2010/2011 ıupsa dergisi

Transkript

2010/2011 ıupsa dergisi
Editörden
Editörden
Merhaba arkadaşlar,
İ
nsan hayatı doğumla başlayan bir
yolculuk, üniversite durağı ise bu
seyahatte bitip tükenmesini istemediğimiz yıllar… Sevgilerimizin, umutlarımızın, heyecanlarımızın ve hayal kırıklıklarının en yoğun hissedildiği, yeryüzünde her
şeyi yapabilecek gücü kendimizde hissettiğimiz
Sayı: 9 / 2010 Yaz
İstanbul Üniversitesi
Eczacılık Fakültesi
Öğrenci Birliği Yayınıdır
Akademik Danışman
Prof. Dr. Ahmet O. ARAMAN
Prof. Dr. Afife MAT
günler…
Bir yıl kadar evvel bir arkadaşımın ricası ile katıldığım IUPSA: Onun için harcadığım küçük emeklerime karşılık, yokluğunda sahip ol(a)mayacağıma emin olduğum
dostluklar, tecrübeler ve güzel anılar kazandırdı bana. Üniversite yaşamımın hem
mesleki hem de sosyal anlamda en verimli günlerini IUPSA ile yaşadım hiç şüphesiz.
Kimi zaman en yakınlarımızın bile yaptıklarımızı fark edemediği bu süreçte, zor
şartlarda da olsa inancımızın verdiği güç ile IUPSA olarak sizlere fayda sağlayacak,
Editör
Hacer TOPAK
Yayın Kurulu
Sefa BAŞYİĞİT
Mehmet Cihad AYGÜN
Merve KURTAN
Sinan Tahir DİKİCİ
Alper NAK
Büşra SERVER
Kübra SOĞUKKANLI
Merve GÜZELLER
Kamil YALÇIN
Halil Aziz VELİOĞLU
İletişim
www.iupsa.org
[email protected]
Grafik Tasarım
Alaaddin KARADAŞ
[email protected]
Baskı
Murat Ofset Matbaacılık
San.Tic.Ltd.Şti.
Davutpaşa Cad. Emintaş Davutpaşa Matbaacılar
Sitesi No:103/272
Topkapı/İSTANBUL
[email protected]
Tel:(0212) 567 52 24
Yazılardan Köşe Yazarları Sorumludur. IUPSA Dergsi
Basın Meslek İlkelerine Uymaya Söz Vermiştir.
yeni ufuklar kazandıracak işlere imza atmaya çalıştık.
Yaşanılan sıkıntılara rağmen sizlere ulaştırdığımız bu çalışmanın her satırı emek
emek işlenip, bizlerin ve birçok arkadaşımızın fedakârlıkları ile sizlere sunulmuştur.
Sayfaları çevirip, satırları okurken bunları göz ardı etmeyeceğinizi ümit ediyorum.
Güler yüzünü ve desteğini her zaman üzerimizde hissettiren sevgili hocamız Prof.
Dr. Afife MAT’a ve yardımlarını esirgemeyen değerli arkadaşlarımıza çok teşekkür
ediyorum.
Sağlıklı ve huzurlu bir ömür geçirmeniz dileğiyle...
Hacer TOPAK
Teşekkürler
Prof. Dr. Yıldız ERGİNER
Ecz. Üzeyir KORKMAZ
Ecz. Fuat SANCAK
Mert SANDALCI
Ecz. Murat AKBIYIK
Dr. İlker İnanç BALKAN
Ecz. Veysel ZEYDAN
Ecz. Mehmet İsmail ELÇİ
Ecz. Ali ERARSLAN
Abdullah Şehid HUCA
A.İlker ARSLAN
Ahmet Can KALENDEROĞLU
Alkan KİRMİT
Alper ALPAY
Aslı DEMİRCİ
Atakan TURAN
Atalay Ekrem POLAT
Ayşenur ÇAKIR
Barış TEKİN
Başak ÖZCAN
Burcu KAHRAMAN
Cemaleddin SARAÇ
Cemil KALKAN
Gözde SÖNMEZ
Güray YORULMAZ
Hakan CAN
Halil GÜLSÜM
İmren ESENTÜRK
İsa İNCE
Merve ERDEM
Miraç Laçin ULUĞ
Müge IŞIK
Nurcihan KARA
Nurdan YAZICI
Ramazan Yücel ÖNER
Sabiha SAGUN
Şeyma TOKER
Şükran DAMGALI
Umut İŞLER
Zeynep ORAK
Zeynep YILDIZBAŞ
Ýçindekiler
Mesleki Söyleþiler
Kocaeli Eczacý Odasý Baþkaný
Ecz. Üzeyir KORKMAZ ile
Kocaeli Eczacý
Odasý Baþkaný
Ecz. Üzeyir
KORKMAZ ile
Röportaj
Röpor
taj

•Sefa BAŞYİĞİT •Sinan Tahir DİKİCİ
•Sayın Üzeyir Bey, sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
1966 yılında İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ne (hasbelkader) kayıt yaptırıp yüksek öğrenimime başladım. Liseyi
okuyabilmek için, ailemden ayrılışımdan sonra, özellikle ilk yıl
kendimi çok yalnız hissediyordum. Bunu aşmak için olacak;
okumaya başladım. Ama 1968 öğrenci olaylarına varıncaya
kadar hiçbir şey anlamamış olduğumu düşünüyorum. Benim
hayatımda ne olduysa 1968 de oldu.
•Meslekteki ilerleyişinizden ve meslek sorunları ile ilgilendiğiniz ilk günlerden bahseder misiniz?
Meslekte ilerlemekten neyi kastettiğinizi, doğrusu pek anlamadım. Oda yöneticiliğini kastediyorsanız, bu kanımca meslekte
ilerlemek değildir. Bu iş mesleğe ve ülkeye olan borcun bir kısmını ödemek fırsatıdır. İşte meslekle ilgili düşüncelerim de o
zaman oluşmaya (yani 1968) başladı. Mesleğin, daha doğrusu
hiçbir mesleğin, kupkuru bir konu olarak ele alınamayacağına
dair düşünceler oluşmaya başladı. Yani bir mesleğin, ülke ve
dünya sorunlarından soyutlanamayacağını görür gibi olmaya
başladım. Evet, hiçbir olay ve meslek yaşamdan soyutlanamaz.
10
Mesleki Söyleþiler
Üzerine
Mert SANDALCI ile
•Öncelikle kendinizden ve kariyerinizden bahseder misiniz ?
1958 İstanbul doğumluyum. İyi bir eğitimci olan dedem, 7 yaşı
okul eğitimi için çok geç bir yaş olarak görüyordu. Bu sebeple, 4
yaşımda okumayı söküp, 5 yaşında 1. sınıfı atlayarak 2. sınıfdan
başladım. Özel Işık Lisesi, Fevziye Mektepleri’ni bitirdim.
Yükseköğrenimime başlamadan evvel, babamla uzun istişarelerde bulunduk. Benim hayatta en çok istediğim bölüm zoolojiydi. Babam bu konudaki düşünceme saygı duydu fakat, kendisi gibi inşaat mühendisi olursam, beraber birçok projeye imza
atabileceğimizi söyledi. Bunun üzerine ben de tercihlerimde
14 inşaat mühendisliği ve son olarak 1 zooloji bölümü yazdım.
Umut ettim ki puanım tutmaz da zoolojiye giderim. Fakat inşaat
mühendisliğini tuttu ve inşaat mühendisi olarak çıktım. 3 büyük
projede yer aldım; 1.si Edirne Çimento Fabrikası inşaasında saha
mühendisliği, 2.si Çorlu Nato Havaalanı inşaatında kontrol mühendisliği. Son olarak da 2. Boğaz Köprüsü inşaasında şantiye
şefi olarak 4 yıl çalıştım. Açılış töreninde tören alanına girmeye
hakkımız olmadığını öğrendik. 4 yıl boyunca çeşitli fedakarlıklar
göstererek yaptığımız projenin açılış törenine alınmamam mesleği o gün bırakmama neden oldu.
Daha sonra hobilerimle ilgilenmeye başladım. Küçük yaştan beri
çeşitli alanlarda koleksiyonlar yapıyor idim. İstatistik çıkarmak,
tasnif yapmak gibi şeyler üzerine yeteneğim hep vardı.
12
•Hem oda başkanlığı yapıp, hem de eczane işletmek zor olmuyor mu? Bu kadar enerjili olmanızın sırrı ne acaba?
Son 5-6 yıla baktığımızda meslek odası yöneticiliği gerçekten
çok yorucu. Gündem, ülke gündemi gibi sabah başka, öğleden
sonra başka, akşam da başka olmakta. Eğer siz, sosyal devlete
sahip çıkacağım, yurttaşımın ve meslektaşımın hakkını koruyacağım, onları bilgilendirmek benim hem eczacı olarak hem
de yurttaş olarak görevimdir derseniz, tabii ki işiniz çok yoğun
olacaktır. Enerjiye gelince; Siz o yaptığınız işi silah zoru ile de-
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Mesleki Söyleþiler
Mesleki Söyleþiler
EczacýlýkTarihi
•Merve GÜZELLER •M.İsmail ELÇİ •Hacer TOPAK
Eczacýlýk Tarihi
Üzerine Mert
SANDALCI ile
Röportaj
O yıllarda “İlaç Emperyalizmi’’adlı bir broşür ve “ilaç emperyalizmine son” diye bir yürüyüş düzenlemiştik Eczacılık Fakültesi
öğrencileri olarak. Giderek bazı şeyler netleşmeye başlıyordu.
Bu gidişle, uluslararası sermayeye tezgahtar yetiştiriyoruz diyorduk.Kırk yıl sonra nereye geldik?
Dünya’da olup bitenleri takip edebildiğimiz kadarıyla bazı
kuşkularımızı dile getiriyorduk. Paranoya diyorlardı. İdeolojik
davranıyorsunuz diyorlardı. Hala diyorlar. Demokrasi, sadece
iktidara çok yaşa demek değildir. Eğer bir yerde karşıtlık yoksa,
orada, ne demokrasi ne de hayat vardır.
Röportaj
Bir yaz tatili sırasında, eşim Gülnur’u tanıdım. Ben 19, o 18
yaşındaydık. Birbirimize çok uyum sağladık. O sırada Gülnur
Amerika’da eczacılık eğitimi alıyor idi. Fakat 2 yıl sonunda, bu
durum ikimize de zor gelmeye başlamıştı, Gülnur İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ne geçiş yaparak eğitimine burda
devam etti. 1.5 yıl boyunca onunla beraber eczacılık fakültesine
giderek ve derslerinde yardımcı olarak eczacılıkla tanıştım.
İkimiz de kendi okullarımızdan mezun olarak çalışma hayatına
atıldık. Bu sırada çocukluğumda başladığım koleksiyonlarıma
devam ediyordum. Babamın da desteklediği pul ve Osmanlı posta tarihi üzerine ciddi bir koleksiyonum vardı. Türkiye’de
hatırı sayılır koleksiyonlardan birini yapmaya başlamış idim. Bu
koleksiyonlardan ilk paramı kazanmamla bu işe bütçe ayırmaya
başladım. Mesleği bıraktığım dönemde de bu işle daha çok ilgilenmeye başladım.
Ayrıca mühendislik yaparak ismimin kalıcı olamayacağını anladım. Bu durum beni koleksiyonculuğa daha da yakınlaştırdı.
Farkettim ki Osmanlı kartpostalları üzerine bir çalışma yapılmamış. Bu alanda güzel bir çalışma yaparsam kalıcı olabileceğimi
düşündüm. 4-5 yıl sonunda Koç Bank’ın desteğiyle 3 ciltlik çalışmamı yayınladım.
Mesleki Söyleþiler
Ecz. Fuat SANCAK ile
Röportaj
Ecz. Fuat SANCAK
ile röpartaj
 
•M. Cihad AYGÜN •Merve GÜZELLER •M.İsmail ELÇİ
•Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
1973 yılında Siirt’te doğdum. İlkokul 2. sınıfa kadar Siirt’te, ilkokulu ve orta öğretimi Van’da tamamladım. 1979 yılında ailem
Van’a taşınmaya karar verdi. Babam Abdülhakim Sancak müteşebbis ruha sahip bir kişilikti. O dönemde Siirt, ticaret için elverişli bir yer olmadığı için babam ailece Van’a taşınmamızı istedi.
1989 yılında İstanbul’a taşındık, Yönetim Kurulu Başkanımız aynı
zamanda ağabeyim olan Sayın Ethem Sancak’ın da desteğiyle
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ni kazandım.
•Eczacılık mesleğini ve ecza depoculuğunu nasıl seçtiniz?
Sancak Ailesi olarak 1987 yılında ecza depoculuğuna başladık.
Eczacıları, iş ortağımız, velinimetimiz olarak görüyorduk ve hala
öyle görüyoruz. İnsan sağlığına hizmet eden bu meslek grubu
benim oldukça fazla ilgimi çekiyordu. Üniversiteye hazırlandığım sıralarda boş vakitlerimi depoda ilaçların arasında geçiriyordum. Ailem de Eczacılık okumamı çok istiyordu. Şimdi memnun
musunuz derseniz dünyaya bir daha gelsem herhalde tek tercih
eczacılık yazarım. Eczane eczacılığı yapmadım ama benim dostlarım eczacılardan oluşur, şu andaki işimin gereği hep içlerinde
oldum, işimde de sosyal hayatımda da hep eczacılarla beraberim.
•Şu an bulunduğunuz konumdan(mevkiden) memnun musunuz? Biz eczacı adaylarına ecza deposu alanında çalışmayı tavsiye eder misiniz?
Şu anda bulunduğum konumdan tabi ki memnunum. İnsan sağlığına hizmet eden bir meslek grubuna hizmet veriyor olmaktan
oldukça mutluyum. Mezun olacak tüm arkadaşlara da ecza deposunda çalışmalarını öneririm.
•Ecza deposunda eczacının çalışma koşulları nelerdir, karşılaştığı olumlu veya olumsuz durumlar nelerdir?
Biz bugüne kadar depomuzda çok fazla sayıda eczacı istihdam
ettik. Ben on yıllık bir süreçte yaklaşık yetmiş eczacı arkadaşla çalıştım. Depomuzda eczacılarımızı istihdam edebileceğimiz
•Neden eczacılık alanına yöneldiniz?
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
•Bir eczacı olarak kapınızı çaldım ve burada çalışmak istediğimi söyledim ne gibi şartlardan geçerim nerde başlayabilirim
ve yükselebilir miyim?
Eczacılar, şirketimizde mesul müdür ve bölge satış müdürü olarak iki pozisyonda görev yapabilir. Bölge satış müdürünün asli
görevi; eczacılarımızla yakın diyalog halinde bulunarak hizmet
kalitemizi yükseltmek için çalışmak, eczacıların sorunlarını dinlemek, stok yönetimi ve eczane işletmeciliği konusunda eczacıya danışmanlık hizmeti vermektir.
Bölge satış müdürlüğü işini yapabilecek en doğru kişi eczacıdır
ancak bu görev işletme konusunda da bilgi sahibi olmayı gerektirmektedir. Bildiğiniz gibi Eczacılık Fakülteleri’nde bilimsel bir
eğitim veriliyor, işletme eğitimi verilmiyor. Biz de bu yüzden
bölge satış müdürü pozisyonunda başlayan eczacı arkadaşları
işletme ve ticaret konusunda eğitiyoruz. İyi derecede işletme
bilgisine sahip bir eczacı şirketimizde bölge satış müdürlüğü görevinden başlayarak yükselebilir. Örneğin; eczacılarımıza daha
iyi hizmet verebilmek için çalışan Müşteri Hizmetleri birimimizin başına geçebilir, daha yükselip genel müdür pozisyonuna ve
hatta yönetim kuruluna bile girebilir. Bu yükseliş kişinin azmi ile
doğru orantılıdır.
Az önce de bahsettiğim gibi bölge satış müdürlüğü dışında, eczacı mesul müdür olarak görev yapabilir. Mesul müdür; yasal
mevzuat doğrultusunda, ecza deposunun ilaç saklama ve dağıtım işlevini yerine getirirken göz önünde bulundurması gereken
kalite, iyi dağıtım ve saklama prosedürlerini uygulamak, uygulatmak ve takibini yapmakla mükelleftir. Mesul müdür, ecza deposunu yasal mevzuata uygunluk açısından Sağlık Bakanlığı’na
karşı temsil etmektedir.
•Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir?
Eczane işletmeciliği ve stok yönetimi iyi yapılırsa eczacının depodan ilaç istemesine gerek kalmayabilir. Bu sayede eczacı
kazanmış olur. Stok yönetimi iyi yapılmış olursa eczacı kazanır
çünkü ben eğer kuryeye yapacağım masrafa gerek duymazsam
bunu eczacıya rekabet amaçlı kazanç olarak geri döndürürüm.
Yani eczacı stok yönetimini iyi yapmış olsa günde bir servise ihtiyacı olsa bizim masraflarımız yüzde beş olmaz yüzde iki, üç olur.
Bu aradaki fark da eczacıya yansır çünkü rekabet söz konusudur.
Herkes daha fazlasını vermeye çalışıyor.
Bir diğer konu; eczane sınırlaması ve coğrafi dağılım. Avrupa’nın
birçok yerinde bu sınırlama mevcut. Türkiye’de de buna ihtiyaç
var. Pazarın büyüklüğü belli eczane nüfusunu kaldırabilir. Her
şeyin enflasyonu zararlıdır. Eczane enflasyonu da öyledir. Eczanelerin elde ettikleri kazançlar belli ve iş kalitesini arttıracak yeterlilikte olmalı. Yani eczacı hem kendi geçimini sağlayabilmeli
hem de işine yatırım yapıp kaliteyi yükseltebilmeli. Bunun için
de kazancın garantisi sağlanabilmeli. Bu yasa düzenlenebilirse
eczacı yanında meslektaşını da çalıştırabilecek ve bazı meslektaşlarımız sektörün diğer kesimlerinde de çalışabilecekler.
15
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Ulusal
Farklı
Farklý Kalemlerle
Mesleðe Genel
Bakýþ

alanlar var, ancak eczacılar genel olarak üretimde veya ecza depolarında görev almak yerine eczane eczacılığı yapmayı tercih
ediyorlar. Eczacıların ecza deposunda görev yaparken karşılaştığı olumsuz bir durum yok ancak eczacıların kendilerini geliştirmeleri gereken bir alan var o da işletme alanıdır. Eczacı bilim
insanıdır ama eğer ecza deposunda çalışmak istiyorsa ticareti iyi
bilmelidir.
e
Mesleğ
erle
Kaleml
ış
Genel Bak
1.
Ulusal
Erzurum
Son zamanlarda mesleğimizde yaşanan sıkıntılara mukabil, yakın zamanda bu tozunu attıracak olan biz gençlerin
olaylar karşısındaki görüş ve tutumlarına son dergimizde
yer vermek istedik. Her üniversiteden bir arkadaşımızın
birkaç cümleyle durumu özetlemesini arzu ettik. Ama
gördük ki birkaç cümleyle özetlenecek gibi değil.Tam aksine bırakın satırları, sayfalar dahi yetersiz kalacak dertlerimizi anlatmakta.Velhasıl, farklı üniversitelerde okuyan,
tek gayesi bu mesleği hakkıyla yapmak olan gençlerin
duygu ve düşünceleridir bu satırlar..
•Kübra SOĞUKKANLI
Ulusal Eczacýlýk
Öðrenci Kongresi
Eczacılık, insan sağlığını odak alan bir meslek olması açısından önemli ve
her ortamda ihtiyaç duyulacak bir meslektir. Günümüzde olduğu gibi ilaç
raflarıyla provizyon sistemleri arasında geçen bir iş şeklinde değil, aldığımız eğitim doğrultusunda doktorun tanı koyduğu hastaya gerekli ilacın ne
olduğuna karar verebileceğimiz, gerektiğinde eczanede kendi havanımızda
ilaçlar yapabileceğimiz, bitkisel ilaç uygulamalarına daha fazla ağırlık verebileceğimiz bir ortamda kesinlikle daha tatminkar bir meslek olacaktır.
Son zamanlarda hayal kırıklığı yaratacak boyutlara ulaşan gelişmeler olsa
da mesleği sevmemdeki en büyük etkenlerden biri olan “birlik” duygumuzun bunun da üstesinden geleceğine inanıyorum ve mesleğimi korumak,
mesleğime sahip çıkmak adına yapılması gereken her şeyi üstleniyorum.
Eczacılık mesleğini isteyerek ve Anadolu Üniversitesi Eczacılık Fakültesini
ilk tercihine yazarak buraya gelmiş biri olarak mesleğimi gururla taşıyorum, taşımaya da devam edeceğim.
Nurcihan KARA
Anadolu üniversitesi eczacılık fakültesi
Geleceğimize umutla bakamıyoruz!
Geleceğin eczacıları olacak eczacılık fakültesi öğrencileri olarak, mesleğimizin
aydınlık bir geleceğe sahip olacağını düşünmüyoruz. Çünkü ileride nelerle karşılaşacağımızı kestiremiyoruz…
Başa her geçenin keyfi uygulamalarıyla şekil alan yasalarla sınırlandırılan mesleğimiz için nasıl aydınlık bir gelecek düşünebiliriz? Bizler 5 yıllık eğitim boyunca ilacın üretiminden kullanımına, vücutta dağılımından atılımına, etkisinden
yan etkisine kadar tüm her şeyi öğreniyorken, ilaç takibinin elimizden alınması
tehdidiyle karşı karşıyayız. İlaç kullanımı 2 yıllık yüzeysel bir eğitimle sertifikalandırılan elemanın eline geçecek; markette elinde kalan fazla ilacı promosyonlarla halka satmaya çalışan satış elemanının, halk sağlığını düşünmeyen
sermaye sahibinin eline geçecek. Oysa sağlık zincirinin giriş kapısı ve son halkası
eczanelerdir, bunun dışında herhangi bir durum düşünülemez. Yere çöp atmamayı bile bir gereklilik olarak görmeyen bilinç düzeyine sahip toplumun market
raflarından ilaç alması, şeker yutar gibi ilaç yutması toplum sağlığını düşünmeyen zihniyetin getirdikleridir. Ancak ilacı halka veren tek el eczacının elidir.
Eczacılık eğitimi yalnızca eczane açmayı gerektirmiyor. Fakülte mezunlarının % 80’i eczane açarken,
eğitim sırasında saatlerce yaptığımız laboratuar uygulamalarıyla üretim için de yeterince donanımlı
olarak yetişiyoruz. Ancak % 75 i dışa bağımlı ilaç sektörünün bu alanda karşıladıkları da gün geçtikçe
düşüyor. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız satsınlar.” mantığına dayanarak her geçen gün ilaç fabrikalarımız “küreselleşme” kalıbının altına sığınarak ortaklık adı altında dış ülkelere satılıyor. Üretim kimya
mühendislerinin eline bırakılıyor. Bu uygulama sürecinin sonunda ilaç ne eczacı için ne de ülke ekonomisi
için gelir kaynağı olabilecek.
İlaç üretimi ve sunumu elimizden alınmaya çalışılırken, ülkemizdeki 24.000 eczaneden 8.500 ü kapanma tehdidiyle karşı karşıyayken, her yıl binlerle mezun olacak biz eczacılık fakülteleri öğrencileri
gelecekten korkuyoruz.
Aslı DEMİRCİ
1.Erzurum Ulusal Eczacılık Öğrenci Kongresi’ne İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi olarak bizler de katıldık. Bir sunum ve
dört posterle iştirak ettiğimiz FARMAKON 2010, ev sahibi arkadaşlarımızın insanüstü çabalarıyla bizlere hafızalarımızdan silinmeyecek günler yaşattı.
Dört gün süren rüyamıza yeniden yolculuk edelim.
Erzurum Havalimanına indiğimiz anda beklediğimiz soğuktan
çok parıltısı uçsuz bucaksız beyazlıkta rakseden, ışıltısı ile gözlerimizdeki sislere meydan okuyan bir aydınlık karşıladı bizleri. İlk
lahzada şaşırtan bu letafet,
Şehr-İstanbulumuz ‘da kâbusa karşılık geliyordu. Vuslat anında,
şemsin yakıcılığı karın kırılganlığını çamura dönüştürüyordu. Sarı
ve beyaz birbirlerine yasaklılardı bizim lûgatımızda. Oysaki Dadaşlar Diyarı’nda rüzgâr, güneşin karın eteklerinde attığı kahkahaları fısıldıyordu kulaklarımıza, onu siyahlara bulamak bir yana
güzelliğinin tamamlayıcısı oluyordu. Yüzlerimizdeki heyecan belirtileri, dudak kıvrımlarımızda gülümsemeye dönüşmüştü.
Etrafın uçsuz bucaksızlığına dalmışken, FARMAKON ekibinin
“Hoş geldiniz” sözü ile dış dünyaya yeniden döndük. Erzurum
Öğretmenevi’ne gitmek üzere bizler için getirilen servisler ile
yol almaya başladık. Ve Erzurum’a ilk bakışlarda ağaçlar başrol
oyuncusu oluvermişti. Yollar onların varlığı ile mealini bulmuş,
mağrur ve nazlı kelimeleri onlar için yeryüzüne inmişti. Önce
onlara dokunabilecek kadar yakın olduğumuzu hissettirip sonra
biranda uzaklaşıveriyorlardı. Büyülemekti görevleri, gözlerimize
efsunlarını sürmekti, başarmışlardı.
Erzurum Öğretmenevi’ne vardığımızda kalplerinin temizliği yüzlerine aksetmiş, samimiyetin ne olduğuna dair bildiklerimizi
bizlere unutturup bambaşka hissiyatları yüreklerimize aşılayan,
Atatürk Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden arkadaşlarımız karşıladı bizleri. Riyasız ve sevgi dolu bakışları en derinlerimizde
hissedebiliyorduk. Kardeşlik tohumlarının atıldığı ilk anları orada yaşadık.
Dinlenmek için çekildiğimiz odalarımızdan Erzurum’u tanımak
üzere yola çıktık. Tabiî ki Erzurum’dan dostlarımız ile. İlk durağımız Erzurum’da yapılması gereken ilk şey ne olmalıdır sorusunun cevabı niteliğindeydi. Hava değişikliğinin iştahımızı açtığı
gerçeğini de ekleyince bütün bahanelerimize, adres Gel Gör Cağ
Kebapçısı oluvermişti. Afiyetle yenen cağ kebapları, bakır taslarda içilen ayranlar damaklarımıza eşsiz lezzetler bıraktı.
Bizlere kardeşlik yapan arkadaşlarımız Hafize, Harun, İlknur ve
Uğur önderliğinde Rüstempaşa Hanı; Taşhan’a ulaştık. Dikdörtgen bir avluya açılan onlarca dükkânın vitrininde, el emeğinin
tezahürü somutlaşmış olarak karşımızda duruyordu. Oltu taşının
ne kadar güç şartlarda gün yüzüne çıkarıldığını öğrendiğimizde
camların öteleri daha da kutsallaşıyordu. Erzurum her hali ile
gözlerimizi kamaştırmaya devam ediyordu.
Taşhan’dan ayrıldıktan sonra Mimar Sinan’ın eseri Lala Paşa
Camii’ni ziyaret ettik. Sinan’ın dokunmadığı bir Erzurum tahayyül edilmezdi ya zannımızca…
1. Erzurum
Ulusal Eczacýlýk
Öðrenci
Kongresi

Ve dinlenmek üzere gözlerimizi tüm Erzurum’a açtığımız bir ka-
Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi
20
24
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Ulusal
Eczacýlýk ve Saðlýk
BÝTKÝSEL ÜRÜNLERÝN
ECZANELERDEKÝ VE ÝLAÇ
ENDÜSTRÝSÝNDEKÝ YERÝ VE KULLANIMI
•Alkan KİRMİT •Merve KURTAN
ECZANELERDE VE İLAÇ ENDÜSTRİSİNDE BİTKİSEL ÜRÜNLER
Arkadaşlar merhaba,
Okulumuzu temsilen 5-7 Mart 2010 tarihleri arasında Atatürk
Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nin düzenlediği 1. Erzurum Ulusal Eczacılık Kongresi’ne katıldık.Aşağıdaki sunumumuzla fakültemizi orada temsil ettik.
İnsanoğlunun kullandığı ilk ilaçlar çevresinde yetişen bitkiler
olmuştur. M.Ö. 50.000 yıllarında Yontma Taş Devri’nde yaşamış
insanlara ait Anadolu’daki mezarlarda bulunan bitki kalıntıları
bunun önemli kanıtlarından biridir. İnsanoğlu deneme yanılma
yöntemi ile hangi bitkinin hangi kısmının ne işe yaradığını bulmuştur. Bu bilgilerin nesilden nesile aktarılması ile tedavi kültürleri oluşmuştur.
Günümüzde bitkisel ürünler; sağlıklı olma halinin sürdürülmesi, hastalıklardan korunma, günlük rahatsızlıkların iyileştirilmesi, sentetik ilaç ile yapılan tedaviyi destekleme, iyileşme sürecini hızlandırma amacıyla kullanılmaktadırlar.
Bitkisel ürünler:
•Kurutulmuş bitki kısımları (Drog): Tıbbi Çaylar,
•Toz edilen droglar ile hazırlanan kapsüller,
•Aromatik bitkiler, uçucu yağlar ve aromaterapi,
•Droglardan elde edilen ekstreler,
•Bitkisel ilaçlar (Fitofarmasötikler),
•Nutrasötikler: Gıda Destekleri ve Fonksiyonel Gıdalar,
•Fitokozmetikler,
•İlaç etken maddesi saf bitkisel maddeler (digitoksin, vinkristin,
taksol vb.) şeklinde eczanelerde yerlerini almış durumdadırlar.
TIBBİ ÇAYLAR: Tedavi edici değere sahip drog veya droglardan
hazırlanan mono veya karışım çaylardır.
Temel Drog ( Remedium Cardinale ), Yardımcı Drog(lar) ( Adjuvans ), Düzeltici Drog(lar) ( Korrigen ), Dolgu Drog(lar) ( Konstitüents ) tıbbi çayı oluşturan kısımlardır.
Avrupa eczanelerinde çok yaygın olarak hazırlanan tıbbi çayların
ülkemiz eczanelerinde de daha yaygın hazırlanmasını sağlamak
amaçlı projeler gerçekleştirilmektedir.
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi Anabilim
Dalı tarafından 2003-2006 yıllarında TEKB (Tüm Eczacı Kooperatifleri Birliği) ile AB’ ye uyum için ECZANEDE TIBBI ÇAY HAZIRLANMASI ve FİTOTERAPİDE DANIŞMAN ECZANE projesi gerçekleştirilmiştir.
Bu amaçla; Eczacılara eğitim seminerleri düzenlenmiş, Tıbbi Çay
Reçeteleri Kitabı hazırlanması için çalışılmış ve gerçekleştirilmiş,
bitki tanıma gezileri düzenlenmiş, Eczanelere Ecza Kooperatiflerince Drog Sağlama Sistemi kurulması için çalışılmıştır.
İLAÇ FORMUNDA ÜRETİLMİŞ BİTKİSEL ÜRÜNLER:
Bitkisel ilaçlar (Fitofarmasötikler):
İyi Tarım Uygulamaları ile yetiştirilen tıbbi bitkilerden, İyi Laboratuar Uygulamaları ile üretilen standardize ekstrelerden, İyi
Üretim Uygulamaları (GMP) ile üretilen, etken maddesi standardize bitki ekstresi veya bitkilerden elde edilen ürünler olan
ilaçlardır. Etki, güvenilirlik ve doze edilme bakımından sentetik
ilaçlarla aynı nitelikleri taşırlar.
Nütrasötikler (Gıda destekleri, diyet ürünleri) :
Bir gıdada biyoaktif olduğu düşünülen bir etken maddeyi, gıda
26
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Bitkisel Ürünlerin
Eczanelerdeki ve
Ýlaç
Endüstrisindeki
yeri ve
Kullanýmý
GÝZLÝ KAHRAMAN
AEROJEL
 
Eczacýlýk ve Saðlýk
ÝSTANBUL’DA SALGIN
HASTALIKLARIN TARÝHSEL GELÝÞÝMÝ
ÝLAÇLARIN
AEROJEL
NAZAL YOLDAN
VERÝLMESÝ
Prof. Dr. Yıldız Özsoy
•Merve KURTAN
B
İ.Ü. Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı
B
urun, epitel doku açışından farklılık gösteren filtrasyon, solunum ve koku alma bölgesi olmak üzere üç bölgeye ayrılır.
Ýlaçlarýn
Nazal Yoldan
Verilmesi

Nazal olarak uygulanan ilaçlar diğerlerinden daha geniş alana sahip solunum bölgesinden absorbe edilir. Diğer uy-
gulama yolları ile mukayese edildiğinde nazal yol; oldukça geniş bir absorpsiyon alanına (150 cm2) sahip olması, yaygın
damar ağı yapısı, ince membran ve kan akışının hızlı olması ile hızlı absorpsiyon ve çabuk etki sağlaması, hepatik ilk geçiş
etkisinin olmaması ve doz aşımı riskinin düşük olması, gastrointestinal sistemde bozulan ilaçlar için alternatif yol olması
ve hasta uyuncunun iyi olması gibi pek çok avantaja sahiptir. Dezavantajları arasında ise kısıtlı uygulama hacmi (25-250
µL), molekül ağırlığı büyük olan (>1000 Dalton (mol/g)) ilaçların nazal mukozadan geçişinin zorluğu, patolojik şartlar, etkin
maddelerin irritasyonu ve enzimatik engel sayılabilir.
L
okal ve sistemik etki elde etmek için ilaçların nazal uygulanetkin maddeyi içerirler. Etkin maddeler sıvağda çözünmüş veya
ması oldukça eskiye dayanmaktadır. Eczanelerde çoğunlukla
dağılmış haldedir.
küçük molekül ağırlığına sahip nazal uygulanan ilaçlar yanında
Genelde nazal uygulanan ilaçların çözelti şekillerinin (damlalar)
küçük polipeptit yapılı ilaçlar da mevcuttur. Son yıllardaki çalışburundan arınmaları (mukosilier klerens) sebebiyle nazal mukomalar özellikle yüksek molekül ağırlığına sahip peptit - protein
zada kalış süreleri oldukça kısa olduğundan biyoyararlanımları
yapısındaki ve immunizasyon amaçlı terapötik ajanların sistemik
oldukça düşüktür. Bu nedenle, ilaçların mukoadezif jel veya toz
uygulanması üzerine yoğunlaşmıştır.
sistemleri hazırlanarak nazal absorpsiyonun dolayısıyla biyoİlaçların nazal absorpsiyonunu etkileyen faktörler arasında etkin
yararlanımın arttırılması üzerine çalışmalar günümüzde artan
madde ve formülasyona ait faktörler
oranda devam etmektedir.
ile anatomik, fizyolojik ve patolojik Nazal yolla kullanılan büyük mofaktörler yer almaktadır. Etkin madNazal yolla kullanılan büyük moleküldeye ait faktörleri kimyasal yapı, poli- leküllü ilaçların eczanelerdeki sa- lü ilaçların eczanelerdeki sayısı da gün
morfizm, molekül ağırlığı ve şekli, lipo- yısı da gün geçtikçe artmaktadır. geçtikçe artmaktadır. FDA’dan onay alfilik özellik, pKa ve partisyon katsayısı,
mış ve satışı yapılan bu ilaçlar arasınpartikül boyutu olarak; formülasyona FDA’dan onay almış ve satışı ya- da desmopressin asetat, salmon kalsiait faktörleri ise; formülasyonun pH ve
tonin, buserelin, nafarelin, oksitosin,
pılan
bu
ilaçlar
arasında
desmoposmolaritesi, viskozitesi, konsantrassiyanokobalamin etkin maddeleri yer
yonu, formülasyonun tipi ve uygula- ressin asetat, salmon kalsitonin, almaktadır. Bu ilaçların molekül ağırma apareyi olarak sınıflandırabiliriz.
lıkları 1000-3400 Da arasındadır ve
Avrupa Farmakopesi, nazal dozaj şe- buserelin, nafarelin, oksitosin, si- çoğunun nazal biyoyararlanımı %10
killerini; damla ve sıvı nazal spreyler,
civarında olmasına rağmen bu ilaçlar,
tozlar, yarı-katılar, nazal yıkama çözel- yanokobalamin etkin maddeleri uygulama kolaylığı ve üretim maliyeti
tileri ve stikler olarak sınıflandırmıştır. yer almaktadır.
gibi faktörler nedeniyle parenteral olDamla ve sıvı nazal spreyler, nazal
mayan yollarla hastaya verilmek istenboşluğa damla veya sprey şeklinde uymektedir. Nazal yolla kullanımı araştırgulanan çözelti, emülsiyon veya süspansiyonlardır.
ma aşamasında olan büyük molekül ağırlıklı ilaçlar arasında ise
Tozlar, uygun bir alet ile nazal boşluğa püskürtülen, ya sadece
insülin, büyüme hormonu ve heparin yer almaktadır.
etkin maddeyi yada etkin maddeyi taşıyan tozları içeren preparatlardır.
Faydalanılan kaynaklar:
•Ozsoy, Y. In Handbook of Particulate Drug Delivery; Kumar, M.N.V.R., Ed.; American ScienYarı-katı preparatlar, genellikle lokal etki amacıyla kullanılan jel,
tific Publisher; CA, USA,Vol. 2, Chapter 8, 2008
•Ozsoy, Y. et al., Molecules 14, 3754 (2009)
krem ve merhemlerdir. Sıvağın yapısına bağlı olarak; antimikro•Ozer, Y. (Ed: Mozafari MR.) Nanomaterials and Nanosystems for Biomedical Applications),
biyal, antioksidan, stabiliteyi sağlayıcı, emülsiyon oluşturucu,
Dordrecht: Springer, 99, 2007
•Illum, L. J. Control. Release 87, 187 (2003)
viskozite ve penetrasyon arttırıcı maddeleri içerebilirler.
•Behl, C.R. et al., Adv. Drug Del. Rev. 29, 89 (1998)
Yıkama çözeltileri, nazal boşluğu temizlemek için kullanılan sulu,
•European Pharmacopeia 6th Edition, 2008
•Wermeling DP Miller JL. (Ed: Rathbone MJ, Hadgraft J, Roberts MS, Modified Release Drug
izotonik çözeltilerdir.
Delivery Technology), Chapter 61, New York: Marcel Dekker, Inc., 727, 2002
Stikler, lokal uygulama amaçlı katı preparatlardır. Vücut sıcaklığında çözünen veya eriyen uygun bir sıvağda bir veya birkaç
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
D
29
ilimin gelişmediği dönemlerde insanlar, salgınları Tanrı’nın
bir gazabı ve günahkar kullarına gönderdiği bir ceza olarak
kabul etmişler ve salgınlara karşı önlem almayı yararsız bulmuşlar, bunun Tanrı’ya karşı gelmek, hatta isyan olduğunu düşünmüşlerdir. Bu nedenle 19. yy.’ın başında İstanbul’da görülen bir
veba salgınında yatsı ezanından
sonra minarelerde bir dua okutuluyor ve sur kapıları dışına
yerleştirilen görevliler sadece
çıkan tabutları sayıp ölü sayısını
tespit ediyordu.
Konstantinopolis’te veba ilk kez
542’de görülmüş ve 10.000’den
fazla kişi ölmüştür. Bu salgından sonra Avrupa’da ortaçağın
sonuna kadar 32 veba salgını
görülmüştür, İstanbul da hemen hemen bunların hepsinden etkilenmiştir.
Evliya Çelebi’ye göre, Bayezid Hamamının zemininde bin
parçadan oluşan dört köşe bir sütun İstanbul’u vebaya karşı
korumaktaydı. Hamamın yapımı sırasında bu taşın yıkılmasından sonra İstanbul veba istilalarına uğramaya başlamıştır. Yine
Evliya Çelebi, Bizans döneminde vebalı yerlerden gelenlerin,
Yedikule’de yedi gün durmadıkça İstanbul’a giremediklerini bildirir.
MÖ 10-9. yy.’dan beri bilinen veba zaman zaman büyük salgınlara yol açarak çok sayıda insanın ölümüne sebep olmuştur.
1346-1353 arasında Avrupa’ya yayılan ve ‘kara ölüm’ adı verilen
dehşet verici salgında toplam 40.000.000 kişinin öldüğü tahmin edilmektedir. Avrupa’nın bu salgındaki kaybı ise, nüfusunun dörtte biri olan 25.000.000 kişidir. İstanbul’da 1591-1592
salgınında günlük ölü sayısı 325’e yükselmiş, halk bu afetin yok
olması için dağlara duaya çıkmış, padişah sarayını terk etmiş,
dükkanlar kapanmış ve tutuklular affedilerek salıverilmiştir.
1751 salgınında İstanbul’da binlerce insan ölmüş ve ardından
şehrin büyük kısmı yanmıştır. 18. ve 19. yy.’larda küçük salgınlar
görülmüştür. 1803’te İstanbul’da vebadan 150.000, 1813’te ise
110.000 kişi ölmüştür.
1831’e kadar kolera ve vebalıların tecrit ve tedavileri Maltepe
Askeri Hastanesi’nde yapılırken 1831 de Kız Kulesi, Kız Kulesi Vebalılar Hastanesi adıyla koleraya yakalanan erlere tahsis
edilmiştir. 1836-1837’de İstanbul’da görülen ve ölü sayısının
20.000-30.000 olduğu tahmin edilen son büyük salgında hastalar kısmen burada tedavi edilmiştir.
1837’de Osmanlı İmparatorluğu’nda karantina uygulamasının
başlaması ve örgütlenmesi ile veba salgınları büyük ölçüde önlenmiştir. İstanbul’da 1901’de veba salgını, hastalık görülen yer-
30
lerin dezenfeksiyonu ve alınan ciddi önlemlerle kısa sürede önlenmiştir. 1929’dan sonra İstanbul’da vebaya rastlanmamıştır.
İmparatorluğun ticaret merkezi olan İstanbul’da kolera salgınları
da sık sık görülmekteydi. 1893 yılında İstanbul’da koleraya dair
ilk vaka Hasköy’de 25 Ağustos 1893 tarihinde, 2. vaka ertesi gün
Kuleli Askeri İdadisi’nde bir öğrencinin
kusma ve ishal halleriyle rahatsızlanıp
24 saat içinde ölmesiyle ortaya çıkmıştır. Fakat bu iki vaka incelenince koleradan ölmedikleri fikrine varılmıştır.
Önce mevsim hastalığı olarak değerlendirilmiştir. Bu durum kolera hastalığının Osmanlı hekimlerince henüz
tam olarak tanınmadığını göstermektedir. Hasköy ve Kuleli’de meydana
gelen ilk iki vakada hastaların mikrobu nereden kaptıklarına dair o zaman
yapılan incelemelerde kesin bir bilgiye
ulaşılamamıştır. Ancak İstanbul’a ilk
kolera mikrobunu bir İngiliz gemisinin
getirdiği bilinmekteydi. 1893-1894 İstanbul kolera salgınında askerler hariç hastalığa yakalanan 2120
kişiden 1282’si yaşamını yitirmiştir. 17 Ocak 1895-6 Mayıs 1895
kolera salgınında yalnız siviller arasında 324 kişi koleraya yakalanmış, 194 kişi yaşamını yitirmiştir. Kolera ile sefalet arasında
bir bağ olduğu doğru ve açık bir gerçektir.
Bu hastalık hakikaten bir fakir hastalığıdır. Ancak sadece fakirlerin değil 19. yy. boyunca Avrupa’da görülen kolera salgınında,
mikrobun özellikle ortak su kaynakları sebebiyle zenginleri de
yakaladığı kaydedilmiştir. Fakat Osmanlı başkentindeki salgınlarda genellikle bu gerçekleşmemiş. Hele 1893-1894 ve 1895 salgınında hemen hemen hiçbir seçkinin hastalığa yakalanmadığı
görülür. İstanbul’da 1847-1848 salgınında alt sınıfı olduğu kadar
üst sınıfı da etkileyen kolera 1893-1895 aralığında yoğun olarak
alt sınıftan kurbanlar seçmiştir.
İstanbul’da halkın kolerayı nasıl karşılayıp algıladığına dair bilgi
veren kısıtlı miktarda kaynak olduğundan Sadri Sema’nın Eski
İstanbul Hatıraları adlı eseri oldukça önemlidir. Yazar 1893-1894
salgınından şöyle bahseder: “…İstanbul’un eski yangınları şehri
nasıl bir baştan bir başa yakıp yıkmışsa, kolerada İstanbul’u öyle
yaktı yıktı. Çok ocaklar söndü. Korkunç bir ölüm sağanağıydı bu
hastalık. Herkes endişe ve korku içinde. Herkes bir korku gölgesi.
İstanbul göklerinde ölüm kanat açmış. Her taraftan adem rüzgarı esiyor, her tarafta ölüm sahneleri… Kurban bekleyen musalla
taşları ve acı acı gıcırdayan tabutlar…”
Ölüm riski bu kadar yüksek olan bu hastalığın tedavisi oldukça
basittir ancak tedavi edilmezse %50 oranında ölümle sonuçlanabilir. Her yıl 100.000’in üstünde insan kolera hastalığı yüzünden ölmektedir.
Güncel
eðerleri
•Hacı Usta
“Lütfen dünyanýn geri kalan kýsmýndaki yiyecek eksikliðine bir çözüm ile ilgili kiþisel
görüþünüzü dürüstçe belirtiniz.”
Anket büyük bir baþarýsýzlýkla
sonuçlanmýþ...
* Çünkü Afrika´da insanlar “yiyecek” kelimesinin ne anlama
geldiğini bilmiyorlar.
32
2
* Batý Avrupa´da insanlar “eksiklik” kelimesinin ne anlama
geldiğini bilmiyorlar.
* Doðu Avrupa´da ki insanlar “kiþisel görüþ”ün ne anlama
geldiğini bilmiyorlar.
* Orta Doðu´da insanlar “çözüm”ün ne anlama geldiğini bilmiyorlar.
* Güney Amerika´da ki insanlar “lütfen” kelimesinin ne anlama geldiğini bilmiyorlar.
* Ýsrail´deki insanlar “dürüstlük” kelimesinin ne anlama geldiğini bilmiyorlar.
* Ve Amerika´da ki insanlar “dünyanýn geri kalan kýsmý”nın
ne anlama geldiğini bilmiyorlar.
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Dünya
Deðerleri
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Ýstanbul’da Salgýn
Hastalýklarýn
Tarihsel
Geliþimi

İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
ünya
Dünya çapýnda bir anket yapýlmýþ. Sadece bir soru sorulmuþ:
•Ayşenur ÇAKIR
NASA’nın “Jet Propulsion” Laboratuvarlarında
çalışan Peter Tsou ve bir aerojel parçası
malzemesinden bile 39 kat daha fazla yalıtım kapasitesine sahip
olup, %99,8’i havadan oluşmaktadır. Aerojel öyle bir yalıtkandır
ki, oksijen kaynağıyla direkt verilen ateşi bile yalıtabilir.
Dıştan bakıldığında dondurulmuş dumana benzeyen aerojel,
aslında bu görüntüsünün altında oldukça sert bir doğa saklıyor.
oğu icatta olduğu gibi öykümüz yine meraklı ve çılgın bilim
Sadece 2 gramının bile 2,5 kilogramlık bir taş kütlesini kaldırabiladamlarıyla başlıyor. Amerikalı bilim adamı ve kimya müdiğini düşünürsek, bu tanım yanlış olmaz.
hendisi Samuel Stephens Kistler (1900- 1975), Charles Learned
NASA, “Stardust” adlı uzay aracında yıldızlar arası toz örnekleri
ile jöle benzeri maddelerin içindeki sıvı bileşeni, ana maddetoplamak için büyük bir aerojel panel üretmiş, bu sayede örnin hacmini değiştirmeden “hava” ile değiştirmek konusunda
neklerin başarıyla Dünya’ya ulaşmasını sağlamıştı. Daha önce
iddiaya girer. “Supercritical Drying” adlı
de aerojel, Mars’a yollanılan “Pathbir yöntemle katı maddeye hiçbir zarar
vermeden içindeki sıvının yavaşça yok Gelecekte aerojel gibi bir süper finder” adlı keşif aracında ısı yalıtımı
olmasını sağlayan Kistler iddiayı kazanır yalıtkan karşısında birçok sıradan amacıyla kullanılmıştı.
Kurşun geçirmeyen, 1 kilogram dive günümüzde “donmuş duman” olarak
da bilinen “aerojel” mucizesi 1931 yılın- yalıtım malzemesinin pabucunun namitin patlamasından etkilenmeyen, 1300 dereceye kadar sıcaktan
da ortaya çıkar.
İlk aerojeller, ilaçların, deri, dama atılması ihtimalinin yüksek ve -120 dereceye kadar soğuktan
bitkisel ya da canlı bazlı sanayi ürünle- olduğu söylenebilir. “Doğaya say- koruyabilen aerojeli günlük hayatta
kullanmaya yönelik Amerika başta
rinin nemini alması için kullanılan “silika
jel”den üretilmişti. Ancak 1980’lerin son- gılı” materyallerin kullanımının olmak üzere çeşitli ülkelerde birçok
proje üretiliyor.
larına doğru aerojeller daha da geliştirilerek karbon bazlı aerojeller ortaya çıktı. teşvik edildiği bu günlerde, aerojel Tüm bu gelişmelere dayanarak, geTemel olarak silika esaslı sıvı bir jelin yük- araştırmacıları daha da cesaret- lecekte aerojel gibi bir süper yalıtkan karşısında birçok sıradan yalıtım
sek ısı ve basınç altında belirli bir noktaya
kadar kurutulması prensibine dayanırlar. lendiriyor çünkü bozulan bir aero- malzemesinin pabucunun dama
atılması ihtimalinin yüksek olduğu
NASA’nın “Jet Propulsion” laboratuvarlarında üretilen aerojeller, havanın yoğun- jel parçasından geriye sadece kum söylenebilir. “Doğaya saygılı” materyallerin kullanımının teşvik edildiği
luğuna oldukça yaklaşmış durumdalar. kalıyor.
bu günlerde, aerojel araştırmacıları
Yalnızca NASA laboratuvarlarında değil,
daha da cesaretlendiriyor çünkü boçeşitli laboratuvarlarda da aerojel üretim
zulan bir aerojel parçasından geriye sadece kum kalıyor. Sonuç
çalışmaları devam etmektedir. Hatta internet ortamında aerojel
olarak hem son derece hafif, hem kendisinden beklenmeyecek
tarifleri ve yapılış şekilleri dahi bulunmaktadır.
kadar yalıtkan, hem de doğaya son derece saygılı bu nanotekGünümüzde Guinness Rekorlar Kitabı’na “bilinen en
noloji mucizesinin maliyeti de azaltılabilirse önü oldukça açık
hafif katı madde” olarak girmeyi başaran aerojel, silika esaslı bir
gözüküyor.
başka madde olan camla karşılaştırıldığında 1000 kat daha az
KAYNAKÇA
yoğunluğa ve nano boyutlu deliklere sahip. Bu nedenle yüzeyi
http://unitednuclear.com/index.php?main_page=product_
bir süngeri andırır.
info&cPath=16_17_69&products_id=89
http://stardust.jpl.nasa.gov/tech/aerogel.html
Çok da eski bir tarihçeye sahip olmayan bu muhteşem madde,
http://en.wikipedia.org/wiki/Aerogel
http://www.aerogel.org/
uzay teknolojilerinde kullanılan en gelişmiş fiberglas yalıtım
http://www.metalurjik.com/?main=haberayrinti&id=411
Ç
28
Eczane ve Saðlýk
GÝZLÝ KAHRAMAN
Gizli Kahraman
AEROJEL
 
Ý.Ü. Eczacýlýk
Fakültesi Van
Çatak Ýlçesi
Kardeþ Köy
Okullarý
Projesi
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Fakültemizden
Ý.Ü. ECZACILIK FAKÜLTESÝ
VAN ÝLÝ ÇATAK ÝLÇESÝ
KARDEÞOKULLARI
KÖYPROJESÝ
•Barış Tekin •A.İlker ARSLAN
İ
stanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Sosyal Sorumluluk Projesi olarak yürüttüğümüz Van-Çatak’ta 4 köy okulundaki 350
öğrenciyi kapsayan projemiz Nisan 2009’da başladı. Projemizi
Dekan Yardımcımız Prof. Dr. Afife Mat’a anlattığımızda onun
da bizimle aynı heyecanı paylaştığını görmek bizleri çok
mutlu etmişti.
Projenin Fakültemiz Yönetim Kurulu’ndan
onaylanmasının ardından artık bir nevi sahaya inme
vakti gelmişti bizim
için. Proje kapsamında
okullardaki öğretmenlerimizle beraber oluşturduğumuz ihtiyaç listesini
tamamlamamız gerekiyordu. Bu konuda çok tecrübeli
olmadığımızdan ilk aşamada
nereden başlayacağımızı bilemediğimizi itiraf etmeliyim; ancak daha sonra Cağaloğlu’ndaki
yayınevlerine giderek projemizi anlatıp yayınevlerinden projeye destek
isteyerek ilk adımı atmış olduk. Kırtasiy e
fuarlarına gidip kırtasiye firmalarının
kapısını çalmakla devam
eden bu süreçte birçok ilaç
firmasının da kapısını aşındırdığımızı ve bu kapıların
birer birer yüzümüze kapandığını söylemek gerek.
Her şey bu kadar olumsuz
giderken Kırmızı Beyaz
Yayıncılık ’tan gelen 4
koli kitap yardımı yeterli olmadığını bilsek de
tüm karamsarlığımızın
yok olmasına yetti. Bu
bizlere inanan diğer
yayınevlerinin desteğiyle bir anda çığ
gibi büyüyen bir hal
aldı. Fakat yine bir
sorun vardı; yeterli
kitap olmasına rağmen kırtasiye ihtiyaçları anlamında yeterli destek bulamadığımızdan
34
paraya ihtiyaç vardı. Bunun için fakültemizde 12-13 Mayıs 2009
tarihinde kermes yapmaya karar verdik. Kermese
hocalarımızdan ve arkadaşlarımızdan yoğun
ilgi vardı; bu 2 günde 2 bin liradan fazla
para topladık. 14 Mayıs Türk Eczacılık
Günü’nde proje standımızı açarak
eczacı büyüklerimize projemizi anlattık ve projeye desteklerini istedik. Rebul Eczanesi’nin sahibi Eczacı Mehmet Müderrisoğlu’nun
da desteğiyle eczanesinde
Rebul ürünlerini satarak buradan elde edeceğimiz cironun yüzde 25’ini projeye
yardım olarak aldık. Ayrıca eczanede projemize
yardım için 4 ay boyunca
tansiyon ölçümlerinden alınan
ücretler bize verildi.
Proje bu aşamaya gelirken final dönemimizin
araya girmesi ve finallerin ardından yaz tatiliyle birlikte projeye doğal olarak kısa bir ara vermiş olduk. Yaz boyunca
elde ettiğimiz yardımları Van’daki kardeşlerimize nasıl ulaştırırız
bunu düşündük, çünkü bizim amacımız bu eğitim yardımlarını
ilk elden öğrenci kardeşlerimize ulaştırmaktı. Bu ayrı bir finans
sorunuydu bizim için ve bu sorunun çözümünün bizleri
aştığının farkındaydık.
2009-2010
eğitimöğretim yılı başlarken bu yardımların öğrenci
kardeşlerimize
ulaşması gerektiğinin baskısı bizleri
mutsuz ederken Fakültemiz Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Afife
Mat hocamıza bu konudaki sıkıntılarımızı
anlattık. Daha önceden
bağlantıda olduğumuz
Hedef Ecza Deposu proje için Van’a fakültedeki
arkadaşlarımızla gitmemiz için 4 günlüğüne kira-
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Ýçindekiler
Fakültemizden
KARÝYER
GÜNLERÝ
•Kübra SOĞUKKANLI •Hacer TOPAK
Fakültemizde İUPSA tarafından bu yıl ikincisi düzenlenen Kariyer Günleri, eczacılık mesleğini daha iyi tanımamızı sağlayarak gelecek adına doğru hedefler belirlememiz ve sağlıklı
kariyer planları yapmamız konusunda bizlere eşsiz bir yardım
kaynağı niteliğindedir. Kariyer Günleri sayesinde, uygun ders
ve staj seçiminden kariyerimize başlangıç aşamasında nasıl
adımlar atacağımıza kadar birçok konuda daha bilinçli ve rahat kararlar verebilecek şekilde kendimizi geliştirme imkânına
sahip olmaktayız.
Kişisel ve mesleki vizyonumuzu geliştirmemiz amacıyla bizlerle birlikte olan çok değerli konuklarımızdan bahsedecek
olursak;
Kariyer Günü’nün ilk konuğu; Eczane Eczacılığı hakkında bilgi
vermek üzere bizlere çok güzel bir sunum gerçekleştiren Ecz.
Almila ÖZTOSUN’du. Eczane Eczacılığı konusunda geniş bir
donanıma sahip olan Almila Hanım, her eczane eczacısının
bilmesi gereken on altın kuralı bizlerle paylaştı.
Ecz. Almıla ÖZTOSUN’a bu güzel ve eğitici sunum için bir kez
daha teşekkür ederiz.

IUPSA
Kariyer
Günleri
26 Mart 2010 tarihli Kariyer Günü’ndeki konuklarımız ise İlaç
Endüstri’sinde Eczacının Rolünü anlatmak üzere, 1996 mezunlarımızdan Ecz.Güliz KARCEBAŞ ve 2006 mezunlarımızdan Ecz.Merve AGUŞ idi. Kariyer basamaklarını anlatan Güliz
Hanım’ın bulunduğu departmanlarda hangi görevleri yaptığını anlatmasıyla endüstri alanında yapabileceklerimizi görmüş
olduk. Güliz Hanım’ın mesleğimize sahip çıkmamız gerektiğini vurguladığı konuşması için tekrar teşekkür ederiz.
16 Nisan 2010 tarihli Kariyer Günü’ne gelen konuğumuz Hedef Alliance’ı temsilen Tekin CANKATAR idi. Tekin Bey bizlere
genel olarak Dünya ilaç pazarı ve gelişiminden, Türkiye ilaç
ve eczacılık pazarından, temel dağıtım kanalı faaliyetlerinden
ve son olarak Hedef Alliance’dan bahsetti. Temel ilkelerinden
söz ettikten sonra da sunumunu, bizleri geleceğimizi beraber
inşa etmeye davet ederek sonlandırdı. Tekin Bey’e ve arkadaşlarına teşekkür ediyoruz.
7 Mayıs 2010 tarihli Kariyer Günü konuğumuz Kamu Eczacısı
Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden 1993 yılında mezun
olmuş olan Ecz.Yeşim ZENGİ idi. Yeşim Hanım öncelikle çalışma alanımızı seçerken nelere dikkat etmemiz gerektiğinden,
özellikle mesleki tatmini olan bir alanın seçilmesinin daha
doğru olacağından söz edip sonrasında da eczacılığın farklı alanlarında iş deneyimi olduğundan, ayrıntılı bir şekilde,
çalışabileceğimiz departmanlardan bahsetti. Yeşim Hanım’a
zamanlarını ayırıp geldiği, bizlere keyifli ve faydalı bir sohbet
ortamı sunduğu için teşekkür ediyoruz.
Umut ediyoruz düzenlemiş olduğumuz bu söyleşiler sizler
için yol gösterici olmuştur.
36
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Fakültemizden
Fakültemizden
Ý.Ü. Eczacýlýk Fakültesi
Fotoðrafçýlýk Kulübü
Ý.Ü. Eczacýlýk
Fakültesi
Fotoðrafcýlýk
Kulübü
(Fotofarma)
(Fotofarma)
2007–2008 yılı güz döneminde fakültemizde araştırma görevlisi hocalarımız ve öğrenci arkadaşlarımız öncülüğünde ve Prof. Dr. Afife Mat hocamızın danışmanlığında
kuruldu.
Kulübümüzün amacı fakültemizin öğrencilerinin ve akademisyenlerinin katılabileceği
sosyal ve kültürel aktiviteler yapmak, fotoğraf sanatıyla yakından ilgilenmelerini sağlamak ve yeni gelen öğrencilerin üst sınıflarla kaynaşabileceği ortamlar hazırlamaktır.
2007-2008 öğretim yılının bahar döneminde İstanbul Üniversitesi Fotoğrafçılık Kulübü (İSÜF)’ünden Emre Topdemir ve Mehmet Gökalp’in verdiği temel fotoğraf eğitimi
dersleri ile eğitime başladık. Eğitime 2009 yılının bahar döneminde fakültemiz araştırma görevlilerinden olan hocamız Ayşe Açma’nın verdiği temel fotoğraf eğitimi dersleri ile devam edildi. Hafta sonları İstanbul’un çeşitli semtlerine düzenlenen fotoğraf
gezileri ile teorikte öğrendiğimiz bilgileri uygulamalarla pekiştirdik. Gezilerde çekilen
fotoğraflar haftalık olarak fakültemizde panolara asılmakta. Başta Atlas Dergisi’nin fotoğraf sanatçılarından ve aynı zamanda üniversitemizin de öğretim üyesi olan Yrd.
Doç. Dr. Yıldırım Güngör, Doğa fotoğrafçısı Ali İhsan Gökçen, belgesel fotoğraf sanatçıları Murat Yazar, Şevket Şahintaş, Paşa İmrek ve Deniz Ersoy’u ağırladık. Konuklarımız birbirinden güzel fotoğraflarını bizlerle paylaştılar; ufkumuza ufuk kattılar. Ayrıca
fakültemizde üyelerin katılımı ile 3 sergi düzenlendi; ilk sergimiz konusuz idi; ikincisi
ise fotoğraf sanatçısı İsa Çelik tarafından seçilen fotoğraflardan oluşan, konusu ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’ olan sergimiz idi. Üçüncü ise iki konulu idi: ‘Dur De!’
ve ‘İstanbul’.
Buraya kadar size Fotofarma’nın oluşumunu ve yapılan aktiviteleri anlattık. Bir de şu
sıra düzenlediğimiz; Marmara Üniversitesi’nde 14 Mayıs Eczacılık Bayramı nedeniyle
yapılan programda Fotofarma ilk kez İstanbul’da bulunan diğer eczacılık fakülteleri
öğrenci ve çalışanlarının da katılabildiği ‘İz’ konulu bir yarışma organizasyonumuz
mevcut. Yarışmamızın kazananları 14 Mayıs’taki programda ödüllerini alacaklar.
Kulübümüz fakültemizde gelecek dönemlerde de gezileri, sergileri, dia gösterileri,
konuk ağırlamaları, yarışmaları ile sizlerle olmaya, fotoğraf kültürünüze yeni ufuklar
kazandırmaya devam edecektir.
Başkan: GürayYorulmaz
Başkan Yardımcısı: Nurdan Yazıcı
Üye Temsilcisi: Hakan CAN
IUPSA
1. Sýnýflar
Futbol
Turnuvasý
 
37
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
ISPE Türkiye
Öðrenci Birliði
Üniversite öğrencilerine ,sanayi çalışanlarına; uzman
mühendislerimiz ve danışmanlarımızın yardımıyla pratik deneyim ve düşüncelerini paylaşabilecekleri ortamlar hazırlayıp
çeşitli seminerler de düzenlemektedir.Sürekli yaşayan canlı
bir
birlik olarak ISPE üyeleri aldıkları eğitimle sanayinin geliştirilmesi için eskisinden daha
çok birbirlerine yardımcı olmaktadır.
Dünya çapında ilaç
mühendislerinin buluşma adresi olan ISPE 2005 Aralık ayından itibaren Türkiye şubesini
açarak
Türkiye’deki ilaç sanayi çalışanlarına da eşit hizmeti sağlamaktadır. Düzenlediği kaliteli
ve iyi organize edilmiş eğitim seminer-leriyle kaliteli ilaç üretimine çok büyük katkılar sağlamış ve sağlamaya devam edecektir.
Bu seminerlerin amacı; ilaç endüstrimizin firma, otorite, üniversite ve teslimatçı taraflarının bir araya gelerek en güncel teknik
konularda bilgilendirilmesi ve ortak birplatformda düşünülmesinin sağlanmasıdır.
•1) Kasım 2007 yılında ISPE Türkiye şubesi; Yaratıcılık, Hızlı Gelişme ve ISPE Merkezine Katkı kategorilerindeki performansından dolayı “Yılın Şubesi” ödülünü almıştır.
ISPE Türkiye şubesi hizmetlerini sadece sanayiyle sınırlı tutmamıştır. Uluslar arası ISPE’nin kuruluş amacı arasında da yer alan
üniversite öğrencilerine danışmanlık hizmetini de büyük destekle gerçekleştirmektedir:İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ ECZACILIK
FAKÜLTESİ ile işbirliği yapıp “İlaç mühendisliği” dersinin fakültemizde başlamasındaki katkıları sonucu “İlaç Mühendisliği” dersi sadece fakültemizde 4. sınıf zorunlu dersi olarak 2010-2011
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
İstanbul...
INTERNATIONAL SOCÝETY FOR PAHARMACEUTICAL ENGINEERING
SPE,International Society For Pharmaceutical Engineering, ilaç
sanayi çalışanlarının eğitimi ve gelişimlerine destek için
1980 yılında kurulmuş kar amacı gütmeyen, dünyada en fazla
üye sayısına sahip olan birliktir.Yaklaşık 90 ülkede 25.000 üyeye
hizmet vermektedir.
izlemeye gelen desteklerini esirgemeyen arkadaşlar, çok sağolun...
Turnuvanın EN’leri;
En Gollü Karşılaşma: Alkolik Bilbao- Verder Veremem :9-9
En Farklı Galibiyet: Atletiko Vaybabo- FC İnhibitör: 17-0
En Golcü Oyuncu: Süleyman Güngören (Bahoz FC): 19dan sonrasını sayamadık
En Çok Gol Atan Takım: Atletiko Vaybabo: 34 gol
En Amigo Taraftar: Abdullah İpek(Atletiko Vababo)
En Baba Oyuncu: Adem Doğan (FC İnhibitör)
En İyi Kaleci: Hasan Alpağu (Atletiko Vaybabo)
En Flaş Forvet: İhsan Bozkurt (Verder Veremem)
En Yorgun Savaşçı: Mehmet Bakır (Pharmacy Messi)
En Kollina Hakem: Sefa Başyiğit (IUPSA Başkanı)
Ýstanbul
Fakültemizden
ISPE TÜRKÝYE
ÖÐRENCÝ BÝRLÝÐÝ

Önce düşündük bir turnuva hakkında ne yazılabilir ki diye. Ama
sonra pekiştirdiğimiz arkadaşlıkları, yeni simalarla belki de ömür
boyu sürecek bir dostluk için atılan temelleri düşündük. Sonra
geçirdiğimiz keyifli dakikaları, belki beş yıl boyunca esprilerimize
ilham verecek konuşmaları, muhabbetleri... Söylenecek birkaç
şey var…
Turnuvanın keyifli geçeceği daha ilk andan itibaren belliydi
zaten. Arkadaşlarımızın takımlarına koyduğu isimler, “ezecez oğlum sizi” diyalogları, takımlardaki renkli simalar, daha başlamadan turnuvanın amacına ulaşmasına sebep olmuştu belki de...
Ne mi oldu? Artık her birimiz daha çok insana “merhaba”
diyoruz, her gün belki de görmezden gelip yanından geçtiğimiz
insanlarda aslında ne cevherler gizli, görüyoruz… Belki de aynı
şeyi sürekli farklı şekillerde söylemiş gibi olduk ama ne yapalım
amacımız buydu: Daha çok arkadaş, pekiştirilmiş dostluklar ve
keyifli geçen bir zaman…
Tebrikler Atletiko Vaybabo, teşekkürler Bahoz FC, Alkolik Bilbao, Verder Veremem, FC İnhibitör ve Pharmacy Messi… Ve
38
I
TURNUVASI
•Umut İŞLER •Abdullah Şehid HUCA
eğitim öğretim yılında okutulmaya başlayacaktır..Şimdiye kadar
seçmeli ders olarak okutulurken artık zorunlu ders sayılması fakültemiz ve fakültemizde eğitim gören öğrenciler için büyük bir
şans,imkan ve gurur kaynağıdır.
İLAÇ MÜHENDİSLİĞİ
İlaç mühendisliği nedir?
ISPE Sağlık Bilimleri Derneği’nin
amaçlarından biri de endüstriyle üniversite arasındaki
işbirliğini
kuvvetlendirmek,
karşılıklı ihtiyaçlara yönelik çözümler üretebilecek bir altyapı
sağlamaktır.İlaç sektörü eczacılık meslek bilgilerinin yanı
sıra farklı teknik ve finansal
konulara da hakim olan tam
donanımlı “İlaç Mühendisleri” ne ihtiyaç duymaktadır.
Dolayısıyla endüstriye yönelik
kariyer düşünen eczacıların
da kendilerini bu yönde geliştirmeleri gerekmektedir.Bu
kapsamda, ABD ve Avrupa’da
uygulanan İlaç Mühendisliği
eğitimleri incelenerek fakültemize uygun ders içeriği oluşturulmuş ve ISPE Türkiye Sağlık
Bilimleri Derneği’nin de desteğiyle 2007 yılında seçmeli ders
olarak okutulmaya başlanmış ve 2010-2011 döneminde 4. sınıf
zorunlu dersi olarak sadece fakültemizde başlayacaktır.
Ders kapsamında, değişik firmalardan birçok ISPE üyeleri bu faydalı proje için zaman ve enerjilerini gönüllü olarak
vermeyi kabul ederek; öğrencilere fabrika organizasyonu,kalite
kontrol,kalite güvence,tedarik zincir yönetimi,kalifikasyon,valid
asyon,proje yönetimi,bütçeleme,performans,iyileştirme vb. değişik konularla ilgili sunumlar yaparak, ilaç sektöründe kendilerine gerekecek donanımı aşılayacaklardır.
•Ramazan Yücel ÖNER
D
ört büyük imparatorluğa 1592 yıl boyunca başkentlik yapan
İstanbul’un bir çok dilde bir çok adı var. Resmi kaynaklara
göre 9 ayrı dilde 33 farklı ismi biliniyor. Bazı araştırmalara göre
165 farklı ismi olduğu da söylenmekte. Bu isimlerin yanında
İstanbul’daki semt isimleri ve bunların nereden geldiği de dikkat
çekici.
Aksaray: Fatih Sultan Mehmet’in sadrazamı İshak Paşa’nın İç
Anadolu Bölgesi’ndeki Aksaray’ı ele geçirdikten sonra o bölgede
yaşayanları buraya gönderdiği ve semtin adının buradan geldiği
biliniyor.
Ahırkapı: Marmara Denizi’nin kıyısında yer alan ve padişah atlarının bulunduğu “Has Ahır”ın 7 kapısından birisinin bu semtte
bulunmasından kaynaklandığı biliniyor.
Aşiyan: İsminin, Tevfik Fikret’in burada bulunan ve Farsça’da “kuş
yuvası” anlamına gelen “Aşiyan” adlı evinden, “Bağlarbaşı”nın
ise dönemin ünlü bağ ve bahçelerin burada yer alması nedeniyle bu adı aldığı belirtiliyor.
Bebek: İlgili olarak anlatılan 2 rivayetten birinin, Fatih Sultan
Mehmet’in bölgeyi koruması için gönderdiği bölükbaşının “Bebek” lakaplı olması, diğerinin ise “padişahın semtteki bahçesinde gezerken yılan görüp korkan şehzadesine ‘bebek’ demesi ve
bundan sonra bahçesinin ‘Bebek Bahçesi’ olarak anılması” ol-
Peki ISPE TÜRKİYE ÖĞRENCİ BİRLİĞİ olarak
biz neler yaptık?
2) Berat Töreni-04 Aralık 2007
ISPE Turkey-Istanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Öğrenci
duğu anlatılıyor.
Beşiktaş: İsmiyle ilgili anlatılan 2 rivayetten biri, semtin ismini
Barbaros Hayrettin Paşa’nın gemilerini bağlamak için diktirdiği 5
taştan aldığı, diğeri de burada yaptırılan kiliseye Kudüs’ten getirtilen beşik taşından geldiği yönünde.
Beyazıt: Adının ise Sultan II. Beyazıt’ın semtte kendi ismiyle anılan bir külliye yaptırmasından geldiği biliniyor.
Beyoğlu: Semt adını, İslamiyet’i kabul edip burada oturmaya
başlayan Pontus prensinden veya ‘Bey Oğlu’ diye anılan Venedik
prensinin burada oturmasından aldı.
Bakırköy: Bizans döneminde ismi ‘Makri Hori’ olan semt, 14.
yüzyılda Osmanlı topraklarına katıldıktan sonra ‘Makriköy’ olarak anılmaya başlandı. Cumhuriyet’in kurulmasının ardından
Türkiye sınırları içerisinde kalan yabancı kökenli isimlerin değiştirilmesi sırasında Atatürk’ün isteğiyle semt, Bakırköy adını aldı.
Çatladıkapı: Bizans döneminde yapılan surların ‘Sidera’ adlı kapısı, 1532’de yaşanan depremde çatlayınca, hem semt, hem de
kapı bu isimle anılmaya başlandı.
Çemberlitaş: Bizans’ın en önemli meydanlarından Constantinus Forumu’nun büyük sütunlarından birisi olan Çemberlitaş,
bulunduğu bu semte adını verdi.
Feriköy: Sultan Abdülmecit ve Abdülaziz dönemlerinde yaşayan
‘Madam Feri’ye bölge toprakları bağışlandı ve semtin ismi bu
şekilde oluştu.
Galata: ‘Gala’ kelimesi Rumca’da ‘süt’ anlamı taşıyor ve semtteki süthanelere gönderme yapılarak ‘Galata’ ismi türetildi. Diğer
bir anlatıya göre de bu isim, İtalyanca’da ‘denize inen yol’ anlamına gelen ‘galata’ kelimesinden geldi.
Taksim: Kelime anlamı ‘dağıtım’ olan Taksim adının, Osmanlı
döneminde suyun halka dağıtıldığı yer olmasından kaynaklandı.
Teşvikiye: İsmin, Sultan Abdülmecit’in, bölgede yeni bir mahalle
kurulması için teşvikte bulunmasından geldiği ve bu durum, Rumeli ile Valikonağı caddelerinin kesiştiği noktada bulunan bir taş
kitabede de belgelendi.
Üsküdar: Bizans’ın ‘Skutari’ denilen ve şehrin Anadolu yakasında bulunan askeri birliklerinden gelen ‘Skutarion’dan gelen bu
isim zamanla değişerek Üsküdar’a dönüştü.
Veliefendi: Şeyhülislam Veli Efendi’nin sahibi olduğu topraklar
üzerine kurulan hipodrom, semte de Veliefendi ismini verdi.”

Ýstanbul...
Fotograflar:Ramazan Yücel ÖNER
40
42
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Kültürel
•Hacer TOPAK
Asıl adı Muhammed Celaleddin-i Rumi olan Mevlâna, 30 Eylül 1207 yılında Horasan diyarının Belh şehrinde doğmuştur. Muhammed Bahadeddin Veled ve Belh Emiri Rükneddin’in kızı Mümine Hatun’un oğludur.
1229’da Belh’den Konya’ya gelen Mevlana’nın babası burada iki sene
yaşadıktan sonra 12 Ocak 1231’de vefat etmiştir. Semerkant’lı Hace
Şerafettin’in kızı, Gevher Hatun’la 18 yaşındayken Karaman’da evlenen Mevlana’nın bu evlilikten Sultan Veled ve Alaeddin olmak
üzere iki oğlu olmuştur. Mevlana’nın ikinci oğlu Aleaddin Mevlana
hayattayken 1262 yılında vefat etmiştir. Birinci eşinin ölümünden
sonra, Konya’da Kerra Hatun ile evlenen Mevlana’nın bu evliliğinden
ise Muzafferüddin Alim Çelebi ve Melike Hatun dünyaya gelmiştir.
İlk eğitimini çocukluğunda babasından alan Mevlana, babasının vefatından
sonra babasının öğrencilerinden Burhaneddin Tirmizi’nin hocalığında eğitimine devam etmiştir. Bu süreç içinde Tirmizi’nin gözetiminde yedi yıl
Şam ve Halep’te kalan Mevlana’nın bu şehirlerdeki eğitimi dini bilimler
olduğu kadar pozitif bilimler üzerine de yoğunlaşmaktadır. Mevlana
Konya’ya döndüğünde hocası Tirmizi’nin isteği doğrultusunda üst
üste kırkar gün çile çıkarır (Dünya nimetlerinden kendini arındırarak nefis terbiyesi yapar.). Hocası Burhaneddin Tirmizi’nin vefatı
nedeniyle büyük üzüntü yaşayan Mevlana daha sonra medresede dersler vermeye başlar. Ancak Mevlana’nın hayatındaki köklü değişiklik Şems-i Tebrizi’nin Konya’ya gelişiyle başlar. Şems-i
Tebrizi Mevlana için adeta bir güneş gibidir. Mevlana’nın bundan sonraki yaşamında tek etkili isim artık Şems-i Tebrizi’dir.
Ali Canip Olgunlu’nun ifadesiyle bu nedenden dolayı
“Mevlana’yı tanırken en çok Şems’i fark etmeliyiz”.
Peki Şems-i Tebrizi ile Mevlana arasındaki bağ nasıl oluşmuştur? Şems-i Tebrizi yaşlı bir derviştir ve aslında Mevlana’yı
bugünkü Mevlana yapan kişidir. Zira Şems-i Tebrizi’yi tanıdıkça
Mevlana’nın bilgileri adeta sıfırlanır. Bu çerçevede Şems-i Tebrizi Mevlana’nın bütün bildiklerini unutması amacıyla Bahadeddin
Veled’in yazdığı kitap da dahil olmak üzere Mevlana’nın bütün kitaplarını suya
atar. Bu aslında Şems-i Tebriz’le her şeyi yeniden öğrenmeye başlayan Mevlana’nın
başka bir şekilde doğuşu demektir. Şems-i Tebrizi ile zaman geçirdikçe Mevlana adeta küçük bir çocuk gibi ruhunu arındırır.
Şems-i Tebrizi’nin Mevlana’ya verdiği eğitimin temelinde Allah’ı her şeyin içinde hissetmek vardır. Mevlana arada hiçbir şey olmadan, doğrudan Allah’a ulaşarak manevi arınmayı Şems-i Tebrizi ile öğrenmiştir.
Zamanın neredeyse bütününü Şems-i Tebrizi ile geçirmeye başlayan Mevlana’nın durumu Konya’da Mevlana’yı sevenler tarafından hoş karşılanmaz. Bu nedenden dolayı Mevlana’yı onlardan uzaklaştırdığı gerekçesiyle Konya halkı Şems’e düşman olur. Bu
düşmanlık öyle artar ki Şems-i Tebrizi Konya’yı terk etmek zorunda kalır. Fakat Şems’in Konya’yı terk edişi Mevlana için katlanılamaz bir acıdır. Bu nedenden dolayı Mevlana en çok güvendiği oğlu Sultan Veled’le bir mektup göndererek Şems-i Tebrizi’yi çağırır
ve onu evlerinde büyüttükleri Kimya isimli kızla evlendirir. Ancak Şems ile Mevlana arasında giderek artan samimiyet bazı kesim
için ki, bu kesim içinde Mevlana’nın oğlu Alaeddin de vardır, düşmanlığa yol açar. Alaeddin’in Şems-i Tebrizi’ye düşman olmasının altında yatan neden Şems-i Tebrizi’yle evlendirilen Kimya’ya aşık olmasıdır. Öyle ki Şems’e karşı artan düşmanlıklar sonunda
Şems-i Tebrizi’nin ölümüne neden olur. A.Kadir ‘Bugünün Diliyle Mevlana’ isimli kitabında Şems-i Tebrizi’nin trajik ölümünü şu
şekilde anlatmaktadır:
“1247 yılı, Aralık ayının beşinci Perşembe günü, içerisinde Alaeddin de bulunan yedi kişi, Şems’e bir pusu kurdular; onu öldürüp
cesedini battal bir kuyuya attılar. Şems’in öldürülmesi, ilk zamanlar Mevlana’ya duyurulmamıştı. Hatta o duyduysa bile buna
44
Mevlana
Celaleddin-i
Rumi
Ne
Ne Güzel
Cahildik
(Edebiyat)
 
•Hacı Usta
Dışarıda kar...
Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki.
Kuzinenin üzerinde demir maşa... Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri.
Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu...
Sucuk lükstü.
Yumurta lezzetli.
Ekmek her zaman ekmek gibi...
Bir kez olsun kümesten yumurta almamış, bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve fakat alışveriş merkezlerinin restoran katlarında, boğucu
bir gürültü ve havasızlık içinde hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler
için ben ne kadar yaşlıyım...
Dışarıda kar...
İçeride kanaat...
İçeride huzur...
Televizyon yoktu.
Gazete de her zaman olmazdı.
Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!
Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer, kokusuna râm olurduk.
Kestane közlemek bütün bir gecenin mutluluğuydu.
Sonra illa ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler, hatıralar...
Birçoğu arızalı ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma dizilerin ve filmlerin açtığı
hasarlar yerine, geniş ve besleyici bir masal dünyası...
Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret kalacağımız kimin aklına gelirdi?
Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi, sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı.
Çay da kokardı...
Domates de...
Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu.
Fotoğraf: R.Yücel ÖNER
MevlanaRumi
Celaleddin-i
Edebiyat
Güzel
Cahildik
“Hamdım, Yandım, Piştim”
Dışarıda kar...
İçeride huzur...
Zam endişesi, doğal gazın kesilme korkusu, yolda kalma telaşı, rejim tehlikesi...
Kimin umurunda...
Ne güzel cahildik.
Mutluluğun resmini çiziyorduk...
46
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Sevgi Üzerine...
Edebiyat
Yunus’a
Haftanýn
Aarz-ı Hâl
Beraberlik Bir Ömür Boyu...
FOTOÐRAFI
•Yakaza
Yunus’a
Arz-ý Hâl

K
irli ruhum esiri olmuş zelil nefsin. Kin ve nefret virüsleri
kaplamış bedenimi, cüzzam yaraları irin toplamış ruhumda… Kalbim maddeye ait nimetlerle şehvete dalmış, amir iken
memur olmuş. Nefret hisleriyle donacak hale gelmiş, kendi kendimin zalimi olmuşum. Sevgisiz, doyumsuz ve yüreksiz bir hayata dört elle sarılmışım. Maddeye kilitlenmiş duygularım, yüreğimin manaya bakan yanı pas tutmuş… Sağır ve dilsiz celladımın
künyesinde ‘’nefis’’ yazıyor. Boynumda çifte su verilmiş yılan dili
bir kılıcın soğukluğu… Boğazımda urgandaki insanın sesinin boğukluğu…
y nefis! Eğer yüreğin varsa içindeki düşmanlığın yüzüne tükür. Kötülük hislerini ilahi sevdanın hatırına frenle. Çevrende
hiddetle yükselen dikenlerin arasında boğulma, onlardan sevgi
bahçeleri meydana getir. Sıyrıl, uçsuz bucaksız bir yeşil oluver
de çevremde uçuşsun kuşlar. Nehirler gibi yüzünü yere sür ve
hayat ol çağla…
E
y nefis! Mumlar gibi eri ve öyle bir ışık saç ki; zifiri karanlıklara alışık gözlerimi alsın. Beni bir büyük aşkla yak; lakin aydınlat beni… En kurak mevsimimde sağanak sağanak yağ, beni boğ;
lakin soluklandır beni…
E
y nefis! Karşında ellerim havada… Avuçlarımda en zalim okların, ellerim kan içinde… Lakin beyaz bayrak çekmiş değilim.
Elbet asırların ötesinden gelen bir ses kavgamıza ve silahlarımıza adalet getirecek.
E
y nefis! Ben bu güne kadar celladıma âşıkmışım. Bir nasihat
risalesi koparıyor senden. Ben artık senin saraylarına sultan
değil, Taptuk’ un kapısına kul olmaya gidiyorum. Bu asrın yabancısıyım, asırların ötesine, YUNUS’ a yâr; sana ağyar olmaya
gidiyorum.
V
e ey aşk âleminin pîrî, ben sadece ham değilim, kapına
pişmeye geleyim. Ben, senin kırk yıl omuzlarında taşıdığın
odunların ağırlıkları kadar günah taşıyorum omuzlarımda. Ben,
bugüne kadar elimi yüzümü boşuna yummuşum, ham softaların
masallarıyla uyumuşum. Ben, kaç bin gönül kırmışım, bilsen ne
çıkmazlara girmişim. Gönül deryanda bir katre olmaya razıyım.
Beni ancak sen hoşgörürsün.
B
ana gönlünün kapılarını aç ne olur! Benim de büyük bir sevdam olsun ‘’sencileyin’’.
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
47
•H.Ömer&Mihrimah
Yaşlı bir bey, sabah erken evinden çıkmış, yolda ilerlerken, bir
bisikletlinin çarpmasıyla yere yuvarlanmış ve hafif yaralanmış.
Sokaktan geçenler yaşlı beyi hemen en yakın sağlık birimine
ulaştırmışlar.
Hemşireler, önce pansuman yapmışlar ve “biraz beklemesini ve
röntgen çekerek her hangi bir kırık veya çatlak olup olmadığını
inceleyeceklerini” söylemişler.
Yaşlı bey huzursuzlanmış; “acelesi olduğunu, röntgen istemediğini” söylemiş. Hemşireler merakla acelesinin nedenini sormuşlar.
“Eşim huzur evinde kalıyor. Her sabah birlikte kahvaltı etmeye
giderim, gecikmek istemiyorum” demiş.
“Eşinize haber iletir gecikeceğinizi söyleriz” deyince.
Yaşlı adam üzgün bir ifade ile “Ne yazık ki karım Alzheimer hastası hiç bir şey anlamıyor, hatta benim kim olduğumu dahi bilmiyor.” demiş.
48

Haftanýn
Fotoðrafý
E
Hemşireler hayretle “Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor neden her gün onunla kahvaltı yapmak için koşuşturuyorsunuz?”
diye sormuşlar.
Adam buruk bir sesle “Ama ben onun kim olduğunu biliyorum”
demiş.
Haftanın Sözü
“Çiçek sulandığı kadar güzeldir,
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli,
Bebek ağladığı kadar bebektir,
Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin,
bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin.”
Can Yücel
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Karikatür
Mesleðimiz
•Cemil KALKAN
SINIRLARIMIZI
ZORLAMAK
E
•Halil Aziz VELİOĞLU
czacılık mesleği, beş yıl süren lisans eğitimi sonucu icra edilen
sağlık alanındaki ana dallardan biridir. Bu önemli mesleğin
günümüzde iki büyük sorunla karşı karşıya olduğunu söyleyebiliriz. Yoğun bir eğitim almalarına rağmen eczacılık fakültelerinden
mezun olanlar bir taraftan yeterli bir şekilde mesleki uygulamaya geçememekte, diğer taraftan ise mesleki uygulamadaki geniş
yelpazesi göz önüne alındığında, çoğunlukla eczane eczacılığını
tercih etmektedir.
Öncelikle eczane eczacılığının tercih edilmesini ele alalım:
Günümüz koşullarında eczacılık fakültelerinin verdiği diplomaların yüzde doksanı toplumun hizmetine eczane eczacılığı şeklinde sunulmaktadır. Bu oranın yüksek olması ilk bakışta sevindirici olsa da, eczacılık mezunlarının çalışabileceği diğer alanları
tercih etmemesi oldukça düşündürücüdür. Eczane eczacılığının
bu kadar fazla rağbet görmesi, öğrencilerin maddi kazanımları
oldukça ön planda tuttuklarının bir göstergesi olarak düşünülebilir. Maddi kazanımları ön planda tutmanın, sağlık alanında
önemli bir yer tutan eczacılık mesleğinin, sadece ticaret yapar
gibi icra edilmesine yol açabileceğini göz önünde bulundurmak
gerekir.
Eczacılık mesleği, bizlere çalışma açısından çok geniş bir
yelpaze sunar. Eğer eczacılık mesleğinin bu geniş yelpazesinin
içinde sadece belli bir alana hapsolursak, alınan eğitimin gereğini tam olarak yerine getirememiş oluruz. Burada eczane eczacılığı dışında çalışılabilecek alanlardan birkaçını hatırlatmada
fayda görüyorum: Endüstri çatısı altında; Klinik araştırma Ünitesi, Kalite Kontrol, Üretim, Medikal Departman, Ruhsatlandırma,
AR-GE, Satış Pazarlama ve Farmakovijilans. Resmi kurumlar çatısı altında; Sağlık Bakanlığı, İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü,
50
Sosyal Güvenlik Kurumu ve Adli Tıp Kurumları. Bunların dışında
TEB, Ecza Odaları ve Akademik Kariyer yapmak düşünülecek diğer alanlar (Çalışılabilecek alanlar hakkında daha detaylı bilgiler, IUPSA’nın hazırladığı “Çalışma Alalarımız” adlı kitapçıkta ve
http://www.iupsa.org adlı adreste bulunabilir.).
Fakülte çatısı altında beş yıl boyunca edindiğimiz yeteneklerin çoğunu iş hayatında kullanamayışımız, mesleğimizdeki diğer
bir sorunu oluşturur. Mesleki eğitim boyunca edindiğimiz yeteneklerin birçoğunu kullanamayışımız toplum sağlığı açısından da
sakıncalar doğuracaktır. Televizyon ekranlarında sıkça rastladığımız eczacı ve hekim olmayan kimselerin bitkisel drogların kullanımıyla ilgili fikir beyan etmesi, buna güzel bir örnektir. Bitkisel
drogların önerilmesinde yetkili kimselerin hekimler ve eczacılar
olduğunu, özellikle eczacıların bitkisel droglar ve kullanımları
hakkında yıllarca eğitim aldıklarını biliyoruz. Fakat günümüz eczacıları bu konuya uzak kalmayı tercih ediyor. Toplum da ihtiyacı
olan konularda çözümü başka şekillerde buluyor. Aktarların durumunu da başka bir örnek sayabiliriz. Eczacılık mesleğinin bir
parçası olması gereken aktarlık, maalesef uzman olmayan eller
tarafından yürütülmeye çalışılmaktadır.
Eczacıların toplum düzeyindeki saygınlığını arttırmak, yarının eczacıları olarak bizlerin elinde. Mesleki saygınlığımızı arttırmanın daha fazla eczane açmak şeklinde değil de, mesleğimizin
sınırlarını zorlamakla gerçekleşebileceğini söylemek mümkündür. Eczacıların önlüklerini tam manasıyla giymesinin zamanı
gelmiş, hatta geçmektedir.
Sýnýrlarýmýz
Zorlamak
 
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Karikatür
51
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
3
Ýçindekiler
Eðlence
a
Birazd
•Sinan Tahir DİKİCİ
Kaza mahallinde elinde cep telefonuyla koşturup “112ʹin numarası neydiiiii?” diye bağıran sarışına,
——————————————–
Birbirlerine ana avrat küfür eden iki kişinin arasına girip ikisine
de birer tokat atan ve “Analar kutsaldır, analara küfür etmeyin,
o.çocukları!” diyen Karadenizli ağır abiye,
———————————————
Annesine kızıp, buharlı ütünün içine işemeyi akıl eden! Annesini
buram buram çiş kokularıyla iş yerine yollayan! Annesi; ancak
arkadaşları ”acayip kokuyorsun” dediğinde işi çözen anneye ve
çocuğuna,
———————————————
Banyonun lambası yanmayınca elektrikler kesik zannedip yarım
saat gelmesini bekleyen. Beklerken de canı sıkılmasın diye televizyon seyreden kişiye,
———————————————
Ailecek televizyon izlerken üst komşu küçük oğlunu göndermiş.
Çocuk, anneme ”X teyze, annem dedi ki, bari haberleri açsınlar
da, biz de dinleyelim”. Biz de kırmadık, açtık. Ailecek çok iyi niyetli olduğumuzdan, televizyonları bozuk sandık. Yüksek sesten
dolayı bize laf soktuklarını anlamamız çocuğun ikinci gelişinden
sonra oldu. Bu olayı yaşayan aileye,
———————————————
Lisedeki Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenimiz AİDS’İN açılımını yapıyor: (A)llaha (İ)syan eden (D)eyyusların (S)onu… diyen
hocaya, birer alkış istiyorum:))
———————————————
Ayrıca aşağıdakiler de birer tebrik hak ediyor:
Acı Kaybımız:
3 ay önce ailemize katılan, “Necimi” ismini verdiğimiz kaplumbağamız dün vefat etmiş. Aile arasında sade bir törenle evin
arka bahçesine gömdük. Hayvancağız durduk yerde can verdiği
için gidip, Neci’yi aldığımız dükkanın sahibine sebebinin ne olabileceğini sorduğumuzda ”Abi onlar kış uykusuna yatar” cevabını almış bulunmaktayız. Hepimizin başı sağ olsun. Bu vicdan
azabıyla ben de çok yaşamam herhalde.
———————————————
Annemin Maceraları:
Shrek’in fragmanlarını gösteren bir televizyon kanalında, el ele
tutuşmuş Shrek ve Fiona’yi gören annem, ‘Bunlar Süleyman ve
Nazmiye Demirel çifti mi?’ diye sordu! Seçememiş gözleri o mesafeden.
———————————————
Alfabe:
Ben de bu yıl okula başlayan torunum için kuvvetli bir moral alkışı istiyorum. Daha ikinci gün: ‘örrrtmenim, taa evden buraya
tel çizmeye mi geldik, hep yumarlak mı yapcaz, harf felan öretmicen mi?’ deme cesaretini gösterdiği için,
———————————————
Modem:
Yemek masamın üstünde duran modeme uzun uzun bakan anneannem “Bu ne?” diye sordu. Ben de kolay anlasın diye “Hani
benim bilgisayarım var ya, onunla internete giriyorum. İşte internete girmek için o kutu zorunlu” diye uzun uzun açıkladım.
Anneannem dinledi beni ve “Yani modem bu” dedi ve konu kapandı…

52
GÜLELİM
———————————————
Yaz Okulu:
Bir alkış da annesine yaz okulunu kazandığı müjdesini veren üniversite öğrencisine gelsin. Bu yaratıcılığa şapka çıkarılır.
———————————————
Beyin Göçü:
Tikky olduğu her halinden belli olan kızımız Beşiktaş-Taksim
minibüsünde yanındaki arkadaşına dert yanmaktadır. ”Şekerim
dördüncü kez girdim ÖSS’ye, ama yine kazanamadım, gidicim
sonunda Amerika’ya o olucak. Böyle böyle beyin göçü oluyor
işteeaa!” Sen git, masrafları ben karşılıyorum.
———————————————
Alman Yazar:
Bir alkış da lisede edebiyat dersinde okuduğu şiir bitince sınıfa dönüp “Bu şiiri ünlü Alman yazar Goethe yazmıştır” diyen
hocaya, “Niye, kağıt bulamamış mı?” cevabını veren arkadaşa
gönderelim.
———————————————
Düz Mantık:
Eğer bir sokakta yürüyorsanız ve camında ”Bu ev kiralıktır” yazılı bir evin yanından geçip birkaç adım sonra önüne geldiğiniz bir başka evin camında ”Bu da” yazısını görürseniz, bilin ki
Trabzon’dasınız.
———————————————
İngilizce Yazılısı:
Bir alkış da İngilizce sınavında “Nice ……..” şeklindeki boşluğu
“Nice mutlu yıllara!” biçiminde dolduran, dahi mi yoksa aptal mı
olduğunu henüz anlayamadığımız öğrencime istiyorum.
———————————————
Ne Zaman?
Kardeşim karne almıştı; fakat birçok zayıf notu vardı. Annem,
babamla beni kenara çekip uyarıları sıralıyordu: “Sakın çocuğun
moralini bozmayın, sakın kötü bir şey söylemeyin” uyarılar özellikle babama yönelikti: “Hele de sen, sakın çocuğun gururunu
kırma”. Babam daha fazla dayanamadı ve sordu: “Karne için ne
zaman özür dileyeceğiz?”
———————————————
Havale:
Bankada gişenin önünde işlemimin yapılmasını bekliyorum.
Yanımdaki gişede işlem yaptıran yaşlı teyzeye, işlemini yapan
kadın soruyor: “Parayı kim alacak teyze? Alıcısına ne yazalım?”
Teyzem cevap veriyor: “Bu paranın hayrını görme inşallah yazalim” evladım.
———————————————
Lamba:
Dün gece evime giderken yolun tenhalığından olsa gerek kırmızı ışıkta geçtim. Ardından yurdum polisine alkışı hak ettirecek
anons: “Bacım o geçtiğin gece lambası değildi; çek sağa”.
———————————————
Hacim nedir?
Öğretmen bir arkadaşımdan naklen: 5. Sınıfların Fen Bilgisi sınavının 2. sorusu: “Hacim nedir? Bir örnek vererek açıklayınız”.
Öğrencimizden gelen cevap: “Hacdan gelenlere hacim denir. Örnek: Nasılsın hacim?”.
Birazda
GÜLELÝM
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Espa
Epsa
IMP Projesi ve
2010 EPSA
Türkiye
•Şeyma TOKER
I
MP(Individual Mobility Project) , EPSA(European Pharmaceutical Students’ Association)’nın eczacılık öğrencilerine sunduğu uzun soluklu bir projedir. Bu proje ile EPSA’ya üye olan tüm
öğenci birliklerine bağlı eczacılık öğrencilerine ilaç firmalarında
ve araştırma merkezlerinde staj imkanı sağlanmaktadır. IMP
2008 yılında başlatılan bir projedir.
Proje kapsamında staj yapmak üzere başvuran eczacılık
öğrencilerinin bazı prosedürleri yerine getirmeleri gerekmektedir. Genel olarak bu prosedürler staj kontenjanlarının açıldığı
ilaç firması tarafından belirlenmektedir. Ayrıca başvuruda bulunan öğrenciye seviye belirleme amacıyla ingilizce sınav uygulanmaktadır. İngilizce yeterliliğinin saptanması ve gerekli şartların
yerine getirilmesi durumunda öğrenci firmaya yönlendiriliyor.
En az 3 ay en fazla 12 ay olmak şartıyla eczacılık öğrencisi stajını
gerçekleştirmek üzere başvurduğu ülkece ağırlanıyor.
IUPSAint, EPSA’da Türkiye’yi ulusal birlik olarak temsil
etmektedir. IUPSAint IMP Projesi’ne 2009 yılında katılmıştır.
Merve YILMAZ’ın IMP Türkiye Koordinatörlüğü ile Türkiye de
IMP Projesi’nde yerini almıştır. Bu sayede Avrupa’da okuyan
öğrencilere İstanbul’da, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi
öğrencilerine de Avrupa’da bir ilaç firmasında ya da araştırma
merkezinde staj yapma olanağı sağlanmıştır.
Türkiye’nin IMP projesine katılmasının ardından ilk kontenjanımız Ali Raif İlaç Sanayi olmuştur ve kısa bir süre sonra
başvuruya açılmıştır. Açılmasının ardından oluşan başvuruların
değerlendirilmesi ile Finlandiya’dan Iina Tarkiainen ARİS ‘te staj
yapma hakkını kazandı. Türkiye’deki prosedürlerden kaynaklı si-
gorta işlemleri, çalışma izni gibi yorucu bir sürü ve uzun süren
(yaklaşık 6 ay) işlemlerin ardından Iina’yı ekim ayından başlamak üzere 3 ay misafir ettik.
Farklı bir ülkede pek de aşina olunmayan bir kültürde 3
ay kalmak ve
staj yapmak…!! Bu konuda Iina‘ ya stajı ve İstanbul hakkında
birkaç soru sorduk;
•Türkiye’de IMP Projesi ile Ali Raif İlaç Sanayii’nde staj yaptın.
Peki bu projeye nasıl karar verdin?
Yeni şeyler tecrübe etmeyi istiyordum ve hep yurtdışında çalışmak yada öğrenim görmek istiyordum. Bu yüzden IMP projesi
benim isteklerime çok uygundu.
2010 Espa
33. Genel
Kongresi
 
IMP Projesi ve
Türkiye
•Ve tabi neden İstanbul’u seçtin?
İstanbul’u seçtim çünkü benim ülkem ve kültürümden tamamiyle farklıydı. Ayrıca İstanbul çok büyük ve güzel bir şehir ve
görülecek keşfedilecek çok şey var İstanbul’da.
33. GENEL KONGRESÝ
POLONYA/KRAKOV
•Gözde SÖNMEZ
H
epimizin bildiği üzere Epsa’nın yıl içerisindeki en önemli etkinliği Epsa genel kongresidir. Bu sene Epsa 33. Genel
kongresi 26 Nisan 2 mayıs tarihleri arasında Polonya’nın Krakov
kentinde düzenlendi. Grubumuz Iupsa International’dan altı öğrenci bu kongreye katıldı. (Başak Özcan, Emre Kaldırımcı, Kaan
Kaya, Gözde Sönmez, Ezgi Balcı, Merve Yılmaz)
Her sene olduğu gibi okulumuzdan iki delege (Emre Kaldırımcı ve
Gözde Sönmez) Epsa genel kurulunda Türkiye’deki eczacılık öğrencilerini temsil etmek amacıyla hazır bulundu. Bu seneki kongrenin ana teması “Patents, generics and counterfeits – facing
the pharmaceutical challenges of today’’ (Patentler,generikler
ve ilaç sahteciliği-günümüz eczacılık sorunlarıyla yüzleşmek)
idi.
Genel kurul’da ise tartışılacak çok konu vardı: Epsa’nın yönetim
yapısında yapılan değişiklikler, sponsorluk arayışları, 2009 ve
2010 bütçesi, mevcut yönetimde çalışan arkadaşların yıllık çalışma raporları vs.
Grubumuz açısından ise bu seneyi diğer senelerden ayıran iki
önemli konu vardı. Birincisi okulumuzdan Gözde Sönmez ve Başak Özcan’ın gelecek Epsa yönetiminde yer almak için iki önemli
göreve adaylıklarını koymaları ve grup olarak 2012’de gerçekleşecek olan 35. Epsa Genel kongresi’ne ev sahipliği yapmak için
koyduğumuz adaylık. Artık Epsa’da daha aktif ve sözü geçen bir
grup olma çabalarımızın iyi sonuçlanacağını umuyor, iyi çalışıyorduk ve bu kongre tüm sene boyunca verdiğimizin uğraşların
meyvelerini toplayacağımız yer idi. Gözde ve Başak Krakov’a iki
gün önceden geldiler ve 24-25 nisan tarihlerinde Epsa’nın yeni
yönetiminde yer almak isteyen adayların katıldığı Epsa Next Generation Training (Epsa yeni jenerasyon Eğitimi) ‘e katıldılar. Bu
iki gün süren eğitim sunum becerileri, iletişim becerileri, motivasyon, takım çalışması gibi konular üzerineydi ve oldukça keyifli ve faydalı geçti.
26 Mayıs Pazartesi günü, kongrenin ilk günü sabah katılımcılar
otele geldiler, otelin lobisinde kayıtlarını yaptırdılar, üzerinde
•Senin çalıştığın firma ARİS’ti. Hangi departmanlarda çalıştın
3 ay boyunca?Lütfen çalıştığın departmanları karşılaştırır mısın bize?
Ben araştırma ve geliştirme(AR-GE),üretim ve kalite kontrol departmanlarında çalıştım. Yani fabrikaya farklı taraflardan baktım. En fazla AR-GE ve kalite kontrol hoşuma gitti çünkü o departmanlarda çok fazla laboratuar ve araştırma işi var. Özellikle
AR-GE çok ilgi çekiciydi. Çünkü yeni jenerik ilaçların araştırma ve
geliştirme aşamalarını görme imkanınız var.
Üretim de ilgi çekici ama işe çok fazla katkı sağlayamadım çünkü
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
53
55
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Eðitim&Gençlik
QUATRINO
Saðlýk
PROJESÝ
Ord. Prof. Dr. Süreyya Tahsin AYGÜN
TÜM DÜNYAYI ETKÝLEYEN
THALÝDOMÝDE FACÝASI

Quatrino Projesi
ve Türkiye
•Şükran DAMGALI
•Başak ÖZCAN
“Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı”
tarafından yürütülen, Avrupa Birliği Fonu kaynaklı bu proje; iki
ya da daha fazla ülkenin biraraya gelerek, eczacılık alanında fikir
alışverişinin yanı sıra birbirlerinin kültürleri ve sosyal hayatlarını
da paylaşmayı olanaklı kılan aktif bir gençlik projesidir. Programın Eylem 1. 1-Gençlik değişimleri başlığı altında gerçekleştirilen Twinnet projeleri, EPSA Mobility Çalışma Grubunda hayata
geçirilmektedir. İki(twin), üç(threen) ya da dört(quatrino) farklı
ülkedeki eczacılık fakülteleri birlikleri, EPSA aracılığı ile; birbirleriyle irtibata geçme, karşılıklı anlaşma yapacakları ülke/ülkeler bulma ve projelerinin her aşamasında yardım alma şansına
sahiptirler. Projeye; Program ülkelerinden birinde yasal olarak
ikamet eden ve prensipte yaşları 13 ile 25 arasında olan genç
grupları (liderler için yaş sınırı yok), Twinning’e katılabilirler. En
az bir adet AB üyesi olmak üzere, iki, üç veya daha fazla “Program Ülkesi”nden* grupların katılımı ile olabilir.
Toplam katılımcı sayısı grup liderleri hariç, en az 16 en çok 60’dır.
Seyahat süresi hariç en az 6 en çok 21 gün arasında olmalıdır.
Ancak, konaklanılan sürenin en az 6 gece olması gerektiği unutulmamalıdır. Çok taraflı projede; faaliyete ev sahipliği yapan
yararlanıcı grup, ”Koordinatör Kuruluş” rolünü üstlenerek tüm
proje için (tek taraflı fonlama) bütün yararlanıcı gruplar adına
kendi ülkesindeki Ulusal Ajansa başvurur. Çeşitli kriterlere göre
değerlendirilen projelerden onay alanları en geç bir ay içinde
Ulusal Ajans tarafından açıklanır ve projenin başlaması için düğmeye basılır. Ulusal Ajans, her Avrupa Birliği ve Program Ülkelerinde yer alan ve birbirleriyle devamlı temasta olan ulusal kurumlardır. Yılda 5 başvuru dönemi: 1 Şubat, 1 Nisan, 1 Haziran,
1 Eylül, 1 Kasım.
13-20 Kasım 2009 tarihleri arasında İsveç’in Uppsala şehrinde
58
Eczacýlýk Tarihi
Üzerine Mert
SANDALCI ile
Röportaj
PUSH AÝLESÝ’NÝN
iKÝNCÝ
BULUÞMASI
•Sabiha SAGUN
Artık fakültede QUATRINO adını sık duyar oldunuz biliyorum.
Iupsa International’ın bu yıl gerçekleştirdiği verimli projelerden
bir tanesi.
Uzun soluklu ve uzun yolculuklu bu maceranın ikinci buluşma
noktası Portekiz’di!!!
Aslında Portekiz’e gitmemizin bizim grubumuz adına anlamı büyük. Mobility Projesi’ni hayata geçirmeyi planladığımızda, iletişime geçmek için aklımıza gelen ilk ülke Portekiz olmuştu.
Büyük bir yerel öğrenci birliklerinin olması, yaptığı aktiviteler,
EPSA’da ki aktif rolunün yanı sıra sıcak, uyumlu ve zeki öğrencileri tam bizim iş birliği yapmak istediğimiz gruptu. Yaptığımız
görüşmeler sonucunda Mobility Projesi’nin kapsamı Bulgaristan
ve İsveç’in de bizlere katılması ile büyüdü. Planladığımız işi kısa
sürede hayata geçirecek olmamızın yanında, hedeflerimizin büyümesi bizi daha da mutlu etti.
Heyecanla beklenen tarih: 1-8 Mart 2010! Yer: Portekiz dolayları! Sanırım bu tanımlamayı bir değil, tam üç farklı şehirde
gerçekleşen buluşma için kullanmak doğru olur. Bu kez OBEZİTE konusu idi bizi bir araya getiren. İlk buluşma noktamız olan
Lizbon’da, daha önce İsveç’te beraber olduğumuz arkadaşlarımızla tekrar bir araya geldiğimizdeki coşku görülmeye değerdi.
Bize yeni katılanlarla da kaynaşmamız pek vakit almadı. Push
Ailesi genişlemiş ve birbirine daha da bağlanmıştı.
Portekiz hakkında biraz daha bilgimiz olması için meşhur tranvay sayesinde küçük bir tur yaparak başladık haftaya ve Lizbon
Kalesi’ne yokuş üzerine kurulu, dar ve sevimli sokakları geçerek
ulaşıp, şehri kuşbakışı seyretme imkanı bulduk. Avrupa’nın en
büyük ve kapsamlı eczacılık müzesini ‘Museu da Farmácia’ ziyaret etme şansımız da oldu. Portekiz’deki eczacılık sektörü hakkında bilgi almayı da ihmal etmedik.
Sonrasında workshoplar büyük bir hızla başladı. Her ülke daha
önceden hazırladığı, obezitenin kendi ülkelerindeki durumunu,
bu konuda neler yapıldığını anlatan sunumlarını paylaştı. Bu konuda çekilen bir filmi uzman diyetisyen hekim eşliğinde tartışıp,
fikir alışverişinde bulunduk. Aldığımız eğitimler profesyonel bir
klinikte devam etti. Artık, dışarda insanlara bu konuda bilgi verirken neler anlatmamız gerektiğini daha iyi anlamıştık.
Lizbon’dan öğrenci şehri olan Coimbra’ya geçtik. Profesörlerden
aldığımız dersler, bir ilaç firmasının bizlere interaktif workshop
uygulamasında kullanacağımız şeker ölçüm cihazının kullanılışı
hakkında verdiği eğitim ile devam etti. Ertesi gün uygulamaya
koyulduk ve gruplara ayrılarak Coimbra Üniversitesi’nin çeşitli
fakültelerinde, dileyenlerin beden kütle indexlerini ve şeker değerlerini ölçerek onları beslenme ve obezite konusunda bilgilendirdik.
62
Bu sevimli öğrenci şehrinde öğrenci yaşamını, eğlencesini görüp
geleneksel şarkılarını az da olsa öğrenme şansımız oldu.
EPSA haftasonu için son durak Porto’dayız... EPSA training
offiser’ın düzenlediği Kültürel Farkındalık ve İletişim başlıklı
workshop’ta, özellikle farklı kültürlerden insanlarla iletişim kurarken nelere dikkat etmeliyizi interaktif eğitimler sayesinde keyif alarak pratik etmiş olduk.
Her projenin vazgeçilmezi International Night’ta Türkiye’de gerçekleştireceğimiz projenin unutulmaz olacağının sinyallerini dağıttığımız tanıtım dergileri ve yerel lezzetler ile verdik.
gerçekleştirilen PUSH Quatrino projesine, IUPSAint olarak katıldık. 2009 yılının başlarında görüşmelerine başladığımız projenin
ilki İsveç’te gerçekleşti. Portekiz, Bulgaristan, İsveç ve Türkiye’den
gelen toplamda 45 eczacılık öğrencisi, bir hafta boyunca birlikte
yedik içtik, birlikte çalıştık, güldük, eğlendik... 2010 Mart ayının
ilk haftası Portekiz, Nisan ayının ilk haftası Bulgaristan ve Mayıs
ayında da İstanbul’da yapılması planlanan projelerle de kaldığımız yerden devam ettik.
Bizler; ben Başak Özcan, Merve Erdem, Şükran Damgalı, Şeyma Toker, Sümeyye Özkul, Emre Kaldırımcı, Olgu İşcan,
Emine Karataş, Merve Yılmaz ve grubumuza Erasmus’ta olması
sebebiyle Fransa’dan dahil olan Sabiha Sagun ile 13 Kasım sabahı Stockholm Arlanda Havaalanından bir grup İsveçli arkadaşımız tarafından karşılandık. Dışarı çıktığımızda yüzümüze vuran
keskin soğuk hava, yeni tanıştığımız İsveçli arkadaşlarımızla bir
anda unutulup gitmişti. Otellerimize yerleştirildik ve uzun bir
uçak seyahatinin vermiş olduğu yorgunluk, diğer ülkelerden gelen arkadaşlarımızla tanıştığımızda kayboldu. Biraz sonra tüm
haftamızı geçireceğimiz, kendimizi evimizde gibi hissettiren ve
tamamıyla eczacılık öğrencilerine ait olan Pharmen’e (eczacılık
öğrencileri birlik evi) doğru yola çıktık.
Şehre yayılmış halde olan Uppsala Üniversitesi, eczacılık eğitiminde ülkenin bir numaralı üniversitesi durumunda. Ülkenin
pek çok farklı bölgesinden gelen öğrenciler, Uppsala gibi sevimli bir şehirde okumaktan ve orada sahip oldukları gerek eğitsel
gerek de sosyal koşullardan dolayı son derece memnunlar. Şehir
tamamen öğrencilere ait gibi… Üniversitede toplam 12 farklı öğrenci birliği var, bunlardan biri de eczacılık öğrencileri birliği...
Her birliğin kendilerine ait ve işletmesini yapabildikleri ayrı bina-
Thalidomide ve Thalidomide Faciası
1953 yılında bulunan ve ilk
olarak 1957 yılında “Thalomid” ticari adı altında İngiltere’de piyasaya
verilen, etken maddesi “alpha-(Nphthalimido) glutarimide” olan bir
glutamik asit türevidir. Thalidomide,
rasemik karışım (iki isomeri de içeren form) olarak piyasaya sürüldü.
Ancak, (R) enantiomeri sabah bulantılarına karşı etkili olurken; (S) enantiomer teratojen etkileri nedeniyle
konjenital deformasyonlara sebep
oldu.
İlk olarak, bulantı ve kusmaya uykusuzluğun eşlik ettiği morning sickness (hamilelerde sabah bulantısı)
sorunuyla gelen hamile kadınlarda
kullanıldı ve ilaç huzursuzluğu engelleyen, sakinleştirici ve uyku
verici özellikleri ile çok hızlı bir yayılım gösterdi.
1961 yılına kadar insanlar üzerindeki olumsuz yan etkileri tam
olarak bilinmiyordu. Ancak, Lenz ve McBride adlı iki bilim adamı bu ilacın doğuşsal anormalliklere yol açtığını gösterdi. Özellikle gebeliğin en kritik dönemi olan ilk üç ayda (ilk trimester)
alınan tek dozun bile fetüs üzerinde oldukça fazla yan etkileri
60
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
bulunuyordu çünkü; bu ilaç, anne ile fetus arasında yer alan
plasental bariyeri geçip konjenital deformasyonlara yol açabilen bir teratojendi. Bu olumsuz etkilerin en dikkat çekici olanı,
hamileliği sırasında ilacı kullanan kadınların çocuklarında
phocomelia(fokomeli) denilen
kol ve bacakların oluşmaması
durumuydu. Kol ve bacak yerine
bu bölgelerde yüzgeçe benzer
birer oluşum bulunuyordu. (Bu
anomaliyle dünyaya gelen çocuklara flipper babies(yüzgeçli
bebekler) de denmektedir.) Ayrıca çeşitli doğuşsal kalp, kulak
ve barsak anormalliklerine de
yol açıyordu.
İlacın, yan etkilerini damar gelişimini etkileyerek yaptığı gösterilmiş ve bu ilaç Kasım 1961’de
piyasadan kaldırılmıştır.
1960 yılından sonra yapılan
çalışmalarda
Thalidomide’in
cüzzam hastalığındaki yaraların
iyileşme sürecini hızlandırdığı
gösterilmiştir. AIDS hastalarında
kilo kaybını engelleyici ve hastalığın ilerlemesini yavaşlatıcı bir
ilaç olarak kullanımı yönünde çalışmalar devam etmektedir.
Bugün, Thalidomide’den yaklaşık 20 bin çocuğun etkilenmiş olduğu düşünülmektedir. Sakat olarak dünyaya gelen bebeklerin
yaklaşık yarısı da, thalidomide’in yüksek mortalitesi sebebiyle
erişkin bir birey olamadan yaşama veda etmiştir. Dünya’da bu
faciadan zarar görmemiş iki ülke vardır. Biri ABD, diğeri Türkiye.
Hamilelik sancılarını önleyen harika ilaç olarak piyasaya sunulan
thalidomide(talidomid) Türkiye’de onay aşamasındayken Prof.
Dr. Aygün tarafından mercek altına alındı ve sakıncaları tespit
edildi. Sağlık Bakanlığı’nı uyaran
Prof. Dr. Aygün ilacın Türkiye’de kullanımını engelledi.
Thalidomide
Faciasý ve
Türkiye
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Eczacýlýk Tarihi
Üzerine Mert
SANDALCI ile
Röportaj
 
Epsa
QUATRINO
PROJESÝ
•Ahmet Can KALENDEROĞLU
28 Mart – 4 Nisan 2010 tarihleri arasında Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da gerçekleşen Quatrino projesine IUPSAint olarak
katıldık. Daha önce de İsveç ve Portekiz’de gerçekleşen projeye yine İsveç, Portekiz, Bulgaristan ve Türkiye’den toplamda 45
eczacılık öğrencisi katıldı. Bir hafta boyunca çalışmalar yaptık,
oyunlar oynadık, eğlendik. IUPSAint yönetimi bu projede, Epsa
etkinliklerine katılmak için heyecan duyan istekli yeni üyelerin
ağırlıklı olarak katılmasına karar verdi. Projeye eski üyelerden;
Başak Özcan, Gözde Sönmez, Merve Erdem, Deniz Öner ve yeni
üyelerden; Gamze Aktaş, Ertuğrul Çelebi, Meltem Temiz, Ufuk
Türkmen, Nagihan Erdoğan, Kamil Yalçın ve ben Ahmet Can
Kalenderoğlu olmak üzere 11 kişi katıldık. 28 Mart günü akşam
saatlerinde Sofya Havalimanı’na ulaştık. Orada Bulgaristan ekibinden bir grup arkadaşımız bizleri karşıladılar ve otellerimize
yerleştirdiler. Diğer ülkelerden gelen katılımcılar uzun seyahatten yorulduklarından dolayı uyumuşlardı. Bizse Sofya’da bir tur
atmaya hazırdık.
Sofya şehri el değmemiş görüntüsüyle hepimizin ilgisini çekti.
Yaşadığı tarihi şehrin her yanında anlatmak ister gibiydi. Sofya
Üniversitesi Eczacılık Fakültesi şehrin kalbinde bulunan ve şehrin simgesi haline gelen Alexander Nevsky Cathedral’inin hemen
arkasında bulunuyor. Fakülte şehirle uyumlu bir biçimde, tarihi
bir binadan meydana geliyor. Sofya; tiyatroları, sinemaları, restoranları, barları, meyhaneleri ile günün farklı saatlerinde size
farklı eğlenceler sunuyor. Sofya Üniversitesini tercih edenler sadece yoğun bir eğitim değil aynı zamanda hoş vakit geçirmek
için de bir fırsat yaratmış oluyor.
Katıldığımız proje kapsamında; uyuşturucu madde bağımlılıkları, yaygınlığı ve maddelerin dozları hakkında gerçekleştirilen
seminerler ile önce bilgilendirildik. Daha sonra bütün hafta bo-
yunca yapılan workshoplarla, bilgilerimizi somut bir biçimde
kullandık. Bu workshoplardan birinde gruplara ayrılarak anketler oluşturduk. Halkın bu konularda ne düşündüğünü belirten
bir profil oluşturmak ve onları bilgilendirmek amacıyla, oluşturduğumuz anketleri önce bir lisede öğrencilerle daha sonrada
sokakta halkla birlikte doldurduk. Ortaya çıkan sonuçları tablo
haline getirip değerlendirdik.
Bu çalışmaların yanı sıra, akşam yemeklerinde her ülke kendi
geleneksel gecelerini düzenleyerek kendi danslarını ve yiyecekiçeceklerini sergilediler. Bu sayede her ülkenin gelenekleri hakkında fikir sahibi olduk. Bunun yanı sıra diğer ülkelerden gelen
arkadaşlarımızla sohbetler ederek, onların ülkelerindeki eczacılık eğitimi ve mesleğinin durumunu öğrenme şansı bulduk. Serbest zamanlarımızda da Sofya’nın tarihi mekânlarını, sokaklarını
ve alışveriş merkezlerini gezebilme şansı bulduk.
Proje; farklı kültürler tanımak, yeni yerler görmek ve eczacılık
konusunda bilgilenerek bunları etkin bir biçimde kullanabilmek
için gerekli olan özgüveni sağlamak açısından bizlere çok şeyler
kattı. Sizde bu tür projelerin içinde yer almak istiyorsanız, gruba
üye olun, çalışın ve hak edin; IUPSAint sizi kucaklayacaktır.
Proje Katılımcısı;
Ahmet Can KALENDEROĞLU
[email protected]
Yoğun, keyifli, verimli ve eğlenceli bir haftanın sonunda ayrılık
vakti gelmişti. Hem tüm katılımcılardan hem de IUPSA International İstanbul’a doğru yola koyulurken grup arkadaşlarımdan
bu yılı eğitimime devam ettiğim Lille’e, Fransa, geri dönmek için
buruk bir şekilde ayrıldım. PUSH AİLESİ projenin üçüncü ayağı
için ‘3 hafta sonra Bulgaristan’da görüşürüz’ diyerek Potekiz’e
hoşçakal demiş oldu...
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Saðlýk
LAÇ
SAHTEC LÝÐÝ

Ýlaç
SAHTECÝLÝÐÝ
Ý
•Merve ERDEM
•Son kullanım tarihinin değiştirilmiş olup olmadığına bakınız.
Sahte ilaç nedir?
Sahte ilaç saf olmayan, eksik ya da hatalı aktif madde içeriğine
sahip olan ilaçlara denir.
Ne gibi sonuçlar doğurur?
Sahte ilaçların kullanılması farklı hastalıklara yol açması ve hatta
ölümle sonuçlanabilecek kadar ciddi sonuçlar
yaratmaktadır. Bazı sahte ilaçlarda toksik maddeler bulunmaktadır. Sahte ilaçlar hastalar açısından ciddi bir tehdit
oluşturmaktadır. Son yıllarda, sahte ilaçların üretiminde büyük
bir artış söz konusu olmuştur. Sahte ilaçları piyasaya sürenlerin
ilaçların paketlerini başarıyla kopyalayan teknolojiler kullanmaları bu tehlikenin boyutlarını arttırmaktadır. İlaç sahteciliği tüketiciyi kandırmaktan öte hastaların yaşamlarını tehlikeye atması
nedeniyle önemli bir suçtur.
Bir ilacın sahte olduğunu nasıl anlarız?
Uzman olmasanız bile sahte ilaçları fark etmenin bazı yolları vardır:
Bazı örneklerde eksik paketlemeler yapıldığı, üzerinde imla ve
harf hatalarının olduğu dikkati çekmektedir.
Yine paketlerdeki damgaların kalitesiz olduğu ve paketin üzerindeki renklerin olması gereken ton ve kalitede
olmadığı görülmektedir. Bir diğer dikkat edilecek nokta ise paketlerdeki hapların orijinalinden farklı renkte ve
kalitesiz bir görüntüye sahip olmasıdır. Bazı örneklerde, hapların
bozuk bir görüntüye sahip olduğu ve
büyüklüklerinin de birbirinden farklı olduğu görülür.
İlaç sahteciliğine karşı hastalar neler yapmalı?
•Ürün son derece düşük bir fiyattan satılıyorsa, bunu özellikle
dikkate alınız.
•Çıkarılmış ve değiştirilmiş ürün etiketine dair işaretler olup olmadığına bakınız.
64
4

•Önemli olarak özellikle dikkat edilmesi gereken nokta tüm ilaçların ruhsatlı eczanelerden alınması veya yine ruhsatlı hastane
ve kliniklerden temin edilmesidir. İnternet ortamında satılan
ilaçların sahte ilaçların dağıtımında en etkin yollardan biri olduğu bilinmektedir.
•Satın alınan ilacın sahte olduğuna dair en ufak bir şüphesi olanlar mutlaka bu konuda Sağlık Bakanlığı’na bilgi vermelidir. Ayrıca
en yakın eczaneye danışılabilir ve ilacın orijinalini üreten üretici
firmayla irtibata geçilebilir.
Hangi ilaçların sahtesi üretiliyor?
Son yıllarda Dünya Sağlık Örgütü’nün tespitlerine göre dünyadaki ilaçların %6’sı sahtedir, ABD’de lipit
düşürücülerden kanser ilaçlarına kadar geniş bir yelpazede sahte ilaçlar tespit edilmiştir. Bazı gelişmekte olan
ülkelerde ilaçların %50’sinin sahte olduğu tahmin edilmektedir.
Bu oran Afrika kıtasında %80’lere kadar
çıkmaktadır. Ülkemizde internet üzerinden satış ile daha çok
cinsel gücü artırıcı, saç dökülmesini önleyici ve
zayıflama yardımcı ilaçlarla vitaminlerin sahteleri internet siteleri üzerinden ucuz fiyatla satılıyor.
Yapılan çalışmalar nelerdir?
Sağlık Bakanlığı, sahte ilaç vakalarını önlemek ve `kupür` yolsuzluğu ile devletin soyulmasını önlemek için yeni
sisteme geçmeye hazırlanıyor. Buna göre üretim aşamasında
her kutu ilaca ayrı bir kimlik numarası verilecek. Bu
numaralar, Sosyal Güvenlik Kurumu ve Sağlık Bakanlığı`nın ana
bilgisayarlarından takip edilecek. Sisteme kayıtlı
olmayan ilaçlar eczanelerden verilemeyecek. Her bir numara
sadece tek bir kez işlem görecek. Yeni uygulamada ilaç
kutularından kupür kesme işlemi de sona erecek. Böylece sahte
kutu basımları bir işe yaramayacak.
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
63
Başlarken
Prof. Dr. Ahmet O. ARAMAN
Sevgili arkadaşlarım,
I
UPSA (İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği) her sene olduğu gibi bu yıl
da üstün bir çaba ile elinizde tuttuğunuz bu
dergiyi yıl sonu sınavlarına girmeden sizlere
ulaştırmayı başardı. Derginin içeriğinde özgün
röportajlar, katıldıkları bilimsel, ulusal ve uluslar arası kongrelerle ilgili konuları bulacaksınız.
2003 yılından bu yana düzenli bir şekilde çıkmayı başaran bu dergi siz öğrencilerin başarısı
olarak akademik hayatımızdaki yerini almıştır.
Bu vesile ile tüm öğrencilerimize final sınavlarında başarılar diliyor ve ilk 5.sınıf mezunlarımızı şimdiden kutluyorum.
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
5
0
1
0
-2
9
0
0
2
IUPSA
YÖNETÝM KURULU
Merhaba arkadaşlar,
Ben Sefa BAÞYÝÐÝT. Fakültemizin dördüncü sınıf öğrencisiyim. Bu yıl IUPSA Yönetim
Kurulu’nda Başkanlık görevini yürütmekteyim. Görevlerimden bazıları; birliğimizin her
alanda temsilinden, biriliğimiz tarafından gerçekleştirilen çalışmaların takibinden ve
gerçekleştirilmesinden, diğer fakültelerle ilişkilerin sürdürülmesinden sorumluyum.
Üç yıldır IUPSA Yönetim Kurulu’nda aktif olarak çalışıyorum. Eşsiz Mimar Koca Sinan,
yıllara meydan okuyan o muhteşem, tarifsiz mağbetleri (Şehzadebaşı, Süleymaniye
ve Selimiye) için söylemiş olduğu dönemler misali bizde çıraklık, kalfalık ve ustalık
dönemlerimizi yaşadık birliğimizde. Her dönemde ‘’Sonun başlangıcı’’ diyerek kolları sıvadığımızda, sizlerin artarak süregelen destekleriyle bu günleri yaşadık. Sizin bize
yüklemiş olduğunuz sorumluluğun farkındaydık ve hep bu bilinçle çalıştık. Umut ediyorum, yapmış olduğumuz çalışmalar, düzenlemiş olduğumuz organizasyonlar hepimiz
için faydalı ve yol gösterici olmuştur.
Tek bir gayemiz var hiç şüphesiz: Fakültemiz için, sizlerle beraber özgün, farklı çalışmalara imza atabilmek. Bunu da çekilen onca sıkıntıya rağmen hakkıyla yerine getirdiğimiz inancındayım. Hepimizin üyesi olduğu birliğimize gelin sahip çıkalım ve bu bayrağı
hep beraber daha yükseklere çıkaralım. Sevgiyle kalın.
[email protected]
Merhaba arkadaşlar,
Ben Mehmet Cihad AYGÜN. Fakültemiz dördüncü sınıf öğrencisiyim. IUPSA Yönetim Kurulu’nda Başkan Yardımcılığı görevini yerine getiriyorum. Öncelikli görev ve sorumluluklarım; IUPSA Yönetim Kurulu çalışmalarını başkan ile yürütmek, toplantıları
organize etmek ve IUPSA’nın gerek bizim fakültemizdeki gerekse de diğer fakültelerdeki gruplarla olan iletişimini sağlamak. Ayrıca birliğimiz ve çalışmalarımız ile ilgili çeşitli
afiş, poster, broşür hazırlamak ve internet sitemizin düzenlenmesi ve güncellenmesini
sağlamak.
IUPSA ailesi olarak mesleğimiz ve fakültemiz adına çok çalıştık, emek harcadık ve elimizden geldiğince sizlere faydalı olmaya çalıştık. Bunu yaparken de birçok şeyden fedakarlık ettik. Belki çok yorulduk ama asla pes etmedik. Çünkü biz bu işe gönül verdik.
Sizler de mesleğimiz ve fakültemiz adına faydalı işler yapmak istiyorsanız; IUPSA çatısı
altına girmenizi tavsiye eder; hayatınızın her alanında mutlu olmanızı dilerim...
[email protected]
Merhaba arkadaşlar,
Ben Merve KURTAN. Fakültemizin dördüncü sınıf öğrencisiyim. IUPSA Yönetim
Kurulu’nda Genel Sekreterlik görevini yürütüyorum. Gerçekleştirilecek etkinliklerin organizasyonunda ilgili kişiler ile iletişim halinde olup gerekli bilgileri kayıt altına almak,
yönetim kurulu toplantılarında alınan kararları ilgili kişilere iletmek, yapılan toplantılarda görüşülen konuları, alınan kararları ve yapılan planları IUPSA defterine kaydetmek benim sorumluluğumdadır.
3. sınıftan bu yana IUPSA’ nın içindeyim. Bu birliğin içinde bulmanın hem mesleki anlamda hem de kişisel gelişimim adına bana çok şey kattığını düşünüyorum.
Sizlerin de desteğiyle çok daha güzel şeyler yapabileceğimize inanıyorum. Birlikte çalışabilmek dileğiyle…
[email protected]
6
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Merhaba arkadaşlar,
Ben Alper NAK. Fakültemizin üçüncü sınıf öğrencisiyim. IUPSA Yönetim Kurulu’nda
Saymanlık görevini yürütmekteyim. Mesleğimi tanımak, gelişmeleri yakından takip etmek, seminer ve kongrelere katılmak vb. konularda IUPSA da çalışmanın çok önemli
olduğuna inanmaktayım. Siz değerli arkadaşlarımızın teveccühü ile sorumluluk üstlenmenin onur ve hazzıyla yararlı hizmetler sunabilme ümidiyle. Gönlümüzden gönlünüze sonsuz selam ve saygılarımla…
[email protected]
Merhaba arkadaşlar,
Ben Hacer TOPAK, fakültemizin dördüncü sınıf öğrencisiyim. Bir yıldır IUPSA Yönetim Kurulu’nda bulunuyorum, İletişim Sorumlusu görevini yürütmekteyim. Çalışmalarımızda sizlere faydalı olabilmek ve beklentilerinize cevap verebilmek esas oldu hep.
Bunun yanında sizlere sağlamaya çalıştıklarımızın çok daha fazlasını kendimiz kazandık
farketmeden. Mesleğimizi tanımak, gelişmelerin bizzat içinde yer almak, sempozyum
ve kongrelerde fakültemizi temsil etmek, diğer üniversitelerdeki arkadaşlarımızla iletişim halinde olmak, mesleki ve kişisel gelişiminizi sağlamak için daha da geç olmadan
IUPSA çalışmalarında sizleri de aramızda görmeyi ümit ediyorum.
[email protected]
Merhaba arkadaşlar;
Ben Kamil YALÇIN, fakültenin ikinci sınıf öğrencisiyim. Ayrıca IUPSA’da Basın-Yayın
sorumlusuyum. Sizler için çıkarılan ‘‘Eczacının Çalışma Alanları’’ ve dergimizin mesleki hayatınızı yönlendirmede büyük bir rehber olacağına inanıyorum. Sizler için gerek
yaptığımız röportajlar gerekse kariyer günlerimizle mesleki farkındalık yaratmaya çalışıyoruz. Kişisel gelişim ve mesleğimizi yakından takip amacıyla IUPSA’nın faydasının
büyük olacağını düşünmekteyim. Bu tip organizasyon ve sorumluluklarda hepinizin
bulunmasını tavsiye eder, mesleğinize ve öğrenim hayatınıza dört elle sarılmış bireyler
olmanızı ve yaptıklarınızın size başarı getirmesini dilerim.
[email protected]
Merhaba arkadaşlar,
Ben Merve GÜZELLER. Fakültemizin ikinci sınıf öğrencisiyim. IUPSA Yönetim
Kurulu’nda Öğrenci Koordinasyon Sorumlusu olarak görev yapmaktayım. Eczacılık
mesleğini seçtiyseniz ve İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ndeyseniz siz de IUPSA ailesindensiniz demektir ve bu nedenle sizleri de IUPSA’nın çalışmalarında yanımızda görmeyi bekliyoruz. Dergimizin çıkarılmasında emeği geçen ve bu yolda hiç bir
fedakârlıktan kaçınmayan tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. IUPSA çatısı altında,
fakültemiz adına sizlerle birlikte daha da güzel çalışmalar yapabilmek dileğiyle...
[email protected]
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
7
Merhabalar,
Ben Sinan Tahir DÝKÝCÝ. Dördüncü sınıf öğrencisiyim. Bu seneki dergide emeği geçen
herkese çok teşekkür ediyorum. Siz değerli arkadaşlarımızı da dergi olsun, IUPSA’nın
diğer çalışmaları olsun bilfiil içerisinde görmek isterim. Eczacı olmanın bilincine varmış, öğrenciliğin tadını çıkarmış bir şekilde eğitim-öğretim hayatınızı geçirmeniz temennisi ile. Hoşcakalın..
[email protected]
Merhaba arkadaşlar,
Ben Büþra SERVER. Fakültemizin üçüncü sınıf öğrencisiyim. Bu sene öğrenci birliğimizin yönetim kurulunda aktif olarak çalışmaktayım. Bir sene boyunca, istekli olan
arkadaşlarımızla beraber seminer, kongre, konferans ve çeşitli etkinliklere katıldık.
Bu aktiviteler ile kişisel ve mesleki anlamda kendimizi geliştirdiğimizi düşünüyorum.
Üniversiteden donanımlı olarak ayrılabilmek için, daha güzel ve verimli faaliyetlerde,
bütün arkadaşlarımızı aramızda görmek ümidiyle. Hoşçakalın…
[email protected]
Merhaba arkadaşlar,
Ben Halil Aziz VELÝOÐLU, fakültemizin ikinci sınıf öğrencisiyim. IUPSA Yönetim
Kurulu’nda aktif olarak çalışmaktayım. Hem mesleki hem de sosyal yönden yeni ufuklar kazandıran öğrenci birliğimizde olmaktan son derece mutluyum. Yaptığımız çalışmaların sizlere de fayda sağlayacağından emin olmakla birlikte, bu derginin oluşmasında emeği geçen bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
Hoşçakalın.
[email protected]
Merhaba arkadaşlar,
Ben Kübra SOÐUKKANLI. Fakültemizin ikinci sınıf öğrencisi olup, IUPSA Yönetim
Kurulu’nda görev almaktayım. Bir sene önce dahil olduğum IUPSA’da gerek mesleki
anlamda gerekse dostluklar boyutunda büyük kazanımlarım oldu. Sizlerin de bu güzellikleri, aramıza katılarak yaşamanızı dilerim.
Son olarak gece gündüz ayırt etmeksizin, hiçbir surette fedakârlıktan kaçınmayıp bu
çalışmanın sizlere ulaşmasını sağlayan başta Sefa BAŞYİĞİT ve Hacer TOPAK olmak
üzere bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyorum...
[email protected]
8
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Yaşama
Anlam ve Boyut katan
İki şeyin önemi...
•H.Ömer & Mihrimah
İki şey “Kalitesiz İnsan” ın özelliğidir :
1- Şikayetçilik
2- Dedikodu
İki şey çözümsüz görünen problemleri bile çözer :
1- Bakış açısını değiştirmek
2- Karşındakinin yerine kendini koyabilmek
İki şey yanlış yapmanı engeller :
1 - Şahıs ve olayları akıl ve kalp süzgecinden geçirmek
2- Hak yememek
İki şey kişiyi gözden düşürür :
1- Demagoji (Laf kalabalıklığı)
2- Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek)
İki şey insanı “Nitelikli İnsan” yapar :
1- İradeye Hakim Olmak
2- Uyumlu Olmak
İki şey “Ekstra Değer” katar :
1- Hitabet ve diksiyon eğitimi almak
2- Anlayarak hızlı okumayı öğrenmek
İki şey geri bırakır :
1- Kararsızlık
2- Cesaretsizlik
İki şey ömür boyu boşa kürek çekmemeni sağlar :
1- Baskın yeteneği bulmak
2- Sevdiğin işi yapmak
İki şey başarının sırrıdır :
1- Ustalardan ustalığı öğrenmek
2- Kendini güncellemek
İki şey başarıyı mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır :
1- Niyetin saf olması
2- Ruhsal farkındalık
İki şey milyonlarca insandan ayırır :
1- Sorunun değil, çözümün parçası olmak
2- Hayata ve her şeye yeni (özgün, orijinal, farklı) bakış
açısıyla yaklaşabilmek
İki şey gelişmeyi engeller :
1- Aşırılık (mübağala, abartı, ifrat, tefrit)
2- Felakete odaklanmış olmak
İki şey çözüm getirir :
1- Tebessüm (gülümseme)
2- Sükut (susmak)
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
9
Mesleki Söyleþiler
Kocaeli Eczacý Odasý Baþkaný
Ecz. Üzeyir KORKMAZ ile
Röpor
taj
•Sefa BAŞYİĞİT •Sinan Tahir DİKİCİ
•Sayın Üzeyir Bey, sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
1966 yılında İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ne (hasbelkader) kayıt yaptırıp yüksek öğrenimime başladım. Liseyi
okuyabilmek için, ailemden ayrılışımdan sonra, özellikle ilk yıl
kendimi çok yalnız hissediyordum. Bunu aşmak için olacak;
okumaya başladım. Ama 1968 öğrenci olaylarına varıncaya
kadar hiçbir şey anlamamış olduğumu düşünüyorum. Benim
hayatımda ne olduysa 1968 de oldu.
•Meslekteki ilerleyişinizden ve meslek sorunları ile ilgilendiğiniz ilk günlerden bahseder misiniz?
Meslekte ilerlemekten neyi kastettiğinizi, doğrusu pek anlamadım. Oda yöneticiliğini kastediyorsanız, bu kanımca meslekte
ilerlemek değildir. Bu iş mesleğe ve ülkeye olan borcun bir kısmını ödemek fırsatıdır. İşte meslekle ilgili düşüncelerim de o
zaman oluşmaya (yani 1968) başladı. Mesleğin, daha doğrusu
hiçbir mesleğin, kupkuru bir konu olarak ele alınamayacağına
dair düşünceler oluşmaya başladı. Yani bir mesleğin, ülke ve
dünya sorunlarından soyutlanamayacağını görür gibi olmaya
başladım. Evet, hiçbir olay ve meslek yaşamdan soyutlanamaz.
10
O yıllarda “İlaç Emperyalizmi’’adlı bir broşür ve “ilaç emperyalizmine son” diye bir yürüyüş düzenlemiştik Eczacılık Fakültesi
öğrencileri olarak. Giderek bazı şeyler netleşmeye başlıyordu.
Bu gidişle, uluslararası sermayeye tezgahtar yetiştiriyoruz diyorduk.Kırk yıl sonra nereye geldik?
Dünya’da olup bitenleri takip edebildiğimiz kadarıyla bazı
kuşkularımızı dile getiriyorduk. Paranoya diyorlardı. İdeolojik
davranıyorsunuz diyorlardı. Hala diyorlar. Demokrasi, sadece
iktidara çok yaşa demek değildir. Eğer bir yerde karşıtlık yoksa,
orada, ne demokrasi ne de hayat vardır.
•Hem oda başkanlığı yapıp, hem de eczane işletmek zor olmuyor mu? Bu kadar enerjili olmanızın sırrı ne acaba?
Son 5-6 yıla baktığımızda meslek odası yöneticiliği gerçekten
çok yorucu. Gündem, ülke gündemi gibi sabah başka, öğleden
sonra başka, akşam da başka olmakta. Eğer siz, sosyal devlete
sahip çıkacağım, yurttaşımın ve meslektaşımın hakkını koruyacağım, onları bilgilendirmek benim hem eczacı olarak hem
de yurttaş olarak görevimdir derseniz, tabii ki işiniz çok yoğun
olacaktır. Enerjiye gelince; Siz o yaptığınız işi silah zoru ile de-
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Mesleki Söyleþiler
ğil, gönüllü olarak yapıyorsunuz. Ve sadece, yaptığınızın doğru
olduğuna inandığınız için yapıyorsunuz. Bu da enerjik olmanız
için yeterli nedendir kanımca.
•Yakın zamanda TEB 37.Olağan Büyük Kongresi ve seçimi yapıldı. Sizin de Merkez Heyeti oluşumu için bir öneriniz olmuştu. Hem önerinizi hem de kongreyi genel olarak değerlendirir
misiniz?
TEB’ in 37.Kongresinde dediğiniz gibi bir önerim oldu. Ancak bu
öneri benim veya Kocaeli Eczacı Odası’nın
tek başına yaptığı bir
öneri değildi. Birlikte
hareket ettiğimiz odalarla ortak önerimizdi.
Yalnız biz görev talep
etmiyorduk. Sadece,
Merkez
Heyeti’nin
oluşmasında sandalye
hesabı yapılmamasını,
Ankara, İzmir, İstanbul
gibi üye sayısının, ülkemizdeki toplam eczacı
sayısının yarısı olduğu
düşünülürse, bu odaların, yapının dışında
kalmasının doğru olmayacağını söyledik.
Bunun da birebir oda
temsilcilerinin
orda
yer almasıyla değil, bir
anlaşma ortamı sağlayarak oluşabileceğini
söyledik.
•Eczacılar yaşadıkları
sıkıntılara mukabil 4 Aralık’ta kepenk kapattı. Hem eczacıların yaşadıkları sıkıntılardan, hem de yaşanan o süreçten
bahseder misiniz?
Son beş yılda eczane eczacılığında önemli şeyler yaşandı. Hala
da yaşanmakta. Giderek meslek sağlık hizmeti olmaktan çıkarılmaya, sadece ticari yönü öne çıkarılarak aşındırılmaya çalışılıyor. 4 Aralık süreci de bunun sonuçlarından biri. İşte bu sonuç
ta şunu gösterdi ki eczacı örgütlü bir meslek erbabı. Bundan
dolayıdır ki, teslim almak için önce örgütlü yapıyı bozmak gerektiği görüldü. Ve saldırılar başladı, dört bir taraftan.
•Mesleğimiz şu sıralar bir süzgeçten geçiyor. SGK TEB ile olan
sözleşmesini feshetti. Bu süreçte eczacılar ve meslek örgütleri nasıl bir yol izledi?
Önce SGK sözleşmesi feshedildi. Eczacı dağılmadı. Bir yumruk gibi bir arada durdu. Süreci biliyorsunuz, İstanbul Eczacı
Odası’nın Danıştay’a açtığı yürütmeyi durdurma davası lehimize sonuçlanınca, yani hukuk üstün gelince bazı çevreler çok
rahatsız oldu. Başka saldırılara geçti
•Mesleğimizde söz sahibi biri olarak, mesleğimizin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
‘’Mesleğimizde söz sahibi biri olarak’’ diyorsunuz. Yok böyle bir
şey. Söz sahibi olmak için bir ortam gerekir. O da demokratik
ortamdır.
Her hareketin, her olayın, her sözün, her mahkeme kararının,
daha doğrusu her şeyin, ülke liderini kızdırdığı bir ortam; demokratik olamaz. Yurttaş ve eczacı olarak rahat değiliz.
Mesleğin (veya tüm mesleklerin) geleceğini iyi ki siyasiler çiz-
miyor. Bu konuda son sözü bilim söyleyecektir. Ve bilim ne derse iyi diyecektir. Eczacılık mesleği insanlıkla yaşıttır. Ve insanlık
var olduğu müddetçe var olacaktır. Siyasilerden önce de vardı,
sonra da var olacaktır.
•Son olarak geleceğin eczacıları olan bizlere tavsiyeleriniz
nelerdir?
Genç meslektaşlarımıza ve meslektaş adaylarımıza; Dünya’nın
her yerinde eczacılık gözde bir meslektir. Hiçbir meslek kazancıyla mütenasip saygı görmemelidir. Mesleğimizin bir felsefesi
vardır; ‘’İnsanlığa sağlık hizmeti vermek’’. Bunun için mesleğimizi sevmeliyiz. Seviyoruz. Ancak bu sevgimiz çok süt veren
ineğimizi sever gibi olmamalıdır.
Genç meslektaşlarımızın bunu çok daha iyi yapacağına ve
mesleğimiz ile beraber ülkemizi de yücelteceklerine inancım
tamdır.
Sevgiyle kalın.
•Çok istifade ettik, zamanınızı bize ayırdığınız için teşekkür
ederiz.
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
11
Mesleki Söyleþiler
Eczacýlýk
Tarihi
Üzerine
Mert SANDALCI ile
•Merve GÜZELLER •M.İsmail ELÇİ •Hacer TOPAK
•Öncelikle kendinizden ve kariyerinizden bahseder misiniz ?
1958 İstanbul doğumluyum. İyi bir eğitimci olan dedem, 7 yaşı
okul eğitimi için çok geç bir yaş olarak görüyordu. Bu sebeple, 4
yaşımda okumayı söküp, 5 yaşında 1. sınıfı atlayarak 2. sınıfdan
başladım. Özel Işık Lisesi, Fevziye Mektepleri’ni bitirdim.
Yükseköğrenimime başlamadan evvel, babamla uzun istişarelerde bulunduk. Benim hayatta en çok istediğim bölüm zoolojiydi. Babam bu konudaki düşünceme saygı duydu fakat, kendisi gibi inşaat mühendisi olursam, beraber birçok projeye imza
atabileceğimizi söyledi. Bunun üzerine ben de tercihlerimde
14 inşaat mühendisliği ve son olarak 1 zooloji bölümü yazdım.
Umut ettim ki puanım tutmaz da zoolojiye giderim. Fakat inşaat
mühendisliğini tuttu ve inşaat mühendisi olarak çıktım. 3 büyük
projede yer aldım; 1.si Edirne Çimento Fabrikası inşaasında saha
mühendisliği, 2.si Çorlu Nato Havaalanı inşaatında kontrol mühendisliği. Son olarak da 2. Boğaz Köprüsü inşaasında şantiye
şefi olarak 4 yıl çalıştım. Açılış töreninde tören alanına girmeye
hakkımız olmadığını öğrendik. 4 yıl boyunca çeşitli fedakarlıklar
göstererek yaptığımız projenin açılış törenine alınmamam mesleği o gün bırakmama neden oldu.
Daha sonra hobilerimle ilgilenmeye başladım. Küçük yaştan beri
çeşitli alanlarda koleksiyonlar yapıyor idim. İstatistik çıkarmak,
tasnif yapmak gibi şeyler üzerine yeteneğim hep vardı.
12
Röportaj
Bir yaz tatili sırasında, eşim Gülnur’u tanıdım. Ben 19, o 18
yaşındaydık. Birbirimize çok uyum sağladık. O sırada Gülnur
Amerika’da eczacılık eğitimi alıyor idi. Fakat 2 yıl sonunda, bu
durum ikimize de zor gelmeye başlamıştı, Gülnur İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ne geçiş yaparak eğitimine burda
devam etti. 1.5 yıl boyunca onunla beraber eczacılık fakültesine
giderek ve derslerinde yardımcı olarak eczacılıkla tanıştım.
İkimiz de kendi okullarımızdan mezun olarak çalışma hayatına
atıldık. Bu sırada çocukluğumda başladığım koleksiyonlarıma
devam ediyordum. Babamın da desteklediği pul ve Osmanlı posta tarihi üzerine ciddi bir koleksiyonum vardı. Türkiye’de
hatırı sayılır koleksiyonlardan birini yapmaya başlamış idim. Bu
koleksiyonlardan ilk paramı kazanmamla bu işe bütçe ayırmaya
başladım. Mesleği bıraktığım dönemde de bu işle daha çok ilgilenmeye başladım.
Ayrıca mühendislik yaparak ismimin kalıcı olamayacağını anladım. Bu durum beni koleksiyonculuğa daha da yakınlaştırdı.
Farkettim ki Osmanlı kartpostalları üzerine bir çalışma yapılmamış. Bu alanda güzel bir çalışma yaparsam kalıcı olabileceğimi
düşündüm. 4-5 yıl sonunda Koç Bank’ın desteğiyle 3 ciltlik çalışmamı yayınladım.
•Neden eczacılık alanına yöneldiniz?
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Mesleki Söyleþiler
Yaptığım koleksiyonlar için malzeme toplarken eşim de bana
yardım ediyordu. Eşim de eczacılıkla ilgili kutu, şişe gibi malzemeleri toplamaya başladı. Fakat kendisi topladıklarını belli bir
sistematiğe göre yapmıyordu. Ben ise bu konuda onu sürekli
uyarıyor, yönlendirmeye çalışıyordum. Eşimin çalışmalarına
müdahele etmelerim sebebiyle, eşim bütün topladıklarını bana
verdi. Bunun üzerine ben de bu konuya yöneldim ve 1989’da
kendime “her eczacıya nasıl ulaşırım?” sorusunu yönelttim.
Elimde eski eczacıların bir listesi olursa bunu başarabilceğimi
düşündüm. Fakülteye giderek diploma kayıt defterlerini aldım.
Fakat belli bir tarihten öncesi fakültede yoktu. Bunun üzerine
Başbakanlık Osmanlı arşivi ve Ticaret Almanakları’nı buldum ve
fotokopilerini aldım. Ticaret Almanakları’nda Osmanlı’nın bütün
vilayetlerindeki her meslekte çalışan insanların isimleri vardır.
Ticaret Almanakları 3-4 yılda bir yayımlanmıştır. Bu kitaplardan
tüm Osmanlı sınırlarındaki farmasi adı altında çalışan kişilerin
adlarını ve çalıştıkları vilayetleri aldım. Tüm bu bilgileri adı, yeri,
kaynakçası v.s. adı altında tek tek topladım. Bana dünyada bundan daha çok zevk veren bir iş olamayacağını hissettim. Hayatım
buymuş benim. Eşimle 3 sene boyunca Türkiye’yi doğu batı demeden karış karış gezdik. Bir yandan tüm bilgileri girerken diğer
yandan da şişe, kutu, kağıt, v.s. toplamaya devam ettim ve bunlara ciddi anlamda paralar vermeye başladım. Eskiciler ile işbirliği içinde çalıştım. Elimde bulunmayan materyallere değerinin
10, 20 katını vererek elde etmeye çalıştım.Durum böyle olunca
eskiciler de bu alana yöneldiler ve gittikleri yerlerde kitaptan,
dolaptan, eski eşyadan once ilaç, ilaç kutusu, şişe sormaya, araştırmaya başladılar.
Bu dönemde Prof. Dr. Turhan Baytop ile tanıştım. Kendisi olaya
bakışımı değiştirdi. Turhan Hoca ile eczacılık tarihi kongrelerine
gitmeye başladım. İlk eczacılık tarihi toplantısına dinleyici olarak
katıldım.
160 eserle başladığım çalışmam kısa sürede 2000 esere ulaştı.
Böylelikle çalışmamı bir kitap haline getirmeye karar verdim. O
sırada Eskişehir’de yapılacak olan 3. Eczacılık Tarihi Toplantısı’na
Turhan Hoca’nın teşviki ile, çıkarmaya çalıştığım kitabımın da
özü olan 100 panoluk bir bildiri verdim: “Efemeral Belgelerle
Eczacılık Tarihinin Kesişimi”.
Bu kongreden inanılmaz tepkiler aldım. O zamanki yedi fakültenin dekanından, öğretim üyelerinden övgü dolu sözler işittim.
Açtığım hatıra defterine çok güzel yazılar yazdılar. Bu olaylardan
aldığım feedbackler ile Bülent Eczacıbaşı’na projemden bahsettim. Koleksiyonumu gösterdim. Projemde, her sayfada bir obje
ve altında onunla ilgili bilgiler yazacağımı söyledim. Hayalimdeki
herşeyin gerçek olacağını o gün kendisine kendi hikayesini anlattıktan sonra çok daha iyi anladığını belirtti. Dokuz cilt kitabımı
hiçbir müdahale olmadan kendi istediğim gibi yaptım. Dünyanın
hiçbir yerinde böyle bir çalışma yok. Yaklaşık bir milyon dolar
bütçe ile yaptığımız çalışmada malzemeler Eczacıbaşı’na gitmek
kaydıyla ve dokuz ciltte ortalama 300 eser kullanılarak bu eser
tamamlandı. Daha sonra Eczacıbaşı’nın ilaç sektöründen çekilmesiyle ben Abdi İbrahim’e geçtim. Orada 100.yıl için büyük
bir keyifle çalışmaya başladık. Yüz binin üzerinde eczacılık tarihi
malzemesi toparlandı.
•Eczacılığın geçmişini en iyi bilen kişilerden biri olarak geçmişten bugüne eczacılığı değerlendirir misiniz?
Bugünlerden ders alınmasını gerektiren korkunç olaylar var.
Eczacıların fazlalığı bugün önemli bir problemdir. 1928’de Eczanelerin Tahdili Kanunu ile aynı problemi tekrar yaşamıştık. Tarih tekerrürden ibarettir derken bu bir basmakalıp söz değildir.
Geçmişe bakıp bugün ne yapmalıyız sorusunun cevabını görmek
mümkün. Sadece ülkemizde değil, Yunanistan gibi diğer ülkelerde de eczanelerin kapatılması gibi olaylar yaşanmıştır. Dolayısıyla bugün de öyle bir yere geliyoruz ki öyle ya da böyle bir
şeyler yapılacak. Belki yaşa göre belki yere göre belki de başka
standartlara göre değişiklikler olacak. Eczanelerin bu durumunu
göre göre sadece eczane eczacılığı demek, sadece bu alana yönelmek çok da doğru değil. Bugün ilaç firmalarında eczacıların
olması gerektiği yerlerde başka çalışma gruplarını görmekteyiz.
O yüzden gidişata bakarak ne yapacağız şimdi, bu da başımıza ilk
defa geliyor diyerek durup düşünmek yersiz. Geçmişimize bakarak tüm sorularımızın cevabını görme imkanına sahibiz.
Eczacılık eğitimine baktığımız zaman ise oldukça olumlu gelişmeler olduğunu görebiliyoruz. Şu anda eczacılar can hıraç şekilde
çarpışmak zorundalar. Çünkü eskisi gibi sadece galenik öğrenip,
bir kalfa ile beraber eczane açmakla iş bitmiyor. Eczacıların çok
da farklı olduklarını görüyorum. Benim eşimin okulu bitirdiği
dönemin eczacısı ile bu dönemin eczacısı arasında bilgi birikimi,
yapılan çalışmalar açısından oldukça fark var. İyiye giden bir şey
varsa en başta bunu belirtmek gerekir.
Bildiğimize göre 1750’li yıllarda İstanbul’da eczanelerin açılmasıyla aktarlar ile eczaneler ayrıldı ve farmasi kelimesinin kullanılması başlandı. Eczane sözcüğünün kullanılmasından itibaren
1950’lilere kadar bence türk eczacılığı mükemmel üstüydü. Dışarıda bulunan ilacı hemen ülkemizde üretip uygulamak takdire
şayan şahane bir olaydı. Dışarıda aspirin yapıldığı zaman senin
burada nevrozini yapıp aspirinden daha etkili bir ilaç olarak tutturabilmen; dışarıda kolinos diş macunu varken senin burada
radyolini yapman, formülünü hemen kapıp aynısını veya daha
etkilisini yapabilmen eğitiminin çok iyi olduğunu gösterir. Birinci
Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı gibi savaşların ardından yokluklar içerisinde ham madde bulup ciddi anlamda Fransız ilacına
eşdeğer, İngiliz ilacına eşdeğer ilaçlar yapabilmek üstün bir başarıdır. 1950lerden sonra hazır ilacın yapılması ile birlikte eczacılık
mesleği hızla geriye doğru gitmeye başladı. En basitinden bunu
eczanelerdeki mobilyalardan, kullanılan gereçlerin albenisinden
anlayabiliyoruz. Eczacı kendisini halka bir şekilde beğendirmeye,
tercih edilmeye çalışıyor. Dolabından, kıyafetinden, şişesinden,
dekorundan yararlanıp bir fark yaratmaya uğraşıyor. Bu nedenle
mesleğe özenin sıfırlandığı görülüyor. Fakat aynı zamanda son
dönemlerde eczacının bilinçlendiği görülüyor. Mesleğine sahip
çıkmaya başlayan eczacı, mesleğinin tam şartlarını oturtmaya
başladı. Kendi alanına ve sorumlu olduğu üretim ürünlerine
sahip çıkan eczacılarla beraber dört dörtlük eczaneler açılmaya
başlandı. Büyük eczanelerimizde aynı Osmanlı döneminde olduğu gibi diyetisyenler gibi farklı birimler bulunmaktadır. Osmanlı
döneminde de bünyesinde doktorlar bulunduran, doktorlar ile
beraber çalışan, doktorların eczanelerin laboratuarlarından ya-
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
13
Mesleki Söyleþiler
rarlanmak için yanıp tutuştuğu dev eczaneler vardı. Yerli ilaç ve
yerli ilaç sanayi çok gelişmiş düzeyde idi.
•Bunca yıllık çalışmalarınızı sergilediğiniz bir yer var mı?
Bu eserlerin çoğu görülecek şeyler değil. Neden derseniz reçeteler, faturalar, başka kağıtlar v.s. olduğu için. Ama bugün kimi
araştırmak istiyorsanız, bana müracaat ettiğinizde Abdi İbrahim
Arşivi’nden resimler, belgeler ile çalışmanız mümkün. Şu an için
bunu yapabiliyoruz. Ama tüm bu çalışmalar büyükçe bir müze
olacak. Belirli tasnifler yapıldıktan sonra ve müze açıldıktan sonra herkes bu eserlere ulaşabilecek. Eczacıbaşı’nın malzemelerinin bir kısmı sergilenmek üzere İzmir’e gitti. Ama Abdi İbrahim
evrak bölümü ve orijinal şişeler burada kaldı.
•Çalışmalarınız sırasında sizin için özel bir değere sahip eserler
oldu mu?
Konuşmalarımda da anlattığım gibi bazı eserler beni çok duygulandırmıştır.Bir açık arttırmada çok yüksek fiyata aldığım Della
Suda Faik Paşa’nın 1862’de Londra sergisinde ilaç ve drog koleksiyonları ile kazandığı madalya ve yine bir müzayededen üzerinde Rumca farmasi kelimesi geçtiği için aldığım bir zarf benim için
14
çok değerli olan iki muhteşem eserdir.
•Eczacılık tarihi alanına yönelmek isteyen arkadaşlarımıza tavsiyeleriniz nelerdir? Bu alanda ne gibi çalışmalar yapılabilir?
Osmanlı Devleti’nin insanlarının ve Türkiye Cumhuriyeti insanlarının korkunç bir handikabı var: Biriktirme duygusunun olmayışı.
Dolayısıyla hiçbir şey saklanmadığı ve her şey fırlatılıp atıldığı için
geçmiş ile ilgili bir doküman, bir done bulmak çok zor. 1988den
bu yana topladığım 15.000 eserin 10.000 tanesinin bir ikincisi
daha yok. Eşi olmayan bir malzeme daha bulan bir kişi en fazla
kendisinde müzede olmayan bir eser olduğunu söyleyebilir. Yeni
bir koleksiyon yapma gibi bir olasılığı yoktur. Çünkü koca bir imparatorluktan geriye kalan fazla bir şey olmadığı için bu konuda
problemimiz var. Durum böyle olunca çalışmaya başlamak çok
iyi olur. Fakat devamının gelmesi imkansız denilebilir. Ama bir
hobi, bir zevk olarak böyle değerli eserlerden bazılarını elinde
bulundurmak isteyenlere ben dahil bu konu ile ilgili herkes yardımcı olacaktır. Bu sebeple yeni bir koleksiyon yapmaktan çok
yapılmış olana kazandırma işlemi tercih edilmektedir.
•Çok teşekkür ederiz.
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Mesleki Söyleþiler
Ecz. Fuat SANCAK ile
Röportaj
•M. Cihad AYGÜN •Merve GÜZELLER •M.İsmail ELÇİ
•Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
1973 yılında Siirt’te doğdum. İlkokul 2. sınıfa kadar Siirt’te, ilkokulu ve orta öğretimi Van’da tamamladım. 1979 yılında ailem
Van’a taşınmaya karar verdi. Babam Abdülhakim Sancak müteşebbis ruha sahip bir kişilikti. O dönemde Siirt, ticaret için elverişli bir yer olmadığı için babam ailece Van’a taşınmamızı istedi.
1989 yılında İstanbul’a taşındık, Yönetim Kurulu Başkanımız aynı
zamanda ağabeyim olan Sayın Ethem Sancak’ın da desteğiyle
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ni kazandım.
•Eczacılık mesleğini ve ecza depoculuğunu nasıl seçtiniz?
Sancak Ailesi olarak 1987 yılında ecza depoculuğuna başladık.
Eczacıları, iş ortağımız, velinimetimiz olarak görüyorduk ve hala
öyle görüyoruz. İnsan sağlığına hizmet eden bu meslek grubu
benim oldukça fazla ilgimi çekiyordu. Üniversiteye hazırlandığım sıralarda boş vakitlerimi depoda ilaçların arasında geçiriyordum. Ailem de Eczacılık okumamı çok istiyordu. Şimdi memnun
musunuz derseniz dünyaya bir daha gelsem herhalde tek tercih
eczacılık yazarım. Eczane eczacılığı yapmadım ama benim dostlarım eczacılardan oluşur, şu andaki işimin gereği hep içlerinde
oldum, işimde de sosyal hayatımda da hep eczacılarla beraberim.
•Şu an bulunduğunuz konumdan(mevkiden) memnun musunuz? Biz eczacı adaylarına ecza deposu alanında çalışmayı tavsiye eder misiniz?
Şu anda bulunduğum konumdan tabi ki memnunum. İnsan sağlığına hizmet eden bir meslek grubuna hizmet veriyor olmaktan
oldukça mutluyum. Mezun olacak tüm arkadaşlara da ecza deposunda çalışmalarını öneririm.
•Ecza deposunda eczacının çalışma koşulları nelerdir, karşılaştığı olumlu veya olumsuz durumlar nelerdir?
Biz bugüne kadar depomuzda çok fazla sayıda eczacı istihdam
ettik. Ben on yıllık bir süreçte yaklaşık yetmiş eczacı arkadaşla çalıştım. Depomuzda eczacılarımızı istihdam edebileceğimiz
alanlar var, ancak eczacılar genel olarak üretimde veya ecza depolarında görev almak yerine eczane eczacılığı yapmayı tercih
ediyorlar. Eczacıların ecza deposunda görev yaparken karşılaştığı olumsuz bir durum yok ancak eczacıların kendilerini geliştirmeleri gereken bir alan var o da işletme alanıdır. Eczacı bilim
insanıdır ama eğer ecza deposunda çalışmak istiyorsa ticareti iyi
bilmelidir.
•Bir eczacı olarak kapınızı çaldım ve burada çalışmak istediğimi söyledim ne gibi şartlardan geçerim nerde başlayabilirim
ve yükselebilir miyim?
Eczacılar, şirketimizde mesul müdür ve bölge satış müdürü olarak iki pozisyonda görev yapabilir. Bölge satış müdürünün asli
görevi; eczacılarımızla yakın diyalog halinde bulunarak hizmet
kalitemizi yükseltmek için çalışmak, eczacıların sorunlarını dinlemek, stok yönetimi ve eczane işletmeciliği konusunda eczacıya danışmanlık hizmeti vermektir.
Bölge satış müdürlüğü işini yapabilecek en doğru kişi eczacıdır
ancak bu görev işletme konusunda da bilgi sahibi olmayı gerektirmektedir. Bildiğiniz gibi Eczacılık Fakülteleri’nde bilimsel bir
eğitim veriliyor, işletme eğitimi verilmiyor. Biz de bu yüzden
bölge satış müdürü pozisyonunda başlayan eczacı arkadaşları
işletme ve ticaret konusunda eğitiyoruz. İyi derecede işletme
bilgisine sahip bir eczacı şirketimizde bölge satış müdürlüğü görevinden başlayarak yükselebilir. Örneğin; eczacılarımıza daha
iyi hizmet verebilmek için çalışan Müşteri Hizmetleri birimimizin başına geçebilir, daha yükselip genel müdür pozisyonuna ve
hatta yönetim kuruluna bile girebilir. Bu yükseliş kişinin azmi ile
doğru orantılıdır.
Az önce de bahsettiğim gibi bölge satış müdürlüğü dışında, eczacı mesul müdür olarak görev yapabilir. Mesul müdür; yasal
mevzuat doğrultusunda, ecza deposunun ilaç saklama ve dağıtım işlevini yerine getirirken göz önünde bulundurması gereken
kalite, iyi dağıtım ve saklama prosedürlerini uygulamak, uygulatmak ve takibini yapmakla mükelleftir. Mesul müdür, ecza deposunu yasal mevzuata uygunluk açısından Sağlık Bakanlığı’na
karşı temsil etmektedir.
•Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir?
Eczane işletmeciliği ve stok yönetimi iyi yapılırsa eczacının depodan ilaç istemesine gerek kalmayabilir. Bu sayede eczacı
kazanmış olur. Stok yönetimi iyi yapılmış olursa eczacı kazanır
çünkü ben eğer kuryeye yapacağım masrafa gerek duymazsam
bunu eczacıya rekabet amaçlı kazanç olarak geri döndürürüm.
Yani eczacı stok yönetimini iyi yapmış olsa günde bir servise ihtiyacı olsa bizim masraflarımız yüzde beş olmaz yüzde iki, üç olur.
Bu aradaki fark da eczacıya yansır çünkü rekabet söz konusudur.
Herkes daha fazlasını vermeye çalışıyor.
Bir diğer konu; eczane sınırlaması ve coğrafi dağılım. Avrupa’nın
birçok yerinde bu sınırlama mevcut. Türkiye’de de buna ihtiyaç
var. Pazarın büyüklüğü belli eczane nüfusunu kaldırabilir. Her
şeyin enflasyonu zararlıdır. Eczane enflasyonu da öyledir. Eczanelerin elde ettikleri kazançlar belli ve iş kalitesini arttıracak yeterlilikte olmalı. Yani eczacı hem kendi geçimini sağlayabilmeli
hem de işine yatırım yapıp kaliteyi yükseltebilmeli. Bunun için
de kazancın garantisi sağlanabilmeli. Bu yasa düzenlenebilirse
eczacı yanında meslektaşını da çalıştırabilecek ve bazı meslektaşlarımız sektörün diğer kesimlerinde de çalışabilecekler.
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
15
Mesleki Söyleþiler
Ecz. Murat AKBIYIK
ve Dr.İlker İnanç BALKAN
ile
j
a
t
r
Röpo
•Zeynep ORAK
•Öncelikle bize kendinizi tanıtır mısınız?
Ecz. Murat Akbıyık: Mustafa Murat Akbıyık, 1968 Şanlıurfa doğumluyum. İlköğretim ve lise eğitimi Şanlıurfa’da, lisans eğitimimi ise İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesinde tamamladım.
Halen Haseki(Fatih-İst) bölgesinde serbest eczacılık yapıyorum.
Eczacılık mesleğine yönelik çalışmalar yapan çeşitli sivil toplum örgütlerinde kurucu ve yöneticilik yaptım. Yeryüzü Doktorları Türkiye şubesinin de kurucu yönetim kurulu üyesiyim.
Başakşehir’de yaşıyorum ve 4 çocuk babasıyım.
Dr. İlker İnanç Balkan: İlker İnanç Balkan, 1976 Giresun doğumluyum. 1993’te Bursa Anadolu Lisesinden, 2000 yılında İstanbul
Tıp Fakültesinden mezun oldum. 2004’te Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Enfeksiyon Hastalıkları ve klinik mikrobiyoloji ihtisasını tamamladım. 2009 Eylülünden beri Cerrahpaşa
Tıp Fakültesi’nde Enfeksiyon Kontrol Komitesinde uzman hekim
olarak görev yapıyorum. Üsküdar’da yaşıyorum ve iki çocuk babasıyım.
•Bize kısaca derneğinizden bahseder misiniz?
Dr. İlker İnanç Balkan: Derneğimiz, içlerinde Türkiye’den hekimlerin de yer aldığı İngiltere’de yaşayan doktorlar tarafından
Doctors Worldwide adıyla 2000 yılında Manchester’da kuruldu.
Halen tek şubesi olan Türkiye şubesi “Yeryüzü Doktorları” adıyla kurucu başkan Dr. Ahmet Özdemir’in öncülüğünde 2004’te
İstanbul’da açıldı. Kurucuları arasında Ecz. Mustafa Nimetoğlu,
Ecz. Murat Akbıyık, Ecz. Selman Alimoğlu gibi eczacıların da bulunduğu derneğimizin Yönetim Kurulu başkanlığını halen Prof.
Dr. M. İhsan Karaman yürütmektedir.
Yeryüzü Doktorları,”orada ve her yerde” sloganı ile dünyanın
her yanında savaş, göç, deprem, kıtlık vb. felaketler nedeniyle
16
en temel sağlık hizmetlerinden mahrum yaşayan her dinden ve
ırktan insanlara gerek acil gerek kalıcı sağlık hizmeti ulaştırmayı,
söz konusu bölgelerin sağlık altyapılarına ve sağlık çalışanlarının
mesleki eğitimlerine katkıda bulunmayı hedeflemektedir.
Yeryüzü Doktorları Derneği ile tanışıklığım 2004 yılında Türkiye
şubesinin kuruluşuna dek gitse de aktif olarak Ağustos 2007’de
katıldığım ilk gönüllü tıbbi görev kolu ile çalışmalarda yer almaya başladım. İlk gittiğim ülke Nijer idi, benim için çok önemli bir
başlangıç oldu, görev sonrasında Nijer ekiplerinin koordinasyonu görevini üstlendim ve sonraki yıllarda iki kez daha gitmek
nasip oldu.
•Akla ilk gelen sorulardan biri muhakkak ismi doktorla biten
bir dernekte eczacı sıfatıyla gönüllü olmanızdır. Bunu bize genel olarak değerlendirip, bu çatı altında eczacının rollerinden
bahseder misiniz?
Ecz. Murat Akbıyık: 2004 yılında yola çıktığımızdan bu yana
kendi aramızda bu konu hep bir espri konusu oldu. Lakin başta
doktor arkadaşlar olmak üzere sağlık camiasının tüm branşlarıyla hayırlı bir koşuşturma içindeyiz. Her ne kadar sağlık alanında hekimlik dominant bir karakter gösterse de, diğer sağlık
mensuplarının da ciddi emekleri bulunmakta. Yeryüzü doktorları hekimlerin, diş hekimlerinin, eczacıların, hemşirelerin ortak
emeğiyle çalışmalar yapmakta.
Eczacılık özelindeyse, ana gündemimiz doğal olarak ilaç. Gerek
yurt içi gerekse yurt dışına operasyonlar için çıkacak gönüllü hekimlerimizin müdahalelerinde ihtiyaç duyacağı ilaç ve tıbbi malzemelerin temininde danışmanlık yapıyor, bağışçılar tarafından
YYD’ ye ulaştırılan ilaç ve tıbbi malzemelerin tasniflerini yaparak, ihtiyaç duyulan bölgelere sevkini sağlıyoruz.
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Mesleki Söyleþiler
•Yurtiçi/Yurtdışı projelerinizden bahseder misiniz? Özellikle
son zamanlarda adını sıkça duyduğumuz fistül hastalığını ve
bu hastalığın tedavisine yönelik başlattığınız ‘’Umut Menekşeleri’’ projesini anlatır mısınız?
Dr. İlker İnanç Balkan: Yeryüzü Doktorları’nın, dünya genelinde 2000’den fazla, Türkiye’de ise 1000’e yakın gönüllüsü bulunmaktadır. Dört kıtada 23 ülkeye 40 farklı tıbbi görev ekibi ve 150
gönüllü doktor göndermiş bulunmaktadır. Demokratik Kongo
Cumhuriyeti’nde RADEM adlı yerel yardım kuruluşu ile işbirliği
içerisinde, yerel hekim ve sağlık çalışanlarının aktif olarak görev
aldığı 40 yataklı bir kadın doğum ve çocuk hastanesi, farklı bölgelerde sağlık ocağı çapında klinikler kurulmuş ve yürütülmektedir. Son altı yılda muayene, takip, doğum ve tedavisi gerçekleştirilen annelerin sayısı binlerle ifade edilirken yardım edilen
çocuk sayısı 100 bini aşmıştır.
Filistin’de “Gülümseyen Çocuklar” isminde bir projemiz mevcut.
Türkiye’den giden gönüllü plastik cerrahlarca yarık yanak-yarık
dudak ameliyatları yapılmakta, üroloji ekiplerince de pediatrik
ürolojik ameliyatlar yapılmaktadır. Bu kapsamda ameliyatla “gülümseyen” çocuk sayısı 250’yi aşmış bulunmaktadır.
Bir diğer projemiz “Afrika Göz Nuru” adını taşıyor. Sahra altı
Afrika’da 18 milyon insanın körlük sebebi ve olan kataraktın
ameliyatla tedavisini amaçlayan bir proje. Şu ana dek Nijer’de
proje kapsamında 694 ameliyat yapılmıştır, çalışmalarımız devam ediyor.
Benim belki biraz daha detaylı bilgi verebileceğim projemiz
“Umut Menekşeleri” adını taşıyor. Proje fistül (doğum nedenli
mesane ve doğum yolu yırtıkları) hastası kadınların tedavisini
amaçlıyor, cerrahi, medikal ve sosyal boyutlar içeriyor.
Yeryüzünün yoksul bölgelerinde özellikle sahra altı Afrika’da annelerin çoğu her hangi bir tıbbi yardım almadan kendi kendilerine doğum yapıyorlar. Bir ebenin elinin değdiği doğumlar son
derece az. Bu koşullarda, köyünde sancıları başlayan bir anne
adayı, çeşitli sebeplerle zorlu ve uzun bir doğum süreci yaşadığında annenin doğum kanalı ile mesanesi arasında uzun süre
kalan bebeğin oluşturduğu basıya bağlı nekroz(doku ölümü)
alanları gelişebiliyor. Mesanedeki idrarın üretra yerine vaginal
kanala geçmesine yol açan delikler oluşuyor ve artık idrar kontrolü ortadan kalkıyor, hasta idrar kaçırmaya başlıyor. Metrelerce
uzaktan hissedilebilen idrar kokusu nedeniyle hasta sosyal hayattan kopmaya başlıyor. Mesela şehirlerde taksiler fistüllü kadınları almıyor, hiç kimse evlerine misafirliğe gitmiyor. Zamanla
eşi tarafından da dışlanan kadın baba ocağına dönüyor. Nijerli
bir arkadaşım, Nijer’in doğu kırsalında bir köyde, işlediği bir günah nedeniyle kendisine cinlerin musallat olduğuna, bu nedenle
‘Orada ve Her Yerde’
www.yeryuzudoktorlari.org
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
17
Mesleki Söyleþiler
kötü kokular yaydığına inanılan ve ”köyün delisi” damgası yiyen
zavallı bir fistül hastasından bahsetmişti…
Yeryüzü Doktorları 2007 yılında 200 bin fistül hastasının bulunduğu 13 milyon nüfuslu Nijer’de “Umut Menekşeleri” projesini
başlattı. Proje kapsamında iki yıl içinde 85 fistül hastası başarıyla
ameliyat edildi. Türkiye’den giden gönüllü cerrahi ekiplerin başında Doç Dr Kadir Savan gibi, Prof. Dr. Ateş Karateke gibi kadın
doğum alanında tanınmış akademisyenler yer aldı.
2009 yılında Nijer’in başkenti Niamey’de Nijer Sağlık Bakanlığı
tarafından yalnızca ülkedeki fistül hastalarına hizmet verecek
bir “Fistül Hastanesi ”inşaatına başladı. Yeryüzü Doktorları bu
hastane projesinin 80 yataklı cerrahi servis bölümünün inşaatını
üstlenmiş bulunuyor. 2011 yılında hizmete açılması planlanan
hastanede Türkiye’den gidecek gönüllü kadın doğum uzmanı ve
ürologların fistül ameliyatlarını sürdürmesi planlanmakta.
•Biz üniversitede okuyan gençler ve sağlık danışmanlığı yapacak olan eczacılar olarak dernekte aktif olarak rol oynayabilir
miyiz? Derneğe nasıl katkıda bulunabilir veya dernekten katkı
sağlayabiliriz?
Ecz. Murat Akbıyık: Eczacılık fakültelerin de okuyan tüm arkadaşlarımızı öncelikle tanışmak için dernek merkezimize bekliyoruz. Özellikle Beyazıt kampüsüne çok yakınız. Böylece 26 ülkeye
ulaşan yardım çalışmalarımızla ilgili daha detaylı bilgi alabilirler,
sorularını cevaplamaktan mutluluk duyarız. Gerçekleşen, planlanan, düşlenen projelerimizi gören her meslektaşımızın kendi
kendine ‘benim katkım ne olabilir?’ sorusunu soracağına inanıyorum. Öğrenci arkadaşlarımızın da büromuzdaki koşuşturmayı
görünce mutlaka en kısa sürede gönüllümüz olup, çalışmalarımıza destek vereceğine inanıyorum.
•Derneğinizin yurt dışına özellikle Afrika’ya yardım amaçlı çeşitli meslek gruplarından gönüllüler gönderdiğini ve sizin de
onlardan biri olduğunuzu biliyoruz. Oralarda yaşadığınız bir
anınızı bizimle paylaşır mısınız? Yardım eli uzattığınız bölgelerdeki durumu az çok anlamamız açısından da yararlı olacaktır.
Dr. İlker İnanç Balkan: Nijer’in Maradi eyaletine bağlı Madarounfa kasabasındaki bir sağlık ocağında iki farklı görevde toplam
dört gün çalışmak nasip oldu. Hastalarla İngilizce bilen Nijerli
arkadaşlar aracılığı ile anlaşıyorduk. Kalp yetmezliği bulunan
bir hastaya, yetmezliğin derecesini belirleyebilmek için klasik
soruyu sorduk : “Gece kaç yastıkla yatıyorsunuz?” Tercümanımız sorumuzu çevirmek yerine tebessümle yüzümüze baktı ve
“Nijer’de yastık yok ki” deyiverdi…
Bir başka hastaya mide haplarını nasıl kullanacağını tarif ederken Türkiye’den alıştığımız gibi “proton pompa inhibitörünü
sabah kahvaltıdan önce, H2 reseptör blokerini gece yatmadan
18
önce içmesini, öğünlerden sonra da H.pylori eradikasyonu için
gereken antibiyotikleri içmesini” tarif ederken tercümanımız
yine tebessümle yüzümüze baktı ve “Nijer’de öğün yok ki” dedi.
“Biz yemek bulunca yeriz, diğer zamanlar zaten açız...”
Bir gün yolumuzu kesen sel nedeniyle sağlık ocağımızın bulunduğu kasabaya ulaşamadık ve yol bizi bir köye çıkardı. Köyün
muhtarına Türkiye’den geldiğimizi, sağlık taraması yapmak istediğimizi bildirdik. Kısa süre içinde bir çardağı bizim için sağlık
kabinine dönüştürdüler. İlaçlarımızı masaların üzerine yaydık,
muayene için biriken hastaları muayene etmeye başlamadan
önce ellerimizi yıkamak istedik. Su ve sabun getirebilmek için
koşuştular ama o kadar zor oldu ki bu… Neyse sonunda hastaları
muayene etmeye başladık. Dokunduğumuz her çocuk hastaydı.
Götürdüğümüz ilaçlar o kadar işe yaradı ki… Beslenme geriliği
nedeniyle yaşına göre son derece zayıf bedenleriyle iki avucumuzu zor dolduruyordu minik yavrular. Yanımızda götürdüğümüz mamaları dağıtırken içimizi “bu mama ne kadar yetecek,
bitince ne olacak, kalıcı beslenme merkezleri nasıl yapabiliriz”
soruları tırmalıyordu. Bizi “Bu beyaz adam ne yapmaya çalışıyor?” gibi bir ifade ile izleyen köy halkı ile aramızdaki mesafeler ise sıcak bir selam verdiğimizde bir anda eriyor, taptaze bir
güven ve kardeşlik duygusu oluşuyor, anneler, dedeler, nineler
bembeyaz dişleriyle gülümsüyordu…
•Son olarak bizlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Ecz. Murat Akbıyık: Öncelikle ilgi duyan tüm genç meslektaşlarımı oluşturduğumuz GENÇ Yeryüzü Doktorları mail grubuna
davet ediyorum. İrtibat Dr. Mehmet Güllüoğlu ([email protected]) ile dialoga geçebilirsiniz.
Bir de bizlerin üniversite yıllarımızda ihmal ettiğimiz yabancı dil
konusuna öğrenci arkadaşlarımızın hassasiyetle eğilmelerini istiyorum. İtiraf etmeliyim ki yurt dışı misyonlarda eczacı meslektaşlarımızı görevlendirirken tek sıkıntımız dil oluyor. Maalesef
bir meslektaşımız çok istemesine rağmen görev alamıyor.
Sınav ve laboratuar koşuşturmaları arasında soluk almak isteyen
genç meslektaşlarımızı bekliyoruz.
Dr. İlker İnanç Balkan: Naçizane tavsiyem mutlaka insani yardım
çalışmalarına katılmanızdır. İyiliğin içinde yer almanın ücretini
yaşam sevinci olarak peşinen alırsınız. Bir yetimin saçlarını okşadığınızda, bir hastanın ilacını temin ettiğinizde içinize tarifsiz
bir mutluluk dolar. İşte bu mutluluğun peşine takılmanız sizin
yolunuzu uzak diyarlardaki mahzun, mahrum, mazlum insanlara
çıkarır.
Genç eczacıların bu sahada yapacağı çok şey var. Evvela hayata
dair sağlam bir yaklaşım geliştirmek gerek. Hayat, mal-mülk-
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Mesleki Söyleþiler
makam biriktirmekten ibaret olamaz. Zira biriktirdiğiniz her şey
yarım dakikalık bir deprem ile veya trafik kazası ile tamamen
elinizden çıkabilir, yerine acılar bırakabilir. O halde “depreme
dayanıklı” bir hayat felsefesine ihtiyacımız var. İyilik, tıpkı ruhumuz gibi ölümsüzdür. Ölümsüz bir şey ise biriktirdiğiniz, kimse
onu elinizden alamaz. Hayatın geçiciliği karşınızda bir dağ gibi
dikiliyorsa siz onda “kalıcı” lığa açılan yollar, tüneller açmalısınız.
Bu şekilde günübirlik değil hayatı sonrası ile birlikte bir bütün
olarak değerlendirdiğinizde geçici kayıplar sizi yıpratmayacağı
gibi geçici kazançlar da sizi şımartmaz. Siz engellere takılmaz,
işinize bakarsınız.
Bilmiyorum sorularınız ne kadar yanıt buldu ama ben bu konuda gündem oluşmasına vesile olduğunuz ve sayfalarınızı bizimle
paylaştığınız için teşekkür ederim.
Yeryüzü Doktorları Derneği olarak genç eczacıların birikim,
enerji ve heyecanına kesinlikle ihtiyacımız olduğunu, derneğimizin kapılarının her zaman sonuna dek açık olduğunu, zaten
hâlihazırda gerek yönetim kurulunda gerek komisyonlarda eczacı kardeşlerimizin projelerin lokomotifi konumunda olduğunu
bilmelerini isterim.
Derslerinizde ve çalışma hayatınızda başarılar dilerim, saygı ve
sevgilerimle…
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
19
Ulusal
l
em
Kal
e
ğ
sle
erle
e
M
klı
r
a
F
Bir
l
e
en
G
ş
ı
Bak
Son zamanlarda mesleğimizde yaşanan sıkıntılara mukabil, yakın zamanda bu tozunu attıracak olan biz gençlerin olaylar karşısındaki görüş ve tutumlarına son dergimizde yer vermek istedik. Her üniversiteden bir arkadaşımızın birkaç cümleyle durumu özetlemesini arzu ettik.
Ama gördük ki birkaç cümleyle özetlenecek gibi değil.Tam aksine bırakın satırları, sayfalar dahi yetersiz kalacak dertlerimizi anlatmakta.
Velhasıl, farklı üniversitelerde okuyan, tek gayesi bu mesleği hakkıyla
yapmak olan gençlerin duygu ve düşünceleridir bu satırlar..
Eczacılık, insan sağlığını odak alan bir meslek olması açısından önemli ve
her ortamda ihtiyaç duyulacak bir meslektir. Günümüzde olduğu gibi ilaç
raflarıyla provizyon sistemleri arasında geçen bir iş şeklinde değil, aldığımız eğitim doğrultusunda doktorun tanı koyduğu hastaya gerekli ilacın ne
olduğuna karar verebileceğimiz, gerektiğinde eczanede kendi havanımızda
ilaçlar yapabileceğimiz, bitkisel ilaç uygulamalarına daha fazla ağırlık verebileceğimiz bir ortamda kesinlikle daha tatminkar bir meslek olacaktır.
Son zamanlarda hayal kırıklığı yaratacak boyutlara ulaşan gelişmeler olsa
da mesleği sevmemdeki en büyük etkenlerden biri olan “birlik” duygumuzun bunun da üstesinden geleceğine inanıyorum ve mesleğimi korumak,
mesleğime sahip çıkmak adına yapılması gereken her şeyi üstleniyorum.
Eczacılık mesleğini isteyerek ve Anadolu Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ni
ilk tercihine yazarak buraya gelmiş biri olarak mesleğimi gururla taşıyorum, taşımaya da devam edeceğim.
Nurcihan KARA
Anadolu Üniversitesi Eczacılık Fakültesi
Geleceğimize umutla bakamıyoruz!
Geleceğin eczacıları olacak eczacılık fakültesi öğrencileri olarak, mesleğimizin
aydınlık bir geleceğe sahip olacağını düşünmüyoruz. Çünkü ileride nelerle karşılaşacağımızı kestiremiyoruz…
Başa her geçenin keyfi uygulamalarıyla şekil alan yasalarla sınırlandırılan mesleğimiz için nasıl aydınlık bir gelecek düşünebiliriz? Bizler 5 yıllık eğitim boyunca ilacın üretiminden kullanımına, vücutta dağılımından atılımına, etkisinden
yan etkisine kadar tüm her şeyi öğreniyorken, ilaç takibinin elimizden alınması
tehdidiyle karşı karşıyayız. İlaç kullanımı 2 yıllık yüzeysel bir eğitimle sertifikalandırılan elemanın eline geçecek; markette elinde kalan fazla ilacı promosyonlarla halka satmaya çalışan satış elemanının, halk sağlığını düşünmeyen
sermaye sahibinin eline geçecek. Oysa sağlık zincirinin giriş kapısı ve son halkası
eczanelerdir, bunun dışında herhangi bir durum düşünülemez. Yere çöp atmamayı bile bir gereklilik olarak görmeyen bilinç düzeyine sahip toplumun market
raflarından ilaç alması, şeker yutar gibi ilaç yutması toplum sağlığını düşünmeyen zihniyetin getirdikleridir. Ancak ilacı halka veren tek el eczacının elidir.
Eczacılık eğitimi yalnızca eczane açmayı gerektirmiyor. Fakülte mezunlarının % 80’i eczane açarken,
eğitim sırasında saatlerce yaptığımız laboratuar uygulamalarıyla üretim için de yeterince donanımlı
olarak yetişiyoruz. Ancak % 75 i dışa bağımlı ilaç sektörünün bu alanda karşıladıkları da gün geçtikçe
düşüyor. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız satsınlar.” mantığına dayanarak her geçen gün ilaç fabrikalarımız “küreselleşme” kalıbının altına sığınarak ortaklık adı altında dış ülkelere satılıyor. Üretim kimya
mühendislerinin eline bırakılıyor. Bu uygulama sürecinin sonunda ilaç ne eczacı için ne de ülke ekonomisi
için gelir kaynağı olabilecek.
İlaç üretimi ve sunumu elimizden alınmaya çalışılırken, ülkemizdeki 24.000 eczaneden 8.500 ü kapanma tehdidiyle karşı karşıyayken, her yıl binlerle mezun olacak biz eczacılık fakülteleri öğrencileri
gelecekten korkuyoruz.
Aslı DEMİRCİ
Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi
20
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Ulusal
Eczacılık çok güzel meslektir. Meslekten öte eczacıdan başkasına da çalışma hakkı tanıyan bir meslek. Kalfaya, çırağa zamanını geçirmeden maaşını ödeyen; yer sahibine peşin kirayı veren; devlete vergisini tam ödeyen eczacıların mesleği. Bence dünyada böyle
ikinci bir meslek yok! Ne yazık ki insanlarımız yine eczacısının kıymetini bilmiyor. Çok
değil bu yıl içerisinde SGK eczacılarla olan toplu sözleşmesini feshetti. İşin ilginç tarafı ise insanların ağzından çıkan çoğu kelime eczacının aleyhinde! Şimdiye kadar çok
kazandılar, çok zenginler vb gibi. Şimdi insanlarımız niye böyle düşünüyor diye kafa
yormaya gerek yok aslında. Çünkü mesleğini ahlakıyla yapmayan eczacılarımız var.
Diplomasını kiraya verenden tutunda, gözünü para hırsı bürümüş eczacıların yaptığı
yolsuzluklara kadar birçok yanlış uygulama var. Bunu gören insanlarda tabi ki bunu
genele mal ediyor. Ama unutulmamalıdır ki bir kaç kişinin yaptığı hatanın bedelini
bütün eczacılar ödememeli. Burada bize de bir kaç iş düşüyor. Yakınımız da bulunan
bütün meslek arkadaşlarımızı ticari rakip olarak görmeyip insanlara sağlık hizmeti sunan, beraber çalışan
meslek ortağı olarak görmeliyiz. Bunlar bizi birbirimize zincir gibi bağlayıp mesleğimizin düzelmesine vesile olacaktır. Benim de temennim budur. Sözü fazla uzatmayıp bütün meslek arkadaşlarımıza bir mesaj
göndermek istiyorum: Birlikte birliğimizin gücü ile daha güzel bir geleceğe... Saygılarımla...
Atakan TURAN
Atatürk Üniversitesi Eczacılık Fakültesi
Bu sene, ilk 5 yıllık mezun olacak öğrencilerden birisi olarak mesleğimize adım atmanın
heyecanını yaşamam gerekirken, sağlıkta “dönüşüm” oyunlarıyla yok edilmeye çalışılan
mesleğimin varoluş mücadelesini izlemekteyim. Bu “dönüşüm” oyunlarını dikkatle takip
etmekte ve tüm arkadaşlarımın da aynı titizliği gösterdiğine inanmaktayım. Saygınlığı
gittikçe kan kaybeden mesleğimizi biz yeni mezunların hak ettiklere noktaya getireceği
inancıyla ne olursa olsun, “Eczacı” olacak olmaktan gurur duyuyorum.
Miraç Laçin ULUĞ
Erciyes Üniversitesi Eczacılık Fakültesi
Lise yıllarımda eczacılık dendiğinde aklıma hem maddi yönden insanı tatmin eden,
hemde toplum içerisinde saygınlığı bulunan bir meslek olarak geliyordu. Fakat eczacılık sektörünün gidişatı itibariyle biz eczacıları zor günler bekliyor. Sektörün
sorunlarının artmasındaki temel kaynak sosyal güvenlik kurumunun en büyük ilaç
alıcısı durumuna gelmesiyle aldığı gücü anlaşma zemininden ve çözüm üretmekten
uzak tavırla, dayatmacı yaklaşımlar sürdürmesinden kaynaklanıyor. Bir eczacılık
öğrencisi olarak yaşanan gelişmeleri endişeyle takip ediyorum. Sektörümüzün sorunlarını irdeleyecek olursak eczanelerin cirolarının düşmesi, sosyal güvenlik kurumunun reçeteleri geç ödemesi, reçete kesintileri, hastanelerin alması gereken muayene ücretlerinin eczanelere ödenmesi (veya ödenmemesi), eczanedeki kırtasiye işlerinin artması, hastaya ilaç kullanımındaki
vereceğimiz bilgilendirmeyi engellemekte ve buna benzer birçok sorun ortaya çıkarmaktadır. Bir başka
sorunumuzda ilaç fiyatlarındaki sağlık bakanlığı yetkililerinin yapmış olduğu indirimler sonucu eczane cirolarının düşmesidir. Bunu da bir örnek açıklayacak olursak son dönemde yapılan indirimlerle 60 liraya
satılan ilaç 9 liraya satılır hale geldi. Madem devlet yetkilileri bu beceriye sahipler neden şimdiye kadar
fahiş fiyattan hastalarımıza ilaçların satılmasına göz yumdular?
Şunun farkına vardım ki; eczacılık sadece ilaç satmak, hastaların sağlık konusunda danışabileceği en
yakın meslek grubu olmak değilmiş. Bununla birlikte muhasebecilik, bilgisayarcılık, hastalarla her gün iç
içe bulunmamız sebebiyle halkla ilişkiler gibi en az birkaç meslek alanıyla da uğraş vermekteyiz. Bundan
dolayı 5. sınıftaki derslerimiz bu durum göz önüne alınarak ayarlanmalı ve müfredat buna göre belirlenmelidir. Eczacılar sağlık alanındaki gelişmeleri yakından takip etmeli, eczacılık ve ilaç hakkında verilen
kararlarda eczacılar olarak daha fazla söz hakkına sahip olmalıdır. Biz eczacılar birlikte hareket etmeli,
örgütlendiğimiz eczacılık birlikleri her zaman ve her yerde hakkını aramalıdır. Türk Eczacılar Birliği Yasasının bize verdiği örgütlenme ruhunu, hakkımızı aradığımız her yerde ilke haline getirmeliyiz. Hepinize
saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
Halil GÜLSÜM
Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
21
Ulusal
Son zamanlarda mesleğin içinde bulunduğu sıkıntıları hepimiz biliyoruz.
Sektörün, çıkmaza sokulmak istenmesi ve ranta dönüştürülmeye çalışılması, öğrenciler olarak hepimizin canını sıkıyor. Eskiden eczacılık fakülteleri en fazla tercih edilen ve geleceğinin parlak olduğu öngörülen bölümler
arasındaydı. Ancak, şu sıralar bunları söylemek oldukça güç. Artık maalesef, eczacılık öğrencisi geleceği adına endişeli ve eczacılık fakültelerinin
tercih oranı da gittikçe düşmekte. Gerçi, son günlerde SGK’nın tek taraflı
sözleşme fesihlerinin iptal edilmesi harareti bir nebze azaltsa da öğrencilerin içinde hâlâ bir tedirginlik söz konusu. Yalnız, tüm meslektaşlarımızın şunu bilmesini isterim, yeni yetişen eczacılar, hiçbir şekilde haksızlığa
boyun eğmeyen ve bu mesleğin onurunu en tepede tutan bir disiplinde
yetişiyorlar. Bu durum beni çok umutlandırıyor. Sizlerin de genç meslektaşlarınıza güvenmeniz ve onları desteklemeniz, eczacılık mesleğini hizmet
değil de para olarak gören zihniyete vereceğiniz en iyi cevap olacaktır.
Son olarak, eğer yakın zamanda sözleşme yenilemesi olur ise, hem eczacılık mesleğinin lehine hem de halkın lehine bir sözleşme olmasını temenni
ediyorum. Hepinize selamlar ve saygılar sunuyorum…
Alper ALPAY
Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi
Son dönemde yaşanan olaylar her ne kadar yakın gelecekteki mesleğimiz hakkında bazı olumsuz fikirlere kapılmamızı sağlıyorsa da, ben eczacılık fakültesinde
okuduğumdan ve eczacı olacağımdan dolayı çok mutluyum. Birincisi halkın her
zaman danışabileceği en yakınındaki sağlık danışmanı, ilaç uzmanı olacağım için;
ikincisi ise, meslek örgütümüzün şu anda Türkiye’deki en güçlü meslek örgütü
olduğunu görmem ile alakalıdır. Sağlık danışmanı olarak yakın zamanda hizmet
vereceğim mesleğim ile ilgili, eğitimimizdeki beşinci yıl programının, kısacası uzmanlaşmamızın yararlı olacağını düşünmekteyim. Ancak ileride uzmanlaşmanın
daha alt sınıflardan başlaması ve buna göre mesleki ders programının yeniden
düzenlenmesinin çok daha verimli olacağını düşünmekteyim.
Cemaleddin SARAÇ
Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesi
Öncelikle bütün meslektaşlarıma merhabalar. Eczacılık fakültesinden
mezun olacak olan öğrencilerin büyük çoğunlukla serbest eczacılığa yönelmesi mesleğimizin çerçevesini daraltmakta, çünkü eczacı yalnızca ilacın hastaya sunulmasında değil, üretiminden formülasyonuna, dağıtımına kadar her aşamasında söz sahibidir. Eğitimin 5 yıla çıkartılması
ile mesleğimizin diğer alanlarının da tanınmasına ve tercih edilmesine
katkıda bulunmuştur. Aynı zamanda avrupa da kimyager değil de eczacı olarak söz sahibi olma olanağı tanımıştır bizlere. Ancak toplumda
eczacı denilince akla gelen profil ne yazık ki sadece serbest eczacıdır. Bu
açıdan mesleğimizin tanıtım eksikliği vardır. Gelişebilmesi adına öncelikle mesleğimize her alanda sahip çıkmalı ve topluma yine mesleğimizin
her alanında en iyi şekilde hizmet vererek tanıtabilmeliyiz. Mesleğimizde
yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen insan sağlığı odaklı hizmet veriyor olmak mutluluk vericidir. Son
olarak ilacın uzmanı eczacıdır, ilacın olduğu her yerde eczacı söz sahibi olmalıdır.
Atalay Ekrem POLAT
İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi
22
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Ulusal
Bir meslek grubunun yaşadığı bunca sıkıntıya rağmen, değerinin tam olarak
anlaşılmadan tam aksine hakkını aramasından dolayı suçlu duruma düşürülüp
cezalandırılmaya çalışılması, bu meslek için onurlu mücadele edip; mesleğini hakkıyla yapan eczacılara, bu mesleği yapabilmenin hayaliyle yaşayıp; ilkokul yıllarından beri bunu tahayyül eden gençlere yapılan bir vefasızlıktır. Netice itibariyle
bu insanlar,
5 yıllık lisans eğitimi almış,
100-150 bin TL sermayeyi risk etmiş,
3-4 sigortalı kişiyi istihdam eden,
Vergisini ve primini tam ödeyen,
Devlet kasiyerliği yapma konumuna gelen,
Sağlık hizmetini koşulsuz yapmaya çalışan,
Halkın isteklerini göz ardı etmeyen,
Param yok diyen Ahmet amcayla da, Ayşe teyzeyle de ilgilenip, onlara en iyi hizmeti sunan,
Vatandaşın en yakın sağlık danışmanlığını yapan: ‘’ECZACILAR’’dır. Bütün bunları hakkıyla yapmaya
çalışan eczacıların bir ferdi, bu onurlu mesleğin bir halkası olduğum için çok bahtiyarım:
İNADINA ECZACILIK, İNADINA ONURLU MESLEK…
Sefa BAŞYİĞİT
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi
Ülkemizde hemen her sektörde bir kesim hep elek üstünde kalıyor. Sonunda sıra
eczacılığa da geldi. Bu sefer de mesleğini hakkıyla icra eden eczacılar kalacak o
eleğin altında ve yine aynı kesim bu eleğin üstünde kalmaya devam edecek. Böyle
bir ortamda eczacılık yapacak olmak bir çoğumuzu endişelendiriyor. Eczanelerin
birer sağlık kuruluşu olduğunun kabul gördüğü, insan sağlığıyla oynanmayan bir
Türkiye’de eczacılık yapmayı, insanlara sağlık hizmeti vermeyi istiyoruz; ama o
eleğin altında kalmadan !
Bizler, eczacılık fakültesi öğrencileri olarak, mesleğimizin geleceği için mücadele
edeceğiz. Birliğimizi hiçbir zaman kaybetmeyeceğiz. O eleğin altında kalmayacağız…
İsa İNCE
Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi
Eczacılık eğitiminin beş yıla çıkarılması ile beş yıllık eğitim süreci merakla
beklenmeye başlanmıştı. Mesleki hayata atılmamızda kaybolan bir yıl mı?
Tabi ki hayır. Beşinci yıl uzmanlaşma ve mesleki becerilerin pekiştirilmesi
olarak çıktı karşımıza. Eczane Eczacılığı, Hastane Eczacılığı ve Endüstri Eczacılığı alanları fakültemde uzmanlaşmamıza fırsat verecek olan alanlardı.
Endüstri dalında kendini geliştirmek isteyen biri olarak Endüstri Eczacılığı
alanını seçerek alan derslerim yanında seçmeli derslerimi aldım. Sonuçta
endüstri eczacılığı alanında bilgilerim derinleşirken farklı bakış açıları kazandım. Beşinci yıl mesleki güvenimin artmasına katkıda bulundu. Araştırma
projelerine yönelik çalışmalarımız bilgiye ulaşma becerilerimizi kuvvetlendirdi. Stajlarımız ile teorik bilgilerimiz pratikte yön buldu. Bütün parçaları bir
araya getirince kendi alanında bilgilerini artırmaya çalışan eczacı adaylarının mesleki hayatta başarılı adımlar atacağını umuyorum.
Müge IŞIK
Mersin Üniversitesi Eczacılık Fakültesi
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
23
1.
Ulusal
Erzurum
•Kübra SOĞUKKANLI
Ulusal Eczacýlýk
Öðrenci Kongresi
1.Erzurum Ulusal Eczacılık Öğrenci Kongresi’ne İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi olarak bizler de katıldık. Bir sunum ve
dört posterle iştirak ettiğimiz FARMAKON 2010, ev sahibi arkadaşlarımızın insanüstü çabalarıyla bizlere hafızalarımızdan silinmeyecek günler yaşattı.
Dört gün süren rüyamıza yeniden yolculuk edelim.
Erzurum Havalimanına indiğimiz anda beklediğimiz soğuktan
çok parıltısı uçsuz bucaksız beyazlıkta rakseden, ışıltısı ile gözlerimizdeki sislere meydan okuyan bir aydınlık karşıladı bizleri. İlk
lahzada şaşırtan bu letafet,
Şehr-İstanbulumuz ‘da kâbusa karşılık geliyordu. Vuslat anında,
şemsin yakıcılığı karın kırılganlığını çamura dönüştürüyordu. Sarı
ve beyaz birbirlerine yasaklılardı bizim lûgatımızda. Oysaki Dadaşlar Diyarı’nda rüzgâr, güneşin karın eteklerinde attığı kahkahaları fısıldıyordu kulaklarımıza, onu siyahlara bulamak bir yana
güzelliğinin tamamlayıcısı oluyordu. Yüzlerimizdeki heyecan belirtileri, dudak kıvrımlarımızda gülümsemeye dönüşmüştü.
Etrafın uçsuz bucaksızlığına dalmışken, FARMAKON ekibinin
“Hoş geldiniz” sözü ile dış dünyaya yeniden döndük. Erzurum
Öğretmenevi’ne gitmek üzere bizler için getirilen servisler ile
yol almaya başladık. Ve Erzurum’a ilk bakışlarda ağaçlar başrol
oyuncusu oluvermişti. Yollar onların varlığı ile mealini bulmuş,
mağrur ve nazlı kelimeleri onlar için yeryüzüne inmişti. Önce
onlara dokunabilecek kadar yakın olduğumuzu hissettirip sonra
biranda uzaklaşıveriyorlardı. Büyülemekti görevleri, gözlerimize
efsunlarını sürmekti, başarmışlardı.
24
Erzurum Öğretmenevi’ne vardığımızda kalplerinin temizliği yüzlerine aksetmiş, samimiyetin ne olduğuna dair bildiklerimizi
bizlere unutturup bambaşka hissiyatları yüreklerimize aşılayan,
Atatürk Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden arkadaşlarımız karşıladı bizleri. Riyasız ve sevgi dolu bakışları en derinlerimizde
hissedebiliyorduk. Kardeşlik tohumlarının atıldığı ilk anları orada yaşadık.
Dinlenmek için çekildiğimiz odalarımızdan Erzurum’u tanımak
üzere yola çıktık. Tabiî ki Erzurum’dan dostlarımız ile. İlk durağımız Erzurum’da yapılması gereken ilk şey ne olmalıdır sorusunun cevabı niteliğindeydi. Hava değişikliğinin iştahımızı açtığı
gerçeğini de ekleyince bütün bahanelerimize, adres Gel Gör Cağ
Kebapçısı oluvermişti. Afiyetle yenen cağ kebapları, bakır taslarda içilen ayranlar damaklarımıza eşsiz lezzetler bıraktı.
Bizlere kardeşlik yapan arkadaşlarımız Hafize, Harun, İlknur ve
Uğur önderliğinde Rüstempaşa Hanı; Taşhan’a ulaştık. Dikdörtgen bir avluya açılan onlarca dükkânın vitrininde, el emeğinin
tezahürü somutlaşmış olarak karşımızda duruyordu. Oltu taşının
ne kadar güç şartlarda gün yüzüne çıkarıldığını öğrendiğimizde
camların öteleri daha da kutsallaşıyordu. Erzurum her hali ile
gözlerimizi kamaştırmaya devam ediyordu.
Taşhan’dan ayrıldıktan sonra Mimar Sinan’ın eseri Lala Paşa
Camii’ni ziyaret ettik. Sinan’ın dokunmadığı bir Erzurum tahayyül edilmezdi ya zannımızca…
Ve dinlenmek üzere gözlerimizi tüm Erzurum’a açtığımız bir ka-
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Ulusal
fede oturmaya başladık. Bizler gök kubbenin altında, Erzurum
bizlerin avuçlarında. Palandöken tüm ihtişamı ile salınıyor karşımızda. Sanki kollarımızı uzatsak kocaman elleri ile bizi kendine çekecek gibi, ürkek bakışlarla süzüyoruz etrafı. Bir yandan
Erzurum’un sıcağında kaybolmak istiyoruz, bir yandan da misafirlik korkusu…
Öğretmenevine yeniden dönüş yoluna giriyoruz yorgunca. Dinlenmenin ardından akşam tanışma toplantısına katılmak üzere
Erzurum Evleri’ne gidiyoruz. Erzurumlu arkadaşlarımız bizleri
sımsıcak gülüşleri ile karşılıyorlar yine. Ve diğer üniversitelerden
arkadaşlarımız da oradalar. Keyifli geçen sohbetimize Erzurum’a
özgü kadayıf dolmalarının eklenmesi ile daha da afiyetleniyoruz, ve keşfe başlıyoruz. Şark köşeleri, bakır siniler, gramofonlar,
dikiş makineleri, fesler, kısacası tarihimize ait korunmuş birçok
değer sunuluyor, bizler de modern zamanlara sıkıştırdığımız
ruhlarımızı tarihin içine akıtıp yüzlerce fotoğrafa konu oluyorduk. Kâşifliğin heyecanı damarlarımıza bir kere salınmıştı ya tüm
geceyi orada geçirebilirdik.
Odalarımıza yüzlerimizde gülümsemelerle dönüyorduk.
Ve FARMAKON 2010’un ilk günü hazırladığımız posterleri asmamız ve diğer üniversitelerdeki arkadaşlarımızın sunumları ile
başladı. Hepsi birer profesyonel gibi konuşmalarını gerçekleştirdiler. Sunum aralarında Erzurumlu kardeşlerimizin ilgisi azalmadan devam ediyor her şekilde konforumuzu sağlıyorlardı.
Kongrenin ilk gününün bitmesi ile akşam yemek yenilmek üzere
Emir Şeyh isimli mekâna gittik. Arkadaşlarımız harika organizasyonlarına hatasız devam ediyor, bizlerin hayranlığını her geçen
saniye arttırıyorlardı. Yemekten sonra düzenlenen eğlencenin
ardından öğretmenevine dönme vakti gelmişti.
İniş yolunda karın cazibesine dayanamayıp birbirimize savaş açıyorduk. Çocukluğumuza dönmenin belki de en kolay yolu idi kar
ve bizi alıkoymuştu kendinde.
Bu kadar eğlence, aklımızın da bize oyun oynaması ile cağ kebabı hasretine koşturmuştu bizleri. Ve şimdi de sıra gözlerimizi
doyurmaya gelmişti, Daşhane isimli bir tarih tüneline daha girmiştik. Türküler eşliğinde buram buram geçmişi içimize çekip,
tanıklığına koşuyorduk flaşların. Karmaşanın uğramadığı, teknolojinin kirletmediği bir başka mekâna gidiyorduk Daşhane’den.
Yeniden Erzurum Evleri. Ev sahipleri ve biz, güzel yürekli insanlar
ve biz, insanlığın ne demek olduğunu öğretmek gerekse aklımıza gelecek ilk şahsiyetler ve biz, sevgi dolu insanlar ve biz… Ve
ayrılık vakti, havalimanında arkamızdan sallanan eller, rüyadan
uyanış…
Hangi güzel sıfatı yüklemeye kalksak diğerinin hatırı kalacak gibi,
hangi sözlüklerden kelime bulsak bir başka lisanın boynu bükülür gibi. Bizler kardeşlik demek istedik bu ifadesi güç bağımıza,
Erzurumlu kardeşlerimize sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz. Tarifi pek mümkün olmayan güzellikte günler yaşattılar bizlere,
binlerce teşekkürler.
Ve nihayet Alkan arkadaşımızın sunumunu gerçekleştireceği
FARMAKON 2010’un ikinci gününe gelmiştik. Haliyle heyecanımız diğer günlere oranla daha fazlaydı. Sabah gerçekleşen oturumda sunumumuzu başarıyla tamamlayıp, diğer arkadaşlarımızı dinlemeye koyulduk.
Akşam gala yemeğine Palandöken’in eteklerine kurulmuş bir
otele gittik. Kusursuz bir akşam geçireceğimiz daha adım atar
atmaz hissettirilmişti bizlere. Sunum yapan arkadaşlarımızın
ödül alması ile başlayan gece Kafkas ekibinin harika gösterisi
ile devam etti. Ve Erzurum’un komşusu Trabzon esintisi başladı
gecemizin ortasında. Bizlere kardeşlik yapan Uğur’un kemençe
sanatçısı babasının sahneye çıkması ile Karadeniz rüzgârı fırtınaya dönüştü.
Ve Erzurum’da nihai günümüze biraz üzüntü ile gözlerimizi açtık.
Kardeşlerimizin bizlere yaşattığı harika anların sona erme fikri
garip bir hüzün çöktürmüştü üzerimize. Son gün programımızda
Palandöken’e çıkmak vardı, ancak Erzurum’da bizim gidişimize
elemlenmiş olacak ki günlerdir gösterdiği güneşini çekmişti göklerden. Hava şartlarından ötürü programımız değişti.
İlk durağımız Erzurum’un çevresini saran Tabyalar’dı. Kurtuluş
Savaşı’nın kahramanlarından Nene Hatun’unun kabrini ziyaret
ettik. Rehberimizin anlattıkları bu toprakların değerini kalplerimize çiviliyordu adeta. Erzurum halkının vatanı için kendini nasıl
feda ettiğinin tanığı oluyorduk tabyalarda.
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
25
Ulusal
BÝTKÝSEL ÜRÜNLERÝN
ECZANELERDEKÝ VE ÝLAÇ
ENDÜSTRÝSÝNDEKÝ YERÝ VE KULLANIMI
•Alkan KİRMİT •Merve KURTAN
Merhaba arkadaşlar,
Okulumuzu temsilen 5-7 Mart 2010 tarihleri arasında Atatürk
Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nin düzenlediği 1. Erzurum Ulusal Eczacılık Kongresi’ne katıldık.Aşağıdaki sunumumuzla fakültemizi orada temsil ettik.
İnsanoğlunun kullandığı ilk ilaçlar çevresinde yetişen bitkiler olmuştur. M.Ö. 50.000 yıllarında Yontma Taş Devri’nde yaşamış
insanlara ait Anadolu’daki mezarlarda bulunan bitki kalıntıları
bunun önemli kanıtlarından biridir. İnsanoğlu deneme yanılma
yöntemi ile hangi bitkinin hangi kısmının ne işe yaradığını bulmuştur. Bu bilgilerin nesilden nesile aktarılması ile tedavi kültürleri oluşmuştur.
Günümüzde bitkisel ürünler; sağlıklı olma halinin sürdürülmesi,
hastalıklardan korunma, günlük rahatsızlıkların iyileştirilmesi,
sentetik ilaç ile yapılan tedaviyi destekleme, iyileşme sürecini
hızlandırma amacıyla kullanılmaktadırlar.
Bitkisel ürünler:
•Kurutulmuş bitki kısımları (Drog): Tıbbi Çaylar,
•Toz edilen droglar ile hazırlanan kapsüller,
•Aromatik bitkiler, uçucu yağlar ve aromaterapi,
•Droglardan elde edilen ekstreler,
•Bitkisel ilaçlar (Fitofarmasötikler),
•Nutrasötikler: Gıda Destekleri ve Fonksiyonel Gıdalar,
•Fitokozmetikler,
•İlaç etken maddesi saf bitkisel maddeler (digitoksin, vinkristin,
taksol vb.) şeklinde eczanelerde yerlerini almış durumdadırlar.
26
ECZANELERDE VE İLAÇ ENDÜSTRİSİNDE BİTKİSEL ÜRÜNLER
TIBBİ ÇAYLAR: Tedavi edici değere sahip drog veya droglardan
hazırlanan mono veya karışım çaylardır.
Temel Drog ( Remedium Cardinale ), Yardımcı Drog(lar) ( Adjuvans ), Düzeltici Drog(lar) ( Korrigen ), Dolgu Drog(lar) ( Konstitüents ) tıbbi çayı oluşturan kısımlardır.
Avrupa eczanelerinde çok yaygın olarak hazırlanan tıbbi çayların
ülkemiz eczanelerinde de daha yaygın hazırlanmasını sağlamak
amaçlı projeler gerçekleştirilmektedir.
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi Anabilim
Dalı tarafından 2003-2006 yıllarında TEKB (Tüm Eczacı Kooperatifleri Birliği) ile AB’ ye uyum için ECZANEDE TIBBI ÇAY HAZIRLANMASI ve FİTOTERAPİDE DANIŞMAN ECZANE projesi gerçekleştirilmiştir.
Bu amaçla; Eczacılara eğitim seminerleri düzenlenmiş, Tıbbi Çay
Reçeteleri Kitabı hazırlanması için çalışılmış ve gerçekleştirilmiş,
bitki tanıma gezileri düzenlenmiş, Eczanelere Ecza Kooperatiflerince Drog Sağlama Sistemi kurulması için çalışılmıştır.
İLAÇ FORMUNDA ÜRETİLMİŞ BİTKİSEL ÜRÜNLER:
Bitkisel ilaçlar (Fitofarmasötikler):
İyi Tarım Uygulamaları ile yetiştirilen tıbbi bitkilerden, İyi Laboratuar Uygulamaları ile üretilen standardize ekstrelerden, İyi
Üretim Uygulamaları (GMP) ile üretilen, etken maddesi standardize bitki ekstresi veya bitkilerden elde edilen ürünler olan
ilaçlardır. Etki, güvenilirlik ve doze edilme bakımından sentetik
ilaçlarla aynı nitelikleri taşırlar.
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Ulusal
Nütrasötikler (Gıda destekleri, diyet ürünleri) :
Bir gıdada biyoaktif olduğu düşünülen bir etken maddeyi, gıda
olmayan bir taşıyıcı içerisinde, konsantre formu halinde bulunduran; sağlığı koruyucu veya tedaviye yardımcı ürünlerdir. (Mineral, vitamin, v.b. preparatlar )
YASAL DURUM
1999 Ara Ürün Komisyonu 2.3.1995/22218 sayılı Resmi
Gazete’de yayınlanan “Tıbbi ve Farmasötik Ürünler Ruhsatlandırma Yönetmeliği”nin 39. maddesinde değişiklik yapan
25.11.1999 tarih 23887 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan yönetmenliğe göre bitkisel ürünler ‘İlaç Dışı Ürün’ olarak kabul
edilmiş. Daha sonra Ağustos 2002’ de sağlığı koruyucu veya tedaviye yardımcı bitkisel ve diğer doğal farmasötik formülasyonlar ile topik uygulanan farmasötik preparatlar Sağlık Bakanlığı
Eczacılık Genel Müdürlüğü’nden izinli olarak piyasaya verilmeye
başlamış. Maalesef Haziran 2004’ de bitkisel ve diğer doğal farmasötik formülasyonlar ile topik uygulanan farmasötik preparatlar tekrar Tarım Bakanlığı kontrolüne girmiştir.
Günümüzde de geçerliliğini koruyan Haziran 2004 yönetmeliği
gereği bitkisel ürünlerin denetimi Tarım Bakanlığı kontrolündedir. Bu da bitkisel ürünlerin eczane dışına çıkmasının önünü
açmakta ve bu tür ürünlerin ehli olamayan kişilerce satılmasına
olanak sağlamaktadır. Bu halk sağlığı açısından ciddi olumsuzlukların ortaya çıkmasının neden olabilmektedir. Biz biliyoruz ki
bitkisel ilaçlar ve tıbbi çaylar ilaçlarla etkileşebilirler ve tehlikeli
sonuçlara yol açabilirler.
Örneğin: Hypericum perforatum (Sarı kantaron, Binbirdelik
otu)
Aşırı dozda güneş ışığına karşı sensibilizasyon yapar ve etkileştiği ilaçlar vardır:
1. Indinavir,
2. Digoksin,
3. Siklosporin, organ reddi,
4. Antidepresanlar,
5. Sempatomimetik aminler,
6. Psödoefedrin,
7. Yohimbin,
8. Kolesterol düşürücüler (Simvastatin vb.).
Geçmişten gelen günümüzde hala kullanılan ve günümüz sentetik ilaçlarının birçoğunun temelini oluşturan bitkileri tanıyıp
doğru kullanmak tedavi kadar önemlidir.
Vücut fonksiyonları üzerinde koruyucu veya tedavi amacıyla kullanılan tüm ürünler:
İLAÇTIR !!!
İLACIN ADRESİ
ECZANELERDİR,
ECZACILARDIR !!!
Prof. Dr. Afife MAT’a ve Prof. Dr. Filiz MERİÇLİ’ye destekleri için
teşekkürler...
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
27
Eczacýlýk ve Saðlýk
GÝZLÝ KAHRAMAN
AEROJEL
•Ayşenur ÇAKIR
NASA’nın “Jet Propulsion” Laboratuvarlarında
çalışan Peter Tsou ve bir aerojel parçası
malzemesinden bile 39 kat daha fazla yalıtım kapasitesine sahip
olup, %99,8’i havadan oluşmaktadır. Aerojel öyle bir yalıtkandır
ki, oksijen kaynağıyla direkt verilen ateşi bile yalıtabilir.
Dıştan bakıldığında dondurulmuş dumana benzeyen aerojel,
aslında bu görüntüsünün altında oldukça sert bir doğa saklıyor.
oğu icatta olduğu gibi öykümüz yine meraklı ve çılgın bilim
Sadece 2 gramının bile 2,5 kilogramlık bir taş kütlesini kaldırabiladamlarıyla başlıyor. Amerikalı bilim adamı ve kimya müdiğini düşünürsek, bu tanım yanlış olmaz.
hendisi Samuel Stephens Kistler (1900- 1975), Charles Learned
NASA, “Stardust” adlı uzay aracında yıldızlar arası toz örnekleri
ile jöle benzeri maddelerin içindeki sıvı bileşeni, ana maddetoplamak için büyük bir aerojel panel üretmiş, bu sayede örnin hacmini değiştirmeden “hava” ile değiştirmek konusunda
neklerin başarıyla Dünya’ya ulaşmasını sağlamıştı. Daha önce
iddiaya girer. “Supercritical Drying” adlı
de aerojel, Mars’a yollanılan “Pathbir yöntemle katı maddeye hiçbir zarar
vermeden içindeki sıvının yavaşça yok Gelecekte aerojel gibi bir süper finder” adlı keşif aracında ısı yalıtımı
olmasını sağlayan Kistler iddiayı kazanır yalıtkan karşısında birçok sıradan amacıyla kullanılmıştı.
Kurşun geçirmeyen, 1 kilogram dive günümüzde “donmuş duman” olarak
da bilinen “aerojel” mucizesi 1931 yılın- yalıtım malzemesinin pabucunun namitin patlamasından etkilenmeyen, 1300 dereceye kadar sıcaktan
da ortaya çıkar.
İlk aerojeller, ilaçların, deri, dama atılması ihtimalinin yüksek ve -120 dereceye kadar soğuktan
bitkisel ya da canlı bazlı sanayi ürünle- olduğu söylenebilir. “Doğaya say- koruyabilen aerojeli günlük hayatta
kullanmaya yönelik Amerika başta
rinin nemini alması için kullanılan “silika
jel”den üretilmişti. Ancak 1980’lerin son- gılı” materyallerin kullanımının olmak üzere çeşitli ülkelerde birçok
proje üretiliyor.
larına doğru aerojeller daha da geliştirilerek karbon bazlı aerojeller ortaya çıktı. teşvik edildiği bu günlerde, aerojel Tüm bu gelişmelere dayanarak, geTemel olarak silika esaslı sıvı bir jelin yük- araştırmacıları daha da cesaret- lecekte aerojel gibi bir süper yalıtkan karşısında birçok sıradan yalıtım
sek ısı ve basınç altında belirli bir noktaya
kadar kurutulması prensibine dayanırlar. lendiriyor çünkü bozulan bir aero- malzemesinin pabucunun dama
atılması ihtimalinin yüksek olduğu
NASA’nın “Jet Propulsion” laboratuvarlarında üretilen aerojeller, havanın yoğun- jel parçasından geriye sadece kum söylenebilir. “Doğaya saygılı” materyallerin kullanımının teşvik edildiği
luğuna oldukça yaklaşmış durumdalar. kalıyor.
bu günlerde, aerojel araştırmacıları
Yalnızca NASA laboratuvarlarında değil,
daha da cesaretlendiriyor çünkü boçeşitli laboratuvarlarda da aerojel üretim
zulan bir aerojel parçasından geriye sadece kum kalıyor. Sonuç
çalışmaları devam etmektedir. Hatta internet ortamında aerojel
olarak hem son derece hafif, hem kendisinden beklenmeyecek
tarifleri ve yapılış şekilleri dahi bulunmaktadır.
kadar yalıtkan, hem de doğaya son derece saygılı bu nanotekGünümüzde Guinness Rekorlar Kitabı’na “bilinen en
noloji mucizesinin maliyeti de azaltılabilirse önü oldukça açık
hafif katı madde” olarak girmeyi başaran aerojel, silika esaslı bir
gözüküyor.
başka madde olan camla karşılaştırıldığında 1000 kat daha az
KAYNAKÇA
yoğunluğa ve nano boyutlu deliklere sahip. Bu nedenle yüzeyi
http://unitednuclear.com/index.php?main_page=product_
bir süngeri andırır.
info&cPath=16_17_69&products_id=89
http://stardust.jpl.nasa.gov/tech/aerogel.html
Çok da eski bir tarihçeye sahip olmayan bu muhteşem madde,
http://en.wikipedia.org/wiki/Aerogel
http://www.aerogel.org/
uzay teknolojilerinde kullanılan en gelişmiş fiberglas yalıtım
http://www.metalurjik.com/?main=haberayrinti&id=411
Ç
28
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Eczane ve Saðlýk
ÝLAÇLARIN
NAZAL YOLDAN
Prof. Dr. Yıldız ÖZSOY
VERÝLMESÝ
İ.Ü. Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı
B
urun, epitel doku açışından farklılık gösteren filtrasyon, solunum ve koku alma bölgesi olmak üzere üç bölgeye ayrılır.
Nazal olarak uygulanan ilaçlar diğerlerinden daha geniş alana sahip solunum bölgesinden absorbe edilir. Diğer uy-
gulama yolları ile mukayese edildiğinde nazal yol; oldukça geniş bir absorpsiyon alanına (150 cm2) sahip olması, yaygın
damar ağı yapısı, ince membran ve kan akışının hızlı olması ile hızlı absorpsiyon ve çabuk etki sağlaması, hepatik ilk geçiş
etkisinin olmaması ve doz aşımı riskinin düşük olması, gastrointestinal sistemde bozulan ilaçlar için alternatif yol olması
ve hasta uyuncunun iyi olması gibi pek çok avantaja sahiptir. Dezavantajları arasında ise kısıtlı uygulama hacmi (25-250
µL), molekül ağırlığı büyük olan (>1000 Dalton (mol/g)) ilaçların nazal mukozadan geçişinin zorluğu, patolojik şartlar, etkin
maddelerin irritasyonu ve enzimatik engel sayılabilir.
L
okal ve sistemik etki elde etmek için ilaçların nazal uygulanetkin maddeyi içerirler. Etkin maddeler sıvağda çözünmüş veya
ması oldukça eskiye dayanmaktadır. Eczanelerde çoğunlukla
dağılmış haldedir.
küçük molekül ağırlığına sahip nazal uygulanan ilaçlar yanında
Genelde nazal uygulanan ilaçların çözelti şekillerinin (damlalar)
küçük polipeptit yapılı ilaçlar da mevcuttur. Son yıllardaki çalışburundan arınmaları (mukosilier klerens) sebebiyle nazal mukomalar özellikle yüksek molekül ağırlığına sahip peptit - protein
zada kalış süreleri oldukça kısa olduğundan biyoyararlanımları
yapısındaki ve immunizasyon amaçlı terapötik ajanların sistemik
oldukça düşüktür. Bu nedenle, ilaçların mukoadezif jel veya toz
uygulanması üzerine yoğunlaşmıştır.
sistemleri hazırlanarak nazal absorpsiyonun dolayısıyla biyoİlaçların nazal absorpsiyonunu etkileyen faktörler arasında etkin
yararlanımın arttırılması üzerine çalışmalar günümüzde artan
madde ve formülasyona ait faktörler
oranda devam etmektedir.
ile anatomik, fizyolojik ve patolojik Nazal yolla kullanılan büyük mofaktörler yer almaktadır. Etkin madNazal yolla kullanılan büyük moleküldeye ait faktörleri kimyasal yapı, poli- leküllü ilaçların eczanelerdeki sa- lü ilaçların eczanelerdeki sayısı da gün
morfizm, molekül ağırlığı ve şekli, lipo- yısı da gün geçtikçe artmaktadır. geçtikçe artmaktadır. FDA’dan onay alfilik özellik, pKa ve partisyon katsayısı,
mış ve satışı yapılan bu ilaçlar arasınpartikül boyutu olarak; formülasyona FDA’dan onay almış ve satışı ya- da desmopressin asetat, salmon kalsiait faktörleri ise; formülasyonun pH ve
tonin, buserelin, nafarelin, oksitosin,
osmolaritesi, viskozitesi, konsantras- pılan bu ilaçlar arasında desmop- siyanokobalamin etkin maddeleri yer
yonu, formülasyonun tipi ve uygula- ressin asetat, salmon kalsitonin, almaktadır. Bu ilaçların molekül ağırma apareyi olarak sınıflandırabiliriz.
lıkları 1000-3400 Da arasındadır ve
Avrupa Farmakopesi, nazal dozaj şe- buserelin, nafarelin, oksitosin, si- çoğunun nazal biyoyararlanımı %10
killerini; damla ve sıvı nazal spreyler,
civarında olmasına rağmen bu ilaçlar,
tozlar, yarı-katılar, nazal yıkama çözel- yanokobalamin etkin maddeleri uygulama kolaylığı ve üretim maliyeti
tileri ve stikler olarak sınıflandırmıştır. yer almaktadır.
gibi faktörler nedeniyle parenteral olDamla ve sıvı nazal spreyler, nazal
mayan yollarla hastaya verilmek istenboşluğa damla veya sprey şeklinde uymektedir. Nazal yolla kullanımı araştırgulanan çözelti, emülsiyon veya süspansiyonlardır.
ma aşamasında olan büyük molekül ağırlıklı ilaçlar arasında ise
Tozlar, uygun bir alet ile nazal boşluğa püskürtülen, ya sadece
insülin, büyüme hormonu ve heparin yer almaktadır.
etkin maddeyi yada etkin maddeyi taşıyan tozları içeren preparatlardır.
Faydalanılan kaynaklar:
Yarı-katı preparatlar, genellikle lokal etki amacıyla kullanılan jel,
•Ozsoy, Y. In Handbook of Particulate Drug Delivery; Kumar, M.N.V.R., Ed.; American Scienkrem ve merhemlerdir. Sıvağın yapısına bağlı olarak; antimikrotific Publisher; CA, USA,Vol. 2, Chapter 8, 2008
biyal, antioksidan, stabiliteyi sağlayıcı, emülsiyon oluşturucu,
•Ozsoy, Y. et al., Molecules 14, 3754 (2009)
•Ozer, Y. (Ed: Mozafari MR.) Nanomaterials and Nanosystems for Biomedical Applications),
viskozite ve penetrasyon arttırıcı maddeleri içerebilirler.
Dordrecht: Springer, 99, 2007
Yıkama çözeltileri, nazal boşluğu temizlemek için kullanılan sulu,
•Illum, L. J. Control. Release 87, 187 (2003)
•Behl, C.R. et al., Adv. Drug Del. Rev. 29, 89 (1998)
izotonik çözeltilerdir.
•European Pharmacopeia 6th Edition, 2008
Stikler, lokal uygulama amaçlı katı preparatlardır. Vücut sıcak•Wermeling DP Miller JL. (Ed: Rathbone MJ, Hadgraft J, Roberts MS, Modified Release Drug
Delivery Technology), Chapter 61, New York: Marcel Dekker, Inc., 727, 2002
lığında çözünen veya eriyen uygun bir sıvağda bir veya birkaç
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
29
Eczacýlýk ve Saðlýk
ÝSTANBUL’DA SALGIN
HASTALIKLARIN TARÝHSEL GELÝÞÝMÝ
•Merve KURTAN
B
ilimin gelişmediği dönemlerde insanlar, salgınları Tanrı’nın
bir gazabı ve günahkar kullarına gönderdiği bir ceza olarak
kabul etmişler ve salgınlara karşı önlem almayı yararsız bulmuşlar, bunun Tanrı’ya karşı gelmek, hatta isyan olduğunu düşünmüşlerdir. Bu nedenle 19. yy.’ın başında İstanbul’da görülen bir
veba salgınında yatsı ezanından
sonra minarelerde bir dua okutuluyor ve sur kapıları dışına
yerleştirilen görevliler sadece
çıkan tabutları sayıp ölü sayısını
tespit ediyordu.
Konstantinopolis’te veba ilk kez
542’de görülmüş ve 10.000’den
fazla kişi ölmüştür. Bu salgından sonra Avrupa’da ortaçağın
sonuna kadar 32 veba salgını
görülmüştür, İstanbul da hemen hemen bunların hepsinden etkilenmiştir.
Evliya Çelebi’ye göre, Bayezid Hamamının zemininde bin
parçadan oluşan dört köşe bir sütun İstanbul’u vebaya karşı
korumaktaydı. Hamamın yapımı sırasında bu taşın yıkılmasından sonra İstanbul veba istilalarına uğramaya başlamıştır. Yine
Evliya Çelebi, Bizans döneminde vebalı yerlerden gelenlerin,
Yedikule’de yedi gün durmadıkça İstanbul’a giremediklerini bildirir.
MÖ 10-9. yy.’dan beri bilinen veba zaman zaman büyük salgınlara yol açarak çok sayıda insanın ölümüne sebep olmuştur.
1346-1353 arasında Avrupa’ya yayılan ve ‘kara ölüm’ adı verilen
dehşet verici salgında toplam 40.000.000 kişinin öldüğü tahmin edilmektedir. Avrupa’nın bu salgındaki kaybı ise, nüfusunun dörtte biri olan 25.000.000 kişidir. İstanbul’da 1591-1592
salgınında günlük ölü sayısı 325’e yükselmiş, halk bu afetin yok
olması için dağlara duaya çıkmış, padişah sarayını terk etmiş,
dükkanlar kapanmış ve tutuklular affedilerek salıverilmiştir.
1751 salgınında İstanbul’da binlerce insan ölmüş ve ardından
şehrin büyük kısmı yanmıştır. 18. ve 19. yy.’larda küçük salgınlar
görülmüştür. 1803’te İstanbul’da vebadan 150.000, 1813’te ise
110.000 kişi ölmüştür.
1831’e kadar kolera ve vebalıların tecrit ve tedavileri Maltepe
Askeri Hastanesi’nde yapılırken 1831 de Kız Kulesi, Kız Kulesi Vebalılar Hastanesi adıyla koleraya yakalanan erlere tahsis
edilmiştir. 1836-1837’de İstanbul’da görülen ve ölü sayısının
20.000-30.000 olduğu tahmin edilen son büyük salgında hastalar kısmen burada tedavi edilmiştir.
1837’de Osmanlı İmparatorluğu’nda karantina uygulamasının
başlaması ve örgütlenmesi ile veba salgınları büyük ölçüde önlenmiştir. İstanbul’da 1901’de veba salgını, hastalık görülen yer-
30
lerin dezenfeksiyonu ve alınan ciddi önlemlerle kısa sürede önlenmiştir. 1929’dan sonra İstanbul’da vebaya rastlanmamıştır.
İmparatorluğun ticaret merkezi olan İstanbul’da kolera salgınları
da sık sık görülmekteydi. 1893 yılında İstanbul’da koleraya dair
ilk vaka Hasköy’de 25 Ağustos 1893 tarihinde, 2. vaka ertesi gün
Kuleli Askeri İdadisi’nde bir öğrencinin
kusma ve ishal halleriyle rahatsızlanıp
24 saat içinde ölmesiyle ortaya çıkmıştır. Fakat bu iki vaka incelenince koleradan ölmedikleri fikrine varılmıştır.
Önce mevsim hastalığı olarak değerlendirilmiştir. Bu durum kolera hastalığının Osmanlı hekimlerince henüz
tam olarak tanınmadığını göstermektedir. Hasköy ve Kuleli’de meydana
gelen ilk iki vakada hastaların mikrobu nereden kaptıklarına dair o zaman
yapılan incelemelerde kesin bir bilgiye
ulaşılamamıştır. Ancak İstanbul’a ilk
kolera mikrobunu bir İngiliz gemisinin
getirdiği bilinmekteydi. 1893-1894 İstanbul kolera salgınında askerler hariç hastalığa yakalanan 2120
kişiden 1282’si yaşamını yitirmiştir. 17 Ocak 1895-6 Mayıs 1895
kolera salgınında yalnız siviller arasında 324 kişi koleraya yakalanmış, 194 kişi yaşamını yitirmiştir. Kolera ile sefalet arasında
bir bağ olduğu doğru ve açık bir gerçektir.
Bu hastalık hakikaten bir fakir hastalığıdır. Ancak sadece fakirlerin değil 19. yy. boyunca Avrupa’da görülen kolera salgınında,
mikrobun özellikle ortak su kaynakları sebebiyle zenginleri de
yakaladığı kaydedilmiştir. Fakat Osmanlı başkentindeki salgınlarda genellikle bu gerçekleşmemiş. Hele 1893-1894 ve 1895 salgınında hemen hemen hiçbir seçkinin hastalığa yakalanmadığı
görülür. İstanbul’da 1847-1848 salgınında alt sınıfı olduğu kadar
üst sınıfı da etkileyen kolera 1893-1895 aralığında yoğun olarak
alt sınıftan kurbanlar seçmiştir.
İstanbul’da halkın kolerayı nasıl karşılayıp algıladığına dair bilgi
veren kısıtlı miktarda kaynak olduğundan Sadri Sema’nın Eski
İstanbul Hatıraları adlı eseri oldukça önemlidir. Yazar 1893-1894
salgınından şöyle bahseder: “…İstanbul’un eski yangınları şehri
nasıl bir baştan bir başa yakıp yıkmışsa, kolerada İstanbul’u öyle
yaktı yıktı. Çok ocaklar söndü. Korkunç bir ölüm sağanağıydı bu
hastalık. Herkes endişe ve korku içinde. Herkes bir korku gölgesi.
İstanbul göklerinde ölüm kanat açmış. Her taraftan adem rüzgarı esiyor, her tarafta ölüm sahneleri… Kurban bekleyen musalla
taşları ve acı acı gıcırdayan tabutlar…”
Ölüm riski bu kadar yüksek olan bu hastalığın tedavisi oldukça
basittir ancak tedavi edilmezse %50 oranında ölümle sonuçlanabilir. Her yıl 100.000’in üstünde insan kolera hastalığı yüzünden ölmektedir.
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Eczacýlýk ve Saðlýk
Çok eskiden beri bilinen çiçek hastalığı zaman zaman İstanbul’da
da salgınlar yapmış, önceleri bu hastalık ile mücadelede telkih-i
cüderi (varialation) adı verilen Türk usulü çiçek aşısı kullanılmıştır. Bu aşı yöntemi ilk kez Dr. Emanuel Timonius’un 1714’te yayımlanan Latince kitabı ile tanıtılmıştır. Yakalandığı çiçek hastalığı sonucu güzelliği bozulan Lady Mary Wortley Montague Şark
Mektupları adlı eserinde, Türklerin çiçek hastalığını bir aşı ile
önlediğini bildirmiş ve bu aşının İngiltere’de de uygulanmasına
öncülük etmiştir. Aşı Avrupalı hekimler tarafından hükümlüler
üzerinde denenerek olumlu sonuçlar alınmış, İngiliz kraliyet ailesinin de bu aşı ile aşılanması bu usulün bütün Avrupa ülkelerine yayılmasını sağlamıştır. Edvard Jenner’in 1796’da cow-pox
(vaccination) adı verilen inek çiçek aşısını bulmasıyla, Türk usulü
çiçek aşısı önemini kaybetmiş ve İstanbul’da Jenner usulü ilk aşı
23 Arlık 1800’de yapılmıştır. Tanzimat’ın ilanı ile sağlık alanında başlayan atılımlar çerçevesinde 1839’da Mekteb-i Tıbbiye-i
Adliye-i Şahane, çiçek aşısını uygulamasıyla görevlendirilmiştir.
1845’te şiddetli bir çiçek salgını görülmesi üzerine 1846’da Üstırmış, mücadele için 1918’de İstanbul’da Veremle Mücadele
küdar, Eyüp ve Gureba Hastanesi’nde birer aşı istasyonu açılOsmanlı Cemiyeti kurulmuştur. Cemiyet Haydarpaşa’daki Tıp
mış ayrıca aşı yapmak üzere gezici hekimler görevlendirilmiştir.
Fakültesi’nin yanında bir-iki barakada faaliyete geçerek burasını
İmparatorluğun çeşitli yörelerinden getirilen gençler Tıbbiye’de
dispanser gibi kullanmış ve savaştan sonra kapanmıştır.
aşıcı olarak yetiştirilip memleketlerine gönderilmiş böylece
Adalar’ın sanatoryum kurulması için
aşılama yurt çapında yaygınlaşmıştır.
1871’de İstanbul’da tekrar bir çiçek MÖ 10-9. yy.’dan beri bilinen veba çok elverişli olduğu bildirilmiş ancak
ilk çocuk sanatoryumu 1904’te Etfal
salgını görülmüş ve 1884’te çiçek aşısı mecburi hale getirilmiştir. 1966’da zaman zaman büyük salgınlara yol Hastanesi’nde, ilk genel sanatoryum
1924’te Heybeliada’da açılmıştır.
WHO’nun başlattığı kampanya sonucu
açarak çok sayıda insanın ölümüne ise
Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nın
tüm Dünya ülkelerinde çiçek aşısı yapılarak, hastalık görünmez olmuş ve sebep olmuştur. 1346-1353 arasın- 1952’de WHO ve UNİCEF ile yaptığı anlaşma sonucu 1 Ocak 1953’teEdirne’de
çiçek aşısı zorunlu aşı programından
da Avrupa’ya yayılan ve ‘kara ölüm’ başlayan BCG kampanyası daha sonçıkarılmıştır.
yaygınlaştırılmıştır. Bu çerçevede
19. yy.’da sıtma salgınları da görülmekadı verilen dehşet verici salgında ra
İstanbul’da oluşturulan sabit ve gezici
teydi. 1910’dan itibaren sıtma mücadelesi için parasız kinin dağıtılmaya toplam 40.000.000 kişinin öldüğü gruplar okulları tarayarak tüberkülin
testi uygulamışlar ve olumsuz olanlara
başlanmıştı. 1.Dünya Savaşı’nın başaşı yapılmıştır.
laması sıtma salgınını yaygınlaştırmış tahmin edilmektedir.
Bilinen en eski hastalıklardan birisi
ve 412.000 er sıtmaya yakalanmıştır.
olmasına, sebebinin kesin olarak bilinSıtmalı erlerin cepheden dönmesiyle
mesine, 50 yıldır tedavisinin mümkün olmasına ve üstelik kogenişleyen sıtma İstanbul’da da görülmeye başlanmıştır. Bunun
runabilir bir hastalık olmasına karşın, hala dünyada en yaygın
üzerine Sıtma Mücadele Komisyonu kurulmuş ve çeşitli bölgelerve ölümcül bulaşıcı hastalıklardan biri olmaya devam etmekte
den getirilen sivrisinekler Tıp Fakültesi Parazitoloji Kürsüsü’nde
ve yılda üç milyonu aşkın kişi verem nedeniyle kaybedilmekteincelenmiştir. 1924’te hazırlanan programa göre İstanbul’da
dir. Yerküre üzerinde yaşayan her üç kişiden birisi tüberküloz ile
mücadele çalışmalarına Büyükçekmece ve Küçükçekmece gölkarşılaşmış ve onunla tanışmış durumdadır. Halen yılda 8 milyon
leri çevresinde başlanmıştır. Yıllar içerisinde hastalık tamamen
yeni verem hastası teşhis edilmektedir.
yok edilemedi fakat hızlı yayılması önlendi.
İstanbul’da zaman zaman kızıl, difteri, kızamık, boğmaca, tifo,
dizanteri, influenza, gibi hastalıklar da görülmüş ancak büyük
Asırlar boyunca insanları yavaş yavaş eritip yok eden tüberküsalgınlar yapmamıştır.
loz 2. Mahmud ve Abdülmecid gibi padişahların da ölüm sebebi
olmuştur. Robert Koch, 1830’da tüberkülini bu hastalığı tedavi eden bir ilaç olarak açıkladığında, 2.Abdülhamid bu buluşa
büyük önem göstermiş ve derhal doktorlardan oluşan bir ekibi
Berlin’e göndermiştir. Burada tüberkülin uygulanan kliniklere
devam eden Osmanlı hekimleri, Koch’un keşfettiği bu maddenin
KAYNAKÇA:
tedavide etkili olmadığını görmüşler ve dönüşlerinde bir raporla
1- Ünver, Süheyl: Türkiye’de veba (taun) tarihçesi üzerine, İstanbul, Ahmet İhsan Basımevi,
padişaha bildirmişler. Tüberkülin testinin verem teşhisinde kul1935.
2- Şehsuvaroğlu, Bedii: Tarihi Kolera Salgınları ve Osmanlı Türkleri, Tıp Fakültesi Mecmuası,
lanılmaya başlaması üzerine, 1910-1913 arası bizde de tüberkü1954.
lin yapımı ve uygulaması gerçekleşmiştir.
3- www.wikipedia.com.
Dünya Savaşı sonlarına doğru kötü yaşam koşulları veremi art-
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
31
D
Güncel
ünya
eðerleri
•Hacı Usta
Dünya çapýnda bir anket yapýlmýþ. Sadece bir soru sorulmuþ:
“Lütfen dünyanýn geri kalan kýsmýndaki yiyecek eksikliðine bir çözüm ile ilgili kiþisel
görüþünüzü dürüstçe belirtiniz.”
Anket büyük bir baþarýsýzlýkla
sonuçlanmýþ...
* Çünkü Afrika´da insanlar “yiyecek” kelimesinin ne anlama
geldiğini bilmiyorlar.
32
* Batý Avrupa´da insanlar “eksiklik” kelimesinin ne anlama
geldiğini bilmiyorlar.
* Doðu Avrupa´da ki insanlar “kiþisel görüþ”ün ne anlama
geldiğini bilmiyorlar.
* Orta Doðu´da insanlar “çözüm”ün ne anlama geldiğini bilmiyorlar.
* Güney Amerika´da ki insanlar “lütfen” kelimesinin ne anlama geldiğini bilmiyorlar.
* Ýsrail´deki insanlar “dürüstlük” kelimesinin ne anlama geldiğini bilmiyorlar.
* Ve Amerika´da ki insanlar “dünyanýn geri kalan kýsmý”nın
ne anlama geldiğini bilmiyorlar.
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Fakültemizden
Ý.Ü. ECZACILIK FAKÜLTESÝ
VAN ÝLÝ ÇATAK ÝLÇESÝ
KARDEÞOKULLARI
KÖYPROJESÝ
•Barış Tekin •A.İlker ARSLAN
İ
stanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Sosyal Sorumluluk Projesi olarak yürüttüğümüz Van-Çatak’ta 4 köy okulundaki 350
öğrenciyi kapsayan projemiz Nisan 2009’da başladı. Projemizi
Dekan Yardımcımız Prof. Dr. Afife Mat’a anlattığımızda onun
da bizimle aynı heyecanı paylaştığını görmek bizleri çok
mutlu etmişti.
Projenin Fakültemiz Yönetim Kurulu’ndan
onaylanmasının ardından artık bir nevi sahaya inme
vakti gelmişti bizim
için. Proje kapsamında
okullardaki öğretmenlerimizle beraber oluşturduğumuz ihtiyaç listesini
tamamlamamız gerekiyordu. Bu konuda çok tecrübeli
olmadığımızdan ilk aşamada
nereden başlayacağımızı bilemediğimizi itiraf etmeliyim; ancak daha sonra Cağaloğlu’ndaki
yayınevlerine giderek projemizi anlatıp yayınevlerinden projeye destek
y e
isteyerek ilk adımı atmış olduk. Kırtasimalarının
fuarlarına gidip kırtasiye firkapısını çalmakla devam
eden bu süreçte birçok ilaç
firmasının da kapısını aşındırdığımızı ve bu kapıların
birer birer yüzümüze kapandığını söylemek gerek.
Her şey bu kadar olumsuz
giderken Kırmızı Beyaz
Yayıncılık ’tan gelen 4
koli kitap yardımı yeterli olmadığını bilsek de
tüm karamsarlığımızın
yok olmasına yetti. Bu
bizlere inanan diğer
yayınevlerinin desteğiyle bir anda çığ
gibi büyüyen bir hal
aldı. Fakat yine bir
sorun vardı; yeterli
kitap olmasına rağmen kırtasiye ihtiyaçları anlamında yeterli destek bulamadığımızdan
34
paraya ihtiyaç vardı. Bunun için fakültemizde 12-13 Mayıs 2009
tarihinde kermes yapmaya karar verdik. Kermese
hocalarımızdan ve arkadaşlarımızdan yoğun
ilgi vardı; bu 2 günde 2 bin liradan fazla
para topladık. 14 Mayıs Türk Eczacılık
Günü’nde proje standımızı açarak
eczacı büyüklerimize projemizi anlattık ve projeye desteklerini istedik. Rebul Eczanesi’nin sahibi Eczacı Mehmet Müderrisoğlu’nun
da desteğiyle eczanesinde
Rebul ürünlerini satarak buradan elde edeceğimiz cironun yüzde 25’ini projeye
yardım olarak aldık. Ayrıca eczanede projemize
yardım için 4 ay boyunca
tansiyon ölçümlerinden alınan
ücretler bize verildi.
Proje bu aşamaya gelirken final dönemimizin
araya girmesi ve finallerin ardından yaz tatiliyle birlikte projeye doğal olarak kısa bir ara vermiş olduk. Yaz boyunca
elde ettiğimiz yardımları Van’daki kardeşlerimize nasıl ulaştırırız
bunu düşündük, çünkü bizim amacımız bu eğitim yardımlarını
ilk elden öğrenci kardeşlerimize ulaştırmaktı. Bu ayrı bir finans
sorunuydu bizim için ve bu sorunun çözümünün bizleri
aştığının farkındaydık.
2009-2010
eğitimöğretim yılı başlarken bu yardımların öğrenci
kardeşlerimize
ulaşması gerektiğinin baskısı bizleri
mutsuz ederken Fakültemiz Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Afife
Mat hocamıza bu konudaki sıkıntılarımızı
anlattık. Daha önceden
bağlantıda olduğumuz
Hedef Ecza Deposu proje için Van’a fakültedeki
arkadaşlarımızla gitmemiz için 4 günlüğüne kira-
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Fakültemizden
ladığımız otobüse; İstanbul Ecza Kooperatifi ise arkadaşlarımızın
Van’daki 2 günlük konaklama masraflarına sponsor oldu.
Artık her şey yoluna girmeye başlamıştı0…
30 Eylül Çarşamba günü İstanbul Esenler
Otogarı’ndan saat 20.00’da Van’a
hareket ettik. Bizi 24 saatlik
bir yolun beklediğini bilsek de bu
tatlı bir yorgunluktu bizler için,
çünkü
öğrenci
kardeşlerimize
topladığımız
yardımları kendi elimizle
verecek olmamız paha
biçilemez bir deneyim
olacaktı.
26 saatlik uzun bir yolculuktan sonra Van’da
konaklayacağımız
Büyük
Urartu Otel’e gelmiştik işte
ama yapılacak işler hala bitmiş
değildi. Şimdi de kolilerin açılıp
öğrenci sayısına göre okullar için
ayrılması gerekiyordu. Çok kısa bir dinlenmeden sonra hemen işe koyulduk ve bunu
da artık 33 kişilik kalabalık bir ekip olarak kısa bir sürede hallettik. Bu işlerin
akabinde terasta yaptığımız çiğköfte
partisinden sonra uyuduk.
deşlerimizle vedalaşarak Çatak Öğretmen Evi’nde öğle yemeğimizi
yedik. Çatak Kaymakamı’nın teşekkürlerini aldıktan sonra proje kapsamındaki 2.okulumuz
Alacayar İlköğretim Okulu’na
doğru hareket ettik. 30
dakikalık yolu Doğu’nun
güzel manzarasıyla beraber bir çırpıda aldıktan
sonra okulumuza ulaştık ve yine oyunlarla,
şarkılarla kardeşlerimize hediyelerimizi verdik. Bölgenin
şartları düşünülürse hava
kararmadan Van’a dönmemiz gerekiyordu. Çatak’tan Van’a dönerken Edremit
ilçesinde bulunan Akdamar Adası’nı ziyaret etmeden dönemezdik İstanbul’a.
Yine bir sorunumuz vardı hava kararmıştı ve adaya tekne seferleri
akşam 5’de bitiyordu; ama Çatak’taki
dostlarımız bizim için aracı oldular akşam saat 7’de özel bir tur düzenlenerek adaya ulaşmamız sağlandı. Akdamar
Adası’nın jeneratörü bozuk olduğundan
ışıklandırması yoktu; fakat insan isteyince
her şeye bir çözüm buluyordu. Bu sorunu da
tekneyle yanımızda götürdüğümüz 2 tane aküyle kolayca hallettik. Akşam yemeğinde Van Eczacı
2 Ekim Cuma günü bizim için
Odası Başkanı A.Murat Keçecioğlu’nun davetlisi
‘büyük gün’ sayılabilirdi… Uğruna
olarak fakültemizi temsil ettik. Uzun ve yorucu bir o
onlarca gün koşturduğumuz ve binlerkadar da huzur dolu bir günün ardından artık gönül
ce kilometre öteden geldiğimiz öğrenci karrahatlığıyla uyuyabilirdik.
deşlerimizle buluşma vakti gelmişti artık. İlk olarak
3 Ekim Cumartesi günü sırasıyla Van Kalesi ve MuraElmacık mezrası Nejat Uygur İlköğretim Okulu’nu ziyaret
diye Şelalesi’ni gezdikten sonra Ağrı’ya hareket ederek
edecektik. Van’dan Çatak’a giderken
Doğubeyazıt’taki İshak Paşa Sarayı’nı
herkesin gözlerindeki heyecanı okuda ziyaret ettik. Sonrasında İstanbul’a
mak için çok da duygusal olmak gerek- Uğruna onlarca gün koşturduğu- doğru hareket ettik.
miyordu, bu bir gerçekti ki o gün her- muz ve binlerce kilometre öteden Artık bizi bekleyen yeni bir 26 saatkes çok heyecanlıydı.
lik yol vardı önümüzde, geride bıYaklaşık 2 saatlik bir yolun ardından geldiğimiz öğrenci kardeşlerimiz- raktığımız sevgi dolu minik yürekler,
ilk okulumuza vardık, otobüsten indiDoğu’nun eşsiz manzarası, Muradiye
ğimizde tam olarak ne yapmamız ge- le buluşma vakti gelmişti artık. Şelalesi’nin soğuk suları, İshak Paşa
rektiğini bilmesek de sıcak bir iletişim İlk olarak Elmacık mezrası Nejat Sarayı’nın görkemi...
kurmamız çok zaman almadı ve kısa
Alnımızın akıyla bitirdiğimiz proje, büzamanda köydeki herkesin sevgilisi Uygur İlköğretim Okulu’nu ziyaret yük bir manevi huzur, yeni dostluklar
olmuş durumdaydık. Oyunlar oynave bize her zaman sonuna kadar güvedık, şarkılar söyledik ve kurduğumuz edecektik. Van’dan Çatak’a gider- nen Afife Hocamıza “Hocam sonunda
iletişim devam etsin diye her çocuğa ken herkesin gözlerindeki heyeca- başardık” diyerek sarılma isteği...
kurayla bir ağabey ya da abla seçerek
mektup arkadaşlıkları kurduk. Her gü- nı okumak için çok da duygusal olzel şeyin olduğu gibi bu birlikteliğin de
sonu vardı. Çatak Kaymakamı’nın da- mak gerekmiyordu, bu bir gerçekti
vetlisi olduğumuzdan ve diğer okullara ki o gün herkes çok heyecanlıydı.
da gitmemiz gerektiğinden öğlen karİstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
35
Fakültemizden
KARÝYER
GÜNLERÝ
•Kübra SOĞUKKANLI •Hacer TOPAK
Fakültemizde İUPSA tarafından bu yıl ikincisi düzenlenen Kariyer Günleri, eczacılık mesleğini daha iyi tanımamızı sağlayarak gelecek adına doğru hedefler belirlememiz ve sağlıklı
kariyer planları yapmamız konusunda bizlere eşsiz bir yardım
kaynağı niteliğindedir. Kariyer Günleri sayesinde, uygun ders
ve staj seçiminden kariyerimize başlangıç aşamasında nasıl
adımlar atacağımıza kadar birçok konuda daha bilinçli ve rahat kararlar verebilecek şekilde kendimizi geliştirme imkânına
sahip olmaktayız.
Kişisel ve mesleki vizyonumuzu geliştirmemiz amacıyla bizlerle birlikte olan çok değerli konuklarımızdan bahsedecek
olursak;
Kariyer Günü’nün ilk konuğu; Eczane Eczacılığı hakkında bilgi
vermek üzere bizlere çok güzel bir sunum gerçekleştiren Ecz.
Almila ÖZTOSUN’du. Eczane Eczacılığı konusunda geniş bir
donanıma sahip olan Almila Hanım, her eczane eczacısının
bilmesi gereken on altın kuralı bizlerle paylaştı.
Ecz. Almıla ÖZTOSUN’a bu güzel ve eğitici sunum için bir kez
daha teşekkür ederiz.
26 Mart 2010 tarihli Kariyer Günü’ndeki konuklarımız ise İlaç
Endüstri’sinde Eczacının Rolünü anlatmak üzere, 1996 mezunlarımızdan Ecz.Güliz KARCEBAŞ ve 2006 mezunlarımızdan Ecz.Merve AGUŞ idi. Kariyer basamaklarını anlatan Güliz
Hanım’ın bulunduğu departmanlarda hangi görevleri yaptığını anlatmasıyla endüstri alanında yapabileceklerimizi görmüş
olduk. Güliz Hanım’ın mesleğimize sahip çıkmamız gerektiğini vurguladığı konuşması için tekrar teşekkür ederiz.
16 Nisan 2010 tarihli Kariyer Günü’ne gelen konuğumuz Hedef Alliance’ı temsilen Tekin CANKATAR idi. Tekin Bey bizlere
genel olarak Dünya ilaç pazarı ve gelişiminden, Türkiye ilaç
ve eczacılık pazarından, temel dağıtım kanalı faaliyetlerinden
ve son olarak Hedef Alliance’dan bahsetti. Temel ilkelerinden
söz ettikten sonra da sunumunu, bizleri geleceğimizi beraber
inşa etmeye davet ederek sonlandırdı. Tekin Bey’e ve arkadaşlarına teşekkür ediyoruz.
7 Mayıs 2010 tarihli Kariyer Günü konuğumuz Kamu Eczacısı
Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden 1993 yılında mezun
olmuş olan Ecz.Yeşim ZENGİ idi. Yeşim Hanım öncelikle çalışma alanımızı seçerken nelere dikkat etmemiz gerektiğinden,
özellikle mesleki tatmini olan bir alanın seçilmesinin daha
doğru olacağından söz edip sonrasında da eczacılığın farklı alanlarında iş deneyimi olduğundan, ayrıntılı bir şekilde,
çalışabileceğimiz departmanlardan bahsetti. Yeşim Hanım’a
zamanlarını ayırıp geldiği, bizlere keyifli ve faydalı bir sohbet
ortamı sunduğu için teşekkür ediyoruz.
Umut ediyoruz düzenlemiş olduğumuz bu söyleşiler sizler
için yol gösterici olmuştur.
36
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Fakültemizden
Ý.Ü. Eczacýlýk Fakültesi
Fotoðrafçýlýk Kulübü
(Fotofarma)
2007–2008 yılı güz döneminde fakültemizde araştırma görevlisi hocalarımız ve öğrenci arkadaşlarımız öncülüğünde ve Prof. Dr. Afife Mat hocamızın danışmanlığında
kuruldu.
Kulübümüzün amacı fakültemizin öğrencilerinin ve akademisyenlerinin katılabileceği
sosyal ve kültürel aktiviteler yapmak, fotoğraf sanatıyla yakından ilgilenmelerini sağlamak ve yeni gelen öğrencilerin üst sınıflarla kaynaşabileceği ortamlar hazırlamaktır.
2007-2008 öğretim yılının bahar döneminde İstanbul Üniversitesi Fotoğrafçılık Kulübü (İSÜF)’ünden Emre Topdemir ve Mehmet Gökalp’in verdiği temel fotoğraf eğitimi
dersleri ile eğitime başladık. Eğitime 2009 yılının bahar döneminde fakültemiz araştırma görevlilerinden olan hocamız Ayşe Açma’nın verdiği temel fotoğraf eğitimi dersleri ile devam edildi. Hafta sonları İstanbul’un çeşitli semtlerine düzenlenen fotoğraf
gezileri ile teorikte öğrendiğimiz bilgileri uygulamalarla pekiştirdik. Gezilerde çekilen
fotoğraflar haftalık olarak fakültemizde panolara asılmakta. Başta Atlas Dergisi’nin fotoğraf sanatçılarından ve aynı zamanda üniversitemizin de öğretim üyesi olan Yrd.
Doç. Dr. Yıldırım Güngör, Doğa fotoğrafçısı Ali İhsan Gökçen, belgesel fotoğraf sanatçıları Murat Yazar, Şevket Şahintaş, Paşa İmrek ve Deniz Ersoy’u ağırladık. Konuklarımız birbirinden güzel fotoğraflarını bizlerle paylaştılar; ufkumuza ufuk kattılar. Ayrıca
fakültemizde üyelerin katılımı ile 3 sergi düzenlendi; ilk sergimiz konusuz idi; ikincisi
ise fotoğraf sanatçısı İsa Çelik tarafından seçilen fotoğraflardan oluşan, konusu ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’ olan sergimiz idi. Üçüncü ise iki konulu idi: ‘Dur De!’
ve ‘İstanbul’.
Buraya kadar size Fotofarma’nın oluşumunu ve yapılan aktiviteleri anlattık. Bir de şu
sıra düzenlediğimiz; Marmara Üniversitesi’nde 14 Mayıs Eczacılık Bayramı nedeniyle
yapılan programda Fotofarma ilk kez İstanbul’da bulunan diğer eczacılık fakülteleri
öğrenci ve çalışanlarının da katılabildiği ‘İz’ konulu bir yarışma organizasyonumuz
mevcut. Yarışmamızın kazananları 14 Mayıs’taki programda ödüllerini alacaklar.
Kulübümüz fakültemizde gelecek dönemlerde de gezileri, sergileri, dia gösterileri,
konuk ağırlamaları, yarışmaları ile sizlerle olmaya, fotoğraf kültürünüze yeni ufuklar
kazandırmaya devam edecektir.
Başkan: Güray YORULMAZ
Başkan Yardımcısı: Nurdan YAZICI
Üye Temsilcisi: Hakan CAN
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
37
Fakültemizden
•Umut İŞLER •Abdullah Şehid HUCA
Önce düşündük bir turnuva hakkında ne yazılabilir ki diye. Ama
sonra pekiştirdiğimiz arkadaşlıkları, yeni simalarla belki de ömür
boyu sürecek bir dostluk için atılan temelleri düşündük. Sonra
geçirdiğimiz keyifli dakikaları, belki beş yıl boyunca esprilerimize
ilham verecek konuşmaları, muhabbetleri... Söylenecek birkaç
şey var…
Turnuvanın keyifli geçeceği daha ilk andan itibaren belliydi
zaten. Arkadaşlarımızın takımlarına koyduğu isimler, “ezecez oğlum sizi” diyalogları, takımlardaki renkli simalar, daha başlamadan turnuvanın amacına ulaşmasına sebep olmuştu belki de...
Ne mi oldu? Artık her birimiz daha çok insana “merhaba”
diyoruz, her gün belki de görmezden gelip yanından geçtiğimiz
insanlarda aslında ne cevherler gizli, görüyoruz… Belki de aynı
şeyi sürekli farklı şekillerde söylemiş gibi olduk ama ne yapalım
amacımız buydu: Daha çok arkadaş, pekiştirilmiş dostluklar ve
keyifli geçen bir zaman…
Tebrikler Atletiko Vaybabo, teşekkürler Bahoz FC, Alkolik Bilbao, Verder Veremem, FC İnhibitör ve Pharmacy Messi… Ve
38
TURNUVASI
izlemeye gelen desteklerini esirgemeyen arkadaşlar, çok sağolun...
Turnuvanın EN’leri;
En Gollü Karşılaşma: Alkolik Bilbao- Verder Veremem :9-9
En Farklı Galibiyet: Atletiko Vaybabo- FC İnhibitör: 17-0
En Golcü Oyuncu: Süleyman Güngören (Bahoz FC): 19dan sonrasını sayamadık
En Çok Gol Atan Takım: Atletiko Vaybabo: 34 gol
En Amigo Taraftar: Abdullah İPEK(Atletiko Vababo)
En Baba Oyuncu: Adem DOĞAN (FC İnhibitör)
En İyi Kaleci: Hasan ALPAĞU (Atletiko Vaybabo)
En Flaş Forvet: İhsan BOZKURT (Verder Veremem)
En Yorgun Savaşçı: Mehmet BAKIR (Pharmacy Messi)
En Kollina Hakem: Sefa BAŞYİĞİT (IUPSA Başkanı)
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Fakültemizden
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
39
Fakültemizden
ISPE TÜRKÝYE
ÖÐRENCÝ BÝRLÝÐÝ
INTERNATIONAL SOCÝETY FOR PAHARMACEUTICAL ENGINEERING
I
SPE,International Society For Pharmaceutical Engineering, ilaç
sanayi çalışanlarının eğitimi ve gelişimlerine destek için
1980 yılında kurulmuş kar amacı gütmeyen, dünyada en fazla
üye sayısına sahip olan birliktir.Yaklaşık 90 ülkede 25.000 üyeye
hizmet vermektedir.
Üniversite öğrencilerine ,sanayi çalışanlarına; uzman mühendislerimiz ve danışmanlarımızın yardımıyla pratik deneyim ve düşüncelerini paylaşabilecekleri
ortamlar hazırlayıp çeşitli seminerler de düzenlemektedir.
Sürekli yaşayan canlı bir
birlik olarak ISPE üyeleri aldıkları eğitimle sanayinin geliştirilmesi için eskisinden daha
çok birbirlerine yardımcı olmaktadır.
Dünya çapında ilaç mühendislerinin buluşma adresi olan
ISPE 2005 Aralık ayından itibaren Türkiye şubesini açarak
Türkiye’deki ilaç sanayi çalışanlarına da eşit hizmeti sağlamaktadır. Düzenlediği kaliteli ve iyi organize edilmiş eğitim
seminerleriyle kaliteli ilaç üretimine çok büyük katkılar sağlamış ve sağlamaya devam edecektir. Bu seminerlerin amacı; ilaç endüstrimizin firma, otorite,
üniversite ve teslimatçı taraflarının bir araya gelerek en güncel
teknik konularda bilgilendirilmesi ve ortak bir platformda düşünülmesinin sağlanmasıdır.
1) Kasım 2007 yılında ISPE Türkiye şubesi; Yaratıcılık, Hızlı Gelişme ve ISPE Merkezine Katkı kategorilerindeki performansından
dolayı “Yılın Şubesi” ödülünü almıştır.
ISPE Türkiye şubesi hizmetlerini sadece sanayiyle sınırlı tutmamıştır. Uluslar arası ISPE’nin kuruluş amacı arasında da yer alan
üniversite öğrencilerine danışmanlık hizmetini de büyük destekle gerçekleştirmektedir:İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ ECZACILIK
FAKÜLTESİ ile işbirliği yapıp “İlaç mühendisliği” dersinin fakültemizde başlamasındaki katkıları sonucu “İlaç Mühendisliği” dersi sadece fakültemizde 4. sınıf zorunlu dersi olarak 2010-2011
eğitim öğretim yılında okutulmaya başlayacaktır..Şimdiye kadar
40
seçmeli ders olarak okutulurken artık zorunlu ders sayılması fakültemiz ve fakültemizde eğitim gören öğrenciler için büyük bir
şans,imkan ve gurur kaynağıdır.
İLAÇ MÜHENDİSLİĞİ
İlaç mühendisliği nedir?
ISPE Sağlık Bilimleri Derneği’nin
amaçlarından biri de endüstriyle üniversite arasındaki
işbirliğini
kuvvetlendirmek,
karşılıklı ihtiyaçlara yönelik çözümler üretebilecek bir altyapı
sağlamaktır.İlaç sektörü eczacılık meslek bilgilerinin yanı
sıra farklı teknik ve finansal
konulara da hakim olan tam
donanımlı “İlaç Mühendisleri” ne ihtiyaç duymaktadır.
Dolayısıyla endüstriye yönelik
kariyer düşünen eczacıların
da kendilerini bu yönde geliştirmeleri gerekmektedir.Bu
kapsamda, ABD ve Avrupa’da
uygulanan İlaç Mühendisliği
eğitimleri incelenerek fakültemize uygun ders içeriği oluşturulmuş ve ISPE Türkiye Sağlık
Bilimleri Derneği’nin de desteğiyle 2007 yılında seçmeli ders
olarak okutulmaya başlanmış ve 2010-2011 döneminde 4. sınıf
zorunlu dersi olarak sadece fakültemizde başlayacaktır.
Ders kapsamında, değişik firmalardan birçok ISPE üyeleri bu faydalı proje için zaman ve enerjilerini gönüllü olarak vermeyi kabul
ederek; öğrencilere fabrika organizasyonu,kalite kontrol,kalite
güvence,tedarik zincir yönetimi,kalifikasyon,validasyon,proje y
önetimi,bütçeleme,performans,iyileştirme vb. değişik konularla
ilgili sunumlar yaparak, ilaç sektöründe kendilerine gerekecek
donanımı aşılayacaklardır.
Peki ISPE TÜRKİYE ÖĞRENCİ BİRLİĞİ olarak
biz neler yaptık?
2) Berat Töreni-04 Aralık 2007
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Fakültemizden
başlamıştır. Bu proje arkadaşlarımızın hem kişisel hem de mesleki gelişimlerine katkıda bulunmayı amaçlamaktadır.
MENTORLAR _______ ÖĞRENCİLER
Bu projeyle tüm ISPE Öğrenci Birliği üyeleri İlaç Endüstrisi profesyonelleriyle eşleştirilerek mesleki ve sektörel konularda tavsiyeler alıp kendilerini geliştirme fırsatı yakalamışlardır.
ISPE Turkey-Istanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Öğrenci
Birliği’miz Merkez’den Ekim 2007 tarihinde gelen resmi yazı ile
tescil edilmiştir. Tescil beratı 4.12.2007’de Eczacılık Fakültesi’nde
yapılan bir törenle Dernek Başkanı Dr. Ünsal Hekiman tarafından İÜ ISPE-Öğrenci Birliği’ne takdim edilmiştir.
3) Tanışma Toplantısı-28 Mayıs 2007
ISPE Turkey-İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Öğrenci
Birliği’nin 28Mayıs 2007 yılında İstanbul Kalyon Otel’de ilk toplantısı yapılmıştır.Bu toplantıda birlik öğrencilerine Sağlık Bilimleri Derneği Başkanı ve Endüstri Danışmanı Dr. Ü. Hekiman, Akademik
Danışman Prof. Dr. Ahmet Araman
ve Sağlık Bilimleri Derneği Genel
Sekreteri Selim Seyhan tarafından
bir brifing verildi.
Buna göre Öğrenci Birliği yılda 2 projeyi çalışıp sonuçlandıracaktır. Aynı
zamanda güncel konular hakkında
kendilerine eğitimler verilecektir.
4)İstanbul Üniversitesi Eczacılık
Fakültesi’nde,önceden duyurduğumuz üzere, öğrenciler için bir sunum
düzenledik. Öğrenci Birliğimizin başkan ve başkan yardımcılarının ve de
akademik danışmanımız Prof. Dr. Ahmet Araman’ın yaptığı sunumda, öğrencilere genel olarak ISPE, Türkiye Şubesi ve Öğrenci Birliği’nin
aktiviteleri anlatıldı, öğrencilerin soruları cevaplandı.
5) Türk Eczacılık haftasında fakültemizde kurduğumuz ISPE standında arkadaşlarımızı birliğimiz hakkında bilgilendirdik ve ISPE
tişörtleri dağıttık.
6) İlaç endüstrisinden değerli konuşmacıların katılımıyla toplantılar düzenledik ve düzenlemeye devam ediyoruz.
7) Fabrika gezileri düzenleyerek arkadaşlarımızın fabrika ortamını görmelerini, o havayı solumalarını sağladık.
8) Mentor projesiyle ilaç sanayindeki değerli çalışanlardan sadece fakültemizdeki arkadaşlarımız danışmanlık hizmeti almaya
9) 8-11 Kasım 2009 tarihlerinde ABD-San Diego şehrinde düzenlenen ISPE Uluslar arası yıllık kongresine katıldık.ISPE yıllık
kongresindeki poster yarışmasında fakültemizi başarıyla temsil
ettik.
10) 2008-2009 yılında gerçekleştirdiğimiz çalışmaların güzel ve
onurlu bir sonucu olarak ISPE yıllık kongresinde “YILIN EN İYİ
ÖĞRENCİ BİRLİĞİ” ödülüne layık görüldük.
11) Her yıl uluslar arası ISPE’nin düzenlediği poster yarışmasını fakültemizde de duyurduk ve katılan posterler önce ISPE
Türkiye’deki jüri tarafından değerlendirildi.Kazanan
arkadaşlarımız
2010-2011 döneminde ABD’de düzenlenecek uluslar arası yarışmada
ISPE Türkiye İ.Ü.Öğrenci Birliği’ni
temsil edeceklerdir:
Derya ASLAN - Belce ÇİLMİ - Çiğdem
KILIÇ arkadaşlarımıza yarışmada bol
şans ve başarılar dileriz!
Her sene olduğu gibi bu dönemde de
çalışmalarımıza devam etmekteyiz.
Düzenleyeceğimiz toplantılarda, fabrika gezilerinde,çeşitli etkinliklerde
fakültemizdeki arkadaşlarımızın da
görmek isteriz.Birliğimize katılmak
isteyen arkadaşlarımız ya aşağıdaki
iletişim adresleriyle bizlerle iletişime geçebilir ya da her Cuma 11.3012.30 arasında C küçük amfide gerçekleştirdiğimiz haftalık olağan toplantılarımıza katılabilirler.
İLETİŞİM:
ISPE: www.ispe.org
ISPE TÜRKİYE: www.ispe.org.tr
ISPE Öğrenci Birliği Başkanı:
Onur ERBEY: [email protected]
ISPE Programlama ve Tanıtım Komitesi:
Burcu KAHRAMAN: [email protected]
İmren ESENTÜRK: [email protected]
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
41
Ýstanbul
İstanbul...
•Ramazan Yücel ÖNER
D
ört büyük imparatorluğa 1592 yıl boyunca başkentlik yapan
İstanbul’un bir çok dilde bir çok adı var. Resmi kaynaklara
göre 9 ayrı dilde 33 farklı ismi biliniyor. Bazı araştırmalara göre
165 farklı ismi olduğu da söylenmekte. Bu isimlerin yanında
İstanbul’daki semt isimleri ve bunların nereden geldiği de dikkat
çekici.
Aksaray: Fatih Sultan Mehmet’in sadrazamı İshak Paşa’nın İç
Anadolu Bölgesi’ndeki Aksaray’ı ele geçirdikten sonra o bölgede
yaşayanları buraya gönderdiği ve semtin adının buradan geldiği
biliniyor.
Ahırkapı: Marmara Denizi’nin kıyısında yer alan ve padişah atlarının bulunduğu “Has Ahır”ın 7 kapısından birisinin bu semtte
bulunmasından kaynaklandığı biliniyor.
Aşiyan: İsminin, Tevfik Fikret’in burada bulunan ve Farsça’da “kuş
yuvası” anlamına gelen “Aşiyan” adlı evinden, “Bağlarbaşı”nın
ise dönemin ünlü bağ ve bahçelerin burada yer alması nedeniyle bu adı aldığı belirtiliyor.
Bebek: İlgili olarak anlatılan 2 rivayetten birinin, Fatih Sultan
Mehmet’in bölgeyi koruması için gönderdiği bölükbaşının “Bebek” lakaplı olması, diğerinin ise “padişahın semtteki bahçesinde gezerken yılan görüp korkan şehzadesine ‘bebek’ demesi ve
bundan sonra bahçesinin ‘Bebek Bahçesi’ olarak anılması” ol-
duğu anlatılıyor.
Beşiktaş: İsmiyle ilgili anlatılan 2 rivayetten biri, semtin ismini
Barbaros Hayrettin Paşa’nın gemilerini bağlamak için diktirdiği 5
taştan aldığı, diğeri de burada yaptırılan kiliseye Kudüs’ten getirtilen beşik taşından geldiği yönünde.
Beyazıt: Adının ise Sultan II. Beyazıt’ın semtte kendi ismiyle anılan bir külliye yaptırmasından geldiği biliniyor.
Beyoğlu: Semt adını, İslamiyet’i kabul edip burada oturmaya
başlayan Pontus prensinden veya ‘Bey Oğlu’ diye anılan Venedik
prensinin burada oturmasından aldı.
Bakırköy: Bizans döneminde ismi ‘Makri Hori’ olan semt, 14.
yüzyılda Osmanlı topraklarına katıldıktan sonra ‘Makriköy’ olarak anılmaya başlandı. Cumhuriyet’in kurulmasının ardından
Türkiye sınırları içerisinde kalan yabancı kökenli isimlerin değiştirilmesi sırasında Atatürk’ün isteğiyle semt, Bakırköy adını aldı.
Çatladıkapı: Bizans döneminde yapılan surların ‘Sidera’ adlı kapısı, 1532’de yaşanan depremde çatlayınca, hem semt, hem de
kapı bu isimle anılmaya başlandı.
Çemberlitaş: Bizans’ın en önemli meydanlarından Constantinus Forumu’nun büyük sütunlarından birisi olan Çemberlitaş,
bulunduğu bu semte adını verdi.
Feriköy: Sultan Abdülmecit ve Abdülaziz dönemlerinde yaşayan
‘Madam Feri’ye bölge toprakları bağışlandı ve semtin ismi bu
şekilde oluştu.
Galata: ‘Gala’ kelimesi Rumca’da ‘süt’ anlamı taşıyor ve semtteki süthanelere gönderme yapılarak ‘Galata’ ismi türetildi. Diğer
bir anlatıya göre de bu isim, İtalyanca’da ‘denize inen yol’ anlamına gelen ‘galata’ kelimesinden geldi.
Taksim: Kelime anlamı ‘dağıtım’ olan Taksim adının, Osmanlı
döneminde suyun halka dağıtıldığı yer olmasından kaynaklandı.
Teşvikiye: İsmin, Sultan Abdülmecit’in, bölgede yeni bir mahalle
kurulması için teşvikte bulunmasından geldiği ve bu durum, Rumeli ile Valikonağı caddelerinin kesiştiği noktada bulunan bir taş
kitabede de belgelendi.
Üsküdar: Bizans’ın ‘Skutari’ denilen ve şehrin Anadolu yakasında bulunan askeri birliklerinden gelen ‘Skutarion’dan gelen bu
isim zamanla değişerek Üsküdar’a dönüştü.
Veliefendi: Şeyhülislam Veli Efendi’nin sahibi olduğu topraklar
üzerine kurulan hipodrom, semte de Veliefendi ismini verdi.”
Fotograflar:Ramazan Yücel ÖNER
42
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Ýstanbul
İSTANBUL’UN 33 İSMİ
Çeşitli dil ve medeniyetlerde farklı şekillerde adlandırılan İstanbul, Grekçe’de “Vizantion”,
Latince’de “Bizantium, Antoninya, Alma Roma, Nova Roma”,
Rumca’da “Konstantinopolis, Istinpolin, Megali Polis, Kalipolis”,
Slavca’da “Çargrad, Konstantingrad”,
Vikingce’de “Miklagord”,
Ermenice’de “Vizant, Stimbol, Esdambol, Eskomboli”,
Arapça’da “Bizantiya, el-Mahsura, Kustantina el-uzma”,
Selçuklular’da “Konstantiniyye, Mahrusa-i Konstantiniyye,
Stambul”
Osmanlıca’da “Dersaadet, Deraliyye, Mahrusa-i Saltanat, Istanbul, Islambol, Darü’s-saltanat-ı Aliyye, Asitane-i Aliyye, Darü’lHilafetü’l Aliye, Payitaht-ı Saltanat, Dergah-ı Mualla, Südde-i
Saadet” gibi bilinen farklı 33 isme sahip.
Kaynaklar: www.wowturkiye.com www.vikipedia.org www.ntvmsnbc.com
Fotograflar:Ramazan Yücel ÖNER
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
43
Kültürel
“Hamdım, Yandım, Piştim”
MevlanaRumi
Celaleddin-i
•Hacer TOPAK
Asıl adı Muhammed Celaleddin-i Rumi olan Mevlâna, 30 Eylül 1207 yılında Horasan diyarının Belh şehrinde doğmuştur. Muhammed Bahadeddin Veled ve Belh Emiri Rükneddin’in kızı Mümine Hatun’un oğludur.
1229’da Belh’den Konya’ya gelen Mevlana’nın babası burada iki sene
yaşadıktan sonra 12 Ocak 1231’de vefat etmiştir. Semerkant’lı Hace
Şerafettin’in kızı, Gevher Hatun’la 18 yaşındayken Karaman’da evlenen Mevlana’nın bu evlilikten Sultan Veled ve Alaeddin olmak
üzere iki oğlu olmuştur. Mevlana’nın ikinci oğlu Aleaddin Mevlana
hayattayken 1262 yılında vefat etmiştir. Birinci eşinin ölümünden
sonra, Konya’da Kerra Hatun ile evlenen Mevlana’nın bu evliliğinden
ise Muzafferüddin Alim Çelebi ve Melike Hatun dünyaya gelmiştir.
İlk eğitimini çocukluğunda babasından alan Mevlana, babasının vefatından
sonra babasının öğrencilerinden Burhaneddin Tirmizi’nin hocalığında eğitimine devam etmiştir. Bu süreç içinde Tirmizi’nin gözetiminde yedi yıl
Şam ve Halep’te kalan Mevlana’nın bu şehirlerdeki eğitimi dini bilimler
olduğu kadar pozitif bilimler üzerine de yoğunlaşmaktadır. Mevlana
Konya’ya döndüğünde hocası Tirmizi’nin isteği doğrultusunda üst
üste kırkar gün çile çıkarır (Dünya nimetlerinden kendini arındırarak nefis terbiyesi yapar.). Hocası Burhaneddin Tirmizi’nin vefatı
nedeniyle büyük üzüntü yaşayan Mevlana daha sonra medresede dersler vermeye başlar. Ancak Mevlana’nın hayatındaki köklü değişiklik Şems-i Tebrizi’nin Konya’ya gelişiyle başlar. Şems-i
Tebrizi Mevlana için adeta bir güneş gibidir. Mevlana’nın bundan sonraki yaşamında tek etkili isim artık Şems-i Tebrizi’dir.
Ali Canip Olgunlu’nun ifadesiyle bu nedenden dolayı
“Mevlana’yı tanırken en çok Şems’i fark etmeliyiz”.
Peki Şems-i Tebrizi ile Mevlana arasındaki bağ nasıl oluşmuştur? Şems-i Tebrizi yaşlı bir derviştir ve aslında Mevlana’yı
bugünkü Mevlana yapan kişidir. Zira Şems-i Tebrizi’yi tanıdıkça
Mevlana’nın bilgileri adeta sıfırlanır. Bu çerçevede Şems-i Tebrizi Mevlana’nın bütün bildiklerini unutması amacıyla Bahadeddin
Veled’in yazdığı kitap da dahil olmak üzere Mevlana’nın bütün kitaplarını suya
atar. Bu aslında Şems-i Tebriz’le her şeyi yeniden öğrenmeye başlayan Mevlana’nın
başka bir şekilde doğuşu demektir. Şems-i Tebrizi ile zaman geçirdikçe Mevlana adeta küçük bir çocuk gibi ruhunu arındırır.
Şems-i Tebrizi’nin Mevlana’ya verdiği eğitimin temelinde Allah’ı her şeyin içinde hissetmek vardır. Mevlana arada hiçbir şey olmadan, doğrudan Allah’a ulaşarak manevi arınmayı Şems-i Tebrizi ile öğrenmiştir.
Zamanın neredeyse bütününü Şems-i Tebrizi ile geçirmeye başlayan Mevlana’nın durumu Konya’da Mevlana’yı sevenler tarafından hoş karşılanmaz. Bu nedenden dolayı Mevlana’yı onlardan uzaklaştırdığı gerekçesiyle Konya halkı Şems’e düşman olur. Bu
düşmanlık öyle artar ki Şems-i Tebrizi Konya’yı terk etmek zorunda kalır. Fakat Şems’in Konya’yı terk edişi Mevlana için katlanılamaz bir acıdır. Bu nedenden dolayı Mevlana en çok güvendiği oğlu Sultan Veled’le bir mektup göndererek Şems-i Tebrizi’yi çağırır
ve onu evlerinde büyüttükleri Kimya isimli kızla evlendirir. Ancak Şems ile Mevlana arasında giderek artan samimiyet bazı kesim
için ki, bu kesim içinde Mevlana’nın oğlu Alaeddin de vardır, düşmanlığa yol açar. Alaeddin’in Şems-i Tebrizi’ye düşman olmasının altında yatan neden Şems-i Tebrizi’yle evlendirilen Kimya’ya aşık olmasıdır. Öyle ki Şems’e karşı artan düşmanlıklar sonunda
Şems-i Tebrizi’nin ölümüne neden olur. A.Kadir ‘Bugünün Diliyle Mevlana’ isimli kitabında Şems-i Tebrizi’nin trajik ölümünü şu
şekilde anlatmaktadır:
“1247 yılı, Aralık ayının beşinci Perşembe günü, içerisinde Alaeddin de bulunan yedi kişi, Şems’e bir pusu kurdular; onu öldürüp
cesedini battal bir kuyuya attılar. Şems’in öldürülmesi, ilk zamanlar Mevlana’ya duyurulmamıştı. Hatta o duyduysa bile buna
44
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Kültürel
inanmamıştı. Şems’i aramak üzere Şam’a kadar gitmiş, bir müddet orada kalmış, tekrar Konya’ya geldikten sonra artık Mevlana, Şems’in öldürüldüğüne iyice inanmış… Hayatındaki coşkunluk devresi, bu suretle bitmişti.”
Şems-i Tebrizi’nin ölümünden sonra Mevlana için farklı bir hayat başlamıştır. Bu büyük yıkımdan sonra Seyyid Burhaneddin’in
halifesi Salahaddin’le arkadaşlık etmeye başlayan Mevlana
onun ölümünden sonra Çelebi Husameddin ile arkadaşlık eder.
Bu dönemde bu iki şahsı sevenlerin Mevlana’nın etrafında toplanmasıyla Mevlana’lık dönemi başlamıştır. Çelebi Husameddin
Mevlana’nın yazmaya başlamasını sağlayan kişidir. Bir bakıma
Mevlana’nın muhteşem eserlerinin bizlere ulaşmasını sağlayan
şahıstır. Ali Canip Olgunlu, ‘Bin Bir Mevlana’ isimli kitabında bu
olayı şöyle aktarmaktadır:
“Husameddin Çelebi rica eder. Husameddin’den gelen bu çağrı üzerine Mevlana, kavuğundan bir kağıt parçası çıkararak onu
Husameddin’e verir. Mevlana bu kağıdın ilk eseri olan ve halen
şaheserliğini muhafaza eden Mesnevi adlı eserinin ilk on sekiz
beytini yazmıştır ve hemen Husameddin’e dönerek: “Biz söyleriz siz yazarsınız cancağızım” der. O günden sonra Mevlana’nın
hayatının sonuna kadar her söylediğini Husameddin Çelebi yazıya geçirmiştir.”
Mevlana’nın “Mesnevi”si 6 ciltlik bir eserdir ve Farsça yazılmıştır. İlk 18 beytini kendisinin yazdığı bu eserin geri kalan kısmını
Husameddin Çelebi yazmıştır. Osman Nuri Küçük’ün “Kuran’ın
adeta şiir tarzında bir tefsiri” olarak değerlendirdiği Mesnevi
derin tasavvuf içeren bilgilerle doludur ve sayısız dile çevrilmiştir. Mevlana’yı biraz tanıyabilmek amacıyla Mesnevi’den birkaç
beyit aktaralım;
Mesnevi’nin ilk beyti; “Şu ney’in nasıl şikâyet etmekte olduğunu
dinle. Onun inleyişi ayrılık hikâyesidir.”
“Sevgiden tortulu sular durulur, berraklaşır. Sevgiyle ölü diriltilir,
sevgiyle padişahlar köle yapılır.”
Mevlana varoluş nedenini vahdet-i vücut (Tasavvuf düşüncesinde, yaratanla yaradılanın tek kaynaktan geldiğini ve bir olduğunu
savunan görüştür.) inancına dayandırmaktadır. Mevlana’ya göre
ölüm ise üzülmesi gereken değil tam tersi düğün edilecek bir
şeydir. Zira ölümle insanoğlu ait olduğu yere geri dönecektir.
Mevlana eserlerinde yalın bir dil kullanmıştır. Anlatımlarında
farklılık değil, farkındalık yaratmıştır. Mevlana aşk ateşiyle yanışını ve her iki dünyada da var olduğunu, şu dizeleri ifade etmektedir;
“Çok uzaklardan yürüyen bir adam gibiyim ben,
Çok uzaklardan geçen bir hayal gibi.
Ama yok da sayılmam hani,
Var olan bir şeyim ben.”
Mevlana’ya göre sevmek temel ilkedir. Doğayı sevmek, insanı
sevmek kısacası Allah’ın yarattığı her canlıyı sevmek ve nimetlerini kutsal sayarak tüm bunlarda bir anlam aramak ve bulmak
Mevlana’ya özgü yaşam biçiminin özetidir. Öyle ki Mevlana dünyayı sevgi üzerine oturtmaktadır. İnsanlığı sürekli iyiliğe ve iyi
insanların etrafında toplamak isteyen Mevlana için her şeyin
temelinde insan ve sevgi vardır. Mevlana’ya göre insanlar eşittir
ve insanı insandan üstün tutan hiçbir şey yoktur. Ona göre “Yaratılandan şikayet, Yaradan’dan şikayettir” ve insanın dış görünüşünden, yoksulluk ve zenginliğinden çok iç dünyası önemlidir.
Mevlana sevgiyi insanın bir özelliği olmaktan çıkararak insan be-
denini, sevginin bir özelliği haline getirir. Öyle ki bedensel yaşamayı bile sevgi üzerine kurar.
Mevlana’nın ölümü, A.Kadir’in anlatımıyla:
“1273 yılı Aralık ayının Cumartesi günü… O akşam, sadık ve
sevgili dostu Husameddin, oğlu Sultan Veled, hekimler ve diğer
dostları yanındaydı. Sultan Veled gecelerdir uyumamıştı. Sabaha
karşı, onun yaşlı gözlerine baktı Mevlana ve hafif bir sesle: “Bahaeddin, ben iyiyim, sen git, biraz yat…” Pazar günü… Mevlana, yine ağırlaşmıştı… hıçkırıklar duyuluyordu Konya’da. O gün,
gün kavuşurken Mevlana Celaleddin, kırk dört yıl önce gördüğü
Konya’ya, nurlu gözlerini yumdu.”
Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine, yani yaradanına kavuşacaktı.
Bu nedenden dolayı Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya
gelin gecesi manasına gelen “Şeb-i Arûz” diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ağlamamalarını vasiyet ediyordu. Zira
Mevlana’nın güzel anlatımıyla;
“Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir”
Mevlana’nın ölümünden sonra, yerine talebelerinden Hüsameddin Çelebi halife oldu. Hüsameddin Çelebi’den sonra ise,
1291’de Sultan Veled, babası Mevlana’nın yerine geçti. Hüsameddin Çelebi zamanında yavaş yavaş oluşmaya başlayan Mevlevilik harekatı, Sultan Veled’le beraber tamamen yaygınlaştı.
Mevlana’nın felsefesi üzerine kurulan Mevleviliğin merkezi ise
Mevlana’nın ve yakınlarının da defnedildiği, Konya’daki Yeşil
Kubbe’dir.
GENE GEL
Gene gel, gene.
Ne olursan ol,
İster kafir ol, ister ateşe tap, ister puta,
İster yüz kere tövbe etmiş ol,
İster yüz kere bozmuş ol tövbeni.
Umutsuzluk kapısı değil bu kapı;
Nasılsan öyle gel.
“Kardeşinde bir ayıp görüyorsan o ayıp, sendedir de onda görüyorsun. Dünya aynaya benzer. Kendini onda görüyorsun sen.
Çünkü “inanan inananın aynasıdır”. O ayıbı kendinde gidermeye
bak.”
“Söz, dinleyenin miktarına göre söylenir. Tanrı dinleyenlerin anlayışlarına göre hikmet ilham eder. Ben ayakkabı dikicisiyim; deri
geniş ama ayak ne kadarsa o kadar keserim, o kadar dikerim.”
Mevlana’nın Yedi Öğüdü
•Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.
•Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
•Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.
•Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
•Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.
•Hoşgörülükte deniz gibi ol.
•Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol.
Kaynakça:
Özer, A. Kadir: Bugünün Diliyle Mevlana, İstanbul, Say Yayınları, 2002.
Lermioğlu, Ayten: Mevlana ve Yakınları, İstanbul, Redhouse Yayınevi.
Olgunlu, Ali Canip: Bin Bir Mevlana, İstanbul, Karakutu Yayınları, 2008.
Rumi, Mevlana Celaleddin-i : Mesnevi.
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
45
Ne
Edebiyat
Güzel
Cahildik
•Hacı Usta
Dışarıda kar...
Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki.
Kuzinenin üzerinde demir maşa... Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri.
Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu...
Sucuk lükstü.
Yumurta lezzetli.
Ekmek her zaman ekmek gibi...
Bir kez olsun kümesten yumurta almamış, bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve fakat alışveriş merkezlerinin restoran katlarında, boğucu
bir gürültü ve havasızlık içinde hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler
için ben ne kadar yaşlıyım...
Dışarıda kar...
İçeride kanaat...
İçeride huzur...
Televizyon yoktu.
Gazete de her zaman olmazdı.
Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!
Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer, kokusuna râm olurduk.
Kestane közlemek bütün bir gecenin mutluluğuydu.
Sonra illa ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler, hatıralar...
Birçoğu arızalı ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma dizilerin ve filmlerin açtığı
hasarlar yerine, geniş ve besleyici bir masal dünyası...
Fotoğraf: R.Yücel ÖNER
Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret kalacağımız kimin aklına gelirdi?
Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi, sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı.
Çay da kokardı...
Domates de...
Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu.
46
Dışarıda kar...
İçeride huzur...
Zam endişesi, doğal gazın kesilme korkusu, yolda kalma telaşı, rejim tehlikesi...
Kimin umurunda...
Ne güzel cahildik.
Mutluluğun resmini çiziyorduk...
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Edebiyat
Yunus’a
Arz-ı Hâl
•Yakaza
K
irli ruhum esiri olmuş zelil nefsin. Kin ve nefret virüsleri
kaplamış bedenimi, cüzzam yaraları irin toplamış ruhumda… Kalbim maddeye ait nimetlerle şehvete dalmış, amir iken
memur olmuş. Nefret hisleriyle donacak hale gelmiş, kendi kendimin zalimi olmuşum. Sevgisiz, doyumsuz ve yüreksiz bir hayata dört elle sarılmışım. Maddeye kilitlenmiş duygularım, yüreğimin manaya bakan yanı pas tutmuş… Sağır ve dilsiz celladımın
künyesinde ‘’nefis’’ yazıyor. Boynumda çifte su verilmiş yılan dili
bir kılıcın soğukluğu… Boğazımda urgandaki insanın sesinin boğukluğu…
E
y nefis! Eğer yüreğin varsa içindeki düşmanlığın yüzüne tükür. Kötülük hislerini ilahi sevdanın hatırına frenle. Çevrende
hiddetle yükselen dikenlerin arasında boğulma, onlardan sevgi
bahçeleri meydana getir. Sıyrıl, uçsuz bucaksız bir yeşil oluver
de çevremde uçuşsun kuşlar. Nehirler gibi yüzünü yere sür ve
hayat ol çağla…
E
y nefis! Mumlar gibi eri ve öyle bir ışık saç ki; zifiri karanlıklara alışık gözlerimi alsın. Beni bir büyük aşkla yak; lakin aydınlat beni… En kurak mevsimimde sağanak sağanak yağ, beni boğ;
lakin soluklandır beni…
E
y nefis! Karşında ellerim havada… Avuçlarımda en zalim okların, ellerim kan içinde… Lakin beyaz bayrak çekmiş değilim.
Elbet asırların ötesinden gelen bir ses kavgamıza ve silahlarımıza adalet getirecek.
E
y nefis! Ben bu güne kadar celladıma âşıkmışım. Bir nasihat
risalesi koparıyor senden. Ben artık senin saraylarına sultan
değil, Taptuk’ un kapısına kul olmaya gidiyorum. Bu asrın yabancısıyım, asırların ötesine, YUNUS’ a yâr; sana ağyar olmaya
gidiyorum.
V
e ey aşk âleminin pîrî, ben sadece ham değilim, kapına
pişmeye geleyim. Ben, senin kırk yıl omuzlarında taşıdığın
odunların ağırlıkları kadar günah taşıyorum omuzlarımda. Ben,
bugüne kadar elimi yüzümü boşuna yummuşum, ham softaların
masallarıyla uyumuşum. Ben, kaç bin gönül kırmışım, bilsen ne
çıkmazlara girmişim. Gönül deryanda bir katre olmaya razıyım.
Beni ancak sen hoşgörürsün.
B
ana gönlünün kapılarını aç ne olur! Benim de büyük bir sevdam olsun ‘’sencileyin’’.
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
47
Sevgi Üzerine...
Haftanýn
Beraberlik Bir Ömür Boyu...
FOTOÐRAFI
•H.Ömer&Mihrimah
Yaşlı bir bey, sabah erken evinden çıkmış, yolda ilerlerken, bir
bisikletlinin çarpmasıyla yere yuvarlanmış ve hafif yaralanmış.
Sokaktan geçenler yaşlı beyi hemen en yakın sağlık birimine
ulaştırmışlar.
Hemşireler, önce pansuman yapmışlar ve “biraz beklemesini ve
röntgen çekerek her hangi bir kırık veya çatlak olup olmadığını
inceleyeceklerini” söylemişler.
Yaşlı bey huzursuzlanmış; “acelesi olduğunu, röntgen istemediğini” söylemiş. Hemşireler merakla acelesinin nedenini sormuşlar.
“Eşim huzur evinde kalıyor. Her sabah birlikte kahvaltı etmeye
giderim, gecikmek istemiyorum” demiş.
“Eşinize haber iletir gecikeceğinizi söyleriz” deyince.
Yaşlı adam üzgün bir ifade ile “Ne yazık ki karım Alzheimer hastası hiç bir şey anlamıyor, hatta benim kim olduğumu dahi bilmiyor.” demiş.
48
Hemşireler hayretle “Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor neden her gün onunla kahvaltı yapmak için koşuşturuyorsunuz?”
diye sormuşlar.
Adam buruk bir sesle “Ama ben onun kim olduğunu biliyorum”
demiş.
Haftanın Sözü
“Çiçek sulandığı kadar güzeldir,
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli,
Bebek ağladığı kadar bebektir,
Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin,
Bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin.”
Can Yücel
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Edebiyat
Nacizane
Bir zeyl
•Kübra SOĞUKKANLI
Sahipsizlik efradýndan geceler geçiyor,
Gitmelerin çaðýrdýðý, zifirsiz geceler.
Çelik urganlarýn nefessiz býraktýðý yerde,
Kaybediþ çukurlarýnýn dibinde, serseri ve saldýrgan .
Zaferlere aç, cesarete muhtaç …
Yaþanmýþlýklarýn boðumlarý su almýþ, az sonra infilak
edecekler
Etken veya edilgen ne fark eder
Bu kalemin cinneti yapacak katliamý
Her bir zerrem saçýlacak kimsesiz karanlýða
Belki çamurlara düþecek, belki de arþa yükselecek.
Çýðlýklarýn yükseldiði, iliklerin boþaldýðý o anda
Dev bana da görünecek bir kaldýrým baþýnda.
Günah kadar beyaz yolda karanlýklara çaðýrýp,
Biri diðerinin içinde baþlayýp sonlanan,
Dalga dalga, köpük köpük bir terk-i diyara...
Ey ruhunu ruhuma üfleyen adam,
Bu gece Werther ve Tristan’ý kana bulayýp
Çile akýttým caddelerimden.
Þehrin ortasýna bir mezar kazýp,
Gömülmek istedim deðiþtirilmeden.
Ey geleceðin kara gözlü zalimi,
Zambaklarýn açtýðý o en ýssýz yerde,
En deli köþende, Musa ve Clara üzerine yeminler edip,
Sana doðru uzatýyorum çaresiz ellerimi.
Ey Yedinci oðul,
Senden öðrendim vefakâr balýklara sýr vermeyi,
Sigara külü kadar yalnýzlýðý sen üfledin ciðerlerime
Þimdi de göðsüme siyah bir gül takýp batan güneþe
kurþunlar sýkmak istiyorum
Mermisiz bir tüfekle…
Sýðýnýyorum sana ruhunu bayrak yapýp teslim eden Gül
Adam
Bugün bende yalnýzca yaðmura tahammül ediyorum,
Büyüyen baþaklar umrumda deðil oysa.
Peygamber çiçeðinin aydýnlýðýna býrakýyorum gölgemi,
Ve sonra öldürüyorum bir köþede ölmeyeni,
Üstelik bir çift ak kanat kalmamýþken bana…
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
49
Mesleðimiz
SINIRLARIMIZI
ZORLAMAK
E
•Halil Aziz VELİOĞLU
czacılık mesleği, beş yıl süren lisans eğitimi sonucu icra edilen
sağlık alanındaki ana dallardan biridir. Bu önemli mesleğin
günümüzde iki büyük sorunla karşı karşıya olduğunu söyleyebiliriz. Yoğun bir eğitim almalarına rağmen eczacılık fakültelerinden
mezun olanlar bir taraftan yeterli bir şekilde mesleki uygulamaya geçememekte, diğer taraftan ise mesleki uygulamadaki geniş
yelpazesi göz önüne alındığında, çoğunlukla eczane eczacılığını
tercih etmektedir.
Öncelikle eczane eczacılığının tercih edilmesini ele alalım:
Günümüz koşullarında eczacılık fakültelerinin verdiği diplomaların yüzde doksanı toplumun hizmetine eczane eczacılığı şeklinde sunulmaktadır. Bu oranın yüksek olması ilk bakışta sevindirici olsa da, eczacılık mezunlarının çalışabileceği diğer alanları
tercih etmemesi oldukça düşündürücüdür. Eczane eczacılığının
bu kadar fazla rağbet görmesi, öğrencilerin maddi kazanımları
oldukça ön planda tuttuklarının bir göstergesi olarak düşünülebilir. Maddi kazanımları ön planda tutmanın, sağlık alanında
önemli bir yer tutan eczacılık mesleğinin, sadece ticaret yapar
gibi icra edilmesine yol açabileceğini göz önünde bulundurmak
gerekir.
Eczacılık mesleği, bizlere çalışma açısından çok geniş bir
yelpaze sunar. Eğer eczacılık mesleğinin bu geniş yelpazesinin
içinde sadece belli bir alana hapsolursak, alınan eğitimin gereğini tam olarak yerine getirememiş oluruz. Burada eczane eczacılığı dışında çalışılabilecek alanlardan birkaçını hatırlatmada
fayda görüyorum: Endüstri çatısı altında; Klinik araştırma Ünitesi, Kalite Kontrol, Üretim, Medikal Departman, Ruhsatlandırma,
AR-GE, Satış Pazarlama ve Farmakovijilans. Resmi kurumlar çatısı altında; Sağlık Bakanlığı, İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü,
50
Sosyal Güvenlik Kurumu ve Adli Tıp Kurumları. Bunların dışında
TEB, Ecza Odaları ve Akademik Kariyer yapmak düşünülecek diğer alanlar (Çalışılabilecek alanlar hakkında daha detaylı bilgiler, IUPSA’nın hazırladığı “Çalışma Alalarımız” adlı kitapçıkta ve
http://www.iupsa.org adlı adreste bulunabilir.).
Fakülte çatısı altında beş yıl boyunca edindiğimiz yeteneklerin çoğunu iş hayatında kullanamayışımız, mesleğimizdeki diğer
bir sorunu oluşturur. Mesleki eğitim boyunca edindiğimiz yeteneklerin birçoğunu kullanamayışımız toplum sağlığı açısından da
sakıncalar doğuracaktır. Televizyon ekranlarında sıkça rastladığımız eczacı ve hekim olmayan kimselerin bitkisel drogların kullanımıyla ilgili fikir beyan etmesi, buna güzel bir örnektir. Bitkisel
drogların önerilmesinde yetkili kimselerin hekimler ve eczacılar
olduğunu, özellikle eczacıların bitkisel droglar ve kullanımları
hakkında yıllarca eğitim aldıklarını biliyoruz. Fakat günümüz eczacıları bu konuya uzak kalmayı tercih ediyor. Toplum da ihtiyacı
olan konularda çözümü başka şekillerde buluyor. Aktarların durumunu da başka bir örnek sayabiliriz. Eczacılık mesleğinin bir
parçası olması gereken aktarlık, maalesef uzman olmayan eller
tarafından yürütülmeye çalışılmaktadır.
Eczacıların toplum düzeyindeki saygınlığını arttırmak, yarının eczacıları olarak bizlerin elinde. Mesleki saygınlığımızı arttırmanın daha fazla eczane açmak şeklinde değil de, mesleğimizin
sınırlarını zorlamakla gerçekleşebileceğini söylemek mümkündür. Eczacıların önlüklerini tam manasıyla giymesinin zamanı
gelmiş, hatta geçmektedir.
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Karikatür
•Cemil KALKAN
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
51
Eðlence
•Sinan Tahir DİKİCİ
a
Birazd GÜLELİM
Kaza mahallinde elinde cep telefonuyla koşturup “112ʹin numarası neydiiiii?” diye bağıran sarışına,
Birbirlerine ana avrat küfür eden iki kişinin arasına girip ikisine
de birer tokat atan ve “Analar kutsaldır, analara küfür etmeyin,
o.çocukları!” diyen Karadenizli ağır abiye,
Annesine kızıp, buharlı ütünün içine işemeyi akıl eden! Annesini
buram buram çiş kokularıyla iş yerine yollayan! Annesi; ancak
arkadaşları ”acayip kokuyorsun” dediğinde işi çözen anneye ve
çocuğuna,
Banyonun lambası yanmayınca elektrikler kesik zannedip yarım
saat gelmesini bekleyen. Beklerken de canı sıkılmasın diye televizyon seyreden kişiye,
Ailecek televizyon izlerken üst komşu küçük oğlunu göndermiş.
Çocuk, anneme ”X teyze, annem dedi ki, bari haberleri açsınlar
da, biz de dinleyelim”. Biz de kırmadık, açtık. Ailecek çok iyi niyetli olduğumuzdan, televizyonları bozuk sandık. Yüksek sesten
dolayı bize laf soktuklarını anlamamız çocuğun ikinci gelişinden
sonra oldu. Bu olayı yaşayan aileye,
Lisedeki Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenimiz AİDS’İN açılımını yapıyor: (A)llaha (İ)syan eden (D)eyyusların (S)onu… diyen
hocaya, birer alkış istiyorum:))
Ayrıca aşağıdakiler de birer tebrik hak ediyor:
Acı Kaybımız:
3 ay önce ailemize katılan, “Necimi” ismini verdiğimiz kaplumbağamız dün vefat etmiş. Aile arasında sade bir törenle evin
arka bahçesine gömdük. Hayvancağız durduk yerde can verdiği
için gidip, Neci’yi aldığımız dükkanın sahibine sebebinin ne olabileceğini sorduğumuzda ”Abi onlar kış uykusuna yatar” cevabını almış bulunmaktayız. Hepimizin başı sağ olsun. Bu vicdan
azabıyla ben de çok yaşamam herhalde.
Annemin Maceraları:
Shrek’in fragmanlarını gösteren bir televizyon kanalında, el ele
tutuşmuş Shrek ve Fiona’yi gören annem, ‘Bunlar Süleyman ve
Nazmiye Demirel çifti mi?’ diye sordu! Seçememiş gözleri o mesafeden.
Alfabe:
Ben de bu yıl okula başlayan torunum için kuvvetli bir moral alkışı istiyorum. Daha ikinci gün: ‘örrrtmenim, taa evden buraya
tel çizmeye mi geldik, hep yumarlak mı yapcaz, harf felan öretmicen mi?’ deme cesaretini gösterdiği için,
Modem:
Yemek masamın üstünde duran modeme uzun uzun bakan anneannem “Bu ne?” diye sordu. Ben de kolay anlasın diye “Hani
benim bilgisayarım var ya, onunla internete giriyorum. İşte internete girmek için o kutu zorunlu” diye uzun uzun açıkladım.
Anneannem dinledi beni ve “Yani modem bu” dedi ve konu kapandı…
52
Yaz Okulu:
Bir alkış da annesine yaz okulunu kazandığı müjdesini veren üniversite öğrencisine gelsin. Bu yaratıcılığa şapka çıkarılır.
Beyin Göçü:
Tikky olduğu her halinden belli olan kızımız Beşiktaş-Taksim
minibüsünde yanındaki arkadaşına dert yanmaktadır. ”Şekerim
dördüncü kez girdim ÖSS’ye, ama yine kazanamadım, gidicim
sonunda Amerika’ya o olucak. Böyle böyle beyin göçü oluyor
işteeaa!” Sen git, masrafları ben karşılıyorum.
Alman Yazar:
Bir alkış da lisede edebiyat dersinde okuduğu şiir bitince sınıfa dönüp “Bu şiiri ünlü Alman yazar Goethe yazmıştır” diyen
hocaya, “Niye, kağıt bulamamış mı?” cevabını veren arkadaşa
gönderelim.
Düz Mantık:
Eğer bir sokakta yürüyorsanız ve camında ”Bu ev kiralıktır” yazılı bir evin yanından geçip birkaç adım sonra önüne geldiğiniz bir başka evin camında ”Bu da” yazısını görürseniz, bilin ki
Trabzon’dasınız.
İngilizce Yazılısı:
Bir alkış da İngilizce sınavında “Nice ……..” şeklindeki boşluğu
“Nice mutlu yıllara!” biçiminde dolduran, dahi mi yoksa aptal mı
olduğunu henüz anlayamadığımız öğrencime istiyorum.
Ne Zaman?
Kardeşim karne almıştı; fakat birçok zayıf notu vardı. Annem,
babamla beni kenara çekip uyarıları sıralıyordu: “Sakın çocuğun
moralini bozmayın, sakın kötü bir şey söylemeyin” uyarılar özellikle babama yönelikti: “Hele de sen, sakın çocuğun gururunu
kırma”. Babam daha fazla dayanamadı ve sordu: “Karne için ne
zaman özür dileyeceğiz?”
Havale:
Bankada gişenin önünde işlemimin yapılmasını bekliyorum.
Yanımdaki gişede işlem yaptıran yaşlı teyzeye, işlemini yapan
kadın soruyor: “Parayı kim alacak teyze? Alıcısına ne yazalım?”
Teyzem cevap veriyor: “Bu paranın hayrını görme inşallah yazalim” evladım.
Lamba:
Dün gece evime giderken yolun tenhalığından olsa gerek kırmızı ışıkta geçtim. Ardından yurdum polisine alkışı hak ettirecek
anons: “Bacım o geçtiğin gece lambası değildi; çek sağa”.
Hacim nedir?
Öğretmen bir arkadaşımdan naklen: 5. Sınıfların Fen Bilgisi sınavının 2. sorusu: “Hacim nedir? Bir örnek vererek açıklayınız”.
Öğrencimizden gelen cevap: “Hacdan gelenlere hacim denir. Örnek: Nasılsın hacim?”.
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Epsa
Merhaba arkadaşlar,
Ben Olgu İşcan. Fakültemizin 5. Sınıf öğrencisiyim. 2008’den bu yana IUPSA International’ın başkanlık
görevini yürütüyorum. Türkiye’deki eczacılık fakültesi öğrencilerinin EPSA (European Pharmaceutical
Students’ Association) ve IPSF (International Pharmaceutical Students’ Federation) platformlarında temsilini başarı ile gerçekleştiren birliğimiz, EPSA ve IPSF aracılığıyla yurt dışındaki diğer eczacılık öğrencileri
birlikleri ile ilişki kurarak bunları ortak projelere çevirmektedir. Bu sayede eczacılık öğrencileri ve halk
arasında sağlık alanında farkındalık yaratma misyonunu yerine getirmektedir. Birliğimiz takım çalışması
ve başarılı ekip yönetimi ile son 2 yıldır aktivitesini üst seviyelere taşıdı. EPSA’nın yıl içerisinde düzenlediği güz kongresi, yıllık kongre ve yaz üniversitesi etkinliklerinden, 2001’de 3. Epsa Yaz Ünivesitesi, 2007’de
4. Epsa Güz Kongresi IUPSA INT tarafından İstanbul’da gerçekleştirildi. Bu yıl adaylığımızı koyduğumuz
35. Epsa Yıllık Kongresi’nin 2012’de IUPSA INT tarafından İstanbul’da gerçekleştirilmesi de kesinleşti.
Bu eşsiz deneyimi sizlere de yaşatabileceğimiz için mutluyuz. İletişim yetenekleri güçlü, İngilizce bilen
arkadaşlarımızın grubumuzun aktif kadrosunda görev almaları, IUPSA INT’in geleceğini oluşturmaları için
aramıza katılmalarını bekliyoruz. Iupsa International artık size daha yakın: http://www.iupsaint.org/ sitesini ziyaret edin, dünyanıza
yeni bir pencere açın. Sevgiler…
Olgu İŞCAN Iupsa Int Başkanı
İletişim: [email protected]
IMP Projesi ve
Türkiye
•Şeyma TOKER
I
MP(Individual Mobility Project) , EPSA(European Pharmaceutical Students’ Association)’nın eczacılık öğrencilerine sunduğu uzun soluklu bir projedir. Bu proje ile EPSA’ya üye olan tüm
öğenci birliklerine bağlı eczacılık öğrencilerine ilaç firmalarında
ve araştırma merkezlerinde staj imkanı sağlanmaktadır. IMP
2008 yılında başlatılan bir projedir.
Proje kapsamında staj yapmak üzere başvuran eczacılık öğrencilerinin bazı prosedürleri yerine getirmeleri gerekmektedir.
Genel olarak bu prosedürler staj kontenjanlarının açıldığı ilaç
firması tarafından belirlenmektedir. Ayrıca başvuruda bulunan
öğrenciye seviye belirleme amacıyla ingilizce sınav uygulanmaktadır. İngilizce yeterliliğinin saptanması ve gerekli şartların yerine getirilmesi durumunda öğrenci firmaya yönlendiriliyor. En
az 3 ay en fazla 12 ay olmak şartıyla eczacılık öğrencisi stajını
gerçekleştirmek üzere başvurduğu ülkece ağırlanıyor.
IUPSAint, EPSA’da Türkiye’yi ulusal birlik olarak temsil etmektedir. IUPSAint IMP Projesi’ne 2009 yılında katılmıştır. Mer-
ve YILMAZ’ın IMP Türkiye Koordinatörlüğü ile Türkiye de IMP
Projesi’nde yerini almıştır. Bu sayede Avrupa’da okuyan öğrencilere İstanbul’da, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi öğrencilerine de Avrupa’da bir ilaç firmasında ya da araştırma merkezinde staj yapma olanağı sağlanmıştır.
Türkiye’nin IMP projesine katılmasının ardından ilk kontenjanımız Ali Raif İlaç Sanayi olmuştur ve kısa bir süre sonra başvuruya
açılmıştır. Açılmasının ardından oluşan başvuruların değerlendirilmesi ile Finlandiya’dan Iina Tarkiainen ARİS ‘te staj yapma
hakkını kazandı. Türkiye’deki prosedürlerden kaynaklı sigorta işlemleri, çalışma izni gibi yorucu bir sürü ve uzun süren (yaklaşık
6 ay) işlemlerin ardından Iina’yı ekim ayından başlamak üzere 3
ay misafir ettik.
Farklı bir ülkede pek de aşina olunmayan bir kültürde 3 ay kalmak ve staj yapmak…!! Bu konuda Iina‘ ya stajı ve İstanbul hakkında birkaç soru sorduk:
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
53
Epsa
vaktin oldu. İstanbul hakkında neler söyleyebilirsin?
İstanbul çok büyük, ilginç kültürel, güzel ve yaşayan bir şehir.
Görülecek çok fazla tarihi yapı ve yapılacak çok şey var. Bence
tüm şehri keşfetmek için 3 ay yetersiz bir süre. Birçok yeni insanla tanıştım ve İstanbul’un sosyal hayatı çok iyi. İnsanlar çok
dostça davranıyor. Ayrıca Türk yemekleri çok lezzetli ve Türk kültürü çok ilginç:)
•3 ay sonunda evine, Finlandiya’ya döndün. Hayatında neler
değişti peki?
Benim için bu tecrübe oldukça eğiticiydi. Nereyi istersem gidebileceğimi ve ne istersem yapabileceğimi fark ettirdi bana ve
hiçbirşeyden korkmak zorunda olmadığımı. Ayrıca şayet kendi
ülkemde kalsaydım içinde bulunamayacağım bir ilaç firmasında
çalışmak birçok değerli tecrübe edindirdi bana. Benim için ilerde bir işe başvururken harika bir değer olacak. Tabiki tamamiyle farklı bir kültürde yaşamak ve farklı bir dil beni bir birey gibi
yetiştirdi ve şimdi farklı kültürden ve geçmişten gelen insanları
daha iyi anlayabiliyorum.
•Türkiye’de IMP Projesi ile Ali Raif İlaç Sanayii’nde staj yaptın.
Peki bu projeye nasıl karar verdin?
Yeni şeyler tecrübe etmeyi istiyordum ve hep yurtdışında çalışmak yada öğrenim görmek istiyordum. Bu yüzden IMP projesi
benim isteklerime çok uygundu.
•Ve tabi neden İstanbul’u
seçtin?
İstanbul’u seçtim çünkü
benim ülkem ve kültürümden tamamiyle farklıydı. Ayrıca İstanbul çok
büyük ve güzel bir şehir
ve görülecek keşfedilecek
çok şey var İstanbul’da.
•Senin çalıştığın firma
ARİS’ti. Hangi departmanlarda çalıştın 3 ay
boyunca?Lütfen çalıştığın departmanları karşılaştırır mısın bize?
Ben
araştırma
ve
geliştirme(AR-GE),üretim
ve kalite kontrol departmanlarında çalıştım. Yani
fabrikaya farklı taraflardan
baktım. En fazla AR-GE ve
kalite kontrol hoşuma gitti
çünkü o departmanlarda çok fazla laboratuar ve araştırma işi
var. Özellikle AR-GE çok ilgi çekiciydi. Çünkü yeni jenerik ilaçların
araştırma ve geliştirme aşamalarını görme imkanınız var.
Üretim de ilgi çekici ama işe çok fazla katkı sağlayamadım çünkü
işi hep büyük makineler yapıyordu. Üretim, paketleme departmanı ile aynıydı, her şey makineler. Ama makinelerin nasıl çalıştığını görmek de ilgi çekiciydi.
•3 ay süre ile İstanbul’da kaldın. İstanbul’u gezmek için birçok
54
•İlaç endüstrisinde staj yaptın, bir ilaç firmasını yakından tanıdın. Peki mezuniyetin sonrasında neler yapmak istiyorsun?
Henüz ne yapmak istediğime karar veremedim ama ilk olarak
bir eczanede çalışmak istiyorum sonra ne yapmak istediğime karar vereceğim. İlaç endüstrisi ilgimi çekiyor ve bir ilaç firmasında
çalışmak istiyorum, belki araştırma geliştirme departmanında.
Ayrıca çalıştıktan birkaç
yıl sonra doktoramı da
yapmak istiyorum ve belki Finlandiya’dan farklı bir
ülkeye gidip orda doktoramı yapacağım.
•Peki
biraz
da
Finlandiya’daki eczacılık
eğitiminden ve mezun
eczacıların sahip olduğu
imkanlardan bahseder
misin?
Türkiye’deki eczacılık eğitiminden çok farklı bir
eğitim sistemimiz var. 2
farklı eğitim aşamamız
var. 3 yıl okuyup eczacı
olabilirsiniz ama kendi
eczanenizi açamazsınız,
başka bir eczacının yanında çalışabilirsiniz. Bir çeşit
lisans diploması. Sonra 2 yıl daha okuyabilir ve kendi eczanenizi
açabilirsiniz ve yüksek lisans diplomasına sahip olursunuz.
Finlandiya’da çoğu eczacı mezuniyetten sonra bir eczanede
çalışıyor veya eğitimlerine devam ediyorlar. Finlandiya’da birçok
ilaç firması var ama o firmalarda işe girmek oldukça zor.
Lina, Türkiye’nin ve IUPSAint’ın ilk IMP öğrencisiydi. Kendisine
Türkiye’yi seçtiği için teşekkür ediyoruz. Ayrıca iş hayatında başarılar diliyoruz…
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Epsa
2010 EPSA
33. GENEL KONGRESÝ
POLONYA/KRAKOV
•Gözde SÖNMEZ
H
epimizin bildiği üzere Epsa’nın yıl içerisindeki en önemli etkinliği Epsa genel kongresidir. Bu sene Epsa 33. Genel
kongresi 26 Nisan 2 mayıs tarihleri arasında Polonya’nın Krakov
kentinde düzenlendi. Grubumuz Iupsa International’dan altı öğrenci bu kongreye katıldı. (Başak Özcan, Emre Kaldırımcı, Kaan
Kaya, Gözde Sönmez, Ezgi Balcı, Merve Yılmaz)
Her sene olduğu gibi okulumuzdan iki delege (Emre Kaldırımcı ve
Gözde Sönmez) Epsa genel kurulunda Türkiye’deki eczacılık öğrencilerini temsil etmek amacıyla hazır bulundu. Bu seneki kongrenin ana teması “Patents, generics and counterfeits – facing
the pharmaceutical challenges of today’’ (Patentler,generikler
ve ilaç sahteciliği-günümüz eczacılık sorunlarıyla yüzleşmek)
idi.
Genel kurul’da ise tartışılacak çok konu vardı: Epsa’nın yönetim
yapısında yapılan değişiklikler, sponsorluk arayışları, 2009 ve
2010 bütçesi, mevcut yönetimde çalışan arkadaşların yıllık çalışma raporları vs.
Grubumuz açısından ise bu seneyi diğer senelerden ayıran iki
önemli konu vardı. Birincisi okulumuzdan Gözde Sönmez ve Başak Özcan’ın gelecek Epsa yönetiminde yer almak için iki önemli
göreve adaylıklarını koymaları ve grup olarak 2012’de gerçekleşecek olan 35. Epsa Genel kongresi’ne ev sahipliği yapmak için
koyduğumuz adaylık. Artık Epsa’da daha aktif ve sözü geçen bir
grup olma çabalarımızın iyi sonuçlanacağını umuyor, iyi çalışıyorduk ve bu kongre tüm sene boyunca verdiğimizin uğraşların
meyvelerini toplayacağımız yer idi. Gözde ve Başak Krakov’a iki
gün önceden geldiler ve 24-25 nisan tarihlerinde Epsa’nın yeni
yönetiminde yer almak isteyen adayların katıldığı Epsa Next Generation Training (Epsa yeni jenerasyon Eğitimi) ‘e katıldılar. Bu
iki gün süren eğitim sunum becerileri, iletişim becerileri, motivasyon, takım çalışması gibi konular üzerineydi ve oldukça keyifli ve faydalı geçti.
26 Mayıs Pazartesi günü, kongrenin ilk günü sabah katılımcılar
otele geldiler, otelin lobisinde kayıtlarını yaptırdılar, üzerinde
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
55
Epsa
S
patent sistemi hakkında bilgi verisimlerinin ve ülkelerinin yazıempozyumun yapıldığı salondan di. EFPIA (European Federation of
lı olduğu yaka kartlarını aldılar.
Sabah saat 09:00’da LS (Liaison
otele hızlıca dönüldü ve akşam ya- pharmaceutical industries and asSecretary-Epsa İrtibat Sekreteri)
sociations) ‘den Colin J. Mackay ve
eğitimi başladı. Bu eğitime Epsa’da pılacak uluslararası gece için hazırlıkla- MSD (Merck, Sharp&Dohme)’den
temsil edilen her birliğin, Epsa ile
Alexander Roediger patent ve jebirlik arasında güçlü bir bağ olan, ra başlandı. Türk ekibi yine her zamanki nerik endüstrisiyle ilgili konuşmalar
irtibat sekreterleri katıldı ve daha gibi fesler, türk bayrakları, lokum piş- yaptılar. Bu konuşmacılar haricinde
önceden genel kurulda bulunmaPolonyalı Eczacılık fakültesi akademış sekreterler için genel kurul, maniye gibi vazgeçilmezlerle masala- misyenleri biyoekivalans testleri ve
oylama prosedürleri hakkında bilgi
jenerik ilaçlar hakkında dinleyicileri
verildi. Daha sonra sekreterler top- rını donattılar. Her ülkeden katılımcılar bilgilendirdi. Patent konusunda ollantısı yapıldı ve sekreterlere genel bir masa hazırlamışlardı ve herkes masa dukça bilgilenmemizi sağlayan konuşmacılar kendilerine yöneltilen
kurulda faydalı olacak yıllık çalışma
raporları, bütçe ve bilançolar dağı- masa dolaşıp yeni kültürler hakkında soruları da dikkatle cevapladılar.
Panelin ikinci oturumunda ise kotıldı.
Akşamüstü ise Krakov merkezde fikir ediniyorlardı. Gece yerel danslar, nuşmacılar ilaç sahteciliği, güvenli
ilaç zinciri ve ilaç dağıtımı hakkında
bir lokantada açılış seremonisi ya- müzikler, şovlarla devam etti.
bilgi verdiler. Panel tüm gün sürpıldı ve kongre resmen başlamış
dü ve artık kongrenin ana teması
oldu. Açılış seremonisi katılımcılara
hakkında yeterince fikrimiz oluşmuştu. Sempozyumun yapıldığı
birbirleri ile tanışmaları, sohbet etmeleri için güzel bir fırsat olan
salondan otele hızlıca dönüldü ve akşam yapılacak uluslararası
ve her Epsa aktivitesinde yinelenen keyifli bir başlangıçtır.
gece için hazırlıklara başlandı. Türk ekibi yine her zamanki gibi
İkinci gün her katılımcının katılması zorunlu olan bir sempozyum
fesler, türk bayrakları, lokum pişmaniye gibi vazgeçilmezlerle
günüydü.
masalarını donattılar. Her ülkeden katılımcılar bir masa hazırEPO (European Patent Office)’den Dr. Barbara Zimmer Avrupa
56
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Epsa
lamışlardı ve herkes masa masa
sında bulunan Auschwitz Nazi topladolaşıp yeni kültürler hakkında Grubumuz açısından ise bu seneyi diğer ma kampını. Krakov’u gezmeyi tercih
fikir ediniyorlardı. Gece yerel
eden arkadaşlara şehrin büyüleyici
danslar, müzikler, şovlarla de- senelerden ayıran iki önemli konu vardı. dokusu, dinginliği huzur vermişti.
vam etti.
Birincisi okulumuzdan Gözde Sönmez Fakat Auschwitz’deki tarihi dram
Üçüncü gün genel kurul ve geherkesi derin derin düşündürmüş ve
nel kurula paralel gerçekleşen ve Başak Özcan’ın gelecek Epsa yöneti- üzmüştü. İtiraf etmeliyiz ki toplama
interaktif grup çalışmaları, bilim
kampı görülmeye değer bir yerdi...
günü (katılımcıların tasarladığı minde yer almak için iki önemli göreve Kongre havasından bir an olsun uzakdeğişik bilimsel düzeneklerin adaylıklarını koymaları ve grup olarak laştıysak da seçimlerin yaklaşması
tanıtıldığı özel gün), poster serfikri bizi heyecanlandırıyordu.
gisi gibi aktiviteler yer aldı. Iup- 2012’de gerçekleşecek olan 35. Epsa Cumartesi günü tüm katılımcılar için
sa International olarak biz de 4
çok yorucu ve uzundu, ama artık heülke katılımıyla gerçekleştirdiği- Genel kongresi’ne ev sahipliği yapmak men hemen herkes birbirini tanıyor
miz Quatrino projemizi tanıtan, için koyduğumuz adaylık.
ve bu çok kültürlü ortamın tadını çıgrupça hazırladığımız posterimikarıyordu.
zi sergiledik ve seçtiğimiz aktiviGeç başlayan seçimler oldukça uzun
telere katıldık. İlgi alanımıza göre avrupa birliği projeleri, Halk
sürdü. Çoğu aday için kapalı oylama yapıldı. 20 ülkenin delegesağlığı (sigarayı durdur kampanyası), kişisel gelişim, vitaminler,
leri uzun uzun düşündüler ve daha dinamik, güçlü ve aktif Epsa
lobi yapma gibi konularda çalışmalarda bulunduk.
yönetimini kurmak için kolları sıvadılar. Iupsa International için
Dördüncü gün yani perşemsonuç çok mutluluk vericiydi. 4.
be günü bizim için oldukça
sınıf öğrencilerinden Epsa İrtiheyecanlı ve yoğun bir günbat Sekreteri (Liaison Secretary)
dü. Epsa genel kurulunda,
Gözde Sönmez Epsa’nın 3 kişi2012’de gerçekleşecek 35.
den oluşan, Epsa tüzüğünden
Epsa genel kongresi için aday
sorumlu denetim organı Parlibirlik olduğumuz açıklandı.
amentary Council (Parlamento
Seçilebilmek için uzun süreKonseyi)’da Parliamentary Codir hazırladığımız ve üniveruncil member(Parlamento Konsitemizin ve birliğimizin kısa
sey üyesi) seçildi. Iupsa Internatanıtımıyla başlayıp Quatrino
tional Mobility Project Director
projemiz,
konaklama-otel
görevini yürütmekte olan Başak
bilgisi ve İstanbul tanıtımıyla
Özcan ise Epsa Dışişleri’ne bağlı
devam eden sunumumuzu
çok önemli ve yeni geliştirilmiş
hep beraber sunduk. Daha
bir pozisyon olan Epsa Grant
önceden 4. Epsa Güz KongCoordinator ‘a koyduğu adaylığı
resine ev sahipliği yapmış ve
kazandı. Artık Epsa’nın her türlü
bu durumdan alnının akıyla
projesi için Avrupa Birliği’ne hibe
çıkmış olan birliğimize diğer
başvurusunda bulunan, Epsa’nın
ülkelerin güveni tamdı. İstanbul’u tekrar memnuniyetle ziyaret
finansal durumunu iyileştirici adımlar atan kişi Başak olacak.
edeceklerini söylediler ve bizi 35.Epsa
Bizim için çok fazla anlam taşıyan ve
Genel Kongresi ev sahibi ülke olaçabalarımızın sonucu olan bu gürak seçtiler. Şimdi bizi oldukça çazel haberleri sizlerle paylaştığımız
lışmamız gereken ve bir o kadar
için çok mutlu ve gururluyuz. Artık
da keyifli geçeceğine inandığımız
daha fazla öğrenci arkadaşımızın
2 yıl bekliyor. Fakültemiz hocaları,
gücüne, desteğine ihtiyacımız var.
öğrencileri ve tüm çalışanlarının
Fakültemizde bizimle çalışmak isdesteğiyle güzel bir kongre geçireteyen arkadaşlarımızı bizimle ileticeğimize olan inancımız tam.
şime geçmeye çağırıyoruz.
Ve cuma günü, yani Epsa yeni yöVe de en önemlisi bize bu kongrenetim seçmelerinin yapılacağı günlere katılma ve adımızı duyurma
den bir önceki gün. Sabahtan yine
fırsatı verip, desteklerini hiç eksik
genel kurul toplandı ve hararetli
etmeyen başta sayın dekanımız
gündem tartışılmaya devam edildi.
Ahmet Araman ve sayın dekan yarÖğleden sonra ise az da olsa şehri gezme imkanımız oldu, kimidımcımız Afife Mat olmak üzere herkese sonsuz teşekkürlerimimiz Krakov’u gezmeyi tercih etti kimimiz Krakov’un 60 km batızi iletiyoruz.
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
57
Eðitim&Gençlik
QUATRINO
PROJESÝ
•Başak ÖZCAN
“Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı”
tarafından yürütülen, Avrupa Birliği Fonu kaynaklı bu proje; iki
ya da daha fazla ülkenin biraraya gelerek, eczacılık alanında fikir
alışverişinin yanı sıra birbirlerinin kültürleri ve sosyal hayatlarını
da paylaşmayı olanaklı kılan aktif bir gençlik projesidir. Programın Eylem 1. 1-Gençlik değişimleri başlığı altında gerçekleştirilen Twinnet projeleri, EPSA Mobility Çalışma Grubunda hayata
geçirilmektedir. İki(twin), üç(threen) ya da dört(quatrino) farklı
ülkedeki eczacılık fakülteleri birlikleri, EPSA aracılığı ile; birbirleriyle irtibata geçme, karşılıklı anlaşma yapacakları ülke/ülkeler bulma ve projelerinin her aşamasında yardım alma şansına
sahiptirler. Projeye; Program ülkelerinden birinde yasal olarak
ikamet eden ve prensipte yaşları 13 ile 25 arasında olan genç
grupları (liderler için yaş sınırı yok), Twinning’e katılabilirler. En
az bir adet AB üyesi olmak üzere, iki, üç veya daha fazla “Program Ülkesi”nden* grupların katılımı ile olabilir.
Toplam katılımcı sayısı grup liderleri hariç, en az 16 en çok 60’dır.
Seyahat süresi hariç en az 6 en çok 21 gün arasında olmalıdır.
Ancak, konaklanılan sürenin en az 6 gece olması gerektiği unutulmamalıdır. Çok taraflı projede; faaliyete ev sahipliği yapan
yararlanıcı grup, ”Koordinatör Kuruluş” rolünü üstlenerek tüm
proje için (tek taraflı fonlama) bütün yararlanıcı gruplar adına
kendi ülkesindeki Ulusal Ajansa başvurur. Çeşitli kriterlere göre
değerlendirilen projelerden onay alanları en geç bir ay içinde
Ulusal Ajans tarafından açıklanır ve projenin başlaması için düğmeye basılır. Ulusal Ajans, her Avrupa Birliği ve Program Ülkelerinde yer alan ve birbirleriyle devamlı temasta olan ulusal kurumlardır. Yılda 5 başvuru dönemi: 1 Şubat, 1 Nisan, 1 Haziran,
1 Eylül, 1 Kasım.
13-20 Kasım 2009 tarihleri arasında İsveç’in Uppsala şehrinde
58
gerçekleştirilen PUSH Quatrino projesine, IUPSAint olarak katıldık. 2009 yılının başlarında görüşmelerine başladığımız projenin
ilki İsveç’te gerçekleşti. Portekiz, Bulgaristan, İsveç ve Türkiye’den
gelen toplamda 45 eczacılık öğrencisi, bir hafta boyunca birlikte
yedik içtik, birlikte çalıştık, güldük, eğlendik... 2010 Mart ayının
ilk haftası Portekiz, Nisan ayının ilk haftası Bulgaristan ve Mayıs
ayında da İstanbul’da yapılması planlanan projelerle de kaldığımız yerden devam ettik.
Bizler; ben Başak Özcan, Merve Erdem, Şükran Damgalı, Şeyma Toker, Sümeyye Özkul, Emre Kaldırımcı, Olgu İşcan,
Emine Karataş, Merve Yılmaz ve grubumuza Erasmus’ta olması
sebebiyle Fransa’dan dahil olan Sabiha Sagun ile 13 Kasım sabahı Stockholm Arlanda Havaalanından bir grup İsveçli arkadaşımız tarafından karşılandık. Dışarı çıktığımızda yüzümüze vuran
keskin soğuk hava, yeni tanıştığımız İsveçli arkadaşlarımızla bir
anda unutulup gitmişti. Otellerimize yerleştirildik ve uzun bir
uçak seyahatinin vermiş olduğu yorgunluk, diğer ülkelerden gelen arkadaşlarımızla tanıştığımızda kayboldu. Biraz sonra tüm
haftamızı geçireceğimiz, kendimizi evimizde gibi hissettiren ve
tamamıyla eczacılık öğrencilerine ait olan Pharmen’e (eczacılık
öğrencileri birlik evi) doğru yola çıktık.
Şehre yayılmış halde olan Uppsala Üniversitesi, eczacılık eğitiminde ülkenin bir numaralı üniversitesi durumunda. Ülkenin
pek çok farklı bölgesinden gelen öğrenciler, Uppsala gibi sevimli bir şehirde okumaktan ve orada sahip oldukları gerek eğitsel
gerek de sosyal koşullardan dolayı son derece memnunlar. Şehir
tamamen öğrencilere ait gibi… Üniversitede toplam 12 farklı öğrenci birliği var, bunlardan biri de eczacılık öğrencileri birliği...
Her birliğin kendilerine ait ve işletmesini yapabildikleri ayrı bina-
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Eðitim&Gençlik
ları bulunuyor. Öğlen akşam yemeklerinden, içecek satışına, her
türlü aktif sosyal faaliyetten, grup çalışmalarına kadar ihtiyaçları
olan odalara ve araç gereçlere sahipler. Ancak etkileyici olan;
binada çalışan da öğrenci, müşteri de… Eczacılık öğrencileri tüm
üniversite birlikleri arasında en saygı gören birlik durumunda.
Bundan dolayı da, Pharmen tüm birlik evlerinden çok daha farklı. Kendilerine ait yıldızlı otellerde bulunabilen son derece lüks
ve modern bir mutfakları, 2-3 kişilik özel çalışma odaları, bilgisayar odaları, bilardo ve oyun odaları, lobide zamanınızı geçirebileceğiniz deri koltuklarla bezenmiş sohbet odası, kütüphaneleri,
birlik içinde yenen geleneksel akşam yemeklerinin vazgeçilmezi
bir büyük salon ve son olarak da en alt katlarında bulunan eğlence salonu…
İçinde yer aldığımız proje kapsamında; ana konu çerçevesinde
gerçekleştirilen seminerler ile kardiyovasküler risk faktörleri ve
kalp sağlığı, korunması, tedavisi hakkında son derece profesyonel biçimde bilgilendirildik. Bir hafta boyunca her gün düzenli
olarak workshop çalışmaları vardı. Projenin amaçlarından birisi de, bu workshoplardan çıkacak sonuçları değerlendirmekti.
Gruplara ayrılan katılımcılar, kendi görevlerini başarıyla tamamladılar ve posterler, el broşürleri, bilgilendirici kartlar ve anketler
hazırladık. Çalışmalarımızın son günü; bir grup şehir merkezine
indi, halka el broşürleri ve kalp şeklinde kartlar dağıtarak, kalp
sağlığı hakkında halkla iç içe keyifli bir çalışma meydana getirdi,
bir diğer grup da üniversiteye gidip anket çalışmasını yürüttü.
Eğitsel çalışmaların yanı sıra, bir günün yarısını Stockholm’de
geçirdik, yarattığımız serbest zamanlarda şehir merkezine inip
Uppsala’nın sevimli sokaklarında gezindik, beraber yediğimiz ve
hiçbir zaman unutamayacağım akşam yemeklerimizde şarkılar
söyledik, oynadık, paylaştık, güldük, eğlendik. Projemizin son
gününde Uppsala yakınlarında bir göl evine gittik ve eşsiz bir
manzara eşliğinde gecemizi orada geçirdik.
Bu proje bizlere; farklı kültürleri tanıma, yurtdışındaki eczacılık
eğitimini tanıma, yepyeni arkadaşlar edinme, grup çalışması
bilinci, unutulmaz bir yurtdışı deneyimi, mesleki anlamda bilgilenme ve kendimize olan özgüvenimizi tazeleyerek önümüze
bakmamızı sağladı. Uppsala’da geçirdiğimiz 7 gün boyunca, yaşadıklarımızı sizler de yaşamak, bu tür projelerde yer almak istiyorsanız; vakit kaybetmeyin! Yaratıcı olun, fikirlerinizi bizlerle
paylaşın ve hepsinden önemlisi IUPSAint ruhunu hissedin!
Hepsi ve daha fazlası için;
Başak ÖZCAN
Quatrino Proje Sorumlusu
[email protected]
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
59
Eczacýlýk ve Saðlýk
Ord. Prof. Dr. Süreyya Tahsin AYGÜN
TÜM DÜNYAYI ETKÝLEYEN
THALÝDOMÝDE FACÝASI
e
v Türkiye
•Şükran DAMGALI
Hamilelik sancılarını önleyen harika ilaç olarak piyasaya sunulan
thalidomide(talidomid) Türkiye’de onay aşamasındayken Prof.
Dr. Aygün tarafından mercek altına alındı ve sakıncaları tespit
edildi. Sağlık Bakanlığı’nı uyaran
Prof. Dr. Aygün ilacın Türkiye’de kullanımını engelledi.
Thalidomide ve Thalidomide Faciası
1953 yılında bulunan ve ilk olarak
1957 yılında “Thalomid” ticari adı
altında İngiltere’de piyasaya verilen, etken maddesi “alpha-(Nphthalimido) glutarimide” olan bir
glutamik asit türevidir. Thalidomide,
rasemik karışım (iki isomeri de içeren form) olarak piyasaya sürüldü.
Ancak, (R) enantiomeri sabah bulantılarına karşı etkili olurken; (S)
enantiomer teratojen etkileri nedeniyle konjenital deformasyonlara
sebep oldu.
İlk olarak, bulantı ve kusmaya uykusuzluğun eşlik ettiği morning sickness (hamilelerde sabah bulantısı) sorunuyla gelen hamile kadınlarda kullanıldı ve ilaç huzursuzluğu
engelleyen, sakinleştirici ve uyku verici özellikleri ile çok hızlı bir
yayılım gösterdi.
1961 yılına kadar insanlar üzerindeki olumsuz yan etkileri tam
olarak bilinmiyordu. Ancak, Lenz ve McBride adlı iki bilim adamı bu ilacın doğuşsal anormalliklere yol açtığını gösterdi. Özellikle gebeliğin en kritik dönemi olan ilk üç ayda (ilk trimester)
60
alınan tek dozun bile fetüs üzerinde oldukça fazla yan etkileri
bulunuyordu çünkü; bu ilaç, anne ile fetus arasında yer alan
plasental bariyeri geçip konjenital deformasyonlara yol açabilen bir teratojendi. Bu olumsuz
etkilerin en dikkat çekici olanı,
hamileliği sırasında ilacı kullanan kadınların çocuklarında
phocomelia(fokomeli) denilen
kol ve bacakların oluşmaması
durumuydu. Kol ve bacak yerine
bu bölgelerde yüzgeçe benzer
birer oluşum bulunuyordu. (Bu
anomaliyle dünyaya gelen çocuklara flipper babies(yüzgeçli
bebekler) de denmektedir.) Ayrıca çeşitli doğuşsal kalp, kulak
ve barsak anormalliklerine de
yol açıyordu.
İlacın, yan etkilerini damar gelişimini etkileyerek yaptığı gösterilmiş ve bu ilaç Kasım 1961’de
piyasadan kaldırılmıştır.
1960 yılından sonra yapılan
çalışmalarda
Thalidomide’in
cüzzam hastalığındaki yaraların
iyileşme sürecini hızlandırdığı gösterilmiştir. AIDS hastalarında
kilo kaybını engelleyici ve hastalığın ilerlemesini yavaşlatıcı bir
ilaç olarak kullanımı yönünde çalışmalar devam etmektedir.
Bugün, Thalidomide’den yaklaşık 20 bin çocuğun etkilenmiş olduğu düşünülmektedir. Sakat olarak dünyaya gelen bebeklerin
yaklaşık yarısı da, thalidomide’in yüksek mortalitesi sebebiyle
erişkin bir birey olamadan yaşama veda etmiştir. Dünya’da bu
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Eczacýlýk ve Saðlýk
faciadan zarar görmemiş iki ülke vardır. Biri ABD, diğeri Türkiye.
ABD’de FDA (Food and Drug Administration)’da çalışan
Dr. Kelsey ülkesinde yaşanan 17 sakatlık vakasını gördükten sonra bu ilacın
ABD’de ruhsat almasına engel
o l m u ş t u r.
Bunun üzerine Başkan
K e n n e d y,
Dr. Kelsey’e
A m e r i ka ’n ı n
en büyük nişanını vermiş ve
Dr. Kelsey ulusal
kahraman
ilan
edilmiştir. Oysa bu
tarihten çok önce
bu ilaçla ilgili hücre
deneylerini
yapan
Prof. Dr. Aygün, ilacın
embriyo gelişimini bozuyarı
duğunu tespit ederek
lık Bakanlığı’na
raporları hazırlamış, SağTürkiye’ye girişini engellebaskı
yaparak
ilacın
miştir. Binlerce çocuğun hayatını kurtaran Prof. Dr. Aygün,
ülkemizde hiç değer görmediği gibi hakkında hiçbir bilgi de
bulunamamaktadır.
Thalidomide’in
Türkiye’ye girişi nasıl
durduruldu?
“Bu ilacı yapan fabrikadan
piyasaya sürülürken haber
aldım. Zaten çoğunun fahri
müşaviriydim. Rica ettim bir
gram verdiler. Hücre kültürü
muayenesi yapıp ilacın cenin
hücrelerine zarar verdiğini bildirdim. İlaç bize geldiğinde ise
yetkililere bildirdim. Kullanılmamasını söyledim. Salk aşısı
için de böyle mücadele ettim.
Hakkımda yazılar çıktı. ‘Bütün
Amerika kullanıyor. Biz mi tatbik etmeyeceğiz.’ diyerek çok
uğraştılar. Hepsi benim konuyu
abarttığıma inanıyordu. “Memlekete sokmayacaksınız.” dedim.
Daha burada münakaşa sürerken orada rezaleti çıktı. Şimdi bu
olaya Salk skandalı derler, 70-80 kişi öldü. Doktorlar kabahati
firmalara attı. Aynı şeyi thalidomide için de yaptım. O sırada
Sağlık Bakanlığı’ndaki şahıs iyi dostumdu. Ben de Sağlık Şurası üyesiydim. ‘Bu ilacı yurda sokmayın.’ dedim. O da yasakladı.
Böylece dünyada binlerce vaka ortaya çıkarken bizde hiçbir vaka
olmadı. Aynı raporu Almanya’ya da gönderdim. Almanlar ‘Pek
çok deney yaptık, hiçbir sakıncası
yok.’ dediler.”
Ord. Prof. Dr. Süreyya
Tahsin AYGÜN kimdir?
1895 yılında İstanbul’da doğan
Prof. Dr. Aygün, Kuleli Askeri
Lisesi, Haydarpaşa İdadisi ve
Haydarpaşa Askeri Baytar
Mekteb-i Alisi mezunudur.
Kurtuluş Savaşı’nda Etlik
Serum Darülistihzarı ve
Bakteriyoloji hanesindeki
çalışmaları sonucunda
İstiklal Madalyası almıştır. Kazandığı sınav
sonucunda
1924’de
Almanya’ya gönderilmiş, burada
bakteriyoloji, seroloji ve bulaşıcı hastalıklar
ihtisası yapmıştır. Almanya’da doktorasını tamamladıktan sonra Pasteur Enstitüsü, Robert Koch Enstitüsü ve Mödling Enstitüsü’nde çalışmıştır. Cornell, Coloumbus-Chio gibi
dünyanın çeşitli üniversitelerine davet edilmiş, dersler vermiş
ve laboratuvarlar kurmuştur. Prof. Aygün, Türkiye’de sürdürdüğü hücre tedavisi çalışmalarına
Şekerbank’ın kendisine sağladığı
küçük bir laboratuvarda devam etmek zorunda kalmıştır. Sonraları, Almanların kendisi için bir vakıf kurup
Almanya’ya davet etmesiyle birlikte
bu çalışmalarına Almanya’da devam
etmiştir. Prof. Dr. Aygün, deneysel
çalışmalarda hayvan deneylerine
alternatif olarak gösterdiği hücre
kültür tekniklerinin yanı sıra ilk kök
hücre tedavilerini yapmıştır. Bunları
makaleler halinde uluslararası dergilerde ve kitap olarak Almanya’da
yayımlamıştır.
Prof. Dr. Tahsin Aygün, 1960’larda
kök hücreden söz eden, ABD ve
Almanya’da kök hücre çalışmaları
yapmış ilk hekimdir. Kök hücre konusunda da 1979 yılında diyor ki:
“Kalp kültür hücresi şırınga edilen
bir organizmada hücreler kalbe yerleşerek 7 ay içinde gelişir. Hasarlı
organ kendini yeniler.” Kök hücre
kavramının bilinmediği bir dönemde bir hocamız bunun çok
ötesine geçerek uygulamasını yapmıştır.
Kaynaklar:
-Medical Tribune Türkiye, yıl: 2, sayı: 12.
-http://en.wikipedia.org/wiki/Thalidomide(16.01.10 tarihli)
-http://www.biltek.tubitak.gov.tr (16.01.10 tarihli)
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
61
Epsa
PUSH AÝLESÝ’NÝN
iKÝNCÝ
BULUÞMASI
•Sabiha SAGUN
Artık fakültede QUATRINO adını sık duyar oldunuz biliyorum.
Iupsa International’ın bu yıl gerçekleştirdiği verimli projelerden
bir tanesi.
Uzun soluklu ve uzun yolculuklu bu maceranın ikinci buluşma
noktası Portekiz’di!!!
Aslında Portekiz’e gitmemizin bizim grubumuz adına anlamı büyük. Mobility Projesi’ni hayata geçirmeyi planladığımızda, iletişime geçmek için aklımıza gelen ilk ülke Portekiz olmuştu.
Büyük bir yerel öğrenci birliklerinin olması, yaptığı aktiviteler,
EPSA’da ki aktif rolunün yanı sıra sıcak, uyumlu ve zeki öğrencileri tam bizim iş birliği yapmak istediğimiz gruptu. Yaptığımız
görüşmeler sonucunda Mobility Projesi’nin kapsamı Bulgaristan
ve İsveç’in de bizlere katılması ile büyüdü. Planladığımız işi kısa
sürede hayata geçirecek olmamızın yanında, hedeflerimizin büyümesi bizi daha da mutlu etti.
Heyecanla beklenen tarih: 1-8 Mart 2010! Yer: Portekiz dolayları! Sanırım bu tanımlamayı bir değil, tam üç farklı şehirde
gerçekleşen buluşma için kullanmak doğru olur. Bu kez OBEZİTE konusu idi bizi bir araya getiren. İlk buluşma noktamız olan
Lizbon’da, daha önce İsveç’te beraber olduğumuz arkadaşlarımızla tekrar bir araya geldiğimizdeki coşku görülmeye değerdi.
Bize yeni katılanlarla da kaynaşmamız pek vakit almadı. Push
Ailesi genişlemiş ve birbirine daha da bağlanmıştı.
Portekiz hakkında biraz daha bilgimiz olması için meşhur tranvay sayesinde küçük bir tur yaparak başladık haftaya ve Lizbon
Kalesi’ne yokuş üzerine kurulu, dar ve sevimli sokakları geçerek
ulaşıp, şehri kuşbakışı seyretme imkanı bulduk. Avrupa’nın en
büyük ve kapsamlı eczacılık müzesini ‘Museu da Farmácia’ ziyaret etme şansımız da oldu. Portekiz’deki eczacılık sektörü hakkında bilgi almayı da ihmal etmedik.
Sonrasında workshoplar büyük bir hızla başladı. Her ülke daha
önceden hazırladığı, obezitenin kendi ülkelerindeki durumunu,
bu konuda neler yapıldığını anlatan sunumlarını paylaştı. Bu konuda çekilen bir filmi uzman diyetisyen hekim eşliğinde tartışıp,
fikir alışverişinde bulunduk. Aldığımız eğitimler profesyonel bir
klinikte devam etti. Artık, dışarda insanlara bu konuda bilgi verirken neler anlatmamız gerektiğini daha iyi anlamıştık.
Lizbon’dan öğrenci şehri olan Coimbra’ya geçtik. Profesörlerden
aldığımız dersler, bir ilaç firmasının bizlere interaktif workshop
uygulamasında kullanacağımız şeker ölçüm cihazının kullanılışı
hakkında verdiği eğitim ile devam etti. Ertesi gün uygulamaya
koyulduk ve gruplara ayrılarak Coimbra Üniversitesi’nin çeşitli
fakültelerinde, dileyenlerin beden kütle indexlerini ve şeker de-
62
ğerlerini ölçerek onları beslenme ve obezite konusunda bilgilendirdik.
Bu sevimli öğrenci şehrinde öğrenci yaşamını, eğlencesini görüp
geleneksel şarkılarını az da olsa öğrenme şansımız oldu.
EPSA haftasonu için son durak Porto’dayız... EPSA training
offiser’ın düzenlediği Kültürel Farkındalık ve İletişim başlıklı
workshop’ta, özellikle farklı kültürlerden insanlarla iletişim kurarken nelere dikkat etmeliyizi interaktif eğitimler sayesinde keyif alarak pratik etmiş olduk.
Her projenin vazgeçilmezi International Night’ta Türkiye’de gerçekleştireceğimiz projenin unutulmaz olacağının sinyallerini dağıttığımız tanıtım dergileri ve yerel lezzetler ile verdik.
Yoğun, keyifli, verimli ve eğlenceli bir haftanın sonunda ayrılık
vakti gelmişti. Hem tüm katılımcılardan hem de IUPSA International İstanbul’a doğru yola koyulurken grup arkadaşlarımdan
bu yılı eğitimime devam ettiğim Lille’e, Fransa, geri dönmek için
buruk bir şekilde ayrıldım. PUSH AİLESİ projenin üçüncü ayağı
için ‘3 hafta sonra Bulgaristan’da görüşürüz’ diyerek Potekiz’e
hoşçakal demiş oldu...
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
Epsa
QUATRINO
PROJESÝ
•Ahmet Can KALENDEROĞLU
28 Mart – 4 Nisan 2010 tarihleri arasında Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da gerçekleşen Quatrino projesine IUPSAint olarak
katıldık. Daha önce de İsveç ve Portekiz’de gerçekleşen projeye yine İsveç, Portekiz, Bulgaristan ve Türkiye’den toplamda 45
eczacılık öğrencisi katıldı. Bir hafta boyunca çalışmalar yaptık,
oyunlar oynadık, eğlendik. IUPSAint yönetimi bu projede, Epsa
etkinliklerine katılmak için heyecan duyan istekli yeni üyelerin
ağırlıklı olarak katılmasına karar verdi. Projeye eski üyelerden;
Başak Özcan, Gözde Sönmez, Merve Erdem, Deniz Öner ve yeni
üyelerden; Gamze Aktaş, Ertuğrul Çelebi, Meltem Temiz, Ufuk
Türkmen, Nagihan Erdoğan, Kamil Yalçın ve ben Ahmet Can
Kalenderoğlu olmak üzere 11 kişi katıldık. 28 Mart günü akşam
saatlerinde Sofya Havalimanı’na ulaştık. Orada Bulgaristan ekibinden bir grup arkadaşımız bizleri karşıladılar ve otellerimize
yerleştirdiler. Diğer ülkelerden gelen katılımcılar uzun seyahatten yorulduklarından dolayı uyumuşlardı. Bizse Sofya’da bir tur
atmaya hazırdık.
Sofya şehri el değmemiş görüntüsüyle hepimizin ilgisini çekti.
Yaşadığı tarihi şehrin her yanında anlatmak ister gibiydi. Sofya
Üniversitesi Eczacılık Fakültesi şehrin kalbinde bulunan ve şehrin simgesi haline gelen Alexander Nevsky Cathedral’inin hemen
arkasında bulunuyor. Fakülte şehirle uyumlu bir biçimde, tarihi
bir binadan meydana geliyor. Sofya; tiyatroları, sinemaları, restoranları, barları, meyhaneleri ile günün farklı saatlerinde size
farklı eğlenceler sunuyor. Sofya Üniversitesini tercih edenler sadece yoğun bir eğitim değil aynı zamanda hoş vakit geçirmek
için de bir fırsat yaratmış oluyor.
Katıldığımız proje kapsamında; uyuşturucu madde bağımlılıkları, yaygınlığı ve maddelerin dozları hakkında gerçekleştirilen
seminerler ile önce bilgilendirildik. Daha sonra bütün hafta bo-
yunca yapılan workshoplarla, bilgilerimizi somut bir biçimde
kullandık. Bu workshoplardan birinde gruplara ayrılarak anketler oluşturduk. Halkın bu konularda ne düşündüğünü belirten
bir profil oluşturmak ve onları bilgilendirmek amacıyla, oluşturduğumuz anketleri önce bir lisede öğrencilerle daha sonrada
sokakta halkla birlikte doldurduk. Ortaya çıkan sonuçları tablo
haline getirip değerlendirdik.
Bu çalışmaların yanı sıra, akşam yemeklerinde her ülke kendi
geleneksel gecelerini düzenleyerek kendi danslarını ve yiyecekiçeceklerini sergilediler. Bu sayede her ülkenin gelenekleri hakkında fikir sahibi olduk. Bunun yanı sıra diğer ülkelerden gelen
arkadaşlarımızla sohbetler ederek, onların ülkelerindeki eczacılık eğitimi ve mesleğinin durumunu öğrenme şansı bulduk. Serbest zamanlarımızda da Sofya’nın tarihi mekânlarını, sokaklarını
ve alışveriş merkezlerini gezebilme şansı bulduk.
Proje; farklı kültürler tanımak, yeni yerler görmek ve eczacılık
konusunda bilgilenerek bunları etkin bir biçimde kullanabilmek
için gerekli olan özgüveni sağlamak açısından bizlere çok şeyler
kattı. Sizde bu tür projelerin içinde yer almak istiyorsanız, gruba
üye olun, çalışın ve hak edin; IUPSAint sizi kucaklayacaktır.
Proje Katılımcısı;
Ahmet Can KALENDEROĞLU
[email protected]
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği
63
Eczacýlýk ve Saðlýk
LAÇ
SAHTEC LÝÐÝ
Ý
•Merve ERDEM
•Son kullanım tarihinin değiştirilmiş olup olmadığına bakınız.
Sahte ilaç nedir?
Sahte ilaç saf olmayan, eksik ya da hatalı aktif madde içeriğine
sahip olan ilaçlara denir.
Ne gibi sonuçlar doğurur?
Sahte ilaçların kullanılması farklı hastalıklara yol açması ve hatta
ölümle sonuçlanabilecek kadar ciddi sonuçlar
yaratmaktadır. Bazı sahte ilaçlarda toksik maddeler bulunmaktadır. Sahte ilaçlar hastalar açısından ciddi bir tehdit
oluşturmaktadır. Son yıllarda, sahte ilaçların üretiminde büyük
bir artış söz konusu olmuştur. Sahte ilaçları piyasaya sürenlerin
ilaçların paketlerini başarıyla kopyalayan teknolojiler kullanmaları bu tehlikenin boyutlarını arttırmaktadır. İlaç sahteciliği tüketiciyi kandırmaktan öte hastaların yaşamlarını tehlikeye atması
nedeniyle önemli bir suçtur.
Bir ilacın sahte olduğunu nasıl anlarız?
Uzman olmasanız bile sahte ilaçları fark etmenin bazı yolları vardır:
Bazı örneklerde eksik paketlemeler yapıldığı, üzerinde imla ve
harf hatalarının olduğu dikkati çekmektedir.
Yine paketlerdeki damgaların kalitesiz olduğu ve paketin üzerindeki renklerin olması gereken ton ve kalitede
olmadığı görülmektedir. Bir diğer dikkat edilecek nokta ise paketlerdeki hapların orijinalinden farklı renkte ve
kalitesiz bir görüntüye sahip olmasıdır. Bazı örneklerde, hapların
bozuk bir görüntüye sahip olduğu ve
büyüklüklerinin de birbirinden farklı olduğu görülür.
İlaç sahteciliğine karşı hastalar neler yapmalı?
•Ürün son derece düşük bir fiyattan satılıyorsa, bunu özellikle
dikkate alınız.
•Çıkarılmış ve değiştirilmiş ürün etiketine dair işaretler olup olmadığına bakınız.
64
•Önemli olarak özellikle dikkat edilmesi gereken nokta tüm ilaçların ruhsatlı eczanelerden alınması veya yine ruhsatlı hastane
ve kliniklerden temin edilmesidir. İnternet ortamında satılan
ilaçların sahte ilaçların dağıtımında en etkin yollardan biri olduğu bilinmektedir.
•Satın alınan ilacın sahte olduğuna dair en ufak bir şüphesi olanlar mutlaka bu konuda Sağlık Bakanlığı’na bilgi vermelidir. Ayrıca
en yakın eczaneye danışılabilir ve ilacın orijinalini üreten üretici
firmayla irtibata geçilebilir.
Hangi ilaçların sahtesi üretiliyor?
Son yıllarda Dünya Sağlık Örgütü’nün tespitlerine göre dünyadaki ilaçların %6’sı sahtedir, ABD’de lipit
düşürücülerden kanser ilaçlarına kadar geniş bir yelpazede sahte ilaçlar tespit edilmiştir. Bazı gelişmekte olan
ülkelerde ilaçların %50’sinin sahte olduğu tahmin edilmektedir.
Bu oran Afrika kıtasında %80’lere kadar
çıkmaktadır. Ülkemizde internet üzerinden satış ile daha çok
cinsel gücü artırıcı, saç dökülmesini önleyici ve
zayıflama yardımcı ilaçlarla vitaminlerin sahteleri internet siteleri üzerinden ucuz fiyatla satılıyor.
Yapılan çalışmalar nelerdir?
Sağlık Bakanlığı, sahte ilaç vakalarını önlemek ve `kupür` yolsuzluğu ile devletin soyulmasını önlemek için yeni
sisteme geçmeye hazırlanıyor. Buna göre üretim aşamasında
her kutu ilaca ayrı bir kimlik numarası verilecek. Bu
numaralar, Sosyal Güvenlik Kurumu ve Sağlık Bakanlığı`nın ana
bilgisayarlarından takip edilecek. Sisteme kayıtlı
olmayan ilaçlar eczanelerden verilemeyecek. Her bir numara
sadece tek bir kez işlem görecek. Yeni uygulamada ilaç
kutularından kupür kesme işlemi de sona erecek. Böylece sahte
kutu basımları bir işe yaramayacak.
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Öğrencileri Birliği

Benzer belgeler