal büyüklükteki maketi ve
kalıntıları Zeplin Müzesi’nde sergilenmekteydi.
O yıllarda ülkemiz varlık mücadelesi verirken,
Almanya’nın varlığını çoktan ispatlamış olduğu
anlaşılmaktaydı bu müze gezisinde.
Türkiye’de alışık olmadığımız bir diğer durum
ise yol kenarlarında sadece dönüşlerde trafik
dolu otobüsler, bir yerden bir yere yetişmeye
çalışan insanlar, yollarda dilenciler yoktu. Kısacası yaşamı tehdit edecek hiçbir unsur yoktu.
Dolayısıyla çevrede hiç polis de yoktu. Evlerin
önünde arabasını, bisikletini, oyuncağını bırakmıştı çocuklar.
Eğitimciler
Değişim
İstiyor
Ren nehriyle birleşen bu devasa gölde balık
tutmak yasaktı. Alplerden gelen kar sularıyla
beslenen gölün suyu içilecek derecede berrak
görünüyordu. Tüm kurallar doğayı ve şehrin
dokusunu korumaya yönelik planlanmıştı.
İşte böyle akıllarda uzun süre iz bırakacak bir
araştırma gezisiydi bu. Almanya’nın Hamburg,
Berlin, Bonn gibi kozmopolit şehirleriyle fazla
benzerlik göstermeyen, yüzlerce kilometrelik
alana serpiştirilmiş yaşanası bir güzellikti Kostans.
Adil Gülmez
yazı
Değişim süreci,
iyi yönetildiği
takdirde örgütü
başarıya götüren,
kötü yönetildiği
takdirde örgüt
için bir yıkım da
yaratabilecek
oldukça zor ve
sancılı bir süreçtir.
26
lambaları var. Yol kenarında bir kişi bile olsa
tüm araçlar duruyor ve yayaya yol veriyor. Bir
haftalık ziyaretim esnasında bir kez bile korna
sesi duymadım. Yollar yaya, bisiklet, araba ve
tren olmak üzere dört bölüme ayrılmış, herkes
ait olduğu yoldan gidiyor. Arkadaşımın resmini
çekmek için yanlışlıkla bisiklet yoluna girmişim,
bir de baktım gelen bisikletliler durmuş benim
resmi çekmemi bekliyorlar, herkes nazik, kimse kimseye bağırmıyor hakaret etmiyor. Benim için alışılmışın çok dışında şeylerdi bunlar.
Üçüncü gün otobüs durağında bekleyen bir kişi
görünce sevindik, şehir bomboş gibi. Nerde bu
insanlar demekten kendinizi alamıyorsunuz.
Akşam saat 8.00’de tüm mağazalar kapanıyor
ve insanlar saat 10.00‘da uyuyorlar, o saatte
sanki sabaha karşıymış gibi şehir sokakları sessizliğe bürünüyor. Gündüz sessiz, gece sessiz,
şehrin her yeri sükûnet kaplıydı. Ağzına kadar
Değişim süreci,
iyi yönetildiği
takdirde örgütü
başarıya götüren,
kötü yönetildiği
takdirde örgüt
için bir yıkım da
yaratabilecek
oldukça zor ve
sancılı bir süreçtir.
26
27
27
EgITIM SISTEMIMIZE
FARKLI BIR BAKIS
Hasan Hüseyin SELVİ
Eğitim Denetmeni / Ankara
Sistem bazı
değişimleri henüz
hazmedememişken
eğitim sistemindeki
4+4+4 olarak
bilinen okul
ayrımlarının
yapılması,
dershanelerin
kapatılma
çalışmaları vb. kafa
karışıklığını daha da
arttırmıştır.
28
Son dönemlerde Milli Eğitim sistemimizde
köklü değişimler olmuştur. Şüphesiz bu olumlu değişimleri görmezden gelmek mümkün
değildir. Milli Eğitim yapısında sistem kavramı
1739 Milli Eğitim Temel Kanununda yer almaktadır. Sistem, karmaşık ve etkileşimli parçaların
bütünleşmiş bir topluluğudur. Barnard, organizasyonları bilinçli oluşturulmuş işbirliği sistemi
olarak görmüştür. Parsons ise organizasyonları
üyelerin oynadığı rollerden meydana gelen
sosyal bir sistem olarak tanımlamıştır. Katz ve
Kahn organizasyonların kendi kendini beslediği
açık bir sistem olarak görmüştür. Sonuç olarak
milli eğitim camiasının bir sistem bütünlüğü
içinde yönetildiğini söyleyebiliriz. Milli Eğitim
Sistemi içinde son dönemde yapılan en köklü
değişim yapının değişmesidir. Downsizing (küçülme) denilen kavram mükemmele ulaşmanın
yolu olarak görülmüştür. Bu kavram 1990’ların modasıdır. Katmanları azaltmak, zararlı otlardan kurtulmak, kangren olmuş bölümleri
kesmek, pasları temizlemek, fazla kilolardan
kurtulmak, hiyerarşik basamakları azaltmak
deyimleri küçülmeye örnek olabilir. Şirketlerde
bunun uygulaması esas faaliyet alanı olmayan
yan uğraşılardan kurtulmaktır. Bakanlık birimlerinin azaltılması buna örnek verilebilir. Ancak
Milli Eğitim Bakanlığında devrim olarak nitelendirilebilecek bu çalışmanın etkisi alt birimlerde
olumlu görülememiştir. Okulların bürokrasiden
kaynaklanan işleri azalmamış, bakanlığın yan
uğraşı alanı olan ve eğitim dışı faaliyetleri olarak
kabul edilen öğretmenevleri, İLKSAN, hizmet
içi eğitim merkezleri vb. uygulamalar devam
etmiş, atamalarda şeffaflık sağlanamamış kısacası fordist ve taylorist yapılar zayıflamamış tam
tersi güçlenmiştir.
Sistemler çevreden enerji alırlar, aldıkları enerjiyi çıktı olarak verirler. Bu süreç temel olarak bu
şekilde devam eder. Sistemi oluşturan birçok
öğe bulunur. Sistem yeterli enerjiyi alamadığında entropi denilen güç yitimi olur. Organizasyonlar yaşayan, öğrenen, büyüyen organizma
olarak görülebilir. Etkili bir girdinin olmaması,
ya da sistem içerisinde girdiğinin etkili olarak
değerlendirilememesi yönetim anekrosisi denilen beslenme bozukluğu sorununa neden
olacaktır. Öğretmen atamalarında aksaklıklar,
uygun yönetici seçememe, temel girdi olan
öğrencilerin ve velilerin belirsizlik yaşaması vb.
örnekler milli eğitim sisteminin yeterli girdiyi
almasını ve bu girdiyi işlemesini güçleştirmektedir. Sistem bazı değişimleri henüz hazmedememişken eğitim sistemindeki 4+4+4 olarak
bilinen okul ayrımlarının yapılması, dershanelerin kapatılma çalışmaları vb. kafa karışıklığını
daha da arttırmıştır.
Toplumda 4+4+4 olarak bilinen 6287 sayılı
İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile zorunlu
eğitim süresi 8 yıldan 12 yıla çıkarılmış ve
bazı yeni uygulamalar gündeme gelmiştir.
Şüphesiz eğitim süresinin uzaması, imam
hatip öğrencilerin ilkokul sonrası eğitim
almaya başlaması olumlu ve insan hakları
açısından gerekli uygulama olarak görülebilir. Ancak sistem anlayışı içinde değerlendirildiğinde bu değişimin sistem içerisinde hazmedilmesi kısa sürede mümkün
görülmemektedir. Peter Senge’nin 5. Disiplin adlı meşhur kitabında çeşitli yasalar
sunulmuştur. Bu yasalar çerçevesinde ilgili
kanun kapsamında yapılan değişimleri değerlendirmek istiyorum.
Birinci yasa: Bir fiilin ikiye bölünmesi diye
bir şey yoktur. Sistemlerin bir bütünlüğü
vardır. Doğal olmayan yollarla okulları ilkokul ve ortaokul diye bölmek sisteme zarar vermiştir.
İkinci yasa: Pastanız olur, yiyebilirsiniz
ama hepsini birden değil. Okulların dönüşümünde süreç düşünüşü gerekliydi. Ani
kararla okulları ve ünvanlarını değiştirmek
sisteme zarar vermiştir.
Üçüncü yasa: Daha hızlı daha yavaştır.
Okullar kısa sürede dönüşüme tabi tutulmuştur. Sistem hazmedemediği halde
ani değişimlere devam etmek hazımsızlığa neden olmuştur. Dikkat sistem her an
kusabilir.
Dördüncü yasa: Tedavi hastalıktan kötü
olabilir. 28 Şubatla birlikte 8 yıllık zorunlu
eğitimde sistemde bazı hastalıkların çıktığı
kesin. Ancak tedavi yöntemi de bir önceki
gibi sorunlu.
Beşinci yasa: Kısa vadeli kârlar, uzun vade-
li zararlar doğurur. Sistem uzun süre kendine gelemeyecektir.
Altıncı yasa: Bir sorundan kolay çıkış o sorunu normal olarak geri getirir. Sorunlara
çözüm olarak getirilen öneriler başka sorunlar doğurmuştur.
Yedinci yasa: Bugünün problemleri dünün
çözümlerinden kaynaklanır. Basit çözümler zor problemlere neden olacaktır.
Sekizinci yasa: Olaylara takılıp kalmamak
gerekir. 28 Şubat’a takılıp kalmak 2013
problemlerine çözüm olmaz. Basit çözümler zor problemlere neden olacaktır.
Kısacası bu değişimler Türkiye’nin uluslararası ölçekli sınavlarda başarılı olmasını
sağlamamıştır. Bu değişimlerle okullardaki
şiddet azalmamıştır. Okuldaki değerler artmamıştır. Üst düzey atamalarda kayırma,
hemşericilik, sendikacılık devam etmektedir. Öğretmenlerin uzmanlaşması için
bir girişim başlatılamamıştır. Öğrenciler ve
veliler hatta eğitimcilerde sisteme karşı güven sorunu vardır.
Milli Eğitim Sisteminin en büyük problemi
ise motivasyon eksikliğidir. Sistemi oluşturan bütün girdilerin motivasyon kaynakları yok edilmiştir. Değişim tek başına bir
hiçtir. Önemli olan insanları değişimlere
inandırmak ve onları motive etmektir. İki
yılda dört genel müdür değiştirmek değişim değil, değiştirmektir. Bardağı kırmak
istiyorsanız daha yukarıdan bırakın. Yani
önce öğretmeni grup başkanı yapın sonra teşekkür ederek okuluna arkadaşlarının yanına gönderin. Yumurtaları kırmak
istiyorsanız bir adamın eline 30 yumurta
koyun ya da bir adama 30 yumurta taşıtın.
Adamların boğulmasını istiyorsanız bakanlıktaki havuza atın. Müfettişe denetmen
deyin, haklarını değiştirmeyin. Müfettişleri okul müdürlerinin üzerine sık sık gönderin, okul birliklerine baskınlar yaptırın.
Cezalar yağdırın. Sistem içerisinde aynı
safta olan insanları karşı karşıya getirin. Bu
böyle gider. Kısacası çalışanların gayelerini/vizyonlarını yok edin.
Eğer milli eğitim sisteminde illa bir küçülme ve değişim olacaksa rehabilitasyon
merkezlerini kapatabilirsiniz, rehberlik
araştırma merkezlerini, bilim sanat merkezlerini daha işlevsel hale getirebilirsiniz.
İlksan’ı kapatabilirsiniz. Hizmetiçi eğitim
merkezlerini kapatıp Milli Eğitim Akademisini açabilirsiniz. Öğretmen ve okul müdürü kriterlerinden önce bakanlık teşkilatı
yöneticilerinin kriterlerini koyabilirsiniz.
Müfettişlere kariyer sistemi getirebilirsiniz.
Sistemi oluşturanların gayesi ne olmalı?
Bu soruya Einstein kuralı ile cevap vermek
istiyorum: “İyi ya da mutlu olmak benim
için gaye olmamıştır. Ben bu türden ahlaki
hedefleri daha çok bir domuzun hırsıyla
mukayese ederim. Yalnızca başkalarına
adanan hayat yaşamaya değerdir (John,
Adair).”.
Öğrenciler ve
veliler hatta
eğitimcilerde
sisteme karşı
güven sorunu
vardır.
29
NİTELİKLİ EĞİTİMÖĞRETİM, VERİMLİ
İNSAN
YUSUF MESUT KİLCİ
Meslek Dersleri Öğretmeni/
Eskişehir
Ailede, insan
çocuk yaşlarda
bilgiden çok,
çevresiyle
olan ilişkilerini
düzenleyici
davranış
özellikleri
kazanmaktadır.
30
Her toplum için geçerli davranış kalıplarının
sosyalleşme ve sosyal denetim aracılığıyla
gerçekleştirilen, çocuğun ailesi içinde başlayıp çevresi ile sürdürülen okul dönemini de
içine almak suretiyle mesleki eğitimini de
kapsayan hayat boyu sürüp giden etkinliğe
eğitim denir.
Öğretim; gayesine ulaştırıcı özellikteki kurumlarda önceden belirlenen program ve kurallar
çerçevesinde gerçekleştirilen bir sosyolojik
etkinlik olup diploma ile belgelenir. Eğitim
ve öğretim birbirini tamamlayan iki unsurdur.
Eğitim insanların birbirleri üzerindeki tabii etkilerini ve sonuçta meydana gelecek davranış
değişikliklerini planlı ve kontrollü bir biçimde yapma işidir. İlgili ve sorumlu kişiler bu işi
belli değerlere dayanarak ve görev alarak yaparlar. Eğitim kişiyi ve toplumu aynı derecede ilgilendiren bir iştir. İnsan bütün beceri ve
kabiliyetini yine insanlar arasında yetişmekle
geliştirebilmektedir. Kısaca eğitim ve öğretim
insanı küçük yaşlardan itibaren hayata hazırlama demektir.
Bir yıl sonrası ise düşündüğün, tohum ek.
Ağaç dik, on yıl sonrası ise düşündüğün.
Ama düşünüyorsan yüz yıl ötesini,
Halkı eğit o zaman.
Bir kez tohum ekersen, bir kez ürün alırsın.
Bir kez ağaç dikersen, on kez ürün alırsın.
Yüz kez olur bu ürün, eğitirsen milleti.
KUANTZU(M.Ö 650)
Eğitim ve öğretim insan hayatı boyunca aile,
okul ve çevre üçgeninde meydana gelen bir
olgudur. Eğitim ve öğretim ailede başlamaktadır. Okul yaşına gelinceye kadar, anne baba,
sonra da öğretmen bir insanın hayata, daha
doğrusu hayatın gerçeklerini karşılamaya, onlara karşı koymaya hazırlanmasını sağlayan
kişilerdir.
Ailede, insan çocuk yaşlarda bilgiden çok,
çevresiyle olan ilişkilerini düzenleyici davranış özellikleri kazanmaktadır. Görgü terbiye, dediğimiz kavramlar aslında bu davranış
özelliklerinden gelmektedir. Hayata hazırlanırken; ihmali mümkün olmayan aile görgü
ve terbiyesi insanlarda çok küçük yaşlardan
itibaren şahsiyetin oluşmasını sağlamaktadır,
daha doğrusu güçlü ve zayıf karakter ile şahsiyetlerini meydana getirmektedir…
Eğitim süreci, nitelikli insanı yetiştirmeye çalışan bir faaliyet bütünüdür. Nitelikli insan,
nitelikli eğitimin sonucudur. Eğitim yolu ile
yetiştirilmesi hedeflenen insan tipinin özel-
likleri; bilgi ve beceri sahibi olmakla beraber en üst seviyede kendini ifadelendirmeyi, kendini gerçekleştirmeyi ve gizli
güçlerini açığa çıkarmayı amaçlayan, bu
amaçla kendini yönetebilen bir güce sahip olan insanı yetiştirmektir.
Eğitimin kalitesini yükseltmek yolu ile yetiştirmeyi amaçladığımız insanın sahip olduğu bilgileri sadece zihinsel değil, davranış ve tutum düzeyinde de yansıtabilen
üretici bir insan olması beklenir. O aynı
zamanda başkalarının isteklerine ve çevreye karşı da duyarlı olabilen, paylaşmayı
bilen, duygu, düşünce ve fiillerinde özgür ve girişimci olabilen, ön yargılardan
uzak hiçbir fark gözetmeksizin kendini
insanlıkla bütünleştirebilen bir insan tipidir.
Böylece bu insan doğruyu arayan; çalışmayı, bilgi edinmeyi ve verimli olmayı
amaçlayan ve giderek tüm evreni kucaklayacak bir sevgi duygusunu taşıyabilir.
Arzu edilen nitelikli insan tipini yetiştirebilmek için onu yetiştiren öğretmenin
nitelikli olması ve öğretim becerilerine
sahip olacak şekilde eğitilmesi gerekir.
Öğretmenin yetiştirilmesinde gelişmiş ülkelerin kullandığı model:
1) Eğitim felsefesi
2) Eğitim politikası
3) Seçme
4) Yetiştirme;
a) Alan bilgisi
b)Genel kültür
c)Meslek Bilgisi
d) Uygulama
5) Yerleştirme
6) Araştırma ve değerlendirme
Öğretmen, aile gibi görgü ve terbiye yanında bilgi de aktardığında, önem sırası
itibariyle ailenin dahi önüne geçer. Öğretmen bir nesilde biriken görgü, terbiye ve bilgiyi diğer nesillere aktaran toplumun en önemli parçasıdır. İnsanların
hayatla mücadelesini sağlayan refaha ve
haysiyete dayanan bir yüksek hayat tarzını mümkün kılan kişidir. Öğretmen bilgi
aktarırken insanı işleyen, ona kültür veren, onu hayatı boyunca etkileyecek olan
kişidir. Öğretmenden beklenen kültür
kavramı insanlar için çok önemlidir. Çünkü bilgili olmak, kültürlü olmaya yetmez.
Gözleri görmeyen bir insana, yol göstermesini, rehberlik etmesini bilen kurt köpeği belli ölçüde bilgi edinmiştir. Şimdi
bu köpeğe kültürlüdür diyebilir miyiz?
O halde biz öğretmenin niteliklerini şu
cümle ile özetleyebiliriz: İnsanları hayata
hazırlayan, bilgi ve kültür veren insanları
yönlendirme sanatkârıdır.
Kalkınma politikasında en önemli konu
eğitim ve öğretim anlayışı ile ilgilidir. Çok
savunulan bir anlayışa göre herkesin genel eğitim ve öğretimden yani herkesin
ilköğretimden geçmesi ve okuryazar oranının yüzde yüze çıkarılması ile ülkenin
kalkınacağı zannedilmiştir. Bu anlayış
öğrencinin birinci plana, öğretmenin
arka plana konmasını gerektirir. Hâlbuki
buradaki amaç öncelikle yetişmelerini
sağlamak olmalıdır. Çünkü eğitmek, öğretmekten daha zor ve önemli bir iştir.
Öğretmenin görevi öğrencideki kabiliyeti
ortaya çıkarmak ve onun gelişmesine yardımcı olmaktır. Bunu yapabilmek için de
öğretmenin kabiliyetli ve iyi yetiştirilmesi
gerekir. Aksi halde öğretmen kendinde
olmayan bir şeyi başkasına veremez. İnat
Öğretmen
belli bir
sistem
etrafında,
belli bir
konuyu
işleyen değil,
dağın kalbini,
ağacın
acısını kuşun
ele avuca
sığmazlığını
yani her şeye
yürek ve ruh
katarak veren;
böylece
kuru toprak
parçasına
vatan, dağ,
heybet,
mezar taşında
şehidin
serencamını
hissettirendir.
31
31
Eğitimciler
Değişim
İstiyor
edici bilgiye sahip olmayan öğretmen,
Adil Gülmez
öğrenci karşısında
ancak spikerlik hizmeti yapar. yazı
Öğretmen mesleki formasyonunu almış,
çağın gereklerini
yerine
getirebilen, maDeğişim
süreci,
nevi değerlere bağlı, ileri görüşlü, aydın
yönetildiği
fikirli, sevgiiyidolu
ve müşfik olmalıdır.
Öğretmen
belli
bir
sistem
etrafında, belli
takdirde örgütü
bir konuyu işleyen değil, dağın kalbini,
götüren,
ağacınbaşarıya
acısını, kuşun
ele avuca sığmazlığını yani
her
şeye
yürek
ve ruh katarak
kötü yönetildiği
veren; böylece kuru toprak parçasına vatakdirde
örgüt
tan, dağ, heybet,
mezar
taşında şehidin
serencamını
hissettirendir.
için bir yıkım da
yaratabilecek
“Karanlığa küfredeceğine
bir mum yak.”
diyen Konfüçyüs
insanı
hep
bir göreve ve
oldukça zor ve
sorumluluğa çağırır. Bu görev ve sorumsancılı
süreçtir.
luluğu
bilinçli bir
bir şekilde
yerine getiren
öğretmendir. Medeniyetlerin kurulması ve yaşatılması düşünür ve bilginlerle
32
mümkündür. ”Ya
öğreten, ya öğrenen ol.” emri
insanı şekillendirmeye çağıran
bir davet, şekillendiriciye ise bir
övgüdür.
Günümüz okullarındaki eğitim
metotlarına şöyle
baktığımızda; öğrencilere eğitim
yerine
hayatta
kullanamayacağı
bilgiler veriliyor.
Böylece olumlu
anlamda nitelikli
insan yetişmesi
imkânsız hale geliyor. İlköğretim birinci kademe müfredat programını ve ders
kitaplarını incelediğimizde; bir öğrenciye
bir yıl sonunda rahatlıkla öğretilebilecek
bilgiler beş yılda verilir. Geriye kalan zaman hayatta hiçbir zaman kullanamayacağı bilgileri öğretmek için sarf edilir.
Böylece, öğrencilerin öğrenmeye en elverişli çağı olan yaşlarda beş yılın dördü
boşa harcanmış olur. Beş yılın sonunda
öğrencinin elinde biraz bilgi olarak aritmetik, biraz geometri, bir de kırık dökük
bir okuma yazma bilgisi kalır. Nasıl olsa
öğrencinin önünde ortaöğretim vardır.
İlköğretim ikinci kademe ve liselerde verilen eğitim öğretim de yoğunluk olarak
ilköğretim birinci kademeden farklı değildir. İlköğretim birinci kademede kavrayamadığı bazı bilgi, biraz daha ayrıntılı bir
şekilde yeniden anlatılır çocuğa… Böylece lise mezunu bir genç, yüz yıl önceki
yaşıtlarının daha fazla bilgi, güzel davranışa sahip olduğu bir yaşta diploması ve
bilgi birikimi hemen hiçbir şey için yeterli
olmayan potansiyel bir işsiz olarak kalır.
Genel eğitim kurumlarının yetiştirdiği
öğrencilere baktığımızda tanzimattan bu
güne kadar yetişen insanımızda eğitimin
kalitesinin kademeli olarak düştüğünü
görürüz. Bu eğitim sisteminde okullarda öğrenilmesi gerekeni öğrenmeden
hayata atılan kişiler; toplumun karşısına
gerekli eğitimi alamamış mühendisler,
doktorlar, savcılar, öğretmenler olarak
çıkarılıyor. Eğitim hizmeti ister devlet
ister özel sektör tarafından verilsin mutlaka bir hedefin bir istikametin olması
gerekir. Geçmişten günümüze kadar ülkemizde uygulanan eğitim sistemlerini
incelediğimizde gördüğümüz gerçek şudur; Uygulanan metotla istenilen hedefe ulaşamadığımız gibi arzulanan insan
tipini de yetiştiremedik. Aksine bu eğitim
sistemlerinde yetişen bireyler kendi değerlerinden, kültür ve medeniyetinden
uzak olarak toplumun karşısına çıkmaktadırlar. Bu güne kadar uygulanan eğitim
sistemleri bizlere istenilen faydayı sağlamamıştır. Bizim eğitim sistemimiz bize
göre olmalıdır.
Eğitim öğretim sisteminin etkin olabilmesi
için toplumsal yapıdaki değişmelere uygun olarak düzenlenmesi gerekmektedir.
Ancak eğitim, öğretim sistemimiz toplumumuzun ihtiyaçlarına, gelişen eğitim,
öğretim tekniklerine ayak uyduramadığı
için yetersiz kalmaktadır. Genellikle bilgiler hayatın pratiklerinden kopuk bir yığın bilgi olarak kalmakta, ortaöğrenimini
yüksek öğrenime geçiş, bir ara basamak
özelliğinin ötesine geçirmemektedir.
32
Hâlbuki eğitimin, öğretimin amacı toplumun ihtiyacına göre insan yetiştirme,
önceki nesillerden intikal eden kültürü
manevi değerleri, medeniyeti geliştirerek
daha sonraki nesillere intikal ettirmektir.
Eğitimden beklenen ise “İlim tahsil etmenin amacı ilim sahibi olmaktır.”. Bu
düşüncede olan anne ve babalar çocuklarını bu amaca hizmet eden kurumlara
göndermekten çekinmemektedirler. Bu
gün gelinen noktada bütün milletler, bütün toplumlar sivil eğitim, özel eğitim olgusunu tanımak zorundadır.
insan anahtar sorusunu sorar “Ya önceki
bilgilerim yanlışsa?” Bu soruyu sorabilecek insanın ön yargısız olması gerekiyor.
İnsanları yüceltmemesi, bazı insanları da
yargısız infaz etmemesi gerekiyor.
Eğitimciler
Değişim
İstiyor
Eğitim, “Kişinin kendi yaşantısı yoluyla, istenilir tavırlar, davranışlar ve beceriler kazandırmaktır.” şeklinde de tanımlanabilir.
Bütün eğitim işiyle uğraşan aynı soruyla bu
işe başlarlar. Niçin öğretelim?(Amaç),Neyi
öğretelim?(Konu),Nasıl
öğretelim?(Metot). İster öğrenen, ister
öğreten Adil
olalımGülmez
amaç ve konu tespitinden
önce iyi anlamamız
gereken şeylerden
yazı
biri kaynak farklılığının, insanı nerelere
götürebileceğidir.
Değişim süreci,
Yaşantı yoluyla elde edilen yeni bilgiiyi yönetildiği
lerden bazıları
zihne ulaştığında, orada
önce bulunan
bilgilerle
uyum içinde yetakdirde örgütü
rine geçer oturur. İlgili konuda hiç bilgi
götüren,
yoksa başarıya
kendi merdivenin
ilk basamağı
olur, daha
sonra
gelecek
bilgilerin
temel
kötü yönetildiği
taşı olur, daha önce kendisiyle ilgili bilgitakdirde
örgüt
ler varsa da
son basamağı…
Zihne ulaşan
bilgilerin
hepsi
bu
kadar
uysal
için bir yıkım da ve uyumlu
değil, zihindeki mevcut bilgiler de öyle.
yaratabilecek
Dışarıdan giren
bilgilerle, mevcut bilgiler
arasında, oldukça
ilk karşılaşmalarında
zor ve birbirleriyle çelişebilirler ve hatta çatışabilirler.
sancılı biröğretmenin
süreçtir.görevi buraİşte eğitimcinin,
da başlıyor. Yeni bilgi, eski bilgiyle yani
alışılmışla çelişip çatıştığında düşünen
İki günümüz birbirine eşit olmasın diyorsak görüşlerimizi dondurmamak, doğru
zannedilen bazı bilgilerin zamana ve
mekâna göre yanlış ve doğru olabileceğini hesaplamak zorundayız. Hele kendimize şu soruyu sormak; Ya ben yanlış
anlamışsam? Bu soru, çok bildiğini sanan
insanların kibirlerini hakikatin üzerinde
bir perde olmaktan çıkaracak ve insanı
konunun araştırmasına götürecektir.
Nasıl öğretelim? Öncelikle yaşayarak.
Eğitimci yaşadığının ve anlattığının dengesini bozmamalıdır. Bilinen odur ki öğrenci, öğretmenin dediklerinden ziyade
hareketlerine, işine bakar.
Diğer bir konu, bugüne kadar ezber eğitiminden araştırma eğitimine bir türlü
geçememektir. Özellikle kavram eğitimine ağırlık vermeliyiz. Üstün bir toplum olmak bütün toplumların en büyük
rüyası, hayallerini süsleyen en büyük
düşüncesidir. Çağlar boyunca her toplumun kendi medeniyetini kurma ve kendi
kültür inancını yayma çabası ile yaşamış,
gerektiğinde bunların uğrunda gücünün
üstünde fedakârlıklarda bulunmuştur.
Bir toplumun geleceği, medeniyetinin
küçük ama ileride kahraman olabilecek
çocukların sayesindedir. Çocuklar geleceğin yolcusudur. Onların rehberi öğretmendir. Ortaöğretimde amaç iyi bir
eğitim almak olmalıdır. Bu açıdan bakıldığında yeterli bir eğitim alan öğrenci
Yaşantı
yoluyla elde
edilen yeni
bilgilerden
bazıları
zihne
ulaştığında,
orada önce
bulunan
bilgilerle
uyum içinde
yerine geçer
oturur.
33
33
toplumla bütünleşerek, günlük hayatında ihtiyaç duyacağı bilgileri edinerek,
gelecekteki hayatı için yön verici problemlerini çözücü bir başlangıç olacaktır.
Öğrencilerin kendilerini daha yeterli hissederek, yaşama daha güvenli bakmaları
sağlanabilecektir.
Eğitimciler
Değişim
Gencin
İstiyor
özellikle
gelecekle
ilgili aşırı
Adil Gülmez
güvensizliği
onu yazı
sağlıksız
bir Değişim
psikolojik
süreci,
iyi yönetildiği
gelişim
içine
takdirde
örgütü
ittiği,
bunun
başarıya götüren,
daha
kötüda
yönetildiği
takdirde
örgüt
çok
sosyal
için bir yıkım da
problemleri
yaratabilecek
beraberinde
oldukça zor ve
sancılı bir süreçtir.
getirebileceği
söylenebilir.
34
Üniversite ve yükseköğretim kurumlarının öğrenci yerleştirmedeki sınırlı
imkânları sebebiyle, ortaöğretim kurumları bir yarış alanına çevrilmiştir. Türkiye’deki ortaöğretim kurumlarında öğretimin aynı düzeyde verilemeyişi bu yarışın
eşit şartlar altında gerçekleştirilmesine
imkân vermemektedir. Genellikle üniversite ve yüksek öğretim okullarına girebilen öğrencilerin çoğunluğunu büyük
şehirlerdeki bilinen belirli liselerden
mezun olan öğrenciler oluşturmaktadır.
Ayrıca sosyo-ekonomik şartlar altında
yetişen öğrenciler farklı ölçülerde faydalanabilmektedirler. Bu durum geleceğe
kuşku taşıyan gençler ortaöğretimdeki
aldıkları öğretimi ciddiye almadıklarından başarısızlıkları ve verimsizlikleri yaygınlaşmaktadır. Ortaöğretimin kendisini,
üniversiteye girebilmenin ötesinde hiçbir
şey kazandırmadığını gören genç, güvensizlik duyduğu ortamda öğretim sistemini
eleştirmeye başlayacak, daha sonra da
bu eleştiriler gittikçe büyüyen bir biçimde yönetim eleştirisine dönüşebilecektir.
Gençliğin eğitim kurumlarıyla olan anlaşmazlığı, toplumdaki diğer kurumlarla
da çelişki içine girmesini kolaylaştırıcı
bir rol üstlenmektedir. Gencin özellikle gelecekle ilgili aşırı güvensizliği onu
sağlıksız bir psikolojik gelişim içine ittiği,
bunun da daha çok sosyal problemleri
beraberinde getirebileceği söylenebilir.
Eğitim sistemi aileden çevreye, çevreden
okula bütün sosyolojik kurumlara daha
alt düzeyde kitle iletişim araçlarına kadar
uzanan ve devletin genel politikası doğrultusunda gerçekleşen öğeler bütünü olarak
ele alınmalıdır.
Ortaöğretimde başarılı olmanın bir şartı da
zamanı verimli halde değerlendirmektir.
Zaman kavramı insanın günlük hayatında
çeşitli dilimler halinde yer almaktadır. Kişinin hem kendisi hem de başkaları için
bütün zorunluluklarından, yaptırımlarından, bağlantılarından vazgeçeceği ve kendi seçeceği bir faaliyetle uğraşacağı zaman
dilimini bazı bilim adamları serbest zaman
veya özgür zaman olarak tanımlamışlardır.
Gerçi kişinin bütün hayatını içine alan zaman sürecini verimli bir şekilde değerlendirmesi onun psikolojik ve biyolojik açıdan sağlıklı gelişmesine yardımcı olacaktır.
Genel eğitim sisteminde zamanın her sürecini en verimli şekilde değerlendirmek,
uygulanan eğitim sistemini destekleyen
bir araç olarak ele alınmalıdır. Öncelikle
devletin sunduğu var olan imkânlardan
en üst düzeyde yararlanmalıyız. Mesela
okulda geçen süre eğitsel kulüplerde, okul
kitaplıklarında, el işi atölyesinde, spor salonlarında öğrencilerin hizmetinde değerlendirilmeli. Okuma alışkanlığı kazandırılması, sporun her bir dalında yetiştirilmesi,
yeteneklerine göre edebiyat veya görsel
sanatlarda becerilerinin geliştirilmesi kısacası öğrencilerin pasiflikten aktif duruma
geçirilmesi. Atatürk bu konuda ”Türkiye
Cumhuriyetinin temeli kültürdür. Kültür
ise okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, ders almak,
düşünmek, zekâyı eğitmektir.” demektedir.
34
Sınıf Hâkimiyeti Üzerine
Eğitimciler
Değişim
İstiyor
Bir ülkenin geleceğini şekillendirecek olan
şüphesiz eğitimcilerdir. Çünkü yetişme çağındaki çocuklar ve gençler onlara emanet
edilmiştir. Haliyle vatanını sevip milletine
yararlı olmak isteyen her eğitimcinin bu bilinçle davranması gerekir.
Ramazan ÖZER
Meslek Dersleri
Öğretmeni / Denizli
Öğrencilik
Adil Gülmez
günlerimizi
yazı
düşünürsek, bizleri
Değişim
en çoksüreci,
etkileyen
iyi yönetildiği
ve derslerine
takdirde örgütü
severekgötüren,
katıldığımız
başarıya
kötü yönetildiği
öğretmenlerin
takdirde örgüt
monotonluktan
için bir yıkım da
uzak,
dersi neşeli
yaratabilecek
oldukça
ve
halezor
getirmeyi
sancılı bir süreçtir.
bilenler olduğunu
fark ediyoruz.
Ülkemizin öğretmen yetiştiren kurumlarının işlevleri tartışılsa da, bir öğretmen sınıfta geçireceği zamanı en verimli şekilde
değerlendirmeyi bilmelidir. Yalnızca ders
anlatması; ne kadar tutarlı ifadeler kurarsa
kursun veya ne denli etkileyici ses tonuna
sahip olursa olsun, bir öğretmeni öğrencileri için cazip kılamaz. Öğrencilik günlerimizi düşünürsek, bizleri en çok etkileyen ve
derslerine severek katıldığımız öğretmenlerin monotonluktan uzak, dersi neşeli hale
getirmeyi bilenler olduğunu fark ediyoruz.
İnsanların dikkatleri yirmi dakikadan sonra
zayıfladığı için arada güncel bir konudan
bahsedip sınıfta dikkatleri toplamak önemli görünüyor. Tabii ki tamamen ders konularını bir kenara bırakmayı kimse savunamaz. Yetiştirilmesi gereken yıllık müfredata
uyulması gereken bir zorunluluktur. Ama
bahsettiğimiz konu, eğitimcinin mümkün
olduğunca öğrencileri okullardan soğutmamaya özen göstermesidir. Artık günümüzde bilgisayarlı eğitime geçtiğimiz için, bu
konuda öğretmenlerin işi daha da kolaylaşmış bulunmaktadır.
Kendini geliştirme gayretinde olan ve işini
seven bir öğretmen, en başta öğrencilerine
bir şekilde dersi, öğrenmeyi sevdirmelidir.
Sonra öğrencinin davranışlarında daima
olumlu yönde değişmeler gerçekleştirebilmelidir. Bütün bunlar ise öğretmenin sınıf
hâkimiyetini sağlamasıyla da bağlantılıdır.
O halde sınıf hâkimiyeti sağlama hususunda öğretmen nelere dikkat etmelidir? Buna
eğitim bilimcilerinin yaklaşımlarıyla tecrübelerden elde edilen neticeler birbirine yakın normlardır.
Öğretmen sevgiye dayalı bir otoriteyi sağlamaya çaba göstermelidir. Öğretmenini
seven öğrenciler saygıda kusur etmezler,
içlerinden gelerek ona itaat ederler. Ancak gözden kaçırılmaması gerekir ki beş
parmağın beşi bir olmadığı gibi, insanlar
da farklı karakter özellikleri taşırlar. Bazıları
öğretmenlerini fazla yumuşak huylu bulup
bunu suistimal etmek isteyebilir. Bazıları
sabrını ölçmek ister, bazıları öğretmenlerinin bilgisini sınamak ister. Hepsine karşı
uyanık olup gerekli cevabı vermelidir. Yani
öğretmen sınıf hâkimiyetini sağlama, derste huzursuzluk çıkarmak isteyenlere fırsat
vermeme bakımından “tatlı sert” olmalıdır.
Örneğin hakkını savunmak isteyen bir öğrenciyi asla azarlamamalı, tam tersine cesaret vermelidir. Böyle yaparsa öğrencileri
üzerinde muhakkak olumlu etkisi olacaktır. Diğer yandan haddini aşan, saygısız ve
terbiyesizce tavır sergileyen olursa elbette
disiplin kuruluna sevk edilip gereken yapılmalıdır. Fakat okulların disiplin kurulları bazen disiplin vakalarının çok olması
endişesiyle, mesela bir öğrencinin sigara
içtiğinin tesbit edilmesi olayını görmezden
gelebilmektedir. Bu bakımdan öğretmenler
ve idare ayrı telden çalmamalıdır.
35
Oku(t)ma
ManIfestosu
Vural GÜNDÜZ
Coğrafya Öğretmeni / Ankara
Türk insanının
‘niçin az okuduğu’
ve ‘kitapla
neden iyi dostluk
kuramadığı’ gibi
sorulara verilecek
cevaplar içerisinde
bazı kültürel, sosyal
ve tarihi sebeplerin
olduğu inkâr
edilemez.
36
Aynı ülkede yaşayanlar olarak, şehirlerarası
otobüslerde, trenlerde, uçakta veya gemide
yolculuk yaparken ya da bir yerde oturmuş
sıranın bize gelmesini beklerken durumumuz genellikle bellidir. Bekleme sırasında
boş boş oturur, sağımıza solumuza bakınır,
insanları takip ederiz. Evde okulda kitap
okumak veya kütüphanede vakit geçirmek
için, çoğu zaman olağan üstü durumlar gerekir.
Biz neden okumayı sevmeyiz, ortalama
bir Avrupalı, Amerikalı veya Japon neden
sever? Bu soruların tek bir cevabı olmadığı gibi sebeplerin ağırlıklarına göre sağlıklı
bir sıralamasını yapmak da o kadar kolay
değil. Türk insanının ‘niçin az okuduğu’ ve
‘kitapla neden iyi dostluk kuramadığı’ gibi
sorulara verilecek cevaplar içerisinde bazı
kültürel, sosyal ve tarihi sebeplerin olduğu
inkâr edilemez.
Okumak bir ihtiyaç işi olduğu kadar aynı
zamanda bir sevda işidir. Türk insanında bu
güzel sevdanın yayılması için kısa ve uzun
vadede yapılması gerekli olan değişik öneriler ileri sürülebilir. Her iki vadede önerilecek teklifler aileden başlamak şartıyla,
örgün eğitimden, yaygın eğitime, kurum
ve kuruluşlardan, gazete, dergi, radyo, televizyon, bilgisayar gibi yayın organlarına
kadar, bütün sosyal yapıda etkin olanların
kitap okuma alışkanlığı konusunda yapması
gerekli hususlar üzerinde yoğunlaşmalıdır.
Çünkü düşünme kapasitemizi artırmanın
yolu okumaktan geçmektedir.
Kitapla ilk tanışma alışkanlığının temeli, sağlam olarak aile ortamında atılması gereken
bir olgudur. Ülkemizde okuma alışkanlıkları
aile ortamında yaygın bir biçimde gelişmemiştir. Bu da ancak geleceğin ailesini kuracak olan çocuk ve gençlere eğitim uygulamalarının içinde verilebilir.
Bir yarış haline getirilen liseye giriş sınavları ve üniversite sınavlarının heyecanı en az
iki yıl öncesinden öğrencilere zorla benim-
setilmektedir. Bunlara yönlendirilen çocuk ve
gençler, sınav dergileri, test kitapları ve dershane sarmalından kurtulamamaktadırlar. Bu
vahim durum önümüzde bir garabet olarak
durmaktadır. Bu tür olumsuzluklara rağmen
okuma alışkanlığını artırmak için yollar da tamamen kapalı değildir.
Çocuklara okuma alışkanlığı kazandırılması
sadece okula bırakılmamalıdır. Aile ortamında
çocuklara haftanın belirli saatlerinde yetişkinler tarafından kitapların sesli olarak okunması
yararlı bir ilk adım olacaktır. Daha sonra okula
başlayacak çocuğun okuma alışkanlığı kazanmasında ailenin okul ve kütüphane ile ilişkilerini artırması da gereklidir.
Çocuk ve gençlerin okuma alışkanlığı kazanmaları ve bunu geliştirmeleri okul ve kütüphanede gerçekleşebilir. Bunun için okul
kütüphaneleri sadece ansiklopedileri ve başvuru eserlerini toplayan yer olmamalıdır. Yerli
ve yabancı bütün yazarların kitaplarına yer
verilmeli, edebiyatın, sanatın her türünün
bulunduğu yayınlar da yer almalıdır. Yani kütüphanelerin içeriği sürekli güncellenmeli ve
zenginleştirilmelidir.
‘Kütüphaneci’ bir eğitimci gibi düşünmeli,
bunun için kütüphane eğitimine daha fazla
önem verilmelidir. Bu alanda eğitilen personelin istihdamı sağlanmalıdır. Personelin
kendisinin de bizzat ‘kitap sevgisi’ olmalıdır.
Kütüphaneler sadece ödev yapılan yerler durumundan kurtarılmalıdır.
İlkokuldan üniversiteye kadar her okulun bir
‘kitaplığı’ değil bir ‘kütüphanesi’ olması sağlanmalıdır. Mevcut olan kütüphaneler okuyucunun en iyi şekilde faydalanmasına açık
olacak şekilde düzenlenmelidir.
Okuma alışkanlığı kazandırılmasında öğretmenlerin yetiştirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Çünkü bizzat kendisi okuma alışkanlığı kazanmış, iyi yetişmiş bir öğretmen
kitapla dost yapabilir. Derslerin düzenlenmesinde ve ders kitaplarında okuma alışkanlığını
sağlayacak yeni girişimler olmalıdır. Örneğin
dersler özelliklerine göre öğrencilerin başka
kitaplara da ihtiyaç duyacakları şekilde işlenmeli ve ödev ona göre verilmelidir.
Gazetelerin spor ve magazin sayfalarına ayırdıkları yerin dörtte biri kadar kültür ve sanat’a
yer ayırmaları sağlanmalıdır. Bu sayfalarını geniş tutan gazete ve dergilere destek verilmelidir. Bu arada sadece kültür, sanat ve eğitim
içerikli gazete ve dergiler göz ardı edilmemelidir.
Etkili ve yetkili çeşitli kurum ve kuruluşların
(sendikalar, vakıf ve dernekler, siyasi partiler,
belediyeler) okuma alışkanlığını geliştirmek
için kütüphaneler kurması, okuma etkinlikleri ve kitap okumayı artırıcı yarışmalar düzenlenmesi çok önemlidir. Yine bu konuda Milli
Eğitim Bakanlığı ve Kültür Bakanlığı en önemli
yerde bulunmaktadır. Zira kitaba uygulanan
KDV uygulamasının kaldırılmasında bu iki bakanlık kilit noktada yer almaktadır.
Bu öneriler geliştirilebilir ve yeni öneriler ortaya konabilir. Bunun için önerileri uygulama
yolları aranmalıdır. Bu konuda çalışmaların
zaman geçirilmeden başlatılması, devam eden
uygulamaların yaygınlaştırılarak sürdürülmesi
ülkemizin geleceğe daha güçlü hazırlanması
için kuşkusuz çok önemlidir.
Çocuk ve gençlerin
okuma alışkanlığı
kazanmaları ve bunu
geliştirmeleri okul
ve kütüphanede
gerçekleşebilir.
Bunun için okul
kütüphaneleri sadece
ansiklopedileri ve
başvuru eserlerini
toplayan yer
olmamalıdır.
Yerli ve yabancı
bütün yazarların
kitaplarına yer
verilmeli, edebiyatın,
sanatın her türünün
bulunduğu yayınlar
da yer almalıdır.
Yani kütüphanelerin
içeriği sürekli
güncellenmeli ve
zenginleştirilmelidir.
37
Garip Bir Elma
Hikâyesi
Gürhan Gürses
Türk Dili Ve Edebiyatı
Öğretmeni / Elazığ
“Örtmenim
sana alma
getirdim.”
dedi gözü
kara, kaşı
kara, bahtı
kara Burhan,
masanın
üzerine
elmaları
bırakıp
giderken...
38
Bugün size bir hikâye anlatacağım. Yüreğinizin bam teline kalemimle basacağım. Zülfi
yâre dokunacağım. Eğitimde şefkatin, kıymetin, değerin ne kadar önemli olduğunu, küçük
yüreklerin ne de büyük yürekler olduğunu ilan
edeceğim.
İlk görev yerindeymiş öğretmenliğinin,
Amasya’nın bir köyünde. Elmalar diyarı Amasya, şehzadeler şehri Amasya… Elma kentin
elma yetiştiren ücra bir köyünde bıyıkları yeni
terlemiş, stajyer bir öğretmendir hem de…
Öğretmensizliğin tavan yaptığı zamanda, öğretmene hasret, öğretmene muhtaç bir köy…
Gelir başlar ilk günden görevine Öğretmen Kemal. Büyük bir iştiha ile hem de… Büyük bir
gururla!
Çocuklar elma yanaklıdır, türküler elma üzerinedir, kokular elma kokusudur. Yani anlayacağınız her şeye değin sinmiştir elma buralarda.
Elmadan çok ne var Allah aşkına? Elma kenttedir Öğretmen Kemal. Sahi yazıya da sindi mi
elma kokusu?
Çocuklar belki de ilk kez öğretmen görmüştür,
kravatlı, takım elbiseli hem de. Pırıl pırıl potinler ayağında… Elma kokusunun dışında parfüm
kokusuyla ilk kez tanışmışlar belki de… Öğretmen civan mı civan, idealist mi idealist hem de!
Çocukların ilk günden kanı ısınmıştır Öğretmen
Kemal’e, ilk günden güvenivermişler kendilerine bir harf öğretecek olana. Köle olmak icap
ederse olacaklardır gözlerini kırpmadan, çünkü
o gözlerinde ulaşılmazdır, çünkü o gözlerinde
kutsaldır. “Örtmenim seni çok sevdim” dedi
yeşil gözlü Ceylan, arkasından Mahmut yanaştı
“Örtmenim örtmenim, sana sevdim” dedi bozuk Türkçesiyle. Öğretmen Kemal “İyi ki buradayım.” dedi usulca, gözlerindeki nemi silerken. Çocukları daha bir sevdi içinden.
Çocuklar ertesi gün birer elma getirir tek tek.
Her bir öğrencinin elinde bir elma… Her bir
öğrencinin elinde bir yürek… Bütün sermayeleri budur bu memlekette, en kıymetli olanı
getirmişlerdir kendilerince, en kıymetlileri olana. “Örtmenim sana alma getirdim.” dedi gözü
kara, kaşı kara, bahtı kara Burhan, masanın
üzerine elmaları bırakıp giderken. Sonra Sarı
Nurullah gelir “Örtmenim alma getirdim.” der
sonra Elif gelir “Öğretmenim ben de elma getirdim size.” der usulca. Ve diğerleri… Murat,
Çiğdem, Ayşe, vesaire…
En dikkat çekeni yetim ve öksüz Menekşe’nin
getirdiği elmaydı. Bir yüzü kırmızı, diğer
yüzü ise sarı ila yeşilimsi bir renk taşıyan
bir elmaydı bu. Bu bir misket elmasıydı
evet evet… Masaya bıraktı ve geri çekildi.
Öğretmeni seyre koyuldu yetim ve öksüz
Menekşe’yi. Öğretmen Kemal çocuklara
baktı; kiminin yüzü gözü toz toprak içindeydi. Kiminin üstü başı perişandı. Kiminin tırnakları upuzun ve kirliydi. Bazılarının
burnu akıyordu köy çeşmesi gibi. Saçları
dağınık ve ayakkabıları çamur haldeydi çoğunun. Hayır, hayır bu hediyeleri alamazdı
ki katiyen temiz değildir diye düşündü.
Masanın üstü elma ağacına dönmüştü ve
bütün çocuklar istisnasız olarak Öğretmen
Kemal’e bakıyordu. Belki de bir teşekkür,
belki de verdikleri hediyeye uzanacak olan
bir el, belki de bir gülümseme… Lakin hiçbir tepki görmediler Öğretmen Kemal’den.
Gözlerde bir heyecan ve gurur amadeydi
adeta Öğretmen Kemal’e. Bu biraz saygı,
biraz sevgi, biraz hürmet ihtiva ediyordu.
Ve biraz da mahcubiyet… Ellerinde olan
en kıymetli şeyi vermişlerdi. Çünkü sevmişlerdi onu; bundan daha büyük bir iltifat
olmazdı onlara göre.
Öğretmen Kemal elini uzatmamıştı elmalara. Elmalar masanın üzerindeydi bırakıldıkları gibi duruyordu. Küçük ellerin sıcaklığı
daha yitip gitmemişti elmaların üzerinde.
Küçük ellerinin izleri daha silinmemişti elmaların üstünde. Her bir elmada saklı olan
aslında onu veren her bir çocuğun yüreğiydi. Verebilecekleri tek şey olanı vermişlerdi
öğretmenlerine. Bunu yapabilen kaç insan
vardır bu dünyada? Sahip olduğu en kıymetli hazineyi bir kalemde bir başkasına
verebilecek kaç babayiğit vardı acaba?
Öğretmen Kemal yutkundu bir iki… Tam
konuşacakken Metinlerin Engin’i soruverdi
hemen: “Öğretmenim elmaları almayacak
mısınız?” diye. “Size getirdik hem” dedi.
Boncuk boncuk terler birikti Öğretmen
Kemal’in alnında. Sakinleşmeye çalıştı,
mendiliyle alnında biriken ter damlalarını
sildi. “Çocuklar” dedi, “şey” dedi sonra.
“Ben bunları alamam çünkü üstünüz başınız pis, bu yüzden elmalarınızı alamam.”
dedi. “Elmalarınızı da o kirli ve pis ellerinizle getirmişsiniz alamam, kusura bakmayın.”. Hepsinin göz kapakları aynı anda
ve aynı hızla aşağı düştü. Başlarını eğdiler.
Usulca oturdular sıralarına. Ortalık buz
kesti aniden. Çocukların izanı almıyordu
bir türlü. Onlara göre en kıymetli olan şey
elmaydı burada. Ki hep bu ellerle tutup
koparırdılar dallardan ve hep bu ellerle
yerlerdi köyde. Ve bugüne kadar kimsede
onlar elleriniz kirli dememişti. Çünkü hep
dışarıdaydılar. Toprakla iç içeydiler. Öğretmeni sevmişlerdi bir de! Ama anlayamıyorlardı.
Ertesi gün uzun dallara
Yetim ve öksüz Menekşe de çok üzüldü
bu duruma lakin söyleyemedi Öğretmen
Kemal’e. Onu sevmişti ve ona en güzel
elmasını getirmişti buranın. “Demek ellerimiz kirli, tırnaklarımız uzun ondan beğenmedi öğretmenim. O zaman ben de
tutmadan getiririm elmayı.”.
Size getirdim öğret-
asılı olan yine çok güzel
bir elmayla okula geldi
Menekşe. Öğretmen
Kemal’e yaklaştı ve dedi
ki “Şey öğretmenim,
şey...” dedi, “Size elma
getirdim yalnız bakın
dallarından tuttum sırf
kirlenmesin diye. Sırf
ellerim değmesin diye.
menim, bakın ellerim
değmemiş hiç bile…”.
Ertesi gün uzun dallara asılı olan yine çok
güzel bir elmayla okula geldi Menekşe.
Öğretmen Kemal’e yaklaştı ve dedi ki “Şey
öğretmenim, şey...” dedi, “Size elma getirdim yalnız bakın dallarından tuttum sırf
kirlenmesin diye. Sırf ellerim değmesin
diye. Size getirdim öğretmenim, bakın ellerim değmemiş hiç bile…”.
Öğretmen Kemal ağlıyordu. Hatasını anlamıştı ama mahcubiyeti çok fazlaydı. Ben
bunu kastetmemiştim, kusura bakmayın,
özür diliyorum diyordu gözlerinden yaşlar
boşalırken. Bundan daha büyük bir hediye
göremiyorum ve hepinizi çok seviyorum
diyordu ha bire.
39
Sınıfta Gönül
Hakımıyetı
Özgür GİRGİN
Bilişim Teknoloijleri
Öğretmeni / Balıkesir
Tüm bu çizilen
çerçeve bize
gösteriyor ki klasik
yaklaşımlarla,
öğretmenlerin
sınıflarına
hâkim olması
artık nerdeyse
imkânsızdır bu
yüzden birçok
öğretmenin
yaptığı şey çocuk
bakıcılığından
öteye geçemiyor.
40
Her mesleğin belirli görev alanları ve
bu alanlarda gerçekleştirmesi gereken
belirli görevleri vardır. Biz öğretmenlerin
hammaddeleri de, ürünleri de insan olduğu
için görev tanımlamamızı netleştirmek
zordur. Herhangi bir mesleğin standartlarını
Mesleki Yeterlilik Kurumu belirleyebilir ancak
sınıf içinde ya da dışında anlık oluşan, insan
kaynaklı bir sorunun nasıl çözülebileceğinin
standardını belirleyemez. Öğretmenlik bir
anlamda çözüm üretme mesleğidir. Sadece
öğretmekle yükümlü olduğu sahada bilgi
sahibi olmak bir insanı öğretmen yapmaz.
Yeri geldiğinde öğretmen, anne-babaya
ulaşmalı, anne-babayı da eğitmelidir; çünkü
aileyi yönlendirmedikten sonra ahlâki
sahada öğretmenin yapabilecekleri çok
azdır. Öğretmen, eğitim verdiği gençlerin
yaşam tarzlarını doğru analiz edebilmelidir
örneğin kitle iletişim araçlarının gençlerin
vazgeçilmezi olduğunu ve internetin, “sörf
kültürü”nün günlük hayatlarına da yansımış
olduğunu doğru okuyabilmelidir. Öğretmen,
içinde olduğumuz hız çağını da doğru
okuyabilmelidir, biz sabrı bilirdik ancak
şimdiki gençlik, anında yapmayı istiyor. Kısaca
öğretmen, farklı perspektiflerden bakıp,
durum analizi yapabilmelidir. Tabi gençlerin
görev tanımlamaları da yapılmalı. Ders
dinlerken mesaj yazan, twit atan bir gençlikle
karşı karşıyayız artık. Gençler için aynı
anda çok görev yapmak normal hale gelmiş
durumda ve sürekli bölünmüş bir dikkat söz
konusu. Bu yeni gençliğe görevlerini anında
yaptırmak gerekiyor. Bu yüzden , “Ânındalığı
nasıl sağlayabilirim?”, “Gençlere nasıl çoklu
görev verebilirim?” sorularını her öğretmen
yanıtlayabilmek zorundadır.
edemezseniz bile o öğrencinin sınıfta mutlu
olmasını sağlayabilirsiniz. Örneğin sınıf
temizliği, getir götür işleri ya da yapılması
gereken rutin görevlerde bu öğrencileri
kullanıp bir şekilde onların da bir şeyler
üretmesini sağlayıp kendilerini işe yarar, sınıfa
ait ve mutlu hissettirebilirsiniz. Yetenekli ve
kendini gerçekleştiren öğrenciler zaten siz
ne verseniz alacaklardır.
Bir öğrencinin, derse olan motivasyonuna
etki eden çok fazla parametre vardır. Çocuk
kahvaltısını yapmış mı, sabah nasıl bir ev
ortamından çıkıp gelmiş, arkadaşlarıyla
ilişkisi ne durumda, cebinde parası var mı
gibi birçok sorunun cevabı yukarıda geçen,
“Etki alanındaki kitle” ve “öğrencilerin
oluşturduğu
sosyo-ekonomik
ağ”
kavramlarının içini doldurur. İşte 21. yüzyıl
öğretmeni bu vizyona sahip olduğu kadar
sınıfına hâkimdir.
Tüm bu çizilen çerçeve bize gösteriyor ki
klasik yaklaşımlarla, öğretmenlerin sınıflarına
hâkim olması artık nerdeyse imkânsızdır bu
yüzden birçok öğretmenin yaptığı şey çocuk
bakıcılığından öteye geçemiyor. Açıkçası çocuk
bakıcılığı da öğretmenin görev tanımının
içinde ancak ne yazık ki bir çok öğretmenin tek
yapabildiği bu. Sınıfın %30’una bir öğretmenin
bakıcılık yapması kabul edilebilir ancak geri
kalan %70’e de öğretmenlik yapması gerekir.
Buraya kadar yazılanları özetlersek, bir
öğretmenin olmazsa olmaz iki özelliği vardır:
Dirâyet ve fedâkârlık. Öğretmen dirâyetiyle
kendisi, öğrencisi ve öğrencinin dâhil olduğu
ağ için bir yol haritası çıkartmalı; fedakârlığı
ile bu yolda yürümeli, yürütmelidir.
21. yüzyıl öğretmeni “etki alanındaki kitlenin”
ihtiyaçlarını karşıladığı ölçüde sınıfına hâkim
olabilir. “Etki alanındaki kitle” kavramı ile
gençlerin oluşturmuş olduğu “sosyo-ekonomik
ağ”a dâhil olan tüm unsurları kast ediyorum.
Bu satırlar biraz kapalı olabilir o yüzden biraz
açayım. Örneğin elinizden geleni yaptığınız
halde derse çekemediğiniz öğrenciler vardır.
O öğrenciyi neden derse çekemediğinizi
tespit ettikten sonra, akademik başarı elde
1) Üçüncü ders sınıfa giren öğretmen,
önceki iki dersin rüzgârında kalır. Verimsiz,
sıkıcı, boş geçen iki dersin ardından bir sınıfa
hâkim olmak zorlaşır.
Sınıf hâkimiyetiyle ilgili, göz önünde
bulundurması gereken bazı noktalara da
başlıklar halinde değinmek istiyorum.
2) Derse nasıl başlanırsa öyle devam eder. İlk
dakikalarda öğretmen, sınıfı avucunun içine
almalıdır.
3)
Öğretmen
kırmızı
çizgilerinden
bahsetmeli, diğer yandan öğrencilere
hareket alanı bırakmalıdır (Örneğin derse
geç kalmaya müsamaha edilmezken,
fısıltıyla konuşmaya ve sessizce sınıf içinde
yer değiştirmeye izin verilebilir.).
arttırır hem de arkadaşlarına bazen
biz öğretmenlerden daha hızlı konuyu
öğretmelerini sağlar. Hz. Ali’nin, damdan
düşmek üzere olan bir çocuğu nasıl
kurtardığını hatırlayalım!
4) Not tutmayı ve ders dinlemeyi teşvik
edecek formüller bulunmalıdır (Girilen
derslerin muhtevasına göre sınavın son üç
dakikası ya da sınav boyunca defterlerin
açık olmasına izin verilebilir.).
8) Fırsat eğitimi; işler yolunda gitmediğinde,
bir fırsat ya da sıkıntı oluştuğunda mevcut
problemi çözerken yapılan eğitimdir.
Öğretmenin heybesi dolu olmalı ve
bu gibi durumlarda anlatacağı eğitici
hikâyelerle sınıfı avucuna alabilmelidir.
5) Öğrencilerin, tam da karşı cinse
dair açmazların içinde olduğu bir
dönemde,
karma
eğitim
vermek
derse odaklanmalarını zorlaştıracaktır.
Bunun yanında, karma eğitim yapılan
liselerde hanım öğretmenlerin büyük
çoğunluğunun disiplin noktasında çaresiz
kaldıklarına ve öğrencilere çeşitli tavizler
verdiklerine şahit oluyorum. Özellikle
erkek meslek liseleri, hanım öğretmenler
için uygun değildir.
6) Kendinizi klonlayın. Şöyle ki;
Bilişim
Teknolojileri
öğretmeni
olduğum için derslerimi projeksiyon
üzerinden anlatıyorum ve bu sırada
ekran görüntüsünü sesimle birlikte
kaydediyorum. 20 dakikayı geçmeyen
bu videoları öğrencilerle paylaşıyorum.
Böylece öğrenciler uygulamaları yaparken
dersi tekrar tekrar izleyebiliyor, durdurup
başa alabiliyor. Bu sırada bende onların
arasında dolaşıp sorularını cevaplıyorum.
7) Akran eğitimi de öğretmenin, kendisini
bir tür klonlaması olarak düşünülebilir.
Hızlı kavrayan öğrencileri, öğretmen
eğitim-öğretimde
kullanabilmelidir.
Yetenekli öğrencilere verilecek bu tür
bir statü hem onları onore eder, derste
boş kalmalarını engeller ve kavrayışlarını
Yetenekli
öğrencilere
verilecek bir statü
hem onları onore
eder ve derste
boş kalmalarını
engeller,
kavrayışlarını
arttırır hem de
arkadaşlarına
bazen biz
öğretmenlerden
daha hızlı konuyu
öğretmelerini
sağlar.
41
yönelik çalışmaları yaparken doğrudan doğruya kimseyle etkileşimde bulunma zorunluluğu
hissetmeyebilir. Sonuçta yasal düzenlemeler
öğretmenlere verilen görev ve sorumlulukları
neredeyse tek tek saymıştır. Bu görev ve sorumlulukların yerine getirilmesi sürecinde her
öğretmen kendi başına buyruk davranabilir.
Öğretmen ancak okul yönetimine karşı sorumluluk taşımaktadır. Bu yasal yapılanmanın gereği olarak okul yönetimleri öğretmenler arasında, sınıflar, dersler bazında birlik ve beraberlik
ruhunu geliştirme görevini daha fazla önemsemelidir. Her öğretmen kendi sınıfı veya dersine
yönelik çalışmaları yaparken büyük resmin bir
parçasını tamamladığının farkında olmalıdır.
Egıtımı
Ögretmenler Odasına
Tasıyabılmek
Alİ Hİkmet DEMİR
Eğitim Denetmeni /Kütahya
Eğitim ile
öğretim
arasındaki
sıkı ilişki bu
iki kavramın
birlikte
kullanılmasını
getirmekte hatta
çoğu zaman
öğretimin
eğitimden çok
daha önemli
konuma
geldiğinden de
şikâyet edildiği
görülmektedir.
42
Eğitim faaliyeti çok farklı yönleri, anlamları içeren geniş kapsamlı bir kavramı ifade
eder. Bu kavramın içine eğitimin teorik tartışmaları, eğitimin yapılanması, sistem olarak kurulması, işletilmesi, yönetilmesi, eğitimin süreçleri, düzeyi, tarihi ve daha akla
gelebilecek toplumsal ve bireysel boyutların
tümü girmektedir. Bu nedenle eğitime dair
konuşmalar, tartışmalar yapılacaksa alanın
sınırlarının çok iyi çizilmesi gerekiyor. Aksi
takdirde eğitim kavramının içine giren tüm
alanlar adeta karmakarışık bir şekilde tartışmacıların, konuşmacıların zihnindeki durumuna göre, kişisel anlayış düzeyine göre
karşı karşıya gelir ve yapılmak istenen çalışma sonuçsuz bir kısır döngüye dönüşür.
Kimin hangi kavramı hangi anlamda kullandığı anlaşılamaz ve tartışmadan beklenen
sonuca da ulaşılamaz.
Toplumun temelini oluşturan bireyi geliştirmeye konu olan eğitim, okullarda yapılan
eğitimdir. Eğitimin yönetilmesi, yapılandırılması, sistemleştirilmesi gibi faaliyetler eğitim
faaliyetinin genel çerçevesi ile ilgilidir. Dolayısıyla bu tür tartışmalar aslında eğitimle
ikinci derecede ilgili konulardır. Okuldaki
eğitim faaliyetlerinde can alıcı unsur öğrenci ve öğretmen etkileşiminin yaşandığı
sınıf ortamlarıdır. Sınıf ortamlarındaki eğitim faaliyetleri, bireye yönelik geliştirici işlevi dikkate alındığında var olan tüm eğitim
süreçlerinin temelini oluşturur. Eğitim kavramı her ne kadar tek başına kullanılsa da
eğitim faaliyetindeki öğretim boyutunun da
ihmal edilmemesi gerekmektedir. Eğitim ile
öğretim arasındaki sıkı ilişki bu iki kavramın birlikte kullanılmasını getirmekte hatta
çoğu zaman öğretimin eğitimden çok daha
önemli konuma geldiğinden de şikâyet edildiği görülmektedir. Aslında eğitim ve öğretimi birbirinden ayırmak çok da mümkün
değildir. Öğretim zihinsel, bilişsel bir faaliyet
gibi algılanırken eğitim daha çok davranış,
duygu, yaşantı olarak algılanmaktadır. Eğitim ve öğretim sınıf içi öğretmen ve öğrenci
etkileşiminin sonucunda yapılandırılmakta
ve sonuçları öğrencideki davranışlar olarak
ölçülmeye çalışılmaktadır.
Sınıf içi eğitim öğretim faaliyetlerinde öğretmen ve öğrenci etkileşimi, eğitim öğretimdeki kaliteyi doğrudan etkileyecek unsurları
içermektedir. Dolayısıyla eğitim öğretimde
kaliteye yönelik bir şeyler yapılmak isteniyorsa bu unsurlara etki edilmesi gerekmektedir. Eğitim öğretimde kaliteyi doğrudan
etkileyen unsurların neler olduğuna dair
ortaya konacak göstergeler, kriterler ve standartlar çalışma yapılması gereken alanların da ortaya
çıkmasını sağlayacaktır. Bu nedenle öğretmen
öğrenci etkileşim sürecinin, sınıf içi öğrenmeöğretme süreçlerinin, eğitim öğretim faaliyetlerinin yürütülmesinde işe koşulan ortamların çok
iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Bu konularda
yapılacak analizler, kaliteye yönelik etkisi olan
unsurların görünür hale gelmesine katkı sağlarken çözüme yönelik teşhis çalışmalarını da kolaylaştıracaktır. Teşhisin yapıldığı bir durumda ise
çözüme çok daha kolay ulaşılır.
Eğitim öğretim faaliyetlerinin yapısını, karakterini en iyi öğretmenler bilir. Bu nedenle öğretmenler arasında eğitim öğretim odaklı konuşma,
tartışma ve değerlendirmelerin yoğun bir şekilde yapılmasının sağlanması gerekmektedir. Bu
ise okul yönetimlerinin üzerine düşmektedir.
Okulda her öğretmen kendi dersi veya sınıfına
Eğitimin niteliğine etki eden unsurların betimlenmesi amacıyla yapılacak sınıf içi faaliyetlerin
analizine yönelik çalışmalar ciddi bir şekilde
yapılmadan eğitimde kaliteyi sağlayacak hedeflere ulaşmayı beklememek gerekmektedir.
Öğretmenler arasında etkin bir diyalog ortamının oluşturulması, öğretmenleri yönlendirecek
somut göstergelerin ortaya konması, ortak hedefe doğru ekip çalışması ruhunu geliştirecek
bir yönetim yapısının oluşturulması sonrasında
katılımcı ve şeffaf bir yönetim faaliyeti eğitimde
istenen sonuçların oluşmasında önemli aşamaların kat edilmesini sağlayacaktır.
Öğretmenler arasında etkin diyalog okulda
özellikle öğretmenler odalarında güçlü bir şekilde vurgulanmalıdır. Resmi toplantılar, kurullar,
komisyonlar genelde rutin çalışmalar olarak görülmektedir. Bir bakıma bu tür faaliyetler adet
yerini bulsun anlayışıyla yapılırken öğretmenler
odaları çok daha sıcak, samimi ve gerçek bir
diyalog ortamına dönüşebilir. Bu başarılabildiği andan itibaren okullarda eğitim öğretime
yönelik önemli adımlar da atılmaya başlanmış
olacaktır.
Eğitimin
niteliğine etki
eden unsurların
betimlenmesi
amacıyla
yapılacak sınıf
içi faaliyetlerin
analizine
yönelik
çalışmalar ciddi
bir şekilde
yapılmadan
eğitimde
kaliteyi
sağlayacak
hedeflere
ulaşmayı
beklememek
gerekmektedir.
43
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE
MİLLİ EĞİTİM
BAKANLARIMIZ
Ekrem AYTAR
Müdür Yardımcısı /İstanbul
Milli Eğitim
Bakanlığı yapmış
kişilerin hayat
hikâyelerini
okuduğumuzda
ister hukukçu, ister
doktor, ister asker
hangi meslekten
olursa olsunlar
hayatlarının bir
döneminde bir
eğitim kurumunda
öğretmenlik
yaptıklarını
görürüz.
44
Eğitim denilince ilk olarak akla öğrenciler
ve hemen arkasından da eğitimin olmazsa
olmazı olan öğretmenlerimiz gelir. Öğretmenler odası sohbetlerinin dönüp dolaşıp
geldiği noktalardan biri de gelmiş geçmiş
Milli Eğitim Bakanları’dır. Başta öğretmenler olmak üzere kamuoyunda Milli Eğitim
Bakanlığı’na öğretmen kökenli bir bakanın
gelmediği ve gelmeyeceği yönünde bir kanaat hâkimdir. Bu kanaat doğru bir düşünce
değildir. Geçmişten günümüze Milli Eğitim
Bakanları’mıza baktığımızda öğretmen kökenli birçok bakanımızın olduğunu görürüz.
H.Suphi Tanrıöver (Edebiyat Öğretmeni), İsmail Safa Özler (Tarih-Coğrafya Öğretmeni),
Hüseyin Vasıf Çınar (Tarih Öğretmeni), Hasan Âli Yücel (Felsefe-Edebiyat Öğretmeni),
Reşat Şemsettin Sirer (Edebiyat Öğretmeni),
H.Tahsin Banguoğlu (Edebiyat Öğretmeni),
Orhan Dengiz (Coğrafya Öğretmeni), Avni
Akyol (Pedagoji Öğretmeni)…
Milli Eğitim Bakanlığı yapmış kişilerin hayat
hikâyelerini okuduğumuzda ister hukukçu,
ister doktor, ister asker hangi meslekten olursa olsunlar hayatlarının bir döneminde bir
eğitim kurumunda öğretmenlik yaptıklarını
görürüz. Milli Eğitim Bakanlarımızın mesleklerine baktığımızda en kalabalık grubun 19
sayısı ile avukatlara ait olduklarını görürüz.
Avukatları 14 sayısı ile üniversitede kürsü
sahibi olan akademisyenler izlemektedir.
Akademisyen Milli Eğitim Bakanlarımızın 12
tanesi profesör, 1 tanesi de doçenttir. Siyasal
Bilgiler Fakültesi mezunu 9 Milli Eğitim Bakanımız kaymakam veya vali kökenlidir. Yine 8
Milli Eğitim Bakanımız Harp Okulu mezunu
subaydır. Mühendis olan 6 Milli Eğitim Bakanımız vardır. Tıp doktoru olan Milli Eğitim
Bakanlarımızın sayısı ise 5’tir.
Milli Eğitim Bakanlığının tarihine baktığımızda, ilk Milli Eğitim Bakanımızın Dr. Rıza Nur
olduğunu görürüz. Dr. Rıza Nur 04.05.1920
ile 13.12.1920 yılları arasında sadece 7 ay
ve 7 gün Milli Eğitim Bakanlığı koltuğunda
oturmuştur. 76. Milli Eğitim Bakanımız Prof.
Dr. Nabi Avcı ise 25.01.2013 tarihinde Milli
Eğitim Bakanlığı görevine getirilmiştir. Ne kadar süre Milli Eğitim Bakanlığı yapacağını ise
tabii ki zaman gösterecektir.
Milli Eğitim Bakanlığının sitesinden aldığımız
bilgilere göre; en uzun süre Milli Eğitim Bakanlığı görevini Hasan Ali Yücel; 28.12.1938
ve 05.08.1946 yıllarında 7 yıl 7 ay ve 7gün
olarak yerine getirmiştir. Hasan Ali Yücel’den
sonra en uzun süre Milli Eğitim Bakanlı-
ğı görevini yürüten ise; 17.03.2003 ile
03.05.2009 tarihlerinde 6 yıl 1 ay 16 gün
görev yapan Doç. Dr. Hüseyin Çelik’tir.
En kısa süre Milli Eğitim Bakanlığını ise;
09.04.1929 tarihinde aldığı Milli Eğitim
Bakanlığı görevini 10.04.1929 tarihinde
devreden Recep Peker yapmıştır. Yalnızca 1 günlük Milli Eğitim Bakanlığı süresi
vardır. Recep Peker bu görevi vekâleten
yapmıştır. En kısa süre asaleten Milli Eğitim Bakanlığı yapan kişi ise Prof. Turhan
Feyzioğlu’dur. 06.01.1961 ile 07.02.1961
tarihleri arasında 1 ay 1 gün Milli Eğitim
Bakanlığı görevini yerine getirmiştir.
Milli Eğitim Bakanlığında bakanların ortalama görev yapma süreleri (Vekâleten yürütülen görevleri saymadığımızda.) yaklaşık olarak 17 aydır. O da 1yıl 5 ay gibi bir
süreye tekabül etmektedir.
Milli Eğitim Bakanlığı tarihinde 9 defa
vekâleten yönetilmiştir. Vekâleten yönetilme süreleri toplamı tam olarak 12 ay,
yani 1 yıldır. Vekâleten bakanlık görevini
yürütenler tarih sırasına göre şunlardır:
İsmet İnönü, Recep Peker, Dr. Refik Saydam (İki kez.), Nuri Özsan, Tevfik İleri,
Prof. Fehmi Yavuz ve Ahmet Tahtakılıç
(İki kez)’tır.
Milli Eğitim Bakanlığı tarihinin tek kadın bakanı Nimet Çubukçu Hanımefendidir. Nimet Çubukçu 03.05.2009 ile
07.07.2011 tarihleri arasında 2 yıl 2 ay
ve 4 gün Milli Eğitim Bakanlığı görevini
yerine getirmiştir.
76 Milli Eğitim Bakanımızdan 4 tanesi
değişik dönemlerde başbakanlık görevini
de yerine getirmişlerdir. Başbakanlık da
yapan Milli Eğitim Bakanlarımız şunlardır: İsmet İnönü, Refik Saydam, M.Şükrü
Saraçoğlu ve Recep Peker.
“Şu mektepler olmasaydı maarifi ne güzel idare ederdim.” sözü ile meşhur olan
Milli Eğitim Bakanı (Maarif Nazırı) Emrullah Efendi’dir. Emrullah Efendi (d. 1859,
Lüleburgaz – ö. 14 Ağustos 1914, İstanbul) Osmanlı eğitimcisidir. II. Meşrutiyet
döneminde iki defa Maarif Nezareti (Milli
Eğitim Bakanlığı) görevine getirilmiştir.
Milli Eğitim Bakanları dediğimizde ilk
olarak aklımıza en uzun süre milli eğitim
bakanlığı yapmış olan Hasan Âli Yücel
gelmektedir. Hasan Âli Yücel; 17 Aralık
1987’de İstanbul’da dünyaya gelmiş ve
26 Şubat 1961’de yine İstanbul’da hayata gözlerini kapamıştır. Köy Enstitüleri
onun Milli Eğitim Bakanlığı döneminde
kurulmuştur. Yine dünya klasiklerinin
Türkçe’ye çevrilmesi Hasan Âli Yücel
dönemindedir. İlk telifli resmi Türkçe
Ansiklopedi, Devlet Konservatuarının kurulması, Türkiye’nin UNESCO’ya girişi,
Üniversiteler Yasası’nın çıkarılışı da onun
dönemindedir.
Turgut Özal döneminin Milli Eğitim
Bakanları’ndan Vehbi Dinçerler de adını hatırladığımız Milli Eğitim Bakanları’ndandır. 1940 Gaziantep doğumlu
olan Vehbi Dinçerler 14/12/1983 ve
13/0971985 yılları arasında Milli Eğitim
Bakanlığı yapmıştır. Bakanlığı döneminde yaradılış görüşü Fen dersi programına
alınmıştır.
Milli Eğitim Bakanları’ndan adı anılması
gereken bir diğer Milli Eğitim Bakanı’mız
Hüseyin Çelik’tir.Değişim
1959 yılında
Van ili Gürsüreci,
pınar ilçesinde dünyaya gelmiştir. İstanbul
iyi yönetildiği
Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi mezunudur.
Daha önce de bahsettiğimiz
gibi Hasan Âli
takdirde örgütü
Yücel’den sonra en uzun süre milli eğitim
başarıya götüren,
bakanlığı yapmıştır. İlköğretim ve ortaöğrekötü
yönetildiği
tim müfredatı yıllar
sonra
köklü olarak yeniden onun döneminde
yazılmıştır.
Halen aynı
takdirde örgüt
program ana çerçevesine dokunulmadan geiçin
bir yıkım
da
rekli düzenlemeler
yapılarak
okutulmaktadır.
Yine Çelik’in bakanlığı
döneminde ilköğretim
yaratabilecek
ve ortaöğretime ayrı ayrı olmak üzere 100 Teoldukça zor ve
mel Eser serisi önerilmiştir.
sancılı bir süreçtir.
Şu an görevde olan Milli Eğitim Bakanımız Prof. Dr. Nabi Avcı; görevi 25.01.2013
tarihinde eski Milli Eğitim Bakanı Ömer
Dinçer’den devralmıştır. Ömer Dinçer Milli
Eğitim’de köklü değişikliklere imza atmıştır.
Bu değişikler zaman içerisinde Milli Eğitim
tarihindeki yerini alacaktır. Eğitim sisteminin
4+4+4 kademeli olarak 12 yıl zorunlu hâle
getirilmesi, Kur’an-ı Kerim, Peygamberimizin Hayatı, Spor Etkinlikleri, Yabancı Dil…
gibi seçmeli derslerin programa konulması,
serbest kıyafet uygulaması, sınavların kaldırılması Ömer Dinçer’in uygulamalarından
ilk aklımıza gelenler. Şu an görevde bulunan
Milli Eğitim Bakanımız Prof. Dr. Nabi Avcı 24.
Dönemde Milli Eğitim Komisyon Başkanlığı
görevini yürüttüğü için; Milli Eğitimdeki bu
konulara yabancı değildir. Bu değişikliklerdeki aksayan yönleri uzlaşmacı tavrı ile kısa sürede çözüme kavuşturacağını sezdirmektedir.
Bize ayrılan bu sayfalarda geçmişten günümüze Milli Eğitim Bakanlarımızı sizlerle kısaca
paylaşmaya çalıştık. Fakat görünen o ki; Milli Eğitim Bakanlarımız ve Milli Eğitim; başta
öğretmenler odası olmak üzere kamuoyunda
daha çok konuşulacağa benzer. (15.02.2013)
45
HEDEFİ ON İKİDEN
VURAN BİR EĞİTİM
SİSTEMİ GEREKLİ
Şadettin GÖKSU
DKAB Öğretmeni / İstanbul
Günümüzün modern
olarak adlandırılan
toplumlarında
yaşayan fertler olarak
çözmemiz gereken
en önemli problem,
çocukların geleceğini
şekillendirecek eğitimi
onlara vermektir.
Nasıl bir yöntem
uygulanmalıdır ki,
çocuklarımız için daha
az endişe duyalım?
Çocuklara ne vermeliyiz
ki onlar doğruları
öğrensin, uygulasın ve
güvende olsunlar?
46
Hz. Ali (ra)’ye ithaf edilmiş olan meşhur bir söz
vardır:
“Çocuklarınızı kendi yaşayacakları zamana uygun olarak eğitiniz!”.
Günümüzün modern olarak adlandırılan toplumlarında yaşayan fertler olarak çözmemiz
gereken en önemli problem, çocukların geleceğini şekillendirecek eğitimi onlara vermektir.
Nasıl bir yöntem uygulanmalıdır ki, çocuklarımız için daha az endişe duyalım? Çocuklara ne
vermeliyiz ki onlar doğruları öğrensin, uygulasın ve güvende olsunlar? Nasıl bir eğitim sistemi
olmalı ki toplumsal bunalımlar, kişisel sorunlar
en aza indirilebilsin? İnsanlar daha mutlu ve
huzurlu, daha hoşgörülü, geleceğe güvenle bakabilen kimseler olabilsin?
Tarihimize baktığımızda yukarıdaki sorulara ya
da bunlara benzer diğerlerine bir çok cevap
verilmiş, konu ile ilgili olarak eğitim felsefeleri
oluşmuş, bazen birbirinden çok farklı mecralara uzanan sistemler geliştirilmiş ve farklı bakış
açılarıyla konu ele alınmıştır. Bizim buradaki
hedefimiz bu sistemleri ele almak ve incele-
mek olmayıp amacımız içerisinde bulunduğumuz güzel ülkenin hepsi birbirinden
değerli çocuklarının nasıl ve ne şekilde eğitildiği ile ilgili birkaç söz söylemektir.
Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, hemen
hemen her toplumda toplumun okumuş
kesimi ya da önderleri, insanların kötü
gidişatını dile getirip durumun düzelmesi
için çeşitli önerilerde bulunmuşlardır. Hatta bazılarının, bundan bin yıl kadar önce,
toplum bu şekilde devam ederse kıyametin kopmasının çok yakın olduğunu söylediğini okumuşsunuzdur.
Günümüzde ise durum, şikayetten daha
da ötede, bir isyan konumundadır maalesef!
“Kimsede saygı, sevgi, merhamet, adalet,
yardımseverlik, cömertlik, misafirperverlik, güleryüz, tatlı dil ve güzel bir söz kalmadı!” diyen kimselerle iç içe yaşıyoruz,
hatta eğitimciler olarak bizzat kendisiyiz
bunları dile getirenlerin… Gerçekten de
çevremize baktığımızda olumlu diye nite-
lendirdiklerimizin yüzdelik oranının, olumsuzlara nispetle aşağılarda kaldığını görmemiz hiç de
zor değildir.
O halde yeni nesillerin inanç, ahlak, örf ve adetler vb. bakımlardan toplumca değer verilenlere
sahip olma yeterliliklerini sağlama itibariyle doğru, kaliteli, iş görür bir eğitim verdiğimizi iddia
etmemiz zordur. Eğitim yönetimiyle en üst düzeyde meşgul olanlar hep iyiye ve kaliteliye dönük olarak çalışmalar yapmaya çalıştıklarını söylemekte, fakat ortaya çıkan ürün her yıl verim
olarak düşmektedir.
Yapılan çalışmalara baktığımızda en belirgin yanlışlığın şu olduğunu söyleyebiliriz:
Eğitim için binalar, kitaplar, çeşitli materyaller,
bilişim ve teknolojik donanım, ulaşım araçları,
öğretmenler, kısacası ne gerekli ise ortaya konmaya çalışılıyor. Hatta son yıllarda ülke hazinesinin en büyük payının eğitim için harcandığı
söylenmektedir.
renciyi merkeze koyarak çırpınmasını izlemek
yerine, öncelikle ne verilecekse bunun farkında
olmalarını sağlayarak eğitim rehberleri olan öğretmenlerin önderliğinde, yaşayarak, yaparak,
dramatize ederek, ettirerek bir öğrenme sürecini
gerçekleştirmek zorundayız. Örneğin fastfood
tarzı beslenmenin yanlışlığını kavratmak istediğimiz öğrenciye sadece okul saatleri içerisinde
bu durumu benimsetmeye çalışmak imkansızdır.
Bunun yolu toplumun beslenme tarzının toplu
olarak ıslah edilmesi, öğrencilerin ise anti-fastfood birer birey olarak yetiştirilmesidir. İkna en
büyük yardımcımızdır. İkna olmayan çocuğun ya
da gencin eğitilmesi mümkün değildir.
Çocuklar ve gençler eğitimin hedefidir. Eğitimi
yönetmekle yükümlü kimseler bu işi en iyi bilen
kişiler olarak eğitimcilerle planlamalı, hedefe onlarla ulaşmalıdır. Aksi takdirde hedef ıskalanmış
olacaktır. Birkaç yüz yıldır yapıldığı gibi…
Değişim
süreci,
“Kimsede
iyi yönetildiği
saygı, sevgi,
takdirde
örgütü
başarıya götüren,
merhamet,
kötü yönetildiği
takdirde
adalet,örgüt
için bir yıkım da
yardımseverlik,
yaratabilecek
oldukça
zor ve
cömertlik,
sancılı bir süreçtir.
misafirperverlik,
güleryüz,
tatlı dil ve
güzel bir söz
O halde artık sonucun alınması gerekmez mi?
kalmadı!” diyen
Elbette bunu beklemekteyiz. Fakat bu sonuç
için yapılanların yeterli olmayacağını görmemiz
gerekir. Çünkü yapılanlarda bir eksiklik söz konusudur. O da öğrencinin öğrenme azmi, motivasyonu, hazır bulunuşluğu kısacası ne dersek
diyelim “verileni alma” kapasitesidir. Öğrenci,
ne kazanması, ne alması gerektiğini bilseydi durum kolay olabilirdi. Fakat hedefteki kitle, eksikliğinin farkında olmayan bir kitledir. Yani sadece kendiliğinden açılabilen kapalı bir kutu…
Bu kutuyu açmak için öğrenciyi ikna etmeliyiz.
İkna etmenin yolu ise çocuğun ruh hallerine hitap etmek, çocukla çocuk olmak, gençle genç
olmaktır. Hayatın olumlu veya olumsuz yönlerini onlarla yaşamak, sistemi ezbercilikten
kurtarmak, hiçbir şeyin farkında olmayan öğ-
kimselerle iç
içe yaşıyoruz,
hatta eğitimciler
olarak bizzat
kendisiyiz
bunları dile
getirenlerin…
47
47
bu değerlerin daha iyi anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.
Eğitimciler
Değerler Ve İlkeler:
DeğişimYolumuzu Aydınlatan
İstiyor Kandiller
Mahmut Balcı
DKAB Öğretmeni / İstanbul
Değer, bireyin
sosyalleşme
sürecinde çevresiyle
etkileşimi sonucunda
içselleştirdiği,
eylemlerini
yönlendirdiği kalıcı
bir yargı ve standart
olarak tanımlanabilir.
Toplumsal anlamda
ise değerler, toplum
tarafından en iyi, en
doğru ve en faydalı
olduğu kabul edilen
genelleştirilmiş
davranış
prensipleridir.
48
Önce değer kavramına dair kısa bir bilgi verelim.
Değer, bireyin sosyalleşme sürecinde çevresiyle etkileşimi sonucunda içselleştirdiği,
eylemlerini yönlendirdiği kalıcı bir yargı ve
standart olarak tanımlanabilir. Toplumsal anlamda ise değerler, toplum tarafından en iyi,
en doğru ve en faydalı olduğu kabul edilen
genelleştirilmiş davranış prensipleridir.
Bir toplumda değerlerin ortaya çıktığı temel mekanizmalar, kişinin üstlendiği sosyal
rollerdir. Bu roller toplumun sosyal yapısını
oluşturan sosyal süreçlerle yakından ilgilidir.
Diğer yandan bir toplumdaki iyi-kötünün belirlenmesi, ideal düşünme ve davranma yolları değerler tarafından oluşturulur. Böylece,
bir toplumda toplumsal kontrolü sağlayan
sosyal kontrol ve ödüllendirme araçlarının
tümü değer kaynaklıdır (Prof. Dr. Yunus ÇENGEL (http://www.insanidegerler.org/sdetay.
asp?id=1549&did=741 ).
Değerlerin öneminin daha iyi anlaşılması için
tarihi bir şahsiyet olan Mahatma Gandhi’nin
veciz görüşünü paylaşalım.
Söylediklerinize dikkat edin; düşünceleriniz
olur.
Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınız olur.
Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınız olur.
Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınız
olur.
Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerleriniz olur.
Değerlerinize dikkat edin; karakteriniz olur.
Karakterinize dikkat edin; kaderiniz olur.
Değerleri; çocuktan aileye, aileden topluma,
hayatımıza yön veren ilkeler, kadim hasletlerimiz, yol ışıklarımız, kandillerimiz olarak ifade etmek mümkündür.
Eşya zıddıyla kaimdir ilkesinden hareketle
kavramların zıt anlamlarını da bilmek gerekir. Hatta bazen kavramların zıt anlamlarını
bilmek ve önemini kavramak için buna ihtiyaç vardır. Örneğin bir insana iyiliğin değerini
anlatmak için belki ciddi bir vakit harcamak
gerekebilir. Ancak iyiliğin zıddı olan kötülüğün zararlarını yaşanan somut bir örnekten
hareketle anlatmak işimizi kolaylaştıracaktır.
Şeref ve itibar sahibi olmanın önemini daha
iyi anlatmak için şeref ve itibarını kaybeden
insanların yaşadıklarından örnekler vermek
Yayınlanmak üzere olan ‘Değerleri Yaşamak
Ve Yaşatmak’ isimli kitap çalışmamda yer
alacak bu paylaşımın eğitimciler için yararlı
olmasını diliyorum.
Olumlu-Olumsuz Kavramlardan Bazıları:
Değer Vermek –Nefret etmek
Arkadaşlık -Kıskançlık
Şefkatli olmak –Bencil olmak
Merhamet -Küçük Görmek
Barış -Saldırganlık
Nezaketli olmak-Alay etmek
Konuşanı dinlemek -Kötü sözler söylemek
İzin alarak konuşmak -Konuşanın sözünü
kesmek
Görev bilinci- Tembellik
Öz disiplin sahibi olmak-Önemsememek
Çevreye duyarlı olmak –Duyarsız olmak
Güven -İhmal
Umursamak- Özensizlik
Doğruluk -Haksızlık
Tarafsızlık -Taraf tutmak
Eşitlik -Ayrımcılık
Hakkı gözetmek –İntikam almak
Takdir etmek -Ön yargılı olmak
Kararlılık -Acelecilik
Hoşgörü Olmak-Şikâyetçi olmak
Tahammül etmek –İnat etmek
Sırasını beklemek –Telaşlı olmak
Özgüven -Çekingenlik
Cesaret -Karamsarlık
Girişkenlik -Kibir
Öz bilinç -Yetersizlik
Kararlılık -Dayanıksızlık
Hatayı kabul – Kibirli olmak
Özür dilemek- Kendini beğenmişlik
Teşekkür etmek –Bencilik yapmak
Nezaket –Ukalalık etmek
Uyumluluk -Küçük görmek
Dayanışma -Bencillik
Fedakarlık -Çıkarcılık
Cömertlik -Cimrilik
Merhamet -Nankörlük
İyilik -Fırsatçılık
Azim -Tembellik
Görev Bilinci –Boş vermişlik
Kararlılık -Dağınıklık
Üretkenlik -Pasiflik
Sorumluluk -Gayret etmemek
Görgü kurallarına uymak -Kuralsızlık
Sırasını beklemek –Torpil yaptırmak
Hayatımıza Yön Vermesi Gereken Değerlerimizden Bazıları:
Hem din hem de diğer eğitimcilerin aşağıdaki listeyi oluşturmak için önce öğrencilerle ortak bir çalışma yapmaları gerekir. Hayatımıza
Yön Vermesi Gereken Değerlerimizi Oluşturalım başlığı altında yapılacak çalışma daha
öğretici olacaktır. Daha sonra ise belirlenen
değerler ve kavramlar birer cümlede kullanılabilir.
Öğrencilerden her değer ve ilke hakkında
yapacakları bir araştırma ödevini sınıfta sunmaları istenebilir.
İşte Kadim Değerlerden Ve İlkelerden Bazıları:
Adabı muaşeret sahibi olmak
Adalet sahibi olmak
Affedici olmak
Ahitleşmek
Alay Etmemek
Ahsen-i takvim üzere yaratıldığımızı bilmek
Ailemize sahip çıkmak
Akıl nimetinin kıymetini bilmek
Akrabalık ilişkilerine sahip çıkmak
Değişim
süreci,
Bir
toplumda
iyi yönetildiği
değerlerin
takdirde örgütü
ortaya
başarıya götüren,
çıktığı
temel
kötü yönetildiği
mekanizmalar,
takdirde örgüt
kişinin
için bir yıkım da
üstlendiği
yaratabileceksosyal
oldukça zorBu
ve
rollerdir.
sancılı toplumun
bir süreçtir.
roller
sosyal yapısını
oluşturan sosyal
süreçlerle
yakından
ilgilidir. Diğer
yandan bir
toplumdaki
iyi-kötünün
belirlenmesi,
ideal düşünme
ve davranma
yolları değerler
tarafından
oluşturulur
(Prof. Dr. Yunus
ÇENGEL).
49
49
Alçakgönüllü olmak
Arkadaşlığa önem vermek
Azimli olmak
Beklenmedik durumları sabırla karş
lamak
Barışçıl olmak
Bildiklerinden büyüklük taslamamak
Bilgiye önem vermek
Birlikte ve barış içinde yaşamak
Cami ve Cemaate önem vermek
Cömert olmak
Çaba ve gayret sahibi olmak
Çalışkan olmak
Çevre bilincine sahip olmak
Dayanıklılık
Dayanışmaya önem göstermek
Dedikodudan kaçınmak
Devletin milletin hizmetçisi olmasını
sağlamak
Diğergâmlık
Dil farklılığına saygı göstermek
Din kardeşliği
Dini bütün olmak
Doğayı sevmek ve korumak
Doğruluk-Dürüstlük
Dostluğa önem verir
Duyarlı olmak
Duyguları kontrol etmek
Düşünmek
Düzenli olmak
Eleştirilere tahammül etmek
Emeğe saygılı olmak
Empati sahibi olmak
Erdemli işlerle iç içe olmak
Estetik düşünmek
Eşitlik
Eşrefi mahlukat olduğumuzu bilmek
Etik değerlere sahip çıkmak
Evlilik
Fedakarlık
Fikir özgürlüğü
Gaflete düşmekten korkmak
Gelenek ve görenekleri korumak
Gençlik
Görev bilincine sahip olmak
Grup çalışması yapmak
Güvenilir olmak
Haddini bilmek
Hakkı gözetmek
Haksızlıklara karşı sessiz kalmamak
Haram ve haksız kazançtan uzak
dumak
Hatadan dönmek
Hayalı olmak
Hediyeleşmek
Hizmet adamı olmak
Hoşgörü olmak
Eğitimciler
Değişim
İstiyor
Evrenin nimetlerini israf etmemek
Fakirliği sabırla karşılamak
Farklılığa saygı göstermek
50
Hüsnüzan sahibi olmak
Ilımlı olmak
İbadethanelere saygı göstermek
İbadetlere devam etmek
İdeal sahibi olmak
İffet -iffetli olmak
İftiradan uzak durmak
İhtiyaç sahiplerine yardım etmek
İkram
İlgili olma
İman
İnsaflı olmak
İstişareye önem vermek
İşbirliği
İtibar- itibarlı olmak
İtimat edilen kişi olmak
İyiliğe karşılık iyilikle karşılık vermeli
İyiliği başa kalkmaz
Kanaatkârlık
Kardeşlik hukukuna önem vermek
Kararlılık
Kariyer mücadelesinde ölçülü olmak
Kendini tanımak
Kibirli olmamak gerekir
Komşuluk
Kalp temizliği
Metanetli olmak
Misafirperverlik
Kurallara uymak
Kutsal mekanlara saygılı olmak
Kitaba ve kütüphanelere değer vermek
Liyakate önem vermek
Manevi temizlik
Merhametli olmak
Milliyetçiliği ırkçılığa dönüştürmemek
Nefsini temizlemek
Nezaketli olmak
Nimete sahip çıkmak
Ortak durgulara önem vermek
Öfkesine sahip çıkmak
Önyargısız bakmak
Ötekine saygı duymak
Özeleştiri yapabilmek
Özür dilemeyi bir erdem bilmek
Para kazanmayı bir araç görmek
Paylaşmak gerekir
Rahatsız etmemek
Sabırlı olmak
Sağlığımızın kıymetini bilmek
Saygılı olmak
Samimiyet
Selam vermek
Sevgi insanı olmak
Sözünün eri olmak
Söze ve konuşana değer vermek
Sorumluluk sahibi olmak
Şeffaf olmak
Şehitlik
Şefkatli olmak
Şehrin huzur ve güvenliğine katkıda
bulunmak
Şeref-şerefli olmak
Şiir ve şaire önem vermek
Şikâyet yerine şükretmek
Taciz ve imadan uzak durmak
Tahammül sahibi olmak
Online Eğitim’in
Hayatımıza Etkileri
Dilek KALMAZ
Fransızca Öğretmeni / İstanbul
Bu eğitim
yöntemiyle
yoğrulmuş yeni iş
gücü ve çalışma
yetisi elde eden
bireyler uzaktan
eğitim sistemi
programlarına
alışkanlığıyla bu
sistemlere daha
çabuk uyum
sağlamaktadırlar.
Günümüz insanı çağın gerektirdiği hız ve
çalışma ritmi içerisinde adeta zaman yoksunu
olarak yaşamaktadır. Eğitim ordusunun askerleri biz öğretmenler, geleceğe yetiştireceğimiz
insan kaynağının tüm edinimleri ve değerleri ile
örnek bilgi birikimi sağlamaya çalışan nesillerin
hayat mücadelesi ve yaşanan yaşam zorlukları
çerçevesinde daha donanımlı nasıl bir gelecek
kuşak yetiştirebilir endişesi yaşamaktayız. Bu
sebeple insanı insan yapan değerleri zaman
olgusu içerisinde kaybetmeden yoğurmak
güzelleştirmek biçimlendirirken teknolojinin
sunduğu pozitif imkânlardan yararlanarak
hayatımızı anlamlandırmak en güzeli olacaktır.
Günümüzde bilgiye ulaşma, değerlendirme,
organize etme, bilgiyi kullanma ve diğerleriyle
paylaşma bu hızlı iletişim çağında büyük
önem kazanmıştır. Bireyin ailesine, sosyal
yaşamına, hobilerine zaman ayırma isteği; iş
ve sorumlulukların baskısı gibi modern yaşamın
getirdiği problemler, onu alışılagelen öğrenme
yöntemleri dışında farklı çözümler aramaya
yönlendirmektedir. Uzaktan eğitim kavramı
gittikçe insan yaşamında yerleşmektedir ve bu
da eğitim kurumlarını alternatif öğretim yolları
bulunması konusunda araştırmaya yöneltmiştir.
Hızla gelişen metropollerde uzak mekânların
ulaşım sorununa çözüm olması, nüfusun
yoğunluğunun eğitimde fırsat eşitliği sağlaması
engelini oluşturması, özürlülere ve çeşitli
sebeplerle eğitim yapamamış veya yarıda
bırakmış olanlara şans tanıması, yaşam seyrini bozmadan ekonomik zaman kullanımı
yaratması, öğrencilerin tek başına eğitimi
gerçekleştirmesine yardımcı olması uzaktan
eğitimi tercih edilebilir hale getirmiştir. Her şeyin
ders sırasında öğrenilmesinin aksine, zamandan
ve mekândan bağımsız olarak öğrenme daha
etkin sonuçlar doğurur.
Değişim
süreci,
Eğitimin ucuza mal olması, yol masraflarından
iyi yönetildiği
ve diğer harcamalardan ekonomi yapılması
eğitim alan bireye daha
çok kaynak
elde etme
takdirde
örgütü
imkânı sağlamaktadır.
başarıya götüren,
Uzaktan eğitim alan kişi kendi öğrenme hızında
yönetildiği
ve kendi kavrayışınakötü
göre dersi
istediği sayıda
tekrar edebilme imkânına
sahip
olmaktadır.
takdirde örgüt
Bireysel öğrenme hızına göre planlanabilen
bir eğitim, etkinliğini
için arttırmaktadır.
bir yıkım daGörsel işitsel bilişim zenginlikleri öğrenmeyi
yaratabilecek
zenginleştirmekte düşünme
gücünü mukayese
ve araştırmayı derinleştirmektedir.
oldukça zor ve
Teknoloji kullanımının
eğitime
en olumsancılı
bir süreçtir.
lu etkilerinden Avrupa laboratuvarlarında
yapılan araştırmalarda kanıtlandığı üzere yeni
uygulamaların geliştirilmesi ve bunun devamı
olarak kişinin yeni öğrendiği bilgileri algılayış
hızı, öğrencinin beyin gelişimine yansımadaki
potansiyeli, öğrenmeyi daha etkin ve hızlı
kılmaktadır.
Bilginin küresel yapıya dönüşmesinin temeli
iletişim teknolojilerinde meydana gelen hızlı
gelişmelerdir. Günümüzde birçok işletme
çoğu zaman işe aldıkları yeni mezunları
yeniden eğitme gereği duymaktadır. Uzaktan
eğitim işletmelerin bu ihtiyacını da ortadan
kaldırmaktadır.
Yeni model şirketlerde yeni yapılan organizasyon şemalarında bu eğitim modelinin
uzantısı olan uzaktan-evden çalışma yöntemleri yaygınlaşmaktadır. Bu eğitim yöntemiyle yoğrulmuş yeni iş gücü ve çalışma yetisi elde eden bireyler uzaktan eğitim sistemi
programlarına alışkanlığıyla bu sistemlere daha
çabuk uyum sağlamaktadırlar.
Hem iş gücü hem kaynak tasarrufuyla evde
ailesiyle daha fazla beraber olabilen huzurlu
anne babaların olduğu, ulus değerlerimizin
paylaşımına olanak sağlayacak verimli insanların
ülkemiz kalkınmasına yapacağı katkıları göz
ardı etmemek gerekir ki bu da Türk Eğitim
Sistemi’ne yapılabilecek en iyi edinimdir.
51
51
lup saklanacakmış gibi erteliyoruz duygularımızı
ve böylece yaşamı kaçırıyoruz.
Seçeneklerin
Seçeneklerin
Pençesindeki
Pençesindeki
Hayatlar
Hayatlar
Hacer YALÇINTAŞ
Psikolojik Danışman ve
Rehber Öğretmen / Balıkesir
Annebabasının
mükemmeli
arzu ettiği
çocuk birden
tek bir
hedefin esiri
oldu, gerisinin
ne önemi
vardı ki!..
52
Geleceğimizi belirleyecek olan sınavlar bizim her şeyimiz oldu. Onları başarmadan
bir yerlere gelmenin mümkün olmadığını
çok küçük yaşlarda öğrenir olduk ve böylece gelecek adına bugünden vazgeçmeyi de
öğrendik.
Henüz daha oyun çağında olan çocuklar
seçenekler arasında sıkışıp kaldı. Doğru seçeneği bulmak bu kadar mı önemli? Önemli
olmasaydı bu kadar çabalanır mıydı? Önemli
olmasaydı aileler çocuklarının ders başarısına
her şeyden daha fazla değer verir hale gelir
miydi? Doğru seçenek bizim geleceğimize
eşdeğer oldu, hayallerimize eşdeğer oldu.
Evet, bilmek, doğru seçeneği bulmak, hep
kazanmak zorundaydık. Aslında bu seçim
falan değil, bir zorunluluktu.
İlkokula başlayan bir çocuk arkadaşlarıyla
oyununa doyamadan daha, sınav maratonunun içerisinde buldu kendisini. Tabi bir meslek sahibi olabilmesi için iyi bir lise şarttı. Anne-babasının mükemmeli arzu ettiği çocuk
birden tek bir hedefin esiri oldu, gerisinin ne
önemi vardı ki! Oysa paylaşılmayı bekleyen
arkadaşlıklar, kurulması beklenen hayaller
vardı. “Ben bir liseyi garantileyeyim de sonra devam ederim yaşamıma.” deyip yaşamın ne anlama geldiğini anlayamadan daha,
daha büyük bir hedef koyuldu önümüze bu
defa ”Üniversite”… Şimdi daha büyük bir
maratonun başlangıcındaydı genç. Dershaneydi, okuldu, denemeydi derken en önemli
görülen bir aşama daha kat edilmişti böylece. Nerden bilebilirdi ki üniversiteyi bitirince
geleceğini garantilemiş olmayacağını? Seçmiş
olduğu alanı, mesleğini daha yakından tanımaya, sevmeye başlayan genç bu defa meslektaşlarıyla yarışmak zorundaydı; o hep arzu
ettiği geleceğine bir an önce kavuşmak için.
Ve bu son yarış(!) da bir kez daha seçeneklere maruz bırakacaktı onu. Başlanan noktaya geri dönüş müydü bu? Senelerdir böyle
köreltilmemiş miydi yaratıcılığınız, böylece
heba edilmemiş miydi umutlarınız?
İşte böyle geçiyor hayatımız! Böyle yitiriyoruz duygularımızı, duygusallığımızı. Hedefine kilitlenmiş bir aslan misali göremiyoruz etrafımızdaki birçok güzelliği, yaşanılası anları.
Sanki geri getirilecekmiş gibi, sanki donduru-
Dediğim gibi bunu, böyle yaşamayı biz seçmedik; biz kendimizi hep zorunlu hissettiğimiz için
böyle geçirdik senelerimizi. Bu zorunluluk nedeniyle biz her şeyi yüzeysel yaşamaya başladık.
Belki de duygularımızı erteleye erteleye nasıl yaşayacağımızı da unuttuk. Hislerimizi kaybettik,
yüreğe temas etmeden…
Birinin bu gidişe “DUR” deme vakti gelmedi mi
daha?!
Çocuklarımızı oyunun bağrından koparıp sınavların kucağına atıyoruz. Sonra da onlardan
değerlerini kaybetmemelerini istiyoruz. Onlara
paylaşmayı, şefkati, sevgiyi, hoşgörüyü seçeneklerle mi öğreteceğiz? Önceden okul yaşamın bir
parçasıydı, şimdiyse yaşamımız eşittir okul oldu.
Çocuklarımıza hayatta öğrenmeleri için fırsat
vermediklerimizi; sınırı, çerçevesi belirlenmiş
olan okullarda öğretmeye çalışıyoruz. Bu mu
“hayat boyu öğrenme”?
Bilmem fark ettiniz mi çocuklarımızın duygularını tekdüze bir yaşam içinde sınırlı kelimelerle
ifade ettiklerini?
Çocuklarımıza böyle bir dünyayı miras bırakamayız. Anneler, babalar, öğretmenler görün artık
yaşamda başarılı olmanın sadece okul derslerinden, sınavlardan başarılı olmak anlamına gelmediğini. Çocuklara yöneltilen “Yaşamda başarılı
olmak ne demek?” sorusuna birçok öğrenciden
aldığım tekdüze cevaplar… “Derslerde başarılı
olmak”, “Karnede iyi notlarının olması”, “Matematikten 100 almak”, ”Sınavlarda yüksek not
almak”… Görüyor musunuz çocuklarımızın gözünde artık yaşam=sınav?
Böyle bir düşünceyle yetişmiş, hayat yolunun
sonuna gelmiş bir kişi hayatında geriye dönüp
“Önemli olan katılmaktı.” diyebilecek mi? Tabii
ki hayır. Her zaman önemli kabul ettiğimiz ‘Hep
kazanmak’ tı çünkü.
Onlara
paylaşmayı,
şefkati,
sevgiyi,
hoşgörüyü
seçeneklerle
mi
öğreteceğiz?
Önceden
okul
yaşamın bir
parçasıydı,
şimdiyse
yaşamımız
eşittir okul
oldu.
53
Saadet
Öğretmenimin
Tekerlemeleri
Emine ADIGÜZEL
Çukurova Üniversitesi DKAB
Öğrencisi / Adana
Bu duygu, çocuk
masumluğumu
kaybedişimin,
yer yer iple
boynumuza
astığımız kokulu
silgilerin, tebeşir
kokulu sınıfların,
kareli masa
örtülerinin,
öğretmenimden
yıldız almanın,
ayaklarımı
yerden kestiği
o günlerin
özlemiydi.
54
Mersin Mimar Sinan İlköğretim Okuluna, ününü duyduğumuz Saadet Öğretmeni tanımak,
öğrencileriyle ilişkisine tanık olmak, uygulamalarını yakından görmek için Çukurova Üniversitesi Eğitim Bilimleri Öğretim Görevlisi Şemseddin Koçak Hocamız ve bir grup arkadaşımızla
Mersin’e gittik.
Okul, Mersin’in ücra bir köşesinde… Okula
girdiğimizde bizi Okul Müdürü Kutlay Su Bey
karşılıyor ve bizi öğretmenler odasında ağırlıyor.
103 öğretmeni ve yaklaşık 1700 kadar öğrencisi
olduğundan bahsediyor. Bölge ve okul sakinleri genelde Güneydoğu Anadolu Bölgesinden
gelmiş. Çoğu zaman eylemlerle, biber gazıyla
karşı karşıya kalan bu bölge ve okulda verilecek eğitimin işlenmiş bir mücevher kadar değerli olacağını düşünüyorum. Sıcak sohbetimiz
devam ederken bir yandan çayımı yudumluyor,
bir yandan Müdür Bey’i dinliyorum. Diğer yandan da öğretmenleri süzüyorum. Dikkatimi en
çok çoğunluğun genç olması çekiyor. Bir an için
kendimi öğretmen olarak hayal ediyorsam da
bu durum fazla sürmüyor.
Oysa uzun zaman önce bırakmıştım hayal kurmayı. Tekrar hayal kuracağım anları düşünürken, kapıda beliriveriyor Saadet Öğretmen.
Sanki ilk defa değil de yıllardır görüşüyormuşçasına sıcacık selamlıyor bizi. Saadet Öğretmenin
mesleğinde titiz ve zamanının kıymetli olduğu-
nu, ‘Hadi arkadaşlar sınıfa çıkalım, öğrencilerim
sizleri merakla bekliyor.’ deyişinden anlıyorum.
Ve sanki yüreğinin kıpırtılarının yüzüne yansıdığını hissediyorum.
Sınıfa doğru ilerlerken, koridorun o dar merdivenlerinde adını koyamadığım bir şeyler hissediyorum. Ve sınıfa girdiğimde adını koyabiliyorum
artık: “Özlem”. Evet, bu sadece bir “özlem”di.
Bu duygu, çocuk masumluğumu kaybedişimin,
yer yer iple boynumuza astığımız kokulu silgilerin, tebeşir kokulu sınıfların, kareli masa örtülerinin, öğretmenimden yıldız almanın, ayaklarımı
yerden kestiği o günlerin özlemiydi. Daha önce
bu kadar büyüdüğümü, o günlerin ne kadar eskide kaldığını, hiç bu kadar canlı hissetmemiştim. Hayatta bu kadar mı kaybolmuştum? Yıllar
mı hızlanmıştı, ben miydim hızlı olan? Yoksa ben
miydim renk değiştiren, hayatında o masumiyeti
kaybeden?
Bir kız çocuğu takılıyor gözlerime. Gözleri yosun
yeşili. Kirpikleri o kadar gür ki kaşlarını tarıyor.
‘Hoş geldin abla’ diyor, ‘Sağ ol tatlım, hoş buldum’ diyorum ama duygularımı açığa vuramıyorum. İçimden yanaklarını sıkmak geliyor. Yapamıyorum. Neden yapamadığımı da bilmiyorum.
Sadece omzuna dokunmakla yetiniyorum. Bu
küçücük davranışım bile, onu mahcup bir mutluluğa büründürmeye yetiyor.
Bu uygulamalı eğitimde, Saadet Öğretmen’in
birçok faaliyetine tanık oluyorum. Bunlardan
dikkatimi en çok çeken, “tekerleme” etkinliğinden söz etmek istiyorum. Tekerleme deyip geçmeyin, sakın. İlk bakışta anlamsız gibi görünen
bu tekerlemelerin, Saadet Öğretmen ve öğrencileri için değeri büyük.
Saadet Öğretmen, yirmi kadar uzun ve karışık
sözcüklerden oluşan bu tekerlemeleri önce öğrencilerine ezberletip, daha sonra şarkı haline
getirerek, el, kol ve mimik hareketleriyle anlam kazandırmış. Bunları bize göstermek için,
hemen bir öğrenci kaldırıyor tahtaya. Öğrenci,
bütün tekerlemeleri bir çırpıda, dili hiç dolaşmadan, hiç yanılmadan hatta arada nefes bile
almadan söyleyiveriyor. Bu tekerlemelerin,
‘iğne battı, canımı yaktı’, ‘bisiklete bindik, karıncayı ezdik’ gibi basit tekerlemeler olduğunu
düşünmeyin sakın.
“Bir berber bir berbere, bre berber, beri gel,
diye, bar bar, bağırmış.” “Çatalca’da topal çoban, çatal yapıp çatal satar, nesi için Çatalca’da
topal çoban, çatal yapıp çatal satar, kârı için
Çatalca’da topal çoban, çatal yapıp çatal satar.”
tarzında bugün diksiyon eğitiminde yaygın olarak kullanılan, biz büyüklerin dahi hızlıca, tekrarsız ve yanlışsız söylemekte zorlandığı tekerlemeler bunlar. Sonra üç öğrenci daha kaldırıyor
tahtaya, biri başlıyor tekerlemeleri söylemeye.
O durunca diğeri devam ediyor ve sonra diğeri... Yine hiç durmadan, şaşırmadan, tekrarlamadan söylüyorlar tekerlemeleri.
Ayrıca, şarkı biçimine getirilerek söylenen tekerlemeleri bir öğrenci arabesk, diğer bir öğrenci
pop tarzında söylüyor. Böylece, müziksel-ritmik
zekânın öğretimde uygulanması gerçekleştirilmiş oluyor. Saadet Öğretmen, tekerlemelerin
aynı zamanda geçerli anlamlarının olduğunu
da öğretiyor. O bunları öğretirken, öğrencileri,
tekerlemenin anlamına göre el, kol ve mimik
hareketleri yapıyor.
Yapılan bu etkinlik öğrencinin konuşma ve
bevinsel gelişimine etki etmenin yanında, ona
günlük yaşamda uygulanabilir pratik bir dil kazandırıyor. Öğrencinin sözcük dağarcığı gelişiyor ve sık sık yapılan tekrarla dilsel bellek gücü
artıyor.
Öğrenciler tekerlemeleri, diğer etkinliklerinin
yanında, ağızlarında kalem tutarak da çok hızlı
ve anlaşılabilir şekilde söyleyebiliyorlar. Böylece
öğrencilerin dil sınırları genişletilmiş ve alıştırmalar yaptırılarak güçlendirilmiş oluyor.
Evet, başta demiştim tekerleme deyip geçmeyin diye. Saadet Öğretmen de deyip geçmeyin.
Tekerleme etkinliği, Saadet Öğretmenin uygulamalarından sadece bir tanesi. O daha birçok
uygulamasıyla, zihinsel ve duygusal yönden
öğrencilerini fethetme yolunda ışık saçmaya
devam ediyor. Öğrencileri de tıpkı kelebeklerin
ışığa koştuğu gibi ona koşuyor.
Saadet Öğretmen öğrencilerine hem saygılı
hem de sıcak ve içten davranıyor. Onun öğrencilerine böyle dokunması, saçlarını okşaması,
yanaklarını sıkması dikkatimi çekiyor. Yine dalıyorum ilkokul günlerime. Bana göre o zamanlar
öğretmen bir tabu gibi dokunulamaz, erişilemez, ulaşılamaz bir varlık idi. Oysa şimdiki ben
olsaydım, gider sıkıca sarılırdım öğretmenime.
Şimdi anlıyorum, o yosun gözlü kız çocuğunun
yanaklarını neden sıkamadığımı, neden sadece
omzuna dokunmakla yetindiğimi. Çünkü ben
henüz bir öğretmen değildim. Onun için uzak
durdum, dokunamadım yanaklarına.
Çıkışta gözlerim arıyordu yosun gözlü, gür kirpikli kızı. Oysa o çoktan kalabalığa karışmıştı…
Böylece öğrencilerin
dil sınırları
genişletilmiş
ve alıştırmalar
yaptırılarak
güçlendirilmiş oluyor.
Yapılan bu etkinlik
öğrencinin konuşma
ve bevinsel gelişimine
etki etmenin yanında,
ona günlük yaşamda
uygulanabilir pratik
bir dil kazandırıyor.
Öğrencinin sözcük
dağarcığı gelişiyor ve
sık sık yapılan tekrarla
dilsel bellek gücü
artıyor.
55
Temel Becerileri Kazandırmak için;
Eğitimciler
Filmleri
DeğişimNasıl Kullanmalıyız?
İstiyor
Çev.: Didem Özkarakaya
Bayındır
Okul Öncesi Öğretmeni
/ İstanbul
Pek çok insan
filmleri basit görür.
Öğrencilerden filmleri
analiz etmelerini
isterken, onlara film
yapımcısının ne
yapmayı denediğini
ve bunda başarılı
olup olmadığını
açıklamalarını isteriz.
Ben öğrencilerden
filmdeki dil unsurlarını
belirlemelerini
isteyerek başlıyorum.
56
Ben öğrenciyken sınıfta film izlemenin anlamı ya belgesel, ya edebiyat uyarlamaları ya da
bilgilendirici film kareleri izlemekti. Bunların
da tamamen faydasız olduğunu söyleyemem.
Beşinci sınıftayken, özellikle cinsiyet eğitimi
derslerinde izlediğimiz o berbat filmlerdeki şarkıları hala hatırlarım. Filmin adı “Annem Bebek
Bekliyor”du, fakat gördüklerimizden biraz daha
fazlasını anlayabilmemiz için bence o filme
“İşte Tam Orada Ekranda” alt başlığı da eklenmeliydi.
Travmatik hatıralar bir yana, öğrencilik yıllarımızda sınıfta film izlerken oldukça pasif bir
konumda olurduk. Bir ya da iki çalışma sayfası
doldurmuşumdur, hepsi bu. Şimdi bir lise öğretmeni olarak filmleri öğrencilerimin çeşitli metinlerle etkileşime geçmeleri için kullanıyorum.
Film ve Temel Beceriler
Temel Beceriler öğrencilerin her çeşit metni aktif olarak analiz etmesini bekliyor. Neden filmler
de bu metinlerden biri olmasın? Bir şeyi analiz
etmenin ilk adımı onun nasıl çalıştığını anlayabilmek için parçalarına ayırmaktır. Fakat aynı
zamanda öğrenciler de bu işleyişi değerlendirebilmeli veya izleyicilerin neden onları önemse-
mesi gerektiğini yorumlayabilmelidir.
Öğrencilere metinle üç yolla etkileşim kurmayı
öğretiyorum:
1)Olgusal etkileşim: Metindeki kişi, mekân,
zaman ve olayı anlamak.
2)Tümevarım: Metindeki neden ve nasılları
anlamak.
3)Analitik yaklaşım: Metinden çıkarımlar yapmak ya da fikirleri uygulamak.
Film her çeşit öğrenci tarafından ulaşılabilecek
karışık bir metin sunar. Bu imkân, sınıfta öğrencileri analitik düşünmeye yöneltmek isteyen
öğretmenler için mükemmel bir araçtır. İşte size
lisedeki Dil ve Anlatım dersinde film metinlerini
analiz yöntemim:
Birinci adım: Edebi Analiz
Pek çok insan filmleri basit görür. Öğrencilerden
filmleri analiz etmelerini isterken, onlardan film
yapımcısının ne yapmayı denediğini anlamalarını ve bunda başarılı olup olmadığını açıklamalarını isteriz. Ben öğrencilerden filmdeki dil
unsurlarını belirlemelerini isteyerek başlıyorum.
Yukarıda sözünü ettiğim sorulardan ilham alarak öğrencilerden aşağıdaki kalıp soruları sormalarını istiyorum:
•Karakterler kimlerdir?
•Bakış açışı nedir? (Kimin hikâyesi?)
•Tema/atmosfer nedir?
•Bariz sembol nedir? (Örneğin Hz. İsa figürü olarak Batman)
•Ortam/zaman/mekân nedir?
•Hikâyenin temel konusu nedir?
Bu aşamada, 53 dakikalık bir ders süresinde
öğrencilerin bütün hikâyeyi görebilmeleri ve
anlayabilmeleri için filmden kısa bir bölüm izletiyorum. Bazen bir film bölümünde üç filmden birini gösteriyorum “Run Lola Run”. Tabii
eğer okul kuralları yaş grubuna uygun olmayan filmlere izin veriyorsa. Pek çok kısa filme
Netfix, Youtube ya da Pixar kısa film koleksiyonlarından ulaşılabiliyorum.
İkinci Adım: Sinematik ve Dramatik Analiz
Film analizinin ikinci aşamasında, öğrencilerimden kamera önünde yapılan seçimlere
(Dramatik) ve kamera arkasında yapılan seçimlere (Sinematik) odaklanmalarını istiyorum.
Dramatik Analiz için, öğrenciler rolleri, kostümleri, makyajı, sahne tasarımını ve mekânı
inceliyorlar. Bu tip analizleri, bir miktar karmaşık olan filmleri kullanarak onlara modellemeyi seviyorum. Böylece umarım, sanatsal olarak
karışık olan şeyleri görebilmeleri için öğrencilere ilham verebilirim. Bu amaçla kullandığım
iki favori filmden biri “Yazın 500 Günü” (Mark
Webb 2009) diğeri de “Scott Pilgrim ya da
Dünya” (Edgar Wright, 2010).
Sinematik Analizde ise, öğrencilerin filmin
yapımı ile ilgi daha fazla alt unsur arayabilmeleri gerekir. Kişisel birikiminize (ve ne
kadar bilgisayar kurdu olduğunuza) bağlı
olarak öğrencilere kamera açılarından sahne çerçeveleme tekniklerine kadar birçok
konuyu öğretebilirsiniz. Öğrencilere, gördüklerini tanımlamaya yardım edecek bazı
terimleri tanıtıyorum. Özellikle çerçeveleme, kamera açısı, ışıklandırma, düzeltme ve
seslendirmeye odaklanıyorum.
Bu tekniklerin nasıl uygulandığını işlemenin
en iyi yolu resimleri, kısa klipleri ya da Vatandaş Kane gibi klasikleri analiz etmektir.
Üçüncü Adım: Eleştirel Analiz
Öğrencilerimden filmi pek çok açıdan analiz etmelerini istiyorum. Örneğin yapımcının, filmde bazı hususlara vurgu yapmak
için diyalogları nasıl kullandığına bakmalarını istiyorum. Onlardan filmin yapım masrafı ile film kalitesini karşılaştırmalarını ve
değerlendirmelerini istiyorum. Onları filme
kaynak olan metinle, filmde kullanılan sembolleri karşılaştırmaya zorluyorum. Ve buna
benzer daha birçok ayrıntıyı düşünmelerini
ve eleştirmelerini istiyorum.
Bir keresinde sınıfımda filmi göstermek için
ortam hazırladığımda, bu tip fikirlere yönelik bir küçük sınav bile düzenlemiştim. Bu
tip sorular tartışmayı yönlendirmek için oldukça yararlı oluyor:
Film yapımcısı benim duygularımı nasıl yönlendiriyor? Başarılı olabiliyor mu? Bu filmin
amacı nedir, eğitmek mi, eğlendirmek mi,
yoksa şaşırtmak mı? Bunu ne kadar iyi yapabiliyor? Konu hakkında ne biliyordum?
Bu filmi izlerken elde ettiğim deneyimlerimi
aklımda zaten var olan bilgilerle nasıl yönlendirebilirim?..
Değişim
süreci,
Temel
Beceriler
iyi yönetildiği
öğrencilerin
her
takdirde örgütü
çeşitbaşarıya
metnigötüren,
aktif
kötüanaliz
yönetildiği
olarak
takdirde
örgüt
etmesini
bekliyor.
için bir yıkım da
Neden
filmler de
yaratabilecek
bu metinlerden
oldukça zor ve
bir süreçtir.
biri sancılı
olmasın?
Bir
şeyi analiz etmenin
ilk adımı onun
nasıl çalıştığını
anlayabilmek
için parçalarına
ayırmaktır. Fakat aynı
zamanda öğrenciler
de bu işleyişi
değerlendirebilmeli
veya izleyicilerin
neden onları
önemsemesi
gerektiğini
yorumlayabilmelidir.
57
57
Öğrencilerimden
filmi pek çok açıdan
analiz etmelerini
istiyorum. Örneğin
yapımcının, filmde
bazı hususlara
vurgu yapmak
için diyalogları
nasıl kullandığına
bakmalarını
istiyorum. Onlardan
filmin yapım masrafı
ile film kalitesini
karşılaştırmalarını ve
değerlendirmelerini
istiyorum. Onları
filme kaynak olan
metinle, filmde
kullanılan sembolleri
karşılaştırmaya
zorluyorum. Ve
buna benzer daha
birçok ayrıntıyı
düşünmelerini
ve eleştirmelerini
istiyorum.
Öğrencilerimden cevaplarında film yapımının tüm yönleri-
Eğitimciler
Değişim
İstiyor
58
ni (ses, görsel, hikâye) düşünme-
BIr FotoGrafın
lerini isteyerek, onları film izleme
deneyiminde aktif katılımcı olmaya
zorluyorum. Öğretmenler olarak en
büyük sıkıntımız öğrencilerimizin katılımını sağlamaktır. Bu zorluk, ortak müfredatın gereklerini yerine getirme mecburiyetiyle birleşince bir kat daha artıyor. Şimdi
öğrencilerimizin, ölçeceğimiz becerilerini
uygulamaları için her zamankinden daha
fazla farklı ve ulaşılabilir metinler önermemize ihtiyacı var. Filmleri kullanmak bütün öğrenciler için eğlenceli bir alan olur
ve umarım liseden sonra uzun bir süre Ms.
Keigan’ın Dil ve Anlatım dersini hatırlayabilecekleri daha iyi deneyimler yaşamalarını sağlar.
Kaynak:
Premium article access courtesy of
TeacherMagazine.org.
http://www.edweek.org/tm/articles/2012/12/12/
tln_keigan.html?tkn=VRCFsYjcSvNmXNoIDavmN44Qa
HPVqwE8ot8l&cmp=clp-sb-ascd
“Jessica Keigan
Colo Kimdir?
Thornton’ da Horizon Lisesinde dil sanatları öğretmenidir.
Teaching Quality’s
Teacher
Leaders
Network Merkezi’nin bir üyesidir. Jessica öğretmenler mesleklerini daha iyi bir
geleceğe doğru yönlendirsin diye keşfetmek ve sürdürülebilir öğretmen liderlik
modelleri oluşturma
hakkında isteklidir.”
AnatomIsI
Ahmet Özcan
Marmara ÜniversitesiÖğrencisi / İstanbul
Hayatı sorgularken
örneklem grubuma ilk
başta babamı eklerim
ben. Tüm sorgulamalara
çıkmadan onun
durduğu yerden bakar
gibi yapmaya çalışırım,
ona fark ettirmeden
düşüncelerini
öğrenmeye çalışırım.
Çoğu zaman
düşünceleri aklıma
yatmaz ve kendi
yolumu çizeyim
diye uğraşırım.
Tabi sonrasında her
deneyimim hüsran.
Değişim süreci,
iyi yönetildiği
takdirde örgütü
başarıya götüren,
kötü yönetildiği
takdirde örgüt
için bir yıkım da
yaratabilecek
oldukça zor ve
sancılı bir süreçtir.
Babamla beni yan yana görenler çoğu zaman inanamazlar babaoğul olduğumuza.. Babam felsefe ikinci sınıf öğrencisiyken evlenmiş. İş, okul, ev üçgenine çok geçmeden çocuk olarak da ben
eklenmişim. Ve çıkmak bilmemişim.
Hayatı sorgularken örneklem grubuma ilk başta babamı eklerim
ben. Tüm sorgulamalara çıkmadan onun durduğu yerden bakar
gibi yapmaya çalışırım, ona fark ettirmeden düşüncelerini öğrenmeye çalışırım. Çoğu zaman düşünceleri aklıma yatmaz ve kendi
yolumu çizeyim diye uğraşırım. Tabi sonrasında her deneyimim
hüsran.
Bu fotoğraf 1993 yılında Konya otogarında çekilmiş. Babam 23,
ben 3 yaşındayım. Babamın ilk görev yeri Ağrı- Konuk Tepe köyüne gitmeden önce çekilen son fotoğraf. Babam gururluca durmuş
ve damarlarını oynamaya bayıldığım eliyle yanağımı okşuyor. Ben
ise arafta kalmış halde bakmışım fotoğraf makinesine.
Bugün bu fotoğrafa saatlerce bakmaktan alıkoyamadım kendimi.
Bakarken de düşünmekten… Bugün babamın yaşındayım. Sadece yaşındayım. Ne bu sorumlulukları alabilecek yürekte ne de
durumdayım. Bu zamana kadar yaptığım hatalardan çok yapamadığım şeylerden pişmanlık duyuyorum. Bugün babamı çok özlüyorum. Bugün babama daha çok imreniyorum. Bugün babamın o
damarları ellerine sımsıkı sarılmak saatlerce konuşmak istiyorum.
Babama kızmak ve kavga etmek istiyorum. Ben babamla ölmek
istiyorum.
59
Eğitimciler
Değişim Elmalı
İstiyor Pasta
Şemseddin KOÇAK
Çukurova Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Öğretim Görevlisi / Adana
Gideceğimiz köyün
yolu vardı, fakat arabası
yoktu. Asfalta yaklaşık
bir saat uzaklıktaydı.
Bu nedenle, yarın
Lice’ye gidecek ilk
otobüse binecek ve
akşama tekrar eve
dönebilecektik. Yarın
buluşma saatimizi
kararlaştırarak daireden
ayrıldık. Mevsim kıştı,
ama hava güneşliydi.
60
Müfettişler odası bomboştu girdiğimizde. Büyük olasılıkla hafta içi bir gündü. Hafta içi gün
demek, pazartesi ve cumanın dışındaki günler
demekti, müfettişlik kavramında. Çünkü diğer
günler, genellikle kimse bulunmazdı müfettişler
odasında. Bulunanlar da, özel ya da beklenmeyen işleri nedeniyle daireye uğrardı. Bugün
bizim dairede bulunma gerekçemiz, bu iki nedene de dayanmıyordu. Sanırım, elimizdeki
işlerimizi bitirmiş, boş kalmamak için daireye
uğramıştık.
Grup Başkanım, siyah bond çantasını, masaları
boylamasına dizerek oluşturduğumuz kocaman
T masanın üzerine koyuyor ve kapağını açıyordu. Çantanın içerisinden il haritasını çıkarıyor.
İşaret parmağını harita üzerinde gezdirdikten
sonra, “Yarın şu köye gideceğiz.” diyor. Haritayı
dikkatlice inceledikten sonra, otobüsten nerede
inip ne kadar yürüyeceğimizi kestirmeye çalışıyoruz. Gideceğimiz köyün yolu vardı, fakat arabası yoktu. Asfalta yaklaşık bir saat uzaklıktaydı.
Bu nedenle, yarın Lice’ye gidecek ilk otobüse
binecek ve akşama tekrar eve dönebilecektik.
Yarın buluşma saatimizi kararlaştırarak daireden ayrıldık. Mevsim kıştı, ama hava güneşliydi.
Ertesi gün garajda buluşup ilk otobüse bindiğimizde hava soğumuştu; fakat yağış yoktu, fazla
kapalı da sayılmazdı. Yaklaşık iki saat yolculuktan sonra, gideceğimiz köyün yakınlarına geldiğimizde, hava tamamen kapanmıştı. Hatta
otobüsün camlarına tek tük yağmur taneleri
düşüyordu.
Köyün durağına geldiğimizde, yağmurdan ıslanacağımızı bile bile otobüsten iniyoruz. (İnmeyip ilçeye kadar gidebilirdik de.) Ovanın yüzünde, ne bir bekleme, ne bir dinlenme yeri var.
Kamyoncular için bir dinlenme yeri vardı ama
o da çok gerilerde kalmıştı. Otobüsle başka bir
gidecek yerimiz de olmadığına göre, çaresiz
ıslanacağız. Çünkü şemsiyemiz yok. Hem olsa
bile bu fırtınalı havada ne yazar? Her ne kadar
şemsiyemiz yoksa da, kalın pardösülerimiz var,
diye teselli ediyoruz kendimizi. Üşümüyor, fakat ıslanıyoruz. Daha da ıslanacağız. O halde
acele etmemize ne gerek var? Biz de öyle yapıyoruz zaten. Nasıl olsa ıslanacağız. Elimizde
çantalar, rüzgâra karşı yürüyoruz. Rüzgâra karşı
yürümek, yağmur tanelerinin yüzümüze çarpması demektir. Bu nedenle, gözlerimizi korumak için, sağ elimizi siper ediyoruz. Bir süre
yağmur altında, çamurlu yollarda yürüdükten
sonra, yolun kenarında iki üç ev görüyoruz. Köyün burası olmadığını hemen anlıyoruz. Çünkü
okul binası görülmüyor da. Evlerin yanına ulaştığımızda, merdivende bizi seyreden köylü amca,
“Eve buyurun, bir çay içelim hocam,” diyor.
Zamanımızın olmadığını söyleyince, “Peki size
şemsiyemi vereyim, dönüşte bırakırsınız.” diyor.
Alıp teşekkür ettikten sonra, yürümeye devam
ediyoruz, iki kişi bir küçük şemsiyeyle... Üstelik
şemsiye sağlam da değil. Bu rüzgârlı havada,
ancak beş dakika yürüyebiliyoruz şemsiyeyle.
Derken çıkan fırtına ters çeviriyor şemsiyemizi.
Şemsiyeyi düzeltip kapatıyorum ve başkanıma,
“Şemsiye bizi yağmurdan korumak bir yana,
ancak yük oluyor, üstelik de önümüzü kapatıyor.” diyorum. Evet, karşılığını alınca, hiç acele
etmeden yürümeye devam ediyoruz. “Pardösümüz ıslanana kadar, nasıl olsa köye varırız.”
diyorum. Ayaklarımızda çamurdan ikinci bir
ayakkabı, sırtımızda üzerine düşen her damlayı
içmiş bir pardösü ve uçlarından sular damlayan
saçlarımızla varıyoruz okula. Öğrenciler derste.
Bu halde öğrencilerin karşısına çıkmak olmaz.
Biraz dinlenip ayakkabılarımızın çamurunu, saçlarımızın suyunu siliyoruz. Ellerimizle saçlarımızı
da düzelttikten sonra giriyoruz dış kapıdan içeri
dikkatimizi ilk çeken durum, yerlerin temizliği
oluyor. Bahçe çamur içinde olmasına rağmen,
salonda hiçbir çamur parçası yok. Bir dakika
kadar salonda bekliyoruz, belki öğretmen geldiğimizi fark eder diye. Öğretmenin geldiğimizi
duymadığını anlayınca, kapıya vurup bekliyoruz. Öğretmen kapıyı açıyor ve “Hoş geldiniz.”
diyerek içeri alıyor bizi. Çocukları selamladıktan
sonra, geçiyoruz öğretmen masasına. Çantalarımızı bırakıp, hemen pardösülerimizi çıkarıyoruz
ve sobanın yanına dikiliyoruz. Çocuklar şaşkın
değiller. Çalışmalarına devam ediyorlar. Bu arada dikkatimizi ilk çeken, sınıfın temizliği oluyor.
Yerlerde hiçbir çamur parçacığı yok, bizim ayakkabılarımızda getirdiğimizden başka. Camlar da
tertemiz, camların önü de, yazı tahtasının yanı
da. Paçalarımızı birazcık kuruttuktan sonra, başlıyoruz teftişe. Ben yine “rehberlik” yapıyorum,
başkanım “durum tespiti”.
Değişim süreci,
Derken
çıkan
iyi
yönetildiği
fırtına ters
takdirde örgütü
çeviriyor
başarıya götüren,
şemsiyemizi.
kötü yönetildiği
Şemsiyeyi
takdirde örgüt
düzeltip
için bir yıkım da
yaratabilecek
kapatıyorum
oldukça
zor ve
ve
başkanıma,
sancılı bir süreçtir.
“Şemsiye
bizi
yağmurdan
korumak bir
yana, ancak yük
oluyor, üstelik
de önümüzü
kapatıyor.”
diyorum. Evet,
karşılığını
alınca, hiç
acele etmeden
yürümeye
devam ediyoruz.
“Pardösümüz
ıslanana kadar,
nasıl olsa köye
varırız.” diyorum.
61
Eğitimciler
PRIZREN
VE
ÜSKÜP’TE
Değişim
TÜRK
MAHALLELERI
İstiyor
Mesut Kaymakçı
Türk Dili ve Edebiyatı
Öğretmeni / İstanbul
Tito, 1953 yılında
Kosova Savaşı Anıtı olarak
I. Murat Türbesinin
karşısına Sultan Murad’ı
savaş meydanında
şehid eden Sırp Miloş
Obiliç anısına bir taş
kule yaptırmış. Sırp lider
Slobadan Miloseviç,
1989 yılında bu anıtın
önünde 1 milyon Sırp’ı
toplayarak yapacakları
savaşın 600 sene önce
kaybettikleri I. Kosova
Savaşı’nın intikamı
olduğunu belirterek
Balkan Savaşı’nın fitilini
ateşlemiş.
62
Sabah erkenden Kosova’ya doğru yol alıyoruz.
Çok güzel huzurun ve yeşilliğin kucaklaştığı dağ
manzaralarının arasından geçerken çok değil
20 sene önce acımasız katliamın seslerini sanki ruhumuzda duyar gibiyiz. Binalar hep yeni,
sürekli bir çalışma var. Şehirde sürekli bir yenilenme havası var. Sonradan öğreniyoruz ki
savaştan yeni çıktıktan sonra 2008 yılının Şubat
ayında bağımsızlığını kazanan Kosova, yaralarını daha yeni yeni sarmaya başlamış. Çünkü
Sırplar yakmadık yıkmadık bina bırakmamışlar.
Şu anda en yeni binanın 10 senelik olduğu söyleniyor. Otobüsümüz I. Murat Türbesine doğru
ilerlerken TİKA’da çalışan Blerim Karabacak adlı
dostumuz eşiyle birlikte gönüllü olarak rehberlik hizmeti vermek için bize katılıyor. Blerim
Bey ve eşi bize Kosova ile ilgili çok ilginç bilgiler veriyor. İkisi de gayet kibar ve hoşsohbet
insanlar. I. Murat Türbesinin Kosova Kültür,
Gençlik ve Spor Bakanlığı ile Türk İşbirliği ve
Koordinasyon Ajansı (TİKA) tarafından iç ve dış
mimarisinin restorasyonunun yaptırıldığını söylüyor. Bu arada TİKA’nın Kosova’da yaptığı çalışmaları Blerim Bey’den dinlerken “babasının
yadigarına sahip çıkan, koruyan bir evlat edasıyla” Türkiye adına gurur duyuyoruz. I. Murat
Türbesinin yanında küçük bir müze var. Yugoslav diktatör Tito, 1953 yılında Kosova Savaşı
Anıtı olarak I. Murat Türbesinin karşısına Sultan
Murad’ı savaş meydanında şehid eden Sırp Miloş Obiliç anısına bir taş kule yaptırmış. Sırp lider Slobadan Miloseviç, 1989 yılında bu anıtın
önünde 1 milyon Sırp’ı toplayarak yapacakları
savaşın 600 sene önce kaybettikleri I. Kosova
Savaşı’nın intikamı olduğunu belirterek Balkan
Savaşı’nın fitilini ateşlemiş. Buradaki anıtın çok
ilginç bir özelliği var. Anıtın bütün merdivenlerine tek tek iki grup için beddua yazılmış. Bu
beddualardan birisi Müslümanları diğeri Müslümanlara yardım eden Sırpları hedef almış.
Burada Amerikan hayranlığı göze çarpıyor. Birçok yerde Amerikan ve Arnavut bayrakları var.
Kosova Parlamentosu ile ABD elçiliği yan yana.
Belki de bu yakınlık hükümetler arasındaki samimiyeti temsil ediyor. Priştina’nın en işlek caddelerinden birine Bill Clinton’un adı verilmiş.
Kosova’nın yüzde 90’ı Arnavutlardan oluşuyor.
Kosova’da 40.000’e yakın Türk nüfusu olduğu
söyleniyor. Ayrıca, çok az sayıda Sırp nüfusu
olduğu söyleniyor. Kosova’nın yeni gelişmekte
olan başkenti Priştina’da, oranın meşhur köftesinden yedikten sonra “Küçük Kosova” olarak
adlandırılan Prizren’e ilerliyoruz. Küçük Kosova
denmesinin sebebi Kosova’da bulunan özellikler
Prizren’de mini ölçekte temsil ediliyormuş. Şehre girdiğinizde merkezdeki cami, han, hamam,
tekke, şadırvan ve köprülerden tipik bir Osmanlı şehrine geldiğinizi anlıyorsunuz. Otobüsün
Türk plakasını görenler bizimle sohbet etmeye
çalışıyor. Burada insanların çok düzgün Türkçesi
olduğunu görüyoruz. Zaten Prizren en çok Türk
nüfusun yaşadığı şehirmiş. Şehrin belli bölgelerinde Türk mahalleleri varmış. Dükkân, sokak
ve cadde isimlerinde Türkçe adlar gözümüze
çarpıyor. Hatta burada Türk nüfus 20-30 bin
olsa da, 300-400 bin kişinin Türkçe konuştuğu
söyleniyor. Özellikle Arnavutlar çok iyi Türkçe
biliyormuş. Ayrıca, burada Türkçe konuşmak
şehirliliğin, beyefendiliğin ve entelektüelliğin bir
göstergesiymiş. Devletin resmi dili Arnavutça,
Sırpça ve İngilizce. 1999 yılına kadar Türkçe de
resmi diller arasındayken Birleşmiş Milletler İdaresinde Türkçe resmi diller arasından çıkarılmış.
Prizren şehri içerisinden geçen Akdere (Bistriça)
nehri, şehre ayrı bir güzellik katıyor. Bütün manzaraya hakim olarak duran Sinan Paşa Camii
şehrin sembolü gibi duruyor. Sufi Sinan Paşa’nın
Bosna valiliği sırasında şehir merkezinde, yol seviyesinden yüksekçe bir yere 1657 yılında yapılmış. Barok süslemeleri ve başka hiçbir camide
görmediğimiz manzara ve meyve resimleriyle
dikkat çeken, tek kubbeli zarif bir cami... Sırplar tarafından civardaki bir kiliseye ait devşirme
taşların çalınmış olduğu iddiasıyla 1939 yılında
başlanan arkeolojik kazılar sırasında üç kubbeli
son cemaat mahalli yakılmış. Blerim Karabacak
Bey, bu taşların Osmanlı döneminde satın alındığını satış evrak ve kayıtlarının bulunduğunu
belirtti. Bütünüyle yıkılacağı endişesine kapılan
Müslüman halkın galeyana gelerek caminin etrafına etten bir duvar örmesi üzerine durdurulan
sözde arkeolojik kazının izleri, TİKA tarafından
yaptırılan restorasyon çalışmaları tamamen silin-
Değişim süreci,
iyi yönetildiği
takdirde örgütü
başarıya götüren,
kötü yönetildiği
Prizren en çok Türk
takdirde örgüt
nüfusun yaşadığı
için bir yıkım da
şehirmiş. Şehrin
yaratabilecek
belli bölgelerinde
oldukça zor ve
Türk mahalleleri
sancılı bir süreçtir.
varmış. Dükkân,
sokak ve cadde
isimlerinde Türkçe
adlar gözümüze
çarpıyor. Hatta
burada Türk nüfus
20-30 bin olsa da,
300-400 bin kişinin
Türkçe konuştuğu
söyleniyor. Özellikle
Arnavutlar çok iyi
Türkçe biliyormuş.
Ayrıca, burada
Türkçe konuşmak
şehirliliğin,
beyefendiliğin ve
entelektüelliğin bir
göstergesiymiş.
63
63
miş durumda. Akşam olunca yine köfte
yiyoruz. Zaten burada içinde et bulunmayan yemeği yemekten saymıyorlarmış.
Daha sonra İstanbul Derneği’nin bizim
için ayarladığı konaklama yerine geçiyoruz. Fakat elektrik ve su kesintisi ile karşılaşıyoruz savaştan yeni çıkan bir şehir
olduğu için belediyecilik hizmetlerinde
bu tarz aksamalar oluyormuş.
Eğitimciler
Değişim
İstiyor
Sabah erkenden Makedonya’nın en büyük üçüncü şehri Tetova nam-ı diğer
Kalkandelen’e yol alıyoruz. Tetova’da
akan Pena Nehri yakınında yer alan
önemli yapılardan biri olan Alaca Cami
yine Osmanlı mimarisini çok iyi temsil
eden bir cami. Yapılış tarihi 1495 olarak
tahmin ediliyor. Cami “Painted Mosque”
(Boyalı Camii) olarak da biliyor. İnce işlemeli, cıvıl cıvıl görüntüsüyle ve ihtişamıyla dikkat çekiyor. Daha sonra Harabati Baba Tekkesine geçiyoruz. Rivayete
göre Ali Baba, devlet işlerini bırakıp dinî
hayata geçmek isteğinde olmuştur. Büyük
64
bir yönetici olduğu için, kendisinin bu kararına şaşıran Sultan Süleyman “Eğer sersem isen,
git!” diye cevap vermiş, bundan sonra Ali Baba,
buraya gelmiştir. Kalkandelen’de lakabıyla tanınmaya başlayan Ali Baba, Sersem Ali Baba
olarak anılmaya başlamıştır. Tekke kurumu,
Sersem Ali Baba’nın ölümünden sonra yerine
geçen ve bu deneyimli şahsiyetin veziri olan
Harabati Baba’dan itibaren “Harabati Baba
Tekkesi” olarak anılmaya başlamış ve günümüze bu şekilde gelmiştir.
Ünlü şair Yahya Kemal’in memleketi başkent Üsküp’e yol alıyoruz. Mehmet Hançer adlı
bir öğrenci kardeşimiz rehberlik etmek için bize
katılıyor. Şehir, Vardar Nehri’nin iki yakasında
kurulmuş, nehrin sol yanında kalan bölümü Eski
Üsküp, sağ yanında kalan kısmı ise Yeni Üsküp
şehri olarak bilinmekte. Arada ise şehirdeki en
önemli Osmanlı dönemi eseri olan meşhur “Taş
köprü” bulunuyor. Köprünün bir yanı Avrupa,
diğer yanı ise sanki Anadolu. Sanki bu köprü iki
medeniyeti birbirine bağlıyor. Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan köprünün uzunluğu-
nun 214 metre olduğu söyleniyor. Köprünün yapıldığı dönemde, köprüyü korumak için askerler
nöbet tutuyorlarmış. Mihrap ise günümüzde
ortadan kaybolmuş. Hatta mihrabın bulunduğu
yerin hemen karşısına Makedonlar tarafından,
köprünün üstünde 17. yüzyılda idam edilen
Makedon lideri Karpoş’a ait bir taş yerleştirilmiş
ve üzerine bir de tabela asılmış. Köprünün her
iki tarafında çok sayıda heykel görüyoruz. Makedonya tarihini sembolize eden heykellerin en
önemlisi hiç kuşkusuz Büyük İskender Heykeli.
Makedonya’da işsizlik yüksek olduğu için bu tip
yatırımlarla Üsküp’ü turistik bir şehir konumuna
getirmeyi amaçlıyorlarmış. Ama her ne hikmetse Osmanlı Döneminden kalan tarihi eserlere
pek önem verilmediğini öğreniyoruz. Vardar
Nehri’nin sol yanında Üsküp Kalesini görüyoruz. Kalenin alt tarafında Yahudiler tarafından
yapılan çok ihtişamlı bir sinagog görüyoruz. Bu
binanın 200 milyon dolara mal olduğu söyleniyor. Zaten Makedonya’da da 250- 300 civarı bir
Yahudi nüfusu varmış. Mehmet kardeşimiz bizi
şehri tepeden gören bir kafeye götürüyor. Şehir
ayaklarımızın altında harika görünüyor. Tam bir
Osmanlı şehri gibi fakat bu arada Makedonların,
şehrin en yüksek noktasına 2000 yılında diktikleri dev bir haçı görüyoruz. Bu haçı, şehrin Hıristiyanlara ait olduğunu sembolize etmek için
koymuşlar sanırım. Daha sonra akşam yemeği
için Ensar Vakfına geçiyoruz.
Günün yorgunluğu ile otobüsteki yerlerimizi
alırken bu gezinin ruhuma gönderdiği mesajları
algılamaya çalışıyorum. Önce aklıma Sırp lider
Slobodan Miloseviç’in 600 yıllık intikamla ilgili
sözleri geliyor. Yani biz bıraksak onlar atalarının
intikamını bırakmayacak. Yüzlerce yıl buralarda
yaşayan atalarımızın bıraktığı kültür ve medeniyet mirasının hoyrat ellerde zayi olmasına mı,
yoksa farklı din ve ırkların barış, kardeşlik, huzur
ortamının yerini çatışmaya bırakmasına mı hangisine daha çok üzülmeliyim bilemedim.
Yanmış, yakılmış koskoca medeniyet sarayının
küllerinden, yeni bir ruhla kendimize ait geleceğin tuğlalarını yapmaya başlayabiliriz belki de.
Ne demişti Beyazıd Bestami: “Bütün arayanlar
bulmadı ama bütün bulanlar arayanlar idi.”.
Yüzlerce yıl
buralarda
yaşayan
atalarımızın
bıraktığı kültür
ve medeniyet
mirasının
hoyrat ellerde
zayi olmasına
mı, yoksa
farklı din ve
ırkların barış,
kardeşlik,
huzur
ortamının
yerini
çatışmaya
bırakmasına
mı hangisine
daha çok
üzülmeliyim
bilemedim.
65
yakında yer değişikliği yapılacağı söylenir ve
biraz sabretmesi istenir.
yere oturtulduktan sonra tahtada birbiri ile
eşleşemeyen 5 ile 10 arasında öğrenci kalacaktır.
Sınıfta Oturma
Düzenı
(Yazkan Modelı)
Mustafa YAZKAN
Sınıf Öğretmeni / İstanbul
Hoşlanmadığı
bir arkadaşı
ile oturan
bir çocuğun
psikolojisini
empati
yaparak
düşünüyorum
66
da…
Biz öğretmenler, öğrencilerimizin yerlerini zaman zaman bazen de sıklıkla değiştiririz. Ama
bu değişimlerden öğrenciler ne kadar mutlu
olurlar? Bazen öğrenciler sıkıldıklarını, yanındaki arkadaşı ile oturmak istemediğini söyler
ve yerinin değiştirilmesini isterler. Bazen de bu
değişimi veli söyler. Özellikle veliler çocuklarının oturdukları yerleri çok önemserler ve çocuklarının sınıfta oturdukları yerlere göre öğretmenin çocuklarına ne kadar değer verdiklerini
düşünürler. Bu anlamda arkada oturanların öğretmenler için değersiz olduklarını düşünürler.
Hele çocuğu uzun süre arkada kalmışsa velinin
içi içini yer ama bunu söyleyemez. Bazı veliler önde oturanların torpilli ve öğretmenin özel
çocukları olduğunu düşünürler. Bunun üzerine
bir de öğrenciler sizin belirleyeceğiniz öğrenci
ile oturmaktan rahatsız oluyor, bunu söylüyorsa
hatta söyleyemiyorsa…
bir süre yaşadım. Ama sonunda çok makul bir
yol buldum ve en az 8 yıldır bunu uyguluyorum. Bu konuda rahat nefes aldım. Buna göre
sınıf oturma düzeni şöyle sağlanır:
1-Bütün öğrenciler çantaları ile tahtaya kaldırılır.
2-Öğrencilere kiminle oturmak istediklerini
düşünmeleri için bir kaç dakika süre verilir.
3-Süre sonunda öğrenci atlamaksızın sıra ile
öğrencilere kiminle oturmak istediği sorulur.
4-Öğrenciden alınan cevaba göre;
A-Örneğin Ahmet’e sorulur ve Ahmet, Ali ile
oturmak istediğini söylerse Ali’ye sorulur ve
Ahmet’in kendisi ile oturmak istediği söylenir.
Ali de Ahmet ile oturmak isterse ikisi yan yana
olmak üzere sınıfta bir yere oturmaları sağlanır.
12-Gözlerinde veya kulaklarında sorunu olan
öğrencilere pozitif ayrımcılıkla onlar sürekli
yerleri değişmemek üzere öne oturtulur.
6-Onlara “Düşünüp birbiriniz ile eşleşin.”
denir. Bir kaç tanesi daha eşleşir. 2-4 tane
öğrenci birbiri ile eşleşemez. Onları da öğretmen eşleştirir.
13-Ayrıca ben buna önde oturup beni güzelce sırasında defterini kitabını açmış bir
durumda istikrarlı bir biçimde bekleyenlerin
yerlerini değiştirmemeyi bir ödül olarak kullanmaktayım.
7-Bu aşamadan sonra öğrenciler bu oturma
düzeni ile bir hafta otururlar. İkinci haftanın
pazartesi günü öğretmen sınıfa gelmeden
tüm öğrenciler geçen hafta oturdukları sıranın bir arkasına geçerler. En arkadaki öğrenciler yeni haftada ikinci sıranın en önüne, sınıfın en sonunda oturanlar hemen öğretmenin
önüne gelirler. Bu durum her hafta bir arkaya
kayarak devam eder.
8-İlk haftalarda unutanlar dan ya da başka
sebeplerden dolayı bir kargaşa oluşacaktır.
Bu gayet normaldir. Sonraki haftalarda otomatiğe bağlanmış gibi hareket ederler ve bir
sorun çıkmaz.
2-Öğrenci sürekli yer değişerek farklı
yerlerde oturmuş ve özellike arkada sıkılanlar
yer değiştirmiş olur.
9-Süreç içerisinde arkadaşını kendisi seçse
bile arkadaşı ile yaşayacağı sorunlardan dolayı öğrenciler yerlerinin değiştirilmesini talep
ederler. Bu durumda:
A-İki arkadaşın sorunu dinlenir ve neden kendileri karar verdiği halde şimdi ayrılmak istedikleri sorulur. Çözüm bulunmaya ve öğrenciler
barıştırılmaya çalışılır.
Öğretmenler bütün çalışmalarını özellikle ilk üç
sınıfta çocuklara okulu sevdirmeye yönelik olarak ayarlamalıdır. Hoşlanmadığı bir arkadaşı ile
oturan bir çocuğun psikolojisini empati yaparak
düşünüyorum da…
B-Ali, Ahmet ile oturmak istemezse Ali’ye kiminle oturmak istediği sorulur. Ali’nin oturmak
isteği öğrenci bulunur ve eşleştirilir. (Eğer, birbiri ile oturmak isteyenler yan yana gelsin denirse
sevilen bir öğrenci ile çok sayıda çocuk oturmak
istiyor ve çözülmesi zor bir durum oluşturuyor.)
B-Sorun devam ederse veya çözüm bulunamazsa sadece bu iki öğrencinin yeri değiştirilir.
Ben de bir öğretmen olarak bu sorunu uzunca
5-Bu şekilde öğrenciler eşleştirilip sınıfta bir
11-Yer değişikliği talebi çoğalırsa öğrenciye
10-Bu oturma düzeni en az 1 ay süreyle devam eder. 1 ay sonra tekrar öğrenciler tahtaya
kaldırılır. İsteyen eski arkadaşı ile oturabilir.
Bu oturma düzeni sonrasında:
1-İsteyen öğrenci sevdiği ve anlaşabildiği arkadaşı ile oturur. Bu durum eğitilende
istenilen davranışları kazandırma sürecini hızlandırır. Öğrenci okula daha mutlu gelir.
3-Öğrencide ve velide oturma düzeninden dolayı öğretmenin öğrencilere ayrımcılık yaptığı düşüncesi yerine öğretmenin adaletli
olduğu herkesin istediği arkadaşı ile sınıfın her
yerinde oturduğu düşüncesi oluşur.
Bazen
öğrenciler
sıkıldıklarını,
yanındaki
arkadaşı ile
oturmak
istemediğini
söyler ve
yerinin
değiştirilmesini
isterler. Bazen
de bu değişimi
veli söyler.
Özellikle veliler
çocuklarının
oturdukları
yerleri çok
önemserler.
67
Son karnemizi aldık, okul bitiyor artık
Bir gün bu an gelirse kanatlanır uçardık
Gözyaşımız karıştı ayrılık acısına
İçimiz kan ağlıyor, üzüntüden karardık
Güle güle canlarım, canım arkadaşlarım
Beni hiç unutmayın en güzel sırdaşlarım
Bir film şeridi gibi yaşanan hatıralar
Sizleri düşündükçe sel olur gözyaşlarım
MEZUNİYET
ACISI
Okumanın zevkini aklımıza koyardık
En son ders zili için çok heyecan duyardık
Silgiler kalemlerin rengini soldursa da
Bir diploma resmini hep beraber boyardık
Emrullah BEDİR
Sosyal Bilgiler Öğretmeni
/ İstanbul
Sarılmak istiyorum herkese doya doya
Kimi üzdüm, kırdımsa hatamı bağışlaya
Hakkını helal eyle gül yüzlü öğretmenim
Canım nasıl dayanır sizden ayrı kalmaya
İyi kötü günümde her zaman yanımdaydın
Ah! Sıra arkadaşım sen sanki canımdaydın
Ne olur çok mektup yaz bana ömrün boyunca
Aklım, fikrim, kalbimde sen sanki kanımdaydın
68
İnsan
Olmak
Mehtap ERGÜN
Psikolojik Danışman ve
Rehber Öğretmen / Bitlis
Nedir ki acaba bu insan olmak?
Bir kahramanlık mı yapmak,
Ülkeleri mi yoksa gönülleri mi fethetmektir,
Yapılamayanı mı yoksa yapılabileni mi yapabilmektir,
Nedir ki insanı insan yapan…
Küçükken sorulurdu ya hep,
“Ne olacaksın büyüyünce?” diye,
Ne olmak gerekir, bilmem ki,
Doktor olmak mı, öğretmen olmak mı lazım
Yapar mı ki bunlar insanı insan,
Şerefli bir mahlûkatı ne kadar yüceltir,
İnsan olmak…
İnsan olduğunu, herkese her şeye ispatlamak,
Düşeni kaldırmak,
Yaralıyı sarmak, şefkatle bakmak,
Merhametle okşamak,
Bildiğini paylaşmak,
Hem de karşılık beklemeden,
Yardımlaşmak, sevgiyle paylaşmak,
Ne kaybeder ki insandan bunu yapmak,
İşte insan,
Yapılabileni,
Yapılamayanı ve yapılması gerekeni yapmak,
Herkese ve her şeye rağmen yapabilmek…
69
eğitim
haberleri
Seyfullah Köksal
Marmara Üniversitesi / İSTANBUL
ogretmenhaberleri.com
52 Yıldır Öğrencilerinden Ayrılamadı
Şırnak’ın Güçlükonak ilçesinde
73 yaşında olmasına rağmen hala
öğretmenlik yapan Orhan İnan, 52
yıldır öğrencilerine ışık saçmaya devam
ediyor. ‘’Emekli olduktan sonra 7 yıldır
çeşitli köy okullarında gönüllü olarak
ücret karşılığında çalışıyorum. Halen
Yenimahalle İlköğretim Okulunda
görev yapıyorum. İşimi çok sevdiğim
için görevimden kopmak istemiyorum.
Amacım bilgili ve başarılı öğrencileri
yetiştirmek Bugün en büyük servetim
yetiştirdiğim öğrencilerim.’’ dedi.
Emektar öğretmen, geçmişte bu mesleği
icra etmenin çok daha zor olduğunu,
atlarla okula gittiklerini, birçok yerde
kendi imkânlarıyla okulu onarmak
zorunda kaldıklarını belirterek “Bu gün
öğretmenlik daha rahat şartlar altında
yapılıyor. Hem öğretmenlerimizin
bilgi ve birikimi daha fazla, hem de
öğrencilerimiz artık daha girişken ve
öğrenmeye açık nesiller.’’ dedi.
70
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan okul
müdürlerinin bundan böyle nasıl
atanacağına dair ipuçları verdi
Başbakan Erdoğan, hafta sonu
temaslarda bulunmak üzere gittiği
Gaziantep’te yüz binlerce kişiyi
ilgilendiren bir açıklamada bulundu.
Gaziantep’te kanaat önderleriyle bir
araya gelen Başbakan Erdoğan, Milli
Eğitim’i yakından alakadar eden o
projeden bahsetti.
Okul müdürlerinin atamalarında bundan
böyle valilerin yetkili olacağını açıklayan
Erdoğan, konuyla ilgili olarak yaptıkları
çalışma hakkında kısa bilgiler verdi:
“Müdürler puana göre atanınca
yatılı bölge okulları sıkıntı yaşıyor.
Şimdi biz bir çalışma yapıyoruz, bu
tamamlanınca puan ve sicil baz alınarak
üç aday belirlenecek. O ilin valisi,
bunların arasından birini müdür olarak
atayacak.”.
Eğitim Felsefemizi Değiştiriyoruz
Sur içi Grup tarafından düzenlenen
İstanbul Toplantıları’na katılan Milli
Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, Türkiye’de
eğitim üzerinde yapılan değişiklikleri
değerlendirdi. “Bu ülkede 40- 50 yıldır
eğitim stratejisi hiç değişmemiştir. Sınav
zamanları, sayıları gibi programlar ve
uygulamaları değişmiştir. Biz eğitim
stratejisi değişiyormuş gibi tartıştık
durduk. Aslında şimdi stratejilerimizi
tartışıyoruz. Çünkü eğitim felsefemizi
değiştiriyoruz” ifadelerini kullanan
Dinçer, bu günlerde yapılan
tartışmalarda ‘Üniversitelerden mezun
olanları istihdam edemeyecekseniz niye
okutuyorsunuz’ tartışmasını da vakit
kaybından başka bir şey görmediğini,
bütün çocukları mezun etmeleri
gerektiğini ayrıca istihdam ve eğitim
arasındaki ilişkinin giderek güçlendiğini
söyledi.
2013 yılı öğretmenlerin
eğitim yılı oldu
MEB, öğretmenlerin mesleki gelişimi
için, 2013 yılında öğretmenlere 278
hizmet içi kurs verecek.
Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme
Genel Müdürlüğü koordinasyonunda
2013 yılı öğretmenlerin mesleki
gelişimi planı kapsamında, 2 ile 96 gün
arasında değişen 278 hizmet içi kurs
düzenlenecek. Kurslarla toplam 13 bin
716 kişiye hizmet içi eğitim verilecek.
Kurslar arasında hızlı okuma ve hafıza
teknikleri, bilgisayar, İngilizce, bilgisayar
destekli çizim, network, grafik ve
animasyon, FATİH Projesi teknoloji
kullanımı, Kur’an-ı Kerim ve Siyer
öğretim yöntemleri seminerleri yer alıyor.
Öğretmenler almak istedikleri eğitim için
‘’http://mebbis.meb.gov.tr’’ adresinden
başvuruda bulunabilecek.
66 Kız Çocuğu Okula Kazandırıldı
Ağrı Milli Eğitim Müdürlüğünün bu
yıl kendi bünyesinde başlattığı proje
kapsamında 63 olmak üzere toplam
66 kız öğrenci yeniden okullu oldu.
Milli Eğitim Müdürü Fatih Başak, proje
sayesinde öğretmen-veli arasında sıcak
ve samimi diyalog kurulduğunu söyledi.
Başlattıkları proje kapmasında her
öğretmenin hafiye gibi çalıştığını ifade
eden Milli Eğitim Müdürü Fatih Başak
şöyle dedi:
“Öncelikle çocuklarını okula
göndermeyen aileleri tespit ediyoruz.
Bölgenin öğretmenleri tarafından okul
bitiminde veya hafta sonu evlerine
giderek velileri ile konuşuluyor. Veliye
psikolog gibi yaklaşan öğretmenlerimiz
çocuklarının okutmalarının yararlarını
anlatıyor. Maddi nedenden çocuğunu
okula gönderemediklerini belirten aileye
devletin her türlü imkânı sağladığını
söylüyoruz. Büyük bir özveri ile ev ev
dolaşan öğretmenlerimiz için bunun
yorucu olduğu kadar severek ve
isteyerek yaptıklarını da biliyorum.
Bu eğitim öğretim yılının başında
başlattığımız kampanya ile ilçe ve kent
merkezimiz dahil 63 öğrenciyi yeniden
okula kazandırdık. Ayrıca bakanlığımızın
açmış olduğu Alo 147 ihbar hattına
gelen 3 şikâyeti de değerlendirip o
çocuklarımızı da okula kazandırmanın
mutluluğu içindeyiz.”.
Öğrenme Şenliği
Hayat Boyu Öğrenme Genel
Müdürü Mustafa Kemal Biçerli,
Eskişehir’de bir otelde gerçekleştirilen
‘’Öğrenme Şenliği’’nin tanıtım
toplantısı öncesinde yaptığı
açıklamada, şenliğin, farklı öğrenim
ve yaş seviyesindeki bireylerin
istihdam edilebilirliklerini ve sosyokültürel gelişimlerini sağlamak
için bilgi, beceri ve yeterliliklerini
geliştirmeyi, öğrenmeye erişimlerini
arttırmayı ve öğrenen bireyden,
öğrenen topluma dönüşümü
amaçladığını kaydetti.
Gelişmiş ülkelerde bini aşkın kentte
uygulanan öğrenme festivalini,
‘’öğrenme şenliği’’ adı altında
Eskişehir’de başlatılacağını ifade eden
Biçerli, şöyle konuştu:
‘’Hayat Boyu öğrenmede, özellikle
25-64 yaş arasındaki yetişkin eğitimi
önemlidir.Kültürümüzde ‘beşikten
mezara kadar öğrenme’ diye bir
tabir var. Ancak yetişkin eğitimi,
yetişkin öğrenmesi açısından Türkiye,
Avrupa Birliği (AB) ortalamasının
oldukça gerisinde. AB’de 25-64
yaş arasında bir ay içinde herhangi
bir öğrenme aktivite programına
katılma oranı yüzde 8.9 oranındadır.
İskandinav ülkelerinde ise bu oran
yüzde 30’lardadır. Türkiye’de
bu oran 2.9’dur. Avrupa’nın bu
alandaki en geri 7’nci ülkesiyiz.
Kalkınmış bir ülke olmak, yüksek
idealleri gerçekleştirmek için bizim,
insanımıza her türlü öğrenme
fırsatlarını sunmamız lazım. Bu
fırsatları sunarsak, ülke zenginleşecektir.
Türkiye artık öğrenen bireyden, öğrenen
topluma doğru geçmek zorundadır.’’.
‘Dersi Kaçırdım’ Sıkıntısı
Bitiyor!
Öğrencilerin “dersi kaçırdım” sıkıntısı
bitiyor. Milli Eğitim Bakanlığı, tüm
müfredatın internet ortamına taşınacağı
yeni bir sistem hazırlıyor.
Öğrenciler, okullarda anlatılan her dersi,
internetten de izleyebilecek.
Dersler, video, animasyon ve çeşitli
programlarla sanal ortamdan da takip
edilebilecek.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın üstünde
çalıştığı ve sekiz ay sonra hayata
geçirmeyi planladığı “e-müfredat” ve
“e-ders” sistemi artık öğrencilere bu
imkanları sağlayacak.
Uygulama, dersleri kaçıran veya dersi
izlemesine rağmen ek bilgi edinip
kendini geliştirmek isteyen öğrencilere
kolaylık sağlamayı amaçlıyor.
Tüm derslerin internetten izlenerek
öğrencilerin devamsızlığı artırmasının
önüne geçmek için okula devamsızlık
konusundaki sınır korunacak.
Şu anda sistemde bulunan 44 bin görsel,
iki bin işitsel materyal, daha da artırılarak
zenginleştirilecek.
Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma
Kurumu’nun (TÜBİTAK) bilim ve teknik
dergisi de artık çocuklara ücretsiz
olacak.
E-ders programında da okullardaki akıllı
tahtada ders anlatan öğretmenlerin
videoları yer alacak.
71
KERBELA OLAYI MAKTELU’L-HÜSEYN
IMDB Puanı : 7. 5/10
Yapım:2010 - Hindistan
Tür: Dram, Gerilim, Romantik
Süre: 165 dakika
Yönetmen: Karan Johar
Oyuncular:Shahrukh Khan, Kajol,
Kenton Duty, Zarina Wahab, Sonya
Jehan…
Yusuf EĞİNÇ
Çeviri Tarih
İmam Hatip Lisesi Meslek Dersleri – Mersin
Efendimiz’in (s.av) torunu Hz. Hüseyin’in (r.a)
Kerbela’da şehid edilmesini ayrıntılarıyla hüzünlü bir
dille anlatan bir eser. Diğerlerinden en bariz farkı,
bu olayda söylenen recezler, mersiyeler ve şiirlerin
Türkçe’ye şiir şeklinde çevrilmiş olmasıdır.
Nasıl Fatih Oldu?
yazar
öğretmenler
Sıtkı Serdar
Yüksek Lisans Öğrencisi
/ İstanbul
Zafer BİLGİ
Tarih Öğretmeni - İstanbul
•
•
•
•
•
•
Fatih’in çocukluğu ve yetişme tarzı hakkında
yazılan ilk kitap!
Şehzade Mehmed’in anne karnındaki süreçten,
21 yaşında İstanbul’un fethine kadar ki süreçte
yaşadıkları kaleme alınıyor. Fatih’in çocukluk
ve gençliği, Topkapı sarayı arşivinden edinilen
bilgilerle, Fatih’in çocukluk defterinden, orijinal
ve nadide görsel arşiv malzemelerinden oluşan
karelerle; şehzadenin nasıl yetiştiğini, fethe giden
süreçte yaşadıkları gözler önüne seriliyor.
Konu Başlıkları:
• Fatih nasıl bir çocuktu?
TÜRK Romanında avrupa
•
•
Fİlm
kulübü
zeynep kanbay
Marmara Üniversitesi
Öğrencisi/İstanbul
IMDB Puanı: 8.3/10
Yapım: 2010-ABD
Tür: Biyografi, Dram
Spotlar
Öğr. Gör. Dr. Ahmet Koçak
Edebiyat Fakültesi - Medeniyet Üniversitesi
Edebî eserler, milletlerin hayatlarındaki önemli sosyolojik değişim ve dönüşümleri en geniş ve farklı yönleriyle
yansıtan metinlerdir. “Sokağa tutulan bir ayna” olarak
da tanımlanan romanlar, toplumların yaşadığı değişim
ve dönüşüm süreçlerini her yönüyle, geniş şekilde ortaya koyarlar.
XIX. yüzyıl Osmanlı’nın yüzünü Batı’ya döndüğü,
siyasî, fikrî ve edebî alanda hızlı yenilik ve değişimlerin
yaşandığı bir yüzyıldır. Türk Romanında Avrupa adını
taşıyan bu araştırmanın hedefi de özellikle on dokuzuncu yüzyılda Türk aydını ve edebiyatçısı tarafından
72
Fatih olana kadar, hangi süreçlerden geçti?
Fethe giden yolda, hangi kaynaklardan beslendi?
Fatihi kimler, nasıl yetiştirdi?
Fethe giden yoldaki başarı sırları nelerdi?
Fetih önündeki engelleri nasıl aştı?
Fatihin liderlik şifreleri nelerdi?
Bugün nasıl fatih olunur?
Fatih gibi nesilleri nasıl yetiştirebiliriz?
My name is Khan, 2010 yapımı bir
Hint filmi. Başrolde seyrettiğimiz
Shahrukh Khan; Otizmin bir çeşidi olan Asperger Sendromu hastası
Rızvan Khan’ı canlandırmaktadır.
Çocukluğunu annesi ve küçük kardeşiyle geçiren bir Müslümandır Rızvan Khan. Annesi ona daima inanır
ve bir anne olarak onu anlayacağı
biçimde yetiştirmeye gayret eder.
Rızvan Khan’ın annesinin ölümüyle
Amerika’daki küçük kardeşinin yanı-
Süre: 107 dakika
Yönetmen: Mick Jackson
bir rüya olarak görülen Avrupa’nın kültür ve medeniyetine dair meselelerinin romanlara nasıl yansıdığını
incelemek olmuştur.
Oyuncular:Claire Danes, Julia Ormond,
David Strathairn, Catherine O’Hara, Charles Bake…
Genel hatlarıyla “Türk Romanında Avrupa” ve “Türklerin Avrupa Algısı” gibi iki temel düşünce etrafında
şekillenen eserde Ahmet Midhat Efendi, Şemseddin
Sami, Namık Kemal, Samipaşazâde Sezai, Recaizâde
Mahmut Ekrem, Mizancı Murat, Fatma Âliye Hanım,
Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet
Rauf, Nabizâde Nazım, Safveti Ziya ve Safvet Nezihi
gibi Türk edebiyatının öncü isimlerinin romanlarında
yer alan Avrupa kültür ve medeniyetine ait değerlerle
beraber, bunların romanlar üzerinden sosyal hayata nasıl yansıdığına yer verilmiştir.
Yarı biyografik bir eser olan bu film,
Amerika’da yaşayan ve bir üniversite profesörü olan başarılı hayvan bilimci Temple
Grandin’in hayatını anlatır. Onun başarısının filmlere konu olmasının sebebi aynı
zamanda bir otistik olmasıdır. Hastalığına
teşhis konulmasının ardından annesinin
desteğiyle eğitim hayatını diğer çocuklar
gibi tamamlamaya başlar. Temple, çok
na yerleşmesi ve oradaki Hindu dul
bir kadına (Mandira) aşık olmasıyla
devam eder film. Evliliklerinin sonrasında ülkede gerçekleştirilen 11 Eylül
saldırıları Müslümanlar’a karşı olan
nefreti tırmandırırken; Mandira’nın
oğlu Müslüman birinin soyadını taşıması nedeniyle bir saldırıda dövülerek öldürülür. Film, Rızvan Khan’ın
Amerikan başkanına ulaşıp “Benim
adım Khan ve ben terörist değilim.”
demek istemesi süreci üstüne kurgulanmıştır. Bu süreçte başına gelen
onca şeye rağmen amacını geçekleştiren Rızvan Khan filmin sonunda
Mandira ile yeniden bir araya gelir.
Film 11 Eylül dönemi sonrası Amerika’sını, tırmanan İslam düşmanlığını
ve Müslümanların bu durum karşısında tutundukları tavrı anlatması
açısından ilginçtir. Eleştirel bir bakış
açısıyla izlenmesi gerekir.
zeki bir kızdır ve fırsat verilip sabırla beklenildiğinde ortaya muhteşem sonuçlar çıkaracaktır. Nitekim öyle de olur; ona inanan
bir öğretmeninin, hayattaki her zorluğu
açılması gereken bir kapı olarak tanımlaması ve bu kapıları açtığında yepyeni
dünyalara ulaşacağını söylemesi Temple’ın
her zorluğu cesaretle aşmasını sağlar.
18 yaşında insanlara sarılma hissi veren
bir alet yapar ve zekâsını herkese gösterir. Üniversiteden başarıyla mezun olup
hayvan biliminde uzmanlaşmaya devam
eder. Bir besi çiftliğinde hayvanlardan en
iyi verimin alınması ve hayvanlara en iyi
şekilde muamele edilmesini sağlayan bir
sistem geliştirir. Yaptığı projelerle, yazdığı
makalelerle büyük beğeni toplayan Temple, otizmin aslında onu bir şeylerden mahrum bırakmadığını tam tersine ona farklı
bir dünya kazandırdığını herkese gösterir.
Değişim süreci,
iyi yönetildiği
takdirde örgütü
başarıya götüren,
kötü yönetildiği
takdirde örgüt
için bir yıkım da
yaratabilecek
oldukça zor ve
MY NAME
sancılı bir süreçtir.
IS KHAN
Temple
Grandin
73
WEB
SİTELERİ
www.wordtest.com
İsmail TONBULOĞLU
Araştırma Görevlisi, Yıldız
Teknik Üniversitesi, İstanbul
www.coursera.com
”İngilizce kelime öğrenme” temelinden yola
çıkan site bu işi çeşitli işlemlerle eğlenceli
hale getirmiş bir sitedir. Oyun oynayarak,
güncel haberler okuyarak, sorular çözerek
ve birbirinden eğitici ve eğlenceli aktivitelerle site ingilizce öğrenmeye katkı sağlıyor.
Ayrıca site eski adı adıyla ÜDS ve KPDS sınavlarına yeni adıyla YDS sınavına üyelerini
de hazırlamaktadır. Değerli eğitimcilerin yararlanabileceği eğitici ve kaliteli bir site.
Online eğitimin dünyadaki güzel örneklerinden biri de coursera internet sitesidir. Birçok
branş ve konunun dünyadaki prestijli öğretim üyeleri tarafından verildiği derslere katılma imkanı sunmaktadır. Princeton, Stanford,
California, Berkeley, Michigan-ann Arbor ve
Pennsylvania vb. üniversitelerden çevrimiçi
ders alma imkanını sunan bir öğretim ortamıdır. Site size sadece katılımcı olarak izlemenize
veya ders sınavları, ödevlerine katılıp sertifika
almanıza imkan sağlamaktadır.
www.ted.com
www.unutturmam.com
Dünya çapında birbirinden farklı konularda
öğretici nitelikte görsel sunumların yer aldığı
bir sitedir. Sitede binlerce yetkin kişinin ustaca
aktardıkları durumları izleyebiliyorsunuz. Site
Türkçe dil seçeneğini de desteklemektedir.
Site eğitim personelinin görevlendirildiği
ÖSYM sınavlarının tercih işlemleri ve sınav
görev onaylarını SMS yöntemi ile üyelerine
hatırlatıyor. Ayrıca ALES, YDS gibi sınav başvuru işlemlerini hatırlatan bir hizmeti de üyeleri
sunmaktadır.
www.ogretmenlerodasi.org.tr
facebook.com/ogretmenlerodasidergisi
twitter.com/OgrtmnlrOdasi
74
74
75
76

Benzer belgeler