Türkçe - Muş Kadın Çatısı Derneği
Transkript
Türkçe - Muş Kadın Çatısı Derneği
Deniz1 Kaynak Masalını Terk Eden Prensesler Deniz Kaynak Şubat 2016, İstanbul ISBN: 978-908-98-4567-7 İllüstrasyon: Erkin Gören Kitap Tasarımı: Gamze Özer Koordinasyon ve Yayına Hazırlayanlar: Nurcan Çetinbaş, Ebru Batık Baskı: Seçil Ofset 100. Yıl Mahallesi, Massit Matbaacılar Sitesi 4. Cadde No:77 Bağcılar, İstanbul Değerli katkılarından dolayı kitabın yazım aşamasında emeği geçen Duygu Yılmaz, Özge Cinkılıç, Nihan Karabıyık, Ayhan Tek Geveri, Ruken Güven, Berfin Yıldız, Zehra Aktaş, Fatma Bostan Ünsal, Sibel Çetinbaş, Berfin Ayşe Öğüt’e teşekkür ederiz. Bu doküman Sabancı Vakfı Toplumsal Gelişme Hibe Programı kapsamında hazırlanmıştır. Bu belgenin içeriğinden sadece Muş Kadın Çatısı Derneği sorumludur ve bu içerik herhangi bir şekilde Sabancı Vakfı’nın görüş veya tutumunu yansıtmaz. Bu Kitap Muş Kadın çatısı derneği tarafından hazırlanmıştır. Tüm yayın hakları derneğe aittir. www.kadincatisi.org.tr (0-436) 2125053 Leyla, Ali ve bütün güzel kalpli çocuklar için Leyla’nın en sevdiği saatler akşam saatleriydi. Çünkü bu saatler, işten gelen anne ve babasının yemek, bulaşık, temizlik koşturması sonrasında gevşeyip, ona yatmadan kitap okudukları saatlerdi. Annesi her ay maaşını aldıktan sonra, Leyla’yı alıp kitapçıya götürür, istediği kitabı seçmesine izin verirdi. Babası da her akşam bütün karakterlerin seslerini taklit ederek, bazen heyecanlı yerlerde odanın içinde dört dönerek, bazen üzüntülü yerlerde Leyla’nın saçlarını okşayarak bu kitapları ona okurdu. Leyla’nın kütüphanesinde neler yoktu ki… Külkedisi, Küçük Deniz Kızı, Kırmızı Başlıklı Kız, Hansel ile Gretel, Binbir Gece Masalları, Rapunzel, Uyuyan Güzel, Pokahontas… Leyla bir akşam yakışıklı prens uğruna sesini ve denizleri feda eden Küçük Deniz Kızı Ariel’in hikayesine ağlar, bir diğer akşamsa kötü cadı, Hansel ve Gretel’i fırına atıp yiyecek diye korkudan tir tir titrerdi. Pokahontas’la birlikte Amerikan yerlilerinin dünyasına, Binbir Gece Masalları’yla Arabistan’ın sıcak gecelerine yolculuk ederdi. Kitapları okuya okuya ezberledikten sonra ise, kırmızı kalemini alıp, beğenmediği yerlerin üzerini çizer, hikayeye yeni sonlar, yeni detaylar eklerdi. Onun kitaplarına göre 7 cüceler madende değil, bahçelerinde domates–biber ekerek çalışır, Hansel ve Gretel’in kötü cadısı son anda pişman olduğu için fırına atılmaktan kurtulup tonton bir nine olarak çocukların evine yerleşir, Küçük Deniz Kızı’nın âşık olduğu denizci, onun için bir adaya taşınır ve her gün sahilde ikisinin dünyasının ortasında buluşurlar. Doğum günlerinde ne hediye istediği sorulduğunda Leyla’nın cevabı hep aynıydı: Kitap. Onuncu yaş gününde de heyecan içinde yataktan fırlarken, kahvaltı masasında onu yeni bir kitabın 1 beklediğinden emindi. Saçı başı darmadağınık, ayakları çıplak, geceliğiyle mutfağa daldığında, annesi en sevdiği omletten yapmış, yeni kaynattığı gül reçelini ekmeklere sürüyordu. Babası bir kahkaha patlattı: — Doğum günü kızı hediyeleri için sabredemedi galiba. En azından bir yüzünü yıkasaydın, dedi. Annesi de üzerine minik bir fiyonk kondurduğu hediye paketini Leyla’ya doğru sallamaya başladı. Leyla heyecanla annesini ve babasını öpüp, saniyeler içinde paketi parçaladı: — Alis Harikalar Diyarında! Annee, baba, çok teşekkür ederim! Geçen sene filmine gittiğimizden beri bunu okumak için sabırsızlanıyordum! Leyla cümlesini bitiremeden donakalmıştı. Kitabın sayfalarını çevirmeye başladı. Önce teker teker, sonra beşer onar! Neler oluyordu? Annesiyle babası da bir gariplik olduğunu fark ettiler: — Leylacığım, her şey yolunda mı, diye sordu annesi. Leyla hâlâ gözlerini kitaptan alamıyor, önüne arkasına bakıp duruyordu: — Bu kitap boş! Tamamen boş! Bir satır bile yok içinde… Babası yerinden kalkıp, yakın gözlüklerini taktı. Kitabı eline alırken: — Ne demek boş? Öyle şey olur mu canım? Dün paketlemeden önce birazını okudum bile. Annesinin de yüzü asılmıştı: — Bir yanlışlık olmalı. Kitapçı bunun özel baskı olduğunu söyledi. Ellerinde yalnızca son bir tane kalmıştı hatta. Nasıl olur böyle bir şey? Leyla kafasını sallıyor, içinden sakin olması gerektiğini, annesiyle babasının bunu çözeceğini söylüyordu. Ama gözleri içinden geçen 2 3 sesleri dinler gibi görünmüyordu. Annesiyle babası kitabı elden ele geçirip, altını üstünü incelerken, onun dudakları titremeye, gözleri sulanmaya başlamıştı bile. İkisi de Leyla’nın durumunu görüp, kitaba ne olduğunu tartışmayı bıraktılar. Bunu çözeceklerine, akşama kadar ona bu kitabın aynısından bulacaklarına söz verdiler. Leyla gözlerini silip gülümsemeye çalıştı, ama keyfi kaçmıştı bir kere. Kahvaltılarını sessizlik içinde ve aceleyle bitirdiler. Şehir merkezindeki Atlantis Kitapçısı’na geldiklerinde Leyla biraz neşelenmişti. Yarısı üst üste yığılmış oyuncak ve kırtasiye malzemeleriyle, diğer yarısıysa eski–yeni kitaplarla dolu bu tozlu dükkana bayılırdı. Dükkanın sahibi Mustafa Amca da Leyla’ya… Ama bugün onda da bir gariplik vardı. Her zaman yaptığı gibi kapıda karşıladığı Leyla’ya en son ne okuduğunu soracak, ona hemen yeni kitaplar önerecek yerde, içeri girdiklerinde kafasını bile kaldırmadı. Mutsuz bir ifadeyle, raflardan indirip önüne yığdığı kitapları tek tek alıp, içine şöyle bir baktıktan sonra kenara atıyor, bir yandan da mırıldanıyordu: — Boş! Bu da boş… Bu da… Daha dün buradalardı, nasıl olur, nasıl? Leyla ağır ağır eğilip, Mustafa Amca’nın yere fırlattığı kitaplardan birini aldığında, ne göreceğini biliyordu. Elinde sayfaları boş bir Pinokyo kitabıyla bir cevap bulmak için gözlerini kaldırıp anne ve babasına baktı, ama onlar da en az kendisi kadar şaşkın ve çaresiz görünüyorlardı. O sırada babası, tezgahın üzerindeki televizyon kumandasına uzanıp, tavana asılı televizyonun sesini açtı. Ekrandan büyük harflerle SON DAKİKA yazıları geçiyordu: “Masal kahramanlarına ne oldu? Firari kahramanlardan haber alınamıyor!” 4 5 Spiker heyecanlı bir sesle: — Evet sayın seyirciler, sabahtan beri haber merkezimizin telefonları susmuyor. Sizlere doğru ve hızlı bir şekilde haber sunabilmek için muhabirlerimiz durmaksızın çalışıyorlar. Televizyonlarını yeni açan izleyicilerimiz için tekrarlayalım. Bu sabah saat 6.00 sularından beri kitaplarında bulunamayan masal kahramanlarından halen haber alınamadı. Polis, kaçırılma ve fidye ihtimallerini değerlendiriyor. Dünyanın dört bir yanındaki çocuklar ve anne–babaları şaşkın ve üzgün. Şehir merkezlerinde meydanlara karanfiller bırakıyor, kütüphanelerin kapısında eylem yapmaya hazırlanıyorlar. Küçük kitapçıdaki herkes birbirinin suratına aval aval bakıyordu. “Kitaplarında bulunamayan masal kahramanları mı,” “Fidye mi?’’ Neler oluyordu burada? Bilindiği kadarıyla masal kahramanları yüzlerce yıldır yerlerinden kımıldamamışlardı. Şimdi ne olmuştu da böyle birden ortadan kaybolmuşlardı? Kimsenin, böyle bir şeyi yapabileceklerinden bile haberi yoktu. Genellikle bu masalları dinleyen ve okuyan çocuklar büyür, kitaplar kenara atılır, ama kitapların içindekiler belki başka bir çocuk gelir de hikayelerini dinler diye orada beklemeye devam ederlerdi. Şimdiyse bilmedikleri sularda yüzüyorlardı. O yüzden herkesin kafasında binlerce soru dönse de, kimse ilk konuşan kişi olmak istemiyordu. Sessizliğin içinden yeniden haber spikerinin tiz, heyecanlı sesi yükseldi: — İnanılmaz bir şey sayın seyirciler. Yayın hayatımda ilk defa bu denli heyecan verici bir gün geçiriyorum. Son ulaştığımız haberlere göre, masal kahramanları bulunmuş. Sağlık durumlarının iyi olduğu ve bir 6 7 saat içinde bir basın toplantısı yapacakları bildiriliyor. Toplantının içeriği, neden kitaplarını terk ettikleri halen meçhul. Yeni bilgilere ulaştıkça sizlere aktarmaya devam edeceğiz. O zamana kadar Yenişehir Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Alim Sarıbaş’la sohbetimize devam ediyoruz. Alim Bey, demin de bahsettiğimiz gibi, siz Grimm Masalları konusunda uzmansınız. Dışarıda dolaşan bu karakterler tehlikeli olabilir mi? Mustafa Amca, Leyla’ya döndü: — Şunların dediklerine inanabiliyor musun? Tehlikeliymiş, hıh! Olsa olsa dünya onlar için tehlikelidir. Leyla’nın kafası allak bullak olmuştu: — Mustafa Amca, sizce ne açıklayacaklar bu toplantıda? — Göreceğiz iki gözüm, göreceğiz. Annesi ve babasının elinden tutup, evin yoluna koyulurken, Leyla bunun geçirdiği en garip doğum günü olduğunu düşünüyordu. Babasının yarım ağızla yaptığı dondurma teklifini ilgisizce reddetti. Bir an önce eve gidip basın toplantısını izlemek istiyordu. Eve varıp televizyonu açtıklarında kameralar basın toplantısının yapılacağı salona gitmiş, çekime başlamışlardı bile. Bütün haber kanallarında spikerler, gün boyu televizyonlarını açmamış olanlar için olan biteni özet geçiyor; aslında o saate kadar bütün dünyada ne olduğunu duymayan kalmadığına göre, daha çok toplantı başlayana kadar zaman dolduruyorlardı. Nihayet, her biri kendileriyle özdeşleşen, ama bizim dünyamız için fazlasıyla abartılı görünen kıyafetleriyle masal kahramanları tek sıra halinde salona girmeye başladı. Bembeyaz teni ve pembe 8 9 yanaklarıyla Pamuk Prenses ve ardından tek sıra halinde yürüyen Yedi Cüceler, yerleri süpürecek kadar uzun sarı saçlarıyla Rapunzel, cam ayakkabıları içinde Külkedisi, Beyaz Atlı Prens’e küsmüş gibi görünen Uyuyan Güzel, elinde sepetiyle Kırmızı Başlıklı Kız… Şu korkmuş gibi gözüken, el ele tutuşmuş kardeşler Hansel ve Gretel olmalıydı. Hani şu kötü cadının pastadan evde esir tutup, ağzına layık kıvama gelene kadar şişmanlatmaya çalıştığı kardeşler. Yeni edindiği bacaklarının üzerinde düzgün yürümekte zorlanan Küçük Deniz Kızı Ariel ise, âşık olduğu prens uğruna güzel sesinden vazgeçtiği için el hareketleriyle hemen yanında duran Şehrazat’a bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Bütün salon dikkat kesilmişti. Çıt çıkmıyordu. Gazeteciler toplantı salonunda, izleyenler televizyon başında, olur da bir kelimeyi bile kaçırırlar diye nefes bile almıyorlardı. Sonunda kibar bir öksürükle boğazını temizledikten sonra ilk konuşmaya başlayan Pamuk Prenses oldu: — Hepiniz hoş geldiniz. Sizleri merakta bıraktığımızın farkındayız. Bunun için çok özür dileriz. Fakat asırlardır kısılı kaldığımız hikayelerin içinde başımıza gelenlere artık katlanamaz olmuştuk. Gazeteciler şaşkınlık içinde birbirlerine bakarken, diğer karakterler Pamuk Prenses’i başlarıyla onaylıyordu. Söze Külkedisi devam etti: — Siz, bizlerin hikayelerini çocuklarınıza örnek olsun, onları eğlendirsin diye anlatıyorsunuz, bazen büyüdükten sonra bile beyaz atlı prensler arıyor, prenses olma hayalleri kuruyorsunuz. Sorunlarınızın büyülü bir dünyanın peri tozlarıyla ya da sihirli bir değnekle çözülmesini istiyorsunuz. Uyuyan Güzel bir adım öne çıkarak: — Ama gelin bir de bunları bize sorun. İçi bizi, dışı sizi yakar. Siz bizim hikayelerimizle kendinizi eğlendirirken, haklarımızın ihlal edilmesini görmezden geliyor, bugünkü dünyada bir çocuğun başına gelse ortalığı birbirine katacağınız durumları, masalların içinde olunca mutlu sona giden yoldaki kazalar olarak görüyorsunuz. Örneğin bu yanımdaki prens olacak adam, kötü cadının beni bir büyüyle yatırdığı yüz yıllık uykudan uyandırmak için gelip beni öperken bana sordu mu? Benim rızamı aldı mı? Günümüz çocukları artık açıkça rıza veremeyecek durumda olan kişilere istemeyeceği şekilde dokunmanın, öpmenin, okşamanın bedensel haklarının ihlali olduğunu biliyor. İstemediğimiz sürece kimse bizi öpemez, bize dokunamaz. Üstelik ben uykuya dalmadan önce 15 yaşındaydım. Yani 18 yaşının altında olduğum için yasalara göre henüz çocuktum. Uykudan uyanır uyanmaz, daha dünyada 100 yıl içerisinde neler olduğunu bile anlayamadan apar topar evlendirildik. Sözde mutlu son olacaktı. Birbirimizi tanımaya fırsat bulamadan, bu kadar erken yaşta evlenirken nasıl bir sorumluluk aldığımızın farkında değilmişiz. Hiç de hazır olmadan evlendiğimiz için şimdi geçinemiyor ve boşanmak istiyoruz, ama masal mutlu sonla bittiği için, hikayenin devamını getiremiyoruz. Mutsuz bir evlilikte sıkıştık kaldık. Halbuki benim ne hayallerim vardı, okumak ve ileride başarılı bir mühendis olmak istiyordum. Erken evliliğin bir suç olduğunu, bizi evlendiren ailelerimizin kraliyetten bile olsalar cezalandırılacağını bilsem böyle mi olurdu? Gazeteciler ağızları beş karış açık, Uyuyan Güzel’i dinlerken, haber masalarına neler olup bittiğini rapor etmeyi unutuyorlardı. Sokaklarda kimsecikler kalmamıştı. Herkes televizyonlarının başında toplantıyı 10 11 dinliyor. Evlerine yetişemeyenler de, dükkanların vitrinlerinden, restoranlardan, nerede bir açık televizyon bulurlarsa ona yapışıyordu. Ara ara fısıltı halinde sorular yükseliyordu. İnsanlar ‘‘Hak ihlali mi dedi o? Gerçek çocuklar bitti, bir de hayali çocukların hakları mı çıktı,’’ ya da ‘‘Kız haklı, bu hikayeleri yüzyıllardır çocuklara örnek olsun diye okutuyoruz, ama ne mesaj verdiklerine yeterince dikkat ettik mi?’’ gibi sorular soruyorlardı. Leylaların evinde de durum farklı değildi. Uyuyan Güzel ara verdiğinde Leyla da annesine bakıp: — Anne, rıza ne demek? diye sordu. — Hımm, nasıl anlatsam? Mesela senin de aslında büyükler gibi pek çok konuda seçme hakkın var. Sana yapılmasını istediğin şeylere evet, istemediklerine hayır diyebilirsin. Evet dediklerine rızan var, hayır dediklerine rızan yok demektir. Uyuyan Güzel’in durumunda, prens onu öpmeden önce bunu isteyip istemediğini sormamış, çünkü prenses uyuyormuş. Bu durumda, prenses açıkça evet diyecek durumda olmadığı için rızası yok sayılır. Prensin onu izin almadan öpmemesi gerekirdi. Kız haklı. O sırada kameraların odaklandığı Pamuk Prenses, desteklemek için Uyuyan Güzel’in koluna şöyle bir dokunduktan sonra, sözü devraldı: — Uyuyan Güzel kardeşim yalnız değil. Üvey annem, beni zehirli bir elmayla öldürmeye çalıştığında cam tabutun içinde baygın bir şekilde yatarken gelen başka bir prens de beni iznimi almadan öptü. Bir de ben üstüne bu yanımda gördüğünüz yedi huysuz cücenin arkasını topluyorum. Söz alan bir basın mensubu Pamuk Prenses’e: — Biz onları Bilgin, Somurtgan, Neşeli, Uykucu, Utangaç, Meraklı ve Keloğlan olarak bilirdik. Hepsi mi huysuz diyorsunuz siz şimdi sayın Prenses? — Evet canım kardeşim, hem huysuz, hem de tembeller. Sözde ormanda avcıdan kaçarken bir insanlık yapıp evlerinde kalmama izin verdiler. O evden içeriye girmez olaydım. O günden beri bu pasaklıların çamaşırı, bulaşığı, yemeği derken pamuk saçlarım süpürgeye döndü. Bu noktada sanki konu kendileriyle alakalı değilmiş gibi havalara bakan yedi cüceye dönüp: — Yahu bir gün de yediğiniz tabağı kendiniz kaldırın. Madenin tozu toprağıyla içeri doluşuyorsunuz her gün. Elinizi yüzünüzü bahçede yıkamak şöyle dursun, bir de ayakkabılarınızı, çoraplarınızı ilk bulduğunuz yere fırlatıyorsunuz. Ben kadınım diye ev işlerinin tümünü ben yapmak zorunda mıyım? Kadın erkek eşitliği diye bir şey duymadınız mı? Oysa siz de bana yardımcı olabilirsiniz, ev işlerini hep beraber yapsak işler daha çabuk biter, ben de boş zamanlarımda sizler gibi dışarıda zaman geçirebilir, kuşlara şarkı söylerim, ceylanları beslerim. Ama siz böyle davrandıkça ben kendimi prenses değil de köle gibi hissediyorum. Leyla televizyonun başında kıkırdamaya başladı. Yıllardır defalarca okuduğu Pamuk Prenses’in aynen annesi gibi ev işlerinden şikayet etmesi komiğine gitmişti. Annesi neye güldüğünü anlayıp: — Neden gülüyorsunuz küçük hanım? Pamuk haklı. Sizin umursamadan ortalığa saçtığınız dağınıklığı toplamak için her gün ne kadar vaktim gidiyor, biliyor musunuz? Sırf kadın olduğumuz için üzerimize yıkılan işlerin haddi hesabı yok: Bulaşık, çamaşır, her gün hepinizin seveceği sağlıklı yemekler yapmak, bu yemekler için alışveriş yapmak, siz küçük hanımın ihtiyaçlarını karşılamak, anneannen ve 12 13 dedene yardımcı olmak… Üstelik ben bir de bütün bunları işten arta kalan zamanda yapmaya çalışıyorum. Kendime ayıracak bir dakikam bile kalmamasının yanında, bir de kırk yılda bir evde yemek olmasa surat asıyorsunuz hepiniz. — Annen haklı, ne yapsak hakkını ödeyemeyiz, diye ortalığı sakinleştirmeye çalıştı Leyla’nın babası. Ama sular durulacak gibi değildi: — Yok canım. Biraz da siz yapın bunları da ben sizin hakkınızı ödemeye çalışayım Faruk Bey. — Doğru diyorsun balım, ama biz erkekler sizin kadar iyi yapamıyoruz ne kadar uğraşsak da… — İşte bak Leylacım, baban da olsa hep işten kaçmak peşinde… İşine gelince ne güzel kıvırıyor. Sen de her gün yapsan sen de alışırsın merak etme hayatım. Bu tatlı–sert tartışmaya, Yedi Cüceler’den Somurtgan’ın mikrofona geçmesiyle ara verdiler: — Pamuk hanım, Pamuk hanım! Şikayetlerinde belki haklısın ama, sen bizim neler çektiğimizi gerçekten biliyor musun? Bütün masal boyunca sen dahil herkes bize cüce dedi, ama aslında biz cüce değil, acımadan günde 15 saat boyunca gün ışığı ve temiz hava almadan, en ağır koşullarda çalıştırılan çocuk işçilerdik. Bak şu Bilgin tarihçi olmak istiyordu, Neşeli tiyatrocu, Uykucu doktor, Utangaç mimar, Meraklı astronot, Keloğlan ise öğretmenlik hayalleri kuruyordu. Hepimiz büyüyüp senin gibi güzel genç kızlarla tanışmak istiyorduk. Ama büyümek için ihtiyacımız olan besin, gün ışığı ve uykuyu alamadığımız için vücutlarımız, eğitim alamadığımız için de beyinlerimiz yeterince gelişemedi. Bu bahane değil belki, ama bizim 14 15 hikayemiz de yalnızca şarkılar ve neşeli şakalardan ibaret değil. Bunu sizlerle paylaşmak istedim. Her zamankinden de somurtgan görünen Somurtgan’a Külkedisi destek çıktı: — Ben de Yedi Cüceler, pardon bu yedi küçük çocuk gibi uzunca bir süre hayallerimin peşinden gidemedim. Hepinizin bildiği gibi üvey annem ve kız kardeşlerimin beni kapattığı bodrum katında bütün günümü şatonun temizlik işleriyle uğraşarak geçirmek zorundaydım. Prens, ev işlerinde eşit sorumluluk aldığı için şimdi hayatım çok daha kolay. Ama üvey annem ve kız kardeşlerim yüzünden okula devam edememenin acısını hala çekiyorum. Sevgili Kral babam ölene dek, ben de herkes gibi okula gidiyordum. Öğretmenlerim özellikle matematik ve fen bilgisi derslerinde çok başarılı olduğumu söylüyorlardı. Eğer okula devam edebilseydim sualtı biyolojisinde uzmanlaşıp, balinalar üzerine araştırmalar yapmak, keşif ekipleriyle okyanusa açılıp denizlerin altını görmek istiyordum. Ne yazık ki şimdiye kadar hayatımı hangi mesleği yaparak geçireceğimi belirleme hakkı benden alınmıştı. Üvey annem beni okuldan alırken ona karşı haklarım olduğunu bilmiyordum. Bilseydim okuldan alınmadan evvel elimden gelen herşeyi yapardım. İyi haberse şu: Yaşım biraz büyük olsa da, hiçbir şey için geç olmadığına karar verdim. Prens’in de desteğiyle okula tekrar yazılıp, önce liseyi dışarıdan bitirecek, ardından da üniversite sınavına gireceğim. Ayrıca buradan okuldan alınmak isteyen bütün çocuklara sesleniyorum. Büyükler her zaman sizin için en doğrusunu bilmez. Okula devam etmek sizin en temel hakkınız. Eğer bu hakkınız sizden alınmak isteniyorsa, okuldan 16 17 alınıp erken yaşta evlendirilmek isteniyorsanız sakın pes etmeyin. Güvendiğiniz bir büyüğünüze veya öğretmeninize, konuyla ilgili sivil toplum örgütlerine, ücretsiz arayabileceğiniz 183 Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Hattı’na ya da polise gidip durumunuzu anlatın, yardım isteyin. Bu durumdaki tek kişi siz değilsiniz. Etrafınızda benzer durumda bir arkadaşınız varsa, ona yardımcı olun, birlikte dayanışma halinde hareket edin ki, ümitsizliğe, korkuya düşmeyin. Salonda bir alkış koptu. Dinleyenlerden bazıları çaktırmadan gözlerinin yaşını siliyorlardı. Genç bir kadın, sihirli değneklerin, camdan ayakkabıların yardımı olmadan hayatını değiştiriyordu. Bundan daha ilham verici ne olabilirdi? Külkedisi gibi çıtkırıldım bir prenses bile böyle cesurca bir karar alabiliyorsa, herkes yapabilirdi. Kırmızı başlıklı kızın yanında kıpır kıpır kıpırdanan, bir türlü yerinde duramayan Kurt sonunda dayanamayıp söze girdi: — Benim yaşadığım ormanları da yakıp yıktılar, canım ağaçları kesip yerine toplu konut yaptılar. Uzun uzun apartmanlarda yaşamak istemeyen bütün arkadaşlarım ormanı terk etti. Ben de günlerce aç kaldım, açlıktan bitap düştüm, sonra vay efendim anneanneyi yedik diye suçlu oluyoruz. Dinleyicilerin arasından bir gazeteci “Peki anneannenin yaşam hakkı ne olacak,” diye sordu. “Tabii ki her insanın en temel hakkı yaşam hakkıdır ama hayvanların yaşam hakkı ne olacak?” diye cevapladı Kurt. — Çocuklarla ve büyüklerle barış içinde, kuyruğumuza teneke bağlanmadan, kovalanıp tekmelenmeden yaşama hakkımız yok mu bizim? Ormanlarımızı yakmasanız, sokakta yaşayan arkadaşlarımız için de kapının önüne bir kap yemek, bir kap su koysanız ve bizler de 19 karnımız tok, sırtımız pek gezsek herkes için daha iyi olmaz mı?” Kurdun bu fikri çok beğenildi ve dinleyicilerden büyük alkış aldı. Alkışların arasında çekingen bakışlarla Hansel ve Gretel kardeşler öne çıktılar. Kardeşlerin kız olanı Gretel mikrofonu aldı: — Bizim masalımız şatoların, baloların, zengin ve güzel insanların zamanından çok daha karanlık bir zamanda geçiyor. Bizim zamanımız aç hayvanların yanı sıra açlıktan insanların dahi çocuklarını terk ettikleri, çalışmak zorunda oldukları için daha bebek yaşta saatlerce yalnız bıraktıkları bir zamana ait. Oduncu babamızın karısı da böyle aç kalmaktan korktuğu için babamızı bizi ormana bırakması için ikna ediyor. Bildiğiniz gibi geri dönüş yolunu bulabilmek için yola ekmek kırıntıları bırakıyoruz, ama kuşlar da aç olduğundan ekmeklerimizi yiyorlar. Biz de pastadan ve şekerden yapılmış bir evi olan kötü bir cadının evine sığınmak zorunda kalıyoruz. Sonrası malumunuz. Cadı beni hizmetçi olarak kullanıyor, erkek kardeşim Hansel’i ise besleyip şişmanlattıktan sonra yemek üzere hapsediyor. Ama biz kurtulmayı başarıyoruz. Yine de hâlâ o kötü günlere dair kabuslar görüyoruz. Masalımızda bizi seven, ihtiyaçlarımızı karşılayan bir aile, büyümemize yetecek kadar yemek ve en çok özlediğimiz ve sevdiğimiz, hatta kötü cadının çikolatalarından bile çok sevdiğimiz oyun oynama hakkımız olmadığı sürece hikaye kitaplarına geri dönmemeye kesin kararlıyız. Bu noktada gazetecilerden biri söz aldı: — Gretel sözü hepimizin merak ettiği bir yere getirdi. Siz kitaplarınızı terk ettiğinize göre bundan böyle yeni nesiller masallarınızı dinleyemeden mi büyüyecek? Dönmeniz için ne yapmamız gerek? Binbir Gece Masalları’nda evlendiği genç kadınları düğünden sonra 20 21 öldüren padişahın elinden, anlattığı güzel masallarla kurtulan bilge ve akıllı Şehrazat yumuşak ama kendinden emin sesiyle konuşmaya başladı: — Kitaplar bizim evimiz. Acı–tatlı hatıralarımızın olduğu, bazılarımızın yüzlerce yıldır yaşadıkları yuvaları. Hepimiz evlerimize bağlıyız. Ama bu demek değil ki, sıcak yuvalarımızda, en sevdiğimiz, en güvendiğimiz insanlar tarafından haksızlığa uğramadık. Bizim istediğimiz, evlerimizden kopmak, yersiz–yurtsuz kalmak değil, evlerimizin, hayatlarımızın güvenli hale gelmesi. Biz özgür olmak, şiddet görmemek, hayatlarımızla ilgili önemli kararları alabilmek, okula gidebilmek, oyun oynamak, büyüdüğümüzde ise istediğimiz zaman, istediğimiz kişilerle evlenmek, istediğimiz işlerde çalışmak, ev işlerine boğulmamak istiyoruz. Büyüklerimize güvenebilmek, sorun yaşadığımızda ise haklarımızı savunabilmek istiyoruz. Bunun için de masalların yeniden yazılmasına ihtiyacımız var. Yalnız kendimiz için değil, bu masalları okuyup örnek alacak yeni nesiller için de… Kırmızı Başlıklı Kız devam etti: — Masalların yeniden yazılması için dünyanın her yerinden çocuklardan oluşan bir kurul kurulmasını istiyoruz. Bizim kadar, hikayelerimizi dinleyen çocukların da nasıl bir dünyada, nasıl hikayeler okuyarak büyümek istediklerine kendilerinin karar vermeye hakkı olduğunu düşünüyoruz. Önümüzdeki iki hafta boyunca bütün çocuklar posta kutularını düzenli olarak kontrol etsinler. 194 ülkeden 194 çocuk, bir ay sonra, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’nde düzenleyeceğimiz toplantıya katılmak için bütün seyahat ücretlerinin karşılandığı bir davetiye alacak. Herhangi bir nedenden dolayı toplantıya katılamayacak olan çocukların yerine yedek listeden başka bir çocuk seçilecek. Liste belirlenirken, kız ve erkek çocukların eşit sayıda olmasına, bütün çocukların eşit oranda temsil edilmesine dikkat edeceğiz. Ayrıca bütün çocukların, internet üzerinden açılacak bir sayfa üzerinden ülkelerindeki diğer çocukların fikirlerini de toplamasını ve toplantıda yalnız kendi görüşlerini değil, diğer arkadaşlarının görüşlerini de temsil etmesini bekliyoruz. Ayrıca bu toplantı sonrasında, bundan sonra yazılacak masalları takip edecek ve önerilerini sunacak kalıcı bir platformun da ortaya çıkacağını umuyoruz. Aldığımız kararların hepimize hayırlı olmasını dileriz. Salon bir anlık sessizliğin ardından, gazetecilerin hep bir ağızdan haykırdığı soruların yarattığı uğultuyla doldu. Eski hikayelere ne olacaktı, prensler hepten çöpe mi gidecekti, şatoları kim temizleyecekti, çocuklar bu kadar önemli meselelere nasıl karar verirdi? Her kafadan bir ses çıkıyordu. Şehrazat elleriyle kalabalığı yatıştırarak: — Sorularınızın olduğunu biliyoruz. Fakat bunların hepsine kurulla görüştükten sonra karar vermek istiyoruz. Dediğimiz gibi bunlar yalnız bizi değil, bütün dünya çocuklarını ilgilendiriyor ve onlarla tartışmadan daha ileri gitmek istemiyoruz. Şimdi müsaade ederseniz, hepimiz buraya gelebilmek için çok uzun ve zorlu yolculuklar yaptık, gidip biraz dinlenmek istiyoruz. Kahramanlarımız salona girdikleri gibi tek sıra halinde çıkarken, gazeteciler adeta üzerlerine saldırıyordu. Salondaki uğultu artık neredeyse çığlıklara dönüşmüştü. Tam bu anda salonun yan kapılarından içeri bir dudağı yerde bir dudağı gökte masal devleri, yarısı aslan yarısı insan yaratıklar, üç başlı köpekler ve ejderhalardan 22 23 oluşan bir koruma ekibi girdi. Salondaki ani sessizliği siz tahmin edin. Bu yaratıkların şöyle bir görünmesi bile gazetecilerin salonu kuzu kuzu terk etmesine yetti. Bu sırada sessizlik, Leylalar’ın evinde son akla gelen şeydi. Leyla nefes almadan sorularını sıralarken bir yandan da koltukların üzerinde zıplıyor, sevinçten bir annesinin, bir babasının kucağına hoplayıp ikisini de öpücüklere boğuyordu: — İnanabiliyor musunuz? Süper değil mi? Masallarda neler olacağına biz çocukların karar vermesi… Harika bir fikir. Tam da masal kahramanlarından beklenecek bir şey. Sizce benim seçilme ihtimalim yüzde kaç? Türkiye’de kaç çocuk vardır? 20 milyon var mıdır? Zor değil mi? Olsun ben de internetten yazarım. Harika fikirlerim var. Yıllardır bunun için hazırlanıyordum. Ömrümü bu iş için harcadım ben. Annesiyle babası gülüyorlardı: — Ömrünü harcamış. Senin ömründen ne olacak bıdık? — Öyle deme babası, kızımız hakikaten bu uğurda çok dirsek çürüttü, baksana saçlarına ak düşmüş çalışarak geçirdiği uzun gecelerde. — Yaaa, yaa, anne! Siz daha benimle dalga geçin. Benim büyük fikirlerim, dünya masallarını değiştirecek, görürsünüz. Şimdiden çalışmaya başlamam lazım. Hangisinden başlasam? Küçük Deniz Kızı halen konuşamıyor. Belki ondan başlamalıyız. Ya da Pamuk Prenses’e bir yardımcı mı göndersek? Yazık kızcağız ev işlerinden iyice bunalmış görünüyordu. Bu arada Gretel’i gördünüz mü? Ne kadar tatlı bir kızdı değil mi? Her zaman onunla iyi arkadaş olabileceğimizi düşünmüştüm zaten. Siz ne dersiniz? — Biraz ara ver de, azıcık kafamızı dinleyelim, neler olup bittiğini sindirelim deriz, dedi babası alnını tutarak. — Yok öyle yağma. Siz büyükler yeterince konuştunuz ve biz yeterince dinledik. Şimdi söz sırası bize geçtiğine göre, azıcık da siz dinleyin bakalım. — Haklısın bıdık kızım, dedi annesi. Neden odana çıkıp şimdiye kadarki notlarını bir düzene koymuyorsun? Yarın akşam bize de anlatırsın. İnternet sitesi açılana kadar hep birlikte geliştiririz. — Çok iyi fikir. Hemen başlıyorum. Yarına kadar beni rahatsız etmeyin. Yarın akşam süper fikirlerle karşınızda olacağım. Beni izlemeye devam edin! Ve görünmez pelerinini savurup, merdivenleri üçer beşer atlayarak odasına koştu. Posta kutusundan çıkabilecek davetiyeyi beklerken geçen iki hafta boyunca sanki zaman daha da bir ağırlaşmıştı. Leyla gün boyunca yanından ayırmadığı sarı defterine notlar alıyor, bir roman yazarı edasıyla masallarda görmek isteyeceği yeni detaylara, karakterlere ve sonlara çalışıyor, akşamları da anne–babasına bunları anlatıyordu. Anne–babası da film izler gibi kızlarının heyecanla ve titizlikle uğraştığı bu hikayeleri dinliyor, gizli gizli gururlanıyorlardı. Leyla ilk hafta boyunca posta kutusuna heyecanla koşuyor, eve dönerken yarın beklediği davetiyenin gelmesi için kendince büyüler yapıyordu. Eğer o gün kerevizinin tamamını bitirirse, yarın davetiyesi gelecekti. Ya da 100 kere takılmadan ip atlayabilirse davetiye yarın posta kutusunda olacaktı. İkinci haftanın ortalarına doğru biraz morali bozulur gibi olmuştu, ama annesiyle babasının onun üzülmesine dayanamadıklarını bildiği için çaktırmamaya çalışıyordu. Nihayet 14. 24 25 günün sonuna geldiklerinde ise artık saklanacak bir şey kalmamıştı. Pazar günü kahvaltıda Leyla gözlerini pencereye dikmiş, tül perdelerin ardından görünen posta kutusuna adeta ezeli düşmanına bakar gibi bakıyordu. — Anneciğim, bugün ne mektuplar gelmiştir acaba? Gidip baksak mı? Kızının ümitsizliğini işi şakaya vurarak dağıtmak isteyen annesi: — Ne gelmiş olabilir acaba? Ancak fatura filandır. Sen bir şey bekliyor muydun Faruk? Babası da oyunu devam ettiriyordu. Bıyık altından gülerek: — Yoo… Yarın bakarız, pazar pazar ne gelecek. Leyla durduğu yerde duramıyordu. — Gene de bir baksaydık… Belki acil bir şey vardır? Belki yakınlarımızdan biri evleniyordur ve davetiye göndermiştir ve belki davetiye postada kaybolmuştur ve bugün cevap vermek için son gününüzdür. Nasıl bilebilirsiniz? En iyisi ben gidip bakayım. — Eh haydi git bir bak bakalım. Yakınlarımızdan birinin düğününü kaçırmak istemeyiz, dedi annesi kıkırdayarak. Onlar da en az Leyla kadar heyecanlanmışlardı. 20 milyon çocuk içerisinden Leyla’nın seçilmesinin çok uzak bir ihtimal olduğunu biliyorlardı, ama kızları bunu o kadar istiyor ve bunun için o kadar uğraşıyordu ki, kader sanki bu kadar çabayı karşılıksız bırakamazmış gibi hissediyorlardı. Fakat henüz Leyla içeri girmeden, televizyon ekranında elma gibi kırmızı ve tombul yanakları yüzünden gözleri kapanmış, smokin giydirilmiş bir kardanadama benzeyen bir çocuk belirdi. — Evet sayın seyirciler. İki haftalık bekleyiş sona erdi. 27 Masal kahramanlarıyla olan toplantıya Türkiye’den kimin katılacağı belli oldu. Mikrofonlarımız, küçük temsilcimizin evinden bildiren muhabirimiz Reha Bildirici’de! Evet Reha, bize davetiyeyi kazanan şanslı çocuğumuzu tanıtabilir misin? — Sayın seyirciler, masal kuruluna ya da medyada yaygınlaşan ismiyle Büyülü Şura’ya kimin katılacağı haftalardır merak konusuydu. Bugün bu şanslı davetiyeyi kazanan Tosun Paşazadeoğlu’nun evindeyiz. 11 yaşındaki Tosun, aynı zamanda İletişim Bakanımız, Osman Paşazadeoğlu’nun da küçük torunu. Bugün küçük talihliyle, dedesinin Tarabya’daki yalısında çok özel bir röportaj yapacağız. Evet Tosun, davetiyeyi kazandığın için çok heyecanlı olmalısın. Neler hissettiğini bizimle paylaşır mısın? Tosun, büyümüş de küçülmüş gibi bir tavırla, elini küçük smokininin cebinden çıkardı ve ayna karşısında çalışılmış gibi bir hareketle saçlarını geriye attıktan sonra umursamaz bir ses tonuyla: — Heyecan mı? Evet sanırım heyecanlı olduğum söylenebilir. Sessizlik… Bu kısa yanıttan afallayan muhabir, yeni soruya geçti: — Eee… Büyülü Şura’da sunmak için ne fikirlerin var bakalım? — Ben masallarda savaş sahnelerinin artması gerektiğini düşünüyorum. Kesinlikle daha fazla uçan ninja ve robot asker görmeliyiz. Özellikle Rapunzel’in masalında, tam prens, Rapunzel’in kapatıldığı kuleye girmek için kızın saçlarına tutunduğu sırada, göklerden gelen bir ejderhanın kızın saçlarını yaktığını görmek isterim. Babasının sözünden çıkmak neymiş görsün. Ayrıca prenslerin neden hep uzun boylu, kaslı ve sarışın olduklarını da tartışmalıyız bence. Şahsen benim soyum taa 9. Mahmut’a dayandığı için ben de bir nevi prens sayılırım. Ve bizim sülalede biraz toplu olmak sağlık ve soyluluk işareti sayılır. Muhabir bu cevaplar karşısında ne soracağını şaşırmış, elindeki kartlarda bir ileri bir geri giderken, ana haber bürosundan reklam anonsu geldi. Leyla, kapının önünde terlikleri ve pijamasının üzerine giydiği paltosuyla taş kesilmiş gibi kalakalmıştı. Annesiyle babası yerlerinden kalkıp onu avutmak için yanına gittiler. — Üzülme tatlı kızım. Hâlâ internet sitesinden harika fikirlerini yazabilirsin. Sonuçta bu çocuğun oraya gidiyor olması, yalnızca kendi fikirlerini orada söyleyeceği anlamına gelmez. Ülkedeki bütün çocukları temsilen gidiyor oraya. Leyla önüne bakarak kafasını sallamakla yetindi. Cevap vermeden yukarı, odasına çıktı. Sonraki günlerde masalların sözünü bile etmedi. Annesi ve babası endişeleniyorlardı. Birkaç defa, Büyülü Şura’ya gitmesinin zaten çok küçük bir ihtimal olduğunu, fakat internet sitesine fikirlerini yazmaya devam etmesinin de çok faydalı olabileceğini anlatmaya çalıştılar. Fakat Leyla, her seferinde bir bahane bularak ne sevgili sarı defterine, ne de bilgisayarına dokundu. En sonunda sitenin görüşlere kapanacağı son tarih gelip çattığında, annesi ve babası dayanamayıp Leyla uyurken sarı defterini aldılar ve sabaha kadar kızlarının yazdığı masallara kah gülüp, kah hüzünlenerek hepsini temize çektiler. Gün ağarırken ve sitenin kapanış saatine dakikalar kalmışken hem Leyla’nın hem kendilerinin toplam düzeltme sayısına baktıklarında inanamadılar. Toplam 50 masalla ilgili, 1000’in üzerinde değişiklik önerisi vardı. Bunların yalnızca son 100 tanesini 28 29 kendileri girmişti. Leyla bu işe inanılmaz bir emek harcamıştı. Ve galiba kendisinin yerine masalları olduklarından da kötü hale getirmeyi kafaya takmış olan o çocuğun Şura’ya katılmasına üzülmeye hakkı vardı. Sabah kalktıklarında haberlerde yine ‘Son dakika’ anonsları geçiyordu. Zaten bugünlerde gün geçmiyordu ki bir son dakika haberi gündeme bomba gibi düşmesin. Eskiden bombaların, cinayetlerin, skandalların işgal ettiği gündemin bir süreliğine masallarla dolmasından kimse şikayetçi de sayılmazdı. Ama ne yazık ki bugün hiç de özlemedikleri bu skandallardan biriyle daha karşı karşıyaydılar. Spiker, yüzündeki ayıplama ve azarlamanın karışımı ifadeyi engelleyemeden konuşuyordu: — Sayın seyirciler, büyük bir sahtecilik skandalıyla karşı karşıyayız. İki hafta önce ülke olarak İletişim Bakanımız Osman Paşazadeoğlu’nun küçük torunu Tosun Paşazadeoğlu’nun Büyülü Şura’ya gideceği haberiyle heyecanlanmıştık. Fakat bugün Büyülü Şura’nın açılışında, Külkedisi’nin peri annesi tarafından yapılan davetiye kontrolünde küçük Tosun’un Şura’ya gidebilmek için büyük bir sahteciliğe karıştığı ortaya çıktı. Binbir Gece Masalları’ndan çağırılan bir falcının, Tosun’un bu bilete nasıl ulaştığını öğrenmek için kahve falına bakması sonrasında, İletişim Bakanı Osman Paşazadeoğlu ve kızları, Tosun’un annesi Mahpeyker Paşazadeoğlu ile teyzesi Mebrure Paşazadeoğlu Tosun’un toplantıya katılması için sahtecilik yaptıkları suçlamasıyla gözaltına alındılar. Falcı bacının iddiasına göre Osman Paşazadeoğlu ve kızları, Tosun’un Büyülü Şura’ya katılmasını garantilemek için Sayın Bakan Osman Paşazadeoğlu’nun makamını kullanarak, 200 kadar posta memurunu gelen bütün mektupları taramakla görevlendirdi. Bulunan davetiye örnek alınarak Tosun’un adına sahte bir davetiye hazırlandı. Tosun ise dedesi, annesi ve teyzesinin yaptıklarından haberi olmadığını, böyle bir şey olduysa da çok üzgün olduğunu söyledi. İddialar araştırıladursun, Büyülü Şura, yaklaşık bir saattir Tosun’un yerine Türkiye’yi temsil etmek için yeni bir çocuğun seçilmesini görüşüyor. Şimdi sonucun açıklanması için Şura’nın toplandığı salona bağlanıyoruz. Neden sonra ekranda beliren Külkedisi salonda toplanmış çocuklar ve basın mensuplarına hitaben konuşmaya başladı: — Sayın katılımcılar, ne yazık ki masal kitaplarında çocuk haklarına, daha adil, daha eşit bir dünyaya vurgu yapmak için topladığımız bu Şura’nın ruhuna hiç yakışmayan bir olayla karşı karşıyayız. Fakat bir saattir yürüttüğümüz tartışma sonunda bu durumdan iyi bir sonuç çıkarmaya çalıştık. İnternet sitemize gelen yorumları tararken olağanüstü bir kullanıcıyla karşılaşmıştık. Bildiğiniz gibi dünyanın her yerinden çocuklar masallarda düzeltilmesini istedikleri kısımları bize bu internet sitesi üzerinden yolluyordu. Genelde bu istekler çocuk başına en fazla 100–150 adet civarındayken. Bir kullanıcı, 1000’i aşkın yorumla –söylemeliyim ki, aralarında hiçbirimizin aklına gelmeyecek denli yaratıcı yorumlar da var– diğer herkesi geride bırakmıştı. Üstelik bu kullanıcı ancak masallarda karşılaşacağınız bir tesadüf eseri, yorumlarını Türkiye’den yollamış. Biz Şura olarak, bu yaratıcı katılımcımızı ödüllendirmek için yeni bir çekiliş yapmak yerine, Tosun’un yerine doğrudan onu buraya çağırmak istiyoruz. Umarız kendisi şu an ekran başındadır. Evet, Leyla, senden bahsediyoruz. 30 31 Leyla Yazıcı’yı yanımıza bekliyoruz. Şura ilk toplantısını, Türkiye temsilcisi Leyla Yazıcı gelene dek ertelemiştir. Çok teşekkürler. Leyla gerçekten de ekran başındaydı. Ama hâlâ rüyada olmadığından emin olmak için kendisini birkaç kez çimdiklemesi gerekti. O daha kendisine gelemeden, evlerinin telefonu çalmaya başladı. Arayan Küçük Deniz Kızı’ydı. Şimdiden sesini geri kazanmıştı bile. Toplantı yerine kadar ona eşlik etmesi için bir tekboynuzlu at göndereceklerini söyledi, en erken ne zaman hazır olabileceğini sordu. — 5 dakikaya! dedi Leyla. Kafasını iki yana sallayan annesiyle göz göze geldi. Küçük Deniz Kızı da gülüyordu. — O kadar da hızlı olmasına gerek yok canım, dedi annesi. — Tamam. Üç saate ne dersiniz? Bu sefer annesi de tamam diyordu. Birbirlerine hoşça kal diyerek telefonu kapattılar. Biraz önce Küçük Deniz Kızı’yla telefonda konuşmuştu. Bunu dört hafta önce biri söylese nasıl da gülerdi. Oysa şimdi onunla ve diğerleriyle buluşmak üzere bavulunu hazırlamaya başlamıştı bile. Tam üç saat sonra kapı çaldı. Tam da Küçük Deniz Kızı’nın söylediği gibi onu almak üzere tekboynuzlu bir at gelmişti. Üstelik kanatlısından… Atın dudakları hiç oynamıyor, fakat sesi insanın beyninde çınlıyordu. — Merhaba Leyla, benim adım Gümüş. Hazır mısın? — Hazırım. Hem de uzun zamandır. Leyla daha önce ata, hele ki uçan bir ata binmediği için tedirgindi, ama Gümüş’ün kanatlarından biriyle onu kaldırıp sırtına nasıl yerleştirdiğini anlamadı bile. Atın sırtı yumuşacık bir yatak gibiydi. 32 33 Leyla’nın bir anda çok uykusu geldi. Yumuşacık yelelerin arasına kıvrılıp gözlerini kapamadan önce son gördüğü şey, evlerinin kırmızı çatısının kuşbakışı görüntüsüydü. Uyandığında gidecekleri yere varmışlardı bile. Fakat Leyla havada geçirdiği zamanı hatırlamıyordu. Bütün yol boyunca uyumuştu. Salona adım attığında dev bir alkış tufanıyla karşılandı. Alkışlar hem bu minik kızın devasa hayal gücüne, hem de nihayet Şura’nın toplantıya başlayacak olmasınaydı. Bundan sonra masallar, çocuklara emanetti. Yani asıl sahiplerine! 34 Çocuklara not: Biz masal kahramanları olarak, eski masallara yeni adet getirme görevinin siz dünya çocuklarına ait olması gerektiğini düşünüyoruz. Yeni masallarda neler görmek istersiniz? Hikayelerde nasıl değişiklikler olmalı? Yeni karakterler ekleyebilir, eski karakterlerde değişiklikler yapabilirsiniz. Doğru cevap yok. Buyrun hayal gücünüzü konuşturun: 35 36 37 38 39 40 41